Upload
hoanghanh
View
253
Download
6
Embed Size (px)
Citation preview
BİR
Durgun bu kasım gününün bulutsuz göğünden
birdenbire alçalan gölge, parlak su yeşili Corvette
arabanın üzerinden geçti. Tommy Phan insanın içini
ısıtan sonbahar güneşinde arabanın yanında duruyordu.
O gölge üzerinden değercesine kayıp geçtiği sırada
satıcı Jim Shine'dan anahtarları almak için elini uzatmıştı
ki, kulağına telaşlı kanat çırpmalarını andıran bir ses
geldi. Tommy başını kaldırarak baktı. Bir martı
göreceğini sanıyordu, ama görünürde tek bir kuş bile
yoktu.
Nedense, o gölge beraberinde soğuk bir rüzgârı da
getirmiş gibi ürpermişti Tommy. Oysa hava durgundu.
Genç adam avucuna bir buz parçası değmiş gibi
irkilerek elini hızla geri çekti. Neden sonra avucuna
değenin buz değil, Corvette'in anahtarları olduğunu
anladı. Başını eğdiği sırada anahtarlar kaldırıma düştü.
Tommy, «Affedersin,» diyerek eğilecek oldu.
Jim Shine atıldı. «Hayır, hayır. Ben alırım.»
Şaşırmış olan Tommy kaşlarını çatarak tekrar
gökyüzüne baktı. Masmavi gökkubbede ne bir bulut, ne
de uçan bir şey vardı.
En yakındaki ağaçlar yan sokağın kenarındaydı. Bu,
Phoenix türü palmiyelerin tepelerindeki dev yaprak
yığınlarında kuşların konabilecekleri dallar yoktu. Ayrıca
araba satış bürosunun damına da kuşlar tünememiştl.
Shine, «Heyecan verici,» dedi.
-7
Tommy hayretle ona baktı. «Efendim?»
Shine yine anahtarları uzatıyordu. Masum bakışlı
mavi gözleriyle kilise korosunda şarkı söyleyen tombul
bir çocuğa benziyordu. Sonra gözünü kırptı ve suratını
buruşturdu. Bu şehvetli ama komik bir bakış olacaktı
sözümona. Gelgelelim iyi gizlenmiş, gerçek bir
yozlaşmanın bir anlık görüntüsü gibi sinir bozucuydu.
«İlk Corvette'ini almak, ilk kez seks yapmaya benzer.»
Tommy hâlâ titriyordu ve açıklayamadığı bir
nedenle üşüyordu. Anahtarları aldı. Anahtarlar artık buz
gibi değildi.
Su yeşili Corvette onu bekliyordu. Yüksek
dağlardaki cilalanmış taşların üzerinden akan sular
kadar serin ve temizdi. Tommy boyu dört buçuk metreye
yakın olan arabanın teknik özelliklerini çok iyi biliyordu.
Bir rahip bile İncil'deki hikâyelerden herhangi birinin
ayrıntılarını bu denli bilemezdi. Genç adam Vietnam
kökenli bir Amerikalıydı. Ve Amerika onun dini, karayol-
ları da kilisesiydi. Corvette ise Aşayi Rabbani'yi alacağı
kutsal kaba dönüşmek üzereydi.
Tommy öyle namus kumkuması biri sayılmazdı,
ama satıcı, Corvette sahibi olmak gibi ilahi bir deneyimi
seksle kıyasladığı için canı sıkıldı. Corvette -hiç olmazsa
o an için- yatak odasında oynanan oyunlardan çok daha
üstündü: Daha heyecan verici daha saftı. Hız, zarafet ve
özgürlüğün simgesiydi.
Tommy, Jim Shine'ın hafifçe nemli, yumuşak elini
sıktı. Sonra kalbi hızla çarparak arabanın şoför yerine
kaydı. Artık üşümüyor, hatta ona yanakları kızarmış gibi
geliyordu.
Telefonunun şarjını çakmak yerine takmıştı bile.
Corvette
onundu.
Arabanın penceresine doğru eğilen Shine, «Sen
artık sıradan bir ölümlü değilsin,» dedi. Tommy motoru
çalıştırdı. Doksan derece V8. Dökme demir blok.
Jim Shine sesini yükseltti. «Artık başka erkeklerden
farklısın. Sen şimdi bir tanrısın.»
Tommy, Shine'ın otomobil kültüyle dalga geçtiğini
bilse de söylediklerinin doğru olduğuna inanıyordu.
Corvette'in direksiyonuna geçmiş ve çocukluk hayalleri
gerçek olmuştu. Arabanın gücüyle bütünleşmiş,
yücelmişti.
Hâlâ araba parkında olan Corvette'in gaz pedalına
bastı. Üç yüz beygir gücündeki motor ona boğuk bir
homurtuyla karşılık verdi.
Shine doğrularak geri çekildi. «Eğlenmene bak.»
«Sağol, Jim.»
Tommy Phan, Chevrolet satış bürosundan
uzaklaştı. California'ya özgü bu öğleden sonrası
saatlerinde gökyüzü masmavi ve her zamankinden daha
yüksek görünüyordu. Bu gök öylesine vaatlerle doluydu
ki, genç adamın sonsuza dek yaşayabileceğine
inanması kolaydı. Oysa Tommy'nin, Corvette'in zevkine
varmaktan başka amacı yoktu. Batıya, Nevvport Beach'e
gitti. Sonra ünlü Pasifik Kıyısı Karayolu'ndan güneye
döndü. Yatlarla dolu koskocaman limanın önünden,
Corona del Mar'dan geçti. Tepelerine yeni evler yapılmış
olan Nevvport Coast'tan dolaştı. Sağında kumsallar,
kıyıya vuran dalgalar ve güneşin ışıldattığı okyanus
vardı. Tommy eski rock şarkılarını çalan bir radyo istas-
yonunu dinliyordu: Beach Boys, Everly Brothers, Chuck
Berry, Little Richard ve Roy Orbison.
Laguna'da trafik ışığında klasik bir Corvette'in
yanında durdu. Tekne kuyruklu, arka camı parçalı, 1963
modeli, gümüşi bir Sting Ray. Direksiyondaki yaşlı bir
sörfçüyü andıran sarışın, pos bıyıklı adam, önce su
yeşili yeni Corvette'e baktı, sonra da Tommy'ye, Tommy
baş ve işaret parmaklarıyla bir daire oluşturarak
yabancıya Sting Ray'in çok güzel bir araç olduğunu
belirtti.
Adam da gülümseyerek baş parmağını yukarı kaldırınca
Tommy kendini gizli bir kulübün üyesiymiş gibi hissetti.
Bu yüzyılın sonu yaklaşırken kimileri Amerika
rüyasının hemen hemen ortadan kalktığını, California
düşününse küllere dönüştüğünü öne sürüyorlardı. Ama
bu nefis sonbahar günü öğleden sonrası saatlerinde
Tommy Phan için ülkesinin ve kıyının vaatleri hâlâ pırıl
pırıldı.
Genç adam birkaç saat önce üzerine doğru inen
gölgeyi ve nedenini açıklayamadığı üşüme duygusunu
hemen hemen unutmuştu.
Tommy Phan, Laguna Beach ve Dana Point'ten
geçerek San Clemente'e gitti. Alacakaranlık bastırırken
döndü ve tekrar kuzeye doğru çıktı. Gayesizce
dolaşıyor, Corvette'in nasıl sürüleceğini anlamaya
başlıyordu. Bin altı yüz küsur kilo ağırlığındaki spor
araba yolu kavrıyordu. Alçak ve sağlamdı. Yolla, spor
arabalara özgü o yakınlığı sağlıyor ve sürücünün
isteklerine hiçbir şeyle kıyaslanmayacak bir biçimde
karşılık veriyordu. Tommy Phan, Corvette'in kaldırımdan
kaldırıma dönüş çapının iddia edildiği gibi on iki metre
olup olmadığını anlayabilmek için evlerin bulunduğu
ağaçlı yollarda mekik dokudu.
Dana Point'e bu kez güneyden girdi. Radyoyu
kapatarak telefonuna uzandı. Huntington Beach'i,
annesini aradı. Kadın telefon ikinci kez çalarken cevap
verdi. Vietnam dilinde konuşuyordu. Oysa Amerika
Birleşik Devletleri'ne yirmi iki yıl önce, Saygon'un
düşmesine birkaç gün kala göç etmişti. Tommy o sıralar
sekiz yaşındaydı. Genç adam annesini çok seviyordu
ama kadın bazen onu çıldırma raddelerine getiriyordu.
«Merhaba, anne.»
Kadın, «Tuong?» dedi.
-10
Genç adam annesine hatırlattı. «Adım Tommy.»
Yıllardan beri Vietnam dilindeki adını kullanmıyordu.
Phan Tran Tuong uzun yıllar önce Tommy Phan
olmuştu. Genç adam ailesine saygısızlık etmek
istemiyordu ama artık Vietnamlıdan çok bir Amerikalıydı.
Annesi İngilizce konuşmak zorunda kalacağı için
sıkıntıyla uzun uzun içini çekti. Vietnam'dan
geldiklerinden bir yıl sonra Tommy sadece İngilizce
konuşacağını açıklamış ve bunda ısrar etmişti. Daha
çocukken göçmen biri olarak değil, Amerika'da doğmuş
biri gibi kabul görme konusunda kesin kararını vermişti.
Kadın çok koyu bir aksanla, «Sesin acayip geliyor,»
dedi.
«Arabanın telefonu bu.»
«Kimin telefonu?»
«Arabadaki telefon.»
«Arabada telefona ne gerek var, Tuong?»
«Tommy... Bunlar gerçekten işe yarıyor. Telefonsuz
yapamam... Dinle, anne, bil bakalım...» «Araba
telefonunu önemli adamlar kullanır.» «Artık öyle değil.
Herkesin arabasında telefon var!» «Benim yok. Arabayı
sürerken telefonla konuşmak çok teh
likeli.»
Tommy içini çekti. Sonra da iç çekişinin tıpkı
annesininkine benzediğini farkederek irkildi. «Ben
şimdiye kadar hiç kaza yapmadım, anne.»
Kadın kesin bir tavırla, «Ama yapacaksın,» dedi.
Tommy tek eliyle bile kâh dümdüz uzanan, kâh
virajlar yapan geniş kıyı karayolunda Corvette'i kolaylıkla
sürebiliyordu. Arka tekerleklerin çekişi... Dörtlü otomatik
vites... Genç adam arabayla adeta kayıyordu.
Annesi konuyu değiştirdi. «Tuong, seni haftalardan
beri görmedik.»
«Pazar günü beraberdik, anne. Ve bugün daha
perşembe.»
Pazar günü birlikte kiliseye gitmişlerdi. Babası
Katolik bir ailenin oğluydu. Annesi de evlenmeden önce
Katolik olmuştu, ama oturma odasının köşesinde her
zaman küçük bir Budist mihrabı vardı. Kırmızı mihrapta
hep taze meyvalar bulunur, seramik kaplardan buhar
çubukları uzanırdı.
Kadın, «Akşam yemeğine gelecek misin?» diye
sordu.
«Bu gece mi? Ah, hayır, imkânsız. Çünkü...»
«Com tay cam yaptım.»
«...biraz önce...»
«Com tay cam'm ne olduğunu hatırlıyor musun?
Yoksa annenin pişirdiği yemeklerin hepsini unuttun
mu?»
«Onun ne olduğunu tabii biliyorum, anne. Toprak
kapta pişirilen tavuk ve pirinç. Nefis olur.»
«Karides ve tere çorbası da var. Karides ve tere
çorbasını da anımsıyor musun?»
«Anımsıyorum, anne.»
Gece usul usul kıyıya iniyordu. Doğuda, gitgide
yükselen toprakların yukarısında yıldızlarla beneklenmiş
gökyüzü simsiyahtı. Batıda, kıyının yakınlarında
okyanus mürekkep rengiydi. Kumsala çarpan dalgalar
gümüş çizgiler oluşturuyordu. Ama okyanus ufka
yaklaşırken çivit mavisine dönüşmekteydi. Güneşin kan
rengi son ışıkları da hâlâ denizle gökyüzünü birbirinden
ayırıyordu.
Tommy alacakaranlıkta ilerlerken kendini gerçekten
de küçük bir tanrı gibi hissediyordu. Tıpkı Jim Shine'ın
söylediği gibi: Yine de bunun zevkini çıkaramıyordu.
Çünkü aynı zamanda kendisini düşüncesizce davranan,
nankör bir evlat gibi görmeye başlamıştı.
Annesi ekledi. «Ayrıca tavada kızartılmış kereviz,
havuç, lahana ve yerfıstığı da var. Çok lezzetli. Benim
nuoc mam sosum.»
«Sen dünyanın en lezzetli nuoc mam sosunu
yaparsın. En nefis com tay camini de ama.,.» «Belki o
telefonlu arabanda bir de wok var. Hem otomobili
sürüyor, hem de yemek pişiriyorsun. Öyle mi?» Tommy
çaresizce, «Anne, ben yeni bir Corvette satın aldım,»
deyiverdi.
«Bir telefon ve bir de Corvette mi aldın?»
«Hayır. Yıllardan beri araba telefonum var. Bu...»
«Bu Corvette denen şey nedir?»
«Biliyorsun ya, anne. Bir araba... Bir spor araba.»
«Sen spor araba mı aldın?»
«Anımsamıyor musun? Her zaman, 'İleride bir gün,
başarılı olduğumda...'» «Hangi spor?» «Ne?» «Futbol
mu?» Annesi çok inatçıydı. Geleneklere İngiltere
Kraliçesi'nden
daha da bağlıydı. Törelere sıkı sıkı sarılırdı. Ama ne
bilgisizdi, ne de kalın kafalı. Spor arabanın ne olduğunu
çok iyi biliyordu, Corvette'in ne olduğuna da. Çünkü
Tommy çocukken odasının duvarlarını Corvette
resimleriyle süslemişti. Corvette'in Tommy için ne
anlama geldiğinin, arabanın neyin simgesi olduğunun
farkındaydı. Bayan Phan oğlunun Corvette'le birlikte
etnik köklerinden daha da uzaklaştığını seziyor ve bu
hoşuna gitmiyordu. Ancak o, avaz avaz bağırarak
oğlunu azarlayan annelerden değildi. Bu nedenle
hoşnutsuzluğunu açıklamak için oğlunun davranışları ve
araba, onun anlayamayacağı kadar garipmiş gibi bir
tavır takınıyordu.
Kadın, «Yoksa beyzbol mu?» diye sordu.
«Rengini parlak metalik su yeşili, diye tanımlıyorlar.
Bu renk çok güzel, anne. Oturma odasında şöminenin
rafındaki vazonun rengine çok benziyor. Ayrıca...»
«Pahalı mı?»
«Ha? Şey, evet. Aslında çok güzel bir araba. Yani
bir Mercedes kadar pahalı değil.»
«Muhabirlerin hepsi de Corvette'e mi biniyor?»
«Muhabirler mi? Hayır, ben...»
«Bütün paranı o arabaya mı verdin? İflas mı ettin?»
«Hayır, hayır. Ben hiçbir zaman...»
«Beş parasız kaldıysan, sakın yoksullara yardım
eden yerlere başvurma.»
«Anne, ben iflas etmedim!»
«Paran olmasa da, gelip evinde yaşayabilirsin.»
«Buna gerek yok ki, anne.»
«Ailen her zaman burada.»
Tommy kendini çok kötü hissetti. Yanlış bir şey
yapmamış olmasına karşın, yaklaşan arabaların
farlarının kendisini rahatsız edici bir biçimde
aydınlattığını, her şeyinin ortaya döküldüğünü
düşünüyor ve sıkılıyordu. Sanki o farlar bir karakolun
sorgulama odasındaki fazla parlak lambalardı ve Tommy
de işlediği bir suçu gizlemeye çalışıyordu.
Genç adam içini çekerek Corvette'i sağ şeride
kaydırıp daha ağır giden trafiğe katıldı. Arabayı hızla
sürmeyi, telefonda konuşmayı ve hiç yorulmak bilmeyen
annesiyle tartışmayı aynı anda başarması olanaksızdı.
Kadın, «Toyota'n nerede?» diye sordu.
«Onu verip Corvette'i aldım.»
«Muhabir arkadaşların ya Toyota kullanıyorlar, ya
Honda ya da Ford. Onlardan hiçbirini Corvette'de
göremedim.» «Corvette'in ne olduğunu bilmediğini
sanıyordum.» Bayan Phan, «Ah, biliyorum,» diyerek yüz
seksen derece
dönüş yaptı. Bunu ancak anneler inandırıcı bir biçimde
başarabilirlerdi. «Ah, evet, biliyorum... Doktorlar
Corvette'lere biniyorlar.
Sen her zaman çok zekiydin, Tuong. Notların da iyiydi.
Bir doktor olabilirdin.»
Bazen Tommy'ye kendi kuşağından olan Vietnamlı
Amerikalıların çoğu ya tıp fakültesine gidiyor ya da artık
doktorluğa başlamışlar gibi geliyordu. Bir tıp diploması
topluma katılmış olmayı ve saygınlığı simgeliyordu.
Vietnamlı ana babalar da çocuklarını sağlıkla ilgili
meslekleri seçmeleri için zorluyorlardı. Tıpkı bir kuşak
önceki Musevi ana babaların yaptıkları gibi saldırgan bir
sevgiyle... Oysa Tommy gazetecilik fakültesinden
mezundu. Hiçbir zaman birinin apandistini alamayacak,
kalp-damar ameliyatları yapamayacaktı. Bu nedenle de
anne babasının düşkırıklıkları sonsuza dek sürecekti.
«Zaten ben artık muhabir de değilim, anne. Dünden
beri. Ben artık bütün zamanını roman yazmaya veren
biriyim. Bir yazar. Kitaplarımı artık boş zamanlarımda
yazmayacağım.»
«Yani işsizsin!»
«Kendi işim var.»
Kadın, «Yani işsizlik sözcüğünün kibarcası,» diye
üsteledi. Oysa Tommy'nin babasının da kendi işi vardı,
ailenin fırınında çalışıyordu. Tommy'nin iki ağabeyi de
öyle. Onlar da doktor olamamışlardı.
«İmzaladığım son anlaşma...»
«İnsanlar gazete okuyorlar! Kitapları kim okur ki?»
«Pek çok kişi kitap okuyor.»
«Kimler?»
«Sen kitap okuyorsun...»
«Her cebinde bir tabanca olan, arabaları deli gibi
süren, kavga edip viski içen ve sarışınları kovalayan
gülünç özel dedektiflerle ilgili kitapları değil.»
«Benim dedektifim viski içmiyor.»
«ö pa aniK durulmalı, iyi bir Vietnamlı kızla
evlenmeli, çocukları olmalı. Doğru dürüst bir işde
çalışmalı ve ailesine katkıda bulunmalı.»
«Bu çok iç sıkıcı olur, anne. Hiç kimse öyle bir özel
dedektifle ilgili kitabı okumak istemez.»
«Şu kitaplarındaki dedektif var ya, o bir sarışınla
evlenirse annesinin kalbi kırılır.»
«O yalnız bir kurt. Hiçbir zaman evlenmeyecek.»
«Ah, işte bu da annesinin kalbini kıracak! Kalbi kırık
bir anneyle ilgili kitabı kim okumak ister?» Tommy
sinirlenmeye başlıyordu. «Anne, ben seni Corvette' le
ilgili müjdeyi vermek için aradım.» «Akşam yemeğine
gel. Pirinçli tavuk güveç, peynirli burger-
den çok daha iyi.»
«Bu gece gelemem, anne. Yarın.»
«Çok fazla peynirli burger ve kızarmış patates
yiyorsun. Yakında sen de tombul bir peynirli burgere
benzeyeceksin.»
«Benim peynirli burger ve kızarmış patates yediğim
yok, anne. Yediklerime dikkat ediyorum.»
«Yarın akşam kızarmış karides var. Domuz eti
doldurulmuş ahtapot. Kavrulmuş pirinç. Nuoccham'U
ördek.»
Tommy'nin ağzı sulandı ama insanı itirafa zorlamak
için her çeşit aleti kullanan işkencecilerin eline bile
düşse bunu kabul etmeyecekti. «Pekâlâ, yarın gece
orada olurum. Yemekten sonra da seni Corvette'le
gezdiririm.»
«Sen babanı gezdir. Gösterişli spor arabalardan o
hoşlanıyor. Ben değil. Ben basit bir insanım.»
«Anne...»
«Ama baban iyi bir adam. Onu gösterişli spor
arabana bindirip viski içmeye, dövüşmeye ve sarışınları
kovalamaya götürme.»
«Onun baştan çıkmaması için elimden geleni
yaparım, anne.»
«Güle güle, Tuong.»
Genç adam, «Tommy,» diye düzelttiyse de annesi
telefonu kapatmıştı. Tanrım! Annesini ne kadar çok
seviyordu. Ve Tanrım, annesi onu nasıl da çıldırtıyordu!
Tommy, Laguna Beach'ten geçerek kuzeye doğru
çıkmayı
sürdürdü.
Güneşin son kızıl ışıkları da kaybolmuştu. Batıda
gece, yaralarını gökten denize inerek iyileştirmiş;
yeryüzü ve gök birleşmişti. Bu doğal dünyada her yer
karanlıktı. Karanlığı yalnızca tepelerdeki evlerden, kıyıda
hızla ilerleyen arabalarla kamyonlardan gelen yapay
ışıklar yarıyordu. Far ve stop lambalarının ani parıldayıp
sönüşleri genç adama çılgınca bir uğursuzluğun ha-
bercisi gibi göründü Sanki bütün o taşıtların sürücüleri
şu ya da bu tür bir lanetlenmenin içine doğru hızla
çekiliyorlardı.
Tommy önce hafiften ürperdi, sonra iyice üşüyüp
titrerken dişleri birbirine vurmaya başladı.
Bir romancı olarak kahramanının dişlerinin
takırdadığı bir sahneyi hiç yazmamıştı. Çünkü bunun
çok alışılmış bir klişe olduğunu düşünmüştü. Daha da
önemlisi bu, gerçeklik payı olmayan bir klişeydi onun
için. Tommy üşüyen bir insanın dişleri takırdayıncaya
kadar titremesinin fiziksel açıdan imkânsız olduğuna
inanırdı. Otuz yaşındaydı ve o güne kadar hiç soğuk bir
iklimde yaşamadığı için soğuk bir kış gününün nasıl bir
etki yapacağını bilmiyordu. Ona göre kitaplardaki
karakterlerin dişleri korkudan birbirine çarpabilirdi. Ve
Tommy Phan'ın korku konusunda epey bilgisi vardı.
Küçük bir çocukken Güney Çin Denizi'nde su alan bir
tekneyle annesi, babası ve iki ağabeyiyle Vi'et-
Tik-Tak/F:
2
nam'dan kaçmıştı. Thai korsanlarının vahşice saldırısına
uğramışlardı. Bu korkunç insanlar tekneye çıkabilselerdi,
kadınların ırzına geçecek ve herkesi öldüreceklerdi.
Tommy dehşete kapılmış ama dişlerinden kastanyet gibi
sesler çıkmamıştı.
Oysa şimdi dişleri takırdıyordu. Çene kasları
zonklayıncaya kadar dişlerini sıkarak birbirlerine
vurmalarını önledi. Ama gevşer gevşemez aynı şey
tekrar başladı.
Kasım akşamına özgü serinlik henüz Corvette'in
içine sızmamıştı. Onu etkileyen soğuk, garip bir biçimde
kendi içinden yayılıyor gibiydi. Tommy ısıtıcıyı açtı.
Buz gibi soğuğun etkisinde şiddetle titrerken, araba
satılan yerin parkındaki o garip anı hatırladı. Hızla kayan
ve bir bulut ya da kuşun gölgesi olmayan o karaltıyı.
Kendisinden başka hiçbir şeyi etkilemeyen, rüzgâra
benzer o müthiş soğuğu...
Tommy gözlerini yoldan ayırarak karanlık
gökyüzüne baktı. Yukardaki karanlığın arasından kayıp
giden soluk bir şekil görmeyi bekliyordu sanki.
Nasıl bir soluk şekil, Tanrı aşkına?
Genç adam, «Tommy, oğlum, beni korkutuyorsun,»
dedi. Sonra alayla güldü. «Artık kendi kendine
konuşmaya da başladın.»
Tabii, yukarda, karanlık gökyüzünde üzerine gölgesi
düşen tehlikeli bir şey yoktu.
Tommy'nin düşgücü gereğinden çok çalışırdı. Bu
yüzden roman yazmak ona çok kolay, hatta çok doğal
geliyordu. Belki düş kurma konusunda güçlü bir eğilimle
doğmuştu. Belki de düşgücü savaş sırasında küçük bir
çocukken annesinin onu eğlendirmek ve uyutmak için
anlattığı o hiç bitmeyecekmiş gibi gelen halk masalları
sayesinde böyle canlıydı. Komünistlerin, masalda Martı
ve Tilki Diyarı denen Vietnam'ı yönetmek için sa
vaştıkları o günlerde; Güneydoğu Asya'nın sıcak, nemli
geceleri silah takırtılarıyla dolup, uzaklardan atılan'top ve
bombaların gürültüleri yankılandığı zamanlarda Tommy
çok korkmamıştı. Çünkü annesinin müşfik sesiyle
anlattığı hayaletler, ruhlar ve tanrılarla ilgili masallar onu
büyülerdi.
Tommy Phan bakışlarını gökyüzünden yola
kaydırarak Le Loi'nin öyküsünü anımsadı. Bir gün ağını
denize atıp sihirli bir kılıç bulan balıkçının öyküsü... Bu
daha çok Kral Arthur'un ışıltılı Excalibur'una benziyordu.
Genç adam «Saksağanın Sihirli Mücevherleri»,
«Mutluluk Ülkesini Arayış», «Da-Trang Yengeçleri»,
«Ölümün Çocuğu», zavallı Prenses My Chu'nun
kocasına duyduğu aşk yüzünden değerli babasına
ihanet ettiği ve bu nedenle korkunç bir bedel ödediği
«Doğaüstü Yay» ve daha böyle sürüyle masalı
anımsıyordu.
Genellikle Tommy annesinden duyduğu
efsanelerden birini anımsadığında dayanamayıp
gülümser; annesi o anda ortaya çıkmış ve ona sarılmış
gibi mutlulukla karışık bir huzur duyardı. Ama bu kez
öyküleri anımsamak Tommy'nin rahatlamasını sağ-
lamadı. Hâlâ çok endişeliydi. Arabanın ısıtıcısından
yükselen sıcak havaya karşın, hâlâ üşüyordu.
Garipti...
Tommy radyoyu açtı. Eski bir rock'n-rol parçasının
onu keyiflendireceğini umuyordu. İbreyi daha önce
dinlediği istasyondan kaydırdığını düşündü, çünkü şimdi
hafif bir hışırtı duyuyordu. Bu ses her zamanki parazite
benzemiyordu; sanki uzaklarda meyilli kayaların
üzerinden coşkun sular akıyordu.
Genç adam gözlerini bir an yoldan ayırarak istasyon
seçme düğmesine bastı. Küçük ekrandaki dijital
rakamlar hızla değiştiyse de müzik sesi duyulmadı. Hâlâ
uzaklarda hızla fışkırarak akan suyun hem homurtuya,
hem de fısıltıya benzeyen sesi işitiliyordu.
Tommy bir düğmeye daha bastı. Küçük ekrandaki
sayılar yine değişti, ama ses değişmedi. Üçüncü bir
düğmeyi denedi ama yine başarılı olamadı. «Ah, harika!
Müthiş!»
Arabayı alalı birkaç saat olmuştu ve radyo daha
şimdiden bozulmuştu. Kötü şansına küfrederek arabayı
sürerken düğmelerle oynadı. Beach Boys'u, Roy
Orbison'u, Sam Cook'u, Isley Kardeşleri bulacağını
umuyordu. Hatta Julianna Hatfield ya da Hootie ve
Blovvfish gibi çağdaş müzisyenlere bile razıydı.
Radyo bandının bir ucundan diğerine kadar
suyunkini andıran ses bütün müziği susturmuştu. Hem
orta dalgada, hem de FM'de. Sanki dev dalgalar Batı
Kıyısı'ndaki bütün radyo istasyonlarını basmıştı. Tommy
radyoyu kapatma düğmesine bastıysa da ses hiç
azalmadan sürdü. Doğru düğmeye bastığından emindi.
Düğmeye tekrar bastı, yine bir sonuç alamadı.
Sesin niteliği yavaş yavaş değişiyordu.
Şakırtı-şıkırtı-gurultu-hışırtı-gürültü... Ses şimdi bir
çağlayanın sesinden çok uzaklardaki bir kalabalığın
uğultusuna benziyordu. Birini takdir ettiğini belirten ya da
bir ilahi okuyan binlerce insanın sesine. Veya belki de
bu, her şeyi yakıp yıkmaya hazırlanan, öfkeli bir güruhun
uzaklardan gelen kızgın homurtusuydu.
Tommy Phan tam anlamıyla kavrayamadığı bir
nedenle bu acayip ve ahenksiz serenadın yeni özelliği
yüzünden endişelendi. Diğer düğmelere de hızla bastı.
Sesler. Kesinlikle. Duyduğu insan sesleriydi.
Yüzlerce, hatta binlerce insanın sesi. Erkekler, kadınlar
ve çocukların incecik sesleri. Tommy'ye, çaresizce
feryatlar, yardım için yakarışlar, paniğin neden olduğu
bağırışmalar, azap dolu iniltiler duyuyormuş gibi geldi.
Müthiş ama alçak tonda bir gürültü. Sanki bütün bu
sesler çok geniş bir uçurumun ötesinde yankılanıyordu.
Ya da kapkara bir cehennemden yükseliyordu.
Sesler ürkütücü ama garip bir biçimde neredeyse
büyüleyiciydi. Tommy uzun bir süreden beri ipnotize
olmuş gibi radyoya baktığını farketti. Dikkatini, tehlikeli
bir biçimde yoldan radyoya kaydırmıştı. Her başını
kaldırışında dikkatini ancak birkaç saniye için trafiğe
verebiliyor, sonra tekrar hafif bir ışık çıkaran rad^ıya
bakıyordu.
Şimdi kalabalık insan topluluğunun fısıltıya
benzeyen boğuk gürültüsünün gerisinden, sözleri
seçilemeyen birinin kalın sesi yükseliyordu... Çok
acayip, otoriter ve ısrarcı birinin sesiydi bu. Alçak ve
ıslak bir ses. İnsandan daha aşağı bir yaratığın sesi...
Anlaşılamayan birtakım sözleri, balgam tükürüyormuş
gibi ağzından çıkarıyordu.
Tanrım! Hayır! Düşgücü yine fazla çalışmaya
başlamıştı. Stereo hoparlörlerinden yükselen sadece
normal parazitti. Elektronik zırıltı.
Tommy hâlâ üşümesine karşın saçlarının dibinde ve
alnında ter taneciklerinin belirdiğini hissetti. Avuçları da
ıslanmıştı. Paneldeki bütün düğmelere bastığından
emindi. Ama o hayali koro hâlâ mırıldanıyordu.
«Kahretsin!»
Tommy sağ yumruğunu sıkarak radyoya vurdu.
Canını acıtacak kadar sert değil. Ama aynı anda üç ya
da dört düğmeye basmayı başardı.
Saniyeler geçtikçe o garip sesin boğuk boğuk,
biçimsizce söylediği sözler seçilebilecek bir hal almaya
başladı. Tommy onların ne olduğunu yine de pek
anlayamadı.
Yumruğunu tekrar radyoya vurdu. Sonra çaresizce
bağırdığını farkederek şaşırdı ve sustu. Sonuçta ses
sinir bozucuydu ama onun için bir tehlike
oluşturmuyordu.
Yoksa?
Tommy bu soruyu kendi kendine sorarken
mantıksız bir batıl inançla irkildi. Stereo hoparlörlerinden
yükselen fısıltıyı dinlememeliydi. Kulaklarını tıkamalıydı.
Ona söylenenlerin bir tek kelimesini anladığı takdirde
ölüm tehlikesiyle karşılaşacaktı. Yine de bunun tersini
yaparak kulak kesildi. Şimdi o karmaşık sesleri
anlamaya çalışıyordu.
«...Phan...»
Bu söz inkâr edilemeyecek kadar belirgindi.
«...Phan Tran...»
Balgamdan boğuklaşmış iğrenç ses kusursuz bir
aksanla Vietnam dilinde konuşuyordu.
«...Phan Tran Tuong...»
Bu, Tommy'nin ismini değiştirmeden önceki adıydı.
Martı ve Tilki Diyarı'ndaki ismi.
«...Phan Tran Tuong...»
Biri onu çağırıyordu. Önce uzaklardan... Ama ses
gitgide yaklaşıyordu. Onunia bağlantı kurmak istiyordu.
İletişim kurmak... Bu seste... açlık vardı.
Genç adam radyoyu üçüncü kez yumrukladı. Ve
ses birdenbire kesildi. Şimdi sadece motorun
homurtusu, tekerleklerin hışırtısıyla kendi kesik solukları
ve deli gibi çarpan kalbinin gümbürtüsü duyuluyordu.
Tommy'nin terden ıslanan eli direksiyonda kaydı.
Corvette yana doğru dönerken, genç adam başını
kaldırdı. Önce ön sağ, sonra da arka sağ tekerlek kaba
bankete çıktı. Fırlayan çakıliar tıkırdayarak,
tangırdayarak arabanın altına çarptı. Farlar, ot dolu bir
drenaj bataklığını aydınlattı. Kuru çalılar arabanın
yanına süründü.
Tommy kayganlaşan elleriyle direksiyonu sıkıca
kavrayarak sola çevirdi. Araba sarsılarak tekrar yola indi.
Arkasından çığlığa benzeyen fren sesleri geldi. Dikiz
aynasından yansıyan parlak farlar gözlerini kamaştırdı.
Siyah bir Ford, şiddetli korna sesleri arasında bir kavis
çizerek yanından hızla geçerken. Corvette'in
çamurluğuyla arasında sadece birkaç santim kalmıştı. İki
araç birbirine o kadar yakındı ki, Tommy bir an çarpışma
yüzünden çelik levhanın feryada benzeyen sesini
duymayı bekledi. Sonra Ford geçip gitti. Stop lambaları
karanlıkta küçülerek kayboldu.
Corvette'i tekrar kontroluna alan Tommy akan
terinin gözlerine girmesini engellemek için kirpiklerini
kırpıştırarak uzun uzun yutkundu. Bakışları
bulanıklaşmıştı. Ağzında ekşimsi bir tat vardı. Yönünü
şaşırmış gibiydi. Yüksek ateşin neden olduğu bir
rüyadan yeni uyanıyordu sanki.
Radyodan yükselen balgamın boğuklaştırdığı ses
onu sadece birkaç dakika önce dehşete düşürmüştü.
Oysa Tommy artık radyo dalgalarında kendi adının
söylendiğinden çok da emin değildi. Görüşü hızla
berraklaşırken zihninin de geçici olarak bulanıklaşıp
bulanıklaşmadığını düşündü. Hafif bir sara krizine
benzer bir şey geçirdiği olasılığı üzerinde durmak,
doğaüstü bir varlığın spor bir arabanın radyosu gibi
sıradan şeylerden yararlanarak ona ulaşmaya
çalıştığına inanmaktan daha kolaydı. Hatta belki de
beyne giden damarlardan birinde anlık bir tıkanma
olmuş, beyne böylece yeterli kan gitmemişti. Bu geçen
bahar arkadaşı muhabir Sal Delario'nun başına gelmişti.
Şimdi başı ağrıyordu. Ağrının merkezi sağ gözüydü.
Ve midesi de bulanıyordu.
Tommy, Corona Del Mar'dan geçerken arabayı hız
sınırının altında sürüyordu. Gözleri karardığı an hemen
kenara çekip duracaktı... Ya da acayip bir şey başlar
başlamaz.
Kaygıyla radyoya baktı. Ama sesi çıkmıyordu.
Blok blok ilerledikçe korkusu yerini sıkıntıya bıraktı.
Başı hâlâ ağrıyor ve midesi bulanıyordu. Ayrıca içi
boşalmış gibi hissediyordu. İçi gri, soğuk ve bomboştu.
Bu boşluğun suçluluk duygusundan kaynaklandığını
çok iyi biliyordu.
Kendi Coryette'İni sürüyordu. Arabaların arabasını.
Amerikan otomobillerinin en harikasını. Çocukluk düşleri
gerçek olmuştu. Neşeli ve mutlu olması gerekirken
yavaş yavaş mutsuzluk denizine batıyordu. Ayaklarının
altında duygusal bir uçurum vardı. Annesine davranışı
yüzünden kendini suçlu hissediyordu. Oysa bu gülünçtü.
Annesine karşı hep saygılıydı. Saygıda hiç kusur
etmemişti. Sabırsızlık duyduğunu kabul ediyordu, evet.
Şimdi annesinin, sesindeki sabırsızlığı farketmiş
olabileceğini düşünerek üzülüyordu. Annesinin
duygularını incitmek istemiyordu. Asla! Ama bazen ona
annesi umutsuzca geçmişe yapışıp kalmış gibi
geliyordu. Alışkanlıklarına inatla, aptalca sıkı sıkıya
sarılıyordu. Kendisinin yaptığı gibi, annesinin Amerikan
kültürüne uyum sağlayamaması yüzünden utanıyordu.
Amerikalı arkadaşlarıyla birlikteyken annesinin koyu
Vietnam aksanı onu mahcup ediyordu. Kadının
babasının bir adım gerisinden saygıyla yürümesi de
öyle. Tommy annesine kaç kez, «Anne, burası Birleşik
Devletler,» demişti. «Burada herkes eşit. Hiç kimse bir
diğerinden daha üstün değil. Kadınlar da erkekler gibi.
Burada birinin gölgesinde yürümeye hiç gerek yok.»
Oysa annesi her seferinde geri zekâlı çocuğuyla
konuşuyormuş gibi sevgiyle gülümsemiş ve, «Ben
gerektiği için gölgede yürüyorum, Tuong,» diye
yanıtlamıştı onu. «Ben gölgede yürüyorum, çünkü bunu
istiyorum.» Tommy bu tavra sinirlenirdi. «Ama bu
yanlış!» Annesi tepesini attıran o sevecen
gülümsemesiyle sorardı. «Bu ülkede saygı göstermek
yanlış mı? Sevgi göstermek?» Tommy bu tartışmaları
hiçbir zaman kazanamamıştı. Yine de, «Hayır. Ama
bunları göstermenin daha iyi yolları var,» diye çabalardı.
Kadın ona kurnazca bakarak konuşmayı bir tek cümleyle
sona erdirirdi. «Nasıl daha iyi? Bir kutlama kartı
göndererek mi?»
Tommy şimdi yıllardır istediği Corvette'i sürerken
bundan zevk alamıyordu. Sanki kullandığı ikinci elden
alınmış zangırdayan bir kamyonetti. Genç adam
utanıyordu. Annesini olduğu gibi kabul edemediği,
nankörlük ettiği için duyduğu utanç yüzünü kızartmıştı;
alev alev yanıyordu. Oysa içi soğuk ve kurşuniydi.
Nankör bir evlat, bir yılanın dişinden daha zehirlidir.
Tommy Phan, kötü oğul, California gecesinde
sürünerek ilerliyor. Aşağılık, kötü ve sevgisiz.
Genç adam dikiz aynasına baktı. Suratında bir
yılanınkine benzeyen ışıltılı iki göz görmeyi bekliyordu.
Kendini suçluluk duygusuna kapıp koyvermesinin
mantıksız bir davranış olduğunu biliyordu tabii ki. Bazen
annesiyle babasının gerçekçi olmayan beklentilerine
kapılmasına karşın, kendisi annesinden çok daha
mantıklıydı. Annesi bu ülkeye bir İskoçyalının eteği
kadar uymayan ao dais, yani ipekten yapılmış bol tunik
ve pantolon giydiği zamanlar ufacık tefecik görünürdü.
Tıpkı annesinin elbisesini giymiş küçük bir kıza benzerdi.
Ama hiç de savunmasız değildi. Kadının demir gibi bir
iradesi vardı, bildiğinden hiçbir zaman şaşmazdı.
İstediğinde küçücük bir despot olabiliyordu. Ve
hoşnutsuz bir bakışını kırbaç darbesinden daha can
yakıcı hale getirmesini de bilirdi.
Bu acımasız düşünceler aklından geçerken yüzü
utancından daha da kızardı. Annesiyle babası onu,
ağabeylerini ve kız kardeşini korkunç tehlikeleri göze
alarak ve büyük paralar harcayarak Martı ve Tilki
Diyarı'ndan, komünist yumruğundan
kurtarıp bu fırsatlar ülkesine getirmişlerdi. Onlara saygı
duymalı ve ikisinin de üzerine titremeliydi.
«Ben, çok bencil bir köpeğim,» dedi yüksek sesle.
«Aşağılık bir yaratığım. İşte ben öyle biriyim.»
Corona Del Mar ve Nevvport Beach sınırındaki
kavşakta frene basıp arabayı durdururken, sıkıntısı ve
pişmanlığı daha da arttı.
Annemin yemek davetini kabul etseydim, ölür
müydüm? Karidesle tere çorbası, com tay cam, kızarmış
sebze ve nuoc mam sosu... Çocukluğumda en çok bu
üçünü severdim. Annemin mutfakta çok uğraştığı belli,
yemeğe gideceğimi umuyormuş. Ve ben onu reddettim,
düşkırıklığına uğrattım. Annemi reddetmem konusunda
hiçbir mazeretim yok. Sonuçta onu da babamı da
haftalardan beri görmedim.
Hayır, yanlış. Bu annemin iddiasıydı. «Toung, seni
haftalardan beri görmedim.» Annesine telefonda
perşembe olduğunu ve pazar gününü birlikte
geçirdiklerini anımsatmıştı. Oysa şimdi, neredeyse
kendisi de annesinin 'terkedilme hikâyesi'ne inanmaya
başlıyordu.
Tommy'ye birdenbire annesi eski filmlerle
kitaplardaki Asyalı kötü tiplerin bir toplamı gibi geldi.
Amansız Minh gibi insanları kullanıyordu; Fu Manchu
kadar kurnazdı.
Genç adam kırmızı trafik lambasına bakarak
gözlerini kırpıştırdı. Annesi hakkında kötü şeyler
düşündüğü için şok geçiriyordu. İşte her şey
kanıtlanmıştı: O aşağılık bir köpekti.
Tommy Phan her şeyden çok bir Amerikalı olmayı
istiyordu. Vietnamlı-Amerikalı olmayı değil. Sadece bir
'Amerikalı' olmayı. Milliyeti tek bir sözcükle belirtilen biri;
iki kelimeyle değil. Bunun için ailesini reddetmesi
herhalde gerekli değildi. Sevgili annesine kaba ve kötü
davranması da... Çok istediği gibi tam anlamıyla bir
Amerikalı olmak için bunları yapmak gerekmiyordu.
Amansız Minh. Sarı Tehlike Fu Manchu. «Aman
Tanrım, abuk sabuk konuşan bağnaz birine dönüştüm.
Beyaz ırktan olduğumu düşünerek kendi kendimi mi
kandırıyorum?»
Tommy direksiyonu kavrayan ellerine baktı. Cilalı
bronz gibiydi bu eller. Dikiz aynasında Asyalılara özgü
siyah gözlerinin kapaklarındaki kıvrımları inceledi.
Gerçek kimliğini bir yalanla değişmek tehlikesiyle karşı
karşıya mıydı?
Fu Manchu.
Annesi hakkında böyle acımasız şeyler
düşünebildiğine göre, eninde sonunda boş bulunup
bütün bunları onun suratına karşı da söyleyebilirdi.
Annesi mahvolurdu o zaman. Bu olasılık onu korkuttu.
Soluğu kesildi. Ağzı şimdi toprak yemiş gibi kuruydu.
Boğazı şişip sıkıştığı için yutkunamıyordu. Bir tabanca
alıp annesini vurması daha merhametli bir davranış
olurdu herhalde. Kalbine ateş edivermesi.
Demek sonunda böyle bir evlat olmuştu! Annesini
sözleriyle kalbinden vuran bir oğul.
Trafik ışığı kırmızıdan yeşile döndü. Ama Tommy
ayağını fren pedalından kaldıramadı. Kendine duyduğu
tiksintinin ağırlığı altında eziliyor, kımıldayamıyordu.
Corvette'in arkasında bir sürücü kornaya.bastı. Genç
adam sonunda kavşaktan geçerken mutsuzca, «Ben
yalnızca kendi hayatımı yaşamak istiyorum,» dedi.
Son zamanlarda kendi kendiyle yüksek sesle fazla
konuşmaya başlamıştı. Hem hayatını yaşamaya, hem
de iyi bir evlat olmaya çalışmanın neden olduğu gerilim
yüzünden neredeyse çıldıracaktı.
Telefona uzandı. Annesini arayacak ve hâlâ
yemeğe davetli olup olmadığını soracaktı.
Araba telefonunu önemli adamlar kullanır.
Artık öyle değil. Herkesin arabasında telefon var!
Benim yok. Arabayı sürerken telefonla konuşmak
çok tehlikeli.
Ben şimdiye kadar hiç kaza yapmadım, anne.
Ama yapacaksın.
Tommy annesinin sesini duyuyordu. Sanki
hatırlamıyor, kadınla şimdi konuşuyordu. Elini telaşla
telefondan çekti.
Pasifik Kıyısı Karayolu'nun batı yanında 1950'lerin
havası verilmiş bir restoran vardı. Tommy içinden gelen
sese uyarak araba parkına girdi ve Corvette'i kırmızı
neon ışıklarının aydınlattığı yere bıraktı.
İçeriye soğan, ızgarada cızırdayan hamburger ve
turşu kokusu yayılmıştı. Tommy kırmızı kapitone plastik
kaplı bir bölmeye yerleşerek peynirli burger, kızarmış
patates ve çikolatalı süt istedi.
Aynı anda kulağında annesinin sesi yankınlandı.
Pirinçli tavuk güveci peynirli burgerden daha iyi.
Siparişini alan kadın garson masadan ayrılırken
Tommy ekledi. «Peynirli burger iki olsun.» Kız, «Galiba
öğle yemeğini atladın?» dedi.
Çok fazla peynirli burger ve kızarmış patates
yiyorsun. Yakında sen de tombul bir peynirli burgere
benzeyeceksin.
Genç adam meydan okurcasına, «Halka soğan da
istiyorum,» dedi. Daha kuzeyde, Huntington Beach'de
annesinin bu ihanetini psişik yoldan algılayarak
irkildiğinden emindi.
Garson kız, «Ben iştahlı erkekleri severim,» dedi. Mavi
gözlü, kalkık burunlu, ince, pembe beyaz, şirin bir sa-
rışındı. Annesinin kâbuslarında gördüğü tipte bir kız.
Tommy garsonun kendisiyle flört edip etmediğini
düşündü. Gülümsemesi davetkârdı. Ama Tommy'nin
iştahıyla ilgili sözleri masum bir gevezelik de olabilirdi.
Genç adam kadınlar konusunda istediği kadar becerikli
değildi.
Kız ona bir fırsat sağladıysa bile bundan
yararlanamayacaktı. Gecede bir tek isyan-yeterliydi.
Peynirli burgerler, evet, ama hem peynirli burgerler, hem
de bir sarışın olmazdı.
Tommy, «Lütfen burgerler çift peynirli olsun,» dedi.
«Bol bol soğan da isterim...»
Burgerlerin üzerini bol ketçap ve hardala buladıktan
sonra yemeğini son lokmasına kadar yedi. Çikolatalı
sütü de son damlasına kadar içti. Bardağın dibine değen
kamışın gurultuları yüzünden yakın masalardaki yetişkin
insanlar, çocuklarına kötü örnek olduğu için ona ters ters
baktılar.
Tommy garson kız için bol bahşiş bıraktı. Kapıya
doğru giderken kız, «Geldiğin zamankinden daha
keyiflisin,» dedi.
Genç adam aptal aptal, «Bugün bir Corvette aldım,»
diye açıkladı.
Sarışın, «Harika,» dedi.
«Çocukluğumdan beri bunun hayalini
kuruyordum...»
«Araba ne renk?»
«Parlak metalik su yeşili.»
«Güzele benziyor.»
«Araba sanki uçuyor.»
«Bundan eminim.»
Tommy, «Sanki bir roket,» dedi ve sonra genç kızın
mavi gözlerinin derinliklerinde kaybolmak üzere
olduğunu farketti.
Şu kitaplardaki dedektif bir sarışınla evlenirse
annesinin kalbini kırmış olur.
Genç adam, «Şey...» diye mırıldandı. «Kendine iyi
bak.»
Garson kız, «Sen de öyle,» dedi.
Tommy lobiye çıktı. Tam kapıyı açarken dönüp
arkasına baktı. Kızın bakışlarıyla kendisini izlediğini
umuyordu. Ama sarışın dönmüş, Tommy'nin az önce
oturduğu bölmeye doğru gidiyordu. İnce bilekleri ve
biçimli baldırları gerçekten güzeldi.
Hafif bir rüzgâr esmeye başlamıştı. Ancak gece yine
de kasım ayı için ılık sayılırdı. Pasifik Kıyısı
Karayolu'nun diğer tarafında, Fashion Island alışveriş
merkezinin girişindeki kocaman Phoenix palmiyelerinin
gövdelerine takılmış olan projektörler ağaçların
yapraklarını aydınlatıyordu. Uzun yapraklar, Havvaili
kızların etekleri gibi sallanıyordu. Yakındaki okyanusun
bereketli kokusunu taşıyan rüzgâr, Tommy'nin ensesini
okşuyor ve gür siyah saçlarını neşeyle karıştırıyordu.
Annesine ve atalarına karşı giriştiği küçük isyan
hareketinden sonra dünya gözüne daha hoş görünmeye
başlamıştı.
Arabaya bindikten sonra radyoyu açtı. Radyo gayet
güzel çalışıyor; Roy Orbison, «Pretty VVoman» şarkısını
söylüyordu. Tommy de ona uydu. Olanca sesiyle şarkı
söylüyordu şimdi.
Tekin olmayan parazit hormurtusunu ve radyodan
ona adıyla seslenen balgamlı sesi anımsıyordu. Ama
olayın o an kendisine niçin acayip ve uğursuz
gözüktüğünü de sorgulayabiliyordu. Annesiyle yaptığı
konuşma onu sarsmış, suçluluk duymuştu... Annesine
de kızıyordu kendisine de... O sırada algılama yeteneği-
ne pek güvenilmezdi herhalde. Suyun homurdanarak
akmasını andıran parazit gerçekti. Suçluluk duygusu
altında ezilirken o elektronik zırıltının neden olduğu
anlamsız gurultu ve cızırtılar arasında adını duyduğunu
sanmıştı.
Eve gidinceye kadar eski rock'n roll parçalarını
dinledi. Çalan şarkıların hepsinin sözlerini biliyordu.
İyi planlanmış Irvine kentinde iki katlı, mütevazı ama
rahat bir kooperatif evinde oturuyordu. Bina Orange
ilçesindeki evlerin çoğunda olduğu gibi Akdeniz mimari
stilini yansıtıyordu. Bu mimari stili o denli yaygındı ki,
insana bazen huzur veriyordu; bazen de sıkıcı ve
boğucu olabiliyordu. Tommy'nin evinin damı turuncu
kiremit, kum, kireç ve çimento karışımı dış duvarları ise
uçuk sarıydı. Beton bahçe yollarının iki yanı tuğladandı.
Tommy evi üç yıl önce almıştı. Daha yirmi yedi
yaşındayken. Bunu başarabilmek için gazeteden aldığı
ücrete, akşamları ve hafta sonlarında yazdığı karton
kapaklı polisiye romanlardan kazandığı parayı eklemişti.
Ama artık kitapları piyasaya önce ciltli olarak
sunulacaktı. Yazarlıktan elde ettiği para Register ga-
zetesindeki işini bırakmayı göze alacak kadar boldu.
Adil bir karşılaştırma yapılırsa, Tommy iki ağabeyi
ve kız kardeşinden daha başarılıydı. Ama onlar
Vietnamlı topluluğa hâlâ sıkıca bağlıydılar. Bu nedenle
de annesi ve babası onlarla gururlanıyordu. Oysa Tuong
konusunda aynı şeyleri hissedemezlerdi. Çünkü o,
yasaların izin verdiği yaşa gelir gelmez adını resmen
değiştirmişti. Sekiz yaşında bu kıyılara geldiği günden
başlayarak Amerika'ya özgü her şeyi benimsemişti.
Milyarder olsam, diye düşündü. Pasifik kıyısına
bakan en yüksek tepede bin odalı, som altın tuvaletli ve
avizelerinden kristal değil pırlantalar sallanan bir ev
yaptırsam bile, annemle babam köklerimi unuttuğum ve
geleneklere sırt çevirdiğim için beni yine de «başarısız
oğul» saymayı sürdüreceklerdir.
Arabayı bahçe yoluna soktu. İki yandaki beyaz ve
mercan rengi camgüzelleri farların ışığında sanki
yanardönerliymişler gibi pırıldadılar. Gölgeler Melaleuka
ağaçlarının kabukları soyulan gövdelerine hızla
tırmanarak daha yukardaki dallara üşüştüler. Tepede
ayın gümüşlediği yapraklar gece rüzgârında titriyorlardı.
Garajda, büyük kapı arkasından kapandığında
Corvette'ten inmedi. Sessiz arabada birkaç dakika
oturarak deri koltukların kokusunu zevkle soludu. Böyle
bir otomobili olduğu için gurur duyuyordu. Direksiyonda
dimdik oturarak uyuyabilseydi, onu da
-31
yapacaktı. Corvette'i karanlıkta bırakmak hiç hoşuna
gitmiyordu. Arabasını güzelliğini ortaya çıkaracak
projektörler aydınlatmalıydı. Tıpkı müzedeki bir sanat
eseri gibi.
, Mutfakta araba anahtarını buzdolabının yanındaki
çengele asarken ön kapının zili çaldı. Zilin sesi tanıdık
ama her zamankinden farklıydı. Bir düşteki boğuk ve
uğursuz bir çağrıyı andırıyordu. İşte ev sahibi olmanın
dertlerinden biri de bu, diye düşündü. Her zaman
onarılması gereken bir şeyler çıkıyor...
Bu akşam kimseyi beklemiyordu. Aslında bir iki saat
çalışma odasına kapanıp son romanını yeniden gözden
geçirmek istiyordu. Romanlarının kahramanı olan özel
dedektif Chip Nguyen maceralarını anlatırken aşırı
gevezeleşmeye başlamıştı. Acımasız ama çenesi düşük
hafiyenin bazı konuşmalarının kısaltılması gerekiyordu.
Sokak kapısını açtığı zaman buz gibi bir rüzgârın
saldırısına uğradı. Rüzgâr soluğunu kesecek kadar
soğuktu. Minyatür balina yüzme bıçağına benzeyen
yüzlerce kuru Melaleuka yaprağı dönerek başının
üzerinde uçuştu. Birbirlerine sürünerek kâh fısıltı, kâh
vızıltıyı andıran sesler çıkarıyorlardı. Tommy sen-
deleyerek iki adım geriledi. Soluğu kesilmiş gibiydi, bir
eliyle gözlerini korumaya çalışıyordu.
İncecik, kupkuru bir yaprak uçarak ağzına girdi;
küçük sert ucu diline battı. İrkilen Tommy yaprağı ısırdı.
Acıydı, yaprağı tükürdü.
Küçük hortum kapıdan içeri daldığı hızla küçüldü ve
ortadan kayboldu. Geride sessizlik ve durgunluk
kalmıştı. Hava artık soğuk değildi.
Tommy saçındaki ve omzundaki yaprakları
süpürdü; flanel gömleğiyle blucinine yapışanları ayıkladı.
Antrenin tahta zeminine kuru yapraklar, ot parçaları ve
kumlar yayılmıştı.
«Kahretsin! Ne oluyor?»
Eşiğin dışında bekleyen hiç kimse yoktu.
Açık kapıya yaklaşarak karanlık ön verandanın
sağına soluna baktı. Veranda geniş değildi. Üç metre
uzunluğunda, bir seksen metre genişliğinde, merdiven
sahanlığı gibi bir yerdi. Öndeki basamaklarda kimse
beklemiyordu. Küçük çim alanı yaran yolda da öyle.
Görünürde zili çalabilecek kimse yoktu. Hafifçe parlayan
ayın arkadan aydınlattığı parça parça bulutların altında,
sokak sessiz ve bomboştu. Etrafa öyle derin bir sessizlik
çökmüştü ki, Tommy neredeyse Kozmos'un
makinelerinin bozulduğuna, zamanın kendisi dışında
herkes ve her şey için durduğuna inanacaktı.
Kapının dışındaki lambayı yaktı ve verandada,
hemen önünde garip bir şeyin durduğunu gördü. Bir
bebekti bu. Yirmi beş santim boyunda bir bez bebek.
Sırtüstü yatmış, küt kollarını iki yana uzatmıştı.
Tommy kaşlarını çatarak geceyi tekrar bakışlarıyla
taradı. Özellikle bodur ağaçların bulunduğu yere baktı.
Biri oraya çömelmiş onu gözetliyor olabilirdi. Ama
kimseyi göremedi.
Ayağının dibinde yatan bebek tamamlanmamıştı.
Beyaz pamukludan yapılmıştı. Giysisi yoktu, saçı ve
yüzü de... Gözlerin olması gereken yerlere kalın siyah
iplikle iki çarpı işareti yapılmıştı.
Beş hristo teyeli ağzı oluşturuyordu. Siyah iplikle
yapılmış büyük bir çarpı işareti de kalbin üzerindeydi.
Tommy verandadan çıkarak bez bebeğin yanında
çömeldi.
Artık ağzında kuru yaprağın acılığı yoktu ama aynı
derecede kötü bir tat vardı. Daha tanıdık bir şey. Dilini
çıkarıp dokundu, sonra parmağının ucuna baktı. Küçük
kırmızı bir leke gördü. Yaprağın sivri ucu dilini
kanaîmıştı.
-33-Tik-Tak / F: 3
Dili acımıyordu. Yara pek küçüktü. Ama tam
anlamıyla açıklayamadığı bazı nedenler yüzünden kanı
görünce irkilmişti.
Bebeğin, çocukların giydiği parmaksız eldivenlere
benzeyen kaba ellerinden birinde katlanmış bir kâğıt
vardı. Bunu parlak siyah, başı bezelye kadar iri bir
iğneyle tutturmuşlardı.
Tommy bez bebeği aldı. Bebek boyuna göre
şaşılacak kadar ağır ve sertti ama kolları bacakları
gevşek görünüyordu. Sanki içine kum doldurulmuştu.
Bebeğin elindeki iğneyi çekip çıkardığı zaman ölüm
sessizliğine bürünmüş olan sokak bir an tekrar canlandı.
Verandada buz gibi bir rüzgâr dolaştı. Çalılar hışırdadı,
ağaçlar karanlık çim alanda ay ışığının belirginleştirdiği
gölgeleri titreştirecek kadar sarsıldılar. Sonra her şey
yine sessizleşip hareketsizleşti.
Bebeğin elindeki kâğıt yer yer sararmıştı. Sanki çok
eski bir parşömenden koparılmış gibi yağiımsı; kenarları
da çentik çentikti. Ortadan ikiye katlanmıştı. Sonra tekrar
ikiye. Açılmış durumda yedi santimetrekare kadardı.
Üzerindeki mesaj Vietnam dilinde yazılmıştı. Siyah,
koyu mürekkeple zarif bir biçimde çizilmiş üç dizi
ideogram. Tommy lisanı tanıdı ama yazıyı okuyamadı.
Sırtını dikleştirip düşünceli düşünceli önce sokağa,
sonra da elindeki bez bebeğe baktı. Kâğıdı katlayarak
gömleğinin cebine koydu, sonra içeri girip kapıyı kapattı.
Dikkatle kilitledi. Güvenlik zincirini de taktı.
Salonda yüzü olmayan, tuhaf bebeği kanepenin
yanındaki sigara masasına koydu, Stickley tarzındaki
yeşil vitray abajurlu lambaya dayadı. Bebeğin şimdi
yuvarlak beyaz kafası sağa doğru dönmüş, kolları iki
yana sarkmıştı. Çocuk eldivenine benzeyen elleri açıktı.
Bebeği ilk gördüğü zaman da böyleydi. Ama şimdi sanki
bu eller bir şeyleri arıyordu.
İğneyi masaya, bebeğin yanına bıraktı. İğnenin başı
bir yağ damlası gibi parlıyor; sivri ucu gümüş gibi
ışıldıyordu. Oturma odasındaki üç pencerenin
perdelerini kapattı. Yemek ve oturma odalarındakileri de.
Mutfakta jaluzileri indirdi. Ama, ona hâlâ birileri kendisini
gözetliyormuş gibi geliyordu.
Yukarıya, büro haline getirdiği yatak odasına çıktı.
Romanlarını orada yazıyordu. Işıkları yakmadan yazı
masasının başına geçti. İçeriye sadece koridora açılan
kapıdan giriliyordu. Telefona uzanırken bir an durakladı.
Sonra Sal Delario'nun evinin numarasını çevirdi. Sal,
Tommy'nin bir gün öncesine kadar çalıştığı Register
gazetesinin muhabirlerindendi. Telefona tele-sekreter
yanıt verdi. Ama Tommy mesaj bırakmadı. Sonra Sal'in
cevap verme servisini aradı. Kendi numarasını verdikten
sonra durumun «Acil» olduğunu belirtti.
Aradan daha beş dakika geçmemişti ki, Sal ona
telefon etti. «Acil olan nedir, etkafalı?» diye sordu.
«Seks organını nerede bıraktığını mı unuttun?»
Tommy ona, «Sen şimdi neredesin?» diye sordu.
«Ter dökülen yerde.»
«Gazetede misin?»
«Evet, haberlerle güreşiyorum.»
Tommy bir tahminde bulundu. «Yazıyı yine
zamanında ye-tiştiremedin değil mi?»
«Beni, profesyonelliğimden kuşku duyduğunu
açıklamak için mi aradın? Gazetecilikten ayrılalı sadece
bir gün oldu ve sen hepimizin kardeş olduğunu unuttun.
Öyle mi?»
Tommy masasına doğru eğildi. «Dinle, Sal. Çeteler
konusunda bilgi istiyorum.»
«VVashington'u yöneten yağ tulumlarını mı
kastediyorsun? Yoksa Küçük Saygon'da işadamlarını
zorlayan haytaları mı?»
«Yerel Vietnam çetelerini kastediyorum. Santa Ana
Çocukları...»
«...Cheap Boys, Natoma Boys. Senin bu konuda
zaten bilgin var.»
Tommy, «Ama senin kadar değil,» dedi. Sal adliye
muhabiriydi ve sadece Orange ilçesinde değil, bütün
ülkede faaliyet gösteren Vietnam çeteleri konusunda
geniş bilgisi vardı. Tommy ise gazetede çalıştığı sırada
daha çok, sanat ve eğlenceyle ilgili yazılar yazardı.
«Sal, Natoma ya da Cheap Boys'un birilerine kara
bir el basılmış ya da bir kurukafayla çapraz kemik işareti
yapılmış kâğıtlar göndererek tehdit ettiklerini duyduğun
oldu mu hiç?»
«Ya da yataklarına kesik bir at kafası
koyduklarını?»
«Evet. İşte öyle şeyler.»
«Sen kültürleri birbirine karıştırıyorsun, dâhi çocuk.
Bu çocuklar önceden uyarıda bulunacak kadar nazik
değiller. Mafya onların yanında oda müziği orkestrası
gibi kalır.»
«Ya yaşça daha büyük olanların kurduğu çeteler?
Bu yeniyetme sokak itleri değil de, işleri daha iyi
organize eden adamlar? Black Eagles, Eagle Seven
gibi...»
«Black Eagles'ın çalışma alanı San Francisco,
Eagle Seven'ınki de Chicago. Buradakilerin adıysa
'Frogmen'». Tommy arkasına yaslanırken iskemlesi
altında gıcırdadı. «Onlar da at kafası bırakmıyorlar, öyle
mi?» «Tommy, oğlum, Frogmen yatağına kesik bir kafa
bırakmaya karar verdiyse, bu senin başın olur.» «Ah,
insanı rahatlatan bir şey bu.»
«Neler oluyor? Beni endişelendirmeye
başlıyorsun.»
Genç adam içini çekerek en yakındaki pencereye
baktı. Yoğun bulutlar ayı iyice örtmeye başlamıştı.
Sönük gümüşümsü ışıklar bulutların kenarında telkari
desenler çiziyordu. «Geçen hafta gösteri sayfasına
yazdığım makale. Belki biri beni buna misilleme
yapmakla tehdit ediyordur.»
«Şu buz pateni yapan küçük kızla ilgili yazı mı?»
«Evet.»
«Yazıda bir piyano dehası olan o küçük erkek
çocuktan da söz ediyordun. O yazıda öç almaya neden
olacak ne vardı ki?» «Şey...» «O yazıya kim kızar ki!
Yazıda kendisinden söz edilmesi ge
rektiğini düşünen bir başka altı yaşındaki piyanist mi?
Yoksa o çocuk seni üç tekerlekli bisikletiyle mi ezecek?»
Tommy kendini gülünç hissetmeye başlıyordu.
«Şey... O yazıda Vietnam mahallesinden çocukların
çetelere girmemeleri gerektiğini vurguluyordum.»
«Ah, bu gerçekten de tartışmalara yol açabilecek bir
gazetecilik olayı..» «Çetelere katılan çocuklar hakkında
bazı sert sözlerde kullandım. Özellikle Natoma Boys ve
Santa Ana Boys hakkında.»
«Bütün yazının sadece kısa bir bölümünde çeteleri
eleştiriyordun. Bu delikanlılar o kadar hassas değiller,
Tommy. Birkaç söz yüzünden intikam almaya
kalkmazlar.»
«Acaba...»
«Zaten ne düşündüğüne de aldırmazlar. Siyahlar,
beyazlardan yana olan zenciler için, Tom Amca' deyimini
kullanıyorlar ya; sen de bu delikanlılar için bir tür
Vietnamlı Tom Amca'sın. Ayrıca onları fazlaca adam
yerine koyuyorsun. O ahmaklar gazete okumazlar.»
Kara bulutlar hızla batıdan doğuya doğru uçuyor,
okyanusa yaklaşırken iyice yoğunlaşıyorlardı. Ay soğuk
denizde boğulan bir yüzücünün suratı gibi bulutların
arasında kayboldu. Pencere camındaki gümüşümsü
ışıklar yavaş yavaş silindi.
Tommy, «Ya kız çeteleri?» diye sordu.
«Wally Girls, Pomona Girls, Dirty Punks... Onların
erkeklerden daha zalim olduklarını herkes biliyor. Ama
bu çetelerin de seninle ilgileneceklerini hiç sanmıyorum.
Eğer bu kadar kolay kızsalardı, yıllar önce benim
bağırsaklarımı deşerlerdi. Hem de içi temizlenmiş bir
balık gibi. Haydi, Tommy, bana ne olduğunu anlat.
Neden bu kadar sinirlisin?»
«Nedeni bir bebek...»
Sal şaşırdı. «Barbie gibi bir bebek mi?»'
«Daha tehlikeli bir şey.»
«Ah, evet Barbie artık eskisi kadar kötü bir kız değil.
Son zamanlarda ondan kimse korkmuyor.» Tommy,
Sal'e verandada bulduğu, üzerinde siyah hristo teyeli
olan beyaz kılıflı bez bebekten söz etti. Sal, «Bu, aklıma
hamurdan yapılan insan biçimi çörekleri getirdi,» dedi.
Tommy, «Bu çok tuhaf,» diye mırıldandı. «Belki de
anlattığımdan daha uğursuz.» «Notta neler yazılı
olduğunu anlayamadın mı? Vietnam yazısı okuyamıyor
musun? Birkaç kelime bile?» Tommy kâğıdı gömlek
cebinden çıkarıp açtı. «Tek kelime bile bilmiyorum.»
«Nen var senin, etkafalı? Köklerine hiç saygın yok
mu?»
Tommy alayla, «Ama senin var, öyle mi?» diye
sordu.
«Tabii.» Sal bu iddiasını kanıtlamak için hızla, şarkı
gibi birkaç italyan sözcük söyledi. Sonra İngilizce ekledi.
«Ve ben her ay Sicilya'daki nonna'ma mektup da
yazıyorum. Geçen yıl gidip iki hafta onun yanında
kaldım.»
Tommy kendisini her zamankinden daha da aşağılık
hissetti. Gözlerini kısarak kâğıttaki üç sütun ideograma
baktı. «Eh, bu benim için Sanskritçe kadar anlaşılmaz
bir şey.»
«Onu bana fakslayabilir misin? Belki beş dakika
içinde İngilizceye çevirecek birini bulabilirim.»
«Tabii fakslarım.»
«Kâğıtta neler yazılı olduğunu öğrenir öğrenmez
seni ara
rım.» «Teşekkür ederim, Sal. Hey, bugün ne aldım, biliyor
musun?» «Bilmek zorunda mıyım? Ne zamandan beri
erkekler alışverişten söz ediyorlar?»
«Bir Corvette aldım.»
«Gerçekten mi?»
«Evet. Bir LTI Kupe. Metalik, parlak su yeşili.»
«Seni kutlarım.»
Tommy, «Yirmi iki yıl önce,» diye anlattı. «Ailemle
Göçmen Bürosu'ndan çıkıp, bu ülkedeki ilk sokağa
adımımı attığım zaman bir Corvette'in geçtiğini gördüm.
Ve o anda arabaya âşık oldum. O çok biçimli, pırıl pırıl,
harika görünüşlü araba bana bütün Amerika'yı
açıklıyordu.»
«Senin adına çok sevindim, Tommy.»
«Sağoi, Sal.»
«Eh, artık sonunda gerçek bir kız tavlamayı
başarırsın da, şişme bebek Rhonda'dan kurtulursun.»
Tommy sevgiyle, «Aşağılık herif sen de,» dedi.
«Notu faksla.»
Tommy, «Hemen,» diyerek telefonu kapattı.
Çalışma odasının köşesinde küçük bir fotokopi
makinesi vardı. Işıkları yakmadan pusulanın fotokopisini
çıkardı. Kâğıdı cebine sokup fotokopisini de Register
gazetesine, Sal'e faksladı.
Bir dakika sonra telefon çaldı. Sal, «Faksı ters
yerleştirmişsin, etkafalı,» dedi. «Elime sadece
yukarısında senin numaran olan boş bir kâğıt geçti.»
«Doğru yaptığımdan eminim.» «Senin o şişme kadın bile
sana sinirleniyor olmalı. Notu tekrar faksla.»
Tommy ışığı yaktıktan sonra tekrar faks makinesine
gitti. Kâğıdı makineye uygun bir biçimde yerleştirmeye
dikkat etti. Gizemli ideogramların yüzüstü gelmeleri
gerekiyordu.
Silindirler kâğıdı makineden geçirirlerken izledi.
Küçük mesaj ekranında Sal'in gazetedeki faks numarası
ve «Gönderiliyor» sözcüğü belirdi. İdeogramlı sayfa
makineden kayarak çıktı. Kısa bir aradan sonra
erkandaki mesaj, «Alındı»ya dönüştü. Sonra faks durdu.
Telefon çalıyordu. Sal, «Arabayla oraya kadar gelip
o aleti nasıl kullanacağını göstermem mi gerekiyor?»
diye sordu.
«Yani eline yine boş bir kâğıt mı geçti?»
«Sadece yukarısında senin faks numaran var.»
«Ama bu kez kâğıdı doğru yerleştirdim. Kesinlikle!»
Sal, «Öyleyse faksında bir arıza var,» dedi.
Tommy, «Herhalde,» diye mırıldandı. Ama bu yanıt
onu tatmin etmemişti. «Notu buraya getirmeye ne
dersin?» «Sen gazetede daha ne kadar kalacaksın?»
«İki saat kadar.» Tommy, «Belki uğrarım,» dedi.
«Meraklanmaya başladım.» «Bu gece olmazsa, yarın görüşürüz.» Sal, «Belki de buna küçük bir kız neden olmuştur,» dedi.
«Ne?»
«Makalende sözünü ettiğin kızı kıskanan başka bir
buz patencisi. Olimpiyatlara katılan buz patencisi Tanya
Roberts'i hatırlıyor musun? Dizkapaklarını korumaya
çalış, oğlum Tommy. Belki küçük bir kız şimdi üzerinde
adın yazılı bir beyzbol sopasıyla dışarda dolaşıyordur.»
«Neyse ki artık seninle aynı binada çalışmıyoruz.
Kendimi daha temiz hissediyorum.»
«Lastik kız Rhonda'yı benim için öp.»
«Seni hastalıklı, yozlaşmış herif...»
«Eh, Rhonda'dan kötü bir şey kapamazsın. Onun
için endişelenmene gerek yok.»
«Daha sonra görüşürüz.» Tommy telefonu kapatıp
lambayı söndürdü. Şimdi içeriyi ikinci kat koridorundan
süzülen sedef gibi beyaz bir ışık aydınlatıyordu.
Pencereye giderek ön taraftaki çim alanı ve sokağı
inceledi. Sokak lambalarının sarımsı ışığında kimseler
görünmüyordu.
Fırtına bulutları gökyüzünde derin bir okyanus
oluşturmuş, ay iyice gözden kaybolmuştu. Gökyüzü
kapkara ve tehdit doluydu.
Tommy aşağıya, salona indi. Bez bebek kanepenin
yanındaki sigara masasında yan devrilmişti. Oysa onu
vitray abajurlu lambaya dayayarak oturtmuştu.
Kaşlarını çatarak bez bebeğe kuşkuyla baktı. İçi
kum doluymuş gibi ağırdı. Bu nedenle bıraktığı yerde
olması gerekirdi.
Tommy kendini gülünç bulmasına karşın alt katı
dolaşarak kapıları yokladı. Hepsi de hâlâ sıkıca kilitliydi.
Birilerinin geldiğini gösterecek hiçbir iz yoktu. Eve kimse
girmemişti.
Salona döndü. Belki de bez bebeği lambaya
dayarken tam dengeyi sağlayamamıştı. O zaman kumlar
yavaş yavaş bir yana kaymış ve o lanet olasıca şey
sonunda yan devrilmişti.
Tommy durakladı. Bunun nedenini bilmiyordu.
Sonra bez bebeği aldı; yüzüne yaklaştırarak öncekine
göre daha dikkatle inceledi.
Gözleri ve ağzı oluşturan kara hristo teyelleri
ameliyatta kullanılan katgüt kadar kalın bir iplikle
yapılmıştı. Baş parmağını usulca bebeğin gözlerinden
birini belirleyen çarpı işaretine sürdü... Sonra da o haşin
ifadeli ağzı oluşturan beş hristo teyeline.
Parmağını bebeğe sürerken birdenbire gözlerinin
önünde meşum bir sahne belirdi. İplikler ansızın
kopuyor, beyaz pamuklu kumaşta gerçek bir ağız
açılıyordu. Küçük ama ustura gibi keskin dişler ortaya
çıkıyordu. Yaratık çabucak, vahşice parmağını
ısırıyordu. Baş parmağı kopuyor, dipte kalan güdük
kısmından kanlar hızla akıyordu.
Tommy şiddetle titredi. Az kalsın bez bebeği elinden
düşürecekti.
«Tanrım!»
Kendini aptal bir çocuk gibi hissediyordu. Dikişler
kopmamıştı. Ve tabii bu lanet olasıca şeyin ağzı da
açlıkla açılmayacaktı
Tanrı aşkına! Bu sadece bir bebek!
Dedektifim Chip Nguyen bu durumda ne yapardı,
diye kendi kendine sordu. Chip sert, zeki ve amansız bir
tekvando ustasıydı. Bütün gece kafası dumanlanmadan
içki içebiliyor, sabah da baş ağrısı ya da mide
bulantısıyla kalkmıyordu. O, usta bir satranççıydı da. Bir
keresinde Barbados'da tayfunun sarstığı bir otelde
Bobby Fisher'la karşılaştıklarında onu yenmişti. Dedektif
öyle müthiş bir âşıktı ki, sosyeteden sarışın bir güzel onu
kıskandığı için başka bir kadını öldürmüştü. Chip eski
Corvette'lerin koleksiyonunu da, tamirini de yapıyor; o
arabaları yeniden yaratıyordu. Chip aynı zamanda
hüzünlü bir filozoftu. İnsanlığın sonunun kaçınılmaz
olarak geleceğini biliyor ama yine de canla başla
savaşıyordu. Tommy'nin yerinde Chip olsaydı, notu
çabucak İngilizceye çevirtir, pamuklu kumaş ve siyah
ipliğin nereden alındığını öğrenir, egzersiz olsun diye bir
haydudu yumruklar ve (herkese eşit fırsat sağlamasını
istediği için de) iri göğüslü, saldırgan bir kızıl saçlı
dilberle ya da utangaç tavırlarıyla şehvetini maskeleyen,
ince bir Vietnamlı kızla sevişirdi.
Gerçeklerin insanı kısıtlaması ne kadar da sıkıcı bir
şeydi. Tommy içini çekerek, keşke sihirli bir adımla kendi
romanlarımın sayfalarına girebilseydim, diye düşündü.
Chip Nguyen'in yerini alabilseydim. İnsanın kendine tam
anlamıyla güvenmesinin ve yaşamını kontrol altında
tutmasının ne harika bir şey olduğunu öğrenebilseydim.
Gece yaklaşıyordu. Gazeteye giderek Sal Delario'yu
görmek için çok geçti artık. Tommy sadece biraz
çalışmak, sonra da yatıp uyumak istiyordu.
Bez bebek gerçekten garipti, ama onun hayal ettiği
gibi tehlikeli bir şey olamazdı. O verimli düşgücü yine
fazla çalışmaya başlamıştı.
Tommy yaşadığı olayları dramatize etmekte
ustaydı. Ağabeyi Ton'a göre onun en Amerikalı yanı da
buydu. Ton bir keresinde, «Amerikalıların hepsi
dünyanın onların etrafında döndüğünü sanıyorlar,»
demişti. «Her bir insanın bütün toplumdan ya da bütün
aileden daha önemli olduğunu düşünüyorlar. Ama 'her
insan nasıl en önemli' olabilir? Bir kişi hem herkesten
önemli olacak, hem de diğer insanlarla eşit sayılacak.
Nasıl olabilir?
Hiç de mantıklı değil...» Tommy kendini hiç kimseden
daha önemli bulmadığını söyleyerek karşı çıkmıştı.
«Sen Amerikalıların bireyciliklerini
anlayamıyorsun,» demişti. «Bu, insanın düşlerini
gerçekleştirme hakkıyla ilgilidir. Başkalarını ezmekle bir
ilgisi yok.»
Ama Ton, «Madem kendini bizden üstün
saymıyorsun,» diye karşılık vermişti. «Fırına gelip baban
ve ağabeylerinle birlikte çalış. Aileyle birlikte. Ailenin
düşünü gerçekleştir.»
Ton annelerinin ustalıkla tartışma yeteneğini ve
yararlı inatçılığını almıştı.
Tommy şimdi bebeği elinde çeviriyordu. Ona
baktıkça bebeği daha da az tehlikeli buluyordu.
Herhalde sonunda onunla ilgili hikâyenin de sıradan bir
şey olduğunu öğrenecekti. Belki de bu, civardaki
çocukların bir şakasıydı.
Pusulayı bebeğin eline iliştirmek için kullanılan
siyah parlak başlı iğne artık Tommy'nin bıraktığı yerde,
sigara masasında değildi. Anlaşılan bez bebek yana
devrildiği zaman iğne de yere düşmüştü. Tommy, krem
rengi halının üzerinde iğneyi göremedi. Oysa parlak
siyah başı yüzünden onu kolaylıkla görmesi gerekirdi.
Bir dahaki, temizlikte elektrik süpürgesi onu nasıl olsa
alır, diye düşündü.
Mutfağa gidip buzdolabından bir şişe bira aldı. Bir
elinde bira, diğerinde bebekle tekrar yukarı, çalışma
odasına çıktı. Yazı masasındaki lambayı yakarak bez
bebeği ona dayadı. Çikolata rengi deriyle kaplı, rahat
koltuğuna yerleşti. Bilgisayarı çalıştırdı. Chip Nguyen
macerasının yeni tamamladığı yirmi sayfalık bölümünü
printerdan çıkardı.
Birayı şişeden içerek yazıyı kırmızı bir kalemle
düzeltti. Gerekli değişiklikleri yaptı.
Ev önceleri ölüm sessizliğine gömülmüştü. Sonra
yaklaşan fırtınanın etkisi duyulmaya başladı. Rüzgâr
saçaklarda soluk alır gibi sesler çıkarıyor;
Melaleukalardan birinin uzamış dalı dış duvara
sürünürken kuru bir kemiğin kazınmasını andıran sesler
duyuluyordu. Rüzgâr bacadan inerken alt kattaki oturma
odasından şömine kapağının hafif ama belirgin gıcırtısı
geldi.
Tommy arada sırada bez bebeğe bir göz atıyordu.
Dayalı olduğu lambanın kehribar rengi ışığı onu
aydınlatıyordu. Bebeğin iki kolu yanlara düşmüş, çocuk
eldivenine benzeyen elleri açılmıştı. Yaiyarıyormuş
gibi...
Elindeki sayfanın düzeltmesini bitirdiği sırada
biranın son yudumunu da içti. Kırmızı kalemle
işaretlediği değişiklikleri bilgisayara vermeden önce üst
kattaki misafir tuvaletine gitti.
Birkaç dakika sonra çalışma odasına döndüğünde
bebeğin yine yana devrilmiş olduğunu göreceğini
sanıyordu. Oysa bebek bıraktığı gibi dimdik oturuyordu.
Tommy başını salladı ve olayları dramatize
etmekteki ısrarı için utançla gülümsedi.
Sonra koltuğuna oturdu ve bilgisayarın daha önce
bomboş olan ekranındaki yazıyı gördü. ZAMANIN
ŞAFAKTA DOLUYOR.
«Kahretsin! Ne oluyor?..»
Koltuğuna yerleşirken sağ kalçası ateşe değmiş gibi
yandı. Can acısıyla şaşkınlaşan Tommy ayağa fırlayarak
tekerlekli koltuğu itti. Elini kalçasına attı ve blucinini delip
geçen o küçük sivri şeyi buldu. İğneyi hem etinden, hem
de pantolonundan çekip çıkardı. Elindeki, siyah parlak
başı bir bezelye büyüklüğünde olan 'o' iğneydi.
İyice şaşıran Tommy iğneyi baş ve işaret
parmaklarının arasında çevirdi. Gözlerini iğnenin
ışıldayan ucuna dikmişti.
Saçaklarda dolaşan rüzgârın uğultusu ve
bilgisayarın mırıltısı arasında yeni bir ses duyuldu. Hafif,
pıt diye bir ses... Bir pıt daha. Sanki bir iplik kopuyordu.
Genç adam masa lambasının aydınlattığı bebeğe
baktı. Bebek yine eskisi gibi oturuyordu... Ama kalbinin
olduğu yerdeki iki hristo teyeli kopmuştu. İplik şimdi bez
bebeğin beyaz pamuklu göğsünden sarkıyordu.
Tommy Phan iğneyi elinden düşürdüğünü,
koltuğunun altındaki sert plastik paspasa çarparak «tınk
tınk» diye bir ses çıkardığı zaman farketti.
Felce uğramış gibiydi. Ona bir saat kadar uzun
gelen bir an bebeğe baktı. Tekrar hareket edebildiği
zaman o lanetli şeye uzandı. Ama arada yirmi beş, otuz
santim bir açıklık kaldığı sırada durakladı.
Ağzı öylesine kurumuştu ki, dili damağına
yapışmıştı. Ağzında tükürük biriktirmeye çalıştıysa da,
dilini damağından zorlukla ayırabildi.
Korku dolu kalbinin her atışında kanı damarlarını
gerecek kadar hızla aktığı için gözleri bulanıklaşıyordu.
Ona inme inecekmiş gibi geldi.
Chip Nguyen yaşadığı o güzel ve renkli hayal
dünyasında, hiç çekinmeden bez bebeği kapar ve içinde
ne tür bir şey olduğunu anlamak için incelerdi. Örneğin...
bebeğin içinde minyatür bir bomba olabilirdi. Ya da
iblisçe bir zekânın ürünü olan ve zehirli ok atan bir
mekanizma.
Tommy, Chip Nguyen'in yarısı kadar bile etmezdi.
Ama kahretsin, tam bir korkak da sayılmazdı. Bebeği
eline almayı hiç istemiyordu; işaret parmağını uzatarak
beyaz pamuklu göğüsteki kopuk X işaretlerine dokundu.
O iğrenç, insana benzeyen şeklin içinde, Tommy'nin par
mağının hemen altında bir şey kımıldadı. Sonra kalp gibi attı.
Bir daha. Sanki bir mekanizma değil, canlı bir şeydi.
Tommy elini hemen çekti.
Parmakucunda hissettiği şey aklına kıvıl kıvıl bir
böceği ge
tirmişti. İğrenç, şişman bir örümcek ya da
hamamböceği olabi
lirdi. Ya da pek küçük kemirici bir hayvan. Kimsenin
şimdiye ka
dar görmediği türden, tiksinti uyandıran, tüysüz, uçuk
pembe bir
fare.
Sarkmış olan siyah iplikler aniden dikildikleri
deliklere gi
rerek bez bebeğin göğsünün içinde kayboldu. Sanki bir
şey on
ları bebeğin içine çekmişti.
«Tanrım!»
Tommy sendeleyerek bir adım geriledi. Az kalsın
çalışma
koltuğunun içine yuvarlanıyordu. Koltuğun kol dayanan
yerine
tutunarak dengesini korumaya çalıştı.
Çat çat çat.
Bez bebeğin sağ gözünü belirten dikişler, alttaki
kumaş
içten dışa doğru kabarırken, birer birer koptu. Sonra bu
iplikler
de bebeğin içine çekildi. Bir çocuğun emerek yuttuğu
makarna
gibi...
Genç adam yaşadığı olayı reddedermişcesine
başını sallıyordu. Düş görüyor olmalıydı. Kopuk ipliklerin
bebeğin suratına girip kayboldukları yerde ^kumaş hafif
bir ses çıkararak yırtıldı.
Rüya görüyorum.
Küçük, ifadesiz, beyaz surattaki yırtık uzayarak bir
santim boyunda bir yarığa dönüştü. Bir yaraya
benziyordu şimdi.
Düş gördüğüm kesin! Akşam yemeğini fazla
kaçırdım. Peynirli iki burger, kızarmış patates, halka
soğan. Bir atı bile öldürecek kadar kolestrol... Ve sonra
bir şişe bira. Masamda uykuya daldım. Ve şimdi rüya
görüyorum.
Kumaştaki yırtığın arkasından renkli bir şey belirdi.
Yeşil bir şey. Çok ışıltılı, rahatsız edici bir yeşil.
Pamuklu kumaş kıvrılırken delik daha da büyüdü.
Ve yumuşak yuvarlak suratta bir göz belirdi. Bu bir
bebeğin patlak cam gözü değildi. Boyanmış plastik bir
pul hiç değildi... Görünen şey Tommy'nin gözleri kadar
gerçekti. (Ve çok da acayipti.) Yumuşak, meşum bir
ışıkla . »lu; dikkatle genç adamı gözetleyen, iğrenç bir
göz. Siyah gö^bebeğiyse elips şeklindeydi, bir yılanın
gözü gibi.
Tommy istavroz çıkardı. Katolik olarak yetiştirilmişti.
Beş yıldan beri kiliseye gitmiyordu ama birdenbire dindar
kesiliverdi.
«Kutsal Meryem, sana yalvarıyorum...»
Yaşamının geri kalan bölümünü günah çıkarma
hücresiyle mihrabın önündeki parmaklık arasında
geçirmeye hazırdı. Bunu mutlulukla yapacaktı. Yalnızca
kutsal ekmek, şarap ve imanla beslenecekti. Org müziği
ve kilise tombalası dışında başka eğlence aramayacaktı.
«...bu en ihtiyaç duyduğum anda...» Bebek kımıldandı.
Başı hafifçe Tommy'ye doğru döndü. Yeşil gözünü ona
dikmişti.
Genç adam midesinin ağzına geldiğini hissetti.
Boğazının gerisinde tiksinti verici bir acılık vardı. Hızla
yutkunarak safra suyunu midesine geri yolladı. Ve o
zaman düş görmediğini kesinlikle anladı. O ana dek
düşlerinde hiç kusma raddesine gelmemişti. Rüyalar o
kadar yoğun olmuyordu.
Bilgisayar ekranında üç kelime belirip kaybolmaya
başladı. ZAMANIN ŞAFAKTA DOLUYOR. Bebeğin ikinci
gözünün üzerindeki iplikler koptu ve başın içine girerek
kayboldu. Kumaş şişti ve yine yarılmaya başladı.
Yaratığın küt kolları oynadı. Çocuk eldivenine benzeyen
küçük elleri gerildi. Bez bebek masa lambasından
uzaklaşarak
hantal hareketlerle ayağa kalktı. Yirmi beş santimlik
boyuna karşın çok korkunç görünüyordu.
Özel dedektiflerin en serti olan tekvando
şampiyonu, doğruluk ve adalet savaşçısı Chip Nguyen
de olsa Tommy Phan gibi davranırdı. Kaçardı yani. Ne
yazar, ne de yarattığı kahraman geri zekâlıydı.
Tommy bir anlık duraksamanın bile ölümüne neden
olacağını anlamıştı. Bez bebekten çıkmaya başlayan o
inanılmayacak şeyi görmemek için döndü. Tekerlekli
koltuğu iterken masanın köşesine çarptı. Kendi ayağına
takılarak tökezlediyse de dengesini kaybetmedi. Ve
sendeleyerek odadan çıktı.
Çalışma odasının kapısını arkasından öyle hızla
kapattı ki, hem evin duvarları, hem de kendi kemikleri
zangırdadı. Tommy çabucak yatak odasından uygun bir
iskemle getirerek tokmağın altına dayamayı düşündü.
Ama sonra kapının içeriye doğru açıldığını anımsadı.
Kapının koridor yönünden bir şey sıkıştırılarak kapalı
tutulması imkânsızdı.
Merdivene doğru gidecek oldu. Sonra durakladı ve
yatak odasına koştu. Koşarken bir yandan da bütün
ışıkları yakıyordu. Yatağı çok düzgün görünüyordu.
Beyaz kadife örtüsü davul derisi kadar gergindi.
Temiz ve tertipli olmasına özen gösterdiği evinin
dökülen kanlarla -özellikle de kendi kanıyla- kirlenecek
olması düşüncesi Tpmmy'nin canını sıkıyordu.
«O lanet olasıca şey nedir? Benden ne istiyor?»
Gül ağacından yapılmış komodin, mobilya cilasının
özenli bakımı sayesinde, koyu tonda bir ışıltıyla
parlıyordu. En üst çekmecede, kâğıt mendil kutusunun
yanında bir tabanca duruyordu. Ona da özenle bakım
yapılmıştı.
-49-Tik-Tak / F: 4
İKİ
Tommy'nin çekmeceden aldığı silah bir
Heckler/Koch P7 M13'dü. Onu yıllar önce Los Angeles'te
Rodney King olayının yol açtığı kargaşadan sonra satın
almıştı.
O günlerde Tommy'nin zengin hayalgücü onu
şiddetin uygarlığın sonunun gelmesiyle ilgili çok canlı
kâbuslarla etkilemişti. Birkaç ay korku içinde kıvranmış
ve yaklaşık bir yıl endişeyle yaşamıştı. Her an toplumsal
bir karmaşanın başlamasını bekliyordu. Ve on yıldan
beri ilk kez, ailesiyle birlikte denize kaçmadan bir hafta
önce, Saygon'un düşmesini izleyen o kanlı katliamlarla
ilgili çocukluk anıları canlanmıştı. O kıyametten sağ
çıkabilmişti ve bunun tekrarlanabileceğim de biliyordu.
Ancak, Tommy'yi kâbuslarında kovalayan vahşi
kalabalık Orange ilçesini kuşatmamış, hatta Los Angeles
bile çok geçmeden normal haline dönmüştü. Ama son
zamanlarda Melekler Kentinde 'normal' sözcüğü,
'uygarlıkla aynı anlama gelmiyordu. Genç adamın o
tabancaya hiçbir zaman gereksinimi olmamıştı.
Bu ana kadar.
Şimdi silaha her şeyden fazla ihtiyacı vardı.
Beklediği yağmacıları uzaklaştırmak ya da evini bir tek
hırsıza karşı korumak için değil, kendini bir bez bebeğe
karşı savunmak için. Bez bebeğin içinde saklanan
neyse, ona karşı kendini korumak zorundaydı.
Telaşla yatak odasından koridora çıkarken kendine
çıldırmaya başlayıp başlamadığını sordu.
-50
Sonra da, bunu neden soruyorum ki, diye düşündü.
Çıldırmaya başladığım kesin. Mantık sınırını aşmıştı
bile. Uçuruma yuvarlanıyordu. Delilik kızağına binmiş,
dik yamaçtan sarsılarak iniyordu. Sonunda kendini
deliliğin soğuk ve karanlık derinliklerinde bulacaktı.
Bez bebekler canlanmaz. Yirmi beş santimlik, parlak
ışıltılı yeşil yılan gözü olan, insan benzeri yaratıklar
yoktur.
Beynimde bir damar patladı ya da kritik durumdaki
kanserli bir ur etrafındaki beyin hücrelerine baskı
yaparak onların çalışmalarını engelliyor. Bütün bunlar
halüsinasyon. Akla en yakın açıklama bu!
Çalışma odasının kapısı bıraktığı gibi kapalıydı.
Ev, uyuyan keşişlerle dolu bir manastır kadar
sessizdi. Fısıltıyla okunan duaların bile duyulmadığı bir
yer. Ne saçaklarda uğuldayarak dolaşan rüzgâr, ne saat
tıkırtısı, ne de zemindeki tahtaların gıcırtısı...
Titreyip terleyen Tommy, halı döşeli holden yan yan
yürüyerek büyük bir dikkatle çalışma odasının kapısına
yaklaştı.
Eli gibi tabanca da titriyordu. Şarjörü dolu olan silah
ancak bir kilo kadardı. Ama bu koşullarda genç adama
çok ağır geliyordu. Tetik emniyetteydi ve piyasada
satılan aynı tipteki silahlar kadar güvenliydi. Tommy
namluyu tavana doğru çevirmiş, tetikteki parmağını
germemişti. İçinde .40 Smith VVesson kurşunu dolu olan
tabanca ciddi zararlar verebilirdi.
Genç adam kapalı kapıya ulaşınca durakladı.
Bez bebek -ya da içinde saklanan şey- kapı
tokmağına erişemeyecek kadar küçüktü. Oraya kadar
tırmanabilse bile tokmağı çevirip kapıyı açacak kadar
gücü yoktu. O nesne içeriye hapsolup kalmıştı.
Diğer yandan da, «O lanet şeyin yeterli gücü olmadığını da
nereden çıkardın?» diye konuşuyordu kendi kendiyle. «Bir kere
bu yaratık gerçekte varolmayan, bir bilimkurgu filminden fırlamış
gibi. Bu durumun akla yakın bir yanı yok. Filmlere ya da düşlere
de benzetilmez...»
Gözlerini kapı tokmağına dikmiş hareket edip
etmeyeceğine bakıyordu. Parlak pirinç tokmak tavandaki
lambanın ışıklarını yansıtmaktaydı. Tommy yakından
bakınca parlak metalde terden ıslanmış suratının acayip
bir biçimde çarpılmış aksini görebiliyordu... Bu görüntü
bez bebeğin içindeki nesneden daha da korkunçtu.
Bir süre sonra kulağını kapıya dayadı. İçerki odada
çıt çıkmıyordu. Yani hiç olmazsa hızla çarpan kalbinin
gümbürtüsü arasında duyabileceği bir ses yoktu.
Tommy'ye, bacakları lastiğe dönmüş gibi geliyordu.
Heckler/Koch artık ona dokuz hatta on kiloymuş gibi
geliyordu. Bu, Tommy için silahın gerçek ağırlığından
daha önemliydi. Çünkü kolu silahın ağırlığı yüzünden
ağrımaya başlamıştı.
O yaratık içeride ne yapıyor? Sargılarını çözmeye
uğraşan bir mumya gibi hâlâ pamuklu kumaşın içinden
çıkmaya mı çalışıyor?
Bütün bunların bir halüsinasyon olduğunu
tekrarlayarak kendisine güven aşılamaya çalıştı.
Annem haklı. Peynirli burgerler, kızarmış patatesler,
halka soğanlar, koyu çikolatalı sütler, beni mahveden
suçlular onlar. Henüz otuz yaşındayım ama haksızlık
ettiğim dolaşım sistemim taşımaya zorladığım korkunç
kolestrol yükü yüzünden çöktü. Bu ölümcül olay sona
erdiği ve patologlar üzerimde otopsi yaptıkları zaman
atar ve toplardamarlarımın kolestrol yüzünden tamamen
tıkanmış olduğunu görecekler. Damarlarımda
Amerika'daki bütün trenlerin tekerleklerini yağlayacak
kadar malzeme
nu anlayacaklar. Annem tabutumun başında ağlarken i
kendisini haklı görecek. «Tuong, sana söylemeye çalıştı
beni dinlemedin. Hiçbir zaman dinlemedin zaten. Çok fa
nirli burger yedin. Ve çok geçmeden kendin de koskc
tombul bir peynirli burgere döndün. Yılan gözlü küçük c
lar görmeye başladın. Yukarı kattaki koridorda elinde tai
la şok yüzünden öldün. Tıpkı kitaplarındaki viski içip c
ahmak hafiye gibi. Budala çocuk, çılgın Amerikalılar gibi
ler yedin. Bak görüyor musun, artık olan oldu!»
Çalışma odasında bir şey hafifçe takırdadı.
Tommy kulağını kapıyla çerçeve arasındaki ince
iyice dayadıysa da başka bir şey duymadı. Fakat işittiğ
hayal olmadığından emindi. Şimdi odada tehlikeli bir se
vardı.
Genç adam yılan gözlü bebek gerçekten çalışma o
daymış gibi davrandığı için kendi kendine kızıyor, öfkek
du. Sanki bez bebek şimdi yazı masasının üzerinde
dikilir yaz pamuklu kozasından çıkıyordu.
Tommy gerçekten delirmediğini biliyordu, hem de
ne isterse istesin... Ayrıca beyin kanaması
geçirmediğinin ve rafına inme inmediğinin de
farkındaydı. Cehennemden ya başka korkunç yerden
gelen bez bebeğin gerçek olduğum etmekten daha iyiydi
bu, ama kesin olan bir şey vardı ki, kri çirmiyordu.
Bebeğin ünlü bir oyuncak fabrikasında yapılm veya
Disneyland'daki oyuncakçı dükkânlarının birinden alı
dığı kesindi.
Bu bir halüsinasyon değil. Hayal gücünün yarattığı
biı de. Bez bebek içeride.
Pekâlâ. Bebek içerideyse kapıyı açıp dışarı
çıkamaz. Bu durumda en akıllıca şey onu yalnız
bırakmak olur. Aşağıya inmeli, hatta evden çıkmalıyım.
Polis de çağırabilirim. Bana yardım edecek kimseler
bulmalıyım.
Tommy bu senaryodaki hatayı hemen gördü. Irvine
Polis Müdürlüğü'nün istek üzerine gönderilen
cehennemden gelen bebekler için hazır ekibi yok. Kurt
adama saldırı grubu ya da vampir ahlak masası da.
Sonuçta burası Güney California. Transilvanya'nın
karanlık bir köşesi ya da New York değil.
Herhalde polis benim delinin biri olduğuma karar
verir. 'Büyük Ayağın' ırzına geçtiğini bildiren kaçıklar
gibi. Ya da ana uzay gemisinden mikrodalga ışınlarıyla
kendilerini esir etmeye çalışan uzaylılardan korumak için
alüminyum folyodan yapılmış şapkalarla dolaşan deliler
gibi biri. Polisler, telefonumdan sonra buraya birini
yollama zahmetine bile giremezler.
Tabii daha da kötüsü olabilir. Bez bebekle
karşılaşmamın mantıklı bir açıklamasını yapsam bile
polis bir kriz geçirdiğime inanır, hem kendim, hem de
diğerleri için tehlikeli olduğuma karar verebilir. O zaman
da beni gözlem için bir hastanenin psikiyatri koğuşuna
yatırırlar.
Okuyucu kitlesi kazanmaya çalışan genç bir yazarın
genellikle her türlü reklama gereksinimi vardır. Ne varki
Tommy, yayıncısının yapacağı reklamı, deliler
koğuşunda geçirdiği günlerle ilgili haberler ve şık bir deli
gömleğiyle çekilmiş resimlerle nasıl
zenginleştirebileceğini hayal bile edemiyordu. Bu bir
John Grisham imajı sayılmazdı.
Genç adam kafasını kapıya öyle bastırmıştı ki
kulağı ağrımaya başlamıştı. Ama içeriden hâlâ hiçbir ses
gelmiyordu. Bir adım gerileyerek sol elini kapının
tokmağına attı. Avucunun içi bir anda serinleyiverdi.
Sağ elindeki tabanca artık ona yirmi kiloymuş gibi
geliyordu. Güçlü görünen silahın on üç kurşunluk
şarjörüyle Tommy'ye güven vermesi gerekirdi. Ama o
hâlâ titriyordu.
Evden çıkıp gitmek ve oraya bir daha dönmemek
için can atıyorsa da bunu yapamazdı. Burası onun eviydi
ve terkedemeyeceği bir yatırım sayılırdı. Ayrıca
bankacılar, bir iblis-bebeğin saldırısı yüzünden ipotek
borçlarını silivermezlerdi.
Tommy kımıldayamıyor ve bu kararsızlığı yüzünden
çok utanıyordu. Oysa hayali maceralarını yazdığı sert
hafiye Chip Nguyen hiçbir zaman kuşkuya kapılıp
duraklamazdı. O, en tehlikeli durumlarda bile ne
yapılması gerektiğini bilirdi. Genellikle yumruk, tabanca
veya yakındaki ağır bir cisim gibi çözümler bulurdu. Ya
da çılgına dönerek ona saldıran düşmanın elinden
bıçağı alırdı.
Tommy'nin de tabancası vardı. Gerçekten çok iyi bir
silahtı bu. Kendisine saldırabilecek düşmanıysa yirmi
beş santimdi.
Oysa, yine de kendini zorlayıp o lanet olasıca kapıyı
açamıyordu. Chip Nguyen'e saldıran haydutların boyları
genellikle bir seksenden uzundu. (Cinayet Kötü Bir
Alışkanlıktır romanındaki çılgın rahibe dışında.) Çoğu
zaman bu düşmanlar devlere benzerdi. Steroid'le
vücutlarını geliştirmiş bu adamların iri kol adalelerinin
yanında Schvvarzenegger, muhallebi çocuğu gibi kalırdı.
Tommy, zor bir anda kararlı davranamazsam, diye
düşündü. Bundan sonra kararlı ve kendinden emin bir
adam hakkında nasıl romanlar yazarım? Ve sonunda
kendisini zincire vurulmuş gibi hissetmesine yol açan
felçten kurtularak tokmağı ağır ağır çevirdi. İyice
yağlanmış olan mekanizma gıcırdamadı. Bebek kapıya
bakıyorduysa, tokmağın döndüğünü görecekti. Belki de
genç adam odaya girer girmez ona saldırıya geçecekti.
Tokmağı sonuna kadar çevirdiği sırada
gökgürültüsüne benzeyen bir gümbürtü bütün evi
sarsarak camları zangırdattı. Tommy tokmağı bırakarak
koridorda geriledi. Ateş etmeye hazırlanan polislerin
yaptığı gibi uygun pozisyonu aldı. Heckler/Koch'u iki
eliyle tutarak çalışma odasının kapısına çevirdi.
Sonra o gümbürtünün neden gökgürültüsüne
benzediğini anladı. Gerçekten gök gürlemişti.
İlk gümbürtü gökyüzünün uzak bir köşesinde
homurtuya dönüşürken genç adam koridorun sonuna
baktı. İkinci bir patlama geceyi sarsarken oradaki
pencereyi şimşeğin beyaz ışıkları aydınlattı.
Tommy o akşam, daha birkaç saat önce samur
kadar koyu renk bulutların denizden yaklaşarak ayı
örtmelerini seyrettiğini anımsadı. Biraz sonra yağmur
yağacaktı.
Genç adam, gökgürültüsüne gösterdiği aşırı tepki
yüzünden utandı ve ani bir cesaretle çalışma odasının
kapısını açtı.
Hiçbir şey üzerine saldırmadı.
Odayı sadece masasındaki lamba aydınlatıyordu.
Bu yüzden içerisi karanlık ve tehlikeli gölgelere
bürünmüştü. Tommy yine de bez bebeğin kapının
hemen yakınında, yerde olmadığını görebildi.
"Eşiği aşarak duvardaki elektrik düğmesini aradı.
Tavandaki lambayı yaktı. Gölgeler, bir kara kedi
sürüsünden daha hızla hareket ederek eşyaların altına
ve arkalarına kaçtılar.
Yaratık artık masada değildi. Tabii bilgisayar
monitörünün diğer tarafında saklanmış da olabilirdi.
Avının yaklaşmasını bekliyordu belki de.
Genç adam çalışma odasına girdiği zaman kapıyı
açık bırakmay planlamıştı. Aceleyle gerilemesi gerektiği
takdirde oda
dan hızla çıkabilecekti. Oysa şimdi başka türlü
düşünüyordu. Bebek bu odadan kaçarsa onu bir daha
kolaylıkla bulamam. Bütün evi aramam gerekir.
Kapıyı kapayarak kanada yaslandı.
Dikkatli davranması ve sakin bir fare yakalamaya
çalışıyormuş gibi hareket etmesi gerekiyordu. O küçük
hayvanın bu odadan çıkmasına izin vermemeliydi. Yazı
masasının altını iyice gözden geçirmeliyim. Kanepenin
altını ve şu dosya dolabının arkasını da. Her yeri, o
iğrenç yaratığın saklanabileceği her köşeyi aramalıyım.
Böylece onun ortaya çıkmasını sağlamalıyım.
Tabanca, fare yakalamak için pek de uygun bir silah
değildi. Bir kürek onun daha çok işine yarardı. O yaratığı
kürekle döve döve öldürebilirdi. Tommy iyi nişancıydı
ama küçük bir hedefi tabancayla öldürmek kolay değildi.
Bir kere, atış poligonunda yaptığı gibi dikkatle nişan
alıp hesaplayarak ateş edecek kadar zamanı
olmayacaktı. Onun yerine çarpışmaya giren bir er gibi
davranması gerekecekti. Sezgilerine ve reflekslerine
güvenmek zorundaydı. Ve Tommy sezgilerinin güçlü,
reflekslerinin de hızlı olduğunu pek sanmıyordu.
Tommy usulca, «Ben Chip Nguyen değilim,» diye
itiraf etti.
Ayrıca o bebeğe benzeyen şeyin hızlı hareket
edebileceğini seziyordu. Hem de çok hızlı. Hatta o, bir
fareden daha hızlı kaçabilirdi.
Genç adam garaja inerek bir kürek almayı
düşündüyse de, sonradan tabancadan yararlanması
gerektiğine karar verdi. Aşağıya inerse çalışma odasına
ikinci kez dönme cesaretini bulabileceğini pek
sanmıyordu.
Hızla hareket eden küçük ayakların pıtırtısına
benzeyen bir ses Tommy'yi telaşlandırdı. Tabancayı
sağa sola ve tekrar sağa çevirdi. Ama sonra duyduğu
sesin ne olduğunu anladı. İlk iri yağmur damlaları kiremit
dama çarpıyordu.
Genç adamın midesindeki asit, girdaplar
oluşturuyordu. Tommy çelik çivi bile yutsa, midesindeki
asit hepsini eritecek kadar güçlüydü. Sanki yarım kilo
kadar çivi yutmuş gibiydi. Tommy, keşke akşam peynirli
burgerle patates yerine com tay cam, halka soğan
yerine de nuoc mam soslu kızarmış sebze yeseydim,
diye düşündü.
Çekinerek odada ilerleyip yazı masasının yanından
dolaştı. Son kitabının kırmızı kalemle düzelttiği bölümü
ve boş bira şişesi bıraktığı yerde duruyordu. Onlara
dokunulmamıştı.
Yılan gözlü bebek bilgisayar monitörünün diğer
yanında değildi. Laserli yazı makinesinin arkasına da
saklanmamıştı.
Kaz boyunlu masa lambasının dibinde beyaz
pamuklu iki kumaş parçası duruyordu. Biraz
parçalanmalarına karşın ilk bakışta çocuk eldivenine
benzedikleri anlaşılıyordu. Bu parçaların
o yaratığın ellerini örttükleri belliydi. Bu eldiven benzeri
şeyler yaratığın ellerinin serbest kalmaları için bilek
yerlerinden yırtılmış ya da çiğnenerek koparılmıştı.
Tommy'nin aklının almadığı bir konu vardı. Bebeği
ilk aldığı ve yukarıya getirdiğinde kendisine içinde canlı
bir şey varmış gibi gelmişti. Yumuşak bez kılıf kumla
doldurulmuş gibiydi. O lanet olasıca şeyin içinde sertlik
yoktu: Kemik yapısını, kafatasını, kıkırdakları, gergin eti
belirtecek bir şey. Sadece bir bez bebekti bu ve içinde
de bir şeyler gevşekçe kaymıştı.
Bilgisayar ekranında artık, ZAMANIN ŞAFAKTA
DOLUYOR, yazısı pırıldamıyordu. O anlaşılmaz uğursuz
yazının yerini iki sözcük almıştı. TİK TAK.
Tommy sanki zavallı Alice gibi garip, alternatif bir
dünyaya düşmüştü. Ama o bu dünyaya tavşan
deliğinden inmemiş, sadece bir video oyununa
karışmıştı.
Dışarıda ansızın sertleşen rüzgârın sürüklediği
yağmur, damı yumrukladı. Hareket halindeki bir ordunun
erlerinin ayak sesleri gibi gürültü duyuluyor; yağmur
damlaları pencerelere çarparken insana uzaklarda top
ateşi başlamış gibi geliyordu.
Fırtınanın gürültüsü, o yaratık duvar dibinden usulca
dolaşırsa ayak seslerini örtecekti. Belki de arkasından
gizlice yaklaşırdı.
Tommy omzunun üzerinden geriye baktı. Henüz
saldırıya geçen bir şey olmadığı anlaşılıyordu.
Genç adam odayı ararken bir yandan da yaratığın
kimseye ciddi bir zarar veremeyecek kadar küçük
olduğuna kendi kendini inandırmaya çalışıyordu. Fare
de çok küçük olmasına karşın iğrenç ve korkunç bir
hayvandı. Ama yetişkin bir erkekle başa çıkması
imkânsızdı. Karşısındakini daha ısıramadan kolaylıkla
öldürülürdü. Zaten o acayip yaratığın bana zarar vermek
istediğini düşünmem için hiçbir neden yok. Bu, bir
farenin bir insanı öldürmeyi planlayacak zekâsı, gücü ve
kuvveti olduğunu düşünmek anlamına gelir. Yine de
tehlikenin ölümcül olmadığı konusunda kendini ikna
edemiyordu. Kalbi deli gibi çarpıyor, göğsü korkudan
ona acı verecek kadar sıkışıyordu.
Tommy elips biçimi siyah gözbebekleri olan parlak
yeşil gözleri çok iyi anımsıyordu. O gözler bez surattan
tehdit edercesine kendisine dikilmişlerdi. Yırtıcı bir
yaratığın acımasız gözleriydi kendisine bakan.
Pirinç kâğıt sepeti yarı doluydu. Buruşturulmuş
daktilo kâğıtları, sarı müsvette defterinin yaprakları.
Tommy kâğıtların altına saklanan bir şey olup olmadığını
anlamak için pirinç sepete tekme attı.
Sepete vurduğu zaman kâğıtlar hışırdadı, sonra
yine sessiz bir yığına dönüştüler.
Yazı masasının fazla derin olmayan kalem
çekmecesinden bir cetvel alarak kâğıt sepetini karıştırdı.
Cetveli birkaç kez yığına hızla batırdı ama ne bir çığlık
duyuldu, ne de biri cetveli elinden almaya çalıştı.
Dışarıda şimşekler birbirini izliyordu. Rüzgârın
şiddetle sarstığı ağaçların dalgalanan kapkara gölgeleri
örümcekleri andıran bir telaşla camlardan kaydı. Gök
gürledi ve kömür kadar kara olan gecede gürültü etrafta
yankılandı.
Odaya, yazı masasının karşısındaki duvarın önüne
bir kanepe konulmuştu. Bunun yukarısına Tommy çok
sevdiği iki filmin afişlerini asmıştı. Fred MacMurray,
Barbara Stanvvyck ve Edward G. Robinson'un rol
aldıkları «Double Indemnity» (Çifte Tazminat). Ve
Bogart'la Bacall'ın oynadıkları «Dark Passage» (Karanlık
Geçit).
Tommy arada sırada, yazı yazamadığı ve özellikle
konuya ekleyecek sürprizler bulamadığı zaman
kanepeye uzanarak başını iki kırmızı süs yastığına
dayardı. Derin soluma egzersizleri yapar, düşüncelerini
serbest bırakarak hayalgücüne çalışması için fırsat
verirdi. Bazen sorunu bir saat içerisinde çözümler ve
tekrar çalışmaya başlardı. Ama çoğu kez uykuya dalar,
sonra da kanter içinde uyanır ve tembelliği yüzünden
büyük utanç duyardı.
İki kırmızı yastığı hafifçe kaldırdı. Bez bebek
arkalarına saklanmamıştı. Kanepenin ayakları yoktu, altı
zemine oturuyordu. Bu nedenle altında hiçbir şey
saklanmış olamazdı.
Ancak o acayip nesnenin kanepenin arkasına
gizlenme olasılığı vardı. Ve o ağır eşyayı çekip duvardan
uzaklaştırmak için iki elini birden kullanması ve
tabancasını bırakması gerekiyordu, bunuysa yapmayı
hiç istemiyordu.
Genç adam odada endişeyle etrafına bakındı. Bir tek
şey hareket ediyordu. Pencereden aşağıya kıvrılıp
bükülerek akan, hafif fosforlu yağmur damlaları.
Tabancayı kolaylıkla erişebileceği bir yere,
kanepenin minderinin üzerine koydu. Ve ağır kanepeyi
çekerek pencereden uzaklaştırdı. Yırtık pırtık pamuklu
kumaşa sarılı, iğrenç bir şeyin çığlıklar atarak üzerine
saldıracağından emindi.
Endişeyle bileklerinin ne kadar savunmasız
olduğunu düşünüyordu. Yaratık küçük sivri dişlerini etine
kolaylıkla batırabilirdi.
Aslında blucinimin paçalarını çoraplarımın içine
sokmam ya da üzerlerine lastik bantlar geçirmem
gerekirdi. Fare yakalamaya kalksaydım, öyle yapardım.
Genç adam kıpır kıpır bir şeyin paçalarından yukarı
çıktığını hayal ederek titredi. Yaratık yukarı çıkarken onu
tırmalayıp ısıracaktı.
Bez bebek, kanepenin arkasına da saklanmamıştı.
Tommy hem rahatlamış, hem de düşkırıklığına
uğramıştı. O büyük kanepeyi olduğu yerde bırakarak
tabancasını aldı. Kanepenin üç büyük minderini tek tek
dikkatle kaldırdı. Altlarında bekleyen bir şey yoktu.
Alnından akan ter genç adamın sağ gözünü yaktı.
Flanel gömleğinin koluyla teri silerek gözündeki
bulanıklığı gidermek için telaşla kirpiklerini kırpıştırdı.
Geriye sadece kapının sağındaki maun komodin
kalmıştı. Tommy onun içine daktilo kâğıtlarını ve diğer
malzemeleri koyuyordu. Dolabın yanında durarak
duvarla arasındaki dar açıklığa baktı. Neyseki orada da
bir şey yoktu.
İki kapısı olan komodini açmadan önce durakladı.
Ama sonunda kapakları yavaşça açtı ve malzemenin
arasına baktı. O küçücük düşmanı dolapta da değildi.
Tommy çalışma odasının ortasında durarak ağır
ağır döndü. Yaratığın saklanabileceği ve kendisinin
gözünden kaçan bir yer olup olmadığını anlamaya
çalışıyordu. Üç yüz altmış derecelik bir dönüş yaptı ama
yine de işin içinden çıkamadı. Her yeri aradığı
anlaşılıyordu.
Ancak yine de o nesnenin odada olduğundan
emindi. Yaratık tabancasını almak için çıktığı sırada, o
kısacık sürede odadan kaçmış olamazdı. Ayrıca genç
adam o yaratığın tiksinti verici varlığını hâlâ
hissediyordu. Yırtıcı hayvanlara özgü sabrını ve bir yay
gibi gerilmiş enerjisini.
Bir şeyin kendisini gözetlediğini hissediyordu.
Peki yaratık onu nereden gözetliyordu?
Tommy, «Haydi,» dedi. «Kahrolasıca yaratık,
kendini göster!»
Bütün vücudunu kaplayan tere ve sık sık karnındaki
kasları büzüp gevşeten korkusuna rağmen, geçen her
dakikayla güveni artıyordu. Bu tuhaf duruma olağanüstü
bir güvenle tepki gösterdiğini düşünüyordu. Chip
Nguyen'i bile etkileyecek kadar cesaret göstermiş, her
adımını hesaplamıştı.
«Haydi. Neredesin? Nerede?»
Şimşek pencereyi aydınlattı ve ağaçların gölgeleri
damlaların aktığı camlarda örümcek hızıyla kaydılar.
Gökgürültüsü uyarı dolu bir ses gibi Tommy'nin dikkatini
perdelere çekti.
Perdeler. Perdeler, yere kadar inmiyor, pencerelerin
alt kenarlarının biraz aşağısında sona eriyordu. Tommy
bu yüzden bez bebeğin onların altına saklanacağını
düşünmemişti. Ama, belki de o yaratık duvarda yetmiş
santim kadar tırmanmış ya da yukarıya doğru sıçramış
olabilirdi. Bir perdenin ucuna tutunmuş ve sonra da
kendini yukarı çekmişti.
Odanın iki penceresi vardı ve her ikisinin yanlarına
kalın kumaştan perdeler asılmıştı. Sarılı kırmızılı kumaş
'yalancı brokar' diye tanımlanan türdendi. Herhalde
polyesterdi. Perdelerin beyaz astarları vardı ve basit
pirinç çubuklara takılmıştı. Tepelerini gizleyen kornişleri
yoktu.
Dört perde de düzgün kıvrımlar yaparak sarkıyordu.
Hiçbiri arkasına tutunmuş sıçan iriliğinde bir yaratık
yüzünden kabarmamıştı.
Ancak kumaş kalın ve ağırdı. Bebek kadar bir
nesnenin perdenin düzgün büzgülerini dikkat çekecek
kadar bozabilmesi için sıçandan daha ağır olması
gerekiyordu belki de.
Tommy emniyetini açtığı tabancanın tetiğine
geçirdiği parmağını gerdi. Ve pencerelerden birine
yaklaştı. Sol eliyle perdelerden birini tuttu. Durakladı.
Sonra kumaşı şiddetle sarstı.
Yere hiçbir şey yuvarlanmadı, homurdanmadı ya da
telaşla kumaşa daha sıkı sarılmadı.
Perdeyi açarak duvardan uzaklaştırdı. Ne var ki
davetsiz konuğun tutunup tutunmadığını anlamak için
astara bakması gerekiyordu. Bu yüzden eğilmek
zorunda kaldı ve bir şey bulamadı.
Aynı şeyi diğer perdeyle de tekrarladı. Ama onun
arkasından da yılan gözlü bir bebek sarkmıyordu.
İkinci pencerede yağmurun ıslattığı camdan
yansıyan renksiz görüntüsü dikkatini çekti. Gözlerinde
az önce kendini kutlamasına yol açan güven ve cesareti
yalanlayan öyle müthiş bir korku vardı ki, bakışlarını
kaçırmak zorunda kaldı. Göründüğü kadar korktuğunu
sanmıyordu. Ama belki de içine düştüğü durumu
çözümlemek için duyduğu güçlü istek, dehşet
duygusunu bastırıyordu. Yine de bu konuyu fazla
düşünmek istemiyordu. Çünkü gözlerinde gördüğü şeyin
gerçek olduğunu itiraf ettiği takdirde, kararsızlık
yüzünden yine felce uğrayabilirdi.
Tommy ihtiyatla yaptığı araştırma sonucu ikinci
pencerenin solundaki perdenin arkasında da anormal bir
şey olmadığını anladı.
Artık geriye sahte brokardan yapılmış bir tek perde
kalmıştı. Sarılı ve kırmızılı perde. Ağır kumaş dümdüz
aşağıya iniyordu.
Genç adam perdeyi salladı ve yine hiçbir şey
olmadı. Bu da diğer üç perdeden farklı görünmüyordu.
Perdeyi açarak duvardan öne doğru çekti. Sonra
eğilerek yukarı baktı ve aynı anda bez bebeği gördü.
Yaratık yukarıda, tepesinde asılıydı. Perdenin astarına
tutunmuyor, pirinç çubuktan sarkıyordu. Beyaz pamuWu
kumaştan çıkıp müstehcen bir ışıltıyla parlayan siyah
kuyruğunu çubuğa dolamıştı. Bebeğin artık çocuk
eldivenlerine benzemeyen elleri yırtık beyaz pamuklu
yenlerinden çıkmıştı. Kirli sarı ve siyah lekeli olan ellerini
sıkıca göğsüne bastırmıştı. İnsanlarınki kadar gelişmiş
ellerinin her birinde dört parmak ve oynayan bir baş
parmak vardı. Nedense insana sürüngenleri
hatırlatıyordu bu eller. Her parmağın ucundan küçük
ama tehlikeli sayılabilecek sivri bir tırnak uzanıyordu.
İyice sersemleyen Tommy hareketsiz kaldı. O
inanılmaz biçimde uzayan korkunç iki ü$ saniyelik
sürede ona zamanın akışı bile hemen hemen durmuş
gibi geldi. Bebek, eski David Lynch filmindeki Fil
Adam'ın başlığına benzeyen, gevşek çuval gibi bir şeyin
içinden öfkeli yeşil gözleriyle kendisine bakıyordu. Dizi
dizi küçük, sarı dişleriyle ağız yerini kapatan dikişleri
koparmış olduğu anlaşılıyordu. Yaratık zaman zaman
ucu çatallı, kabarcıklarla dolu siyah dilini dişlerinin
arasırsdan uzatıp çekiyordu.
Sonra şiddetle çakan şimşek bu kalbi donduran
karşılaşmayı sona erdirdi. Zaman, buzullar gibi ağır ağır
ilerlemişken birdenbire çılgınca akan bir sele dönüştü.
Bebek tısladı.
Kuyruğunu pirinç çubuktan çözdü.
Ve doğruca Tommy'nin yüzüne doğru atladı.
Genç adam başını eğerek geriledi.
Şimşeği gökgürültüsü izlediğinde de ateş etti. Tetiği
panik içinde, körlemesine çekmişti. Kurşun yaratığa
zarar vermeden perdenin yukarısından geçerek tavana
saplandı.
Şiddetle tıslayan bebeğe benzer nesne Tommy'nin
başına atladı. Küçük pençeleriyle genç adamın gür
saçlarını karıştırarak kafa derisini tırmaladı.
Genç adam can acısıyla bağırarak sol eliyle
yaratığa vurdu.
Ama bebek kafasına sıkıca tutunuyordu.
Tommy yarahğı ensesinden tutarak boğazını
amansızca sıktı ve kafasından koparırcasına aldı.
Garip hayvan vahşice kıvrılıp büküldü. Bir sıçanın
olamayacağı kadar güçlü ve esnekti. Öyle şaşırtıcı bir
güçle dönüyor, kıvrılıyor ve kaslarını büzüp açıyordu ki,
Tommy onu zorlukla tutabiliyordu.
Genç adam perdeye takılmış, nasıl olduysa
büzgülerin arasında kalmıştı. Tanrım! Heckler/Koch'un
ön nişangâhı büyük değildi, hafif bir çıkıntıdan farksızdı.
Ama perdenin astarına takılmıştı. Bir olta iğnesi gibi hem
de, kımıldamıyordu.
Yaratık homurdanıyordu. Gırtlağından ıslak bir ses
yükseliyor; dişlerini gıcırdatıyor, Tommy'nin parmaklarını
ısırmaya, pençelerini tekrar ona geçirmeye çalışıyordu.
-65 -Tik-Tak/F:5
Perdenin astarı fermuar açılışını andıran bir sesle
yırtıldı ve tabancanın nişangâhı kurtuldu.
Yaratık, soğuk ve kaygan kuyruğunu kaldırarak
genç adamın bileğine sardı. Kuyruğun dokunuşu
öylesine iğrençti ki, adam duyduğu tiksinti yüzünden
öğürdü.
Telaşla kollarını sallayarak üzerine sarılmış olan
perdeden kurtuldu ve yaratığı olanca gücüyle fırlattı. Bir
beyzbol maçında rakip takımı mahvedecek bir atış
yapıyormuş gibiydi.
Tommy o lanet olasıca hayvanın odada uçarken
haykırdığını duydu. Sonra yaratık karşıdaki duvara
çarparken sesi birdenbire kesildi. Belki de çok hızlı
çarptığı için belkemiği kırılmıştı. Ama Tommy hayvanın
duvara çarptığını görmedi. Çünkü perdeden kurtulmaya
çalışırken, pirinç çubuğun yerinden çıkmasına yol
açmıştı. Ve her şey -kordonları sarkan iki perde ve
çubukbaşına geçti.
Küfrederek etrafını görmesine engel olan sahte
brokarı kafasından attı, çırpına çırpına perde
kordonlarından kurtuldu. Kendini Lilliput'lar ülkesinde
yakalanmamaya çalışan Gulliver'a benzetiyordu.
İğrenç bez bebek odanın diğer tarafında, duvarın
önündeki halının üzerinde yatıyordu. Kapının yakınında.
Tommy bir an için onun öldüğünü ya da hiç olmazsa
iyice sersemlemiş olduğunu sandı. Ama yaratık
silkelenerek hareket etti.
Tommy tabancayı öne uzatarak davetsiz konuğa
doğru bir adım attı. Onu kesinlikle öldürecekti. Ancak
ayağı yerdeki perdelere takıldı. Dengesini kaybederek
yere yuvarlandı.
Şimdi sol yanağı yere dayalı yatıyor, katil bebeğin
görüş açısını paylaşıyordu. Ama biraz eğrilemesine.
Kafası yere çarptığı zaman gözleri bir an
bulanıkiaşmışsa da hemen düzelmişti. Şimdi ayağa
kalkmış olan küçücük düşmanına bakıyordu.
Yaratık bir insan gibi dimdik duruyor, on beş santim
uzunluğundaki kuyruğu yerde sürünüyordu. Arkasında
içine saklandığı bez bebeğin yırtılmış kılıfı vardı. Kılıf,
yaratığın bazı yerlerini gözlerden gizliyordu.
Dışarıda fırtına en şiddetli halini almıştı. Gece sık
sık çakan şimşekler ve gökgürültüleriyle yarılıyordu.
Tavan ve masadaki lambaların ışıkları bu sebeple
titreştiyse de sönmediler.
Yaratık Tommy'ye doğru atıldı. Beyaz pamuklu
kumaş yırtık bayrak gibi uçuşuyordu.
Genç adamın sağ kolu ileriye doğru uzanmıştı. Ve
silahı hâlâ elinde sıkıca tutuyordu. Tabancayı yerden on
santim kadar yukarıya kaldırarak emniyeti açtı ve arka
arkaya iki el ateş etti.
Kurşunlardan biri bez bebeğe gelmiş olmalıydı.
Yaratık zeminden uçup geriye doğru devrilerek daha
önce yattığı duvarın dibine doğru kaydı.
.40'lık Smith/VVesson'un şarjöründen fırlayan
kurşun, bu acayip hayvanın boyuna göre çok büyük
sayılırdı. Savaş alanında bir insana isabet eden
kocaman kütle gibi bir şey. Bu lanetli bebeğin de, havan
topundan atılan öldürücü gülleyle göğsünden isabet
almış bir insan gibi parçalanması gerekirdi. Bez bebek
binbir parçaya ayrılmış, ölmüş olmalıydı.
Oysa, o küçük yaratığın tek bir parçası bile
kopmamış gibi görünüyordu. Yerde bacakları kolları
birbirine dolaşmış halde yatıyordu. Beyaz pamuklu
kumaşın bir tarafı da yanmıştı. Yerde sarsılıyor, kuyruğu
zaman zaman yerde sağa sola kayıyordu. Garip
hayvandan ince dumanlar yükseliyordu, ama hiçbir yeri
parçalanmamıştı.
Tommy onu daha iyi görebilmek için zonklayan
kafasını kaldırdı. Duvara da, halıya da kan sıçramamıştı.
Bir tek damla bile.
Yaratığın sarsılması kesildi ve arkası üstü döndü.
Sonra doğrulup oturarak içini çekti. Bu seste
yorgunluk değil zevk vardı. Sanki göğsüne isabet eden
kurşunla vurulmak, onun için ilginç ve memnunluk verici
bir deneyimdi.
Tommy dizlerinin üzerinde doğruldu.
Bez bebek sarı-siyah benekli ellerini hâlâ dumanları
tüten yanmış karnına koydu. Hayır... Ellerini karnının
içine soktu. Pençeleriyle içini araştırarak bir şeyi çekip
çıkardı.
Tommy -dört buçuk metre öteden bile acayip
hayvanın elindeki şeyi- .40 kalibrelik şarjörden fırlayan
biçimini kaybetmiş kurşunu tanıdı. Bez bebek kurşun
parçasını bir kenara attı.
Tommy dizlerinin gücü kesilmiş bir halde ayağa
kalkarken bir yandan titriyor, bir yandan da midesi
bulanıyordu.
Eliyle başını yokladı. Yaratığın pençelerini geçirdiği
yerler hâlâ acıyordu. Parmaklarına baktığında küçücük
kan damlacıklarını gördü.
Yaraları ciddi değildi.
Henüz.
Düşmanı da ayağa kalktı.
Tommy'nin boyu bez bebeğin yedi katıydı. Kilosu da
belki ağırlığının otuz katı. Ama öylesine bir dehşet
duyuyordu ki, neredeyse altına kaçıracaktı.
Sert dedektif Chip Nguyen hiçbir zaman kontrolünü
kaybetmez, böylesi zavallı bir duruma düşmezdi. Ancak,
Tommy Phan'a artık Chip Nguyen'in yapacakları
vızgeliyordu. Chip Nguyen ahmağın tekiydi.
Tabancalara, savaş sanatlarına ve sert konuşmaya çok
fazla güvenen, viski içmeye meraklı bir budala. Büyük
bir güç ve dikkatle atılan bir tekvando tekmesi, doğaüstü
güçlerce canlandırılan ve .40 kalibrelik kurşunu
karnından yemesine rağmen yaşamaya devam eden
iblis bir bebeği durduramazdı.
İşte bu tartışma götürmez bir gerçekti. Akşam
haberlerinde duyacağınız ya da gazetelerde
okuyacağınız türde bir gerçek değil. Okulda ya da
kilisede öğretilen gerçeklerle de ilgisi yoktu bunun. Cari
Sagan'ın ya da bilim adamlarının alkışlayarak etrafa
yayacakları bir gerçek de sayılmazdı. Ama Tommy'ye
göre yine de bir gerçekti. Tabii bunu ancak National
Enquirer gibi bir paçavra yayınlanabilirdi. Felaketlerle
dolu çağımızda tehlikeli bir biçimde çoğalıp cirit atan
iblisler ve Aziz Elvis'in canlanıp insan biçimine giren
şeytanla yeni yüzyılın başlarında girişeceği o kaçınılmaz
savaşla ilgili bir makalede hem de.
Tommy tabancayı yaratığa doğru tutarken içinden
çılgınca bir kahkahanın yükselmek üzere olduğunu
hissetti. Ancak kendini kontrol etti. Deli değildi. Artık
korkusunu bastırmıştı. Asıl çıldıranlar tanrılar olmalıydı...
Kainat da bir tımarhaneydi... Çünkü evrende, bez bebek
kılığına girmiş yırtıcı, küçük iblis gibi bir yaratığa yer
olmaması gerekirdi.
Bez bebek doğaüstü bir varlığa benziyordu. Eğer
öyleyse ona karşı koymak aptalca bir şey olacaktı. Ama
Tommy de tabancasını bir yana atıp boğazını açarak o
acımasız ve öldürücü ısırışı bekleyemezdi. Silahla ateş
ettiği zaman çıkan kurşunlar
o nesneyi yere devirmiş ve geçici olarak sersemletmişti.
Belki bu garip hayvanı tabancayla öldüremeyecekti ama
hiç değilse kendisine yaklaşmasını engelleyecekti.
Tabii kurşunlan bitene kadar.
Üç el ateş etmişti. İlk kurşunu o nesne perde
çubuğundan kafasına atladığı zaman harcamıştı. Diğer
ikisini de yerde yatarken.
On üçlük tabancada on kurşun kalmıştı. Yatak
odasındaki dolapta da bir kutu dolusu kurşun vardı. Onu
alabilirse yaşama süresini daha uzatabilirdi.
Bez bebek yırtık bezle sarılı başını yana eğerek
genç adama baktı. Parlak yeşil gözlerinde açlık
okunuyordu. Yüzüne sarkan pamuklu kumaş şeritleri
beyaz buklelere benziyordu.
O ana kadar gökgürültüsü silah sesini maskelemiş
olmalıydı. Ama eninde sonunda, huzur dolu İn/ine
kentinin sakinleri bu evde bir savaş olduğunu anlayacak
ve polisleri çağıracaklardı...
Bez bebek Tommy'ye bakarak tısladı.
«Tanrım, nedir bu? Alacakaranlık Kuşağı
Kasabası'nda silah düellosu mu?»
Polis geldiğinde Tommy onlara olanları anlatmak
zorunda kalacaktı. Tabii paranoid şizofreni illetine
tutulmuş gibi konuşacaktı. Ondan sonra yaratık ya
küstahça kendini polise gösterecekti ya da sinsi küçük
iblis bir yere saklanacaktı. Polisin abuk sabuk konuşan
genç adamı duvarları kauçuk kaplı, penceresiz ama
aydınlatılmış bir odaya götürmelerine izin verecekti.
Hangisi olacaktı? Tommy yaşadığı o an içinde
olasılıkların hiçbirine aldırmıyordu. Her iki durumda da
dehşet sona erecekti. O da altına kaçırmaktan
kurtulacaktı. Soluk alacak zaman bulacak, bu olayı
düşünecekti. Hatta belki de burada olanlarla ilgili esrarı
çözmeyi bile başaracaktı. Ne var ki bu olasılık bile, ona
yaşamın anlamını kavraması kadar imkânsızmış gibi
gözüküyordu.
İblis tekrar tısladı.
Tommy'nin aklına hiç de hoş olmayan yeni bir şey
geldi. Belki de bu iğrenç küçük yaratık onun peşinden
psikiyatri koğuşuna gelir ve yaşamının sonuna kadar
işkence etmeyi sürdürebilirdi. Kararsızca davranıp
doktorlarla hemşirelere gözükemeyebilirdi de...
Bez bebek saldıracağı yerde birdenbire kanepeye
doğru atıldı. Kanepe hâlâ Tommy'nin çektiği yerde
duruyordu.
Genç adam tabancasının nişangâhıyla yaratığı
izledi. Ama, geri kalan kurşunlarından birini harcamasını
haklı çıkaracak kadar dikkatle nişan almayı başaramadı.
O nesne kanepenin arkasında gözden kayboldu.
Düşmanının kaçışına biraz sevinen Tommy umutla,
belki de kurşun ona biraz olsun zarar vermiştir, diye
düşündü. Hiç olmazsa daha tedbirli davranmaya
çalışacaktır. Bez bebeğin kendisinden kaçtığını görmek,
fiziksel üstünlüğünün sağladığı kuşku götürmeyecek
avantajı yeniden düşünmesine neden oldu. Kaybettiği
güvenin birazcığını yeniden kazandı.
O hantal eşyanın arkasına göz atmak için odada
ilerledi. Kanepenin bir ucu hâlâ duvara değiyor, altı da
zemine oturuyordu. Yani arkadaki boşluk V biçimi bir
çıkmaz sayılabilirdi. Ama bez bebek orada değildi.
Tommy sonra kanepenin arkasındaki deliği ve yırtık
kumaş parçalarını gördü. Yaratık kanepeyi delmiş ve
içine saklanmıştı.
«Neden?»
«Neden 'Neden' diye soruyorsun?»
Bebeğin yüzündeki teyeller koptuğundan ve o ilk
korkunç göz kumaştaki yırtıktan kendisine baktığından
beri genç adam, 'Neden'le başlayan bütün sorulardan
vazgeçmişti. Bu sorular mantığın yönettiği, çılgın
olmayan bir dünyaya aitti. Tommy'nin şimdi kendisini
bulduğu yere değil. Artık önemli olan soru: «Nasıl?»dı~
«Bu lanet hayvanı nasıl durdurabilirim?» Ayrıca, «Şimdi
ne olacak?» diye de sormak zorundaydı. Olaylar son de-
rece mantıksızdı. Bu yüzden o gece şafaktan önce neler
olacağını tahmin etmesi imkânsızdı. Ne var ki, Tommy
bebeğin neden orada olduğunu ve senaryonun nasıl
gelişeceğini anlamak zo
rundaydı.
ZAMANIN ŞAFAKTA DOLUYOR.
Tommy bu mesajın ne anlama geldiğini
anlayamıyordu. Za
manım mı? Bu ne demek, Tanrı aşkına? Bu sınırı kim
çizdi? Za
manım dolmadan önce neler yapmam gerekiyor?
TİK TAK.
Ah, evet, Tommy bu mesajın ne anlama geldiğini
biliyordu.
Zaman tükeniyordu. Gece, dışarıda yağan yağmur gibi
hızla
akıyordu. Kendisini toplayarak bir şeyler yapmadığı
takdirde gü
neş doğmadan önce kavrüacaktı.
TİK TAK.
Aç bebek için kızartılacaktı.
TİK TAK.
Çatır çatır. Şapır şapır.
Tommy'nin başı dönüyordu. Ama yere düşüp,
kafasını
çarptığı için de değil.
Genç adam kanepeye dikkatle bakarak etrafında
dolaştı.
Ateş! Belki gürül gürül yanan bir ateş bir
kurşundan daha
iyi sonuç verir.
O yaratık kanepenin içinde yuva kurarken -ya da
lanet ola
sıca hayvan orada ne yapıyorsa- buna dalmışken ben
de usulca
• garaja inip, Corvette'den bir litre benzin çekebilirim.
Mutfaktaki çekmeceden de bir kutu da kibrit kaparım.
Sonra buraya dönerek kanepeyi tutuştururum.
Hayır, hayır. Bu çok zaman alır. O iğrenç küçük
sürüngen gittiğimi anlar. Geri döndüğüm zaman belki
de kanepenin içinden çıkmış olur.
Bez bebeğin sesi duyulmuyor. Ama bu onun
uyuduğu anlamına gelmez. Küçük canavar bir şeyler
planlıyor.
Tommy'nin de bir plana ihtiyacı vardı. Hem de nasıl!
«Düşün, düşün!»
Halı açık bej olduğu için Tommy hem aşağıdaki
dolaba, hem de yukarıdaki banyoya leke çıkarıcı bir sıvı
koymuştu: Halıya kola ya da benzeri bir şey
döküldüğünde onu hemen çıkarabilmek için. Yoksa leke
kalıcı olurdu. Tenekede yaklaşık yarım litre sıvı kalmıştı.
Tenekenin üzerinde de iri kırmızı harflerle yazılmış bir
uyarı vardı: «Çok Kolay Tutuşur.»
«Çok kolay tutuşur.» Bu sözler kulağa ne de hoş
geliyordu. Çok kolay tutuşur. Çabuk tutuşur. Göz
kamaştıracak biçimde tutuşur. Tutuşarak patlar. İngiliz
dilinde hiçbir söz kulağa bunlar kadar hoş gelemezdi.
Yatak odasındaki küçük şöminenin önünde de,
Tommy'nin seramik kütüklerin altından çıkan gazı
tutuşturabilmesi için pilli bir propan tutuşturucu vardı.
Çalışma odasından çıkarak leke temizleyici tenekesini
kapar, tutuşturucuyu da şöminenin önünden alabilirdi.
Üstelik bir dakika içerisinde buraya dönebilirdi. Belki de
tüm bunlar bir dakika bile sürmezdi.
Bir dakika. Bez bebek zeki bir yaratığa benziyordu
ama belki Tommy'nin o kısacık sürede odadan çıktığını
farketmeye^ cekti.
«Eh, bil bakalım asıl kim kavrulacak?»
Bu düşünce genç adamın gülümsemesine neden
oldu.
Esrarlı yaratığın sığındığı kanepenin içinden bir
gıcırtı duyuldu. Sonra da tiz bir 'Tınnk' sesi. Tommy
irkildi. Yüzündeki tebessüm de silindi. Küçük canavarın
sesi yine kesildi. Bir işler karıştırdığı ke
sindi. Ama ne? Genç adam leke çıkarıcıyla kanepeyi
tutuşturursa alevler halıya yayılacak, sonra hızla
duvarlara tırmanacaklardı. Kanepe
yi tutuşturur tutuşturmaz itfaiyeye telefon açsa bile evi
yanabilirdi.
Kuşkusuz evini her türlü kötü olaya karşı sigorta
ettirmişti. Ama sigorta şirketi kundakçılıktan
şüphelenirse para vermeyi reddederdi. Sigorta müfettişi
de herhalde olay yerini incelerken molozların arasında
tutuşturucunun yani leke çıkarma sıvısının izlerini
bulurdu. Tommy kendini savunmak için yangın çıkardığı-
na hiç kimseyi inandıramazdı.
Ne olursa olsun, kapıyı usulca açacak ve sessizce
koridora süzülecekti. Koşup leke çıkarıcıyı alacak, sonra
da işi şansa bırakacaktı...
Bez bebeğin ininden, yırtılan bir kumaşın çıkardığı
ses geldi. Garip yaratık tam Tommy'nin önünden dışarı
fırlarken kanepenin minderlerinden biri yerinden kaydı.
Bez bebeğin kemikli elinde on beş santim uzunluğunda
kırılmış bir kanepe yayı vardı. Üç milim kalınlığında
parlak çelikten oluşan bir helezon.
Küçük canavar öfke ve bilinçsizce bir nefretle
haykırdı. Kulakları tırmalayan cırlak sesi elektronik bir
titreşim kadar tizdi. Yaratık kanepeden Tommy'ye doğru
müthiş bir güç ve hızla atıldı. Sanki uçuyordu.
Genç adam hemen onun yolundan çekildi ve
düşünmeden ateş etti. Böylece bir kurşun daha
harcamış oldu.
Anlaşılan lanetli hayvan aslında saldırıya
geçmemişti. Bu bir aldatmacaydı. Bez bebek halıya
atlayarak, hızla yanından geçti. Odada ilerleyerek yazı
masasının yanından dolaştı. Sonra da gözden kayboldu.
Bir fare kadar hızlıydı, ama insan gibi arka ayaklarının
üzerinde koşuyordu.
Genç adam, bez bebeğin peşinden gitti. Yaratığı bir
köşeye kıstırıp tabancayı kafasına dayamayı ve
yakından üç el ateş etmeyi planlıyordu. Böylece
yaratığın beynini dağıtacaktı. Tabii küçük hayvanın
beyni var idiyse. Böylece, bebeğin karnına saplanan o
tek kurşunun başaramadığı olay gerçekleşecekti.
Tommy, bez bebeğin peşinden giderek, yazı
masasının yanından dolaştı. Ve küçük iblisi buldu. Prizin
önündeydi ve başını kaldırmış geriye, genç adama
bakıyordu. Çelik yayı prize sokarken parçalanmış
bezlerin arasından sırıtıyormuş gibiydi.
Çıplak çelikten elektrik akımı geçti. Çatırtılar
duyuldu. Dışarıdaki kutudan bir sigorta attı. Bütün ışıklar
söndü. Şimdi yalnızca bez bebeğin üzerinden dökülen
sarı mavi kıvılcımlar etrafı aydınlatıyordu. Bu havai fişek
gösterisi sadece bir an sürdü. Sonra odaya karanlık
çöktü.
uç
Sokak lambalarının ışıkları hem uzakta
bulunduklarından, hem de ağaçların engellemesi
yüzünden pencerelere zorlukla erişebiliyordu. Yağmur
damlaları pırıldayarak camdan akıyor, arada sırada
ışıkları donuk pirinç rengi ışıltılarla yansıtıyorlardı. Ama
ışık odanın içine giremiyordu.
Tommy şok nedeniyle donmuş kalmıştı. Kör olmuş
gibiydi. Odada hiçbir şeyi görmüyor, düşgücünün
kafasında yarattığı korkutucu sahneleri ise görmezden
gelmeye çalışıyordu.
Dama vuratı yağmurun tıkırtısı ve saçaklarda
dolaşan rüzgârın iniltisinden başka bir ses
duyulmuyordu. Bez bebeğin ölmediği kesindi. Karnına
yediği .40 kalibrelik kurşundan etkilenmediği gibi elektrik
de onu hiç etkilememişti.
Tommy tabancayı sanki sihirli güçleri varmış ve onu
evrendeki bilinen, bilinmeyenden; maddi, manevi tüm
dehşet verici şeylere karşı koruyacakmış gibi sıkıca
tutuyordu. Aslında bu zifiri karanlıkta silah hiçbir işe
yaramayacaktı. Göremediği için bez bebeği uygun bir
yerinden ustalıkla vurarak sersemletmesi imkânsızdı.
Genç adam, herhalde o yay parçasını elinden
atmıştır, diye düşünüyordu. Prizden uzaklaşmış olmalı.
Belki de karanlıkta bana bakıyor. Mumya sargılarına
benzeyen bez şeritlerin arasından bana sırıtıyor.
-76
Belki de ateş etsem iyi olur. Şarjördeki dokuz
kurşunun hepsini de yaratığın ışıklar sönmeden önce
durduğu tarafa göndermeliyim. Elbet dokuz kurşundan
biri ya da ikisi hedefi bulur. Tanrı aşkına! Chip Nguyen
olmasam da bunu başarabilirim. Bez bebek
sersemleyerek kollarını, bacaklarını oynatırken, koridora
fırlarım ve kapıyı çarparak arkamdan kapatırım. Ba-
samakları ikişer ikişer inip evden kaçarım.
Kahretsin! Ondan sonra ne yaparım, bunu
bilemiyorum. Bu yağmurlu gecede nereye giderim?
Kimden yardım isterim? Bütün bildiğim yaşamak
istiyorsam, bu yerden kaçmam gerek.
Ama yine de tetiği çekerek tabancayı boşaltmak
istemiyordu.
Körlemesine ateş ederken o vahşi yaratığı
sersemletemezse kapıya bile erişemezdi. Bez bebek
onu yakalayacak, bacaklarından sırtına bir kırkayak
hızıyla tırmanacaktı. Ensesini ısıracak sonra öne doğru
kayacaktı. Tommy etkisizce çırpınırken dişlerini boynuna
geçirerek şahdamarını koparacak ya da gözlerini oymak
için kafasına sıçrayacaktı.
Tüm bu düşünceler yalnızca düşgücünün hızla
çalışması değildi. Genç adam o nesnenin niyetini iyice
seziyordu. Sanki aralarında psişik bir bağ vardı.
Yaratık tabanca boşaldıktan sonra saldırıya geçtiği
takdirde Tommy paniğe kapılacaktı. Sendeleyecek,
eşyalara çarpacak, yere yuvarlanacaktı. Ve yere
yuvarlanır yuvarlanmaz da bir daha ayağa kalkma fırsatı
bulamayacaktı.
Evet, en iyisi kurşunlarını saklaması olacaktı.
Bir adım geriledi. Sonra iki adım. Derken birden
durakladı. Müthiş bir duyguyla sarsılmıştı. O küçük
hayvanın ışıklar söndüğü sırada durduğu yerde yani
önünde olmadığından emindi. O, şimdi arkasındaydı!
Tommy kararsızlık içinde oyalanırken yanından
dolaşmıştı! Şimdi usul usul ona yaklaşıyordu!
Hızla yüz seksen derece döndü ve tabancayı
tehlikenin geleceğinden kuşkulandığı yere doğru uzattı.
Odanın bu bölümü pencereli taraftan daha da
karanlıktı. Sanki evrenin, yaratıcı enerji ve maddenin
henüz erişemediği en uzak ve bomboş sınırıydı.
Soluğunu tuttu.
Etrafını dinledi ama bez bebeğin sesini duyamadı.
Sadece yağmurun gürültüsü işitiliyordu.
Yağmur.
Tıkırdayan yağmur damlaları.
Davetsiz misafirin onu en çok korkutan yanı, o çok
yabancı ve korkunç görünüşü değildi. O şiddetli
düşmanlığı, fiziksel çevikliği ve hızı da. Ya da ilkel
korkuları uyandıran kemiriciler boyunda olması, hatta
onun varolmasıyla ilgili esrar da o denli korkutucu
değildi. Tommy'nin belkemiğinin üzerinde buzdan eller
dolaşmasının ve soğuk soğuk terlemesinin nedeni
yaratığın son derecede zeki olmasıydı.
Tommy başlangıçta karşısındakinin bir hayvan
olduğunu sanmıştı. Bilinmeyen, kurnaz bir yaratık, ama
yine de bir hayvan... Oysa küçük canavar çelik yayı
elektrik prizine soktuğu zaman karmaşık ve dehşet verici
özellikleri olduğu ortaya çıkmıştı. Basit bir kanepe yayını
kullanarak çalışma odasındaki cereyanı kesecek kadar
elektrik sisteminden anlamak... Müthiş şeylerdi bunlar.
Yalnızca düşünmüyordu. Ayrıca hiçbir hayvanın öğrene-
meyeceği üstün bir bilgiye de sahipti.
Tommy'nin yapabileceği en kötü şey, düşmanı onu
buz gibi bir mantık ve soğukkanlıkla izlerken kendi
hayvanca sezgilerine güvenmesi olurdu. Evet bazen bir
geyik içgüdüleriyle avcının elinden kurtulabilirdi. Ama
çoğu zaman vurulurdu. Çünkü yüksek zekâsı, insana,
geyiğin hiçbir zaman elde edemeyeceği bir üstünlük
sağlardı.
Genç adamın her hareketini önceden iyice
düşünmesi gerekiyordu. Yoksa mahvolacaktı.
Ama belki de zaten mahvolmuştu.
Bu artık bir fare avı değildi.
Bez bebeğin odayı stratejik bir biçimde
karanlıklaştırması, bunun iki eşit düşman arasındaki bir
savaş olduğunu gösteriyordu. Ya da Tommy böyle
olduğunu umuyordu. Çünkü güçler eşit değilse, bu
gerçekten bir fare avı sayılırdı. Ve fare de kendisiydi.
Bu yaratık karanlığı seçerek fiziksel üstünlüğümün
bana sağladığı üstünlüğü ve tabancanın yarattığı
tehlikeyi mi azaltmaya çalıştı? Yoksa bu karanlık ona
üstünlük mü sağlıyor? Belki o da bir kedi gibi geceleri
etrafını gündüz olduğu kadar iyi görüyordur. Hatta
geceleri etrafını daha da iyi görmesi olasılığı da var.
Ya da bu iğrenç küçük canavar izimi bir av köpeği
gibi kokumdan buluyor. Eğer bu yaratıkta bir insanın
üstün zekâsı ve bir hayvanın gelişmiş duyuları varsa,
ben öldüm demektir.
Tommy yüksek sesle, «Benden ne istiyorsun?» diye
sordu.
Fısıltıya benzeyen hafif bir ses kendisine karşılık
verseydi buna hiç şaşmayacaktı. Hatta yaratığın
kendisiyle konuşmasını umuyordu. Bez bebek konuşsa
ya da tıslasaydı, o zaman düşmanın yerini
belirleyebilecekti. Belki ateş bile edebilirdi.
Genç adam ekledi. «Neden ben?»
Bez bebek yine sesini çıkarmadı.
Onun gibi bir yaratık günün birinde tahtaların
arasından sürünerek ya da arka bahçedeki bir delikten
kıvrılıp bükülerek çıksaydı, Tommy duruma şaşacaktı.
Belki o nesnenin uzaydan geldiğini düşünecekti. Belki de
hayvanın vicdansız bir bilim adamının biyolojik silahlar
üzerinde çalıştığı gizli genetik mühendisliği
laboratuvarından kaçtığını sanacaktı. Bu türden bütün o
korkutucu filmleri görmüştü. Böylesi bir tahminde
bulunmak için yeterli bilgisi vardı.
Oysa durum, bunlardan çok daha şaşırtıcıydı. Bu
yaratığı hemen hemen suratı olmayan bezden bir bebek
biçiminde kapısının önüne bırakmışlardı. Küçük canavar
da ya bebeğin içinden çıkmış ya da hızla biçim
değiştirmişti. Ve Tommy bu olayı uygun bir biçimde
açıklamasına yardım edecek hiçbir film görmemişti.
Tommy Heckler/Koch'u sağa sola çevirerek o
küçücük davetsiz misafiri kendisine yanıt vermeye
zorladı. «Sen nesin?»
Bez bebek üzerindeki beyaz pamuklu kılıfıyla
insanın aklına voodoo'yu getiriyordu. Ama bir voodoo
bebeğiyle bu yaratık arasında benzerlik yoktu. Bir
voodoo bebeği sadece kaba saba bir fetiştir. Sihirli etkisi
olduğu sanılan bir şey. Bebek zarar verilmek istenen
insana benzetilir ve üzerine kurbanın bir tutam saçı,
tırnaklarını keserken attığı parçalar ya da kanının bir
damlası eklenirdi. Fetişe verdiği zararın bu kimseyi de
etkileyeceğine inanan işkenceci, bebeğe toplu iğneler
saplar, onu yakar veya bir kova suda boğardı. Ama
bebek hiçbir zaman canlanmazdı. Ve seçilen kurbana
saldırıp eziyet etmek için adamın evinin kapısına
gitmezdi.
Tommy yine de yağmurun dinmek bilmeyen
gürültüsü arasında karanlıklara doğru, «Voodoo?» dedi.
Voodoo büyüsü olsun olmasın genç adamın
öğrenmesi gereken en önemli şey bu bebeği kimin
yaptığıydı. Biri pamuklu kumaşı kesip biçmiş ve onu
zencefilli adam şeklinde kurabiyelere benzeyen bir şekle
sokmuştu. Boş kılıfın içini ele kum gibi gelen ama
bundan çok daha uğursuz bir şeyle doldurmuştu.
Tommy' nin asıl düşmanı bu bebeği yapan kimseydi.
Onu öldürmeye çalışan yaratık değil.
Bez bebeğin bir sonraki hareketini bekleyerek onu
yaratan kimseyi bulması imkânsızdı. Problemleri tepki
göstererek değil, harekete geçerek çözümleyebilirdi.
O canavar sorularına cevap vermeye yanaşmasa
bile, küçük hayvanla iletişim kurmuş sayılırdı. Tommy
bez bebeğin kalbinin baş parmağının altında attığını -bir
böceğin kıvranmasına benzeyen o şeyi- hissettiği andan
beri ilk kez kendisine güvenebiliyordu. O bir yazardı. Bu
nedenle de sözcükleri kullanmak, kontrolün elinde
olduğunu düşünmesini sağlıyor, içini rahatlatıyordu.
Belki de karanlığa doğru haykırdığı o sorular kendi
güvenini artırırken, bez bebeğin kuşkuya kapılmasına
yol açmıştı. Yaratığın güvenini azaltmıştı. Soruları
dikkatle hazırladığı ve onları otoriter bir tavırla sorduğu
takdirde belki de garip hayvanın kurbanının ondan
korkmadığına ve kolaylıkla yem olmayacağına
inanmasını sağlayabilirdi. Her neyse... Böyle
olabileceğini düşünmek bile Tommy'nin güvenini artırdı.
Genç adamın stratejisi homurdanan bir köpekle
karşılaşan bir insanınkiyle aynıydı: Korktuğunu belli
etme.
Ne yazık ki Tommy korktuğunu fazlasıyla belli
etmişti. Şimdi bu izlenimi de silmesi gerekiyordu. Artık
terleyip durmasam diyordu kendi kendine. Acaba bu
nesne terimin kokusunu alıyor mu?
Sert bir ifadeyle sorduğu soruların oluşturduğu zırha
bürünerek pencerelerin karşısındaki duvarın ortasına
doğru yürüme cesaretini gösterdi. Kapının orada olması
gerekiyordu. «Kahretsin! Sen nesin? Evime girmeye ne
hakkın var? Seni kim yaptı? Kim kapımın önüne
bırakarak zili çaldı?»
Tommy kapıya çarparak tokmağı araştırdı ve onu
kavradı... Bez bebek yine saldırmadı.
Tik-Tak / F:
6
Genç adam kapıyı hızla açtığı zaman koridordaki
ışıkların sönük olduğunu gördü. Onlar da çalışma
odasıyla aynı sigortaya bağlıydılar. Ama alt katta
lambalar yanıyor ve merdivenleri sönük bir ışık
aydınlatıyordu.
Çalışma odasından çıkarken bez bebek hızla
bacaklarının arasından dışarı fırladı. Önce onu göremedi
ama sonra küçük canavarın tısladığını duydu. Yaratığın
blucinine süründüğünü hissetti.
Bir tekme attıysa da, bez bebeğe vuramadı. Ayağını
tekrar tekrar salladı. Bir tıkırtı ve homurtu genç adama
yaratığın ondan uzaklaştığını açıkladı. Garip hayvan
hızla kaçıyordu. Bez bebek sahanlıkta, aşağıdan gelen
ışıkta bir gölge gibi belirdi. Dönerek parlak yeşil gözlerini
genç adama dikti.
Tommy tabancayı kaldırdı.
Bezlere sarılı bebek mafsal kemikleri iri olan
yumruğunu kaldırarak ona doğru salladı. Meydan
okurcasına bağırıyordu. Hafif ama tiz sesi insanın
kulaklarını tırmalıyordu. Bu çığlık dünyadaki hiçbir
canlının sesine benzemiyordu.
Tommy nişan aldı, ama daha ateş edemeden
yaratık hızla merdivenden inerek gözden kayboldu.
Hayvanın kendisinden kaçması Tommy'yi şaşırttı,
ama rahatlattı da. Tabancası ve korkusunu belli
etmemekle ilgili yeni stratejisi küçük hayvanın tereddüte
kapılmasına neden olmuştu.
Tommy'nin şaşkınlığı hızla rahatlamaya
dönüşmüştü. Ve rahatlık da hızla telaşa. Yaratık ondan
uzakta ve ışık da az olduğu için on beş santim
boyundaki çelik yayın hâlâ elinde olup olmadığını
görememişti. Ama, hayır yaratık yayı bırakmamıştı.
Yumruğunu sıkıp salladığında çelik parçası diğer
elindeydi.
. «Ah, kahretsin!»
Tommy'nin yeni kavuştuğu güveni hızla azalıyordu.
Aceleyle merdivene koştu. Bez bebek görünürlerde
yoktu. Genç adam basamakları ikişer ikişer indi. Alt
basamakta az
kalsın düşüyordu. Dengesini kaybetmemek için
tırabzana sıkıca sarıldı ve o arada yaratığın
basamaklarda olmadığını gördü.
Aynı anda bir hareket dikkatini çekti. Bez bebek
küçük holden hızla geçerek salona daldı.
Tommy, yatak odasına gidip çekmeceden elfenerini
almam gerekirdi, diye düşündü. Artık geri dönüp onu
almak için çok geçti. Hızlı hareket etmediği takdirde
giderek daha savunmasız bir duruma düşecekti. Ya
bütün elektrik sisteminin bozulduğu kapkaranlık bir eve
hapsolacak, dışarı çıkamayacaktı ya da dışarı fırlayarak
fırtınada yaya olarak kaçmak zorunda kalacaktı. Bez
bebek de karanlık ve yağmurdan yararlanarak ona arka
arkaya saldırıp gerileyecekti.
Kuşkusuz yaratığın gücü hiçbir zaman kendisininki
kadar değildi. Olamazdı. Ama garip hayvan bu fiziksel
eksikliğini olağanüstü dayanıklılığı ve ısrarcılığıyla telafi
ediyordu. Yaratık, Tommy'nin çalışma odasından
çıkarken yaptığı gibi korkusuz biri rolünü oynamıyordu.
Bez bebek Lilliput'lar boyundaydı ama gerçekten de
pervasızca bir cesareti vardı. Bu savaşı kazanacağından
emindi. Tommy'yi kovalayacak ve onu ele geçirecekti.
Genç adam küfrederek son basamakları da indi.
Hole adımını atarken yine bir çatırtı duydu. Hem
antrenin, hem de salonun ışıkları söndü.
Sağa dönerek yemek odasına girdi. Pirinç ve buzlu
saydam camdan yapılmış avize isfendan tahtasından
masanın cilalı yüzeyini hoş bir biçimde aydınlatıyordu.
Genç adam büfenin yukarısındaki çerçevesi süslü
aynada kendini gördü. Saçları karmakarışıktı. Gözleri
irileşmiş, akları iyice ortaya çıkmıştı. Çıldırmış gibi
görünüyordu.
Kanatları öne arkaya açılan kapıdan mutfağa
girerken, bez bebek arkasından bir çığlık attı. Yine
elektrik kontak yaparken çıkan o çatırtı duyuldu ve
yemek odasının ışıkları da söndü.
Neyse ki mutfak, yemek odasıyla aynı sigortaya
bağlı değildi. Tepedeki floresan lambaları hâlâ ışıl ısıldı.
i
Tommy masadaki çengelden arabanın anahtarlarını
kaptı. Şıngırdadı bunlar. Ahenksiz ve boğuk sesleri çan
seslerini andırmıyordu ama Tommy pazar ayini
sırasında çalan kilise çanlarını anımsadı. Benim suçum,
benim suçum, benim korkunç suçum. Genç adam bir an
kendini kurban edilecek biri gibi değil, müthiş bir suç
duygusunun altında ezilen bir insan gibi hissetti. Sanki
bu gece başına gelen bu olağanüstü olaya kendisi
neden olmuştu. Bütün bunları hak etmişti.
Yemek odasına açılan kapının menteşeleri öyle
güzel çalışıyordu ki yirmi beş santim boyundaki bez
bebek bile Tommy' nin hemen arkasından mutfağa
girmeyi başardı. Genç adamın elinde anahtarlar
şıngırdıyordu. Burnunda o tanıdık tütsü kokusu vardı.
Koku, genç adamın kilisede buhurdanlığı taşıdığı çocuk-
luk günlerindeki kadar tatlı ve keskindi. Tommy durup
arkasına bakmaya cesaret edemedi. Ama yaratığın
küçük pençeleri yerdeki fayanslara çarparken çıkardığı
tık-tık-tık sesini duyabiliyordu.
Tommy çamaşırlığa girdi ve arkasından kapıyı
çarparak kapattı.
Kapıda kilit yoktu. Ancak bu önemli değildi. Bez
bebeğin diğer tarafta kapıya tırmanarak tokmağı
çevirmesi olanaksızdı. Yaratık artık peşinden
gelemeyecekti.
Daha kapıdan uzaklaşamadan çamaşırlığın ışıkları
da söndü. Anlaşılan burası mutfakla aynı sigortaya
bağlıydı. Yaratığın oradaki elektriğe de kısa devre
yaptırdığı anlaşılıyordu. Genç adam karanlıkta el
yordamıyla ilerledi.
Bu dikdörtgen biçimli küçük odada, çamaşır ve
kurutma makinesinin hemen gerisinde, garaja açılan
kapı vardı. Tommy'nin az önce kapattığı kapının tam
karşısındaydı bu. Kapıya sağlam bir kilit takılmıştı.
Garajın ışıkları hâlâ yanıyordu.
Çamaşırlığa açılan kapının kilidinin bu taraftan
kilitlenmesi gerekiyordu. Ama Tommy bunu yaparak
zaman kaybetmeyi istemiyordu. Buna gerek yoktu.
Tommy duvardaki düğmeye bastığı zaman büyük
garaj kapısı gürültüyle yukarıya doğru kalkmaya başladı.
Ve fırtına alttaki giderek genişleyen aralıktan içeriye bir
köpek sürüsü gibi gürültüyle girdi.
Genç adam telaşla Corvette'in yanından dolaşarak
şoför yerine geçti. Garajın ışıkları titreyip söndü.
Yukarıya doğru yükselen kapı yarı yerde durdu.
Tommy'nin çıkış yolu şimdi yarı kapalıydı.
Olamaz!
Bu bez bebek elektriği bozmak için iki kapalı
kapıdan geçerek garaja girmiş olamazdı. Ayrıca o
yaratığın evden fırlayarak elektrik servis panosunu
bulması; duvardaki tellerin geçtiği boruya tırmanması,
kutuyu açarak bir kolu indirmesi için yeterli zaman
bulmuş olması imkânsızdı.
Ama garaj şimdi güneş ışıklarının hiç erişemediği
acayip bir ayın arka yüzü gibi kapkaranlıktı. Garaj kapısı
da sadece yarısına kadar açılmıştı.
Tommy karanlıkta telaşla yukarıya elini uzattı ve
sonunda kapıyla onu hareket ettiren elektrik motoru
arasındaki bağlantıyı kesen zinciri buldu. Aşağıya doğru
sarkıyordu bu. Genç adam tabancasını elinden
bırakmadan garaj kapısına koştu. Ve onu eliyle iyice
yukarıya doğru iterek açtı.
Kasım rüzgârı gürültüyle soğuk yağmur damlalarını
yüzüne çarptı. Isı, Corvette'yle araba galerisinden ayrılıp
kıyıdan güneye doğru indiği zamankine göre, en aşağı
on derece düşmüştü.
Tommy bez bebeğin kendisini bahçe yolunda
bekleyeceğini sanıyordu. Öfke dolu yeşil gözleriyle ona
bakacaktı. Oysa yakındaki sokak lambasının, yağmurun
arasından sızan sodyum sarısı ışıkları, yaratığın orada
olmadığını açıklıyordu.
Yolun karşı tarafında diğer evlerin pencerelerinden
insana sanki, «Hoşgeldiniz,» diyen sıcak ışıklar
süzülüyordu. Tommy'nin sağındaki ve solundaki evlerde
de durum aynıydı.
Garajda elektriklerin kesilmesinin nedeni fırtına
değildi. Zaten genç adam da buna inanmamıştı.
Tommy Corvette'e erişemeden saldırıya
uğrayacağını sanıyordu ama bez bebekle
karşılaşmadan direksiyona geçti. Kapıyı çarparak
kapattı.
Tabancayı kanepeye, kolaylıkla alabileceği bir yere
koydu. Silahı çok uzun süre ne yapacağını bilemeden
elinde tutmuştu. Parmakları bu yüzden kıvrılıp
kasılmışlardı. Yarı uyuşmuş parmaklarını gevşetmek ve
rahatça kullanabilmek için onları defalarca kapatıp
açmak zorunda kaldı.
Motor hiç duraklamadan çalıştı.
Farlar garajın dip duvarını, bir tezgâhı, dikkatle
dizilmiş araç gereçleri, bir Shell servis istasyonunun kırk
yıl önceki güzel levhasını ve James Dean'in posterini
aydınlattı. James resimde «Rebel VVithout A Cause»
filminde kullandığı 1949 model bir Mercury'ye
yaslanmıştı.
Tommy garajdan geri geri çıkarken bez bebeğin
kendi ördüğü örümcek ağından doğruca ön cama
atlamasını bekledi. Giderek daha çok kirlenip yırtılan
bebek kılıfı yaratığı örtüyordu ama canavarın
sürüngenleri andıran bir yanı olduğu da anlaşılıyordu.
Pulluydu ve gözleri de bir yılanınki gibiydi. Tommy,
yaratığın böceklere benzeyen bir yanı olduğunu da
seziyordu. Fakat onun bu konudaki yetenekleri ve
özellikleri henüz tam anlamıyla ortaya çıkmamıştı.
Genç adam geri geri bahçe yoluna, sele benzeyen
yağmura çıktı. Cam silicilerini çalıştırarak sokağa indi.
Garaj kapısını açık bırakmış, diğerlerini de kilitlememişti.
Ben evde yokken içeriye ne girebilir? En kötü
ihtimalle bir sokak kedisi ya da köpeği mi? Bir hırsız mı?
Ellerinde kırmızı boya kutularıyla her tarafı kırıp dökmek
isteyen uyuşturucu almış, geri zekâlı gençler mi?
Tommy, iblis bebekten kaçtıktan sonra sıradan
davetsiz konuklarla başa çıkmaya hazırdı ve bunu
başarabilirdi. Ancak vites değiştirerek evden
uzaklaşırken önsezileri ona sarsıcı bir şeyi fısıldadı. «Bu
evi bir daha göremeyeceğim.»
Evlerin bulunduğu bu semtte arabayı fazla hızlı
sürüyor, adeta uçuyordu. Sel basmış bir kavşaktan
geçerken etrafa suları sıçrattı. Üç metre boyunda, beyaz
sudan kanatlar oluştu sanki. Yavaşlamayı hiç
istemiyordu. Ona cehennemin kapıları açılmış gibi
geliyordu. Ve o kapılardan karınca sürüleri gibi kay-
naşan, iğrenç, korkunç yaratıklar çıkıyordu. Hepsinin de
aklında aynı kurban adı vardı: Tommy Phan.
İblislerin varolduğuna inanmak belki aptallıktı. Ama
-onlar gerçekten var idiyseler- ellerinden üç yüz beygir
gücündeki spor bir arabayla kaçıp kurtulabileceğini
sanmak gerçekten aptallıktı. Genç adam arabayı sanki
şeytan peşine takılmış gibi sürüyordu.
nesinin anlattığı masalların geçtiği Martı ve Tilki
ülkesindeki, ormanlar, durgun sular ve seraba benzeyen
dağlarla dolu Asya dünyasında olmayacak şeylere
inanmak daha kolaydı. Örneğin Mandarin Tu Thuc'la
ilgili öyküye inanmak. Mandarin, Phi Lai dağına
tırmanmış, tepede ölümsüzlerin tam bir uyum ve neşe
içinde yaşadıkları Mutluluk Ülkesi'ni bulmuştu. Mekong
Nehri' nin ya da Güney Çin Denizi'nin kıyılarında, nemli
gecelerde hava sanki sihirle yoğunlaşırdı. Tommy
aradan yirmi yıl geçmiş olmasına karşın hâlâ
anımsıyordu. Uzaklardaki o yerde, insan Tien Thai adlı
iyi ilaç cinine ve onun uçan dağına biraz inanabilirdi.
Belki de güzel Nhan Diep'in hikâyesine. Kocasına ihanet
eden genç kadın, öldükten sonra dünyaya hiç
görülmemiş sivrisinek sürüsü halinde dönmüştü.
Başlangıçta kocasını, sonra da bütün insanları rahatsız
etmek için. Tommy yine Vietnam'da olsaydı ya da
çocukluğuna geri dönebilseydi o zaman iblis bebeklere
de inanabilirdi. Aslında Vietnam halk masallarının hepsi
de doğaüstü olayları anlatmazdı. Onlarda çığlıklar atan,
sivri dişli bebek gibi canavarlar da yoktu.
Oysa ki burası, Amerika Birleşik Devletleri'ydi.
Özgür ve cesur insanların ülkesi. 'Büyük İş' ve 'Büyük
Bilim'in vatanı. İnsanlar buradan aya gitmiş ve geri
dönmüşlerdi. Sinema ve televizyon burada icat edilmişti.
Atom da ilk kez burada parçalanmıştı. Bilim adamları bu
ülkede hızla insan genlerinin haritasını çıkarıp, yeni
teknolojiler geliştirerek varolmanın esrarlı derinliklerine
ışık tutuyorlardı. Buradaki vatandaşların yüzde seksen
beşi çok dindar olduklarını açıklıyor ama on kişiden
ancak ikisi veya bazen de üçü kiliseye gidiyordu. Tommy
de yıllardan beri ayinlere katılmamıştı. Kahretsin! Burası
Amerika'ydı. Bu ülkede her problemi bir tornavida,
İngilizanahtarı veya bilgisayarla; yumruklarınız veya
tabancayla çözebilirdiniz. En kötü olasılıkla da bir
terapistin yardımı ve kişiliğinizi geliştirmek için
hazırlanan on iki bölümlük programı uygulayarak.
Tornavidalar, İngilizanahtarları, yumruklar,
tabancalar ve terapistler, eve dönüp yaratığın hâlâ
içeride olduğunu anladığı zaman, onun bez bebeği alt
etmesini sağlayamayacaklardı. Ve küçük canavar evde
olacaktı. Bundan emindi.
Küçük canavar onu bekleyecekti.
Onun tamamlanması gereken bir işi vardı.
Yaratığı Tommy'yi öldürmesi için yollamışlardı.
Genç adam, yaratığın onu öldüreceği fikrinden nasıl
bu kadar emin olduğunu bilemiyordu. Ama sezgilerinin
ona söylediği şeyin doğru olduğundan da emindi. O
yaratık küçük bir katildi.
Tommy sokak kapısını açtığında verandada yatan
bebeği gördüğü zaman rüzgârın uçurduğu melaleuka
yaprağının battığı yerin hafifçe sızladığını hissediyordu.
Direksiyonu sol eliyle tutarak sağ elini bacağının
yukarısına bastırdı. Siyah parlak başlık iğnenin etine
battığı yeri kolaylıkla buldu.
İki yara. İkisi de küçük ama sembolik oldukları da
belli.
Tommy şimdi ağır ağır Spyglass Drive'dan ilerliyor,
Corvette'i Nevvport Beach'e bakan milyon dolarlık
evlerin süslediği tepeciklerin arasından geçiriyordu.
Rüzgârda sarsılan zarif California ağaçlarının önünden
arabayı gayesizce sürüyordu, kafası karmakarışıktı.
Karanlık Pasifik üzerinden tufana benzeyen kapkara bir
yağmur yağıyordu. Bu sel onu ıslatmazdı ama sanki
sular onun güven ve mantığını da alıp götürüyorlardı.
Geride Tommy'nin bütün vücudunu gevşeten bir kuşku
ve alev alev yanmasına neden olan, o batıl inançlara
bağlı tahminler kalıyordu.
-91
Tommy, annesiyle babasının Huntington Beach'deki
rahat evine giderek, ailesine sığınmak istiyordu.
Anlatacaklarına en çok annesi inanabilirdi. Anneler
içgüdüsel olarak çocukları gerçeği söylediği zaman bunu
anlamak ve inanmayan kimselere karşı da onları
korumak zorundaydılar. Tommy, annesinin gözlerinin
içine bakarak iblis bebekten söz ettiği zaman, kadın,
onun yalan söylemediğini anlayacaktı. O zaman
duyduğu dehşet konusunda yalnız kalmayacaktı.
Annesi, babasını tehlikenin gerçek olduğuna
inandıracaktı. Babası da hemen Tommy'nin iki
ağabeysiyle kız kardeşini ikna edecekti. Böylece altı kişi
olacaklardı. Bütün aile iğrenç bebeği Tommy'ye
gönderen doğaüstü güce karşı koyacaklardı. Birlikte
zafere erişeceklerdi. Uzun yıllar önce Vietnam'da
Komünistlere ve Güney Çin Denizi'nde Thai korsanlarına
karşı kazandıkları zafer gibi.
Ama Tommy, El Capitan da Corvette'i Huntington
Beach'e doğru döndüreceği yerde sola saptı. Yukarı
tırmanarak gecenin ve fırtınanın içine daldı. Spyglass
Hill'de sokaktan sokağa saparak yabancıların evlerinin
önünden geçti. Bu insanların kapılarını çalıp onlara bu
inanılmaz öyküyü anlatsaydı, hiçbiri ona inanmazdı.
Hem de ömürlerinin sonuna kadar.
Tommy ailesinin evine gitmeye çekiniyordu. Onlarla
arasında derin bir duygusal uçurum açılmış olmasından
korkuyordu. Bu nedenle kendisine sorgusuz sualsiz
inanmalarını beklemeye hakkı olmazdı. İblis bebekle
ilgili hikâyeyi anlattığı zaman annesinin yüz hatları
hoşnutsuzlukla gerilebilirdi ve kadın belki de, «Sen de o
gülünç dedektifin gibi viski mi içtin?» derdi.
«Hayır. Viski içmedim, anne.»
«Burnuma viski kokusu geliyor.»
«Bir bira içtim.» «Bir bira, yakında da viski.» «Ben viskiden hoşlanmam.»
«Her cebinde bir tabanca...» «Bir tek tabancam var, anne.» «... Arabayı deli gibi sürüyor, sarışınları kovalıyorsun...»
«Sarışın filan yok.»
«...Çay içer gibi viski içiyorsun. Viskiden sonra da
iblisler ve ejderhalar gördüğün zaman buna
şaşıyorsun...» «Ejderha değil, anne.» «Cinler ve
hayaletler.» «Hayalet yok, anne.» «...İblisler, ejderhalar,
hayaletler. En iyisi artık eve geri dön,
Tuong.»
«Tommy.»
«Artık doğru dürüst bir yaşam sürmeye başlaman iyi
olur, Tuong.»
«Tommy.»
«Sert ve haşin bir adam gibi viski içmekten
vazgeçsen iyi olur. Amerikalı olmaya çalışmaktan da
öyle... Fazla Amerikalısın.»
Genç adam acı içinde, yüksek sesle inledi.
Bu hayali konuşmayı kafasında kurarken, Corvette'i
fırtınada kırılıp yolun yarısını kapatan koskocaman bir
mercanağacı dalının yanından ihtiyatla sürdü.
Huntington Beach'teki eve gitmemeye karar verdi.
Çünkü oraya gittiği zaman o evin artık yuvası olmadığını
anlamaktan korkuyordu. Anne babasının evine eskisi
gibi ait olmadığını gördüğü zaman, Irvine'de içinde bez
bebeğin dolaştığı eve de gidemeyeceğini bildiğinden,
birden ortada kalacaktı. Nereye, «Evim» diyecekti o
zaman? Hiçbir yere. Dünyadaki bütün mallarını el
arabalarına doldurarak sokaklarda dolaşan serserilerden
daha fazla, yersiz yurtsuz olacaktı. Daha derin
anlamda... İşte bu gerçeği öğrenmeye henüz hazır
değildi. Bez bebekle tek başına boğuşması gerekse bile.
Tommy, hiç olmazsa annemi arayayım, diye
düşünerek arabanın telefonunu açtı. Sonra tuşlara
basmadan telefonu yerine bıraktı.
Araba telefonları önemli insanlar içindir. Sen de
artık önemli biri mi oldun? Telefonla konuşurken araba
sürmek çok tehlikeli! Bir elinde tabanca, diğerinde viski
şişesi. Zaten telefonu eline alamazsın ki!
Tommy elini çabucak yandaki kanepeye uzatarak
sağ elini bir an Heckler/Koch'un üzerine koydu. Silahın
biçimi, çeliğe verilmiş o tanrılara yaraşır güç, içini
rahatlatmayı başaramadı.
Silicilerin ritmik gürültüsü onu neredeyse ipnotize
edecekti. Tommy o sersemlikten kurtulduğu zaman
Nevvport Beach'in güney ucundaki MacArthur
Bulvarı'nda olduğunu gördü. Trafiğin az olduğu caddede
batıya doğru gidiyordu.
Panodaki saate göre onu yirmi altı geçiyordu.
Böyle devam edemez, karanlık gecede yakıtı
bitinceye kadar amaçsızca doiaşamazdı. Kafası çok
meşguldü. Bu yüzden dikkatsizleşebilir ve yağmurdan
kayganiaşan yolda kayarak başka bir arabaya
çarpabilirdi.
Genç adam sonunda yine ailesinden yardım
istemeye karar verdi. Ama annesiyle babasından değil.
Çok sevdiği küçük ağabeyi Gi Minh Phan'a gidecekti.
Gi de adını değiştirmişti. Ama yalnızca ismini
tersine çevirmiş, Phan Minh Gi yapmış, böylece soyadı
sona gelmişti. Genç adam bir süre Tommy'nin yaptığı
gibi bir AmeriKan adı almayı bile düşünmüş sonra
bundan vazgeçmişti. Böylece annesiyle babasının
gözüne daha çok girmişti. Onlar yeni adlar alamayacak
kadar tutucuydular. Ama Gi kendi dört çocuğuna
Amerikan isimleri vermişti: Heather, Jennifer, Kevin ve
VVesley. Annesiyle babası buna itiraz etmemişlerdi.
Çünkü dört çocuk da Amerika'da doğmuştu.
Üç erkek kardeşten en büyüğü olan Ton That,
Tommy'den sekiz yaş büyüktü. Onun beş çocuğu da
yine Amerika Birleşik Devletleri'nde doğmuşlardı ve her
birinin de hem Vietnam, hem de Amerikan adı vardı.
Ton'un en büyük çocuğu kızdı. Yasal adı Mary
Rebecca'ydı. Ama ayrıca Thu-Ha diye de biliniyordu.
Ton'un çocukları, ninesi ve dedeleriyle geleneklere bağlı
diğer yaşlı insanların yanında birbirlerini Vietnam'a özgü
adlarıyla çağırıyorlardı. Yaşıtlarıyla beraberken ise
Amerikanca isimleriyle. Anne ve babalarıyla birlikteyken
de duruma göre iki adlarını da kullanıyorlardı. Ama
hiçbirinin 'Kimlik Krizi' geçirdiği yoktu.
Tommy kimliğini hiçbir zaman kendini tatmin edecek
bir biçimde belirleyemiyordu. Ağabeyleri konusunda
çocuklarla ilgili bir kompleksi daha vardı. Onun çocuğu
yoktu. Annesi için bu bir kompleksten daha da kötü bir
şey, bir felaketti. Annesiyle babası bazı bakımlardan
hâlâ eski dünyaya bağlı oldukları için çocukları yalnızca
birer sorumluluk ya da kaderin tutsakları gibi
görmüyorlardı. Onları daha çok bir zenginlik ve
kutsanmak olarak kabul ediyorlardı. Onlara göre bir aile
ne kadar kalabalık olursa bu karışık dünyada sağ kalma
şansları da o kadar artıyordu. Başarılı olma şansları da
öyle. Tommy otuzundaydı, evli değildi, çocukları yoktu.
Geleceği de yok sayılırdı. Tabii durmadan viski içen
manyak bir dedektifle ilgili gülünç hikâyeler yazan bir
romancının nasıl bir geleceği olabilirdi? Bu nasıl bir gele-
cekse! Genç adam bu nedenle annesiyle babasının o
büyük
-95
'Phan İmparatorluğu' ve kalabalık aile fertlerinin
sayısının sağlayacağı güvence düşlerini temelinden
sarsıyordu.
Tommy'nin ağabeysi Ton, Vietnam'dan kaçtıkları
sırada on altı yaşındaydı ve eski dünyanın geleneklerine
yapışıp kalmıştı. O da anne ve baba Phan'ın Tommy'le
ilgili düşkırıklarını paylaşıyordu. İki kardeş birbirlerine
oldukça yakındılar. Ama onlar aynı zamanda arkadaş
olan kardeşlerden değillerdi. Diğer taraftan Gi,
Tommy'den altı yaş büyük olmasına karşın onun ağa-
beyi, dostu ve sırdaşıydı. Daha doğrusu bir zamanlar
öyleydi ve bu dünyada iblis-bebek hikâyesini tarafsızca
dinleyecek biri varsa, o da Gi'ydi.
Tommy, Pasifik Kıyısı Karayolu'ndan ancak bir
buçuk kilometre ötedeki San Juaquin Hills Yolu'nda
ilerlerken kuzeydeki aile fırınına gitmek için en kolay
yolun hangisi olduğunu düşünüyordu. Ağabeysi Gi gece
nöbetindeydi. Genç adam daldığı için Corvette'in motor
bölümünden gelen değişik gürültüyü önce farketmedi.
Farkına vardığı zaman da, bu sesi iki dakikadan beri
bilinçaltıyla algıladığını anladı. Silicilerin monoton sesine
karışıyordu bu ses. Hafif bir hışırtı. Sanki iki maden
birbirine sürtünüyordu.
Genç adam sonunda ısınmıştı. Sesi iyice
duyabilmek için radyatörü kapattı.
Bir şey gevşemişti.... Gitgide daha da gevşiyordu.
Tommy kaşlarını çatarak direksiyonun üzerinden
eğildi ve iyice kulak kesildi. Ses hâlâ sürüyordu. Hafif
fakat kaygı uyandırıcı bir şeydi bu. Ona bu seste bir ısrar
varmış gibi geldi. Arabanın zeminine acayip bir titreşim
yayılıyordu. Ses yükselmedi ama titreşim arttı. Tommy
dikiz aynasına göz attı; arkasında, yakınında araba
yoktu. Onun için hızı biraz kesti.
Spor arabanın hızı saatte elli beş milden kırka
inerken ses bununla orantılı olarak azalmadı. Hâlâ aynı
titreşimdeydi. Yolun, Tommy'nin tarafındaki kenarı dar
ve hafif meyilliydi. Geride de ya karanlık bir çayır ya da
bir dere yatağı vardı. Tommy insanı kör eden yağmurda
arabayı burada yana çekmeyi istemiyordu. Nevvport
Beach Genel Kitaplığı yakındaydı. Bu saatte terkedilmiş
gibi gözüküyordu. Yağmurun oluşturduğu gümüş
perdenin arkasında uzaklarda Fashion Adası'ndaki
işhanlarının ve otellerin ışıkları parlıyordu. Burası
kalabalık bir iş ve yerleşim merkeziydi ama MacArthur
Bulvarı'nın bu bölümü pek de caddeye benzemiyordu.
Batıya uzanan şeritlerde kaldırım da yoktu, sokak
lambaları da. Tommy geçen arabaların kendisine
sürünmelerinden ya da daha kötü bir şey olmasından
kaçınacak kadar yana çekilebileceğinden emin değildi.
Ses birdenbire kesildi.
Titreşim de öyle.
Corvette iddia edildiği gibi 'rüyaya' yakışacak bir
biçimde, hafifçe mırıldanarak ilerledi. Tommy hızı usul
usul artırdı. Ama o takırtı ve hışırtı yeniden başlamadı.
Arkasına yaslanarak, tuttuğu soluğunu verdi. Biraz
rahatla
mıştı ama hâlâ endişeliydi. Motor kapağının altından «Tıınk»
diye bir ses geldi. Müthiş bir gerilim altında kopan bir
madenin sesi. Direksiyon, genç adamın ellerinin
arasında titredi ve sonra iyice sola doğru döndü.
«Ah, Tanrım!»
Trafik doğuya giden şeritlerde yamaca
tırmanıyordu. İki araba ve bir kamyonet. Yağmurun
kamçıladığı gecede iyi hava koşullarında olduğu gibi
hızla gitmiyorSarsa da süratie yaklaşıyorlardı.
-97-Tik-Tak / F: 7
Direksiyonu iki eliyle kavrayarak sağa kırdı.
Araba buna karşılık verdi. Ama çok ağır... Yaklaşan
arabaların sürücüleri Tommy'nin orta çizgiyi aştığını
görerek sağa kaydılar. Oysa hepsi de genç adamın
yolundan kaçamayacaklardı. Onları bir kaldırım ve
kooperatif evlerini saran beton bloklardan yapılmış bir
duvar engelliyordu.
Motor kapağının altından gelen felaket habercisi
'Tıınk' sesini bir takırtı, tıngırtı, şangırtı ve gacırtı izledi.
Bunlar yükselerek bir kakafoniye dönüştüler.
Tommy fren pedalına iyice basarak onu yere
yapıştırmamak için duyduğu güçlü isteğe karşı koydu.
Yoksa Corvette öldürücü bir biçimde dönmeye
başlayabilirdi. Genç adam onun yerine frene ağır ağır
bastı. Kuşkusuz pedala iki ayağıyla birden de
bastırsaydı sonuç aynı olacaktı. Çünkü frenler
tutmuyordu. Kesinlikle arabayı durduracak hiçbir güç
yoktu.
Gaz pedalıysa yere yapışmış gibiydi. Araba giderek
hızlanıyordu.
«Ah, Tanrım, olamaz!»
Tommy direksiyonu öyle şiddetle kırdı ki, omuzları
yerlerinden çıkacakmış gibi geldi. Araba sonunda
gereken yöne, batıya giden şeritlere doğru döndü.
Doğuya giden şeritlerde farların ıslak yerde hızla kayan
ışıkları, diğer şoförlerin paniğe kapıldıklarını açıklıyordu.
Sonra Corvette'in direksiyonu hiç işlemez oldu.
Direksiyon, Tommy'nin sızlayan ellerinin arasında
yararsızca döndü.
Neyse ki Corvette tekrar yaklaşan arabalara doğru
dönmedi. Ama yoldan hızla yana çıktı. Yerden fırlayan
çakıllar arabanın altına çarptılar.
Genç adam hızla dönen direksiyonu bıraktı. Yoksa
sürtünme yüzünden avuçlarınırîderileri yanacaktı. Sonra
da iki eliyle yüzünü korumaya çalıştı.
Araba karayollarına ait küçük bir levhayı yerle bir
etti. Yüksek otların ve alçak çalıların arasından hızla
geçerek yamaçtan fırladı. Sanki uçuyordu.
Sanki motor hâlâ haykırıyor, daha da hızlanmak
istiyordu.
Tommy'nin aklına delice bir şey geldi. Corvette
sanki bir uçak gibi havalanacaktı. Alçalmayıp
yükselerek, MacArthur ve Pasifik Kıyısı Karayolu'nun
köşesindeki Phoenix palmiyeleri kümesinin üzerinden
zarifçe uçacaktı. Kıyıya gelmeden önceki iki bloktan
yükselen işhanları ve evlerin yukarısından geçecekti.
Koskocaman Pasifik'in simsiyah sularının üzerinden
uçarak fırtınaya katılacaktı. Sonunda yükselecek
yükselecek ve yağmurla rüzgârın yukarısına çıkacaktı. O
zaman yukarıdaki sonsuz yıldızlarla aşağıdaki yoğun
bulutların arasında uzanan, sessizliğin hâkim olduğu o
sakin dünyaya erişecekti. Uzaklarda, Japonya gitgide
yaklaşacaktı. İlaç cini Tien Thai motorsuz dağıyla dünya-
nın etrafında uçmuştu. O halde bunu üç yüz beygir
gücündeki dakikada beş bin devir yapan bir Corvette'le
daha kolaylıkla başarabilirdiniz.
Tommy yoldan çıktığı sırada MacArthur Bulvarı'nın
sonuna yaklaşıyordu. Burada yolun kenarındaki meyil
daha azdı. Genç adam arabanın kontrolünü dört yüz
metre kadar geride kaybetseydi durum daha da kötü
olacaktı. Fakat araba bir açı yaparak fırladığı için
havada hafifçe sağa eğilecek kadar kaldı. Bu nedenle de
diğer yandaki tekerleklerin üzerine düştü. Lastiklerden
biri gürültüyle patladı.
Kemer Tommy'nin göğsünde genç adamın canını
yakacak kadar gerildi. Ciğerlerindeki hava boşaldı.
Ağzının açık olduğunun da, haykırdığının da farkında
değildi. Durumu ancak dişleri bir ceviz kıracak güçle
birbirlerine çarptığı zaman anladı.
Büyük motor da Tommy gibi yere çarpar çarpmaz
sustu. Bu nedenle Corvette yuvarlanırken bez bebeğin
tanıdık, ürkütücü çığlıklarını duyabildi. Korkunç hayvanın
tiz sesi motor bölümündeki ısıtma deliklerinden
geliyordu. Sevinçle bağırışıyordu bez bebek.
Spor araba alüminyum tencere fabrikasını sarsan
8.0 derecesinde bir depremin gürültüsüne taş çıkaracak
cehennemi bir sesle yuvarlandı. Öndeki güçlendirilmiş
camda milyonlarca çatlaktan bir ağ örüldü sanki. Sonra
cam hiçbir şeye zarar vermeden içe doğru patladı.
Araba ikinci kez yuvarlanırken yan camlar da kırıldı.
Motor kapağı 'ciiiirk' diye bir sesle çarpıldı. Yerinden
kopmak üzereydi. Ama ikinci yuvarlanma sırasında çat-
ladı, buruştu, çarpıldı ve motor yerine girdi.
Bir farı hâlâ yanan Corvette ikinci kez
yuvarlandıktan sonra çeyrek bir dönüşle yolcu tarafının
üzerinde durdu. Belki de üç kez yuvarlanmıştı, Tommy
emin değildi bundan. Korkmuş ve yön duygusunu
kaybetmişti. Son saatini lunaparklardaki o çelik
desteklerin üzerinde inip çıkarak dolaşan çılgın
trenlerden birinde geçirmişcesine sersemlemişti.
Arabanın sürücü yeri tavanın yerini almıştı. Sadece
kemer Tommy'nin yan kanepeye devrilmesini
engelliyordu. Kanepeyse zeminin yerine geçmişti.
Kaza sonrasındaki yarı sessizlikte Tommy panik
içerisinde kesik kesik soluyordu. Nefesinin hışırtısı,
kızan motor parçalarının tıkırtısı, düşen cam parçalarının
şıkırtısı, basınçlı soğutucunun delinmiş borusundan
çıkarken çaldığı ıslık... Bunların hepsi parçalanan
arabaya çarpan yağmur damlalarının sesine karışıyordu.
Ama iblis bebeğin sesi çıkmıyordu. Tommy, ifritin araba
kazası sırasında öldüğünü düşünerek kendi kendini
kandıracak değildi. O sağdı ve ezilmiş arabada
heyecanla eğilip bükülerek kendisine doğru ilerliyordu.
Bez bebek neredeyse havalandırma ızgarasını bir
tekmede dışarı atacak ya da kırılan ön camın bıraktığı
boşluktan içeri girecekti. Tommy mahvolmuş arabanın
daracık içinde canını kurtarmak için yeteri kadar hızla
kaçamayacaktı.
Benzin buharı. Soğuk rüzgâr, genç adamın burnuna
duymayı hiç istemeyeceği o kokuyu getirdi. Benzin
buharının geniz yakan kokusu öylesine keskindi ki genç
adam bir an soluk alamadı.
Yan pencere kaza sırasında iyice kırılmış,
pencerede tek cam parçası kalmamıştı. Soğuk yağmur
içeri girerek Tommy'yi sırılsıklam ediyordu.
Genç adam bacaklarını panelin altından çekti.
Ayaklarını iki kanepe arasındaki vites yerine dayamak
için zorlukla döndü. Başını pencereden çıkardı. Sonra
da omuzlarıyla kollarını. Ve enkazdan dışarı uzandı.
Yan yatmış Corvette'ten dışanya, yağmurdan
ıslanmış çamurlu otların ve soğuk su birikintisinin içine
yuvarlandı.
Benzin kokusu daha da artmıştı.
Tommy sendeleyerek ayağa kalktığı zaman
Corvette'in MacArthur Bulvarı'yla Pasifik Kıyısı
Karayolu'nun o pek beğenilen köşesindeki boş arsaya
yuvarlanmış olduğunu gördü. Arsaya ileride bir alışveriş
merkezi yapılacaktı. Son yıllarda arsaya her aralık
ayında Noel çamları yığılıyordu, Cadılar Bayramı'nda da
balkabakları. Fakat burası ticari bir yarar için
kullanılmıyordu henüz. Kasım ayının başlarında
oldukları için, gerçekten çok şanslı olduğunu düşündü
Tommy. Araba bayram neşesiyle gevezelik eden aileler
yerine bomboş bir arsaya yuvarlanmıştı.
Corvette yan döndüğü için, genç adam arabanın
motor bölümünün yakınında duruyordu. İblis bebek
motorun mekanik bağırsaklarının arasından öfke ve
çaresizlikle haykırdı.
Tommy geri geri giderek arabadan uzaklaşırken
tökezledi. Ayağı yine bir su birikintisine girerken az
kalsın arkası üstü devriliyordu.
İnsanın kemiklerinin içinde yankılanan çığlık önce
homurtuya sonra da hırslı bir mırıltıya dönüşürken;
Tommy, iblisin makineye vurduğunu, parçaları
çekiştirdiğini ve pençelediğini duydu. Maden başka bir
madene sürünerek gıcırdadı. Genç adam karanlık
arabanın altındaki motor bölümünü göremiyordu. Ama
bez bebeğin geçici olarak takıldığı karmakarışık
parçalardan kurtulmak için öfkeyle çabaladığını
seziyordu.
Corvette'in fiberglas karoseri mahvolmuştu.
Tommy'nin düşlerinin arabası hiçbir zaman eski halini
alamayacaktı.
Genç adam kazadan yara almadan kurtulduğu için
şanslıydı. Sabahki o sarsıntı yüzünden de sakatlanmış
olması ve binlerce sızı duyması normaldi. Ama bu
geceden sağsağlim kurtulabilirse...
Zamanın şafakta doluyor.
Tik tak.
Tommy deli gibi, arabaya kısa bir süre için sahip
olabildim, diye düşündü. Acaba her saati bana kaça
geldi? Yedi bin dolar mı? Sekiz bin mi? Saatine bakarak
arabayı ve anahtarları teslim aldığı andan itibaren geçen
zamanı hesaplamaya çalıştı; sonra bunun önemi
olmadığını anladı. Giden sadece paraydı.
Önemli olan ise yaşamak!
Tik tak.
Haydi, yürü!
Yürümeye devam et!
Tommy devrilmiş arabanın önünden dolaşırken
çalışan tek farın ışığı onu aydınlattı. Genç adam motor
kısmının içini yine de göremedi. Çünkü kapak büzülüp
oraya sıkışmıştı. Tommy, ifritin hapishanesinin
duvarlarını çılgıncasına yumrukladığını duyuyordu.
-102
Tommy, «Geber, kahrolasıca!» diye homurdandı.
İleride bir yerde biri bağırdı.
Genç adam tekrar dikkatini toplayabilmek için başını
sallayarak yağmurda gözlerini kırpıştırdı. MacArthur
Bulvarı'nda güneye doğru iki arabanın durmuş olduğunu
gördü. Taşıtlar Corvette'in yoldan çıktığı yerin
yakınındaydılar.
Bir adam elinde cep feneriyle seksen metre kadar
ötede alçak sırtın tepesinde duruyordu. Yabancı tekrar
seslendi ama rüzgârdan sözleri anlaşılmıyordu.
Trafik yavaşlamış, hatta Pasifik Kıyısı
Karayolu'nda da birkaç taşıt durmuştu. Ama o
arabalardan henüz kimse inmemişti. Fenerli adam
meyilden inmeye başladı. Tommy'ye yardım etmeye
geliyordu.
Tommy kolunu kaldırarak elini hızla salladı.
Yardımsever yabancının daha çabuk gelmesini istiyordu.
Hızla gelmeli, parçalanmış arabanın içine sıkışmış olan
ve hiddetle bağıran ifritin sesini duymalı -sıkıştığı yerden
kurtulduğu takdirde- o inanılamayacak bebek gibi
nesneyi kendi gözleriyle görmeliydi. Yabancı böyle bir
şeyin varolmasına şaşırmalı, tanık olmalıydı.
Corvette'in altına birikmiş olduğu anlaşılan benzin
birdenbire tutuştu. Mavi-turuncu alevler karanlık
gökyüzüne doğru fışkırarak yağmurda buharlaştılar.
Yangının sıcak, dev eli Tommy'ye öyle hızla bir
tokat indirdi ki, suratı acıdı. Bu güçlü darbe yüzünden
sendeleyerek geriledi. Patlama olmamıştı. Fakat sıcak
öyle fazlaydı ki genç adamın üstü başı yağmurdan iyice
ıslanmamış olsaydı o anda tutuşabilirdi.
Kapana kıstırılmış olan bez bebek dünyada o
zamana kadar hiç kimsenin duymadığı bir sesle
haykırdı. Yardımsever yabancı yolun aşağısında
durmuştu. Yangın yüzünden ne yapacağını şaşırdığı
anlaşılıyordu.
Tommy, «Çabuk oi!» diye bağırdı. «Çabuk ol!» Ama
rüzgâr ve yağmurun uğultusu yüzünden adamın ne onu,
ne de iblisi duyamayacağını biliyordu.
Ezilen ve yanan motor kapağı büyük gümbürtüyle
kırılan bir kemiğinkini andıran bir çatırtıyla fırlayarak
Tommy'nin yanından geçti. Takırdayarak Phoenix
palmiyesi kümesine doğru yuvarlanırken üzerinden
dumanlar çıkıyor, kıvılcımlar etrafa sıçrıyordu.
Bez bebek lambadan kurtulan kötü niyetli bir cin gibi
alevlerin arasından fırlayarak çamurların arasına atladı.
Tommy'den ancak üç metre kadar ötedeydi. Alev alev
yanıyordu, ama beyaz pamuklu kefeninin yerini almış
olan alevler onu hiç rahatsız etmiyor gibiydi.
Gerçekten de yaratık bilinçsizce bir öfkeyle
çağırmıyordu artık. İfrit sanki sevinçle, «Yaşasın!» diye
bağırıyormuşcasına ellerini başının yukarısına kaldırdı.
Vecde gelmiş gibi sallanarak dikkatini Tommy'ye değil,
kendi ellerine verdi. Bu eller karanlık bir mihraba
yerleştirilmiş mumlar gibi mavi alevler çıkararak ya-
nıyorlardı.
Gözlerine inanamayan genç adam, hayretle, «Daha
da büyümüş,» diye inledi.
İnanılmayacak bir şey olmuş ve o şey irileşmişti.
Genç adamın kapısının önünde bulduğu bebek yirmi beş
santim kadardı. Oysa şimdi vecdle karşısında sallanan
iblis kırk beş santimdi. Yani boyu onu son gördüğü
andakinin hemen hemen iki katı... Elektriğe kısa devre
yaptırmak için antreden hızla oturma odasına daldığı
zamanki boyunun iki katı. Üstelik ifritin kolları ve ba-
cakları şimdi daha kalındı, gövdesi de öncekine göre
daha enli.
Alevler etrafını iyice sardığı için Tommy yaratığın
bütün ayrıntılarını göremiyordu. Ama galiba belkemiğinin
üzerinden uçları sivri, kötü bir şeyler uzanıyordu.
Bebeğin sırtında daha önce öyle şeyler yoktu. İfrit daha
da kamburumsuydu. Belki elleri de kollarına oranla fazla
irileşmişti. Belki de bu ayrıntılar konusunda yanıiiyordu.
Fakat bu garip yaratığın irileşmiş olduğu konusunda
yanılmadığından kesinlikle emindi.
Genç adam iblis-bebeğin alevlerin arasında büzülüp
öleceğini sanmıştı. Bu nedenle de ifritin yaşaması ve
hareketleri onu ipnotize etmiş gibiydi.
Tommy, «Saçma...» diye homurdandı.
Yağan yağmur çılgınca titreşen alevlerin ışıklarını
yakalayarak yerdeki su birikintilerine taşıdı. Sular, eriyen
altınların oluşturdukları gölcükler gibi ışıldadılar.
Üzerlerine hoplayıp zıplayan bebeğin gölgesi düştü.
Bu ifrit nasıl bu kadar çabuk büyüdü? Gövdesinin
böyle irileşmesi için besin gerekirdi. Hızla büyümeyi
sağlayacak bir yakıt.
Bez bebek ne yedi?
Yardımsever yabancı tekrar ilerlemeye başlamıştı.
Fenerinin ışığı hafiften sallanıyordu. Adam hâlâ altmış
metre kadar uzaktaydı. Yanan Corvette onunla iblisin
arasında kalıyordu. Yabancı, yaratığı ancak Tommy'nin
yanına eriştiği an görebilecekti.
Bu yaratık ne yedi?
Olacak gibi değildi ama bebek vücudundan alevler
fışkırdıkça daha da irileşiyordu.
Tommy ağır ağır gerilemeye başladı. Hemen
kaçmak istiyordu ama dönüp koşmak işine gelmiyordu.
Yapacağı ani bir hareket, vecd içinde ateşe dalmış olan
ifritin dikkatini çekebilir, ona avının yakınında olduğunu
anımsatabilirdi.
Fenerli adam kırk metre kadar ötedeydi. Yabancı
tıknazdı. Kukuletalı yağmurluğunun etekleri uçuşuyordu.
Hantalca su birikintilerinden geçip, çamurda kayarken
kukuletalı cüppe giymiş bir keşişi andırıyordu.
Tommy birdenbire yardımsever yabancının hayatı
için endişelendi. Önce bir tanığın olmasını istemişti.
Çünkü bez bebeğin yanarak ortadan kalkacağını
sanıyordu. Oysa ki şimdi iblisin bir tanığın varlığına izin
vermeyeceğini seziyordu.
krmz
Tommy, bebeğin dikkatini üzerine çekme pahasına
da olsa yabancıya haykıracak, ona yaklaşmamasını
söyleyecekti. Ancak
o an işe kader karıştı. Yağmurlu gecede bir silah sesi
yankılandı sonra bunu ikincisi ve üçüncüsü izledi.
Tıknaz yabancı bu çok belirgin sesi duymuş olacaktı
ki çamurda kayarak durdu. Otuz metre kadar ötedeydi.
Arada yine arabanın enkazı vardı. Bu nedenle de alev
alev yanan iblisi görmesi olanaksızdı.
Silah sesi dördüncü kez duyuldu. Sonra beşinci kez.
Tommy kazadan hemen sonra, telaşla arabadan
çıkmaya çalışırken tabancasını unutmuştu. Zaten o
aceleyle onun yerini bulması imkânsızdı. İşte şimdi
kurşunlar o müthiş sıcakta patlamaya başlamışlardı.
Artık Heckler/Koch'un yetersiz korumasından bile
yoksun olduğunu anlayan Tommy, iblisten
uzaklaşmaktan vazgeçti. Kararsızca titreyerek orada
öylece durdu. Yağmurda sırılsıklam olmuştu ama ağzı
ağustos güneşinin kavurduğu bir kıyıdaki kumlar gibi
kupkuruydu.
Yağmurda ıslanırken içini yakıp kurutan bir panik
onu etkisine alıyordu. Korkusu humma ateşi gibiydi;
alnında, gözlerinde, eklemlerinde alev alev yanıyordu.
Derken döndü ve canını kurtarmak için kaçmaya
başladı.
Nereye gittiğini, kaçma şansı olup olmadığını
bilmiyor sadece yaşama güdüsüyle koşuyordu. Belki
kısa bir süre için iblisbebekten kaçabilecekti. Fakat
önündeki altı yedi saatlik sürede -yani şafağa kadar-
yaratığın elinden kurtulmayı başarabileceğini pek
sanmıyordu.
Bez bebek büyüyordu.
Giderek güçleniyordu.
Daha tehlikeli bir yırtıcı yaratık, amansız bir avcı
halini alı
yordu.
Tik tak.
-106
Tommy omzunun üzerinden baktı. Corvette'ten
yükselen parlak alevlerin kıvrılıp bükülerek geceyi
aydınlatmalarına rağmen sönükleşmeye başladıklarını
farketti. Yanan iblisi belirten daha küçük alevler,
arabadaki yangından daha çabuk sönüyorlardı. Yaratık
büyülenmiş gibiydi ve henüz genç adamın peşine
takılmamıştı.
Zaman şafakta doluyor.
Yarınki şafak ilerideydi. Sonsuzluğun birkaç dakika
öncesinde.
Tommy caddeye erişmek üzereyken tekrar geriye
bakmak cesaretini gösterdi. Her şeyi gizleyen yağmurun
gri perdesi arasından bebeği saran alevler cızırdayarak
zaman zaman yükseliyorlardı. Anlaşılan yaratığın içine
işleyen benzin yanarak tükenmişti. Şimdi pek az ateş
vardı. Küçük, ince, sarı alevler. Tommy de bu yüzden
yaratığı iyice göremiyordu. Ama bebeğin hareket
ettiğinin ve peşinden geldiğinin farkındaydı.
Bez bebek, genç adamı eskisi kadar hızlı
kovalamıyordu. Belki de alevler yüzünden hâlâ sarhoş
gibiydi. Ama peşine takılmıştı yine.
Tommy boş arsayı çaprazlamasına aşarak Pasifik
Kıyısı Karayolu'yla Avokado Sokağı'nın köşesine erişti.
Buz tutmuş gölde ilerleyen bir patenci gibi son birkaç
metrelik çamurlu yerde kaydı. Kaldırımdan kavşaktaki
yağmur ızgaralarından taşmış olan suya daldı. Su
baldırlarına kadar geldi.
Bir arabanın acı korna sesi duyuldu. Frenler
gıcırdadı.
Tommy önce omzunun üzerinden geriye, sonra da
önündeki kaygan yere baktığı için trafiğe dikkat
etmemişti. Başını kaldırdığı zaman şaşılacak kadar çok
renkli bir Ford kamyonetle karşılaştı. Taşıt parlak sarı,
kırmızı, turuncu, siyah ve yeşile boyanmıştı. Sanki
kamyonet başka bir boyuttan sihirle belirivermişti. Göz
kamaştırıcı araba Tommy'ye çarpmadan durmayı ba-
şardı. Yaylarının üzerinde sallanıyordu. Ama genç adam
dura
-107
madı. Olanca hızıyla kamyonete çarptı, çamurluktan sekti, ta şıtın önüne doğru dönerek yere yuvarlandı.
Sonra hemen kamyonete tutunarak yerden kalktı.
Kamyonetin üzerindeki abartılı renkler ilk görüşte
düşündüğü gibi uyuşturucu kullanan bir ressamın işi
değildi. Sadece biri kamyoneti bir Art Deco müzik
dolabına dönüştürmeye çalışmıştı. Stilize palmiye
dallarının arasında ceylanlar sıçrıyor, parlak siyah
şeritlerden dizi dizi gümüş hava kabarcıkları
yükseliyordu. Çin kırmızısı lake çizgileri ışıltılı altın
kürecikler süslüyordu. Sürücü yerinin yanındaki kapı
açılırken geceyi Benny Goodman'ın ünlü klasiği
canlandırdı. «One O'Clock Jump.»
Tommy ayağa kalktığı sırada sürücü de yanında
belirdi. Sürücü genç bir kadındı. Beyaz ayakkabılar, bir
hemşireninkine benzeyen beyaz bir üniforma ve siyah
deri ceket giymişti. «Hey! Sen iyi misin?»
Tommy hırıltılı bir sesle, «Evet, iyiyim,» dedi.
«Gerçekten iyi misin?»
«Gerçekten iyiyim. Beni yalnız bırak.»
Genç adam gözlerini kısarak yağmurun dövdüğü
boş arsaya baktı.
Bebekten yükselen alevler görünmüyordu artık.
Kamyonetin arkasındaki yanıp sönen kırmızı stop
lambalarının ışıkları da ortalığı fazla aydınlatmıyordu.
Tommy, yaratığı göremiyor, onun nerede olduğunu
bilmiyordu. Ama bebeğin aralarındaki açıklığı
kapatmaya başladığından emindi. Belki ağır hareket
ediyordu ama yine de yaklaşıyordu.
Elini genç kadına doğru sallayarak, «Haydi, git,»
dedi.
Kadın, «Ama sen...» diye ısrar etti.
«Haydi, git. Çabuk ol!»
«... Yaralanmış olmalısın. Ben...»
Tommy telaşla, «Buradan hemen uzaklaş!» dedi.
Genç kadının onunla ifritin arasında kalmasını
istemiyordu.
Kadından uzaklaştı. Pasifik Kıyısı Karayolu'nun altı
şeridini de aşmak niyetindeydi. O sırada yolda fazla
trafik yoktu. Güneyde, yarım blok ötede birkaç taşıt
durmuş, sürücüleri yanan Corvette'e bakıyorlardı.
Genç kadın, onu bırakmadı. Tommy'nin kolunu
sıkıca yakaladı. «Orada yanan senin araban mı?»
«Tanrım! O geliyor, kadın!»
«Ne geliyor?»
«07»
«Ne?»
«O!» Tommy, genç kadının elinden kurtulmaya
çalıştı.
Kadın, «O senin yeni Corvette'in miydi?» diye
sordu.
Genç adam o zaman onu tanıdı. Karşısındaki
sarışın garson kadındı. O akşam genç adama peynirli
burger ve kızarmış patates vermişti. Restoran bu
karayolunun karşı tarafındaydı.
Tommy yine o acayip duyguya kapıldı: Kaderin
kızağına binmiş, dimdik bir yamaçtan anlayamadığı bir
sona doğru sarsılarak gidiyordu.
Sarışın kadın ısrarla, «Bir doktora gitmelisin,» dedi.
Tommy ondan kurtulamayacaktı anlaşılan.
Ve bebek geldiği zaman bir tanık olmasını
istemeyecekti.
Kırk beş santim boyundaydı iblis-bebek ve daha da
büyüyordu. Belkemiğinin üzerinden sivri uzantılar
çıkıyordu. Pençeleri daha irileşmişti. Dişleri de öyle.
Kadının boynunu pençeleyecek, yüzünü parçalayacaktı.
O ince boynunu.
O güzel yüzünü.
Tommy'nin kadınla tartışacak zamanı yoktu.
«Pekâlâ, doktora gidelim bakalım. Hemen gidelim!»
Sarışın kadın, onun kolunu sanki yaşlı ve bunak bir
adammış gibi özenle tutarak, taşıtın diğer kapısına
doğru götürdü. Bu kapı boş arsaya daha yakındı.
-109
Genç adam, «Şu lanet olasıca şeyi sür artık,»
diyerek kadının elinden kurtuldu.
Kapıya yaklaşarak hızla açtı. Ama garson kadın
hâlâ müzik dolabı şeklindeki kamyonetinin önünde
duruyordu. Tommy'nin bağırması yüzünden aptallaşmış
gibiydi.
Genç adam öfkeyle, «Gidelim!» diye haykırdı.
«Yoksa ikimiz de öleceğiz!»
Boş arsaya tekrar bir göz attı. Bebeğin yağmurun ve
karanlıkların arasından üzerine saldırmasını bekliyordu.
Ama ifrit henüz ortalarda yoktu. Genç adam telaşla
kamyonete bindi.
Tommy'nin yanındaki kapıyı çarparak
kapatmasından bir saniye sonra, genç kadın direksiyona
geçerek kapıyı kapattı.
Sarışın garson, One O'Clock Jump'ı yarıda keserek,
«Orada ne oldu?» diye sordu. «Senin hızla koşarak
geldiğini gördüm...»
Tommy bağırdı. «Sen aptal mısın yoksa sağır
mısın? Yoksa ikisi de mi?» Sesi tizleşerek çatallaşmıştı.
«Buradan hemen gitmemiz gerekiyor!»
Sarışın kadın sakin sakin, «Benimle böyle
konuşmaya hakkın yok,» dedi. Oysa berrak mavi
gözlerinden öfke okunuyordu. Genç adam konuşacak
halde değildi. Anlaşılmaz bir şeyler geveledi. «Belki
sarsıldın ve yaralandın. Ama benimle yine de böyle
konuşamazsın. Bu hiç de hoş değil.»
Genç adam yan pencereden yakındaki boş arsaya
baktı.
Sarışın kadın ekledi. «Ben kabalığa hiç gelemem.»
Tommy daha sakin bir tavırla konuşmak için kendini
zorladı. «Affedersin. Çok üzgünüm.»
«Hiç de üzgün görünmüyorsun.»
«Şey... gerçekten üzgünüm.»
«Ama öyle konuşmuyorsun.»
Genç adam, onu bebeğin öldürmesini
beklemeyecek, ben kendim onu öldüreceğim, diye
düşündü.
Sonra, «Gerçekten çok üzgünüm,» dedi.
«Sahi mi?»
«Gerçekten çok çok üzgünüm.»
«Hah, bu daha iyi.»
Tommy, kadının motoru çalıştırmasını sağlamak
için, «Beni bir hastaneye götürebilir misin?» dedi.
«Tabii.» «Teşekkür ederim.» «Kemerini bağla.» «Ne?»
«Yasa böyle.» Kadının bal rengi saçları yağmurdan
ıslanıp yüzüne yapış
mıştı. Üniforması sırılsıklamdı. Tommy, sarışın garsonun
tüm bu zahmetlere kendisi için girdiğini hatırladı.
Kemeri açarak göğsünün üzerinden geçirdi. Sonra
elinden geldiğince, sabırla, «Lütfen, hanımefendi,» diye
yalvardı. «Lütfen siz burada neler olduğunu
anlamıyorsunuz...»
«O halde anlat. Ben ne aptalım, ne de sağır.»
Tommy gece boyunca yaşadığı akla hayale
sığmayacak şeyleri hatırladı ve söyleyecek söz
bulamadı bir an. Sonra sanki birdenbire patladı, sözler
isterik bir sele dönüştü. «O şey, o bebek kapımın
önündeydi, sonra dikişleri söküldü ve gerçek bir gözü
vardı; yeşil göz, fare kuyruğu, perdenin arkasından
kafama atladı, kurşunları kahvaltıda yiyor, bu yeteri
kadar kötü ama o ayrıca çok kurnaz. Ve büyüyor...»
«Büyüyen nedir?»
Genç adam sinir ve öfke yüzünden kabalık sınırına
tehlikeli bir biçimde yaklaştığını hissediyordu. «Fare
kadar çevik canavar! O büyüyor!»
Sarışın kadın ona şüpheyle bakarak tekrarladı.
«Fare kadar çevik canavar!»
Genç adamın sabrı taştı. «Evet!»
Islak bir 'tak' sesi duyuldu. İfrit-bebek haykırarak
Tommy'nin yanındaki pencereye atladı. Genç adamın
başından birkaç santim ötedeydi.
Genç adam çığlık attı.
Kadın, «Aman Tanrım!» dedi.
Bebek gerçekten de büyüyordu. Büyüdükçe biçimi
de değişiyordu. Bez kılıfın içinden ilk çıktığı
zamankinden daha az insana benziyordu şimdi. Kafası
yine eskisi gibi gövdesine oranla çok iriydi. İnsanda
tiksinti uyandıracak kadar yamru yumru ve biçimsizdi bu
kafa. Işıltılı parlak yeşil gözleri, biçimsiz kemikli alnının
altındaki derin çukurlardan dışarıya fırlayacak gibi görü-
nüyordu.
Garson kadın elfenerine uzandı. «Ona vurup,
pencereden at.»
«Yapamam.»
«Onu pencereden at!»
«Tanrı aşkına! Bunu nasıl yapacağım?»
Bebeğin hâlâ elleri vardı ama parmakları biçim
değiştirmişti. Bunlar yarı insan parmaklarına, yarı
ahtapot kollarına benziyorlardı. Şimdi elleri ve
ayaklarındaki uçuk renkli vantuzlarıyla cama sıkıcı
tutunuyordu.
Tommy kesinlikle camı açarak onu atmaya
kalkışmayacaktı.
Sarışın kadın motoru çalıştırdı. Gaza öyle hızla
bastı ki kamyonet neredeyse ışıktan da hızlı gidecekti ve
kendilerini on sekiz saniye sonra galaksinin diğer
yanında bulacaklardı.
Motorun çığlığa benzer sesi, bebeğinkini bastırırken
tekerlekler kaygan yerde hızla döndü. Taşıt galaksinin
diğer yanına
değil, hatta bloğun sonuna kadar bile gidemedi. Orada
kalakaldı. Dört tekerlek kirli suları etrafa sıçrattılar.
Bebeğin ağzı iyice açılmıştı. Parlak siyah dili uzanıp dal-
galandı. Kara dişleri cama çarptı. Sonunda lastikler yolu
kavradılar ve kamyonet hızla ileri fırladı. Sarışın genç
kadın, «Onun içeri girmesine izin verme,» di
ye yalvardı.
«Onu neden içeriye alayım?»
«Onu içeri alayım deme!»
«Sen benim deli olduğumu mu sanıyorsun?»
Kamyonet sanki bir rokete dönüşmüştü. Pasifik
Kıyısı Karayolu'nda tiz- sesler çıkararak uçarcasına
gidiyordu. Tommy yerçekimi yüzünden suratının uzay
mekiğindeki bir astronotunki gibi çarpıldığını sandı.
Yağmur damlaları cama çarparken hafif makineli
tüfeğinkine benzer sesler çıkarıyorlardı. Ama inatçı bez
bebek cama yapışmış gibiydi.
Kadın, «İçeri girmeye çalışıyor,» dedi.
«Evet.»
«Ne istiyor o?»
Genç adam açıkladı. «Beni.»
«Neden?»
«Bilemediğim bir nedenle bana kızıyor.»
Küçük canavarın gövdesi hâlâ sarı lekeli siyahtı.
Cama iyice dayadığı karnı ise tümüyle irin sarışıydı.
Gövdesinin alt kısmında boydan boya iğrenç bir yarık
görünüyordu. Yarığın içinden müstehcen bir biçimde
kıvrılıp bükülerek çıkan tüpler bebeğin bağırsaklarının
arasından uzandılar ve vantuza benzeyen ağızlarını
pencereye yapıştırdılar.
Kamyonetin içi her şeyin iyice görülmesini
sağlayacak kadar aydınlık değildi. Tommy yine de
camdan duman çıkmaya başladığını farketti.
Tik-Tak / F:
8
«Tanrım!» diye bağırdı. «Ne var?» «Camı yakıyor.» «Yakıyor mu?» «Onu yiyor.»
«Ne?»
«Asit.» Genç kadın Nevvport Beach Kulübü'nün
önündeki yola girmek için, hızını kesmeden caddeden
iyice sağa doğru döndü.
Kamyonet tehlikeli bir biçimde sağa doğru yattı.
Merkezkaç kuvveti Tommy'yi kapıya doğru fırlattı. Genç
adamın yüzü cama iyice dayandı. Hemen dışarıda,
iblis-bebeğin uzattığı bağırsakları dumanları çıkan
camda kıvıl kıvıldı.
«Nereye gidiyorsun?»
Kadın, «Kulübe,» dedi.
«Neden?»
Sarışın garson kısaca, «Kamyon,» diye yanıtladı.
Hızla sağa saparak park yerine girdi. Tommy de
kapıyla erimekte olan camdan uzaklaştı.
Bu geç saatte araba parkı hemen hemen boştu.
Asfalt dökülmüş alanda sadece birkaç taşıt vardı.
Onlardan biri de malzeme taşıyan bir kamyondu.
Genç kadın kamyoneti onun arkasına doğru
çevirerek gaza bastı.
Tommy, «Ne yapıyorsun?» diye sordu.
«Onu atmayı deneyeceğim.»
Sarışın garson son anda kamyonun soluna doğru
direksiyon kırdı. Taşıtın yanından gürültüyle öylesine
yakınından geçti ki, ön çamurluğa özel olarak sürülmüş
olan boyayı sıyırdı ve kamyonetin yan aynası yerinden
koptu. Zorlanan madenden etrafa kıvılcımlar saçıldı. Bez
bebek kamyonetin penceresiyle kamyonun yan tarafı
arasına sıkıştı. Kamyonetin yan paneli yerinden çıktı. İfrit
taşıttan daha dayanıklıydı anlaşılan. Fakat sonra emici
organları patlamaya benzeyen bir sesle camdan ayrıldı.
Tommy bu sesi diğer gürültüler arasında bile duydu.
Genç adamın yanındaki kapı koptu. Çelikle
sağlamlaştırılmış cam parçaları Tommy'nin üzerine
yağdı. Bir an yaratığın kucağına yuvarlanacağını sandı.
Tanrım! Sonra park edilmiş kamyonun yanından geçip
gittiler. Genç adam yaratığın kamyonetin penceresinden
fırlamış olduğunu anladı.
Kadın camı kırık pencereden içeri dolan rüzgârın
uğultusu arasında, «Geri dönüp o lanet olasıca şeyi
birkaç kez çiğnememi ister misin?» diye bağırdı.
Tommy ona doğru eğilerek sesini yükseltti. «Hayır!
Kahretsin! Bu işe yaramaz. O yaratık sen üzerinden
geçerken lastiği yakalar ve bu kez ondan kesinlikle hiç
kurtulamayız. Taşıtın altına girerek orayı deler. Buraya
çıkarak bizi şu ya da bu şekilde öldürür.»
«O halde buradan hemen uzaklaşalım.»
Sarışın kadın kulübün bahçe yolunun sonunda
karayoluna öyle hızla saptı ki genç adam kamyonetin
lastiğinin patlamasını ya da devrilmelerini bekledi. Ama
sağsalim caddeye eriştiler. Garson kadın gaza bastı. Hız
limiti kurallarına daha önce emniyet kemeri yasasına
gösterdiği saygıyı göstermeyeceği anlaşılıyordu.
Tommy, bez bebeğin fırtınaların arasından yeniden
fırlamasını bekliyordu. Genç adam Jambpree yolundan
geçerek Nevvport Limanı'na doğru ininceye kadar
kendini güvende hissetmedi.
Yağmur şiddetle kırık pencereden içeri giriyor ve
genç adamın kafasının yanına çarpıyordu. Gerçekte
buna aldırdığı yoktu. Zaten sırsıklamdı, daha fazla
ıslanamazdı.
Çok hızlı gittikleri için rüzgârın uğultusuyla çığlığı
öylesine artmıştı ki, ikisi de konuşmak için çaba
göstermiyorlardı.
Körfezin gerisinde, kanalın üzerindeki köprüden
geçerlerken sarışın kadın sonunda hızı azalttı. İblisi
bıraktıkları araba parkından üç kilometre kadar
uzaklaşmışlardı. Rüzgârın uğultusu da biraz azalmıştı.
Sarışın kadın, Tommy'ye baktı. O ana kadar hiç
kimse genç adama böye bakmamıştı. Sanki derisi yeşil
ve siğillerle doluydu. Kafası karpuza benziyordu ve bir
uçan daireden yeni inmişti.
Aslında annesi de, Tommy dedektif romanları
yazmak istediğinden ilk kez söz ettiğinde ona böyle
bakmıştı.
Tommy sinirli sinirli öksürdü. «Oldukça iyi bir
sürücüsün.»
Şaşılacak bir şey oldu ve genç kadın gülümsedi.
«Gerçekten öyle mi düşünüyorsun?»
«Aslında harikasın.»
«Teşekkür ederim. Sen de fena sayılmazsın.»
«Ben mi?»
«Corvette'le yaptığın numara şahaneydi.»
«Ah, çok komik!»
«İyi bir çıkışla havalandın. Ama uçuş sırasında
arabanın kontrolünü kaybettin.»
«Kamyonetin için üzgünüm.»
Sarışın kadın Tommy'nin anlayamadığı bir yanıt
verdi. «Bu da bölgeye ait.» «Tamir parasını öderim.»
«Çok tatlısın.» «Bir yere uğrayıp bu pencereyi kapamak
için bir şeyler almalıyız.»
«Doğruca hastaneye gitmen gerekmiyor mu?»
Tommy, kadının endişesini gidermeye çalıştı. «Ben
iyiyim. Fakat yağmur kanepe örtülerini mahvedecek.»
«Üzülme değmez...» «Ama...» Kadın, «Onlar
mavi,» dedi. «Ne?» «Kanepelerin örtüleri.» «Evet,
mavi. Yani?» «Maviden hoşlanmam.» «Ama
zarar...» «Buna alışığım.» «Öyle mi?» Sarışın
garson, «Sık sık zarara uğrarım,» dedi. «Sahi mi?»
«Olaylarla dolu bir yaşam sürüyorum.» «Gerçekten
mi?» «Uyum sağlamayı öğrendim.» Tommy, «Sen
garip bir kadınsın,» dedi. Kadın gülümsedi.
«Teşekkür ederim.» Genç adamın aklı yine
karışmaya başlıyordu. «Adın nedir?» Sarışın,
«Deliverance,»(Kurtuluş) dedi. «Ya?» «Deliverance
Payne. P-A-Y-N-E. Annem zor bir doğum
yapmış. Onun garip bir mizah anlayışı vardır.» Tommy
önce kadının ne demek istediğini anlayamadı.
Ancak daha sonra anlamı kavradı. «Ah...» «Herkes beni
sadece 'Del,' diye çağırır.» «Del... Bu güzel.»
«Senin adın nedir?» «Tuong Phan.» Bu sözleri
söylediğine genç adam kendisi
de şaşırdı. «Yani Tommy.» «Tuong Tommy?»
«Tuong yok. Adım Tommy Phan.» «Emin misin?»
«Çoğu zaman.» «Sen garip bir adamsın.» Del bu
sözleri çok hoşuna gi
diyormuş gibi söylemişti. Sanki bir iltifata karşılık
veriyordu. «Bu pencereden içeriye gerçekten fazla
yağmur giriyor.» «Biraz sonra duracağız.» «Böyle
araba sürmeyi nereden öğrendin, Del?»
«Annemden.» «İlginç bir annen var.» «Harikadır. O
araba yarışlarına katılır.» Tommy «Benim annem
böyle şeyler yapmıyor,» dedi. «Yarış motorları
kullanıyor. Motosiklete biniyor. Annemin
en büyük hobisi motorlu taşıtlar ve ideali de her türlü
motorlu ta
şıtla yarışmalara girmek.» Del kırmızı trafik ışığında
arabayı durdurdu. Bir an hiç konuşmadılar. Yağmur
sanki gökyüzü bir barajmış da çökmüş gibi yağı
yordu. Sonunda Del, «Evet...» dedi. «Oradaki şey... O
sözünü ettiğin fare kadar çevik olan canavardı demek?»
DORT
Arabayla giderlerken Tommy, Del'e kapısının
önünde bulduğu bebeği anlattı. İblisin çalışma
odasındaki elektriğe kısa devre yaptırmasına kadar
geçen olaylardan söz etti. Genç kadının, Tommy'nin
hikâyesini kuşku götürecek ve hatta özellikle şaşılacak
bir şey sayarmış gibi bir hali yoktu. Arada sırada,
«Ya...», «Hım...», «Tamam...» diyordu. İki üç kere de,
«Evet, bu mantıklı...» diye mırıldandı. Tommy'nin
anlattıkları geceleri televizyonda dinlediği haberlerden
daha şaşırtıcı değildi.
Del yirmi dört saat açık olan bir süpermarketin
önünde durduğunda Tommy de hikâyesini yarıda kesti.
Genç kadın kamyoneti temizlemek ve parçalanan
pencereyi kapatmak için bazı şeyler almakta ısrar
ediyordu. Del istediği için Tommy de onunla birlikte
markete girdi. Alışveriş arabasını itmek de ona düştü.
Bu kocaman yerde çok az müşteri vardı. Bu
nedenle Tommy neredeyse Del'le 1950'lerde çevrilen
bilimkurgu filmlerinden birinde olduklarını sandı. Esrarlı
bir felaket sonucu binalar ve insanların yaptığı eserlere
bir şey olmamış ama bütün ırk yeryüzünden silinmişti.
Geride sadece bir avuç insan kalmıştı. Tepedeki
floresan panolardan süzülen göz alıcı ışıkların
aydınlattığı
o uzun ve geniş açıklıklar garip bir biçimde sessiz ve
bomboştu. Sadece teşhir edilen buzdolaplarının
kompresörleri hafif mırıltılarla çalışıyordu.
Del Payne bu ürkütücü yerde hızla alışverişini
yapıyordu, saçlarını kulaklarının arkasına atmıştı. Beyaz
ayakkabıları, üni
-119
forması ve fermuarını kapatmadığı siyah deri ceketiyle
bir hemşireye benziyordu. Aynı zamanda bir 'Cehennem
Meleği' de olabilirdi. Ya hasta bir adama bakacak ya da
sağlıklı birinin poposuna tekmeyi yapıştıracak bir kadın.
Del büyük plastik çöp torbaları dolu bir kutuyu, enli
teflon musluk bandını, dört ruloluk bir kâğıt havlu
paketini, şerit metreyi, içinde bir gramlık C vitamini
tabletleri bulunan bir şişeyi alışveriş arabasına koydu.
Bir paket jilet, E vitamini kapsülleri dolu bir kutu ve iki
tane litrelik portakal suyu şişesi de aldı. Bir yandaki
tezgâhta daha çok zaman olmasına rağmen Noel'le ilgili
eşyalar sergileniyordu. Sarışın kadın oradan da yapay
beyaz kürk ve bir pomponla süslenmiş kırmızı flanelden
bir Noel Baba şapka beğendi.
Süt ve meze bölümünden geçerlerken durarak
soğutucuya dizilmiş kapları işaret etti. «Sen tofu yer
misin?» Sorusu Tommy'yi çok şaşırtmıştı. Soruyu kendi
kendine yüksek sesle tekrar etti. «Tofu yer miyim?»
«Önce ben sordum.»
«Hayır. Ben tofu'dan hoşlanmıyorum.»
«Hoşlanmalısın.»
Genç adam sabırsızca, «Niçin?» diye sordu.
«Asyalı olduğun için mi? Ayrıca ben yemekleri de
çubuklarla yemiyorum.» «Her zaman bu kadar alıngan
mısın?» Genç adam kendini savundu. «Hiç de alıngan
değilim.» Kadın, «Sen söyleyinceye kadar, Asyalı
olduğunu düşün
medim bile,» dedi.
İşin garibi Tommy ona inandı. Del'i iyi tanımıyordu
ama onun diğer insanlardan çok farklı olduğunu
seziyordu. Bu nedenle genç kadının 'gözlerinin çekik ve
cildinin de yanık pirinç rengi olduğunu ancak şimdi
farkettiğine' inanmaya hazırdı.
Üzüntüyle, «Özür dilerim...» dedi.
«Ben sana sadece tofu yiyip yemediğini sordum.
Çünkü haftada beş kez hatta daha fazla tofu yersen
prostat kanseri için endişelenmene de gerek kalmaz.
Tofu homeopatik bir koruyucudur.»
Tommy o zamana kadar Del gibi beklenmedik
şeyler söyleyen biriyle karşılaşmamıştı. «Prostat kanseri
için endişelendiğim yok.»
«Ama endişelenmen gerekir. Erkekler arasında
ölüme yol açan üçüncü en önemli neden de bu. Ya da
dördüncü. Her neyse... Bu erkekler için kalp hastalıkları
ve bira tenekelerini alnında ezip buruşturmakla başa baş
gidiyor.»
«Ben otuz yaşındayım. Erkekler elli, altmış
yaşlarına kadar prostat kanseri olmazlar.»
«Ah, kırk dokuz yaşındayken bir sabah uyanacaksın
ki prostatın basket topu büyüklüğünde. İstatistik
bakımından bir istisna olduğunu anlayacaksın. Ama artık
senin için çok geç olacak.»
Soğutucudan bir kap tofu alarak onu da alışveriş
arabasına attı. Tommy, «Onu yemeyeceğim,» dedi. _
«Saçmalama. İnsan erken yaşlarda kendine bakmaya
başlamalıdır.»
Arabayı öndeki çubuktan tutarak çekmeye başladı.
Genç adamı da kendisine ayak uydurmaya zorladı.
Tommy tofu'yu yerine geri koyma fırsatı bulamadı.
Genç kadının peşinden giderken, «Yirmi yıl sonra
bir sabah Cleveland büyüklüğünde bir prostatla
uyanmam seni neden ilgilendiriyor?» dedi.
«İkimiz de insanız, öyle değil mi? Başına
geleceklerle ilgilenmeseydim ne tür bir insan olurdum?»
Genç adam mırıldandı. «Ama, beni tanımıyorsun
ki...»
«Tabii tanıyorum. Sen Tuong Tommy'sin.»
«Tommy Phan.»
-121
«Evet, tamam.»
Genç adam kasaya eriştikleri zaman hesabı
ödemekte ısrar etti. «Ben olmasaydım kamyonetin içi
kirlenmez, camı da kırılmazdı.»
O cüzdanını çıkarırken genç kadın da, «Tamam,»
dedi. «Ama musluk bandıyla birkaç kâğıt havlu alıyorsun
diye seninle yatmamı bekleme.»
Chip Nguyen bu sözlere sarışın kadının hoşuna
gidecek şakacı bir tavır ve espriyle hemen karşılık
verirdi. Çünkü Chip harika bir dedektif olmasının
yanısıra romantik cevaplar konusunda da ustaydı. Fakat
Tommy, Del'e bakarak aptal aptal gözlerini kırpıştırdı.
Kafasını zorladıysa da söyleyecek bir söz bulamadı.
Birkaç saat bilgisayarının karşısında oturup cilalı,
pırıltılı^ süslü bir diyalog hazırlayabilseydi, o zaman
hazır cevaplılığıyla Deliverance Payne'in yalvarmasını
sağlamayı başarabilirdi.
Del, «Yüzün kızarıyor,» dedi. Bu durumun onu
eğlendirdiği belliydi.
«Hiç de değil.»
«Evet, kızarıyorsun.»
«Hayır. Kızarmıyorum.»
Del, İspanyol kökenli orta yaşlı bir kadın olan
kasiyere döndü. «Onun yüzü kızardı mı, kızarmadı mı?»
Boynuna ince bir altın zincirle küçücük bir haç takmış
olan kasiyer kıkır kıkır güldü. «Kızardı.»
Del, «Tabii kızardı ya,» dedi.
Kasiyer ekledi. «Kızardığı zaman çok şirin
görünüyor.»
Kadının bu sözleri Del'in çok hoşuna gitmişti.
«Kendisi de öyle göründüğünün farkında, buna eminim.
Herhalde kadınları baştan çıkarmak için bundan
yararlanıyor. İstediği her an kızarabiliyor. İyi oyuncuların
sahnede gerektiği an ağlayabilmeleri gibi.»
Kasiyer yine kıkır kıkır güldü.
Tommy sabırla uzun uzun içini çekti ve hemen
hemen boş olan markette etrafına bakındı. Yakınlarında
bu sözleri duyacak müşteriler olmadığı için rahatladı.
Yüzü öylesine kızarmıştı ki kulakları sanki alev almış gibi
yanıyordu.
Kasiyer tofu kabını barkot okuyucunun üzerinden
geçirirken Del, «Prostat kanseri için endişeleniyor,»
dedi.
Tommy fena halde utandı. «Hiç de değil.»
«Pekâlâ da öyle.»
«Hayır, hiç de değil.»
Del, kasiyere, «Ama beni dinlemiyor,» diye açıkladı.
«Tofu' nun prostat kanserine engel olduğuna
inanmıyor.»
Kasiyer toplam almak için düğmeye bastıktan sonra
genç adama bakarak kaşlarını çattı. O ahenkli kıkır kıkır
gülmesiyle hiç de ilgisi olmayan, yaşını başını almış bir
kadın edasıyla, «Beni dinle,» dedi. Sanki bir çocukla
konuşuyordu. «Buna inansan iyi olur. Çünkü bu doğru.
Japonlar her gün tofu yiyorlar ve o ülkede prostat
kanseri hemen hemen hiç görülmüyor.»
Del memnun memnun, «Gördün mü?» diye
mırıldandı.
Tommy başını salladı. «Garsonluk etmediğin
zamanlar ne yapıyorsun? Bir tıp kliniği mi
yönetiyorsun?» «Bu gerçeği çok kimse biliyor, hepsi o
kadar.» Kasiyer malzemeyi poşetlere koyup, Tommy'nin
verdiği pa
rayı alırken, «Biz en çok Japon müşterilere tofu
satıyoruz,» dedi. «Korelilere de. Sen Japon olmalısın.»
Genç adam düzeltti. «Ben Amerikalıyım.»
«Vietnamlı Amerikan mı?»
Genç adam inatla tekrarladı. «Ben Amerikalıyım.»
Kasiyer paranın üstünü sayıyordu. «Pek çok
Vietnamlı Amerikan da tofu yiyor. Ama Japon
müşterilerimiz kadar değil.» Del çılgın bir gülümsemeyle,
«Sonunda prostatı basket topu kadar olacak,» dedi.
Kasiyer tembih etti. «Sen bu kızı dinle ve kendine iyi
bak.»
-123
Tommy paranın üstünü blucininin cebine sokarak
aldıkları öteberiyle dolu iki küçük plastik poşeti kaptı. Bir
an önce marketten çıkmak için sabırsızlanıyordu.
Kasiyer uyarısını tekrarladı. «Sen bu kızı dinle.»
Dışarıda yağmur genç adamı yine dondurdu.
Kızarmasının neden olduğu sıcaklık duygusu
kayboluverdi. Karanlık gecede bir yerlerde bekleyen bez
bebeği düşündü, O artık eskisi kadar küçük değildi.
Süpermarkette birkaç dakika bile olsa lanetli şeyi
unutmuştu. Yarım saat kadar önce doğaüstü korkunç bir
şeyin saldırısına uğradığını, karşılaştığı insanlar içinde
sadece Del Payne ona unutturabilirdi.
Kamyonete yaklaşırlarken Tommy, «Sen deli
misin?» diye sordu.
Genç kadın neşeyle, «Hiç sanmıyorum,» dedi.
«O nesnenin şimdi şuralarda bir yerde olduğunun
farkında değil misin?»
«Yani fare kadar çevik canavarı mı kastediyorsun?»
«Başka neyi kastedeceğim?»
«Eh, dünya çok garip şeylerle dolu.»
«Ha?»
«'X Dosyaları' programını izlemiyor musun?»
«O şuralarda bir yerde ve beni arıyor!»
Sarışın kadın, «Belki beni de arıyor,» dedi.
«Herhalde onu kızdırdım.»
«Bence bu olabilir. Peki bu durumdayken nasıl
oluyor da benim prostatımdan, tofu'nun yararlarından
söz edebiliyorsun? Cehennemden fırlamış bir ifrit bizi
bulmaya çalışıyorken bunu nasıl yapabiliyorsun?»
Del sürücü yerinin yanındaki kapıya gitti. Tommy de
müzik dolabı şeklindeki kamyonetin diğer tarafına koştu.
Sarışın kadın ikisi de taşıta bininceye kadar onun
sorusunu yanıtlamadı.
«Bu ara başka problemlerimiz olabilir. Ama bu
durum, tofu' nun senin için yararlı olduğu gerçeğini
değiştirmez.»
«Sen gerçekten delisin.»
Genç kadın motoru çalıştırdı. «Sen çok ciddi, çok
aklıbaşında, çok da dürüstsün. Sana takılmaktan
kendimi alamadım. Buna nasıl dayanırdım?»
«Bana takılmak mı?»
«Sen bir âlemsin.» Del vites değiştirerek
süpermarketten uzaklaştı.
Tommy sıkıntıyla yere, ayaklarının arasına koyduğu
plastik poşetlere baktı. «O lanet olasıca tofu için para
verdiğime inanamıyorum.»
«Hoşuna gideceğine eminim.»
Marketten birkaç blok ötedeki depo endüstriyle ilgili
binaların bulunduğu mahallede Del, kamyoneti
karayoluna açılan bir geçitte durdurdu. Geçidin üzeri
kapalı olduğu için yağmur gelmiyordu.
Genç kadın, «Aldığımız şeyleri getir,» dedi.
«Burası çok ıssız.»
«Dünya çoğunlukla ıssız köşelerden oluşur.»
«Burasının güvenli bir yer olduğundan emin
değilim.»
«Sen istemedikçe hiçbir yer güvenli olmaz.» Genç
kadın yine esrarengiz laflar etmeye başlamıştı. «Bu
şimdi ne demek oluyor?» «Ne anlama gelmiyor?» «Yine
benimle alaya başladın.» Del, «Ne demek istediğini
anlayamıyorum...» diye mırıldan
dı. Artık gülmüyordu. Tofu işkencesi sırasında takındığı
neşeli tavırları kaybolmuştu.
-125
Del motoru durdurmadan kamyonetten indi ve
taşıtın arka tarafına doğru gitti. Kamyonet çiçekçilerin ve
diğer küçük işyerlerinin malları teslim için kullandıkları
tipteydi. Genç kadın arka kapıyı açtı. Süpermarket
poşetlerini Tommy'den alarak içindekilerini yük
bölümüne boşalttı.
Genç adam durmuş ona bakarken titriyordu.
İliklerine kadar ıslanmıştı. Gece yarısı yaklaşırken ısı da
iyice düşmüş olmalıydı.
Genç kadın, «Kırık camı kapatmak için bir şeyler
hazırlayacağım,» dedi. «Ben bunu yaparken sen de
kâğıt havlularla ön koltuklarla yerdeki suları kurulamaya
çalış. Cam kırıklarını da topla.»
Bu semtte trafiği yoğunlaştıracak evler ya da ticari
binalar yoktu. Onun için de geçit, Tommy'nin
marketteyken düşündüğü bir felaket sonrası insanların
çoğunun ortadan kalktığı o bilimkurgu filminin bir başka
setine benziyordu. Yukarıdan, karayolunda ilerleyen
kamyonların gürültüsü geliyordu. Ama taşıtları
bulundukları yerden göremiyorlardı. Onun için de
gürültünün kaynağının dikkatle planlanmış bir katliamın
tamamlanması için çalışan yabancı yaratıkların dev
makineleri olduğunu hayal etmek kolaydı.
Genç adamın düşgücü çok fazla çalışırdı. Belki de
dedektif hikâyelerinden daha renkli bir roman türünü
seçmesi gerekliydi.
Baraj yerinde köpek bisküvisi kutularıyla dolu olan
bir koli duruyordu. Del kutuları alırken, «Bu öğleden
sonra Scootie için alışverişe çıkmıştım,» diye açıkladı.
«O, köpeğin sanırım.»
«Sadece benim köpeğim değil. Köpeklerin köpeği o.
Bu gezegendeki en üstün köpekcik. Onun Nirvana'ya
erişmeden önce en son köpek biçimine girdiğinden
eminim. İşte benim Scootie'm böyle bir yaratık.»
Sarışın kadın yeni şerit metreyle kırık pencerenin
ölçülerini aldı. Sonra jiletlerden biriyle koliden aynı
büyüklükte dikdörtgen biçimli bir parça kesti. Bu
mukavvayı çöp poşetlerinden birinin içine soktu. Poşetin
ucunu kıvırdıktan sonra teflon musluk ban-dıyla iyice
kapattı. Yine bantlarla kartonu hem içeriden, hem de
dışarıdan yolcu tarafındaki camsız pencereye yapıştırdı.
Del yağmurun içeri girmemesi için bu işle
uğraşırken Tommy de ön kanepelerdeki suları silerek
ışıldayan cam parçalarını topladı. Bir yandan da
iblis-bebek çalışma odasının elektriğini kontak ettirdikten
sonra olanları anlattı. Yaratığın yanan Corvette' den
nasıl fırladığını da.
Genç kadın, «Daha mı büyümüştü?» diye sordu.
«Ne kadar?»
«Hemen hemen ilk boyunun iki katı kadardı ve
farklıydı da. Kamyonetin camına yapışan o şey... O,
bebekten ilk çıktığı zamankinden çok daha acayipti.»
İkisi böyle uğraşırlarken alt geçitten bir tek taşıt bile
geçmiyordu. Tommy orada yalnız oldukları için giderek
daha fazla endişe duyuyordu. Sık sık üzeri kapalı beton
geçidin iki ucuna bakıyordu. Yağmur olanca şiddetiyle
yağıyor, gökten tonlarca su boşalıyordu. Onların
sığındıkları kuru yerin iki ucu da iyice ıslanmıştı. Genç
adam şişerek irileşen ve büsbütün garipleşen iblisin
fırtınada tehdit dolu bir tavırla yaklaşmasını bekliyordu.
Del, «Sence bu yaratık neyin nesi?» diye sordu.
«Bilmiyorum.»
«Nereden geldi?»
«Bilmiyorum.»
«O, ne istiyor?»
«Beni öldürmeyi.»
«Neden?»
«Bilmiyorum.»
«Bilmediğin pek çok şey var.»
-127
«Biliyorum.»
«Sen hayatını nasıl kazanıyorsun, Tuong Tommy?»
Del adını bilerek yanlış söylemişti. Genç adam buna
aldırmıyormuş gibi davrandı. «Dedektif romanları
yazıyorum.»
Sarışın kadın bir kahkaha attı. «Öyleyse bu
araştırmada neden kendi poponu bile bulamıyorsun?»
«Bu gerçek yaşam.»
Del, «Hayır, değil,» dedi.
«Ne?»
Genç kadın ciddi bir tavırla, «Öyle bir şey yok,»
dedi.
«Gerçek yaşam diye bir şey yok mu?»
«Gerçek algıdır ve algılar değişir. Gerçek akıcıdır.
Onun için 'gerçekten kastettiğin dokunabileceğin cisimler
ve değişmeyen olaylar ise o zaman böyle bir şey
yoktur.»
Tommy koltuğu ve ayak bastığı yeri temizlemek için
iki rulo kâğıt havlu kullanmıştı. Son kâğıt parçasını da alt
geçidin duvarının önünde oluşturduğu küçük ıslak yığına
kattı. «Sen Yeni Çağ'cılardan ya da spiritüalist filan
mısın?» diye sordu. «Ruhları yönlendiriyor, kendini
kristallerle mi tedavi ediyorsun?»
«Hayır. Ben sadece gerçeğin algı olduğunu söyledim.»
«Bu yine o Yeni Çağ teranelerine benziyor.» Tommy
yak^ laşarak kadının kendi işini bitirmesini seyretti.
«Ama değil işte. İleride daha fazla vaktimiz olduğunda
bunu sana anlatırım.» Genç adam, «O arada,» dedi.
«Bilgisizliğimin oluşturduğu çorak alanda amaçsızca
dolaşacağım.»
«Alay etmek sana yakışmıyor.»
«Artık işin bitti mi? Ben donuyorum.»
Del taşıtın açık kapısından biraz uzaklaştı. Bir
elinde bant, diğerinde de jilet vardı. Yaptığı işi
inceliyordu. «Yağmurun içeri girmesini engelleyecek
sanırım. Ama insanı estetik bakımdan hoşnut eden taşıt
aksesuarlarının en son modaya uygun bir örneği pek
sayılamaz.»
Tommy loş yerde kamyonetin üzerindeki müzik
dolabından esinlenilmiş Art Deco tarzı panoyu iyice
göremiyordu. Ama kendi oturduğu tarafta desenlerin
önemli bir kısmının sıyrılmış olduğunun farkındaydı.
«Resimler için gerçekten üzgünüm. Çok gösterişli bir
pano bu. Herhalde sana pahalıya malolmuştur.»
«Biraz boya ve bir hayli zaman. Onun için üzülme.
Zaten kamyoneti yeniden boyamayı düşünüyordum.»
Genç kadın, Tommy'yi yine şaşırtmıştı. «O resimleri sen,
kendin mi yaptın?»
Del, «Ben ressamım,» dedi.
«Garson olduğunu sanıyordum.»
«Garsonluk, yaptığım iş. Ama ben bir ressamım.»
«Anlıyorum.»
Sarışın kadın kapıdan döndü. «Gerçekten anlıyor
musun?»
«Daha önce kendin söyledin ya, ben duyarlı bir
adamım.»
Yukarıdaki karayolunda büyük bir kamyonun havalı
frenleri çığlığa benzeyen sesler çıkardılar. Sanki Jura
çağında öfkeyle bir bataklıkta ilerleyen, pullu bir dev
yaratık haykırıyordu.
Tommy, iblisi hatırladı. Kısa beton tünelin ucuna
kaygıyla baktı. Sonra da diğer ucuna. Ama yağmurda, iri
ya da ufak yaklaşan bir canavar yoktu.
Kamyonetin arkasında Del portakal suyu
şişelerinden birini genç adama verdi. Diğerini de kendisi
için açtı. Genç adamın dişleri birbirine vurarak
takırdıyordu. Gerçekte soğuk portakal suyundan çok bir
fincan sıcak kahve istiyordu. Sarışın kadın, «Kahvemiz
yok,» diyerek genç adamı şaşırt
tı. Sanki onun düşüncelerini okumuştu.
Tommy, «Ben portakal suyu istemiyorum,» dedi.
«Hayır, istiyorsun.» Del bir gramlık C vitamini
tabletlerinden on tane, dört tane de E vitamini
kapsülünden çıkardı. Yarısını kendisine ayırarak geri
kalanını adama uzattı. «O korku ve stresten sonra
vücudumuza tehlikeli serbest radikaller yayıldı.
-129-Tik-Tak / F: 9
Yani on binlerce tamamlanmamış oksijen molekülü.
Vücutlarımızda sağa sola çarparak dolaşıyor ve
rastladıkları her hücreyi mahvediyorlar. Onun için
antioksidanlara ihtiyacın var. Yani hiç değilse C ve E
vitaminlerine. Onlar radikalleri bulur ve zararsız hale
getirir.»
Tommy sağlıklı besin ya da vitamin tedavisiyle pek
ilgilenmezdi ama bir yerlerde serbest radikal moleküller
ve antioksidanlarla ilgili bir yazı okuduğunu anımsıyordu.
Bu teorinin tıp açısından da geçerli olduğu anlaşılıyordu.
Onun için hapları portakal suyuyla yuttu.
Üşüyordu ve yorgundu. Del'in istediklerini yaparsa
fazla enerji harcamaktan da kurtulurdu. Sonuçta kadın
yorulmak nedir bilmiyordu. Kendisi ise bitkin haldeydi.
«Artık tofu yemek ister misin?»
«Şimdi olmaz.»
Del, «Belki daha sonra,» diye önerdi. «Kıyılmış
ananas, vişne ve birkaç cevizle.» «Kulağa hoş geliyor.»
«Ya da üzerine kıyılmış hindistancevizi serperiz.» «Nasıl
olursa.» Del kırmızı flanelden yapılmış olan beyaz süsü
ve pon
ponlu Noel Baba başlığını aldı. Onu süpermarketteki
Noel süs
leri arasında bulmuştu.
Tommy, «O ne olacak?» diye sordu.
«Bu bir şapka.»
Genç adam, «Onu biliyorum ama şapkayı ne
yapacaksın?» diye sordu. Çünkü sarışın kadın
süpermarketten aldıkları her şeyi belirli bir amaçla
seçmişti. Del sanki genç adam aptaimış gibi, «Ne mi
yapacağım?» dedi. «İnsan şapkayı ne yapar?» Başlığı
giydi. Ponponun ağırlığı başlığın sivri ucunun bir yana
yatmasına neden oldu.
«Çok gülünç gözüküyorsun.» «Bence bu başlık çok şirin.
Kendimi iyi hissetmemi sağlıyor.» Genç kadın
kamyonetin arka kapısını kapattı. Tommy
meraklanmıştı. «Tedavi için sık sık bir uzmana gidiyor
musun?» «Bir keresinde bir dişçiyle çıkmıştım. Ama
uzmanla... Hayır.» Del tekrar direksiyona geçerek
motoru ve radyatörü çalıştırdı.
Tommy titreyen ellerini panodaki deliklerin önüne
tuttu. Dışarı fışkıran sıcak hava çok hoşuna gitti. Camı
kırık pencere kapatıldığından giysilerini kurutup,
ısınabilirdi belki.
«E, Dedektif Phan bu araştırmaya onu bularak
başlamayı istiyor musun?»
«Neyi bularak?»
«Poponu.»
«Corvette'i mahvetmeden hemen önce ağabeyim
Gi'yi görmeye karar vermiştim. Beni oraya bırakabilir
misin?» Genç kadın kulaklarına inanamıyormuş gibi,
«Seni oraya bırakmak mı?» dedi.
«Senden en son bunu istiyorum.»
«Seni oraya bıraktıktan sonra ben ne yapmalıyım?
Eve gidip oturmalı ve'fare kadar çevik canavar'ın gelerek
karaciğerimi koparıp yemek üstüne tatlı diye yemesini mi
beklemeliyim?»
Tommy, «Düşünüyordum...» diye başladı.
«Ah bu hiç belli olmuyor.»
«Bence o yaratık yüzünden tehlikede değilsin.»
«Sence ben tehlikede değilim.»
«Çünkü o nesnenin benim bilgisayarımda yazdığı
mesaja göre zamanım şafakta doluyor.»
Genç kadın, «Bunun içimi rahatlatmasını mı
bekliyorsun? diye sordu. «Bu nasıl olacak.»
«İblisin beni öldürmek için şafağa kadar zamanı var.
Ve benim de şafak sökünceye kadar hayatta kalmam
gerekiyor. Şafakta oyun sona erecek.»
«Oyun mu?»
«Oyun, tehlike, ne dersen de...» Tommy gözlerini
kısarak ön camdan geçidin dışında hızla yağan gümüş
rengi yağmura baktı. «Gidebilir miyiz? Burada uzun süre
oturduğumuz için sinirlerim gerilmeye başladı.»
Del elfrenini çekerek vitese uzandı. Ama ayağını
frenden çekerek taşıtı alt geçitten çıkarmadı. «Bana.ne
demek istediğini açıkla. Oyun dedin.»
«Bu bebeği yapan her kimse, oyunu kurallarına
göre oynamaya razı. Ya da bunu yapmak zorunda. Belki
de sihir bunu gerektiriyor.»
«Sihir mi?»
Genç adam yanındaki kapıyı kilitledi. «Sihir, büyü,
voodoo, ne dersen de. Her neyse, işte o... Şafağa kadar
yaşayabilirsem belki ondan sonra güvende olurum.»
Genç adam, kadının yanındaki kapıyı da kilitlemek için
uzandı. «O yaratık... beni öldürmek için gönderildiyse ve
bunu yapmak için sınırlı bir zamanı varsa, senin
peşinden gelmez. Evet, saat benim için çalışıyor, ama
katil için de çalıştığı kesin.»
Del düşünceli düşünceli başını salladı. «Bu çok
mantıklı.» İçtenlikle konuşmuş gibiydi. Sanki
termodinamik kanunlarını tartışıyorlardı.
Tommy, Del'in dediğini düzeltmek istercesine,
«Hayır, bu çılgınca bir şey. Yine de bütün bu olanların
delice bir mantığı da var.»
Genç kadın parmaklarını direksiyona vurdu. «Fakat
gözünden kaçan başka bir şey var.»
Gsnç adam kaşlarını çattı. «Neymiş o?» Del kolundaki
saate baktı. «Gece yarısını tam yedi dakika geçiyor.»
«Daha geç olduğunu umuyordum. Ama sona
erişmek için daha bol zamanım var.» Omzunun
üzerinden bagaj yerinin gerisindeki arka kapıya baktı. O
kilitli değildi.
Del, «Şafak...» dedi. «Belki beş, beş buçuk,
bilemedin altı saat sonra sökecek.»
«Yani?»
«Bu gidişle o sürüngen seni saat bire kadar
yakalayacak, Tommy. Kafanı koparacak ve geriye dört
ya da beş boş saati kalacak. Ondan sonra da benim
peşime takılacak.»
Tommy başını salladı. «Sanmıyorum.»
«Ben sanıyorum.»
Genç adam sabırla, «O senin kim olduğunu
bilmiyor,» diye anımsattı. «Seni nasıl bulur?» Del,
«Senin o gülünç dedektifini tutmasına hiç gerek yok,»
dedi.
Tommy yüzünü buruşturdu. Del tıpkı annesi gibi
konuşmuştu. Oysa ki o bütün kadınlar arasında sadece
bu kadının kendisine annesini anımsatmasını
istemiyordu. «Ona 'gülünç' deme.»
«O lanet olasıca şey benim de izimi bulacak. Şu
anda senin izini de bulduğu gibi.»
«Bunu nasıl yapacak?»
Kadın düşünceli bir tavırla başını yana eğdi.
Şapkadaki beyaz iri ponpon sallandı. «Şey... Psişik
dalgalarının şekilleri sayesinde. Telepatiyle. Ya da belki
ruhlarımız bazı sesler çıkarıyorlar... Veya bir ışık... Bu
sıradan insanların algılayabildiği spektrumdan ötede
görünür hale giriyor. Parmak izleri gibi eşi olmayan bir
ışık... İşte o yaratık da bu ışığa doğru gelebilir.»
-133
«Pekâlâ, pekâlâ. Eğer o doğaüstü bir varlıksa böyle
bir şey yapabilir.»
«Eğer o doğaüstü bir varlıksa mı? Eğer? Sen onun
başka ne olduğunu sanıyorsun, Tommy? Kredi kartının
aylık taksidini ödemediğin için Master-Card'dan sana bir
ders vermesi amacıyla yollanan ve biçimini
değiştirebilen bir robot olduğunu mu?»
Genç adam içini çekti. «Herhalde ben çıldırdım.
Şimdi de bir psikiyatri kliniğinde tedavi görüyorum.
Kuşkusuz bütün bunları klinikteki odamda hayal
ediyorum.»
Sonunda Del yola inerek, alt geçitten çıktı. Yağmur
kamyoneti şiddetle döverken silicileri çalıştırdı.
«Seni ağabeyine götüreceğim. Ama seni orada
bırakıp gidecek değilim, 'Tofu Çocuk Bu işte beraberiz.
En sonuna kadar... Ya da hiç olmazsa şafağa kadar.»
Yeni Dünya Saygon Fırını, Garden Grovv'da
betondan, fabrika tipinde inşa edilmiş büyük bir
binadaydı. Etrafında asfalt dökülmüş bir araba parkı
vardı. Bina beyaza boyalıydı. Şirketin adı şeftali rengi iri
harflerle yazılmıştı. Binanın ciddi görünüşünü sadece bir
çift kauçuk ağacıyia, ön taraftaki büro bölümü girişinin
yanlarındaki açelya kümeleri yumuşatıyordu. Binanın
üzerinde
o yazı olmasaydı, oradan geçen biri burada plastik
dökme kalıpları, perakende satılan elektronik alet
parçaları ya da hafif sanayi alanına giren bazı şeyler
yapıldığını sanırdı.
Del, Tommy'nin tarifine uyarak arabayı binanın arka
tarafına sürdü. Bu geç saatte ön kapılar kilitliydi. Onun
için de mutfaktan geçilmesi gerekiyordu.
Arka park yerinde fırında çalışanların arabaları ve
kırktan fazla büyük kamyon duruyordu.
Del, «Ben burasının 'küçük aile işletmesi' tarzında
bir fırın olacağını sanmıştım,» dedi.
«Evet, yirmi yıl önce gerçekten öyleydi. Hâlâ iki
perakende şubeleri var. Ama, buradan pek çok markete
ve restorana ekmek, çörek ve pasta yolluyorlar. Sadece
Vietnam lokantalarına da değil. Hem Orange ilçesinde,
hem de Los Angeles'te pek çok müşterileri var.»
Genç kadın arabayı park ederken, «Küçük bir
imparatorluk bu,» diye mırıldandı. Farları söndürerek
motoru durdurdu. «Fırın büyüdü ama kalite hiçbir zaman
düşmedi. Zaten büyümeyi de kalite sağlamıştı.»
«Onlarla gururlanıyormuş gibi konuşuyorsun.»
«Gerçekten gururlanıyorum.»
«O halde neden sen de, bu aile işine girmedin?»
«Soluk alamadım.»
«Fırınların çok sıcak olduklarını mı kastediyorsun?»
«Hayır.»
«Buğday ununa alerjin mi var?»
Adam içini çekti. «Keşke öyle olsaydı. O zaman bu
işten kaçmam daha kolaylaşırdı. Sorun olan şu ki...
buraya çok fazla gelenek hâkimdi.» «Ekmek pişirme
yönetimi konusunda, yeni, radikal yollar mı
denemek istedin?»
Genç adam usuica güldü. «Senden hoşlanıyorum,
Del.»
«Ben de öyle Tofu Çocuk.»
«Biraz kaçık olsan bile.»
«Ben tanıdığın en aklıbaşında insanım.»
«Sorun ailemdi. Vietnamlı ailelerin üyelerinin
birbirlerine karşı sıkı bağları vardır. Esneklik yoktur!
Anne ve babalar aşırı disiplin meraklısıdırlar. Töreler,
sanki... sanki birer zincir.»
«Bütün bunları yine de özlüyorsun.»
-135
«Yok canım.» Sarışın kadın, «Evet, öziüyorsun,»
diye üsteledi. «Kalbinin
derinliklerinde keder var. Bir parçanı yitirmişsin.» «Hayır,
yitirmedim.» «Kesinlikle kaybetmişsin.» «Şey...
Belki de olgunlaşmak denilen şey de bu. Daha
büyük, daha farklı ve daha iyi bir şey olabilmek için
parçalarını kaybetmen.» «Bebeğin içinden çıkan şey de
büyüyor ve farklı bir gö
rünüm alıyor.» «Yani?» «Farklılık her zaman daha iyi
olmak anlamına gelmez.» Tommy, genç kadının
gözlerinin içine baktı. Loş ışıkta mavi
gözleri çok koyu görünüyordu. Sanki siyahmış gibi. Ve
bu gözlerdeki ifadeyi anlamak da her zamankinden daha
zordu.
Genç adam, «Farklı bir yol bul masaydı m,» diye
açıkladı. «Benim için uygun olan bir yol... O zaman içim
ölürdü. Ailemle olan bağımın gevşemesinden daha kötü
olurdu bü.»
«O halde doğru olanı yapmışsın.» «Doğru ya da
yanlış, bunu yaptım. Yani olan oldu.» «Ailenle
arandaki uzaklık sadece bir açıklık, uçurum değil.
Bunun üzerine her zaman bir köprü kurabilirsin.»
Tommy aynı fikirde değildi. «Tam olarak değil.»
«Galaksinin oluşmasından sonra aştığımız o ışık
yıllarını
düşünecek olursan bu ayrılık bile sayılmaz. İlke!
maddelerdik ve
sonra milyarlarca kilometre katettik.» «Yine acayip laflar
ediyorsun, Del.» «Acayip olan nedir?» «Burada
Asyalı olan benim. Birinin gizemli tavırlar takın
ması gerekiyorsa, ben yapmalıyım.»
Del, «Bazen dinliyorsun, ama hiçbir şey
duymuyorsun,» dedi.
«Çıldırmamı engelleyen de bu.»
«Başını derde sokan bu.»
«Haydi, gel. Gidip ağabeyimi görelim.»
Yağmurda, kamyonların arasından hızla yürürlerken
Del,
«Gi sana nasıl yardım edecek?» dedi. «Ondan ne
bekliyorsun?» «O çetelerle uğraşmak zorunda kaldı. Bu
konuda bilgisi
var.»
«Çeteler mi?»
«Evet. 'Cheap Boys,' 'Pomona Boys'. İşte
böyleleri.»
Yeni Dünya Saygon Fırını'nda sekizer saatlik üç
vardiyada
çalışılıyordu. Sabah sekizden öğleden sonra dörde
kadar olan vardiyada Tommy'nin babası hem ustabaşı
olarak çalışıyor, hem de ön taraftaki bürosunda şirketin
işleriyle ilgileniyordu. Saat dörtten gece yarısına kadar,
Phan kardeşlerin en büyüğü Ton That hem başfırıncı,
hem de vardiya yöneticisi olarak çalışıyordu. Gece
yarısından sabah sekize kadar Gi Minh aynı görevleri
yükleniyordu.
Haraç peşindeki, organize suç çeteleri yirmi dört
saat fırından para koparmak için çabalıyorlardı. Ama
istediklerini elde etmek için sabotaja başvuracakları
zaman zifiri karanlığı yeğliyorlardı. İşte bu nedenle gece
vardiyasında çalışan Gi bazı kötü çatışmalar sırasında iş
başındaydı.
Üç adam yıllar boyunca haftada yedi gün
çalışmışlardı. Elli altışar saat. Bunun nedeni fırının
müşterilerinin çoğunun her gün taze ürün istemeleriydi.
İçlerinden birinin hafta sonunda fabrikadan ayrılması
gerekse diğer ikisi onun görev süresini aralarında
paylaşıyor, hiç şikâyet etmeden altmış dört saat
çalışıyorlardı.
Girişimci Vietnamlı Amerikalılar ülkedeki en çalışkan
insanlardan sayılıyorlardı. Kimse onları işleri aksatmakla
suçlayamazdı. Tommy bazen, Ton ve Gi'nin kuşağından
olan Vietnamlılar emekliye ayrılıp, uğrunda o kadar
çabaladıkları rahat ve huzurun zevkini çıkaracak kadar
yaşayabilirler mi, diye düşünüyordu. Bu eski mülteciler,
bu tekneyle kaçan çocuklar, Güneydoğu Asya'daki açlık
ve dehşetle ilgili ilk anıları yüzünden her zaman çok
başarılı olmayı istemişlerdi.
Aile sonunda bir kuzeni eğitmeye başlamıştı. Bu
Tommy' nin küçük teyzesinin, Amerika'da doğan
oğluydu. Kuzen dönüşümlü olarak vardiya kontrolörü
görevini yüklenecek ve böylece yöneticilerin haftada kırk
saat çalışmalarını sağlayacaktı. Yani sonunda onlar da
normal bir yaşam sürebileceklerdi. Aile uzun bir süre bu
kuzenin işe girmesine karşı çıkmıştı. Çünkü uzun bir
süre inatla Tommy'nin aralarına dönmesini ve fırın işine
girmesini beklemişlerdi.
Tommy, annesiyle babasının, yöneticilik görevinin
ailede kalması için yaptıkları çalışmalarına uzak kaldığı
için sonunda suçluluk duygusuna kapılacağına
inandıklarını seziyordu. Gerçekten de sonunda korkunç
bir suçluluk duygusuyla ezilmiş ve bu nedenle de sık sık
garip rüyalar görmüştü. Örneğin, babasıyla
ağabeylerinin olduğu bir arabanın direksiyonundaydı ve
otomobili pervasızca bir uçuruma sürüyordu. Diğerleri
ölürken kendisi mucize sonucu kurtuluyordu. Bazen de
ailesinin olduğu bir uçağın pilotu oluyordu. Uçağı dağa
çarpıyor ve enkazdan bir tek kendisi sağ çıkıyor; üstü
başı aile üyelerinin kanlarıyla kırmızıya boyanmış
oluyordu. Ya da Güney Çin Denizi'nde gece, bir girdap
küçük teknelerini yutuyor ve Phan'ların en genci ve en
düşüncesizi yani kendisi dışında herkes boğuluyordu.
Phan'ların bir yılanın dişinden daha zehirli olan oğulları.
Ancak genç adam bu suç duygusuyla yaşamayı
öğrenmiş, yazar olma düşlerinden vazgeçmemek için
uğraşmıştı.
Tommy şimdi Del'le Yeni Dünya Saygon Fırını'nın
arka kapısından içeri girerken çelişik duyguların
etkisindeydi. Hem kendini yuvasına kavuşmuş gibi
hissediyor, hem de tehlikeli bir yere geldiğini
düşünüyordu.
Etrafa pişen ekmeklerin mis gibi kokusu yayılmıştı.
Buna rafine edilmiş şekerin, tarçının, fırıncı peynirinin ve
sütsüz çikolataların kokusu da karışıyordu. Ne olduğu o
kadar kolaylıkla anlaşılmayan, ağız sulandıran başka
kokular da vardı. Bu, Tommy'nin çocukluğunun
kokuşuydu. Genç adam bu yüzden şahane anılardan
oluşan bir duyu nehrine daldı. Geçmişten pek çok
görüntü gözlerinin önünden sel gibi aktı. Aynı zamanda
bu Tommy'nin kesinlikle reddettiği geleceğin de
kokuşuydu. Kuşkusuz genç adam insanın ağzını
sulandıran kokuların altına gizlenen içbayıltıcı bir tatlılığı
da sezdi. Bu, çok yoğun olduğu için zamanla iştahı
kesilip midesi bulanacak ve dilinin her tadışında sadece
acılığı algılamasına neden olacaktı.
Ana atölyede beyaz üniformalı ve beyaz kepli kırk
kadar adam harıl harıl çalışıyorlardı. Bunlar pasta şefleri,
ekmek yapıcıları, onların yardımcıları ve temizleyicilerdi.
Bu insanlar ürünü birleştirme masaları, hamur yoğurma
makineleri, fırınlar ve ocakların arasında çalışıyorlardı.
Mikser bıçaklarının mırıltısı, kaşıkların ve maden
spatulaların şıkırtısı, pasta raflarına kaydırılan kalıpların
ve kurabiye tepsilerinin tıkırtı ve hışırtısı, yalıtımı az ticari
fırınlarda yanan gazın boğuk homurtusu... Bu gürültü
Tommy için müzikten farksızdı. Yine de, buradaki her
şey gibi gürültü de birbirine zıt iki nitelik taşıyordu:
Neşeli, etkileyici bir melodi ve bunun altındakftehlikeli
ritm.
Sıcak hava ve gece yağmurun soğuğunu hemen
unutturdu. Ama Tommy hemen arkasından buradaki
havanın rahatlıkla soluk alınamayacak kadar sıcak
olduğunu düşündü.
Del, «Ağabeyin hangisi?» diye sordu.
«Herhalde vardiya nöbetçisinin bürosundadır.»
Tommy genç kadının Noel Baba başlığını çıkarmış
olduğunu farketti. «O aptal şapkayı giymediğin için
teşekkür ederim.»
Del başlığı deri ceketinin cebinden çıkardı. «Onu,
yağmurdan bozulmaması için çıkarmıştım.»
Tommy, «Lütfen onu giyme,» dedi. «Beni
utandırırsın.»
«Sen giyim tarzından hiç anlamıyorsun.»
«Lütfen. Ağabeyimin beni ciddiye almasını
istiyorum.»
«Ağabeyin Noel Baba'ya inanmaz mı?»
«Lütfen. Ailemin üyeleri aşırı ciddidir.»
Sarışın kadın, «Lütfen lütfen,» diye tekrarladı,
Tommy'le alay etmiyor, ona takılıyordu. «Belki de fırıncı
yerine cenaze levazımatçısı gerekirdi.»
Genç adam, kadının meydan okurcasına o kırmızı
flanelden yapılmış sevimli başlığı giymesini bekliyordu.
Ama Del şapkayı tekrar ceketinin cebine soktu.
Tommy minnetle mırıldandı. «Teşekkür ederim.»
«Beni, adı kötüye çıkmış olan, Noel Baba düşmanı,
yüzü gülmez, şakadan anlamaz Gi Minh Phan'ın yanına
götürebilirsin!..»
Tommy, onu ana atölyenin yan tarafından, aletlerle
dolu pişirme yeriyle, depo ve soğuk hava bölmelerine
açılan çelik kapıların arasından geçirdi. Tavana asılı
floresan panolar içeriyi iyice aydınlatıyorlardı. Her yer,
hemen hemen bir hastanenin ameliyat odası kadar
tertemizdi.
Tommy fırına en aşağı dört yıldan beri gelmiyordu.
Bu sürede iş iyice gelişmişti. Bu nedenle gece nöbetinde
çalışanların çoğunu tanımıyordu. Hepsi de Vietnamlıya
benziyorlardı. Çoğu erkekti. Önemli bir bölümü işlerine
öylesine dalmışlardı ki, ziyaretçileri olduğunun farkında
bile değillerdi.
Başlarını kaldırıp bakan birkaç kişi de dikkatlerini
Del Pay-ne'e yönetti, Tommy'ye aldıran olmadı. Genç
kadın yağmurdan tekrar ıslanmış ve saçları karışmış
olmasına rağmen yine de çekiciydi. Islanıp vücuduna
yapışan beyaz üniforması ve siyah deri ceketiyle
dayanılmaz gizemli bir görünümü vardı.
Tommy, Del'in başında Noel Baba şapkası olmadığı
için sevindi. Bu bir oda dolusu işlerine dalmış, çalışkan
Vietnamlı için çok değişik bir şey olurdu. Kuşkusuz hepsi
de dikkatle kadına bakarlardı.
Nöbetçi bürosu, atölyenin ön tarafında sağ
köşedeydi. İki duvarı camdandı. Böylece vardiya
nöbetçisi masasından kalkmadan her tarafı
görebiliyordu. Büroya dört basamakla çıkılıyordu.
Aslında Gi çoğu zaman atölyede olur, fırıncılar ve
yardımcılarıyla yan yana, dirsek dirseğe çalışırdı. Ama
şimdi bilgisayarın başındaydı. Sırtı basamakların
yukarısındaki camlı kapıya dönük duruyordu.
Monitördeki bilgiye bakan Tommy ağabeyisinin yeni
bir pasta tarifini bilgisayarın yardımıyla hazırladığını
kavradı. Anlaşılan bazı pastalar fırınlardan istenildiği gibi
çıkmıyordu. Problemi atölyede fırıncılara özgü ve
sezgiyle çözememişlerdi.
Tommy'le genç kadın içeri girdikleri zaman Gi
onlara dönmedi. İki konuk kapıyı arkalarından kapattılar.
Gi, «Bir dakika,» diyerek parmaklarını tuşlarda hızla
dolaştırdı.
Del, Tommy'yi dirseğiyle dürterek cebinden yarı
çıkmış olan kırmızı flanel başlığı işaret etti.
Tommy kaşlarını çattı.
Sarışın kadın gülerek şapkayı cebine iyice tıktı.
Gi işini bitirdikten sonra koltuğunda hızla döndü.
Fırında ça
lışanlardan birinin geldiğini sandığı anlaşılıyordu.
Kardeşini gördüğü zaman gözleri irileşti. «Tommy!» Gi
ağabeyleri Ton'un tersine, Tommy'nin Amerikan adını
kullanmaya razıydı.
Tommy, «Sürpriz!» dedi.
Gi koltuğundan kalkarken gülümsemeye başlamıştı.
Sonra kardeşinin yanındaki kişinin de fırın
çalışanlarından biri olmadığını anladı. Bütün dikkatini
Del'e verirken gülümsemesi yüzünde dondu.
Del, «İyi Noel'ler,» dedi.
Genç adam o an Del'in ağzını bantla kapatmayı
istedi. Sadece o saçmasapan kutlama yüzünden de
değil. Ne de olsa, Noel'e yedi hafta vardı ve
süpermarketler çam ağaçları için süsler satmaya
başlamışlardı bile. Asıl neden Tommy gülmek istiyordu.
Ama eğer gülseydi Gi'yi başlarındaki derdin çok ciddi
olduğuna inandırması zorlaşacaktı.
Tommy, «Gi,» dedi. «Bir arkadaşımla tanışmanı
istiyorum. Bu Bayan Del Payne.»
Gi Sarışın kadını başıyla terbiyeli terbiyeli
selamladı. Del elini uzattı. Adam kısa bir tereddütten
sonra bu eli sıktı. «Bayan Payne...»
Genç kadın, «Çok memnun oldum,» diye
mırıldandı.
Gi ona, «Islanmışsınız,» dedi.
Del, «Evet,» diye yanıtladı. «Bu hoşuma gidiyor.»
«Efendim?»
Kadın, «Bu yağmur insanı canlandırıyor,» dedi.
«Fırtınanın ilk saati sona erdiği sırada yağan yağmur
havadaki bütün kiri temizledi. Su o kadar saf ve sağlıklı
ki, insanın cildine iyi geliyor.»
Gi sersemleşmişti. «Evet...»
«Saçları için de yararlı.»
Tommy, Tanrım dedi kendi kendine. Lütfen ona
engel ol da ağabeyimi prostat kanseri konusunda
uyarmaya kalkışmasın.
Gi bir altmış yedi boyundaydı. Yani Tommy'den yedi
santim daha kısa. Kardeşi gibi inceydi ama yuvarlak
yüzü onunkine hiç benzemiyordu. Gülümsediği zaman
«Buda»ya öylesine benziyordu ki, çocukluğunda ailenin
bazı üyeleri ona «Küçük Buda» adını takmışlardı.
Gi'nin suratındaki donmuş tebessüm Del'in elini
bırakıncaya kadar silinmedi. Sonra başını eğerek genç
kadınla kardeşinin yerde oluşturmaya başladıkları
gölcüklere baktı. Başını kaldırarak Tommy'nin gözlerinin
içine baktığı zaman artık gülümsemiyor, Buda'ya da hiç
benzemiyordu.
Tommy ağabeysine sarılmak istiyordu. Herhalde Gi
de bir an soğuk davranır ama sonra bu kucaklamaya
karşılık verirdi... Fakat ikisi de sevgilerini belli
edemediler. Belki de reddedilmekten korkuyorlardı.
Gi konuşamadan Tommy söze girdi. «Senden fikir
almam gerekiyor, ağabey.»
«Fikir almak mı?» Gi kardeşini sarsacak bir biçimde
onun gözlerinin içine baktı. «Yıllardır, benim fikirlerimin
senin için hiçbir değeri yoktu!»
«Başım büyük dertte.»
Gi, Del'e bir göz attı.
Genç kadın, «Anlatmak istediği dert ben değilim,»
diye açıkladı.
Gi'nin bu açıklamaya pek inanmadığı belliydi.
Tommy atıldı. «O, bu akşam hayatımı kurtardı.»
Ağabeysinin yüzünden hâlâ kuşku
okunuyordu.
Tommy, Gi'yi ikna edemeyeceğinden
endişelenmeye başlıyordu. Bu yüzden aptal aptal,
«Gerçekten de öyle yaptı,» diye mırıldandı. «Hayatımı
kurtardı. Benim için kendi hayatını tehlikeye attı. Benim
gibi hiç tanımadığı biri için. Benim yüzümden kamyoneti
zarara uğradı. Şimdi burada ayakta durabiliyorsam bunu
ona borçluyum. Bize oturmamızı söylersen de bunu min-
netle ve...»
Gi, «Hiç tanımadığı biri için mi?» diye sordu.
Tommy o kadar hızlı konuşmuştu ki ne söylediğini
bile unutmuştu. Bu nedenle ağabeysinin tepkisini
anlayamadı. «Ha?»
Gi tekrarladı. «Hiç tanımadığı biri için mi?» «Şey, evet.
Bir buçuk saat öncesine kadar beni hiç tanımıyordu.
Yine de kendi hayatını tehlikeye atarak...» Del,
Tommy'ye, «O, senin kız arkadaşın olduğumu sanıyor,»
diye açıkladı. Tommy yüzünün kızardığını hissetti. Bu
kızıllık yayılırken yüzü çelik bir fırın kadar sıcakmış gibi
geldi ona.
Gi'nin suratındaki sıkıntılı ifade dağılır gibi oldu.
Del'in çoktan beri bekledikleri, Phan Ana'nın kalbini kırıp
aileyi sonsuza kadar bölecek o sarışın olmadığı fikri onu
sevindirmişti. Del, Tommy'ie gezip tozmuyorsa o zaman
Phan kardeşlerin en genci ve asisinin günün birinde
doğru olanı yapması olasılığı hâlâ vardı. Yani, kendisine
eş olarak güzel bir Vietnamlı kızı seçmesi olasılığı...
Del, Gi'ye, «Ben onun kız arkadaşı değilim,» dedi.
Gi'nin ikna edilmeye hazır olduğu anlaşılıyordu.
Del ekledi. «Onunla hiç çıkmadık. Hatta şapka
konusundaki zevkimi beğenmediğini düşünürsek, onunla
hiçbir zaman da çıkamayız. Nasıl çıkarız? Ben şapka
konusundaki zevkimi eleştiren bir erkekle gezemem. Bir
kız, bir yerde bir sınır çizmelidir.»
Gi şaşırdı. «Şapkalar mı?» Tommy, «Lütfen...» dedi. Bu
sözü hem ağabeysine, hem de Del'e söylemişti. «Oturup
bu olaydan söz edemez miyiz?» Gi, «Hangi olaydan?»
diye sordu.
«Birinin beni öldürmeye çalışması olayından! Ben
bunu kastediyorum!»
Şaşalayan Gi Minh Phan arkasına yaslandı.
Masasının önündeki iki koltuğu işaret etti.
Tommy'le Del koltuklara oturdular. Tommy,
«Sanırım bir Vietnam çetesiyle başım dertte,» dedi.
Gil, «Hangisiyle?»
«Bilmiyorum. Üstelik bu olaya bir anlam da
veremiyorum. Gazetedeki arkadaşım Sal Delario da
öyle. O çeteler konusunda uzman. Onların yaptıklarını
anlattığım zaman yöntemlerini tanıyacağını umuyorum.»
Gi'nin arkasında beyaz bir gömlek vardı. Sol
manşetin düğmesini açarak, gömleğin kolunu kıvırdı.
Del'e kaslı kolunun alt kısmını gösterdi. Orada uzun,
çirkin, kırmızı bir yara izi vardı.
Gi, genç kadına, «Otuz sekiz dikiş atıldı,» diye açıkladı.
Del o alaycı tavırlarını bir tarafa bırakmış, üzülmüştü.
«Korkunç!»
«O aşağılık köpekler etrafta dolaşıp, işinize devam
etmeniz için haraç vermeniz gerektiğini söylüyorlar.
Buna 'Sigorta parası' diyorlar. 'Bunu yapmazsan sen ya
da adamların yaralanabilir, kaza geçirebilirsin. Ya da
bazı makineler kırılır. Veya bir gece işyerin yanabilir.'»
«Polis....»
-145-Tik-Tak / F: 10
«Onlar ellerinden geleni yapıyorlar. Yani
çoğunlukla, Çetelere istediklerini verirseniz, daha
fazlasını isterler. Daha fazlasını. Daha daha fazlasını.
Tıpkı politikacılar gibi. Sonunda işinizden onların
kazandığından daha az kazanırsınız. İşte bu aşağılık
yaratıklar bir gece buraya da geldiler. On kişiydiler.
Kendilerine 'Fast Boys' (Hızlı Çocuklar) adını takmış
olan çete. Hepsinde de bıçaklar ve demir çubuklar vardı.
Polis çağırmayalım diye telefon hatlarını kestiler. Burada
dolaşıp her şeyi kırıp dökeceklerini, bizim de kaçıp
saklanacağımızı sanıyorlardı. Ama biz onları şaşırttık.
İçimizden bazıları yaralandı, fakat o çeteden olan
haytaların yaraları daha ağırdı. Onların çoğu burada
Amerika'da doğmuşlar. Kendilerini çok sert ve haşin
sanıyorlar. Ama onlar azap çekmenin ne demek
olduğunu bilmiyorlar. Sert ve haşin sözlerinin anlamını
da.»
Del gerçek karakterini gizleyemedi.
Dayanamayarak, «Bir grup öfkeli fırıncıyla dalaşmaya
gelmez,» dedi. Gi ciddi ciddi, «Evet,» diye yanıt verdi.
«Fast Boys da artık bunu biliyor.»
Tommy, genç kadına döndü. «Vietnam'dan
kaçtığımız sırada Gi on dört yaşındaydı. Saygon'un
düşmesinden sonra komünistler genç erkeklerin, yeni
yetişen delikanlıların ileride devrime karşı çıkacaklarını
düşündüler. Yeni rejimin en tehlikeli vatandaşlarıydılar
onlar. Gi ve büyük ağabeyim Ton birkaç kez tu-
tuklandılar ve her seferinde de bir iki hafta hapiste
kaldılar. Komünizm aleyhindeki faaliyetleri konusunda
sorgulandılar. Sorguya çekilmek aslında işkence
anlamına geliyordu.»
Del sarsılmıştı. «On dört yaşındaki bir çocuğa mı?»
Gi omzunu silkti. «Bana on iki yaşındayken işkence
yaptılar. Ağabeyim Ton That ilk defa tutuklandığında on
dört yaşındaydı.»
«Polis her seferinde de onları serbest bıraktı. Sonra
babam güvenilir bir kaynaktan Gi ve Ton'u tutuklayıp
kuzeydeki bir yeniden eğitme kampına göndereceklerini
öğrendi. Yani esir gibi çalıştırılacak ve beyinleri
yıkanacaktı. Onları tutuklamalarından bir gece önce,
otuz kişiyle birlikte tekneye binerek denize açıldık.»
Gi, «Yanımızda çalışanların bazıları yaşça benden
büyük.» diye açıkladı. «Onların başlarına çok daha kötü
şeyler geldi... Vietnam'da yani.»
Del fırın bölümünde çalışan adamlara bakmak için
yerinde döndü. Bu adamlar beyaz önlükleri ve beyaz
kepleriyle sıradan kimselermiş gibi gözüküyorlardı. Genç
kadın düşünceli bir tavırla usulca, «Hiçbir şey göründüğü
gibi değil...» diye mırıldandı.
Gi, Tommy'ye, «Çeteler neden senin peşinde
olsunlar?» dedi.
«Belki gazetede çalışırken yazdığım bir yazı
yüzünden...»
«Onlar okumazlar ki.»
«Ama öyle olması gerek. Başka neden yok.»
«Sen ne kadar çetelerin kötü olduğunu yazarsan,
onlar da bu işten o kadar hoşlanırlar. Tabii okudukları
takdirde. Böyle şeylere bayılırlar. E, onlar sana ne
yaptılar?»
Tommy, Del'e bir göz attı.
Sarışın kadın gözlerini başka yöne çevirdi.
Tommy, Gi'ye o gece yaşadığı olayları en
inanılmayacak ayrıntısına kadar anlatmayı düşünmüştü.
Ama birdenbire ağabeyinin kuşku ve aşağılamasını göze
alamayacağına karar verdi.
Gi geleneklere Ton ya da anne babası kadar bağlı
değildi ve daha anlayışlı bir insandı. Hatta belki de
Tommy'ye Amerikan olan her şeye cüretle sarıldığı için
haset bile ediyordu. Belki de yıllar önce gizlice aynı
hayalleri kurmuştu. Anuarv uaşıva uu^eyde, tam anlamıyla
Vietnamlı sadık bir evlattı. Bu nedenle de Tommy'nin seçtiği
yoldan hoşnut değildi. Gi için bile, insanın kendisini
ailesinden önemli sayması affedilemeyecek bir zayıflıktı.
Doğrusu kardeşine olan saygısı son yıllarda iyice azalmıştı.
Tommy, Gi'nin gözünden büsbütün düşmeyi hiç
istemediğini farkederek şaşırdı. Ailesinin hoşnutsuzluğuyla
yaşamayı öğrendiğini sanıyordu. Onların hepsini de
düşkırıklığına uğrattığını anımsamanın artık kendisini
üzmeyeceğine inanmıştı. Kendisinin nasıl biri olduğunu
biliyordu. Ailesinin onunla ilgili düşüncelerinin pek de o
kadar önemli olmadığını düşünmüştü. Ama yanılmıştı.
Genç adam hâlâ ailesinin onu takdir etmesini istiyordu.
Gi'nin bez bebekle ilgili öyküyü uyuşturucudan sersemlemiş
bir kafanın uydurduğu saçmalıklar diye kabul edebileceğini
düşündükçe paniğe kapılıyordu.
Aile bütün kutsamaların kaynağıydı. Ev de bütün
kederlerin. Belki bu bir Vietnam özdeyişi değildi ama öyle
olmalıydı.
Tommy oraya yalnız gelmiş olsaydı belki o iblisten söz
etmeyi göze alacaktı. Ama Del Payne'i de yanında
getirmesi belki de Gi'nin kendisine karşı peşin yargılara
saplanmasına neden olmuştu.
Bu nedenle konuşmadan önce dikkatle düşündü.
Sonra da, «Gi,» dedi. «Sen hiç 'Kara El'den söz edildiğini
duydun mu?»
Gi, kardeşinin ellerine baktı. Sanki kardeşinin ona bu
'hemen hemen yabancı sarışın'dan ya da Tommy'nin daha
iyi tanıdığı başka bir sarışından el ve ayakları etkileyen
korkunç bir zührevi hastalık kaptığını söylemesini
bekliyordu.
Tommy ekledi. «La Mano Nera. Kara El. Bu şantajcılar
ve katillerden oluşan gizli bir mafya örgütü. Seni öldürmeye
karar verdikleri zaman bazen bir uyarı mektubu
gönderiyorlar. Beyaz kâğıda siyah mürekkeple yapılmış
bir el. Seni iyice korkutmak ve sonunda öldürmeden
önce iyice azap çekmeni sağlamak için.»
Gi kesin bir tavırla, «Bu dedektif romanlarına
yakışacak gülünç bir şey,» diyerek beyaz gömleğinin
kolunu indirdi ve düğmeledi.
«Hayır, bu doğru.»
«Fast Boys, Cheap Boys, Natona Boys, The
Fragman... Bu tipler önceden bir kara el yollamaz.» Gi
kesin bir tavırla konuşuyordu.
«Evet, bunun ben de farkındayım. Ama sen... başka
bir şey yollayan bir çeteden söz edildiğini hiç duydun
mu?»
«Başka bir şey mi?»
Tommy durakladı. İskemlesinde kımıldandı. «Şey...
Bebek gibi bir şey örneğin.»
Gi kaşlarını çattı. «Bir bebek mi?»
«Bir bez bebek.»
Gi kendisini aydınlatması için Del'e baktı.
Genç kadın, «Çirkin, küçük bir bez bebek,» diye
açıkladı.
Tommy ekledi. «Eline bir pusula iğnelenmiş bir bez
bebek.»
«Pusulada ne yazılıydı?»
«Bilmiyorum. Mesaj Vietnam dilinde yazılmıştı.»
Gi büyük bir hoşnutsuzlukla, «Bir zamanlar
Vietnamca okurdun,» diye anımsattı. Tommy başını
salladı. «Küçükken. Ama artık değil.» Gi, «Şu bebeği bir
göreyim,» dedi. «O... Şey. Bebek şimdi bende değil.
Ama pusulayı getir
dim.»
Bir an kâğıdı nereye koyduğunu hatırlayamadı.
Önce cüzdanına uzandı..Sonra anımsayarak iki
parmağını flanel gömleğinin cebine sokup sırılsıklam
olmuş pusulayı çıkardı. Kâğıt parçalanmak üzereydi.
Neyseki parşömene benzeyen kâğıdın yağ oranı
fazlaydı. Bu yüzden eriyip iyice pelteye dönmemişti.
Tommy kâğıdı dikkatle açtı ve üç sütun halindeki
işaretlerin hâlâ belirli olduğunu gördü. Mürekkebin rengi
solmuş ve biraz da akmıştı.
Gi pusulayı aldı, sanki yorgun ve narin bir kelebeğin
konmasını istiyormuş gibi çukurlaştırdığı avucuna koydu.
«Mürekkep akmış.»
«Yazıyı okuyamıyor musun?»
«Kolay okunmuyor. Pek çok ideogram birbirine
benzer. Arada bazı küçük farklar vardır. Bunlar
İngilizcedeki harfler gibi değillerdir. Mürekkep kalemiyle
yapılan her çizgi yepyeni bir anlam sağlar. Kâğıdı
kurutup, büyüteçle okumam ve incelemem gerekiyor.»
Tommy iskemlesinde öne doğru eğildi. «Bunun
anlamını ne kadar zamanda çözersin? Tabii
başarabilirsen.» «İki saatte. Tabii bunu başarabilirsem.»
Gi pusuladan başını kaldırdı. «Henüz sana neler
yaptıklarını anlatmadın.»
«Evime girdiler. Şunu bunu parçaladılar. Daha
sonra... Peşime düşüp kovaladılar, arabamla yoldan
çıkmama neden oldular. Araba iki kez takla attı.»
«Yaralandın mı?»
«Sabah her tarafım ağrıyıp sızlayacak. Ama hiç
yaralanmadan kurtuldum.» «Bu kadın hayatını nasıl
kurtardı?» Del, «Del...» dedi. Gi mırıldandı. «Efendim?»
«Adım Del.» «Evet...» Gi, Tommy'ye döndü. «Bu kadın
hayatını nasıl kurtardı?»
«Arabadan tam zamanında çıkmayı başardım. Yani
o yanmaya başlamadan hemen önce. Sonra... onlar
peşimden geldiler ve...»
«Onlar da kim? Gangsterler mi?»
Tommy, «Evet,» diye yalan söyledi. Ama Gi Minh'in
her söylediği yalanın farkında olduğundan da emindi.
«Beni kovaladılar. Ben de kaçtım. Tam beni
yakalayacakları sırada Del kamyonetiyle geldi ve beni
oradan kaçırdı.»
«Polise gitmedin mi?»
«Hayır. Onlar beni koruyamazlar.»
Gi başını salladı, şaşırmamıştı. O kuşaktan olan
Vietnamlıların çoğu gibi, burada, Amerika'da bile polise
tamamiyle güvenemiyordu. Vatanlarında, Saygon'un
düşmesinden önce polisin çoğu dürüstlüğü bir tarafa
bırakmışlardı. Komünistler idareyi ele aldıkları zaman ise
daha da kötüleşmişler, rejimin her türlü gaddarlığı
yapmalarına izin verdiği sadist işkenceciler ve canilere
dönüşmüşlerdi. Gi aradan geçen yirmi yıla ve o dertli
ülkeden yarım dünya uzakta olmasına rağmen hâlâ
bütün üniformalılardan çekiniyordu.
Tommy, «Belirli bir süre var,» dedi. «Onun için bu
pusulaya yazılı olanları mümkün olduğu kadar çabuk
çözmen çok önemli.»
«Belirli bir süre mi?» «Bebeği gönderen kimse bana
bilgisayarla da bir mesaj yolladı. Bunda 'Zamanın
Şafakta Doluyor, Tik tak'» yazılıydı. Gi bu sözlere
inanamadı. «Gangsterler bilgisayar mı kullanıyorlar?»
Del, «Bugünlerde herkes bilgisayar kullanıyor,»
dedi.
Tommy, «Güneş doğmadan önce beni öldürmek
niyetindeler...» diye açıkladı. «Şimdiye kadar
yaşadıklarıma bakılırsa bu sürenin dışına çıkmamak için
ellerinden gelen her şeyi yapacaklardır.»
Gi, «Eh,» dedi. «Ben mesajı çözmeye çalışırken
burada kalabilirsin. Ne istediklerini, seni neden
öldürmeye çalıştıklarını anlamalıyız. Sana burada kimse
zarar veremez. Fırında çalışanların hepsi seni
destekleyecekleri için buraya gelemezler.»
Genç adam başını sallayarak ayağa kalktı. «O... O
gansterleri buraya çekmek istemiyorum.» Del de ayağa
fırlamıştı. Genç adamın yanına gitti. «Başını derde
sokmak istemem.»
«Onlara, daha önce olduğu gibi derslerini veririz.»
Tommy, Yeni Dünya Saygon Fırını'ndaki pasta ve
ekmek imalatçılarının, insanlardan oluşan her haydut
güruhuyla başa çıkabileceğinden emindi. Ama iblise
dönüşen bez bebeği ne fırıncılar korkutabilirdi, ne de
kurşunlar. Garip yaratık, adamları düğün pastasını
kesen elektrikli bir testere gibi yarıp geçerdi. Özellikle
daha irileşip, değişimini sürdürerek daha korkunç, daha
yırtıcı bir yaratık biçimi almaya devam ettiği takdirde.
Tommy kendisi yüzünden kimsenin zarar görmesini
istemiyordu.
«Sağol, Gi,» dedi. «Beni bulmamaları için hareket
halinde olmalıyım. Böylesi daha iyi. Seni iki saat sonra
ararım. Pusuladaki yazıyı İngilizceye çevirip
çevirmediğini öğrenmek için.»
Gi ayağa kalktı ama yazı masasının arkasından
çıkmadı. «Buraya fikir almaya geldiğini söyledin. Sadece
bu mesajı çevirtmeye değil. Eh, ben de sana fikrimi
söyleyeceğim... Ailene inanırsan daha güvende
olursun.»
«Ben sana güveniyorum, Gi.»
Gi anlamlı anlamlı, «Ama bir yabancıya daha çok
güveniyorsun,» diye karşılık verdi. Del'e bakmıyordu.
«Bu sözlerin beni üzüyor, Gi.»
Genç adamın ağabeyisi, «Bunları söylemek
zorunda olmam da beni üzüyor,» dedi.
İki kardeş birbirlerine bir santim bile yaklaşmadılar.
Tommy ağabeyinin de kendisi gibi bunu istediğini
hissetti.
Gi'nin yüzündeki ifade öfkeden de kötüydü. Hatta
sertlikten de kötü. Genç adamın yüzünde sanki kardeşi
onun kalbini iyi ya da kötü bir biçimde artık hiç
etkileyemiyormuş gibi sakin, hatta huzurlu bir ifade
vardı.
Tommy sonunda, «Sana telefon ederim,» dedi. «İki
saat sonra.» DePle birlikte bürodan çıktılar ve
basamaklardan fırın bölümüne indiler.
Tommy'nin aklı iyice karışmıştı. Kendisini küçülmüş,
inatçı, aptal, suçlu ve mutsuz hissediyordu.
Efsaneleşmiş özel dedektif Chip Nguyen hiç böyle
duygular hissetmezdi. Onda hissetme yeteneği yoktu.
Çikolata, tarçın, esmer şeker, küçük hindistancevizi,
mayalı taze ekmek ve sıcak limonlu pasta süsü kokuları
artık hoş değildi. Tommy'nin midesi bu koku yüzünden
neredeyse bulanacaktı. Bu gece fırın kayıplar, yalnızlık
ve budalaca gurur kokuyordu.
Genç adam Del'le soğutucular ve depoların
önünden geçerek arka tarafta, içeri girdikleri kapıya
doğru gitti. Sarışın kadın, «Eh,» dedi. «Beni hazırladığın
için teşekkür ederim.»
«Neye hazırladığım için?»
«O harika karşılama törenine...»
«Sana ailemle aramdaki durumu anlattım.»
«Sen sanki onlarla aranda biraz gerginlik varmış
gibi konuştun. Oysa Capulet'lerle Montague'ler ve
Hatfield'lerle McCoy'lar birbirine karıştırılmış ve buna
Phan adı verilmiş gibi.»
Tommy aynı fikirde değildi. «Ortada öyle dramatik
bir durum yok.»
«Bana her şey çok dramatikmiş gibi geldi. Sakin
ama dramatik. Sanki ikiniz de saat gibi fıkırdıyordunuz
ve her an patlayacaktınız.»
Adam atölyenin tam ortasında durdu. Dönerek geriye
baktı. Gi büronun büyük camlarından birinin önünde
durmuş onları izliyordu.
Tommy kararsızca durakladı. Sonra kolunu
kaldırarak el salladı. Gi buna karşılık vermediği için
fırındaki pis kokuyu daha yoğun duyumsadı. Ve arka
kapıya doğru daha hızlı yürümeye başladı.
Del Payne, ona ayak uydurmak için daha uzun
adımlar atıyordu şimdi. «O benim Babil fahişesi
olduğumu düşünüyor.»
«Hiç de değil.»
«Pekâlâ da öyle düşünüyor. Hayatını kurtarmış
olmama karşın benden hiç hoşlanmıyor. Benim bir dişi
iblis, ruhunun sonsuza kadar lanetlenmesi için seni alev
alev yanan cehenneme sürükleyen kötü, baştan çıkarıcı
ahlaksız bir beyaz kadın olduğuma inanıyor.»
«Eh, yine de şanslısın. Noel Baba şapkasını
giyseydin kimbiiir aklından neler geçerdi, bir de bunu
düşün.»
«Ailen konusunda hâlâ espri yapabilmene
seviniyorum.»
Tommy sert sert, «Öyle bir şey yok,» dedi.
Sarışın kadın, «Ya aslında öyleyse?» diye sordu.
«Ne öyleyse?»
«Ya ben herkesi baştan çıkaran kötü beyaz bir
kadınsam?»
-154
«Sen neden söz ediyorsun?»
Arka kapıya erişmişlerdi. Fakat Del, elini Tommy'nin
koluna koyarak onun kapıyı açmasını engelledi. «Sen
baştan çıkar miydin?»
«Sen gerçekten delisin.»
Sarışın kadın sanki kırılmış gibi alt dudağını sarkıttı.
«Ben gurur okşayıcı bir yanıt bekliyordum. Bu sözlerin
hiç de öyle değil.»
«Sen o önemii konuyu unuttun mu yoksa?» Del,
«Hangi konuymuş bu?» diye sordu. Tommy
öfkelendi. «Yaşamak. Ölmemek konusu.» «Tabii,
tabii. Şu fare kadar çevik canavar. Ama dinle,
Tommy.
Bütün o öfkeli bakışlarına, derin endişelerine, 'Bay
Esrarlı Doğu' rolüne rağmen oldukça çekici bir erkeksin.
Bir kız sana âşık olabilir. Eğer âşık olursa... ona karşılık
verebilir misin?»
«Ölürsem veremem.» Genç kadın gülümsedi. «Bu
kesin bir 'Evet' cevabı.» Tommy gözlerini yumarak
ona kadar saymaya başladı. Tam 'dörde' geldiği
sırada Del sordu. «Ne yapıyorsun?» «Ona kadar
sayıyorum.» «Neden?» «Sakinleşmek için.»
«Kaçtasın?» «Altıda.» «Şimdi?» «Yedide.»
«Şimdi?» «Sekizde.»
Genç adam gözlerini açtığı zaman sarışın kadının
hâlâ gülümsediğini gördü. «Seni gerçekten
heyecanlandırıyorum, öyle değil mi?»
«Beni korkutuyorsun!»
« Korkutmak m ı ? Neden ? »
«Çünkü böyle davranmayı sürdürürsen o doğaüstü
şeyin bizi öldürmesine nasıl engel oluruz?»
«Nasıl davranmak?»
Tommy derin bir soluk aldı. Söylemek istediği
sözlerin uygun yanıt olmadığına karar verdi. Sesli sesli
soluğunu verdi ve yalnızca, «Sen hiç ciddi bir kurumda
bulundun mu?» diye sordu.
«O söylediğin yer postane olabilir mi?»
Tommy Vietnam dilinde küfür etti. En aşağı yirmi
yıldan beri bu dilde ilk söylediği sözlerdi bunlar. Sonra
madeni kapıyı iterek açtı. Uğuldayan, ıslık çalarak döne
döne esen rüzgâra ve yağmura çıktı. Ve hemen pişman
oldu. Fırındaki sıcaklıkta, mahvolan Corvette'den
çıktıktan sonra ilk kez ısınmıştı. Elbiseleri yeni yeni
kurumaya başlamıştı. Genç adam şimdi soğuğu
iliklerinde hissediyordu.
Del bir çocuk gibi neşeyle, fırtınada onu izledi.
«Dinle! Gene Kelly'yi hiç 'Singing İn The Rain'de izledin
mi?»
Tommy onu uyardı. «Sakın dans etmeye başlama.»
«İçinden geldiği gibi hareket etmelisin, Tommy.»
Genç adam, «Ben her zaman içimden geldiği gibi
hareket ederim,.» diyerek, yağmurun gözlerine
dolmaması için başını eğdi. Rüzgâra karşı eğilerek
resimlerin renklendirdiği, eski kamyonete doğru yürüdü.
Kamyonet yüksek bir sokak lambasının altında
duruyordu.
«Sen bir kaya kadar içinden geldiği gibi
davranıyorsun.»
Tommy bileklerine kadar gelen su birikintilerinden
geçerken titriyordu. Kendine acımaya başlamıştı. Sarışın
kadına cevap vermek zahmetine girmedi.
Del, «Tommy, bekle,» diye seslenerek kolunu tuttu.
Genç adam hızla ona döndü. Islaktı, üşümüştü ve
sabrı taşmıştı. «Yine ne var?» diye sordu. «O burada.»
«Ne?» Sarışın kadın artık şakacı bir tavırla, flört edermiş
gibi dav
ranmıyordu. Çalıların arasındaki kurtun kokusunu almış
bir geyik kadar tetikteydi. Tommy'nin yanından ileriye
bakıyordu. «O»
Genç adam kadının baktığı tarafa döndü.
«Nerede?» ,
«Kamyonette... Kamyonette bizi bekliyor.»
-157
BEŞ
Simsiyah yağan yağmur, sokak lambasının altındaki kam
yonetin üzerine değdiğinde bir an erimiş altın gibi ışıltılı görünüyor
sonra tekerleklerin etrafında yine siyah gölcükler
oluşturuyordu.
Tommy gözlerini kırpıştırarak yağmur
damlalarından kur
tulmaya çalıştı. «Nerede?» Kamyonetin ön camının
ardındaki
karanlığa bakıyor, iblisin orada olduğunu
gösterecek bir işaret
bulmaya çalışıyordu. «Onu göremiyorum.»
Del, «Ben de öyle,» dedi. «Ama iblisin orada
olduğu kesin.
Kamyonetin içinde o. Bunu seziyorum.»
«Birdenbire başıma medyum mu kesildin?»
Sarışın kadın, «Birdenbire değil,» diye cevap verdi.
Sesi,
uykusu gelmiş gibi kalınlaşmıştı. «Sezgilerim her zaman
çok güçlüdür. Onlara güvenebilirsin.»
Dokuz metre ötedeki kamyonet kesinlikle fırına
girmek için indikleri zamanki gibiydi. Tommy, Del'in
hissettiklerini hissetmiyordu. Ayrıca ona taşıtın etrafını
uğursuz bir hava sarmış gibi de gelmiyordu.
Gözlerini kamyonete dikmiş olan sarışın kadın
baktı. Yağmur yüzünden akıyor, burnunun ucundan ve
çenesinden damlıyordu. Del gözlerini hiç kırpmıyordu.
Transa girmiş gibi görünüyordu. Sonra dudakları
oynamaya başladı, konuşuyormuş gibi. Ama hiç sesi
çıkmıyordu.
-158
«Del?»
Bir dakika kadar sonra genç kadının kıpırdayan
dudakları nın arasından sessiz bir mırıltı yükseldi.
Sonra Del fısıltıyla konuşmaya başladı. «Bekliyor...
Buz kadar soğuk... İçi kapkaranlık... Kara, soğuk bir
şey... Tik tak... Tik tak...»
Tommy dikkatini tekrar kamyonete verdi. Taşıt
şimdi gözüne bir cenaze arabası kadar uğursuz
görünüyordu. Del'in korkusu ona da geçmişti. Kalbi
sanki hemen saldırıya uğrayacakmış gibi hızla
atıyordu.
Sarışın kadının fısıltısı su birikintileriyle dolu
kaldırıma çarpan yağmur damlalarının hışırtısına
karıştı. Tommy ona doğru iyice eğildi. Del'in sesi
uğursuz bir şey olacağını haber veren bir kahininki gibi
insanı adeta ipnotize ediyordu. Tommy onun hiçbir
sözünü kaçırmayı istemiyordu.
«Tik tak... Şimdi çok daha büyük... Yılan kanı ve
nehir çamuru... Kör gözler görüyor... Ölü kalp
çarpıyor... Beslenme... Beslenme ihtiyacı... İhtiyaç...
İhtiyaç...»
Tommy o anda kendisini neyin daha fazla
korkuttuğunu anlayamadı. Kamyonetin içine büzülüp
saklanan o tamamiyle yabancı yaratık mı, yoksa bu
alışılmadık kadın mı?
Del birdenbire ipnotize olduğu uykusundan uyandı.
«Bura
dan gitmemiz gerekiyor. Şu arabalardan birini alalım.»
«Fırında çalışanlardan birinin arabasını mı?»
Sarışın kadın kamyonetten uzaklaşmaya başlamıştı
bile.
Yeni Dünya Saygon Fırını'nda çalışanlara ait otuzdan
fazla taşıtın arasında ilerliyordu. Tommy dönüp ihtiyatla
kamyonete baktı. Sonra da kadına
yetişmek için hızla ilerledi. «Bunu yapamayız.» «Pekâlâ
da yaparız.» «Hırsızlık bu.»
Del, «Bu yaşamaya çalışmak,» diyerek mavi bir
Chevrolet' nin kapısını açmayı denedi ama kilitliydi.
«Gel, fırına dönelim.»
Sarışın kadın hatırlattı. «Süre şafak zamanı sona
eriyor, unuttun mu?» Beyaz bir Honda'ya doğru yürüdü.
«O yaratık sonsuza kadar bekleyemez. Peşimizden
gelecektir.»
Arabanın kapısını açtı. Tavandaki ışık yandı. Del
direksiyona geçti. Kontak anahtarı yoktu. Bu yüzden
genç kadın koltuğun altını aradı. Taşıtın sahibi
anahtarları oraya bırakmış olabilirdi.
Tommy arabanın açık kapısının önünde duruyordu.
«Öyleyse buradan yürüyerek uzaklaşalım.» «Yürüyerek
fazla uzaklaşamayız. O bizi hemen yakalar. Ben arabayı
çalıştırmak için telleri birleştireceğim.» Tommy, Del'in
panonun altındaki kontak tellerini körmüşcesine
araştırmasını seyretti. «Bunu yapamazsın.»
«Sen gözlerini kamyonetten ayırma!»
Tommy omzunun üzerinden baktı. «Neyi görmem
gerekiyor.»
Sarışın kadın sinirli sinirli, «Bir hareket,» dedi. «Bir
gölge... Herhangi bir şey. Zamanımız azalıyor. Sen onun
varlığını hissetmiyor musun?»
Del'in kamyonetinin etrafında gece sessizdi.
Yalnızca rüzgârın sürüklediği yağmurun sesi
duyuluyordu.
Genç kadın kendi kendine, haydi, haydi, diye
homurdandı. Telleri çekiştirip duruyordu. Sonra
Honda'nın motoru çalışmaya başladı.
Bu sesi duyan genç adamın midesi bulandı. Ona
yağ dökülmüş bir yokuştan aşağıya, yok olmaya doğru
giderek artan bir hızla kayıyormuş gibi geliyordu. İblisin
ellerinde can vermezse, kendi yaptıkları yüzünden
ölecekti.
Del elfrenine uzandı. «Çabuk ol! Arabaya bin!»
Tommy tartışmaya kalktı. «Bu araba hırsızlığı demek.»
«Sen arabaya binsen de binmesen de ben gideceğim.»
«Bizi hapse atarlar...»
Del yanındaki kapıyı kapatarak genç adamı
gerilemeye, yoldan çekilmeye zorladı.
Sodyum buharlı sokak lambasının ışığında sessiz
kamyonet boşmuş gibi görünüyordu. Bütün kapıları
kapalıydı. Taşıtın en olağanüstü yanı o Art Deco tarzı
panoydu. Kamyonetin o uğursuz havası kaybolmuştu
bile.
Tommy, Del'in sinir krizinin kendisini etkilemesine
izin vermişti. Şimdiyse kendisini toplaması, kamyonete
giderek sarışın kadına tehlike olmadığını göstermesi
gerekiyordu.
Del gaza bastı ve araba ilerledi.
Genç adam çabucak arabanın önüne geçerek
avucunu motor kapağına vurdu. Kadının yolunu
keserek onun durmasını sağladı. «Hayır. Dur, dur!»
Del geri vitese takarak park yerinden geri geri
çıkmaya çalıştı. Tommy arabanın diğer tarafına koşarak
Del'e yetişti. Kapıyı' açıp içeri atladı. «Tanrı aşkına, bir
saniye bekler misin!»
Sarışın kadın vites değiştirdi. «Hayır!»
Gaza basınca, araba hızla öne doğru fırladı.
Adamın yanındaki kapı, kendiliğinden hızla kapandı.
Yağmur bir an önlerini görmelerini engelledi. Sonra Del
silicileri çalıştıran düğmeyi buldu. Tommy yine
tartışmaya kalkıştı. «Bunu yeniden düşünmeliyiz!» «Ben
ne yaptığımı biliyorum!»
-161 -Tik-Tak / F: 11
Motor homurdandı ve tekerleklerden yukarıya sular fışkırdı.
Tommy endişeliydi. «Ya polisler bizi durdururlarsa?»
«Durdurmazlar.»
«Arabayı böyle sürersen durdururlar.»
Del, büyük bina sona erdiği zaman köşeyi
dönmeden önce hızla fren yaptı. Arabadan çığlığa
benzer sesler yükseldi. Taşıt kaydı, yan dönerek durdu.
Sarışın kadın dikiz aynasına bakıyordu. «Geriye bir göz
at.»
Tommy oturduğu yerde döndü. «Ne?»
«Kamyonet.»
Yüksek lamba direğinin altında, yağmur boş asfaltta
dans ediyordu.
Tommy, «Kamyonet nereye gitti?» diye sordu.
«Belki geçide girdi. Belki binanın diğer tarafından
dolaşıyor.
Belki de şu fırının kamyonlarının arkasındadır. Neden
bizi doğrudan doğruya izlemediğini anlayamıyorum.»
Gaza bastı. Köşeyi dönerek fırının yanından ön tarafa
doğru
gitti.
Tommy şaşkın, «Kamyoneti kim sürüyor?» diye
mırıldandı.
«Kim değil, ne!»
Genç adam, «Ama bu saçma,» dedi.
«Yaratık artık daha büyük.»
«Öyle olması gerekiyor. Yine de...»
«Değişti o.»
«Ve bir de şoför ehliyeti aldı, öyle mi?»
«O, daha önce gördüğün gibi değil. Çok farklı.»
«Öyle mi? Şimdi neye benziyor?»
«Bilmiyorum. Onu görmedim.»
«Yaa! Bunu sana yine sezgilerin mi söylüyor?»
«Evet. Öyle olduğunu biliyorum. O yaratık... daha
farklı.» Tommy hayalinde dev gibi bir yaratık
canlandırmaya çalıştı.
H.P. Lovecroft'un hikâyelerindeki eski tanrılara
benzeyen bir varlığı belki de. Şimdi koca kafalı, alnında
kinle bakan küçük kırmızı gözleri, burnunun yerinde
emme deliği ve zalim ifadeli ağzının etrafında
dokunaçlar titreşen bir yaratık kamyonetin direksiyonu
başında oturuyor; dokunaçlarıyla beceriksizce
radyatörün düğmelerini çeviriyor, eski tarz bir rock'n rol!
parçası dinlemek için radyonun tuşlarına basıyor ve
nefesinin kötü kokmaması için torpido gözünde nane
şekeri arıyordu.
Genç adam, «Saçma...» diye tekrarladı. «Gülünç.»
Del, «En iyisi sen kemeri tak,» dedi. «Yolculuğumuz
sarsıntılı geçecek.»
Tommy emniyet kemerini göğsünün üzerinde
bağlarken sarışın kadın da fırının gölgesinden hızla ama
ihtiyatla çıktı. Öndeki araba parkında ilerledi. Art Deco
kamyonetin gecenin karanlığından kurşun gibi fırlayarak
onlara çarpmasını bekliyordu.
Parkın çıkış yerinde çöplerin tıkadığı bir
kanalizasyon ızgarası küçük bir gölcük oluşmasına yol
açmıştı. Suyun dalgalanan yüzeyinde yapraklar ve kâğıt
parçaları dönüyordu.
Del yavaşlayıp sağa saparak yola çıktı. Ortalıkta
onlarınkinden başka taşıt görünmüyordu. Del Payne
meraklanmıştı. «Nereye gitti bu? Necen bizi iz
lemiyor. Kahretsin!» Tommy fosforlu saatine baktı. Saat
biri on bir geçiyordu. Sarışın kadın, «Bu durum hiç
hoşuma gitmiyor,» dedi.
Tik tak.
Yeni Dünya Saygon Fırını'ndan yedi yüz elli metre
kadar ötede Tommy, çalıntı Honda'nın içinde üç blok
boyunca sürdürdüğü sessizliği bozdu. «Düz kontak
yaparak arabayı çalıştırmayı nereden öğrendin?»
«Bunu bana annem öğretti.»
«Annen mi?»
«O harikadır.»
«Şu süratten hoşlanan hanım .mı? Araba
yarışlarına giren, motosikletlere binen?» «Ta kendisi.
Ondan başka annem yok.» «Ne iş yapıyor o? Çetenin
kaçmak için bindiği arabayı mı
sürüyor?»
«Gençliğinde balerinmiş.»
«Ah, tabii ya. Bütün balerinler, telleri birleştirip
motoru çalıştırmayı bilirler.»
Del itiraz etti. «Hepsi değil.»
'«E, balerinlikten sonra...»
«Babamla evlenmiş.»
«Baban ne iş yapardı?»
Del, yaratığın peşlerinde olup olmadığını anlamak
için dikiz aynasına baktı. «Babam, meleklerle poker
oynuyor.» «Ne demek istediğini yine anlayamadım.»
«Babam ben on yaşındayken öldü.» Tommy alaycı bir
tarzda konuştuğu için pişman oldu. Kendi
ni kaba ve duygusuz biriymiş gibi hissediyordu. Utançla,
«Affedersin,» dedi. «Bu acı bir olay. Sadece on
yaşındaymışsın.»
«Onu annem vurdu.»
Tommy uyuşmuş gibi, «Şu balarin olan annen,» dedi.
«O sırada 'eski balerindi' artık.»
«Annen babanı mı vurdu?»
«Şey... Bunu babam istedi.»
Tommy başını salladı. Alaycı konuştuğu için
pişmanlık duymuştu. Bu nedenle kendini şimdi de çok
aptal gibi hissediyordu. Yine rahatlıkla alaycı tavırlarını
takındı. «Tabii o istedi ya!»
«Annem onu reddedemezdi.»
«Dini inançlarına göre evli bir eş bunu yapmak
zorundadır, öyle değil mi? Eşini onun isteği üzerine
öldürebilir.» Del açıkladı. «Babam kanserden ölmek
üzereydi.» Tommy yine utanmıştı. «Tanrım! Çok
üzgünüm!» «Pankreas kanseriydi. Kanserlerin en
korkunçlarından biridir.»
«Zavallı küçüğüm...»
Artık sanayi bölgesinden çıkmışlardı. Geniş
caddenin iki yanında çeşitli alışveriş merkezleri vardı:
Güzellik salonları, video dükkânları, ucuzlatılmış
elektronik eşya, mobilya, bardak, tabak satan
mağazalar. İşyerleri kapalı ve karanlıktı. Sadece
7-Eleven ve dört saat açık olan bir kahve görülüyordu.
«Babam sancısı çok arttığı zaman artık dikkatini
iskambil kâğıtlarına veremez oldu. Bu nedenle ölmeye
hazırdı. O iskambil kâğıtlarını çok severdi. Onlar
olmayınca yaşamının bir gayesi kalmadığını düşündü.»
«İskambil mi?»
«Sana söyiedim ya. Babam profesyonel bir
pokerciydi.»
«Hayır. Sen bana onun meleklerle poker oynadığını
söyledin.» «Eh... Babam profesyonel bir pokerci
olmasaydı onlarla oynayamazdı ki?» Tommy,
«Anlıyorum,» dedi. Çünkü bazen kafası yenilgiye
uğradığını anlayacak kadar iyi çalışıyordu.
«Babam bütün ülkeyi dolaştı. Büyük paralarla poker
oynadı. Çoğu yasadışı oyunlardı. Ama tabii Vegas'ta pek
çok kez kanuna uygun poker partilerine katıldı. Hatta iki
kez Dünya Poker Şampiyonu oldu. Annemle ben onunla
birlikte her yere gittik. Onun için on yaşıma geldiğim
sırada ülkenin çoğu yerini en azından üçer defa
görmüştüm.»
Tommy çenesini tutmayı istese de konu onun çok
ilgisini çekmişti. Dayanamadı. «Demek sonunda annen
onu vurdu?» «Babam o sırada hastanedeydi. Durumu
çok kötüydü. Artık hiç iyileşmeyeceğini de biliyordu.»
«Annen onu hastanede mi vurdu?»
«Annem tabancasının namlusunu babamın
göğsüne dayadı. Dikkatle tam kalbinin üzerine nişan
aldı. Babam ona, 'Hiçbir erkek bir kadını, benim seni
sevdiğim kadar sevmemiştir,' dedi. Annem de, 'Ben de
seni seviyorum,' diye karşılık verdi. 'Seninle öbür tarafta
buluşuruz.' Sonra tetiği çekti. Babam hemen öldü.»
Tommy çok sarsılmıştı. «Sen, o sırada, orada
değildin herhalde?» «Tabii değildiml Sen annemi nasıl
bir insan sanıyorsun? O, hiçbir zaman benim öyle feci
bir olaya tanık olmamı istemez.»
«Özür dilerim. Böyle söylememeliydim...»
«Annem bana bütün bu olanları bir saat sonra
anlattı. Polisler eve gelip onu tutuklamadan önce.
Annem ayrıca bana babamı öldüren kurşunlardan geride
kalan boş şarjörü de verdi.»
Del elini ıslak üniformasının göğsünden içeri
sokarak bir altın zinciri dışarı çekti. Zincirin ucuna
pirinçten boş bir şarjör takılmıştı.
Sarışın kadın şarjörü parmaklarıyla kavradı. «Bunu
tuttuğum zaman annemle babamın birbirlerine karşı
duydukları aşkı hissedebiliyorum. İnanılmayacak o aşkı!
Bu dünyanın en romantik şeyi değil mi?»
Tommy, «Gerçekten öyle,» dedi.
Genç kadın içini çekerek şarjörü tekrar
üniformasının içine âttı. «Babam ben buluğ çağına
yaklaştığım sırada kanser olsaydı... O zaman ölmesine
gerek kalmazdı.»
Genç adam bir süre bu sözlerin anlamını
kavramaya çalıştı. Sonra, «Buluğ çağı mı?» diye
mırıldandı.
Del esrarlı bir tavırla, «Neyse,» dedi. «O kadar da
kötü sayılmaz. Kader kaderdir.»
Yarım blok ötede, geniş caddenin diğer tarafında bir
devriye arabası batıya giden şeritten sabaha kadar açık
olan bir büfenin park yerine giriyordu.
Tommy işaret etti. «Polisler.»
«Onları gördüm.»
«En iyisi yavaşla.»
«Aslında evime erişmek için acele ediyorum.»
«Hız sınırını yirmi mil aştın.»
«Scootie endişeleniyorum.»
Genç adam, «Çalınmış bir arabadayız,» diye
hatırlattı.
Yavaşlamadan hızla devriye arabasının yanından
geçtiler.
Tommy arka pencereden bakmak için döndü.
Del, «Polis için korkma,» dedi. «Peşimize takılacak
değiller.» Devriye arabasının sürücüsü onlar süratle
yanından geçerlerken fren yapmıştı. Genç adam,
«Scootie de kim?» diye sordu. Hâlâ arkalarındaki
devriye arabasına bakıyordu.
«Sana daha önce de söyledim ya. O benim
köpeğim. Sen hiç insanı dinlemez misin?»
Devriye arabası kısa bir duraklamadan sonra
büfenin park yerine girdi. Kahve ve çörek hayalinin
görev duygusundan daha güçlü olduğu anlaşılıyordu.
Tommy rahatlayarak tuttuğu soluğunu verdi ve
tekrar öne döndü. Del, «İsteseydim beni vurur
muydun?» diye sordu.
«Kesinlikle.»
Genç kadın, Tommy'ye gülümsedi. «Çok tatlısın.»
«Annen hapse atıldı mı?»
«Sadece dava sona erinceye kadar orada kaldı.»
«Jüri onu beraat mi ettirdi?»
«Evet. Sadece on dört dakika düşündüler. Jüri
başkanı kararı okurken bütün üyeler bebek gibi
ağlıyorlardı. Yargıç da öyle. Mahkeme salonunda
gözyaşı dökmeyen kimse yoktu.»
Genç adam, «Buna hiç şaşmadım,» dedi. Bu son
derece dokunaklı bir hikâye.» Artık alay edip etmediğini
de bilmiyordu. «Scootie için neden endişeleniyorsun?»
«Bildiğin gibi, acayip bir şey benim kamyonetimi
kullanıyor. O yaratık artık adresimi, hatta Scootie'mi ne
kadar sevdiğimi bile biliyor olabilir.»
«Sence o yaratık gidip köpeğini öldürmek için mi
peşimizi bıraktı?» Sarışın kadın kaşlarını çattı. «Sence
bu olmayacak bir şey mi?»
«Lanetli olan benim! Onu, beni öldürmesi için
yolladılar.»
Del, genç adama hoşnutsuzca bir göz attı. «Ah,
şuraya bakın. Kimler Bay Ego'ya dönüşmüş. Bildiğin gibi
sen kainatın merkezi değilsin.»
«Bu iblis konusunda gerçekten de öyleyim! Onun
varoluşunun tek nedeni benim!»
Del inatla, «Ne olursa olsun,» dedi. «Scootie'm
konusunda hiçbir şeyi şansa bırakamam.» «Köpek evde,
bizim yanımızda olmasından daha çok gü
vencede.»
«O ancak benim yanımda güvende olur.»
Sarışın kadın Harbor Caddesi'nden güneye döndü.
O saatte ve yağmurda bile bulvardan yine bir trafik seli
akıyordu.
Del ekledi. «Zaten, anladığım kadarıyla yaşamak
için hazırladığın zekice bir planın yok. Hemen
uygulamamız gereken bir plan?»
«Bence hep hareket halinde olmalıyız. Durduğumuz
takdirde o nesne bizi daha kolay bulabilir.»
«Bunu kesinlikle bilemezsin.»
«Ama benim de sezgilerim var.»
«Evet ama çoğu uydurma.»
Tommy, «Hiç de değil,» diye itiraz etti. «Sezgilerim
çok güçlüdür.» «O halde o iblis-bebeği evine neden
soktun?» «Onu gördüğüm zaman gerçekten
endişelendim.» «Daha sonra da evden kaçıp
kurtulduğunu sandın. O yara
tığın Corvette'in motor kısmında yolculuk yaptığını
anlayamadın.»
«Hiç kimsenin önsezileri yüzde yüz güvenilir
değildir.»
«Hayatım, şunu kabul et. Fırının önündeyken gidip
kamyonete pekâlâ binecektin.»
Tommy karşılık vermemeyi yeğledi. Bir bilgisayarı,
hatta kalem kâğıdı ve yeterli zamanı olsaydı Del'in
iddiasını çürütmek için bir cevap bulabilirdi. Mantığı,
güçlü kavrama yeteneği ve göz kamaştırıcı zekâsıyla
genç kadının burnunu sürtebilirdi. Ama bilgisayarı da,
zamanı da yoktu. Şimdi kapkara olan doğu
-169
da şafak amansızca yaklaşıyordu. Onun için Del'i o
mahvedici konuşma gücüyle cezalandıramayacaktı.
Genç kadın, onu yatıştırmak istercesine, «Benim
evime, sadece Scootie'yi almak için uğrayacağız,» dedi.
«Sonra tekrar yola çıkacağız. Ağabeyine telefon etme
zamanı gelinceye kadar etrafta dolaşacağız. Bakalım o
mesajı çevirebildi mi?»
Dünyanın en büyük özel yat filolarından birinin
barındığı Nevvport Limanı'nı kuzeyde kıyı, güneyde de
dört buçuk kilometre uzunluğundaki yarımada
çevreliyordu. Yarımada batıdan doğuya doğru uzanıyor,
yüzlerce iskele ve şamandırayı Pasifik' in coşkunluğuna
karşı koruyordu.
Limandaki beş adaya ve kıyıya yapılmış evler
Güney California'daki binaların en pahalıları sayılıyordu.
Del, Balboa Ya-rımadası'nda içeriye tıkılıp kalmış ucuz
bir yerde oturmuyordu. Üç katlı güzel, modern evi limana
bakıyordu.
Eve yaklaşırken Tommy öne doğru eğildi. Ön
camdan hayretle baktı.
Genç kadın garaj kapısını açan uzaktan kumanda
aletini kamyonette unutmuştu. Bu yüzden çaldığı
Honda'yı sokağa bıraktı. Herhalde polis arabayı henüz
aramaya başlamamıştı. Bu ancak fırında vardiya
değiştiği zaman olacaktı.
Del silicileri durdurduktan sonra bile Tommy
yağmurdan bulanıklaşan camdan bakmayı sürdürdü.
Palmiyelerin altlarını aydınlatan projektörlerin ışığında
evin her köşesinin hafifçe yuvarlak bir sekile getirilmiş
olduğunu gördü. Cilalı bakır çerçevelerin köşeleri de
kavisliydi. Kum, kireç ve çimento karışımı duvarlar
malayla öyle düzeltilmişti ki özellikle yağmurdan
ıslandıkları için mermerden yapılmış gibi görünüyorlardı.
Burası evden çok, karaya oturmuş küçük ve zarif bir
yolcu gemisine benziyordu.
-170
Tommy şaşkın şaşkın, «Sen burada mı
oturuyorsun?» diye sordu.
«Evet.» Sarışın kadın kapıyı açtı. «Haydi gel.
Scootie nerede olduğumu merak ediyor. Benim için
endişeleniyor.»
Tommy, Honda'dan inerek yağmurda Del'in
peşinden yan taraftaki bahçe kapısına gitti. Sarışın
kadın oradaki güvenlik kilidinin tuşlarına bastı. Kapının
açılması için gerekli olan kodu yazıyordu.
Tommy, «Kira astronomik olmalı,» dedi. Del'in orayı
kiralamadığını, evin sahibi olan adamla yaşadığı için
burada oturduğunu düşünerek sarsılmıştı.
«Kira değil. İpotekli de. Bu ev benim.» Kadın
çantasından çıkardığı anahtarlarla bahçe kapısını açtı.
Tommy ağır kapıyı arkalarından kapatırken bunun
değişik boy, derinlik ve biçimde cilalı bakır parçalardan*
yapılmış olduğunu farketti. Ortaya çıkan görüntü ona
kamyonetteki Art Deco panoyu hatırlattı.
Del'in peşisıra uçuk renkli kumtaşı döşenmiş bahçe
yolundan ilerledi. Kumtaşının içindeki mika benekcikleri
alçak bahçe lambalarının ışıkları altında pırlanta
parçacıkları gibi ışıldıyordu. Tommy, «Bu bir servete mal
olmuştur sanırım...» dedi.
Genç kadın neşeyle, «Gerçekten de öyle oldu,»
diye açıkladı.
Bahçe yolu aynı renkte kumtaşı döşenmiş romantik
bir avluya erişiyordu. Avluyu teatral bir biçimde
aydınlatmış palmiyeler çevreliyordu. Eğreltiotu dolu
tarhlar avluya daha yumuşak bir hava veriyordu. Etrafa
geceleri açan yaseminlerin kokusu yayılmıştı.
Genç adam şaşkınlıkla söylendi. «Ben senin garson
olduğunu sanıyordum...»
-171
«Sana daha önce de söyledim. Garsonluk yaptığım
iş. Ben aslında bir ressamım.»
«Tablolarını satabiliyor musun?»
«Henüz değil.»
«Bu evin parasını aldığın bahşişlerle ödemedin
sanırım.»
Del, «Orası kesin,» diye başını salladı ama durumu
izah da etmedi.
Alt kattaki avluya bakan odalardan birinde lambalar
etrafa tatlı bir ışık saçıyorlardı. Tommy, Del'in
arkasından ön kapıya giderken lambalar söndü.
Genç adam telaşla, «Dur,» diye fısıldadı.
«Lambalar...»
«Endişelenecek bir şey yok.»
«Belki de o şey buraya bizden önce geldi.»
Del onun endişelerini gidermeye çalıştı. «Hayır.
Sadece Scootie bana oyun oynuyor.» «Köpeğin ışıkları
söndürebiliyor mü?» Sarışın kadın kıkır kıkır güldü.
«Bekle de gör.» Anahtarları
kapıyı açarak antreye girdi ve, «Işıklar yansın,» dedi. Bu emir
etkili oldu. Tavandaki avize ve duvardaki iki aplik yandı.
Del, «Cep telefonum kamyonette kalmasaydı,» diye
açıkladı. «Evdeki bilgisayarı arar, her türlü lambayı
yaktırır, jakuziyi, müzik sistemini ve televizyonu
çalıştırırdım. Burası tümüyle otomatik. Ayrıca bilgisayar
sese göre de ayarlı. Scootie her odadaki ışığı bir kez
havlayarak yakabiliyor. Söndürmek içinde iki kez
havlaması yetiyor.»
Tommy sokak kapısını kapayarak kilitlerken,
«Köpeği bütün bunları yapabilmesi için eğitebildin
demek?» diye sordu.
«Tabii. Scootie başka zamanlarda havlamadığı için
sistemi bozması imkânsız. Zavallıcık. Akşamları burada
saatlerce yalnız kalıyor. Uyumak istediği zaman
lambaları söndürebilmeli. Kendisini yalnız hissettiği ya
da korktuğu zaman da yakabilmeli.»
Tommy köpeğin onları kapıda karşılayacağını
sanmıştı. Oysa hayvan ortalarda yoktu. «Nerede o?»
Del çantasını antredeki siyah granit bir masaya
bıraktı. «Saklanıyor. Onu bulmamı istiyor.»
«Saklambaç oynayan bir köpek, öyle mi?»
«Elleri olmadığı için tahta bulmacayla oynamak ona
zor geliyor.» Tommy cilalı travertin zeminde yürürken
ıslak ayakkabıları hışırdayıp gıcırdadı. «Burası berbat
oluyor.»
«Bu ev çernobil değil.»
«Ha?»
«Yer kendi kendine temizlenir.»
Geniş holün dibinde aralık bir kapı vardı. Sarışın
kadın arkaya doğru giderken yerde ayak izleri kaldı.
İç bayıltacak kadar tatlı ve sevgi dolu bir sesle,
«Benim yaramaz küçük tüyden topum tuvalette mi?»
diye sordu. «Hıı? Benim kötü oğlum annesinden mi
saklanıyor? Benim kötü çocuğum tuvalete mi gizlendi?»
Kapıyı iterek lambayı eliyle yaktı ama köpek orada
yoktu.
Del, Tommy'yi oturma odasına götürürken,
«Scootie'nin orada olduğunu sanmıyordum zaten,» dedi.
«Bu çok kolay olurdu. Ama Scootie bazen kolay olanın
da işe yaradığını, bunu ondan beklemediğimi biliyor.
Işıklar yansın.»
Zemini travertin kaplı büyük oturma odası J. Robert
Scott tarzı kanepe ve koltuklarla döşenmişti. Bunların
üzerlerine gümüşlü ve sırmalı kumaşlar geçirilmişti.
Odada ender bulunan tahtalardan yapılmış, açık renk
cilalı masalar ve Art Deco lambalar vardı. Orman perileri
ışıklı kristal küreleri tutuyorlardı. Yere üzerinde karmaşık
desenleri olan büyük bir Acem halısı serilmişti. Halının
renkleri zamanla solmuş gibi uçuktu, bunların antika
olduğu hemen anlaşılıyordu.
Del'in alçak sesle verdiği emir üzerine loş ışıklar
yanmıştı. Bu nedenle ışıklar cam duvardan fazla
yansımıyordu. Böylece Tommy de dışarıdaki verandayı
ve kayık iskelesini görebiliyordu. Liman ışıkları yağmur
yüzünden sönükleşmişti.
Scootie oturma odasında da değildi. Çalışma
odasında ve yemek salonunda da.
Tommy, Del'in peşinden kanatları iki yana açılan
kapıdan büyük ve zarif bir mutfağa girdi. Dolaplar
saydam cila sürülmüş isfendan tahtasından, tezgâhların
üzerleri de siyah granittendi.
Del yine bir bebekle konuşuyormuş gibi, «Ah, o
burada da değil,» diye mırıldandı. «Ah, benim
Scootie'ciğim nereierdeymiş bakayım? Işıkları söndürüp
tavşan gibi çabucak yukarıya mı kaçtı?»
Duvardaki yeşil neon çerçeveli saat, genç adamı
büyülemiş gibiydi. Saat biri kırk dört geçiyordu. Zaman
azalıyordu ve iblis de onları giderek artan bir öfkeyle
arıyordu, mutlaka...
Tommy endişeyle, «Şu lanet olasıca köpeği bulup
buradan gidelim,» dedi.
Del, genç adamın yanında durduğu dolabın dar ve
yüksek bölümünü işaret etti. «Bana oradan süpürgeyi
verir misin? Lütfen.»
«Süpürgeyi mi?»
«O süpürge dolabında.»
Tommy dolabı açtı.
Süpürge dolabına gece yarısı kadar kara, dev bir
yaratık sıkışmıştı. Dişleri gözüküyor, şişman pembe dili
sarkıyordu. Tommy hızla gerilerken kendi ıslak ayak
izlerine basarak kaydı. Kıçüstü yere oturdu ve ancak o
zaman, iblisin dolaptan dişlerini göstererek sırıtmadığını
kavrayabildi. Dolaptaki bir köpekti. Koscaman, simsiyah
Labrador cinsi bir hayvan.
-174
Del sevinçle gülerek ellerini çırptı. «Senin orada
olduğunu biliyordum, seni yaramaz küçük tüyden top!»
Scootie onlara sırıttı.
Sarışın kadın, köpeğe, «Tommy'yi iyice korkutacağını
biliyor
dum,» dedi. Tommy, «Ah, evet, ihtiyacım olan da buydu,»
diye homurdanarak ayağa kalktı.
. Scootie soluyarak dolaptan çıktı. Dolap çok dar,
köpek de çok iriydi. Sanki bir şarap şişesinden bir
mantarı çıkarıyorlardı. Hatta Tommy «Pap!» diye bir ses
çıkmasını bile bekledi.
Sonra da hayretle mırıldandı. «Oraya nasıl girebilmiş?»
Kuyruğunu hızla sallayan Scootie hemen Del'e koştu.
Kadın diz çökerek köpeği okşadı, kulaklarının arkasını
kaşıdı. Adam ekledi. «İçeri girip dönmesi imkânsız.
Yeteri kadar yer yok.»
Del, Scootie'ye sarıldı. «Dolaba geri geri girmiştir.»
«Köpekler motosikletler gibi geri geri gidemezler.
Ayrıca dolaba girdikten sonra kapağı nasıl kapattı?»
Sarışın kadın, «Kapak kendiliğinden kapanıyor,» diye
açıkladı. Tommy ısrar etti. «Tamam, peki. Ama köpek
dolabı nasıl açabildi?»
«Pençesiyle çekiştirerek. Scootie çok zekidir.»
«Bunu ona neden öğrettin?»
«Neyi?»
«Saklambaç oynamasını.»
«Ona bunu ben öğretmedim ki. Scootie bu oyundan
her zaman hoşlandı.» «Çok garip.»
Del dudaklarını büzerek birini öpüyormuş gibi sesler
çıkardı. Köpek onun ne demek istediğini anlamıştı.
Hemen genç kadının suratını yalamaya başladı.
Tommy, «İşte bu iğrenç,» dedi.
Genç kadın kıkırdadı. «Onun ağzı seninkinden
temiz.»
«İşte bundan ciddi bir biçimde kuşkum var.»
Del başını köpeğinden uzaklaştırarak bir tıp
dergisindeki bir yazıyı tekrarlıyormuş gibi konuşmaya
başladı. «Bir köpeğin salyasının kimyasal özellikleri
bakteriler için olumsuz bir çevre sayılır. Bu bakteriler
insanlar için zararlıdır.»
«Palavra!»
«Doğru söylüyorum,» Del, Scootie'ye döndü. «O
sadece seni kıskandı. Çünkü suratımı yalamayı istiyor.»
Bu sözlere şaşıran Tommy kızardı. Sonra duvardaki
saate baktı. «Tamam, köpeği bulduk. Haydi artık
buradan gidelim.»
Del kalkarak peşinden köpekle mutfaktan çıktı.
«Garson üniforması kaçak bir kız için hiç de uygun değil.
Kılığımı değiştirmem, blucinle bir kazak giymem için
bana beş dakika ver. Ondan sonra buradan gideriz.»
«Hayır. Beni dinle. Bir yerde ne kadar uzun kalırsak
o iblis bizi o kadar çabuk bulur.»
Kadın, köpek ve erkek sırayla yemek salonundan
geçerlerken Del, «Biraz gevşe, Tommy,» dedi. «Yeterli
zamanın olduğunu düşünürsen her zaman yeterli
zamanın da olur.»
«Bu da ne demek?»
«Neyi bekliyorsan o olur. Onun için beklentilerini
değiştirmelisin.» «Ne demek istediğini anlamadım.» Del
yine esrarengiz bir tavır takınmıştı. «Ne demekse o de
mek.»
Tommy oturma odasında, «Kahretsin!» diye bağırdı.
«Bir dakika!»
Del dönüp ona baktı.
Köpek de öyle.
Tommy içini çekti ve çabalamaktan da vazgeçti.
«Pekâlâ, kılığını değiştir bakalım. Ama çabuk ol.» Del,
Scootie'ye, «Sen burada kal,» dedi. «Ve Tuong Tommy'
le tanış.» Sonra hole geçerek merdivenden yukarı çıktı.
Köpek başını yana eğerek genç adamı inceledi.
Sanki Tommy o zamana kadar hiç görülmemiş acayip
ama komik bir canlı türüydü.
Tommy, «Senin ağzın benimkinden daha temiz
değil,» diye homurdandı.
Scootie tek kulağını dikleştirdi.
Tommy, «Ne söylediğimi duydun,» dedi.
Oturma odasında ilerleyerek yana doğru açılan
büyük camlı kapıya gitti ve limeına doğru baktı. Karşı
kıyıdaki evlerin çoğu karanlıktı. Sokak lambalarının uzun
gümüş, altın ve kırmızı akisleri limanın siyah sularında
yüzlerce metre öteye kadar erişiyordu.
Tommy birkaç saniye sonra gözetlendiğini sezdi.
Bunu dışarıda değil, içeride biri yapıyordu.
Arkasını döndü ve köpeğin kanepenin arkasına
saklanmış olduğunu gördü. Hayvanın başı gözüküyordu
sadece ve ısrarla ona bakıyordu.
Genç adam, «Seni görüyorum,» dedi.
Scootie başını çekerek görünmez oldu.
Bir duvara kitaplar, müzik dolabı ve televizyon için
özel raflar yapılmıştı. Raf yapımında Tommy'nin
tanımadığı bir tahta kullanılmıştı. Genç adam daha
yakından bakmak için ilerledi.
-177 -Tik-Tak/F: 12
Bu güzel tahtanın dokusu uzun kurdelelere benziyor,
adam başını sağa sola oynattığı zaman kurdeleler de
sanki dalgalanıyorlardı.
Genç adam arkasından gelen sesleri duydu.
Scootie harekete geçmişti. Ama Tommy rafları
incelemekten vazgeçmek istemiyordu. Parlak cilanın
derinliği olağanüstüydü.
Salonun başka bir yerinden bir yellenme sesi geldi.
Tommy, «Kötü çocuk,» dedi.
Ses tekrarlandı.
Genç adam sonunda döndü.
Scootie koltuklardan birine, ard ayaklarının üstüne
oturmuştu. Kulaklarını dikleştirmişti. Dişlerinin arasında
lastikten yapılmış bir sosis vardı. Köpek oyuncağı
ısırdığı zaman yellenmeye benzeyen o ses çıkıyordu.
Belki lastik sosis bir zamanlar sıkıldığı zaman düdük gibi
ötüyor ya da gıcırdıyordu, ama şimdi sadece o iğrenç
gaz sesi duyuluyordu.
Tommy saatine bakarak, «Haydi, Del, > diye
seslendi.
Sonra ilerleyerek köpeğin oturduğu koltuğun tam
karşısındaki koltuğa gitti. Aralarında sadece bir sigara
masası vardı. Koltuk siyahımsı kahverengi deriyle
kaplanmıştı. Adam ıslak blucininin deriye bir zarar
vermeyeceğini düşündü.
Genç adamla Scootie birbirlerine baktılar. Köpeğin
koyu renk gözlerinde duygulu bir ifade vardı.
Tommy, «Sen garip bir köpeksin,» dedi.
Scootie tekrar lastik sosisi ısırarak o çirkin sesi
çıkardı.
«Bu sinir bozucu bir şey.»
Köpek oyuncağını dişledi.
«Yapma!»
Yine yellenmeye benzeyen o ses duyuldu.
«Seni uyarıyorum.»
Scootie lastiği ikinci defa dişledi. Sonra da üçüncü
kez.
Genç adam, «Beni o oyuncağı senden almaya
zorlama,» dedi. Scootie lastik sosisi yere atarak iki kez
havladı. Oda kapkaranlık oldu. Tommy şaşkınlığından
yerinden fır
ladı. Ancak ondan sonra köpek arka arkaya iki kez
havladığı zaman bunun bilgisayara ışıkların sönmesi için
verilmiş bir emir olduğunu anımsadı.
Tommy ayağa kalkarken Scootie de karanlıkta
sigara masasının üzerinden aştı. Köpek sıçradı ve genç
adam da arka deri kaplı koltuğa gitti.
Scootie onun üzerine atladı. Dostça soluyor,
sevgiyle genç adamın yüzünü yalıyordu. Tommy elleriyle
yüzünü örttüğü zaman da parmaklarını yalamayı
sürdürdü.
«Dur! Kahretsin! Dur! Kalk üstümden!» Scootie,
Tommy'nin kucağından yere atladı. Ama onun sağ
ayakkabısının topuğuna dişlerini geçirerek çekiştirmeye
başladı.
Genç adam, hayvanı tekmelemeyi istemiyor, ona
zarar vermekten korkuyordu. Eğilerek köpeğin iri
kafasını yakalamaya çalıştı.
Ayakkabısı birdenbire ayağından çıktı.
«Ah, kahretsin!»
Scootie'nin ağzında ayakkabıyla karanlıkta
uzaklaştığını duydu. Tommy ayağa kalkarak, «Işıklar!»
dedi. Ama oda hâlâ karanlıktı. Sonra tam emri hatırladı.
«Işıklar yansın!»
Scootie görünürlerde yoktu.
Yandaki çalışma odasından bir ses geldi. Scootie
bir defa havladı ve açık kapının gerisindeki odada ışıklar
yandı.
-179
Tommy sigara masasının yanından geçerken,
«Bunların ikisi de deli,» diye söylendi. İkinci koltuğun
yanından lastik oyuncağı aldı.
Scootie çalışma odasının kapısında belirdi. Ama
ayakkabı ağzında değildi artık. Hayvan görüldüğünü
anlayınca kaçtı.
Genç adam topallayarak çalışma odasına doğru
gitti. «Belki de bu köpek eskiden deli değildi. Belki de
onu Del delirtti. Beni de er geç çıldırtacağı gibi.»
Çalışma odasına girdiği zaman köpeğin rengi
soldurulmuş kiraz ağacından olan yazı masasının
üstünde oturduğunu gördü. Scootie gülünç denilecek
kadar büyük bir süs eşyasına beziyordu.
«Ayakkabım nerede?»
Scootie, hangi ayakkabı, dermiş gibi başını yana
eğdi.
Tommy oyuncak sosisi uzattı. «Dışarı çıkıp, bunu
denize atacağım.» Scootie dolu gözlerini oyuncağa
dikerek inledi. «Geç oldu. Çok yorgunum. Corvette'im
parçalandı. Lanetli bir şey peşimde. Onun için oyun
oynayacak durumda değilim.»
Scootie sadece tekrar inledi.
Tommy yazı masasının yanından dolaştı.
Ayakkabısını arıyordu. Köpek masada dönerek onu
merakla izledi. Tommy köpeği uyardı. «Onu senin
yardımın olmadan bulursam sosisini geri vermem!»
Del kapıdan, «Neyi bulursan?» diye sordu.
Genç kadın blucin ve kızılcık rengi dik yakalı bir
kazak giymişti. Ellerinde iki büyük tabanca vardı.
Tommy, «Kahretsin, onlar da neyin nesi?» diye sordu.
Del sağ elindeki silahı havaya kaldırdı. «Bu kısa
namlulu, pompalı, pistol kabzalı, .12'lik Mossberg çifte.
Evini'savunmak için şahane bir silah.» Sol elindeki
tabancayı kaldırdı. «Bu güzel de 'Desert Eagle' (Çöl
Kartalı) İsrail'de yapılan .44'lük bir Magnum. Kapıyı bile
yıkıyor. Bu bebekten atılacak kurşunlar saldırıya geçen
bir boğayı bile durdurur.»
«Saldırıya geçen boğalarla sık sık karşılaşır
mısın?»
«Ya da ona benzer bir şeyi...»
«Sahi, neden böyle ağır silahlar edindin?»
«Sana daha önce de söyledim. Ben olaylarla dolu
bir yaşam sürüyorum.» Tommy, genç kadının daha önce
kamyonetinin gördüğü zararı önemsemediğini anımsadı.
«Bu çevreyle birlikte veriliyor.»
Genç adam yağmurun koltuğa zarar vermesinden
kaygılandığında da Del sadece omzunu silkmiş ve, «Sık
sık zarara uğruyorum,» demişti. Ya da öyle bir şey.
«Bunu önemsememeyi öğrendim.»
Tommy satority hissetti. Ani derin bir
'aydınlanma'ydı bu sezgisi. Dev bir dalgaya benziyordu.
Soluğunu tutarak dalganın onu sarmasını bekledi. «Bu
kadın göründüğü gibi biri değil. Ben onun garson
olduğunu sanıyordum. Meğer ressammış. Sonra Del'in
evinin kirasını verebilmek için garsonluk yapan parasız
bir ressam olduğunu düşündüm. Ama o birkaç milyon
dolarlık bir evde oturuyor. İlginçliğini konuşmaları
sırasında olmayacak ya da gizemli şeyler
söylemesinden dolayı biraz kaçık olmasına verdim.
Şimdi yapabileceğim en büyük hatanın onu delişmen bir
kadın sanmak olacağını anlıyorum. Onu önemsemezllik
etmemeliyim. Del'in ancak şimdi algılamaya başladığım
derinlikleri var. Ve bu derinliklerde acayip balıklar
yüzüyor. Beni şimdiye kadar gördüklerimden daha fazla
şaşırtacak şeyler.»
-181
Genç adam, kadının öteki konuşmalarını da
hatırladı. Şimd bunlar yeni bir anlam kazanmıştı.
«Gerçek algılamadır. Algılaı değişir. 'Gerçek'ten
kastettiğin güvenilir, elle dokunulabilen ci simler ve
değişmeyen olaylarsa, o zaman böyle bir şey olmadı
ğını bilmelisin. İleride, daha fazla zamanımız olduğunda
bunı sana açıklarım.»
Tommy şimdi genç kadının söylediği her saçma
sözün as lında hiç de saçma olmadığını seziyordu.
Del'in en çılgınca söz lerinde bile kolaylıkla
kavranamayacak bir gerçek payı vardı Tommy, Del
konusundaki yargılarını bir tarafa bırakabildiği tak dirde
genç kadının sandığından çok farklı olduğunu da
görebile çekti. Genç adam M.C. Escher'in tablolarını
hatırladı. Bu ressam yapıtlarında perspektiflerle ve
izleyicilerin beklentileriyle oynardı. Resme bakan insan
önce tembelce düşen yapraklar sandığı şeyin birdenbire
yüzen bir balık sürüsüne dönüştüğünü görürdü. İlk
tablonun içinde bir ikincisi gizli olurdu. Del Payne'in
içinde de başka bir insan saklıydı. Del'in bir sırrı vardı ve
gerçek yüzünü 'çılgın kadın' imajıyla gizliyordu.
Satori sezgilerin oluşturduğu dev dalga yükseldi,
yükseldi. Sonra da genç adamın olayı kavramasına izin
vermeden geriledi. Tommy kendini fazla zorlamıştı.
İnsan bazen bir olayı anlamaya çalışmadan ya da bunu
beklemeden aydınlığa kavuşuverirdi.
Del çalışma ve oturma odalarının arasındaki kapıda
iki elinde birer silahla duruyordu. Gözlerini Tommy'nin
gözlerine dikmişti. Adam, genç kadının düşüncelerini
okuduğundan şüphelendi.
Tommy kaşlarını çattı. «Sen kimsin Del Payne?»
Sarışın kadın, «Her birimiz kimiz?» diye karşılık
verdi.
«Tekrar buna başlama.»
«Neye başlamayayım?»
«O anlaşılmaz saçmasapan sözleri söylemeye.»
«Neden söz ettiğini bilmiyorum. Scootie'nin lastik
sosisiyle ne yapıyorsun?» Tommy yazı masasında
oturan köpeğe öfkeyle baktı. «Ayakkabımı kaptı.»
Genç kadın hayvanı azarlar gibi, «Scootie?» dedi.
Köpek ona adeta meydan okurcasına baktı, sonra
başını eğerek inledi. Del, «Kötü Scootie,» diye söylendi.
«Tommy'ye ayakkabısını ver.» Scootie, adamı inceledi.
Sonra onu önemsemediğini belirtmek için soludu.
Sarışın kadın kesin bir tavırla tekrarladı. «Tommy'ye
ayakkabısını ver.»
Köpek sonunda masadan atlayarak odanın
köşesindeki palmiyeye gitti. Başını saksının arkasına
sokarak, ağzından spor ayakkabıyla geri döndü. Onu
yere Tommy'nin önüne attı.
Genç adam ayakkabısını almak için eğildiği zaman
Scootie pençesini ayakkabının üzerine koyarak lastik
sosise baktı.
Tommy sosisi yere bıraktı,
Scootie bir sosise, bir Tommy'nin eline baktı.
Adamın eli oyuncaktan ancak birkaç santim uzaktaydı.
Adam en sonunda oyuncağından elini çekti.
Köpek sosisi ağzına aldı ve ancak o zaman
pençesini ayakkabıdan çekti. Oturma odasına giderek
oyuncağı ısırdı ve yine o yellenmeye benzeyen ses
duyuldu.
Tommy düşünceli bir tavırla Scootie'nin arkasından
bakıyordu. «Bu iti nereden aldın?»
«Köpekleri öldürmeye götürdükleri yerde.»
«Buna inanmıyorum.»
«İnanmamak mı?»
Oturma odasından adeta bir gaz senfonisinin sesi
geliyordu.
«Bence sen onu bir sirkten aldın.»
Del başını salladı. «Scootie çok zeki.»
«Onu gerçekten nereden aldın?»
«Evcil hayvanlar satılan bir dükkândan.»
«Buna da inanmıyorum.»
Sarışın kadın, «Ayakkabını giy de buradan
gidelim,» dedi.
Adam topallayarak bir iskemleye gitti. «Bu köpekte
bir gariplik var.»
Del umursamaz bir tavırla, «Madem öğrenmek
istiyorsun,» diye cevap verdi. «Ben bir cadıyım. O da
bana bu konuda yardım eden yaratık. Büyü yapmamı
sağlayan çok yaşlı doğaüstü bir varlık.»
Tommy ayakkabısının bağlarını çözdü. «Onu
köpeklerin öldürüldüğü yerden aldığına değil de bu son
dediğine kolaylıkla inanabilirim. Scootie'nin iblisçe bir
yanı var.»
Sarışın kadın, «Ah,» dedi. «Scootie seni biraz
kıskandı. Seni daha iyi tanıdığı zaman davranışları
değişir. Seni sevecektir ve eminim ikiniz çok iyi
anlaşacaksınız.»
Tommy ayağını ayakkabısına soktu. «Ev ne
olacak? Böyle bir yeri nasıl alabildin?»
Del, «Miras kaldı;» diye açıkladı.
Genç adam ayakkabısını bağlayarak ayağa kalktı.
«Miras mı kaldı? Hani baban profesyonel bir poker
oyuncusuydu?»
«Öyleydi tabii. Hem de en iyilerinden. Kazandığı
paralarla akıllı yatırımlar yapmıştı. Öldüğü zaman bana
otuz dört milyon dolar bıraktı.»
Tommy ağzı bir karış açık, kadına bakakaldı. «Sen
ciddisin, değil mi?»
«Ciddi olmadığım zaman var mı?»
«Evet, en önemli soru bu.»
«Pompalı tüfek kullanmayı biliyor musun?»
«Evet, ama silahlar o şeyi durduramaz.»
Del, Mossberg'i ona verdi. «Onu yavaşlatabilirler.
Tabancanla yaptığın gibi ve bunlar o tabancadan çok
daha güçlü. Haydi, yola çıkalım artık. Bence de hareket
halinde olduğumuz zaman tehlikenin azaldığını
düşünmekte haklısın. Işıklar sönsün.»
Tommy onun peşinden karanlıklaşan çalışma
odasından çıkarken, «Ama... Tanrı aşkına...» dedi. «Sen
bir mültimilyonersin. Neden garsonluk yapıyorsun?»
«Anlamak için.»
«Neyi anlamak için?»
Hole doğru giderlerken genç kadın, «Işıklar
sönsün,» dedi ve oturma odası karanlıklara gömüldü.
«Sıradan bir insan yaşamının nasıl olduğunu anlamak
için. Ayaklarımı yere sıkıca basmayı başarmak
amacıyla.»
«Gülünç bu.»
«Hayatımın bir bölümünü çoğu kimse gibi
yaşayamazsam tablolarım ruhsuz olur.» Del antredeki
dolabı açarak orada asılı olan mavi naylon ski ceketini
aldı. «Çalışmak. Ağır iş. Çoğu insanın yaşamlarının
merkezi bunlar.»
«Ama çoğu insan çalışmak zorunda. Senin için
böyle bir zorunluluk yok. Yani bu, sadece senin seçtiğin
bir şey. Onun için bizim, geri kalanların gereksinimlerini
nasıl anlayabilirsin? Duygularımızı?»
«Zalim olma.»
«Zalimlik etmiyorum.»
«Ediyorsun. Aç bir tilki kırlarda bir tavşanı
kovalayabilir. Zavallı hayvanın korkusunu anlamak için
tavşan olmam ve kendimi parçalattırmam mı
gerekiyor?»
«Ben gerçekten de o dehşeti öğrenmek için tavşan
olman gerektiğini düşünüyorum.»
Genç kadın ceketi giydi. «Neyse... Ben tavşan
değilim. Hiçbir zaman da tavşan olmadım ve bir tavşan
da olmayacağım. Bu çok saçma bir düşünce...»
«Ne?»
«O tür bir dehşeti öğrenmek için tavşan olmak
gerektiği!»
Tommy'nin aklı karışmıştı. «Her şeyi saptırıyorsun.
Artık konuşmanın neresinde olduğumuzu unuttum. Biz
tavşanlardan söz etmiyoruz ki! Tanrı aşkına!»
«Eh, sincaplardan da söz etmiyorduk.»
Tommy tekrar asıl konuya dönmeye çalıştı. «Sen
gerçekten ressam mısın?» Del dolaptaki diğer ceketlere
bakıyordu. «Hangimiz gerçekten bir şeyiz ki...»
Genç kadının gizemli konuşmalarından bıkan
Tommy aynı şeyi yapmaya karar verdi. «Biz herhangi bir
şeyiz. Çünkü her şeyiz.»
«İşte sonunda mantıklı bir şey söyledin.»
«Öyle mi?»
Tommy'nin arkasında Scootie fikrini açıklamak
istermiş gibi lastik sosisi ısırdı. «Bıııırtti.» Del, «Korkarım
ceketlerimden hiçbiri sana olmayacak,» dedi. «Önemli
değil. Ben daha önce de ıslanıp üşüdüm.»
Antredeki granit üstlü masada Del'in çantasının
yanında iki kutu kurşun duruyordu. Desert Eagle için
şarjörler ve Tommy' nin elindeki .12'lik Mossberg'in
kurşunları.
Del ski ceketinin fermuarlı ceplerine iki silah için de
yedek kurşun doldurmaya başladı.
Tommy masanın yukarısında asılı olan tabloya
baktı; temel renklerle yapılmış cüretli, soyut bir resimdi
bu. «Duvarlardaki tablolar senin mi?»
«Bu çok gülünç olurdu. Öyle değil mi? Benim bütün
tablolarım yukarıdaki atölyede.»
«Onları görmek isterim.»
«Acelen olduğunu sanıyordum.»
Tommy o tabloların bu acayip kadının gizlerini
çözecek bir anahtar olduğunu sezdi.
«Bııııırt...»
Bu köpeğin de gizlerini çözmesine yardımcı
olabilirdi. Del'in tarzı ya da seçtiği konular kimi şeyleri
açıklayabilir; Tommy de tablolara baktığı zaman daha
önce kaçırdığı o Satori' yi yakalayabilirdi.
Adam ısrar etti. «Bu en fazla beş dakikamızı alır.» Del
hâlâ ceplerine kurşun doiduruyordu. «Beş dakikamız yok
ki.» «Üç dakika olsun. Tablolarını görmeyi gerçekten çok
istiyorum.»
«Buradan hemen gitmemiz gerekiyor.»
Tommy, «Neden konuyu saptırmaya çalışıyorsun?»
diye sordu. Sarışın kadın kurşunlar yüzünden şişmiş
olan cebin fermuarını çekti. «Konuyu saptırmıyorum.»
«Pekâlâ da saptırıyorsun. Kahretsin! Yukarıda nasıl
resimler yaptın?
«Hiç...»
«Neden birdenbire endişelendin?»
«Endişeli değilim.»
«Çok acayip bir durum bu. Del gözlerime bak.»
Sarışın kadın bakışlarını Tommy'den kaçırdı. «Kedi
yavruları.»
«Kedi yavruları mı?»
«Onların resimlerini yapıyorum işte. Budalaca
biçimsiz duygulu saçmalıklar. Aslında pek de yetenekli
değilim. İri gözlü kedi yavruları. İri gözlü hüzünlü bakışlı,
kederli kedi yavruları. İri gözlerinin içi gülen, mutlu kedi
yavruları. Ve geri zekâlılara yakışacak sahneler:
Köpekler poker oynuyor. Köpekler bovling maçı yapıyor.
İşte o yüzden resimlerimi görmeni istemiyorum, Tommy.
Çok utanacağım.»
«Yalan söylüyorsun.» Del başka bir cebin daha
fermuarını çekti. «Kedi yavruları...» «Hiç sanmıyorum.»
Adam merdivene doğru gitti. «Bana yalnızca iki dakika
yeter.»
Genç kadın antredeki masadan Desert Eagle .44'lük
Magnum'u kaptı. Tommy'ye doğru dönerek, yüzüne
nişan aldı. «Orada dur.»
«Tanrım, Del! O tabanca dolu!»
«Biliyorum.»
«Onu bana doğru tutma.»
«Merdivenden uzakiaş, Tommy.»
Del'in şimdi hiç de öyle kayıtsızmış gibi bir hali
yoktu. Soğuk bir tavırla ciddi ciddi konuşuyordu.
Tommy sağ elindeki çifteyi işaret etti. «Ben bunu
sana çeviremem.» Kadın ifadesiz bir sesle, «Biliyorum,»
dedi. Ama tabancayı indirmedi. Desert Eagle'ın namlusu
Tommy'den ancak yirmi beş santim ötede, namlusu
burun kökünün hizasındaydı. Şimdi genç adamın
karşısında yeni bir Deliverance Payne vardı. Sert bir
kadın. Genç adamın kalbi şiddetle çarpıyor ve bütün
vücudunu sarsıyordu. «Beni vuramazsın.» «Vururum.»
Del'in buz gibi sesi öyle kesindi ki işin kuşku
götürecek tarafı yoktu. «Resimlerini görmemem için mi
beni vuracaksın?» Del, «Henüz onları görmeye
hazır değilsin,» dedi. «Yani... İleride bir gün onları
görmemi isteyeceksin, öyle
mi?» «Zamanı gelince.» Tommy'nin ağzı öyle kurumuştu
ki konuşabilmek için tükürük
bezlerini zorladı. «Beynimi uçurursan o tabloları hiçbir
zaman göremem.» Sarışın kadın, «Doğru,» diyerek
tabancayı indirdi. «Onun
için seni bacağından vuracağım.» Silahla adamın sağ
dizine nişan almıştı. «Bu canavardan çıkacak
kurşunlar bacağımın tümünü uçu
rur.» «Son zamanlarda çok güzel takma bacaklar
yapıyorlar.» «Kan kaybından ölürüm.» «İlkyardım
yapmasını biliyorum.» «Sen kaçığın tekisin, Del.»
Tommy bu sözlerinde ciddiydi. Genç kadın şu ya da
bu derecede deliydi. Oysa daha önce adama dünyanın
en aklıbaşında insanı olduğunu da söylemişti. Del bazı
sırları saklıyor, bazı garip şeyleri gizlemeye çalışıyordu.
Ve sonunda ne tür bir açıklama yaparsa yapsın, yine de
davranışlarının akıllıca ve mantıklı olduğunu
kanıtlayamayacaktı. Yine de... Kadın onu korkutuyordu
ama son derece de çekiciydi. Tommy, bu tımarhane
kaçkınından çok hoşlanmam kendi kafamla ilgili bazı
şeyleri açıklamıyor mu, diye düşündü.
Del'i öpmek istiyordu.
Genç kadın birdenbire inanılmayacak bir şey
söyledi. «Sana âşık olacağımı sanıyorum, Tuong
Tommy. Lütfen bacağını uçurmama izin verme.»
İyice şaşıran genç adam kıpkırmızı kesildi. Çelişik
duyguların etkisindeydi. İstemeye istemeye
merdivenden inerek Del'in yanından geçti ve ön kapıya
gitti.
Sarışın kadın tabancayla onu izledi.
Tommy, «Tamam, peki,» dedi. «Sen onları bana
göstermeye hazır oluncaya kadar bekleyeceğim.»
Del sonunda silahı indirdi. «Teşekkür ederim.»
Tommy ekledi. «Onların beklemeye değer
olduklarını umarım.»
Kadın, «Sadece kedi yavrusu resimleri...» diye
güldü.
Tommy, Del'in tebessümünün kalbini ısıtıvermesine
şaştı. Kadın birkaç saniye önce onu vurmakla tehdit
ediyordu. Oysa, şimdi bir tebessümle ödüllendirildiği için
vücudu hoş bir duyguyla karıncalanıyordu.
Tommy, «Ben de senin kadar deliyim,» dedi.
«O halde şafağa kadar yaşaman1
sağlayacak
yeteneklerinin olması da gerekir.» Del çantasın* omzuna
astı. «Haydi gidelim.»
-190
Adam, «Şemsiye alsa mıydı?» diye mırıldandı.
«Hem şemsiyeyi, nemde çifteyi birarada idare edemezsin.»
«Doğru. Kamyonetten başka araban var mı?»
«Hayır. Bütün arabalar annemde. Harika bir araba
koleksiyonu... Kamyonetten başka bir taşıta ihtiyacım
olduğu zaman annemden ödünç bir araba alıyorum.
Onun için şimdi Honda'yı kullanmak zorundayız.»
Tommy, «Çaldığımız Honda'yı,» diye anımsattı.
«Biz hırsız değiliz. Arabayı sadece ödünç aldık.»
Tommy sokak kapısını açarken, «Işıklar sönsün,»
dedi ve antre karanlıklara gömüldü. «Çalıntı Honda'yla
giderken, polis bizi durdurursa onu vuracak mısın?»
Del, «Ne münasebet!» diye karşılık verdi. «Bu
doğru olmaz.»
Tommy hâlâ genç kadının söyledikleriyle
yaptıklarına şaşırıyordu. «Bu doğru olmaz öyle mi? Ama
ben/vurman doğru olur.» Del kapıyı kilitledi. «Üzülecek
bir olay ama doğru bir şey olur.»
«Seni hiç anlamıyorum...»
Kadın anahtarları cebine attı. «Biliyorum.»
Tommy fosforlu saatine baktı. İkiyi altı geçiyordu.
Tik tak.
Onlar evdeyken rüzgâr kesilmiş, ama fırtınanın
gücü azalmamıştı. Saatlerden beri gök gürlemiyor ve
şimşek çakmıyordu. Ancak gökyüzünden yağmur
çağlayanlar gibi akıyordu.
Palmiyeler gevşemişlerdi. Dallardaki her yaprağın
ucundan sular damlıyordu. Gür eğreltiler sanki
alçakgönüllükle yere kapanmışlardı. Dantel gibi
yapraklar binlerce, on binlerce damlayla ışıldıyordu.
Bahçedeki sönük ışıkta eğreltiler pırlantalarla bezenmiş
gibi gözüküyordu.
Scootie önden gitti. Avludaki su birikintileri
pençelerini ıslatıyordu; yere döşenen kumtaşının
içindeki mika parçacıkları köpeğin ıslak pençelerinin
etrafında ışıldıyordu. Sanki taşlardan kıvılcımlar
çıkarıyordu. Bu hayali ışıklar evin yanındaki bahçe
yolunda da köpeğin ilerlediği çizgiyi belirledi.
Tommy bahçe kapısını açarken kanattaki bakır Art
Deco panolar eline buz gibi geldi. Menteşeler fısıltıya
benzeyen sesler çıkardılar.
Evin önündeki kaldırımda Scootie birdenbire
durakladı. Başını kaldırarak kulaklarını dikleştirdi.
Ağzındaki lastik sosisi atarak hafifçe homurdandı.
Köpeğin uyardığı Tommy, çifteyi yukarı kaldırdı.
Silahı iki eliyle kavramıştı.
Suyun şakırtı ve gurultu sesinden başka bir şey
duyulmuyordu.
Del, «Ne var?» diye sordu. Bahçe kapısının
arkalarından otomatik olarak kapanmaması ve eve hızla
dönmeleri gerektiği takdirde onları engellememesi için
kanadı eliyle tutuyordu.
Lambaların aydınlattığı sokak sessizdi. Yalnızca
suyun sesi duyuluyordu. Bütün evler karanlıktı. Doğudan
ya da batıdan taşıt gelmiyordu. Yağmurdan ve suların
sarstığı bitkilerden başka hiçbir şey kımıldamıyordu.
• Beyaz Honda Tommy'nin sağında dört buçuk metre
kadar ötedeydi. Tabii onun arkasına bir şey sinmiş,
yaklaşmalarını bekliyor olabilirdi.
Ama Scootie'nin Honda'yla ilgilendiği yoktu.
Tommy, köpeğin sezgilerine kendininkinden daha fazla
güveniyordu. Hayvan bütün dikkatini yolun karşı tarafına
vermişti.
Tommy önce tehlikeli bir şey göremedi. Hatta
olağanüstü bir şey bile. Fırtınada uyuyan evler sanki
birbirlerine sokulmuşlardı.
Evlerin kör gözlere benzeyen siyah pencerelerinde
uykusuzluk Çeken bir tek komşunun rengi uçuk suratı
bile yoktu. Yağmur sakinlikle yağıyor, palmiyeler,
kauçuklar ve şemsiyeye benzeyen 'Carota' ağaçları
sanki ciddi ciddi duruyorlardı. Sokak lambasının kehribar
ışığında, yukarıda gece yumağından çözülen yağmur
iplikleri birbirine kavuşuyor ve bir dere oluşturarak
ızgaralardan taşıyordu. .
Sonra Scootie kaskatı kesilerek kulaklarını kafasına
yapıştırdı. Tekrar homurdandı. Bu sırada Tommy
kukuletalı yağmurluk giymiş olan adamı farketti. Adam
büyük Carota ağaçlardan' birinin yakınında, sokak
lambasının parlak ışığından biraz uzakta duruyordu.
Yansıyan ışıkta adam hayal meyal gözüküyordu.
Del, «O ne yapıyor?» diye sordu. Tommy yabancının
suratını göremiyordu ama yine de, «Bizi gözetliyor,»
dedi. «Tommy...» Sarışın kadın kendisini şaşırtan başka
bir şey görmüş gibi konuşmuştu.
Tommy ona bir göz attı.
Del doğu yönünü işaret etti.
Yarım blok ötede, yolun karşı tarafındaki kaldırımın
kenarında kadının eski kamyoneti duruyordu.
Carota ağacının altında duran heybetli yabancı
etrafa hiç uymuyordu. Sanki zamandaki bir çarpılma
yüzünden Orta Çağ'dan yirminci yüzyılın sonlarına
gelmişti. Sonra Tommy bu görünüşe kukuletalı
yağmurluğun neden olduğunu anladı. Bir kesişin
kapüşonlu cüppesine benziyordu bu.
Del, «Honda'ya gidelim,» dedi.
Onlar daha arabaya doğru gidemeden, yabancı
ağacın gölgesinden sokak lambasının ışığına çıktı.
Kukuleta yüzünü örtüyordu. O her gece uykularında ölen
zavallıları toplamak için dolaşan Azrail'di.
-193 -Tik-Tak/ F: 13
Yüzünü görmemesine karşın adam Tommy'ye hiç
de yabancı gelmedi. Uzun boylu, tıknaz. Yürüyüşü...
Bu genç adamın o gece daha önce karşılaştığı o
'yardımsever yabancı'ydı. MacArthur Bulvarı'nda
yamaçtan hantalca inerek Corvette'in yuvarlandığı
çamurlu arsada ilerleyen o adam. Tommy alevlere
dalmış olan iblisten kaçarken, adam yanan taşıta
yaklaşmıştı.
Del, «Bakalım o ne istiyor?» diye mırıldandı.
«Hayır!..»
Bebekten çıkan yaratık yardımsever yabancıyı nasıl
yönetimine almıştı? Ya da onun içinde mi saklanmıştı?
Veya onun biçimine nasıl girmişti? Tommy'nin bu esrarı
çözmesi imkânsızdı. Ama çamurlu arsadaki şişman
adam artık yoktu. İblis onu parçalayıp yemiş ya da
yenerek kontroluna almıştı. Tommy bu kadarından
emindi.
Tommy, «O insan değil,» dedi. Yardımsever yabancı
lambanın oluşturduğu ışık gölcüğünden hantalca geçti.
Scootie'nin homurtusu yükseldi. Köpek şimdi dişlerini de
göstererek hırlıyordu. Yardımsever yabancı kaldırımdan
indi. Kaldırımın yanından hızla akan derin suyu
şapırdatarak ilerledi. Tommy telaşla, «Geri!» diye
bağırdı. «Eve dönelim! İçeri girelim!»
Scootie'nin homurtusu tehdit doluydu ve hayvan
saldırmaya hazır gibiydi ama bu sözler gerilemesine
yetti. Hızla dönerek Tommy'nin yanından geçip Del'in
açık tuttuğu kapıdan içeri daldı.
Sarışın kadın onu izledi. Tommy kapıdan geri geri
içeri girdi. Mossbe.rg'i öne doğru çevirmişti. Cilalı bakır
pano kapanırken Tommy, yardımsever yabancının yolun
ortasına erişmiş olduğunu gördü. Hâlâ onlara doğru
yürüyordu ama konuşmuyordu. Sanki onların
kaçamayacağından emindi.
Bahçe kapısı sakırdayarak kapandı. Elektrikli kilit
onlara ancak yarım dakika sağlayabilirdi. Çünkü
yardımsever yabancı kapının üzerinden kolaylıkla
aşabilecekti.
Atletik olmayan yapısı artık şişman adamı
engelleyemezdi. Kendisini ele geçiren doğaüstü varlığın
bütün gücü ve çevikliği onundu şimdi. .
Tommy avluya erişti. Del evin ön girişindeydi.
Adam, genç kadının anahtarları çantasından alarak
kapıyı çabucak açmış olmasına şaştı. Scootie'nin çoktan
içeri girdiği anlaşılıyordu.
Tommy, Del'in peşinden içeri girdiği sırada bahçe
kapısının sakırdadığını duydu. Sokak kapısını
kapayarak, titreyen elleriyle kilitledi. Sürgüyü itti. «Işıkları
yakma.»
Del, «Burası bir ev,» diye anımsattı. «Kale değil.»
Tommy onu uyardı. «Hişşş.»
Bahçeden sadece taşlara vuran damlaların şıkırtısı,
oluklardan akan suların şapırtısı ve palmiye dallarına
çarpan yağmurun hışırtısı geliyordu. Del ısrarla,
«Tommy beni. dinle,» dedi. «Burayı, bir kaleymiş gibi
savunamayız.»
Tommy yine ıslanmıştı ve üşüyordu. Koşmaktan
yorulmuştu. Ona sadece Mossberg'in ve Del'in taşıdığı
kapıiarı deviren tabancanın gücü biraz cesaret
veriyordu. Tommy, sarışın kadını susturdu. Şimdi yıllar
önce Güney Çin Denizi'nde geçirdikleri o dehşet dolu
geceyi anımsıyordu. Teknedeki mülteciler ancak Thaı
korsanlarından kaçmaktan vazgeçerek savaştıkları
zaman sağ kalabilmişlerdi.
Ön kapının iki yanında bir seksen boyunda ve otuz
santim genişliğinde cam panolar vardı. Tommy
yağmurun beneklediği bu camların arkasından bahçenin
küçük bir bölümünü görebiliyordu. Islak ıslak parlayan
ışıklar, kara palmiye dalları.
Zaman durmuştu sanki.
Ne bir tik
Ne bir tak
Genç adam çifteyi öyle sıkı kavramıştı ki elleri
ağrıyor, kollarındaki kaslar seyiriyordu.
Bebeğin yırtılmış suratından bakan o
sürüngenlerinkine benzeyen yeşil gözü hatırlıyor ve
iblisle tekrar karşılaşmaktan korkuyordu. Üstelik artık
iblis yirmi beş santim boyunda da değildi.
Bir gölge camlardan birinin önünden hızla kaydı. Bu
palmiye ve eğretilerin gölgeleri kadar geometrik değildi.
Şişman adam kapıya vurmadı, zili de çalmadı.Bir
not bırakarak sessizce uzaklaşmadı. Çünkü artık o
yardımsever yabancı değildi. Kapıya hızla yüklendi.
İkinci kez tekrar saldırdı. Kanat çerçevenin içinde
şiddetle sarsıldı. Menteşeler gıcırdadı. Kilit sanki
kırılıyormuş gibi çatırdadı. İbiis kanada üçüncü kez
vurdu. Ama kanat açılmadı.
Tommy'nin kalbi hızla çarparak karanlık antrede,
kapının karşısındaki duvara dayanıp bekledi.
Yan camlar şişman adamın geçemeyeceği kadar
küçüktü. Ama yaratık onlardan birini yumruğuyla kırdı.
Cam parçaları şıngırdayarak traverten döşeli zemine
saçıldı.
Tommy tetiği çekti. Mossberg'in namiusundan
alevler fışkırdı. Silahın kulakları sağır eden gürültüsü
antrenin duvarlarına çarparak yankılandı.
Kurşunları yiyen yardımsever yabancı sendeleyerek
kırık camdan uzaklaşırken, can acısıyla haykırmadı.
Çünkü o artık bir insan değildi. Can acısının onun için
hiçbir anlamı yoktu.
Del haykırdı. «Hayır, Tommy! Hayır! Patlamanın
yankılarının arasında duyulan sesi acayip ve boğuktu.
«Burada kapana kısılacağız. Haydi gel!»
Şişman adam müthiş bir güçle tekrar kapıyı çarptı.
Sürgü metal aynasına sürterek gıcırdadı. Zorlanan
menteşelerden yırtılan madeni levhalara özgü gıcırtı
yükseldi. Tahta, kuru bir çatırtıyla kırıldı.
Tommy istemeyerek de olsa burasının Güney Çin
Denizi olmadığını kendi kendisine itiraf etti. İnsan
olmayan düşmanları da Thai korsanları kadar kolay yok
edilemezdi.
Şişman adam tekrar kapıya yüklendi.
Genç adam karanlık oturma odasında Del'i izledi.
Genç kadının siluetini liman ışıklarına bakan cam
duvardan görebiliyordu. Genç kadın karanlıkta evin içini
iyi bildiği için eşyalara çarpmadan ilerleyebiliyordu.
Yana kaydırılan camlı kapılardan biri açıktı. Bu işi
Scootie' nin başarmış olduğu anlaşılıyordu. Çünkü
köpek onları verandada bekliyordu.
Tommy, Scootie bu işi nasıl başardı, diye düşündü.
Çok zeki bir hayvan ama olsun... Sonra evin ön
tarafında sokak kapısının gürültüyle açıldığını duydu. Bu
korkunç ses genç adamın köpekle ilgili bütün merakının
sönmesine neden oldu.
Nedense Tommy, Del'in denizden kaçmalarını
planladığını sanmıştı. Limanı aşarak karşı kıyıya
gideceklerdi. Ama genç kadının yağmurdan ıslanmış
bayrağını aydınlatan rıhtım ışıkları kadının özel
iskelesine bağlı teknesi bulunmadığını açıklıyorlardı.
Komşu iskeleyle Del'inkinin arasında sadece yağmurun
beneklediği kapkara sular uzanıyordu.
Sarışın kadın, «Bu taraftan,» diyerek ilerledi. Liman
tarafına değil, verandanın sol ucuna doğru gidiyordu.
Tommy bu kez onunla sola dönerek, komşu evle
arasında ki servis yoluna çıkacağını sandı. Tekrar
sokağa çıkarak Honda' ya binecek ve yardımsever
yabancı onları bulamadan kaçacaklardı. Ama Del o yola
da çıkmadı. Tommy hemen bunun nedenini anladı. İki
yanından evlerin yükseldiği servis geçidi dardı. Uçta bir
bahçe kapısı vardı. O yola çıkar çıkmaz da seçenekleri
tehlikeli bir biçimde azalacaktı.
Limanın kıyısındaki küçük arsalara yapılmış olan
evler birbirlerine yakındı. Çünkü burada arsalar son
derece değerliydi. Milyonlarca dolar değerindeki
manzaranın bozulmaması için evlerin verandaları ve
arka oahçelerinin sınırları yüksek duvarlar ya da sık
ağaçlarla belirtilmemişti. Bu sınırları sadece alçak
ağaççıklar, saksılar ya da ancak seksen doksan santim
yüksekliğindeki parmaklıklar çiziyordu.
Scootie sarmaşık sardunyaları dikili, otuz santim
yüksekliğindeki saksıların üzerinden atladı. Del'le
Tommy de onu izleyerek Cape Cod tarzı komşu evin
tuğla döşeli verandasına geçtiler.
Rıhtımdaki lamba kış mevsimine dayanıklı ağaçtan
yapılmış, bahçe koltuklarını; çuha çiçeği dikili toprak
saksıları ve plastik örtüyle kapatılmış dev bir barbekü
yerini aydınlatıyordu.
Başka bir arsanın sınırını çizen, alçak dikenli erik
ağaççıklarından oluşan bir çitin üzerinden atladılar.
Şıpırtılar arasında çamurlu bir çiçek tarhından geçtiler.
Frank Lloyd VvYight'tan esinlenilmişe benzeyen taş ve
maundan bir evin verandasını aştılar. Bunu yine dikenli
erikten oluşan başka bir çit izledi. Dikenler Tommy'nin
blucininin parçalarına takıldılar, çoraplarına girerek
bileklerine battılar.
Yarımadada batıya doğru giderlerken üç katında da
büyük balkonları olan İspanyol Kolonyal tarzı kasvetli bir
evin önünden geçtiler. İki ev arasındaki dar geçide
bağlanmış, korkunç görünüşlü bir köpek havlamaya
başlayarak, kendisini engelleyen bahçe kapısına vurdu.
Hayvan, Gestapo tarafından eğitilmiş bir Alman çoban
köpeği ya da Doberman'mış gibi insan parçalayıp
öldürmeye meraklıydı sanki. İleride, onların
yaklaştıklarını sezen_diğer köpekler de havlamaya
başladılar.
Tommy, yardımsever yabancının peşlerinde
olmasından korktuğu için, dönüp geriye bakamıyordu.
Gözlerinin önünde ensesine doğru uzanan, bir cesedinki
kadar soluk ve soğuk şişman, tombul beş parmak
beliriyordu.
Açılar yapan camlardan ve cilalı kireçtaşından
oluşan üç katlı, ultra modern bir evin arkasında bir dizi
göz kamaştıran projektör yandı. Burayı diğer
evlerdekinden daha güçlü bir güvenlik sisteminin
koruduğu anlaşılıyordu. Sistemi hareketleri algılayan
detektörlerin çalıştırdıkları belliydi. Tommy ani ışıkların
yarattığı şokla sendeledi, ama dengesini kaybetmedi.
Çifteyi de elinden düşürmedi. Soluk soluğa Del'le birlikte
dökme taştan koskocaman bir parmaklığı aştı ve
Akdeniz tarzı bir evin karanlık verandasına atladı.
Oturma odasından televizyon ışığı süzülüyordu. Onlar
hızla koşarlarken yaşlı bir adam pencereden hayretle
baktı.
Geceyi havlayan sayısız köpek sesi doldurmuştu.
Hepsi de yakındaydılar ama gözükmüyorlardı. Sanki
yağmurla birlikte yağıyorlar, kara gökyüzünden
düşüyorlardı. Çok geçmeden sürüler halinde yere
İneceklerdi.
Projektörlü, ultra modern villadan üç ev ötede
birdenbire büyük bir elfenerinin ışığı karanlıkları ve
yağmuru yararak Del'i aydınlattı.
Feneri tutan adam, «Olduğun yerde kal!» diye bağırdı.
Başka bir adam karanlıkların arasından sıyrılarak
Tommy'ye yandan saldırdı. Sanki profesyonel
futbolculardı ve Amerikan
-189
|
futbolu oynuyorlardı. İkisi de ıslak beton verandada
kayarak yuvarlandılar. Tommy öyle hızla düştü ki,
ciğerlerindeki hava boşalıverdi. Genç adam,
verandadaki iskemlelerin üzerine devrilmişti.
İskemlelerin çelik borulu bacakları şıngırdadı.
Tommy'nin gözlerinde yıldızlar uçuştu. Dirseğini yere
çarptı. Hem de tam sinirin üzerine. Bütün kolu sızlayarak
uyuştu, karıncalandı.
Del Payne elfenerli adama, «Geri çekil, hayvan,»
dedi. «Elimde silah var. Gerile, gerile.»
Tommy, Mossberg'i düşürdüğünü farketti. Sol
kolundaki sancıya ve uyuşukluğa karşın dizleriyle
ellerinin üzerinde doğruldu. Hırıltıyla soluk alıyor,
ciğerlerine biraz hava çekmeye çalışıyordu. Silahı
bulmak için çaresizce çabaladı.
Onu deviren çılgın, yere yüzüstü serilmiş, inliyordu.
Genç adamdan daha kötü durumda olduğu
anlaşılıyordu. Tommy'ye göre bu köpoğlu köpek
bacağının kırılmasını hak etmişti. Hatta iki bacağının.
Kafası da yarılmalıydı. Tommy başlangıçta bu adamların
polis olduklarını sanmıştı. Fakat onlar kendilerini, «Po-
lis!» diye tanıtmamışlardı. Tommy şimdi onların bu evde
oturduklarını anlıyordu. Bu iki budala kendilerini kaçan
hırsızları yakalamaya hazır birer doğuştan kahraman
sanıyorlardı herhalde.
Tommy sürünerek inleyen adamın yanından
geçerken Del, «O lanet olasıca ışığı gözümden çek,»
diye emretti. «Yoksa ona ateş ederken seni de
öldürürüm!»
Kahramanlık taslayan adam durakladı. Elfeneri
sallandı, titrek işık verandada kaydı ve çifteyi aydınlattı.
Tommy sürünerek Mossberg'e doğru gitti.
Onu yere deviren adam doğrulup oturmayı
başarmıştı. Küfrederek tükürüyordu. Belki de tükürdüğü
dişleriydi. Tommy verandadaki bir masaya tutunarak
ayağa kalktı. Aynı anda Scootie olanca sesiyle telaşla
havlamaya başladı.
Tommy doğu yönüne baktı ve şişman adamın iki ev
ötede olduğunu gördü. Ultra modern evin projektörlerinin
önünde simsiyah silueti görülüyordu. Yardımsever
yabancı onlara doğru koşarak aradaki alçak çitten
yandaki eve atladı. Hareketleri hiç de hantal değildi.
İriyarı olmasına rağmen bir pars kadar zarifti.
Yağmurluğu arkasında palerin gibi uçuyordu.
Scootie öfkeyle dişlerini göstererek şişman adamı
engellemek için ilerledi.
Del, «Scootie, hayır!» diye haykırdı.
Sonra sanki elinde silahla doğmuş gibi bacaklarını
iki yana açarak ateş etmek pozisyonu aldı. Yardımsever
yabancı şakırtılar arasında yandaki çiti aşarak
verandaya atlarken Desert Eagle'la ateş etti. Tommy'le
Del'in son savunmayı bu verandada yapmak zorunda
oldukları anlaşılıyordu. Sarışın kadın sakin ve kararlı bir
tavırla tetiği üç kez çekti. Düzgün aralıklı patlamalar öyle
güçlüydü ki, genç adam tabanca geri teperken kadının
da yere devrileceğini sandı. Ama Del dimdik duruyordu.
Sarışın kadın usta bir nişancıydı ve üç kurşun da
hedefi buldu. İlk 'Buum' sesi duyulduğu zaman
yardımsever yabancı bir tuğla duvara çarpmış gibi
durakladı. İkinci 'Buum'da ayakları yerden kesilir gibi
oldu. Sonra sendeleyerek geri gitti. Üçüncüsünde ise
döndü, yaylandı, neredeyse yere yuvarlanıyordu.
Eli fenerli kahraman ateş hattından kaçmak için
yere yatarken elindeki feneri de fırlattı.
Dişlerini tüküren kahraman ise hâlâ verandadaki su
birikintisinin ortasında oturuyordu. Bir bebek gibi
ayaklarını açarak öne doğru uzatmış, ellerini başına
götürmüştü. Dehşetten donduğu anlaşılıyordu.
Tommy yavaşça Del'le Scootie'ye doğru giderken
gözlerini yaralı yardımsever yabancıya dikmişti. Yaratık
onlara yarı dönüktü. İblis .44'lük Magnum'un üç
kurşununu yemişti ama yere
devrilmemişti. Devrilmemişti.
Yere hâlâ devrilmemişti.
Kapüşon artık şişman adamın suratını örtmüyor
ama yüzünün bir yanını gölgeliyordu. İblis sonra ağır
ağır Tommy'le Del'e doğru döndü. Suratının hatları belli
değildi, ama olağanüstü yeşil gözlerini onlara ve
homurdanan köpeğe dikmişti. İnsan gözüne
benzemeyen, parlak yeşil gözlerini.
Scootie'nin homurtuları iniltiye dönmüştü. Tommy
köpeğin neler hissettiğini çok iyi anlıyordu.
Del, Tommy'den de, Scootie'den de daha sakindi.
Genç kadın Desert Eagle'ia arka arkaya ateş etti.
Patlamalar limanı aşarak karşı kıyıda yankılandı. Genç
kadın silahı boşalttığı sırada yankıları devam ediyorlardı.
Del'in attığı her kurşun şişman adama isabet
ediyordu; adam her kurşunla sarsılıyor, sallanıyor,
eğiliyordu. Sonra sanki başka bir kurşuna karşılık veriyor
gibi doğruluyor, bir kukla gibi kollarını sallayarak
dönüyordu. Ama sonunda yere yığıldı. Yan yatıyordu.
Bir cenin gibi dizlerini göğsüne doğru çekmişti. Kah-
ramanlık taslayan adamın yere attığı lambanın ışıkları
verandada yardımsever yabancının kalın parmaklı,
beyaz elini aydınlatıyordu. Yaratık ölü gibi gözüküyordu.
Ama tabii ki ölmemişti.
Del, «Haydi,» dedi. «Buradan gidelim.» Scootie çoktan
batı yönündeki çiti aşarak komşu evin arka bahçesine
atlamıştı.
.44'lük Magnum'un kükremesi öyle korkutucuydu ki
limanın kıyısında havlayan köpeklerin çoğu susmuştu.
Artık kapatıldıkları 'yerden kaçmak için çabalamıyorlardı.
-202
Elfenerinin gümüşümsü ışığında görünen
yardımsever yabancının tombul beyaz avucu yukarıya
dönüktü. Yağmur doluyordu bu avucuna. Sonra iblis
sarsıldı ve uçuk etinin rengi koyulaşarak leke leke oldu.
Tommy, «Kahretsin!» dedi.
Sonra yine inanılmayacak bir şey oldu. Parmaklar
küt uçlu dokunaçlara dönüştüler. Arkasından da kıllı
böcek bacaklarına. Her eklemden kemik gibi çengeller
uzandı.
Yere yığılmış olan yardımsever yabancının
gölgelerin arasında tüm gövdesi sarsılıyor, dev bir kalp
gibi atıyordu. Değişiyordu.
Del, «YeWi kadar gördük...» diye onu uyardı.
«Hemen buradan gidelim.»
Tommy yaratığa yaklaşarak çifteyle doğruca onun
beynine ateş etmek için bütün cesaretini toplamaya
çalıştı. Ama iblis yaratığın yanına eriştiği sırada yaratık
iyice değişmiş olabilirdi. Neresinin kafası olduğunu
anlamak imkansızlaşırdı. Ayrıca sezgileri genç adama
Mossberg'in de, diğer tabancaların da iblisi ortadan
kaldıramayacağını söylüyordu.
Del yandaki evin verandasından telaşla seslendi.
«Tommy!» Tommy beton verandaya serilmiş olan ev
sahibine, «Kaç!» dedi. «Buradan uzaklaş!»
Adam patlayan silah yüzünden iyice sersemlemişti.
Dizlerinin üzerinde doğrulacak oldu. Ama sonra genç
adamın elindeki çifteyi görmüş olacak ki, «Hayır,» diye
yalvardı. «Tanrı aşkına! Yapma!» Sonra tekrar yüzüstü
yattı.
Tommy ikinci adama yani dişlerini tüküren
kahramana dönerek ısrarla, «Tanrı aşkına, kaç!» dedi.
Adam hâlâ sersem sersem oturuyordu. «O, kurşunların
etkisinden kurtulmadan kaç.»
Sonra kendi önerisine uyarak Del'i izledi. Adam
kendini yere devirdiği sırada bacağı kırılmadığı için
seviniyordu.
Uzaklarda bir siren sesi yankılandı.
Tommy, Del ve Scootie o verandadan iki ev kadar
uzaklaşmışlardı ki, kahramanlık taslayan adamlardan
biri arkalarında, gecenin karanlığında acı bir çığlık attı.
Tommy, Tudor tarzı bir evin kaygan taş kaplı
verandasında kayarcasına durdu ve çığlıkların geldiği
yöne döndü.
Karanlık ve yağmur yüzünden fazla bir şey
gözükmüyordu. Doğu tarafındaki ultra modern evin
ışıklarının oluşturduğu fonda gölgeler çırpınıyor,
sarsılıyorlardı. Bunlardan bazıları gerçekten de garip
gölgelerdi. Dev gibi ve hızlı. Keskin hatlı ve sarsak.
Kuşkusuz Tommy gecenin karanlığında bir canavar
gördüğünü iddia etseydi, kendisini o ateşli düşgücüne
bırakmış olacaktı.
Şimdi iki adam da çığlıklar atıyorlardı. Korkunç
çığlıklardı bunlar. Sanki kolları bacakları koparılıyor,
karınları yarılıyor ve etleri parçalanıyormuş gibi
haykırıyorlardı.
İblis geride hiçbir tanık bırakmayacaktı...
Tommy başka bir ses daha duyar gibi oldu. Sesten
daha değişik, kulağının değil bilinçaltının algıladığı bir
şey. Sanki bir varlık bir şeyleri vahşice çiğneyip
yutuyordu. İki adamın insanın ruhunu donduran çığlıkları
onu ilkel bir düzeyde etkilemiş ve tarih öncesi çağlarla
ilgili ırksal anılarını canlandırmıştı. İnsanların
kendilerinden daha büyük hayvanlar tarafından kolayca
avlandıkları çağlarla ilgili anıları. Genç adam o iki sahte
kahramanın sadece parçalanmadıklarını, yaratığın onları
yiyip yuttuğunu biliyordu.
Polisler eve eriştiklerinde verandada kurbanlarla
ilgili fazla bir şey bulamayacaklardı. Belki sadece biraz
kan... Ama her şeyi temizleyen yağmur, kanı da birkaç
dakika içerisinde silip süpürecekti. Herkes o iki adamın
ortadan kaybolduğunu sanacaktı.
„ Tommy'nin midesi bulanarak büzüldü.
Kolu dirseğini vurduğundan karıncalanmasaydı;
kaslarıyla eklemleri de düştüğü için ağrımasaydı ve
yorgunluk yüzünden sızlamasaydı, üşüdüğünden dolayı
da titremeseydi, kâbus gördüğünü sanacaktı. Ama
yeteri kadar ağrısı sızısı vardı ve hiç rahat değildi. Bu
yüzden de uyanık olup olmadığım anlamak için kendini
çimdiklemesine gerek yoktu.
Birden fazla siren sesi geceye yayıldı. Sesler hızla
yaklaşıyorlardı.
İlk adamın çığlıkları sona erdiğinde Scootie, Del ve
Tommy koşuyorlardı. Derken ikinci adamın feryatları da
kesildi. Artık tek köpek bile havlamıyordu. Hepsi de
burunlarına gelen ve bu dünyayla ilgisi olmayan koku
yüzünden susmuşlardı. Dalgalar limanı ağır ağır
dolduruyor ve dünya amansızca şafak zamanına, doğru
dönüyordu.
ALTI
Tommy'le Del kımıldayan sessiz atlıkarıncanın
çatısı altında dörtnala koşarken donup kalan renkli at
sürüsünün arasında iki kişilik bir savaş arabası buldular.
Arabanın yanlarında kabartma kartallar vardı.
Yağmurdan kaçtıkları ve kısa da olsa dinlenme fırsatı
buldukları için seviniyorlardı.
Atlıkarıncanın çalıştırılmadığı zamanlar, çoğunlukla
yanları kapatılırdı. Nedense bu gece yağmura ve
fırtınaya karşı açıktı.
Scootie sessizce atların arasında yüksek platformun
etrafında yürüyordu. Nöbet bekleme görevini üstlendiği
anlaşılıyordu. İblis, yardımsever yabancı kılığında ya da
başka bir biçimde yaklaştığı takdirde Tommy'le Del'i
uyarmaya hazırdı.
Balboa Eğlence Bölgesi yarımadanın turizm
faaliyetlerinin kalbi sayılabilirdi. Bu bölge Edgevvater
Caddesi'nde birkaç blok kadar uzanıyordu. Main
Sokağı'nın batısından başlayarak bu alışveriş bölgesine
motorlu taşıtlar giremiyordu. Edgevvater'ın iki yanında
hediyelik eşya dükkânları, pizzacılar, dondurmacılar,
restoranlar; Balboa Barı, kemerlerin altında video
oyunları ve langırt salonları, çarpışan arabalar,
dönmedolap, Tommy'le Del' in de oturduğu atlıkarınca,
tekne turlarını organize eden şirketlerin rıhtımlarıyla
diğer eğlenceler vardı. Kuzey tarafındaki eğlence
yerlerinin arasından liman ve adalar gözüküyordu.
-206
Bahar, yaz, sonbahar ve kışın ılık günlerinde,
turistlerle güneşe âşık insanlar burada dolaşıyorlardı.
Böylece Pasifik'in dalgalarından ve dar yarımadanın
karşı tarafındaki kumsallardan biraz uzaklaşıyorlardı.
Yeni evliler, yaşlıca çiftler, bikinili şahane kızlar; şortlu,
ciltleri güneşten yanmış narin delikanlılar ve çocuklar,
tekerlekli iskemledeki müdavimler, pusetlerdeki bebek-
lerin aralarında yürüyor, patenle ya da kaykayla
dolaşıyorlardı. Suya vuran güneş ışıklarının tadını
çıkararak külah külah dondurma, patlamış mısır,
kurabiye ve çubuklu şekerlerden yiyorlardı. Kahkahaları
ve şen şakrak konuşmaları, atlıkarıncadan yükselen
müziğe, motorların ve oyun yerlerinin gürültüsüne ka-
rışıyordu.
Bu fırtınalı kasım gecesi saat iki buçukta, eğlence
bölgesi boştu. Sadece yağmurun sesi duyuluyordu.
Yağmur atlıkarıncanın çatısını döverken, davul sesini
andıran boğuk bir gürültü işitiliyordu. Damlalar dış
çemberi oluşturan atlara takılı pirinç çubuklardan
sekerken 'tın' diye bir ses çıkıyor, direklerden sarkan
bayraçıkları sarsıyordu; yolun liman tarafındaki yanına
dizili palmiyelerin yapraklarının arasından süzülüyordu.
Yalnızlık dolu bir müzikti bu. Çaresizliğin melodisi
olmayan zavallı marşı.
Dükkânlar ve diğer yerlerin kepenkleri kapatılmış
içerileri karanlıktı. Sadece bir iki yerde güvenlik
lambaları yanıyordu. Yaz gecelerinde kemerler ve
eğlence yerlerindeki Tivoli ışıklarıyla neonların katkıda
bulunduğu, kimi yuvarlak, çoğu kavanoz biçimli buzlu
cam lambaları olan eski bronz elektrik direkleri hoş ve
romantik bir aydınlık sağlıyorlardı. Her şey ışıldıyordu.
Dev bir aynaya benzeyen liman da öyle. Dünya ışıl ışıl
ve neşeliydi. Oysa şimdi lambaların ışığı tuhaf bir
biçimde soğuk ve kasvetli görünüyordu. Bu ışıklar kasım
gecesinin eğlence bölgesini ezmesini engellemeyecek
kadar sönüktüler.
-207
Del ski ceketinin cebinden çifte için bir kurşun
çıkardı. Atlı karıncanın dışında kimsenin duyamayacağı
bir sesle, «Al,» dedi «Sen yalnız bir el ateş ettin
sanırım.»
Tommy de yine onun gibi alçak sesle, «Evet,» diye
cevap verdi.
«Silahın her zaman dolu olmalı.»
Tommy, Mossberg'i doldururken üzüntüyle, «O
adam far,» diye mırıldandı. «Zavallılar. Ne korkunç bir
ölüm.» Del, «Bu senin suçun değil,» dedi. «Ben orada
olmasaydım, o şey de orada olmazdı ve kuş
kusuz o adamlar da...»
Sarışın kadın başını salladı. «Evet, bu üzücü bir
şey. Ancak sen yalnızca hayatta kalmaya çalışıyordun.
Canını kurtarmak için kaçıyordun ve onlar bu işe
karıştılar.»
«Yine de...»
«Kaderlerinde anormal bir ölüm olduğu anlaşılıyor.
Olmayacak bir biçimde çekilip alınacaklarmış.» «Çekilip
alınmak mı?» «Bu dünyadan çekilip alınmak. Eğer
şişman adamın için
deki şey bunu yapmasaydı, onlar yine de olağanüstü bir
biçimde öleceklerdi. Belki patlayacaklardı. Belki de bir
likantrop'la karşılaşacaklardı.»
«Likantrop'la mı? Bir kurt adamla mı yani?» Tommy
o anda kadının gariplikleriyle başa çıkacak halde değildi.
Konuyu değiştirdi. «Öyle ateş etmeyi nereden öğrendin?
Yoksa bunu da yine annen mi öğretti?»
«Hayır, babam. Hem anneme ateş etmeyi öğretti,
hem de bana. Bizim her şeye karşı hazırlıklı olmamızı
istiyordu. Tabancalar, revolverler, tüfekler, çifteler. Bir
Uzi'yi, sanki elimde onunla doğmuşum gibi
kullanabilirim. Ve...»
«Uzi mi?»
«Evet. Ve iş...»
«Hafif makinelere gelince...»
«...Bıçak atmaya gelince...»
Tommy, «Bıçak atmak mı?» dedi Daha sonra sesini
yükseltmiş olduğunu farketti.
«...Bu konuda çok ustayım. Vegas'ta ya da bir sirkte
çalışarak kazanabilirim. Gerekirse tabii.» Del
konuşmasını mırıltıyla sürdürürken başka bir cebinin
fermuarını açtı ve Desert Eagle için bir avuç kurşun aldı.
«Ne yazık ki eskrimde istediğim kadar usta değilim. Ama
açıkçası yay çekmede de üzerime yoktur.»
Tommy, «Baban sen on yaşındayken ölmüş,» diye
anımsattı. «O sana bütün bunları sen küçücük bir kızken
mi öğretti?»
«Evet. Vegas'ın yakınlarındaki çöle çıkar boş gazoz
şişelerinin, teneke kutuların, Drakula ve Kara Göl gibi
eski filmlerin canavarlarının afişlerinin canına okurduk.
Çok eğlenirdim.»
«Tanrı aşkına, baban seni neye karşı hazırlıyordu?»
«Randevulara.»
«Randevulara mı?»
«Babam bana böyle takılırdı. Aslında olağanüstü bir
yaşam süreceğimi biliyor ve beni buna hazırlıyordu.»
«Bunu nereden biliyordu?»
Del cevap vermeyerek, «Aslında gerçek şu,» dedi.
«Baba
mın eğitimi yüzünden beni korkutan hiç kimseyle
çıkmadım. Doğrusu hiçbir zaman da bu konuda bir
sorunum olmadı.» «Anlaşılıyor. Senin endişelenmen
için Anibal'le gezmeye gitmen gerekir.»
Sarışın kadın .44'lük Magnum'un şarjörünü
doldurdu. «Babamı hâlâ özlüyorum. O beni gerçekten
anlardı. Çoğu insan beni hiçbir zaman anlayamadı.»
Tik-Tak/F:
14
-209
Tommy onun üzüntüsünü gidermek ister gibi, «Ben
anlamaya çalışıyorum,» dedi.
Scootie nöbet bekleme görevinden vazgeçerek
Del'in yanına geldi. Başını onun dizlerine dayayarak
inledi. Sanki genç kadının sesindeki yalnızlık ve
üzüntüyü duymuştu.
Genç adam, «Küçük bir kız bir tabancayı nasıl böyle
tutabilir?» diye mırıldandı. «Geri tepme...»
«Ah, haklısın! Biz işe pompalı tüfek ve yine pompalı
bir tabancayla başladık. Sonra .22'lik kullanmayı
denedik.» Del doldurduğu şarjörü İsrail yapımı
tabancasına taktı. «Tüfek ve çiftelerle atış yaparken
babam omuzlarıma küçük yastıklar koyar, beni
desteklemek için arkada çömelir, silahı benimle birlikte
tutardı. Böylece benim daha güçlü silahları tanımamı
sağladı. Küçük yaşta onlara alışmamı ve silahları
kullanma zamanı geldiği vakit korkmamamı istiyordu.
Ben büyük silahları kullanmakta iyice ustalaşmadan
önce öldü gitti. Ondan sonra annem derslere devam
etti.»
Tommy yalancı bir kederle, «Çok yazık,» dedi.
«Sana bomba yapmasını öğretmemiş.»
«Dinamiti ve plastik patlayıcıların çoğunu rahatlıkla
kullanabilirim. Ama onlar insanın kendini savunması
bakımından çok yararlı sayılmazlar.»
«Baban terörist miydi?» «Ne münasebet! Öyle şeylerle
hiçbir ilişkisi yoktu. Ona göre politika aptalca bir şeydi.
Müşfik bir insandı o.» «Ama her zaman etrafında dinamit
lokumları vardı. Bomba
yapma tekniğini öğrenmen için.»
«Her zaman değil.»
«Sadece Noel'lerde mi?»
«Ben aslında patlayıcı konusunu bomba yapmak
için öğrenmedim. Gerektiği takdirde onları zararsız hale
getirmeyi başarmak için öğrendim.»
«Tabii, hemen hemen her ay böyle şeylerle
karşılaşılıyor.» Del, «Hayır,» dedi. «Bu bilgimden
sadece iki defa yararlanmak zorunda kaldım.»
Tommy kadının şaka yaptığına inanmak istiyordu.
Ama bunu ona sormamaya karar verdi. Kafası Del
konusunda yeni yeni öğrendiği şeyierle dolup taşıyordu
ve çok yorgundu şimdi. Genç kadının insanı sarsan
açıklamalarını inceleyecek enerjisi de, kafa gücü de
yoktu. «Ben de kendi ailemin acayip olduğunu
sanıyordum.»
Sarışın kadın Scootie'nin kulaklarının arkasını
kaşıyordu. «Herkes ailesinin acayip olduğunu düşünür.
Aslında... sevdiklerimize çok yakın olduğumuz için
onlara bir büyülteçle bakarız. Duygulardan oluşan daha
kalın bir mercekle ve onların ilginçliklerini de abartırız.»
Tommy, «Senin ailen için böyle bir şey
söylenemez,» dedi. «Büyülteçle bak bakma, sizinki
acayip bir klan.» Scootie nöbet görevine dönmeye karar
vererek sessizce tahta at sürüsünün arasından geçti.
Del kurşunları aldığı cebin fermuarını çekti.
«Anladığım kadarıyla ailen sarışınlar konusunda
önyargılı hükümlere sahip. Ama verecek ne kadar çok
şeyim olduğunu anladıklarında beni sevmeyi de
öğrenirler.»
Tommy, kadın karanlıkta yüzünün kızardığını
görmediği için sevindi. «Silahlar konusunda ustalığını bir
tarafa bırakalım. Yemek yapmasını biliyor musun? İşte
benim ailem en çok buna önem verir.»
«Ah, evet, 'dövüşen fırıncılar ailesi.' Eh, ben
annemle babamdan pek çok şey öğrendim. Babam
bütün Teksas'ta ve Güneybatıda biberli yemekler
konusunda ödüller kazandı. Annem ise Cordon Bleu
mezunu.»
«Bunu balerinlik yaptığı sırada mı başardı?»
«Balerinlikten hemen sonra.»
Tommy saatine baktı. İkiyi otuz yedi geçiyordu.
«Tekrar yürümeye başlasak iyi olur.» Uzaklardan yine
bir siren sesi duyuldu. Del devriye arabasının nereye
gittiğini anlamak için bir süre
etrafı dinledi. Siren sesi uzaklaşmıyor, tersine
yaklaşıyordu. «Biraz daha bekleyelim. Yeni bir araba
bulup tekrar yola çıkmamız gerekiyor. Ama sokaklar
polis kaynarken, bir arabayı düz kontak yaparak
çalıştırmayı istemiyorum.»
«Bir yerde fazla kalırsak...»
«Bir süre için güvendeyiz. Uykun var mı?»
«İstesem de uyuyamam.»
«Gözlerin yanıyor ve kaşınıyor mu?»
Genç adam, «Evet,» dedi. «Ama kendime gelirim.»
Del, Tommy'nin rahatsızlığını hissediyormuş gibi,
«Boynun öyle ağrıyor ki, başını zorlukla dik
tutabiliyorsun,» diye mırıldandı.
«Ama uykum yok, tetikte sayılırım. Sen benim için
endişelenme.» Tommy sanki ağrıyı etinin içinden çekip
çıkarmak istiyormuş gibi tek eliyle ensesini sıktı.
Del, «Sen iliklerinin içine kadar yorgunsun, zavallı
bebeğim,» dedi. «Bana hafifçe arkanı dön de biraz
masaj yapayım.»
«Masaj mı yapacaksın?»
«Biraz kımıldan, Tofu Çocuk. Haydi.» Sarışın kadın
kalçasıyla adamı itti.
Savaş arabası dardı ama Tommy, Del'in omzunu ve
ensesini ovabilmesini sağlayacak kadar dönmeyi
başardı. Sarışın kadının ince elleri şaşılacak kadar
güçlüydü. Parmaklarını iyice bastırmasına rağmen
adamın canını yakmadı. Tersine onun rahatlamasını
sağladı.
Tommy içini çekti. «Bunu sana kim öğretti?»
«Bu benim içimden gelen bir şey. Yaptığım resimler
gibi.»
Bir dakika kadar konuşmadılar. Del'in parmakları
gerilim noktalarını bularak gevşemesini sağlarken, genç
adam arada sırada inliyordu.
Çalışkan Scootie, atlıkarıncanın kenarından geçti.
Gece kadar kara ve bir hayalet kadar sessizdi.
Del baş parmaklarını Tommy'nin ensesinde aşağı
yukarı dolaştırırken, «Seni hiç uzaylıların kaçırdığı oldu
mu?» diye sordu.
«Ah, Tanrım!»
«Ne var?»
«İşte yine başladık.»
«Yani seni gerçekten uzaylılar kaçırdı mı?»
«Kaçırmak mı? Ne münasebet! Ben, senin yine
başladığını kastettim. Yine garipleştin.» «Uzaydan zeki
yaratıkların geldiğine inanmıyor musun?» «Ben evrenin
çok büyük olduğuna inanıyorum. Onun için de kainatta
sürüyle zeki yaratık olmalı.»
«O halde garip olan nedir?»
«Evet, ama o zeki yaratıkların insanları kaçırıp,
uçan dairelerine alarak seks organlarını incelemek için
galaksileri aştıklarına inanmıyorum.»
«Onlar sadece seks organlarını incelemiyorlar.»
«Biliyorum, biliyorum. Bazen kaçırdıkları insanları
pizza ve bira için Chicago'ya da götürüyorlar.»
Del, adamı cezalandırmak için usulca başının
arkasına vurdu. «Yine alay ediyorsun.»
«Biraz.»
«Sana hiç yakışmıyor.»
«Dinle. Bizden çok çok daha zeki, milyonlarca yıl
öncesinden gelişmiş bir uzaylı türü bizimle hiç
ilgilenmez. Hele bir avuç sıradan vatandaşı rahatsız
etmek için o kadar güç harcamaz.»
Del şimdi Tommy'nin baş derisine masaj yapıyordu.
«Ben, uzaylıların insanları kaçırdıklarına inanıyorum.»
«Şaşırmadım.»
«Bence onlar bizim için üzülüyorlar.»
«Uzaylılar mı?»
«Evet. Uzaylılar.»
«Bizim için neden üzülsünler ki?»
«Başı çok dertte olan bir türüz. Aklımız
karmakarışık. Kendimizi ortadan kaldırmak için
elimizden geleni yapıyoruz. Bence uzaylılar aydınlığa
erişmemiz için bize yardım etmek istiyorlar.»
«Bunu seks organlarımızı inceleyerek mi
yapacaklar? O halde çıplak kızların dans ettiği gece
kulüplerinde sahnenin hemen önünde oturan adamlar da
sadece o dansözlere yardım etmeyi istiyorlar.»
Sarışın kadın elini adamın kafasından alnına doğru
uzattı. Parmaklarıyla alnına daireler çizmeye başladı.
«Çok ukalasın.»
«Ben dedektif romanları yazıyorum.»
Del, «Belki de uzaylılar seni kaçırmışlardır,» dedi.
«Ne münasebet!»
«Sen bunu anımsayamazsın ki.»
Tommy kesin bir tavırla, «Pekâlâ da anımsarım,»
dedi.
«Uzaylılar istemezse anımsayamazsın.» «Şimdi çılgınca
bir tahminde bulunacağım. Uzaylıların seni
kaçırdıklarına inandığından eminim.»
Genç kadın, Tommy'nin alnına masaj yapmaktan
vazgeçerek onu, yine kendisine dönmesi için çekiştirdi.
Bir sır açıklayacakmış gibi fısıltıyla, «Ya sana kimi
geceler bazı saatler boyunca neler yaptığımı
hatırlayamadığımı söylersem? Hafızamda yer yer
boşluklar olduğunu? Sanki bir süre için kendimi kaybetti-
ğimi? Kaçırılan herkes anımsayamadıkları bazı saatler
yaşadıklarını söylüyorlar. Hafızalarındaki kaçırılmayla
ilgili anılar ya silinmiş ya da baskı altına sokulmuş.»
«Del sevgili, tatlı kaçık Del, lütfen darılma. Lütfen bu
sözleri sevgiyle söylediğime inan. Bana haftanın her
günü iki saatlik bir sürede neler yaptığını
hatırlayamadığını söylersen buna da şaşmam.»
Sarışın kadın şaşırdı. «Buna neden kızayım?»
«Boşver...»
«Her neyse... Bu haftanın her günü olmuyor.
Sadece yılda bir iki kez oluyor.» Tommy, «Ya
hayaletler?» «Ne olmuş onlara?» «Hayaletler olduğuna
inanıyor musun?» Del neşeyle, «Ah, ben birkaç
hayaletle bile karşılaştım,» dedi.
«Ya kristallerin insanları iyileştirme özellikleri
olduğuna?»
Kadın başını salladı. «Onlar insanı iyileştirmezler.
Ama psişik gücünün odaklanmasını sağlarlar.» «Ya
ruhun vücuttan çıkarak etrafta dolaşmasına ve sonra
geri dönmesine?»
«Bunu başarabileceğinden eminim. Ama ben
vücudumu çok seviyorum. Onu kısa bir süre içinde bile
terketmek istemem.»
«Ya bir yeri uzaktan görmeye?»
«Bu kolay. Bir kent seç.»
«Ne?»
«Bir kent söyle.»
Genç adam, «Fresno,» dedi
Del neşeyle karışık bir güvenle, «Frenso'daki
herhangi bir evdeki, herhangi bir odayı sana tarif
edebilirim,» diye açıkladı. «İtiraf etmeliyim ki ömrüm
boyunca Frenso'ya bir defa bile gitmedim. Yarın
arabayla oraya gidersek, kentin tam tarif ettiğim gibi
olduğunu da görürsün.»
«Ya 'Büyük Ayak'a ne dersin?»
Sarışın kadın kıkır kıkır gülerken sesinin
duyulmaması için eliyle ağzını kapattı. «Sen de çok
ahmaksın, Tuong Tommy. 'Büyük Ayak' palavra. Bulvar
gazetelerinin safdil budalalara satış yapmak için
uydurdukları bir şey.»
Tommy dayanamayarak onu öptü.
Del de Tommy'yi. Üstelik müthiş bir biçimde. Kimse
genç adamı o zamana kadar böylesine öpmemişti.
Sarışın kadının öpme konusunda da bıçak atmakta
oiduğu kadar yetenekli olduğu anlaşılıyordu.
Tommy sonunda başını kaldırırken, «Şimdiye kadar
birazcık bile sana benzeyen biriyle karşılaşmadım,
Deliverance Payne,» dedi. «Bunun iyi mi, yoksa kötü mü
olduğunu da bilmiyorum.»
«Kesin olan bir şey var ki, başka bir kadın seni
yanan arabanın yanından alıp götürseydi, bu kadar bile
yaşayamazdın.»
Bu tartışma götürmeyecek kadar doğruydu. Hiçbir
kadın, hiçbir insan, iblis pencereye çarparak iğrenç
vantuzlarıyla cama yapıştığı zaman, olayı Del gibi
sakinlikle karşılayamazdı. Hiç kimse iğrenç hayvanı
kamyonetten atmak için taşıtı öyle ustaca kullanamazdı.
Belki de hiç kimse Tommy'nin iblis-bebek hikâyesine
inanmazdı. Yaratığı gördükten sonra bile.
Del, «'Kader' diye bir şey var,» dedi.
«Evet. Herhalde.»
«Evet, var. Kader. Ama bu taşa kazınmış da değil.
Kaderimizi biz kendimiz çiziyoruz. Tamamiyle
bilinçsizce, ruhsal düzeyde.»
Tommylnin içinde coşku, sevinç ve şaşkınlık
birbirine karışıyordu. Sanki harika bir armağanın paketini
açmaya başlamış bir çocuk gibiydi. «Bir iki saat önce bu
sözler bana delice gelirdi. Ama şimdi öyle değil.»
«Tabii, değil. Sanırım farkına varmadan seni
kaderim haline getirdim. Ve bana aynı şeyi sen de
yapmışsın gibi geliyor.»
Tommy söyleyecek bir söz bulamadı. Kalbi deli gibi
çarpıyordu. Düşünecek zamanı ve önünde de bilgisayar
tuşları olsaydı bile bu yeni duygularını sözcüklere
dökemeyecekti.
Sonra içindeki sevinç ve harika bir şey olacağı
beklentisi kayboldu. Sanki yabancı bir şey istenmedik bir
biçimde belkemiğinin üzerinden kayıyordu. Ürperdi.
Sarışın kadın. «Üşüdün mü?» diye sordu.
«Hayır.»
Isı gece yarısından sonra düşmüştü, ama şimdi
tekrar yükselmeye başlıyordu. Deniz etkili bir ısı toplama
yeriydi. Güzel günlerde güneşin sıcaklığını biriktiriyor ve
bunu karanlık bastıktan sonra azar azar etrafa
yayıyordu.
Tommy'ye yine belkemiğinin üzerinde bir şey
kayıyormuş gibi geldi. «Sadece bir duyguya kapıldım...»
«Aah, ben değişik duygulara bayılırım.»
«Belki de bir önsezi bu.»
«Önsezi mi? Her an daha ilginçleşiyorsun, Tuong
Tommy.
Neyi seziyorsun?» Genç adam etrafına atlıkarıncadaki
hayvanların siyah gölgelerine baktı. «Pek...
bilemiyorum...» Sonra birdenbire boynuyla ensesinin
artık sızlamadıklarını
farketti. Başağrısı da geçmişti.
Hayretle, «Bu inanılmayacak bir mesajdı,» dedi.
«Teşekkürler.»
Tommy'nin vücudunda hiçbir kas sızlamıyordu.
Beton verandada yere devrildiği zaman berelenenler
bile. Artık uykusu da yoktu. Gözleri de eskisi gibi yanıp
kaşınmıyordu. Uykusu iyice açılmış, enerjisi artmıştı.
Kendini bu kovalamaca başlamadan önceki saatlere
göre çok daha iyi hissediyordu.
Karanlıkta kaşlarını çatarak Del'e baktı. «Sen bu işi
nasıl...»
Scootie başını ikisinin arasına sokarak genç adamın
sözünü yarıda kesti. Korkuyla inliyordu. Del savaş
arabasından kalktı. «Geliyor...» Tommy yerden
Mossberg'i kaptı. Del atların arasına girmişti bile. Onların
arkasına siniyor
ama yolu daha iyi görebilmek için platformun yanına
doğru gidiyordu. Tommy dişlerini gösteren, çılgın bakışlı,
tahtadan koskocaman kara bir aygırın arkasında sarışın
kadına erişti.
Scootie bir açıklıkta, çalıların arasındaki sülünü
farketmiş bir av köpeği gibi hemen hemen hareketsiz
duruyordu. Hayvan lambaların aydınlattığı Edgevvater
Caddesı'nin doğusuna, tekne kiralanan yerlerin ve
limanda tur düzenleyen şirketlerin daha ötesine, Balboa
Kıyısı Oyunları'na doğru bakıyordu. Tam dörtnala
koşarken donmuş gibi görünen güneşle birlikte ortaya
çıkan binicileri bekleyen tahtadan oyulmuş atlara
benziyordu. Sadece onlardan küçüktü.
Tommy, «Haydi, buradan gidelim...» diye fısıldadı.
«Bekle.»
«Neden?»
Del, «Onu daha iyi görmek istiyorum,» diyerek
şişman adamın yanından geçeceği üç globlu sokak
lambasını işaret etti. Sesi, solukları kadar hafifti.
«Ben onu daha iyi görmeyi hiç istemiyorum.»
«Nasıl olsa silahlarımız var. Onu tekrar yere
devirebiliriz.»
«Şansımız bu kez bize o kadar yardım etmeyebilir.»
«Scootie onu şaşırtmaya çalışır.»
«Yani bizden uzaklaştırır mı?»
Del yanıt vermedi.
Başını kaldırıp kulaklarını dikmiş olan Scootie'nin
onun her emrini yerine getirmeye hazır olduğu
anlaşılıyordu.
Belki köpek, o yaratıktan daha hızlı koşabilirdi. O
doğaüstü varlık şişman yardımsever yabancının kılığına
girmişti. Ölümsüzdü ve durdurulması da imkânsızdı.
Ancak onun da bazı fizik kanunlarının etkisinde olduğu
anlaşılıyordu. Bu yüzden yüksek kalibre kurşunlar onu
durdurmuş, yere devirmiş ve engellemişti. Bu nedenle
yaratığın kendisinden daha küçük olan Scootie kadar
hızla ilerleyebileceğini düşünmek için mantıklı bir neden
yoktu. Köpeğin vücudu yere yakındı ve doğa onu hızla
koşabilecek bir biçimde geliştirmişti.
Tommy, «Ama o nesne köpeğin peşine takılarak
buradan uzaklaşmaz,» diye fısıldadı. «Köpek onu
ilgilendirmiyor, Del. Yalnızca beni istiyor... Belki artık
seni de...»
-219
Kadın, «Sus,» dedi.
En yakındaki lambanın buzlu globlarının kışı
anımsatan ışığında yağmur damlaları doluya
dönüşüyordu. Beton dökülmüş yol buzla kaplanmış gibi
ışıldıyordu.
Işığın ötesindeki karanlıklarda yağmur, lekeli
gümüşe ve sonra da külrengine dönüşüyordu. Bütün bu
griliklerin arasından şişman adam çıktı. Boş yolun
ortasında ağır ağır yürüyordu.
Tommy'nin yanında Scootie kımıldandı ama sesini
çıkarmadı.
Genç adam çifteyi iki eliyle kavrayarak tahta atın
arkasına iyice sindi. Rüzgârsız gecede, tahtadan
oyulmuş atın her zaman fırtınada dalgalanan
kuyruğunun üzerinden yola yardımsever yabancıya
baktı. Dörtnala koşarken donup kalan tahta aygırın diğer
ucunda Del de olduğu yerde büzüldü. Atın boynunun al-
tından yardımsever yabancıya baktı.
Şişman adam sanki yürümüyor ağır ağır uçuyordu.
Yerdeki hangarına doğru giden bir zeplin gibi. Su
birikintilerinin içinden geçerken hiçbir şıpırtı
duyulmuyordu.
Tommy'ye hava iyice soğumuş gibi geldi. Sanki iblis
gün boyunca biriktirdiği sıcaklığı ağır ağır etrafa yayan
limanın etkisini azaltacak güçte soğuk bulutlarla birlikte
ilerliyordu.
Yardımsever yabancı önce gri yağmurda gri bir
cisim gibiydi. Sonra iblis lambanın aydınlattığı yere çıktı
ve iyice belirginleşti. Eskisine göre biraz daha iriydi.
Tommy, o iki adamı, her et ve kemik parçasını yediğine
göre daha iri olması gerekirdi, diye düşündü.
Sonra doğaüstü bir varlığın biyolojisini mantığa
vurmanın ne kadar gülünç olduğunu ve yine o gece
neden aklını kaçırmadığını kendi kendine sordu.
Şişman adamın arkasında hâlâ o yağmurluk vardı.
Ama artık bu delinip yırtılmıştı. Herhalde buna silahlarla
ateş edilmesi neden olmuştu. Kukuleta ensesine
düşmüş, buruşmuştu. İblisin başı açıktı.
Yaratığın suratı insanlarınki gibiydi. Ama insanlarda
görülmeyen bir zalimlik vardı bu suratta. Belki de
yaratığın yüzü artık yumuşak duygulan yansıtacak halde
değildi. İblisin gözleri uzaktan bakıldığında insan
gözlerine benziyordu. O yüz, gerçekten de Corvette'in
kaza geçirdiği yerde, yardım için duran şişman adamın
ay gibi yuvarlak çehresi olmalıydı. Ancak zavallı adamın
kafası ve ruhu çoktan kaybolmuştu. Onun biçimini almış'
olan varlık öylesine vahşi ve nefret doluydu ki tebessüm
ve kahkahalara daha uygun olan o çehrenin yumuşak
hatlarından bile gerçek karakteri anlaşılıyordu.
O şey şimdi ancak on iki metre kadar ötede, sokak
lambasının soluk ışığı altındaydı. Tommy onun üç
belirgin gölgesi olduğunu farketti. Oysa yaratığın bir
vampir gibi hiç gölgesi olmayacağını sanmıştı. Genç
adam bir an bu gölgelerin eski sokak lambasındaki üç
globun bir oyunu olduğunu sandı. Ama sonra gölgelerin
ışık kaynağıyla hiç ilgisi olmayan açılar yaparak ıslak
yolda uzadıklarını gördü.
Genç adam dikkatini tekrar yaratığın suratına verdi
ve bu tombul yüzün hatlarının değiştiğini farketti.
Yuvarlak gövdenin üzerinde daha ince ve tümüyle farklı
bir surat belirdi. Burun daha gagamsı bir görünüş aldı.
Çene çok belirginleşti, kulaklar da kafaya yapıştı.
Yağmurdan iyice ıslanmış sık siyah saçlar kıvır-
cıklaşarak cansız sarı buklelere dönüştüler. Sonra
üçüncü bir yüz ikincisinin yerini aldı. Bu daha yaşlıca
birine ait bir surattı. Kısa kesilmiş kır saçlar, eski ordu
çavuşlarını hatırlatan dört köşe, sert hatlı bir çehre. 1
Tommy yaratığa bakarken yardımsever yabancının
ay gibi yuvarlak suratı tekrar belirdi. Genç adam, bu iki
surat yaratığın kısa bir süre önce öldürdüğü o zavallılara
ait olmalı, diye düşündü. Liman kıyısındaki evin arka
verandasında parçaladığı o iki kurbana... Titredi. İblisin
yağmurun her şeyi örten şıkırtısına rağmen on iki metre
öteden birbirine vuran dişlerinin takırtısını duyacağından
korktu.
Garip hayvan sokak lambasının oluşturduğu ışık
gölcüğünün tam ortasında duruyordu. Gözleri bir an
koyu renk ve insanlarındaki gibi göründü. Ama sonra
insanlarınkine hiç benzemeyen o çok parlak yeşil
gözlere dönüştü.
Scootie'nin gövdesi Tommy'nin sol bacağına
dayalıydı. Genç adam köpeğin titrediğini hissetti.
Yaratık yolun ortasında etrafını çevreleyen eğlence
bölgesini incelemeye başladı. Dikkati yolun altmış
santim yukarısında olan alçak, yeşil dökme demir
parmaklığın yarı gizlediği atlıkarıncada yoğunlaştı. Bir
yılanınki kadar yeşil ve bir yılanınki kadar hain bakışlı
gözleri üzerinde hisseden Tommy, iblisin o cehennemi
açlığını sezdi.
Eski atlıkarınca yıllarca birbirlerinin kuyruklarını
kovalayan küheylanlara binen insanların sayısından
daha fazla gölgeyle doluydu. Bu nedenle de iblisin
Tommy, Del ve Scootie'yi görmesi olanaksızdı. Tabii hiç
kımıldamamaları koşuluyla. Ancak o iğrenç iblis dünyaya
olağanüstü gözlerle bakıyordu. Tommy, yaratığın
kendisini, öğle zamanı güneşte duruyormuşcasına ko-
laylıkta gördüğüne inandı.
Ama yaratığın bakışları onun üzerinden kayarak
geçti ve batı tarafındaki hamburgerciyi inceledi. Sonra
yolun batısına, ışıkları sönük dönmedolaba ve kayıkçıya
doğru baktı.
Genç adam, bizim yakınında olduğumuzu biliyor,
diye düşündü.
Yüksek platformlu atlıkarıncanın karşısında bir
verandayı süsleyen gür palmiyeler vardı. Verandadaki
lokantadan rıhtımlar ve onların ötesindeki liman
gözüküyordu. İblis tahta atlara arkasını dönerek yemek
masalarını, bankları, çöp tenekelerini, bisikletlerin
bırakıldıkları bölmeleri ve su damlayan ağaçları süzdü.
Verandada da yine üç globlu iki tane lambanın
buzumsu ışıkları görülüyordu. Ama lambalar bu garip
gecede sanki etrafı yeteri kadar aydınlatmıyorlardı.
Ancak veranda yaratığın bir bakışta kurbanının orada
olmadığını görmesini sağlayacak kadar aydınlıktı. İfrit
yine gereksiz yere terası uzun uzun inceledi. Sanki
gözlerine inanamıyor ve Tommy'le Del'in bukalemun gibi
çevreye uyarak göze gözükmediklerini sanıyordu.
Sonunda acayip hayvan yolun batısına baktı ve
tekrar dikkatini atlıkarıncaya verdi. Işıltılı gözlerini
gölgelerin arasındaki atların üzerinden çabucak kaydırdı
ve sonra doğuya döndü. Geldiği yöne doğru. Onların
saklandığı yerin önünden geçmiş olduğundan
kuşkulanıyordu.
İblisin aklı karışmış gibiydi. Gerçekten de
düşkırıklığı ve öf:
kesi hissedilebiliyordu. O şey
kurbanlarının yakınında olduğunu seziyor ama
kokularını alamıyordu. Ya da izlerini neyle buluyorsa, bu
işine yaramıyordu.
Tommy soluğunu tutmuş olduğunu farketti. Nefesini
verdi ve açık ağzıyla usulca, ağır ağır soluk aldı. Hızla
alınan nefesin bile düşmanlarının hemen dikkatini
çekeceğine inanır gibiydi.
Bu yaratık ilçede kilometrelerce ilerleyerek onları
Yeni Dünya Saygon Fırını'na kadar İzlemişti. Daha
sonra onları tekrar Del'in evinde bulmuştu. Şimdi on iki
metre öteden onları bulamaması şaşırtıcı bir şeydi.
-223
Yaratık tekrar atlıkarıncaya döndü.
Tommy tekrar soluğunu tuttu.
Yılan gözlü yaratık tombul ellerini kaldırarak
avuçlarını açtı. Yağmurlu havada, kirli bir camı
siliyormuş gibi, daireler çizdi. Tommy kendi kendine,
psişik izleri arıyor, dedi. Bir iz bulma
ya çalışıyor. Bizi daha iyi görmek için çabalıyor.
Mossberg'i daha sıkı kavradı.
O uçuk renkli eller havada döndü, döndü, döndü.
Sinyalleri arayan radar alıcıları gibi.
Tik.
Tak.
Tommy zamanlarının ve şanslarının hızla azaldığını
sezdi. İblisin insanca olmayan duyuları her an onları
yakalayacaktı.
İri bir martı limanın yukarısından, karanlık
gökyüzünden kanat çırparak yaklaştı. Bir melek kadar
zarif ama ışık kadar hızlıydı. Martı iblisin uçuk renkli
ellerine doğru daldı ve geldiği karanlıklara doğru uçtu.
Yardımsever yabancı ellerini indirdi.
Martı tekrar dalışa geçti. Nefes kesecek zarif
hareketlerle soğuk havayı ve yağmuru yardı. Kırağı
beyazı ışıkta bir hayalet kadar etkileyiciydi. Yine iblisin
ellerinin yakınından uçtu. Sonra da helezonlar çizerek
gökyüzüne doğru yükseldi.
Yardımsever yabancı başını kaldırarak kuşa baktı.
Havada daireler çizen martıyı seyretmek için döndü
Önemli bir şeyler oluyordu. Gizemli ve derin bir
şeyler. Ama Tommy bunu kavrayamıyordu.
Genç adam, Del'in tepkisini anlamak için ona bir
göz attı. Kadın hâlâ dikkatle iblise bakıyordu. Tommy
onun yüzünü iyi göremedi.
Tommy'nin yanında gövdesini onun bacağına
dayamış olan köpek titredi.
Martı limanın yukarısında döndü ve tekrar
Eğlence Bölgesi'ne doğru daldı. Yolun hemen
yukarısından uçarak ifritin önünden geçti ve doğudaki
dükkanlarla kemerli geçitlerin arasında gözden
kayboldu.
Yılan gözlü yaratık dikkatle martının arkasından
baktı. Kuşun ilgisini çektiği anlaşılıyordu. Kollarını iki
yanına bırakmıştı. Öfke ve düşkırıkl.ığının yarattığı
fazla enerjiyi harcamak istermiş gibi tombul
yumruklarını sıkıp sıkıp açıyordu.
Batıda, yukarıdan, hareketsiz dönmedolabın
yakınında çırpılan pek çok kanat sesi duyuldu. Sekiz
on martı sürü halinde dalışa geçtiler.
İblis onlara bakmak için döndü.
Martılar yerden sadece bir metre kadar yukarıda
dalışlarını sona erdirdiler. Ve hızla ilk kuşun peşinden
uçtular. Doğruca yaratığa doğru gittiler ve sonra ikiye
ayrılarak onun etrafından dolaştılar. Edgevvater
Caddesi'ne doğuya doğru uçarak gözden kayboldular.
Martılar her zamanki gibi çığlık çığlığa haykırmamış-
lardı; kanatları havayı yararken çıkan hışırtılar dışında
garip bir sessizlik içinde uçmuşlardı.
Martılardan etkilenen ve meraklanan iblis onların
gidişini iz-. lemek için doğuya döndü. Kuşların peşinden
bir adım attı, bir adım daha. Sonra durdu. Lambanın kışı
anımsatan ışığında kırağı kadar beyaz bir yağmur
yağıyordu. İblis yine bir adım attı. Durdu. Olduğu yerde
sallanmaya başladı.
-225 -Tik-Tak /F: 15
Yakındaki rıhtımda, deniz kabarırken tekneler
gıcırdadılar. Yelkeni tutan halat çelik bir direğe
çarparken şınk şınk şınk diye ses çıkardı.
İfrit dikkatini tekrar atlıkarıncaya verdi. Batıda bir ses
yankılandı. Bu yağmurun gürültüsünden daha yüksek ve
farklıydı.
İblis dönmedolaba doğru dönerek başını kaldırdı.
Kapkara sonsuz gökyüzüne baktı. Tombul beyaz ellerini
kaldırdı. Sanki gürültünün kaynağını arıyor ya da bir
saldırıya karşı koymaya hazırlanıyordu.
Limanın yukarısındaki koyu karanlıkların arasından
yine kuşlar aşağıya doğru daldılar. Ama bu kez sekiz on
değil, yüzlerce kuş vardı. İki yüz, üç yüz. Martılar,
güvercinler, serçeler, karatavuklar, kargalar, atmacalar
ve hatta şaşılacak kadar tarih öncesi hayvanlarına
benzeyen birkaç mavi balıkçıl. Kuşlar gagalarını
açmışlardı ama sesleri çıkmıyordu. Tüyler ve küçük
parlak gözlerden oluşan bir sel, dönmedolabın
üzerinden akıyordu. Kuş sürüsü yolun yukarısından
uçtu, iblisin yanınoan geçmek için ikiye ayrıldı. Sonra
tekrar birleşerek doğuda dükkânlarla kemerli geçitlerin
arasında gözden kayboldu. Bir süre sonra yine
gözüktüler. Yüzlerce kuş. Ve onları izleyen yine yüzlerce
kuş. Yine yüzlerce kuş. Sürüler birbirlerini izleyerek yere
doğru dalış yapıyorlardı. Sanki gökyüzü sonsuza kadar
kuşları kusacaktı. Hızla çırpılan kanatların sesleri her
sert yüzeye çarparak yankılanıyordu, müthiş bir gürültü
duyuiuycrdu. Bir yük treninin ya da orta şiddette bir
depremin gürültüsüne benzeyen bir şey.
Tommy atlıkarıncada kanatların titreşimlerini
hissediyordu. Basınç dalga dalga yüzüne, hayret dolu
gözlerine çarpıyordu. Kulak zarları da aynı tempoyla
titreşiyorlardı. Sanki sadece ses değil, kanatlar da genç
adamın kulaklarının içine girmişlerdi. Nemli havaya ıslak
tüylerin hafif amonyaklı kokusu yayılıyordu.
Tommy, Del'in o gece söylediği sözleri anımsadı.
«Dünya acayip şeylerle dolu. Sen hiç 'X Dosyasını'
seyretmiyor musun?»
Kuşların uçuşu Tommy'yi çok şaşırtmış, ne
olduğunu anlayamamıştı. Ama Del'in olanları kavradığını
sezebiliyordu. Tommy'ye karanlık görünen gizemli olay,
kadın için yağmur suyu kadar berraktı.
Sonsuzmuş gibi gözüken kuş sürüsü iblisin
etrafında uçuşurken yaratık dönmedolaba arkasını
döndü. Öndeki kuş sürüsünün karanlık gecede
kaybolduğu doğuya, Balbao pavyonuna doğru baktı. Bir
an durakladı, o yöne doğru bir adım attı. Durdu. Bir adım
daha ilerledi.
İfrit sonunda kanatlı yaratıkların gelişini görmezden
gelemeyeceği bir işaret sayarak koşmaya başladı.
Karanlık gecede önden uçan kuşlar onu çekiyor,
yanından gidenler yaratığa cesaret veriyor,
arkasındakiler ise onu zorluyoriardı. Yağmurluğu tüyleri
kırılmış dev kanatlar gibi uçuşuyordu. Ama iblis uçamı-
yordu. Kuşlar ve gölgeleri onu doğuya doğru
sürüklüyorlardı.
İblis gözden kaybolduktan sonra kuşlar
gökyüzünden inerek, atlıkarıncanın önünden geçtiler.
Edgevvater Caddesi'nde, gözden kaybolmayı
sürdürdüler. Kuşların sayısı giderek azaldı. Sonunda
geride birkaç karatavuk, iki martı ve en aşağı doksan
santim boyunda bir mavi balıkçıl kaldı.
Karatavuklar birdenbire doğuya doğru telaşla
uçmaktan vazgeçtiler. Birbirleriyle kavga ediyormuş gibi
terastaki lokantanın üzerinde döndüler, sonra yola
düştüler. Sersemlemişler gibi ıslak betonun üzerinde
çırpınmaya başladılar.
- 227 ~
İki martı yere indiler. İlerlerken sendeleyerek yan
devrildiler. Telaşla bağırarak ayağa kalktılar.
Yalpalayarak yerde daireler çizdiler. Başlarını
sallıyorlardı. Sersemlemiş ve şaşırmış oldukları belliydi.
Mavi balıkçıl incecik bacaklarına ve biçimsizliğine
karşın zarif bir yaratıktı. Ama onun için şimdi böyle bir
şey söylenemezdi. Balıkçıl sendeleyerek yoldan terasa
çıktı. Palmiyelerin gövdelerinin etrafında yalpalayarak
dolaştı. Uzun boynunun kasları gevşemiş de başının
ağırlığını taşıyamıyormuş gibi kafasını indirip kaldırıyor,
boynunu kıvırıp büküyordu. Sarhoşmuş gibi
davranıyordu yani.
Karatavuklar betonun üzerinde çırpınmaktan teker
teker vazgeçtiler. Ayağa fırlayıp silkindiler. Kanatlarını
açarak havalandılar.
Martılar da sakinleştiler. Onlar da uçarak limanın
üzerinden kapkara gökyüzünde kayboldular. ;
Dengesini bulmuş olan balıkçıl da lokantadaki
masalardan birinin üzerine sıçradı. Dimdik durarak
başını kaldırdı. Her tarafa bakarak geceyi inceledi. Sanki
kendini orada bulduğu için şaşırmıştı. Sonra o da
uzaklaştı.
Tommy serin havayı içine çekti sonra verdi ve,
«Kahretsin,» dedi. «Budaneydi?»
Del, «Kuşlar işte,» diye yanıt verdi.
«Onların kuş olduklarını biliyorum! Bir kör bile
onların kuş olduklarını anlar! Ama bu yaratıklar ne
yapıyorlardı?» Köpek silkindi, inledi ve Del'in yanına gitti.
Kadının kendisini avutmasını istiyormuş gibi ona
süründü.
Del, köpeğin kulaklarının arkasını kaşımak için
çömeldi. «Güzel Scootie. İyi Scootie.» O hiç
kımıldamadı, sesini de hiç çıkarmadı. «Güzel bir bebecik
o. Annesinin küçük Scootie'ciği.»
Scootie kuyruğunu sallayarak soludu. Del,
Tommy'ye döndü. «Buradan gitsek iyi olur.»
«Sorumu yanıtlamadın!» «O kadar çok soru
soruyorsun ki.» «Şu anda sadece kuşlarla ilgili soru
soruyorum.» Sarışın kadın, köpeğin yanından
ayağa kalktı. «Senin ku
laklarının da arkasını kaşırsam kendini daha iyi hisseder
mi
sin?» «Del kahrestin!» «Onlar kuştu işte. Seni
heyecanlandıran bir şey mi oldu?» Genç adam itiraz
etti. «Bu işin içinde bir iş var.» «Her işin içinde bir iş
vardır. Hiçbir şey göründüğü gibi de
ğildir. Ama hiçbir şey de gözüktüğü kadar gizemli
olamaz.» «Ben metafizik değil, gerçek bir yanıt
istiyorum.» «O halde, bunu bana sen söyle.»
«Lanet olsun! Burada neler oluyor, Del? Ben neyin
tam or
tasına düştüm? Bütün bu olanlar nedir?» Sarışın kadın ona
karşılık vermek yerine, «Yaratık geri dönebilir,» dedi.
«Gitmemiz daha iyi olur.»
Tommy istediği karşılığı alamadığı için öfkelenmişti.
Kadınla Scootie'nin peşinden, atlıkarıncadan yağmura
çıktı. Basamaklardan az önce binlerce kuşun toplandığı
Edgevvater Caddesi'ne indiler.
Atlıkarıncanın bulunduğu yeri belirten duvarla demir
parmaklıkların yanında durarak ihtiyatla Eğlence
Bölgesi'ne iblisin ortadan kaybolduğu doğu yönüne
doğru baktılar. Yaratık görünürlerde yoktu. Kuşlar da
ortadan kaybolmuşlardı.
Scootie öne geçerek onları yola çıkardı. Kırk, kırk beş
kadar değişik renkte tüy ıslak betona yapışmıştı ya da
su birikintilerinde yüzüyordu. Bu tüyler de olmasa in
san kolaylıkla kuşların gerçek olmadığına inanacak,
olağanüstü fantastik bir düş gördüğünü sanacaktı.
Del, «Bu taraftan,» diyerek hızla batıya doğru
yürümeye başladı. Yani yaratığın gittiği yönün aksine.
Tommy, «Sen cadı mısın?» diye sordu.
«Ne münasebet!»
«İşte bu kuşku uyandırıyor.»
«Ne?»
«Bu yanıt çok açık. Sen sorulanlara hiçbir zaman
doğrudan doğruya, açık bir yanıt vermiyorsun.»
«Ben her zaman açıklayıcı bir yanıt veririm. Sen
yanıtlarımı doğru dürüst dinlemiyorsun.»
Oyun Salonu'yla tekne şirketinin, kurabiyeciyle
dönmedolabın arasından geçerlerken, adam öfkeyle,
«Del,» diye homurdandı. «Bütün gece seni dinledim.
Ama hâlâ mantıklı bir şey duymadım.»
«İşte bu da kulaklarının da iyi duymadığını açıklıyor.
En iyisi sen iyi bir kulak doktorundan randevu al. Ama
açıkçası öpüşmen, duymandan daha iyi, Tofu Çocuk.»
Tommy atlıkarıncada öpüştüklerini unutmuştu! Nasıl
olmuştu bu? O öpüşmeyi nasıl unutabilmişti? Yaratığın
birdenbire gelmesi ve bunu insanı şaşırtan o kuş
sürülerinin izlemesine rağmen o öpüşmeyi nasıl
unutabilirdi?
Şimdi dudakları, Del'in dudaklarının anısıyla
yanıyordu. Genç kadının dilinin tadını alıyordu sanki.
Del o öpüşmeden söz ettiği için genç adam
dilsizleşivermişti sanki.
Belki sarışın kadının da istediği buydu.
Del dönmedolabı geçtikten sonra Edgewater
Caddesi'yle Palm Sokağı'nın kesiştikleri köşede, hangi
yöne gitmeleri gerektiğini biliyormuş gibi durakladı.
-230
İleride Edgevvater hâlâ sadece yayaların dolaştığı
bir yoldu. Hlı tür kordon. Ama artık Eğlence Bölgesi'nin
sınırlarına yaklaşıyı ulardı.
Palm Sokağı sol taraftaydı. Yola araba park edilmesi
yaktı. Ama sokak taşıtlara açıktı. Çünkü sokak Balboa
araba vapuru iskelesinde sona eriyordu.
Bu saatte Palm Sokağı'nda trafik yoktu. Çünkü
araba vapurları gece işlemiyordu. Rampanın ucundaki
iskeleye bağlı üç araba vapuru yükselirken hafiften
sallanıp gıcırdıyorlardı.
Tommy'le Del, Palm Sokağı'nda sola dönerek
Eğience Bölgesi'nden çıkıp güneye giden yola
sapabilirlerdi. Yani Bay Caddesi'ne. Bu civarda fazla ev
yoktu, Del'in çalabileceği bir iki araba bulabilirlerdi.
Genç adam bir hırsız gibi düşünüyordu. Ya da hiç
olmazsa hırsız yamağı gibi. Belki de sarışınlar,
annesinin inandığı gibi insanın ahlakını gerçekten
bozuyorlardı.
Tommy'nin buna aldırdığı yoktu.
Ağzında hâlâ Del'in öpücüğünün tadı vardı.
Tommy ilk kez kendini dedektif Chip Nguyen kadar
sert, uyumlu ve kibar hissediyordu.
Bay Caddesi'nin ötesinde Balbao Bulvarı
uzanıyordu. Yarımadadaki ana caddedeydi bu. Polis
hâlâ daha doğudaki ateş ettikleri yerde olmalıydı.
Tommy'le Del aydınlık bulvarda çabuk farkedileceklerdi,
bu saatte sokakta onlardan başka yaya olmayacaktı...
Scootie homurdandı ve Del, «O geri dönüyor,» dedi.
Tommy bir an kadının ne demek istediğini
anlayamadı. Sonra durumu kavradı. Çifteyi kaldırarak
hızla doğuya döndü. Gördüğü kadarıyla yol bomboştu.
Gece olmasına rağmen yağ
murda atlıkarıncanın ötesini, Eğlence Bölgesi'nin
girişindeki Bal bao pavyonuna kadar olan yerleri
görebiliyordu. Genç kadın, «O henüz nerede
olduğumuzu bilmiyor,» dedi. «Ama bu tarafa doğru
geliyor.» Tommy alayla, «Bunu yine önsezin mi haber
verdi?» diye
sordu.
«Öyle bir şey. Ve bence o yaratıktan koşarak
kaçamayız.»
Tommy hâlâ Eğlence Bölgesi'nin doğu ucuna
bakarak kuşlardan kurtulmuş olan adamın onlara doğru
koşarak gelmesini bekliyordu. «O halde bir araba
bulmamız gerekiyor.»
«Araba olmaz. Bu çok tehlikeli. Araba çalmak için
bulvara doğru gitmemiz gerekiyor. Polislere
rastlayabiliriz ve onlar da bizim şüpheli kişiler
olduğumuzu düşünür.»
«Şüpheli kişiler mi! Güçlü silahları olan iki kişiyle
garip, iri kara bir köpeğin gecenin üçünde, fırtınada
sokakta yürümelerinin şüphe uyandıracak ne tarafı
var?»
Del, «Bir tekne çalarız,» dedi.
Tommy bu açıklamayı duyunca yola bakmaktan
vazgeçti. «Tekne mi?» Kadın ekledi. «Bu çok eğlenceli
olur.» Scootie'yle yürümeye başlamışlardı bile. Genç
adam kadınla
köpeğin peşinden koşmadan önce son kez doğuya
doğru baktı.
Araba vapurunun rampasından hemen sonra tekne
kiralanan bir yer vardı. Turistler orada yelkenliler, motor
botlar ve kayıklar kiralıyorlardı.
Tommy yelkenli kullanmayı bilmiyordu. Motor bot
kullanabileceğinden de emin değildi. Yağmurun dövdüğü
limanda, bir kayıkla kürek çekerek açılma fikri de hoşuna
gitmiyordu. «Arabayı tercih ederim.»
-232
Del'le Scootie, kepenkleri kapalı tekne kiralama
yerinin nünden koşarak geçtiler ve yoldan ayrıldılar.
Kadınla köpek karanlık iki binanın arasından geçerek
rampaya indiler.
Tommy bir kapıdan geçerek rıhtımdan onlara doğru
gitti. Ayağında lastik tabanlı ayakkabılar vardı ama
yağmurdan ıslanmış tahtaların üzerinde yine de
kayıyordu.
Şimdi tekne bağlamak için yer kiralanan küçük,
marinamsı bir yerdeydiler. Doğu tarafındaki iskelelerin
özel oldukları anlaşılıyordu. Şiddetli yağmurda rıhtımdaki
lambaların ışığında tekneler zorlukla görülebiliyordu.
Bazıları kiralık büyük motorlar, balık avlamak için
kullanılan tekneler, 'yat' diye tanımlanabilecek kadar
büyük, özel birkaç tekne.
Del'le Scootie teknelerin bağlı olduğu iskelede hızla
ilerlediler. On kadar tekneye baktıktan sonra iki katlı
beyaz, zarif bir yatın yanında durdular. Tommy onlara
yetiştiği zaman kadın, «İşte bu iyi,» dedi.
«Şaka mı ediyorsun? Bunu mu alacaksın?
Koskocaman bir şey bu.» «O kadar da büyük değil,
canım! Bluevvater 563. Uzunluğu on yedi metre. Eni de
dört.»
«Biz bunu kullanamayız. Bu tekneyi nasıl
kullanabiliriz? Bu tekne sürüyle tayfa ister.» Tommy
heyecanla konuşuyor, bir yandan da, paniğe kapıldığım
keşke bu kadar belli olmasaydı, diye düşünüyordu.
Sarışın kadın her zamanki neşesiyle onun kaygısını
gidermeye çalıştı. «Ben bunu kolaylıkla kullanabilirim.
Bu Bluevvater yatları çok tatlıdır. Gerçekten tatlı. Onları
kullanmak da araba sürmek kadar kolaydır.»
«Araba kullanabilirim, ama böyle bir şeyi asla.» «Şunu
tut.» Del .44'lük Magnum'u genç adama vererek
Bluevvater'ın bağlı olduğu iskelenin ucuna yürüdü.
Genç adam onu izledi. «Del, bekle.»
Kadın buruna bağlı halatı çözmek için bir an durdu.
«Korkmana gerek yok. Bu bebek altmış santimden fazla
su çekmiyor. Profili rüzgârdan fazla etkilenmeyecek
biçimde oluşturulmuş. Gövdenin kıç bölmeleri hemen
hemen dümdüz...»
«Bu anlattıkların da, uzaylıların insanları
kaçırmalarından söz etmenden farksız.»
Del daha ince üç halatı çözerken konuşmasını
sürdürdü. «... İki derin, geniş pervane bölmesi daha
fazla güç sağlıyor.» Teknenin kıçına doğru giderek
oradaki halatı da rıhtımdaki babadan çözdü. Halatı
kangal halinde toplayarak güverteye attı. «Bu tatlı şeyin
şaft açısı şahane. Yirmi bir ton bu. Ama ona bale
yaptıracağım.» Tommy kadının peşinden gitti ve yatın
orta kısmı hizasında durdu. Kaygıyla, «Yirmi bir ton,»
diye tekrarladı. «Bu tekneyle nereye gitmeyi
düşünüyorsun? Japonya'ya mı?»
«Hayır. Bu bir kıyı teknesi. Bu tekneyle açık denize
çıkmayı istemezsin. Zaten biz limanı aşarak Balboa
Adası'na gideceğiz. Oranın polisi alarmda değil. Orada
dikkat çekmeden bir araba bulabiliriz.»
Del ceketinin fermuarını açarak onu çıkarırken,
Tommy, «Bu korsanlık değil mi?» diye sordu.
«Teknede kimse yoksa korsanlık sayılmaz. Bu
sıradan hırsızlığa girer.» Genç kadın adamın korkularını
gidermek için neşeyle konuştu. Ceketini ona verdi.
«Ne yapıyorsun?»
«Benim işim başımdan aşkın olacak. Tekneyle
uğraşacağım. Onun için tek savunma hattımız sensin.
Ceketin cepleri yedek kurşun dolu. Onlara gereksinimin
olabilir. Burundaki güvertede yer al. O lanet olasıca şey
gözüktüğü takdirde de onun tekneye binmemesi için
gereken her şeyi yap.»
Tommy'nin ensesindeki tüyler diken diken oldu.
Genç adam dönerek iskeleden rıhtımın doğusuna,
Eğlence Bölgesi'nden çıkarken geçtikleri kapıya baktı.
Yardımsever yabancı görünürlerde yoktu.
Del kesin bir tavırla, «O yaklaşıyor,» diye açıkladı.
Sesi, genç adamın yakınından gelmemişti. Genç
adam ona döndüğü zaman Del'in iskele tarafından
küpeştedeki açıklıktan yata çıkmış olduğunu gördü.
Scootie de teknedeydi. İskele tarafındaki
basamaklardan yukarı güverteye çıkıyordu. Tommy,
sarışın kadının çözemediği iskeledeki üç halatı işaret
etti. «Ya bu halatlar?» «Ön seren, arka seren halatları
ve palamar. Ben onlarla ilgilenirim. Sen sadece burunda
yerini al.»
Tommy, Desert Eagle'ı blucininin beline soktu.
Sendeleyip düşmemek ve o arada da kazara
erkekliğinden olmamak için dua ediyordu. Del'in
ceketiyle sol elindeki çiftenin üzerini örterek sağ eliyle
küpeşteyi yakaladı ve kendini yukarı çekti.
Buruna doğru giderken yeni bir korkuyla sarsılarak
Del'e döndü. «Motoru çalıştırmak için anahtar gibi bir
şeyler gerekmiyor mu?»
«Hayır.» «Tanrı aşkına. Bu ipi çekilince çalışan, motoru
kıçtan takmalı bir şey değil herhalde!» Sarışın kadın her
zamanki rahatlığıyla konuştu. «Benim de kendimce bazı
yöntemlerim var.» Karanlığa rağmen genç adam kadının
gülümsemesinin öncekilerden çok daha farklı olduğunu
gördü. Del, genç adama doğru eğilerek onu
dudaklarından hafifçe öptü. «Çabuk ol!»
Tommy burundaki açık güverteye gitti. Yatın tam
burnundaki demir vincinin bulunduğu hafiften çukur yere
geçti. Ceketi yere attı. Bu nasıl olsa uçacak değildi.
Cepierindeki kurşunlar yüzünden beş kilo kadar
geliyordu.
Genç adam hadım edilmekten kurtulduğu için rahat
bir soluk alarak tabancayı belinden çıkardı ve ceketin
üzerine koydu. Gerektiği takdirde silahı kolaylıkla
alabilecekti.
Yağmurun dövdüğü rıhtımda hâlâ hiç kimse
görünmüyordu.
Bir yelken halatı yetkelinin serenine çarparak boğuk
bir takırtı çıkardı. Bir başkası da beton sütunların
üzerinde hafifçe hışırdadı. Lastik koruyucular bir
teknenin gövdesiyle rıhtım arasına sıkışarak gıcırdadı.
Su petrol kadar karaydı ve hafifçe tuz kokuyordu.
Tommy' nin yazdığı polisiye romanlarda bu soğuk,
bulanık, sırları saklayan bir suydu. Kötü adamlar da
ayakları çimentoya sokulmuş, zincirlerle sarılmış
kurbanlarını bu suya atıyorlardı. Diğer yazarların
eserlerinde ise bu su iri beyaz köpekbalıklarının, katil
dev ahtapotların ve deniz canavarlarının yuvasıydı.
Tommy dönerek hemen arkasındaki kapalı alt
güvertenin karanlık camlarına baktı ve Del nereye gitti,
diye kendi kendine sordu.
Daha küçük olan üst güverte, geride, kıçta
başlıyordu. Başını kaldırarak bakarken dümen köşkü
olduğunu sandığı yerin ön camında kehribar rengi bir
ışık belirdi. Sonra genç adam Del'in dümenin başına
geçtiğini ve aletlere baktığını gördü.
Tommy rıhtımı tekrar inceledi. Hiçbir canlı
kımıldamıyordu. Oysa polisleri, liman memurlarını, sahil
koruma görevlilerini, FBI ajanlarını ya da herhangi bir
güvenlik bürosundan birilerini görseydi buna hiç
şaşmayacaktı. O zaman yardımsever yabancı ortaya
çıktığı zaman bu kalabalığı yarıp geçemeyecekti.
Tommy sanırım bu gece, otuz yıllık ömrümde
işlemediğim kadar suç işledim, diye düşündü.
Bluevvater'ın çifte dizel motoru önce çuf çuf diye bir
ses çıkardı. Sonra da öksürüğe benzeyen bir gürültü ve
sonunda büyük güçle homurdanarak çalışmaya başladı.
Tommy tekrar üst güverteye, dümene baktı.
Scootie'nin Del'in yanında olduğunu farketti. Köpeğin
kafası ve kulakları gözüküyordu. Sarışın kadın hayvanın
iri kafasını, «İyi köpek,» dermiş gibi okşuyordu.
Genç adam bilemediği bir nedenle o kuş sürülerini
anımsadı. Sonra aklına sokaktan Del'in evinin bahçesine
girmeleri geldi. İblis peşlerindeydi ve sıkıca kilitlenmiş
olan ön kapı daha kadın oraya erişemeden açılmıştı.
Tommy'ye birdenbire yine bir safor/'nin eşiğindeymiş gibi
geldi. Sonra bu an geçti. Yine hiçbir şeyi
kavrayamamıştı.
Genç adam tekrar rıhtıma baktığında yardımsever
yabancının mesnet duvarındaki kapıdan hızla geçtiğini
gördü. Onlardan ancak altmış metre ötedeydi.
Yağmurluğu arkasında bir pelerin gibi uçuşuyordu.
Kuşların yarattığı sersemliği geçmişti artık. Gözlerini
avına dikmişti.
Yat iskeleden geri geri uzaklaşırken Tommy, Del'e,
«Çabuk, çabuk!» diye bağırıyordu.
İblis rıhtımın başına indi ve mesnet duvarının
dibinden batıya doğru koştu. Sarışın kadının daha önce
istemediği teknelerin önünden geçti.
Demir çukurunda duran Tommy, Mossberg'i iki
eliyle kavradı. İblisin çiftenin ateş alanına gireceği anı
bekliyordu. Silahı o zaman kullanacaktı.
-237
Yat iskeleden yarı uzaklaşmıştı ve giderek hız
kazanıyordu.
Tommy kalbinin hızla attığını hissediyordu. Sonra
bunu daha yüksek bir gürültü izledi. Bu iskele
tahtalarının üzerinde koşan yaratığın çıkardığı boğuk
gürültüydü.
Tekne iskelenin dörtte üçüne kadar gerilemişti. Eski
yerinde kara dalgalar çırpınıyor ve rıhtıma vuruyordu.
Şişman adam olmayan şişman adam, ıslak
tahtaların üzerinde kayarak iskelenin ucuna geldi. İskele
tarafındaki küpeşteye doğru çaresizce atıldı. Onları
tekneyi iyice döndürüp uzaklaşmadan önce yakalamak
istiyordu.
Tommy'ye çok yakındı. Genç adam, yardımsever
yabancının soluk yüzünde parlayan, ışıklı yeşil gözleri
gördü. Bu gözler şişman adamın yüzünde de bez
bebeğin suratında olduğu kadar korkunçtu.
İnanılmayacak şeylerdi bunlar.
Bluevvater geri geri giderek iskeleden ayrıldı.
Motorlar yakamozlu köpüklerden oluşan çelenklerle
süslenmiş suları güçle karıştırıyorlardı.
İblis yat uzaklaşırken öne doğru sıçradı. İskelenin
kenarında duraklamadı, iskelenin ucuyle tekne
arasındaki yüz seksen santimlik açıklığı aştı. Tommy'nin
doksan santim kadar ötesinde, gövdeye çarptı ve iki
eliyle küpeşteyi kavradı.
İblis kendini yukarı çekerek küpeşteyi aşmaya ve
güverteye atlamaya çalışırken Tommy doğruca onun
suratına ateş etti. Mossberg'in namlusundan fışkıran
alevler ve gürültü yüzünden irkildi. Teknenin inci
pırıltısını andıran ışıklarında şişman adamın suratının
patlama yüzünden parça parça olduğunu gördü. Bu
iğrenç görüntü yüzünden öğürdü.
Yardımsever yabancı parmaklığı bırakmadı. Aslında
atışın şiddeti yüzünden ellerinin gevşemesi ve denize
uçması gerekirdi. Ama amansız ifrit hâlâ burundan
sarkıyor ve kendini ön güverteye çekmeye, küpeştenin
üzerinden aşmaya çalışıyordu.
Çiftenin kurşunlarından geride kalan surata, sıvıları
akan parçalanmış etler birleşmeye başladı. Şişman
adamın parlak beyaz suratı sanki bir mucize olmuş gibi
belirdi. Hiçbir yara izi yoktu bu yüzde. İblis bir yılanınkini
andıran kin dolu, parlak yeşil gözlerini kırpıştırdı.
Kalın dudaklı ağzını iyice açtı. Bir an sessizce öyle
durdu. Sonra da Tommy'ye haykırdı. Kulak tırmalayan
sesin insan se-sine benzeyen hiçbir tarafı yoktu. Bir
hayvanın sesine de öyle. Belki biraz elektronik bir
aletten çıkan tiz bir gürültüyü andırıyordu.
Tommy gençliğinin inançlarına geri döndü. Bakire
Meryem'e kendisini kurtarması için yalvarırken namluya
tekrar kurşun sürdü ve pompalı silahla yeniden ateş
etmeye başladı. Sonra pompayı çalıştırdı ve bir el daha
ateş etti. Hem de o doksan santim uzaklıktan.
Parmaklığı kavramış olan eller artık insanlarınkine
hiç benzemiyordu. Bunlar değişmiş, kenarları tırtıklı
kıskaçlara dönüşmüşlerdi. Bu kıskaçlarla paslanmaz
çelik boruları öylesine kavramıştı ki parmaklığı
neredeyse eğecekti.
Tommy pompayı çalıştırdı, ateş etti yine pompayı
çalıştırdı, tetiği çekti ve tekrar pompayı çalıştırdı, tetiği
çekti ve sonunda boşuna çabaladığını anladı. Ama bu
arada Mossberg de boşalmıştı.
Acayip yaratık yine çığlıklar atarak kendini iyice
yukarı çekti. Aynı anda iskeleden uzaklaşan yat döndü.
Tommy boş çifteyi atarak Desert Eagle'ı kaptı. O
sırada ayağı kaydığı için sırtüstü devrildi. Ön güverteye,
kaba etlerinin üzerinde oturdu. Ayakları hâlâ demir
çukurundaydı.
Tabancanın üzerinde yağmur damlacıkları
ışıldıyordu. Genç adamın elleri ıslanmıştı, titriyordu.
Ama düştüğü zaman silah elinden fırlamamıştı.
Yılan gözlü yardımsever yabancı küpeşteyi aştı ve
zafer çığlıkları atarak Tommy'nin tepesine dikildi. Ay gibi
yuvarlak ve soluk suratı çenesinden saçlarına kadar
yarıldı. Sanki altta kafatası yoktu. Bu yüz gerilmiş bir
sucuk zarı gibiydi ve ortadan yarılan suratın iki yanı
birbirlerinden ayrıldı. O çılgın bakışlı yeşil gözler iki
yanda sanki yuvalarından uğradı. O birdenbire beliren
aralıktan kırbaç kadar ince, bükülüp kıvrılan boğum
boğum parlak siyah dokunaçlardan oluşan iğrenç
müstehcen bir yumak çıktı. Hemen hemen altmış santim
boyundaydı bu dokunaçlar. Telaşla karnını doyuran bir
mürekkep balığının kolları gibi dalgalanıyorlardı. Kıvrılıp
bükülen dokunaçların dibinde gıcırdayan dişlerle dolu
ıslak, emici bir delik vardı.
Tommy .44'lük Magnum'la iki, dört, beş, yedi defa
ateş etti. Tabanca elinde sarsıldı. Geri tepmenin
şiddetinden omurları titreşti. Yaratığa çok yakındı. Onun
için Del kadar usta bir nişancı olmasına gerek yoktu ve
her kurşun hedefi buldu.
Yaratık kurşunların etkisiyle sarsıldı ve geri geri
giderek küpeştenin üzerinden devrildi. Kıskaçlarını
oynattı. Parmaklığı yakalamaya çalıştı. Sonra
kıskaçlardan biri çelik boruyu sıkıca kavradı. O sırada
sekizinci ve dokuzuncu kurşun da hedefi buldu. Aynı
anda parmaklık, bir gongun sesini andıran bir tangırtıyla
koptu ve yaratık arkasıüstü denizde uçtu.
Tommy telaşla parçalanmış olan parmaklığa doğru
koştu. Az kalsın kopuk yerden yuvarlanıyordu. Sıkıca
yana tutunarak yaratığı görebilmek için kara suları
araştırdı. İblis ortadan kaybolmuştu.
Genç adam iblisin yok olup gideceğine kesinlikle
inanamadı. Endişeyle denizi inceledi. Yardımsever
yabancının suyun yüzünde belirmesini bekliyordu.
Yat şimdi kanalda doğuya doğru ilerliyor, küçük
marinaya ya da dubalara bağlanmış olan teknelerin
yanından geçiyordu. Limanda sürat sınırı vardı. Ama
Del'in buna uyduğu da yoktu.
Tommy öndeki kısa güverteden kıça doğru yürüdü.
Sancak tarafındaki küpeşteye tutunarak o taraftaki suları
da araştırdı. Çok geçmeden yaratığın kaybolduğu yeri
gerilerde kaldı. Tekne hızla oradan uzaklaşıyordu.
Olay sona ermemiş, tehlike ortadan kaybolmamıştı.
Tommy artık bir an bile gevşeyecek değildi. Şafak
zamanına kadar güvende olamayacaktı.
Hoş şafakta güvende olacağı da kuşku götürürdü
ya...
Tommy çifteyle kurşun dolu ceketi almak için
buruna döndü. Elleri öylesine titr yordu ki, Mossberg iki
kez elinden düştü.
Tekne sakin gecede kendi rüzgârını yaratacak
kadar hızlı gidiyordu. Yağmur damlaları hâlâ boncuktan
yapılmış perdeler gibi dikey olarak düşüyorlardı. Ama
tekne çok hızlı ilerlediği için Tommy'ye sanki şiddetli bir
fırtına damlaları yüzüne savuruyormuş gibi geliyordu.
Genç adam iki silahla ski ceketi alarak iskele
tarafındaki dar geçitte ilerledi ve dik merdivenden telaşla
güverteye çıktı.
Üzeri açık üst güvertenin kıç tarafına temiz havada
yemek yemek için bir masa yerleştirilmişti. Bütün kıçı
güneşlenmek için yapıldığı anlaşılan çok geniş bir şilteli
set kaplıyordu. Sancak tarafındaki kapalı bir
merdivenden alt güverteye iniliyordu.
Scootie güneşlenme yerinde durmuş motorun
denizde bıraktığı köpük köpük ize bakıyordu. Bütün
dikkatini sanki ken-
Tik-Tak/ F:
16
dişini kızdıran bir kedinin peşindeymiş gibi çırpınan
sulara vermişti. Başını kaldırıp genç adama bakmadı.
Üst güvertenin ön tarafındaki dümen köşkünün kalın
bir tavanı ve ön camı vardı. Arka tarafı güzel havalara
uygun bir biçimde açık bırakılmıştı. Tavanı destekleyen
çerçevenin arka bölümüne özel yaptırılmış vinil bir perde
geçirilmişti. Bu çekildiği zaman havadan etkilenmeyecek
küçük bir kabin oluşuyordu. Del dümene erişebilmek için
bunun orta kısmını yerinden çıkarmıştı.
Tommy iki aradan loş yere girdi. Burayı sadece
kontrol panosundan etrafa sızan ışık aydınlatıyordu. Del
kaptan yerinde oturuyordu. Yağmurdan ıslanmış olan ön
camdan döndü. «İyi basardın!»
Tommy üzüntüyle, «Bilmiyorum...» diyerek
tabancaları sarışın kadının arkasındaki dolabımsı yerin
üzerine bıraktı. Ski ceketinin fermuarlarını açmaya
başladı. «O hâlâ oralarda bir yerde.»
«Onu geride bıraktık, uzaklaşıyoruz. Hareket
halinde ve güvendeyiz.»
«Evet, belki.» Tommy titreyen elleriyle Desert
Eagle'ın şarjörünü mümkün olduğunca çabuk
doldurmaya çalıştı. Artık silahla tekrar on üç el ateş
edebilecekti. «Limanı aşmamız ne kadar alır?»
Del, Bluevvater'ı hızla ve ustalıkla iskele tarafına
çevirdi. «Yola yeni çıktık sayılır. Çok hızlı gidiyoruz.
Onun için motoru biraz yavaşlatmam gerekiyor. Yine de
oraya iki dakikada erişebiliriz.»
Geniş limanın orta yerinde dubalarda tekneler
dalgaların etkisiyle yalpalıyorlardı. Karanlıkta kurşun
rengi görünen gemiler limanı ikiye bölüyor, kanallar
oluşturuyorlardı. Ama Tommy'nin
-242
yağmurda görebildiği kadarıyla denizde onlarınkinden
başka ilerleyen hiçbir tekne yoktu.
Del, «Sorun şu ki,» dedi. «Balboa Adası'na
eriştiğimiz zaman boş bir iskele bulmamız gerekiyor.
Tekneyi bağlamak için uygun bir rıhtım. İşte bu da
zaman alabilir. Neyse ki sular yükseldi. Bu bebeğin su
çekimi de çok az. Onun için istediğimiz her yere
koyabiliriz.»
Tommy Mossberg'i de doldurdu. «Motorları anahtar
olmadan nasıl çalıştırdın?»
«Telleri birleştirdim.»
«Hiç sanmıyorum...»
«Bir anahtar buldum.»
«Haydi oradan!»
Genç kadın kayıtsızca, «Eh,» dedi. «Seçeneklerin
bunlar.» Dışarıda açık üst güvertede Scootie havlamaya
başladı. Tommy'nin midesi ağzına geldi, kalbi sanki
korkuyla şişti. «Tanrım! Yine başladık işte...»
Hem çifteyi, hem de tabancayı alarak vinil
perdelerin arasından geceye ve yağmura çıktı. Scootie
güneşlenme yerinde tetikte bekliyor ve çırpınan sulara
bakıyordu.
Balboa Yarımadası hızla geride kalıyordu.
Genç adam yemek masasıyla onu çevreleyen
yumuşak bankın yanından geçti. Hızla köpeğin durduğu
yüksek yere çıktı.
Güneşlenme yerinin dış kenarında parmaklık yoktu.
Sadece alçak bir bölme vardı. Tommy orada durmayı ve
belki de kıçtan denize yuvarlanma tehlikesini göze
almayı istemiyordu. Karnının üzerinde sürünerek branda
bezi geçirilmiş ıslak yerden köpeğin yanına gitti ve
çalkalanan sulara baktı.
Karanlıkta olağanüstü bir şey göremedi. Scootie her zamankinden daha vahşice havladı. «Ne var, oğlum?»
Scootie ona bakarak inledi.
Genç adam motorun denizde bıraktığı izi görüyordu.
Ama üst güverteden içe doğru meyil yapan kıç kısmını
görmesi imkânsızdı. Tommy yine öne doğru süründü.
Gövdesinin üst kısmını alçak bölmeden dışarıya uzattı.
Gözlerini kısarak aşağıya, geriye, yatın aşağı bölümüne
baktı.
Hemen aşağıda kapalı ilk güvertenin arkasında,
evlerdeki arka verandalara benzeyen bir yer vardı. Bir
kıç güvertesi. Üzerinde yattığı güneşlenme yeri bunun
üstüne doğru uzanıyor, bu nedenle önemli bir bölümü
gözükmüyordu.
Yağmurluğunu çıkarmış olan şişman adam
denizden tekneye tırmanıyordu. Sonra kıç güvertenin
küpeştesini aştı. Tommy ona ateş edemeden çıkıntının
altında gözden kayboldu.
Scootie hemen güneşlenme yerinin sancak
tarafındaki kapalı merdiven kapağına koştu. Tommy,
köpeğin yanına giderek tabancayı yere bıraktı.
Mossberg'i bir eliyle tutarak kapağı açtı.
Sıkıştırılmış cam elyaftan yapılmış basamakların
aşağısında lamba yanıyordu. Bu ışıkta yardımsever
yabancının basamaklardan yukarıya çıkmaya başladığı
kolaylıkla görülüyordu. Yılan gözleri ateş saçıyor ve
Tommy'ye bakarak haykırıyordu.
Tommy çifteyi iki eliyle tutarak bütün kurşunları
yaratığın üzerine boşalttı.
İblis bir çubuğu tutarak onu sıkıca kavradı. Ama son
iki kurşunla elleri çözüldü ve basamakların aşağısına
fırladı. Merdiven aralığından tekrar kıç güvertesine
yuvarlandı ve gözden kayboldu.
O amansız yaratık daha önce de olduğu gibi
sersemlemişti. Fakat Tommy eski deneyimlerine
dayanarak, bu sersemliğe fazla güvenmemesi
gerektiğini söylüyordu. İblis uzun süre hareketsiz
kalmayacaktı. Basamaklarda kan bile yoktu. Yaratık ya-
ralanmadan saçmaları ve kurşunları içine alabiliyordu.
Tommy çifteyi atarak .44'lüğü kaptı. On üç kurşun
vardı bunda. Belki bu garip yaratığı merdivenden iki kez
daha yuvarlamak için yeterli olurdu, ama genç adamın
silahı doldurmak için tekrar zamanı olmayacaktı.
Del yanında belirdi. Eskisinden daha endişeliydi.
Yanakları çökmüştü sanki. Telaşla, «Tabancayı bana
ver,» dedi.
«Motoru kim kullanıyor?»
«Dümeni kilitledim. Tabancayı bana ver ve ileri git.
İskele tarafındaki merdivenden burundaki güverteye in.»
«Sen ne yapacaksın?» Tommy, sarışın kadını orada
bırakmak istemiyordu. Elinde Desert Eagle'ı olsa bile.
Del, «Yangın çıkaracağım,» dedi.
«Ne?»
«Ateşin onun aklını karıştırdığını söyledin.»
Tommy iğrenç bebeğin alev alev yanan Corvette'in
yanında büyülenmiş gibi durduğunu anımsadı. Dans
eden alevlerden başka hiçbir şeyle ilgilenmemişti
yaratık. «Yangını nasıl çıkaracaksın?»
«Bana güven.»
«Ama...»
Aşağıda kendini toplayan iblis çığlık atarak tekrar
merdiven aralığına daldı. Del öfkeyle, «Şu lanet olasıca
tabancayı bana ver!» diye homurdandı. Ve silahı
Tommy'nin elinden adeta kaptı. Desert Eagle kadının
elinde sarsıldı. Bir, iki, üç, dört kez... Gümbürtü top atışı
gibi merdivende onlara doğru yankılandı.
Yaratık çığlıklar atarak, tükürerek, hışırtılı sesler
çıkararak tekrar kıç güvertesine yuvarlandı.
Del, Tommy'ye, «Haydi!» diye bağırdı. «Kahretsin!
Git!»
Genç adam sendeleyerek üzeri açık üst güvertenin
önünde iskele tarafında olan merdivene doğru gitti.
Merdiven dümen köşkünün yanındaydı. Arkasından yine
silah sesleri geldi. Yaratık bu sefer eskisinden daha
çabuk saldırıya geçmişti.
Genç adam yandaki çubuğa tutunarak iskele
tarafındaki açık merdivenden indi. Daha önce de oradan
çıkmıştı. Aşağıdaki dar geçit buruna doğru gidiyordu.
Ama bu yolla kıç tarafına gitmek de imkânsızdı. Yani
iblisin kıç güvertesinden ona erişebileceği kolay ve kısa
bir yol yoktu. Tabii iblis kapalı alt güverteye inerek
kamaralardan geçebilir ve bir pencereden ona
saldırabilirdi.
Yukarıda kıç tarafından yine silah sesleri geldi. Bu
şiddetli ses sularda ileriye doğru yartfkılandı. Sanki
Nevvport komşu Corona Del Mar'la savaşa girmişti.
Tommy burnundaki güverteye erişti. Daha birkaç
dakika önce orada tekneye ilk kez çıkmaya çalıştığı
zaman ifrite karşı koymuştu.
İleride karanlıkların arasından Balboa Adası
yükseliyordu. Tommy olacakları anlayarak dehşete
kapıldı. «Aman Tanrım!»
Balboa Adası'na hızla yaklaşıyorlardı. Hem de
onlara bir lazer ışını yol gösteriyormuş gibi düz bir çizgi
üzerinde. Dümen kilitlenmiş ve valflar ayarlanmıştı. İki
büyük özel rıhtımın arasından geçerek adayı saran
mesnet duvarına çarpacaklardı.
Tommy aniden döndü. Dümene giderek Del'den
rotayı değiştirmesini isteyecekti ki, yatın kıç tarafının
tutuşmuş olduğunu görerek hayretle durakladı. Turuncu
ve mavi alevler karanlık gökyüzüne doğru
yükseliyorlardı. Ateşi yansıtarak ışıldayan yağmur
damlaları, gökteki bir yangından etrafa sıçrayan kıvılcım-
lara benziyorlardı.
Scootie iskele tarafındaki geçitten koşarak ön
güverteye çıktı.
Del köpeğin hemen arkasındaydı. «O lanet olasıca
şey merdivende. Senin de söylediğin gibi vecd içinde
alevlere bakıyor. Dehşet verici bir şey bu.»
Tommy yağmurun ve motorların gürültüsü arasında
sesini duyurmak için, «Yangını bu kadar çabuk nasıl
başlattın?» diye bağırdı.
Genç kadın da sesini yükseltti. «Dizel yakıtı
kullandım.»
«Dizel yakıtını nereden buldun?»
«Teknede iki bin dört yüz litre yakıt var.»
«O yakıtın depoda durması gerek.»
«Artık değil.»
«Ve dizel yakıtı böyle şiddetle yanmaz.»
«Ah, öyleyse benzin kullandım.»
«Ha?»
«Ya da napalm.»
Tommy öfkelendi. «Bana yine yalan söylüyorsun!»
«Beni buna zorluyorsun.»
«Bütün bunlardan nefret ediyorum!»
Del, «Yere otur,» diye emretti.
«Bu çok çılgınca!»
«Yere otur da küpeşteye tutun.»
«Sen tahtası eksik bir Amazon cadısısın? Ya da
öyle bir şey!»
«Sen ne elersen öyle olsun. Sen sadece sıkı tutun.
Çünkü çarpışacağız. Senin tekneden fırlamanı
istemiyorum.»
Tommy, Balboa Adası'na doğru baktı. Mesnet
duvarının üzerindeki sokak lambaları ve daha gerideki
evlerin siluetleri kolaylıkla görülüyordu. «Ah, Tanrım!»
Del, «Tekne karaya oturur oturmaz,» dedi. «Ayağa
kalk ve yattan atla. Beni izle.»
Burundaki güvertede sancak tarafına gitti. Yere
oturarak ayaklarını öne doğru uzattı. Sağ eliyle
küpeşteye tutundu. Scootie onun kucağına çıktı. Sarışın
kadın sol kolunu köpeğe doladı.
Tommy de Del'i taklit etti. Yere oturdu. Yüzü burna
doğru dönüktü. Sarılabileceği bir köpeği yoktu. Onun için
küpeşteye iki eliyle birden sarıldı.
Zarif biçimli yat yağmurlu karanlıkta hızla felaketine
doğru gitti. Tommy, Del yakıt depolarını tutuştursaydı
motorlar çalışmazdı, diye düşündü. Öyle değil mi?
Hiç düşünme. Sadece sıkı tutun.
Belki de alevler kocaman kuş sürülerinin çıktıkları
yerden geldi.
Sadece sıkı tutun!
Genç adam teknenin altında patlayacağını biliyordu.
O, alev alev yanan iblisin dalgınlığından uyanmasını,
yanarak onun üzerine atlamasını bekliyordu.
Tommy gözlerini yumdu.
Sen sadece sıkı tutun.
Eğer com tay cam ve nuoc mam salçalı kızarmış
sebze yemek için anneme gitseydim, kapı çaldığı zaman
evde olmazdım. Böylece o bebeği hiç bulmazdım. Şimdi
yatakta mışıl mışıl uyuyor olurdum. Rüyamda efsanevi
Phi Lai'nin doruğundaki Mutluluk Ülkesi'ni görürdüm. O
ülkede bütün insanlar ölümsüz ve güzel. Her gün, yirmi
dört saat çok çok mutlular. Herkes büyük bir uyum içinde
yaşıyor ve hiçbir zaman kimlik krizine girmiyor.
Başkalarına öfkeli bir tek söz bile söylemiyor. Ama
haaayırrr! Bütün bunlar benim için yeterli değildi. Ah,
haaayırr! Annemin kalbini kırarak bağımsız olduğumu
kanıtlamak için bir lokantaya gitmem gerekiyordu. Orada
peynirli burger yemeliydim. Peynirli burger ve kızarmış
patates! Peynirli burger ve kızarmış patates! Halka halka
soğan! Ve çikolatalı süt! Bay Önemli! Yeni Corvette'i ve
arabasının telefonu olan biri. Lokantaya gittim ve sarışın
bir garson kadın ilgimi çekti. Onunla flört ettim. Oysa
dünya güzel, zeki ve sevimli Vietnamlı kızlarla dolu.
Onlar belki de dünyanın en güzel kızları. Seni hiçbir
zaman Tofu Çocuk diye çağırmıyorlar. Düz kontak
yaptırarak araba çalmıyorlar. Seni uzaylıların kaçırdığını
düşünmüyorlar. Tablolarına bakmak istediğin zaman
seni beynini uçurmakla tehdit etmiyolar. Yat çalıp onları
yakmıyorlar. Vietnamlı kadınlar bilmece sorarmış gibi
konuşmuyorlar. Hiçbir zaman, 'Gerçek, senin sandığın
şeydir,' demiyorlar. Bıçak atmada usta değiller.
Babalarını öldüren kurşunu boyunlarına madalyon gibi
takmıyorlar. Yellenen, lastik sosislerle oynayan,
cehennem kaçkını iri kara köpeklerle dolaşmıyorlar. Ah,
hayır. Anneme gidip com toy cam yemedim! Doktor ya
da fırıncı olmadım, tuttum budalaca polisiye romanlar
yazdım! Hiç olamayacağım bir şey olmayı istedim. Ve
şimdi bencilliğim, azametim ve inadım yüzünden
öleceğim!
Sen sadece sıkı tutun.
Ben öleceğim.
Sadece tutun.
-249
İşte artık o büyük uyku, o uzun vedalaşma yakın.
Tutun.
Tommy gözlerini açtı.
Aslında bunu yapmamalıydı.
Hiçbir binanın üç kattan daha yüksek olmadığı,
evlerinin bazılarının 'Kulübe' diye tanımladığı Balboa
Adası şimdi büyümüş, Manhattan'a dönmüştü. Dev
gibiydi.
Pervaneleri hızla dönen, neşeyle alev alev yanan
on yedi metre uzunluğundaki Bluevvater yatı adaya
denizin iyice kabardığı bir sırada erişti. Altmış santimden
daha az su çekiyordu. Büyüklüğüne rağmen suyun
yüzünde sekiyordu sanki. Kâğıttan yapılmış bir tekne
gibi, Tanrı aşkına! Tekne iki rıhtımın arasına girdi.
Bunlardan birini Noel için süslemişlerdi. Yat, çelikle güç-
lendirilmiş mesnet duvarına çarptı. Yırtılmayı andıran bir
ses, bir gıcırtı ve genç adamın korkuyla haykırmasına
neden olan bir gümbürtü duyuldu. Bu gürültü ölüleri bile
uyandırırdı. Tekne kısmı çok sağlam olmasına rağmen
su hattından göçtü ve burun açıldı. Bu çarpışma yatı
dramatik bir biçimde yavaşlattı. Ama dizel motorları çok
güçlüydü. Pervaneler de öyle bir itme kuvveti
sağlıyorlardı ki tekne ilerlerdi. Sanki duvara tırmanmaya
çalışıyordu. Sonunda yükselerek yukarı çıktı. Burnu
yerle bir açı yaptı. Yat adanın etrafını dolaşan yolu aştı.
Sanki limandan fırlayarak adanın kıyısındaki büyük
evlerden birinin önünden girip arkasından çıkacaktı.
Sonunda sarsılarak durdular. Mesnet duvarına
sağlamca dayanan tekne bölümünden alttaki ambarlara
dolan tonlarca deniz suyu yüzünden iyice ağırlaşmıştı.
Tommy güvertede sıçramış, sancak tarafındaki
alçak bölmeye çarpmıştı. Ama küpeşteye yine de sıkıca
sarsılmıştı. Bir ara sol kolunun omzundan çıkacağını
sanmasına karşın hem de. Genç adam kazadan ciddi bir
yara almadan kurtuldu. Yat iyice durduğu zaman
küpeşteyi bıraktı. Dizlerinin üzerinde doğrularak çömeldi.
Burunda yan yan Del'e doğru gitti.
Genç kadına eriştiği sırada o ayağa kalkmıştı bile.
«Buradan hemen gidelim!»
Teknenin kıçı her zamankinden daha parlak alevler
saçarak yanıyor, yangın buruna doğru ilerliyordu. Alt
güvertedeki kamaraların pencerelerinden içerideki
alevler gözüküyordu.
Çatırdayarak yanan yatın içinden insanın kanını
donduran, ulumaya benzer bir ses yükseldi. Belki bu
fışkıran buharların sesi belki de delinmiş çelikten rAkan
hidrolik sıvının sesiydi. Ya da büyülenmiş bir iblisin
şarkısı.
Tekne mesnet duvarına çıktığı için burundaki
güverte üç dört derece eğrilmişti. Del, Tommy ve
Scootie meyilli yerde arkaya doğru yürüdüler. Teknenin
kıçı sudan çıkmış, o sırada bomboş olan ve yayalar için
yapılan kordonun üzerine doğru uzanmıştı.
Biraz önce uykuda olan rıhtımda birbirlerine yakın
evlerde ışıklar yanmaya başlıyordu. Scootie küpeştedeki
aralıkta durakladı. Ama bir an. Sonra da mesnet
duvarının kara tarafında uzanan beton şeride atladı.
Del'le Tommy de onu izlediler. Yatla yerin arası üç metre
kadardı. Köpek kcdonda batıya doğru koştu. Sanki
nereye gideceklerini biliyordu.
Sarışın kadın köpeği izledi. Genç adam da kadını.
Tommy sadece bir kez dönüp geriye baktı. Bütün gece
karşılaştığı olayların onu göreceği manzaraya alıştırmış
olması gerekirdi. Yine de mesnet duvarının üzerinde
dengede durarak yola uzanan dev teknenin görüşü onu
sarstı. Sanki bu Nuh'un Gemisi'ydi ve Tufan'dan sonra
karaya vurmuştu.
Evlerin üst kat pencerelerinde endişe dolu yüzler
beliriyordu. Sokak kapıları açılarak karanlık gecede
korku dolu sesler yükselmeden önce Tommy, Del ve
köpek kordondan uzaklaşan en yakındaki sokağı
buldular. Adanın merkezine doğru yürümeye başladılar.
Tommy zaman zaman omzunun üzerinden bakıyor,
yılan gözlü şişman adamı ya da daha kötü bir şeyi
göreceğini sanıyordu. Ama alevler içinden çıkan hiçbir
yaratık onları izlemedi.
YEDİ
Balboa Adası'ndaki küçük arsalara yüzlerce ev
yapılmıştı. Garaja pek yer kalmadığı için de dar
sokakların iki yanına ev sahipleri ve konuklarının
arabaları park edilmişti. Del çalacak araba arıyordu. O
kadar çok taşıt vardı ki! Sarışın kadın bir Buick ya da
Toyota yerine itfaiye arabası gibi kıpkırmızı bir Ferrari
Testerosa'da karar kıldı.
Saklanmak için yaşlı bir palmiyenin dalları
arasında durmuşlardı. Bu arada Del hayran hayran
spor arabaya bakıyordu. Tommy, Ferrari'nin önünde
duran arabayı işaret etti. «Ne
den şu Geo'yu almıyoruz.» «Geo iyi bir arabadır ama
eşsiz değil. Ferrari'yse harika.» Tommy, «O bir ev
fiyatına satılıyor,» diye karşı çıktı. «Arabayı satın
alacak değiliz ki.» «Ben ne yaptığımızı çok iyi
biliyorum.» «Arabayı ödünç alacağız.» Genç adam
düzeltti. «Onu çalacağız.» «Hayır. Kötü insanlar bir
şeyler çalar. Biz kötü değiliz. İyi in
sanlarız biz. O halde bir arabayı çalıyor olamayız.» Tommy
ekşi bir sesle, «Aslında bu savunma bir Caiifornia jürisini
etkileyebilir,» dedi.
- 253
«Ben arabanın kilitli olup olmadığına bakarken sen
etrafa bir göz at.»
Tommy tartışmaya kalkıştı. «Neden daha ucuz bir
arabayı parçalamıyoruz?»
«Onu parçalayacağımızı da kim söyledi?»
Genç adam anımsattı. «Makineleri kötü
kullanıyorsun.»
Adanın uzaktaki ucundan itfaiye arabalarının siren
sesleri geldi. Güneyde karanlık gökyüzü yanan yattan
fışkıran alevlerle aydınlanıyordu.
Del, «Etrafa bir göz at,» diye tekrarladı.
Sokak bomboştu.
Del yanında Scootie'yle kaldırımdan inerek cüretle
Ferrari' nin direksiyonun bulunduğu yanına yaklaştı.
Kapıyı denedi. Bu kilitli değildi.
Tommy, «Sürpriz, sürpriz!» diye homurdandı.
Scootie kadından önce arabaya atladı.
Del direksiyonun başına geçerken motor
çalışmaya başladı. Sarışın kadın kapıyı kapattı.
Motorun çok güçlü olduğu anlaşılıyordu. Del istediği
takdirde herhalde uçabilirdi de. Tommy, «Tam iki
saniye...» diye mırıldandı. «Gerçek bir dâhi suçlu.»
Arabaya girerek diğer kapıyı açtı.
«Scootie bu koltuğu paylaşmaya hazır.»
Genç adam, «Aman o pek tatlı bir köpek,» dedi.
Köpek yağmurlu geceye atladığında genç adam da
alçak arabaya bindi. Scootie içeriye atlayamadan kapıyı
kapatıverme isteğini de yendi. Scootie Tommy'nin
kucağına çökerek ön pençelerini panoya dayadı. Arka
ayaklarını da koltuğa.
Del farları yaktı. «Ona sarıl.»
«Ne?»
«Ani fren yaparsam, ön camdan uçmaması için.»
«Hani bu arabayı parçalamayacaktın?»
«Böyle şeyler belli olmaz, insan birdenbire durmak
zorunda kalabilir.»
Tommy kollarını köpeğe doladı. «Nereye
gidiyoruz?»
«Annemin evine.»
«Orası uzak mı?»
«En fazla on beş dakika sonra orada oluruz. Hatta
bu bebekle belki de on dakika sonra.»
Scootie başını döndürerek genç adamın gözlerine
baktı. Genç adamın suratını çenesinden alnına kadar
yaladı. Sonra tekrar döndü.
Tommy mırıldandı. «Bu uzun bir yolculuk olacak...»
«Scootie, senden hoşlandığına karar verdi.»
«İşte bu gururumu okşuyor.»
«Öyle olması gerekir. O herkesi yalamaz.»
Scootie bu sözleri onaylamak ister gibi soludu.
Del, Ferrari'yi kaldırımın kenarından yolun ortasına
doğru sürerken, «Bu arabayı annemin evinin önünde
bırakırız,» dedi. «Annem onu tekrar eski yerine gönderir.
Daha sonra sabaha kadar annemin arabalarından birini
kullanırız.»
«Anlayışlı bir annen var.»
«Annem harika bir insandır.»
Tommy, «Motoru öyle çabuk nasıl çalıştırabildin?»
diye sordu. «Kontak anahtarı üzerindeydi.» Tommy
kucağındaki iri köpek yüzünden yolun ilerisini gö
remiyordu. Ama kontağı görüyordu ve oraya anahtar
sokulmamıştı.
Genç adam, «Peki, onlar şimdi nerede?» diye
sordu. «Neler nerede?» «Anahtarlar.» «Hangi
anahtarlar?» «Motoru çalıştırdığın anahtarlar.» Del,
«Ben telleri birleştirdim,» diye güldü. «Motor, sen
daha kapıyı kaparken çalışmaya başladı.» «Ben
telleri tek elle bile birleştirebilirim.» «Çok ustasın
demek.» Sarışın kadın adanın ana yolu olan Marine
Caddesi'ne çıkan
çift şeritli bir sokağa saptı. Tommy endişeliydi.
«Sırılsıklam olduğumuz için koltuklar
mahvoluyor.» «Arabanın sahibine bir çek yollarım.»
«Ben çok ciddiyim. Koltukları kapladıkları deri çok
pahalı
bir şey.»
«Ben de çok ciddiyim. Arabanın sahibine bir çek
yollayacağım. Sen gerçekten çok /y/bir insansın Tommy.
Çok dürüstsün. Bu özelliğini seviyorum.»
Tepesindeki ışıkları yanan bir devriye arabası
ilerideki kö
şeyi dönerek yanlarından geçti. Yanan tekneye gittiği
kesindi. Tommy, «Sence o kaça mal oldu?» diye
sordu. «Bin dolar yeterli olur sanırım.» «Bütün yat
için mi?» «Ben zarar gören koltukları kastettiğini
sandım. Bluewa
ter'ın fiyatı yedi yüz elli bin dolar sanırım.» «Zavallılar!»
«Kimler?»
«Teknelerini parçaladığın insanlar. Onlara da bir
çek gönderecek misin?»
«Buna gerek yok. Çünkü o yat benim.»
Tommy ağzı bir karış açık genç kadına bakakaldı. Delive
rance Payne'le karşılaştığından beri yüzünde en çok bu
ifade görülüyordu. Del, Marine Caddesi kavşağında
durduğu zaman Tommy'ye gülümsedi. «Onu temmuz
ayında almıştım.» Tommy ağzını kapamayı başardı.
«Madem tekne senin neden onu evinin önündeki rıhtıma
bağlamıyordun?» «Tekne çok büyük olduğu için
manzarayı kapatıyor. Onu bağladığım iskeleyi
kiralıyorum.»
Scootie bir pençesini durmadan panoya vuruyordu.
Sanki hemen hareket etmelerini istiyor ve sabırsızlığını
belirtmeye çalışıyordu.
Genç adam, «Demek sen kendi tekneni havaya
uçurdun,» dedi.
Del adanın ticaret merkezi olan Marine Caddesi'nde
sola saptı. «Tekneyi havaya uçurmadım. Sende abartma
merakı var, Tommy. Polisiye romanlarının da abartılı
şeylerle dolu olmadığını umarım.»
«Pekâlâ. Tekneyi yaktın.»
«Bence arada büyük fark var. Uçurmakla
tutuşturmak bunlar birbirlerinden çok farklı şeyler.» «Bu
gidişle senin o büyük mirasın bile tükenir...» «Ah, ne
aptalsın Tommy! Ben her gün tekne yakmıyorum ki.»
«Acaba?»
- 257 -Tlk-Tak/F: 17
«Zaten benim hiçbir zamaı\para derdim
olmayacak.»
«Ah, canım üstüne üstlük bir de kalpazan mısın?»
«Hayır, aptal. Babam bana da poker oynamayı
öğretti ve ben ondan çok daha ustayım.» «Hilebaz
mısın?» «Asla! İskambil kâğıtları kutsaldır.» «Hiç
olmazsa bir şeyin kutsal olduğunu düşünmene sevin
dim.»
Del, «Bence pek çok şey kutsaldır,» dedi.
«Gerçek gibi mi?»
Del ona utanmış gibi baktı. «Bazen.»
Marine Caddesi'nin sonuna erişiyorlardı. Karayla ada
ara
sındaki kanalı aşan köprüye bir blok bile kalmamıştı. Tommy,
«Gerçek...» diye mırıldandı. «Bu arabayı nasıl ça-
lıştırdın?» «Bunu sana söylemedim mi? Kontak anahtarı
üzerindeydi.» «Evet, söylediğin şeylerden biri de buydu.
Teknedeki yangını nasıl çıkardın?» «Bunu ben
yapmadım. Buna Bayan O'Leary'nin ineği neden oldu,
bir tekmede feneri devirdi.»
Scootie acayip bir biçimde soludu, hırıltıya
benzeyen bir ses çıkardı. Tommy, bunun köpekçe bir
kahkaha olduğuna yemin edebilirim, diye düşündü.
İlerideki kemerli köprüde bir devriye arabası daha
belirdi. Karadan gelerek adaya yerleşti.
Tommy, «Gerçek,» dedi. «O kuşlar nereden geldi7
»
«Ah, bu sonsuza kadar çözümlenemeyecek bir
sorun, öyle değil mi? Tavuk mu yumurtadan çıktı,
yumurta mı tavuktan?»
Devriye arabası köprünün bitiminde durarak farlarını
onlara doğru yakıp söndürdü. Del, «Bizim kötü insanlar
olabileceğimizi düşünüyor...» diye
mırıldandı. «Ah, olamaz!» «Rahat ol.» Del devriye
arabasının yanında durdu. Tommy atıldı. «Adamı
kedi, karga ya da öyle bir şeye dön
dürme.» «Ben onu kaza çevirmeyi düşünüyordum.»
Elektrikli cam mırıltıya benzeyen bir sesle aşağıya
kaydı. Polis de camını açmıştı. «Del?» Sesinde
hayret vardı. «Merhaba, Marty!» Memur devriye
arabasının direksiyonundan genç kadına
gülümsedi. «Sen olduğunu anlamadım. Bu yeni araban
mı?» «Beğendin mi?» «Gerçekten çok güzel. Senin
mi yoksa annenin mi?» «Annemi bilirsin.» «Sakın
hız sınırını aşayım deme!» «Bunu yaparsam,
popoma sen vurur musun?» Polis Marty güldü. «Bu
hoşuma gider.» Del masum masum, «Bütün bu
telaş niye?» diye sordu. «İnanamayacaksın, ama
ahmağın biri koskocaman bir tek
neyle gelip, olanca hızıyla mesnet duvarına bindirmiş.»
«Herhalde teknede çılgın bir parti veriyorlardı. Neden
beni öyle harika partilere çağırmazlar, bilmem ki!»
Marty'nin Tommy'le ilgilendiği yoktu. Köpeğe, «Merhaba,
Scootie,» dedi.
Köpek, Del'in yanından bakmak için iri kafasını
pencereden çıkardı. Gülümser gibi dişlerini gösterdi. Dili
iyice sarkmıştı. Marty, Del'e döndü. «Annene söyle. Bu
arabayla gezerken kendisini izleyeceğiz.» Sarışın kadın,
«Annemi göremeyebilirsiniz,» diye yanıt verdi. «Ama
yakında çıkacak gümbürtüyü duyacağınız kesin.» Marty
gülerek uzaklaştı. Del arabayı köprüye sürerek kanalı
aştı ve karaya döndü. Tommy, «Marty mesnet
duvarındaki yatın senin olduğunu öğrendiği zaman ne
olacak?» diye sordu.
«Öğrenemeyecek ki. Yat benim adıma kayıtlı değil.
Kâğıt üzerinde tekne Amerika dışındaki şirketimize
aitmiş gibi gözüküyor.»
«Amerika dışındaki mi? Ne kadar dışında? Mars'ta
mı?» «Karayipler'deki Grand Cayman Adasında.»
«bahibi bu arabanın çalındığını bildirdiği zaman ne
ola
cak?» «Böyle bir şey olmayacak ki. Annem, arabanın
kayboldu
ğunu sahibi bile farketmeden onu geri gönderir.»
«Scootie kokuyor.» «Tüyleri ısiandı da ondan.»
Tommy, «Öyle oiduğunu umarım,» dedi. «Gerçek...
Cor
vette'le devrildiğim zaman senin o boş arsanın önünden
geçmen bir rastlantı mıydı? Yoksa orada olacağımı
biliyor muydun?»
«Tabii ki bilmiyordum. Ama sana söylediğim gibi,
bizim birbirimizin kaderi olduğumuz belli bir şey.»
Tommy, «Tanrım!» diye söylendi. «İnsanın tepesini öyle
attırıyorsun ki!»
«Bu sözlerinde ciddi olamazsın.»
«Evet, ciddiyim.»
«Zavallı şaşkın Tommy.»
«İnsanın tepesini attırıyorsun!»
«Aslında beni ilginç bulduğunu söylemeye çalışıyorsun.»
«Tepemi attırıyorsun.»
«Beni ilginç buluyorsun. Hatta seni büyülüyorum.»
Genç adam içini çekti.
Sarışın kadın üsteledi. «Öyle değil mi? Seni büyülüyorum.»
Genç adam yine içini çekti.
Del, «Öyle değil mi?» diye ısrarla sordu.
«Evet.»
Del, «Çok tatlısın,» dedi.
«Seni vurmamı ister misin?»
«Şimdi olmaz. Son nefesimi verinceye kadar bekle.»
«Bu kolay olmayacak.»
Del'in annesi Nevvport Beach'e bakan bir tepede,
kapısında özel korumaların beklediği bir mahallede
oturuyordu. Nöbetçi kulübesi sahneyi hatırlatan bir
biçimde aydınlatılmış birkaç dev palmiyenin altındaydı.
Küçük binanın pastel sıvası benekliydi. Köşeler dökme
taştandı. Duvarların alt bölümleri de öyle.
Ferrari'nin ön tarafında arabadaki kişinin o
mahallede oturduğunu gösteren etiket olmadığı için
genç nöbetçi pencereyi açıp, dışarı sarkarak Del'e kime
gittiğini sormak zorunda kaldı. İlk gözüktüğü sırada yüz
kasları gevşek, gözleri uykuluydu. Ama sarışın kadını
görür görmez yüz hatları gerildi, gözleri parladı.
- 261 -
«Bayan Payne!»
«Merhaba, Mickey.»
«Yeni araba mı aldınız?»
Del, «Belki alırım,» dedi.«Şimdilik onu deniyorum.»
Nöbetçi kulübeden yağmura çıktı ve Del'le
konuşabilmek için eğildi. «Müthiş bir araba bu.» «Annem
onunla aya bile gidebilir.» Nöbetçi, «Bu araba annenizde
olsaydı,» diye konuşmasını
sürdürdü. «Onu yavaşlatmak için buraya çöp kamyonu
büyüklüğünde tamponlar koymamız gerekirdi.»
«Emmy nasıl?»
Mickey'nin arkasında yağmurluk yoktu ama genç
adam sanki şakır şakır yağmur yağdığının farkında
değilmiş gibiydi. Bütün dikkatini Del'e vermişti. Bu
yüzden de kötü havayı, hatta hiçbir şeyi farkedecek
durumda değildi. Tommy zavallı gencin neler hissettiğini
çok iyi anlıyordu.
Mickey, «Emmy iyi,» dedi. «Hastalık tümüyle
gerilemeye başladı.»
«İşte bu harika, Mickey!»
«Doktorlar buna inanamıyorlar.»
«Sana umudunu kaybetmemeni söylemiştim, öyle
değil mi?»
«Diğer testlerin sonuçları da öbürküler kadar iyi
olursa onu üç gün sonra hastaneden taburcu edecekler.
Tanrı'ya... onun... bir daha... hastaneye geri dönmek...
zorunda kalmaması için... dua ediyorum.»
«O artık çok iyi olacak, Mickey.»
«Gidip onu ziyaret etmeniz çok güzel bir şey.»
«Ah, ben onu çok seviyorum, Mickey. Emmy bir
melek. Onu görmeye gitmek de zahmet sayılmaz.»
«O size tapıyor, Bayan Payne. Ona götürdüğünüz
masal kitabına bayıldı.» Mickey, Del'in yanından köpeğe
bakarak ekledi. «Merhaba, Scootie.»
Köpek soludu.
Del, «Mickey, bu benim arkadaşım Tommy Tofu,»
diye açıkladı. Nöbetçi, «Tanıştığımıza memnun oldum,
Bay Tofu,» dedi. Tommy, genç kadınla köpeğin
arasından ona baktı. «Ben de öyle. Ama sen
ıslanıyorsun; Mickey.»
«Öyle mi?»
Del, «Evet, öyle,» dedi. «En iyisi sen içeri gir.
Emmy'ye de öbür gün onu görmeye geleceğimi söyle.
Hastaneden çıktıktan sonra biraz kilo alsın, sonra da
yarımadadaki atölyeme gelerek bana modellik etsin.
Emmy'nin portresini yapmak hoşuma gider.»
«Ah, Emmy buna bayılacak, Bayan Payne!
Portresinin yapılması harika bir şey! O kendisini bir
prenses gibi hissedecek.» Üzerinden sular akan Mickey
nöbetçi kulübesine döndü. Sarışın kadın da arabanın
camını kapattı. Arabayla açılan kapıdan içeri girerlerken
Tommy, «Emmy kim?» diye sordu.
«Mickey'nin kızı. Sekiz yaşında çok şirin bir çocuk.»
«Hastalığın tamamiyle gerilemeye başladığından
söz etti. Hangi hastalık bu?» «Kanser.» «Feci bir şey bu!
Sekiz yaşında ve kanser.»
«Artık o tamamiyle iyileşecek. Oyle değil mi
Scootie'ciğim.» Köpek eğilerek burnunu kadının yüzüne
dayadı, sonra onun boynunu yaladı. Büyük, bakımlı
güzel bahçeleri olan dev gibi evlerin önünde uzanan
dönemeçli yollardan geçtiler. Tommy, «Anneni sabaha
karşı üç buçukta uyandıracağımız için üzgünüm,» dedi.
Del uzanarak onun yanağını sıktı. «Ne kadar da
ince düşünceli ve naziksin. Bu çok hoş ama
kaygılanmana gerek yok. Annem uyanık ve bir şeylerle
meşgul.»
«Demek o 'gece insanı' denilenlerden. Yani geceleri
pek uyumayan kimselerden.» «Annem 'yirmi dört saat
insanı' diye tanımlayabileceğimiz biri. O hiç uyumaz.»
«Hiç mi?»
Del düzeltti. «Şey... Tonopah'tan beri.»
«Kastettiğin Nevada'daki Tonopah mı?»
«Kastettiğim yer Tonopah'ın dışında. Çamur
Gölü'nün yakınında.^ «Çamur Gölü'nün mü? Sen neden
söz ediyorsun?» «Bu yirmi sekiz yıl önce oldu.» «Yirmi
sekiz yıl önce mi?» «Hemen hemen. Ben yirmi yedi
yaşındayım.» Tommy, «Herkes uyumak zorundadır,»
dedi. «Herkes değil. Sen bütün gece uyumadın. Şimdi
uykun var mı?»
«Daha önce vardı ama..»
Sarışın kadın mutlu mutlu, «İşte geldik,» diye
bağırarak köşeyi döndü ve bir çıkmaz sokağa girdi.
Kısa yolun sonunda bir palmiye korusu vardı.
Bunun gerisinden ise malikâneyi çevreleyen taş duvar
yükseliyordu. Bu öyle ustalıkla aydınlatılmıştı ki Tommy
ışık kaynaklarının hepsini de seçemedi.
Duvarda bronzdan yapılmış yüksek bir bahçe kapısı
vardı. Bunun çubukları beş santim kalınlığındaydı.
Kapının yukarısındaki otuz beş santim enindeki başlığa
hiyeroglife benzer bir şeyler oyulmuştu. Bu dev kanadın
yanında mahallenin giriş kapısı tekneden yapılıvermiş
gibi kalıyordu.
Del arabayı durdurarak camı indirdi. Bir taş sütuna
takılı olan düofonun düğmesine bastı. Hoparlörden ciddi
bir erkek sesi yükseldi. Adam İngiliz aksanıyla
konuşuyordu. «Kimsiniz, efendim?»
«Benim Mummingford.»
Düofondaki adam, «Günaydın, Bayan Payne,»
dedi.
Kapı ağır ağır açıldı.
Tommy, «Mummingford mu?» diye sordu.
Sarışın kadın camı kapatırken, «Uşak,» dedi.
«Bu saatte bile görev başında mı?»
Del, «Her zaman nöbette biri oluyor,» diye açıkladı.
«Genellikle Mummingford gece nöbetini yeğler. Çünkü
geceleri burada daha ilginç şeyler oluyor.» Kapıdan içeri
girdiler.
«Kapının yukarısındaki hiyeroglifler ne anlama
geliyor?»
«Onların anlamı şu: 'Toto, biz artık Kansas'ta
değiliz.»
«Ben ciddiyim.»
«Ben de öyle. Annemin alaycı bir yanı vardır.»
Tommy dönerek kapıya baktı. «Bu cümle hangi
dilde yazılmış.»
Del, «Dev Yığın,» dedi.
«Bu bir dil mi?»
«Hayır, evin adı. Bak.»
Duvarın gerisinde belki de üç dönümlük bir
bahçenin ortasındaki ev, bu semtteki binaların
hepsinden de büyüktü. Bu pek kocaman, geniş, çılgınca,
romantik havaiı, Akdeniz tipi bir villaydı. Sütunlu
verandalar, kemerler, geceleri açan yaseminlerle sar-
dırılmış kafesler, kırmızı çiçekli tropik sarmaşıkların
ağırlığı altında ezilen çerçevelerin gölgelediği balkonlar,
kubbeler, çan kuleleri, kavisli kiremit döşenmiş damlar.
Bu damlar birbirlerine öyle yakındılar ki Tommy
neredeyse bir tek binaya değil, bir tepeden bir İtalyan
köyüne baktığını sanacaktı. Burası tiyatrovari bir
ustalıkla aydınlatılmıştı. Sanki karşılarında ünlü ucuz
Broadway edebiyatı dâhisi Andrew Lloyd Weber'in bir
müzikalinin en manyakça ve debdebeli sahnesi vardı.
Bahçe yolu hafif bir meyille taş döşeli büyük bir
araba parkına doğru iniyordu. Parkın tam ortasında dört
katlı bir havuz vardı. Burada togalı tam boy mermer
kızlar maşrapalardan sular döküyorlardı.
Del, Ferrari'yle bu şaşırtıcı havuzun yanından
geçerek ön kapıya giderken, «Annem daha modern bir
yer istiyordu,» diye açıkladı. «Ama mahallenin mimari
tarzıyla ilgili bazı kurallar vardı. Yani buraya Akdeniz tipi
villalar yapılıyor. Mimari komite, bu kelimeyi de çok kısıtlı
bir biçimde yorumluyor. İmar izni işlemi annemin canını
o kadar sıktı ki sonunda dünyanın gördüğü en gülünç ve
abartılı Akdeniz tipi evinin planlarını çizdi. Komitenin çok
sarsılacağını ve daha önceki planını onaylayacağını sa-
nıyordu. Ama adamlar yeni plana bayıldılar. Bunun
üzerine annem de bunun üzerinde fazla durmamaya
çalıştı. İşte böylece bu evi yaptırdı.»
«Annen bu evi şaka diye mi yaptırdı?»
«Annem harika bir insandır. Her neyse... Bu semtte
oturanlar evlerine bir ad veriyorlar. Annem de buraya
Dev Yığın ismini taktı.»
Sarışın kadın kemerli bir verandanın önünde durdu.
Kemeri destekleyen mermer sütunlarda oymalı asma
yaprakları ve üzüm salkımları vardı.
Evdeki pencerelerin vitray camları arkasında sanki
kehribar ve gül rengi ışıklar yanıyordu.
«Annen bu saatte parti mi veriyor?»
«Parti mi? Hayır, hayır. Annem evdeki ışıkların
hepsinin yakılmasından hoşlanıyor. 'Tıpkı karanlık
gecede ilerleyen bir yolcu gemisi gibi,' diyor.»
«Neden?»
«Hepimizin de sonsuz ve sihirli bir yolculuğa çıkmış
yolcular olduğumuzu kendisine hatırlatması için.»
«Annen gerçekten böyle mi söyledi?» Del, «Bu çok
güzel bir düşünce, öyle değil mi?» dedi. Kapıya giden
kireçtaşı döşeli yolun iki yanında sarı seramik
fayans ve pişmiş toprak karelerden oluşan mozaikler
vardı. Scootie, kuyruğunu sallayarak önden koştu.
Üç metre altmış santim yüksekliğindeki sokak
kapısının etrafına, kireçtaşından, on altı çok süslü,
ayrıntılı sahne oyulmuştu. Bunların hepsinde de başının
yukarısında hale olan bir keşiş görülüyordu. Adamın
yüzünde hep aynı mutlu ifade vardı. Etrafında yine
başlarında haleler olan hayvanlar gülümseyerek dan"
I
ediyorlardı. Köpekler, kediler, kumrular, fareler, keçiler,
inekler, atlar, domuzlar, develer, tavuklar, ördekler,
rakunlar, baykuşlar, kazlar, tavşanlar...
Del, «Assisi'li Aziz Francis hayvanlarla konuşuyor,»
dedi. «Onlar antika. Adı bilinmeyen bir heykeitraş
oymuş. Bu eserleri İkinci Dünya Savaşı sırasında
yıkıntıya dönüşen on beşinci yüzyıldan kalma bir İtalyan
manastırından getirdiler.»
«Kadife üzerine Elvis'in resmini yapanlar da o
keşişlerle aynı mezhepten mi?» Sarışın kadın genç
adama bakarak güldü. «Annem senden çok
hoşlanacak.»
Som maun kapıya eriştikleri sırada kapı açıldı.
Eşiğin hemen gerisinde uzun boylu, kır saçlı bir adam
bekliyordu. Siyah elbise, beyaz gömlek; ayna kadar
parlak cilalı siyah ayakkabılar giymiş, siyah papyon
takmış biri. Adam sol koluna dikkatle katlanmış, tüylü,
büyük, beyaz bir havlu almıştı. Şampanya şişesini
sarmak için beyaz bir peçete taşıyan bir garson gibi.
Adam çok belirgin bir İngiliz aksanıyla, «Dev Yığın'a
hoşgeldiniz,» dedi.
«Annem bunu sana hâlâ söyletiyor mu,
Mummingford?»
«Bundan hiçbir zaman bıkmayacağım, Bayan
Payne.»
«Mummingford, bu arkadaşım Tommy Phan.»
Genç adam, Del onun adını doğru söylediği için
şaşırdı.
Uşak kapıdan gerilerken yarı eğildi. «Sizinle
tanışmak bir
şeref, Bay Phan.» Tommy de başıyla selam verdi. «Teşekkür
ederim.» O da bu sözleri hemen hemen belirgin bir
İngiliz aksanıyla söylemişti. Scootie önlerinden içeri
girdi.
Mummingford köpeği yana doğru götürdü. Tek
dizinin üzerine çökerek plaj havlusuyla hayvanı
kurulamaya ve pençelerini silmeye başladı.
Del kapıyı kaparken Tommy, «Korkarım biz de
Scootie gibi sırılsıklamız,» diye mırıldandı. «Etrafı
kirleteceğiz.» Mummingford hafif bir alayla, «Ne yazık ki
öyle,» dedi. «Ama Bayan Pay-ne'e, Scootie'ye
göstermek zorunda olmadığım bir hoşgörüyle
katlanmam gerekiyor. Aynı şekilde dostlarına da.»
Del, «Annem nerede?» diye sordu.
«Sizi müzik odasında bekliyor, Bayan Payne. Prens
hazretleri insan içine çıkacak kadar kurur kurumaz onu
da size katılması için oraya yollayacağım.»
Scootie kukuletaya benzeyen beyaz havlunun
arasında sırıttı. Böyle ovulmaktan hoşlandığı belliydi.
Del, uşağa, «Fazla kalamayacağız,» dedi. «Fare
kadar çevik bir canavardan kaçıyoruz. Ama lütfen bize
kahve ve bir tepsi küçük kahvaltı çöreği getir.»
«Hemen, Bayan Payne.»
«Çok iyisin, Mummingford.»
Uşak mırıldandı. «Bu katlanmak zorunda olduğum
bir eziyet.»
En aşağı otuz metre uzunluğundaki büyük holün
zeminine cilalı siyah granit döşenmişti. Tommy'le Del
ilerlerken lastik tabanlı ıslak ayakkabıları her adımda
gıcırdadı. Beyaz duvarlara büyük, çerçevesiz resimler
asılmıştı. Renk ve hareket dolu soyut tablolar. Bunları
tavandaki projektörler tamamiyle aydınlatıyorlardı. Bu
yüzden de resimler içleri ışıklıymış gibi gözüküyorlardı.
Tavana sırayla düz cilalı fırçayla desen yapılmış ve çelik
şeritle kaplanmıştı. Çift yuvaya yerleştirilmiş gizli
lambalar yukarıdan etrafı aydınlatıyorlardı. Siyah granit
süpürgelikteki deliğe yerleştirilmiş lambalarsa aşağıdan
yukarı doğru ışık sağlıyordu.
Del, Tommy'nin şaşırdığını sezmişti. «Annem evin
dışını mahallenin mimari komitesini hoşnut etmek için
öyle yaptırdı. Ama villanın içi bir uzay gemisi kadar
modern, coca cola kadar da İtalyan.»
Holün üçte ikisini aşarak müzik odasına eriştiler.
Siyah lake cilalı kapı, zeminine zarif kavisleri olan deniz
fosilleriyle beneklenmiş, cilalı beyaz kireçtaşı döşenmiş
bir odaya açılıyordu. Ses geçirmeyen duvarlar ve
tavana, vatka pamuğu kaplanmış, sonra da üzerlerine
koyu kurşuni bir kumaş geçirilmişti. Sanki burası bir plak
kayıt stüdyosu gibiydi. Hoparlörlerin arkasına lambalar
gizlenmişti.
Oda çok büyüktü. Yaklaşık on iki metreye on sekiz
metre. Ortaya ısmarlama yaptırılmış, altıya dokuz metre
genişliğinde bir halı serilmişti. Bunun üzerinde sarı ve
siyahımsı kahverenginin altı değişik tonunda geometrik
şekiller vardı. Halının ortasına, blok halindeki dikdörtgen
biçimli sigara masasının etrafna siyah deri kaplı bir
kanepeyle dört koltuk konulmuştu. Som tahta masaya
sahte fildişi kareler kakılmıştı.
Bir piyano konseri için yüz kadar müzik meraklısı
odada yer bulabilirdi. Ama piyano yoktu burada. Glenn
Miller'ın «Moonlight Serenade»i bir sanat eseri
sayılabilecek müzik sisteminin hoparlörlerinden
yükselmiyordu. Müziğin kaynağı sahte fildişi kakmalı
masadaki küçük, Art Deco tarzı radyoya benzer bir
şeydi. Onu tavandaki halojen lambanın dikkatle
ayarlanmış ışığı aydınlatıyordu. Sesin tizliği ve parazitli
olması aletin radyo değil bir kaset ya da CD olduğunu
açıklıyordu. Müzik bin dokuz yüz kırklardaki 'Dans
Gecesi' sırasında canlı yayında kaydedilmişti.
Del'in annesi koltuklardan birinde oturuyordu.
Gözlerini kapatmıştı ve ön kapının etrafındaki oymalarda
Aziz Francis'in yaptığı gibi mutlulukla gülümsüyordu.
Müziğe uyarak başını sallıyor, ellerini koltuğun dirsek
dayanacak yerlerine vurarak tempo tutuyordu. Elli
yaşındaydı ama en aşağı on yaş daha genç duruyordu.
Dikkat çeken bir kadındı. Del gibi sarışın değildi. Teni
esmer, saçları da kuzguni siyahtı. Yüz hatları ince,
boynu da bir kuğununki gibi uzundu. Kadın Tommy'ye
«Tiffany'de Kahvaltı» adlı eski timdeki çocuğumsu yıldızı
hatırlattı... Audrey Hepburn'ü.
Del müziğin sesini kıstığı zaman annesi de gözlerini
açtı. Kjzlnınkiler gibi maviydi bu gözler. Ama daha da
koyu renktiler. Yüzündeki tebessümü onları görünce
daha da belirginleşti. «Tanrım! Suda boğulmuş bir
fareye benzemişsin, hayatım.» Koltuğundan kalkarak
Tommy'ye baktı. «Sen de öyle, delikanlı.»
Tommy, kadının arkasında ao dais olduğunu
görünce şaşırdı. Bol ipek tunik ve pantolondan oluşan
bir takımdı bu. Genç adamın annesinin zaman zaman
giydiklerine benziyordu.
Del, «Suda boğulmuş fareye benzemek en son
moda,» diye yanıt verdi. «Çok şık bir şey sayılıyor bu.»
«Böyle konularda şaka yapmamalısın, hayatım. Son za-
manlarda dünya yeteri kadar çirkin zaten.»
«Anne, Tommy Phan'la tanışmanı istiyorum.»
«Tanıştığımıza memnun oldum, Bayan Payne.»
Del'in annesi genç adamın uzattığı elini avuçlarının
arasına aldı. «Beni Julia diye çağır.»
«Teşekkür ederim, Julia. Ben...»
«Ya da Rosalyn diye.»
«Efendim?»
«Ya da VVinona.»
«VVinona mı?»
«Hatta Lilith diye de olabilir. Bu isimlerin hepsinden
de çok hoşlanırım.» Böyle dört ad teklifi karşısında ne
yapnası gerektiğini pek bilemeyen Tommy, «Arkanızdaki
çok güzel bir ao dais,» dedi.
«Teşekkür ederim, yavrum. Bu gerçekten güzel,
değil mi? Çok da rahat. Garden Grove'da çok sevimli bir
hanım var. Bunları bana elde dikiyor.»,
«Galiba annem de aynı yerden alışveriş ediyor.»
Del, «Anne,» dedi. «Tommy o.»
Julia Rosalyn VVinona Lilith Payne ya da adı her
neyse... kaşlarını kaldırdı. «Sahi mi?» Del başını salladı.
«Kesinlikle!» Bayan Payne, genç adamın elini bıraktı.
Islak elbisesine al
dırmadan onu kucakladı. Tommy'ye sıkıca sarılarak
yanağından öptü. «İşte bu harika! Harika!»
Genç adam ne olduğunu anlayamamıştı.
Bayan Payne onu bırakarak kızına döndü. İki kadın
birbirlerine sarılarak güldüler. Heyecanlı iki okul
öğrencisi gibi zıp zıp zıplamadıkları kaldı.
Del bağırdı. «Şahane bir gece geçirdik.»
Annesi, «Anlat, anlat,» dedi.
«Yatı tutuşturdum ve onu Balbao Adası'ndaki
mesnet duvarına çarptım.»
-272
Bayan Payne inledi ve elini, kalp çarpıntılarını
yavaşlatmak istiyormuş gibi göğsüne götürdü. «Ne
heyecan verici bir şey Deliverance! Bana bütün olanları
anlatmalısın!»
«Tommy yeni Corvette'ini devirdi.»
Pek memnun olduğu anlaşılan Bayan Payne
irileşmiş gözleriyle genç adama hayran hayran baktı.
«Yeni bir Corvette'i mi devirdi?»
Tommy, «Böyle bir şeyi planlamıyordum,» diye
açıkladı.
«Arabayı kaç kere yuvarladın?»
«En aşağı iki defa.»
Del atıldı. «Sonra araba alev aldı.»
Bayan Payne, «Bütün bunlar bir tek gecede oldu,
öyle mi?» diye bağırdı. «Oturun oturun! Her ayrıntıyı
öğrenmeliyim.» Tommy, «Fazla kalamayacağız,» diye
mırıldandı. «Hep hareket halinde olmamız gerekiyor.»
Del deri kaplı büyük koltuklardan birine kendini attı.
«Burada bir süre için güvende sayılırız.» Bayan Payne
yerine otururken, «Kahve içelim ya da ihtiya
cınız varsa, konyak.»
Del, «Mummingford kahveyle çörek getirecek,»
dedi.
Scootie odaya girerek doğruca Bayan Payne'in
yanına gitti. Kadın çok ufak tefek, koltuk da çok geniş
olduğu için ona da, köpeğe de yer vardı. Hayvan iri
kafasını kadının kucağına dayadı ve kıvrılıp yattı.
Bayan Payne köpeği okşadı. «Scootie'cik de
eğlendi mi?» Sonra müzik kutusunu işaret etti. «Ah, bu
çok güzel bir parça.» Ses çok azdı ama yine de melodiyi
tanımıştı. «Artie Shavv'un çaldığı 'Begin the Beguine.'»
Tik-Tak/
F: 18
Del, «Bu melodiyi ben de severim,» dedi. «Aklıma gelmiş
ken... Sorun sadece yanan yatlarla arabalar değil. Bu işe bir de
varlık karıştı.»
Bayan Payne, «Bir varlık mı?» diye sordu «Serüven
giderek güzelleşiyor. Sözünü ettiğin nasıl bir varlık?»
«Henüz anlayamadım. Fazla zamanım olmadı. Biz
önde, o arkada kaçmak zorunda kaldık. Ama olay, eline
lanet notu iğnelenmiş bir iblis-bebekle başladı.»
Bayan Payne, Tommy'ye döndü. «O bebeği sana
mı gönderdiler?»
«Evet. Ben...»
«Kim gönderdi?»
«Onu kapımın önüne bırakmışlardı. Bence
Vietnamlı çeteler.» «Ve sen bebeği evine aldın, öyle
mi?» «Evet. Sandım ki...» Bayan Payne, «Cık cık cık,»
diye bir ses çıkararak parma
ğını genç adama doğru salladı. «O bebeği evine
sokmayacaktın, çocuğum. Böyle bir durumda varlık, içeri
girmesi için davet etmediğin takdirde canlanamaz ve
sana da zarar veremez.»
«Ama yalnızca küçük bez bir bebekti.» «Evet, tabii
küçücük bir bez bebek. Ama o şimdi bebeğe hiç
benzemiyor, öyle değil mi?» Tommy koltuğunda öne
doğru eğildi. «Bütün bunları kolaylıkla kabul edivermeniz
beni şaşırtıyor.»
Bayan Payne, «Neden etmeyeyim?» diye sordu. Bu
sözlerin onu şaşırttığı belliydi. «Del bir varlık olduğunu
söylüyor. O halde öyle bir varlık var. Del hiç de aptal
değildir.»
Mummingford servis arabasını iterek müzik odasına girdi.
Buna porselen takım, gümüş bir kahve ibriği, çörek ve pastaları
koymuştu.
Del annesine, «Tommy de aşırı kuşkuculuk
hastalığı var,»
diye açıkladı. «Örneğin uzaylıların insanları
kaçırdıklarına hiç
inanmıyor.»
Bayan Payne gülümseyerek Tommy'ye döndü.
Kesin bir tavırla, «Onlar gerçek,» dedi. Sanki Del'in garip
inançlarını genç adamın kabullenmesi için sadece
desteği yeterliymiş gibi.
Del ekledi. «O hayaletlere de inanmıyor.»
Bayan Payne, «Onlar da gerçek,» dedi.
«Likantropi'ye de.»
«Bu da gerçek.»
«Uzaktakiyerleri görebilmeye de.»
«Ama o da gerçek.»
Anne ve kızı dinledikçe genç adamın başı dönmeye
başladı. Adam gözlerini yumdu. Sarışın kadın,
Tommy'ye takıldı. «Ama Büyük Ayağa inanıyor.»
Bayan Payne mırıldandı. «Çok garip.»
Tommy, «Ben, Büyük Ayağa inanmıyorum,» diye
düzeltti.
Del, «Ama daha önce böyle söylemedin,» dedi.
Genç adam kadının sesindeki hınzır ifadeyi farketti.
Julia Rosalyn VVİnona Lilith Payne başını salladı.
«Büyük Ayak bulvar gazetelerinin uydurduğu
saçmasapan bir öyküdür.»
Del, «Tabii ya,» dedi.
-275
Tommy hiçbir şeyden etkilenmediği anlaşılan
Mummingford'dan kahve fincanını almak için gözlerini
açtı.
Yapma fildişi süslü masadaki eski radyo görünüşlü
müzik kutusundan spikerin sesi yükseldi. «Bu canlı
yayını size ünlü Empire Balo Salonu'ndan yapıyoruz.
Glenn Miller ve büyük orkestrası müziğe başladığı
zaman gökyüzünde yıldızlar beliriyor.» Bu sözleri bir
sigara reklamı izledi.
Del, «Tommy şafak sökünceye dek yaşamayı
başarırsa lanet de sona erecek,» dedi. «O da
kurtulacak. Daha doğrusu biz böyle düşünüyoruz.»
Bayan Payne başını salladı. «Şafak sökmesine bir
buçuk saatten biraz daha fazla zaman var. Sence o
saate kadar sağ kalmayı başarabilecek mi? Şansı
nedir?»
Del, «Altmışa kırk,» dedi.
Tommy çok sarsılmıştı. «Altmışa kırk rnı?»
Sarışın kadın omzunu silkti. «Benimki dürüst bir
tahmin.»
«Yüzde altmış olan hangisi? Öldürülme olasılığım
mı yüzde altmış? Yoksa yaşama şansım mı?» Del
neşeyle güldü. «Yaşama şansın.» «İçimi rahatlatmadı.»
«Evet ama her geçen dakikayla bu şansı artırıyoruz.»
Bayan Payne, «Ama bu yine de harika bir şey
sayılmaz,» diye fikrini açıkladı.
Tommy fena halde telaşlanmıştı. «Korkunç bir şey
bu!»
Del, «Benimki sadece bir sezgi,» diye mırıldandı.
«Fakat Tommy'nin anormal bir biçimde öleceğini hiç
sanmıyorum. Bana uzun bir ömür sürecek ve doğal bir
biçimde ölecekmiş gibi geliyor.»
Genç adam, sarışın kadının neden söz ettiğini
anlayamamıştı.
Bayan Payne ona endişelerini gidermek istermiş
gibi, «Eh, Tommy'ciğim,» dedi. «En kötüsü de olsa ölüm
keskin bir son değildir. Bu yalnızca bir geçiş dönemidir.»
«Bundan eminsiniz, öyle mi?»
«Ah, tabii. Çoğu gece Ned'le konuşuyorum.»
«Kiminle?»
Del açıkladı. «Babamla.»
Bayan Payne ekledi. «O, David Letterman şovuna
çıkıyor.»
Mummingford küçük pasta dolu gümüş tepsiyi önce
Del'e uzattı. Genç kadın zencefilli bademli tombul bir
rulo pasta aldı. Uşak, Tommy'ye döndü. Genç adam
önce kepekli, sade bir çöreği seçti sonra tekrar düşündü
ve çikolatalı ay çöreği istedi. Madem bir buçuk saatlik
ömrü kalmıştı, artık kolestrol düzeyini düşünerek korku
duyması gereksizdi.
Mummingford pasta maşasıyla ay çöreğini bir
tabağa alırken, Tommy, Del'in annesinin sözlerini daha
iyi açıklamasını istedi. «Ölmüş olan kocanız David
Letterman şovuna mı çıkıyor?»
«Evet. Gece geç vakit yayınlanan bir sohbet
programı.»
«Evet. Bunu biliyorum.»
«David bazen bir konuğunu sahneye davet ediyor.
Ama o yıldız ya da şarkıcı yerine sahneye Ned çıkarak
konuk koltuğuna oturuyor. Ondan sonra bütün program
donuyor. Zaman durmuş gibi ve Ned benimle
konuşuyor.»
Tommy çikolatalı ay çöreğinin tadına baktı. Çok
nefisti.
Bayan Payne konuşmasına devam etti. «Tabii bu
sadece benim kendi televizyonumda oluyor. Bütün
ülkede değil. Ned'i yalnızca ben görüyorum.»
Ağzı çörek dolu olan Tommy başını salladı.
Del'in annesi, «Ned her zaman şahane jestler
yapardı,» dedi. «Onun için de benimle, bir seansta,
şarlatan bir çingenu medyum ya da bir Oujia tahtasıyla
bağlantı kurmayı istemedi Öyle berbat ve tatsız
şeylerden hoşlanmazdı.»
Genç adam kahveyi denedi. Kahvenin hafif bir
vanilya tadı vardı ve güzeldi. Del uşağa baktı. «Ah
Mummingford az kalsın unutacaktım. Kapının önünde
çalıntı bir Ferrari var.»
«Onu ne yapmamı istiyorsunuz Bayan Payne?»
«Arabayı bir saat içerisinde Balboa Adası'na geri
göndere bilir misin? Sana onun park edildiği yeri
söyleyebilirim.» «Olur, Bayan Payne. Herkesin
fincanına yeniden kahve koyayım, sonra bu işle
ilgilenirim.»
Del'in annesi pastadan kopardığı parçaları
Scootie'ye yedirmeye başladı. «Garajdan hangi arabayı
getirmelerini istiyorsun, yavrum?»
«Bu gece olanlara bakılırsa,» dedi. «Hangisini
kullanırsak kullanalım sonunda hurda yığına atılacak.
Onun için fazla değerli arabalarından biri olmamalı.»
«Saçmalama, hayatım. Rahat olmalısın.»
«Şey... Ben iki artı iki Jaguar'ı beğeniyorum.»
Bayan Payne de aynı fikirdeydi. «İyi arabadır o.»
Del, «Jaguar hem güçlü, hem de onunla kolay
manevra yapılabiliyor,» dedi. «Bu olayda da öyle bir
arabaya ihtiyacımız var.» Mummingford, «Jaguar'ı
hemen kapının önüne getirmelerini söyleyeceğim,» dedi.
Del atıldı. «Önce buraya bir telefon getirebilir misin?
Lütfen.»
«Tabii, Bayan Payne.» Uşak odadan çıktı.
Ay çöreğini bitiren Tommy yerinden kalkarak servis
arabasına gitti ve bu kez peynirli bir Danimarka çöreği
seçti.
Genç adam sadece yemekle ilgilenmeye ve
konuşmaya hiç katılmamaya karar vermişti. İki kadın da
neredeyse onu çıldırtacaklardı ve yaşam onların
kendisini sarsmaları için çok kısaydı. Hatta güvenilir
kaynaklara inanılacak olursa, yaşamın gerçekten kısa
olduğu iddiası yüzde kırk ihtimalle kanıtlanacaktı.
Tommy, Del'e, sonra da annesine gülümsedi ve
elinde çöreğiyie koltuğa döndü. Sesi kısılmış olan
radyo-müzik kutusundan Glenn Miller'ın «String of
Pearls» melodisi etrafa yayılıyordu.
Del'in annesi, «Çocuklar, siz gelir gelmez
üstünüzdekileri çıkarıp, birer bornoz giymeniz için ısrar
etmeliydim,» diye başını salladı. «Kılıklarınız şimdiye
kadar kuruyup ısınırlardı.»
Del, «Buradan çıkar çıkmaz tekrar ıslanırdık,» dedi.
«Hayır, yavrum. Yağmur dört dakika sonra
dinecek.»
Del omzunu silkti. «Biz iyiyiz.»
Tommy çöreğini ısırdı ve sonra saatine baktı.
Bayan Payne ona döndü. «Bana o varlıktan biraz
daha söz et. Neye benziyor? Yetenekleri neler?»
«Korkarım bu sorularının daha sonra cevaplanması
gerekiyor, anne. Ben hemen banyoya koşup çıkacağım.
Sonra tekrar kaçmaya başlasak iyi olur.»
«Banyoya gittiğin zaman bari saçlarını da tara,
yavrum. Kurumaya başladıkları için iyice kıvırcıklaştılar.»
Del odadan çıktı. Julia Rosalyn VVinona Lilith'le, iri
kara köpek on saniye kadar çörek yiyen Tommy'yi
süzdüler. Sonra Bayan Payne, «Demek sen 'o'sun?»
diye mırıldandı. Tommy ağzındaki çörek lokmasını yuttu.
«Bu ne anlama geliyor? 'O'sun ne demek?» «Ah, tabii
seni aydınlatabilirim, çocuğum. Bunun anlamı belli. Sen
o'sun.»
«O.»
«Evet, o.»
«O. Bu sözlerde anlamadığım bazı şeyler var.»
Kadın gerçekten şaşırmış gibiydi. «Anlaşılmayan
mı?» «Bu, Güney Denizi'ndeki bir adada, oradaki
yanardağa ta
pan yitik bir kabilenin bir bakireyi alev alev yanan
volkana atmadan önce söyledikleri bir söze benziyor.»
Bayan Payne gerçek bir neşeyle güldü. «Ah, sen
gerçekten harikasın. Mizah anlayışın Ned'inkine çok
benziyor.»
«Ben ciddiyim.»
«Bu sözlerini daha da komikleştiriyor.»
Tommy ısrarla, «Bana o'dan söz edin,» dedi.
«Ah, tabii. Deliverance yalnızca kendisi için tek
erkeğin sen olduğunu söylemek istedi. O. Kızımın,
yaşamının sonuna kadar beraberce olacağı erkek.»
Tommy yüzünün alev alev yanmasından kızarmış
olduğunu anladı. Kan suratına, ağustos güneşinde
kalmış bir termometredeki cıvadan daha hızlı çıkmıştı.
Julia Rosalyn VVinona Lilith'in genç adamın
kızardığını farkettiği anlaşılıyordu. «Ah, Tanrım. Sen
gençlerin en tatlısısın!»
Scootie de aynı fikirde olduğunu belirtmek istermiş
gibi soludu.
Tommy'nin yüzü öylesine kızarmıştı ki, genç adam
terlemeye başladı. Çaresizce konuyu değiştirmeye
çalıştı. «Demek Çamur Gölü'nden beri hiç uyumadınız?»
Bayan Payne başını salladı. «Tonopah'ın hemen
güneyin
de.» «Uykusuz geçen yirmi yedi yıl.» «Hemen hemen
yirmi sekiz. Yani Deliverance'ıma hamile
kaldığımdan beri.» «Yorgun olmalısınız.» Kadın, «Hayır,
yorgun değilim,» diye karşılık verdi. «Uyku
artık benim için gerekli bir şey değil. Bu bir seçenekti.
Ben uyu
mamayı seçtim. Çünkü uyku can sıkıcı bir şey.» «Çamur
Gölü'nde ne oldu?» «Del bunu sana anlatmadı
mı?» «Hayır.» Bayan Payne, «Ah,» dedi. «O halde
bunu anlatmak bana
düşmez. Bu işi Del'e bırakacağım. O istediği zaman
sana anlatır.»
Mummingford elinde portatif telefonla içeri girdi.
Del'in isteğini yerine getiriyordu. Uşak telefonu sigara
masasına bırakarak hiçbir şey söylemeden odadan çıktı.
Çalıntı Ferrari'yle ilgilenmesi gerekiyordu.
Genç adam saatine baktı. «Tommy'ciğim, bana sorarsan
şafak zamanına kadar yaşama şansın yüzde yüz.»
-281
«Eh, yaşayamazsam sizi David Letterman şovu
yoluyla ziyaret ederim, Rosalyn.» «İşte bu çok hoşuma
gider!» Kadın bu düşünceyi çok beğendiğini belirtmek
için ellerini çırptı. Radyo-müzik kutusunda Glenn Miller'ın
büyük orkestrası «American Patrol»u çalıyordu. Tommy
kahvesinin son yudumuyla çöreğinin son lokmasını
yuttu. «Bu tür müzikten hoşlanıyorsunuz sanırım.» «Ah,
evet. Bu, gezegenimizi kurtarmamızı sağlayacak olan
müzik. Tabii eğer dünyamız sadece müzikle
kurtulabilirse...» «Ama siz bin dokuz yüz ellilerin
çocuğusunuz.» Kadın, «Rock'n roli,» dedi. «Evet.
Rock'n roll'dan hoşlanı
yorum. Ama bütün galaksinin hoşuna giden bu müzik.»
Tommy o dört kelimeyi yineledi. «Bütün galaksinin
hoşuna
giden müzik...» «Evet. Başka hiçbir müzik hoşlarına
gitmiyor.» Tommy, «Kızınıza çok benziyorsunuz,»
dedi. Bayan Payne hoşnutlukla gülümsedi. «Ben de
senden hoş
landım, Tommy.» «Demek siz eski radyo programlarını
topluyorsunuz?» Kadın şaşkın şaşkın, «Toplamak
mı?» diye mırıldandı. Genç adam sigara
masasındaki radyoya benzeyen müzik
kutusunu işaret etti. «O bir kaset-çalar mı? Yoksa artık o
eski
programları CD'lere de kaydediyorlar mı?» «Hayır,
yavrum, biz şimdi canlı yayın dinliyoruz.» «Canlı
yayının bandını.» «Hayır. Sadece canlı yayını.»
«Ama Glenn Miller, ikinci Dünya Savaşı sırasında
öldü.»
Bayan Payne, «Evet,» dedi. «Bin dokuz yüz kırk
beşte. Senin yaşında birinin Glenn Miller'ı
anımsamasına şaştım. Öldüğü zamanı hatırlamasına
da.»
Tommy, «Swing tam Amerikanlı bir müzik,» diye
yanıt verdi. «Ve ben Amerikalı olan her şeyi seviyorum.
Gerçekten.»
Kadın mutlulukla, «Del'in sana böylesi cazip
gelmesinin nedenlerinden biri de bu,» diye konuştu.
«Deliverance tam anlamıyla Amerikalıdır.»
«İzin verirseniz tekrar Glenn Miller'a dönelim. Miller
elli yıldan daha uzun bir süre önce öldü.» Bayan Payne
başını sallayarak Scootie'yi okşadı. «Bu çok üzücü bir
olaydı.»
«O halde?»
Kadın kaşlarını kaldırdı. «Ah, neden şaşırdığını
anladım.»
«Sadece küçük bir bölümünü.»
«Anlamadım, yavrum?»
Tommy, «Şu anda yaşayan hiç kimse şaşkınlığımın
o müthiş boyutlarını kavramayı başaramaz,» diye
açıkladı. «Sahi mi? O halde sen uygun besin
almıyorsun. Belki de eksik olan B vitamini. B kompleks.»
«Ya?»
Bayan Payne bilgi verdi. «İyi bir B kompleks, E
vitaminiyle birlikte zihin işlemlerini berraklaştırır.» «Bana
tofu yememi söyleyeceğinizi sanmıştım.» «Tofu prostat
için iyidir.» Tommy kadına, «Glenn Miller,» diye
anımsattı. Hâlâ «Ame
rican Patro!»u çalan radyoyu işaret etti.
Kadın, «İzin ver de bu küçük karmaşayı gidereyim,»
dedi. «Bu konseri canlı yayında dinliyoruz. Çünkü
radyomun trans temporal dalgaları yakalama özelliği
var.»
«Trans-temporal?»
«Evet. Çapraz zaman. Demin Jack Benny'nin
programını dinledim. Canlı yayında. Son derece komik
bir adamdı o. Bugünlerde Benny gibi komedyen
bulunmuyor.»
«Trans-temporal dalgaları yakalayan radyoları kim
satıyor, VVinona? Sears mağazası mı?»
«Sears mi? Sanmıyorum. Benim küçük radyomu
nasıl ele geçirdiğime gelince... En iyisi bunu Deliverance
anlatsın. Çünkü bu da Çamur Gölü'yle ilgili.»
Tommy düşünceli düşünceli, «Trans-temporal
radyo...» diye mırıldandı. «Galiba ben Büyük Ayağa
inanmayı yeğleyeceğim...»
Bu Bayan Payne'in hoşuna gitmedi. «İmkânsız. Ona
inanamazsın.» «Neden olmasın? Artık iblis-bebeklere ve
ifritlere inanıyorum ya!»
«Evet, ama onlar gerçek.»
Genç adam tekrar saatine göz attı. «Yağmur hâlâ
yağıyor.»
Kadın başını yana eğerek büyük Dev Yığın'ın iyi
yalıtılmış damına vuran damlaların hafif sesini dinledi.
Scootie de onu taklit ederek başını yana doğru eğdi.
Bayan Payne bir dakika sonra, «Evet, hâlâ yağıyor,»
dedi. «insana huzur voren bir ses bu.»
«Ama Del'e yağmurun dört dakika sonra dineceğini
söylediniz. Hem de kesin bir tavırla.»
«Evet, bu doğru.»
«Ama yağmur hâiâ yağıyor.»
«Daha dört dakika olmadı ki.»
Tommy parmağını saatine vurdu.
Bayan Payne, «Senin saatin yanlış, yavrum,» dedi.
«Tabii bu gece bir hayli zarar gördü.»
Genç adam saatini kulağına götürerek dinlendi. «Tik
tak.»
Kadın, «Daha on saniye var...» diye mırıldandı.
Genç adam saniyeleri saydı. Sonra kadına bakarak
kederle gülümsedi.
Yağmur hâlâ yağıyordu.
Ama on saniye sonra birdenbire dindi.
Tommy'nin gülümsemesi silindi. Onun yerine Bayan
Payne gülümsedi.
Tommy, «Beş saniye geciktiniz,» dedi.
«Ben hiçbir zaman Tanrı olduğumu iddia etmedim,
yavrum.»
«Peki, ne olduğunuzu iddia ediyorsunuz^ Lilith?»
Kadın dudaklarını büzerek genç adamın sorusunu
düşündü. Sonra, «Yalnızca eski bir balerin olduğumu
iddia ediyorum,» diye cevap verdi. «Yaşamını
zenginleştiren pek çok değişik olayla karşılaşmış olan
biri.»
Tommy gevşekçe arkasına yaslandı. «Bir daha
Payne ailesinden olan bir kadından
şüphelenmeyeceğim.»
«Akıllıca bir karar, yavrum.»
Del içeri girerken, «Akıllıca olan karar nedir?» diye
sordu.
Annesi açıkladı. «Tommy bir daha Payne ailesinden
olan bir kadından şüphelenmemeye karar verdi.»
Del, «Payne ailesinden olan bir kadından
şüphelenmemeye karar vermek sadece akıllıca bir şey
değil,» dedi. «Bu yaşamak için de şart.»
Tommy mırıldandı. «Tabii aklıma peygamberdevesi
de gelmiyor değil.»
«Yani?»
«Bu böceğin dişisi birleşmeden sonra erkeğin
kafasını koparır ve onu canlı canlı yer.»
VVinona, «Payne ailesinden olan kadınların sadece
bir fincan çayla bir çöreği yeterli bulduklarını
öğreneceksin sanırım,» dedi.
Del masadaki telefonu işaret etti. «Onu aradın mı,
Tommy?»
«Kimi?»
«Ağabeyini.»
Tommy, Gi'yi tamamiyle unutmuştu.
Del ona telefonu uzattı. Genç adam Yeni Dünya
Saygon Fırını'ndaki büronun numarasını çevirdi.
Bayan Payne koltuğunda, Scootie'yi rahatsız
etmeden öne doğru uzandı ve trans-temporal radyoyu
kapattı. Glenn Miller'ın «Little Brovvn Jug» parçası
yarıda kesildi.
Telefon karşıda ikinci kez çalarken Gi yanıt verdi.
Tommy' nin sesini duyunca da, «Beni bir saat önce
araman gerekiyordu.» dedi.
«Bir yat kazası nedeniyle geciktim.»
«Ne?»
«O pusuladaki yazıları çevirdin mi?»
Gi Minh bir an durakladı. Sonra, «Hâlâ o sarışınla
birlikte misin?» diye sordu.
«Evet.»
«Keşke onunla olmasaydın.»
Tommy, Del'e bakarak gülümsedi. Sonra Gi'ye,
«İşte buradayım,» dedi.
«O senin için 'kötü haber' demek, Tommy.»
«O daha çok gazetelerin çizgi roman sayfalarına
benziyor.»
«Ne?»
«Tabii Jeffrey Dahmer resimli roman çizseydi.»
Gi bir şey söylemedi. Şaşkınlığın yol açtığı bir
sessizlikti onunki. Tommy bu sessizliği çok iyi tanıyordu.
Genç adam tekrarladı. «Pusuladaki yazıları çevirdin
mi?»
«Kâğıt umduğum kadar iyi kurumadı. Sana yazıların
hepsinin çevirisini söyleyemem. Ama beni korkutacak
kadar şeyi okuyabildim. Peşinde olan bir çete değil,
Tommy.»
«O halde kim?»
«Pek de emin değilim. Şimdi yapman gereken şu:
Hemen gidip annemizi gör.»
Tommy hayretle gözlerini kırpıştırarak koltuktan
kalktı. Ailesinin onda uyandırdığı suçluluk duygusu
yüzünden avuçları yeniden yapış yapış olmuştu.
«Annemi mi?»
«Pusula üzerinde çalıştıkça korkum arttı...»
«Annem mi?»
«...Sonunda fikrini almak için annemi aradım.»
Tommy kulaklarına inanamıyormuş gibi, «Annemi
uykudan mı kaldırdın?» diye sordu. «Anneme,
pusuladaki yazıların anladığım kadarını söylediğim
zaman o da korktu.»
Tommy şimdi odada sinirli sinirli dolaşıyor, arada
sırada göz ucuyla Del'le annesine bakıyordu. «Ben
annemin bu olayı öğrenmesini hiç istemiyordum, Gi!»
«O eski dünyayı çok iyi anlıyor, Tommy. O pusula
da buradan çok, eski dünyayla ilgili.»
«Şimdi annem yine viski içtiğimi söyleyecek...»
«O seni bekliyor, Tommy.»
«...Tıpkı o çılgın dedektifim gibi.» Tommy'nin ağzı
kurumuştu. «Beni mi bekliyor?»
«Fazla zamanın yok, Tommy. Mümkün olduğu
kadar çabuk oraya gitmelisin. Bence bu daha iyi olur.
Hemen. Hızla. Ama o sarışını yanına alma.»
«Almam gerekiyor.»
«O 'kötü haber', Tommy.»
Genç adam Del'e baktı. Doğrusu onda bir kötü
haber hali hiç yoktu. Sarışın kadın saçlarını taramıştı.
Tebessümü tatlıydı. Del, genç adama göz kırptı.
Gi, «Kötü haber,» diye tekrarladı.
«Bu sayfayı daha önce de okumuştuk, Gi.»
Gi içini çekti. «Şey... Hiç olmazsa annemi fazla
sıkma. O korkunç bir gün geçirdi.»
«Benim de harika bir gün geçirdiğim söylenemez.»
«Mai kaçtı.»
Mai en küçük kız kardeşleriydi.
Tommy aptalîaştı. «Kiminle kaçtı?»
«Bir sihirbazla.»
«Hangi sihirbaz?»
Gi içini çekti. «Hiçbirimiz Mai'nin bir sihirbazla
buluştuğunu bilmiyorduk.»
«Onun bir sihirbazla ilişki kurduğunu ilk kez
duyuyorum.» Tommy, kız kardeşinin bağımsızlığını ilan
etmesi yüzünden sorumlu tutulamayacağını belirtmeye
çalışıyordu.
Çamur Gölü'nden beri hiç uyumayan eski balerin
oturduğu koltuktan, «Bir sihirbazla mı?» diye mırıldandı.
«Ne romantik!»
Gi ekledi. «Adamın adı Roland Ironvvright.»
«Vietnamlı adına benzemiyor.»
Gi, «O Vietnamlı değil,» dedi.
«Aman Tanrım!» Tommy yakında Del Payne'le eve
gittiği zaman annesinin ne halde olacağını tahmin
edebiliyordu. Öfkesinden köpürüyor olmalıydı.
Gi, «Adam Vegas'ta sahneye çıkıyor,» diye bilgi
verdi. «Mai'yle bir uçağa binerek Vegas'a gittiler ve
orada evlendiler. Annem durumu ancak bu akşam
öğrendi. Bana, biraz önce ben kendisini arayıncaya
kadar bu konuda bir şey söylemedi. Onun için annemi
fazla zorlama.»
Tommy pişmanlıkla sarsıldı. «Akşam yemeğine
gitmeli, com tay cam yemeliydim.» Gi, «Haydi, hemen
anneme git, Tommy,» diye üsteledi. «Belki o sana
yardım edebilir. Acele etmeni söyledi.»
«Seni seviyorum, Gi.»
«Şey... Tabii... Ben de seni seviyorum, Tommy.»
«Ton'u Mai'yi annemi ve babamı da çok seviyorum.
Gençekten. Hepinizi de o kadar çok seviyorum ki... Ama
özgür olmalıyım.»
Tik-Tak/F:
19
«Biliyorum, kardeşim, biliyorum. Dinle, annemi
arayıp yolda olduğunu söyleyeceğim. Haydi fırla.
Neredeyse zamanın kalmayacak!»
Tommy telefonu kapattığı zaman Del'in annesinin
gözlerinin ucunda titreşen yaşları sildiğini gördü.
Kadın titrek bir sesle, «Bu çok dokunaklıydı,» dedi.
«Ned'in cenaze töreninden beri hiçbir şey bana
böylesine dokunmadı. Törende konuşmayı Frank
Sinatra yapmıştı.»
Del, annesine yaklaşarak elini omzuna koydu.
«Haydi, canım. Üzülme.» Bayan Payne, Tommy'ye
baktı. «Frank öyle güzel konuştu ki. Öyle değil mi, Del?»
Sarışın kadın, «Her zamanki gibi,» dedi.
Bayan Payne ekledi. «Polislerin bile gözleri yaşardı.
Törene iki iriyarı polisin arasında gitmek zorunda kaldım.
Çünkü beni cinayet suçuyla tutuklamışlardı.»
Tommy kesin bir tavırla, «Sizi anlıyorum,» dedi.
Bayan Payne konuşmasını sürdürdü. «Ben oniarı
hiçbir zaman suçlamadım. Ned'i kalbinden vurmuştum.
Olayın bir cinayet olduğunu düşünebiliyorlardı sadece.
Gerçeği göremeyecek kadar kördüler. Sonunda her şey
yoluna girdi. Her neyse... O iki iyi polis Frankin Ned
hakkında söylediği güzel sözlerden çok etkilendiler.
Frank, 'İt VVas a Very Good Year'i söylemeye baş-
layınca da dayanamayıp bebekler gibi hıçkırmaya
başladılar. Onların küçük kâğıt mendil paketimi
paylaşmalarına izin verdim.»
Tommy, kadını teselli etmek için söyleyecek söz
bulamadı. Sadece, «Ne acı...» diye mırıldandı. «Yani
öyle genç yaşta ölmek.»
-290
Del'in annesi, «Ah,» dedi. «Ned o kadar da genç
değildi. Onu vurduğum sırada altmış üç yaşındaydı.»
Genç adamın kişisel felaket saati fıkırdıyor ve ölüm
anı hızla yaklaşıyordu ama bu garip aile yine de ilgisini
çekiyordu. Genç adam kafasından bir hesap yaptı. «Ned
on sekiz yıl önce Del on yaşındayken ölmüş... O halde
siz o sırada otuz ikisindeydiniz ve o altmış üçündeydi,
öyle mi?»
Julia Rosalyn VVinona Lilith, Scootie'yi yere
indirerek koltuğundan kalktı. «Bu bir Mayıs-Aralık
aşkıydı. Ned'le karşılaştığımız sırada ben yirmi
yaşındaydım. O ellisini geçmişti. Ama Ned'i ilk gördüğüm
an kaderimin o olduğunu anladım. Ben o sıradan genç
kızlardan değildim, Tommy'ciğim. Deneyim sahibi
olmayı, öğrenmeyi çok istiyordum. Bu bakımdan müthiş
bir açlık duyuyordum. Yaşamı yiyip yutmak istiyordum.
Deneyimli, her şeyi görmüş, beni eğitecek birine
ihtiyacım vardı. Ned eşsizdi. Vegas'ta küçük bir kilisede
evlendik. Elvis o sırada 'Blue Havvaii' şarkısını" söyledi.
Zavallıcık kötü soğuk almıştı ama yine de nikâha geldi.
Ned'le tanıştıktan on dokuz saat sonra evlendiğimizi
söylemeliyim. Ortak yaşamımızın tek bir dakikası için
bile pişmanlık duymadık. Balayımızı geçirmek için
paraşütle Yucatan yarımadasındaki Campeche
ormanının tam ortasına indik. Yanımızda sadece keskin
iki bıçak, bir kangal ip, bir haritayla pusula ve bir şişede
iyi kırmızı şarap vardı. Uygarlığa on beş gün sonra
sağsalim erişebildik. Birbirimize her zamankinden daha
fazla âşıktık.»
Tommy Del'e baktı. «Çok haklıymışsın. Annen
gerçekten harika.»
Ao da/s'yle Tommy'nin annesine hiç de
benzemeyen VVinona, kızına sevinçle gülümsedi.
«Deliverance benim hakkımda gerçekten öyle mi
söyledin?»
Anne kız kucaklaştılar. Sonra Tommy de Del'in annesine
sarıldı. «Beni bir gece David Letterman şovunu
seyretmeye çağıracağınızı umarım.» «Ah, tabii, yavrum.
O şovu görecek kadar uzun yaşamanı dilerim.» Del,
genç adama, «Şimdi,» dedi. «Senin annenle tanışma
sırası bende.» Bayan Payne onları müzik odasından
çıkararak büyük holden geçirdi. Sokak kapısına götürdü.
iki artı iki Jaguar dışarıda bekliyordu. Bu kasım
gecesinde, yağmur yağmıyordu artık. Tommy kapıyı
açarak, koltuğu öne çekerken Scootie de arka kanepeye
atladı.
Sarışın kadın arabanın diğer tarafına doğru
giderken Bayan Payne, Dev Yığın'ın kapısından kızına,
«Zavallının kafasını koparıp diri diri yerken,» diye
seslendi. «Bu işi çabucak, ona acı vermeden yapmaya
çalış. Çünkü Tommy gerçekten iyi bir çocuk.»
Tommy arabanın üzerinden Del'in gözlerinin içine baktı.
Sarışın kadın, «Sen daha ne olduğunu anlamadan her
şey sona erecek,» dedi. «Sana söz veriyorum, Tommy.»
SEKİZ
Phan'ların Huntington Beach'deki evlerinde
Tommy'nin annesi bahçe yolunda bekliyordu.
Gökyüzünde bulutlar parçalanmaya başlamışlardı ama
kadın ayak bileklerine kadar gelen lastik botlar, siyah
pantalon ve yağmurluk giymiş, başına da plastik bir
yağmur eşarbı bağlamıştı. Bayan Phan hava tahmini
konusunda Bayan Payne kadar usta değildi.
Del direksiyonun başında bekledi. Motoru
durdurmamıştı.
Tommy, Jaguar'dan inerek, «Anne,» dedi. «Ben...»
Kadın onun sözünü kesti. «Arka koltuğa otur. Ben
öne, o korkunç kadının yanına oturacağım.» Genç adam
duraklayınca da ekledi. «Haydi, haydi, budala çocuk.
Şafağın sökmesine bir saat bile kalmadı.».
Tommy telaşla arabanın arkasına, Scootie'nin
yanına atladı.
Annesi Del'in yanına oturarak kapıyı kapattığı
zaman Tommy öne doğru eğildi. «Anne, Deliverance
Payne'ie tanışmanı istiyorum. Del, bu da...»
Annesi öfkeyle sarışın kadına baktı. «Senden hiç
hoşlanmadım.» Del güldü. «Sahi mi? Oysa ben senden
hoşlanmaya başladım bile.»
-293
Tommy'nin annesi, «Haydi, gidelim,» dedi. Del geri
geri giderek sokağa çıktı. «Nereye gidiyoruz?»
«Sola sap. Yola devam et. Ben sana nereden
döneceğimi
zi söylerim. Gi, Tommy'nin hayatını kurtardığını söyledi.»
Tommy, «Hayatımı bir değil birkaç kez kurtardı,» diye
açıkladı. «O...» Tommy'nin annesi Del'i uyardı.
«Oğlumun hayatını kur
tardığın için senden hoşlanacağımı sanma.» «D aha
önce az kalsın onu vuruyordum.» «Bu doğru mu?»
Del tasdik etti. «Doğruya.» Tommy'nin annesi
söylendi. «Eh, pekâlâ. Belki senden
'. hoş ılanabilirim.» ")el (jeriye Tommy'ye bir göz attı.
«Annen harika.» 3i, Tommy'yi hiç tanımadığını söyledi.»
"iş ın kadın, «Ona hemen hemen on saat kadar önce
eıvisi yaptım diye başını salladı.» Ama Tommy'le geril
§?alı altı saat bile olmadı.» vk s;ervisi mi yaptın?»
ars'onum.»
i burger mi yedi?» il d tane.» vcuk. Onunla
buluşmuyor muydunuz?»
mi? Hayır, onunla hiç buluşmadık.» Iljşup gezmeyin.
Hah, buradan sağa sap.» ey e gidiyoruz?» diye sordu.
'iyoruz? Ama neden?»
-294
Annesi, «Bekle de gör,» dedi. Sonra Del'e döndü.
«O çok kötü bir çocuk. Kalbini kıracak.»
Tommy utandı. «Anne!»
Del, «Onunla gezmezsem kalbimi de kıramaz,» diye
yanıt verdi.
«Aferin sana. Sen zeki bir kızsın.»
Scootie zorla Tommy'nin yanından geçerek iri
kafasını öne uzattı. Yeni yolcuyu kuşkuyla kokladı.
Tommy'nin annesi döndü ve köpekle burun buruna
geldi...
Scootie dilini büsbütün sarkıtarak sırıttı.
Bayan Phan, «Köpeklerden hiç hoşlanmam,» diye
açıkladı. «Pis hayvanlar. Her zaman insanı yalarlar.
Buraya bak, beni yalarsan, dilini koparırım.» Scootie ona
hâlâ sırıtıyordu. Usul usul kafasını yaklaştırarak kadını
kokladı, neredeyse yalayacaktı. Tommy'nin annesi
köpeğe dişlerini göstererek hafifçe homurdandı.
Gırtlağından gelen bu ses bir uyarıydı.
Şaşalayan Scootie sarsıldı. Geriledi. Sonra da
karşılık olarak dişlerini gösterdi ve homurdandı.
Kulaklarını kafasına yapıştırdı.
Tommy'nin annesi de dişlerini göstererek
köpeğinkinden daha da tehdit dolu bir tavırla
homurdandı. Scootie inleyerek geriledi ve arka koltuğun
bir köşesine kıvrıldı.
«Önümüzdeki bloktan sola dön.»
Tommy annesine yaranmak için, «Mai'nin yaptığını
öğrendiğim zaman çok üzüldüm.» diye mırıldandı. «Ne
oldu bu kıza? Sen kalk bir sihirbazla kaç!»
-295
Annesi dikiz aynasından öfkeden ateş saçan
gözlerle oğluna baktı. «Ona ağabeyi kötü örnek oldu.
Genç bir kızı, ağabeyi gibi kötü bir örnek mahvetti.
Geleceği, kötü bir örnek olan ağabeyi yüzünden söndü.»
Del kadına takıldı. «Bu hangi ağabeyi?»
Genç adam, «Anne, bu haksızlık!» diye bağırdı.
Del, «Tabii ya,» diye atıldı. «Tommy hiçbir zaman
bir sihirbazla kaçmadı.» Gözlerini yoldan ayırarak genç
adama baktı. «Şey... Yoksa kaçtın mı, Tofu Çocuk?»
Phan Anne, «Evlilik planları yapılmıştı,» diye
açıkladı. «Geleceği çok parlaktı. Şimdi çok iyi bir
Vietnamlı genç, gelinsiz kaldı.»
Del şaşırdı. «Aileler tarafından .kararlaştırılan bir
evlilik, öyle mi?» Tommy'nin annesi, «Nguyen'lerin
oğlu,» dedi. «İyi bir delikanlı.»
Sarışın kadın mırıldandı. «Chip Nguyen mi?»
Phan Anne öfkeyle ıslığa benzer bir ses çıkardı. «O
sarışınları kovalayan, herkesi'vuran gülünç dedektif
değil.» Tommy, Del'e, «Vietnam'da Nguyen adı sizin
Smith gibi
dir,» dedi. «Çoğu kişinin soyadı Nguyen'dir.»
«Öyleyse neden dedektifine Chip Smith adını
vermedin?»
«Evet, herhalde öyle yapmam gerekirdi.»
Sarışın kadın, «Sana bunu neden yapmadığını
söyleye
yim,» dedi. «Atalarınla gururlanıyorsun.» Tommy'nin annesi,
«O atalarının üzerine işiyor,» diye homurdandı.
«Anne!»
Bayan Phan'ın böyle konuşması Tommy'yi öylesine
üzdü ki genç adamın göğsü sıkıştı. Soluk alabilmek için
çabalamak zorunda kaldı. Annesi hiç küfretmezdi.
Küfürlü konuşmasından onun her zamankinden çok
daha öfkeli olduğu anlaşılıyordu.
Del, «Sen aslında Tommy'yi yanlış anlıyorsun,»
diye düşüncesini açıkladı. «Aile onun için çok önemli.
Ona bir fırsat verirsen...»
«Senden hiç hoşlanmadığımı söylemiş miydim?»
Del, «Öyle bir şeyden söz ettin sanırım,» dedi.
«Ne kadar çok konuşursan senden o denli az
hoşlanıyorum.» «Anne, şimdiye kadar senin birisine
kaba davrandığını hiç görmedim. Ailenden olmayan bir
kimseye yani.»
«Sen seyret! Kızım, sola dön.» Del bu emri yerine
getirirken, Tommy'nin annesi üzüntüyle titrek bir soluk
verdi. «Mai için seçilen damat o gülünç Chip Nguyen
değildi. Nguyen Huu Van'dı. Aliesi çörekçi. Pek çok
yerde çörek dükkânları var. Delikanlı Mai'ye çok
uygundu. Ama artık kızımın o sihirbazdan çocukları
olacak. Acayip sihirbaz çocuklar.»
Del, «Yaşamın bütün anlamı da bu değil mi?» diye
mırıldandı.
«Ne demek istiyorsun?»
«Acayip sihirbaz çocuklar. Yaşamın nasıl olduğunu
özetleyecek üç kelime varsa o da bu. Acayip sihirbaz
çocuklar. Yaşamımız boyunca neler olacağını önceden
bilemeyiz. Hayat, fırsatlar ve gizlerle dolu olmalı. Yeni
insanlar, yeni yöntemler, yeni
-297
umutlar, yeni düşler. Fakat eski yöntemlere her zaman
saygı duymalı. Temelde her zaman gelenekler ama yine
de daima yeni. İşte yaşamı ilginç yapan da bu.»
«Ne kadar çok konuşursan, senden o denli az
hoşlanıyorum.»
«Evet, demin söyledin.»
«Ama beni dinlemedin.»
Del, «Bu da benim kusurum,» dedi.
«Dinlememek mi?»
«Hayır, her zaman konuşmak. Dinliyorum ama yine
de her zaman konuşuyorum.» Tommy, köpeğin yattığı
köşenin karşısına büzüldü. Bu konuşmaya katılarak iki
kadınla yanşamayacağını biliyordu. Tommy'nin annesi
Del'e, «Konuşurken dinleyemezsin ki,»
dedi.
«Saçma.»
«Sen kötü habersin.»
Del güldü. «Ben hava gibiyim.»
«Efendim?»
«Ne iyiyim, ne de kötü. Sadece varım.»
«Kasırga da var. Ama o kötü.»
Sarışın kadın, «Kasırga olmak jeolojiden daha
iyidir,» dedi.
«Ne demek bu?»
«Kasırga olmak kayadan bir dağ olmaktan daha
iyidir.»
«Kasırga başlar biter. Ama dağ her zaman
oradadır.»
«Dağ her zaman orada olamaz.»
Phan Anne ısrar etti. «Dağ her zaman oradadır.»
Sarışın kadın başını salladı. «Her zaman değil.»
«Dağ nereye gidecek ki?»
Del garip bir heyecanla, «Güneş patlar,» diye yanıt
verdi. «Nova haline dönüşür ve dünya da uçar.»
«Sen delisin.»
«Bir milyar yıl bekle, görürsün.»
Tommy'le Scootie göz göze geldiler. Genç adam bir
dakika kadar önce bile köpeği kendine bu kadar yakın
hissedeceğine inanamazdı.
Sarışın kadın, genç adamın annesine baktı. «Dağ
havaya uçarken, ateş kasırgaları başlar. Dağ kaybolur.
Ama kasırga yine döne döne eser.»
«Sen de o lanet olasıca sihirbaz gibisin.»
Del, «Teşekkür ederim, Bayan Phan,» dedi. «Bu
kaya ve makas oyununun daha geniş çaptaki bir
kopyası. Kasırgalar kayaları yener. Çünkü kasırgalar
ihtiras demektir.»
«Kasırgalar sadece sıcak havadır.»
«Soğuk hava.»
«İyi ya, hava işte.»
Del dikiz aynasına göz attı. «Çocuklar, izleniyoruz.»
İki yanında kauçuk ağaçları bulunan bir
sokaktaydılar. Evler güzel ama küçüktü.
Tommy doğrularak, damla biçimli spor arabanın
arka camından geriye baktı. Peşlerinde dev bir Peterbilt
traktör ve treyler vardı. Koskocaman gibi bir şeydi bu. Bir
dev. Onlardan da ancak altı metre kadar gerideydi.
Tommy şaşkınlıkla, «Bu saatte, sadece evlerin
bulunduğu bu semtte ne işi var?» diye mırıldandı. Del
gaza bastı. «İşi seni öldürmek.»
Dev kamyon da süratini onlara uydurmak için
hızlandı. Sokaktaki sodyum buharı lambalarının ön
cama vuran titrek ışıklarında şişman yardımsever
yabancının direksiyonda olduğu görülüyordu. Uçuk
suratlı yaratık sırıtıyordu. Ama o mesafeden gözlerinin
yeşil rengi farkedilmiyordu.
Tommy, «Olamaz...» diye fısıldadı.
Del, «Oluyor işte,» dedi. «Ah, keşke annem de
burada olsaydı.» Bayan Phan, «Senin annen var mı?»
diye sordu. Del homurdandı. «Aslında ben bir böcek
yumurtasından
çıktım. Hiç çocuk olmadım. Sadece bir larvaydım.
Haklısın, Bayan Phan. Hiçbir zaman annem olmadı.»
«Sen fazla ukalasın.»
«Teşekkür ederim.»
Phan Anne, oğluna, «Bu kız çok ukala,» diye açıkladı.
Kendini bir çarpışmaya karşı hazırlamaya çalışan
Tommy, «Evet, biliyorum,» dedi. Motoru çığlığa benzer
sesler çıkaran kamyon hızla ileri doğru atıldı ve
Jaguar'ın tamponuna vurdu. Araba sarsıldı, yolda kaydı.
Del sağa sola dönen direksiyonla boğuşuyordu. Ama
sarışın kadın kontrolü kaybetmemişti. Tommy, «Onu
geride bırakabilirsin,» dedi. «Tanrı aşkına! O bir
Peterbilt, sense bir Jaguar'sın.» Del hatırlattı. «O
doğaüstü bir yaratık. Onun için de avantaj onda. Burada
yollarla ilgili her zamanki koşullar geçerli değil.»
Peterbilt onlara tekrar çarptı. Jaguar'ın tamponu
yerinden fırladı, sokakta şangırdayarak kulübemsi bir
evin ön bahçesine uçtu.
Tommy'nin annesi, «Önümüzdeki blokta sağa dön,»
diye emretti.
Del hızlanarak Peterbilt'le aralarındaki mesafeyi
geçici olarak açtı. Son anda sağa saptı, kayarak sokağa
girdi. Lastiklerden iniltiye benzeyen sesler ve dumanlar
çıkıyordu. Araba topaç gibi dönmeye başladı.
Scootie ancak çok küçük bir köpeğin çıkaracağı bir
sesle havladı. Arka kanepeden yere yuvarlandı.
Tommy devrileceklerini düşündü. Durum bunu
gösteriyordu. Genç adamın devrilip yuvarlanmak
konusunda deneyimi vardı artık. Arabanın devrilmesine
yakın son açının insanda nasıl bir duygu uyandırdığını
biliyordu. Ve şimdiki durum da aynı görünüyordu.
Ancak, Del'in kontrolundaki Jaguar yola inatla
yapıştı. Bir daire çizmeyi tamamladıktan sonra çığlığa
benzeyen sesler arasında sarsılarak durdu.
Scootie hiç de aptal bir köpek değildi. Kanepeden
tekrar yuvarlanmamak için sarışın kadın gaza hızla
basıncaya kadar yerde bekledi. Ancak araba hızla ileri
atıldıktan sonra Tommy'nin yanına çıktı.
Arka camdan bakan genç adam Peterbilt'in biraz
önceki yolda şiddetle fren yaptığını gördü. Doğaüstü
yaratık araba sürme konusunda çok üstündü. Acaba
cehennemde de karayolları var mıydı? Los Angeles
bölgesinde çalışacak olan iblisler orada mı antrenman
yapıyorlardı? Yaratığın bütün ustalığına rağmen dev
taşıtın ani ve sert bir dönüş yapmasını sağlaması
imkânsızdı. Temel fizik kuralları hâlâ geçerliydi.
Yardımsever yaratık kamyonu durdurmaya çalıştı.
Ama Peterbilt kavşakta hızla kayarak yandaki blokta
gözden kayboldu.
Tommy kamyonla treylerin çarpışmaları için dua
etti.
Jaguar hızlandı. Şimdi saatte yetmiş mille
gidiyorlardı. Ön koltukta Tommy'nin annesi, «Kızım,»
dedi. «Sen kitaplardaki manyak halde deli olan
dedektifler gibi araba sürüyorsun.»
Del mırıldandı. «Teşekkür ederim.»
Phan Anne çantasından bir şey çıkardı.
Genç adam, annesinin çantasından ne çıkardığını
göremedi. Ama sonra durumu açıklayan o bir dizi
elektronik sesi duydu. «Ne yapıyorsun, anne?.
«Gideceğimiz yere telefon ediyorum?»
«Elindeki nedir?»
Vietnamlı kadın neşeyle, «Cep telefonu,» dedi.
Genç adam şaşırdı. «Senin cep telefonun mu var?»
«Neden olmasın?»
«Ben böyle telefonları sadece önemli kimselerin
kullandıklarını sanıyordum.» «Artık durum öyle değil.
Herkeste cep telefonu var.>* «Ya? Ben araba sürerken
telefonla konuşmanın tehlikeli bir
şey olduğunu sanıyordum.» Phan Anne son numaraya da
bastı. «Ben araba sürmüyorum ki. Şu an yalnızca
yolcuyum.» Del, «Tanrı aşkına, Tommy,» dedi. «Orta
Çağ'da yaşıyormuş gibi konuşuyorsun.»
Tommy arka pencereden geriye baktı. Peterbilt bir
blok ötede onların geride bıraktıkları sokakta geri döndü.
Kaza geçi rmemişti.
Biri, Phan Anne'nin telefonuna cevap vermiş
olacaktı ki, kadın kendini tanıttıktan sonra telefonda
Vietnam dilinde konuşmaya başladı.
Bir buçuk blok geride olan Peterbilt kavşağı aştı.
Tommy saatine baktı. «Şafak kaçta söküyor?»
Del, «Bilmiyorum,» diye başını salladı. «Belki yarım
saat, belki kırk dakika sonra.» «Annen bunu dakikası
dakikasına ve saniyesi saniyesine bilirdi.»
Del bunu kabul etti. «Herhalde.»
Tommy, annesinin söylediklerinin arasından sadece
birkaç sözcüğü anlayabilmişti. Phan Anne'nin konuştuğu
kimseye fena halde öfkelendiği belliydi. Genç adam,
annesinin ses tonu yüzünden suratını buruşturdu. Bayan
Phan'ın kızdığı kişi kendisi olmadığı için de sevindi.
Arkalarındaki Peterbilt onlara yaklaşıyordu. Aradaki
mesafe bir bloka inmişti.
Tommy endişeyle, «Del?» dedi.
Sarışın kadın onun endişelerini gidermeye çalıştı.
«Kamyonu görüyorum.» Yandaki aynaya tekrar bir göz
attıktan sonra iyice hızlandı. Oysa zaten tehlikeli
denilecek kadar süratle gidiyorlardı. Bu hız, evlerin
bulunduğu semtteki sokakların durumuna göre
gerçekten tehlikeliydi.
Tommy'nin annesi son kez Vietnam dilinde
küfrettikten sonra telefonu kapattı. «Kafasız kadın!»
Del, «Bırak artık,» diye önerdi.
Phan Anne, «Kastettiğim sen değilsin,» dedi. «Sen
kötü habersin. Tehlikeli ve kötüsün. Ama kafasız
değilsin.»
Sarışın kadın, «Teşekkür ederim,» dedi.
«Ben Quy'u kastettim. Aptal kadın.»
Tommy, «Kim o?» diye sordu.
«Bayan Quy Trang Dai.»
«Bayan Quy Trang Dai de kim?»
«Kafasız bir kadın.»
«Kafasızlığı dışında kim o?»
«Kuaför.»
Tommy, «Kuaföre neden gittiğimizi hâlâ anlamış
değilim,» dedi.
Del ona bir göz attı. «Saçlarının kesilmesi
gerekiyor.»
Jaguar'ın motoru öyle homurdanıyordu ki Phan
Anne sözlerini duyurabilmek için sesini yükseltti. «O
sadece bir kuaför değil. Benim arkadaşım. Her hafta
onunla ve diğer hanımlarla mah-jongg oynuyoruz. Bazen
de briç.»
Sarışın kadın Tommy'ye gülümsedi. «Oraya
güzelce kahvaltı etmek için gidiyoruz. Sonra da
mah-jongg oynayacağız.» Bayan Phan, «Quy benim
yaşımda,» diye ekledi. «Ama benden farklı.»
Genç adam meraklandı. «Nasıl farklı?»
«Quy çok eski kafalı. Vietnam âdetlerine çok bağlı.
Yeni dünyayla uyum sağlayamıyor. Hiçbir şeyin
değişmesini de istemiyor.» Genç adam başını salladı.
«Ah, evet, anlıyorum. Yani o senden çok farklı, anne.»
Sonra yerinde dönerek korkuyla arka camdan baktı.
Kamyon hızla yaklaşıyordu. Onlardan ancak bir blokun
üçte ikisi uzaktaydı.
Phan Anne, «Quy, bizim ailemiz gibi Saygon'dan
değil,» dedi. «Kentte doğmamış. Cehennemin
köşesindeki ıssız bir yerden. Laos'la Kamboçya sınırı
yakınındaki Xan Nehri'nin kıyısında önemsiz bir köyden.
Oradaki insanlar gariptir. Ve garip bilgileri de var.»
Del, «Yani orası Pittsburgh gibi bir yer,» diye
mırıldandı.
Tommy sordu. «Nasıl garip bilgiler?»
«Sihir. Ama ahmak Roland lronwright'ın şapkadan
tavşan çıkarması gibi aptalca bir sihir değil. Ancak Mai
onun yaptıklarını zekice buluyor.»
Tommy uyuşmuş gibiydi. «Sihir...»
«Ya da büyü. Örneğin Quy bir kızın aşkını
kazanman için bir iksir hazırlıyor. Ya da işte başarılı
olman için muska veriyor. Ama daha kötüleri de var.»
«Daha kötüleri mi? Yani?»
Phan Anne gizli bir şeyi açıklayacağını belirten bir
sesle, «Ölülerle konuşmak,» dedi. «Ölüleri yürütmek ve
onları esir olarak çalıştırmak.» Peterbilt şimdi onlardan
ancak yarım blok ötedeydi. Yaklaşırken homurtusu
Jaguar'ınkini bastırıyordu.
Sarışın kadın arabayı mümkün olduğunca hızlı
sürmeye çalışıyordu. Cesaret edebildiği ölçüde, araba
hızla gidiyordu. Ama yine de iblisin yaklaşmasını
engelleyemiyordu.
Tommy'nin annesi ekledi. «Xan Nehri büyüsü
yeraltındaki karanlık dünyadan ruhları çağırıyor.
Büyücünün düşmanlarını lanetliyor.»
Del, «Bu Xan Nehri'nin habis uzaylıların etkisinde
olduğu kesin,» diye fikrini açıkladı.
Tik-Tak / F: 20
Phan Anne, «Quy Trang Dai bu tür büyüyü biliyor,»
dedi. «Bir cesedin mezarından çıkmasını ve ona
söylenen kimseyi öldürmesini sağlıyor. Kurbağaların
erbezlerinden bir ilaç yapıyor. Onu kullanarak düşmanın
kalbini ve karaciğerini eritip çamura dönüştürüyor.
Kocanla yatan kadını lanetliyor. O kadın da bir yaratık
doğuruyor. İnsan başlı, köpek vücutlu ve ıstakoz kıskaçlı
bir şey.»
Tommy'nin tepesi iyice attı, «Ve sen bu kadınla
mah-jongg oynuyorsun öyle mi?»
Phan Anne, «Bazen de briç» diye ekledi.
«O canavarla nasıl arkadaşlık edebildin?»
«Saygılı ol, oğlum. Ouy'un yaşı seninkinden çok
büyük. O bir canavar da değil. Bez bebekle yaptığı
budalaca şey dışında iyi bir kadın o.»
«O beni öldürmeye çalışıyor!»
«Hayır. Seni öldürmeye çalıştığı yok.» «O beni
öldürmeye çalışıyor!» «O manyak sarhoş dedektif
gibi çıldırma, bağırıp çağırma.»
«O beni öldürmeye çalışıyor!»
«O yalnızca Vietnam geleneklerine daha fazla saygı
göstermen için seni biraz korkutmaya çalışıyor.»
Arkalarında yardımsever yabancı havalı kornaya üç
kez uzun uzun bastı. Neşeyle, onları öldürmek için iyice
yaklaştığını haber veriyordu.
«Anne, peşimizdeki bu yaratık bu gece üç masum
insanı öldürdü bile! Ve başarabilirse beni de öldürecek!»
Tommy'nin annesi üzüntüyle içini çekti. «Quy Trang Dai
büyü konusunda her zaman yeterince başarılı
olamıyor.»
«Ne?»
«Herhalde o bez bebeği yaparken bir şeyi
kullanmayı unuttu. Ya da iblisi yeraltındaki dünyadan
yanlış bir sözcükle çağırdı. Hata yaptı.»
«Hata mı?»
«Herkes bazen hata yapar.»
Del, «Silgileri onun için üretiyorlar,» dedi.
Tommy bağırdı. «O Bayan Dai'yi öldüreceğim!
Yemin ediyorum!» Phan Anne, «Aptallık etme,» diye
söylendi. «Quy Trang Dai iyi bir kadın. Öyle iyi bir
hanımı öldürmemelisin.»
«Kahretsin! O iyi bir kadın filan değil!»
Del hoşnutsuz, «Tommy,» dedi. «Senin insanları
böyle yargıladığını hiç duymamıştım.» Tommy meydan
okurcasına, «Onu öldüreceğim,» diye yineledi.
Bayan Phan, «Quy hiçbir zaman kendi için büyü
yapmıyor,» dedi. «Büyü sayesinde zengin olmaya
kalkışmıyor. Bir kuaför olarak hayatını kazanıyor.
Yalnızca başkalarına yardım etmek için yılda bir iki kez
büyüye başvuruyor.»
Tommy homurdandı. «Tanrı biliyor ya, bütün
bunların bana hiç yardımı olmadı.» Sarışın kadın
durumu kavramış gibi bir tavır takınmıştı. «Ah, şimdi
anladım.»
Tommy, «Ne?» dedi. «Neyi anladın?»
Peterbilt'in havalı kornasının sesi tekrar duyuldu.
Del, Tommy'nin annesine baktı. «Ona gerçeği
açıklayacak mısın?»
-307
Bayan Phan, «Senden hiç hoşlanmıyorum,» diye hatırlattı.
«Beni henüz doğru dürüst tanımadın ki.»
«Seni hiçbir zaman doğru dürüst tanımayacağım.»
«Seninle birlikte bir öğle yemeği yiyelim. Bakalım
anlaşabilecek miyiz?»
Tommy kafasında çakan şimşek yüzünden sanki
kör oldu. «Tanrım, Tanrım! Anne sen bu canavardan, bu
Dai denilen bu kaçık kadından o bez bebeği yapmasını
istedin mi?»
«Hayır.» Phan Anne öne doğru eğilmiş olan oğluna
bakmak için döndü. «Asla! Sen bazen düşüncesiz
davranıyorsun. Doktor olmaya yanaşmadın. Fırında
çalışmayı da istemedin. Kafan budalaca hayallerle dolu.
Ama kalbin kötü değil. Kötü bir çocuk olduğunu
söyleyemem. Hiçbir zaman kötü değildin.»
Annesinin bu sözleri genç adama dokundu. Yıllar
boyunca annesi onu hiç övmemişti. Oysa şimdi Bayan
Phan'ın düşüncesiz ama iyi bir evlat olduğunu
açıklaması... Bu anne sevgisini kaşıkla, fincanla, hatta
kâseyle içmeye benziyordu.
«Quy Trang Dai ve diğer hanımlarla mah-jongg
oynuyorum. İskambil de. Oynarken konuşuyoruz. Kimin
kocasının ihanet ettiğinden, kimin oğlunun çeteye
katıldığından söz ediyoruz. Çocukların neler yaptıklarını
anlatıyoruz. Torunların söyledikleri sevimli sözleri
tekrarlıyoruz. Ben de senden söz ediyorum. Ailenden ve
asıl kişiliğinden uzaklaştığını söylüyorum. Köklerini kay-
bettiğini, Amerikalı olmaya çalıştığını da. 'Ama bunu
hiçbir zaman başaramayacak,' diyorum. 'Sonunda
yolunu kaybedecek.'
Tommy, «Ben Amerikalıyım,» dedi.
«Hiçbir zaman Amerikalı olamayacaksın.» Phan
Anne'nin gözlerinde oğlu için duyduğu korku ve sevgi
vardı.
Tommy sonsuz bir keder duydu. Aslında Phan Anne
kendinin tam bir Amerikalı olamadığını anlatmak
istiyordu. Kadın kendini kaybolmuş gibi hissediyordu.
Vatanı ondan alınmıştı. Onu hiçbir zaman tam anlamıyla
uyamayacağı ve hoşlanmayacağı bir ülkeye
taşımışlardı. Burası bolluk, dostluk ve özgürlük dolu bir
ülkeydi ama yine de... Kadın, Tommy'nin müthiş bir
ateşle erişmeye ve tadına varmaya çalıştığı Amerikan
rüyasının ancak küçük bir kısmını elde edebilirdi. Genç
adam bu kıyılara kendini yeniden yaratacak kadar küçük
yaşta erişmişti. Ama annesinin kalbinde her zaman o
eski dünya, zamanın ve uzaklığın daha da arttırdığı
zevkleriyle güzellikleriyle yaşayacaktı. Bu nostalji
kadının hiçbir zaman iyice uyanamayacağı melankolik
bir düştü. Bayan Phan'ın bütün ruhuyla Amerikalı olması
imkânsızdı. Bu yüzden çocuklarının böyle
değişebilmelerine inanmakta zorluk çekiyordu. Hatta
bana hiç inanamıyordu. Onların isteklerinin sadece
düşkırılığı ve acı duygulara yol açmasından korkuyordu.
Tommy usulca tekrarladı. «Ben Amerikalıyım.»
«O aptal Quy Trang Dai'den bez bebek yapmasını
istemedim. Bu onun kendi fikriydi. Seni korkutmak için
yaptı herhalde. Gerçeği ancak bir iki saat önce
öğrendim.»
Tommy annesinin üzüntüsünü gidermeye çalıştı.
«Sana inanıyorum.»
«Sen iyi bir çocuksun.»
Genç adam elini öne, annesine doğru uzattı.
Annesi onun elini tutarak sıktı.
Del, «İyi ki ben annem kadar romantik değilim,»
diye mırıldandı. «Yoksa hüngür hüngür ağlar ve önümü
göremediğim için de arabayı süremezdim.»
Arkalarındaki Peterbilt'in parlak farları Jaguar'ın içini
aydınlatıyordu.
Havalı korna çaldı, sonra tekrar çaldı. Jaguar bu
sesin gücüyle sarsıldı.
Tommy arkaya bakma cesaretini kendinde bulamadı.
Bayan Phan kamyonun bir uçağın homurtusuna
benzeyen gürültüsü arasında sesini yükseltti. «Ben her
zaman senin için endişelendim. Mai'nin, tatlı Mai'nin
sorun olabileceği hiçbir zaman aklıma gelmedi. O çok
sessizdi. Her zaman uysal bir kızdı. Ama şimdi ailemiz
onun acısıyla öldü sayılır. Vegas'taki o korkunç sihirbaz,
bu yaşlı aptal Vietnamlı anneye gülüyor. Mahvolmuş
kızım ondan acayip sihirli bebekler yapacak.»
Del, «Ne yazık ki Norman Tockvvell çoktan öldü,»
dedi. «Yoksa bütün bunlardan harika bir resim
çıkarabilirdi.» Phan Anne, Tommy'ye baktı. «Bu
kadından hoşlanmıyorum.»
«Biliyorum, anne.»
«Kötü haber o. Onun tamamiyle bir yabancı
olduğuna emin misin?» «Onunla daha bu gece
karşılaştım.» «Bu kadınla gezip tozmuyor muydun?»
«Hayır. Hiçbir zaman.» Phan Anne, Del'e, «Şu köşeden
sola sap,» dedi. Sarışın kadın, «Şaka mı ediyorsun?»
diye sordu. «Şu köşeden sola dön. Quy Trang Dai'nin
evine hemen
hemen geldik sayılır.» «Sapmak için yavaşlamam gerekecek
ve yavaşlarsam, Bayan Dai'nin iblisi bizi ezip geçecek.»
Phan Anne, «Daha iyi sür öyleyse,» diye önerdi.
Del kadına öfkeyle baktı. «Beni dinle, hanımefendi.
Ben dünya çapında bir araba yarışçısıyım. Dünyanın
hemen her yerinde yarışmalara katıldım. Kimse benden
daha iyi araba kullanamaz. Annem dışında.»
Phan Anne cep telefonunu uzattı. «O halde anneni
ara ve ona ne yapmam gerektiğini sor.»
Sarışın kadının yüzünde haşin bir ifade belirdi. «Sıkı
tutunun!»
Tommy annesinin elini bırakarak kanepede geriye
kaydı. Emniyet kemerini aradı. Emniyet kemeri
kördüğüm olmuş gibiydi.
Scootie çareyi, kanepenin önünde yere sinmekte
bulmuştu. Del'in tam arkasındaydı.
Tommy emniyet kemerini açamayacağını anlayınca
köpeği taklit etmeye karar verdi. Kendi yanındaki ön
koltukla, arka kanepenin arasındaki yere çöktü. Böylece
çarpışma olduğu zaman annesinin kucağına fırlamaktan
kurtulacaktı.
Del fren yaptı. Homurdanan Peterbilt, Jaguar'a arkadan
çarptı. Bu çarpışma şiddetli olmamıştı. Taşıt geriledi.
Sarışın kadın tekrar fren yaparken tekerlekler inledi.
Tommy' nin burnuna yanık lastik kokusu geldi.
Peterbilt bu kez arkadan daha şiddetle çarptı ve
arabadan çığlığa benzeyen bir ses çıktı. Jaguar sarsıldı,
sanki tamir edilecek olan bir saat gibi parçalarına
ayrılacaktı. Tommy başını ön kanepenin arkasına vurdu.
Kamyonun farları arabanın içini öylesine
aydınlatıyordu ki genç adam yerde karşısındaki köpeğin
suratını görebiliyordu. Scootie sırıtıyordu.
Del yine fren yaparak, direksiyonu iyice sağa doğru
kırdı. Genç kadın bunu özellikle Peterbilt'in yanlış yöne
doğru gitmesi için yapmıştı. Çünkü kamyonun Jaguar
kadar hızlı manevra yapması olanaksızdı. Sarışın kadın
sonra Phan Anne'nin istediği gibi hızla sola döndü.
Genç adam da köpek gibi neler olduğunu
göremiyordu. Ancak Del'in kamyonun yolundan tümüyle
kaçamadığını biliyordu. Çünkü sola saparlarken Peterbilt
onlara tekrar vurdu. Jaguar'ın tam arkasına. Taşıt öyle
şiddetle çarptı ki, Tommy'nin kulakları çınladı,
bedenindeki bütün kemikleri titredi. Ve Jaguar döndü.
Hem de tam üç yüz altmış derece. Aynı şey tekrarlandı.
Hatta belki üçüncü defa da döndü araba. Tommy'ye onu
sanayi boyu bir çamaşır kurutma makinesine atmışlar
gibi değildi.
Tekerlekler gıcırdadı, lastikler patladı. Lastik
parçaları gürültüyle çamurlukların altına çarptı. Çelik
jantlar yere sürünerek çığlığa benzer sesler çıkardılar.
Arabadan kopan parçalar altta takırdayarak uçup gittiler.
Ama Jaguar devrilmedi. Takırdayıp, tıngırdayarak
dönüşü tamamladı. Sakat bir beygir gibi yalpaladı. Yine
de hâlâ dört tekerinin üzerinde kaldı.
Tommy ön koltukla arka kanepe arasındaki dar
yerden zorlukla çıkarak doğruldu. Etrafa arka camdan
baktı. Köpek de pencerenin önünde ona katıldı. Şimdi
kulak kulağa öylece duruyorlardı. Kamyon daha önce de
olduğu gibi kavşakta dönemeyerek hızla geçti. Del, «E,
araba sürmem konusunda şimdi ne diyorsun?» diye
sordu. Phan Anne, «Seni bir daha sigorta etmezler,»
dedi.
Deliverance Payne bile berbat hale gelen Jaguar'ı
hızla sürmeyi başaramayacaktı. Spor araba
zangırdayarak, takırdayıp, hışırdayarak; yalpalayıp,
sarsılarak, buhar çıkarıp sıvı akıtarak ilerledi. Araba aynı
filmlerde komik dağlıların kullandıkları eski püskü
kamyonetler gibi.
Arkalarında dev Peterbilt kavşağa geri geri döndü.
Del, «En aşağı iki lastik patladı,» diye açıkladı.
«Yağ basıncı da düşüyor.»
Tommy'nin annesi, «Az kaldı,» diye cevap verdi.
«Garajın kapısı açık olacak. İçeri girersek hepimiz
güvende oluruz.»
Del sordu. «Hangi garajın kapısı?»
«Quy'un evindeki garajın.»
«Ah, evet, şu cadı kuaför.»
«O cadı değil. Sadece Xan Nehri'nden. Genç bir
kızken bazı gizli şeyler öğrenmiş.» Del, «Seni kırdıysam
özür dilerim,» dedi. «İşte bak. Sağda, iki ev ötede.
Işıkları yanıyor. Garaj kapısı
da açık. İçeri girersin, Quy Dai de kapıyı kapar ve artık
güvende oluruz.» İblis sürücü vites değiştirerek sokağa
girdi. Arka pencereden giren taşıtın farları Tommy'yi
aydınlattı.
Scootie yine inledi. Sonra Tommy'nin yüzünü
yaladı. Ya genç adama cesaret aşılamaya çalışıyordu ya
da ona, «Elveda,» diyordu.
Genç adam, köpeğin salyalarını silerek öne doğru
döndü. «Ben nasıl güvende olabilirim? Henüz şafak
sökmedi. O şey nereye gittiğimizi görecek.»
Annesi, «Bizi izleyerek içeri giremez,» dedi. Tommy bir
kehanette bulunarak, «Beni dinle anne. Kendine iblis
konusunda güvenme. O, taşıtla evi bile delip geçer,»
dedi.
«Hayır. Bebeği yapan Quy. Yeraltından o ruhu
çağıran da yine o. Bu yüzden iblisin Quy'a zarar vermesi
imkânsız. Yaratık Quy Trang Dai onu davet etmedikçe,
eve giremez.»
«Evet, anneciğim, söylediğim doğru olabilir. Ama
iblislerden bu kadar nazik olmalarını bekleyemeyiz.»
Del söze karıştı. «Hayır. Annen haklı sanırım.
Doğaüstü dünyanın kendine özgü kuralları vardır. Bizim
fizik kanunlarımız olduğu gibi.»
Arkadaki taşıtın farları tekrar arabanın içini
aydınlatırken, Tommy söylendi. «O lanet olasıca varlık,
o lanet olasıca kamyonla lanet olasıca eve dalarak beni
öldürdüğü takdirde kime şikâyet edeceğim? Albert
Einstein'a mı, Papa'ya mı?»
Del evin bahçe yoluna saptı. Jaguar gıcırdıyor,
şıngırdıyor, şangırdıyor, yaylanıp, sarsılıyor; kısaca
rock'n roll yapıyordu. Böylece ışıklı kapısı açık garaja
girdiler. Sarışın kadın fren yaptığı zaman motor
öksürüğe benzeyen bir ses çıkararak tekledi. Arka aks
kırıldı ve Jaguar'ın arka kısmı gürültüyle garajın ze-
minine çöktü.
Garaja girdikten sonra arkalarından büyük kapı
aşağıya inerek kapandı.
Tommy'nin annesi arabadan indi.
Tommy onu izlediği sırada Peterbilt'in havalı
frenlerinin çığlığa benzer sesler çıkardıklarını duydu.
Seslerden anlaşıldığına göre iblis kaldırıma yanaşarak
evin önünde durmuştu.
Garajla evin arasındaki kapıda on iki yaşındaki bir
kız boyunda, ince kuş gibi bir Vietnamlı kadın duruyordu.
Yüzü küçük bir bebek kadar tatlıydı. Arkasına pembe bir
eşofman, ayaklarına da koşu ayakkabıları giymişti.
Phan Anne, kadına Vietnam dilinde kısaca bir
şeyler söyledi. Sonra da onu tanıttı. «Bu Quy Trang
Dai.»
Bayan Dai, Tommy'ye bakarken yüzünde üzgün bir
ifade belirdi. «Bu hata için özür dilerim. Çok üzgünüm.
Çok korkunç ve aptalca bir hata yaptım. Kendimi cahil,
değersiz ve ahmak bir ihtiyar gibi hissediyorum.
Mümkün olsa kendimi cezalandırmak için yılanlardan
oluşan bir nehrin dibindeki çukura atmak isterdim. Ama
burada ne öyle bir çukur var, ne de yılanlar.» Siyah
gözleri doldu. «Kendimi o çukura atmayı öyle istiyorum
ki.»
Del, genç adama, «E,» dedi. «Onu öldürecek
misin?»
«Belki de öldürmem...»
«Miskin.»
Dışarıda Peterbilt'in motoru hâlâ çalışıyordu.
Bayan Dai yaşların akmaması için gözlerini
kırpıştırdı ve yüzünde haşin bir ifade belirdi. Sarışın
kadına dönerek onu tepeden tırnağa süzdü. Sonra
kuşkuyla, «Sen de kimsin?» diye sordu.
«Ben tam bir yabancıyım.»
Büyücü kadın kaşlarını kaldırarak genç adama
baktı. «Bu doğru mu?» Tommy, «Doğru,» dedi. Quy
Trang Dai, «Onunla gezip tozuyor musun?» diye sordu.
Del atıldı. «Ben sadece onun adını biliyorum.»
Tommy, Bayan Dai'nin şüphelerini gidermeye
çalıştı. «Çoğu zaman adımı doğru dürüst bilemiyor bile.»
Garajın büyük kapısına baktı. Dışarıdaki kamyonun
motorunun birdenbire hızlanacağından emindi...
«Dinleyin, burada gerçekten güvende miyiz?»
«Burada güvendeyiz... Ev daha güvenli ama...»
Bayan Dai gözlerini kısarak sarışın kadını inceledi.
Sanki Vietnamlı kadın, Del'in delikanlının ahlakını
bozduğunu düşünüyormuşcasına, onun evine girmesini
istemiyor gibiydi.
Del, genç adama döndü. «Sen çukur kazmaya
razıysan ben de yılanlar bulabilirim sanırım.»
Phan Anne, Quy Trang Dai'ye Vietnam dilinde bir
şeyler söyledi.
Bayan Dai suçlu suçlu başını önüne eğdi. Kafasını
salladı ve sonunda da içini çekti. «Pekâlâ. İçeri girin.
Ama evim çok temizdir. Bu köpek eve alışık mı?»
«Eve alışık değil ama hadım ettirdim.» Del,
Tommy'ye göz kırptı. «Ne yapayım dayanamadım,»
dedi. Bayan Dai onları eve aldı. Çamaşırlık, mutfak ve
yemek odasından geçtiler.
Tommy, büyücünün koşu ayakkabılarının
topuklarının yere bastıkça ışık çıkardığını farketti. Işıklar
düzgün bir biçimde sağdan sola doğru yansıyordu. Bu
ayakkabılar geceleri koşu yapmaya çıkan spor
meraklıları için bir güvenlik önlemiydi. Oysa görünüşleri
insana Vegas'ın kumarhane ışıklarını anımsatıyordu.
Bayan Dai oturma odasında, «Burada oturup şafağı
bekleyeceğiz,» dedi. «Kötü ruhun şafakta gitmesi
gerekiyor. Ondan sonra her şey yoluna girecek.»
Oturma odası işgal altındaki Vietnam'ın tarihçesini
yansıtıyordu: Basit Çin ve Fransız eşyaları. İki modern
Amerikan koltuğu. Kanepenin yukarısına, duvara bir
'İsa'nın Kutsal Kalbi' tablosu asılmıştı. Köşede bir Budist
mihrabı vardı. Parlak kırmızı mihrabın üzerine taze
meyve konulmuştu. Seramik kaplar buhur çubuklarıyla
doluydu. Çubuklardan biri yakılmıştı.
Bayan Dai sırmalı beyaz bir yastığı olan büyük bir
Çin işi siyah iskemleye oturdu. Bu öyle büyüktü ki, zaten
ufak tefek olan pembeli kadın şimdi çocuğa daha da çok
benziyordu. Işıklı ayakkabıları yere erişemiyordu bile.
Phan Anne yağmurluğunu çıkarmadı ama başındaki
plastik eşarbı çözdü. Bir berjere yerleşerek çantasını
kucağına koydu.
Tommy'le Del de kanepenin kenarına iliştiler.
Scootie onların önünde yere oturdu. Merakla bir Phan
Anne'ye bakıyordu, bir Bayan Dai'ye.
Peterbilt'in motoru hâlâ çalışıyordu.
Sokak kapısının iki yanında birer pencere vardı.
Tommy, pencerelerin birinden kamyonun bir kısmını
görebiliyordu. Bütün ışıkları yanıyordu taşıtın, ama
öndeki sürücü yerini ve yardımsever yabancıyı görmesi
imkânsızdı.
Bayan Dai saatine baktı. «Şafağa yirmi iki dakika
var. Ondan sonra korkacak hiçbir şey kalmayacak.
Herkes mutlu olacak.» Phan Anne'ye dönerek,
«Kimsede artık dostlarına kızmayacak.» dedi. «Çay
isteyeniniz var mı?»
Hepsi de nazikçe bu teklifi reddettiler.
Kadın ısrar etti. «Çay yapmak benim için zahmet
olmaz.»
Herkes yine nezaketle bu öneriye, «Hayır,» dedi.
Kısa bir sessizlikten sonra Del, «Demek siz Xan
şehrinin kıyısında doğup büyüdünüz?» diye sordu.
Kadının gözleri parladı. «Ah, orası o kadar güzeldir ki. O
bölgeye gittiniz mi?» Del, «Hayır,» dedi. «Ama her
zaman oraya gitmeyi istedim.»
Bayan Dai küçük ellerini çırparak heyecanla eski
vatanını övdü. «Çok güzel, çok güzel. Orman yemyeşil
ve karanlıktır. Hava nemlidir ve büyüyen bitkilerin
kokusuyla doludur. Bu koku yüzünden zorlukla soluk
alırsın. Pek çok çiçek ve yılan vardır. Sabahları etrafa
kırmızı ve altın rengi bir sis basar. Sis alacakaranlıkta
mora dönüşür. Sülükler kalın ve uzundur. Sosise ben-
zerler.»
Tommy, «Ah ne güzel, ne güzel,» diye homurdandı.
«Mezarlıktan çıkarılan ölüler de pirinç tarlalarında
çalışırlar...»
Bayan Dai, «Efendim?» dedi.
Annesi genç adama öfkeyle baktı. «Saygılı ol!»
Genç adam sözlerini beceriksiz büyücüye
tekrarlamaya yanaşmadı. Del onun yerine, «Bayan Dai,
siz küçük bir kızken Xan Nehri'nin yukarılarında, garip
bir şeyler gördünüz mü?» diye sordu.
«Garip mi?»
«Tuhaf şeyler?»
«Gökyüzünde mi?»
«Belki de disk biçimli şeyler. Şöyle tabak gibi.»
Bayan Dai şaşkınca mırıldandı. «Gökyüzünde
tabaklar mı?»
Tommy bir ses duyar gibi oldu. Dışarıda bir şeyler
oluyordu. Belki de duyduğu kamyonun kapısı
kapanırken çıkan sesti...
Del taktiğini hafifçe değiştirdi. «Bayan Dai doğup
büyüdüğünüz köyde ormanda yaşayan ve insana
benzeyen kısa boylu yaratıklarla ilgili efsaneler anlatılır
mıydı?»
Büyücü kadın, «Kısa boylu neler?» diye sordu.
«Bir yirmi boyunda, gri derili, top gibi kafalı iri gözlü
yaratıklar. Gözleri insanları ipnotize ediyor. Öyle şeyler
işte...» Quy Trang Dai yardım istiyormuş gibi Phan
Anne'ye baktı. Kadın da, «Bu kız kaçığın teki,» diye
açıkladı. Del konuşmasını sürdürdü. «Geceleri görülen
acayip ışık
lar. İnsanları karşı koyamayacakları bir güçle çeken,
çakıp sönen ışıklar. Xan Nehri'nin kıyılarında böyle
şeyler görüldü mü?»
«Orman geceleri çok karanlık olurdu. Köy daha da
karanlık. Elektrik yoktu.»
Sarışın kadın sorgulamasını sürdürdü.
«Çocukluğunuzda bazen neler yaptığınızı
hatırlamadığınız oldu mu? Açıklanamayan geçici hafıza
kayıpları? Bazen bomboş hissedilen bir kafa?»
Bayan Dai iyice şaşalamıştı. Onun için sadece,
«Çay içmek isteyen var mı?» dedi.
«Kahretsin... Bu kesin...» Del bu sözleri Scootie'ye
söylüyormuş gibi bir tavır takınmıştı. Ama herhalde
kendi kendisiyle konuşuyordu. «Bu kesin. Xan Nehri
kötü uzaylıların önemli etki merkezlerinden biri.»
Ön verandadan ağır birinin ayak sesleri geldi.
Bütün kasları gerilen Tommy bekledi. Kapıya
vurulduğu zaman da kanepeden hızla ayağa fırladı.
Bayan Dai, «Kapıyı açma,» diye uyardı. Del
homurdandı. «Öyle ya. Kapıdan kapıya dolaşıp eşya
satan o saldırgan kadınlardan biri gelmiş olabilir.»
Scootie ihtiyatla sürüne sürüne kapıya gitti. Eşiği
kokladı. Burnuna hoşuna gitmeyen bir koku geidiği için
inledi ve telaşla Del'in yanına döndü.
Kapıya yine vuruldu. Eskisinden daha gürültülü ve
ısrarlı.
Büyücü kadın, «İçeri giremezsin!» diye seslendi.
İblis kapıya tekrar vurdu. Vuruşlarının şiddetinden
kanat sarsıldı, sürgü fıkırdadı. Kadın, «Defol git,» dedi.
Sonra Tommy'ye döndü. «Sadece on sekiz dakika kaldı.
Ondan sonra herkes mutlu olacak.» Phan Anne, «Otur
Tuong,» diye emretti. «Herkesin sinirini bozuyorsun.»
-319
Genç adam gözlerini ön kapıdan alamıyordu. Sonra
pencerelerden birindeki bir hareket dikkatini çekti. Yılan
gözlü şişman adam camdan onlara bakıyordu.
Genç adam endişelendi. «Silahımız bile yok.»
Phan Anne, «Silaha,gerek yok ki,» dedi. «Quy
Trang Dai var. Otur ve sabırla bekle. »
Yardımsever yabanc ı kapının yanındaki diğer
pencereye giderek camdan Tommy'ye açlıkla baktı.
Parmağının eklemiyle cama vurdu.
Adam, Del'e tekrarladı. «Silahımız bile yok.» Del,
«Bayan Dai var ya,» diye anımsattı. «Onu ayak bilek-
lerinden yakalayarak sopa gibi kullanabilirsin.»
Büyücü kadın işaret parmağını yardımsever
yabancıya doğru salladı. «Seni ben yarattım. Şimdi
gitmeni emrediyorum. Onun için hemen git!»
İblis pencereden döndü. Verandayı gürültüyle aştı
ve ön basamaklardan indi. Phan Anne, «Gördün mü,
Tuong?» dedi. «Artık otur ve doğru dürüst davran.»
Genç adam titreyerek kanepeye çöktü. «O gerçekten
gitti mi?»
Bayan Dai, «Hayır,» dedi. «Şimdi evin etrafında
dolaşıyor. Bir kapı ya da pencereyi kapamayı unutup
unutmadığımı anlamaya çalışıyor.»
Genç adam yine fırladı. «İçeri girebilir mi?»
«Hayır, hayır. Ben aptal değilim.»
Tommy, büyücüye anımsattı. «Korkunç bir hata
yaptınız ama.»
Phan Anne inledi. «Tuong...» Oğlunun kabalığı onu
çok sarsmıştı.
Genç adam. «Ah,» dedi. «O gerçekten bunu yaptı.
Öyle feci bir hata yapabildiğine göre, neden bir ikincisi
olmasın?»
Bayan Dai dudağını sarsıttı. «Bir tek hata yaptım.
Ömrümün sonuna kadar onun için özür mü
dileyeceğim?»
Genç adam korkunun yarattığı baskı yüzünden
kafatasının neredeyse patlayacağını sanıyordu.
«Çılgınlık bu. Gerçek olamaz.»
Bayan Dai, «Ama gerçek,» dedi.
«Bir kâbus olmalı.»
Sarışın kadın, Bayan Dai'ye, «O böyle şeylere karşı
hazırlıklı değil,» diye açıkladı. «X Dosyalarını izlemiyor.»
Büyücü, genç adama hayretle, «X Dosyalarını gerçekten
izlemiyor musun?» diye sordu. Phan Anne üzüntüyle
başını salladı. «Herhalde iyi, eğitici programlar yerine
saçmasapan dedektif dizilerini seyrediyor.» Evin diğer
tarafından sesler geldi. Yardımsever yabancı
pencerelere vuruyor, kapı tokmaklarını yokluyordu.
Scootie Del'e sokuldu. Sarışın kadın onu okşayarak kor-
kusunu gidermeye çalıştı.
Bayan Dai, «Ne yağmur yağdı değil mi?» dedi.
Phan Anne başını salladı. «Üstelik mevsimin daha
başlarında.» «Bana ormanda yağan yağmurları hatırlattı.
Çok şiddetliydi.»
«Geçen yılki kuraklıktan sonra yağmur gerekliydi.»
«Evet, bu yıl kuraklık olmayacağı kesin.»
- 321 -Tik-Tak/F:21
Del, «Bayan Dai,» dedi. «Vietnam'daki köyünüzde
çiftçiler ürünlerin arasında geniş daire izleri buldular mı?
Tarlalarında olmaması gereken derince şekiller? Ya da
pirinç tarlalarına bir şeyin inmiş olabileceğini gösteren
daire biçimli geniş çukurlar?»
Phan Anne koltuğunda öne doğru eğilerek, Bayan
Dai'ye, «Tuong gözlerinin önünde durup cama vuran
iblise inanmak istemiyor,» diye açıkladı. «Bunun kötü bir
rüya olduğunu düşünmeyi tercih ediyor. Ama bir yandan
da Büyük Ayağın gerçek olduğunu sanıyor.»
«Büyük Ayak mı?» Büyücü kıkır kıkır güldüğünü
belli etmemek için elini dudaklarına bastırdı.
Şişman yardımsever yabancı ayaklarını vura vura
basamaklardan tekrar ön verandaya çıktı. Kapının
solundaki pencerede belirdi. Gözleri ışıl ışıl ve kin
doluydu.
Büyücü saatine baktı. «Durum iyi.»
Tommy ayakta duruyor ve titriyordu.
Bayan Dai, Phan Anne'ye, «Mai için çok üzüldüm,»
dedi.
Bayan Phan, «O annesinin kalbini kırdı...» diye
mırıldandı.
Kadın başını salladı. «O çok pişman olacak.»
«Ona her şeyin doğrusunu öğretmek için çok
çabaladım.»
«Mai zayıf, sihirbaz ise kurnaz.»
Phan Anne, «Tuong, kız kardeşi için kötü bir örnek
oldu,» dedi. Tommy gerilmiş sinirleri yüzünden
sallanıyordu. «Bunu daha sonra konuşamaz mıyız?
Tabii 'daha sonrası' varsa.»
Penceredeki yaratık kulakları tırmalayan bir sesle
uludu. Uluması bir hayvanınkinden çok elektronik bir
aletten çıkan sese benziyordu.
Bayan Dai Çin tarzı iskemlesinden kalkarak
pencereye doğru döndü. Ellerini beline dayayarak, «Kes
şunu, seni kötü yaratık!» diye söylendi. «Komşuları
uyandıracaksın!»
İblis sustu ama Bayan Dai'ye de kötü kötü baktı.
Gözlerinde Tommy'ye bakarken beliren aynı nefret
vardı.
Şişman adamın ay gibi yusyuvarlak olan suratı
birdenbire çenesinden saçlarının dibine kadar yarıldı.
Yaratığın Nevvport Limanı'nda yatın burnuna tırmandığı
zamanki gibi suratının iki parçası yanlara doğru sarktı.
Şimdi yeşil gözleri iki yandan yuvalarından uğrayacak
kadar irileşmişti. İblisin suratının ortasındaki yarıktan
kırbaç kadar ince, bölüm bölüm kara dokunaçlar uzandı.
Yirmi kadardı bunlar. Bu siyah dokunaçlar iri dişlerle
dolu bir emme deliğinin etrafında kıvrılıp bükülmeye
başladılar. İblis suratını pencereye dayarken dokunaçlar
camda hızla kaydılar.
Büyücü, iblisi aşağılayarak, «Beni
korkutmuyorsun,» dedi. «Yüzünün fermuarını kapat ve
defol git.»
Kıvıl kıvıl dokunaçlar yaratığın kafasının içine
girdiler. İblisin suratının iki parçası birleşerek şişman
adamın yüzüne dönüştü. Gözleri yine iblisin yeşil
gözleriydi.
Bayan Phan, oğluna, «Gördün mü?» dedi. Hâlâ
kucağında çantasıyla sakin sakin oturuyordu. Ellerini de
çantasının üzerine koymuştu. «Ouy Trang Dai varken
silaha hiç gerek yok.»
Del başını salladı. «Çok etkileyici.»
Pencerede düşkırıklığına uğradığı iyice belli olan
yardımsever yabancı yalvarış ve ihtiyaç dolu bir sesle
miyavîar gibi bir ses çıkardı.
Bayan Dai pencereye doğru üç adım attı.
Ayakkabılarının topuklarında hâlâ ışıklar yanıp
sönüyordu. Kadın ellerinin ter
siyle yaratığa işaret etti. Sabırsızca, «Defol,» diye
homurdandı. «Defol git.» Bu yardımsever yabancının
dayanamayacağı bir şeydi. Aniden şişman yumruğunu
salladığı gibi camı kırdı. Cam parçaları etrafa saçılırken
büyücü kadın üç adım geriledi. Sonra Çin tarzı
iskemleye çarptı. «İşte bu hiç iyi değil!» Tommy haykırdı.
«Bu hiç iyi değil mi? Ne demek 'Bu hiç iyi değil?'» Del de
kanepeden kalktı. «Galiba içme fırsatını bulabileceğimiz
son çayı da reddettiğimizi söylemek istiyor.» Phan Anne
berjerden kalkarak Quy Trang Dai'ye Vietnam dilinde
çabuk çabuk bir şeyler söyledi. Gözlerini kırık
penceredeki iblisten ayırmayan büyücü de ona aynı
dilde yanıt verdi. Bayan Phan da sonunda korkmaya
başlamıştı. «Ah, oğlum...»
Annesinin bu iki kelimeyi söylerken sesinde beliren
ifade genç adamı kötü etkiledi. Sanki belkemiğinin
üzerinde buzdan parmaklar dolaşıyordu.
Pencerenin önünde duran yardımsever yabancı
kendi cüretine şaşmış gibiydi. Ne de olsa burası onu
cehennemden ya da Kan Nehri büyücüleri bu tür
yaratıkları nereden çağırıyorlarsa oradan getiren
büyücünün kutsai eviydi. İblis pencerenin çevresinde
takılı kalan birkaç cam parçasına hayretle baktı. Kendini
bu hareketten sonra yeraltındaki kükürt kokulu
mağaralardan birinde bulmadığı için şaşırıyor olmalıydı.
Bayan Dai saatine baktı.
Tommy de öyle.
Tik tak.
Yardımsever yabancı endişeyle yarı inleyerek,
öfkeyle yarı homurdayarak pencereden oturma odasına
atladı. Büyücü, «Biraraya gelelim,» dedi. «Bu daha iyi
olur.» Tommy, Del ve Scootie sigara masasının
arkasından çık
tılar. Phan Anne ve Bayan Dai'ye sokularak sıkı bir grup
oluşturdular.
Yılan gözlü şişman adamın arkasında kukuletalı
yağmurluk yoktu artık. Yattaki yangının üzerindeki bütün
giysileri yakmış olması gerekirdi. İşin garibi giysileri
yalnızca hafifçe alazlanmıştı. Sanki alevlerden
etkilenmeyen iblisin bu özelliği üstündekilere de
geçmişti. Sivri burunlu siyah ayakkabıları iyice çizilmiş,
çamur içinde kalmıştı. İblisin buruşmuş, pis pantolonu,
aynı şekilde kirlenmiş, kurşunlardan yırtılmış gömleği;
yeleği, ceketi, üzerinden etrafa yayılan keskin duman
kokusu, gardenyalar kadar beyaz cildi ve insanlarınkine
benzemeyen gözlerle biraraya gelince, karşılarındakinin
ölü bir insan olduğunu düşünmeleri normaldi.
İblis yarım dakika kadar belirgin bir endişe ve
kararsızlıkla durdu. Belki de Bayan Dai'nin evinin
kutsallığını bozduğu için cezalandırılmayı bekliyordu.
Tik tak.
Yaratık sonra silkindi. Tombul yumruklarını sıktı.
Sonra açtı. Tekrar sıktı. Şişman pembe diliyle
dudaklarını yaladı. Ve karşısındaki gruba tiz bir sesle
bağırdı.
Zamanınız şafakta doluyor.
Pencerenin dış'inda gökyüzü hâlâ karanlık
görünüyordu. Kapkara değil ama koyu kurşuni bir
karanlık.
Tik tak.
Sonra Bayan Dai, Tommy'yi çok şaşırtan bir
davranışta bulundu. Sol elini ağzına götürerek avucunun
en etli yerine dişlerini vahşice geçirdi. Baş parmağının
dibinin yakınına. Isırdığı yerden kan çıktı. Büyücü kanlı
elini genç adamın alnına vurdu. Bu sanki azap çeken,
pişmanlık duyan birinin hastalığına son vermek için ona
vurarak, insanları inançla iyileştirdiklerini iddia eden o
adamlardan birinin davranışı gibiydi. \.
Genç adam kanları silecek olduysa da büyücü,
«Hayır,» diye önledi onu. «Bırak on.'ar kalsın. İblis bana
bir şey yapamaz. Çünkü onu ben çağırdım ve bez
bebeğin içine girmesini emrettim. O bana zarar
veremez. Eğer sen de benim gibi kokarsan, o, senin de
ben olduğunu sanır. Bu yüzden sana da zarar vermek
istemez.»
Yardımsever yabancı yaklaşırken Bayan Dai, Del'le
Bayan Phan'ın alnına da kanını sürdü. Kısa bir
duraklamadan sonra Scootie'ye de aynı şeyi yaptı.
Telaşlı bir fısıltıyla, «Kımıldamayın,» diye emretti.
«Kımıldamayın. Sesinizi de çıkarmayın.»
Yaratık homurdanarak, hışırtılı sesler çıkararak
grubun otuz santim kadar yakınına geldi. İğrenç kokulu
solukları mide bulandırıyordu. Yanmış bozuk etler,
ekşimiş süt ve çürük soğan gibi kokuyordu soluğu. Sanki
iblis başka bir yaşamda yüzlerce peynirli burger yemiş
ve cehennemde bile hazımsızlık çekmişti.
İblisin tombul beyaz elleri çatırdayarak insanların
etlerini ustalıkla yarmak ve parçalamak için yaratılmış
sivri kıskaçlara dönüştü.
Yaratık parlak yeşil gözlerini Tommy'ye dikti.
Bakışları genç adamın vücudunu delip geçti sanki. İfrit
genç adamın ruhundaki kod numarasına bakarak onun
kimliğini okuyor gibiydi.
Genç adam hiç kımıldamadı. Sesini de çıkarmadı.
İğrenç varlık, onu bir süre kokladı. İfrit, Tommy'yi
yem dolu yalağını zevkle koklayan bir domuz gibi değil
de sanki son derecede hassas bir burnu olan ve bir
kadeh dolusu güzel Bordeux şarabından yükselen o çok
hafif kokuyu ayırt etmeye çalışan bir şarap uzmanı gibi
kokladı.
Yaratık ıslığa benzer sesler çıkararak döndü ve Del'i
de kokladı. Ama Tommy'ye yaptığı gibi uzun uzun
koklamadı onu.
Sonra sıra Bayan Dai'ye geldi.
Sonunda da Phan Anne'ye.
Yaratık Scootie'yi koklamak için eğildiği zaman
köpek de ona karşılık verdi.
Hepsinde de büyücünün kokusunun olması iblisi
şaşırtmıştı. Grubun etrafında dolaştı, anlaşılmaz bir dilde
kendi kendine söylenerek homurdandı.
Tommy, üç kadın ve köpek hiç konuşmadan sanki
sözleşmişler gibi bir daire üzerinde usul usul ilerlediler.
Ve avını arayan yardımsever yabancıya kanlı suratlarını
döndüler.
Üç yüz altmış derecelik dönüş yaptıkları ve eski
yerlerine geldikleri zaman ifrit dikkatini tekrar Tommy'ye
verdi. Eğilerek yüzünü iyice genç adamınkine yaklaştırdı
ve onu kokladı. Kokladı. Ve tekrar tekrar kokladı.
Şişman adamın burnu mide bulandıran bir şıpırtıyla
genişleyerek koyulaştı. Bir sürüngenin pullu burnuna
dönüştü. Yassı burun delikleri iyice büyüdü. Yaratık ağır
ağır, derin derin soluk aldı. Nefesini tuttu. Sonra
soluğunu verdi. Hayatı tekrar daha ağır ağır ve derin
derin içine çekti.
Yılan gözlü iblis ağzını açtı ve Tommy'ye doğru
çığlıklar attı. Ama genç adam, kalbinin deli gibi
çarpmasına karşın ne irkildi, ne de bağırdı.
Sonunda ifrit içinde tuttuğu havayı verdi. Soluğunun
pis kokusu, onun suratına geldi, Tommy neredeyse Dev
Yığın'a uğradıkları zaman yediği çörekleri ve içtiği
kahveyi çıkaracaktı.
Yaratık ayaklarını sürüyerek daha önce Tommy'nin
annesinin oturduğu berjere gitti. Kadının çantasını yere
attı. Koltuğa yerleşerek öldürücü kıskaçlarını kucağına
bıraktı. Ve bu kıskaçlar bir dakika sonra tekrar şişman
adamın ellerine dönüştüler.
Tommy, annesinin gruptan ayrılarak çantasını
kapmasından ve onunla ifritin kafasına vurmasından
korktu. Ama kadın kendinden umulmayacak bir
çekingenlikle, büyücünün önerdiği gibi kımıldamadı ve
sesini de çıkarmadı.
İriyarı yardımsever yabancı dudaklarını şapırdattı.
Yorgun yorgun içini çekti. Parlak yeşil gözleri değişti.
Onların yerini öldürdüğü yardımsever yabancının
kahverengi gözleri aldı.
.İfrit bileğindeki saate baktı.
Tik tak.
Yaratık esnedi ve önündeki gruba bakarak gözlerini
kırpıştırdı.
Garip hayvan berjerde öne eğilerek iki eliyle sağ
ayağını kavradı. Sanki hiç eklemi yokmuş gibi ayağını
olmayacak bir biçimde suratına yaklaştırdı. Ağzı bir
kulağından diğerine kadar, tıpkı bir timsahın ağzı gibi
iyice açıldı. Yaratık ayağını ve sonra şişman bacağını
ağzına tıkmaya başladı.
Tommy gözucuyla pencereye baktı.
Doğuda, gökyüzüne uçuk pembe bir ışık
yayılıyordu. Sanki göğün yüzü kızarıyordu.
İfrit üç boyutlu bir yaratık değil de kâğıttan oyulmuş
ayrıntılı bir sekilmiş gibi kendi üstüne kapanmayı
sürdürdü. Giderek küçüldü, küçüldü. Son değişimi
gözlerden gizleyen bir ışıltıyla tekrar bez bebeğe
dönüştü. Şimdi tıpkı Tommy'nin onu kapısının önünde
bulduğu zamanki gibiydi. Beyaz pamukludan yapılmış,
siyah dikişleri kopmamış, gevşek kol ve bacaklı bir
bebek.
Bayan Dai pencerenin dışındaki pembe gökyüzünü
işaret etti. «Bu, güzel bir gün olacak.»
DOKUZ
Musluk suyu ve kâğıt havlularla alınlarındaki kanları
sildiler.
Vietnamlı iki kadın mutfak masasının başına
geçtiler.
Bayan Phan, büyücünün buzdolabından çıkardığı
bir merhemi kadının ısırdığı eline sürdü. Üzerine de
gazlı bezden bir tampon yerleştirdi.
«Canının yanmadığından emin misin?»
Quy Trang Dai, «Tabii, tabii,» dedi. «Yara çabuk
iyileşecek. Önemli bir şey yok.»
Bez bebek masada yatıyordu.
Tommy gözlerini ondan alamıyordu. «Bu lanet
olasıca şeyin içinde ne var?»
Büyücü, «Şimdi mi?» diye sordu. «Şu anda daha
çok kum var. Biraz nehir çamuru. Ve yılan kanı. Gerisini
bilmemen daha iyi olur.»
«Onu ortadan kaldırmak istiyorum.»
Bayan Dai, «Bebek artık sana zarar veremez,»
dedi. «Zaten onu parçalamak da bana düşer. Bu işi
kurallara göre yapmalıyım. Yoksa sihirin etkisi
kaybolmaz.»
«O halde bebeği hemen, şimdi parçalayın.»
«Öğle zamanına kadar beklemem gerekiyor. Güneş
tam tepede, dünyanın diğer yarısında da gece olmalı. O
zaman sihir kaybolur.»
-330
Del atıldı. «Bu çok mantıklı.» Bayan Dai masadan kalktı.
«Artık çay içmeye hazır mısınız?» Tommy hırçınlaştı.
«Bebeğin parça parça edildiğini ve içindeki her şeyin
rüzgârda uçtuğunu görmek istiyorum!»
Bayan Dai dolapların birinden çaydanlığı aldı. «Beni
seyredemezsin. Sihiri büyücünün yalnız başına yapması
gerekir. Başka gözler bunu görmemelidir.»
«Kim demiş?» «Xan Nehri'ndeki ölmüş olan atalar
koymuşlar bu kuralları. Ben değil.» Del, Tommy'nin
kolunu tuttu. «Seninle bir dakika konuşabilir miyim?»
Sarışın kadın, Tommy'yi mutfaktan çıkararak oturma
odasına götürdü. Scootie de onları izledi.
Del, «O çaydan sakın içme,» diye fısıldadı.
«Ne?»
«Ailesinden uzaklaşan bir çocuğu geri getirmenin
başka yolları da vardır.» «Nasıl?» «Bir ilaç. Egzotik
baharat karışımı: Bir tutam nehir çamuru.»
Del yine fısıltıyla konuşuyordu. «Kimbilir?»
Genç adam açık kapıdan içeri baktı. Bayan Dai
mutfakta çay yaparken, annesi de masaya dilimlenmiş
pastalar ve çörekleri koyuyordu.
Del yine fısıldadı. «Belki Bayan Dai aklını başına
toplamanı ve ailene geri dönmeni sağlamak konusunda
fazla hevesli davrandı. Belki de en güçlü yola başvurdu.
Yani bebeğe. Oysa güzel bir fincan dolusu uygun
çaydan yararlanması daha mantıklı olurdu.»
Büyücü mutfakta çay fincanları ve tabaklarını
masaya diziyordu. İblis-bebek hâlâ orada yatıyor ve
hazırlıkları hristo teyeli gözleriyle izliyordu.
Tommy mutfağa girdi. «Anne, artık gitmemiz iyi olur
sanırım.» Phan Anne dilimlediği pastadan başını
kaldırdı. «Önce çay
içip bir şeyler ye. Sonra gidersin.» «Hayır. Ben şimdi
gitmek istiyorum.» «Kabalık etme, Tuong. Çay içip
pasta yerken babana tele
fon ederim. Bizim yiyip içmemiz sona erinceye kadar o
da gelir.
Fırındaki işinin başına gitmeden önce bizi eve götürür.»
Tommy, «Del'le ben hemen gideceğiz,» diye ısrar
etti. Kadın, «Araba yok ki,» diye anımsattı. «Bu deli
kadının ara
bası garajda, hurda halinde.» «Peterbilt dışarıda
kaldırımın kenarında. Motoru da hâlâ
çalışıyor.» Phan Anne'nin kaşları çatıldı, «O çalınmış bir
kamyon.» Tommy, «Onu sahibine geri vereceğiz,»
dedi. Bayan Dai, «Garajdaki hurda ne olacak?» diye
sordu. Del, «Mummingford onu alması için birini
gönderir,» dedi. «Kim?» «Yarın!» Tommy, Del ve
Scootie oturma odasına geçtiler. Cam kırık
ları ayaklarının altında çatırdayıp şıngırdıyordu. Bayan
Dai'yle Phan Anne onları izledi.
Tommy anahtarı kilitte çevirerek ön kapıyı açarken
annesi, «Seni bir daha ne zaman göreceğim?» diye
sordu.
Genç adam söz verircesine, «Yakında,» dedi.
«Bu gece yemeğe gel. En sevdiğin yemek var. Com
tay cam.»
«İşte bu çok güzel. Mımmm. Akşamı iple
çekeceğim.»
Bayan Dai'yle Phan Anne de onlarla birlikte
verandaya çıktılar. Büyücü kadın, «Bayan Payne,» dedi.
«Bana doğumgününü söyle.»
«Noel gecesi.»
«Bu doğru mu?»
Sarışın kadın basamaklardan inerken ekledi. «Otuz
bir ekim.» Büyücü büyük bir merakla öğrenmek istedi.
«Bunlardan hangisi doğru?»
Del, «Dört temmuz,» dedi. Sonra da Tommy'ye
alçak sesle, «Büyü yapmak için her zaman doğum
tarihini öğrenmek isterler,» diye açıkladı.
Sarışın kadın bahçe yoluna indiği sırada büyücü de
basamaklara erişti. «Saçların çok güzel, Bayan Payne.
Böyle güzel saçlara biçim vermek hoşuma gider.»
Del, Peterbilt'e doğru giderken usulca homurdandı.
«Böylece saçımdan bir tutam alacaksın, öyle değil mi?»
Phan Anne seslendi. «Bayan Dai harika bir kuaför. Bir
dâhi. Onun yardımıyla her zamankinden daha güzel
olursun.»
Sarışın kadın kamyonun önünden dolaşarak
direksiyonun bulunduğu tarafa giderken, «Telefon edip
randevu alarım.» diye söz verdi.
Tommy önce köpeğin binmesi için kapıyı açtı.
Annesiyle Bayan Dai verandada yan yana
duruyorlardı. Annesinin arkasında beyaz bluz ve
ayağında da siyah pantolon vardı. Bayan Dai ise
eşofmanlıydı. İki kadın da el salladılar.
Tommy de onlara karşılık verdi ve kamyona binerek
Scootie'nin yanına oturdu. Kapıyı kapattı.
Del direksiyona geçmişti bile. Vitese uzandı.
Genç adam eve tekrar baktığı zaman annesiyle
Bayan Dai ona yine el salladılar.
Tommy de onlara tekrar karşılık vermek zorunda
kaldı.
Oradan uzaklaşırlarken genç adam üzüntüyle, «Ben
şimdi ne yapacağım?» diye mırıldandı. «Annemi çok
seviyorum. Gerçekten. Ama ben hiçbir zaman fırıncı ya
da doktor olmayacağım. Ya da annemin istediği diğer
şeyleri. Fakat ömrümün sonuna dek çay içmekten ya da
kapıyı açmaktan korkarak yaşayamam.»
«Her şey düzelecek, Tofu Çocuk.» Genç adam aynı
düşüncede değildi. «Hiçbir zaman düzelmeyecek.»
«Olumsuz şeyler düşünme. Olumsuz düşünceler
kozmozun dokusunu bozar. Birazcık olumsuz bir
düşünce insana zararsız bir zevkmiş gibi gözükebilir.
Oysa bu Kansas'ta bir kasırgaya ya da Pennsylvania'da
tipiye yol açabilir.»
Scootie, Tommy'nin yüzünü yalarken adam karşı
koymadı. Köpeğin bu ilgisi içini rahatlattığı için de
gerçekten çok çaresiz bir durumda olduğunu anladı.
Sarışın kadın, «Tam tamına ne yapmamız
gerektiğini biliyorum,» dedi. «Ya, öyle mi? Ne
yapacağız?»
«Bunun ne olduğunu atlıkarıncada
öpüştüğümüzden beri biliyorsun.»
«Ne öpüşmeydi o!»
«Önce Vegas'a uçarak evlenmemiz gerekiyor. Tabii
bana evlenme teklif etmek zahmetine katlanırsan.»
Scootie ona bir şey bekliyormuş gibi baktı.
Sarışın kadının bu önerisi Tommy'yi şaşırttı. Ama
kendi söylediği sözler onu hiç şaşırtmadı. «Ned ve Julia
Rosalyn Winona Lilith'in kızı Deliverance Payne,
benimle evlenir misin?» «Beni engellemek için fare
kadar çevik canavardan daha güçlüsü gerekir!»
Genç adam, «Gülümseyişin çok güzel,» dedi.
«Seninki de öyle.»
Aslında Tommy gülümsemiyor, ahmak ahmak
sırıtıyordu.
Tommy, John Wayne Havaalanı'ndan bir yolcu
uçağına binerek Las Vegas'a gideceklerini sanıyordu.
Ama Del'in annesinin bir Lear Jet'i vardı. Uçağı on beş
dakika içerisinde uçuşa hazırladılar. Del usta bir pilottu.
Havaalanına giden yoldaki son bloku aşarlarken
Del, «Ayrıca,» dedi. «Ne kadar çabuk evlenirsek, o
kadar iyi olur. Yani Bayan Dai'nin planları bakımından.
Evlendiğimiz zaman psişik kaynaklarımız geometrik
diziye göre artacak. Böylece karşı koyma gücümüz
fazlalaşacak.»
Peterbilt'i geride bırakmışlardı. Birkaç dakika sonra jete
binerlerken sarışın kadın, «Her neyse...» diye
mırıldandı. «Annemin rekorunu kırıp kıramayaca
ğımızı merak ediyorum. O babamla tanıştıktan on dokuz
saat sonra evlenmiş.»
Tommy saatine bakarak hesapladı. «Sen... yaklaşık
on iki saat önce bana yemek servisi yaptın.»
«Bu işi başaracağız. Yorgun musun, hayatım?»
«Biliyor musun, kendimi iyice dinlenmiş
hissediyorum. Oysa dün gece gözümü bile kırpmadım.»
Del, «Belki de bir daha uyuma ihtiyacı duymazsın,»
dedi. «Uyumak zaman kaybı demek.» Tommy ikinci pilot
yerine geçti. Scootie ise yolcu bölümüne yerleşti.
Doğuya sabah güneşine doğru uçtular. O tarafta
gökyüzü artık pembe değil, Deliverance Payne'in gözleri
gibi masmaviydi.
Mirage Oteli'ndeki daireleri, sıradan müşterilere
verilmeyen birkaç lüks daireden biriydi. Bu lüks daireleri
aşağıdaki kumarhanede servetlerini ortaya koyan
meraklılar için ayırmışlardı. Del de Tommy de masalarda
bir dolarlık bile kumar oynamayı düşünmüyordu. Ama
Payne soyadı müthiş bir nezaket, heyecan ve
cömertlikle karşılanmalarına yol açtı. Çantası dolar dolu
bir Arap prensi de ancak böyle karşılanırdı. Ned
Payne'in ölümünden beri on sekiz yıl geçmişti, ama o
hâlâ efsanevi pokerci olarak kabul ediliyordu. Otel
müdürlerinin, Del'in annesine karşı duydukları sevgi ve
saygıda anlaşılıyordu. Kadının sağlığı, son zamanlarda
yaptıkları ve yakında oraya gelip gelmeyeceğiyle ilgili
sürüyle sorular soruyorlardı.
Scootie bile sevinçle karşılandı. Okşanıp sevildi.
Köpeğe sanki bir bebekmiş gibi tatlı sözler söylendi.
Dairenin yedi odasına büyük vazolara doldurulmuş
güllerin kokusu yayılıyordu. Ayrıca stratejik yerlere
gümüş kaplama kâselerle köpek bisküvisi de
konulmuştu.
Otelin çarşısındaki bir elbise mağazas' iki satıcıyla
giysi dolu paketlerini yolladı. Tommy'le Del otele
erişmelerinden doksan dakika sonra yıkanmış,
temizlenmiş ve nikâh giysilerini seçmişlerdi.
Genç adam koyu kurşuni pantolon, lacivert blazer,
beyaz gömlek, püsküllü siyah mokasenler giydi ve
lacivert çizgili bir kravat taktı.
Del takdirle, «Üniversite öğrencisine benziyorsun,»
dedi.
Sarışın kadınsa vücudunun güzelliğini ortaya koyan,
yakası ve uzun kollarının yenlerinde dantelleri olan
beyaz bir elbise ve topuklu beyaz ayakkabılar seçmiş;
saçlarına iki beyaz orkide iliştirmişti.
Tommy, «Sen de bir geline benziyorsun,» diye
gülümsedi.
«Ama duvağım yok.»
Genç adam, «Bu yüzü saklamamalısın,» dedi.
«Çok tatlısın.»
Otelden kiliseye gitmek için ayrılacakları sırada Las
Vegas belediye başkanı geldi. Elindeki zarfta izin
belgeleri vardı. Başkan uzun boylu, kır saçlı, kibar tavırlı
bir adamdı. Pahalı bir lacivert elbise giymiş, küçük
parmağına da beş kırat büyüklüğünde pırlantası olan bir
yüzük takmıştı.
Başkan Del'i alnından öptü. «Sevgili yavrum.
Gördüğüm en güzel kızsın. Ingrid nasıl?»
Tik-Tak /
F: 22
Del, «O çok iyi,» diye cevap verdi.
«Buraya yeteri kadar sık gelmiyor Ona kendisini çok
özlediğimi söyleyebilir misin?» «Onu anımsadığınızı
duyunca çok sevinecek.» «Hatırlamak mı? O
unutulmayacak bir insan.» Sarışın kadın, «Şimdi sana
bir şey açıklayacağım,» dedi.
«Bu düşünceni kendisine söyleme fırsatını bulacağından
eminim.» Başkan, Tommy'yi kendi oğluymuş gibi
kucakladı. «Bu büyük bir gün, şahane bir gün.»
«Teşekkür ederim, efendim.»
Başkan, Del'e döndü. «Herhalde bir limuzin
ayarladın, yavrum.» «Evet, aşağıda bekliyor.» «O halde
burada iki dakika bekleyin. Aşağıya inip eskort
polislerin hazır olup olmadıklarına bakayım.» Sarışın kadın,
adamı yanağından öptü. «Gerçekten harikasın.» Başkan
çıkınca Tommy, Del'e, «Ingrid de kim?» diye sordu.
Sarışın kadın duvarlarına mermer kaplanmış
antredeki süslü aynada yüzünü inceliyordu. «Bazıları
annemi Ingrid diye çağırır.»
«Ah, tabii ya. Annen nikâhta bulunamadığı için
üzülecek mi dersin?»
Del mutlulukla, «Ama o burada,» diye açıkladı.
Tommy hâlâ şaşırabiliyordu. «Nasıl?»
«Buraya gelir gelmez onu aradım. Duş yapmadan
önce. Annem de öbür jetle Vegas'a geldi.»
Asansörle aşağıya inerlerken Tommy, «Bütün
bunları böyle çabuk nasıl düzenleyebildin?» diye sordu.
«Kıyafetini seçerken uzun uzadıya düşündün. Ben
de o arada birkaç yere telefon etme fırsatını buldum.»
Otelin önünde upuzun siyah bir limuzin bekliyordu.
Verandanın ileriye doğru uzanan gölgesinde, arabanın
yanında Mummingford duruyordu. Ingrid'le birlikte
Nevvport Beach'ten oraya uçmuştu.
Uşak, «Bayan Payne,» dedi. «Çok mutlu olmanızla
ilgili dileklerimi açıklayabilir miyim?»
«Teşekkür ederim, Mummingford.»
Uşak, «Bay Phan,» dedi. «Sizi de kutluyoruz. Çok
şanslı bir beyefendisiniz.» «Teşekkür ederim,
Mummingford. Bu şanstan da öte bir şey. Ben
kutsandım ve açıkçası şaşkınım.»
Mummingford, ••Ben Bayan Payne'in yanında
çalışmaya başladığım günden beri devamlı bir şaşkınlık
içindeyim,» diye açıkladı. «Ne hoş, değil mi?»
Sonsuz Mutluluk Şapeli, Las Vegas'ın lüks nikâh
fabrikalarından biriydi. İçerisi yüzlerce kırmızı ve beyaz
gülle süslenmişti. Tommy tüm bu çiçeklerden dolayı
saman nezlesi olmaktan korktu. Mihrap korkuluğunun
önünde durarak fazla kımıldamamaya çalıştı. Aptal aptal
gülümsüyordu. Çünkü içeriye doluşmuş sürüyle insan
ona gülümseyerek bakıyorlardı.
Şapel Vegas'a eyalet dışından yalnız başlarına ya
da araba dolusu arkadaşlarıyla gelen ve akıllarına estiği
gibi davranan
-339
çiftlere dini hava taşıyan bir yer sağlamak için yapılmıştı.
Şapel altmış kişilikti. Nikâh saati çok kısa bir sürede
kararlaştırıldığı halde Payne ailesinin dostları içeriye
doluşmuşlardı bile. Hatta otuz kadar kişi yanlardaki
açıklıklarda ayakta duruyorlardı.
Tommy'nin sağında duran sihirbaz Roland
Ironvvright, «Gevşe biraz,» dedi. «Evlenmek çok kolay
bir şey. Ben de bunu on sekiz saat önce bu salonda
başardım.»
Dokuz kişilik orkestrasıyla gelmiş olan Frank «l've
Got the VVorld on a String»i kendine özgü tarzıyla
söylerken Bayan Payne, şapelin arka tarafındaki küçük
holde Del'i son kez inceledi.
Sonra orkestra düğün marşını çalmaya başladı.
Scootie kapıdan içeri girdi. Ağzında bir buket
taşıyordu. Çiçekleri Tommy'ye verdi.
Scootie'yi Tommy'nin kız kardeşi Mai izledi. Genç
adam onu şimdiye kadar böylesine mutlu görmemişti.
Mai'nin elinde gül yapraklarıyla dolu beyaz bir sepet
vardı. Yaklaşırken yaprakları halının üzerine serpiyordu.
Sonra Del gözüktü. Sarışın kadın mihraba
yaklaşırken herkes ayağa kalkarak ona gülümsedi.
Frank düğün marşını söylerken doğaçlama yaptı.
Marşa «Filmlerden çıkmışa benziyor. Şahane güzel,»
gibi sözler ekledi. Ama bunu marşın güzelliğini ve ciddi
havasını bozmadan yaptı. Hatta bu sözler o eski
alışılmış parçayı iyice güzelleştirdi. Frank'i duyan, onun
yaşamının alacakaranlığında^ bir şarkıcı olduğuna değil,
en az elli yaş daha genç, Dorsey Kardeşler ve Duke
Ellington'lu günlerin o eski svving'cisi olduğunu düşünür-
dü.
Tommy buketi Del'e vererek, onu mihraba götürmek
için koluna girdi. Kalbi sevgiyle dolup taşıyordu.
Neyse ki rahip kutsal görevlerini çabucak yerine
getirdi. Roland lronwright uygun anda taze bir portakalı
keserek meyvenin tam ortasından yüzüğü çıkardı.
Rahip sabah on bir otuz dörtte onları karı koca ilan
etti. Yani ilk karşılaşmalarının üzerinden on sekiz
saatten daha az bir süre geçmişti. Tommy'le Del yine
dünyayı sarsan bir biçimde öpüştüler. Bu ikinci
öpücükleriydi sadece. Davetliler de onları sevinçle
alkışladılar.
Frank orkestranın önündeki yerinden Del'in
annesine, «Hey, Sheila,» diye seslendi. «Seni harika
kadın! Buraya gel de şarkıyı birlikte söyleyelim.»
Del'in annesi ona katıldı. Aynı mikrofonu
paylaşarak, «l've Got You Under My Skin,» parçasını
hızlı bir tempoyla söylediler. Ve bu parça düğün
ilahisinin yerini aldı.
Dışarıda sırada bekleyen konuklar genç çifti
kutlarlarken Del herkese o akşam saat yedide Mirage
Oteli'nin büyük balo salonunda verecekleri partiden söz
etti. Bunun 'Yılın Partisi' sayılacağı anlaşılıyordu.
Genç adamla sarışın kadın limuzinin arka
kanepesinde yalnız kaldıklarında Del, kocasına,
«Yorgun musun?» diye sordu. Scootie yanlarındaydı ve
otele dönüyorlardı.
«Nedenini bilemiyorum, ama bana rekor sayılacak
kadar uzun bir uykudan yeni kalkmışım gibi geliyor. Öyle
müthiş bir enerjim var ki... Gülünç bir durum...»
Del, Tommy'ye sokuldu. «Harika...»
-341
Genç adam ona sarıldı. Sarışın kadının sıcaklığı ve
ona sokulan vücudunun kusursuz güzelliği Tommy'yi
heyecanlandırmıştı.
Del ona, «Otele dönmüyoruz,» diye açıkladı. «Ne?
Niçin?» «Mummingford'a bizi havaalanına
götürmesini söyledim.
Hemen Orange ilçesine uçacağız.» «Ama ben sandım ki...
Yani... Sen ve ben... Ah, Del, seninle yalnız kalmak
istiyorum.» Sarışın kadın, «Sen bütün sırlarımı
öğrenmedikçe sevişemeyiz,» dedi. Tommy, «Ama ben
sevişmek istiyorum,» diye karşılık verdi.
«Bu sabah mümkün olduğu kadar çabuk. Hatta bu
arabada.» Del hınzırca, «Çok fazla tofu mu yedin?»
diye sordu. «Orange ilçesine dönersek, bu akşamki
partimizi kaçırırız.» «Gidiş geliş birer saat. Oraya
eriştiğimiz zaman iki saatlik
bir işimiz olacak. Yani rahat rahat geri dönebileceğiz.»
Del elini, Tommy'nin dizine koydu. «Sevişmek için bile
zaman bulacağız.»
Del, Balboa Yarımadası'ndaki evinde Tommy'yi
yukarıya, tablolarını yarattığı atölyesine çıkardı.
Bütün duvarlara tablolar asılmıştı. Bir duvara da
yine sürüyle resim arka arkaya dayandırılmıştı. İçeride
en az-yüz tablo vardı. Bunlardan çoğu bu dünyada
olamayacak yerlerle ilgili, değişik manzaralardı. Bu
yerler insanı sersem edecek kadar güzeldiler. Bu
yüzden Tommy onlara bakarken gözleri doldu.
Sarışın kadın, «Bu resimleri bu yerlere uzaklardan
bakarak yaptım,» dedi. «Ama ileride bir gün oraya
gideceğimi umuyorum.»
«Nereye?»
«Bunu sana daha sonra anlatırım.»
Sekiz resim diğerlerinden iyice farklıydı. Tommy'nin
portreleriydiler bunlar. Manzaralar gibi bu resimler de
fotoğraflarda görülebilecek bir gerçeklikle yapılmıştı.
Tommy gözlerini kırpıştırdı. «Bunları ne zaman
yaptın?»
«Son iki yılda. İşte bunca zamandır seni
düşlüyordum. Senin o olduğunu biliyordum. Kaderim
olduğunu. Sonra dün gece lokantaya girerek peynirli iki
burger istedin.»
Phan'ların Huntington Beach'deki evlerinin oturma
odası, şaşılacak kadar Bay Dai'ninkine benziyordu.
Sadece eşyalar biraz daha pahalı cinstendi. Bir duvara
«İsa'nın Kutsal Kalbi»ni gösteren bir tablo asılmıştı. Bir
köşede de bir Budist mihrabı vardı.
Phan Anne en sevdiği koltuğunda oturuyordu.
Rengi uçmuş, çenesi sarkmıştı. Tommy'nin evlendiğini
öğrendiği zaman sanki başına tavayla vurulmuş gibi
sersemlemişti.
Scootie kadını avutmak için onun elini yaladı. Ama
Bayan Phan köpeğin farkında değilmiş gibiydi.
Del, Tommy'le kanepede oturuyordu. Kocasının
elini tutmuştu. «Bayan Phan önce şunu anlamanı
istiyorum: Payne'le Phan aileleri hayal edilebilecek en
harika karışımı oluşturabilirler. Yetenekler ve güçlerin
müthiş bir birleşmesi olur bu. Annemle ben, hepinizi de
kendi kanımızdanmışınız gibi kucaklamaya hazırız.
Seni, Bay Phan'ı ve Tommy'nin ağabeylerini se-
vebilmem için bana bir şans tanımanı istiyorum.»
Phan Anne, «Sen benim oğlumu çaldın,» dedi.
Del, «Hayır,» diye yanıtladı. «Ben önce bir Honda,
sonra da bir Ferrari çaldım. Sonra Tommy'le Peterbilt'i
ödünç aldık. Ama ben oğlunu asla çalmadım. O kalbini
bana kendi isteğiyle verdi. Sonradan pişman olacağın
öfkeli sözler söylemeden önce izin ver de sana annemle
kendimden söz edeyim.»
«Sen kötü habersin.»
Sarışın kadın bu hakareti duymazlıktan geldi. «Yirmi
sekiz yıl önce annemle babam Reno'daki bir poker
turnuvasına katılmak için Vegas'tan yola çıktılar.
Manzarasıyla ünlü bir yolu seçmişlerdi. Nevada'da
Çamur Gölü yakınlarında ıssız yolda onları uzaylılar
kaçırdı.
Tommy karısına bakakaldı. Kafasında Del'in daha
önce söylediği ve ona çılgınca gelen o sözler
yankılanıyordu. Genç adam, «Tonopah'ın güneyinde...»
diye mırıldandı.
Karısı, «Evet, doğru hayatım,» dedi. Sonra
Tommy'nin annesine döndü. «Annemle babamı ana
gemiye götürüp muayene ettiler. Onların bütün bu
olanları hatırlamalarına da izin verdiler. Çünkü annemle
babamı kaçıranlar iyiniyetli uzaylılardı. Ne yazık ki
kaçırma olaylarının çoğu kötü uzaylıların işi. Onların bu
gezegenle ilgili korkunç planları da var. İşte o yüzden
kaçırdıkları kimselerin belleklerinden bütün yaşadıkları
olayları siliyorlar.»
Phan Anne kaşlarını çatarak oğluna baktı. «Bayan
Dai'ye çok kaba davrandın. Çaya bile kalmadın. Bu deli
kadınla kaçıp evlendin.» Scootie'nin elini yakaladığını
farkederek köpeği kovdu. «Dilinin kopmasını mı
istiyorsun, pis hayvan?»
-344
Del, «Her neyse...» diye konuşmasını sürdürdü.
«Çamur Gölü'nün yukarısında bekleyen ana gemide
annemden bir yumurta babamdan da sperm aldılar.
Buna genetikle ilgili ustaca bir şeyler kattılar ve annemin
rahmine bir embriyon yerleştirdiler. Yani beni. Ben
aslında bir yıldız çocuğuyum, Bayan Phan. Dünyadaki
görevim de kötü uzaylıların verdikleri zararları öğ-
renmek. Onların yaptıkları kötülükler arasında Bayan
Dai gibi insanlara kötü 'mojo' yapmasını öğretmek de
var. Ben bu kötülükleri öğreniyor ve durumu
düzeltiyorum. Bu yüzden olaylarla dolu bir yaşam
sürüyorum. Çoğu zaman yalnızlık çekiyorum. Ama
neyse ki artık... yalnız değilim. Çünkü Tommy var.»
Tommy'nin annesi oğluna, «Dünya güzel Vietnamlı
kızlarla dolu,» dedi. «Ve sen çılgın bir sarışınla kaçtın.»
Del açıklamalarını sürdürdü. «Buluğ çağına
geldiğim zaman olağanüstü güçlerim ortaya çıkmaya
başladı. Yıllar geçtikçe bunlar daha da artacak sanırım.»
Genç adam, «Demek babanla ilgili sözlerinin nedeni
buydu?» diye başını salladı. «'Babam kansere ben buluğ
çağına eriştikten sonra yakalansaydı, onu
kurtarabilirdim,' dedin. Ya da buna benzer bir şey.»
Del onun parmaklarını sıktı. «Artık üzülmüyorum.
Kader kaderdir. Ölüm sadece bir devredir. Burasıyia
daha yüksek bir yaşam arasındaki bir köprü.»
«David Letterman Şovu.»
Del güldü. «Seni seviyorum, Tofu Adam.»
Phan Anne ifadesiz bir suratla oturuyordu. Sanki
Paskalya
adalarındaki o heykellerden birine dönüşmüştü.
Tommy, «Ve Emmy...» dedi. «O küçük kız...
Kapıdaki nöbetçinin çocuğu. Onu sen iyileştirdin.» «Ve
atlıkarıncada da sana masaj yaptım. Bundan sonra uy-
kuya gereksinimin olmayacak.»
Genç adam elini ensesine götürdü. Sarışın kadın
yorgun kaslarını ovarken parmaklarının onu nasıl
etkilediğini hatırladı ve kalbi sevinçle çarptı.
Del göz kırptı. «Uyumayı kim ister? O saatleri
sevişmeye ayırabiliriz?» ',
Phan Anne, «Seni burada görmek istemiyorum,»
dedi.
Sarışın kadın tekrar kayınvalidesine döndü.
«Uzaylılar annemle babamı Tonopah'ın güneyindeki
karayoluna geri götürdükleri zaman onların yanına kendi
nöbetçilerini de bıraktılar. O, bir köpek biçimini almıştı.»
Tommy dünyadaki hiçbir şeyin dikkatini karısından
başka bir şeye vermeye zorlayamayacağına inanıyordu.
Ama şimdi başını Scootie'ye doğru öyle hızla döndürdü
ki neredeyse beyni sarsılacaktı.
Köpek ona sırıttı.
Del, «Scootie'nin yetenekleri benimkilerden çok
daha güçlüdür...» diye açıkladı. Tommy bağırdı. «İblisin
aklını karıştıran kuş sürüleri...» «Bayan Phan şimdi
izninle Scootie'nin sözlerimi kanıtlaması
için küçük bir gösteri yapmasını isteyeceğim.»
Phan Anne ısrarla, «Çılgın Amerikalı manyak
sarışın,» dedi.
Scootie sigara masasına sıçradı. Kulaklarını
dikleştirmiş, kuyruğunu sallıyordu. Köpek Bayan Phan'a
öyle ısrarla baktı ki kadın sonunda telaşla koltuğunda
arkasına yaslanıp kaldı.
Scootie'nin başının yukarısında, havada, portakal
rengi bir ışık belirdi, küre biçimini aldı... Orada bir an
öyle durdu. Scootie bir kulağını oynattığı zaman ışıktan
küre ondan uzaklaşarak odada dolaştı. Açık bir kapıdan
geçtiği zaman kapı hızla kapanıyor, kapalı kapıların
önünden geçerken de hepsi açılıyordu. Sanki
görünmeyen eller pencerelerin camlarını yukarı kaldırdı.
Oturma odasına ılık kasım havası doldu. Saatin
tıkırtısı kesildi. Sönük lambalar yandı. Televizyon da
kendi kendine çalışmaya başladı.
Işık küre Scootie'ye döndü. Bir an köpeğin başının
üzerinde durdu. Sonra kayboldu.
Tommy artık Del'in yatı anahtarsız nasıl
çalıştırdığını biliyordu. Ferrari'nin tellerini iki saniye
içerisinde nasıl birleştirdiğini de.
Labrador cinsi siyah köpek sigara masasından
atladı. Hanımına giderek başını onun dizine dayadı.
Del, Tommy'nin annesine döndü. «Senin, Bay
Phan'ın, Tommy'nin ağabeylerinin ve karılarının,
kocamın bütün yeğenlerinin bu gece Las Vegas'ta
vereceğimiz partiye gelmesini istiyoruz. Evliliğimizi
kutlamalıyız. Hepiniz Lear Jet'e sığmazsınız,
o yüzden annem bir 747 kiraladı. Uçak şimdi
havaalanında. Acele ederseniz bu gece Vegas'ta bizimle
olabilirsiniz. Artık garsonluğu bırakarak asıl işimi
yapmamın zamanı geldi. Tommy'le serüven dolu,
heyacanlı bir yaşam süreceğiz, Bayan Phan. Kuşkusuz
sizlerin de bu yaşamın bir parçası olmanızı istiyoruz.»
Tommy, annesinin yüzünde belirip kaybolan güçlü
duyguları anlayamadı.
Sarışın kadın istediklerini söylemişti. Scootie'yi
okşayarak köpeğin kulaklarının arkasını kaşıdı. Hayvana
takdirle, «Ah, iyi çocuk,» diye mırıldandı. «Benim şirin
Scootie'ciğim.»
Phan Anne bir süre sonra yerinden kalktı.
İlerleyerek televizyonu kapattı. Sonra köşedeki Budist
mihrabının önünde durdu. Bir kibrit çakarak üç buhur
çubuğunu yaktı.
Saygon ve Güney Çin Denizi'nden sağsağlim
kurtulan kadın üç dakika kadar minyatür tapınağına
baktı. İnce dumanlar halinde yükselen güzel kokulu
buhuru içine çekti.
Del kocasının elini okşadı.
Sonunda Tommy'nin annesi döndü ve kanepeye
doğru geldi. Oğlunun başına dikilerek kaşlarını çattı.
«Tuong, senin doktor olmanı istedim ama olmadın.
Fırıncı olmanı istedim fırıncı da olmadın. Viski içip
sarhoş olan gülünç bir dedektifle ilgili romanlar yazdın.
Eski geleneklere uymadın. Martı ve Tilki ülkesinin dilini
bile unuttun. Bir Corvette aldın. Peynirli burgeri com tay
cam'den daha fazla seviyorsun. Köklerini önemsemez
oldun. Hiç olamayacağın bir şey olmak istedin. Bunlar
kötü. Hepsi de kötü. Ama bu dünyadaki gelmiş geçmiş
delikanlıların içinde en iyi evliliği sen yaptın. Bu da
önemli bir şey sayılır.»
Tommy, Del ve Scootie o gün öğleden sonra dört
buçukta Mirage'daki dairelerindeydiler. Scootie köpek
bisküvisi yiyerek, televizyonda eski bir Bogart ve Bacall
filmini seyretmek için kendi odasına çekildi. Tommy'le
Del de seviştiler.
Daha sonra sarışın kadın kocasının kafasını
koparıp onu
yemedi. '
O akşam davette Frank Sinatra, Bayan Phan için,
«Şahane
bir kadın,» dedi. Mai babasıyla dans etti. Ton
ömründe ilk kez
sarhoş oldu. Sheila Ingrid Julia Rosalyn VVinona
Lilith'i başka üç
adla daha çağırdılar.
Del, Tommy'le fox-trot yaparken onun kulağına,
«İşte bu
gerçek, Tofu Çocuk,» diye fısıldadı. «Çünkü gerçek
kalbimizde
taşıdığımız şeydir. Ve benim kalbim sadece sana yer
vereceğim "güzelliklerle dolu.»
SON
krmz