Upload
others
View
15
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
II. ULUSAL BESLENME VE
DİYETETİK ÖĞRENCİ KONGRESİ
23-26 Mart 2017, KAYSERİ
Erciyes Üniversitesi (ERÜ), Türkiye Diyetisyenler Derneği, ERÜ Sağlıklı Yaşam
Kulübü ve ERÜ Sağlık Bilimleri Fakültesi Mezunları Derneği’nin katkılarıyla,
ERÜ Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü tarafından, ERÜ 15 Temmuz Yerleşkesi Kongre ve Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilmiştir.
Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
1 |
II. ULUSAL BESLENME VE
DİYETETİK ÖĞRENCİ KONGRESİ
23-26 Mart 2017, KAYSERİ
KONGRE KİTABI
http://ubdk2017.erciyes.edu.tr/
Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
2 |
DAVET
Sevgili Öğrencilerimiz ve Değerli Meslektaşlarımız,
İlkini 2007 yılında düzenlediğimiz Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi’nin bu sene ikincisini düzenleme heyecanı ve mutluluğu içerisindeyiz. Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman kişiler, diyetisyenler ve öğrenciler tarafından irdelenecek, sunum ve pratik çözümlemelerle detaylı olarak tartışılacaktır.
Kongre Düzenleme Kurulu; sunuların ve yapılacak çalışma gruplarının, Beslenme ve Diyetetik öğrencilerinin gereksinimlerine uygun, iyileştirici stratejileri vurgulayan, somut ve uygulanabilir olmasını hedeflemiştir. Bu amaçla üç günlük programda; 1 konferans, 10 panel ve 5 workshop yer alacaktır. Ayrıca kongrede, davetli bildiriler, serbest bildiriler, poster sunumlarına da yer verilecektir.
Yoğun bilimsel programın yanı sıra kongremiz, Türkiye’nin dört bir yanından gelecek genç meslektaşlarımızın, doğal ve tarihi güzelliklere sahip Kayseri’de ortak paylaşımlarda bulunmasını sağlayacaktır.
Kongremize sonsuz destek veren Erciyes Üniversitesi Rektörlüğü’ne ve bilimsel içeriğimizin zenginleştirilmesine katkı veren Türkiye Diyetisyenler Derneği, Türkiye Diyabet Diyetisyenliği Derneği ve Metabolik ve Bariatrik Cerrrahi Diyetisyenliği Derneği’ne çok teşekkür ediyoruz.
Tüm katılımcılara kolay ulaşım, eğitici ve sosyal programlarla birlikte güzel bir kongre sunmayı amaçlıyoruz.
23-26 Mart 2017 tarihlerinde Erciyes Üniversitesi’nde buluşmak dileklerimizle…
Prof. Dr. Habibe ŞAHİN
Kongre Başkanı
Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
3 |
BİLİMSEL PROGRAM
23 Mart 2017 Perşembe Açılış Konferansı
08.30-09.30
Rektör / Rektör Yardımcısının Açılış Konuşması Prof. Dr. Muhammet GÜVEN Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanının Açılış Konuşması Prof. Dr. Sultan TAŞCI Beslenme ve Diyetetik Bölüm Başkanının Açılış Konuşması Prof. Dr. Habibe ŞAHİN Diyetisyenlik Mesleğinin Tarihsel Gelişimi ve Etik Prof. Dr. Muhittin TAYFUR, Türkiye Diyetisyenler Derneği Yönetim Kurulu Başkanı
Mutfağımızdaki Yeni Besinler – 1 Oturum Başkanı: Prof. Dr. Betül ÇİÇEK, Stj. Dyt. Hürmet KÜÇÜKKATIRCI
09.30-10.10 Nanoteknolojinin Beslenme Alanındaki Uygulamaları Doç. Dr. Yeşim AKTAŞ, Erciyes Üniv. Eczacılık Fak. Farmasötik Teknolojisi A.B.D.
10.10-10.50 Fonksiyonel Besinlerle Sağlıklı Öğün Planlama İlkeleri Uzm. Dyt. Selahattin DÖNMEZ, Fark Etmeden Diyet Beslenme ve Eğitim Danışmanlığı
10.50-11.10 Kahve Arası Mutfağımızdaki Yeni Besinler – 2 Oturum Başkanı: Yrd. Doç. Dr. Neşe KAYA, Öğr. Dyt. Betül AY
11.10-11.50
Türk Mutfağında Gelenekten Geleceğe Aktarılan Sağlık Yrd. Doç. Dr. Dilek ONGAN, İzmir Katip Çelebi Üniv. Sağ. Bil. Fak. Beslenme ve Diyetetik Böl.
11.50-12.15 Chia Tohumu ve Sağlık Stj. Dyt. Sümeyya KILINÇ, Erciyes Üniv. Sağ. Bil. Fak. Beslenme ve Diyetetik Böl.
12.15-12.40 Zerdeçal ve Sağlık Stj. Dyt. Menekşe AYDOĞDU, Erciyes Üniv. Sağ. Bil. Fak. Beslenme ve Diyetetik Böl.
12.40-13.40 Öğle Yemeği Küresel Bir Sorun: Obezite – 1 Oturum Başkanı: Doç. Dr. Nalan Hakime NOGAY, Stj. Dyt. Eda ŞAHİN
13.40-14.20 Obezite Tedavisinde Güncel Yaklaşımlar Prof. Dr. Nihal HATİPOĞLU, Erciyes Üniv. Tıp Fak. Pediatrik Endokrinoloji A.B.D.
14.20-15.00 Obezite ile İlişkili Hormonlar Uzm. Dyt. Mevra AYDIN ÇİL, Atatürk Üniv. Sağ. Bil. Fak. Beslenme ve Diyetetik Böl.
15.00-15.40 Bariatrik Cerrahide Beslenme Yrd. Doç. Dr. Nihal Zekiye ERDEM, Metabolik ve Bariatrik Cerrrahi Diyetisyenliği Derneği Yönetim Kurulu Başkanı
15.40-16.00 Kahve Arası
Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
4 |
Küresel Bir Sorun: Obezite – 2 Oturum Başkanı: Yrd. Doç. Dr. Meltem SOYLU, Öğr. Dyt. Buğra ÖNEM
16.00-16.40 Obezite ve Mikrobiyota Uzm. Dyt. Aslıhan ÖZDEMİR, Hacettepe Üniv. Sağ. Bil. Fak. Beslenme ve Diyetetik Böl.
16.40-17.05 Vücut Ağırlığı Denetiminde Besin Destekleri Stj. Dyt. Büşra CANSU, Erciyes Üniv. Sağ. Bil. Fak. Beslenme ve Diyetetik Böl.
17.05-17.30 Ağırlık Yönetimi ve Sirke Stj. Dyt. Özlem ÇAĞIR, Erciyes Üniv. Sağ. Bil. Fak. Beslenme ve Diyetetik Böl.
24 Mart 2017 Cuma Bebek ve Çocuk Beslenmesi – 1 Oturum Başkanı: Prof. Dr. Neriman İNANÇ, Stj. Dyt. Bilge Nur BİÇER
09.00-09.40 Anne Sütü ve Tamamlayıcı Beslenme Doç. Dr. Meda KONDOLOT, Erciyes Üniv. Tıp Fak. Sosyal Pediatri A.B.D.
09.40-10.20 Fenilketonüri ve Beslenme Prof. Dr. Gülden KÖKSAL, Hasan Kalyoncu Üniv. Sağ. Bil. Fak. Beslenme ve Diyetetik Böl.
10.20-11.00
Çocukluk Çağı Obezitesinde Beslenme Dr. Dyt. Kübra ESİN, Medipol Üniv. Sağ. Bil. Yük. Ok. Beslenme ve Diyetetik Böl.
11.00-11.20 Kahve Arası Bebek ve Çocuk Beslenmesi – 2 Oturum Başkanı: Dr. Dyt. Zeynep CAFEROĞLU, Öğr. Dyt. Fatma ÇOBUR
11.20-12.00 Çölyak ve Beslenme Uzm. Dyt. Ayşegül AKSAN, Hacettepe Üniv. Sağ. Bil. Fak. Beslenme ve Diyetetik Böl.
12.00-12.25 Otizm ve Beslenme Stj. Dyt. Berfin BİRER, Erciyes Üniv. Sağ. Bil. Fak. Beslenme ve Diyetetik Böl.
12.25-12.50 Epilepsi ve Ketojenik Diyetler Stj. Dyt. Sabriye BALLI, Erciyes Üniv. Sağ. Bil. Fak. Beslenme ve Diyetetik Böl.
12.50-13.50 Öğle Yemeği Sporcu Beslenmesi Oturum Başkanı: Prof. Dr. Mualla AYKUT, Stj. Dyt. Gülşah GÜNEŞ
13.50-14.30 Performansa Beslenme ve Ergojenik Yardımların Etkisi Yrd. Doç. Dr. Hüsrev TURNAGÖL, Hacettepe Üniv. Spor Bil. Fak. Beslenme ve Metabolizma A.B.D.
14.30-15.10 Spor Kulüplerinde ve Federasyonlarda Spor Diyetisyeni Yrd. Doç. Dr. Aylin HASBAY BÜYÜKKARAGÖZ, Acıbadem Üniv. Sağ. Bil. Fak. Beslenme ve Diyetetik Böl.
15.10-15.35 Besinlerin Performans Üzerine Etkisi Stj. Dyt.Tuğba ÇELİK, Erciyes Üniv. Sağ. Bil. Fak. Beslenme ve Diyetetik Böl.
15.35-15.55 Kahve Arası
Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
5 |
Beslenme ve Diyetetikte Farklı Konular Oturum Başkanı: Yrd. Doç. Dr. Müge YILMAZ, Öğr. Dyt. İrem ERCAN
15.55-16.20 Enerji Gereksinimini Belirleme Yöntemleri Stj. Dyt. Yasemin ÖZEN, Erciyes Üniv. Sağ. Bil. Fak. Beslenme ve Diyetetik Böl.
16.20-16.45 Teknoloji Kullanımının Kilo Kontrolü ve Beslenme Bilgisi Üzerine Etkisi Stj. Dyt. Dilek OCAK, Erciyes Üniv. Sağ. Bil. Fak. Beslenme ve Diyetetik Böl.
16.45-17.10 Bitkisel Steroller/Stanoller ve Kardiyovasküler Hastalıklar Stj. Dyt. Hatice KILINÇ, Erciyes Üniv. Sağ. Bil. Fak. Beslenme ve Diyetetik Böl.
25 Mart 2017 Cumartesi Diyabette Beslenme Tedavisi – 1 Oturum Başkanı: Prof. Dr. Habibe ŞAHİN, Stj. Dyt. Hıfziye Nur ATALAY
09.00-09.40 Diyabette Tıbbi Beslenme Tedavisi Doç. Dr. Emine AKAL YILDIZ, Diyabet Diyetisyenliği Derneği Yönetim Kurulu Başkanı
09.40-10.20 Gestasyonel Diyabet ve Beslenme Doç. Dr. Hülya GÖKMEN ÖZEL, Hacettepe Üniv. Sağ. Bil. Fak. Beslenme ve Diyetetik Böl.
10.20-11.00 Karbonhidrat Sayımı Prof. Dr. Emel ÖZER, Doğu Akdeniz Üniv. Sağ. Bil. Fak. Beslenme ve Diyetetik Böl.
11.00-11.20 Kahve Arası Diyabette Beslenme Tedavisi – 2 Oturum Başkanı: Doç. Dr. Gülhan SAMUR, Öğr. Dyt. Reyhan ORAL
11.20-11.50 Diyabet Kampları Dyt. Didem GÜNEŞ, Adnan Menderes Üniv. Tıp Fak. Hast. Beslenme ve Diyet Polk.
11.50-12.15 İnsülin Direnci ve Omega-3 Yağ Asitleri Stj. Dyt. Emine KARA, Erciyes Üniv. Sağ. Bil. Fak. Beslenme ve Diyetetik Böl.
12.15-12.40 Besin İnsülin İndeksi Stj. Dyt. Gülşah GÜNEŞ, Erciyes Üniv. Sağ. Bil. Fak. Beslenme ve Diyetetik Böl.
12.40-13.40 Öğle Yemeği 13.40-15.30 Workshop (Özel Gruplarda Menü Planlama, Sporcu Beslenmesi) 15.40-17.30 Workshop (Enteral ve Parenteral Beslenme, Karbonhidrat Sayımı)
Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
6 |
DÜZENLEME KURULU
KONGRE ONURSAL BAŞKANLARI Prof. Dr. Muhammet GÜVEN- Erciyes Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. Sultan TAŞCI- Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı
KONGRE BAŞKANI Prof. Dr. Habibe ŞAHİN
KONGRE BAŞKAN YARDIMCILARI Dr. Dyt. Zeynep CAFEROĞLU
Stj. Dyt. Hürmet KÜÇÜKKATIRCI
BİLİMSEL SEKRETERYA Uzm. Dyt. Gizem AYTEKİN
Stj. Dyt. Eda ŞAHİN
DÜZENLEME KURULU Dyt. Buse BAKIR
Dyt. Hilal TOKLU
Stj. Dyt. Bilge Nur BİÇER
Stj. Dyt. Büşra MARAŞLIOĞLU
Stj. Dyt. Cennet KAYA
Stj. Dyt. Gökhan ŞEN
Stj. Dyt. Gülşah GÜNEŞ
Stj. Dyt. Hıfziye Nur ATALAY
Stj. Dyt. Hüsniye ÖZCAN
Stj. Dyt. Merve KUMAK
Stj. Dyt. Sümeyya KILINÇ
Stj. Dyt. Özlem KAYA
Stj. Dyt. Şeyma KIRIM
Öğr. Dyt. Betül AY
Öğr. Dyt. Buğra ÖNEM
Öğr. Dyt. Elif İRADELİ Öğr. Dyt. Fatma ÇOBUR
Öğr. Dyt. İrem ERCAN
Öğr. Dyt. Reyhan ORAL
Öğr. Dyt. Sebahat GÖK
Öğr. Dyt. Şerife Nur ÖZTÜRK
Öğr. Dyt. Yadigar BOYACIOĞLU
Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
7 |
BİLİMSEL KURUL
Prof. Dr. Betül ÇİÇEK; Erciyes Üniversitesi
Prof. Dr. Habibe ŞAHİN; Erciyes Üniversitesi
Doç. Dr. Nalan Hakime NOĞAY; Erciyes Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Dilek ONGAN; İzmir Katip Çelebi Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Meltem SOYLU; Nuh Naci Yazgan Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Müge YILMAZ; Erciyes Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Neşe KAYA; Erciyes Üniversitesi
Dr. Dyt. Kübra ESİN; Medipol Üniversitesi
Dr. Dyt. Zeynep CAFEROĞLU; Erciyes Üniversitesi
Uzm. Dyt. Ayşegül AKSAN; Hacettepe Üniversitesi
Uzm. Dyt. Hatice ÖZÇALIŞKAN; Erciyes Üniversitesi
Uzm. Dyt. Mevra AYDIN ÇİL; Atatürk Üniversitesi
Uzm. Dyt. Sema ÇALAPKORUR; Erciyes Üniversitesi
Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
8 |
Kod Yazarlar Konu Syf K.001 Prof.Dr. Muhittin
TAYFUR
Diyetisyenliğin Tarihi 13
K.002 Doç. Dr. Yeşim AKTAŞ Nanoteknolojinin Beslenme Alanındaki Uygulamaları
15
K.003 Yrd. Doç. Dr. Dilek
ONGAN
Türk Mutfağında Gelenekten Geleceğe Aktarılan
Sağlık
16
K.004 Uzm. Dyt. Selahattin
DÖNMEZ
Fonksiyonel Besinlerle Sağlıklı Öğün Planlama
İlkeleri
18
K.005 Prof. Dr. Nihal
HATİPOĞLU
Obezite Tedavisinde Güncel Yaklaşımlar 19
K.006 Uzm. Dyt. Mevra AYDIN
ÇİL
Obezite ile İlişkili Hormonlar 20
K.007 Yrd. Doç. Dr. Nihal Zekiye
ERDEM
Bariatrik Cerrahide Beslenme 21
K.008 Uzm. Dyt. Aslıhan
ÖZDEMİR
Obezite ve Mikrobiyota 27
K.009 Doç. Dr. Meda
KONDOLOT
Anne Sütü ve Tamamlayıcı Beslenme 29
K.010 Prof. Dr. Gülden KÖKSAL Fenilketonüri ve Beslenme
30
K.011 Uzm. Dyt. Ayşegül
AKSAN
Çölyakta Beslenme Tedavisi 31
K.012 Dr. Dyt. Kübra ESİN Çocukluk Çağı Obezitesi
38
K.013 Yrd. Doç. Dr. Hüsrev
TURNAGÖL
Performansa Beslenme ve Ergojenik Yardımların
Etkisi
40
K.014 Dr. Dyt. Aylin HASBAY
BÜYÜKKARAGÖZ
Spor Kulüplerinde ve Federasyonlarda Spor
Diyetisyeni
41
K.015 Doç. Dr. Emine AKAL
YILDIZ
Diyabette Tıbbi Beslenme Tedavisi 42
K.016 Prof. Dr. Emel ÖZER Karbonhidrat Sayımı
43
K.017 Doç. Dr. Hülya GÖKMEN
ÖZEL
Gestasyonel Diyabet ve Beslenme 49
K.018 Dyt. Didem GÜNEŞ Diyabet Kampları
52
S.101 Gülşah GÜNEŞ
Eda ŞAHİN
Hürmet KÜÇÜKKATIRCI
Besin İnsülin İndeksi
53
Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
9 |
S.102 Emine KARA
Büşra MARAŞLIOĞLU
Hüsniye ÖZCAN
İnsülin Direnci ve Omega-3 Yağ Asitleri 54
S.103 Hatice KILINÇ Aslıhan BEKDİK
Ayşegül GÜNER
Bitkisel Steroller / Stanoller ve Kardiyovasküler
Hastalıklar
55
S.104 Sabriye BALLI Büşra GÖNENÇ
Merve KUMAK
Epilepsi ve Ketojenik Diyetler
56
S.105 Sümeyya KILINÇ Bilge Nur BİÇER
Büşra ERDAL
Chia Tohumu( Salvia Hispanica L.)
57
S.106 Berfin BİRER Sena ERTURAN Merve SARAÇ
Otizm ve Beslenme
58
S.107 Büşra CANSU Sümeyye ERASLAN
Meryem Hanım YILDIRIM
Ağırlık Kaybında Besin Destekleri
59
S.108 Dilek OCAK Elif Nagihan TÜRKMEN
Sümeyye KAYAR
Teknoloji Kullanımının Ağırlık Kontrolü ve
Beslenme Bilgisi Üzerine Etkisi
60
S.109 Özlem ÇAĞIR Damla KOCAMAZ
Derya GÜNEK
Sirkenin Ağırlık Denetimi Üzerine Etkisi
61
S.110 Tuğba ÇELİK Ayşenur DEMİRBİLEK Merve AYDEMİR
Sporcularda Performansı Etkileyen Besinler
62
S.111 Yasemin ÖZEN Kübranur ÜNAL
Esma Nur DİÇLE
Bazal Metabolizma Hızını Saptamada Kullanılan
Yöntemler
63
S.112 Menekşe AYDOĞDU Fatma ÖZDAVAR RabiaKARAKUŞ
Zerdeçalın Sağlık Üzerine Etkileri
64
P.201 Rabia KARACA Beslenmenin Postpartum Depresyonda Rolü
65
P.202 Sevdenur AKYOLLU Probiyotikler, Otizm Spektrum Bozukluğu Olan
Çocuklara Fayda Sağlayabilir Mi?
66
P.203 Güzide Seda İPEK
Seda Sultan SAĞIR
Sağlık Bilimleri Fakültesi Öğrencilerinde Ortoreksiya
Nervoza Sıklığının Saptanması
67
P.204 İmmihan ÇETİN Yabancı Uyruklu Üniversite Öğrencilerinin Beslenme
Durumlarının Saptanması
68
P.205 Emin MERT Fenilketonüri ve Sağlıklı Beslenme 69
P.206 Buse ALTINAY
Derya BALDIRLI
Rabia Melda ERDOĞAN
Vivyın Lara YILDIZ
Okul Öncesi Dönem Çocuklarının Beslenme
Alışkanlıklarının Belirlenmesi
70
Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
10 |
P.207 Ali KOŞAR Sporcu Bireylerin Hidrasyon Konusundaki
Farkındalığı
71
P.208 Hazal POLATDEMİR
Fatma Gül MUĞUL
Kayseride İyotlu Tuz Kullanım Durumu
72
P.209 Seda BARAN Üniversite Öğrencilerinde Meyve Ve Sebze Tüketimi
73
P.210 Merve BAŞER
Tuğba AKINOL
Sümeyra GÜMÜŞ
Fatma KILIÇ
Ahmet AVCI
Kayseri İlinde Beslenme Dostu Okul Sertifikası Olan
ve Olmayan İki Lise Öğrencilerinin Beslenme
Alışkanlıkları Ve Bazı Antropometrik Ölçümleri
Açısından Karşılaştırılması Ve Değerlendirilmesi
74
P.211 Fatma Gül MUĞUL
Hazal POLATDEMİR
Çölyak Hastalarının Glutensiz Ürünlere Ulaşımı
75
P.212 Gülsena AKAY Çölyak Hastalığında Beslenme Ve Mikrobiyota
Derleme
76
P.213 Büşra KART
Büşra KOÇAK
Yabancı Uyruklu Üniversite Öğrencilerinin Kayseri
Beslenme Kültürüne Oryantasyonu
77
P.214 Elif Gökçe İNBAŞI Beyaz Peynirlerde Brucella Varlığının Tespiti 78
P.215 Sibel Gözde ÜNAL Üniversite Öğrencilerinin İçecek Tercihleri
79
P.216 Derya DUKAN
Büşra ÇAĞLIER
Tuğba İNAN
Üniversite Öğrencilerinde Yale Ölçeği İle Yeme
Bağımlılığının Değerlendirilmesi
80
P.217 Münevver ŞENEN Zayıflama Diyeti Uygulayan Bireylerde Durumluk ve
Sürekli Kaygı Düzeylerinin Saptanması
81
P.218 İrem TOKMAK Nuh Naci Yazgan Üniversitesi
Öğrencilerinde Obezite Sıklığı
82
P.219 Esma ÇEVİK
Kübra GÜLAY
Kıymet AKBABA
Gebelikte Probiyotik Kullanımının Etkileri
83
P.220 Meryem GÖGDAŞ Üniversite Öğrencilerinde
Şeker Tüketimi
84
P.221 Sebahat GÖK Keten Tohumu ve Diyabet
85
P.222 Neslihan ÖNER
Elif TUNÇİL
Nurcan ÇELEBİ
Sema ÇEVİK ARSLAN
Yağmur YAŞAR
Besin Hazırlama ve Pişrmede Baharatlar
86
P.223 Aslınur YAŞAR Üniversite Öğrencilerinin Fast Food Tüketim
Alışkanlıklarının Belirlenmesi
87
P.224 Harun KILICI Nutrigenetikte Beslenmenin Rolü ve Obezite İlişkisine
Genel Bir Bakış
88
Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
11 |
P.225 Tuğba SARITAŞ Obezite ve Çevresel Etmenler
89
P.226 Meliha HALİ Ketojenik Diyet ile Epilepsi Tedavisi
90
P.227 Betül AY Oruç ve Tip 2 Diyabet İlişkisi
91
P.228 Emine DURMUŞ Yapay Tatlandırıcıların İnsülin Direnci Üzerine Etkisi
92
P.229 Zehra ÇALIŞKAN Süt ve Ürünlerinin Tüketim Durumları
93
P.230 Ahsen ERGİNSOY Emniyet Çalışanlarında Obezite Sıklığının Saptanması
94
P.231 Hazal BABACAN Üniversite Öğrencilerinin Sabah Kahvaltı Yapma
Alışkanlığı
95
P.232 Emel ÇANKAYA
Seminur BARLAK
Hilal Nur BOZTAŞ
Nanoteknolojinin Beslenmede Kullanımı
96
P.233 Ebru ÖZDEMİR
Gamze YÜZBAŞIOĞLU
Nedime GÜNDÜZ
Aydan ERCAN
Diyabet Kampları
97
P.234 Gözde KALKAN Ruhun Sandalyesinden Vücudun Mucizesi: Melatonin
98
P.235 Merve KİP Gebelikte Ağırlık Kazanımı İle İlgili Güncel Görüşler
ve Öneriler
99
P.236
Elif KAPLAN Semizotunun Sağlık Üzerine Etkileri 100
P.237 Reyhan ORAL Diyetisyen Bakış Açışıyla Moleküler Beslenme
101
P.238 Fatma ÇOBUR Kuarsetin ve Kardiyovasküler Hastalıklarla İlişkisi
102
P.239 Buse BAKIR Kahve Tüketiminin Diyabet ile İlişkisi
103
P.240 Büşra GÜL Cevizin Bilişsel Fonksiyonlara Etkisi
104
P.241 Rabia Nur CEYHAN Üniversite Öğrencilerinde Besin Desteği Kullanımı
105
P.242 Şeyma KIRIM
Sema ERGÜN
Elif ÇİMEN
Endokrin Bozucular ve Sağlık Üzerine Etkileri
106
P.243 Dozdar ŞAN Moleküler Beslenmeye Genel Bir Bakış
107
Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
12 |
P.244 Ahsen ERGİNSOY Yatan Hastalarda Yemeklerden Memnuniyet
Değerlendirilmesi
108
P.245 Buğra ÖNEM Gebelik ve Mikrobiyata
109
P.246 Cennet KAYA
Hıfziye Nur ATALAY
Vücut Yağ Dağılımı ve Cinsiyetlerdeki Farklılıklar
110
P.247 Ayşenur ERBAY N-3 Yağ Asitlerinin Astıma Etkisi
111
P.248 Hazal DİŞLİTAŞ Gebelikte D Vitamini Durumu ve Takviyesi
112
P.249 Ahsen ERGİNSOY Kayseri’de Toplu Beslenme Yapılan Kurumlarda
İyotlu Tuz Kullanım Durumunun Saptanması
113
Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
13 |
K.001
Diyetisyenliğin Tarihi
Prof.Dr. Muhittin TAYFUR
Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Ankara, Türkiye
Diyetisyenlik mesleği ilginç ve zengin bir geçmişe sahiptir. Diyetisyenlik mesleği ulusal bir
aciliyetten doğmuştur. Birinci dünya savaşı sırasında ABD askerlerinin besin ve beslenme
gereksinmelerini sağlama gerekliliğinden ileri gelmiştir. Amerikan Ev Ekonomistleri Derneği
(AHEA) ‘nin bir alt grubu 1899’da diyetetiğe özel ilgi duymuştur ve buna yönelik bir yol izlemiştir.
Bunlar 1917’da ADA’yı kurmuşlar ve ilk yıllık toplantılarını da yapmışlardır. Daha sonraki yıllarda
beslenme alanında yapılan önemli buluşlarla diyetisyenlik sağlam bir temele oturmuştur. Açıkça 20
yüz yıl diyetisyenliğin tarihindeki yükselme dönemi olmuştur. 20 YY beslenme biliminde ve
uygulamalarında, diyetisyenliğin bir meslek olarak tanınmasında, diyetisyenliğin eğitim ve uygulama
standartları, etik ilkeleri ve mesleki birlik olarak bilinmesinde, donanımın tanınmasında önemli bir aşama olmuştur.
Erken dönem diyetisyenin tanımlamaları insanların beslenmelerindeki rolü üzerine yoğunlaşmıştır.
Fakat 1955’de bu rol tanımlamadan düşürülmüştür. Buna karşılık anahtar olarak yönetim görülmüş, diyetisyenlik buna yoğunlaşmıştır. AHA (Amerikan Hastaneler Derneği) ve klinik uygulamalarda
yönetimi öncelikli görmüş ve AHA’nın felsefesine uyarlanmıştır. Eğitimdeki değişmelerde bunu
izlemiştir. Beslenme ve diyetetik bölümleri ev ekonomisi okullarının içinden ve yapılanmasından
birleşik sağlık bölümlerine taşınmıştır. Yeni diyetisyenler kendilerini yeni koşullarının
yönlendirmesiyle, geleneksel diyetetik eğitiminin bir parçasından daha çok beslenme biliminin
öncüleri olarak görmüşlerdir. Ülkemizde diyetisyenlik eğitimi Hacettepe Üniversitesi’nde 1962’de
başlamıştır. İlk diyetisyenler 1966’da mezun olmuş, 1969’da Türkiye Diyetisyenler Derneği (TDD)
kurulmuştur. TDD için 50. yıl kutlamalarını 2019’da yapacağız. Diyetisyenler için 2019’da yeni bir
vizyonu oluşturmayı kutlayacağız. Diyetisyenlerin hazırlayacağı yaklaşımlarla geleceğin
uygulayıcıları bu vizyonu başaracaktır. TDD yayını olan Beslenme ve Diyet Dergisi 1972’de
yayımlanmaya başlamıştır. Dergimizde mesleğimizle birlikte değişmiş ve büyümüştür. Ülkemizde
mesleğimizin ilk yıllarında derginin içeriğini diyetetik mesleğinden olmayan diğer katkı
sağlayıcılardan gelen yazılar oluşturmuştur. Bugün dergimiz orijinal hakemli hem uygulama hem de
araştırmalar ile diyetisyenliğin durumunu yansıtmakta, tanınmış öncüler ve uzmanların temel
beslenme araştırmalarını yayımlamaktadır. Beslenme müdahaleleri, klinikteki uygulamaların değerlendirilmesi, yiyecek ve içecek hizmetlerinden çıktıları da içermektedir.
Diyetisyenlik mesleği dünya genelinde öncelikle gelişmiş ülkelerde pişirme okullarından gelmiş, çağımızda olimpik karşılaşmalarda, klinik uygulamalarda, yiyecek-içecek hizmetlerinde, toplum
beslenmesinde, genelde toplumun sağlığına değişik şekillerde katkı sağlayan yaşam kalitesi ve
özelliğini destekleyen konuma gelmiştir. Açıkçası 21 YY diyetisyenlik mesleği, değişen bir dünyanın
beslenme gereksinmeleri ile yeni yetenekler, yenilikçi uygulama yaklaşımlarına eşit değişmeler
Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
14 |
gösterecektir. Beslenme araştırıcıları ile uygulayıcıları arasında sürekli bir sinerji burada temel etken olacaktır.
Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
15 |
K.002
Nanoteknolojinin Beslenme Alanındaki Uygulamaları
Doç. Dr.Yeşim AKTAŞ
Erciyes Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Teknoloji Anabilim Dalı, Kayseri, Türkiye
Nanoteknoloji, Yunancada “cüce” anlamına gelen “nano” kelimesinden türetilmiştir. Yaklaşık 1-100
nanometre ölçekte gerçekleştirilen bir teknoloji olup, atomların ve moleküllerin en küçük birimlerini
ifade etmek ve maddeyi atomik boyutu ile kontrol etmek amacı ile kullanılmaktadır.
Geçtiğimiz yüzyılın sonundan beri, nanoteknoloji dünya nüfusunu etkileyen başlıca sağlık, enerji ve
çevresel sorunlar ile başa çıkmak için en ümit verici araç olarak belirlenmiştir. Nanoteknolojinin
konvansiyonel gıda bilimi ve gıda endüstrisinde devrim yaratacak başlıca teknoloji olduğu kabul
edilmektedir.
Nanoteknoloji, gıda ve tarım endüstrisinde yeni fırsatlar sunmaktadır ve gıda üretim zincirinde çeşitli
uygulamaları bulunmaktadır. Bu uygulamalar, birincil üretim, işleme, emniyet, ambalajlama ve
beslenme olarak özetlenebilir. Nanoteknolojinin kullanıldığı işleme ve ambalajlama yöntemleri, gıda
sistemlerinde üstünlüğünü kanıtlamıştır. Farklı hazırlama teknolojileri, gıdalarda kullanılmaya uygun
değişik fiziksel özellikte nanopartiküllerin üretilmesine olanak vermektedir. Özellikle beslenme
alanında, besinlerdeki yağ ve şeker oranının düşürülmesi, gıda takviyelerinin biyoyararlanımının
artırılması ve vitamin, mineral içeren besin maddelerinin üretimi gibi konularda nanoteknolojiden
yararlanılmaktadır.
Nanoteknolojinin sağladığı tüm üstünlüklere rağmen, kullanılan tekniklere ve maddelere bağlı olarak
ortaya çıkabilecek sonuçlarının ve toksisite potansiyelinin dikkatle değerlendirilmesi gerekmektedir.
Bu nedenle etkili ve güvenli ürünlerin geliştirilmesinde uluslararası kabul edilebilirliği olan
düzenlemelere ve bilimsel çalışmalara gerek duyulmaktadır.
Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
16 |
K.003
Türk Mutfağında Gelenekten Geleceğe Aktarılan Sağlık
Yrd. Doç. Dr. Dilek Ongan
İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, İzmir, Türkiye
Sağlıklı beslenme için vazgeçilmez kuralımız olan besin çeşitliliği yani zenginlikle övündüğümüz mutfağımız, bu zenginliğini Orta Asya’dan Balkanlara, Kırım’dan Mısır’a çok geniş bir coğrafyada atalarımızın yaşamasına, izlerini bırakmasına ve Anadolu’ya yerleştikten sonra, buraya çok kolay uyum sağlayıp, gezici hayatın getirdiği yeni üretim teknikleri ve beslenme çözümlerini bu verimli topraklara aktarabilen beceri ve tecrübesine borçludur diyebiliriz. Günümüzde en eski yetiştirilen ve insanoğlu için uygarlığı başlatan buğdayın anavatanında yaşıyoruz, neredeyse ölümsüz diyebileceğimiz zeytin ağaçları bütün Doğu Akdeniz’i kaplamış ve zeytin gibi üzüm ve incir de bizim topraklarımızdan bereketini mahrum etmemiştir. Bunların Türk mutfağını dünyaca ünlü mutfaklar arasında kabul ettiren çeşitliliğimizde çok önemli payı var. Elli yılı aşkın süre, 16. yy’da Osmanlı İmparatorluğunu gezmiş ve kaydetmiş olan nüktedan Evliya Çelebi’nin gittiği her bölgede övülmeye değer besinleri anlatmış olması Türk mutfağının değerini bir kez daha arttırmaktadır. Tam tahılların-kurubaklagillerin düşük enerji, doyuruculuk, diyet posası gibi özellikleri ile obezitenin, ve besin ögesi yoğunluğu ile yetersiz beslenme sorunlarının çözümü olacağına inançla, 2016 yılının Birleşmiş Milletler tarafından Dünya Tahıllar/Baklagiller Yılı (The Year of Pulses) olarak kabul edildiğini düşünürsek, Türk Mutfağının sıcak tencere yemeklerinde yüzyıllardır pişirilen çorbalar (16. yy’da 26 çeşit), balık ve deniz ürünleri (139 çeşit) (Trabzon’da 40 çeşit hamsi yemeği) ve etler-sakatatlar (183 çeşit), pilavlar (37 çeşit), tahıllar (71 çeşit), baklagiller (12 çeşit), yenebilir otlar (17 çeşit), sebzeler (70 çeşit) sağlıklı ve çeşitli beslenmenin anahtarı olabilir. Yanı sıra 139 çeşit unlu hamur işleri ve ekmek, 480 çeşit meyve (sadece Bursa’da 40 çeşit armut, Urla’da 60 çeşit üzüm, Malatya’da 7 çeşit kayısı, 11 çeşit portakal), 303 çeşit tatlı, 241 çeşit içecek mutfağımızdaki besin çeşitliliğini ve yaratıcılığı göstermesi bakımından çok önemlidir. Bu yaratıcılık o zamanlarda nadir rastlanan ve çok kıymet verilen şekerin leblebi, badem, kahve çekirdeğini kaplamada kullanılmasına, yeni yemek icat eden ve güzel yemek yapan aşçıların ödüllendirilmesine, et yemeklerinin Abbasi mutfağından esinlenerek bal ve meyve ile lezzetlendirilmesine de bağlı olduğu düşünülmektedir. Günümüzde sağlıklı beslenme ve yaşam açısından olumsuz etkileri kanıtlanan ayaküstü hızlı hazır beslenme şeklinin, bu topraklarda eskiden beri uygulandığını duymak ise biraz şaşırtabilir. Her ne kadar bunun temel sebebi; evde ateş yakmak gibi pahalı bir işlem yerine pişirilmiş besinleri sokaktan satın almanın daha ekonomik olması ise de bu sistemin Osmanlı’da oldukça sıkı denetlenen bir esnaf teşkilatı-lonca sistemi ile yürütüldüğü, her yiyeceğin esnafının ayrı olduğu (çorbacı sadece çorba, dolmacı sadece dolma satabilir) ve kurallara uymayan esnaf için ciddi yaptırımlar olduğunu öğrenmek; toplum sağlığına ve besin güvenilirliğine önem verilmesi açısından sevindiricidir.
Türk mutfağında, günümüzde sütlü ve meyveli tatlılarda kullanılan tarçına, 19. yy’da daha sık rastlıyoruz; tarçınsız tarif neredeyse yok! Tarçın, polifenolleri ile tokluk kan glukoz düzeyini düşürücü, Tip 2 diyabetli bireylerde prosiyanidin tip A polimerleri ile tarçın polifenollerinin insülin benzeri aktivite göstermesi sonucu glukoz ve lipit profillerini iyileştirici, insülin duyarlılığını arttırıcı, antiinflamatuvar/antiangiogenezis cevaplarını arttırıcı etki gösterdiği bulunan, suda çözünen polimerik polifenollerinin bazı tümör hücre serilerinin çoğalmasını önlediği (anti kanserojenik etki) üzerinde durulan bir baharat iken, bu etkilerini kaybetmeden hazırlanıp pişirilen tarçınlı tariflerin sayısını arttırmak iyi bir hedef gibi görünüyor. Eskiden bol bulunan bal yerine şeker tercih
Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
17 |
edilmekteydi; buna karşın bal çeşitlerinin sayısı Anadolu’da hiç azımsanmayacak kadar fazlaydı: Gömeç balı, Fuşka balı, Eflak-Boğdan balı, balsıra balı, Aydos balı, beyaz bal, delice bal, dut balı, … Ne mutlu ki günümüzde balın eski kıymetinin arttığını ve bunu bilimsel araştırmaların desteklediğini görüyoruz. Osmanlı Döneminde ev fırınlarında yapılan ekmeklerin yerini Batı yaşamından etkilenmenin başlamasıyla çarşı fırını ekmekleri almış, evlerde üretilen ekmek gözden düşmüştü. Ama artık kepeğinden ayrılmış beyaz unun yerini tekrar besleyici değeri; vitamin, mineral, protein ve lipit yönünden zengin olan tam buğday unu almaya başlamıştır. Herhangi bir yiyeceğin besleyici değeri, sağladığı enerjiye oranla içerdiği protein, vitaminler ve minerallerle ölçülür. Geleneksel Aşure de bu tür yiyeceklere çok iyi bir örnektir. Ve yoğurt; sağlıklı besin, sağlıklı beslenmek deyince ilk akla gelen besindir. Günümüzde diyet kalitesinin birincil göstergesi olarak kabul edilmesinde; Framingham Kalp Çalışmasında izlenen 6526 yetişkin arasından yoğurt tüketen bireylerin, tüketmeyenlere göre daha düşük beden kütle indeksi, bel çevresi, trigliserit, açlık glukoz ve insülin düzeyi, kan basıncı ile daha yüksek HDL kolesterol düzeyine rastlanmasının da önemli payı bulunmaktadır. Yeni ve geleceğe yön verecek buluşlar ise süt ve süt ürünlerinde, kardiyovasküler, nörolojik, immün ve gastrointestinal sistemlerde güçlü antioksidan, sitomodülatör, immünomodülatör, antihipertansif, antitrombotik etkiye sahip olduğu belirlenen biyoaktif bileşenler üzerinedir. Anadolu’nun asıl kurubaklagili olan börülceye aşinalık nedeniyle mutfağımıza sonradan girmesine rağmen kurufasulyeye benzer şekilde, yakın zamanda tanıştığımız yeni besinler; chia tohumu, kinoa, maş fasulyesi, karabuğday, amarant küreselleşmeyle mutfağımızda yerini yavaş yavaş alıyor. Ancak, günümüzde yeni besinleri kabullenmede en önemli etmenin besinlerin vücut ağırlığı kontrolü üzerine etkileri olduğunu görüyoruz. Bu nedenle bilimsel araştırmalara ve araştırmacılara daha fazla sorumluluk düşmektedir; hem bu besinlerin sağlık üzerine gerçek etkileri, hem de sağlıklı beslenme için teşvik edilmesi ve mutfağımızda kullanımı açısından. Aynı durum mutfağımızdaki geleneksel besinler için de geçerli; örneğin tarhananın mutfağımızda daha sağlıklı bir yeri olabilir. Fermentasyon ve kurutma tekniklerinin geliştirilmesiyle probiyotik niteliği yükseltilmiş, besin ögesi kaybı en aza indirilmiş ama lezzetini kaybetmemiş yeni tarhananın gelecek nesillerin mutfaklarında da yer alması önemli bir temennimiz.
Beslenme, hayatın merkezi unsurlarından biri olup, fetal yaşamdan itibaren bizi etkileyerek sonraki nesillere aktardığımız sağlıktan sorumludur. Sağlık düzeyini koruyan ve geliştiren bir toplum için geleneklerimizden getirdiğimiz sağlıklı beslenme unsurlarını, geleceğe aktarabilmeli, gelenekle geleceğin köprüsünü şimdiden kurmalıyız. Bunu başarmak için Türkiye, beslenme ve besin kaynakları açısından iyi bir sürdürülebilirlik politikasına ihtiyaç duymaktadır. Birleşmiş Milletler tarafından içinde bulunduğumuz yıla ismini veren “sürdürülebilirlik”, kültürümüzün en yaşayan, en canlı tarafı olan beslenme biçimimize, yani mutfağımıza yansıdığında sağlanabilecektir. Yeni ve daha sağlıklı bir formata dönüşmüş yemeklerin yeni nesillere aktarılmasında araştırma-geliştirme (AR-GE) çalışmaları yapmakla yükümlü birçok disiplin arasında “diyetisyenlik” de gelmelidir. Gelecekte Türk mutfağının daha sağlıklı, lezzetli, tüketilebilir kalitede bir mutfak olarak tanınması bu disiplinlerin bir araya gelmesi ile yapılacak bireysel ve bilimsel araştırmalara bağlıdır.
Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
18 |
K.004
Fonksiyonel Besinlerle Sağlıklı Öğün Planlama İlkeleri
Uzm. Dyt. Selahattin DÖNMEZ
Fark Etmeden Diyet Beslenme ve Eğitim Danışmanlığı
Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
19 |
K.005
Obezite Tedavisinde Güncel Yaklaşımlar
Prof. Dr. Nihal HATİPOĞLU
Erciyes Üniversitesi, Tıp Fak. Pediatrik Endokrinoloji A.B.D.,Kayseri, Türkiye
Bu konuşmada obezite tedavisiyle ilgili medikal tedavi ve cerrahi yöntemler gibi güncel yaklaşımlar
anlatılmıştır.
Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
20 |
K.006
Obezite İle İlişkili Hormonlar
Araş. Gör. Mevra AYDIN ÇİL
Atatürk Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü,Erzurum,Türkiye
Global, epidemik bir halk sağlığı sorunu olan obezite, temel olarak enerji harcamasına göre enerji
alımındaki fazlalık nedeniyle ortaya çıkmaktadır. Çok basit gibi gözükse de obezitenin etiyolojisi
multifaktöriyeldir ve iç (genetik, epigenetik, metabolik profil) ve dış (diyet, fiziksel aktivite vb.
yaşam tarzı alışkanlıkları) etmenler ve aralarındaki etkileşimi içermektedir. İştahı etkileyen ve yağ
metabolizmasında/adipoz doku üzerine etkili olan hormonlar obezite etiyolojisinde önemli rol
oynamaktadır.
Leptin hipotalamus arkuat nukleusdaki anoreksijenik pro-opilanokortin (POMC)/kokain amfetamin
salınımını aktive ederken oreksijenik NPY/AgRP nöronlarını inhibe ederek anoreksijenik etki
gösterir. Leptin hipotalamusa ulaştığında tokluk sağlamakta iştahı azaltarak, metabolik hızı
artırmaktadır. Obezlerde leptin seviyesi yüksektir fakat etki gösterememektedir. Bu durumun nedeni
‘leptin direnci’ ile açıklanmaktadır. Leptin direnci, hiperleptinemiye karşı geribildirim olarak
hücresel cevabı azaltmak için leptin reseptör geni (Ob-R) ekspresyonun baskılanması ile reseptör
düzeylerinin azalması sonucu ortaya çıkmaktadır. Leptin ile benzer şekilde barsak hormonları olan
peptit yy (PYY) ve glukagon like peptit (GLP 1) iştahı azalmakta ve yemeğin sonlanması için tokluk
sinyallerinin oluşmasını sağlamaktadırlar. PPY beden kütle indeksi (BKİ) ile negatif kolerasyon
göstermektedir.
Ghrelin ise gastrointestinal sistemde üretilen, santral etki ile yeme davranışı ve vücut ağırlığı
düzenlenmesinde etkili 28 aminoasitli bir peptid hormondur. Keşfinin ilk yıllarında vücutta büyüme
hormonu salınımını arttırıcı bir hormon olarak görülse de, son yıllarda iştah ve ağırlığının
düzenlenmesi üzerine etkileri daha çok dikkat çekmektedir. Leptinin tersi etki göstererek
anoreksijenikpro-opiomelanokortin(POMC) nöronlarını inhibe eder, oreksijenik nöropeptid
Y/agouti-related peptide (NPY/AgRP) nöronlarını ise aktive ederek, besin alımını artırır, enerji
harcamasını azaltmaktadır. Obez bireylerde ghrelin seviyesi daha düşük olsa da öğün tüketimi
sonucunun seviyenin azalmadığı çalışmalarda gösterilmiştir. Bu nedenle öğün esnasında azalmayan
ghrelin seviyesi nedeni ile fazla enerji alımı riski artmaktadır. Bir diğer barsak hormonu olan
obestatin ise ghrelin ile aynı prekürsöre sahiptir fakat ghrelinin tersi olarak anoreksijenik etki
gösterir. Besin alımını azalttığı, gastrik boşalmayı yavaşlattığı, intestinal motiliteyi baskıladığı ve vücut ağırlığı artışını azalttığı bildirilmiştir.
Obeziteyi önlemek veya tedavi edebilmek için yeni tedavi seçenekleri geliştirilmelidir fakat bunun
için öncelikle obezitenin etiyolojisinin çok iyi bilinmesi gerekmektedir. İştahı azaltıp doygunluğu
artırarak enerji alımı ve harcamasındaki dengeyi enerji harcaması tarafına değiştirecek yeni tedavi
yöntemlerine ihtiyaç vardır. Bu nedenle iştahı ve/veya yağ metabolizmasını etkileyerek obezite gelişi
üzerinde etkili olan bu hormonların ve etki mekanizmalarının çok iyi bilinmesi ve aydınlatılması gerekmektedir.
Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
21 |
K.007
Bariyatrik Cerrahide Beslenme
Yrd. Doç. Dr. Nihal Zekiye ERDEM
İstanbul Medipol Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Yüksekokulu, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, İstanbul, Türkiye
Giriş: Günümüzde bariyatrik cerrahi, morbid obez hastalarda, kalıcı kilo kaybının sürdürülebilmesi
için seçilen en etkin bir tedavi şeklidir. Bariyatrik cerrahi yöntemleri, sindirim sisteminin anatomik
yapısını ve fizyolojisini değiştirmekte, yiyeceklerin küçük miktarlarda tüketilmesine neden olmakta
ve sindirim sistemi kanalında besin öğelerinin emilimini azaltmaktadır. Bu durum, vitamin-mineral
yetersizliklerine ve ameliyat öncesi dönemde tanısı konmuş eksikliklerin artmasına neden
olabilmektedir. Bariyatrik cerrahi sonrası mikronütrient yetersizlikleri sonucu anemi, nörolojik
defisitler ve osteopenia oluşmaktadır. Bu yetersizliklerin önlenmesi için, bariyatrik cerrahi sonrası rutin eklenmesi önerilen makro ve mikronütrientler rehberlere göre belirlenmiştir.
Bariatrik cerrahi ameliyatlarından sonra oluşabilecek beslenme ve metabolik komplikasyonlar
arasında makro ve mikronütrient yetersizliklerin yanı sıra beslenmeye bağlı uzun ve kısa süreli
komplikasyonlar da yer almaktadır. Cerrahi altındaki morbid obez hastalarda malnütrisyonu teşhis
etmek zordur. Bu çok büyük ağırlık kaybı, sıklıkla protein-enerji malnütrisyonu ile ilişkilendirilmez. Yağ malabsorbsiyonunun en iyi kanıtı steatöredir.
Bariyatrik cerrahi, ileri düzeyde obezite hastalığı ile yaşamlarını sürdürme mücadelesi veren
hastalara, bu hastalıktan kurtulmak için sunulan bir şans olarak düşünülebilir. Maalesef bu
ameliyatlardan sonra da geri kilo alımı mümkündür. Bariyatrik cerrahi sonrası, başarılı kilo kaybı ve
verilen kilonun korunması için yaşam boyu fiziksel aktivite ve beslenme davranışının
düzenlenmesine gereksinim olduğu vurgulanmıştır. Ameliyata alınmadan önce bir hastanın,
bariyatrik cerrahi ekibi tarafından; beslenme alışkanlıklarının, beslenme ve klinik durumunun çok iyi
değerlendirilmesi gerekmektedir. Hastaların bariyatrik cerrahi öncesi ve sonrası beslenme
durumlarının değerlendirilmesi, iyi bir diyet programı ile beslenme desteği, hastalara önerilen diyetlerin monitorizasyonu, multi ve interdisipliner bir ekip çalışmasını gerektirmektedir
Bu derleme yazıda, bariyatrik cerrahinin beslenme üzerindeki etkisinin anlaşılabilmesi için,
beslenme ve klinik durumun nasıl değerlendirileceği, izleneceği, önerilen diyetlerin takibi, bariyatrik cerrahi sonrası beslenme ve metabolik sorunların nasıl giderileceğinin özetlenmesi amaçlanmıştır.
Bariyatrik Cerrahi Nedir?
‘‘Bariatric’’ Yunanca bir kelimedir. Baros; ağırlık, iatrike; tedavi demektir. Yani şişmanlığın
tedavisidir. Bariyatrik cerrahi bugünlerde, morbid obez hastalarda kilo kaybının sürdürülebilmesinde en etkili yöntemdir.
Baryatrk cerrah, son yetmş yıldır endüstryel gelşme paralel olarak gelşmş ve cerrahnn en öneml branşlarından br olmuştur. Günümüzde aşırı şşmanlık ve bu şşmanlıkla brlkte görülen hastalıklarının tedavisinde, altın standart olarak kabul edilmektedir. Hasta diyet, fiziksel egzersiz,
davranış modifikasyonu ve ilaçlar ile beklediği kiloyu veremediğinde bariyatrik cerrahi devreye
girmektedir. Bariyatrik cerrahi, ileri düzeyde obezite hastalığı ile yaşamlarını sürdürme mücadelesi
Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
22 |
veren hastalara, bu hastalıktan kurtulmak için sunulan bir şans olarak düşünülebilir. Bir tip
ameliyattan sonra kilo geri alımı olursa başka bir tip ameliyata (ReDo) dönüştürülebilir. Bariyatrik
cerrahinin en önemli hedefleri; sürdürülebilir kilo kaybının oluşması, yaşam kalitesinin iyileşmesi,
komplikasyon oranının azaltılması, maliyet etkinliği ve düşük mortalite oranının sağlanmasıdır. Bu
hedeflere ulaşabilmek için de ameliyata alınmadan önce hastanın, bariyatrik cerrahi ekibi tarafından;
beslenme alışkanlıklarının, beslenme ve klinik durumunun çok iyi değerlendirilmesi, yeme davranış
bozukluklarının tespiti için psikolojik bir değerlendirmeden geçirilmesi ve içerisinde diyetisyenin de bulunduğu ekiple birlikte bir ömür boyu takip edilmeleri gerekmektedir.
Uygulanan bariyatrik cerrahi yöntemleri: Bariyatrik cerrahi yöntemleri; iştahı azaltıp tokluk
hissine neden olarak, yiyeceklerin alımını kısıtlayarak, besin öğelerinin emiliminin bozulmasına
neden olarak, enerji harcamasını artırarak, hastaların kilo vermesini sağlamaktadır. Bariyatrik cerrahi
yöntemleri yiyeceklerin alımını kısıtlayan, emilimi bozan ve kombine yöntemler olarak üçe ayrılmaktadır:
1- Kısıtlayıcı yöntemler: Midenin hacmini veya kapasitesini azaltır ve dolayısıyla erken
doymayı sağlar, kalori alımını sınırlar. Bunlar; laparoskopik ayarlanabilir mide bandı (LAGB),
vertikal bantlı gastroplasti (VBG), laparoskopik sleeve gastrektomi (tüp mide=LSG) ve mide balonudur.
2-Emilimi bozan yöntemler: Besin akışını azaltarak ve emici alanı bypass ederek kalori miktarını azaltırlar. Bunlar; biliopankreatik diversiyon (BPD) ve Jejunoileal bypassdır.
3-Kombine yöntemler: Hem yiyecek alımını kısıtlayıcı hem de emilimi azaltıcı yöntemlerdir.
Bunlar; Roux en-Y gastrik bypass (RYGB) ve duodenal switch (DS)’dir.
Ayrıca kısıtlayıcı ve malabsorptif prosedürlerin evrelenmesi söz konusudur. Gerektiği
takdirde DS ile BPD (BPD/DS) birlikte uygulanabilmektedir. ReDo cerrahi ile yöntemler birbirine
dönüştürülebilmektedir. Tüm kısıtlayıcı, emilimi bozucu ve kombine yöntemler altı adet ana
operasyonun modifikasyonlarıdır. Ayrıca kısıtlayıcı ve malabsorptif yöntemlerin evrelenmesi söz konusudur.
Kimler Bariyatrik Cerrahi Adayıdır?
18-60 yaş aralığında olup beden kitle indeksi (BKİ) 40 kg/m2 ve üzeri olanlar ile BKİ 35-40 kg/m2
ile birlikte tip2 diyabet gibi metabolik bozukluklar, kardiorespiratuvar hastalık (hipertansiyon) uyku
apne sendromu, ciddi eklem hastalığı (artroz), obeziteye bağlı ciddi psikolojik problemler gibi eşlik
eden hastalıklardan en az ikisinin var olduğu hastalar ameliyat olabilir. Cerrahi tedaviye karar
vermeden önce hastada obezitenin en az 5 yıldır var olması ve 5 yıl kilo vermek için çaba sarfetmiş
olup başaramamış olması, hastanın hormonal hastalıklarının bulunmaması gerekmektedir. Ayrıca
alkol ve ilaç bağımlısı olmamalıdır. Hasta ameliyat yöntemini çok iyi anlamalı ve ameliyattan sonra uyum sağlayabilecek durumda olmalıdır.
Bariyatrik Cerrahide Ekip: Morbid obezite tedavisi bir ekip işidir. Ekip; obezite cerrahı,
diyetisyen, hemşire, psikolog, psikiyatrist, anestezist, endokrinolog, tıbbi uyku uzmanı, kardiyolog,
gastroenterolog, fizyoterapist ve ofis personelinden oluşmalıdır. Diyetisyenler, bariyatrik cerrahi
ekibinin önemli bir elemanıdır. Ekibin üyesi diyetisyen tarafından, hastaların bariyatrik ameliyatı
olmadan önce ve olduktan sonra beslenme durumunun değerlendirilmesi ve ameliyat sonrası
Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
23 |
dönemde beslenme desteği için diyet danışmanlığı yapması, beslenme durumlarının takibi, başarının
artması için, Amerikan Metabolik ve Bariyatrik Cerrahi Derneği (American Society for Metabolic & Bariatric Surgery: ASMBS)’nin rehberine göre gereklidir.
Bariyatrik Cerrahi Öncesi Ve Sonrası Beslenme Durumunun Değerlendirilmesi Ve İzlemi: Hastanın beslenme durumunun değerlendrlmes ASMBS’nin rehberine göre yapılmalıdır. Bu
rehberde; baryatrk cerrah önces beslenme durumunun değerlendrlmes ve beslenme eğtm, bariyatrik cerrahi sonrası beslenme durumunun takibi önerilmektedir.
Bar�yatr�k cerrah� önces� dönemde beslenme durumunun değerlend�r�lmes�; Antropometrk ölçümler, ağırlık hkayes, tıbb öykü, laboratuvar bulguları, pskolojk hkayes, yeme bozukluğu hkayes, şu ank/geçmştek pskyatrk tanısı, alkol, tütün ve laç kullanımı, görme yeteneğ ve dş problemleri, okuryazarlık düzeyi, lsan durumu, dyetle yyecek/ sıvı alımı, fzksel aktvte durumu, pskososyal-kşsel zlem ve yyecek günlüğü tutma teknkler, amelyat önces dyet hazırlığı le yapılmalıdır.
Ameliyat öncesi dönemde yapılması gerekenler:
• Genel sağlık ve beslenme durumu değerlendirilmeli;
• Ameliyat sonrası, uyulması gereken diyet programı açıklanmalı;
• Cerrahi işlemlerdeki riskin en aza indirilmesi için, komorbidite tedavisi en iyi şekilde yapılmalı;
• Hastanın takip programlarına gönülden bağlılığı ve motivasyonu
değerlendirilmeli;
• Ömür boyu takibin gerekliliği ve cerrahi seçeneklerin riski ve sonuçları hakkında,
gerekli tüm bilgileri alacağı garanti edilmeli;
• Hastanın, cerrahinin potansiyel sonuçlarını anlaması sağlanmalı;
• Cerrahinin riskli durumlar içerebileceği konusunda, hastaya doğru bilgi verilmeli ve
hasta, yaşam boyu davranış değişikliğini ve takip programlarını kabul etmeli.
• Hastanın klinik durumu ve bariyatrik operasyon planı değerlendirilmeli:
• Uyku apnesi sendromu ve akciğer solunum fonksiyonu;
• Metabolik ve endokrin bozukluklar;
• Gastro-özefageal refü hastalığı, Helicobacter pylori gastriti;
• Vücut kompozisyonu (dansitometrik değerlendirme);
• Kemik yoğunluğu;
• İndirekt kalorimetri.
Bariyatrik cerrahi sonrası önerilen beslenme takibinde ise; antropometrik ve biyokmyasal ölçümler, aktvte düzey, pskososyal durum, laçlar, vtamn/mneral destekler, protokole bağlılık, beslenme programı ve obezteye neden olmayacak yyeceklern çerğnn düzenlenmes ve tanıtılması yer almaktadır.
Bariyatrik cerrahiye aday hastaların “ameliyat öncesi eğitim” sürecinden geçmesi gereklidir. Bu
süreçte hastaya, ameliyat hakkında bilgi verilmeli, ameliyatın kilo verme üzerine etkisi, mekanizması
anlayabileceği bir şekilde açıklanmalıdır. Hastanın ameliyattan yüksek beklenti içerisinde olması çok
Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
24 |
sık rastlanan durumlardan biridir. Bu durum göz önünde bulundurularak ameliyat öncesi verilen
eğitimler sırasında, hastanın ameliyattan beklentisi sorgulanmalı ve beklenti düzeyi yüksek ise
karşılanabilir bir boyuta çekilmelidir. Aksi takdirde ameliyattan sonra hastanın memnuniyeti
düşebilir ve hasta, ameliyatın gerektirdiği gibi bir yaşam tarzından bu memnuniyetsizlik nedeniyle
uzaklaşabilir. Hasta, geçireceği ameliyatın yöntemi ne olursa olsun ameliyattan sonra beslenmesine
dikkat ederek ve “sağlıklı beslenme” alışkanlıklarını hayatına geçirerek, verilen kiloları
koruyabileceğini, uzun vadede başarılı olabileceğini bilerek ve bu sorumluluğu alarak ameliyata
girmelidir.
Ameliyat öncesi ve sonrası hastanın; antropometrik ve biyokimyasal ölçümleri yapılmalı, aktivite
düzeyi ile psikososyal durumu izlenmeli, kullandığı ilaçlar takip edilmeli, gerekliyse vitamin/mineral
destekleri verilmeli, protokole uyması sağlanmalı, obeziteye neden olmayacak şekilde yiyeceklerinin
içeriği tanıtılmalı, uygun diyet programı hasta ile birlikte düzenlenmeli ve belirlenen periyotlarda
hastaların takibi yapılmalıdır. Cerrahinin uzun süreli ve başarılı bir sonuç vermesi; hastanın ömür
boyu beslenme ve yaşam tarzı değişikliklerine bağlıdır. Bunların başarılmasında, bariyatrik cerrahi
ekibi ile hareket edilmelidir. Beslenme durumunun saptanmasında, biyokimyasal parametrelerden,
vitamin B1 (tiamin), vit. B2 (riboflavin), vit. B12 (kobalamin), folat, demir, çinko, vit. A, D, E, K ve
protein düzeyleri sürekli olarak izlenmelidir.
Bariyatrik cerrahi geçirecek hastaların, cerrahi öncesi ve sonrası ekiple beslenme durumları
değerlendirildikten sonra beslenme programları hazırlanırken ekibin diyetisyeni tarafından;
metabolizma, leptin, ghrelin ve gastrointestinal hormonları da incelenmelidir. Bariyatrik cerrahi
sonrası, leptin ve gastrointestinal hormonlar (glukagon benzeri peptit-1 (GLP-1) hormonu, peptit YY
(PYY) hormonu, ghrelin hormonu) cerrahi müdahaleden etkilenmektedir.
Bariyatrik Cerrahide Diyetisyenin Rolü: Baryatrk cerrahnn uzun sürel ve başarılı br sonuç vermes, hastanın ömür boyu beslenme ve yaşam tarzı değşklklerne bağlıdır. Dyetsyen tarafından, amelyat sonrası hastaların beslenme durumlarının takb, baryatrk cerrah sonrası başarının artması çn önemldr. Dyetsyenn görev, amelyat önces ve sonrası dönemde ASMBS’nn klavuzuna göre hastaların beslenme durumlarının değerlendrlmes ve amelyat sonrası dönemde beslenme desteğ çn dyet danışmanlığı yapmaktır. Bu konuda yapılan araştırmalar,
ameliyat sonrası diyetisyen takibini sürdüren hastaların, ameliyattan sonra daha başarılı oldukları,
beden kitle indekslerindeki azalmanın daha fazla olduğu, daha az kalorili beslendikleri ve beslenme
davranışını değiştirmekte daha başarılı oldukları hakkında veriler sunmaktadır. Ayrıca, destek
grupları ve benzeri motive edici toplantılara katılan hastaların, katılmayanlara göre, kilolarından daha
fazla oranda kaybettikleri belirtilmektedir. Destek gruplarında hastaların faydalanabileceği noktalar; sosyal destek, deneyim alışverişi, sorumluluk ve diyete bağlayıcı ipuçları edinme olarak sıralanabilir.
Planlanan bariyatrik cerrahi yöntemin tipine göre, hastanın kemik yoğunluğu, vücut içeriği ve
dinlenme halindeki enerji tüketiminine göre, diyetisyen uygun diyeti planlamalıdır. Hastanın
diyetisyenle iletişimi, cerrahi tedaviden en az 3 ay önce başlamalıdır. Ameliyat sonrası erken dönem
(özellikle ilk 3 ay) diyetlerini geliştirirken, hastanın beslenme hedeflerine ulaşmada sorunlar yaşadığında, diyetisyen periyodik olarak danışmanlık hizmetine devam etmelidir.
Ameliyat öncesi diyetisyenle birlikte, kilo kaybeden hastalar, kilo kaybı sonuçlarını daha uzun
dönemli görebilmektedirler.
Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
25 |
Cerrahi sonrası her hasta uygun beslenme alışkanlığını hedefleyip geliştirebilmek için bir ömür boyu
diyetisyen tarafından diyetinin kontrolü sağlanmalıdır. Ameliyatlardan sonra hastaların kilo vermesi
için beslenme alışkanlıklarını değiştirmeden ve fiziksel aktivite ile ilgili değişiklikler yapmadan hızlı
kilo kaybettikleri dönem, “balayı dönemi” olarak adlandırılır. Yapılan araştırmalar, balayı
döneminde davranış değişikliği için gerekenleri yapmayan hastaların ilerleyen yıllarda kilo almaya
daha yatkın olduklarını göstermektedir. Araştırmalara göre, diyet kontrolü altındaki hastaların, vücut
kas kayıplarının, destek almayanlara göre daha az olduğu saptanmıştır.
Bariyatrik Cerrahide Beslenme Desteği: Cerrah prosedürlernden sonra, beslenmenn k amacı vardır; amelyat sonrası doku yleşmesnn ve ekstrem klo kaybı sırasında yağsız kas ktlesnn korunmasının desteklenmes çn, enerj ve besn öğelernn yeterl mktarlarda sağlanmasıdır.
Amelyat sonrası yyecek ve çecekler, reflü, erken doygunluk ve dumpng sendromu oluşturmayacak şeklde tüketlmeldrler. Baryatrk cerrah sonrası hastalar, çok aşamalı dyetler kullanmak zorundadırlar. Bunlar: Ameliyat sonrası iki gün uygulanan aşama b�r-berrak sıvı diyeti; aşama br sonrası 14 gün uygulanan aşama �k�-tam sıvı diyeti; aşama k sonrası 2-10 hafta uygulanan aşama üç-püre edlmş dyet ve yaşam boyu sürecek aşama dört-katı yiyecek diyetleridir. Bu aşamada,
hastanın dyetne uygun katı yyecekler (y pşmş et ve et ürünler vb) eklenerek, dyetsyen tarafından düzenlenen diyet programına devam edlr. Şeker, şeker çeren yyecekler, konsantre tatlılar, meyve suları, çok fazla mktarda doymuş yağ, yağda kızartılmış yyeceklerden sakınılmalıdır. Yumuşak’’ hamurumsu’’ ekmek-makarna-pirinç, sert- kuru kırmızı etin tüketiminden sakınılması
veya çok sınırlı düzeyde tüketlmes önerlmektedr. Fındık, patlamış mısır, dğer lfl gıdaların tüketmnn gecktrlmes bldrlmştr. Kafen, alkol ve karbonatlı çeceklern tüketmnden sakınılması veya çok sınırlı düzeyde tüketilmesine izin verlmes gerektğ belrtlmştr.
Sonuç: Baryatrk cerrah, morbd obez hastalar çn sürdürüleblr klo kaybını sağlamada en etkl araçtır. Multidisipliner ve interdisipliner bir ekip tarafından yapılan dikkatli bir tarama ve izlem,
sonuçların yleştrlmesne ve uygun hasta seçmne yardımcı olur. Bu hastaların, tekrar ağırlık kazanımını önlemek çn fzksel aktvtelern artırmaya ve beslenmeye bağlı yeterszlklern önlenmes çn vtamn ve mneral desteklern tüketmeye teşvk edlmeler gerekr. Beslenme durumunun sık zlenmes ve gerektğ şeklde ek besn ve besn öğes destekler, cdd klnk yetersizlikleri önlemede yardımcı olacaktır.
KAYNAKLAR
1. O'Brien PE. Bariatric surgery: mechanisms, indications and outcomes. J Gastroenterology and
Hepatology 2010;25:1358-65.
2. Sjörtröm L. Review of the key results from Swedish Obese Subjects (SOS) trial – a prosoective
controlled intervention study of bariatric surgery. J Intern Med 2013;273(3): 219-34.
3. Stoklossa CJ, Atwal S. Nutrition care for patients with weight regain after bariatric surgery.
Gastroenterology Research and practice, DOI: 10.1155/2013/256145, 2013.
4. Livhits M, Mercado C, Yermilov I. et al. Patient behaviour associated with weight regain after
laparoscopic gastric bypass. Obesity Research & Clinical Practice 2011;5: 258-265.
5. Freire RH, Borges MC, Alvarez-Leita JI. et al. Food quality, physical activity, and nutritional
follow up as determinant of weight regain after Roux-en-Y gastric bypass. Nutrition 2012;28:53-
58.
Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
26 |
6. Erdem NZ, Kahraman F. Bariatrik Hastaların Diyetlerinin İzlenmesi. In: Merdol TK. (eds) Temel
Beslenme ve Diyetetik. Güneş Tıp Kitabevleri. Ayrıntı Basım Yayın ve Matbaacılık Hiz. San.
Tic. Ltd. Şti. Sertifika No: 13987.ISBN: 978-975-277-614-2;2015. p. 355-383.
7. Taşkın M, Zengin SÜ, Taşkın HE. Bariyatrik ve metabolik cerrahinin tarihçesi. Türkiye
Klinikleri J Gen Surg-Special Topics 2015;8(3):1-5. 8. Erdem NZ. Bariatrik Cerrahide Beslenme ve Diyet Tedavisi. In: Baysal A, Baş M. (eds).
Yetişkinlerde Ağırlık Yönetimi. Türkiye Diyetisyenler Derneği Yayını, Birinci Basım, 2008. p.
292-308. ISBN: 978-975-92058-1-2 9. O'Brien PE. Bariatric surgery: mechanisms, indications and outcomes. J Gastroenterology and
Hepatology 2010;25:1358-65.
10. Mechanick JI, Youdim A, Jones DB, Timothy Garvey W, Hurley DL, Molly McMahon M, et. al.
Clinical practice guidelines for the perioperative nutritional, metabolic, and nonsurgical support
of the bariatric surgery patient-2013 update: cosponsored by American Association of Clinical
Endocrinologists, the Obesity Society, and American Society for Metabolic & Bariatric Surgery.
Surg Obes Relat Dis 2013;9(2):159-91.
11. Frank LL. Perioperative Nutrition Assessment of the Bariatric Surgery Patient. In: Still C, Sarwer
DB, Blankenship J, eds. The ASMBS Textbook of Bariatric Surgery. Volume 2: Integrated
Health. New York, Heidelberg, Dordrecht, London: Springer; 2014. p. 77-91. ISBN 978-1-4939-
1196-7doi: 10.1007/978-1-4939-1197-4.
12. Jastrzębska-Merzyńska M, Ostrowska L, Wasiluk D, Konarzewska-Duchnowska E. Dietetic
recommendations after bariatric procedures in the light of the new guidelines regarding metabolic
and bariatric surgery. Rocz Panstw Zakl Hig 2015;66(1):13-19.
13. Erdem NZ. Metabolik ve bariyatrik cerrahide nütrisyonel ve metabolik sorunların çözümleri.
Turkiye Klinikleri J Gen Surg-Special Topics 2015;8(3):98-106.
14. Aron-Wisnewsky J, Verger EO, Bounaix C, Dao MC, Oppert JM, Bouillot JL, et al. Nutritional
and protein deficiencies in the short term following both gastric bypass and gastric banding.
PLoS One 2016;18;11(2):e0149588. doi: 10.1371/journal.pone.0149588.
Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
27 |
K.008
OBEZİTE VE MİKROBİYOTA
Uzm. Dyt. Aslıhan ÖZDEMİR
Hacettepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Ankara, Türkiye
Mikroorganizmalardan oluşan ve bir organ gibi işlev gören kompleks bir sistem olarak tanımlanan
bağırsak mikrobiyotası doğum şekli, anne sütü alımı, antibiyotik kullanımı, yaşanılan çevre gibi pek
çok faktörden etkilenmektedir. Bağırsak mikrobiyotasının intestinal yapı ve fonksiyonu düzenleyen
işlevlerinin yanında besinlerin sindiriminde de önemli rolü bulunmaktadır. Besin alımı ve bağırsak
mikrobiyotası arasında karşılıklı güçlü bir etkileşim vardır. Son yıllarda yapılan çalışmalar bağırsak
mikrobiyotası ve obezite arasında da etkileşim olduğunu göstermektedir. Vücutta aşırı yağ
depolanması sonucu oluşan obezite; kardiyovasküler hastalıklar, hipertansiyon, tip 2 diyabet, non-
alkolik steatohepatozis (NASH) ve kolon kanseri gibi pek çok hastalık ile ilişkilendirilmektedir.
Obezitenin oluşumunda diyet, fiziksel aktivite, genetik faktörler ve hormonlar rol oynamaktadır.
Mikrobiyotadaki değişikliklerin obezite gelişimi üzerine etkileri ile ilgili farklı metabolik yollar
bildirilmiştir. Bunlar: diyet polisakkaritlerinin işlenme kapasitesinin artması yoluyla kısa zincirli yağ
asitlerinin oluşumu, adipoz doku depolarını artıran gen regülasyonları ve inflamasyon üzerine
etkileridir. Obezite ve mikrobiyota ilişkisini araştıran çalışmaların büyük kısmında obez bireylerin
bağırsaklarında Firmicutes/Bacteroidetes oranının normal ağırlıklı bireylerdekine göre daha yüksek
olduğu bulunmuştur. Ayrıca, bağırsak mikrobiyotasındaki gen çeşitliliği azaldıkça adipozite, insülin
direnci ve inflamasyonda artış görülmektedir. Hayvan modellerinde yapılan çalışmalar bağırsak
mikrobiyotasının sadece obezite gelişiminde değil obezitenin kompleks ve kronik bir durum
olmasına neden olan komplikasyonlarının patofizyolojisinde de rol aldığını göstermektedir Obezite
ve mikrobiyota ilişkisini araştıran pek çok çalışmada, besin tüketiminden bağımsız şekilde obezite
durumunda bağırsakta yüksek Firmicutes/Bacteroidetes oranları bulunmuştur. Bu bulgular insan
çalışmalarının çoğunda da doğrulanmıştır. Bakteriyel çeşitlilik, farklı ülkelerde yaşayan insanlar
arasında da büyük farklılıklar gösterebilir. Amerika gibi obezitenin ve obezite ile ilişkili hastalıkların
yaygın olduğu toplumlarda bağırsak mikrobiyotasının çeşitlilik ve zenginliği Malawi ve Amerindian
(Orta ve Güney Amerika’da yaşayan toplumlar) toplumlarına göre daha düşüktür. Benzer şekilde,
Afrika’nın kırsal bölgelerindeki çocuklar, Batı Avrupa’daki çocuklar ile kıyaslandığında daha fazla
mikrobiyota zenginliği ve çeşitliliği görülmüştür. Bu bulgular obezitenin düşük bakteriyel çeşitlilik
ile ilgili olduğunu gösteren çalışma verilerini desteklemektedir. Obezitenin tedavi yöntemleri
arasında yaşam tarzı değişiklikleri (diyet ve fiziksel aktivite) büyük yer kaplamakla birlikte beden
kütle indeksi >40 kg/m2 olan ve/veya komorbiditeleri olan bireylerde bariatrik cerrahi yöntemleri
uygulanabilmektedir. Bariatrik cerrahi uygulamasının ardından yaşanan ağırlık kayıpları da
bakteriyel çeşitliliği arttırmaktadır. Bariatrik cerrahiden sonraki birkaç gün içinde (vücut ağırlığında
kayıp olmadan önce) tip 2 diyabet ile ilgili belirteçlerde iyileşmeler olduğu gözlenmiştir. Bu sonuçlar
da bariatrik cerrahinin başarılı sonuçlarında ağırlık kaybından öte mekanizmaların etkili olabileceğini
düşündürmektedir. Yapılan çalışmalarda bariatrik cerrahi sonrası bağırsak mikrobiyotasında
Firmicutes oranında azalma, Bacteroidetes oranında ise artış olduğu görülmüştür. Farklı toplumlarda
Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
28 |
ve farklı hastalık durumlarında obezite ve bağırsak mikrobiyotası arasındaki ilişkiyi araştıracak çok sayıda çalışmaya ihtiyaç vardır.
Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
29 |
K.009
Anne Sütü ve Tamamlayıcı Beslenme
Doç. Dr. Meda KONDOLOT
Erciyes Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Sosyal Pediatri A.B.D. , Kayseri, Türkiye
Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
30 |
K.010
Fenilketonüri ve Beslenme
Prof. Dr. Gülden KÖKSAL
Hasan Kalyoncu Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Gaziantep, Türkiye
Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
31 |
K.012
Çölyakta Beslenme Tedavisi
Uzm. Dyt. Ayşegül AKSAN
Hacettepe Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Ankara, Türkiye
Çölyak hastalığının tek tedavisi ömür boyu sürecek katı bir glutensiz diyettir (1-3) ve var olan
bilgiler ışığında değerlendirildiğinde optimal yaşam kalitesine ulaşmanın tek yolu glutensiz diyetin iyi uygulanmasıdır (4).
Hastalığın klinik, serolojik ve histopatolojik olarak iyileşmesi glutensiz diyete uyuma bağlıdır. Diyet
tedavisine tam uyum sağlayan hastaların %70 inde iki haftada klinik bulgularda düzelme görülmüş,
serolojik olarak da ortalama altıncı ayda EMA ve TTG antikorları negatifleşmiş, histopatolojik
düzelme gözlenmiştir (5). Aynı zamanda aktif çölyak hastası bireylerin beklenen yaşam süresi genel
populasyondan daha kısayken katı glutensiz diyetin uygulanmasıyla 3 – 5 yıl içerisinde beklenen yaşam süresinin genel populasyon ile aynı düzeye ulaştığı belirtilmektedir (6).
Diyet tedavisindeki zorluklar ve tedavinin uygulanabilirliğinin düşük olması nedeniyle hastalığın
medikal tedavisi için de yoğun çalışmalar yapılmaktadır. Hastalığın medikal olarak tedavi edilmesi
için geliştirilen yöntemler (oral olarak enzim alınması, doku transglutaminaz inhibisyonu, HLA DQ
allelinin prezentasyonunun blokajı gibi) henüz sonuç vermemiş, deneysel düzeyde araştırmalardır
(7).
Tedavide uygulanan glutensiz diyet bir eliminasyon diyetidir. İki temel basamakta uygulanabilir. İlk
olarak buğday, arpa, çavdar gibi tahılları içeren tüm besinlerin, ikincil olarak da bu tahılların
işlenmesiyle oluşan tüm ürünlerin (un, nişasta, ekmek, pasta, kurabiye, bisküvi, kek, irmik…),
içeceklerin ve ilaç türevlerinin beslenme örüntüsünden çıkartılması gerekmektedir. İlk bakışta basit
gibi görünmesine rağmen günümüzde özellikle tahıl ve türevlerinin çok fazla tüketildiği, besin
sanayisinin geliştirdiği besinlerin %70’inin tahıl ve türevlerini içerdiği düşünüldüğünde (koruyucu
maddeler, aroma vericiler, kıvam vericiler, besin renklendiriciler, katkı maddeleri, nem
önleyiciler…) diyetin uygulanması hem her yaştaki hasta bireyler hem de aileleri için zorlu bir tedavi
yöntemidir (8). Bu nedenle hasta bireylerin %50 – 80’i diyete uyum sağlayamamaktadır (8-10).
Diyet çok katı olmalıdır, diyet ile birlikte ağırlık artışı sağlayan ve iyi hissetmeye başlayan hasta çok
küçük miktarlarda dahi glutenli ürün tüketmemesi konusunda uyarılmalıdır. Çünkü çok az
miktarlardaki gluten bile mukozal hasarın tekrarlanmasına ve belirtilerin devam etmesine neden olur
(8, 11).
Türk Gıda Kodeksi Gluten İntoleransı Olan Bireylere Uygun Gıdalar Tebliği’nde besinlerin içerdiği
gluten miktarının belirtilmesi ile ilgili olarak “Gluten intoleransı olan bireyler için üretilen, gluten
seviyesini düşürmek için özel olarak işlenmiş buğday, arpa, yulaf, çavdar veya bunların melez
çeşitlerinden elde edilmiş bir veya daha fazla bileşen içeren veya bunlarda oluşan, son tüketiciye
sunulacak gıdada gluten miktarı 100 mg/kg’ı aşamaz. Belirtilen ürünlerin etiketlenmesi, reklamı ve
tanıtımında –çok düşük glutenli- ibaresi kullanılır. Son tüketiciye sunulacak gıdadaki gluten
Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
32 |
seviyesinin 20 mg/kg’ı aşmaması koşuluyla –glutensiz- ibaresi kullanılabilir. ” ifadesi yer almaktadır
(12). Bu durumda diyetin daha çok doğal besinlere dayandırılması, mümkün olduğunca hazır
besinlerden kaçınılması gerektiği düşünülebilir çünkü glutensiz olarak üretilen besinler dahi bir miktar gluten içerebilmektedir (8).
Çölyak hastası bireylerin büyük bir kısmında azalmış karbonhidrat alımına karşılık artmış yağ alımı
söz konusudur (13). Sıklıkla beklendiği gibi diyare nedeniyle zayıf, ince görünümün aksine beslenme
örüntüsü ile de ilişkili olarak günümüzde çölyak hastalarının %30’u kilolu, %50’si ise
konstipasyondan yakınır durumdadır (8). Yeni tanı almış 698 çölyak hastası ile yürütülmüş bir
çalışmada glutensiz diyete başlayan hastaların bir yıl içerisinde %33’ünün ağırlık kazandığı belirlenmiş, %34 ü kilolu, %11 i ise obez olarak kaydedilmiştir (14).
Çölyak hastalarının enerji ve makrobesin ögesi gereksinimi (yaş ve cinsiyetlerine göre) sağlıklı
bireyler kadardır. Diyetlerinde karbonhidrattan gelen enerjinin günlük enerjiye katkısının %55-60,
proteinden gelen enerjinin günlük enerjiye katkısının %15-20, yağdan gelen enerjinin günlük enerjiye katkısının %25-30 olması önerilmektedir (15, 16).
Hastalıkta ince barsakta villus hasarına bağlı olarak vitamin ve mineral yetersizlikleri de söz
konusudur. Glutensiz diyet ile barsak florası tamamen düzelecektir ancak diyet ile normal barsak
florasına ulaşılana kadar eksikliği bulunan vitamin ve minerallerin suplementasyonu sağlanmalıdır
(8, 17). Tedavi süresince de kan bulguları düzenli olarak değerlendirilmelidir. Yapılan bir
araştırmada pediatrik çölyak hastalığında gecikmesinin B vitaminleri, folik asit ve demirin yetersiz
alımı ya da malabsorbsiyonu nedeniyle puberte geriliği oluştuğu ileri sürülmüş (18), başka bir
çalışmada ise 10 yıllık izlemde yetişkin hasta grubunda glutensiz diyete devam etmeleri durumunda
bile B6 ve B12 vitaminlerinin eksikliği gözlendiği bildirilmiştir. Bu nedenle özellikle yeni tanı almış
ve büyüme çağındaki çölyak hastalarına vitamin- mineral desteğinin gerekli olduğu kabul edilmektedir (19).
Yeni tanı almış ya da kontrollü olmayan çölyak hastalarında malabsorbsiyon nedeniyle laktoz
sindiriminde de sorun yaşandığı ve sekonder laktoz intoleransı geliştiği bilinmektedir. Glutensiz
diyete başlanmasının ilk 1 ayında laktozu da sınırlamakta fayda görülmektedir. Çünkü bu dönemde
barsakta laktaz aktivitesi normal aktivitenin %30-60’ı kadardır (20, 21).
Dikkat edilmesi gereken konulardan bir diğeri ise ilaç kullanımıdır. Bazı ilaçlar etken
maddelerinin yanı sıra; malt, malt şurubu, dekstroz, dekstrin, maltodekstrin, nişasta, dekstrimaltoz,
jelatine nişasta, un gibi gluten içerebilecek katkı/koruma maddeleri içerebilmektedir. Amerika
Birleşik Devletlerinde yapılan bir çalışmada reçeteli/reçetesiz satılan 59 ilaç gliadin içeriği açısından
incelenmiş, 42 ilaçta gliadinde karşı pozitif reaksiyon saptanmıştır (24). Bu nedenle bireyin takibi
yapılırken kullanılan, önerilen ilaçların doğru seçimine de özen gösterilmelidir (25). Gluten içeren bazı besinler tablo 7’de özetlenmiştir.
Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
33 |
Tablo 1. Çölyak hastalığında sık görülen besinsel eksiklikler
Tanı anında Glutensiz diyet† Gluten içermeyen ürünler†
Uzun dönemde glutensiz diyet‡
Enerji/protein
Posa Posa Posa Posa
Demir Demir Demir
Kalsiyum Kalsiyum
D vitamini D vitamini
Magnezyum Magnezyum
Çinko
Folat, Niasin, B₁₂,
riboflavin
Folat Folat, tiamin,
riboflavin, niasin
Folat, niasin, B₁₂
(supleman
kullanımı
durumunda)
†Thompson. (22, 23), ‡Hallert ve ark.(19)
Tablo 2. Gluten içeren besinler (8)
Glutensiz besinler Gluten içerebilen besinler
Et, balık, kümes hayvanları ve ürünleri
Taze, dondurulmuş ya da salamura et
Tütsülenmiş et veya jambon
Evde hazırlanan sosis, sucuk vb.. gibi
tahıl ilavesi/bulaşı olmayan her türlü et,
balık, tavuk ve her türlü et ürünü,
yumurta
Konserve et,
Etli pide, börek, lahmacun, hamburger
Köfte (İçinde buğday ve çavdar unundan
yapılmış ekmek içi olan)
Sosis, salam gibi hazır şarküteri ürünleri
Un ile kızartılmış balık vb…
Süt ve süt ürünleri
Her türlü katkısız süt, yoğurt, kefir,
krema, peynir
Ev yapımı tahıl türevleri ilavesi/bulaşı
olmayan sütlü tatlılar
Süt bazlı katkılı besinler
Süt tozları, zenginleştirilmiş çocuk
yoğurtları, eritme peynir, sürülebilir
peynir, bazı pizza peynirleri
Bazı dondurmalar
Çikolata, tahıllı-lifli yoğurtlar, meyveli
yoğurtlar, bazı pre-probiyotikli yoğurtlar
Tahıl türevlerini içeren sütlü tatlılar
Yemeklik yağ grubu
Bitkisel sıvı yağlar
Tereyağı
Zenginleştirilmemiş margarinler
Zenginleştirilmiş margarinler
Tahıllı ürünün kızartılmasında
kullanılmış kızartma yağları
Kurubaklagiller
Her türlü kurubaklagil (taze, kuru…) Hazır konservelenmiş kurubaklagil
yemekleri
Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
34 |
Tablo 2. Gluten içeren besinler (devamı)
Sebze Grubu Tüm taze sebzeler
Evde tahıl ve ürünleri bulaşı olmadan
hazırlanmış sebze püreleri
Soslanarak dondurulmuş sebzeler
Hazır dondurulmuş salatalar, ön pişirme
uygulanmış tüketime hazır sebzeler
(kızartmalık patates vs..) Hazır sebze
püreleri
Meyve Grubu
Tüm taze meyveler
Evde tahıl ve ürünleri bulaşı olmadan
hazırlanmış jöle, reçel, marmelat ve
püreler
Meyveli jelibon vs.. şekerlemeler, hazır
meyve jöleleri, hazır reçel ve
mermelatlar, hazır meyve konserveleri,
hazır meyve püreleri
Kuru incir
Kurutulmuş meyveler (eğer un içeren
koruyucular kullanılarak kurutulmuşsa )
Tahıl ve türevleri
Pirinç, mısır, soya, karabuğday ve unları,
nişastaları, irmiği vs..
Pirinç, mısır, soya, karabuğday ve
unlarından yapılmış kek, kurabiye ve
türevleri
Çölyak hastaları için özel üretilmiş
glüten içermeyen un, nişasta ve tahıl
ürünleri (makarna, ekmek, kurabiye,
kraker, kek vs…)
Buğday, arpa, çavdar, yulaf ve bu
tahıllardan üretilen her türlü un, nişasta,
irmik ve türevleri
Buğday, arpa, çavdar, yulaf ve bu
tahıllardan üretilen her türlü un, nişasta,
irmik ve türevleri kullanılarak yapılmış
her tür yiyecek (makarna, kek, pasta,
kurabiye…)
Yağlı tohumlar
Taze fındık, fıstık vs… çerezler serbest Tuzlanarak, soslanarak vs.. işlemlerle
kurutulmuş ya da kavrulmuş çerezler
(tuzlama ya da soslama işleminde
buğday unu kullanılmış olabilir)
Hazır besinler
Saf kakao
Bitter, sütlü, beyaz çikolata (katkısız)
Glutensiz olarak özel üretilen çorba,
püre ve diğer hazır ürünler
Hazır et-tavuk suyu, et- tavuk bulyonlar
Sıcak çikolata (hazır içimlik toz)
Aromalı çikolatalar, çikolatalı gofretler,
çikolata barları ve jöle dolgulu çikolatalı
şekerlemeler
Şeker
Şeker ve bal Şekerlemeler, şekerli sakızlar,
jelibonlar…
Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
35 |
Tablo 2. Gluten içeren besinler (devamı)
Diğer Kahve çekirdeği, çekilmiş kahve,
aromasız kahve türleri, filtre kahve, kola,
meyveli soda, maden suyu
Çay, bitki çayları,
Turşu, zeytin
Köpüklü şarap/şampanya, asitli içecekler
Tuz, sirke, baharatlar
Aromalı kahveler,makine kehveleri,
diğer makine içecekleri,malt içecekleri,
tahıllı içecekler, tahıl ile fermente
edilmiş içecekleri: bira, viski, boza,
yüksek alkollü içecekler
Hazır soslar, ketçap, mayonez, hardal
vs…
Hazır lezzet, kıvam vericiler
Gıda boyaları
Çölyak hastalığı tanısı alan birey tedavisi düzenlendikten sonra multidisipliner bir yaklaşımla düzenli
olarak takip edilmeli, hastaların bu alanda çalışan uzman bir diyetisyene ulaşmaları sağlanmalıdır.
Diyetisyen hastanın o anki beslenme durumunu, komplikasyonlara bağlı oluşan riskleri ve beslenme
yetersizliklerini, hematolojik bulgularını, malabsorbsiyon durumunu, kilo kaybını değerlendirmeli,
bu değerlendirme sırasında hastanın psikososyal durumu, eğitim durumu, öğrenme kabiliyeti ve
ekonomik kaygıları da göz önünde bulundurulmalıdır. Tüm bu değerlendirmeler sonucunda enerji,
protein, karbonhidrat, yağ, vitamin ve mineral dengesinin sağlandığı bireye özgü glutensiz bir
beslenme planı oluşturmalıdır. Oluşturulan beslenme planının ardından birey bir dizi eğitim ile hastalığı ve hastalığa özgü diyeti ile ilgili bilgilendirilmelidir (8, 25).
Glutensiz diyet oldukça karışık ve iyi uygulanamadığında hayatı zorlaştıracak bir tedavi yöntemi
olduğundan bu konuda uzman yaklaşımı şarttır. Hastanın eğitim sonrası bilgi düzeyi mutlaka
değerlendirilmelidir (25).
Tedavinin takibinde en etkili yöntemin ne olduğu konusunda yeterli kanıt olmaması ile birlikte,
glutensiz diyetin uygulanmaya başlanmasından 6 ay sonra serum doku transglutaminaz seviyelerinin
kontrolü önerilmektedir. Buna göre antikor titrelerindeki düşüşün tedaviye uyumun ve iyileşmenin dolaylı göstergesi olarak kabul edilebileceği belirtilmektedir (26).
KAYNAKLAR
1. Green PHR, Jabri B. Coeliac disease. The Lancet. 2003;362(9381):383-91. doi:
10.1016/S0140-6736(03)14027-5.
2. Marsh MN. Gluten, major histocompatibility complex, and the small intestine. A molecular
and immunobiologic approach to the spectrum of gluten sensitivity ('celiac sprue'). Gastroenterology.
1992(102):330-54.
3. Green PHR, Cellier C. Celiac Disease. New England Journal of Medicine.
2007;357(17):1731-43. doi: doi:10.1056/NEJMra071600.
4. Wagner G, Berger G, Sinnreich U, Grylli V, Schober E, Huber W-D, et al. Quality of Life in
Adolescents With Treated Coeliac Disease: Influence of Compliance and Age at Diagnosis. Journal
of Pediatric Gastroenterology and Nutrition. 2008;47(5):555-61 10.1097/MPG.0b013e31817fcb56.
Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
36 |
5. Kaukinen K, Lindfors K, Collin P, Koskinen O, Mäki M. Coeliac disease – a diagnostic and
therapeutic challenge. Clinical Chemistry and Laboratory Medicine2010. p. 1205.
6. Goddard CJ, Gillett HR. Complications of coeliac disease: are all patients at risk?
Postgraduate medical journal. 2006;82(973):705-12. Epub 2006/11/14. doi:
10.1136/pgmj.2006.048876. PubMed PMID: 17099088; PubMed Central PMCID:
PMCPMC2660494.
7. Rodrigo L. Investigational therapies for celiac disease. Expert opinion on investigational
drugs. 2009;18(12):1865-73. Epub 2009/11/27. doi: 10.1517/13543780903369333. PubMed PMID:
19938900.
8. Garcia-Manzanares A, Lucendo AJ. Nutritional and dietary aspects of celiac disease.
Nutrition in clinical practice : official publication of the American Society for Parenteral and Enteral
Nutrition. 2011;26(2):163-73. Epub 2011/03/31. doi: 10.1177/0884533611399773. PubMed PMID:
21447770.
9. Ciacci C, Cirillo M, Cavallaro R, Mazzacca G. Long-term follow-up of celiac adults on
gluten-free diet: prevalence and correlates of intestinal damage. Digestion. 2002;66(3):178-85. Epub
2002/12/14. doi: 66757. PubMed PMID: 12481164.
10. Ciclitira PJ, Ellis HJ, Lundin KEA. Gluten-free diet—what is toxic? Best Practice &
Research Clinical Gastroenterology. 2005;19(3):359-71. doi: 10.1016/j.bpg.2005.01.003.
11. Köksal G, Gökmen H. Çocuk Hastalıklarında Beslenme Tedavisi. Ankara: Hatipoğlu
Yayınları; 2000.
12. TÜRK GIDA KODEKSİ GLUTEN İNTOLERANSI OLAN BİREYLERE UYGUN
GIDALAR TEBLİĞİ, 2012/4 (2012).
13. Ferrara P, Cicala M, Tiberi E, Spadaccio C, Marcella L, Gatto A, et al. High fat consumption
in children with celiac disease. Acta gastro-enterologica Belgica. 2009;72(3):296-300.
14. Ukkola A, Mäki M, Kurppa K, Collin P, Huhtala H, Kekkonen L, et al. Changes in body
mass index on a gluten-free diet in coeliac disease: A nationwide study. European journal of internal
medicine. 2012;23(4):384-8.
15. Saturni L, Ferretti G, Bacchetti T. The Gluten-Free Diet: Safety and Nutritional Quality.
Nutrients. 2010;2(1):16-34. PubMed PMID: doi:10.3390/nu2010016.
16. Zimmer K-P. Nutrition and Celiac Disease. Current Problems in Pediatric and Adolescent
Health Care. 2011;41(9):244-7. doi: http://dx.doi.org/10.1016/j.cppeds.2011.04.004.
17. Baydoun A, Maakaron JE, Halawi H, Abou Rahal J, Taher AT. Hematological manifestations
of celiac disease. Scand J Gastroenterol. 2012. Epub 2012/08/07. doi:
10.3109/00365521.2012.706828. PubMed PMID: 22861356.
18. Bona G, Marinello D, Oderda G. Mechanisms of abnormal puberty in coeliac disease. Horm
Res. 2002;57 Suppl 2:63-5. Epub 2002/06/18. doi: 58103. PubMed PMID: 12065930.
19. Hallert C, Grant C, Grehn S, Grännö C, Hultén S, Midhagen G, et al. Evidence of poor
vitamin status in coeliac patients on a gluten-free diet for 10 years. Alimentary Pharmacology &
Therapeutics. 2002;16(7):1333-9. doi: 10.1046/j.1365-2036.2002.01283.x.
20. Annibale B, Severi C, Chistolini A, Antonelli G, Lahner E, Marcheggiano A, et al. Efficacy
of gluten-free diet alone on recovery from iron deficiency anemia in adult celiac patients. The
American journal of gastroenterology. 2001;96(1):132-7.
21. High prevalence of celiac disease in patients with lactose intolerance. 2005.
Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
37 |
22. Thompson T. Thiamin, riboflavin, and niacin contents of the gluten-free diet: is there cause
for concern? J Am Diet Assoc. 1999;99(7):858-62. Epub 1999/07/16. doi: 10.1016/s0002-
8223(99)00205-9. PubMed PMID: 10405688.
23. Thompson T. Folate, iron, and dietary fiber contents of the gluten-free diet. Journal of the
American Dietetic Association. 2000;100(11):1389-96. Epub 2000/12/05. doi: 10.1016/s0002-
8223(00)00386-2. PubMed PMID: 11103663.
24. Miletic ID, Miletic VD, Sattely-Miller EA, Schiffman SS. Identification of gliadin presence
in pharmaceutical products. Journal of pediatric gastroenterology and nutrition. 1994;19(1):27-33.
25. Kupper C. Dietary guidelines and implementation for celiac disease. Gastroenterology.
2005;128(4 Suppl 1):S121-7. Epub 2005/04/13. PubMed PMID: 15825119.
26. Hill ID, Dirks MH, Liptak GS, Colletti RB, Fasano A, Guandalini S, et al. Guideline for the
Diagnosis and Treatment of Celiac Disease in Children: Recommendations of the North American
Society for Pediatric Gastroenterology, Hepatology and Nutrition. Journal of Pediatric
Gastroenterology and Nutrition. 2005;40(1):1-19.
Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
38 |
K.012
Çocukluk Çağı Obezitesi
Dr. Dyt. Kübra ESİN
Medipol Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Yüksekokulu Beslenme ve Diyetetik Bölümü
Dünyada hem gelişmiş ülkelerde hem de gelişmekte olan ülkelerde obezite prevelansı her geçen gün
artış göstermekte olup özellikle çocuklar ve adolesanlarda kaygı verici düzeydedir. Çocukluk çağı
obezitesinde bugün gelinen noktada prevalansının 1970'lerdeki değerlerden 10 kat fazla olduğu
bilinmektedir. Çocukluklarda obezite prevelansının yüksek olması insülin direnci, hiperlipidemi,
hipertansiyon, karaciğer yağlanması vb. metabolik komplikasyonları nedeniyle endişe
uyandırmaktadır. Dünya’ya paralel şekilde Türkiye’de de çocuklar arasında obezite prevelansı hızla
artmaktadır. Okul çağı dönemindeki her 5 çocuktan biri çeşitli derecelerde obezdir.
Çocuk ve adolesanlarda, fazla kiloluluğun ve obezitenin tanımlanmasında farklı yaklaşımlar
bulunmakla birlikte yaygın olarak Beden Kütle İndeksi (BKİ), standart ölçüm olarak kabul
edilmektedir. Çocukluk döneminde yaşa ve cinsiyete bağlı olarak vücut yağ ve kas kütlesi değişiklik
göstermektedir. Bu nedenle BKİ değeri yaş ve cinsiyete özgü persentil eğrilerinde doğru
yerleştirilince anlamlı olmaktadır. Çocukluk çağında fazla kilo ve obezitenin tanımlanmasında
BKİ’ye ek olarak boya göre ağırlık (göreceli ağırlık), bel çevresi, deri kıvrım kalınlığı ve bel
çevresi/boy oranı en sık kullanılan basit ve ucuz indirekt (dolaylı) ölçüm yöntemleridir.
Çocukluk çağı obezitesi genetik ve çeşitli çevresel etmenlerin etkileşimi sonucu ortaya çıkan
multifaktöriyel bir hastalıktır. Intrauterin çevre, anne sütü alımı, beslenme alışkanlıkları (ailenin
beslenme alışkanlıkları, ev dışında yeme, sağlıksız atıştırmalıklar, içecek tüketimi, yemek seçme,
öğün özellikleri ve sıklığı), fiziksel aktivite düzeyi, obezojenik çevre, sosyoekonomik kültürel düzey
ve psikolojik etmenler çocukluk çağı obezitesinin oluşumuna neden olan temel etmenlerdendir.
Çocukluk çağı obezitesinin ana tedavi prensipleri beslenme durumu ve alışkanlıkları ile fiziksel
aktiviteyi içeren yaşam tarzı değişiklikleridir. Beslenme tedavisindeki amaç; yeterli enerji ve besin
ögesi alımı ile elzem besin ögelerini içeren dengeli bir beslenme programının sağlanmasıdır.
Çocuklarda enerji alımı, büyüme ve fiziksel aktivite göz önünde bulundurarak hesaplanmalıdır.
Amerikan Pediatri Akademisi (APA) ve Beslenme ve Diyet Akademisi çocukluk çağı obezitesinde
hiçbir zaman günlük 1200 kalorinin altında olan diyetleri önermemektedir. Çocuklarda “düşük
glisemik yükü olan diyetler, modifiye trafik ışığı diyeti” vb. pek çok beslenme modelleri
kullanılmaktadır. Ancak çocuk ve ergenlerde büyüme ve gelişmenin dinamik bir süreç olması nedeni
ile sabit bir diyetin sürekli uygulanamayacağı, bu nedenle davranışsal yaşam değişikliklerinin daha
önemli olduğu bilinmektedir. Bundan dolayı çocuklarda diyet yaklaşımından ziyade, sağlıklı
beslenme alışkanlığını geliştirecek diyet önerileri yapılmaktadır.
Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
39 |
Çocuklar için sağlıklı beslenme önerileri şöyledir:
- Diyet posası için meyve, sebze, tam tahıllar ve kurubaklagil tüketimi artırılmalı,
- Doymuş yağ tüketimi azaltılmalı,
- Yaşa uygun porsiyon büyüklüğü olmalı,
- Günde 3 ana (kahvaltı, öğle, akşam) ve 1-2 ara öğün tüketmeli,
- Öğün saatleri düzenli olmalı,
- Fast food ve enerji içeriği yüksek besinlerden kaçınılmalı,
- Şekerli ve enerji içeceklerinden uzak durulmalıdır. Su, çocuklar için temel sıvı kaynağı olmalıdır.
Sonuç olarak tüm dünyada en önemli sağlık sorunlarından biri olan çocukluk çağı obezitesinin tedavi
edilmesi hem mevcut sağlığı korumak hem de erişkin dönemdeki hastalıkları önlemek açısından
oldukça önemlidir. Çocukluk çağı obezitesinin endokrin ve ekzokrin nedenlerinin araştırılması
tanının, sağlıklı beslenme alışkanlıklarının kazandırılması ve fiziksel aktivite düzeyinin artırılması da
tedavinin temelini oluşturmaktadır.
Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
40 |
K.013
Spor Beslenmesinde Kanıta-Dayalı Suplementlerin Ve Ergojenik Yardımların
Etkileri
Yrd. Doç. Dr. H.Hüsrev Turnagöl
Hacettepe Üniversitesi, Spor Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Metabolizma A.B.D., Ankara, Türkiye
ABD’de 1994 yılında yürürlüğe giren Gıda Destekleri Sağlık ve Eğitimi Yasası (DSHEA)’na göre besin suplementleri (destekleri); “Ağızdan alınmak üzere gıdalara katılan vitamin, mineral, bitkisel drog, amino asit, enzimler, organ dokuları, salgı bezleri ve metabolitlerini” tarif etmektedir. Ekstreler ve konsantreler de bu tanımın kapsamına girmektedir. Bunlar tablet, kapsül, yumuşak jel, jelatin kapsül, sıvı veya toz halinde bulunabilirler. Her ne şekilde olursa olsun, etikette ürünün alışılagelmiş bir ürün olmadığı ve bütünleyici maddeler içerdiğinin yazılması zorunluluğu vardır. DSHEA’ya göre bu ürünler “gıda” şemsiyesi altında özel bir kategoride değerlendirilirler ve “ilaç” olarak kabul edilmezler. DSHEA, besin suplementlerini gıda katkısı (food additive) gibi değil de, gıda maddeleri olarak yorumlamaktadır. Bu besin suplementleri sporcuların doğal yetenekleri ve antrenman dışında, performanslarını geliştirmek amacıyla da kullanılmaktadır. Spor dünyasında, sporcunun performansını artıracağı konusunda öne sürülen haplar, besin suplementleri, herbler, beslenme barları ve içecekleri giderek çok yaygınlaşmaktadır. Performans; yetenek, antrenman, uygun malzeme, diyet ve yarışma psikolojisi gibi birçok faktörün sonucu açığa çıkmaktadır. Bu konuşmada spor beslenmesinde kanıta-dayalı besin suplementlerinin performansa etki mekanizmaları ile oluşabilecek yan etkilerine yer verilecektir.
Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
41 |
K.014
Spor Kulüplerinde ve Federasyonlarda Spor Diyetisyeni
Dr. Dyt. Aylin HASBAY BÜYÜKKARAGÖZ
Acıbadem Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, İstanbul, Türkiye
Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
42 |
K.014
Diyabette Tıbbi Beslenme Tedavisi
Doç. Dr. Emine AKAL YILDIZ
Doğu Akdeniz Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kıbrıs
Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
43 |
K.016
Karbonhidrat Sayımı
Prof. Dr. Emel Özer
Bilgi Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, İstanbul, Türkiye
Diyabetli bireylerin beslenme tedavisinde öğün planlama yaklaşımının seçimi, diyabetli bireyin
mevcut besin tüketimi, klinik hedefler, beslenme planında arzu ettiği esneklik derecesi, öğrenme
yeteneği gibi bir çok faktöre bağlı olarak yapılır. Diyabet Komplikasyonları ve Kontol Çalışmasında
(DCCT) diyetisyenler, yoğun insülin tedavisi alan bireylerde öğün planlamasında karbonhidrat
sayımı yönteminin başarıyla kullanılabileceğini göstermişlerdir.
Karbonhidrat Sayımı Yöntemi Nedir?
Karbonhidrat sayımı, daha iyi glisemi kontrolü sağlamak için öğünde tüketilecek olan karbonhidrat
miktarının ayarlanmasına, tüketilecek karbonhidrat miktarına uygun insulin doz ayarı yapılmasına
veya kan şekeri düzeyine göre insulin dozunun ayarlanmasına olanak sağlayan bir öğün planlama
yöntemidir. Bu yöntem ile diyabetli birey, karbonhidrat içeren besinleri, tükettiği besinlerdeki
karbonhidrat miktarını hesaplamayı, besin seçiminin kan glikoz düzeyini nasıl etkilediğini,
uyguladığı 1 ünite insülinin tükettiği karbonhidratın kaç gramını ve kan glikoz düzeyinin kaç
mg/dl’sini kontrol altına aldığını öğrenir. Gerekli durumlarda öğünde tüketeceği karbonhidrat
miktarına göre öğün öncesi yapacağı insulin dozunu kendisi ayarlayarak veya hedef kan glikoz
düzeyinin üzerinde olan glikoz düzeylerini kontrol altına alacak ilave insulin dozu kullanarak glisemi
kontrolünü sağlar, diyabet bakım ve tedavi becerisini kazanır.
Neden Karbonhidrat Sayımı Yöntemi Kullanılır?
Karbonhidrat tüketimi kan glikoz düzeylerini belirleyen en önemli faktördür. Tüketilen karbonhidrat
miktarı ve uygulanan insulin dozu arasındaki denge glisemi kontrolünün sağlanmasında önemlidir.
Amerikan Diyabet Birliği (ADA)’nin, ilk kez 2002 yılında yayınladığı ve günümüze kadar her yıl
yenilediği, kanıta dayalı beslenme prensip ve önerileri, öğün öncesi uygulanacak insulin dozunun
öğünde tüketilecek karbonhidrat miktarına ve öğün öncesi kan şekeri düzeyine göre yapılması
gerektiğini vurgulamaktadır.
Normal fizyolojik şartlarda pankreas, tüketilen besinin içerdiği karbonhidratların sindirim ve
emiliminden sonra kan glikozunu regüle edecek düzeyde insulin üretmektedir. Geleneksel diyabet
tedavisinde ise önce bireye uygun insulin doz gereksinimi hesaplanır, önerilecek insulin tedavi
protokolüne göre öğün bazında insulin dozu saptanır ve daha sonra önerilen insulinin özelliklerine
göre (etki başlangıç zamanı ve pik etkiyi gösterdiği zaman, toplam etki süresi) beslenme tedavisi
düzenlenir. Ancak, bireylerin yaşam tarzı tedavi ile ilişkili önerilerin günlerce ve yıllarca aynı şekilde
uygulanmasına olanak vermeyecek şekilde değişkendir. Hafta sonları daha geç saatlere kadar
uyumak, 2-3 saat süren uzun yemekler, doğum günü kutlamaları gibi özel günler, vardiyalı çalışma
koşulları, uzun iş toplantıları gibi bireyden bireye göre çok değişken olan yaşam koşullarının varlığı
yadsınamaz. Günden güne ve hatta gün içinde değişiklik gösteren yaşam tarzı belirli saatte insulin
enjeksiyonu yapmayı ve enjekte edilen insulin için, uygun saatte ve miktarda yemek yemeyi
Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
44 |
önleyebilmekte ve sonuc olarak kan şekeri kontrolü bozulmakta, hipergliseminin önlenmesi için
arttırılan insulin dozları kilo alımı ve/veya hipoglisemi gibi sorunları da birlikte getirebilmektedir.
Öğün zamanı, tüketilecek besin çeşidi ve miktarı, ara öğün sayısı diyabetli bireyin yaşam tarzına,
önerilen medikal tedaviye göre bireyselleştirilmelidir. Diyabetli bireyin yaşam tarzına uygun olacak
şekilde gün içinde belirli zamanlarda ve gereksinimine uygun miktarlarda karbonhidrat tüketmesi
glisemik kontrolün sağlanması açısından son derece önemlidir. Bazı insulin tedavi protokolleri
özellikle de hızlı etkili insülinlerin enjeksiyonu ve/veya pompa tedavisinin kullanılması, diyabetli
bireyin yaşam tarzında öğün zamanına ve öğünde tüketilecek karbonhidrat miktarına esneklik
getirmektedir. Bu tür insülinlerin veya tedavi yaklaşımlarının önerildiği diyabetlilere klasik diyet
önerileri yerine mutlaka karbonhidrat insulin oranını (K/İ oranı) diğer bir ifade ile 1 ünite insülinin
kontrol altına alabileceği karbonhidrat miktarının saptanmasına olanak sağlayan karbonhidrat sayımı
yönteminin öğretilmesi gerekmektedir.
Karbonhidrat Sayımı Yönteminin Avantajları
1- Kan şekeri kontrolünün sağlanmasında etkilidir: DCCT ve Birleşik Krallık Prospektif
Diyabet Çalışması (UKPDS) diyabetle ilişkili komplikasyonların önlenmesi ve tedavisinde kan şekeri kontrolünün önemini vurgulamaktadır.
2- Öğünde tüketilecek karbonhidrat miktarına göre insülin dozunda ayarlama yapmaya olanak sağlar: Öğün öncesi insülin gereksiniminin belirlenmesinde öğünlerde tüketilen yağ ve
protein miktarından çok tüketilen karbonhidrat miktarının saptanmasının önemini daha önce
vurgulamıştım. Bilimsel kanıtlar ve klinik gözlemler karbonhidratların öğünden sonraki kan şekeri
düzeylerini (tokluk kan glikozu) etkileyen ve insülin gereksinimini belirleyen başlıca besin öğesi
olduğunu ortaya koymuştur. Karbonhidrat sayımı yönteminin kullanılması kan şekeri üzerinde
öncelikli etkiye sahip olan karbonhidratlar ile kan şekeri düzeyleri arasındaki ilişkinin daha iyi anlaşılmasını sağlamaktadır.
Karbonhidratlar, karbonhidrat içeren besinin tüketilmesini takip eden 15 dakika içinde kan şekerini
yükseltmeye başlar ve yaklaşık 2 saat içinde glikoza parçalanır. Yağ, protein ve alkol için aynı şartlar
söz konusu değildir. ADA’nın beslenme önerileri, tüketilen karbonhidratın tipinden (şeker, nişasta
veya posa) çok, tüketilen toplam karbonhidrat miktarının önemli olduğunu vurgulamaktadır.
3- Öğün öncesi belirlenen kan şekeri düzeyine göre insülin dozunda veya karbonhidrat tüketiminde ayarlama yapmaya olanak sağlar: K/İ oranı ile birlikte İnsülin
Duyarlılık Faktörü (İDF)’nün hesaplanması sonucunda
a) Öğün öncesi kan şekeri düzeylerine bağlı olarak insülin dozu veya öğünde tüketilecek
karbonhidrat miktarı arttırılır veya azaltılır,
b) Öğünde tüketilmesi planlanan karbonhidrat miktarına göre insülin dozu ayarlanır.
4- Öğretilmesi ve öğrenilmesi kolay bir yöntemdir: Diyabetli bireyler tükettikleri
karbonhidrat miktarının veya karbonhidrat içeren bir besinin tüketilen miktarının kan şekerleri
üzerindeki etkilerini kolaylıkla öğrenebilirler. Yaşantılarında var olan günlük değişikliklere göre
öğün planlarını yapma becerisi kazanırlar. Bu yöntem diyabetli bireyin tükettiği besinler, yapmış
olduğu aktiviteler ve kan şekeri sonuçları arasındaki ilişkiyi öğrenmesini sağlar, diyabet tedavisinde uygun ayarlamaları yapmasına olanak tanır.
Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
45 |
Ancak karbonhidrat sayımı yönteminin uygulanması ve etkili olarak kullanılması gerek yöntemi
öğrenecek diyabetli gerekse yöntemi öğretecek diyetisyen için oldukça zaman alıcıdır.
Karbonhidrat Sayımı Yönteminin Uygulama Aşamaları
Ana ve ara öğünlerde tüketilen karbonhidrat miktarının hesaplanması olarak tanımlanan karbonhidrat
sayımı yöntemi birbirini takip eden 3 basamaktan oluşur.
1. Basamak (başlangıç düzeyi), karbonhidrat sayma becerisini kazandırma düzeyidir.
• Tip 1 diyabetliler,
• Yeni tanı konmuş veya diyabet yaşı ilerlemiş olan tip 2 diyabetliler,
• Tedavi ile ilişkili tablet kullansın veya kullanmasın sağlıklı beslenme ve fiziksel aktivite ile
kan şekerini kontrol altına alan tip 2 diyabetliler
• Gestasyonel diyabetliler için uygundur. Ayrıca;
• Oral antidiyabetik (OAD), OAD ve insülin kombinasyonu alan tip 2 diyabetliler,
konvansiyonel, yoğun insülin tedavisi veya insülin pompası kullanan tip 1 diyabetliler için bu düzey
iyi bir başlangıçtır.
2. Basamak (orta düzey), bir önceki basamakta verilen bilginin anlaşılmış olması temeli
üzerine yapılanır. Bu basamak, diyabetli bireyin besin tüketimi, medikal tedavi ve aktivite düzeyi arasındaki ilişkiyi anlaması için gerekli eğitime odaklanmıştır.
• Sadece tıbbi beslenme tedavisi alan,
• OAD ve /veya insülin tedavisi alan ve kan şekeri kontrolünü sağlama motivasyonuna sahip
ve ileri düzeyde bilgi almaya istekli diyabetlilere verilebilir.
Ancak, insülin tedavisi almayan diyabetliler için bu düzeyin gerekenden detaylı olabileceği
unutulmamalıdır.
3. Basamak (ileri düzey), diyabet ekibi ile çalışan deneyimli bir diyetisyen tarafından
uygulanabilecek bu aşama besin tüketimi, medikal tedavi ve aktivite düzeyi ile ilişkili bireysel yanıt
üzerine odaklanmıştır. 3. basamak düzeyindeki bilgi ve uygulamanın öğretilmesi için diyabetli
bireyin kan şekeri kontrolünün sağlanmış ve bazal insülin dozunun iyi ayarlanmış olması gerekmektedir. Bu düzeyde, insülin pompası veya sık aralıklı insülin tedavisi alan diyabetli birey;
• Karbonhidrat ve insülin eşitlenmesini,
• K/İ oranını kullanmayı
• İDF’yi kullanarak kan şekeri düzeyine göre insülin doz ayarını yapabilmeyi öğrenir Karbonhidrat sayımının bu son aşaması,
• Çoklu insülin tedavisi alan veya insülin pompası kullanan,
• Mevcut insülin dozları ile hedeflenen kan şekeri düzeyleri sağlanmış diyabetlilere uygulanır.
Bu düzeyin eğitimini alan diyabetlinin, karbonhidrat tüketimine göre insülin dozunu ayarlama
bilgisi yanında uygulama becerisi ve uygulamaları kan şekeri sonuçları ile değerlendirme yetisine de
sahip olması önemlidir.
Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
46 |
K/İ Oranının Belirlenmesi
K/İ oranının belirlenmesi ve öğünde tüketilecek karbonhidrat miktarına uygun insülin doz ayarının
yapılması için diyabetli bireyin postprandial kan şekeri ölçüm sonuçlarının hedeflenen düzeyler
arasında olması çok önemlidir. Kan şekeri kontrol altına alınamayan ve karbonhidrat alımı öğünden
öğüne veya günden güne farklılık gösteren diyabetli bireylerde K/İ oranının sıklıkla ayarlanması
gerekir bu da yöntemin yararlılığını azaltır.
K/İ oranı = Öğünde tüketilen karbonhidrat(gram) veya karbonhidrat seçenek sayısı / kısa
veya hızlı etkili insülin dozu= ..............gram/ünite formülü ile hesaplanır.
K/İ oranının toplam günlük insülin dozuna (TİD) (bazal+bolus) bağlı olarak belirlenmesinde klinisyenler tarafından yaygın olarak kullanılan bir yöntemde 500 kuralıdır.
K/İ oranı = 500/TİD formülü ile hesaplanır. Elde edilen sonuç;
1-Öğün sonrası 3-4 saat kan şekerini kontrol altında tutabilecek 1 ünite hızlı etkili insülinin kontrolünden sorumlu olduğu karbonhidrat miktarını, veya
2- Öğünden sonrası yaklaşık 5-6 saat kan şekerinin hedeflenen sınırlar arasında kalmasını sağlayacak 1 ünite kısa etkili insulin için tüketilmesi gereken karbonhidrat miktarını belirler.
Bu sabidite ile K/İ oranını belirlerken preprandial ve postprandial kan şekerinin hedeflenen
sınırlarda olması çok önemlidir. Ancak ne yazık ki bu nokta ülkemizdeki uygulamalarda genellikle
göz ardı edilmekte, hedef kan şekeri düzeyi sağlanmadan toplam insülin dozu 500 sayısına bölünerek
diyabetliye K/İ oranı ile ilişkili bilgi verilmekte veya 1 ünite insülin için standart olarak 10 veya 15 gr karbonhidrat tüketimi önerilmekte ve bu uygulama karbonhidrat sayımı olarak adlandırılmaktadır.
Halbuki, K/İ oranı diyabetli bireyin insüline duyarlılığına bağlı olarak değişir. İnsüline duyarlı olan
bireylerde K/İ oranı daha yüksek iken insüline dirençli olan bireylerde K/İ oranı daha düşüktür.
Diyabetli bir birey için bireyselleştirilmiş tek bir K/İ oranı olabileceği gibi gün içinde öğünden öğüne değişen birden fazla K/İ oranının kullanılması da mümkün olabilmektedir.
İnsülin Duyarlılık Faktörünün Belirlenmesi
İDF, 1 ünite hızlı veya kısa etkili insülinin azalttığı kan şekeri düzeyi (mg/dl) olarak tanımlanır. İDF,
düzeltme faktörü veya ekleme faktörü olarak da isimlendirilmektedir. Bu yöntem, öğün öncesi kan
şekeri düzeyini hedeflenen sınırlara getirecek insülin miktarının hesaplanması temeline dayanır.
İDF’ nin belirlenmesinde sıklıkla kullanılan 2 yöntem vardır: Bunlar 1500 kuralı ve 1800 kuralı
olarak tanımlanır. 1500 kuralı kısa etkili insülin kullanan veya insüline dirençli bireylerde
kullanılırken, 1800 kuralı hızlı etkili insülin kullanan veya insüline duyarlı bireylerde uygulanmaktadır. Son yıllarda 1800 yerine 1700 sayısının kullanılması da önerilmektedir.
İDF= 1500 veya 1800 / TİD olarak hesaplanır. Ancak daha öncede belirtildiği gibi bu hesaplamanın
yapılması için mutlaka hedef kan şekeri düzeylerinin sağlanmış olması gerekmektedir. Diğer bir
ifade ile diyabetli bireyin bazal ve bolus insülin doz ayarının yapılmış olması gereklidir. Öğün öncesi
ve öğünden iki saat sonra ölçülen kan şekeri düzeyleri hedeflene düzeyde ise diyabetli bireye İDF’ yi
nasıl kullanacağı örneklerle açıklanır.
Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
47 |
İleri düzey karbonhidrat sayımında gerek K/İ oranının gerekse İDF’nin belirlenmesi çoklu insülin ve
pompa tedavisi uygulayan hekim ile birlikte koordineli çalışan diyetisyen tarafından sağlanabilir.
Diyetisyen, uygulama aşamalarında diyabetli bireyin hekimi ile gerekli paylaşımları mutlaka
yapmalıdır. Diyabetli birey ve diyabet ekibinin üyeleri, diyabetin kronik bir hastalık olduğunu ve
diyabetli bireyin diyabetle yaşam sürecinde beslenme tedavisinin sürekliliğini göz önünde
bulundurmalıdır. Hasta merkezli bilinçlendirme yaklaşımı beslenme tedavisine uyumu kolaylaştırır.
Yöntemin Dezavantajları Karbonhidrat sayımını öğretirken diyabetli bireylere protein ve yağ tüketiminin de önemli olduğu
mutlaka anlatılmalıdır. Aksi taktirde yağ ve protein tüketimine dikkat edilmeksizin, sadece
karbonhidrat sayımına bağlı bir beslenme alışkanlığı oluşabilir. Diyabetli bireyin İDF’nin
kullanılması yönündeki becerisi sıklıkla kontrol edilmelidir. Yanlış uygulamalar hipoglisemi ve/veya vücut ağırlığında artma riski oluşturabilmektedir.
Karbonhidrat sayımı yönteminin uygulanması ve etkili olarak kullanılması diğer öğün planlaması
yöntemlerine kıyasla gerek yöntemi öğrenecek diyabetli, gerekse yöntemi öğretecek diyetisyen için oldukça zaman alıcıdır.
Her bir düzey için diyabetli ile 1-3 kez görüşülmelidir.
• 1. düzey 1-4 hafta aralıkla, 30-90 dakikalık,
• 2. düzey ve 3. düzeyin her biri 1-2 hafta aralıkla 30-60 dakikalık bir süre içinde verilir.
Yöntemi Uygularken Mutlaka Dikkat Edilmesi Gerekenler
Karbonhidrat sayımının 1. düzeyini poliklinik veya hastanede görevli diyetisyen verebilir. 2. düzeyi
diyabet eğitimi ve bakımında deneyimli veya eğitim almış, kan glikoz düzeylerini beslenme tedavisi,
günlük yaşam değişiklikleri ve metabolizma ile ilişkilendirerek yorumlayabilecek bir diyetisyen yani
diyabet diyetisyen verebilir. Bu aşamayı öğretecek diyetisyenin kan glikoz ölçüm cihazını kullanma,
kan glikoz ölçüm sonuçlarını izleme ve sonuçları besin tüketimi, medikal tedavi ve aktivite düzeyi ile
ilişkilendirerek yorumlama bilgi ve becerisine sahip olması son derece önemlidir. 3. düzey
karbonhidrat sayımı ise diyabet ekibi ile birlikte çalışan diyetisyen tarafından uygulanabilir.
Diyabetli bireyin hekimi ile paylaşmaksızın diyetisyenin K/İ oranını hesaplayarak insülin dozlarını
belirlemesi veya İDF’yi hesaplayarak bolus insülin dozunda yapılacak değişiklikler ile ilgili olarak
diyabetli bireye bilgi vermesi etik değildir. Diyabet tedavisi ekip çalışmasını gerektirir. Ekip içinde
bilgi ve uygulamaların paylaşımı hasta merkezli bir tedavinin temel gereksinimidir
KAYNAKLAR 1-Anderson B, Chalmers KH, Gallego MC, Mullooly CA, Wolpert H: Smart Pumping for People
with Diabetes. A Practical Approach to Mastering the Insulin Pump.Ed: Wolpert H, American
Diabetes Association, 2002.
2-American Diabetes Association: Evidence-based nutrition principles and recommendations for the
treatment diabetes and prevention of diabetes and related complication. Diabetes Care 25 (supply1):
S50-S60, 2002.
3-American Diabetes Association. Standards of medical care in diabetes 2017, Lifestyle
management. Diabetes Care 40 (Suppl. 1):S33-S44, 2017.
4- Bolderman KM: Putting Your Patients on the Pump. American Diabetes Association 2002.
Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
48 |
5-Diabetes Control and Complications Trial Research Group: The effect of intensive treatment of
diabetes on the development and progression of long-term complications in insulin-dependent diabetes mellitus. N Eng J Med 329: 977-86, 1993.
6- Diabetes Control and Compications Trial Research Group: Weight gain associated with intensive thearpy in the Diabetes Control and Complications Trial. Diabetes Care 11: 67-73, 1997.
7- Diabetes Control and Compications Trial Research Group: Nutrition interventions for intensive
therapy in the Diabetes Control and Complications Trial. J Am Diet Assoc 93: 768-72,1993.
8- Franz JM, Bantle JP, Beebe CA, Brunzel JD, Chiasson JL, Garg A, Holzmeister LA, Mayer-Davis
E, Mooradian AD, Pumell JQ, Wheeler M: Evidence-based nutrition principles and
recommendations for the treatment diabetes and prevention of diabetes and related complication.
Diabetes Care 25: 148-198, 2002.
9- Özer E. Diyabetle Yaşamı Kolaylaştırma Kılavuzu. Hayy Kitap, İstanbul, 2007.
10- Özer E. Karbonhidrat Sayımı. Türkiye Diyabet Vakfı, Gri Tasarım, İstanbul, 2003.
11- Warshaw HS, Bolderman KM: Practical Carbohydrate Counting. A How- to-Teach Guide for
Health Professionals. American Diabetes Association.2001.
12- Warshaw HS, Kulkarni K: Complete Guide to Carb Counting. American Diabetes Association.
2001.
Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
49 |
K.017
Gestasyonel Diyabette Beslenme
Doç. Dr. Hülya Gökmen Özel
Hacettepe Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Ankara, Türkiye
Gestational diabetes mellitus (GDM) ilk defa gebelikte ortaya çıkan çeşitli derecelerdeki glukoz
intoleransı olarak tanımlanmaktadır. Yapılan çalışmalar ve klinik deneyimler GDM’un gebelikte en
sık görülen tıbbi komplikasyon olduğunu göstermektedir (3). GDM prevelansı yaş, ırk, genetik,
obezite, sosyo-ekonomik durum ve tanıda kullanılan test yöntemlerine göre değişmektedir (4, 5).
GDM insidansı %5 civarındadır (%1-14 arası ) ve obezite prevelansının artması ile artış
göstermektedir. Prevelansı, tip 2 diyabet sık görülen gruplarda daha yüksektir. GDM ile ilişkili diğer
risk etmenleri, 25 yaştan daha büyük olma, aşırı kiloluluk veya obezite (beden kütle indeksine göre),
daha önce anormal glukoz intoleransı hikayesi, daha önceki gebeliklerinde GDM hikayesi veya
ailesinde diyabet hikayesidir. Gebelik sırasında bebek doğrudan kan glukoz kontrolünün
derecesinden etkilenmektedir. Bebekte ortaya çıkabilecek komplikasyonlar makrozami, düşük,
doğum travması, şişmanlıkla ilişkili sezeryan doğum ve doğumdan sonra hipoglisemidir. Doğumdan
sonra GDM’lu kadınların çoğunda glukoz toleransı (%81-94) normale döner, ancak izleyen
doğumlarda GDM gelişmesi bakımından ve daha sonra tip 2 diyabet ve prediyabet gelişmesi
bakımından risk altındadırlar.
GDM tanısı konduğu andan itibaren multidisipliner bir yaklaşım ile gebe kadın izlenmeli ve eğtim
verilmelidir. GDM’lu kadınların tedavisi fetal komplikasyonların önlenmesi üzerine yoğunlaşmıştır.
GDM’lu kadınların 2/3’si tıbbi beslenme tedavisine cevap verirler, 1/3’ine ise insülin tedavisi
uygulanmasına gerek duyulmaktadır. Beslenme tedavisi tam olarak uygulanırsa GDM’lu bireylerin
çoğunda insülin kullanılmasına gerek kalmadan kan glukoz düzeylerinin istenilen sınırlarda
tutulabileceği belirtilmiştir. GDM’lu kadınlarda tıbbi beslenme tedavisi kan glukoz kontrolünü
sağlamak için primer tedavi yöntemidir. Amerikan Diyabet Birliği, GDM’lu tüm kadınların bir
diyetisyen tarafından beslenme konsültasyonu almasını önermektedir. Bireysel tıbbi beslenme
tedavisi annenin ağırlık ve boy uzunluğuna, fiziksel aktivite düzeyine ve yaşam tarzına göre
önerilmelidir. Beslenme tedasvisinin amacı annenin ağırlık kazanımına ve idrarda keton olmaksızın
normogliseminin sürdürülmesi için önerilen enerji ve besin ögelerini diyetle sağlamaktadır.
Karbonhidrat alımının düzenlenmesi ve sağlıklı besin seçiminin sağlanması ile beslenme tedavisi
uygulanmalıdır. Diyabetli gebe kadınların karbonhidrat gereksinmeleri ile ilgili genel bir öneri
II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
50 |
bulunmamakla birlikte, karbonhidrat gereksinmesi gebenin obez olup olmamasına, beslenme
alışkanlıklarına ve kan glukoz hedeflerine göre değişkenlik göstermektedir (28, 30). GDM’lu
bireyler için tıbbi beslenme tedavisinin planlanması temel olarak tokluk glukoz değerlerine göre
karbonhidrat miktarının ayarlanmasına dayanmaktadır. GDM’lu kadınlara periferal insülin direnci ve
azalmış pankreatik insülin salgısı öğün sonrası hiperglisemiye neden olmaktadır ve tokluk glukozu
doğrudan öğünün karbonhidrat içeriğine bağlıdır. Çeşitli çalışmalardan elde edilen sonuçlara göre
GDM’lu kadınlarda karbonhidrat gereksinmesi enerjinin % 40-45 arasında olması önerilmekle
birlikte (American Diabetic Association), düşük glisemik indeksli karbonhidratların kullanılması
durumunda bu gereksinmenin enerjinin %60’ına kadar çıkabileceğini (British Dietetic Association)
bildirilmiştir. Sonuç olarak GDM’lu kadınlar için karbonhidrat gereksinmesi tokluk kan glukoz
hedeflerine ve bireyin alışkanlıklarına göre bireysel olarak değişkenlik gösterebilir Gebelik süresinde
kan glukoz düzeylerinin, idrarla keton atımının, iştah düzeyinin ve ağırlık kazanımının izlenmesi
bireysel beslenme planını geliştirmek için önemli bir rehberdir. Tek başına beslenme tedavisi, kısa
dönemde (1 veya 2 hafta) normoglisemiyi sağlamıyorsa, insülin tedavisi başlanmalıdır. Farmakolojik
bir tedavi olan insülin, tıbbi beslenme tedavisi ile birlikte kullanıldığında fetal morbiditeyi önemli
derecelerde azaltmaktadır. GDM’lu bireylerin tedavisinde standart bir insülin tedavisi önerilmemekle
birlikte genellikle kısa etkili ve orta etkili insülin karşımları kullanılmaktadır. İnsülin tedavisi
GDM’lu bireyin kan glukoz hedeflerine göre değişkenlik göstermektedir. Beşinci (2007) Uluslararası
GDM Konferansı’nda gebelerin izlemede açlık plazma glukozunun <96 mg/dL, 1. saat tokluk
plazma glukozunun <140 mg/dL ve 2. saat tokluk plazma glukozu <120 mg/dL olması gerektiği
beliritilmiştir. İnsülin tedavisi önerildiğinde GDM’lu bireyin kan glukozunu kendi kendine takip
etmesi önerilmektedir (günde 6 -9 kez). GDM’lu bireylerde kan glukoz takibinin ve besin
tüketiminin birlikte kaydedilerek değerlendirilmesi, tıbbi beslenme tedavisinin etkinliğini
arttırmaktadır. Kan glukozu kontrol altına alındığında glukoz ölçüm sıklığı da azaltılmalıdır. Ancak
izlem gebelik süresince devam etmelidir.
KAYNAKLAR
1. ADA Position Statement. Standards of medical care in diabetes. Diab Care 2012; 35 (suppl1):
S11-S63.
2. Gabbe SG. The gestational diabetes mellitus conference. Three are history: Focus on fourth. Diab
Care 21 (suppl2): B1-B2, 1998.
3. Köksal G, Gökmen H. Çocuk Hastalıklarında Beslenme Tedavisi. Hatiboğlu Yayınevi, Ankara,
60, 2000.
4. Langer O. Management of gestational diabetes mellitus. Clin Obstet Gynecol 43(1): 106-115,
II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
51 |
2000.
5. Reader D. Key components of care for women with gestational diabetes. Diab Spect 14(4): 188-
190, 2001.
6. Franz MJ. Exercise benefit and guidelines for persons with diabetes. Handbook of Diabetes
Medical Nutrition Therapy (Ed. MA Powers). 2nd edition, An Aspen Publication, Maryland,
s.107-129, 1996.
7. Fagen C, King JD, Erick M. Nutrition management in women with gestational diabetes mellitus:
A review by ADA’s Diabetes Care and Education dietetic practice group. J Am Diet Assoc 95:
460-467, 1995.
8. Metzger BE. Pregnancy and Diabetes. Handbook of Diabetes Medical Nutrition Therapy (Ed.
MA Powers). 2nd edition, An Aspen Publication, Maryland, s. 503-526, 1996.
9. ADA. Evidence-based nutrition principles and recommendations for the treatment and prevention
of diabetes and related complications. Diab Care 26(suppl1): S51-S61, 2003.
10. Canadian Diabetes Association, Dietitians of Canada. Recommendations for nutrition best
practice in the management of gestational diabetes mellitus. Executive summary (1). Can J Diet
Pract Res. 2006;67(4):206-208.
11. Metzger BE. Diet and medical therapy in the optimal management of gestational diabetes
mellitus. Nestle Nutr Workshop Ser Clin Perform Programme. 2006;11:155-165; discussion
165-169.
12. Metzger BE, Buchanan TA, Coustan DR, de Leiva A, Dunger DB, Hadden DR, Hod M,
Kitzmiller JL, Kjos SL, Oats JN, Pettitt DJ, Sacks DA, Zoupas C. Summary and
recommendations of the Fifth International Workshop-Conference on Gestational Diabetes
Mellitus. Diabetes Care. 2007 Jul;30 Suppl 2:S251-60.
13. Reader D. Nutrition Therapy for Pregnancy, Lactation and Diabetes. American Diabetes
Association Guide to Medican Nutrition Therapy for Diabetes. (Eds. Franz MJ, Evert M). 2nd
edition, American Diabetes Association, USA, s.181-203, 2012.
14. Gestational Diabetes. Origins, Complications and Treatment (Ed Petry CJ). 1st edition, CRC
Press, USA, 2014.
15. American Diabetes Association. Management of diabetes in pregnancy. Diabetes Care 2017;40
(Suppl1): S114-S119.
II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
52 |
K.018 Diyabet Kampları
Dyt. Didem GÜNEŞ
Aydın Adnan Menderes Üniversitesi, Uygulama ve Araştırma Hastanesi, Aydın, Türkiye
II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
53 |
S.101
Besin İnsülin İndeksi
Eda ŞAHİN, Gülşah GÜNEŞ*, Hürmet KÜÇÜKKATIRCI, Zeynep CAFEROĞLU
Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye
Glisemik indeks karbonhidrattan zengin besinlerin postprandiyal kan glikozu üzerine etkisinin
fizyolojik açıdan değerlendirilmesi için tanımlanan bir kavramdır. Besin insülin indeksi (İİ) ise
referans besinle karşılaştırıldığında test besininin izoenerjik (1000 kJ/240 kkal) porsiyonunun
postprandiyal insülin cevabına etkisini direkt olarak ölçmek için geliştirilmiş bir yöntemdir. Besin
insülin indeksinin; inflamasyon, kanser, obezite ve diyabet gibi çeşitli bozukluk veya hastalıklar ile
ilişkisi olduğu yapılan çalışmalarda gösterilmiştir. Özellikle obezite ve diyabet ile arasındaki ilişkiyi
değerlendiren çalışmalarda, çelişkili sonuçlar elde edilmiştir. İnsülin direnci olan obez adolesanlarda
kilo kaybını hedefleyen çalışmalarda, dyetn enerji miktarı eşit olduğu sürece; makro besin öğesi
miktarındaki değişim ile İİ’nin adölesanlarda herhangi bir ilişkisi olmadığı bulunmuştur.
Hiperinsülinemik ve tip 2 diyabetli bireylerin Gİ ve İİ değerlerinin bireylerin metabolik durumunda
etkisi olup olmayacağını araştıran bir çalışmada, Gİ değeri açısından iki grup arasında fark
bulunmamıştır. Buna karşın; İİ değeri Tip 2 diyabetli bireylerde hiperinsülinemik bireylere göre daha
yüksek bulunmuştur. Tip 1 diyabetli hastalarda karbonhidrat sayımı ile birlikte İİ kullanılarak
öğündeki insülin dozunu tahmin etmeyi amaçlayan bir diğer çalışmada; Gİ, İİ, enerji ve lif değerleri
eşit iken karbonhidrat miktarları farklı olan 2 kahvaltı öğününün tüketimi sonrası katılımcıların
insülin gereksinimleri değerlendirilmiştir. Teorik olarak karbonhidrat sayımına göre insülin
gereksinimi farklı olmasına rağmen glikoz monitarizasyonu ile izlenen insülin gereksiniminin aynı
olduğu gözlemlenmiştir. Sonuç olarak, Tip 1 diyabetli bireylerde; CHO sayımı yönteminin yetersiz
kaldığı durumlarda insülin talebinin İİ kavramı ile hesaplanması yararlı olabilir. Gİ yalnızca
karbonhidrat içeren besinler için kan glikozundaki değişimi ve insülin talebini belirtmektedir. İİ ise
protein ve yağ içeren besinlerin de postprandiyal kan glikozu ve insülin talebi üzerine etkisinin
belirlenmesine izin vermiştir. Gİ değerinin insülin talebini tahmin etmede yetersiz kaldığı
durumlarda İİ kullanımının gerekliliği savunulmaktadır.
Anahtar Kelimeler: besin insülin indeksi, glisemik indeks, obezite, diyabet
________________________ Yazışmalardan Sorumlu Yazar: [email protected]
II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
54 |
S.102
İnsülin Direnci ve Omega-3 Yağ Asitleri
Büşra MARAŞLIOĞLU, Emine KARA*, Hüsniye ÖZCAN, Zeynep CAFEROĞLU
Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye
İnsülin direnci, endojen salgılanan veya ekzojen verilen insülinin normalden daha az biyolojik yanıt
oluşturarak insülinin glukozu hücre içine gönderme etkisinin azalması veya kaybolması olayıdır.Son
zamanlarda insülin direnci üzerine omega-3 yağ asitlerinin yararlı etkileri olabileceği
düşünülmektedir. Omega-3 yağ asitleri; ilk çift bağı metil grubuna en yakın üçüncü karbonda olan ve
kaynağını alfa-linolenikasitlerin(ALA) oluşturduğu yağ asitleridir. ALA ayrıca eikosapentaenoik asit
(EPA) ve dokosahekzaenoikasitin (DHA) sentezlenmesinde görev alır. Omega-3 yağ asitleri,
özellikle soğuk su balıkları ve midye ayrıca ceviz, keten tohumu ve zeytin gibi bitkisel yağlarda
bulunur. Omega-3 yağ asitlerideniz ürünleri arasında en fazla uskumruda (0.9 g EPA-1.4 g DHA/100
g) ve yağlı tohumlar arasında en fazla keten tohumunda (18.1 g ALA/100 g) bulunmaktadır. Glukoz
homeostazı ve insülin duyarlılığı üzerineomega-3 yağ asitlerinin yararlı etkilerine ilişkin tartışmalı
veriler bulunmaktadır. Hayvan çalışmalarında, yüksek yağlı diyette mısır yağıyla beslenen
obezratların veya sükroz ve fruktozdan zengin yüksek karbonhidrat ile beslenen obezratların
diyetindeki yağlar omega-3 yağ asitleri ile yer değiştirdiğinde; bozulmuş glukoz homeostazı ve
insülin direncini önlemiştir. Diyabetik ratlarda ise diyetlerine eklenen omega-3 yağ asitlerinin insülin
direncini düzelttiği, glukoz toleransını iyileştirdiği ve diyabet insidansını azalttığı gözlenmiştir. İnsan
çalışmalarında; omega-3 yağ asitlerinin glukoz homeostazına etkileri sağlıklı, obez ve tip 2 diyabetli
bireyler olmak üzere 3 kategoride incelenebilir. Sağlıklı popülasyonlarda; plazma düzeyleri ya da
diyetle alımlarını değerlendiren çalışmaların çoğu omega-3yağ asitlerininyararlı etkisi olduğunu
desteklemiştir. Tip 2 diyabetli bireylerde yapılan çalışmalarda, bireylerin diyetlerine omega-3yağ
asitleri eklendiğinde; bazı çalışmalarda insülin direncinin azaldığı bulunurken, bazılarında ise insülin
duyarlılığı üzerinde bir etkisinin olmadığı gösterilmiştir. İnsanlarda yapılan çalışmalarda omega-
3yağ asitlerinininsülin direncine olumlu etkileri tam olarak kanıtlanmadığı için daha fazla çalışmaya
ihtiyaç duyulmaktadır. Günlük tüketilmesi gereken omega-3yağ asidi miktarı ile ilgili
otoritelerinfarklı önerileribulunmakla birlikte, Amerikan Diyabet Birliği (American Diabetes
Association, ADA) 2013 yılında yayınladığı raporda diyabetli bireylerin haftada en az 2 kez (2 porsiyon) yağlı balık tüketmelerini önermiştir.
Anahtar kelimeler: omega-3 yağ asitleri, insülin direnci, glukoz homeostazı, diyet
________________________
Yazışmalardan Sorumlu Yazar: [email protected]
II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
55 |
S.103
Bitkisel Steroller / Stanoller ve Kardiyovasküler Hastalıklar
Sema ÇALAPKORUR, Aslıhan BEKDİK, Ayşegül GÜNER, Hatice KILINÇ*
Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye
Giriş: Bitkisel steroller ve stanoller bitkisel kaynaklı besinlerde bulunan kolesterole benzer yapıya
sahip biyoaktif bileşiklerdir. Başlıca kaynakları bitkisel yağlar, tahıl ürünleri ve yağlı tohumlardır.
Besinlerin içeriğinde yer alan bitkisel sterollerin sağlık açısından esas yararı; emilimde kolesterol ile
yarışa girerek kan kolesterol düzeyini azaltmasıdır. Bu derlemede, bitkisel sterol ve stanollerin kardiyovasküler hastalıklar (KVH) üzerine etkisini ele almak amaçlanmıştır.
Genel Bilgiler: Bitkisel steroller günlük alınan besinlerde doğal olarak bulunmaktadır. Normal
diyetle 350-400 mg/gün vejetaryen diyetle 600-800 mg/gün alınmaktadır. Doğal olarak bulunan
kaynaklardan alınan bitkisel sterollerin kolesterol düşürücü etkisi çok düşüktür. Bu yüzden
fitosteroller günümüzde fonksiyonel besin bileşeni olarak farklı besinlere eklenmektedir. Avrupa
Gıda Güvenliği Kurumu (EFSA) serum LDL kolesterolün %7-10 azalması için günlük 1,5-2,4 gr
fitosterol veya fitostanol alımını önermektedir. Günlük 2 gram bitkisel sterol tüketiminin; yaşa,
cinsiyete, vücut ağırlığına, etnik kökene, geçmişte kullanılan diyete, hiperkolesterolemi nedenine ve
statin tedavisine bakılmaksızın kolesterol emilimini %50 oranında azalttığı bildirilmektedir. Bu
miktar HDL kolesterol konsantrasyonunu etkilemeden LDL kolesterol konsantrasyonunu %8-10
oranında azaltmaktadır. Bütün bu bilgiler ışığındakolesterol emilimini azaltmak için önerilen doz günlük 2 gram olarak bildirilmiştir.
Sonuç: Kardiyovasküler hastalıklarla bitkisel sterollerin arasındaki ilişkiyi gözlemlemek için yapılan
çalışmalarda; bitkisel sterol/stanol tüketiminin LDL ve total kolesterol konsantrasyonlarını azaltarak
kardiyovasküler hastalıkları önlemede rolü olduğu bildirilmektedir.Bu etkilerinin araştırıldığı pek
çok çalışmanın sonuçları birbiriyle uyumlu olsa dahi çelişkili sonuçlar içeren çalışmalar da
mevcuttur. Bitkisel sterollerin KVH üzerindeki etkisinin anlamlı kabul edilebilmesi için daha fazla çalışmaya ihtiyaç duyulmaktadır.
Anahtar Kelimeler: bitkisel steroller, bitkisel stanoller, kolesterol, kardiyovasküler hastalıklar
________________________
Yazışmadan Sorumlu Yazar: [email protected]
II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
56 |
S.104
Epilepsi Ve Ketojenik Diyetler
Büşra GÖNENÇ, Merve KUMAK, Sabriye BALLI*, Nalan Hakime NOĞAY
Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye
Giriş: Epilepsi serebral sinirlerin ani, aşırı ve düzensiz elektrik şarjıyla sinir sisteminin normal
düzeninin bozulması olarak tanımlanır. Ketojenik diyet (KD) 1920’lerden bu yana kontrol
edilemeyen nöbetlerde alternatif bir tedavi olarak kullanılan düşük karbonhidrat, yüksek yağ, yeterli
protein içeren bir beslenme tedavisidir. Uluslararası Ketojenik Diyet Grup’unun 2009 yılında
yayınladığı çalışmaya göre en az iki antikonvülsan ilaç kullanmasına rağmen yanıt alınamayan ve sık
nöbetleri olan ayrıca epilepsi cerrahisine de henüz uygun olmayan hastalara diyet tedavisinin
uygulanması önerilmektedir. Bu çalışmanın amacı epilepsi tedavisinde kullanılan ketojenik diyetleri ve etkilerini açıklamaktır.
Ketojenik Diyet Ve Diğer Alternatif Diyetler: Diyetin içerdiği yağ miktarı diyetteki toplam protein
ve karbonhidrat miktarına oranı hesaplanarak ketojenik oran bulunur ve tipik ketojenik diyette bu
oran 4:1’dir. Ketojenik oranı 4:1 olan diyette günlük alınması gereken kalorinin %90’ı yağlardan
%7’si proteinden ve %3’ü de karbonhidratlardan sağlanır. Bazı çalışmalarda ketojenik diyet
başlangıcında kusma, kabızlık, yorgunluk, hipoglisemi gibi akut sorunlar veya uzun süreli kullanım
sonucunda büyüme gelişme yetersizliği, D vitamini yetersizliği gibi kronik sorunlar bildirilmiştir.
Ancak en az iki antikonvülsan ilaca dirençli epilepsi hastası çocuklara uygulanan ketojenik diyet
tedavisi sonucunda nöbetlerinde anlamlı derecede azalmalar yaşanırken, bazı hastalarda nöbetlerin
tamamen kesildiği de gösterilmiştir. Klasik Ketojenik Diyete alternatif diyetler, orta zincirli yağ asidi
(MCT) diyeti, Modifiye MCT diyeti, Modifiye Atkins Diyeti (MAD) ve Düşük Glisemik İndeks
diyetlerdir.Bazı çalışmalar MCT diyetin uzun zincirli yağ asidi içeren diyetten daha ketojenik etki
yaptığını savunmaktadır. MAD’de karbonhidrat miktarı günlük 10-20 grama düşürülür. Ancak
protein ve sıvı kısıtlaması yapılmaz veya açlık evresi uygulanmaz. Düşük glisemik indeks diyetinde Modifiye Atkins Diyeti’ ne göre daha az karbonhidrat kısıtlaması yapılır.
Sonuç:Ketojenik diyet ilaca dirençli epilepsili çocukların tedavisinde başarılı ve yaygın bir şekilde
kullanılmaktadır. MAD sıklıkla; MCT ya da klasik KD’e uyum sağlayamayan adölesanlarda tercih
edilmektedir. Hangi diyet tipinin seçileceğine, diyete başlamadan önce 3-4 gün boyunca alınan besin tüketim kaydı temel alınarak karar verilmelidir.
Anahtar kelimeler: epilepsi, beslenme tedavisi, ketojenik diyet, ketojenik oran
________________________
Yazışmadan Sorumlu Yazar: [email protected]
II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
57 |
S.105
Chia Tohumu (Salvia hispanica L.)
Bilge Nur BİÇER, Büşra ERDAL, Sümeyya KILINÇ*, Merve ÇAPAŞ
Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye
Chia tohumu, Salvia Hispanica olarak adlandırılan nane ailesinden bir bitki türüdür. Siyah ve beyaz
olmak üzere iki çeşittir. Renk farklılığına göre tohumun besinsel içeriği değişmemektedir. Tohumun kalitesi çizgilerine, rengine, boyuna ve olgunluğuna göre değişmektedir.
Chia tohumu olarak bilinen Salvia Hispanica L. yağ, protein, diyet posası, mineral ve polifenolik
bileşiklerin güçlü kaynağıdır. Total lif içeriği tohumun %33,5’ini oluşturmaktadır. Çözünür posa
miktarı %8,2, çözünmez posa %25,3’tür.Chia tohumunun 100 gramında 22 g protein bulunmaktadır
ve elzem aminoasitlerinin tamamını içermektedir. Ayrıca gluten içermemektedir bu özelliğiyle
gluten enteropatisi olan bireyler için alternatiftir. Doymamış yağ asitlerinin de zengin kaynağıdır.
Chia tohumunda en fazla oranda bulunan yağ asitleri sırasıyla; α-linolenik asit (%62,8), linoleik asit,
oleik asit, palmitik asit ve stearik asittir. n-6/n-3 oranı 0.29 olarak bulunmuştur. Düşük n-6/n-3 yağ
asidi oranı kardiyovasküler hastalıkların görülme riskinin azalması ile ilişkilendirilmiştir. Yüksek
antioksidan kapasitesi fenolik asit, izoflavon ve antosiyanin gibi fenolik bileşiklerin varlığıyla
ilişkilendirilmiştir. Yapılan klinik çalışmalar sonucunda kan şekerinin regülasyonunda, serum n-3
yağ asit seviyesinin yükselmesinde ve kan basıncının düzenlenmesi üzerinde olumlu etki
göstermiştir. Chia tohumu kendi ağırlığının 12 katı kadar su tutma kapasitesine sahiptir. Bu
özelliğinden dolayı midede hacim oluşturarak daha uzun süre tokluk hissi sağlamıştır ancak tek
başına ağırlık kaybı üzerinde etkisi yoktur. Total kolesterol, LDL, HDL ve TG serum seviyeleri
üzerinde anlamlı bir değişiklik gözlenmemiştir.
Chia tohumunun spesifik olarak kullanımını alerjik açıdan değerlendirdiğimizde literatürde herhangi
bir vakaya rastlanılmamıştır ve insan vücudunda hiperalerjenik etki göstermemiştir.
Avrupa Gıda Güvenliği Otoritesi (European Food Safety Authority -EFSA), günlük önerilen tüketim miktarını sağlıklı bireylerde 15 g olarak belirlemiştir.
Anahtar kelimeler: chia tohumu, kronik hastalıklar, omega-3, posa
________________________
Yazışmalardan Sorumlu Yazar: [email protected]
II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
58 |
S.106
Otizm ve Beslenme
Berfin BİRER*, Sena ERTURAN, Merve SARAÇ, Nalan Hakime NOĞAY
Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye,
Giriş: Otizm spektrum bozukluğu (OSB) yaşam boyu süren, sosyal etkileşim ve iletişimdeki
problemler, dil öğrenmede gecikme ve basmakalıp davranışlarla karakterize nörogelişimsel bir
bozukluk olup genetik ve çevresel faktörlerden etkilenen kompleks bir hastalıktır. OSB’li kişilerde
bireye göre farklılık gösteren saldırma, sinir krizi ve kendine zarar verme gibi ciddi davranışsal
bozukluklar görülmektedir. Hastalık genellikle yaşamın ilk 3 yılı içinde ortaya çıkmakla beraber
birçok bilimsel araştırmada otizmin fetal yaşamda başladığı ileri sürülmektedir. Bu çalışmanın amacı otizm spektrum bozukluğu ve beslenme arasındaki ilişkiyi açıklamaktır.
Otizmli Bireylerin Beslenme Durumları Ve Kullanılan Diyetler: Otizimli bireylerde, duyusal
hassasiyet sebebi ile besinleri reddetme ve tek tip besin tüketme, yeni yiyecekleri tatmada isteksizlik,
yemek zamanına uymamak gibi çeşitli yeme davranış problemleri görülmektedir. Otizmlilerde
kabızlık, diyare, karın ağrısı, gaz gibi GI problemlerin görülme sıklığı yüksektir. Bu durum
çocuklarda davranış bozukluklarına yol açmaktadır. Aynı zamanda alerjik hastalıklar, gluten
duyarlılığı, otoimmünite, gastrointestinal problemler, metabolik anormaliteler, mitokondriyel
disfonksiyon ve oksidatif stres, nöbet geçirme gibi klinik semptomlar da otizme eşlik edebilmektedir.
Ayrıca beslenme problemlerine bağlı olarak D vitamini, Avitamini, B6, B12 vitaminleri, çinko, demir
ve folik asit gibi çeşitli mikrobesin öğeleri yetersizlikleri görülebilmektedir. Diğer yandan bireylerin
nişastalı ve şekerli besinlere olan eğilimi OSB’de obezite sıklığını da artırmıştır. OSB’li bireylerde
uygunsuz beslenmenin neden olduğu obezite ya da aşırı zayıflılık sık görüldüğü için beslenme
durumlarının değerlendirilmesive uygun beslenme planının hazırlanması oldukça önemlidir. Otizmli
hastalarda kullanılan diyetler; glutensiz-kazeinsiz diyet, feingold diyeti, spesifik karbonhidrat diyeti,
ketojenik diyet ve düşük okzalat diyetidir. Ancak kullanılan bu farklı diyetlerin OSB’li bireylerde ki
etkinliği tam olarak kanıtlanamamıştır. Ayrıca GİS semptomları olan bireylerde probiyotik
kullanımının faydaları gözlemlenmiştir.
Sonuç: Diyet uygulamalarının etkinliğinin daha iyi anlaşılabilmesi için daha fazla sayıda çalışma yapılmasına ihtiyaç vardır.
Anahtar Kelimeler: Otizm, beslenme davranışları, önerilen diyetler
________________________
Yazışmalardan Sorumlu Yazar: [email protected]
II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
59 |
S.107
Ağırlık Kaybında Besin Destekleri
Sümeyye ERASLAN, Büşra CANSU*, Meryem Hanım YILDIRIM, Hatice ÖZÇALIŞKAN,
Erciyes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye
Özet: Ağırlık kaybı sağlamada, beslenme alışkanlıkları ve yaşam tarzında değişiklik yapmak yerine,
bireyler süreci hızlandıran ve kolaylaştıran bir alternatif olduğunu düşündükleri besin desteklerini
kullanabilmektedir. Bu derlemede bazı besin desteklerinin olası etkinlik mekanizması, etkinlik
düzeyi ve güvenilirlikleri özetlenecektir.
Temel kullanılma amacı, beslenmeyi nitel ve nicel anlamda desteklemek olan besin desteklerinin
kompozisyonunda, yeşil çay, konjuge linoleik asit (KLA),kafein, guar gum ve kroma sıklıkla yer
verilmektedir. Yeşil çayın, kafein ve epigallokateşin gallat gibi fenolik bileşikler kaynaklı olarak,
enerji harcaması ve yağ oksidasyonunu arttırarak; lipogenez ve yağ emilimini azaltarak, vücut
ağırlığı/bel çevresinde azalma sağlayabileceği bazı müdahale çalışmalarında gösterilmiştir ancak
klinik anlamlılık orta düzeydedir. Antiplatelet etkiyi arttırabilen yeşil çay kateşinlerinin, bazı
ilaçlarla etkileşim ihtimali vardır. Diyette temel olarak süt ve süt ürünleriyle sağlanan KLA, ticari
preparatlarda çeşitli izomerler formunda sunulmaktadır. KLA’nın preadipozit farklılaşması ve
lipogenezi azaltarak; lipoliz ve yağ asidi oksidasyonunu arttırarak, vücut ağırlığı/kompoziyonunu
değiştirebileceği ileri sürülmekte ancak, özellikle lipit metabolizmasına ilişkin olası yan etkileri söz
konusudur. Çay, kahve, çikolata gibi besinlerle sağlanan kafeinin metabolize edilmesiyle açığa çıkan
dimetilksantinler, enerji metabolizmasını stimüle etmekte, termojenez ve yağ asidi oksidasyonunu
arttırabilmektedir. Kafeinin, sağlıklı yetişkinlerde, günlük 400mg’dan az miktarda alınması,
güvenilir olarak bildirilmiştir. Fonksiyonel posa olan guar gum, jel oluşturma özelliğiyle, tokluğun
desteklenmesi yoluyla ağırlık kaybı sürecine destek olabilir. Krom pikolinat, krom sitrat gibi
formlarda sunulan kromun, insülin duyarlılığını geliştirme yoluyla, vücut ağırlığını ve
kompozizyonunu olumlu etkileyebileceği ifade edilmektedir.
Sağlıklı bir diyet örüntüsü, kalori alımının azaltılması, düzenli fiziksel aktivite ağırlık kaybının
sağlanmasında ve kaybedilen ağırlığın korunmasında en doğru yaklaşımdır. Etkin olma olasılığı
güçlü, güvenlik endişesi oluşturmayan besin desteklerinin önerilen dozlarda kullanımı yararlı ve
süreci destekleyici olabilir.
Anahtar kelimeler: ağırlık kaybı, besin destekleri
________________________ Yazışmalardan Sorumlu Yazar: [email protected]
II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
60 |
S.108
Teknoloji Kullanımının Ağırlık Kontrolü ve Beslenme Bilgisi Üzerine Etkisi
Merve ÇAPAŞ, Dilek OCAK*, Elif Nagihan TÜRKMEN, Sümeyye KAYAR
Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye
Özet: Teknolojik gelişmeler, değişen yaşam tarzının bir sonucudur. 21.yy’da doğru değişim ve
dönüşümün en önemli aracı olarak bilgisayarlar, internet, mobil cihazlar kabul edilir. Hızlı
ulaşılabilirlik, 7/24 saat kolay erişim, kullanım kolaylığı, bilgiye ulaşmada daha az maliyet, zaman
tasarrufu, artan bilgiyi saklama, yayma, paylaşma gibi artı özelliklerinden dolayı bir devrim olarak
görülmektedir. Bu nedenle teknolojik gelişmeler sağlık sorunlarına çözüm ve sağlıklı yaşam tarzını
benimsetmede ve kişinin kendini izlemesinde uygun bir araç haline gelmiştir. Bireylerin ağırlık
kontrolü ve beslenme bilgisi üzerinde de önemli etkiye sahiptir. Geleneksel yöntem kullanılarak
beslenme değerlendirilmesinin doğru yapılmasıyla ilgili sıkıntılar mevcuttur. Bireylerin; tükettikleri
besinleri ve porsiyonları tam olarak hatırlayamamaları, besin kaydı tutarken eksik kayıt tutulması
gibi. Teknolojik gelişmeler bunlarla birlikte diyet değerlendirilmesinin nasıl uygulanacağı konusunda
farklı yöntemler ortaya koyar. Yaygın internet kullanımı da bu gelişen teknolojik gelişmelerin doğal
bir sonucu olmuştur. İnternet kullanımı sağlıkla ilgili bilgi ve davranışları sağlamada pozitif etkiye
sahiptir. Bireylerin kendilerini yönlendirmesini sağlayarak oto kontrolü geliştirir. Uygun davranış
değişikliği göstermelerini sağlar. İnteraktif ve aktif katılım ortamı sağlar ve kısa sürede çok sayıda
insana ulaşılabilir, konuyla ilgili daha çok okuma, birbirleriyle daha sık tartışma ortamı meydana
getirir. Sosyal destek alıp-verme, bilgi paylaşma ve kişisel tecrübeleri birbirleriyle paylaşacak online
iletişim sağlar. Mobil telefon ile yapılan müdahalelerde ise ağırlık kaybı ile yakın bir bağlantısının
olduğu kabul edilmiştir. Besin kaydı tutulmasının ötesinde diyetsel davranış değiştirme ve
beslenmeye yönelik bilginin geliştirilmesinde kullanılmıştır. Sonuç olarak teknolojik gelişmeler
gerek ağırlık kontrolünde gerek besin bilgi düzeyi artışında olumlu etkilere sahiptir.
Anahtar kelimeler: teknoloji, internet, mobil uygulama, beslenme eğitimi
________________________ Yazışmalardan Sorumlu Yazar: [email protected]
II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
61 |
S.109
Sirkenin Ağırlık Denetimi Üzerine Etkisi
Özlem ÇAĞIR1, Damla KOCAMAZ1, Derya GÜNEK2,Zeynep CAFEROĞLU1
1Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye 2Selçuk Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Konya, Türkiye
Özet: Sirke, nişasta ya da şeker içeren ham maddelerden sırasıyla etanol ve asetik asit
fermantasyonları kullanılarak üretilen bir bileşiktir. Ham maddedeki basit şekerler mayalar
tarafından alkole dönüştürülür. Oluşan alkol ise asetik asit bakterileri tarafından asetik aside
dönüştürülür. Sirkenin yağ birikimini önleme ve vücut ağırlığı üzerine olumlu etkisi vardır ve bu
etki üzerine beş mekanizma ileri sürülmektedir. Bunlardan ilki karaciğerdeki birkaç lipojenik genin
baskılanmasıyla lipogenezisteki azalma ile olmaktadır. İkinci ileri sürülen mekanizmanın birkaç
lipolitik genin aktivasyonunun artması ile lipolizisteki artma sonucu olduğu düşünülmektedir.
Üçüncü mümkün metabolizma ise AMPK (aktifleşmiş monofosfat protein kinaz) aktivasyonu ile
miyoglobindeki artışa bağlı olarak oksijen tüketimindeki artış ile açıklanmaktadır. Başka bir ileri
sürülen mekanizma ise peroksizom proliferatör-aktivasyon alıcı geni ve yağ asidi oksidasyonuyla
ilgili enzimin düzenlenmesiyle enerji tüketimindeki artışa dayandırılmaktadır. Son olarak beşinci
mekanizma ise sirkenin besinlerin glisemik indeksi üzerindeki azaltıcı etkisiyle, tokluk hissinde
artma ve enerji alımındaki azalma ile açıklanmaktadır. Bireylerin vücut ağırlığındaki azalma ile
birlikte, bel çevrelerinde de belirgin incelmeler kaydedilmiştir. Sirkenin besin alımı ve ağırlık kaybı
üzerinde olumlu etki gösterebilmesi için otoriteler tarafından önerilen bir tüketim miktarı
bulunmamaktadır. Sirke eklenen öğünler tüketen bireylerle yapılan çalışmalar daha çok elma sirkesi
üzerinde yoğunlaşmıştır ve öğünlere eklenen 1-4 yemek kaşığı kadar sirkenin 4-8 veya 12 haftalık
periyotlarla kullanımında olumlu etkisi ortaya konmuştur. Elma sirkesi bel çevresi vücut ağırlığı ve BKİ’de düşüş; kan lipit seviyelerinde azalma sağlamıştır.
Anahtar kelimeler: sirke, ağırlık kaybı, diyet, bel çevresi
________________________
Yazışmalardan Sorumlu Yazar: [email protected]
II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
62 |
S.110
Sporcularda Performansı Etkileyen Besinler
Merve ÇAPAŞ, Tuğba ÇELİK*, Ayşenur DEMİRBİLEK, Merve AYDEMİR
Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye
Özet: Sportif performans; sporcunun atletik iş üretebilme becerisi, üretim kalitesi ve kapasitesinin
bileşkesi ve yapılması gereken bir atletik görevin yerine getirilmesi sırasında başarı için olumlu ve
olumsuz etkenler çerçevesinde ortaya konulan çabaların bütünü olarak ifade edilir. Sportif
performansın karmaşık yapısının sebebi, sonucu etkileyen faktörlerin sayısının çokluğu ve
çeşitliliğidir. Bu faktörler, oluşum kaynaklarına göre içsel ve dışsal faktörler olarak ikiye ayrılırlar.
İçsel faktörler; insanda mevcut olan, kısmen kalıtsal gelen ve dışarıdan üzerine etki imkânı sınırlı
olan veya hiç etki yapılamayan faktörlerdir. Yaş, cinsiyet, anatomik yapı, genetik, psikolojik denge,
metabolizma, enerji kullanım mekanizmaları, kardiyovasküler yapı özellikle içsel faktörlerin
başlıcalarıdır. Dışsal faktörler ise insanın vücudundan ve yapısından kaynaklanmayan dışarıdan
gelen yani dolaylı yolla sportif performansı etkileyen faktörlerdir. Bunlara sıcaklık, iklim, geçirilmiş sakatlıklar, doping, ergojenik yardım, antrenman, ısınma, esneklik, antrenör, dinlenme aralığı,
soğuma, uyku düzeni-kalitesi ve beslenmeörnektir. Çeşitli besinlerin performans üzerine etkileri
araştırılmıştır. Bu besinlerden bazıları süt, muz, montmorency vişne, pancar suyu, badem, bitter
çikolata, chia tohumu, kaju elma suyu, şeker kamışı suyu, alkol ve kafeindir. Yapılan çalışmalarda
sütün kuvvet ve dayanıklılık sporlarında enerji içeceği ve soya proteinli içeceğe göre egzersiz sonrası
toparlanmayı daha hızlı sağladığı görülmüştür. Uzamış yoğun egzersiz boyunca ve öncesinde muz
alımı; performansı destekler, uygun yakıt substrat kullanımını sağlar, maliyeti uygundur. Pancar suyu
ve bitter çikolata içerdiği nitrat(NO3- ) ve nitrik oksit (NO) sayesinde oksijen alımını artırarak,
yorgunluğu azaltıp dayanıklılığı artırır. Badem arginin etkisiyle insülin sekresyonunu, kas glikojen
sentezini artırır. Bademdeki fenolik ve polifenolik bileşikler antioksidan kapasiteyi geliştirerek güç
verir ve inflamasyonu azaltır. Sonuç olarak besinlerin performans üzerine etkisi vardır. Ancak tek bir
besin performans artışında etkin değildir. Sporculara uygun antrenman ve diyet programı doğal
besinlerle zenginleştirilerek performans artışı sağlanabilir.
Anahtar kelimeler: spor, performans, doğal besinler
________________________ Yazışmalardan Sorumlu Yazar: [email protected]
II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
63 |
S.111
Bazal Metabolizma Hızını Saptamada Kullanılan Yöntemler
Yasemin ÖZEN*, Kübranur ÜNAL, Esma Nur DİÇLE, Müge YILMAZ
Erciyes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye
Özet: Enerji gereksinmesi; Bir kişinin bir günde besin ve içeceklerle birlikte alması gereken toplam
enerji miktarını tanımlar. Enerji gereksinmesinin belirlenmesinde 3 ana bileşen vardır, bunlar; bazal
metabolizma hızı(BMH), fiziksel aktivite düzeyi (FAD) ve besinlerin termik etkisi (BTE). Yaşam
tarzına ve yaşa göre değişen BMH, günlük total enerji harcamasının %45-70’ini oluşturur. FAD;
günlük enerji harcamasının BMH’dan sonra en geniş ikincil bileşenidir. BTE ise total enerji
harcamasının %5-15’ini oluşturur. BMH; kişinin yaşamsal fonksiyonlarını sürdürebilmesi için
gerekli en düşük enerji miktarıdır. Vücudun ısı üretiminin ya da oksijen tüketiminin belirlenmesiyle
saptanabilir. BMH’nı saptamada; çift etiketli su metodu, direkt kalorimetre, indirekt kalorimetre,
biyoelektrik empedans analizi(BİA) gibi yöntemler kullanılır. Çift etiketli su metodunda bireyler
vücut sıvısıyla difüze edilen konsantrasyonları ve volümleri bilinen döteryum ve oksijenden oluşan
suyu tüketirler, sonrasında bu iki izotop atomun vücuttan yok olma hızlarından yola çıkarak BMH
saptanır. Direkt kalorimetre; suyun iletimi, taşınması ve buharlaşması yoluyla bireylerden açığa
çıkan ısının ölçümüdür. Kalorimetre içinde dolaşan suyun sıcaklığındaki değişimle vücudun ürettiği
ısı ölçülür ve BMH saptanır. İndirekt kalorimetre; kullanılan O2’nin ve üretilen CO2’in ölçümü ile
BMH’ nı saptar. BİA yönteminin fiziksel prensibi; yağsız vücut kütlesinin yaklaşık %73’nün
elektrolitli vücut sıvısı içermesi ve %5-10 sıvı içeren vücut yağ kütlesinden elektriği daha iyi
iletmesine dayanır. Bu iki ayrı vücut kütlesi yüksek frekanslı elektrik akımına farklı direnç
göstermesiyle yağlı ve yağsız vücut kütlesi saptanır. BİA yöntemiyle çalışan cihazlar yağsız vücut
kütlesini veya boy, ağırlık, cinsiyet ve yaşı baz alarak geliştirilen denklemleri kullanarak BMH’nı
saptar. BMH’nı tahmin etmek için Harris-Benedict, Schofield, Dünya Sağlık Örgütü, Henry
tarafından bazı ölçüm denklemleri de geliştirilmiştir. Bu denklemler vücut ağırlığı, boy, yaş, cinsiyet
faktörlerini kullanılarak sağlıklı bireyleri içeren gruplarda geliştirilmiştir. Yöntemler arasından kullanım kolaylığı nedeniyle altın standart olarak indirekt kalorimetri kabul edilmektir.
Anahtar kelimeler: bazal metabolizma hızı, enerji gereksinimi
________________________
Yazışmalardan Sorumlu Yazar: [email protected]
II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
64 |
S.112
Zerdeçalın Sağlık Üzerine Etkileri
Prof. Dr. Betül ÇİÇEK, Menekşe AYDOĞDU*, Fatma ÖZDAVAR, Rabia KARAKUŞ
Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye
Özet: Zerdeçal (Curcuma longa), zencefilgiller (Zingiberaceae) familyasından sarı çiçekli, büyük
yapraklı, çok yıllık otsu bir bitki cinsidir. Anavatanı GüneyAsya'dır. Kurkumin, zencefil ailesindeki
bir bitki olan kurkuma longanın rizomlarından ekstrate edilen ve baharat zerdeçalın diyetteki
bileşenlerinin aktif formudur. Zerdeçal, antioksidant, anti-inflamatuar etkileri ve kurkuminin
varlığına dayandırılan koruyucu özelliği sayesinde hücre büyümesi, apoptoz ve inflamasyonu
kontrol ederek bazı hastalıkların önlenmesinde ve tedavisinde kullanılmaktadır. Özellikle klinik
çalışmalar, kurkuminin barsak inflamasyonu, artrit, pankreatit ve kanser gibi kronik hastalıklarda
iyileştirici bir ajan olabileceğini göstermiştir. Kurkumin anti-inflamatuar etkisiyle inflamatuar
transkripsiyon faktörleri, sitokinaz, redoks düzeylerini, protein kinazları ve inflamasyonu
destekleyen tüm enzimlerin azaltılmasında rol oynar. Kurkumin, oksidatif stresi hafifletir, kronik
hastalıklarla ilişkili pro-inflamatuar yolakları düzenler.Kurkuminin çoklu inflamatuar etkileriyle
obezite, diyabet, kardiyovasküler ve nörodejeneratif hastalıklar, serebral ödem, alerji, bronşiyal
astım, inflamatuar barsak hastalıkları, romatit, artrit, renal iskemi, psöriyazis, skleroderma, AIDS ve
çeşitli kanser türleri dahil olmak üzere, farklı kronik inflamatuar hastalıkların tedavisi için
düzenleyici özelliğe sahip olduğu gösterilmiştir.Terapötik ilaç olarak klinik gelişmeler kurkuminin
sistemik biyoyararlanımının düşük intrinsik aktivite, düşük emilim, yüksek metabolizma oranı,
metabolik ürünlerin inaktivitesi ya da hızlı eliminasyon ve vücuttan atılım gibi nedenlerden dolayı
sınırlı olduğunu göstermiştir. Çok düşük miktarda kurkumin alımı biyoyararlanımı sınırladığı için bu
konuya dikkat edilmelidir. Diğer yandan, çok yüksek miktarlarda alımı dokularda toksik etki
yapabilir, hatta hastalık komplikasyonlarını artırabilir. Sistemik biyoyararlanımı düşük olduğundan,
intravenöz yolla alınması oral alıma göre daha etkilidir.Gıda ve Tarım Örgütü (Food and Agriculture
Organization-FAO) ve Dünya Sağlık Örgütü (World Health Organization-WHO) tarafından yayınlanan raporlar günlük kurkuminin optimal alım düzeyinin 0-1 mg/kg olduğunu belirtmiştir.
Anahtar kelimeler: zerdeçal, kurkumin, anti-inflamatuar, antioksidant
________________________ Yazışmalardan Sorumlu Yazar: [email protected]
II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
65 |
P.201
Beslenmenin Postpartum Depresyonda Rolü
Rabia KARACA
Erciyes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye
Giriş-Amaç: Postpartum depresyon (PPD), doğumdan sonra annede görülen şiddetli bir duygu
durum bozukluğudur. Bu çalışmada, kadınlarda sık görülen PPD’de beslenmenin rolü literatür doğrultusunda incelenerek derleme şeklinde ele alınmıştır.
Genel Bilgiler: Birçok PPD’li annenin sütünü etkileyeceği düşüncesiyle farmakolojik tedaviyi kabul
etmediği, farmakolojik tedaviyi kabul edenlerin ise tamamının hemen iyileşemediği bildirilmiştir. Bu
yüzden anneler nonfarmakolojik tedavilere yönelmiştir. Beslenme, nonfarmakolojik tedavi
yöntemlerinden en önemlisidir. Annenin hamilelik süresince steroid ve peptit hormonlarındaki ani
dalgalanmaların, immünolojik bozuklukların, hamilelik ve sonrasında gerçekleşen nörobiyolojik
değişikliklerin PPD’ye neden olabileceği düşünülmektedir. PPD’ye sebep olan mekanizmalar
araştırılarak, alınan besinlerin bu mekanizmaları nasıl etkilediği ve besinlerin tedavide etkinliği incelenmiştir.
Sonuç: Literatürdeki veriler; yetersiz omega3, folat, demir, selenyum ve B12 alımının PPD riskini
artırdığını destekler niteliktedir ve bu besin öğelerinin PPD’yi tedavi etmek veya mevcut tedavilerin
etkinliğini artırmak için kullanılabileceği ihtimali taşımaktadır. Önerilen bir takviye dozaj miktarı
yoktur fakat gebelik süresince ve postpartum dönemde annelerin, bu besin öğelerini içeren besinleri
sık tüketmeleri önerilmektedir. Annelerin; omega3ten zengin olan balık, deniz ürünleri, ceviz gibi
besinleri düzenli tüketmeleri önerilmektedir. Yapılan birçok çalışmada; folatın hem PPD riskini
azalttığı hem de uygulanan farmakolojik tedavinin etkinliğini artırdığı bulunmuştur. Hamilelik
öncesi yeterli tüketilen süt ve süt ürünlerinin PPD’ye karşı koruyucu olabileceği düşünülmektedir.
Emzirmenin PPD‘yle çift yönlü olan ilişkisi henüz netleşmemiştir. Bazı çalışmalar PPD’li annelerin
bebeklerini emzirmek istemediğini belirtirken, bazı çalışmalar emzirmeyen annelerin PPD olma
olasılığının yüksek olduğunu bildirmiştir. PPD tedavisinde emzirmek, hem anne hem de bebek için
yararlı etkiler sağlayabilir. Bu yüzden anne emzirmeye teşvik edilmelidir. Gebe kaldıklarında obez
olan kadınların doğum sonrası dönemlerde normal ağırlıklı kadınlara göre daha yüksek depresyon
semptomlarına sahip oldukları bulunmuştur.PPD’nin patofizyolojisin de beslenmenin rolünü açıklığa
kavuşturmak için daha fazla araştırma yapmak gereklidir.
Anahtar kelimeler: Postpartum depresyon, mikro-makro besin ögeleri, depresyonda beslenme
________________________ Yazışmalardan sorumlu yazar: [email protected]
II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
66 |
P.202
Probiyotikler, Otizm Spektrum Bozukluğu Olan Çocuklara Fayda Sağlayabilir
mi?
Sevdenur AKYOLLU
Adnan Menderes Üniversitesi, Sağlık Yüksekokulu, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Aydın, Türkiye
Otistik çocuklar genellikle karın ağrısı, kabızlık ve diyare gibi gastrointestinal problemler yaşarlar.
Son yıllarda, bu popülasyonda probiyotik kullanımı konusunda gittikçe artan bir ilgi var, çünkü
varsayımsal olarak probiyotik kullanımı bağırsak alışkanlıklarını ve bu bireylerin davranışsal ve
sosyal işlevlerini geliştirmeye yardımcı olabilir. Bağırsak mikrobiomu organik ve fonksiyonel
gastrointestinal bozuklukların patofizyolojisinde önemli bir rol oynamaktadır. Antibiyotikler, fekal
transplantasyon ve probiyotiklerin kullanımı ile meydana gelen mikrobiyal değişim, nükseden
Clostridium difficile enfeksiyonu, kese iltihabı ve huzursuz bağırsak sendromu gibi durumların
tedavisinde etkili olmuştur. Bu çalışmanın amacı, mikrobiyota disbiyozu ve otizm arasındaki ilişkiyi
açıklayan bilgileri derleyip, mikrobiyotadaki değişimin otizmli çocuklara yararlı etkilerini
değerlendirmektir. Bu derlemede, otizmli çocuklarda normal gelişimli çocuklarla karşılaştırıldığında
görülen bir dizi klinik, immünolojik ve mikrobiyom değişiklikler sunulmaktadır. Ayrıca,
bağırsaktaki iltihaplanma, geçirgenlik kaygıları ve bu sorunlara katkıda bulunabilecek absorpsiyon
anormalliklerine değinilmektedir. En önemlisi, otizmli çocuklarda gastrointestinal semptomların
tedavisinde probiyotiklerin potansiyel rolü insan ve hayvan çalışmalarından elde edilen kanıtlarla
tartışılıyor.
Anahtar Kelimeler: Otizm, Enflamasyon, Mikrobiom, Probiyotik
________________________ Yazışmalardan sorumlu yazar: [email protected]
II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
67 |
P.203
Sağlık Bilimleri Fakültesi Öğrencilerinde Ortoreksiya Nervoza Sıklığının
Saptanması
Güzide Seda İPEK*, Seda Sultan SAĞIR, Meltem SOYLU
Nuh Naci Yazgan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye
Giriş-Amaç: Ortoreksiya nevroza, sağlıklı beslenme takıntısı olarak tanımlanan bir yeme
bozukluğudur. Yapılan çalışmalar, tıp fakültesi öğrencileri, hekimler, diyetisyenler, obsesif
kompulsif ve beden imajına aşırı önem veren bireylerde ortoreksiya nervoza belirtilerine daha sık
rastlanıldığını göstermektedir. Bu araştırma, Sağlık Bilimleri Fakültesinde eğitim alan öğrencilerin
ortoreksiya nevroza sıklığının saptanması amacıyla planlanmıştır. Yöntem: Çalışma, Kayseri ilinde bulunan Nuh Naci Yazgan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi
bünyesindeki Beslenme ve Diyetetik, Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon ve Hemşirelik ve Sağlık
Hizmetleri bölümlerinde öğrenim gören gönüllü 150 öğrenci üzerinde 9-27 Ocak 2017 tarihleri
arasında yürütülmüştür. Çalışmada sağlıklı beslenmeye duyulan aşırı duyarlı tutumu niteleyen ve
özel olarak geliştirilmiş ORTO-15 Ortoreksiya Nervoza (ON) ölçeği kullanılmıştır. Ölçeğe göre “33
puan” ve altında alanlar “ortorektik” olarak tanımlanmıştır. Puan ne kadar artarsa, yeme davranışı o
derece aşırı duyarlılıktan normale yaklaşmaktadır.Verilerin analizi SPSS 22.0 istatistik programı ile
yapılmıştır. Bulgular: Araştırmaya katılan öğrencilerin yaş ortalaması 19.7 (18-24) yıldır. Beden Kütle İndeks
(BKI) ortalaması 21.7(16-34.9) kg/m2olan öğrencilerin %73.8’inin ağırlığı normal sınırlar içindedir.
Bunun yanında öğrencilerin %11’i zayıf, %10’u hafif şişman ve %4’ü şişmandır. Öğrencilerin
ORTO-15 ölçeği puanı ortalaması 37.24 (26-50) olup, %16.6’sının puanı 33 ve altındadır. Puanı 33
ve altında olan öğrencilerin %68’sini kız öğrenciler oluşturmaktadır. Sonuç: Bu çalışmanın sonuçlarına göre Sağlık Bilimleri Fakültesi öğrencileri arasında zayıflık
obeziteden daha sık olarak görülmektedir. Ayrıca yeme bozukluğu belirtileri gösteren öğrencilerin
oranı yüksektir. Sağlık profesyoneli olarak yetişecek üniversite öğrencilerinde sağlıklı beslenme
davranışının takıntıya dönüşmemesi için doğru ve etkili bir beslenme eğitiminin verilmesi ve risk
altında olan öğrencilerin yeme bozukluğu yönünden izlenmesi önerilmektedir. Anahtar Kelimeler: gençler, ortoreksiya, yeme bozukluğu.
________________________ Yazışmalardan sorumlu yazar: [email protected]
II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
68 |
P.204
Yabancı Uyruklu Üniversite Öğrencilerinin Beslenme Durumlarının Saptanması
İmmihan ÇETİN*, Meltem SOYLU
Nuh Naci Yazgan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye
Giriş-Amaç: Öğrencilerin yoğun bir şekilde yaşadığı Kayseri ilinde, yabancı uyruklu öğrencilerin
sayısı oldukça fazladır. Bu gençlerin yaşadığı coğrafi hareketlilik, beraberinde beslenme kültürüne
adapte olamama ve beslenme davranışında yanlış yapılan uygulamalar, beslenme ve sağlık
sorunlarının yaşanmasına neden olabilmektedir. Bu çalışma, Kayseri’de öğrenim gören yabancı
uyruklu üniversite öğrencilerinin beslenme ve sağlık durumlarının saptanması amacıyla
yürütülmüştür. Yöntem: Mart- Mayıs 2016 tarihleri arasında yürütülen çalışma kapsamına, Kayseri iline en az altı
ay önce gelmiş olan yabancı uyruklu 169 üniversite öğrencisi alınmıştır. Araştırmanın örneklemi,
Erciyes Üniversitesi ERSEM Yabancılara Türkçe Öğretim Programına devam eden öğrencilerden
seçilmiştir. Öğrencilerin beslenme alışkanlıkları araştırmacı tarafından hazırlanan ve yüz yüze
görüşme tekniği ile yapılan anket formu ile değerlendirilmiştir. Anket formunda öğrencilerin öğün
sayılarını, beslenme alışkanlıklarını ve besin tüketim sıklıklarını içeren sorular yer almıştır. Sonuçlar
SPSS.22 paket programı ile değerlendirilmiştir. Bulgular: Çalışma kapsamına alınan öğrencilerin %84’ünü erkekler ve %14’ünükız öğrenciler
oluşturmaktadır. Kayseri’de kalma süreleri ortalama3,57±1,7 yıl olan yabancı uyruklu öğrencilerin
önemli bir bölümü öğün atlamaktadırlar. Sabah ve öğle öğünleri en çok atlanan öğündür. Düzenli
olarak ana öğün tüketenlerin oranı %55 iken ara öğün tüketenlerin oranı sadece %2,4’tür. Öğrenciler
sağlıklı beslenmede yer alması gereken besinleri yeteri kadar tüketmemektedirler. Her gün en az bir
porsiyon meyve tüketenlerin oranı % 59.2 iken, iki porsiyon tüketenlerin oranı sadece %26.6’dır.Her
gün taze pişmiş sebze tüketenlerin oranı %32.5, günde en az iki porsiyon süt ve süt ürünleri
tüketenlerin oranı%37.3’tür.Sağlık Bakanlığı tarafından hazırlanan Türkiye Beslenme Rehberi’nde
yer aldığı üzere önerilen şekilde haftada en az iki balık tüketen öğrenci oranı sadece %12.4’ tür.
Buna karşılık haftada bir kezden fazla fastfood restoranlarına gidenlerin oranı %42’dir.Ülkemize
geldikten sonra öğrencilerin%22.5’iağırlık kazanmış, %12.4’üise kaybetmiştir. Sonuç: Bulgulardan elde edilen sonuçlara göre, Kayseri ilinde yaşayan yabancı uyruklu öğrenciler
yeterli ve dengeli beslenme alışkanlıklarına sahip değildir. Bu öğrencilerin beslenme durumları
izlenmeli ve iyileştirilmesine yönelik girişimlerde bulunulmalıdır.
Anahtar Kelimeler: Yabancı uyruklu öğrenciler, sağlıklı beslenme
*Bu proje 2016 yılında TÜBİTAK 2209-A tarafından desteklenmiştir.
_______________________ Yazışmalardan sorumlu yazar: [email protected]
II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
69 |
P.205
Fenilketonüride Tıbbi Beslenme Tedavisi
Emin MERT*
Kastamonu Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kastamonu, Türkiye
Giriş ve Amaç: Beslenme; büyüme, gelişme, sağlıklı yaşam ve fiziksel aktivite için gerekli
besinlerin metabolik veya biyokimyasal yollarla enzimlerin katalizörlüğünde organizmada
kullanılmasıdır. Doğuştan gelen eksiklikler neticesinde ortaya çıkan metabolik hastalıkların
tedavisinde diyetisyenin yürüttüğü tıbbi beslenme tedavisi kişinin hayatını ikame ettirmesi ve sağlıklı
yaşam sürmesini amaçlamaktadır. Karaciğerden salgılanan “fenilalaninhidroksilaz” enziminin
yetersizliği nedeniyle FA’nın vücutta kullanılamaması sonucu gelişen Fenilketonüri, kalıtsal
metabolik bir hastalıktır. Tıbbi beslenme tedavisi metabolize olmayan FA’nın diyetten çıkarılması/kısıtlanması yoluyla diyetisyen tarafından tarafından uygulanır.
Yöntem: Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığı tarafından akademisyen düzeyinde diyetisyenlerle
hazırlanan metabolik hastalıklarda tıbbi beslenme tedavisini içeren yayın ve diyetisyen doktora tezi taramaları yöntemiyle bu çalışma gerçekleştirilmiştir.
Tanı ve Bulgular: Metabolik hastalığı olan bebekler doğumda genelde normaldir, beslenmeyi
izleyen günlerde hastalık belirtileri ortaya çıkar. Bulgularda kan FA düzeyi yüksektir, 5-6. Aylarda
zeka geriliği ortaya çıkar, saç deri ve gözlerde açık renk, idrar ve terde küf kokusu mevcuttur, havale kusma görülür. Kesin tanı Guthrie Testi sonucuna göre konur.
Tıbbi Beslenme Tedavisi: PKU’da tek tedavi beslenme tedavisidir ve toksik besin öğesi olan
FA’nın diyetten çıkarılması/miktarının azaltılması esasına dayanır. Yeni yöntemlerle birlikte PKU
mamaları, FA’sız gıda bileşenleri (un, süt tozu) ile hazırlanan yiyecekler ve düşük proteinli
yiyecekler tıbbi beslenme tedavisi çok verimli bir aşamadadır. Beyin hasarının önlenmesi için tıbbi
beslenme tedavisinin erken başlaması, iyi metabolik kontrol ve uzun süreli tedavinin gerekliliği
belirtilmektedir.
Sonuç: Kan FA düzeyi, tıbbi beslenme tedavisi ile dengede tutulabilir. Tedavide ana ilkeler; merkezi
sinir sisteminin korunması, fiziksel gelişimin sağlanması, gerekli protein, enerji, vitamin, mineral ve eser elementlerin sağlanması gerekmektedir.
Anahtar kelimeler: Metabolik, fenilketonüri, fenilalanin, beslenme.
_________________
Yazışmalardan Sorumlu Yazar: [email protected]
II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
70 |
P.206
Okul Öncesi Dönem Çocuklarının Beslenme Alışkanlıklarının Belirlenmesi
Buse ALTINAY, Derya BALDIRLI, Rabia Melda ERDOĞAN, Vivyın Lara YILDIZ1
İstanbul Yeni Yüzyıl Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, İstanbul, Türkiye
Giriş ve Amaç: Okul öncesi dönemde, çocukların zihinsel ve bedensel olarak yoğun gelişim
gösterdiği bilinmektedir. Yeterli ve dengeli beslenme bu gelişimin temelini oluşturmaktadır.
Araştırmacılar tarafından okul öncesi dönemin, çocukların beslenme alışkanlıklarının şekillendiği bir
gelişim dönemi olduğu vurgulanmaktadır. Bu dönemde kazanılan beslenme davranışları çocukların
ileriki hayatında beslenme tarzını ve yiyecek seçimlerini belirlemektedir Bu araştırma okul öncesi
çocukların beslenme alışkanlıklarını saptamak ve alışkanlıklarının oluşumunda etkili olan faktörleri
incelemek amacıyla yürütülmüştür.
Yöntem: Araştırmanın örneklemini; Kasım 2016 tarihinde Hatay ilinde özel bir anaokula devam
eden, 5-6 yaş grubundaki 47 çocuğun ebeveynleri oluşturmaktadır. Araştırmada Uzgidim tarafından
geliştirilen 38 sorudan oluşan bir anket yardımıyla veri toplanmıştır. Bu anket ile ebeveynlerin eğitim
düzeyi ve çalışma durumu, yemek pişirme yöntemleri, çocukların bazı besinleri tüketim sıklığı
sorgulanmıştır. Veriler Microsoft Excel 2010 programıyla değerlendirilmiştir.
Bulgular: Ankete cevap veren anne sayısı 41, baba sayısı 6’dır. Katılımcıların annelerinin %87.8’i
çalışmaktadır. Ankete katılan anne ve babaların %65.9’unun eğitim durumu üniversite ve üstüdür.
Anket verilerine göre sebze yemekleri pişirilirken en sık fırın, et yemekleri pişirilirken ise ızgara
yöntemi kullanılmaktadır. Ebeveynlerin %65.9’unun yemek hazırlarken çocukların günlük besin
ihtiyacını karşılamasına dikkat ettiği tespit edilmiştir. Ailelerin haftada en fazla 1 gün fast food
tükettiği saptanmıştır. Tercih edilen ekmek türünün en fazla tam buğday sonra da beyaz ekmek
olduğu gözlemlenmiştir. Annelerinin bildirdiğine göre çocukların %68’inin gazlı içecek tüketmediği
saptanmıştır. Ayrıca çocukların %63.8’inin haftada 2-3 kez şeker ve çikolata gibi ürünleri tükettikleri anlaşılmaktadır. Çocukların %42.5’inin ise sebze yemeyi reddettiği tespit edilmiştir.
Sonuç: Çocuklara yemek hazırlarken dikkat edilen en önemli konunun çocukların günlük besin
ihtiyacını karşılaması olduğu tespit edilmiştir Çocukların büyük bir kısmının gazlı içecek
tüketmemesine rağmen sıklıkla şekerli besin tükettiği saptanmıştır. Çocukların en çok reddettiği
besinler ise sebzeler olarak bulunmuştur. Sonuç olarak ebeveynler çocuklara sağlıklı beslenme konusunda rol model olmalı ve onlara yol göstermelidir.
Anahtar Kelimeler: okul öncesi, çocuk, aile, beslenme alışkanlığı
Yazışmalardan Sorumlu Yazar: [email protected]
II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
71 |
P.207
Sporcu Bireylerin Hidrasyon Konusundaki Farkındalığı
Ali Koşar*
İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü, İzmir, Türkiye
Giriş: Dayanıklılık gerektiren sporlarda, sporcular performanslarını maksimum düzeye çıkarmak
için hidrasyon seviyelerini arttırarak önemli bir başarı elde ederler. Çocukluk çağındaki sporcuların
beslenme durumuna göre %43’ünde hipohidrasyon belirtisine rastlanmıştır. Sporculara çocukluk
çağından itibaren uygun yöntemlerle hidrasyon eğitimi verilmelidir.
Amaç: Sporcuların hidrasyon hakkında farkındalığını araştırmak ve bu konudaki araştırmaları
taramak amaçlanmıştır. Yöntem: Pubmed, Sciencedirect, Scopus veri tabanlarında son 5 yılda
yayınlanan makaleler taranmıştır.
Bulgular:19 makalenin 4 tanesinde yüzdelik olarak belirtilen hidratasyon değerlerine göre
sporcuların yaşam tarzları ve diyetleri nedeniyle su alımlarında değişiklikler görüldüğü
vurgulanmaktadır. Buradan yola çıkarak diyetin iyileştirilmesiyle hidrasyon değerlerinin
iyileştirilmesinin söz konusu olduğu, iyileşmiş hidrasyon değerlerinin sporcuların aerobik solunum
performansını arttırdığı, bu sebeple performansında artışa neden olduğu belirtilmektedir. Ancak,
hidrasyon bilincine sahip olmayan sporcuların zaman zaman müsabakalar öncesi ideal kiloya
ulaşmak için hızlı/şok diyetlere başvurduğuna dikkat çekilmektedir. Yaptıkları bu hızlı diyetin,
sporculardaki hidrasyon seviyesini ve dehidratasyonu nasıl etkilediğinin incelenmesi gerektiği
vurgulanmaktadır. Çalışmalarda özellikle çocuk yaştaki sporcuların hidrasyon hakkındaki bilgi
düzeylerinin ve bu konuda onlara nasıl eğitim verileceğinin önemine değinilmektedir. Çocukluk
çağındaki sporcu bireylerin hipohidrasyon risklerini düşürmek için diyetlerindeki sebze ve meyve
içeriklerinin arttırılmasının yararlı olduğu bildirilmektedir. Bunun için çocukları eğitirken onların
damak zevklerine göre atölye çalışmalarına katılmaları sağlanıp, beslenme eğitiminde görselliğe
dayalı bir eğitim verilebileceği belirtilmektedir.
Sonuç: Yapılan çalışmalar sporcuların hidrasyon konusunda bilinç düzeylerinin arttırılması
gerektiğini, bu konunun özellikle çocuk sporcular için öncelikli olduğunu göstermektedir. Ülkemizde
de sporcularla çalışan diyetisyenler/ diyetisyen adayları, bu konuya önem vermeli, uygun beslenme
eğitimi yöntemleri kullanarak bilincin arttırılmasına katkı sağlamalıdır.
Anahtar Kelimeler: sporcu, hidrasyon
________________________
Yazışmalardan sorumlu yazar: [email protected]
II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
72 |
P.208
Kayseride İyotlu Tuz Kullanım Durumu
Hazal POLATDEMİR*, Meltem SOYLU, Fatma Gül MUĞUL
Nuh Naci Yazgan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye
Giriş-Amaç: Beslenmeyle ilişkili sorunlar sadece sağlık alanında risk oluşturmayıp aynı zamanda
sosyal ve toplumsal boyutta da önemli sonuçlar doğurabilmektedir. Ülkemizde iyot yetersizliği böyle
sorunlar için önemli bir örnek oluşturmaktadır. İyot yetersizliği hastalıklarının önlenmesi için hane
düzeyinde iyotlu tuzun kullanılması çok önemlidir. Dünya Sağlık Örgütü’ ne göre, hane halkı iyotlu
tuz kullanım oranının %90’nın üzerine çıkması ve hatta %100 olması gerekmektedir. Bu araştırma
Kayseri il merkezinde hane düzeyinde iyotlu tuz kullanım oranının belirlenmesi amacıyla
yürütülmüştür. Yöntem: Veriler Kayseri il merkezinde seçilen örneklem kapsamında 209 hanede, araştırmacı
tarafından yapılan yüz yüze görüşmeler sonucunda elde edilmiştir. Kesitsel tipte olan bu çalışma 9-
25 Ocak 2017 tarihleri arasında Kayseri ilinde yürütülmüştür. Anket formunda hane düzeyinde tuz
kullanımı ve bunun nedenlerine yönelik sorular yer almıştır. Verilerin analizi SPSS 22.0 istatistik
programı ile yapılmıştır. Bulgular: Hane halkı düzeyinde yapılan çalışmada çoğunlukla kadınlarla görüşülmüştür (%91).
Kadınların %74’ü ev kadını olup hâlihazırda gelir getiren bir işte çalışmamaktadırlar. Sadece iyotlu
tuz kullanan hane oranı %40’tır. Kaya tuzu kullananların oranı %29, iyotlu tuz ve kaya tuzunu
birlikte kullananların oranı ise %25.3’tür. İyotlu tuz kullananların %59’u bu tuzu sağlıklı olduğu için
tercih ettiklerini ifade ederken kaya tuzu kullananların %85’i de bu tuzu sağlıklı bulduklarını
belirtmişlerdir. Katılımcıların %53’ü evlerinde hangi tuzu kullanırlarsa kullansınlar tercih etme
nedeni olarak sağlıklı olmalarını bildirmiştir. Bunun yanında katılımcıların kullandıkları tuzu tercih
etme nedeni olarak %34 oranında kolay ulaşımı bildirirken sadece %3.3’ü fiyatının ucuz olmasını
bildirmiştir. Katılımcıların %9.5’u tuz tercihlerinde herhangi bir fikir sahibi olmadığını ifade
etmiştir. Sonuç: Kayseri’de hane halkı düzeyinde iyotlu tuz kullanım oranı oldukça düşüktür. Tuz kullanma
tercihlerinde özellikle sağlıklı olmalarına öncelik veren bireylerin iyotlu tuz kullanımı konusunda
bilgi düzeylerinin artırılmasına gereksinim vardır. Anahtar Kelimeler: iyotlu tuz, beslenme.
________________________ Yazışmalardan sorumlu yazar: [email protected]
II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
73 |
P.209
Üniversite Öğrencilerinde Meyve Ve Sebze Tüketimi
Seda BARAN*, Yağmur YAŞAR, Meltem SOYLU
Nuh Naci Yazgan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye
Giriş-amaç: Meyve ve sebzeler, diyet lifinin yanı sıra suda çözülebilen vitaminlerin ve diğer
antioksidan maddelerin de önemli kaynaklarıdır. Bu nedenle, tüketimlerinin artırılması başta kanser
olmak üzere birçok kronik hastalık riskinin azaltmasında önemlidir. Her yaş dönemi için önerilen
meyve ve sebzelerin, özellikle genç yaştaki bireylerde, yeterli miktarlarda tüketilmediği
bilinmektedir. Bu araştırma, Nuh Naci Yazgan Üniversitesi’nde bulunan öğrencilerin, meyve ve
sebze tüketimlerinin saptanması amacıyla planlanıp yürütülmüştür.
Yöntem: Ocak-Şubat 2017 tarihleri arasında yürütülen çalışmaya, Nuh Naci Yazgan Üniversitesi
Sağlık Bilimleri Fakültesi’nde eğitim görmekte olan 18-28 yaş arası, 124 kız ve 76 erkek öğrenci
olmak üzere toplam 200 öğrenci katılmıştır. Katılımcıların meyve ve sebze tüketim miktarlarını
saptamaya yönelik anket formu, araştırıcı tarafından yüz yüze görüşme yöntemiyle uygulanmıştır.
Verilerin analizi SPSS22.0 paket programı kullanılarak yapılmıştır.
Bulgular: Yaş ortalaması 20,93±1,38 yıl olan öğrencilerin BKİ ortalaması 23,25±4,23
kg/m2’dir.Her gün düzenli olarak 1-2 porsiyon meyve-sebze tüketen öğrencilerin oranı %66’dir.
Öğrencilerin %44’ü meyve ve sebze tüketiminin besleyici ve sağlığın korunması açısından önemli
olduğunu ifade etmesine rağmen, %17’sihiç meyve-sebze tüketmemektedir. Meyve-sebze
tüketmeyen öğrencilerin %54,4’ü alışkanlığının olmadığını, %30’u ise sevmediğini bildirmiştir. En
fazla tüketilen meyvelerin başında haftada iki üç kez tüketim ile elma(%25) ve muz (%21,5)
gelmektedir. Öğrencilerin %22,5’i haftada iki üç kez düzenli olarak yeşil yapraklı sebzeleri
tüketirken, %36’sı brokoli, karnabahar ve kereviz gibi sebzeleri hiçtercih etmemektedir.
Sonuç: Bu çalışmanın sonucuna göre, Nuh Naci Yazgan Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi
öğrencilerinin meyve-sebze tüketimleri sağlıklı beslenme önerilerinde yer aldığı üzere5-6
porsiyondan daha az bulunmuştur. Meyve ve sebzelerin yeterli miktarda olduğu bir beslenme
düzenin sayısız sağlık yararları bulunmaktadır. Ayrıca bu yaşta kazanılan beslenme alışkanlıkları,
tüm yaşam boyunca sürdürülmektedir. Bu nedenle üniversite öğrencilerinin meyve-sebze tüketiminin
artırılması teşvik edilmeli ve farkındalık çalışmaları yürütülmelidir. Anahtar Kelimeler: meyve-sebze tüketimi, üniversite öğrencileri
________________________ Yazışmalardan sorumlu yazar: [email protected]
II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
74 |
P.210
Kayseri ilinde Beslenme Dostu Okul Sertifikası Olan ve Olmayan İki Lise Öğrencilerinin Beslenme Alışkanlıkları ve Bazı Antropometrik Ölçümleri
Açısından Karşılaştırılması ve Değerlendirilmesi
Merve BAŞER1*, Tuğba AKINOL1, Sümeyra GÜMÜŞ1, Fatma KILIÇ1, Ahmet AVCI1
Kayseri Halk Sağlığı İl Müdürlüğü, Kayseri, Türkiye
Giriş ve Amaç: Adölesan dönemi insanda büyüme gelişmenin en hızlı olduğu, çocukluktan erişkinliğe geçişi kapsar. Bu dönem kazanılan beslenme alışkanlıkları ve bilgi kazanımları bireyin sağlık kalitesini etkilemektedir. Araştırmamız okullarda sağlıklı beslenme alışkanlıklarının kazandırılması için ülkemizde yürütülen Beslenme Dostu Okullar Programı(BDO)’nın öğrencilerin beslenme alışkanlıklarını değiştirmede, fiziksel aktivitelerini artırmada ve beslenme bilgi düzeyini yükseltmedeki etkililiğini anlamak ve lise öğrencilerinin beslenme alışkanlıklarını değerlendirmek amacıyla yapılmıştır.
Yöntem:Kayseri ilinde BDO Olan Sami Yangın Anadolu Lisesi ile BDO Olmayan Nuh Mehmet Baldöktü Anadolu Lisesi 10.Sınıf öğrencilerine anket ve boy-kilo ölçümleri yapılarak uygulanmıştır. Araştırmamıza BDO dan 181, BDO olmayan okuldan 157; toplamda338 öğrenci katılmıştır. Öğrencilere kahvaltı yapma alışkanlıkları, öğle yemeği düzenleri, kantinden hangi besinleri aldıkları, beslenme bilgilerini nereden öğrendiği vb. beslenme alışkanlıklarını ve beslenme bilgilerini öğrenmeye yönelik 25 sorudan oluşan anket uygulanmıştır. Öğrenciler anket sonrası boy ve kilo ölçümleri yapılmıştır.
Bulgular ve Sonuç: Öğrencilerin en sevdiği besinler makarna/mantı(%22,5), et/tavuk/balık(%18), meyve(%14,2), fastfood besinler(%13), sağlıksız atıştırmalıklar(%11,5), kızartmalar(%5,6) bulunmuştur. Her iki okulun öğrencilerinin kantinden aldığı besinler arasında fark bulunmamıştır. “Beslenme Dostu Olan Okul” kantininde cips, kola, çikolata vb. yiyeceklerin yer almaması gerekmektedir. Kantincilerin bu kuralı ihlal ettiğini, okul yönetimince kantinlerin yeterince kontrol edilmediğini göstermektedir. Her iki okulda da kantinden en sık alınan besinler: çikolata(%87,3-%89,8); kek(%73,5-%76,4); tost/poğaça(%69,6-%81,5); şekerlisakız(%60,8-%54,)’dır. Sağlıklı bir besin olan ayran/yoğurdun kantinden alınma oranının BDO olmayan okulda(%72,6), BDO Olan okulda(%53,6) yüksek bulunmuş olup, sadece bu besin arasındaki bu fark anlamlıdır(p= 0,00<0,05). BDO öğrencilerine, okulunuzun beslenme dostu olmasının beslenmeyle ilgili bilgi kazanımları sağladı mı sorusuna, %64,1’i hayır; okulunuzun BDO olması beslenme alışkanlıklarınızda bir değişiklik yaptı mı sorusuna %91,7 hayır cevabını; okulunuzun beslenme dostu olduktan sonra fiziksel aktivite alışkanlığınız artış gösterdi mi sorusuna %16’ı evet, %23,8’ihayır, %60,2’iise biraz artış gösterdi cevabını vermiştir. Sonuç olarak “Beslenme Dostu Okullar” programı pratikte kâğıt üzerindeki kadar etkili olmadığı görülmüştür. Bu konuda ülkemizde tam anlamıyla yapılmış kapsamlı bir çalışma bulunmaması sonuçlarının etkililiğinin değerlendirilmesi açısından önemli bir eksiktir.
Anahtar Kelime: beslenme dostu okul, antropometrik ölçüm, obezite
___________________
Yazışmalardan Sorumlu Yazar: [email protected]
II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
75 |
P.211
Çölyak Hastalarının Glutensiz Ürünlere Ulaşımı
Fatma Gül MUĞUL*, Hazal POLATDEMİR, Meltem SOYLU
Nuh Naci Yazgan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye
Giriş-Amaç: Çölyak hastalığı tüm dünyada yaygın olarak görülen genetik, immünolojik ve çevresel
faktörlerin fizyopatogenezinde rol alan, sistemik otoimmün bir hastalık olup buğday, arpa, çavdar,
yulaf gibi tahılların içerisinde bulunan glutene karşı gelişen kronik bir alerjidir. Ülkemizde bu
hastalığın prevalansı %0.09, Kayseri’de ise yaklaşık %0.05 olarak bildirilmektedir. Bu araştırma
Kayseri’de çölyak hastalarının glutensiz ürünlere ulaşımı ve yeterliliği konusunda veri sağlamak
amacıyla planlanıp yürütülmüştür.
Yöntem: Kesitsel tipte olan bu çalışma 9-27 Ocak 2017 tarihleri arasında Kayseri ilinde
yürütülmüştür. Veriler Kayseri il merkezinde seçilen örneklem kapsamında 50çölyak hastası
üzerinde, araştırmacı tarafından yapılan bire bir görüşmeler sonucunda elde edilmiştir. Bu
görüşmelerde çölyak hastalarının glutensiz ürünlere ulaşılabilirliği ve bu ürünlerin yeterliliğine
yönelik bilgiler sorgulanmıştır. Veriler SPSS 22.0 istatistik programı ile değerlendirilmiştir.
Bulgular: Çalışmaya katılan çölyak hastalarının tümü glutensiz ürünlerin bütçelerine uygun
olmadığını,%92’si yeterli glutensiz ürüne ulaşamadığını bildirmiştir. Hastaların %94’ü devlet desteği
aldığı halde hiçbiri bu desteği yeterli bulmamaktadır. Katılımcıların %98’i Kayseri’de diyetlerine
uygun yemek hizmeti sunan restoran, kafe, lokanta bulamadığını, %92’si glutensiz yiyecekleri
kendilerinin hazırlamak zorunda olduğunu ifade etmiştir. Hastaların %88’i tükettikleri ürünlerin
ambalajında glutensiz ibaresinin bulunmadığını, %98’ide yeterli oranda beslenme danışmanlığı hizmetinden yararlanamadıklarını bildirmiştir.
Sonuç: Çölyak hastalığında tek tedavi yöntemi ömür boyu glutensiz diyet uygulamaktır. Kayseri’de
çölyak hastaları, glutensiz ürünlere ulaşma konusunda ciddi problemler yaşamaktadır. Hastaların bu
ürünlere daha kolay ulaşımlarının sağlanması için ilgili kurum ve kuruluşlarca gerekli desteğin
sağlanması ve beslenme danışmanlığı hizmetinden yararlanabilecekleri düzenlemelerin yapılması
gerekmektedir.
Anahtar Kelimeler: çölyak, glutensiz ürünler.
________________________ Yazışmalardan sorumlu yazar: [email protected]
II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
76 |
P.212
Çölyak Hastalığında Beslenme ve Mikrobiyota Derleme
Gülsena AKAY*, Mahmut ÇERİ
Adnan Menderes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik, Aydın
Giriş: Çölyak hastalığı, gluten proteinleri tarafından tetiklenen bir otoimmün enteropatidir. Çölyak
hastalığında uygulanan diyet ilkelerini, bazı glutensiz besinleri ve hastalık ile mikrobiyota ilişkisini
açıklamak amaçlanmaktadır.
Genel Bilgiler: Çölyak hastalığı; yaklaşık % 1'lik bir prevalans ile dünya genelinde en yaygın,
bulaşıcı olmayan, kronik enflamatuar bir barsak hastalığıdır. Patogenezinde çevresel, genetik ve
immünolojik faktörler yer almaktadır. Hastalığın tanısı; serolojik, moleküler ve biyoptik testlere
dayanmaktadır.
Glutensiz Beslenme: Gluten; buğday, arpa ve çavdarda bulunur. Alkolde çözünen bir proteindir.
Glutenin ve gliadin adlı iki major protein fraksiyonuna sahiptir. Tahıl benzeri besinler, tahıllar,
baklagiller ve yağlı tohumlar hariç insan besini için nişastalı tane üretiminde yetiştirilen bitkilerdir.
Başlıca tahıl benzeri besinler; amarant, kinoa ve karabuğdaydır. Yulaf ürünü başına 20 mg’dan az
gluten içeren saf ve kontamine olmamış yulafın, çölyak hastalığını iyi kontrol edebilen yetişkinlerin
diyetlerine güvenli bir şekilde eklenmesi mümkündür.
Çölyak Hastalığı ve Mikrobiyota: Glutensiz bir diyet, çölyak hastalarında barsak mikrobiyotasının
kısmen iyileşmesine neden olabilir. Ayrıca glutensiz bir diyetin uygun bir prebiyotik dozunun
sağlanması için dengelenmesi gereklidir. Çünkü glutensiz diyet, fruktanlar gibi bazı prebiyotik
bileşenlerinin tüketimini azaltır. Probiyotik kullanımı, çölyak hastalarında günlük tolere edilebilen
gluten limitini artırabilir böylece hastalar diyete daha iyi tolerans gösterebilir. Barsak mikrobiyotas
ıçevresel bir faktör olarak çölyak patogenezinde rol oynamaktadır. Hastalığa genetik yatkınlığı olan
ve hastalık için yüksek risk taşıyan bireylere probiyotik verilmesinin barsak mikrobiyal bileşimini
etkileyebileceği düşünülmektedir.
Sonuç:Çölyak hastalığının etkin ve güvenli tek tedavisi, glutensiz diyet olarak bilinmektedir. Bu
diyet, glutenin yaşamdan sıkı olarak hariç tutulması esasına dayanır.Şu anki kanıtlar; hastaların,
diyetlerinin düzenlenmesi ve diyetlerini takip edebilmeyi öğrenebilmeleri için diyetisyene
yönlendirilmesi gerektiğini göstermektedir.
Anahtar Kelimeler: çölyak, glutensiz diyet, tahıl benzeri besinler, yulaf, mikrobiyota
________________________ Yazışmalardan sorumlu yazar: [email protected]
II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
77 |
P.213
Yabancı Uyruklu Üniversite Öğrencilerinin Kayseri Beslenme Kültürüne Oryantasyonu
Büşra KART*, Büşra KOÇAK, Meltem SOYLU
Nuh Naci Yazgan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye
Giriş-amaç: Türkiye’nin çoğu ilinde olduğu gibi Kayseri’de de öğrenim gören yabancı uyruklu
öğrencilerinin sayısı oldukça fazladır. Farklı coğrafyalardan gelen kimi öğrenciler kendi beslenme
alışkanlıklarını sürdürmekle birlikte ilimiz beslenme kültürüne uyum sağlamakta güçlükler
yaşayabilmektedir. Bu durum öğrencilerin beslenme ve sağlık durumunu olumsuz yönde etkileyen
bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu çalışma Kayseri’de öğrenim gören yabancı uyruklu
üniversite öğrencilerinin Türk yemek kültürüne uyumunun değerlendirilmesi ve oryantasyonlarının
sağlanması amacıyla yürütülmüştür.
Yöntem: Mart-Mayıs 2016 tarihleri arasında yürütülen çalışma kapsamına Kayseri iline en az altı ay
önce gelmiş olan yabancı uyruklu 169 üniversite öğrencisi alınmıştır. Öğrencilerin ülkemize
geldikten sonra değişen beslenme alışkanlıkları yüz yüze yapılan anket formu ile değerlendirilmiştir.
Daha sonra gönüllü 30 öğrenciye Kayseri iline özgü besinlerin ve üniversitemiz Beslenme İlkeleri
Laboratuvarında deneysel olarak hazırlanan 12 farklı yemeğin besinsel özellikleri tanıtılmış,
öğrenciler tarafından duyusal olarak değerlendirmeleri ve puanlandırmaları istenmiştir. Puanlama 1
ile 10 arasında yapılmış, en beğenilen yemeğe 10, en az beğenilen yemeğe 0 puan verilmiştir.
Sonuçlar SPSS 22 programı ile değerlendirilmiştir.
Bulgular: Öğrencilerin sadece %14.2’si ülkelerindeki benzer besinleri her zaman Kayseri ilinde
bulabildiklerini ifade ederken, %69.8’i beslenme kültürlerini paylaşabilecekleri ortamı
bulamadıklarını söylemiştir. Öğrencilerin sadece %18.3’ü sağlıklı beslenebildiğini düşünmektedir.
Ayran (9.52±0.9), tam buğday unundan yapılan ekmek (9.33±1.3) ve sütlaç (9.64±,0.7) en beğenilen
yemekler arasında yer alırken, gilaburu (4.3±3.7) ve tarhana çorba (6.68±2.2) en az beğeni puanı
almıştır. Kayseri ilinde severek tüketilen mantıya (8.36±1.8) puan verilmiştir.
Sonuç: Ülkemize gelen yabancı uyruklu öğrenciler Türk beslenme alışkanlıklarına uyum sağlama
konusunda güçlükler yaşamaktadırlar. Öğrencilerin Türk mutfağına oryantasyonu konusunda
desteklenmesi gerekmektedir.
Anahtar kelimeler: beslenme, kayseri mutfağı, yabancı uyruklu öğrenci
*Bu proje 2016 yılında TÜBİTAK 2209-A tarafından desteklenmiştir. ________________________ Yazışmalardan sorumlu yazar: [email protected]
II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
78 |
P.214
Beyaz Peyirlerde Brucella Varlığının Tespiti
Elif Gökçe İNBAŞI
Nuh Naci Yazgan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye
Özet: Günümüzde insanlar biyolojik ve fizyolojik pek çok sağlık sorunu ile karşı karşıyadır. Bunlar
arasında sağlıksız ve dengesiz beslenme alışkanlığı, besinlerde hijyen eksikliğine bağlı olarak gelişen
hastalıklar ilk sırada yer almaktadır. Bu tanımlayıcı çalışmada Kayseri semt pazarlarında satışa
sunulan taze beyaz peynirlerde Burucella spp varlığının değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
Giriş-Amaç: Brucella, bakterilerin neden olduğu enfeksiyon hastalığıdır. Brucella, koyun, inek,
deve gibi memeli hayvanlarda sık görülmektedir. İnsanlarda görülmesi Brucella taşıyıcısı olan
hayvanlarla temas sonucu veya bu hayvanlardan elde edilen ürünlerin tüketimiyle olmaktadır. En çok
süt ve peynir ürünleriyle geçiş görülmektedir. Süt ve ürünlerinin pastörize edilerek kullanılması, bu
mikroorganizmayı öldürdüğü için hastalığı önler. Kayseri ili semt pazarlarının tümünde köylüler
tarafından üretilen peynirler satılmaktadır. Bu çalışmada semt pazarlarında satılan peynirlerden
örnekler alınarak Brucella spp. varlığı incelenmiştir.
Yöntem: Bu amaçla, Kayseri ilinde kurulan pazarlarda satılan, yetiştiriciler tarafından üretilmiş inek
(n: 25) ve koyun (n: 25) sütünden yapılmış toplam 50 taze beyaz peynir örneği materyal olarak
kullanıldı. Ön zenginleştirmede Farrel Broth, etkenin üretilmesi için Farrel Agar katı besi yeri olarak
kullanıldı.Şüpheli kolonilerden identifikasyon amacıyla Gram boyama yapılarak Gram negatif
kokobasil görünümlü olanlardan Farrel agara ekimi yapılmıştır. Saptanan pozitif örneklerde Brucella
düzeyinin belirlenmesinde MPN tekniği uygulanmıştır.
Bulgular: DNA Ekstraksiyonu: Çalışmada klasik kültürle elde edilen izolatlar ticari DNA ekstraksiyon kitleri
kullanılarak ekstrakte edildi.
PCR: Çalışma sonucunda peynir ve süt numunelerinden izole edilen Brusellaspp. şüpheli izolatlar
amplifiye edildi.
Sonuç: Bu çalışmada, Kayseri ilindeki pazarlardan kendi yaptıkları peynirleri satan yetiştiricilerden
temin edilen 25 adet inek ve 25 adet koyun sütünden yapılmış toplam 50 taze beyaz peynir örneği
Brucella varlığı yönünden incelendi. İncelenen inek ve koyun peynir örnekleri arasında Brucella spp.
varlığı tespit edilmedi.
Anahtar Kelimeler: peynir, brucella
_________________
Yazışmadan Sorumlu Yazar: [email protected]
II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
79 |
P.215
Üniversite Öğrencilerinin İçecek Tercihleri
Sibel Gözde ÜNAL*, Meltem SOYLU, Eda BAŞMISIRLI, Yağmur YAŞAR, Neriman İNANÇ
Nuh Naci Yazgan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye Giriş-Amaç: Sosyalleşmenin bir parçası olan içecek tüketimi, gençlerin günlük yaşamında önemli
bir yer tutmaktadır. Sağlığın geliştirilmesine katkı sağlayan ve beslenme yönünden zengin
içeceklerin tercih edilmesi önerilmektedir. Ancak gençlerin bu konuda yeterli bilgiye sahip
olmadıkları vebu özellikleri yeterince göz önünde bulundurmadıkları düşünülmektedir. Bu araştırma
üniversite öğrencilerinin içecek tercihlerinin ve nedenlerinin araştırılması amacıyla planlanıp
yürütülmüştür.
Yöntem: Çalışma Aralık 2016-Şubat 2017 tarihleri arasında Kayseri ilinde bulunan Nuh Naci
Yazgan Üniversitesi’nde öğrenim görmekte olan 18-28 yaş arası gönüllü 150 öğrenci üzerinde
yürütülmüştür. Üniversite öğrencileri arasında içecek tercihlerini saptamaya yönelik sorulardan
oluşan anket formu öğrencilere yüz yüze görüşme yöntemi kullanılarak uygulanmıştır. Toplanan
verilerin analizi SPSS 22.0 programı kullanılarak yapılmıştır.
Bulgular: Öğrencilerin beslenme düzeninde içeceklerin önemli yer tuttuğu görülmektedir.
Öğrenciler her gün çay, kahve, nescafe, süt, kola ve ayran içmektedirler (sırasıyla%75,3, %22 ,
%20,7, %14, %9,3, %8,7). Öğrencilerin %63,3’ ü çayı yemek sırasında yada yemekten hemen sonra
içmeyi tercih etmektedirler. Öğrenciler kahveyi daha çok öğün aralarında içmeyi tercih etmektedirler
(%42,7). Öğrencilerin %42,7' si sağlık açısından en çok kolayı zararlı bulurken çay ve kahveyi
zararlı bulanların oranı daha düşüktür (sırasıyla %7,3, %13,3). Bu içecekleri neden zararlı buldukları
sorulduğunda ise şaşırtıcı olarak %51,3’ü bir fikri olmadığını bildirmiştir. Bunun aksine süt, ayran,
meyve suyu ve su en sağlıklı bulunan içeceklerdir (sırasıyla %37,3, %14, %8, %8,7). Öğrenciler bu
içeceklerin neden yararlı olduğu konusunda da fikir sahibi değildirler (%65). Öğrenciler her gün
%28,4 oranında1-3 bardak çay içtiklerini, % 9,5 oranında 4-7 bardak içtiklerini bildirmişlerdir. Alkol
ve enerji içecekleri öğrenciler tarafından sıklıkla ve her gün tercih edilen içeceklerden değildir.
(sırasıyla %66, %54,4).
Sonuç: Üniversite öğrencileri arasında çay, kahve ve kola daha sık tercih edilmektedir. Günlük
yaşamda önemli bir yer tutan içeceklerin beslenemeye olumlu katkı sağlaması gerekir. Öğrencilerin
bilinçli içecek tercihlerini yapabilmesi için beslenme bilgi düzeylerinin artırılması ve desteklemeleri
önerilmektedir.
Anahtar kelimeler: içecek tüketimi, üniversite gençliği ________________________ Yazışmalardan sorumlu yazar: [email protected]
II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
80 |
P.216
Üniversite Öğrencilerinde Yale Ölçeği İle Yeme
Bağımlılığının Değerlendirilmesi
Derya DUKAN*, Büşra ÇAĞLIER, Tuğba İNAN, Yağmur YAŞAR, Meltem SOYLU
Nuh Naci Yazgan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye
Giriş-Amaç: Yeme bağımlılığı, besin tüketimi üzerindeki kontrol kaybı ve besin tüketiminin
olumsuz sonuçlarına karşın hala devam eden ve bırakılmak istenmesine rağmen başarılamayan bir
durum olup son yıllarda fazlaca gündeme gelen bir kavramdır. Yale Üniversitesindeki araştırmacılar,
yeme bağımlılığının tanı ve ölçümünü birleşik ve uygulanabilir bir formda değerlendirebilmek için
Mental Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El Kitabı’nda (DSM-IV) yer alan madde bağımlılığı
kriterlerinden adapte edilen bir ölçek oluşturmuşlardır. Bu ölçeğin kullanıldığı çalışmada Nuh Naci Yazgan Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi
öğrencilerinin yeme bağımlılığı durumları değerlendirilmiştir.
Yöntem: Çalışmaya Nuh Naci Yazgan Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesinde eğitim gören 116
kız ve 31 erkek toplam 147 öğrenci katılmıştır. Katılımcıların boy, ağırlık ve yaş gibi genel
özellikleri sorgulanmış ve 25 sorudan oluşan Yale Yeme Bağımlılığı Ölçeği uygulanmıştır ve 7 alt
başlığa ayrılan ölçek sorularının puanlaması yapılarak, semptom ve karşılanan kriter sayıları
değerlendirilmiştir. Verilerin analizi SPSS 22.0 paket programı kullanılarak yapılmıştır.
Bulgular: Yaş ortalaması 20,15±1,2 yıl olan 18-24 yaş aralığındaki katılımcıların Beden Kitle
İndeksi (BKİ) ortalamaları 23,71±19,61 kg/m2dir.Yale ölçeğine göre öğrencilerin yeme bağımlılığı
oranı %15’dir. Öğrencilerin %77,6'sında belirli yiyeceklere devam eden istek veya bırakmaya
yönelik tekrar eden başarısızlıklar saptanmıştır. Olumsuz sonuçları olduğu bilindiği halde aynı tipte
ve miktarda besin tüketimine devam eden öğrencilerin oranı %61,9’dır.Katılımcıların aşırı yemekten
dolayı sorun yaşadığı yiyeceklerin başında çikolata, cips ve hamburger gelmektedir (sırasıyla
%55,1, %47,6 ve %42,2).
Sonuç: Çalışma sonucuna göre Nuh Naci Yazgan Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi
öğrencilerinin yeme bağımlılığı oranı %15 olarak saptanmıştır. Fakat çalışmamız gerek kesitsel
tasarımda bir anket çalışması olması gerekse katılımcı sayısının az olması açısından kısıtlıdır.
Türkiye'de yeme bağımlılığını hedef alan, farklı fizyolojik durumdaki, klinik olmayan ve klinik
popülasyonda daha fazla katılımcı ile tasarlanmış çalışmalara ihtiyaç vardır. Anahtar Kelimeler: yeme bağımlılığı, üniversite öğrencileri, Yale Ölçeği
________________________ Yazışmalardan sorumlu yazar: [email protected]
II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
81 |
P.217
Zayıflama Diyeti Uygulayan Bireylerde Durumluk Ve Sürekli Kaygı
Düzeylerinin Saptanması
Münevver ŞENEN*, Yağmur YAŞAR, Meltem SOYLU
Nuh Naci Yazgan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye
Giriş-Amaç: Zayıflama diyeti uygulamaya başlayacak kişilerde diyetin başarıya ulaşamaması, iştah
dürtüsü ile başetme çabası, diyetisyenin tutumu ve çevrenin tepkisi gibi nedenler kaygı sebebi
olabilmektedir. Farklı düzeylerde yaşanan bu kaygı, kişinin diyete uyumunu ve psiko-sosyal
durumunu olumsuz yönde etkileyebilmektedir. Bu araştırma zayıflama diyeti alan bireylerde
Durumluk ve Sürekli Kaygı Düzeylerinin tespit edilmesi amacıyla gerçekleştirilmiştir.
Yöntem: Kesitsel tipte olan bu çalışma 9-27 Ocak 2017 tarihleri arasında Kayseri Eğitim Araştırma
Hastanesi Diyet Polikinliği’ne zayıflama amacı ile başvuran 60 hasta üzerinde yürütülmüştür.
Çalışmada Speilberger ve arkadaşları tarafından geliştirilen Durumluk-Sürekli Kaygı Envarteri
(STAI) uygulanmıştır. Bu envanterde20-80 arasında olan puanlama sistemine göre yüksek puan yüksek kaygı seviyesini, düşük puan düşük kaygı seviyesini göstermektedir. Envarter
uygulanırken kaygı kelimesinin kullanılmamasına özellikledikkat edilerek objektif bir değerlendirme
sağlanmasına özen gösterilmiştir. Verilerin analizi SPSS 22.0 istatistik programı ile
değerlendirilmiştir.
Bulgular: Çalışmaya katılan ve yaşları 18-55arasında değişen bireylerin yaş ortalaması 35.2±12.39
olup %25’i (15 kişi) erkek ve %75’i (45 kişi)kadındır. Katılımcıların durumluk kaygı puan
ortalaması 39.28 ± 5.26’dir. Sürekli Kaygı puan ortalaması ise 50.1 ± 6.21 olarak saptanmıştır.
Durumluk kaygı puanı kadınlarda erkeklerden istatistiksel olarak anlamlı bir şekilde yüksek
bulunmuştur (p=0.025).Sürekli kaygı durumu ve cinsiyet arasında ise istatistiksel olarak anlamlı bir
ilişki bulunamamıştır (p>0.05).Zayıflama diyeti alan bireylerin kaygı durumları değerlendirildiğinde;
%25’inde yüksek, %43.3’ünde düşük kaygı düzeyi bulunurken % 31.7’sinde kaygı bulunmamıştır.
Zayıflama diyeti uygulamaya başlayan bireylerde kaygı yaşayanların oranı toplam olarak %68.3’tür.
Sonuç: Bireyler zayıflama diyeti uygulamaya başladıklarında kaygı düzeylerinde artış
görülmektedir. Yapılan çalışmada bu bireylerin durumluk kaygı puan ortalamaları hafif kaygı (39.28
± 5.26) , sürekli kaygı puan ortalamaları ise yüksek kaygı düzeyinde (50.1 ± 6.21) tespit edilmiştir.
Diyetisyenler danışmanlık yaptıkları hastaları, kaygı durumu yönünden de değerlendirmeli ve
izlemelidirler. Anahtar Kelimeler: diyet, durumluk-sürekli kaygı envarteri, zayıflama diyeti
________________________ Yazışmalardan sorumlu yazar: [email protected]
II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
82 |
P.218
Nuh Naci Yazgan Üniversitesi Öğrencilerinde Obezite Sıklığı
İrem TOKMAK*, Meltem SOYLU
Nuh Naci Yazgan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye
Giriş-Amaç: Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından sağlığı bozacak ölçüde vücutta aşırı yağ
birikmesi olarak tanımlanan obezite, günümüzde gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin en önemli
sağlık sorunları arasında yer almaktadır. Avrupa’da şişmanlığın en sık görüldüğü ülkeler arasında ilk
sıralarda yer alan ülkemiz için çocuk çağından itibaren obezite taramalarının yapılarak gerekli
önlemlerin alınması gerekir. Bu araştırma üniversite gençleri arasında obezite görülme sıklığının ve
derecesinin belirlenmesi ve alınacak önlemlere veri sağlanması amacıyla yürütülmüştür.
Yöntem:Çalışma Aralık 2016-Şubat 2017 tarihleri arasında Kayseri ilinde bulunan Nuh Naci
Yazgan Üniversitesi’nin farklı bölümlerinde öğrenim gören, 18-28 yaş arası 200 öğrenci üzerinde
yürütülmüştür. Üniversite öğrencilerinin zayıflık ve obezite oranı Beden Kütle İndeksi kullanılarak
saptanmıştır. Öğrencilerin Beden Kütle İndeksleri (BKI) Dünya Sağlık Örgütünün geliştirilmiş kesişim noktaları dikkate alınarak değerlendirilmiştir. Verilerin analizi SPSS 22.0 programı
kullanılarak yapılmıştır. Bulgular:Yaş ortalaması 20.93±1.38 olan öğrencilerin BKI ortalaması 23.36±3.9’ kg/m2 dir.
Erkek öğrencilerin %3.9, kız öğrencilerin %4.8’i hafif düzeyde zayıf bulunmuştur. Erkek
öğrencilerin %47.3’ünün, kız öğrencilerin %76.6’sının BKI normal sınırlar içindedir (p<0.05). Buna
rağmen erkeklerin %18.4’ü, kızların %9.7’sihafif şişmanlığın birinci kesişim noktasında (BKİ=20-
27.49kg/m2); erkeklerin %17’si, kızların %4.8’i hafif şişmanlığın ikinci kesişim noktasındadır.
(BKİ=27.5-29.99kg/m2). Genel olarak kız öğrencilerin %2.4’ü, erkek öğrencilerin %13.1 şişmandır
(p<0.05). Şişman olan kız öğrencilerin tamamı 1.derece şişman olup birinci kesişim noktasında
olmasına rağmen, şişman erkek öğrencilerin %40’ı 1.derece şişman olup birinci kesişim noktasında,
%40’ı ikinci kesişim noktasında, %10’u 2.derecede şişman ve birinci kesişim noktasında, %10’u
2.derecede şişman ve ikinci kesişim noktasında yer almaktadır. 3. Derecede şişman olan öğrenci
bulunmamaktadır. Sonuç:Bu çalışmada üniversite öğrencileri arasında şişmanlık zayıflıktan daha önemli bir sorun
olarak görülmektedir. Erkek öğrencilerin yarıya yakını hafif şişman veya şişmandır. Özellikle hafif
şişmanlığın birinci ve ikinci kesişim noktasında olan gençler takip edilmeli ve bunlar şişman sınıfına
geçmeden tedavi edilmelidir. Yaşamın gençlik yıllarında kazanılan beslenme alışkanlıklarının sağlığı
yakından etkilediği gerçeğinden hareketle gençlerde görülen şişmanlığın nedenleri araştırılmalı ve
gerekli önlemler alınmalıdır. Anahtar kelimeler: obezite, üniversite öğrencileri, BKI
________________________ Yazışmalardan sorumlu yazar: [email protected]
II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
83 |
P.219
Gebelikte Probiyotik Kullanımının Etkileri
Esma ÇEVİK*, Kübra GÜLAY, Kıymet AKBABA, Zeynep CAFEROĞLU
Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye
Özet: Probiyotik; ağız yoluyla yeterli miktarda alındığı zaman kişinin sağlığı ve fizyolojisi üzerine
pozitif anlamlı etki yapan, yararlı (non-patojen) canlı mikroorganizmalardır. İçerisinde raf ömrü
sonuna kadar yeterli miktarlarda canlı probiyotik mikroorganizma (108 cfu/gram) içeren gıdalara
probiyotik gıda denir. Doğal olarak yoğurt, kımız, kefir ve mayalanmış besinlerde bulunur.
Probiyotiklerin, barsak bariyer fonksiyonunda gelişme, preeklampsi riskinde azalma, karsinojenlerin
ve pestisitlerin yıkımı ve metal toksinleri ayırdığı bilinmektedir. Bunun yanında kan basıncını ve
kolesterolünü düşürücü etkileri ve sistemik inflamasyon ve plasental trofoblastlar üzerinde lokal
modifiye yoluyla potansiyel olarak etkileri de bilinmektedir. Ancak gebelikteki kullanımı ile anne ve
bebek üzerindeki etkileri daha az tanımlanmıştır. Bu derlemenin amacı probiyotiklerin gebeler
üzerindeki etkilerini araştırmaktır. Gebelerle yapılan probiyotik müdahalelerinde; yüksek glikoz
konsantrasyonu riski, insülin konsantrasyonu ve HOMA-IR (homeostatik model insülin direnci
değerlendirmesi) skoru azalırken QUICKI (kantitatif insülin hassasiyeti kontrol indeksi) indeksi
artmıştır. Bu da daha iyi glikoz konsantrasyonunu gösterir. Ayrıca probiyotik müdahalesiyle
gestasyonel diyabet riskinin azaldığı görülmüştür. Aynı zamanda probiyotikli süt ürünleri tüketimi
ile tüm preeklampsi tiplerinin görülme riskinin ve spontan erken doğum riskinin azaldığı
gözlenmiştir. Başka çalışmalarda ise probiyotik müdahalesi sonucunda glutatyon, glutatyon
peroksidaz ve glutatyon redüktoz gibi antioksidan enzimlerinin, eikosatetraenoik asit (20:4, n-3)
konsantrasyonun ve dihomo-Ƴ-linoleik asit (20:3, n-6) düzeyinin arttığı görülmüştür. Ayrıca,
gebelkte probyotk kullanımının anne sütündek transforming growth factor-B, interferon-gama ve
immunoglobulin gibi mmün faktörlern yanı sıra fetüsün de aynı mmün parametrelern değştrme potansyelne sahp olduğunu göstermştr. Ayrıca sadece lactobasll kullanan çalışmalarda çocuklarda atopk egzama gelşm le laktasyon ve gebelk sırasında probyotk alımı arasında öneml br lşk bulunmuştur. Gebelerdek probyotk müdahalesnn yararlı etkler görülse de
gebelkte probyotk kullanımı le lgl kesn kanıtlar elde edeblmek çn bu konuda planlanmış çalışmaların sürdürülmes gerekmektedr.
Anahtar kelimeler: probiyotik, probiyotik gıda, gebelik, infant
___________________ Yazışmalardan sorumlu yazar : [email protected]
II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
84 |
P.220
ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİNDE ŞEKER TÜKETİMİ
Meryem GÖGDAŞ1, Yağmur YAŞAR2, Meltem SOYLU3
Nuh Naci Yazgan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye
Giriş-amaç: Şeker ve şekerli besinlerin fazla miktarda tüketimi aşırı enerji alımının nedenidir ve
vücut ağırlığının artmasına (şişmanlığa) ve besleyici değeri yüksek olan besinlerin tüketiminin de
azalmasına neden olur. Dünya Sağlık Örgütü ve Sağlık Bakanlığı şeker tüketiminin günlük enerji
alımının %10’ unun altında olmasını önermekte, ancak bu rakamın %0-5 arasında olmasının sağlık
çıktılarını olumlu yönde etkileyeceğini bildirmektedir. Çocuk ve genç yaş gurubunda şeker ve şekerli
besinlerin yüksek miktarda tüketildiği bilinmektedir. Bu araştırmanın amacı, üniversite öğrencileri
arasında şeker ve şeker içeren besinlerin tüketim durumu ile bunu artıran nedenleri saptamak ve farkındalık düzeylerini araştırmaktır.
Yöntem: Bu araştırma Ocak-Şubat 2017 tarihleri arasında Nuh Naci Yazgan Üniversitesi’nde farklı
bölümlerde eğitim görmekte olan 18-28 yaş arası 124 kız ve 76 erkek öğrenci olmak üzere toplam
200 öğrenci üzerinde yürütülmüştür. Yüz yüze görüşme yöntemi ile katılımcılara şeker ve şekerli
besin tüketim sıklıkları ve miktarları ve bu besinlerle ilgili bilgi düzeylerini değerlendiren bir anket formu uygulanmıştır. Verilerin analizi SPSS22.0 paket programı kullanılarak yapılmıştır.
Bulgular: Günlük tüketilen şeker ve şekerli ürünlerin miktarı konusunda bilgi sahibi olan
öğrencilerin oranı sadece %29,8 olup bu öğrenciler günlük olarak yaklaşık 100 gram şeker
tükettiklerini ifade etmişlerdir. Katılımcılar şeker ve şekerli besinleri en fazla sırasıyla ara öğünlerde,
mutsuzken ve ders çalışırken tüketmektedir (%26,5, %16,5, %16). Şeker ve şekerli besinlerin sağlık
açısından olumsuz etkiye sahip olduğunu düşünen öğrenci oranı %64’dir. Ancak bu öğrencilere
şeker tüketiminin sağlık üzerinde ne tür bir olumsuz etkiye sahip olduğu sorulduğunda %57,5’i fikir
sahibi olmadığını belirtirken, %17’si şeker hastalığına neden olduğunu belirtmiştir. Öğrenciler çay ve kahveyi şekerli olarak tüketmektedir (sırasıyla %55, %56,5).
Sonuç: Bu çalışmada Nuh Naci Yazgan Üniversitesi öğrencilerinin günlük şeker tüketimine dikkat
etmedikleri, edenlerin ise günlük basit şeker tüketiminin Dünya Sağlık Örgütü’ nün önerdiği üst alım
düzeyinin (günlük enerjinin %10’ unun altında, 50 gram) yaklaşık iki katı kadar olduğu
belirlenmiştir. Günümüzde obezitenin hızla arttığı ve çeşitli kronik hastalıklara zemin oluşturduğu
göz önünde bulundurulursa, gençlerde enerji kaynağı olan şeker tüketiminin azaltılması konusunda farkındalık düzeylerinin artırılması gelecekte sağlığın sürdürülmesinde yarar sağlayacaktır.
Anahtar Kelimeler: şeker, sağlık, üniversite öğrencileri
_________________
Yazışmalardan sorumlu yazar: [email protected]
II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
85 |
P.221
Keten Tohumu Ve Diyabet
Sebahat GÖK
Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye
Giriş-Amaç: Diyetle alınan keten tohumu takviyesinin insülin duyarlılığının, vasküler geçirgenliğin
ve lipid profilinin düzelmesi yoluyla diyabetik vasküler komplikasyon insidansını azaltabileceği
düşünülmektedir. Bu amaçla yapılan bu derlemede,ketentohumu,keten tohumu yağı ve omega-3 yağ asitlerinin diyabet üzerindeki koruyucu etkileri anlatılmaktadır.
Genel Bilgiler: Küresel olarak yürütülen bazı yeni epidemiyolojik araştırmalar, dünya genelinde
diyabet prevelansının arttığına açıklık getirmektedir.Keten tohumunun kan şekeri seviyelerini
düşürebileceğine ve diyabet için kullanılan bazı ilaçların kan şekerini düşürücü etkilerini
artırabileceğine dair bazı kanıtlar bulunmaktadır.Ketentohumu,yaklaşık 30-100 cm boyunda,mavi
çiçekli ve bir yıllık kültür bitkisidir.Ketentohumu;yağ,protein ve diyetsel liften zengin olup ortalama
%41 yağ,%20 protein,%28 diyetsel lif,%7.7 nem ve %3.4 mineralden oluşmaktadır.Keten
tohumunun aktif bileşenleri; diyetlifi, fitokimyasal maddeler ve omega-3 yağ asitleridir.Son yıllarda
yapılan bazı çalışmalar ve son gözlemler,keten tohumunun hipoglisemik ve hipolipemik özelliklere
sahip olduğunu ve keten tohumu içeren gıdaların daha düşük bir glisemik indekse sahip olduğunu
göstermiştir.Keten tohumu yağı, kardiyovasküler hastalıkla ilişkili çeşitli patofizyolojik süreçlerde
potansiyel rolleri göz önüne alındığında,diyabet için beslenme tedavisinde özellikle önemlidir.Hem
omega-3 hem de omega-6 yağ asitleri,sağlıklı bireylerde ve tip 2 diyabetik hastalarda lipid
profillerini iyileştirmek için faydalıdır ki omega-3 yağ asitleri ile destekli beslenme trigliseritleri ve
VLDL-kolesterolü düşürmektedir.Keten tohumu proteini ise kan glukozunu iki farklı yolla
etkileyebilmektedir;(i)insülin salgısını uyararak glisemik indekste azalmaya neden
olabilir,(ii)polisakkaritlerle etkileşime girerek gıdaların glisemik indeksindeki düşüşle
etkiliolabilmektedir.Keten tohumundaki çözünür posa ve diğer bileşenler potansiyel insülin
salınımını ve plazma glukoz homeostazının sürdürme mekanizmasını etkilemektedir.Keten tohumu
insanlarda postprandiyal kan glukoz yanıtında düşüş göstermektedir.
Sonuç:Diyabet;dünya genelinde mortalite ve morbiditesi yüksek olan, obezite, kardiyovasküler
hastalıklar gibi hastalıklarla tetiklenen kronik bir hastalıktır.Yapılan çalışmalar keten tohumunun
farklı bileşenlerinin açlık kan şekeri, insülin direnci, HOMA-IR, total kolesterol, trigliserit, LDL’yi
düşürdüğünü hatta HDL kolesterolü arttırğını ortaya koymaktadır.Bu da keten tohumunun bu tür
hastalıkları kontrol altına almada etkili bir yol olabileceğini göstermektedir.Ancak keten tohumunun
aşırı alımından kaynaklanan yan etkileri diyete sınırsız eklemeyi önlemektedir.
Anahtar Kelimeler: Keten tohumu, hiperglisemi, diyabet, omega-3
__________________
Yazışmalardan sorumlu yazar: [email protected]
II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
86 |
P.222
Besin Hazırlama ve Pişrmede Baharatlar
Neslihan ÖNER1*, Elif TUNÇİL2, Nurcan ÇELEBİ1, Sema ÇEVİK ARSLAN3, Yağmur YAŞAR4
1Erciyes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye 2Hacettepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Ankara, Türkiye
3İstanbul Sancaktepe Toplum Sağlığı Merkezi, İstanbul, Türkiye 4Nuh Naci Yazgan Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye
Giriş: İnsanlığın baharat kullanımı taş devrine kadar uzanmaktadır. Bu çağlardan itibaren kötü
ruhları yok etmek amacıyla dinsel törenlerde tütsü olarak, hastalıkları iyileştirmek için şifacıların
ilacı olarak ve daha sonra da besin hazırlamada kullanılmıştır. Bu derlemenin amacı, baharatların
sağlık üzerine etkilerini güncel çalışmalarla ortaya koymaktır. Baharat Kullanım Alanları: Baharatlar çeşitli bitkilerin tohum, tomurcuk, çekirdek, meyve, çiçek,
kabuk, kök, gövde, rizom, yumru, yaprak, sap, soğan gibi kısımlarının kurutularak, bütün halde,
ufalanarak veya öğütülerek elde edilen ve gıdalara renk, tat, koku ve lezzet vermek için kullanılan
ürünleridir. Baharatlar kurutulmuş şekilde yemeklere besin kalitesini arttırmak besin bileşimindeki
besin öğeleri kaybını önlemek, besinin görünüşünü güzelleştirmek, besine renk vermek, besinin tat
ve kokusunun daha hoşa gider duruma gelmesini sağlamak amacıyla kullanıldığı gibi tıp ve kozmetik
alanlarında da önemli bir yere sahiptir. Baharatların çoğu yapılarında bulunan uçucu yağlar
sayesinde tat verici özellik gösterirler. Beslenmede baharatların enerji ve besin ögesi alımına katkısı
önemsenmeyecek düzeydedir. Baharatların sağlığa ilişkin lipit metabolizması üzerine olumlu
etkileri, antidiyabetik etkileri, sindirim sistemini uyarıcı yeteneği, antioksidan ve antiinflamatuar
özellikleri bulunmaktadır. Sık Kullanılan Baharatlar: Besin hazırlamada sık kullanılan baharatlar kırmızıbiber, karabiber,
zencefil, zerdeçal, tarçın, kekik, biberiye, nane, sumak, köri ve kimyondur. Baharatların Saklanma Koşulları: Duyusal, mikrobiyolojik ve kimyasal bozulmaları önlemek için
tane baharatların öğütüldükten sonra hemen kullanılması, toz halinde olanların ise uzun süre
kullanılmaması ve kapakları sıkı kapalı cam kavanozlarda serin ve ışıksız bir ortamda saklanması
önerilmektedir. Uygun koşullarda saklanmayan baharatların nemli ortamlarda hızla küflendiği belirtilmiştir.
Sonuç: İlk çağlardan beri besin hazırlama, kozmetik ve tıp alanında kullanılan baharatların sağlık
üzerinde birçok önemli etkileri bulunmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Baharat, Besin hazırlama, Sağlık.
_________________ Yazışmalardan sorumlu yazar: [email protected]
II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
87 |
P.223
Üniversite Öğrencilerinin Fast Food Tüketim Alışkanlıklarının Belirlenmesi
Aslınur YAŞAR*, Eda BAŞMISIRLI, Meltem SOYLU
Nuh Naci Yazgan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü,Kayseri,Türkiye
Giriş-Amaç: İnsanın zamanla yarışması sonucunda ortaya çıkmış olan fast food, başka bir deyişle
hızlı hazır beslenme, kentsel yemek kültürünün bir tanımı olmuştur. Özellikle okul çağındaki
çocuklar ve üniversitede öğrencileri arasında bu beslenme biçimininartmasıve sağlıkklı beslenmenin
yerine almaya başlaması ise dikkat çekmektedir.
Bu araştırma, üniversite öğrencilerinin fast food tüketim alışkanlıklarını tespit etmek amacıyla
düzenlenmiştir.
Yöntem: Ocak 2016- Şubat 2017 tarihleri arasında yürütülen bu çalışma, Kayseri ilinde bulunan
Nuh Naci Yazgan Üniversitesi’nde öğrenim görmekte olan 224 öğrenci üzerinde yürütülmüştür. Fast
food besin tüketim sıklığı, bunun nedenleri, en sık tüketilen besinlerin sorgulanması amacı ile
hazırlan anket formu, yüz yüze görüşme yöntemi ile uygulanmıştır. Toplanan verilerin analizi SPSS
22.0 programı kullanılarak yapılmıştır.
Bulgular: Öğrencilerin %97.3’ünün ev dışında toplu beslenme hizmetlerinden yararlandıkları,
bunların %71’nin ise bu tercihlerini öğle yemeklerinden yana kullandıkları belirlenmiştir. Toplu
beslenme hizmetlerinden yararlananların %38.8’i fast food restoranlara gitmeyi tercih ederken,ilginç
bir şekilde bu katılımcıların %63.8’i bunun sağlıksız bir seçenek olduğunu ifade etmiştir. Öğrencilerin %33,9’ukolay ve pratik bir seçenek olduğu için fast food beslenme tarzını seçtiklerini
belirtmiştir. Fast food restoranlarda hamburger en fazla tercih edilen yiyecek olmuştur (%45.5). Hamburger tüketenlerin %33.9’unun da haftada 1-2 kez tükettikleri saptanmıştır.
Sonuç: Üniversite öğrencileri, kolay ve pratik bir seçenek olarak gördükleri fast food tarzı
beslenmenin aslında sağlıksız bir seçenek olduğunun farkındadır. Buna rağmen, tüketim oranlarının
fazla olması gençlere erken yaşlardan itibaren sağlıklı beslenme konusunda eğitilmeleri, farkındalık
düzeylerinin artırılması ve alternatif sağlıklı beslenme seçeneklerinin sunulması gerektirdiğini
düşündürmektedir.
Anahtar Kelimeler: fast food beslenme, üniversite öğrencileri
__________________
Yazışmalardan Sorumlu Yazar: [email protected]
II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
88 |
P.224
Nutrigenetikte Beslenmenin Rolü ve Obezite İlişkisine Genel Bir Bakış
Harun KILICI*
Bitlis Eren Üniversitesi, Sağlık Yüksekokulu, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Bitlis, Türkiye
Giriş ve Amaç: Nutrigenomik, besinlerin genom ve gen ekspresyonuna etkisini inceleyen yeni bir
bilim dalıdır; nutrigenetik ise genetik farklılıkların beslenme-hastalık ilişkisine etkisini araştıran
diğer bir alandır. İnsan genom projesinin tamamlanması diğer bazı bilimlerde olduğu gibi beslenme
biliminde de önemli dönüm noktalarından biri olmuştur. Böylelikle kişiye özel beslenme kavramı
gündeme gelmiş ve hastalıkların ortaya çıkmasında beslenme alışkanlıklarının ne kadar önemli bir
role sahip olduğu anlaşılmıştır. Bu çalışmanın amacı; bireylerin diyet yaklaşımlarına yanıtlarının
genetik yapılarına bağlı olduğu bilgisinden yola çıkarak, nutrigenomik alanındaki araştırmalar
ışığında kişileri daha iyi bir sağlığa kavuşturmak ve metabolizmaya bağlı hastalıkların gelişiminin
önlenebilirliğinin farkındalığına katkı sağlamaktır.
Nutrigenetik ve Beslenme Faktörü: İnsan genom projesiyle genomda yer alan genetik şifrenin
çözülmesinin ardından insanlar arasındaki polimorfik yapının da belli başlı hastalıklara yatkınlığa
neden olabileceği anlaşılmıştır. Çevresel faktörlerin de genlerde baz değişimlerine yol açarak veya
dizide herhangi bir baz değişimine yol açmaksızın epigenetik olarak etki gösterdiği bilinmektedir.
Beslenme faktörü yaşam boyu süren bir çevresel faktör olduğundan sağlık açısından oldukça
önemlidir. Belli hastalıklar açısından değerlendirilecek olursa, genetik kodunda spesifik değişimleri
taşıyan bireyde bir de beslenme bozukluğu eklenirse hastalığın ortaya çıkma hızı artmaktadır. Örnek
olarak; VDR (Vitamin D Reseptörü) geninde spesifik bazı polimorfizmleri taşıyan bireylerde
çevresel faktör olarak kafein tüketimi eklenmesi sonucunca osteoporoz riskinin artması verilebiir.
Nutrigenetik ve Obezite: Günümüzün en önemli sağlık sorunu olan obezitenin oluşumunda alınan
enerjinin harcanan enerjiden fazla olduğu ve çeşitli hormonal ve genetik özelliklerle besin alımının
denetlendiği bilinmektedir. Leptinin tanınmasıyla birlikte besin alımının denetiminde yağ dokusunda
üretilen bazı peptidlerin de rol aldığı ortaya konmuş, bu peptidlerle ilgili gen mutasyonları üzerine
araştırmalar yoğunlaşmıştır.
Sonuç: Genetik özellikler son yıllarda en hızla gelişen bilim dalı olması sebebiyle birçok hastalığın
tanı yöntemleri, tedavileri, mekanizmaları konusundaki bilgilerimizi köklü bir şekilde geliştirmiştir.
Buna bağlı olarak nutrigenetik ve nutrigenomik alanları da 21. Yüzyılın ikinci çeyreğinde beslenme
biliminde anahtar rol oynayacaktır. Eğer moleküler mekanizma iyi anlaşılırsa, diyetle ilgili kronik
hastalıklarda daha iyi sonuçlar elde edilmesi ve tedavi giderlerinin azaltılması da olası hale
gelecektir.
Anahtar kelimeler: genom, beslenme, nutrigenetik, nutrigenomik, obezite
__________________
Yazışmalardan sorumlu yazar: [email protected]
II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
89 |
P.225
Obezite ve Çevresel Etmenler
Tuğba SARITAŞ*, Meltem SOYLU, Yağmur YAŞAR
Nuh Naci Yazgan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye
Giriş: Obezitenin farklı topluluklarda bu kadar yaygın görülmesi sadece metabolik ve genetik
faktörlerle açıklanamamaktadır. Çevresel ve sosyal etmenler ile obezite arasında güçlü bir ilişki
bulunmaktadır. Fiziksel, ekonomik, politik ve sosyokültürel etmenlerden oluşan besinsel çevre,
bireylerin yiyecek ve içecek seçimlerini ve beslenme durumunu etkiler. Bu derlemenin amacı
çevresel etmenlerle obezite arasındaki ilişkiyi ortaya koymaktadır. Besin Seçimi: Yeme tutum ve davranışları, biyolojik ve demografik etmenler besin seçimini bireysel
olarak etkilerken, aile ve diğer toplum bireyleri, okullar, iş yerleri ve besin satın alınan yerler, sosyo-
ekonomik düzey, kültürel normlar, besinlerin pazarlanması, besin ve tarım politikaları besin seçimini
yakından etkileyen çevresel etmenlerdir. Ulaşılabilirlik: Günümüzde evde, işyerinde ve sosyal ortamlarda besinlerin bulunabilirliği önemli
derecede artış göstermiştir. Çevresel uyarılar beyindeki kortikolimbik alanı bilişsel, duyusal,
motivasyonel olarak karar verme sürecini ve besin alımını etkilemektedir. Zaman içinde adaptasyon
sağlanamaması ve mantıklı seçim yapabilecek homosostatik feedback mekanizmasının bozulmasının
nedeni ulaşılabilirliğin neden olduğu obezite olarak adlandırılmaktadır. Menülerin Etiketlenmesi: Yapılan çalışmalarda müşterilere enerji ve yağ oranı yüksek menü
öğeleri hakkında besin değeri bilgisinin verilmesinin bu besinlerin daha az satın alınmasına yol açtığı
ortaya konulmuştur. Reklamların Etkisi ve Nörobiyoloji: İştah dürtüsü ve besin alımı çevremizden gelen ve
bedenimizde oluşan sinyallerden etkilenir. Son zamanlarda bu sinyallerin kullanılarak besinlerin
tüketiminin arttırılması nöropazarlama olarak adlandırılan ve besin endüstrisi tarafından sık
kullanılan tekniklerden biri haline gelmiştir. Çevrenin Düzenlenmesi: Yürünebilir şehirler (yerleşim sıklığı ve ortak alanların kullanımı), fiziksel
olarak aktif olunan yerler (kaldırımların, parkların ve egzersiz faaliyetlerinin bulunması), ulaşım
imkânları (sokak bağlantıları, bisiklet yolları, toplu taşım araçlarının varlığı) fiziksel aktivite
düzeyini arttıran destekleyici çevreyi oluşturur. Yapılan çalışmalarda bu çevrede yaşayan bireylerin
meyve ve sebze tüketimlerinin ve fiziksel aktivite düzeylerinin daha fazla, fastfood tüketimlerinin
daha az olduğu tespit edilmiştir. Sonuç: Obezite epidemisinde, çevresel etmenler aşırı besin alımına ve daha az fiziksel aktiviteye
neden olur. Obezite ile mücadelede besinsel çevrenin etkisi göz önünde tutulmalı ve buna göre
düzenlenmelidir. Anahtar Kelimeler: obezite, çevresel etmenler
__________________
Yazışmalardan sorumlu yazar: [email protected]
II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
90 |
P.226
Ketojenik Diyet İle Epilepsi Tedavisi
Meliha HALİ*, Tuba TEKİN
Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye
Giriş: Bu derlemenin amacı, epilepsi hastalarında uygulanan ketojenik diyetin geçirilen nöbet
sayıları üzerindeki etkisini gözlemek ve bazı biyokimyasal parametreler üzerindeki etkilerini
saptamaktır.
Epilepsi: Epilepsi, beyindeki anormal elektrik deşarjları nedeniyle bilinç değişikleri, istemsiz vücut
ve ekstremite hareketleri ile birlikte nöbet geçirme ile karakterize nörolojik bir hastalıktır. Hastaların
%65-70’inde nöbetler kontrol altına alınabilmektedir. Günümüzde çoğu epilepsi hastası çocuğun
nöbetleri antikonvülzan ilaç tedavisi ile kontrol altına alınabilmekte iken, bazı hastaların dirençli
nöbetleri, hekimleri ilaç dışı tedavi arayışına yönlendirmektedir. Bu gibi durumlarda ketojenik diyet
alternatif bir tedavi şeklidir.
Ketojenik Diyet: Ketojenik diyet , tıbbın gözetiminde uygulanan, vücutta kronik ketozu sürdürme
eğiliminde olan, aynı zamanda büyüme ve gelişme için yeterli protein ve kalori sağlayan yüksek yağ,
yeterli protein ve düşük karbonhidrat içeren bir diyettir.
Ketojenik Diyetin Epilepsi Üzerine Etkileri: Ketojenik diyet epilepsi tedavileri arasında en eski
olanıdır. Vücudun uzun süre aç kalması ya da açlık metabolizmasının devamı için hazırlanmış bir
diyettir. Epilepsi hastalarının bir kısmında açlık döneminde nöbetlerin azaldığı veya kaybolduğu
bilinmektedir. Antiepileptik ilaçların devam ettirilmesine kıyasla daha çok nöbet özgürlüğü sunar. Tedavi yöntemi başlangıcında hastaların hastaneye yatırılarak izlenmesi önerilir. Ketojenik diyet
başlangıcında hastalar 24-48 saat arası bir açlık dönemine sokulmaktadır. Açlık dönemi sırasında;
kan ketonu, kan glikoz seviyeleri gibi değerlere bakılır. Kısa vadeli sonuç çalışmalarında,
hastaların% 15-20'sinde nöbet özgürlüğü, üçte birinde ise >% 90 nöbet azalması sağlanmaktadır.
Sonuç: Ketojenik diyet tedavisi dirençli çocukluk çağı epilepsilerinde etkinliği kanıtlanmış, kolay
uygulanabilir bir tedavi şeklidir. Günümüzde ketojenik diyet, seçilmiş hastalarda ilk basamak
tedaviler arasına girmiştir. Ketojenik diyet tedavisi, önemli yan etkiler olmadan güvenli ve etkili bir
tedavi yöntemidir.
Anahtar Kelimeler: epilepsi, tedavi, beslenme, ketojenik diyet
_________________
Yazışmalardan Sorumlu yazar: [email protected]
II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
91 |
P.227
Oruç ve Tip 2 Diyabet İlişkisi
Betül AY*, Tuba TEKİN
Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye
Giriş: Tip 2 diyabet, sıklıkla erişkinlerde ve obez kişilerde görülen, insülin salgılanmasındaki
yetersizlik ve dokulardaki insülin direnci sonucu glikoz kullanım bozukluğudur. Hastalıkta oruç
tutmanın bir birey için muaf olduğu dini otoriteler tarafından bildirilmiştir. Yine de diyabetli birçok
hasta Ramazan ayında oruç tutmakta ısrar ederek kendileri ve doktorları için bir zorluk
yaratmaktadır. Bu çalışmalardaki amaç Ramazan ayı boyunca oruç tutmak isteyen diyabetli
Müslümanların kan şekeri kontrolünü sağlamak için öngörülen diyet ve verilen eğitimlerle en iyi şekilde yönetimini sağlamaktır.
Oruç tutma ile ilgili riskler: Diyabetli hastalarda oruç riskleri temel olarak hipoglisemi,
hiperglisemi ve dehidrasyon, su kaybı ve hiperglisemi ile birlikte ortaya çıkan trombozdur. Bu riskler
oruç uzunluğu arttıkça daha da artmaktadır. Ülkemize özgü sorun ise Ramazan aylarının yaz
mevsimine denk gelmesi nedeniyle oruçlu geçirilen sürenin daha uzun olmasıdır. Oruç tutma
sırasında ortaya çıkan beslenme bozuklukları yemeğe düşkünlük ve tıka basa yeme gibi sağlık
sorunlarına yol açmaktadır.
Ramazan ayında gebe olan kadınlar oruç tutmaktan muaf tutulmaktadır ancak diyabetli gebe kadınlar
sağlığına ve bebeklerine muhtemel etkilerine rağmen oruç tutmaya devam etmektedirler. Bu
kadınlar, çoğunun insülin alması nedeniyle, hipoglisemiye yatkındırlar.
Tip 2 diyabeti olan hastaların yönetimi: Besin değeri yüksek yemek yeme ve yağdan ve şekerden
yüksek yiyeceklerden kaçınılmalıdır. Sıcak iklimlerde ve oruç tutma süresinin uzun olduğu ülkelerde
(İngiltere gibi), hastaların izin verilen saatlerde yeterli sıvı alması gerektiğini söyleyerek
dehidrasyona karşı önlem almaları önerilmektedir. Hipoglisemik olaylar için bireyler su ve kan
şekerini hızlı yükselten basit şekerli içecekler taşımalı ve tedavi almalıdır.
Diyet, egzersiz ve izleme kan şekeri seviyeleri hakkında genel tavsiyeye ek olarak, tüm glikoz
düşürücü ilaçlar gözden geçirilmelidir.
Sonuç: Müslümanlar arasında tutulan oruç ile birlikte uygulanan diyet danışmanlığı ve dengeli beslenmeye devam edilmesi, genel diyabet yönetiminin ayrılmaz bir bileşenini oluşturmaktadır.
Anahtar Kelimeler: oruç, tip 2 diyabet, beslenme tedavisi.
__________________ Yazışmalardan Sorumlu yazar: [email protected]
II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
92 |
P.228
Yapay Tatlandırıcıların İnsülin Direnci Üzerine Etkisi
Emine DURMUŞ
Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri
Giriş-Amaç: Yetersiz ve dengesiz beslenme birçok olumsuz sağlık koşuluyla ilişkilendirilebilir.
Şeker ve/veya tatlandırıcı kullanımı da bu durumun artmasında önemli bir rol oynar. Metabolik
sendromun bir parçası olan insülin direnci de bu hastalık tablosunda önemli bir yere sahiptir. Bu
derleme, gıda sanayinde kullanımı artan ve çocukluk çağından itibaren tüketilmeye başlanan
tatlandırıcıların sağlığımız üzerine nasıl etki ettiğini göstermek amacıyla yazılmıştır.
Tatlandırıcılar: Son zamanlarda basit şekerlerin sağlık üzerine olumsuz etkilerinin ortaya
çıkmasıyla birlikte tatlandırıcılara olan ilgi artmıştır. Tatlandırıcıların enerji içermeyen veya düşük
enerjili oluşu onları bu konuda vazgeçilmez bir kaynak haline getirmiştir. Özellikle diyabet hastaları
tarafından talep görmekle birlikte kilo alımı veya kontrolü için de sık sık tercih edilmektedir. Gıda
sanayinde de kullanımının yaygınlaşması ile birlikte bu şekilde düşük enerji alımının, düşük vücut
ağırlığına ve metabolik sağlığın iyileştirilmesine katkı sağlayıp sağlamadığı sorusu merak konusu
olmuştur.
İnsülin Direnci: İnsülin direnci, vücutta insülinin işlevini yerine getirememesi ve/veya vücudun
insüline gerekli yanıtı oluşturamaması ile karakterizedir. Tip 2diabetus mellitusun (T2DM) ana
nedeni olmakla birlikte, pek çok hastalığı da beraberinde getirebilmektedir. Vücutta anabolik etkileri
olan insülinin işlev görmemesi ile birlikte katabolik olaylar artmakta ve bu durum da hastalık
tablosunun ortaya çıkmasına zemin hazırlamaktadır.
Sonuç: Şeker ve şekerli gıda tüketiminin insülin direnci üzerine olumsuz etkileri birçok çalışmada
gösterilirken, yapay tatlandırıcıların farklı çeşitleriyle ilgili değişik sonuçlar ortaya çıkmaktadır.
Örneğin; HFCS insülin direncinde suçlu bulunabilirken, stevianın antidiyabetik etkisi olabileceği
düşünülmektedir. Tatlandırıcıların insülin direncini direkt etkileyebileceği gibi total enerji alımının
artmasıyla birlikte obeziteye bağlı olarak da gelişebileceğini gösteren çalışmalar vardır. Bu konuda
daha fazla çalışmaya ihtiyaç vardır.
Anahtar kelimeler: tatlandırıcı, insülin direnci, beslenme
__________________
Yazışmalardan Sorumlu yazar: [email protected]
II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
93 |
P.229
Üniversite Öğrencilerinde Süt Ve Ürünlerinin Tüketim Durumları
Zehra ÇALIŞKAN*, Meltem SOYLU
Nuh Naci Yazgan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye
Giriş-Amaç: Süt ve ürünleri yüksek kalitede protein, kalsiyum, fosfor, çinko, B1, B2, B3, B6 ve B12 olmak
üzere birçok besin öğesi için önemli kaynaktır. Bu grupta yer alan yiyecekler, kemiklerin ve dişlerin sağlıklı
gelişmesinde, kronik hastalıklardan korunmada ve vücut ağırlığının yönetiminde önemlidir. Başta çocuklar ve gençler, olmak üzere tüm yaş grubundaki bireylerin süt ve ürünlerini her gün önerilen miktarlarda tüketmesi
gerekmektedir. Bu çalışma üniversite öğrencilerinin süt ve süt ürünleri tüketimlerini saptamak amacıyla
yürütülmüştür. Yöntem: Bu çalışma, Aralık 2016-Şubat 2017 tarihleri arasında Kayseri ilinde bulunan Nuh Naci
Yazgan Üniversitesinin farklı bölümlerinde öğrenim görmekte olan 18-28 yaş arası gönüllü 224
öğrenci üzerinde yürütülmüştür. Üniversite öğrencilerinin süt ve ürünleri tüketimlerine yönelik
sorulardan oluşan anket formu, öğrencilere yüz yüze görüşme yöntemi kullanılarak uygulanmıştır.
Toplanan verilerin analizi SPSS 22.0 programı kullanılarak yapılmıştır. Bulgular: Öğrencilerin %47.8’i her gün düzenli olarak süt ve ürünlerini tüketmektedir. Süt ve
ürünleri tüketmeyen öğrencilerin %41.9’u süt ve ürünleri tüketme alışkanlıklarının olmadığını,
%23.1’i süt ve ürünlerini sevmediğini ifade etmiştir. Her gün düzenli olarak süt içenlerin oranı %17,
yoğurt tüketenlerin oranı %14.7’dir. Her gün süt tüketen öğrencilerin %60’ı bir bardak, yoğurt
tüketen öğrencilerin%45’i ise bir kase tüketmektedir. Bununla birlikte her gün düzenli olarak ayran
tüketen öğrencilerin oranı %8 ve peynir tüketen öğrencilerin oranı %35.3’tür.Her gün ayran
tüketenlerin %55’i bir bardak ayran, peynir tüketenlerin %40’ı bir dilim peynir tüketmektedirler.
Kefir öğrenciler arasında sık tüketilen bir içecek değildir. Öğrencilerin %84.8’i kefiri hiç
tüketmemektedir. Öğrencilerin %37.2’si günde bir porsiyon, %36.8’i ise iki porsiyon süt ve
ürünlerinin tüketilmesi gerektiğini düşünmektedir. Bu konuda fikir sahibi olmayan öğrencilerin oranı
%7.2’dir. Sonuç: Gelişim süreci hala devam eden gençlerin süt ve ürünlerini yeteri miktarda tüketmeleri
önemlidir. Ancak bu araştırma sonucunda üniversite öğrencilerinin süt ve ürünlerini her gün düzenli
olarak tüketmedikleri, tüketenlerde ise bu miktarın yeterli olmadığı saptanmıştır. Gençlerde optimal
beslenmenin sağlanması ve sağlığın sürdürülmesi için süt ve ürünleri tüketiminin arttırılmasına
yönelik çalışmalara hız verilmelidir.
Anahtar kelimeler: süt ve ürünleri, üniversite öğrencileri, beslenme.
__________________
Yazışmalardan Sorumlu yazar: [email protected]
II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
94 |
P.230
EMNİYET ÇALIŞANLARINDA OBEZİTE SIKLIĞININ SAPTANMASI
Ahsen ERGİNSOY1, Meltem SOYLU
Nuh Naci Yazgan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye
Giriş-Amaç: Görevi, bireylerin güvenliğini sağlamak, kamu düzenini korumak ve düzene karşı
gelenleri yakalayıp yargı organlarına göndermek olan polisler, mesleğe seçilirken boy ve ağırlık
yönünden değerlendirilmekte ve BKİ (Beden Kütle İndeksi) önemli bir eleme kriteri olmaktadır. Bu
çalışma emniyet görevlilerinin mesleğe başladıktan sonra BKİ’lerinde oluşan değişimi saptamak amacıyla planlanıp yürütülmüştür.
Yöntem: Bu çalışma 3-26 Ağustos 2016 tarihleri arasında Amasya iline bağlı Merzifon ilçesinde
görev yapan 80 gönüllü emniyet görevlisi üzerinde yürütülmüştür. Çalışmada boy ölçümü
stadiometre ile yöntemine uygun olarak yapılmıştır. Ağırlığın saptanmasında Tanita TBF-300 beden
analiz cihazı kullanılmıştır. Elde edilen veriler SPSS 22.0 paket programı kullanılarak
değerlendirilmiştir.
Bulgular: Emniyet çalışanlarının %93.7’si erkek %6.3’ü kadın olup yaş ortalamaları 38.1±10.1
yıldır. Göreve başlama yaşlarının ortalaması 23.7±3.8 yıl olan emniyet çalışanlarının tamamı göreve
alındıkları dönemde normal ağırlıkta olduklarını bildirmiştir. Şu andaki ortalama BKI 26.4±3.7
kg/m2 olan katılımcıların %29.4’sinin BKİ 18.0-24.9 kg/m2 olup normal sınırlardadır. Bununla
beraber %56.4’sinin BKİ 25-29.99 kg/m2 arasında olup hafif kilolu, %14.2’nin ise BKİ 30 kg/m2
üzerinde olup şişman olarak tanımlanmıştır. Göreve başladıktan sonra katılımcıların %73.7’nin BKİ artmış %26.3’ ünün ise azalmıştır. Göreve başladıklarında normal BKİ sahip olan emniyet
görevlilerinin %.85’inin ağırlıkları artmış ve %.63.7 si hafif şişman ve %15.9’u şişman sınıfında yer almıştır.
Sonuç: Emniyet çalışanlarının görevlerini yerine getirirken aktif olmaları ve hızlı hareket
edebilmeleri önemlidir. Polislerin ideal ağırlıklarını korumaları, hızlı hareket etme yeteneklerini
olumlu yönde etkiler. Bu çalışmanın sonucunda emniyet görevlilerinin normal sınırlar içinde kabul
edilen BKI’lerini koruyamadıkları ve zaman içinde ağırlık kazanarak şişman sınıfına geçtikleri
saptanmıştır. Aktif olarak çalışan emniyet görevlilerinin diyetisyen denetiminde ağırlık kontrollerinin
yapılması ve izlenmesi önerilmektedir.
Anahtar Kelimeler: ağırlık kazanımı, polisler, obezite
_________________
Yazışmadan Sorumlu Yazar: [email protected]
II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
95 |
P.231
Üniversite Öğrencilerinin Sabah Kahvaltı
Yapma Alışkanlığı
Hazal BABACAN*, Meltem SOYLU
Nuh Naci Yazgan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye
Giriş-Amaç: Bütün gece süren açlıktan sonra kahvaltı günün en önemli öğününü oluşturmaktadır.
Gelişme süreci hala devam eden gençlerde düzenli olarak kahvaltı yapılması günlük enerji ve besin
gereksinimine katkısının yanında, okul başarısı üzerine de etkilidir. Kahvaltı öğününün düzenli
olarak yapılmasıve besleyici nitelikteki besinlerden oluşması gençlerin gelişimini ve okul başarısını
olumlu yönde etkiler. Bu araştırmanın amacı üniversite öğrencileri arasında kahvaltı yapma
alışkanlığının ve tercih edilen besinlerin saptanmasıdır. Yöntem: Çalışma Aralık 2016-Şubat 2017 tarihleri arasında Kayseri ilinde bulunan Nuh Naci
Yazgan Üniversitesi, farklı fakültelerinde öğrenim görmekte olan 18-28 yaş arası gönüllü 81 öğrenci
üzerinde yürütülmüştür. Üniversite öğrencileri arasında kahvaltı yapma durumunu saptamaya
yönelik sorulardan oluşan anket formu öğrencilere yüz yüze görüşme yöntemi kullanılarak
uygulanmıştır. Toplanan verilerin analizi SPSS 22.0 programı kullanılarak yapılmıştır. Bulgular: Öğrencilerin büyük bir bölümü (%93.8) kahvaltı ve sağlık arasında ilişki olduğunu kabul
etmekle birlikte yaklaşık yarısı (%49.4) düzenli olarak kahvaltı yapmamaktadır. Öğrenciler kahvaltı
yapmama nedeni olarak öncelikle vakit bulamadıklarını daha sonra da istemediklerini belirtmiştir
(sırasıyla %77.5, %20).Kahvaltı eden öğrenciler ise günün ilerleyen saatlerini tercih etmektedirler.
Öğrencilerin %46.9’u sabah 10-12 saatleri arasında sabah kahvaltısını yaparken , %44.4’ü oniki ve
iki saatleri arasını tercih etmektedirler. Kahvaltı etmeyen öğrenciler sabahları poğaça veya simit (
%44.4) tüketirken içecek olarak olarak büyük oranda çay içmektedirler (%34.6). Sonuç: Gençler arasında günün en önemli öğününü oluşturan kahvaltı, ne yazık ki düzenli olarak
yapılmamaktadır. Üniversite öğrencileri arasında kahvaltı yapmanın sağlık açısından ne denli önemli
olduğu bilinmekle beraber bunun beslenme davranışına dönüşmemiş olması şaşırtıcıdır. Bu nedenle
gençlerin yaş dönemi özelliklerine uygun etkili beslenme programlarının yürütülmesi önemlidir.
Ayrıca bu araştırma sonucunda öğrenciler sabah kahvaltısını simit-poğaça ve çay gibi besleyici
özelliği düşük yiyeceklerle geçiştirdikleri ortaya çıkmıştır. Üniversite kantinlerinde öğrencilerin
gereksinimlerini karşılayan özellikle protein ve vitaminlerden zengin yumurta, peynir, taze sebze ve
meyve gibi alternatif besinlerile süt, taze sebze ve meyve suyu içeceklerin bulundurulması
önerilmektedir. Anahtar Kelimeler: kahvaltı, üniversite öğrencileri.
__________________
Yazışmalardan Sorumlu yazar: [email protected]
II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
96 |
P.232
Nanoteknolojinin Beslenmede Kullanımı
Emel ÇANKAYA*, Seminur BARLAK, Hilal Nur BOZTAŞ
İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü, İzmir, Türkiye
Giriş: Nanoteknoloji en az bir boyutta 100 nanometrenin parçacıklarının imalatı ve kullanımı olarak
tanımlanmaktadır. Fazla yüzey alanı ve nano yapılı bileşiklerin küçük boyutta olması, beslenme
uygulamalarında kullanılmasını arttırabilmektedir. Son yıllarda nanoteknoloji alanında çalışmalar ve
araçlar yaygın olarak kullanılmaya başlanmıştır.Amaç: Beslenme biliminde nanoteknoloji
uygulamaları üzerindeki çeşitli araştırmaları derlemek amaçlanmıştır.
Yöntem: Pubmed, Sciencedirect, Scopus veri tabanlarında yer alan makaleler taranmıştır.
Bulgular: Yapılan çalışmalarda nanoteknolojinin besin güvenilirliğine katkısının yanı sıra çeşitli
tedavi yöntemlerinde yeni stratejiler geliştirme üzerine etkisi üzerinde durulmaktadır. Yeni ve
gelişen teknolojiler beslenme biliminde diğer alanlara göre daha yavaş gerçekleşsede giderek
ilerleme kaydetmektedir. Özellikle ambalajlama, protein etkileşimini ölçmek,gıda kontrolü,şekilde
bozulma veya risk oluşturabilecek maddelerin tespitini sağlayan akıllı ambalajlama sistemi en önde
gelen çalışmalardır. Ayrıca yapılan diğer çalışmalar nano yapıların, besinlerden alınan demirin
çözünürlülüğünü yükselten, düşük reaktivite sağlayan ve böylece besin takviyesi uygulamaları için
umut verici olduğunu göstermektedir. Özellikle nano yapılı demir içeren bileşiklerin bazı besinlerin
demir takviyesi için kullanılmasında yararlı olabileceği üzerinde durulmaktadır. Bu durum dünya
çapında yaklaşık 2 milyar kişiyi etkileyen demir eksikliğinin olumsuz etkilerini gidermek açısından
daha da önem kazanmaktadır.
Sonuç: Nanoteknoloji ile beslenme bilimine girmekte olan bu yeni bileşiklerin, besinlere
eklendiğinde sonuçlarını görmek için daha fazla çalışmanın yapılması gerekmektedir.
__________________
Yazışmalardan Sorumlu yazar: [email protected]
II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
97 |
P.233
Diyabet Kampları
Ebru Özdemir* , Gamze Yüzbaşıoğlu, Nedime Gündüz, Aydan Ercan, Dilek Ongan
İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü, İzmir, Türkiye
Giriş: 1920 yılında Dr. Leonard F. C. Wendt tarafından ABD’de uygulanmaya başlayan diyabet
kampları 8-16 yaş arasındaki çocuklar ve ergenlerde diyabet ile ilgili bilgilerini geliştirmeyi ve kendi
kendilerine tedavi becerisi kazandırmayı temel olarak hedeflemektedir. Bunun yanı sıra yalnızlık
hissini azaltmak, özgüvenlerini arttırmak, hasta yakınlarına destek vermek ve kamptaki herkese bu
hastalığı öğretip bilinçlendirmeyi amaçlayan bir eğitim programıdır.
Amaç: Diyabet kamplarıyla ilgili bu bildiride güncel literatür derlenmiştir.
Yöntem: Pubmed, Sciencedirect, Scopus veri tabanlarında son 5 yılda diyabet kamplarıyla ilgili
yayınlanmış orijinal araştırma makaleler ve tarihçesine yönelik bilgi içeren makaleler taranmıştır.
Sonuç: Tip 1 diyabet kamplarında karbonhidrat sayımı ve glisemik kontrol eğitimleri verilmektedir.
Diyabet hekimleri, hemşireleri, diyetisyenleri ve spor hocaları ile multidisipliner teröpatik eğitimler
uygulanmaktadır. Teröpatik eğitim özyönetim becerilerini öğretmede fayda sağlamaktadır. Yapılan
çalışmalarda, diyabet kamplarına katılan bireylerin psiko-sosyal sorunlarının önemli ölçüde
giderildiği saptanmıştır. Çalışmalar, diyabet kamplarının egzersiz sırasında hipoglisemi epizodlarını
azaltıcı etki gösteren eğitimlere dikkat çekmektedir. Tip 1 diyabet kamplarının metabolik kontrolün
sağlanmasını olumlu yönde etkilediğine dair kanıtlanmış çalışmalar bulunmaktadır. Kamplar genel
olarak diyabetli çocuk ve adölesanlara kazanım sağlayan bir eğitim programı olmanın yanı sıra
çalışanların deneyim ve bilgi alışverişinde bulunabileceği ve ebeveynlerin diyabet sorumluluğunun
azaldığı bir evredir.
Öneri: Hastalığa uyum ve hastalık yönetiminin geliştirilebildiği bu tarz kampların, sadece Tip 1
diyabetli bireyler için değil, Tip 2 diyabet başta olmak üzere diğer tıbbi beslenme tedavisi uygulanan
kronik hastalıklarda da uygulanmasının yararlı olabileceği düşünülmektedir.
Anahtar Kelimeler: Diyabet kampları, Tip 1 diyabet, Diyetisyen.
__________________
Yazışmadan Sorumlu Yazar: [email protected]
II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
98 |
P.234
Ruhun Sandalyesinden Vücudun Mucizesi: Melatonin
Gözde KALKAN
Acıbadem Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü, İstanbul, Türkiye
Yaklaşık 300 yıl önce Fransız filozof Rene Descartes, pineal bezi “ruhun sandalyesi” olarak
tanımlamıştır. Buradan salgılanan ana maddenin melatonin olduğu ise 1950’li yılların sonuna doğru
anlaşılmıştır. Salınımında özellikle ışığın etkisi önemli olup geceleri gündüze göre 7-10 kat daha
fazla salınır. Çevresel, hormonal, yaş vb. faktörden etkilenen melatoninin birçok dokuda reseptörleri
olduğu bilinmektedir. Yapılan çalışmalarda uyku bozukluğu olan bireylerde melatonin seviyesinde
gözlenen düşük serum melatonin konsantrasyonu uyku düzenleyiciliği etkisi, immün yetmezlik
durumlarında uygulandığında belirgin olarak immün sistemdeki aktivasyonu arttırdığından immün
sistem destekleyiciliği,antioksidan özelliği dolayısıyla anti kanserojen ve oksidatif stres ile ilişkili
olduğu, ülserle ilgili deneysel çalışmalarda melatonin uygulandığında asidite, ülser indeksi ve
mukoza antioksidan parametrelerinde histolojik değerlendirmelerde düzelme ve olumlu gelişmeler
sağladığı gözlemlenmiştir. Elde edilen veriler ışığında melatoninin vücudumuzdaki birçok sistemle
yakından ilişkili ve yakın gelecekte insan yaşam süresini uzatmada, birçok hastalığın tedavisinde
insanlığa yarar sağlayabileceği öngörülmektedir. Ancak melatonin ile ilgili çalışmalar devam
etmekte ve araştırılması gereken çok yönlü bir madde olduğu düşünülmektedir. Bu poster
derlemesinde melatoninin ne olduğu, vücudumuzdaki etkileri, melatonin içeren besinler ve çeşitli
ülkelerde besin katkı maddesi ve preparat olarak kullanımı üzerinde durulacaktır.
Anahtar Kelimeler: melatonin, antioksidan, uyku, immün, ülser
__________________
Yazışmalardan Sorumlu yazar: [email protected]
II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
99 |
P.235
Gebelikte Ağırlık Kazanımı İle İlgili Güncel Görüşler Ve Öneriler
Merve KİP*, Meltem SOYLU
Nuh Naci Yazgan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye
Giriş-Amaç: Gebelik süresi ve annenin gebelik öncesindeki vücut ağırlığı, doğum öncesi sonuçları
etkileyen iki önemli etkin faktördür. Gebelik öncesi vücut ağırlığı ve gebelik süresince ağırlık artışı
gebelikte önemli durumlardır; çünkü her ikisi de maternal sonuçla, doğum şekli, erken doğum,
doğum ağırlığı ve doğum sonrası ağırlık artışı ile ilişkilidir. Bu çalışmada gebelikte ağırlık
kazanımına ilişkin güncel öneriler derlenmiştir. Gebelik fetal ve maternal doku artışı ile birlikte pozitif enerji dengesinin olduğu anabolik bir süreçtir.
Anne ve bebek sağlığı açısından optimal sonuçların elde edilebilmesi için annenin hem gebeliğe
normal bir vücut ağırlığı ile başlaması hem de ağırlık artışının gebelik süresince önerilenin altında
veya üzerinde olması önlenmelidir. Buna göre;
• Kadınların gebeliğe başlamadan önce BKİ (Beden Kütle İndeksi) 18.5-24.5 olması
sağlanmalıdır.
• Gebelik döneminde ağırlık kazanımı önerileri, gebelik sonucunu iyileştirmek için gebelik
öncesindeki BKİ’ye göre kişiselleştirilmelidir.
• Gebeliğin herhangi bir döneminde haftada 1 kg ağırlık kazanımı aşırı, ayda 1 kg’ dan az
ağırlık kazanımı yetersiz beslenmeyi göstermektedir.
• Gebelik süresince zayıflama diyetleri kesinlikle önerilmemeli, gebe kadının daha fazla vücut
ağırlığı kazanımı önlenmelidir.
• İlk adet yaşından sonra beş yıl geçmemiş olanlar(biyolojik immature kadınlar) gebelikte
ağırlık artışına ek olarak 3 kg daha ağırlık kazanmaları gerekmektedir.
• Gebeliğin ilk trimesterinde 1-2 kg alınması beklenir. Ancak bulantı ve kusma yüzünden daha
az ağırlık kazanımı ya da ağırlık kaybı görülebilinir. Birinci trimesterde gebelik öncesi
dönemdeki ağırlığın %5-10 kaybında yada 2 kg’ dan daha fazla ağırlık kazanımı durumunda
dikkatli olunmalıdır.
• Gebe takibinde ağırlık kazanımının önerilenden fazla veya az olması durumunda diyetisyen
gebeliğin kalan süresinde önerilen ağırlık kazanım hızının sağlanması için çaba göstermelidir.
Bu durumda ölçümlerde veya kayıt tutulmasında bir hata olup olmadığı ve bebeğin gelişimi
kontrol edilmeli, ödem gibi medikal problemlerin bulunmadığından emin olunmalı, yüksek
enerji alımı ya da sedanter yaşam biçimi gibi değiştirilebilir faktörlerin olup olmadığı tespit
edilmeli, gebenin gelir durumu ya da stres gibi faktörler değerlendirilmelidir.
Sonuç: Kadınların gebe kalmadan önce uygun vücut ağırlığına ulaşmaları sağlanmalı, gebelikleri
boyunca öneriler doğrultusunda ağırlık kazanımı düzenli olarak takip edilmelidir.
Anahtar Kelimeler: Ağırlık kazanımı, beslenme, gebelik,
__________________
Yazışmalardan Sorumlu yazar: [email protected]
II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
100 |
P.236
Semizotunun Sağlık Üzerine Etkileri
Elif KAPLAN
Erciyes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye
Giriş-Amaç: Semizotu, dünyanın ılıman ve tropikal bölgelerinde yaygın olarak bulunan yıllık yeşil
otsu bir bitkidir. Yıllardır sebze, baharat ve ilaç olarak kullanılmaktadır. Bu çalışmanın amacı,
semizotunun insan sağlığı üzerine olumlu veya olumsuz etkilerini araştırmaktır.
Genel Bilgiler: Semizotu Portucuolate ailesinden olup, dünyada yaygın olarak tüketilen bitkiler
arasındadır. Farklı büyüme evrelerinde besinsel içeriği de değişkenlik göstermektedir. Semizotu,
EPA, DHA ve omega 3 yağ asitleri, antioksidanlardan α tokoferol, askorbik asit, vitamin A, E, β
karoten ve glutatyonlardan zengin, yüksek lif içeren filizler olması nedeniyle diğer sebzelerden daha
yüksek bir besinsel değere sahiptir. Özellikle yüksek omega 3 ve antioksidan içeriğinden dolayı
kardiyovasküler hastalıklar, diyabet, kanser, dislipidemi gibi hastalıkların tedavisinde semizotunun
etkinliği incelenmiştir.
Sonuç: Araştırmalar sonucunda, semizotunun herhangi bir sitotoksisite veya genotoksisite
göstermediği ve günlük tüketim için güvenilir bir sebze olduğu, antioksidan, antimikrobiyal ve
antifungal aktivitelere sahip olmasının fitokimyasal içeriğinden kaynaklandığı anlaşılmıştır.
Semizotları olgunlaştıkça ve bitki ölüme yaklaştıkça oksidatif stresi artmasına rağmen olgunlaşmış semizotlarının mineral değerleri ve antioksidan içeriği olgunlaşmamış semizotlarına göre daha
yüksek bulunmuştur. Semizotu ile beslenen diyabetli hastalarda açlık plazma glikoz düzeylerinde
hafif bir azalma olduğu halde, serum insülin düzeyleri ve insülin direnci düzeyinin homeostatik
modeli üzerinde uygun doz ayarlanamadığından herhangi bir anlamlı etki bulunamamıştır. Semizotu
tedavisi uygulanan mide kanserli ratlarda vücut ağırlığının, lenfosit çoğalmasının, beyaz kan hücre
sayısının ve sitokin salınımının önemli ölçüde arttığı gözlemlenmiştir. Semizotu ve semizotu tohumu
ile beslenen ratlarda kan LDL düzeylerinin azaldığı, HDL düzeylerinin de önemli derecede arttığı
gözlemlenmiştir. Ayrıca kan basıncında da belirli bir düşüş gözlenmiştir. Semizotunun
kardiyovasküler hastalıklar üzerindeki etkisi için yapılan çalışmalarda farklı sonuçlara ulaşılmıştır.
Buna rağmen; kardiyovasküler hastalıkların gelişimini önlemek için hiperkolesterolemide azalmış lipit düzeylerine ulaşmak amacıyla, semizotu veya semizotu tohumlarının ilave edildiği bir diyet
tüketilmesinde görüş birliği vardır.
Anahtar Kelimler: semizotu, diyabet, kanser, lipit profilleri, kardiyovasküler hastalıklar
___________________
Yazışmalardan Sorumlu Yazar: [email protected]
II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
101 |
P.237
Diyetisyen Bakış Açısıyla Moleküler Beslenme
Reyhan ORAL*, Neslihan ÖNER
Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye
Giriş: Beslenme genomiği, nutrigenetik, nutrigenomik ve nutrisyonel epigenomiyi kapsayan geniş
kapsamlı bir terimdir. Nutrigenetik, diyet alımındaki benzerliklere rağmen sağlık durumu ve hastalık
riskindeki farklılıkları hesaba katan bireyler arasındaki genetik değişkenliğin etkisidir.
Nutrigenomik, diyet bileşenleri ile genom arasındaki etkileşimler ve proteinler ile diğer metabolitlerin gen ekspresyonunu etkileyen değişiklikleriyle ilgilidir.
Beslenme Genomiklerinin Kişiselleştirilmiş Seviyede Pratik Olarak Uygulanması Beslenme
genomiklerinin kişiselleştirilmiş seviyede pratik olarak uygulanması, hastanın hastalığa karşı
potansiyel duyarlılığının bilgisini gerektirmektedir. Bu bilgi birkaç farklı yolla elde edilebilmektedir.
Aile öyküsü, biyokimyasal parametreler, obezite, hipertansiyon veya hiperlipidemi gibi hastalıklar
için risk faktörlerinin varlığı ve genetik testlerden elde edilen sonuçlar, bir hastanın hastalık
geliştirme riski veya sağlığının sürdürülmesi hakkında faydalı bilgiler sağlayabilmektedir. DTC
genetik testi (doğrudan tüketici testi), kişisel beslenmeyi sağlayabilmek için beslenme genomik
biliminin uygulamalarından biridir. Bu testlerle;
• MTNR1B ve FTO geninin obezite ile ilişkili olduğu,
• APOE geninin koroner kalp hastalıkları ile bağlantılı olduğu,
• MTHFR gen polimorfizmlerinin, beden kütle indeksi (BKİ) ile tanımlanmış obezite ve yağsız
kütle ile ilişkili olduğu,
• TAS1R2 genindeki varyasyonun sükroz tadını ve şeker tüketimini etkilediği ve bu etkinin
BKİ tarafından değiştirildiği,
• Tip 2 diyabetli hastalarda, özellikle kadınlarda, FTO genindeki Rs9939609 (A / T)
polimorfizmi ile yüksek yağ ve düşük posa tüketimi arasında yeni bir ilişki olduğu ortaya
konmuştur.
Bir diyet tedavisinin etkinliğini önceden değerlendirmek için yapılan genetik testler,
komplikasyonları önlemek ve muhtemel bir ilaç tedavisinin maliyetini azaltmak için kuşkusuz bir
avantajdır.
Sonuç: Beslenme genomiği, kişiselleştirilmiş beslenme konusunda diyetisyenlerin yeni gelişim alanı
olarak önem kazanmaktadır.
Anahtar Kelimeler: diyetisyen, kişiselleştirilmiş beslenme, nutrigenetik, nutrigenomik
___________________
Yazışmalardan Sorumlu Yazar: [email protected]
II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
102 |
P.238
Kuarsetin Ve Kardiyovasküler Hastalıklarla İlişkisi
Fatma Çobur*, Neslihan Öner
Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye.
Giriş: Kuarsetin, diyet flavonoidlerinden birisidir. Alerjiler, astım, bakteriyel enfeksiyonlar, artrit,
gut, göz hastalıkları, hipertansiyon ve nörodejeneratif bozukluklar gibi çeşitli hastalıklarda olumlu
etkilerinin olduğu bildirilmiştir. Bu derlemenin amacı, kuarsetinin kardiyovasküler hastalıklarla
ilişkisini güncel çalışmalarla değerlendirmektir.
Kuarsetinin Kaynakları ve Güvenirliliği: Soğan, kıvırcık lahana, pırasa, brokoli, elma, çay, kapari
ve yaban mersini zengin kaynaklarıdır. Soğan 300 mg/kg ile kuarsetinin en zengin kaynağıdır.
Kuarsetin, in vivo kanserojen veya mutajenik olarak sınıflandırılmamıştır. On iki hafta süresince
günde 1000mg kuarsetinin, herhangi bir yan etkisinin olmadığı rapor edilmiştir.KuarsetininCYP3A4
(Sitokrom P450 3A4) enzimini inhibe ettiği bildirilmiştir. Bu nedenle, metabolizma için bu yolağı
kullanan alprazolam ve kolşisin gibi ilaçların kuarsetinle beraber alınmaması önerilmektedir.
Kuarsetinin Kardiyovasküler Hastalıklar ile İlişkisi: Kardiyovasküler hastalıklar tüm ölümlerin
başlıca nedenidir. Finlandiya’da yapılan epidemiyolojik bir çalışmada, daha çok elma ve soğan
tüketimi ile alınan kuarsetinin miktarı ileiskemik kalp hastalığına bağlı mortalitenin ters orantılı
olduğu gösterilmiştir. Son çalışmalar kuarsetinin diyete ilavesiyle, hipertansiyonlu bireylerde sistolik
kan basıncında 2.9 ile 7 mmHg arasında azalma olduğunu ortaya koymuştur.
Sonuç: Kuarsetin kardiyovasküler hastalıklar konusunda umut verici bir moleküldür. Kuarsetinden
zengin soğan suyu tüketimi, sağlıklı hafif hiperkolesterolemik hastalarda kolestrol seviyesini belirgin
bir şekilde azaltmış ve toplam antioksidasyon kapasitesini artırmıştr. Dolayısıyla çeşitli
kardiyovasküler hastalıklarla mücadele için soğan suyu tavsiye edilir. Ayrıca dolaşımdaki kuarsetin
düzeyleri önemli bir vazodilatör etki göstermiştir ve hipertansif hastalarda kan basıncını
düşürmüştür. Çaydaki kuarsetinise kalp koruyucu etkide önemli bir rol oynamamıştır. Kuarsetin
inflamatuvar yollar üzerindeki inhibe edici etkisiyle insülin eksikliği ve insülin direnci durumunda
diyabetik vasküler komplikasyonları da önlemiştir. Çoğu çalışma sonucunda meyve ve sebzelerin
içindeki kuarsetinin kalp sağlığına olumlu etkileri doğrulanmıştır. Tüketiminde bir sakınca
bulunmamıştır.
Anahtar Kelimeler: flavonoidler, kardiyovasküler hastalıklar, kuarsetin.
____________________
Yazışmadan Sorumlu Yazar: [email protected]
II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
103 |
P.239
Kahve Tüketiminin Diyabet İle İlişkisi
Buse BAKIR
Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Türkiye,
Giriş: Dünyada ve Türkiye’de prevalansı yüksek olan ve yaşam boyu süren bir hastalık olan
diyabette alternatif tedaviler yaygın olarak kullanılmaktadır. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde
diyabetin doğal ürünler kullanılarak kontrol altına alınması daha popüler hale gelmektedir. Çaydan
sonra en sık tüketilen içecek olan kahvenin de diyabet riskinin azaltılmasında rolü olduğuna dair araştırmalar mevcuttur.
Kahve Bitkisi: Vatanı Habeşistan (Etiyopya) olan Coffee arabica L. veya diğer Coffea (Rubiaceae)
türlerinin kurutulmuş tohumları olan kahvenin çeşitli varyasyonları birçok ülkede yetiştirilmektedir. Türkiye’ye en çok ithal edilen türü, Brezilya’da yetiştirilen Coffee arabica typica’dır.
Kahve Tüketimi ve Diabetes Mellitus (DM) İle İlişkisi: Kahve tüketimi bireylerin günlük
yaşamında geniş yer kapladığı için, toplumda yaygın görülen diyabet ile ilişkisi merak uyandırmıştır.
≥3 fincan/gün kahve tüketenlerde hiç tüketmeyenlere göre tip 2 DM riskinin %27 azaldığı
görülmüştür. Hiç kahve tüketmeyenlerle kıyaslandığında ≥1 fincan/gün kahve tüketenlerde
adiponektin düzeyinin anlamlı derecede yükseldiği ve böylelikle insülin duyarlılığının arttığı
bildirilmiştir. Ayrıca <1 fincan/gün kahve tüketiminde görülen 1.06 (1.02-1.11) HOMA-IR değerinin
≥4 fincan/gün tüketim ile 0.99 (0.91-1.08)’a düştüğü, insülin direncini anlamlı düzeyde iyileştirdiği
de elde edilen olumlu sonuçlardandır. Üstelik, tüketilen bir porsiyon şekerli içeceğin bir fincan (~200
ml) kahve ile değiştirilmesinin tip 2 DM riskini %17 oranında azalttığı gösterilmiştir. Bu sonuçlara
ek olarak, gebelik öncesi orta düzeyde kahve tüketiminin (≤7 fincan/hafta) gestasyonel diyabet
riskini %50 oranında azalttığı, ancak riskin azalmasında kafeinsiz kahvenin etkisinin olmadığı bildirilmiştir.
Sonuç: Çalışmalarda düzenli ve orta düzeyde kahve tüketiminin tip 2 diyabetten koruyucu olduğu
ortaya konmuş olsa da tüketilen kahve miktarını kontrolsüz artırmamak, sağlıklı beslenme
davranışları ile bütün olarak devam ettirmek gerekir. Günlük kafein alımı önerilen miktarın (200-300
mg/gün) üzerine çıkmamalıdır.
Anahtar Kelimeler: diyabet, insülin direnci, insülin, kahve, kafein
___________________
Yazışmalardan Sorumlu Yazar: [email protected]
II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
104 |
P.240
Cevizin Bilişsel Fonksiyonlara Etkisi
Büşra Gül*, Neslihan Öner
Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye.
Giriş: Yenilebilir kabuklu yemişler, küresel olarak popüler besinlerdir. Juglan cinsi birkaç türden
meydana gelir ve dünya çapında yaygın olarak dağılmıştır. En iyi bilinen üyesi olarak ceviz ağacı
ılıman bölgelerde bulunabilir.
Genel Bilgiler: Cevizin içindeki PUFA’lar beyin ve beyin sağlığında önemli bir rol oynamasına
rağmen, sağlıklı nöral süreçlere diğer fitokimyasal bileşenlerin varlığı da katkıda bulunur. Cevizin
içindeki diğer önemli besinler ancak bunlarla sınırlı değildir; polifenoller, e vitamini, folik asit,
ellagitannins, ellajik asit monomerleri, polimer tanenler, melatonin, pektin, flavonoidler,
karotenoidler, alkaloidler, azot ihtiva eden ya organosülfür bileşikler ve çeşitli mineraller,
hidroksisinamik asitler; chlorigenic asit, kafeik asit, p-kumarik asit, ferulik asit, ve sinapik asit gibi,
hidrobenzoik asitler; siringik asit ve ellajik asit gibi ve gallik asit, glansrin, juglone'un ve siringaldehid gibi bileşikleri de içerir.
Polifenoller, striatum ve hipokampustaki nöronal kalsiyum dengesini ve beynin önemli
bölgelerindeki birincil ve ikincil hafıza fonksiyonlarını güçlendirir.
Genç kolej öğrencileri üzerinde yapılan randomize, plasebo kontrollü çapraz bir çalışmada bir
çalışmada, günde 60 ram ceviz ile 8 hafta boyunca ceviz alan kişilerde çıkarımsal kelime yürütme
işleminde önemli iyileşme bulunmuştur.
Başka bir laboratuvar çalışmaları sonucunda elde edilen bulgularda, 1 oz / gün (~ 28 g) önerilen
diyet alımına eşdeğer % 6 ceviz içeren diyetlerle beslendiğinde, yaşlı sıçanlarda gelişen bilişsel fonksiyonlar görülmüştür.
Günlük olarak insanların alması tavsiye edilen ceviz miktarı bir ons (28 gram) veya çeyrek bardak veya 12-14 cevize denk gelmektedir.
Sonuç: Çalışmalar, laboratuvar hayvanlarının dut veya cevizden zengin diyetlerle beslenmesinin,
hafıza, biliş ve motor fonksiyonlarının endekslerini geliştirdiğini göstermiştir. Çoklu doymamış yağ
asitleri ve diğer fitokimyasallar bakımından zengin içeriğinden dolayı ceviznörolojik birikimini önlemesi, oksidatif ve inflamatuar streslerin azaltması bakımından öne çıkar.
Anahtar Kelimeler: ceviz, bilişsel fonksiyon, omega 3, kabuklu yemiş, beyin gelişimi
__________________
Yazışmalardan Sorumlu Yazar: [email protected]
II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
105 |
P.241
Üniversite Öğrencilerinde Besin Desteği Kullanımı
Rabia Nur CEYHAN*, Eda BAŞMISIRLI, Meltem SOYLU, Mustafa NİSARİ
Nuh Naci Yazgan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye
Giriş-Amaç: Besn desteğ (supleman), beslenmemzde yer alan besn öğelerne ek olarak alınan br veya daha fazla vtamn, mneral, btk (tütün harç) veya amnoast konsantres, metabolt, bleşen veya kombinasyonu şeklindeki ürünler olarak tanımlanmaktadır. Yeterli bir beslenmede besin
desteğine ihtiyaç yoktur. Ancak, son yıllarda sağlığın geliştirilmesi ve performansın artırılması
amacıyla özellikle üniversite öğrencileri arasında kullanımının giderek yaygınlaştığı görülmektedir.
Bu araştırma üniversite öğrencileri arasında supleman kullanım durumunu ortaya koymak amacıyla
planlanmış ve yürütülmüştür.
Yöntem: Çalışma Aralık 2016-Şubat 2017 tarihleri arasında Kayseri ilinde bulunan Nuh Naci
Yazgan Üniversitesinde öğrenim görmekte olan 18-28 yaş arası gönüllü 200 öğrenci üzerinde
yürütülmüştür. Supleman kullanım sıklığı, nedeni ve kullanılan ürünlere yönelik sorulardan oluşan
anket formu öğrencilere yüz yüze görüşme yöntemi kullanılarak uygulanmıştır. Toplanan verilerin
analizi SPSS 22.0 programı kullanılarak yapılmıştır.
Bulgular: Öğrencilerin %9’u düzenli olarak supleman kullanmaktadır. Bu öğrencilerin %55,5’ine
sağlık profesyonelleri tarafından besin desteği kullanımı önerilirken, geriye kalan öğrenciler arkadaş,
antrenör ve diğer kişilerin tavsiyeleri üzerine kullanmaktadır. Kullanan öğrencilerin %31,25’i yeterli
ve dengeli beslenmediklerini düşündüğü %31,25’inin ise performansı artırmak amacıyla supleman
kullandıkları saptanmıştır. Performansı artırmak amacıyla supleman kullananların %60’ının protein
içerikli besin desteklerini tercih etmektedir.
Sonuç: Bu çalışmada besin desteği kullanımının çok yüksek oranlarda bulunmamasının nedeni
olarak örneklemin sadece Nuh Naci Yazgan Üniversitesi öğrencilerinden seçilmesi olarak
düşünülmüştür. Bununla birlikte üniversite öğrencileri besin desteklerinin bilinçsiz kullanımı ve
sağlık üzerindeki olumsuz etkileri konusunda uyarılmalı, besin desteği kullanımından önce başta
diyetisyenler olmak üzere ilgili sağlık personeline danışmalı ve sağlıklı beslenme konusunda
desteklenmelidirler.
Anahtar Kelimeler: supleman, performans, protein
__________________
Yazışmalardan Sorumlu yazar: [email protected]
II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
106 |
P.242
Endokrin Bozucular ve Sağlık Üzerine Etkileri
Şeyma KIRIM *, Sema ERGÜN, Elif ÇİMEN, Sema ÇALAPKORUR
Erciyes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye
Giriş: Endokrin bozucular; vücuda dışarıdan alındığında hormonları taklit ederek veya hormonların
aktivitelerini engelleyerek vücudun normal işleyişini bozan maddelerdir. Bu maddeler doğal olarak
çevrede bulunabildiği gibi, endüstriyel işlemler sonucunda da oluşabilmektedir. Endokrin bozucu
kimyasalların endokrin sistemin fonksiyonlarını etkilediği ve bunun sonucunda organizmada bazı
hastalıkların görülme olasılığının arttığı bilinmektedir. Bu derlemede doğal ve yapay endokrin bozucular ve bunların insan sağlığı üzerine etkilerini ele almak amaçlanmıştır.
Genel Bilgiler: İnsanlar yaşamları boyunca farkında olmadan doğal ve yapay endokrin bozucu
kimyasallara maruz kalabilmektedir. Doğal endokrin bozucular diyette ve çevresel koşullarda doğal
olarak bulunan bileşiklerdir. Bu maddeler; fitoöstrojenler ve mikotoksinlerdir. Fitoöstrojenler;
sarımsak, maydanoz, hububat, havuç, patates, vişne, elma, kahve, tam tahıllar, posa, soya ve soyalı
ürünlerde doğal olarak bulunmaktadır. Mitotoksinler; mısır, yulaf, buğday, pirinç ve soya
fasulyesinde mantar enfeksiyonu sonucu oluşmaktadır. Bunların yarı ömürleri kısadır ve dokularda
birikmeden kolaylıkla vücuttan atılabilirler. Bu yüzden önemli yan etki oluşturmazlar. İnsanların
besinler aracılığıyla maruz kaldığı başlıca yapay endokrin bozucular isebisfenol A (BPA) ve
polisiklik aromatik hidrokarbonlar (PAH) dır.BPA'ya maruziye tplastik kaplarda yiyecek ve içecek
saklanması ve bu besinlerin tüketilmesi ile gerçekleşir. Besinlerin mikrodalga fırınlarda plastik
kaplarla ısıtılması veya sıcak arabalarda su şişelerinin saklanması plastiklerden BPA transferini
arttırır. Barbekü/mangal kömüründe ızgara, dumanlanma ve kızartma sırasında kullanılan ısıl
işlemler sonucunda ise PAH'lar ortaya çıkmaktadır. Bu kimyasallar hormonların vücuttaki hücre
reseptörlerini etkileyerek endokrin sistemin işlevleri üzerinde olumsuz etki gösterebilmekte; bu
etkiler maruz kalma miktarına ve süresine göre değişebilmektedir. Bu durum; kanser, obezite,
diyabet gibi metabolik hastalık gelişme riskini arttırmakta; üreme, immün ve sinir sistemleri ile ilgili
rahatsızlıkların oluşmasına neden olabilmektedir. Endokrin bozuculara intrauterin dönemdeki
maruziyet üreme organlarını normalden daha çok etkilemekte ve çeşitli bilişsel-davranışsal bozukluklara, zihinsel gelişiminin bozulması gibi sorunlara yol açabilmektedir.
Sonuç: Endokrin bozuculara maruziyetin çeşitli sağlık sorunlarına neden olduğu ve bu kimyasallara hayatın erken döneminde maruz kalan kişilerdebu etkilerin daha fazla olduğu bildirilmektedir.
Anahtar kelimeler: Endokrin bozucular, BPA, PAH, mikotoksin, fitoöstrojen
___________________
Yazışmadan Sorumlu Yazar: [email protected]
II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
107 |
P.243
Moleküler Beslenmeye Genel Bir Bakış
Dozdar ŞAN
Bitlis Eren Üniversitesi, Sağlık Yüksekokulu, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Bitlis, Türkiye
Giriş ve Amaç: Moleküler Beslenme ve Diyet, beslenme ile ilgili genlerin analizinden yola çıkarak hazırlanan gerçek anlamda kişiye özgü diyet modelidir. Yıllardır uygulanan önce sadece vücut ölçüleri ve çeşitli biyokimyasal testlere dayanarak gerçekleştirilen diyet tedavilerine yeni bir soluk getiren Moleküler Diyeti, genetik analiz sonuçlarını vücut analiz sonuçları ve metabolik testlerle birleştirerek genetik özelliklerine uygun ve sadece o kişiye ait bir beslenme ve yaşam tarzıdır. Bu derlemede metabolomik yaklaşımının beslenme araştırmalarındaki yeri ve sağlık ile ilişkisinin irdelenmesi amaçlanmıştır.
Moleküler Beslenme Tedavileri: Modern çağın diyeti olarak tanımlanacak, Moleküler Diyet tamamıyla üst düzey bir teknolojiyi de beraberinde kullanmayı gerektiriyor. Genetik laboratuvarlarda yapılan analizler ile beslenme alışkanlarına bağlı olarak, besin öğelerine verilen yanıtlar 35 gen ve 200 farklı varyasyona bakılan genetik testler ile yapılmaktadır. Moleküler çalışma ile bu genlerde ifade edilen sonuçlara göre metabolizma için gerekli olan peptitler, proteinler, vitaminler gibi birçok testlere de beraberinde bakılabilmektedir. Örneğin D vitaminindeki genetik olumsuzluk, insülin direncinin sonucu olarak ortaya çıkabilmektedir. Kafein, nikotin ve alkol metabolizması da önem taşımaktadır. Bir türlü kilo kaybedemeyen kişilerin sorunun temelinde çok fazla kafein yani kahve tüketiminin yattığı görülmektedir. Metabolizmasının kafeine karşı olumsuz genetik bir yanıta sahip olması, kişide yağ metabolizmasını arttırmaktadır. Kahveyi azaltıp, çayı normalden daha açık içmek kilo vermeye yardımcı olabilmektedir. Günümüzde diyetisyenlerimizin yazdığı diyetten tamamen farklı olan diyet kavramı belki de moleküler beslenme kavramıyla değişecektir. Örneğin bir demir eksikliğinin nedenini tamamen besinsel faktörlere bağlamayıp, moleküler anlamda temeline inildiğinde hepsidin metabolizması gibi tamamen moleküler anlamda çözüm bulabilecek moleküler beslenme tedavilerine gereksinim olacağını da göz ardı etmemek gerekecektir. Moleküler Diyete Yönelik Analizleme ve Görüntüleme Sistemleri: Dünyada moleküler beslenmeye dönük veya moleküler diyete yönelik analizleme, görüntüleme sistemleri elbette yapılabilmektedir. Örneğin metabolik holter kullanılarak obez bir hasta için 24 saatlik bir vücutta bağlı kalması sonrası; vücudun metabolik enerji kullanım oranları, uyku verimi, hareketlilik durumu, metabolizma hızı gibi önemli değerlerle çok doğru bir şekilde ölçülebilmektedir. Sonuç olarak; Popüler diyet akımına paralel olarak yaygınlaşan bilimsel olmayan diyetlerin ve bireysel özelliklerimize uygun olmayan çeşitli yöntemlerin sağlık risklerine neden olmaya devam ettiği görülmektedir. Moleküler Diyet sayesinde kişiye özel hazırlanan beslenme programıyla kısa sürede sonuç elde edilmesi mümkün hale gelebilmektedir. Gelecek on yıl içerisinde ülkemizde de Moleküler Beslenme konularında kesin tanıya dayalı tedaviler, reçete diyetlerin yerini alması beklentimizdir. Anahtar kelimeler: Moleküler Beslenme ve Diyet, metabolomik, genetik analizler
___________________
Yazışmalardan Sorumlu Yazar: [email protected]
II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
108 |
P.244
Yatan Hastalarda Yemeklerden Memnuniyet Değerlendirilmesi
Ahsen ERGİNSOY
Nuh Naci Yazgan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye
Giriş: Amasya iline bağlı Merzifon ilçesinde bulunan Kara Mustafa Paşa Devlet Hastanesi, 2009 yılı şubat ayından itibaren 180 yataklı akıllı hastane olarak yapılan yeni hizmet binasında hizmet vermektedir.
Amaç: Bu çalışmada hastanede yatarak tedavi alan hastaların hastane yemekhanesi koşullarında hazırlanarak kendilerine sunulan yemeklerden memnuniyetlerini araştırmak hedeflenmiştir.
Yöntem: Çalışma 2015 yılı Ağustos ayında yatmakta olan hastaların gönüllü katılımları ile yürütülmüştür. Katılımcılar üzerinde dışlama kriteri uygulanmamıştır. Çalışmada anket yöntemi uygulanmış, veriler SPSS 22.0 Programında değerlendirilmiştir. Çalışmaya 26 kadın 15 erkek katılmıştır.
Bulgular: Genel olarak menüleri değerlendirmeleri istendiğinde katılımcıların %4,9’u bir fikrim yok, %19,5’i çok iyi, %61,0’ı iyi, %12,2’si orta, %2,4’ü kötü olarak değerlendirmiştir. Yemeklerin uyumu sorulduğunda %4,9 oranında bir fikrim yok, %19,5 oranında çok iyi, %75,6 oranında iyi cevapları alınmıştır. Yemeklerin sağlık kurallarına uygunluğu sorulduğunda %2,4’ü bir fikrim yok, %31,7’si çok iyi, %56,1’i iyi, %2,4’ü orta, %4,9’u çok kötü cevaplarını vermiştir. Katılımcıların %95,1’i çorba yemişken %4,9’u hastanede yattığı süre içerisinde çorba yememiştir. Et yemeklerini katılımcıların %85,4’ü yemişken %14,6’sı yememiştir. Pilav-makarna-börek katılımcıların %70,7’si tarafından yenmişken %29,3’ü tarafından tadılmamıştır. Sebze ve kurubaklagil yemekleri katılımcıların %87,8’i tarafından denenmişken %12,2’si tarafından denenmemiştir. Soğuk yemekler ve zeytinyağlılar katılımcıların %17,1’i tarafından yenmiş %82,9’u tarafından yenmemiştir. Salata ve tatlılar %61,0’ı tarafından denenmiş %39,0’ı tarafından denenmemiştir. Katılımcılara yemeklerde bulunanlardan beğenmedikleri sorulduğunda ise %80,5’i beğenmediği herhangi bir şey bulunmadığını, %2,4’ü sıcaklığı, %7,3’ü yağ oranını, %7,3’ü tuz oranını, %2,4’ü baharatlar oranını beğenmediklerini ifade etmiştir.
Sonuç: Hastalara yöneltilen sorular her kategoride en yüksek oranda iyi olarak değerlendirilmiştir. Veriler doğrultusunda çorba çeşitleri, et yemekleri, pilav- makarna-börek, sebze ve kurubaklagil yemekleri, salata ve tatlılar yüksek oranlarla denenmiştir. Buna rağmen soğuk yemekler ve zeytinyağlılar çoğunluk tarafından denenmemiştir. Menü planlamasında soğuk yemek ve zeytinyağlıların rotasyonunun artırılması gerekmektedir.
_________________
Yazışmalardan Sorumlu Yazar: [email protected]
II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
109 |
P.245
Gebelik ve Mikrobiyota
Buğra ÖNEM*, Zeynep CAFEROĞLU
Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye
Giriş: Gebelik, sağlıklı yavru gelişimini desteklemek için birçok fizyolojik sistemde eşzamanlı
değişiklikler içeren dikkate değer bir biyolojik süreçtir. Gebelikle ilişkili bazı hormonal ve metabolik
değişiklikler yıllardır bilinmekteyken gebelik sırasında meydana gelen mikrobiyal bileşimdeki etkili
değişiklikler yakın zamanda değerlendirilmiştir.
Gebelikte Mikrobiyotanın Rolü: Mikrobiyota, gebelik sırasında vücudun çeşitli yerlerinde,
muhtemelen doğum için hazırlık olarak yeniden düzenlenmektedir. Mikrobiyota, hormonları veya
hormon analoglarını üretebilir, salgılayabilir, konak hormonlarına tepki verebilir ve bunları
düzenleyebilir. Gebelik sırasında anne mikrobiyota bileşiminin bebek üzerindeki ağırlık artışı,
bebeğin bağışıklığı ve bebeğin sağlığı üzerinde önemli etkilere sahiptir. Mikrobiyotanın gebelik ve erken gelişim süreci içindeki rolünü ve sağlığa ve hastalığa olan etkisini
anlamak, gelişimsel kavramları belirleyen yeni araştırma yollarını açmak ve belki de yeni tedavi
edici yaklaşımlar önermek açısından büyük önem taşımaktadır.
Gebelikte Mikrobiyotada Değişiklikler: Sağlıklı gebelik, bakteriyel yükte artış ve mikrobiyota
bileşiminde değişikliklerle karakterizedir. Gebeliğin ilk trimesterinde mikrobiyota bileşimi sağlıklı,
gebe olmayan kadınlara benzerdir. Bununla birlikte, birinci trimesterden üçüncü trimestere,
mikrobiyota bileşimi belirgin bir şekilde değişir. Bağırsak mikrobiyota bileşiminde gebelik öncesi
ağırlık durumlarına göre önemli farklılıklar gözlenmiştir. Mikrobiyotası zayıf ve obez kişiler
arasında da farklılıklar göstermektedir. Bu gelişme süreçleri boyunca çeşitli vücut bölgelerinde
(bağırsak, vajina, plasenta, anne sütü vb.) mikrobiyal bileşimlerde önemli değişiklikler oluşmaktadır.
Gebelikte Mikrobiyotaya Diyetin Etkisi: Gebelik sırasındaki bağırsak mikrobiyotası sadece içsel
faktörlerle değil aynı zamanda çevresel faktörlerle, en önemli olarak diyetle etkilenir. Diyet besinleri,
bağırsak mikrobiyotasını düzenleyerek insan sağlığını ve hastalıklarını etkiler. Gebelik süreci, diyet
kalitesi ve mikro besin içeriği bağırsak mikrobiyota bileşimini etkileyebilir. Yapılan çalışmalarda gebelik öncesi ve sırasında yüksek yağlı diyet alımı anne bağırsak
mikrobiyotasında gestasyonel yaşa bağlı olarak belirgin değişmelerle sonuçlanmıştır ve bu
değişmeler, gebelik boyunca lipit metabolizması, glikoliz ve glikoneojenez metabolik yolaklarını
destekleyen genlerin varlığında belirgin farklılıklar ortaya çıkarmıştır.
Sonuç: Sonuç olarak başlangıç ağırlığı ve diyet, ağırlık artışı, inflamasyon ve metabolik ölçütlerle
ilişkili olarak, gebe mikrobiyotasında önemli değişiklikler oluşmaktadır.
Anahtar Kelimeler: gebelik, mikrobiyota, diyet __________________ Yazışmalardan sorumlu yazar: [email protected]
II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
110 |
P.246
Vücut Yağ Dağılımı ve Cinsiyetlerdeki Farklılıklar
Cennet KAYA*, Hıfziye Nur ATALAY, Tuba TEKİN, Neslihan ÖNER
Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye
Giriş: Cinsiyetin biyolojik açıdan ele alınması çok eski bir konu olmasına karşın, cinsiyetler arası
metabolik fonksiyonların farkı her geçen gün daha çok çalışma ile ortaya konulmaktadır. Glukoz ve yağ metabolizmasının cinsiyete özgü değişiklikler gösterebileceği düşünülmektedir.
Vücudun temel enerji deposu olan adipoz doku cinsiyetlerde farklılık gösterir. Vücut ağırlığının kadınlarda %25’i, erkeklerde %15’i olmak üzere vücut yağ dağılımve oranları farklıdır.
Yağ Doku Oluşumu ve Cinsiyetlerdeki Farklılıklar: Yağ farklılıkları doğumdan itibaren
gelişmeye başlar. Ergenlik dönemi öncesinde kızların bacak ve pelvis bölgesindeki yağlanma
erkeklerden daha fazladır ve bu ergenlik dönemi boyunca artarak devam eder. Kadınlarda daha az
oranda beyaz yağ dokusu bulunurken, hem karın hem de kalça bölgesinde daha fazla deri altı yağ
dokusu olmak üzere fazlaca vücut yağı yüzdesine sahiptir. Erkekler ise önemli derecede karında
yağlanmaya duyarlıdır ve visceral yağlanma yüzdeleri kadınlara oranla daha fazladır. Bu yağ dağılımı kadınlarda jinoid, erkeklerde android tip şeklindedir.
Kadınlar uygun BKI de olsalar bile erkeklerden daha fazla yağ dokusuna sahiplerdir. Yağ depo
edilmiş ve yağ depolamaya meyilli bireyler arasında çeşitlilik görülür. Bu çeşitliliğin bazıları
coğrafik bölge kökenleri ile bunun sonucunda mümkün olan uzun dönemli genetik farklılıklarla bağlantılıdır.
Yağlanma Süreci ve Hormonlar: Yağlanma sürecinde insülin ve leptin ortak özelliklere sahiptir.
Dolaşımda artan insülin düzeyi leptin salınımını uyarmaktadır. Yağ hücreleri tarafından sentezlenip
salgılanan leptin; yağ dokusu miktarını beyine ulaştırmaktadır. Hem insülin hem de leptinin bazal
sirküle yoğunlukları yağ kütlesi ile orantılıdır. Ancak leptin ve insülinin dolaşımdaki seviyeleri farklı
yağ depolarını yansıtmalarından dolayı farklıdır. Leptin konsantrasyonu daha çok subkutan yağı;
insülin konsantrasyonu ise daha çok visceral yağı yansıtır. Visceral ve subkutan yağ oranları kadınlar
ve erkekler arasındaki farklılıklar nedeniyle, genellikle leptinin kadınlar, insülinin ise erkeklerde total yağ kütlesiyle ilişkisi daha yüksektir.
Sonuç: Cinsiyetlerin metabolizmayı etkileyen farklı durumlar karşısında farklı yanıtlar verebildiği göz önünde bulundurulmalıdır.
Anahtar kelimeler: yağ dokusu, cinsiyet, insülin, leptin
____________________
Yazışmalardan sorumlu yazar: [email protected]
II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
111 |
P.247
N-3 Yağ Asitlerinin Astıma Etkisi
Ayşenur ERBAY*, Neslihan ÖNER
Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye
Giriş: Astım dünya çapında 300 milyondan fazla bireyi etkileyen yaygın sağlık problemlerinden
biridir. Küresel olarak astım nüfusun %1-18’ini etkilemektedir. Astım hem gelişen hem de gelişmiş
ülkelerde şehirleşmiş, modern ve batılı yaşam tarzını benimseyen toplumlardaki kadar artış göstermektedir. Artan astımı önlemede n-3 yağ asitlerinin etkileri araştırılmıştır.
N-3 Yağ Asitleri: n-3 yağ asitleri, vücut için gerekli olup insan vücudunda üretilemediği için
dışardan alınmak zorundadır ve balık yağı en iyi kaynağı olarak kabul edilir. Bu yağ asitleri, araşidonik asitten türetilmiş prostaglandinler ve lökotrienlerin oluşumunu inhibe etmektedir.
N-3 Yağ Asitleri ile Astım İlişkisi: Diyet ve obezite durumu gibi dış faktörler, astım hastalığına
yakalanma riskini değiştirebilir ve mevcut hastalığı kötüleştirebilir. Diyetin koruyucu etkisi ve bunun da bir parçası olan-3 yağ asitleri açısından dengeli beslenme astım için koruyucu olabilmektedir.
Deniz kaynaklı çoklu doymamış n-3 yağ asitleri astım için tamamlayıcı ve alternatif bir tedavi olarak
önerilmektedir.
Soğuk su balıkları n-3 yağ asitleri, eikosapentaenoik (EPA) ve dokosaheksaenoik asit (DHA)
bakımından zengindir. EPA ve DHA'nın plazma ve hücre içi konsantrasyonları, n-3 yağ asidi alımından sonra artış göstermektedir.
EPA ve DHA'nın astımda önemli inflamasyonu azaltabileceği çeşitli mekanizmalar bulunmaktadır.
n-3 yağ asitleri araşidonik asit kaskad enzimlerinin, fosfolipaz A2, 5-lipoksigenaz ve
siklooksijenazın rekabetçi bir önleyicisi olarak görev yaparlar. Daha büyük n-3 yağ asiti
bulunabilirliği, astım belirleyici özellikleri olan eikozanoidlere (lökotrienler, tromboksanlar ve
prostaglandinler) yol açan inflamatuar yolaklardan yön bulmaktadır.
Sonuç: n-3yağ asitleri, nötrofil kemotaksisini azaltıp kemokin ve sitokin üretimini azaltacak şekilde
işlev gören anti-inflamatuar medyatörler, çözünürcüler ve koruyucular için öncü moleküllerdir. Bu moleküler mekanizmaların tümü astım için önemlidir.
Anahtar sözcükler: n-3 yağ asitleri, astım, diyet
_________________
Yazışmalardan Sorumlu Yazar: [email protected]
II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
112 |
P.248
Gebelikte D Vitamini Durumuve Takviyesi
Hazal DİŞLİTAŞ*, Tuba TEKİN
Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye
Giriş: D vitamini, kolorektal, prostat ve göğüs kanserlerinde hücre proliferasyonunun önlenmesi ve
otoimmün hastalıkların önlenmesindeki rolü de dahil olmak üzere, kemik sağlığında hayati rolüne
ilaveten birçok fonksiyona sahip olan yağda çözünebilen vitaminlerden biridir. D vitamini ihtiyacı,
embriyonik evredeki fetusun hızlı büyümesi, bebeklik çağı, çocukluğun erken evresi, ergenlik ve gebelik gibi yaşamın bazı aşamalarında daha yüksektir.
Gebelik sırasında vitamin D eksikliği veya yetmezliği gelişebilir. Gebelik sırasında vitamin D takviyesi, gebelik ve bebek sonuçlarını güvenle iyileştirmek için önerilmiştir.
Bu çalışmanın amacı, D vitamininin gebelikteki önemini, eksikliğinde oluşabilecek sorunları ve takviyenin bu riskleri azaltmadaki etkisini araştırmaktır.
D Vitamini: D vitamini, öncelikle güneş ışığına maruz kalınmasından elde edilen yağda çözünür bir
vitamindir ve doğal olarak sadece balık karaciğeri yağları, yağlı balıklar, mantarlar, yumurta sarısı ve
karaciğer gibi birkaç gıdada bulunur. Kalsiferol olarak adlandırılan iki fizyolojik olarak aktif D
vitamini formu vardır: D2 vitamini (ergokalsiferol olarak da adlandırılır) bitkiler tarafından
sentezlenirken, vitamin D3 (kolleksiferol olarak da adlandırılır), insanlarda 7-dehidrokolekalsiferolden mor ötesi ışık B (UVB) radyasyona maruz bırakıldıktan sonra üretilir.
D Vitamini Durumu ve Maternal Koşullar: Gebelikte maternal D vitamini eksikliği, pre-eklampsi
riski ile ilişkili bulunmuştur. Yine maternal D vitamini durumu ile preterm doğum (37 haftalık
gebelik süresinden daha az) arasında potansiyel ters bir ilişki bildirilmiştir.Bazı gözlemsel çalışmalar
da, gebelik sırasında D vitamini seviyelerinin fetal kemik gelişimini ve çocuk büyümesini etkilediğini göstermektedir.
Bulgular hala tutarlı olmasa da, erken gebelikte maternal D vitamini eksikliği gestasyonel diabetes mellitus için artmış risk ile ilişkilendirilmiştir.
Sonuç: Bulgular, üreme çağındaki kadınlar arasındaki D vitamini düzeyindeki azalmanın genel
olarak çocukluk ve halk sağlığı için önemli etkileri olduğuna işaret etmektedir.
Anahtar Kelimeler: Gebelik, D Vitamini, Takviye
__________________
Yazışmalardan Sorumlu Yazar: [email protected]
II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
113 |
P.249
Emniyet Çalışanlarında Obezite Sıklığının Saptanması
Ahsen ERGİNSOY*, Meltem SOYLU
Nuh Naci Yazgan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri TÜRKİYE
Giriş-Amaç: Görevi; bireylerin güvenliğini sağlamak, kamu düzenini korumak ve düzene karşı
gelenleri yakalayıp yargı organlarına göndermek olan polisler, mesleğe seçilirken boy ve ağırlık
yönünden değerlendirilmekte ve BKİ(Beden Kütle İndeksi) önemli bir eleme kriteri olmaktadır. Bu
çalışma emniyet görevlilerinin mesleğe başladıktan sonra BKİ’lerinde oluşan değişimi saptamak amacıyla planlanıp yürütülmüştür.
Yöntem: Bu çalışma 3-26 Ağustos 2016 tarihleri arasında Amasya iline bağlı Merzifon
ilçesindegörev yapan 80 gönüllü emniyet görevlisi üzerinde yürütülmüştür. Çalışmada boy ölçümü
stadiometre ile yöntemine uygun olarak yapılmıştır. Ağırlığın saptanmasında Tanita TBF-300 beden
analiz cihazı kullanılmıştır. Elde edilen veriler SPSS 22.0 paket programı kullanılarak değerlendirilmiştir.
Bulgular: Emniyet çalışanlarının %93.7’si erkek %6.3’ü kadın olup yaş ortalamaları
38.1±10.1yıldır.Göreve başlama yaşlarının ortalaması 23.7±3.8 yıl olan emniyet çalışanlarının
tamamı göreve alındıkları dönemde normal ağırlıkta olduklarını bildirmiştir. Şu andaki ortalama
BKI26.4±3.7kg/m2olan katılımcıların %29.4’sinin BKİ 18.0-24.9kg/m2olup normal sınırlardadır.
Bununla beraber %56.4’sinin BKİ 25-29.99kg/m2arasındaolup hafif kilolu, %14.2’ninise BKİ 30
kg/m2 üzerinde olup şişman olarak tanımlanmıştır. Göreve başladıktan sonra katılımcıların
%73.7’nin BKİ artmış %26.3’ ünün ise azalmıştır. Göreve başladıklarında normal BKİ sahip olan
emniyet görevlilerinin %.85’inin ağırlıkları artmış ve %.63.7 si hafif şişman ve %15.9’u şişman sınıfında yer almıştır.
Sonuç: Emniyet çalışanlarının görevlerini yerine getirirken aktif olmaları ve hızlı hareket
edebilmeleri önemlidir. Polislerin ideal ağırlıklarını korumaları, hızlı hareket etme yeteneklerini
olumlu yönde etkiler. Bu çalışmanın sonucunda emniyet görevlilerinin normal sınırlar içinde kabul
edilen BKI’lerini koruyamadıkları ve zaman içinde ağırlık kazanarak şişman sınıfına geçtikleri
saptanmıştır. Aktif olarak çalışan emniyet görevlilerinin diyetisyen denetiminde ağırlık kontrollerinin yapılması ve izlenmesi önerilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Ağırlık kazanımı, polisler, obezite
___________________
Yazışmalardan Sorumlu Yazar: [email protected]
II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri
114 |
WORKSHOP PROGRAMI
25.03.2017 13.40-15.30 Özel Gruplarda Menü Planlama -Yrd. Doç. Dr. Dilek ONGAN
(İzmir Katip Çelebi Üni. Sağlık Bil. Fak. Beslenme ve Diyetetik Böl.)
-Uzm. Dyt. Gizem AYTEKİN
(Erciyes Üni. Sağlık Bil. Fak. Beslenme ve Diyetetik Böl.)
Sporcu Beslenmesi -Yrd. Doç. Dr. Hüsrev TURNAGÖL
(Hacettepe Üniv. Spor Bil. Fak. Egzersizde Beslenme ve Metabolizma ABD)
-Uzm. Dyt. Hatice ÖZÇALIŞKAN
(Erciyes Üni. Sağlık Bil. Fak. Beslenme ve Diyetetik Böl.)
25.03.2017 15.40-17.30 Enteral ve Parenteral Beslenme -Uzm. Dyt. Yalçın MİRZA
(Erciyes Üni. Tıp Fak. Hastaneleri)
-Dyt. Hülya TULGAR
(Kayseri Memorial Hastanesi)
Karbonhidrat Sayımı -Dr. Dyt. Nesil GOREN ATALAY
(İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi)
-Dyt. Didem GÜNEŞ
(Aydın Adnan Menderes Üniversitesi Uygulama ve Araştırma Hastanesi)