116

II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

  • Upload
    others

  • View
    15

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından
Page 2: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

II. ULUSAL BESLENME VE

DİYETETİK ÖĞRENCİ KONGRESİ

23-26 Mart 2017, KAYSERİ

Erciyes Üniversitesi (ERÜ), Türkiye Diyetisyenler Derneği, ERÜ Sağlıklı Yaşam

Kulübü ve ERÜ Sağlık Bilimleri Fakültesi Mezunları Derneği’nin katkılarıyla,

ERÜ Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü tarafından, ERÜ 15 Temmuz Yerleşkesi Kongre ve Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilmiştir.

Page 3: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

1 |

II. ULUSAL BESLENME VE

DİYETETİK ÖĞRENCİ KONGRESİ

23-26 Mart 2017, KAYSERİ

KONGRE KİTABI

http://ubdk2017.erciyes.edu.tr/

Page 4: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

2 |

DAVET

Sevgili Öğrencilerimiz ve Değerli Meslektaşlarımız,

İlkini 2007 yılında düzenlediğimiz Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi’nin bu sene ikincisini düzenleme heyecanı ve mutluluğu içerisindeyiz. Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman kişiler, diyetisyenler ve öğrenciler tarafından irdelenecek, sunum ve pratik çözümlemelerle detaylı olarak tartışılacaktır.

Kongre Düzenleme Kurulu; sunuların ve yapılacak çalışma gruplarının, Beslenme ve Diyetetik öğrencilerinin gereksinimlerine uygun, iyileştirici stratejileri vurgulayan, somut ve uygulanabilir olmasını hedeflemiştir. Bu amaçla üç günlük programda; 1 konferans, 10 panel ve 5 workshop yer alacaktır. Ayrıca kongrede, davetli bildiriler, serbest bildiriler, poster sunumlarına da yer verilecektir.

Yoğun bilimsel programın yanı sıra kongremiz, Türkiye’nin dört bir yanından gelecek genç meslektaşlarımızın, doğal ve tarihi güzelliklere sahip Kayseri’de ortak paylaşımlarda bulunmasını sağlayacaktır.

Kongremize sonsuz destek veren Erciyes Üniversitesi Rektörlüğü’ne ve bilimsel içeriğimizin zenginleştirilmesine katkı veren Türkiye Diyetisyenler Derneği, Türkiye Diyabet Diyetisyenliği Derneği ve Metabolik ve Bariatrik Cerrrahi Diyetisyenliği Derneği’ne çok teşekkür ediyoruz.

Tüm katılımcılara kolay ulaşım, eğitici ve sosyal programlarla birlikte güzel bir kongre sunmayı amaçlıyoruz.

23-26 Mart 2017 tarihlerinde Erciyes Üniversitesi’nde buluşmak dileklerimizle…

Prof. Dr. Habibe ŞAHİN

Kongre Başkanı

Page 5: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

3 |

BİLİMSEL PROGRAM

23 Mart 2017 Perşembe Açılış Konferansı

08.30-09.30

Rektör / Rektör Yardımcısının Açılış Konuşması Prof. Dr. Muhammet GÜVEN Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanının Açılış Konuşması Prof. Dr. Sultan TAŞCI Beslenme ve Diyetetik Bölüm Başkanının Açılış Konuşması Prof. Dr. Habibe ŞAHİN Diyetisyenlik Mesleğinin Tarihsel Gelişimi ve Etik Prof. Dr. Muhittin TAYFUR, Türkiye Diyetisyenler Derneği Yönetim Kurulu Başkanı

Mutfağımızdaki Yeni Besinler – 1 Oturum Başkanı: Prof. Dr. Betül ÇİÇEK, Stj. Dyt. Hürmet KÜÇÜKKATIRCI

09.30-10.10 Nanoteknolojinin Beslenme Alanındaki Uygulamaları Doç. Dr. Yeşim AKTAŞ, Erciyes Üniv. Eczacılık Fak. Farmasötik Teknolojisi A.B.D.

10.10-10.50 Fonksiyonel Besinlerle Sağlıklı Öğün Planlama İlkeleri Uzm. Dyt. Selahattin DÖNMEZ, Fark Etmeden Diyet Beslenme ve Eğitim Danışmanlığı

10.50-11.10 Kahve Arası Mutfağımızdaki Yeni Besinler – 2 Oturum Başkanı: Yrd. Doç. Dr. Neşe KAYA, Öğr. Dyt. Betül AY

11.10-11.50

Türk Mutfağında Gelenekten Geleceğe Aktarılan Sağlık Yrd. Doç. Dr. Dilek ONGAN, İzmir Katip Çelebi Üniv. Sağ. Bil. Fak. Beslenme ve Diyetetik Böl.

11.50-12.15 Chia Tohumu ve Sağlık Stj. Dyt. Sümeyya KILINÇ, Erciyes Üniv. Sağ. Bil. Fak. Beslenme ve Diyetetik Böl.

12.15-12.40 Zerdeçal ve Sağlık Stj. Dyt. Menekşe AYDOĞDU, Erciyes Üniv. Sağ. Bil. Fak. Beslenme ve Diyetetik Böl.

12.40-13.40 Öğle Yemeği Küresel Bir Sorun: Obezite – 1 Oturum Başkanı: Doç. Dr. Nalan Hakime NOGAY, Stj. Dyt. Eda ŞAHİN

13.40-14.20 Obezite Tedavisinde Güncel Yaklaşımlar Prof. Dr. Nihal HATİPOĞLU, Erciyes Üniv. Tıp Fak. Pediatrik Endokrinoloji A.B.D.

14.20-15.00 Obezite ile İlişkili Hormonlar Uzm. Dyt. Mevra AYDIN ÇİL, Atatürk Üniv. Sağ. Bil. Fak. Beslenme ve Diyetetik Böl.

15.00-15.40 Bariatrik Cerrahide Beslenme Yrd. Doç. Dr. Nihal Zekiye ERDEM, Metabolik ve Bariatrik Cerrrahi Diyetisyenliği Derneği Yönetim Kurulu Başkanı

15.40-16.00 Kahve Arası

Page 6: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

4 |

Küresel Bir Sorun: Obezite – 2 Oturum Başkanı: Yrd. Doç. Dr. Meltem SOYLU, Öğr. Dyt. Buğra ÖNEM

16.00-16.40 Obezite ve Mikrobiyota Uzm. Dyt. Aslıhan ÖZDEMİR, Hacettepe Üniv. Sağ. Bil. Fak. Beslenme ve Diyetetik Böl.

16.40-17.05 Vücut Ağırlığı Denetiminde Besin Destekleri Stj. Dyt. Büşra CANSU, Erciyes Üniv. Sağ. Bil. Fak. Beslenme ve Diyetetik Böl.

17.05-17.30 Ağırlık Yönetimi ve Sirke Stj. Dyt. Özlem ÇAĞIR, Erciyes Üniv. Sağ. Bil. Fak. Beslenme ve Diyetetik Böl.

24 Mart 2017 Cuma Bebek ve Çocuk Beslenmesi – 1 Oturum Başkanı: Prof. Dr. Neriman İNANÇ, Stj. Dyt. Bilge Nur BİÇER

09.00-09.40 Anne Sütü ve Tamamlayıcı Beslenme Doç. Dr. Meda KONDOLOT, Erciyes Üniv. Tıp Fak. Sosyal Pediatri A.B.D.

09.40-10.20 Fenilketonüri ve Beslenme Prof. Dr. Gülden KÖKSAL, Hasan Kalyoncu Üniv. Sağ. Bil. Fak. Beslenme ve Diyetetik Böl.

10.20-11.00

Çocukluk Çağı Obezitesinde Beslenme Dr. Dyt. Kübra ESİN, Medipol Üniv. Sağ. Bil. Yük. Ok. Beslenme ve Diyetetik Böl.

11.00-11.20 Kahve Arası Bebek ve Çocuk Beslenmesi – 2 Oturum Başkanı: Dr. Dyt. Zeynep CAFEROĞLU, Öğr. Dyt. Fatma ÇOBUR

11.20-12.00 Çölyak ve Beslenme Uzm. Dyt. Ayşegül AKSAN, Hacettepe Üniv. Sağ. Bil. Fak. Beslenme ve Diyetetik Böl.

12.00-12.25 Otizm ve Beslenme Stj. Dyt. Berfin BİRER, Erciyes Üniv. Sağ. Bil. Fak. Beslenme ve Diyetetik Böl.

12.25-12.50 Epilepsi ve Ketojenik Diyetler Stj. Dyt. Sabriye BALLI, Erciyes Üniv. Sağ. Bil. Fak. Beslenme ve Diyetetik Böl.

12.50-13.50 Öğle Yemeği Sporcu Beslenmesi Oturum Başkanı: Prof. Dr. Mualla AYKUT, Stj. Dyt. Gülşah GÜNEŞ

13.50-14.30 Performansa Beslenme ve Ergojenik Yardımların Etkisi Yrd. Doç. Dr. Hüsrev TURNAGÖL, Hacettepe Üniv. Spor Bil. Fak. Beslenme ve Metabolizma A.B.D.

14.30-15.10 Spor Kulüplerinde ve Federasyonlarda Spor Diyetisyeni Yrd. Doç. Dr. Aylin HASBAY BÜYÜKKARAGÖZ, Acıbadem Üniv. Sağ. Bil. Fak. Beslenme ve Diyetetik Böl.

15.10-15.35 Besinlerin Performans Üzerine Etkisi Stj. Dyt.Tuğba ÇELİK, Erciyes Üniv. Sağ. Bil. Fak. Beslenme ve Diyetetik Böl.

15.35-15.55 Kahve Arası

Page 7: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

5 |

Beslenme ve Diyetetikte Farklı Konular Oturum Başkanı: Yrd. Doç. Dr. Müge YILMAZ, Öğr. Dyt. İrem ERCAN

15.55-16.20 Enerji Gereksinimini Belirleme Yöntemleri Stj. Dyt. Yasemin ÖZEN, Erciyes Üniv. Sağ. Bil. Fak. Beslenme ve Diyetetik Böl.

16.20-16.45 Teknoloji Kullanımının Kilo Kontrolü ve Beslenme Bilgisi Üzerine Etkisi Stj. Dyt. Dilek OCAK, Erciyes Üniv. Sağ. Bil. Fak. Beslenme ve Diyetetik Böl.

16.45-17.10 Bitkisel Steroller/Stanoller ve Kardiyovasküler Hastalıklar Stj. Dyt. Hatice KILINÇ, Erciyes Üniv. Sağ. Bil. Fak. Beslenme ve Diyetetik Böl.

25 Mart 2017 Cumartesi Diyabette Beslenme Tedavisi – 1 Oturum Başkanı: Prof. Dr. Habibe ŞAHİN, Stj. Dyt. Hıfziye Nur ATALAY

09.00-09.40 Diyabette Tıbbi Beslenme Tedavisi Doç. Dr. Emine AKAL YILDIZ, Diyabet Diyetisyenliği Derneği Yönetim Kurulu Başkanı

09.40-10.20 Gestasyonel Diyabet ve Beslenme Doç. Dr. Hülya GÖKMEN ÖZEL, Hacettepe Üniv. Sağ. Bil. Fak. Beslenme ve Diyetetik Böl.

10.20-11.00 Karbonhidrat Sayımı Prof. Dr. Emel ÖZER, Doğu Akdeniz Üniv. Sağ. Bil. Fak. Beslenme ve Diyetetik Böl.

11.00-11.20 Kahve Arası Diyabette Beslenme Tedavisi – 2 Oturum Başkanı: Doç. Dr. Gülhan SAMUR, Öğr. Dyt. Reyhan ORAL

11.20-11.50 Diyabet Kampları Dyt. Didem GÜNEŞ, Adnan Menderes Üniv. Tıp Fak. Hast. Beslenme ve Diyet Polk.

11.50-12.15 İnsülin Direnci ve Omega-3 Yağ Asitleri Stj. Dyt. Emine KARA, Erciyes Üniv. Sağ. Bil. Fak. Beslenme ve Diyetetik Böl.

12.15-12.40 Besin İnsülin İndeksi Stj. Dyt. Gülşah GÜNEŞ, Erciyes Üniv. Sağ. Bil. Fak. Beslenme ve Diyetetik Böl.

12.40-13.40 Öğle Yemeği 13.40-15.30 Workshop (Özel Gruplarda Menü Planlama, Sporcu Beslenmesi) 15.40-17.30 Workshop (Enteral ve Parenteral Beslenme, Karbonhidrat Sayımı)

Page 8: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

6 |

DÜZENLEME KURULU

KONGRE ONURSAL BAŞKANLARI Prof. Dr. Muhammet GÜVEN- Erciyes Üniversitesi Rektörü

Prof. Dr. Sultan TAŞCI- Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı

KONGRE BAŞKANI Prof. Dr. Habibe ŞAHİN

KONGRE BAŞKAN YARDIMCILARI Dr. Dyt. Zeynep CAFEROĞLU

Stj. Dyt. Hürmet KÜÇÜKKATIRCI

BİLİMSEL SEKRETERYA Uzm. Dyt. Gizem AYTEKİN

Stj. Dyt. Eda ŞAHİN

DÜZENLEME KURULU Dyt. Buse BAKIR

Dyt. Hilal TOKLU

Stj. Dyt. Bilge Nur BİÇER

Stj. Dyt. Büşra MARAŞLIOĞLU

Stj. Dyt. Cennet KAYA

Stj. Dyt. Gökhan ŞEN

Stj. Dyt. Gülşah GÜNEŞ

Stj. Dyt. Hıfziye Nur ATALAY

Stj. Dyt. Hüsniye ÖZCAN

Stj. Dyt. Merve KUMAK

Stj. Dyt. Sümeyya KILINÇ

Stj. Dyt. Özlem KAYA

Stj. Dyt. Şeyma KIRIM

Öğr. Dyt. Betül AY

Öğr. Dyt. Buğra ÖNEM

Öğr. Dyt. Elif İRADELİ Öğr. Dyt. Fatma ÇOBUR

Öğr. Dyt. İrem ERCAN

Öğr. Dyt. Reyhan ORAL

Öğr. Dyt. Sebahat GÖK

Öğr. Dyt. Şerife Nur ÖZTÜRK

Öğr. Dyt. Yadigar BOYACIOĞLU

Page 9: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

7 |

BİLİMSEL KURUL

Prof. Dr. Betül ÇİÇEK; Erciyes Üniversitesi

Prof. Dr. Habibe ŞAHİN; Erciyes Üniversitesi

Doç. Dr. Nalan Hakime NOĞAY; Erciyes Üniversitesi

Yrd. Doç. Dr. Dilek ONGAN; İzmir Katip Çelebi Üniversitesi

Yrd. Doç. Dr. Meltem SOYLU; Nuh Naci Yazgan Üniversitesi

Yrd. Doç. Dr. Müge YILMAZ; Erciyes Üniversitesi

Yrd. Doç. Dr. Neşe KAYA; Erciyes Üniversitesi

Dr. Dyt. Kübra ESİN; Medipol Üniversitesi

Dr. Dyt. Zeynep CAFEROĞLU; Erciyes Üniversitesi

Uzm. Dyt. Ayşegül AKSAN; Hacettepe Üniversitesi

Uzm. Dyt. Hatice ÖZÇALIŞKAN; Erciyes Üniversitesi

Uzm. Dyt. Mevra AYDIN ÇİL; Atatürk Üniversitesi

Uzm. Dyt. Sema ÇALAPKORUR; Erciyes Üniversitesi

Page 10: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

8 |

Kod Yazarlar Konu Syf K.001 Prof.Dr. Muhittin

TAYFUR

Diyetisyenliğin Tarihi 13

K.002 Doç. Dr. Yeşim AKTAŞ Nanoteknolojinin Beslenme Alanındaki Uygulamaları

15

K.003 Yrd. Doç. Dr. Dilek

ONGAN

Türk Mutfağında Gelenekten Geleceğe Aktarılan

Sağlık

16

K.004 Uzm. Dyt. Selahattin

DÖNMEZ

Fonksiyonel Besinlerle Sağlıklı Öğün Planlama

İlkeleri

18

K.005 Prof. Dr. Nihal

HATİPOĞLU

Obezite Tedavisinde Güncel Yaklaşımlar 19

K.006 Uzm. Dyt. Mevra AYDIN

ÇİL

Obezite ile İlişkili Hormonlar 20

K.007 Yrd. Doç. Dr. Nihal Zekiye

ERDEM

Bariatrik Cerrahide Beslenme 21

K.008 Uzm. Dyt. Aslıhan

ÖZDEMİR

Obezite ve Mikrobiyota 27

K.009 Doç. Dr. Meda

KONDOLOT

Anne Sütü ve Tamamlayıcı Beslenme 29

K.010 Prof. Dr. Gülden KÖKSAL Fenilketonüri ve Beslenme

30

K.011 Uzm. Dyt. Ayşegül

AKSAN

Çölyakta Beslenme Tedavisi 31

K.012 Dr. Dyt. Kübra ESİN Çocukluk Çağı Obezitesi

38

K.013 Yrd. Doç. Dr. Hüsrev

TURNAGÖL

Performansa Beslenme ve Ergojenik Yardımların

Etkisi

40

K.014 Dr. Dyt. Aylin HASBAY

BÜYÜKKARAGÖZ

Spor Kulüplerinde ve Federasyonlarda Spor

Diyetisyeni

41

K.015 Doç. Dr. Emine AKAL

YILDIZ

Diyabette Tıbbi Beslenme Tedavisi 42

K.016 Prof. Dr. Emel ÖZER Karbonhidrat Sayımı

43

K.017 Doç. Dr. Hülya GÖKMEN

ÖZEL

Gestasyonel Diyabet ve Beslenme 49

K.018 Dyt. Didem GÜNEŞ Diyabet Kampları

52

S.101 Gülşah GÜNEŞ

Eda ŞAHİN

Hürmet KÜÇÜKKATIRCI

Besin İnsülin İndeksi

53

Page 11: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

9 |

S.102 Emine KARA

Büşra MARAŞLIOĞLU

Hüsniye ÖZCAN

İnsülin Direnci ve Omega-3 Yağ Asitleri 54

S.103 Hatice KILINÇ Aslıhan BEKDİK

Ayşegül GÜNER

Bitkisel Steroller / Stanoller ve Kardiyovasküler

Hastalıklar

55

S.104 Sabriye BALLI Büşra GÖNENÇ

Merve KUMAK

Epilepsi ve Ketojenik Diyetler

56

S.105 Sümeyya KILINÇ Bilge Nur BİÇER

Büşra ERDAL

Chia Tohumu( Salvia Hispanica L.)

57

S.106 Berfin BİRER Sena ERTURAN Merve SARAÇ

Otizm ve Beslenme

58

S.107 Büşra CANSU Sümeyye ERASLAN

Meryem Hanım YILDIRIM

Ağırlık Kaybında Besin Destekleri

59

S.108 Dilek OCAK Elif Nagihan TÜRKMEN

Sümeyye KAYAR

Teknoloji Kullanımının Ağırlık Kontrolü ve

Beslenme Bilgisi Üzerine Etkisi

60

S.109 Özlem ÇAĞIR Damla KOCAMAZ

Derya GÜNEK

Sirkenin Ağırlık Denetimi Üzerine Etkisi

61

S.110 Tuğba ÇELİK Ayşenur DEMİRBİLEK Merve AYDEMİR

Sporcularda Performansı Etkileyen Besinler

62

S.111 Yasemin ÖZEN Kübranur ÜNAL

Esma Nur DİÇLE

Bazal Metabolizma Hızını Saptamada Kullanılan

Yöntemler

63

S.112 Menekşe AYDOĞDU Fatma ÖZDAVAR RabiaKARAKUŞ

Zerdeçalın Sağlık Üzerine Etkileri

64

P.201 Rabia KARACA Beslenmenin Postpartum Depresyonda Rolü

65

P.202 Sevdenur AKYOLLU Probiyotikler, Otizm Spektrum Bozukluğu Olan

Çocuklara Fayda Sağlayabilir Mi?

66

P.203 Güzide Seda İPEK

Seda Sultan SAĞIR

Sağlık Bilimleri Fakültesi Öğrencilerinde Ortoreksiya

Nervoza Sıklığının Saptanması

67

P.204 İmmihan ÇETİN Yabancı Uyruklu Üniversite Öğrencilerinin Beslenme

Durumlarının Saptanması

68

P.205 Emin MERT Fenilketonüri ve Sağlıklı Beslenme 69

P.206 Buse ALTINAY

Derya BALDIRLI

Rabia Melda ERDOĞAN

Vivyın Lara YILDIZ

Okul Öncesi Dönem Çocuklarının Beslenme

Alışkanlıklarının Belirlenmesi

70

Page 12: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

10 |

P.207 Ali KOŞAR Sporcu Bireylerin Hidrasyon Konusundaki

Farkındalığı

71

P.208 Hazal POLATDEMİR

Fatma Gül MUĞUL

Kayseride İyotlu Tuz Kullanım Durumu

72

P.209 Seda BARAN Üniversite Öğrencilerinde Meyve Ve Sebze Tüketimi

73

P.210 Merve BAŞER

Tuğba AKINOL

Sümeyra GÜMÜŞ

Fatma KILIÇ

Ahmet AVCI

Kayseri İlinde Beslenme Dostu Okul Sertifikası Olan

ve Olmayan İki Lise Öğrencilerinin Beslenme

Alışkanlıkları Ve Bazı Antropometrik Ölçümleri

Açısından Karşılaştırılması Ve Değerlendirilmesi

74

P.211 Fatma Gül MUĞUL

Hazal POLATDEMİR

Çölyak Hastalarının Glutensiz Ürünlere Ulaşımı

75

P.212 Gülsena AKAY Çölyak Hastalığında Beslenme Ve Mikrobiyota

Derleme

76

P.213 Büşra KART

Büşra KOÇAK

Yabancı Uyruklu Üniversite Öğrencilerinin Kayseri

Beslenme Kültürüne Oryantasyonu

77

P.214 Elif Gökçe İNBAŞI Beyaz Peynirlerde Brucella Varlığının Tespiti 78

P.215 Sibel Gözde ÜNAL Üniversite Öğrencilerinin İçecek Tercihleri

79

P.216 Derya DUKAN

Büşra ÇAĞLIER

Tuğba İNAN

Üniversite Öğrencilerinde Yale Ölçeği İle Yeme

Bağımlılığının Değerlendirilmesi

80

P.217 Münevver ŞENEN Zayıflama Diyeti Uygulayan Bireylerde Durumluk ve

Sürekli Kaygı Düzeylerinin Saptanması

81

P.218 İrem TOKMAK Nuh Naci Yazgan Üniversitesi

Öğrencilerinde Obezite Sıklığı

82

P.219 Esma ÇEVİK

Kübra GÜLAY

Kıymet AKBABA

Gebelikte Probiyotik Kullanımının Etkileri

83

P.220 Meryem GÖGDAŞ Üniversite Öğrencilerinde

Şeker Tüketimi

84

P.221 Sebahat GÖK Keten Tohumu ve Diyabet

85

P.222 Neslihan ÖNER

Elif TUNÇİL

Nurcan ÇELEBİ

Sema ÇEVİK ARSLAN

Yağmur YAŞAR

Besin Hazırlama ve Pişrmede Baharatlar

86

P.223 Aslınur YAŞAR Üniversite Öğrencilerinin Fast Food Tüketim

Alışkanlıklarının Belirlenmesi

87

P.224 Harun KILICI Nutrigenetikte Beslenmenin Rolü ve Obezite İlişkisine

Genel Bir Bakış

88

Page 13: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

11 |

P.225 Tuğba SARITAŞ Obezite ve Çevresel Etmenler

89

P.226 Meliha HALİ Ketojenik Diyet ile Epilepsi Tedavisi

90

P.227 Betül AY Oruç ve Tip 2 Diyabet İlişkisi

91

P.228 Emine DURMUŞ Yapay Tatlandırıcıların İnsülin Direnci Üzerine Etkisi

92

P.229 Zehra ÇALIŞKAN Süt ve Ürünlerinin Tüketim Durumları

93

P.230 Ahsen ERGİNSOY Emniyet Çalışanlarında Obezite Sıklığının Saptanması

94

P.231 Hazal BABACAN Üniversite Öğrencilerinin Sabah Kahvaltı Yapma

Alışkanlığı

95

P.232 Emel ÇANKAYA

Seminur BARLAK

Hilal Nur BOZTAŞ

Nanoteknolojinin Beslenmede Kullanımı

96

P.233 Ebru ÖZDEMİR

Gamze YÜZBAŞIOĞLU

Nedime GÜNDÜZ

Aydan ERCAN

Diyabet Kampları

97

P.234 Gözde KALKAN Ruhun Sandalyesinden Vücudun Mucizesi: Melatonin

98

P.235 Merve KİP Gebelikte Ağırlık Kazanımı İle İlgili Güncel Görüşler

ve Öneriler

99

P.236

Elif KAPLAN Semizotunun Sağlık Üzerine Etkileri 100

P.237 Reyhan ORAL Diyetisyen Bakış Açışıyla Moleküler Beslenme

101

P.238 Fatma ÇOBUR Kuarsetin ve Kardiyovasküler Hastalıklarla İlişkisi

102

P.239 Buse BAKIR Kahve Tüketiminin Diyabet ile İlişkisi

103

P.240 Büşra GÜL Cevizin Bilişsel Fonksiyonlara Etkisi

104

P.241 Rabia Nur CEYHAN Üniversite Öğrencilerinde Besin Desteği Kullanımı

105

P.242 Şeyma KIRIM

Sema ERGÜN

Elif ÇİMEN

Endokrin Bozucular ve Sağlık Üzerine Etkileri

106

P.243 Dozdar ŞAN Moleküler Beslenmeye Genel Bir Bakış

107

Page 14: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

12 |

P.244 Ahsen ERGİNSOY Yatan Hastalarda Yemeklerden Memnuniyet

Değerlendirilmesi

108

P.245 Buğra ÖNEM Gebelik ve Mikrobiyata

109

P.246 Cennet KAYA

Hıfziye Nur ATALAY

Vücut Yağ Dağılımı ve Cinsiyetlerdeki Farklılıklar

110

P.247 Ayşenur ERBAY N-3 Yağ Asitlerinin Astıma Etkisi

111

P.248 Hazal DİŞLİTAŞ Gebelikte D Vitamini Durumu ve Takviyesi

112

P.249 Ahsen ERGİNSOY Kayseri’de Toplu Beslenme Yapılan Kurumlarda

İyotlu Tuz Kullanım Durumunun Saptanması

113

Page 15: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

13 |

K.001

Diyetisyenliğin Tarihi

Prof.Dr. Muhittin TAYFUR

Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Ankara, Türkiye

Diyetisyenlik mesleği ilginç ve zengin bir geçmişe sahiptir. Diyetisyenlik mesleği ulusal bir

aciliyetten doğmuştur. Birinci dünya savaşı sırasında ABD askerlerinin besin ve beslenme

gereksinmelerini sağlama gerekliliğinden ileri gelmiştir. Amerikan Ev Ekonomistleri Derneği

(AHEA) ‘nin bir alt grubu 1899’da diyetetiğe özel ilgi duymuştur ve buna yönelik bir yol izlemiştir.

Bunlar 1917’da ADA’yı kurmuşlar ve ilk yıllık toplantılarını da yapmışlardır. Daha sonraki yıllarda

beslenme alanında yapılan önemli buluşlarla diyetisyenlik sağlam bir temele oturmuştur. Açıkça 20

yüz yıl diyetisyenliğin tarihindeki yükselme dönemi olmuştur. 20 YY beslenme biliminde ve

uygulamalarında, diyetisyenliğin bir meslek olarak tanınmasında, diyetisyenliğin eğitim ve uygulama

standartları, etik ilkeleri ve mesleki birlik olarak bilinmesinde, donanımın tanınmasında önemli bir aşama olmuştur.

Erken dönem diyetisyenin tanımlamaları insanların beslenmelerindeki rolü üzerine yoğunlaşmıştır.

Fakat 1955’de bu rol tanımlamadan düşürülmüştür. Buna karşılık anahtar olarak yönetim görülmüş, diyetisyenlik buna yoğunlaşmıştır. AHA (Amerikan Hastaneler Derneği) ve klinik uygulamalarda

yönetimi öncelikli görmüş ve AHA’nın felsefesine uyarlanmıştır. Eğitimdeki değişmelerde bunu

izlemiştir. Beslenme ve diyetetik bölümleri ev ekonomisi okullarının içinden ve yapılanmasından

birleşik sağlık bölümlerine taşınmıştır. Yeni diyetisyenler kendilerini yeni koşullarının

yönlendirmesiyle, geleneksel diyetetik eğitiminin bir parçasından daha çok beslenme biliminin

öncüleri olarak görmüşlerdir. Ülkemizde diyetisyenlik eğitimi Hacettepe Üniversitesi’nde 1962’de

başlamıştır. İlk diyetisyenler 1966’da mezun olmuş, 1969’da Türkiye Diyetisyenler Derneği (TDD)

kurulmuştur. TDD için 50. yıl kutlamalarını 2019’da yapacağız. Diyetisyenler için 2019’da yeni bir

vizyonu oluşturmayı kutlayacağız. Diyetisyenlerin hazırlayacağı yaklaşımlarla geleceğin

uygulayıcıları bu vizyonu başaracaktır. TDD yayını olan Beslenme ve Diyet Dergisi 1972’de

yayımlanmaya başlamıştır. Dergimizde mesleğimizle birlikte değişmiş ve büyümüştür. Ülkemizde

mesleğimizin ilk yıllarında derginin içeriğini diyetetik mesleğinden olmayan diğer katkı

sağlayıcılardan gelen yazılar oluşturmuştur. Bugün dergimiz orijinal hakemli hem uygulama hem de

araştırmalar ile diyetisyenliğin durumunu yansıtmakta, tanınmış öncüler ve uzmanların temel

beslenme araştırmalarını yayımlamaktadır. Beslenme müdahaleleri, klinikteki uygulamaların değerlendirilmesi, yiyecek ve içecek hizmetlerinden çıktıları da içermektedir.

Diyetisyenlik mesleği dünya genelinde öncelikle gelişmiş ülkelerde pişirme okullarından gelmiş, çağımızda olimpik karşılaşmalarda, klinik uygulamalarda, yiyecek-içecek hizmetlerinde, toplum

beslenmesinde, genelde toplumun sağlığına değişik şekillerde katkı sağlayan yaşam kalitesi ve

özelliğini destekleyen konuma gelmiştir. Açıkçası 21 YY diyetisyenlik mesleği, değişen bir dünyanın

beslenme gereksinmeleri ile yeni yetenekler, yenilikçi uygulama yaklaşımlarına eşit değişmeler

Page 16: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

14 |

gösterecektir. Beslenme araştırıcıları ile uygulayıcıları arasında sürekli bir sinerji burada temel etken olacaktır.

Page 17: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

15 |

K.002

Nanoteknolojinin Beslenme Alanındaki Uygulamaları

Doç. Dr.Yeşim AKTAŞ

Erciyes Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Teknoloji Anabilim Dalı, Kayseri, Türkiye

Nanoteknoloji, Yunancada “cüce” anlamına gelen “nano” kelimesinden türetilmiştir. Yaklaşık 1-100

nanometre ölçekte gerçekleştirilen bir teknoloji olup, atomların ve moleküllerin en küçük birimlerini

ifade etmek ve maddeyi atomik boyutu ile kontrol etmek amacı ile kullanılmaktadır.

Geçtiğimiz yüzyılın sonundan beri, nanoteknoloji dünya nüfusunu etkileyen başlıca sağlık, enerji ve

çevresel sorunlar ile başa çıkmak için en ümit verici araç olarak belirlenmiştir. Nanoteknolojinin

konvansiyonel gıda bilimi ve gıda endüstrisinde devrim yaratacak başlıca teknoloji olduğu kabul

edilmektedir.

Nanoteknoloji, gıda ve tarım endüstrisinde yeni fırsatlar sunmaktadır ve gıda üretim zincirinde çeşitli

uygulamaları bulunmaktadır. Bu uygulamalar, birincil üretim, işleme, emniyet, ambalajlama ve

beslenme olarak özetlenebilir. Nanoteknolojinin kullanıldığı işleme ve ambalajlama yöntemleri, gıda

sistemlerinde üstünlüğünü kanıtlamıştır. Farklı hazırlama teknolojileri, gıdalarda kullanılmaya uygun

değişik fiziksel özellikte nanopartiküllerin üretilmesine olanak vermektedir. Özellikle beslenme

alanında, besinlerdeki yağ ve şeker oranının düşürülmesi, gıda takviyelerinin biyoyararlanımının

artırılması ve vitamin, mineral içeren besin maddelerinin üretimi gibi konularda nanoteknolojiden

yararlanılmaktadır.

Nanoteknolojinin sağladığı tüm üstünlüklere rağmen, kullanılan tekniklere ve maddelere bağlı olarak

ortaya çıkabilecek sonuçlarının ve toksisite potansiyelinin dikkatle değerlendirilmesi gerekmektedir.

Bu nedenle etkili ve güvenli ürünlerin geliştirilmesinde uluslararası kabul edilebilirliği olan

düzenlemelere ve bilimsel çalışmalara gerek duyulmaktadır.

Page 18: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

16 |

K.003

Türk Mutfağında Gelenekten Geleceğe Aktarılan Sağlık

Yrd. Doç. Dr. Dilek Ongan

İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, İzmir, Türkiye

Sağlıklı beslenme için vazgeçilmez kuralımız olan besin çeşitliliği yani zenginlikle övündüğümüz mutfağımız, bu zenginliğini Orta Asya’dan Balkanlara, Kırım’dan Mısır’a çok geniş bir coğrafyada atalarımızın yaşamasına, izlerini bırakmasına ve Anadolu’ya yerleştikten sonra, buraya çok kolay uyum sağlayıp, gezici hayatın getirdiği yeni üretim teknikleri ve beslenme çözümlerini bu verimli topraklara aktarabilen beceri ve tecrübesine borçludur diyebiliriz. Günümüzde en eski yetiştirilen ve insanoğlu için uygarlığı başlatan buğdayın anavatanında yaşıyoruz, neredeyse ölümsüz diyebileceğimiz zeytin ağaçları bütün Doğu Akdeniz’i kaplamış ve zeytin gibi üzüm ve incir de bizim topraklarımızdan bereketini mahrum etmemiştir. Bunların Türk mutfağını dünyaca ünlü mutfaklar arasında kabul ettiren çeşitliliğimizde çok önemli payı var. Elli yılı aşkın süre, 16. yy’da Osmanlı İmparatorluğunu gezmiş ve kaydetmiş olan nüktedan Evliya Çelebi’nin gittiği her bölgede övülmeye değer besinleri anlatmış olması Türk mutfağının değerini bir kez daha arttırmaktadır. Tam tahılların-kurubaklagillerin düşük enerji, doyuruculuk, diyet posası gibi özellikleri ile obezitenin, ve besin ögesi yoğunluğu ile yetersiz beslenme sorunlarının çözümü olacağına inançla, 2016 yılının Birleşmiş Milletler tarafından Dünya Tahıllar/Baklagiller Yılı (The Year of Pulses) olarak kabul edildiğini düşünürsek, Türk Mutfağının sıcak tencere yemeklerinde yüzyıllardır pişirilen çorbalar (16. yy’da 26 çeşit), balık ve deniz ürünleri (139 çeşit) (Trabzon’da 40 çeşit hamsi yemeği) ve etler-sakatatlar (183 çeşit), pilavlar (37 çeşit), tahıllar (71 çeşit), baklagiller (12 çeşit), yenebilir otlar (17 çeşit), sebzeler (70 çeşit) sağlıklı ve çeşitli beslenmenin anahtarı olabilir. Yanı sıra 139 çeşit unlu hamur işleri ve ekmek, 480 çeşit meyve (sadece Bursa’da 40 çeşit armut, Urla’da 60 çeşit üzüm, Malatya’da 7 çeşit kayısı, 11 çeşit portakal), 303 çeşit tatlı, 241 çeşit içecek mutfağımızdaki besin çeşitliliğini ve yaratıcılığı göstermesi bakımından çok önemlidir. Bu yaratıcılık o zamanlarda nadir rastlanan ve çok kıymet verilen şekerin leblebi, badem, kahve çekirdeğini kaplamada kullanılmasına, yeni yemek icat eden ve güzel yemek yapan aşçıların ödüllendirilmesine, et yemeklerinin Abbasi mutfağından esinlenerek bal ve meyve ile lezzetlendirilmesine de bağlı olduğu düşünülmektedir. Günümüzde sağlıklı beslenme ve yaşam açısından olumsuz etkileri kanıtlanan ayaküstü hızlı hazır beslenme şeklinin, bu topraklarda eskiden beri uygulandığını duymak ise biraz şaşırtabilir. Her ne kadar bunun temel sebebi; evde ateş yakmak gibi pahalı bir işlem yerine pişirilmiş besinleri sokaktan satın almanın daha ekonomik olması ise de bu sistemin Osmanlı’da oldukça sıkı denetlenen bir esnaf teşkilatı-lonca sistemi ile yürütüldüğü, her yiyeceğin esnafının ayrı olduğu (çorbacı sadece çorba, dolmacı sadece dolma satabilir) ve kurallara uymayan esnaf için ciddi yaptırımlar olduğunu öğrenmek; toplum sağlığına ve besin güvenilirliğine önem verilmesi açısından sevindiricidir.

Türk mutfağında, günümüzde sütlü ve meyveli tatlılarda kullanılan tarçına, 19. yy’da daha sık rastlıyoruz; tarçınsız tarif neredeyse yok! Tarçın, polifenolleri ile tokluk kan glukoz düzeyini düşürücü, Tip 2 diyabetli bireylerde prosiyanidin tip A polimerleri ile tarçın polifenollerinin insülin benzeri aktivite göstermesi sonucu glukoz ve lipit profillerini iyileştirici, insülin duyarlılığını arttırıcı, antiinflamatuvar/antiangiogenezis cevaplarını arttırıcı etki gösterdiği bulunan, suda çözünen polimerik polifenollerinin bazı tümör hücre serilerinin çoğalmasını önlediği (anti kanserojenik etki) üzerinde durulan bir baharat iken, bu etkilerini kaybetmeden hazırlanıp pişirilen tarçınlı tariflerin sayısını arttırmak iyi bir hedef gibi görünüyor. Eskiden bol bulunan bal yerine şeker tercih

Page 19: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

17 |

edilmekteydi; buna karşın bal çeşitlerinin sayısı Anadolu’da hiç azımsanmayacak kadar fazlaydı: Gömeç balı, Fuşka balı, Eflak-Boğdan balı, balsıra balı, Aydos balı, beyaz bal, delice bal, dut balı, … Ne mutlu ki günümüzde balın eski kıymetinin arttığını ve bunu bilimsel araştırmaların desteklediğini görüyoruz. Osmanlı Döneminde ev fırınlarında yapılan ekmeklerin yerini Batı yaşamından etkilenmenin başlamasıyla çarşı fırını ekmekleri almış, evlerde üretilen ekmek gözden düşmüştü. Ama artık kepeğinden ayrılmış beyaz unun yerini tekrar besleyici değeri; vitamin, mineral, protein ve lipit yönünden zengin olan tam buğday unu almaya başlamıştır. Herhangi bir yiyeceğin besleyici değeri, sağladığı enerjiye oranla içerdiği protein, vitaminler ve minerallerle ölçülür. Geleneksel Aşure de bu tür yiyeceklere çok iyi bir örnektir. Ve yoğurt; sağlıklı besin, sağlıklı beslenmek deyince ilk akla gelen besindir. Günümüzde diyet kalitesinin birincil göstergesi olarak kabul edilmesinde; Framingham Kalp Çalışmasında izlenen 6526 yetişkin arasından yoğurt tüketen bireylerin, tüketmeyenlere göre daha düşük beden kütle indeksi, bel çevresi, trigliserit, açlık glukoz ve insülin düzeyi, kan basıncı ile daha yüksek HDL kolesterol düzeyine rastlanmasının da önemli payı bulunmaktadır. Yeni ve geleceğe yön verecek buluşlar ise süt ve süt ürünlerinde, kardiyovasküler, nörolojik, immün ve gastrointestinal sistemlerde güçlü antioksidan, sitomodülatör, immünomodülatör, antihipertansif, antitrombotik etkiye sahip olduğu belirlenen biyoaktif bileşenler üzerinedir. Anadolu’nun asıl kurubaklagili olan börülceye aşinalık nedeniyle mutfağımıza sonradan girmesine rağmen kurufasulyeye benzer şekilde, yakın zamanda tanıştığımız yeni besinler; chia tohumu, kinoa, maş fasulyesi, karabuğday, amarant küreselleşmeyle mutfağımızda yerini yavaş yavaş alıyor. Ancak, günümüzde yeni besinleri kabullenmede en önemli etmenin besinlerin vücut ağırlığı kontrolü üzerine etkileri olduğunu görüyoruz. Bu nedenle bilimsel araştırmalara ve araştırmacılara daha fazla sorumluluk düşmektedir; hem bu besinlerin sağlık üzerine gerçek etkileri, hem de sağlıklı beslenme için teşvik edilmesi ve mutfağımızda kullanımı açısından. Aynı durum mutfağımızdaki geleneksel besinler için de geçerli; örneğin tarhananın mutfağımızda daha sağlıklı bir yeri olabilir. Fermentasyon ve kurutma tekniklerinin geliştirilmesiyle probiyotik niteliği yükseltilmiş, besin ögesi kaybı en aza indirilmiş ama lezzetini kaybetmemiş yeni tarhananın gelecek nesillerin mutfaklarında da yer alması önemli bir temennimiz.

Beslenme, hayatın merkezi unsurlarından biri olup, fetal yaşamdan itibaren bizi etkileyerek sonraki nesillere aktardığımız sağlıktan sorumludur. Sağlık düzeyini koruyan ve geliştiren bir toplum için geleneklerimizden getirdiğimiz sağlıklı beslenme unsurlarını, geleceğe aktarabilmeli, gelenekle geleceğin köprüsünü şimdiden kurmalıyız. Bunu başarmak için Türkiye, beslenme ve besin kaynakları açısından iyi bir sürdürülebilirlik politikasına ihtiyaç duymaktadır. Birleşmiş Milletler tarafından içinde bulunduğumuz yıla ismini veren “sürdürülebilirlik”, kültürümüzün en yaşayan, en canlı tarafı olan beslenme biçimimize, yani mutfağımıza yansıdığında sağlanabilecektir. Yeni ve daha sağlıklı bir formata dönüşmüş yemeklerin yeni nesillere aktarılmasında araştırma-geliştirme (AR-GE) çalışmaları yapmakla yükümlü birçok disiplin arasında “diyetisyenlik” de gelmelidir. Gelecekte Türk mutfağının daha sağlıklı, lezzetli, tüketilebilir kalitede bir mutfak olarak tanınması bu disiplinlerin bir araya gelmesi ile yapılacak bireysel ve bilimsel araştırmalara bağlıdır.

Page 20: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

18 |

K.004

Fonksiyonel Besinlerle Sağlıklı Öğün Planlama İlkeleri

Uzm. Dyt. Selahattin DÖNMEZ

Fark Etmeden Diyet Beslenme ve Eğitim Danışmanlığı

Page 21: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

19 |

K.005

Obezite Tedavisinde Güncel Yaklaşımlar

Prof. Dr. Nihal HATİPOĞLU

Erciyes Üniversitesi, Tıp Fak. Pediatrik Endokrinoloji A.B.D.,Kayseri, Türkiye

Bu konuşmada obezite tedavisiyle ilgili medikal tedavi ve cerrahi yöntemler gibi güncel yaklaşımlar

anlatılmıştır.

Page 22: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

20 |

K.006

Obezite İle İlişkili Hormonlar

Araş. Gör. Mevra AYDIN ÇİL

Atatürk Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü,Erzurum,Türkiye

Global, epidemik bir halk sağlığı sorunu olan obezite, temel olarak enerji harcamasına göre enerji

alımındaki fazlalık nedeniyle ortaya çıkmaktadır. Çok basit gibi gözükse de obezitenin etiyolojisi

multifaktöriyeldir ve iç (genetik, epigenetik, metabolik profil) ve dış (diyet, fiziksel aktivite vb.

yaşam tarzı alışkanlıkları) etmenler ve aralarındaki etkileşimi içermektedir. İştahı etkileyen ve yağ

metabolizmasında/adipoz doku üzerine etkili olan hormonlar obezite etiyolojisinde önemli rol

oynamaktadır.

Leptin hipotalamus arkuat nukleusdaki anoreksijenik pro-opilanokortin (POMC)/kokain amfetamin

salınımını aktive ederken oreksijenik NPY/AgRP nöronlarını inhibe ederek anoreksijenik etki

gösterir. Leptin hipotalamusa ulaştığında tokluk sağlamakta iştahı azaltarak, metabolik hızı

artırmaktadır. Obezlerde leptin seviyesi yüksektir fakat etki gösterememektedir. Bu durumun nedeni

‘leptin direnci’ ile açıklanmaktadır. Leptin direnci, hiperleptinemiye karşı geribildirim olarak

hücresel cevabı azaltmak için leptin reseptör geni (Ob-R) ekspresyonun baskılanması ile reseptör

düzeylerinin azalması sonucu ortaya çıkmaktadır. Leptin ile benzer şekilde barsak hormonları olan

peptit yy (PYY) ve glukagon like peptit (GLP 1) iştahı azalmakta ve yemeğin sonlanması için tokluk

sinyallerinin oluşmasını sağlamaktadırlar. PPY beden kütle indeksi (BKİ) ile negatif kolerasyon

göstermektedir.

Ghrelin ise gastrointestinal sistemde üretilen, santral etki ile yeme davranışı ve vücut ağırlığı

düzenlenmesinde etkili 28 aminoasitli bir peptid hormondur. Keşfinin ilk yıllarında vücutta büyüme

hormonu salınımını arttırıcı bir hormon olarak görülse de, son yıllarda iştah ve ağırlığının

düzenlenmesi üzerine etkileri daha çok dikkat çekmektedir. Leptinin tersi etki göstererek

anoreksijenikpro-opiomelanokortin(POMC) nöronlarını inhibe eder, oreksijenik nöropeptid

Y/agouti-related peptide (NPY/AgRP) nöronlarını ise aktive ederek, besin alımını artırır, enerji

harcamasını azaltmaktadır. Obez bireylerde ghrelin seviyesi daha düşük olsa da öğün tüketimi

sonucunun seviyenin azalmadığı çalışmalarda gösterilmiştir. Bu nedenle öğün esnasında azalmayan

ghrelin seviyesi nedeni ile fazla enerji alımı riski artmaktadır. Bir diğer barsak hormonu olan

obestatin ise ghrelin ile aynı prekürsöre sahiptir fakat ghrelinin tersi olarak anoreksijenik etki

gösterir. Besin alımını azalttığı, gastrik boşalmayı yavaşlattığı, intestinal motiliteyi baskıladığı ve vücut ağırlığı artışını azalttığı bildirilmiştir.

Obeziteyi önlemek veya tedavi edebilmek için yeni tedavi seçenekleri geliştirilmelidir fakat bunun

için öncelikle obezitenin etiyolojisinin çok iyi bilinmesi gerekmektedir. İştahı azaltıp doygunluğu

artırarak enerji alımı ve harcamasındaki dengeyi enerji harcaması tarafına değiştirecek yeni tedavi

yöntemlerine ihtiyaç vardır. Bu nedenle iştahı ve/veya yağ metabolizmasını etkileyerek obezite gelişi

üzerinde etkili olan bu hormonların ve etki mekanizmalarının çok iyi bilinmesi ve aydınlatılması gerekmektedir.

Page 23: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

21 |

K.007

Bariyatrik Cerrahide Beslenme

Yrd. Doç. Dr. Nihal Zekiye ERDEM

İstanbul Medipol Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Yüksekokulu, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, İstanbul, Türkiye

Giriş: Günümüzde bariyatrik cerrahi, morbid obez hastalarda, kalıcı kilo kaybının sürdürülebilmesi

için seçilen en etkin bir tedavi şeklidir. Bariyatrik cerrahi yöntemleri, sindirim sisteminin anatomik

yapısını ve fizyolojisini değiştirmekte, yiyeceklerin küçük miktarlarda tüketilmesine neden olmakta

ve sindirim sistemi kanalında besin öğelerinin emilimini azaltmaktadır. Bu durum, vitamin-mineral

yetersizliklerine ve ameliyat öncesi dönemde tanısı konmuş eksikliklerin artmasına neden

olabilmektedir. Bariyatrik cerrahi sonrası mikronütrient yetersizlikleri sonucu anemi, nörolojik

defisitler ve osteopenia oluşmaktadır. Bu yetersizliklerin önlenmesi için, bariyatrik cerrahi sonrası rutin eklenmesi önerilen makro ve mikronütrientler rehberlere göre belirlenmiştir.

Bariatrik cerrahi ameliyatlarından sonra oluşabilecek beslenme ve metabolik komplikasyonlar

arasında makro ve mikronütrient yetersizliklerin yanı sıra beslenmeye bağlı uzun ve kısa süreli

komplikasyonlar da yer almaktadır. Cerrahi altındaki morbid obez hastalarda malnütrisyonu teşhis

etmek zordur. Bu çok büyük ağırlık kaybı, sıklıkla protein-enerji malnütrisyonu ile ilişkilendirilmez. Yağ malabsorbsiyonunun en iyi kanıtı steatöredir.

Bariyatrik cerrahi, ileri düzeyde obezite hastalığı ile yaşamlarını sürdürme mücadelesi veren

hastalara, bu hastalıktan kurtulmak için sunulan bir şans olarak düşünülebilir. Maalesef bu

ameliyatlardan sonra da geri kilo alımı mümkündür. Bariyatrik cerrahi sonrası, başarılı kilo kaybı ve

verilen kilonun korunması için yaşam boyu fiziksel aktivite ve beslenme davranışının

düzenlenmesine gereksinim olduğu vurgulanmıştır. Ameliyata alınmadan önce bir hastanın,

bariyatrik cerrahi ekibi tarafından; beslenme alışkanlıklarının, beslenme ve klinik durumunun çok iyi

değerlendirilmesi gerekmektedir. Hastaların bariyatrik cerrahi öncesi ve sonrası beslenme

durumlarının değerlendirilmesi, iyi bir diyet programı ile beslenme desteği, hastalara önerilen diyetlerin monitorizasyonu, multi ve interdisipliner bir ekip çalışmasını gerektirmektedir

Bu derleme yazıda, bariyatrik cerrahinin beslenme üzerindeki etkisinin anlaşılabilmesi için,

beslenme ve klinik durumun nasıl değerlendirileceği, izleneceği, önerilen diyetlerin takibi, bariyatrik cerrahi sonrası beslenme ve metabolik sorunların nasıl giderileceğinin özetlenmesi amaçlanmıştır.

Bariyatrik Cerrahi Nedir?

‘‘Bariatric’’ Yunanca bir kelimedir. Baros; ağırlık, iatrike; tedavi demektir. Yani şişmanlığın

tedavisidir. Bariyatrik cerrahi bugünlerde, morbid obez hastalarda kilo kaybının sürdürülebilmesinde en etkili yöntemdir.

Baryatrk cerrah, son yetmş yıldır endüstryel gelşme paralel olarak gelşmş ve cerrahnn en öneml branşlarından br olmuştur. Günümüzde aşırı şşmanlık ve bu şşmanlıkla brlkte görülen hastalıklarının tedavisinde, altın standart olarak kabul edilmektedir. Hasta diyet, fiziksel egzersiz,

davranış modifikasyonu ve ilaçlar ile beklediği kiloyu veremediğinde bariyatrik cerrahi devreye

girmektedir. Bariyatrik cerrahi, ileri düzeyde obezite hastalığı ile yaşamlarını sürdürme mücadelesi

Page 24: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

22 |

veren hastalara, bu hastalıktan kurtulmak için sunulan bir şans olarak düşünülebilir. Bir tip

ameliyattan sonra kilo geri alımı olursa başka bir tip ameliyata (ReDo) dönüştürülebilir. Bariyatrik

cerrahinin en önemli hedefleri; sürdürülebilir kilo kaybının oluşması, yaşam kalitesinin iyileşmesi,

komplikasyon oranının azaltılması, maliyet etkinliği ve düşük mortalite oranının sağlanmasıdır. Bu

hedeflere ulaşabilmek için de ameliyata alınmadan önce hastanın, bariyatrik cerrahi ekibi tarafından;

beslenme alışkanlıklarının, beslenme ve klinik durumunun çok iyi değerlendirilmesi, yeme davranış

bozukluklarının tespiti için psikolojik bir değerlendirmeden geçirilmesi ve içerisinde diyetisyenin de bulunduğu ekiple birlikte bir ömür boyu takip edilmeleri gerekmektedir.

Uygulanan bariyatrik cerrahi yöntemleri: Bariyatrik cerrahi yöntemleri; iştahı azaltıp tokluk

hissine neden olarak, yiyeceklerin alımını kısıtlayarak, besin öğelerinin emiliminin bozulmasına

neden olarak, enerji harcamasını artırarak, hastaların kilo vermesini sağlamaktadır. Bariyatrik cerrahi

yöntemleri yiyeceklerin alımını kısıtlayan, emilimi bozan ve kombine yöntemler olarak üçe ayrılmaktadır:

1- Kısıtlayıcı yöntemler: Midenin hacmini veya kapasitesini azaltır ve dolayısıyla erken

doymayı sağlar, kalori alımını sınırlar. Bunlar; laparoskopik ayarlanabilir mide bandı (LAGB),

vertikal bantlı gastroplasti (VBG), laparoskopik sleeve gastrektomi (tüp mide=LSG) ve mide balonudur.

2-Emilimi bozan yöntemler: Besin akışını azaltarak ve emici alanı bypass ederek kalori miktarını azaltırlar. Bunlar; biliopankreatik diversiyon (BPD) ve Jejunoileal bypassdır.

3-Kombine yöntemler: Hem yiyecek alımını kısıtlayıcı hem de emilimi azaltıcı yöntemlerdir.

Bunlar; Roux en-Y gastrik bypass (RYGB) ve duodenal switch (DS)’dir.

Ayrıca kısıtlayıcı ve malabsorptif prosedürlerin evrelenmesi söz konusudur. Gerektiği

takdirde DS ile BPD (BPD/DS) birlikte uygulanabilmektedir. ReDo cerrahi ile yöntemler birbirine

dönüştürülebilmektedir. Tüm kısıtlayıcı, emilimi bozucu ve kombine yöntemler altı adet ana

operasyonun modifikasyonlarıdır. Ayrıca kısıtlayıcı ve malabsorptif yöntemlerin evrelenmesi söz konusudur.

Kimler Bariyatrik Cerrahi Adayıdır?

18-60 yaş aralığında olup beden kitle indeksi (BKİ) 40 kg/m2 ve üzeri olanlar ile BKİ 35-40 kg/m2

ile birlikte tip2 diyabet gibi metabolik bozukluklar, kardiorespiratuvar hastalık (hipertansiyon) uyku

apne sendromu, ciddi eklem hastalığı (artroz), obeziteye bağlı ciddi psikolojik problemler gibi eşlik

eden hastalıklardan en az ikisinin var olduğu hastalar ameliyat olabilir. Cerrahi tedaviye karar

vermeden önce hastada obezitenin en az 5 yıldır var olması ve 5 yıl kilo vermek için çaba sarfetmiş

olup başaramamış olması, hastanın hormonal hastalıklarının bulunmaması gerekmektedir. Ayrıca

alkol ve ilaç bağımlısı olmamalıdır. Hasta ameliyat yöntemini çok iyi anlamalı ve ameliyattan sonra uyum sağlayabilecek durumda olmalıdır.

Bariyatrik Cerrahide Ekip: Morbid obezite tedavisi bir ekip işidir. Ekip; obezite cerrahı,

diyetisyen, hemşire, psikolog, psikiyatrist, anestezist, endokrinolog, tıbbi uyku uzmanı, kardiyolog,

gastroenterolog, fizyoterapist ve ofis personelinden oluşmalıdır. Diyetisyenler, bariyatrik cerrahi

ekibinin önemli bir elemanıdır. Ekibin üyesi diyetisyen tarafından, hastaların bariyatrik ameliyatı

olmadan önce ve olduktan sonra beslenme durumunun değerlendirilmesi ve ameliyat sonrası

Page 25: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

23 |

dönemde beslenme desteği için diyet danışmanlığı yapması, beslenme durumlarının takibi, başarının

artması için, Amerikan Metabolik ve Bariyatrik Cerrahi Derneği (American Society for Metabolic & Bariatric Surgery: ASMBS)’nin rehberine göre gereklidir.

Bariyatrik Cerrahi Öncesi Ve Sonrası Beslenme Durumunun Değerlendirilmesi Ve İzlemi: Hastanın beslenme durumunun değerlendrlmes ASMBS’nin rehberine göre yapılmalıdır. Bu

rehberde; baryatrk cerrah önces beslenme durumunun değerlendrlmes ve beslenme eğtm, bariyatrik cerrahi sonrası beslenme durumunun takibi önerilmektedir.

Bar�yatr�k cerrah� önces� dönemde beslenme durumunun değerlend�r�lmes�; Antropometrk ölçümler, ağırlık hkayes, tıbb öykü, laboratuvar bulguları, pskolojk hkayes, yeme bozukluğu hkayes, şu ank/geçmştek pskyatrk tanısı, alkol, tütün ve laç kullanımı, görme yeteneğ ve dş problemleri, okuryazarlık düzeyi, lsan durumu, dyetle yyecek/ sıvı alımı, fzksel aktvte durumu, pskososyal-kşsel zlem ve yyecek günlüğü tutma teknkler, amelyat önces dyet hazırlığı le yapılmalıdır.

Ameliyat öncesi dönemde yapılması gerekenler:

• Genel sağlık ve beslenme durumu değerlendirilmeli;

• Ameliyat sonrası, uyulması gereken diyet programı açıklanmalı;

• Cerrahi işlemlerdeki riskin en aza indirilmesi için, komorbidite tedavisi en iyi şekilde yapılmalı;

• Hastanın takip programlarına gönülden bağlılığı ve motivasyonu

değerlendirilmeli;

• Ömür boyu takibin gerekliliği ve cerrahi seçeneklerin riski ve sonuçları hakkında,

gerekli tüm bilgileri alacağı garanti edilmeli;

• Hastanın, cerrahinin potansiyel sonuçlarını anlaması sağlanmalı;

• Cerrahinin riskli durumlar içerebileceği konusunda, hastaya doğru bilgi verilmeli ve

hasta, yaşam boyu davranış değişikliğini ve takip programlarını kabul etmeli.

• Hastanın klinik durumu ve bariyatrik operasyon planı değerlendirilmeli:

• Uyku apnesi sendromu ve akciğer solunum fonksiyonu;

• Metabolik ve endokrin bozukluklar;

• Gastro-özefageal refü hastalığı, Helicobacter pylori gastriti;

• Vücut kompozisyonu (dansitometrik değerlendirme);

• Kemik yoğunluğu;

• İndirekt kalorimetri.

Bariyatrik cerrahi sonrası önerilen beslenme takibinde ise; antropometrik ve biyokmyasal ölçümler, aktvte düzey, pskososyal durum, laçlar, vtamn/mneral destekler, protokole bağlılık, beslenme programı ve obezteye neden olmayacak yyeceklern çerğnn düzenlenmes ve tanıtılması yer almaktadır.

Bariyatrik cerrahiye aday hastaların “ameliyat öncesi eğitim” sürecinden geçmesi gereklidir. Bu

süreçte hastaya, ameliyat hakkında bilgi verilmeli, ameliyatın kilo verme üzerine etkisi, mekanizması

anlayabileceği bir şekilde açıklanmalıdır. Hastanın ameliyattan yüksek beklenti içerisinde olması çok

Page 26: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

24 |

sık rastlanan durumlardan biridir. Bu durum göz önünde bulundurularak ameliyat öncesi verilen

eğitimler sırasında, hastanın ameliyattan beklentisi sorgulanmalı ve beklenti düzeyi yüksek ise

karşılanabilir bir boyuta çekilmelidir. Aksi takdirde ameliyattan sonra hastanın memnuniyeti

düşebilir ve hasta, ameliyatın gerektirdiği gibi bir yaşam tarzından bu memnuniyetsizlik nedeniyle

uzaklaşabilir. Hasta, geçireceği ameliyatın yöntemi ne olursa olsun ameliyattan sonra beslenmesine

dikkat ederek ve “sağlıklı beslenme” alışkanlıklarını hayatına geçirerek, verilen kiloları

koruyabileceğini, uzun vadede başarılı olabileceğini bilerek ve bu sorumluluğu alarak ameliyata

girmelidir.

Ameliyat öncesi ve sonrası hastanın; antropometrik ve biyokimyasal ölçümleri yapılmalı, aktivite

düzeyi ile psikososyal durumu izlenmeli, kullandığı ilaçlar takip edilmeli, gerekliyse vitamin/mineral

destekleri verilmeli, protokole uyması sağlanmalı, obeziteye neden olmayacak şekilde yiyeceklerinin

içeriği tanıtılmalı, uygun diyet programı hasta ile birlikte düzenlenmeli ve belirlenen periyotlarda

hastaların takibi yapılmalıdır. Cerrahinin uzun süreli ve başarılı bir sonuç vermesi; hastanın ömür

boyu beslenme ve yaşam tarzı değişikliklerine bağlıdır. Bunların başarılmasında, bariyatrik cerrahi

ekibi ile hareket edilmelidir. Beslenme durumunun saptanmasında, biyokimyasal parametrelerden,

vitamin B1 (tiamin), vit. B2 (riboflavin), vit. B12 (kobalamin), folat, demir, çinko, vit. A, D, E, K ve

protein düzeyleri sürekli olarak izlenmelidir.

Bariyatrik cerrahi geçirecek hastaların, cerrahi öncesi ve sonrası ekiple beslenme durumları

değerlendirildikten sonra beslenme programları hazırlanırken ekibin diyetisyeni tarafından;

metabolizma, leptin, ghrelin ve gastrointestinal hormonları da incelenmelidir. Bariyatrik cerrahi

sonrası, leptin ve gastrointestinal hormonlar (glukagon benzeri peptit-1 (GLP-1) hormonu, peptit YY

(PYY) hormonu, ghrelin hormonu) cerrahi müdahaleden etkilenmektedir.

Bariyatrik Cerrahide Diyetisyenin Rolü: Baryatrk cerrahnn uzun sürel ve başarılı br sonuç vermes, hastanın ömür boyu beslenme ve yaşam tarzı değşklklerne bağlıdır. Dyetsyen tarafından, amelyat sonrası hastaların beslenme durumlarının takb, baryatrk cerrah sonrası başarının artması çn önemldr. Dyetsyenn görev, amelyat önces ve sonrası dönemde ASMBS’nn klavuzuna göre hastaların beslenme durumlarının değerlendrlmes ve amelyat sonrası dönemde beslenme desteğ çn dyet danışmanlığı yapmaktır. Bu konuda yapılan araştırmalar,

ameliyat sonrası diyetisyen takibini sürdüren hastaların, ameliyattan sonra daha başarılı oldukları,

beden kitle indekslerindeki azalmanın daha fazla olduğu, daha az kalorili beslendikleri ve beslenme

davranışını değiştirmekte daha başarılı oldukları hakkında veriler sunmaktadır. Ayrıca, destek

grupları ve benzeri motive edici toplantılara katılan hastaların, katılmayanlara göre, kilolarından daha

fazla oranda kaybettikleri belirtilmektedir. Destek gruplarında hastaların faydalanabileceği noktalar; sosyal destek, deneyim alışverişi, sorumluluk ve diyete bağlayıcı ipuçları edinme olarak sıralanabilir.

Planlanan bariyatrik cerrahi yöntemin tipine göre, hastanın kemik yoğunluğu, vücut içeriği ve

dinlenme halindeki enerji tüketiminine göre, diyetisyen uygun diyeti planlamalıdır. Hastanın

diyetisyenle iletişimi, cerrahi tedaviden en az 3 ay önce başlamalıdır. Ameliyat sonrası erken dönem

(özellikle ilk 3 ay) diyetlerini geliştirirken, hastanın beslenme hedeflerine ulaşmada sorunlar yaşadığında, diyetisyen periyodik olarak danışmanlık hizmetine devam etmelidir.

Ameliyat öncesi diyetisyenle birlikte, kilo kaybeden hastalar, kilo kaybı sonuçlarını daha uzun

dönemli görebilmektedirler.

Page 27: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

25 |

Cerrahi sonrası her hasta uygun beslenme alışkanlığını hedefleyip geliştirebilmek için bir ömür boyu

diyetisyen tarafından diyetinin kontrolü sağlanmalıdır. Ameliyatlardan sonra hastaların kilo vermesi

için beslenme alışkanlıklarını değiştirmeden ve fiziksel aktivite ile ilgili değişiklikler yapmadan hızlı

kilo kaybettikleri dönem, “balayı dönemi” olarak adlandırılır. Yapılan araştırmalar, balayı

döneminde davranış değişikliği için gerekenleri yapmayan hastaların ilerleyen yıllarda kilo almaya

daha yatkın olduklarını göstermektedir. Araştırmalara göre, diyet kontrolü altındaki hastaların, vücut

kas kayıplarının, destek almayanlara göre daha az olduğu saptanmıştır.

Bariyatrik Cerrahide Beslenme Desteği: Cerrah prosedürlernden sonra, beslenmenn k amacı vardır; amelyat sonrası doku yleşmesnn ve ekstrem klo kaybı sırasında yağsız kas ktlesnn korunmasının desteklenmes çn, enerj ve besn öğelernn yeterl mktarlarda sağlanmasıdır.

Amelyat sonrası yyecek ve çecekler, reflü, erken doygunluk ve dumpng sendromu oluşturmayacak şeklde tüketlmeldrler. Baryatrk cerrah sonrası hastalar, çok aşamalı dyetler kullanmak zorundadırlar. Bunlar: Ameliyat sonrası iki gün uygulanan aşama b�r-berrak sıvı diyeti; aşama br sonrası 14 gün uygulanan aşama �k�-tam sıvı diyeti; aşama k sonrası 2-10 hafta uygulanan aşama üç-püre edlmş dyet ve yaşam boyu sürecek aşama dört-katı yiyecek diyetleridir. Bu aşamada,

hastanın dyetne uygun katı yyecekler (y pşmş et ve et ürünler vb) eklenerek, dyetsyen tarafından düzenlenen diyet programına devam edlr. Şeker, şeker çeren yyecekler, konsantre tatlılar, meyve suları, çok fazla mktarda doymuş yağ, yağda kızartılmış yyeceklerden sakınılmalıdır. Yumuşak’’ hamurumsu’’ ekmek-makarna-pirinç, sert- kuru kırmızı etin tüketiminden sakınılması

veya çok sınırlı düzeyde tüketlmes önerlmektedr. Fındık, patlamış mısır, dğer lfl gıdaların tüketmnn gecktrlmes bldrlmştr. Kafen, alkol ve karbonatlı çeceklern tüketmnden sakınılması veya çok sınırlı düzeyde tüketilmesine izin verlmes gerektğ belrtlmştr.

Sonuç: Baryatrk cerrah, morbd obez hastalar çn sürdürüleblr klo kaybını sağlamada en etkl araçtır. Multidisipliner ve interdisipliner bir ekip tarafından yapılan dikkatli bir tarama ve izlem,

sonuçların yleştrlmesne ve uygun hasta seçmne yardımcı olur. Bu hastaların, tekrar ağırlık kazanımını önlemek çn fzksel aktvtelern artırmaya ve beslenmeye bağlı yeterszlklern önlenmes çn vtamn ve mneral desteklern tüketmeye teşvk edlmeler gerekr. Beslenme durumunun sık zlenmes ve gerektğ şeklde ek besn ve besn öğes destekler, cdd klnk yetersizlikleri önlemede yardımcı olacaktır.

KAYNAKLAR

1. O'Brien PE. Bariatric surgery: mechanisms, indications and outcomes. J Gastroenterology and

Hepatology 2010;25:1358-65.

2. Sjörtröm L. Review of the key results from Swedish Obese Subjects (SOS) trial – a prosoective

controlled intervention study of bariatric surgery. J Intern Med 2013;273(3): 219-34.

3. Stoklossa CJ, Atwal S. Nutrition care for patients with weight regain after bariatric surgery.

Gastroenterology Research and practice, DOI: 10.1155/2013/256145, 2013.

4. Livhits M, Mercado C, Yermilov I. et al. Patient behaviour associated with weight regain after

laparoscopic gastric bypass. Obesity Research & Clinical Practice 2011;5: 258-265.

5. Freire RH, Borges MC, Alvarez-Leita JI. et al. Food quality, physical activity, and nutritional

follow up as determinant of weight regain after Roux-en-Y gastric bypass. Nutrition 2012;28:53-

58.

Page 28: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

26 |

6. Erdem NZ, Kahraman F. Bariatrik Hastaların Diyetlerinin İzlenmesi. In: Merdol TK. (eds) Temel

Beslenme ve Diyetetik. Güneş Tıp Kitabevleri. Ayrıntı Basım Yayın ve Matbaacılık Hiz. San.

Tic. Ltd. Şti. Sertifika No: 13987.ISBN: 978-975-277-614-2;2015. p. 355-383.

7. Taşkın M, Zengin SÜ, Taşkın HE. Bariyatrik ve metabolik cerrahinin tarihçesi. Türkiye

Klinikleri J Gen Surg-Special Topics 2015;8(3):1-5. 8. Erdem NZ. Bariatrik Cerrahide Beslenme ve Diyet Tedavisi. In: Baysal A, Baş M. (eds).

Yetişkinlerde Ağırlık Yönetimi. Türkiye Diyetisyenler Derneği Yayını, Birinci Basım, 2008. p.

292-308. ISBN: 978-975-92058-1-2 9. O'Brien PE. Bariatric surgery: mechanisms, indications and outcomes. J Gastroenterology and

Hepatology 2010;25:1358-65.

10. Mechanick JI, Youdim A, Jones DB, Timothy Garvey W, Hurley DL, Molly McMahon M, et. al.

Clinical practice guidelines for the perioperative nutritional, metabolic, and nonsurgical support

of the bariatric surgery patient-2013 update: cosponsored by American Association of Clinical

Endocrinologists, the Obesity Society, and American Society for Metabolic & Bariatric Surgery.

Surg Obes Relat Dis 2013;9(2):159-91.

11. Frank LL. Perioperative Nutrition Assessment of the Bariatric Surgery Patient. In: Still C, Sarwer

DB, Blankenship J, eds. The ASMBS Textbook of Bariatric Surgery. Volume 2: Integrated

Health. New York, Heidelberg, Dordrecht, London: Springer; 2014. p. 77-91. ISBN 978-1-4939-

1196-7doi: 10.1007/978-1-4939-1197-4.

12. Jastrzębska-Merzyńska M, Ostrowska L, Wasiluk D, Konarzewska-Duchnowska E. Dietetic

recommendations after bariatric procedures in the light of the new guidelines regarding metabolic

and bariatric surgery. Rocz Panstw Zakl Hig 2015;66(1):13-19.

13. Erdem NZ. Metabolik ve bariyatrik cerrahide nütrisyonel ve metabolik sorunların çözümleri.

Turkiye Klinikleri J Gen Surg-Special Topics 2015;8(3):98-106.

14. Aron-Wisnewsky J, Verger EO, Bounaix C, Dao MC, Oppert JM, Bouillot JL, et al. Nutritional

and protein deficiencies in the short term following both gastric bypass and gastric banding.

PLoS One 2016;18;11(2):e0149588. doi: 10.1371/journal.pone.0149588.

Page 29: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

27 |

K.008

OBEZİTE VE MİKROBİYOTA

Uzm. Dyt. Aslıhan ÖZDEMİR

Hacettepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Ankara, Türkiye

Mikroorganizmalardan oluşan ve bir organ gibi işlev gören kompleks bir sistem olarak tanımlanan

bağırsak mikrobiyotası doğum şekli, anne sütü alımı, antibiyotik kullanımı, yaşanılan çevre gibi pek

çok faktörden etkilenmektedir. Bağırsak mikrobiyotasının intestinal yapı ve fonksiyonu düzenleyen

işlevlerinin yanında besinlerin sindiriminde de önemli rolü bulunmaktadır. Besin alımı ve bağırsak

mikrobiyotası arasında karşılıklı güçlü bir etkileşim vardır. Son yıllarda yapılan çalışmalar bağırsak

mikrobiyotası ve obezite arasında da etkileşim olduğunu göstermektedir. Vücutta aşırı yağ

depolanması sonucu oluşan obezite; kardiyovasküler hastalıklar, hipertansiyon, tip 2 diyabet, non-

alkolik steatohepatozis (NASH) ve kolon kanseri gibi pek çok hastalık ile ilişkilendirilmektedir.

Obezitenin oluşumunda diyet, fiziksel aktivite, genetik faktörler ve hormonlar rol oynamaktadır.

Mikrobiyotadaki değişikliklerin obezite gelişimi üzerine etkileri ile ilgili farklı metabolik yollar

bildirilmiştir. Bunlar: diyet polisakkaritlerinin işlenme kapasitesinin artması yoluyla kısa zincirli yağ

asitlerinin oluşumu, adipoz doku depolarını artıran gen regülasyonları ve inflamasyon üzerine

etkileridir. Obezite ve mikrobiyota ilişkisini araştıran çalışmaların büyük kısmında obez bireylerin

bağırsaklarında Firmicutes/Bacteroidetes oranının normal ağırlıklı bireylerdekine göre daha yüksek

olduğu bulunmuştur. Ayrıca, bağırsak mikrobiyotasındaki gen çeşitliliği azaldıkça adipozite, insülin

direnci ve inflamasyonda artış görülmektedir. Hayvan modellerinde yapılan çalışmalar bağırsak

mikrobiyotasının sadece obezite gelişiminde değil obezitenin kompleks ve kronik bir durum

olmasına neden olan komplikasyonlarının patofizyolojisinde de rol aldığını göstermektedir Obezite

ve mikrobiyota ilişkisini araştıran pek çok çalışmada, besin tüketiminden bağımsız şekilde obezite

durumunda bağırsakta yüksek Firmicutes/Bacteroidetes oranları bulunmuştur. Bu bulgular insan

çalışmalarının çoğunda da doğrulanmıştır. Bakteriyel çeşitlilik, farklı ülkelerde yaşayan insanlar

arasında da büyük farklılıklar gösterebilir. Amerika gibi obezitenin ve obezite ile ilişkili hastalıkların

yaygın olduğu toplumlarda bağırsak mikrobiyotasının çeşitlilik ve zenginliği Malawi ve Amerindian

(Orta ve Güney Amerika’da yaşayan toplumlar) toplumlarına göre daha düşüktür. Benzer şekilde,

Afrika’nın kırsal bölgelerindeki çocuklar, Batı Avrupa’daki çocuklar ile kıyaslandığında daha fazla

mikrobiyota zenginliği ve çeşitliliği görülmüştür. Bu bulgular obezitenin düşük bakteriyel çeşitlilik

ile ilgili olduğunu gösteren çalışma verilerini desteklemektedir. Obezitenin tedavi yöntemleri

arasında yaşam tarzı değişiklikleri (diyet ve fiziksel aktivite) büyük yer kaplamakla birlikte beden

kütle indeksi >40 kg/m2 olan ve/veya komorbiditeleri olan bireylerde bariatrik cerrahi yöntemleri

uygulanabilmektedir. Bariatrik cerrahi uygulamasının ardından yaşanan ağırlık kayıpları da

bakteriyel çeşitliliği arttırmaktadır. Bariatrik cerrahiden sonraki birkaç gün içinde (vücut ağırlığında

kayıp olmadan önce) tip 2 diyabet ile ilgili belirteçlerde iyileşmeler olduğu gözlenmiştir. Bu sonuçlar

da bariatrik cerrahinin başarılı sonuçlarında ağırlık kaybından öte mekanizmaların etkili olabileceğini

düşündürmektedir. Yapılan çalışmalarda bariatrik cerrahi sonrası bağırsak mikrobiyotasında

Firmicutes oranında azalma, Bacteroidetes oranında ise artış olduğu görülmüştür. Farklı toplumlarda

Page 30: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

28 |

ve farklı hastalık durumlarında obezite ve bağırsak mikrobiyotası arasındaki ilişkiyi araştıracak çok sayıda çalışmaya ihtiyaç vardır.

Page 31: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

29 |

K.009

Anne Sütü ve Tamamlayıcı Beslenme

Doç. Dr. Meda KONDOLOT

Erciyes Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Sosyal Pediatri A.B.D. , Kayseri, Türkiye

Page 32: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

30 |

K.010

Fenilketonüri ve Beslenme

Prof. Dr. Gülden KÖKSAL

Hasan Kalyoncu Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Gaziantep, Türkiye

Page 33: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

31 |

K.012

Çölyakta Beslenme Tedavisi

Uzm. Dyt. Ayşegül AKSAN

Hacettepe Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Ankara, Türkiye

Çölyak hastalığının tek tedavisi ömür boyu sürecek katı bir glutensiz diyettir (1-3) ve var olan

bilgiler ışığında değerlendirildiğinde optimal yaşam kalitesine ulaşmanın tek yolu glutensiz diyetin iyi uygulanmasıdır (4).

Hastalığın klinik, serolojik ve histopatolojik olarak iyileşmesi glutensiz diyete uyuma bağlıdır. Diyet

tedavisine tam uyum sağlayan hastaların %70 inde iki haftada klinik bulgularda düzelme görülmüş,

serolojik olarak da ortalama altıncı ayda EMA ve TTG antikorları negatifleşmiş, histopatolojik

düzelme gözlenmiştir (5). Aynı zamanda aktif çölyak hastası bireylerin beklenen yaşam süresi genel

populasyondan daha kısayken katı glutensiz diyetin uygulanmasıyla 3 – 5 yıl içerisinde beklenen yaşam süresinin genel populasyon ile aynı düzeye ulaştığı belirtilmektedir (6).

Diyet tedavisindeki zorluklar ve tedavinin uygulanabilirliğinin düşük olması nedeniyle hastalığın

medikal tedavisi için de yoğun çalışmalar yapılmaktadır. Hastalığın medikal olarak tedavi edilmesi

için geliştirilen yöntemler (oral olarak enzim alınması, doku transglutaminaz inhibisyonu, HLA DQ

allelinin prezentasyonunun blokajı gibi) henüz sonuç vermemiş, deneysel düzeyde araştırmalardır

(7).

Tedavide uygulanan glutensiz diyet bir eliminasyon diyetidir. İki temel basamakta uygulanabilir. İlk

olarak buğday, arpa, çavdar gibi tahılları içeren tüm besinlerin, ikincil olarak da bu tahılların

işlenmesiyle oluşan tüm ürünlerin (un, nişasta, ekmek, pasta, kurabiye, bisküvi, kek, irmik…),

içeceklerin ve ilaç türevlerinin beslenme örüntüsünden çıkartılması gerekmektedir. İlk bakışta basit

gibi görünmesine rağmen günümüzde özellikle tahıl ve türevlerinin çok fazla tüketildiği, besin

sanayisinin geliştirdiği besinlerin %70’inin tahıl ve türevlerini içerdiği düşünüldüğünde (koruyucu

maddeler, aroma vericiler, kıvam vericiler, besin renklendiriciler, katkı maddeleri, nem

önleyiciler…) diyetin uygulanması hem her yaştaki hasta bireyler hem de aileleri için zorlu bir tedavi

yöntemidir (8). Bu nedenle hasta bireylerin %50 – 80’i diyete uyum sağlayamamaktadır (8-10).

Diyet çok katı olmalıdır, diyet ile birlikte ağırlık artışı sağlayan ve iyi hissetmeye başlayan hasta çok

küçük miktarlarda dahi glutenli ürün tüketmemesi konusunda uyarılmalıdır. Çünkü çok az

miktarlardaki gluten bile mukozal hasarın tekrarlanmasına ve belirtilerin devam etmesine neden olur

(8, 11).

Türk Gıda Kodeksi Gluten İntoleransı Olan Bireylere Uygun Gıdalar Tebliği’nde besinlerin içerdiği

gluten miktarının belirtilmesi ile ilgili olarak “Gluten intoleransı olan bireyler için üretilen, gluten

seviyesini düşürmek için özel olarak işlenmiş buğday, arpa, yulaf, çavdar veya bunların melez

çeşitlerinden elde edilmiş bir veya daha fazla bileşen içeren veya bunlarda oluşan, son tüketiciye

sunulacak gıdada gluten miktarı 100 mg/kg’ı aşamaz. Belirtilen ürünlerin etiketlenmesi, reklamı ve

tanıtımında –çok düşük glutenli- ibaresi kullanılır. Son tüketiciye sunulacak gıdadaki gluten

Page 34: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

32 |

seviyesinin 20 mg/kg’ı aşmaması koşuluyla –glutensiz- ibaresi kullanılabilir. ” ifadesi yer almaktadır

(12). Bu durumda diyetin daha çok doğal besinlere dayandırılması, mümkün olduğunca hazır

besinlerden kaçınılması gerektiği düşünülebilir çünkü glutensiz olarak üretilen besinler dahi bir miktar gluten içerebilmektedir (8).

Çölyak hastası bireylerin büyük bir kısmında azalmış karbonhidrat alımına karşılık artmış yağ alımı

söz konusudur (13). Sıklıkla beklendiği gibi diyare nedeniyle zayıf, ince görünümün aksine beslenme

örüntüsü ile de ilişkili olarak günümüzde çölyak hastalarının %30’u kilolu, %50’si ise

konstipasyondan yakınır durumdadır (8). Yeni tanı almış 698 çölyak hastası ile yürütülmüş bir

çalışmada glutensiz diyete başlayan hastaların bir yıl içerisinde %33’ünün ağırlık kazandığı belirlenmiş, %34 ü kilolu, %11 i ise obez olarak kaydedilmiştir (14).

Çölyak hastalarının enerji ve makrobesin ögesi gereksinimi (yaş ve cinsiyetlerine göre) sağlıklı

bireyler kadardır. Diyetlerinde karbonhidrattan gelen enerjinin günlük enerjiye katkısının %55-60,

proteinden gelen enerjinin günlük enerjiye katkısının %15-20, yağdan gelen enerjinin günlük enerjiye katkısının %25-30 olması önerilmektedir (15, 16).

Hastalıkta ince barsakta villus hasarına bağlı olarak vitamin ve mineral yetersizlikleri de söz

konusudur. Glutensiz diyet ile barsak florası tamamen düzelecektir ancak diyet ile normal barsak

florasına ulaşılana kadar eksikliği bulunan vitamin ve minerallerin suplementasyonu sağlanmalıdır

(8, 17). Tedavi süresince de kan bulguları düzenli olarak değerlendirilmelidir. Yapılan bir

araştırmada pediatrik çölyak hastalığında gecikmesinin B vitaminleri, folik asit ve demirin yetersiz

alımı ya da malabsorbsiyonu nedeniyle puberte geriliği oluştuğu ileri sürülmüş (18), başka bir

çalışmada ise 10 yıllık izlemde yetişkin hasta grubunda glutensiz diyete devam etmeleri durumunda

bile B6 ve B12 vitaminlerinin eksikliği gözlendiği bildirilmiştir. Bu nedenle özellikle yeni tanı almış

ve büyüme çağındaki çölyak hastalarına vitamin- mineral desteğinin gerekli olduğu kabul edilmektedir (19).

Yeni tanı almış ya da kontrollü olmayan çölyak hastalarında malabsorbsiyon nedeniyle laktoz

sindiriminde de sorun yaşandığı ve sekonder laktoz intoleransı geliştiği bilinmektedir. Glutensiz

diyete başlanmasının ilk 1 ayında laktozu da sınırlamakta fayda görülmektedir. Çünkü bu dönemde

barsakta laktaz aktivitesi normal aktivitenin %30-60’ı kadardır (20, 21).

Dikkat edilmesi gereken konulardan bir diğeri ise ilaç kullanımıdır. Bazı ilaçlar etken

maddelerinin yanı sıra; malt, malt şurubu, dekstroz, dekstrin, maltodekstrin, nişasta, dekstrimaltoz,

jelatine nişasta, un gibi gluten içerebilecek katkı/koruma maddeleri içerebilmektedir. Amerika

Birleşik Devletlerinde yapılan bir çalışmada reçeteli/reçetesiz satılan 59 ilaç gliadin içeriği açısından

incelenmiş, 42 ilaçta gliadinde karşı pozitif reaksiyon saptanmıştır (24). Bu nedenle bireyin takibi

yapılırken kullanılan, önerilen ilaçların doğru seçimine de özen gösterilmelidir (25). Gluten içeren bazı besinler tablo 7’de özetlenmiştir.

Page 35: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

33 |

Tablo 1. Çölyak hastalığında sık görülen besinsel eksiklikler

Tanı anında Glutensiz diyet† Gluten içermeyen ürünler†

Uzun dönemde glutensiz diyet‡

Enerji/protein

Posa Posa Posa Posa

Demir Demir Demir

Kalsiyum Kalsiyum

D vitamini D vitamini

Magnezyum Magnezyum

Çinko

Folat, Niasin, B₁₂,

riboflavin

Folat Folat, tiamin,

riboflavin, niasin

Folat, niasin, B₁₂

(supleman

kullanımı

durumunda)

†Thompson. (22, 23), ‡Hallert ve ark.(19)

Tablo 2. Gluten içeren besinler (8)

Glutensiz besinler Gluten içerebilen besinler

Et, balık, kümes hayvanları ve ürünleri

Taze, dondurulmuş ya da salamura et

Tütsülenmiş et veya jambon

Evde hazırlanan sosis, sucuk vb.. gibi

tahıl ilavesi/bulaşı olmayan her türlü et,

balık, tavuk ve her türlü et ürünü,

yumurta

Konserve et,

Etli pide, börek, lahmacun, hamburger

Köfte (İçinde buğday ve çavdar unundan

yapılmış ekmek içi olan)

Sosis, salam gibi hazır şarküteri ürünleri

Un ile kızartılmış balık vb…

Süt ve süt ürünleri

Her türlü katkısız süt, yoğurt, kefir,

krema, peynir

Ev yapımı tahıl türevleri ilavesi/bulaşı

olmayan sütlü tatlılar

Süt bazlı katkılı besinler

Süt tozları, zenginleştirilmiş çocuk

yoğurtları, eritme peynir, sürülebilir

peynir, bazı pizza peynirleri

Bazı dondurmalar

Çikolata, tahıllı-lifli yoğurtlar, meyveli

yoğurtlar, bazı pre-probiyotikli yoğurtlar

Tahıl türevlerini içeren sütlü tatlılar

Yemeklik yağ grubu

Bitkisel sıvı yağlar

Tereyağı

Zenginleştirilmemiş margarinler

Zenginleştirilmiş margarinler

Tahıllı ürünün kızartılmasında

kullanılmış kızartma yağları

Kurubaklagiller

Her türlü kurubaklagil (taze, kuru…) Hazır konservelenmiş kurubaklagil

yemekleri

Page 36: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

34 |

Tablo 2. Gluten içeren besinler (devamı)

Sebze Grubu Tüm taze sebzeler

Evde tahıl ve ürünleri bulaşı olmadan

hazırlanmış sebze püreleri

Soslanarak dondurulmuş sebzeler

Hazır dondurulmuş salatalar, ön pişirme

uygulanmış tüketime hazır sebzeler

(kızartmalık patates vs..) Hazır sebze

püreleri

Meyve Grubu

Tüm taze meyveler

Evde tahıl ve ürünleri bulaşı olmadan

hazırlanmış jöle, reçel, marmelat ve

püreler

Meyveli jelibon vs.. şekerlemeler, hazır

meyve jöleleri, hazır reçel ve

mermelatlar, hazır meyve konserveleri,

hazır meyve püreleri

Kuru incir

Kurutulmuş meyveler (eğer un içeren

koruyucular kullanılarak kurutulmuşsa )

Tahıl ve türevleri

Pirinç, mısır, soya, karabuğday ve unları,

nişastaları, irmiği vs..

Pirinç, mısır, soya, karabuğday ve

unlarından yapılmış kek, kurabiye ve

türevleri

Çölyak hastaları için özel üretilmiş

glüten içermeyen un, nişasta ve tahıl

ürünleri (makarna, ekmek, kurabiye,

kraker, kek vs…)

Buğday, arpa, çavdar, yulaf ve bu

tahıllardan üretilen her türlü un, nişasta,

irmik ve türevleri

Buğday, arpa, çavdar, yulaf ve bu

tahıllardan üretilen her türlü un, nişasta,

irmik ve türevleri kullanılarak yapılmış

her tür yiyecek (makarna, kek, pasta,

kurabiye…)

Yağlı tohumlar

Taze fındık, fıstık vs… çerezler serbest Tuzlanarak, soslanarak vs.. işlemlerle

kurutulmuş ya da kavrulmuş çerezler

(tuzlama ya da soslama işleminde

buğday unu kullanılmış olabilir)

Hazır besinler

Saf kakao

Bitter, sütlü, beyaz çikolata (katkısız)

Glutensiz olarak özel üretilen çorba,

püre ve diğer hazır ürünler

Hazır et-tavuk suyu, et- tavuk bulyonlar

Sıcak çikolata (hazır içimlik toz)

Aromalı çikolatalar, çikolatalı gofretler,

çikolata barları ve jöle dolgulu çikolatalı

şekerlemeler

Şeker

Şeker ve bal Şekerlemeler, şekerli sakızlar,

jelibonlar…

Page 37: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

35 |

Tablo 2. Gluten içeren besinler (devamı)

Diğer Kahve çekirdeği, çekilmiş kahve,

aromasız kahve türleri, filtre kahve, kola,

meyveli soda, maden suyu

Çay, bitki çayları,

Turşu, zeytin

Köpüklü şarap/şampanya, asitli içecekler

Tuz, sirke, baharatlar

Aromalı kahveler,makine kehveleri,

diğer makine içecekleri,malt içecekleri,

tahıllı içecekler, tahıl ile fermente

edilmiş içecekleri: bira, viski, boza,

yüksek alkollü içecekler

Hazır soslar, ketçap, mayonez, hardal

vs…

Hazır lezzet, kıvam vericiler

Gıda boyaları

Çölyak hastalığı tanısı alan birey tedavisi düzenlendikten sonra multidisipliner bir yaklaşımla düzenli

olarak takip edilmeli, hastaların bu alanda çalışan uzman bir diyetisyene ulaşmaları sağlanmalıdır.

Diyetisyen hastanın o anki beslenme durumunu, komplikasyonlara bağlı oluşan riskleri ve beslenme

yetersizliklerini, hematolojik bulgularını, malabsorbsiyon durumunu, kilo kaybını değerlendirmeli,

bu değerlendirme sırasında hastanın psikososyal durumu, eğitim durumu, öğrenme kabiliyeti ve

ekonomik kaygıları da göz önünde bulundurulmalıdır. Tüm bu değerlendirmeler sonucunda enerji,

protein, karbonhidrat, yağ, vitamin ve mineral dengesinin sağlandığı bireye özgü glutensiz bir

beslenme planı oluşturmalıdır. Oluşturulan beslenme planının ardından birey bir dizi eğitim ile hastalığı ve hastalığa özgü diyeti ile ilgili bilgilendirilmelidir (8, 25).

Glutensiz diyet oldukça karışık ve iyi uygulanamadığında hayatı zorlaştıracak bir tedavi yöntemi

olduğundan bu konuda uzman yaklaşımı şarttır. Hastanın eğitim sonrası bilgi düzeyi mutlaka

değerlendirilmelidir (25).

Tedavinin takibinde en etkili yöntemin ne olduğu konusunda yeterli kanıt olmaması ile birlikte,

glutensiz diyetin uygulanmaya başlanmasından 6 ay sonra serum doku transglutaminaz seviyelerinin

kontrolü önerilmektedir. Buna göre antikor titrelerindeki düşüşün tedaviye uyumun ve iyileşmenin dolaylı göstergesi olarak kabul edilebileceği belirtilmektedir (26).

KAYNAKLAR

1. Green PHR, Jabri B. Coeliac disease. The Lancet. 2003;362(9381):383-91. doi:

10.1016/S0140-6736(03)14027-5.

2. Marsh MN. Gluten, major histocompatibility complex, and the small intestine. A molecular

and immunobiologic approach to the spectrum of gluten sensitivity ('celiac sprue'). Gastroenterology.

1992(102):330-54.

3. Green PHR, Cellier C. Celiac Disease. New England Journal of Medicine.

2007;357(17):1731-43. doi: doi:10.1056/NEJMra071600.

4. Wagner G, Berger G, Sinnreich U, Grylli V, Schober E, Huber W-D, et al. Quality of Life in

Adolescents With Treated Coeliac Disease: Influence of Compliance and Age at Diagnosis. Journal

of Pediatric Gastroenterology and Nutrition. 2008;47(5):555-61 10.1097/MPG.0b013e31817fcb56.

Page 38: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

36 |

5. Kaukinen K, Lindfors K, Collin P, Koskinen O, Mäki M. Coeliac disease – a diagnostic and

therapeutic challenge. Clinical Chemistry and Laboratory Medicine2010. p. 1205.

6. Goddard CJ, Gillett HR. Complications of coeliac disease: are all patients at risk?

Postgraduate medical journal. 2006;82(973):705-12. Epub 2006/11/14. doi:

10.1136/pgmj.2006.048876. PubMed PMID: 17099088; PubMed Central PMCID:

PMCPMC2660494.

7. Rodrigo L. Investigational therapies for celiac disease. Expert opinion on investigational

drugs. 2009;18(12):1865-73. Epub 2009/11/27. doi: 10.1517/13543780903369333. PubMed PMID:

19938900.

8. Garcia-Manzanares A, Lucendo AJ. Nutritional and dietary aspects of celiac disease.

Nutrition in clinical practice : official publication of the American Society for Parenteral and Enteral

Nutrition. 2011;26(2):163-73. Epub 2011/03/31. doi: 10.1177/0884533611399773. PubMed PMID:

21447770.

9. Ciacci C, Cirillo M, Cavallaro R, Mazzacca G. Long-term follow-up of celiac adults on

gluten-free diet: prevalence and correlates of intestinal damage. Digestion. 2002;66(3):178-85. Epub

2002/12/14. doi: 66757. PubMed PMID: 12481164.

10. Ciclitira PJ, Ellis HJ, Lundin KEA. Gluten-free diet—what is toxic? Best Practice &

Research Clinical Gastroenterology. 2005;19(3):359-71. doi: 10.1016/j.bpg.2005.01.003.

11. Köksal G, Gökmen H. Çocuk Hastalıklarında Beslenme Tedavisi. Ankara: Hatipoğlu

Yayınları; 2000.

12. TÜRK GIDA KODEKSİ GLUTEN İNTOLERANSI OLAN BİREYLERE UYGUN

GIDALAR TEBLİĞİ, 2012/4 (2012).

13. Ferrara P, Cicala M, Tiberi E, Spadaccio C, Marcella L, Gatto A, et al. High fat consumption

in children with celiac disease. Acta gastro-enterologica Belgica. 2009;72(3):296-300.

14. Ukkola A, Mäki M, Kurppa K, Collin P, Huhtala H, Kekkonen L, et al. Changes in body

mass index on a gluten-free diet in coeliac disease: A nationwide study. European journal of internal

medicine. 2012;23(4):384-8.

15. Saturni L, Ferretti G, Bacchetti T. The Gluten-Free Diet: Safety and Nutritional Quality.

Nutrients. 2010;2(1):16-34. PubMed PMID: doi:10.3390/nu2010016.

16. Zimmer K-P. Nutrition and Celiac Disease. Current Problems in Pediatric and Adolescent

Health Care. 2011;41(9):244-7. doi: http://dx.doi.org/10.1016/j.cppeds.2011.04.004.

17. Baydoun A, Maakaron JE, Halawi H, Abou Rahal J, Taher AT. Hematological manifestations

of celiac disease. Scand J Gastroenterol. 2012. Epub 2012/08/07. doi:

10.3109/00365521.2012.706828. PubMed PMID: 22861356.

18. Bona G, Marinello D, Oderda G. Mechanisms of abnormal puberty in coeliac disease. Horm

Res. 2002;57 Suppl 2:63-5. Epub 2002/06/18. doi: 58103. PubMed PMID: 12065930.

19. Hallert C, Grant C, Grehn S, Grännö C, Hultén S, Midhagen G, et al. Evidence of poor

vitamin status in coeliac patients on a gluten-free diet for 10 years. Alimentary Pharmacology &

Therapeutics. 2002;16(7):1333-9. doi: 10.1046/j.1365-2036.2002.01283.x.

20. Annibale B, Severi C, Chistolini A, Antonelli G, Lahner E, Marcheggiano A, et al. Efficacy

of gluten-free diet alone on recovery from iron deficiency anemia in adult celiac patients. The

American journal of gastroenterology. 2001;96(1):132-7.

21. High prevalence of celiac disease in patients with lactose intolerance. 2005.

Page 39: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

37 |

22. Thompson T. Thiamin, riboflavin, and niacin contents of the gluten-free diet: is there cause

for concern? J Am Diet Assoc. 1999;99(7):858-62. Epub 1999/07/16. doi: 10.1016/s0002-

8223(99)00205-9. PubMed PMID: 10405688.

23. Thompson T. Folate, iron, and dietary fiber contents of the gluten-free diet. Journal of the

American Dietetic Association. 2000;100(11):1389-96. Epub 2000/12/05. doi: 10.1016/s0002-

8223(00)00386-2. PubMed PMID: 11103663.

24. Miletic ID, Miletic VD, Sattely-Miller EA, Schiffman SS. Identification of gliadin presence

in pharmaceutical products. Journal of pediatric gastroenterology and nutrition. 1994;19(1):27-33.

25. Kupper C. Dietary guidelines and implementation for celiac disease. Gastroenterology.

2005;128(4 Suppl 1):S121-7. Epub 2005/04/13. PubMed PMID: 15825119.

26. Hill ID, Dirks MH, Liptak GS, Colletti RB, Fasano A, Guandalini S, et al. Guideline for the

Diagnosis and Treatment of Celiac Disease in Children: Recommendations of the North American

Society for Pediatric Gastroenterology, Hepatology and Nutrition. Journal of Pediatric

Gastroenterology and Nutrition. 2005;40(1):1-19.

Page 40: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

38 |

K.012

Çocukluk Çağı Obezitesi

Dr. Dyt. Kübra ESİN

Medipol Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Yüksekokulu Beslenme ve Diyetetik Bölümü

Dünyada hem gelişmiş ülkelerde hem de gelişmekte olan ülkelerde obezite prevelansı her geçen gün

artış göstermekte olup özellikle çocuklar ve adolesanlarda kaygı verici düzeydedir. Çocukluk çağı

obezitesinde bugün gelinen noktada prevalansının 1970'lerdeki değerlerden 10 kat fazla olduğu

bilinmektedir. Çocukluklarda obezite prevelansının yüksek olması insülin direnci, hiperlipidemi,

hipertansiyon, karaciğer yağlanması vb. metabolik komplikasyonları nedeniyle endişe

uyandırmaktadır. Dünya’ya paralel şekilde Türkiye’de de çocuklar arasında obezite prevelansı hızla

artmaktadır. Okul çağı dönemindeki her 5 çocuktan biri çeşitli derecelerde obezdir.

Çocuk ve adolesanlarda, fazla kiloluluğun ve obezitenin tanımlanmasında farklı yaklaşımlar

bulunmakla birlikte yaygın olarak Beden Kütle İndeksi (BKİ), standart ölçüm olarak kabul

edilmektedir. Çocukluk döneminde yaşa ve cinsiyete bağlı olarak vücut yağ ve kas kütlesi değişiklik

göstermektedir. Bu nedenle BKİ değeri yaş ve cinsiyete özgü persentil eğrilerinde doğru

yerleştirilince anlamlı olmaktadır. Çocukluk çağında fazla kilo ve obezitenin tanımlanmasında

BKİ’ye ek olarak boya göre ağırlık (göreceli ağırlık), bel çevresi, deri kıvrım kalınlığı ve bel

çevresi/boy oranı en sık kullanılan basit ve ucuz indirekt (dolaylı) ölçüm yöntemleridir.

Çocukluk çağı obezitesi genetik ve çeşitli çevresel etmenlerin etkileşimi sonucu ortaya çıkan

multifaktöriyel bir hastalıktır. Intrauterin çevre, anne sütü alımı, beslenme alışkanlıkları (ailenin

beslenme alışkanlıkları, ev dışında yeme, sağlıksız atıştırmalıklar, içecek tüketimi, yemek seçme,

öğün özellikleri ve sıklığı), fiziksel aktivite düzeyi, obezojenik çevre, sosyoekonomik kültürel düzey

ve psikolojik etmenler çocukluk çağı obezitesinin oluşumuna neden olan temel etmenlerdendir.

Çocukluk çağı obezitesinin ana tedavi prensipleri beslenme durumu ve alışkanlıkları ile fiziksel

aktiviteyi içeren yaşam tarzı değişiklikleridir. Beslenme tedavisindeki amaç; yeterli enerji ve besin

ögesi alımı ile elzem besin ögelerini içeren dengeli bir beslenme programının sağlanmasıdır.

Çocuklarda enerji alımı, büyüme ve fiziksel aktivite göz önünde bulundurarak hesaplanmalıdır.

Amerikan Pediatri Akademisi (APA) ve Beslenme ve Diyet Akademisi çocukluk çağı obezitesinde

hiçbir zaman günlük 1200 kalorinin altında olan diyetleri önermemektedir. Çocuklarda “düşük

glisemik yükü olan diyetler, modifiye trafik ışığı diyeti” vb. pek çok beslenme modelleri

kullanılmaktadır. Ancak çocuk ve ergenlerde büyüme ve gelişmenin dinamik bir süreç olması nedeni

ile sabit bir diyetin sürekli uygulanamayacağı, bu nedenle davranışsal yaşam değişikliklerinin daha

önemli olduğu bilinmektedir. Bundan dolayı çocuklarda diyet yaklaşımından ziyade, sağlıklı

beslenme alışkanlığını geliştirecek diyet önerileri yapılmaktadır.

Page 41: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

39 |

Çocuklar için sağlıklı beslenme önerileri şöyledir:

- Diyet posası için meyve, sebze, tam tahıllar ve kurubaklagil tüketimi artırılmalı,

- Doymuş yağ tüketimi azaltılmalı,

- Yaşa uygun porsiyon büyüklüğü olmalı,

- Günde 3 ana (kahvaltı, öğle, akşam) ve 1-2 ara öğün tüketmeli,

- Öğün saatleri düzenli olmalı,

- Fast food ve enerji içeriği yüksek besinlerden kaçınılmalı,

- Şekerli ve enerji içeceklerinden uzak durulmalıdır. Su, çocuklar için temel sıvı kaynağı olmalıdır.

Sonuç olarak tüm dünyada en önemli sağlık sorunlarından biri olan çocukluk çağı obezitesinin tedavi

edilmesi hem mevcut sağlığı korumak hem de erişkin dönemdeki hastalıkları önlemek açısından

oldukça önemlidir. Çocukluk çağı obezitesinin endokrin ve ekzokrin nedenlerinin araştırılması

tanının, sağlıklı beslenme alışkanlıklarının kazandırılması ve fiziksel aktivite düzeyinin artırılması da

tedavinin temelini oluşturmaktadır.

Page 42: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

40 |

K.013

Spor Beslenmesinde Kanıta-Dayalı Suplementlerin Ve Ergojenik Yardımların

Etkileri

Yrd. Doç. Dr. H.Hüsrev Turnagöl

Hacettepe Üniversitesi, Spor Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Metabolizma A.B.D., Ankara, Türkiye

ABD’de 1994 yılında yürürlüğe giren Gıda Destekleri Sağlık ve Eğitimi Yasası (DSHEA)’na göre besin suplementleri (destekleri); “Ağızdan alınmak üzere gıdalara katılan vitamin, mineral, bitkisel drog, amino asit, enzimler, organ dokuları, salgı bezleri ve metabolitlerini” tarif etmektedir. Ekstreler ve konsantreler de bu tanımın kapsamına girmektedir. Bunlar tablet, kapsül, yumuşak jel, jelatin kapsül, sıvı veya toz halinde bulunabilirler. Her ne şekilde olursa olsun, etikette ürünün alışılagelmiş bir ürün olmadığı ve bütünleyici maddeler içerdiğinin yazılması zorunluluğu vardır. DSHEA’ya göre bu ürünler “gıda” şemsiyesi altında özel bir kategoride değerlendirilirler ve “ilaç” olarak kabul edilmezler. DSHEA, besin suplementlerini gıda katkısı (food additive) gibi değil de, gıda maddeleri olarak yorumlamaktadır. Bu besin suplementleri sporcuların doğal yetenekleri ve antrenman dışında, performanslarını geliştirmek amacıyla da kullanılmaktadır. Spor dünyasında, sporcunun performansını artıracağı konusunda öne sürülen haplar, besin suplementleri, herbler, beslenme barları ve içecekleri giderek çok yaygınlaşmaktadır. Performans; yetenek, antrenman, uygun malzeme, diyet ve yarışma psikolojisi gibi birçok faktörün sonucu açığa çıkmaktadır. Bu konuşmada spor beslenmesinde kanıta-dayalı besin suplementlerinin performansa etki mekanizmaları ile oluşabilecek yan etkilerine yer verilecektir.

Page 43: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

41 |

K.014

Spor Kulüplerinde ve Federasyonlarda Spor Diyetisyeni

Dr. Dyt. Aylin HASBAY BÜYÜKKARAGÖZ

Acıbadem Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, İstanbul, Türkiye

Page 44: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

42 |

K.014

Diyabette Tıbbi Beslenme Tedavisi

Doç. Dr. Emine AKAL YILDIZ

Doğu Akdeniz Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kıbrıs

Page 45: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

43 |

K.016

Karbonhidrat Sayımı

Prof. Dr. Emel Özer

Bilgi Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, İstanbul, Türkiye

Diyabetli bireylerin beslenme tedavisinde öğün planlama yaklaşımının seçimi, diyabetli bireyin

mevcut besin tüketimi, klinik hedefler, beslenme planında arzu ettiği esneklik derecesi, öğrenme

yeteneği gibi bir çok faktöre bağlı olarak yapılır. Diyabet Komplikasyonları ve Kontol Çalışmasında

(DCCT) diyetisyenler, yoğun insülin tedavisi alan bireylerde öğün planlamasında karbonhidrat

sayımı yönteminin başarıyla kullanılabileceğini göstermişlerdir.

Karbonhidrat Sayımı Yöntemi Nedir?

Karbonhidrat sayımı, daha iyi glisemi kontrolü sağlamak için öğünde tüketilecek olan karbonhidrat

miktarının ayarlanmasına, tüketilecek karbonhidrat miktarına uygun insulin doz ayarı yapılmasına

veya kan şekeri düzeyine göre insulin dozunun ayarlanmasına olanak sağlayan bir öğün planlama

yöntemidir. Bu yöntem ile diyabetli birey, karbonhidrat içeren besinleri, tükettiği besinlerdeki

karbonhidrat miktarını hesaplamayı, besin seçiminin kan glikoz düzeyini nasıl etkilediğini,

uyguladığı 1 ünite insülinin tükettiği karbonhidratın kaç gramını ve kan glikoz düzeyinin kaç

mg/dl’sini kontrol altına aldığını öğrenir. Gerekli durumlarda öğünde tüketeceği karbonhidrat

miktarına göre öğün öncesi yapacağı insulin dozunu kendisi ayarlayarak veya hedef kan glikoz

düzeyinin üzerinde olan glikoz düzeylerini kontrol altına alacak ilave insulin dozu kullanarak glisemi

kontrolünü sağlar, diyabet bakım ve tedavi becerisini kazanır.

Neden Karbonhidrat Sayımı Yöntemi Kullanılır?

Karbonhidrat tüketimi kan glikoz düzeylerini belirleyen en önemli faktördür. Tüketilen karbonhidrat

miktarı ve uygulanan insulin dozu arasındaki denge glisemi kontrolünün sağlanmasında önemlidir.

Amerikan Diyabet Birliği (ADA)’nin, ilk kez 2002 yılında yayınladığı ve günümüze kadar her yıl

yenilediği, kanıta dayalı beslenme prensip ve önerileri, öğün öncesi uygulanacak insulin dozunun

öğünde tüketilecek karbonhidrat miktarına ve öğün öncesi kan şekeri düzeyine göre yapılması

gerektiğini vurgulamaktadır.

Normal fizyolojik şartlarda pankreas, tüketilen besinin içerdiği karbonhidratların sindirim ve

emiliminden sonra kan glikozunu regüle edecek düzeyde insulin üretmektedir. Geleneksel diyabet

tedavisinde ise önce bireye uygun insulin doz gereksinimi hesaplanır, önerilecek insulin tedavi

protokolüne göre öğün bazında insulin dozu saptanır ve daha sonra önerilen insulinin özelliklerine

göre (etki başlangıç zamanı ve pik etkiyi gösterdiği zaman, toplam etki süresi) beslenme tedavisi

düzenlenir. Ancak, bireylerin yaşam tarzı tedavi ile ilişkili önerilerin günlerce ve yıllarca aynı şekilde

uygulanmasına olanak vermeyecek şekilde değişkendir. Hafta sonları daha geç saatlere kadar

uyumak, 2-3 saat süren uzun yemekler, doğum günü kutlamaları gibi özel günler, vardiyalı çalışma

koşulları, uzun iş toplantıları gibi bireyden bireye göre çok değişken olan yaşam koşullarının varlığı

yadsınamaz. Günden güne ve hatta gün içinde değişiklik gösteren yaşam tarzı belirli saatte insulin

enjeksiyonu yapmayı ve enjekte edilen insulin için, uygun saatte ve miktarda yemek yemeyi

Page 46: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

44 |

önleyebilmekte ve sonuc olarak kan şekeri kontrolü bozulmakta, hipergliseminin önlenmesi için

arttırılan insulin dozları kilo alımı ve/veya hipoglisemi gibi sorunları da birlikte getirebilmektedir.

Öğün zamanı, tüketilecek besin çeşidi ve miktarı, ara öğün sayısı diyabetli bireyin yaşam tarzına,

önerilen medikal tedaviye göre bireyselleştirilmelidir. Diyabetli bireyin yaşam tarzına uygun olacak

şekilde gün içinde belirli zamanlarda ve gereksinimine uygun miktarlarda karbonhidrat tüketmesi

glisemik kontrolün sağlanması açısından son derece önemlidir. Bazı insulin tedavi protokolleri

özellikle de hızlı etkili insülinlerin enjeksiyonu ve/veya pompa tedavisinin kullanılması, diyabetli

bireyin yaşam tarzında öğün zamanına ve öğünde tüketilecek karbonhidrat miktarına esneklik

getirmektedir. Bu tür insülinlerin veya tedavi yaklaşımlarının önerildiği diyabetlilere klasik diyet

önerileri yerine mutlaka karbonhidrat insulin oranını (K/İ oranı) diğer bir ifade ile 1 ünite insülinin

kontrol altına alabileceği karbonhidrat miktarının saptanmasına olanak sağlayan karbonhidrat sayımı

yönteminin öğretilmesi gerekmektedir.

Karbonhidrat Sayımı Yönteminin Avantajları

1- Kan şekeri kontrolünün sağlanmasında etkilidir: DCCT ve Birleşik Krallık Prospektif

Diyabet Çalışması (UKPDS) diyabetle ilişkili komplikasyonların önlenmesi ve tedavisinde kan şekeri kontrolünün önemini vurgulamaktadır.

2- Öğünde tüketilecek karbonhidrat miktarına göre insülin dozunda ayarlama yapmaya olanak sağlar: Öğün öncesi insülin gereksiniminin belirlenmesinde öğünlerde tüketilen yağ ve

protein miktarından çok tüketilen karbonhidrat miktarının saptanmasının önemini daha önce

vurgulamıştım. Bilimsel kanıtlar ve klinik gözlemler karbonhidratların öğünden sonraki kan şekeri

düzeylerini (tokluk kan glikozu) etkileyen ve insülin gereksinimini belirleyen başlıca besin öğesi

olduğunu ortaya koymuştur. Karbonhidrat sayımı yönteminin kullanılması kan şekeri üzerinde

öncelikli etkiye sahip olan karbonhidratlar ile kan şekeri düzeyleri arasındaki ilişkinin daha iyi anlaşılmasını sağlamaktadır.

Karbonhidratlar, karbonhidrat içeren besinin tüketilmesini takip eden 15 dakika içinde kan şekerini

yükseltmeye başlar ve yaklaşık 2 saat içinde glikoza parçalanır. Yağ, protein ve alkol için aynı şartlar

söz konusu değildir. ADA’nın beslenme önerileri, tüketilen karbonhidratın tipinden (şeker, nişasta

veya posa) çok, tüketilen toplam karbonhidrat miktarının önemli olduğunu vurgulamaktadır.

3- Öğün öncesi belirlenen kan şekeri düzeyine göre insülin dozunda veya karbonhidrat tüketiminde ayarlama yapmaya olanak sağlar: K/İ oranı ile birlikte İnsülin

Duyarlılık Faktörü (İDF)’nün hesaplanması sonucunda

a) Öğün öncesi kan şekeri düzeylerine bağlı olarak insülin dozu veya öğünde tüketilecek

karbonhidrat miktarı arttırılır veya azaltılır,

b) Öğünde tüketilmesi planlanan karbonhidrat miktarına göre insülin dozu ayarlanır.

4- Öğretilmesi ve öğrenilmesi kolay bir yöntemdir: Diyabetli bireyler tükettikleri

karbonhidrat miktarının veya karbonhidrat içeren bir besinin tüketilen miktarının kan şekerleri

üzerindeki etkilerini kolaylıkla öğrenebilirler. Yaşantılarında var olan günlük değişikliklere göre

öğün planlarını yapma becerisi kazanırlar. Bu yöntem diyabetli bireyin tükettiği besinler, yapmış

olduğu aktiviteler ve kan şekeri sonuçları arasındaki ilişkiyi öğrenmesini sağlar, diyabet tedavisinde uygun ayarlamaları yapmasına olanak tanır.

Page 47: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

45 |

Ancak karbonhidrat sayımı yönteminin uygulanması ve etkili olarak kullanılması gerek yöntemi

öğrenecek diyabetli gerekse yöntemi öğretecek diyetisyen için oldukça zaman alıcıdır.

Karbonhidrat Sayımı Yönteminin Uygulama Aşamaları

Ana ve ara öğünlerde tüketilen karbonhidrat miktarının hesaplanması olarak tanımlanan karbonhidrat

sayımı yöntemi birbirini takip eden 3 basamaktan oluşur.

1. Basamak (başlangıç düzeyi), karbonhidrat sayma becerisini kazandırma düzeyidir.

• Tip 1 diyabetliler,

• Yeni tanı konmuş veya diyabet yaşı ilerlemiş olan tip 2 diyabetliler,

• Tedavi ile ilişkili tablet kullansın veya kullanmasın sağlıklı beslenme ve fiziksel aktivite ile

kan şekerini kontrol altına alan tip 2 diyabetliler

• Gestasyonel diyabetliler için uygundur. Ayrıca;

• Oral antidiyabetik (OAD), OAD ve insülin kombinasyonu alan tip 2 diyabetliler,

konvansiyonel, yoğun insülin tedavisi veya insülin pompası kullanan tip 1 diyabetliler için bu düzey

iyi bir başlangıçtır.

2. Basamak (orta düzey), bir önceki basamakta verilen bilginin anlaşılmış olması temeli

üzerine yapılanır. Bu basamak, diyabetli bireyin besin tüketimi, medikal tedavi ve aktivite düzeyi arasındaki ilişkiyi anlaması için gerekli eğitime odaklanmıştır.

• Sadece tıbbi beslenme tedavisi alan,

• OAD ve /veya insülin tedavisi alan ve kan şekeri kontrolünü sağlama motivasyonuna sahip

ve ileri düzeyde bilgi almaya istekli diyabetlilere verilebilir.

Ancak, insülin tedavisi almayan diyabetliler için bu düzeyin gerekenden detaylı olabileceği

unutulmamalıdır.

3. Basamak (ileri düzey), diyabet ekibi ile çalışan deneyimli bir diyetisyen tarafından

uygulanabilecek bu aşama besin tüketimi, medikal tedavi ve aktivite düzeyi ile ilişkili bireysel yanıt

üzerine odaklanmıştır. 3. basamak düzeyindeki bilgi ve uygulamanın öğretilmesi için diyabetli

bireyin kan şekeri kontrolünün sağlanmış ve bazal insülin dozunun iyi ayarlanmış olması gerekmektedir. Bu düzeyde, insülin pompası veya sık aralıklı insülin tedavisi alan diyabetli birey;

• Karbonhidrat ve insülin eşitlenmesini,

• K/İ oranını kullanmayı

• İDF’yi kullanarak kan şekeri düzeyine göre insülin doz ayarını yapabilmeyi öğrenir Karbonhidrat sayımının bu son aşaması,

• Çoklu insülin tedavisi alan veya insülin pompası kullanan,

• Mevcut insülin dozları ile hedeflenen kan şekeri düzeyleri sağlanmış diyabetlilere uygulanır.

Bu düzeyin eğitimini alan diyabetlinin, karbonhidrat tüketimine göre insülin dozunu ayarlama

bilgisi yanında uygulama becerisi ve uygulamaları kan şekeri sonuçları ile değerlendirme yetisine de

sahip olması önemlidir.

Page 48: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

46 |

K/İ Oranının Belirlenmesi

K/İ oranının belirlenmesi ve öğünde tüketilecek karbonhidrat miktarına uygun insülin doz ayarının

yapılması için diyabetli bireyin postprandial kan şekeri ölçüm sonuçlarının hedeflenen düzeyler

arasında olması çok önemlidir. Kan şekeri kontrol altına alınamayan ve karbonhidrat alımı öğünden

öğüne veya günden güne farklılık gösteren diyabetli bireylerde K/İ oranının sıklıkla ayarlanması

gerekir bu da yöntemin yararlılığını azaltır.

K/İ oranı = Öğünde tüketilen karbonhidrat(gram) veya karbonhidrat seçenek sayısı / kısa

veya hızlı etkili insülin dozu= ..............gram/ünite formülü ile hesaplanır.

K/İ oranının toplam günlük insülin dozuna (TİD) (bazal+bolus) bağlı olarak belirlenmesinde klinisyenler tarafından yaygın olarak kullanılan bir yöntemde 500 kuralıdır.

K/İ oranı = 500/TİD formülü ile hesaplanır. Elde edilen sonuç;

1-Öğün sonrası 3-4 saat kan şekerini kontrol altında tutabilecek 1 ünite hızlı etkili insülinin kontrolünden sorumlu olduğu karbonhidrat miktarını, veya

2- Öğünden sonrası yaklaşık 5-6 saat kan şekerinin hedeflenen sınırlar arasında kalmasını sağlayacak 1 ünite kısa etkili insulin için tüketilmesi gereken karbonhidrat miktarını belirler.

Bu sabidite ile K/İ oranını belirlerken preprandial ve postprandial kan şekerinin hedeflenen

sınırlarda olması çok önemlidir. Ancak ne yazık ki bu nokta ülkemizdeki uygulamalarda genellikle

göz ardı edilmekte, hedef kan şekeri düzeyi sağlanmadan toplam insülin dozu 500 sayısına bölünerek

diyabetliye K/İ oranı ile ilişkili bilgi verilmekte veya 1 ünite insülin için standart olarak 10 veya 15 gr karbonhidrat tüketimi önerilmekte ve bu uygulama karbonhidrat sayımı olarak adlandırılmaktadır.

Halbuki, K/İ oranı diyabetli bireyin insüline duyarlılığına bağlı olarak değişir. İnsüline duyarlı olan

bireylerde K/İ oranı daha yüksek iken insüline dirençli olan bireylerde K/İ oranı daha düşüktür.

Diyabetli bir birey için bireyselleştirilmiş tek bir K/İ oranı olabileceği gibi gün içinde öğünden öğüne değişen birden fazla K/İ oranının kullanılması da mümkün olabilmektedir.

İnsülin Duyarlılık Faktörünün Belirlenmesi

İDF, 1 ünite hızlı veya kısa etkili insülinin azalttığı kan şekeri düzeyi (mg/dl) olarak tanımlanır. İDF,

düzeltme faktörü veya ekleme faktörü olarak da isimlendirilmektedir. Bu yöntem, öğün öncesi kan

şekeri düzeyini hedeflenen sınırlara getirecek insülin miktarının hesaplanması temeline dayanır.

İDF’ nin belirlenmesinde sıklıkla kullanılan 2 yöntem vardır: Bunlar 1500 kuralı ve 1800 kuralı

olarak tanımlanır. 1500 kuralı kısa etkili insülin kullanan veya insüline dirençli bireylerde

kullanılırken, 1800 kuralı hızlı etkili insülin kullanan veya insüline duyarlı bireylerde uygulanmaktadır. Son yıllarda 1800 yerine 1700 sayısının kullanılması da önerilmektedir.

İDF= 1500 veya 1800 / TİD olarak hesaplanır. Ancak daha öncede belirtildiği gibi bu hesaplamanın

yapılması için mutlaka hedef kan şekeri düzeylerinin sağlanmış olması gerekmektedir. Diğer bir

ifade ile diyabetli bireyin bazal ve bolus insülin doz ayarının yapılmış olması gereklidir. Öğün öncesi

ve öğünden iki saat sonra ölçülen kan şekeri düzeyleri hedeflene düzeyde ise diyabetli bireye İDF’ yi

nasıl kullanacağı örneklerle açıklanır.

Page 49: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

47 |

İleri düzey karbonhidrat sayımında gerek K/İ oranının gerekse İDF’nin belirlenmesi çoklu insülin ve

pompa tedavisi uygulayan hekim ile birlikte koordineli çalışan diyetisyen tarafından sağlanabilir.

Diyetisyen, uygulama aşamalarında diyabetli bireyin hekimi ile gerekli paylaşımları mutlaka

yapmalıdır. Diyabetli birey ve diyabet ekibinin üyeleri, diyabetin kronik bir hastalık olduğunu ve

diyabetli bireyin diyabetle yaşam sürecinde beslenme tedavisinin sürekliliğini göz önünde

bulundurmalıdır. Hasta merkezli bilinçlendirme yaklaşımı beslenme tedavisine uyumu kolaylaştırır.

Yöntemin Dezavantajları Karbonhidrat sayımını öğretirken diyabetli bireylere protein ve yağ tüketiminin de önemli olduğu

mutlaka anlatılmalıdır. Aksi taktirde yağ ve protein tüketimine dikkat edilmeksizin, sadece

karbonhidrat sayımına bağlı bir beslenme alışkanlığı oluşabilir. Diyabetli bireyin İDF’nin

kullanılması yönündeki becerisi sıklıkla kontrol edilmelidir. Yanlış uygulamalar hipoglisemi ve/veya vücut ağırlığında artma riski oluşturabilmektedir.

Karbonhidrat sayımı yönteminin uygulanması ve etkili olarak kullanılması diğer öğün planlaması

yöntemlerine kıyasla gerek yöntemi öğrenecek diyabetli, gerekse yöntemi öğretecek diyetisyen için oldukça zaman alıcıdır.

Her bir düzey için diyabetli ile 1-3 kez görüşülmelidir.

• 1. düzey 1-4 hafta aralıkla, 30-90 dakikalık,

• 2. düzey ve 3. düzeyin her biri 1-2 hafta aralıkla 30-60 dakikalık bir süre içinde verilir.

Yöntemi Uygularken Mutlaka Dikkat Edilmesi Gerekenler

Karbonhidrat sayımının 1. düzeyini poliklinik veya hastanede görevli diyetisyen verebilir. 2. düzeyi

diyabet eğitimi ve bakımında deneyimli veya eğitim almış, kan glikoz düzeylerini beslenme tedavisi,

günlük yaşam değişiklikleri ve metabolizma ile ilişkilendirerek yorumlayabilecek bir diyetisyen yani

diyabet diyetisyen verebilir. Bu aşamayı öğretecek diyetisyenin kan glikoz ölçüm cihazını kullanma,

kan glikoz ölçüm sonuçlarını izleme ve sonuçları besin tüketimi, medikal tedavi ve aktivite düzeyi ile

ilişkilendirerek yorumlama bilgi ve becerisine sahip olması son derece önemlidir. 3. düzey

karbonhidrat sayımı ise diyabet ekibi ile birlikte çalışan diyetisyen tarafından uygulanabilir.

Diyabetli bireyin hekimi ile paylaşmaksızın diyetisyenin K/İ oranını hesaplayarak insülin dozlarını

belirlemesi veya İDF’yi hesaplayarak bolus insülin dozunda yapılacak değişiklikler ile ilgili olarak

diyabetli bireye bilgi vermesi etik değildir. Diyabet tedavisi ekip çalışmasını gerektirir. Ekip içinde

bilgi ve uygulamaların paylaşımı hasta merkezli bir tedavinin temel gereksinimidir

KAYNAKLAR 1-Anderson B, Chalmers KH, Gallego MC, Mullooly CA, Wolpert H: Smart Pumping for People

with Diabetes. A Practical Approach to Mastering the Insulin Pump.Ed: Wolpert H, American

Diabetes Association, 2002.

2-American Diabetes Association: Evidence-based nutrition principles and recommendations for the

treatment diabetes and prevention of diabetes and related complication. Diabetes Care 25 (supply1):

S50-S60, 2002.

3-American Diabetes Association. Standards of medical care in diabetes 2017, Lifestyle

management. Diabetes Care 40 (Suppl. 1):S33-S44, 2017.

4- Bolderman KM: Putting Your Patients on the Pump. American Diabetes Association 2002.

Page 50: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

48 |

5-Diabetes Control and Complications Trial Research Group: The effect of intensive treatment of

diabetes on the development and progression of long-term complications in insulin-dependent diabetes mellitus. N Eng J Med 329: 977-86, 1993.

6- Diabetes Control and Compications Trial Research Group: Weight gain associated with intensive thearpy in the Diabetes Control and Complications Trial. Diabetes Care 11: 67-73, 1997.

7- Diabetes Control and Compications Trial Research Group: Nutrition interventions for intensive

therapy in the Diabetes Control and Complications Trial. J Am Diet Assoc 93: 768-72,1993.

8- Franz JM, Bantle JP, Beebe CA, Brunzel JD, Chiasson JL, Garg A, Holzmeister LA, Mayer-Davis

E, Mooradian AD, Pumell JQ, Wheeler M: Evidence-based nutrition principles and

recommendations for the treatment diabetes and prevention of diabetes and related complication.

Diabetes Care 25: 148-198, 2002.

9- Özer E. Diyabetle Yaşamı Kolaylaştırma Kılavuzu. Hayy Kitap, İstanbul, 2007.

10- Özer E. Karbonhidrat Sayımı. Türkiye Diyabet Vakfı, Gri Tasarım, İstanbul, 2003.

11- Warshaw HS, Bolderman KM: Practical Carbohydrate Counting. A How- to-Teach Guide for

Health Professionals. American Diabetes Association.2001.

12- Warshaw HS, Kulkarni K: Complete Guide to Carb Counting. American Diabetes Association.

2001.

Page 51: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

Türkiye 2. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

49 |

K.017

Gestasyonel Diyabette Beslenme

Doç. Dr. Hülya Gökmen Özel

Hacettepe Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Ankara, Türkiye

Gestational diabetes mellitus (GDM) ilk defa gebelikte ortaya çıkan çeşitli derecelerdeki glukoz

intoleransı olarak tanımlanmaktadır. Yapılan çalışmalar ve klinik deneyimler GDM’un gebelikte en

sık görülen tıbbi komplikasyon olduğunu göstermektedir (3). GDM prevelansı yaş, ırk, genetik,

obezite, sosyo-ekonomik durum ve tanıda kullanılan test yöntemlerine göre değişmektedir (4, 5).

GDM insidansı %5 civarındadır (%1-14 arası ) ve obezite prevelansının artması ile artış

göstermektedir. Prevelansı, tip 2 diyabet sık görülen gruplarda daha yüksektir. GDM ile ilişkili diğer

risk etmenleri, 25 yaştan daha büyük olma, aşırı kiloluluk veya obezite (beden kütle indeksine göre),

daha önce anormal glukoz intoleransı hikayesi, daha önceki gebeliklerinde GDM hikayesi veya

ailesinde diyabet hikayesidir. Gebelik sırasında bebek doğrudan kan glukoz kontrolünün

derecesinden etkilenmektedir. Bebekte ortaya çıkabilecek komplikasyonlar makrozami, düşük,

doğum travması, şişmanlıkla ilişkili sezeryan doğum ve doğumdan sonra hipoglisemidir. Doğumdan

sonra GDM’lu kadınların çoğunda glukoz toleransı (%81-94) normale döner, ancak izleyen

doğumlarda GDM gelişmesi bakımından ve daha sonra tip 2 diyabet ve prediyabet gelişmesi

bakımından risk altındadırlar.

GDM tanısı konduğu andan itibaren multidisipliner bir yaklaşım ile gebe kadın izlenmeli ve eğtim

verilmelidir. GDM’lu kadınların tedavisi fetal komplikasyonların önlenmesi üzerine yoğunlaşmıştır.

GDM’lu kadınların 2/3’si tıbbi beslenme tedavisine cevap verirler, 1/3’ine ise insülin tedavisi

uygulanmasına gerek duyulmaktadır. Beslenme tedavisi tam olarak uygulanırsa GDM’lu bireylerin

çoğunda insülin kullanılmasına gerek kalmadan kan glukoz düzeylerinin istenilen sınırlarda

tutulabileceği belirtilmiştir. GDM’lu kadınlarda tıbbi beslenme tedavisi kan glukoz kontrolünü

sağlamak için primer tedavi yöntemidir. Amerikan Diyabet Birliği, GDM’lu tüm kadınların bir

diyetisyen tarafından beslenme konsültasyonu almasını önermektedir. Bireysel tıbbi beslenme

tedavisi annenin ağırlık ve boy uzunluğuna, fiziksel aktivite düzeyine ve yaşam tarzına göre

önerilmelidir. Beslenme tedasvisinin amacı annenin ağırlık kazanımına ve idrarda keton olmaksızın

normogliseminin sürdürülmesi için önerilen enerji ve besin ögelerini diyetle sağlamaktadır.

Karbonhidrat alımının düzenlenmesi ve sağlıklı besin seçiminin sağlanması ile beslenme tedavisi

uygulanmalıdır. Diyabetli gebe kadınların karbonhidrat gereksinmeleri ile ilgili genel bir öneri

Page 52: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

50 |

bulunmamakla birlikte, karbonhidrat gereksinmesi gebenin obez olup olmamasına, beslenme

alışkanlıklarına ve kan glukoz hedeflerine göre değişkenlik göstermektedir (28, 30). GDM’lu

bireyler için tıbbi beslenme tedavisinin planlanması temel olarak tokluk glukoz değerlerine göre

karbonhidrat miktarının ayarlanmasına dayanmaktadır. GDM’lu kadınlara periferal insülin direnci ve

azalmış pankreatik insülin salgısı öğün sonrası hiperglisemiye neden olmaktadır ve tokluk glukozu

doğrudan öğünün karbonhidrat içeriğine bağlıdır. Çeşitli çalışmalardan elde edilen sonuçlara göre

GDM’lu kadınlarda karbonhidrat gereksinmesi enerjinin % 40-45 arasında olması önerilmekle

birlikte (American Diabetic Association), düşük glisemik indeksli karbonhidratların kullanılması

durumunda bu gereksinmenin enerjinin %60’ına kadar çıkabileceğini (British Dietetic Association)

bildirilmiştir. Sonuç olarak GDM’lu kadınlar için karbonhidrat gereksinmesi tokluk kan glukoz

hedeflerine ve bireyin alışkanlıklarına göre bireysel olarak değişkenlik gösterebilir Gebelik süresinde

kan glukoz düzeylerinin, idrarla keton atımının, iştah düzeyinin ve ağırlık kazanımının izlenmesi

bireysel beslenme planını geliştirmek için önemli bir rehberdir. Tek başına beslenme tedavisi, kısa

dönemde (1 veya 2 hafta) normoglisemiyi sağlamıyorsa, insülin tedavisi başlanmalıdır. Farmakolojik

bir tedavi olan insülin, tıbbi beslenme tedavisi ile birlikte kullanıldığında fetal morbiditeyi önemli

derecelerde azaltmaktadır. GDM’lu bireylerin tedavisinde standart bir insülin tedavisi önerilmemekle

birlikte genellikle kısa etkili ve orta etkili insülin karşımları kullanılmaktadır. İnsülin tedavisi

GDM’lu bireyin kan glukoz hedeflerine göre değişkenlik göstermektedir. Beşinci (2007) Uluslararası

GDM Konferansı’nda gebelerin izlemede açlık plazma glukozunun <96 mg/dL, 1. saat tokluk

plazma glukozunun <140 mg/dL ve 2. saat tokluk plazma glukozu <120 mg/dL olması gerektiği

beliritilmiştir. İnsülin tedavisi önerildiğinde GDM’lu bireyin kan glukozunu kendi kendine takip

etmesi önerilmektedir (günde 6 -9 kez). GDM’lu bireylerde kan glukoz takibinin ve besin

tüketiminin birlikte kaydedilerek değerlendirilmesi, tıbbi beslenme tedavisinin etkinliğini

arttırmaktadır. Kan glukozu kontrol altına alındığında glukoz ölçüm sıklığı da azaltılmalıdır. Ancak

izlem gebelik süresince devam etmelidir.

KAYNAKLAR

1. ADA Position Statement. Standards of medical care in diabetes. Diab Care 2012; 35 (suppl1):

S11-S63.

2. Gabbe SG. The gestational diabetes mellitus conference. Three are history: Focus on fourth. Diab

Care 21 (suppl2): B1-B2, 1998.

3. Köksal G, Gökmen H. Çocuk Hastalıklarında Beslenme Tedavisi. Hatiboğlu Yayınevi, Ankara,

60, 2000.

4. Langer O. Management of gestational diabetes mellitus. Clin Obstet Gynecol 43(1): 106-115,

Page 53: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

51 |

2000.

5. Reader D. Key components of care for women with gestational diabetes. Diab Spect 14(4): 188-

190, 2001.

6. Franz MJ. Exercise benefit and guidelines for persons with diabetes. Handbook of Diabetes

Medical Nutrition Therapy (Ed. MA Powers). 2nd edition, An Aspen Publication, Maryland,

s.107-129, 1996.

7. Fagen C, King JD, Erick M. Nutrition management in women with gestational diabetes mellitus:

A review by ADA’s Diabetes Care and Education dietetic practice group. J Am Diet Assoc 95:

460-467, 1995.

8. Metzger BE. Pregnancy and Diabetes. Handbook of Diabetes Medical Nutrition Therapy (Ed.

MA Powers). 2nd edition, An Aspen Publication, Maryland, s. 503-526, 1996.

9. ADA. Evidence-based nutrition principles and recommendations for the treatment and prevention

of diabetes and related complications. Diab Care 26(suppl1): S51-S61, 2003.

10. Canadian Diabetes Association, Dietitians of Canada. Recommendations for nutrition best

practice in the management of gestational diabetes mellitus. Executive summary (1). Can J Diet

Pract Res. 2006;67(4):206-208.

11. Metzger BE. Diet and medical therapy in the optimal management of gestational diabetes

mellitus. Nestle Nutr Workshop Ser Clin Perform Programme. 2006;11:155-165; discussion

165-169.

12. Metzger BE, Buchanan TA, Coustan DR, de Leiva A, Dunger DB, Hadden DR, Hod M,

Kitzmiller JL, Kjos SL, Oats JN, Pettitt DJ, Sacks DA, Zoupas C. Summary and

recommendations of the Fifth International Workshop-Conference on Gestational Diabetes

Mellitus. Diabetes Care. 2007 Jul;30 Suppl 2:S251-60.

13. Reader D. Nutrition Therapy for Pregnancy, Lactation and Diabetes. American Diabetes

Association Guide to Medican Nutrition Therapy for Diabetes. (Eds. Franz MJ, Evert M). 2nd

edition, American Diabetes Association, USA, s.181-203, 2012.

14. Gestational Diabetes. Origins, Complications and Treatment (Ed Petry CJ). 1st edition, CRC

Press, USA, 2014.

15. American Diabetes Association. Management of diabetes in pregnancy. Diabetes Care 2017;40

(Suppl1): S114-S119.

Page 54: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

52 |

K.018 Diyabet Kampları

Dyt. Didem GÜNEŞ

Aydın Adnan Menderes Üniversitesi, Uygulama ve Araştırma Hastanesi, Aydın, Türkiye

Page 55: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

53 |

S.101

Besin İnsülin İndeksi

Eda ŞAHİN, Gülşah GÜNEŞ*, Hürmet KÜÇÜKKATIRCI, Zeynep CAFEROĞLU

Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye

Glisemik indeks karbonhidrattan zengin besinlerin postprandiyal kan glikozu üzerine etkisinin

fizyolojik açıdan değerlendirilmesi için tanımlanan bir kavramdır. Besin insülin indeksi (İİ) ise

referans besinle karşılaştırıldığında test besininin izoenerjik (1000 kJ/240 kkal) porsiyonunun

postprandiyal insülin cevabına etkisini direkt olarak ölçmek için geliştirilmiş bir yöntemdir. Besin

insülin indeksinin; inflamasyon, kanser, obezite ve diyabet gibi çeşitli bozukluk veya hastalıklar ile

ilişkisi olduğu yapılan çalışmalarda gösterilmiştir. Özellikle obezite ve diyabet ile arasındaki ilişkiyi

değerlendiren çalışmalarda, çelişkili sonuçlar elde edilmiştir. İnsülin direnci olan obez adolesanlarda

kilo kaybını hedefleyen çalışmalarda, dyetn enerji miktarı eşit olduğu sürece; makro besin öğesi

miktarındaki değişim ile İİ’nin adölesanlarda herhangi bir ilişkisi olmadığı bulunmuştur.

Hiperinsülinemik ve tip 2 diyabetli bireylerin Gİ ve İİ değerlerinin bireylerin metabolik durumunda

etkisi olup olmayacağını araştıran bir çalışmada, Gİ değeri açısından iki grup arasında fark

bulunmamıştır. Buna karşın; İİ değeri Tip 2 diyabetli bireylerde hiperinsülinemik bireylere göre daha

yüksek bulunmuştur. Tip 1 diyabetli hastalarda karbonhidrat sayımı ile birlikte İİ kullanılarak

öğündeki insülin dozunu tahmin etmeyi amaçlayan bir diğer çalışmada; Gİ, İİ, enerji ve lif değerleri

eşit iken karbonhidrat miktarları farklı olan 2 kahvaltı öğününün tüketimi sonrası katılımcıların

insülin gereksinimleri değerlendirilmiştir. Teorik olarak karbonhidrat sayımına göre insülin

gereksinimi farklı olmasına rağmen glikoz monitarizasyonu ile izlenen insülin gereksiniminin aynı

olduğu gözlemlenmiştir. Sonuç olarak, Tip 1 diyabetli bireylerde; CHO sayımı yönteminin yetersiz

kaldığı durumlarda insülin talebinin İİ kavramı ile hesaplanması yararlı olabilir. Gİ yalnızca

karbonhidrat içeren besinler için kan glikozundaki değişimi ve insülin talebini belirtmektedir. İİ ise

protein ve yağ içeren besinlerin de postprandiyal kan glikozu ve insülin talebi üzerine etkisinin

belirlenmesine izin vermiştir. Gİ değerinin insülin talebini tahmin etmede yetersiz kaldığı

durumlarda İİ kullanımının gerekliliği savunulmaktadır.

Anahtar Kelimeler: besin insülin indeksi, glisemik indeks, obezite, diyabet

________________________ Yazışmalardan Sorumlu Yazar: [email protected]

Page 56: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

54 |

S.102

İnsülin Direnci ve Omega-3 Yağ Asitleri

Büşra MARAŞLIOĞLU, Emine KARA*, Hüsniye ÖZCAN, Zeynep CAFEROĞLU

Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye

İnsülin direnci, endojen salgılanan veya ekzojen verilen insülinin normalden daha az biyolojik yanıt

oluşturarak insülinin glukozu hücre içine gönderme etkisinin azalması veya kaybolması olayıdır.Son

zamanlarda insülin direnci üzerine omega-3 yağ asitlerinin yararlı etkileri olabileceği

düşünülmektedir. Omega-3 yağ asitleri; ilk çift bağı metil grubuna en yakın üçüncü karbonda olan ve

kaynağını alfa-linolenikasitlerin(ALA) oluşturduğu yağ asitleridir. ALA ayrıca eikosapentaenoik asit

(EPA) ve dokosahekzaenoikasitin (DHA) sentezlenmesinde görev alır. Omega-3 yağ asitleri,

özellikle soğuk su balıkları ve midye ayrıca ceviz, keten tohumu ve zeytin gibi bitkisel yağlarda

bulunur. Omega-3 yağ asitlerideniz ürünleri arasında en fazla uskumruda (0.9 g EPA-1.4 g DHA/100

g) ve yağlı tohumlar arasında en fazla keten tohumunda (18.1 g ALA/100 g) bulunmaktadır. Glukoz

homeostazı ve insülin duyarlılığı üzerineomega-3 yağ asitlerinin yararlı etkilerine ilişkin tartışmalı

veriler bulunmaktadır. Hayvan çalışmalarında, yüksek yağlı diyette mısır yağıyla beslenen

obezratların veya sükroz ve fruktozdan zengin yüksek karbonhidrat ile beslenen obezratların

diyetindeki yağlar omega-3 yağ asitleri ile yer değiştirdiğinde; bozulmuş glukoz homeostazı ve

insülin direncini önlemiştir. Diyabetik ratlarda ise diyetlerine eklenen omega-3 yağ asitlerinin insülin

direncini düzelttiği, glukoz toleransını iyileştirdiği ve diyabet insidansını azalttığı gözlenmiştir. İnsan

çalışmalarında; omega-3 yağ asitlerinin glukoz homeostazına etkileri sağlıklı, obez ve tip 2 diyabetli

bireyler olmak üzere 3 kategoride incelenebilir. Sağlıklı popülasyonlarda; plazma düzeyleri ya da

diyetle alımlarını değerlendiren çalışmaların çoğu omega-3yağ asitlerininyararlı etkisi olduğunu

desteklemiştir. Tip 2 diyabetli bireylerde yapılan çalışmalarda, bireylerin diyetlerine omega-3yağ

asitleri eklendiğinde; bazı çalışmalarda insülin direncinin azaldığı bulunurken, bazılarında ise insülin

duyarlılığı üzerinde bir etkisinin olmadığı gösterilmiştir. İnsanlarda yapılan çalışmalarda omega-

3yağ asitlerinininsülin direncine olumlu etkileri tam olarak kanıtlanmadığı için daha fazla çalışmaya

ihtiyaç duyulmaktadır. Günlük tüketilmesi gereken omega-3yağ asidi miktarı ile ilgili

otoritelerinfarklı önerileribulunmakla birlikte, Amerikan Diyabet Birliği (American Diabetes

Association, ADA) 2013 yılında yayınladığı raporda diyabetli bireylerin haftada en az 2 kez (2 porsiyon) yağlı balık tüketmelerini önermiştir.

Anahtar kelimeler: omega-3 yağ asitleri, insülin direnci, glukoz homeostazı, diyet

________________________

Yazışmalardan Sorumlu Yazar: [email protected]

Page 57: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

55 |

S.103

Bitkisel Steroller / Stanoller ve Kardiyovasküler Hastalıklar

Sema ÇALAPKORUR, Aslıhan BEKDİK, Ayşegül GÜNER, Hatice KILINÇ*

Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye

Giriş: Bitkisel steroller ve stanoller bitkisel kaynaklı besinlerde bulunan kolesterole benzer yapıya

sahip biyoaktif bileşiklerdir. Başlıca kaynakları bitkisel yağlar, tahıl ürünleri ve yağlı tohumlardır.

Besinlerin içeriğinde yer alan bitkisel sterollerin sağlık açısından esas yararı; emilimde kolesterol ile

yarışa girerek kan kolesterol düzeyini azaltmasıdır. Bu derlemede, bitkisel sterol ve stanollerin kardiyovasküler hastalıklar (KVH) üzerine etkisini ele almak amaçlanmıştır.

Genel Bilgiler: Bitkisel steroller günlük alınan besinlerde doğal olarak bulunmaktadır. Normal

diyetle 350-400 mg/gün vejetaryen diyetle 600-800 mg/gün alınmaktadır. Doğal olarak bulunan

kaynaklardan alınan bitkisel sterollerin kolesterol düşürücü etkisi çok düşüktür. Bu yüzden

fitosteroller günümüzde fonksiyonel besin bileşeni olarak farklı besinlere eklenmektedir. Avrupa

Gıda Güvenliği Kurumu (EFSA) serum LDL kolesterolün %7-10 azalması için günlük 1,5-2,4 gr

fitosterol veya fitostanol alımını önermektedir. Günlük 2 gram bitkisel sterol tüketiminin; yaşa,

cinsiyete, vücut ağırlığına, etnik kökene, geçmişte kullanılan diyete, hiperkolesterolemi nedenine ve

statin tedavisine bakılmaksızın kolesterol emilimini %50 oranında azalttığı bildirilmektedir. Bu

miktar HDL kolesterol konsantrasyonunu etkilemeden LDL kolesterol konsantrasyonunu %8-10

oranında azaltmaktadır. Bütün bu bilgiler ışığındakolesterol emilimini azaltmak için önerilen doz günlük 2 gram olarak bildirilmiştir.

Sonuç: Kardiyovasküler hastalıklarla bitkisel sterollerin arasındaki ilişkiyi gözlemlemek için yapılan

çalışmalarda; bitkisel sterol/stanol tüketiminin LDL ve total kolesterol konsantrasyonlarını azaltarak

kardiyovasküler hastalıkları önlemede rolü olduğu bildirilmektedir.Bu etkilerinin araştırıldığı pek

çok çalışmanın sonuçları birbiriyle uyumlu olsa dahi çelişkili sonuçlar içeren çalışmalar da

mevcuttur. Bitkisel sterollerin KVH üzerindeki etkisinin anlamlı kabul edilebilmesi için daha fazla çalışmaya ihtiyaç duyulmaktadır.

Anahtar Kelimeler: bitkisel steroller, bitkisel stanoller, kolesterol, kardiyovasküler hastalıklar

________________________

Yazışmadan Sorumlu Yazar: [email protected]

Page 58: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

56 |

S.104

Epilepsi Ve Ketojenik Diyetler

Büşra GÖNENÇ, Merve KUMAK, Sabriye BALLI*, Nalan Hakime NOĞAY

Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye

Giriş: Epilepsi serebral sinirlerin ani, aşırı ve düzensiz elektrik şarjıyla sinir sisteminin normal

düzeninin bozulması olarak tanımlanır. Ketojenik diyet (KD) 1920’lerden bu yana kontrol

edilemeyen nöbetlerde alternatif bir tedavi olarak kullanılan düşük karbonhidrat, yüksek yağ, yeterli

protein içeren bir beslenme tedavisidir. Uluslararası Ketojenik Diyet Grup’unun 2009 yılında

yayınladığı çalışmaya göre en az iki antikonvülsan ilaç kullanmasına rağmen yanıt alınamayan ve sık

nöbetleri olan ayrıca epilepsi cerrahisine de henüz uygun olmayan hastalara diyet tedavisinin

uygulanması önerilmektedir. Bu çalışmanın amacı epilepsi tedavisinde kullanılan ketojenik diyetleri ve etkilerini açıklamaktır.

Ketojenik Diyet Ve Diğer Alternatif Diyetler: Diyetin içerdiği yağ miktarı diyetteki toplam protein

ve karbonhidrat miktarına oranı hesaplanarak ketojenik oran bulunur ve tipik ketojenik diyette bu

oran 4:1’dir. Ketojenik oranı 4:1 olan diyette günlük alınması gereken kalorinin %90’ı yağlardan

%7’si proteinden ve %3’ü de karbonhidratlardan sağlanır. Bazı çalışmalarda ketojenik diyet

başlangıcında kusma, kabızlık, yorgunluk, hipoglisemi gibi akut sorunlar veya uzun süreli kullanım

sonucunda büyüme gelişme yetersizliği, D vitamini yetersizliği gibi kronik sorunlar bildirilmiştir.

Ancak en az iki antikonvülsan ilaca dirençli epilepsi hastası çocuklara uygulanan ketojenik diyet

tedavisi sonucunda nöbetlerinde anlamlı derecede azalmalar yaşanırken, bazı hastalarda nöbetlerin

tamamen kesildiği de gösterilmiştir. Klasik Ketojenik Diyete alternatif diyetler, orta zincirli yağ asidi

(MCT) diyeti, Modifiye MCT diyeti, Modifiye Atkins Diyeti (MAD) ve Düşük Glisemik İndeks

diyetlerdir.Bazı çalışmalar MCT diyetin uzun zincirli yağ asidi içeren diyetten daha ketojenik etki

yaptığını savunmaktadır. MAD’de karbonhidrat miktarı günlük 10-20 grama düşürülür. Ancak

protein ve sıvı kısıtlaması yapılmaz veya açlık evresi uygulanmaz. Düşük glisemik indeks diyetinde Modifiye Atkins Diyeti’ ne göre daha az karbonhidrat kısıtlaması yapılır.

Sonuç:Ketojenik diyet ilaca dirençli epilepsili çocukların tedavisinde başarılı ve yaygın bir şekilde

kullanılmaktadır. MAD sıklıkla; MCT ya da klasik KD’e uyum sağlayamayan adölesanlarda tercih

edilmektedir. Hangi diyet tipinin seçileceğine, diyete başlamadan önce 3-4 gün boyunca alınan besin tüketim kaydı temel alınarak karar verilmelidir.

Anahtar kelimeler: epilepsi, beslenme tedavisi, ketojenik diyet, ketojenik oran

________________________

Yazışmadan Sorumlu Yazar: [email protected]

Page 59: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

57 |

S.105

Chia Tohumu (Salvia hispanica L.)

Bilge Nur BİÇER, Büşra ERDAL, Sümeyya KILINÇ*, Merve ÇAPAŞ

Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye

Chia tohumu, Salvia Hispanica olarak adlandırılan nane ailesinden bir bitki türüdür. Siyah ve beyaz

olmak üzere iki çeşittir. Renk farklılığına göre tohumun besinsel içeriği değişmemektedir. Tohumun kalitesi çizgilerine, rengine, boyuna ve olgunluğuna göre değişmektedir.

Chia tohumu olarak bilinen Salvia Hispanica L. yağ, protein, diyet posası, mineral ve polifenolik

bileşiklerin güçlü kaynağıdır. Total lif içeriği tohumun %33,5’ini oluşturmaktadır. Çözünür posa

miktarı %8,2, çözünmez posa %25,3’tür.Chia tohumunun 100 gramında 22 g protein bulunmaktadır

ve elzem aminoasitlerinin tamamını içermektedir. Ayrıca gluten içermemektedir bu özelliğiyle

gluten enteropatisi olan bireyler için alternatiftir. Doymamış yağ asitlerinin de zengin kaynağıdır.

Chia tohumunda en fazla oranda bulunan yağ asitleri sırasıyla; α-linolenik asit (%62,8), linoleik asit,

oleik asit, palmitik asit ve stearik asittir. n-6/n-3 oranı 0.29 olarak bulunmuştur. Düşük n-6/n-3 yağ

asidi oranı kardiyovasküler hastalıkların görülme riskinin azalması ile ilişkilendirilmiştir. Yüksek

antioksidan kapasitesi fenolik asit, izoflavon ve antosiyanin gibi fenolik bileşiklerin varlığıyla

ilişkilendirilmiştir. Yapılan klinik çalışmalar sonucunda kan şekerinin regülasyonunda, serum n-3

yağ asit seviyesinin yükselmesinde ve kan basıncının düzenlenmesi üzerinde olumlu etki

göstermiştir. Chia tohumu kendi ağırlığının 12 katı kadar su tutma kapasitesine sahiptir. Bu

özelliğinden dolayı midede hacim oluşturarak daha uzun süre tokluk hissi sağlamıştır ancak tek

başına ağırlık kaybı üzerinde etkisi yoktur. Total kolesterol, LDL, HDL ve TG serum seviyeleri

üzerinde anlamlı bir değişiklik gözlenmemiştir.

Chia tohumunun spesifik olarak kullanımını alerjik açıdan değerlendirdiğimizde literatürde herhangi

bir vakaya rastlanılmamıştır ve insan vücudunda hiperalerjenik etki göstermemiştir.

Avrupa Gıda Güvenliği Otoritesi (European Food Safety Authority -EFSA), günlük önerilen tüketim miktarını sağlıklı bireylerde 15 g olarak belirlemiştir.

Anahtar kelimeler: chia tohumu, kronik hastalıklar, omega-3, posa

________________________

Yazışmalardan Sorumlu Yazar: [email protected]

Page 60: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

58 |

S.106

Otizm ve Beslenme

Berfin BİRER*, Sena ERTURAN, Merve SARAÇ, Nalan Hakime NOĞAY

Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye,

Giriş: Otizm spektrum bozukluğu (OSB) yaşam boyu süren, sosyal etkileşim ve iletişimdeki

problemler, dil öğrenmede gecikme ve basmakalıp davranışlarla karakterize nörogelişimsel bir

bozukluk olup genetik ve çevresel faktörlerden etkilenen kompleks bir hastalıktır. OSB’li kişilerde

bireye göre farklılık gösteren saldırma, sinir krizi ve kendine zarar verme gibi ciddi davranışsal

bozukluklar görülmektedir. Hastalık genellikle yaşamın ilk 3 yılı içinde ortaya çıkmakla beraber

birçok bilimsel araştırmada otizmin fetal yaşamda başladığı ileri sürülmektedir. Bu çalışmanın amacı otizm spektrum bozukluğu ve beslenme arasındaki ilişkiyi açıklamaktır.

Otizmli Bireylerin Beslenme Durumları Ve Kullanılan Diyetler: Otizimli bireylerde, duyusal

hassasiyet sebebi ile besinleri reddetme ve tek tip besin tüketme, yeni yiyecekleri tatmada isteksizlik,

yemek zamanına uymamak gibi çeşitli yeme davranış problemleri görülmektedir. Otizmlilerde

kabızlık, diyare, karın ağrısı, gaz gibi GI problemlerin görülme sıklığı yüksektir. Bu durum

çocuklarda davranış bozukluklarına yol açmaktadır. Aynı zamanda alerjik hastalıklar, gluten

duyarlılığı, otoimmünite, gastrointestinal problemler, metabolik anormaliteler, mitokondriyel

disfonksiyon ve oksidatif stres, nöbet geçirme gibi klinik semptomlar da otizme eşlik edebilmektedir.

Ayrıca beslenme problemlerine bağlı olarak D vitamini, Avitamini, B6, B12 vitaminleri, çinko, demir

ve folik asit gibi çeşitli mikrobesin öğeleri yetersizlikleri görülebilmektedir. Diğer yandan bireylerin

nişastalı ve şekerli besinlere olan eğilimi OSB’de obezite sıklığını da artırmıştır. OSB’li bireylerde

uygunsuz beslenmenin neden olduğu obezite ya da aşırı zayıflılık sık görüldüğü için beslenme

durumlarının değerlendirilmesive uygun beslenme planının hazırlanması oldukça önemlidir. Otizmli

hastalarda kullanılan diyetler; glutensiz-kazeinsiz diyet, feingold diyeti, spesifik karbonhidrat diyeti,

ketojenik diyet ve düşük okzalat diyetidir. Ancak kullanılan bu farklı diyetlerin OSB’li bireylerde ki

etkinliği tam olarak kanıtlanamamıştır. Ayrıca GİS semptomları olan bireylerde probiyotik

kullanımının faydaları gözlemlenmiştir.

Sonuç: Diyet uygulamalarının etkinliğinin daha iyi anlaşılabilmesi için daha fazla sayıda çalışma yapılmasına ihtiyaç vardır.

Anahtar Kelimeler: Otizm, beslenme davranışları, önerilen diyetler

________________________

Yazışmalardan Sorumlu Yazar: [email protected]

Page 61: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

59 |

S.107

Ağırlık Kaybında Besin Destekleri

Sümeyye ERASLAN, Büşra CANSU*, Meryem Hanım YILDIRIM, Hatice ÖZÇALIŞKAN,

Erciyes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye

Özet: Ağırlık kaybı sağlamada, beslenme alışkanlıkları ve yaşam tarzında değişiklik yapmak yerine,

bireyler süreci hızlandıran ve kolaylaştıran bir alternatif olduğunu düşündükleri besin desteklerini

kullanabilmektedir. Bu derlemede bazı besin desteklerinin olası etkinlik mekanizması, etkinlik

düzeyi ve güvenilirlikleri özetlenecektir.

Temel kullanılma amacı, beslenmeyi nitel ve nicel anlamda desteklemek olan besin desteklerinin

kompozisyonunda, yeşil çay, konjuge linoleik asit (KLA),kafein, guar gum ve kroma sıklıkla yer

verilmektedir. Yeşil çayın, kafein ve epigallokateşin gallat gibi fenolik bileşikler kaynaklı olarak,

enerji harcaması ve yağ oksidasyonunu arttırarak; lipogenez ve yağ emilimini azaltarak, vücut

ağırlığı/bel çevresinde azalma sağlayabileceği bazı müdahale çalışmalarında gösterilmiştir ancak

klinik anlamlılık orta düzeydedir. Antiplatelet etkiyi arttırabilen yeşil çay kateşinlerinin, bazı

ilaçlarla etkileşim ihtimali vardır. Diyette temel olarak süt ve süt ürünleriyle sağlanan KLA, ticari

preparatlarda çeşitli izomerler formunda sunulmaktadır. KLA’nın preadipozit farklılaşması ve

lipogenezi azaltarak; lipoliz ve yağ asidi oksidasyonunu arttırarak, vücut ağırlığı/kompoziyonunu

değiştirebileceği ileri sürülmekte ancak, özellikle lipit metabolizmasına ilişkin olası yan etkileri söz

konusudur. Çay, kahve, çikolata gibi besinlerle sağlanan kafeinin metabolize edilmesiyle açığa çıkan

dimetilksantinler, enerji metabolizmasını stimüle etmekte, termojenez ve yağ asidi oksidasyonunu

arttırabilmektedir. Kafeinin, sağlıklı yetişkinlerde, günlük 400mg’dan az miktarda alınması,

güvenilir olarak bildirilmiştir. Fonksiyonel posa olan guar gum, jel oluşturma özelliğiyle, tokluğun

desteklenmesi yoluyla ağırlık kaybı sürecine destek olabilir. Krom pikolinat, krom sitrat gibi

formlarda sunulan kromun, insülin duyarlılığını geliştirme yoluyla, vücut ağırlığını ve

kompozizyonunu olumlu etkileyebileceği ifade edilmektedir.

Sağlıklı bir diyet örüntüsü, kalori alımının azaltılması, düzenli fiziksel aktivite ağırlık kaybının

sağlanmasında ve kaybedilen ağırlığın korunmasında en doğru yaklaşımdır. Etkin olma olasılığı

güçlü, güvenlik endişesi oluşturmayan besin desteklerinin önerilen dozlarda kullanımı yararlı ve

süreci destekleyici olabilir.

Anahtar kelimeler: ağırlık kaybı, besin destekleri

________________________ Yazışmalardan Sorumlu Yazar: [email protected]

Page 62: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

60 |

S.108

Teknoloji Kullanımının Ağırlık Kontrolü ve Beslenme Bilgisi Üzerine Etkisi

Merve ÇAPAŞ, Dilek OCAK*, Elif Nagihan TÜRKMEN, Sümeyye KAYAR

Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye

Özet: Teknolojik gelişmeler, değişen yaşam tarzının bir sonucudur. 21.yy’da doğru değişim ve

dönüşümün en önemli aracı olarak bilgisayarlar, internet, mobil cihazlar kabul edilir. Hızlı

ulaşılabilirlik, 7/24 saat kolay erişim, kullanım kolaylığı, bilgiye ulaşmada daha az maliyet, zaman

tasarrufu, artan bilgiyi saklama, yayma, paylaşma gibi artı özelliklerinden dolayı bir devrim olarak

görülmektedir. Bu nedenle teknolojik gelişmeler sağlık sorunlarına çözüm ve sağlıklı yaşam tarzını

benimsetmede ve kişinin kendini izlemesinde uygun bir araç haline gelmiştir. Bireylerin ağırlık

kontrolü ve beslenme bilgisi üzerinde de önemli etkiye sahiptir. Geleneksel yöntem kullanılarak

beslenme değerlendirilmesinin doğru yapılmasıyla ilgili sıkıntılar mevcuttur. Bireylerin; tükettikleri

besinleri ve porsiyonları tam olarak hatırlayamamaları, besin kaydı tutarken eksik kayıt tutulması

gibi. Teknolojik gelişmeler bunlarla birlikte diyet değerlendirilmesinin nasıl uygulanacağı konusunda

farklı yöntemler ortaya koyar. Yaygın internet kullanımı da bu gelişen teknolojik gelişmelerin doğal

bir sonucu olmuştur. İnternet kullanımı sağlıkla ilgili bilgi ve davranışları sağlamada pozitif etkiye

sahiptir. Bireylerin kendilerini yönlendirmesini sağlayarak oto kontrolü geliştirir. Uygun davranış

değişikliği göstermelerini sağlar. İnteraktif ve aktif katılım ortamı sağlar ve kısa sürede çok sayıda

insana ulaşılabilir, konuyla ilgili daha çok okuma, birbirleriyle daha sık tartışma ortamı meydana

getirir. Sosyal destek alıp-verme, bilgi paylaşma ve kişisel tecrübeleri birbirleriyle paylaşacak online

iletişim sağlar. Mobil telefon ile yapılan müdahalelerde ise ağırlık kaybı ile yakın bir bağlantısının

olduğu kabul edilmiştir. Besin kaydı tutulmasının ötesinde diyetsel davranış değiştirme ve

beslenmeye yönelik bilginin geliştirilmesinde kullanılmıştır. Sonuç olarak teknolojik gelişmeler

gerek ağırlık kontrolünde gerek besin bilgi düzeyi artışında olumlu etkilere sahiptir.

Anahtar kelimeler: teknoloji, internet, mobil uygulama, beslenme eğitimi

________________________ Yazışmalardan Sorumlu Yazar: [email protected]

Page 63: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

61 |

S.109

Sirkenin Ağırlık Denetimi Üzerine Etkisi

Özlem ÇAĞIR1, Damla KOCAMAZ1, Derya GÜNEK2,Zeynep CAFEROĞLU1

1Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye 2Selçuk Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Konya, Türkiye

Özet: Sirke, nişasta ya da şeker içeren ham maddelerden sırasıyla etanol ve asetik asit

fermantasyonları kullanılarak üretilen bir bileşiktir. Ham maddedeki basit şekerler mayalar

tarafından alkole dönüştürülür. Oluşan alkol ise asetik asit bakterileri tarafından asetik aside

dönüştürülür. Sirkenin yağ birikimini önleme ve vücut ağırlığı üzerine olumlu etkisi vardır ve bu

etki üzerine beş mekanizma ileri sürülmektedir. Bunlardan ilki karaciğerdeki birkaç lipojenik genin

baskılanmasıyla lipogenezisteki azalma ile olmaktadır. İkinci ileri sürülen mekanizmanın birkaç

lipolitik genin aktivasyonunun artması ile lipolizisteki artma sonucu olduğu düşünülmektedir.

Üçüncü mümkün metabolizma ise AMPK (aktifleşmiş monofosfat protein kinaz) aktivasyonu ile

miyoglobindeki artışa bağlı olarak oksijen tüketimindeki artış ile açıklanmaktadır. Başka bir ileri

sürülen mekanizma ise peroksizom proliferatör-aktivasyon alıcı geni ve yağ asidi oksidasyonuyla

ilgili enzimin düzenlenmesiyle enerji tüketimindeki artışa dayandırılmaktadır. Son olarak beşinci

mekanizma ise sirkenin besinlerin glisemik indeksi üzerindeki azaltıcı etkisiyle, tokluk hissinde

artma ve enerji alımındaki azalma ile açıklanmaktadır. Bireylerin vücut ağırlığındaki azalma ile

birlikte, bel çevrelerinde de belirgin incelmeler kaydedilmiştir. Sirkenin besin alımı ve ağırlık kaybı

üzerinde olumlu etki gösterebilmesi için otoriteler tarafından önerilen bir tüketim miktarı

bulunmamaktadır. Sirke eklenen öğünler tüketen bireylerle yapılan çalışmalar daha çok elma sirkesi

üzerinde yoğunlaşmıştır ve öğünlere eklenen 1-4 yemek kaşığı kadar sirkenin 4-8 veya 12 haftalık

periyotlarla kullanımında olumlu etkisi ortaya konmuştur. Elma sirkesi bel çevresi vücut ağırlığı ve BKİ’de düşüş; kan lipit seviyelerinde azalma sağlamıştır.

Anahtar kelimeler: sirke, ağırlık kaybı, diyet, bel çevresi

________________________

Yazışmalardan Sorumlu Yazar: [email protected]

Page 64: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

62 |

S.110

Sporcularda Performansı Etkileyen Besinler

Merve ÇAPAŞ, Tuğba ÇELİK*, Ayşenur DEMİRBİLEK, Merve AYDEMİR

Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye

Özet: Sportif performans; sporcunun atletik iş üretebilme becerisi, üretim kalitesi ve kapasitesinin

bileşkesi ve yapılması gereken bir atletik görevin yerine getirilmesi sırasında başarı için olumlu ve

olumsuz etkenler çerçevesinde ortaya konulan çabaların bütünü olarak ifade edilir. Sportif

performansın karmaşık yapısının sebebi, sonucu etkileyen faktörlerin sayısının çokluğu ve

çeşitliliğidir. Bu faktörler, oluşum kaynaklarına göre içsel ve dışsal faktörler olarak ikiye ayrılırlar.

İçsel faktörler; insanda mevcut olan, kısmen kalıtsal gelen ve dışarıdan üzerine etki imkânı sınırlı

olan veya hiç etki yapılamayan faktörlerdir. Yaş, cinsiyet, anatomik yapı, genetik, psikolojik denge,

metabolizma, enerji kullanım mekanizmaları, kardiyovasküler yapı özellikle içsel faktörlerin

başlıcalarıdır. Dışsal faktörler ise insanın vücudundan ve yapısından kaynaklanmayan dışarıdan

gelen yani dolaylı yolla sportif performansı etkileyen faktörlerdir. Bunlara sıcaklık, iklim, geçirilmiş sakatlıklar, doping, ergojenik yardım, antrenman, ısınma, esneklik, antrenör, dinlenme aralığı,

soğuma, uyku düzeni-kalitesi ve beslenmeörnektir. Çeşitli besinlerin performans üzerine etkileri

araştırılmıştır. Bu besinlerden bazıları süt, muz, montmorency vişne, pancar suyu, badem, bitter

çikolata, chia tohumu, kaju elma suyu, şeker kamışı suyu, alkol ve kafeindir. Yapılan çalışmalarda

sütün kuvvet ve dayanıklılık sporlarında enerji içeceği ve soya proteinli içeceğe göre egzersiz sonrası

toparlanmayı daha hızlı sağladığı görülmüştür. Uzamış yoğun egzersiz boyunca ve öncesinde muz

alımı; performansı destekler, uygun yakıt substrat kullanımını sağlar, maliyeti uygundur. Pancar suyu

ve bitter çikolata içerdiği nitrat(NO3- ) ve nitrik oksit (NO) sayesinde oksijen alımını artırarak,

yorgunluğu azaltıp dayanıklılığı artırır. Badem arginin etkisiyle insülin sekresyonunu, kas glikojen

sentezini artırır. Bademdeki fenolik ve polifenolik bileşikler antioksidan kapasiteyi geliştirerek güç

verir ve inflamasyonu azaltır. Sonuç olarak besinlerin performans üzerine etkisi vardır. Ancak tek bir

besin performans artışında etkin değildir. Sporculara uygun antrenman ve diyet programı doğal

besinlerle zenginleştirilerek performans artışı sağlanabilir.

Anahtar kelimeler: spor, performans, doğal besinler

________________________ Yazışmalardan Sorumlu Yazar: [email protected]

Page 65: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

63 |

S.111

Bazal Metabolizma Hızını Saptamada Kullanılan Yöntemler

Yasemin ÖZEN*, Kübranur ÜNAL, Esma Nur DİÇLE, Müge YILMAZ

Erciyes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye

Özet: Enerji gereksinmesi; Bir kişinin bir günde besin ve içeceklerle birlikte alması gereken toplam

enerji miktarını tanımlar. Enerji gereksinmesinin belirlenmesinde 3 ana bileşen vardır, bunlar; bazal

metabolizma hızı(BMH), fiziksel aktivite düzeyi (FAD) ve besinlerin termik etkisi (BTE). Yaşam

tarzına ve yaşa göre değişen BMH, günlük total enerji harcamasının %45-70’ini oluşturur. FAD;

günlük enerji harcamasının BMH’dan sonra en geniş ikincil bileşenidir. BTE ise total enerji

harcamasının %5-15’ini oluşturur. BMH; kişinin yaşamsal fonksiyonlarını sürdürebilmesi için

gerekli en düşük enerji miktarıdır. Vücudun ısı üretiminin ya da oksijen tüketiminin belirlenmesiyle

saptanabilir. BMH’nı saptamada; çift etiketli su metodu, direkt kalorimetre, indirekt kalorimetre,

biyoelektrik empedans analizi(BİA) gibi yöntemler kullanılır. Çift etiketli su metodunda bireyler

vücut sıvısıyla difüze edilen konsantrasyonları ve volümleri bilinen döteryum ve oksijenden oluşan

suyu tüketirler, sonrasında bu iki izotop atomun vücuttan yok olma hızlarından yola çıkarak BMH

saptanır. Direkt kalorimetre; suyun iletimi, taşınması ve buharlaşması yoluyla bireylerden açığa

çıkan ısının ölçümüdür. Kalorimetre içinde dolaşan suyun sıcaklığındaki değişimle vücudun ürettiği

ısı ölçülür ve BMH saptanır. İndirekt kalorimetre; kullanılan O2’nin ve üretilen CO2’in ölçümü ile

BMH’ nı saptar. BİA yönteminin fiziksel prensibi; yağsız vücut kütlesinin yaklaşık %73’nün

elektrolitli vücut sıvısı içermesi ve %5-10 sıvı içeren vücut yağ kütlesinden elektriği daha iyi

iletmesine dayanır. Bu iki ayrı vücut kütlesi yüksek frekanslı elektrik akımına farklı direnç

göstermesiyle yağlı ve yağsız vücut kütlesi saptanır. BİA yöntemiyle çalışan cihazlar yağsız vücut

kütlesini veya boy, ağırlık, cinsiyet ve yaşı baz alarak geliştirilen denklemleri kullanarak BMH’nı

saptar. BMH’nı tahmin etmek için Harris-Benedict, Schofield, Dünya Sağlık Örgütü, Henry

tarafından bazı ölçüm denklemleri de geliştirilmiştir. Bu denklemler vücut ağırlığı, boy, yaş, cinsiyet

faktörlerini kullanılarak sağlıklı bireyleri içeren gruplarda geliştirilmiştir. Yöntemler arasından kullanım kolaylığı nedeniyle altın standart olarak indirekt kalorimetri kabul edilmektir.

Anahtar kelimeler: bazal metabolizma hızı, enerji gereksinimi

________________________

Yazışmalardan Sorumlu Yazar: [email protected]

Page 66: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

64 |

S.112

Zerdeçalın Sağlık Üzerine Etkileri

Prof. Dr. Betül ÇİÇEK, Menekşe AYDOĞDU*, Fatma ÖZDAVAR, Rabia KARAKUŞ

Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye

Özet: Zerdeçal (Curcuma longa), zencefilgiller (Zingiberaceae) familyasından sarı çiçekli, büyük

yapraklı, çok yıllık otsu bir bitki cinsidir. Anavatanı GüneyAsya'dır. Kurkumin, zencefil ailesindeki

bir bitki olan kurkuma longanın rizomlarından ekstrate edilen ve baharat zerdeçalın diyetteki

bileşenlerinin aktif formudur. Zerdeçal, antioksidant, anti-inflamatuar etkileri ve kurkuminin

varlığına dayandırılan koruyucu özelliği sayesinde hücre büyümesi, apoptoz ve inflamasyonu

kontrol ederek bazı hastalıkların önlenmesinde ve tedavisinde kullanılmaktadır. Özellikle klinik

çalışmalar, kurkuminin barsak inflamasyonu, artrit, pankreatit ve kanser gibi kronik hastalıklarda

iyileştirici bir ajan olabileceğini göstermiştir. Kurkumin anti-inflamatuar etkisiyle inflamatuar

transkripsiyon faktörleri, sitokinaz, redoks düzeylerini, protein kinazları ve inflamasyonu

destekleyen tüm enzimlerin azaltılmasında rol oynar. Kurkumin, oksidatif stresi hafifletir, kronik

hastalıklarla ilişkili pro-inflamatuar yolakları düzenler.Kurkuminin çoklu inflamatuar etkileriyle

obezite, diyabet, kardiyovasküler ve nörodejeneratif hastalıklar, serebral ödem, alerji, bronşiyal

astım, inflamatuar barsak hastalıkları, romatit, artrit, renal iskemi, psöriyazis, skleroderma, AIDS ve

çeşitli kanser türleri dahil olmak üzere, farklı kronik inflamatuar hastalıkların tedavisi için

düzenleyici özelliğe sahip olduğu gösterilmiştir.Terapötik ilaç olarak klinik gelişmeler kurkuminin

sistemik biyoyararlanımının düşük intrinsik aktivite, düşük emilim, yüksek metabolizma oranı,

metabolik ürünlerin inaktivitesi ya da hızlı eliminasyon ve vücuttan atılım gibi nedenlerden dolayı

sınırlı olduğunu göstermiştir. Çok düşük miktarda kurkumin alımı biyoyararlanımı sınırladığı için bu

konuya dikkat edilmelidir. Diğer yandan, çok yüksek miktarlarda alımı dokularda toksik etki

yapabilir, hatta hastalık komplikasyonlarını artırabilir. Sistemik biyoyararlanımı düşük olduğundan,

intravenöz yolla alınması oral alıma göre daha etkilidir.Gıda ve Tarım Örgütü (Food and Agriculture

Organization-FAO) ve Dünya Sağlık Örgütü (World Health Organization-WHO) tarafından yayınlanan raporlar günlük kurkuminin optimal alım düzeyinin 0-1 mg/kg olduğunu belirtmiştir.

Anahtar kelimeler: zerdeçal, kurkumin, anti-inflamatuar, antioksidant

________________________ Yazışmalardan Sorumlu Yazar: [email protected]

Page 67: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

65 |

P.201

Beslenmenin Postpartum Depresyonda Rolü

Rabia KARACA

Erciyes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye

Giriş-Amaç: Postpartum depresyon (PPD), doğumdan sonra annede görülen şiddetli bir duygu

durum bozukluğudur. Bu çalışmada, kadınlarda sık görülen PPD’de beslenmenin rolü literatür doğrultusunda incelenerek derleme şeklinde ele alınmıştır.

Genel Bilgiler: Birçok PPD’li annenin sütünü etkileyeceği düşüncesiyle farmakolojik tedaviyi kabul

etmediği, farmakolojik tedaviyi kabul edenlerin ise tamamının hemen iyileşemediği bildirilmiştir. Bu

yüzden anneler nonfarmakolojik tedavilere yönelmiştir. Beslenme, nonfarmakolojik tedavi

yöntemlerinden en önemlisidir. Annenin hamilelik süresince steroid ve peptit hormonlarındaki ani

dalgalanmaların, immünolojik bozuklukların, hamilelik ve sonrasında gerçekleşen nörobiyolojik

değişikliklerin PPD’ye neden olabileceği düşünülmektedir. PPD’ye sebep olan mekanizmalar

araştırılarak, alınan besinlerin bu mekanizmaları nasıl etkilediği ve besinlerin tedavide etkinliği incelenmiştir.

Sonuç: Literatürdeki veriler; yetersiz omega3, folat, demir, selenyum ve B12 alımının PPD riskini

artırdığını destekler niteliktedir ve bu besin öğelerinin PPD’yi tedavi etmek veya mevcut tedavilerin

etkinliğini artırmak için kullanılabileceği ihtimali taşımaktadır. Önerilen bir takviye dozaj miktarı

yoktur fakat gebelik süresince ve postpartum dönemde annelerin, bu besin öğelerini içeren besinleri

sık tüketmeleri önerilmektedir. Annelerin; omega3ten zengin olan balık, deniz ürünleri, ceviz gibi

besinleri düzenli tüketmeleri önerilmektedir. Yapılan birçok çalışmada; folatın hem PPD riskini

azalttığı hem de uygulanan farmakolojik tedavinin etkinliğini artırdığı bulunmuştur. Hamilelik

öncesi yeterli tüketilen süt ve süt ürünlerinin PPD’ye karşı koruyucu olabileceği düşünülmektedir.

Emzirmenin PPD‘yle çift yönlü olan ilişkisi henüz netleşmemiştir. Bazı çalışmalar PPD’li annelerin

bebeklerini emzirmek istemediğini belirtirken, bazı çalışmalar emzirmeyen annelerin PPD olma

olasılığının yüksek olduğunu bildirmiştir. PPD tedavisinde emzirmek, hem anne hem de bebek için

yararlı etkiler sağlayabilir. Bu yüzden anne emzirmeye teşvik edilmelidir. Gebe kaldıklarında obez

olan kadınların doğum sonrası dönemlerde normal ağırlıklı kadınlara göre daha yüksek depresyon

semptomlarına sahip oldukları bulunmuştur.PPD’nin patofizyolojisin de beslenmenin rolünü açıklığa

kavuşturmak için daha fazla araştırma yapmak gereklidir.

Anahtar kelimeler: Postpartum depresyon, mikro-makro besin ögeleri, depresyonda beslenme

________________________ Yazışmalardan sorumlu yazar: [email protected]

Page 68: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

66 |

P.202

Probiyotikler, Otizm Spektrum Bozukluğu Olan Çocuklara Fayda Sağlayabilir

mi?

Sevdenur AKYOLLU

Adnan Menderes Üniversitesi, Sağlık Yüksekokulu, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Aydın, Türkiye

Otistik çocuklar genellikle karın ağrısı, kabızlık ve diyare gibi gastrointestinal problemler yaşarlar.

Son yıllarda, bu popülasyonda probiyotik kullanımı konusunda gittikçe artan bir ilgi var, çünkü

varsayımsal olarak probiyotik kullanımı bağırsak alışkanlıklarını ve bu bireylerin davranışsal ve

sosyal işlevlerini geliştirmeye yardımcı olabilir. Bağırsak mikrobiomu organik ve fonksiyonel

gastrointestinal bozuklukların patofizyolojisinde önemli bir rol oynamaktadır. Antibiyotikler, fekal

transplantasyon ve probiyotiklerin kullanımı ile meydana gelen mikrobiyal değişim, nükseden

Clostridium difficile enfeksiyonu, kese iltihabı ve huzursuz bağırsak sendromu gibi durumların

tedavisinde etkili olmuştur. Bu çalışmanın amacı, mikrobiyota disbiyozu ve otizm arasındaki ilişkiyi

açıklayan bilgileri derleyip, mikrobiyotadaki değişimin otizmli çocuklara yararlı etkilerini

değerlendirmektir. Bu derlemede, otizmli çocuklarda normal gelişimli çocuklarla karşılaştırıldığında

görülen bir dizi klinik, immünolojik ve mikrobiyom değişiklikler sunulmaktadır. Ayrıca,

bağırsaktaki iltihaplanma, geçirgenlik kaygıları ve bu sorunlara katkıda bulunabilecek absorpsiyon

anormalliklerine değinilmektedir. En önemlisi, otizmli çocuklarda gastrointestinal semptomların

tedavisinde probiyotiklerin potansiyel rolü insan ve hayvan çalışmalarından elde edilen kanıtlarla

tartışılıyor.

Anahtar Kelimeler: Otizm, Enflamasyon, Mikrobiom, Probiyotik

________________________ Yazışmalardan sorumlu yazar: [email protected]

Page 69: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

67 |

P.203

Sağlık Bilimleri Fakültesi Öğrencilerinde Ortoreksiya Nervoza Sıklığının

Saptanması

Güzide Seda İPEK*, Seda Sultan SAĞIR, Meltem SOYLU

Nuh Naci Yazgan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye

Giriş-Amaç: Ortoreksiya nevroza, sağlıklı beslenme takıntısı olarak tanımlanan bir yeme

bozukluğudur. Yapılan çalışmalar, tıp fakültesi öğrencileri, hekimler, diyetisyenler, obsesif

kompulsif ve beden imajına aşırı önem veren bireylerde ortoreksiya nervoza belirtilerine daha sık

rastlanıldığını göstermektedir. Bu araştırma, Sağlık Bilimleri Fakültesinde eğitim alan öğrencilerin

ortoreksiya nevroza sıklığının saptanması amacıyla planlanmıştır. Yöntem: Çalışma, Kayseri ilinde bulunan Nuh Naci Yazgan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi

bünyesindeki Beslenme ve Diyetetik, Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon ve Hemşirelik ve Sağlık

Hizmetleri bölümlerinde öğrenim gören gönüllü 150 öğrenci üzerinde 9-27 Ocak 2017 tarihleri

arasında yürütülmüştür. Çalışmada sağlıklı beslenmeye duyulan aşırı duyarlı tutumu niteleyen ve

özel olarak geliştirilmiş ORTO-15 Ortoreksiya Nervoza (ON) ölçeği kullanılmıştır. Ölçeğe göre “33

puan” ve altında alanlar “ortorektik” olarak tanımlanmıştır. Puan ne kadar artarsa, yeme davranışı o

derece aşırı duyarlılıktan normale yaklaşmaktadır.Verilerin analizi SPSS 22.0 istatistik programı ile

yapılmıştır. Bulgular: Araştırmaya katılan öğrencilerin yaş ortalaması 19.7 (18-24) yıldır. Beden Kütle İndeks

(BKI) ortalaması 21.7(16-34.9) kg/m2olan öğrencilerin %73.8’inin ağırlığı normal sınırlar içindedir.

Bunun yanında öğrencilerin %11’i zayıf, %10’u hafif şişman ve %4’ü şişmandır. Öğrencilerin

ORTO-15 ölçeği puanı ortalaması 37.24 (26-50) olup, %16.6’sının puanı 33 ve altındadır. Puanı 33

ve altında olan öğrencilerin %68’sini kız öğrenciler oluşturmaktadır. Sonuç: Bu çalışmanın sonuçlarına göre Sağlık Bilimleri Fakültesi öğrencileri arasında zayıflık

obeziteden daha sık olarak görülmektedir. Ayrıca yeme bozukluğu belirtileri gösteren öğrencilerin

oranı yüksektir. Sağlık profesyoneli olarak yetişecek üniversite öğrencilerinde sağlıklı beslenme

davranışının takıntıya dönüşmemesi için doğru ve etkili bir beslenme eğitiminin verilmesi ve risk

altında olan öğrencilerin yeme bozukluğu yönünden izlenmesi önerilmektedir. Anahtar Kelimeler: gençler, ortoreksiya, yeme bozukluğu.

________________________ Yazışmalardan sorumlu yazar: [email protected]

Page 70: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

68 |

P.204

Yabancı Uyruklu Üniversite Öğrencilerinin Beslenme Durumlarının Saptanması

İmmihan ÇETİN*, Meltem SOYLU

Nuh Naci Yazgan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye

Giriş-Amaç: Öğrencilerin yoğun bir şekilde yaşadığı Kayseri ilinde, yabancı uyruklu öğrencilerin

sayısı oldukça fazladır. Bu gençlerin yaşadığı coğrafi hareketlilik, beraberinde beslenme kültürüne

adapte olamama ve beslenme davranışında yanlış yapılan uygulamalar, beslenme ve sağlık

sorunlarının yaşanmasına neden olabilmektedir. Bu çalışma, Kayseri’de öğrenim gören yabancı

uyruklu üniversite öğrencilerinin beslenme ve sağlık durumlarının saptanması amacıyla

yürütülmüştür. Yöntem: Mart- Mayıs 2016 tarihleri arasında yürütülen çalışma kapsamına, Kayseri iline en az altı

ay önce gelmiş olan yabancı uyruklu 169 üniversite öğrencisi alınmıştır. Araştırmanın örneklemi,

Erciyes Üniversitesi ERSEM Yabancılara Türkçe Öğretim Programına devam eden öğrencilerden

seçilmiştir. Öğrencilerin beslenme alışkanlıkları araştırmacı tarafından hazırlanan ve yüz yüze

görüşme tekniği ile yapılan anket formu ile değerlendirilmiştir. Anket formunda öğrencilerin öğün

sayılarını, beslenme alışkanlıklarını ve besin tüketim sıklıklarını içeren sorular yer almıştır. Sonuçlar

SPSS.22 paket programı ile değerlendirilmiştir. Bulgular: Çalışma kapsamına alınan öğrencilerin %84’ünü erkekler ve %14’ünükız öğrenciler

oluşturmaktadır. Kayseri’de kalma süreleri ortalama3,57±1,7 yıl olan yabancı uyruklu öğrencilerin

önemli bir bölümü öğün atlamaktadırlar. Sabah ve öğle öğünleri en çok atlanan öğündür. Düzenli

olarak ana öğün tüketenlerin oranı %55 iken ara öğün tüketenlerin oranı sadece %2,4’tür. Öğrenciler

sağlıklı beslenmede yer alması gereken besinleri yeteri kadar tüketmemektedirler. Her gün en az bir

porsiyon meyve tüketenlerin oranı % 59.2 iken, iki porsiyon tüketenlerin oranı sadece %26.6’dır.Her

gün taze pişmiş sebze tüketenlerin oranı %32.5, günde en az iki porsiyon süt ve süt ürünleri

tüketenlerin oranı%37.3’tür.Sağlık Bakanlığı tarafından hazırlanan Türkiye Beslenme Rehberi’nde

yer aldığı üzere önerilen şekilde haftada en az iki balık tüketen öğrenci oranı sadece %12.4’ tür.

Buna karşılık haftada bir kezden fazla fastfood restoranlarına gidenlerin oranı %42’dir.Ülkemize

geldikten sonra öğrencilerin%22.5’iağırlık kazanmış, %12.4’üise kaybetmiştir. Sonuç: Bulgulardan elde edilen sonuçlara göre, Kayseri ilinde yaşayan yabancı uyruklu öğrenciler

yeterli ve dengeli beslenme alışkanlıklarına sahip değildir. Bu öğrencilerin beslenme durumları

izlenmeli ve iyileştirilmesine yönelik girişimlerde bulunulmalıdır.

Anahtar Kelimeler: Yabancı uyruklu öğrenciler, sağlıklı beslenme

*Bu proje 2016 yılında TÜBİTAK 2209-A tarafından desteklenmiştir.

_______________________ Yazışmalardan sorumlu yazar: [email protected]

Page 71: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

69 |

P.205

Fenilketonüride Tıbbi Beslenme Tedavisi

Emin MERT*

Kastamonu Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kastamonu, Türkiye

Giriş ve Amaç: Beslenme; büyüme, gelişme, sağlıklı yaşam ve fiziksel aktivite için gerekli

besinlerin metabolik veya biyokimyasal yollarla enzimlerin katalizörlüğünde organizmada

kullanılmasıdır. Doğuştan gelen eksiklikler neticesinde ortaya çıkan metabolik hastalıkların

tedavisinde diyetisyenin yürüttüğü tıbbi beslenme tedavisi kişinin hayatını ikame ettirmesi ve sağlıklı

yaşam sürmesini amaçlamaktadır. Karaciğerden salgılanan “fenilalaninhidroksilaz” enziminin

yetersizliği nedeniyle FA’nın vücutta kullanılamaması sonucu gelişen Fenilketonüri, kalıtsal

metabolik bir hastalıktır. Tıbbi beslenme tedavisi metabolize olmayan FA’nın diyetten çıkarılması/kısıtlanması yoluyla diyetisyen tarafından tarafından uygulanır.

Yöntem: Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığı tarafından akademisyen düzeyinde diyetisyenlerle

hazırlanan metabolik hastalıklarda tıbbi beslenme tedavisini içeren yayın ve diyetisyen doktora tezi taramaları yöntemiyle bu çalışma gerçekleştirilmiştir.

Tanı ve Bulgular: Metabolik hastalığı olan bebekler doğumda genelde normaldir, beslenmeyi

izleyen günlerde hastalık belirtileri ortaya çıkar. Bulgularda kan FA düzeyi yüksektir, 5-6. Aylarda

zeka geriliği ortaya çıkar, saç deri ve gözlerde açık renk, idrar ve terde küf kokusu mevcuttur, havale kusma görülür. Kesin tanı Guthrie Testi sonucuna göre konur.

Tıbbi Beslenme Tedavisi: PKU’da tek tedavi beslenme tedavisidir ve toksik besin öğesi olan

FA’nın diyetten çıkarılması/miktarının azaltılması esasına dayanır. Yeni yöntemlerle birlikte PKU

mamaları, FA’sız gıda bileşenleri (un, süt tozu) ile hazırlanan yiyecekler ve düşük proteinli

yiyecekler tıbbi beslenme tedavisi çok verimli bir aşamadadır. Beyin hasarının önlenmesi için tıbbi

beslenme tedavisinin erken başlaması, iyi metabolik kontrol ve uzun süreli tedavinin gerekliliği

belirtilmektedir.

Sonuç: Kan FA düzeyi, tıbbi beslenme tedavisi ile dengede tutulabilir. Tedavide ana ilkeler; merkezi

sinir sisteminin korunması, fiziksel gelişimin sağlanması, gerekli protein, enerji, vitamin, mineral ve eser elementlerin sağlanması gerekmektedir.

Anahtar kelimeler: Metabolik, fenilketonüri, fenilalanin, beslenme.

_________________

Yazışmalardan Sorumlu Yazar: [email protected]

Page 72: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

70 |

P.206

Okul Öncesi Dönem Çocuklarının Beslenme Alışkanlıklarının Belirlenmesi

Buse ALTINAY, Derya BALDIRLI, Rabia Melda ERDOĞAN, Vivyın Lara YILDIZ1

İstanbul Yeni Yüzyıl Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, İstanbul, Türkiye

Giriş ve Amaç: Okul öncesi dönemde, çocukların zihinsel ve bedensel olarak yoğun gelişim

gösterdiği bilinmektedir. Yeterli ve dengeli beslenme bu gelişimin temelini oluşturmaktadır.

Araştırmacılar tarafından okul öncesi dönemin, çocukların beslenme alışkanlıklarının şekillendiği bir

gelişim dönemi olduğu vurgulanmaktadır. Bu dönemde kazanılan beslenme davranışları çocukların

ileriki hayatında beslenme tarzını ve yiyecek seçimlerini belirlemektedir Bu araştırma okul öncesi

çocukların beslenme alışkanlıklarını saptamak ve alışkanlıklarının oluşumunda etkili olan faktörleri

incelemek amacıyla yürütülmüştür.

Yöntem: Araştırmanın örneklemini; Kasım 2016 tarihinde Hatay ilinde özel bir anaokula devam

eden, 5-6 yaş grubundaki 47 çocuğun ebeveynleri oluşturmaktadır. Araştırmada Uzgidim tarafından

geliştirilen 38 sorudan oluşan bir anket yardımıyla veri toplanmıştır. Bu anket ile ebeveynlerin eğitim

düzeyi ve çalışma durumu, yemek pişirme yöntemleri, çocukların bazı besinleri tüketim sıklığı

sorgulanmıştır. Veriler Microsoft Excel 2010 programıyla değerlendirilmiştir.

Bulgular: Ankete cevap veren anne sayısı 41, baba sayısı 6’dır. Katılımcıların annelerinin %87.8’i

çalışmaktadır. Ankete katılan anne ve babaların %65.9’unun eğitim durumu üniversite ve üstüdür.

Anket verilerine göre sebze yemekleri pişirilirken en sık fırın, et yemekleri pişirilirken ise ızgara

yöntemi kullanılmaktadır. Ebeveynlerin %65.9’unun yemek hazırlarken çocukların günlük besin

ihtiyacını karşılamasına dikkat ettiği tespit edilmiştir. Ailelerin haftada en fazla 1 gün fast food

tükettiği saptanmıştır. Tercih edilen ekmek türünün en fazla tam buğday sonra da beyaz ekmek

olduğu gözlemlenmiştir. Annelerinin bildirdiğine göre çocukların %68’inin gazlı içecek tüketmediği

saptanmıştır. Ayrıca çocukların %63.8’inin haftada 2-3 kez şeker ve çikolata gibi ürünleri tükettikleri anlaşılmaktadır. Çocukların %42.5’inin ise sebze yemeyi reddettiği tespit edilmiştir.

Sonuç: Çocuklara yemek hazırlarken dikkat edilen en önemli konunun çocukların günlük besin

ihtiyacını karşılaması olduğu tespit edilmiştir Çocukların büyük bir kısmının gazlı içecek

tüketmemesine rağmen sıklıkla şekerli besin tükettiği saptanmıştır. Çocukların en çok reddettiği

besinler ise sebzeler olarak bulunmuştur. Sonuç olarak ebeveynler çocuklara sağlıklı beslenme konusunda rol model olmalı ve onlara yol göstermelidir.

Anahtar Kelimeler: okul öncesi, çocuk, aile, beslenme alışkanlığı

Yazışmalardan Sorumlu Yazar: [email protected]

Page 73: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

71 |

P.207

Sporcu Bireylerin Hidrasyon Konusundaki Farkındalığı

Ali Koşar*

İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü, İzmir, Türkiye

Giriş: Dayanıklılık gerektiren sporlarda, sporcular performanslarını maksimum düzeye çıkarmak

için hidrasyon seviyelerini arttırarak önemli bir başarı elde ederler. Çocukluk çağındaki sporcuların

beslenme durumuna göre %43’ünde hipohidrasyon belirtisine rastlanmıştır. Sporculara çocukluk

çağından itibaren uygun yöntemlerle hidrasyon eğitimi verilmelidir.

Amaç: Sporcuların hidrasyon hakkında farkındalığını araştırmak ve bu konudaki araştırmaları

taramak amaçlanmıştır. Yöntem: Pubmed, Sciencedirect, Scopus veri tabanlarında son 5 yılda

yayınlanan makaleler taranmıştır.

Bulgular:19 makalenin 4 tanesinde yüzdelik olarak belirtilen hidratasyon değerlerine göre

sporcuların yaşam tarzları ve diyetleri nedeniyle su alımlarında değişiklikler görüldüğü

vurgulanmaktadır. Buradan yola çıkarak diyetin iyileştirilmesiyle hidrasyon değerlerinin

iyileştirilmesinin söz konusu olduğu, iyileşmiş hidrasyon değerlerinin sporcuların aerobik solunum

performansını arttırdığı, bu sebeple performansında artışa neden olduğu belirtilmektedir. Ancak,

hidrasyon bilincine sahip olmayan sporcuların zaman zaman müsabakalar öncesi ideal kiloya

ulaşmak için hızlı/şok diyetlere başvurduğuna dikkat çekilmektedir. Yaptıkları bu hızlı diyetin,

sporculardaki hidrasyon seviyesini ve dehidratasyonu nasıl etkilediğinin incelenmesi gerektiği

vurgulanmaktadır. Çalışmalarda özellikle çocuk yaştaki sporcuların hidrasyon hakkındaki bilgi

düzeylerinin ve bu konuda onlara nasıl eğitim verileceğinin önemine değinilmektedir. Çocukluk

çağındaki sporcu bireylerin hipohidrasyon risklerini düşürmek için diyetlerindeki sebze ve meyve

içeriklerinin arttırılmasının yararlı olduğu bildirilmektedir. Bunun için çocukları eğitirken onların

damak zevklerine göre atölye çalışmalarına katılmaları sağlanıp, beslenme eğitiminde görselliğe

dayalı bir eğitim verilebileceği belirtilmektedir.

Sonuç: Yapılan çalışmalar sporcuların hidrasyon konusunda bilinç düzeylerinin arttırılması

gerektiğini, bu konunun özellikle çocuk sporcular için öncelikli olduğunu göstermektedir. Ülkemizde

de sporcularla çalışan diyetisyenler/ diyetisyen adayları, bu konuya önem vermeli, uygun beslenme

eğitimi yöntemleri kullanarak bilincin arttırılmasına katkı sağlamalıdır.

Anahtar Kelimeler: sporcu, hidrasyon

________________________

Yazışmalardan sorumlu yazar: [email protected]

Page 74: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

72 |

P.208

Kayseride İyotlu Tuz Kullanım Durumu

Hazal POLATDEMİR*, Meltem SOYLU, Fatma Gül MUĞUL

Nuh Naci Yazgan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye

Giriş-Amaç: Beslenmeyle ilişkili sorunlar sadece sağlık alanında risk oluşturmayıp aynı zamanda

sosyal ve toplumsal boyutta da önemli sonuçlar doğurabilmektedir. Ülkemizde iyot yetersizliği böyle

sorunlar için önemli bir örnek oluşturmaktadır. İyot yetersizliği hastalıklarının önlenmesi için hane

düzeyinde iyotlu tuzun kullanılması çok önemlidir. Dünya Sağlık Örgütü’ ne göre, hane halkı iyotlu

tuz kullanım oranının %90’nın üzerine çıkması ve hatta %100 olması gerekmektedir. Bu araştırma

Kayseri il merkezinde hane düzeyinde iyotlu tuz kullanım oranının belirlenmesi amacıyla

yürütülmüştür. Yöntem: Veriler Kayseri il merkezinde seçilen örneklem kapsamında 209 hanede, araştırmacı

tarafından yapılan yüz yüze görüşmeler sonucunda elde edilmiştir. Kesitsel tipte olan bu çalışma 9-

25 Ocak 2017 tarihleri arasında Kayseri ilinde yürütülmüştür. Anket formunda hane düzeyinde tuz

kullanımı ve bunun nedenlerine yönelik sorular yer almıştır. Verilerin analizi SPSS 22.0 istatistik

programı ile yapılmıştır. Bulgular: Hane halkı düzeyinde yapılan çalışmada çoğunlukla kadınlarla görüşülmüştür (%91).

Kadınların %74’ü ev kadını olup hâlihazırda gelir getiren bir işte çalışmamaktadırlar. Sadece iyotlu

tuz kullanan hane oranı %40’tır. Kaya tuzu kullananların oranı %29, iyotlu tuz ve kaya tuzunu

birlikte kullananların oranı ise %25.3’tür. İyotlu tuz kullananların %59’u bu tuzu sağlıklı olduğu için

tercih ettiklerini ifade ederken kaya tuzu kullananların %85’i de bu tuzu sağlıklı bulduklarını

belirtmişlerdir. Katılımcıların %53’ü evlerinde hangi tuzu kullanırlarsa kullansınlar tercih etme

nedeni olarak sağlıklı olmalarını bildirmiştir. Bunun yanında katılımcıların kullandıkları tuzu tercih

etme nedeni olarak %34 oranında kolay ulaşımı bildirirken sadece %3.3’ü fiyatının ucuz olmasını

bildirmiştir. Katılımcıların %9.5’u tuz tercihlerinde herhangi bir fikir sahibi olmadığını ifade

etmiştir. Sonuç: Kayseri’de hane halkı düzeyinde iyotlu tuz kullanım oranı oldukça düşüktür. Tuz kullanma

tercihlerinde özellikle sağlıklı olmalarına öncelik veren bireylerin iyotlu tuz kullanımı konusunda

bilgi düzeylerinin artırılmasına gereksinim vardır. Anahtar Kelimeler: iyotlu tuz, beslenme.

________________________ Yazışmalardan sorumlu yazar: [email protected]

Page 75: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

73 |

P.209

Üniversite Öğrencilerinde Meyve Ve Sebze Tüketimi

Seda BARAN*, Yağmur YAŞAR, Meltem SOYLU

Nuh Naci Yazgan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye

Giriş-amaç: Meyve ve sebzeler, diyet lifinin yanı sıra suda çözülebilen vitaminlerin ve diğer

antioksidan maddelerin de önemli kaynaklarıdır. Bu nedenle, tüketimlerinin artırılması başta kanser

olmak üzere birçok kronik hastalık riskinin azaltmasında önemlidir. Her yaş dönemi için önerilen

meyve ve sebzelerin, özellikle genç yaştaki bireylerde, yeterli miktarlarda tüketilmediği

bilinmektedir. Bu araştırma, Nuh Naci Yazgan Üniversitesi’nde bulunan öğrencilerin, meyve ve

sebze tüketimlerinin saptanması amacıyla planlanıp yürütülmüştür.

Yöntem: Ocak-Şubat 2017 tarihleri arasında yürütülen çalışmaya, Nuh Naci Yazgan Üniversitesi

Sağlık Bilimleri Fakültesi’nde eğitim görmekte olan 18-28 yaş arası, 124 kız ve 76 erkek öğrenci

olmak üzere toplam 200 öğrenci katılmıştır. Katılımcıların meyve ve sebze tüketim miktarlarını

saptamaya yönelik anket formu, araştırıcı tarafından yüz yüze görüşme yöntemiyle uygulanmıştır.

Verilerin analizi SPSS22.0 paket programı kullanılarak yapılmıştır.

Bulgular: Yaş ortalaması 20,93±1,38 yıl olan öğrencilerin BKİ ortalaması 23,25±4,23

kg/m2’dir.Her gün düzenli olarak 1-2 porsiyon meyve-sebze tüketen öğrencilerin oranı %66’dir.

Öğrencilerin %44’ü meyve ve sebze tüketiminin besleyici ve sağlığın korunması açısından önemli

olduğunu ifade etmesine rağmen, %17’sihiç meyve-sebze tüketmemektedir. Meyve-sebze

tüketmeyen öğrencilerin %54,4’ü alışkanlığının olmadığını, %30’u ise sevmediğini bildirmiştir. En

fazla tüketilen meyvelerin başında haftada iki üç kez tüketim ile elma(%25) ve muz (%21,5)

gelmektedir. Öğrencilerin %22,5’i haftada iki üç kez düzenli olarak yeşil yapraklı sebzeleri

tüketirken, %36’sı brokoli, karnabahar ve kereviz gibi sebzeleri hiçtercih etmemektedir.

Sonuç: Bu çalışmanın sonucuna göre, Nuh Naci Yazgan Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi

öğrencilerinin meyve-sebze tüketimleri sağlıklı beslenme önerilerinde yer aldığı üzere5-6

porsiyondan daha az bulunmuştur. Meyve ve sebzelerin yeterli miktarda olduğu bir beslenme

düzenin sayısız sağlık yararları bulunmaktadır. Ayrıca bu yaşta kazanılan beslenme alışkanlıkları,

tüm yaşam boyunca sürdürülmektedir. Bu nedenle üniversite öğrencilerinin meyve-sebze tüketiminin

artırılması teşvik edilmeli ve farkındalık çalışmaları yürütülmelidir. Anahtar Kelimeler: meyve-sebze tüketimi, üniversite öğrencileri

________________________ Yazışmalardan sorumlu yazar: [email protected]

Page 76: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

74 |

P.210

Kayseri ilinde Beslenme Dostu Okul Sertifikası Olan ve Olmayan İki Lise Öğrencilerinin Beslenme Alışkanlıkları ve Bazı Antropometrik Ölçümleri

Açısından Karşılaştırılması ve Değerlendirilmesi

Merve BAŞER1*, Tuğba AKINOL1, Sümeyra GÜMÜŞ1, Fatma KILIÇ1, Ahmet AVCI1

Kayseri Halk Sağlığı İl Müdürlüğü, Kayseri, Türkiye

Giriş ve Amaç: Adölesan dönemi insanda büyüme gelişmenin en hızlı olduğu, çocukluktan erişkinliğe geçişi kapsar. Bu dönem kazanılan beslenme alışkanlıkları ve bilgi kazanımları bireyin sağlık kalitesini etkilemektedir. Araştırmamız okullarda sağlıklı beslenme alışkanlıklarının kazandırılması için ülkemizde yürütülen Beslenme Dostu Okullar Programı(BDO)’nın öğrencilerin beslenme alışkanlıklarını değiştirmede, fiziksel aktivitelerini artırmada ve beslenme bilgi düzeyini yükseltmedeki etkililiğini anlamak ve lise öğrencilerinin beslenme alışkanlıklarını değerlendirmek amacıyla yapılmıştır.

Yöntem:Kayseri ilinde BDO Olan Sami Yangın Anadolu Lisesi ile BDO Olmayan Nuh Mehmet Baldöktü Anadolu Lisesi 10.Sınıf öğrencilerine anket ve boy-kilo ölçümleri yapılarak uygulanmıştır. Araştırmamıza BDO dan 181, BDO olmayan okuldan 157; toplamda338 öğrenci katılmıştır. Öğrencilere kahvaltı yapma alışkanlıkları, öğle yemeği düzenleri, kantinden hangi besinleri aldıkları, beslenme bilgilerini nereden öğrendiği vb. beslenme alışkanlıklarını ve beslenme bilgilerini öğrenmeye yönelik 25 sorudan oluşan anket uygulanmıştır. Öğrenciler anket sonrası boy ve kilo ölçümleri yapılmıştır.

Bulgular ve Sonuç: Öğrencilerin en sevdiği besinler makarna/mantı(%22,5), et/tavuk/balık(%18), meyve(%14,2), fastfood besinler(%13), sağlıksız atıştırmalıklar(%11,5), kızartmalar(%5,6) bulunmuştur. Her iki okulun öğrencilerinin kantinden aldığı besinler arasında fark bulunmamıştır. “Beslenme Dostu Olan Okul” kantininde cips, kola, çikolata vb. yiyeceklerin yer almaması gerekmektedir. Kantincilerin bu kuralı ihlal ettiğini, okul yönetimince kantinlerin yeterince kontrol edilmediğini göstermektedir. Her iki okulda da kantinden en sık alınan besinler: çikolata(%87,3-%89,8); kek(%73,5-%76,4); tost/poğaça(%69,6-%81,5); şekerlisakız(%60,8-%54,)’dır. Sağlıklı bir besin olan ayran/yoğurdun kantinden alınma oranının BDO olmayan okulda(%72,6), BDO Olan okulda(%53,6) yüksek bulunmuş olup, sadece bu besin arasındaki bu fark anlamlıdır(p= 0,00<0,05). BDO öğrencilerine, okulunuzun beslenme dostu olmasının beslenmeyle ilgili bilgi kazanımları sağladı mı sorusuna, %64,1’i hayır; okulunuzun BDO olması beslenme alışkanlıklarınızda bir değişiklik yaptı mı sorusuna %91,7 hayır cevabını; okulunuzun beslenme dostu olduktan sonra fiziksel aktivite alışkanlığınız artış gösterdi mi sorusuna %16’ı evet, %23,8’ihayır, %60,2’iise biraz artış gösterdi cevabını vermiştir. Sonuç olarak “Beslenme Dostu Okullar” programı pratikte kâğıt üzerindeki kadar etkili olmadığı görülmüştür. Bu konuda ülkemizde tam anlamıyla yapılmış kapsamlı bir çalışma bulunmaması sonuçlarının etkililiğinin değerlendirilmesi açısından önemli bir eksiktir.

Anahtar Kelime: beslenme dostu okul, antropometrik ölçüm, obezite

___________________

Yazışmalardan Sorumlu Yazar: [email protected]

Page 77: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

75 |

P.211

Çölyak Hastalarının Glutensiz Ürünlere Ulaşımı

Fatma Gül MUĞUL*, Hazal POLATDEMİR, Meltem SOYLU

Nuh Naci Yazgan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye

Giriş-Amaç: Çölyak hastalığı tüm dünyada yaygın olarak görülen genetik, immünolojik ve çevresel

faktörlerin fizyopatogenezinde rol alan, sistemik otoimmün bir hastalık olup buğday, arpa, çavdar,

yulaf gibi tahılların içerisinde bulunan glutene karşı gelişen kronik bir alerjidir. Ülkemizde bu

hastalığın prevalansı %0.09, Kayseri’de ise yaklaşık %0.05 olarak bildirilmektedir. Bu araştırma

Kayseri’de çölyak hastalarının glutensiz ürünlere ulaşımı ve yeterliliği konusunda veri sağlamak

amacıyla planlanıp yürütülmüştür.

Yöntem: Kesitsel tipte olan bu çalışma 9-27 Ocak 2017 tarihleri arasında Kayseri ilinde

yürütülmüştür. Veriler Kayseri il merkezinde seçilen örneklem kapsamında 50çölyak hastası

üzerinde, araştırmacı tarafından yapılan bire bir görüşmeler sonucunda elde edilmiştir. Bu

görüşmelerde çölyak hastalarının glutensiz ürünlere ulaşılabilirliği ve bu ürünlerin yeterliliğine

yönelik bilgiler sorgulanmıştır. Veriler SPSS 22.0 istatistik programı ile değerlendirilmiştir.

Bulgular: Çalışmaya katılan çölyak hastalarının tümü glutensiz ürünlerin bütçelerine uygun

olmadığını,%92’si yeterli glutensiz ürüne ulaşamadığını bildirmiştir. Hastaların %94’ü devlet desteği

aldığı halde hiçbiri bu desteği yeterli bulmamaktadır. Katılımcıların %98’i Kayseri’de diyetlerine

uygun yemek hizmeti sunan restoran, kafe, lokanta bulamadığını, %92’si glutensiz yiyecekleri

kendilerinin hazırlamak zorunda olduğunu ifade etmiştir. Hastaların %88’i tükettikleri ürünlerin

ambalajında glutensiz ibaresinin bulunmadığını, %98’ide yeterli oranda beslenme danışmanlığı hizmetinden yararlanamadıklarını bildirmiştir.

Sonuç: Çölyak hastalığında tek tedavi yöntemi ömür boyu glutensiz diyet uygulamaktır. Kayseri’de

çölyak hastaları, glutensiz ürünlere ulaşma konusunda ciddi problemler yaşamaktadır. Hastaların bu

ürünlere daha kolay ulaşımlarının sağlanması için ilgili kurum ve kuruluşlarca gerekli desteğin

sağlanması ve beslenme danışmanlığı hizmetinden yararlanabilecekleri düzenlemelerin yapılması

gerekmektedir.

Anahtar Kelimeler: çölyak, glutensiz ürünler.

________________________ Yazışmalardan sorumlu yazar: [email protected]

Page 78: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

76 |

P.212

Çölyak Hastalığında Beslenme ve Mikrobiyota Derleme

Gülsena AKAY*, Mahmut ÇERİ

Adnan Menderes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik, Aydın

Giriş: Çölyak hastalığı, gluten proteinleri tarafından tetiklenen bir otoimmün enteropatidir. Çölyak

hastalığında uygulanan diyet ilkelerini, bazı glutensiz besinleri ve hastalık ile mikrobiyota ilişkisini

açıklamak amaçlanmaktadır.

Genel Bilgiler: Çölyak hastalığı; yaklaşık % 1'lik bir prevalans ile dünya genelinde en yaygın,

bulaşıcı olmayan, kronik enflamatuar bir barsak hastalığıdır. Patogenezinde çevresel, genetik ve

immünolojik faktörler yer almaktadır. Hastalığın tanısı; serolojik, moleküler ve biyoptik testlere

dayanmaktadır.

Glutensiz Beslenme: Gluten; buğday, arpa ve çavdarda bulunur. Alkolde çözünen bir proteindir.

Glutenin ve gliadin adlı iki major protein fraksiyonuna sahiptir. Tahıl benzeri besinler, tahıllar,

baklagiller ve yağlı tohumlar hariç insan besini için nişastalı tane üretiminde yetiştirilen bitkilerdir.

Başlıca tahıl benzeri besinler; amarant, kinoa ve karabuğdaydır. Yulaf ürünü başına 20 mg’dan az

gluten içeren saf ve kontamine olmamış yulafın, çölyak hastalığını iyi kontrol edebilen yetişkinlerin

diyetlerine güvenli bir şekilde eklenmesi mümkündür.

Çölyak Hastalığı ve Mikrobiyota: Glutensiz bir diyet, çölyak hastalarında barsak mikrobiyotasının

kısmen iyileşmesine neden olabilir. Ayrıca glutensiz bir diyetin uygun bir prebiyotik dozunun

sağlanması için dengelenmesi gereklidir. Çünkü glutensiz diyet, fruktanlar gibi bazı prebiyotik

bileşenlerinin tüketimini azaltır. Probiyotik kullanımı, çölyak hastalarında günlük tolere edilebilen

gluten limitini artırabilir böylece hastalar diyete daha iyi tolerans gösterebilir. Barsak mikrobiyotas

ıçevresel bir faktör olarak çölyak patogenezinde rol oynamaktadır. Hastalığa genetik yatkınlığı olan

ve hastalık için yüksek risk taşıyan bireylere probiyotik verilmesinin barsak mikrobiyal bileşimini

etkileyebileceği düşünülmektedir.

Sonuç:Çölyak hastalığının etkin ve güvenli tek tedavisi, glutensiz diyet olarak bilinmektedir. Bu

diyet, glutenin yaşamdan sıkı olarak hariç tutulması esasına dayanır.Şu anki kanıtlar; hastaların,

diyetlerinin düzenlenmesi ve diyetlerini takip edebilmeyi öğrenebilmeleri için diyetisyene

yönlendirilmesi gerektiğini göstermektedir.

Anahtar Kelimeler: çölyak, glutensiz diyet, tahıl benzeri besinler, yulaf, mikrobiyota

________________________ Yazışmalardan sorumlu yazar: [email protected]

Page 79: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

77 |

P.213

Yabancı Uyruklu Üniversite Öğrencilerinin Kayseri Beslenme Kültürüne Oryantasyonu

Büşra KART*, Büşra KOÇAK, Meltem SOYLU

Nuh Naci Yazgan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye

Giriş-amaç: Türkiye’nin çoğu ilinde olduğu gibi Kayseri’de de öğrenim gören yabancı uyruklu

öğrencilerinin sayısı oldukça fazladır. Farklı coğrafyalardan gelen kimi öğrenciler kendi beslenme

alışkanlıklarını sürdürmekle birlikte ilimiz beslenme kültürüne uyum sağlamakta güçlükler

yaşayabilmektedir. Bu durum öğrencilerin beslenme ve sağlık durumunu olumsuz yönde etkileyen

bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu çalışma Kayseri’de öğrenim gören yabancı uyruklu

üniversite öğrencilerinin Türk yemek kültürüne uyumunun değerlendirilmesi ve oryantasyonlarının

sağlanması amacıyla yürütülmüştür.

Yöntem: Mart-Mayıs 2016 tarihleri arasında yürütülen çalışma kapsamına Kayseri iline en az altı ay

önce gelmiş olan yabancı uyruklu 169 üniversite öğrencisi alınmıştır. Öğrencilerin ülkemize

geldikten sonra değişen beslenme alışkanlıkları yüz yüze yapılan anket formu ile değerlendirilmiştir.

Daha sonra gönüllü 30 öğrenciye Kayseri iline özgü besinlerin ve üniversitemiz Beslenme İlkeleri

Laboratuvarında deneysel olarak hazırlanan 12 farklı yemeğin besinsel özellikleri tanıtılmış,

öğrenciler tarafından duyusal olarak değerlendirmeleri ve puanlandırmaları istenmiştir. Puanlama 1

ile 10 arasında yapılmış, en beğenilen yemeğe 10, en az beğenilen yemeğe 0 puan verilmiştir.

Sonuçlar SPSS 22 programı ile değerlendirilmiştir.

Bulgular: Öğrencilerin sadece %14.2’si ülkelerindeki benzer besinleri her zaman Kayseri ilinde

bulabildiklerini ifade ederken, %69.8’i beslenme kültürlerini paylaşabilecekleri ortamı

bulamadıklarını söylemiştir. Öğrencilerin sadece %18.3’ü sağlıklı beslenebildiğini düşünmektedir.

Ayran (9.52±0.9), tam buğday unundan yapılan ekmek (9.33±1.3) ve sütlaç (9.64±,0.7) en beğenilen

yemekler arasında yer alırken, gilaburu (4.3±3.7) ve tarhana çorba (6.68±2.2) en az beğeni puanı

almıştır. Kayseri ilinde severek tüketilen mantıya (8.36±1.8) puan verilmiştir.

Sonuç: Ülkemize gelen yabancı uyruklu öğrenciler Türk beslenme alışkanlıklarına uyum sağlama

konusunda güçlükler yaşamaktadırlar. Öğrencilerin Türk mutfağına oryantasyonu konusunda

desteklenmesi gerekmektedir.

Anahtar kelimeler: beslenme, kayseri mutfağı, yabancı uyruklu öğrenci

*Bu proje 2016 yılında TÜBİTAK 2209-A tarafından desteklenmiştir. ________________________ Yazışmalardan sorumlu yazar: [email protected]

Page 80: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

78 |

P.214

Beyaz Peyirlerde Brucella Varlığının Tespiti

Elif Gökçe İNBAŞI

Nuh Naci Yazgan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye

Özet: Günümüzde insanlar biyolojik ve fizyolojik pek çok sağlık sorunu ile karşı karşıyadır. Bunlar

arasında sağlıksız ve dengesiz beslenme alışkanlığı, besinlerde hijyen eksikliğine bağlı olarak gelişen

hastalıklar ilk sırada yer almaktadır. Bu tanımlayıcı çalışmada Kayseri semt pazarlarında satışa

sunulan taze beyaz peynirlerde Burucella spp varlığının değerlendirilmesi amaçlanmıştır.

Giriş-Amaç: Brucella, bakterilerin neden olduğu enfeksiyon hastalığıdır. Brucella, koyun, inek,

deve gibi memeli hayvanlarda sık görülmektedir. İnsanlarda görülmesi Brucella taşıyıcısı olan

hayvanlarla temas sonucu veya bu hayvanlardan elde edilen ürünlerin tüketimiyle olmaktadır. En çok

süt ve peynir ürünleriyle geçiş görülmektedir. Süt ve ürünlerinin pastörize edilerek kullanılması, bu

mikroorganizmayı öldürdüğü için hastalığı önler. Kayseri ili semt pazarlarının tümünde köylüler

tarafından üretilen peynirler satılmaktadır. Bu çalışmada semt pazarlarında satılan peynirlerden

örnekler alınarak Brucella spp. varlığı incelenmiştir.

Yöntem: Bu amaçla, Kayseri ilinde kurulan pazarlarda satılan, yetiştiriciler tarafından üretilmiş inek

(n: 25) ve koyun (n: 25) sütünden yapılmış toplam 50 taze beyaz peynir örneği materyal olarak

kullanıldı. Ön zenginleştirmede Farrel Broth, etkenin üretilmesi için Farrel Agar katı besi yeri olarak

kullanıldı.Şüpheli kolonilerden identifikasyon amacıyla Gram boyama yapılarak Gram negatif

kokobasil görünümlü olanlardan Farrel agara ekimi yapılmıştır. Saptanan pozitif örneklerde Brucella

düzeyinin belirlenmesinde MPN tekniği uygulanmıştır.

Bulgular: DNA Ekstraksiyonu: Çalışmada klasik kültürle elde edilen izolatlar ticari DNA ekstraksiyon kitleri

kullanılarak ekstrakte edildi.

PCR: Çalışma sonucunda peynir ve süt numunelerinden izole edilen Brusellaspp. şüpheli izolatlar

amplifiye edildi.

Sonuç: Bu çalışmada, Kayseri ilindeki pazarlardan kendi yaptıkları peynirleri satan yetiştiricilerden

temin edilen 25 adet inek ve 25 adet koyun sütünden yapılmış toplam 50 taze beyaz peynir örneği

Brucella varlığı yönünden incelendi. İncelenen inek ve koyun peynir örnekleri arasında Brucella spp.

varlığı tespit edilmedi.

Anahtar Kelimeler: peynir, brucella

_________________

Yazışmadan Sorumlu Yazar: [email protected]

Page 81: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

79 |

P.215

Üniversite Öğrencilerinin İçecek Tercihleri

Sibel Gözde ÜNAL*, Meltem SOYLU, Eda BAŞMISIRLI, Yağmur YAŞAR, Neriman İNANÇ

Nuh Naci Yazgan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye Giriş-Amaç: Sosyalleşmenin bir parçası olan içecek tüketimi, gençlerin günlük yaşamında önemli

bir yer tutmaktadır. Sağlığın geliştirilmesine katkı sağlayan ve beslenme yönünden zengin

içeceklerin tercih edilmesi önerilmektedir. Ancak gençlerin bu konuda yeterli bilgiye sahip

olmadıkları vebu özellikleri yeterince göz önünde bulundurmadıkları düşünülmektedir. Bu araştırma

üniversite öğrencilerinin içecek tercihlerinin ve nedenlerinin araştırılması amacıyla planlanıp

yürütülmüştür.

Yöntem: Çalışma Aralık 2016-Şubat 2017 tarihleri arasında Kayseri ilinde bulunan Nuh Naci

Yazgan Üniversitesi’nde öğrenim görmekte olan 18-28 yaş arası gönüllü 150 öğrenci üzerinde

yürütülmüştür. Üniversite öğrencileri arasında içecek tercihlerini saptamaya yönelik sorulardan

oluşan anket formu öğrencilere yüz yüze görüşme yöntemi kullanılarak uygulanmıştır. Toplanan

verilerin analizi SPSS 22.0 programı kullanılarak yapılmıştır.

Bulgular: Öğrencilerin beslenme düzeninde içeceklerin önemli yer tuttuğu görülmektedir.

Öğrenciler her gün çay, kahve, nescafe, süt, kola ve ayran içmektedirler (sırasıyla%75,3, %22 ,

%20,7, %14, %9,3, %8,7). Öğrencilerin %63,3’ ü çayı yemek sırasında yada yemekten hemen sonra

içmeyi tercih etmektedirler. Öğrenciler kahveyi daha çok öğün aralarında içmeyi tercih etmektedirler

(%42,7). Öğrencilerin %42,7' si sağlık açısından en çok kolayı zararlı bulurken çay ve kahveyi

zararlı bulanların oranı daha düşüktür (sırasıyla %7,3, %13,3). Bu içecekleri neden zararlı buldukları

sorulduğunda ise şaşırtıcı olarak %51,3’ü bir fikri olmadığını bildirmiştir. Bunun aksine süt, ayran,

meyve suyu ve su en sağlıklı bulunan içeceklerdir (sırasıyla %37,3, %14, %8, %8,7). Öğrenciler bu

içeceklerin neden yararlı olduğu konusunda da fikir sahibi değildirler (%65). Öğrenciler her gün

%28,4 oranında1-3 bardak çay içtiklerini, % 9,5 oranında 4-7 bardak içtiklerini bildirmişlerdir. Alkol

ve enerji içecekleri öğrenciler tarafından sıklıkla ve her gün tercih edilen içeceklerden değildir.

(sırasıyla %66, %54,4).

Sonuç: Üniversite öğrencileri arasında çay, kahve ve kola daha sık tercih edilmektedir. Günlük

yaşamda önemli bir yer tutan içeceklerin beslenemeye olumlu katkı sağlaması gerekir. Öğrencilerin

bilinçli içecek tercihlerini yapabilmesi için beslenme bilgi düzeylerinin artırılması ve desteklemeleri

önerilmektedir.

Anahtar kelimeler: içecek tüketimi, üniversite gençliği ________________________ Yazışmalardan sorumlu yazar: [email protected]

Page 82: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

80 |

P.216

Üniversite Öğrencilerinde Yale Ölçeği İle Yeme

Bağımlılığının Değerlendirilmesi

Derya DUKAN*, Büşra ÇAĞLIER, Tuğba İNAN, Yağmur YAŞAR, Meltem SOYLU

Nuh Naci Yazgan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye

Giriş-Amaç: Yeme bağımlılığı, besin tüketimi üzerindeki kontrol kaybı ve besin tüketiminin

olumsuz sonuçlarına karşın hala devam eden ve bırakılmak istenmesine rağmen başarılamayan bir

durum olup son yıllarda fazlaca gündeme gelen bir kavramdır. Yale Üniversitesindeki araştırmacılar,

yeme bağımlılığının tanı ve ölçümünü birleşik ve uygulanabilir bir formda değerlendirebilmek için

Mental Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El Kitabı’nda (DSM-IV) yer alan madde bağımlılığı

kriterlerinden adapte edilen bir ölçek oluşturmuşlardır. Bu ölçeğin kullanıldığı çalışmada Nuh Naci Yazgan Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi

öğrencilerinin yeme bağımlılığı durumları değerlendirilmiştir.

Yöntem: Çalışmaya Nuh Naci Yazgan Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesinde eğitim gören 116

kız ve 31 erkek toplam 147 öğrenci katılmıştır. Katılımcıların boy, ağırlık ve yaş gibi genel

özellikleri sorgulanmış ve 25 sorudan oluşan Yale Yeme Bağımlılığı Ölçeği uygulanmıştır ve 7 alt

başlığa ayrılan ölçek sorularının puanlaması yapılarak, semptom ve karşılanan kriter sayıları

değerlendirilmiştir. Verilerin analizi SPSS 22.0 paket programı kullanılarak yapılmıştır.

Bulgular: Yaş ortalaması 20,15±1,2 yıl olan 18-24 yaş aralığındaki katılımcıların Beden Kitle

İndeksi (BKİ) ortalamaları 23,71±19,61 kg/m2dir.Yale ölçeğine göre öğrencilerin yeme bağımlılığı

oranı %15’dir. Öğrencilerin %77,6'sında belirli yiyeceklere devam eden istek veya bırakmaya

yönelik tekrar eden başarısızlıklar saptanmıştır. Olumsuz sonuçları olduğu bilindiği halde aynı tipte

ve miktarda besin tüketimine devam eden öğrencilerin oranı %61,9’dır.Katılımcıların aşırı yemekten

dolayı sorun yaşadığı yiyeceklerin başında çikolata, cips ve hamburger gelmektedir (sırasıyla

%55,1, %47,6 ve %42,2).

Sonuç: Çalışma sonucuna göre Nuh Naci Yazgan Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi

öğrencilerinin yeme bağımlılığı oranı %15 olarak saptanmıştır. Fakat çalışmamız gerek kesitsel

tasarımda bir anket çalışması olması gerekse katılımcı sayısının az olması açısından kısıtlıdır.

Türkiye'de yeme bağımlılığını hedef alan, farklı fizyolojik durumdaki, klinik olmayan ve klinik

popülasyonda daha fazla katılımcı ile tasarlanmış çalışmalara ihtiyaç vardır. Anahtar Kelimeler: yeme bağımlılığı, üniversite öğrencileri, Yale Ölçeği

________________________ Yazışmalardan sorumlu yazar: [email protected]

Page 83: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

81 |

P.217

Zayıflama Diyeti Uygulayan Bireylerde Durumluk Ve Sürekli Kaygı

Düzeylerinin Saptanması

Münevver ŞENEN*, Yağmur YAŞAR, Meltem SOYLU

Nuh Naci Yazgan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye

Giriş-Amaç: Zayıflama diyeti uygulamaya başlayacak kişilerde diyetin başarıya ulaşamaması, iştah

dürtüsü ile başetme çabası, diyetisyenin tutumu ve çevrenin tepkisi gibi nedenler kaygı sebebi

olabilmektedir. Farklı düzeylerde yaşanan bu kaygı, kişinin diyete uyumunu ve psiko-sosyal

durumunu olumsuz yönde etkileyebilmektedir. Bu araştırma zayıflama diyeti alan bireylerde

Durumluk ve Sürekli Kaygı Düzeylerinin tespit edilmesi amacıyla gerçekleştirilmiştir.

Yöntem: Kesitsel tipte olan bu çalışma 9-27 Ocak 2017 tarihleri arasında Kayseri Eğitim Araştırma

Hastanesi Diyet Polikinliği’ne zayıflama amacı ile başvuran 60 hasta üzerinde yürütülmüştür.

Çalışmada Speilberger ve arkadaşları tarafından geliştirilen Durumluk-Sürekli Kaygı Envarteri

(STAI) uygulanmıştır. Bu envanterde20-80 arasında olan puanlama sistemine göre yüksek puan yüksek kaygı seviyesini, düşük puan düşük kaygı seviyesini göstermektedir. Envarter

uygulanırken kaygı kelimesinin kullanılmamasına özellikledikkat edilerek objektif bir değerlendirme

sağlanmasına özen gösterilmiştir. Verilerin analizi SPSS 22.0 istatistik programı ile

değerlendirilmiştir.

Bulgular: Çalışmaya katılan ve yaşları 18-55arasında değişen bireylerin yaş ortalaması 35.2±12.39

olup %25’i (15 kişi) erkek ve %75’i (45 kişi)kadındır. Katılımcıların durumluk kaygı puan

ortalaması 39.28 ± 5.26’dir. Sürekli Kaygı puan ortalaması ise 50.1 ± 6.21 olarak saptanmıştır.

Durumluk kaygı puanı kadınlarda erkeklerden istatistiksel olarak anlamlı bir şekilde yüksek

bulunmuştur (p=0.025).Sürekli kaygı durumu ve cinsiyet arasında ise istatistiksel olarak anlamlı bir

ilişki bulunamamıştır (p>0.05).Zayıflama diyeti alan bireylerin kaygı durumları değerlendirildiğinde;

%25’inde yüksek, %43.3’ünde düşük kaygı düzeyi bulunurken % 31.7’sinde kaygı bulunmamıştır.

Zayıflama diyeti uygulamaya başlayan bireylerde kaygı yaşayanların oranı toplam olarak %68.3’tür.

Sonuç: Bireyler zayıflama diyeti uygulamaya başladıklarında kaygı düzeylerinde artış

görülmektedir. Yapılan çalışmada bu bireylerin durumluk kaygı puan ortalamaları hafif kaygı (39.28

± 5.26) , sürekli kaygı puan ortalamaları ise yüksek kaygı düzeyinde (50.1 ± 6.21) tespit edilmiştir.

Diyetisyenler danışmanlık yaptıkları hastaları, kaygı durumu yönünden de değerlendirmeli ve

izlemelidirler. Anahtar Kelimeler: diyet, durumluk-sürekli kaygı envarteri, zayıflama diyeti

________________________ Yazışmalardan sorumlu yazar: [email protected]

Page 84: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

82 |

P.218

Nuh Naci Yazgan Üniversitesi Öğrencilerinde Obezite Sıklığı

İrem TOKMAK*, Meltem SOYLU

Nuh Naci Yazgan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye

Giriş-Amaç: Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından sağlığı bozacak ölçüde vücutta aşırı yağ

birikmesi olarak tanımlanan obezite, günümüzde gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin en önemli

sağlık sorunları arasında yer almaktadır. Avrupa’da şişmanlığın en sık görüldüğü ülkeler arasında ilk

sıralarda yer alan ülkemiz için çocuk çağından itibaren obezite taramalarının yapılarak gerekli

önlemlerin alınması gerekir. Bu araştırma üniversite gençleri arasında obezite görülme sıklığının ve

derecesinin belirlenmesi ve alınacak önlemlere veri sağlanması amacıyla yürütülmüştür.

Yöntem:Çalışma Aralık 2016-Şubat 2017 tarihleri arasında Kayseri ilinde bulunan Nuh Naci

Yazgan Üniversitesi’nin farklı bölümlerinde öğrenim gören, 18-28 yaş arası 200 öğrenci üzerinde

yürütülmüştür. Üniversite öğrencilerinin zayıflık ve obezite oranı Beden Kütle İndeksi kullanılarak

saptanmıştır. Öğrencilerin Beden Kütle İndeksleri (BKI) Dünya Sağlık Örgütünün geliştirilmiş kesişim noktaları dikkate alınarak değerlendirilmiştir. Verilerin analizi SPSS 22.0 programı

kullanılarak yapılmıştır. Bulgular:Yaş ortalaması 20.93±1.38 olan öğrencilerin BKI ortalaması 23.36±3.9’ kg/m2 dir.

Erkek öğrencilerin %3.9, kız öğrencilerin %4.8’i hafif düzeyde zayıf bulunmuştur. Erkek

öğrencilerin %47.3’ünün, kız öğrencilerin %76.6’sının BKI normal sınırlar içindedir (p<0.05). Buna

rağmen erkeklerin %18.4’ü, kızların %9.7’sihafif şişmanlığın birinci kesişim noktasında (BKİ=20-

27.49kg/m2); erkeklerin %17’si, kızların %4.8’i hafif şişmanlığın ikinci kesişim noktasındadır.

(BKİ=27.5-29.99kg/m2). Genel olarak kız öğrencilerin %2.4’ü, erkek öğrencilerin %13.1 şişmandır

(p<0.05). Şişman olan kız öğrencilerin tamamı 1.derece şişman olup birinci kesişim noktasında

olmasına rağmen, şişman erkek öğrencilerin %40’ı 1.derece şişman olup birinci kesişim noktasında,

%40’ı ikinci kesişim noktasında, %10’u 2.derecede şişman ve birinci kesişim noktasında, %10’u

2.derecede şişman ve ikinci kesişim noktasında yer almaktadır. 3. Derecede şişman olan öğrenci

bulunmamaktadır. Sonuç:Bu çalışmada üniversite öğrencileri arasında şişmanlık zayıflıktan daha önemli bir sorun

olarak görülmektedir. Erkek öğrencilerin yarıya yakını hafif şişman veya şişmandır. Özellikle hafif

şişmanlığın birinci ve ikinci kesişim noktasında olan gençler takip edilmeli ve bunlar şişman sınıfına

geçmeden tedavi edilmelidir. Yaşamın gençlik yıllarında kazanılan beslenme alışkanlıklarının sağlığı

yakından etkilediği gerçeğinden hareketle gençlerde görülen şişmanlığın nedenleri araştırılmalı ve

gerekli önlemler alınmalıdır. Anahtar kelimeler: obezite, üniversite öğrencileri, BKI

________________________ Yazışmalardan sorumlu yazar: [email protected]

Page 85: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

83 |

P.219

Gebelikte Probiyotik Kullanımının Etkileri

Esma ÇEVİK*, Kübra GÜLAY, Kıymet AKBABA, Zeynep CAFEROĞLU

Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye

Özet: Probiyotik; ağız yoluyla yeterli miktarda alındığı zaman kişinin sağlığı ve fizyolojisi üzerine

pozitif anlamlı etki yapan, yararlı (non-patojen) canlı mikroorganizmalardır. İçerisinde raf ömrü

sonuna kadar yeterli miktarlarda canlı probiyotik mikroorganizma (108 cfu/gram) içeren gıdalara

probiyotik gıda denir. Doğal olarak yoğurt, kımız, kefir ve mayalanmış besinlerde bulunur.

Probiyotiklerin, barsak bariyer fonksiyonunda gelişme, preeklampsi riskinde azalma, karsinojenlerin

ve pestisitlerin yıkımı ve metal toksinleri ayırdığı bilinmektedir. Bunun yanında kan basıncını ve

kolesterolünü düşürücü etkileri ve sistemik inflamasyon ve plasental trofoblastlar üzerinde lokal

modifiye yoluyla potansiyel olarak etkileri de bilinmektedir. Ancak gebelikteki kullanımı ile anne ve

bebek üzerindeki etkileri daha az tanımlanmıştır. Bu derlemenin amacı probiyotiklerin gebeler

üzerindeki etkilerini araştırmaktır. Gebelerle yapılan probiyotik müdahalelerinde; yüksek glikoz

konsantrasyonu riski, insülin konsantrasyonu ve HOMA-IR (homeostatik model insülin direnci

değerlendirmesi) skoru azalırken QUICKI (kantitatif insülin hassasiyeti kontrol indeksi) indeksi

artmıştır. Bu da daha iyi glikoz konsantrasyonunu gösterir. Ayrıca probiyotik müdahalesiyle

gestasyonel diyabet riskinin azaldığı görülmüştür. Aynı zamanda probiyotikli süt ürünleri tüketimi

ile tüm preeklampsi tiplerinin görülme riskinin ve spontan erken doğum riskinin azaldığı

gözlenmiştir. Başka çalışmalarda ise probiyotik müdahalesi sonucunda glutatyon, glutatyon

peroksidaz ve glutatyon redüktoz gibi antioksidan enzimlerinin, eikosatetraenoik asit (20:4, n-3)

konsantrasyonun ve dihomo-Ƴ-linoleik asit (20:3, n-6) düzeyinin arttığı görülmüştür. Ayrıca,

gebelkte probyotk kullanımının anne sütündek transforming growth factor-B, interferon-gama ve

immunoglobulin gibi mmün faktörlern yanı sıra fetüsün de aynı mmün parametrelern değştrme potansyelne sahp olduğunu göstermştr. Ayrıca sadece lactobasll kullanan çalışmalarda çocuklarda atopk egzama gelşm le laktasyon ve gebelk sırasında probyotk alımı arasında öneml br lşk bulunmuştur. Gebelerdek probyotk müdahalesnn yararlı etkler görülse de

gebelkte probyotk kullanımı le lgl kesn kanıtlar elde edeblmek çn bu konuda planlanmış çalışmaların sürdürülmes gerekmektedr.

Anahtar kelimeler: probiyotik, probiyotik gıda, gebelik, infant

___________________ Yazışmalardan sorumlu yazar : [email protected]

Page 86: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

84 |

P.220

ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİNDE ŞEKER TÜKETİMİ

Meryem GÖGDAŞ1, Yağmur YAŞAR2, Meltem SOYLU3

Nuh Naci Yazgan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye

Giriş-amaç: Şeker ve şekerli besinlerin fazla miktarda tüketimi aşırı enerji alımının nedenidir ve

vücut ağırlığının artmasına (şişmanlığa) ve besleyici değeri yüksek olan besinlerin tüketiminin de

azalmasına neden olur. Dünya Sağlık Örgütü ve Sağlık Bakanlığı şeker tüketiminin günlük enerji

alımının %10’ unun altında olmasını önermekte, ancak bu rakamın %0-5 arasında olmasının sağlık

çıktılarını olumlu yönde etkileyeceğini bildirmektedir. Çocuk ve genç yaş gurubunda şeker ve şekerli

besinlerin yüksek miktarda tüketildiği bilinmektedir. Bu araştırmanın amacı, üniversite öğrencileri

arasında şeker ve şeker içeren besinlerin tüketim durumu ile bunu artıran nedenleri saptamak ve farkındalık düzeylerini araştırmaktır.

Yöntem: Bu araştırma Ocak-Şubat 2017 tarihleri arasında Nuh Naci Yazgan Üniversitesi’nde farklı

bölümlerde eğitim görmekte olan 18-28 yaş arası 124 kız ve 76 erkek öğrenci olmak üzere toplam

200 öğrenci üzerinde yürütülmüştür. Yüz yüze görüşme yöntemi ile katılımcılara şeker ve şekerli

besin tüketim sıklıkları ve miktarları ve bu besinlerle ilgili bilgi düzeylerini değerlendiren bir anket formu uygulanmıştır. Verilerin analizi SPSS22.0 paket programı kullanılarak yapılmıştır.

Bulgular: Günlük tüketilen şeker ve şekerli ürünlerin miktarı konusunda bilgi sahibi olan

öğrencilerin oranı sadece %29,8 olup bu öğrenciler günlük olarak yaklaşık 100 gram şeker

tükettiklerini ifade etmişlerdir. Katılımcılar şeker ve şekerli besinleri en fazla sırasıyla ara öğünlerde,

mutsuzken ve ders çalışırken tüketmektedir (%26,5, %16,5, %16). Şeker ve şekerli besinlerin sağlık

açısından olumsuz etkiye sahip olduğunu düşünen öğrenci oranı %64’dir. Ancak bu öğrencilere

şeker tüketiminin sağlık üzerinde ne tür bir olumsuz etkiye sahip olduğu sorulduğunda %57,5’i fikir

sahibi olmadığını belirtirken, %17’si şeker hastalığına neden olduğunu belirtmiştir. Öğrenciler çay ve kahveyi şekerli olarak tüketmektedir (sırasıyla %55, %56,5).

Sonuç: Bu çalışmada Nuh Naci Yazgan Üniversitesi öğrencilerinin günlük şeker tüketimine dikkat

etmedikleri, edenlerin ise günlük basit şeker tüketiminin Dünya Sağlık Örgütü’ nün önerdiği üst alım

düzeyinin (günlük enerjinin %10’ unun altında, 50 gram) yaklaşık iki katı kadar olduğu

belirlenmiştir. Günümüzde obezitenin hızla arttığı ve çeşitli kronik hastalıklara zemin oluşturduğu

göz önünde bulundurulursa, gençlerde enerji kaynağı olan şeker tüketiminin azaltılması konusunda farkındalık düzeylerinin artırılması gelecekte sağlığın sürdürülmesinde yarar sağlayacaktır.

Anahtar Kelimeler: şeker, sağlık, üniversite öğrencileri

_________________

Yazışmalardan sorumlu yazar: [email protected]

Page 87: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

85 |

P.221

Keten Tohumu Ve Diyabet

Sebahat GÖK

Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye

Giriş-Amaç: Diyetle alınan keten tohumu takviyesinin insülin duyarlılığının, vasküler geçirgenliğin

ve lipid profilinin düzelmesi yoluyla diyabetik vasküler komplikasyon insidansını azaltabileceği

düşünülmektedir. Bu amaçla yapılan bu derlemede,ketentohumu,keten tohumu yağı ve omega-3 yağ asitlerinin diyabet üzerindeki koruyucu etkileri anlatılmaktadır.

Genel Bilgiler: Küresel olarak yürütülen bazı yeni epidemiyolojik araştırmalar, dünya genelinde

diyabet prevelansının arttığına açıklık getirmektedir.Keten tohumunun kan şekeri seviyelerini

düşürebileceğine ve diyabet için kullanılan bazı ilaçların kan şekerini düşürücü etkilerini

artırabileceğine dair bazı kanıtlar bulunmaktadır.Ketentohumu,yaklaşık 30-100 cm boyunda,mavi

çiçekli ve bir yıllık kültür bitkisidir.Ketentohumu;yağ,protein ve diyetsel liften zengin olup ortalama

%41 yağ,%20 protein,%28 diyetsel lif,%7.7 nem ve %3.4 mineralden oluşmaktadır.Keten

tohumunun aktif bileşenleri; diyetlifi, fitokimyasal maddeler ve omega-3 yağ asitleridir.Son yıllarda

yapılan bazı çalışmalar ve son gözlemler,keten tohumunun hipoglisemik ve hipolipemik özelliklere

sahip olduğunu ve keten tohumu içeren gıdaların daha düşük bir glisemik indekse sahip olduğunu

göstermiştir.Keten tohumu yağı, kardiyovasküler hastalıkla ilişkili çeşitli patofizyolojik süreçlerde

potansiyel rolleri göz önüne alındığında,diyabet için beslenme tedavisinde özellikle önemlidir.Hem

omega-3 hem de omega-6 yağ asitleri,sağlıklı bireylerde ve tip 2 diyabetik hastalarda lipid

profillerini iyileştirmek için faydalıdır ki omega-3 yağ asitleri ile destekli beslenme trigliseritleri ve

VLDL-kolesterolü düşürmektedir.Keten tohumu proteini ise kan glukozunu iki farklı yolla

etkileyebilmektedir;(i)insülin salgısını uyararak glisemik indekste azalmaya neden

olabilir,(ii)polisakkaritlerle etkileşime girerek gıdaların glisemik indeksindeki düşüşle

etkiliolabilmektedir.Keten tohumundaki çözünür posa ve diğer bileşenler potansiyel insülin

salınımını ve plazma glukoz homeostazının sürdürme mekanizmasını etkilemektedir.Keten tohumu

insanlarda postprandiyal kan glukoz yanıtında düşüş göstermektedir.

Sonuç:Diyabet;dünya genelinde mortalite ve morbiditesi yüksek olan, obezite, kardiyovasküler

hastalıklar gibi hastalıklarla tetiklenen kronik bir hastalıktır.Yapılan çalışmalar keten tohumunun

farklı bileşenlerinin açlık kan şekeri, insülin direnci, HOMA-IR, total kolesterol, trigliserit, LDL’yi

düşürdüğünü hatta HDL kolesterolü arttırğını ortaya koymaktadır.Bu da keten tohumunun bu tür

hastalıkları kontrol altına almada etkili bir yol olabileceğini göstermektedir.Ancak keten tohumunun

aşırı alımından kaynaklanan yan etkileri diyete sınırsız eklemeyi önlemektedir.

Anahtar Kelimeler: Keten tohumu, hiperglisemi, diyabet, omega-3

__________________

Yazışmalardan sorumlu yazar: [email protected]

Page 88: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

86 |

P.222

Besin Hazırlama ve Pişrmede Baharatlar

Neslihan ÖNER1*, Elif TUNÇİL2, Nurcan ÇELEBİ1, Sema ÇEVİK ARSLAN3, Yağmur YAŞAR4

1Erciyes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye 2Hacettepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Ankara, Türkiye

3İstanbul Sancaktepe Toplum Sağlığı Merkezi, İstanbul, Türkiye 4Nuh Naci Yazgan Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye

Giriş: İnsanlığın baharat kullanımı taş devrine kadar uzanmaktadır. Bu çağlardan itibaren kötü

ruhları yok etmek amacıyla dinsel törenlerde tütsü olarak, hastalıkları iyileştirmek için şifacıların

ilacı olarak ve daha sonra da besin hazırlamada kullanılmıştır. Bu derlemenin amacı, baharatların

sağlık üzerine etkilerini güncel çalışmalarla ortaya koymaktır. Baharat Kullanım Alanları: Baharatlar çeşitli bitkilerin tohum, tomurcuk, çekirdek, meyve, çiçek,

kabuk, kök, gövde, rizom, yumru, yaprak, sap, soğan gibi kısımlarının kurutularak, bütün halde,

ufalanarak veya öğütülerek elde edilen ve gıdalara renk, tat, koku ve lezzet vermek için kullanılan

ürünleridir. Baharatlar kurutulmuş şekilde yemeklere besin kalitesini arttırmak besin bileşimindeki

besin öğeleri kaybını önlemek, besinin görünüşünü güzelleştirmek, besine renk vermek, besinin tat

ve kokusunun daha hoşa gider duruma gelmesini sağlamak amacıyla kullanıldığı gibi tıp ve kozmetik

alanlarında da önemli bir yere sahiptir. Baharatların çoğu yapılarında bulunan uçucu yağlar

sayesinde tat verici özellik gösterirler. Beslenmede baharatların enerji ve besin ögesi alımına katkısı

önemsenmeyecek düzeydedir. Baharatların sağlığa ilişkin lipit metabolizması üzerine olumlu

etkileri, antidiyabetik etkileri, sindirim sistemini uyarıcı yeteneği, antioksidan ve antiinflamatuar

özellikleri bulunmaktadır. Sık Kullanılan Baharatlar: Besin hazırlamada sık kullanılan baharatlar kırmızıbiber, karabiber,

zencefil, zerdeçal, tarçın, kekik, biberiye, nane, sumak, köri ve kimyondur. Baharatların Saklanma Koşulları: Duyusal, mikrobiyolojik ve kimyasal bozulmaları önlemek için

tane baharatların öğütüldükten sonra hemen kullanılması, toz halinde olanların ise uzun süre

kullanılmaması ve kapakları sıkı kapalı cam kavanozlarda serin ve ışıksız bir ortamda saklanması

önerilmektedir. Uygun koşullarda saklanmayan baharatların nemli ortamlarda hızla küflendiği belirtilmiştir.

Sonuç: İlk çağlardan beri besin hazırlama, kozmetik ve tıp alanında kullanılan baharatların sağlık

üzerinde birçok önemli etkileri bulunmaktadır.

Anahtar Kelimeler: Baharat, Besin hazırlama, Sağlık.

_________________ Yazışmalardan sorumlu yazar: [email protected]

Page 89: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

87 |

P.223

Üniversite Öğrencilerinin Fast Food Tüketim Alışkanlıklarının Belirlenmesi

Aslınur YAŞAR*, Eda BAŞMISIRLI, Meltem SOYLU

Nuh Naci Yazgan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü,Kayseri,Türkiye

Giriş-Amaç: İnsanın zamanla yarışması sonucunda ortaya çıkmış olan fast food, başka bir deyişle

hızlı hazır beslenme, kentsel yemek kültürünün bir tanımı olmuştur. Özellikle okul çağındaki

çocuklar ve üniversitede öğrencileri arasında bu beslenme biçimininartmasıve sağlıkklı beslenmenin

yerine almaya başlaması ise dikkat çekmektedir.

Bu araştırma, üniversite öğrencilerinin fast food tüketim alışkanlıklarını tespit etmek amacıyla

düzenlenmiştir.

Yöntem: Ocak 2016- Şubat 2017 tarihleri arasında yürütülen bu çalışma, Kayseri ilinde bulunan

Nuh Naci Yazgan Üniversitesi’nde öğrenim görmekte olan 224 öğrenci üzerinde yürütülmüştür. Fast

food besin tüketim sıklığı, bunun nedenleri, en sık tüketilen besinlerin sorgulanması amacı ile

hazırlan anket formu, yüz yüze görüşme yöntemi ile uygulanmıştır. Toplanan verilerin analizi SPSS

22.0 programı kullanılarak yapılmıştır.

Bulgular: Öğrencilerin %97.3’ünün ev dışında toplu beslenme hizmetlerinden yararlandıkları,

bunların %71’nin ise bu tercihlerini öğle yemeklerinden yana kullandıkları belirlenmiştir. Toplu

beslenme hizmetlerinden yararlananların %38.8’i fast food restoranlara gitmeyi tercih ederken,ilginç

bir şekilde bu katılımcıların %63.8’i bunun sağlıksız bir seçenek olduğunu ifade etmiştir. Öğrencilerin %33,9’ukolay ve pratik bir seçenek olduğu için fast food beslenme tarzını seçtiklerini

belirtmiştir. Fast food restoranlarda hamburger en fazla tercih edilen yiyecek olmuştur (%45.5). Hamburger tüketenlerin %33.9’unun da haftada 1-2 kez tükettikleri saptanmıştır.

Sonuç: Üniversite öğrencileri, kolay ve pratik bir seçenek olarak gördükleri fast food tarzı

beslenmenin aslında sağlıksız bir seçenek olduğunun farkındadır. Buna rağmen, tüketim oranlarının

fazla olması gençlere erken yaşlardan itibaren sağlıklı beslenme konusunda eğitilmeleri, farkındalık

düzeylerinin artırılması ve alternatif sağlıklı beslenme seçeneklerinin sunulması gerektirdiğini

düşündürmektedir.

Anahtar Kelimeler: fast food beslenme, üniversite öğrencileri

__________________

Yazışmalardan Sorumlu Yazar: [email protected]

Page 90: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

88 |

P.224

Nutrigenetikte Beslenmenin Rolü ve Obezite İlişkisine Genel Bir Bakış

Harun KILICI*

Bitlis Eren Üniversitesi, Sağlık Yüksekokulu, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Bitlis, Türkiye

Giriş ve Amaç: Nutrigenomik, besinlerin genom ve gen ekspresyonuna etkisini inceleyen yeni bir

bilim dalıdır; nutrigenetik ise genetik farklılıkların beslenme-hastalık ilişkisine etkisini araştıran

diğer bir alandır. İnsan genom projesinin tamamlanması diğer bazı bilimlerde olduğu gibi beslenme

biliminde de önemli dönüm noktalarından biri olmuştur. Böylelikle kişiye özel beslenme kavramı

gündeme gelmiş ve hastalıkların ortaya çıkmasında beslenme alışkanlıklarının ne kadar önemli bir

role sahip olduğu anlaşılmıştır. Bu çalışmanın amacı; bireylerin diyet yaklaşımlarına yanıtlarının

genetik yapılarına bağlı olduğu bilgisinden yola çıkarak, nutrigenomik alanındaki araştırmalar

ışığında kişileri daha iyi bir sağlığa kavuşturmak ve metabolizmaya bağlı hastalıkların gelişiminin

önlenebilirliğinin farkındalığına katkı sağlamaktır.

Nutrigenetik ve Beslenme Faktörü: İnsan genom projesiyle genomda yer alan genetik şifrenin

çözülmesinin ardından insanlar arasındaki polimorfik yapının da belli başlı hastalıklara yatkınlığa

neden olabileceği anlaşılmıştır. Çevresel faktörlerin de genlerde baz değişimlerine yol açarak veya

dizide herhangi bir baz değişimine yol açmaksızın epigenetik olarak etki gösterdiği bilinmektedir.

Beslenme faktörü yaşam boyu süren bir çevresel faktör olduğundan sağlık açısından oldukça

önemlidir. Belli hastalıklar açısından değerlendirilecek olursa, genetik kodunda spesifik değişimleri

taşıyan bireyde bir de beslenme bozukluğu eklenirse hastalığın ortaya çıkma hızı artmaktadır. Örnek

olarak; VDR (Vitamin D Reseptörü) geninde spesifik bazı polimorfizmleri taşıyan bireylerde

çevresel faktör olarak kafein tüketimi eklenmesi sonucunca osteoporoz riskinin artması verilebiir.

Nutrigenetik ve Obezite: Günümüzün en önemli sağlık sorunu olan obezitenin oluşumunda alınan

enerjinin harcanan enerjiden fazla olduğu ve çeşitli hormonal ve genetik özelliklerle besin alımının

denetlendiği bilinmektedir. Leptinin tanınmasıyla birlikte besin alımının denetiminde yağ dokusunda

üretilen bazı peptidlerin de rol aldığı ortaya konmuş, bu peptidlerle ilgili gen mutasyonları üzerine

araştırmalar yoğunlaşmıştır.

Sonuç: Genetik özellikler son yıllarda en hızla gelişen bilim dalı olması sebebiyle birçok hastalığın

tanı yöntemleri, tedavileri, mekanizmaları konusundaki bilgilerimizi köklü bir şekilde geliştirmiştir.

Buna bağlı olarak nutrigenetik ve nutrigenomik alanları da 21. Yüzyılın ikinci çeyreğinde beslenme

biliminde anahtar rol oynayacaktır. Eğer moleküler mekanizma iyi anlaşılırsa, diyetle ilgili kronik

hastalıklarda daha iyi sonuçlar elde edilmesi ve tedavi giderlerinin azaltılması da olası hale

gelecektir.

Anahtar kelimeler: genom, beslenme, nutrigenetik, nutrigenomik, obezite

__________________

Yazışmalardan sorumlu yazar: [email protected]

Page 91: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

89 |

P.225

Obezite ve Çevresel Etmenler

Tuğba SARITAŞ*, Meltem SOYLU, Yağmur YAŞAR

Nuh Naci Yazgan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye

Giriş: Obezitenin farklı topluluklarda bu kadar yaygın görülmesi sadece metabolik ve genetik

faktörlerle açıklanamamaktadır. Çevresel ve sosyal etmenler ile obezite arasında güçlü bir ilişki

bulunmaktadır. Fiziksel, ekonomik, politik ve sosyokültürel etmenlerden oluşan besinsel çevre,

bireylerin yiyecek ve içecek seçimlerini ve beslenme durumunu etkiler. Bu derlemenin amacı

çevresel etmenlerle obezite arasındaki ilişkiyi ortaya koymaktadır. Besin Seçimi: Yeme tutum ve davranışları, biyolojik ve demografik etmenler besin seçimini bireysel

olarak etkilerken, aile ve diğer toplum bireyleri, okullar, iş yerleri ve besin satın alınan yerler, sosyo-

ekonomik düzey, kültürel normlar, besinlerin pazarlanması, besin ve tarım politikaları besin seçimini

yakından etkileyen çevresel etmenlerdir. Ulaşılabilirlik: Günümüzde evde, işyerinde ve sosyal ortamlarda besinlerin bulunabilirliği önemli

derecede artış göstermiştir. Çevresel uyarılar beyindeki kortikolimbik alanı bilişsel, duyusal,

motivasyonel olarak karar verme sürecini ve besin alımını etkilemektedir. Zaman içinde adaptasyon

sağlanamaması ve mantıklı seçim yapabilecek homosostatik feedback mekanizmasının bozulmasının

nedeni ulaşılabilirliğin neden olduğu obezite olarak adlandırılmaktadır. Menülerin Etiketlenmesi: Yapılan çalışmalarda müşterilere enerji ve yağ oranı yüksek menü

öğeleri hakkında besin değeri bilgisinin verilmesinin bu besinlerin daha az satın alınmasına yol açtığı

ortaya konulmuştur. Reklamların Etkisi ve Nörobiyoloji: İştah dürtüsü ve besin alımı çevremizden gelen ve

bedenimizde oluşan sinyallerden etkilenir. Son zamanlarda bu sinyallerin kullanılarak besinlerin

tüketiminin arttırılması nöropazarlama olarak adlandırılan ve besin endüstrisi tarafından sık

kullanılan tekniklerden biri haline gelmiştir. Çevrenin Düzenlenmesi: Yürünebilir şehirler (yerleşim sıklığı ve ortak alanların kullanımı), fiziksel

olarak aktif olunan yerler (kaldırımların, parkların ve egzersiz faaliyetlerinin bulunması), ulaşım

imkânları (sokak bağlantıları, bisiklet yolları, toplu taşım araçlarının varlığı) fiziksel aktivite

düzeyini arttıran destekleyici çevreyi oluşturur. Yapılan çalışmalarda bu çevrede yaşayan bireylerin

meyve ve sebze tüketimlerinin ve fiziksel aktivite düzeylerinin daha fazla, fastfood tüketimlerinin

daha az olduğu tespit edilmiştir. Sonuç: Obezite epidemisinde, çevresel etmenler aşırı besin alımına ve daha az fiziksel aktiviteye

neden olur. Obezite ile mücadelede besinsel çevrenin etkisi göz önünde tutulmalı ve buna göre

düzenlenmelidir. Anahtar Kelimeler: obezite, çevresel etmenler

__________________

Yazışmalardan sorumlu yazar: [email protected]

Page 92: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

90 |

P.226

Ketojenik Diyet İle Epilepsi Tedavisi

Meliha HALİ*, Tuba TEKİN

Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye

Giriş: Bu derlemenin amacı, epilepsi hastalarında uygulanan ketojenik diyetin geçirilen nöbet

sayıları üzerindeki etkisini gözlemek ve bazı biyokimyasal parametreler üzerindeki etkilerini

saptamaktır.

Epilepsi: Epilepsi, beyindeki anormal elektrik deşarjları nedeniyle bilinç değişikleri, istemsiz vücut

ve ekstremite hareketleri ile birlikte nöbet geçirme ile karakterize nörolojik bir hastalıktır. Hastaların

%65-70’inde nöbetler kontrol altına alınabilmektedir. Günümüzde çoğu epilepsi hastası çocuğun

nöbetleri antikonvülzan ilaç tedavisi ile kontrol altına alınabilmekte iken, bazı hastaların dirençli

nöbetleri, hekimleri ilaç dışı tedavi arayışına yönlendirmektedir. Bu gibi durumlarda ketojenik diyet

alternatif bir tedavi şeklidir.

Ketojenik Diyet: Ketojenik diyet , tıbbın gözetiminde uygulanan, vücutta kronik ketozu sürdürme

eğiliminde olan, aynı zamanda büyüme ve gelişme için yeterli protein ve kalori sağlayan yüksek yağ,

yeterli protein ve düşük karbonhidrat içeren bir diyettir.

Ketojenik Diyetin Epilepsi Üzerine Etkileri: Ketojenik diyet epilepsi tedavileri arasında en eski

olanıdır. Vücudun uzun süre aç kalması ya da açlık metabolizmasının devamı için hazırlanmış bir

diyettir. Epilepsi hastalarının bir kısmında açlık döneminde nöbetlerin azaldığı veya kaybolduğu

bilinmektedir. Antiepileptik ilaçların devam ettirilmesine kıyasla daha çok nöbet özgürlüğü sunar. Tedavi yöntemi başlangıcında hastaların hastaneye yatırılarak izlenmesi önerilir. Ketojenik diyet

başlangıcında hastalar 24-48 saat arası bir açlık dönemine sokulmaktadır. Açlık dönemi sırasında;

kan ketonu, kan glikoz seviyeleri gibi değerlere bakılır. Kısa vadeli sonuç çalışmalarında,

hastaların% 15-20'sinde nöbet özgürlüğü, üçte birinde ise >% 90 nöbet azalması sağlanmaktadır.

Sonuç: Ketojenik diyet tedavisi dirençli çocukluk çağı epilepsilerinde etkinliği kanıtlanmış, kolay

uygulanabilir bir tedavi şeklidir. Günümüzde ketojenik diyet, seçilmiş hastalarda ilk basamak

tedaviler arasına girmiştir. Ketojenik diyet tedavisi, önemli yan etkiler olmadan güvenli ve etkili bir

tedavi yöntemidir.

Anahtar Kelimeler: epilepsi, tedavi, beslenme, ketojenik diyet

_________________

Yazışmalardan Sorumlu yazar: [email protected]

Page 93: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

91 |

P.227

Oruç ve Tip 2 Diyabet İlişkisi

Betül AY*, Tuba TEKİN

Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye

Giriş: Tip 2 diyabet, sıklıkla erişkinlerde ve obez kişilerde görülen, insülin salgılanmasındaki

yetersizlik ve dokulardaki insülin direnci sonucu glikoz kullanım bozukluğudur. Hastalıkta oruç

tutmanın bir birey için muaf olduğu dini otoriteler tarafından bildirilmiştir. Yine de diyabetli birçok

hasta Ramazan ayında oruç tutmakta ısrar ederek kendileri ve doktorları için bir zorluk

yaratmaktadır. Bu çalışmalardaki amaç Ramazan ayı boyunca oruç tutmak isteyen diyabetli

Müslümanların kan şekeri kontrolünü sağlamak için öngörülen diyet ve verilen eğitimlerle en iyi şekilde yönetimini sağlamaktır.

Oruç tutma ile ilgili riskler: Diyabetli hastalarda oruç riskleri temel olarak hipoglisemi,

hiperglisemi ve dehidrasyon, su kaybı ve hiperglisemi ile birlikte ortaya çıkan trombozdur. Bu riskler

oruç uzunluğu arttıkça daha da artmaktadır. Ülkemize özgü sorun ise Ramazan aylarının yaz

mevsimine denk gelmesi nedeniyle oruçlu geçirilen sürenin daha uzun olmasıdır. Oruç tutma

sırasında ortaya çıkan beslenme bozuklukları yemeğe düşkünlük ve tıka basa yeme gibi sağlık

sorunlarına yol açmaktadır.

Ramazan ayında gebe olan kadınlar oruç tutmaktan muaf tutulmaktadır ancak diyabetli gebe kadınlar

sağlığına ve bebeklerine muhtemel etkilerine rağmen oruç tutmaya devam etmektedirler. Bu

kadınlar, çoğunun insülin alması nedeniyle, hipoglisemiye yatkındırlar.

Tip 2 diyabeti olan hastaların yönetimi: Besin değeri yüksek yemek yeme ve yağdan ve şekerden

yüksek yiyeceklerden kaçınılmalıdır. Sıcak iklimlerde ve oruç tutma süresinin uzun olduğu ülkelerde

(İngiltere gibi), hastaların izin verilen saatlerde yeterli sıvı alması gerektiğini söyleyerek

dehidrasyona karşı önlem almaları önerilmektedir. Hipoglisemik olaylar için bireyler su ve kan

şekerini hızlı yükselten basit şekerli içecekler taşımalı ve tedavi almalıdır.

Diyet, egzersiz ve izleme kan şekeri seviyeleri hakkında genel tavsiyeye ek olarak, tüm glikoz

düşürücü ilaçlar gözden geçirilmelidir.

Sonuç: Müslümanlar arasında tutulan oruç ile birlikte uygulanan diyet danışmanlığı ve dengeli beslenmeye devam edilmesi, genel diyabet yönetiminin ayrılmaz bir bileşenini oluşturmaktadır.

Anahtar Kelimeler: oruç, tip 2 diyabet, beslenme tedavisi.

__________________ Yazışmalardan Sorumlu yazar: [email protected]

Page 94: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

92 |

P.228

Yapay Tatlandırıcıların İnsülin Direnci Üzerine Etkisi

Emine DURMUŞ

Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri

Giriş-Amaç: Yetersiz ve dengesiz beslenme birçok olumsuz sağlık koşuluyla ilişkilendirilebilir.

Şeker ve/veya tatlandırıcı kullanımı da bu durumun artmasında önemli bir rol oynar. Metabolik

sendromun bir parçası olan insülin direnci de bu hastalık tablosunda önemli bir yere sahiptir. Bu

derleme, gıda sanayinde kullanımı artan ve çocukluk çağından itibaren tüketilmeye başlanan

tatlandırıcıların sağlığımız üzerine nasıl etki ettiğini göstermek amacıyla yazılmıştır.

Tatlandırıcılar: Son zamanlarda basit şekerlerin sağlık üzerine olumsuz etkilerinin ortaya

çıkmasıyla birlikte tatlandırıcılara olan ilgi artmıştır. Tatlandırıcıların enerji içermeyen veya düşük

enerjili oluşu onları bu konuda vazgeçilmez bir kaynak haline getirmiştir. Özellikle diyabet hastaları

tarafından talep görmekle birlikte kilo alımı veya kontrolü için de sık sık tercih edilmektedir. Gıda

sanayinde de kullanımının yaygınlaşması ile birlikte bu şekilde düşük enerji alımının, düşük vücut

ağırlığına ve metabolik sağlığın iyileştirilmesine katkı sağlayıp sağlamadığı sorusu merak konusu

olmuştur.

İnsülin Direnci: İnsülin direnci, vücutta insülinin işlevini yerine getirememesi ve/veya vücudun

insüline gerekli yanıtı oluşturamaması ile karakterizedir. Tip 2diabetus mellitusun (T2DM) ana

nedeni olmakla birlikte, pek çok hastalığı da beraberinde getirebilmektedir. Vücutta anabolik etkileri

olan insülinin işlev görmemesi ile birlikte katabolik olaylar artmakta ve bu durum da hastalık

tablosunun ortaya çıkmasına zemin hazırlamaktadır.

Sonuç: Şeker ve şekerli gıda tüketiminin insülin direnci üzerine olumsuz etkileri birçok çalışmada

gösterilirken, yapay tatlandırıcıların farklı çeşitleriyle ilgili değişik sonuçlar ortaya çıkmaktadır.

Örneğin; HFCS insülin direncinde suçlu bulunabilirken, stevianın antidiyabetik etkisi olabileceği

düşünülmektedir. Tatlandırıcıların insülin direncini direkt etkileyebileceği gibi total enerji alımının

artmasıyla birlikte obeziteye bağlı olarak da gelişebileceğini gösteren çalışmalar vardır. Bu konuda

daha fazla çalışmaya ihtiyaç vardır.

Anahtar kelimeler: tatlandırıcı, insülin direnci, beslenme

__________________

Yazışmalardan Sorumlu yazar: [email protected]

Page 95: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

93 |

P.229

Üniversite Öğrencilerinde Süt Ve Ürünlerinin Tüketim Durumları

Zehra ÇALIŞKAN*, Meltem SOYLU

Nuh Naci Yazgan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye

Giriş-Amaç: Süt ve ürünleri yüksek kalitede protein, kalsiyum, fosfor, çinko, B1, B2, B3, B6 ve B12 olmak

üzere birçok besin öğesi için önemli kaynaktır. Bu grupta yer alan yiyecekler, kemiklerin ve dişlerin sağlıklı

gelişmesinde, kronik hastalıklardan korunmada ve vücut ağırlığının yönetiminde önemlidir. Başta çocuklar ve gençler, olmak üzere tüm yaş grubundaki bireylerin süt ve ürünlerini her gün önerilen miktarlarda tüketmesi

gerekmektedir. Bu çalışma üniversite öğrencilerinin süt ve süt ürünleri tüketimlerini saptamak amacıyla

yürütülmüştür. Yöntem: Bu çalışma, Aralık 2016-Şubat 2017 tarihleri arasında Kayseri ilinde bulunan Nuh Naci

Yazgan Üniversitesinin farklı bölümlerinde öğrenim görmekte olan 18-28 yaş arası gönüllü 224

öğrenci üzerinde yürütülmüştür. Üniversite öğrencilerinin süt ve ürünleri tüketimlerine yönelik

sorulardan oluşan anket formu, öğrencilere yüz yüze görüşme yöntemi kullanılarak uygulanmıştır.

Toplanan verilerin analizi SPSS 22.0 programı kullanılarak yapılmıştır. Bulgular: Öğrencilerin %47.8’i her gün düzenli olarak süt ve ürünlerini tüketmektedir. Süt ve

ürünleri tüketmeyen öğrencilerin %41.9’u süt ve ürünleri tüketme alışkanlıklarının olmadığını,

%23.1’i süt ve ürünlerini sevmediğini ifade etmiştir. Her gün düzenli olarak süt içenlerin oranı %17,

yoğurt tüketenlerin oranı %14.7’dir. Her gün süt tüketen öğrencilerin %60’ı bir bardak, yoğurt

tüketen öğrencilerin%45’i ise bir kase tüketmektedir. Bununla birlikte her gün düzenli olarak ayran

tüketen öğrencilerin oranı %8 ve peynir tüketen öğrencilerin oranı %35.3’tür.Her gün ayran

tüketenlerin %55’i bir bardak ayran, peynir tüketenlerin %40’ı bir dilim peynir tüketmektedirler.

Kefir öğrenciler arasında sık tüketilen bir içecek değildir. Öğrencilerin %84.8’i kefiri hiç

tüketmemektedir. Öğrencilerin %37.2’si günde bir porsiyon, %36.8’i ise iki porsiyon süt ve

ürünlerinin tüketilmesi gerektiğini düşünmektedir. Bu konuda fikir sahibi olmayan öğrencilerin oranı

%7.2’dir. Sonuç: Gelişim süreci hala devam eden gençlerin süt ve ürünlerini yeteri miktarda tüketmeleri

önemlidir. Ancak bu araştırma sonucunda üniversite öğrencilerinin süt ve ürünlerini her gün düzenli

olarak tüketmedikleri, tüketenlerde ise bu miktarın yeterli olmadığı saptanmıştır. Gençlerde optimal

beslenmenin sağlanması ve sağlığın sürdürülmesi için süt ve ürünleri tüketiminin arttırılmasına

yönelik çalışmalara hız verilmelidir.

Anahtar kelimeler: süt ve ürünleri, üniversite öğrencileri, beslenme.

__________________

Yazışmalardan Sorumlu yazar: [email protected]

Page 96: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

94 |

P.230

EMNİYET ÇALIŞANLARINDA OBEZİTE SIKLIĞININ SAPTANMASI

Ahsen ERGİNSOY1, Meltem SOYLU

Nuh Naci Yazgan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye

Giriş-Amaç: Görevi, bireylerin güvenliğini sağlamak, kamu düzenini korumak ve düzene karşı

gelenleri yakalayıp yargı organlarına göndermek olan polisler, mesleğe seçilirken boy ve ağırlık

yönünden değerlendirilmekte ve BKİ (Beden Kütle İndeksi) önemli bir eleme kriteri olmaktadır. Bu

çalışma emniyet görevlilerinin mesleğe başladıktan sonra BKİ’lerinde oluşan değişimi saptamak amacıyla planlanıp yürütülmüştür.

Yöntem: Bu çalışma 3-26 Ağustos 2016 tarihleri arasında Amasya iline bağlı Merzifon ilçesinde

görev yapan 80 gönüllü emniyet görevlisi üzerinde yürütülmüştür. Çalışmada boy ölçümü

stadiometre ile yöntemine uygun olarak yapılmıştır. Ağırlığın saptanmasında Tanita TBF-300 beden

analiz cihazı kullanılmıştır. Elde edilen veriler SPSS 22.0 paket programı kullanılarak

değerlendirilmiştir.

Bulgular: Emniyet çalışanlarının %93.7’si erkek %6.3’ü kadın olup yaş ortalamaları 38.1±10.1

yıldır. Göreve başlama yaşlarının ortalaması 23.7±3.8 yıl olan emniyet çalışanlarının tamamı göreve

alındıkları dönemde normal ağırlıkta olduklarını bildirmiştir. Şu andaki ortalama BKI 26.4±3.7

kg/m2 olan katılımcıların %29.4’sinin BKİ 18.0-24.9 kg/m2 olup normal sınırlardadır. Bununla

beraber %56.4’sinin BKİ 25-29.99 kg/m2 arasında olup hafif kilolu, %14.2’nin ise BKİ 30 kg/m2

üzerinde olup şişman olarak tanımlanmıştır. Göreve başladıktan sonra katılımcıların %73.7’nin BKİ artmış %26.3’ ünün ise azalmıştır. Göreve başladıklarında normal BKİ sahip olan emniyet

görevlilerinin %.85’inin ağırlıkları artmış ve %.63.7 si hafif şişman ve %15.9’u şişman sınıfında yer almıştır.

Sonuç: Emniyet çalışanlarının görevlerini yerine getirirken aktif olmaları ve hızlı hareket

edebilmeleri önemlidir. Polislerin ideal ağırlıklarını korumaları, hızlı hareket etme yeteneklerini

olumlu yönde etkiler. Bu çalışmanın sonucunda emniyet görevlilerinin normal sınırlar içinde kabul

edilen BKI’lerini koruyamadıkları ve zaman içinde ağırlık kazanarak şişman sınıfına geçtikleri

saptanmıştır. Aktif olarak çalışan emniyet görevlilerinin diyetisyen denetiminde ağırlık kontrollerinin

yapılması ve izlenmesi önerilmektedir.

Anahtar Kelimeler: ağırlık kazanımı, polisler, obezite

_________________

Yazışmadan Sorumlu Yazar: [email protected]

Page 97: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

95 |

P.231

Üniversite Öğrencilerinin Sabah Kahvaltı

Yapma Alışkanlığı

Hazal BABACAN*, Meltem SOYLU

Nuh Naci Yazgan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye

Giriş-Amaç: Bütün gece süren açlıktan sonra kahvaltı günün en önemli öğününü oluşturmaktadır.

Gelişme süreci hala devam eden gençlerde düzenli olarak kahvaltı yapılması günlük enerji ve besin

gereksinimine katkısının yanında, okul başarısı üzerine de etkilidir. Kahvaltı öğününün düzenli

olarak yapılmasıve besleyici nitelikteki besinlerden oluşması gençlerin gelişimini ve okul başarısını

olumlu yönde etkiler. Bu araştırmanın amacı üniversite öğrencileri arasında kahvaltı yapma

alışkanlığının ve tercih edilen besinlerin saptanmasıdır. Yöntem: Çalışma Aralık 2016-Şubat 2017 tarihleri arasında Kayseri ilinde bulunan Nuh Naci

Yazgan Üniversitesi, farklı fakültelerinde öğrenim görmekte olan 18-28 yaş arası gönüllü 81 öğrenci

üzerinde yürütülmüştür. Üniversite öğrencileri arasında kahvaltı yapma durumunu saptamaya

yönelik sorulardan oluşan anket formu öğrencilere yüz yüze görüşme yöntemi kullanılarak

uygulanmıştır. Toplanan verilerin analizi SPSS 22.0 programı kullanılarak yapılmıştır. Bulgular: Öğrencilerin büyük bir bölümü (%93.8) kahvaltı ve sağlık arasında ilişki olduğunu kabul

etmekle birlikte yaklaşık yarısı (%49.4) düzenli olarak kahvaltı yapmamaktadır. Öğrenciler kahvaltı

yapmama nedeni olarak öncelikle vakit bulamadıklarını daha sonra da istemediklerini belirtmiştir

(sırasıyla %77.5, %20).Kahvaltı eden öğrenciler ise günün ilerleyen saatlerini tercih etmektedirler.

Öğrencilerin %46.9’u sabah 10-12 saatleri arasında sabah kahvaltısını yaparken , %44.4’ü oniki ve

iki saatleri arasını tercih etmektedirler. Kahvaltı etmeyen öğrenciler sabahları poğaça veya simit (

%44.4) tüketirken içecek olarak olarak büyük oranda çay içmektedirler (%34.6). Sonuç: Gençler arasında günün en önemli öğününü oluşturan kahvaltı, ne yazık ki düzenli olarak

yapılmamaktadır. Üniversite öğrencileri arasında kahvaltı yapmanın sağlık açısından ne denli önemli

olduğu bilinmekle beraber bunun beslenme davranışına dönüşmemiş olması şaşırtıcıdır. Bu nedenle

gençlerin yaş dönemi özelliklerine uygun etkili beslenme programlarının yürütülmesi önemlidir.

Ayrıca bu araştırma sonucunda öğrenciler sabah kahvaltısını simit-poğaça ve çay gibi besleyici

özelliği düşük yiyeceklerle geçiştirdikleri ortaya çıkmıştır. Üniversite kantinlerinde öğrencilerin

gereksinimlerini karşılayan özellikle protein ve vitaminlerden zengin yumurta, peynir, taze sebze ve

meyve gibi alternatif besinlerile süt, taze sebze ve meyve suyu içeceklerin bulundurulması

önerilmektedir. Anahtar Kelimeler: kahvaltı, üniversite öğrencileri.

__________________

Yazışmalardan Sorumlu yazar: [email protected]

Page 98: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

96 |

P.232

Nanoteknolojinin Beslenmede Kullanımı

Emel ÇANKAYA*, Seminur BARLAK, Hilal Nur BOZTAŞ

İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü, İzmir, Türkiye

Giriş: Nanoteknoloji en az bir boyutta 100 nanometrenin parçacıklarının imalatı ve kullanımı olarak

tanımlanmaktadır. Fazla yüzey alanı ve nano yapılı bileşiklerin küçük boyutta olması, beslenme

uygulamalarında kullanılmasını arttırabilmektedir. Son yıllarda nanoteknoloji alanında çalışmalar ve

araçlar yaygın olarak kullanılmaya başlanmıştır.Amaç: Beslenme biliminde nanoteknoloji

uygulamaları üzerindeki çeşitli araştırmaları derlemek amaçlanmıştır.

Yöntem: Pubmed, Sciencedirect, Scopus veri tabanlarında yer alan makaleler taranmıştır.

Bulgular: Yapılan çalışmalarda nanoteknolojinin besin güvenilirliğine katkısının yanı sıra çeşitli

tedavi yöntemlerinde yeni stratejiler geliştirme üzerine etkisi üzerinde durulmaktadır. Yeni ve

gelişen teknolojiler beslenme biliminde diğer alanlara göre daha yavaş gerçekleşsede giderek

ilerleme kaydetmektedir. Özellikle ambalajlama, protein etkileşimini ölçmek,gıda kontrolü,şekilde

bozulma veya risk oluşturabilecek maddelerin tespitini sağlayan akıllı ambalajlama sistemi en önde

gelen çalışmalardır. Ayrıca yapılan diğer çalışmalar nano yapıların, besinlerden alınan demirin

çözünürlülüğünü yükselten, düşük reaktivite sağlayan ve böylece besin takviyesi uygulamaları için

umut verici olduğunu göstermektedir. Özellikle nano yapılı demir içeren bileşiklerin bazı besinlerin

demir takviyesi için kullanılmasında yararlı olabileceği üzerinde durulmaktadır. Bu durum dünya

çapında yaklaşık 2 milyar kişiyi etkileyen demir eksikliğinin olumsuz etkilerini gidermek açısından

daha da önem kazanmaktadır.

Sonuç: Nanoteknoloji ile beslenme bilimine girmekte olan bu yeni bileşiklerin, besinlere

eklendiğinde sonuçlarını görmek için daha fazla çalışmanın yapılması gerekmektedir.

__________________

Yazışmalardan Sorumlu yazar: [email protected]

Page 99: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

97 |

P.233

Diyabet Kampları

Ebru Özdemir* , Gamze Yüzbaşıoğlu, Nedime Gündüz, Aydan Ercan, Dilek Ongan

İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü, İzmir, Türkiye

Giriş: 1920 yılında Dr. Leonard F. C. Wendt tarafından ABD’de uygulanmaya başlayan diyabet

kampları 8-16 yaş arasındaki çocuklar ve ergenlerde diyabet ile ilgili bilgilerini geliştirmeyi ve kendi

kendilerine tedavi becerisi kazandırmayı temel olarak hedeflemektedir. Bunun yanı sıra yalnızlık

hissini azaltmak, özgüvenlerini arttırmak, hasta yakınlarına destek vermek ve kamptaki herkese bu

hastalığı öğretip bilinçlendirmeyi amaçlayan bir eğitim programıdır.

Amaç: Diyabet kamplarıyla ilgili bu bildiride güncel literatür derlenmiştir.

Yöntem: Pubmed, Sciencedirect, Scopus veri tabanlarında son 5 yılda diyabet kamplarıyla ilgili

yayınlanmış orijinal araştırma makaleler ve tarihçesine yönelik bilgi içeren makaleler taranmıştır.

Sonuç: Tip 1 diyabet kamplarında karbonhidrat sayımı ve glisemik kontrol eğitimleri verilmektedir.

Diyabet hekimleri, hemşireleri, diyetisyenleri ve spor hocaları ile multidisipliner teröpatik eğitimler

uygulanmaktadır. Teröpatik eğitim özyönetim becerilerini öğretmede fayda sağlamaktadır. Yapılan

çalışmalarda, diyabet kamplarına katılan bireylerin psiko-sosyal sorunlarının önemli ölçüde

giderildiği saptanmıştır. Çalışmalar, diyabet kamplarının egzersiz sırasında hipoglisemi epizodlarını

azaltıcı etki gösteren eğitimlere dikkat çekmektedir. Tip 1 diyabet kamplarının metabolik kontrolün

sağlanmasını olumlu yönde etkilediğine dair kanıtlanmış çalışmalar bulunmaktadır. Kamplar genel

olarak diyabetli çocuk ve adölesanlara kazanım sağlayan bir eğitim programı olmanın yanı sıra

çalışanların deneyim ve bilgi alışverişinde bulunabileceği ve ebeveynlerin diyabet sorumluluğunun

azaldığı bir evredir.

Öneri: Hastalığa uyum ve hastalık yönetiminin geliştirilebildiği bu tarz kampların, sadece Tip 1

diyabetli bireyler için değil, Tip 2 diyabet başta olmak üzere diğer tıbbi beslenme tedavisi uygulanan

kronik hastalıklarda da uygulanmasının yararlı olabileceği düşünülmektedir.

Anahtar Kelimeler: Diyabet kampları, Tip 1 diyabet, Diyetisyen.

__________________

Yazışmadan Sorumlu Yazar: [email protected]

Page 100: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

98 |

P.234

Ruhun Sandalyesinden Vücudun Mucizesi: Melatonin

Gözde KALKAN

Acıbadem Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü, İstanbul, Türkiye

Yaklaşık 300 yıl önce Fransız filozof Rene Descartes, pineal bezi “ruhun sandalyesi” olarak

tanımlamıştır. Buradan salgılanan ana maddenin melatonin olduğu ise 1950’li yılların sonuna doğru

anlaşılmıştır. Salınımında özellikle ışığın etkisi önemli olup geceleri gündüze göre 7-10 kat daha

fazla salınır. Çevresel, hormonal, yaş vb. faktörden etkilenen melatoninin birçok dokuda reseptörleri

olduğu bilinmektedir. Yapılan çalışmalarda uyku bozukluğu olan bireylerde melatonin seviyesinde

gözlenen düşük serum melatonin konsantrasyonu uyku düzenleyiciliği etkisi, immün yetmezlik

durumlarında uygulandığında belirgin olarak immün sistemdeki aktivasyonu arttırdığından immün

sistem destekleyiciliği,antioksidan özelliği dolayısıyla anti kanserojen ve oksidatif stres ile ilişkili

olduğu, ülserle ilgili deneysel çalışmalarda melatonin uygulandığında asidite, ülser indeksi ve

mukoza antioksidan parametrelerinde histolojik değerlendirmelerde düzelme ve olumlu gelişmeler

sağladığı gözlemlenmiştir. Elde edilen veriler ışığında melatoninin vücudumuzdaki birçok sistemle

yakından ilişkili ve yakın gelecekte insan yaşam süresini uzatmada, birçok hastalığın tedavisinde

insanlığa yarar sağlayabileceği öngörülmektedir. Ancak melatonin ile ilgili çalışmalar devam

etmekte ve araştırılması gereken çok yönlü bir madde olduğu düşünülmektedir. Bu poster

derlemesinde melatoninin ne olduğu, vücudumuzdaki etkileri, melatonin içeren besinler ve çeşitli

ülkelerde besin katkı maddesi ve preparat olarak kullanımı üzerinde durulacaktır.

Anahtar Kelimeler: melatonin, antioksidan, uyku, immün, ülser

__________________

Yazışmalardan Sorumlu yazar: [email protected]

Page 101: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

99 |

P.235

Gebelikte Ağırlık Kazanımı İle İlgili Güncel Görüşler Ve Öneriler

Merve KİP*, Meltem SOYLU

Nuh Naci Yazgan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye

Giriş-Amaç: Gebelik süresi ve annenin gebelik öncesindeki vücut ağırlığı, doğum öncesi sonuçları

etkileyen iki önemli etkin faktördür. Gebelik öncesi vücut ağırlığı ve gebelik süresince ağırlık artışı

gebelikte önemli durumlardır; çünkü her ikisi de maternal sonuçla, doğum şekli, erken doğum,

doğum ağırlığı ve doğum sonrası ağırlık artışı ile ilişkilidir. Bu çalışmada gebelikte ağırlık

kazanımına ilişkin güncel öneriler derlenmiştir. Gebelik fetal ve maternal doku artışı ile birlikte pozitif enerji dengesinin olduğu anabolik bir süreçtir.

Anne ve bebek sağlığı açısından optimal sonuçların elde edilebilmesi için annenin hem gebeliğe

normal bir vücut ağırlığı ile başlaması hem de ağırlık artışının gebelik süresince önerilenin altında

veya üzerinde olması önlenmelidir. Buna göre;

• Kadınların gebeliğe başlamadan önce BKİ (Beden Kütle İndeksi) 18.5-24.5 olması

sağlanmalıdır.

• Gebelik döneminde ağırlık kazanımı önerileri, gebelik sonucunu iyileştirmek için gebelik

öncesindeki BKİ’ye göre kişiselleştirilmelidir.

• Gebeliğin herhangi bir döneminde haftada 1 kg ağırlık kazanımı aşırı, ayda 1 kg’ dan az

ağırlık kazanımı yetersiz beslenmeyi göstermektedir.

• Gebelik süresince zayıflama diyetleri kesinlikle önerilmemeli, gebe kadının daha fazla vücut

ağırlığı kazanımı önlenmelidir.

• İlk adet yaşından sonra beş yıl geçmemiş olanlar(biyolojik immature kadınlar) gebelikte

ağırlık artışına ek olarak 3 kg daha ağırlık kazanmaları gerekmektedir.

• Gebeliğin ilk trimesterinde 1-2 kg alınması beklenir. Ancak bulantı ve kusma yüzünden daha

az ağırlık kazanımı ya da ağırlık kaybı görülebilinir. Birinci trimesterde gebelik öncesi

dönemdeki ağırlığın %5-10 kaybında yada 2 kg’ dan daha fazla ağırlık kazanımı durumunda

dikkatli olunmalıdır.

• Gebe takibinde ağırlık kazanımının önerilenden fazla veya az olması durumunda diyetisyen

gebeliğin kalan süresinde önerilen ağırlık kazanım hızının sağlanması için çaba göstermelidir.

Bu durumda ölçümlerde veya kayıt tutulmasında bir hata olup olmadığı ve bebeğin gelişimi

kontrol edilmeli, ödem gibi medikal problemlerin bulunmadığından emin olunmalı, yüksek

enerji alımı ya da sedanter yaşam biçimi gibi değiştirilebilir faktörlerin olup olmadığı tespit

edilmeli, gebenin gelir durumu ya da stres gibi faktörler değerlendirilmelidir.

Sonuç: Kadınların gebe kalmadan önce uygun vücut ağırlığına ulaşmaları sağlanmalı, gebelikleri

boyunca öneriler doğrultusunda ağırlık kazanımı düzenli olarak takip edilmelidir.

Anahtar Kelimeler: Ağırlık kazanımı, beslenme, gebelik,

__________________

Yazışmalardan Sorumlu yazar: [email protected]

Page 102: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

100 |

P.236

Semizotunun Sağlık Üzerine Etkileri

Elif KAPLAN

Erciyes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye

Giriş-Amaç: Semizotu, dünyanın ılıman ve tropikal bölgelerinde yaygın olarak bulunan yıllık yeşil

otsu bir bitkidir. Yıllardır sebze, baharat ve ilaç olarak kullanılmaktadır. Bu çalışmanın amacı,

semizotunun insan sağlığı üzerine olumlu veya olumsuz etkilerini araştırmaktır.

Genel Bilgiler: Semizotu Portucuolate ailesinden olup, dünyada yaygın olarak tüketilen bitkiler

arasındadır. Farklı büyüme evrelerinde besinsel içeriği de değişkenlik göstermektedir. Semizotu,

EPA, DHA ve omega 3 yağ asitleri, antioksidanlardan α tokoferol, askorbik asit, vitamin A, E, β

karoten ve glutatyonlardan zengin, yüksek lif içeren filizler olması nedeniyle diğer sebzelerden daha

yüksek bir besinsel değere sahiptir. Özellikle yüksek omega 3 ve antioksidan içeriğinden dolayı

kardiyovasküler hastalıklar, diyabet, kanser, dislipidemi gibi hastalıkların tedavisinde semizotunun

etkinliği incelenmiştir.

Sonuç: Araştırmalar sonucunda, semizotunun herhangi bir sitotoksisite veya genotoksisite

göstermediği ve günlük tüketim için güvenilir bir sebze olduğu, antioksidan, antimikrobiyal ve

antifungal aktivitelere sahip olmasının fitokimyasal içeriğinden kaynaklandığı anlaşılmıştır.

Semizotları olgunlaştıkça ve bitki ölüme yaklaştıkça oksidatif stresi artmasına rağmen olgunlaşmış semizotlarının mineral değerleri ve antioksidan içeriği olgunlaşmamış semizotlarına göre daha

yüksek bulunmuştur. Semizotu ile beslenen diyabetli hastalarda açlık plazma glikoz düzeylerinde

hafif bir azalma olduğu halde, serum insülin düzeyleri ve insülin direnci düzeyinin homeostatik

modeli üzerinde uygun doz ayarlanamadığından herhangi bir anlamlı etki bulunamamıştır. Semizotu

tedavisi uygulanan mide kanserli ratlarda vücut ağırlığının, lenfosit çoğalmasının, beyaz kan hücre

sayısının ve sitokin salınımının önemli ölçüde arttığı gözlemlenmiştir. Semizotu ve semizotu tohumu

ile beslenen ratlarda kan LDL düzeylerinin azaldığı, HDL düzeylerinin de önemli derecede arttığı

gözlemlenmiştir. Ayrıca kan basıncında da belirli bir düşüş gözlenmiştir. Semizotunun

kardiyovasküler hastalıklar üzerindeki etkisi için yapılan çalışmalarda farklı sonuçlara ulaşılmıştır.

Buna rağmen; kardiyovasküler hastalıkların gelişimini önlemek için hiperkolesterolemide azalmış lipit düzeylerine ulaşmak amacıyla, semizotu veya semizotu tohumlarının ilave edildiği bir diyet

tüketilmesinde görüş birliği vardır.

Anahtar Kelimler: semizotu, diyabet, kanser, lipit profilleri, kardiyovasküler hastalıklar

___________________

Yazışmalardan Sorumlu Yazar: [email protected]

Page 103: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

101 |

P.237

Diyetisyen Bakış Açısıyla Moleküler Beslenme

Reyhan ORAL*, Neslihan ÖNER

Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye

Giriş: Beslenme genomiği, nutrigenetik, nutrigenomik ve nutrisyonel epigenomiyi kapsayan geniş

kapsamlı bir terimdir. Nutrigenetik, diyet alımındaki benzerliklere rağmen sağlık durumu ve hastalık

riskindeki farklılıkları hesaba katan bireyler arasındaki genetik değişkenliğin etkisidir.

Nutrigenomik, diyet bileşenleri ile genom arasındaki etkileşimler ve proteinler ile diğer metabolitlerin gen ekspresyonunu etkileyen değişiklikleriyle ilgilidir.

Beslenme Genomiklerinin Kişiselleştirilmiş Seviyede Pratik Olarak Uygulanması Beslenme

genomiklerinin kişiselleştirilmiş seviyede pratik olarak uygulanması, hastanın hastalığa karşı

potansiyel duyarlılığının bilgisini gerektirmektedir. Bu bilgi birkaç farklı yolla elde edilebilmektedir.

Aile öyküsü, biyokimyasal parametreler, obezite, hipertansiyon veya hiperlipidemi gibi hastalıklar

için risk faktörlerinin varlığı ve genetik testlerden elde edilen sonuçlar, bir hastanın hastalık

geliştirme riski veya sağlığının sürdürülmesi hakkında faydalı bilgiler sağlayabilmektedir. DTC

genetik testi (doğrudan tüketici testi), kişisel beslenmeyi sağlayabilmek için beslenme genomik

biliminin uygulamalarından biridir. Bu testlerle;

• MTNR1B ve FTO geninin obezite ile ilişkili olduğu,

• APOE geninin koroner kalp hastalıkları ile bağlantılı olduğu,

• MTHFR gen polimorfizmlerinin, beden kütle indeksi (BKİ) ile tanımlanmış obezite ve yağsız

kütle ile ilişkili olduğu,

• TAS1R2 genindeki varyasyonun sükroz tadını ve şeker tüketimini etkilediği ve bu etkinin

BKİ tarafından değiştirildiği,

• Tip 2 diyabetli hastalarda, özellikle kadınlarda, FTO genindeki Rs9939609 (A / T)

polimorfizmi ile yüksek yağ ve düşük posa tüketimi arasında yeni bir ilişki olduğu ortaya

konmuştur.

Bir diyet tedavisinin etkinliğini önceden değerlendirmek için yapılan genetik testler,

komplikasyonları önlemek ve muhtemel bir ilaç tedavisinin maliyetini azaltmak için kuşkusuz bir

avantajdır.

Sonuç: Beslenme genomiği, kişiselleştirilmiş beslenme konusunda diyetisyenlerin yeni gelişim alanı

olarak önem kazanmaktadır.

Anahtar Kelimeler: diyetisyen, kişiselleştirilmiş beslenme, nutrigenetik, nutrigenomik

___________________

Yazışmalardan Sorumlu Yazar: [email protected]

Page 104: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

102 |

P.238

Kuarsetin Ve Kardiyovasküler Hastalıklarla İlişkisi

Fatma Çobur*, Neslihan Öner

Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye.

Giriş: Kuarsetin, diyet flavonoidlerinden birisidir. Alerjiler, astım, bakteriyel enfeksiyonlar, artrit,

gut, göz hastalıkları, hipertansiyon ve nörodejeneratif bozukluklar gibi çeşitli hastalıklarda olumlu

etkilerinin olduğu bildirilmiştir. Bu derlemenin amacı, kuarsetinin kardiyovasküler hastalıklarla

ilişkisini güncel çalışmalarla değerlendirmektir.

Kuarsetinin Kaynakları ve Güvenirliliği: Soğan, kıvırcık lahana, pırasa, brokoli, elma, çay, kapari

ve yaban mersini zengin kaynaklarıdır. Soğan 300 mg/kg ile kuarsetinin en zengin kaynağıdır.

Kuarsetin, in vivo kanserojen veya mutajenik olarak sınıflandırılmamıştır. On iki hafta süresince

günde 1000mg kuarsetinin, herhangi bir yan etkisinin olmadığı rapor edilmiştir.KuarsetininCYP3A4

(Sitokrom P450 3A4) enzimini inhibe ettiği bildirilmiştir. Bu nedenle, metabolizma için bu yolağı

kullanan alprazolam ve kolşisin gibi ilaçların kuarsetinle beraber alınmaması önerilmektedir.

Kuarsetinin Kardiyovasküler Hastalıklar ile İlişkisi: Kardiyovasküler hastalıklar tüm ölümlerin

başlıca nedenidir. Finlandiya’da yapılan epidemiyolojik bir çalışmada, daha çok elma ve soğan

tüketimi ile alınan kuarsetinin miktarı ileiskemik kalp hastalığına bağlı mortalitenin ters orantılı

olduğu gösterilmiştir. Son çalışmalar kuarsetinin diyete ilavesiyle, hipertansiyonlu bireylerde sistolik

kan basıncında 2.9 ile 7 mmHg arasında azalma olduğunu ortaya koymuştur.

Sonuç: Kuarsetin kardiyovasküler hastalıklar konusunda umut verici bir moleküldür. Kuarsetinden

zengin soğan suyu tüketimi, sağlıklı hafif hiperkolesterolemik hastalarda kolestrol seviyesini belirgin

bir şekilde azaltmış ve toplam antioksidasyon kapasitesini artırmıştr. Dolayısıyla çeşitli

kardiyovasküler hastalıklarla mücadele için soğan suyu tavsiye edilir. Ayrıca dolaşımdaki kuarsetin

düzeyleri önemli bir vazodilatör etki göstermiştir ve hipertansif hastalarda kan basıncını

düşürmüştür. Çaydaki kuarsetinise kalp koruyucu etkide önemli bir rol oynamamıştır. Kuarsetin

inflamatuvar yollar üzerindeki inhibe edici etkisiyle insülin eksikliği ve insülin direnci durumunda

diyabetik vasküler komplikasyonları da önlemiştir. Çoğu çalışma sonucunda meyve ve sebzelerin

içindeki kuarsetinin kalp sağlığına olumlu etkileri doğrulanmıştır. Tüketiminde bir sakınca

bulunmamıştır.

Anahtar Kelimeler: flavonoidler, kardiyovasküler hastalıklar, kuarsetin.

____________________

Yazışmadan Sorumlu Yazar: [email protected]

Page 105: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

103 |

P.239

Kahve Tüketiminin Diyabet İle İlişkisi

Buse BAKIR

Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Türkiye,

Giriş: Dünyada ve Türkiye’de prevalansı yüksek olan ve yaşam boyu süren bir hastalık olan

diyabette alternatif tedaviler yaygın olarak kullanılmaktadır. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde

diyabetin doğal ürünler kullanılarak kontrol altına alınması daha popüler hale gelmektedir. Çaydan

sonra en sık tüketilen içecek olan kahvenin de diyabet riskinin azaltılmasında rolü olduğuna dair araştırmalar mevcuttur.

Kahve Bitkisi: Vatanı Habeşistan (Etiyopya) olan Coffee arabica L. veya diğer Coffea (Rubiaceae)

türlerinin kurutulmuş tohumları olan kahvenin çeşitli varyasyonları birçok ülkede yetiştirilmektedir. Türkiye’ye en çok ithal edilen türü, Brezilya’da yetiştirilen Coffee arabica typica’dır.

Kahve Tüketimi ve Diabetes Mellitus (DM) İle İlişkisi: Kahve tüketimi bireylerin günlük

yaşamında geniş yer kapladığı için, toplumda yaygın görülen diyabet ile ilişkisi merak uyandırmıştır.

≥3 fincan/gün kahve tüketenlerde hiç tüketmeyenlere göre tip 2 DM riskinin %27 azaldığı

görülmüştür. Hiç kahve tüketmeyenlerle kıyaslandığında ≥1 fincan/gün kahve tüketenlerde

adiponektin düzeyinin anlamlı derecede yükseldiği ve böylelikle insülin duyarlılığının arttığı

bildirilmiştir. Ayrıca <1 fincan/gün kahve tüketiminde görülen 1.06 (1.02-1.11) HOMA-IR değerinin

≥4 fincan/gün tüketim ile 0.99 (0.91-1.08)’a düştüğü, insülin direncini anlamlı düzeyde iyileştirdiği

de elde edilen olumlu sonuçlardandır. Üstelik, tüketilen bir porsiyon şekerli içeceğin bir fincan (~200

ml) kahve ile değiştirilmesinin tip 2 DM riskini %17 oranında azalttığı gösterilmiştir. Bu sonuçlara

ek olarak, gebelik öncesi orta düzeyde kahve tüketiminin (≤7 fincan/hafta) gestasyonel diyabet

riskini %50 oranında azalttığı, ancak riskin azalmasında kafeinsiz kahvenin etkisinin olmadığı bildirilmiştir.

Sonuç: Çalışmalarda düzenli ve orta düzeyde kahve tüketiminin tip 2 diyabetten koruyucu olduğu

ortaya konmuş olsa da tüketilen kahve miktarını kontrolsüz artırmamak, sağlıklı beslenme

davranışları ile bütün olarak devam ettirmek gerekir. Günlük kafein alımı önerilen miktarın (200-300

mg/gün) üzerine çıkmamalıdır.

Anahtar Kelimeler: diyabet, insülin direnci, insülin, kahve, kafein

___________________

Yazışmalardan Sorumlu Yazar: [email protected]

Page 106: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

104 |

P.240

Cevizin Bilişsel Fonksiyonlara Etkisi

Büşra Gül*, Neslihan Öner

Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye.

Giriş: Yenilebilir kabuklu yemişler, küresel olarak popüler besinlerdir. Juglan cinsi birkaç türden

meydana gelir ve dünya çapında yaygın olarak dağılmıştır. En iyi bilinen üyesi olarak ceviz ağacı

ılıman bölgelerde bulunabilir.

Genel Bilgiler: Cevizin içindeki PUFA’lar beyin ve beyin sağlığında önemli bir rol oynamasına

rağmen, sağlıklı nöral süreçlere diğer fitokimyasal bileşenlerin varlığı da katkıda bulunur. Cevizin

içindeki diğer önemli besinler ancak bunlarla sınırlı değildir; polifenoller, e vitamini, folik asit,

ellagitannins, ellajik asit monomerleri, polimer tanenler, melatonin, pektin, flavonoidler,

karotenoidler, alkaloidler, azot ihtiva eden ya organosülfür bileşikler ve çeşitli mineraller,

hidroksisinamik asitler; chlorigenic asit, kafeik asit, p-kumarik asit, ferulik asit, ve sinapik asit gibi,

hidrobenzoik asitler; siringik asit ve ellajik asit gibi ve gallik asit, glansrin, juglone'un ve siringaldehid gibi bileşikleri de içerir.

Polifenoller, striatum ve hipokampustaki nöronal kalsiyum dengesini ve beynin önemli

bölgelerindeki birincil ve ikincil hafıza fonksiyonlarını güçlendirir.

Genç kolej öğrencileri üzerinde yapılan randomize, plasebo kontrollü çapraz bir çalışmada bir

çalışmada, günde 60 ram ceviz ile 8 hafta boyunca ceviz alan kişilerde çıkarımsal kelime yürütme

işleminde önemli iyileşme bulunmuştur.

Başka bir laboratuvar çalışmaları sonucunda elde edilen bulgularda, 1 oz / gün (~ 28 g) önerilen

diyet alımına eşdeğer % 6 ceviz içeren diyetlerle beslendiğinde, yaşlı sıçanlarda gelişen bilişsel fonksiyonlar görülmüştür.

Günlük olarak insanların alması tavsiye edilen ceviz miktarı bir ons (28 gram) veya çeyrek bardak veya 12-14 cevize denk gelmektedir.

Sonuç: Çalışmalar, laboratuvar hayvanlarının dut veya cevizden zengin diyetlerle beslenmesinin,

hafıza, biliş ve motor fonksiyonlarının endekslerini geliştirdiğini göstermiştir. Çoklu doymamış yağ

asitleri ve diğer fitokimyasallar bakımından zengin içeriğinden dolayı ceviznörolojik birikimini önlemesi, oksidatif ve inflamatuar streslerin azaltması bakımından öne çıkar.

Anahtar Kelimeler: ceviz, bilişsel fonksiyon, omega 3, kabuklu yemiş, beyin gelişimi

__________________

Yazışmalardan Sorumlu Yazar: [email protected]

Page 107: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

105 |

P.241

Üniversite Öğrencilerinde Besin Desteği Kullanımı

Rabia Nur CEYHAN*, Eda BAŞMISIRLI, Meltem SOYLU, Mustafa NİSARİ

Nuh Naci Yazgan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye

Giriş-Amaç: Besn desteğ (supleman), beslenmemzde yer alan besn öğelerne ek olarak alınan br veya daha fazla vtamn, mneral, btk (tütün harç) veya amnoast konsantres, metabolt, bleşen veya kombinasyonu şeklindeki ürünler olarak tanımlanmaktadır. Yeterli bir beslenmede besin

desteğine ihtiyaç yoktur. Ancak, son yıllarda sağlığın geliştirilmesi ve performansın artırılması

amacıyla özellikle üniversite öğrencileri arasında kullanımının giderek yaygınlaştığı görülmektedir.

Bu araştırma üniversite öğrencileri arasında supleman kullanım durumunu ortaya koymak amacıyla

planlanmış ve yürütülmüştür.

Yöntem: Çalışma Aralık 2016-Şubat 2017 tarihleri arasında Kayseri ilinde bulunan Nuh Naci

Yazgan Üniversitesinde öğrenim görmekte olan 18-28 yaş arası gönüllü 200 öğrenci üzerinde

yürütülmüştür. Supleman kullanım sıklığı, nedeni ve kullanılan ürünlere yönelik sorulardan oluşan

anket formu öğrencilere yüz yüze görüşme yöntemi kullanılarak uygulanmıştır. Toplanan verilerin

analizi SPSS 22.0 programı kullanılarak yapılmıştır.

Bulgular: Öğrencilerin %9’u düzenli olarak supleman kullanmaktadır. Bu öğrencilerin %55,5’ine

sağlık profesyonelleri tarafından besin desteği kullanımı önerilirken, geriye kalan öğrenciler arkadaş,

antrenör ve diğer kişilerin tavsiyeleri üzerine kullanmaktadır. Kullanan öğrencilerin %31,25’i yeterli

ve dengeli beslenmediklerini düşündüğü %31,25’inin ise performansı artırmak amacıyla supleman

kullandıkları saptanmıştır. Performansı artırmak amacıyla supleman kullananların %60’ının protein

içerikli besin desteklerini tercih etmektedir.

Sonuç: Bu çalışmada besin desteği kullanımının çok yüksek oranlarda bulunmamasının nedeni

olarak örneklemin sadece Nuh Naci Yazgan Üniversitesi öğrencilerinden seçilmesi olarak

düşünülmüştür. Bununla birlikte üniversite öğrencileri besin desteklerinin bilinçsiz kullanımı ve

sağlık üzerindeki olumsuz etkileri konusunda uyarılmalı, besin desteği kullanımından önce başta

diyetisyenler olmak üzere ilgili sağlık personeline danışmalı ve sağlıklı beslenme konusunda

desteklenmelidirler.

Anahtar Kelimeler: supleman, performans, protein

__________________

Yazışmalardan Sorumlu yazar: [email protected]

Page 108: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

106 |

P.242

Endokrin Bozucular ve Sağlık Üzerine Etkileri

Şeyma KIRIM *, Sema ERGÜN, Elif ÇİMEN, Sema ÇALAPKORUR

Erciyes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye

Giriş: Endokrin bozucular; vücuda dışarıdan alındığında hormonları taklit ederek veya hormonların

aktivitelerini engelleyerek vücudun normal işleyişini bozan maddelerdir. Bu maddeler doğal olarak

çevrede bulunabildiği gibi, endüstriyel işlemler sonucunda da oluşabilmektedir. Endokrin bozucu

kimyasalların endokrin sistemin fonksiyonlarını etkilediği ve bunun sonucunda organizmada bazı

hastalıkların görülme olasılığının arttığı bilinmektedir. Bu derlemede doğal ve yapay endokrin bozucular ve bunların insan sağlığı üzerine etkilerini ele almak amaçlanmıştır.

Genel Bilgiler: İnsanlar yaşamları boyunca farkında olmadan doğal ve yapay endokrin bozucu

kimyasallara maruz kalabilmektedir. Doğal endokrin bozucular diyette ve çevresel koşullarda doğal

olarak bulunan bileşiklerdir. Bu maddeler; fitoöstrojenler ve mikotoksinlerdir. Fitoöstrojenler;

sarımsak, maydanoz, hububat, havuç, patates, vişne, elma, kahve, tam tahıllar, posa, soya ve soyalı

ürünlerde doğal olarak bulunmaktadır. Mitotoksinler; mısır, yulaf, buğday, pirinç ve soya

fasulyesinde mantar enfeksiyonu sonucu oluşmaktadır. Bunların yarı ömürleri kısadır ve dokularda

birikmeden kolaylıkla vücuttan atılabilirler. Bu yüzden önemli yan etki oluşturmazlar. İnsanların

besinler aracılığıyla maruz kaldığı başlıca yapay endokrin bozucular isebisfenol A (BPA) ve

polisiklik aromatik hidrokarbonlar (PAH) dır.BPA'ya maruziye tplastik kaplarda yiyecek ve içecek

saklanması ve bu besinlerin tüketilmesi ile gerçekleşir. Besinlerin mikrodalga fırınlarda plastik

kaplarla ısıtılması veya sıcak arabalarda su şişelerinin saklanması plastiklerden BPA transferini

arttırır. Barbekü/mangal kömüründe ızgara, dumanlanma ve kızartma sırasında kullanılan ısıl

işlemler sonucunda ise PAH'lar ortaya çıkmaktadır. Bu kimyasallar hormonların vücuttaki hücre

reseptörlerini etkileyerek endokrin sistemin işlevleri üzerinde olumsuz etki gösterebilmekte; bu

etkiler maruz kalma miktarına ve süresine göre değişebilmektedir. Bu durum; kanser, obezite,

diyabet gibi metabolik hastalık gelişme riskini arttırmakta; üreme, immün ve sinir sistemleri ile ilgili

rahatsızlıkların oluşmasına neden olabilmektedir. Endokrin bozuculara intrauterin dönemdeki

maruziyet üreme organlarını normalden daha çok etkilemekte ve çeşitli bilişsel-davranışsal bozukluklara, zihinsel gelişiminin bozulması gibi sorunlara yol açabilmektedir.

Sonuç: Endokrin bozuculara maruziyetin çeşitli sağlık sorunlarına neden olduğu ve bu kimyasallara hayatın erken döneminde maruz kalan kişilerdebu etkilerin daha fazla olduğu bildirilmektedir.

Anahtar kelimeler: Endokrin bozucular, BPA, PAH, mikotoksin, fitoöstrojen

___________________

Yazışmadan Sorumlu Yazar: [email protected]

Page 109: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

107 |

P.243

Moleküler Beslenmeye Genel Bir Bakış

Dozdar ŞAN

Bitlis Eren Üniversitesi, Sağlık Yüksekokulu, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Bitlis, Türkiye

Giriş ve Amaç: Moleküler Beslenme ve Diyet, beslenme ile ilgili genlerin analizinden yola çıkarak hazırlanan gerçek anlamda kişiye özgü diyet modelidir. Yıllardır uygulanan önce sadece vücut ölçüleri ve çeşitli biyokimyasal testlere dayanarak gerçekleştirilen diyet tedavilerine yeni bir soluk getiren Moleküler Diyeti, genetik analiz sonuçlarını vücut analiz sonuçları ve metabolik testlerle birleştirerek genetik özelliklerine uygun ve sadece o kişiye ait bir beslenme ve yaşam tarzıdır. Bu derlemede metabolomik yaklaşımının beslenme araştırmalarındaki yeri ve sağlık ile ilişkisinin irdelenmesi amaçlanmıştır.

Moleküler Beslenme Tedavileri: Modern çağın diyeti olarak tanımlanacak, Moleküler Diyet tamamıyla üst düzey bir teknolojiyi de beraberinde kullanmayı gerektiriyor. Genetik laboratuvarlarda yapılan analizler ile beslenme alışkanlarına bağlı olarak, besin öğelerine verilen yanıtlar 35 gen ve 200 farklı varyasyona bakılan genetik testler ile yapılmaktadır. Moleküler çalışma ile bu genlerde ifade edilen sonuçlara göre metabolizma için gerekli olan peptitler, proteinler, vitaminler gibi birçok testlere de beraberinde bakılabilmektedir. Örneğin D vitaminindeki genetik olumsuzluk, insülin direncinin sonucu olarak ortaya çıkabilmektedir. Kafein, nikotin ve alkol metabolizması da önem taşımaktadır. Bir türlü kilo kaybedemeyen kişilerin sorunun temelinde çok fazla kafein yani kahve tüketiminin yattığı görülmektedir. Metabolizmasının kafeine karşı olumsuz genetik bir yanıta sahip olması, kişide yağ metabolizmasını arttırmaktadır. Kahveyi azaltıp, çayı normalden daha açık içmek kilo vermeye yardımcı olabilmektedir. Günümüzde diyetisyenlerimizin yazdığı diyetten tamamen farklı olan diyet kavramı belki de moleküler beslenme kavramıyla değişecektir. Örneğin bir demir eksikliğinin nedenini tamamen besinsel faktörlere bağlamayıp, moleküler anlamda temeline inildiğinde hepsidin metabolizması gibi tamamen moleküler anlamda çözüm bulabilecek moleküler beslenme tedavilerine gereksinim olacağını da göz ardı etmemek gerekecektir. Moleküler Diyete Yönelik Analizleme ve Görüntüleme Sistemleri: Dünyada moleküler beslenmeye dönük veya moleküler diyete yönelik analizleme, görüntüleme sistemleri elbette yapılabilmektedir. Örneğin metabolik holter kullanılarak obez bir hasta için 24 saatlik bir vücutta bağlı kalması sonrası; vücudun metabolik enerji kullanım oranları, uyku verimi, hareketlilik durumu, metabolizma hızı gibi önemli değerlerle çok doğru bir şekilde ölçülebilmektedir. Sonuç olarak; Popüler diyet akımına paralel olarak yaygınlaşan bilimsel olmayan diyetlerin ve bireysel özelliklerimize uygun olmayan çeşitli yöntemlerin sağlık risklerine neden olmaya devam ettiği görülmektedir. Moleküler Diyet sayesinde kişiye özel hazırlanan beslenme programıyla kısa sürede sonuç elde edilmesi mümkün hale gelebilmektedir. Gelecek on yıl içerisinde ülkemizde de Moleküler Beslenme konularında kesin tanıya dayalı tedaviler, reçete diyetlerin yerini alması beklentimizdir. Anahtar kelimeler: Moleküler Beslenme ve Diyet, metabolomik, genetik analizler

___________________

Yazışmalardan Sorumlu Yazar: [email protected]

Page 110: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

108 |

P.244

Yatan Hastalarda Yemeklerden Memnuniyet Değerlendirilmesi

Ahsen ERGİNSOY

Nuh Naci Yazgan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye

Giriş: Amasya iline bağlı Merzifon ilçesinde bulunan Kara Mustafa Paşa Devlet Hastanesi, 2009 yılı şubat ayından itibaren 180 yataklı akıllı hastane olarak yapılan yeni hizmet binasında hizmet vermektedir.

Amaç: Bu çalışmada hastanede yatarak tedavi alan hastaların hastane yemekhanesi koşullarında hazırlanarak kendilerine sunulan yemeklerden memnuniyetlerini araştırmak hedeflenmiştir.

Yöntem: Çalışma 2015 yılı Ağustos ayında yatmakta olan hastaların gönüllü katılımları ile yürütülmüştür. Katılımcılar üzerinde dışlama kriteri uygulanmamıştır. Çalışmada anket yöntemi uygulanmış, veriler SPSS 22.0 Programında değerlendirilmiştir. Çalışmaya 26 kadın 15 erkek katılmıştır.

Bulgular: Genel olarak menüleri değerlendirmeleri istendiğinde katılımcıların %4,9’u bir fikrim yok, %19,5’i çok iyi, %61,0’ı iyi, %12,2’si orta, %2,4’ü kötü olarak değerlendirmiştir. Yemeklerin uyumu sorulduğunda %4,9 oranında bir fikrim yok, %19,5 oranında çok iyi, %75,6 oranında iyi cevapları alınmıştır. Yemeklerin sağlık kurallarına uygunluğu sorulduğunda %2,4’ü bir fikrim yok, %31,7’si çok iyi, %56,1’i iyi, %2,4’ü orta, %4,9’u çok kötü cevaplarını vermiştir. Katılımcıların %95,1’i çorba yemişken %4,9’u hastanede yattığı süre içerisinde çorba yememiştir. Et yemeklerini katılımcıların %85,4’ü yemişken %14,6’sı yememiştir. Pilav-makarna-börek katılımcıların %70,7’si tarafından yenmişken %29,3’ü tarafından tadılmamıştır. Sebze ve kurubaklagil yemekleri katılımcıların %87,8’i tarafından denenmişken %12,2’si tarafından denenmemiştir. Soğuk yemekler ve zeytinyağlılar katılımcıların %17,1’i tarafından yenmiş %82,9’u tarafından yenmemiştir. Salata ve tatlılar %61,0’ı tarafından denenmiş %39,0’ı tarafından denenmemiştir. Katılımcılara yemeklerde bulunanlardan beğenmedikleri sorulduğunda ise %80,5’i beğenmediği herhangi bir şey bulunmadığını, %2,4’ü sıcaklığı, %7,3’ü yağ oranını, %7,3’ü tuz oranını, %2,4’ü baharatlar oranını beğenmediklerini ifade etmiştir.

Sonuç: Hastalara yöneltilen sorular her kategoride en yüksek oranda iyi olarak değerlendirilmiştir. Veriler doğrultusunda çorba çeşitleri, et yemekleri, pilav- makarna-börek, sebze ve kurubaklagil yemekleri, salata ve tatlılar yüksek oranlarla denenmiştir. Buna rağmen soğuk yemekler ve zeytinyağlılar çoğunluk tarafından denenmemiştir. Menü planlamasında soğuk yemek ve zeytinyağlıların rotasyonunun artırılması gerekmektedir.

_________________

Yazışmalardan Sorumlu Yazar: [email protected]

Page 111: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

109 |

P.245

Gebelik ve Mikrobiyota

Buğra ÖNEM*, Zeynep CAFEROĞLU

Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye

Giriş: Gebelik, sağlıklı yavru gelişimini desteklemek için birçok fizyolojik sistemde eşzamanlı

değişiklikler içeren dikkate değer bir biyolojik süreçtir. Gebelikle ilişkili bazı hormonal ve metabolik

değişiklikler yıllardır bilinmekteyken gebelik sırasında meydana gelen mikrobiyal bileşimdeki etkili

değişiklikler yakın zamanda değerlendirilmiştir.

Gebelikte Mikrobiyotanın Rolü: Mikrobiyota, gebelik sırasında vücudun çeşitli yerlerinde,

muhtemelen doğum için hazırlık olarak yeniden düzenlenmektedir. Mikrobiyota, hormonları veya

hormon analoglarını üretebilir, salgılayabilir, konak hormonlarına tepki verebilir ve bunları

düzenleyebilir. Gebelik sırasında anne mikrobiyota bileşiminin bebek üzerindeki ağırlık artışı,

bebeğin bağışıklığı ve bebeğin sağlığı üzerinde önemli etkilere sahiptir. Mikrobiyotanın gebelik ve erken gelişim süreci içindeki rolünü ve sağlığa ve hastalığa olan etkisini

anlamak, gelişimsel kavramları belirleyen yeni araştırma yollarını açmak ve belki de yeni tedavi

edici yaklaşımlar önermek açısından büyük önem taşımaktadır.

Gebelikte Mikrobiyotada Değişiklikler: Sağlıklı gebelik, bakteriyel yükte artış ve mikrobiyota

bileşiminde değişikliklerle karakterizedir. Gebeliğin ilk trimesterinde mikrobiyota bileşimi sağlıklı,

gebe olmayan kadınlara benzerdir. Bununla birlikte, birinci trimesterden üçüncü trimestere,

mikrobiyota bileşimi belirgin bir şekilde değişir. Bağırsak mikrobiyota bileşiminde gebelik öncesi

ağırlık durumlarına göre önemli farklılıklar gözlenmiştir. Mikrobiyotası zayıf ve obez kişiler

arasında da farklılıklar göstermektedir. Bu gelişme süreçleri boyunca çeşitli vücut bölgelerinde

(bağırsak, vajina, plasenta, anne sütü vb.) mikrobiyal bileşimlerde önemli değişiklikler oluşmaktadır.

Gebelikte Mikrobiyotaya Diyetin Etkisi: Gebelik sırasındaki bağırsak mikrobiyotası sadece içsel

faktörlerle değil aynı zamanda çevresel faktörlerle, en önemli olarak diyetle etkilenir. Diyet besinleri,

bağırsak mikrobiyotasını düzenleyerek insan sağlığını ve hastalıklarını etkiler. Gebelik süreci, diyet

kalitesi ve mikro besin içeriği bağırsak mikrobiyota bileşimini etkileyebilir. Yapılan çalışmalarda gebelik öncesi ve sırasında yüksek yağlı diyet alımı anne bağırsak

mikrobiyotasında gestasyonel yaşa bağlı olarak belirgin değişmelerle sonuçlanmıştır ve bu

değişmeler, gebelik boyunca lipit metabolizması, glikoliz ve glikoneojenez metabolik yolaklarını

destekleyen genlerin varlığında belirgin farklılıklar ortaya çıkarmıştır.

Sonuç: Sonuç olarak başlangıç ağırlığı ve diyet, ağırlık artışı, inflamasyon ve metabolik ölçütlerle

ilişkili olarak, gebe mikrobiyotasında önemli değişiklikler oluşmaktadır.

Anahtar Kelimeler: gebelik, mikrobiyota, diyet __________________ Yazışmalardan sorumlu yazar: [email protected]

Page 112: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

110 |

P.246

Vücut Yağ Dağılımı ve Cinsiyetlerdeki Farklılıklar

Cennet KAYA*, Hıfziye Nur ATALAY, Tuba TEKİN, Neslihan ÖNER

Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye

Giriş: Cinsiyetin biyolojik açıdan ele alınması çok eski bir konu olmasına karşın, cinsiyetler arası

metabolik fonksiyonların farkı her geçen gün daha çok çalışma ile ortaya konulmaktadır. Glukoz ve yağ metabolizmasının cinsiyete özgü değişiklikler gösterebileceği düşünülmektedir.

Vücudun temel enerji deposu olan adipoz doku cinsiyetlerde farklılık gösterir. Vücut ağırlığının kadınlarda %25’i, erkeklerde %15’i olmak üzere vücut yağ dağılımve oranları farklıdır.

Yağ Doku Oluşumu ve Cinsiyetlerdeki Farklılıklar: Yağ farklılıkları doğumdan itibaren

gelişmeye başlar. Ergenlik dönemi öncesinde kızların bacak ve pelvis bölgesindeki yağlanma

erkeklerden daha fazladır ve bu ergenlik dönemi boyunca artarak devam eder. Kadınlarda daha az

oranda beyaz yağ dokusu bulunurken, hem karın hem de kalça bölgesinde daha fazla deri altı yağ

dokusu olmak üzere fazlaca vücut yağı yüzdesine sahiptir. Erkekler ise önemli derecede karında

yağlanmaya duyarlıdır ve visceral yağlanma yüzdeleri kadınlara oranla daha fazladır. Bu yağ dağılımı kadınlarda jinoid, erkeklerde android tip şeklindedir.

Kadınlar uygun BKI de olsalar bile erkeklerden daha fazla yağ dokusuna sahiplerdir. Yağ depo

edilmiş ve yağ depolamaya meyilli bireyler arasında çeşitlilik görülür. Bu çeşitliliğin bazıları

coğrafik bölge kökenleri ile bunun sonucunda mümkün olan uzun dönemli genetik farklılıklarla bağlantılıdır.

Yağlanma Süreci ve Hormonlar: Yağlanma sürecinde insülin ve leptin ortak özelliklere sahiptir.

Dolaşımda artan insülin düzeyi leptin salınımını uyarmaktadır. Yağ hücreleri tarafından sentezlenip

salgılanan leptin; yağ dokusu miktarını beyine ulaştırmaktadır. Hem insülin hem de leptinin bazal

sirküle yoğunlukları yağ kütlesi ile orantılıdır. Ancak leptin ve insülinin dolaşımdaki seviyeleri farklı

yağ depolarını yansıtmalarından dolayı farklıdır. Leptin konsantrasyonu daha çok subkutan yağı;

insülin konsantrasyonu ise daha çok visceral yağı yansıtır. Visceral ve subkutan yağ oranları kadınlar

ve erkekler arasındaki farklılıklar nedeniyle, genellikle leptinin kadınlar, insülinin ise erkeklerde total yağ kütlesiyle ilişkisi daha yüksektir.

Sonuç: Cinsiyetlerin metabolizmayı etkileyen farklı durumlar karşısında farklı yanıtlar verebildiği göz önünde bulundurulmalıdır.

Anahtar kelimeler: yağ dokusu, cinsiyet, insülin, leptin

____________________

Yazışmalardan sorumlu yazar: [email protected]

Page 113: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

111 |

P.247

N-3 Yağ Asitlerinin Astıma Etkisi

Ayşenur ERBAY*, Neslihan ÖNER

Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye

Giriş: Astım dünya çapında 300 milyondan fazla bireyi etkileyen yaygın sağlık problemlerinden

biridir. Küresel olarak astım nüfusun %1-18’ini etkilemektedir. Astım hem gelişen hem de gelişmiş

ülkelerde şehirleşmiş, modern ve batılı yaşam tarzını benimseyen toplumlardaki kadar artış göstermektedir. Artan astımı önlemede n-3 yağ asitlerinin etkileri araştırılmıştır.

N-3 Yağ Asitleri: n-3 yağ asitleri, vücut için gerekli olup insan vücudunda üretilemediği için

dışardan alınmak zorundadır ve balık yağı en iyi kaynağı olarak kabul edilir. Bu yağ asitleri, araşidonik asitten türetilmiş prostaglandinler ve lökotrienlerin oluşumunu inhibe etmektedir.

N-3 Yağ Asitleri ile Astım İlişkisi: Diyet ve obezite durumu gibi dış faktörler, astım hastalığına

yakalanma riskini değiştirebilir ve mevcut hastalığı kötüleştirebilir. Diyetin koruyucu etkisi ve bunun da bir parçası olan-3 yağ asitleri açısından dengeli beslenme astım için koruyucu olabilmektedir.

Deniz kaynaklı çoklu doymamış n-3 yağ asitleri astım için tamamlayıcı ve alternatif bir tedavi olarak

önerilmektedir.

Soğuk su balıkları n-3 yağ asitleri, eikosapentaenoik (EPA) ve dokosaheksaenoik asit (DHA)

bakımından zengindir. EPA ve DHA'nın plazma ve hücre içi konsantrasyonları, n-3 yağ asidi alımından sonra artış göstermektedir.

EPA ve DHA'nın astımda önemli inflamasyonu azaltabileceği çeşitli mekanizmalar bulunmaktadır.

n-3 yağ asitleri araşidonik asit kaskad enzimlerinin, fosfolipaz A2, 5-lipoksigenaz ve

siklooksijenazın rekabetçi bir önleyicisi olarak görev yaparlar. Daha büyük n-3 yağ asiti

bulunabilirliği, astım belirleyici özellikleri olan eikozanoidlere (lökotrienler, tromboksanlar ve

prostaglandinler) yol açan inflamatuar yolaklardan yön bulmaktadır.

Sonuç: n-3yağ asitleri, nötrofil kemotaksisini azaltıp kemokin ve sitokin üretimini azaltacak şekilde

işlev gören anti-inflamatuar medyatörler, çözünürcüler ve koruyucular için öncü moleküllerdir. Bu moleküler mekanizmaların tümü astım için önemlidir.

Anahtar sözcükler: n-3 yağ asitleri, astım, diyet

_________________

Yazışmalardan Sorumlu Yazar: [email protected]

Page 114: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

112 |

P.248

Gebelikte D Vitamini Durumuve Takviyesi

Hazal DİŞLİTAŞ*, Tuba TEKİN

Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri, Türkiye

Giriş: D vitamini, kolorektal, prostat ve göğüs kanserlerinde hücre proliferasyonunun önlenmesi ve

otoimmün hastalıkların önlenmesindeki rolü de dahil olmak üzere, kemik sağlığında hayati rolüne

ilaveten birçok fonksiyona sahip olan yağda çözünebilen vitaminlerden biridir. D vitamini ihtiyacı,

embriyonik evredeki fetusun hızlı büyümesi, bebeklik çağı, çocukluğun erken evresi, ergenlik ve gebelik gibi yaşamın bazı aşamalarında daha yüksektir.

Gebelik sırasında vitamin D eksikliği veya yetmezliği gelişebilir. Gebelik sırasında vitamin D takviyesi, gebelik ve bebek sonuçlarını güvenle iyileştirmek için önerilmiştir.

Bu çalışmanın amacı, D vitamininin gebelikteki önemini, eksikliğinde oluşabilecek sorunları ve takviyenin bu riskleri azaltmadaki etkisini araştırmaktır.

D Vitamini: D vitamini, öncelikle güneş ışığına maruz kalınmasından elde edilen yağda çözünür bir

vitamindir ve doğal olarak sadece balık karaciğeri yağları, yağlı balıklar, mantarlar, yumurta sarısı ve

karaciğer gibi birkaç gıdada bulunur. Kalsiferol olarak adlandırılan iki fizyolojik olarak aktif D

vitamini formu vardır: D2 vitamini (ergokalsiferol olarak da adlandırılır) bitkiler tarafından

sentezlenirken, vitamin D3 (kolleksiferol olarak da adlandırılır), insanlarda 7-dehidrokolekalsiferolden mor ötesi ışık B (UVB) radyasyona maruz bırakıldıktan sonra üretilir.

D Vitamini Durumu ve Maternal Koşullar: Gebelikte maternal D vitamini eksikliği, pre-eklampsi

riski ile ilişkili bulunmuştur. Yine maternal D vitamini durumu ile preterm doğum (37 haftalık

gebelik süresinden daha az) arasında potansiyel ters bir ilişki bildirilmiştir.Bazı gözlemsel çalışmalar

da, gebelik sırasında D vitamini seviyelerinin fetal kemik gelişimini ve çocuk büyümesini etkilediğini göstermektedir.

Bulgular hala tutarlı olmasa da, erken gebelikte maternal D vitamini eksikliği gestasyonel diabetes mellitus için artmış risk ile ilişkilendirilmiştir.

Sonuç: Bulgular, üreme çağındaki kadınlar arasındaki D vitamini düzeyindeki azalmanın genel

olarak çocukluk ve halk sağlığı için önemli etkileri olduğuna işaret etmektedir.

Anahtar Kelimeler: Gebelik, D Vitamini, Takviye

__________________

Yazışmalardan Sorumlu Yazar: [email protected]

Page 115: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

113 |

P.249

Emniyet Çalışanlarında Obezite Sıklığının Saptanması

Ahsen ERGİNSOY*, Meltem SOYLU

Nuh Naci Yazgan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri TÜRKİYE

Giriş-Amaç: Görevi; bireylerin güvenliğini sağlamak, kamu düzenini korumak ve düzene karşı

gelenleri yakalayıp yargı organlarına göndermek olan polisler, mesleğe seçilirken boy ve ağırlık

yönünden değerlendirilmekte ve BKİ(Beden Kütle İndeksi) önemli bir eleme kriteri olmaktadır. Bu

çalışma emniyet görevlilerinin mesleğe başladıktan sonra BKİ’lerinde oluşan değişimi saptamak amacıyla planlanıp yürütülmüştür.

Yöntem: Bu çalışma 3-26 Ağustos 2016 tarihleri arasında Amasya iline bağlı Merzifon

ilçesindegörev yapan 80 gönüllü emniyet görevlisi üzerinde yürütülmüştür. Çalışmada boy ölçümü

stadiometre ile yöntemine uygun olarak yapılmıştır. Ağırlığın saptanmasında Tanita TBF-300 beden

analiz cihazı kullanılmıştır. Elde edilen veriler SPSS 22.0 paket programı kullanılarak değerlendirilmiştir.

Bulgular: Emniyet çalışanlarının %93.7’si erkek %6.3’ü kadın olup yaş ortalamaları

38.1±10.1yıldır.Göreve başlama yaşlarının ortalaması 23.7±3.8 yıl olan emniyet çalışanlarının

tamamı göreve alındıkları dönemde normal ağırlıkta olduklarını bildirmiştir. Şu andaki ortalama

BKI26.4±3.7kg/m2olan katılımcıların %29.4’sinin BKİ 18.0-24.9kg/m2olup normal sınırlardadır.

Bununla beraber %56.4’sinin BKİ 25-29.99kg/m2arasındaolup hafif kilolu, %14.2’ninise BKİ 30

kg/m2 üzerinde olup şişman olarak tanımlanmıştır. Göreve başladıktan sonra katılımcıların

%73.7’nin BKİ artmış %26.3’ ünün ise azalmıştır. Göreve başladıklarında normal BKİ sahip olan

emniyet görevlilerinin %.85’inin ağırlıkları artmış ve %.63.7 si hafif şişman ve %15.9’u şişman sınıfında yer almıştır.

Sonuç: Emniyet çalışanlarının görevlerini yerine getirirken aktif olmaları ve hızlı hareket

edebilmeleri önemlidir. Polislerin ideal ağırlıklarını korumaları, hızlı hareket etme yeteneklerini

olumlu yönde etkiler. Bu çalışmanın sonucunda emniyet görevlilerinin normal sınırlar içinde kabul

edilen BKI’lerini koruyamadıkları ve zaman içinde ağırlık kazanarak şişman sınıfına geçtikleri

saptanmıştır. Aktif olarak çalışan emniyet görevlilerinin diyetisyen denetiminde ağırlık kontrollerinin yapılması ve izlenmesi önerilmektedir.

Anahtar Kelimeler: Ağırlık kazanımı, polisler, obezite

___________________

Yazışmalardan Sorumlu Yazar: [email protected]

Page 116: II. ULUSAL BESLENME VE - ubdk2017.erciyes.edu.tr · Kongremizde Beslenme ve Diyetetik alanındaki güncel konular, alanındaki uzman ki şiler, diyetisyenler ve ö ğrenciler tarafından

II. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Öğrenci Kongresi 23 – 26 Mart 2017; Erciyes Üniversitesi, Kayseri

114 |

WORKSHOP PROGRAMI

25.03.2017 13.40-15.30 Özel Gruplarda Menü Planlama -Yrd. Doç. Dr. Dilek ONGAN

(İzmir Katip Çelebi Üni. Sağlık Bil. Fak. Beslenme ve Diyetetik Böl.)

-Uzm. Dyt. Gizem AYTEKİN

(Erciyes Üni. Sağlık Bil. Fak. Beslenme ve Diyetetik Böl.)

Sporcu Beslenmesi -Yrd. Doç. Dr. Hüsrev TURNAGÖL

(Hacettepe Üniv. Spor Bil. Fak. Egzersizde Beslenme ve Metabolizma ABD)

-Uzm. Dyt. Hatice ÖZÇALIŞKAN

(Erciyes Üni. Sağlık Bil. Fak. Beslenme ve Diyetetik Böl.)

25.03.2017 15.40-17.30 Enteral ve Parenteral Beslenme -Uzm. Dyt. Yalçın MİRZA

(Erciyes Üni. Tıp Fak. Hastaneleri)

-Dyt. Hülya TULGAR

(Kayseri Memorial Hastanesi)

Karbonhidrat Sayımı -Dr. Dyt. Nesil GOREN ATALAY

(İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi)

-Dyt. Didem GÜNEŞ

(Aydın Adnan Menderes Üniversitesi Uygulama ve Araştırma Hastanesi)