257
T.C. EGE ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İKTİSAT ANABİLİM DALI İHRACATA DAYALI BÜYÜME HİPOTEZİ: TÜRKİYE ÖRNEĞİ Göktürk ALTINBAŞ Danışman: Prof. Dr. Funda BARBAROS YÜKSEK LİSANS TEZİ İZMİR HAZİRAN, 2009

Hracata dayali byme hpotez trkye rne

Embed Size (px)

DESCRIPTION

 

Citation preview

Page 1: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

T.C.EGE ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

İKTİSAT ANABİLİM DALI

İHRACATA DAYALI BÜYÜME HİPOTEZİ: TÜRKİYE ÖRNEĞİ

Göktürk ALTINBAŞ

Danışman: Prof. Dr. Funda BARBAROS

YÜKSEK LİSANS TEZİ

İZMİR

HAZİRAN, 2009

Page 2: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

T.C.EGE ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

İKTİSAT ANABİLİM DALI

İHRACATA DAYALI BÜYÜME HİPOTEZİ: TÜRKİYE ÖRNEĞİ

Göktürk ALTINBAŞ

Danışman: Prof. Dr. Funda BARBAROS

YÜKSEK LİSANS TEZİ

İZMİR

HAZİRAN, 2009

Page 3: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğüne sunduğum ....................................................................................................................................adlı yüksek lisans/doktora tezinin tarafımdan bilimsel, ahlak ve normlara uygun bir şekilde hazırlandığını, tezimde yararlandığım kaynakları bibliyografyada ve dipnotlarda gösterdiğimi onurumla doğrularım.

İsim-Soyadıİmza

Page 4: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

TUTANAK

Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yönetim Kurulu’nun ..../........./......... tarih

ve ........... sayılı kararı ile oluşturulan jüri ............................................................... anabilim

dalı yüksek lisans öğrencisi ........ ............. ................................................’nın aşağıda

(Türkçe / İngilizce) belirtilen tezini incelemiş ve adayı ...../........./......... günü

saat ............’da .................... süren tez savunmasına almıştır.

Sınav sonunda adayın tez savunmasını ve jüri üyeleri tarafından tezi ile ilgili kendisine

yöneltilen sorulara verdiği cevapları değerlendirerek tezin başarılı/başarısız/düzeltilmesi

gerekli olduğuna oybirliğiyle / oyçokluğuyla karar vermiştir.

BAŞKAN

Başarılı

Başarısız

Düzeltme (Üç ay süreli)

ÜYE ÜYE

Başarılı Başarılı

Başarısız Başarısız

Düzeltme (Üç ay süreli) Düzeltme (Üç ay süreli)

Tezin Türkçe Başlığı : İHRACATA DAYALI BÜYÜME HİPOTEZİ: TÜRKİYE ÖRNEĞİ

Tezin İngilizce Başlığı : EXPORT-LED GROWTH HYPOTHESIS: TURKISH CASE

* 1. Yüksek Lisans Tezi savunma süresi asgari 45 azami 90 dakikadır. 2. Tutanak ( jürinin karar ve imzaları haricinde ) bilgisayarda doldurulmalıdır. 3. Tez başlığı (İngilizce ve Türkçe) mutlaka belirtilmelidir. 4. Yüksek Lisans Tez savunmasında üyelerden en az birinin anabilim dışından olması zorunludur.

Page 5: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

İÇİNDEKİLER

KONU SAYFA

İÇİNDEKİLER......................................................................................................................... i

KISALTMALAR DİZİNİ........................................................................................................ v

GRAFİKLER DİZİNİ.............................................................................................................. vii

TABLOLAR DİZİNİ............................................................................................................... viii

İHRACATA DAYALI BÜYÜME HİPOTEZİ: TÜRKİYE ÖRNEĞİ

GİRİŞ....................................................................................................................................... 1

-BİRİNCİ BÖLÜM-

KALKINMA KAVRAMININ TEORİK TEMELLERİ ve TARİHSEL GELİŞİMİ

1.1. KALKINMA İKTİSADININ BİR DİSİPLİN OLARAK ORTAYA ÇIKIŞI.................. 4

1.1.1. MERKANTİLİST DÖNEM ve ÖNCESİ DÜNYA.................................................. 4

1.1.2. İKTİSAT BİLİMİNİN ORTAYA ÇIKIŞI ve KALKINMA İKTİSADINA

GİDEN YOL....................................................................................................................... 7

1.2. KALKINMA KAVRAMI ve KALKINMA İKTİSADI................................................... 18

1.3. KALKINMA ve BÜYÜME İLİŞKİSİ.............................................................................. 20

-İKİNCİ BÖLÜM-

KALKINMA ANA HEDEFİ DOĞRULTUSUNDA İKTİSADİ BÜYÜME OLGUSU ve İKTİSADİ

BÜYÜME STRATEJİLERİ

2.1. İKTİSADİ BÜYÜME KAVRAMI ve İKTİSADİ BÜYÜME YAKLAŞIMLARI.......... 31

2.1.1. İKTİSADİ BÜYÜME KAVRAMI ve KLASİK BÜYÜME YAKLAŞIMLARI..... 31

2.1.2. MODERN İKTİSADİ BÜYÜME YAKLAŞIMLARI.............................................. 33

2.1.2.1. KEYNESYEN BÜYÜME YAKLAŞIMLARI (HARROD-DOMAR ve

NEOKLASİK BÜYÜME YAKLAŞIMLARI)............................................................. 33

2.1.2.2. İÇSEL BÜYÜME YAKLAŞIMLARI............................................................. 38

2.1.2.3. TARİHSEL BÜYÜME YAKLAŞIMI............................................................ 44

2.1.2.4. EVRİMCİ (NEO-SCHUMPETERCİ) BÜYÜME YAKLAŞIMI................... 46

2.2. İKTİSADİ BÜYÜME STRATEJİLERİ........................................................................... 50

i

Page 6: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

2.2.1. İTHAL İKAMESİNE DAYALI BÜYÜME STRATEJİLERİ (İİDBS):

BRETTON WOODS SİSTEMİ ve KORUMACILIK........................................................ 51

2.2.1.1. BRETTON WOODS SİSTEMİ ve ORGANLARI......................................... 51

2.2.1.2. İTHAL İKAMESİNE DAYALI BÜYÜME.................................................... 55

2.2.2. İHRACATA DAYALI BÜYÜME STRATEJİLERİ (İDBS): DIŞ TİCARET ve

KÜRESELLEŞME.............................................................................................................. 59

2.2.2.1. KLASİK DIŞ TİCARET YAKLAŞIMLARI.................................................. 59

2.2.2.2. YENİ DIŞ TİCARET YAKLAŞIMLARI....................................................... 61

2.2.2.3. İHRACATA DAYALI BÜYÜME STRATEJİLERİ ve KÜRESELLEŞME

HAREKETLERİ........................................................................................................... 62

2.2.2.3.1. BRETTON WOODS SİSTEMİNİN ÇÖKÜŞÜ ve İHRACATIN

ÖNEMİ.................................................................................................................... 62

2.2.2.3.2. TİCARİ SERBESTLİK ve KÜRESELLEŞME HAREKETLERİ.......... 66

2.2.2.3.2.1. KÜRESELLEŞME KAVRAMI..................................................... 66

2.2.2.3.2.2. WASHINGTON UZLAŞISI ve YENİDEN TANIMLANAN

“DEVLET”......................................................................................................... 67

2.2.2.3.2.3. BRETTON WOODS KURULUŞLARININ EVRİMİ................... 75

2.2.2.3.2.4. KÜRESELLEŞME BAĞLAMINDA İKTİSADİ

BİRLEŞMELER, KURUMLAR ve İŞBİRLİKLERİ........................................ 79

-ÜÇÜNCÜ BÖLÜM-

İDBS'NİN, DESTEKÇİLERİ ve SEÇİLMİŞ ÜLKE DENEYİMLERİ AÇISINDAN

DEĞERLENDİRİLMESİ

3.1. İDBS; NEDENLER ve SONUÇLAR................................................................................ 85

3.1.1. ÜLKELER BAZINDA GELİŞMİŞLİK ve AZ GELİŞMİŞLİK OLGUSU.............. 85

3.1.2. İDBS İLE İLGİLİ ÖNEMLİ ÇALIŞMALAR........................................................... 89

3.2. GÜNÜMÜZÜN GELİŞMİŞ ÜLKELERİ NASIL GELİŞTİ?........................................... 102

3.2.1. GELİŞMİŞ ÜLKELERE DAİR GÜNÜMÜZDEKİ GENEL YORUM.................... 102

3.2.2. GEÇMİŞİN GÖLGESİNDE GÜNÜMÜZÜN GELİŞMİŞ ÜLKELERİ................... 103

3.2.2.1. İNGİLTERE (BÜYÜK BRİTANYA-BİRLEŞİK KRALLIK)....................... 103

3.2.2.2. AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ........................................................... 111

3.2.2.3. JAPONYA........................................................................................................ 117

3.2.2.4. GELİŞMİŞ ÜLKELERİN AYAK İZLERİ...................................................... 121

3.3. VAATLER VE GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELER......................................................... 124

ii

Page 7: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

3.3.1. ASYA TİCARETİ VE BÜYÜME DERSLERİ......................................................... 125

3.3.1.1. ASYA KAPLANLARI.................................................................................... 127

3.3.1.1.1. GÜNEY KORE.................................................................................. 127

3.3.1.1.2. TAYVAN........................................................................................... 130

3.3.1.1.3. SİNGAPUR VE HONG KONG......................................................... 133

3.3.1.2. KAPLANLAR, EJDERHALAR VE FİLLER................................................. 134

3.3.2. AMERİKA'NIN GÜNEYİ; LATİN AMERİKA....................................................... 140

3.4. İDBS KILAVUZLUĞUNDA DÜNYA EKONOMİSİ..................................................... 144

-DÖRDÜNCÜ BÖLÜM-

İHRACATA DAYALI BÜYÜME STRATEJİLERİ (İDBS), TÜRKİYE DENEYİMİ

4.1. TÜRKİYE'NİN İKTİSADİ GELİŞİMİNİN ÇOK KISA TARİHÇESİ............................ 151

4.1.1. OSMANLI MİRASI.................................................................................................. 151

4.1.2. 1923 - 1950 DÖNEMİ .............................................................................................. 153

4.1.3. 1951-1980 DÖNEMİ................................................................................................. 158

4.1.4. 1981-2000 DÖNEMİ................................................................................................. 161

4.1.5. 2000 SONRASI DÖNEM ........................................................................................ 167

4.2. TÜRKİYE'DE DÖNEMLERE AİT EKONOMİK GÖSTERGELER YARDIMIYLA

İDBS UYGULAMALARININ PERFORMANS TAHLİLİ........................................................ 170

-BEŞİNCİ BÖLÜM-

SONUÇ

5.1. SONUÇ.............................................................................................................................. 199

KAYNAKÇA........................................................................................................................... 210

EK1. AVRUPA VE ASYA'DA KENTLEŞME VE GSMH DEĞİŞİM SEVİYELERİ

(1300-1850)................................................................................................................................... 225

EK2. GELİR DURUMLARI VE COĞRAFYALARINA GÖRE ÜLKELER........................ 226

EK3. İDBS'NE YÖNELİK BAZI ÇALIŞMALAR VE SONUÇLARI................................... 227

EK4. İHRACAT VE BÜYÜME, GRANGER NEDENSELLİK TEST SONUÇLARI.......... 234

EK5. ABD'DE 1789-1990 ARASI İTHALAT GÜMRÜK TARİFE ORANLARI................. 235

iii

Page 8: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

EK6. SEÇİLMİŞ KALKINMIŞ ÜLKELERİN 1820-1950 YILLARI ARASINDA,

MAMÜL MALLARI UYGULAMIŞ OLDUKLARI ORTALAMA TARİFE ORANLARI

(AĞIRLIKLI ORTALAMA, %)................................................................................................... 235

EK7. G. KORE'DE, BEŞ YILLIK KALKINMA PLANLARI (BYKP) SÜRESİNCE REEL

BÜYÜME, YATIRIM VE İHRACAT ORANLARI (1962-1986) %......................................... 236

EK8. HİNDİSTAN'DA DİĞER GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERLE GÖRELİ

BÜYÜME ORANLARI, TARİFE ORANLARI VE İTHALAT KISITLAMALARI (1970-

1995)............................................................................................................................................. 236

EK9. WASHINGTON KONSENSÜSÜ VE DOĞU ASYA................................................... 237

EK10. ÇİN'DE VE DÜNYA'DA 1950 SONRASI GSYİH BÜYÜME ORANLARI (%)...... 238

EK11. TÜRKİYE'NİN 2008 YILI İTİBARİYLE MAKROEKONOMİK VE

DEMOGRAFİK GÖSTERGELER BAKIMINDAN DÜNYA EKONOMİSİNDEKİ YERİ...... 239

ÖZGEÇMİŞ.............................................................................................................................. 240

ÖZET........................................................................................................................................ 241

ABSTRACT............................................................................................................................. 243

iv

Page 9: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

KISALTMALAR DİZİNİ

AB : Avrupa Birliği

ABD : Amerika Birleşik Devletleri

ADB: Asya Kalkınma Bankası

AEC: Afrika Ekonomik Topluluğu

AET: Avrupa Ekonomi Topluluğu

AFDB: Afrika Kalkınma Bankası

AKCT: Avrupa Kömür ve Çelik Birliği

APEC: Asya Pasifik Ekonomik İşbirliği

AR-GE: Araştırma Geliştirme

ASEAN: Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği

BKE: İnsani Kalkınma Endeksi

BM: Birleşmiş Milletler

BSB: Bağımsız Sosyal Bilimciler

BSEC: Karadeniz Ekonomik İşbirliği

BVE: Beşeri Varlıklar Endeksi

DATÜ: Deniz Aşırı Tacir Ülkeler

DE: Devlet İstatistik Enstitüsü

DPT: Devlet Planlama Teşkilatı

DTÖ: Dünya Ticaret Örgütü

ECA: Afrika Ekonomi Komisyonu

ECE: Avrupa Ekonomik Komisyonu

ECLA: Latin Amerika Ekonomik Konsorsiyumu

ECLAC: Latin Amerika ve Karaibler Ekonomik Komisyonu

EFTA: Avrupa Serbest Ticaret Bölgesi

EIB: Avrupa Yatırım Bankası

ESCAP: Asya ve Pasifik Ekonomik ve Sosyal Komisyonu

ESCWA: Batı Asya Ekonomik ve Sosyal Komisyonu

EURATOM: Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu

v

Page 10: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

FAO: BM Gıda ve Tarım Örgütü

GATT: Genel Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Anlaşması

GGOÜ: Günümüzün Gelişmekte Olan Ülkeleri

GGÜ: Günümüzün Gelişmiş Ülkeleri

GSMG: Gayri Safi Milli Gelir

GSMH: Gayri Safi Milli Hasıla

GSYİH: Gayri Safi Yurt İçi Hasıla

IDB: İslam Kalkınma Bankası

IMF: Uluslararası Para Fonu

İBY: İçsel Büyüme Yaklaşımları

İDBS: İhracata Dayalı Büyüme Stratejileri

İİDBS: İthal İkamesine Dayalı Büyüme Stratejileri

İSE: İktisadi Savunmasızlık Endeksi

KİT: Kamu İktisadi Teşebbüsü

KÜT: Karşılaştırmalı Üstünlükler Teorisi

LAFTA: Latin Amerika Serbest Ticaret Bölgesi

MERCOSUR: Güney Amerika Ortak Pazarı

MÜT: Mutlak Üstünlükler Teorisi

NAFTA: Kuzey Amerika Serbest Ticaret Bölgesi

OAU: Afrika Birliği Teşkilatı

OECD: Organization for Economic Cooperation and Development

OEEC: Avrupa Ekonomik İşbirliği Teşkilatı

SAGP: Satın Alma Gücü Paritesine

TEK: Türkiye Ekonomi Kurumu

TÜİK: Türkiye İstatistik Kurumu

UNCTAD: BM Ticaret ve Kalkınma Konferansı

UNDP: Birlesmis Milletler Kalkınma Teşkilatı

UNIDO: BM Sanayi Kalkınma Örgütü

YEP: Yeni Ekonomi Politikası

vb.: Ve Benzerleri

vi

Page 11: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

GRAFİKLER DİZİNİ

GRAFİK SAYFA

Grafik 3.1. ABD'de Bütün İthalat Mallarındaki (Serbest ve Gümrüğe Tabi) Gümrük Vergi

Oranı ve Gümrüğe Tabi İthalatların Toplam İthalatlar İçindeki Payı(%)..................................... 113

Grafik 3.2. ABD'de Mamul Mallardaki Gümrük Vergi Oranları (%)..................................... 113

Grafik 3.3. Seçilmiş Kalkınmış Ülkelerin 1820-1950 Yılları Arasında, Mamul Mallara

Uygulamış Oldukları Ortalama Tarife Oranları (Ağırlıklı Ortalama, %)..................................... 114

Grafik 4.1. Türkiye'de Sektörlerin GSMH İçindeki Payları.................................................... 171

Grafik 4.2. Türkiye'de Çalışabilir Nüfusun İstihdam Edilme Oranı ve İstihdamın Sektörler

İtibariyle Dağılımı % (1955-2000 arası dönem)........................................................................... 175

Grafik 4.3. Türkiye'de Toplam Sabit Sermaye Yatırımları İçinde Eğitim Yatırımlarının

Payı (%) (1960-2003).................................................................................................................... 177

Grafik 4.4. 1924-2006 Arası Dönemde Türkiye'de GSMH Büyüme (1948, 1968 ve 1987

sabit fiyatları ile) ve Enflasyon Oranları....................................................................................... 185

Grafik 4.5. Türkiye'de Dış Borç Stokları, İç Borç Stokları, Cari İşlemler Dengesi ve Bütçe

Açıklarının GSMH'ya Oranları..................................................................................................... 186

Grafik 4.6. 1980 Sonrası Türkiye'de Finansal Sermaye Hareketleri....................................... 187

Grafik 4.7. Türkiye'de GSMH Artışı, İthalat ve İhracatın GSMH İçindeki Payları ve Ticari

Dışa Açıklık Oranları.................................................................................................................... 188

Grafik 4.8. Türkiye'de 1982 Sonrası Dış Ticaret Hadlerinin Genel Seyri.............................. 193

Grafik 4.9. Türkiye'de Tarım-Madencilik, İmalat Sanayi – Enerji ve Hizmetler

Sektörlerine Yapılan Sabit Sermaye Yatırımlarının GSMH içindeki Payları............................... 194

Grafik 4.10. Türkiye'de 1950 Sonrası İmalat Sanayinde Çalışanlara Ait Verimlilik ve

Ücret Endeksleri ile Aynı Döneme Ait İstihdam Endeksi

(1950=100).................................................................................................................................... 196

Grafik 4.11. Türkiye'de 1950-1980 Arası ve 1980 Sonrası İmalat Sanayinde Çalışanlara

Ait Verimlilik ve İmalat Sanayinde Sabit Sermaye Yatırımı Endeksleri (1950=100 ve

1981=100)..................................................................................................................................... 197

Grafik 4.12. Türkiye'de Geçim Zorluğu ve Ticari Başarısızlık Nedeniyle Yaşanan İntihar

Vakalarının Toplam İntihar Vakaları İçindeki Payı...................................................................... 198

vii

Page 12: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

TABLOLAR DİZİNİ

TABLO SAYFA

Tablo 3.1. Avrupa'da Kişi Başına Yıllık GSYİH Seviyeleri (İngiltere-1820=100, 1300-

1850)............................................................................................................................................. 104

Tablo 3.2. 1500-1820 Yılları Arasında, Ülkelerde Lider Şehirler Bazında, İnşaat

Sektöründe Çalışan Reel Nitelikli ve Niteliksiz İşgücü Maaşları (gün başına alınan gümüş

miktarı (gram)/sabit fiyat endeksi, Strazburg, 1700-50:1,0)......................................................... 105

Tablo 3.3. Avrupa'da Tarımsal Faaliyetlerde Kullanılan İşgücü Miktarının Toplam İşgücü

Miktarı İçindeki Payı (%) (1300-1800)........................................................................................ 106

Tablo 3.4. Avrupa'da Şehir Nüfusunun Toplam Nüfus İçindeki Payı (%)............................. 107

Tablo 3.5. İngiltere'de 1760 ve 1800 Yıllarında Bir İşçinin Bir Yıl İçindeki Ortalama

Çalışma Süresi (Çalışma saati/bir yıl)........................................................................................... 108

Tablo 3.6. Net İthalatın Bir Yüzdesi Olarak Net Gümrük Gelirleri (5 Yıllık Ortalamalar),

İngiltere ve Fransa, 1846-1913..................................................................................................... 109

Tablo 3.8. Çeşitli Ülkeler İçin Kişi Başına Düşen Gelir Artışları (1820-1913)...................... 114

Tablo 3.9. B. Krallık (İngiltere), ABD ve Japonya'daki Kişi Başına Düşen İhracat ve

Büyüme Seviyeleri (1820-1998 Dönemi, 1990 ABD Doları Sabit Fiyatları İle)......................... 118

Tablo 3.10. B. Krallık (İngiltere), ABD ve Japonya'daki Kişi Başına Düşen İhracat ve

Büyüme Seviyelerindeki % Değişim (1820-1998 Dönemi, 1990 ABD Doları Sabit Fiyatları

İle)................................................................................................................................................. 118

Tablo 3.11. B. Krallık (İngiltere), ABD ve Japonya'da İşgücü ve Toplam Faktör

Verimliliklerindeki Değişimler (1820-1998)................................................................................ 119

Tablo 3.12. Latin Amerika: GSYİH, 1971-2003 (yıllık büyüme oranları %)......................... 143

Tablo 3.13. Dünyada Kişi Başına Düşen GSYİH Artışları % (1500-2001)............................ 146

Tablo 4.14. 1923-2006 Yılları Arasında Türkiye'de Alt Dönemler İtibariyle Ortalama

GSMH Büyüme Rakamları (GSMH seviyeleri 1923-1947 dönemi 1948 fiyatlarıyla, 1948-

1967 dönemi 1968 fiyatlarıyla, 1968-2006 dönemi 1987 fiyatlarıyla hesaplanmıştır.)................ 171

Tablo 4.15. Türkiye'de 1923-2006 Yılları Arasında Sektörlerin GSMH İçindeki Payları

(Yıllık Ortalamalar)....................................................................................................................... 172

Tablo 4.16. 1923-2006 Yılları Arasında ABD Doları ve Sabit Fiyatlar Bazında Türkiye'de

Alt Dönemler İtibariyle Ortalama Kişi Başına Düşen GSMH Büyüme Rakamları (Sabit

Fiyatlar Bazında GSMH seviyeleri 1923-1947 dönemi 1948 fiyatlarıyla, 1948-1967 dönemi

1968 fiyatlarıyla, 1968-2006 dönemi 1987 fiyatlarıyla hesaplanmıştır.)...................................... 173

Tablo 4.17. Türkiye'de Çalışabilir Nüfusun İstihdam Edilme Oranı ve İstihdamın Sektörler

İtibariyle Dağılımı % (1955-2000 arası dönem)........................................................................... 175

viii

Page 13: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

Tablo 4.18. Yıllar İtibariyle Türkiye'de İşsizlik, 15 Yaş Üstü Nüfusun Toplam Nüfus

İçindeki Payı ve İstihdam Edilenlerin Sayısındaki Değişim (2000-2009 dönemi)....................... 176

Tablo 4.19. Türkiye'de Toplam Sabit Sermaye Yatırımları İçinde Yıllık Ortalama Değerler

ve Alt Dönemler İtibariyle Eğitim Yatırımlarının Payı (%) (1960-2003).................................... 177

Tablo 4.20. Türkiye'de Alt Dönemler İtibariyle Okul Başına Düşen Öğrenci Sayılarındaki

Değişim Oranları (%).................................................................................................................... 179

Tablo 4.21. Türkiye'de Alt Dönemler İtibariyle Öğretmen Başına Düşen Öğrenci

Sayılarındaki Değişim Oranları (%)............................................................................................. 179

Tablo 4.22. Lise Dengi ve Üstü Eğitim Kurumlarında Alt Dönemler İtibariyle Dağıtılan

Diploma Sayılarının Bu Kurumlarda Eğitim Gören Öğrenci Sayılarına Oranları (%)................. 180

Tablo 4.23. Türkiye'deki Kütüphanelerin, Kütüphanedeki Kitapların ve Kütüphanelerden

Yararlanan Kişilerin Sayılarındaki Değişim Oranları. (1945-2007)............................................. 182

Tablo 4.24. Seçilmiş Ülkeler Bazında GSMH'nın Yüzdesi Olarak Ar-Ge Harcamaları......... 183

Tablo 4.25. Türkiye'de Seçilmiş Yıllar İtibariyle Gelir Dağılımı Verileri.............................. 183

Tablo 4.26. Türkiye'de Dönemler İtibariyle İhracat ve İthalatın GSMH İçindeki Payları,

Ticari Dışa Açıklık ve İhracatın İthalatı Karşılama Oranlarının Ortalama Değerleri................... 189

Tablo 4.27. Türkiye'de Teknolojik Yapı İtibariyle İhracat Mal Gruplarının Toplam

İhracatlar İçindeki Payları............................................................................................................. 192

ix

Page 14: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

GİRİŞ

Hızlı ve istikrarlı bir ekonomik kalkınmanın nasıl sağlanacağı konusu, ekonomi

literatüründeki en kapsamlı konulardan biridir. Hızlı bir ekonomik kalkınma ve

büyümenin sağlanması için gerekli olan en önemli etkenlerden birisi de ihracatın

arttırılması olarak gösterilmektedir (Yiğidim ve Köse, 1997:71).

Çeşitli ekonomik gelişmelerin ışığında ve kılavuzluğunda değişen iktisadi

yaklaşımlar çeşitli dönemlerde, çeşitli ekonomik önermelerle ifade edilmişlerdir. Bu

ekonomik önermelerden büyüme stratejilerine yönelik olanlarından en önemlilerinden

birisi de ihracata dayalı büyüme hipotezidir.

Kapsamlı bir sanayileşme ve büyüme stratejisi oluşturulması, birçok ön koşulu

içermektedir. Bu stratejilere uyumlu makro ve dış ticaret politikalarının oluşturulması

ve bu politikaların uygulamaya sokulabileceği sistemlerin yaratılması, büyüme

stratejilerinin başarısı için çok önemlidir. Oluşturulan sanayileşme ve büyüme

stratejileri ancak bu şekilde ekonominin tamamını kapsayan bir kalkınma politikası

haline gelebilir (Doğruel ve Doğruel, 2006:13-14)

Ödemeler dengesindeki baskıların azalması ve çeşitli istihdam olanaklarının

ortaya çıkması için gerekli olan döviz girişlerinin sağlanabilmesi, en rahat bir biçimde,

mal ve hizmet ihracatının sağlanması ile gerçekleştirilebilmektedir (Abou-Stait Fouad,

2005:1). İhracata Dayalı Büyüme Hipotezi de, temelde bu mantıktan yola çıkarak ortaya

atılmıştır. Ancak; ihracat artışlarının ve uluslararası pazarlara açılmanın nedenleri ve

faydaları daha geniş bir alanı kapsamaktadır. Şimşek (2003:43-44), ihracat artışlarının

iktisadi büyüme performansına yapmış olduğu katkıları genel olarak şu şekilde ifade

etmektedir;

-Uluslararası piyasalara açılmak ve ihracat artışını sağlamak piyasalardaki

rekabeti arttırıcı bir etki yapmaktadır. Bu rekabet artışının ana nedeni üretkenlik artışı

olarak gösterilmektedir. Yurt içi üreticilerin teknolojik gelişmelere daha kolay bir

şekilde uyumlanabilmesini sağlamak, yurt içinde oluşabilecek aksak rekabetin

engellenmesi, uluslararası talepler doğrultusunda üretim tarzının belirlenmesi,

uluslararası ticaretin rekabet arttırıcı getirileri içinde yer almaktadır.

1

Page 15: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

-Dış ticaret artışı; yeni teknolojilere ulaşmayı kolaylaştırdığı gibi, yurt içinde

yeni teknolojilerin gelişmesine de neden olmaktadır, bu teknolojik ilerleme de iktisadi

büyüme performansını pozitif etkilemektedir.

-İhracat artışları ile yurt içi talebi dar olan ekonomiler de uluslararası talep

seviyesinde üretim yapma fırsatı bulmaktadır. Aynı zamanda, yerli mallara yurt dışı

talebin artması ile birlikte yeni yatırım ihtiyacı ile birlikte yatırım oranlarında da artışlar

meydana gelir.

-İhracat gelirleri ile sağlanan döviz girdileri aracılığıyla, dış ödemeler

dengesindeki baskı da azaltılmış olmaktadır.

Tarihsel süreç içinde özellikle de 2. Dünya Savaş’ı sonrasında ülkelerin

büyüme performanslarını arttırmaları amacıyla birçok hipotez ortaya atılmıştır, zaman

içinde bu büyüme hipotezleri, gereksinimlere, yaşanan deneyimlere göre değişmiş,

yenilenmiş ve 1980’ler çeşitli ülkelerin uyguladıkları ekonomik politikaların giderek

birbirine benzediği yıllar olmuştur. Özellikle de sosyalist bloğun yıkılmasının ardından,

ekonomik literatürde, bütün dikkatler uluslararası pazarlara açılmaya ve ihracat

miktarının arttırılmasına yönlendirilmiştir (Filiztekin, Yılmaz ve İzmen, 2005:13-19).

Bununla birlikte, ihracata dayalı büyüme hipotezlerine yönelik uygulamaların olduğu

ifade edilen, gelişmekte olan ülkelerin bir kısmı özellikle de 1990’lı yılların ortalarından

itibaren büyük sıkıntılara sahne olmuş, bir kısmında ise yüksek oranlı ve istikrarlı bir

büyüme performansı gözlenmiştir.

Yakın dönemde dış ticaret ile iktisadi büyüme arasındaki ilişkiye yönelik

olarak yapılmış olan ampirik çalışmalarda; dışa açıklığın iktisadi büyümeyi

desteklediği, ithal ikameci politikaların ise iktisadi büyümeyi engellediği yönünde

sonuçlara ulaşılmaktadır. Bununla beraber “dışa açıklık” ve “dış ticaret hacminin

büyümesi” gibi değişkenler üzerinde tartışmalar bulunmaktadır (Rodrik, 2005:3).

Yaklaşık son otuz yıllık dönem itibariyle, ihracata dayalı büyüme hipotezinin

ülkelerin büyüme ve kalkınma planlarının özünü oluşturduğu görülmektedir. Gerek

gelişmiş, gerekse gelişmekte olan ülke performansları incelendiğinde, İhracata dayalı

büyüme hipotezleri tarafından vaat edilen yüksek oranlı ve istikrarlı büyüme

hedeflerinin bu hipotezleri uygulayan devletler tarafından büyük ölçüde

2

Page 16: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

gerçekleştirilmiş olduğuna dikkat çekilmektedir. Ancak; gerçekleştirilen bu yüksek

oranlı ve istikrarlı olduğu iddia edilen büyüme performanslarının, özellikle de

gelişmekte olan ülkeler açısından, nelerin feda edilerek gerçekleştirilmiş olduğu da

günümüz iktisatçıları arasında büyük bir tartışma konusudur. Özellikle de 1990’lı

yılların sonlarında yaşanan ekonomik gelişmeler, büyük başarı örnekleri olarak

gösterilen ülke ekonomilerinin peş peşe girmiş oldukları ekonomik dar boğazlar ve

yaşadıkları krizler, bu tartışmaları daha da ateşlemiş, ekonomik araştırmaların iyiden

iyiye ihracata dayalı büyüme hipotezlerine odaklanmasına neden olmuştur.

3

Page 17: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

-BİRİNCİ BÖLÜM-

KALKINMA KAVRAMININ TEORİK TEMELLERİ ve TARİHSEL GELİŞİMİ

1.1. KALKINMA İKTİSADININ BİR DİSİPLİN OLARAK ORTAYA

ÇIKIŞI

1.1.1. MERKANTİLİST DÖNEM ve ÖNCESİ DÜNYA

İhracata Dayalı Büyüme Hipotezinin kavramsal teorik temellerinin anlaşılması

için öncelikle kalkınma iktisadının bir disiplin olarak ortaya çıkmasına neden olan

tarihsel süreç ve aynı tarihsel sürecin bir sonucu olarak şekillenen büyüme kavramının

anlaşılması gerekmektedir.

Refah kavramının sübjektif bir kavram olması nedeniyle, refah kavramına dair

kabul edilebilir bir ölçü bulunmamaktadır. Bununla birlikte, genel olarak, maddi refah

ile mal ve hizmetlerin miktarları arasında yakın bir ilişki olduğu kabul edilmektedir.

Faydalı ve ekonomik değeri bulunan mal ve hizmetlerin üretimlerindeki artışlar da, bu

artışların gerçekleştirildiği ekonomiler ve toplumlar adına maddi refah artışını ifade

etmektedir. Bu kapsamda, iktisadi büyüme olgusu, toplumun maddi refahının

arttırılması adına büyük önem arz etmektedir (Yavilioğlu, 2002a:62-63). Toplumun

refah seviyesinin arttırılması, iktisadın en önemli uğraşı alanlarından birisi olmuştur.

Yaşadığımız dünya -sosyal ve yaşam standartlarımız da dâhil olmak üzere- 19.

yüzyılda Batı Avrupa'da başlamış olan hızlı büyüme süreci tarafından şekillenmiştir. Bu

hızlı iktisadi büyümenin ve buna bağlı olarak Sanayi Devriminin kaynakları ise Batı

Avrupa'da önceki yüzyıllar boyunca gerçekleşen ekonomik, politik ve sosyal kalkınma

tarafından belirlenmiştir. 1500 ve 1800 yılları arasında, Batı Avrupa daha önce tarihte

görülmemiş bir istikrarlı büyüme periyodu yaşamış ve bu “Birinci Büyük Iraksama”

periyodu bu bölgeyi 19. yüzyıl başında Asya ve Doğu Avrupa'ya göre karşılaştırmalı

olarak daha zengin bir bölge haline getirmiştir. Batı Avrupa'nın 16.,17.,18. yüzyıllarda

ve 19. yüzyıl başındaki büyüme performansındaki sıçrama büyük ölçüde deniz aşırı

(Küresel) ticarete açılmış olan ülkelerin büyüme performansları tarafından

şekillenmiştir.1 Deniz aşırı tacir ülkeler (DATÜ) ifadesi, bu dönemde Yeni Dünya ve

1 Bu dönemdeki uluslararası ticaret, günümüz uluslararası ticaretinden çok daha farklı özelliklere sahiptir. Merkantilist dönemdeki sömürgecilik faaliyetleri ve uluslararası ticaretin niteliği ile ilgili daha geniş bilgi

4

Page 18: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

Asya'da deniz aşırı ticaret ve sömürgeleştirme faaliyetlerine direk olarak dâhil olan

İngiltere, İspanya, Hollanda, Fransa ve Portekiz için kullanılmaktadır. Bu ülkelerin

farklılaşan büyüme performanslarının, Batı Avrupa'da yaşanan “Birinci Büyük

Iraksama” daki rolü büyüktür (Acemoğlu, Johnson & Robinson, 2005:1-5).2 Deniz aşırı

ülkelerle oluşturulan ticaret köprüleri, 19. yüzyıl ortalarında özellikle Batı Avrupa'yı bir

sanayi merkezi haline getirirken, Asya'yı ise Batı Avrupa sanayisi için gerekli olan ham

mamullerin ve iş gücünün üretildiği bir pazar haline getirmiştir. Günümüzdeki ülkeler

arası refah ve kalkınma düzeyindeki farklılıkların ilk adımları bu süreç içinde atılmıştır.

Deniz aşırı ticaretin Batı Avrupa'nın gelişimindeki doğrudan etkileri dışında

dolaylı etkileri de olmuştur. Özellikle; Deniz aşırı ticarete açılmakla birlikte Batı

Avrupa'da gerçekleştirilen hukuki ve kurumsal kalkınma dönemin monarşik düzeninin

değişmesinde ve günümüz Avrupa'sının kurumsal altyapısının şekillenmesinde etkili

olmuştur.3

Avrupa'da ortaya çıkan bu gelişme sürecinin neden Batı Avrupa'da ve neden

16. yüzyıl başlarında ortaya çıktığına dair birçok fikir ortaya atılmaktadır. Bu sürecin

çıkış nedenleri konusunda genel bir fikir birliğinden söz etmek zor olsa da, sürecin

ortaya çıkışında, aynı dönemdeki bilimsel ve düşünsel gelişmelerin etkisi aşikârdır. Hiç

şüphe yok ki Avrupa'daki bu iktisadi büyüme sürecinin başlaması, Avrupalıların ülke

refahlarını ve zenginliklerini arttırmaya yönelik fikirsel faaliyetlere daha önceki

dönemlerde olmadığı kadar yoğunlaşmaları ile başlamıştır. Bu doğrultuda; toplumların

refah seviyelerinin arttırılmasına yönelik uğraşılar iktisat biliminin ortaya çıkışının

evveline dayanmaktadır. Örneğin; Batı Avrupa'daki “Birinci Büyük Iraksama” sürecini

kapsayan, Merkantilist Dönemde yaşamış olan düşünürlerin de birçoğu bireysel ve

ulusal zenginliğin nasıl arttırılacağı üzerine birçok fikir beyan etmişlerdir.4 Merkantilist

düşünürler; ticareti iktisadi yaklaşımlarının temeline oturtmuşlardır, ödemeler

için bkz. Acemoglu & Robinson (2000), Acemoglu, Johnson & Robinson (2000), Pamuk, (2005).2 Çalışmada “Batı Avrupa” ile Elbe'nin batısında kalan bölgedeki ülkeler kast edilmektedir; bunlar; Avusturya, Belçika, İngiltere, Danimarka, Finlandiya, Fransa, Almanya, İrlanda, İtalya ve Hollanda'dır. Doğu Avrupa ile ise; Elbe'nin doğusundaki, Türkiye dışında kalan ve Rusya'yı da içine alan bölgedeki ülkeler kastedilmektedir. Bölgeler arası ve ülkeler arası farklılaşmaların daha rahat anlaşılabilmesi için bkz. EK1, Grafik 1,2,3,4.3 North & Thomas (1973), North & Weingast (1989).4 Daha geniş bilgi için bkz. Savaş (2000), Spiegel, (1964).

5

Page 19: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

dengesinde elde edilebilecek fazlanın ülkenin zenginliğini arttıracağını savunmuşlar ve

bu nedenle de ihracata büyük önem vermişlerdir. Bu dönemde; ihracatı arttırıcı ve

ithalatı kısıcı politika önerileri getirilmiş ve bu şekilde ülkeye “kıymetli maden

girişinin” sağlanması amaçlanmıştır.

Merkantilist Dönemde, hükümdar ile tüccar arasındaki çıkar ilişkisinin

örtüşüyor olması, dönemin ekonomi politikalarına da yansımıştır. Hükümdarın ana

amacı olan; hazinenin büyümesi gayesi, ancak; ihracat artışları aracılığıyla dış ticaret

dengesinde pozitif bir kompozisyonun yaratılması ile gerçekleşebilir. Bu doğrultuda;

ihracat yapılmasının gerekliliği, hükümdar ile tacir arasında bir çıkar birliğinin

oluşmasına neden olmaktadır. Savaş (2000:137-139) da, bu noktayı vurgulamış ve

merkantilizmin temelini, “devlet idaresi” olarak belirtmiştir. Savaş (2000:139)'a göre;

“ekonomi politikası” ekonomi ile devletin birlikte büyümesini ve güçlenmesini

sağlayacak temel bir araç olmuştur. Sonuç olarak; merkantilizm için ticari denge

kavramı, ekonomik gücün bir göstergesi olduğu kadar, politik gücün de bir

göstergesidir.5

Merkantilist yaklaşımın açıklanmasında üç temel faktör kullanılabilir

(Tekelioğlu, 1993:18);

-Milli ve güçlü devlet faktörü,

-Kazanç tutkusu ve kıymetli madenlere sahip olma tutkusu,

-Dış ticaretin gerekliliği.

Tekelioğlu'na göre; bu üç ilke birbirinden bağımsız değil, tam aksine birbirine

bağlı olarak dikkate alınması gereken ilkelerdir. Bunun için kuvvetli bir ordu ve

donanmaya güçlü ve büyük bir ticaret filosuna da ihtiyaç vardır. Bunu başarabilen

ülkeler daha çok koloniye sahip olabilecek deniz ticaret yollarını ellerinde tutabilecek

ve rakiplerine karşı üstünlük sağlayabilecektir.

Merkantilist dönemin kısaca özetlenmiş olan bu temel özellikleri ile günümüz

büyüme hipotezlerinin ana hatları arasındaki benzerlik ve merkantilist dönem politika

5 Allen (1987:448)'de burada bahsi geçen; “ticaret dengesi” , “ekonomik güç” ve “politik güç” ilişkisi, Child’ın “Dış ticaret zenginlik, zenginlik kuvvet yaratır ve kuvvet de ticaretimizi ve dinimizi korur.” ifadesiyle vurgulanmıştır.

6

Page 20: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

uygulayıcıları ile günümüz politika uygulayıcıları ve “uygulatıcıları”nın söylemleri

arasındaki “niyet” farklılıkları ilgi çekicidir.6

1.1.2. İKTİSAT BİLİMİNİN ORTAYA ÇIKIŞI ve KALKINMA

İKTİSADINA GİDEN YOL

17. ve 18. yüzyıllar boyunca süregelen bilimsel gelişmeler önemli bir özgürlük

akımını da beraberinde getirmiş ve bu durum Merkantilist dönemin katı, korumacı ve

özgürlükleri kısıtlayıcı politikalarına karşı eleştirilerin artmasına neden olmuştur. Bu

gelişmeyle birlikte ekonomisi ticarete dayalı olmayan Avrupa ülkelerinde

uygulanılmaya çalışılan Merkantilist politikaların getirdikleri olumsuzluklar, birçok

ülkede Merkantilizme alternatif ekonomi politikaları üretilmesi yolunun seçilmesine

neden olmuştur. Merkantilizme getirilen eleştirilerin en önemlilerinden birisi de Fransa’

da ortaya çıkan ve Merkantilizm ile Klasik İktisat arasındaki geçişi sağlayan

Fizyokrasidir. Fizyokratlar, Sir Isaac Newton (1642-1727)’un ve diğer fizik bilimcilerin

yaptığı gibi, sosyal olaylarda da bir “nedensellik” ilişkisi ve bir “düzenlilik ilkesi”

bulmak amacından yola çıkmışlardır. Bu amaca ulaşılabilirse; ekonomik olayları da

tıpkı fiziksel olaylar gibi, sebep sonuç bağlılığı içinde ele almanın ve evrensel

geçerliliği olan kuralların tespit edilmesinin mümkün olacağını düşünmüşlerdir (Savaş,

2000:225-230). Bu amaç, Fizyokratları doğal dengenin devamını sağlayan fiziksel

yasalara benzer yasaların toplumsal düzeni sağlamak için de var oldukları sonucuna

götürmüştür. İnsan eliyle yapılmış yasaların bu doğal yasalardan daha iyi olamayacağı

görüşüyle birlikte, ekonomiye yapılan ve doğal düzenin oluşmasına etki eden devlet

müdahalelerinin azalmasının gerekliliği, Fizyokratlara ait düşünce yapısının ana

motiflerinden birisi haline gelmiştir.

Fizyokrasi’nin kurucusu ve en önemli temsilcisi olarak görülen Quesnay’ın

Ekonomik Tablosu, Fizyokratların temel çıkış noktası ve başvuru kaynağı olmuştur.

Quesnay, Ekonomik Tablo ile ekonomideki ideal dengeyi ve bu dengeden sapmaların

neden ve sonuçlarını izah etmeye çalışmıştır7 (Bilginsoy, 1994). Quesnay, merkantil

yaklaşımda, dış ticaretten elde edilecek para formunda ifade edilen “fazlayı” ya da

6 Bu ilgi çekici politika benzerliklerinin ve söylem farklılıklarının daha geniş bir tartışması, çalışmanın ihracata dayalı büyüme hipotezinin ele alındığı bölümlerinde yapılacaktır.7 Quesnay’ın Ekonomik Tablosu ile ilgili daha geniş bilgi için bkz. Kuczynski & Meek (1972).

7

Page 21: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

“artığı” tarımsal üretimden elde edilen artığa dönüştürmektedir. Fransız fizyokratları,

zenginliğin göstergesi olarak parayı değil üretimi esas almışlardır. Klasik İktisadın

kurucusu olan A. Smith de ilerleyen tarihlerde, fizyokratik geleneğin ayak izlerinden

giderek zenginliği üretim ile özdeşleştirecek, ama Fizyokratlardan farklı olarak tarım

üretiminin değil, “manifaktür” üretiminin baskın niteliğini vurgulayacaktır (Üşür,

2003:10).

İktisat tarihçileri, İktisadın, pozitif ve normatif içerikli bir bilim olarak

doğuşunun Adam Smith’in kısaca “Ulusların Zenginliği” olarak anılan, Ulusların

Zenginliğinin Niteliği ve Nedenleri Hakkında Bir Araştırma ( An Inquiry into the

Nature and Causes of the Wealth of Nations ) adlı kitabına dayandırmaktadırlar. Adam

Smith’in yazmış olduğu bu kitap, gerek Adam Smith’in görüşlerini benimseyen

iktisatçılar, gerekse O’nun fikirlerine tamamen karşı çıkan iktisatçılar tarafından en

önemli başvuru kaynağı olarak kullanılmış ve birçok iktisatçı tarafından kitaba atıfta

bulunulmuştur, bu nedenle kitap günümüzde “İktisadın İncili” olarak anılmaktadır.

“Ulusların Zenginliği”nin de ana vurgusu; ulusların “Devletlerin” zenginliklerinin

“Refah Seviyelerinin” kaynaklarının belirlenmesi ve incelenmesi üzerinedir.

İktisadın incilinin yazılması ile birlikte iktisadın miladının da gerçekleşmiş

olduğu söylenebilir. İktisadın miladından itibaren iktisat biliminin tarihsel gelişimiyle

birlikte, ulusların refah seviyelerinin arttırılmasına gösterilen ilgideki inişli çıkışlı yapı

ve bu konuya yönelik önerilerde de çeşitlilik dikkat çekici boyutlardadır.

Günümüz büyüme hipotezlerinin kökenlerinin, kalkınma iktisadının bir disiplin

olarak ortaya çıkmasına yol açan gelişmeler ile aynı gelişmelere dayandıkları

görülmektedir. Tarihsel süreç incelendiğinde, kalkınma kavramı iktisatçılar tarafından,

birbiriyle ilişkili ve aynı zamanda da genel itibariyle farklı birçok durumun açıklanması

için kullanılmıştır. Günümüz iktisadi büyüme hipotezlerinin kavramsal içeriğinin

anlaşılması adına, kalkınma iktisadının bir iktisadi disiplin olarak ortaya çıkması ile

sonuçlanan sürecin anlaşılması gerekmektedir.

İktisat tarihçileri tarafından, Adam Smith ile başlayan ve J. Stuart Mill ile son

bulan döneme ait teorik ve düşünsel gelişmelerin ışığında oluşan “Klasik İktisat

Teorisi”nin en önemli temsilcilerinden Smith, Malthus, Ricardo, J.B. Say ve J.S. Mill’in

8

Page 22: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

çalışmalarından, Smith’in deyişiyle ulusların zenginliğinin, yani ekonomik refahın

arttırılması konusunun bu dönemin iktisatçılarının temel ilgi alanlarından birisini

oluşturduğu kolaylıkla anlaşılabilmektedir.

Adam Smith’in Ulusların Zenginliği adlı eserinde genel olarak; maddi

ilerlemeyi sermaye birikimine, bu birikimi de zengin sınıflardaki para artırma eğilimine

bağlamaktadır (Savaş, 2000:289-290). Smith’den sonra gelen Klasik İktisadın önde

gelen temsilcileri tarafından da ekonomik refah artışı neredeyse tümüyle fiziksel

üretimdeki artışla ifade edilmeye çalışılmıştır. A. Smith’den İkinci Dünya Savaşı’na

kadar olan süreçte, maddi ilerleme hemen hemen tüm iktisatçılar tarafından Batılı

ülkelerin iktisadi kalkınması olarak isimlendirilen şeyi açıklamada kullanılan bir ifade

olmuştur (Yavilioğlu, 2002a:60). Ülke refahının arttırılması için gerekli olan üretim

artışının sağlanmasında ise kişisel çıkar güdüsü ön plana çıkarılmaktadır. Bunun sonucu

olarak; klasik iktisatçılar, iktisadi faaliyetlerin açıklayıcı unsuru olarak bireyin

davranışlarını göstermektedir. Böylece, klasik iktisadi analizin merkezine de “emek”

faktörü yerleştirilmiştir (Tekelioğlu, 1993:60). Gidilen bu çeşit iktisadi analizler ise,

Klasik İktisatçıları kısaca; bireylerin, kendi çıkarları doğrultusunda takındıkları tutum

ve davranışları ile ulusal refahın artmasına katkıda bulundukları, bu durumun işleyen bir

doğal düzeni oluşturduğu sonucuna götürmüştür. Klasik İktisadi çerçevede, kişinin

kendi çıkarlarını düşünerek toplum refahına yaptığı katkıyı sağlayan şey; “Görünmeyen

El” kavramıyla nitelendirilmektedir. Adam Smith görünmeyen el ile ilgili olarak

Ulusların Zenginliği adlı kitabında şunları söylemiştir: “Her fert kapitalini elinden

geldiği kadar yurt içi sanayiyi desteklemek için ve bu sayede mümkün olan en yüksek

kıymeti üretmek için kullanacağından, herkes zorunlu olarak toplumun yıllık gelirini

yapabildiği ölçüde en yüksek seviyeye ulaştırmak için çalışır. Fert genellikle aslında ne

toplumsal çıkarı teşvik etmeye niyetlenir ve ne de onu ne kadar teşvik ettiğini bilir. Yurt

içi sanayiyi yabancı sanayiye karşı desteklemeyi tercih etmekle ferde sadece kendi

güvenliğini gözetir ve kazancını düşünür ve fert bu durumda, diğer durumlarda olduğu

gibi, bir görünmeyen el tarafından tasarıları içinde yer almayan bir amacı teşvik etmiş

olur.”8 Bu düşüncelerin ışığında insanların kişisel çıkarları doğrultusunda hareket

8 Smith (1985)'ten aktaran Güngör (2005:6). 9

Page 23: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

etmelerini engelleyici her türlü müdahale, ulusal refah artışını engelleyici bir etki

yapacak ve görünmeyen el mekanizmasının işlerliğini kaybetmesine neden olacaktır. Bu

nedenden ötürü de; Klasik İktisatçılar genel olarak ekonomiye olan devlet müdahalesine

karşı çıkmışlar ve devletin görevlerinin belirlenmesine yönelik önermeleri,

çalışmalarının temeline oturtmuşlardır. Bu çalışmaların bir sonucu olarak da Devletin

ekonomik yaşamdaki rolünü en aza indiren Jandarma Devlet olgusu da bu dönemde

ortaya çıkmıştır. Klasiklere göre devlet genel olarak; güvenlik, savunma adalet ve

diplomasi görevlerini yerine getirmeli ve ne olursa olsun piyasaya müdahalede

bulunmamalıdır. Devlet sınırlı bir alanda mal ve hizmet üreteceği için devlet

harcamaları da sınırlı bir ortamda oluşacaktır. Bu nedenlerden ötürü, sınırlı devlet

harcamalarının finansmanında daha düşük vergi oranları yeterli olacaktır (Eker, Altay

ve Sakal, 1994:22).

Klasik İktisadi Düşünce Sistemi, Adam Smith'in, işte bu çok kısa ve öz bir

biçimde ele almış olduğumuz savlarından yola çıkarak filizlenmiş ve bazen bu savların

eleştirilmesi bazen de geliştirilmesi yoluyla bir iktisadi düşünce sistemi olarak

bütünleşmiştir.

Adam Smith'in ana savları, Klasik İktisadi düşünce sisteminin özünü

anlamanın yanında “ferdi çıkar-jandarma devlet olguları” ve piyasa mekanizmasının

işlerliği ile ilgili yorumları bakımından, günümüz ekonomik serbestleşme ve

küreselleşme hareketlerinin temel mekanizmasının anlaşılması açısından önemlidir.

Klasik iktisat teorisinin gelişiminde Malthus'un “Nüfus Teorisi”nin önemli bir

yeri vardır. Malthus iki önermede bulunmuştur. Bunlardan birincisi, insanın varlığı için

yiyeceğin gerekli olduğu önermesidir; ikincisi ise cinsiyetler arasındaki ihtiras

gereklidir ve genel beklenti de bu durumun devam edeceğine yöneliktir. Malthus'un bu

önermelerden yola çıkarak yaptığı çıkarımlar; nüfusun artma potansiyelinin kontrol

altına alınmadığı sürece geometrik oranlı, geçim vasıtalarının artışının ise aritmetik

oranlı olacağına dairdir. Bu çıkarımlar neticesinde de insanların mutluluğa ulaşması zor

gözükmektedir (Savaş, 2000:344-349). Malthus, bu doğrultuda toplumsal ve iktisadi

10

Page 24: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

gelişme ile ilgili kötümserdir ve gelişmenin önündeki en önemli engeli “Nüfus Artışı”

olarak öngörmüştür.9

Klasik büyüme teorisi, genel olarak Ricardo'nun bölüşüme bağlı büyüme

teorisi ile ifade edilmektedir. Kazgan (2004:95-96), bunun nedenini “Ricardo'nun kendi

içinde tutarlı, mantıki bir bütün oluşturan açıklamalarının, kapitalizmin çıkarı ile

bağdaşır olması” olarak göstermiş ve şu şekilde devam etmiştir;

“ ...A.Smith, Ricardo'ya benzer bir yaklaşımla, büyüme sürecinde üretim

girdileri paylarındaki değişmeyi inceler; büyümenin tabii üst sınırına erişilme nedenini,

bu değişmede bulur. Tabii kaynakları zengin, yeni iskân edilmiş bir ülkeden hareket

ederek, ekonomi gelişirken kar haddi ile ücret haddi arasındaki ilişkiyi ele alır. Fakat

Smith'in düşünce dizgesinde azalan getiri olmadığı için, büyüme sürecini açıklarken

ortaya koymuş olduğu gelişmelerden toprak rantının niçin yükseleceği, büyüme

sürecinde mamul malların reel fiyatların düşeceği, tarımsal ürünlerinkinin ise yüksek

kalacağı açıklamasız kalır. Ricardo, sistemine azalan getiriyi içererek, Smith'de

açıklamasız kalan boşluğu doldurabilmiştir. Böylece, Ricardo, büyüme sürecinde

üretim girdileri arasında bölüşümü belirleyen kanunları incelerken, ekonominin uzun

dönem durgunluğa nasıl girdiğini dinamik ve kapsamlı bir çerçevede

gösterebilmiştir.”10

Klasik iktisatçıların hemen hemen hepsi büyümenin başlangıç noktasında,

büyüme için elverişli davranış özelliklerini şu şekilde belirlemişlerdir;

-Toplumsal ve kültürel çevre;

-Politik yönetim;

-Teknik yeniliklerin yapılması ve uygulanmasına elverişli şartlar;

-Piyasanın yeterli genişliğe sahip olması.

Klasikler, bu gibi başlangıç koşullarının oluşmadığı ülkelerde durgun bir

ekonomik seyrin olduğunu gözlemlemelerine rağmen, piyasa ekonomisinin büyümeyi

sağlayacağına, devlet müdahalesinin gerekmeyeceğine inanmışlar ve teorilerini evrensel

geçerli saymışlardır (Kazgan, 2004:98).

9 Malthus'un Nüfus Teorisi ile ilgili daha geniş bilgi için bkz. Malthus (1964:11-14).10 Ricardo ve Smith'in iktisadi büyüme savları ile ilgili daha geniş bilgi için bkz. Kazgan (2004).

11

Page 25: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

İktisadi düşüncenin tarihsel gelişimi incelendiğinde, aslında her yeni iktisadi

akımın, karnında bebeğini taşıyan bir anne gibi kendisinden sonra gelecek olan iktisadi

düşünce sisteminin ana çıkış noktalarını da içinde barındırdığı görülmektedir. Yaklaşık

iki yüz yıl geçmesine rağmen yüksek ve istikrarlı büyüme performansının sağlanması

adına, uluslararası düzenleyici kurumlar tarafından devletlere sunulan yenilik

paketlerinin içinde hala saymış olduğumuz başlangıç etkenlerinin oluşmasına yönelik

yenilik yaptırımlarının yer alması belki de çağımızın mevcut iktisadi düşünce sisteminin

geçmiş iktisadi düşünce sistemlerinin genlerini bünyesinde barındırdığına dair bir başka

güzel örnektir. Klasik İktisadi Düşünce sisteminin 19. yüzyıl sonlarına doğru yaşamış

olduğu çıkmazları ve çağın gereklerine karşı yeterli derecede çözüm üretememiş olması

da başlangıçta yapmış olduğumuz anne-çocuk benzetmesinden yola çıkılarak, Neoklasik

iktisadi sistemin doğum sancıları olarak nitelendirilebilir.

19. yüzyıl sonlarına doğru bilimde gerçekleşen ilerlemeler, Klasik iktisatçıların

temelden savundukları piyasaların serbestliği ve ekonomiye devlet müdahalesinin

minimuma indirilmesinin gerekliliği savları doğrultusunda inanılmaz hızlı bir şekilde

zenginleşmiş (güçlenmiş) olan sanayicilerin (burjuvazinin) hükümranlığına karşı işçi

sınıfının seslerini yükseltmeye başlamaları, işçi sınıfının sesinin sanat ve bilim

dünyasında da yankı bulması ve desteklenmesi, serbest piyasa ekonomisinin vaat ettiği

refahı getirmekte başarısız olduğu durumların ortaya çıkması ve bununla birlikte serbest

piyasa ekonomisinin vaat ettiği refahı her ülkede getiremeyeceğine yönelik düşüncelerin

filizlenmesi,11 Klasik İktisadi düşüncenin geçerliliğini yitirmesine ve Neoklasik iktisadi

düşüncenin gelişmesine neden olan temel gelişmeler olarak belirtilebilir.

İktisadi gelişme olgusu Neoklasik iktisadın ilgi alanında Klasik iktisatta olduğu

kadar yer almamıştır. 19. yüzyılda ortaya çıkan, teknoloji, nüfus artışı ve ücretler ile

11 Alman ekonomist George Friedrich List (1789-1846), sömürgeleştirme yarışında geri kalmış ve gelişmiş kapitalist Avrupa ülkelerine göre farklı bir ekonomik-kamusal yapıya sahip olan Almanya'nın uygulaması gereken ekonomi politikaları ile ilgili çalışmaları ile serbest piyasa ekonomisine ve jandarma devlet olgusuna eleştiri getiren ekonomistler içinde en önemlilerinden birisidir. Çünkü List'in özellikle de başyapıtı olarak nitelendirebileceğimiz; “The National System of Political Economy (1985)” eserinde tespit etmiş olduğu korumacı politikalar ve özellikle de bebek sanayilerin korunması politikası, günümüzün gelişmiş ülkeleri (GGÜ)nin birçoğunun gelişme evresinde başvurmuş oldukları politikalar olarak dikkat çekmektedir. Çalışmamızın ileriki bölümlerinde yer alan İthal İkamesine Dayalı Büyüme Stratejileri ile ilgili kısımda, F. List'in politika önerileri ile ilgili değerlendirmelere daha geniş yer verilecektir.

12

Page 26: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

ilgili olumlu seyir, Klasiklerin uzun dönem durgunluk iddiası ile ilgili inançları

azaltmıştır. Aynı zamanda, önemli bir Klasik iktisatçı olan Malthus'un uzun dönem

iktisadi gelişme ile ilgili kötümser öngörüsünün aksine bir seyrin gerçekleşmiş olması

da, klasik iktisadi çıkarımlara olan güvenin azalmasının diğer bir nedenidir.

Neoklasikler, teknik değişmeyi iktisat dışı etkenlere dayandırmışlar ve bu yolla girdi

arzının ve tekniğin, ekonomiden bağımsız ve öngörülmez bir biçimde değiştiğini

varsaymışlardır. Bu nedenlerden ötürü, Klasik büyüme teorilerinin geniş kapsamlı

niteliği, Neoklasik tahlilde kaybolmuştur (Kazgan, 2004:119).

Neoklasik iktisadın, iktisat bilimine katkısı “Marjinal Devrim” olarak da

adlandırılmaktadır. Neoklasik iktisat ile gerçekleşmiş olan marjinal devrim ile beraber

Neoklasik iktisatçılar daha çok optimizasyon meselelerine odaklanmışlardır. Bu metot

makroekonomik argümanları kullanan Klasik iktisatçılarınkinden farklıdır. Neticede

Klasikler ulusal fazlanın (Milli Gelirin) düzeni, dağılımı ve kullanımı ile ilgilenirlerken,

Neoklasikler bölüşüm problemi ile ilgilenmemişlerdir. Klasikler, ekonomik olayları bir

süreç içinde incelemeye çalışırlarken, Neoklasikler tek bir durumu seçmişler ve

ekonomiyi statik bir şekilde incelemişlerdir (Felderer & Homburg, 1992:15-17).

Neoklasik iktisat, piyasa içerisindeki fiyatların oluşum ve işleyişini, mallar,

hizmetler ve üretim faktörleri yönüyle ve yeni bir yaklaşımla açıklamaktadır. Bununla

birlikte, Neoklasik yaklaşımda da, piyasa ekonomisine duyulan güvenin devam ettiği

görülmektedir, ancak bazı konularda klasiklerden tamamen ayrılmaktadırlar

(Tekelioğlu, 1993:135). Klasik iktisadi düşüncede devletin ekonomiye müdahalesi

gereksiz gözükmektedir. Çünkü piyasa ekonomisinin tek başına sosyal refahın

optimizasyonunu sağlayacağı kabul edilmiştir. Neoklasik iktisadi düşüncede ise, bazı

nedenlerden ötürü piyasa ekonomisinin sosyal refahın optimizasyonunu

sağlayamayabileceği görüşü hâkimdir ve bu nedenle Neoklasikler, klasiklerden farklı

olarak devletin ekonomiye müdahalesinin “sınırlı” olmak şartı ile gerekli olduğunu

savunmuşlardır (Aktan, C. C., 1992:38).

Neoklasik iktisatçıların önerileri kısaca şu ana başlıklar altında toplanabilir;12

-Aksak rekabetin olumsuz sonuçları ortadan kaldırılmalıdır.

12 Aktan C.C. (2000), Aktan C.C. (1994). 13

Page 27: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

-Pozitif dışsallığın bulunduğu alanlardaki faaliyetler devletçe desteklenmeli,

negatif dışsallığın bulunduğu faaliyetler de ya bizzat devletçe yapılmalı ya da bu

faaliyetleri yapan özel birimler düzenleyici vergiler gibi kurallara tabi tutulmalıdırlar.

Pozitif dışsallığın söz konusu olduğu faaliyetler KİT'ler aracılığıyla bizzat devletçe

yerine getirilebilir.13

-Tam kamusal mallar dışında yarı kamusal, doğal tekel, merit/demerit mallar

da kısmen devletçe üretilmelidir.

-Emek-değer teorisinden ziyade malların faydalılık dereceleri üzerinde

durmuşlardır.

-Toplumsal uyumun sınıflar arası ilişkilerden değil, bireysel faydadan

kaynaklandığını savunmaktadırlar.

-İktisadi faaliyet ve teorilerin matematiksel analizini yapmışlar, bunun için

daha çok akılcı, soyutlayıcı statik denge analiz yöntemlerini kullanmışlardır.

Neoklasikler döneminde iktisadi açıdan ilgi “Büyüme” teorilerinden “Değer”

teorilerine doğru kaymıştır (Felderer & Homburg, 1992:16).

Her ne kadar, Neoklasik iktisadi düşünce sisteminin ana ilgi alanı “Büyüme”

değilse de; çalışmamıza konu olan İhracata Dayalı Büyüme Hipotezi'nin kaynağını

oluşturan kalkınma anlayışının vazgeçilmez kavramları; “Serbest Ticaret”,

“Liberalleşme-Neoliberalleşme” ve “Özelleştirme” kavramlarının anlaşılması ve de

kalkınma iktisadının iktisadi bir disiplin olarak ortaya çıkışında büyük rol oynamış olan

Keynesyen İktisat politikalarının ana çıkış noktalarının saptanması adına, Neoklasik

iktisadi düşünce sisteminin temellerinin de anlaşılması büyük önem taşımaktadır.14

Çünkü Neoklasikler birçok yönden Klasiklere çeşitli eleştiriler getirmelerine rağmen

serbest ticarete tam destek vermişlerdir. Günümüz liberal politika önermelerinin hemen 13 Bir kişi ya da firmanın başka kişiler ya da firmaları etkileyen davranışlarının olduğu, davranışlarının maliyeti başka firmalar tarafından ödenen ve buna karşılık bedel ödemek zorunda kalmayan firmaların olduğu veya alternatif olarak; davranışlarının sonuçları başka firmaların yararına olan fakat buna karşılık ödüllendirilmeyen firmaların olduğu birçok durum söz konusudur. Bir kişi (ya da firma) davranışının, başka kişiler (ya da firmalar) nezdinde çeşitli maliyetlere neden olduğu eylemler negatif dışsallıklar olarak adlandırılır. (Tabii ki) Bütün dışsallıklar negatif değildir. Bir kişi (ya da firma) davranışının başka kişiler (ya da firmalar) nezdinde çeşitli yararlarının olduğu pozitif dışsallıklar da mevcuttur. Dışsallıklarla ilgili daha geniş bilgi için bkz. Stiglitz (2000).14 Çalışmamızda, Neoklasik iktisadın temel savları ortaya koyulmaya çalışılırken, Neoklasik iktisadın temsilcilerine çalışmamızın ana temasından kopmamak için ismen değinilmemeye özellikle özen gösterilmiştir.

14

Page 28: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

hemen hepsinin çıkış noktası Klasik ve Neoklasik iktisadi düşünce sisteminin özünde

benliğini bulmaktadır.

Kapitalist sistemin en önemli özelliği evrimleşebilmesi ve kendi

tıkanıklıklarına kendi çözümlerini getirmesidir. Büyük ölçüde, kapitalizmin günümüz

dünyasındaki inkâr edilemez hâkimiyeti de bu nedenledir. Özellikle, 1870 ve 1920

yılları arasına kadar olan süreçte Neoklasik İktisat, Klasik İktisadi sistemin başa

çıkamadığı tıkanıklıklara çözümler getirmiş ve bu süreçte hâkim iktisadi görüş olarak

varlığını sürdürmüştür. Temelde piyasa ekonomisinin işlerliğini savunmuşlar ve sınırlı

devlet müdahaleleriyle piyasa ekonomisinin bunalımlardan kendi kendine

çıkabileceğine olan güvenlerini ortaya koymuşlardır. Ancak; 1921 yılından itibaren

İngiltere'de ortaya çıkan ekonomik bunalımın zamanla bütün dünyaya yayılması ve

1929 yılında kapitalist sistemin kendisini şimdiye kadar yaşamış olduğu en büyük

bunalımlardan birisi (çoğu iktisatçıya göre en büyüğü) olan Büyük Dünya

Depresyonu'nun ortasında bulması ile birlikte Neoklasik iktisadi çözüm önerileri,

durgunlukla beraber gelen uzun süreli (hatta kalıcı) işsizlik sorununun çözülmesinde

yetersiz kalmıştır. 1920'li yıllardan itibaren Neoklasik ve Klasik söylemlere birçok

eleştiri yapılmış, ancak hiç birisi İngiliz İktisatçı John Maynard Keynes’in 1936 yılında

yayınladığı “İstihdam, Para ve Faizin Genel Teorisi (The General Theory of

Employment, Money and Interest) adlı eseri ile yaptığı etkiyi yapamamıştır.15

15 Bu vurguyu yaparken çalışmada Karl Marks (1818-1883)’ın göz ardı edildiği anlamı çıkarılmamalıdır. Karl Marks, kapitalist sistemin kendi iç dinamiklerini kullanarak kapitalist sisteme önemli eleştiriler getirmiş ve sosyalist iktisadi düşünce sisteminin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Var olan (Kapitalist) ekonomik, siyasal, toplumsal düşünce ve düzene bir bütün olarak en etkili ve büyük çapta karşı çıkış ve tepkiler bütününün kaynağı Marks’la başlamış ve karşıt sisteme (Sosyalizm) ayrılan yol ondan kaynaklanmıştır. Blaug’un deyişiyle; hiç kimse Adam Smith ve Ricardo için çarpışmaz fakat Marks inceleme konusuyken tansiyon yükselir. Birçok iktisatçı için temel zorluk Marks’ı Neo-Marksist yeni formülasyonlarda boğulmaktan kurtarmak ve Klasik iktisatçı Marks’ı Leninize olmuş Marks’tan ayırmak olacaktır (Kök, 2000, Blaug, 1985). Klasikler ekonomik kalkınma sürecini ayrıntılı bir biçimde ve çeşitli yönlerden incelemişlerdir. Marks da Klasik Teoriye yönelttiği eleştirilerini, ekonomik değişim sürecinin içine oturtmuş ve kalkınmayı tarihsel perspektif içinde ve sınıf çatışmasına bağlı bir olay olarak ele alıp incelemiştir. Bu nedenle kalkınma teorisinin klasik iktisadın ve Marksist teorinin temel konusu olduğunu söylemek doğru olacaktır (Savaş 2000, Adelman 1961). Yani, Karl Marks kapitalizmi (temelde klasik, dolaylı olarak da Neoklasik iktisatçıları) eleştirirken bir klasik iktisatçı gibi hareket etmiş ve kullanılan metotlarda bir değişikliğe gitmeden eleştirilerini oluşturmuştur. Süreç içinde Marks'ın etkisiyle ayrı bir ekonomik-toplumsal düzen fikri gelişmiş ve yollar keskin bir şekilde ayrılmıştır. Keynes'in iktisadi eleştirileri ise genel itibariyle piyasa mekanizmasının kendisine yönelik değil, piyasa mekanizmasının aksaklıklarını gidermeye yöneliktir. Bu doğrultuda; Kalkınma iktisadının doğuşunu; varmamız gereken bir nokta, dünya ekonomisini; bu noktaya varacak olan bir araç, kalkınma iktisadının ortaya çıkışına neden olan tarihi (Kapitalist) süreci ise bir yol olarak düşünürsek, Keynes'i, Klasiklerden ve

15

Page 29: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

Büyük Dünya Depresyonunun tam ortasında Neoklasikler hala piyasaların

kendilerini düzelteceğine olan inançlarını korumaktadır. Yeterli zaman verilirse

piyasaların kendilerini düzeltmesiyle birlikte ekonomik refahın sağlanacağına dair olan

“inancın” karşısında (ya da yanında) dikilen Keynes’i düşünsel anlamda belki de en iyi

ifade edecek söz yine kendisine ait olan; “Uzun vadede hepimiz ölmüş olacağız”16 sözü

olacaktır. Keynes'in de piyasa ekonomisinin kendisini düzelteceğine dair güveni tamdı,

Keynes'in sorunu bu düzeltme sürecinin ne kadar süreceğine dair Neoklasik sistemin bir

öneri getirememesiydi.

Keynes yatırım harcamalarını toplam talebin ana unsuru olarak görmektedir ve

belirsizlikler nedeni ile sadece düşük faiz ile desteklenen bir politika aracılığıyla tam

istihdam noktasına ulaşmanın çok zor olduğunu belirtmiştir. Keynes’in bu görüşleri

bütün iktisatçıları derinden etkilemiş ve bu teorinin, yeni entelektüel söylemleri

nedeniyle, Neoklasik Teoriden tümüyle ayrı bir teori olduğu düşünülmüştür (Savaş,

2000:741-742).

Stiglitz (2002:33), Keynes’in eleştirilerini ve vurgu yaptığı noktaları, sonuçları

itibariyle şu şekilde ifade etmektedir;

“Büyük Bunalım bütün dünyayı sardı ve işsizlikte eşi görülmemiş artışlara yol

açtı. Daha sonra Bretton Woods'17daki önemli katılımcılardan birisi olan İngiliz

İktisatçı John Maynard Keynes, basit bir açıklama ve yine basit bir reçete öne sürdü:

toplam talep yetersizliği ekonomik çöküşleri açıklıyordu, devlet politikaları toplam

talebi teşvik edebilirdi. Para politikasının etkisiz olduğu durumlarda devletler maliye

politikalarına yönelebilirler, bunu da harcamaları artırarak ya da vergileri azaltarak

yapabilirlerdi. Keynes’in analizinin dayandığı modeller sonradan eleştirilip düzeltilse

de piyasa güçlerinin neden ekonomiyi hemen tam istihdama ulaştıracak kadar hızlı

çalışmadığını daha iyi anlamayı sağlamıştır ve alınan temel dersler hala geçerlidir “

Neoklasiklerden sonra yer alan bir benzinliğe (tamirhaneye) benzetmemiz daha doğru olacaktır. Her üç görüş de dünyadaki “hâkim” ekonomik anlayışın aynı yoldan (kapitalizm) devam etmesini sağlamak için, dünya ekonomisinde yaşanılan tıkanıklıklara (bozukluklara) çare bulmak amacıyla ortaya çıkmıştır. Marksist iktisadi düşünce ise dünya ekonomisinin gidebileceği (ama gitmediği) farklı bir yolda yer alan “ilk” benzinlik olarak değerlendirilmelidir.16 Keynes'ten aktaran Diamond (2006:2).17 Bretton Woods organizasyonu ile ilgili daha geniş bilgi için bkz. sf. 53-57.

16

Page 30: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

Keynes, esasen kapitalist sistemin ve Neoklasik yaklaşımın araçlarına yönelik

bir karşı çıkışta bulunmamaktadır. Keynes'in yapmaya çalıştığı şey sadece bu araçlarda

ve sistemde ortaya çıkan aksaklıkları düzeltmeye çalışmaktır. Özellikle de, 1930lu

yıllardaki derin krizlerin ve ekonomik çalkantıların oluşturduğu ortamda, Keynes'in

basit bir şekilde ortaya koymuş olduğu, sorunlara yönelik çözüm önerileri haklı olarak

büyük ilgi görmüştür. Özellikle, Keynes'in tasarruf konusunda, tasarrufların aslında

sermaye oluşumuna neden olmaktan ziyade, işsizlik ve sermaye yıpranmasının bir

sonucu olduğuna dair getirmiş olduğu yeni yaklaşım, Keynes'in politik söylemler

açısından da bolca başvuru kaynağı olarak kullanılmasına neden olmuştur. Keynesyen

doktrin bu nedenlerden ötürü kapitalist sisteme karşı ekonomik radikalizm tarafından da

sıkça kullanılmış bir araç olarak dikkat çekmektedir.18

Keynes'in özellikle de Büyük Dünya Depresyonu esnasında ortaya koyduğu

fikirlerinin iktisadi çevrelerde yapmış olduğu etkiyi kısaca özetlemeye çalıştık. Ancak,

Keynes'in, çalışmamız açısından asıl önemi; kalkınma iktisadının bir disiplin olarak

ortaya çıkmasına neden olan sürecin en önemli ve son halkası olmasıdır. Kalkınma

iktisadının bir disiplin olarak ortaya çıkmasına neden olan tarihsel iktisadi sürecin

anlaşılması adına şimdiye kadar vermiş olduğumuz bilgiler, bu iktisadi tarihsel sürecin

belki de çekirdeğinin atomlarından sadece biridir. Ancak, çalışmanın ana konusu olan;

İhracata Dayalı Büyüme Hipotezi’nin ana çıkış serüveni için yeter derecede olacaktır.

Çalışmanın ana konusundan sapmalara uğramak da diğer önemli kaygılardan biridir.

Felderer ve Homburg (1992:17) bu konuyu belki de bu çalışmanın yazarının ifade

edemeyeceği güzellikte ifade etmişlerdir;

“Günümüz iktisadının tümünün Neoklasik ve Keynesyen teorilerden oluştuğunu

söylemek bir aşırı basitleştirme olacaktır; gerçek gelişme bunların ötesine geçmiştir ve

bunun açıklanması yerinde olacaktır. Bununla birlikte tarihçilerin deneyimi bize

gösteriyor ki, içinde bulunulan zaman yaklaştıkça tarihçilik zorlaşmaktadır; üstelik

iktisatta çok büyük bir çeşitlilik gösteren terminoloji sorunu da vardır.”

Bu nedenlerden dolayı kalkınma iktisadının bir disiplin olarak ortaya çıktığı

tarihsel süreci; Keynes'in düşünceleri ve bu düşüncelerin ekonomik-toplumsal

18 Schumpeter (1976)'dan aktaran; Kök (2000:286). 17

Page 31: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

etkileriyle noktalıyoruz. Çalışmanın sonraki bölümlerinde, kalkınma kavramına yönelik

yorumlar, kalkınma iktisadının temeli ve kalkınma kuramları içinde “büyüme”

kavramının yeri belirlenmeye çalışılacaktır.

1.2. KALKINMA KAVRAMI ve KALKINMA İKTİSADI

Kalkınma kavramı tarihsel iktisadi gelişim süreci içerisinde değişen iktisadi

yaklaşımlar ile birlikte değişmiş ve günümüze kadar çeşitli vurgulamalarla birlikte

evrimleşmiş, “sanayileşme, büyüme, gelişme, modernleşme, batılılaşma ve

liberalleşme” gibi kavramlarla bütünleşmiş, harmanlanmış ve yer değiştirmiştir.

Kalkınma kavramının bahsi geçtiği şekilde evrimleşmesinin nedeni;

kalkınmışlığın göstergelerinin tarihsel süreç içinde değişmesi ve önem derecelerinin

artması ve azalması sonucunda kalkınma göstergelerinden bazılarının, kimi dönemlerde

kalkınma kavramına eş değer tutulmasıdır.

Kalkınma olgusunun bugünkü anlayışımız doğrultusunda ortaya çıkışının

kökenleri sanayi devrimi ve hatta bu devrimin hazırlık dönemine kadar uzanmaktadır.

Aydınlanma çağı, Fransız devrimi ve Sanayi devrimi gibi insanlık tarihinde görülen

önemli gelişmelerin batı kaynaklı olması ve bu gelişmelerin hem Batı, hem de Batı

dışındaki toplumlar tarafından “ilerleme” olarak algılanması, Batılılaşma ve

Modernleşmenin bir paradigma olarak algılanmasına yol açmış; bu paradigma

toplumların ekonomik, kültürel ve sosyal yaşamlarını son 3-4 yüzyıldır derinden

etkilemiştir ve günümüzde de etkilemeye devam etmektedir. Kalkınma olgusunun

ortaya çıkışı ve tarihsel gelişiminin de batılılaşma ve modernleşme kavramlarının

yarattığı paradigmanın bir ürünü olduğu söylenebilir (Mıhçı, 1996:65-67).

Ercan ve Biçer (2005:62)'e göre kalkınma olgusu bir gerçekliktir ve temel

varoluş koşulunu, kapitalizmin farklı hızda gelişen toplumları arasındaki ilişkiden alır.

Çalışmada, kalkınma yazınının biçimlenmesi ise şu şekilde belirtilmektedir;

“Kapitalizmin tarihsel gelişiminin mekânsal olarak eşitsiz gelişimi, sermaye

birikimi ve dolayısıyla güç donanımına daha fazla sahip olan, erken kapitalistleşen

kesimlerle, kapitalistleşmeye daha geç başlayan geç kapitalistleşen toplumlar

arasındaki farklılığın, eşitsizliğin, ilişkinin tanımlandığı bir gerçeklik dolayında

kalkınma yazını biçimlenmiştir.”

18

Page 32: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

Kalkınma kavramını yorumlama ve kavrama çabalarındaki değişimler,

kapitalizmin tıkanıklıklarına çare bulma çabalarının bir sonucu olarak da

değerlendirilebilir. Kalkınma; sadece İkinci Dünya Savaşı sonrası dünyasında bir

disiplin olarak ortaya çıkan kalkınma iktisadının bir uğraşısı değildir. Aslen, kalkınma

iktisadına dair uğraşıları, 18. yüzyılda hatları belirginleşen refah artışının yaratılması

uğraşısının bir dönemi olarak algılamak daha doğru olacaktır. Günümüzde kalkınma

iktisadına dair ilginin azalmasının temel nedeni, kalkınma iktisatçılarının, kalkınma

uğraşılarının temeline hemen hemen sadece “Büyüme” olgusunu yerleştirmeleri ve

kalkınma önerilerini bu doğrultuda yapmalarıdır. Zamanla, kalkınma iktisatçılarının,

ülkelerin refah düzeylerini artırmaya yönelik önerilerinin yetersizlikleri, bu önerilerin

değiştirilmesinden ziyade, farklı önerilerle harmanlanmasına neden olmuştur. Kalkınma

kavramı yaklaşık otuz beş yıl önce yeniden anlamlandırılmış, insani ve sosyal faktörler,

kalkınma kavramının temsiline yönelik daha fazla dillendirilmeye başlanmıştır. Ancak,

yine de kalkınma iktisadının İkinci Dünya Savaşından sonra bir disiplin olarak ortaya

çıkışından günümüze kadar kalkınma kavramı, esas itibariyle ekonomik yönden

değerlendirilmiştir. Kalkınma teorilerinde ve kalkınma stratejilerindeki söylemlerden de

bu özellik rahatlıkla anlaşılabilir (Yavilioğlu, 2002a:63).

Sachs (1992:92-93)'e göre ise, kalkınma kavramı; 1940'ların sonunda

kendilerini sömürgeciliğin boyunduruğundan kurtarmak için mücadele eden toplumlara

yeni bağlayıcı ilişkileri dayatmayı amaçlayan bir emperyalizm biçimi olarak icat

edilmiştir.

Çalışmanın önceki bölümlerinde ifade edildiği gibi; kalkınma kavramını

kavramsal bir bütünlük içinde ele alabilmek ve bir kalkınma iktisadı olgusundan

bahsedebilmek için gereken sürecin başlangıcı ise büyük ölçüde 18. yüzyıl ve sonrası

gelişmelere dayanmaktadır.

18. yüzyıl sonunda tüketim yapabilme yeteneği, yüksek yaşam standardının en

önemli göstergesi olarak kabul edilmektedir. Refah ve zenginlik arasında büyük bir

benzerlik olduğu var sayılmaktadır. Bu bağlamda, aynı dönemde, Adam Smith de

ülkelerin zenginliklerinin nedenlerini araştırmaya odaklanmış ve üretkenliğin,

zenginliğin nedeni olduğu sonucuna varmıştır (Echavarri, 2003:4).

19

Page 33: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

Adam Smith'in çalışması sonunda gelmiş olduğu nokta, kalkınma iktisadının

algılama tarzının anlaşılması için önemlidir. Çünkü Adam Smith, yapmış olduğu

çalışması ile refah anlayışına iktisadi açıdan yaklaşmış ve “refah” olgusuna getirmiş

olduğu anlayışın bir uzantısı olarak, kalkınma iktisatçıları, Adam Smith'in ayak izlerini

takip ederek, kalkınma önerilerinin odağına zenginliği koymuşlar, zenginliğin ve dolaylı

yoldan refahın ölçüsü olarak da “büyüme”yi kullanmışlardır. Bu yolla, kalkınma

olgusunun sosyal çerçevesi kırılmış ve kalkınma olgusu, kalkınma iktisatçılarının da

katkılarıyla genel olarak iktisadi çerçeve ile sınırlandırılmıştır.

Adam Smith ile dikkat çekilen, ülkelerin zenginliklerinin kaynağının

araştırılması uğraşısı, Birinci Dünya Savaşı bitene kadar genel olarak zenginlik-refah

düzeyleri yüksek olan ülkelerin zenginliklerinin kaynaklarının araştırılması etrafında

odaklanmış ve refah düzeyi düşük olan ülkelerdeki fakirliğin-geri kalmışlığın nedenleri

iktisat camiası için önemli bir araştırma konusu olarak kabul görmemiştir.

Birinci Dünya Savaşı'nın bitişi ve birçok sömürge ülkesinin yavaş yavaş

bağımsızlıklarını ilan ederek tarih sahnesinde yerlerini alması, iktisadi ilgiyi de bu

ülkelere doğru kaydırmıştır. Siyasal bağımsızlıklarını kazanan bu eski sömürge

ülkelerinin nasıl kalkınacakları sorunu, olaya yaklaşımları yönünden çeşitlilik gösteren

birçok iktisatçının ilgi alanına girmiştir. Bu eski sömürge ülkelerinin kalkınma sorunun

çözüm önerilerinde ise, genel itibariyle, kapitalist bir yapılanma ve ilişki sisteminin esas

alındığı dikkat çekmektedir. Bu nedenle, geliştirilen kalkınma kuramlarının anlaşılması

adına, kalkınma adına geliştirilen önerilerin kapitalist mantığa dayalı olduğu ön kabulü

gerekmektedir (Türkay, 2005:34).

1.3. KALKINMA ve BÜYÜME İLİŞKİSİ

20. yüzyılın ilk yarısı boyunca sanayileşmenin artması, sanayileşmiş

ülkelerdeki yaşam kalitesinin de artması olarak kabul edilmiş, bütün bu süre boyunca,

kalkınma ekonomileri, sanayileşme stratejilerinin oluşturulmasına hizmet etmişlerdir.

Neticede, öyle bir noktaya gelinmiştir ki ileri derecede kalkınmış ülkelerin hepsi

sanayileşme sürecini tamamlamıştır. İşte bu noktada, kalkınma ekonomileri, yeniden,

yaşam kalitesini arttırmaya odaklanmış ve Adam Smith'in, ülkelerin zenginlik

düzeylerinin, refah seviyelerinin temel göstergesi olduğu tezi yeniden itibar görmeye

20

Page 34: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

başlamıştır. Aynı dönemde, ülkelerdeki kişi başına düşen Gayri Safi Milli Hasıla

(GSMH)' nın, ülkelerin zenginlik düzeylerinin en önemli göstergesi olduğu fikri

benimsenmeye başlamıştır (Echavarri, 2003:5).

Dulupçu (2001:37-38); bu anlatımı destekler biçimde, kalkınma iktisadının üç

boyutta tanımlanması gerektiğini savunur. Birinci boyut, sanayileşmiş ülkelerin 17. ve

18. yüzyıllarda kalkınma transformasyonunun iktisadi sürecidir. Bu süreçte Batı, geçmiş

ile ekonomik bağlarını kopararak yeni bir ekonomik yapıya kavuşmuştur. Bu sürecin

itici gücü ekonomik olarak Sanayi Devrimidir. İkinci boyut, günümüzün gelişmekte

olan ülkeleri (GGOÜ)nin, gelişmiş ülkelerin ekonomik performansına, standardına ve

saygınlığına yetişme çabalarıdır. Bu boyut da ekonominin transformasyonunu

gerektirmekte ve sosyal-siyasal gelişim ile birlikte ortaya çıkmaktadır. İfade edilen

süreçlerin içeriğinde belirtildiği üzere, ikinci boyutun yalnızca gelişmekte olan ülkelere

has bir süreç olduğu da vurgulanmaktadır. Bu süreçte gelişmiş ülkeler, artık iktisadi

transformasyonlarını tamamlamak gibi bir uğraşıya sahip olmadıkları için, sadece

iktisadi büyüme ile ilgilenmektedirler. Üçüncü boyut ise; ilk iki boyut arasındaki

karşılıklı etkileşimin ortaya çıkardığı birbirine bağımlı kalkınma sürecine ilişkindir.

Kalkınma iktisadında, “büyüme” olgusu, Dulupçu ve Echavarri'nin yaklaşımı

göz önüne alındığında, daha ziyade gelişmiş ülkeler arasındaki bir nevi güç gösterisine

dönüşmektedir.

Günümüze kadar gelen kalkınma iktisadının teorik evrimleşme sürecinde,

kalkınma ekonomistleri, ülkelerin büyüme deneyimlerinden çıkardıkları sonuçları,

kalkınma önerileri olarak sunmaya başlamışlar ve bu süreç içinde; kalkınma ve büyüme

teorileri birbirine karışmışlardır. Büyüme teorileri, 50'lerden itibaren kimi zaman araç,

kimi zaman ise amaç olarak, kalkınma teorilerinin odağına yerleşmiştir (Echavarri,

2003:8). Bu doğrultuda; bir çalışma alanı ve gelişmiş ülkelerdeki hükümetler (ve

uluslararası örgütlenmeler) tarafından benimsenen jeopolitik bir proje olarak kalkınma

kavramına dair ilk ciddi yaklaşımlar, 1940' ların sonlarına kadar götürülebilir. Bu

dönemden itibaren kalkınma; koşulsal anlamda kişi başına iktisadi büyümedeki nispi

ilerleme olarak, yapısal anlamda ise sanayileşme ve modernleşme olarak anlaşılmıştır

(Veltmeyer, 2006:15-16).

21

Page 35: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

Geri kalmış toplumlar ile ilgili ilk içeriksel kullanımın ise, Milletler

Cemiyeti’nin (Cemiyet-i Akvam) ana sözleşmesinde (28 Haziran 1919) bulunduğu

görülmektedir. Burada hem kalkınma hem de kalkınmanın karşıtı olan kalkınmamışlık

kavramları kullanılmıştır. Sözleşmede, “bu halkların refahı ve kalkınması uygarlığın

kutsal misyonunu oluşturur” denilmiştir.19 Fakat buradaki kalkınma terimi,

uygarlık/çağdaşlık teriminin temsili için kullanılmış, dolayısıyla ekonomik yapıdaki bir

gelişmeden ziyade sosyokültürel bir gelişme ön plana çıkarılmıştır. Daha sonraki

yıllarda ise ekonomik kalkınmanın diğer sosyal bilimlerden ayrıldığı ve ekonomik

içeriğin netleştiği görülmektedir. 1947’de Birleşmiş Milletlerin, kalkınma planlarına

dair incelemelerinde hükümetlerin iktisadi kalkınmada nihai amacının tüm nüfusun

refah seviyesini yükseltmek olduğunu duyurması ile birlikte iktisadi kalkınma olgusu

tam anlamıyla bir uğraşı alanı haline gelmiştir (Yavilioğlu, 2002a:62).

Çok taraflı biçimiyle kalkınma fikri, Uluslararası Yeniden Yapılanma ve

Kalkınma Bankası (Bugünkü bilinen adıyla; Dünya Bankası) tarafından 1948'de Şili'de

ve ertesi yıl Brezilya ve Meksika'da finanse edilen projelere dayanmaktadır (Veltmeyer,

2006:72). “Kalkınma” fikrinin kökeni ise sık sık 10 Ocak 1949'da Başkan Truman

tarafından ilan edilen Point-Four denizaşırı kalkınma yardımı programına

götürülmektedir.20

Kalkınma kavramı Truman'ın konuşması ile birlikte ilk defa geniş bir şekilde

dolaşıma girmiştir. Kalkınma kavramının kullanıma girişi aynı zamanda, az gelişmiş ve

gelişmiş ülke ayrımına da dikkatleri çekmiştir. Çünkü kalkınma kavramı sorunsal olarak

ele alındığında, az gelişmiş ülkelerin bir sorunu olarak ifade edilmektedir. Genel

anlamda az gelişmiş olanlara refah ve zenginlik götürüleceği ifadesi, kalkınma

uğraşısını aynı zamanda az gelişmiş ve gelişmiş ülke ayrımının saptanmasına da

taşımaktadır.21 Bu sorun uluslararası düzlemde Birleşmiş Milletler Ekonomik ve Sosyal

Konseyi gündemine de girmiş ve genel çerçeve olarak belirlenen ekonomik gelişme

çabalarının içinde, az gelişmiş denen ekonomileri tanımlamak ve bu ekonomiler için

19 Başkaya (1994)'ten aktaran; Yavilioğlu (2002a:62).20 Sachs (1992:162), Rist (1997:71), Ercan ve Biçer, (2005:70).21 Az gelişmiş ve Gelişmiş ülkelere dair tanımlama ve sınıflandırmalar ile ilgili daha geniş bilgi için bkz. sf. 85-89 ve EK2.

22

Page 36: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

kalkınma koşullarının ne olduğunun belirlenmesi de yer almaktadır (Ercan ve Biçer,

2005:70-71).

Dünya kapitalizmi, 1950'lerle 1970'ler arasındaki süreçte gelişimini sürdürmüş

ve dünya kapitalizminin yaşadığı genişleyici dalganın etkisi altındaki kalkınma iktisadı,

“altın çağ”ını yaşamıştır. Aynı dönemde ekonomik kalkınmanın motoru olarak hızlı

sermaye birikimi önem kazanmıştır. Hızlı sermaye birikimi ile gerçekleşecek olan hızlı

sanayileşme ve büyüme ile işsizliğin de ortadan kalkacağı beklentisi aynı dönemin

iktisadi çevrelerinin genel kanısı olarak yer etmiştir. Dış yardımlar bu dönemin diğer

önemli faktörüdür ve tasarrufların yetersiz kaldığı durumlarda, bu açığı dış yardımların

kapatacağı düşünülmektedir. İktisadi büyüme olgusu, aynı dönemdeki kalkınma

yaklaşımlarının temeline oturtulmuş ve kişi başına düşen milli gelir düzeyi de,

kalkınmışlığın en temel göstergesi olarak görülmüştür. İktisadi kalkınmanın amacı ise

genel anlamda; geleneksel, durağan, geçimlik ekonominin, kendi ayakları üzerinde

durabilen ve Batı'daki örneklerine benzer bir kapitalist ekonomiye dönüştürülmesi

olarak görülmektedir (Kaynak, 2003:18). Bu bağlamda; İkinci Dünya Savaşı sonrası

dönemde kalkınma kavramı, kalkınma iktisadının uğraşı alanının sınırları içine

hapsedilmiş, kavramın sosyal derinliğinin yavaş yavaş kaybolması ve neredeyse

tamamen iktisadi bir olgu olarak ele alınması sonucunda, kalkınma kavramına yönelik

açıklamalar, genel olarak kalkınma iktisadının uğraşı alanının belirlenmesi üzerine

yoğunlaşmış ve bu doğrultuda gerçekleştirilmiştir.

İktisadi kalkınma uğraşısında temel soru ise şudur; neden bazı ülkeler

kalkınmışken diğer ülkeler kalkınmamışlardır? Diğer bir deyişle, dünya genelinde

insanların yaşam standartlarındaki farklılıkların nedeni nedir? Buna bağlantılı olarak;

gelişmekte olan ülkeler açısından temel soru şudur; gelişmekte olan ülkeler gelişmiş

ülkeleri kalkınma düzeyleri bakımından yakalayabilecekler mi? Eğer cevap hayır ise

neden hayır? Evet ise, yakalama süreci ne kadar sürecek? Bu süreçte devletin rolü ne

olmalı, yoksa kalkınma, tamamen piyasa mekanizmasına mı emanet edilmeli?

(Mookherjee & Ray, 2000:2)

Todaro ve Smith (2003:20), kalkınma iktisatçılarının, bu temel soruları

yanıtlamaya yönelik uğraşılarını şu şekilde ifade etmektedirler;

23

Page 37: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

“Yaklaşık son yarım asırlık süreçte, dünya ekonomisinin genel dikkati,

ülkelerin milli gelirlerindeki büyüme oranlarının arttırılmasına odaklanmıştır. Zengin

veya fakir ülkelerdeki ekonomist ve politikacılardan, kapitalist, sosyalist veya karma

ekonomi ülkelerindekilerine kadar bütün ekonomistler ve politikacılar iktisadi büyüme

tapınağındaki bir müride dönüşmüşlerdir. Her yılsonunda, bütün ülkelerin o yıla dair

göreceli iktisadi büyüme performanslarını konu alan çalışmalar yapılmıştır...

Hükümetler ülkelerinin iktisadi büyüme tabelasındaki performansındaki iniş

çıkışlara göre düşmüşler veya yükselmişlerdir. Kalkınma programları, iktisadi büyüme

performanslarına olan katkılarıyla takdir edilmiş veya yerilmişlerdir. Nihayetinde,

yıllardır, geleneksel anlayışta kalkınma, milli gelirdeki artış hızıyla eş değer

tutulmuştur.”

Kalkınma kavramı ile ilgili olarak bahsini geçirdiğimiz bakış açısı, kalkınma

iktisatçılarının kalkınma kavramına dair tanımlamalarına da yansımıştır.

Önemli kalkınma iktisatçılarından Gunnar Myrdal, 1957’de iktisadi kalkınmayı

“tüm nüfusun hayat düzeyinde bir artış” olarak tarif ederek kavramın bu dönemdeki

genel kullanımını yansıtmıştır (Yavilioğlu, 2002a:62).

P.T. Ellsworth (1950:796) ise iktisadi kalkınma olgusunu, kişi başına çıktıyı

arttırabilecek şekilde gelir düzeyinin arttırılması olarak görmektedir. Böyle herkes daha

fazla tüketme şansı yakalayacaktır.

Okun & Richardson (1962:230)'da kavram; kendisini artan mal ve hizmet

akımıyla gösteren maddi refahtaki sürekli ve kalıcı bir iyileşme olarak tanımlanırken,

Adelman (1961:1)'da iktisadi kalkınma, bir ekonomideki kişi başına düşen gelirdeki

büyüme oranının düşük veya negatif olması durumundan, önemli ve sürekli olarak artan

düzeye ulaştığı süreç olarak ifade edilmektedir.22

En önemli kalkınma iktisatçılarından birisi olan Lewis, kalkınma iktisadı

teorisinin temel probleminin; bir toplumun nasıl olup da daha önce yıllık GSMH' sının

% 4 veya % 5'ini tasarruf ve yatırım için ayırabilen bir ekonomiyken, GSMH' nın %12

veya % 15'ini tasarruf için ayırabilen bir ekonomiye dönüşebildiğini anlamak olduğunu

belirtmektedir (Lewis, 1954:155).23 Bu görüş; ilk dönem kalkınma iktisatçılarının

22 Daha geniş tanımlamalar için bkz. Mıhçı (1996).23 Lewis'in kalkınma önerileri ile ilgili daha geniş bilgi için bkz. Kirkpatrick & Barrientos (2004).

24

Page 38: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

büyüme meselesine ve dolayısıyla da büyümenin o dönemdeki temel kaynakları olarak

gösterilen tasarruf ve yatırım oranlarına ne denli önem verdiklerini ortaya koymaktadır.

Kalkınma kavramının bu denli büyüme odaklı bir kavram haline dönüşmesi ile

birlikte, büyümeye dair önermelerin de kalkınma önerilerinin içine sindiği

görülmektedir. Kalkınma iktisadı yazınında büyümeye yönelik önermelerin ana kaynağı

olan tasarruf ve yatırım seviyelerindeki artışlara olan göndermeler çok belirgindir.

Kalkınma iktisatçılarının buluşmuş oldukları diğer bir ortak payda ise,

kalkınmanın gerçekleşmesi için, devletin kilit bir role sahip olduğudur. Kalkınma

iktisatçıları tarafından, Keynesyen makro ekonomik önermelerin de ışığı altında, devlete

planlama görevi verilmiş ve kalkınma sürecinin başlangıç ve gelişme evrelerinde,

devletin aktif bir şekilde, müdahaleci bir politika izlemesinin gerekliliği belirtilmiştir.

Devletin planlamacı, müdahaleci ve hatta korumacı yapısı, sanayileşmenin

gerçekleşmesi için gerekli görülmüştür. Bu dönemde, planlama hususunda; gelir

eşitliğinin ve kaynakların etkin dağılımının sağlanması, korumacı eksende ise özellikle

de ülkedeki gelişmekte olan sanayilerin korunması meseleleri, devletlerin kalkınma ile

ilgili geliştirecekleri politikaların ana hatlarını oluşturmaktadır.24

Ercan ve Biçer, genel olarak Lewis'in çalışmaları ile ilgili yapmış oldukları

incelemeler neticesinde, kalkınma iktisadının genel referanslarını belirlemişler ve

Lewis'ten yola çıkarak yapmış oldukları iktisadi kalkınma anlayışına yönelik bu

çıkarımların, dönemin diğer kalkınmacıları için de geçerli olacağını belirtmişlerdi.

Ercan ve Biçer (2005:72)'e göre kalkınma iktisadının genel referansları şu şekildedir;

-Müdahalenin gerekliliği,

-Sermaye birikimi için emek piyasasının ve para piyasasının geliştirilmesi,

-Tüm bunların planlı bir şekilde gerçekleştirilmesi.

Veltmeyer (2006:15-16) ise; kalkınma iktisadının bir disiplin olarak ortaya

çıktığı ve hakim anlayış olarak hüküm sürdüğü dönemi ele alırken, ortak paydada,

“kalkınma”nın gereklerini şu şekilde özetlemektedir;

-Tasarruf ve yatırım -fiziksel ve mali sermaye birikimi-oranlarında artış,

24 Lewis (1954), Rosenstein-Rodan (1943), Nurkse (1953). 25

Page 39: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

-Biriken sermayenin sanayiye yatırılması, (Sanayiye yatırılan bir birim

sermaye, teoride tarımsal yatırımdan sağlanandan beş kat fazla kazanç yaratır ve hem

gelirler, hem de istihdam üstünde güçlü çoğaltan etkisi vardır.)

-Yerli bir kapitalist sınıfın yokluğunda ve ya zayıflığında, devletin, sermayenin

temel işlevlerini -yatırım, girişim ve işletme- yerine getirmesi,

-Stratejik endüstri ve sektörlerdeki ekonomik teşebbüslerin kamulaştırılması,

-Ücretlerde ve maaşlarda sürekli bir artış ile birlikte, yerel pazarı genişletecek

bir biçimde, ekonominin içe yönelimi,

-Bu ve diğer pazarların düzenlenmesi ve pazar için üretim yapan firmaların

korunması ve dünya ekonomisinin rekabete dayalı baskılarından yalıtılması,

-Üretim aygıtının, devletin ve sosyal kurumların modernleştirilmesi ve bunların

iktisadi büyüme için işlevsel olan değerlere ve normlara yeniden yönlendirilmesi.

Kalkınma yazınında, özellikle de Truman'ın tarihi konuşması ile birlikte ilgi

odağı haline gelen az gelişmiş ya da geri kalmış ülkelerin kalkınma sorunlarının ele

alınış şekillerinde ve bu ülkelere dair geliştirilen kalkınma önerilerinde, kalkınmış

ülkelerin “iyi”, “ileri” olduğu temel varsayımı açıktır. Kalkınma iktisatçılarının

öncelikli olarak sanayileşmeye ve bunun bir neticesi olarak da iktisadi büyümeye

yapmış oldukları vurgu da, aslında dönemin gelişmiş ülkelerinin gelişme evrelerinde

izlemiş oldukları yollardan çıkarılan dersler sonucunda oluşmuştur. Bu noktada

kalkınma iktisadına yöneltilen en büyük eleştiriler, incelenen ekonomilerdeki toplumsal

yapının bütünlüğü göz önüne alınmadan, çoğunlukla ekonomik faktörlerin kalkınma

üzerindeki etkilerinin tartışılması, sosyokültürel değerlerin ekonomik kalkınmada

sınırlayıcı etkileri ile itici güçlerinin göz ardı edilmesi ve geri kalmış ekonomiler

arasında da hem ekonomik göstergeler bakımından hem de diğer göstergeler

bakımından farklılıklar bulunmasına rağmen, geri kalmış ülkelerdeki farklılıkların

analizlere dahil edilmemesi yönünde yapılmıştır (Yavilioğlu, 2002b:62-65).

Kalkınma iktisadı, 1960'ların sonlarına kadar hâkim görüş hatta çoğu zaman

tek görüş olarak varlığını sürdürmüştür ve iktisadi büyüme olgusunu ekonomik

kalkınma sürecinin temeline oturtmuştur. Bununla birlikte; kalkınma iktisadı

yaklaşımına yönelik, getirmiş olduğu kalkınma önerileri ve kullandığı metotlarla ilgili

26

Page 40: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

eleştirilerin çoğalması ile birlikte, bu anlayışın, 1960'ların sonlarına doğru kalkınma

sorunsalı açısından iki temel sorunla karşı karşıya kaldığı görülmektedir. Bu

sorunlardan ilki; gelişmekte olan ülkelerde sanayileşme ve büyüme sürecinin bu

ülkelerdeki sosyal yaşam standartlarını yükseltmekte başarıdan uzak bir seyir izlemesi,

diğeri ise; Neoliberal söylemler doğrultusunda toplumların ekonomik kaynaklarının

harekete geçirilmesi görevinin piyasa güçlerine bırakılmasının gerekliliği düşüncesinin

güçlenmesi ve bu tarihten itibaren “planlama” söylemlerinin geçerliliğini yitirmesidir.

Bu gelişmeler, devletin ve özel sektörün kalkınma anlayışındaki rollerinin değişmesine

neden olmuştur. Yeni söylemdeki öncelikli hedef; ekonomik istikrarın sistemde

sağlanması ve kaynakların sosyal amaçlara yöneltilmesidir, bu hedefi, kaynakların

piyasa çıkarları doğrultusunda düzenlenmesi hedefi takip etmektedir (Santos & Silva,

2004:15).

Sanayileşme ve iktisadi büyüme ile birlikte toplumların genelinde yoksulluğun

azalacağı, yaşam kalitesinin yükseleceği ve bu gibi iyileşmeler sonucunda genel bir

refah artışı sağlanacağı beklenmektedir. Bu beklentinin ana kaynağı ise dönemin

gelişmiş ülkelerinde, kalkınma sürecinin ve refah artışının aynen bu şekilde

gerçekleşmiş olduğudur. Ancak, bu anlayışta, sanayileşme ve iktisadi büyüme ile

başlayan, neticesinde kalkınmış olma durumu ile sonuçlanan sürecin iç değişkenleri çok

da önemsenmemiştir. Sonuç olarak ise, iktisadi büyüme ve/veya kişi başına düşen milli

gelir düzeyi artışlarıyla birlikte elde edilmesi beklenen refah artışı ne yazık ki kalkınma

iktisatçıları tarafından müjdelenen şekilde ve düzeyde gerçekleşmemiştir. Bu

doğrultuda, ekonomik kalkınma sürecini, bütün ülkelerin geçmesi gereken iktisadi

büyüme aşamalarının bir bütünü olarak gören 1950'lerin ve 1960'ların kalkınma

teorisyenlerinin lineer-aşama yaklaşımının yerini 1970'lerden itibaren iki önemli iktisadi

(ve ideolojik) düşünce almıştır. Bu düşüncelerden ilki; tipik bir kalkınmakta olan

ülkenin, sürekli ve yaratıcı bir hızlı büyüme sürecini oluşturabilmesi için gerekli olan

yapısal dönüşüm politikalarına, modern ekonomi teorilerine ve istatistiksel analizlere

odaklanırken, diğeri, yönlendirme açısından daha radikal ve politik bir duruşla birlikte,

uluslararası bağımlılık konusuna odaklanmıştır. 1980'lerin büyük bir kısmı ve 1990'ların

başlangıcı ise dördüncü bir yaklaşımın oluşumuna sahne olmuştur. İktisadi düşüncedeki

27

Page 41: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

bu Neoklasik (Neoliberal) karşı devrim, serbest piyasaların, açık ekonomilerin ve

verimsiz kamu girişimlerinin özelleştirilmelerinin önemini vurgulamaktadır (Todaro &

Smith, 2003:111).

Kalkınma uğraşısının ilgi alanı, yaşanan gelişmeler ile birlikte makro düzeyde

ele alınan iktisadi büyüme ve birikim konularından, mikro düzeyde ele alınan etkinlik

ve verimlilik gibi kategorilere kaymıştır. Yani, ilk dönemde genel olarak sorun;

sanayileşmenin gerçekleşmesi iken, gelinen noktada vurgu sanayinin (ve ekonominin)

etkinliğine kaymıştır (Türkay, 2005:34-39).

Tarihsel perspektifte, kalkınma iktisadına ait kalkınma önermelerindeki bu

tıkanıklık, kalkınma kavramına olan yorum farklılıklarını ve yaklaşımları da

çeşitlendirmiştir. Kalkınma iktisatçıları tarafından kalkınmışlık seviyesinin en önemli ve

hatta tek göstergesi olarak kabul edilen iktisadi büyüme olgusunun yanına yeni

kalkınma göstergeleri de eklenmiş ve ülkelerin kalkınmışlık düzeylerine dair

değerlendirmelere, bu yeni göstergeler de dâhil edilmeye başlanmıştır.

Kalkınma kavramına yönelik yaklaşımlardaki değişim sonucunda, kalkınma

olgusu zaman içinde daha genele yönelik bir çerçevede değerlendirilmeye başlanmıştır.

İktisadi büyümenin temele oturtulduğu mal merkezli analizlerin yerine daha insan

merkezli analizler yapılmaya başlanmış, sosyoloji, felsefe, siyaset bilimi ve çevre bilim

gibi farklı bilimler de kalkınma çalışmalarını derinden etkilemeye başlamışlardır

(Mıhçı, 1996:75-76).

Kalkınma kavramına yönelik tutumdaki bu değişim, kalkınma ile ilgili

tanımlamalara da yansımıştır. Örneğin; Yavilioğlu (2002b:66), ekonomik kalkınmayı,

hayatın birden fazla alanında kökleri bulunan bir olgu olarak tanımlamakta, sermaye ve

teknoloji gibi ekonomik faktörlerin, diğer faktörlerin desteği olmaksızın kalkınma

olgusunun ortaya çıkarmasının güç olduğuna değinmektedir. Kalkınma olgusunun,

iktisadın da içerisinde olduğu birden fazla faktörün birbirleriyle karşılıklı ilişki kurarak

ortaya çıktığını, önceki ve sonraki karşılıklı ilişkileri dikkate almaksızın bu yönlerin tek

birisini izolasyon içerisinde veya tek yanlı nedensellik yöntemiyle incelemenin

genellikle hatalı ve tek yönlü sonuçlara yol açtığını vurgulayarak, toplumsal olaylar

28

Page 42: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

arasında ise böyle tek yanlı değil de karşılıklı bir bağlılığın mevcudiyetine dikkat

çekmektedir.

Stiglitz (2002:278-279) ise, kalkınma kavramını açıklarken daha iğneleyici ve

eleştirel bir dil kullanmaktadır. Kalkınmanın, birkaç kişinin zengin olmasına katkıda

bulunmak ya da sadece ülkenin elit kesiminin yararlandığı bir avuç anlamsızca

korunmuş sanayi dalı yaratmak olmadığını, kentli zenginlere marka ürünleri

tüketebilme olanağı sağlarken, kırsal kesimdeki yoksul insanları sefalet içinde bırakmak

olmadığını anlatarak, kalkınmanın kavramını açıklamaya çalışırken, kalkınmanın ne

anlama gelmediğinden yola çıkmıştır. O'na göre kalkınma; toplumun dönüşmesi

demektir, fakirlerin hayatını iyileştirmek, herkesin başarı şansına, sağlık, eğitim

hizmetlerinden yararlanabilme fırsatına sahip olması demektir.

Todaro ve Smith (2003:22-23), kalkınmayı; hem bir fiziksel gerçeklik, hem de

“daha iyi bir yaşam”a ulaşma isteğini içinde barındıran, bazı ekonomik, sosyal ve

kurumsal süreçlerin kombinasyonları doğrultusunda oluşan toplumsal zihnin bir durumu

olarak tanımlar ve bu, “daha iyi bir yaşam”ın unsurları ne olursa olsun, kalkınmanın,

bütün toplumlarda en az aşağıdaki üç gayeyi barındırması gerektiğini belirtirler;

-Yiyecek, temizlik, sağlık ve barınma gibi temel ihtiyaçlara ulaşılabilirliğin

arttırılması ve dağılımın genişletilmesi.

-Yaşam düzeyinin arttırılması. (daha yüksek gelir düzeyleri, daha fazla iş

imkânı, daha iyi bir eğitim, kültürel ve insani değerlere karşı hassasiyetin arttırılması.)

-Ekonomik ve sosyal seçenek yelpazesinin genişletilmesi. (Devletlerin ve

bireylerin kendi seçimlerini yayabilme özgürlüklerinin arttırılması.)

Evrimleşen ve harmanlanan, kalkınma söylemleri ile birlikte, Stern (2002:6),

kalkınma olgusuna dair entelektüel gelişim süreci göz önüne alındığında, kalkınma

stratejileri ile ilgili üç noktanın kesin bir şekilde anlaşılmış olduğunu belirtmektedir;

-Öncelikli olarak anlaşılan; iyi bir kalkınma politikasının ne olduğudur. Bir

ülkeye ait kalkınma politikaları, üretkenliği, hızlı istihdamı ve maaş artışlarını

sağlayacak yatırım önerilerini ve fakir insanların büyümeden paylarını alarak,

durumlarını iyileştirmesini sağlayacak politikaları içermelidir.

29

Page 43: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

-Politikaların uygulanması hususundaki liderlik ve kararlılık, kalkınma

sürecinin temelini oluşturmaktadır. İyi kanunların çıkarılması tek başına yeterli değildir.

Bu kanunların, uygulamada da başarılı olabilmeleri için, politikacıların ve halkın

kanunları uygulama hususundaki istikrarlı tavırları kilit öneme sahiptir.

-Diğer bir önemli husus da; uluslararası finansal kurumların değişimdeki

üstlendikleri roldür. Kalkınma stratejileri kapsamlı bir şekilde oluşturulmalıdır. Ülkelere

yapılan finansal destekler dikkatli, iyi odaklanılmış bir şekilde ve ülkelerin kendi

reformlarına da imkân tanıyabilecek bir ihtiyatla yapılmalıdır. Hiçbir uluslararası

kurum, her şeyi yapabilme becerisine sahip değildir. Konu ülkeler ve uluslararası finans

kuruluşları arasındaki ortaklığın (işbirliğinin) önemi büyüktür (Stern, 2002:184).

Birdsall ise, iktisadi kalkınmanın ana hedefinin iktisadi büyüme değil, sık sık

insani kalkınma ya da sosyal kalkınma olarak da adlandırdığımız, insan refahının

arttırılması olduğunu belirtmiş ve günümüz kalkınma anlayışının genel ifadesini ortaya

koymuştur (Birdsall, 1993:1).

Kalkınma kavramına dair yaklaşımları ele aldığımız, kalkınma iktisadının

ortaya çıkışını ve gelişimini açıklamaya çalıştığımız ve Adam Smith'in kalkınma

kavramına dair yorumu ile başladığımız kısa tarihsel yolculuğumuz sonunda,

Birdsall'ın, günümüzdeki genel kalkınma yaklaşımını yansıtan özet yorumu ele

alındığında, kalkınma yaklaşımı konusunda başlangıç noktasına döndüğümüz

söylenebilir. Adam Smith'in kalkınma yorumu ile Birdsall'ın günümüz kalkınma

yaklaşımının genel bir ifadesi olarak kabul edebileceğimiz kalkınma yorumu arasında

çok da büyük bir farklılık olmadığını görmekteyiz. Tamamen iktisadi büyüme olgusuna

odaklanmış olan kalkınma iktisatçılarını ise, refah artışı uğraşısı adına yola çıkmış ve

iktisadi büyüme ormanının güzelliklerine kapılmış birer yolcu olarak tasvir etmek çok

da yanlış olmayacaktır. Kalkınma iktisatçıları için, yolculuk sonunda ulaşılması

gerekilen yer olan refah artışının sağlanması yerine, yolculuğun kendisi önem sırasında

ilk sıraya oturmuş ve yolculuğun amacı, varılmak istenen nokta yerine yolculuğun ta

kendisi haline gelmiştir.

30

Page 44: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

-İKİNCİ BÖLÜM-

İKTİSADİ BÜYÜME OLGUSU VE İKTİSADİ BÜYÜME STRATEJİLERİ

2.1. İKTİSADİ BÜYÜME KAVRAMI ve İKTİSADİ BÜYÜME

YAKLAŞIMLARI

2.1.1. İKTİSADİ BÜYÜME KAVRAMI ve KLASİK BÜYÜME

YAKLAŞIMLARI

İktisadi büyüme temelde; eksik istihdamdaki ekonominin bu durumdan çıkışı

sırasında meydana gelen üretim artışları sonucunda ortaya çıkan kısa dönemli iş

çevrimlerine (business cycles) dayalı iktisadi büyüme ve tam istihdam veriyken,

ekonomik yapıya yeni faktör girdilerinin ilave edilmesi ve/veya teknolojinin gelişmesi

sonucunda ortaya çıkan orta ve uzun dönemli büyüme olmak üzere iki farklı şekilde

anlaşılmaktadır (Tek, 2003:4).

İktisadi büyüme, genel hatlarıyla ise, ekonomik faaliyetlerin ölçeğinde

meydana gelen bir büyüme ile birlikte, kişi başına hâsılanın artışını da ifade etmektedir

(Deliktaş, 2001:6). Kibritçioğlu (1998:1), iktisadi büyüme sorununun genel anlamda bir

uzun vade sorunu olarak görüldüğünü belirtmekte ve bunun nedenini de, iktisadi

büyümeyi sağlayacak olan ülkenin üretim ölçeğinin genişlenmesi ya da potansiyelinin

artması ya da daha etkin kullanılmasının ancak uzun vadede gerçekleştirilebilecek olan,

üretim faktörlerinin miktarlarında veya üretkenliğinde gerçekleşecek değişiklikler

olarak göstermektedir.

İktisadi büyüme kavramına iktisadi kalkınma yazını açısından getirilen

yaklaşımlar ise, iktisadi büyüme ile birlikte toplumlardaki refah düzeylerinin artacağına

yönelik beklentileri de içermektedir.

Süreç açısından ele alındığında iktisadi büyüme; kişi başına düşen hâsıla

miktarının, fiziki ve beşeri sermaye birikimi, teknolojik gelişme, demografik etkenler,

coğrafi etkenler ve iklim, kültürel veya kurumsal etkenler, demokrasinin düzeyi, gelir

dağılımı, hükümet politikaları ve makroekonomik istikrar vb. etmenlerle olan

ilişkilerinden dolaysız ve bu etmenlerin kendi aralarındaki ilişkilerinden dolaylı

yollardan etkilenmektedir (Tek, 2003:8).

31

Page 45: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

İktisadi büyüme kavramı ve iktisadi büyüme süreci ile ilgili bu genel anlayışın

ortaya çıkışı ise özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasında başlayan ve günümüze kadar

gelen iktisadi büyüme ve kalkınma uğraşısının bir neticesidir.

Teorik açıdan, İkinci Dünya Savaşı sonrasında, iktisadi büyümeyi açıklamaya

yönelik iki farklı ana motivasyon kullanan, iki farklı ana iktisadi büyüme yaklaşımı

mevcuttur. Birinci tür yaklaşımlar; iktisadi büyümenin ana itici gücünün sermaye

birikimi olduğunu öngören keynesyen ve neoklasik büyüme yaklaşımlarıdır. İkinci tür

yaklaşımlar ise; teknolojik gelişimin büyümenin ana itici gücü olduğunu ortaya

koymakta ve teknolojik gelişimin elde edilmesini AR-GE sektöründeki istikrarlı

gelişimlere, beşeri sermayeye ya da uluslararası ticarete dayandırmaktadır (Capolupo,

2008:4).

1960 ve 1970'lerde ekonomistler, makroekonomik hükümet politikalarından

bahsederlerken daha çok mali ve para politikalarını düşünmekteydiler. Bu politikalar

(müdahaleler), daha çok kısa dönemli ekonomik dalgalanmaları yok edici etkilere

sahiptiler. Bu düşünce tarzının nedeni, dönemin iktisatçılarının büyük bölümünün,

büyük depresyon esnasında ortaya çıkmış ve kısa dönemde toplam talepteki aksaklıkları

gidermeye odaklanmış olan Keynesyen İktisadın etkisi altında kalmış olmalarıdır.

1980'lerin sonlarından itibaren ise makroekonomi ile ilgilenen iktisatçıların çoğunun

ilgisi, özellikle de, kamu politikalarının uzun dönem büyüme üzerindeki etkileri başta

olmak üzere, uzun dönemli iktisadi analizlere kaymıştır. İktisatçıların ilgisinin uzun

dönemli büyüme performanslarına kayması ile birlikte, ülkelerin zenginlik ve yoksulluk

düzeyleri de, uzun dönemli büyüme yaklaşımları tarafından ele alınmıştır (Barro,

1998:3).

Çalışmanın önceki bölümlerinde de değinildiği üzere; iktisadi büyüme

sorunsalı, iktisadi uğraşı alanı sınırlarına Adam Smith ile birlikte girmiştir. Adam

Smith, iktisadi insanın kişisel çıkar dürtüsünden yola çıkarak oluşturduğu “görünmez

el” olgusuna piyasaları düzeltme görevini verirken, devleti ekonomik faaliyet alanından

dışlamıştır. Piyasa mekanizmasının dışarıdan müdahaleler olmadığı taktirde mükemmel

işleyeceğine dair inancı onu neticede ülkelerin zenginliklerini arttırma çabalarında

32

Page 46: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

iyimser bir noktaya getirmiştir. Ancak, aynı görüşü klasik iktisadın üç büyük temsilcisi

olan Malthus, Ricardo ve Marks için söylemek pek mümkün değildir.

Malthus, büyümenin sınırları ile ilgili ilk yaklaşımlardan biri olan nüfus artışı

ve yiyecek tüketimi ile ilgili yaklaşımında, nüfusun artışının geometrik bir şekilde,

yiyecek üretim miktarının ise aritmetik bir şekilde arttığını iddia etmiş ve dünyadaki

uzun dönem ekonomik gelişim süreci ile ilgili kötümser bir sonuca varmıştır.

Ricardo daha farklı bir yorumla; büyümenin sınırları konusuna tarıma yönelik

verimli arazilerin kıtlığı yönünden yaklaşmış ve nüfus artışı ile artan yiyecek talebinin

tarıma elverişli, verimli arazilerin tükenmesine, bu durumun giderek daha verimsiz

arazilerin tarıma açılması ile birlikte üretim maliyetlerinin artmasına, elde edilen

karların azalmasına neden olacağını ve zamanla yatırım kaynaklarının ve üretken

sermayenin azalacağını, ekonomilerin durağan bir duruma yaklaşacağını iddia etmiştir.

Malthus ve Ricardo tarafından farklı şekillerde ortaya konulmaya çalışılan

azalan verimler kanunun, modern iktisadi büyüme yaklaşımlarına olan katkıları

büyüktür.

Marks, kapitalist işleyiş içinde, dünya çapında rekabet, kâr hadlerinin düşüşü,

pazarların daralması ve bunun sonucunda işçi ücretlerinin düşürülmesi gibi etkenlerin

yaratacağı kaotik ortamın siyasal mücadeleyi tetikleyeceği ve kapitalizmin içsel

çelişkilerini son noktaya getirerek kapitalizmin çöküşüne yol açacağını öngörmüştür.

2.1.2. MODERN İKTİSADİ BÜYÜME YAKLAŞIMLARI

2.1.2.1. KEYNESYEN BÜYÜME YAKLAŞIMLARI (HARROD-DOMAR

ve NEOKLASİK BÜYÜME YAKLAŞIMLARI)

İktisadi büyüme süreçlerine dair yapılmaya çalışılan açıklamalar içinde, Frank

Ramsey'in 1928 yılındaki çalışması olan “ A Mathematical Theory of Saving ” adlı

çalışması, modern iktisadi büyüme teorisine dair ilk önemli çalışma olarak kabul

görmektedir.25 Ramsey’in hane halkının dönemler arası optimizasyon kararlarını,

büyüme teorisine uyguladığı bu çalışmasının ardından, R.F. Harrod ile E.D. Domar’ın,

Keynesyen statik teoriyi, büyüme teorisiyle dinamikleştirme çabaları yer almıştır.

Harrod-Domar büyüme modelinde, kapitalist sistemin kararsız bir yapıya sahip olduğu

25 Ateş (1998:9), Kibritçioğlu ve Dibooğlu (2001:3), Mccallum (1996:49), Romer (1986:1006). 33

Page 47: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

vurgulanmakta, bu kararsız yapı ise, girdiler arasındaki ikame oranının küçük kabul

edildiği bir üretim fonksiyonuyla gösterilmektedir (Ateş, 1998:9). Kapitalist sistemin bu

kararsız yapısındaki aksaklıkların önlenebilmesi için planlamacı ve müdahaleci devlet

politikalarının varlığı da elzem görülmektedir.

Harrod ve Domar'ın modelinde; iktisadi büyüme, milli gelirdeki artışlarla

ölçülendirilmektedir. Büyüme hızı milli gelirdeki artış miktarının, milli gelire

oranlanması ile elde edilmektedir. Modelde sermayenin verimliliği yerine onun tersi

olan sermaye/hâsıla oranı kullanılmaktadır. Yatırım oranı ile varılan fiili büyüme

hızının, istikrarlı ve dengeli bir büyümeyi sağlaması için gerekli büyüme hızına eşit

olması gerekir. Yani, büyüme süreci boyunca her dönemde yaratılan mal ve hizmetlerin

tümünün arz ve talep fazlalığı yaratmadan emilmesi gerekecektir. Böyle bir dengenin

sağlanması için gerekli ve yeter şart, yatırım tasarruf eşitliğidir.

Harrod ve Domar'ın oluşturmuş olduğu Keynesyen Büyüme Modelleri; üretim

faktörlerinin ikame edilemez olduğunu ve yatırım kararlarının beklenen mal ve hizmet

taleplerinin bir fonksiyonu olduğunu kabul etmektedir. Bu bağlamda; bu tip standart

keynesyen büyüme modellerinin en önemli savı; ölçeğe göre sabit getirinin ve

yatırımcıların gelecekteki mal ve hizmet taleplerine göre şekillenen, bağımsız bir

yatırım fonksiyonunun mevcudiyeti halinde, kapalı bir ekonomide dengesiz bir büyüme

patikasının oluşacağıdır. Modelin bir sonucu olarak; hükümet politikaları uzun dönem

büyüme performansını etkileyebilmektedir (Kibritçioğlu ve Dibooğlu, 2001)

Harrod - Domar modelinin yüksek büyüme performansı için gerekli gördüğü

makroekonomik koşullar şu ana dört madde ile özetlenebilir:

- Yüksek yatırım/tasarruf oranları

- Yüksek sermaye verimliliği

- Somut sermaye malları şeklinde modele eklemlendirilebilecek, yüksek oranlı

teknik gelişim.

-Kişi başına düşen gelirdeki büyüme faktörü dikkate alınmak kaydıyla, düşük

bir nüfus artış oranı (Vaitsos, 2003).

1929 ekonomik bunalımının ardından geliştirilen bu modeller, sonraki yıllarda

ekonomistler arasındaki popülaritesini yitirmiştir.

34

Page 48: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

1950’li yıllarda ise R.M Solow tarafından geliştirilen büyüme modeliyle bu

alana yeni katkılar yapılmıştır. Solow ve takipçileri26 tarafından oluşturulan bu

yaklaşım, Neoklasik büyüme yaklaşımı olarak adlandırılmaktadır. Solow tarzı standart

Neoklasik büyüme modelinin temel varsayımları şu şekilde özetlenebilir;27

-Ölçeğe göre getiriler sabittir,

-Sermayenin marjinal verimliliği azalmaktadır,

-Faktörler arası ikame mümkündür,

-Bağımsız bir yatırım fonksiyonu bulunmamaktadır,

-Tasarruf oranı sabittir,

-Üretim teknolojisi, nüfus ve iş gücündeki artış, modele dışsal olarak

verilmekte ve beşeri sermayedeki üretkenlik ya da verimlilik değişimleri dikkate

alınmamaktadır.

Bu varsayımlar altında kurulan model, fert başına sermayenin yine fert başına

üretim veya tüketim ile aynı oranda artış gösterdiği bir dengeli büyüme çizgisi

tanımlamaktadır. Denge durumuna erişildiğinde fert başına gelir ve tüketimdeki artış

oranı teknolojik gelişme hızıyla eşit hale gelmektedir. Diğer bir ifadeyle, modelde dışsal

bir değişken olan teknoloji, fert başına gelirdeki artışı sağlayan yegâne faktördür ve

denge durumundaki büyüme hızı tasarruf eğiliminden bağımsız olarak ortaya

çıkmaktadır. Sermayenin marjinal verimliliğindeki azalmaların iktisadi büyüme

üzerindeki olumsuz etkisi ise oluşacak dışsal bir teknolojik gelişme ile kısmen telafi

edilebilir ya da geciktirebilir. Ancak bu azalmalar kaçınılmazdır. Bu anlamda,

Neoklasik modelde pozitif büyüme oranları elde edilmesi için teknolojik gelişmenin

gerçekleşmesi gerekmektedir. Modelde, nüfus artışı da dışsal ve sabit bir şekilde

belirlenmektedir (Kibritçioğlu, 1998:8).

Nüfus artışı ile teknolojik değişmeyi dışsal kabul eden böyle bir yapıda,

politika uygulamaları ile büyüme ilişkisini sağlayan bir aktarım mekanizması

bulunmadığından, Neoklasik modelde kamunun, uygulayacağı politikalar bakımından

belirgin bir rolü yoktur.28 Modelde; kamu yatırımları kişi başına gelir ve kişi başına

26 Swan (1956), Cass (1965), Koopmans (1965).27 Ercan (2002:130), Ateş (1998:23-25), Judson (1996:34-40), King & Levine (1994).28 Shaw (1992)'den aktaran; Ercan (2002).

35

Page 49: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

sermaye düzeylerini etkileyebilmekte ama reel hâsılanın uzun dönemli büyüme oranını

etkileyememektedir (Kibritçioğlu, 1998:8). Bu çıkarımların neticesinde, uzun dönem

büyüme performansının arttırılabilmesi için, geleneksel makroekonomik politikalardan

ziyade, nitelikli iş gücünü arttıracak kamu politikaları işlevsel bir niteliğe sahiptirler

(Turnovsky, 2000).

Neoklasik büyüme modelinin ortaya koyduğu bir diğer önemli sonuç da;

başlangıçta gelir düzeyleri göreli olarak düşük olan ülkelerin, yüksek olan ülkelere göre

daha büyük büyüme oranlarına sahip olacaklarıdır. Bu sonuca, sermayenin azalan

verimlere tabi olarak çalıştığı varsayımından hareketle ulaşılmaktadır. Burada, farklı

gelişmişlik düzeyindeki ülkeler arasında büyüme oranlarının farklılaşmasına yol açan

temel varsayımlar; ülkelerin faktör donanımlarının farklı olduğu ve sermayenin marjinal

verimliliğinin azaldığı hakkındadır (Ateş, 1998:23-25). Yakalama süreci, sermayenin

getirisinin göreceli olarak az olduğu zengin ülkelerden, sermayenin getirisinin henüz

yüksek olduğu gelişmekte olan ülkelere doğru bir sermaye akışının olduğu beklentisini

içinde barındırır. Uluslararası faiz haddi farklılıkları, sürecin işleyişine eşlik etmekte ve

sermaye akımını uyarmaktadır. Bu süreç doğrultusunda, zaman ilerledikçe, uluslararası

sermaye hareketleri sayesinde faiz haddi farklılıkları ortadan kalkacaktır, bu durum da

ülkelerin reel büyüme oranlarının sıfıra doğru gitmesine ve birbirlerine yakınlaşmasına

yol açmaktadır (Kibritçioğlu, 1998:8). Yani işgücü başına daha az sermayeye sahip olan

ülkeler, daha yüksek sermaye getiri oranına ve dolayısıyla büyüme oranına sahip

olacaklardır ve gelişmiş ekonomilerin ulusal gelirlerine yakınsayacaklardır. Bu

yakınsama süreci literatürde ‘koşullu yakınsama’ olarak adlandırılmaktadır. İşgücü

başına sermaye ve üretimin durağan durum düzeylerinin, tasarruf oranı, nüfus artış hızı

ve üretim fonksiyonuna bağlı olması kısıtlı yakınsamanın ana nedenidir (Ateş,

1998:116-117).

Neoklasik büyüme modellerinin Solow versiyonundan genel olarak şu

öngörüler çıkmaktadır:29

-Uzun dönemde ekonomi durağan duruma yaklaşır ve bu yaklaşma süreci

başlangıç durumundan bağımsızdır.

29 Ateş (1998), Turnovsky (2000), Kibritçioğlu (1998), Grossman & Helpman (1994), King & Rebelo (1990).

36

Page 50: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

-Durağan durumda sermayenin marjinal verimliliği sabittir; buna karşın

işgücünün marjinal verimliliği, teknolojik gelişme hızı kadar büyür.

-Tasarruf oranı ve nüfus artış hızı durağan durum değerinin belirleyicisidirler.

Kişi başına durağan durum gelirinin büyüme oranı ise, yalnızca dışsal teknolojik

gelişme hızına bağlıdır.

-Fiziksel sermaye stoğu durağan durumda gelir artış hızına eşdeğerde büyür.

-Büyüme süreci ele alındığında, başlangıç noktasında göreceli olarak daha

düşük gelir düzeyine sahip ülkeler daha hızlı bir şekilde büyüyecekler ve gelirleri daha

yüksek olan ülkelere yakınsayacaklardır.

Harrod-Domar tipi Keynesyen büyüme yaklaşımları ile Neoklasik büyüme

yaklaşımının en önemli benzerlikleri, yaklaşımlarının temeline sermaye odaklı bir bakış

açısını oturtmuş olmalarıdır. Ancak; Amerika Birleşik Devletleri (ABD)'ne ilişkin

zaman serileri kullanılarak yapılan analizlerde, Neoklasik modelin dışsal bir etmeni

niteliğindeki teknolojik gelişme veya üretkenlik artışının gerçekleşen büyümenin en az

yüzde ellisini tek başına açıkladığı, diğer yüzde ellilik katkının sermaye ve işgücündeki

artıştan kaynaklandığı sonucuna varılmıştır.30 Bununla birlikte, tarihsel süreç içinde

Neoklasik büyüme yaklaşımının, az gelişmiş ülkelerin gelişmiş ülkelere yakınsayacağı

öngörüsünü destekleyici gözlemler de mevcut değildir. Hatta gözlem süreci zamanımıza

doğru yaklaştıkça, gelişmekte olan ülkeler ile gelişmiş ülkelerin, büyüme performansları

bakımından birbirlerine yaklaşmaktan ziyade, birbirlerinden uzaklaştıklarına ve

yakınsamanın nasıl gerçekleşebileceğine dair öngörülerde ülkelerin başlangıç

durumlarının, açıklayıcılık açısından yetersiz kaldığına dair daha fazla kanıt vardır.31

Neoklasik ve keynesyen büyüme yaklaşımlarına ait öngörülerin, tarihsel süreç

içinde ekonomik gelişmeleri çoğu yönden açıklamakta yetersiz kalması ve özellikle de

Neoklasik büyüme yaklaşımının “kara kutusu” olarak nitelendirilen içerilmemiş

teknolojik gelişmenin, ülkelerin büyüme performanslarının büyük kısmını tek başına

açıklıyor olması, iktisadi büyüme uğraşılarını farklı bir boyuta taşımış ve yeni

yaklaşımların çıkmasına neden olmuştur.

30 Shaw (1992)'dan aktaran; Ercan (2002).31 TEK (2003), Chang (2003), Abramovitz (1986), Mankiw, Romer & Weil (1992), Barro (1991).

37

Page 51: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

2.1.2.2. İÇSEL BÜYÜME YAKLAŞIMLARI

Neoklasik büyüme yaklaşımının kara kutusu olan teknolojik ilerlemenin

içselleştirilmesi adına yapılan uğraşılarda ilk adım, Arrow tarafından atılmıştır. Arrow,

1962 yılında yayınlanmış olan “The Economic Implications of Learning by Doing” adlı

çalışmasında, her bireyin buluşunun, teknolojinin bir rekabetçi mal olmamasından ötürü

tüm ekonomiye hızlıca yayılacağını savunmaktadır. Ancak Arrow, buluşların

ekonominin tümüne yayılmasının çok yavaş gerçekleşmesi ve buluşların araştırma-

geliştirme sektörünün bir ürünü haline dönüşmesi ile birlikte, ekonominin tam rekabetin

sahip olduğu bir yapı yerine, aksak rekabetin geçerli olduğu bir yapıya dönüşeceğini

öngörmektedir. Arrow'un modeli ile Neoklasik büyüme modelinde bazı değişikliklerin

yapılmasının gerekliliği ön plana çıkmaktadır. Ramsey’in, hane halklarının

optimizasyon kararlarını ise D. Cass ve T. Koopmans, 1965’de yayınladıkları

çalışmaları ile Neoklasik modele yeniden sokmuşlar ve tasarruf oranını modele

içselleştirerek almışlardır. Bu yeni yaklaşımlar ile, gelişmiş ekonomilere doğru yapılan

geçiş sürecinin ve dinamiklerinin kavranmasına yönelik yeni bir boyut getirilmiştir,

ancak, koşullu yakınsama anlayışını aşmayı başaramamışlardır (Ateş, 1998:9-10).

Arrow'un müjdelemiş olduğu ve Neoklasik büyüme yaklaşımı tarafından dışsal

olarak kabul edilmiş etmenlerin içselleştirilmesine yönelik uğraşılar adına en sistemli ve

önemli katkılar ise ilk olarak; Romer'in 1986 yılında yapmış olduğu “Increasing

Returns and Long-Run Growth” isimli çalışması ve Lucas'ın 1988 yılında yayımlanan

“On the Mechanics of Economic Development” çalışması tarafından yapılmıştır.32

Romer ve Lucas'ın iktisadi büyüme uğraşısına yapmış olduğu bu katkılar, aynı zamanda

İçsel Büyüme Yaklaşımları (İBY) olarak adlandırılan iktisadi büyüme yaklaşımının da

temellerini atmıştır. Bu tip yaklaşımların güçlü yanı; Neoklasik büyüme modellerinde

dışsal bir faktör olarak alınan teknolojik değişim oranını içselleştirmesidir. Bu sayede;

uzun dönem büyüme oranı, modelde yer alan temel parametrelerce belirlenen içsel bir

olguya dönüşmüş olmaktadır. Ancak; bu tip son nesil büyüme teorileri, koşullu veya

mutlak yakınsamaya dair müjdeler vermekten uzak bir seyir izlemektedirler (Barro &

Sala-i Martin, 1995:23). Bu yeni yaklaşımlar; büyüme sürecinin, basit Neoklasik üretim

32 Pio (1993), Ateş (1998), Grossman & Helpman (1994), Fischer (1991). 38

Page 52: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

fonksiyonu ve varsayımlarına dayanılarak açıklanamayacağını ortaya koymaktadırlar.

Büyüme sürecinin anlaşılabilmesi için, beşeri sermaye, eğitim, içsel nüfus dinamikleri,

aksak piyasa olgusu, devlet müdahaleleri ve artan getiri gibi etmenlerin de modele

katılması gerekmektedir (Ateş, 1996:12).

İBY'nda büyümenin sürükleyici gücünün “bilgi” olduğu ortaya koyulmaktadır.

Bunun nedeni olarak; işgücü, sermaye ve toprak gibi geleneksel üretim faktörlerinin

azalan getiriye sahip olmaları nedeniyle iktisadi büyümenin ana dinamiğini

oluşturamayacakları unsuru gösterilmektedir. Geleneksel üretim faktörleri, kullanıldıkça

azalmakta fakat bilgi ise aksine kullanıldıkça artmaktadır. Aynı zamanda, bilgi, birden

çok mekânda ve faaliyet alanında aynı ve/veya değişik zamanlarda kullanılabilirken,

geleneksel üretim faktörlerinde böyle bir özellik mevcut değildir. Bilginin değeri

kullanıldıkça artmaktadır ve bu nedenlerden ötürü bilgi, iktisadi büyüme konusunda

geleneksel üretim faktörlerinden çok daha farklı ve önemli bir yere sahiptir (Saygılı,

Cihan ve Yavan, 2006:21).

İBY, çıkış noktaları bakımından ve dönemleri bakımından birçok şekilde

sınıflandırılmaktadırlar.

Ribeiro; 2003 yılında yapmış olduğu “Endogenous Growth: Analytical Rewiev

of its Generating Mechanisms” adlı çalışmasında İBY'nı, stratejileri bakımından üç ana

gruba ayırmıştır;

İlk stratejiyi; Romer (1988) ve (1990)'da yer alan ve yeniliklerin ve AR-GE

çalışmalarının büyüme modellerine taşındığı strateji olarak belirlemiştir. Bu tip

modellerde; iktisadi büyümenin itici gücü, içsel olarak belirlenen teknolojik gelişmedir.

İkinci strateji; Lucas (1988)'de ortaya konulan ve sürekli pozitif büyümenin

itici gücü olarak beşeri sermayenin gösterildiği İBY'dır. Bu tip yaklaşımlarda; uzun

dönem kişi başına düşen üretim artışı beşeri sermaye birikimine bağlıdır.

Üçüncü ve son strateji ise; Jones ve Manuelli (1990)'da, daha direkt bir şekilde,

Neoklasik büyüme yaklaşımının varsayımlarından yalnızca birisi olan; sermayenin

azalan getirisi varsayımını ortadan kaldırarak iktisadi büyümenin içselleştirildiği içsel

büyüme stratejisidir (Ribeiro, 2003:2).

39

Page 53: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

Ehrlich (1990) benzer bir şekilde, İBY'nı, büyümenin itici gücü olarak

tanımladıkları faktörler itibariyle üç ana grupta toplamıştır:33

-Nüfus artışı ve beşeri sermaye birikimini birer karar değişkeni olarak ele

alanlar; (Örnek; Becker, Murphy & Tamura, 1990),

-İçerilmemiş teknolojik değişmeyi, dışsal ve özerk (autonomous) bilimsel

buluşlar yerine, piyasa güçlerinin yönlendirdiği girişimci kararlarına bağlayanlar;

(Örnek; Romer, 1986 ve 1990, Lucas, 1988 ve Grossman & Helpman, 1989).

-Büyüme sürecinde kamunun rolünü bağımsız bir değişken olarak dikkate

alanlar;(Örnek; Barro, 1991 ve King & Rebelo, 1990)

Çabuk, Ateş ve Erk (1998:5)'de İBY, büyümenin ana kaynağını ele alışları

bakımından dört farklı grupta toplanmıştır;

Birinci grup; iktisadi büyümeyi AR-GE sektöründeki gelişmelere bağlayan

yaklaşımlar; (Örnek; Romer, 1990; Grossman & Helpman, 1991)

İkinci grup; fiziksel sermayeyi ve yaparak öğrenme modellerini esas alan

yaklaşımlar; (Örnek; Romer, 1986; Rebelo, 1991)

Üçüncü grup; beşeri sermaye birikimini esas alan yaklaşımlar; (Örnek; Lucas,

1988; Jones, 1996)

Dördüncü grup; kamu yatırımlarını esas alan yaklaşımlar; (Örnek; Barro, 1990)

Kibritçioğlu (1998:10-13), ise İBY'nı varsayımlarına göre gruplandırmış,

birinci ve ikinci tür İBY olmak üzere iki ana grupta incelemiştir;

“Birinci tür yaklaşımlar;34 özellikle Romer’in 1980’lerin ikinci yarısında

yaptığı yayınlar çerçevesinde gelişmiştir. Bu modellerde Neoklasik büyüme modelinden

farklı olarak; teknolojik gelişmenin içsel olduğu, ölçeğe göre artan getirilerin olduğu ve

biriktirilen faktörlerin artan marjinal verimliliği varsayımları kabul edilmektedir.

Birinci tür içsel büyüme yaklaşımlarında, araştırma-geliştirme harcamalarından,

beşeri sermayeye yapılan yatırımlardan veya hükümetin teknolojik altyapıya yönelik

yatırımlarından kaynaklanan taşmaların, artan marjinal faktör verimliliği ve ölçeğe

33 Ehrlich (1990)'dan aktaran; Ercan (2002).34 Çalışmada, birinci tür yaklaşımlara örnekler; Romer (1986), Romer (1990), Lucas (1988), Becker, Murphy & Tamura (1990) olarak verilmektedir.

40

Page 54: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

göre artan getiri koşullarında çalışılmasını sağlayacağı düşüncesinden hareket

edilmektedir.

Az sayıdaki ikinci tür yaklaşımlarda35 ise, büyüme sürecinin içselleştirilmesi

için teknolojik gelişmenin içselleştirilmesine gerek bulunmadığı, Neoklasiklerin

teknolojik gelişmenin sabitliği ve ölçeğe göre getirinin sabit olduğuna dair varsayımları

saklı tutularak, sadece, biriktirilebilen üretim faktörünün (burada: toplumsal

sermayenin) marjinal verimliliğinin azalmadığının (yani sabit kaldığı veya arttığının)

varsayılması yoluyla bile içsel bir büyüme sürecinin ortaya çıkabileceği iddia

edilmektedir.”

İBY ile ilgili bu genel sınıflandırmalar göstermektedir ki; sınıflandırmalar

genellikle, içsel büyüme çalışmalarında, büyümenin itici gücü olarak belirlenmiş olan

faktörün ne olduğuna göre yapılmaktadır. İBY konulu çalışmaların özellikle de

1980'lerin ikinci yarısından itibaren yoğunluk kazandığı ve iktisadi büyüme uğraşısının

odak noktasına bu tür büyüme yaklaşımlarının oturmuş olduğu görülmektedir. İBY'nın

daha detaylı bir şekilde anlaşılabilmesi için özellikle, Romer'in 1986 ve 1990, Lucas'ın

1988, Grossman ve Helpman'ın 1989 ve Barro'nun 1990 yılındaki çalışmalarını,

çalışmaların genel sonuçları itibariyle kısaca ele almakta fayda vardır.

Romer, 1986 yılındaki “Increasing Returns and Long-Run Growth” adlı

çalışmasında, yatırım ve üretim sürecinde sadece fiziki ürünün ortaya çıkmadığı, bu

üretim sürecinin neticesinde üretim bilgisinin de ortaya çıktığı varsayımından yola

çıkarak, ölçeğe göre artan getiriyi esas alan ekonomik modellemeler kullanmakta ve

içerilmemiş teknolojik gelişmeyi de, iktisadi büyüme modellerine bir içsel değişken

olarak yerleştirmektedir. Romer, çalışmasında, üretim ve yatırım sürecinin bir yan

ürünü olarak ortaya çıkan yeni üretim bilgisinin sadece bu yeni üretim bilgisini ortaya

çıkaran şirket için değil, aynı zamanda bütün ekonomi genelinde de verimlilik artışları

sağlayacağı sonucuna varmaktadır. Bu doğrultuda, bilginin emek ve sermaye

girdilerinden farklı olarak, aynı anda birden çok üretim alanında kullanılabilmesi,

bilgiyi, büyümenin en önemli olgusu haline getirmektedir.

35 Çalışmada ikinci tür yaklaşımlara örnekler; Jones & Manuelli (1990) ve Rebelo (1991) olarak verilmektedir.

41

Page 55: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

Lucas (1988) de, İBY'nın temel taşlarından biri olarak kabul edilmektedir.

Lucas, bu çalışmasında sadece nüfus artışının dışsal bir veri olarak alındığı bir model

yaratmış ve iki farklı sermaye çeşidi olduğunu belirtmiştir. Bu sermaye çeşitlerinden

biri; Neoklasik büyüme yaklaşımına benzer bir şekilde, üretim süreci içinde kullanılan

ve biriktirilen fiziksel sermayedir, diğeri ise; hem emek ve hem de fiziksel sermayede

verimlilik artışı sağlayan beşeri sermayedir. Lucas'ın yaklaşımında yaparak öğrenme

olgusu, beşeri sermayenin işgücü ve fiziki sermayede sağladığı verimlilik artışlarını

açıklamada kullanılmaktadır. Modelde beşeri sermayedeki artış, Arrow'un yaklaşımına

benzer şekilde rekabet edilemeyen ve dışlanamayan bir ürün geliştirilmesini sağlar ve

ekonomideki dağılma etkisiyle üretim artışları gerçekleşir. Ancak bilgiyi kamu malı

olarak kabul eden böyle bir yapıda, Ar-Ge sektöründeki araştırma faaliyetleri yeterli

düzeye ulaşmayacaktır. Bu noktada, kamuya araştırma faaliyetlerini teşvik anlamında

önemli bir rol düşmektedir (Ercan, 2002:132-133).

Lucas, çalışmasında; emeğin serbest dolaşımının sağlanmadığı durumlarda,

sadece sermayenin serbest dolaşımının dış ticarete yönelik güçlü bir eğilim yaratmadığı

sonucuna varmıştır. Emeğin dolaşımının serbest olduğu durumlarda ise her şey emeğin

üretkenliğini arttıran beşeri sermaye etkilerinin içsel olup olmadığına ve bu etkilerin bir

kişiden diğerine taşarak dışsal yararlar sağlayıp sağlamadığına bağlıdır. Beşeri

sermayenin yüksek olduğu ülkelerde her alandaki emek verimliliği daha fazladır, bu

nedenle de çalışanlar daha fazla ücret almaktadırlar. Yüksek ücretler ve emeğin serbest

dolaşımı nedeniyle yoksul ülkelerden zengin ülkelere doğru göç yaşanır ve bu durum

zengin ülkelerin durgun duruma girmelerini engellerken, diğer yandan da yoksul

ülkelerin gelişmesini engeller. Emeğin serbest dolaşımının geniş ölçüde sınırlı olduğu

bir dünyada, beşeri sermaye birikimine yönlendirilmiş politikalar, şüphesiz çok daha

fazla büyüme potansiyeli ortaya çıkaracaktır. Böyle bir durumda, tam rekabet

ortamında, beşeri sermayesini artırmak isteyen ülkelerin, yabancı yatırımlara açık

olması gerekmektedir.

Romer (1990) de Lucas'a benzer şekilde; beşeri sermaye birikiminin önemine

dikkat çekmiştir. Çalışmasında, refah artışı adına varmış olduğu en güçlü çıkarımlardan

birisi; gelecekte, uzun dönem büyüme oranlarının sağlanabilmesi adına, günümüzde

42

Page 56: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

yapılan AR-GE çalışmalarının büyük önem taşıdığıdır. Diğer önemli bir sonuç ise;

teknolojik gelişme oranının, faiz oranları ile hassas bir etkileşim içinde olduğudur.

Ancak Romer'in bu çalışmasında, önceki çalışmalarından farklı olarak ortaya koyduğu

diğer bir olgu daha vardır. Çalışmadan elde edilen sonuçlara göre; AR-GE

çalışmalarının sonuçlarının hepsi sermaye malları halinde vücut bulsa da, sermaye

malları birikimine yönelik yapılacak devlet yardımları, AR-GE çalışmalarını teşvik

edici ve dolayısıyla da teknolojik gelişmeyi sağlayıcı yardımlar olmayabilirler. Bunun

yerine, toplam beşeri sermaye artışını sağlayıcı devlet yardımları ve politikaları,

teknolojik değişimin ve uzun dönem büyümenin sağlanması adına daha etkindirler.

Modele göre; beşeri sermaye stoğunun genişliği ülkelerin büyüme performanslarını

olumlu yönde etkilemektedir. Çalışmada bu sonuçtan yola çıkılarak; serbest ticaretin,

iktisadi büyümeyi hızlandırıcı bir etki yaratabileceği sonucuna da varılmaktadır. Bu

sonuç, gelişmekte olan ülkelerin hala, ekonomik entegrasyona ayak uydurmalarıyla

birlikte elde edecekleri çeşitli faydaların olduğu sonucunu da beraberinde getirmektedir.

Grossman ve Helpman’ın 1989 tarihli “Product Development and

International Trade” adlı çalışmasına göre, ekonomik entegrasyona katılan ülkelerin

kaynak donanımları birbirlerinden farklıysa, beşeri sermaye stoku göreli olarak küçük

olan ülkede beşeri sermayenin fiyatı artarken, AR-GE sektörü ürünleri ise daha pahalı

bir hale gelecektir. Karşıt donanıma sahip ülkede bu süreç, ters yönde işleyecektir. Bu

durumda, daha gelişmiş olan ülke daha düşük büyüme oranına sahip olacak, daha zayıf

beşeri sermaye stokuna sahip olan ülke ise, serbest ticarete açılmanın sonucu olarak,

kaynakların yeniden tahsisinden yararlanacaktır. Dış ticarete açılan ülkelerin bu

girişimden en çok kazancı sağlayabilmeleri için, ölçek ekonomilerin36 oluşabileceği

piyasalar yaratmaları ve üretim sektörlerini, AR-GE ile beşeri sermaye yoğun sektörlere

doğru genişletmeleri gerekmektedir. Gelişmekte olan ekonomiler için bu çabanın

yüksek teknoloji gerektiren alanlarda yapılması zor olmakla birlikte, Hindistan, Güney

Kore, Singapur, Tayvan gibi ülkeler bilgisayar ve elektronik sanayilerde bunu

başarabilmişlerdir (Ateş, 1998:205).

36 Ölçek ekonomileri olgusu kısaca, daha geniş ölçekli üretimin sağladığı maliyet kazançlarını ifade etmede kullanılmaktadır. Ölçek ekonomileri ile ilgili daha geniş bilgi için bkz. The World Bank (2009:126-140).

43

Page 57: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

Barro (1990) da içsel büyüme dinamikleri açısından önemli sonuçlar ortaya

koymaktadır. Barro, 1960-85 arası dönem ile ilgili çalışmasında, başlangıç dönemi kişi

başına düşen milli gelir seviyesi ile uzun dönem büyüme oranı arasındaki korelasyonun

neredeyse sıfıra yakın bir değer olduğu, başlangıç dönemi kişi başına düşen beşeri

sermaye miktarı37 sabit tutulduğunda ise korelasyon değerinin negatif olduğu sonucuna

varmıştır. Dahası, başlangıç dönemi kişi başına düşen milli gelir seviyesi sabit

tutulduğunda, uzun dönem büyüme performansı ile başlangıç düzeyi kişi başına düşen

beşeri sermaye miktarı arasında pozitif bir ilişki olduğu sonucuna ulaşılmaktadır. Kişi

başına büyüme oranı ve milli gelir içindeki özel sektör yatırım oranı ise kamu

harcamaları ile negatif bir ilişkiye sahiptir. Çalışmada bu negatif ilişkinin nedeni; kamu

harcamalarının, yüksek vergi oranları gibi yatırım ve büyümeyi uyarıcı etkiler

yaratmayan çeşitli saptırmaları da içinde barındırması olarak gösterilmektedir.

Çalışmanın diğer önemli bir sonucu da; politik istikrarsızlıkların büyüme ve yatırım

oranlarını negatif etkilediği sonucudur.

Neticede; İBY, Neoklasik büyüme yaklaşımının açıklayamadığı teknolojik

gelişimi ve ülkeler arası büyüme oranları arasındaki farklılıkların nedenlerini

açıklamaya yönelik daha sistemli bir yaklaşım olarak dikkat çekmektedir. Aynı

zamanda, bilginin birikimini daha merkezi bir noktada ele almakta ve iktisadi büyüme

sürecinde kullanılabilecek makroekonomik politika enstrümanlarını da

çeşitlendirmektedir.

2.1.2.3. TARİHSEL BÜYÜME YAKLAŞIMI

İktisadi büyüme uğraşısına katkı yapan bu iki ana yaklaşımın yanında, iki

önemli yaklaşımdan daha bahsetmek yerinde olacaktır. Bu yaklaşımlardan ilki; iktisadi

büyüme sürecini tarihsel süreç içinde ele alan iktisat tarihçilerinin uğraşıları ile

şekillenmiş, tarihsel yaklaşımdır. İktisat tarihçileri uzun dönem iktisadi büyümeyi analiz

ederken ve açıklarken iki temel olgu üzerinde durmaktadırlar. Tarihsel yaklaşımda;

-Teknolojik değişim ve organizasyonel/kurumsal değişimler arasındaki ilişki

incelenmekte,

37 Çalışmada başlangıç dönemi kişi başına düşen beşeri sermaye miktarı, okula kaydolma verileri ile belirlenmiştir.

44

Page 58: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

-Bir yandan; iktisadi faaliyet ve performans arasındaki ilişki ele alınırken, diğer

yandan da toplumun diğer seviyelerindeki sosyal ve politik değişimler ele alınmaktadır.

İktisat tarihçileri, iktisadi büyümenin ana belirleyicilerini açıklarken, toplumsal

organizasyon ve politik faktörler, güç ilişkileri, kültür, bilim ve teknolojinin tarihsel

gelişimi vb. ekonomik olmayan hükümlere başvurmaktadırlar. Bu özellikleri ile, tarihsel

yaklaşımlar, faktör girdileri ve tek taraflı nedensellik ilişkilerine dayalı olarak büyüme

süreçlerine açıklık getirmeye çalışan yaklaşımlardan keskin bir şekilde ayrılmaktadırlar

(Vaitsos, 2003.13-14).

Rostow’un “The Stages of Economic Growth: A Non-Communist Manifesto

(1960)” adlı çalışması iktisadi büyümeye dair tarihsel yaklaşımların en önemlilerinden

biridir.

Rostow, çalışmasında her toplumun ekonomik bakımdan aşağıda sıralanan

evreleri geçireceğini belirtmekte ve tarihsel açıdan ekonomilerin gelişim süreçlerine

dair bir genellemeye gitmektedir.

-Geleneksel toplum aşaması; nüfusun %75'ten fazlası yiyecek üretiminde

çalışmaktadır ve yönetim toprak sahiplerinin ya da asker veya siviller tarafından

desteklenen merkezi bir otoritenin elindedir.

-Geçiş (transitional) aşaması; sanayi harici sektörlerde oluşan radikal

değişimler sonucu, kalkış aşaması için gerekli ön koşullar oluşmaktadır. Ham madde

ihracatı hız kazanır, işadamları arasında yeni sınıflar oluşur ve elit sınıf içinde iktisadi

ilerleme düşüncesi yayılmaya başlar.

-Kalkış (take off) aşaması; kişi başına düşen yatırım miktarında önemli bir artış

yaşanır. Sanayi devriminin bu önemli aşamasına üretim tekniklerindeki radikal

değişimler eşlik eder. Genişleme, ilk olarak lider sektörlerdeki küçük gruplarda görülür,

sosyal alanda ise, modern kesimin hâkimiyeti geleneksel kesimin önüne geçmeye

başlar.

-Olgunluk aşaması; genişleme; lider sektörlerden diğer sektörlere doğru yayılır

ve toplumda modern teknolojinin yaygınlaşmasının ardından gerekli değişimler

gerçekleşmeye başlar.

45

Page 59: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

-Kitle tüketim çağı; mutlak bir milli gelire erişilmesi ve özel tüketimi

arttırmaya yönelik ekonomi politikalarının formüle dilmesi ile birlikte son aşamaya

ulaşılmaktadır. Bu aşamada refahı arttıran tüketim malları ve hizmet üretimine ağırlık

verilir. Toplum, üretimden çok tüketimle, refahla ilgilenmeye başlar.

Kalkınma için kritik aşama; kalkış aşamasıdır. Bu aşamada, yatırımların milli

gelir içindeki payı yüzde 5 seviyelerinden yüzde 10 seviyelerine çıkmalı ve

sürdürülebilir büyüme için gerekli olan politik, sosyal ve kurumsal iskelet inşa

edilmelidir. Finansal kaynaklar, yüksek tasarruf oranları aracılığı ile oluşturulmalıdır.

Gelir dağılımı; sınıflar arasında, sermayeyi daha üretken şekilde kullanabilme yetisi göz

önüne alınarak gerçekleştirilmelidir (Kuhnen, 1987:15-16). Her aşama kendi ekonomik,

toplumsal ve siyasal özelliklerini içinde barındırır. Her aşamayı toplumlar iç ve dış

dinamikler nedeniyle değişik zamanlarda farklı uzunlukta ve yoğunlukta

yaşamaktadırlar.

2.1.2.4. EVRİMCİ (NEO-SCHUMPETERCİ) BÜYÜME YAKLAŞIMI

İktisadi büyüme yaklaşımları içerisinde, değinilmesi gereken diğer yaklaşım

ise Evrimci (Neo-Schumpeterci) büyüme yaklaşımıdır.

Gerek evrimci büyüme yaklaşımının ortaya çıkışında, gerekse, bilginin

önemine vurgu yapan içsel büyüme modellerinin oluşumunda, Schumpeter'in yeniliği

öne çıkaran kalkınma yaklaşımının önemi büyüktür.38 Schumpeter'in düşünce sistemini

özellikle iki önemli çalışması geniş ölçüde yansıtmaktadır; bu çalışmalar; “The Theory

of Economic Development” (1934) ve “Capitalism, Socialism and Democracy” (1942)

çalışmalarıdır (Witt, 2002:7).

Ekonomide, neden bazı insanların diğer insanlardan daha uzun ve zengin

yaşadıkları sorusundan daha önemli bir soru yoktur. Schumpeter'in bu soruya cevabı;

“kapitalizmin”, insan gelişiminin motoru ve kapitalizmin başarısının anahtarının da

“yaratıcı yıkım süreci” olduğudur (Diamond, 2004:5).

Schumpeter, kapitalizmde sürekli yaratıcı yıkım etkisi oluştuğu ve bu sürecin

dinamiklerinin ise eşitsiz gelişme ve istikrarsızlıktır. Yenilik peşinde koşmayan firmalar

38 Demir, Üzümcü ve Duran (2006), Vaitsos (2003), Ateş (1998). 46

Page 60: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

ve sektörler bu sürece ayak uyduramayacaklardır ve zamanla rekabet gücünü kaybedip,

yok olmak durumuyla karşı karşıya kalacaktır (Eşiyok, 2002:47).

Teknoloji, Schumpeterci yaklaşımda da Neoklasik yaklaşımdakine benzer bir

şekilde dışsal olarak alınmaktadır. Ancak, Schumpeter, teknolojik yenilik olgusuna

Neoklasik yaklaşımdan daha farklı bir yorum getirmiş ve tanımın anlamını

genişletmiştir, Schumpeter'e göre, teknolojik yenilik, sadece üretim sürecinde çıkan

yeni bir üretim metodu değildir, başka olguları da içermektedir. Schumpeter'e göre

yenilik türleri;

-Yeni bir malın üretilmesi (ya da mevcut bir üründe önemli bir kalitatif

değişiklik yapmak39),

-Bir endüstriye yeni bir işlem/süreç getirmek,

-Yeni bir pazarların açılması,

-Ürün veya hizmetin girdileri için yeni bir alternatif yaratmak (yeni ham madde

kaynaklarının bulunması),

-Yeni pazar örgütlenmelerine gitmektir (Bozkurt, 2007:73).

Diamond (2004:7-8), yaratıcı yıkımın olmazsa olmaz bileşenlerini ise şu

şekilde özetlemiştir;

-Yaratıcı yıkım süreci neredeyse herkesin yaşamını (yaşam kalitesini)

geliştirmektedir.

-Yeni ürünlerin ve süreçlerin oluşumunu sağlayan bu dinamik rekabet süreci,

insanların yaşam kalitelerini geliştirmede, ana ekonomi akımlarının odaklanmış olduğu

statik fiyat rekabetine göre daha önemlidir.

-Eski teknolojiler yok olduğunda (edildiğinde), çalışanlar yeniden eğitilmek ve

firmalar yeni donanımla donatılmak ihtiyacı duyabilirler, bu zor ve maliyetli bir

süreçtir.

-Yüksek piyasa payına sahip, geniş (ölçekli) firmalar, yenilikleri yaratacak olan

dinamik rekabet sürecinin önemli bir parçası haline gelirler.

Schumpeter, iktisadi büyüme teorisinin temeline girişimcilik ve girişim

olgularını koymaktadır (Witt, 2002:16-17).

39 Yeni bir tip, kalite vb. 47

Page 61: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

Ateş (1998:11), Schumpeterci büyüme yaklaşımını şu şekilde açıklamaktadır;

“...ekonominin asıl itici gücü girişimcilerin teknolojik gelişmeleri sağlamaları

ve onları uygulamaya geçirmeleridir. Bu etmen ekonominin, yeni teknolojik

gelişmelerin sağlanacağı yeni durumlara kadar önce yükselen ve ardından gerileyen

bir konjonktürel gelişmeye sahip olmasına yol açacaktır. Teknolojik gelişmelerin

süreğen bir hale dönüştürülmesi, ekonominin gelişme trendini pozitif yönlü

oluşturacaktır. Ancak kredi mekanizmasının yeterince esnek olmayışı, bu pozitif yönlü

konjonktürü olumsuz etkileyerek, kapitalist toplumun daralan bir yapıya dönüşmesine

yol açacaktır. Schumpeter, bu nedenle, sistemin nihai gelişimine karamsar biçimde

bakmaktadır.”

Temellerinde Schumpeter'in iktisadi büyüme yaklaşımından yola çıkmış olan

ve Neo-Schumpeterci olarak da anılan evrimci iktisadi büyüme yaklaşımları, geleneksel

ve Neoklasik ana iktisadi akımlara nazaran, iktisadi büyümenin kritik bileşenlerine dair

daha açık ve analitik olarak daha sofistike ayrıntıları yansıtmaktadırlar. Evrimci iktisat

yaklaşımlarının, eşitsizlik olgusu ile temellendirilen, yenilik ve değişim güdümlü

büyüme olgusu ile birlikte, heterojenlik, kararsızlık, patika bağımlılığı gibi mikro

temelli yorumların daha genel bir fenomen haline geçişini sağlayan birçok bileşene

sahip oldukları görülmektedir (Vaitsos, 2003:43).

Evrimci iktisatçılar tarafından kullanılan, “Evrim” ya da “Evrimci” olguları ile

ifade edilmeye çalışılan şey; uzun dönem değişimlerin ve bilginin ekonomik kalkınma

için ne denli önemli olduklarıdır.40

Bu doğrultuda, genel olarak, hangi disiplin tarafından şekillenmiş olursa olsun,

evrimci bir teori;

-Dinamiktir; sürece ait dinamikleri, ya da belirli kısımlarını içermektedir,

-Tarihseldir; değişmez (irrevocable) ve patika bağımlısı (path-dependent) olan

tarihsel süreçlerle uyumludur,

-Kendi kendine dönüşümü (self-transformation) açıklayıcıdır; sistemin kendi

kendine dönüşümünün kaynakları ve bu dönüşümü sağlayan güçlerle ilgili hipotezleri

içermektedir. (Witt, 2002:10).

40 Bu konuda daha geniş bilgi için bkz. Kwasnicki (2003). 48

Page 62: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

Çalışmamızın bu kısmına kadarki iktisadi büyüme sorunsalına dair genel

yaklaşımlar incelendiğinde, iktisadi büyümenin karakteristik olguları genel hatlarıyla

belirlenmiş bulunmaktadır. TEK (2003)' de sağlıklı bir iktisadi büyümenin karakteristik

olguları, çalışmamızın şimdiye kadarki kısmına açıklık getirebilecek şekilde

maddelendirilmiştir;

-Kişi başına sermaye sürekli artmaktadır.

-Sermayenin getiri oranı istikrarlıdır.

-Sermaye/hâsıla katsayısı istikrarlıdır.

-Uzun dönemde sermaye ile emek arasındaki gelir bölüşümü istikrarlıdır.

-Uzun dönemde çeşitli ülkelerde üretkenlik, farklı oranlarda artmaktadır.

-Ortalama büyüme oranı her ülkede kendi makroekonomik parametrelerine

bağlı olarak başlangıç gelir düzeyinin bir fonksiyonudur.

-Dış ticaret hacminin büyüme oranıyla, reel gelirin büyüme oranı arasında

güçlü bir ilişki vardır.

-Nüfus artış hızıyla, kişi başına gelir düzeyi arasında negatif bir ilişki vardır.

-Sermaye ve nitelikli işgücü ile niteliksiz işgücü, zengin bölge ve ülkelere

doğru göç etmektedir. Bu nedenle üretim faktörleri aynı yöne doğru hareket etmekte ve

üretim büyük ölçüde zengin bölgelerde yoğunlaşmaktadır. Bu şekilde belli bir mekânda

ortaya çıkan kritik kütlenin yarattığı sinerji, endüstriyel kümelenmelere ve

odaklaşmalara yol açmaktadır. Bu kümelenmeler ve odaklaşmalar ise, yarattığı ağ

dışsallıkları nedeniyle bölgeler arasında gelir farklılıkları yaratmaktadır.

-Kişi başına fiziki sermaye birikimi kişi başına reel gelir artışını tek başına

açıklamada yetersizdir. Ülkeler arasındaki kişi başına reel gelir düzeyi veya büyüme

oranı farklılıklarını, faktör birikiminin ötesinde, teknoloji düzeyleri veya toplam faktör

verimliliği açıklamaktadır.

-Kişi başına düşen reel gelir düzeyi bakımından ülkeler arasında büyük ve

giderek artmakta olan farklılıklar vardır. Koşullu yakınsamanın yanı sıra, ondan daha

çok ıraksama geçerlidir.

-Sermaye birikimi sürekli bir olgu olmasına karşılık, iktisadi büyüme göreli ve

tarihsel bir olgudur.

49

Page 63: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

-Kişi başına gelir düzeyi bakımından önder ülke olma konumları geçicidir.

Başka bir deyişle, zengin ülkeler zamanla fakir, fakir ülkelerse zamanla zengin ülke

haline gelebilir.

-Ulusal iktisat politikaları, kişi başına gelir düzeyi yanında uzun dönemli

büyüme oranı üzerinde de etkilidir.

Modern iktisadi büyüme yaklaşımlarının ele almış olduğumuz kısmı ile iktisadi

büyüme ile ilgili olarak bize verdiği ipuçları yukarıda belirtilmiştir, ancak, bu etmenlere

iktisadi büyümenin dinamikleri içine yerleştirilebilecek birçok sosyal, kültürel,

psikolojik, coğrafi vb. etmenler daha eklenebilir.41 Bununla birlikte, belirtmiş

olduğumuz karakteristik olgular iktisadi büyümenin temel dinamiklerinin anlaşılması

için yeterlidir. Bahsi geçmiş olan iktisadi büyüme yaklaşımlarının, devletlerin büyüme

stratejilerine nasıl etki ettikleri ise çalışmamızın takip eden bölümünde ele alınacaktır.

2.2. İKTİSADİ BÜYÜME STRATEJİLERİ

İktisadi büyüme uğraşısı, İkinci Dünya Savaşı sonrasında, ilgilerin

kalkınmışlığa doğru yönelmesiyle birlikte, iktisat literatüründeki en önemli uğraşı

alanlarından biri haline gelmiştir. İktisadi büyümenin öneminin artması ile birlikte,

iktisadi büyüme ile ilgili çalışmalar ve öneriler de bu yönde gelişmiştir. Gelişen bu

çalışmalar ve önermeler doğrultusunda devletler çeşitli iktisadi büyüme stratejileri

geliştirmeye başlamış ve uygulamaya geçirmişlerdir.

Ticaret ve büyüme literatürü incelendiğinde ise, dış ticarete açıklığın iktisadi

büyüme performansını nasıl etkilediği konusunun en önemli ve eski konu başlıklarından

biri olduğu görülmektedir. Dış ticaretin, ülkelerin kalkınmalarındaki rolünün ne

olduğuna dair olan soruya, Klasik ve Neoklasik iktisadi yaklaşımın vermiş olduğu

cevap; dış ticaretin ülkelerin kalkınmasına etkileyici bir şekilde yardımcı olduğu

yönündedir. Ticaret üretkenliği ve etkinliği arttırmanın yanında, aynı zamanda

büyümenin de “motoru” görevini görmektedir. Diğer yandan, kimi iktisadi çevreler

tarafından ise, özellikle de gelişmekte olan ülkelerin, yurtiçi piyasalarını dikkate alarak,

kendi kalkınmalarını sağlayabilmeleri için, dış ticarete kapalı ve ithal ikamesine dayalı,

41 Bu tür çalışmalar için bkz. Hall & Jones (1996, 1999), Barro & McCleary (2003). 50

Page 64: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

içe dönük büyüme stratejilerini yaratmalarının gerekliliği de şiddetli bir şekilde

savunulmaktadır (Bahmani & Niroomand, 1999:557).

Çalışmamızın bu bölümünde, 20. yüzyılın özellikle de ikinci yarısından

itibaren başlayan iktisadi büyüme yarışı ve bu yarışın gelişim süreci içinde, en önemli

konulardan birisi haline gelen ticaret ve büyüme ilişkisi ile ilgili incelemeler ele

alınmaya çalışılacaktır.

2.2.1. İTHAL İKAMESİNE DAYALI BÜYÜME STRATEJİLERİ

(İİDBS): BRETTON WOODS SİSTEMİ ve KORUMACILIK

2.2.1.1. BRETTON WOODS SİSTEMİ ve ORGANLARI

20. yüzyılda Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarının, dünya haritasında ciddi

değişimlere neden olduğu görülmektedir. Kimi sömürge ülkeler özgürlüklerini

kazanmışlar, kimi imparatorluklar dağılmış, kimi yeni devletler doğmuş ve bunların

neticesinde yeni bir coğrafi ve siyasi dünya düzeni ortaya çıkmıştır. Bu ülkelerin

ekonomilerinin gelişmesinin ve bu ülkeler ile birlikte, savaşlardan büyük kayıplar

vererek çıkmış olan gelişmiş ülkelerin de, savaşın yıkıcı etkilerinin izlerinden

kurtulmasının dünya ekonomisinin gidişatı için önemli olgular oldukları özellikle de 20.

yüzyılın ortalarından itibaren hemen her platformda dile getirilmeye başlanmıştır.

Günümüz dünyasının genel ekonomik çerçevesinin de bu dönemde yapılan girişimlerin

bir neticesi olduğu söylenebilir (Bsb, 2008:31-34).

Temmuz 1944'te ABD'nin New Hampshire eyaletinin küçük bir beldesi olan

Bretton Woods'da yapılmış olan Birleşmiş Milletler Para ve Finans Konferansı, İkinci

Dünya Savaşı sonrası küresel ekonomik sistemin oluşturulması için atılmış en büyük

adım olarak kabul edilmektedir. Konferans sonucunda imzalanan "Uluslararası Para

Anlaşması" ile uluslararası ödemelerde kullanılacak yeni bir sistem geliştirilmiştir.

Doğu bloğu ülkeleri dışındaki 44 ülkeden 730 delegenin katıldığı bu toplantı, pek çok

açıdan günümüz küresel ekonomik ve siyasi düzeninin oluşmasına neden olan etmenleri

içinde barındırmaktadır.

Bretton Woods'taki konferans ile oluşturulan sistemin temelleri iki önemli

iktisatçı; John Maynard KEYNES ve Harry Dexter WHITE tarafından

51

Page 65: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

oluşturulmuştur.42 Konferans ile gerçekleştirilmeye çalışılan ise toplantının açılış

konuşmasını gerçekleştiren J.M. Keynes tarafından şu şekilde aktarılmıştır;

“ Bizler, bu konferansın delegeleri olarak, burada başarılması çok güç bazı

şeyleri başarmayı denemek için toplanmış bulunmaktayız. Biz burada, her birimizin

kendi tatminini sağlaması ve kendimize özgü olarak en kabul edilebilir olan çözümü

bulmak için toplanmadık. Bu çok kolay olurdu. Bizim görevimiz herkesçe

uygulanabilecek ve hiç kimseyi rahatsız etmeyecek, genel bir ölçü, genel bir standart,

genel bir kural bulmak olacaktır (Keynes, J.M., 1944:103).”

Bu açıklama; bütün ülkelerin benimseyebileceği bir genel ekonomik sistemin

yaratılmasının ne denli zor olduğunun bir ifadesidir.

Keynes ve White'ın düşünceleri çeşitli nedenlerden ötürü birbirlerinden çok

farklı fikirlermiş gibi tarif edilmektedirler, ancak, aslında olağanüstü benzerliklere de

sahiptirler. White planına göre; bir İmar (Reconstruction) bankası (bugünün Dünya

Bankası) ve bir Uluslararası İstikrar Fonu'nun (günümüz IMF'si) kurulması

gerekmektedir. Keynes'in planı da benzer işlevlere sahip kurumların kuruluşunu önerir.

İki plan arasındaki en önemli fark ise; Keynes'in IMF'ye para yaratma yetisini de

vermek istemesidir, böylece kurumun işlevi daha geniş bir yelpazeye yayılabilecektir.

Ödemeler dengesindeki dengesizlikler ele alındığında, Keynes, ödemeler dengesinde

fazla veren ülkelerin de, açık veren ülkeler kadar sorumluluk yüklenmelerini ve politika

değişikliğine gitmelerini amaçlamaktadır. Keynes'e göre, küresel bir ekonomik

çözümün sağlanması adına, ödemeler dengesi fazlalıkları veren ülkeler de ödemeler

dengesi açıkları veren ülkelerden olan ithalatlarını arttırmalı ve bir dış ticaret dengesi

yaratmalıdırlar (Dammasch, 2000:5-6). Planda dış fazla vermeyi caydırmak amacıyla

bir tür negatif faiz yürütülmesi, fazla veren ülkeden revalüasyon yapmasının, ithalat

kotalarını kaldırmasının, genişletici maliye ve para politikalarını uygulanmasının

istenmesi gibi önlemlere yer verilmiştir. Keynes planının önemli bir yönünü oluşturan

bu özellik, dış dengesizlikleri giderme yükümlülüğünün dış fazla veren ülkelere de

yüklenmesi arzusunu yansıtmaktadır. Keynes, aynı zamanda, IMF'nin merkezinin,

siyasi çevrelerin etki alanı dışında kalabilmesi ve birliğin idaresinin teknik personele

42 Braithwaite & Drahos (2000:97), Öztürk (2002:98). 52

Page 66: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

bırakılmasını kolaylaştırmak için New York'ta olmasını önermiştir (Öztürk, 2002:99).

Diğer yandan White ise, dengesizlik sorununun sadece açık veren ülkelerin sorunu

olarak görülmesi gerektiğini belirtmiştir. Günümüz iktisatçıları, White'ın öngörülerinin

yanlış olduğu, Keynes'in ise daha ileri görüşlü bir tutum sergilediği konularında

hemfikirdirler (Dammasch, 2000:5).

Bretton Woods konferansında Keynes'in planından ziyade White'ın planı daha

fazla kabul görmüştür. Schwartz P. (2000:28), Keynes planının İkinci Dünya Savaşı

sonucunda yıkılmış ve zayıf düşmüş Avrupa'nın çıkarlarını koruduğunu ve uluslararası

ilişkiler açısından daha demokratik bir nitelik taşıdığını belirtmektedir. Buna rağmen,

Bretton Woods Konferansında kabul görmemesini ise ABD'nin politik gücünün

Keynes'in akademik gücü karşısında baskın gelmesine bağlamaktadır. Bu yorumda,

White'ın dönemin önemli bir iktisatçısı olmasının yanında, ABD Hazine Başkanı olması

detayının da etkisi vardır.

Bretton Woods Konferansı sonucunda alınan kararları ve neticelerini şu şekilde

özetlemek mümkündür;43

-1929 krizinin derslerinden hareketle,44 finansal piyasalar ulusal devletlerin

hizmetine verilmiş ve bu şekilde denetim altına alınmıştır,

-Bu sistemi korumak ve düzenlemek için Uluslararası Para Fonu (International

Monetary Fund-IMF) ve Dünya Bankası’nın (World Bank) kurulması kararlaştırılmıştır.

Bu yolla, önce savaş yıkımına uğrayan Avrupa’nın, daha sonra da bağımsızlıklarını yeni

kazanmaya başlayan eski sömürgelerin dünya ekonomisine katılmasına yardım edecek

kaynak gereksiniminin bu iki kuruluşun katkılarıyla ve gözetiminde sağlanması

öngörülmüştür. Ayrıca, konferans sonucunda, Dünya Ticaret Örgütü (World Trade

Organization) nün de kurulması kararlaştırılmıştır,45

43 Dammasch (2000:5-6), Braithwaite & Drahos (2000:97-101), Öztürk (2002:102-103), Schwartz (2000:29), Bsb (2008:32).44 Literatürde piyasa sisteminin başarısızlıkları olarak gösterilen olaylar; aksak rekabetin oluşumu, kamu malları üretimi konusu, dışsallıklar, eksik piyasalar ve bilgi sağlamada yetersizlik, işsizlik sorunu, enflasyon ve ekonomik istikrarsızlık şeklinde sıralanabilmektedir (Stiglitz, 1998:5).45 Ancak; Braithwaite & Drahos (2000:99), Dünya Ticaret Örgütü'nün ABD 'nin kaygıları nedeniyle ölü doğmuş olduğunu belirtmektedirler. Bu örgüt yerine, işlevsel açıdan zayıf bir anlaşma olarak belirtilen bir “Genel Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Anlaşması” (General Agreement on Tariffs and Trade) imzalanmıştır.

53

Page 67: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

-Dolar, altına bağlanarak uluslararası rezerv para olarak kabul edilmiştir.

Anlaşmaya katılan ve parasını altına dönüştürülebilir yapmayı kabul eden her ülkenin

parasının değeri dolara göre saptanmıştır. Anlaşma ile 1 ons altın = 35 dolar ya da 1

dolar 0,88867 gr. altın olarak belirlenmiş ve ABD dış talep olduğunda doları bu parite

üzerinden altına çevirmeyi kabul etmiştir. Diğer IMF üyelerinin ulusal paralarının

değeri de ABD doları karşısında belirlenmiş ve fona kaydedilmiştir. Bu paraların dolar

karşısındaki değerlerinin yukarı ve aşağı yönlerde %1 oranını aşmayan bir sınır içinde

dalgalanmalarına izin verilmiştir. Serbest döviz piyasasında bu sınırların aşılması

durumunda ilgili ülkenin Merkez Bankası döviz alım satım işlemleri yürüterek

paritelerin istikrarını sağlamakla yükümlü tutulmuştur, %10 oranını aşan devalüasyonlar

için IMF'nin görüşü ve onayı gerekli kılınmıştır (Öztürk, 2002:100).

Özü itibariyle açıklanmaya çalışılan Bretton Woods sisteminin temel amacı,

kısa dönemli dalgalanmalar karşısında sabit kurların korunabilmesini sağlayacak bir

kurallar dizisinin yaratılmasıdır. Bretton Woods çerçevesinde döviz kurlarındaki

değişme sadece uzun dönemde ve ödemeler dengesi bilançolarının sürekli açık veya

fazla vermeleri durumunda gündeme gelmiştir. Ayrıca, ülkeler tarafından bu tür bir

döviz kuru değişmesinde bir dizi rekabetçi devalüasyonlar zincirinin oluşmamasını

sağlayacak bir mekanizmanın gerçekleştirilmesi de amaçlanmıştır (Parasız, 2000:562).

Bretton Woods konferansı sonucunda alınmış bir dizi kararla ve piyasaların

çoğu zaman kötü işlediğine dair yargıların bir sonucu olarak kurulan IMF ve Dünya

Bankası'nın yapmış olduğu işbölümüne göre; IMF, ekonominin talep yönüyle

ilgilenecek ve istikrar problemleri temel uğraşı alanı olacaktır, Dünya Bankası ise; savaş

sonrası dönemin gelişmekte olan ülkelerine ve yıkılmış Avrupa'sına dikkatini

yoğunlaştıracaktır (Soyak ve Bahçekapılı, 1998:50).

İki önemli Bretton Woods kuruluşundan biri olan IMF, kendi amacını temelde;

kapsamlı ekonomi politikaları ile krizleri önlemek olarak tanımlamaktadır. Ayrıca, IMF

kendini ülkelerin ödemeler dengesindeki kısa/geçici dönemli finansman zorluklarında

başvurdukları bir kuruluş olarak görmektedir (Doğruel ve Doğruel, 2006:33). IMF'nin

54

Page 68: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

ana sözleşmesindeki birinci madde, kuruluşun amaçlarını içermektedir ve son elli yıldır

neredeyse hiç değiştirilmemiştir. Birinci maddede belirtilen amaçlar şu şekildedir;46

-Uluslararası ticaretin arttırılması ve uyumlu bir şekilde gelişmesi. Bu şekilde,

üye ülkelerdeki istihdamın, üretkenliğin ve gelirlerin arttırılması,

-Döviz kurlarında istikrarlı bir seyrin sağlanması,

-Uluslararası seviyedeki parasal işbirliğin arttırılması,

-Belirli garantiler karşılığında, üye ülkelerin, fon kaynaklarından

yararlanmalarını sağlamak ve üye ülkelerin, çeşitli güvenceler aracılığıyla, ulusal ve

uluslararası platformdaki refahları tehlikeye sokulmaksızın, cari ödemelerindeki

dengesizliklerinin bertaraf edilmesi,

-Üye ülkeler arasındaki cari ödemelerde, çok taraflı bir ödemeler sisteminin

yaratılması ve kambiyo kısıtlamalarının ortadan kaldırılması,

-Üye ülkelerin cari ödemelerinde ortaya çıkan dengesizliklerin sürelerini

kısaltmak ve yoğunluğunu azaltmak.

Bretton Woods sisteminin diğer önemli kuruluşu olan Dünya Bankası'na ise

IMF'den daha farklı bir görev verilmiştir. Dünya Bankası' nın ana kuruluş amacı;

Avrupa'nın ekonomik ve sınai olarak yeniden yapılanmasının sağlanması ve gelişmekte

olan ülkelerin sanayileşme sürecine yardımcı olmaktır (Braithwaite & Drahos,

2000:98). Dünya Bankası ana amacını genellikle, ihtiyaç duyan ülkelere uzun vadeli

kredi sağlayarak gerçekleştirmektedir. Bu doğrultuda, Dünya Bankası, gelişmiş

ülkelerin mali olanaklarını gelişme yolundaki ülkelere kanalize etmek ve dünya

genelindeki yaşam kalitesini arttırmak için çaba gösteren bir kuruluş olarak

gösterilmektedir.

2.2.1.2. İTHAL İKAMESİNE DAYALI BÜYÜME

1944 yılında Bretton Woods Konferansı ile yaratılmaya çalışılan küresel

ekonomik sistemin etkileri, ülkelerin iktisadi büyüme stratejilerine de yansımıştır. Bu

doğrultuda, Bretton Woods sisteminin etkin olduğu İkinci Dünya Savaşı sonrası

dönemde ülkelerin iktisadi büyüme stratejilerinin genel olarak korumacı bir eksene

oturtulduğu gözükmektedir. Aynı dönemin hâkim büyüme anlayışı; “İçe Dönük

46 Öztürk (2002:102-103), Fischer (1998). 55

Page 69: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

Büyüme Anlayışı” ve bu anlayışa yönelik büyüme stratejileri de; “İthal İkamesine

Dayalı Büyüme Stratejileri (İİDBS)” olarak adlandırılmaktadır.

İİDBS temelde, yurtiçi yatırımdaki ve teknolojik imkânlardaki artışın, yurtiçi

üreticilerin ithalat mallarına karşı (geçici olarak) korunması ile gerçekleşebileceği

düşüncesinden çıkmıştır ( Rodrik, 2001:14)

Krueger (1997:3-4), İİDBS'nin dış ticaret ile ilgili, ön kabul olarak belirlediği

noktaları şu şekilde açıklamaktadır;

-Kalkınmakta olan ekonomilerin üretim yapıları ağırlıklı olarak işlenmemiş

mamul (ham madde ve temel tüketim malları) üretimine dayalıdır. Bu nedenle, yurt dışı

pazarlarda yüksek miktarda tüketilen işlenmiş mamullerin (manifaktür) üretimine

geçilmedikçe dış ticarete açılmak da gereksiz görülmektedir.

-Eğer kalkınmakta olan ülkeler serbest ticarete uyumlanırlarsa, bu ülkelerin

işlenmemiş mallarda olan karşılaştırmalı üstünlükleri sonsuza kadar sürecektir. Bu

nedenle bu ülkelerin sanayileşmeleri ve bunun bir sonucu olarak da kalkınmaları hiçbir

zaman gerçekleşmeyecektir.

-İşlenmemiş mamullere olan talep ile ilgili küresel gelir ve fiyat elastikiyetleri

düşük olduğundan, ihracat gelirleri çok yavaş bir şekilde artacaktır.

-Sermaye birikimi, büyüme için kritik öneme sahiptir ve kalkınmanın ilk

aşamalarında sermaye birikimi, ancak sermaye mallarının ithalatı ile

gerçekleşebilmektedir. Bu durumda, üretim süreçleri içinde kullanılan sermaye malları

ve diğer malların ithalatına olan talep artacaktır ve bu nedenle döviz girdileri hızlı bir

biçimde düşecektir. Neticede; devamlı bir büyümenin sağlanabilmesi ancak, ithal ikame

malların üretiminin hızlı bir şekilde sağlanabilmesi ile gerçekleşebilir.

-Kalkınmakta olan ekonomilerde üreticiler (genel anlamda köylüler) daha

geleneksel üretim yapılarına sahiptirler ve fiyat değişimlerine karşı yeterince hassas

değildirler. Bu nedenlerden ötürü uluslararası ticarete açılmadan önce ithalat mallarının

üretilebileceği ve fiyatların uluslararası pazarlardaki gelişmeler doğrultusunda

belirlenebileceği bir yurtiçi sanayileşmenin ve bunun ön koşulu olarak altyapının

gelişmesi gerekmektedir.

56

Page 70: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

İİDBS, aslen 20. yüzyılda ortaya çıkmış bir strateji değildir. Çoğu iktisatçı,

İİDBS'nin çıkış noktasını Alman ekonomist George Friedrich List (1789-1846)'in

iktisadi önerilerine dayandırmaktadır. Özellikle de List'in; “Bebek Sanayileri Koruma

Politikası” İİDBS'nin temelini oluşturmuştur.47 List'in Alman bir ekonomist olması ve

İngiltere'de yerleşmiş olan sömürgeci ve kapitalist sistemin, List'in döneminde daha

yeni Almanya'da yerleşmekte olması, List'i İngiltere'deki meslektaşı A. Smith'in serbest

ticaret ve liberallikle ilgili olan yaklaşımının tam tersi bir yaklaşıma sürüklemiştir. List,

liberal ve evrensel bir ticaret politikasını reddetmekte ve Almanya'nın ihtiyacı

doğrultusunda olduğuna inandığı, ülke içindeki gelişmekte olan ve uluslararası rekabete

açılmaya hazır olmayan sanayileri kapsayan, “korumacı” iktisat politikalarını

önermekteydi (Kazgan, 2004:180).

List, kalkınmışlık açısından birbirine yakın olan ülkeler arasındaki serbest

ticaretin bu ülkelerin yararına olduğunu, fakat farklı kalkınma düzeylerine sahip ülkeler

arasındaki serbest ticaretin ise yararlı olmadığını savunmakta ve gelişmelerinin erken

safhalarında olan ülkelerin, gelişmiş ülkeler karşısında korumacı politikalar

uygulamaları gerektiğini belirtmektedir. List'e göre, bu korumacı politikaların başarılı

olarak uygulandığı ilk ülke İngiltere olarak gösterilmektedir (Chang, 2003:19-20).48

İçe dönük büyüme yaklaşımının bir ifadesi olarak, İİDBS ile de, ithal edilen

malların yurt içinde üretilen mallarla ikame edilmesi ve iç talebin bu şekilde

karşılanması amaçlanmaktadır. Bu durumun oluşturulabilmesi için “korumacılık”

gerekmektedir. Daha genel anlamda; devlet müdahalesi gerekli görülmektedir.

Devletler, korumacı faaliyetlerini, tarifeler ve ithalat kotaları aracılığı ile

gerçekleştirebilecekleri gibi, döviz kurları, üretim girdilerinin fiyatları ve faiz oranları

aracılığı ile de gerçekleştirebilmektedirler. Bu yolla, devlet müdahaleleri aracılığı ile

yurtiçi üretimin şevklendirilmesi hedeflenmektedir (Bruton, 1998:908). Neticede;

İİDBS ile devletin, ekonomik alanda aktif bir role soyunması amaçlanmaktadır. Devlet,

dış rekabete kapalı bir ekonomide, altyapı yatırımları, üretim faaliyetleri, kurlar ve

47 Kazgan (2004:180), Chang (2003:19-20), Krueger (1997:4-5).48 Bairoch & Kozul (1996:7-9) da, bebek sanayileri koruma politikalarının GGÜ'nin çoğunun gelişme evrelerinin erken aşamalarında kullanılmış olduğunu belirtmektedirler. GGÜ'nin gelişim süreçlerinin erken evrelerinde uygulamış oldukları iktisat politikalarının daha geniş bir şekilde ele alındığı incelememiz için bkz. sf. 103-124.

57

Page 71: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

faizler gibi konularda müdahalelerde bulunarak, sermaye birikiminin arttırılmasına ve

iktisadi büyümenin hızlandırılmasına katkıda bulunmaktadır. Bu şekilde hareket

edilerek, sanayinin geliştirilmemesi ve iktisadi büyümenin sağlanması amaçlanmaktadır

(Saygılı, Cihan ve Yurtoğlu, 2005:45). İİDBS ile birlikte devlet, ekonomik faaliyetlerin

ortasına oturtulmakta ve sosyalleşerek “sosyal devlet” haline getirilmektedir.

İthal ikamesinin sağlanması süreci iki aşamalı bir süreç olarak ele alınmaktadır.

İthal ikamesinin ilk aşaması, dayanıksız tüketim mallarının ithal ikamesinin

sağlanmasıdır. Bu aşamada, dayanıksız tüketim mallarının üretimini yapan sanayiler

kurulmakta ve yurtiçi potansiyel talebin teşviki ile gelir artışı sağlanmaktadır. Yurtiçi

üretimin karlı olduğu noktada zaten sanayi gelişimi bir desteğe ihtiyaç duymadan

genişleyeceği için bu evrede ithal ikamesinin ikinci aşaması olan, ara malları ve yatırım

malları üretimini yapabilecek sanayinin geliştirilmesine yönelik ithal ikameci

politikalara geçilmektedir. İthal ikamesinin ikinci aşaması, sermaye mallarının ithal

ikamesinin sağlanmasına yöneliktir (Han ve Kaya, 2004:200).

İİDBS, bu genel karakteriyle, tam da Bretton Woods sonrası ekonomik anlayışı

ve Klasik İktisadi Büyüme teorilerinin genel özelliklerini yansıtmaktadır. İİDBS

doğrultusunda, kurlar devletler tarafından belirlenmekte ve sabit kur politikası

güdülmektedir. Bununla birlikte, faiz oranları da üretim artışına destek vermek

amacıyla, genellikle piyasa denge seviyesinin aşağısında tutulmaktadır ve devletler

tarafından belirlenmektedir.49

İİDBS İkinci Dünya Savaşı sonrasında, geniş ölçüde kabul görmüş ve

uygulanmıştır. Ancak, 1960'lı yıllardan itibaren, özellikle de gelişmekte olan ülkelerde

ve ABD'deki ihracat performanslarında ortaya çıkan olumsuz seyir ve ödemeler

dengesinde baş gösteren sorunlar, İİDBS ile ilgili güvenin sarsılmasına neden olmuştur.

İİDBS'nin, bir ekonominin büyümesi için ihtiyaç duyulan döviz kaynağını

sağlayamaması ve buna bağlı olarak İİDBS uygulayıcısı olan ülkelerin, ödemeler

dengelerinde meydana gelen olumsuzluklarla karşı karşıya kalmaları sonucunda, bu

ülkelerin ihracata dayanan bir büyüme politikasını benimsemeleri gerektiği görüşü

giderek güçlenmeye başlamıştır (İto, 2003:13).

49 Edwards (1993), Bruton (1998). 58

Page 72: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

İİDBS'nin ekonomik büyüme sürecini olumsuz yönde etkilediğine dair

eleştiriler temel olarak iki ana noktada toplanmaktadır. Birinci eleştiri; İİDBS'nin ithal

girdilere ve iç pazara yönelik olmasına yöneliktir, iç pazarın gelişmesi ithal ikameci

süreçte zamanla yavaşlamaktadır, ayrıca, çoğu gelişmekte olan ülkede ithal ikameci

sürecin ikinci aşamasına geçilmesi için gerekli olan nitelikli işgücü, teknoloji ve

bilginin yeterli düzeyde olmaması, İİDBS'in bir noktadan sonra tıkanacağını

göstermektedir. İkinci eleştiri ise; sanayilerin geliştikçe daha fazla ara malları ve yatırım

malları ihtiyacı duyacağı noktasındadır, ara malları ve yatırım mallarına duyulan bu

ihtiyaç, ithal ikameci süreçte ihracat geleneksel yapısını koruduğu için ihracat

gelirleriyle karşılanamamaktadır, bu nedenlerden ötürü ithal ikamesine dayalı sermaye

birikimi ancak artan dış borçlanmayla mümkün olmaktadır. Ülkeler tarafından daha

fazla dış borçlanmaya gidilmekte ve bu durum da ülkeleri derin ödemeler bilançosu

açıklarıyla karşı karşıya bırakmaktadır (Han ve Kaya, 2004:201-202).

Güçlenen bu görüşlerin, politik çerçevede de destek bulması sonucu, 1970'li

yılların ortalarından itibaren, İİDBS'ler yerlerini “İhracata Dayalı Büyüme Stratejileri

(İDBS)”ne bırakmıştır.

2.2.2. İHRACATA DAYALI BÜYÜME STRATEJİLERİ (İDBS): DIŞ

TİCARET ve KÜRESELLEŞME

2.2.2.1. KLASİK DIŞ TİCARET YAKLAŞIMLARI

İhracatı arttırmaya yönelik büyüme stratejilerinin geniş olarak dile getirilmeye

başlandığı yıllar, Bretton Woods sisteminin kurulduğu zaman dilimiyle aynı döneme

denk gelmektedir (Bhagwati & Srinivasan, 1999:21).

İDBS'nin de çıkış noktasını oluşturan ana merak konusu; ülkelerde iktisadi

büyüme adına ihracatın desteklenmesinin mi, yoksa ihracat artışlarını da sağlayacak

olan iktisadi büyüme için uğraş verilmesinin mi doğru olduğuna yöneliktir? (Konya,

2004:2). 1960'lı yıllardan itibaren şiddetli bir şekilde tartışma konusu olan bu soru,

günümüzde de önemli bir tartışma konusu olarak güncelliğini korumaktadır. İhracatın

desteklenmesine yönelik fikirlerin ortaya atılması ise, bu konuda genel bir fikir

birliğinin oluştuğu söylenen günümüzden, çok daha önceki tarihlere dayanmaktadır. Bu

çerçevede, İDBS'nin kökleri A. Smith ve D. Ricardo'nun, klasik iktisat çerçevesindeki

59

Page 73: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

görüşlerine kadar götürülmektedir. A. Smith'in az gelişmiş ülkelerin (dönemin koloni

ülkeleri) gelişebilmesi için ihracatlarının artması gerektiği önerisi ve D. Ricardo'nun

“Karşılaştırmalı Üstünlükler Teorisi (KÜT)”, günümüz İDBS'nin ana çıkış noktasıdır

(Gübe, 1997:19). Ancak, KÜT ile ilgili genel bilgi verilmeden önce A. Smith'in

“Mutlak Üstünlükler Teorisi (MÜT)” ele alınmalıdır.

Varsayımları temelinde ele alındığında aslında MÜT ve KÜT arasında genel

benzerlikler olduğu görülmektedir. Her iki teori de, iki ülkeli, iki farklı malın ve iki

farklı üretim faktörünün olduğu bir modelde, tam istihdam, iç ve dış dengede eş

zamanlılık, ülkeler için sabit üretim faktörleri, ülke içinde hareketli, ülke dışında

hareketsiz üretim faktörleri, ülkelerde aynı üretim teknolojisi olduğu ve mallardaki

üretim maliyetlerinin sıfır olduğu varsayımları ışığı altında, arz odaklı-statik analizlere

başvurmaktadır (Oktay, 2002:41-43).

Smith, MÜT'nde A ve B gibi iki farklı ülke ele almaktadır, iki ülkede de C ve

D isimli iki farklı mal üretimi yapılmaktadır. A ülkesinde belirli bir zamanda üretilen C

malı miktarı, B ülkesinde aynı sürede üretilen C malı miktarından fazladır. D malı için

ise bu ilişkinin tam tersi bir ilişki geçerlidir. Bu durumda, A ülkesi C malının, B ülkesi

de D malının üretiminde uzmanlaşmaya gitmelidir. Her ülkenin kendi mutlak üstünlüğü

olduğu mallarda uzmanlaşmaya gitmesi ile birlikte, dünya genelinde de kaynaklar daha

etkin bir şekilde dağılacak ve kaynak israfının da böylece önüne geçilmiş olunacaktır.

Bu doğrultuda, Smith dünya genelinde ticari engellerin kaldırılması taraftarıdır (Oktay,

2002:41).

Ricardo ise konuya biraz daha farklı bir açıdan yaklaşmaktadır. Ricardo temel

prensip olarak Smith ile aynı görüşü paylaşmaktadır. Yani; her ülkenin sahip olduğu

faktör dağılımı farklıdır ve bu farklılıktan dolayı da, her ülke farklı malların üretiminde

farklı avantajlara ya da dezavantajlara sahiptir. Bu durum ürünlerin üretim

maliyetlerinin de ülkeden ülkeye değişiklik göstermesi anlamına gelmektedir (Dpt,

2000a:24). Bununla birlikte Ricardo'ya göre; iki farklı malın söz konusu olduğu bir

modelde, iki ülkeden bir tanesi her iki malın üretiminde de diğer ülkeye göre daha fazla

üretim yapma olanağına sahip olabilir. Bu durumda, her iki malda da üretim açısından

dezavantaja ve kıt kaynaklara sahip olan ülke, dezavantajının en az olduğu ürünün

60

Page 74: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

üretiminde uzmanlaşmalıdır. Bu durum, karşılaştırmalı üstünlük olarak açıklanmaktadır.

Ricardo, Smith'e benzer bir şekilde, bütün dünyadaki ticari engellerin kalkması ile

birlikte, ülkelerin diğer ülkelere göre karşılaştırmalı olarak üstün oldukları alanlarda

uzmanlaşmaya gideceklerini ve bu yolla, evrensel çerçevede kıt kaynakların

dağılımındaki etkinliğin artması ile birlikte dünya genelinde bir refah artışı olacağını

öne sürmektedir.50

Klasik dış ticaret yaklaşımlarına önemli bir katkı da Mill'den gelmiştir. Mill,

Smith ve Ricardo tarafından geliştirilen arz yönlü dış ticaret yaklaşımlarında ihmal

edilen talep unsurunu analize dâhil etmiştir. Mill, yeni bir ihraç malının pazara

sokulması ya da ihraç mallarının üretiminde maliyetleri düşürücü yeni bir teknolojinin

gelişmesi ile birlikte ülkeler karşılıklı talep ile belirlenen ithal mallarını daha ucuza

alabilme yeteneğine kavuşurlar. Bu da dış ticaret kazancının artışı anlamına gelmektedir

(Bayraktutan, 2003:177).

2.2.2.2. YENİ DIŞ TİCARET YAKLAŞIMLARI

Klasik yaklaşımdan sonra, hâkim iktisadi yaklaşım olarak ortaya çıkan

Neoklasik yaklaşımda da, Ricardo'nun karşılaştırmalı üstünlükler yaklaşımının genel

hatlarıyla korunduğu gözlemlenmektedir. Neoklasik yaklaşımdaki tek fark ise,

Neoklasiklerin, ülkeler arasındaki verimlilik farklarının uluslararası ticaretin gelişmesi

için yeterli bir sebep olduğu görüşünü benimsemiş olmalarıdır. Daha sonra ortaya

çıkacak olan Heckscher-Ohlin teorisinde de verimlilik farkları, faktör donanımına

bağlanmıştır.51 Hecksher-Ohlin teorisine göre, her ülke yüksek oranlı olarak sahip

olduğu faktörün yoğun biçimde kullanıldığı malların üretiminde karşılaştırmalı üstünlük

elde etmektedir.

Leontief'in 1930'lu yılların ABD ekonomisi üzerinde yapmış olduğu çalışma,

Hecksher-Ohlin teorisine yönelik önemli eleştirilerin oluşmasına neden olmuştur.

Leontief'in yapmış olduğu incelemeye göre, ABD araştırmanın yapıldığı dönemde emek

yoğun mallar ihraç etmekte ve sermaye yoğun mallar ithal etmektedir. Oysaki aynı

dönemde ABD ekonomisi sermaye malları bakımından dünyadaki en zengin ülkedir ve

Hecksher-Ohlin teorisine göre ihraç etmesi gereken mallar sermaye yoğun mallar

50 Öğüt (2003:41), DPT (2000:24-25), Chacholiades (1978:21).51 Krugman & Obstfeld (1997:75-79), Ozawa (1992:41).

61

Page 75: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

olmalıdırlar. Bu çalışmanın sonuçları akademik dilde “Leontief Paradoksu” olarak

adlandırılmış ve dönemin akademik dünyasında büyük bir etki yaratmıştır (Seyidoğlu

ve Karluk, 2000:30). Bu eleştiri doğrultusunda dış ticaret ile ilgili olarak yeni teoriler

ortaya atılmasına rağmen, Ricardo ve Hecksher-Ohlin teorilerinin özünü oluşturan

uluslararası ticaretin teşvik edilmesinin bütün dünyadaki ekonomik durumu

iyileştireceğine yönelik liberal anlayış genel itibariyle günümüze dek gücünü

korumuştur.52

Hecksher Ohlin teorisinin takipçisi olan yeni teoriler de ortaya atılmıştır, bu

teorilerden en önemlileri; Faktör Fiyatları Eşitliği Teoremi, Stolper-Samuelson Teoremi

ve Rybczynski Teoremleridir. “Faktör fiyatları eşitliği teoremine göre serbest ticaret

ülkeler arasında faktör fiyatlarını eşitler ve uluslararası serbest faktör hareketliliği ile

aynı sonucu doğurur. Stolper-Samuelson teoremi ile serbest ticaretin ülkenin bol olarak

sahip bulunduğu faktörün gelirini yükselteceği, kıt faktörün gelirini ise düşüreceği

ortaya konmaktadır. Rybczynski teoremine göre de tam çalışma koşulları altında, yalnız

bir faktörün arzı artınca bu faktörü yoğun olarak kullanan malın üretimi genişler, arzı

sabit kalan faktörü yoğun olarak kullanan malın üretimi mutlak olarak daralır

(Seyidoğlu ve Karluk, 2000:29-30).”

2.2.2.3. İHRACATA DAYALI BÜYÜME STRATEJİLERİ ve

KÜRESELLEŞME HAREKETLERİ

2.2.2.3.1. BRETTON WOODS SİSTEMİNİN ÇÖKÜŞÜ ve İHRACATIN

ÖNEMİ

Ricardo'nun yaklaşımından yola çıkarak oluşturulan ve ticaretin iktisadi

büyümedeki rolüne vurgu yaparak uluslararası ticaretin gelişmesini ve önündeki

engellerin kaldırılmasını savunan iktisadi büyüme yaklaşımı genel anlamda “Dışa

Dönük İktisadi Büyüme Yaklaşımı” olarak adlandırılmakta ve bu yaklaşıma ait iktisadi

büyüme stratejileri de “İhracata Dayalı Büyüme Stratejileri (İDBS)” ana başlığı altında

toplanmaktadır. İDBS'de uluslararası ticarete açılmanın ve ticaret performansındaki

52 Leontief paradoksundan sonra geliştirilen önemli dış ticaret teorileri; “Nitelikli İşgücü Teorisi” (bkz. Keesing, 1966), “Teknoloji Açığı Teorisi” (bkz. Posner, 1961), “Ürün Dönemleri Teorisi” (bkz. Vernon, 1966), “Tercihlerde Benzerlik Teorisi” (bkz. Linder, 1961), “Ölçek Ekonomileri ve Monopollü Rekabet Teorisi” (bkz. Krugman, 1979).

62

Page 76: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

artışların iktisadi büyüme performansına birçok yönden olumlu katkılar yaptığı

belirtilmektedir.

İkinci Dünya Savaşı sonrası başlayan, ihracat ile büyüme arasında güçlü ve

pozitif bir bağ olduğuna yönelik olumlu görüşler, 1970'lerden itibaren geniş ölçüde,

ihracat yanlısı bir fikir birliğinin oluşmasına neden olmuştur, bu fikir birliğinin

oluşumunda, aynı dönemde ortaya çıkan küresel düzeydeki ekonomik sorunlar başrolü

oynamışlardır.

1970'li yıllardan itibaren sabit kur düzeni terk edilmiştir, bunun ana nedeni,

İİDBS uygulayıcısı olan gelişmekte olan ülkeler ile birlikte ABD'nin de önemli

ödemeler dengesi açıkları vermeye başlamasıdır. Sabit kur politikasını daha fazla

yürütemeyeceğini gören ABD, sabit kur politikasından vazgeçmiştir. Bununla birlikte

aynı dönemde ortaya çıkan petrol fiyatlarındaki inanılmaz artış ve bunu takip eden

enflasyon dalgası da, İİDBS'nin, küresel ekonomi adına olumsuz neticeler ile

sonuçlandığına dair görüşleri iyice gün yüzüne çıkarmıştır. Özellikle de ABD ve

İngiltere'deki yeni iktidarlar bu dönemden itibaren, Keynesci, müdahaleci refah devleti

uygulamalarından kaçınmanın ve neoliberal yeni bir stratejinin geliştirilmesinin zorunlu

olduğu konusunda fikir birliğine varmışlardır.53 Özellikle ABD'nin yönlendirmesiyle

birlikte, Bretton Woods kuruluşları olarak bilinen uluslararası kuruluşlar da, ticaret ve

sermaye hareketliliğinin arttırılmasına yönelik uygulamalarda bulunmaya teşvik

edilmişlerdir. Bu dönemden itibaren, piyasa sistemine olan güven yeniden sağlanmış,

İİDBS'ler terk edilerek, serbestleşme ve küreselleşme yanlısı yeni ve güçlü bir dalga,

dünya ekonomisine yön vermeye başlamıştır (Pamuk, 2007a:18-19). Bu döneme ait

ekonomik çıkmazların ve sorunların yanında, aynı dönemde gerçekleştirilmiş olan

teorik çalışmaların da, İİDBS'nin başarısızlığı hakkında fikir birliğine varılmasında

büyük önemi vardır. Özellikle bu dönemde yapılmış olan ihracat ve büyüme arasındaki

53 ABD'de Ronald Reagen (1981-1989), İngiltere'de ise Margaret Thatcher (1979-1990), serbestleşme ve küreselleşme ile ilgili söylemlerin güçlenmesinde, politik çerçevede bu dönemin en önemli isimleridir. Bununla birlikte, bu denli liberal söylemlere sahip iki liderin, ülkelerinin muhafazakâr partilerinin liderleri olması da ilgi çekici bir ayrıntı olarak göze çarpmaktadır. Bu ilgi çekicilik, küreselleşme söylemlerinin içinde barındırdığı “değişim” motivasyonundan kaynaklanmaktadır, değişimin destekçisi bu yeni “muhafazakâr” akım, daha sonra “yeni sağ” olarak da adlandırılacaktır. (Thatcher; Muhafazakâr Parti, Reagen; Cumhuriyetçi Parti)

63

Page 77: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

korelasyon ilişkilerinin incelendiği çalışmalar, İDBS'nin oluşumunda ve

desteklenmesinde büyük rol oynamışlardır54 (Khan, Malik & Hasan, 1995:1).

1970'ler ve 1980'lerde yapılmış olan sektörel ve ülke bazlı çalışmalar da,

sonuçları itibariyle geniş ölçüde içe dönük büyüme politikalarının maliyetlerinin ve

bebek sanayileri koruma politikalarının dinamik getirilerinin eleştirilmesine kaynak

oluşturmuştur. Günümüzdeki çoğu mikroekonomik tabanlı çalışmanın da, birçok yoldan

dışa açıklığın daha yüksek üretkenlik düzeylerinin yakalanmasına neden olduğu

yönünde olumlu kanıtlar sunduğu iddia edilmektedir (Berg & Krueger, 2003:27).

Yapılan teorik çalışmaların sonuçları olarak, ticari serbestleşme ve ihracat

artışının iktisadi büyüme performansına olan katkıları belirli ana başlıklarla ifade

edilebilmektedir.

Awokuse (2005:593), yapılan çalışmalar neticesinde, ihracatın üç yönden

büyümenin motoru olarak görülebileceğini belirtmektedir;

-Birinci neden; ihracat artışı toplam talebin bir bileşeni olarak, üretim artışı için

doğrudan bir katalizör görevi görmektedir. Yurtiçindeki ihraç mallarına olan yurtdışı

talepteki bir artış, genel çıktı miktarında bir artışa, bunun bir neticesi olarak da ihraç

malları sektöründe gelir ve istihdam artışına neden olmaktadır.

-İkinci neden; ihracat artışı; iktisadi büyümeyi, etkin kaynak dağılımının

sağlanması, daha yüksek kapasite kullanım oranlarına ulaşılması, ölçek ekonomilerinin

oluşturulmasına yöneltmesi ve dış piyasalardaki rekabetçi yapının firmaları teknolojik

gelişime teşvik etmesi nedeniyle dolaylı yollardan da olumlu etkilemektedir.

-Üçüncü neden ise; ihracatın, sermaye ve ara mal ithalatı için gerekli olan

döviz girdisini sağlaması ve bu yolla ülkedeki sermaye oluşumunu ve buna bağlı olarak

çıktı miktarını arttırmasıdır.

Panas & Vamvoukas (2002:731), ihracatın çıktı düzeyini pozitif etkilediği

kanalları şu şekilde ele almıştır;

-İhracat, teknik bilginin ülkeler arasındaki yayılımına katkıda bulunmaktadır,

-İhracat teşviki ile ülkelere döviz girdisi sağlanmakta, bu durum da ülkelerin

mal ve hizmet ithalatının artmasına yardımcı olmaktadır,

54 Bu dönemde yapılmış olan ampirik çalışmalar ve bu çalışmalara getirilen eleştiriler için bkz. sf. 89-102. 64

Page 78: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

-İhracat, yurtiçi piyasaların dünya ekonomisine uyumlanması ile birlikte,

kalkınmakta olan ülkeler için pozitif ölçek ekonomilerinin oluşumuna neden

olmaktadır,

-İhracat, karşılaştırmalı üstünlükteki getirilerin genişlemesini ve rekabet

edebilirlik derecesinin artmasını sağlar,

-Yeni teorik çalışmalar şunu göstermektedir ki; ticaret sadece üretkenlik

artışına neden olmamakta, teknoloji üzerindeki etkileri doğrultusunda da büyüme

oranlarını etkilemektedir.

Ram (2003:5-6), ihracatın iktisadi büyümeye olan yukarıda belirtmiş

olduğumuz katkılarının yanında, uluslararası piyasalara açılmanın, yönetimsel anlamda

da gelişmeyi sağladığını belirtmekte ve ihracatı arttırmaya yönelik politikaların, iktisadi

büyümeye olan farklı bir katkısına daha vurgu yapmaktadır;

Genel olarak ticaret artışlarının iktisadi büyüme performansında yapmış olduğu

olumlu etkileri şu şekilde açıklayabilir ve özetleyebiliriz;

-Uluslararası piyasalara açılmak ve ihracat artışını sağlamak piyasalardaki

rekabeti arttırıcı bir etki yapmaktadır. Bu rekabet artışının ana nedeni üretkenlik artışı

olarak gösterilmektedir. Yurtiçi üreticilerin teknolojik gelişmelere daha kolay bir

şekilde uyumlanabilmesini sağlamak, yurtiçinde oluşabilecek aksak rekabetin

engellenmesi, uluslararası talepler doğrultusunda üretim tarzının belirlenmesi,

uluslararası ticaretin rekabet arttırıcı getirileri içinde yer almaktadır.

-Dış ticaret artışı; yeni teknolojilere ulaşmayı kolaylaştırdığı gibi, yurtiçinde

yeni teknolojilerin gelişmesine de neden olmaktadır, bu teknolojik ilerleme de iktisadi

büyüme performansını pozitif etkilemektedir.

-İhracat artışları ile yurtiçi talebi dar olan ekonomiler de uluslararası talep

seviyesinde üretim yapma fırsatı bulmaktadır. Aynı zamanda, yerli mallara yurt dışı

talebin artması ile birlikte yeni yatırım ihtiyacı ile birlikte yatırım oranlarında da artışlar

meydana gelir.

-İhracat gelirleri ile sağlanan döviz girdileri aracılığıyla, dış ödemeler

dengesindeki baskı da azaltılmış olmaktadır (Şimşek, 2003:43-44).

65

Page 79: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

2.2.2.3.2. TİCARİ SERBESTLİK ve KÜRESELLEŞME HAREKETLERİ

2.2.2.3.2.1. KÜRESELLEŞME KAVRAMI

Uluslararası ticaretin önemine vurgu yapan, ticaret ve sermaye hareketliliği

önündeki engellerin kaldırılmasının gerekliliğini belirten İDBS'nin söylemleri ile Klasik

ve Neoklasik iktisadi yaklaşımın liberal düzen ile ilgili söylemleri arasındaki bu büyük

oranlı benzerlik, İDBS'nin geliştirildiği akademik ve politik yaklaşımın genel olarak

Neoliberal yaklaşım olarak adlandırılmasına neden olmuştur. Neoliberal yaklaşımın en

önemli ortak söylemleri, “ticari serbestleşme” ve “küreselleşme”55 söylemleri olarak

dikkat çekmektedir.

Ticari serbestleşmenin gerekliliği ve dışa açıklık olgusu, İDBS'nin

söylemlerinde, uluslararası ticaretin arttırılması yönünde olmazsa olmazlardan birisi

olarak yer almaktadır. Çalışmamızda şimdiye kadar belirtilmiş olunan, ihracat artışı ve

serbest ticaretin iktisadi büyümeye olan katkıları da, bu bağlamda ele alınmış ve

vurgulanmıştır. Küreselleşme kavramı ile ticari serbestleşme kavramları da çoğu zaman

aynı anlamda ele alınmakta ve yorumlanmaktadır. Ancak, küreselleşme olgusu, ticari

serbestleşmeden öte ve farklı bir çıkış noktasını da içinde barındırmaktadır. Bu çıkış

noktası, küreselleşme kavramının, ticari serbestleşme kavramına göre daha sürece

yönelik temaları içinde barındırıyor olmasından kaynaklanmaktadır. Bu nedenle

küreselleşme kavramının daha net anlaşılması, İDBS'nin politik ve felsefi ayağının daha

rahat anlaşılabilmesi adına da büyük önem arz etmektedir.

Küreselleşme ile ilgili tanımlamalar, büyük oranda çeşitlilik göstermektedir.

Dünya Bankası'nın, Küreselleşme, Büyüme ve Yoksulluk (Globalization, Growth and

Poverty) ile ilgili raporunda küreselleşme genel olarak; taşımacılık giderlerinin düşmesi,

ticaret engellerinin azalması, iletişim teknolojisinin gelişmesi ve sermaye akımlarının

hızlanması sonucunda ekonomi ve toplumların giderek birbirlerine daha fazla

yakınlaşmaları olarak tanımlanmaktadır (The World Bank, 2002a:2). Bu tanımda,

küreselleşmenin ekonomik ayağına vurgu yapılırken, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları 55 “Küreselleşme” kavramına hemen hemen eşdeğer olarak “liberalleşme” kavramı da kullanılmaktadır. Aslında, liberalleşme, liberal olana benzemeyi ve liberal olma sürecini ifade etmektedir, bu doğrultuda, liberalleşme kavramının, anlam itibariyle, küreselleşme ve ticari serbestleşmeyi de içine aldığı düşünülebilir. Çalışmamızda ise, 1990'lı yıllardan günümüze kadarki süreçte, “küreselleşme” kavramının “liberalleşme” kavramına oranla daha popüler bir nitelik kazanmış olması ve aynı şeyi ifade etmek amacıyla, daha sık kullanılıyor olması nedeniyle “Küreselleşme” kavramı üzerinden gidilmektedir.

66

Page 80: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

Komisyonu ise küreselleşmeyi, “sadece ekonomik olmayan sosyal, siyasal, çevresel,

kültürel ve hukuksal boyutları da olan bir süreç” olarak tanımlamaktadır (Öymen,

2000:27). İki uluslararası kuruluşun küreselleşme ile ilgili olarak getirdikleri bu iki

farklı yorum, aslında, küreselleşme kavramının, kullanım amacına göre nasıl da farklılık

gösterebildiğinin güzel bir örneğidir. Bu noktada küreselleşme kavramının anlam ve

kullanışına yönelik genel bir tek sesliliğin bulunmadığı söylenebilir.56

Geniş anlamıyla küreselleşme; “Temelde, ülkelerin ve dünya halklarının

bütünleşmesidir, ulaşım ve iletişim maliyetlerini inanılmaz ölçüde azaltacağı için

ortaya konmuştur; ayrıca mallar, hizmetler, sermaye, bilgi ve (daha fazla ölçüde)

insanların sınırları aşmasının önündeki yapay engellerin kaldırılması demektir (Stiglitz,

2002:31).”57 Bu bağlamda, küreselleşme söylemi ile hem sosyo-kültürel ögeleri içinde

barındıran bir tanımlama yapılabilmekte, hem de direk ekonomik performansla ilgili

göndermelerde bulunulmaktadır. Küreselleşme, kendi içinde değişimi de, değiştirmeyi

de barındırmaktadır, kavram aslen, siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel bir süreci içine

almaktadır. Bu nedenlerden ötürü; tek bir kavram olarak ”küreselleşme”, devletin rolü

ve etkinliği ile ilgili önermeleri ve düzenlemeleri ile siyasi alana, demokrasi, insan

hakları, özgürlük, çevrenin korunması, uyuşturucu, terör, organize suçlarla mücadele

vb. konularla ilgilenmesi ile sosyo-kültürel alana, piyasa ekonomisine güvenin

sağlanması ve ticaret ile sermaye hareketliliğinin önündeki engellerin kaldırılmasının

gerekliliğine yaptığı vurgulamalarla ekonomik alana yönelik kullanılabilmektedir

(Özkıvrak ve Dileyici, 2001:168). Bu özellikleriyle küreselleşme kavramı, aslında

kapitalizmin kendisini ve ideolojik bir söylemi çerçevelendirmektedir.

2.2.2.3.2.2. WASHINGTON UZLAŞISI ve YENİDEN TANIMLANAN

“DEVLET”

Küreselleşme kavramı, politik ve akademik sözlüklere, neoliberal söylemin

“değişim” olarak ifade ettiği şeyin hızını ve hassaslığını belirtmek için girmiştir. Ancak,

aynı zamanda, bu kavramdan beklenen şey, 20. yüzyılın son dönemlerinden itibaren,

ekonomik kalkınma tarihinde apayrı ve bilinmeyen bir dönemin başlangıcını 56 İnaç, Güner ve Sarısoy (2007:9-11), Woolcock (2001:2).57 Küreselleşme yanlıları, her ne kadar söylemlerinde özgürlüklerden ve serbest dolaşımdan sık sık bahsetseler de, malların ve sermayenin serbest dolaşımı konusunda verdikleri yoğun desteği, insanların serbest dolaşımı konusunda vermemektedirler (Freeman, 2004:1).

67

Page 81: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

vurgulayabilmesidir (Bairoch & Kozul, 1996:1-2).58 Bu değişimin ana nedenleri

OECD'nin özelleştirme ve rekabet ile ilgili raporunda belirtildiği şekilde aktarılabilir

(Oecd, 1992:10) ;

-Hükümetlerin müdahalelerinin amaçlar açısından yetersiz oluşu,

-Müdahale edilen sektörlerdeki performans düşüklüğü,

-Emek piyasasındaki gelişmeler,

-Bütçelerin oluşturulmasında karşılaşılan zorluklar ve yeni siyasal amaçlar,

-Değişen teknolojilerin ışığında piyasaların neden işlemediğinin yeniden

değerlendirilmesi.

Kalkınma sorunsalına yönelik olarak gerçekleşen bu değişimlerin ortasında,

yolunu bulmaya çalışan gelişmekte olan ülkelere uzanan el, John Williamson'un eli

olacaktır. J. Williamson, 1990 yılında yazmış olduğu bir makalesinde Latin Amerika

ülkelerine kalkınabilmeleri için on adet öneride bulunmuştur. Bu önerilerin, J.

Williamson'un çalışmasının ardından, Washington merkezli uluslararası kuruluşlar

(IMF ve Dünya Bankası) tarafından da sıkça dile getirilmiş olması, bu on maddelik

istikrarlı kalkınma reçetesinin “Washington Uzlaşısı”59 olarak anılmasına neden

olmuştur.60 Bu on maddelik reçete, her ne kadar sonraki yıllarda geniş ölçüde

değiştirilmiş ve genişletilmiş de olsa, günümüz iktisadi büyüme politikalarının

temelinde varlıklarını sürdürmektedir (Rodrik, 2005:5). J. Williamson, istikrarlı uzun

dönem kalkınmanın sağlanabilmesi için gerekli olanları şu şekilde sıralamaktadır;61

-Mali disiplin.

-Kamu harcamalarının yüksek getiri sağlayan ve gelir dağılımını düzeltici

doğrultuda yapılması (sağlık, eğitim, altyapı). 58 Aslen, kapitalist gelişim evresinde iki ana küreselleşme dalgasından bahsedilmektedir. Bu küreselleşme dalgalarından ilki; 18. yüzyıl sanayi devriminin ardından gelen ve 1870 ile 1914 yılları arasını kaplayan yaklaşık 45 yıllık süreçtir, ikinci sürecin ise çalışmamızda da değinildiği üzere; yaklaşık olarak 1970'li yıllardan itibaren etkili olmaya başladığı kabul görmektedir. Birinci küreselleşme dalgasının sonu, Birinci Dünya Savaşı'nı takip eden yıllarla birlikte, dünya ekonomisinin içine girdiği derin ekonomik çıkmazlar ve en nihayetinde 1930'lu yıllara damgasını vuran Büyük Buhran ve bunu izleyen gelişmeler ile gerçekleşmiştir (Yeldan, 2002:2-4, Taylor, 2002:39-40). Çalışmamızda, küreselleşme kavramına yönelik açıklamaların, özellikle de ikinci küreselleşme dalgası olarak adlandırılan 1970 sonrası dönem ile başlamış olmasının nedeni ise; küreselleşme kelimesinin, özellikle de ikinci dalga ile popüler bir söylem haline gelmesi ve sıkça kullanımına başvurulmasıdır.59 Washington Consensus60 Williamson, J. (2000:2), Yavuz (2007:26).61 Williamson, J. (1990)'dan aktaran Williamson, J. (2000:252-253).

68

Page 82: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

-Vergi reformu (düşük oranlı geniş vergi tabanı).

-Faizlerin piyasada belirlenmesi.

-Rekabetçi kur politikası.

-Serbest ticaret rejimi.

-Doğrudan yabancı sermayenin serbestleşmesi.

-Özelleştirme.

-Deregülasyon (giriş-çıkıştaki engellerin kaldırılması).

-Mülkiyet haklarının güvence altına alınması.

Washington Uzlaşısı'nın bu on maddelik reçetesi aynı zamanda, gelişmekte

olan ülkeler için değişen ekonomik kalkınma söylemlerinin ve strateji önerilerinin de bir

temsilcisi olmuştur.62 Shafaeddin, (2005:2) özellikle de, 1990'ların başından itibaren,

uluslararası kuruluşların temel önermeleri haline gelmiş olan bu listenin en önemli

parçalarından bir tanesinin evrensel ve standart (uniform) ticari serbestleşmenin

sağlanması olduğunu belirtmektedir. “Evrensel” ibaresi, kalkınmışlıklarının evrelerine

ve endüstriyel kapasitelerine bakılmaksızın, gelişmekte olan ülkelerin hepsinin aynı

ticari serbestleşme politika rejimini benimsemeleri gerektiğini belirtmektedir.

“Standart” ibaresi ise, bütün sektörler ve endüstrilerde (tercihen sıfır olacak şekilde)

aynı tarife oranlarının uygulanması gerektiğine yöneliktir. Aynı zamanda, ticari

serbestlik dışında sermaye hareketlerinin önündeki engellerin kaldırılması,

özelleştirmeler ve bütçe kısıtlamaları gibi uygulamalar da evrenselleştirilmiştir.

Küreselleşme kavramının çıkış noktası da işte bu görüşün kaynağı ile aynı kaynaktır,

aynı zamanda küreselleşme kavramı, daha önce de belirttiğimiz üzere “değişim” ile

birlikte “evrenselleşme”yi de ifade etmektedir.

Washington uzlaşısı olarak anılan reformlar, büyümeye etki eden yapısal ve

kurumsal engellerin kaldırılmasını, üretken kapasitenin arttırılmasını ve genişleyen

bütçe açıkları ve ödemeler dengesi krizlerinin ekonomik kalkınmayı aksak bir yapıya

büründürmesini engellemeyi amaçlamaktadır (Unctad, 2003:V). Washington Uzlaşısı

ile birlikte büyüyen küreselleşme söyleminin temel çıkış amaçlarından bir tanesi;

62 Özellikle de Sovyetler Birliği'nin dağılması ile birlikte ortaya çıkan yeni Balkan ülkeleri, Rusya ve Latin Amerika ülkeleri için.

69

Page 83: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

ekonomideki özel sektör ve devlet sektörünün (görevsel anlamda) yer değiştirmesidir

(Yavuz, 2007:26-27).

Devletin ekonomideki rolü iktisat tarihi boyunca önemli bir tartışma konusu

olmuştur. Devlete biçilen rol, tarihsel olaylar ve gelişmelerden büyük ölçüde

etkilenmiştir. Bununla birlikte, farklı toplumlar arasındaki farklı kültürel, dini ve sosyal

davranışlar, ülkelerdeki iktisadi gelişmişliğin seviyesi, ekonomilerin dışa açıklık

seviyeleri, teknolojik gelişmeler ve kamu yönetiminin kalitesi, devletin ekonomideki

rolünü belirleyen önemli diğer etmenlerdir (Tanzi, 1997:7). 1930'lu yıllarda yaşanmış

olan büyük depresyon ile birlikte ekonomideki devletin rolü artmışken, 1970'li yıllardan

itibaren, neoliberal akımın ve söylemin de etkisiyle birlikte devletin ekonomideki rolü

azaltılmaya başlanmıştır. Neoliberal akımla birlikte devlete biçilen görevler şu şekilde

çerçevelendirilebilir (Altay, 2003:5);

-Serbest piyasanın çalışmasının yasalarla güvence altına alınması;

-Tam rekabetin işlerliğini sağlayabilecek yasal ve kurumsal ortamın

oluşturulması;

-Ekonomik istikrarın sağlanması;

-İç ve dış güvenliğin sağlanması;

-Piyasanın etkinliğinin arttırılması için gerekli olan temel alt yapı hizmetlerinin

sağlanması;

-Ekonomik etkinlik için sosyal barışın sağlanması;

-Gelir ve servet dağılımında adaletin sağlanması.

Neoliberalizmin devlete biçmiş olduğu bu görevlerden özellikle de etkinlik ve

dağılım ile ilgili olan görevler, Washington Uzlaşısı'nın da derin etkileriyle beraber

giderek kısıtlandırılmaya başlanmıştır. Nihayetinde 1990'lı yılların ortalarına doğru

devlet, kapitalizmin ilk evrelerindeki rolüne yeniden büründürülmüş ve ekonominin

neredeyse tamamen dışında tutulmaya çalışılmıştır.

Washington uzlaşısı ile birlikte şiddetlenen küreselleşme rüzgârı, devletin

ekonomik rolü açısından mevcut yapının bozulması (deregülasyon), özelleştirme ve

yeni bir kurallar bütünü ve yapının oluşturulması (reregülasyon) süreçlerini

barındırmaktadır. Bu sürecin ana amacı; toplumsal refahın sağlanabilmesi için, daha

70

Page 84: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

etkin bir şekilde çalışan piyasa sisteminin işlevselliğinin arttırılması ve bu yolla

rekabetin egemen kılınmasıdır (Ege, 2000:69). Özelleştirme, küreselleşme ana hedefi

doğrultusunda, devletin ekonomideki rolünün belirlenmesinde oynadığı kilit rolle

ideolojik ve toplumsal bir seçimi de ifade etmektedir. Çünkü özelleştirme ile birlikte,

bireylerin, toplumların, ulusların ve devletlerin birbirleri arasındaki ve kendi içlerindeki

ilişkileri de yeniden şekillendirilmeye çalışılmaktadır (Üşür, 2005:7).

Latin Amerika'da (Özelleştirme, liberalleşme ve açıklık uygulamalarının en

geniş şekilde uygulandığı bölge) ve Sovyetler Birliği'nin dağılması ile bağımsızlıklarını

kazanan Doğu Bloğu ülkelerinde uygulanan küreselleşmeye yönelik bahsi geçen

reformların istikrarlı büyüme adına başarısız sonuçlar ortaya koyması ve Asya'daki

finansal krizler, piyasaların yalnız başlarına hızlı ve istikrarlı bir iktisadi büyümeyi

garanti edemediğinin bir göstergesi olarak kabul edilmiştir. Bu doğrultuda; yeniden

yapılandırılmış bir devlet ile özel sektör ve yurt dışı yatırımcılar arasında güçlü bir

bağın bulunduğu kabul edilmeye başlanmıştır, bu gelişmeler sonucunda, Washington

Uzlaşısının kurumsal düzenlemeler ile de desteklenmesi gerektiği görüşü kabul

edilmiştir.63 Bu yeni önerilerin ana hedefleri; özelleştirme ve liberalleşme

hareketlerinden bir kopmayı temsil etmeksizin, piyasa ekonomilerinin kurumsal alanda

ihtiyaç duymakta olduğu desteğin yaratılmasının gerekliliğini vurgulayabilmektir. Yeni

reformlar; finansal düzenleme ve sağduyulu denetim, yönetişim64, rüşvet karşıtı

düzenlemeler, yasal ve yönetimsel reformlar, işgücü piyasasının esnekliği ve sosyal

güvenlik ağları gibi konuları kapsamaktadırlar (Rodrik, 2001:11). Rodrik (2005:5), bu

yenilenmiş listeye “Genişletilmiş Washington Uzlaşısı”65 adını vermektedir. Eski listeye

eklenmiş olan yeni maddeler şu şekildedir (Rodrik, 2005:42);

-Kolektif yönetişim.

63 Morley (2001:19-20), Rodrik (2001:11-12).64 Yönetişim kavramının ana kullanılış amacı; yönetim kavramının içinde barındırdığı “hükümet etmek” ifadesini kırabilmektir. Yönetim kavramı hiyerarşik nitelikteki bürokratik yapıyı ön plana çıkarırken, yönetişim kavramı ile yönetim sürecinde rol oynayan aktörler, örgütler, kişiler, gruplar ve oluşumlar arasındaki ilişki ve bu etmenlerin yönetim organizasyonuna katılımı vurgulanmaya çalışılmaktadır. “İyi Yönetişim”, devlet tarafından piyasanın desteklenmesi amacıyla kurulan kurumların, kişilerin piyasa içindeki hareketlerini kolaylaştırıcı ve piyasanın işlerliğini arttırıcı etkilerini ifade etmek için kullanılmaktadır. Mülkiyet hakları, piyasa işlemlerinin sahası ve rekabet koşulları bu kurumlar aracılığı ile sağlanmakta ve desteklenmektedir. Ekonomik istikrarı sağlayıcı ve yolsuzluğu önleyici politikalar da iyi yönetişim ibaresinin içinde yer almaktadır (Özer, 2006:62, The World Bank, 2002b:99).65 Augmented Washington Consensus

71

Page 85: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

-Rüşvet karşıtı politikalar.

-Esnek işgücü piyasaları.

-DTÖ disiplinlerine bağlılık.

-Uluslararası finansal standartlara bağlılık.

-Sermaye piyasalarında “İhtiyatlı (Prudent)” açıklık.

-Aracı olmayan döviz kur rejimi (Non-intermediate exchange rate regimes).66

-Bağımsız Merkez Bankası/enflasyon hedeflemesi.

-Sosyal güvenlik ağları.

-Yoksulluğun azaltılması hedefi.

Genişletilmiş Washington Uzlaşısındaki önerilerden de anlaşılacağı üzere;

1990'ların sonlarına doğru dünya genelinde birçok ülkenin karşı karşıya kalmış olduğu

ekonomik zorlukların esas nedeni olarak devletin ekonomik faaliyet alanından tamamen

çıkarılmış olması gösterilmiştir ve yeni öneriler ile devletin piyasaları düzeltici ve

düzenleyici etkinliğinin yeniden ortaya çıkmasının gerekliliği kabul edilmiş, ortaya

konmuştur. Morley (2001:19), devletin iktisadi rolü ile ilgili bu geri dönüşü şu şekilde

ifade etmektedir;

“Washington Uzlaşısı reformları, devleti, piyasaya etki eden bütün alanlardan

çıkarmayı düşünmemeliydi. Devletin, piyasaların yalnız başlarına kötü bir performans

gösterdiği, ya da piyasalar tarafından hiç oluşturulmayan bazı aktivitelerde bulunması

bir gerekliliktir.”

Bütün bu gelişmelerin sonucu olarak, 21. yüzyıla 1990'lı yıllardaki devlet

anlayışından daha farklı bir devlet anlayışıyla girilmiştir. Ancak, devlete biçilen

görevler yine de Bretton Woods sistemindeki müdahaleci devlet anlayışından uzak bir

görüntü sergilemektedir ve devlet, iktisadi alanda müdahaleci bir karakterden ziyade,

düzenleyici ve denetleyici bir karaktere büründürülmüştür (Ener ve Demircan,

2006:61).

Ener ve Demircan (2006:61), devletin 21. yüzyıldaki rollerini dört ana grupta

toplayarak şu şekilde ifade etmektedirler;

-Ekonomik rolü; sınırlı ve düzenleyici devlet,

66 Kullanış biçimi; Doğruel ve Doğruel (2006:26)'dan alınmıştır. 72

Page 86: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

-Sosyal rolü; gelir dağılımında adaletin sağlanması, çevrenin korunması ve

yoksullukla mücadele,

-Siyasal rolü; küresel barışın korunması ve tehditlerle mücadele, siyasi-mali

egemenliğin korunması.

-Hukuki rolü; piyasa mekanizmasının işleyişi için gerekli olan hukuksal

altyapının oluşturulması, ekonomik, sosyal ve siyasal rollerin düzenlenmesi için gerekli

olan hukuki altyapının oluşturulması.

Çağımızda devlete biçilen roller ele alındığında, günümüz devletinin ekonomik

etkinlik alanı açısından Bretton Woods sistemi dönemindeki sosyal refah devleti ile

Washington Uzlaşısı sonrası ve kapitalizmin ilk yıllarındaki jandarma devlet anlayışının

arasında bir ara karaktere büründürülmüş olduğu söylenebilir.

Son tahlilde; Washington Uzlaşısı ile birlikte kullanımına daha sık bir şekilde

rastladığımız, devletin ekonomik alandaki rolünü yeniden biçimlendiren ve derinleşen

anlamıyla küreselleşme olgusu; iktisadi araçlar, uluslar ve toplumlar, çeşitli gruplar ve

politik-iktisadi karakterler arasındaki ilişkilerin derinleşmesi, genişlemesi ve hızlanması

ile ilgili gelişmeleri, eğilim ve ifadeleri kapsayacak bir şekilde anlamlandırılmıştır.

Küreselleşme olgusu, dış ticaretin önemine yapılan vurgu ve sermayenin küreselleşmesi

ile ekonomik, uluslararası kuruluşların devletlerin ekonomi politikalarına ve hatta iç

politikalarına yönelik yaptırıcı güçleri açısından siyasi ve yerel yönetim ve sivil toplum

örgütlerinin ön plana çıktığı yönetişim olgusu ile birlikte sosyo kültürel oluşumu da

içine alan değişim ve dönüşüm süreçlerini kapsamaktadır. Bu süreçleri ifade etmesi

açısından küreselleşme, toplumsal değişimi ve günümüz dünyasının ilişkiler bazında

genişleyen, derinleşen ve hızlanan bir değişim içinde olduğunu ifade etmektedir (Dpt,

2000a:1).

Küreselleşme hareketlerinin piyasa ekonomisinin işlevselliğini arttırıcı ve

rekabeti ön plana çıkarıcı genel önermelerinin önemli bir neticesi de, uluslararası, büyük

ölçekli şirketlerin ekonomik gelişim sahnesinde başrollerinden bazılarını kapmış

olmalarıdır. Küreselleşme ile birlikte şirketler ürünlerde uzmanlaşmaya gitmekten çok,

üretim konusunda uzmanlaşmaya gitmektedir. Bunun bir sonucu olarak, belirli işleri

73

Page 87: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

yapma konusunda uzmanlaşmakta ve küresel tedarik zinciri içinde katma değerlerini

arttırmaktadırlar (Akman, 2008:28).

Üretimin küreselleşmesi ile birlikte, uluslararası şirketler maliyetlerini

minimize edebilmek için üretim faaliyeti, ham madde ve ara malı tedariki, emek

maliyeti ve dışsal maliyetler gibi faktörleri göz önüne almakta ve bu doğrultuda bu

gereksinimlerin karşılanması faaliyetlerini farklı ülkelerde gerçekleştirebilmektedirler.

Bu durumun bir neticesi olarak, bütün dünya uluslararası şirketler tarafından bir üretim

alanı olarak kullanılabilmektedir. Bu tip şirketler maliyet minimizasyonunu hedef alarak

çeşitli sınır ötesi sabit sermaye yatırımlarını, iştirakleri, fason imalat anlaşmalarını

hayata geçirmekte ve üretimin küreselleşmesi sürecinde hem bir aktör hem de yaratıcı

olarak önemli rol oynamaktadırlar.67 Küreselleşen üretim süreci, uluslararası firmaları

belirli bir alanda uzmanlaşmaya götürmekte, bu durum da üretim içi sürece dair rekabet

koşullarının kendi lehlerine dönebilmesi için firmaların sürekli yenilik peşinde

koşmasını gerektirmektedir (Sachs, 1998:98).68 Küreselleşmenin içinde barındırdığı

“yenilik” ve “değişim” olguları, uluslararası şirketlerin işleyiş ve faaliyet tarzlarında da

bu şekilde hayat bulabilmektedir.

Küreselleşme eğilimleri ve hareketleri, özellikle 1990'lardan itibaren temel

olarak iki ana hedefi işaret etmektedir. Bunlardan ilki (ikincisinin öncü koşulu olarak);

ticari serbestleşme (dışa açılma), ikincisi ise; finansal serbestleşmedir. Ticari

serbestleşme ile ifade edilmeye çalışılan şey; ticarete konu olabilecek her türlü varlığın

(mal ve hizmet anlamında) ticareti ile ilgili devlet kontrollerinin kalkmasını ve

uluslararası serbest ticaretin etkin bir şekilde işleyebilmesini sağlamaktır. Finansal dışa

açıklık da, ticari serbestleşmeye benzer bir şekilde, ülkelerde yurtiçindeki bankacılık ve

diğer finansal araçlar ile ilgili olarak devlet müdahalelerinin kaldırılmasını ve ileriki

aşamalarda ülkelerin uluslararası finansal piyasalara uyumlanabilmesini ifade etmek

67 Aktan ve Şen (1999:11-12)'den aktaran; Özkıvrak ve Dileyici (2001:168).68 Bu durum, çalışmamızın içsel büyüme teorileri ile ilgili kısmında vurgulanmaya çalışılan “yeniliğin ve bilginin” iktisadi büyümedeki önemine uygun gözükmektedir. Ancak küreselleşme söylemi, Sachs, (1998:98)'de de belirtildiği üzere; zengin ve fakir ülkeler arasındaki eşitsizliğin, küreselleşme yardımıyla zamanla yok olacağını da işaret etmektedir. Bu söylem bir nevi “yakınsama” vaadinin ifadesidir. Ancak, 1980 sonrası küresel dünyada zengin ve fakir ülkeler arasındaki eşitsizliğin azalmaktan uzak bir görüntü sergilediği sık sık dillendirilmektedir. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasındaki yakınsama ve/veya ıraksama değerlendirmeleri çalışmamızın ülke değerlendirmelerinin yer aldığı kısımlarında daha geniş bir şekilde ele alınacaktır.

74

Page 88: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

için kullanılmaktadır. Bu ifadelerin bir bileşkesi olarak; “dışa açıklık”; ülkeler arasında,

mal, hizmet, işgücü ve sermayenin serbest bir şekilde dolaşımının sağlanması anlamını

taşımaktadır (Yapraklı, 2007:68)

2.2.2.3.2.3. BRETTON WOODS KURULUŞLARININ EVRİMİ

İDBS'nin ortaya çıkış serüveninde, Neoliberal anlayışın ve küreselleşme

hareketinin, ekonomik, siyasal, kamusal ve hatta sosyo-kültürel bazda neleri değiştirdiği

çalışmamızın şimdiye kadar ki kısmında kısaca verilmeye çalışılmıştır. Ancak

küreselleşme hareketinin, tarihsel süreç içinde etki etmiş olduğu birçok aktör içinde, bu

hareketin 1970'li yıllardan itibaren en önemli destekçileri olarak bahsetmiş olduğumuz

uluslararası kuruluşların (IMF, Dünya Bankası ve sonradan bu kuruluşlara katılan DTÖ)

kendi bünyeleri içindeki değişim belki de en ilginç ve dikkat çekici olanıdır. Bu

kuruluşların, özellikle de Bretton Woods Konferansı ile belirlenmiş olan kuruluş

amaçları ve şu andaki işlevsel görünümleri arasındaki farklılık göz ardı edilemeyecek

derecede belirgindir.

IMF'nin ve Dünya Bankası'nın 20. yüzyılın ortalarındaki görevleri günümüze

oranla daha keskin hatlarla belirlenmiş ve IMF'ye temel olarak istikrar problemleri ile

ilgilenme görevi verilirken, Dünya Bankasına ise gelişmekte olan ülkelerin ve savaş

sonrası Avrupa'nın kalkınma uğraşısına kılavuzluk etme ve destek olma görevi

verilmiştir. Bu dönemde, IMF, makroekonomik istikrar arayışları içinde özellikle

ödemeler bilançosu dengesi, para ve maliye politikaları, dış borçlanma ve döviz kurları

gibi parasal değişkenlere dikkatini verirken, Dünya Bankası ekonomilerin uzun dönem

kalkınması ile ilgili olarak, yurtiçi kaynak dağılımı ve mobilizasyonu, ekonomik ve

kurumsal reformlar, yapısal dönüşüm problemleri gibi reel değişkenler üzerine

yoğunlaşmıştır. Bu doğrultuda, IMF ekonominin talep yönüne yoğunlaşmakta ve

ekonomik istikrara yönelik sağlamış olduğu krediler genellikle kısa ve orta vadeli

krediler olmaktadır. Dünya Bankası ise ekonominin arz yönüne yoğunlaşmakta ve uzun

dönem kalkınma ile ilgili sağlamış olduğu krediler de genellikle uzun vadeli bir karakter

taşımaktadır. 1980 sonrası dönemde ise, neoliberal akım ve küreselleşme söylemleri ile

birlikte, IMF giderek daha uzun vadeli anlaşmalar önermeye ve arzı arttırıcı faaliyetlere

yönelmeye başlamıştır. IMF'nin ekonomik talebe yönelik faaliyetlerine bu uzun dönem

75

Page 89: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

faaliyetleri de katması ile birlikte Dünya Bankası ile olan işbirliği giderek artmıştır

(Soyak ve Eroğlu, 2008:2).

Günümüz IMF politikaları incelendiğinde, IMF'nin başlangıçtaki amacından ve

uygulamalarından çok daha farklı bir karaktere büründüğü gözlemlenmektedir.

Günümüzde IMF, ülkelere bütçe açıklarını kapamaya, vergileri arttırmaya ya da faiz

oranlarını yükseltmeye yönelik ekonomik küçülmeye neden olacak politikaları

önermekte ve bu uygulamaları gerçekleştirmek isteyen ülkelere fon sağlamaktadır.

Oysaki IMF'nin kuruluşundan itibaren ve 1970'li yıllara kadar önerdiği politikalar

genellikle genişlemeci ekonomi politikalarıdır (ekonominin canlanmasını sağlayabilmek

için devlet harcamalarının arttırılması, vergilerin indirilmesi ya da faiz oranlarının

azaltılması vb.). Bretton Woods konferansında verilen kararlar sonunda IMF'nin

kuruluşu ile birlikte, ekonomik sorunlar yaşayan ülkelere genişlemeci politikaları

uygulamaları için gerekli baskının ve yardımın sağlanabilmesi amaçlanmıştır. Zaman

içinde IMF, kuruluşunun ana hedefi olan; likidite krizlerine ilaç olabilecek ve

durgunluğu ortadan kaldırabilecek finansmanın, sorun yaşayan ülkelere aktarılması

görevini unutmuş ve tam istihdamın bütün ülkelerde sağlanabilmesi ülküsünü kendisine

ana hedef olarak belirlemiştir. Bu doğrultuda günümüzde IMF, krizle boğuşan ülkelere

aktarılacak olan fonun salıverilmesini, ancak, bu ülkelerin Keynes öncesi daraltıcı

ekonomi politikalarını gerçekleştirecekleri vaadini aldıktan sonra gerçekleştirmekte ve

daraltıcı ekonomi politikalarına yönelik reformları bir ön koşul olarak istemektedir

(Stiglitz, 2002:34,59).69 Bu doğrultuda, IMF sadece 60 senelik bir tarihsel süreç içinde,

politika önerileri ve faaliyet alanı bakımından kuruluşu esnasındaki şekil ve

söylemlerinden daha farklı bir karaktere bürünmüş ve günümüzdeki halini almıştır.70

Neticede; IMF'nin günümüzdeki faaliyet alanı; uluslararası para sistemi ile ilgili

gelişmeler konusunda çözüm üretmek ve bu çözümler dâhilinde sorun yaşayan ülkelerin

69 Aslında bu noktada, IMF'nin günümüzde değişmeyen yegâne davranışının baskıcı tavrı olduğu söylenebilir. Ancak, bu baskıcı tavrın uygulanış esaslarında ve ayrıntılarında da geçmiş ile günümüz arasında farklılık olduğu, IMF'nin ve IMF bünyesindeki insanların tutum ve söylemlerinde rahatlıkla gözlemlenebilmektedir. Bu konuda daha ayrıntılı bilgi edinebilmek için bkz. Krugman (2001).70 2000'li yıllardan itibaren IMF'nin iktisadi büyüme sorunsalına el attığını da açık bir şekilde programlarında belirtmeye başlamış olması, IMF ile Dünya Bankası arasındaki bağın ve hatta bütünleşmenin giderek güçlendiğini göstermektedir. IMF'nin iktisadi büyüme ile ilgili koyduğu ana hedefler için bkz. IMF (2002).

76

Page 90: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

kredi gereksinimlerini karşılamak, uluslararası likiditeyi arttırıcı faaliyetler, üye

ülkelerin ödemeler dengesi bilançolarındaki dengesizlikleri giderici faaliyetlerde

bulunmak, döviz kurlarında istikrarın sağlanması, üye ülkelerin yapısal uyum

politikalarına finansal destek sağlamak, üye ülkelerin uluslararası özel ve resmi

kuruluşlara olan borçlarının ödenmesinde çıkan sorunlara çözüm getirmek şeklinde

çerçevelendirilebilmektedir. Ayrıca kuruluş, diğer uluslararası finansal kuruluşların

ülkelere verecekleri krediler ile ilgili belirleyici bir role de üstlenmektedir (Oktay,

2002:237).

Dünya Bankası'nın tarihsel değişimi de IMF'den çok farklı değildir. Dünya

Bankası'nın ana kuruluş amacı; Avrupa'nın ekonomik ve sınaî olarak yeniden

yapılanmasının sağlanması ve gelişmekte olan ülkelerin sanayileşme sürecine yardımcı

olmaktır (Braithwaite & Drahos, 2000:98). Bu amaç uğrunda Dünya Bankası, 1980'li

yıllara kadar (kuruluş amacı gereği) Keynesyen büyüme modellerinin önerileri ışığında

politikalarını oluşturmuştur. Ancak, Dünya Bankası da neoliberal akımın etkisi ile

birlikte, 1980'lerden itibaren politika önerilerinde değişikliğe gitmiş ve karşılaştırmalı

üstünlükler teorisi ışığı altında aktivitelerine yön vermeye başlamıştır. Bu tarihe kadar

Dünya Bankası tarafından özellikle de gelişmekte olan ülkelere önerilen planlı kalkınma

ve ithal ikamesine dayalı büyüme stratejileri, yerlerini küreselleşme ve serbestleşme

söylemlerinin yer aldığı kalkınma önerilerine ve ihracata dayalı büyüme stratejilerine

bırakmışlardır. Dünya Bankası'nın genel yapısındaki bu değişim, kuruluşun faaliyet

alanları ve biçiminin de değişmesi ile sonuçlanmış ve kuruluş zamanla IMF ile daha sıkı

bir ilişki içine girmiştir (Soyak ve Eroğlu, 2008:1-2). Neticede, günümüzde Dünya

Bankası vereceği kredilerin ön koşulu olarak; IMF'nin vermiş olduğu yapısal uyum

reçetelerinin yerine getirilme kriterlerini dikkate almaktadır (Stiglitz, 2002:35).71

Washington uzlaşısını takiben, neoliberalizm akımının derin etkileri ve yeni

küreselleşme dalgası ile birlikte yeni uluslararası kuruluşların da faaliyete geçirildiği

görülmektedir. Aslen Bretton Woods konferansında kurulmasına karar verilen Dünya

71 Dünya Bankası; proje kredileri, program kredileri ve ulusal para kredileri olmak üzere toplam 3 çeşit kredi vermektedir. Bunlardan ilki olan proje kredileri; Dünya Bankasının kuruluş amacına yönelik olarak dağıtılan uzun dönem kalkınma hedefine yönelik uzun vadeli proje kredileridir. 1980'lerdeki dönüşüm ile birlikte, yapısal uyum kredileri de dâhil olmak üzere, ödemeler dengesine doğrudan katkı sağlama özelliği olan program kredileri de sunmaya başlamıştır (Oktay, 2002:239).

77

Page 91: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

Ticaret Örgütü72 (DTÖ) de, bahsedilen etkilerin bir sonucu olarak 1995 yılında aktif bir

şekilde hayata geçirilmiştir.

Dünya Ticaret Örgütü'nün kuruluşu, serbest ticaret şartlarının dünya genelinde

geçerlilik kazanması ve küreselleşmenin kurumsallaşması için önemli bir adımdır (Dpt,

2000a:3). DTÖ'nün kuruluşu aslında belirli bir sürecin son halkası olarak

gerçekleşmiştir. Bretton Woods konferansı ile uygulamaya sokulması kararlaştırılan ve

1948 yılından itibaren resmen yürürlüğe sokulan Genel Gümrük Tarifeleri ve Ticaret

Anlaşması (GATT)73 dünya ticaretinin gelişmesinde ve önündeki engellerin

kaldırılmasında önemli bir rol oynamıştır (Estevadeordal & Taylor, 2008:21-22). GATT

ile birlikte yaşanan gümrük tarifelerindeki indirimler dünya ticaretine belirli bir hız

kazandırmış ve elli yıla yakın bir dönemde dış ticarette uygulanan gümrük tarifeleri

yaklaşık %90 oranında azalmıştır (Dpt, 2000a:24). Temel amacı; dünya ticaretinin

serbestleşmesi olan GATT aracılığı ile zamanla faktör dolaşımı ve hizmet ticareti

konularında da çabalar sarf edilmeye başlanmıştır. GATT aracılığı ile gümrük

tarifelerinin indirilmesi ve tarife dışı engellerin74 ise “derhal” kaldırılması için yoğun

çaba sarf edilmiştir. GATT çerçevesinde yapılan görüşmeler; Cenevre (1947), Annecy-

Fransa (1949), İngiltere (1950-51), Dillon-Cenevre (1960-61), Kennedy-İsviçre (1964-

1967), Tokyo (1973-79) ve Uruguay (1986-93) şeklinde gerçekleşmiştir. Yapılan son

görüşmeler ile birlikte GATT'nin yerini DTÖ'ne bırakması kararlaştırılmıştır.75

GATT'nin işlevsel bütünlüğüne uygun olarak, DTÖ'nün de kuruluş amacı;

uluslararası ticari ilişkilerin yönetilmesidir. Bir Bretton Woods kuruluşu olarak

sayabileceğimiz DTÖ, diğer Bretton Woods kuruluşları olan Dünya Bankası ve IMF'den

72 World Trade Organization73 General Agreement on Tariffs and Trade74 Gümrük tarifeleri dışında kullanılan ticari engellerin en bilinenleri; ihracat yasakları, genel kotalar, ya da ürün kotaları, orijin kuralları, kalite standardı kısıtlamaları, sağlık standardı kısıtlamaları, paketleme kısıtlamaları, etiket kısıtlamaları, ürün standardı kısıtlamaları, çevre düzenlemeleri, ihracatçı ülkeler tarafından ithalatçı ülkelere ya da firmalara uygulanan uygunluk denetimleri, mesleki sağlık ve güvenlik kuralları, Menşe Şahadetnamesi (Certificate of Origin) ve Özgünlük belgesi (Certificate of Authenticity ) gibi ek ticaret dokümanları, işgücüne dair yasalar, ithalat lisansları, devlet teşvikleri, tedarik ve iştirakleri, ihracat teşvikleri, minimum ithal malı fiyatının sabitlemesi, ürün sınıflandırmaları, döviz kuru kontrolleri, eksik altyapı, yerli malına yönlendirme politikası, aşırı değerli para, entelektüel özellik kuralları (patentler, telif hakları vb.), kısıtlayıcı lisanslar, mevsimsel ithalat rejimleri, çarpık ve/veya yoğun gümrük prosedürleri, rüşvet ve çarpıklık olarak sıralanabilir. Tarife dışı ticari engellerle ilgili daha geniş bilgi için bkz. Coughlin & Wood (1989), Beghin (2006), Oktay (2002).75 Oktay (2002:133), Seyidoğlu ve Karluk (2000:81-85).

78

Page 92: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

farklı olarak, müdahaleden uzak bir amaca hizmet etmeyi ve ticari pazarlıkların

yapılacağı bir forum görevi görmeyi amaçlamaktadır (Stiglitz, 2002:37). DTÖ'nün

kuruluş anlaşmasında şu ana hedeflerden bahsedilmektedir; yaşam standartlarının

arttırılması, tam istihdamın sağlanması, efektif talep ve reel gelir düzeylerinin istikrarlı

bir şekilde artışı, dünyadaki kaynakların sürdürülebilir kalkınma uğraşısı ışığı altında

optimal bir şekilde kullanımı ve mal ve hizmet üretiminin ve ticaretinin genişletilmesi,

kalkınmanın çeşitli aşamalarının gerçekleştirilmesi hedefi ile birlikte çevrenin de

korunmasına yönelik çabaların arttırılması (Rodrik, 2001:1). Böylece, DTÖ'nün de

kuruluşu ile birlikte, Bretton Woods konferansında kurulmasına karar verilmiş olunan

uluslararası kuruluşların (Dünya Bankası, IMF, DTÖ) hepsi 1995 yılından itibaren aktif

hale geçirilmiştir.

2.2.2.3.2.4. KÜRESELLEŞME BAĞLAMINDA İKTİSADİ

BİRLEŞMELER, KURUMLAR ve İŞBİRLİKLERİ

İDBS ve küreselleşme bağlamında, dünya ekonomisine yön veren IMF, Dünya

Bankası ve DTÖ'den farklı uluslararası birleşmeler, işbirliği anlaşmaları ve kuruluşlar

da mevcuttur. Bunlardan en önemlileri şu şekilde sıralanabilir ve kısaca özetlenebilir;76

Birleşmiş Milletler-United Nations (BM); Birinci ve İkinci Dünya Savaşları'nın

derin izlerinin ve bu savaşlardan çıkarılmış olan derslerin bir sonucu olarak 24 Ekim

1945'te resmen faaliyete geçirilmiştir. BM ana amacını; evrensel düzeyde insanlıkla

ilgili sorunların oluşmasına yol açan problemlerin çözümü olarak nitelemektedir ve bu

doğrultuda, kendisinin ve kendisine bağlı kuruluşların çalışma alanını; insan haklarına

gereken saygının oluşturulması, çevrenin korunması, hastalıklarla mücadele ve

yoksulluğun azaltılması şeklinde çerçevelemektedir.77 BM'in üye ülkeler ile ilgili

ekonomik konulardaki faaliyetleri özellikle beş ekonomik komisyonu etrafında

yoğunlaşmaktadır. Bunlar; merkezi Cenevre'de bulunan Avrupa Ekonomik Komisyonu

(ECE), merkezi Bangkok’ta bulunan Asya ve Pasifik Ekonomik ve Sosyal Komisyonu

(ESCAP), merkezi Santiago'da bulunan Latin Amerika ve Karaibler Ekonomik

Komisyonu (ECLAC), merkezi Adis Ababa'da bulunan Afrika Ekonomi Komisyonu 76 Çalışmamızda değindiğimiz ve değinemediğimiz uluslararası ve bölgesel kuruluşlar, birleşmeler ve işbirlikleri ile ilgili daha geniş bilgi için bkz. DPT (2000b:31-93), Oktay (2002:155-253), Seyidoğlu ve Karluk (2000:90-131).77 http://www.un.org/Overview/uninbrief/ (Erişim: 21.01.09)

79

Page 93: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

(ECA) ve merkezi Bağdat'ta bulunan Batı Asya Ekonomik ve Sosyal Komisyonu

(ESCWA) şeklindedir. Ayrıca, az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler ile ilgili kalkınma

programları ve önerileri oluşturabilmek için oluşturulan BM Ticaret ve Kalkınma

Konferansı (UNCTAD), yoksulluğun azaltılması, çevrenin korunması, istihdam

yaratılması ve kadının toplumdaki yerinin güçlenmesini hedef alan BM Kalkınma

Programı (UNDP), endüstriyel kalkınmanın ulusal, bölgesel ve sektörel bazda teşvikinin

sağlanmasını amaçlayan BM Sanayi Kalkınma Örgütü (UNIDO) ve insanların beslenme

şartlarının iyileştirilmesini, kırsal kesimde yaşayan insanların yaşam standartlarının

arttırılmasını ve gıda-tarım ürünlerinin üretim ve tedarikinin sağlanmasını amaç edinen

BM Gıda ve Tarım Örgütü (FAO)de BM bünyesindeki önemli oluşumlardır (Dpt,

2000b:75-82).

İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Örgütü - Organization for Economic

Cooperation and Development (OECD); İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde, Avrupa

ülkelerinin ekonomik gelişme ana amacı doğrultusunda örgütlenmelerinin bir sonucu

olarak 16 Avrupa ülkesi tarafından oluşturulmuş olan Avrupa Ekonomik İşbirliği

(OEEC) örgütüne 1960 yılında ABD ve Kanada'nın da katılımıyla birlikte, OEEC

örgütü, İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD)'ne dönüşmüş ve tarihsel süreç

içinde yeni ülkelerin de birliğe katılımıyla birlikte, OECD örgütü günümüzün en önemli

ekonomik birlikteliklerden biri haline gelmiştir (Dpt, 2000b:85). OECD genel amacını;

üye ülkelerde, piyasa ekonomisi ve demokrasinin gelişimi ana hedefi doğrultusunda;

sürdürülebilir iktisadi büyümenin, işgücünün gelişiminin, yaşam standartlarında artışın,

finansal istikrarın, diğer ülkelere ekonomik kalkınmada yardımın ve dünya ticaretinin

gelişimine katkıların sağlanması olarak belirtmektedir.78 OECD bünyesinde yapılan

toplantılar ve araştırmalar ile dünya genelinde ekonomik gelişmeler değerlendirilmekte

ve OECD bünyesindeki ülkelerin bu ekonomik gelişmeler karşısında nasıl bir tutum

içinde olmasının gerekli olduğu belirlenmekte ve bu ülkelerin ortak bir şekilde hareket

etmesine çaba sarf edilmektedir (Seyidoğlu ve Karluk, 2000:129).

Avrupa Birliği - European Union (AB); uluslararası ekonomik birleşmelerin en

başarılı örneklerinden birisi olarak gösterilmektedir. Birlik, Almanya, Fransa, Belçika,

78 http://www.oecd.org/pages/0,3417,en_36734052_36734103_1_1_1_1_1,00.html (Erişim:17.01.09) 80

Page 94: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

Hollanda, Lüksemburg ve İtalya arasında 1 Ocak 1958 yılında yapılan anlaşma ile

Avrupa Ekonomi Topluluğu (AET) adı altında kurulmuş ve tarihsel süreç içinde yeni

üyeler ile gelişmiş, Avrupa Birliği adını almış ve dünyanın en önemli ekonomik

birleşmelerinden biri haline gelmiştir. 1945 ve 1958 yılları arasında kurulmuş olan

Avrupa Ekonomik İşbirliği Teşkilatı (OEEC), Avrupa Kömür ve Çelik Birliği (AKCT)

ve Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu (EURATOM) kuruluşları da AB'nin kurulması

sürecine önemli katkılarda bulunmuşlardır (Oktay, 2002:173). Kuruluşun ana amacı;

Avrupa ülkeleri arasında bir ortak pazarın oluşturulması yoluyla bölgede verimlilik

artışını sağlamak, serbest ticaret ve ekonomik kalkınmaya hız vermektir

(Dpt,1995:198). Böylece üye ülkeler, “Gümrük Birliği” uygulaması ile kendi aralarında

gümrük vergisi uygulamalarını kaldırmışlar ve üçüncü ülkelere ortak bir gümrük vergisi

uygulamak suretiyle dış ticaretlerinin gelişmesini hedeflemişlerdir, topluluğun asıl

hedefi Avrupa'da siyasal bütünlüğe ulaşabilmektir (Dpt, 2000b:31). Diğer yandan,

AB'nin dengeli kalkınma hedefine ve politikalarına yönelik kamu ve özel sektör

projelerine destek veren ve AB'nin işbirliği yaptığı projelerin finansmanını sağlayan

Avrupa Yatırım Bankası (EIB) ve AB bütçesi de AB'nin önemli mali kaynaklarıdır.

Avrupa Serbest Ticaret Bölgesi – The European Free Trade Association

(EFTA); 1960 tarihinde, İngiltere'nin önderliğinde AB'nin kuruluş amaçlarına benzer

amaçlar güderek kurulmuştur. Günümüzde çoğu üyesinin AB üyeliğine geçişi ile

birlikte eski önemini yitirmiştir.

Karadeniz Ekonomik İşbirliği – Black Sea Economic Cooperation (BSEC);

Türkiye'nin öncü girişimleri sonucunda, Karadeniz'e kıyısı olan onbir ülke tarafından

1992 yılında kurulmuştur. Daha sonra birliğe Sırbistan'ın da katılımı ile birlikte üye

sayısı onikiye çıkmıştır.79 BSEC'nin amacı; üye ülkeler arasında oluşturulacak

ekonomik, sosyal, teknolojik ve siyasi ilişkilerin arttırılması ile Karadeniz havzasında

barış, istikrar ve refah artışının sağlanabilmesidir (Dpt, 2000b:48)

Kuzey Amerika Serbest Ticaret Bölgesi – North American Free Trade

Association (NAFTA); 1988 tarihinde ABD ve Kanada arasında imzalanmış olunan

serbest ticaret anlaşması ile başlayan süreç, 1992 yılında ABD, Kanada ve Meksika

79 http://www.bsec-organization.org/Pages/homepage.aspx (Erişim: 13.02.2009) 81

Page 95: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

arasında oluşturulan Kuzey Amerika Serbest Ticaret Bölgesi (NAFTA) ile

genişletilmiştir. Buna göre NAFTA ülkeleri, kendi aralarındaki ticari engelleri

kaldırmışlardır, ancak; üçüncü ülkelere karşı ticarette ulusal tarifelerini

kullanmaktadırlar (Seyidoğlu ve Karluk, 2000:127).

Latin Amerika Serbest Ticaret Bölgesi-Latin American Free Trade Association

(LAFTA); Şubat 1960'da yedi Latin Amerika ülkesi; Arjantin, Brezilya, Meksika, Şili,

Paraguay, Peru ve Uruguay arasında imzalanmıştır. Daha sonra, çeşitli katılım ve

ayrılıklar ile birlikte 1980 yılında Latin Amerika Entegrasyon Topluluğu (LAIA) adını

almış ve günümüzde Güney Amerika'yı ve Meksika'yı içine alan bölgedeki ülkeler

arasında oluşturulmuş önemli bir ticari ortaklık olarak varlığını sürdürmektedir.

Güney Amerika Ortak Pazarı - Common Market for the Sothern Cone of

America (MERCOSUR); 26 Mart 1991 yılında kurulmuş olan MERCOSUR, AB ve

NAFTA'dan sonraki en önemli ekonomik birleşme girişimi olarak kabul edilmekte ve

her ne kadar organik bir bağ olmasa da, LAIA'nın bir devamı niteliğinde ele

alınmaktadır. 1995'ten itibaren gümrük birliğine dönüştürülmüştür (Laçiner, 2003:308-

309).

Asya ve Pasifik Ekonomik İşbirliği - Asia and Pasific Economic Corporation

(APEC); Asya ve Pasifik ülkeleri arasında 1980 yılında oluşturulmuştur ve genel

itibariyle, bölge ekonomileri ile ilgili ekonomik işbirliği fırsatları ile ilgili bir forum

niteliği taşımaktadır. Bir politika belirleme kuruluşu olarak faaliyet göstermemektedir

(Seyidoğlu ve Karluk, 2000:128).

Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği - Association of Southeast Asian Nations

(ASEAN); 1967 yılında Brunei, Endonezya, Malezya, Filipinler, Singapur ve Tayland'ın

katılımıyla, bölgeye barış ve dinamizm getirmek amacıyla kurulmuş ve 1977 yılında

imzalanan ticaret anlaşmasıyla birlikte ekonomik bir kimliğe bürünmüştür. Ekonomik,

sosyal ve kültürel alanlarda etkinlik gösteren bir örgüttür (Doğan ve Öcal, 2006:171).

Afrika Birliği Teşkilatı - Organization Of African Unity (OAU); 1963 yılında

32 bağımsız Afrika ülkesi tarafından, Afrika ülkeleri arasındaki dayanışmanın

arttırılması ve bağımsızlıklarının korunabilmesi ana amacı doğrultusunda kurulmuştur.

Üye ülkelerin, ekonomik, siyasi ve kültürel açıdan iletişim halinde bulunması ve

82

Page 96: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

ekonomi, diplomasi, sağlık, eğitim gibi konularda uyumlu politikalar güdülmesi

hedeflenmektedir.80

Afrika Ekonomik Topluluğu – Africa Economic Community (AEC); 1991

tarihinde OAU üyeleri tarafından imzalanmış olan AEC anlaşması, OAU üyelerinin

üçte ikisinin anlaşmayı imzalaması ile birlikte 1994 yılında yürürlüğe girmiştir. Afrika

ülkelerinde entegrasyonun sağlanması ve üye ülkelerin iktisadi kalkınmasının teşvik

edilebilmesi, topluluğun temel amaçlarıdır (Oktay, 2002:166-167).

G-7/G-8; G-7 olarak bilinen oluşumun temeli, 1975 yılında, dönemin (ve

günümüzün) altı önemli gelişmiş ülkesi olan ABD, İtalya, Japonya, Almanya, İngiltere

ve Fransa'nın, Rambouillet şehrinde bir araya gelerek, iktisadi büyüme, parasal reform,

enflasyon, işsizlik, ticaret ve petrol fiyatları ve arzı ile ilgili olarak bir kereye mahsus

toplanmaları ile atılmıştır. Daha sonra bu toplantıların devamının kararı ve Kanada'nın

da 1976 yılında bu zirveye katılımı ile birlikte G-7 halini almıştır. G-7 zirvesi, Sovyetler

Birliğinin dağılmasının ardından, 1998 yılında Rusya'nın da zirvenin kalıcı

katılımcılarından birisi haline dönüşmesi ile birlikte G-8 halini almıştır (Hajnal &

Kirton, 2000:5-6). G-8 uluslararası bir organizasyon değildir ve bir başkanlık veya

sekreterlik organlarına da sahip değildir. Sadece, dünyanın ileri sekiz ekonomisinin bir

araya gelerek dünya ekonomisi ile ilgili fikir alışverişinde bulunduğu bir forum ve zirve

olarak çerçevelendirilmektedir.81 G-8 liderlerince alınan kararlar; Dünya Bankası, IMF,

OECD, DTÖ ve BM gibi uluslararası kuruluşların politikalarının yönlendirilmesinde

son derece önemli rol oynamaktadır.

G-20; G-7 ülkeleri Maliye bakanları tarafından 25 Eylül 1999 tarihinde yapılan

bir açıklama ile birlikte ortaya çıkmış bir oluşumdur. G-7 ülkeleri, Dünya ekonomisi

açısından üst düzey öneme sahip gelişmekte olan piyasa ekonomileri ve AB, IMF ve

Dünya Bankası'nın bulunduğu üç ayrı grup tarafından oluşturulmaktadır. Dünya

ekonomisi açısından önemli görülen konuların tartışıldığı bir forum görevi görmektedir

(Dpt, 2000b:91-92).

80 http://www.dtm.gov.tr/dtmweb/yaziciDostu.cfmdokuman=pdf&action=detayrk&yayinID=953&icerikI D=1062&dil=TR (Erişim: 13.02.09)81 http://ec.europa.eu/external_relations/g7_g8/index_en.htm (Erişim: 13.02.09)

83

Page 97: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

Çalışmada kısaca aktarılmaya çalışılan bölgesel ve bölgeler üstü uluslararası

ekonomik birleşmeler, forumlar ve bu oluşumlara bağlı uluslararası kuruluşlar dışında

uluslararası kuruluşlar da mevcuttur. Bunlardan en önemlileri şu şekildedir;

Afrika Kalkınma Bankası – African Development Bank (AFDB); 1964 yılında

sadece özgür Afrika ülkelerinin katılımı ile bölgede ekonomik kalkınma ve işbirliğinin

geliştirilmesine yönelik projelere destek olmak amacı ile kurulmuştur. 1982 yılından

itibaren AFDB üyeliğine Afrika dışından ülkelerin de üye olması kabul edilmiştir. Bu

tarihten itibaren içinde ABD ve İngiltere'nin de bulunduğu birçok Avrupa ve Amerika

ülkesinin de AFDB üyesi olduğu görülmektedir (Oktay, 2002:246).

Asya Kalkınma Bankası – Asia Development Bank (ADB); Asya ve Pasifik

ülkelerinin ekonomik kalkınma süreçlerinin hızlandırılması ve desteklenmesi ana amacı

doğrultusunda 1966 yılında kurulmuştur. Üye ülkelerle ilgili kalkınma projelerinin

koordine edilmesi, finansmanının sağlanması ve teşvik edilmesi amaçlanmaktadır (Dpt,

2000b:61).

İslam Kalkınma Bankası – Islamic Development Bank (IDB); 1974 yılında,

İslam Ülkeleri Maliye Bakanları Konferansında IDB ana sözleşmesinin imzalanması ile

kurulmuştur. Bankanın kuruluş amacı; üye ülkelerin kalkınmalarına, sosyal

gelişmelerine ve verimlilik artışlarına katkıda bulunacak projelere destek vermektir

(Idb, 2007:2).

Küreselleşme ve serbestleşme rüzgarı ile birlikte özellikle de 1970'li yıllardan

itibaren belirli bir ivme kazanmaya başlayan birleşmeler günümüz dünya ekonomisinin

en önemli belirleyicilerinden biri haline gelmiştir. Uluslararası ilişkiler ve ekonomi

politikaları genel itibariyle bu tür birleşmeler, uluslararası kuruluşlar ve küreselleşme

söylemleri ile belirlenmektedir. Ülkelerin gelişmişlik düzeyleri de bu uluslararası

kuruluşlar tarafından (özellikle de IMF ve Dünya Bankası) çerçevelenmekte olan

normlara göre belirlenmektedir. İDBS'nin ülkeler nezdindeki uygulama incelemelerinin

ve İDBS yanlısı ve karşıtı görüşlerin çıkış noktalarının daha rahat anlaşılması için

gerekli olan ön bilgi, çalışmamızın şimdiye kadar ki bölümünde verilmeye çalışılmıştır.

Çalışmamızın kalan bölümünde, İDBS yanlısı ve karşıtı görüşler ile birlikte, İDBS ülke

deneyimleri ele alınacaktır.

84

Page 98: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

-ÜÇÜNCÜ BÖLÜM-

İDBS'NİN, DESTEKÇİLERİ ve SEÇİLMİŞ ÜLKE DENEYİMLERİ AÇISINDAN

DEĞERLENDİRİLMESİ

3.1. İDBS; NEDENLER ve SONUÇLAR

3.1.1. ÜLKELER BAZINDA GELİŞMİŞLİK ve AZ GELİŞMİŞLİK

OLGUSU

Gelişmişlik ve az gelişmişlik olgularının kullanımı, kalkınmanın iktisadi uğraşı

alanına girişi ile birlikte yoğunluk kazanmıştır. Günümüzde, gelişmiş olmak, kalkınmış

olmak, modern olmak ve batılı olmak genel itibariyle aynı şeyi ifade etmek için

kullanılmaktadır (Mıhçı, 1996:65-67). İktisadın bir bilim olarak kabul görmesi ile

birlikte başlayan süreç, zaman içinde politikayı da iktisat uğraşısının içine taşımış ve

iktisat-politika ilişkisi sonucunda; gelişme ve kalkınma sorunsalı ile ilgili uğraşılar, hem

politik iktisadi uğraşıyı, hem de geleneksel iktisadi uğraşıyı kapsayacak bir şekilde

geniş bir hal almıştır. Bu doğrultuda kalkınma uğraşısı; toplumlardaki iktisadi

gelişimlerin, bu toplumlardaki insanların daha geniş ölçüdeki kısmına nüfuz edebilmesi

için gerekli olan iktisadi, kültürel ve politik altyapının oluşabilmesi için ihtiyaç duyulan

kurumsal ve yapısal dönüşümlerin sağlanabilmesine odaklanmıştır (Todaro & Smith,

2003:9). Ülkelerin gelişmişlik düzeylerine dair değerlendirmeler ve gruplandırmalar da

iktisadi performanslarına ve bahsini geçirdiğimiz ana uğraşı çerçevesindeki

dönüşümleri ne derece gerçekleştirebildiklerine göre yapılmaktadır. Bu doğrultuda,

gelişmişlik göstergelerine göre ülkeler üç ana sınıfta toplanmaktadırlar, bunlar;

gelişmiş, gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkeler82 kategorileridir. Ülkeler gelişimlerine

göre sınıflandırılırken şu ana göstergelere göre değerlendirilmektedirler;83

- Gelir Düzeyi - “Gayri Safi Milli Gelir (GSMG) ve Gayri Safi Yurtiçi Hasıla

(GSYİH)”; GSYİH en genel ifadeyle “belirli bir dönemde, ülkede yerleşik üretim

birimleri tarafından üretilen nihai mal ve hizmetlerin değerlerinin toplamı (Yükseler,

1998:1)” olarak ifade edilebilir. GSMG ise; ulusal gelirin en geniş ifadesidir ve bir

82 Az gelişmiş ülkeler ile ilgili liste için bkz; http://www.un.org/special-rep/ohrlls/ldc/list.htm (Erişim:30.01.09)83 The World Bank (2009:362-363), United Nations (2007:2).

85

Page 99: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

ülkenin yerleşikleri (residents) tarafından, yurtiçi ve yurtdışı kaynaklar aracılığı ile

yaratılmış olan toplam katma değeri ifade etmektedir. GSMG, GSYİH ve yurtdışı

kaynaklardan gelen net gelirin toplanması ile elde edilmektedir.84 Kişi başına düşen

GSYİH ve GSMG miktarları en önemli kalkınma göstergelerinden birisidir. Ayrıca,

kalkınma göstergesi olarak, Satın Alma Gücü Paritesine (SAGP)85 göre GSYİH ve

GSMG göstergeleri de kullanılmaktadır.

- Sosyal Göstergeler - “Nüfus Göstergeleri, Beşeri Varlıklar Endeksi -

Human Assets Index (BVE) ve İnsani Kalkınma Endeksi - Human Development

Index (İKE)”; Nüfus göstergeleri olarak dikkate alınan en önemli göstergeler; ortalama

yıllık nüfus artış oranı, nüfus yoğunluğu (nüfusun ülke genelindeki yayılışı) ve nüfusun

yaş kompozisyonudur (0-14 yaş arası nüfusun genel nüfusa oranı). Diğer yandan

beslenme, eğitim ve sağlık ile ilgili göstergeler ele alınarak oluşturulan BVE ve yine

eğitim ve sağlık yanında gelir düzeyleri ile ilgili göstergeler kullanılarak elde edilen

İKE önemli kalkınma göstergeleridir.86 Beklenen Yaşam Umudu (Life Expectancy at

Birth) ile Yetişkin Okur-Yazarlığı (Adult Literacy) ve Birleştirilmiş Okula Başlama

Oranı (Combined Enrolment Ratio) endekslerinden oluşan Okula Ulaşma Endeksi

(Educational Attaintment Index), BVE ve İKE hesaplamalarında kullanılan en önemli

sosyal endekslerdir (Mazgit, 2002:411).87

- Ekonomik Göstergeler - “İktisadi Savunmasızlık Endeksi - Economic

Vulnerability Index (İSE)”; İSE ile ülkelere ait kalkınma süreçlerinin dışsal şoklara

karşı ne kadar güçlü olduğu ve ülkelerin yapısal durumlarına göre bu dışsal şoklardan

ne şekilde etkilenebilecekleri ele alınmaktadır. İSE, yedi ana göstergeden

oluşturulmaktadır, bunlar; nüfus büyüklüğü, uzaklık (remoteness), ekonomideki ihraç

malları yoğunluğu, tarım, ormancılık ve balıkçılık faaliyetlerinin GSYİH içindeki

84 Mili Gelir hesaplamaları ile ilgili daha geniş bilgi için bkz; Yükseler (1998) ve www.tuik.gov.tr 85 Satın Alma Gücü Paritesi-SAGP (Purchasing Power Parity); iki döviz cinsi arasındaki nominal döviz kurunun iki ülke arasındaki toplam fiyat seviyelerinin oranına eşit olması gerekliliği temel düşüncesinden çıkmıştır. Dolayısıyla, SAGP en genel ifadesiyle, ülkeler arasındaki fiyat düzey farklılıklarını ortadan kaldırmak için kullanılan ve tüm mal piyasalarına uygulanan bir tek fiyat kanunudur. Ülkelerin genel fiyat düzeylerinin birbirlerine oranı ile elde edilmektedir. Bu şekilde; bir ülkeye ait paranın başka bir ülkede de aynı satın alma gücüne sahip olabilmesi hedeflenmiştir (Taylor & Taylor, 2004:135, Aslan ve Kanbur, 2007:9)86 BVE ve BKE ile ilgili daha geniş bilgi için bkz. The World Bank (2009) ve Günsoy (2005).87 İnsani Kalkınma adına getirilmiş olunan yaklaşımlar hakkında daha geniş bilgi için bkz. Barbaros ve Öğüt (2003).

86

Page 100: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

payları, doğal afetler sonucu evsiz kalanların miktarı, tarımsal üretimin değişkenliği ve

mal ve hizmet ihracatının değişkenliği göstergeleridir (United Nations, 2007:2).

- Sürdürülebilir Kalkınma ile İlgili Göstergeler – “Karbondioksit Yayılımı –

Carbon Dioxide Emissions”; Ülkelerin gelişme süreçleri ele alınırken, kalkınmalarını

sürdürülebilmeleri adına gerekli olan çevre faktörlerine de özen göstermelerine dikkat

edilmektedir. Bu nedenle, günümüzde bir ülkedeki üretim süreci içinde ortaya çıkan

Karbondioksit miktarı da, gelişmişlik değerlendirmelerine dahil edilmektedir.

Ülkelerin gelişmişlik düzeylerinin belirlenmesinde kullanılan bu ana

göstergeler aracılığı ile elde edilen sonuçlar neticesinde ülkeler gruplandırılmakta ve bu

doğrultuda kendileri için faydalı olacağı düşünülen ekonomi politikaları, küresel

seviyede ekonomik istikrarın sağlanabilmesi ana amacıyla kurulmuş olan uluslararası

kuruluşlar (özellikle de IMF ve Dünya Bankası) tarafından bu ülkelere önerilmektedir.

Ülkelerin gelişmişlik düzeylerine dair değerlendirmelere konu olan birden fazla

gösterge olmasına rağmen, ülkelerdeki kişi başına düşen gelir seviyeleri günümüzde

gelişmişliğe dair yapılan ülke değerlendirmelerindeki en önemli gösterge olma

özelliğini sürdürmektedir. Dünya Bankası'nın yapmış olduğu değerlendirmelerde de bu

yaklaşım açıkça görülebilmektedir. Dünya Bankası Kalkınma Raporlarında; ülkeler

gelir düzeylerine göre dört ana gruba ayrılmaktadır, bu gruplar şu şekildedir (The World

Bank, 2009:351);88

- Düşük Gelir Grubu Ülkeler (Low Income Countries); kişi başına düşen

GSMG düzeyi 935 USD ve aşağısı seviyede olan ülkelerdir.

- Alt Orta Gelir Grubu Ülkeler (Lower Middle Income Countries); kişi başına

düşen GSMG düzeyi 936 USD ve 3705 USD arası seviyede olan ülkelerdir.

- Üst Orta Gelir Grubu Ülkeler (Upper Middle Income Countries); kişi başına

düşen GSMG düzeyi 3706 USD ve 11455 USD arası seviyede olan ülkelerdir.

- Yüksek Gelir Grubu Ülkeler (High Income Countries); kişi başına düşen

GSMG düzeyi 11456 USD ve üstü seviyede olan ülkelerdir.

Unctad ise; ülkeleri gelişmişlik düzeylerini ve diğer ülkelere bağımlılıklarını

göz önüne alarak, üç ana gruba ayırmaktadır (Unctad, 2005:X);

88 Dünya Bankası raporunda yer alan, gelir gruplarına ve bölgelerine göre ülkeler listesi için bkz. EK2. 87

Page 101: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

- Gelişmiş Ülkeler – Developed Countries; AB üyeleri, AB üyesi olmayan bazı

Avrupa ülkeleri, Kanada, ABD, İsrail, Japonya, Avustralya ve Yeni Zelanda'da

oluşmaktadır.

- Güneydoğu Avrupa ve Eski Sovyet Sosyalist Ülkeleri - South-East Europe

and Commonwealth of Independent States; AB üyesi olmayan Balkan ülkeleri ve

Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla ortaya çıkan AB üyeleri dışındaki yeni devletler.

- Gelişmekte Olan Ülkeler – Developing Countries; İlk iki gruba girmeyen

dünya ülkeleri.89

UNDP tarafından yapılmakta olan İKE raporlarında da ülkeler gelişmişlik

değerlendirmelerine göre sınıflandırılmaktadır. Bu doğrultuda, UNDP, ülkeleri İKE

değerlerine göre üç ana gruba ayırmaktadır. Bunlar (UNDP, 2008:229-232);

- Yüksek İnsani Kalkınma Sınıfı; İKE değeri 0,8 ve üstü olan ülkeler tarafından

oluşmaktadır,

- Orta İnsani Kalkınma Sınıfı; İKE değeri 0,5 ve 0,799 arası olan ülkeler

tarafından oluşmaktadır,

- Düşük İnsani Kalkınma Sınıfı; İKE değeri 0 ve 0,499 arası olan ülkeler

tarafından oluşmaktadır,

IMF ise ülkeleri, gelişmiş ülkeler (advanced economies) ile diğer yeni ortaya

çıkan piyasalar ve gelişmekte olan ülkeler (other emerging market and developing

countries) adı altında iki ana gruba ayırmaktadır (IMF, 2004:192).90 IMF yapmış olduğu

gelişmişlik değerlendirmelerinde hemen hemen tamamıyla ekonomik göstergeler

üstünden gitmektedir.91 89 Unctad'nin yapmış olduğu gruplama incelendiğinde, bu gruplamanın, Sovyetler Birliği dağılmadan önce kullanıma girmiş olan Birinci, İkinci ve Üçüncü dünya ülkeleri söylemleri etkisi ile yapıldığı söylenebilir. Üçüncü dünya ülkesi terimi aslında, Sovyetler Birliği dağılmadan önce, ne kapitalist batı ile ne de sosyalist Sovyetler Birliği ile ittifak yapmamış olan ülkeleri belirtmek için kullanıma sokulmuştur. Bu doğrultuda, aynı dönemde üçüncü dünya ülkesi olmak bir onur simgesi olarak da görülmektedir. Ancak, günümüzde, üçüncü dünya ülkesi terimi yoksulluğun ve az gelişmişliğin bir ifadesi olarak kullanılmaktadır (Krugman, 2001:16). Bununla birlikte, 1990'lara gelindiğinde, Washington Uzlaşısı'nın da etkisi ile birlikte, üçüncü dünya ülkeleri kavramı da yerini yavaş yavaş, “gelişen piyasalar” kavramına terk etmiştir (Krugman, 2001:90). Üçüncü dünya ülkeleri ile ilgili daha geniş bilgi için bkz. http://www.nationsonline.org/oneworld/third_world.htm (Erişim: 01.02.09)90 IMF'nin yapmış olduğu; gelişme seviyelerine göre ülke gruplandırmaları ile ilgili bilgi için bkz. http://www.imf.org/external/pubs/ft/weo/2008/02/weodata/groups.htm#ae (Erişim: 02.02.09)91 Bu yorum; IMF'nin resmi sitesinde yapılmış olunan ülke gruplamalarına dair listelerin altında bulunan, Dünya Ekonomik Görünümü ile ilgili genel yorumda açıkça belirtilmektedir,http://www.imf.org/external/pubs/ft/weo/2008/02/weodata/groups.htm#ae(Erişim: 02.02.09)

88

Page 102: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

Sonuç itibariyle, yapılan gruplamaların ışığında; kalkınmış ülkeler, gelişmiş

ülkeler, sanayileşmiş ülkeler, birinci dünya ülkeleri vb. farklı isimlendirmeler adı

altında, ileri olanların gösterimine yönelik bir kullanımın hedef alındığı

gözlemlenmektedir.

Gelişmekte olan ülkelerin genel özellikleri şu şekilde özetlenebilir (Todaro &

Smith, 2003:46);

-Düşük yaşam standartları; düşük gelir seviyeleri, gelir eşitsizlikleri, düşük

sağlık göstergeleri ve yetersiz eğitim.

-Düşük verimlilik,

-Yüksek nüfus artış oranları ve buna bağlı ortaya çıkan sıkıntılar,

-Yapısal açıdan, tarımsal üretime ve temel mal ihracatına bağımlılık,

-Piyasalarda aksak rekabet koşulları ve kısıtlı bilgi aktarımı.

-Uluslararası ilişkilerde savunmasızlık ve bağımlılık.

Günümüz başlıca gelişmiş ülkelerinin gelişmişlik evrelerinde nasıl bir yol

izlediğine dair çalışmalar ve araştırmalar da, günümüz İDBS önerilerinin temelini

oluşturmaktadır. Bu nedenle, İDBS ışığı altında seçilmiş ülke incelemelerine

geçilmeden önce, İDBS savunucularının yapmış oldukları çalışmaların genel itibariyle

ortaya koyduklarının anlaşılması ve ele alınmasında fayda vardır ve çalışmamızda

öncelikle bu konu ele alınacaktır.

3.1.2. İDBS İLE İLGİLİ ÖNEMLİ ÇALIŞMALAR

Gelişmekte olan ülkeler için uluslararası kuruluşlar, örgütler ve birlikler

tarafından önerilen kalkınma reçetelerinin içinde, İDBS'nin değişmez bir şekilde yer

almasının en önemli nedenlerinden birisi; özellikle de 1960'lı yılların başlarından

itibaren gerçekleştirilen iktisadi çalışma ve inceleme sonuçlarının büyük çoğunlukla

İDBS yanlısı olmaları olarak gösterilmektedir. Özellikle de, bu dönemde yapılmış olan

ihracat ve büyüme arasındaki korelasyon ilişkilerinin incelendiği yatay kesit çalışmaları,

İDBS'nin oluşumunda ve desteklenmesinde büyük rol oynamışlardır (Khan, Malik &

Hasan, 1995:1).

İDBS'ni destekleyen ve dış ticarete açıklığın, küreselleşme hareketlerine

katılımın ve korumacı politikalardan uzaklaşmanın ekonomik büyüme açısından

89

Page 103: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

doğuracağı olumlu etkiler ile ilgili olarak literatürde çok sayıda araştırma

bulunmaktadır. İDBS yanlısı bu denli geniş literatüre karşın, farklı sonuçlara ulaşılmış

çalışmalar da azımsanmayacak derecede çoktur. Çalışmamızın bu bölümünde, İDBS ile

ilgili literatürün en önemli çalışmalarına kısaca değinilmesi ve bu bölümde yapılan

değerlendirme ile, yapılacak olan seçilmiş ülke ve Türkiye değerlendirmelerimize ışık

tutulması amaçlanmaktadır.

Ticaret ve ekonomik büyüme arasındaki ilişki daha önce de belirttiğimiz üzere

iktisadın varoluşundan beri önemli bir iktisadi uğraşı alanı olarak dikkat çekmektedir.

Bu ilişkiye dair çalışmalar ve ekonometrik incelemeler, özellikle 1960'lardan itibaren

büyük yoğunluk kazanmış ve günümüzde de hala popülaritesini yitirmemiştir.

İDBS ile ilgili ampirik çalışmalar günümüze kadar, örneklem bakımından iki

ana çalışma türünde yoğunlaşmışlardır. Birinci çalışma türü; birden fazla ülkeye ait

verilerin incelendiği yatay kesit çalışmalarıdır. İkincisi ise; örnek bir ülkeyi ele alarak,

İDBS'nin geçerliliğini bu ülke ile ilgili incelemelerden yola çıkarak inceleyen

çalışmalardır. Bu çalışma türlerinde, yazarlar tarafından, İDBS'nin testine yönelik

birçok ekonometrik ve istatistiksel yol kullanılmıştır (Ram, 2003:6-7)

İDBS'nin ekonomik büyüme ve gelişmeye olan katkılarına dair yapılan 1960 ve

70'lere ait ilk önemli ekonometrik çalışmalarda genellikle En Küçük Kareler Yöntemi92

(EKKY) ile yapılan regresyon analizleri ve basit korelasyon testleri kullanılmıştır.

Çalışmalarda genellikle, büyüme değişkeni bağımlı değişken, ihracat değişkeni ise

bağımsız değişken olarak belirlenmiştir.93 1970'lerden itibaren yapılan çalışmalarda ise,

İDBS'ne yönelik incelemelerde ihracat verileri ile birlikte ticari açıklık verilerinin de

sıklıkla kullanılmaya başlandığı görülmektedir (Yapraklı, 2007:71). Bu tip çalışmaların

önemli örnekleri; Voivodas (1973), Michaely (1977), Balassa (1978), Krueger (1978),

Fajana (1979), Tyler (1981), Kavoussi (1984), Dollar (1992), Sachs & Warner (1995)

ve Edwards (1997) olarak sıralanabilir.

Voivodas (1973), ihracat ve büyüme arasındaki ilişkinin incelendiği ilk

çalışmalardan birisini gerçekleştirmiştir. Voivodas'ın çalışmasında 22 az gelişmiş

ülkeye ait 1956-1967 arası veriler ve bazı ülkelerin özelliklerine göre kukla değişkenler

92 Ordinary Least Squares93 Jung & Marshall (1985)'dan aktaran; Ram, (2003:7).

90

Page 104: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

kullanılmıştır. Çalışmada, reel GSMH ile reel ihracat arasındaki ilişki incelenmiş ve

ihracat artışlarının çalışmaya konu olan bütün ülkelerde büyümeye neden olduğu

sonucuna varılmıştır.

Michaely (1977), İDBS'ni açıklamak için 41 ülkenin yer aldığı bir yatay kesit

çalışması gerçekleştirmiştir. Yazar, 1950 ve 1973 yılları arasındaki zaman serileri

yardımıyla ve basit sıra korelasyon (rank correlation) testleri ile, kişi başına düşen Gayri

Safi Milli Hasıla (GSMH) ve ihracattaki büyüme oranları (çıktı düzeyinin bir parçası

olarak) arasındaki ilişkiyi incelemiş ve bütün ülkelerde GSMH büyüme performansının,

ihracattaki büyüme performansı tarafından belirlendiği sonucuna varmıştır.

Balassa (1978) da, yapmış olduğu yatay kesit çalışmasında on gelişmekte olan

ülkede, farklı periyotlarda (1960-66 ve 1967-73) İDBS'ni incelemiştir. Çalışmada,

bağımlı değişken olarak; GSMH ve bağımsız değişkenler olarak da; ihracattaki reel

büyüme, işgücündeki büyüme, yurtiçi yatırımlar ve yurtdışından yatırımlar

belirlenmiştir. Bu çalışmada da ihraca artışının GSMH artışına neden olduğu

saptanmıştır.

Krueger (1978), dönemin gelişmekte olan 10 ülkesine ait 1954 ve 1971 arası

veriler aracılığı ile, ihracat artışlarının, büyüme artışlarına neden olduğu sonucuna

varmıştır.

Fajana (1979), 1954 ile 1974 yılları arası Nijerya'ya ait zaman serisi verileri

yardımıyla yapmış olduğu reel GSMH ile reel ihracat arasındaki ilişkiye dair

incelemede, İDBS'nin pozitif etkilerinin olacağına yönelik bir sonuca erişiştir.

Tyler (1981), 1960-77 arası döneme ait veriler yardımıyla 55 ülkeyi içeren bir

çalışma gerçekleştirmiş ve ihracat performansı ile GSMH büyüme oranları arasında

güçlü bir bağın olduğu sonucuna varmıştır.

Kavoussi (1984), 1960-1978 yılları arası dönemi baz alarak, 73 ülkeyi

incelemiş olduğu çalışması ile imalat sektörünün ihracat artışları ile ekonomik büyüme

oranları arasında pozitif bir ilişki olduğunu ortaya koymaktadır.

Diğer bir çalışmada Dollar (1992), korumacı politika uygulayan Latin Amerika

ve Afrika ülkelerine göre daha dışa dönük ekonomi politikaları uygulayan Asya

ülkelerini karşılaştırmaktadır. 1976 ve 1985 yılları arası dönemin incelendiği çalışmada

91

Page 105: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

bağımlı değişken olarak kişi başına düşen GSYİH miktarı kullanılırken, yatırım

oranları, reel döviz kuru değişimleri ve döviz kurlarındaki sapmalar bağımsız

değişkenler olarak kullanılmıştır. Çalışmada, ekonomiye müdahalelerin yatırım

oranlarında negatif bir etkiye neden olduğu ve kişi başına düşen GSYİH ile ticari

serbestlik (İDBS) arasında güçlü bir korelasyon ilişkisi olduğu sonucuna

varılmaktadır.94

Sachs & Warner (1995) da, dışa açıklık ve gelişmiş ülkelerde yakınsama

meselesi ile ilgili olarak yapmış oldukları çalışmada, öncelikle Dünya Savaşları öncesi

ve sonrası küreselleşme hareketlerini ele almış, çalışmanın sonunda da gelişmekte olan

ülkelere dair yapmış oldukları yatay kesit çalışması ile İDBS uygulayıcısı ülkeler ile

korumacı ülkeler arasındaki yakınsama karşılaştırmalarında. Dışa açık ülkelerin daha

yüksek büyüme oranlarını gerçekleştirdikleri ve gelişmiş ülkelere yakınsadıklarını

ortaya koymuşlardır.95

Edwards (1997) da ticari açıklık ve iktisadi büyüme arasındaki ilişkiyi

inceleyen önemli çalışmalardan birisi olarak gösterilmektedir. Edwards (1997), ticari

açıklık ile ilgili olarak dokuz ayrı gösterge96 kullanmakta ve açıklık ile büyüme

arasındaki ilişkiyi, bir yatay kesit çalışması yardımıyla ortaya koymaktadır. Çalışma,

dışa açık ekonomi politikalarını (İDBS) uygulayan ülkelerde verimlilik ve iktisadi

büyüme artışlarının diğer ülkelere göre çok daha yüksek oranlı olduğunu ortaya

koymaktadır. Bu tip çalışmalarda, büyük çoğunlukla İDBS'ni destekleyici sonuçlara

ulaşıldığı görülmektedir. Bununla birlikte, genel itibariyle İDBS'ni desteklemeyen ya da

94 Dollar (1992), ülkelerin dışa açıklığını ölçmede, ABD'yi kıyas noktası olarak belirlemiş ve ülkeler bazında dışa açıklığın ölçülebilmesi için bir mal sepeti oluşturmuştur. Daha sonra, bu mal sepetinin Amerikan Doları (USD) bazında ve dışa açıklık seviyesi ölçülen ülkenin para cinsi bazında değerini belirlemiştir. Eğer, mal sepetinin, incelenen ülkenin para cinsi açısından değeri, USD bazında belirlenen değerinden fazla ise, o ülkenin korumacı ekonomi politikası güttüğü, az ise dışa açık ekonomi politikası güttüğü sonucuna varılmıştır (Rodrik & Rodriguez, 1999:8-9).95 Sachs & Warner (1995:5-11), GGÜ'nin gelişim süreçlerinin ilk evrelerinde serbest ticaret politikaları sayesinde yüksek seviyeli ekonomik büyüme ve gelişme performanslarına ulaşabildiklerini ortaya koymaktadır. Ayrıca, çalışmada dışa açıklığın ölçümü için temel olarak; ihracat (Export Marketing Index), döviz kuru (Black Market Exchange Rate), sosyalist olup olmama durumu, sermaye malları ve aramallar üzerindeki ithalat kotaları ve sermaye malları ve aramallar üzerindeki gümrük vergi oranları dikkate alınmıştır (Sachs & Warner, 1995:66-67)96 Sachs ve Warner Endeksi (1995); Dünya Kalkınma Raporu (1987); Leamer (1988); Ortalama Kara Borsa Primi (Average Black Market premium); Ortalama İthalat gümrük vergileri; Tarife Dışı İthalat Engelleri; Miras Örgütü Endeksi (Heritage Foundation Index); Ticaret Faaliyetlerinden elde edilen vergi gelirlerinin toplam ticaret gelirleri içindeki payı; Holger Wolf Endeksi.

92

Page 106: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

ihracat ile iktisadi büyüme arasında çok zayıf bir ilişki olduğuna dair regresyon ve yatay

kesit çalışmaları da mevcuttur. Bunlara verilebilecek önemli örnekler; Ram (1987) ve

Yanıkkaya (2003) olarak gösterilebilir.

Ram (1987), 88 gelişmekte olan ülkeyi ele aldığı yatay kesit çalışmasında,

EKKY ile reel GSYİH bağımlı değişkeni, reel ihracat, nüfus artışı, reel yatırımlar ve

1973 petrol şoku için bir kukla değişkenin bağımsız değişkenleri oluşturduğu bir

regresyon modeli kurmuştur. Çalışmanın sonucuna göre; 1960-1982 yılları arası kalan

süreçte, 88 ülkeden sadece 39'undaki sonuçlar İDBS'ni desteklemektedir.

Yanıkkaya (2003), panel veriler yardımıyla gerçekleştirmiş olduğu yatay kesit

çalışmasında; 100 gelişmiş ve gelişmekte olan ülke97 verileri ile üç farklı periyot (1970–

1979, 1980–1989 ve 1990–1997) halinde 1970 ve 1997 arası dönem için ticari açıklık

ve büyüme arasındaki ilişkiyi incelemiştir. Yazar çalışmasında, ticaret engellerinin

özellikle de gelişmekte olan ülkelerde ekonomik büyümeyi pozitif etkilediği sonucuna

varmaktadır (Freeman, 2004:9).

Özellikle ilk dönem çalışmaların İDBS'ne yönelik uygulamalara dair olumlu

neticelere ulaşması ve İDBS'ne vermiş olduğu yüksek oranlı destek, 1980'li yılların

ortalarından itibaren yapılan çalışmalarla güç kaybetmeye başlamıştır. Çünkü bu

dönemden itibaren çalışmalarda analiz yöntemi olarak zaman serisi uygulamaları, Sims

ve Granger Nedensellik testleri ve Varyans Analiz Testleri (Variance Decomposition

Tests) tercih edilmeye başlanmıştır ve tercih edilen analiz yöntemlerinin değişmesi ile

birlikte, analiz sonuçları da değişmeye başlamıştır. Bu yöntemlerle yapılan çalışmaların

kiminde İDBS yanlısı neticelere ulaşılırken, kiminde İDBS reddedilmektedir,

kimilerinde ise ihracat ve büyüme arasında iki yönlü bir ilişki olduğu sonucuna

ulaşılmaktadır. Dolayısıyla, günümüzde zaman serileri ve/veya nedensellik testleri ile

yapılan çalışmalarda tam bir fikir birliği oluşamamaktadır (Bahmani-Oskooee &

Niroomand, 1999:557). Nedensellik testlerine ve diğer yöntemlere başvuran ve ilk

dönem çalışmalardaki aksaklıklara değinen ilk ve en önemli çalışmalardan birisi; Jung

& Marshall (1985) olarak gösterilmektedir (RAM, 2003:6-7). Bu çalışmanın yanında,

Darrat (1986), Chow (1987), Sharma, Norris & Cheung (1991), Karunaratne (1997),

97 Sosyalist ülkeler ve petrol ihracatı yapan ülkeler çalışmanın dışında tutulmuştur (Yanıkkaya, 2003:68) 93

Page 107: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

Shan & Sun (1998), Sinha & Sinha (1999), Bahmani-Oskooee & Niroomand (1999),

Greenaway, Morgan & Wright (2002) ve Awokuse (2005) de önemli örnekler olarak

sıralanabilir,

Jung & Marshall (1985), Granger nedensellik testleri yardımıyla, 1950 ve 1981

arası dönem için ihracat ve büyüme arasındaki ilişkiyi incelemişler ve 37 ülkeden

sadece dördünde ihracattan büyümeye doğru bir nedensellik ilişkisi tespit etmişlerdir.

Jung ve Marshall'ın çalışması, o zaman kadar yapılmış olan ve ihracatın ekonomik

büyümeyi pozitif etkilediğine dair çalışmaların tersi bir sonuca, nedensellik bakış açısı

ile ulaşmış olması açısından önemlidir. Çalışmada, İDBS'nin ekonomik büyümeyi

uyardığına dair kanıtların çok zayıf olduğu öne sürülmektedir (Gübe, 1997:21).

Darrat (1986), dönemin yeni sanayileşmiş Doğu Asya ülkeleri olan, G.Kore,

Hong Kong, Singapur ve Tayvan üzerine, 1955 ve 1982 yılları arası dönem ile ilgili

olarak gerçekleştirmiş olduğu nedensellik ve korelasyon incelemelerinde, ihracat ve

ekonomik büyüme arasında pozitif bir korelasyon ilişkisi bulunduğu sonucunu elde

etmiştir. Ancak, yapılmış olan nedensellik testlerinde G. Kore dışındaki ülkeler için

ekonomik büyüme performansı açısından İDBS'nin başarılı olduğu söylemleri

reddedilmektedir. Çalışmaya göre; bu ülkelerdeki büyüme performansının

açıklanmasında ihracat performansı tek başına yetersiz kalmaktadır.

Chow (1987), gelişmekte olan ülkeler içinde en başarılı İDBS uygulayıcısı

olarak kabul edilen sekiz ülkeyi (Arjantin, Brezilya, Hong Kong, İsrail, Kore, Meksika,

Singapur ve Tayvan) konu alan çalışmasında Sims Granger nedensellik testleri

yöntemiyle yapmış olduğu incelemede sekiz ülkeden iki tanesi dışındaki altı ülkede

(Brezilya, Hong Kong, İsrail, Kore, Singapur ve Tayvan) ihracat ve büyüme arasında

karşılıklı bir nedensellik ilişkisini saptamışken, Meksika'da büyümeden ihracata doğru

bir nedensellik saptamış, Arjantin içinse bir nedensellik ilişkisi saptayamamıştır.

Sharma, Norris & Cheung (1991), dönemin beş gelişmiş ülkesine (Batı

Almanya, Japonya, ABD, Birleşik Krallık (United Kingdom) ve İtalya) ait 1960 ve

1987 arası çeyreklik reel GSMH, reel ihracat, işgücü ve reel sermaye verileri yardımıyla

yapmış oldukları dört değişkenli Granger Olasılık Rasyo Testi (Granger Likelihood

Ratio Test) ve Varyans Analiz Testleri sonucunda, çalışmaya konu olan ülkelerde

94

Page 108: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

büyümenin ihracat performansına bağlı olduğuna dair bulguların çok zayıf oldukları

sonucuna varmışlardır. Çalışmada, Batı Almanya ve Japonya'ya ait incelemeler İDBS'ni

desteklerken, Birleşik Krallık ve ABD'de büyümenin ihracatı yönlendirdiği ortaya

çıkmış, İtalya'da ise iki değişken arasında herhangi bir ilişkinin varlığına dair kanıt

bulunamamıştır.

Karunaratne (1997), Avustralya'ya ait, 1971 ve 1992 yılları arası çeyreklik, kişi

başına düşen reel GSYİH, ihracat, OECD Sanayi Üretim Endeksi (OECD Industrial

Production Index), reel döviz kuru endeksi, ticaret hadleri endeksi ve teknolojik yenilik

değişkenleri ile yapmış olduğu Varyans Analiz Testleri sonucunda, Avustralya’da

ihracat ve büyüme arasında iki yönlü bir nedensellik ilişkisinin varlığına yönelik

sonuçlar elde edilmiştir.

Diğer bir çalışmada Shan & Sun (1998), Avustralya'da ihracat artışına neden

olanın büyüme artışları olduğu sonucuna varmışlardır. Çalışmada; çeyreklik imalat

sanayi çıktı düzeyi, imalat sanayi ihracat miktarı, işgücü miktarı, reel ithalat ve reel

sabit sermaye harcamaları ile beş değişkenli Granger Wald Testi uygulaması

yapılmıştır.

Zaman serisi verileri yardımıyla dışa açıklık ve ekonomik büyüme arasındaki

ilişkinin incelendiği bir diğer önemli çalışma da; Sinha & Sinha (1999)'nın çalışması

olarak gösterilmektedir. Çalışmada 16 Latin Amerika ülkesine ait verilerle yapılmış

olunan incelemede, 15 Latin Amerika ülkesinde dışa açıklığın ekonomik büyüme ile

pozitif ve yakından ilişkisi olduğu tespit edilmiştir.

Bahmani-Oskooee & Niroomand (1999), 22 farklı ülkenin ele alındığı ve dışa

açıklık ile büyüme performansı arasındaki ilişkinin incelendiği bir Johansen-Juselius

kointegrasyon uygulaması gerçekleştirmiş, çalışmanın sonucunda 22 ülkeden 19'unda

dışa açıklık ile ekonomik büyüme arasında uzun dönemli ve pozitif bir ilişki olduğunu

ortaya koymuştur.

Greenaway, Morgan & Wright (2002), Başlangıç gelir düzeyi, yatırım oranları,

dış ticaret hadleri ve nüfus oranı değişkenlerinin incelendiği bir panel çalışma

gerçekleştirmiştir. Çalışmalarının bir sonucu olarak; gelişmekte olan ülkeler bazında

liberalizasyon ve dışa açıklığın sağlanması, kişi başına düşen GSYİH artışında etkilidir.

95

Page 109: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

Ancak çalışmanın sonuçları; dışa açıklığın liberalizasyon yanlılarının söylemlerindeki

kadar güçlü bir büyüme artışına neden olamadığını göstermektedir.

Yakın tarihli bir çalışma olan Awokuse (2005) de, Japonya'ya ait, 1960 ve 1991

yılları arasındaki işgücü verimliliği, reel ihracat, reel dış ticaret hadleri, gayri safi

sermaye oluşumu ve yurtdışı çıktı şokları verileri ile gerçekleştirmiş olduğu Granger

nedensellik testleri, varyans analiz testleri ve yönlü çevrimsiz çizge (directed acyclic

graphs) incelemeleri doğrultusunda, Japonya'da verimlilik ve ihracat arasında iki yönlü

bir nedensellik ilişkisi olduğu kanaatine varmıştır. Ayrıca, modeldeki ihracat dışında

kalan diğer değişkenler de verimlilikteki değişimlerin bazılarını tamamen

açıklayabilmektedir.

Doğrudan dış ticaret ve iktisadi büyüme arasındaki ilişkinin incelendiği bu tip

çalışmaların yanında, dolaylı yollardan dış ticaret ve iktisadi büyüme arasındaki

ilişkileri yorumlayan çalışmalar da mevcuttur. Bu çalışmalara örnek olarak; Feder

(1982), ve İBY'nın da önemli çalışmaları olarak sayılan; Grossman & Helpman (1989)

ve Romer & Rivera-Batiz (1991) örnek gösterilebilir.

Feder (1982), 32 gelişmekte olan ülkeyi baz alarak yapmış olduğu çalışmasında,

ihracat artışının büyüme üzerinde etkili olduğu sonucuna varmıştır. Çalışmada ekonomi,

ihraç ve ihraç dışı sektörler olmak üzere iki ana sektöre ayrılmıştır. İki sektörde de

üretim işgücü ve sermaye ile yapılmaktadır. Feder, çalışmasında ihraç sektöründeki

dışsallıkların, ihraç dışı sektörlerde, yönetimsel kabiliyetlerde artışlar, farklı üretim

tekniklerinin ortaya çıkışı ve çevresel faktörlerin iyileştirilmesi gibi pozitif dışsallıklara

neden olduğu sonucuna da varmıştır. Çalışmada, ihracatın dolaylı yollardan da

ekonomik büyümede artışlara neden olacağı belirtilmektedir.

İBY literatüründeki önemli çalışmalardan birisi; Grossman & Helpman'ın

çalışmamızın içsel büyüme yaklaşımlarına değindiğimiz kısmında da yer alan 1989

yılında yapmış oldukları “Product Development and International Trade” adlı

çalışmadır. Grossman ve Helpman bu çalışmasında üç temel üretim faaliyeti (geleneksel

ürün, modern sanayi ürünü ve AR-GE çalışmaları) çerçevesinde, çok ülkeli, dinamik bir

genel denge modeli çerçevesinde, az gelişmiş ülkelerin dış ticaretlerini serbestleştirmek

yoluyla, teknoloji transferini sağlayabilecekleri ve bu yolla da dünya bilgi stoğuna

96

Page 110: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

erişebilecekleri sonucuna varmışlardır. Bunun bir neticesi olarak da, zamanla dünya

ticareti gelişecek ve gelişmekte olan ülkeler ticari serbestleşmeden maksimum faydayı

sağlamış olacaklardır. Çalışma bu yönden İDBS'ni desteklemektedir.

Romer & Rivera-Batiz (1991), bilginin yayılması ile ilgili kurmuş oldukları

modellemeler aracılığı ile yaptıkları incelemelerde, ara mal ve sermaye malı alımlarının,

bilginin transfer edilme şekillerinden birisi olduğunu belirtmektedirler. Buradan yola

çıkarak, çalışmada uluslararası ticaretin bilginin yayılması açısından büyük öneme sahip

olduğu sonucuna varılmaktadır. Ticarete konu olan ara mal ve sermaye mallarında

içerilmiş olarak bulunan bilginin yayılması ve edinilmesi, verimlilik artışlarına neden

olmaktadır. Bu doğrultuda dış ticaretin, verimlilik artışlarının sağlanmasında rol

oynadığı belirtilmektedir.

İBY'nın dışa açıklık ve iktisadi büyüme arasındaki ilişkiye yaklaşımı temel

olarak üç ana noktada ifade edilebilmektedir;98

-Uluslararası mal ve sermaye akışı bilginin de uluslararası düzeyde

yayılmasına yardımcı olmaktadır. Uluslararası düzeyde yayılan bilgi, verimlilik

artışlarını ve iktisadi büyüme oranlarını uyarmaktadır.

-Uluslararası ticaret, ölçek ekonomilerinin yaratılması yoluyla da ülke

ekonomilerinin iktisadi büyümelerini olumlu etkilemektedir.

-Bu iki ana nedenden ötürü, İBY'nda genel olarak ticaret artışlarının bilgi

stoğuna ulaşmak için önemli olduğuna vurgu yapılmaktadır. Aynı zamanda, ticaret

yoluyla elde edilen bilginin verimli bir şekilde kullanılması için bilgiyi alan ülkedeki

durumun da, bu bilginin etkin bir şekilde alınabilmesi ve verimli bir şekilde

kullanılabilmesi için çok önemli olduğu belirtilmektedir (Rivera-Batiz, 1996:32-34)

-Bununla birlikte, dış ticaret, ülkelerin kendilerinde bol miktarda olan üretim

faktörüne göre uzmanlaşmasını sağlamaktadır. Bu doğrultuda, eğer bir ülkede beşeri

sermaye miktarı diğer ülkelere göre karşılaştırmalı olarak daha düşükse, bu ülke beşeri

sermayenin daha az kullanıldığı alanlarda uzmanlaşmaya gidecektir. Bu durumda,

uluslararası ticarete açılmak bu gibi ülkelerde beşeri sermaye artışını engelleyici ve

gelişimi yavaşlatıcı bir etkide de bulunabilmektedir.

98 Romer & Rivera-Batiz (1991), Grossman & Helpman (1989), Lucas (1988). 97

Page 111: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

İDBS ile ilgili olarak yapılan çalışmalar ışığında, ihracatın ülkelerin iktisadi

büyümeleri açısından fayda sağladığı ve etkili olduğu noktalar şu şekilde özetlenebilir

(Medina-Smith, 2001:4);

-Genel kapasite artışları,

-Ölçek ekonomilerinin oluşturulabilmesi,

-Teknolojik ilerleme,

-İstihdam ve işgücü verimliliğinde artış,

-İktisadi açıdan kaynakların etkin dağılımının sağlanması,

-Ülkelerin döviz ihtiyacının, ihracat yoluyla giderilmesi ve ödemeler

dengesindeki baskının azaltılması,

-Yurtdışından yatırımların şevklendirilmesi,

-Toplam faktör verimliliğinin arttırılması,

-Bunların bir sonucu olarak; ülkelerde refah artışının sağlanması.

Çalışmamızın bu bölümünde, çok geniş bir çerçevede ele alınabilecek ve çok

sayıda çalışmayı içeren ticaret ve iktisadi büyüme ilişkisine yönelik çalışmalardan bir

kısmına kısaca değinilmeye çalışılmıştır.99 Ayrıca, çalışmamızda ticaret ve büyüme

arasındaki ilişkiye dair çalışmaların, günümüz ekonomi politikalarının oluşturulmasında

da ne denli önemli bir etkisi olduğu daha önce ifade edilmiştir. Ancak, bu denli geniş bir

literatürü oluşturan ve sonuçlarının ekonomi politikalarının belirlenmesinde kilit rol

oynadığı bu ekonomik çalışmalara gelen eleştiriler de en az çalışmalar kadar ilgi

uyandırıcıdır. Bu tür çalışmalara getirilen en önemli eleştirilerden birisi; Rodrik &

Rodriguez (1999)'den gelmiştir. İhracat artışları (ticari açıklık) ve iktisadi büyüme

arasında pozitif yönlü bir ilişki olduğuna dair sonuçlara ulaşılmış olunan önemli

çalışmalardan; Dollar (1992), Sachs & Warner (1995), Ben-David (1993) ve Edwards

(1997)'ın incelenmiş olduğu çalışmalarında Rodrik & Rodriguez, dış ticaret ve iktisadi

büyüme arasındaki ilişkinin makroekonometrik çalışmalarda ortaya konulandan çok

daha karmaşık bir yapıya sahip olduğunu ortaya koymaktadır. Dışa açıklık,

makroekonomik politika uygulamaları, döviz rejimleri ve bu değişkenlerin ekonomik

büyüme ve verimlilik üzerindeki etkileri ekonometrik anlamda belirlenmesi zor ilişkileri

99 İDBS ile ilgili çalışmalardan oluşturulmuş daha detaylı bir liste için bkz. EK3. 98

Page 112: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

içermektedirler (Erk, Ateş ve Direkçi:1-2). Çalışmaya göre; ticaret politikaları ile ticaret

hacimlerinin etkilenebileceği belirtilmekte, ancak ihracat artışlarının iktisadi büyüme

artışlarına neden olacağına dair güçlü bir neden bulunmadığı ifade edilmektedir

(Şimşek, 2003:44).

Neticede çalışmada, İDBS'ni destekleyen literatürün iddia ettikleri ve Rodrik &

Rodriguez'in ulaştığı sonuçlar arasında çok büyük bir uçurum olduğu sonucuna

varılmaktadır (Rodrik, 2000:29). Çalışmada özellikle de geniş örneklem havuzuna

sahip, yatay kesit çalışmaları ile ilgili olarak getirilen eleştiriler şu şekilde

özetlenebilir;100

-İDBS'ni destekleyen birçok çalışma birbirini tamamlayıcı niteliktedir ve

genellikle çok ülkeli, kümülatif çalışmalardır. Bu çalışmaların sonuçlarının, çalışmaya

konu olan ya da olmayan ülkelerin her biri için ayrı ayrı geçerli olmama riski mevcuttur.

-İncelenen İDBS'ni destekleyici çalışmalarda kullanılmış olunan dışa açıklık ile

ilgili göstergeler ticari engellerin seviyeleri açısından hayli problemli gözükmektedirler

ve kötü ekonomik performansa neden olan diğer etmenlerle de yüksek oranlı bir

korelasyon ilişkisi içindedirler.101

-Diğer yandan, bahsi geçen çalışmalarda İDBS'ne yönelik çıkarımların

yapıldığı inceleme sonuçları genellikle anlamlılık derecesi açısından çok zayıftır.

Anlamlılık düzeyi açısından bu denli zayıf çalışmalar, İDBS ile ilgili sağlam

çıkarımların yapılması ve bir fikir birliği oluşturulabilmesi (Washington Uzlaşısı gibi)

için yetersizdir.

-Çalışmaların kullandıkları veri setleri de problemli gözükmektedir.

Rodrik & Rodriguez (1999)'in değinmediği bir diğer eleştiri konusu da;

modellemelerin gerçekliği ve hassasiyeti ile ilgilidir. Ekonometrik modellerin kullanımı

iktisat politikalarının oluşturulmasında önemli bir işlev üstlenebilir. Ancak; modele

dayalı analizler belirli varsayımları ve modellerin kendilerine has özelliklerini de

içlerinde barındırmaktadırlar. Bu nedenlerden ötürü, modellemelerin sonuçları da,

etkileri de genel yapılarında ya da temel varsayımlarındaki ufak değişikliklerden dahi

etkilenebilmekte ve bu yönde değişiklik gösterebilmektedirler. Modellere konu olan

100 Rodrik (2000), Rodrik & Rodriguez (1999).101 Çalışmada, Sachs & Warner (1995) özellikle bu konu ile ilgili olarak derinden eleştirilmektedir.

99

Page 113: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

ülkelerin gerçeklerinin ne denli modellerde ve modellerin varsayımlarında yer

bulabildikleri hayati önem taşımaktadır. Ayrıca, küreselleşen dünya ile birlikte ekonomi

politikaları ve sonuçlarının belirlenmesi ve öngörülmesi daha zor bir hal almıştır

(Ercan,2002:136). Sheehey (1990) de, yapılan ekonomik çalışmalara ve elde edilen

bulgulara göre ekonomi politikalarının hazırlanıp hazırlanmaması konusunda

politikacıları uyarmaktadır. Çünkü Sheehey, EKKY ile yapmış olduğu çalışmasında,

İDBS ve GSYİH ya da GSMG arasındaki pozitif ilişkinin ispatlandığı testlerin, GSYİH

ve GSMG'in diğer bütün bileşenleri için de aynı sonuçları verdiğini göstermektedir. Bu

doğrultuda yazara göre, yapılan testler ve sonuçları, ekonomi politikalarının İDBS mi,

yoksa İİDBS ışığında mı yapılması gerektiğine dair yeterli desteği sağlamaktan

uzaktır.102

Harrison (1996) da, ortaya koydukları açısından önemli bir çalışmadır.

Çalışmada, dışa açıklık ve iktisadi büyüme arasındaki ilişki incelenirken, yedi farklı

dışa açıklık göstergesi kullanılmıştır ve yatay kesit uygulaması gerçekleştirilmiştir.

Çalışmada, incelenen periyoda ait ortalama değerler doğrudan kullanıldığında, yedi

açıklık göstergesinden sadece birinin iktisadi büyüme performansına pozitif bir katkısı

olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır. Ancak, veriler beş yıllık toplamlarının ortalamaları

dikkate alınarak kullanıldığında ise, yedi dışa açıklık göstergesinden altısının iktisadi

büyüme performansına pozitif katkı yaptığı sonucuna ulaşılmaktadır. Bu yüksek oranlı

farklılık, ekonometrik çalışmaların sonuçlarının, seçilen periyoda ve kullanılan veri

setine ne derece hassas bir şekilde bağlı olduğunu göstermesi açısından önemlidir.

Diğer bir çalışmada, Levine & Renelt (1992), büyüme ile yüksek şekilde

korelasyon ilişkilerinin olduğu, ticari açıklık, makro istikrar, düşük oranlı devlet

harcamaları ve sağlam bir hukuk sitemi politikalarının kendi aralarında da yüksek

korelasyon ilişkilerinin olduğu sonucuna varmışlardır. Bütün bu değişkenlerin bir

regresyon analizinde kullanılması, değişkenlerle ilgili farklı politikaların etkilerinin

ayrıştırılmasında çok büyük güçlüklere neden olmaktadır.103

Nedensellik testleri aracılığı ile İDBS'ni inceleyen Konya (2004) da, çalışması

sonucunda ilginç sonuçlara ulaşmıştır. İhracat ve büyüme arasında nedensellik ilişkisini

102 Sheehey (1990)'dan aktaran; Bahmani-Oskooee & Niroomand (1999:557).103 Levine & Renelt (1992)'den aktaran; Dollar & Kraay (2004:25).

100

Page 114: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

incelemiş olan Konya, aynı veri setini ve aynı metodu kullanarak, dört farklı durum

incelemesi yapmıştır. Verilerin birinci farklarının alınıp alınmamış olmasına ve

aralarında eşbütünleşik olup olmamalarına bağlı olan dört farklı durumda, çok farklı

sonuçlar gözlemlenmiştir. Çalışmada, birebir aynı veri setleri ile yapılmış olunan

inceleme sonuçları; veri setlerinin nasıl kullanıldığına bağlı olarak çalışmaların

sonuçlarının ne derece değişebildiğine dair bize ipuçları vermektedir.104

Neticede; uluslararası ticaret ve dışa açıklığın iktisadi büyüme üzerinde etkili

olduğu konusunda genel bir fikir birliği olduğu aşikârdır. Ancak, bu ilişki içeriksel

olarak çok değişken ve karmaşık bir yapıya sahiptir. İDBS'ni geniş ölçüde destekleyen

makroekonometrik yatay kesit çalışmaların hemen hemen hepsinde eleştiri

getirilebilecek olgular mevcuttur. Bununla birlikte, nedensellik testleri ve zaman serileri

ile gerçekleştirilen çalışmalarda sonuçlar çok değişken ve kesin bir fikir birliğini

oluşturabilmek için gerekli olan desteğin sağlanabilmesi açısından yetersizdir. Ayrıca,

şu ayrıntı da unutulmamalıdır ki; modellemeler ile elde edilen bulgular öngörülerin

artması için gerekli olan altyapının sağlanmasında kilit role sahiptir, doğrudan ülkelerin

genel kalkınma stratejilerinin oluşturulması için yeterli değildir.

Çalışmamızın kalan kısmında amaçlanan; yaklaşık son elli yılın iktisat

politikalarına damgasını vuran ve neoliberal anlayışın ve neoklasik iktisadi yaklaşımın

modelleme ve neden-sonuç ilişkisine bağlı tümdengelimci ve soyut yapıdaki

çalışmalarından gücünü alan İDBS'nin, neleri değiştirdiğini ve nelere katkıda

bulunduğunu, özellikle 1970'li yıllardan itibaren kalkınma iktisadının bir uğraşı alanı

olarak gözden düşmesi ile birlikte, yöntem olarak fazla kullanılmayan, somut ve

tümevarımcı nitelikteki tarihsel yaklaşımdan yararlanarak ele almaktır.

Tarihsel yaklaşımın en önemli temsilciliği; 19. yüzyılın ortalarından itibaren

İngiltere'de gelişen klasik ve neoklasik iktisadi yaklaşımların getirmiş olduğu anlayışa

bir karşı tepki olarak doğan Alman Tarihselci Okul105 tarafından yapılmaktadır. Tarihsel

yaklaşım temel olarak; iktisadi yasaların ve kurumların birbirlerinden göreli olarak

104 Konya (2004)'nın elde etmiş olduğu sonuçlar için Bkz. EK4.105 Alman Tarihselci Okulun önemli temsilcileri olarak; Roscher, Hildebrand, Knies, Engel, Brentano, Weber, Schmoller ve Sombart gösterilmektedir (Chang, 2002:22-23, Savaş, 2000: 489-510). Ayrıca, List, Kuznets, Lewis ve Rostow gibi önemli kalkınma iktisatçıları da çalışmalarında metodolojik açıdan tarihsel yaklaşımı kullanmışlardır (Chang, 2002:22-26).

101

Page 115: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

farklı olduğunu ve iktisat teorisinin, insan davranışlarının belirlenmesinde önemli rolü

olan toplumsal bilimlerin de temeline inmesi gerektiğini savunmaktadır. Getirilen

eleştiriler göz önüne alındığında, tarihsel yaklaşımın temellerinin, klasik teoriye daha

sonra tarihsel okul tarafından da sahiplenilecek çeşitli eleştiriler getirmiş olan bazı

İngiliz iktisatçılar tarafından atıldığı kabul edilmektedir (Savaş,2000:490).106 Ayrıca, 19.

yüzyıl sonlarında ve 20. yüzyıl başlarındaki birçok Amerikan iktisatçısı, Alman Tarihsel

Okulundan etkilenmiştir ve bu durum dönemin ABD iktisat politikalarının oluşumunu

da derinden etkilemiştir.107 Bu bağlamda tarihsel okul, özellikle de İkinci Dünya Savaşı

sonrası kalkınma iktisadının oluşmasında ve 20. yüzyılın önemli iktisatçılarının fikri

altyapılarının gelişmesinde son derece etkili olmuştur.

3.2. GÜNÜMÜZÜN GELİŞMİŞ ÜLKELERİ (GGÜ) NASIL GELİŞTİ?

3.2.1. GELİŞMİŞ ÜLKELERE DAİR GÜNÜMÜZDEKİ GENEL

YORUM

Kalkınma uğraşısı ve kalkınma ana hedefi doğrultusunda hayata geçirilen

büyüme stratejilerinin temelinde, gelişmiş olana yaklaşma ve gelişmiş olma durumuna

geçiş hedefleri yer almaktadır. Bu doğrultuda; gelişmekte olan ülkelere önerilen

ekonomi politikaları da, GGÜ'nin gelişme evrelerinde izlemiş oldukları yolu temel

alarak oluşturulmaktadır.

Bu ülkelerin nasıl geliştiğini, günümüzün yaklaşımları genel platformda şu

şekilde yorumlamaktadır; ticaret (ihracat) iktisadi büyümenin motorudur ve GGÜ,

gelişme süreçlerinde bu motorun işlevselliğini geliştirmeleri (dışa açılma) neticesinde

günümüzdeki durumlarına erişmişlerdir.108 Bu motorun işlevselliğinin nasıl

geliştirildiğine dair de birçok açıklama getirilmektedir; Krugman (1995:328), dünya

ticaretindeki artışın nedenlerinin, çoğu araştırmacı tarafından; taşıma ve haberleşme

maliyetlerinin düşmesini sağlayan teknolojik ilerlemeler sonucu, ülkelerin iktisadi

entegrasyona katılımındaki artışlara bağlandığını belirtmektedir. Buna alternatif olarak,

ticaretin önündeki politik engellerin kalkması ile birlikte, farklı piyasaların bir araya

gelmesi ve fiyat farklılıklarının ortadan kalkması da diğer bir neden olarak

106 Bu eleştirileri getiren İngiliz iktisatçılar ile ilgili daha geniş bilgi için bkz. Savaş (2000:491-499).107 Balabkins (1988)'den aktaran; Chang (2003:23-24).108 Bahmani & Niroomand (1999:557), Todaro & Smith (2003:78), Shafaeddin (2005:26).

102

Page 116: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

gösterilmektedir (O'Rourke & Williamson, 2002:1). Aynı zamanda, yüksek oranlı gelir

artışlarının, ticaret artışlarına neden olduğuna dair açıklamalar da yapılmaktadır.109

Günümüzde şiddetle önerilen İDBS'nin öncü temsilcileri olarak gösterilen

GGÜ'nin elde etmiş oldukları başarıların daha iyi bir şekilde anlaşılabilmesi adına,

çalışmamızın bu bölümünde; öncelikle gelişmiş ülkelerin, gelişmelerinin ilk evrelerinde

izlemiş oldukları yol ele alınmaya çalışılacaktır. Uluslararası birleşmeler, kuruluşlar ve

örgütler tarafından yapılan gelişmişlik değerlendirmelerinde genel itibariyle gelişmiş

ülke olarak gösterilen en önemli ve en erken gelişmişlik düzeyine ulaşmış ülkeler; G7

ülkeleri110 olarak gösterilmektedir. G7 ülkeleri içinde, 19. ve 20. yüzyıl boyunca ortaya

çıkan kompozisyon, özellikle üç ülkenin ismini birer başarı abidesi olarak ön plana

çıkarmaktadır. Bu ülkeler; İngiltere, ABD ve Japonya'dır. Çalışmamızda da gelişmiş

ülke deneyimlerine dair incelemelerimizde, özellikle de 19. ve 20. yüzyılda çoğu açıdan

lider ülke olabilme konumuna yükselebilmiş bu üç büyük ekonominin gelişim

süreçlerinin ilk evreleri temel olarak ele alınacaktır. Çalışmamızın bu bölümünde, ana

inceleme konusu olarak bu üç büyük ekonomi ile ilgili incelemeler yapılmaya

çalışılırken, karşılaştırmalı incelemeler çerçevesinde diğer gelişmiş ülkelerin tarihsel

gelişim süreçleri hakkında da ipuçları verebilmek hedeflenmektedir. Bu doğrultuda,

incelememize kapitalist sistemin kurumsallaştığı ilk yer olan İngiltere'den başlamak

yerinde olacaktır.

3.2.2. GEÇMİŞİN GÖLGESİNDE GÜNÜMÜZÜN GELİŞMİŞ

ÜLKELERİ

3.2.2.1. İNGİLTERE (BÜYÜK BRİTANYA-BİRLEŞİK KRALLIK)

Dünya tarihi, birçok büyük ülkenin ve hükümdarın, birçok önemli başarısını

içermektedir. Roma İmparatorluğu ve Osmanlı İmparatorluğu, dönemlerinin önemli

imparatorluklarıdır ve fetih yoluyla elde ettikleri yerlerde kurmuş oldukları ekonomik

ve sosyal sistemler, kendilerinden sonra kurulmuş olan birçok devletin örnek aldıkları

sistemler olmuşlardır. Ancak, tarihteki hiçbir devlet, İngiltere'nin 19. yüzyılda kapitalist

devrim ile gelmiş olduğu uluslararası hükümranlık mertebesine ulaşamamıştır. Aynı 109 Baier & Bergstrand (2001)'dan aktaran O'Rourke & Williamson (2002:1)110 İngiltere, İtalya, ABD, Kanada, Fransa, Almanya ve Japonya. IMF'nin yapmış olduğu Başlıca Gelişmiş Ülkeler (Major Advanced Economies) listesi de G-7 ülkelerinden oluşmaktadır; http://www.imf.org/external/pubs/ft/weo/2008/02/weodata/groups.htm#ae (Erişim: 02.02.09)

103

Page 117: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

zamanda, İngiltere'nin kendi çıkarları doğrultusunda geliştirmiş olduğu bu yeni dünya

düzeni, tarihteki ilk ciddi küreselleşme hareketi olarak da algılanmaktadır (DPT,

2000a:50).

İngiltere'nin evrensel düzeyde gelmiş olduğu konum ve yakalamış olduğu

başarı büyük oranda, 18. yüzyılda başlayan sanayi devriminin ve 19. yüzyılın ortalarına

doğru sanayi devriminin bir uzantısı olarak hayata geçirilmiş olunan serbestlik (laissez

faire) uygulamalarının bir sonucu olarak algılanmaktadır.111 Genel görüşe göre; sanayi

devrimi ile birlikte, teknolojide ve faktör verimliliğinde ilerlemeler hızlanmış, liberal

düşüncenin filizlenmesine, sosyal, siyasi ve iktisadi alanlarda yerleşmesine olanak

oluşturacak değişimlerin ilk adımı atılmıştır. Dış ticaretin gelişmesine ve sermaye

birikiminin artmasına neden olan bu süreç daha sonra, Batı Avrupa ve ABD'yi de içine

alacak şekilde genişlemiştir (Maillet, 1983:142).

Kısaca belirtmiş olduğumuz, İngiltere'nin gelişme evrelerinin ilk dönemlerine

ait genel görüş, tarihsel perspektiften bakıldığında çok da gerçekçi görülmemektedir.

İngiltere, gelişiminin başlangıç evrelerini, GGOÜ'ne göre çok daha farklı koşullarda

geçirmiştir. Bununla birlikte, İngiltere'nin gelişmiş bir ülke haline dönüşme sürecinin

başlangıcının, 18. yüzyıl ortalarındaki sanayi devrimi ve 19. yüzyıl ortalarındaki

liberalleşme deneyiminin öncelerine dayandığına dair birçok işaret vardır. Tablo 3.1,

Tablo 3.2 ve Tablo 3.3'den İngiltere'nin 19. yüzyıldan önceki dönemde de diğer

ülkelerden farklı bir kimliğe bürünmeye başladığı anlaşılmaktadır.

Tablo 3.1. Avrupa'da Kişi Başına Yıllık GSYİH Seviyeleri (İngiltere,

1820=100, 1300-1850)

ÜLKE 1300 1400 1500 1570 1650 1700 1750 1800 1820 1850

İNGİLTERE 48 64 66 66 76 84 89 99 100 128

HOLLANDA 78 78 96 87 94 87 89 111

BELÇİKA 42 49 54 57 62 64

İSVEÇ 47 52 58 58

İTALYA 80 71 67 66 63 58 62 55 54 60

İSPANYA 33 35 32 31 31 38

RUSYA 22 35 57 33 KAYNAK: Broadberry, Ghosal & Proto (2008:32)

111 Temin (1997), Shafaeddin (1998), Williamson, J.G. (2002). 104

Page 118: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

Tablo 3.1'de; İngiltere'nin kişi başına GSYİH seviyesi açısından da

Merkantilist dönemin lider ülkesi olan Hollanda'yı 1700'lü yılların başında yakaladığı,

1800'lü yılların başında ise geride bıraktığı görülmektedir. 1500'lü yıllarda İngiltere'nin

kişi başına düşen GSYİH miktarı Hollanda'dakinin yaklaşık %85'i civarındayken, Bu

oran 1700'lü yılların başında %96'ya kadar çıkmıştır. Bu durumda, İngiltere 1500 ile

1700 yılları arasında Hollanda’ya yaklaşma eğilimi göstermiştir.

Tablo 3.2. 1500-1820 Yılları Arasında, Ülkelerde Lider Şehirler Bazında,

İnşaat Sektöründe Çalışan Reel Nitelikli ve Niteliksiz İşgücü Maaşları (gün başına

alınan gümüş miktarı (gram)/sabit fiyat endeksi, Strazburg, 1700-50:1,0)

ÜLKENiteliksiz İşgücü Maaşları Nitelikli İşgücü Maaşları

1500 1570 1650 1700 1750 1820 1500 1570 1650 1700 1750 1820

İNGİLTERE 7,9 6,5 6,7 8,0 8,1 7,2 12,6 9,9 10,0 10,4 11,9 12,1

HOLLANDA 7,8 4,7 6,3 7,8 7,6 6,2 11,4 7,8 9,2 10,1 10,0 8,2

BELÇİKA 7,6 6,3 6,0 6,3 6,8 5,4 12,2 10,8 10,0 10,5 11,3 12,2

İTALYA 4,9 4,5 3,9 3,4 3,1 2,2 9,0 8,9 7,9 6,4 6,0 4,4

İSPANYA 6,3 4,3 3,4 4,2 3,7 4,6 10,0 8,3 8,5 9,4 7,4 8,8

POLONYA 4,9 5,4 5,2 4,5 4,4 5,4 9,7 10,7 6,0 6,6 8,0 10,5

OSMANLI 4,7 3,2 3,9 4,4 3,7 5,0 8,0 5,6 6,0 7,1 6,6 9,4 KAYNAK: Pamuk (2007b:17)

Tablo 3.2'de yer alan 1500-1820 yılları arasında ülkelerin lider şehirlerinde

inşaat sektöründe çalışan nitelikli ve niteliksiz işgücü için verilen reel maaşların bilgileri

yer almaktadır. Bu döneme ait reel maaş seviyeleri o döneme ait kişi başına düşen

GSYİH verilerinden çok daha kaliteli veriler oldukları için, bize aynı dönemde

ülkelerdeki gelir farklılıklarının anlaşılması adına kişi başına düşen GSYİH seviyeleri

bilgilerinden çok daha sağlıklı bilgiler vermektedirler (Pamuk, 2007b:2). Tablo 3.2'den

de görüldüğü üzere İngiltere, niteliksiz işgücü maaşları açısından 1500-1820 yılları

arasında hep lider ülke olmuştur. Bunun yanında nitelikli işgücü için verilen maaşlarda

da aynı dönem için seviye bakımından hep ilk iki ülkeden biri olduğu görülmektedir.

105

Page 119: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

Tablo 3.3. Avrupa'da Tarımsal Faaliyetlerde Kullanılan İşgücü Miktarının

Toplam İşgücü Miktarı İçindeki Payı (%) (1300-1800)

DÖNEM İNGİLTERE HOLLANDA İTALYA FRANSA POLONYA

1300 76,4 - 63,4 - -

1400 73,6 - 60,9 71,4 76,4

1500 72,8 56,8 62,3 73 75,3

1600 68,9 48,7 60,4 67,8 67,4

1700 55 41,6 58,8 63,2 63,2

1750 45 42,1 58,9 61,1 59,3

1800 35,5 40,7 57,8 59,2 56,2 KAYNAK: Broadberry, Ghosal & Proto (2008:29)

Tablo 3.3 bize 1300 ve 1800 yılları arasındaki dönemde beş ayrı Avrupa Ülkesi

için faaliyetlere göre işgücü dağılımına ait bilgiler vermektedir. 1300 ile 1600'lü yıllar

arasındaki dönemde İngiltere'de tarımsal faaliyetlerde kullanılan işgücü miktarı yaklaşık

%10 azalmışken, 1600-1800 arası dönemde yaklaşık olarak %48 oranında azalmıştır,

1300-1800 arası dönemde ise toplamda yaklaşık %54 oranında bir azalma

görülmektedir. Bu oran aynı dönem için İtalya'da %9, 1400-1800 yılları arası dönem

için Fransa'da %17 ve Polonya'da %26'dır, 1500-1800 yılları arası dönemde ise

Hollanda'da %28 oranında bir azalma görülmektedir.

Yukarıdaki değerlendirmelerden de anlaşılacağı üzere; İngiltere özellikle de

1600'lü yıllardan itibaren gerek gelir düzeyleri, gerekse de işgücü dağılımının,

faaliyetler açısından kompozisyonu bakımından diğer Avrupa ve Dünya ülkelerine

nazaran farklılaşmaya başlamıştır.112 Bu doğrultuda, İngiltere'nin iktisadi gelişim

sürecindeki asıl değişimin sanayi devrimi ve ticari serbestleşme söylemlerinin öncesine

dayandığı yorumu yapılabilmektedir. Bununla birlikte, İngiltere'nin diğer ülkelerden

ıraksama sürecinde en önemli atağını gerçekleştirdiği 18. yüzyıl ortaları ve sonrası

dönemde de, günümüzdeki gelişmekte olan ülkelere göre daha farklı koşullara sahip

olduğu, bazı durumlarda ise GGOÜ'nin çoğunda kullanımına izin verilmeyen farklı

yollardan istifade ettiği görülmektedir. Önemli bir gelişmişlik göstergesi olarak; 112 List (1856) de bu durumu destekler bir biçimde, İngiltere'deki sanayileşme sürecinin başlangıcının aslında sanayi devriminden çok daha önceki zamanlara denk geldiğini belirtmektedir. List, erken dönemlerde 1. Elizabeth (1553-1603) zamanında hayata geçirilen ticaret kısıtlamalarının, 1. James (1603-1625) ve 1. Charles (1625-1649) tarafından da sürdürüldüğünü belirtmektedir. List'e göre, İngiltere'de sanayi devriminden önce (korumacı politikalar aracılığı ile) zaten sağlam bir sanayi gelişim süreci yaşanmıştır (Shafaeddin, 1998:3).

106

Page 120: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

şehirleşme oranları, İngiltere'nin gelişiminin ilk evrelerini gerçekleştirdiği dönem için

Tablo 3.4'de belirli Avrupa Ülkeleri ve Çin temel alınarak sunulmuştur.

Tablo 3.4. Avrupa'da Şehir Nüfusunun Toplam Nüfus İçindeki Payı (%)

ÜLKE/BÖLGE 1500 1600 1700 1800 1850

ALMANYA 3,2 4,1 4,8 5,5 10,8

AVUSTURYA 1,7 2,1 3,9 5,2 6,7

BELÇİKA 21,1 18,8 24,3 18,9 20,5

FRANSA 4,2 5,9 9,2 8,8 14,5

HOLLANDA 15,8 24,3 33,6 28,8 29,5

İNGİLTERE 3,1 5,8 13,3 20,3 40,8

İSPANYA 6,1 11,4 9 11,1 17,3

İTALYA 12,4 15,1 13,2 14,6 20,3

POLONYA 0 0,4 0,5 2,4 9,3

AVRUPA(GENEL) 5,6 7,6 9,2 10 16,7

ÇİN (GENEL) 4,9 4,9 6 - 3,8 KAYNAK: Broadberry & Gupta (2003:32)

Tablo 3.4 bize, İngiltere'nin şehirleşme açısından diğer Avrupa Ülkelerini

yakalama sürecinin genel beklentiye uygun bir şekilde 18. yüzyıldan itibaren

gerçekleştiğini göstermektedir İngiltere 19. yüzyıldan itibarense, Avrupa ülkelerini

şehirleşme açısından geride bırakmıştır. Bir gelişmişlik göstergesi olarak algılanan

şehirleşme oranı, sanayileşmiş olmayı ve nüfusun kırsal kesimden kentsel kesime doğru

akışını ifade etmektedir. Ancak, şehirleşme göstergeleri günümüzde olduğu gibi

geçmişte de bazı gizli sorunları içinde barındırmaktadır. Günümüzde özellikle de

gelişmekte olan ülkelerde hızlı şehirleşme oranlarının yeterli seviyede sanayileşme

oranları ile karşılanamaması durumunda bu ülkeler için önemli sorunlar doğurduğu

görülmektedir (Yüceşahin, Bayar & Özgür, 2004:24). İngiltere de gelişiminin ilk

evrelerinde şehirlerdeki genel durum itibariyle birçok sorunu bünyesinde

barındırmaktadır.

İngiltere'de 18. yüzyıl ortalarında yaşanan sanayi devrimi ile birlikte, insanlar

fabrikalarda iş bulmak umuduyla şehirlere göç etmeye başlamışlardır. Şehirlerde ulaşım

altyapısının neredeyse tamamına yakını fabrikalardaki faaliyetler için kullanıldığından,

çalışanlar işlerine yakın olabilmek amacıyla, fabrikaların etrafındaki boş arazilere

yerleşmeye başlamışlardır. Bu yerleşim yerlerindeki bozuk altyapı ve yetersiz koşullar

107

Page 121: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

nedeniyle, burada yaşayan insanların çoğu, hastalıklarla ve zor yaşam koşullarıyla baş

etmek zorunda kalmıştır. Bu dönemde İngiltere'de şehirlerdeki beklenen yaşam umudu

seviyesi kırsal kesimlere oranla 12 yıl daha düşüktür. İngiltere, şehirlerin yapısındaki

iyileşmeye ancak 19. yüzyılın son çeyreğinden itibaren özen göstermeye başlamıştır

(The World Bank, 2009:68). İngiltere'deki işçiler bu denli sağlıksız yaşam ve çalışma

koşullarının yanında, uzun ve yorucu bir çalışma temposuyla da karşı karşıya

kalmışlardır.

Tablo 3.5. İngiltere'de 1760 ve 1800 Yıllarında Bir İşçinin Bir Yıl İçindeki

Ortalama Çalışma Süresi (Çalışma saati/bir yıl)

1760 1800 Fark

Düşük Seviyelerde 2288 3366 1078

Yüksek Seviyelerde 2631 3538 907 KAYNAK: Voth (1998:42)

İngiltere'de işçilerin üzerindeki ağır çalışma yükü ancak 1850'lerden itibaren

inişe geçmeye başlamıştır.113 Bununla birlikte, Voth (1998), Maddison (1991) ve

Matthews, Feinstein & Odling-Smee (1982), İngiltere'nin 19. yüzyılda gerçekleştirmiş

olduğu yüksek oranlı iktisadi büyüme performansının temelinde, sanayi devrimi ile

birlikte sağlanan faktör verimliliğinde ve teknolojik ilerlemedeki artışlardan ziyade,

İngiltere'de nüfus artışı ile birlikte gelen işgücü seviyesindeki artışın ve işgücünün etkin

bir şekilde yeniden dağılımının gerçekleşmesinin payının çok daha büyük olduğuna dair

birçok sonuca ulaşmışlardır.114

Şimdiye kadar ortaya koyduklarımız göstermektedir ki; İngiltere'nin

merkantilist dönemin lider ülkesi olan Hollanda'dan liderliği ele geçirdiği süreç aslında

Sanayi Devriminin öncesine dayanmaktadır. Sanayi devriminin uzantısı olarak, ticari

serbestleşmenin sağlandığı 19. yüzyıl ortası dönem incelendiğinde de, günümüzün

söylemlerine tezat bazı noktalara rastlamak mümkündür.

İngiltere'nin ticari serbestlik aşamalarında 1846 yılında Tahıl Yasaları (Corn

Laws)'nın yürürlükten kaldırılması önemli bir yere sahiptir. Toprak sahipleri ve gelişen

sanayi kesiminin arasındaki güç savaşı neticesinde zaferle ayrılan sanayicilerin 113 Maddison (1991)'dan aktaran; Voth (1998).114 Doğu Asya ülkelerinin 20. yüzyılın ortalarından itibaren göstermiş oldukları parlak gelişme performansları da, işgücünün gelişimi ve dağılımındaki değişimlerin iktisadi performansa etkileri yönünden, İngiltere'nin gelişiminin ilk evrelerindeki bu durumuna oldukça benzerlik göstermektedir.

108

Page 122: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

baskılarıyla birlikte Tahıl Yasalarının kaldırılması, İngiltere'de serbest ticarete geçişin

geniş çaplı ilk adımı olarak kabul edilmektedir (Acemoğlu & Robinson, 2000:6).

Yine genel görüşe göre; İngiltere'de liberal düşünce sisteminin etkinliğini

arttırmasıyla birlikte, devletin ekonomideki rolü en az seviyelere indirilmiş ve bu durum

da piyasa mekanizmasının işlerliğini arttırmasına, kıt kaynakların etkin bir şekilde

dağılımına yardımcı olmuştur. Serbestleşme hareketlerinin hız kazanmış olması ve

teknolojik gelişme, İngiltere'nin 19. yüzyıldan itibaren lider ülke konumuna geçmesini

sağlamıştır. Aynı dönemde ise Fransa Avrupa'daki serbestleşme hareketleri açısından

İngiltere'nin çok gerisinde kalmış, Fransa'nın gerek sanayi devrimi, gerekse

serbestleşme hareketleri bakımından İngiltere'nin gerisinde kalması Fransa'yı bir tarım

ülkesi haline getirmiş ve Fransa iktisadi açıdan çoğu yönden gerilemeye başlamıştır

(Chang, 2003:72-73). 19. yüzyıl dönemi İngiltere'deki ithalat tarifeleri ile aynı dönemde

Fransa'daki seviyeler ise bu görüşü desteklememektedir.115

Tablo 3.6. Net İthalatın Bir Yüzdesi Olarak Net Gümrük Gelirleri (5 Yıllık

Ortalamalar), İngiltere ve Fransa, 1846-1913.

YILLAR İNGİLTERE FRANSA YILLAR İNGİLTERE FRANSA

1846-50 25,3 17,2 1881-85 5,9 7,5

1851-55 29,5 13,2 1886-90 6,1 8,3

1856-60 15,0 10,0 1891-95 5,5 10,6

1861-65 11,5 5,9 1896-1900 5,3 10,2

1866-70 8,9 3,8 1901-05 7,0 8,8

1871-75 6,7 5,3 1906-10 5,9 8,0

1876-80 6,1 6,6 1911-13 5,4 8,8 KAYNAK: Nye (1991:26)

Tablo 3.6'da İngiltere ve Fransa'nın 19. yüzyıl ortalarından itibaren elde etmiş

oldukları gümrük gelirlerinin toplam ithalat seviyeleri bakımından karşılaştırmaları yer

almaktadır. Rakamlar incelendiğinde; İngiltere'nin Tahıl Yasalarının kaldırılmasını

takip eden yaklaşık 25 yıllık süreç içinde, “korumacı” Fransa'dan daha korumacı bir

yapı sergilediği yorumu yapılabilmektedir.

115 Bu kompozisyona itafen, Nye (2007), kitabının birinci bölümüne; “Neden İngilizler bira içerler de şarap içmezler?” sorusuyla başlamaktadır. Nye, bu sorunun cevabının İngiltere'nin 19. yüzyılın son çeyreğine kadar, yüksek oranlı gümrük tarifeleri uygulamış olmasına bağlamaktadır. Irwin (1993:147), 1880 yılında İngiltere'nin gümrük gelirlerinin %95'ini; şarap, tütün, çay ve alkollü içeceklerden elde etmekte olduğunu belirtmektedir.

109

Page 123: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

İngiltere ile Fransa arasındaki karşılaştırmadan elde ettiğimiz çıkarımlar,

İngiltere'nin diğer ülkelerle olan ilişkileri için de geçerlidir. İngiltere, ancak ve ancak

kendi teknolojik liderliğini tamamen ilan ettikten ve diğer ülkelere göre rekabetçi açıdan

tamamen üstünlük sağlayabildikten sonra sınırlarını diğer ülkelerin mal ve hizmetlerine

açmıştır (Buira, 2004:48).116 Bunun yanında İngiltere, kendisi için avantajlı olarak

gördüğü piyasa mekanizmasının işlerliğinin sağlanması için, ticari serbestleşme

hareketlerinin diğer ülkelerde de yayılmasını hedeflemiştir. Bu ana hedefin

gerçekleşmesi adına, 19. yüzyılda İngiltere üç ana konuda tedbir almıştır. Birinci

politika olarak; diğer ülkelerle yapılan karşılıklı ticaret antlaşmaları İngiltere'nin diğer

ülkelerin pazarlarına girip lider ülke olma avantajını kullanabilmesi için önemli bir araç

olmuştur.117 Bu konudaki en önemli örnek; İngiltere ve Fransa arasında 1860 yılında

imzalanan ticaret anlaşmasıdır ve bu anlaşma İngiltere'nin diğer Avrupa ülkeleriyle

serbest ticarete başlamasında kilit rolü üstlenmiştir. İkinci politika ise, 1810 ve 1850

yılları arasında kalan süreçte birçok gelişmekte olan ülkeye, ithalat vergilerini en aza

indirecek şekilde, “eşitsiz (ticaret) antlaşmaları”nın dayatılmasıdır.118 Üçüncü politika

ise, sömürge ülkelere uygulanan politikadır. Bu politikaya göre; sömürgeler ana ülkenin

(mother country) bütün mal ve hizmetleri için ve ana ülke tarafından ihtiyaç duyulan

bütün mal ve hizmetlerin ana ülkeye gönderilmesi için serbest geçiş izni vermek

zorundaydılar. Bazı durumlarda ise sömürgelerin ve yarı sömürge halindeki gelişmekte

olan ülkelerin gelirlerinin artması amacıyla, ülke içinde üretilen mallar için de aynı

düzeyde bir vergi uygulaması ile karşılanacak, %5 oranında bir ithalat vergisi

uygulamasına izin verilmekteydi. Ayrıca, İngiltere ticaret antlaşmalarını hayata 116 İngiltere, pamuk ve pamuklu tekstil ürünlerinde, 17. yüzyılın lider ülkesi Hindistan'a karşı aynı dönem için büyük oranlı korumacı politikalar uygulamış, bu uygulamaların neticesinde 17. yüzyılın yün ve yünlü mamuller konusundaki lider ihracatçı ülkesi olan Hindistan'ı 19. yüzyıl sonunda İngiliz yün ve yünlü mamullerinin en önemli ithalatçısı konumuna getirmiştir. Bu konu ile ilgili daha geniş bilgi için bkz. Shafaeddin (1998), Chang (2003). Ayrıca, Hindistan'a karşı aynı dönemde uygulanmış olan “sanayisizleştirme” politikaları ile ilgili daha geniş bilgi için bkz. Ferguson (2003), Clingingsmith & Williamson J.G. (2008).117 19. yüzyılın ortalarında teknolojik önderliğini ilan etmiş olan İngiltere tarafından yapılan bu anlaşmalar ve tarife indirimleri ile tarım ve hammadde piyasasının genişlemesi yoluyla Avrupa kıtasındaki sanayileşmenin gecikmesinin de hedeflenmiş olduğu belirtilmektedir (Chang, 2003:49-50). Aynı zamanda İngiltere hükümeti 1830'lu yıllara kadar ülkedeki makine ihracatını yasaklamış ve yeni sanayileşen ülkelerin teknolojik açıdan daha erken dönemlerde gelişmesini bu yolla da engellemeyi hedeflemiştir. Buna ek olarak, İngiliz sömürgelerinde aynı dönemde makine kullanımı neredeyse tamamen yasaklanmıştır (Reinert, 1997:288-290).118 Bu eşitsiz antlaşmalarla ilgili daha geniş bilgi için bkz; Bairoch (1993), Chang (2003).

110

Page 124: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

geçirmeye yanaşmayan ülkelere gerekirse zor kullanarak ve bu ülkelere karşı savaş

başlatarak bu antlaşmaları uygulatmaktaydı. Örneğin; 19. yüzyıl ortalarında serbest

ticaret antlaşması imzalamaya yanaşmayan Çin, 1839-1842 arasında İngiltere tarafından

savaşa sürüklenmiştir (Opium Savaşı). Savaşın sonucunda; Çin neredeyse bir asırlık bir

dönem boyunca bütün gümrük özgürlüklerinden vazgeçmek zorunda bırakılmıştır

(Shafaeddin, 1998:23-25).119

İngiltere'nin lider ülke olma özelliğini Merkantilist dönemin lider ülkesi olan

Hollanda'dan almış olduğu 19. yüzyılın başlangıç dönemi, daha sonra ABD'nin ve

günümüzde bazı yönlerden Almanya'nın ve Japonya'nın lider ülke seviyesine

yükselmelerine ait genel sürecin de başlangıcını oluşturmaktadır (Barro & Sala-i

Martin, 1995:20). Çünkü İngiltere 19. yüzyıl ortalarında kendi serbest ticaret

hükümranlığı doğrultusunda, diğer ülkelerin piyasalarını zorlarken, “Yeni Dünya”

olarak adlandırılan Latin Amerika ülkeleri, ABD, Kanada, Avustralya ve Rusya tarife

oranlarını yükselterek, piyasalarını İngiliz ve Avrupalı üreticilerin istilasından ve bu

istilanın bir neticesi olarak; “sanayisizleştirme (deindustrialization)” sürecinden

korumaya çalışmaktaydılar (Williamson, 2002:18). İçlerinden bir tanesi bu konuda çok

başarılı olmuştur.

3.2.2.2. AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ

ABD, 21. yüzyılın lider devleti olarak kabul edilmektedir. Günümüzün iktisadi

politikalarına yön veren en önemli iki uluslararası kuruluşun (Dünya Bankası ve IMF)

merkezleri ABD'nin sınırları içinde yer almakta ve bu kuruluşların politikalarının

belirlenmesinde ABD hayati rol oynamaktadır. Aynı zamanda kendi sınırları dışındaki

barışın ve istikrarın sağlanması konusundaki “hassaslığı” ve bu doğrultudaki faaliyetleri

ABD'yi diğer gelişmiş ülkelerden bir adım daha öteye taşımaktadır. ABD'nin çağımızın

lider ülkesi haline dönüşme sürecinin başlangıç dönemleri, GGOÜ'nin gelişim evreleri

için önemli detayları içinde barındırmaktadır.

Stiglitz (2002:42), ABD'nin gelişiminin ilk evreleri olan 19. yüzyıl

döneminden itibaren, gelişim sürecinde devletin önemli bir rol oynamış olduğunu

belirtmektedir. Dönemin Federal hükümeti, mali sisteme, ücretler ve çalışma şartlarına

119 Bu izin “%5 Kuralı” olarak da bilinmektedir (Shafaeddin, 1998:23). 111

Page 125: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

yönelik birçok iyileştirme çalışmalarına girişmiş ve piyasa mekanizmasının

doğurabileceği sorunlarla baş edebilmek için sağlam bir refah sisteminin

oluşturulmasına aracı olmuştur. Aynı dönem için Federal hükümet, belirli sanayilerin

gelişimi için gerekli olan yardımların yanında, araştırmaların yapılabileceği

üniversitelerin kurulması, üreticilerin yeni teknolojilerle ilgili bilgilendirilebilmesi için

ek kursların açılması ve farklı sektörlere yönlendirilmeleri gibi konularda aktif bir

şekilde rol oynamıştır.

Bairoch (1993;23-30), çoğu kimse tarafından fikir babası olarak F. List'in

gösterilmekte olduğu “Bebek Sanayileri Koruma Politikalarının” düşünsel anlamdaki

asıl anavatanının ABD olduğunu ve modern korumacılık felsefesinin çıkışının ve en iyi

uygulanışının da aynı topraklarda gerçekleştirildiğini belirtmektedir.120 18. yüzyılın

sonlarında dönemin ABD hazine sekreteri olan Hamilton hazırlamış olduğu raporlarda,

o zamana kadar gelişmişlik açısından başarı sağlamış örneklere benzer bir şekilde,

ABD'nin de korumacı gümrük önlemleri ve yasaklamaları ile birlikte finansal primleri

de kullanarak, gelişiminin ilk aşamalarında geçici bir süre bebek sanayilerini

korumasının gerekliliğini vurgulamaktadır.121

ABD'de Hamilton'un önerileri doğrultusunda bebek sanayilerinin korunmasına

1816'daki tarife değişiklikleri ile başlanmıştır. 1830 yılında ise tarife oranları daha da

yükseltilmiştir. Bebek sanayilerinin korunmasına, İngiltere'dekine benzer bir şekilde

pamuklu giysiler, demir ve yün sanayileri gibi hafif sanayilerden başlanmıştır

(Shafaeddin, 1998:13). Aynı dönemde, imalat sanayinin korunması, ekonomik açıdan

geniş çapta tarım sektörüne bağlı olan güney eyaletleri tarafından hoş karşılanmamıştır.

Güney eyaletleri serbest ticaretten yana tavır alırlarken, kuzey eyaletleri bebek

sanayilerin korunmasına yönelik tavırlarını koymuşlardır. Özellikle de serbest ticaret ve

kölelik ile ilgili, kuzey ve güney arasındaki bu fikir ayrılığı daha sonra ABD'yi bir iç

savaşa sürüklemiştir.122 Sivil Savaş'ın galibinin Kuzey eyaletleri olması, savaşın

ardından ABD'de İİDBS'nin artan oranlarla uygulanmasına başlanması ile

120 Reinert (1998:19), List'in bebek sanayileri argümanına dair çalışmalarının başlangıç noktasının, ABD'deki sürgün yılları olan 1825-1830 döneminde Hamilton ve Hamilton'un destekçisi olan Daniel Raymond'un çalışmalarına dayandığını belirtmektedir.121 Reinert (1997,1998), Chang (2003).122 Chang (2003:57-58), Reinert (1997:295)

112

Page 126: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

Bütün İthalat Mallarındaki (Serbest ve Gümrüğe Tabi) Gümrük Vergi OranıGümrüğe Tabi İthalatların Toplam İthalatlar İçindeki Payı(%)

17891792

18161820

1824/321866

18751913

19141925

19311950

19801990

0

10

20

30

40

50

60Mamül Mallardaki Gümrük Vergileri (%)

sonuçlanmıştır. Grafik 3.1. ve Grafik 3.2, bizlere 1789 ve 1999 arası dönem için, ithalat

mallarındaki (genel ithalat ve mamul mal ithalatı) gümrük vergi oranlarının ve vergiye

tabi malların değişimlerini göstermektedir.

Grafik 3.1. ABD'de Bütün İthalat Mallarındaki (Serbest ve Gümrüğe Tabi)

Gümrük Vergi Oranı ve Gümrüğe Tabi İthalatların Toplam İthalatlar İçindeki Payı %

(1821-2000).

KAYNAK: Shafaeddin (1998:15) Tablo 3.1'den yararlanılarak tarafımızca hazırlanmıştır.123

Grafik 3.2. ABD'de Mamul Mallardaki Gümrük Vergi Oranları % (1789-

1990)

KAYNAK: Shafaeddin (1998:15) Tablo 3.1'den yararlanılarak tarafımızca hazırlanmıştır.124

1821-1946 yılları arasında, toplam ithalat malları içinde gümrüğe tabi malların

seviyesi yaklaşık olarak %41,34'dür. Bu yüksek oran ancak, 1968-1999 yılları arasında

%7'ler seviyelerine inmiştir. Aynı zamanda, gümrük vergisi oranlarının da istikrarlı bir

şekilde ancak ve ancak, 1891/94 döneminden itibaren düşürülmeye başlandığı

123 Şekil 3.1. ve 6.'nın oluşturulmasında kullanılan tablo, çalışmanın EK5 kısmında yer almaktadır.124 Grafik 3.2.'deki, 1792, 1820, 1866 ve 1875 yıllarına ait değerler, aritmetik ortalama ile hesaplanmıştır.

113

1821/241825/28

1829/311842/46

1857/611867/71

1891/941908/13

19141923/27

1931/331935/38

1944/461968/72

1978/821988/99

0

10

20

30

40

50

60

Page 127: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

1820 1875 1913 1925 1931 19500

10

20

30

40

50

60

70

80

90AvustuyaBelçikaDanimarkaFransaAlmanyaİtalyaJaponyaHollandaRusyaİspanyaİsveçİsviçreBirleşik Krall ıkABD

gözlemlenmektedir. Bununla birlikte, bütün ithalat malları içindeki gümrük vergi

oranları seviyesi, 20. yüzyılın ortalarından sonra ancak %10'lu seviyelerin altına

indirilmiştir.

1866 ile 1883 yılları arasında ABD'de imalat sanayine yönelik ithalat tarifeleri

ortalama olarak %45'tir. ABD'nin Birinci Dünya Savaşı'ndan önceki kırk yıllık süreçte,

dünyanın en hızlı gelişen ekonomilerinden birisi haline dönüşmesi, küreselleşme

hareketlerinden ziyade, erken dönem kapitalist ekonomilerin deneyimlerinden çıkarmış

olduğu doğru derslerle sağlanmıştır (Bairoch & Kozul, 1996:7). Mamul mallardaki

korumacılığın terk edilmesi ise, daha da geç bir döneme rast gelmektedir. Grafik 3.2'de;

18. yüzyıl sonunda mamul mallardaki gümrük tarife oranlarını arttırmaya başlayan

ABD'nin, 18. yüzyıl sonundaki tarife oranları seviyelerine geri dönüşünün yaklaşık 150

yıllık bir süreci gerektirdiği görülmektedir. ABD'de mamul mallara uygulanan tarife

oranlarının tek haneli olduğu dönemler 1789 yılı ve 1950 sonrası dönemlerdir.

Grafik 3.3. Seçilmiş Kalkınmış Ülkelerin 1820-1950 Yılları Arasında, Mamul

Mallara Uygulamış Oldukları Ortalama Tarife Oranları (Ağırlıklı Ortalama, %)

KAYNAK: Chang (2003:39) Tablo 2.1. kullanılarak elde edilmiştir.

Grafik 3.3125 ise bize, 19. ve 20. yüzyıllarda, gümrük tarife uygulamaları

açısından GGÜ içinde ABD'nin özellikle de mamul mallarda GGÜ içinde en uzun süre

ve istikrarlı bir şekilde İİDBS'ni uygulamış olduğunu bir daha göstermektedir.

125 Grafik 3.3'ün oluşturulmasında kullanılan tablo için bkz. EK6. Şekildeki Avusturya 1875, Belçika 1820-1875, Danimarka 1820-1875, Fransa 1875, Almanya 1820-1875, İtalya 1875, Hollanda 1820-1875, Rusya 1875, İspanya 1875, İsveç 1875, İsviçre 1820-1875, Birleşik Krallık 1820, ABD 1820-1875 değerleri aritmetik ortalama ile hesaplanmıştır.

114

Page 128: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

ABD'nin 20. yüzyılın ortalarından itibaren, gümrük duvarlarını indirmesi ise şu

şekilde açıklanabilir; İkinci Dünya Savaşı'nın ardından ABD'nin, yıkılmış ve bütünüyle

zarar görmüş Avrupa ülkeleri ile karşılaştırıldığında yüksek oranlı bir arz kapasitesi

fazlalığına sahip olduğu görülmektedir. ABD bu noktadan sonra, elindeki arz

kapasitesini etkin bir şekilde kullanabilmek amacıyla serbest ticaret politikalarını hayata

geçirmeye başlamıştır. Bu girişimin temelleri, Bretton Woods konferansında

imzalanmış olan gümrük ve tarife antlaşmaları ile atılmıştır (Shafaeddin, 1998:17).

ABD'de imalat sanayine yönelik yüksek oranlı tarifelerin uygulanmış olduğu

1820-1913 yılları arasında ABD'de gerçekleşen kişi başına düşen gelir seviyelerindeki

artış oranları ile Almanya, İngiltere ve Fransa'daki seviyeler Tablo 3.8'de

karşılaştırılmaktadır.

Tablo 3.8. Çeşitli Ülkeler İçin Kişi Başına Düşen Gelir Artışları (1820-1913)

PERİYOT ABD İNGİLTERE FRANSA ALMANYA

1820-1870 1,23 1,24 0,8 0,6

1870-1890 1,6 1,12 0,9 1,4

1890-1913 1,94 0,9 1,6 1,8KAYNAK: Shafaeddin (1998:18)

Tablo 3.8.'den de görüldüğü üzere; ABD imalat sanayine yönelik yüksek tarife

uyguladığı dönemlerde, 19. yüzyılın lider ülkesine yaklaşmaya başlamış ve bu yaklaşma

süreci 20. yüzyılın başlarında lider ülke olma özelliğinin İngiltere'den ABD'ye

geçmesiyle son bulmuştur. Bununla birlikte, Fransa ve Almanya da kişi başına düşen

gelir seviyeleri bakımından özellikle de 1870 sonrası dönemde korumacı önlemlere

başvurarak İngiltere'ye yakınsamaya başlamışlardır.126

ABD, gelişiminin ilk evrelerinde sadece uluslararası ticaret konusunda piyasa

mekanizmasına müdahale etmemiştir, aynı zamanda ücretler konusunda da müdahil

olmuştur. İşçilerin fakirleşmesinin iktisadi faaliyetleri olumsuzu etkileyeceğine dair

beklentiden yolan çıkan ABD hükümetleri, 19. yüzyıl boyunca “Yüksek Maaş

Stratejisi” adı altında, işgücünün fiyatının karşılaştırmalı olarak sermayenin fiyatından

daha yüksek olabilmesini sağlamak amacıyla çeşitli müdahalelerde bulunmuştur.

İşgücünün fiyatının yüksek olabilmesi adına işgücünün nitelikli bir hale gelmesi için

126 Fransa'daki tarife oranlarındaki değişimin İngiltere ile karşılaştırmalı olarak verilmiş olduğu analizimiz için bkz sf. 109-110.

115

Page 129: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

gerekli yatırımlar yapılmıştır. İşgücü kalitesinin arttırılması için gerekli müdahalelerin

yapılması, ABD'nin 19. yüzyıl İngiliz liberal yaklaşımına (iktisadi her şeyin fiyatının

piyasa mekanizması tarafından belirlenmesi) karşı geliştirmiş olduğu bir başka

mekanizmadır (Reinert, 1997:279). ABD bu mekanizmanın işlerliğini daha sonra da

sürdürmüştür. 1940'lı yıllarda ABD'deki yetişkinlerin sadece %25'i lise ve %5'i

üniversite ve dengi okullardan mezunken, 1990'lı yıllarda bu oranlar %80 ve %20

seviyelerine ulaşmıştır. Benzer şekilde; ABD'de 1990'lı yıllarda, bilimsel araştırmalarda

kullanılan (mühendis ve bilim adamları) işgücü miktarının toplam işgücü miktarı

içindeki payı, 1950'lerdekinin üç katından fazla hale getirilmiştir (Jones, 1997:1).127

ABD kendi çıkarları doğrultusunda, gerektiğinde sadece ticari açıdan

serbestleşme karşıtı olmamıştır, aynı zamanda işgücünün serbest dolaşımına karşı

faaliyetlerde de bulunmuştur. ABD Göç Komisyonu, 1911 yılında yayınlamış olduğu

raporda, yeni niteliksiz işgücü göçünün, hem yerliler, hem de eski göç etmişler

açısından Amerikan işçisini negatif etkilediğini, bu durumun da ABD vatandaşlarının

yaşam standartlarına etki ettiğini belirtmektedir. ABD'de bu rapordan sonra, niteliksiz

işgücü göçünü engelleyici önlemlerin alındığı görülmektedir (Williamson, 1996:9).

Sonuç itibariyle; ABD bağımsızlığını kazandıktan itibaren (3 Eylül 1783, Paris

Antlaşması), gelişiminin ilk evreleri boyunca sistemli bir şekilde devlet güdümlü

iktisadi politikaları uygulamıştır. Gerektiğinde işgücü piyasasına yönelik müdahalelerde

bulunmuş, gerektiğinde üreticileri stratejik piyasalara yönelik üretim yapmaya

yönlendirmiş, gerektiğindeyse, özellikle mamul mallarda İİDBS'ni istikrarlı bir şekilde

uygulamış ve bu stratejilerden, İngiltere'nin 19. yüzyıl ortasında yaptığına benzer bir

şekilde, ancak 20. yüzyıl ortalarında teknolojik liderliğini ilan ettikten sonra, elindeki

arz kapasitesini daha etkin bir şekilde kullanabilmek ana hedefi doğrultusunda

vazgeçmiştir. Bununla birlikte, teknolojik liderlik hususunda öncelikle Japonya'nın

gelişimi, daha sonraki yıllarda ise G. Kore ve diğer Uzakdoğu ülkelerinin göstermiş

127 Jones (2002:235), çalışmasında ABD'de 1950 ve 1993 yılları arasındaki çalışan başına düşen çıktı düzeyindeki artışın kaynaklarını incelemiş ve ABD'deki büyümenin %80'lik kısmının eğitim düzeyindeki ve araştırma faaliyetlerindeki artış ile açıklanabildiğini, kalan %20'lik kısmın ise diğer faktörlere bağlı olduğunu tespit etmiştir. Bu noktada Jones çalışmasında, yakın gelecekte de nüfus artışı ile birlikte yeni kitlelerin teknolojik araştırmalara yönlendirileceğini, yeni araştırmalar ile büyümenin bir süre daha devam edebileceğini, fakat bu durumun sürdürülebilir olmadığını belirtmekte ve uzun vadede “ceteris paribus” ABD'deki büyüme performansının düşüşe geçeceği yorumunu yapmaktadır.

116

Page 130: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

oldukları teknolojik ilerlemeler, ABD'nin bu ülkelere karşı tekrar katı önlemler almasına

neden olmuştur. Bu önlemler çoğu zaman GATT kuralları ile tezat uygulamalardır

(Akman, 2008:30).

3.2.2.3. JAPONYA

Orta Çağ'dan itibaren Hollandalı ve Portekizli tüccarların Japonya seferleri ve

burada kurmuş oldukları ilişkiler Japonya'nın Avrupa ile tanışmasının ve Avrupa ile

arasındaki farkın anlaşılmasının ilk dönemlerini oluşturmuştur. Ancak, Japonya'nın

sanayileşme ve serbestleşme sahnesine çıkışı 1858 yılında imzalamak zorunda kaldığı

ticaret anlaşmasıyla gerçekleşmiştir. ABD savaş gemilerinin yüksek ikna edici

kabiliyeti sayesinde 1858 yılında serbest ticarete açılmak zorunda bırakılan Japonya'da

bu tarihten itibaren %5'in üzerinde gümrük tarifesi uygulanması yasaklanmıştır,

Japonya tarife özgürlüğünü ancak 1911 yılında geri kazanabilmiştir (Chang, 2003:89-

90). 1858'den sonraki onbeş sene içinde Japonya'nın dış ticaret hacmi 70 kez büyümüş

ve milli gelirinin %7'lik bir kısmını oluşturacak büyüklüğe erimiştir. Serbest ticarete

açılmak, temel serbest ticaret önermelerinde sunulan şekilde, Japonya'da ihraç

mallarının fiyatlarının dünya piyasalarının seviyelerine çıkmasına, ithal malların yurtiçi

fiyatlarının ise dünya piyasalarındaki seviyelerine inmesine neden olmuştur. Aynı

dönemde dünya taşımacılık maliyetlerinin düşmesi ve Japonya'nın serbest ticarete

açılması, Japonya'nın ticaret hadlerinde yüksek oranlı artışlara neden olmuştur

(Williamson, 2002:19).

Japonya'nın serbest ticarete açılması kendi isteği dışında gerçekleşmiş bir

olgudur ve İDBS'nin genel söylencelerine göre, kendi isteği dışında dahi olsa serbest

ticarete açılmış olması Japonya'nın gelişmiş ülkeler seviyelerine yakınsaması için

gerekli ve etkili bir yol olmalıdır. Ancak, tarihsel gerçekler bizlere, bu durumun pek de

beklendiği gibi gelişmemiş olduğuna dair ipuçları vermektedir. Tablo 3.9., 3.10. ve

3.11. bize, dönemin lider ülkelerindeki gelişimin seyri ve Japonya’nın erken dönem

gelişimi hakkında karşılaştırmalı bilgiler sunmaktadır.

117

Page 131: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

Tablo 3.9. B. Krallık (İngiltere), ABD ve Japonya'daki Kişi Başına Düşen

İhracat ve Büyüme Seviyeleri (1820-1998 Dönemi, 1990 ABD Doları Sabit Fiyatları

İle)

KİŞİ BAŞINA DÜŞEN İHRACAT KİŞİ BAŞINA DÜŞEN SAAT BAŞI GSYİH

YILLAR B. KRALLIK ABD JAPONYA B. KRALLIK ABD JAPONYA

1820 53 25 0 1,49 1,30 0,42

1870 390 62 2 2,55 2,25 0,46

1913 862 197 33 4,31 5,12 1,08

1950 781 283 42 7,93 12,65 2,08

1973 1684 824 875 15,97 23,72 11,57

1998 4680 2755 2736 27,45 34,55 22,54KAYNAK: Maddison (2005:21) Tablo 7a'dan oluşturulmuştur.

Tablo 3.10. B. Krallık (İngiltere), ABD ve Japonya'daki Kişi Başına Düşen

İhracat ve Büyüme Seviyelerindeki % Değişim (1820-1998 Dönemi, 1990 ABD Doları

Sabit Fiyatları İle)

KİŞİ BAŞINA DÜŞEN İHRACAT % DEĞİŞİM

KİŞİ BAŞINA DÜŞEN SAAT BAŞI GSYİH % DEĞİŞİM

DÖNEM B. KRALLIK ABD JAPONYA B. KRALLIK ABD JAPONYA

1820-1870 635,85 148 - 71,14 73,08 9,52

1870-1913 121,03 217,74 1550 69,02 127,56 134,78

1913-1950 -9,4 43,65 27,27 83,99 147,07 92,59

1950-1973 115,62 191,17 1983,33 101,39 87,51 456,25

1973-1998 177,91 234,34 212,69 71,88 45,66 94,81KAYNAK: Tablo 3.9.

Tablo 3.9 ve 3.10 bize 19. yüzyıl ve 20. yüzyıl boyunca İngiltere, ABD ve

Japonya'daki ihracat seviyelerindeki değişim ile, büyüme rakamları hakkında bilgiler

vermektedir. Tablo 3.10.'da Japonya'nın özellikle de 1870 ve 1913 yılları arasında

ihracat seviyesinde inanılmaz bir yükseliş gerçekleştiği görülmektedir. Bu dönemde

Japonya'da kişi başına düşen ihracat seviyesi yaklaşık olarak %1550 civarında artış

gösterirken, kişi başına düşen saat başı GSYİH miktarında da %134,78'lik bir artış

olduğu dikkat çekmektedir. Japonya adına buna benzer bir tablonun, 1950 ve 1973

yılları arasındaki dönemde de yaşandığı gözlemlenmektedir. Bu dönemde Japonya'daki

kişi başına ihracat seviyesi yaklaşık olarak %1983,33 civarında artış gösterirken, kişi

başına GSYİH artışı ise %456,25 olarak gerçekleşmiştir. Bu noktada akıllara şu soru

gelebilir; neden Japonya'da 1870-1913 yılları arasındaki gelişim sürecinde, GSYİH 118

Page 132: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

büyüme seviyesinin, ihracat artışına oranı yaklaşık olarak 0,09 değerindeyken, bu oran

1950-1973 yılları arası dönem için 0,23'tür? Bu sorunun yanıtı, Japonya'nın aynı

dönemler içinde uygulamış olduğu, ya da uygulayabildiği stratejilere bağlı olarak

açıklanabilmektedir. Bu stratejilerin açıklanması sürecinde Tablo 3.11'in ortaya

koydukları, incelemelerimiz için faydalı olacaktır.

Tablo 3.11. B. Krallık (İngiltere), ABD ve Japonya'da İşgücü ve Toplam

Faktör Verimliliklerindeki Değişimler (1820-1998).

İŞGÜCÜ VERİMLİLİĞİ TOPLAM FAKTÖR VERİMLİLİĞİ

DÖNEMYıllık Ortalama Bileşik (Compound) Büyüme Oranları

B. KRALLIK ABD JAPONYA B. KRALLIK ABD JAPONYA

1820-1870 1,1 1,1 0,18 0,15 -0,15 -

1870-1913 1,22 1,93 2 0,31 0,6 -0,05

1913-1950 1,66 2,47 1,79 0,81 1,62 0,2

1950-1973 3,09 2,77 7,75 1,48 1,75 5,12

1973-1998 2,19 1,52 2,70 0,83 0,6 0,58KAYNAK: Maddison (2005:21) Tablo 7b.

Tablo 3.11.'den, 1870-1913 dönemi ile 1950-1973 dönemleri arasında,

Japonya'daki verimlilik seviyeleri arasında büyük fark olduğunu göstermektedir. Bu iki

dönem arasındaki büyüme seviyelerindeki farklılık da temel olarak bu farklılığa

bağlıdır.

19. yüzyılın son çeyreğine gelmeden önce Japonya'da feodal sistemin çöktüğü

görülmektedir. Feodal sistemin çöküşü ile birlikte 1868 yılından itibaren Japonya'da

Meiji Restorasyonu128 olarak da anılan yenileşme reformlarına girişilmiştir. Aynı

dönemde, Japonya dış ticaretinin kontrolünde özgür olmadığı için (1858 Anlaşmaları),

yurtiçi sanayinin desteklenebilmesi adına tarife dışı bazı İİDBS uygulamalarına gitmek

zorunda kalmıştır. Aynı dönemde Japon devleti seçilmiş bazı sanayi kollarında

(gemicilik, madencilik, tekstil -pamuklu, yün ve ipek- ve askeri sanayi) pilot (örnek)

tesisler kurmuş ve bu tesisleri ileri aşamalarda düşük bir karşılıkla özel sektöre

devretmiştir. Devletin bu tesislere desteği, devredildikten sonra da çeşitli teşvikler

128 Japonya'da gerçekleştirilen Meiji Restorasyonu'nda büyük oranda Alman sivil ve ticaret sisteminden etkilenildiği görülmektedir. Özellikle kurumsal yapılanma ve yenilenme ve kamu reformları konusunda Alman sistemi örnek alınmış, bunun yanında, uygun görülen Fransız ve İngiliz yasalarından da istifade edilmiştir. Kısacası, Japonya'daki reform hareketleri, kendilerine en uygun olabilecek sistemlerden büyük ölçüde öykünülerek, ancak kendine has bir yorumla oluşturulmuştur (Rodrik, 2000:35).

119

Page 133: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

yardımıyla devam etmiştir. 1911 yılında tarife özgürlüğü yeniden geri kazanıldığında

ise yurtiçi sanayilerin korunmasına yönelik bir dizi tarife değişikliğine gidilmiştir. Bu

dönemde Japonya'da genel bir tarife uygulamasından ziyade, seçilmiş anahtar sanayilere

yönelik hedefsel tarife uygulamalarının hayata geçirilmiş olduğu görülmektedir (Chang,

2003:90-92).

1960 öncesi Japonya piyasası Avrupa ülkeleri ve diğer gelişmiş ülkelerle

karşılaştırıldığında dış rekabete daha kapalı bir karaktere sahip olduğu görülmektedir.

1937-1952 periyodunda Japon ekonomisi görece olarak daha yavaş bir büyüme

performansı göstermiştir ancak bu dönemler boyunca, gerek tarifeler, kotalar ve diğer

enstrümanlarla, gerekse müdahalelerle yurtiçi sanayinin korunmasına devam

edilmiştir.129 Japonya'nın doğal kaynaklar açısından zengin bir yapısının olmayışı,

ülkeyi özellikle de 1960 sonrası sanayileşme sürecinde hammadde ve sanayi girdilerinin

ithalatına yöneltirken, bu eğilim, ülkenin ihracat yapma gereksinimini de ortaya

çıkarmıştır. Bu dönemde Japonya çeşitli makroekonomi araçları ve tarifeler yardımıyla

İDBS'ni hayata geçirmiştir. Bu durum Japonya'da özellikle de 1960'lı yıllardan itibaren

bir ihracat patlamasının yaşanması ile sonuçlanmıştır (Awokuse, 2005:595).

Japonya'da İkinci Dünya Savaş'ı sonrası gelişim sürecinin anlaşılabilmesi için,

aynı dönemde aktif bir şekilde faaliyete geçirilen bir kurumdan bahsetmek yerinde

olacaktır. Savaş süresince Levazım (Munitions) Bakanlığı adı altında hizmet veren,

savaş sonrası erken dönemde Ticaret ve Sanayi Bakanlığı adını alan, 1949 sonrasında

ise Uluslararası Ticaret ve Sanayi Bakanlığı adı altında hizmet veren kurumun,

Japonya'nın savaş sonrası erken dönem gelişim öyküsünde önemli bir yeri vardır. Bu

kurum, sanayi planlaması, finansman, şirket evlilikleri, ürün kotaları, döviz kuru

ayarlamaları ve yabancı teknolojinin elde edilmesi ve yaygınlaştırılması ile ilgili çok

geniş yetkilerle donatılmıştır ve ülkenin uzun dönem büyümesine dair planlamaların

yapılması tamamıyla bu kuruma bırakılmıştır (Kokko, 2002:4-5). Japonya'daki gelişim

süreci bu yönden sosyalist ekonomilere yakından benzemektedir. Japonya'daki farklılığı

129 Bu noktada önemle belirtilmelidir ki; İkinci Dünya Savaşı sonrası, ABD'nin Uzakdoğu'da ortaya çıkan Sovyet tehdidine karşı, burada bulunacak olan güçlü bir Japonya'ya ihtiyaç duyması sonucu ABD tarafından yapılan yardımlar da Japonya'nın gelişiminin finansmanında önemli rol oynamıştır. Fakat Japonya, ABD yardımlarının bitmiş olduğu 1953 yılında bile, iktisadi açıdan hala büyük ölçüde batılı gelişmiş ülkelere bağımlı bir karaktere sahiptir (Kokko, 2002:3).

120

Page 134: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

yaratan ise; aynı kurumun geliştirmiş ve uygulamış olduğu bir ara rejim uygulaması

olarak dikkat çekmektedir. Japonya gelişiminin ilk evrelerinde; sınırsız rekabeti

engelleyici, ancak belirli sektörlerde de sınırlı bir rekabeti doğurucu stratejileri hayata

geçirmiştir. Bunun neticesinde Japonya, uluslararası ticarete açıldığında elinde belirli

sanayiler bazında güçlü ve sınırlı bir rekabetin ve güçlü şirketlerin olduğu bir piyasa

yapısına sahip olabilmiştir. Japonya'da, İİDBS döneminde sağlanmış olan sağlam sanayi

altyapısı ile birlikte, 1960 sonrası dönemde uluslararası ticarete açılmak, Japon

ekonomisinin aynı dönemdeki yüksek oranlı büyüme performansı adına büyük öneme

sahiptir.130

Japonya'nın özellikle de 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren göstermiş

olduğu büyüme performansı ile ilgili olarak ihracattaki başarının önemi kabul edilebilir

derecede olsa bile, bu başarının tamamen İDBS ile açıklanması haksızlık olacaktır.

Japonya'nın gelişiminin ilk evrelerinde uygulamış olduğu sistemli ve istikrarlı

İİDBS'nin, Japonya'nın ihracata yöneldiği anda elinde hazır ve gelişmiş bir sanayi ve

yönetim altyapısının oluşmasında kilit rol oynadığı görülmektedir. Japonya, gelişiminin

ilk evrelerinde kendisini, bebek sanayi koruma politikaları, teşvik kredileri, üreticilerin

menfaatine yönelik ve iç talebi canlandırıcı vergi uygulamaları ve sağlam kurumsal

altyapının oluşturulması gibi pek çok faaliyet aracılığıyla uluslararası rekabete hazır bir

konuma getirmiştir.131 Japonya'nın izlemiş olduğu bu yol, daha sonra Asya Kaplanları

olarak da anılacak olan bir grup Asya ülkesi için kılavuz görevi görecektir.

3.2.2.4. GELİŞMİŞ ÜLKELERİN AYAK İZLERİ

Sanayileşmenin ve liberalleşme söylemlerinin anavatanı olan İngiltere bile,

gelişim sürecinin erken evrelerinde ve 1846 Tahıl Yasalarının kaldırılmasına kadarki

süreçte, gümrük tarifeleri vasıtasıyla etkin bir şekilde İİDBS'nin uygulayıcısı olmuştur.

Hatta çalışmamızda yapılmış olan incelemelerde, İngiltere'nin Tahıl Yasalarının

kaldırılmasından sonraki süreçte bile, uzun süre boyunca korumacı olarak bilinen

Fransa'dan daha korumacı bir yapı gösterdiğini ortaya koymaktadır. Bununla birlikte,

İngiltere ticari serbestleşmeye geçmeyi, gelişiminin ilk evrelerinden ziyade, teknolojik

üstünlüğünü ilan ettikten sonra ve yurtiçindeki arz fazlasını daha etkin bir şekilde

130 Kokko (2002:5), Chang (2003:93-96).131 Chang (2002), Kokko (2002), Williamson (2002).

121

Page 135: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

kullanabilmek için tercih etmiştir. Ayrıca, İngiltere'nin lider ülkeye yakınsama ve lider

ülke konumuna geçme süreci, sıkça dile getirildiği gibi 18. yüzyılın ortalarındaki sanayi

devrimi ile gerçekleşmemiştir. İncelemelerimize göre İngiltere, Merkantilist dönemin

lider ülkesi olan Hollanda'ya yakınsamaya 1500'lü yıllardan itibaren başlamıştır.

İngiltere'nin yüksek oranlı bir gelişimi gerçekleştirmiş olduğu 19. yüzyılda,

günümüzdeki çoğu gelişmekte olan ülkenin elinde olmayan bazı imkânlara da sahip

olduğu görülmektedir. Uzun çalışma saatleri, sağlıksız konaklama ve yaşam

standartları, sömürge ülkelerdeki iktisat politikalarının ana ülke çıkarları doğrultusunda

belirlenmesi132 ve ticari ortaklığa yanaşmayan ülkelere askeri baskı ve savaş yollarıyla

imzalatılan haksız ticaret anlaşmaları ile elde edilen menfaatler bunlardan başlıcaları

olarak sayılabilir.

20. yüzyılın lider ülkesi konumuna yükselmiş olan ABD'nin de tarihsel gelişim

süreci İngiltere'ye benzer bir şekilde gerçekleşmiştir. ABD 1860 yılından başlayarak,

İkinci Dünya Savaşı'nın bitimine kadar yüksek tarife oranları ve İİDBS doğrultusunda

iktisadi büyüme politikalarını oluşturmuştur. ABD de İngiltere'ye benzer bir şekilde,

teknolojik liderliği ele geçirdikten sonra serbest ticarete açılmıştır. Aynı zamanda

ABD'nin, piyasa mekanizmasının aksaklıklarına karşı çeşitli önlemler alabilmek

amacıyla, işgücü piyasalarına dair müdahalelere ve kaynakların dağılımı ile ilgili

faaliyetlere sık sık başvurmuş olduğu görülmektedir.

Son olarak Japonya'nın da, 19. ve 20. yüzyılın lider ülkelerinin gelişim

süreçlerinden iyi dersler çıkarmış olduğu görülmektedir. Uzun bir süre boyunca İİDBS

ile gelişimini gerçekleştiren Japonya'nın çoğu noktada ABD ve İngiltere'den de daha

sert ve keskin devlet müdahalelerine başvurmuş olduğu söylenebilir. Japonya'nın

serbest ticarete açılmadan önce yerleştirmiş olduğu kurumsal altyapı ve aksak rekabet

piyasaları, ülkenin serbest ticarete açıldığında herhangi bir aksaklıkla karşılaşmamasına

neden olmuştur.

132 Acemoğlu, Johnson & Robinson (2000:8-9), İngiltere'nin sömürgelerine uygulamış olduğu politikalar bakımından da Hollanda'dan çok daha farklı bir yol izlemiş olduğunu belirtmektedirler. Hollanda, sadece sömürgelerindeki zenginlikleri (değerli madenler ve hammadde) ana ülkeye taşımayı hedeflerken, İngiltere sömürgelerindeki devlet sistemini, kültürel yapıyı ve ticari çalışma şartlarını da keskin bir şekilde kendisi belirlemiştir Aynı zamanda İngiltere, köle ticaretinden de önemli faydalar sağlamak yoluna gitmiştir.

122

Page 136: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

İncelenmiş olan üç lider ülkenin dışında kalan GGÜ'nin de, tarihsel gelişim

süreçlerinin erken evrelerinde ve ihtiyaç duydukları zamanlarda İİDBS'ne başvurmaya

çekinmedikleri görülmektedir.133

List'in doğmuş olduğu topraklar, bebek sanayileri koruma politikasının “açık

savunucusu”134 ve kamusal altyapı reformlarının lider ülkesi Almanya, gelişiminin ilk

evrelerinde İİDBS'ni etkin bir şekilde kullanmakla kalmamış. Aynı zamanda dönemin

teknoloji ve sanayi lideri İngiltere'den üretim teknolojilerinin Almanya'ya

getirilebilmesi için birçok etik olmayan yola da başvurmuştur. Bu etik olmayan yolların

arasında, marka taklidi, makine yedek parçalarının kopyalanması, kalifiye işgücünün

Almanya'ya çekilmesi için yasadışı yollara başvurulması vb. birçok yol

sayılabilmektedir (Chang, 2003:67-72).135

Bütün bunlara ek olarak; GGÜ gelişim süreçlerinin ilk aşamalarında çocuk

işgücü ordusundan maksimum faydayı sağlamışlardır. 1820'lerde İngiltere'de çocukların

günde 12,5 ile 16 saat arasında çalıştıkları aktarılmaktadır. Almanya'da 1840-46 arası

dönemde, fabrika işçilerinin yaklaşık %20'sinin 14 yaş altındaki çocuklardan oluştuğu

not edilmiştir. ABD'de 1820 yılında, pamuk işçisi olarak çalışanların yarısına yakını 16

yaşından küçük çocuklardır. Günümüzün çoğu gelişmiş ülkesinde, çocukların çalışma

şartlarına yönelik sistemli düzenlemelerin ancak 1850'li yıllar ile 1914 arası süreçte

hayata geçirildiği görülmektedir (Chang, 2003:180-186).

Çalışmamızın bu bölümünde de anlatılmaya çalışıldığı üzere; GGÜ'nin

kalkınma serüveninde izlemiş oldukları yollara dair anlatılanlar ile, bu ülkelerin

bırakmış oldukları ayak izleri birbirlerine uymamaktadırlar. Günümüzün lider ülkesi

ABD'nin ve diğer gelişmiş ülkelerin gelişim süreçlerinin erken evrelerine dair tarihsel

incelemeler göstermektedir ki; bu ülkelerin gelişim süreci “Washington Uzlaşısı” olarak

bilinen günümüzün “bilge” iktisadi ön kabullerinden çok daha farklı iktisadi kalkınma

ve büyüme stratejileri tarafından yaratılmıştır (Buira, 2004:48).

133 Bkz. Tablo 3.6, Grafik 3.3 ve EK6.134 ABD'nin, gelişiminin ilk evrelerinde bebek sanayileri koruma argümanını kullanmış olmasına rağmen, günümüzde bu politikaların ana vatanı olarak bilinmekten ziyade “Washington Uzlaşısı” nın şiddetli savunucusu olarak bilinmek istemesinden ötürü, Almanya için bu ibarenin kullanılması tercih edilmiştir.135 Almanya'da sanayi gelişimin ilk evrelerinde Silezya bölgesinin alınması ve bu bölgedeki sanayinin geliştirilmesi için yapılan girişimler ve bu bölgeye yönelik altyapı çalışmaları büyük önem taşımaktadır. Bu konuda daha geniş bilgi için bkz. Henderson (1963), Trebilcock (1881).

123

Page 137: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

GGOÜ'nin başarı ve başarısızlık hikayelerinin değerlendirilmesi konusunda da,

geçmişin izlerinden yürümek faydalı olacaktır. Çalışmamızda yer alan GGOÜ'ne dair

değerlendirmeler de bu durum dikkate alınarak gerçekleştirilecektir.

3.3. VAATLER VE GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELER

Çalışmamızın şimdiye kadarki bölümlerinde, GGÜ'nin nasıl gelişmiş

olduklarına dair, tarihsel perspektifte bazı ipuçları verilmeye çalışılmıştır. Bu bölümde

ise GGOÜ'nin başarı ve başarısızlık öyküleri, yine tarihsel bir perspektiften bakılarak ve

İDBS savunucularının, GGOÜ'ne dair genel söylemleri ele alınarak verilmeye

çalışılacaktır.

1990'lı yıllarla birlikte ivme kazanan İDBS'ne yönelik desteğin ve Washington

Uzlaşısı'nın etkileriyle, 1990'lı yılların ortalarında ve 2000'li yıllarda, kimi gelişmekte

olan ülkeler İDBS'nin başarılı uygulayıcıları ve dışa açılma sürecinin önemli başarı

örnekleri olarak gösterilmekteydiler. Bu dönemde dışa açık kalkınmanın başarı

örnekleri olarak; gelişim süreçlerinin başlangıç evrelerini 1960'lı yıllarda geçirmiş olan

ve Asya Kaplanları olarak anılan; Hong Kong, Tayvan, Singapur ve G. Kore, 1970 ve

2000 yılları arası dönemde gelişim süreçlerinde hızlı atılımlara giden, Endonezya,

Malezya, Çin, Hindistan ve Tayland gibi yeni sanayileşen Asya ülkeleri ve Brezilya,

Şili ve Meksika gibi Latin Amerika ülkeleri başı çekmekteydiler.136

Genel bir değerlendirme yapıldığında; Latin Amerika ülkelerinin Asya'daki

ülkelere göre daha erken dönemde ekonomik bağımsızlıklarını kazanmış oldukları ve

daha erken dönemlerde uluslararası ticaretin birer üyesi oldukları görülmektedir

(Unctad, 2003:130). Ayrıca, Latin Amerika ülkelerinin, Asya ülkeleri ile

karşılaştırıldığında, zengin doğal kaynaklara sahip olmak gibi bir avantajı da vardır

(Aktan, O., 1991:61). Buna rağmen Latin Amerika ülkelerinin 20. yüzyıl boyunca

istikrarlı bir gelişim performansı gösteremediği görülmektedir. 1980'li yıllardan itibaren

İDBS'ne geçilmesinin bir sonucu olarak, 1990'lı yılların önemli başarı örnekleri olarak

gösterilen Latin Amerika ülkeleri, 2000'li yıllara girmeden evvel büyük bir iktisadi

çöküntü ile karşı karşıya kalmışlar ve “yeniden” başarı örnekleri olmaktan çıkmışlardır.

Gelişmekte olan Asya ülkeleri de aynı dönemde benzer bir çöküntünün mağduru

136 Ozawa (1992:28), Unctad (2008:1), Krueger (1997:9-13), Ram (2003:2). 124

Page 138: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

olmuşlar, ancak bu çöküntü Latin Amerika'daki ülkelerde olduğu kadar derin ve uzun

olmamıştır. Çalışmamızın bu bölümünde; Asya ülkeleri ile Latin Amerika ülkeleri

arasındaki bu kırılganlık ve kalkınma farklılığını yaratanın ne olduğu sorusu genel

çerçevede cevaplandırılmaya çalışılacaktır. Bu cevabın bulunabilmesi için öncelikle

Asya'da nelerin “gerçekten” doğru yapılmış olduğuna bakmak daha yerinde olacaktır.

3.3.1. ASYA TİCARETİ VE BÜYÜME DERSLERİ137

Çoğu iktisatçı Doğu Asya'daki 20. yüzyılın son çeyreğinde yaşanan hızlı

gelişimi bu coğrafyada uygulanmış olan başarılı İDBS politikalarına bağlamaktadır.

Asya ekonomileri ele alındığında, en başarılı ve istikrarlı gelişme performansı gösteren

ekonomiler çoğu durumda, geleneksel İİDBS'nden vazgeçip dışa dönük politikaları ve

İDBS'ni benimsemiş olan ekonomiler olarak dikkat çekmektedirler (Kokko, 2002:2).

Önemli İDBS savunucularından Krueger (1990:108), Doğu Asya'daki ülkelerin

büyüme performanslarını incelemiş olduğu çalışmasının ikinci paragrafına şu cümle ile

başlamaktadır;

“Hiçbir araştırmacı yoktur ki; Doğu Asya'da yer alan ihracatçı ülkelerin

başarısını incelesin ve bu başarıda ihracatın oynamış olduğu, iktisadi büyümeyi

hızlandırıcı anahtar rol ile ilgili şüphe duyabilsin.”138

Krueger, aynı cümlenin devamında; İDBS'ni kullanmaya geçtiği dönemden

itibaren, 1965-87 arasında ihracat seviyesini %22,9 arttırma başarısını gösteren G.

Kore'nin, bu süreçte kişi başına düşen milli gelirinde de %6,4'lük bir artışın

gerçekleştiğini belirtmekte ve aynı dönemde yüksek oranlı büyüme performansı

gösteren Singapur, Tayvan ve Hong Kong'un da G. Kore'ye benzer bir şekilde, İDBS'ne

keskin bir geçiş ile bu gelişimi gerçekleştirebildiklerini belirtmektedir. Aynı dönemde

bu ülkelere göre daha içe dönük stratejiler uygulayan diğer Asya ülkeleri ise, büyüme

performansı açısından bu ülkelerin gerisinde kalmışlardır. Bu doğrultuda; Asya'daki

başarı ve başarısızlık örnekleri göstermektedir ki; devletler ihracatı teşvik etmek adına

bile olsa (ihracat teşvikleri, kredi teşvikleri vb. yollarla) piyasa mekanizmasına

müdahale etmemelidirler. Doğu Asya ülkeleri, İDBS'ne geçişin büyüme ve gelişmeye

ne derece katkıda bulunduğuna dair önemli örneklerdir (Krueger, 1990:108-109).

137 Konu başlığı; Krueger (1990); “Asian Trade and Growth Lessons” çalışmasından alıntıdır.138 Bu cümle; Washington Uzlaşısı'nın genel ifadesini de temsil etmektedir.

125

Page 139: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

Asya Kaplanları olarak anılan; Honk Kong, Singapur, G. Kore ve Tayvan'ın

ardından, Endonezya, Malezya, Çin, Hindistan ve Tayland gibi önemli gelişme

performanslarına imza atan Asya ülkeleri de, İDBS'nin faydalarından istifade etmiş yeni

dönem gelişmekte olan Asya ülkeleri olarak gösterilmektedirler (Unctad, 2008:1).

Bu noktada akıllara şu soru gelebilir; neden özellikle de 1980 sonrası dönemde

İDBS'ne dayalı olarak gelişmeye çalışan birçok ülke varken, bu bir avuç Asya ülkesi

başarılı olabilmiştir?

Bu sorunun cevabına yönelik birçok yaklaşım vardır, en ön plana çıkan yorum

ise; Doğu Asya ülkelerinin genellikle birbirine benzer kültürlere ve altyapılara sahip

oldukları yorumu olarak göze çarpmaktadır. Bu faktör Doğu Asya ülkelerinin 20.

yüzyılın ortalarından itibaren göstermiş olduğu hızlı gelişimi açıklamakta sıkça

başvurulan bir olgudur. Genel söylenceye göre; birbirine yakın kültürel ve ahlaki

miraslara sahip olan bu ülkelerde, devlete olan bağlılık, disiplin ve çalışmanın önemli

erdemler olarak kabul edilmeleri, Doğu Asya ülkelerindeki hızlı gelişimde, “ufak”

devlet müdahalelerinin de başarılı olmasına neden olmuş, aynı zamanda bu özellikler

İDBS'nin bu ülkelerde tam randımanla hayata geçirilmesinde önemli rol oynamıştır.

Bununla birlikte, Doğu Asya'daki gelişen ülkelerin gelişim süreci, kültürel benzerlikler

ve paylaşımlar nedeniyle aynı coğrafyadaki diğer ülkelerin gelişimini de pozitif yönde

etkilemiştir. Her iki durum da bu coğrafyaya has ve genele mal edilemeyecek

durumlardır (Chang & Grabel, 2005:59-69). Aynı zamanda, Doğu Asya ülkeleri, İkinci

Dünya Savaşı sonrası ABD yardımlarından da maksimum faydayı sağlamış ve bu

yardımlar da, bu ülkelerin gelişimlerinin ilk dönemlerinde önemli rol oynamıştır

(Krueger, 1997:9).

Yapılan açıklamalar genel itibariyle önemli olgulara vurgu yapan açıklamalar

olarak gözükmektedir. Tabi bu açıklamaların dayanaklarının ne derece gerçeklerle

örtüştüğü faktörü de önemlidir. Çalışmamızda, bu sorunun cevabını yine tarihsel

perspektifle değerlendirmeye çalışacağız. İncelemeye öncelikle ilk gelişen ve Asya

Kaplanları olarak da anılan Doğu Asya ülkeleri ile başlamak yerinde olacaktır.

126

Page 140: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

3.3.1.1. ASYA KAPLANLARI

3.3.1.1.1. GÜNEY KORE

İkinci Dünya Savaşı sonrasında Kore yarımadası, Kuzey ve Güney olmak

üzere iki parçaya ayrılmıştır. Güney Kore (Kore Cumhuriyeti) 1948 yılından itibaren

formel olarak özgürlüğünü kazanmıştır. Yarımadanın Güney kısmı, az bir sanayi

kapasitesi ile birlikte, nüfusun büyük bir kısmını ve doğal kaynakların çok az bir

kısmını almıştır. Kuzey Kore ise, büyük oranda ağır sanayi ile donatılmış, zengin

mineral kaynakları ve yarımadadaki hidroelektrik tesislerinin hemen hepsini almış

durumdadır. Bunun yanında, G. Kore'deki kalkınma süreci, K. Kore tarafından 1950

yılında gerçekleştirilen saldırı ile derin bir şekilde sekteye uğramıştır. Kapsamlı İİDBS

ile gelişimini sağlamaya çalışan G. Kore, 1950'li yıllarda büyük ölçüde ABD

yardımlarıyla ayakta durmaya çalışan, Dünya'nın en fakir ülkelerinden birisidir (Kokko,

2002:9).

G. Kore'nin bağımsızlığını kazanması ile birlikte, Japon sömürgesi olmaktan

kurtulması, Japonya'nın sömürgecilik faaliyetleri çerçevesinde Kore'de uygulamış

olduğu politikalardan ötürü ülkeyi çoğu yönden dezavantajlı duruma getirmiştir. G.

Kore'deki sermayedarların büyük çoğunluğunun Kore'de yaşayan Japonlardan oluşması,

G. Kore'nin Japon sömürgesi olmaktan çıkması ile birlikte sermaye stoğunu da

kaybetmesi ile sonuçlanmıştır. Japonya'dan ayrılması ile birlikte G.Kore, kaliteli işgücü

ve deneyimli yönetim kadrosu gibi faktörleri de kaybetmiştir (Lee, 1997:2). Aynı

zamanda, Japonya'nın sömürgesi olduğu zamanlarda, Japonya'nın Kore'de uygulamış

olduğu politikalar nedeniyle, özellikle de eğitim konusunda Kore nüfusunun çok geri

kalmış olduğu görülmektedir. Bu dönemde; 14 yaş sınırındaki toplam Kore nüfusunun

sadece %2'si ortaokul seviyesi eğitimini tamamlamış durumdadır (Kim, 1990:146).

Yetişkin okuryazarlık oranı ise 1945 yılında sadece %22 seviyelerindedir. Bunların bir

neticesi olarak; G. Kore'de imalat sanayinin 1948'deki seviyesinin, 1939'daki

seviyesinin ancak %15'ine denk geldiği hesaplanmıştır. 1950-53 arasındaki Kore Savaşı

ise durumu daha da kötü bir hale getirmiştir. Bu dönemde bir milyona yakın insan

ölmüş ve çoğu üretim tesisi de yok edilmiştir (Lee, 1997:2-10). Görülmektedir ki, Doğu

127

Page 141: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

Asya'daki ortak kültür mirası ve değerler, Japonya ve G. Kore ikili ilişkisinde pek de

geçerli olmamıştır.

İDBS savunucularının genel görüşüne göre; bu kadar olumsuzluğun içinde G.

Kore diğer bir hatayı da gelişiminin ilk evrelerinde İİDBS'ne dayalı gelişimi seçerek

yapmıştır. G.Kore'de 1950'lerin sonlarına doğru toplam ihracat, GSYİH'nın ancak

%3'lük bir kısmını oluşturmaktadır ve büyüme hızı da oldukça yavaştır. Bununla

birlikte ithalat ise GSYİH'nın %13'ünü oluşturmaktadır. Ödemeler dengesindeki açıklar

büyük oranda yurtdışı yardımlarla finanse edilmekte ve yurtiçi tasarruf oranları

neredeyse sıfır düzeyindedir. Ancak, 1960'lardan itibaren İDBS'ni uygulamaya başlayan

G. Kore'nin gelişiminde önemli bir değişiklik gözlemlenmiştir. Döviz kuru

müdahalelerinden vazgeçilmiş, ihracatçılar adına uygun ortamın yaratılması için gerekli

düzenlemeler yapılmıştır. Serbest ticaret şartlarına uygun iyileştirmeler sonucu,

sanayinin gelişimi için gerekli olan ara mal ve hammadde ithalatı da

gerçekleştirilebilmiştir. Bu değişim süreci ile birlikte, G. Kore'deki büyüme oranlarında

ve yaşam standartlarında gözle görülür bir iyileşme yaşanmıştır (Krueger, 1997:9). Bu

değerlendirmeye göre; G. Kore'nin bağımsızlığını kazanmış olduğu tarihten sonraki

yaklaşık on-onbeş yılı boş yere İİDBS ile harcanmış ve bu da G. Kore'nin daha erken

dönemlerde gelişmesini engellemiştir. Ancak titiz bir gözlem bize; bu sürecin G. Kore

adına hiç de kayıp yıllar olarak değerlendirilemeyeceğini göstermektedir.

G. Kore devleti ithal ikamesi döneminde, sürdürülebilir kalkınma adına çok

önemli iki politikayı hayata geçirmiştir (ya da geçirmek zorunda kalmıştır). Bunlardan

ilki; kuzeyden gelen göçlerle birlikte artan nüfus baskısının da etkisiyle gerçekleştirilen

toprak reformudur. 1949 yılında hayata geçirilen bu reform dahilinde bir aileye ait

yerleşim alanı büyüklüğü üç hektar ile sınırlandırılmış ve gelir ve refahın nüfus içinde

eşit dağılımına yönelik radikal değişiklikler yapılmıştır. Bu reform dahilinde toplam

ekilebilir alanların %25'ine yakını yeniden düzenlenmiştir. İkinci olarak; bağımsızlığın

kazanılmasıyla birlikte “eğitim”, kalkınmada öncelik verilen etmenler içinde en önemli

etmen olarak belirlenmiş ve devlet kaynaklarının büyük bir bölümü eğitim sektöründeki

yatırımlara yönlendirilmiştir (Kokko, 2002:10). Bu değişimlerin bir sonucu olarak,

1945-52 arası dönemde ortaokul düzeyinde okullarda okuyan öğrenci sayısı, yıllık

128

Page 142: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

ortalama %8,2 büyüme ile 1,37 milyondan 2,37 milyon seviyesine çıkartılmıştır. Aynı

dönemde kolej ve üniversitede okuyan öğrenci sayısı da yılda yaklaşık %23,4'lük bir

artış göstermiştir.139

1960'lı yıllardan itibaren yurtdışı yardımların kesilmesi ile birlikte G. Kore de

İDBS'ne geçiş yapmış ve bu tarihten itibaren önemli bir iktisadi gelişim performansı

göstermiştir. Ancak, şunu da unutmamak gerekir; G. Kore'de 1960'lı yıllardan itibaren

İDBS politikalarının benimsenmesi, devletin tamamen iktisadi faaliyet alanından

çıkışını ifade etmemektedir. 1961 yılından itibaren G. Kore bankaları kamulaştırılmış ve

bu tarihten itibaren bu bankalar, geniş iş gruplarına negatif faiz oranlı ve geniş ölçekli

yatırım kredileri sağlanmasında başrolü oynamışlardır. Yani, G. Kore devleti

yatırımların dağılımında İDBS'ni uygulamaya geçtikten sonra bile aktif bir şekilde rol

oynamıştır. Bu durum gelişecek sanayilerin de devlet tarafından seçilmesine neden

olmuştur. Devlet, hayata geçirilmesi arzu edilen iktisadi faaliyetlerin, karlı bir hal de

alabilmesi için etkin bir şekilde uğraş vermiştir (Rodrik, 2001:18).

Bunlarla birlikte; G. Kore'nin her ne kadar 1960'lı yıllardan sonra İDBS'ne

dayalı bir kalkınma süreci geçirdiği ve piyasa mekanizmasına bağlı kaldığı dile getirilse

de, bu genişleme sürecinin tamamen ticari serbestlik politikaları doğrultusunda ve

devlet müdahaleleri olmaksızın gerçekleştirildiğini söylemek yanlış olacaktır.140 G. Kore

1980'lere kadar yurtiçi sanayilerini gerek tarifeler, gerekse tarife dışı yollardan

korumaya devam etmiştir. Ayrıca 1945-1960 yılları arası dönemde gerçekleştirilen

reformlar ve devlet güdümlü sanayileşme stratejileri, G. Kore'de sürdürülebilir ihracat

artışlarının ve gelir artışlarının temelini oluşturmakla birlikte, tüketici malları ve

sermaye malları sanayilerinin gelişiminde de önemli rol oynamıştır.141

Genel itibariyle, G. Kore gelişiminin çok geniş bir sürecinde, çoğu yönden

Washington Uzlaşısı'na uymayan bir şekilde hareket etmiştir.142

139 Kim (1990:146), Lee (1997:2-10).140 G. Kore'nin gelişim sürecinde beşer yıllık kalkınma planlarının uygulandığı dönem ile ilgili daha geniş bilgi için bkz EK7.141 Rodrik (1996), Chang (1993:132-135), Kokko (2002:10).142 Bu konuyla ilgili geniş değerlendirme, EK9'da, Rodrik (1996:17)'in tablolaştırmış olduğu haliyle verilmektedir.

129

Page 143: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

3.3.1.1.2. TAYVAN

Japonya, Tayvan kendi sömürgesiyken Tayvan'ı bir gıda maddeleri tedarik

deposu olarak geliştirmiştir. Japon tarzı sanayileşme stratejileri Tayvan'da alüminyum

tesisleri (plants), metal arıtma tesisleri, çimento tesisleri, küçük çaplı gübre tesisleri ve

şeker arıtımında kullanım amaçlı alkol üretim tesisleri gibi tesislerin oluşturulmasına

yardımcı olmuştur. Bununla birlikte bu dönemde Tayvan, tekstil vb. tüketim mallarını

Japonya'dan ithal etmektedir (Min Wu, 2004:11-15). İkinci Dünya Savaşı sonrası Çin'e

geri iade edilen Tayvan'ın bu dönemdeki sosyal göstergeleri hiç de iç açıcı değildir.

1946-1950 yılları arası dönem için, 15 yaş ve üstü nüfusun ortalama okula gitme süresi

yaklaşık 2,8 yıldır. 1952 yılında ise, alt yaş üstü nüfusun sadece %1,4'lük bir kısmı kolej

veya üniversite mezunu ve 58,8'lik bir kısmı ortaokul ve dengi okullardan mezundur.143

Tayvan ile G. Kore ekonomilerinin yapıları ve 20. yüzyılın ortalarındaki

demografik özellikleri bakımından genellikle birbirlerine benzetilmektedir. Tayvan da

G. Kore'ye benzer bir şekilde 1950'li yıllar boyunca İİDBS'ne dayalı bir gelişim süreci

geçirmiş ve aynı dönem itibariyle ödemeler dengesi açıklarını genel olarak bu dış

yardımlar vasıtasıyla kapatmıştır. Bununla birlikte, Krueger (1997:9), Asya Kaplanları

olarak da anılan Doğu Asya ülkelerinin gelişme başarıları ile ilgili başlangıcın,

Tayvan'daki başarılı İDBS uygulamaları ile başlamış olduğunu belirtmektedir.

Krueger'a göre Tayvan'ın, yüksek enflasyonlu, içe dönük ve yurtdışı yardımlara muhtaç

iktisadi yapıdan, önemli ihracat ülkelerinden biri haline dönüşmüş olduğu süreç,

tamamen ihracat kapasitesini arttırmaya yönelik sanayileşme stratejilerinin bir

başarısıdır. Ancak, tarihsel göstergeler Tayvan'ın seksenli yılların başlangıcına kadar,

İİDBS'lerini kısmen de olsa sürdürmeye devam ettiğini göstermektedir. Örneğin; 1974

yılında Tayvan'daki nominal tarife oranları %55,7'ler seviyesindedir (Hou, 1988:10-11).

Tayvan, 1950'lerden itibaren kapsamlı kalkınma planları ile gelişim sürecini kontrol

etmiştir ve ancak, 3. Beş Yıllık Kalkınma Planı (1961-65) ile birlikte gelen finansal

reformlarla, yatırım girişimlerinin sağlıklı bir şekilde yapılabilmesi için uygun ortamın

sağlanması, döviz kurlarının düzenlenmesi, ithalat kontrollerinin azaltılması ve ihracat

aktivitelerinin cesaretlendirilmesi amaçlanmıştır (Kuo, Ranis & Fei, 1981: 74). Bunların

143 Hou & Chang (1981:486),Ciecd (1973:7). 130

Page 144: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

yanında; Tayvan'daki kamu girişimleri de özel sektörün gelişiminde etkili olmuşlardır.

Kamu girişimleri sayesinde özel sektördeki üreticilerin ihtiyaç duyduğu anahtar

girdilerin yurtiçinden tedarik edilebilme olanağı sağlanmış ve bu girişimler özel

sektördeki karlılık oranlarının artışında önemli rol oynamıştır.144

Bu doğrultuda Gold (1986:87); Tayvan'ın leisseze-faire politikaları ve serbest

piyasa mekanizmasına dayalı bir ekonomi ile gelişmemiş olduğunu belirtmektedir.

Gold'a göre devlet; Tayvan'ın gelişim sürecinin geniş bir kısmında çeşitli kontrollerle

piyasalara müdahale etmiştir ve piyasa mekanizmasında doğabilecek sorunlara karşı

gerekli ve yeterli önlemleri aldıktan sonra piyasa mekanizmasına bağlı bir gelişim

sürecine girilmiştir.

Aktan, O., (1991); Doğu Asya ülkelerinin gelişim süreçlerine dair yapmış

olduğu incelemede; Tayvan ve G.Kore'de büyümenin dört aşamada gerçekleştirildiğini

belirtmektedir. İlk aşamada ülkelerin kendilerine has yapıları nedeniyle; Tayvan tarım

ihracatı, G.Kore ise tarım dışı malların ihracatı ile ithalatlarının finansmanını

karşılamaktadır. İkinci aşamada, her iki ülke de geleneksel ihracat gelirlerinin bir

kısmını yatırım mallarının ithalatına ayırmışlar ve bu sayede yurtiçinde ithal ikameci

sanayilerin oluşmasını sağlamışlardır. Bu dönemde devlet politikalarıyla desteklenen

piyasalarda fabrika üretimlerine geçilmiş, karlar ve rantlar artmıştır. Bu süreçte önemli

büyüme başarıları da yakalanmıştır. Bu politikalar 10-15 yıl arası bir süre boyunca

uygulandıktan sonra, yakalanan büyüme başarılarının devam ettirilebilmesi adına iki

seçenek ortaya çıkmıştır. Birinci seçenek; o zamana kadar ithal edilen yatırım ve

dayanıklı tüketim mallarında ithal ikamesine gidilmesidir. İkincisi ise; iç pazar için

üretilen dayanıksız tüketim mallarının ihracatına gidilmesidir. Bu noktada Tayvan ve

G.Kore ikinci seçeneği tercih etmişlerdir. Üçüncü aşamada, Doğu Asya ülkelerinin

karşılaştırmalı üstünlükleri, topraktan vasıfsız işgücüne kaymıştır. Aynı dönemde

dayanıksız tüketim mallarının ihracatının artmasıyla birlikte bu ülkeler hızlı bir şekilde

sanayileşmiştir ve işgücü de tarımdan sanayiye kaymıştır. İhracat endüstrileri bir önceki

aşamada olgunlaşan girişimci sınıf tarafından geliştirilirken, bir yandan da bu ülkelere

olan sermaye akışları artmıştır. Bu dönemde hayata geçirilen etkili kamu politikaları

144 Rodrik (2001:18-19), Kokko (2002.19). 131

Page 145: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

ihraç ikamesinin sağlanmasında başrolü oynamıştır. İşgücü fazlalığının eritilip reel

ücretlerin yükselmeye başladığı bu dönemde, sanayi üretiminde nitelikli işgücü ve

teknolojiye dayalı, sermaye yoğun üretim sistemine geçiş başlamıştır. 1970'lerin

ortasına doğru geçilen 4. aşamada son ithal ikamesine dayalı dönem başlamıştır. Bu

dönemde yurtiçi ve yurtdışı için yatırım malları, dayanıklı tüketim malları ve işlenmiş

hammadde üretimine geçilmiştir. Bu alanlarda da ithal ikamesinin sınırına gelinmesi ile

birlikte yeniden ihracata dayalı stratejiler uygulamaya sokulmuştur. Tarımın sürükleyici

sektör olmaktan iyice çıkması ile birlikte, bu ülkeler tarım ürünleri ithalatçısı konumuna

gelmişlerdir. Bu gelişim süreci boyunca Doğu Asya ülkelerinde gelir dağılımı hep

çalışanlar lehine bir gelişim göstermiştir. Reel ücretlerin arttığı son aşama için doğal

karşılanabilecek bu gelişme, diğer gelişmiş ülkelerden farklı olarak, 2. ve 3. aşamada da

gerçekleştirilebilmiştir (Aktan, O., 1991:55-61).

Genel çerçeveden bakıldığında; G. Kore ve Tayvan'ın gelişim süreçleri büyük

ölçüde birbirine benzemektedir. Gelişim süreçlerinin başlarında, Tayvan'ın sadece

teknolojik altyapı bakımından G.Kore'den daha iyi durumda olduğu söylenebilir. Bunun

dışında, iki ülkenin de başlangıçtaki kaliteli işgücü stoğu ve sermaye stoğu sınırlıdır, her

iki ülkenin de kalkınmalarının ilk dönemlerinde dış yardımlar önemli rol oynamıştır, her

iki ülke de 1960'lı yıllardan itibaren dışa dönük bir kalkınma sürecine geçiş yapmıştır ve

her iki ülkede de devlet 1960'lı yıllara kadar direk, 1960'lı yıllardan itibaren ise dolaylı

yollardan piyasa mekanizmasına müdahalelerde bulunmuştur. Her iki ülke de 1970'li

yıllardan itibaren yatırıma dayalı ağır sanayilere yönelmiş fakat her iki ülke de bu

sanayilerde kısmen başarılı olabilmişlerdir. Her iki ülke de 1980'lerden itibaren

dikkatlerini yüksek teknoloji sanayine vermiştir. Ancak, bu noktadan itibaren

Tayvan'daki gelişim sürecinin G. Kore'den daha hızlı ve daha istikrarlı bir şekilde

gerçekleşmiş olduğu görülmektedir ve bu farklılık temel olarak iki ekonominin

büyümesindeki karakter farklılıklarına bağlanmaktadır. G. Kore'de yüksek teknoloji

sanayindeki gelişim, birkaç büyük firmadaki yüksek sermaye yatırımları ile

gerçekleştirilmişken, Tayvan'da yüksek teknoloji sanayi, binlerce küçük ve orta ölçekli

firma tarafından ve daha düşük sermaye yatırım oranları vasıtasıyla gerçekleştirilmiştir.

Bu durum; Tayvan'da daha düşük borçlanma ile sağlanmış ve daha çeşitlendirilmiş bir

132

Page 146: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

sanayi gelişim sürecini beraberinde getirmiştir. Aynı zamanda, Tayvan'ın G. Kore'den

çok önce, henüz gelişim süreçlerinin erken evrelerindeyken bazı seçilmiş sanayilerin

korunması konusunda harekete geçmiş olduğu görülmektedir. Bu seçim yapılırken;

Tayvan'ın karşılaştırmalı olarak üstün olduğu ucuz işgücü ve teknolojik altyapının

kullanılabildiği sanayileri koruma altına aldığı görülmektedir (Kokko, 2002:19-21).

Gelişim süreçlerindeki bu farklılıktan ötürü; G. Kore'de geniş ölçüde devlet desteği ile

gelişmiş olan büyük firmalar tarafından oluşturulan piyasa yapısı, yeni firmaların

piyasaya girmesini zorlaştırırken, Tayvan böyle bir durumla karşı karşıya kalmamıştır.

Bu yapının diğer bir sonucu olarak Tayvan, G. Kore'ye göre daha işgücüne dayalı bir

büyüme süreci yaşamıştır, ayrıca Tayvan'daki gelişim süreci daha düşük şehirleşme

oranları ve daha eşitlikçi bir gelir dağılımı ile gerçekleşmiştir.145

3.3.1.1.3. SİNGAPUR VE HONG KONG

Genel görüşe göre; Hong Kong ve Singapur da, Doğu Asya'da İDBS

doğrultusunda gerçekleştirilen ve “mucize” olarak adlandırılan gelişmenin bir parçası

olarak kabul edilmektedir. Bu ülkelerdeki büyüme performansları da dışa açık

büyümeyi destekleyici örnekler olarak tarihteki yerlerini almışlardır (Krueger, 1997:9).

Oysa bu ülkelere dair gelişim süreçleri de İDBS ile geliştikleri ile ilgili şüphe

uyandırıcı ipuçları ile doludur. Örneğin; Krugman (1994:5) Singapur'daki gelişim

sürecinin büyük oranda Stalin'in Sovyetler Birliği'nde hayata geçirmiş olduğu gelişim

modeline benzediğini söylemektedir. Singapur'da devlet, iktisadi kalkınma sürecinin ilk

aşamalarından itibaren, diğer Asya Kaplanlarına benzer bir şekilde, ekonomiye özellikle

de kaynakların dağılımı konusunda sık sık ve sistemli bir şekilde müdahalelerde

bulunmuştur. Singapur'daki hızlı gelişimin ardında, bu müdahaleler neticesinde

şekillenen piyasa mekanizmasının etkisi büyük olmuştur. Singapur bu müdahalelerin

ışığında 1966-90 arası dönemde yıllık ortalama %8,5'lik bir büyüme göstermiştir, kişi

başına gelir seviyesi de yıllık ortalama %6,6 oranında artmıştır. Aynı dönemde nüfusun

istihdam edilme oranı %27 seviyesinden %51 seviyelerine çıkarmıştır. 1966 yılında

eğitimli çalışan sayısı, toplam çalışan sayısının yarısından azına denk gelirken, 1990

yılında çalışanların 2/3'ü en az lise dengi okullardan mezun hale getirilmiştir (Krugman,

145 Ranis (1979:222-223), Hong (1987). 133

Page 147: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

1994:5). Bütün bunlara ek olarak; Singapur aynı dönemde fiziksel sermaye yatırım

oranlarını %11 seviyelerinden %40 seviyelerine taşımayı başarmıştır. Ayrıca,

Singapur'a dair veriler göstermektedir ki; 1960'lı yılların ortalarından 2000'li yıllara

kadar reel ücretler devamlı artmıştır. Aynı dönemde toplam faktör verimliliği artışının

da yaşanmış olması şunu göstermektedir; teknolojik gelişim Singapur'un büyüme

sürecinde diğer Doğu Asya ülkelerinden daha önemli bir rol oynamıştır (Chang-Tai,

2002:520).

Hong Kong da diğer Asya Kaplanlarına benzer şekilde gelişmiştir ve

Singapur'a benzer şekilde küçük bir yüz ölçüme sahip olduğu için toprak faktörü

neredeyse yok denecek kadar azdır. Buna rağmen 20. yüzyıldaki en önemli gelişme

performanslarından birini göstermiştir. Her iki ülke de fiziksel sermaye yatırımlarını

arttırmış, işgücünün artışına ve eğitimine önem vermiştir (The World Bank, 1998:19-

20). Dışa açılmak içinse doğru zamanı beklemiştir.

3.3.1.2. KAPLANLAR, EJDERHALAR VE FİLLER

20. yüzyılın sonlarına doğru Malezya, Tayland ve Endonezya da Asya

Kaplanları olarak anılmaya başlanmıştır. 21. yüzyıla girilirken bu ülkelere başarı

örnekleri olarak Çin ve Hindistan'ın da katılımlarıyla birlikte, başarılı olarak anılan

gelişmekte olan Asya ülkeleri kadrosu geniş ölçüde tamamlanmıştır.146

Yeni Asya Kaplanlarının gelişim süreçlerinin eskilerinkinden çok da farklı

olmadığı görülmektedir. Malezya, 1950 ve 1970 arası süreçte İİDBS ile gelişimini

sağlamaya çalışmıştır ancak, Malezya'da ticari engellerin aynı dönemde gelişen diğer

ülkelere göre daha az kullanıldığı görülmektedir. Diğer ülkelerin gelişimlerinin ilk

evrelerinde efektif tarife oranları %25 ile %92 arasında değişirken, aynı dönem

itibariyle bu oran Malezya için sadece %7'lerde kalmıştır (The World Bank, 1993:134).

Bu durum temel olarak iki ana nedene bağlanmaktadır; birincisi; Malezya'da sömürge

döneminden miras kalan liberal bir kültürün olduğudur,147 ikincisi ise; ülkenin politik

altyapısıdır. Malezya'da politik gücü elinde bulunduran güç Malaylarken, ekonomik güç

146 Rozenwurcel (2006:2), Kokko (2002), Rodrik (2001). Bu ülkelere kimi araştırmalarda Vietnam, Bangladeş, Pakistan, Sri Lanka ve Nepal gibi ülkeler de katılabilmektedir.147 Aslında, sömürge durumundayken çoğunlukla ana ülkeler tarafından serbest ticarete zorlandıkları için bütün sömürge ülkelerin buna benzer bir kültüre sahip oldukları iddia edilebilir. Bu nedenle Malezya'daki ticari engellerin görece düşük olması ile ilgili bu görüş genel itibariyle zayıf kalmaktadır.

134

Page 148: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

Çinli etnik grupların elindeydi ve Malezya’da ekonomik ve politik açıdan önemli olan

sektörler; diğer gelişmekte olan ülkelerde olduğu gibi tarım sektörü değil, maden ve

ormancılık sektörleriydi. Bu doğrultuda; Malezya'da 1960'larda kabul edilebilir bir

büyüme performansı gösterilmesine rağmen (yaklaşık yıllık %3 seviyesinde), Malay

halkının fakirlik seviyesinde çok yavaş bir ilerleme olmuş olması, Malaylı politikacıları

bir dizi reform girişiminde bulunmak zorunda bırakmıştır. 1971 yılında çıkarılan Yeni

Ekonomi Politikası (YEP) adı altındaki reformlarla, eşitlik ile birlikte istikrarlı

büyümenin sağlanması amaçlanmıştır. İşçi sınıfında fakirliğin önlenmesi için gerekli

önlemler alınmış ve Malayların iktisadi açıdan da güçlü olmasını sağlayacak

girişimlerde bulunulmuştur. İşgücüne dayalı hafif imalat sanayi ürünleri ve doğal

kaynakların ihracatını teşvik etmek için çeşitli devlet müdahalelerine başvurulmuş ve

kamu girişimleri kurulmuştur. Bu kamu girişimlerindeki stratejik konumlara Malay

halkından kimseler konuşlandırıldı. Çeşitli lisans, işgücü kotaları ve teşvik kredileri

yoluyla, Malayların özel sektörde de başarılı olması için gerekli ortamlar hazırlanmış

olmuştur. YEP'in Malezya’nın gelişim sürecine etkisi büyük olmuştur. Malezya 1971 ve

1980 arası dönemde ortalama yıllık %8'lik bir oranla büyümüştür. 1980'li yılların

başında büyük oranda hammadde ihracatçısı görünümünde olan Malezya'da, aynı

dönemde büyüm oranlarının da düşmesi ile birlikte, imalat malları ihracatının da

gelişmesinin gerekliliği tespit edilmiş ve bu amaçla, imalat sanayine yönelik kamu

kuruluşları kurulmuş ve daha sonra özel sektöre devredilmiştir. 1986'dan itibaren,

ülkede sağlıklı bir piyasa mekanizmasının oluşturulmuş olduğuna dair olan inancın

artması ile birlikte, YEP tamamen kaldırılmış ve bu yolla ekonomide özel yatırımların

ve ihracatın şevklendirilmesi amaçlanmıştır (Kokko, 2002:29).

Tayland'ın 1955-1970 arası dönemde, doğal kaynakların ihracatına ve seçilmiş

sanayilerde ithal ikamesinin sağlanmasına yönelik, karışık ticaret politikaları ile

geliştiği görülmektedir. Aynı dönemde; tüketici mallarında yaklaşık %25-%30

seviyelerinde uygulanan tarifeler, makine ve ara girdiler ile ilgili olarak %15-%20 arası

oranlarda uygulanmıştır (The World Bank, 1993:140). Diğer gelişmekte olan Asya

ülkeleri ile karşılaştırıldığında görece daha düşük seviyelerde görünen koruma oranları,

1970'lerden itibaren, yurtiçi sanayinin korunabilmesi için arttırılmıştır. 1970'li yıllardan

135

Page 149: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

itibaren istikrarlı ve sağlıklı bir şekilde gelişen Tayland sanayisi 1980li yılların

başındaki petrol şokuyla birlikte zarar görmüştür. Tayland, bu tarihten itibaren dışa açık

bir iktisadi gelişim sürecine girmiştir ve özellikle de yurtdışından finansal yatırımların

ülkeye çekilebilmesi için birçok yenileştirici ve kolaylaştırıcı reform hayata

geçirilmiştir. 1990'dan itibaren ise bu politikaların şiddeti arttırılmıştır. Tayland'ın İDBS

ile oluşturmaya çalıştığı iktisadi gelişim süreci, yüksek katma değerli sanayilerini

geliştirememesi ile birlikte olumsuz bir seyir izlemeye başlamıştır. Tayland'ın bu geçişi

sağlayamamasındaki en önemli etken olarak; gelişiminin erken evrelerinde eğitim ile

ilgili istikrarlı ve gerekli yatırımları yapamamış olması gösterilmektedir. Zamanında

önem verilmemiş olan eğitim yatırımları, işgücünün kaliteli hale gelmesini engellemiş

ve bu durum da Tayland'ın ucuz işgücü ağırlıklı malların ihracatçısı olmaktan

kurtulamamasına neden olmuştur. Geçişi sağlayamayan Tayland, 1997 yılında diğer

Doğu Asya ülkelerine benzer ama daha derin bir finansal kriz ile karşı karşıya kalmıştır

(Kokko, 2002:31).

Endonezya'daki gelişim süreci de diğer Asya Kaplanlarından farksızdır. Temel

prensip olarak, eğitim sistemine yapılan yatırımları İİDBS ile hafif sanayi mallarının

ihracatının sağlanması ile birlikte ağır sanayiye geçiş için gerekli altyapının sağlanması.

Yüksek teknoloji üretiminin sağlanması ile birlikte dışa açık bir iktisat politikasına

dönüldüğü görülmektedir. Ayrıca; devlet bankaları, kaynakların dağılımı konusunda

Endonezya'nın gelişim süreci boyunca önemli roller üstlenmiştir. Bu sürecin sonunda;

Endonezya'da iktisadi gelişim yüksek hızlı bir şekilde gerçekleştirilmiştir. Örneğin;

Endonezya'da, temel gereksinimler olarak görülen temiz suya, yiyeceğe ve sığınma

olanaklarına erişemeyen nüfusun toplam nüfusa oranı 1960 yılında %58

seviyelerindeyken 1990 yılında bu oran %17 seviyelerine inmiştir (The World Bank,

1993:43).

Doğu Asya ülkelerindeki gelişim süreci, İDBS savunucuları tarafından örnek

olarak gösterilirken, Doğu Asya ülkeleri bir grup araştırmacı tarafından gelişimleri

süresince toplam faktör verimliliklerinde bir gelişme sağlayamadıkları için çoğu kez

eleştirilmiştir.148 Ancak, yüksek sermaye girişleri ile desteklenen, çoğu iktisatçı

148 Bu konuda eleştiri getiren önemli erken dönem çalışmalar olarak bkz. Krugman (1994), Young (1995). 136

Page 150: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

tarafından dışa açılmanın en önemli başarıları olarak gösterilen ve olağanüstü olarak

değerlendirilen bu gelişim süreci, Doğu Asya ülkelerinin 1990'lı yılların sonlarına doğru

derin mali krizlerle ve küçülmelerle karşı karşıya kalması ile sekteye uğramıştır. Bu

durumun asıl nedeni olarak çoğu kez bu ülkelerdeki yeterince şeffaf olmayan, iyi

denetlenmeyen ve mali bünyeleri zayıf bankaların yanlış müdahaleleri gösterilmiştir

(Dpt, 2000a:38).

Krueger (1990:108), 1990'lı yılların başında, Hindistan ve bir grup Asya

ülkesini ağır aksak büyüyen ekonomiler olarak gösterirken, bu ülkelere istikrarlı bir

büyüme ile birlikte gelişimi de sağlayabilmeleri için örnek modeller olarak; İİDBS'den

vazgeçmeleri, dışa açılma ve serbestleşme hareketlerini hayata geçirmeleri ile önemli

gelişim performansları göstermiş olan Doğu Asya ülkelerini göstermektedir.149 Bununla

birlikte Çin'in ve benzer bir şekilde Hindistan'ın hiçbir zaman tam anlamıyla

serbestleşmediklerini iddia eden bir yaklaşım da vardır. Dünya Bankası'nın 1997 tarihli

kalkınma iktisadı ile ilgili konferansına dair raporda, özellikle de Çin'in günümüz

liberalleşme söylemlerine hiç de uymayan bir iktisadi gelişim süreci izlemiş olduğu

belirtilmektedir. Çin, hiçbir zaman piyasa mekanizmasına tamamen güven duymamıştır

ve hiç bir zaman tam anlamıyla dışa açık ve serbest bir ülke olmamıştır. Buna rağmen,

Çin'in 1980'lerden itibaren göstermiş olduğu büyüme performansı ve iktisadi gelişim

süreci inkar edilemeyecek bir şekilde başarıya ulaşmıştır. Ancak, raporda bu gelişim

sürecinin ve yüksek oranlı büyüme performanslarının sürdürülebilirliğinin ve de başka

ülkeler tarafından da uygulanabilirliğinin şüpheli olduğu da vurgulanmaktadır (The

World Bank, 1997:28-29). Bhagwati & Srinivasan (1999:4-6) ise; 1980-2000 yılları

arasındaki gelişim süreçleri incelendiğinde, Çin ve Hindistan'ın dünya pazarlarına

açılmış olmalarının ve serbestlik hareketlerine katılımlarının, gelişimleri sürecinde

anahtar rolü olduğunu iddia etmektedirler.150

149 Doğu Asya ülkelerine dair bu yorumun gerçeklerle çok da alakası olmadığı, çalışmamızda yer alan Doğu Asya ülkelerine dair yorumlarda yer almaktadır. Bu yorumlar için bkz. sf. 125-140.150 Tarihsel veriler göstermektedir ki Çin, Bhagwati & Srinivasan (1999)'ı destekler bir biçimde 1980 sonrası dönemde büyüme performansı açısından önemli başarılar elde etmiştir. Ancak, Çin'in 1950 sonrası dönemde gerçekleştirdiği gelişim süreci incelendiğinde, 1950-1980 arası dönemde de yüksek büyüme performanslarına sahip olduğu görülmektedir. Çin 1953-1980 arası dönemde ortalama yıllık %6,75'lik bir GSYİH büyüme performansı göstermiştir. Aynı dönemde dünyadaki yıllık ortalama GSYİH büyüme oranı ise; %4,7 civarında gerçekleşmiştir. Aynı zamanda Çin, 1953-1960 arası dönemde de günümüzdekine benzer bir şekilde yaklaşık %9,6'lık bir büyüme performansı yakalamıştır. Yani; Çin'in

137

Page 151: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

Bu kadar farklı yaklaşıma ve eleştiriye konu olan Çin'in gerçekten de 1980'li

yıllardan başlayarak 1990'lı yılların sonlarına kadar yıllık ortalama %10'luk bir milli

gelir artışını sağlamış olduğunu görmekteyiz. Çin'de görülmüş olunan yüksek oranlı

büyüme performansının nedenlerinden en önemlisi, 1970'li yılların sonunda Çin'de

gerçekleştirilmiş olunan tarım reformları olarak gösterilmektedir. Reformlar neticesinde

artan tarım gelirleri köylerdeki ailelerin gelirlerini de arttırmış, bu durum da tasarruf ve

yatırımların artmasına yardımcı olmuştur. Neticede; köylerde sanayi üretimi için gerekli

koşullar oluşturulmuştur. Yapılan reformlar ile, özel firmaların ve bölgesel olarak

kontrol edilen belediye ve kasaba girişimlerinin önemi artmış, bu kanallar yardımıyla

ülkeye doğrudan yabancı yatırımların girişi sağlanmış ve bu da ihracat artışları ile

neticelenmiştir. Bunun dışında seçilmiş bebek sanayilerinin geliştirilmesi politikasının

Çin'de de hayata geçirildiği görülmektedir. Devlet, özellikle de hafif sanayi ürünleri,

makine ve tekstil sektörünün korunması yolunda müdahalelerde bulunmuştur. Bu

noktada, Çin'in dışa açılım sürecinde çok önemli iki olgudan bahsetmek gerekmektedir.

Bunlardan ilki; Çin'in ihracatının neredeyse %90'lık kısmının devletin sahip olduğu dış

ticaret birlikleri tarafından yapılmasıdır. Bu birlikler, özellikle de firmaların ihtiyaç

duyduğu hammadde ve ara mal tedarikinin sağlanmasında ve aynı zamanda da

firmaların ihracat hedeflerin tutturulabilmesinde önemli rol oynamıştır. İkinci olarak

ise; Çin'in döviz kuru politikaları ülkedeki ihracatın şevklendirilmesinde anahtar öneme

sahiptir. Çin'de devletin uygulamış olduğu döviz kuru politikaları sayesinde Çin

mallarının maliyetleri açısından dünya pazarlarındaki rekabet olanaklarının artması

sağlanmıştır. Bütün bunlara rağmen Çin'deki gelişim sürecini sekteye uğratabilecek

durumlar mevcuttur; devlet girişimleri işlevlerini etkinlik açısından çok düşük

seviyelerde sürdürmektedir, yeni reformların yapılması devlet sanayinde güçlü çıkar

gruplarının olması nedeniyle zor görülmektedir ve bankacılık sisteminin zayıflığı

ülkenin gelişimindeki son ve en büyük engel olarak mevcudiyetini korumaktadır

(Kokko, 2002:31-35). Ancak, Krugman (2001:162), Çin'deki bu aksaklıkların Asya'da

2000'li yılların sonuna doğru yaşanmış olunan krizlerde, Çin'in diğer Doğu Asya

1980 sonrası büyüme performansı ile 1980 öncesi performansı arasında mucizevi bir performans değişikliği olmadığı söylenebilir. Çin'in 1950'li yıllardan itibaren göstermiş olduğu büyüme performansı EK10'da yer almaktadır.

138

Page 152: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

ülkeleri kadar etkilenmemiş olmasında etkin rol oynamış olduğunu belirtmektedir.

Krugman, Çin'in bankacılık sistemindeki bozukluklar ve ahbap çavuş ilişkileri

yüzünden ülkenin parasının konvertibl olamadığını, bu durumunsa Çin'de diğer Asya

ülkelerinin çoğunda yaşanan finansal krizlerin derin bir şekilde hissedilmediğini

belirtmektedir.

Hindistan da Çin'e benzer bir şekilde 1980 sonrası dönemde ciddi bir büyüme

performansı göstermiştir. Ancak, 1991-1993 dönemine kadar Hindistan'da ciddi bir

ticaret reformuna gidilmediği görülmektedir. Aynı zamanda, Hindistan'daki tarife

oranlarının, ciddi bir büyüme başarısının yakalandığı 1980'li yıllarda, görece olarak

daha yavaş bir şekilde büyümüş olduğu 1970'li yıllara göre daha yüksek seviyelerde

olduğu görülmektedir (Rodrik, 2001:27).151 Bununla birlikte; Hindistan da Çin'e benzer

bir şekilde döviz kurlarını baskı altına almıştır. Hatta bu noktada Hindistan'daki kur

politikalarının, ihracatın teşviki açısından sanayi politikalarından bile daha etkili olduğu

söylenebilmektedir (Rodrik, 2006:22).

Sonuç olarak; Çin ve Hindistan'ın büyük ölçüde birbirine benzeyen 1980

sonrası gelişiminin seyrini belirleyen faktörler de büyük oranda birbirine

benzemektedir. Her iki ülkenin de uluslararası ticarete açıldıktan sonra bile

kullanmaktan çekinmedikleri döviz kuru müdahaleleri, iki ülkenin başarısında da

önemli rol oynamıştır. Bu doğrultuda Rodrik (2001:27), çoğu iktisatçının düşünmesi

gerektiği şeyin aslında dışa açılmanın olumlu ya da olumsuz etkilerinden ziyade, dışa

açılma sürecinin şekli olduğunu savunmaktadır. Rodrik'e göre; ticari serbestliğin

derecelerinin, kurumsal altyapıların ve gerçekleştirilebilen reformların seviyelerine göre

seçilmesi gerekmektedir. Yine Rodrik (2007:2), aslında Çin ve Hindistan'ın

küreselleşme oyununu Bretton Woods kurallarıyla oynamaktan başka bir şey

yapmadıkları yorumunu getirmektedir. Bu ülkeler, ithalat rejimlerini ancak, ekonomileri

çıkış trendine girdikten sonra serbestleştirmişlerdir ve kısa vadeli sermaye giriş ve

çıkışlarını ise devamlı denetim altında tutmuşlardır. DTÖ tarafından engellenmiş birçok

sanayileşme stratejisini hayata geçirmişler ve bu sayede uluslararası piyasalarda

kendilerine avantaj sağlayabilmişlerdir. Bu doğrultuda; ticari serbestleşme konusunda

151 EK8'de, 1970-1995 arası gelişim süreci boyunca Hindistan'da uygulanan gümrük tarifeleri ve ithalat engellerinin seviyesi ile büyüme oranlarının yer aldığı bir şekil mevcuttur.

139

Page 153: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

Çin ve Hindistan'ın Asya Kaplanları olarak anılan ülkelerle benzer bir yolu izlemiş

olduğu, ancak onlardan farklı bir şekilde, finansal serbestleşmeyi hiçbir zaman tam

olarak gerçekleştirmedikleri görülmektedir.

Çin ve Hindistan'ı, 2000'li yılların sonlarına doğru Asya'da yaşanan derin

finansal krizlerden de büyük oranda finans piyasalarındaki “zaafları” korumuştur

(Krugman, 2001:162-164).

3.3.2. AMERİKA'NIN GÜNEYİ; LATİN AMERİKA

Latin Amerika'daki bütün ülkeler 19. yüzyılın ilk çeyreği itibariyle

bağımsızlıklarını kazanmışlardır. 20. yüzyılın başına gelindiğindeyse Latin Amerika

büyük ölçüde uluslararası ticarete açılmış durumdadır. Özellikle de taşıma

teknolojilerinin gelişmesi ve gelişen Avrupa'daki lüks (egzotik) ve normal yiyecek

talebinin artışı ile birlikte gelişen gıda ihracatı aynı dönemde Latin Amerika'daki

ülkelerin birçoğunu potansiyel tarım ürünleri ihracatçısı konumuna getirmiştir. Bu

durum, sanayi devrimini geniş ölçüde tamamlamış olan gelişmiş Avrupa ülkelerinden

yatırımların Latin Amerika'ya doğru akmasına neden olmuştur. Bu dönemde artan dış

yatırımlar ve dış talep ile birlikte artan ihracat gelirleri, Latin Amerika ülkelerinin

büyük ölçüde finansal baskıdan kurtulmasına ve sermaye birikimini sağlamasına

yardımcı olmuştur. Latin Amerika'daki erken gelişim sürecinin en önemli hatasının da

işte bu noktada yapıldığı söylenebilir. Latin Amerika ülkeleri, kıtaya gerçekleşen bu

finansal akışı büyük ölçüde temel mallar152 (primary commodities) üretiminde ve

ihracatında uzmanlaşmak için kullanmışlar ve yurtiçi imalat sanayinin gelişimine

yönelik herhangi bir girişimde bulunmamışlardır. Bu durum; Birinci Dünya Savaşı

sonrası Dünya'daki genel görünümün bir uzantısı olarak ihracat gelirlerinin ve sermaye

akışının kesilmesi ile sonuçlanmıştır.153 Büyük depresyondan sonraki dönemde ise;

Dünya'daki genel duruma uygun bir şekilde Latin Amerika ülkelerinde de İİDBS'ne

geçilmiştir. Bu stratejilerden de, 1980'lerin başında Latin Amerika ülkelerinin çoğunun

karşılaşmış olduğu derin ödemeler dengesi açıkları ile daha fazla baş edemeyecekleri

anlaşıldığında vazgeçilmiştir. Bu tarihten sonra, “özellikle de ABD'nin ve uluslararası 152 Bir malın üretiminde kullanılan işlenmemiş ya da yarı işlenmiş gıda maddeleri, tarımsal hammaddeler ve madenler, temel ürünler olarak adlandırılmaktadır. http://www.finhat.com/finhat/menu/sozluk/sozluki.html (Erişim: 28.03.09).153 Unctad (2002:130-131), Aktan O. (1991:62).

140

Page 154: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

kuruluşların yüksek seviyeli desteği ile” piyasa dostu ve küreselleşme yanlısı

Washington Uzlaşısı politikalarını hayata geçiren Latin Amerika ülkelerinde, başarılı

sayılabilecek bir büyüme döneminin ardından, derin finansal krizler baş göstermeye

başlamış ve 2000'li yılların başında çoğu Latin Amerika ülkesi geçirmiş oldukları derin

krizlerin yaralarını sarmak ile uğraşmışlardır.154

1990'lı yılların ortalarında Latin Amerika için her şey güzel gidiyor gibi

gözükmektedir. Aynı dönemde, Latin Amerika ülkelerinde gözlemlenen kabul edilebilir

seviyedeki büyüme oranları ile birlikte, inişe geçen enflasyon oranları ve bu ülkelere

doğru yönelen yüksek ölçekli sermaye girişleri, Washington Uzlaşısı olarak

adlandırdığımız yaklaşımın başarısı olarak gösterilmiştir. Çoğu görüşe göre; Asya'daki

“dışa dönük” politika mucizelerinin benzerleri 1990'lı yıllarda Latin Amerika'da

yaşanmaktadır. Ancak, bu görüşlerin birçoğu öncelikle Meksika'da yaşanan ve zamanla

bütün Latin Amerika ülkelerine sıçrayan derin krizlerle son bulmuştur.

1990'lı yılların ortalarına gelindiğinde Meksika ve Arjantin iktisadi açıdan

geçmişin kötü izlerini silmiş gözükmektedirler. Enflasyon oranları azalmış, ülke paraları

istikrara kavuşmuştur. Ancak, aynı dönemde bu ülkelerin döviz kurlarını istikrara

kavuşturamadıkları görülmektedir. Özellikle Meksika'da pezonun aşırı değerli olması,

ihracat artışlarının kısıtlı bir seviyede kalmasına neden olmuştur. Öte yandan ithalat

üstündeki engellerin kaldırılması ve ülke içindeki kredilerin artması sonucunda bir

ithalat patlaması yaşanmıştır. Aynı dönemde, ödemeler dengesinin daima dengede

olacağı temel muhasebe yaklaşımı ile yüksek oranlı dış ticaret açıkları, dışa açık

ekonomi politikaları sayesinde sağlanmış olunan yüksek oranlı sermaye girişlerinin bir

neticesi olarak algılanmıştır. Kimi iktisatçılar ise, Meksika'da aynı dönemde asıl

sorunun aşırı değerli pezo olduğunu savunmuşlar ve bir devalüasyon önerisi

getirmişlerdir. Ancak, yurtdışından gelen yatırımcıların ürkütülmemesi ve o dönemlerde

NAFTA'nın ABD onayına sunulmuş olması böyle bir müdahalenin yapılmasını

engellemiştir. Neticede; ülkedeki döviz rezervlerinin çeşitli şekillerde erimesiyle birlikte

kurtuluş ümidi olarak gecikmiş bir devalüasyon gerçekleştirilmiştir. Ancak, Meksika bu

devalüasyonu da başarılı bir şekilde hayata geçirememiştir, ülkede yapılan reformlara

154 Rozenwurcel (2006:2), Krugman (2001:43). 141

Page 155: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

ve ülkenin istikrarlı yapısına güven ortamı birdenbire tersine esen rüzgarlara maruz

kalmıştır, yurtdışından gelen yatırımcılar hızlı bir şekilde yatırımlarını Meksika'dan

çekmeye başlamışlar ve en sonunda “Tekila Krizi” olarak da anılan derin mali kriz

patlak vermiştir (Krugman, 2001:51-55). Bu dönemde Meksika pezosu yaklaşık %30

değer kaybetmiştir ve Meksika, uluslararası finansal kurumlar tarafından tesis edilen

yüksek oranlı dış yardımlar sayesinde 1996 yıllarının sonuna doğru ancak eski haline

dönebilmiştir (Dpt, 2000a:38). Bu denli yüksek oranlı borç yüküyle sonuçlanmış olan

İDBS uygulamaları ise Meksika'ya özellikle de büyüme performansı açısından çok da

parlak bir performans kazandıramamıştır. Meksika'da gerçekleşen 1961-1981 arası

dönemdeki kişi başına GSYİH artış oranı yıllık yaklaşık %3,68 olarak gerçekleşmişken,

1982-1996 arası dönem için bu oran -%0,4 olarak gerçekleşmiştir. 1997-2005 arası

dönemde ise; oran yaklaşık %2,25 olarak gerçekleşmiştir.155

Meksika'da yaşanan sorunlar bir süre sonra Arjantin ve Brezilya'da da benzer

şekillerde yaşanmaya başlanmış ve hepsinde de yıkıcı etkiler yaratmıştır. Bu domino

etkisinin derinleşmesinde, uluslararası yatırımcıların Latin Amerika'daki bütün ülkeleri

benzer karakterlere sahip ülkeler olarak görmeleri ve Meksika'da yaşanan olayların

diğer Latin Amerika ülkelerinde de yaşanacağına dair beklentileri sonucunda yavaş

yavaş bu piyasaları terk etmeye başlamaları da etkili olmuştur (Krugman, 2001:56).156

Tablo 3.12 bize, 1980 sonrası dönemde özellikle de kişi başına düşen GSYİH büyüme

oranlarında Latin Amerika ülkelerinin başarıyı ve istikrarı yakalayamamış olduklarını

göstermektedir.

155 Meksika'ya ait kişi başına GSYİH artış oranlarının hesaplanmış olduğu tablo için bkz; http://www.nationmaster.com/time.php?stat=eco_gdp_per_cap_gro_ann-gdp-per-capita-growth annual&country=mx-mexico (Erişim:17.04.09)156 Latin Amerika ülkelerine dair bu yaklaşımın benzeri, Doğu Asya ülkelerine dair de yapılmaktadır. Yatırımcı kararlarının birbirini etkilemesine dair bir örnek de 1990'lı yılların sonlarına doğru Doğu Asya'da yaşanan krizde gerçekleşmiştir. Hatta neoliberal söylem, Doğu Asya ülkelerine dair bu genelleme yaklaşımını kullanarak, buradaki kalkınma politikalarının tamamen buraya has politikalar olduğunu, bu coğrafyanın ülkelerine ait ortak sosyal-kültürel mirasın bir etkileşimi sonucunda ortaya çıktığını savunmaktadır. Yine aynı yaklaşım, bu nedenlerden ötürü, Doğu Asya tarzı kalkınma planlarının diğer ülkeler için geçerli olamayacak derecede bu coğrafyaya has özelliklerle beslenmiş olduğunu savunmaktadır. Bu konudaki neoliberal söylem ile ilgili daha geniş bilgi için bkz. Chang & Grabel (2005:59-69).

142

Page 156: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

Tablo 3.12. Latin Amerika: GSYİH, 1971-2003 (yıllık büyüme oranları %)

ÜLKE 1971/80 1981/89 1990 1991/94 1995 1996/97 1998/2003 1990/2003

Arjantin 2,8 -0,7 -2,0 8,0 -2,9 6,7 -1,4 2,2

Brezilya 8,6 2,3 -4,6 2,8 4,2 2,8 1,3 1,7

Şili 2,5 3,0 3,3 7,5 9,0 6,8 2,7 5,1

Kolombiya 5,4 3,7 4,1 4,2 4,9 2,6 1,0 2,6

Meksika 6,7 1,5 5,1 3,5 -6,1 6,1 2,8 3,0

Peru 3,9 -0,7 -5,4 4,9 8,6 4,7 2,0 3,1

Uruguay 3,0 0 0,5 5,7 -2,4 5,3 -2,5 1,1

Latin Amerika 1971/80 1981/89 1990 1991/94 1995 1996/97 1998/2003 1990/2003

Toplam 5,6 1,3 -0,5 4,1 1,0 4,5 1,3 2,4

Kişi Başı 3,1 -0,8 -2,4 2,2 -0,7 2,8 -0,3 0,7

İşçi Başı 1,8 -1,6 -3,3 1,3 -1,6 1,9 -1,2 -0,2KAYNAK: French-Davis (2004:102).

Neticede bütün Latin Amerika krizlerinde görülen aksaklıklar temel olarak şu

şekilde özetlenebilir;157

-Sabitlenmiş ya da yarı sabit döviz kurları,

-Aşırı değerli ülke parası,

-Kontrolsüz sermaye hareketleri,

-İktisadi gelişim sürecindeki geniş sermaye akışları,

-Bankacılık sistemindeki zayıf öngörüler ve eşitsiz düzenlemeler.

Görünen o ki, Latin Amerika'daki ülkelerin bankacılık sektörü ve döviz kuru

müdahaleleri bakımından çoğu yönden Çin ve Hindistan'a benzediğini görmekteyiz.

Aradaki tek farkın Latin Amerika'da, Çin ve Hindistan'dan farklı olarak sermaye

girişleri ana hedef olarak seçilmiş ve bu uğurda ülke paraları aşırı değerlendirilmiştir.

Sınırlarını uluslararası sermayeye açmış olan Latin Amerika ülkeleri, sonunda bu

sermayenin hızlı bir şekilde çıkışı ile derin krizler yaşamıştır. Oysaki Çin ve

Hindistan'da bir yandan ülke paralarının değerleri baskı altına alınarak bu ülkelerde

üretilen mallara uluslararası piyasalarda rekabet gücü kazandırılmış, bir yandan da

doğrudan yabancı yatırımlar da olmak üzere yurtdışından gelen bütün yatırımların

kontrol altında tutulması amaçlanmıştır. Her iki ülkede de, Latin Amerika'daki kadar

157 Frenkel (2003)'den aktaran; Rozenwurcel (2006:14). 143

Page 157: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

bile gelişmemiş olan bankacılık sektörünün zaafları, bu ülkeleri hızlı sermaye

çıkışlarının neden olabileceği finansal krizlerden de korumuştur.

Latin Amerika ülkelerinin tarihsel gelişimi incelendiğinde, ne ilk dönem

gelişim evreleri olan 19. yüzyıl sonlarındaki dışa dönük büyüme stratejileriyle, ne de

1980 sonrası hayata geçirilen Washington Uzlaşısı politikaları ile istikrarlı bir büyüme

performansı ve sağlıklı bir gelişim süreci yaşayabildikleri görülmektedir. Bununla

birlikte, Latin Amerika ülkeleri İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde uygulamış

oldukları İİDBS sayesinde önemli bir büyüme performansı göstermiş, ancak 1980'li

yılların başına gelindiğinde bu büyüme performansının da sürdürülebilir olamayacağı

gerçeğiyle karşı karşıya kalınmıştır. Görünen o ki; Latin Amerika'da bir şeyler uzun

süredir eksik yapılmaktadır, bu eksikliğin ortaya çıkışındaki en önemli roller ise

basiretsiz yönetimler ve güdümlü politikacılara aittir.158

3.4. İDBS KILAVUZLUĞUNDA DÜNYA EKONOMİSİ

İDBS'nin ve dışa açıklığın, özellikle de gelişmekte olan ülkelerin gelişiminde

ve gelişmiş ülkelere yakınsamalarında önemi rol oynadığını savunan ve uluslararası

iktisat platformlarında büyük destek bulan geniş bir literatür olduğu bilinmektedir. Bu

doğrultuda küreselleşme yanlısı söylemler özellikle de 1990 sonrası Dünya ekonomisine

Washington Uzlaşısı adı altında damgasını vurmuştur. Washington Uzlaşısı sonrası

dönemde ulus devletin ekonomik ve politik egemenliğini yok eden anlayışın, 2000'li

yılların başında büyük oranda hasar görmüş olması ile birlikte, devletin iktisat sahnesine

“kısıtlı” imkanlarla yeniden çıkması sağlanmıştır. Buna rağmen; Washington Uzlaşısı

olarak kabul edilen temel önermeler yine de 21. yüzyıl politika önerileri içinde yerlerini

aynen muhafaza etmişlerdir. 158 Aktan, O., (1991:61-64), büyüme süreçleri bakımından karşılaştırıldığında Latin Amerika ülkelerinde, Doğu Asya ülkelerinde yaşanan geçiş aşamalarından bazılarının yaşanmadığını belirtmektedir. Buna göre; Latin Amerika ülkeleri birinci ithal ikameci dönemin ardından direk sermaye yoğun üretime geçmiştir. Bu durumda, Latin Amerika ülkelerinde daha sert bir ithal ikamesine dayalı dönem yaşanmıştır. Hemen hemen tamamen ihracat teşvikleri ile beslenen bu aşamanın bu ülkelerdeki sosyal maliyeti yüksek olmuştur. Önemli büyüme performanslarının ortaya çıktığı, doğal kaynaklar, vergi ve ihracat gelirleriyle finanse edilmeye çalışılan bu aşamanın istihdam ve gelir dağılımı konusundaki etkileri olumsuz olmuştur. Aynı dönemde tarım sektörünün ihmal edilmesi ile birlikte, tarım ithalatçısı konumuna da gelen Latin Amerika ülkelerinde ihraç gelirleri ve dış borçlanmanın önemli bir kısmı tarım ürünlerinin ihraç edilmesi için kullanılmaya başlanmıştır. Aynı zamanda, ikinci ve üçüncü aşamanın atlanması, işgücünün sanayi sektörüne geçişini de engellemiştir. Bu bozuk yapı ile büyüme çok uzun bir dönem daha sürdürülememiş ve Latin Amerika ülkelerinde derin dış ticaret açıkları oluşmuştur. Doğu Asya ülkelerinin geçirmiş oldukları aşamalar için bkz. sf.125-140.

144

Page 158: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

Dollar & Kraay (2004:27), küreselleşme yolunu seçmiş olan birçok gelişmekte

olan ülkenin (Çin ve Hindistan gibi birçok geniş ülke de dahil olmak üzere) büyüme

performansı açısından 1970-80 arası dönemden çok daha başarılı bir 1980-90 dönemi

geçirdiğini belirtmektedir ve gelişmekte olan ülkelerin, gelişmiş ülkelere

yakınsayabilmesi için bir an önce küreselleşme ve dünya piyasalarına uyumlanma

girişimlerinde bulunması gerektiğini belirtmişlerdir. Bunun yanında Krueger, birçok

çalışmasında şiddetle İDBS'ni savunmuştur, Bhagwati, Balassa ve hatta günümüzde

IMF politikalarını şiddetli bir biçimde eleştiren Stiglitz gibi araştırmacılar bile 1980'li

yıllarda dışa açıklığın, gelişim süreci için olmazsa olmazlardan olduğunu ve

küreselleşme hareketlerinin hızlandırılmasının ve özellikle de gelişmekte olan ülkeler

açısından hızlı bir şekilde uygulanmasının gerekliliğini vurgulamışlardır.159 Ancak,

çalışmamızda ortaya konulmaya çalışılan tarihsel gerçekler ile neoliberal söylemler

arasında birçok noktada farklılıklar olduğu görülmektedir.

Öncelikle şu ortaya konmalıdır ki; İDBS vaat ettiklerini hayata geçirebilmek

açısından başarısız olmuştur. 1980 sonrası dönemde özellikle de gelişmekte olan

ülkelerin hemen hemen hepsinin, dışa açılmalarına rağmen hala işgücü ağırlıklı üretime

dayalı ve doğal kaynaklardan mahrum bir altyapıya sahip oldukları görülmektedir.

Yani, İDBS savunucularının ticaret artışlarının sanayileşmeyi arttıracağına dair en temel

öngörüleri gerçekleşmemiştir (Williamson, J.G., 2002:22). Bunun yanında, İDBS'nin

temel almış olduğu karşılaştırmalı üstünlükler teorisi de, pratikte vaat etmiş olduğu

yakınsamayı gerçekleştirememiştir. Hatta, bazı çalışmalarda uluslararası ticarete

açılmanın uzun dönemde gelişmekte olan ülkelerin aleyhine olduğu sonuçlar ortaya

çıkmaktadır.160 Her şeyden öte, 1973 öncesi ve sonrası dünya ekonomik performansları 159 Bu çalışmalar ile ilgili daha geniş bilgi için bkz EK3 ve sf. 89-102.160 Örneğin; Acemoglu & Zilibotti (2001:597-598), ülkeleri gelişmişlik seviyelerini göz önüne alarak, kuzey ve güney ülkeleri olmak üzere ikiye ayırmış ve yapmış oldukları incelemede; güney ülkeleri sınırlarını teknoloji ürünlerinin girişine ve çıkışına tamamen açmış olsalar, teknoloji ithalatını arttırsalar ve hatta ülkeler arasında hiçbir teknolojik farklılık kalmasa dahi, gelişmekte olan ülkelerin ellerindeki kısıtlı kaliteli işgücü stoğu nedeniyle, gelişmiş ülkeler ile aynı derecede verimlilik düzeylerine ulaşmalarının imkansız olduğu sonucuna varmışlardır. Bunun yanında, uluslararası ticarete açılmanın sonucunda ülkeler arasında verimlilik farkları azalsa dahi, işgücü başına çıktı düzeyi bakımından gelişmiş ülkeler ile gelişmekte olan ülkeler arasındaki farkın açıldığı görülmektedir. Ticaret artışı, kuzey ülkelerinde niteliksiz işgücü mallarının fiyatlarının azalmasına neden olmaktadır. Bu durumda kuzeyde, güney'in karşılaştırmalı olarak üstün olduğu niteliksiz işgücünün kullanıldığı teknolojilere olan yatırımlar azalmaktadır. Sonuç olarak; ticaret artışları nitelikli işgücünün göreceli verimliliğinin ve nitelikli işgücü maaşlarının artmasına neden olmaktadır. Bu durum da Kuzey ve Güney arasındaki çıktı düzeyindeki

145

Page 159: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

göstermektedir ki; İDBS en temel hedefleri olan ticaret ve ihracat artışlarının

sağlanması konusunda bile yeter derecede başarılı olamamıştır. Dünya ticareti 1950-73

arası dönemde (İkinci Dünya Savaşı sonrası, İİDBS'nin uygulandığı dönem) yaklaşık

%7,88 oranında artarken, 1973-2001 arası dönemde ise %5,22 oranında artabilmiştir

(Maddison, 2005:30). Dünya ihracatı ise 1947-73 arası dönemde ortalama yaklaşık

%8,8 oranında büyürken, 1973-80 arası dönemde %4,4, 1980-90 arası dönemde %4,3

ve 1990-97 arası dönemde ise %7 oranında büyüyebilmiştir (Bhagwati & Srinivasan,

1999:22). 1973 sonrası dönem sadece ticaret artışları açısından değil, kişi başına düşen

GSYİH artışları bakımından da 1950-1973 dönemine göre daha başarısızdır. Tablo 3.13

bize bu gerçeği daha net bir şekilde göstermektedir.

Tablo 3.13. Dünyada Kişi Başına Düşen GSYİH Artışları % (1500-2001)

1500-1820 1820-1870 1870-1913 1913-1950 1950-1973 1973-2001

Batı Avrupa 56,16 62,79 76,43 32,42 149,31 68,68

Batı Uzantıları* 200,5 101,25 11,33 77,11 74,57 66,53

Japonya 33,8 10,16 88,2 38,5 495,21 80,89

Asya (Japonya hariç) 0,87 -4,68 19,64 -3,65 93,38 165,58

Latin Amerika 66,35 -1,59 117,47 69,21 79,73 29,02

Doğu Avrupa ve Eski Sovyetler Birliği 37,75 37,17 65,57 67,01 120,25 -12,09

Afrika 1,45 19,05 27,4 40,35 57,72 5,6

DÜNYA 17,84 31,18 74,29 38,43 93,79 47,86*(Western Offshoots): ABD, Yeni Zelanda, Kanada ve Avustralya

KAYNAK: Maddison (2005:16, Tablo 4,5,6)

Tablo 3.13. göstermektedir ki; Dünya çapında geniş ölçüde İİDBS'nin

uygulanmış olduğu 1950-73 arası dönem, kişi başına düşen GSYİH artışları açısından

geniş ölçüde İDBS'ne geçilmiş olunan 1973-2001 döneminden çok daha başarılı bir

dönemdir. Bununla birlikte; Japonya harici Asya ülkeleri dışında hiç bir bölge 1973

sonrası dönemde, 1950-73 arası dönemdeki büyüme performansının üstüne

çıkamamıştır. Bu noktada; Çin, Pakistan ve Hindistan gibi Asya ülkelerinin hiçbir

zaman İİDBS'ni tamamen terk etmemiş oldukları ve Asya Kaplanları olarak anılan

Malezya, Singapur, G. Kore, Endonezya, Tayvan, Tayland ve Hong Kong gibi ülkelerin

açığın artmasına sebep olmaktadır. Buna benzer, uluslararası ticarete açılmanın gelişmekte olan ülkeleri olumsuz etkileyebildiğine dair çalışmalar için bkz. Bsb (2005), Erk, Ateş ve Direkçi (1999), Rodrik (1995, 1998).

146

Page 160: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

çoğunun, 1980'li yılların ortalarına dek hayata geçirmiş oldukları gelişim sürecini

İİDBS'den tam bir kopuş ile gerçekleştirmemiş oldukları da unutulmamalıdır.

İDBS ile ilgili diğer önemli bir tartışma konusu da, gelir eşitsizlikleri

konusunda bir ilerleme kaydedilip edilemediğine dairdir. Bu konuda en çok başvurulan

yöntem, gini katsayılarının karşılaştırılmasıdır.161 Bununla birlikte, gelir eşitliğine dair

çalışmalar göstermektedir ki; kullanılan yöntemlere bağlı olarak sonuçlar çeşitlilik

gösterebilmektedir. Ayrıca, dışa dönük politikaların uygulandığı dönemde gelir

eşitsizliklerinin azaldığına dair çalışmalar da dikkatle incelendiğinde, ortaya koymuş

oldukları sonuçların bazı sorunları da içinde barındırdığı görülebilmektedir.162 Neticede

İDBS, Dünya genelindeki gelir eşitsizliklerinin ortadan kaldırılması konusunda da gözle

görülür bir başarı elde edememiştir.

Çalışmamızda, GGÜ ve çeşitli kalkınma başarıları elde etmiş gelişmekte olan

ülkelerine dair yapmış olduğumuz değerlendirmeler de, 1980'li yıllardan itibaren hem

akademik hem de politik yollarla ifade edilmeye çalışılan; neoliberal gelişim sürecinin

kalkınmanın tek ve en iyi yolu olduğuna dair ifadeleri yalanlar niteliktedir.163 GGÜ'ne

ve gelişmekte olan ülkelerine dair tarihsel perspektifteki değerlendirmelerimiz

göstermektedir ki; büyüme ve kalkınma konusunda başarılı olan hiçbir ülke, gelişim

sürecinin başından sonuna kadar aynı stratejiler ile gelişmemiştir. Günümüzün büyüme

161 Gini katsayısı ile ilgili daha geniş bilgi için bkz. Shkolnikov, Andreev & Begun (2003), Kitov, (2007). Dünyadaki gelir farklılıklarının dönemsel karşılaştırılmasının yapıldığı önemli çalışmalar olarak bkz. Acemoğlu, Johnson & Robinson (2002), Agenor (2004), Dollar & Kraay (2004), The World Bank (2002a, 2007).162 Örneğin; önemli küreselleşme savunucularından olan Dollar & Kraay (2004), çalışmalarında küreselleşen ülkelerde gelir eşitsizliğinin azaldığına dair bulgulara ulaşmışlardır, ancak bu çalışmada yapılan küreselleşen ülkelere dair sınıflandırma Rodrik & Rodriguez (1999) tarafından etkili bir şekilde eleştirilmiştir. Diğer bir önemli çalışmada Sala-i Martin (2006:47), dünyada küreselleşme hareketlerinin uygulanmaya başlandığı 1970 ve hız kazanmış olduğu 1980 sonrası dönemde gini katsayılarının düştüğüne ve gelir eşitsizliklerinin azaldığına vurgu yapmaktadır. Ancak, bu noktada önemli bir ayrıntı, incelemelere Çin'in dahil edilmemesi durumunda Dünya genelinde gini katsayılarının (gelir eşitsizliklerinin) arttığı sonucudur. Bu doğrultuda yapılacak olan iki vurgu çok önemlidir. Birincisi; Çin günümüz dünya nüfusunun yaklaşık 1/6'lık kısmını tek başına oluşturmaktadır ve genel değerlendirmeye eklemlenmesi neticeyi doğrudan etkilemektedir. Bu doğrultuda, Çin'in gelir eşitsizlikleri ile mücadele konusunda Dünya geneline göre daha hızlı bir gelişme göstermiş olduğu yorumu yapılabilir. Tarihsel incelememiz göstermektedir ki, Çin bu gelişimin büyük bir bölümünü küreselleşme hareketlerinden ziyade, devlet müdahaleleri ve gelir reformları sayesinde gerçekleştirmiştir.163 1980 sonrası Neoliberal söylemlerin iktisat uğraşısına getirmiş olduğu, Amerikan tarzı gelişim süreci olarak da adlandırılan; dışa açılma ve İDBS'nin istikrarlı ve uzun dönem büyüme ve kalkınma performansı adına tek çıkış yolu olduğuna dair katı yaklaşımla ilgili daha geniş bilgi için bkz. Buira (2004), Krugman (1987), Munck (2003), Mcanulla (1997), Rodrik (2001).

147

Page 161: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

ve kalkınma açısından başarılı olmuş bütün ülkelerinde, özellikle de gelişimlerinin

erken dönemlerinde devletin çok önemli bir rol oynamış olduğu görülmektedir. Kimi

örneklerde devlet, piyasalara direk müdahaleler ile piyasa mekanizmasındaki

aksaklıkları düzeltmeye yönelik girişimlerde bulunmuş, kimi örneklerde ise

sanayileşme serüveninde başrolü üstlenmiştir. Ayrıca, GGÜ ve başarılı gelişmekte olan

ülkelerinin hemen hemen hepsi, özellikle de gümrük tarifeleri aracılığı ile gelişim

süreçlerinin başlangıç aşamalarında etkin bir şekilde bebek sanayileri koruma

argümanına başvurmuştur. Gümrük tarifeleri konusunda bağımsız olmayan ülkeler ise

(Özellikle de Japonya, Asya Kaplanları, Çin ve Hindistan) bebek sanayilerini korumak

için farklı yollara başvurmak ve kendilerine has bir gelişim süreci izlemek zorunda

kalmışlardır.164 Günümüzün uluslararası finansal kurumları tarafından önerilen

kalkınma ve büyüme önerileri ise, ülkelerin iktisadi altyapısı, tarihsel gelişimi,

demografik, sosyal, coğrafi ve kültürel farklılıkları göz önüne alınmadan tek bir reçete

halinde sunulmaktadır. Bu reçeteler, ülkelerdeki sorunların çözümünde çoğu zaman

kalıcı faydalar sağlayamamaktadır ve benzer sorunlar süreç içinde, aynı ülkelerde

yeniden baş göstermektedir.165

164 Neoliberal söylem; bu coğrafyada hayata geçirilen kalkınma politikalarının bu coğrafyaya ait ortak kültürel ve tarihsel miraslardan beslenmiş olduğunu ve diğer ülkeler tarafından hayata geçirilmesinin imkansız olduğunu dile getirmektedir. Ayrıca, yine aynı görüşe göre; bu coğrafyadaki ülkeler savaş sonrası dönemde hayata geçirilen yardım paketlerinden maksimum faydayı sağlamışlardır ve bu yardımlar, gelişimlerinin başlangıç dönemlerini direk etkilemiştir. GGOÜ'nin faydalanabileceği böyle bir kaynak da mevcut değildir. Sonuç olarak; Doğu Asya tarzı kalkınma modeli kendine has ve diğer ülkeler tarafından uygulanması imkansız birçok öğeyi içermektedir. Bu nedenle de GGOÜ'nin uygulamaya geçirebileceği bir model değildir (Chang & Grabel, 2005:59-69). Ancak, GGOÜ, gelişmiş ülkelerin gelişimlerinin başlangıcında kullanmış oldukları birçok vasıtadan da yoksundur. Tarife oranları ile ilgili politikalar büyük oranda uluslararası kurumlar tarafından baskı altında tutulmaktadır, GGOÜ'ne uluslararası arenada, çalışanların sağlığına ve çalışma saatlerine dair düzenlemeler, kurumsal iyileştirmeler, devlet müdahalelerinin azaltılması, çocuk işgücüne karşı politikaların üretilmesi, taklit ürünleri engelleyici patent, telif hakları vb. düzenlemelerin yapılması, ticarete konu olan ürünlerin sağlığa zararlı öğeler içermemesi, bu ülkelerdeki üretimin sürdürülebilir kalkınma adına çevreye zarar vermeyecek nitelikte olması konularında yoğun biçimde baskılar uygulanmaktadır. Bütün bunlara ek olarak; GGOÜ'nin sömürgeleştirdikleri ülkelerin kaynaklarından istifade edebilmek gibi bir fırsatlarının olmadığı da unutulmamalıdır. GGÜ'nin izlemiş olduğu yol olarak lanse edilen İDBS'nin, aslında bu ülkeler tarafından izlenmemiş olduğuna dair birçok tarihsel kanıt mevcuttur ve bu kanıtlar çalışmamızda genel hatlarıyla verilmeye çalışılmıştır. Buna rağmen; GGÜ'nin İDBS vasıtasıyla kalkınmalarını sağladıkları kabul edilse bile, GGOÜ'nin, gelişmiş ülkelerin gelişimlerinin başlangıç evresinde sahip olduğu birçok araçtan yoksun olduğu görülmektedir. Bu doğrultuda, neoliberal söylemin Doğu Asya kalkınma modeline yönelik getirmiş olduğu yorum, İDBS'ne yönelik de getirilebilmektedir. İDBS GGÜ'nin gelişimlerinin ilk evrelerinde uygulanmışsa bile, GGOÜ'nde, o dönemde GGÜ'de olan imkanlar olmadığı için, İDBS'nin de bu ülkelerde uygulanabilirliği tartışmalıdır.165 Shafaeddin (1998:24), Krugman (2001:122-178), Stiglitz (2002:14-57).

148

Page 162: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

19. ve 20. yüzyılda kalkınma ve büyüme performansları bakımından başarılı

olmuş ülkelerin deneyimleri göstermektedir ki; sağlam devlet kurumları tarafından

desteklenen piyasalar, başarılı bir kalkınma için olmazsa olmazlardan biridir.

Günümüzün başarılı kalkınma örnekleri olarak önümüzde duran ABD, Japonya, Batı

Avrupa ülkeleri ve hatta Asya Kaplanları da kendilerine has gelişim süreçlerini ortaya

çıkararak başarıyı yakalamışlardır ve kendi kalkınma sistemlerini yaratırken etkin bir

şekilde devlet müdahalelerine başvurarak, yurtiçinde sağlıklı piyasaların oluşumunda

önemli rol oynamışlardır. Tarihsel perspektiften bakıldığında, bu kalkınma modellerinin

hepsinin de hemen hemen aynı başarıya ulaşmış olduğu görülmektedir. Bu doğrultuda,

Amerikan tarzı kalkınma modelinin günümüzde olduğu gibi, kalkınabilmek için

uygulanabilecek tek model olduğuna dair önermeler yersiz ve desteksizdir.166 Aynı

zamanda, günümüzde sunulan Amerikan tarzı kalkınma modelinin, ABD'nin

kalkınmasında kullanılan model olduğuna dair de çelişkiler mevcuttur.167 Neticede; bir

sanayileşme ve büyüme politikası söz konusu olduğunda, devletin bu politikanın

dışında tutulması yanlış bir yaklaşım olacaktır. Yeterli kamusal ve kurumsal gelişimin

sağlandığı durumlarda, sağlıklı işleyen bir devlet mekanizmasının gerçekleştireceği

korumacılık faaliyetleri ile geliştirilmesi planlanan sanayilerin seçiminde ve bu

sanayilerin etkin bir şekilde işlerlik kazanabilmesinde pozitif dışsallıklar

yaratabileceğine dair birçok örnek mevcuttur (Tena, 2007:12).168 Yeni piyasaların

oluşumunda, devlet ve özel sektör arasındaki sağlıklı işbirlikleri, birçok durumda hızlı

bir sanayileşme ve büyüme performansı ile sonuçlanmıştır. Ülkelerin içe dönük ve dış

dünyaya kapalı bir yapıyla uzun dönemli ve istikrarlı bir büyüme ve kalkınma

performansı yakalayamayacağı yorumu doğrudur. Ancak, yurtiçindeki kurumları,

yatırımcıları ve sanayileri geliştirmeden küreselleşme hareketlerini hayata geçirmiş olan

ülkelerdeki büyüme ve kalkınma çabaları şimdiye kadar hep hüsran ve yıkımla

sonuçlanmıştır.169 Bu doğrultuda asıl sorun; küreselleşmenin ve dışa açılmanın

166 Rodrik (2000:34-35, 2001:22-24), Ranis (2004:26-27).167 ABD'nin gelişim sürecinin erken dönemleri ile ilgili daha geniş bilgi için bkz. sf. 111-117.168 Reinert (1997:280-281), GGÜ'nin gelişim süreçlerini detaylı bir şekilde incelemiş olduğu çalışmasında, ülkelerin gelişim süreçlerinde özellikle de; doğru sanayilerde karşılaştırmalı üstünlüklerin yaratılması, altyapı yatırımlarının gerçekleştirilmesi, nitelikli girişimci ve işgücünün yetiştirilmesi ve yurtiçi talebin yaratılması konusunda devletlere çok büyük görevler düştüğünü belirtmektedir. 169 Rodrik (2006:24, 2001:22), Chang (2003, 2005), Tena (2007).

149

Page 163: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

kendisinden ziyade, nasıl yapılacağına dair konulmuş olan keskin ve standart kurallar

paketindedir (Stiglitz, 2001:241).

Washington Uzlaşısının temel uğraşısı olan; tek bir dünya modeli ve düzeni

yaratma çabaları, özellikle de 2008 yılında yaşanmış olan derin krizlerle iyice

örselenmiştir. 2008 yılı ortalarından itibaren GGÜ'nde, kendi gelişim evrelerinde hiç de

“karşılaşmamış olduğumuz” çeşitli devlet müdahaleleri olarak; banka satın alımları,

vergi indirimleri, işsizlik maaşlarının arttırılması, yurtiçindeki sanayi devlerine yapılan

devlet yardımları vb. “yeni” iktisat politikaları uygulamaya sokulmuştur. Bu devlet

müdahaleleri karşısında, Neoliberal yaklaşımın temel dinamikleri bize şu öngörüyü

yaptırmaktadır; GGÜ'nde gerçekleştirilen bu denli yüksek oranlı devlet müdahaleleri,

kaynakların dağılımında tıkanıklığa ve verimlilik azalışlarına neden olacak, piyasa

mekanizmasının “mükemmel derecedeki” işlerliğine darbe vuracak ve bu durum da

yakın zamanda ekonomideki krizlerin derinleşmesine ya da tekrarlanmasına neden

olacaktır. Bu durumu gelişmiş ülkelerin ve özellikle de neoliberal politikaların

anavatanı ABD'nin “göremiyor” ve günümüzde Keynesyenvari iktisat politikalarını

uyguluyor olmaları hayret verici bir gelişmedir. Görünen o ki, GGÜ, devlet

müdahalelerine dayalı keynesyen politikaları bir İsviçre çakısı gibi günümüze dek

ceplerinde taşımışlar ve geçmişte olduğu gibi, ihtiyaç duydukları ilk anda kullanmaktan

çekinmemişlerdir.

150

Page 164: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

-DÖRDÜNCÜ BÖLÜM-

İHRACATA DAYALI BÜYÜME STRATEJİLERİ (İDBS), TÜRKİYE

DENEYİMİ

4.1. TÜRKİYE'NİN İKTİSADİ GELİŞİMİNİN ÇOK KISA TARİHÇESİ

4.1.1. OSMANLI MİRASI

Osmanlı İmparatorluğu, tarih sahnesinde yerini almış en önemli lider

ülkelerden birisi olarak dikkat çekmektedir. Gerek devlet yönetimi, gerek toprak sistemi

ve gerekse askeri sistemi açısından pek çok ülkeye örnek teşkil etmiş ve kendine has

devlet yapısı ve bürokratik ilişkilerdeki stratejileri ile uzun bir süre varlığını sürdürmeyi

başarabilmiştir. Kuruluşundan itibaren sürdürmüş olduğu fetih ideolojisinin, ülkenin

doğal sınırlarına ulaşması ile birlikte sürdürülemez hale gelmesi ve özellikle de toprak

sisteminde çıkan aksaklıklar ile birlikte duraklama dönemine giren imparatorluk,

Avrupa'da ortaya çıkan ekonomik ve sosyal gelişmeler sonucunda Avrupa ülkelerinin

gelişmesi ve Osmanlı İmparatorluğu'na göre gelişmişlik açısından arayı açması ile

birlikte ise gerileme dönemine girmiş ve nihayet Birinci Dünya Savaşı sonucunda ise

tamamen parçalanmıştır. Osmanlı İmparatorluğu'nun tamamen tarih sahnesinden

çekilmesi ise; Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kurulması ile gerçekleşmiştir. Kurulan

bu yeni devlet her ne kadar Osmanlı İmparatorluğu'ndan farklı bir devlet olsa da,

Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönem mirasları ile yüzleşmek durumunda kalmıştır.

Osmanlı'da 1915 yılı itibariyle; imalat sektöründeki sermayenin %85'i, toplam

nüfusun %75'ini oluşturan Müslüman-Türk teba dışında kalan tebaların elindedir,

ulaşım ve altyapı hizmetlerinin %90'a yakını çeşitli imtiyazlara sahip, yabancı

şirketlerin denetiminde gerçekleştirilmektedir, gayrimüslim unsurlar dış ticaretin çok

büyük kısmını elinde bulundurmakta ve birincil ticaret mallarının (tarım ürünleri,

hammaddeler, gıda vb.) ihracatı ve sanayi mallarının ithalatından büyük birikimler elde

etmektedir ve 1838 ticaret anlaşması ile birlikte Osmanlı toprakları Avrupa'nın açık

pazarı haline gelmiştir.170

170 Kepenek ve Yentürk (2005:32), Kurmuş (1974:108-112) 151

Page 165: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

Bütün bu etmenlerin birer sonucu olarak, Türkiye Cumhuriyeti'ne kalan son

dönem Osmanlı mirasları genel olarak şu şekilde sıralanabilir;171

-Osmanlı İmparatorluğu'nda özellikle de 1500'lü yıllardan itibaren nitelikli ve

niteliksiz işgücü maaşları Avrupa ülkelerine nazaran göreceli olarak düşmeye

başlamıştır. Ayrıca nüfus eğitim açısından dönemin gelişmiş ülkelerinin oldukça

gerisindedir. Bu durum; özellikle de nitelikli işgücünün Osmanlı İmparatorluğu'nda

birikimini engellemiş ve Türkiye'nin başlangıç döneminde nitelikli işgücü ihtiyacı

açısından dezavantaja uğramasına neden olmuştur.

-Osmanlı İmparatorluğu ve Avrupa ülkeleri arasında imzalanan eşitsiz ticaret

anlaşmaları Osmanlı İmparatorluğu'nun ithalata bağımlı bir hale dönüşmesine neden

olmuş ve ülke içindeki sanayi gelişimini de engellemiştir. Türkiye Cumhuriyeti

kurulduğunda Osmanlı İmparatorluğu tarafından oluşturulmuş olan sanayi altyapısı

neredeyse yok denecek kadar azdır.

-Aynı anlaşmalar neticesinde; Osmanlı toprakları yabancı ticaret adamlarının

ve yatırımcılarının istilasına uğramış, bu nedenle Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulduğu

dönem itibariyle girişimci sınıftan ve deneyimli ticaret adamlarından mahrum kalmasına

neden olmuştur.

-Birinci Dünya Savaşı sırasında ülke topraklarının büyük bir bölümü talan

edilmiş ve ülke nüfusunun da büyük bir bölümü yok edilmiştir.

-Türkiye, 1928 Paris Antlaşması ile Osmanlı'dan kalan dış borçların bir kısmını

da ödemeyi kabul etmiştir.

-Ayrıca, siyaset alanında yenilikler ve devrimler konusunda katı bir karşı duruş

gösterecek olan Osmanlı devlet kadrolarının da, Türkiye'nin gelişim sürecinde

zorluklara neden olduğu görülmektedir.

-Özellikle Osmanlı'da Anadolu topraklarının doğusunda devam eden feodal

yapı ise, daha sonra burada kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti için homojen ve eşit bir

ekonomik kalkınmanın sağlanabilmesi adına diğer bir sorun olarak ortaya çıkmıştır. Bu

sorun günümüzde de mevcudiyetini korumaktadır.

171 Broadberry & Gupta (2005), Pamuk (2005,2007a,2007b), Çelebi (2002), Altuğ, Filiztekin & Pamuk (2007).

152

Page 166: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

Türkiye Cumhuriyeti, işte bu olumsuz senaryoda gelişimini tamamlayabilmek

için önemli bir yenileşme hareketine girişmek zorunda kalmış ve bu yenileşme

uğraşısındaki en önemli virajlardan birisi de ekonomi alanı olarak belirlenmiştir. Bu

dönemde temeli atılan iktisat politikaları, ülkenin yaklaşık 30 yıllık gelişim sürecinin

ana belirleyicisi olmuşlardır.

4.1.2. 1923 – 1950 DÖNEMİ

23 Nisan 1920 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılması ile birlikte,

yeni devletin ihtiyaç duymakta olduğu yenileşme çalışmalarına hızlı bir şekilde

başlanmıştır. Bu yenileşme çalışmalarının önemli bir parçasını iktisat politikalarının

oluşturacağına dair ipuçları ise 22 Şubat 1923 yılında İzmir'de gerçekleştirilmiş olunan

İktisat Kongresi ile verilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal

Atatürk'ün bu kongre'de söylemiş olduğu sözler, iktisat politikalarının Türkiye'nin

gelişme süreci içinde ne denli önemli bir yer kapsadığının anlaşılabilmesi adına, birebir

alıntılanacak derecede değerlidir. Mustafa Kemal bu kongre'de iktisadi başarının

ülkelerin kaderleri adına ne derece önemli olduğunu şu şekilde belirtmektedir;

"Bir milletin doğrudan doğruya hayatı ile ilgili olan en önemli faktör o milletin

iktisadiyatıdır. Tarihin ve tecrübenin belirlediği bir gerçek, bizim milli hayatımızda ve

milli tarihimizde de tamamen görülmektedir. Gerçekten Türk tarihi incelenirse, yükseliş

ve çöküş nedenlerinin iktisat sorunlarından başka bir şey olmadığı derhal anlaşılır.

Yeni Türkiye'mizi layık olduğu uygarlık seviyesine ulaştırabilmek için, iktisadımıza

birinci derecede ve çok önem vermek zorundayız.”172

Bu anlayışın bir yansıması olarak Türkiye Cumhuriyeti kurulur kurulmaz hızlı

bir iktisadi reform uğraşısı içine girilmiştir. İzmir İktisat Kongresi sonucunda genel

olarak ılımlı korumacı bir anlayış ortaya çıkmıştır. Kongre neticesinde uzlaşılan

noktalar ise kısaca şunlardır (Boratav, 2004:46);

-Yerli ve yabancı sermayeyi, piyasaya dönük çiftçiyi özendirmek,

-Ekonomik hayatın denetiminin milli unsurlara geçmesini kolaylaştırmak,

-Özel sektöre öncelik vermek.

172 Mustafa Kemal'den aktaran; Çelebi (2002:18) 153

Page 167: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

Bütün bunlara ek olarak İzmir İktisat Kongresi'nde, yeni kurulan devletin dış

ticaret politikalarında köklü bir değişime gitmeyeceğine dair yurtdışı yatırımcılara ve

yurtiçindeki yabancı burjuvaziye belirli bir ölçüde güvence vermek amaçlanmıştır. Bu

yolla da ülkedeki sermaye birikim sürecinin bozulmaması hedeflenmiştir (Kepenek ve

Yentürk, 2005:33). 1929 yılına kadar sürdürülen bu liberal olarak da

değerlendirilebilecek politikalar, her ne kadar sermaye artışını istenen düzeyde

arttıramamış olsa da (bu dönemde sermaye birikiminin milli hasılaya oranı %9,1

civarındadır), savaşların da bitmesi ile birlikte Osmanlı döneminde kullanılamayan atıl

kapasitenin kullanılabilmesini sağlamış ve Türkiye 1924-1929 yılları arasında kalan

dönemde ortalama olarak %10,9'luk bir büyüme performansı gerçekleştirmiştir.173 Bu

gelişim süreci sonunda Türkiye, ancak 1929 yılı sonunda, Osmanlı'daki 1913 yılı kişi

başına milli gelir seviyelerine ulaşabilmiştir (Pamuk, 2007a:15). Bir yaraların sarılması

evresi olarak adlandırabileceğimiz bu evreyi, 1929 yılında yaşanan Büyük Bunalım

takip etmiş ve büyük bunalımdan itibaren Türkiye'de de bütün dünyada olduğu gibi

devlet müdahalelerine ve girişimlerine dayalı bir iktisadi kalkınma sürecine girişilmiştir.

Büyük bunalım ile birlikte, dünya piyasalarında hammadde fiyatlarının hızlı

şekilde düşmesi, tarım ihracatı ve sanayi malı ithalatına dayalı bir dış ticaret yapısına

sahip olan Türkiye'nin 1929 yılından itibaren dış ticaret serbestliğine dayalı sistemini

sürdüremeyeceğinin anlaşılmasına neden olmuştur. Buna dayalı olarak 1929 ve 1931

yılları arasında önemli kambiyo ve dış ticaret denetimlerinin hayata geçirildiği

gözlemlenmektedir. Bu durum, 1923-1929 yılları arasında özellikle de sermaye

birikimini ithalattan sağlayan ticaret burjuvazisinin elde etmiş olduğu yüksek oranlı

birikimlerin de olumsuz etkilenmesine neden olmuştur (Boratav, 2004:68-74).

1929 sonrası döneme yönelik olarak 1933-38 ve 1939-1944 arası dönemler için

iki ana sınai kalkınma planı hazırlanmıştır. Bunlardan ilkinde; Türkiye tarafından

hammadde üretimi yapılabilen, ancak tüketim için üretilmesi o dönem için mümkün

olmayan ithal tüketim mallarının ithal ikamesinin yurtiçi üretimlerinin

gerçekleştirilmesi yoluyla sağlanması hedeflenmiştir. Bu amaca yönelik olarak ülkenin

çeşitli yerlerinde; tekstil, dokuma, iplik, demir-çelik, seramik, cam, kükürt, fosfat, şeker,

173 Boratav (2004:50), Çelebi (2002:21). 154

Page 168: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

ipek ve çimento fabrikaları kurulmuştur. Ayrıca, toprak mahsulleri ofisinin kuruluşu da

aynı dönemde gerçekleştirilmiştir. İkinci sınai kalkınma döneminde ise; önemli

yatırımların gerçekleştirilmesinin yanında, Türkiye'de hammadde üretiminin

yapılabildiği, ancak sermaye yetersizliği nedeniyle üretiminin yapılmasının güç olduğu

hammaddelerin yurtdışına ihracının gerçekleştirilmesi yoluyla ülkenin ihtiyaç duyduğu

döviz girdisinin sağlanması amaçlanmıştır. İkinci plan dahilinde; madencilik, elektrik

üretimi, ev eşyaları sanayisi, toprak ve gıda sanayileri ve kimya sanayilerinin

geliştirilmesi ve ticaretinin arttırılması amaçlanmıştır. İkinci planın bir kısmının, İkinci

Dünya Savaşı'nın başlangıcı ile büyük ölçüde şartların ağırlaşmış olduğu bir döneme

denk gelmiş olmasına rağmen genelde her iki planın da başarılı olduğu yorumu

yapılabilmektedir (Çelebi, 2002:23-24).

İkinci Dünya Savaşı ile birlikte dünya ekonomisinin içine girmiş olduğu kaos

ortamı Türkiye'yi de etkilemiştir. Bu yıllarda Türkiye'de savaş ekonomisi politikaları

devreye sokulmuştur. “Milli Koruma Yasası” ile birlikte hükümete olağanüstü

durumlarda ekonomiye doğrudan müdahalelerde bulunabilme yetkisi verilmiştir. 1945-

1950 yılları arasında çok partili sisteme geçilmiştir. Aynı dönemde ihracat ve döviz

girdilerinin arttırılması amacıyla başvurulan 1946 devalüasyonu ve iktisadi büyümeyi

sağlamaya yönelik girişimler yeteri kadar başarılı sonuçlar verememiştir. Ağır

ekonomik durgunluk, işsizlik, ihracat yetersizliği ve diğer iktisadi etkenler ile birlikte

Türkiye'de 1923 yılından beri devam eden tek partili hükümetin 1950'li yıllar itibariyle

düşmesine neden olmuştur (Çelebi, 2002:34-35). 174

1930 ve 1950 arası dönemde, bağımsızlıklarını yeni kazanmış olan diğer

ülkelere benzer bir şekilde daha önce yabancı şirketlerin elinde bulunan şirketlerin

kamulaştırılmasına girişilmiştir. Aynı zamanda bu dönemde özel sektöre öncülük etmek

amacıyla çeşitli Kamu İktisadi Teşebbüslerinin (KİT) kurulduğu gözlemlenmektedir. Bu

dönemde KİT'lerin kuruluş amaçları; özel sektörün gelişmesi için gerekli olan

174 Hükümetin değişmesinde, 1950'li yıllara kadar sürdürülen devlet güdümünde kalkınma stratejilerinin yaratmış olduğu ticari ve sermaye burjuvazisinin, devletçiliğin sona ermesi, ekonominin dışa açılması ve dış yardımlardan faydalanılmasının gerekliliğine dair yorumları da etkili olmuştur. Aynı kesim, bu dönüşümü 1950'li yıllara kadar tek parti olarak hükümette yer alan Cumhuriyet Halk Partisi (CHP)'nin gerçekleştiremeyeceğine dair yorumda da bulunarak, 1950'li yıllardan itibaren hükümeti kurma görevi verilen Demokrat Parti (DP)'nin güçlenmesinde ve göreve gelmesinde önemli rol oynamıştır (Kazgan, 1999:95-96).

155

Page 169: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

altyapının hazırlanması ve özel sektörün gerek duyduğu hammadde ve ara malı

ihtiyacının karşılanabilmesi olarak sıralanabilmektedir.175 KİT'lerin kurulduğu

sektörlerin seçiminde özellikle, kalkınma stratejileri açısından önemli bir yeri olan,

ancak yüksek risk dereceleri ve düşük getiriler nedeniyle özel sektörün yatırım

yapmaktan kaçındığı alanların seçimine özen gösterilmiştir (Acartürk, Tekeli ve

Arslaner, 2004:2-3).

Türkiye'de Cumhuriyetin erken dönemlerinden itibaren uygulanmaya başlanan;

özel sektörün ve girişimci sınıfın geliştirilmesine yönelik kamu faaliyetleri yardımıyla

oluşturulan kalkınma modeli genel olarak kendine has bir karma ekonomi yapısını

yansıtmaktadır.176 Chang (2003:8); Türkiye'nin devlet güdümlü kalkınma stratejisini

tarihte uygulayan ilk üçüncü dünya ülkesi olduğu yorumunu yapmaktadır.177

Bu dönemde diğer bir önemli konu da; Türkiye ile ABD arasındaki ilişkilerin

ilk olarak 1940'lı yıllardan itibaren ciddi bir şekilde hız kazandığıdır. Türkiye'nin ABD

ile sıkı ilişkisi İkinci Dünya Savaşı'nın erken dönemlerinde başlamıştır. Savaşa henüz

bir taraf olarak girmemiş olan ABD'nin, Japonya'nın da mihver devletlerin (Nazi

Almanya’sı ve İtalya) yanında savaşa girmesiyle birlikte, mihver devletlerin ABD'nin

ulusal çıkarlarına zarar verebilecek bir şekilde ilerlemesine engel olabilmek amacıyla

savunmaları ABD savunması için hayati öneme sahip olan ülkelere yardım etmek

amacıyla “Ödünç Verme ve Kiralama Kanunu (Lend-Lease Bill)” adı altında bir kanun

çıkardığı görülmektedir. Bu kanun doğrultusunda Türkiye de yardımda bulunulması

gerekilen ülkelerden biri olarak seçilmiş ve 1941-1944 yılları arası dönemde Türkiye

ABD'den 95 milyon dolarlık savaş malzemesi yardımı almıştır (Güler, 2004:211).

İkinci Dünya Savaşı'nın neredeyse tamamen yıkmış olduğu Avrupa'ya da

uzanacak olan yardım eli ABD'nin eli olmuştur. Sanayisi neredeyse tamamen çökmüş,

ticaret olanakları yok olmuş ve sınır ötesi yatırımların da birçoğu savaş ekonomisinin

finansmanı için elden çıkarılmış olan Avrupa'nın yeniden kalkınmasına yardımcı olmak

için Bretton Woods'ta yapılmış olan toplantı sonunda iki önemli uluslararası kuruluş;

175 1950'li yılların ortalarından itibarense KİT'lerin genişleyen iç pazardaki taleplerin karşılanabilmesi amacıyla da faaliyete sokulduğu görülmektedir (Acar, 1987:12).176 Coşkun (2003), Çelebi (2002).177 Chang (2003:9) bu stratejinin ilk uygulayıcılarının ise İngiltere ve ABD olduğunu savunmaktadır. Çalışmamızda ortaya konulan bulgular da Chang'in görüşünü destekler niteliktedir.

156

Page 170: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

IMF ve Dünya Bankası ortaya çıkarılmıştır.178 Savaşın ardından ortaya çıkan Sovyet

tehdidine karşı, Yunanistan ve Türkiye'nin Doğu Avrupa ülkelerinin akıbetine

uğramamaları için Truman Doktrini adı altında bir dizi yardım paketi daha Türkiye'ye

kanalize edilmiştir.179 Bu doktrin ile birlikte Türkiye'ye toplam 100 milyon dolarlık bir

yardım yapılmıştır. Ancak, Türkiye tarafından bu yardımların nerelere kanalize

edildiğine dair kesin açıklamaların yapılmasının gerekliliğini önkoşul olarak sunan

ABD'nin bu yaklaşımı Türkiye'deki bir kısım tarafından Türkiye'nin içişlerine

karışılması olarak algılanmıştır. Buna rağmen ABD yardımları kabul edilmiştir (Güler,

2004:218-219). 1950'li yılların sonuna doğru hayata geçirilen Marshall Planı ile de Batı

Avrupa ülkelerinin ekonomik güçlerini arttırmaları amacıyla ticaretlerinin arttırılması

ve sanayilerinin gelişmesi amacına yönelik olarak uzun vadeli ve düşük faizli krediler

sağlanmıştır.180 Türkiye bu yardımlardan da yararlanan ülkeler içerisinde yer almıştır.181

Neticede; Türkiye'nin bu dönemdeki kalkınmasının finansmanında dış yardımların

etkisinin de olduğu görülmektedir.

Genel itibariyle; 1923-1950 yılları arası dönemde Türkiye'nin iktisadi gelişim

sürecinde devlet eliyle kalkınmaya çalışıldığı ve devlet yatırımları vasıtasıyla özel

sektörün piyasadaki işlevinin arttırılmasına çalışıldığı gözlemlenmektedir. Özellikle de

1930'lu yıllardan itibaren İthal İkameci bir hal alan kalkınma stratejileri, Türkiye'deki

sanayi gelişimini belirli bir noktaya getirmiş, ancak yine de gerek duyulan yapısal

değişimi gerçekleştirememiştir. 1930'lu yıllarda faaliyete geçirilen KİT'nin büyümeye

olan katkıları sınırlı kalmıştır. Aynı dönemlerde, tarımsal üretimde elde edilen artışlar

ekonomik büyümede önemli rol oynamıştır.182 Bu dönemde her ne kadar iktisadi açıdan

hedeflenen bazı dönüşümlerin ve gelişimlerin gerçekleştirilememiş olduğu gözlemlense

de, iki büyük olumsuz gelişmenin (1929 Bunalımı ve İkinci Dünya Savaşı) yaşandığı ve

178 Bretton Woods kuruluşları ile ilgili daha geniş bilgi için bkz. sf. 51-58.179 Güler (2004:217-218), De Long & Eichengreen (1993:6-13).180 Güler (2004:221-224), Erhan (1996:275-279), Güney (1996).181 Güler (2004:221), bu yardımın üç ana hedefi olduğunu savunmaktadır. Birincisi; Batı Avrupa'nın ayağa kaldırılması ve dünya ticaretine eklemlenmesinin sağlanması, ikincisi; yardım alan ülkelerin ekonomilerinin denetlenmesi, üçüncüsü de; Amerikan ekonomisinin canlanması ve ABD mallarına yeni pazarların bulunmasıdır. (Marshall yardımları, yardım alacak olan ülkelerin ihtiyaçlarını Amerikan makamlarına iletmeleri, uygun görülenlerin yine maerikan makamları tarafından Amerikan pazarlarından bulunması ve talepte bulunan ülkelere Amerikan gemileriyle gönderilmesi şeklinde yapılmaktaydı.)182 Bu artışların kaynağı büyük oranda ekilebilir alanların bolluğunun ve demografik toparlanmanın bir sonucu olarak görülmektedir (Pamuk, 2007a:16).

157

Page 171: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

dünya genelinde bir kaos ortamının oluştuğu bu dönemde, yeni kurulmuş ve birçok

dezavantajlar ile kalkınmasını gerçekleştirmeye çalışan Türkiye Cumhuriyeti Devleti

için gelişme serüveni açısından başarılı bir dönem olduğu yorumu yapılabilmektedir.183

4.1.3. 1951-1980 DÖNEMİ

1950 yılında değişen hükümetle birlikte iktisat politikalarının da büyük ölçüde

değiştiği görülmektedir. 1950'den itibaren devlet güdümlü kalkınma stratejilerinden

vazgeçilmiş ve ekonomi piyasa odaklı ve liberal iktisat politikaları ile yönetilmeye

başlanmıştır.184 1951-1960 arası dönemde iktidarda bulunan çok partili hükümet

döneminde yeni atılımlara gidilmiştir. Özellikle de yatırımların yapılmış olduğu

alanlarda önemli değişimler olduğu gözlemlenmektedir. Bu dönemde yatırımlar 1923-

50 arası dönemde, üretime dayalı alanlara yapılan yatırımlardan farklı olarak daha çok

ticarete konu olan alanlara kanalize edilmiştir. Bu dönemde özellikle de konut yapımına

ve arsa spekülasyonuna yönelik yatırımların arttığı görülmektedir. 1957-61 arası

dönemde özel sektör yatırımlarının %57'si konut yatırımlarını içermektedir. Ayrıca

1951-1960 arası dönemde tedavüldeki para miktarı da yaklaşık 5 misli artış göstermiştir

(Çelebi, 2002:35).

1950 sonrası dönemde hem ihracat hem de ithalat artışları sağlanmıştır. Ancak

bu dönemde sürdürülen iktisadi kalkınma politikası ithal girdi kullanımını zorunlu

kılmış ve dış kaynaklarla birlikte alınan yeni tüketim biçimleri ile birlikte ithalatın

ihracattan çok daha hızlı bir şekilde büyümesine neden olmuştur (Kepenek ve Yentürk,

2005:124). Aynı dönemde artan ithalatla birlikte eriyen döviz rezervleri, dış

borçlanmayı da beraberinde getirmiştir. İhracatını ithalatı düzeyinde arttıramayan

Türkiye en nihayetinde 1958 yılının Ağustos ayında moratoryum185 ilan etmek zorunda

kalmıştır (Çelebi, 2002:35).

Ülkenin içine düşmüş olduğu ekonomik çıkmazların yanı sıra, alevlenmeye

başlayan siyasi kutuplaşmalar ülkenin bir kargaşa ortamına sürüklenmesine neden

olmuş ve bu durum da 27 Mayıs 1960 yılında yapılan askeri bir darbe ile

183 Çelebi (2002), Pamuk (2007a).184 Çelebi (2002), Ay ve Karaçor (2006:68-69), Boratav (2004:101).185 Moratoryum en genel ifadeyle; vadesi gelmiş borçların yasa, mahkeme kararı, borçlu ve alacaklı arasındaki bir anlaşma veya doğrudan doğruya borçlunun tek taraflı kararıyla ertelenmesi işlemi olarak tanımlanmaktadır.http://tr.wikipedia.org/wiki/Moratoryum

158

Page 172: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

neticelenmiştir.186 Darbe öncesi dönemde iktidar partisi olan Demokrat Partiye eleştiri

getiren politkacıların ve aydın kesimin dilinde genel bir “sosyal planlama” söylemi

olduğu görülmektedir (Barbaros ve Karatepe, 2009:273). Yapılmış olunan darbe ile

birlikte, söylemin temelinde yatan düşünce faaliyete sokulmuş ve bu dönemden itibaren

Türkiye'de tekrar planlı iktisadi kalkınma politikaları hayata geçirilmiştir.187 1960'lardan

itibaren Türkiye'de planlı bir dönemin başladığı ve İİDBS'nin etkin bir şekilde hayata

geçirilmiş olduğu görülmektedir (Gülalp, 1983:44). Planlı kalkınmanın

teşkilatlanabilmesi adına 1961 yılında “Devlet Planlama Teşkilatı (DPT)” kurulmuş ve

1960 sonrası kalkınma planlarının oluşturulmasında DPT etkin bir şekilde rol

oynamıştır. DPT günümüze kadar; 1963-67, 1988-72, 1973-77, 1979-83, 1985-89,

1990-94, 1996-2000 ve 2001-2005 yılları arasını hedef alan sekiz ayrı beş yıllık

kalkınma planı hazırlamıştır.

1960'lı yılların başlarından itibaren uygulanmaya başlanan kalkınma

planlarının ana hedefleri; sermaye birikiminin hızlandırılması ve milli gelir artışlarının

sağlanabilmesi adına sanayileşmenin hız kazanması olarak özetlenebilir. Bu dönemde

rekabete kapalı bir ortamda yapılan aktif devlet müdahaleleri ile sermaye birikiminin

arttırılması ve bu yolla da iktisadi büyümenin sağlanması amaçlanmıştır (Ay ve

Karaçor, 2006:69).

1963-1983 yılları arasında kalan dönem için hazırlanmış olan dört beş yıllık

kalkınma planlarında kamu kesimi için zorunlu hedefler, özel kesim içinse yol gösterici

hedefler olmak üzere toplam iki ayrı ana hedef belirlenmiş olduğu görülmektedir. Kamu

maliyesinin kaynak tahsisi tercihleri ve kamu iktisadi kurumlarının faaliyetleri ilk plan

doğrultusunda belirlenirken, özel kesim içinse teşvikler, kredilendirme tercihleri vb.

gibi yollarla gerekli yönlendirmelerin yapılması hedeflenmiştir (Kazgan, 1999:112). Bu

dönemde özel kesime yapılan teşviklerin ve diğer yardımların genel olarak diğer dış

etmenlerden ve ikili ilişkilerden etkilendiği görülmektedir (Kepenek ve Yentürk,

2005:142-143).

1963-67 ve 1968-72 dönemlerine ait kalkınma planlarının onbeş yıllık bir

perspektif içinde hazırlanmış olduğu görülmektedir. Bu 15 yıllık perspektifle

186 27 Mayıs 1960 darbesi ile ilgili daha geniş bilgi için bkz. Tunçkanat (1996), Arcayürek (2007).187 Çelebi (2002:36), Ay ve Karaçor (2006:69), Gülalp (1983:44).

159

Page 173: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

hazırlanmış olunan kalkınma planlarının ana hedefleri; yılda ortalama %7'lik bir

büyüme sağlanması, istihdam yaratılması, dış ödemeler dengesinin sağlıklı bir yapıya

kavuşturulması, nitelikli bilim adamı ve teknik eleman yetiştirilmesi ve bu hedeflere

ulaşılırken sosyal adalet ilkesine uyumlu bir şekilde davranılması olarak sıralanabilir

(Çelebi,2002:36).

1970'lerden itibaren İİDBS'nin derinleştirildiği görülmektedir. Bu dönemde

ağır imalat sanayi ve sermaye mallarının yerli üretim ile sağlanabilmesi adına girişimler

hızlandırılmıştır (Ay ve Karaçor, 2006:69).

İthal ikamesinin bu aşamasında çoğunlukla 1930-1950 yılları arası dönemde

yarım kalmış sürecin tamamlanmasına yönelik girişimlerde bulunulmuştur. Temel

malların imalatının ve ithal ikamesinin 1930-50 yılları arası dönemde başarılı olarak

nitelendirilebilecek bir şekilde sağlanmasının ardından, 1960'lardan itibaren ara malların

ve yatırım mallarının da ikamesinin sağlanması hedeflenmiştir (Demir, 2003:18). Bu

hedefe yönelik olarak alınan önlemler ise şu ana başlıklar altında toplanabilir;188

-Yurtiçi talebi tatmin edici düzeyde yurtiçinde üretilebilinen malların

ithalatların kısıtlanması,

-Merkez Bankası ve diğer bankalar vasıtasıyla, sanayi sektörünün gelişmesine

yönelik uzun vadeli kredilerin verilmesi,

-Sanayinin ihtiyaç duymakta olduğu girdilerin ithalatını kolaylaştırıcı

önlemlerin alınması (düşük döviz kuru politikası, sanayi üretiminde ihtiyaç duyulan

hammadde ve yatırım mallarının ithalatında düşük gümrük vergi oranlarının

uygulanması vb.),

-Sanayinin ihtiyaç duymakta olduğu ucuz girdilerin ve altyapının KİT aracılığı

ile sağlanabilmesi için gerekli girişimlerin yapılması.

1960 sonrası izlenen İİDBS'nin ikinci aşaması süresince kişi başına GSYİH

seviyelerinin yılda ortalama %3-4 civarı bir büyüme performansı gösterdiği

görülmektedir. Bu dönem, her ne kadar iktisadi büyüme açısından başarılı bir süreç

olarak gözükse de, Türkiye'deki sanayi üretiminin ve büyümenin dışa bağlı kaynaklarla

yürütülmesi alışkanlığını ne yazık ki kıramamıştır. Aynı dönemde içe dönük sanayi

188 Yeldan (2006:40-44), Yerasimos (1992:248-261), Ay ve Karaçor (2006:69), 160

Page 174: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

politikaları sonucunda ödemeler dengesindeki problemler de derinleşmiştir (Taymaz ve

Suiçmez, 2005:7).

Sektörel bazda diğer bir önemli gelişme ise hizmetler sektöründe yaşanmıştır.

1960 sonrası uygulanan İİDBS neticesinde 1960-61 yılları arasında hizmet sektörünün

milli hasıladaki payı %45.7 iken 1975-76 döneminde %51'e yükselmiştir. 1960 yılında

faal nüfusun %15.4'ü hizmet sektöründe çalışırken, bu oran 1970'li yılların sonunda

%29.5 seviyelerine yükselmiştir (Boratav, 2004:129-132).

1970'li yılların sonlarına doğru ise; ödemeler dengesi sorunları neticesinde

özellikle de sanayi üretimi için gerekli olan yatırım mallarının, hammaddenin ve ara

malların ithalatı da imkansız hale gelmeye başlamıştır. Bu dönemde artan petrol

fiyatlarının baskıları ve siyasi istikrarsızlıklar da bu sorunlara eklemlenince 1970'lerin

sonlarına doğru Türkiye derin bir ekonomik krizle daha yüz yüze kalmıştır.

1960 sonrası uygulanan İİDBS'nin sanayileşme kanadında istediği değişimi

gerçekleştirememiş ve ara mal ve yatırım mallarının üretimine yönelik yapılanmayı

sağlayamamış olması, Türkiye'nin giderek daha fazla dış sermaye ve krediye bağımlı

hale gelmesine neden olmuştur. Boratav (2004:117-144) bu süreci “içe dönük dışa

bağımlı büyüme” süreci olarak adlandırmaktadır.

Bütün bu tıkanıklıkların bir sonucu olarak 24 Ocak 1980 Ekonomik İstikrar

Programı hayata geçirilmiş ve bu tarihten itibaren Türkiye İİDBS'den vazgeçerek

İDBS'ni uygulamaya başlamıştır.189

4.1.4. 1981-2000 DÖNEMİ

1980'li yıllardan itibaren değiştirilen büyüme stratejileri, Türkiye'nin birçok

yapısal değişimi gerçekleştirmesini de zorunlu kılmıştır. Daha önce çalışmamızda da

değinildiği üzere; İDBS'nin temelinde piyasa mekanizmasına dayalı bir iktisadi sistemin

kurulması önkabul olarak dikkat çekmektedir. Bu doğrultuda Türkiye de 1980 sonrası

dönemde ekonomiyi dışa açarken bir yandan da piyasa ekonomisinin güçlenmesini

hedeflemiştir. İç talebe yönelik üretim sistemi yerini dış talebi esas alan üretim

sistemine bırakmakta, kamu sektörünün iktisat alanındaki rolünün azaltılması ve

ekonomik büyümenin özel kesimin faaliyetleri ve fiyat mekanizmasının ışığı altında

189 Ay ve Karaçor (2006:69), Taymaz ve Suiçmez (2005:7), Demir (2003:18). 161

Page 175: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

gerçekleşmesi için gereken ortamın hazırlanması hedeflenmektedir. Bütün bu

değişikliklerin sermaye birikimi ve verimlilik artışları sayesinde ekonomik büyümeye

de hız kazandıracağı düşünülmektedir. İktisadi büyümenin özellikle de verimlilik

artışlarının sağlanması ile hız kazanacağı düşünülmekte ve bu nedenle de verimlilik

artışlarının sağlanması öncelikli hedef olarak belirlenmektedir (Saygılı, Cihan ve

Yavan, 2006:35).

Türkiye 1980'den itibaren hedeflemiş olduğu köklü değişimi

gerçekleştirebilmek adına önemli operasyonlara gitmek zorunda kalmıştır. 24 Ocak

1980 İstikrar Programı ile hedeflenenler ve önlemler şu ana başlıklar altında toplanabilir

(Çelebi, 2002:37);

-Döviz gelirlerinin arttırılmasına yönelik önlemler,

-İthalatın serbestleştirilmesine yönelik önlemler,

-Fiyat mekanizmasının işlerliğine yönelik önlemler,

-Yabancı sermayenin Türkiye'ye çekilmesine yönelik önlemler,

-İdari politikaların şeffaflaşmasına ve iyileştirilmesine yönelik önlemler,

-Para politikası ile ilgili önlemler.

Alınan önlemler doğrultusunda 1980'den itibaren dış ticaretteki miktar

kısıtlamaları kaldırılmış ve gümrük vergileri büyük ölçüde azaltılmıştır. Ticaretteki dışa

açılım sürecini 1989 yılında finansal dışa açılım izlemiş ve 1980 yılından itibaren

doğrudan sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesine dair yapılan atılımlar ile birlikte

1989 yılından itibaren sermaye hareketlerine de tamamen serbestlik kazandırılmıştır.

Türkiye'de 1980 sonrası hayata geçirilen ticari ve finansal serbestlik politikalarının

yanında, İDBS'nin temelindeki neoliberal mantığa da uygun bir şekilde kamu kesiminin

iktisadi faaliyet alanından çıkarılmasına yönelik çabaların da arttırıldığı görülmektedir.

Bu doğrultuda 1980 sonrası dönemde devlet, 1960'lı yıllardan itibaren sanayileşme

sürecine doğrudan etkide bulunduğu KİT'ni özelleştirme yoluyla elden çıkarmış, faiz,

döviz kuru, vergi, dış ticaret ve koruma politika araçlarını ise 1980 öncesi dönemde

alışageldiği şekilde kullanmayı bırakmıştır, bu sayede 1980 sonrası dönemde devletin

ekonomideki rolü hızlı bir şekilde azalmıştır (Arısoy, 2005:46).

162

Page 176: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

1980 sonrası dönemde iç piyasaların daralması yanında ücretlerin de baskı

altında tutulması ile birlikte 1980'li yılların başında yapılan ve neredeyse %100'e varan

devalüasyon ve parasal destekler ile beslenen İDBS, 1970'lerde %4.1 civarı olan Kişi

başına GSYİH büyümesinin, 1980'li yılların ilk yarısında %5.2 seviyelerine çıkmasına

ön ayak olmuştur (Ay ve Karaçor, 2006:70).

Devletin sıkı ve yoğun desteğiyle gerçekleştirilmiş olunan bu dışa açılım süreci

sonunda Türkiye'de ihracatın GSMH içindeki payı 1980'de %5.1 iken 1988 sonunda

%12.8'e yükselmiştir. Aynı sürede imalat sanayi reel ihracatı da %15 civarı bir artış

göstermiştir. Buna rağmen, aynı dönemde sürdürülebilir bir sabit sermaye birikiminin

yaratılamadığı görülmektedir. 1980 sonrası kalkınma stratejileri dahilinde kamu

yatırımlarının toplam yatırımların içindeki payının düşürülmesi hedeflendiği için kamu

yatırımları artış hızı aynı dönemde bilinçli olarak azaltılmıştır. Ancak, azalan kamu

yatırımlarının yerini alması gereken özel kesim yatırımları ise istenen seviyelerde artış

gösterememiş ve 1980 sonrası dönemde gerçekleştirilen reformlara rağmen Türkiye'de

yatırımlar konusunda istenen yol alınamamıştır.190

Arısoy (2005:51-53), 1980 sonrası dönemde yatırımlar konusunda istenilen

yolun alınamamasının nedeni olarak; iç talebi kısmak ve ekonomide düşük bir istihdam

ve gelir düzeyinde dengenin sağlanabilmesi için kullanılan yüksek faiz politikalarını

işaret etmektedir. İlerleyen dönemlerde yüksek faiz politikası döviz piyasalarındaki

spekülatif hareketlerin engellenmesine yönelik de kullanılmaya başlanmıştır. Yüksek

faiz politikası sanayiye yönelik sabit sermaye yatırımlarını engellemiş ve yapılan

yatırımların hafif sanayi ve/veya yenileme yatırımları seviyesinde kalmalarına neden

olmuştur. Bunlara ek olarak, izlenen teşvik politikaları nedeniyle de yatırımlar

genellikle turizm ve konut gibi hizmet sektörüne dayalı alanlara kaymıştır.191 Aynı

dönemde, yatırımların düşük seviyelerde kalmasının bir diğer önemli nedeni olarak da

yüksek enflasyon oranları gösterilmektedir.

Artan faiz yükü ve daralan iç talep ile birlikte sanayi sermayesi, kapasitelerini

arttırmış ve ihracata yönelmiştir. Ancak, yeni kapasite yaratmaktan da kaçınmıştır. Bu

nedenle teşvikler ve ücretlere yapılan baskılar ile kapasite kullanım oranları artmış ve

190 Yeldan (2006:44-45), Arısoy (2005:50-51), Yülek (1997:12).191 Kepenek ve Yentürk (2005:387), Arısoy (2005:53).

163

Page 177: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

atıl kapasitenin kullanımı sağlanmıştır. Bu dönemdeki ihracat hamlelerinin reel

devalüasyonlara, ücret düşüşlerine ve teşvikler yoluyla ve vergi yükünün sermaye

kesiminden ücretli kesime aktarılması yoluyla sermaye kesimine aktarılan kaynaklara

bağlı olarak gerçekleştirildiği görülmektedir.192 Kepenek ve Yentürk (2005:362), bu

dönemde hayata geçirilen değişimlerin İDBS olarak değil “ihracatı arttırma politikaları”

olarak değerlendirilmesinin daha doğru olacağını belirtmektedirler.

1980 sonrası dönemde elde edilen çarpık büyüme başarıları geniş ölçüde yoğun

teşvikler, ücret maliyetlerindeki azalmalar ve 1980 öncesi kalan atıl kapasitenin

kullanılması şeklinde sağlanmıştır. Fakat bu yapıdaki büyüme başarıları gerekli

istihdamı ve yatırımı yaratmaktan uzak bir görüntü sergilemiştir. Bunun yanında

özelleştirme faaliyetleri gibi faaliyetlerden de beklenen getirinin sağlanamaması ve iç ve

dış borç yoluyla sağlanan kamu finansmanı uluslararası uyumlanmanın daha fazla

sürdürülemez olduğuna dair önemli göstergeler olarak ortaya çıkmışlardır. Geniş

toplum kesimlerinin açığa çıkan ekonomik ve siyasal talepleri ile birlikte, ülke dışı güç

gruplarının da baskıları neticesinde serbestleşme hareketlerinde bir sonraki aşama olan

finansal serbestleşmeye geçilmesi zorunlu hale gelmiştir (Tellan, 2008:5)

1980 sonrası dönüşümü alt dönemlere ayırmak gerekirse, dönüşümün ilk alt

dönemi 1980-1988 arasında kalan ve mal ticaretinin serbestleşmesine yönelik

atılımların yoğun olduğu dönem olarak kabul edilebilir. Bu dönemi 1989-1993 arasında

finansal serbestleştirme hareketlerinin hız kazandığı dönem takip etmiştir (Bsb, 2004:1-

2).

Sönmez (2003:210-214), finansal serbestleşmenin küreselleşmenin ticari

serbestleşme ile birlikte önemli bir ayağı olduğunu belirtmekte ve finansal

serbestleşmeye dair üç önemli saptama yapmaktadır;

-Finansal serbestleşme neticesinde sınır gözetmeden dolaşan paranın çok

büyük bir bölümü kısa vadeli ve “sıcak para” olarak da nitelendirilen finansal yatırımlar

halinde dolaşmaktadır.

-Finansal sermaye özellikle de 1980'den sonra, girdiği ülkelerde üretim

arttırıcı, istihdam yaratıcı ya da ihracatı teşvik edici bir etkide bulunma özelliğini

192 Boratav (2004:162), Yeldan (2006:47), Kepenek ve Yentürk (2005:362-363). 164

Page 178: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

yitirmiştir. Yani finansal sermaye reel sektörden kopmuştur. (Spekülatif getirilere dayalı

olarak dolaşmaktadır.)

-Finansal sermaye hareketleri çoğu zaman reel sektörde olumlu bir etki

yaratmadığı gibi, ülkelerin finansal kırılganlık düzeylerini de arttırmaktadır. Kısa vadeli

sermaye akımları, finansal serbestleşme girişimlerinde bulunan çoğu gelişmekte olan

ülkede derin krizlere yol açmıştır.

Çalışmamızda özetle ifade edilmeye çalıştığımız, kısa vadeli sermaye

hareketlerine dair genel yorum, Türkiye'de finansal serbestleşme hareketlerinin hız

kazanmış olduğu 1990 sonrası dönem için oldukça geçerlidir. Türkiye'de finansal

serbestleşmeye gidilen 1990 sonrası dönemde iktisadi ve siyasi istikrarsızlıkların daha

da arttığı görülmektedir.193

Türkiye'de 1989 yılında sermaye hareketlerinin serbestleşmesini sağlayan 32

sayılı kararın194 mali piyasaların yeteri kadar güçlü olmadığı bir zamanda alınmış

olduğu bir karar olduğu görülmektedir. Mali piyasaları yeteri kadar gelişmemiş olan

Türkiye sermaye hareketlerini serbestleştirmesi ile birlikte uluslararası finansal

sermayenin spekülatif taarruzlarına maruz kalmıştır. 1990 yılında bankaların toplam

aktiflerinin milli gelire oranı %35'ken 2000 yılında %65'e çıkmıştır. 1990-99 arası

dönemde bankacılık kesimlerinin aktiflerindeki artış sabit fiyatlarla yılda ortalama

%13.4'lük bir performans sergilerken, aynı dönemde reel milli gelir artışı yıllık ortalama

%3.1 seviyelerinde kalmıştır (Bsb, 2001:17).

Aynı dönemde, sermaye kaçışının engellenmesi için faiz oranlarının yüksek ve

döviz kurunun düşük tutulmasının gerekliliği, Türkiye'nin faiz ve kur politikalarının,

dışsal olarak belirlenen bir karaktere bürünmelerine de neden olmuştur (Eşiyok,

2002:77-78). Böylece; İDBS'nin ilk dönemi olan ticaretin serbestleşmesi ayağında

yurtiçi talebin kısılması ve ekonominin daha düşük bir gelir ve istihdam düzeyinde

dengede tutulması için kullanılan yüksek faiz oranları, 1990'lı yıllardan itibaren finansal

sermayenin çıkışını engellemek için de kullanılan bir politika aracı haline gelmiştir.

Dışa açılma sürecinin getirmiş olduğu yenilikler ve sancılarla birlikte geçirilen

1980-2000 arası dönemde uluslararası pazarlara uyumlanma ve eklemlenme süreci

193 Çelebi (2002:37), Aktan H.O (2006:69), Yeldan (2006:32-37).194 32 sayılı karar ile ilgili daha geniş bilgi için bkz. Ongun (2002).

165

Page 179: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

açısından çok önemli gelişmeler yaşanmıştır. Bunlardan ilki Türkiye tarafından 1987

yılında AB'ne tam üyelik başvurusunda bulunulması ve bir diğeri de 1995 yılında AB

ile Gümrük Birliği'ne girilmiş olunmasıdır. Gümrük Birliği ile birlikte AB ile sanayi

mallarının ticaretinde uygulanan gümrüklerin kaldırılması ve üçüncü ülkelere karşı

ortak gümrük tariflerinin benimsenmesi, teşvik sisteminin AB ile uyumlandırılması,

rekabet ihlallerinin engellenmesi, sınai mülkiyet haklarının korunması gibi

sanayileşmeyi önemli derecede etkileyecek ekonomi politikalarının hayata geçirilmesi

kabul edilmiştir (Arısoy, 2005:47).195

Neticede; Türkiye'de yurtdışı finansal sermayenin çekilebilmesi adına yapılan

serbestleşme hareketleri sonucunda ülkenin finansal yapısı giderek daha kırılgan bir hal

almaya başlamıştır. 1990 sonrası dönemde Hazine, kamu harcamalarının artması ile

birlikte Merkez Bankasından borçlanma yoluna gitmiştir. Kamu finansmanının

bozulması faiz oranlarının giderek daha da artmasına neden olmuştur. Bu arada

Dünya'nın çeşitli yerlerindeki gelişmekte olan ülkelerde çıkan finansal krizler (Doğu

Asya, Rusya, Meksika ve Arjantin krizleri), Türkiye'deki yabancı yatırımcıyı da

tedirginliğe sürüklemiş ve yabancı yatırımcıların ülkeden yatırımlarını çekmelerine

neden olmuştur. Yabancı yatırımcıların ayrılmasını takiben faizler iyice yükselmiş,

Milli gelir azalmıştır. Giderek ağırlaşan ve içinden çıkılamaz hale gelen iktisadi yapı ve

1994 ve 1999 yıllarında yaşanan krizler Türkiye'nin 2000'li yılların başında 1970'lerin

sonunda yaşadığına benzer büyüklükte krizlerle karşı karşıya kalmasına neden olacak

altyapıyı hazırlamıştır.196

1990'lı yıllar boyunca kısalan aralıklarla gerçekleşen krizler büyük krizlerin

habercisi olmuştur. Ekonomik istikrarın sağlanabilmesi adına enflasyon oranlarının

kabul edilebilir seviyelere çekilmesinin bir zorunluluk olarak görülmesi, 1994 krizi ile

birlikte Türkiye'nin istikrar politikalarının uygulanabilirliği adına IMF ile daha sıkı bir

ilişki içine girmesine neden olmuştur. 1994 yılında 5 Nisan Kararları197 olarak da

adlandırılan istikrar paketinin ardından 1994 Temmuzunda IMF ile yapılan stand by 195 Türkiye 1995 yılında DTÖ'ne de üye olmuş ve uluslararası pazarlara uyumlanma ve eklemlenme adına önemli bir adım daha atmıştır. Ancak, Türkiye'nin zaten 1950 yılından beri DTÖ'nün önceki oluşumu olarak da kabul edilebilecek GATT üyesi olması, 1980-2000 arası dönemde uluslararası piyasalara açılma adına atmış olduğu adımlarda AB üyelik başvurusunu ve özellikle de Gümrük Birliği'nin kabul edilmesini bir adım öne çıkarmaktadır.196 Çelebi (2002:37-38), Bsb (2004:1-2), Tellan (2008:8).

166

Page 180: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

anlaşmasını198 1998 yılında yine IMF ile yapılan Yakın İzleme Anlaşmasının

imzalanması takip etmiştir. Ancak bu gelişmeler de kötü gidişi durduramamış, Türkiye

Ocak 2000'de IMF ile imzalanan üç yıllık yeni stand by anlaşmasının ilk yılı dolmadan

Kasım 2000'de özellikle de bankacılık sektöründe derin sorunlarla yüz yüze kalmıştır.

Siyasal belirsizlik ve ekonomik istikrarsızlığın devam etmesi Şubat 2001'de yeni ve

büyük bir krizin patlak vermesine neden olmuştur. Krizin hemen akabinde döviz kurları

dalgalanmaya bırakılmış, 3 Mayıs 2001'de hazırlanan Niyet Mektubu'na istinaden 15

Mayıs 2001'den itibaren IMF kontrolünde “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı (GEÇP)”

uygulamaya konulmuştur (Tellan, 2008:8-9).

4.1.5. 2000 SONRASI DÖNEM

1980 sonrası hedeflenen dışa açılım süreci 1980'ler ve 1990'lar boyunca

sürmüş, ancak hedeflenen verimlilik, yatırım ve sermaye artışları istenen düzeyde

gerçekleştirilememiştir. Bunun yanında, yaklaşık yirmi yıllık bu süreç boyunca Türkiye

ekonomisi istikrarlı ve güçlü bir yapıya da bürünememiştir. 2001 yılında hayata

geçirilen GEGP temelde, oluşmuş olan güven bunalımının aşılmasını ve bunun için de

istikrarsızlığın hızlı ve bir daha geri dönüşü olmayacak bir şekilde ortadan

kaldırılmasını hedeflemektedir. IMF öncülüğü ve denetimindeki program ana

hedeflerine ulaşabilmek adına özellikle de kamu yönetimi ve iktisadi yapının yeniden

yapılandırılabilmesi için gerekli olan değişikliklerin hayata geçirilmesinin önemini ön

plana çıkarmaktadır (T.C. Hazine Müsteşarlığı, 2001:1-11).

Ekonominin yeniden yapılandırılması, kamu kesiminde şeffaflığın, rasyonel

düşüncenin ve iyi yönetişimin oturtulması ve piyasalarda güven ortamının sağlanması

ana hedefleri altında, enflasyonla mücadelenin devamını, bankacılık sektörü ve reel

kesim arasındaki ilişkinin sağlıklı bir yapıya kavuşturulmasını, kamu finansman

dengesinin bir daha bozulmayacak şekilde güçlenmesini, adil bir gelir politikasının

tahsisini ve bu hedeflerin yerine getirilebilmesi için gerekli olan esnek, etkin ve şeffaf

yapısal unsurların yasal altyapısını oluşturmayı hedeflemektedir (T.C. Hazine

Müsteşarlığı, 2001:12-13).197 5 Nisan kararları ile ilgili daha geniş bilgi için bkz. Güloğlu ve Altunoğlu (2002:17-20), Boratav vd. (1994).198 Stand By Anlaşması, Niyet Mektubu ve Yakın İzleme Anlaşmalarına dair kavramsal açıklamalar için bkz. Doğruel ve Doğruel (2006).

167

Page 181: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

Hazine Müsteşarlığı'nın resmi sitesinde yayınlanan rapor değerlendirmesinde

aynen şu cümle kullanılmaktadır;199

“Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı kapsamında hayata geçirilen önlemlerin

hepsinin tek amacı, Türkiye Cumhuriyeti toprakları üzerinde yaşayan her bireyin yaşam

standartlarının yükseltilmesi ve gelecek nesillere daha yaşanabilir bir Türkiye

sunulabilmesidir. Asıl olan insanlarımızın mutluluğa ve hak ettikleri çağdaş yüksek

yaşam seviyesine kavuşmalarıdır.”

Bsb (2001:3) ise programda özellikle de siyasi ve iktisadi istikrarın

sağlanmasına yönelik yaklaşımların devlet'i iktisadi faaliyet alanından çıkarmaya

yönelik girişimlerin bir sonucu olduğunu iddia etmektedir. Bu doğrultuda, GEGP ile

hedeflenen; devletin fonksiyonlarının “jandarma devlet” düzeyine indirilerek “denetim”

ve “eğitim, sağlık ve adalet” gibi kamu hizmetleri ile sınırlandırılmasıdır. Güloğlu ve

Altunoğlu (2002:26-27) ise, GEGP'nın Aralık 1999'da uygulamaya konan Enflasyonla

Mücadele Programından hiçbir farkının olmadığını belirtmektedirler. Yazarlara göre

aradaki tek fark 1999 yılındaki programda enflasyonla mücadele için kullanılması

kararlaştırılan döviz çapası yerine GEGP'nda dalgalı kur sisteminin uygulamaya

sokulmuş olmasıdır. Bunun dışında kalan reformlar (kamu, özelleştirme, tarım, sosyal

güvenlik) aynen korunmuştur. Bu yapısıyla GEGP'nın Türkiye'nin 2001 yılında

karşılaşmış olduğu sorunların çözümüne yönelik bir yeniliği içermediği gözükmektedir.

Ayrıca, Bsb (2005:39-40), GEGP ile asıl hedeflenenin Türk insanının refah seviyesinin

arttırılması ve Türkiye ekonomisinin istikrarlı bir ekonomiye kavuşarak uzun dönem

kalkınma serüveninde başarıya ulaşabilmesi olmadığını savunmaktadır. Bsb'ye göre

GEGP ile asıl hedeflenen; Türkiye'den alacaklı olan devletlerin alacaklarının garanti

altına alınması (programda %6.5'lik bir faiz dışı fazla hedefi bulunmaktadır),

Türkiye'nin uluslararası iş bölümüne dayalı sistemde emek yoğun ve düşük teknolojik

içerikli malların üretiminde uzmanlaşması ve Türkiye'de temel kamu hizmetleri olarak

görülen (eğitim, sağlık vb.) sektörlerin uluslararası ve ulusal sermayeye açılmasıdır.

199 Değerlendirmenin tümü için bkz. http://www.hmd.gov.tr/irj/go/km/docs/documents/Hazine%20Web/Arastirma%20Yayin/Kitaplar/Yap%C4%B1sal%20Reformlar/Genel%20De%C4%9Ferlendirme.pdf (Erişim;18.05.2009)

168

Page 182: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

Çeşitli yorum ve yaklaşım farklılıkları ile birlikte hayata geçirilen program

sürecinde, 2001-2006 yılları arası dönemde Kişi Başına Düşen GSMH seviyesi ABD

doları bazında yıllık ortalama %21.06 oranında artmıştır. 2001 yılında %54.4

seviyelerinde olan enflasyon oranı ise, 2007 yılında %8.8 seviyelerine kadar

çekilebilmiştir.200

GEGP'da alt hedefler olarak vurgulanmış olan noktalardan birisi de;

iyileşmenin ve reformların bir takım fedakarlıkları zorunlu kıldığı ve bu fedakarlıkların

toplumun her kesimine adaletli bir şekilde yansıtılmasının da programın alt

hedeflerinden birisi olduğudur (T.C. Hazine Müsteşarlığı, 2001:12). Ancak, 2001-2007

yılları arasındaki süreçte elde edilen büyüme ve enflasyonla mücadele başarılarının

kaynakları ne yazık ki yapısal olarak önceki dönemlerde elde edilen geçici büyüme

başarılarındakilerden (1980'li yılların başı ve 1950'li yıllar) çok da farklı

gözükmemektedir. Aynı dönemde, kamu harcamalarının ve iç talebin daraltılması

hedeflenmiştir, bununla birlikte enflasyonla mücadele de devam ettirilmiş ve her üç

konuda da başarının sağlanabilmesi için ücretler büyük ölçüde baskı altında tutulmuştur

(Bsb, 2005:19-20). Kısacası, iktisadi toparlanmanın faturası önceki dönemlerde olduğu

şekilde büyük ölçüde ücretli kesime çıkarılmıştır.

GEGP büyüme açısından her ne kadar parlak bir performansa neden olduysa da

aynı dönemde istihdam yaratıcı bir etki yaratamamıştır. 2000 yılında %6,5 olan işsizlik

düzeyi, 2008 yılı itibariyle %11 seviyelerine yükselmiş, 2009 Şubat ayı işsizlik oranı

ise; %16.1 seviyelerine çıkmıştır. Tarım dışı işsizlik oranı ise %19.8 olarak

hesaplanmıştır (Tüik, 2009:1).

2001 sonrası dönem sadece istihdam yönünden sıkıntılı bir dönem olmamıştır.

Ayrıca Türkiye, geniş cari açıklarla da yüz yüze kalmıştır. Yüksek oranlı yabancı

sermaye girişleri, sürekli artan cari işlem açıkları ve dış borç stoğundaki yükselmeler de

Türkiye ekonomisindeki sağlıksız yapının sürdüğünü işaret etmektedir. 2006 yılında

Türkiye cari işlem açığı bakımından bütün dünya ekonomileri arasında yedinci sıraya

yükselmiştir. İlk altıda yer alan ülkeler ise Türkiye'den farklı olarak zengin ve gelişmiş

ülkelerdir (Boratav, 2007:5).

200 Verilerin temininde, Tüik (2008:673,563), 22.9 Kişi başına düşen GSMH ve 19.17 Türkiye tüketici fiyatları endeks sayıları ve değişim oranları tablolarından yararlanılmıştır.

169

Page 183: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

2008'in ortalarına doğru dünya genelinde yaşanan durgunluk 2008 sonlarına

doğru derinleşmiş ve büyük bir kriz olarak patlak vermiştir. Krizin ana nedeni olarak;

ABD'deki mortgage201 sisteminin çöküşü gösterilse de, aslında ABD'deki 2000'li yılların

başlarından beri süregelen iktisadi gidişat bu krizin asıl köklerini oluşturmuştur.202

Neticede, dünya genelinde yaşanan kriz zaten çeşitli iktisadi sorunlarla boğuşan Türkiye

ekonomisi için sorunları daha da derinleştirmiştir.

4.2. TÜRKİYE'DE DÖNEMLERE AİT EKONOMİK GÖSTERGELER

YARDIMIYLA İDBS UYGULAMALARININ PERFORMANS TAHLİLİ203

Türkiye'nin kuruluşundan günümüze kadarki iktisadi tarihçesi bize

göstermektedir ki; Türkiye 1923-1929 yılları arası dönemde serbest dış ticarete dayalı,

karma bir ekonomi görünümünde gelişimini sürdürmeye çalışmıştır. 1929 bunalımı ile

birlikte daha içe dönük politikalara ağırlık veren Türkiye'de 1950 yılında tek partili

hükümetin değişimi ile birlikte kalkınma stratejilerinde daha liberal bir dönemin

yaşandığı görülmektedir. 1950 yılında başlamış olan bu dönem 1960 yılına kadar

sürmüştür. Kesin olan şudur ki; Türkiye'de 1960-1980 ve 1980 sonrası dönemler, hayata

geçirilmiş kalkınma stratejilerinin değerlendirilmesi ve adlandırılması adına daha net

fikirler vermektedir. Türkiye'nin 1960-1980 arası dönemde İİDBS ve 1980 sonrası

201 Mortgage türkçeye “ipotekli emlak kredisi seedi” olarak çevrilebilmektedir. Mortgage sistemi ise; ipotek teminatına bağlı konut kredisi alacak kimselerin ikincil piyasalarda menkul kıymet olarak ihracı (ipotekli emlak kredisi senedi) ile sermaye piyasalarından fon temin esasına dayalı konut finansman sistemi olarak açıklanabilir (Özsan, 2005:2).202 1990'lı yıllardan itibaren itici gücü teknoloji ve yazılım şirketleri olan NASDAQ (Amerikan Borsası Teknoloji Endeksi) %700'e varan bir büyüme yaşamış, zamanla yatırımcıların artık daha fazla kazancın olmayacağına dair inanışları neticesinde NASDAQ'dan çıkışları ile birlikte, Dot-Com balonu olarak da adlandırılan balon patlamış ve bu durum bir kriz tehdidi haline dönüşmüştür. ABD Merkez Bankası (FED) krizin önüne geçebilmek adına 2003 yılına kadarki süreçte faiz oranlarını %6.5 seviyelerinden %1 seviyelerine indirmiştir. Düşen faiz oranları, ucuz para imkanını arttırmış bu da konut kredilerinde bir artışa neden olmuştur. Zamanla kredi yeter koşulları ortadan kalkmış ve riskli konut kredileri piyasaya hakim olmuştur. Konut sahiplik oranının artması ile birlikte konut taleplerindeki artış devam etmiş ve bu durum da konut fiyatlarının tavan yapmasına neden olmuştur. Enflasyonla mücadele için FED'in faiz artışına gitmesi ise sorunları daha da derinleştirmiştir. Zamanla değişken faizli mortgage kredilerinin geri dönüşünde büyük sorunlar yaşanmaya başlanmış ve bu arada konut fiyatları da düşmeye başlamıştır. Konut fiyatlarının düşüşe geçmesi ile birlikte mortgage sisteminde iyice derinleşen sorunlar, birçok yatırımını mortgage kredileri üzerinden yapan finansal yatırım ve danışmanlık şirketlerini de derinden etkilemiştir. 2008 yılı sonlarına doğru durum iyice içinden çıkılamaz hale gelmiş ve büyük bir finansal kriz ABD kaynaklı olmak ve bütün dünyayı etkilemek üzere patlak vermiştir (Ünal ve Kaya, 2009:3-4, www.evrensel.net (18.08.2008))203 Çalışmamızın bu bölümünde Türkiye'de İDBS'nin performans tahlili yapılırken genel itibariyle, sf. 85-86'da yer vermiş olduğumuz gelişmişlik göstergeleri üzerinden hareket edilmiştir.

170

Page 184: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

dönemde ise İDBS ışığında kalkınma serüvenine devam ettiği görülmektedir.

Türkiye'nin alt dönemleri itibariyle büyüme serüveni Tablo 4.14.'de verilmiştir.

Tablo 4.14. 1923-2006 Yılları Arasında Türkiye'de Alt Dönemler İtibariyle

Ortalama GSMH Büyüme Rakamları (GSMH seviyeleri 1923-1947 dönemi 1948

fiyatlarıyla, 1948-1967 dönemi 1968 fiyatlarıyla, 1968-2006 dönemi 1987 fiyatlarıyla

hesaplanmıştır.)204

DÖNEM 1924/1930

1931/1940

1941/1947

1949/1960

1961/1967

1969/1980

1981/1990

1991/2000

2001/2006

ORTALAMA BÜYÜME % 9,69 5,3 0,18 5,69 5,9 4,09 5,25 3,63 4,62

KAYNAK: Tüik (2008)'den yararlanılarak tarafımızca hazırlanmıştır.

Tablo 4.14.'de Türkiye'nin tarihindeki en iyi büyüme performansını 1924-1930

yılları arasındaki dönemde yıllık ortalama %9,69 oranında büyüyerek gösterdiği

görülmektedir. İkinci ve üçüncü en iyi performanslar ise 1961-1967 arası dönemde

%5,9'luk ve 1949-1960 arası dönemde %5,69'luk büyüme oranları ile gerçekleşmiştir.

Cumhuriyetin yeni kurulmuş olduğu 1923-1930 yılları arasında kalan dönemdeki

büyüme artışları büyük oranda atıl kapasitenin kullanılabilir hale getirilmesi ve

ekilebilir araziye nüfusun geri dönüşü ile gerçekleşmiştir.205 Diğer yandan 1949-1960

yılları arasında kalan dönemde planlı ekonomiden liberal ekonomiye keskin ve hızlı bir

geçiş yaşanmıştır. Ancak bu dönemde izlenen liberal politikaların tam olarak İDBS'ne

yönelik politikalar olduğunu söylemek de zordur. Bu dönemde Türkiye büyük ölçüde

yurtdışı yardımlar ve borçlanma ile büyümüştür. Aynı dönemde Türkiye'nin sektörel

anlamda da büyük bir değişikliğe uğradığı görülmektedir. Grafik 4.1. bize 1950'lere

kadar ağır ama olumlu şekilde ilerleyen sanayileşme uğraşısının, sektörel dağılımda

keskin bir dengesizlik yaratmadan gerçekleştirildiğini göstermektedir. 1950'lerden

itibaren ise sektörel dağılımın keskin bir şekilde hizmetler sektörü lehine değişmeye ve

özellikle de tarım sektörünün GSMH içindeki payının düşmeye başladığı görülmektedir.

Sektörel dağılımdaki bu değişim süreci günümüze dek devam etmiştir.

204 GSMH artış değerleri, 1923-1947 dönemi 1948 sabit fiyatlarıyla, 1948-1967 dönemi 1968 sabit fiyatlarıyla, 1968-2006 dönemi 1987 sabit fiyatlarıyla ifade edilmiş olunan GSMH değerleri üzerinden hesaplanmıştır. Tabloda seçilen alt dönemlerin belirlenmesinde de, sabit fiyatların sınırlandırmış olduğu periyotlar dikkate alınmıştır.205 Boratav (2004:50), Çelebi (2002:21).

171

Page 185: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

TARIM % SANAYİ % HİZMETLER %

19231926

19291932

19351938

19411944

19471950

19531956

19591962

19651968

19711974

19771980

19831986

19891992

19951998

20012004

0

10

20

30

40

50

60

70

Grafik 4.1. Türkiye'de Sektörlerin GSMH İçindeki Payları

KAYNAK: Tüik (2008)'den yararlanılarak tarafımızca hazırlanmıştır.

1961-1970 arası dönem; Türkiye'nin 1950'lere kadarki sanayileşme çabalarını

İİDBS yardımıyla ve kaldığı yerden devam ettirmeye çalıştığı bir dönemdir. 1950

sonrası dönemde başlamış olan sektörel değişim, 1961-1970 arası dönemde de

sürmüştür. Ancak bu dönem hem sanayileşme çabaları bakımından hem de büyüme

performansı bakımından bir önceki döneme göre daha başarılı bir dönem olmuştur.

Tablo 4.15. bize alt dönemler itibariyle sektörlerin GSMH içindeki paylarının ne şekilde

değiştiğine dair rakamsal bilgiler vermektedir.

Tablo 4.15. Türkiye'de 1923-2006 Yılları Arasında Sektörlerin GSMH

İçindeki Payları (Yıllık Ortalamalar)

DÖNEM 1924/1930

1931/1940

1941/1947

1949/1960

1961/1970

1971/1980

1981/1990

1991/2000

2001/2006

TARIM % 45,5 43,6 43 39,84 32,57 26,5 19,38 14,27 12,3

HİZMET % 44,73 42,45 41,54 45,97 48,97 54,01 56,71 58,44 58,7

SANAYİ % 9,79 13,96 15,46 14,15 18,46 19,5 23,93 27,29 29KAYNAK: Tüik (2008)'den yararlanılarak tarafımızca hazırlanmıştır.

Tablo 4.15'te açıkça görülmektedir ki; Türkiye tarihinde sanayi sektörünün

tarım sektörü ile birlikte GSMH içindeki payının azaldığı tek dönem 1949-1960 arası

dönemdir. Bu dönemde yaratılan kaynaklar daha ziyade konut ve turizm gibi üretime

dayalı olmayan hizmet sektörlerine aktarılmış ve GSMH artışları bu sektörün

liderliğinde sağlanmıştır. 1961-1970 arası dönemse Türkiye'nin sanayileşme uğraşıları

açısından 1924-1930 yılları arası dönemden sonraki en başarılı dönemi olarak

görülmektedir. 1961-1970 arası dönemde sanayi sektörünün GSMH içindeki payı

172

Page 186: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

yaklaşık %30'luk bir artış göstererek %18,46 seviyelerine yükselmiştir. Genel olarak ele

alındığında, Türkiye'nin İİDBS'ni uygulamaya geçirmiş olduğu 1961-1980 arası

dönemde sanayi sektörünün GSMH içindeki payında yaklaşık %38'lik bir artış

sağlanmıştır. İDBS'nin uygulamaya konduğu 1981 ve sonrası dönemde ise sanayi

sektörünün GSMH içindeki payının ancak %21 dolaylarında artmış olduğu

görülmektedir. Üstelik çalışmamızda incelemeye konu olan yıllar itibariyle, İDBS'nin

uygulandığı bu dönem İİDBS'nin uygulanmış olduğu 1961-1980 arası dönemden altı yıl

daha uzun bir periyodu kapsamaktadır.

İDBS dönemi, büyüme performansları bakımından da İİDBS dönemine göre

daha başarısız sonuçlara sahne olmuştur. Türkiye 1961-1980 arası dönemde yıllık

ortalama %5,37'lik bir büyüme performansı gösterirken. 1981-2006 yılları arasında ise

yılda ortalama %4,21'lik bir büyüme performansı göstererek, planlı döneme göre daha

başarısız bir görüntü sergilemiştir.

Türkiye'de kişi başına düşen GSMH oranları incelendiğinde de büyüme ve

sanayileşme performanslarına dair yapılan incelemelere benzer bir tablo ortaya

çıkmaktadır.

Tablo 4.16. 1923-2006 Yılları Arasında ABD Doları ve Sabit Fiyatlar Bazında

Türkiye'de Alt Dönemler İtibariyle Ortalama Kişi Başına Düşen GSMH Büyüme

Rakamları (Sabit Fiyatlar Bazında GSMH seviyeleri 1923-1947 dönemi 1948

fiyatlarıyla, 1948-1967 dönemi 1968 fiyatlarıyla, 1968-2006 dönemi 1987 fiyatlarıyla

hesaplanmıştır.)

DÖNEM 1924/1930

1931/1940

1941/1950

1951/1960

1961/1970

1971/1980

1981/1990

1991/2000

2001/2006

ORTALAMA BÜYÜME ($) 4,66 7,64 10,73 9,84 7,23 12,23 6,53 1,93 12,82

ORTALAMA BÜYÜME (Sbt.) 9,27 3,11 -0,96 3,45 3,06 1,67 2,63 1,74 3,28

DÖNEM 1961-1980 1961-1976 1981-2006 1981-2000

ORTALAMA BÜYÜME ($) 9,73 11,61 6,21 4,23

ORTALAMA BÜYÜME (Sbt.) 2,33 3,22 2,52 2,29

KAYNAK: Tüik (2008) ve TCMB Elektronik Veri Dağıtım Setinden yararlanılarak tarafımızca

hazırlanmıştır.

173

Page 187: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

Tablo 4.16.'dan İİDBS'nin uygulanmış olduğu 1961-1980 yılları arasında

Türkiye'de kişi başına düşen GSMH, ABD doları bazında %9,73'lük bir artış

göstermiştir. 1961-1980 arası dönemden son üç yıllık periyot çıkarıldığında ise artış

oranı ABD doları bazında %11,61'lere kadar yükselmektedir. İDBS'ne geçilmiş olunan

1980 sonrası dönemde ise ABD doları bazında kişi başına düşen GSMH artışı 1980-

2000 yılları arası dönem için; %4,23, 1980-2006 yılları içinse %6,21 oranında

gerçekleşmiştir. Sabit fiyatlar bazında ise iki dönemde de birbirine yakın

performansların sergilenmiş olduğu görülmektedir. 1961-1980 arası dönemde sabit

fiyatlar bazında %2,33 oranında artan kişi başına düşen GSMH miktarı, 1980-2006 arası

dönemde ise %2,52 oranında artış göstermiştir.

Türkiye için içe dönük kalkınma döneminin niceliksel açıdan büyüme ve

sanayileşme performansları bakımından dışa dönük kalkınma dönemine göre daha

başarılı olduğu ortadadır. Ancak, Türkiye'nin rakamsal açıdan içe dönük sanayileşme

döneminde daha iyi bir performans göstermiş olması “iyi” bir büyüme performansı

gerçekleştirmiş olduğunu göstermemektedir. Türkiye ekonomisindeki büyüme

performanslarının niteliksel olarak ele alınması ve dönemlerin bu sonuçlara göre de

karşılaştırılması yerinde olacaktır. Niteliksel açıdan, “iyi” bir büyüme; beşeri gelişmeyi

tüm yönleriyle teşvik etmek ve desteklemek zorundadır. Bu doğrultuda iyi bir büyüme;

tam istihdamı, bireyi özgürleştiren ve bireye denetleme şansı veren özgür birey ve bilgi

toplumu yaklaşımını, refah artışlarının adil bir şekilde dağıtılmasını, toplumsal işbirliği

ve uyumun sağlanmasını, insani kalkınmanın geleceğinin korunmasını amaçlamalıdır

(Ay ve Karaçor, 2006:17-18).

Genel iktisat literatürü bize gerek İİDBS ile olsun gerekse İDBS ile olsun,

iktisadi büyüme başarılarının mutlaka istihdamı arttırıcı ve işsizliği düşürücü bir etkisi

olacağını söylemektedir (Ay ve Karaçor, 2006:82). Ancak; Türkiye'nin büyüme

serüvenine baktığımızda istihdam yaratabilme becerisini özellikle de 1950'li yıllardan

itibaren kaybetmiş olduğunu görmekteyiz. Tablo 4.17. ve Grafik 4.2. bize 15 yaş ve

üstü çalışabilir nüfusun istihdam edilme oranlarını ve istihdamın sektörlere göre

dağılımını vermektedir.

174

Page 188: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

1955 1960 1965 1970 1975 1980 1985 1990 20000

10

20

30

40

50

60

70

80

90

TARIM SANAYİ HİZMET İSTİHDAM EDİLEN

Tablo 4.17. Türkiye'de Çalışabilir Nüfusun İstihdam Edilme Oranı ve

İstihdamın Sektörler İtibariyle Dağılımı % (1955-2000 arası dönem)

YILLAR İSTİHDAM EDİLEN 15 YAŞ ÜSTÜ NÜFUS %

TARIM%

SANAYİ %

HİZMET%

İYİ TANIMLANMAMIŞ FAALİYETLER %

1955 83,7 77,4 6,6 10,1 6

1960 79,6 74,9 7,5 12,4 5,1

1965 74,3 71,9 7,9 13,8 6,4

1970 67,8 66,1 9,7 22,2 2

1975 66,8 65,2 9,5 24 1,4

1980 65,6 57,9 12 29,2 1

1985 63,9 57 11,7 30,8 0,5

1990 63,6 52,1 13 34,3 0,6

2000 58,9 47,8 13,4 38,7 0,1KAYNAK: Tüik (2008)'den yararlanılarak tarafımızca hazırlanmıştır.

Grafik 4.2. Türkiye'de Çalışabilir Nüfusun İstihdam Edilme Oranı ve

İstihdamın Sektörler İtibariyle Dağılımı % (1955-2000 arası dönem)

KAYNAK: Tablo 4.16'dan yararlanılarak tarafımızca hazırlanmıştır.

Tablo 4.17.'den çalışabilir nüfusun istihdam edilme oranının yaklaşık 45 yıllık

bir süreçte devamlı bir düşüş trendi içinde olduğu görülmektedir. Ayrıca, toplam

istihdam edilme oranları ile tarım sektöründe yaratılmış olunan istihdam oranları aynı

süreçte neredeyse birebir aynı seyri izlemişlerdir. Bu ilişkiyi Grafik 4.2.'de daha rahat

bir şekilde görmekteyiz. Netice olarak, sektörlerin GSMH'ya olan katkılarında özellikle

de 1950 sonrası yaşanan değişime benzer bir değişim, doğal olarak istihdam yaratma

oranlarına da yansımıştır. Ancak, Tablo 4.17. ve Grafik 4.2. incelendiğinde, GSMH ve

175

Page 189: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

toplam istihdam içindeki payı artmış olmasına rağmen, hizmet sektörünün toplam

istihdama yeterli katkıyı yapamamış olduğu görülmektedir. Toplam istihdam oranları

neredeyse tarım sektöründeki istihdam oranlarıyla birebir bir seyir izlemiş ve istihdam

oranları 1955 yılından 2000'li yıllara kadar devamlı düşmüştür.

Benzer istihdam sorunlarının 2000 sonrası dönem için de geçerli olduğu hatta

daha da derinleştiği görülmektedir. Tablo 4.18. bize 2000 ve sonrası dönem için

istihdam verileri ve işsizlik oranları ile ilgili bilgiler vermektedir.

Tablo 4.18. Yıllar İtibariyle Türkiye'de İşsizlik, 15 Yaş Üstü Nüfusun Toplam

Nüfus İçindeki Payı ve İstihdam Edilenlerin Sayısındaki Değişim (2000-2009 dönemi)

YILLAR 2000 2001 2001 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009*

İŞSİZLİK % 6,5 8,4 10,3 10,5 10,3 10,3 9,9 9,9 11 16,1

15+ NÜFUS % 69,8 70,1 70,2 70,4 70,7 71 71,2 71,4 72 -

İSTİHDAM DEĞİŞİMİ % -2,12 -0,26 -0,79 -0,97 3,05 1,17 1,29 1,1 2 -

*2009 yılı için verilen işsizlik verileri Şubat 2009 verileridir.KAYNAK: Tüik (2008)'den ve http://www.tuik.gov.tr “İşgücü İstatistikleri”nden yararlanılarak

tarafımızca hazırlanmıştır.

Tablo 4.18. bize 2000 sonrası dönemde de Türkiye'nin istihdam yaratmada

sorunlar yaşadığını göstermektedir. 2000 sonrası dönemde istihdam edilebilir nüfus

olarak 15 yaş üstü nüfusun toplam nüfus içindeki payı devamlı artarken, istihdam

edilenlerin sayısında ise 2000 ve 2003 yılları arasında devamlı bir düşüşün yaşandığı

görülmektedir. 2004 ve sonrası dönemdeki istihdam artışlarıysa tatmin edici seviyelerde

gözükmemektedir (yıllık ortalama %2.1). Bütün bunlara ek ve bunlarla ilişkili olarak

2000-2008 arası dönemde işsizlik oranları yıllık %9,67'lik bir ortalama ile

gerçekleşmiştir. Aynı dönemden 2000 ve 2001 yıllarını çıkardığımızda ise yıllık

ortalama işsizlik oranı %10.3'ler seviyelerine yükselmektedir. 2009 yılının Şubat ayı

itibariyleyse işsizlik oranları %16,1'lik oranla rekor seviyelere ulaşmıştır.206 Görünen o

ki; GEGP 2000 sonrası dönemde istihdam artışlarının sağlanması konusunda başarılı

olamamıştır. Buna ek olarak, öncelikli hedefi fiyat istikrarının sağlanması ve bu yolla da

206 Türkiye, %16,1'lik işsizlik oranı ile OECD ülkeleri arasında 1birinci sırada, Dünya piyasalarında etkili olan 35 ülke içinde ise G. Afrika'dan sonra ikinci sırada yer almaktadır. http://www.ivmedergisi.com/ 15052009/ issizlikte-yeni-rekor.ivme#comment-75 (Erişim:29.05.09)

176

Page 190: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

19601962

19641966

19681970

19721974

19761978

19801982

19841986

19881990

19921994

19961998

20002002

0

1

2

3

4

5

6

7

EĞİTİM YATIRIMLARININ PAYI %

ekonomik istikrarın inşa edilmesi olan GEGP'nın zaten alt hedefleri içinde bile istihdam

yaratıcı büyümenin inşası gibi bir tasanın olmadığı görülmektedir.207

Genel iktisat literatürü tarafından iyi bir büyümenin diğer bir önemli

faktörünün bilgi toplumunun inşası olduğu belirtilmektedir.208 Bilgi toplumunun

oluşumunda anahtar öneme sahip iki faktör; beşeri sermayenin ve Ar-Ge çalışmalarının

geliştirilmesidir (Aktan ve Tunç, 1998:118-123). Beşeri sermayenin geliştirilmesi

hususunda ise eğitim alanında elde edilen kazanımlar ön plana çıkmaktadır. Grafik 4.3.

ve Tablo 4.19. bize dönemler itibariyle Türkiye'de gerçekleştirilen eğitim yatırımları

hakkında bilgiler vermektedir.

Grafik 4.3. Türkiye'de Toplam Sabit Sermaye Yatırımları İçinde Eğitim

Yatırımlarının Payı (%) (1960-2003)

KAYNAK: DPT (2008)'den yararlanılarak tarafımızca hazırlanmıştır.

Tablo 4.19. Türkiye'de Toplam Sabit Sermaye Yatırımları İçinde Yıllık

Ortalama Değerler ve Alt Dönemler İtibariyle Eğitim Yatırımlarının Payı (%) (1960-

2003)

DÖNEMLER 1960-1980 1981-2003 1960-1976 1981-2000

EĞİTİM YATIRIMLARININ PAYI % 2,76 3,04 3,05 2,67

KAYNAK: DPT (2008)'den yararlanılarak tarafımızca hazırlanmıştır.

Grafik 4.3. eğitim yatırımlarının 1964 yılına kadar artan trendli bir seyir

izlediğini göstermektedir. 1964 sonrası dönemde iniş trendine geçmiş olan eğitim

207 GEGP'nın ana ve alt hedefleri için bkz. T.C. Hazine Müsteşarlığı (2001:12-13).208 En genel anlamıyla bilgi toplumu; bilginin ve beşeri sermayenin önem kazandığı, eğitimin sürekliliğinin ön plana çıktığı, teknolojik ilerlemeler neticesinde toplumu sanayi toplumunun ötesine taşıyan bir gelişme aşaması olarak tanımlanabilmektedir (Aktan ve Tunç, 1998:126). Bilginin iktisadi kalkınma literatüründeki önemi ve yeri için bkz sf. 38-44. Ayrıca, Bilgi toplumunun kavramsal içeriği ve genel hatları ile ilgili daha geniş bilgi için bkz. Dpt (2006), Kocacık (2003).

177

Page 191: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

yatırımları 1978'den sonra genel olarak yeniden bir çıkış trendi yakalamıştır. Tablo 4.19

ise bize eğitim yatırımlarına dair daha geniş bilgiler sunmaktadır. Alt dönemler

itibariyle sabit sermaye yatırımları içinde eğitim yatırımlarının paylarının yıllık

ortalama değerleri verilmektedir. Genel itibariyle ithal ikameci dönemdeki eğitim

yatırımlarının dışa dönük dönemdeki eğitim yatırımlarına oranla daha aşağıda kalmış

olduğu görülmektedir. 1960-80 arası dönemde eğitim yatırımlarının toplam sabit

sermaye yatırımlarının içindeki yıllık ortalama payının %2,76 olarak gerçekleştiği

görülürken, 1980 sonrası dönemde bu oran %3,04'e yükselmiştir. Ancak, alt dönemlere

dair daha hassas bir inceleme yapıldığında görülmektedir ki; ithal ikameci döneme ait

son 3 yıllık değerler genel değerlendirmeden çıkarıldığında eğitim yatırımlarının sabit

sermaye yatırımları içindeki payı yıllık ortalama %3,05 seviyelerine çıkmaktadır, 1980-

2000 yılları arası dönem içinse bu oran %2,67 seviyelerine inmektedir. Bu doğrultuda,

İthal ikameci dönemde uzunca bir süre eğitim yatırımlarına İDBS'nin uygulanmış

olduğu döneme göre daha fazla önem verildiği yorumu yapılabilir.209 Neticede; her iki

açıdan da, eğitim yatırımları bakımından iki dönem arasında keskin bir değişim

yaşanmamıştır. Buna ek olarak; 1960-1980 arası dönemde eğitim yatırımlarına uzunca

bir süre, 1980 sonrası dönemden daha fazla ağırlık verilmiştir.

Eğitim yatırımları ile birlikte eğitimin kalitesi de beşeri sermaye kazanımları

adına önem arz etmektedir. Tablo 4.20. ve Tablo 4.21. sırasıyla Türkiye'de 1923-2008

arası dönemde okul başına düşen öğrenci ve öğretmen başına düşen öğrenci

sayılarındaki alt dönemler arası değişim oranlarını vermektedir.210

209 Bu değerlendirmeyi yaparken, bilgi ve beşeri sermaye temelli içsel büyüme modellerinin öneminin 1980 sonrası dönemde artmış olduğunu ve beşeri sermaye artışlarına yönelik genel literatürün ve eğilimlerin özellikle de 1980 sonrası dönemde hız kazanmış olduğunu da göz önüne almak gereklidir. Bütün bunların bir sonucu olarak; 1980 öncesi yatırım önceliklerinin seçiminde 1980 sonrası dönemden farklı belirleyicilerin rol oynamış olabileceği yorumu da yapılabilir.210 Her iki tablodaki alt dönemler 1997 yılından itibaren ilköğretimin 8 yıla çıkarılmasını göz önüne alarak belirlenmiştir. Ayrıca, dönemlere ait değişim oranları, dönemlerin içermiş olduğu yıllara ait verilerin, dönem uzunluğu itibariyle aritmetik ortalamalarının alınması ile hesaplanmıştır.

178

Page 192: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

Tablo 4.20. Türkiye'de Alt Dönemler İtibariyle Okul Başına Düşen Öğrenci

Sayılarındaki Değişim Oranları (%)

DÖNEMLER İLKOKUL GENEL ORTAOKUL GENEL LİSE

TEKNİK MESLEK YÜKSEKÖĞRETİM

1941-1950 4,81 7,29 97,4 44,13 10,1

1951-1960 15,6 -14,57 -4,66 -16,2 19,97

1961-1970 21,9 79,72 55,82 23,51 18,34

1971-1980 1,6 -11,52 1,28 37,83 2,66

1981-1990 2,7 -9,19 1,08 2,59 20,53

1991-1997 6,7 -25,15 7,48 12,66 26,37

1998-2007 96,6 - 4,89 -22,71 -6,83

1961-1980 22,96 69,38 56,82 46,87 19,91

1981-1997 3,84 -18,26 4,44 25,62 37,15

1998-2008 109,43 - 9,81 -17,58 4,83KAYNAK: Tüik (2008)'den yararlanılarak tarafımızca hazırlanmıştır.

Tablo 4.21. Türkiye'de Alt Dönemler İtibariyle Öğretmen Başına Düşen

Öğrenci Sayılarındaki Değişim Oranları (%)

DÖNEMLER İLKOKUL GENEL ORTAOKUL İLKÖĞRETİM GENEL

LİSETEKNİK MESLEK YÜKSEKÖĞRETİM

1941-1950 23,78 -13,58 - 57,33 26,83 45,12

1951-1960 1,75 4,81 - -8,05 -7,8 -7,14

1961-1970 -5,58 35,2 - 43,8 13,08 31,54

1971-1980 -25,91 38,11 - -7,61 19,73 4,09

1981-1990 -8,28 4,92 - -34,07 -15,34 -6,18

1991-1997 -5,8 -4,51 - 27,78 17,45 39,72

1998-2007 - 22,13 -23,64 2,47

1961-1980 -17,81 60,97 - 38,32 24,23 34,23

1981-1997 -23,51 21 - -30,47 -1,29 10,23

1998-2008 - - -* 42,13 -16,17 24,3KAYNAK: Tüik (2008)'den yararlanılarak tarafımızca hazırlanmıştır.* Önceki döneme ait veri olmadığı için değişim oranı verilememiştir.

İthal ikameci dönemde okullaşma oranı açısından lise ve altı düzeyde eğitim

kurumları bazında ihracata dayalı kalkınma döneminden daha başarısız bir performans

sergilenmiştir. 1961-1980 arası dönemde okul başına düşen öğrenci sayılarında yüksek

oranlı artışlar olduğu görülmektedir. Fakat, 1980 sonrası dönemde bu kompozisyon

179

Page 193: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

değişmiştir. Yükseköğretim dışındaki bütün öğretim seviyelerinde okul başına düşen

öğrenci sayısındaki artışın düştüğü hatta ortaokul seviyesi için ise azalmış olduğu

görülmektedir. Bu doğrultuda, okullaşma açısından 1980 sonrası dönem önceki döneme

göre daha başarılıdır. Benzer bir durum öğretmen başına düşen öğrenci sayılarındaki

değişim için de geçerlidir. Bütün seviyelerdeki öğretmen başına düşen öğrenci

sayılarındaki artış 1961-1980 dönemine göre yavaşlamıştır, hatta ilkokul, genel lise ve

teknik meslek lise düzeylerinde azalışların olduğu görülmektedir. 1980 sonrası dönem

itibariyle, öğrenci başına düşen öğretmen ve okul sayılarındaki artışlar, verilen eğitimin

kalitesi açısından olumlu verilerdir. Bununla birlikte, Tablo 4.22.'de verilen lise ve üstü

seviyedeki eğitim kurumlarında verilen diplomaların öğrenci sayılarına oranları 1960

sonrası dönem itibariyle toplumsal eğitim düzeyinin artması adına çok da fazla bir yol

kat edilemediğini göstermektedir.

Tablo 4.22. Lise Dengi ve Üstü Eğitim Kurumlarında Alt Dönemler İtibariyle

Dağıtılan Diploma Sayılarının Bu Kurumlarda Eğitim Gören Öğrenci Sayılarına

Oranları (%)

DÖNEM GENEL LİSE TEKNİK MESLEK LİSE YÜKSEKÖĞRETİM

1923-1960 18,38 18,57 12,38

1961-1980 21,01 22 13,29

1981-2007 22,4 22,17 13,91KAYNAK: Tüik (2008)'den yararlanılarak tarafımızca hazırlanmıştır.

Genel lise düzeyinde okuyan öğrencilerin 1961-1980 arası dönemde bir önceki

döneme kıyasla yaklaşık %2,6'lık bir artışla, %21,01'i diploma alıp mezun olabilmişken,

bu oran 1980 sonrası dönemde ancak %1,4 oranında arttırılabilmiştir. Artış oranları ile

ilgili gelişmeler teknik ve meslek liseleri ile yükseköğretim kurumları adına da olumsuz

bir vaziyet almıştır. 1961 ve 1980 arası dönemde sırasıyla %4,43 ve %0,9'luk artış

oranları ile %22 ve %13,29'luk mezun verme oranlarına yaklaşan teknik ve meslek

lisesi ve yükseköğretim kurumlarında 1980 sonrası dönem itibariyle artış seviyeleri

%0,17 ve %0,62 olarak gerçekleşmiştir. Rakamlar bize, ithal ikameci dönemdeki lise ve

üstü okullardan mezun olanların sayısındaki artış rakamlarının, 1980 sonrası dönemde

yakalanamadığını göstermektedir.

180

Page 194: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

Okuryazarlık oranlarındaki artışlar da bize İİDBS'nin uygulamada olduğu

dönemin 1980 sonrası döneme göre çok daha başarılı bir dönem olduğunu

göstermektedir. Tüik (2008:26), cinsiyet durumuna göre nüfusun okuryazarlık oranları

tablosu bize, 1960 yılında %39,51 olan toplum okuryazarlık oranlarının 1980 başında

yaklaşık %71'lik bir artışla %67,48 seviyelerine çekilmiş olduğunu göstermektedir.

1980-2000 arası dönemde ise okuryazarlık oranında yaklaşık %29'luk bir artış

sağlanmış ve 2000 yılı itibariyle okuryazarlık oranı %87,32 seviyelerine çıkartılmıştır.

Bir ülke halkının beşeri sermayesinin gelişim süreci açısından eğitim seviyesi

artışlarının yanında kültür seviyesindeki artışlar da önemlidir. Kültür kavramının birçok

farklı tanımı yapılabilmektedir. Türk Dil Kurumu resmi sitesinde kültür kavramına dair

tanımlar şu şekilde verilmektedir;211

“1. Tarihsel, toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan bütün maddi ve manevi

değerler ile bunları yaratmada, sonraki nesillere iletmede kullanılan, insanın doğal ve

toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların bütünü, hars, ekin:

“Harf inkılabı, Türk kültür inkılabının temelidir.” -E. İ. Benice. 2. Bir topluma veya

halk topluluğuna özgü düşünce ve sanat eserlerinin bütünü: “Doğrusu, teknik ve kültür

her gün biraz daha ilerlemektedir.” -S. Birsel. 3. Muhakeme, zevk ve eleştirme

yeteneklerinin öğrenim ve yaşantılar yoluyla geliştirilmiş olan biçimi. 4. Bireyin

kazandığı bilgi: Tarih kültürü kuvvetli bir kişi.”

Kültür kavramına yönelik bütün bu tanımlamaların içinden; “bireyin kazandığı

bilgi” tanımlaması beşeri sermaye açısından büyük önem arz etmektedir. Tüik

(2008:80-89), kültür olgusuna dair birçok gösterge kullanmaktadır. Ancak bu

çalışmanın inceleme alanına ve yazarının şahsi görüşüne göre; bunların içindeki en

önemli kültür göstergesi “halk kütüphaneleri, kitap ve kütüphanelerden yararlananların

sayısı ve değişim oranları” göstergeleridir. Tablo 4.23.'de 1945-2007 arası alt dönemler

itibariyle Türkiye'deki kütüphane, kütüphanelerdeki kitap ve kütüphanelerden

faydalanan kişi sayılarındaki ortalama değişim oranları verilmektedir.

211 http://tdkterim.gov.tr/bts/?kategori=veritbn&kelimesec=213093 181

Page 195: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

Tablo 4.23. Türkiye'deki Kütüphanelerin, Kütüphanedeki Kitapların ve

Kütüphanelerden Yararlanan Kişilerin Sayılarındaki Değişim Oranları. (1945-2007).

DÖNEM KÜTÜPHANE SAYISI DEĞ. ORANI %

KİTAP SAYISI DEĞ. ORANI %

KÜTÜPHANELERDEN YARARLANAN KİŞİ

SAYISI DEĞ. ORANI %

1945-1960 6,44 4,69 8,43

1961-1980 6,41 6,38 10,41

1981-2007 3,17 3,97 3,47KAYNAK: Tüik (2008)'den yararlanılarak tarafımızca hazırlanmıştır.

Tablo 4.23.'de 1980 sonrası dönemin her açıdan 1980 öncesi döneme göre çok

daha karamsar bir tablo çizmiş olduğu açıktır. 1980 öncesi ve sonrası dönemler

arasındaki en belirgin fark ise maalesef kütüphanelerden yararlanan kişi sayısında

ortaya çıkmış olan farktır. 1980 sonrası dönemde ülke nüfusu 2007 yılına kadar yıllık

ortalama ile yaklaşık %2,56 oranında bir artış gösterirken, kütüphanelerden yararlanan

insan sayısı ancak %3,47 oranında artmıştır. 1961-1980 döneminde ise nüfus yıllık

ortalama %2,73 oranında artmış, ancak kütüphanelerden yararlanan insan sayısı %10,41

oranında artış göstermiştir.

Günümüzde 1980 öncesi döneme göre bilgiye ulaşmanın çok farklı yollarının

olduğu bir gerçektir. Ancak, kütüphaneleri sadece bilgiye ulaşılan yerler olarak görmek

de yanlıştır. Günümüzde, internet veya diğer teknolojiler aracılığıyla birçok çalışma,

kitap vb. yayınlara ulaşmak mümkün olsa da, basılı bilgi kaynakları ve eserler hala

kültürel mirasa ve bilgiye ulaşmanın en önemli araçlarından bir bölümünü

oluşturmaktadır. Bu konuya dair daha geniş bir incelemenin yapılması mümkündür,

ancak bu inceleme çalışmamızın sınırlarını aşacağından ve çok daha derin bir

araştırmayı gerektirdiğinden ötürü kültürel birikime dair yapılacak yorum

kütüphanelerin, kütüphanedeki kitapların ve kütüphanelerden yararlanan insanların

sayılarındaki değişim oranlarının incelenmesi ile sınırlı kalacaktır. Bu doğrultuda, 1980

sonrası dönemin özellikle de kültürel kazanımlar açısından 1980 öncesi döneme nazaran

başarısız bir dönem olduğu yorumu yapılabilmektedir.

Bilgi stoğunun genişlemesine yönelik en önemli faktörlerden birisi de

ülkelerdeki Ar-Ge çalışmalarıdır. Tablo 4.24 bize Türkiye’deki ar-ge çalışmalarının,

günümüz gelişmiş ülkelerinin çok gerilerinde kalmış olduğunu göstermektedir. 182

Page 196: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

Tablo 4.24. Seçilmiş Ülkeler Bazında GSMH'nın Yüzdesi Olarak Ar-Ge

Harcamaları

1991 1992 1993 1994 1995 1996

ABD 2,8 2,7 2,6 2,5 2,6 2,5

JAPONYA 2,8 2,7 2,7 2,6 2,8 -

KORE 1,9 - - - 2,7 -

FRANSA 2,4 2,4 2,5 2,4 2,3 2,3

ALMANYA 2,6 2,5 2,4 2,3 2,3 2,3

İTALYA 1,3 1,3 1,3 1,2 1,1 1,1

PORTEKİZ - 0,7 - 0,8 0,7 -

İSPANYA 0,9 0,9 0,9 0,9 0,9 0,8

TÜRKİYE 0,5 0,5 0,4 0,4 0,4 0,5KAYNAK: Arısoy (2005:61)

Üretimde verimlilik artışlarının sağlanması ve sürdürülebilir bir büyüme

performansının tahsisi için Türkiye'nin gerek eğitim gerekse Ar-Ge sektörlerine daha

fazla yatırım yapması gerekmektedir.

“İyi” büyümeye dair diğer önemli bir gösterge de sağlanan refah artışlarının

nüfusa eşit bir şekilde dağılımının gerçekleştirilebilmesidir. Gelir dağılımı, çeşitli

türlerde incelenebilmektedir. Ancak bu türlerden en dikkat çekici ve en çok ele alınanı;

üretim ögelerinin üretime katılarak elde ettikleri gelirin birey grupları içinde ne şekilde

dağıldığını gösteren kişisel gelir dağılımıdır (Karaman ve Özçalık, 2007:27).212

Çalışmamızda da, Türkiye'ye dair gelir dağılımı analizi “kişisel gelir dağılımı”

değerlendirmeleri yardımıyla yapılacaktır.

Tablo 4.25. Türkiye'de Seçilmiş Yıllar İtibariyle Gelir Dağılımı Verileri.

GELİR GRUPLARI 1963 1968 1973 1986 1987 1994 2002 2005

En Düşük %20 4,3 3 3,5 3,9 5,2 4,9 5,3 6,1

İkinci %20 8,5 7 8 8,4 9,6 8,6 9,8 11,1

Üçüncü %20 11,5 10 12,5 12,6 14 12,6 14 15,8

Dördüncü %20 18,5 20 19,5 19,2 21,2 19 20,8 22,6

En Yüksek %20 57 60 56 55 50 54 50 44,4

Gini Katsayısı 0,55 0,56 0,51 0,46 0,43 0,49 - -KAYNAK: Yumuşak ve Bilen (2000:78)'de yer alan Tablo 1. ve Tüik Gelir Dağılımı İstatistiklerinden yararlanılarak tarafımızca hazırlanmıştır.

212 Gelir dağılımı türleri ve gelir dağılıı çalışmalarına dair daha geniş bilgi için bkz. Karaman ve Özçalık (2007) ve Yumuşak ve Bilen (2000).

183

Page 197: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

Tablo 4.25. Türkiye'de adil gelir dağılımı açısından 1980 sonrası dönemde

başarılı sonuçların alınmış olduğunu göstermektedir. 1963 yılında nüfusun en düşük

gelir düzeyine sahip %20'lik kısmı toplam gelirin %4,3'lük kısmına sahipken bu oran

2005 yılı itibariyle %6,1'lik bir orana yükselmiştir. Aynı süreçte en yüksek gelir

düzeyine sahip %20'lik kısım dışındaki bütün seviyelerde iyileşme gözlenmiştir. Ayrıca,

1963 ve 1994 yıllarına ait gini katsayılarının karşılaştırılması sonucunda da, 1994 yılı

gelir dağılımının 1963 yılı gelir dağılımından daha adil olduğu anlaşılmaktadır.

Neticede; adil gelir dağılımı adına İDBS'nin hayata geçirilmiş olduğu 1980 sonrası

dönemde, İİDBS'nin hakim olduğu 1961-1980 arası dönemden daha fazla yol alınmıştır.

“İyi” büyümenin yanında istikrarlı büyümenin de önemi, genel iktisat literatürü

tarafından geniş kabul gören bir olgudur. Türkiye bu amaca yönelik olarak yaklaşık otuz

yıla yakın bir süredir özellikle de enflasyonla mücadele adına büyük çaba sarf

etmektedir. 2001 krizi sonrasında hayata geçirilen GEGP ana fikir olarak; fiyat

istikrarının ve ekonomik istikrarın sağlanması ile birlikte büyümenin ve bu yolla da

istihdam artışlarının kendiliğinden sağlanacağı beklentisini ifade etmektedir. Ancak

Türkiye'de yaklaşık son otuz yıldır uygulanan enflasyonla mücadele programları,

istihdam yaratma uğraşısından uzak hedefleriyle, istikrar arayan Türkiye'de sosyal

sorunların ve içi boş büyüme başarılarının da tohumlarını atmıştır (Bsb,2005:22).

Türkiye'de İDBS'nin uygulanmış olduğu 1981-2006 arası dönemin, adil gelir

dağılımının sağlanması dışında, genel kalkınma performansı açısından İİDBS'nin

uygulanmış olduğu 1961-1980 arası döneme göre daha başarısız bir dönem olduğu

görülmektedir. Bütün bunlara ek olarak Grafik 4.4. bize Türkiye tarihinde büyüme

oranlarının en istikrarlı şekilde gerçekleştiği dönemin de 1961-1980 arası dönem

olduğunu göstermektedir.

184

Page 198: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

19231926

19291932

19351938

19411944

19471950

19531956

19591962

19651968

19711974

19771980

19831986

19891992

19951998

20012004

2007

-40

-20

0

20

40

60

80

100

120

GSMH BÜYÜME%ENFLASYONORANI

Grafik 4.4. 1924-2006 Arası Dönem İtibariyle Türkiye'de GSMH Büyüme

(1948, 1968 ve 1987 sabit fiyatları ile) ve Enflasyon Oranları.

1961-1980

KAYNAK: Tüik (2008)'den yararlanılarak tarafımızca hazırlanmıştır.

Türkiye'nin büyüme performanslarının, uygulanan stratejiler itibariyle ve

istikrarları açısından değerlendirilmesi gerekirse, yoğun devlet müdahaleleri ve planlı

kalkınma stratejileri ile geçirilen 1961-1980 dönemi, neoliberal söylemin; devletin

iktisadi faaliyetlerde bulunmasının istikrarı ve piyasa dengelerini bozucu bir etki

yarattığı görüşüne tezat bir manzara ortaya koymuştur. İİDBS'nin uygulanmış olduğu

1961-1980 döneminde, mucizevi sayılamayacak, ancak istikrarlı ve neredeyse bütün

dönem boyunca pozitif oranlarda gerçekleşen GSMH değişimlerinin genel seyrinin

İDBS'nin hayata geçirildiği 1980 itibariyle bozulduğu görülmektedir. Finansal

serbestleşmenin de tesis edildiği 1990 sonrası dönem ise istikrarlı büyüme adına daha

da vahim bir tablo ortaya koymaktadır.

Grafik 4.4., 1961-1980 döneminin fiyat istikrarı açısından da diğer dönemlere

kıyasla daha başarılı bir dönem olduğunu ortaya koymaktadır. 1960 sonrası dönemde

Türkiye uzun süre kabul edilebilir bir hızla büyümüş, ayrıca 1973 ve 1979 petrol

şoklarına kadar bu büyümeyi makul enflasyon oranları ile birlikte gerçekleştirmiştir.

1974 sonrası dönemde fiyatlarda yaşanmış olunan istikrarsızlık ise sadece Türkiye'nin

sorunu değildir, dönem itibariyle hemen hemen bütün ülkelerin karşı karşıya kalmış

olduğu bir sorundur.213 1970'li yıllardan itibaren gerek gelişmiş gerekse gelişmekte olan

213 1973, 1979 petrol krizleri ile ilgili daha geniş bilgi için bkz. Campbell & Laherrere (1998), Roeder (2005), Angelov (2006).

185

Page 199: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

19651967

19691971

19731975

19771979

19811983

19851987

19891991

19931995

19971999

20012003

2005

-20-10

01020304050607080

DIŞ BORÇ STOKU / GSMH

İÇ BORÇ STOKU / GSMH

CARİ İŞLEMLER DENGESİ /GSMH

BÜTÇE AÇIKLARI / GSMH

ülkelerin yaşamış oldukları ödemeler dengesi sorunları büyük ölçüde İkinci Dünya

Savaşı sonrası dönemde dünyada genel olarak uygulanmış olunan İİDBS'ne

bağlanmıştır.214 Dönem itibariyle yaşanan ödemeler dengesi sorunları neticesinde

özellikle de gelişmekte olan ülkelerin sanayi üretimi için gerekli olan yatırım

mallarının, hammaddenin ve ara malların ithalatlarının imkansız hale gelmesi ile birlikte

dünya genelinde bir kriz patlak vermiştir.

İstikrarlı büyüme adına bir diğer önemli nokta ise; mali disiplinin

sağlanmasıdır ve Türkiye'deki ekonomik istikrarsızlığın en büyük sebeplerinden birisi

olarak da mali disiplinin sağlanamamış olması gösterilmektedir. İstikrarlı uzun dönem

büyüme adına mali disiplinin sağlanması şarttır (T.C. Hazine Müsteşarlığı, 2001:1).

Grafik 4.5. bize Türkiye'de mali disiplin adına özellikle de 1975 yılı sonrası dönemle

ilgili bilgi vermektedir.

Grafik 4.5. Türkiye'de Dış Borç Stokları, İç Borç Stokları, Cari İşlemler

Dengesi ve Bütçe Açıklarının GSMH'ya Oranları

KAYNAK: Tüik (2008) ve DPT (2008)'den yararlanılarak tarafımızca hazırlanmıştır.

Grafik 4.5.'den 1980 sonrası dönemde Türkiye'de mali disiplinin daha da

bozulduğu görülmektedir. 1965 yılında dış borç stokları GSMH'nın sadece %8,4'lük bir

kısmına denk gelirken, bu oran 2006 yılı itibariyle %48,99 seviyelerine ulaşmıştır. İç

borç stoğu da dış borç stoğuna benzer bir şekilde 1980 sonrası dönemde devamlı genel

olarak artmış ve 1980 yılında GSMH içinde %13,6 olan payı da 2006 yılı itibariyle

%43,7'ye yükselmiştir. Aynı dönemde bütçe açıklarında da artışlar yaşanmıştır. 1980 214 Bu dönemde İİDBS'ne getirilen genel eleştiriler için bkz. sf. 56-59.

186

Page 200: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

19841985

19861987

19881989

19901991

19921993

19941995

19961997

19981999

20002001

20022003

20042005

20062007

20082009

-20000-10000

0100002000030000400005000060000

yılında %3,1 olarak gerçekleşen bütçe açıkları, 2003 yılı itibariyle %8,8 seviyelerine

yükselmiştir. Aynı süreçte cari açıkların da büyümüş olduğu görülmektedir. 1975

yılında cari açık seviyelerinin GSMH içindeki payı %3,47'dir ve hatta kriz yılı olan

1980 yılında bile bu oran %4,98 olarak gerçekleşmiştir. 2004, 2005, 2006 ve 2007

yılları itibariyle cari açıkların GSMH'ya oranları sırasıyla %5,2, 56,2, %7,9 ve %5,7

olarak gerçekleşmiştir.

Genel neoliberal söylem; cari açığın boyutundan çok finanse edilebilir olup

olmadığının önemli olduğunu vurgulamaktadır (Sönmez, 2005:8). 1980'lerin başında

Türkiye'nin derin bir krizle karşı karşıya kalmasına neden olan cari açıklar, İDBS'nin

uygulamaya konulması ve özellikle de 1990 sonrası finansal serbestleşmenin de

etkileriyle birlikte finanse edilebilir bir kimliğe bürünmüştür. Ancak bu noktada dikkat

edilmesi gerekilen bir nokta da şudur; cari açıkların finansmanında kullanılan araçların

devamlılığı, ülkelerin istikrarlı kalkınma uğraşısı adına hayati önem taşımaktadır.

Türkiye, özellikle de 1990'ların sonlarına doğru iyice artmış olan cari açıkların

finansmanını büyük ölçüde kısa vadeli finansal sermaye girişleri ile

gerçekleştirmektedir.215 Finansal yabancı sermayenin çokluğu durumunda ise genellikle

ülke ekonomilerinin kırılganlığı artmakta ve bu kırılganlık artışı ülkelerin girmiş

oldukları krizlerin daha derin etkilerinin olmasına neden olmaktadır. Grafik 4.6'da

Türkiye ekonomisinin 1980 sonrası yaşamış olduğu krizlerde de yüksek oranlı finansal

sermaye çıkışlarının yaşanmış olduğu görülmektedir.

Grafik 4.6. 1980 Sonrası Türkiye'de Finansal Sermaye Hareketleri

*

KAYNAK: TCMB Elektronik Veri Dağıtım Setinden yararlanılarak tarafımızca hazırlanmıştır.

215 Sönmez (2005:8), Boratav (2007:5). 187

FİNANSAL SERMAYE HAREKETLERİ (MİLYON $)

Page 201: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

GSMH BÜYÜME%

İHRACATIN GSMH İÇİNDEKİ PAYI %

İTHALATIN GSMH İÇİNDEKİ PAYI %

DIŞA AÇIKLIK

19231926

19291932

19351938

19411944

19471950

19531956

19591962

19651968

19711974

19771980

19831986

19891992

19951998

20012004

2007

-20

-10

0

10

20

30

40

50

60

70

*2009 Yılına ait veriler beşinci ay itibariyledir.Cari açığın incelenmesine devam edildiğindeyse, 1980 yılının kriz ortamında

bile cari işlemler açığın ülke GSMH'sının %4,4'ünü geçmeyen Türkiye'de, 2003-2007

arası dönemde cari işlemler açığının GSMH içindeki payı yıllar itibariyle; sırasıyla

%5,2, %6,2, %7,9 ve %5,7 olarak gerçekleştiği görülmektedir (DPT, 2008:40).

Cari açıkların en önemli nedeni; İDBS ile birlikte dışa açık bir ekonomik

yapıya geçişin sağlandığı Türkiye'de 1980 sonrası dönemde dış ticaret açıklarının

sürekli artmasıdır. 1923-2007 yılları arasında kalan dönem için GSMH artış, GSMH'nın

içindeki paylarına göre İhracat, İthalat ve Ticari Dışa Açıklık oranlarının216 gelişimi

Grafik 4.7'de dönemler itibariyle yer almaktadır.

Grafik 4.7. Türkiye'de GSMH Artışı, İthalat ve İhracatın GSMH İçindeki

Payları ve Ticari Dışa Açıklık Oranları.

--------------------1923-1960------------------------------1961-1980---------------------1981-2006--------------

KAYNAK: Tüik (2008)'den yararlanılarak tarafımızca hazırlanmıştır.

Türkiye'de 1961-1980 arası dönemde daha istikrarlı bir şekilde gerçekleşen

dışa açıklık oranları, ihracat ve ithalat seviyeleri ve GSMH büyüme oranlarının 1980

sonrası dönemde daha istikrarsız bir yapıya kavuştuğu görülmektedir. Tablo 4.26. bize

dönemler itibariyle ortalama değerler bazında ithalatın ve ihracatın GSMH içindeki

paylarına, ticari dışa açıklığa ve ihracatın ithalatı karşılama oranlarına ait bilgiler

sunmaktadır.

216 Ticari dışa açıklık oranı; Aizenman (2004:1)'e benzer ve genel literatüre uygun bir şekilde; İthalat ve İhracat seviyelerinin GSMH içindeki paylarının toplamı alınarak hesab edilmiştir.

188

Page 202: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

Tablo 4.26. Türkiye'de Dönemler İtibariyle İhracat ve İthalatın GSMH

İçindeki Payları, Ticari Dışa Açıklık ve İhracatın İthalatı Karşılama Oranlarının

Ortalama Değerleri

DÖNEM 1923/1930

1931/1940

1941/1950

1951/1960

1961/1970

1971/1980

1981/1990

1991/2000

2001/2006

İHRACAT/GSMH 9,68 8,24 5,23 4,76 4,62 3,67 10,31 12,11 20,68

İTHALAT/GSMH 12,76 7,23 4,96 6,58 6,83 8,51 15,43 20,41 30,97

DIŞA AÇIKLIK 22,44 15,47 10,19 11,34 11,45 12,18 25,65 32,52 51,65

İHRACAT/İTHALAT 76,91 117,51 123,82 73,49 67,97 44,73 66,83 60,18 67,12KAYNAK: Tüik (2008)'den yararlanılarak tarafımızca hazırlanmıştır.

1980 sonrası dönemde ihracat gelirlerinin GSMH içindeki payında önemli bir

artış yaratılmış olduğu gözlemlenmektedir. 1951-1960 arası dönemde ihracat gelirleri

ortalama olarak GSMH'nın %4,62'lik bir kısmına denk gelirken, 2000 sonrası dönemde

bu oran %20,68 seviyelerine kadar çıkartılmıştır. Bununla birlikte dışa açıklık

oranlarında da beklenen şekilde 1980 sonrası dönemde önemli artışlar sağlanmış olduğu

görülmektedir. Ancak bu olumlu gelişmelere karşın, aynı dönemlerde ithalatın GSMH

içindeki payı da artmıştır, 1961-1970 döneminde GSMH içindeki payı %6,58

seviyelerinde olan ithalat giderleri, 2000 sonrası dönem itibariyle %30,97 seviyelerine

ulaşmıştır. Asıl can alıcı nokta ise; 1980 sonrası dönemde uygulanan İDBS'nin bütün alt

dönemlerinde ihracatın ithalatı karşılama oranının, İİDBS'nin uygulamada olduğu ve

1930-1950 arası dönemde başlanan planlı sanayileşme çabalarına geri dönüşün olduğu

1961-1970 döneminden bile daha düşük bir seyir izlemiş olmasıdır. Görünen o ki;

Türkiye'de 1980 sonrası ihracat artışları beraberinde ithalat artışlarını da getirmiştir.

Temel iktisat bilgimiz bize bu sorunun iki farklı yolla çözülebileceğine dair

ipuçları vermektedir. Türkiye ithalatını azaltmak ve ihracatını arttırabilmek için ilk

etapta yurtiçi talebi kısarak büyümede yavaşlamaya gidebilir. Büyümede yavaşlamaya

gidilmesi iki şekilde gerçekleşebilmektedir, bunlar; sıkı maliye ve/veya para

politikalarının hayata geçirilmeleridir. Türkiye'de özellikle de 2000 sonrası dönemde

zaten her iki politikanın da etkin bir şekilde hayata geçirilmiş olduğu görülmektedir. Bu

durumda, Türkiye'nin ithalatı azaltmak adına bu iki politika aracını daha yoğun bir

şekilde kullanabilmesi pek mümkün gözükmemektedir. İkinci bir seçenek olarak ise;

dalgalı döviz kuru nedeniyle piyasa mekanizması tarafından belirlenen döviz kurları,

189

Page 203: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

Merkez bankası müdahaleleriyle daha yüksek seviyelere çekilebilir. Böylece yurtdışında

üretilen mallar, yurtiçinde üretilen mallara oranla göreceli olarak daha pahalı hale

gelecek ve ithalat seviyeleri azalacaktır. Ancak, bu son seçenek de bazı olumsuz

sonuçlara neden olabilir. Örneğin, değişen kurarla birlikte TL'den döviz kuruna

dönüşler yaşanabilir, bu durum da hazine bonolarının cazibelerinin azalmasına, reel faiz

oranlarının artmasına ve borcun daha maliyetli bir şekilde dönmesine neden olabilir. Bu

durumda Türkiye'de hem üretim hem de finans kanadı derinden etkilenecektir (Sönmez,

2005:9).

Bütün bu çözüm alternatiflerinin çeşitli olumsuzluklara yol açabilme

olasılığının ötesinde, etkin bir çözüm yaratamayacaklarına dair beklentinin asıl

nedenini; Türkiye'deki ithalat artışlarının altında yatan asıl nedenin Türkiye'nin üretim

yapısından kaynaklanmış olduğu gerçeği oluşturmaktadır. Unutulmamalıdır ki; bir

ülkenin dış ticaret yapısı aslında üretim yapısının da bir aynasıdır (Aktan, H.O.,

2006:82).

Türkiye ekonomisi için özellikle de girdi çıktı analizlerine dayalı yapılan

çalışmalar217, imalat sanayine dair incelemeler dahilinde Türkiye'deki üretim yapısının

büyük oranda ithalata bağımlı olduğunu göstermektedir. Yapılan incelemelerde varılan

sonuçlar şu şekilde özetlenebilir (Aktan, H.O., 2006:83);

-İmalat sanayinde ithal girdiler/toplam girdiler oranlarının 1973 yılında %18,5

seviyelerinde seyrettiği görülürken, bu oran 1998 itibariyle %58 seviyelerine

yükselmiştir. Yani ihracat artışları için daha fazla ithalat yapmak gerekmektedir. Bu

oranlar Ar-Ge hizmetleri bazında daha da vahim bir vaziyet almaktadır. 1998 yılı

itibariyle, Ar-Ge hizmetlerinde ithal girdilerin toplam girdilere oranı %40'lar

seviyelerine ulaşmaktadır. Ayrıca, bu oran bilgisayar ile ilgili faaliyetler sektöründe

daha da yüksektir.

-Üretimin (ihracatın) ithalata bağımlı hale gelmiş olduğunun diğer bir

göstergesi ise; ithal girdi/üretim değeri oranlarının 1973-1998 arası dönemde neredeyse

%100'lük bir artışla, %10,8 seviyelerinden %20,1 seviyelerine çıkmış olmasıdır.

217 Aktan, H.O. (2006), Şenesen, G.G. (2005), Şenesen ve Şenesen (2003), Yentürk (2004), Eşiyok (2008), Ersungur ve Kızıltan (2005).

190

Page 204: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

Bütün bu göstergeler, Türkiye'de ithalat artışlarının önüne geçilebilmesi için

üretim yapısında köklü bir değişime gidilmesinin gerekliliğini işaret etmektedir. Ayrıca

ihracatın ithalata bağımlılığı yapılacak olan kur müdahalelerinin yurtiçi üretimde

maliyet artışlarına neden olması sonucu, ihracatın da azalmasına neden olacağını

göstermektedir. Bu doğrultuda, üretim yapısı nedeniyle Türkiye'nin kullanabileceği

politika seçenekleri de daralmaktadır.

Özetle; 1980 sonrası dönemde, iktisadi yönelimlerin hemen hemen tamamen

piyasa mekanizmasına bırakılmış olması, Türkiye'de gerçekleştirilmesi gerekilen üretim

yapısındaki değişim adına başarı sağlayamamıştır. Neticede; ülkenin kuruluşu ile

başlanmış olunan sanayileşme ve kalkınma uğraşıları, Türkiye'deki üretim yapısının

değiştirilerek Türkiye'nin bir sanayi ülkesi olabilmesi adına yapılan uğraşılardır. Ancak

1980 sonrası dönemde, özellikle de 1970'li yıllarla birlikte başlanan yatırım ve ara

mallarının yurtiçi üretiminin sağlanması ve ileriki aşamalarda ihracatına başlanmasına

yönelik çabaların göz ardı edilmiş olduğu görülmektedir. 1980 sonrası dönüşüm ile

birlikte, özellikle de sanayi yapısının ithalata bağımlılığı vaat edildiği gibi azalmamış,

aksine daha da artmıştır.

Türkiye dış ticaretinin genel analizi göstermektedir ki; 1980 sonrası dönemde

sektörel bazda özellikle de sanayi mallarının ihracatında önemli yol kat edilmiştir. 1980

yılında sanayi malları ihracatının, toplam ihracat içindeki payı %36,6 civarındayken bu

değer 2005 yılı itibariyle %93,7 seviyelerine yükselmiştir. Ancak Türkiye'de ana mal

grupları açısından ihracatın yapısında özellikle de tüketim malları açısından önemli bir

değişiklik yaşanmadığı gözlemlenmektedir. 1980 yılında toplam ihracatlar içinde ara

malı, sermaye malı ve tüketim malları ihracat seviyelerinin oranları sırasıyla; %52,5,

%1,7 ve %45,8 olarak gerçekleşmişken, 2005 yılına gelindiğinde bu oranlar; %41,2,

%10,9 ve %47,4 olarak gerçekleşmiştir. Bu değerlendirme bizi; Türkiye'nin yaklaşık 25

yıllık süreç içinde ara malı ve tüketim malı ihracatçısı konumunda herhangi bir

değişikliğe gidemediği sonucuna götürmektedir (Hepaktan, 2007:82-85).

Türkiye'de ithalatın 1980 sonrası gelişimi, Türkiye ihracatının ithalatına

bağımlı olduğuna dair bize yeni ipuçları da sunmaktadır. Türkiye'de 1980 sonrası

sektörel bazlı ithalatın genel kompozisyonu incelendiğinde ihracat kompozisyonuna

191

Page 205: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

benzer bir şekilde sanayi malı ithalatında artışların meydana gelmiş olduğu

görülmektedir. 1980 yılında toplam ithalatın %59,1'lik bir kısmını sanayi malları

oluştururken, 2005 yılına gelindiğindeyse bu oran %80,7 seviyelerine yükselmiştir.

İthalat, ana mal grupları bakımından da ihracata benzer bir seyir izlemiştir. 1980 yılında

toplam ithalatlar içindeki payları sırasıyla %85,3, %10,1 ve 4,6 seviyelerinde olan ara

malı, sermaye malı ve tüketim malları ithalat oranlarının, 2005 yılı itibariyle aynı

sırayla; %70,1, %17,5 ve %12 olarak gerçekleşmiştir (Hepaktan, 2007;86-88).

Neticede; Türkiye sektörel ve mal grupları bazında benzer malların ihracatını ve

ithalatını, benzer oranlarda gerçekleştirmektedir. Bu genel dış ticaret kompozisyonunun

en önemli nedeni, çalışmamızda daha önce de belirtilen üretimin ithalat bağımlı bir

yapıya sahip olması faktörüdür.

Türkiye aynı dönemde teknoloji yoğun malzemelerin ihracında da büyük bir

sıçrama yapamamıştır. Tablo 4.27. bize bu konuda daha geniş bilgiler vermektedir.

Tablo 4.27. Türkiye'de Teknolojik Yapı İtibariyle İhracat Mal Gruplarının

Toplam İhracatlar İçindeki Payları218

Dünya İhracatı 1980 1985 1990 1995 1996

Doğal Kaynak Yoğun 19,5 19,3 15,6 14,0 13,7

Düşük Teknoloji Yoğun 25,3 23,4 23,7 22,0 21,4

Orta Teknoloji Yoğun 38,6 37,2 38,5 36,9 37,2

Yüksek Teknoloji Yoğun 16,6 20,1 22,2 27,1 27,7

TOPLAM 100,0 100,0 100,0 100,0 100,0

Türkiye'nin İhracatı 1980 1985 1990 1999 2000

Doğal Kaynak Yoğun 73,6 37,7 30,4 19,5 16,6

Düşük Teknoloji Yoğun 20,9 48,1 55,2 55,0 55,4

Orta Teknoloji Yoğun 4,7 12,1 10,0 15,7 16,7

Yüksek Teknoloji Yoğun 0,8 2,1 4,3 9,7 11,3

TOPLAM 100,0 100,0 100,0 100,0 100,0KAYNAK: Arısoy (2005:59)

Bu veriler bize Türkiye'nin ihracat yapısında 1980 dönüşümü sonrasında

herhangi bir değişme olmadığına dair yeni ipuçları da vermektedir. Türkiye'de 1980

sonrası ihracat yapısının büyük oranda teknoloji yoğun mallar lehine değişmiş olduğu

görülmektedir. 1980 yılında doğal kaynak yoğun ihracat mallarının toplam ihracat

218 Teknolojik yapı itibariyle mal gruplarının seçim kriterleri için bkz. Lall (2000:8) 192

Page 206: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

DIŞ TİCARET HADLERİ ABD DOLARI (2003=100)

19821983

19841985

19861987

19881989

19901991

19921993

19941995

19961997

19981999

20002001

20022003

20042005

20062007

2008

0

20

40

60

80

100

120

140

malları içindeki payları %73,6 seviyelerindeyken bu oranlar 2000 itibariyle %16i6

seviyelerine çekilmiştir. Türkiye aynı dönemde her ne kadar yüksek teknoloji yoğun

mallarda önemli bir aşama kaydetmiş olsa da, yine de dünya değerlerinin çok

gerisindedir. Aynı dönemde Türkiye'nin dünya genelinde ihracat seviyeleri bakımından

azalma trendinde olan düşük teknoloji yoğun malların ihracatında aşırı sayılabilecek

şekilde gelişmesi de ihracat açısından dünya trendlerinin yakalanması adına ileriki

aşamalarda engel teşkil edebilmektedir. Çünkü uluslararası serbest ticaret

gerçekleşmeleri, uzmanlaşmaya gidilen sektörlerden geri dönüşün oldukça zor olduğunu

göstermektedir. Lall (2000:16), ihracatın teknolojik yapısı açısından Türkiye'nin birçok

gelişmekte olan ülkeye göre daha fazla düşük teknoloji yoğun ve/veya kaynak yoğun

mal ihracatına dayalı bir yapısı olduğunu belirtmektedir.

Türkiye'de 1980 sonrası dönemdeki dış ticaret hadlerinin219 seyri de iyi

sinyaller vermemektedir.

Grafik 4.8. Türkiye'de 1982 Sonrası Dış Ticaret Hadlerinin Genel Seyri

KAYNAK: Tüik (2008)'den yararlanılarak tarafımızca hazırlanmıştır.

Türkiye'de 1982 sonrası dönem ele alındığında özellikle de 1994 sonrası

dönemde genel olarak dış ticaret hadlerinin düşmüş olduğu görülmektedir. 1982 yılı

itibariyle 98,9 seviyesinde bulunan dış ticaret haddi, 2008 yılına gelindiğinde 94,4

219 Ticaret hadleri kavramı, iç ve dış ticaret hadleri olarak farklı temellerde kullanılabilmektedir. En basit anlatımla dış ticaret hadleri; ihracat fiyatlarının ithalat fiyatlarına oranı olarak tanımlanabilir (Kip, 2004:1). Dış ticaret hadleri kavramına yönelik daha geniş tanımlamalar için bkz. Kip (2004), Yıldırım ve Dura (2007).

193

Page 207: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

1963 1969 1975 1981 1987 1993 1966 1972 1978 1984 1990 1996

1999 2002

0

10

20

30

40

50

60

70

80

1963 1969 1975 1981 1987 1993 1999 1966 1972 1978 1984 1990 1996 2002

0

10

20

30

40

50

60

70

80

19631965

19671969

19711973

19751977

19791981

19831985

19871989

19911993

1995 1997

1999 2001

2003(1)

0

10

20

30

40

50

60

70

80

TARIM + MADENCİLİK İMALAT S. + ENERJİ HİZMETLER

seviyelerine gerilemiştir. Bu oran, 1982 sonrası dönemde 1985 yılındaki 92,5'lik

orandan sonra görülen en düşük ikinci seviyedir.

Türkiye'nin dış ticaret hadlerindeki bu gelişmeler, yine ithalat ve ihracat

yapısından kaynaklanmaktadır. Türkiye yoğun şekilde sanayi ihracatı ve ithalatı yapan

bir ülke portresi çizmektedir. Kendi sanayi ürünleri için ihtiyaç duymakta olduğu net

petrol ve mineral ihtiyacını kendisi gibi gelişmekte olan ülkelerden ithalat yoluyla elde

eden Türkiye'nin, sanayi malı ithalatını ise gelişmiş ülkelerden yapmış olduğu

görülmektedir. Özellikle gelişmiş ülkelerden ve AB üyesi ülkelerden yapılan ithalatlar

ise, Türkiye'nin dış ticaret hadlerinin kötüleşmesinin asıl nedeni olarak görülmektedir.220

Bu şekil bir dışa açık büyüme; “Fakirleştirici Büyüme “olarak da tanımlanmaktadır.221

Grafik 4.9. Türkiye'de Tarım-Madencilik, İmalat Sanayi – Enerji ve

Hizmetler222 Sektörlerine Yapılan Sabit Sermaye Yatırımlarının GSMH içindeki Payları

ÖZEL KAMU

GENEL

KAYNAK: Tüik (2008)'den yararlanılarak tarafımızca hazırlanmıştır.

220 Aktan, H.O (2006:79), Bsb (2005:50).221 Fakirleştirici Büyüme ile ilgili daha geniş bilgi için bkz. Bsb (2005), Erk, Ateş ve Direkçi (1999).222 Hizmetler başlığı altında üretime konu olmayan; ulaştırma, eğitim, konut, turizm, sağlık ve diğer hizmetlere yapılan sabit sermaye yatıırımları toplu halde verilmiştir.

194

Page 208: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

Türkiye'de sanayi malı ihracatındaki artışların diğer bir eleştirildiği nokta da bu

artışların toplam faktör verimliliği (TFV)223 artışları ve/veya sanayi sektörüne yapılan

yatırımlardaki artışlar ile elde edilmemiş olduğuna yöneliktir. Yukarıda yer alan Grafik

4.9. ana başlığı altında Türkiye'de ana sektörler bazında sabit sermaye yatırımlarının

GSMH içindeki paylarının genel seyri yer almaktadır.

Grafik 4.9'dan özellikle de 1980 sonrası dönemde üretime dayalı sektörlere

yapılan sabit sermaye yatırımlarının düşmüş olduğu görülmektedir. Üstelik, özel kesim

tarafından üretime dayalı sektörlere yapılmış olunan yatırımlardaki düşüş, kamu kesimi

yatırımlarından çok daha hızlı ve büyük oranlarla gerçekleşmiştir. Bu durum, neoliberal

kalkınma stratejilerine tezat bir durum ortaya koymaktadır. Görünen o ki; 1980 sonrası

sanayileşme çabaları açısından, İDBS'nin uygulanmaya geçilmesiyle birlikte devletin

iktisadi faaliyetlerinin kısıtlanması sanayi sektöründeki kamu yatırımlarının azalmasına

neden olmuştur. Ancak, özel kesimin üretime dayalı sektörlerde kamu kesiminin

çekilmesiyle oluşan yatırım ihtiyacını karşılayamadığı görülmektedir.

Aynı dönemde TFV artışlarında da ciddi bir gelişme olmadığı görülmektedir.

Altuğ (2006:5), Türkiye'de TFV üzerine yapılan çalışmalarda, genellikle TFV'nin imalat

sanayindeki çıktı düzeyleri artışlarına olan etkilerinin ancak 1980 sonrası dönemde bir

süre artış göstermiş olduğuna, 1994 yılından itibarense tekrar inişe geçmiş olduğuna

yönelik bulgulara rastlanmış olduğunu belirtmektedir. Rodrik (1995) de çalışmasında

genel olarak, Türkiye'de 1980 sonrası yaşanan yüksek oranlı ihracat patlamalarını büyük

ölçüde bu dönemde yapılmış olunan devalüasyonlara bağlamaktadır. Rodrik'e göre;

Türkiye'deki ihracat artışlarında ne yatırım seviyelerinde ne de TFV'de sağlanmış olan

artışlarla bir alakası vardır. Ancak, daha hassas bir inceleme Türkiye'de özellikle de

1980 sonrası sanayi mallarının ihracatında yaşanan patlamanın sadece devalüasyonların

etkisiyle gerçekleşmemiş olduğunu da gözler önüne serebilmektedir. Grafik 4.10. ve

Grafik 4.11. Türkiye'de 1980 sonrası dönemde yaşanan sanayi mallarındaki ihracat

patlamalarının asıl nedeninin anlaşılması için bize yardımcı olacaktır.

223 Toplam faktör verimliliği, OECD (2001:16) tarafından; “teknik gelişmenin tam bir ölçüsü değ il ancak verimli şekilde bir araya getirilen işgücü ve sermayenin katma değ er yaratımına ne kadar katkı sağladığ ının göstergesi” olarak tanımlanmaktadır.

195

Page 209: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

19501952

19541956

19581960

19621964

19661968

19701972

19741976

19781980

19821984

19861988

19901992

19941996

19982000

0

50

100

150

200

250

300

350

Grafik 4.10. Türkiye'de 1950 Sonrası İmalat Sanayinde Çalışanlara Ait

Verimlilik ve Ücret Endeksleri ile Aynı Döneme Ait İstihdam Endeksi (1950=100)

KAYNAK: Tüik (2008)'den yararlanılarak tarafımızca hazırlanmıştır.

*İşgücü Verimlilik Endeksi: Yıllar itibariyle imalat sanayinde çalışan başına yaratılmış katma

değer seviyelerinin 1950 sonrası enflasyon oranlarına göre reel hale getirilmesiyle oluşturulmuştur.

*Ücret Endeksi: Yıllar itibariyle imalat sanayinde ücretli çalışanlara yapılan çalışan başına

ücret ödemelerinin 1950 sonrası enflasyon oranlarına göre reel hale getirilmesiyle oluşturulmuştur.

*İstihdam Endeksi: İmalat sanayinde yaratılmış olan istihdam seviyelerine göre

oluşturulmuştur.

Grafik 4.10. bize, 1980 yılına kadar dengeli sayılabilecek şekilde gelişen

istihdam, verimlilik ve ücret ilişkilerinin 1980 dönüşümü ile birlikte değişmeye

başladığını göstermektedir. En önemli değişim ise hiç şüphesiz ücretlerde meydan gelen

değişimdir. 1980 yılına kadar dengeli bir şekilde giden ücret-verimlilik ilişkisi,

1980'den itibaren kopmuştur. 1980 sonrası dönemde sanayi sektörüne yapılan yatırımlar

azalmış olması sonucu olarak, sanayide kullanılan teknoloji seviyelerinde büyük bir

değişim olmamıştır. Aynı süreç içinde ise işgücü verimliliğinin herhangi bir kırılmaya

uğramaksızın 1990'lı yılların ortalarına kadar artış eğilimini sürdürdüğü görülmektedir.

1980 yılında, ücretlerdeki gelişim sürecinde ise bir farklılaşma yaşandığı görülmektedir.

Görünen o ki, 1980'den itibaren koparılan ücret-verimlilik ilişkisi, 1980 sonrası sanayi

mallarının uluslararası rekabet edilebilirliğinin ve bu malların ihracat seviyelerinin

artmasının temel nedeninidir. Ücretlerin aşağı çekilmesi yoluyla maliyetler düşürülmüş

ve yerli üretimin uluslararası rekabet edebilirlik oranı arttırılmıştır.

196

İŞGÜCÜ VERİMLİLİK ENDEKSİ ÜCRET ENDEKSİ İSTİHDAM ENDEKSİ

Page 210: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

İŞGÜCÜ VERİMLİLİK ENDEKSİ İMALAT SANAYİ SERMAYE YATIRIMLARI ENDEKSİ

19501951

19521953

19541955

19561957

19581959

19601961

19621963

19641965

19661967

19681969

19701971

19721973

19741975

19761977

19781979

1980

0

100

200

300

400

500

600

19811982

19831984

19851986

19871988

19891990

19911992

19931994

19951996

19971998

19992000

2001

0

20

40

60

80

100

120

140

Grafik 4.11.'de ise, 1980 sonrası dönemde sanayi sektörüne yapılan

yatırımların, işgücü verimlilik artışları karşısındaki seyri daha net bir şekilde

görülmektedir.

Grafik 4.11. Türkiye'de 1950-1980 Arası ve 1980 Sonrası İmalat Sanayinde

Çalışanlara Ait Verimlilik ve İmalat Sanayinde Sabit Sermaye Yatırımı Endeksleri

(1950=100 ve 1981=100)

(1950=100)

(1981=100)

KAYNAK: Tüik (2008) ve DPT (2008)'den yararlanılarak tarafımızca hazırlanmıştır.

Aktan, H.O. (2006:83), imalat sanayine yönelik yapmış olduğu girdi çıktı

analizleri ile de benzer sonuçlara ulaşmıştır. Aktan'ın yapmış olduğu incelemeye göre;

maaş-ücretler/katma değer oranları, 1973-1998 yılları arasında neredeyse yarı yarıya bir

azalma göstermiştir. 1973'te %12,3 olan ücretler/üretim değeri oranı da, 1998 yılı

itibariyle %6,2 seviyelerine gerilemiştir. Emeğin toplam üretim maliyeti içindeki payı

ise %6 ile %9 arasındadır. Neticede; Türkiye'de 1980 sonrası dönemde gerek yatırımlar

gerekse TFV artışları yetersiz düzeyde kalmışlardır.224

Hazine Müsteşarlığı'nın resmi sitesinde yayınlanan GEGP raporu

değerlendirmesinde kullanılan bir cümlede225 aslolanın, “insanların mutluluğa ve hak

ettikleri çağdaş yüksek yaşam seviyesine kavuşmaları” olduğu belirtilmektedir. Bu

cümle aslında kalkınma stratejilerinin temelindeki arayışın da güzel bir ifadesidir.

Ancak; Grafik 4.12 bize özellikle de 1980 sonrası dönemdeki iktisadi sürecin Türk

insanı için bir mutluluk değil, üzüntü kaynağı halini almış olduğunu göstermektedir.224 Benzer sonuçlara ulaşılmış çalışmalar için bkz. Altuğ (2006), Altuğ, Filiztekin ve Pamuk (2006), Arısoy (2005), Yeldan (2006), Eşiyok (2002).225 Değerlendirmenin tümü için bkz. http://www.hmd.gov.tr/irj/go/km/docs/documents/Hazine%20Web/Arastirma%20Yayin/Kitaplar/Yap%C4%B1sal%20Reformlar/Genel%20De%C4%9Ferlendirme.pdf (Erişim;18.05.2009)

197

Page 211: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

GEÇİM/TOPLAM %

19751976

19771978

19791980

19811982

19831984

19851986

19871988

19891990

19911992

19931994

19951996

19971998

19992000

20012002

20032004

20052006

0

5

10

15

20

25

30

Grafik 4.12. Türkiye'de Geçim Zorluğu ve Ticari Başarısızlık Nedeniyle

Yaşanan İntihar Vakalarının Toplam İntihar Vakaları İçindeki Payı

KAYNAK: Tüik (2008)'den yararlanılarak tarafımızca hazırlanmıştır.

Grafik 4.12. bize göstermektedir ki iktisadi nedenler, özellikle de 1980 sonrası

intihar vakaları içinde önemli bir oranda artmıştır. Bu durum, 1980 sonrası dönemde

uygulanan yanlış kalkınma politikaları ile birlikte gelen kriz dönemlerinin, insanların

psikolojik dengelerinde de tahribata yol açmış olduğunun bir göstergesi olarak kabul

edilebilir.

İDBS'nin uygulamaya konulduğu 1980 sonrası döneme ait değerlendirmelerin

büyük bir çoğunluğunda iktisadi ve hatta sosyal olarak daha kötü bir dönemin varlığına

dair işaretler bulunmuştur. Yapmış olduğumuz değerlendirmeler sonucunda dışa açık

dönemin, ithal ikameci döneme oranla gerek kalkınma göstergeleri, gerekse temel

makroekonomik göstergeler açısından vaat etmiş olduğu başarıları sağlayamamış

olduğu yorumu yapılabilmektedir.226 Türkiye günümüz itibariyle dünya ekonomisinde

gelmek istediği yerin uzağında görülmektedir ve bu sonucun nedeni de büyük ölçüde

özellikle de 1980 sonrası dönemde uygulanmış olan yanlış iktisat politikaları ve sabit

kalkınma stratejileridir.

226 Türkiye'nin 2008 yılı itibariyle Dünya ekonomisindeki yeri ile ilgili makroekonomik göstergeler çalışmanın EK11. Kısmında yer almaktadır.

198

Page 212: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

-BEŞİNCİ BÖLÜM-

SONUÇ

5.1. SONUÇ

Çalışmamızın temel hedefi; Dünya ekonomisinin özellikle de 1980 sonrası

dönemine damgasını vurmuş olan İhracata Dayalı Büyüme Stratejilerinin ve buna bağlı

olarak İhracata Dayalı Büyüme Hipotezinin çıkış noktaları, gelişim süreci ve sonuçları

itibariyle incelenmesidir. Çalışmada ele alınmış olunan İDBS'nin incelenmesi adına

genel literatürden farklı bir şekilde ampirik bulgulardan ziyade, tarihsel sürecin

incelenmesine gidilmiştir. Bu doğrultuda; öncelikle dünya ekonomisinde kalkınma

iktisadının bir disiplin olarak ortaya çıkmış olduğu süreç ele alınmış ve büyüme

olgusunun nasıl olup da kalkınma politikalarının temeline yerleşmiş olduğu anlaşılmaya

çalışılmıştır. Bu çerçevede, iktisadi büyümenin ülkelerin ekonomi hedefleri açısından

varmış olduğu önem derecesi doğrultusunda, büyüme hedefine ve bu sayede de

kalkınma ana hedefine ulaşabilmek için hayata geçirilmiş olunan iki temel “disiplin”

olarak; İİDBS'nin ve İDBS'nin ortaya çıkış serüveni de ele alınmıştır.

İDBS'nin incelenmesine yönelik olarak ilk etapta, günümüzün gelişmiş

ülkelerinin gelişme evrelerinin başlangıç dönemlerinde kullanmış olduğu kalkınma ve

iktisat politikalarının ne kadarının günümüz İDBS ile uyumlu olduğu ele alınmıştır. Bu

incelemeyi, Doğu Asya, Çin ve Hindistan gibi İDBS uygulamalarının başarı örnekleri

olarak sunulan ülkelerde İDBS uygulamalarının ne derece hayata geçirilmiş olduğunun

incelenmesi takip etmiştir. Kalkınma başarıları olarak gösterilen ülkelerin

incelenmesini, kalkınma adına önemli bir gelişme sağlayamamış olan Güney Amerika

ülkelerinin incelenmesi takip etmiştir.

Yapılmış olunan genel değerlendirmeyi takiben örnek ülke değerlendirmesi

olarak Türkiye incelemesi yapılmıştır. Türkiye incelemesine dair ilk etapta Türkiye'nin

iktisat tarihi kısa bir şekilde ele alındıktan sonra, Türkiye için 1960-1980 arası dönemin

ithal ikameci ve içe dönük politikaların uygulanmış olduğu ve 1980 sonrası döneminse

ihracata dayalı ve dışa dönük kalkınma politikalarının uygulanmış olduğu bir dönem

olduğu, bu politikaların seçim nedenleriyle birlikte verilmeye çalışılmıştır. Çalışmanın

sonraki aşamalarında, seçilmiş dönemler itibariyle makroekonomik ve sosyal

199

Page 213: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

göstergeler ışığında Türkiye'nin kalkınma süreci değerlendirilmiş ve İDBS'nin Türkiye

açısından nasıl sonuçlar doğurmuş olduğu incelenmiştir.

GGÜ'ne dair yapılan incelemeler göstermektedir ki; GGÜ'nin hiçbiri gelişim

süreçlerinin başlangıcında İDBS'ne başvurmamışlardır.

İngiltere erken dönemlerden itibaren sabırla sürdürmüş olduğu ithal ikameci

sanayileşme sürecini ancak ve ancak sanayi liderliğinin kesinleşmesi ile birlikte terk

etmiştir. Ayrıca İngiltere'nin sömürgecilik sistemi de diğer sömürgeci ülkelerden

farklıdır. İngiltere uzun süre sömürge olarak sahip olmuş olduğu toprakların sadece

insan gücünden ve doğal zenginliklerinden faydalanmamıştır, kendi kurumsal ve

kamusal sistemini de bu ülkelere yerleştirmiştir. Ayrıca diğer ülkelerdeki sanayi

gelişimini sekteye uğratmak adına, makine ihracatının ve sömürgelerde makine

kullanımının tamamen yasaklanması, eşitsiz ticaret anlaşmaları vb. birçok yola

başvurmuştur.

ABD'nin de kalkınma serüveninin içinde, İDBS'ni çok geç hayata geçirmiş

olduğu görülmektedir. Serbest ticaret ile ilgili tartışmalar ABD tarihinin ilk dönemlerine

damgasını vurmuş ve 19. yüzyıl başlarında çıkmış olan İç Savaşın bile altında yatan asıl

neden olmuştur. Savaşın korumacı politikaların hayata geçirilmesini hedefleyen

“Kuzey” tarafından kazanılmış olması ile birlikte ABD özellikle de 19. yüzyılın

tümünde ve 20. yüzyıl ortalarına dek dünyanın en korumacı ülkesi olarak dikkat

çekmektedir. Genel iktisat literatürü tarafından fikir babalığını List'in yapmış olduğu

öne sürülen “Bebek Sanayileri Koruma Politikalarının” da asıl fikir babasının 18. yüzyıl

sonlarında ABD Hazine Bakanı olarak görev almış olan Hamilton olduğu

görülmektedir. ABD de İngiltere'ye benzer bir şekilde, İkinci Dünya Savaşı'nın yıkıcı

etkilerinin bütün dünyayı sarmış olduğu ve ABD'nin sanayi ve teknoloji liderliğinin

kesinleşmiş olduğu 1950'li yıllardan itibaren serbest ticaret yanlısı politikaları hayata

geçirmeye başlamıştır.

Diğer bir gelişmiş ülke olarak Japonya'nın da gelişiminin ilk evrelerinde

neoliberal politikalara ters bir şekilde etkili kamu müdahaleleri ve planlı kalkınma

stratejileri ile gelişmiş olduğu görülmektedir. Japonya'nın kalkınma sürecinde özellikle

de devlet kurumları tarafından yapılan yönlendirmeler ve özel sektöre yönelik

200

Page 214: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

uygulanan teşvik politikaları büyük rol oynamıştır. Bütün bunlara ek olarak Japonya'nın

gelişim sürecinde özellikle de bir kurumun; Uluslararası Ticaret ve Sanayi Bakanlığı'nın

etkisinin çok büyük olduğu görülmektedir. Japonya'nın gelişim sürecinin erken

sayılabilecek dönemlerinden itibaren bu kurum, sanayi planlaması, finansman, şirket

evlilikleri, ürün kotaları, döviz kuru ayarlamaları ve yabancı teknolojinin elde edilmesi

ve yaygınlaştırılması ile ilgili konularda çok geniş yetkilerle donatılmıştır. Merkezi

olarak idare edilen bu kalkınma süreci sonunda sanayisini geliştiren Japonya zamanı

geldiğinde ülke sınırlarını serbest ticarete açmış ve bu gelişme ülkede ihracat

patlamalarına neden olmuştur.

Günümüzün gelişmiş ülkelerinden Almanya'nın da kalkınma tarihinde etkin

devlet müdahalelerinin ve kurumsal yapının büyük etkisi olmuştur. Almanya merkantil

dönemin Avrupa'sında özellikle de hayata geçirmiş olduğu kamu reformları ve eyalet

sisteminin yeniden yapılandırılması konusunda atmış olduğu adımlarla ön plana

çıkmıştır. Sömürgeleşme yarışında geri kalmış olması sonucunda kalkınma sürecinin

erken dönemlerinden itibaren korumacılık politikalarını hayata geçirmiş ve bebek

sanayi koruma politikaları ile birlikte sanayileşme sürecinde önemli başarılar elde

etmiştir. Günümüzün sanayi devi Almanya'nın kurumsal ve fikirsel altyapısı da büyük

ölçüde bu süreçte oluşturulmuştur.

Fransa da diğer gelişmiş Avrupa ülkeleri gibi korumacılık politikalarını gelişim

sürecinin erken dönemlerinde etkili bir biçimde kullanmıştır.

Bütün bunlara ek olarak, GGÜ'in gelişim süreçlerinin başlangıcında,

GGOÜ'nin ellerinde bulunmayan sömürgecilik, çocuk işgücü, sağlıksız çalışma ve

üretim şartları, eşitsiz ticaret anlaşmaları ve ekolojik dengeler açısından olumsuz ama

maliyetler açısından olumlu üretim yapıları gibi birçok araçtan da istifade etmiş

oldukları görülmektedir.

Neticede, GGÜ'nin gelişim süreçlerinin erken evrelerine dair yapılmış olunan

incelemeler göstermektedir ki; GGÜ arasında kalkınma serüvenine dışa açık kalkınma

stratejileri ile başlamış bir ülke yoktur, varsa da (Japonya gibi) bu politikaların seçimi

kendi tercihlerine bağlı olarak belirlenmemiştir. Neticede, GGÜ'nin gelişim süreçlerinin

201

Page 215: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

erken dönemleri neoliberal söylemin GGOÜ'ne yönelik getirmiş olduğu birçok

kalkınma önerisini de yalanlar niteliktedir.

Hassas bir tarihsel inceleme GGOÜ adına başarı örnekleri olarak sunulan

Doğu Asya Ülkeleri, Çin ve Hindistan gibi gelişmekte olan ya da yeni gelişmiş

ülkelerin de tarihsel gelişim süreçleri boyunca birçok defa İDBS'ne bağlı kalmamış ve

hatta gelişim süreçlerinin geniş bir kısmında korumacı ve devlet güdümlü sanayileşme

politikalarına başvurmuş olduklarını göstermektedir.

Neoliberal söylem, Doğu Asya'da mucizevî olarak nitelenen büyüme ve

kalkınma başarılarının diğer ülkeler tarafından gerçekleştirilmesinin zor olduğunu, bu

ülkelerin hepsinin kültürel, coğrafi ve yapısal açıdan birbirine benzedikleri için bu

coğrafyada hayata geçirilen kalkınma politikalarının bu nedenle bütün bu coğrafya

ülkelerinde başarıya ulaşmış olduğunu iddia etmektedir. Ayrıca buradaki ülkelerin

çoğunun eski Japonya sömürgesi olduğu, Japonya'nın sömürgecilik zamanında bu

bölgelere yüksek oranlı yatırımlar yaptığı, bu ülkelerin sanayi ve kültürel altyapılarının

bu dönemde oluşturulduğu da iddia edilmektedir. Ancak tarihsel göstergeler

göstermektedir ki; Japonya'nın uygulamış olduğu sömürgecilik faaliyetlerinin yıkıcılık

açısından diğer sömürgeci ülkelerinkinden bir farkı yoktur. Ayrıca; Asya Kaplanları

olarak anılan G. Kore, Tayvan, Tayland, Malezya, Honk Kong, Singapur ve

Endonezya'nın gelişim süreçlerinin başlangıç dönemleri incelendiğinde hepsinin farklı

iktisadi ve sosyal yapılara sahip olduğu görülmektedir. Örneğin; G. Kore'nin

bağımsızlığını kazandığı ve gelişim serüvenine başlamış olduğu yıllarda elindeki sanayi

altyapısı neredeyse yok denecek kadar azdır, ayrıca Japonya döneminde bu bölge eğitim

açısından da zayıf bir yapıya büründürülmüştür. Ancak G. Kore 20. yüzyılın

ortalarından itibaren hayata geçirmiş olduğu akılcı kalkınma politikaları ile günümüzün

önemli sanayi devlerinden biri haline gelmiştir. Japonya sömürgesiyken Japonya'nın

gıda üretim merkezi olarak kullanılan Tayvan ise başarılı bir kalkınma süreci ile

günümüzün en önemli teknoloji ihracatçılarından biri haline gelmiştir. Singapur da G.

Kore ve Tayvan gibi birçok olumsuzlukla başlamış olduğu kalkınma serüvenini

ekonomisinde gerçekleştirmiş olduğu yapısal değişim sayesinde önemli büyüme

performansları ile süslemiş, üstelik bu büyüme performansında diğer Asya

202

Page 216: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

Kaplanlarından farklı olarak TFV artışları önemli rol oynamıştır. Dünyanın en küçük

ülkelerinden birisi olan Hong Kong ise günümüz itibariyle dünyanın en büyük ticaret

merkezlerinden birisi halini almıştır. Malezya, Endonezya ve Tayland'ın kalkınma

serüvenleri de başarı hikayeleri ile doludur. Bu başarıların büyük çoğunluğunun dışa

açılma atılımları ve ihracat artışları ile birlikte gelmiş olduğu da doğrudur. Ancak Asya

Kaplanlarının kalkınmasındaki başarılarının ana nedenlerinin İDBS olduğu yorumu

gerçekçi değildir.

Asya Kaplanları ticaretlerini ve ekonomilerini dışa açmadan önce uzunca bir

süre ekonomilerini devlet müdahaleleri ve özel sektöre verilen desteklerle

yönlendirmiştir. Asya Kaplanlarının gelişim süreçleri ile ilgili benzerlikleri özellikle de

eğitime vermiş oldukları öncelikler hususunda pekişmektedir. Bu ülkelerde eğitim

seviyelerinin yükseltilmesi için birçok eğitim reformu yapılmıştır. Ayrıca ülkelerin

hemen hemen hepsinde çeşitli toprak reformları veya istihdam reformları yapılarak daha

kalkınma süreçlerinin erken dönemlerinde gelirin adil dağılımına yönelik başarılar elde

edilmiştir. Özellikle sanayileşme yarışında önemli yol kat eden G. Kore, Tayvan ve

Singapur gibi ülkelerde gelişmesi istenen sektörler devletler tarafından seçilmiş, özel

sektör planlı kamu müdahaleleriyle desteklenmiş ve hatta çoğu durumda yoktan

yaratılmıştır. Uluslararası ticarete ancak piyasa sisteminin ve sanayinin yurtiçinde

yeterli kaliteye ulaşmasının ardından geçilmiş ve ihracat başarıları da bunu takip

etmiştir. Günümüzün yeni devi Çin'in de gelişim süreci kısmen diğer Asya

ülkelerininkine benzemektedir. Çin'de de devlet, aktif kamu müdahaleleri ile kalkınma

süreci boyunca sanayi gelişiminin temelinde rol almıştır ve almaya da devam

etmektedir.

Asya Kaplanlarının kalkınma süreçlerine dair diğer bir önemli benzerlik ise,

uygulamış oldukları İİDBS'deki aşamaların benzerlikleridir. Sanayileşme konusunda

başarıya ulaşmış olan Asya Kaplanlarının hepsi ithal ikameci süreçlere maliyet

avantajlarının olduğu sektörlerin ihracatı ile sağlanmış olan kaynakların yurtiçinde ithal

ikamesinde kullanılması ile başlamıştır. Uzunluk bakımından ülkelere göre değişiklik

gösteren bu aşamanın sonunda Asya Kaplanları için iki tercih seçeneği ortaya çıkmıştır.

Bu seçenekler; ithal ikamesinin yatırım malları konusunda devamına gidilmesi ya da

203

Page 217: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

birinci ithal ikameci dönemin sonunda üretimine başlanan düşük kaliteli ve yurtiçi

pazara yönelik dayanıksız tüketim mallarının ihracatına gidilmesidir. Asya Kaplanları

bu noktada tercihlerini ikinci seçenekten yana kullanmışlardır. Bu aşamayı takiben

Doğu Asya ülkelerinin karşılaştırmalı üstünlükleri “toprak”tan “vasıfsız işgücü”ne

kaymıştır. Bu dönemde dayanıksız tüketim malları üretiminde iyice gelişen bu ülkelerde

işgücü topraktan sanayiye kaymıştır. Aynı dönemde dayanıksız tüketim mallarından

elde edilen ihracat gelirleri devlet müdahaleleri ve teşvik politikaları aracılığıyla büyük

ölçüde sanayi üretiminde nitelikli işgücü ve teknolojiye dayalı, sermaye yoğun üretim

sistemine geçiş için harcanmıştır. 1970'lerin ortasına doğru geçilen 4. aşamada son ithal

ikamesine dayalı dönem başlamıştır. Bu dönemde yurtiçi ve yurtdışı için yatırım

malları, dayanıklı tüketim malları ve işlenmiş hammadde üretimine geçilmiştir. Bu

alanlarda da ithal ikamesinin sınırına gelinmesi ile birlikte yeniden ihracata dayalı

stratejiler uygulamaya sokulmuştur. Görünen o ki; Asya Kaplanlarının kalkınma

başarılarının altında yatan asıl neden; istikrarlı, kararlı ve esnek kalkınma stratejilerinin

devlet denetimi ve kontrolü altında hayata geçirilmiş olmasıdır.

Diğer bir Asya devi olarak Çin de Asya Kaplanlarına benzer politikalar ve

etkili devlet müdahaleleri sayesinde kalkınma başarıları gösterebilmiştir. Diğer yandan,

uluslararası finansal kurumlar tarafından eleştirilen Çin'deki aksak finansal ve

bankacılık yapısı ise, 1990'lı yılların sonuna doğru neredeyse Doğu Asya'daki bütün

ülkeleri etkileyen finansal krizden Çin'in ufak yaralar alarak çıkmasının asıl nedenini

oluşturmuştur. Hindistan da kalkınma serüveni açısından gerek yapısal, gerekse süreç

bakımından Çin'e benzemektedir.

Eski dünyanın yeni umudu olarak keşfedilen Güney Amerika ülkeleri ise ne

yazık ki kalkınma uğraşısı adına pek de başarılı sonuçlar alamamışlardır. Kalkınma

serüvenlerine çok erken dönemlerde; 19. yüzyıl sonlarına doğru başlayan G. Amerika

ülkelerinde kalkınma süreçlerine dair stratejik bir seçim yanlışı yapılmıştır. Gelişim

süreçlerinin erken evrelerine İİDBS ile başlayan G. Amerika ülkeleri en önemli hatayı,

İİDBS'nin ikinci evresi olarak yüksek teknoloji ve ağır sanayiye dayalı bir üretim

yapısına dönüşmeye kalkışmakla yapmıştır. Tarım ihracatından elde etmiş oldukları

döviz gelirlerini ve cari fazlaları büyük ölçüde bu uğurda harcayan G. Amerika

204

Page 218: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

ülkelerinin Birinci Dünya Savaşı'nın başlaması ve gıda ihracatının da durması ile

birlikte, ağır sanayi için ihtiyaç duydukları sermaye ve ara mallarını ithal edemedikleri

ve büyük bir krize girdikleri görülmektedir. G. Amerika ülkelerinin 20. yüzyıl boyunca

kalkınma hikayesi de işte bu senaryo etrafında dönüp durmuştur.

Dünya genelinde İİDBS'nin uygulanmış olduğu 1950-1980 arası dönem ile

İDBS'nin uygulanmış olduğu 1980 sonrası dönem arasında dünya genelindeki

makroekonomik performanslar yardımıyla yapmış olduğumuz karşılaştırma ise, çoğu

yönden kalkınma adına İİDBS'nin uygulanmış olduğu dönemin, 1980 sonrası İDBS'nin

uygulanmış olduğu döneme göre daha başarılı bir dönem olarak geçirilmiş olduğunu

göstermektedir.

Örnek ülke olarak incelenmiş olunan Türkiye'nin kalkınma serüvenine yapmış

olduğumuz kısa tarihsel yolculuk da bize Türkiye'nin kalkınma uğraşısına, günümüzde

kalkınma konusunda başarı örnekleri olarak sunulan Asya Kaplanlarına benzer bir

şekilde başlamış olduğunu, gelinen noktada ise; başarısızlık örnekleri olarak gösterilen

Güney Amerika ülkelerine benzer bir konuma geldiğini göstermektedir. Özellikle de

1930 sonrası dönemde, Türkiye'de değişen hükümetlerin belli bir ideolojiye ve

basmakalıp kalkınma stratejilerine bağlı kalmış olması, Türkiye'nin kalkınma sürecine

dair olumsuz sonuçların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Oysaki kalkınma

stratejilerinin; tarihsel süreçte kalkınma adına başarılı olmuş ülkelerin hepsinde,

kalkınma süreçleri boyunca sahip olmuş oldukları yapısal özelliklere göre belirlenmiş

oldukları görülmektedir. Gerek GGÜ, gerekse günümüzün başarılı gelişmekte olan ülke

örnekleri gelişimlerinin ilk evrelerini kendileri için uygun olan kalkınma stratejilerini

“yaratarak” geçirmişler ve bunun bir sonucu olarak kalkınma başarılarını elde

edebilmişlerdir.

Türkiye'de 1923-1930 yılları arasında serbest ticarete açık ancak devlet

güdümlü, 1930-1950 yılları arasında serbest ticarete kapalı ve devlet güdümlü, 1950-

1960 yılları arasında ise neoliberal politikalara bağlı ve piyasa güdümlü bir kalkınma

dönemi yaşanmış olduğu söylenebilir. Ancak, izlenen kalkınma stratejilerine dair en net

tanımlamalar 1960-1980 arası dönem ve 1980 sonrası dönem itibariyle

yapılabilmektedir. Buna göre; Türkiye 1960-1980 arası dönemde dünya genelinde

205

Page 219: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

olduğu gibi İİDBS'ni hayata geçirmiş ve özellikle de 1930-1950 yılları arasında

temelleri atılmış olan sanayileşme politikalarının tamamlanması hedeflenmiştir. Ancak

bu dönemde dünya genelinde yaşanmış olunan krizler ile birlikte 1980 sonrası dönemde

İDBS hayata geçirilmiş ve günümüze kadar kalkınma adına bu stratejiler kullanılmıştır.

Türkiye'deki İİDBS dönemi incelendiğinde göze ilk çarpan şey; Türkiye'nin

1970'ler itibariyle 19. yüzyıl sonlarında Güney Amerika'nın içine düşmüş olduğu hataya

düşmüş olduğudur. Türkiye bu dönemde sanayileşmesini yeni tamamlamış olduğu

dayanıksız tüketim mallarının ihracatına gidip ihracat gelirleri elde etmek yerine,

yatırım mallarının ithal ikamesine dayalı bir sanayileşme sürecine girmiştir. Bu seçim

nedeniyle patlak veren ilk büyük krizde derin ödemeler dengesi açıkları verilmiş, dış

borçlanma artmış ve ülke derin bir bunalıma sürüklenmiştir. Aynı dönemde krizlerle

boğuşan ülkelere yönelik uluslararası finans kuruluşlarının krizden çıkmanın ve uzun

dönem başarılı büyüme performanslarının tahsisi için tek çözüm yolu olarak sunmuş

olduğu İDBS, Türkiye tarafından da bir kurtuluş umudu olarak 1980 sonrası dönem

itibariyle hayata geçirilmiştir. Ancak; 1980 sonrası dönemde uzun dönemli ve istikrarlı

büyümenin ve kalkınmanın tahsisi için hayata geçirilen İDBS dönemi Türkiye'si, hemen

hemen her açıdan İİDBS döneminden daha başarısız bir performans ortaya koymuştur.

1980 sonrası dönemde Türkiye'de makroekonomik istikrar, GSMH büyüme

performansları, sanayileşme çabaları, borç yükü, enflasyon, bütçe açıkları, cari açıklar,

dış ticaret hadleri, ihracatın ithalatı karşılama oranı, işsizlik ve imalat sanayinde reel

ücretler konularında kesinlikle 1980 öncesi döneme göre daha kötü bir performans

gösterilmiştir. Eğitim, istihdam yaratma, toplam faktör verimliliği ve kişi başına düşen

GSMH seviyeleri bakımından ise gelişim süreçlerine ait 1980 sonrası bir değişikliğin

olmadığı görülmektedir. 1980 sonrası dönemde kaydedilen en önemli pozitif

gelişmelerin; adil gelir dağılımı, ihracat seviyeleri artışları, sanayi malı ihracat

seviyelerindeki artışlar, doğal kaynak yoğun ihracat yapısının yerini düşük teknoloji

yoğun ihracat yapısının alması ve finansal sermaye yatırımları konularında olduğu

görülmektedir. Ancak, başarı olarak görünen bu gelişmelerin altında bazı olumsuzluklar

da yer almaktadır.

206

Page 220: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

İthalat seviyelerindeki artış, aynı dönem itibariyle ihracat seviyelerindeki

artışlardan daha büyük oranlarda gerçekleşmiştir. Neticede; 1980 sonrası dönemde de

1980 öncesi döneme benzer bir şekilde ithalata bağımlı bir sanayi yapısının varlığını

sürdürmekte olduğu görülmektedir. İhracat artışlarının sağlanabilmesi adına ithalat

artışlarının da gerçekleştirilmesi zorunluluğu, Türkiye'de 1980 sonrası dönemde karşı

karşıya kalınan yüksek oranlı cari açıkların da temelini oluşturmaktadır. Günümüzde de

önemli bir sorun olarak varlığını muhafaza eden cari açıkların finansmanı büyük ölçüde

yurtdışından çekilen finansal sermaye girişleri ile gerçekleştirmekte, Türkiye'nin

ödemeler dengesinin bu derece finansal sermaye girişlerine bağlı oluşu ise Türkiye'deki

istikrarlı büyüme çabalarını sekteye uğratmaktadır. Bütün bunlara ek olarak; Türkiye'de

sanayi malı ihracatındaki kazanımlar TFV sayesinde değil, baskı altına alınan ücretler

sayesinde sağlanmıştır ve sürdürülebilirliği tartışmalıdır.

Çalışmada yapılmış olunan incelemeler neticesinde; Türkiye'de 1980 sonrası

İDBS'nin; ne makroekonomik performans açısından, ne istikrar arayışları açısından, ne

de vaat etmiş olduğu değişimi sağlayabilmek adına başarılı olamadığı sonucuna

varılmaktadır. Bu sonuç; büyük oranda dünya genelinde varılan sonuçlarla da paralellik

göstermektedir. Türkiye'de 1980 öncesi dönemde mevcut olan dışa bağımlı büyüme ve

kalkınma yapısı, 1980 sonrası dönemde güçlenerek mevcudiyetini korumuştur. Üstelik

1980 sonrası serbest ekonomi politikaları, Türkiye'deki bu yapının kırılmasını daha da

güç hale getirmiştir. Türkiye'nin bu yapıyı kırmaksızın, istikrarlı ve uzun dönemli bir

büyüme performansı yakalaması güçtür. Çalışmamız neticesinde varılan sonuçlar

ışığında, Türkiye'de uzun dönemli ve istikrarlı kalkınma adına önerilebilecekler kısaca

şu şekilde özetlenebilir;

-Planlı ve istikrarlı kalkınma adına başarıyı yakalamış olan ülkelerin hepsinde,

uygulanmış olunan serbest ya da planlı kalkınma stratejileri adına devlet

müdahalelerinin ve stratejilerinin öneminin büyük olduğu görülmektedir. Bu

doğrultuda; herhangi bir bir kalkınma sürecinin başarıya ulaşabilmesi adına Türkiye

öncelikle kurumsal yapısında mutlak bir iyileşmeye gitmelidir. Tarihsel incelemelerimiz

göstermektedir ki; iyi bir kurumsal altyapıyı tesis etmeden kalkınma uğraşısı adına

başarıyı yakalamış bir devlet yoktur. İyi yönetilmeyen kurumların, kalkınma adına

207

Page 221: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

ortaya koyacakları olumlu etkiler de sınırlı olacaktır. Bu doğrultuda; kaliteli ve eğitimli

devlet kadrolarının yetiştirilmesi ve devlet kurumlarında performans artışlarının

sağlanması, kalkınma uğraşısı adına kritik önem taşımaktadır. Kurumsallaşma

mevzusunda özellikle de 1990 Washington Uzlaşısı ile birlikte ortaya çıkan “ iyi

yönetişim” kavramı tartışmalıdır. GGÜ'nin gelişim süreçlerine dair yapılmış olunan

araştırmalar “iyi yönetişim” kurumlarının pek çoğunun GGÜ'de gelişim süreçlerinin son

safhalarında ortaya çıkmış olduğunu göstermektedir (Chang, 2002:214). Bu doğrultuda;

Türkiye “iyi yönetişim kurumları”nın oluşturulmasından evvel sağlam ve etkin devlet

kurumlarının oluşturulmasına odaklanmalıdır.

-Türkiye'de özellikle de Ar-Ge ve eğitim alanlarında yapılan yatırımlar

yetersizdir. Başarılı bir beşeri ve kurumsal kalkınma adına eğitim yatırımlarının artışına

gidilmesi, bir zorunluluk olarak karşımıza çıkmaktadır. Gerek insani kalkınmanın,

gerekse yapılacak olan kurumsal iyileştirmelerin etkilerinin büyük ölçüde yapılmış

olunan eğitim yatırımlarına bağlı olduğuna dair kalkınma uğraşıları bakımından en

güzel örnekler; Asya Kaplanları olarak gösterilebilir.

-Türkiye'nin ihracatındaki hemen hemen tamamen ithalata bağımlı yapı aslında

1980 öncesi dönemden kalmadır. Ancak, asıl sorun 1980 sonrası dönemde bu yapının

aynen korunması ve hatta daha da güçlü bir hal almış olmasıdır. Görünen o ki; Türkiye

İİDBS'den vazgeçmiş olduğu dönem itibariyle sanayileşme konusundaki yapısal

değişim süreçlerini de dondurmuştur. Türkiye'de 1980 öncesi ithal ikamesi döneminin

ilk aşaması olan dayanıksız tüketim mallarının ve bir kısım ara malların ithal ikamesinin

sağlanmasının ardından, bu malların ihracatına gidilmeden yatırım mallarının ithal

ikamesine gidilmiş olması 1970'lerin sonlarına doğru yaşanan krizle birlikte ithal

ikamesinin daha fazla sürdürülememesine neden olmuştur. Yatırım mallarının ithal

ikamesine geçemeden ticaretini serbestleştiren Türkiye, o dönem itibariyle

karşılaştırmalı olarak üstün olduğu dayanıksız ve düşük teknoloji seviyeli tüketim

mallarının uluslararası ticaretinde uzmanlaşmaya gitmek zorunda kalmış, serbest piyasa

mekanizmasının yönlendirmesiyle birlikte 1980 sonrası dönem boyunca da bu yapısında

bir değişime gidememiştir. Türkiye'nin yüksek teknoloji ve yatırım mallarının

üretiminde uzmanlaşması bu sistem mevcut olduğu sürece zor gözükmektedir. Bu

208

Page 222: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

doğrultuda, Türkiye'de üretim yapısında değişime gidilebilmesi için kalkınma

stratejilerinde de değişime gidilmesi şarttır.

İncelemelerimiz göstermektedir ki; kalkınma uğraşısı mevzusunda İİDBS ve

İDBS'nin ülkeler adına sağlamış oldukları faydalar ülkelerin bu stratejileri uygulamaya

geçirdikleri dönemdeki sosyal, iktisadi, teknolojik, sınai ve beşeri sermaye birikim

seviyeleri ile doğrudan ilişkilidir. Bununla birlikte, ülkelerin uygulamaya sokacakları

kalkınma stratejilerinin seçiminde uluslararası koşulların da etkisi büyüktür.

Uluslararası finans kuruluşları ve günümüz iktisat literatürünün geneli tarafından

saplantılı bir şekilde kalkınmanın tek yolu olarak gösterilmeye çalışılan İDBS, aslında

uzun dönemli ve istikrarlı kalkınma adına kullanılabilecek tek strateji değildir. Hatta

çalışmamızda yapmış olduğumuz genel incelemeler neticesinde İDBS'nin, gelişim

süreçlerinin başlangıç evrelerinde olan ve uluslararası pazarlara açılmak ve başarılı

olmak adına yeterli altyapıyı sağlayamamış olan ülkelerde hayata geçirilmesinin bu

ülkeler adına önemli sorunların ortaya çıkmasına neden olduğu anlaşılmaktadır.

Tarihsel incelemelerimiz göstermektedir ki; ülkelerin göstermiş oldukları

kalkınma başarıları basmakalıp kurallar ve politikalar ile açıklanamayacak kadar bu

ülkelere has özellikler taşımaktadır. Kalkınma tarihine başarı örnekleri olarak geçmiş

olan ülkelerin hepsinin, kendilerine has avantajlarını yarattıkları ve bu avantajların

azami seviyede kullanıldığı kalkınma stratejilerini hayata geçirdikleri görülmektedir.

Ülkeler için tek bir “doğru” kalkınma seçeneği olduğunu söylemek gerçekçi değildir.

Türkiye'de de öncelikli olarak yapılması gereken; ülkenin yapısal özelliklerine uygun

olan kalkınma stratejilerinin tespit edilmesi ve bu stratejilerin doğru kanallar ve

uygulamalar aracılığı ile hayata geçirilmesidir.

209

Page 223: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

KAYNAKÇA;

Abou-Stait Fouad, (2005), “Are Exports The Engine Of Economic Growth? An Application Of Cointegration And Causality Analysis For Egypt, 1977-2003”, Economic Research Working Paper No. 76 (July), African Development Bank.

Abramovitz, M., (1986), “Catching Up, Forging Ahead, And Falling Behind”, Journal Of Economic History, Vol. 46, No.2 (June 1986), 385- 406

Acar, Y., (1987), “Ülkemizde KİT’ler ve Özelleştirme”, Uludağ Üniversitesi İİBF Dergisi, Kasım-1987.

Acartürk, E., Tekeli, R. ve Arslaner, H., (2004), “Geçiş Ekonomilerinde Devletin Ekonomideki Rolü: Türkiye Modeline Eleştirel Bakış”, Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi, I. Maliye Konferansı “Geçiş Ekonomilerinde Mali Politikalar”, 16 Nisan 2004, Bişkek/Kırgızistan.

Acemoglu, D. & Robinson, J.A., (2000), “Political Losers As A Barrier To Economic Development”, American Economic Review, Vol. 90 (May), Pp. 126–44

Acemoglu, D. & Zilibotti, F., (2001), “Productvity Differences”, Quarterly Journal Of Economics, Volume 116, Pp. 563-606.

Acemoglu, D., Johnson, S. & Robinson, J.A., (2000), "The Colonial Origins Of Comperative Development: An Empirical Investigation", NBER Working Paper No. 7771.

Acemoglu, D., Johnson, S. & Robinson, J.A., (2002), “Reversal Of Fortune: Geography And Institutions In The Making Of The Modern World Income Distribution”, Quarterly Journal Of Economics, 118, 1231-1294.

Acemoglu, D., Johnson, S. & Robinson, J.A., (2005), "The Rise Of Europe: Atlantic Trade, Institutional Change, And Economic Growth", American Economic Review 95(3), Pp. 546-579

Adelman, I., (1961), “Theories Of Economic Growth And Development”, Stanford: Stanford University Press.

Agenor, P., (2004), “Macroeconomic Adjustment And The Poor: Analytical Issues And Cross-Country Evidence”, Journal Of Economic Surveys, Vol.18(3), September, 351-409, 0905-0804

Aizenman, J., (2004), “On the Hidden Links Between Financial and Trade Opening”, NBER Working Paper, No: 9906, 1-25.

Akman, M.S., (2008), “Hokey Sopaları, Küreselleşme ve Dünya Ticaret Sisteminin Geleceği: Deardorff’u Tamamlayıcı Notlar”, Uluslararası Ekonomi ve Dış Ticaret Politikaları Dergisi, 3 (1-2), Ss. 25-56.

Aksoy, A. & Salinas, G., (2006), “Growth Before And After Trade Liberalization”, World Bank Working Paper 4062, November 2006

Aktan C.C. ve Tunç, M., (1998), "Bilgi Toplumu ve Türkiye", Yeni Türkiye Dergisi, Ocak-Şubat 1998. s.118-134.

Aktan, C.C. ve Şen, H., (1999), “Globalleşme, Ekonomik Kriz ve Türkiye”, Türkiye Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeler Serbest Meslek Mensupları ve Yöneticileri Vakfı Ekonomik, Sosyal ve Siyasal Araştırmalar Serisi, No: 1, Ankara: Kasım 1999.

Aktan, C.C., (1992), “Kamu Ekonomisinden Piyasa Ekonomisine: Özelleştirme”, Ankara.Aktan, C.C., (1994), “Çağdaş Liberal Düşüncede Politik İktisat”, Takav Matbaası, Ankara.Aktan, C.C., (2000), “Politik İktisat”, Anadolu Matbaası, İzmir.Aktan, H.O., (2006), “Dünya Ekonomisindeki Gelişmeler ve Türk Dış Ticareti”, DTM, Uluslar

Arası Ekonomi ve Dış Ticaret Politikaları Dergisi, 1(1-2):69-100.Aktan, O., (1991), “Yeni Sanayileşen Ülkelerin Sanayileşme Deneyimleri: İstihdam ve Gelir

Dağılımı”, 1991 Sanayi Kongresi Bildiriler Kitabı, Cilt I, S. 55,. MMO Yayın No : 148/1.Allen, W.R., (1987), “Mercantilism”, (İç.) Eatwell ve Diğerleri (Ed.), 1987, C.3, S.445-448.Altay, A., (2003), “Geçiş Ekonomilerinde Devletin Ekonomik Rolleri, Görevleri ve KOBİ’lerin

Durumu”, Maliye Araştırma Merkezi Kon., Maliye Araş. Mrk. Y. No:86, Seri:41.Altuğ, S., (2006), “Türkiye’de Büyüme, Yapısal Dönüşüm ve Dış Ekonomik Gelişmeler”,

Uluslararasi Ekonomi ve Dış Ticaret Politikaları”, Vol.:1 , Issue:1 , Pages:3-11 , TC Basbakanlik Dis Ticaret Mustesarligi

210

Page 224: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

Altuğ, S., Filiztekin, A. & Pamuk, S., (2007), "The Sources Of Long-Term Economic Growth For Turkey, 1880-2005", CEPR Discussion Paper 6463.

Angelov, N., (2006), “Structural breaks in Iron-Ore prices: The impact of the 1973 oil crisis", Working Paper Series 2006:11, Uppsala University, Department of Economics.

Arcayürek, C., (2007), “Çankaya”, Detay Yayınları, 4. Baskı, 2007.Arısoy, E., (1997), “Dış Ticaret Hadlerinin Gelir Etkisi”, Dış Ticaret Dergisi, Ankara: DTM

Yayını.Arısoy, İ., (2005), "Türkiye'de Sanayileşme ve Temel Göstergeler Açısından Sanayinin Gelişimi",

ÇÜ, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt: 14, Sayı: 1, 2005.Arrow, K.J., (1962), “The Economic Implications Of Learning By Doing”, The Review Of

Economic Studies, V.29, N.3, 155-173Aslan, N. ve Kanbur, A.N., (2007), “1980 Sonrası Türkiye'de Satın Alma Gücü Paritesi

Yaklaşımı”, Marmara Üniversitesi I.İ.B.F. Dergisi, Cilt: XXIII, Sayı:2, S.9-43.Ateş, Ş., (1996), “İktisadi Büyümeye Yaklaşımlar ve Yakınsama Sorunu”, Çukurova Üniversitesi

İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 6(1).Ateş, Ş., (1998), “Yeni İçsel Büyüme Teorileri ve Türkiye Ekonomisinin Büyüme Dinamiklerinin

Analizi”, Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi Haziran , Adana Awokuse, T. O., (2005), “Export-Led Growth And The Japanese Economy: Evidence From VAR

And Directed Acyclic Graphs”, Applied Economics Letters, 12, 849-858.Ay, A. ve Karaçor, Z., (2006), “2001 Sonrası Dönemde Türkiye Ekonomisinde Krizden

Büyümeye Geçiş Üzerine Bir Tartışma”, S.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Yıl:2006, Sayı:16, 67-86.

Bahmani-Oskooee, M. & Alse, J. (1993), “Export Growth And Economic Growth: An Application Of Cointegration And Errorcorrelation Modeling”, Journal Of Developing Areas, 27. 535–42.

Bahmani-Oskooee, M. & Niroomand, F., (1999).,“Openness And Economic Growth: An Empirical Investigation”, Applied Economic Letters,. Vol.6, Pp.557-61.

Baier, S.L. & Bergstrand, J.H., (2001), “The Growth Of World Trade: Tariffs, Transport Costs, And Income Similarity”, Journal Of International Economics 53: 1-27.

Bairoch, P. & R.Kozul-Wright, (1996), “Globalisation Myths: Some Historical Reflections On Integration, Industrialisation And Growth In The World Economy”, UNCTAD DP No.113.

Bairoch, P., (1993), “Economics And World History-Myths And Paradoxes”, Brighton, Wheatsheaf

Balabkins, N.W., (1988), “Not By Theory Alone...: The Economics Of Gustav Von Schmoller And Its Legacy To America”, Berlin: Duncker & Humblot.

Balassa, B., (1978), “Exports And Economic Growth: Further Evidence”, Journal Of Development Economics, 5, 181–89.

Barbaros, R.F. & Öğüt, M.U., (2003), “Regional Development Inequalities in Turkey: An Assestment on the Distribution of Investment Insentives”, METU International Conference on Economics, 2003

Barbaros, R.F. ve Karatepe, İ.D., (2009), “60lı Yıllarda Türkiye'ye 'Planlamadan' Bakış”, Ege Akademik Bakış, cilt 9, no:1

Barro, R.J. & Mccleary, R.M., (2003), “Religion And Economic Growth Across Countries”, American Sociological Review 68(5): 760-781.

Barro, R.J. & Sala-I-Martin, X., (1995), “Technological Diffusion, Convergence And Growth”, Journal Of Economic Growth 2, 1-26.

Barro, R.J., (1990), “Government Spending In A Simple Model Of Endogenous Growth”, Journal Of Political Economy, 98(5), S103-S125.

Barro, R.J., (1991), "Economic Growth In A Cross-Section Of Countries", Quarterly Journal Of Economics, CVI, 407-455.

Barro, R.J., (1998), “Human Capital And Growth In Cross-Country Regressions”, Harvard University, Manuscript.

Başkaya, F., (1994), “Kalkınma İktisadının Yükselişi ve Düşüşü”, İmge Kitabevi Yayınları, Ankara.

211

Page 225: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

Bayraktutan, Y., (2003), “Bilgi ve Uluslararası Ticaret Teorileri”, C.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt 4, Sayı 2, 2003, S.175-186.

Becker, G.S., Murphy, K.M. & Tamura, R., (1990), “Human Capital, Fertility, And Economic Growth”, Journal Of Political Economy, 98/5: 12-37.

Beghin, J.C., (2006), “Nontariff Barriers”, Staff General Research Papers 12703, Iowa State University, Department Of Economics.

Ben-David, D. (1993),. “Equalizing Exchange: Trade Liberalization And Income Convergence”. Quarterly Journal Of Economics 108 (3), 653–679.

Berg, A. & Krueger, A., (2003), “Trade, Growth And Poverty: A Selective Survey”, IMF Working Paper Series, WP/03/30

Bhagwati, J. & Srinivasan, T.N., (1999), “Outward-Orientation And Development: Are Revisionists Right?”, Economic Growth Center, Yale University, Center Discussion Paper No 806.

Bhagwati, J. & Srinivasan, T.N., (2002), “Trade And Poverty In The Poor Countries”, American. Economic Review, 92, 2, 180–83.

Bilginsoy, C., (1994), “Quesnay's Tableau Economique: Analytics And Policy Implications”, Oxford Economic Papers, New Series, Vol. 46, No. 3. (Jul., 1994), Pp. 519-533.

Birdsall, N., (1993), “Social Development Is Economic Development”, Policy Research Working Paper 1123. Washington, DC: World Bank, April.

Blaug, B., (1985), “Economic Theory In Retrospect”, Cambridge University Press, Fourty Edition, Cambridge.

Boratav, K., (2004), “Türkiye İktisat Tarihi 1908-2002”, İmge Kitabevi, Ankara, Ekim 2004.Boratav, K., (2007), “Dünya Ekonomisinde Değişimler ve Türkiye'ye Yansımaları”,

http://www.bagimsizsosyalbilimciler.org/yazilar_uye/Boratav_mayis07.pdf (Erişim: 04.03.09)Boratav, K., Uluğbay H., Yeldan, E. ve Uygur, E., (1994), "Türkiye Ekonomisinde 5 Nisan

Kararları: Öncesi ve Muhtemel Sonuçları", Mülkiyeliler Birligi Dergisi, Temmuz 18(169): 2-19, 1994.Bozkurt, K., (2007), “İçsel Büyüme Modelleri Bağlamında Türk İmalat Sanayinde İktisadi

Büyüme ve Teknolojik Gelişme”, Finans Politik ve Ekonomik Yorumlar, Cilt: 44, Sayı: 5547, 2007.Braithwaıte, J. & Drahos, P., (2000), “Bretton Woods: Birth And Breakdown”, Cambridge:

Cambridge University Press.Brandt, C., (2004), “Economic Growth And Openness An Econometric Analysis For Regions”,

Department Of Economics University Ulm, 1-19.Broadberry, S. & Gupta, B., (2005), "Monetary And Real Aspects Of The Great Divergence

Between Europe And Asia, 1500-1800", Working Paper.Broadberry, S., & Gupta, B., (2003), “The Early Modern Great Divergence: Wages, Prices And

Economic Development In Europe And Asia, 1500–1800”, Working Papers, Department Of Economics, University Of Warwick.

Broadberry, S., Ghosal, S. & Proto, E., (2008), "Commercialisation, Factor Prices And Technological Progress In The Transition To Modern Economic Growth", The Warwick Economics Research Paper Series (TWERPS) 852.

Bruton, H.J., (1998), “A Reconsideration Of Import Substitution”, Journal Of Economic Literature XXXVI: 903-936

Bsb (Bağımsız Sosyal Bilimciler), (2001), “Güçlü Ekonomiye Geçis Programı Üzerine Degerlendirmeler”,Yazanlar:KorkutBoratav Vd., http://www.bagimsizsosyalbilimciler.org/bsbmetin.html

Bsb, (2008), “2008 Kavşağında Türkiye: Siyaset, İktisat ve Toplum”, Yordam Kitap, 2008Bsb, (2004), “2004 Başında Türkiye’nin Ekonomik ve Siyasal Yaşamı Üzerine Değerlendirmeler”,

http://www.bagimsizsosyalbilimciler.org/yazilar_bsb/bsb-mart2004.pdf (Erişim: 08.02.09)Bsb, (2005), “2005 Başında Türkiye'nin Ekonomik ve Siyasal Yaşamı Üzerine

Değerlendirmeler”,http://www.bagimsizsosyalbilimciler.org/yazilar_bsb/bsb2005mart.pdf(Erişim: 08.02.09)

Buira, A., (2004), “The Dogmatism Of The Washington Consensus”, In: Teunissen, Jan Joost; Akkerman Age (Hg.): Diversity In Development. Reconsidering The Washington Consensus. Den Haag: Fondad Verlag, 44–52.

Campbell, C.J. & Laherrere, J.H., (1998), “The End of Cheap Oil”, Scientific American March 1998, p. 78-83.

212

Page 226: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

Capolupo, R., (2008), “The New Growth Theories And Their Empirics After Twenty Years”, Economics Discussion Papers, No 2008-27; http://www.economicsejournal.org/ economics/discussionpapers/2008-27 (Erişim: 11.02.09)

Chacholiades, M., (1978), “International Trade Teory And Policy”, Mc Graw Hill Publication.Chang-Tai, H., (2002), "What Explains The Industrial Revolution In East Asia? Evidence From

The Factor Markets ", American Economic Review, 92(3): 502–526.Chang, H.J. & Grabel, I., (2005), “Kalkınma Yeniden: Alternatif İktisat Politikaları Elkitabı”,

Çev. Emre Özçelik, İmge Kitabevi, Ankara.Chang, H.J., (1993), “The Political Economy Of Industrial Policy In Korea”, Cambridge Journal

Of Economics, 1993, Vol. 16, No. 2.Chang, H.J., (2003), “Kalkınma Reçetelerinin Gerçek Yüzü”, İletişim Yayınları, İstanbul, 2003.Chow, P., (1987), “Causality Between Exports Growth And Industrial Development”, Journal Of

Development Economics, 26, 55–63.Ciecd, (1973), “Taiwan Statistical Data Book: 1973”, Council For International Economic

Cooperation And Development, Taipei: Executive Yuan, ROC, June 1973.Clingingsmith, D. & Williamson, J.G., (2008), “Deindustrialization In 18th And 19th Century

India: Mughal Decline, Climate Shocks And British Industrial Ascent”, Explorations In Economic History 45 (3): 209-234.

Corbett, J., Irwin, G. & Vines, D., (1999), “From Asian Miracle To Asian Crisis: Why Vulnerability, Why Collapse?”, In: David Gruen & Luke Gower (Ed.), Capital Flows And The International Financial System Reserve Bank Of Australia.

Coşkun, A., (2003), “Cumhuriyetin İlk Yıllarında Türkiye Ekonomisi”, Atatürkçü Düşünce Dergisi, Sayı:4, Kasım, Ss.72-77.

Coughlin, C.C. & Wood, G.E., (1989), “An Introduction To Non-Tariff Barriers To Trade“, FRB Of St. Louis Review, 71(1): 32-46.

Çabuk, A., Ateş, S. & Erk, N., (1998), "Long-Run Growth And Physical Capital-Human Capital Concentration", Working Paper Presented At The International METU Conference On Economics II, September 11, 1998, Ankara, Turkey.

Çelebi, E., (2002), “Atatürk'ün Ekonomik Reformları ve Türkiye Ekonomisine Etkileri (1923-2002)”, Doğuş Üniversitesi Dergisi, 2002, Sayı: 5.

Dammasch, S., (2000), “The System Of Bretton Woods: A Lesson From History”, The Economist , Nov 2000.

Darrat, A., (1986), “Trade And Development: The Asian Experience”, Cato Journal, 6, 695–99.Deliktaş, E., (2001), “Malthusgil Yaklaşımdan Modern İktisadi Büyümeye”, Ege Akademik Bakış,

İktisadi, İdari ve Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı 1, 2001, http://www.econturk.org/turkiyeekonomisi/malthus.pdf(Erişim: 29.12.08)

Delong, J.B. & Eıchengreen, B., (1993), "The Marshall Plan: History's Most Successful Structural Adjustment Programme," In Rüdiger Dornbusch, Wilhelm Nölling, And Richard Layard, Eds., Postwar Economic Reconstruction And Lessons For The East Today (Cambridge, MA: M.I.T. Press), Pp. 189-230.

Demir, M., (2003), “Dış Ticaret Politikasının Bir Aracı Olarak İhracat Teşvikleri ve İhracata Yönelik Devlet Yardımlarının Analizi”, Dış Ticaret Vakfı, Ankara, 29 Ekim.

Demir, O., Üzümcü, A. ve Duran, S., (2006), "İçsel Büyümede İçselleşme Süreçleri: Türkiye Örneği", DEÜİİBF Dergisi, Cilt 21, Sayı.1, 2006, Ss.27-46

Diamond, A., Jr., (2004), “Schumpeter’s Central Message”, Milan Conference Of The International Schumpeter Society.

Diamond, A., Jr., (2006), "Schumpeter Vs. Keynes: In The Long Run Not All Of Us Are Dead", Workingdraft; htpp://www.artdiamond.com/diamondpdfs/schumpkeynesjhet2%206.2308.pdf (Erişim: 08.11.08)

Doğan, C. ve Öcal, N., (2006), “Küreselleşme ve Bölgesel Ekonomik Entegrasyonlar”, GOÜ İİBF İşletme Bölümü, 5. Orta Anadolu İşletmecilik Kongresi, Tokat-15-17 Haziran 2006.

Doğruel, S. ve Doğruel, F., (2006), “Bıçak Sırtında Büyüme ve İstikrar / Arjantin, Brezilya, Meksika, İsrail, Türkiye”, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul.

213

Page 227: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

Dollar, D. & Kraay, A., (2004), “Trade, Growth, And Poverty”, Economic Journal, Vol. 114, Pp. F22-F49, February 2004

Dollar, D., (1992), "Outward-Oriented Developing Economies Really Do Grow More Rapidly: Evidence From 95 Ldcs, 1976-85”, Economic Development And Cultural Change, 1992, 523- 544.

Dpt, (1995), “Dünyada Küreselleşme ve Bölgesel Entegrasyonlar (AT, NAFTA, PASİFİK) ve Türkiye (AT, EFTA, KEİ, Türk Cumhuriyetleri, İslam Ülkeleri, ECO) İlişkileri Özel İhtisas Komisyonu Raporu”, Ankara, Yayın No: DPT:2375 – ÖİK:440

Dpt, (2000a), “Küreselleşme, Özel İhtisas Komisyonu Raporu. Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı”, Özel İhtisas Komisyonu Raporu, Ankara, 2000.

Dpt, (2000b), “Türkiye'nin Dış Ekonomik İlişkileri, Özel İhtisas Komisyonu Raporu. Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı”, Özel İhtisas Komisyonu Raporu, Ankara, 2000.

Dpt, (2006), “Bilgi Toplumu Stratejisi: 2006-2010”, Ankara, Yayın No: DPT:2699.Dpt, (2008), “Uluslararası Ekonomik Göstergeler”, Ankara, 2008.Dulupçu, M., (2001), “Kalkınma İktisadı Üzerine Bazı Düşünceler”, Gazi Üniversitesi İİBF

Dergisi, 1/2002, S. 31-52Echavarri, R.A., (2003), “Theory On Economic Development: From Growth Of Wealth To

Expansion Of Freedom”, D.T.: 2003/02, Dpto. Economia, Universidad Publica De Navarra.Edwards, S., (1993), “Openness, Trade Liberalization And Growth In Developing Countries”,

Journal Of Economic Literature, 31, 1358–93.Edwards, S., (1997), “Openness, Productivity And Growth: What Do We Really Know?”, NBER

Working Paper No. W5978.Ege, Y., (2000), "Dünyadaki Uygulamalar Işığında Rekabet Politikası ve Özelleştirme", Hazine

Dergisi, Sayı:13, S.67-75. Ehrlich, I., (1990), “The Problem Of Development: Introduction”, Journal Of Political Economy

98:5 (October), 1-11.Eker, A., Altay, A. ve Sakal, M., (1994). “Maliye Politikası (Teori, İlkeler ve Yöntemler)”, Takav

Matbaacılık, Yayıncılık San. ve Tic. AŞ. Ankara.Ellsworth, P. T., (1950), “The International Economy”, New York: Macmillan.Ener, M. ve Demircan, E., (2006), “Küreselleşme Sürecinde Yeni Devlet Anlayışı ve Türkiye”,

Yönetim Bilimleri Dergisi, 2(4), Ss. 197-219.Ercan, F. ve Biçer, Ö., (2005), “İktisat ve Kalkınma Ekonomisi: Kalkınma İdeolojisinin

Sosyalizasyonu Olarak Kalkınma Ders Kitaplarının Eleştirisi.” Ekonomik. Yaklaşım, C. 16, Sayı 57 S. 51-102

Ercan, N.H., (2002), ”İçsel Büyüme Teorisine Genel Bir Bakış”, Planlama Dergisi, Özel Sayı, 2002, 129-138.

Erhan, Ç., (1996), “Ortaya Çıkışı ve Uygulanışıyla Marshall Planı”, A.Ü. SBF Dergisi, Cilt 51, Sayı 1-4. (Ocak-Aralık 1996), S. 276.

Erk, N., Ateş, S. ve Direkci, T., (1999), “Gümrük Birliği Sonrası Türkiye Dış Ticaretin Yoksullaştıran Büyüme Hipotezi Çerçevesinde Bakış: Zaman Serisi Analizi.” Uluslararası ODTÜ Ekonomi Kongresiııı. Ankara

Ersungur, M. ve Kızıltan, A., (2005), “Türkiye Ekonomisinde İthalata Bağımlılığın Girdi-Çıktı Yöntemiyle Analizi”, İstanbul Üniversitesi VII. Ulusal Ekonometri ve İstatistik Sempozyumu, 26-27 Mayıs.

Esfahani, H.S., (1991), “Exports, İmports, And Economic Growth In Semi- Industrialized Countries”, Journal Of Development Economics, 35, 93–116.

Estevadeordal, A. & Taylor, A.M., (2008), “Is The Washington Consensus Dead? Growth, Openness, And The Great Liberalization, 1970s And 2000s”, NBER Working Paper No. 14264.

Eşiyok, A., (2002), “Türkiye Ekonomisinde İhrcata Yönelik Büyüme Modeli ve İmalat Sanayiinin Yapısı”, Türkiye Kalkınma Bankası Araştırma Müdürlüğü, Ankara, 2002

Eşiyok, B.A., (2008), “Türkiye Ekonomisinde üretimin ve İhracatın İthalata Bağımlılığı, Dış Ticaretin yapısı: Girdi-Çıktı Modeline Dayalı Bir Analiz”, Uluslararası Ekonomi ve Dış Ticaret Politikaları 3(1-2), 2008:117-160.

Fajana, O., (1979), “Trade And Growth: The Nigerian Experience”, World Development Journal, 7, Pp. 73-78.

214

Page 228: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

Feder, G., (1982), “On Exports And Economic Growth”, Journal Of Development Economics, 12, 59–73.

Felderer, B. & Homburg, S., (1992), “Macroeconomics And New Macroeconomics”, Berlin : Springer, 2nd Edition.

Ferguson, N., (2003), “British Imperialism Revisited: The Costs And Benefits Of ‘Anglobalization’”, Development Research Institute Working Paper Series, No.2, April 2003.

Filiztekin, A., Yılmaz, K. ve İzmen, Ü., (2005), “Türkiye’de Büyüme Perspektifleri: Makroekonomik Çerçeve, Dinamikler/Çerçeve”, TÜSİAD Büyüme Stratejileri Dizisi No:1, Yay›N No. TÜSİAD-T/2005-06/398.

Fischer, S., (1991), “Growth, Macroeconomics And Development”, NBER Working Paper No. 3702.

Fischer, S., (1998), ''The IMF And The Asian Crisis”, Forum Funds Lecture At UCLA, Los Angeles; http://www.imf.org/external/np/speeches/1998/032098.htm(Erişim: 16.10.08)

Frankel, J.A. & Romer, D. (1999), “Does Trade Cause Growth?”, American Economic Review, 89(3), 379-399.

Freeman, R.B., (2004), "Trade Wars: The Exaggerated Impact Of Trade In Economic Debate", The World Economy, Blackwell Publishing, Vol. 27(1), Pages 1-23

French-Davis, R., (2004), “Reforming The Reforms Of The Washington Consensus”, In: Teunissen, Jan Joost; Akkerman Age (Hg.): Diversity In Development. Reconsidering The Washington Consensus. Den Haag: Fondad Verlag, 100–115.

Frenkel, R. (2003), “Globalización Y Crisis Financieras En América Latina”, Revista De La CEPAL 80: 41-54, Santiago De Chile.

Giles, J.A. & Williams, C.I., (2000), “Export-Led Growth: A Survey Of The Empirical Literature And Some Non-Causality Results. Part 1.”, Econometric Working Paper EWP9901, Department Of Economics, University Of Victoria, Canada.

Gold, T.B., (1986), “State And Society In The Taiwan Miracle”, Armonk, New York: M.E. Sharpe, 1986.

Greenaway, D., Morgan, W. & Wright, P., (2002), “Trade Liberalisation And Growth In Developing Countries”, Journal Of Development Economics 67: 229-244.

Grossman, G.M. & Helpman, E., (1989), “Product Development And International Trade”, The Journal Of Political Economy 97:6 (December), 1261-1283.

Grossman, G.M. & Helpman, E., (1994), "Endogenous Innovation In The Theory Of Growth", Journal Of Economic Perspectives, Winter 1994, 23-44.

Gübe, Y., (1997), “İktisadi Büyüme ve İhracat Performansı,” Hazine Dergisi, 6:17-28.Gülalp, H., (1983), “Gelisme Stratejileri ve Gelisme İdeolojileri”, Yurt Yayınları, AnkaraGüler, Y., (2004),“II. Dünya Harbi Sonrası Türk-Amerikan İlişkileri (1945-1950)”, Gazi

Üniversitesi Kırşehir Eğitim Fakültesi Dergisi, Cilt 5, No. 2, 2004, 209-224Güloğlu, B. ve Altunoğlu, A.E., (2002), “Finansal Serbestleşme Politikaları ve Finansal Krizler :

Latin Amerika, Meksika, Asya ve Türkiye Krizleri”, İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, No:27, Ekim 2002.

Güney, P., (2006), “Marshall Planı: Avrupa Birliği'nin İnşasında Amerikan Harcı”, Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi Cilt: 5, No:3 (Bahar: 2006), S. 103-114.

Günsoy, G., (2005), “İnsani Gelişme Kavramı ve Sağlıklı Yaşam Hakkı”, Zonguldak Karaelmas Üniversitesi, Sosyal Bilimler Dergisi, C.1, S.2, 2005.

Hajnal, P. & Kirton, J., (2000), "The Evolving Role And Agenda Of The G7/G8: A North American Perspective”, NIRA Review (Spring); http://www.g7.utoronto.ca/scholar/hajnal_nira.pdf (Erişim: 11.08.08)

Hall, R.E. & Jones, C.I., (1996), “The Productivity Of Nations”, Cambridge, MA:. NBER Working Paper 5812. Hansen, J. D.

Hall, R.E. & Jones, C.I., (1999), “Why Do Some Countries Produce So Much More Output Per Worker Than Others?”, Quarterly Journal Of Economics, Vol. 114, No.1 (1999), 83-116.

Han, E. ve Kaya, A.A., (2004), “İktisadi Kalkınma ve Büyüme”, Eskişehir: Açıköğretim Fakültesi Yayınları NO: 831

215

Page 229: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

Harrison, A., (1996), “Openness And Growth: A Time Series, Cross-Country Analysis For Developing Countries”, Journal For Development Economics, 419-447.

Henderson, W., (1963), “Studies In The Economic Policy Od Frederich The Graet”, London, Frank Cass And Co. Ltd.

Hepaktan, E., (2007), “Türkiye'nin Dış Ticaretinin Gelir Yönlü Analizi”, Uluslararası Ekonomi ve Dış Ticaret Politikaları 1(2), 2007:79-112

Hong, W., (1986), “Theory Of Interest And The Steady-State Rate Of Return On Capital”, International Economic Journal, Autumn 1987, 87-90.

Hou, C. & Chang C.S., (1981), “Education And Economic Growth In Taiwan: The Mechanism Of Adjustment”, In Academia Sinica (1981: 469- 531).

Hou, C., (1988), “Strategy For Economic Development In Taiwan And Implications For Developing Economies”, Paper Presented At The Conference On Economic Development Experiences Of Taiwan, Taipei, June 8-10, 1988.

Hsiao, M.W., (1987), “Tests Of Causality And Exogeneity Between Export Growth And Economic Growth”, Journal Of Economic Development, 12, 143–59.

Idb, (2007), “Islamic Development Bank In Brief”, Islamic Development Bank, Economic Policy And Statistics Department; http://www.isdb.org/irj/go/km/docs/documents/ıdbdevelopments /ınternet/english/ıdb/cm/publications/ıdb_group_in_brief_2007.pdf(Erişim: 08.02.09)

Imf, (2002), “Guidelines On Conditionality”, Legal And Policy Development And Review Department, 2002, http://www.imf.org/external/np/pdr/cond/2002/eng/%20guid/092302.%20pdf(Erişim: 08.02.09)

Imf, (2004), “World Economic Outlook; The Global Demographic Transition”, Washington, IMF Publication.

Irwin D.A. & Tervio, M., (2002), “Does Trade Raise Income?: Evidence From The Twentieth Century”, Journal Of International Economics, 58(1), 1-18.

Irwin, D. A., (1993), “Free Trade And Protection In Nineteenth Century Britain And France Revisited: A Comment On Nye”, Journal Of Economic History, 53 (1993), Pp. 146-52.

İnaç, H., Ü. Güner ve S. Sarısoy, (2007), “Ekonomideki Değişen Devlet Anlayışı”, Akademik Bakış: Hakemli Sosyal Bilimler E-Dergisi Celalabad, Sayı: 12.

İto, (2003), “Dış Talebe Bağlı İktisadi Büyümeye Geçişte Mikro Ekonomi Politikaları”, İTO Yay. No: 03, İstanbul.

Jim, L. & Ramesh, C. (2005), “Testing Export-Led Growth In South Asia”, Journal Of Economic Studies, 32(2), 132-145

Jones, C.I., (1996), "Human Capital, Ideas And Economic Growth", VLII Villa Mondragone International Economie Seminar In Rome On June 25.27: 1.28.

Jones, C.I., (1997), “The Upcoming Slowdown In US Economic Growth”, NBER Working. Paper No 6284.

Jones, C.I., (2002), “Sources Of U.S. Economic Growth In A World Of Ideas”, American Economic Review 92 (2002), Pp. 220–239.

Jones, L.E. & Manuelli, R., (1990), “A Convex Model Of Equilibrium Growth”, NBER Working Paper Nr. 3241, Cambridge, Mass.

Judson, R., (1996), “Do Low Human Capital Coefficients Make Sense? A Puzzle And Some Answers”, Finance And Economics Discussion Series, 96-13

Jung, S.W. & Marshall, P.J., (1985), “Exports, Growth And Causality In Developing Countries”, Journal Of Development Economics, 18(1), Pp. 1-12.

Karaman, B. ve Özçalık, M, (2007), “Türkiye’de Gelir Dağılımı Eşitsizliğinin Bir Sonucu: Çocuk İşgücü”, Yönetim ve Ekonomi, Yıl:2007 Cilt:14 Sayı:1

Karunaratne, N.D., (1997), “High-Tech Innovation, Growth And Trade Dynamics In Australia”, Open Economies Review, 8, Pp. 151-170.

Kavoussi, R., (1984), “Export Expansion And Economic Growth: Further Empirical Evidence”, Journal Of Development Economics, 14, 241–50.

Kaynak, M., (2003), “Kalkınma İktisadının Kilometre Taşları ve Teknoloji”, Ekonomik Yaklaşım”, C. 14, Sayı 49, S. 11-43.

216

Page 230: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

Kazgan, G., (1999), “Tanzimattan Xxı. Yüzyıla Türkiye Ekonomisi Birinci Küreselleşmeden İkinci Küreselleşmeye”, Altın Kitaplar Yayınevi, İstanbul.

Kazgan, G., (2004), “İktisadi Düşünce Veya Politik İktisadın Evrimi”, Onbirinci Baskı, Remzi Kitabevi, İstanbul

Keessing D.B., (1966), “Labour Skill And Comparative Advantage”, American Economic Review, 56, Pp.249-258.

Kepenek, Y. ve Yentürk, N., (2005), “Türkiye Ekonomisi”, Remzi Kitabevi, İstanbul, Mart 2005.Keynes, J.M., (1944), “The Collected Writings Of John Maynard Keynes”, D. Moggeridge (Ed.),

London, Vol. 26, 22 July 1944Khan, A., Malik, A. & Hasan, L., (1995), “Export Growth And Causality: An Application Of

Cointegration And Ecm Model.”, The Pakistan Development Review.No.3Kibritçioğlu, A. ve Dibooğlu, S., (2001), “Long Run Economic Growth: An Interdisciplinary

Approach”, Macroeconomics 0107004, Econwpa, Revised 04 Sep 2001. Kibritçioğlu, A., (1998), “İktisadi Büyümenin Belirleyicileri ve Yeni Büyüme Modellerinde Beşeri

Sermayenin Yeri”, Ank. Ü. SBF Dergisi, 53(1-4), 207-230.Kim, L., (1990), “Korea: The Acquisition Of Technology”, In Technological Challenges In The

Asia-Pacific Economy, Edited By Hadi Soesastro And Mari Pangestu, Sydney: Allen & Unwin, 1990, 145-157.

King, R.G. & Levıne, R., (1994), "Capital Fundamentalism, Economic Development, And Economic Growth", Carnegie-Rochester Conference Series On Public Policy 40: 259-92.

King, R.G., & Rebelo, S., (1990), "Public Policy And Economic Growth: Developing Neoclassical Implications", Journal Of Political Economy, Vol. 98, No. 5, October, 126-150.

Kip, E., (2004), “ Türkiye Dış Ticaret Hadleri”, Dış Ticaret Dergisi, Sayı:30, Ocak 2004.Kirkpatrıck, C. & Barrientos, A., (2004), “The Lewis Model After 50 Years”. Manchester

School, Vol. 72, No. 6, Pp. 679-690Kitov, I., (2007), “Modeling The Evolution Of Gini Coefficient For Personal Incomes In The USA

Between 1947 And 2005”, Working Papers 67, ECINEQ,Society For The Study Of Economic Inequality.Kocacık, F., (2003), “Bilgi Toplumu ve Türkiye”, C.Ü. Sosyal Bilimler Dergisi Mayıs 2003 Cilt :

27 No:1 1-10.Kokko, A., (2002), "Export-Led Growth In East Asia: Lessons For Europe's Transition

Economies", Stockholm: Stockholm School Of Economics, European Institute Of Japanese Studies Working Paper 142.

Konya, L., (2004), "Export-Led Growth, Growth-Driven Export, Both Or None? Granger Causality Analysis On OECD Countries", Applied Econometrics And International Development, Euro-American Association Of Economic Development, Vol. 4(1).

Kormendi, R.C. & Mequıre, P.G. (1985), “Macroeconomic Determinants Of Growth: Cross-Country Evidence”, Journal Of Monetary Economics, 16(2), 141-63.

Kök, R., (2000), “İktisadi Düşünce Kavramların Analitik Evrimi”, Anadolu Matbaacılık, İkinci Baskı, İzmir.

Krueger, A.O., (1978), “Foreign Trade Regimes And Economic Development: Liberalization Attempts And Consequences”, Cambridge (Mass.): Balinger.

Krueger, A.O., (1997), “Trade Policy And Economic Development: How We Learn”, Nber Working Paper No. W5896.

Krugman, P.R. & Obstfeld, M., (1997), “International Economics”, Addison Wesley.Krugman, P.R., (1979), “Increasing Returns, Monopolistic Competition And International

Trade”,Journal Of International Economics, 9: 469-479.Krugman, P.R., (1987), "The Narrow Moving Band, The Dutch Disease, And The Competitive

Consequences Of Mrs. Thatcher: Notes On Trade In The Presence Of Dynamic Economies Of Scale", Journal Of Development Economics 27, 41-55.

Krugman, P.R., (1994), “The Myth Of Asia's Miracle”, Foreign Affairs 73: 62- 78.Krugman, P.R., (1995), “Growing World Trade: Causes And Consequences”, Brookings Papers

On Economic Activity (1): 327-377.Krugman, P.R., (2001), “Bunalım Ekonomisinin Geri Dönüşü”, Çev.Neşenur Domaniç, 4.Bs.,

Literatür Yayıncılık, İstanbul.

217

Page 231: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

Kuhnen, F., (1987), “Causes Of Underdevelopment And Concepts For Development: An Introduction To Development Theories”, The Journal Of Development Studies (Peshawar); Vııı, 1986/87, S. 11-25.

Kunst, R.M. & Marin, D. (1989), “On Exports And Productivity: A Causal Analysis”, Review Of Economics And Statistics, 71, 699-703.

Kurmuş, O., (1974), “Emperyalizmin Türkiye’ye Girişi”, Bilim Yayınları, İstanbul, 1974.Kwasnicki, W., (2003), “Schumpeterian Modelling”, Mimeo, Institute Of Economic Sciences,

Wroclaw University Laçiner, S., (2003), "Latin Amerika'da Bölgesel Entegrasyon Girişimleri", Avrasya Dosyası,

Bahar 2003, Cilt: 9, Sayı: 1, Ss. 299-324.Lall, S., (2000), “Turkish Performance in Exporting Manufactures: A Comparative Structural

Analysis”, QEH Working Paper:47, London.Lee, J.-W., (1997), “Economic Growth And Human Development In The Republic Of Korea,

1945-1992”, Undp, Human Development Office, Occasional Paper 24.Levine, R., & Renelt, D., (1992), “A Sensitivity Analysis Of Cross-Country Growth Regressions”,

American Economic Review, Vol. 82 (4) (September), Pp. 942–63.Lewis, W. A., (1954), “Economic Development With Unlimited Supplies Of Labour”, The

Manchester School, Vol. 22, No. 2, Pp. 139-191.Lınder, S. B. (1961), “ An Essay On Trade And Transformation”, Almquist-Wiksell.List, F., (1856), “The National System Of Political Economy”, Translated By G.A. Matile

(Philadelphia: J.B. Lippincott And Co.).List, F., (1985), “The National System Of Political Economy”, Çev: 1841 Sampson Lloyd, Londra,

Logmans, Green And Company.Lucas, R.E. Jr., (1988), “On The Mechanics Of Economic Development”, Journal Of Monetary

Economics, 22, 3-42.Maddison, A., (1991), “Dynamic Forces In Capitalist Development” (Oxford 1991).Maddison, A., (2005), "Measuring And Interpreting World Economic Performance 1500-2001",

Review Of Income & Wealth, Vol. 51, No. 1, March, Pp. 1-35.Maillet, J., (1983), “İktisadi Olayların Evrimi”, Çev: Ertuğrul Tokdemir, Remzi Kitabavi,

İstanbul.Malthus, T., (1798) , “First Essay On Population “, Reprints Of Economic Classics (New York:

Augustus Kelly, 1965.)Mankiw, N.G., Romer, D. & Weil, D., (1992), “A Contribution To The Empirics Of

Economicgrowth”, Quarterly Journal Of Economics, 107, 407-438.Matthews, R., Feinstein, C. & Odling-Smee, J., (1982), “British Economic Growth 1856-1973”,

(Oxford 1982).Mazgit, İ., (2002) “Bilgi Toplumu ve Sağlığın Artan Önemi”, I. Ulusal Bilgi, Ekonomi ve

Yönetim Kongresi, (Hereke- Kocaeli), Ss. 405-415.Mcanulla, S., (1997), “Fade To Grey? Symbolic Politics In The Post Thatcher Era”, In J. Stayner

And G Stoker (Eds), Contemporary Political Studies, http://www.psa.ac.uk/journals/pdf/5/ 1997/mcanul.pdf (Erişim: 08.05.09).

Mccallum, B.T., (1996), “Neoclassical Vs. Endogenous Growth Analysis: An Overview”,. Federal Reserve Bank Of Richmond Economics Quarterly, 82/4, 41-71.

Medina-Smith, E.J., (2001), “Is The Export-Led Growth Hypothesis Valid For Developing Countries? A Case Study Of Costa Rica”, Policy Issues In International Trade And Commodities Study Series No:7, Unctad.

Mıhçı, H., (1996), “Kalkınma: Bir Terim Neyi Anlatır?”, Ekonomik Yaklaşım, Cilt . 7, Sayı. 23, Pp. 65-86.

Michaely, M., (1977), “Exports And Growth: An Empirical Investigation”, Journal Of Development Economics, 4, 49–53.

Min Wu, T., (2004), “Economic History Of Taiwan: A Survey”, Australian Economic History Review, 2004, Vol. 44, İssue 3, Pages 294-306.

Mookherjee, D. & D. Ray (2000), "Readings In The Theory Of Economic Development, " London: Blackwell November 1999

218

Page 232: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

Morley, S.A., (2001), “What Has Happened To Growth In Latin America ?”, Tmd Dıscussıon Paper No. 67, January, 2001

Munck, R., (2003), “Neoliberalism, Necessitarianism, And Alternatives In Latin America: There İs No Alternative (Tına)?”, Third World Quarterly 24 (3):495-511.

North, D.C. & Thomas, R.P., (1973), “ The Rise Of The Westernworld: A New Economic History”, Cambridge University Press, Cambridge Uk.

North, D.C. & Weingast, B.R., (1989), “Constitutions And Commitment: Evolution Of Institutions Governing Public Choice In Seventeenth Century England”, Journal Of Economic History, 49, 803-832.

Nourzad, F. & Powell, J.J., (2003), “Openness, Growth, And Development: Evidence From A Panel Of Developing Countries.”, Scientific Journal Of Administrative Development, Vol. 1, No. 1, Summer 2003, 72-94.

Nye, J.V.C., (1991), "The Myth Of Free-Trade Britain And Fortress France: Tariffs And Trade In The 19th Century", Journal Of Economic History (1991), Pp.23-46.

Nye, J.V.C., (2007), “War, Wine, And Taxes: The Political Economy Of Anglo-French Trade, 1689–1900”, Princeton: Princeton University Press, 2007

O’rourke, K.H. & Williamson, J.G., (2002), “After Columbus: Explaining The Global Trade Boom 1500-1800”, Journal Of Economic History 62(2), Pp. 417-456

Oecd, (1992), “Regulatory Reform, Privatisation And Competition Policy”, Paris, 1992Oecd, (2001), “Measuring Productivity OECD Manual, Measurement of Aggregate and Industry-

Level Productıvıty Growth, 2001. http://www.oecd.org/dataoecd/59/29/2352458.pdf (Erişim Tarihi: 05.03.2009)

Oktay, N., (2002), “Dış Ticarete Giriş”, Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayın No: 1417 Okun, B. & Richardson, R. W., (1962), “Studies In Economic Development”, New York: Holt,

Rinehart & Winston.Ongun, T., (2002), “Türkiye’de Cari Açıklar ve Ekonomik Krizler”, Kriz ve Imf Politikaları

İçinde, (Ed.) Ö. F. Çolak, Alkım Yayınevi, İstanbul, S. 39-93.Oxley, L. (1993), “Cointegration, Causality And Export-Led Growth In Portugal, 1865-1985”,

Economics Letters, 43, 163-66. Ozawa, T., (1992), “Foreign Direct Investment And Economic Development”. Transnational

Corporations, 1. 27-54.Öğüt, K., (2003), “İçsel (Endojen) Büyüme Kuramları”, Aydınlanma 1923, Sayı 43, Sayfa 25-34.Öymen, O., (2000), “Geleceği Yakalamak”, Remzi Kitapevi, İstanbul.Özer, M.A., (2006), “Yönetişim Üzerine Notlar”, Sayıştay Dergisi, Sayı:63, S.59-89.Özkıvrak, Ö. ve Dileyici, D., (2001), “Globalleşme, Bölgeselleşme, Mega Rekabet ve Türkiye”,

Dış Ticaret Dergisi, Y:6, S:20, Ocak 2001Özsan, O., (2005), “Mortgage Sisteminin Temelleri”, Active Dergisi, Temmuz-. Ağustos 2005.Öztürk, N., (2002), "Imf'nin Değişen Rolü ve Gelişmekte Olan Ülke Ekonomilerine Etkileri",

Ankara Üniversitesi Sbf Dergisi, Cslt:57, Sayı:4, Ekim-Aralık 2002.Pamuk, Ş., (2005), “Urban Real Wages Around The Eastern Mediterranean In Comparative

Perspective, 1100-2000”,Research In Economic History, Elsevier Publishers, 23, 213-232.Pamuk, Ş., (2007a), “Dünyada ve Türkiye’de İktisadi Büyüme 1820-2005”, Uluslararası Ekonomi

ve Dış Ticaret Politikaları, 1(2), 3-26, 2007.Pamuk, Ş., (2007b), “Estimating Gdp Per Capita For The Ottoman Empire In A European

Comparative Framework, 1500-1820”, Paper Presented At The Seventh Conference Of The European Historical Economics Society June 29 - July 1, 2007, Lund, Sweden.

Panas, E. & Vamvoukas, G.A., (2002), “Further Evidence On Export-Led Growth Hypothesis”, Applied Economics Letters, 9, 731-735.

Parasız, İ.,(2000), “Para Banka ve Finansal Piyasalar”, Bursa: Ezgi Kitabevi, 7. BaskıPio, A., (1993), “İçsel Büyüme Teorisinde Yeni Gelişmeler Nelerdir? Bunlar Gelişmekte Olan ve

Piyasa Ekonomisine Geçiş Sürecini Yaşayan Ülkeler Açısından Ne Ölçüde Uygulanabilir?”, (Çev: Nurcan Özkaplan), Ekonomik Yaklaşım, Cilt:4, Sayı:10, 109-136.

Posner, M.V., (1961), “International Trade And Technical Change”. Oxford Economic Papers, No: 13, Pp: 323-341

219

Page 233: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

Quesnay, F., Kuczynski, M.S. & Ronald L. Meek., (1972), “Quesnay's Tableau Économique. Edited, With New Material, Translations And Notes By Marguerite Kuczynski & Ronald L. Meek.”, London: Macmillan.

Ram, R., (1987), “Exports And Economic Growth In Developing Countries: Evidence From Time Series And Cross-Sectional Data”, Journal Of Economic Development And Change, 36, Pp. 51-72.

Ram, Y., (2003), “An Empirical Examination Of The Export-Led Growth Hypothesis In Fiji”, Economic Department Reserve Bank Of Fiji, Working Paper, 2003/01.

Ranis, G., (1979), “Industrial Development”, In Galenson (1979: 206-262).Ranis, G., (2004), “The Evolution Of Development Thinking: Theory And Policy”, Economic

Growth Center Yale University, Center Discussion Paper No.886.Rebelo, S., (1991), "Long-Run Policy Analysis And Long-Run Growth", Nber Working Paper No.

3325.Reinert, E.S., (1997), "The Role Of The State In Economic Growth”, Journal Of Economic

Studies, Vol. 26, No. 4/5, 1999, Pp. 268-326.Reinert, E.S., (1998), "Raw Materials In The History Of Economic Policy; Or, Why List (The

Protectionist) And Cobden (The Free Trader) Both Agreed On Free Trade In Corn", Manchester, Paper Presented At The Conference On The Repeal Of The Corn Laws.

Ribeiro, M.J., (2003), “Endogenous Growth: Analytical Rewiev Of İts Generating Mechanisms”, Nıpe Working Papers 4/2003, Nıpe - Universidade Do Minho.

Rist, G., (1997), “The History Of Development”, London, Zed BooksRivera-Batiz, F.L., (1996), "The Economics Of Technological Progress And Endogenous Growth

In Open Economies," In Hans-Eckart Scharrer, Ed. The Economics Of High Technology Competition And Cooperation In Global Markets, Institut Für Wirtschaftsforschung, Hamburg, 1996, 31-62.

Rodrik, D. & Rodriguez F., (1999), “Trade Policy And Economic Growth: A Sceptic’s Guide To The Cross-National Evidence”, Brookings Papers On Economic Activity, No:7081.

Rodrik, D., (1995), “Trade Strategy, Investment and Exports: Another Look at East Asia”, NBER Working Paper No. 5339, Cambridge, MA.

Rodrik, D., (1996), "Understanding Economic Policy Reform," Journal Of Economic Literature, American Economic Association, Vol. 34(1), Pages 9-41.

Rodrik, D., (1998), "Rethinking The World Economy", The New Republic, USA, 2 Kasım 1998, http://www.uvm.edu/~wgibson/pdf%20library/rodrik_rethinking.pdf (Erişim: 08.05.09).

Rodrik, D., (2000), “Development Strategies For The Next Century”, Annual Bank Conference On Development Economics, April 18-20, Washington, Dc, 44pp.

Rodrik, D., (2001), "The Global Governance Of Trade: As If Development Really Mattered", United Nations Development Programme Background Paper, Undp: New York, 58, 1-41.

Rodrik, D., (2005), "Growth Strategies", Handbook Of Economic Growth, Philippe Aghion & Steven Durlauf (Ed.), Edition 1, Volume 1, Chapter 14, Pages 967-1014, Elsevier.

Rodrik, D., (2006), “Industrial Development: Some Stylized Facts And Policy Directions", Industrial Development For The 21st Century. U.N. Department Of Economic And Social Affairs: Division For Sustainable Development.

Rodrik, D., (2007), "The Cheerleaders' Threat To Global Trade", Financial Times, March 27, 2007.

Roeder, J.L, (2005), “What We Learned From the Oil Crisis of 1973: A 30-Year Retrospective”, Bulletin of Science, Technology & Society, Vol. 25, No. 2, 166-169.

Romer, P. & Rivera-Batiz, L., (1991), "International Trade With Endogenous. Technological Change", European Economic Revieıv, Cilt 35, Sf. 971-1004.

Romer, P.M., (1986), “Increasing Returns And Long-Run Growth.”, Journal Of Political Economy 94 (1986), 1002–1037.

Romer, P.M., (1990), “Endogenous Technological Change”, Journal Of Political Economy, 98/5: 71-102.

Rosenstein-Rodan, P.N., (1943), "Problems Of Industrialisation In Eastern And South Eastern Europe", Economic Journal, Vol. 53 Pp.202-11

Rostow, W. W., (1960), “The Stages Of Economic Growth: A Non-Communist Manifesto”, Cambridge: Cambridge University Press.

220

Page 234: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

Rostow, W. W., (1966), “Kendini Besleyen Gelişmeye Götüren Kalkış”, Çev: Yorgi Demirgil, İktisadi Kalkınma Seçme Yazıları, Odtü İdari İlimler Fakültesi, Ankara.

Rozenwurcel, G., (2006), “Why Have All Development Strategies Failed In Latin America?”, Research Paper No. 2006/1, United Nations University, World Institute For Development Economics Research (Wıder).

Sachs, J. & Warner A., (1995), “Economic Reform And The Process Of Global Integration”, Brookings Papers On Economic Activity, No:1

Sachs, J., (1998), “International Economics: Unlocking The Mysteries Of Globalization”, Foreign Policy, No: 110, Spring 1998, Ss. 97-111.

Sachs, W., (1992), “The Development Dictionary: A Guide To Knowledge As Power”, London: Zed Books, 1992.

Sala-I Martin, X., (2006), “The World Distribution Of Income: Falling Poverty And...Convergence Period”, Quarterly Journal Of Economics, Vol. 121, No. 2: 351-397.

Santos, R.C. & Silva, D.F.R., (2004), “The Theory Of Economic Development And Neo-Liberalism.” Vıı Annual Meeting Of The Hewlett/Uıuc Project, 2004, São Paulo. Brazil In A Neo-Liberal World: Social And Economic Aspects.

Savaş, V., (2000), “İktisatın Tarihi”, Siyasal Kitabevi, Ankara.Saygılı, Ş., Cihan, C. ve Yavan, Z. (2006), “Eğitim ve Sürdürülebilir Büyüme: Türkiye Deneyimi,

Riskler ve Fırsatlar”, Tüsiad Büyüme Stratejileri Dizisi, No:7, HaziranSaygılı, Ş., Cihan, C. ve Yurtoğlu, H., (2005), “Türkiye Ekonomisinde Sermaye Birikimi,

Verimlilik ve Büyüme (1972-2003): Uluslararası Karşılaştırma ve Ab’ye Yakınsama Süreci (2014)”, Tüsiad Büyüme Stratejileri Dizisi, No:6, Aralık.

Schumpeter, J.A., (1934), “The Theory Of Economic Development”, Cambridge, Ma: Harvard University Press.

Schumpeter, J.A., (1942), “Capitalism, Socialism And Democracy”, New York: Harper.Schumpeter, J.A., (1972), “History Of Economic Analysis”, Oxford University Press, Uk.Schwartz, P., (2000), “A New Bretton Woods Or Monetary Competition?”, Cato Journal;

Spring/Summer2000, Vol. 20 Issue 1, P27-34Seyidoğlu, H. ve Karluk, R., (2000), “Uluslararası İktisat”, Eskişehir: Açıköğretim Fakültesi

Yayınları No: 612Shafaeddin, S.M., (1998), “How Did Developed Countries Industrialize? The History Of Trade

And Industrial Policy: The Cases Of Great Britain And The Usa”, Unctad Discussion Papers, No. 139. Shafaeddin, S.M., (2005), "Trade Liberalization And Economic Reform In Developing Countries:

Structural Change Or De-Industrialization?," Unctad Discussion Shan, J.Z. & Sun, F. (1998); “Export-Led Growth Hypothesis For Australia: An Empirical

Reinvestigation”, Applied Economics Letters, 5, 423-8. Sharma, S.C., Norris, M., & Cheung, D.W., (1991), “Exports And Economic Growth In.

Industrialized Countries,” Applied Economics 23 (1991):697–708.Shaw, G.K., (1992), “Policy Implications Of Endogenous Growth Theory”, The Economic

Journal 102 (May), 611-621.Sheehey, E., (1990), “Exports And Growth: A Flawed Framework”, Journal Of Development

Studies, 27, 111–16.Shkolnikov V.M., Andreev E.M. & Begun A.Z., (2003), “Gini Coefficient As A Life Table

Function: Computation From Discrete Data, Decomposition Of Differences And Empirical Examples”, Demographic Research. Vol. 8, Article 11.

Sinha, D. & Sinha, T., (1999), “Openness, Investment And Economic Growth In Latin American Coutries,” Paper Presented At The Sixty-Third Annual Meeting Of The Midwest Economic Association, Nashville, Tennessee.

Smith, A., (1985), “Ulusların Zenginliği”, Birinci Baskı, Çev: Ayşe Yunus Mehmet Bakırcı, Alan Yayıncılık, İstanbul.

Soyak, A. ve Bahçekapılı, C., (1998), “İktisadi Krizler-Imf Politikaları İlişkisi ve Finance And Development Dergisindeki Yansımaları", İktisat, İşletme ve Finans, Yıl.13, Sayı.144, 1998, Ss.48–61

221

Page 235: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

Soyak, A. ve Eroğlu, N., (2008), “Türkiye'nin Kalkınma Anlayışının Dönüşümünde Imf-Dünya Bankası Yapısal Uyum Politikalarının Rolü”, Küreselleşme, Demokratikleşme ve Türkiye Uluslararası Sempozyumu, Akdeniz Üniversitesi, 27-30 Mart 2008, Antalya.

Sönmez, M., (2005), “Türkiye'nin Dış Ticaretinin Sektörel Analizi: 2000-2004”, Ege Bölgesi Sanayi Odası Yayını.

Sönmez, S., (2003), “Türkiye'de Finansal Serbestlik: İstikrarsızlık. Faktörü Mü? Kalkınmanın İtici Gücümü?”, Ekonomik Yaklaşım,. 14(49), 210-224.

Spiegel, H.W., (1964), “The Development Of Economic Thought: Great Economists In Perspective”, Abridged Edition, (New York: John Waley And Sons; 1964)

Stern, N., (2002), “A Strategy For Development”, The World Bank.Stiglitz, J.E., (1998), "Redefining The Role Of The State: What Should It Do? How Should It Do

It? And How Should These Decisions Be Made?", Speech Presented On The 10th Anniversary Of Mıtı Research Institute, 17march, Tokyo.

Stiglitz, J.E., (2000), “Economics Of The Public Sector”, W.W.Norton, Third Edition, New York.Stiglitz, J.E., (2002), “Küreselleşme Büyük Hayal Kırıklığı”, Mart Matbaacılık Sanatları, Çev:

Arzu Taşcıoğlu-Deniz Vural, İstanbul.Şenesen, G.G. ve Şenesen, Ü., (2003), “Üretimde Dışalıma Bağımlılık: 1970’lerden 2000’lere Ne

Değişti?”, A.H. Köse, F. Şenses ve E. Yeldan (Der.), Küresel Düzen: Birikim, Devlet ve Sınıflar içinde, İstanbul: İletişim Yayınları.

Şenesen, G.G., (2005), “Türkiye’nin Üretim Yapısı Girdi-Çıktı Modeli Temel Bulgular”, TÜSİAD Büyüme Stratejileri Dizisi No. 3, İstanbul: TÜSİAD.

Şimşek, M., (2003), “Türkiye’de İhracata Dayalı Büyüme Hipotezi, 1950-2002”, Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt.18, Sayı.Iı,

T.C. Hazine Müsteşarlığı, (2001), “Türkiye’nin Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı: Hedefler, Politikalar ve Uygulamalar”, T.C. Başbakanlık Hazine Müsteşarlık Matbaası.

Taylor, A.M. & Taylor M.P., (2004), "The Purchasing Power Parity Debate", Journal Of Economic Perspectives, 2004, V18(4,Fall), 135-158.

Taylor, T., (2002), “The Truth About Globalization”, The Public Interest, Spring 2002, Vol 147.Taymaz E. ve Suiçmez, H., (2005), Türkiye'de Verimlilik, Büyüme ve Kriz”, Türkiye Ekonomi

Kurumu Tartışma Metni 2005/4, Nisan 2005.Tek, (2003), “Büyüme Stratejileri”, Türkiye İktisat Kongresi Büyüme Stratejileri Çalışma Grubu,

Tartışma Metni 2003/5, Aralık, 2003.Tekelioğlu, M., (1993), “İktisadi Düşünceler Tarihi”, Çukurova Üniversitesi Basımevi, Adana.Tellan, D.Ö., (2008), “Tüketimin Karşı Devrimi: Türkiye'de 1980 Sonrası Uygulanan İktisat

Politikalarının Toplumsal Sonuçlarına Eleştirel Bir Bakış”, Ekonomik Yaklaşım, Cilt : 19, Sayı : 67, Ss. 1-19.

Temin, P., (1997), “Two Views Of The British Industrial Revolution.”, Journal Of Economic History, 57 , Pp 63-82.

Tena, A., (2007), “Tariff Structure And Institutions In The Late 19th Century New Perspectives On The Tariff Growth Paradox”, Paper Presented To The Seventh Conference Of The European Historical Economics SocietyLund,2007.http://www.ekh.lu.se/ehes/paper/antonio%20tena%202%202%20(ehs%20lund)%20(2).pdf(Erişim: 12.03.09).

The World Bank, (1993), “The East Asian Miracle: Economic Growth And Public Policy”, Oxford University Press For The World Bank; New York.

The World Bank, (1997), “Annual World Bank Conference On Development Economics 1997”, Washington D.C.: The World Bank.

The World Bank, (1998), “Knowledge For Development”, New York: Oxford University Pres.The World Bank, (2002a), “A World Bank Policy Research Report: Globalization, Growth And

Poverty”, Washington D.C.: The World Bank.The World Bank, (2002b), “World Development Report: Building Institutions For Markets”,

Washington D.C.: The World Bank.The World Bank, (2007), “Global Economic Prospects 2007: Managing The Next Wave Of

Globalization”, Washington D.C.: The World Bank.

222

Page 236: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

The World Bank, (2009), “World Development Report: Reshaping Economic Geography”, Washington D.C.: The World Bank.

Todaro, M. & Smith, S., (2003), “Economic Development”, Eighth Edition, 2003, Addison-Wesley, New York And Boston.

Trebolcock, C., (1981), “The Industrialisation Of The Continental Powers 1780-1914”, London & Newr York, Longman.

Tunçkanat, H., (1996), “27 Mayıs 1960 Devrimi (Diktadan Demokrasiye)”, Çağlayan Yayınevi, 1996.

Turnovsky, S. J., (2000), “Growth In An Open Economy: Some Recent Developments” Nbb Working Paper No. 5. Brussels: National Bank Of Belgium.

Tüik, (2008), “İstatistik Göstergeler (1923-2004)”, Tüik, Ankara, Aralık 2008.Tüik, (2009), “Hanehalkı İşgücü Araştırması 2009 Şubat Dönemi Sonuçları (Ocak, Şubat, Mart

2009)”, Tüik, Sayı:85, Ankara, 15 Mayıs 2009.Türkay, M., (2005), “1945’den 2000’lere Söylem ve Gerçeklik Arasında Kalkınma’nın Halleri.”

Ekonomik. Yaklaşım, C. 16, Sayı 55, S. 31-42Tyler, W., (1981), “Growth And Export Expansion In Developing Countries: Some Empirical

Evidence”, Journal Of Development Economics, 9, 121–30.Unctad, (2003), “Trade And Development Report 2003: Capital Accumulation, Growth And

Structural Change.”, United Nations Conference For Trade And Development, Geneva, 2003.Unctad, (2005), “Handbook Of Statistics 2005”, United Nations Conference For Trade And

Development, Geneva, 2005.Unctad, (2008), “Export Competitiveness And Development In Ldcs: Policies, İssues And

Priorities For Least Developed Countries For Action During And Beyond Unctad Xıı”, United Nations Conference For Trade And Development, New York And Geneva, 2008.

Undp, (2008), “The Human Development Report 2007/2008”, Washington, Imf Publication.United Nations, (2007), “Challenges Of The Least Developed Countries : Governance And

Trade”, Economic And Social Commission For Asia And The Pacific. - New York, Ny :United Nations, 2007. - Ix, 93 S. (Least Developed Countries Series ; 8)

Ünal, A. ve Kaya, H. (2009), “Küresel Kriz ve Türkiye”, Ekonomi ve Politika Araştırmaları Merkezi, İstanbul, 2009.

Üşür, İ., (2003), “Ekonomi Politik: Zarif Mezar Taşları”, http://www. bagimsizsosyalbilimciler.org/yazilar_bsb/ıktisatvetoplum_ısayausur.pdf(Erişim: 23.02.09)

Üşür, İ., (2005), “Kapitalizmin Evrimi ve Özelleştirme”, 20. Ylılında Türkiye'de Özelleştirme Gerçeği Sempozyumu, 26-27 Mayıs, 2005, http://www.bagimsiz- sosyalbilimciler. org/yazilar_ uye/usur_haz06.pdf(Erişim: 23.02.09)

Vaitsos, C.V., (2003), “Growth Theories Revisited: Enduring Questions With Changing Answers”, Unu/Intech Discussion Paper, 2003-9.

Veltmeyer, H., (2006), “Latin Amerika ve Başka Bir Kalkınma”, (Çev. Özkan Akpınar), Kalkedon Y., İstanbul.

Vernon, R., (1966), “International Investment And International Trade In The Product Cycle”, Quarterly Journal Of Economics, P: 190-207.

Vohra, R., (2001), “Export And Economic Growth: Further Time Series Evidence From Less-Developed Countries”, International Advances In Economic Research 7:3, 345-350.

Voivodas, C.S., (1973), “Exports, Foreign Capital Inflows And Economic Growth”, Journal Of International Economics, 22, 337-49.

Voth, H.J., (1998), “Time And Work In Eighteenth-Century London”, Journal Of Economic History, 58 , Pp 29-58.

Wacziarg, R., (2001), “Measuring The Dynamic Gains From Trade”, The World Bank Economic Review, 15(3), 393-429.

Williamson, J., (1990), “What Washington Means By Policy Reform.”, In John Williamson, Ed., Latin American Adjustment: How Much Has Happened? Washington, D.C.: Institute For International Economics.

Williamson, J., (2000), “What Should The World Bank. Think About The Washington Consensus?”, World. Bank Research Observer, 15(2): 251–64

223

Page 237: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

Williamson, J.G., (1996), "Globalization, Convergence And History", Journal Of Economic History (June 1996), Pp. 1-30.

Williamson, J.G., (2002), “Winners And Losers Over Two Centuries Of Globalization.” Nber Working Paper No. 9161.

Witt, U., (2002), “How Evolutionary İs Schumpeter’s Theory Of Economic Development?”, Industry And Innovation, 9 (1/2): 7-22.

Woolcock, M., (2001), “Globalisation, Growth, And Poverty: Facts, Fears, And An Agenda For Action”, [Policy Research Report], Washington: Development Research Group, The World Bank, 10 August 2001.

Yanıkkaya, H., (2003), “Trade Openness And Economic Growth: A Cross-Country Empirical Investigation”, Journal Of Development Economics, 72, 57-89.

Yapraklı, S., (2007), “Ticari ve Finansal Dışa Aıklık İle Ekonomik Büyüme Arasındaki İlişki: Tükiye Üzerine Bir Uygulama”, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakütesi Ekonometri ve İstatistik Dergisi, 5:67- 89.

Yavilioğlu, C., (2002a), “Kalkınmanın Anlambilimsel Tarihi ve Kavramsal Kökenleri”, C.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt 3, Sayı 1, 2002

Yavilioğlu, C., (2002b), “Geri Kalmışlık Olgusu ve Ekonomistik Kalkınma Teorileri (Eleştirel Bir Yaklaşım)”, C.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt 3, Sayı 2, 2002

Yavuz, G., (2007), “Washington Uzlaşması'ndan Post Washington Uzlaşması'na: Kalkınma Gündeminin Belirlenişinde "Yeni Kurumcu İktisat" Etkisi”, Ekonomik. Yaklaşım, C. 18, Sayı 64 S. 23-44.

Yeldan, E., (2002), “Neoliberal Küreselleşme İdeolojisinin Kalkınma Söylemi Üzerine Değerlendirmeler”, Praksis Dergisi, 2002. S.1-14

Yeldan, E., (2006), “Küreselleşme Sürecinde Türkiye Ekonomisi: Bölüşüm, Birikim ve Büyüme”, İletişim Yayınları, 11. Baskı, İstanbul.

Yentürk, N., (2004), “Türkiye’de Uygulanan İktisat Politikalarının İhracatın İthalata Bağımlılığı Üzerindeki Etkileri: Girdi-Çıktı Tekniği ile Bir İnceleme”, Gülten Kazgan’a Armağan içinde, İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları.

Yerasimos, S., (1992), “Azgelismislik Sürecinde Türkiye-3: Dünya Savasından 1971’e”, Belge Yayınları, İstanbul, Kasım 1992.

Yıldırım, E. ve Dura, C., (2007), “Gümrük Birliğinin Türkiye Ekonomisi Üzerindeki Etkileri Konusundaki Literatüre Genel Bir Bakış”,Erciyes Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Sayı: 28, Ocak-Haziran 2007, ss. 141-177

Yiğidim, A. ve Köse, N., (1997), “İhracat ve İktisadi Büyüme Arasındaki İlişki, İthalatın Rolü: Türkiye Örneği (1980-1996)”, Ekonomik Yaklaşım, Cilt.8, Sayı.26

Young, A., (1995), “The Tyranny Of Numbers: Confronting The Statistical Realities Of The East Asian Growth Experience”, Quarterly Journal Of Economics 110: 641-680.

Yumuşak, İ.G. ve Bilen, M., (2000), "Gelir Dağılımı - Beşeri Sermaye İlişkisi ve Türkiye Üzerine Bir Değerlendirme", Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı:1,2000, Kocaeli.

Yüceşahin, M. M., Bayar, R. ve Özgür, E.M., (2004), “Türkiye'de Şehirleşmenin Mekansal Dağılımı ve Değişim”, Coğrafi Bilimler Dergisi, 2004, 2 (1), 23-39.

Yükseler, Z., (1998), “Makroekonomik Hesaplar ve Ödemeler Dengesi”, Tartışma Tebliği, Türkiyebankalar Birliği- Bankacılar Dergisi, Haziran 1998.

Yülek, M.A., (1997), “İçsel Büyüme Teorileri, Gelişmekte Olan Ülkeler ve Kamu Politikaları Üzerine”,. Hazine Dergisi. , Sayı 6, Nisan, 1997.

224

Page 238: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

1300 1400 1500 1600 1700 1800 18500

5

10

15

20

25

Doğu Avrupa Batı Avrupa Asya

1500 1600 1700 1800 18700

500

1000

1500

2000

2500

1300 1400 1500 1600 1700 1800 18500

5

10

15

20

25

30 Doğu Avrupa Deniz Aşırı Tacir Batı Avrupa Ülkeleri

Deniz Aşırı Tacir Ülkeler Dışındaki Batı Avrupa Ülkeleri

1500 1600 1700 1820 18700

500

1000

1500

2000

2500

3000Doğu Avrupa Deniz Aşırı Tacir Batı

Avrupa ÜlkeleriDeniz Aşırı Tacir Ülkeler Dışındaki Batı Avrupa Ülkeleri

EK1. Avrupa ve Asya'da Kentleşme ve GSMH Değişim Seviyeleri (1300-1850), KAYNAK: ACEMOGLU, JOHNSON & ROBINSON, 2005.

Grafik 1. Nüfus bakımından ağırlıklandırılmış kentleşme oranları (Batı Avrupa, Doğu

Avrupa, Asya)

Grafik 2. Nüfus bakımından ağırlıklandırılmış kentleşme oranları (DATÜ - Batı Avrupa,

DATÜ Dışındaki Batı Avrupa Ülkeleri, Doğu Avrupa)

Grafik 3. Nüfus bakımından ağırlıklandırılmış kişi başına düşen GSMH (Batı Avrupa,

Doğu Avrupa, Asya)

Grafik 4. Nüfus bakımından ağırlıklandırılmış kişi başına düşen GSMH (DATÜ- Batı

Avrupa, DATÜ Dışındaki Batı Avrupa Ülkeleri, Doğu Avrupa)

225

Doğu Avrupa Batı Avrupa Asya

Page 239: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

EK.2. Gelir Durumları ve Coğrafyalarına Göre Ülkeler (Düşük Gelir Grubu Ülkeler (DGGÜ): Kişi başı milli geliri $935 ve altında kalan ülkeler , Alt Orta Gelir Grubu Ülkeler (AOGGÜ): Kişi başı milli geliri $936 ile $3,705 arasında kalan ülkeler , Üst Orta Gelir Grubu Ülkeler (ÜOGGÜ): Kişi başı milli geliri $3,706 ile $11,455 arasında kalan ülkeler , Yüksek Gelir Grupları: Kişi başı milli geliri $11,46 ve üstü olan ülkeler)KAYNAK: World Bank, 2009:351 Orta Doğu ve Kuzey Afrika Güney Asya Latin Amerika ve Karayipler Yüksek Gelirli OECD ÜlkeleriCezayirCibutiMısırİranIrakÜrdünLübnanLibyaFasSuriyeTunusBatı Bank ve GazaYemen

AOGGÜAOGGÜAOGGÜAOGGÜAOGGÜAOGGÜÜOGGÜÜOGGÜAOGGÜAOGGÜAOGGÜAOGGÜDGGÜ

AfganistanBangladeşButanHindistanMaldivlerNepalPakistanSri Lanka

DGGÜDGGÜAOGGÜAOGGÜAOGGÜDGGÜDGGÜAOGGÜ

ArjantinBelizeBolivyaBrezilyaŞiliKolombiyaKosta RikaKübaDominikDominik CumhuriyetiEkvatorEl SalvadorGrenadaGuatemalaGuyanaHaitiHondurasJamaikaMeksika NikaraguaPanamaParaguayPeruSt. Kitts ve NevisSanta LuçiaSt. Vincent ve G.SurinamUruguayVenezuella

ÜOGGÜÜOGGÜAOGGÜÜOGGÜÜOGGÜAOGGÜÜOGGÜÜOGGÜÜOGGÜAOGGÜAOGGÜAOGGÜÜOGGÜAOGGÜAOGGÜDGGÜAOGGÜÜOGGÜÜOGGÜAOGGÜÜOGGÜAOGGÜAOGGÜÜOGGÜÜOGGÜÜOGGÜÜOGGÜÜOGGÜÜOGGÜ

Avustralya AvusturyaBelçikaKanadaÇek Cum.DanimarkaFinlandiyaFransaAlmanyaYunanistanMacaristanİzlandaİrlandaİtalyaJaponyaG. Kore LüksemburgHollandaYeni Zelanda NorveçPortekizSlovak Cum.İspanyaİsveçİsviçreBirleşik Krallık (İngiltere)ABD

Doğu Asya ve Pasifik Avrupa ve Merkez Asya Sahra Altı Afrika Diğer Yüksek Gelirli Ülkeler

Amerikan SamoasıKamboçyaÇinFijiEndonezyaKiribatiK.KoreLao PDRMalezyaMarşal AdalarıMikronezya, Federal Eyaleti MoğolistanMyanmarPalauPapua Yeni GineFilipinlerSamoaSolomon AdalarıTaylandTimor-LesteTongaVanuatuVietnam

ÜOGGÜDGGÜAOGGÜÜOGGÜAOGGÜAOGGÜDGGÜDGGÜÜOGGÜAOGGÜAOGGÜAOGGÜDGGÜÜOGGÜDGGÜAOGGÜAOGGÜDGGÜAOGGÜAOGGÜAOGGÜAOGGÜDGGÜ

ArnavutlukErmenistanAzerbaycanBeyaz RusyaBosna-HersekBulgaristanHırvatistanGürcistanKazakistanKırgızisatnLetonya Litvanya MakedonyaMoldovaKaradağPolonyaRomanyaRusya FederasyonuSırbistanTacikistanTürkiye TürkmenistanUkraynaÖzbekistan

AOGGÜAOGGÜAOGGÜÜOGGÜAOGGÜÜOGGÜÜOGGÜAOGGÜÜOGGÜDGGÜÜOGGÜÜOGGÜAOGGÜAOGGÜÜOGGÜÜOGGÜÜOGGÜÜOGGÜÜOGGÜDGGÜÜOGGÜAOGGÜAOGGÜDGGÜ

AngolaBeninBotsvanaBurkina FasoBurundiKamerunCape VerdeOrta Afrika Cum.ÇadKomorosKongo Dem. Cum.Kongo Cum.Fildişi SahiliEritreEthiopyaGabonGambiaGanaGineGine BisauKenyaLesotoLiberyaMadagaskarMalaviMaliMoritanyaMouritiusMayotteMozambikNamibyaNijerNijerya RivandaSao Tome ve PrinsipSenegalSeyşellerSierra LeoneSomaliGüney AfrikaSudanSvazilandTanzanyaTogoUgandaZambiyaZimbabve

AOGGÜDGGÜÜOGGÜDGGÜDGGÜAOGGÜAOGGÜDGGÜDGGÜDGGÜDGGÜAOGGÜDGGÜDGGÜDGGÜÜOGGÜDGGÜDGGÜDGGÜDGGÜDGGÜAOGGÜDGGÜDGGÜDGGÜDGGÜDGGÜÜOGGÜÜOGGÜDGGÜAOGGÜDGGÜDGGÜDGGÜDGGÜDGGÜÜOGGÜDGGÜDGGÜÜOGGÜAOGGÜAOGGÜDGGÜDGGÜDGGÜDGGÜDGGÜ

AndoraAntigua ve BarbudaArubaBahamalarBahreynBarbadosBermudaBruney Seymen AdalarıChannel AdalarıKıbrısEkvator GinesiEstonyaFaroe AdalarıFransız PolineziGrönlandGuamHong Kong, ÇinMan AdasıİsrailKuveytLihtenştaynMakao, ÇinMaltaMonakoHolalnda AntilleriYeni KaledonyaKuzey Mariana AdalarıUmmanPorto RikoKatarSan MarinoSuudi ArabistanSingapurSlovenyaTayvan, ÇinTrinidad and TobagoBirleşik Arap EmirlikleriVirjin Adaları

226

Page 240: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

EK.3. İdbs'ne Yönelik Bazı Çalışmalar ve Sonuçları

YIL YAZAR/YAZARLAR DÖNEM ÖRNEKLEM GENİŞLİĞİ METOD GENEL SONUÇ1963 Maizels 1899:1959 7 Gelişmiş Ülke YKÇ - RK İDBS'ni destekliyor

1967 Emery 1950:60 50 Ülke YKÇ - EKKY İDBS'ni destekliyor

1968 Maizels 1950:62 9 Ülke YKÇ - EKKY İDBS'ni destekliyor

1968 Syron & Walsh 1953-1963 50 Ülke YKÇ - EKKY İDBS'ni destekliyor

1970 Kravis 1950/52:63/65 37 Petrol İhracatçısı Olmayan Ülke YKÇ - RK İDBS'ni destekliyor

1972 Blumenthal 1953:67 Japonya ZSÇ-EKKY İDBS'ni desteklemiyor

1973 Michalopoulos & Jay 1960:69 39 Az Gelişmiş Ülke YKÇ - EKKY İDBS'ni destekliyor

1973 Papanek 34 Ülke 1950'ler için50 Ülke 1960'lar için YKÇ - EKKY İDBS'ni desteklemiyor

1973 Voivodas 1956:67 22 Az Gelişmiş Ülke YKÇ - EKKY İDBS'ni destekliyor

1974 Voivodas 1955:70 Kore ZSÇ-EKKY İDBS'ni destekliyor

1977 Michaely 1950:73 41 Ülke YKÇ - RK İDBS'ni destekliyor

1978 Balassa 1960:66 - 1966:73 11 Gelişmekte Olan Ülke YKÇ – RK - EKKY İDBS'ni destekliyor

1978 Heller & Porter 1950:73 41 Az Gelişmiş Ülke YKÇ – RK - EKKY İDBS'ni destekliyor

1978 Williamson 1960:74 22 Latin Amerika Ülkesi YKÇ - EKKY İDBS'ni destekliyor

1978 Krueger 1954:71 10 Ülke ZSÇ-EKKY İDBS'ni destekliyor

1979 Fajana 1954:74 Nijerya ZSÇ-EKKY İDBS'ni destekliyor

1981 Balassa 1960:66 - 1966:73 12 Yeni Sanayileşmiş Ülke YKÇ – RK - EKKY İDBS'ni destekliyor

1981 Tyler 1960:73 11 Gelişmekte Olan Ülke YKÇ - RK İDBS'ni destekliyor

1982 Schenzler 1950:79 Şili, Hindistan, G. Kore ZSÇ-EKKY İDBS'ni destekliyor

1983 Feder 1964:73 32 Gelişmekte Olan Ülke YKÇ - EKKY İDBS'ni destekliyor

1983 Salvatore 1961:78 52 Gelişmekte Olan Ülke YKÇ - EKKY İDBS'ni destekliyor

1984 Balassa 10 Gelişmekte Olan Ülke YKÇ - EKKY İDBS'ni destekliyor

1984 Kavoussi 1960:78 73 Gelişmekte Olan Ülke YKÇ – RK - EKKY İDBS'ni destekliyor

1985 Ram 1960:70 - 1970:77 73 Az Gelişmiş Ülke YKÇ - EKKY İDBS'ni destekliyor

1985 Balassa 1973:79 43 Gelişmekte Olan Ülke YKÇ - EKKY İDBS'ni destekliyor

1985 Kormendi & Meguire 1950:77 47 Ülke YKÇ - EKKY İDBS'ni destekliyor

1985 Jaffee 1960:77 80 Az Gelişmiş Ülke YKÇ - EKKY İDBS'ni destekliyor

1985 Kavoussi 1967:73 (1973:77) 52(51) Gelişmekte Olan Ülke YKÇ - RK İDBS'ni destekliyor

1985 Gupta G.Kore-Çeyreklik 1960(1):79(4)İsrail-Çeyreklik 1969(1):81(1) SNT İhracat ve Büyüme arasında iki yönlü

nedensellik ilişkisi.

1985 Jung & Marshall 1950:81 37 Gelişmekte Olan Ülke ZSÇ-EKKY -GNT İDBA: 6 ülke, BDİA: 11 ülkeİYNİ: İsrail, NY: 20 ülke

1986 Helleiner 1960:79 23 Düşük Gelirli Ülke YKÇ - EKKY İDBS'ni destekliyor

1986 Rana 1965:82 - 1965:73 - 1974:82 14 Az Gelişmiş Asya Ülkesi YKÇ – RK - EKKY İDBS'ni destekliyor

1986 Darrat 1960:82 Hong Kong, Kore, Singapur, Tayvan ZSÇ-GNT-VARM İDBA: Tayvan, NY: Hong Kong, Kore, Singapur.

1987 Ram 1960:70 - 1970:77 88 Gelişmekte Olan Ülke ZSÇ - EKKY 39 Ülkede İDBS'ni destekliyor.49 Ülkede İDBS'ni desteklemiyor

1987 Chow 1960:84 Arjantin, Brezilya, Hong Kong, İsrail, Kore, Meksika, Singapur ve Tayvan ZSÇ-SNT-VARM İDBA: Meksika,

İYNİ:6 ülke, NY: Arjantin

1987 Darrat 1955:82 Hong Kong, G. Kore, Singapur, Tayvan ZSÇ-OGM İDBA: G. Kore, BDİA: Singapur, Tayvan, NY: Hong Kong

1987 Hsiao 1960:82 Hong Kong, G. Kore, Singapur, Tayvan ZSÇ-SNT-GNT-VARM BDİA: Hong Kong, NY: G. Kore, Singapur, Tayvan.

1988 Singer & Gray 1967:73 - 1973:77 - 1977:83 52 Gelişmekte Olan Ülke YKÇ - RK İDBS'ni destekliyor

YKÇ: Yatay Kesit Çalışması, ZSÇ: Zaman Serileri Çalışması, EKKY: En Küçük Kareler Yöntemi, RK: Rank Korelasyonu, REP: Rassal Etkiler Panel, ARM: Anahtarlamalı Regresyon Modeli, SNT: Sims Nedensellik Testi, GNT: Granger Nedensellik Testi, İDBA: İhracata Dayalı Büyüme Artışı, BDİA: Büyümeye Dayalı İhracat Artışı, İYNİ: İki Yönlü Nedensellik İlişkisi, NY: Nedensellik Yok, VARM: Vektör Otoregresyon Modeli, OGM: Otoregresiv Gecikme Modeli, VHDM: Vektör Hata Düzeltme Modeli, KA: Kointegrasyon Analizi

227

Page 241: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

YIL YAZAR/YAZARLAR DÖNEM ÖRNEKLEM GENİŞLİĞİ METOD GENEL SONUÇ1988 Grabowski 1885:1940 Japonya ZSÇ - EKKY İDBS'ni destekliyor

1989 Kohli & Singh 1960:70 - 1970:81 31 Ülke YKÇ - EKKY İDBS'ni destekliyor

1989 Mbaku 1970:81 37 Afrika Ülkesi (Düşük ve Orta Gelirli Ülkeler) YKÇ - EKKY

Orta Gelirli Ülkelerde güçlü bir şekilde İDBS'ni destekliyor, Düşük

Gelirlillerde daha zayıf.

1989 Moschos 1970:80 71 Gelişmekte Olan Ülke YKÇ - EKKY İDBS'ni destekliyor

1989 Afxentiou & Serletis1870:1985,1870:961896:1929,1930:501950:8

5Kanada ZSÇ - EKKY İDBS'ni destekliyor

1989 Kunst & Marin 1965(2): 85(4) Avusturya ZSÇ-GNT-VARM İDBS'ni destekliyor

1990 Fosu 1960:70 - 1970:80 28 Afrika Ülkesi YKÇ - EKKY İDBS'ni destekliyor

1990 Grabowski ve Diğerleri 1885:1939 - 1952:80 Japonya ZSÇ-GNT-VARM1885:1939 Periyodu İDBS'ni

desteklemiyor, 1952:80 Periyodu İDBS'ni destekliyor.

1990 Otani & Villaneuva 1970:85 55 Düşük Gelirli Ülke YKÇ - EKKY İDBS'ni destekliyor

1990 Sheehey 1960:70 36 Ülke YKÇ - EKKY İDBS'ni destekliyor

1990 Sung-Shen 1957(1):87(1) G. Kore, Japonya ve Tayvan ZSÇ-GNT-VARM İYNİ: G. Kore, Japonya ve Tayvan

1991 Alam 1965:73 - 1973:84 41 Gelişmekte Olan Ülke YKÇ - EKKY İDBS'ni destekliyor

1991 Dodaro 1965:70 - 1970:81 84 Az Gelişmiş Ülke YKÇ - EKKYİDBS'ni destekliyor. Ancak, ülkelerin

ihracat sepetine göre sonuçlar değişebiliyor.

1991 Esfahani 1960:73 - 1973:81 - 1980:86 31 Yarı Sanayileşmiş Ülke YKÇ – İki Aşamalı

EKKY İDBS'ni destekliyor

1991 Papageorgiou, Michaely & Choksi Karşılaştırmalı Örnekler İDBS'ni destekliyor

1991 Afxentiou & Serletis 1950:85 16 Sanayileşmiş Ülke ZSÇ-GNT-VARM BDİA: 3 Ülke, NY: 13 Ülke

1991 Salvatore & Hatcher 1963:73 - 1973:85 26 Ülke YKÇ - EKKY İDBS'ni destekliyor

1991 Ahmad & Kwan 1981:87 Gelişmekte Olan 47 Afrika Ülkesi ZSÇ-GNT-VARM İDBS'ni desteklemiyor, kimi ülkelerde BDİA gözlemlenmiştir.

1991 Bahmani-Oskooee, Mohtad & Sagbish 1951:87 20 Az Gelişmiş Ülke ZSÇ-GNT-VARM İDBA: 5 ülke, BDİA: 2 Ülke,

NY: 14 ülke

1991 Nandi & Biswas 1960:85 Hindistan ZSÇ-GNT İDBS'ni destekliyor

1991 Kugler 1970:87 ABD, Japonya, İsviçre, Batı Almanya, Fransa ve Birleşik Krallık ZSÇ-GNT-VHDM

İDBA: Batı Almanya, FransaNY: Birleşik Krallık, ABD, Japonya,

İsviçre,

1991 Salvatore & Hatcher 1963:85 26 Gelişmekte Olan Ülke ZSÇ - EKKY 15 ülke için İDBS'ni destekliyor

1991 Sawhney & DiPietro 1965:80 120 Dünya Bankası Ülkesi YKÇ - EKKYİDBS'ni destekliyor. İhracatın önemi, ülkelerin kalkınmışlık düzeyine göre

değişmektedir.

1991 Kwan & Cotsomotis 1952:85 - 1952:78 Çin ZSÇ-GNT-VHDM İYNİ: 1952:85. NY: 1952:78.

1991 Sharma, Norris & Cheung, 1960(1): 87(2) ABD, Japonya, Batı Almanya, İtalya ve Birleşik Krallık ZSÇ-GNT

İDBA: Japonya, Batı Almanya BDİA: ABD, Birleşik Krallık

NY: İtalya

1992 Dollar 1976:85 92 Ülke YKÇ - EKKY İDBS'ni destekliyor.

1992 De Gregorio 1950:85 12 Latin Amerika Ülkesi YKÇ - REP (Random Effects Panel) İDBS'ni desteklemiyor

1992 Moore 1960:66 - 1966:73 1973:79 - 1979:86 87 Orta ve Yüksek Gelirli Ülke YKÇ - ARM (switching

regression)

İDBS'ni destekliyor. İhracatın önemi, ülkelerin gelir düzeyine göre

değişmektedir.

1992 Ahmad & Harnhirun 1967:88 Malezya, Filipinler, Singapur, Endonezya, Tayland ZSÇ-GNT-VHDM BDİA: Malezya, Filipinler,

Singapur, Endonezya, NY: Tayland

1992 Egwaikhide 1973:88 Nijerya ZSÇ - EKKY İDBS'ni destekliyor.

1992 Marin 1960(1):87(2) ABD, Japonya, Almanya, Birleşik Krallık ZSÇ-GNT-VHDM İDBA: ABD, Almanya, Birleşik Krallık, İYNİ:Japonya

1992 Giles, Giles, & McCann 1963:91 Yeni Zelanda ZSÇ-GNT-VHDM NY

1992 Hutchison & Singh 1950:85 34 Gelişmekte Olan Ülke ZSÇ-GNT-VARM İDBS'ni zayıf bir şekilde destekliyor.

1992 Serletis 1870:85; 1870:44; 1945:85 Kanada ZSÇ-GNT-VARM İDBA: 1870:85; 1870:44

İYNİ:1945:85

Devam Ediyor...

228

Page 242: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

YIL YAZAR/YAZARLAR DÖNEM ÖRNEKLEM GENİŞLİĞİ METOD GENEL SONUÇ1992 Sheehey 1960:81 43 Petrol İhracatçısı Olmayan Ülke YKÇ - EKKY İDBS'ni kısmen destekliyor.

1993 Sprout & Weaver 1970:84 72 Az Gelişmiş Ülke YKÇ – İki Aşamalı EKKY

Büyük ve temel ürünler dışındaki ürünleri ihraç eden ülkeler için

İDBS'ni destekliyor. Temel ürün ihracatçıları için İDBS'ni

desteklemiyor.

1993 Bahmani-Oskooee & Alse 1973(1):88(4) 9 Az Gelişmiş Ülke ZSÇ-GNT-VHDM İYNİ: Bütün Ülkelerde

1993 Dodaro 1967:86 87 Ülke ZSÇ- EKKY-GNT-VHDM

EKKY ile yapılan incelemede, ülkelerin yarıya yakınında İDBS anlamsız çıkmakta. Nedensellik testlerine göre; İDBA:8 Ülke,

BDİA:14 Ülke, İYNİ:3 Ülke, NY: 62 ülke

1993 Ghartey 1955(1):91(2) Tayvan, ABD, Japonya ZSÇ-GNT İDBA:Tayvan,, BDİA:ABD, İYNİ:Japonya

1993 Gordon & Sakyi-Bekoe 1972:88 Gana ZSÇ-GNT-SNT-VARM%5 Güven Aralığı için İDBA

dseteklenmemektedir. %10 için, desteklenmektedir.

1993 Oxley 1865:91 Portekiz ZSÇ-GNT-VHDM BDİA

1993 Khan & Saqib 1972:88 Pakistan ZSÇ- EKKY İDBS'ni destekliyor

1993 Kugler & Dridi 1960:89 11 Az Gelişmiş Ülke KA 7 ülke için İDBS'ni destekliyor.

1993 Sengupta 1961:87 Tayvan, Japonya, G. Kore, Filipinler ZSÇ- EKKYTayvan ve G. kore için İDBS'ni

destekliyor, Japonya ve Filipinler için desteklemiyor.

1994 Ukpolo 1969:88 8 Afrika Ülkesi ZSÇ- EKKY

Petrol harici malların ihracatının büyüme artışını sağladığı sonucuna

varılmıştır, Ancak, çalışmanın sonuçları petrol ve imalat sanayi

ürünler ile büyüme arasındaki ilişkide İDBS'ni desteklememektedir.

1994 van den Berg & Schmidt 1960:87 7 Latin Amerika Ülkesi ZSÇ- KA-VHDM İDBS'ni destekliyor

1994 Suliman, Mengistus, Lorentz & Ghebreyesus 1967:89 G. Kore ZSÇ-GNT-VARM İYNİ

1994 Sharma & Dhakal 1960:88 30 Gelişmekte Olan Ülke ZSÇ-GNT-VARM İDBA:6 Ülke, BDİA: 8 Ülke, İYNİ:5 Ülke, NY: 11 ülke

1994 Sengupta & España 1960:87 Tayvan, Japonya, G. Kore, Filipinler, Tayland ZSÇ- EKKY Japonya hariç, İDBS'ni destekliyor

1994 Onchoke & In 3 Ülke ZSÇ-GNT-VHDM İki ülkede İDBS'ni destekliyor

1994 Love 1960:90 20 Ülke ZSÇ-GNT-VARM Ülkelerin yarıya yakınında İDBS'ni destekliyor

1994 Karunaratne 1959(3):92(1) Avustralya ZSÇ-GNT-VARM İDBS'ni destekliyor

1994 Hansen 1968:91 Yeni Zelanda ZSÇ- EKKY İDBS'ni desteklemiyor

1994 Greenaway & Sapsford 1957:85 G. Kore, Türkiye, Kolombiya, Sri Lanka, Şili ZSÇ- EKKY

Sri Lanka dışındaki devletler için İDBS'ni desteklemiyor. Türkiye için; ihracat ve büyüme arasında negatif ilişki olduğu sonucuna ulaşılmıştır.

1994 Greenaway & Sapsford 1957:85 14 Ülke ZSÇ- EKKY İDBS'ni desteklemiyor

1994 Dutt & Ghosh 1953:91 26 Ülke KA 20 ülkede İDBS'ni destekliyor

1994 Coppin 1980:88 59 Az Gelişmiş Ülke YKÇ - EKKY İDBS'ni destekliyor

1994 Greenaway&Sapsford 1960:73 -1973:80 - 1980:88 104 Ülke YKÇ - EKKY

1960:73 -1973:80 Periyodlarında İDBS'ni destekliyor. 1980:88

periyodunda İDBS'ni desteklemiyor

1994 Ateşoğlu 1963:89 ABD ZSÇ- İki Aşamalı EKKY İDBS'ni destekliyor

1995 Paul & Chowdhury 1949:91 Avustralya ZSÇ-GNT-VARM İDBS'ni destekliyor

1995 McCarville & Nnadozie 1926:88 Meksika ZSÇ-GNT-VARM İDBS'ni destekliyor

1995 Kwan & Kwok 1952:85 Çin ZSÇ-GNT-VARM İDBS'ni destekliyor

1995 Sachs & Warner 1970:89 135 Ülke YKÇ - EKKY İDBS'ni destekliyor

1995 Jin & Yu 1960(1):87(4) Japonya, ABD, Kanada, G. Kore. ZSÇ-GNT-VARM BDİA: Kanada, ABDİYNİ: G. Kore, Japonya

1995 Holman & Graves 1953:90 G. Kore ZSÇ-GNT-VARM İYNİ

YKÇ: Yatay Kesit Çalışması, ZSÇ: Zaman Serileri Çalışması, EKKY: En Küçük Kareler Yöntemi, RK: Rank Korelasyonu, REP: Rassal Etkiler Panel, ARM: Anahtarlamalı Regresyon Modeli, SNT: Sims Nedensellik Testi, GNT: Granger Nedensellik Testi, İDBA: İhracata Dayalı Büyüme Artışı, BDİA: Büyümeye Dayalı İhracat Artışı, İYNİ: İki Yönlü Nedensellik İlişkisi, NY: Nedensellik Yok, VARM: Vektör Otoregresyon Modeli, OGM: Otoregresiv Gecikme Modeli, VHDM: Vektör Hata Düzeltme Modeli, KA: Kointegrasyon Analizi

Devam Ediyor...

229

Page 243: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

YIL YAZAR/YAZARLAR DÖNEM ÖRNEKLEM GENİŞLİĞİ METOD GENEL SONUÇ1995 Bahmani-Oskooee & Domac 1923:90 Turkey ZSÇ- KA-VHDM İYNİ

1995 Arnade & Vasavada 1961:87 33 Latin Amerika ve Asya Ülkesi ZSÇ-GNT-VARM İDBA:6 Ülke, BDİA:5 Ülke, NY: 22 ülke

1995 Amirkhalkhali & Dar 1961:90 23 Gelişmekte Olan Ülke ZSÇ- EKKY 15 ülke için İDBS'ni destekliyor

1995 Ahmad & Harnhirun 1966:90 5 Asya Ülkesi ZSÇ- KA-VHDM İYNİ:Singapur NY: 4 ülke

1995 Amirkhalkhali & Dar 1961:90 23 Gelişmekte Olan Ülke YKÇ - EKKY

Güçlü bir şekilde İçe Dönük politikaları uygulayan devletler dışındaki devletler için İDBS'ni

destekliyor.

1995 Song & Chen 1960:75, 1975:91 - 1960:91 33 Ülke YKÇ - EKKY

Genel olarak İDBS'ni destekliyor. Ancak, sonuçlar periyoda ve ülkelere

göre değişebiliiyor.

1995 Yaghmaian & Ghorashi 1980:90 30 Gelişmekte Olan Ülke YKÇ - EKKY İDBS'ni desteklemiyor

1996 Burney 1965:80 Dönemi için 89 Ülke1980:90 Dönemi için 90 Ülke YKÇ - EKKY

1980:90 Periyodunda İDBS'ni destekliyor. 1965:80 periyodunda

İDBS'ni desteklemiyor

1996 Fosu 1967:73, 1973:80, 1980:86, 1967:86 76 Az Gelişmiş Ülke YKÇ - EKKY İDBS'ni destekliyor

1996 Abhayaratne 1960:92 Sri Lanka ZSÇ-GNT-VARM NY

1996 Amoateng & Amoako-Adu 1971:90 35 Afrika Ülkesi ZSÇ-GNT-VARM NY

1996 Bodman 1960(1):95(4) Avustralya ve Kanada ZSÇ- GNT-VHDM İDBS'ni destekliyor

1996 Boltho 1913:37; 1952:73; 1973:90 Japonya ZSÇ-GNT-VARM BDİA

1996 Cheng & Chu 1940:90 ABD ZSÇ- GNT-VHDM İYNİ

1996 Doraisami 1963:93 Malezya ZSÇ- GNT-VHDM İYNİ

1996 Dutt & Ghosh 1953:91 26 Ülke ZSÇ- GNT-VHDM İDBA: 5 Ülke, BDİA:İki Ülke, İYNİ:3 Ülke, NY: 4 ülke

1996 Harrison YKÇ - EKKY-Panel İDBS'ni destekliyor

1996 Henriques & Sadorsky 1877:45; 1946:91 Kanada ZSÇ-GNT-VARM BDİA

1996 Islam & Iftekharuzzaman 1971:90 Bangladeş ZSÇ- EKKY İDBS'ni desteklemiyor

1996 Jin & Yu 1959(1): 92(3) ABD ZSÇ-GNT-VARM İDBS'ni desteklemiyor

1996 Karunaratne 1971(2):94(2) Avustralya ZSÇ- GNT-VHDM İDBS'ni destekliyor

1996 Mallick 1951:92 Hindistan ZSÇ- GNT-VHDM BDİA

1996 Onafowora, Owoye & Nyatepe-Coo 1963:91 12 Afrika Ülkesi ZSÇ- GNT-VHDM İDBA:6 Ülke, BDİA: 4 Ülke, İYNİ:2 Ülke

1996 Piazolo 1965:92 Endonezya ZSÇ- GNT-VHDM İDBS'ni destekliyor

1996 Pomponio 1965:85 66 Ülke ZSÇ-GNT-VARM İDBA:5 Ülke, BDİA: 8 Ülke, İYNİ:1 Ülke, NY: 52 ülke

1996 Riezman, Summers & Whiteman 1950:90 126 Ülke ZSÇ-GNT-SNT 126 Ülkeden sadece 22 ülkede İDNS'ni destekliyor.

1996 Thornton 1895:1992 Meksika ZSÇ- GNT-VHDM İDBS'ni destekliyor

1996 Xu 1951:90 32 Gelişmekte Olan Ülke ZSÇ- GNT-VHDM İDBA:12 Ülke, BDİA:8 Ülke, İYNİ:9 Ülke, NY: 3 ülke

1997 Park & Prime 1985:93 26 Çin Eyaleti YKÇ - EKKY İDBS'ni destekliyor

1997 Ahmad, Harnhirun & Yang 1966:93 Endonezya, Malezya, Filipinler, Singapur, Tayland ZSÇ-GNT-VARM İDBA: Tayland, BDİA:Endonezya,

Malezya, Filipinler, Singapur

1997 Al-Yousif 1973:93 Suudi Arabistan, Kuveyt, Umman, Birleşik Arap Emirlikleri ZSÇ- EKKY İDBS'ni destekliyor

1997 Amin Gutiérrez de Pineres & Ferrantino 1962:91 Şili ZSÇ-GNT-VARM BDİA

1997 Edwards 1960-90 93 Ülke YKÇ - EKKY İDBS'ni destekliyor

1997 Dhananjayan & Devi 1981:94 12 Asya ve Avrupa Ülkesi ZSÇ- EKKY İDBS'ni destekliyor

1997 Gani 1970:92 Papua Yeni Gine ZSÇ- EKKY İDBS'ni destekliyor

1997 Ghatak, Milner & Utkulu 1955:90 - 1966:90 Malezya ZSÇ-GNT-VARM İDBS'ni destekliyor

1997 Karunaratne 1971(1):92(4) Avustralya ZSÇ- GNT-VHDM İYNİ

Devam Ediyor...

230

Page 244: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

YIL YAZAR/YAZARLAR DÖNEM ÖRNEKLEM GENİŞLİĞİ METOD GENEL SONUÇ1997 Liu, Song & Romilly 1983(3):95(1) Çin ZSÇ-GNT-VARM İDBS'ni desteklemiyor

1997 Thornton 1850:1913 Danimarka, Almanya, İtalya, Norveç, İsveç ve Birleşik Krallık ZSÇ- GNT-VHDM

İDBA: İtalya, İsveç ve Norveç, BDİA:Birleşik Krallık,

İYNİ: Danimarka ve Almanya

1998 McNab & Moore 1963:73 - 1973:85 41 Gelişmekte Olan Ülke YKÇ – Üç Aşamalı EKKY

İDBS'ni destekliyor. Ancak iki yönlü nedensellik olduğuna da işaret

ediyor.

1998 Doyle 1953:93 İrlanda ZSÇ- GNT-VHDM İDBS'ni destekliyor

1998 Ghatak 1950:94 G. Kore ZSÇ- GNT- VHDM-VARM İDBS'ni kısmen destekliyor

1998 Islam 1967:91 15 Güneydoğu Asya Ülkesi ZSÇ- GNT- VHDM-VARM

İDBA:5 Ülke, İYNİ: 4 Ülke, NY: 7 ülke

1998 Shan & Sun (a) 1978(3):96(3) Avustralya ZSÇ- GNT- VARM BDİA

1998 Shan & Sun (b) 1978(5):96(5) Çin ZSÇ- GNT- VARM İYNİ

1998 Shan & Sun (c) 1978(1):96(3) Hong Kong, G.Kore ve Tayvan ZSÇ- GNT- VARM İDBA: Tayvan, İYNİ: Hong Kong, G.Kore

1998 Tuan & Ng 1961:85 Hong Kong ZSÇ- GNT-VHDM İDBS'ni kısmen destekliyor

1998 Wacziarg 1970-74, 1975-79, 1980-84, 1985-89 YKÇ-EKKY İDBS'ni destekliyor

1998 Yamada 1975(1):97(2) ABD, Birleşik Krallık, Japonya, İtalya, Kanada ZSÇ- GNT- VARM İDBS'ni kısmen destekliyor

1999 Bahmani-Oskooee & Niroomand 1960:92 22 Ülke ZSÇ-KA 19 Ülkede İDBS destekleniyor

1999 Sinha & Sinha 16 Latin Amerika Ülkesi 15 Ülkede İDBS destekleniyor

1999 Amin Gutiérrez de Pineres & Ferrantino 1962:93 Kolombiya ZSÇ- GNT- SNT -VARM NY

2001 Dollar & Kraay YKÇ-EKKY İDBS'ni destekliyor

2002 Greenaway, Morgan & Wright 1955-1985 30 Geç Liberalleşen Ülke (1985 Sonrası) ZSÇ- EKKY İDBS'ni destekliyor

2002 Kohpaiboon 1970-1999 Thailand ZSÇ- EKKY İDBS'ni destekliyor

2003 Bosworth &Collins 1960-80, 1980-2000 ZSÇ- EKKY İDBS'ni destekliyor

2003 Yanıkkaya1970:79, 1980:89,

1990:97100 Ülke YKÇ-EKKY (Panel

Veriler) İDBS'ni desteklemiyor

2003 Wacziarg & Welch 1950:89 135 Ülke YKÇ - EKKY İDBS'ni destekliyor

2004 Bolaky and Freund YKÇ-EKKY İDBS'ni desteklemiyor

2004Calderon, Loayza, &

Schmidt-HebbelYKÇ-EKKY (Panel

Veriler)İDBS'ni destekliyor. (Gelişmişlik

düzeyi arttıkça, etki artıyor.)

2005 Awokuse 1960:91 Japonya ZSÇ- GNT-VHDM İYNİ

2005 Chang, Kaltani & Loayza YKÇ-EKKY (Panel Veriler) İDBS'ni destekliyor

YKÇ: Yatay Kesit Çalışması, ZSÇ: Zaman Serileri Çalışması, EKKY: En Küçük Kareler Yöntemi, RK: Rank Korelasyonu, REP: Rassal Etkiler Panel, ARM: Anahtarlamalı Regresyon Modeli, SNT: Sims Nedensellik Testi, GNT: Granger Nedensellik Testi, İDBA: İhracata Dayalı Büyüme Artışı, BDİA: Büyümeye Dayalı İhracat Artışı, İYNİ: İki Yönlü Nedensellik İlişkisi, NY: Nedensellik Yok, VARM: Vektör Otoregresyon Modeli, OGM: Otoregresiv Gecikme Modeli, VHDM: Vektör Hata Düzeltme Modeli, KA: Kointegrasyon Analizi

KAYNAK: Ram, 2007:6-11, Awokuse, 2005:593-594, Bahmani-Oskooee & Niroomand, 1999:557, Edwards, 1997:1-6, Freeman, 2004:8-12, Gübe, 1997:19-22, Nourzad & Powell, 2003:74-78, Giles & Williams, 2000:29-47, Aksoy & Salinas, 2006:32-33.

Listedeki Çalışmalar;

Abhayaratne, A.S.P. (1996) "Foreign trade and economic growth evidence from Sri Lanka, 1960-1992'. Applied Economics Letters 3, 567-70.Afxentiou, P.C. and Serletis, A. (1989) "Long term trends in Canadian economic development". Economic Notes 3, 362-75.Afxentiou, P.C. and Serletis, A. (1991) "Exports and GNP causality in the industrial countries: 1950-1985'. Kyklos 44, 167-79.Ahmad, J. and Harnhirun, S. (1992) "The causality between exports and economic growth in the ASEAN countries - cointegration and error correction model approach". Mimeo.,

Department of Economics, Concordia University.Ahmad, J. and Harnhirun, S. (1995) "Unit roots and cointegration in estimating causality between exports and economic growth: empirical evidence from the ASEAN countries".

Economics Letters 49, 329-34.Ahmad, J. and Kwan, A.C.C. (1991) "Causality between exports and economic growth: empirical evidence from Africa". Economics Letters 37, 243-48.Ahmad, J., Harnhirun, S. and Yang, J. (1997) "Export and economic growth in the ASEAN countries: cointegration and causality tests". International Review of Economics and

Business 44, 419-30.Al-Yousif, Y.K. (1997) "Exports and economic growth: some empirical evidence from the Arab Gulf countries". Applied Economics 29, 263-7.Alam, M.S. (1991) "Trade orientation and macroeconomic performance in LDCs: an empirical study". Economic Development and Cultural Change 39, 839-48.Amin Gutiérrez de Piñeres, S. and Ferrantino, M. (1997) "Export diversification and structural dynamics in the growth process: a case study of Chile". Journal of Development

Economics 52, 375-91.Amin Gutiérrez de Piñeres, S. and Ferrantino, M. (1999) "Export sector dynamics and domestic growth: the case of Colombia". Review of Development Economics 3, forthcoming.Amirkhalkhali, S. and Dar, A.-A. (1995) "A varying-coefficients model of export expansion, factor accumulation and economic growth: evidence from cross-country, time series data".

Economic Modelling 12, 435-41.Amoateng, K. and Amoako-Adu,B. (1996) "Economic growth, export and external debt causality: the case of African countries". Applied Economics 28, 21-7.Arnade, C. and Vasavada, U. (1995) "Causality between productivity and exports in agriculture: evidence from Asia and Latin America". Journal of Agricultural Economics 46, 174-86.

231

Page 245: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

Atesoglu, H.S. (1994) "An application of a Kaldorian export-led model of growth to the United States". Applied Economics 26, 479-83.Awokuse, T. O. (2005) “Export-led growth and the Japanese economy: evidence from VAR and directed acyclic graphs”, Applied Economics Letters, 12, 849-858.BAHMANI-OSKOOEE, M. & NIROOMAND, F., (1999). “Openness and economic growth: an empirical investigation”, Applied Economic Letters,. Vol.6, pp.557-61.Bahmani-Oskooee, M. and Alse, J. (1993) "Export growth and economic growth: an application of cointegration and error correction modeling". The Journal of Developing Areas 27,

535-42.Bahmani-Oskooee, M. and Domac, I. (1995) "Export growth and economic growth in Turkey: evidence from cointegration analysis". Middle East Technical University Studies in

Development 22, 67-77.Bahmani-Oskooee, M., Mohtad, H. and Shabsigh, G. (1991) "Exports, growth and causality in LDCs: a reexamination". Journal of Development Economics 36, 405-15.Balassa, B. (1978) “Exports and economic growth: further evidence". Journal of Development Economics 5, 181-9.Balassa, B. (1981) “The Newly Industrializing Countries in the World Economy.” New York: Pergamon Press.Balassa, B. (1984) "Adjustment to external shocks in developing economies". World Bank Staff Working Paper 472. Washington, DC : The World Bank,.Balassa, B. (1985) "Exports, policy choices, and economic growth in developing countries after the 1973 oil shock". Journal of Development Economics 18, 23-35.Blumenthal, T. (1972) "Exports and economic growth: the case of postwar Japan". Quarterly Journal of Economics 86, 617-31.Bodman, P.M. (1996) "On export-led growth in Australia and Canada: cointegration, causality and structural stability". Australian Economic Papers 35, 282-99.Bolaky, B. & Freund, C. (2004) “Trade, Regulations, and Growth.” Policy Research Working Paper No. WPS3255. Washington, D.C.: The World Bank.Boltho, A. (1996) "Was Japanese growth export-led?" Oxford Economic Papers 48, 415-32.Bosworth, B. and Collins, S., (2003) "The Empirics of Growth: An Update" Brookings Papers of Economic Activity (September 2003). Washington, DC.Burney, N.A. (1996) "Exports and economic growth: evidence from cross country analysis". Applied Economics Letters 3, 369-73.Calderon, C., Loayza, N. & Schmidt-Hebbel, K. (2004) “Openness, Vulnerability, and Growth.” World Bank Research Paper, First Draft.Chang, R., Kaltani, L. & Loayza, N., (2005) ‘‘Openness can be good for Growth: The Role of Policy Complementarities.’’ World Bank Policy Research Working Paper # 3763.Cheng, B.S. and Chu, O. (1996) "U.S. exports and economic growth causality". Atlantic Economic Journal 24, 263.Chow, P.C.Y. (1987) "Causality between export growth and industrial development: empirical evidence from the NICs". Journal of Development Economics 26, 55-63.Coppin, A. (1994) "Determinants of LDC output growth during the 1980s". Journal of Developing Areas 28, 219-28.Darrat, A.F. (1986) "Trade and development: the Asian experience". Cato Journal 6, 695-9.Darrat, A.F. (1987) "Are exports an engine of growth? Another look at the evidence". Applied Economics 19, 277-83.b Development Economics 14, 241-50.De Gregorio, J. (1992) "Economic growth in Latin America". Journal of Development Economics 39, 59-84. Dhananjayan, R.S. and Devi, N.S. (1997) "Exports and economic growth: a study of select nations in Asia and Europe during 1980-81 to 1993-94". Indian Journal of Applied

Economics 6, 41-63.Dodaro, S. (1991) "Comparative advantage, trade and growth: export-led growth revisited". World Development 19, 1153-65.Dodaro, S. (1993) "Exports and growth: a reconsideration of causality". Journal of Developing Areas 27, 227-44.Dollar, D. (1992) "Outward-oriented developing economies really do grow more rapidly: evidence from 95 LDCs, 1976-1985'. Economic Development and Cultural Change 40, 523-44.Dollar, D. & Kraay, A., (2004) “Trade, Growth, and Poverty.” Economic Journal 114(493): F22-49.Doraisami, A. (1996) "Export growth and economic growth: a reexamination of some time-series evidence of the Malaysian experience". Journal of Developing Areas 30, 223-30.Doyle, E. (1998) "Export-output causality: the Irish case, 1953-1993”. Atlantic Economic Journal 26, 147- 61.Dutt, S.D. and Ghosh, D. (1994) "An empirical investigation of the export growth-economic growth relationship". Applied Economics Letters 1, 44-8.Dutt, S.D. and Ghosh, D. (1996) "The export growth-economic growth nexus: a causality analysis". Journal of Developing Areas 30, 167-82.Edwards, S., (1997), “Openness, Productivity and Growth: What Do We Really Know?”, NBER Working Paper No. W5978.Egwaikhide, F.O. (1992) "Oil export and economic growth in Nigeria: a preliminary investigation". Indian Journal of Economics 72, 221-32.Emery, R.F. (1967) "The relation of exports and economic growth". Kyklos 20, 470-86.Esfahani, H.S. (1991) "Exports, imports, and economic growth in semi-industrialized countries". Journal of Development Economics 35, 93-116.Fajana, O. (1979) "Trade and growth: the Nigerian experience". World Development 7, 73-8.Feder, G. (1983) "On exports and economic growth". Journal of Development Economics 12, 59-73.Fosu, A.K. (1990) "Exports and economic growth: the African case". World Development 18, 831-5.Fosu, A.K. (1996) "Primary exports and economic growth in developing countries". World Economy 19, 465-75.Gani, A. (1997) "Economic growth in Papua New Guinea: some empirical evidence". Pacific Economic Bulletin 12, 41-52.Ghartey, E.E. (1993) "Causal relationship between exports and economic growth: some empirical evidence in Taiwan, Japan and the U.S.". Applied Economics 25, 1145-52.Ghatak, A. (1998) "Vector-autoregression modeling and forecasting growth of South Korea". Journal of Applied Statistics 25, 579-92.Ghatak, A. (1998) "Vector-autoregression modeling and forecasting growth of South Korea". Journal of Applied Statistics 25, 579-92.Giles, D.E.A., Giles, J.A. and McCann, E. (1992) "Causality, unit roots and export-led growth: the New Zealand experience". Journal of International Trade and Economic

Development 1, 195-218.Gordon, D.V. and Sakyi-Bekoe, K. (1993) "Testing the export-growth hypothesis: some parametric and nonparametric results for Ghana". Applied Economics 25, 553-63.Grabowski, R. (1988) "Early Japanese development: the role of trade, 1885-1940’. Quarterly Journal of Business and Economics 27, 104-29.Grabowski, R., Sharma, S.C. and Dhakal, D. (1990) "Exports and Japanese economic development". Economics Letters 32, 127-32.Greenaway, D. and Sapsford, D. (1994a) "What does liberalization do for exports and growth". Weltwirtschaftliches Archiv 130, 152-74.Greenaway, D. and Sapsford, D. (1994b) "Exports, growth, and liberalization: an evaluation". Journal of Policy Modelling 16, 165-86.Greenaway, D., Morgan, W. & Wright, P., (2002), “Trade liberalisation and growth in developing countries.”, Journal of Development Economics 67: 229-244.Gupta, S. (1985) "Export growth and economic growth revisited". Indian Economic Journal 32, 52-9. Hamilton, N. and Thompson, C. (1994) "Export promotion in a regional context:

Central America and Southern Africa". World Development 22, 1379-92.Hansen, P. (1994) "The government, exporters and economic growth in New Zealand". New Zealand Economic Papers 28, 133-42.Harrison, Ann. (1996). “Openness and Growth: A Time Series, Cross-Country Analysis for Developing Countries". Journal of Development Economics. No. 48: 419-447.Helleiner, G.K. (1986) “Outward orientation, import instability and African economic growth: an empirical investigation”. In Lall, S. and Stewart F. (eds.) Theory and Reality in

Development: Essays in Honour of Paul Streeton. Hong Kong: MacMillan.Heller, P.S. and Porter, R.C. (1978) "Exports and growth: an empirical re-investigation". Journal of Development Economics 5, 191-3.Henriques, I. and Sadorsky, P. (1996) "Export-led growth or growth-driven exports? The Canadian case". Canadian Journal of Economics 96, 540-55.Holman, J.A. and Graves, P.E. (1995) "Korean exports economic growth: an econometric reassessment". Journal of Economic Development 20, 45-56.Hsiao, M.W. (1987) "Tests of causality and exogeneity between exports and economic growth: the case of Asian NICs". Journal of Economic Development 12, 143-59.Islam, M.N. (1998) "Export expansion and economic growth: testing for cointegration and causality". Applied Economics 30, 415-25.Islam, M.N. and Iftekharuzzaman, M. (1996) "Export-growth nexus in a small open economy: the case of Bangladesh". In Weis, C.E. and Wahid, A.N.M. (eds.) The Economy of

Bangladesh: Problems and Prospects. Westport, CT: Praeger Publishing.Jaffee, D. (1985) "Export dependence and economic growth: a reformulation and respecification". Social Forces 64, 102-18.Jin, J.C. (1995) "Export-led growth and the four little dragons". Journal of International Trade and Economic Development 4, 203-15.Jin, J.C. and Yu, E.S.H. (1995) "The causal relationship between exports and income". Journal of Economic Development 20, 131-40.Jin, J.C. and Yu, E.S.H. (1996) "Export-led growth and the U.S. economy: another look". Applied Economics Letters 3, 341-4.Jung, S.W. and Marshall, P.J. (1985) "Exports, growth and causality in developing countries". Journal of Development Economics 18, 1-12.Karunaratne, N.D. (1994) "Growth and trade liberalization in Australia: a VAR analysis". International Review of Economics and Business 41, 625-43.Karunaratne, N.D. (1996) "Growth and trade dynamics under regime shifts in Australia". Journal of Economic Studies 23, 55-69.Karunaratne, N.D. (1997) "High-tech innovation, growth and trade dynamics in Australia". Open Economies Review 8, 151-70.Kavoussi, R.M. (1984) "Export expansion and economic growth: further empirical evidence". Journal ofKavoussi, R.M. (1985) "International trade and economic development: the recent experience of developing countries". Journal of Developing Areas 19, 379-92.Khan, A.H. and Saqib, N. (1993) "Exports and economic growth: the Pakistan experience". International Economic Journal 7, 53-64.Kohli, I. and Singh, N. (1989) "Exports and growth: critical minimum effort and diminishing returns". Journal of Development Economics 30, 391-400.Kohpaiboon, A., (2002),“Foreign trade regime and FDI-growth nexus: a case study of Thailand” Economics Division, RSPAS, ANU, Working Papers in Trade and development No.

2002-05.Kormendi, R.C. and Meguire, P.G. (1985) "Macroeconomic determinants of growth: cross country evidence". Journal of Monetary Economics 16, 141-63.Kravis, I.B. (1970) ‘Trade as a handmaiden of growth: similarities between the nineteeth and twentieth centuries’. Economic Journal 80, 850-70.Krueger, A.O. (1978) “Foreign Trade Regimes and Economic Development: Liberalization Attempts and Consequences.” Cambridge (Mass.): Balinger.Kugler, P. (1991) "Growth, exports and cointegration: an empirical investigation’. Weltwirtschaftliches Archiv 127, 73-82.Kugler, P. and Dridi, J. (1993) "Growth and exports in LDCs: a multivariate time series study". International Review of Economics and Business 40, 759-67.Kunst, R.M. and Marin, D. (1989) "On exports and productivity: a causal analysis". Review of Economics and Statistics 71, 699-703.

232

Page 246: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

Kwan, A.C.C. and Cotsomitis, J.A. (1991) "Economic growth and the expanding export sector: China 1952- 1985'. International Economic Journal 5, 105-16.Kwan, A.C.C. and Kwok, B. (1995) "Exogeneity and the export-led growth hypothesis: the case of China". Southern Economic Journal 61, 1158-66.Liu, X., Song, H. and Romilly, P. (1997) "An empirical investigation of the causal relationship between openness and economic growth in China". Applied Economics 29, 1679-86.Love, J. (1994) "Engines of growth: the export and government sectors". World Economy 17, 203-18.Maizels, A. (1963) “Industrial Growth and World Trade.” Cambridge: Cambridge University Press.Maizels, A. (1968) “Exports and Economic Growth of Developing Countries.” Cambridge: Cambridge University Press.Mallick, S.K. (1996) "Causality between exports and economic growth in India: evidence from cointegration based error correction models". Indian Journal of Economics 76, 307-20.Marin, D. (1992) "Is the export-led growth hypothesis valid for industrialized countries". Review of Economics and Statistics 74, 678-88.Mbaku, J.M. (1989) "Export growth and economic performance in developing countries: further evidence from Africa". Journal of Economic Development 14, 127-42.McCarville, M. and Nnadozie, E. (1995) "Causality tests of export-led growth: the case of Mexico’. Atlantic Economic Journal 23, 140-5.McNab, R.M. and Moore, R.E. (1998) "Trade policy, export expansion, human capital and growth". Journal of International Trade and Economic Development 7, 237-56.Michaely, M. (1977) "Exports and economic growth: an empirical investigation". Journal of Development Economics 4, 49-53.Michalopoulos, C. & Jay, K. (1973) "Growth of exports and income in the developing world: a neoclassical view". DP. 28, US Agency of International Development,Washington DC.Moore, R.E. ,(1992) "The level of development and GSP treatment". Journal of World Trade 26, 19-30.Moschos, D. (1989) "Export expansion, growth and the level of economic development: an empirical analysis". Journal of Development Economics 30, 93-102.Nandi, S. and Biswas, B. (1991) "Exports and economic growth in India: empirical evidence". Indian Economic Journal 38, 53-9.Onafowora, O.A., Owoye, O. and Nyatepe-Coo, A.A. (1996) "Trade policy, export performance and economic growth: evidence from Sub-Saharan Africa". Journal of International

Trade and Economic Development 5, 341-60.Onchoke, S.N. and In, F. (1994) "An empirical investigation of long run relationships between export revenues and economic growth in the South Pacific Island Nations". Singapore

Economic Review 38, 213-28.Otani, I. and Villaneuva, D. (1990) "Long-term growth in developing countries and its determinants: an empirical analysis". World Development 18, 769-83.Oxley, L. (1993) "Cointegration, causality and export-led growth in Portugal, 1865-1985'. Economics Letters 43, 163-6.Papageorgiou, Michaely, & Choksi, (1991), “Liberalizing Foreign Trade” (Oxford: Basil Blackwell).Papanek, G.F. (1973) "Aid, foreign private investment, savings, and growth in less developed countries". Journal of Political Economy 81, 120-30.Park, J.H. and Prime, P.B. (1997) "Export performance and growth in China: a cross-provincial analysis". Applied Economics 29, 1353-63.Paul, S. and Chowdhury, K. (1995) "Export-led growth hypothesis: some empirical testing". Applied Economics Letters 2, 177-9.Piazolo, M. (1996) "Determinants of Indonesian economic growth, 1965-1992'. Seoul Journal of Economics 9, 269-98.Pomponio, X.Z. (1996) "A causality analysis of growth and export performance". Atlantic Economic Journal 24, 168-76.Ram, R. (1985) "Exports and economic growth: some additional evidence". Economic Development and Cultural Change 33, 415-25.Ram, R. (1987) "Exports and economic growth in developing countries: evidence from time-series and crosssection data". Economic Development and Cultural Change 36, 51-72.Rana, P.B. (1986) "Exports and economic growth: further evidence from Asian LDCs". Pakistan Journal of Applied Economics 5, 163-78.Riezman, R.G., Summers, P.M. and Whiteman, C.H. (1996) "The engine of growth or its handmaiden? A time series assessment of export-led growth". Empirical Economics 21, 77-

113.SACHS, J. & WARNER A., (1995), “Economic Reform and the Process of Global Integration”, Brookings Papers on Economic Activity, No:1Salvatore, D. (1983) "A simultaneous equations model of trade and development with dynamic policy simulations". Kyklos 36, 66-90.Salvatore, D. and Hatcher, T. (1991) "Inward and outward oriented trade strategies". Journal of Development Studies 27, 7-25.Sawhney, B. and DiPietro, W. (1991) "Exports, foreign debt and economic growth: evidence from crosssection data". Indian Economic Journal 38, 77-86.Schenzler, C. (1982) "An empirical investigation of the relationship between growth of gross national product and exports in Chile, India and South Korea". Master"s Thesis, Vanderbilt

University, Nashville TN.Sengupta, J.K. (1993) "Growth in NICs in Asia: some tests of new growth theory". Journal of Development Studies 29, 342-57.Sengupta, J.K. and España, J.R. (1994) "Exports and economic growth in Asian NICs: an econometric analysis for Korea". Applied Economics 26, 45-51.Serletis, A. (1992) "Export growth and Canadian economic development". Journal of Development Economics 38, 133-45.Shan, J. and Sun, F. (1998a) "Export-led growth hypothesis for Australia: an empirical re-investigation". Applied Economics Letters 5, 423-8.Shan, J. and Sun, F. (1998b) "On the export-led growth hypothesis: the econometric evidence from China". Applied Economics 30, 1055-65.Shan, J. and Sun, F. (1998c) ‘On the export-led growth hypothesis for the little dragons: an empirical reinvestigation’. Atlantic Economic Journal 26, 353-71.Sharma, S.C. and Dhakal, D. (1994) "Causal analysis between exports and economic growth in developing countries". Applied Economics 26, 1145-57.Sharma, S.C., Norris M. and Cheung, D.W. (1991) "Exports and economic growth in industrialized countries". Applied Economics 23, 697-707.Sheehey, E.J. (1990) "Exports and growth: a flawed framework". Journal of Development Studies 27, 111- 16.Sheehey, E.J. (1992) "Exports and growth: additional evidence" Journal of Development Studies 28, 730-4.Singer, H.W. and Gray, H. (1988) "Trade policy and growth of developing countries: some new data". World Development 16, 395-403. Southern Economic Journal 45, 410-20.Sinha, D. and T. Sinha (1999) “Openness, Investment and Economic Growth in Latin American Coutries,” paper presented at the Sixty-third Annual meeting of the Midwest Economic

Association, Nashville, Tennessee.Song, L. and Chen, T. (1995) "On exports and economic growth: further evidence". Pacific Economic Papers, #242.Sprout, R.V.A. and Weaver, J.H. (1993) "Exports and economic growth in a simultaneous equations model" Journal of Developing Areas 27, 289-306.Suliman, O., Mengistu, T., Lorentz, R. and Ghebreyesus, G.S. (1994) "Exports growth and industrial development: some further evidence from South Korea". Economia

Internazionale 47, 84-91.Sung-Shen, N., Biswas, B. and Tribedy, G. (1990) "Causality between exports and economic growth: an empirical study". Journal of Economic Development 15, 47-61.Syron, R. and Walsh, B. (1968) "The relation of exports and economic growth". Kyklos 21, 541-5.Thornton, J. (1996) "Cointegration, causality and export-led growth in Mexico, 1895-1992'. Economics Letters 50, 413-6.Thornton, J. (1997) "Exports and economic growth: evidence from nineteenth century Europe". Economics Letters 55, 235-40.Tuan, C. and Ng, L.F.-Y. (1998) "Export trade, trade derivatives, and economic growth of Hong Kong: a new scenario". Journal of International Trade and Economic Development 7,

111-37.Tyler, W. (1981) "Growth and export expansion in developing countries: some empirical evidence". Journal of Development Economics 9, 121-30.Ukpolo, V. (1994) "Export composition and growth of selected low-income African countries: evidence from time-series data". Applied Economics 26, 445-9.van den Berg, H. and Schmidt, J. R. (1994) "Foreign trade and economic growth: time series evidence from Latin America". Journal of International Trade and Economic

Development 3, 249-68.Voivodas, C.S. (1973) "Exports, foreign capital inflow, and economic growth". Journal of International Economics 3, 337-49.Voivodas, C.S. (1974) "Exports, foreign capital inflow, and South Korean growth". Economic Development and Cultural Change 22, 480-4.Williamson, R.B. (1978) "The role of exports and foreign capital in Latin American economic growth".Xu, Z. (1996) "On the causality between export growth and GDP growth: an empirical reinvestigation". Review of International Economics 4, 172-84.Yaghmaian, B. and Ghorashi, R. (1995) "Export performance and economic development: an empirical analysis". The American Economist 39, 37-45.Yamada, H. (1998) "A note on the causality between export and productivity: an empirical re-examination". Economics Letters 61, 111-4.Yanıkkaya, H. (2003); “Trade Openness and Economic Growth: A Cross-Country Empirical Investigation”, Journal of Development Economics, 72, 57-89.

233

Page 247: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

EK.4. İhracat ve Büyüme, Granger Nedensellik Test Sonuçları

ÜLKEWALD TESTLERİ MWALD

TESTİA DURUMU B DURUMU C DURUMU D DURUMU

ABD BDİA İDBA,İYNİ BDİA,NY

Avustralya İYNİ İDBA İDBA,NY

Avusturya İDBA İDBA İYNİ İDBA,NY

Belçika İDBA İDBA

Danimarka İDBA İDBA İYNİ,NY

Finlandiya BDİA BDİA,İYNİ BDİA,İYNİ

Fransa BDİA NY NY NY

G. Kore BDİA,İYNİ BDİA BDİA BDİA

Hollanda NY NY

İngiltere İYNİ İYNİ İYNİ

İrlanda İYNİ İDBA İDBA

İspanya İDBA,NY BDİA,NY İDBA

İsveç İYNİ İYNİ İYNİ, İDBA,İYNİ

İsviçre İDBA,NY NY

İtalya İYNİ İDBA BDİA

İzlanda İDBA İDBA

Japonya BDİA BDİA BDİA

Kanada BDİA BDİA BDİA

Lüksemburg BDİA,NY

Macaristan NY İDBA,NY

Meksika BDİA,NY BDİA BDİA,NY

Norveç BDİA İDBA NY

Portekiz BDİA BDİA, İDBA İDBA BDİA

Yeni Zelanda İDBA,İYNİ BDİA,İYNİ

Yunanistan BDİA NY NY

BDİA: Büyümeye Dayalı İhracat Artışı, İDBA: İhracata Dayalı Büyüme Artışı, İYNİ: İki Yönlü Nedensellik İlişkisi, NY: Nedensellik Yok

KAYNAK: KONYA (2004:27)

234

Page 248: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

EK.5. ABD'de 1789-1990 Arası İthalat Gümrük Tarife Oranları

Bütün Ürünlerdeki Gümrük Vergileri (%) Mamül Mallardaki Gümrük Vergileri (%)

Periyot

Bütün İthalat Mallarındaki (Serbest ve Gümrüğe Tabi) Gümrük

Vergi Oranı

Gümrüğe Tabi İthalatların Toplam İthalatlar İçindeki

Payı(%)

Yıllar Gümrük Vergisi

- - - 1789 7,5-10

- - - 1792 15-20

1821/24 - 44,62 1816 35

1825/28 - 50,3 1820 35-45

1829/31 50,8 54,4 1824/32 40

1842/46 25,3 31,9 - -

1857/61 16,3 20,6 1866 25-60

1867/71 44,3 46,7 1875 40-50

1891/94 22,9 48,9 - -

1908/13 20,1 41,3 1913 44

1914 14,9 37,6 1914 25

1923/27 14,1 37,7 1925 37

1931/33 19,0 55,3 1931 48

1935/38 16,4 39,8 - -

1944/46 9,5 28,3 1950 14

1968/72 6,3 10,1 - -

1978/82 3,5 5,8 1980 7

1988/99 3,6 5,4 1990 4,8KAYNAK: SHAFAEDDIN (1998:15)

EK.6. Seçilmiş Kalkınmış Ülkelerin 1820-1950 Yılları Arasında, Mamül malları Uygulamış

Oldukları Ortalama Tarife Oranları (Ağırlıklı Ortalama, %)

1820 1875 1913 1925 1931 1950

Avusturya R 15-20 18 16 24 18

Belçika 6-8 9-10 9 15 14 11

Danimarka 25-35 15-20 14 10 V.Y. 3

Fransa R 12-15 20 21 30 18

Almanya 8-12 4-6 13 20 21 26

İtalya V.Y. 8-10 18 22 46 25

Japonya R 5 30 V.Y. V.Y. V.Y.

Hollanda 6-8 3-5 4 6 V.Y. 11

Rusya R 15-20 84 R R R

İspanya R 15-20 41 41 63 V.Y.

İsveç R 3-5 20 16 21 9

İsviçre 8-12 4-6 9 14 19 V.Y.

Birleşik Krallık 45-55 0 0 5 V.Y. 23

ABD 35-45 40-50 44 37 48 14KAYNAK: CHANG (2003:39)R: mamül madde ithalatına çok sayıda ve yüksek oranda kısıtlamalar uygulandığı için tarife oranları verileri anlamsız.V.Y.: veri yok.

235

Page 249: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

EK.7. G. Kore'de, Beş Yıllık Kalkınma Planları (BYKP) Süresince Reel Büyüme, Yatırım ve İhracat Oranları (1962-1986) %

YILLAR GSMH YATIRIM İHRACAT

Birinci BYKP 1962-66 7,8 23,2 26,2

İkinci BYKP 1967-71 9,6 18,5 30,3

Üçüncü BYKP 1972-76 9,6 12,7 27,6

Dördüncü BYKP 1977-81 5,9 8,0 12,3

Beşinci BYKP 1982-86 5,7 9,4 11,8KAYNAK: KOKKO (2002:12) Tablo 1

EK.8. Hindistan'da Diğer Gelişmekte Olan Ülkelerle Göreli Büyüme Oranları, Tarife Oranları ve İthalat Kısıtlamaları (1970-1995)

Gümrük tarifeleri İthalat Kısıtlamaları Büyüme (Diğer GOÜ'e göre)

KAYNAK: RODRIK (2001:53), Şekil 2

236

Page 250: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

EK.9. Washington Konsensüsü ve Doğu Asya

Washington Konsensüsü’nün Unsurları Güney Kore Tayvan

1.Mali Disiplin Genellikle Evet Evet2.Kamu harcamalarındaki önceliklerin ağlık, eğitim ve altyapıya yönlendirilmesi Evet Evet

3.Vergi tabanının genişletilmesi ve aşırı vergi oranlarının düşürülmesini içeren vergi reformu Genellikle Evet Evet

4.Tekli ve Rekabetçi döviz kurları Evet(Sınırlı bir süre dışında) Evet

5.Mülkiyet haklarının korunması

Başkan Park bu kuralı 1961 yılında, lider işadamlarını hapsederek ve mal varlıklarına el koyma tehdidinde bulunarak başlatmıştır.

Evet

6.Deregülasyon Sınırlı Sınırlı7.Ticaret serbestisi 1980’lere kadar sınırlı 1980’lere kadar sınırlı

8.ÖzelleştirmeHayır. 1950-60’lar boyunca hükümet birçok kamu girişimleri kurmuştur

Hayır. 1950-60’lar boyunca hükümet birçok kamu girişimleri kurmuştur.

9.Doğrudan yabancı yatırımlarla ilgili engellerin bertaraf edilmesi

Doğrudan yatırım kesinlikle yasaktır.

Doğrudan yatırım devlet kontrolünde olması şartıyla serbesttir.

10.Mali serbestleştirme 1980’lere kadar sınırlıdır 1980’lere kadar sınırlıdırKAYNAK: RODRIK (1996:17) Tablo 3.

237

Page 251: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

EK.10. Çin'de ve Dünya'da 1950 Sonrası GSYİH Büyüme Oranları (%)

YILLARGSYİH % DEĞİŞİM

(ÇİN)

GSYİH % DEĞİŞİM (DÜNYA)

YILLARGSYİH % DEĞİŞİM

(ÇİN)

GSYİH % DEĞİŞİM (DÜNYA)

DÖNEM ORT. BÜY. (ÇİN)

1950 1980 7,8 1,9 1953-1980 6,75

1951 1981 5,2 1,87 1981-2007 9,45

1952 1982 9,1 1,1

1953 15,6 1983 10,9 3,26 1953-1960 9,56

1954 4,2 1984 15,2 4,56 1961-1970 4,98

1955 6,8 5,9 1985 13,5 3,02 1971-1980 6,28

1956 15 1986 8,8 3,58 1981-1990 9,35

1957 5,1 1987 11,6 3,77 1991-2000 10,13

1958 21,3 1988 11,3 4,24 2001-2007 9,9

1959 8,8 1989 4,1 3,2

1960 -0,3 4,57 1990 3,8 2,25 DÖNEM ORT. BÜY. (DÜNYA)

1961 -27,3 1991 9,2 1,1 1950-1980 4,87

1962 -5,6 1992 14,2 1,91 1981-2007 3,21

1963 10,2 1993 13,5 2,14

1964 18,3 1994 12,6 3,4 1953-1960 5,24

1965 17 5,49 1995 10,5 3,29 1961-1970 5,59

1966 10,7 1996 9,6 3,92 1971-1980 3,79

1967 -5,7 1997 8,8 4,25 1981-1990 3,09

1968 -4,1 1998 7,8 4,25 1991-2000 2,97

1969 16,9 1999 7,1 2,04 2001-2004 3,57

1970 19,4 5,69 2000 8 3,1

1971 7 4,32 2001 8,3 4,52 ORT. BÜY.: ORTALAMA BÜYÜME

1972 3,8 4,15 2002 9,1 2,26 ORANLARI

1973 7,9 6,97 2003 10 3,02

1974 2,3 2,33 2004 10,1 3,91

1975 8,7 1,36 2005 9,9 5,08

1976 -1,6 4,93 2006 11,1

1977 7,6 4,27 2007 11,4

1978 7,6 3,69

1979 11,7 3,95KAYNAK: National Bureau of Statistics, China Statistical Yearbook 2004; National Bureau of Statistics plan report. http://www.chinability.com/GDP.htm (ERİŞİM:14.04.09), http://www.earthpolicy.org/Indicators/Econ/Econ_data.htm (ERİŞİM:14.04.09)

238

Page 252: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

EK.11. Türkiye'nin 2008 yılı İtibariyle Makroekonomik ve Demografik Göstergeler Bakımından Dünya Ekonomisindeki YeriNÜFUS*

(MİLYON KİŞİ)GSMH**

(CARİ-MİLYAR $)REEL GSYİH BÜYÜME %*

KAMU TÜKETİMİ/GSMH

%**

ÖZEL TÜKETİM/GSMH%**

YURTİÇİ TASARRUF/GSMH%**

SBT. SER. YATIRIMLARI/GSMH%**

GELİŞMİŞ EKONOMİLER 989,2 39188,16 1,5 18,8 54,9 26,2 21,87

GELİŞMEKTE OLAN VE YÜKSELEN EKONOMİLER 5717,8 15396,76 4,5 14,9 57,9 27,1 25,62

DÜNYA 6707 54584,92 3,9 17,1 56,1 26,6 21,6

TÜRKİYE 71 655,74 3,5 12,6 70,8 16,5 23,45

TÜKETİCİ FİY. ARTIŞ ORANI %**

FAİZ ORANLARI% **

İHRACAT/GSMH**

İTHALAT/GSMH**

DIŞ TİC, HACMİNİN DÜNYA

TİCARETİNDEKİ PAYI%**

CARİ İŞLEMLER DENGESİ/GSMH%**

İHRACATIN İTHALATI KARŞILAMA ORANI

GELİŞMİŞ EKONOMİLER 2,2 4,2 22,32 20,24 65,75 -0,9 110,26

GELİŞMEKTE OLAN VE YÜKSELEN EKONOMİLER - 6,2 28,54 27,91 34,25 4,1 102,28

DÜNYA - 5,4 24,08 22,4 100 0,5 73,22

TÜRKİYE 8,4 21 17,43 23,81 1,07 -5,7 107,46

TOPLAM DIŞ BORÇLAR/GSMH

%***

İŞSİZLİK ORANLARI**

GELİŞMİŞ EKONOMİLER - 5,4

GELİŞMEKTE OLAN VE YÜKSELEN EKONOMİLER 26,4 7,6

DÜNYA - -

TÜRKİYE 51,7 9,9

KAYNAK: DPT (2008)'de yer alan verilerden yararlanılarak tarafımızca hazırlanmıştır.* 2008 Değerleri** 2007 Değerleri*** 2006 Değerleri

EK BİLGİLER: Türkiye 2007 yılı itibariyle Dünya sıralamasında; kamu istihdamında 19., toplam istihdamda 54., küresel rekabet edebilirlik sıralamasında 53. sırada yer almaktadır.

239

Page 253: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

ÖZGEÇMİŞ

Kişisel Bilgiler:

Adı ve Soyadı : Göktürk Altınbaş

Doğum Yeri : MANİSA

Doğum Yılı : 1981

Medeni Hali : Evli

Eğitim Durumu:

Lise : 1999, Hayrettin Duran Lisesi

Lisans : 2005, Ege Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, İktisat Bölümü

Yabancı Diller ve Düzeyi:

1.İngilizce (İyi Derecede)

İş Deneyimi:

08.2007 - 10.2008: Şermet İç ve Dış Ticaret Ltd. Şti. - Pazar Araştırması ve Satın Alma

Sorumlusu

10.2008 - ...: Serakim Mümessillik İç ve Dış Ticaret Ltd. Şti. - Genel Müdür

240

Page 254: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

ÖZET

Bu tezin amacı; İhracata Dayalı Büyüme Stratejileri(İDBS)nin tarihsel bir

perspektif ile ve Türkiye örneği ışığı altında incelenmesidir. Ticaret, açıklık ve

ekonomik büyüme arasındaki ilişkinin incelenmesi kolay ve yeni bir uğraşı alanı

değildir, aynı zamanda Orta Çağdan beridir de iktisadi düşüncenin temel odak

noktalarının merkezinde yer almaktadır. Çağımızın, gelişmiş, gelişmekte olan ve

gelişmeye başlamayı deneyen diğer ülkelerinin ana iktisadi ve politik stratejilerinin

anlaşılması için büyüme stratejilerinin tarihsel geçmişinin anlaşılması bir gerekliliktir.

Bu nedenle, bu tez ile İDBS incelenirken, büyüme ve kalkınma, kalkınma ve güç, güç

ve liderlik arasındaki ilişkilerin de incelenmesi arzu edilmektedir.

Amacımıza yönelik olarak; her şeyden önce dikkatimizi iktisat tarihine verecek

ve “kalkınma”nın nasıl olup da ekonomi uğraşısının en önemli konularından biri haline

gelebildiğini anlamaya çalışacağız. Daha sonra, ana büyüme yaklaşımlarını ve büyüme

stratejileri ile kalkınma stratejileri arasındaki ilişkiyi açıklamaya çalışacağız. Sonraki

bölümlerde, 20. yüzyılın en önemli tartışma konularından ve büyüme stratejilerinden

ikisi olan İthal İkamesine Dayalı Büyüme Stratejileri (İİDBS) ve İDBS incelenecektir.

Araştırmalarımızda, özellikle şu sorulara cevaplar bulunmaya çalışılacaktır;

kalkınmanın anlamı nedir ve kalkınmışlar ile kalkınmakta olanlar kimlerdir?

Zamanımızın en tercih edilen ve önerilen büyüme stratejileri neden İDBSdir?

Kalkınmış, kalkınmakta olan ve diğer ülkelerin İDBSden edindikleri faydalar nelerdir?

Son noktada, Türkiye örneği cevapları alabilmemiz için odak noktamız olacaktır.

Bütün bu tarihsel incelemelerimiz ve kalkınma konusunda başarılı olmuş

günümüzün gelişmiş ve/veya gelişmekte olan ülkelerinin deneyimleri gösterecektir ki;

İDBS kalkınmakta olan ülkelere kalkınma uğraşıları adına yardımcı olan en iyi strateji

değildir. Ayrıca, 1950 ve 1980 yılları arası dönemde (İthal İkameci Dönem) çoğu

ülkede ve dünya genelinde makroekonomik açıdan 1980 sonrası dönemden (Neoliberal

Dönem) daha iyi bir performans sergilenmiş olduğu görülmektedir. Neticede; İDBS'nin

genel performans itibariyle İİDBS'nden daha başarılı stratejiler olmadığı

söylenebilmektedir. Ancak yapmış olduğumuz incelemeler İİDBS'nin de bazı sorunlara

241

Page 255: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

neden olabileceğini ve kalkınma adına sabit ve en iyi yol olmadığını göstermektedir.

Türkiye ile ilgili genel incelemelerimiz de buna benzer sonuçlar vermektedir.

İncelememiz neticesinde tezimizin genel sonucu şu şekilde özetlenebilir; eğer

ülkeler kalkınma uğraşıları adına başarıya ulaşmayı arzu ediyorlarsa, İDBS, İİDBS veya

başka bir kalkınma stratejisi, bu ülkelere başarıya ulaşmaları adına tek başlarına

yardımcı olamayacaklardır. İncelemelerimiz bize göstermektedir ki; kalkınma uğraşısı

adına en önemli nokta stratejilerin seçimi değil, stratejilerin uygulanma zamanlarıdır ve

kalkınma başarılarına ihtiyaç duyan her ülke kendi benzersiz kalkınma yolunu bulmak

zorundadır.

Anahtar Kelimeler: İhracat, Kalkınma, Ticari Açıklık, Ekonomik Büyüme,

Türkiye Ekonomisi, Küreselleşme.

242

Page 256: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

ABSTRACT

The purpose of this thesis is to investigate the Export-Led Growth (ELG)

Strategies by the historical perspective and under the light of Turkish case. Invastigation

of the relationship between trade, openness and economic growth is not a simple and

new task but also it is in the center of all the focused points about the economical

thinking since Middle Age. It is a necessity to understand the historical background of

the growth strategies to understand the main economical and political strategies of

developed countries, developing countries and other countries that try to start to develop

at our age. Because of that; when we invastigate the ELG Strategies by this thesis, we

also desire to explain the relationships between growth and development, development

and power, power and leading.

For this purpose, first of all, we will attend to economic history and we try to

understand that; how “development” could be one of the most important subject at

pursuit of economics. After that, we try to explain the main growth approaches and

relations of the growth strategies with development strategies. In the further sections,

Import Substitution (IS) and ELG strategies will be invastigated as the most important

two growth strategies and discussion subjects of 20th century. With our investigations,

especially, we will try to answer these questions; what is the meaning of development

and who are developeds and developings? Why ELG strategies are the most prefable

and offerable growth strategies of our times? What are the benefits of developed,

developing and other countries from ELG strategies? At last point; Turkish case will be

our focused point to get answers.

All of our historical invastigations and experiences of successfully developed

and/or developing countries of today will show that; ELG strategies are not the best

strategies that help to all developing countries about their persuit of development. In

additionally, between 1950 and 1980 (Import Substitution Period) the macroeconomic

performances of many countries and all the world are better than their post 1980

(Neoliberal Period) performances. Eventually we can say that; ELG strategies are not

better than IS strategies with their general performance. But also we got another result

with our invastigations; IS strategies may be the reason of some problems and they can

243

Page 257: Hracata dayali byme hpotez trkye rne

not be the constant and best way for development, too. Our invastigations about Turkey

are giving us similar results.

The general result of our thesis can be summarized like that; if countries desire

to be successfull about their persuit of development, ELG, IS or another development

strategy would not help them alone. Our invastigations show that; the most important

point is not the choice of the strategy, the most important point is the choice of time of

the strategy and every country which need to be successful about development should

find their own unique development path.

Keywords: Export, Development, Trade Openness, Economic Growth, Turkish

Economy, Globalization.

244