23

Kadir ÖZKÖSE* - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/G00079/2015_OZKOSEK.pdf · Kadir ÖZKÖSE 1129 Tasavvufta Velayet-Nübüvvet ilişkisi Kadir ÖZKÖSE* N ebevi öğretilerin güçlü

Embed Size (px)

Citation preview

Kadir ÖZKÖSE 1129

Tasavvufta Velayet-Nübüvvet

ilişkisi

Kadir ÖZKÖSE*

N ebevi öğretilerin güçlü takipçileri olduklarını iddia eden

sufı:ler, sünnet-i seniyyenin dışındaki tüm yolların tamamen kapalı olduğunu beyan ederler. 1 Sufl şairler divanlannda münacaat

* Prof Dr., Gaziosman Paşa Üniversitesi ilahiyat Fakültesi,

kadirozkosc6ü<i_iıhotınail.coın.

Bu durumun gereği olarak Ebü Hamza Bağdad1 (ö. 269/882); "Hak Telilli'nın

yolunu bi lerı için o yola girmek kolaydır. A Ilah 'a giden yolda, Resululltıh (.;av) 'ın ht2l fiil ve sözlerine tiıbi olmaktan başka delil yoktur. " derken, Cüncyd-i Bağdildi

(ö.297/909) de şu respirce bulunmaktadır: 'Ttl.iavvufon temeli, ,;ekiz peygambere ait {U has!dlerdir: Sı'tfi sehô ve cömatlikte lbrahim (a.s.}'a tabi olur. Çünkü o, cjjmertlik konusunda oğlunu kurbtm edecek bir dereceye ultı:mı~tır. Rıza da !>mail (a.s.}'tı uyar. Lira Allah 'ın emrine rıza göstererek, aziz canını feda etmeye hazır olduğunu

söylemi,>tir. Sabır hususundtı Fyiip (a .. >.) 'a uyar. Çünkü o, yartılarmın kurtlanması belasına sabretmi{tir. İfarette Zekeriyiı (a.s.) 'a uyar. <,-unkü Allah onun içi rı; "Rab b 'ine gizli bir rıidd ile niyazda bulunduğu zaman ... "1

, buyurmuştur. Gurbette Yahya'ya (a.s.) tlibi olur. Çünkü o vrıttınında garip ve yalnız idi, kavmi arasında kavminden garip idi. Seyahatte ve gezgincilikte İsa'ya (a.s.) tabi olur. Çünkü o, her şeyden tecerrüt ederek seyahat ederdi. O derecede h, bir bardtıkla bir tartıktan btLjka bir şeye sahip olmazdı. Bir şahsın avuçları ile su içtiğin i gördüğü zamarı bardağını atmıf, diğer bir rahsm parmakları ile saçlarını düze/ttiği ne şahit olum'l1 da tarağını firlatrnı;tı. Yünlü

giysiler giymede Musd'ytı (tı.s.} ttıbi olur. 7.ira onun bütün elbiseleri suf idi. Fakrda Muhammed (sav) 'a tabi olur. Aziz ve Celil olan A Ilah yeryüzündeki bütün hazi nelerin anahtarlarını ona göndererek "kendini nkırıtıya sokma, bu hazinelerden güzel güzel

Hz. Peygamber'in Nübüvvetinin Süresi ve Kapsamı 1 130

bölümünden sonra peygambere hiraba yer verirler. Şiirlerinde

peygambere hitap ederken, yürelderindeki acı, umut ve üzüntüleri dile getirirler. Mutasavvıflann peygambere duyduldan aşk, köylü-kentli her Müslüman' ı birbirine bağlayan en güçlü bağ olmuştur. Muhammed'in (sav) kişiliği genelde İnananlar, özelde ise tasavvuf erbabı için bir ilham kaynağı ve güç merkezidir. "Tarikat-ı Muhammediyye" anlayışıyla

ortaya çıkan tasavvufl: akımlar, en zorlu dönemlerde müntesiplerini peygamber sevgisinin etrafında perçinleyip Muhammedi sevda ile

sıkımıları aşmaya çalışmışlardır. 2 T asavvufl: gelenekteki peygamber algısını ve niihüvvet-velayet ilişkisini dile getireceğimiz bu müzakere

metninde konuyu aşağıdaki ana başlıldar altında sunmayı uygun görmekteyiz.

1. Sufl: Gelenekte Benimsenen Peygamber T asavvuru

Slıfiler, kendilerinde mevcut olan ilim, marifet, hal ve yaşayışın ilk örneğini daima Peygamber Efendimiz' de görmüşlerdir. Hz. Muhammed' in ruhani hayatı ve dini heyecanı nesilden nesle aktarılarak aynen devam etmiştir. Bu hayat okunarak ve yazılaral( öğrenilen bir hayat olmayıp yaşanılan ve yaşatılan bir hayattır. T asavvufı zihniyetin ve yaşayışın kaynağı bu hayattır. ı Hz. Peygamber'in ruhani hayatı

{tıydtıkm '' dediği hdlde, o {öyle demi~ti: "irtemem ya Ilahi, beni bir gürt doyur. i/d gürt aç bırak. "hk. Ehü'l-Kasım Abdülkertın el-Ku~eyrl, er-Risôletü 'l-Ku;eyriyye jl ilmi 't­tmavvuf, haz. Ma'rfıfZerrik &AliAhdülhamid lhlt:ıcı, Dirü'l-Hayr, Beyrut 1993, s 395; Ali b. Osman cl-Huevir1, Keş.fu'l-Mahcitb, tre. MahınudAiııned M~ld1 Ebü'l­Azaiın, nşr. İbrahim Desstlki, Darü'r-Türasi'l-Arabi, Kahire 1974, s. 49. Örneğin Hindistan'da İngilizlere karşı varlık mücadelesi verenHaceMir Derd ve Seyyid-i Birilvi (Alm1ed Şehld) Hareketleri ile Kuzey Afrika' da fransız ve İtalyan güçlerine karşı bağımsızlık mücadelesi veren Scnlısiyyc Tarikatıııın illıiın kaynağı Hz. Muhammed olmuştur. bk. Annemaric Sclıimmcl, Tasavvı~fim Boyutları, tre. F.nder Cüral, Ankara 1982, s. 36, 198-199; Kadir Özköse & H.t. Şimşek, Altm Si/sile'den Altm Halka/ar, Nasihat Yayınları, Ankara 2009, s. 23-24.

AbdurraUf Münav! (ö. 1031/162 1)' nin çeşitli devrelerde yaşayan slıfıleri anlatmak için yazdığı el-Kevakibıl 'd-durriyye isimli eserine Hz. Peygamberi anlarınakla

başlaması bunu gösterir. b k. Süleyman Uludağ, 'Takdim", Dirt hayat Stmat Açısından "J'ekkeler ve :Laviyeler, İstanbul 1990, s. 29.

Kadir ÖZKÖSE 1131

sılfllerin ilgi odağı olmuş, onun manevi tecrübesine ortak olma çabasını

gütmüşlerdir.4

Hz. Peygamber gerek risalet görevi öncesinde gerekse peygamberlik görevi

sonrasında, ıssız ve tenha yerlerde, geederin sessizliğinde ibadet etmekren ayrı bir

zevk alnıaktaydı. Her sene Ramazan ayını irikafla münzevı olarak geçirmeye dikkat

eder, dünyevı işlerini keser, zikir ve ib;ıdet ederdi. Kur'an da Hz. Peygamberi, fiırz olan ibadetterin dışında, özellikle geceleyin namaz kılmaya, Allah adını zikre ve

Kur'in okumayadaver etmi~tir. Hz. Peygamber farz orucun dışında, niHie oruçlar

tutmuş, Ramazan ayının orta ve sonlarına doğru itilcifa girmiştir; hatta

peygamberlik geldikten sonra bile, eski bir adeti olan Hira dağındaki mağaraya

giderek, zaman zaman refekkür ermiş ve imivaya çekilmişrir. Ayrıca Hz.

Peygamber, biiylesi ibadetleri, toplu halde ve ortakla~a da ashibı ile yapını~tır.

Aslıab-ı kiram da Peygamber (sav) gibi, kılık-kıyafere, yeme-içmeye önem

vermenıekte, ibadet ve tefekkür için tenha yerleri tercih etmekte, ranı bir teslimiyet

ve revekkül yaşantısı sürnıekte, Hz. Peygamberin sohbet meclislerinde o

konuşurken, başlarını iinlerine eğmekte, derin bir huşlı' ve sükilra dalmakra,

kendilerinden geçmekte, gözleri yaşarmakta, kalpleri titremekte, sanki başlarına

konan kuşu uçurmamanın hareketsizliği içinde bulunmakta, Hz. Peygamber'in

huzurundan ayrıldıkları zaman, aynı ruhi lıili sürdüremedikleri için üzülmekte, bundan dolayı kendilerinin nıünafık olduğunu zanneden salıibeler

bulunmaktaydı. Dört halife, Aşere-i Mübeşşere, F.bü'd-Oerda, F.b\ı Zerri'l-Cıfarl,

Abdullal1 b. Amr, Abdullah b. Ömer, Ebı'ı Hüreyre, Bilil-i Habe~i, Huzeyfe,

Selınan-ı Hrisi, Mus'ab b. Umeyr, Abdullalı İbn Mes'ud, Abdullalı İbn Abbas,

Osman b. Maz'Cın, Amınar b. Yasir (r.a.) gibi meşrep ve mizaçiarı itibariyle fakr,

zühd ve takvayı Şlar edinen sahabeler, stlfılerin model olarak benimsediideri

iirneklertUr. Kısaca, zühd onların diineminde cemiyet halinde yapnan bir hildi.

Fakat dünya ve nimetlerine tamamen yüz çeviren bazı salübcler, bizzat Peygamber (sav) tarafından uyarılmış, aşırılığa gitmekten menedilmişlerdir. Zühd ve ibadetler

konusunda aşırılığa kaçanlara vüctidunun, gözünün, nefsinin, çoluk çocuğunun, hanımının, ailesinin, arkadaşının, misafirinin ve Rabbinin kendisi üzerinde hakkı

bulunduğunu ve her birinin haklarının verilmesini emrermiştir. (Buhiri, Sahih,

"Savm", 51; "Edeb", 86; Tirmizi, el-Camiu's-Sahih, " Zühd", 63) Peygamber (sav)

onlara kendisinin beşeri yönünü hatıriatmış ve ııyarmıştır. Allah'tan en çok

kendisinin korktıığıınıı hatırlattıktan sonra, kendi hayatını örnek göstererek gece

hem uyuyup hem namaz kıldığını, bazen iftar edip bazen oruç tuttuğunu, hayvan eti yediğini belirtmiş ve "Benim sünnetimden ayrıkın benden değildir" (Bulür!,

"Iman", ı 3; "Nildh", ı, 8; Müslinı, "Ni kah", 5, 8; Fezail, ı 27; ed-Da rimi,

"Nikah", ı,J)

Hz. Peygamber'in Nübüvvetinin Süresi ve Kapsamı 1 132

T asavvuf, öncelikle Hz. Peygamberle ashabı arasındaki ilişkiden kaynaklanan bir ilimdir. Mümin olarak Hz. Peygamber'i gören, sohbetinde bulunup ondan feyiz alanlara sahabe/ashab denilmektedir. Sufilerin sohbet meclisleri işte bu geleneğin bir devamı, açılımı ve şartlara göre geliştirilmiş bir şeklidir. Söz konusu sohbetlere katılanlar

arasında takva, ilim, k:ıraat, hidbet ve ta~t itibariyle diğerlerine nazaran biraz daha önde olan ve biraz daha fazla göze çarpan şahsiyetler,

cemaatin önderi ve temsilcisi konumunda olup hoca, alim ve delil olarak görülmüşlerdir. Bunların rehber ve cemaat önderleri olarak görülmeleri, başka birinden aldıldarı idzet ve hila.fete, kendi dindarlıldarına, takvalanna, ihlaslanna, hayırseverlilderine ilimlerine, şahsi erdem ve yeteneklerine dayanıyordu. 5

Slı.Aierin Hz. Peygamber'i rehber ittihaz etmelerinin tasavvuf geleneğindeki gerekçelerini şu şekilde sıralayabiliriz:

1 . T asavvuftaki manevi zincirin ilk halkasında Hz. Muhammed'in (sav) yer alması.

2. isra süresinin ilk ayetlerinde üstü örtülü bir şekilde anlatılan Peygamberimize ait miracın tasavvuf ehli için Allah'ın huzuruna manevi yükselişte ilk örnek olması.

3. Peygamber Efendimizin Hz. Ebu Bekir, Hz. Ali ve diğer bazı sahabeye sırrJ: hikmetleri aktarması.

4. Çeşidi hal ve makamları kendilerine göre yorumlayan sufilerin peygambere kadar uzanan ya da en azından peygambere

atfedilen hadislerden yararlanmaları. Dolayısıyla genelde İslami, özelde tasavvufı: her eğilim hadislerde kendine bir dayanak arayıp bulmuştur.

5. Nebevi kişiliğin ümmetin manevi hayatında büyük önem taşıması. Ümmeti için Hz. Muhammed, eşsiz bir yol gösterici ve üsve­i hasenedir. Her Müslümanın onu örnek alması bir vedbedir.6

Süleyman Uludağ, TtLrdwufun Dili 1 Mür1id-Mürid- Yol, Mavi Yayıncılık, İstanbul

2006, s. 93; Özköse & Şimşek, Altın Si/sile'denAltın Halkalar, s. 29-30.

Sünnete u yına ve sünnetle amcl hususunda titizlik gösteren sfıfiler, sünnete uygun az amdin, sünnete uymayan çok amdden daha makbul olduğunu, sünnete uymaksızın anıel edenin anıelinin bini olduğunu, kitap ve sünnetin şahirlik

etmetÜği her veedin yersizliğini, sünnete uymanın Allah sevgisinin hir alimeti

Kadir ÖZKÖSE 1133

6. T asavvuf erbabının onu insan-ı kamil, yaraddışm nedeni ve amacı, ezeli nur, insanlığın önderi, Allah'm dostu, ümmetin şefaatçisi ve kendilerinin yegane piri olarak görmesi.

7. Hz. Peygamber'in mücahede, riyazat, fakr, zühd, veri,

murikabe, muhasebe, ilahi vecd, manevi vuslat, tesbihat, ezkar ve evradı şiir edinınesi.7

8. Stıfı:lerin hadisleri ihtiva eden ve şerh eden ınüstakil eserler yazmaları, bütün bunların yanmda yazdıldarı eserlerde göz ardı

edilemeyecek kadar hadis kullanmaları. T asavvufun şekillenmesinde hadislerin önemli düzeyde başat rol

oynadığı bilinen bir gerçektir. Kullandıldarı hadisler, sufı:lerin birçok anlayış, düşünce ve fikirlerinin temel taşı olmuştur.8 Ancak İslami

sayıldığıııı, sünnete uymaııııı divan u' r-riGile/ Allah'ın adamları arasına girmenin

ölçüsü, Tm an nCırunu n sebebi ve batıni selanıetin alameti sayıldığını söylemişlerdir. b k. Ahmet Yıldırım , "Tl k Dönem Slıf'ilerinin Peygamber ve Sünnet Anlayışları",

Sufl Gelenek ve Hayat Keşkül, İstanbul2007, Bahar, Sayı: 12, s. 18.

Annemaric Schimmcl, İs/Jım 'ın Mistik Bo)'utları, çev. Ergun Kocabıyık Kabalcı Yayınevi, İstanbul 1999, s. 42-43; Özköse & Şimşek, Altın Silsite'den Altın

Halka/ar, s. 30. Tasavvuf ehlinin büyük çoğunlukla başlangıçtan beri hadis ilmiyle meşgul olmaları

ve ilk s(ıfilerin çoğunlukla muhaddis olması, ister istemez tasavvufla hadis arasında

yakın bir ilişki meydana getirmiştir. Ancak tasavvuf ehlinin h a(Üs rivayeri

konusunda muhaddislerin gösterdiği titizliği gösterdiklerini söylemek zordur.

Çünkü muhaddislcr hadisleri hıfL ve rivayet için bilinen titizlikleri ilc öğrenip

naklederken rasavvuf ehli, hadisleri bir irşat vesilesi ve ahiakl öğüt şeklinde

değerlemÜrmişlerdir. Sufı:ler haLÜsleri mina ile rivayet etmişler ve hadis rivayetinde

özellikle sencd konusu üzerinde pek fazla durmamışlardır. MutasavvıHarın bir

kısmının eserlerinde görülen zayıf ya da mevzlı' hadislerin varlığının sebebi budur. (bk. Yıldırım, "Tik Dönem SlıRlerinin Peygamber ve Sünnet Anlayışları", Keşkül

Sayı: 12, s. 18-19.) Tasavvııfl dü~üncenin temelini oluşturan birçok sahih hadis

vardır. Ancak slıfllerin dayandığı bazı ha(Usler, bugün sahlh kaynaklar olarak

bilinen hadis kitaplanııda yoktur. Mesela siıfı:lcrin sahilı olduğuna inandıkları:

"Ben gizli bir hazint idim, bilinmek istedim ve kôinatı yarattım. "anlamına gelen ve

kudsl hadis olduğu ileri sür(Üen ifade, sahih hadis mecmlıalarında

bulunmamaktadır. Bu noktada sufl:ler değişik bir hadis alma yolu daha

kullanmaktadı dar. O da mana ~Hem inde Hz. Peygamber ile görüşüp hadisi bizzat

ondan öğrenmek veya hadisin sılıhatini ona sorarak tespit etmektir. Yukarıdaki

hadis için Kenz-i Mahfi adıyla bir eser yazmış olan İsmail Hakkı Bursevl eserin

Hz. Peygamber'in Nübüvvetinin Süresi ve Kapsamı 1 134

ilimlerde zayıf veya mevzu' hadis denince akla gelen ilk saha, tasavvuf

ve tarikat sahasıdır. Gerçekten tasavvuf düşüncesinde kullanılan

hadislerin bir lmmı zayıf, bir bölümü de mevzu' dur, uydurmadır. Fakat ilave etmek gerekir ki zayıf hadisleri tefsir kitaplarında bulmak, fıkıh

külliyatında görmek kelam ve felsefe sahasında tespit etmek de zor bir iş değildir. Bu konu, bütün İsL1m1 ilimierin bir problemidir. Hadis

uydurma işinde Hz. Peygamber'in otoritesinden istifade etme psikolojisi en önemli etkendir. Bazı sufıler, Ehl-i sünnet

muhaddislerinin koyduğu şart ve esaslara uymayan hadislerin sıhhatini savunCırken mana aleminde bizzat Hz. Peygamberle görüştülderini

söylerler. Çeşitli mezhepleı·in görüşlerini desteldeyen hadisler nasıl

mezheplerin oluşmasıyla birlikte ortaya çıkmışsa, tasavvuf'i muhitlerde görülen bazı zayıf ve mevzu' hadisler de özellikle hicri altıncı asırdan

sonra, tarikarların oluşmasıyla yaygınlık kazandığı söylenebilir. Mesela, hi cd beşinci yüzyılda kaleme alınan Kuşeyri Risdlesi' nde benzer zayıf

hadisler hemen hemen hiç yer almazken, sonraki yüzyıllarda mesela İsmail Haldcı Bursevi: "Ben gizli bir hazine idim, bilinmek istedim ve kainatı yarattım" mealinde kudsi hadis olarak rivayet edilen metin için

Kenz-i Mahfi diye müstakil bir eser kaleme almıştır.9

girişinde özetle şöyle diyor: "Bu hadis zdhir ulemiısına göre mevzıY ve IIJ'durmadır.

Fakat bdtın ehli sujliere gijre bu sahih bir hadistir. Sujllerce, Hz. Peygamba'in

ağzından alınmı~~ manevi ôlemde ondan işitilmiştiJ~ dolayısıyla sahthtir. Ancak

muf(l.iavvıjlar dışında/d fslôm bilginleri hadis usulünde belirlenen objeluif ölçülere

uym(/)'(lr/ bu yöntemi geçerli kabul etmezler. Bun(l karplık Bayezid-i Bistômi {ii2611874) 'ziıhir ulemdsı' dediği bu bilginfere ',-jz ilminizi Mü/erden, biz is1·

hayyldiri 11e lt2 yemurlölümsüz olan Allah 'tan tılırız. 'demi,>tir. Sufllerin 'htıddeseni

kalbi tın Rabbi' (Ktılbim Rabbimden btma nakletti.) rabiri de konu ile ilgilidir. ''b k. Mustafa Kara, Dervişin Haytıtı, Suflnin Kelilmı Hal Tercümeleri-Ttıriktıtlar­

lstılahlar, Derg:llı Yayınları, lsranhul 2005, s. 20-21. Mustafa Kara, "Hazrct-i Peygamber'in Tasavvufi Düşüncedeki Yeri", Sujl Gelenek

ve Hayat Keşkül, İstanbul 2007, Bahar, Sayı: 12. s. 8. Tasavvuf ve Hadis adlı

araştırmanın sahibi Abdullah Aydınlı, mevzi\' hadislerin tasavvufi gelenekte nasıl yaygınlık kazandığmı şu şekilde tespit etmektedir: "Hadis olnM)'an,.fakat bazı zôhid

ve sufllain sijzlai ara,·ında rastlanan bir cümle sonradan hadis olarak dilfade

dolaşıyor. Bu nasıl olnuıktadır? Mesel/i muteflhhir sufller tırrwndtı vird-i zebiin olan

'Küntü kenzen ... 'htıdi,·inin ne stıhih ne de zayıfsenedi biliniyor. Buna raJ.rmen hadis

Kadir ÖZKÖSE 1135

Bizzat hadisle alakalı eser veren, hadisleri şerh eden müdlif

slıfiler de vardır. Bunlardan biri de et- Ta'arrufli-mezhebi ehli't-tasavvuf adlı bu ilmin temel eserlerinden birini kaleme alan Kelabazi' dir (ö.

380/990). O, Bahru 1-fevdid adlı eserinde 223 hadisin izah ve

açıklamasını tasavvufı bir zaviyeden yapmıştır. 10

9. Sufi:lerin peygamber tasavvurunda dikkat çeken

hususiyetlerden bir diğeri ise, onların salavat-l şerifdere olan özel vurgulan dır. T asavvufi: zikir meclislerinde Allah ve O' nun diğer

isimlerinden sonra, en çok tekrar edilen zikir; salat u selamlardır. Bazen saatlerce süren zikir meclisleri çok değişik ve uzun salat u selamlarla

devam eder. 11

olardk yayılmış bulunmaktddır. Senedi bilinmeyen söz konusu hadisin muhtevrwnı

bazı sıifilerin sözlerinde giirmekteyiz. H aris el- Muhasibi 'de iU cılmlt·leri okuruz: 'Alkth

mahluktirını, oyalanmak için ytıratmadı. onları bt}}"ıboş dtı bırafmıadı. Ftıkat açık

iı)'etleriyle viızıh delilleriyle kullarına kendini tanıtmak istedi. Ta ki, itaatlerine

muhtaç olmaksızın hakkının gereğini yaine getirsin ve O'nun hoilanmayacağı

şeylerden ktıçınsırılar. 'Se h/u 't-Tüsteri ise, Rtısulullaha ni.pet etmelesizin hadis-i kudsi

olarak aynı manayı sunar: 'Allah buyurdu ki: 'Beni b ilm olmadığı halde ben vardım.

Mülkümü, kudretimi, ilmi mi, hükmümit bilimnem için izhdr etmeyi arzu ettim. ' Bu

Allah Teaiii 'nın şu iı)'etinde (anlatılan miınddır): 'Grmi ve irısi, yalnız bana ibadet

et.>inler ytmi beni tanısınlar diye ytırattım. 'Mevzu 'kabul edilip senedi bilinmeyen bazı

hadislerin şahsi görüş, bir iı)'etin tasavvı!fi tefiiri olarak karşımıza çıktığı hdllerde bir

iki ihtimal fizerinde durabileceğimizi sanıyoruz. Muhtemt·len bu gibi sözler 'Fülanm

hadisi (>özü) ' olarale naklediliyordu (Hadis kelimesinin her çeşit söz ve haber hakkırıda

kullanılışı önceleri çok J'a)'gındı). Sonra 'Füldn' kaldırıldı, 'hadis (sözj> olarak

nakledilmeye b~·ladı. Müteakiben bu 'hadis (siiz)' 'Peygamberin hadisi' ankt;ıldı. Veya

böylesi hadisler 'muhaddisun 'un bildirdiği şey mdntlsıntı 'htıdis 'olartık teklk/d edilirken

sonraları 'Pe)'gtımber hadisi' hilline dönüştü/er. Her htllükilrda bunda ilgili ziihid ve

sujllerin herhangi bir dahilinin olmadığı k<'sindir. L Massignon 'un iddia ettiği gibi

'Sufl çevreleri, tepkilerden korktukillTı için dini tecrübelerinden elde ettikleri sonuçları

hadis ;eklinde veya önceki peygamberlere a~(ederek takdim ediyorlardı. ' şeklindeki bir

görü~e geçerlik kazandıractık hiçbir mtılzememiz yoktur. Niteki m fe endisi de bu

iddiasını deli/lendirrnek için ciddi hiçbir delil sunmuş değildir. '' bk. Abdullah Aydınlı, Doğuş Devrinde l'asavvufve Hadis, Seha Neşriyat, İstanhul1986, s. 188-189.

10 Özkösc & Şimşek, Altın Sifsife 'denAftm Halkafar, s. 34-37. 11 H ür Mahmut Yücer, "Tar1kar Geleneğinde Salavar-ı Şerlfe", Sufl Gelenek 11e Htıytıt

Keşküf, İsranhııl 2007, lhhar, Sayı: 12, s. 49.

Hz. Peygamber'in Nübüvvetinin Süresi ve Kapsamı 1 136

Bilinen salavar-ı şedfelerle selam getirmek dışında, kibar-ı

evliyaullahın, kendilerine mahsus salavit-ı şer:i:fe ile Peygamber Efendimize (sav) teveccüh ettilderini görüyoruz. Kibir-ı evliyaullahın, kimi zaman bizzat Hz. Peygamber' in tilimi ile ya da ilahi ilhamla

ahzettikleri bu salavat-l şerifeler, tarikat erbabı tarafından "vird" edinilirken, bunlar sıradan insanlar için dilek ve dertlerinin halli

maksadıyla okuyabilecekleri dualar olarak da tavsiye edilmiştir.

Birtakım adaba ve sayılada tasnife tibi tutulmak kaydıyla bu duaların

okunmasında fayda mülahaza edilmiştir. Hz. Peygamber' e alemin zübdesi nazarıyla bakan mutasavvıflar, salavatı kişinin halcikatine karşı

yapması gereken doğal bir dua ihtiyacı olara!( algılamış, buduayı rlıhi tecrübesi ışığında içinden geldiği kadar ve içinden geldiği şekilde

uygulamışlardır. Çünkü dinin şian olan ezan ve en önemli ibadeti sayılan namazın tahiyyarında "Muhammed" isminin anılması bir ilke

olarak ve onun sünnetinin yanında bir varlık kıymetinde zatına

dild(atleri çekmiştir. Sonuçta mutasavvıfların salavat metinlerini

ezberleme, evdd ve hizb edinme şeldine dönüşen uygulamaları zengin

bir literatürün doğmasına neden olmuştur. 12

1 O. Suf'ilerin benimsediği peygamber tasavvurunun bir diğer göstergesi silsile geleneğidir. Tasavvufı: hayatta silsile, bir mürşidler

silsilesidir. Aktarılan ilim de barın! ve tasavvufı: ilim, irfan ve marifettir. Bu silsilderin hepsi Hz. Peygamberle başlar ve bugüne ulaşır. Bazı

silsileler Hz. Peygamber'den sonra, Cebrail ile Allah'a ulaşır.U

Her sufı:, kendinden bir öncekinin terbiyesi altında bulunduğu

ve elde ettiği tecrübe ile silsile şeklinde Hz. Peygamber' e (sav) vas ıl

olduğu ve O'nun dini tecrübelerini tevarüs ettiği anlayışındadır. Bu

durum, onların sünnet-i seniyyeye ve selef1erinin dini hayatına atıfta

bulunduklarını ve mutlaka bir önceki büyüğün sohbeti ve terbiyesi altında yetiştiklerini göstermektedir. Zira tasavvufı: hayatın temelini,

12 Özkösc & Şimşek, Altın Sifsife'denAftm Halka/ar, s. 37-47. ı.ı Kara, "Hazret-i Peygamber'in Tasavvufi Düşüncedeki Yeri", Ke~kül, Sayı: 12, s.

13.

Kadir ÖZKÖSE 1137

Hz. Peygamber'in (sav) ruh! ve zühdi hayatı ile bu konudaki sözleri

oluşturmaktadır. 14

ı ı. Sufı:lerde benimsenen peygamber tasavvurunun yaygınlaşmasına etki eden faktörlerden bir diğeri hilye, şemail ve hasais geleneğidir. A'lam ve şernail türü eserler, daha çok Resulullah'ın silret ve siretiyle ilgili haberleri bünyesinde toplayan eserlerdir. Şernailler bir

tür Hz. Peygamber biyografısi işlevini de üstlenmişlerdir. Hasaisler ise ona ait özelliideri bir arada toplama iddiasında olan eseriere verilen ortak isimdir. Bunlar, "ekmeliyyet" ve "efdaliyyet" tezi üzerine bina edilen eserlerdir. Delaillere gelince bunlar, daha çok Hz. Peygamber'in

peygamberliğinin ve kendi sınıfı içerisindeki üstünlüğünün delillerini bir araya getirme iddiasıyla kaleme alınmış eserlerdir. Hilyeler ise ne Arap ne de Fars edebiyatında müstakil bir disiplin sayılmıştır. Çünkü hilyeler, bu edebiyatlarda mens1ır olarak Şernail içerisinde en fazla bir alt başlık olarak yer alabilmişlerdir. Hilye türü, belki de müstakil

biçimde ilk ve tek olarak Osmanlı kültüründe biçimlenmiştir. Hilyeler, Resulullahın organlannı, özellilde yüzünü, gözünü, kaşını, burnunu, saçını resmeden hadislerden oluşan seçkilerdir. 15

Hz. Peygamber hakkındaki haberleri derleyerek Şernail adı

altında bir disiplin oluşturan Tirmizi' nin başlattığı bu atağı zirveye

taşıyan kişi Kadi İyaz olmuştur. Bu edebiyatı tümüyle gözden geçirip çaplı bir eserde tasnif ederek sunan kişi ise el-Hasdisu 1-Kübrd yazan İmam Süy(ıd' dir.

Bizim edebiyanınıza mahsus bir tür olan Hilyeler, Efendimizin şeınailinden bahseder, yani onun fiziki özelliklerini anlatır. On altıncı yüzyılda Hakani Mehıned Bey halka Efendimizi tanıtmak, sevdirrnek ve tirif etmek için, Efendimizin hilyesi ile ilgili rivayetlerin Arapçalarım

almış, sonra onları manzunı olarak tarif etmiş. Bunun üzerine pek çok Osmanlı şairi hilye meydana getirmiştir. 16

14 Yıldırım, "lik Diineın Slıfllerinin Peygamber ve Sünnet Anlayı~lan", Keşkül, Sayı: 12, s. 18; Özkösc & Şimşek, Altın Silsite'den Altın Halka/ar, s. 47.

' 5 Özkösc & Şimşek, Altın Si!sile'denAitm Halka/ar, s. 48. 16 Musrafiı Uzıııı, "Rizinı Edebiyannıız Başlangıçran Reri Dini Ağırlığı Olan Rir

Edebiyattır", Sfıfi Gelenek ve Hayat Ke~kül, isranbul2007, Bahar, Sayı: 12, s. 86.

Hz. Peygamber'in Nübüvvetinin Süresi ve Kapsamı 1 138

Vahyin tebliğ, tebyin ve temsilini sağlayan Hz. Muhammed'e (sav) ittibayı ve üsve-i hasene olarak görmeleri yanında, sufı:lerin sahip olduldarı velayetleri bağlamında da peygamberlerle manevi bir bağ kurdukları görülmektedir. Burada nübüvvet ve velayet ilişkisinin anlam boyutunu belirlememiz gerekmektedir.

2. Nübüvvet-Velayet İlişkisi

Erken dönem s{ıfilerinde velayet nübüvvetin bir parçası kabul edilirken, metafizik dönem sufilerince nübüvvet velayetin parçası

olarak görülmüştür. Sufilere göre velayetin en önemli temsilcileri nebllerdir. Bu durumda bütün peygamberler 'evliya' kabul

edilmektedir. Buna büyük melelder de dahil edilerek vela.yetin sınırları Hakk'a yakınlık ve Hakk'ın sevdikleri anlamıyla genişletilmektedir. Bu nebi-velilerden ikisi tasavvufun genel çerçevesini daha çok belirlemiştir. Bunlar; Hz. İbrahim ve son peygamber Hz. Muhammed'dirY Veli ve ne bilerin tek bir hakikat üzere olduklarını düşünen sufiler' her iki

zümrenin de insanlara rehberlik ettilderini söylemektedirler. Evliyanın birbirine üstünlülderine inanan slıfller, velilerin peygamberlere dbi olduklarını, bütün peygamberlerin velayet yönünün bulunduğunu, evliyanın telvin ehliyken enbiyanın temkin sahibi olduklarını,

peygamberlerin vasıl iken evliyanın ralib ve silik konumunda

bulunduklarını ifade etmektedirler. Bu çerçevede bütün peygamberler aynı zamanda Allah'ın velisi olarak kabul edilir. ı H Nübüvvet ve velayet meselesi, Hakimet-Tirmizi'nin (ö. 216/831) hatrnu'l-velaye görüşü ile başlamış, Muhyiddin İbnü'l-Arabi (ö. 638/1240) ile sistematik hile gelmiştir. 1 ~ Hakim Tirmizi ve İbnü'l-Arabi gibi mutasavvıflara göre, nebilerin velayeti onların nübüvvetinden üstündür. Çünkü velayet, peygamberin Hakk'a dönük yüzü, nübüvvet ise halka dönük yüzüdür.

17 Ekrem Demirli, Aşk Nedir? Idam Dü,.-üncesinde lmt2n ve Amel frtibatı Sorunu, Slıf'i Kitap, İstanbul 2014, s. 172.

" Ali Bolat, Muhammed NıJru'l-Arabt Hayatı , Eserleri ve Tasavvufl Görüşleri, Etüt Yayınları, Samsun 2010, s. 161.

19 Musrafiı Askar, Niyazi-i Mmi ve Ttl.iavvuf Ankıyışı, Kültür Bakanlığı Yay., Ankara

1998, s. 272.

Kadir ÖZKÖSE 1139

Ayrıca "el-Veli" Allah'm ismi, velayet ise O'nun sıfarıdır. 20 Tehanevi velayeti, nübüvvetin batıni yönü olarak kabul eder. Zira nübüvvet zahirde haber vermek, batında ise nefıslerde tasarrufta bulunmaktır. 21

İbnü'l-Arabi, Hz. Muhammed'in (sav) getirdiği şeriat

çerçevesinde evliyanı n, keşf ve ilham yoluyla Allah 'tan aldıkları irfana ve bilgilere "umiımi ve mutlak nübüvvet" adını verir. Hz.

Peygamber'in altı ay boyunca rüyada gördüğü şeylerin gündüz açığa çıkması hadisesini süluk ehli için de geçerli saymaktadır. Salikin gece

rüyasında gördüklerinin gündüz açığa çıkabileceğini öngörür.22

Yelayet ve nübüvvetin ayrıldıldarı noktaların başında

peygamberlerdeki isınet sıf:ıtının evliya için geçerli olmaması

gelmektedir. Veli de olsa herkesin hata işleyebileceği, fena ve beka mertebelerine ulaşsa bile kimsenin günahtan münezzeh olamayacağı dile getirilmektedir. Manevi mertebeleri ne kadar yüksek olursa olsun hiçbir velinin ahiret hayatlan garanti altına alınmış değildir. Diğer

yandan peygamberler teşri vazifesiyle görevliyken, velileri n herhangi bir hüküm koyma yetkileri bulunmamalna ve yaşadııdan tecrübelerin diğer insanları herhangi bir şekilde bağlayıcılığı yoktur. Yelllerin yaşadıkları manevi haller ancak kendilerini ilgilendirmektedir. Tüm velller, ümmeti olduklan peygamberin getirdiği ilahi hükümlere

uymalda yükümlüdürler. 23

İmam Gazzali peygambere olan ihtiyacı 'yeryüzünde nübüvvet nurundan başka kendisiyle aydınlanı p H ald(' a gidilecek bir ışık yoktur.' sözüyle açıldar. Bu açıldamalardan peygamberlik maldmının Allah'ın

iradesiyle gerçekleştiği, velayet makamının ise Allalı'ın kullarına

balışettiği bir ikram olduğu anlaşılmaktadır. 24

·:o Rolat, Ni)'azi-i Mısri ve Tasavvuf Arı&yışı, s. 161. 21 Muhammed b. A'l:l. b. Ali ei-F;l.rlıki er-Tehaııevl, Keşşafu !mldhati'l-Fiirıurı, Dam

sadr, Reyrur, ts. , ITT, 1528-1529.

~., Ahmet Cahid Haksever, 1.5. Yüzyıl Bir 'J'iirk Siifisi: Yakuh-ı ç:crhi, ])oktora 'fezi,

Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 2005, s. 256. 21 Haksevcr, Yakub-ı Çerht, s. 257. 24 Yıldırım, "Tik Dönem Slıflleriniıı Peygamber ve Sünner Anlayışları", Ke~kül, Sayı:

12, s. 17.

Hz. Peygamber'in Nübüvvetinin Süresi ve Kapsamı 1 140

"Nübüvvet" kesbi değildir. Cenib-ı Hakk'ın dünyada ilahi bir üstünlük olarak bazı seçilmiş kullarına verdiği bir görev dir. "V eliyet" de kes bi değildir. Fakat bir vazife değil ilahi bir lütuftur. V dayetle elde edilen mertebe ve makamlar birer ilahi ihsan olup bunlar çalışmayla elde edilememektedir.25

V eliyerin nübüvvetten üstün olduğu şeklindeki kanaat yanlış

anlaşılmalara sebep olmuş, hatta bu durum söz konusu kanaare sahip olanları küfürle ithama kadar gitmiştir. Bu düşünceyi dile getiren

Muhyiddin İbnü'l-Arabi'nin maksadı, nebide bulunan velayet yönünün nühüvvet yönünden daha üstün olduğudur. İbnü'l-Arabi'ye göre, rabi olan veli, rabi olunan nebiden üstün olamaz.26 Davud-i Kayseri (ö. 751 /1350) de, velayeti nübüvvetin batını olarak kabul eder.27

V eliyede sağlanan kurbiyet, sufilerin özel tecrübelerini gündeme getirmektedir. Sufl tecrübenin gerçekliği, test edilebilirliği,

doğrulanabilir oluşu veya yalanlanabilir durumu, s(ıfl tecrübe sonucunda elde edildiği söylenen keşf ve ilham ürünü bilgilerin epistemik değeri, ilham ve vahiy ilişkisi gibi hususlar tartışmamızın bir diğer yönünü oluşturmaktadır. o halde sufı tecrübeyi nasıl

anlaınalıyız?

3. Sılfi Tecrübenin Yapısı

Stıfl tecrübe, aşkın, yüce, kudretli olan ile manen irtibata geçmesi esnasında, bireyin günlük hayatta sonlu, eksik, bağımlı,

yetersiz ve güçsüz kaldığını gösteren deneyimin adıdır. Sı'ıfl tecrübe

25 Nuran Döner, i iısavvuf Kültüründe Hz. Peygamber "J'a.savvuru, Dokrora Tezi,

Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Bursa 2007, s. 99.

2(, Muhyiddiıı İbııü 'I-Arabi, Fususü 'f-hikem, haz. Eblı.'I-A'B ci-Atlfi, Darü'l-Kitibi'I­

Arabi, Reyrııc 1400/1980, s. 170-173; Selçuk Eraydın, T(Lidvvuf ve Tarikat/ar,

M.Ü. İlahiyar Fakiiiresi Vakfı Yayınları, İstanbul 1994, s. 278; Mustafa Kara,

1 'a.savvuf vt· Tarikatkir l'arihi, Dergah Yayınları, IL Baskı, İstanbul 1990, s. 15 5; Dihn,cr Selvi, İslam 'da Veliı)'et ve Kerdmet, Uınraıı Yayınları, İstanbul 1990, s. 74-

188. 27 DavCıd-ı Kayserı, Muktıddemtlt, haz. H. ~ahin, T. Koç ve S. Sevim, KRR. Yay.,

Kayseri 1997, s. 64

Kadir ÖZKÖSE 1141

nazariyada değil, ancak doğrudan doğruya yaşamak suretiyle

anlaşılabilen, kelime ve kavramların keyfıyetini tam olarak anlatamadığı sırf epistemik nitelikte bir tecrübedir. Sufı: tecrübe, düşünme ve tahayyül etme gibi istendiğinde yaşanabilen iradi bir tecrübe değil, maruz kalınan bir tecrübedir. Kişinin birtakım manevi ön hazırlıklar yaptıktan sonra elde edilen bir deneyimdir. Bireyin inanç,

ahlak ve eylem boyudarını içeren yaşam tarzılll gerekli kılan bir tecrübedir. Gerek maddi gerekse manevi yönden hazırlanmış olan

sufı:nin metafizik dünya ile bağlantısının tecrübesidir. Bu tecrübenin merkezi yerisi kalbdir. Kalbin melekut alemine açılmasına mükaşefe ve

keşf denilmektedir.28 Keşf ve müşahede yöntemi, gözle görünmeyen ve akılla idrak edilemeyen gerçeklikleri, manevi egzersizlerle elde edilen basiretie/manevi bil iş ve görüşle bilmeyi ifade eder. Dış organlarla idrak edilemeyen gerçeklikleri, iç organlada görme anlamındaki

müşahedenin insan hayatını yönlendirmede en sağlıklı yöntem olduğu

sufı:ler tarafından çok sıldılda vurgulanmıştır. Çünkü tahkik edilip yaşanmadan ezbere elde edilen bilgilerle oluşan bilinç düzeyinin görüş alanı dar olacağından dolayı, sufller sadece dış organların verdiği eksik bilgilerle çalışan aklın yeterli olmayacağını ve bu nedenle mutlaka hakka'I-yakin bilgiyi oluşturma gücünü veren keşf ve müşahedeye

dayanan manevi bilişin kalbi beslernesiyle oluşan bilinç düzeyine ulaşmak gerektiğini vurgulamışlardır.2? Sözden ziyade uygulamaya

önem veren ve uygulamanın ardından söz söylemeyi tercih eden sufı:lerin düşünceleri, salt aldın ürettiği rasyonel bilgiler değil, daha çok pratik aklın ürettiği yaşanmış hallerin bilgisidir.ıo

" Ramazan Ertürk, Sı1fi Tecrübenin Episternolojisi Çağda; Bir Yakla;ırn, Fccr

Yayınevi, Ankara 2004, s. 78-82; Ahmer Cahit Haksever, "Bir Dini Tecrübe Çeşidi

Olarak Üveyslliğin F.pisteınik Değeri: Turhal Şeylıi Mustahı Efendi Örneği",

yayımlanmarnış bildiri metni, lr1kat l"arihi ve Kültürü Sernpozyumu, 25-26 Eylül 2014, Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Tokat, s. 4-7 .

. ,~, İbrahim Işıtaıı, Sufl Psikolojisi Süfemfye Göre Sujl Benlik DöniiJIImü, Divan Kitap,

Ankara2014,s.115. 30 Işıtan, Sufl Psikolojisi, s. 23.

Hz. Peygamber'in Nübüvvetinin Süresi ve Kapsamı 1 142

Doğrudan doğruya kalb vasıtasıyla yaşanan tecrübede de diğer

yerilerden herhangi biri aracılığıyla gerçeldeşen sufi tecrübenin bilfiil yaşanınası esnasında da bir sunuluş gerçeldeşmektedir. Sunuluş

fenomeni, sufl tarafından kurgulanan bir hayal, tasavvur veya düşünce değildir. Sufi tecrübedeki sunuluş, düşünme, hayal veya tasavvur etme gibi iradi nitelikli diğer epistemik aktiardan bu yönüyle ayrılmaktadır.

Sufi her istediğinde bu tecrübeyi yaşayamaz. Siıfi tecrübede istem dışı bir sunuluş söz konusuyken düşünce ve hayal gibi epistemik eylemlerde

sunuluştan ziyade bir kurgulama ve tasadama vardır. Normal algı

tecrübemizde olduğu gibi burada da bir obje veya olgu doğrudan doğruya sufinin tecrübesine sunulmal(ta ve sufinin iradesiyle gerçekleşmemektedir. Sufı, bu tecrübeye maruz kalırken pasif ama olguyu idrak etme faaliyetiyle de aktif bir konuma geçmektedir. Bu pasiflik aktiflik şeklindeki zıtlıkların birliği, duyu algısında olduğu gibi sufı: tecrübedeki sunuluşun da temel karakteristiklerinden biridir _31

Elbette s(ıfı: tecrübenin de kendi içinde test ve kontrol mekanizmaları vardır. Bu kontrol mekanizmaları şunlardır:

1. Sufl tecrübenin içeriğini doğru ve geçerli sayabilmemiz için her şeyden önce onun Kur'an ve sahlh sünnete uygun olması ve onlarla çelişmemesi gerekmektedir.

2. Sufı: tecrübenin, alanında kendini kanıtlamış, otorite sayılan, uzman ve öncü kişilerin yaşamış oldukları tecrübelerle de test ve

kontrol edilir olması gerekmektedir. 3. Siıfi tecrübenin bir diğer test ve kontrol mekanizması , onun

ürün ve meyveleridir. Tıpkı duyu tecrübesinde olduğu gibi sufı: tecrübe de onu yaşayan kişilerin hayatlarında gerek teorik gerekse pratik düzlemde birtakım değişikliklere neden olmaktadır.

Keşf, ilham, muhadara ve mükaşefe yoluyla marifetin elde edilmesini sağlayan sufı: tecrübe, duyu tecrübelerindeki kadar yaygın ve

payiaşılabilir nitelikleri olmamasından dolayı eleştirilebilir. Duyu tecrübesinin bu özelliği, slıfi tecrübe karşısında ona epistemik bir

üstünlük sağlayacalmr. Bu iki tecrübenin ep istemik açıdan u pa tıp aynı

31 Ertürk, Sijt tpistemolojisi, s. 80-85.

Kadir ÖZKÖSE 1143

düzleme yerleştirilemeyeceği de doğru ve kabul edilebilir bir iddiadır.

Ancak tüm bu öncüllerden yola çıkılarak sufı: tecrübenin bilgi değeri taşımadığı ileri sürülemez. Zira yaygınlık ve payiaşılabilir epistemik olma statüsünün mutlak ve nihai belirleyicileri arasında yer almadığı gibi, her alanda gerekli ve geçerli olan bir kriter de değildir. Zira spesifik bilim ve sanat alanlan bu tür sahalarda. Kaldı ki payiaşılabilir olma

niteliği hususunda tasavvufun kendine has bir terminolojisi bulunmaktadır. Bu terminolojiyi bilen kişiler için sufılerin ne dediğini

anlamak çok büyük problem oluşturmamaktadır.52

Sufı: tecrübeyle özel bilgi edinme imldnına kavuşan sufı:nin

insan-ı kamil olarak beslendiği ve inibat kurduğu alem, Hakikat-i M uhammediyye mertebesidir. Suf1 bilgiye kaynaklık teşkil eden ledünni ilim Hakikat-i M uhammediyye ile gerçekleşmektedir. Suf1 tecrübe sonunda gerçekleşen ve manevi miraçla ulaşılan bu mertebenin Hz. Muhammed'in tarihi şahsiyeriyle irtibatının ne olduğu hususunun

açıklanması yerinde olacalmr.

4. Hakikat-i Muhammediyye Düşüncesi

Bilhassa metafizik dönem sufılerine göre, evrende her şey bir değişim süreci yaşamakta ve bu değişim belli ölçü ve yasalara göre gerçekleşmektedir. Aleme egemen olan ve hiçbir şekilde değişmeyen bu yasaya İbnü'l-Arabi, "düzen ve akıl" anlamına gelen, kelime/logos

ismini vermektedir. Aslında logos terimi, ilk defa Herakleitos tarafından kullanılmış,33 Stoacılar tarafından yaygınlaştırılmış 31 ve

-'2 Haksever, " Üveysiliğin Epistemik Değeri", 'Ji1kat 'J'arihi ve Kültürü St'mpozyumu,

s. 8-10. 35 "Akıl" ve "Kelime" anlamlarına gelen logos kavramını Herakletios, bütün aleme

hakim olan ve alemin kaynağı olan "akil prensip" anlamında kullanmıştır. lık.

Abdullah Kartal, Abdülkerim Ci/i -Hayatı, lcsaleri, 'Jasavvuf hlsefe,·i-, İnsan

yayınları, İstaııbul2003, s. 264. J ·

1 Stoacılar logos kavramını <lieınin akli düzeni, içkin tabii yasa, her şeyde gizli olan hayat kaynağı, duyular dünyasının üzerindeki etkin güç anlamında ele almışlardır.

hk. Karral, Abdülkerim Cili, s. 264.

Hz. Peygamber'in Nübüvvetinin Süresi ve Kapsamı 1 144

Philon tarafından da dini düşüneeye sokulınuşrur. 35

İbni.i'l-Arabi "kelime/logos"u, salt metafizik yönüyle, aldeden ve bütün varlıldann içinde dolaşabilen bir kuvvet, yaratılışın, hayatın ve alemin yönetiminin ilkesi olarak görmektedir. Felsefi metinlerde ilk

akıl, külli akıl ve külli ruh gibi kavramlar tasavvuf erbabınca "Kelime" ve "Hakikat-ı Muhaınınediyye" tabiriyle karşılanmaya başlanınıştır.36

"Kelime" tasavvufl: yönden, bütün ilahi ilimierin kendisinden alındığı bir asıl, vahiy ve ilhimın kaynağıdır. İbnü'l-Arabi "kelime"yi, alemle olan ilişkisi yönüyle "Hakikanı'l-Hakaik", her şeyin yazılı

olduğu bir kayıt defteri anlamında "Kirab" veya "İlın-i A'la", insanla ilgisi olması yönüyle "Adem", "Haldkat-ı .Ademiye", "Hakikat-ı İnsaniye", "İnsan-ı Kamil" ve "Nur-i Muhammediyye" olarak isimlendirir.37

Lügatte "karanlığın zıddı ve ışık" anlamına gelen nı'ır kavramı, dünyevi ve ulırevi olmak üzere iki kısımdır. Dünyevi olan da ilahi

nurlardan yayılan ve basiı·et gözü ile anlaşılan nur ile ışıldı cisimlerden yayılan ve baş gözü ile anlaşılan nur olmal< üzere ikiye ayrılır. 1ş "en­Nur", Esma-i Hüsna'dan biri olup Allah'ın "ez-Zahir" ismi ile tecelllsi,

Allah'ın kainattaki suretierde kendini göstermesidir.59 Maddenin kalbden uzaklaştırdığı ilahi feyzi ve dini bilgileri açığa çıkarmada araç

olan ışığa da nur denir.40 Tasavvuf erbabı, ınestur olan her şeyin

münkeşif olmasını sağlayan ilm-i ledünne ve kalbden masivayı çıkarıp

.ı> Logos kavramını dini düşüneeye sokan kişi, Yunan felsefesinin, Yahudilerin kutsal kitabı Tevrat ilc özdcş olduğunu savunan Philon'dur. Philon'a göre Tanrı'nın

yaratıcı kelimesi olarak logos, Tanrı' nın meleği, Tanrı' nın ismi, en yüksek rahip,

yönetici, ideal insan ve Allah'ın oğludur. bk. Kanal, Abdiiikerim Ci/i, s. 265. 36 Mehmet Demirci, "Nur-i Muhammedl", Dokuz Eylül Ünivm"itesi ll.dhiyet Fak.

Dergisi, sy. 1, İzmir 1983, s. 244.

F Ebu'I-Ala Afı:fi, "İbn Arabi Hakkında Yaptığım Çalışma", İbn Arabi Amma

(Malwleler), tre. Tahir Uluç, İnsan Yayınları, İstanbul 2002, s. 37-38.

j R Asım Efendi, Krımu.> Terceme.>i, IT/726, Ntlr md.; IUgıb ei-Tsfahanl, el-Müfreddı; N tır md.

yı Etlıcm Cebccioğlu, Tasavvuf Terimleri O'" Deyimleri SiJ"zliiğü, Anka Yayınları,

İstaııbul2004, 488. 40 Abdıırrenık ei-Kaşanl, Mu'cemu Tmlahdtı:;-Suflyye, nşr. Abdülal Şahin, Darü'l­

İnid, Kllıire 1992, 118.

Kadir ÖZKÖSE 1145

aran ilahi varidara da "niır" adını vermektedirY Nur kavramı Kur'an-ı Kerim' de genellilde, "zulumat 1 karanlıldar" kelimesinin zıddı olarak ve tekil haliyle "hakikati" temsil eder mahiyette geçmektedir.42 Bu durum özel olarak, "Allrıh yeryüzünün ve gökyüzünün nurudur. " il iyetiyle beyan edilmektedir. Nur, eşyayı açıklayan, eşyanın hakikatini olduğu gibi keşf ve beyan eden bir nesnedir. Alemi aydınlarması sebebiyle n1ır

kavramı, Hz. Muhammed için de kullanılmaktadır. Hakikat-i Muhammediyye adıyla da anılan Nur-i Muhammed!

ise Hz. Muhammed' e mahsus nur veya nübüvvet nuru demektir.11 Hak Teala'nın önce Hz. Muharrımed'i, sonra da onun nurundan diğer

varlıldarın tümunu yaratması anlamına gelmektedir.45 Nur-i Muhammed!, bütün mahlukatın var oluşunun/vücudunun temel ilkesi, ladf ve kesif her ne varsa her şeyin kendi dairesi içerisine girdiği bir varlık mertebesidir.16 Tasavvufta tenezzülat-ı seb'a ve hazarat-ı

haruse diye ifade edilen tecelli safhalarının ikincisi Hakikat-i Muhammediyye'dir. Bu mertebe la-taayyünün, taayyün suretiyle zuhur ettiği ilk tenezzül mertebesidir. Burada eşyanın hakikati henüz bi'l-kuvve mevcuttur. Yine bu mertebede terneyyüz yoktur. Yani "alim"

(bilen), "malum" (bilinen) ve "ilim" (bilgi) birdir. Bu makam, "ilk akıl", "ilk nur", "ilk gölge" olarak da isimlendirilir.47 Buna Hakikat­

i Muhamınediyye isminin verilmesi, bu hakikatin muhtelif alerolerin hepsinde tafsll edilen şeylerin toplu şekli olmasından dolayıdır. Bu

.jJ Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri Ve Terimleri Sözlüğü,

Yayınları, İstanbul 1993, II, 706. 42 İbrahinı, 14/l; el- Ahz~lb, 33/43; ei-Had1d, 57/9;et- Talak, 65/ ll. 4·1 en-Niır, 24/35.

MEB

44 Demirci, "N lır-i Muhaınmedi", Dokuz }.'ylül Üniversitesi ildhiyet Fak .. Dergisi, sy.l, s. 239.

45 Siileyınaıı Uludağ, Tasd!JvufTerimleri Sözlüğü, M arifet Yayınları, İstanbul l 995,s .. 414 ..

46 Muhammed Mustafa Hilmi, "Semhollerdeki Hazineler", ibn Arabi Ansına

(Makaleler), tre. Tilhir Uluç, İnsan Yayınları, İstaııbul2002, s. 76. 17 Mahımıt Erol Kılıç, Muh)'iddin İbnü 'f-Arabi'de Variık ve Mertebeferi (Viirnd ve

Merrltibu '1-Vüclid), Dokwra Tezi, Marmara Üniversiresi Sosyal Rilimler Enstitüsü,

İstanhull995, s. 227-228.

Hz. Peygamber'in Nübüvvetinin Süresi ve Kapsamı 1 146

gerçekten hareketle diyebiliriz ki, Allah' tan başka hiçbir şey yokken ilk defa Hakikat-i Muhammediyye var olmuş, bütün yaratıldar bu hakikatten ve onun için yaratılmıştır.48

Sonuç ve Değerlendirme

Özetle, İbnü'I-Arabi, Muhammed'in (sav) getirdiği şeriat çerçevesinde evliyanın, keşf ve ilham yoluyla Allah'tan aldıkları irfana

ve bilgilere umumi ve mutlak nübüvvet der. V eli ve ne bilerin hepsi tek bir hakikat üzeredirler. Her iki zümrenin de görevi insanlara

rehberliktir. Peygamberlerin teşrilik görevi olan nübüvvet vazifesi Hz. Muhammed ile son bulmuşken, herbir peygamberin velayet yönünün

devam ettiği düşünülmektedir. Birer insan-ı lcirnil olarak tüm peyganı beri er insanlığın prototipieri ve evrensel ölçütleridir. Herbir veli bir peygamberin kademi üzerine hareket etmektedir. Esma, sıfat ve zat tecellilerinin kemal surette gelişimine şahit olan peygamberler birer hakikat arayıcısı olan evliyanın numuneleridir. V elayet ile elde edilen

keşf ve ilham sübjektif olup sahibini ilgilendirirken, bunun vahyin yerini alması, vahyi tebdil ve tağyir etmesi, vahyin devamı gibi görülmesi, vahye rağmen bir gerçekliğinin olması, vahiyle özdeşleştirilmesi söz konusu değildir. İlham ve keşf halleri, velinin Yaratıcı'yla manevi ittibat içerisinde olmasının bir işaretidir. Allah ile

yaşanan manevi beraberlik kalbin inkişafını sağlamakta, kalb dünyasında ilahi tecellilerin yansımasma neden olmakta, takva ile hareket eden mümine Allah' ın bilmedilderini öğretmesi

gerçeldeşmekte, Allah' ın n1ıruyla bakanlara hasiret ve fıraset gücü

verilmektedir. Evliyanın farldılığı, taşıdığı beşer üstü nitelilderde değil, İslam' ı

yaşama ve Allah ile sağlanan dostlukta yaşadığı özel tecrübede aranmalıdır. İman, amel ve ihlas boyutuyla dindarlığın bilgi, düşünce, duygu, his ve eylem olarak derinlik kazanmasını, inanan bireylerin Hak

1' Kadir Özkösc, "Aziz Mahmud Hüdilyi'dc Nur-i Muhamıncdi Telakkisi", Aziz

Mahmud Hüdayi Ulu.darar(l.it Sempozyum Bildiri/eri, 20-22 Mayıs 2005, Üsküdar llehüyesi, İsranhul2005, c. I, s. 231-238.

Kadir ÖZKÖSE 1147

katında derecelenmesini sağlamaktadır. Kutub, gavs, ridlü'l-gayb,

üçler, yediler ve kırldar manevi alemdeki hiyerarşiyi, ilahi otoritenin birtakım güç odaldanna tevzini değil insanlık protatiplerinin belirginleşmesini, sonsuzluk deneyiminin gerçekleşmesini, kemalat yolculuğunda yakin gelene kadar gelişim ve dönüşüm trendinin sürdürülınesini hedefleyen psikolojik ve manevi tecrübenin

yo rumianmasını ifade etmektedir. Kur' an' da peygamberierin beş ed kimlilderi ön plana çıkarılıp insanüstü güçler olarale görülmesine

reddiyelerde bulunulurken, tasavvuf veya başka bir sistem adına ve Kur' an' a rağmen evliyayı beşeri kimiiiderinden koparmaya hiç

kimsenin herhangi bir hale ve yetkisi bulunmamalctadır. T asavvufta velayet düşüncesi arneli ve ahlaki boyutta manevi kazanımların

entelektüel birikimini göstermekte, müminin Rabbiyle sürekli inibat içerisinde olmasını öngörmekte, kulun mastımiyetini değil, onun isyan ve tuğyana karşı duyarlılığını artırmakta, mastırniyet kisvesine

biirünrnek yerine günah çukurundan uzaldaşma hassasiyetini vurgulamaktadır. Gerek umumi gerekse hususi velayette kulluk tecrübesinin özel i ve önemi vurgulanmaktadır.

***

Kaynakça

Afıfı:, Ebu'l-Ala, "İbn Arabi Hakkında Yaptığım Çalışma", lbn Arabi

Ansına (Makaleler), tre. Tahir Uluç, İnsan Yayınları, İstanbul 2002, 25-52.

Asım Efendi, Krimus Tercemesi, II, 726, N(ır md. Askar, Mustafa, Niyrızi-i Mısri ve Tasavvuf Anlayışı, Kültür Bakanlığı

Yay. , Ankara 1998. Aydınlı, Abdullah, Doğuş Devrinde Tasavvufve Hadis, Seha Neşriyat,

İstanbul 1986. Bolat, Ali, Muhammed Nurn 'l-Arabi Hayatı, Eserleri ve T asavvufl

Görüşleri, Etüt Yayınları, Samsun 2010. Cebecioğlu, Ethem, Tasavvuf Terimleri & Deyimleri Sözlüğü, Anka

Yayınları, İstanbul 2004.

Hz. Peygamber'in Nübüvvetinin Süresi ve Kapsamı 1 148

Davud-ı Kayseri, Mukaddemat, haz. H. Şahin, T. Koç ve S. Sevim,

KBB. Yay., Kayseri 1997. Demirci, Mehmet, "Nur-i Muhammed!", Dokuz Eylül Üniversitesi

İldhiyet Fak. Dergisi, sy. 1, İzmir 1983. Demirli, Ekrem, Aşk Nedir? İslam Düşüncesinde İrrum ve Arnel İrtibatı

Sorunu, Sufı: Kitap, İstanbul2014.

Döner, N uran, Tasavvuf Kültüründe Hz. Peygamber Tasavvuru, Doktora Tezi, Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,

Bursa 2007. Eraydın, Selçuk, T asavvuf ve Trırikatlar, M. Ü. ilahiyat Fakültesi Vakfı

Yayınları, İstanbul 1994. Ertürk, Ramazan, Sufl Tecrübenin Epistemolojisi Çağdaş Bir Yakla?ırn,

Fecr Yayınevi, Ankara 2004.

Haksever, Alunet Cahid, 15. Yüzyıl Bir Türk Suflsi: Yakub-ı Çerhi, Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,

Ankara 2005. ----------- ---------, "Bir Dini Tecrübe Çeşidi Olarak Üveysiliğin

Epistemik Değeri: Turhal Şeyhi Mustafa Efendi Örneği", yayımlanmamış bildiri metni, Tokat Tdrihi ve Kültürü Sempozyumu, 25-26 Eylül 2014, Gaziosmanpaşa Üniversitesi,

Tokat. Hilmi, Muhammed Mustafa, "Sembollerdeki Hazineler", lbn Arabi

Anısına (Makaleler), ter. Tahir Uluç, İnsan yayınları, İstanbul 2002, 53-80.

el-Hucviri, Ali b. Osman, Keşfü'L-Mahcttb, tre. MahmudAhmed Madi Ebü'l-Azaim, thk. İbrahim DessCıki, Darü't-Tüd.si'l-Arabi, Kahire 1974.

el- lsfahanl, Ragıb, el-Müfreddt, Nur md. Işıtan, İbrahim, Sufl Psikolojisi Sülemi'ye Göre Sufl Benlik Dönüşümü,

Divan Kitap, Ankara 2014. Kara, Mustafa, Din hayat Srmrıt Açısındrın Tekkeler ve Zaviyeler,

İstanbul 1990. ------- ------------, Dervişin Hayatı, Suflnin Kelamı Hal Tercümeleri­

Tarikatlar -lstıldhlar, Derg~l11 Yayınları, İstanbul 2005,

Kadir ÖZKÖSE 1149

------- ------------, "Hazret-i Peygamber'in Tasavvufı Düşüncedeki

Yeri" , Sufl Gelenek ve Hayat Keşkül, İstanbul2007, Bahar, Sayı: 12, s. 6-14.

-------------------, Trısavvufve Tarikrıtlrır Tarihi, Dergah Yayınları, TT.

Baskı, İstanbul 1990. Kartal, Abdullah, Abdülkerim Cili -Hayatı, Eserleri, TasavvuJFelsefesi­

, İnsan yayınları, İstanbul2003. el-Kl.şani, Abd urrezzak, Mu 'cem u Istıldhdtı 's-Sufiyye, rhk. Abdülal

Şahin, Darü'l-İnad, Kahire 1992.

Kılıç, Mahmut Erol, Muhyiddin İbnü 'l-Arrıbi'de Varlık ve Mertebeleri

(Vücud ve Merdtibu [- Vücud), Doktora Tezi, Marmara

Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 1995. el-Kuşeyri, Ebü'l-Kasım Abdülker1m, er-Risdletü 'l-Kuşeyriyye j1 ilmi 't­

tasavvuf, haz. Ma' rM Zerrik & Ali Abdülhamid Bal tacı, Darü' 1-

Hayr, Beyrut 1993. Muhyiddin İbnü'l-Arabi, Fususü 'l-hikern, haz. Ebu'l-A'la el-Afıfl,

Danı'l-Kit3bi'l-Arabi, Beyrut 1400/1980. Özköse, Kadir & Şimşek, H. İ., Altın Silsile'denAltın Halkalar, Nasihat

Yayınları, Ankara 2009.

------- ------------, "Aziz Mahmud Hüdayi' de N ur-i Muhammed! Telakkisi", Aziz Mahmud Hüdayi Uluslararası Sempozyum

Bildirileri, 20-22 Mayıs 2005, Üsküdar Belediyesi, İstanbul

2005, c. I, s. 231-238. Palcalın, Mehmet Zeki, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü,

MEB Yayınları, İstanbul 1993, c. I-III. Schinınıel, Annenıarie, Tasflvvufun Boyutları, tre. Ender Gü ral, Arıkara

1982.

------------ ----------------, İsldmın Mistik Boyutları, çev. Ergun Kocabıyık, Kabalcı Yayınevi, İstanbul1999.

Selvi, Dilaver, İslam'da Ve/ayet ve Keramet, Umran Yayınları, İstanbul 1990.

et-Tehanevi, Muhammed b. A'la b. Ali el-Faruk!, KeşşafU Tstıldhdti'l­

Fünun, Daru Sadr, Beyrut, trs.

Hz. Peygamber'in Nübüvvetinin Süresi ve Kapsamı 1 150

Uludağ, Süleyman, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Marifet Yayınları,

İstanbul 1995. ---------- -----------, T asavvufurı Dili 1 Mürşid-Mürid-Yol, Mavi

Yayıncılık, İstanbul 2006. Uzun, Mustafa, "Bizim Edebiyatınıız Başlangıçtan Beri Dini Ağırlığı

Olan Bir Edebiyattır", Sufi Gelenek ve Hayat Keşkül, İstanbul

2007, Bahar, Sayı: 12, s. 84-91. Yıldırım, Ahmet, "İlk Dönem Sufı:lerinin Peygamber ve Sünnet

Anlayışları", Sufi Gelenek ve Hayat Keşkül, İstanbul2007, Bahar, Sayı: 12, s. 16-19.

Yücer, H ür Mahmut, "Tarikat Geleneğinde Salavat-ı Şerife", Sufi

Gelenek ve Hayat Keşkül, İstanbul 2007, Bahar, Sayı: 12, s. 48-54.