22
1 Kapitalizm ve Bilimin Üretimi, Bilimsel Emek Sürecindeki Dönüşüm “Sermayenin canlı emeği kendine maledişi bu yönüyle de makinalarda dolaysız bir gerçeklik kazanır: Eskiden işçi tarafından yapılan aynı işi şimdi makinanın yapmasını mümkün kılan, bir yönüyle, mekanik ve kimya yasalarının doğrudan doğruya bilimden kay- naklanan analizi ve uygulamasıdır. Buna karşılık, makinelerin bu yoldan gelişmesi, ancak büyük sanayi bir kez ileri bir düzeye ulaştıktan ve bütün bilimler sermaye tarafından esir alındıktan sonra, var olan makinalar öbür tarafta zaten büyük kaynaklar sağlıyorken söz konusu olabilir. İcat o zaman bir meslek niteliğini kazanır ve bilimin bizzat dolaysız üretime uygulanması, onu belirleyen ve teşvik eden bir bakış açısı haline gelir.(Karl Marks, 1857-58) “Yeniliğin anahtarı, kimyada, otomatik makinede, uçak biliminde, atom fiziğinde ya da bu bilim ve teknolojilerin herhangi bir ürününde değildir, bundan daha çok, bilimin kendisinin sermayeye dönüşmesindedir.” (Harry Braverman, Emek ve Tekelci Sermaye, 1974) “Bugün endüstriyel araştırma laboratuarları, parlak buluşlar yapan sözde dâhilerin çalıştığı yerler değildir. Bundan da öte, buralarda çalışanlar, en ileri bilimsel analiz tekniklerine tamamen hakim olan, kuramsal hesaplamaları sonucunda bir ürün çıkartmanın en muhtemel olduğu alanlarda elbirliği içinde araştırma yürüten işçilerin oluşturduğu kümelerdir. … Kısacası icat, bir elbirliğinin ürünüdür.”(ABD Geçici Ulusal Ekonomik Komitesi Oturumu, 1940) “Yeniliğin kendisi bir rutine indirgenmektedir. Teknolojik ilerleme giderek, isteneni üreten ve öngörülebilir biçimlerde çalışmasını sağlayan eğitimli uzmanlardan oluşan takımların işi haline gelmektedir.” (Schumpeter, 1942) *** Kendi kurduğu laboratuarda fedakârca, insanlığa hizmet etmek için tüm zamanını bilimsel araştırmaya ayıran dahi bilim insanı görünümünden, her biri devasa bütçelerle, çok sayıda araştırmacıyı ücretli emekçi olarak mesai saatleriyle çalıştıran araştırma geliştirme kurumlarına ulaşmak için kat edilen epey bir mesafe var. Bu yazı bu mesafeyle ilgileniyor. Muhalif ve eleştirel düşüncenin Türkiye'deki kökleri, teknoloji, kalkınma gibi kavramları olduğu gibi, bilimi de özerk kabul etme eğilimi taşımıştır. Kuşkusuz, bu düşünsel yanılgı belki bu topraklarda doğmamıştır ancak bu topraklarda da etkili olmuştur. Burada şu soruları sorgulamak önem kazanır: Acaba tarihte ve bugün bilim, kendine yeterli bir “yaratma” alanı olarak dıştan görüldüğü gibi özerk midir? Bilimin üretim süreci, bir zanaatkârın üretimine ya da kapitalizmle sadece girdileri, çıktıları düzeyinde eklemlenmiş ama kendi içinde özerk ilişkileri barındıran bir üretim birimine mi benzemektedir? Emek süreci, emek nesnesi ile ilişkisi, "hammaddeleri", "makineleri", "teknolojisi" ile ilişkisi, İktisat Dergisi, Sayı: 494–495, Mart-Nisan 2008, s. 25–39.

Kapitalizm ve Bilimin Üretimi, Bilimsel Emek Sürecindeki ...people.cs.deu.edu.tr/ilker/dosyalar/KapitalizmveBiliminUretimiBilimselEmekSurecindekiD...Ekonomik çevrimleri inceler,

  • Upload
    others

  • View
    25

  • Download
    1

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: Kapitalizm ve Bilimin Üretimi, Bilimsel Emek Sürecindeki ...people.cs.deu.edu.tr/ilker/dosyalar/KapitalizmveBiliminUretimiBilimselEmekSurecindekiD...Ekonomik çevrimleri inceler,

1

Kapitalizm ve Bilimin Üretimi,

Bilimsel Emek Sürecindeki Dönüşüm

“Sermayenin canlı emeği kendine maledişi bu yönüyle de makinalarda dolaysız bir gerçeklik kazanır: Eskiden işçi tarafından yapılan aynı işi şimdi makinanın yapmasını mümkün kılan, bir yönüyle, mekanik ve kimya yasalarının doğrudan doğruya bilimden kay-naklanan analizi ve uygulamasıdır. Buna karşılık, makinelerin bu yoldan gelişmesi, ancak büyük sanayi bir kez ileri bir düzeye ulaştıktan ve bütün bilimler sermaye tarafından esir alındıktan sonra, var olan makinalar öbür tarafta zaten büyük kaynaklar sağlıyorken söz konusu olabilir. İcat o zaman bir meslek niteliğini kazanır ve bilimin bizzat dolaysız üretime uygulanması, onu belirleyen ve teşvik eden bir bakış açısı haline gelir.”

(Karl Marks, 1857-58)

“Yeniliğin anahtarı, kimyada, otomatik makinede, uçak biliminde, atom fiziğinde ya da bu bilim ve teknolojilerin herhangi bir ürününde değildir, bundan daha çok, bilimin kendisinin sermayeye dönüşmesindedir.” (Harry Braverman, Emek ve Tekelci Sermaye, 1974)

“Bugün endüstriyel araştırma laboratuarları, parlak buluşlar yapan sözde dâhilerin çalıştığı yerler değildir. Bundan da öte, buralarda çalışanlar, en ileri bilimsel analiz tekniklerine tamamen hakim olan, kuramsal hesaplamaları sonucunda bir ürün çıkartmanın en muhtemel olduğu alanlarda elbirliği içinde araştırma yürüten işçilerin oluşturduğu kümelerdir. … Kısacası icat, bir elbirliğinin ürünüdür.”(ABD Geçici Ulusal Ekonomik Komitesi Oturumu, 1940)

“Yeniliğin kendisi bir rutine indirgenmektedir. Teknolojik ilerleme giderek, isteneni üreten ve öngörülebilir biçimlerde çalışmasını sağlayan eğitimli uzmanlardan oluşan takımların işi haline gelmektedir.” (Schumpeter, 1942)

***

Kendi kurduğu laboratuarda fedakârca, insanlığa hizmet etmek için tüm zamanını bilimsel araştırmaya ayıran dahi bilim insanı görünümünden, her biri devasa bütçelerle, çok sayıda araştırmacıyı ücretli emekçi olarak mesai saatleriyle çalıştıran araştırma geliştirme kurumlarına ulaşmak için kat edilen epey bir mesafe var. Bu yazı bu mesafeyle ilgileniyor.

Muhalif ve eleştirel düşüncenin Türkiye'deki kökleri, teknoloji, kalkınma gibi kavramları olduğu gibi, bilimi de özerk kabul etme eğilimi taşımıştır. Kuşkusuz, bu düşünsel yanılgı belki bu topraklarda doğmamıştır ancak bu topraklarda da etkili olmuştur. Burada şu soruları sorgulamak önem kazanır: Acaba tarihte ve bugün bilim, kendine yeterli bir “yaratma” alanı olarak dıştan görüldüğü gibi özerk midir? Bilimin üretim süreci, bir zanaatkârın üretimine ya da kapitalizmle sadece girdileri, çıktıları düzeyinde eklemlenmiş ama kendi içinde özerk ilişkileri barındıran bir üretim birimine mi benzemektedir? Emek süreci, emek nesnesi ile ilişkisi, "hammaddeleri", "makineleri", "teknolojisi" ile ilişkisi,

İktisat Dergisi, Sayı: 494–495, Mart-Nisan 2008, s. 25–39.

Page 2: Kapitalizm ve Bilimin Üretimi, Bilimsel Emek Sürecindeki ...people.cs.deu.edu.tr/ilker/dosyalar/KapitalizmveBiliminUretimiBilimselEmekSurecindekiD...Ekonomik çevrimleri inceler,

2

toplumsal üretimdeki yeri özerk midir? Sermaye ile bilim arasındaki ilişki iki özerk kuvvetin ilişkisi midir yoksa kapitalist üretim, bilimin üretimini de dönüştürmekte midir? Böyle ise bu dönüşüm süreci nasıl bir kuramsal çerçeveye oturtulabilir? Bilimin sermayeleşmesi ya da bilimin kendisinin endüstrileşmesi kavramları çerçeve olarak yeterli midir? Bu çerçevenin ilk taşları nasıl döşenebilir? Bu yazıda, bu soruların yanıtları aranacak. Yazının kapsamı ve sınırları açısından kullanılan “bilim” kavramı, doğa bilimleri ile sınırlı tutulacaktır. Bu çerçevede bilimin üretimi, temel bilimsel araştırmalarla gerçekleşirken, bu araştırmaların üretime uygulanması çabası da teknolojinin üretimini anlatmaktadır. Yazının ana temasının da göstereceği gibi bilimin ve teknolojinin üretimi, “üretime bilimin uygulanması”ndan “bilim üretiminin kendisine bilimin uygulanması ve bilimsel üretimin sermaye birikimine içerilmesi”ne geçişle birlikte iç içe geçmişlerdir. Kuşkusuz anlatılanlar, kimi zaman onları birer değişken ya da denek olarak görüp, insanları, toplumları ve toplulukları adeta bir “teknoloji”yle inceleyen sosyal bilimleri de ilgilendirmekte, gelişme bu alana da yayılmaktadır. Ancak kapsamı farklılaştıracağı için yazı bu etkilere ve yansımalara girmeyecektir. Bilimin üretilmesi sürecindeki değişimi anlamaya dönük olarak, eski bir önerinin, “eski” bir ayrımın yardımına başvurulacak; bu ayrım hatırlatılmaya çalışılacaktır. Söz konusu ayrım, Marks’ın öne sürdüğü biçimiyle sermayenin emeği “biçimsel boyunduruğu” altına alması ile “gerçek boyunduruğu” altına alması arasındaki ayrımdır.

Sorunun Çerçevesi:

Bundan 150 yıl önce buluş yapmanın “bir meslek” haline dönüşmesinin koşullarını açıklayarak bilimsel emek sürecindeki dönüşümü ilk öngören ve sistemli bir yaklaşımın izlerini sunan Karl Marks’tır. Politik ekonomi, teknoloji değildir der Marks. Yani insanların ihtiyaçlarına göre doğduğu söylenen yeni teknik ve buluşların üretimi nasıl değiştirdiğinin incelenmesi değildir. Çünkü bizzat bu tekniklerin üretimi rastlantısal değildir, aksine toplumsal ilişkilerin belirli biçimlerine bağlıdır. Bu yazıda bilimsel üretim ve emek süreci, Marks’ın sermaye kuramı perspektifiyle anlaşılmaya çalışılacaktır. Yani Marks’ın kullandığı kavram ile “her tür bilimsel emek, keşif ve buluşlar” anlamına gelen “evrensel emek” kategorisinin değişimini anlamak için bir çerçeve önerilecektir.1

Kapital için yürüttüğü çalışmalar boyunca Marks, sanayileşme ve makinalaşma konusunda yazan Andrew Ure, Charles Babbage’ın kitaplarının yanı sıra teknoloji tarihini yansıtan pek çok kaynak üzerine derinlemesine çalışmış, mekanik kurslarına katılmış, 1861-63 yılları arasında teknoloji üzerine çalışma notları tutmuştur.2 “Toplumsal örgütün maddi temeli olan” teknolojinin üretimi, bilimin üretimi Marks için incelenmeye değer bir sorundur ve toplumsal ilişkilerden bağımsız ele alınmamalıdır.

“Eleştirici bir teknoloji tarihi, 18. yüzyılın buluşlarından ne kadar azının, tek bir kimsenin eseri olduğunu ortaya koyabilir. Bugüne kadar böyle bir kitap yazılmamıştır. Darwin, ilgimizi, doğal teknoloji tarihine çekmiştir; yani yaşamın sürdürülmesi için, üretim aracı olarak hizmet eden, bitki ve hayvan organlarının oluşumuna dikkatimizi çekmiştir. İnsanın

1 Bu kavram, “genel emek” olarak da çevriliyor; tümel emek de denilebilirdi ancak evrensel emek daha uygun gözüküyor: “…evrensel emek (allgemeiner Arbeit) ile elbirliğine dayanan emek (gemeinschaftlicher Arbeit) arasında bir ayrımın yapılması yerinde olur. Her iki tür emek de, üretim sürecinde kendi rollerini oynar, birbiri içerisine geçer, ama her ikisi gene de farklıdırlar. Evrensel emek, her tür bilimsel emek, keşifler ve buluşlardır. Bu emek kısmen, canlı emeğin elbirliğine, kısmen de daha önce yaşamış kimselerin emeklerinden yararlanmaya dayanır. Öte yandan, elbirliğine dayanan emek ise, bireylerin dolaysızca elbirliğidir” (Marks, 1990: 96). 2 “Makinalar bölümüne bazı şeyler ekliyorum. Burada, ilk ele alışımda bilmediğim bazı ilgi çekici sorunlar var. Açıklığa kavuşmak için teknolojiyle ilgili bütün defterlerimi (özetlerimi) baştan sona bir daha okudum ve bu arada Profesör Willis’in işçiler için verdiği pratik (yalnızca deneysel) bir kursa katılıyorum.” (Marks’tan Manchester’deki Engelse’e 28 Ocak 1863 tarihli mektup)

Page 3: Kapitalizm ve Bilimin Üretimi, Bilimsel Emek Sürecindeki ...people.cs.deu.edu.tr/ilker/dosyalar/KapitalizmveBiliminUretimiBilimselEmekSurecindekiD...Ekonomik çevrimleri inceler,

3

üretici organlarının, bütün toplumsal örgütün maddi temeli olan bu organların tarihi, aynı türden dikkate layık değil midir? Ve Vico’nun dediği gibi, insanlığın tarihini doğa tarihinden ayıran şey, ilkini bizim yapmamız ve ama ikincisini yapmamamız olduğuna göre, böyle bir tarihin derlenmesi daha kolay olmaz mı? Teknoloji, insanın doğayı ele alış biçi-mini, yaşamını sürdürmek için başvurduğu üretim sürecini açıklayarak, toplumsal ilişkilerin oluşum biçimini ve bu ilişkilerden doğan kavramlar ve düşünce biçimlerini ortaya koyuyor”(Marks,1993: 386).

Bugün “insanın doğayı ele alış”, kendine mal ediş sürecinden daha öteye giderek, bu doğayı toplumsal artığa el koymak için dönüştürmeye, kendi doğasını yaratmaya kadar varan bir aşama ile karşı karşıyayız. Bu yüzden teknolojinin ve bilimin üretilmesi sürecini anlamak, kavramsallaştırmak hala bir sorun olarak durmaktadır.3 Özellikle 20. yüzyılın başlarında iki dünya savaş arası dönem ve sonrasında bu yönden kuramlaştırma çabası artmış ve bir birikim oluşmuştur.

Marks’tan sonra konuyu farklı yönleriyle inceleyen pek çok yazar içinde Schumpeter, teknoloji yazınında önemli bir figür olarak öne çıkar. Marks’ın diyalektik yönteminden etkilendiğini saklamayan Schumpeter, onun sermaye kuramını reddeder. Ekonomik çevrimleri inceler, bunlar ile teknolojik yenilik arasındaki bağlantıyı araştırır. Bu yazıda bilimsel ve teknolojik üretimin sonucu oluşan değişimleri incelemeye başlangıç olarak Schumpeter’in buluş/icat (invention), yenilik (innovation) ve bu yeniliğin üretime nüfuz etmesi, yayılması (diffusion) biçiminde ayırdığı üçlü aşama, Marks’ın sermaye kuramı perspektifinin diliyle yorumlanacaktır. Bunun için Schumpeter’in öne sürdüğü iki aşamaya daha yakından bakmak gerek. Buluş ve yenilik aşaması. Bilimsel üretimdeki emek sürecinin nasıl değiştiğini anlamak açısından buluş aşaması, dayandığı arka plan ile birlikte incelenmelidir. Bu arka plan, yenilik yazınında temel araştırma denilen, temel bilimsel fikir alanıdır. Her buluş, bir temel bilimsel fikire dayanır ya da o günkü bilimsel fikirde temel bir değişim gerçekleştirir. Buluşun bir yenilik sürecine çevrilmesi (innovation) ve üretime uygulanması (diffusion) ise ayrı aşamaları içerir. Basınç üzerine temel bilimsel fikrin gelişmesi ile buharlı makine arasında bir zaman farkı vardır. Buharlı makine ilk başta uzun yıllar, madenlerde kullanılırken, üretime uygulanması ve makine yapılması ile birlikte yayılımı (diffusion) daha güçlü hale gelmiştir. Bu uygulamanın kendisi buluşları, temel bilimsel fikirleri ve yeniliği etkiler hale dönüşmüştür. Yani bu üç aşama, bilimsel üretim sürecinin birbiriyle etkileşen üç uğrağını oluşturur.

Bugün bilimsel üretim süreci, araştırma geliştirme kurumları içerisinde rutinleşen parçalara da sahip olan bir emek süreci haline gelmiştir. Schumpeter’in aşamaları içerisinde dışta duran ikisini, yenilik ve yayılımı tasarlayan bilimsel emek süreci, araştırma laboratuarlarında kurumsallaşmış, parçalara bölünmüştür. Merkezde yer alan temel bilimsel araştırma ile buluş/icat süreci de bu türden bir emek disiplini altına alınma eğilimindedir.

Bilimsel fikir oluşturma ve buluş, rutin, parçalara bölünebilir emeğin yanında yaratıcı emeği de gerektirir. Ancak, üretkenliğin artırılması, yeni ürünlerin yaratılması gibi amaçlarla bilimsel emek süreci de bölünerek, bu üretimin kendisi de denetim4 altına alınmakta,

3 Mandel 1980 yılında bu sorunun önemine işaret etmektedir: “Bilimsel ilerleme, kapitalizm tarafından hükmedilen ve ehlileştirilen üretici güçlerin gelişimiyle ne ölçüde ilişkilendirilebilir? Yani bilimsel ilerleme, kapitalist üretim tarzının iç mantığıyla ne ölçüde ilişkilendirilebilir? Bu makalede yüzeyini bile deşemeyeceğimiz harikulade bir konudur bu.”(Mandel, 1991: 34) 4 1970’lerde emek sürecinin önemini haklı biçimde vurgulayarak başlayan “Emek süreci tartışmaları”nın geldiği noktayı ve “denetim” kavramını bağlamından kopartarak bağımsız bir güç istencine çeviren son 20 yılın hâkim düşüncesini göz önünde tutarak şu hatırlatmayı yapmak gerekiyor: Bu yazıda “emek süreci üzerindeki denetim”,

Page 4: Kapitalizm ve Bilimin Üretimi, Bilimsel Emek Sürecindeki ...people.cs.deu.edu.tr/ilker/dosyalar/KapitalizmveBiliminUretimiBilimselEmekSurecindekiD...Ekonomik çevrimleri inceler,

4

verimlilik kriterlerine tabi tutulmaktadır. Peki daha fazla verimlilik ve denetim amacıyla bilimsel üretimin emek sürecinin buna göre örgütlenmesi, bu üretimdeki vazgeçilmez hammaddelerden biri olan yaratıcılık ile bağdaşabilir mi? Yazının sorunu bu gerilimli ilişkiyi temalaştırmak, bilimsel üretim sürecinin, denetlenebilir parçalara bölünmesi (sermayenin gerçek boyunduruğu altına alınması) sürecinin temel çelişkisine değinmek. Bu parçalanma ile bilimin özgül karakterini belirleyen yaratıcılık arasındaki çelişkili ilişki. Sermaye üretim araçlarına el koyarak, emek sürecinde emeğin yaratıcılığını ve iş üzerindeki inisiyatifini elinden alabilmektedir. Ancak bilimin üretiminde, yaratıcılık ve inisiyatife tümüyle el koyabilmesi mümkün değildir. Yine de sınırları her ne kadar tam çizilemese de, kabaca bilimsel fikrin yaratılması dışındaki alanlarda sermaye, bilimsel emek sürecini parçalara bölüp, rutinleştirerek, buradaki emeği emek gücüne dönüştürerek bilimsel üretim sürecini gerçek boyunduruğu altına almaya çalışmaktadır. Peki bilimsel üretim tümüyle gerçek boyunduruk altına alınabilir mi? Yazının sonuç bölümü bunu tartışmaktadır.

Tüm bu çerçeve belirli varsayımlara, örtülü önermelere dayanıyor. Üstelik bu temel önermelerin kendisi de kapsamlı bir çalışmayı gerektiriyor. Makalenin sınırlarını çizmesi açısından bu varsayımları ve onların altındaki çalışma alanlarını tanımlamak zorunludur. Bu önermelerden birisi, “bilimsel üretim” kavramıdır. Bilimsel üretim maddi bir üretim midir? Bilimsel üretimin ürünü nasıl bir metadır? Bilimsel üretimin, zihinsel emek ile, kafa emeği ile olan ilişkisi nedir?5 Bilimsel üretim sürecindeki emeğin “üretken emek” olarak nitelendirilmesi mümkün müdür?6 Bilimsel üretim ile teknolojinin emek üretkenliğini artırarak dolaylıca yol açtığı artığın, sermaye kuramı açısından, klasik “tekel rantı”, artık-kar anlayışı çerçevesinde değerlendirilmesi yeterli midir? Tüm bu sorular, değer kuramı, sermaye ve artı değer kuramı açısından da meydan okuyucu sorulardır; bu sorunlar üzerine önemli bir birikim vardır ve her biri ayrı çalışmayı fazlasıyla hak eder. Ancak kapsamları gereği bu yazıda ele alınmıyorlar.

Vurgulanması gereken diğer bir nokta ise bilim üretimi ile teknoloji üretiminin iç içe geçmesi olgusudur. Yazının ana teması olan dönüşüm ile birlikte bilimsel üretim, sonuçları itibariyle üretimin hizmetine daha fazla girmiş, bu nedenle bilimsel üretim ile teknoloji üretimi iç içe geçmiştir. Temel bilimsel araştırmalar ile bu araştırmaların teknoloji olarak üretim sürecine yansıması arasındaki bağ güçlenmiş, süre hızlanmıştır. Bu nedenle araştırma laboratuarlarında genetik ya da kuantum üzerine çalışan bilim insanı ile genetiği değiştirilmiş ürünler, ilaçlar ya da nano teknoloji üzerine çalışan araştırmacılar ya aynı kişilerdir, ya da aynı kurumda veya sıkı bağlar içinde çalışmaktadır. Dolayısıyla yazıda teknoloji üretimi üzerine verilen her örnek, dolaysızca bilimsel üretimi içermektedir, aslen bilim üretimini anlatmaktadır. Ayşe Buğra bu iç içe geçmeyi şöyle anlatıyor:

“Günümüzde buluşların üretime uygulanması buluşların gerçekleşmesi için yürütülen bilimsel faaliyetlerden çok farklı olmayan çalışmalar gerektiriyor. Bu bağlamda buluşları teknolojik gelişmenin gerçekleştirilmesinde kullanılan girdiler olarak görmek mümkün. Bu girdilerin işlenmesi ve üretimde kullanılır duruma getirilmesi sanayide ayrı bir uzmanlaşma alanı, yeni bir iş örgütlenmesi gerektiriyor.” (Buğra, 1985: 31)

genel ve bağlamından koparılmış bir denetim isteğini değil, kapitalistin elde edilen artı değeri artırmak için emek sürecini kontrol altına alma amacını yansıtmaktadır. 5 "Zihinsel emeğin ürünü -bilim- her zaman değerinin çok altında bir yerde durur; çünkü onu yeniden üretmek için gerekli emek-zamanının, ilk üretimi için gereken emek zamanı ile hiçbir ilişkisi yoktur. Örneğin bir okul çocuğu, iki terimli denklem teoremini bir saatte öğrenebilir." (Marks, 1998: 334) 6 Bu sorunların genel hatlarının irdelenmesi açısından şu kaynaklara bakılabilir: zihinsel emek üzerine Guiglielmo Carchedi (1987, 1992). Yenilik ve artık-kar için Smith (2002). Zihinsel emek ile değer kuramı sorunu ilişkisi için bkz. Morris-Suzuki (1984, 1986), Carchedi (1998) [Davis vd. (1998) içinde], (Mandel, 2008, 1991)

Page 5: Kapitalizm ve Bilimin Üretimi, Bilimsel Emek Sürecindeki ...people.cs.deu.edu.tr/ilker/dosyalar/KapitalizmveBiliminUretimiBilimselEmekSurecindekiD...Ekonomik çevrimleri inceler,

5

Yazı ilk olarak bilimin ve onunla bağlantılı olarak teknolojinin özerk ele alınamayacağını öne sürüyor. Bilimsel emek sürecinin, bireysel dehaların gökten inmiş fikirlerine değil, toplumsal bir emek birikimine dayandığını vurguluyor. Bu emek sürecinin değişimini bir örnek üzerinden tartışıyor ve daha sonra bilimin sermayenin gerçek boyunduruk altına alınması sürecini işliyor.

Bilim Özerk midir?

David Noble, makine, otomasyon ve toplum arasındaki ilişkiyi incelediği kitaplarından birinin alt bölümüne “Otomasyonun Otomatik olmayan tarihi” başlığını koyar. Teknoloji tarihi ve teknolojik gelişme üzerine çalışmış Nathan Rosenberg de belki benzer bir güdüyle incelemelerimizin odak noktasının değiştirilmesi gerektiğini belirtir, Rosenberg’e göre, makinenin neyi, ne kadar ve nasıl ürettiğinin araştırılmasından makinenin kendisinin nasıl üretildiğinin, bilimin buradaki rolünün araştırılmasına yönelinmelidir. Bilimin tarihi otomatik, özerk bir tarih değildir. Bilimin toplumun içinde geliştiğine bakarak, bu açık bir sonuç gibi görünebilir. Basitçe, bilim toplumun ihtiyaçlarına yanıt veriyor, bu ihtiyaçları gidermeye çalışıyor gibi görünmektedir. Hastalıklardan, yaşam süremizi uzatmaya (kimilerinin yaşam süresini kısaltmaya), yiyeceklerden, üretim alanına, yaşamın her alanına giren teknoloji ve bunu geliştiren bilim, çoğu insana göre ya başa dert açmaktadır, ya da peşinen, daha rahat, daha güvenli bir dünyanın kurucuları arasındadır.7 Dert de olsa derman da olsa, gösterilen iyimser ya da karamsar tutumda ortak nokta, bilimin kendi öncüllerinden kalkarak, kendi mantığına göre hareket eden özerk bir güç olarak ele alınmasıdır.

Böyle olursa, örneğin şu tarihsel olay başlı başına bir muamma olarak kalır. Otomatik makineler ile ilgili bilimsel çalışmaların öncülerinden Norbert Wiener 13 Ağustos 1949’da Otomobil İşçileri Sendikası Başkanı Walter Reuther’e dehşet içinde kendisinin de çalıştığı projenin geldiği aşamayı ve sonuçlarını anlatır. Özellikle otomatik sistemin merkezini oluşturan geri besleme özelliğini geliştiren Wiener8, otomatik makinelerin kazandığı esneklik ile birçok işçiyi –özellikle kitle üretiminde- yerinden edeceği kaygısını taşıdığını belirtmektedir.9 Wiener, sendika ile birlikte ortak bir politika oluşturmayı, sendikayı desteklemeyi, gerekirse bilgiyi sanayicilere vermeyi geciktirmeyi bile önerir. Ancak sonuç, Wiener’in bilimsel fonlardan dışlanması, otomasyonun tüm hızıyla yaygınlaşması olur. Bilim, özerk biçimde iyi ya da kötü değildir, bir amaç uğruna iyi, birilerinin zararına kötüdür.

7 “Teknolojik gelişme özerk bir şey olarak görünür hale gelmeye başlanmıştır; politikanın ve toplumun üstünde, bizim kaderimiz haline de gelmesi gereken kendi kaderine sahip bir şey.” (Noble, 1995: 5). “Teknolojinin kendine özgü bir mantık süreci yoktur, toplumsal ilişkilerden bağımsız bir biçimde geliştirilip yeryüzüne inmez, geliştirildiği toplumda egemen güçler tarafından belirli çıkarlar doğrultusunda geliştirilir.” (Ansal, 1986: 223). Ayrıca bkz. Ansal (1985). 8 Wiener, İkinci Dünya Savaşı’nda ordu için de uçaklara karşı savunma projesinde yer almıştır; özellikle bilgisayarlı, elektronik kontrol sistemlerini, servomekanizmaları geliştiren öncülerdendir; elektronik ve bilgisayarlı geri besleme sistemleri ile, makinenin otomatik çalışmasını sağlayan kontrol değişkenleri esnek biçimde kendi kendine geri beslemeyle değişebilmektedir; böylelikle dışarıdan bir gözetleyici ya da operatörün müdahalesini oldukça aza indirgemektedir. Ancak Wiener, başından beri askeri projelere kuşkuyla yaklaşmış, Sibernetikin askeri gizilgücü hakkında endişe taşımıştır. Savaştan sonra ordu Wiener’den bilgi ve öneri istemeye başlayınca iki askeri projesini iptal etmiş, bulduklarını yayınlamaktan sakınmıştır (Noble, 1984: 71-74). 9 Bkz. (Noble, 1995: 161-63) Wiener, makinelerin işçileri yerinden etme süresini “on ya da yirmi yıl” olarak öngörmüştür ki; bu daha hızlı gerçekleşmiştir. Bu mektubu kitabında aktaran David Noble da, Wiener’in çalıştığı Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nde (MIT) ders vermiştir; ancak Noble, geçmişte kendisi gibi MIT’de çalışan Wiener’in öngördüğü sonuçları gözlemlemekle kalmamıştır. Noble, buradakiyle koşut biçimde bilimsel üretim ve teknolojinin, soyut “insanlığın” yararına değil sermaye birikimini koşulları ve ihtiyaçlarına uygun yapıldığını öne sürer.

Page 6: Kapitalizm ve Bilimin Üretimi, Bilimsel Emek Sürecindeki ...people.cs.deu.edu.tr/ilker/dosyalar/KapitalizmveBiliminUretimiBilimselEmekSurecindekiD...Ekonomik çevrimleri inceler,

6

Bundan daha eski bir tarihsel örnek de yeterince çarpıcıdır. Andrew Ure, 1835 yılında yayınlanan “Philosophy of Manufactures” (İmalatın Felsefesi) kitabında, “demir adam” denilen yün eğirme makinesinin bulunuş öyküsünü anlatmaktadır (Aktaran Noble, 1995: 145). Ure’ın anlatımı, belirli tarihsel dönemde bilimsel gelişmeye itilim veren anlayışı da yansıtmaktadır. “Demir adam” bulunmadan önce, yün eğiren işçiler, nitelikli işçi konumundaydılar. Ure’a göre, “kibirli’ ve “patrona karşı küstah” olan bu işçilerin, aldıkları yüksek ücret, onların “şükran duyan bir mizaca sahip olmalarına ve zihinlerini geliştirmelerine yol açacağına”, tersine kibirlerini beslemektedir; üstelik ücretler, dönüp dolaşıp “grevlerin itaatsiz ruhuna fon olarak katıl”maktadır. Bundan sonrası aynen şöyle anlatılmaktadır:

“Bu türden feci bir kargaşa sırasında birkaç kapitalist, Manchester’daki ünlü makinistlere başvurdular, onlardan buluş yeteneklerini kendi kendine çalışan bir yün eğirme makinesi yapmaya yöneltmelerini istediler. Buluşlarının benimsenmesine yönelik en liberal yüreklendirmelerin güvencesiyle Bay Roberts, bir mühendis olarak sürmekte olan tüm profesyonel uğraşını bir yana bırakıp, bereketli hizmetini bir yün eğirme otomasyonu yapmaya verdi. Böylece onu işletenlerin verdiği adla demir adam10 Minerva’nın emrindeki modern Prometeus’un elinden çıktı. – bu, çalışkan sınıflar arasında düzeni yeniden kurma görevini yüklenen bir yaratık. ... Bu buluş, daha önce ileri sürülmüş bulunan büyük öğretiyi doğruluyor: sermaye, bilimi hizmetine aldığı anda, işçinin söz dinlemez eli, uysallığı öğrenecektir.”11

Öyleyse bilim, dert ya da derman olurken bile, özerk değildir. Yukarıdaki iki örnek çoğaltılabilir, bilim tarihini inceleyenler, toplumsal mücadelelerin yükselmesiyle birlikte, bilimin toplum ile olan bağlantısını daha sıkı kurar hale gelmişlerdir. Bilimi, bilim insanlarının salt fedakâr çabaları, bireysel merakları, tutkuları ile açıklamayı yeterli bulmayarak, toplumsal koşulların yarattığı ihtiyaçları da dikkate almışlardır. Zira bilimin gelişimi, sadece bireyin merakı, ihtiyaçlar, çözümü sağlayacak malzemeler, gerekli maddi destek gibi bileşenlerin talih kuşu yardımıyla bir araya gelmesiyle olmamaktadır.

Andrew Ure, gerçekte üretim ile bilim arasındaki ilişkinin niteliğini açığa vuran güzel bir tarihsel örneği anlatmaktadır. Sadece işçilerin değil, makine ve hammaddelere yani üretim araçlarına sahip olan sınıfın, sermaye sınıfının ağzından anlatmaktadır, bilim ile üretim arasındaki ilişkiyi. Ure’ın örneğindeki bu ilişki, tarihte kalmamıştır, bilimin gerçek boyunduruk altına alınmasını irdelerken yeni örnekler de vereceğiz. Ancak bu ilişki kesinlikle, bir tarafında üretimin diğer tarafında bilimin yer aldığı özerk iki gücün ilişkisi değildir, bilim üretim ilişkileri içerisinde emek üretkenliğini artırmak üzere, bu üretimin ve ilişkilerinin açığa çıkardığı ihtiyaçlara göre gelişmektedir.12 Bunu, toplumsal ihtiyaçların karşılanması amacıyla bilimle girişilen karşılıklı ilişki olarak nitelendirmek de yanıltıcı ve eksik olacaktır. Yoksulluk, açlık ve kanser ya da öldürücü salgın hastalıkların ağır etkileri ortadayken, en fazla bilimsel fonun askeri harcamalara yönlendirilmesi şunu gösterir: söz konusu ihtiyaçlar genel bir toplumsal ihtiyaçlar kümesi değildir, belirli türden öncelikleri gözeten bir toplumsal ilişkinin ihtiyaçlarıdır. Bilimin, yaratıcı zekânın rastlantısal bir ürünü

10 Makineye “adam” (Man) denmesi, sadece erkek egemen bir bakışın dile yansıması olarak değil, bunun yanında sonuçlarının düşündürdükleri açısından da son derece ilginçtir. Demir adam çalışmaya başlayınca, pek çok erkek işçi atılmış, makineleşmeyle birlikte istihdam edilenler, (atılanlardan daha az olmakla birlikte) sayıları gün geçtikçe artan ve çok kötü koşullarda çalışan, genelde kadın ve çocuk işçiler olmuşlardır. 11 Noble, a. g. y. Marks da bu son cümleleri aktarır: (Marks, 1993 :448) 12 Engels bir kenar notunda şöyle diyor: "Şimdiye kadar hep üretimin bilime ne kadar borçlu olduğu ile övünülüp duruldu, oysa bilim üretime sonsuz borçludur." 1895'te yazdığı mektupta ise şunu söylüyor: "teknik bilime ihtiyaç duymaktadır ama bilim, tekniğin durumu ve ihtiyaçlarına çok daha fazla bağlıdır." Marks da, Engels de bilimin gelişmesinde üretim ilişkilerinin, üretim sürecinin ihtiyaçlarının belirleyiciliğine tekrar tekrar döndüler. Örneğin Toricelli vd. geliştirdiği hidrostatik biliminin, İtalya’nın ihtiyaçlarından kaynaklandığını belirtirler. Çünkü İtalya’da dağlardan gelen akarsuların düzenlenerek kontrol altına alınması gerekmektedir. (Rosenberg, 1976: 128)

Page 7: Kapitalizm ve Bilimin Üretimi, Bilimsel Emek Sürecindeki ...people.cs.deu.edu.tr/ilker/dosyalar/KapitalizmveBiliminUretimiBilimselEmekSurecindekiD...Ekonomik çevrimleri inceler,

7

veya özerk gelişen bir alan olarak alınması, toplumsal bir ilişki olan bilimin şeyleştirilmesi, fetişleştirilmesi olur. Toplumsal ilişkilerin şeyleşmesi, şeylerin ise kişileşmesi, fetişleşmenin ve kapitalist toplumun en önemli görünümlerindendir. Bilim tarihi üzerine uluslararası bir kongreye katılan Sovyet heyeti adına konuşan Buharin, bu konuda şunu söylüyor:

“Bilimin kendine yeterli karaktere sahip olduğu görüşü, ‘Bilim aşkına bilim!’ fikri naiftir: İki şeyi birbirine karıştırır: derin bir emek bölümü sistemi içinde, tek tek toplumsal işlevlerin farklı tiplerde, psikolojilerde, tutkularda kristalize olduğu, eklemleri birbirinden koparılmış, parçalara ayrılmış bir toplum koşullarında çalışan profesyonel bilim insanının öznel tutkuları (örneğin Schiller şöyle der: ‘Bilim bir tanrıçadır, sağmal inek değil’) ile muazzam pratik öneme sahip bu türden bir etkinliğin nesnel toplumsal rolü. Diğer toplumsal görüngülerin olduğu gibi bilimin fetişleştirilmesi ve buna karşılık gelen kategorilerin ilahlaştırılması, toplumun saptırılmış ideolojik bir refleksidir; bu toplum öyle bir toplumdur ki, emek bölümü toplumsal işlevler arasındaki bağların görünürlüğünü, bu işlevleri mutlak ve egemen değerler olarak onları eyleyenlerin (faillerin) bilincinden kopararak yok etmiştir” (Buharin’den Aktaran Young, 1990)

Bilimsel araştırma ve üretimde, ne kendi başına bilim insanının öznel tutku ve merakları rol oynamakta, ne de salt nesnelliğin kendisi, kendi başına sorunları insanların önüne çıkarmaktadır. Aksine, özgül toplumsal biçimlerden soyutlanarak bakılırsa, kendi maddi yaşamlarının üretim sürecinde insanlar karşılaştıkları sorunları çözmek amacıyla, insan olmanın temel özelliği olan us yürütme niteliğini kullanırlar. Bilim böyle bir gelişmenin yetkinleşmiş ürünüdür; bireysel arzu ve tutkulardan öte, toplumsaldır. Kendisi toplumsal bir ihtiyaca yönelik bir soruyla başladığı gibi, üzerine dayandığı temel de toplumsaldır, toplumsal birikime dayanır. Bilimin bir toplumsal emek ve birikim olduğu çoğunlukla göz ardı edilir, toplumsal emek ve birikim olarak bilim, bundan sonra anlatılacaktır.

Bilim ve Toplum

Bilim ve teknolojinin gelişmesinde itici güç, sınıflı bir toplum olan kapitalizmde, genel olarak üretimin ihtiyaçları değildir, artı değer üretiminin ihtiyaçlarıdır. Araştırmalarda en büyük fon, koruyucu sağlık hizmetlerinin gelişimi için ilaç ya da genetik araştırmalarına harcanmaz. Bırakalım daha uzun ömürlü kullanım değerleri üretmeyi aksine “dayanıklı mal”ların bile son kullanım tarihlerini giderek kısaltan, daha çok tükettiren ürünler üretmeye yönelik araştırmalara fon ayrılır.

Oysa bilim ve teknolojinin kendisi, bu üretimin genişleyen, birikimli yapısı gibi giderek daha fazla toplumsallaşan yapısına benzer. Bilimsel üretim, bilgi ve toplumsal emek birikimine dayanır.13 Toplumsallaşan bilimsel üretim, farklı farklı bilimsel çalışmaların daha fazla birbirlerinden yararlanmasını, bilimsel araştırmalar için bilgi paylaşımının, ortak çalışmanın, farklı bilimsel “somut emek” türlerinin birbiriyle etkileşerek çalışmasını getirmiştir. Ancak toplumsallaşan bilimsel üretim, sınıflı toplumda bunun “özel mülk” edinilmesini de beraberinde getirmektedir. Patent yasaları, fikri mülkiyet hakları, tarımda yüzyıllardır üretilen geleneksel bitki türlerinin üretiminin bile çok uluslu şirketlerce patentleri alınarak özel mülk edinilmesi bunun en somut örnekleridir.

Hâlbuki bilimsel emek hiç olmadığı kadar toplumsal birikime dayanmaktadır. Bilim insanının, gerekli içgörüyü sağlaması için belirli bir “dekor”un hazır olması gerekir, bu dekor gerçekte toplumsal üretim içindeki bilgi ve beceri birikiminin düzeyiyle olduğu kadar, temel özneler olan, üretim araçları sahibi sınıf ile üreten, işçi sınıfı arasındaki mücadele ile de belirlenir. Yukarıda Andrew Ure’dan aktardığımız örnek, üretim aracı sahibi sermaye sınıfı ile

13 Ayrıca Bkz (Rosenberg, 1976a: 71), (Usher, 1954: 65)

Page 8: Kapitalizm ve Bilimin Üretimi, Bilimsel Emek Sürecindeki ...people.cs.deu.edu.tr/ilker/dosyalar/KapitalizmveBiliminUretimiBilimselEmekSurecindekiD...Ekonomik çevrimleri inceler,

8

makinelerin işsiz bıraktığı işçiler arasında Luddist dönemin etkisiyle yoğunlaşan mücadelenin teknolojinin ve bilimin gelişmesinde nasıl belirleyici olduğunu göstermektedir.14

Bilim toplumsal emeğe dayalı birikimi içerir, bu emekten tarih içinde damıtılmış bilgidir15. Ancak buna rağmen sanki bir toplumsal ilişkinin ürünü değilmişçesine sırf parlak bir zihnin arzu ve merakına bağlanır, toplumsal sürekliliğinden koparılarak, salt buluşçunun öznel yetilerine indirgenir. Bilimin toplumsal bir emeğin ürünü olduğu, bu emek ile geliştiği unutulur, emekçinin karşısına bilim, onu hakimiyet altına alan, sermayenin gücüymüş gibi çıkar.

“… makinede gerçekleşen bilim, işçilere karşı sermaye olarak ortaya çıkar. Ve gerçekte bilimin, doğal güçlerin ve emeğin ürünlerinin büyük ölçekte, toplumsal emek üzerinden kurulmuş uygulanmalarının tümü, yalnızca emeğin sömürüsünün araçları artı emeğe el koyma araçları dolayısıyla emeğe karşı sermayenin sahip olduğu güçler olarak ortaya çıkarlar. Doğal olarak sermaye, emeği sömürmek için tüm bu araçları kullanır; ama sömürmek için bunları üretime uygulamak zorundadır. Ve bu yüzden de emeğin toplumsal üretken güçlerinin gelişmesi ve bu gelişmenin koşulları, sermayenin eylemi olarak belirir; buna karşı bireysel emekçi yalnızca edilgen bir tutum içinde olur, yine de bu gelişme ona karşı cereyan eder” (Marks, 1998: 366-67).

Bilimsel araştırmalar için gerekli olan fonların, para sermayenin yüksekliği, bilimin toplumsal karakterini gölgeleyerek, onun sıradan insanların, işçilerin gözünde sermaye sahipleri sayesinde üretilen bir zenginlikmiş gibi görünmesine yol açar.

“Böylece sermaye çok gizemli bir varlık haline gelir. ….(1) Artı emeği zorlayan bir güç olarak; (2) toplumsal emeğin üretken güçlerinin ve bilim gibi genel toplumsal üretken güçlerin emicisi ve sahiplenicisi (kişileşme) olarak üretkendir” (Marks, 1998: 367).

Bilim toplumsal emeğin ve aklın bir sonucu olarak değil de, sermayenin ürettiği bir şey olarak dikilir işçinin karşısına.

“…[emeğin] el birliği içinde birliği, işbölümü içinde bileşimi, emek ürünlerinin yanı sıra doğal güçlerin ve bilimin, makineleşme içinde, üretim için kullanılması-tüm bunlar, bireysel emekçilerin kendileriyle, yabancı ve şeyleşmiş bir şey olarak, emekçilerden bağımsız ve onlara egemen olan emek araçlarının varlık biçimleri olarak karşı karşıya gelirler; tıpkı emek araçlarının kendilerinin sermayenin ve dolayısıyla kapitalistin işlevleri olarak, malzeme, araç-gereç vb. olarak basit görülür biçimlerinde, emekçilerle karşı karşıya gelmeleri gibi” (Marks, 1998: 366; kalın harfli vurgular bana ait).

Sadece toplam sermaye döngüsünün, üretim evresinde makine olarak değil, son yüzyılda ürün ve üretim devrini artırmak, ürünlerini çeşitlendirmek, albenisini artırmak için yeni ürünler, yeni etkileme mekanizmaları arayışına giren sermaye açısından bilim, kendisini üreten toplumsal emeğin karşısına, sermayenin kendisinin ürettiği bir değermiş gibi dikilir. Marks’ın şeylerin kişileşmesi dediği şeydir bu.

Bilim tarihi ile emek tarihi üzerine yapılan çalışmalar, bilim ile keşifler, üretim sürecine getirilen teknik yenilikler arasındaki diyalektik ilişkiyi de sergilemektedirler. Soyutlamayı, soyut bağlantıları denklemleştirmeyi temel alan bilimsel üretim, yoktan var olmamakta,

14 İşçilerin ilk (ama kesinlikle ilkel değil) toplu pazarlık yöntemi olarak anılabilecek olan Luddizm, kendilerini işten çıkarıp, yerlerine makineleri koyan sermaye sahiplerine karşı işçilerin makinelere zarar vererek giriştiği eylemlere verilen addır. 15 “Eleştirici bir teknoloji tarihi, 18. yüzyılın buluşlarından ne kadar azının, tek bir kimsenin eseri olduğunu ortaya koyabilir.” (Marks, 1993: 386n)

Page 9: Kapitalizm ve Bilimin Üretimi, Bilimsel Emek Sürecindeki ...people.cs.deu.edu.tr/ilker/dosyalar/KapitalizmveBiliminUretimiBilimselEmekSurecindekiD...Ekonomik çevrimleri inceler,

9

esasen üretim sürecinin sorunlarına verilen pratik yanıt ve uygulamaları kuramlaştırmaya dayanmakta, giderek daha ileri yeni çözümler sunmaya yönelmektedir.

“Endüstri Devriminin temelini oluşturan 18. yüzyıl ile 19. yüzyılın ilk yarısındaki teknik yeniliklerin tümü, en iyi tanımları sanatkar ya da mühendis olarak yapılabilecek kişilerce gerçekleştirilmiştir. Bunların çok azı üniversite eğitimliydi ve tümü çalışmalarının sonucunu bilimsel kuramdan yararlanmadan almıştı. Buna rağmen, buluşların teknik nitelikleri söz konusu olduğunda bu kişilerin Bilimsel Devrimin önde gelenlerinden fikir aldığı yolunda sürüp giden söylentiler ortaya çıkmıştır…. Tarihsel araştırmalar bu söylentilere destek vermemiştir. Örneğin Fransız Fizikçi Sadi Carnot, buhar makinesinin nasıl çalıştığının ilk bilimsel çözümlemesini bu makineler yaygınlaştıktan çok sonra 1824’te yayımlanan Ateşin Hareket Ettirici Gücü ve Bu Gücü Kullanacak Makineler Üstüne Düşünceler adlı çalışmasında yapmıştır” (McClellan ve Dorn, 2006: 335-36).

Zanaatkarların, (çalışan sınıfın nüvesi bu ilk emekçilerin) bilimi geliştirmede sadece pratik önemleri yoktu, aynı zamanda yürüttükleri zanaatın gereklerini aşan kuramsal ve bilimsel konularda da çalışıyor, kendilerini geliştirmek için kulüpler kuruyor, toplantılar yapıyorlardı. Özcesi, zanaatçıların, yani işçi sınıfının embriyonik üyelerinin bilimin gelişmesinde pratik ve temel önemi vardı.

İngiltere’de “Zanaatkarlar ve Bilimin Kökeni” başlıklı makalesinde Arthur Clegg, Londra’da 1562’de bir aritmetik okulunun öğrenci bulmak için ilan verdiğini yazar. Aynı kaynakta belirtilene göre, 1588’de şehir tarafından parası ödenen Dr. Thomas Hood, aritmetik, geometri, astronomi ve kimi pratik uygulamaları üzerine “çok az tahsil almış ancak yararlı öğrenim için aşırı tutku ve arzu ile dolmuş hevesli zanaatkarlara, askerlere ve denizcilere” dersler vermişti (Clegg, 1979: 198)16 Dolayısıyla kapitalizmin başından beri bilim ile üretim sıkı bir ilişki içerisindeydi. Yazının ana konusu bilimsel emek sürecinde yaşanan dönüşüm olmasına karşın, bilim üretimi ile sermaye birikimi arasındaki ilişkinin temel dinamiğine ana hatlarıyla değinmek gerekiyor.

Kapitalizmi özgül kılan, meta üretimi değil, artı-değer üretimidir, kapitalizmi devindiren iki temel sınıf, artı-değer üretimi üzerinden mücadele alanında yerlerini alırlar. Üretim araçlarının sahibi olan sınıfın, bu araçlarla üretim yapan işçiden daha çok artı değer sızdırmasının temel dinamiklerinden birisi, mutlak olarak artık emeği artırmaksa, bundan asla kopamayacak olan diğeri ise, gerekli emeği azaltarak, artık emek parçasını artırmaktır. Bu ise, emek üretkenliğin artması, yani bilim ve tekniğin yeniliklerinin üretim sürecine uygulanmasıdır. Elbette ki, sermayenin toplam döngüsü, makinelerin, ürünlerin devri, ürünlerin çeşitlerinin artması, hemen satılıp gerçekleştirilebilmeleri için albenilerinin artırılması, kolay duyurulması, ulaşım ve taşıma olanaklarının artırılması gibi pek çok alanı kapsar; bu yüzden bilim ve teknik sadece dar anlamıyla üretim sınırlarını değil, onu kapsayarak sözü edilen diğer alanlara da yaygınlaşır. Marks, sermayenin engeli kendisidir derken, krizlerin sermaye birikiminin içsel ve kaçınılmaz bir öğesi olduğunu vurgulamıştır. Kar oranlarının düşme eğilimine karşı sabit sermayenin devir süresinin kısaltılması, dolaşımın devir hızının artırılması, finansal alanda ve taşımacılıkta teknolojiden yararlanma gibi amaçlarla, bilim ve teknolojinin üretimi hızlandırılmış, sistemli ve kurumsal hale getirilmiştir. Tüm bu teknik gelişmeyi doğuran ihtiyaçlar, gerçekte bir sınıf mücadelesi alanının ürettiği ihtiyaçlardır. Üstelik sadece iki karşıt sınıfın arasındaki mücadelenin değil, her bir sınıfın kendi içindeki rekabetin de ürünleridir. Bunun için toplumsal gelişmeyi, sınıf karakterinden kopartarak, teknik bir dönüşüm olarak görmek, bir bütün olarak yanılmak, toplumsal

16 Benzer bir noktaya İngiliz işçilerinin bir sınıf olarak oluşumunu inceleyen E. P. Thompson da dikkat çeker (Thompson, 2004).

Page 10: Kapitalizm ve Bilimin Üretimi, Bilimsel Emek Sürecindeki ...people.cs.deu.edu.tr/ilker/dosyalar/KapitalizmveBiliminUretimiBilimselEmekSurecindekiD...Ekonomik çevrimleri inceler,

10

değişimi, şeylerin ilişkilerine devretmek olacaktır. Şimdi bilimin bu zemin üzerindeki tarihsel değişimini, Marks’ın önerdiği ayrımla değerlendirmek yararlı olabilir.

Bir Düşünce Deneyi (Gedankenexperiment): Manifaktür ve Los Alamos

Bizzat geçmişten gelen toplumsal emeğe, birikime17 çok şey borçlu olan Einstein gibi biz de, bir düşünce deneyi yapalım. O, biri hızla giden trende diğeri yerde olan iki referans çerçevesi (koordinat düzlemi) düşlüyordu. Biz biri tarih trenine binmiş ve çoktan geçmişte kalmış olan Manifaktür üretimi ile yakın geçmişin bir projesini karşılaştırmak için hayal gücümüzü kullanalım. Bahsettiğimiz proje, Manhattan Projesidir.

“1941 Sonbaharında, ABD’nin İkinci Dünya Savaşı’na girmesinin arifesinde Roosevelt atom bombaları üretimi için büyük bir girişim başlatmıştır. … Bu girişimle oluşturulan ve ABD’li general Leslie Groves’un genel komutasındaki Manhattan Projesinde ülkenin farklı otuz yedi yerinde 43000 kişi çalışmış ve projenin maliyeti zamanın 2,2 milyar dolarına ulaşmıştı. İtalyan politik göçmeni bilim adamı Enrico Fermi, denetlenebilir bir zincirleme reaksiyonu Aralık 1942’de Chicago üniversitesinin futbol stadyumunun altında ilk kez oluşturmayı başarmıştır. 16 Temmuz 1945’te ise Amerikalı fizikçi J. Robert Oppenheimer’in yönetimindeki bir ekip, New Mexico’daki Los Alamos laboratuarlarının yakınındaki Trinity bölgesinde dünyanın ilk atomik patlamasını gerçekleştirmiştir.” (McClellan ve Dorn, 2006: 423)

Bu alıntıda belirtilmiyor ama bu 43 bin kişinin sadece birbirinden değil, yaptıklarının bir bütün olarak ne olduğundan bile haberleri yoktur. Örneğin, uçak mühendisleri, ağır bir yükü belirli bir menzile sarsmadan taşıyacak bombardıman uçağı tasarlamaktan, pilotlar ise bu uçağı uçurabilecek yeterliliğe ulaşma görevinden ötesini sadece tahmin edebilirlerdi. Hatta bilim insanlarının, araştırmacıların, mühendisler ve teknisyenlerin kimi zaman ne yaptıklarını bilmemesi Feynman’ın anılarında anlattığı gibi büyük tehlikelere de neden oluyordu. Patlayıcı niteliğindeki nükleer maddeler, büyük yığınlar halinde yan yana depolanabiliyor, bilmeden tehlikeli biçimde taşınabiliyorlardı (Feynman, 2000). Bilim insanları ise büyük bir gizlilik içinde Los Alamos’ta kendilerin tahsis edilen bölgede yaşamlarını oradan çıkmadan sürdürürken, büyük bir “bilimsel tartışma ve özgürlük ortamı içinde”18 herkes sadece kendi parçasına uzmanlaşmış, yoğunlaşmış olarak araştırmalarını yürütüyorlardı. Ancak emek süreci ve sermaye ile ilişki açısından burada yürütülen üretim sanki Manifaktür dönemini andırmaktadır. Bir bilim üretim manifaktürü…

Farklı alanlarda uzmanlaşmış el işçilerinin el birliği içinde bir araya gelerek üretimleri manifaktür olarak adlandırılır (Marks, 1993: 351-52) Marks elbirliğinin ve emek üretkenliğinin farklı bir düzeyi ve önemli bir geçiş aşaması olarak gördüğü manifaktürün iki yoldan ortaya çıktığını ileri sürer: bir yandan farklı uzmanlık alanlarının bir araya gelerek bir çatıda toplanmasıyla oluşan, diğer yandan ise belirli bir zanaatı parçalara bölerek her bir emekçinin ayrı işte uzmanlaşmasını dayatan manifaktür oluşumu (Marks, 1993: 353). Ancak

17 Bunlar Einstein’in değerini asla küçültmez ama Einstein’ın Almanya’nın bilim ortamına, Maxwell’in elektromanyetik kurama getirdiği devasa yeniliklere (Maxwell denklemleri), Riemann Geometrisi’ne (Hilbert ve Minkowski uzayları) ve hemen sayılamayacak pek çok bilimsel gelişmeye borcu es geçilemez. Üstelik elektromanyetiğin gelişiminden, soyut uzay kuramının gelişimine kadar hepsinin somut toplumsal tarihsel zemini, hangi ihtiyaca yönelik soyutlamalarla geliştiği, bugün yetkin pek çok bilim tarihi kitabında anlatılmaktadır. 18 Bilimin sonuçta yine sermaye ilişkisinin tahakkümünde üretilmesi, katılan birçok bilim insanının Los Alamos’u “özgür tartışma, fikir geliştirme, çalışma” ortamı olarak görmesini engelleyememiştir. Nazi Almanya’sına karşı erken davranma güdüsü tüm davranışları belirlemiştir.

Page 11: Kapitalizm ve Bilimin Üretimi, Bilimsel Emek Sürecindeki ...people.cs.deu.edu.tr/ilker/dosyalar/KapitalizmveBiliminUretimiBilimselEmekSurecindekiD...Ekonomik çevrimleri inceler,

11

“özel çıkış noktası ne olursa olsun, son biçimi, daima aynıdır parçaları insan olan bir üretim mekanizmasıdır”

Bu yazının hedefinde dönemlendirme çabası yoktur, ancak bu düşünce deneyi, bugünkü gerçeklerle geçmiş arasında bağı aydınlatabilmek için yapılmaktadır. Bugünkü görünümler ile eski görünümlerin bir karşılaştırmasını, eleştirel olmayan bilim tarihi kitabı bile şöyle sunmaktadır:

“Manhattan Projesi … birçok yönden bilim yapmanın yeni bir yolu olan bilimsel üretimin endüstrileşmesini… örneklemiştir. 19. yüzyılda bir bilim adamı19 küçük bir laboratuarda yalnız ya da birlikte çalıştığı birkaç kişiyle bilimsel bilgi üretimindeki egemen biçimi temsil ediyordu. Ancak, 20. yüzyılda nükleer fizikteki gelişmelerle birlikte bu eski biçim değişmiştir. Araştırmalar büyük düzenler ve pahalı donatılar getirmeye başlamış ve giderek kişisel deneycilerin, hatta üniversitelerin ya da özel araştırma kuruluşlarının kaynaklarını zorlamaya başlamıştır. Bir ekibin her üyesi karmaşık bir araştırma çabasının tek bir yönünde uzmanlaşmıştır. Böyle ekip çalışmasına dayalı araştırmaların sonunda üretilen makalelerin altında bazen yüzlerce kişinin imzası olmuştur.”(McClellan ve Dorn, 2006: 425).20

Manhattan projesi, belki de, bilim üretiminde eski elbirliği ile yeni elbirliği arasındaki bir geçiş döneminin örneği olarak değerlendirilebilir. Eski aşama, laboratuarda “küçük meta üretimi” örneği kendi yağıyla kavrulan, “ürününü satan” bir bilim insanını simgelemektedir. Yeni aşamayı niteleyen faktörler ise daha karmaşık olmalıdır. Bu karmaşıklığı betimleme çabasında öne çıkan nitelikler, bilimsel emek sürecinin parçalara ayırılması, bu emek sürecinin öznesi olan araştırmacıların tayin edilmiş bilimsel proje aşamalarında denetlenmesidir. Farklı farklı nitelikte araştırmacılar, mühendis ve teknisyenler, Los Alamos bilim manifaktüründe elbirliği içerisinde çalıştırılmışlardır. Nobel ödüllü fizikçi Feynman’ın anılarında anlattıkları, bilimsel emek sürecinin, bilim insanının üretiminin nasıl parçalara bölünerek, her bir parça üzerinden denetlendiği konusunda başlı başına bir belge niteliği taşımaktadır. Örneğin, Los Alamos’ta bir araya getirilen araştırmacılar ve bilimcilerin yazışmaları denetlenmektedir, Feynman eşi ile şifreli olarak yazışır, amacı denetimden kaçarak, özgürce, insanca duygularını paylaşmaktır. Şifreli yazışma denetime takılır. Yönetimin ve ordunun komuta kademesinin bu yazışmalara tavrı, bilim insanın yaratıcılığı bastırmaktan çok denetim altına almaktır. Anılar, böyle bir gerilimi, Feynman’ın muzipçe bu denetimi aşma çabalarını, yönetimin ise buna sınırlı izin vererek, bir bilim insanının birikiminden bomba yapımında yararlanma amaçlarını nasıl kolladıklarını göstermektedir. Tıpkı fabrikada olduğu gibi kapitalist üretimin birikim amacıyla denetlenmesine karşı işçilerin direnç göstermesine benzer biçimde bilimsel üretim sürecinde araştırmacılar, buna direnç göstermektedirler.

19 Alıntı olduğu için “bilim adamı” ibaresi değişmeden kalmak zorunda. Ne yazık ki, kitabın çevirmeni ya da editörü, daha vahimi belki de her ikisi birden, örneğin Marie Curie gibi 2 kez (1903’de Fizik dalında ödülü paylaşarak, 1911’de ise tek başına Kimya dalında) Nobel ödülü almış, ömrü yoksulluk içinde geçmiş değerli bir bilim kadınını laboratuarda çalışmaya değil, evde oturmaya layık görüyorlar. Oysa ki, Marie Curie ve eşi, kurdukları laboratuarlarında araştırmalarını yalnızca ödül paralarıyla sürdürmüşler, insanlığın yararına olduğu için bulduklarına patent almayı, bundan para kazanmayı reddetmişlerdi. Geliştirdikleri röntgen uygulamasının hastanelerde kullanılması için uğraşmışlardı. Üstelik bunu yaparken üzerinde uğraştıkları radyasyon, Marie Curie’nin yaşamının erken bitmesine neden oldu. Belki de dünyada bilim dalında Nobel ödülünü birden fazla kez kazanan tek bilim insanı olup da “adam” olamamak ne gam! 20 “Örneğin, 1995’de bulunan ‘üst kuvark’, Fermi National Accelerator Laboratory’de her biri 100 milyon $ değerindeki iki algılayıcının başında bulunan ve yine her biri 450 bilim adamı ve teknisyenden oluşan iki ayrı ekip tarafından üretilmiştir.” a. g. y.

Page 12: Kapitalizm ve Bilimin Üretimi, Bilimsel Emek Sürecindeki ...people.cs.deu.edu.tr/ilker/dosyalar/KapitalizmveBiliminUretimiBilimselEmekSurecindekiD...Ekonomik çevrimleri inceler,

12

Bilimin üretimi, üretime uygulanması ile iç içe geçmiştir, üretime uygulanma, daha önce belirttiğimiz gibi bir sınıf mücadelesi konusudur. Sadece işçiyi yerinden edip yerine makineyi geçiren sermaye gücüne karşı bir mücadele değil, aynı zamanda sermayenin ve keza işçilerin kendi aralarındaki bir rekabet de söz konusudur. Karşıt sınıflar arasındaki mücadelede bir “denge” kurulduğu sürece, sermayenin kar oranının düşme eğilimini hafifleten ve birikim sürecini belirleyen temel faktörlerden biri emek üretkenliğinin yükselmesidir. Bilimsel üretimin ve teknolojik gelişimin ikili yönü burada da kendisini gösterir: İşçi sınıfının “uysallaştırılması”, yani mücadelesinin kırılması gereken zamanlarda, bilimsel üretimin, işçilerin yerine makinaları koyan, makinalaşmayı hızlandıran yönü ön plana çıkar. Kar oranlarının düşmesiyle birlikte bireysel sermayeler arası rekabetin kızıştığı zamanlarda ise sabit sermayenin devrinin düşürülmesi, ürün ve üretim sürecinde teknolojik yenilik yönü ağır basar. Kapitalizmin bilimsel ve teknolojik gelişim ihtiyacı, farklı zamanlarda salt biri ya da öbürünü kullanarak karşılanmaz, aksine bu iki yönün bileşimidir. Kızışan rekabet anlarında, krize ve savaşa sürükleyen koşullarda, sabit sermaye donanımını geliştirmek ya da silahlanma için bilimsel üretim gerekebilir. Özellikle bu son durum, tek tek bireysel sermayelerin güçlerinin yettiğinden daha fazla bir ek sermayenin bilimsel üretimin deneylerine aktarılmasını gerektirecektir. Bu koşullarda, pek çok sermayenin (many capital) ayrı ayrı emek üretkenliğini artırmak için girişimde bulunması yerine “genel olarak sermaye”nin bilimsel ve teknik gelişmeye kaynak aktarması mümkün olan durumlar içinde en güçlü olasılık olacaktır. Manhattan projesi, devletin, “genel olarak sermaye”nin çıkarları adına ilkin ordu ve savaş becerileri üzerinden başlattığı projedir; ancak II. Dünya Savaşı sonrası üretim alanına doğrudan yansımaları gecikmemiştir21. Geçiş aşaması olan Manhattan Projesi’nin sonrası ise yeni aşama olarak dev şirketlerin, tekellerin, sermaye birikimleri oranında, diğerleriyle rekabette üstün konuma geçmek için, araştırma geliştirme işlevini, kendi şirketleri bünyesine almaları ya da bu işlevi yerine getiren şirketlerle ilişkiye geçmeleri evresi olmuştur.

Bilimin endüstrileşmesi, endüstriyel araştırmanın kurumsallaşması ilk olarak Batı Avrupa’da, özellikle 1870’lerde Alman kimya şirketlerinde gelişmiştir. Bu konuda Alman Bayer şirketi sık sık verilen örnektir (Gorz, 1978: 163). Buna paralel biçimde endüstriyel araştırmayı destekleyen düzenlemeler devlet ve üniversitede yapıldı.

“Alman kapitalist sınıfı bilimi üniversiteler, sanayi laboratuarları, profesyonel meslek örgütleri, ticaret odaları, devlet destekli araştırmalar kanalı ile geniş bir şekilde örgütleme çabasına girmiş ve bilim modern sanayinin temeli olarak kullanmaya başlamıştır bile.” (Ansal, 1997: 190).

İşletme içinde kurulan ilk endüstriyel araştırma laboratuarı bu tarihlerde Alman kimya sanayinde ortaya çıkmıştır (Rosenberg ve Mowery, 1993: 11). Durum öyledir ki, Alman sanayisinin, akademisinin etkinliği, ABD’yi etkilemiştir. ABD üniversitelerinin çoğunun devlet fonlarıyla desteklenmesi bu süreçte gelişmiştir. Rosenberg ve Mowery’nin yazdığına göre, bu dönemde sanayi ile üniversite arasındaki formel ve enformel bağlar güçlenmiş; üniversiteler, Amerikan şirketleri için dışarıdaki teknolojik gelişmeleri izleyip haber veren odak noktaları haline gelmiştir. ABD kimya ve elektrik şirketleri Alman sanayinde yaşanan bu gelişimi hızlı bir biçimde taklit etmişlerdir. Bu bilimsel araştırmalar, 1870’lerle birlikte fizik ve kimya biliminde yaşanan gelişmelere dayanmışlardır. Örneğin Almanya’daki kimya

21 David Noble, Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nde (MIT) savaş sonrası bilimsel buluşların üretim sürecine, sermaye birikim sürecine hızla eklemlenmesini sağlayan gelişmeleri, “Üretim Kuvvetleri” kitabında (Noble, 1984) çarpıcı biçimde tasvir eder. Sayısal takım tezgahlarının bulunması vb.

Page 13: Kapitalizm ve Bilimin Üretimi, Bilimsel Emek Sürecindeki ...people.cs.deu.edu.tr/ilker/dosyalar/KapitalizmveBiliminUretimiBilimselEmekSurecindekiD...Ekonomik çevrimleri inceler,

13

fabrikaları, organik kimyadaki gelişme ve buluşları ticari alana aktarabilmek için endüstriyel ar-ge’ye yatırım yapmışlardır.

Kapitalizmin 1870’lerde girdiği büyük krizin ardından yaşanan 1890’lara kadar süren durgunluktan sonra, teknolojik yenilik ile araştırma geliştirmeye yönelen yatırımlar hızlanmış, kurumsallaşmaya başlamıştır.

Bu tarihten sonra ABD ve Avrupa’da büyük şirketlerin araştırma geliştirmeye yönelik yatırımları hızlanmıştır. General Electric Westing House, AT&T ve Dupont gibi büyük şirketler, bilimi bir yandan teşvik ederken bir yandan da düzenlemeye girişmişlerdir. ABD’de 1890’larda tröstlere karşı çıkartılan Sherman Yasası’nın önce büyük şirketlerin birleşmeleri üzerinde etkisi olmuş, daha sonra şirketlerin araştırma-geliştirmeye, patentlere yaptığı yatırım hızlanmıştır. Başlangıçta, fiyat ve çıktı üzerinden girilen tröst anlaşmalarını yasaklayan Sherman yasası, fiyatlar ile pazar üzerindeki egemenliğini sürdüremeyen şirketlerin pazar paylarını büyütmek için yatay birleşmesini hızlandırmıştır. 1904 yılında yatay birleşmelerin engellenmeye başlaması ile birlikte şirketler için alternatif büyüme yolu olarak teknolojik yenilik, patent hakları ve araştırma geliştirme önemli bir seçenek olarak ortaya çıkmıştır (Rosenberg ve Mowery, 1993: 14). 1904’ten sonra büyük şirketler artık tek bir dalda değil çeşitlenen dallarda üretim yapmaya yönelmişler, yeni teknolojileri ticarileştirebilmek için dışarıdan alınan patentleri ya da kendi geliştirdikleri ürünleri kullanma yoluna gitmişlerdir. Kodak gibi fotoğraf ve malzemesi üreten ya da Du Pont gibi barut, lastik ve malzemeleri üreten dev şirketlerin patent hakları ve araştırma geliştirmeye yönelik yatırımları bu dönemde büyümeye başlamıştır.

General Electric şirketi örneği, ABD’de patent ve endüstriyel araştırma geliştirmeye yapılan yatırımların, Sherman Yasası’ndan sonra nasıl bir yön izlediğine iyi bir örnektir. Anti tröst yasaları sadece verili pazarda fiyat ve çıktı üzerinden anlaşma yapıp tekel oluşturmayı yasaklamıştır; patent hakları ve bununla gelen yeni pazar üzerindeki egemenliğe hiçbir sınırlama getirmemiştir. General Electric için ar-ge etkinliği ile kendi geliştirdiği tantal ya da tungsten filamanlı elektrik lambalarında tek hakim kendisidir; bunlar karbon lambaların yerini hızla almaktadırlar. Dolayısıyla karbon lamba pazarının anti tröst yasasıyla açık hale gelmesinde, yani fiyat tekelinin önüne geçilmesinde General Electric için zarar değil, aksine yarar vardır. Böylelikle geliştirdiği yeni ürünle yarattığı pazar üzerinde tekel elde edebilir. Kısacası ABD’de yasal düzenlemeler, dev şirketlerin teknolojik yeniliğe, bilimsel araştırmalara yatırım yapmasını sağlamış, bunun için elverişli koşullar oluşturmuştur.

Aslında 20. yüzyılın başlangıcından itibaren bilim üretiminin sermayeleşmesi süreci birkaç boyutta ilerledi.

"Önce bilimsel sanayi metaları üzerinde kurumsal bir denetim kurarak endüstriyel ve bilimsel standartları yükseltmişler, ikinci olarak patent tekeli yoluyla bilimsel endüstri ürünleri üzerinde kontrol sağlamışlar ve patent sistemini reforme etmişler, üçüncü olarak sanayi ve üniversite araştırma kurumları aracılığı ile bilimsel yenilikleri ve buluşları kontrol altına almışlar. Nihayet dördüncü olarak yüksek teknik öğrenimi ve devlet okullarını dönüştürerek endüstriyel bilimin pratik uygulayıcıları üzerinde kontrol kurmuşlardır" (Noble, 1981:65).

Üniversite ve eğitim özellikle ilkin Almanya ve ABD’de sanayi ile işbirliği amacıyla yeniden yapılandı. Massachusetts Teknoloji Enstitüsü (MIT) bu dönemde üniversite sanayi işbirliğinin önemli simgelerinden oldu. 1919 yılında devlet fonları sınırlandığında sanayiden sponsorluk almak üzere hırsla bilimsel araştırmalarını sanayinin gelişimine entegre eden

Page 14: Kapitalizm ve Bilimin Üretimi, Bilimsel Emek Sürecindeki ...people.cs.deu.edu.tr/ilker/dosyalar/KapitalizmveBiliminUretimiBilimselEmekSurecindekiD...Ekonomik çevrimleri inceler,

14

enstitü, ABD yüksek öğretiminde gelişen bir akımın da örneği oldu (Rosenberg ve Mowery, 1993: 34). MIT’te Endüstriyel İşbirliği ve Araştırma Bölümü’nün kurulması da bu tarihte olmuştur. Savaş sanayinin gerektirdiği araştırma da hem üniversitelerdeki araştırmanın, hem de şirketlerdeki araştırma yatırımlarının gelişiminde önemli bir etken oldu. Böylelikle üniversite ve sanayi araştırma yönünden birbirlerine kaynak oluşturan işbirliğini ilerlettiler.

“büyük firmalar üniversiteden araştırmacılar alarak araştırmalarını firmaların içine taşıdılar. Kısa zamanda, yüzlerce bilimci, mühendis ve teknisyenin çalıştığı dev kurumlar oluşturuldu. Kendi araştırma merkezini kurmaya gücü yetmeyen küçük firmalar bağımsız araştırma merkezleri ve laboratuarları ile Ar-Ge gereksinimlerini karşılamaya çalıştılar.

Ancak tüm bu gayretler sanayinin bilim-araştırma dünyası ile yeterli bağlar kurmasına olanak vermiyordu. Üniversitelerle sanayi arasındaki ilişkileri daha yakın bir işbirliğine dönüştürerek üniversitedeki bilimsel potansiyelden ve çalışmalardan azami faydayı sağlamanın yolları açılmaya çalışıldı. Böylece Amerikan sanayi, üniversitelere kârlı bir işbirliği ve yatırım alanı olarak kapılarını ve kasalarını açtı. Bunun sonucunda da, bütün araştırmalar yeniden tanımlandı ve fakülteler, öğretim üyeleri ve öğrencilerin bu yapı içinde bağımsız bilimsel çalışmaları son buldu. Artık üniversitelerdeki bilimsel çalışmalarda hangi soruların peşine düşüleceğini, hangi problemlerin inceleneceğini, ne tür çözümlerin aranacağını ve ne tip sonuçlar çıkarılması gerektiğini bu yeni yapı belirler oldu” (Ansal, 1997: 191).

Bilimsel araştırma sürecinin üniversitelerde ve sanayide parçalanmasının ve geçirdiği niteliksel dönüşümün verileri pek çok kaynakta yer almaktadır. Bu dönüşümün iki evresi arasında bilimsel üretimin farklılaşmasına Nathan Rosenberg, makine üretimi vesilesiyle, Ayşe Buğra ise genel olarak teknoloji vesilesiyle değinmektedirler (Rosenberg, 1976)22 (Buğra, 1985).23 Bu dönüşümü anlamaya çalışırken Marks’ın yapmış olduğu bir ayrımdan yararlanmak olanaklı mıdır? Bu dönüşümü yani değişime bir örnek olarak değerlendirdiğimiz Los Alamos bilimin üretiminde farklı bir evreye geçişin basamağına bir örnek olabilir mi? Yazının ilerleyen bölümünde bu sorulara yanıt bulmak için Marks’ın ayrımını hatırlatacak, ondan sonra tekrar bilimsel emek sürecinin parçalanmasına, bilimin sermayeleşmesi ve kurumsallaşmasına döneceğiz.

Biçimsel boyunduruk / Gerçek Boyunduruk

Marks’ın kullandığı bu iki temel kavram, Kapital’de geçerler ancak ayrıntılı olarak açıklanmazlar. Kapital’in birinci cildi için yazılan ancak sonra basımdan çıkarılan “Dolaysız Üretim Sürecinin Sonuçları” bölümünde bu kavramlar ayrıntılı bir biçimde işlenir.

Kısaca özetlersek, sermayenin biçimsel boyunduruk altına aldığı emek süreçlerinde artı değer üretimi ve artı değere kapitalist tarafından el koyulması bulunmaktadır. Biçimsel boyundurukta, mutlak artı değer elde etme biçimi, artı değer sömürüsünün tek biçimidir (Marks, 1990: 1021). Buna karşılık, emeğin nesnel koşulları ile öznel koşulları arasındaki 22 Eli Whitney, pamuk çırçır makinesinin keşfederek üretime getirdiği üretkenlik ile bilinir. Ancak Whitney daha sonra tüfek üretiminde ününü daha fazla duyurmuştur, ilk kez değişebilir/yedek (interchangable) parçaların seri üretimini yapmıştır. Böylece eskiyen parçaları yenilemek ve böylelikle yedek parçaların satışı olanaklı hale gelmiştir. Rosenberg bu gelişmenin bu parçaların üretimindeki süreçleri de birbirine yaklaştırdığını hatırlatır(Rosenberg, 1976: s.17 ile 1 ve 2. bölüm). 23 “19'uncu yüzyıl deneyimi ile 20'inci yüzyıl gerçekleri arasında, teknolojik gelişmenin kaynakları açısından, bazı önemli farklar göze çarpıyor. 19'uncu yüzyılın teknolojik gelişmelerini büyük ölçüde sanayi dışından kay-naklanan buluşların üretime uygulanmasıyla açıklayabiliyoruz. Oysa 20'inci yüzyılda, özellikle en önemli teknolojik ilerlemelerin yer aldığı kimya, ulaşım ve telekomünikasyon gibi sektörlerde, ilerlemelerin sanayi içinden, uzmanlaşmış Araştırma ve Geliştirme laboratuarlarında yürütülen sistematik çabalar sonucunda ortaya çıktığını görüyoruz” (Buğra, 1985: 30-31)

Page 15: Kapitalizm ve Bilimin Üretimi, Bilimsel Emek Sürecindeki ...people.cs.deu.edu.tr/ilker/dosyalar/KapitalizmveBiliminUretimiBilimselEmekSurecindekiD...Ekonomik çevrimleri inceler,

15

ilişki, değerlenme sürecini tek öncelik olarak alacak biçimde sermayenin denetimi altına alınmamıştır. Başka türlü ifade edersek, “aktüel emek sürecinin karakterinde hiçbir değişme yoktur”(Marks, 1990: 1021), (Brighton Labor Process Group, 1977). Üretim ölçeği genişledikçe, biçimsel boyunduruk altındaki emek kendi içinde farklılaşır. Bu ölçek büyümesi niteliksel değişimin de yolunu açar. (Marks, 1990:1022) Sermaye hacminin genişlemesi, aracı tüccarın elindeki sermayenin onu sanayi kapitalisti yapması, biçimsel boyunduruğun gerçek boyunduruğa dönüşmesini sağlayan niteliksel değişimlerden birisidir. Biçimsel boyunduruğun, öze dair özelliklerinden birisi de, artı emeğe el koyan ile emeği üreten arasındaki satışın özgül içeriğidir. Alıcı emek araçlarının, emeğin nesnel koşullarının sahibi olmadığı için satıcı ile ilişkiye girer, herhangi bir sabit politik ya da toplumsal egemenlik, tahakküm ilişkisi yoktur. İkinci özsel özellik işe şudur: emeğin öznel koşulları yani geçim araçları ile emeğin nesnel koşulları yani üretim araçları işçinin karşısına sermaye olarak çıkarlar. Sermaye ile emek arasındaki biçimsel ilişki kurulmuştur. “Teknolojik olarak konuşmak gerekirse, emek süreci eskisi gibi devam eder, sadece artık sermayeye tabidir.” (Marks, 1990: 1026)

Emeğin sermayeye gerçek boyunduruğu ise, göreli artı değer üretimi ile karakterize edilir. Bu aşamada emek süreci üreticinin yani işçinin denetiminden çıkmış, boyunduruk altına alınmıştır. Öte yandan emek sürecinde makineleşme ortaya çıkar. Bilim ve teknolojinin bilinçli uygulaması bu aşamanın diğer bir temel özelliğidir.

“Eğer mutlak artı değer üretimi, sermayenin emeği biçimsel denetim altına almasının maddi ifadesi olsaydı, o zaman göreli artı değer üretimi de mutlak artı değer üretiminin gerçek boyunduruk altına alınması olurdu” (Marks, 1990:1025).

Gerçek boyunduruk sürecini belirleyen nitelikler, birbiriyle iç içe geçen boyutlara sahip olsa da yeniden şöyle maddeleştirilebilir (Brighton Labour Process Group, 1977):

- göreli artı değer üretimi - makineleşmenin devreye sokulması - bilim ve teknolojinin bilinçli uygulanışı - emeğin hareketliliği ve yerinden edilebilirliği (yedek sanayi ordusu) - geniş ölçekli üretim

McClellan vd.’nin yukarıdaki alıntısının yakın zamanların eğilimini tarif eden betimlemelerini tekrar hatırlarsak:

“Ancak, 20. yüzyılda nükleer fizikteki gelişmelerle birlikte bu eski biçim değişmiştir. Araştırmalar büyük düzenler ve pahalı donatılar getirmeye başlamış ve giderek kişisel deneycilerin, hatta üniversitelerin ya da özel araştırma kuruluşlarının kaynaklarını zorlamaya başlamıştır. Bir ekibin her üyesi karmaşık bir araştırma çabasının tek bir yönünde uzmanlaşmıştır. Böyle ekip çalışmasına dayalı araştırmaların sonunda üretilen makalelerin altında bazen yüzlerce kişinin imzası olmuştur.”

Bilimsel üretimin emek süreci parçalara ayrılmış, biçimsel boyunduruk altında olduğunu söyleyebileceğimiz, eski birkaç kişilik laboratuar günlerine göre emek süreci özerkliğini kaybetmiştir. Bir ekibin her üyesi karmaşık bir araştırma çabasının tek bir yönünde uzmanlaşmış ise, ekibin her bir üyesinin emek süreci gerçekte toplam emek süreci tarafından belirlenecek, yaratıcılığın aleyhine emek sürecinin denetimi gerçekleşecektir. Bilimsel gelişmenin literatürü, bu literatüre yayın verme, yayınların atıf istatistikleri üzerinden sadece bilim insanının itibarının artması değil, giderek üniversitelerde bu ölçüye göre değer görmeye başlaması, bilimsel emek sürecinin denetlenmesinin de yolunu açar.

Page 16: Kapitalizm ve Bilimin Üretimi, Bilimsel Emek Sürecindeki ...people.cs.deu.edu.tr/ilker/dosyalar/KapitalizmveBiliminUretimiBilimselEmekSurecindekiD...Ekonomik çevrimleri inceler,

16

Sanayi dışından ya da şirket içinden yürütülen Ar-ge etkinliklerinin 20. yüzyılın ikinci yarısından sonra değişimi için Ayşe Buğra’nın dediğine bakarsak:

“20'inci yüzyılda, özellikle en önemli teknolojik ilerlemelerin yer aldığı kimya, ulaşım ve telekomünikasyon gibi -sektörlerde, ilerlemelerin sanayi içinden, uzmanlaşmış Araştırma ve Geliştirme laboratuvarlarında yürütülen sistematik çabalar sonucunda ortaya çıktığını görüyoruz. Bu olgunun tipik bir örneğini kimya sektöründe buluyoruz. Kimya sektöründe yer alan yeniliklerde bilimsel abstraktlar her zaman çok önemli olmuş. 1884'te bu abstraktların yalnızca yüzde 30'u kimya sanayiinin içinden kaynaklanıyor, geri kalanı sanayi dışında yürütülen bilimsel faaliyetlerin sonucu olarak yayınlanıyor. Daha 1952'de, sanayi içinden 'kaynaklanan abstraktların oranı yüzde 87'ye çıkmış. Yani yalnızca bilimsel faaliyet olarak, kâr amacı gütmeden yürütülen araştırma teknolojik gelişme toynağı olarak eski önemini büyük ölçüde yitirmiş. Aynı olguya telekomünikasyon alanında da rastlıyoruz. ATT'nin Bell Laboratuvarlarında gerçekleştirilen ilerlemelerin Amerikan üniversitelerinin toplamında bu konuda yapıdan araştırmalardan elde edilen sonuçların çok üzerinde olduğu söyleniyor. Genel olarak telekomünikasyon sektörü kendi üniversitesini kurmuş bir alan olarak tanıtılıyor.” (Buğra, 1985: 30)

İster Bell laboratuarları gibi büyük tekellerin kendi bünyesindeki araştırma geliştirme kurumlarında yürütülen bilimsel geliştirme süreci olsun, isterse de sanayi-üniversite işbirliği adıyla endüstriyel kullanıma yönelik, elektronik, donanım, yazılım, nano teknoloji, genetik gibi dallarda bilimsel projeler yapmak yani bilimsel üretim süreçlerine girmek olsun, hepsi de geçmişteki emek süreçlerinin özerkliğinin yerine farklı türde bir denetimin konduğu yeni bir işleyişi anlatır.

ABD’de özellikle, ikinci dünya savaşından sonraki dönemde, merkezi ve alt düzeydeki laboratuarların etkinliği, bu araştırmaların şirketler ve devlet tarafından desteklenmesi giderek artmıştır. Bu laboratuarlar arasında bile bir işbölümüne gidilmiştir. Büyük şirketlerin merkezi araştırma laboratuarları temel araştırmalar ile uğraşırken, alt düzey araştırma laboratuarlarına ise, bu temel araştırmalar doğrultusunda çıkan yeni teknolojilerden ürün geliştirme, yerleşmiş ürün ve süreçlerin geliştirilmesi görevi kalmıştır (Nelson, 1993: 50).

Teknolojik yeniliğin sermaye birikimine etkisinin incelenmesi rağbet gören bir ilgi alanıdır. Bu yöndeki çabaların artmasıyla, özellikle Japonya başta olmak üzere ABD, Almanya ve Avrupa’da araştırma geliştirme harcamaları, örgütlenmeleri üzerine yapılan çalışmalar arttı. Bu çalışmaların hepsi de yenilik ve araştırma geliştirmenin gerek şirketlerde gerekse de devlet desteğinde kurumsallaştığını gösterirken, aslında bilimsel üretim sürecindeki emeğin bölünmesini, kurumlaşan farklı biçimlerdeki emek örgütlenmelerini de betimliyorlar. Arka plandaki temel varsayım, Schumpeter ile güçlenen bir önermedir: sermaye birikiminin kaynağı yeniliktir.24 Bu yüzden yeniliğin teşvik edilmesi yönündeki çabaların temelinde yatan emeği verimli hale getirme güdüsü karartılıyor. Bilimsel üretimin emek sürecinin daha fazla yenilik yaratmak üzere örgütlenmesinin kendisine bakmak yerine bunun ürünü, yani yenilik sermaye yaratan temel öğe olarak görülüyor. Hep olduğu gibi toplumsal bir ilişki yerine sermaye bir şey olarak anlaşılıyor. Oysa emek üretkenliğinin artmasını sağlayarak artık emeğin artmasını sağlayanın, bu emek üretkenliğini geliştirenin kendisi de bir

24 Schumpeter’in düşüncesini izleyen Richard Nelson, bundan yaklaşık yarım asır sonra yazdığı “İlerlemenin Motoru Olarak kapitalizm” makalesinde 21. asırda Schumpeter’den miras olarak alınabilecek temel öncül olarak kapitalizmin ve teknolojik değişimin evrimsel karakterinden ve yaratıcı yıkımdan bahseder (Nelson, 1990: 193). Ancak örtülü olarak devraldığı temel öncülü belirtik kılmaz. İlerlemenin motoru kapitalizm ise kapitalizmin motoru nedir? Bu soruya Schumpeter’in burada verdiği yanıtı kabul eder, bunu devralır. Üzerinde tüm bir yenilik iktisadının, evrimci kuramın kurulduğu bu yanıt, aslında bütün klasik ve neoklasik iktisadın temel sorununu barındırmaktadır.

Page 17: Kapitalizm ve Bilimin Üretimi, Bilimsel Emek Sürecindeki ...people.cs.deu.edu.tr/ilker/dosyalar/KapitalizmveBiliminUretimiBilimselEmekSurecindekiD...Ekonomik çevrimleri inceler,

17

emek sürecidir. Sermaye birikiminin kaynağı yenilik değil, artı emeğe, artı değer olarak el koymak olduğu burada da tüm örtme çabalarına karşın kendisini göstermektedir.

Bilimsel üretim sürecinin anlaşılmasını, karmaşık hale getiren özgül niteliği olsa gerek.

Bilimin üretim sürecinin ikili özgül yanı bulunmaktadır: birincisi, kendisine dönmesidir. İlk başlarda, emeğin gerçek boyunduruk altına alınmasında bilim ve teknolojinin uygulanması bir koşul idi. Peki ya bilimin üretiminde? Bilimsel üretime, bizzat bilimin kendisine, bilim ve teknoloji uygulanabilir mi? İkinci özgül yan, emek ile yaratıcı etkinlik arasındaki köklü ayrımın, bilim sürecinde nasıl bir biçim kazandığıdır? Bilim, doğası gereği, rutini kırmak, yaratıcı etkinlik ile yolunu açmak zorundadır. Bilim üretim sürecinin bu ikili niteliği, belki de şu can alıcı döngüdeki niteliksel değişmeye benzemektedir. Basit meta üretiminde, metalar değişilirken bir tür meta değişildiğinde, tüm süreç kendisine dönmekte, sermaye birikim süreci başlamaktadır. Bu emek-gücüdür. Emek gücü ile sermayenin taraf olduğu bir meta değişimi, basit meta üretiminin tüm temellerini adeta yeni bir düzeye sıçratacak denli parçalar.

Bilimin, “bilimin üretimine de girmesi”25 ile birlikte belirli düzey ve nitelikteki zihinsel emek de artık emek-gücü olarak metalaşmakta, bilimsel üretimi gerçekleştiren zihinsel emeğin, emek kapasitesi bir meta olarak sermaye tarafından satın alınır hale gelmektedir. Zihinsel emeğin de metalaşması, bilimsel üretimdeki emek sürecinin de zamana göre, farklı niteliklere göre bölünebilmesi, rutinleştirilebilmesini getirmiştir. Bunun anlamı, Babbage ilkesinin, artık bilimsel emek sürecinde de işler hale gelmesi demektir.26

Belirli bir şirketin, örneğin nanoteknoloji üzerine çalışan bir şirketin, araştırma geliştirme laboratuarlarında farklı sayı ve nitelikte teknisyen, araştırmacı, bilim insanının çalıştırılması, her birinin niteliklerine göre ayrılması, araştırma takviminin (timescale), hedef takviminin (targets and timing) belirli sayıda ve nitelikteki araştırmacılar planlanarak tasarlanması… Müşteri ilişkileri departmanından gelen ürün geliştirme taleplerinin, sorunlarının (troubleshooting, customer improvement & interaction), pazar analizlerinin, rakip şirketlerin pazara sürdüğü yenilikler üzerine analizlerin ele alınması, bunlar üzerine proje geliştirme, yeni araştırma konusu belirlenmesi, araştırma takviminin, ara hedeflerin oluşturulması, bunlara uygun niteliklerin, takımların belirlenmesi, ürün geliştirme, test etme, kalite kontrol… teknoloji geliştirme ve bilimsel araştırmadaki emek sürecinin bölünebilirlik listesi, çeşitli örneklerle daha da uzuyor. Tüm bunlar bilimsel üretim sürecindeki emek sürecinin rasyonalize edilmesi, parçalara ayrılması ve maliyetlerinin düşürülmesi amacıyla, sermayenin bilimi gerçek boyunduruk altına alma yönündeki itilimiyle birlikte yaşama geçmiştir.

Gerçekten de, kapitalizmde emek süreci hakim akım olarak araç üretme becerisinden arındırılsa da, bu karşı eğilimin yok olduğu anlamına gelmez. Bilimsel emek sürecinde de,

25 Yazının temel savından da anlaşılabileceği gibi cümledeki paradoks bana ait değil, gerçekliğin kendisinde bulunuyor. 26 Babbage ilkesi emek sürecinde mutlak artı değer üretimini artırmak için bu süreci rasyonelleştirmek, parçalara ayırmak anlamına gelmektedir. Buna karşılık madalyonun öbür yüzünde, göreli artı değer üretimini artırmaya yönelik Andrew Ure bulunmaktadır. Ure, üretim sürecinde makinalaşmayı ön plana çıkarmıştır. Bilimsel emek sürecinin araçlarının daha sonra yeni ürünlere, üretim süreçlerinde yeniliklere yol açması, bilimde Ure ilkesinin uygulanması olarak görülebilir. Atom çekirdeği ve atom-altı parçacık araştırmaları, nano-teknolojiye, yeni türden makina ve hammadde üretilmesine yol açmıştır.

Page 18: Kapitalizm ve Bilimin Üretimi, Bilimsel Emek Sürecindeki ...people.cs.deu.edu.tr/ilker/dosyalar/KapitalizmveBiliminUretimiBilimselEmekSurecindekiD...Ekonomik çevrimleri inceler,

18

geri besleme, sınırlı sorumluluk verme, etkileşim olanakları özellikle etkin olmaya başlamıştır. Zaten bu da yazının temel savıyla tam anlamıyla uyuşmaktadır.

İlk başta, diğer emek süreçlerinde olduğu gibi, bilimsel araştırma sürecine hakim olan araştırmacılardaki ve bilim insanlarındaki bilgi çoğunlukla, her bir araştırma kurumundaki bireyler ve rutinler tarafından içerilmiş halde, örtülü bilgi (tacit knowledge) olarak var oluyordu. Daha fazla verimlilik elde etmek, bilimsel üretimin denetimini, parlak zekalı bireylerden çıkartarak, sermayenin denetimine gerçek bir biçimde tabi kılabilmek için bireylerde içerilen bilgi, sürecin bilgisi nesnelleşmeliydi. Bu yüzden bu alandaki ilk yöntem, yenilik sürecinin belirleyenleri üzerine odaklanmak ve bu süreci doğrusal biçimde aşamalara bölmek oldu. Ancak kısa bir süre sonra bu modeller, yerlerini doğrusal olmayan yenilik üretme modellerine bırakmıştır. Bilim üretim sürecinin öznelerinin etkileşimini gözeten bu modeller, bölümlemeyi katı bir biçimde, doğrusal aşamalara ayırma biçiminde yapmazlar. Yenilik içeren fikirlerin çoğul girdilerden, önemli ölçüde geri beslemelerden sağlanabileceğini vurgularlar. Araştırma, tasarım, imalat süreçlerinde önemli oranda geri besleme devrelerinin (müşteri ilişkileri, sorun bildirme, iyileştirme talebi alma) kurulmasını gözetirler (Kline and Rosenberg 1986; Freeman 1991).

Bilimsel üretimdeki emek sürecinin parçalanmasının, rutinleştirmenin getireceği olumsuz eğilimleri dengelemeye çalışan bu modeller, aynı zamanda bu emeğin gerçek boyunduruk altına alınmasının sınırlarını da açığa çıkartırlar. Bilimsel emeğin gerçek boyunduruk altına alınması süreci kesintisiz bir biçimde devam etse de bu emeğin özgül niteliği yüzünden tamamlanamaz. Yaratıcı etkinlik rutinleştirilemez. Bilimsel emeğin kapitalizm tarafından gerçek boyunduruk altına alınması süreci, bu nedenle kendi sınırlarını içinde taşımaktadır. 1957 yılında en büyük çok uluslu şirketlerden biri olan General Electric firmasının araştırma bölümünde çalışan bir bilimci aslında bu süreci tarif etmektedir:

“Araştırma laboratuarlarını belirli problemleri çözmek için organize etmek hem mantıklı hem de çoğunlukla son derecede karlıdır. Verimlilik, müdürün her bir çalışanı titizlikle planlanmış bir programda görevlendirmesini gerektirir. ... Ancak bu yöntemin ciddi sınırlılıkları vardır. Sorunu önden ele alıp iyi bir girişimi planlayacak düzeyde çözümleri yukarıdan ve doğrudan yeteri kadar öngörebilen müdürler nadirdir. Kendisine görece daha az yetki verilmiş olan araştırmacı, bu belirli problemi, yukarıdan ve doğrudan girişim ile elde edilenden yine de daha iyi yollarla çözebilmektedir.” [Irving Langmuir, General Electric araştırmacısı, Aktaran Nelson (1959: 113)].

Araştırma laboratuarları, sadece bir problem etrafında organize olarak çözüm üretmemektedirler, aynı zamanda kar amacıyla da üretmektedirler. Ancak probleme yönelik bilimsel üretim ne kadar ince elenip sık dokunarak planlansa, parçalara ayrılarak tasarlansa da bu yöntemin sınırlılıkları ortaya çıkmaktadır. En temel sınırlılık ise, yukarıdan yapılan planın yarattığı rutinleşmenin aşağıdaki araştırmacının yaratıcılığını sınırlamasıdır. Çünkü bu plana karşın yine de daha az yetkili olan araştırmacı, daha iyi çözümler bulabilmektedir. Artı değer üretiminin hizmetine koşulan bilimsel üretim, bu emeğin özgül niteliği olan yaratıcılığını denetim altına almak istemektedir. Ancak emek sürecindeki rutinleşme yaratıcılığı, yaratıcı emeğin özerkliğini azaltarak, bilimsel üretimi kısıtlamaktadır. Bilimsel “soyut emek” yani rutinleşen emek, bilimin özgül niteliğine, bilimsel “somut emeğin” duvarına çarpmaktadır. Bir eğilimi dengeleyen karşı kuvvet olarak, rutinleşen bilimsel emek süreci yaratıcı bilimsel emeği boğmaktadır. Peki bu süreç tamamlanabilir mi?

Page 19: Kapitalizm ve Bilimin Üretimi, Bilimsel Emek Sürecindeki ...people.cs.deu.edu.tr/ilker/dosyalar/KapitalizmveBiliminUretimiBilimselEmekSurecindekiD...Ekonomik çevrimleri inceler,

19

Bilim Gerçek Boyunduruk Altına Alınabilir mi? Bir yandan bilim ve teknolojinin kullanımının, bilimin üretiminin kendi emek sürecine

bile etkiyerek, onun özerkliğini kıracağını söylemek, diğer yandan da bu özerkliğin tam anlamıyla kırılmayacağını söylemek bir çelişki midir? Burada bilimin üretim sürecinin ikili dinamik yapısı, devinimi yatmaktadır. Bilimin gerçek boyunduruk altına alınışı, bir süreçtir, hem gerçekleşir hem de gerçekleşemez. Kendi sınırı, içindedir. Bu sınır, bilimsel üretimin emek sürecinin, rutin emeğin yanı sıra esas olarak “yaratıcı etkinliğe” ihtiyaç duymasında yatmaktadır.

Kapitalizm, gelinen aşamada, her türden yolu denemektedir. Bir yandan emek üretkenliğini artırmak, ürün çeşitliliğini sağlamak, ucuz hammaddeyi sentetik olarak üretebilmek, yeni buluşlar, yenilikler ve bilimsel düşünceler geliştirmenin zeminini oluşturmak için, gerekli donatımları, fonu, desteği, takım çalışması ortamını, uzmanlaşma ve işbölümünün örgütlenmesini gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Bu doğrultuda toplam verimliliği, emekçinin direnci karşısında güdülenmeyi (motivasyonu) artırabilmek için hatta “liderlik”, “yaratıcılık” adı altında insan davranışına dair bilimsel olarak hazırlanmış ”oyun” biçimlerini de kullanabilmektedir.27

Bilimsel emek sürecinin özgül niteliğini oluşturan, yaratıcı etkinlik, bilimsel üretimin “somut emeği”dir. Kapitalist meta üretimi koşulları altında yaratıcılık ile rutinleşme, bilimsel emeğin ikisi de bir arada bulunmak zorunda olan, ama herhangi birinin tek başına kalamayacağı, mutlak olarak bir diğeri üzerinde hakimiyet sağlayıp onu yok edemeyeceği, herhangi birine indirgenemeyecek olan zorunlu antagonistik parçalarıdır.28 Bu nedenle tüm bu yöntemler bilimsel üretimi denetlenebilir aşamalara bölmeye çalışsa da, belirleyici olan bilimsel emek sürecinin özsel niteliğidir. Bu nitelik ise yaratıcı etkinliktir. Emek ile yaratıcı etkinlik ayrımı, Caffentzis’in hatırlattığı gibi Marks’ta da bulunmaktadır. Üstelik bu ayrım Aristo’dan beri gelen bir düşünsel geleneğin ürünü olarak sürekliliğini korumaktadır. Etkinlik (action) ile emek (labor), birisi öz etkinliği, yaratıcı etkinliği anlatırken, diğeri, belirli ilişkilerle gelişen, dıştan dayatılan (empoze edilen) disipline edilen emeği anlatmaya yöneliktir (Caffentzis, 2005).

Bilimin sermaye tarafından birikime içerilmesi süreci gerilimlidir. Bu gerilimi doğuran temel paradoks, gerçekte “emek” ile “yaratıcı etkinlik” karşıtlığını içinde barındıran, bilimsel emek sürecinin gerçek boyunduruk altına alınması sürecinin bir yandan zorunluluk olarak işlemesi ile öte yandan tamamlanamaması gerilimidir. Sermaye birikiminin etkin ve artı değer açısından üretken olma çabası, emek üretkenliğinin daha da yükselmesini, bilimsel emek sürecinin de giderek rutinleştirilmesini, denetim altına alınabilmesini zorlayacaktır. Ancak, burada gerçek boyunduruğun özsel engeli ortaya çıkar. Bu engel kendi içindedir. Yaratıcı etkinlik boyunduruk altına alınırsa yaratıcı etkinlik olmaktan çıkar, bu nedenle bilimin gerçek boyunduruk altına alınması süreci, içinde yaşadığımız özgül kapitalist toplumda, esas amacı artı değer üretimi olan, bu yolda emek üretkenliğini sınırsızca artırmak isteyen bir toplumda, tamamına eremeyecek, bitimsiz bir süreçtir.

Özgür Narin E-posta: [email protected]

27 Gerçekten de, emek süreci hakim akım olarak araç üretme becerisinden arındırılsa da, bu karşı eğilimin yok olduğu anlamına gelmez. Bilimsel emek sürecinde de, geri besleme, sınırlı sorumluluk verme, etkileşim olanakları özellikle etkin olmaya başlamıştır. Zaten bu da yazının temel savıyla tam anlamıyla uyuşmaktadır. 28 Bilimsel emek için yaratıcılık, sezgi önemli bir parça iken, bir birikimi özümseme, deneme ve sınama açısından çalışma, özellikle rutin deneme yanılma da önemsiz bir parça değildir. Aksine bilimsel emeğin temelini, deneme, yanılmadan oluşan zahmetli ve ağır bir süreç oluşturmaktadır. Başarının parlaklığı ön plana çıkmakta, arkasında yatan zahmetli çalışmayı ve deneme yanılmanın öğretici sürecini hep gölgelemektedir.

Page 20: Kapitalizm ve Bilimin Üretimi, Bilimsel Emek Sürecindeki ...people.cs.deu.edu.tr/ilker/dosyalar/KapitalizmveBiliminUretimiBilimselEmekSurecindekiD...Ekonomik çevrimleri inceler,

20

Başvuru:

Ansal, Hacer (1985) "Teknolojinin Taraflılığı ve Üretim İlişkileri", 11.Tez, (1):152-171.

(1986)"Teknoloji Üzerine Biraz Daha Düşünmek", 11.Tez, (3):223-227.

(1997), “Bilim ve Emek Süreci”, Bilim, Bilim Politikası ve Üniversiteler, Haz. Akalın E., Aydoğdu H., Saracoğlu R. içinde, Bağlam Yay. İstanbul

Brighton Labour Process Group (1977). "The Capitalist Labour Process." Capital and Class(1): 3.

Buğra, A (1985), “İktisat Yazınında Teknoloji”, İktisat Dergisi, (246): 25-34

Bukharin N. I. et al.(1971), Science at the Crossroads, ed. Londra.

Caffentzis, G (2005) “Immeasurable Value? An Essay on Marx’s Legacy” Commoner, No.10, Spring/Summer.

Carchedi, G (1987) Class Analysis and Social Research, Oxford: Basil Blackwell.

(1992) Frontiers of Political Economy, London: Verso.

(1998) “High-Tech Hype: Promises and Realities of Technology in the Twenty-First Century”, Davis vd. (1998) içinde, 73-86.

Clegg, A (1979) “Craftsmen and The Origin of Science”, Science&Society, XLIII, No: 2, pp. 186-201.

Davis, Jim, T. Hirschl ve Michael Stack (1998) Cutting Edge: Technology, Information Capitalism and Social Revolution, Verso.

Feynman, Richard P. (2000), "Eminim Şaka Yapıyorsunuz Bay Feynman!" - Richard P. Feynman Meraklı Bir Karakterin Serüvenleri, Çev: Tuncay İncesu, Haz: Ralph Leighton, Evrim Yayınevi, İstanbul.

Freeman, C. 1991. Networks of innovators: synthesis of research issues, Research Policy, 20:499–514.

Gorz, Andre (1978) “Technology, Technicians and Class Struggle”, Andre Gorz (Ed.) The Division of Labour, 1978, Harvester Press içinde.

Himmelstein, D. ve S. Woolhandler (1986) Science, Technology and Capitalism, Monthly Review Special Issue, July-August 1986.

Page 21: Kapitalizm ve Bilimin Üretimi, Bilimsel Emek Sürecindeki ...people.cs.deu.edu.tr/ilker/dosyalar/KapitalizmveBiliminUretimiBilimselEmekSurecindekiD...Ekonomik çevrimleri inceler,

21

Kline, S. J., & Rosenberg, N. (1986). “An overview of innovation”, Landau&N. Rosenberg (Eds.), The positive sum strategy: Harnessing technology for economic growth, Washington, DC: National Academy Press, (pp. 275-306).

Mandel, Ernest (2008) Geç Kapitalizm, Çev: Candan Badem, Versus: İstanbul.

(1991) Kapitalist Gelişmenin Uzun Dalgaları, Çev: Doğan Işık, Yazın: İstanbul.

Marks, K (1993) Kapital C. 1, Çev: Alaattin Bilgi, Sol Yayınları: Ankara.

(1990) Capital I, Trans: Ben Fowkes, London: Penguin

(1998) Artı-Değer Teorileri C. 1, Çev: Yurdakul Fincancı, Sol Yayınları: Ankara.

(1990) Kapital III, Çev: Alaattin Bilgi, Sol Yayınları: Ankara.

McClellan, J. E. ve Harold Dorn (2006), Dünya Tarihinde Bilim ve Teknoloji, Çev: Haydar Yalçın, Arkadaş Yayınları: Ankara.

Morris-Suzuki, T (1984) “Robots and Capitalism”, New Left Review, No. 147.

(1986) “Capitalism in The Computer Age”, New Left Review, No. 147. Ayrıca Davis vd. (1998) içinde.

Nelson, Richard (1959) The Economics of Invention: A Survey of the Literature, The Journal of Business, Vol. 32, No. 2. (Apr., 1959), pp. 101-127. (1990) “Capitalism As Engine of Progress”, Research Policy Vol. 19, No. 3, s. 193-214.

Nelson, Richard R.(Ed.) (1993) National Innovation Systems : A Comparative Analysis, Cary, NC, USA: Oxford University Pres.

Noble, D (1995) Progress Without People, Between The Lines Press: Toronto.

(1984) Forces of Production, Alfred A. Knopf: NewYork.

(1981) "Corporate Roots of American Science", R. Arditti, Pat Brennan, ve Steve Cavrak, (Ed.), Science and Liberation Boston: South End Press içinde.

Rosenberg, N (1976) Perspectives on Technology, Cambridge Un. Press: Londra.

(1976a) “Marx as a Student of Technology”, Technology, The Labor Process and The Working Class içinde, Monthly Review, Special Issue: NY.

Page 22: Kapitalizm ve Bilimin Üretimi, Bilimsel Emek Sürecindeki ...people.cs.deu.edu.tr/ilker/dosyalar/KapitalizmveBiliminUretimiBilimselEmekSurecindekiD...Ekonomik çevrimleri inceler,

22

(2000) Schumpeter and the Endogeneity of Technology : Some American Perspectives, Routledge: London, UK.

Rosenberg, N ve David C. Mowery (1993) “The US National Innovation System”, R. Nelson (ed.) National Innovation Systems : A Comparative Analysis, Cary, NC, USA: Oxford University Pres. içinde, s. 29-75.

Smith, Tony (2002), "Surplus Profits from Innovation: A Missing Level in Capital III?", Campbell and Reuten (eds) The Culmination of Capital: Essays on Volume III of Marx’s Capital, New York: Palgrave, 2002 içinde s. 67-94.

Thompson, E. P. (2004) İngiliz İşçi Sınıfının Oluşumu, Çev: Uygur Kocabaşoğlu, 2004, İstanbul: Birikim Yay.

Usher, A, P (1954) A History of Mechanical Inventions, Cambridge: Massachussets.

Young, Robert M (1990) “Marksizm ve Bilimin Tarihi” C. Olby et al., eds, Companion to the History of Modern Science içinde Routledge, pp. 77-86.