183

Keş On Dı Teybıl¶z-Keş-On-Dı-Teybıl.pdf · Önlenebilir Yükselişi, Hamlet, Babaanem Yüz Yaşında, Ballar Balını Buldum, Atçalı Kel Mehmet, Vahşet Tanrısı, Yaşar

  • Upload
    others

  • View
    15

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

e-kitap

2.sürümNisan-2018

İnkılapKitapevi’ninŞubat-2018tarihli1.Baskısıesasalınarak

hazırlanmıştır.

Hiçbirticariamaçlakullanılamaz.

ZaferAlgöz

1961’de Kars’ta doğdu. 1975’te Bursa Devlet Tiyatrosu’nda açılan“GençlikKursları”iletiyatroeğitimialmayabaşladı.1981’degirdiğiAnkaraDevlet Konservatuvarı Tiyatro bölümünden 1985’te mezun oldu. Aynı yılBursaDevletTiyatrosu’ndagörevebaşladı.1989’daWestSideStory’deTonyrolünüoynamaküzereİstanbulDevletTiyatroları’naatandı.

Amadeus,ÇokYaşaKomedi,Macbeth,AyIşığındaŞamata,ArturoUi’ninÖnlenebilirYükselişi,Hamlet,BabaanemYüzYaşında,BallarBalınıBuldum,AtçalıKelMehmet,VahşetTanrısı,YaşarNeYaşarNeYaşamaz,Münasebetsizvedahapekçoktiyatrooyunundasahneyeçıktı.

Saygılar Bizden dizisiyle televizyona adım attı. Aralarında Yazlıkçılar,OğlumAdamOlacak,KomşuKomşu,UtanmazAdam,AkasyaPasajı,CesurKuşku, Esir Şehrin İnsanları, Çınaraltı, Kapıları Açmak, Hasret, CumhurCemaat, Kurtlar Vadisi Pusu, Behzat Ç., Mükemmel Çift, MorMenekşeler,İbret-iAilem,BeniBöyleSev,İntikam,MihrapYerinde,HayatımınAşkıveBirDeliSevda’nındayeraldığıbirçokdizideoynadı.Televizyoniçinprogramlarhazırladı.

Ağır Roman, Duruşma, Salkım Hanım’ın Taneleri, O Şimdi Mahkûm,Sınav, Umut Adası, A.R.O.G, Umut, Yahşi Batı, Dedemin İnsanları, UzunHikâye,PekYakında,TutSözünü,AliBabave7Cüceler,DeliDumrul,KaçmaBirader,DeliAşk,Arifv216gibifilmlerderolaldı.

İlkkitabıolanHaşırtDıBilekbord2017’deİnkılâpKitabevi’ndençıktı.

2 SUNU

014’ün Aralık ayıydı. Kafa Dergisi’ni kurmuştum. Elimdeki en büyük“sermaye” dostlarımdı. “Bir dergi çıkarsam kimlerin yazmasını isterim?”diyesordumkendime.Vebaşladımtek tekaramaya…İlberOrtaylı,SunayAkın, Ataol Behramoğlu, Nihat Sırdar, Zafer Algöz… Gel gör ki, ZaferAlgöz’le tanışıklığımız vardı lâkin o güne kadar bir kez dahigörüşmüşlüğümüz, hatta konuşmuşluğumuz yoktu.Ancak rahattım.ÇünküBeşiktaş kan bağı olmayan ama birbirlerini kardeş seçen insanlarınhikayesiydi.İkikezçaldıtelefonu,üçüncüdeaçtı.Tamdadüşündüğümgibikırk yıldır tanışıyormuşçasına sohbet ettik. “Abi,” dedim, “ben bir dergiçıkarıyorum, yazar mısın?” “Ne demek Kartalım, elbette yazarım ama neyazayımbilemedimki,”dedi.“Süslücümlelere,edebikasmalaragerekyok.Yaşadığın, unutamadığın anılarını tıpkı bize anlatır gibi yaz, kâfi abi,”dedim. Çünkü Zafer Algöz benim ömrü hayatımda tanıdığım en iyianlatıcıydı.Aktörlüktengelenomüthişyeteneğiveeşibenzeribulunmayanmizahi dehasıyla anılarını öyle bir anlatırdı ki Zafer Abi, sanki o anoradaymışgibihissederdiniz.

KafaDergisi’nin2015OcaksayısıZaferAlgöz’ünomüthişilkyazısıylaçıktı: “VivaSantana”.ZaferAlgöz okuyucularını, 1989’da İstanbul’daki ilkCarlos Santana konserine götürdü ve devlet büyükleri yerine protokoldeoturanboyacıRomançocuklarıntamyanınaoturttu.ZaferAbisayesindebirayÖztürkSerengil’le İzmir’de rakı balık yapıyor, ertesi ayKemal Sunal’lakulisinde sohbet ediyorduk. Algöz’ün yazarlığı kısa süre içinde KafaDergisi’nin sınırlarını da aşacaktı. İlk kitabı Haşırt Dı Bilekbord satışrekorları kırdı. Haftalarca en çok okunanlar listesinde, en tepede kaldı.Üniversitelerde, kitap fuarlarında her yaştan, her kesimden okuyucularıellerindekitaplarıylametrelercekuyrukoluşturdu.Eminimki,şuanelinizdetuttuğunuz ikinci kitabı Keş On Dt Teybıl ilk kitabından çok daha fazlaokuyucuylabuluşacak.

ZaferAlgözartıksadeceTürkiye’ninyetiştirdiğienbüyükaktörlerdenbirideğil, o aynı zamanda kalemi eline aldığında okuyucusuna eşi benzeriolmayanziyafetlersunanmüthişbiryazar.

CandaşTolgaIşık

H ÖNSÖZ

ayatımboyuncahepoyunculuklauğraştığımiçinyazarlıkmeselesindenuzakdurmuşumdur.Belkicesaretedemediğimden,belkidetembelliğimyüzündenhep uzak kaldık birbirimize. Benim işim oynamak, hikâye anlatmak,yazılmış bir metin üzerinden marifet sergilemek… Bazen de yazılmış birmetinüzerindenfikiryürütmek,“Şurasıolmuş,burasıolmamış”gibi.

Oyunculuk yapan birinin kendini gösterebileceği alanlar belli. Meselasinemada oynamanın tadı başka. Kendini dev gibi perdede görüyorsun. Üçayda yaptığın işi, koca salonda yüzlerce insanla yüz yirmi beş dakikadaizliyorsun.Sonraofilmvizyondançekiliyor.Televizyonlardayayınlanıyorvedevamında internette yerini alıyor. İstediğin zaman da altını ısıtıp yemeğiateşekoyabilirsin.EskidenoynadığınTVdizileriiçindeaynışeysözkonusutabiiamatiyatroöyledeğil.Herakşamyeniden,yenidenoynuyorsun.Ogecesahnedeneoluyorsa,neyaşanıyorsasadeceoynayanlarveizleyenlerarasındageçiyor. Perde kapandıktan sonra güzel bir akşam yemeğini bitirip sofrayıtopluyorsun. Ertesi akşam yine aynı kalitede yemek yapmanın sorumluluğuvar.Oynadığınhergeceyenidensınavagiriyorsun.

1985-86 yıllarında hocalarımın hocasıMahir Canova sinema ile tiyatroarasındakilezzetfarkınıçokgüzelbirşekildeanlatmıştı:

“Sinema ve tiyatro yemek gibi bir ihtiyaçtır. Lezzetsiz yapılırsa yandın,kimsetadınabakmakistemez.Amagüzelyapılmışsalezzetinedoyumolmaz.Sinemakonservedir, aynı standartta binlerce çoğaltabilirsin.Tiyatro ise tazeyemektir. Sadece o gece yapılır, o gece gelen misafirlere ikram edilir. Oyüzdentiyatrosuyayazıyazmaktır.”

Vay canına, deyimin güzelliğine bakar mısınız… “Suya yazı yazmak!”Heroyuncununyapamayacağıtiyatrooyunculuğunuyapıyorsun.Filmolsaikiayda çekebileceğin bir hikâyeyi iki saatlik bir maratonda oynamakzorundasın. Finalinde güzel bir teşekkür alkışı, o kadar…Mahir Hocam’ındediğigibi,hayatımıztiyatrodahep“suyayazmak”lageçecekseeğer,kâğıdayazmaktadahafazlageçkalmamalıyımdiyedüşünmüşümsanıyorum.

Yazmakkonusunda ilkyüreklendirenkişiCandaşTolgaoldu, sağolsun.KafaDergisi’niçıkardığızamanaradıveneistersemyazabileceğimisöyledi.Haftalık bir dergi olsa yazamazdım sanıyorum. Aylık olması beni

cesaretlendirdi.İlksayıçıktığındainsandayarattığımutlulukbaşkabirşey…Evinizde yazdığınız yazıyı bir dergide, bir kitapta, bir gazetede görmek,derginizin ya da kitabınızın standarda yer alması, insanların yazdıklarınızlailgilideğerlendirmeleryapmasıçokfarklıbirlezzetmişgerçekten.

İlk kitabımHaşırt Dı Bilekbord’u yazarken hep şöyle düşündüm: Benyazar değilim, hikâyeciyim. Yazdıklarımı okuyanlar stand-up gösterisiizliyormuş gibi hissetsin. Hiç sıkılmasınlar, kitap bittiğinde “Aaa ne çabukbitti!..” desinler. Sanırım istediğimi başardım. Bazı kitap fuarlarında“Yıllardır kitap okuyamıyordum ama sizin kitabınızı soluksuz okudum,”diyenlere rastladım. Mutluluğum daha da arttı. Birçok okurdan da şöylemesajlaraldım:

“Toplu taşıma araçlarında çok güldüğüm için herkes bana deli gözüylebaktı.Keşkekitabınızınkapağınabiruyarıkoysaydınız.”

Fenafikirdeğilmişdoğrusu,hoşumagitmedidesemyalanolur.

İlkkitabımHaşırtDıBilekbord’daherkesintanıdığıinsanlarlayaşadığımeğlencelianılarımıpaylaştım. İkincikitabımKeşOnDıTeybıl’da ise kitabakonu olan bazı kahramanlarımı tanımıyorsunuz. Eğer yazarak bu insanlarısizetanıtabilirsem,nemutlubana.Kitabıokurkenokahramanlarıgözünüzünönünegetirebilirsem,dahaneisterim…

Kitabı okumadan önce küçük bir hatırlatmada bulunayım. Affınızasığınarak, bazı öykülerin içinde küfürler var. Bunlar iş olsun diye yazılmışsözcükler değil elbette. Hikâyenin kahramanları tarafından kullanıldığı içinhiçbozmadan,kısaltmadanyadanoktalarkoymadanyazdım.Küfüryerinde,zamanındavekıvamındakullanıldığızamanetkilioluyor.Amaherinsanadayakışmıyor işin doğrusu. Kiminin dilinde cila, kiminin dilinde deve dikenigibi oluyor. Söyleneni ağızdan çıktığı gibi değil de biraz hafifleterek ya dabaşkabir anlamıyla yazıncadayemeğin lezzetiyle oynanmışgibi oluyor.Oyüzdentuzuylabiberiyleoynamadım.

Bu kitabın çıkmasına vesile olan herkese çok teşekkür ediyorum.Arkadaşlarıma,dostlarıma,sevdiklerime,“İyikivarsınız,”diyorum.

Büyükleriminellerinden,küçüklerimingözlerindenöpüyorum.

ZaferAlgöz

AhmetTaşçı

AhmetUğurlu

AlevSezer

AliCengiz

AliDüşenkalkar

AliHaydarYurtsever

AliSürmeli

AliŞen

AltanErkekli

Alyanakİsmail

AntoniGaudí

AsumanKorad

AtıfYılmaz

AtillaOlgaç

AzizNesin

BabaHakkı(Yeten)

BerçAhi

BozkurtKuruç

BurçakKavukçu

BülentEcevit

CanYılmaz

CanYücel

CarlEbert

CemYılmaz

CemilÖzbayer

CenkKoray

CevdetAlgöz

Cico(CahitÇağıran)

CihanÜnal

CivanCanova

CüneytGökçer

ÇakırYavuz

Çiçu

Dadaşİsmail

DeliAli(Davutoğlu)

DemetEvgar

EcderAkışık

EceDerici

ElkeHanım

EminGümüşkaya

EmirTayla

EnsarKılıç

ErdalUğurlu

ErgünUçucu

ROLDAĞILIMI

ErkanCan

Ertuğrulİlgin

EuanSmith

FatihKoyunoğlu

FerdiÖzbeğen

FerhanŞensoy

FeyhaÇelenk

FikretHakan

FikretOrman

GökhanKıraç

GüvenKıraç

HalaoğluYalçın

HalukKurdoğlu

HüsamettinCindoruk

HüseyinRahmiCoşar

IşılDayıoğlu

IşıkToprak

İhsanKarademirler

İsmailİncekara

İsmetİnönü

JackNicholson

JamesDean

KamranUsluer

KartalTibet

KelAşkın

KenanIşık

KimBasinger

KolomboHamza(Çobanoğlu)

LemiBilgin

LeventConker

Leventİntepe

LionelMessi

LoteHanım

LucianoPavarotti

MacitFlordun

MahirCanova

MehmetAliBirand

MehmetAliKaptanlar

MehmetBey

MelahatÇobanoğlu

MemetAli

MesutYılmaz

MetinBelgin

MichaelDouglas

MuratBey

MustafaKemalAtatürk

MustafaUğurlu

MuzafferBey

MügeGürman

NahitAhi

NecmettinKaraduman

NeyzenTevfik

NotreDameAhmetDayı

NumanTalaPakner

NurSubaşı

NurtekinOdabaşı

OrhanAsena

OrhanTetikcan

OyaOdabaşı

OzanGüven

ÖzkanUğur

ÖztürkSerengil

PaulNewman

PehlivanİzzetDayı

PeterFalk

RahmiKoç

RaikAlnıaçık

RecepSarı

RicardoQuaresma

Rudo

SadıkDayı(Karataş)

SarpLevendoğlu

SavaşBaşar

SavaşDinçe!

SelamiÜney

SemihSergen

SevinçAktanselÇetinok

SinanTuzcu

SiyamiBey

SönmezAtasoy

SudiÖzkan

SuflörCenap

SuphiKaner

SühaTuna

SüleymanDemirel

SüleymanSeba

SünnetÇocuğuClemens

ŞakirGürzumar

ŞenerŞen

TomCruise

TuncerCücenoğlu

TuranOflazoğlu

TurgutÖzakman

TurgutÖzal

TülinOral

UğurYücel

UmurBugay

UmutKurt

ÜmitBesen

VehbiDayı

YalçınDavran

YalınTolga

YaşarEsgin

YavuzTurgul

YıldırımDemirören

Yiğido

ZaferErgin

K KEŞONDITEYBIL

umarbireğlencemidir,birkazançkapısımı?Yoksatedaviedilmesigerekenbirhastalıkmı?Zatentektedaviyöntemitamamendibevurmakyadayeminbillahtövbeetmekoluyor.Kazançkapısıkonusunagelince…Bununlailgilien güzel cevabı Bulgaristan’da Ali Baba ve 7 Cüceler filmini çekerkenkaldığımız otelin ve başka birçok yerin sahibi Sudi Özkan vermişti.“Casinolardaki hangi oyunda kazanma yüzdesi fazla? Siz ne tavsiyeedersiniz?”dedik,güldü.

“Benim gibi yapacaksınız evladım. Bakın bana, ben oynuyor muyum?Hayır, oynatıyorum. İnsanlar kendi tercihleriyle geliyor.Kimseyi casinolarazorlasokmazlar.Benşansınıdenemekisteyenlereyatırımyapıyorum.”

Neticedekimseninkumarısavunduğuyok…Faydalıbirşeyolsa“kumarilleti”diyetanımlanmazdı.Kumarparanınicatedilmesiylemiortayaçıkmış,yoksainsanlarTaşDevri’ndeavladıklarıhayvanlarıortayakoyupküçükyassıbir taşın bir yüzüne tükürerek, “Yaş mı, kuru mu?” diye birbirlerinitokatlamayamıbaşlamış,orasıbirmuamma…

Elbetteeşdostarasındaküçükmiktarlardaoynanmasındabirsakıncayok.Oyunabirciddiyetgetirir,heyecanolur.Amakazanmahırsıylaeldeavuçtanevarsa hepsi gidiyorsa; evler, arsalar, arabalar, yazlıklar satılıyorsa… Kredikartları tek tek patlıyorsa, ödenemeyen krediler neticesinde haciz kâğıtlarıyağıyorsa…Emekli,garibanbabanınüçaylığına,büyükanneninaltındişinekadardüştüysen,öldahaiyi…

Yıllar yıllar önceydi… Rahmetli Öztürk Serengil’le 1985 yılındatanışmıştık. İlk kitabıma isim babası olan Haşırt Dı Bilekbord’unkahramanı…HayatınısinemayavekumartutkusunaadamıştırahmetliÖztürkSerengil…ÖztürkAbimgüzelbirÇeşmegecesisohbetindedediki:

“Eğerbirinsanabedduaedeceksen,‘İnşallahçoluğunçocuğunkumarbazolur’ diyeceksin. Çünkü kumarbaz sadece kendini değil, önce aileyi, sonrasülaleyi, en sonunda da yakın dost, arkadaş kim varsa, herkesi dibine asitdöküp kurutur. Elde avuçta ne varsa… Birikmiş, birikmemiş, saklanmış,sakınılmış… Aklınıza gelen her yolu dener, paraya çevirir ve ortalığınecdadınısikeeerrr…Kumardanuzakdurun.Aman,amandiyorum…Bakikikeresöyledim,Allah’ınhakkıüçtür.Sonkezsöylüyorum,aman!..”

BunuzamanındabirçiftzarlaŞişli’debir“apartuman”kazanan,ertesigünde bir çift zarla aldığı “apartumanı” geri veren bir profesyonel söylüyorsaelbettedikkatealmaktafaydavar.

Tehlikeli bir oyunkumarveonunda raconları var.Amayeri gelmişkenÖztürkSerengil’leilgilibirmenkıbeyideburayanotdüşelim…

Hikâyenin anlatıcısı büyük aktör, rahmetli SavaşDinçel Ağabeyim. Birdolu marifeti olan çok kıymetli bir sanat adamıydı Savaş Dinçel… UmurBugay’ın projesi Oğlum Adam Olacak’ın çekimlerinde anlatmıştı. ÖztürkSerengil,zamanındaTürksinemasınınençokkazananaktörüymüş.Amaiştekumar illeti yüzünden kazandığı, yatırım yaptığı her şeyi tek tek eldençıkarmakzorundakalmış.Eldeavuçtanevarsaeriyipgidince,geriyesadeceKemerburgaz taraflarında sekiz-on odalı eski bir taş ev kalmış. ÖztürkAbim’in derdi evi hemen nakde çevirip satmak… Arkadaşları bir öneridebulunmuş:

“Aman, sakın evi satma!Gel sana TurizmBankası’ndan kredi çekelim.Devlet turizmeyatırımyapanlara elli yıllık, uygunkoşullarda kredi veriyor.Gel, burayaküçükbirmotel yap. sekiz-onodası var, yarınkimseyemuhtaçolmadanoranıngeliriyleaslanlargibiyaşarsın.”

“Fikir güzel de nasıl olacak o iş arkadaş? Hadi, ‘Ben geldim yatırımyapacağım’ diyeceksin…Devlet de ‘Hoş geldiniz, verin krediyi hemen’midiyecek?Ankara’daadamın…olmasadamadamınşart!”

ÖneriyiÖztürkAbim’esunanlarbastırıyorlar.

“Abiciğim, senmeraketme…Bakanınözelkalemmüdürüarkadaşımız,kardeşimiz. Seni de çok seviyor. Rica ederiz, önceden bakanla konuşur,derdimizianlatır.”

İstanbul’da bir buluşma gerçekleştiriyorlar. Bakanın özel kalemmüdürürahmetli Cenk Koray’la bir araya geliyorlar. Cenk Koray zaten herkesetarafından bilinen, tanınan ve sevilen bir adam. TRT’nin efsane olduğudönemlerde hatırlarda kalan çok güzel işlere imza atmıştı, hatta bir dönemBeşiktaş’ın basın sözcülüğünü de üstlenmişti. Cenk Koray gereken resmiişlemlerin takibiniyapacağını,konuyudabakanlapaylaşacağınısöylüyorvevedalaşıyorlar. Gel zaman git zaman Ankara’dan hayırlı haberler geliyor.Cenk Koray, sağ olsun konuyla ilgilenmiş. Bakan da gereken teveccühüesirgememiş,sondereceuygunkoşullardakredihazır.BöyleceÖztürkAbimhayalindeki küçük butik oteli yapacak sonunda… Öztürk Abim’e şöylediyorlar:

“Tamam,krediişiniçözdük.AmasenindeAnkara’yagidipbakanabizzatteşekkür etmengerekmezmi?Nezaketen bir hoşluk olur.En kısa zamanda,hattayarındanteziyok,hemenatlagit.”

Ahiştesöylemesigüzelde…OnlarÖztürkAbim’innasılçılgınbiradamolduğunu bilemiyorlar tabii… Atlayıp Ankara’ya gidiyor. Cenk Koraybakanlık koridorunda karşılıyor Öztürk Abim’i. Randevu saatine kadarayaküstü üç beş dakika sohbet ediliyor ve içeriye doğru hamle yapıyorlar.Bakanlık sekretaryasında hemen tanıyorlar Türk sinemasının bir dönemininbüyük yıldızını… Kadınlardan biri iltifatı biraz fazla kaçırınca ÖztürkSerengil kadına dönüyor, “Hanımefendi pantolonu gösteren ütüdür, kadınıgösterendegötüdürderler…Sizdedemaşallahmehtapgibigötvarmış,birazyediğimize içtiğimize dikkat edelim,” diye gereksiz ve zamansız bir espriyapıyor. Kadıncağızın bu laf karşısında tansiyonu düşüyor, kadın fenalıkgeçiriyor. CenkKoray durumu toparlamak için koluna giripÖztürkAbim’iuzaklaştırıyor. Sonra sekretaryadan “Buyurun efendim” geliyor ve içerigiriyorlar. Bakanmasasında…CenkKoray ve Öztürk Serengil demasanınyanındaki koltuklara çöküyor. Hoş geldiniz, nasılsınız faslından sonra çaykahve içip, konuyu açmaya çalışıp, teşekkürle karışık kem küm ederkenbakandanrahatlatıcıhamlegeliyor.Telefonlasekreteriarıyor.

“KızımbanaTurizmBankasıgenelmüdürünübağla.”

Telefondakonuşuyorlar.

“Öztürk Serengil Bey’in uygun vadeli kredisini verelim, sanatçımızıüzmeyelim.”

Telefon kapanıyor. Yüzlerde tatlı bir tebessüm… Artık teşekkür edipmakamıterketmektefaydavar.Bakanlagörüşmekiçindışardabekleyenbirsürü insan var. Ayaklanıp teşekkür seremonisine geçmişken beklenmeyenbombapatlıyor!ÖztürkAbimbirdenbakanaşapurşupurdalıyor!Asılneden“Senbanababalıkyaptın,bendebirkomedyenolaraksanaözelbirkomiklikyapayımdahatırımkalmasın”meselesi…

“Bakan,bakan,bakan…Öpaj…Öpaj…Öpaj…”

Adamın alnının ortasından öpüyor. Kafanın “bıngıldak” denilennahiyesinebiledalıyor.

“Kelaj…Kelaj…Kelajjj…”

Bakanın şaşkınlığına hiç fırsat vermeden birden eğiliyor, bacaklarınınarasından kolunu eşek penisi gibi sallayıp, “AntiniKukas!MaşallahAntiniKukas!”diyezücaciyedükkânınıdağıtanbirfilgibiyapacağınıyapıyor.CenkKorayyinekolunagiripÖztürkAbim’ihemendışarıdoğrusürüklüyor.Zaten

onlarçıktıktanhemensonrabakan,genelmüdürütekrararıyor.“ÖztürkBey’eçıkardığımızkrediyi derhal iptal edin!”diyerekbutikotel olması düşünülenbinanınkumarmasalarındaeldengitmesinevesileoluyor.

Hani yazımızın başlarında casino ve kumar dünyasının da raconları vardemiştimya…Meselakazanırkendekaybederkendekendinibozmayacaksın.“Ben kazanacağım” diye kendini baştan doldurmayacaksın. “Cebimde şukadar param var, onu kaybetmeye hazırlıklıyım” diyeceksin. Baktın şansınyavergitmiyor,ovakitparanıntamamınıkasayabırakmanınbiranlamıyok.Çünkü her koşulda dükkân kazanıyor. Kumarhaneler sayesinde, otelleri,barları,restaurantları,birdoluyatırımıolanmilyarderlervardırelbette…Amahayatımboyuncacasinodankazandığıkumarparasıylaotelsahibiolanyadaüniversitekuranbirinihiçduymadım.

Ben kumardan hiç anlamam. Ama gittiğim otelde casino varsa, ruletteşansımı küçük küçük denerim.Oraya gelen giden, oyunları seyreden ya daoynayaninsanlarabakarım.Eğercasinoyoksa,taksiyeatlayıpbilmediğimbirülkede casino kovalayamam. Diyelim kaybettin, o zaman sorun yok. Amakriminal bir ülkede sağlam bir para kazanırsan otele nasıl döneceksin?Kazandığın parayı elinden aldıkları yetmezmiş gibi adamı dolmalık kabakgibioyarlar,kıçınınbiryanağınadafalçataylaimzaatarlar.Tedbirliolupuzakdurmaktafaydavar…

Kumarın bir zengin sporu olduğunu da kabul etmek lazım… Adamınserveti milyar dolarlarla ölçülüyorsa, kumarda milyon dolar kaybetse öyleadama koymaz.Yel kayadan toz alır hesabıyla kaybetmeyi bile bir eğlenceolarakgörürvegülergeçer.OnlarzatenLasVegas’ta,MonteCarlo’dakrallargibiağırlanıyorlarveişinkeyfinisürüyorlar.Parayızorkazanıyorsan,maaşlıbiradamyadakadınsan,yandın…Sonukesinliklehüsran.Zatensorduğundaazkaybettiklerinivegeneldekazandıklarınıiddiaeder,kendilerinikandırırlar.

Ruletleilgilibiraraştırmayapmıştım,kimbulmuşbuoyunudiye…Çokenteresandır,buoyunurahiplericatetmiş.Oyunda,yarısısiyah,yarısıkırmızı1’den36’yakadarnumaralarvar.Hattayeşilrenklisıfırbilevar.Amerika’dasıfırınyanındaayrıcaçiftsıfırdavarmış.Krupiyetopuçeviriyor.Senoandatercihiniyapıpistediğinnumaralarıniçineelindekimarkalardankoyuyorsun.Belli bir süreden sonra para mefhumu kayboluyor. Değeri ne olursa olsun,oynayana renkli bir nesne gibi değersiz gelmeye başlıyor. Çarklara çarpaçarpa top sonunda bir rakamın içine düşüyor. Eğer sizin koyduğunuz

numaraya oturduysa, kaç para koymuşsanız otuz altı katını alıyorsunuz. İkinumarayıbirleştirençizgideysedahaaz,dörtrakamıbirleştirenmerkezdeysedaha da azını alıyorsunuz. İsterseniz bölgelere de oynayabiliyorsunuz.Kaybedenlerin koyduklarını da elektrikli süpürge gibi topluyor, langırt köysandığına… Eee kim kazançlı çıktı bu işten?.. Kazanan tek numaraya paraödüyor,diğerlerindendevamlıyoluyor…

Türkiye’decasinolardönemivarken,müthişbirkumarfuryasıbaşlamıştı.Sonra iyi ki yasaklandı. Dükkânı, tarlayı, traktörü satanlar bile casinoçarklarındakıymaoldular.Bazıkumarcılarcasinoönlerindekendinivurmayabaşladı.Aşırıkazanmahırsıvesonundafecifinal…

Eskilerden rahmetliAtıfYılmaz, amatörbir rulethastasıydı.Çokbüyükparalarlaoynamazdı.Hiçüşenmedentümmasalarıgezer, rulette toplarıatankrupiyeleri tek tekadıylanotederdi.Herçeviriştehanginumaralarıatıyorsatek tekyazar, istatistik tutardı.Bazenkırmızıyada siyahgelecekdiye renkoynardı. Kimi zaman bölgelere çiçekler yapar, karanfiller döşerdi amanafile…Sonuçtaaltınkuralhiçdeğişmez,casinohepkazanırdı…

Bulgaristan’a film çekimine gittiğimizde, Sofya’da kaldığımız otelincasinosu gözlem yapmak için mükemmel bir ortamdı. Dünyanın başkaülkelerindengelen,filmlerekonuolacakzenginliktekarakterlervardı.Birgünİsrail’denikiotobüsdolusuturistgeldi.İnanamadım,hepsiyaşlıydıvekumarturuna gelmişlerdi! 80’li yaşlarda İsrailli bir dedeyi tekerlekli sandalyeylecasinoya getirdiler. Sandalyeden başkalarının yardımıyla güçlükle kalktı,yürüteçdesteğiylebebekgibigüçlükleveyavaşyavaşcasinoyagirdi.Ohaldegidipoyunoynamakiçinkasadançipsatınaldı.Öncebütüncasinoyudolaştı,havayı kokladı, ruletlere baktı, pokercileri gezdi. Makinede oynayanları,21’çileriizledi.Adamgiderekgençleştivebirdinamizmgeldibacaklarına…“Vaaaybe!”dedim,şukumartutkusunasılşeymişarkadaş…Birsaatiçinde80’lik İsrailli dedeyi 70’li yaşlara indirdi. Sonra, “Neden hayret ediyorumki?” dedim kendi kendime. Zamanında tanıdığım, bazı oyunlarda birlikteoynadığım ve renkli hayat hikâyesini bizzat kendisinden dinlediğim 80’liyaşlardaki Ertuğrul İlgin de yaşıyor olsaydı, belki de bu casinoda bir günrulette kırmızı-siyah oynarken karşımıza çıkabilirdi.Başından sonuna kadaribretdolubirhayat…Olurya,bunufilmyapmayaniyetlenirsek…Kırmızıvesiyaharasındagidipgelenveöylecebitenbirhayat…

1936yılında2.DünyaSavaşı’nınayaksesleriduyulurkenbirbüyükadamsessizsedasızTürkiye’yegeliyor.MustafaKemalAtatürkçağdaşbirülkeinşaetmeyebaşlarken,sanatkonusunda,özellikleBatısanatlarınadairçalışmalaryapılmasıgerektiğiniçokiyibiliyor.

Alman sanat adamıCarlEbert’in gelişi büyük bir şans…Onu,MustafaKemalAtatürkveİsmetİnönü’nündavetettiğinibiliyoruz.Projebüyük…

Alman rejisörve sanatadamıCarlEbert,birçokyabancıbilim insanıylaberaber ülkemize geliyor. İlk olarak 1936’da eski adıyla Musiki MuallimMektebi’nde öğretmen olarak çalışmaya başlıyor. Sonra Ankara DevletKonservatuvarı’nıkuruyor.İlkmezunlaryavaşyavaşyetişirken;diğertaraftanDevlet Tiyatroları, Opera ve Balesi, Orkestraları hızla yapılandırılıyor.Günümüz konservatuvarlarının ve sanat kurumlarının hâlâ ayakta kaldığınıgörüyorsak, bu başarı hikâyesinin arkasında şüphesiz üç isim var: müthiş

vizyonuyla büyük önder Atatürk, sonra İnönü ve Alman sanat adamı CarlEbert.

Profesör Ebert yaklaşık on bir yıl Türkiye’de kalıyor. Tıpkı bir futboltakımınınaltyapısınıeğitirgibi,AnkaraDevletKonservatuvarı’ndaherdaldasanat orduları yetiştiriyor. Ebert, sadece tiyatro oyunları sahneye koymaklayetinmiyor.Diğertaraftanoperaeserlerinidesahneyetaşıyor.Çağdaşdünyaülkelerinde seyirciyle buluşan önemli eserler ülkemizde de sahnelenmeyebaşlıyor. Ebert’in bu muhteşem sanat atılımında ona yardımcı olsun diyekonservatuvardan iki genç tiyatrocuyu yanına asistan olarak seçiyorlar.Tiyatrodaki asistanı Mahir Canova, İngilizce ve Almanca biliyor. Ertuğrulİlgin ise biraz daha becerikli dil konusunda. Dört yabancı dili çok çok iyibiliyor. Profesör Ebert’ten el aldıktan sonra Mahir Canova ülkemizinyetiştirdiğienönemlirejisörlerdenveöğretmenlerdenbirioluyor.Muhteşemoyunlar sahneye koyuyor ve çok büyük oyuncuların yetişmesine vesileoluyor. Ertuğrul İlgin ise önceleri operalar sahneye koyuyor, tiyatroda bazırollerde oynuyor. Ama aklı Mahir Canova gibi hep sanatta değil. Kafayataktığıverüyalarındabileoynadığırulethastalığıvar.Düşünün,

odevirdebileher fırsatbulduğundaAvrupa’yakumaragidiyor.Kumardankim zengin olmuş ki Ertuğrul Hoca olsun… Üstelik gariban tiyatrocumaaşıylanekadarruletoynayabilirkibirkumarbaz…

Hocamız Raik Almaçık yıllar önce anlatmıştı. Fransız bir yönetmengelmiş, Ankara’da Shakespeare’den On ikinci Gece’yi sahneye koyuyor.ErtuğrulBabadaoyundaMalvolio’yuoynuyor.Okumaprovalarındansonrasahnedeakışprovalarınageçiyorlar.Onbeşgün sonraprömiyeryapacaklar.Ertuğrul Baba provadan sonra yönetmenle baş başa konuşuyor. Devamındayönetmen hüngür hüngür ağlıyor ve “Tamam gidebilirsin,” diyor. RaikHocamlar o devirde gencecik tiyatrocular, ne olduğunu anlamıyorlar. Sonrayönetmendurumuaçıklıyor:

“Ertuğrulüçdörtgün izinli.Onunyerinebirileri teksti elinealsın,onunrolünümarkeetsin,akışprovalarımızdevamedecek.”

ErtuğrulBabaolmadanbeşaltıgünprovayapıyorlar.Birhaftadolmadançıkıpgeliyor,önceelindekiçantayıRaikAlmaçık’averiyorve“Evlatbusanaemanet,sakınçantayıbiryerdeunutma,”diyetembihliyor.ArdındanFransızyönetmenlekonuşuyor.Tekrarkucaklaşıp ağlamayabaşlıyor ikikocaadam.Kimse ne olduğunu anlamıyor. Prova bittikten sonra yönetmen, “Ertuğrulsana çok teşekkür ediyorum,yaşadığınbubüyük acıya rağmenbizimlesin,”diyor.Provasonundaemanet

ettiğiçantayıRaikHoca’danalmayageliyorveolayaydınlanıyor.Fransa’daözelbirtiyatrodaOnikinciGeceoynanıyor.OradaMalvoliorolünüoynayanaktör beyin kanaması geçiriyor ve bu haberi alan ErtuğrulBaba role talipoluyor. “Fransızca oynarım, üç temsil karşılığında şu kadar para isterim,”diyoramaburadakiprovalarındanbirkaçgünkaçmasılazım,nasılolacakbuiş?Fransızyönetmene,“Mösyö,annemParis’te,çokhastaveölmeküzere.Ölmeden beni görmek istiyor. Lütfen izin verin, gidip geleyim,” diyor.Böylece sarmaş dolaş ve gözyaşlarıyla dolu kucaklaşmanın nedeni bellioluyor.Fransadönüşüsenaryodahabasit.

“Maalesefannemikaybettim…”

EmanetettiğiçantayıRaikHoca’danalırkengülüyor.

“Evlat,merakedipçantayabakmadınmı?”

“Yok hocam, hiç bakar mıyım… Başkasının çantasını açıp niyebakayım?”

“Aferinoğlum,buenayiliğedevamet,”diyerekçantayıaçıyor, çantanıniçi tıka basa para dolu! Üç temsil karşılığında aldığı parayı kumarda şansıyavergittiğiiçinkatkatçoğaltmış.

“Yahu biz sana çeşmeyi emanet ettik, sen de hiç olmazsa bir tasdoldursaydın…”

Çantanıniçindenavuçladığıbirmiktarparayıharçlıkolarakveriyor.

“Albakalımevlat,budaseninhakkın.”

Günlergeçiyor,OnikinciGecesahnelenmeyebaşlıyor.Birikihaftasonrabaşkabiroyundevreyegirince,vınnnndiyeAvrupa’yagidiş…Yine rulettekırmızı-siyahta şans arama serüveni. Ama bu defa şansı yaver gitmiyor.Erkendenkafasıkopuyorvetekrarvatanagerigeliyor.Süreklikafasındaruletvar.Yıllarcaşunusavunuyor:

“Rulette 36 numarada 1 numarayı tutturmak zor iş. Ama kırmızı-siyahoynarsan yüzde elli kazanma şansın var. Bunun sayısal anlamda bir gelmesihri var. Bu formülü çözdüğüm anda çok zengin olacağım ve bu işleribırakacağım. Zengin olabilmem için de elimdeki nakit paranın çok olmasılazım. Öyle 3-5 dolarla bu işler olmaz. Keş on dı teybıl olması lazım!Formülüçözdüğümandakumarhaneleribirbirbatıracağım.”

Elbette peşinde olduğu hayalin gerçekleşmesi neredeyse imkânsız.AmaErtuğrul Baba hiç pes etmiyor. Sürekli “keş on dı teybıl”ın peşinde birhayat… Nakit anlamında büyük bir sıkışıklık çekiyor. Gariban tiyatrocumaaşıylazatenzorgeçiniyor.Odevirdedizi, film,dublajgibibirdurumdayok… Hele Ankara’da hiç kolay değil. Carl Ebert’in opera rejisörü diyeyetiştirdiği, aktörlük de yapan bir adam… Galalarda, resepsiyonlardapapyonutakıpsürekliortamlarıkovalıyor.Bildiğiyabancıdillersayesindeherortamda kendini sevdiriyor. Türk operasının çok önemli bir sopranosuylagönülbağıkuruyor.

“Sen bu ülkenin benzersiz bir orkidesi, dünya çapında büyük biryıldızısın. Burada kalırsan, gariban operacı maaşıyla anneanne olur,torunlarınla hayatını bitirirsin. Gel seni Avrupa’ya götüreyim, menajerinolayım,temsilbaşınaiyiparakazanırız.Seniçokönemlioperalardasahneyeçıkartırım.Şahaneotellerdeverestaurantlardalayıkolduğunprenseshayatınıyaşatırımsana.Benimlebuhayatyolculuğunavarmısınkraliçem?”

Böylecazipvebüyükbirhedefeyeteneklibirsanatçıhayırdiyebilirmi?Hele bu teklifi yapan adamın kafasında şeytan tüyünden bir taç varsa…AylarcaAvrupa’nınbüyükkentlerinidolaşıyorlar.ErtuğrulBabasözverdiğigibi önemli temsillerde başrol oynatıyor. İyi para kazanıyor. İyi otellerdekonaklama,lüksrestaurantlardahavyarlar,şampanyalar…Tatlıdiliyleşahaneiltifatlar…Turneleringeneldecasinosuolanyerlereyapıldığınıdabelirtmektefayda var. Ertuğrul Baba kendisine “keş on dı teybıl”ı sağlayacak kaynağıbulmuş nihayetinde.Amakumarhanelerin daimageçerli olan altın kuralıylatekraryüzleşiyor:“Herzamandükkânkazanır!”

“Senin uyuman lazım prensesim, sesin bizim tek servetimiz, ona iyibakmalıyız. Sen şimdi uyu, ben de casinoda bir iki saat oyalanıp

geliyorum…”

Kafayırulettekırmızı-siyaha takmışbiradam,bir ikisaatteoradançıkarmı?Saatlercesürenmaratonunsonucuyinehüsran…Eldeavuçtaparayok…Sürekli turne bağlama çabaları… Bazı yerlerde çok komik rakamlaratemsiller…NihayetindebuhayataErtuğrulBaba’nınenönemlinakitkaynağıisyanediyor:

“Yeterartık!Bıktımben,yüzünügörmekistemiyorum!”

Ertuğrul İlgin’i80’li yıllarınortalarında tanımıştım.Sağolsun,beni çokseverdi.Aradabendenufaktefekyalanlarlaparatokatladığıdaolurdu.Helalihoşolsun…Banaanlattıklarızatenbukitabınilkhikâyesioldu…

Avrupa turneleri bitince tekrar Ankara’ya dönmüş. “Geçen zaman benihaklıçıkardıevladım,”demişti,“benonadünyasahnelerinilayıkgörmüştüm.O,torunlarıylaAnkara’damemurmaaşlısopranoolarakemekliolmayıseçti.Yedirdim, içirdim, gezdirdim, büyükelçiler, bakanlar, resepsiyonlar, lüksoteller, pahalı kıyafetler, güller serdim ayaklarına… Ama o, bu hayatıelleriyle itti. Vizyon yok evladım, vizyon yooook! Hadi benim kumarımataktın, beni istemiyorsun, anladık. Hazır Avrupa’ya ayak basmışsın, gidipkendine birmenajer bul, onunla devamet.Amayoook!Küçükesat’ta torunsallayacakayaklarında.Vizyonyoookçünkü!”

Turneorganizatörlüğübiterdeçarelerhiçbitermi?ErtuğrulBabayıllarcarulettekırmızı-siyahınsırrınıkovalamış.Buikirengingelişindebirsihirvar.Tam çözmeye yanaşıyor, şimdi koparacağım derken nakit bittiği için tacaçıkıyorhep.

Aylar sonra opera binasına yanında iki üç kravatlı işadamı ve bir bankamüdürüyle geliyor; provadan çıkmış opera, bale, tiyatro camiasına kısa birbrifing veriyor. Haber bomba gibi patlıyor. Sanatçılara İsviçre’nin LuganoGölükıyısında,devbirormanıniçinde,kütükevlerdenoluşanbircennetvaatediliyor.Kütükolduğu içinçokçokpahalıdeğil,evlerinplanlarıdaherkesegösteriliyor. Nakit ödersen daha kârlısın. Param yok diyorsan sorun değil.Bankaherkeseyirmidörtaylıkkrediverecek.BellikiErtuğrulBabakumarıyine büyük oynuyor. Yanına iki uyanık yatırımcıyla bir de zavallı bankamüdürünüalmış“keşondı teybıl”yolunda.Bukezdanayıkesmeyeniyetli.Açılan hesaplara paralar yatmaya başlıyor. Altınlar bozduruluyor, arabayısatanlarvar,emeklioluncaoradayaşamadüşlerikuranlarvar.“Orayıkirayaverir,Didim’deyaşarız”diyedüşünenvar.Herkesinbirhayalivaramakimse

Ertuğrul Baba’nın planlarını bilmiyor. Proje tanıtımında kullandığı bankamüdürünüve2uyanıkyatırımcıyıresmençırakçıkarıyor.HesaptakitümTürkparasınıçekiyor,dövizeçeviriyor.“İsviçre’dengerekliizinlerialabilmemiçinsağlam nakitle gitmem lazım. Oranın bankasına parayı yatırınca ciddiolduğumuzu anlayacaklar,” diyor. Ankara Esenboğa’dan kalkan uçak ZürihHavaalanı’natekerikoyduğundabumaceranınsonuneolacak,ErtuğrulBabadabilmiyor.Sonunda“keşondı teybıl”diyediye sağlambirnakitkoymuşkenara.Şimdikumarhaneleregidip intikamalmazamanı…Rulette,kırmızı-siyahtadoğruhamleleryaparakyıllardırverdiğiparalarıçatırçatırsöküpalmazamanı…

“Nasılolsakimseninparasınaçökecekdeğiliz.ParayıbuluncaAnkara’yadönüpherkesinparasınıfazlasıylavereceğim,”diyor.

Şimdi bu hikâye bir film olsa, Ertuğrul Baba’nın şu son cümlesiniduyduktansonra sahneyionunyüzündekarartıpbir sonraki sahneye“35yılsonra” diye başlamam lazım.Evet, tam35 yıl ortalıktan kayboluyor.Aradakısa süreli İstanbul’a gelip gittiği haberleri geliyor ama hep kayboluyorortadan. Hayatı boyunca hiç evlenmemiş, çoluk çocuk yok. İstanbul’da birablası var, yıllardır hiç görüşmüyorlar zaten. Kimse nerede olduğunubilmiyor. Geride iyi niyetini kullanıp kenara attığı çok fazla insan,mahkemeler,davalar,mağdurlar,geçenyıllar,yıllariçindelanetolsundenerekatılmış, yakılmış dosyalar… Zaten 35 yıl geçince insanlar dünyanın biryerindeölmüştürdiyerekErtuğrulBaba’yıunutuyorlar.

Elinde sağlam nakitle kumarhaneleri kapamaya giden Ertuğrul Baba neyazık ki o paraları da kısa sürede eritiyor. Her gittiği ülkede garsonluk,uşaklık,taksicilikyaparakyadasağdasoldasürünerekgeçentam35yıl…

Avusturya’daasilbiraileninşatosundaaltıaykalıyor.Uşakolarakgiriyorşatoya.Bakıyorlarki adamdört dil konuşuyor; tiyatro, opera, klasikmüzik,bilgi, kültür, görgü kuralları, her şeyi biliyor. Asilzadelerin lise çağındakioğlunun bir nevi yaşam koçu oluyor. Çocuğu hayata hazırlıyor, hem de nehazırlamak…Her dilde küfür ve argo yanında çocuğa kumar da öğretmeyebaşlayıncaErtuğrulBaba’nınmaaşınazam,işinesonoluyor.Yıllarsonrabuolayı bana anlatırken, “Evladım, çocuğu zaten el bebek gül bebekyetiştirmişler, adam elma bile kesmemiş hayatında. Baktım çocuk ibneolacak,hiçolmazsasokakağzıöğrensin,kumarbazolsundedik.Şimdidahamıiyiolduyani?..”diyerekgülmüştü.

Avrupa’da yıllarca süregiden bu yerleşik olamayan düzenden çokbunalınca ErtuğrulBaba şansımAmerika’da denemeye karar veriyor. TıpkıBabafilmindekigibi,birgemininüçüncüsınıfkamarasındafırsatlarülkesinegidiyor. Sağda solda ufak tefek işleri kovalıyor ama durumdan hiç hoşnutdeğil.SonundabüyükbirArjantinsteakrestaurantınakapağıgarsonyamağıolarak atıyor.Günde iki ton et satılan, hepdolu, bir gecedeyüzlerce insanahizmet veren büyük bir mekân… Yine şeytan tüyüyle sempati havasıestiriyor,kendinibelli ediyorhemen.Bakıyorlarki adam tiyatrocu,her şeyibiliyor… Üstelik taş gibi yabancı dillere hâkim, servisi biliyor, karşılama,uğurlama,neolursaolsunmükemmelçalışıyor,hızlayükseliyor.Sonolarak

restaurantınbirincişefininyardımcısıoluyor.“Hayatımdaençokparayıoradakazandım,”demişti.Müşterininbıraktığıbahşişkıdemegörepayedildiğiiçinmaaştandahafazlakazanmayabaşlıyor.

Adamınhayatıhepkumardaparayıkovalamaklageçmiş.Parabiriktirmekdiye bir kavrama yabancı zaten. Fırsat buldukça yine kumarhaneleriziyaretten vazgeçmiyor. Arjantin steak restaurantta birden kafadaki ampulaydınlanıyor.Özelliklehaftasonlarımüthişbirtalepoluyor.Birçokmüşteriyi“Bugünlük etimiz bitti,” diyerek geri çeviriyorlar. Mekân sahibinin katıprensipleri var.Günde iki ton etten fazlasını istemiyor. “Kalitemizden tavizyok,”diyor.ErtuğrulBaba’yakimengelolabilirki!Restaurantınbirincişefinikafayaalıyor.Dükkâniçindedükkânçalıştırıyorlar,patronunruhuduymuyor.Mutfağın arka kapısından kendi aldıkları etleri de satıyorlar müşteriye.Kasaya bakandan,mutfakta patates soyan yamağa kadar bir örgütlenme ki,filmlerekonuolur.

Patron her gece kasadan gelen iki ton et satışının kazandırdığı parayıbiliyorzaten.Oysaçalışanpersonelbazen500,bazen750kilodahaetsatıyor.Gece bitiminde saadet zinciri gibi herkes payını alıyor.ErtuğrulBaba bunuanlatırken ona demiştim ki, “Babacığım, adamları bu işe nasıl ikna ettin?Kimsekalkıp,‘Olmazöyleşey’demedimi?”

CevapolarakErtuğrulBaba’dangüzelbirhayatdersialdım.

“Bak evlat, insanları bir biçimde ikna etmek istiyorsan paradan sözedeceksin, vaatlerde bulunacaksın. En küçük bir risk şüphesi olursa işbozulur. Benim birinci şefYunan asıllıydı, onunla kaynaşmamız çok çabukoldu. Sonra dükkân içinde ikinci bir dükkân işletirsek ne kadarkazanacağımızı anlattım.Üstelik patronunne parasını ne de etini çalıyoruz.‘Dükkândanmilletigerigöndermekyerineparakazanacağız,nevarbunda?’dedim.Önceleri olurmuolmazmıdiyedüşünüyordu.SonraABDdolarlarıbalyahalindefırındanyeniçıkmışgibisıcacıkgötcebineinmeyebaşlayıncakuşkusu kalmadı. Yine de işimi sağlama aldım. Saadet zincirimizden kimpayınıalıyorsa,hepsinikumarbazyaptım,kumarabağımlıhalegetirdim.İlkbirkaçaymuhteşemgeçti.Amabirgün,Filipinlibulaşıkçılardükkân içindeüçüncüdükkânıaçmayakalkışınca,öncepatronun,sonradahepimizinhaberioldu.Kovulacaklarınıanlayıncabizideispiyonladılarpatrona.Adambirhaftaiçinde tazminatımızı verip hepimizi kapının önüne koydu. İnsaflı adammışvesselam.”

Böylecebir“keşondı teybıl”projesidahahüsranlabitivermişti.AvrupaveAmerika’datoplam35yıllıkkaçışöyküsüneredebitecektiacaba?

ABD rüyası hiç de umduğu gibi gitmiyor. Avrupa’ya dönmeyi deniyor.Yinesağdasoldasiftinerekgeçenbirhayat…Birtürlüçözülemeyenkırmızı-siyahın şifresi…Sonunda, 35 yılın ardındanViyanaHavaalanı’ndaMilliyetmuhabiri Ali Haydar Yurtsever’le tesadüfen karşılaşma… THY biletkontuarınınönündeyaşınıbaşınıalmış,temizgiyimli,bejpardösülü,birgözüpamuk bandajla kapalı (bu pamuk bandajı ilerde anlatacağım) tonton veyorgunbirihtiyarsesleniyorAliHaydarYurtsever’e:

“Evladımbanayardımcıolurmusun?”

Öncecüzdanındançokeskibirkimlikçıkarıyor.Üstündeoyuncu,rejisöryazıyor.

“Evladım, Viyana’da beni soydular. Metroda gelirken uyumuşum;cebimdekitümparam,pasaportum,herşeyimgitti.Kalacakyerimyok.Açım,yorgunum,hastayım.Türkiye’yedönerdönmezsanaparanıveririm.İlkişimpasaport çıkartmak olacak ama gece bir yerde kalmam lazım. Yardımcı olevladım.”

AliHaydarYurtseverinanıyorvedurumaçoküzülüyor.“Nasılolsa2saatsonra uçakla Türkiye’ye döneceğim, babaya yardımcı olayım” diyedüşünüyor. Cebindeki tüm paraları, markları, şilinleri veriyor; ErtuğrulBaba’yıteselliediyorvevedalaşıyorlar.Ancakbuayrılıkdaimiolmuyor.15-20günsonraaynıhavaalanındatekrarkarşılaşıyorlar.ErtuğrulBabagazeteciAli Haydar Yurtsever’i unutmuş, hiç hatırlamıyor. Havaalanında dönmeküzere olan Türk yolculardan aynı senaryo ile para istiyor. Yurtseveryaşadıklarını Milliyet’te yazınca, “Ertuğrul İlgin ölmemiş miydi?”, “Yahuyaşıyormuş adam!”, “Viyana’da ortaya çıktı!” diye müthiş bir dalgalanmayaşanıyorsahnekulislerinde.

35yıllıkkaçışhüsranlabittiktensonrasessizsedasızTürkiye’yegeliyor.Ceptekuruşyok,kalacakyeryok.Çaresiz,75yaşındansonraablasınınevineyerleşiyor. İstanbul Devlet Tiyatrosu ve Operası’nın kapısına dayanıyor.“Başıma ölmekten de beter haller geldi. Oyunlarda figüranlık ya da bir ikirepliklik rollere razıyım. Yeter ki alacağım oyun başı yevmiyelerle hayattakalayımevladım,banayardımedin,”diyor.BöylecebizimkuşakdaErtuğrulBaba’ylatanışmaşerefinenailoluyor.

ErtuğrulBabasahnelediğimizbazıoyunlardayaşınabaşınauygunküçükrollerdeoynadı.Rolnekadarküçükolursaolsun,herrolübüyütürdüErtuğrulBaba. İki cümleyi iki paragraf yapardı. Yazardı da yazardı. Oynarken buhalinegülmektengeberirdik.Bazıkalabalıksahnelerdeisterayaktaolsunisterotursun seyirciye çaktırmadan ufak ufak uyur, tam yeri gelince hemenuyanırdı.“Yabirgünuyanmazsa”diyedüşünür,yorumlaryapardıkamaçokuyanıkadamdıvesselam.Oyunbitimindeseyirciyeselamverdiğimizanlardadaçokkomikti.Zorla,kanırtarak,yalvararakbaşroloyuncusundanbilefazlaalkış almayı becerirdi. Ortaya gelip eğilir, selam verip kenara çekileceksanırsınamahayır…Kollarınıbüyükbüyükaçar,tümseyirciyibağrınabasar,eğilirkalkar,eğilirkalkar…Sonrabalkondakiseyircileriyavaşyavaş takdiseder.Tamselamıbittiderken…Birdenstepdansıyapmayabaşlardı.Oyunlahiç ilgisi olmadığı halde insanlar bu ihtiyar delikanlının performansınıalkışlarlaödüllendirirdi.Amaonunselamıdahabitmezdi.Galibaartıkbirşeyyapmazdediğimizanda,stepdansındankısabirpotpuriveardındannereye,nasılsakladığınıhiçbilmediğimizbirfaytonkornası.Selamınsonunda“Vort!Vort!Vort!”diyebasarveyerinegeçerdinihayet.“Evladım,selamdaoyununbir parçasıdır. Bu fırsatı değerlendirin,” diye tavsiyelerde bulunurdu ihtiyarkurt.

Ertuğrul Baba’yla bazı oyunlarda birlikte oynadık, turneler yaptık. Herzaman dikkatimizi çeken enteresan bir adamdı. Bazen AKM kafeteryasınagelirdi,elindetorbavekutularla.

“Evlat,çabuk50TLver,sanamüthişbirboğazpastiligetirttim.”

“Evlat, 100 TL ver, çift deste oyun kâğıdı var. Bu kaliteyi, bu parayabulamazsın.”

“Evlat,ablamıameliyatettirdim,hastanedençıkarmamiçinparalazım.”

Sürekliufaktefekyalanlarlabirşeylersatmayadaborçadıaltındaparaistemeler… Artık o hale gelmişti ki; neden, niçin sorgulamadan elimizdengeldiğinceveriyordukzaten.

Bu yaşlı başlı adam devamlı, “Bana rol verin. Bana para verin. Benimparakazanmamlazım”dedikçe,bilmeyenlerhemenyorumyapardı:

“Galibagençbirsevgilisivar,parayetiştiremiyor.”

OysaErtuğrulBaba’nınhayatında tekbirsevgilisivardı: rulete,kırmızı-siyaha(yadakırmızı-siyahlıkadına)olantutkusu.

O yıllarda Türkiye’de casinolar açıktı. Hemen her otelin casinosu vardızaten. Ertuğrul Baba oyunlardan aldığı ve bize pazarladığımallardan gelenparaylahemencasinolaradalıyor,yinekırmızı-siyahınpeşindekoşturuyordu.Bir sabah erken saatte onu Taksim’de görmüştüm. Elleri pardösüsününceplerinde ve sağ gözü bandajlı dolaşıyordu. “Babacığım günaydın, neyapıyorsun sabah sabah?” dedim. “Evlat, casinodan çıktım, biraz havaalıyorum,”diyekarşılıkverdi.Gözündekibandajaişaretedipsordum:

“Geçmişolsun,neoldugözüne?”

Birandasağgözündekibandajısolaaldı.

“Gözlerimisırayladinlendiriyorum,bellibirsaattensonragözyoruluyor,flugörüyorum.Sıraylabandajlayıpdinlendiriyorum,”deyipyineTaksim’dekiotelincasinosunadoğrugittivekayboldu.

Tiyatrodaneşeli olangruphangisiyse, onayakınolmayı veonlarla aynıkulistesoyunupgiyinmeyiseverdi.Birgünyanımızdasoyunurkendikkatimiçekti.Anadolu’da“tuman”denilencinstenkocabirdonuvardı,paçalarıçokgeniş ve rahattı. “Babacığım gerçekten böyle tuman görmedik,” dedim,“oldukça iddialısın galiba…” Kuliste hepimizi yıkıp geçirdi. “Yok beevladım, ne iddiası… İnsan yaşlanınca, özellikle erkeklerde göt tepsi gibidümdüz olur. Taşaklar dizlere kadar iner, o yüzden daha rahat don giymekhoşuma gidiyor. Ama sizin gibi hergelelerin aklından geçeni de elbetteokuyorum. Ertuğrul Abiniz’de ereksiyon var mı yok mu, onu merakediyorsunuz değil mi?” dedi gülerek. “Evet babacığım, merak ediyoruz,aydınlat bizi,” dedik. Oturduğu yerden koca donunun lastiğini gevşetti,içeriye baktı, baktı… “Ulan benden önce öldün ya… Senin de ananısikeyim!”deyiverdi.Yıkıldık,yerlerdeyiz…

Oynadığımız oyunun Kıbrıs’a turnesi çıktı bir zaman sonra. Gidiyorgeliyor, “Evlat, Kıbrıs’a hangi gün, saat kaçta gidiyoruz? Turne ne kadarsürecek?Öğrenşunu.”

Sonundaniyetinibellietti.Oyunlardanaldığıyevmiyelerlebirazbirikimivarmış.Viyana’yaruletoynamayagidecek,kafayıonatakmış.

“Kıbrıs uçağı sabah erken olduğuna göre… Aynı gece sabaha karşıViyana’dangelirim,hiçeveuğramadanberaberKıbrıs’agideriz.Amasendenbirricamdahaolacak.Şimdisanabirtelefonnumarasıvereceğim,gece9-10

gibi bu numarayı arayıp ablamla konuşmanı istiyorum. Diyeceksin ki,TRT’denbirdiziiçinaradım,Çorum’daikihaftaçekimivar.”

“Babacığımtamamarayayımdabuyalananegerekvar?”

“Evladım,benViyana’ya,oradandaKıbrıs’ageçiyorumdersemablamınçocukları benim anamı beller. Çikolata getir, içki getir, falanca parfümdenal… Ben oraya kumara gidiyorum. Böyle dangalaklara ayıracak zamanımyok.BeniÇorum’daçekimdediyebilirlerse rahat ederimevladım.En fazlaÇorumleblebisialırımbakkaldan.Anladınmışimdi?”

“Vaaay” dedim, ihtiyar kurda bak sen, neleri düşünüyor… Bir süreortalıktan kaybolunca herkesmerak etmeye başladı, “Kıbrıs’a turnemiz var,inşallah gelir.” “Gelir gelir,” diyorum, kimseye de çaktırmıyorum, ErtuğrulBaba’yasözvermişiz.

Turne günü sabah erkenden Atatürk Havaalanı’na geldik. İçerde birazdolaşıncaErtuğrulBaba’yıgördüm.Birkafedeoturmuş,yinegözününbirindebandaj, yarı uykulu etrafa bakıyordu. Beni görünce pek sevindi. “Evlat, albunlar senin,” diyerek bir kutu çikolata ve bir şişe viski verdi bana.“Babacığım niye zahmet ettin, ne gerek vardı…” dedim. “Kazanmasaydımvalla almazdım. Bu defa şansım yaver gitti. Kazandığım şilinleri dolaraçevirttim. Bak burada 4000 dolardan fazla para var,” dedi. Paraları gazetekâğıdına sarmış, yara bandıyla da sağlamlamıştı. Sonra bir süre durdu,paralarıbanaverdi.

“Bak evlat, ben yaşlı başlı adamım. Bir yerde uyuyakalırım ya dacebimdençekipçalarlar.Albuparalarsendedursun,Kıbrıs’tabanaverirsin,benodadakasayakoyarım.”

Bir saatlik uçuştan sonra otobüse bindik ve Salamis Bay Hotel’deodalarımızaçekildik.Resepsiyondanodanumarasınıöğrendim,yanınagittim.Almanca sayfalardan paket yapılmış parasını verdim. “İçini açıp bakmadınmı?”dedi.“Niyeaçayımbabacığım,senzaten4000dolardanfazlaolduğunusöylemiştin.” Güldü, “Ulan seni çeşmenin başına oturttuk, insan bir tasdoldururbe…”dedi.AynıelliseneönceRaikHoca’yasöylediğigibi…

Akşam yemeği için Girne Limanı’nda bir yer ayarlamıştık. Bütün ekiporaya gittik. Babayımasada başköşeye oturttuk.Yedik içtik, hesabı istedik.Garsongeldi,“Hesapödendiefendim,”dedi.“Aaaaa!Nasılolurya?”İşdahasonraortayaçıktı.ErtuğrulBabatümekibinhesabınıödemişti.“Yahumahcup

ettin,bizseniağırlamalıydık,”dedikamakestiripattıhemen,“Tamamyahuuzatmayın,alttarafıbiryemek!Sizbabayıçulsuzmusanıyorsunuz!Allah’aşükürparamızvar.”Cümlesonundadabanaincebirbakışattı,“Aman4000dolardankimseyebahsetmesakın”dergibi…

Kıbrıs turnesinden döndükten sonra hayatında peş peşe olumlu şeylerolmaya başladı. Yine bir sabah Taksim The Marmara’nın önünde voltaatarken bir kalabalık görüyor, siyah makam arabaları, polis eskortları vs.Soruyor hemen, ne oluyor, kim için bu koşuşturma? “TBMM BaşkanıHüsamettin Cindoruk otelden çıkıyor, onu bekliyoruz,” diyorlar. “Neee!Hüsambenimgençlik arkadaşım,” diyor ve çıkarken karşılaşmak için fırsatkolluyor.Sonundakarşısınaçıkıyor.“Hüsambenitanıdınmı,BenErtuğrul,”diyor.Karşıdangelenilktepkiçokdoğal:

“Aaaaasenyaşıyormusun!Bizöldünsanıyordukyahu!”

İki gençlik arkadaşı sarmaş dolaş oluyor. Ertuğrul Baba durumunuanlatıyorkısaca:

“Ölmedimamadahabeterbirhayatyaşıyorum.Yaş75oldu,hâlâablamlaaynıevdeyim.Kalacakyerimyurdumyok.”

HüsamettinCindorukyanındakileretalimatveriyor:

“ErtuğrulBey’inrahatedeceğibiryereyerleştirilmesinisağlayın.”

Kısa süre sonra Korukent’te çok lüks bir huzurevine yerleştiriyorlar.Kendineait,televizyonlu,banyolu,otelodasıgibikocaodasıoluyor.Yemekönünegeliyor,düzenlisağlıkkontrolüyapılıyor,çamaşırlarıütülü,pırılpırıl…Dahaneolsunki?Konusuaçılıncaherfırsatta,“AllahrazıolsunHüsam’dan,sayesindehuzuraerdim,”diyerekteşekkürühiçihmaletmiyordu.

AylarsonraAnkara’yaturneyegideceğiz,turneotobüsünedoluştuk.Aaaabir baktık Ertuğrul Baba’nın yanında kendi yaşlarında bir kadın var!Gençliğinde çok güzel olduğu belli bir kadın. Bakımlı saçları, tırnakları,yemyeşilgözleriolanzarifbirhanımefendi.

Hepimizi tek tek üşenmeden tanıştırdı ve “İşte hayatım boyuncabeklediğimkadın,ömrümdekimseyleevlenmedimama75yaşımdaaradığımaşkı huzurevinde bulmak varmış. Aşkımla turne dönüşü evleniyoruz,haberinizolsun,”dedi.

Gencecik âşıklar gibi el ele, göz göze, diz dize oldular turne boyunca.Hepimiz mutluluklarına gıpta ettik. “Helal olsun size,” dedik. Sonra sezonbitti, tiyatrolar tatil oldu. Ardından yaz tatili dönüşü bomba haberi aldık.Evlenmişler… Ertuğrul Baba’nın zarif eşinin üç çocuğu varmış. Rahmetlikocasından kalan üç daireyi otursunlar diye çocuklarına kıyak yaparakveriyor. Tapular yengemizde ama kira geliri yok haliyle. Ertuğrul Bababaşlıyorsevgilieşineanlatmayaveinceinceçalışmaya:

“Yahu bunlar hayırsız evlat. Sen kira bile istemeden evleri bunlaraaçmışsın,üçevlatsıraylaanalarınıevdemisafiredemiyor,huzurevineatıyor.Yarınölüyorumdesenhastaneyebilegelmezbunlar.Buevlerisatkarıcığım.Parayıdövizeçevirelim.Banabirhaftamüsaadeet.Hayatımboyunca rulet,kırmızı-siyah denklemini çözmeye uğraştım. Formülü buldum.Nakit paramolursa sağlam bir tokatla bu işleri bırakıyorum. Seninle bundan sonrakihayatımızı Tokyo’da yaşayacağız. Artık ömrümüzün son yıllarında bizegeyşalarhizmetetmeli.İkimizdebunuhakediyoruz.”

Günlerce anlatıyor da anlatıyor. Rulet… Kırmızı-siyah… Keş on dıteybıl…Japonya…Tokyo…Geyşalar…Sağlık,mutluluk,huzur…Sonundaeşi ikna oluyor ve “Ben evleri satıyorum,” diyerek evlatlara ültimatomuveriyor.

Çocuklar annedeki bu değişikliğe önce çok şaşırıyor, sonra da yenikocasınınyönlendirmesiyleevlerisatacağınıanlıyor.Kıyametkopuyor.

Evlatlar anaya yüklendikçe, Ertuğrul BabaMalkoçoğlu gibi savunuyor.Hemaradığıaşkıbulmuşhemdeömrününsonperiyodunda“keşondıteybıl”içinmüthişbirnakityaratmaşansıyakalamış.Hiçbırakırmı…

Çocuklar mahkemeye başvuruyor. “Annemiz yaşlı, akli melekelerinikaybetmiş, yeni evlendiği kocasının etkisindekalıyor.Evleri satamaz,” diyeatakyapıyorlar.

İhtiyarkurtprofesyonelbirkumarbaz,hemenrestigörüyor.

“Altı ay önce evlenirken akli melekeleri yerinde oluyor da şahsına aitevlerisatarkenmikafasıyerindeolmuyor?”

Neticesinde Ertuğrul Baba son şansını yakalıyor. Alınan paralar dövizedönüştürülüyor.Tokyo’daevilanlarıvegeyşapiyasasıaraştırılıyor.BirhaftasonraTokyo’yaebediyenyerleşmeküzeresözleşiyorlar.

Vegidiyor…

Daha ilk haftasında iki üç farklı casinoda şansını deniyor ve büyükkoparıyorlar, Âdem Baba gibi ortalıkta kalıyor. Artık İstanbul’a dönmesigerekiyor ama çok sağlam bir yalan ve bahane bulması lazım. Yıkılmış,perişanbirhaldedönüyor.Belkidehayalindeböylebirsonusahneyekoymuşolmalı ki… Nice badirelerden geçmiş, görmüş, yaşamış bu adam filminsonundakendiniölümeyatırıyorveonbeşgüniçindeölüyor.

“İnanbanakarıcığım,buhayattaherşeyiikimiziçinyaptım.Sadecebunainan.Affetmesendeolur…”

Onu tanıyanlar öldüğünü, aynen onun istediği biçimde gazetedenöğrendiler.Yarımkibritkutusukadarbiryerdeyazıyordu:

“BenErtuğrulİlgin.Öldüm,gidiyorum,kalanlaraselamolsun.”

Birturneakşamındahepimizevasiyettebulunmuştu:

“Oğlum, ben öldükten sonra asla tören falan yapmayın, yapana da izinvermeyin. Beni gasilhaneden alacaklar. Götüme pamuk tıkanmış, kafirunsürülmüş, mis gibi kundaklanmışım. Götürün, cenaze namazımı kılıpdefnedin, tek istediğim bu. Tabutu sahneye koymalar, etrafta çiçekler,çelenkler,kürsüyeçıkıp fırsatbu fırsatdiyedakikalarcakonuşmalar…Öyleşeyler istemem. Sevenler de var, sevmeyenler de. Biliyorum, arada saatinebakanlar olacak. ‘Ulan dublaja geç kalıyorum, sette beni bekliyorlar’ diyenolacak.Bununyağmuruvar,çamuruvar,soğuğuvar,sıcağıvar…Arkamdan‘Ulan tam da ölecek günü buldun’ demelerini istemem. Ablamın çocuklarıbiliyor. Sizden de öyle istiyorum.Öldükten sonra kimseye haber vermedendefnedin.Anadolpikabınarkasındabilegiderim.Defnettiktensonraküçükbirilanveringazeteye,yeterdeartarbile.Mezartaşımızolmasadaolur…”

Y FİKRETABİ

ıllarönceUmutfilmininoyuncukadrosundayeralmıştıkFikretHakan’la…Filmdebirlikteoynadığımızsahneyoktu.SadeceİstanbulveAnadolu’dakibazı gösterimlerde beraber olduk. Ender bulduğumuz boşluklarda sohbetetme fırsatımızoldu.FikretAbimeslekbüyüğümüzdü.Tiyatrokökenlibiroyuncuydu ve oradan sinemaya geçmişti.Gençlik yıllarında kendini kabulettirmiş, Yeşilçam’ın jönlerinin arasına girmeyi başarmıştı. Dolayısıylatiyatro ve sinemaya dair çok şey bilen bir adamdı. Hakkını teslim etmeklazım; sığ değildi, oldukça bilgili ve donanımlı bir oyuncuydu.Yeşilçam’dakiseksfilmleripaspallığınınyaşandığıdönemdeaslaogirdabakapılmamış ve tiyatroya dönmüştü. “Bunca yıl ilmek ilmek dokuduğumoyunculuk kariyerimi, üç kuruş para için seyirciye kıçımı başımısergileyerekhebaedemezdim,”demişti.

Oyunculuk mesleğini seçerken ailesinden çok destek görmüştü. BabasıçokiyiRusçabilenbiredebiyatöğretmeniydi.DedesiRusya’dangeldiğiiçinonun sayesinde öğrenmişti. Çehov’dan çeviri yapabilecek kadar iyi Rusçabilirmiş babası. Fikret Abi de bir dönem gazetecilik yapmış, şiir ve öykükitapları olan bir oyuncuydu. Türk şiirinde Baylancılar denen gruptakişairlerdenmiş. Baylan Pastanesinde toplandıkları için onlara Baylancılardiyorlarmış. Babası Galatasaray Lisesi’ne tayin olunca hayatının sonrakidönemindehepİstanbul’dakalmışlar.Yazarlığınkarındoyurmadığınıgörünceoyunculuğakafayıtakmış.OdönemYeşilçam’ınstarlarınınarasındankafayıuzatıp, “Bu yarışta ben de varım” demek kolay iş değil. Ama o bunubaşarmıştı. Tiyatro ise bir tutkuydu onun için. “Ben tiyatroyu kendibecerilerimi sınamak ve geliştirmek için yapıyorum. Her akşam yenidensınava giriyorum. Onun verdiği hazzı başka bir yerde bulamam. Ne parakazanması,tiyatrodaoynamakiçinüsteparaveririm,”demişti.

Yeşilçam’ındüştüğü seks filmleri batağındançıkışınıbeklemekyerineodönemde tiyatroda Zorba’yı oynamaya başlamıştı. Onunla beraber tiyatroyapanbirarkadaşımanlatmıştı.Yalova’ya turneyegidiyorlar.Oynayacaklarısalona arka kapıdan dekorları sokuyorlarmış. Işık ve ses provası yapılıyorsahnede.Fakattiyatroarkakapısıylakomşu,sebzemeyvenakliyeciliğiyapanşamatacı bir şirket var. Prova sırasında muavinlerin, sebzecilerin vekamyoncularınsesiduyuluyorboyuna.

“Gelgelgel…Hooopp!Sağyap…Solyap…Hoopp!..”

OyunbaşlamadanönceFikretHakanadamlarınyanınagidipricaediyor.

“Arkadaşlar akşam burada iki saat oyunumuz var. Sesiniz salondayankılanıyor.Akşambuşamataolmasın.”

“Aaa Fikret Abim, emrin olur. Akşam çıt çıkmaz, sen rahat ol, üzmekendini,”diyorlar.

Akşam oyun oynanmaya başlıyor. Başlangıçta her şey güzel güzelgiderken, salonun arka sahne kapısından içeriye yine korkunç bir şamatadoluyor.

“Hoop!..Gel,gel,geeelll…Sağyap,sağyaapp…Hooopp!”

Artıkbağırtı çağırtı okadaryoğunlaşıyorki…Oynayanlardaoynayacakheves, izleyicideoyunatahammüledeceknefeskalmıyor.TamdaZorba’nınen güzel tiradında Fikret Abim kaptırmış giderken muavinlerin vedeğnekçilerinsesicayırcayıryükseliyor.FikretAbimbirdentiradıkesiyorveseyirciyedönüyor.

“Şimdi Zorba arkaya gidiyor ve bu terbiyesizlere haddini bildiripgeliyor!”

Herkesinşaşkınbakışlarıaltındasahneyi terkediyor.Arkakuliskapısınıaçıp, Zorba kostümüyle kendini dışarı atıyor. Sebze meyve yüklenen yerekoşuyorveönünegelenesilletokatdalıyor.

“Ulanbensizeçıtçıkmayacak,akşamburadatiyatrooyunuvardemedimmi!”

Normalde büyük mevzu çıkması gerekirken, “Affedersin abi,” diyorlar,özürdileyip,eliniöpüp,Zorba’yıtekrarsahneyegönderiyorlar.Seyircide10dakikadırZorba’nındönmesinibekliyor.Sahneyeçıkıyor,“Gerekenciddiyetive sükûneti sağladım, şimdi Zorba kaldığı yerden devam ediyor,” diyor.Müthişbiralkışlaoyunusağsalimbitiriyorlar.

ÖztürkSerengilyıllaröncebirdostmeclisindeşöyledemişti:

“Ben hayatımda ailemden hiç sevgi görmedim, hep hakaret ve dayakhatırlarım. Benim hayatımda bir tane babam oldu. Onun adı da FikretHakan’dır.”

SuphiKaner’le beraber çömez oldukları dönemde, FikretHakanmüthişpopüler ve hızla zirveye çıkan bir aktörmüş.Bir film setinde o kadar adamarasından Öztürk Serengil ve Suphi Kaner’i görüyor, yanlarına gidiyor,başlıyorlarsohbetetmeye.Soruyor:

“Evbark,çolukçocukneredeoturuyorsunuz?”

Ne desinler? Zaten ev bark yok, üç kuruş cepte para varsa bekârodalarında, o dayoksayapım şirketlerininkoltuklarındauyuyorlar.Durumuanlatıyorlar.FikretHakanüzülüyor.

“Olurmuulanöyleşey,yürüyünbizegidiyoruz.”

Fikret Hakan’ın evine gidiyorlar, annesiyle beraber yaşıyor o yıllarda.Anasına,“Bakbuarkadaşlarımartıkbizdekalacak.Bunlardaseninevladın,”diyor. Valide Hanım bunlara ayrı bir oda hazırlıyor. Yatakları yapılıyor,çamaşırları yıkanıyor, ütüleniyor, kolalanıyor. Sabah kahvaltı, akşam sıcakyemek…

AnasıFikretAbim’eçamaşır,çorap,gömlek,nealıyorsaonlaradaalıyor.Fikret Abim, “Kardeşlerim hep temiz pak olun, asla tıraşsız gezmeyin,istediğiniz bir şey olursa benim gardıroptan alıp giyin. Sakın çekinmeyin,

utanmayın,” diyor.Bir yaz başında uzun bir süreliğine İngiltere’ye gitmeyekarar veriyor, “Ben bir ay yokum, anam size emanet,” diyor. İngiltere’detiyatrolara, operalara, müzikallere gidiyor. Canlı müzik yapılan yerleri,kulüpleri, diskoları da dolaşıyor tabii. İngiltere dönüşünde evde heyecanlasoruyorlar:

“Abiyediğiniçtiğinseninolsun,nelergördün,anlat.”

Fikret Abim de oyunları,müzikalleri, ne gördüyse ballandıra ballandıraanlatıyor.“Şimdisizebirşeydinleteceğim,”diyor.

İngiltere’den getirdiği küçük hediyeleri verdikten sonra bavulundan birplak çıkarıp pikaba koyuyor. Başlıyor müzik eşliğinde dans etmeye… Odevirde Twist modası başlamış, hızla yayılıyor. “Oğlum, özellikle müziktetüm başlangıçlar Britanya’dan çıkar, oradan tüm dünyaya yayılır. Bu Twistmodası da tüm dünyayı sarsacak,” diyor. Öztürk Serengil ve Suphi Kaner,FikretAbimTwistyaptıkçagülmektenyerlereatıyorkendini.

“Abi yanlış anlama ama senin gibi yükselen ve aranan bir jönün böyledansederkengötünübaşınıdeğirmentaşıgibiçevirmesikomikgeldi.Neolurkusurabakmaamamilletbunuyanlışanlamasınsonra?”

FikretAbibirazdüşünüyorveonlarahakveriyor.“Doğru,haklısınız.Budansı sana öğreteyim Öztürk, çok yakışır. Bir komedi filminde yap bunu,herkes bayılır,” diyor. Evde pikaba plağı yerleştirip devamlı çalışıyorlar.Öztürk Serengil götünü başını değirmen taşı gibi çeviriyor, zargana gibikıvrakfigürleryapıyor.Şarkısözlerinibilmiyor,zatenezberlemesiimkânsız.Kafadanuyduruyorlar.

“Abidikgubidiktwisttwist,laplaplubalagatwisttwist…”

Yakaladığı ilk fırsatta Twist dansını filmde patlatıyor. Bir anda bütünTürkiye, “Abidik gubidik twist” diyerek dans etmeye başlıyor. ÖztürkSerengilhızlazirveyeçıkıyor.Ençokarananveençokkazananaktöroluyorbiranda.

“Fikret Abim benim koluma altın bilezik taktı. Bana zirve yolunu açtı.Benimabimvebabamdır.Unutamamyaptıklarını,insanlığını.Onaveanasınahepminnetduydum,”demiştiÖztürkSerengil.

Fikret Hakan uzun bir süre hastalık çekti, akciğer kanseri tedavisigörmüştü. O dönem insan içine çıkmak istemedi. Ölmeden önce küçük bir

söyleşiyapmışlardı.Sonsözü“VatanaveAta’yaihanetetmeyin.Onlarasahipçıkın”olmuştu.

MekânıncennetolsunFikretHakan…

Çokkıymetlirollerdeoynayıpgöreviniyapmıştınzaten…

HoşçakalBuminGaffarÇıtanak…

YHUNİMPARATORUATTİLANASILMÜSLÜMANOLDU?

avuz Turgul’un efsane filmi Eşkıya’yı hatırlarsınız… Peki Şener Şen’incanlandırdığı Baran’ın Berfo’yla efsane hesaplaşmasını? “Hayatın sevdakarşısında ne önemi var?” ne güzel replikti değil mi? Ve şu ne güzel birsahneydi:

“Benbunlarıyaptım,çünküâşıktımben.Yanivurulmuştum.Ölüyordumaşkımdan. Bunun üzerine kim bana ne diyebilir ha? İhanet mi, aşkım içinyaptım ulan! Ahlaksızlık mı, evet yaptım. Ben en yakın arkadaşımı, senijandarmaya ihbar etmiş adamım.Senyapabilirmiydinbenimyaptığımıha?Ensevgiliarkadaşınaihanetedebilirmiydin?Onujandarmayaihbaredebilirmiydin? Arkadaşının altınlarını çalabilir miydin? O altınlarla arkadaşınınsevdiğikadınıanasındanbabasındansatınalabilirmiydin?Arkadaşınıölümegönderebilir miydin? Ama ben yaptım. Aşkım için! Şimdi söyle bana.Hangimizin aşkı Keje’ye daha büyük ha? Hangimiz Keje için bu kadargünahagirmeyigözealabildi?Buaşkiçinbencehennemdeyanmayahazırım.Yasen?”

BüyükoyuncuŞenerŞen’inkarşısındaoynayanKamranUsluerdebüyükbir oyuncuydu. Otuz beş yıllık sanat hayatında sinema filmlerine, TVdizilerine, tiyatro oyunlarına ve birbirinden güzel dublajlara imza atmıştı.KamranUsluer’inmuhteşembir sesi ve çokgüzel fiziği vardı.Gençkuşakbelkionuhatırlamayacak.“Berfo’yukimoynamış?”dediklerindekarşılarınaçıkanobüyükoyuncununKamranUsluerolduğunubelkiyeniöğrenecekler.

Kamran Usluer’le hayatımda iki defa çalışma şerefine erdim. UğurYücel’indizisiAzizAhmet’tetanışmıştık.SalkımHanım’ınTaneleri’ndeHalitBey’ioynamıştı,ovesileyle tekrarbuluştukbüyükustayla.Çokçalışkanbiroyuncuydu.Öncedendersineçalışır,işinihiçşansabırakmazdı.KamranAbiçok disiplinliydi, planlı programlı çalışmayı çok severdi. Film setlerinde,dublajkoridorlarında,tiyatrokulislerindeboşboşoturmazdı.“İnsanömrününüçte biri beklemekle geçiyor. Bize de zaten oyunculuğumuz için değil,beklediğimizbuanlariçinparaveriyorlar,”derdi.

ÇokenteresanbiradamdıKamranUsluer.Elindetığ,şiş,kanaviçe, iplerve yünlerle oturur; numaralı gözlüklerini takıp dizinin üstüne koyduğumodelinaynısınıişlemeyeçalışırdı.Hepsibirbirindengüzeldantelpeçeteler,sehpa örtüleri yapardı. “Beni çok rahatlatıyor, böylece sigara içmek aklıma

bile gelmiyor,” derdi. Salkım Hanım’ın Taneleri filminin çekimlerinde üçhaftaBüyükada’daçalıştık.Haftalıkçalışmaprogramınısaatisaatinebilmekisterdi.Boşbulduğuzamanlardaadadanİstanbul’ainer,sonraçekimsaatindegelir,hazırvenazırolurdu.

Büyükada’da kaldığımız otele gelirdik çekimden sonra. Sette ya da otelfuayesinde sohbet ederdik ama rakılı uzun sohbetlere gelmezdi KamranUsluer.Kendimasasınıotelodasındahazırlar,sadeceikidublerakıiçerdi,okadar. O iki duble rakı için öyle görkemli bir masa yapılırdı ki,inanamazdınız. Sanki dört kişilik özel bir yemekmiş gibi özen gösterirdi.Plastik veya melamin tabak, plastik çatal, bıçak ve dibi kalın limonatabardağından nefret ederdi. İstanbul dışına, deplasmana çıktığında hep ikiçantası olurdu yanında. Birinde şahsi eşyaları, diğer bavulda ise keyifleiçeceği ikiduble rakı içingerekliolanherşeybulunurdu.Porselen tabaklar,zarifçatal,bıçak,kaşıklar…Rakıyısoğuktutsundiyeehlikeyf,incekenarlırakıbardakları,buzkovası, tuzluk,karabiber,baharatlar…Tümmezelerideçantada getirirdi. Lakerdayı Beyoğlu’ndan, taramayı Kurtuluş’tan, turşuyuCihangir’den,süzmeyoğurtlabeyazpeyniriKadıköy’dentedarikederdi.Hiçüşenmeden,hepaynıyerlerdenalırdı.Otelodasındakurduğumasanınbeyazörtüsünü bile yanında taşırdı. “Benim için iki duble rakı içmek en büyükkeyif. Olur olmadık mezelerle, olur olmadık mekânlarda, olur olmadıkadamlarlabuzevkimihebaedemem,”derdi.

Sette çalışırken zaman zaman güzel sohbetine bırakırdık kendimizi. Birkeresinde, “Tekrar dünyaya gelsen yine bu mesleği seçer miydin?” diyesorduk. “Evet, tabii ki oyuncu olmayı seçerdim amabu ülkede değil,” diyecevaplamıştı. “Bizim mesleğimizi yapanlar başka ülkelerde hep itibarlıinsanlardır ve saygı görürler. Yaşlandıklarında kimsesiz ölmek gibi birkorkuları yoktur.Devlet onlara sahip çıkar, kimsesi yoksa ömrünün sonunakadar sanatçıların sağlık ve barınma da dahil her ihtiyacını karşılar. Bizdeöylemi?Öldüktensonrakıymetveriyorlar,”demişti.

Hoşsohbet, lafını dinleten, kendini özleten, zarif bir adamdı KamranUsluer. 1972 yılında Tarkan-Altın Madalyon filminde Hun İmparatoruAttila’yı oynamış. Çadırdan çıkıp güzel bir ata binmesi, “Hadi aslanlarım,sefere çıkıyoruz,” demesi lazım. “Ben hayatta ata binemem,” demiş. YıllarönceAnadolu’dabir filmçekimindeatabinmesigerekiyor.Hayvanaalışsındiyeikiüçgünçalıştırmışlar.Bakmışlarkitamam,hayvanlauyumudagayetiyi. Çekim esnasında her şey yolunda giderken at bir şeyden ürkmüş, iki

ayağının üstünde şahlanıp, Kamran Abi’yi taşın üstüne sırtüstü atmış.Neredeysebelikırılıyormuş,odereceyani.Aylarcabununsancılarınıçekmiş,ilaçlar, korseler, doktorlar… “Ölmediğime şükrediyorum, yönetmene desöyleyin, ben at sahnesinde yokum! Nasıl çekecekseniz çekin!” demiş.Haydaa…Okadar insan toplanmış, dünyamasrafyapılmış, nasıl olacakbuiş?..Eğerbirileriyarımsaatsonra“Havagidiyorbeyler!..”derseneolacak?HemenKamranAbi’yirahatlatacakformülübuluyorlar.

“Seni atın üstüne Hun İmparatoru Attila olarak oturtacaklar. Hayvanınboyun altından uzun bir ip bağlayacaklar. Atın sahibi kadrajın dışındabırakılacak.Kamera senidahayakın çekecek.Kolunukaldıracaksın, ‘Haydiaslanlaryürüyün!’diyeceksinvestop.Korkacakbirşeyyok.”

“Tamam” demiş Kamran Usta. “Motöööör!” komutuyla beraber gayetgüzel işlemiş ve çekmişler. O arada “Abiciğim sizi attan alalım,dinlendirelim,”deyipindirmişler.Tamçayıvesigarayıyarımlamışkenasistangelmiş.

“Hocam şu sahneyi son bir defa daha alıcaz, garanti olsun diye. Havagitmedenricaetsek,buyurun.”

Kendi kendine “Ulan bu nereden çıktı? Ben de kurtuldum diyordumyahu…”diyesöylenesöylenesetegelmişyeniden.Yinebunugazlayarakatınüstüneoturtmuşlar.Atınsahibidekarşısında,üçbeşmetreuzaktanipitutuyorgüzel güzel. Her şey yolunda. Ama Kamran Abim’in bilmediği başka birdümen dönüyor. Nereden bilsin… Yönetmen atın sahibini yanına çağırıpşöyledemiş:

“Kardeşim, tamam at çok güzel ama bu sahne benim içime sinmedi.Kamran Abi’ye çaktırmadan atı şahlandıramaz mısın? Anladık, attankorkuyoramabunabirformülbulalım.Atınüstündehücumkomutuverirkenhayvanbirkereşahlansınyeter.Zatenkesicez.”

Atın sahibi, “Hallederim hocam,” diyor. Seyisle beraber çözümübuluyorlar. Çekim aşamasında at sahibi olabildiğince uzakta ipi tutuyor.BüyükAttilahücumkomutunuveriyor.Arkadansessizceyaklaşanseyisatıntaşaklarına kıymık gibi şeyi saplayınca hayvan müthiş bir kişnemeyle ikiayağının üstünde şaha kalkıyor! Büyük Hun İmparatoru Attila, o andaKamranUslueroluyortabii.Okocasesiylerepliklerisöylemekyerineağzınanegeliyorsasaydırıyorbunlara.Oesnadayönetmeninsesiduyuluyor:

“Stoop!Tamam!Hayvanıtutun!KamranAbi’yedikkatedin!Attanalın!”

Kafadaki başlık yerlerde, ortalık toz duman… Neyse ki atın üstündenkazasız belasız alıyorlar. O anda kızmasın diye olanı biteni anlatmıyorlarelbette. Gece otelde itiraflar dökülüyor. Aylar sonra filmin dublajınaçağırıyorlar.

“Stüdyoyagirdim.Kendimikonuşacağım.Benimmeşhuratlısahnegeldi.Aaaa senaryoda olan başka, benim ağzımdan çıkan sözler başka. O andakorkudan bunlara ne gelirse saydırmışım.Oradaki konuya uygun bir şeyleroturttum. Sonunda ‘Allah Allah Allah’ nidasıyla bitirdim. ‘Çok güzel olduabi, ağzına sağlık’ denilerekuğurlandım.Yahukimsenin aklınadagelmedi,HunTürkleriŞaman’dıhani?NearaMüslümanoldular?..”

Bu nefis hikâyeden sonraKamranAbi’nin adı aramızda “Attila” olarakkodlandı. Ömrünü dublaj stüdyoları, tiyatro kulisleri, film setleri arasındageçirmiş,hepçalışanvedeçokçalışkanbiroyuncuydu.Yazlarıgeneldeaynıyerlere gitmeyi tercih eden, tatilde şezlonglarda malak gibi yatmayan, herakşamını bir masada boş geyikle heba etmeyen, okuyan, yazan, izleyen,dinleyen,öğreten,güldürenbüyükbirustaydıo.

Torba’da Dalli diye bir motel vardı. Şimdi duruyor mu, bilmiyorum.Yıllar yıllar önce ani bir kararla 10-12 tiyatrocu, oraya gittik. BodrumTorba’da,denizkenarında,ortahalli, çok şirinbirmoteldi.KamranAbi’yleorada karşılaştık. Meğer her yaz oraya gelirmiş, “Sakin olması hoşumagidiyorevladım,”demişti.Bir sabahYüceŞişmanİsmail İncekaraAbimvebenaynıandakahvaltıyaindik.Otelinkahvaltıyapılanbölümündekasadabirhanımvar.“Günaydın,”diyerekbizigüleryüzlekarşıladı.Biryandanekstrabirşeyistermiyizdiyemalınınreklamınıyapıyor.

“Sucuk var, çok güzel sosis var. Aaa arka bahçemizden her şey, bizimmahsulümüz.Kümestetavuklarımızvar.Azöncetavuklarınaltındanaldıkbuyumurtaları.İstersenizyumurtayaptırayımtereyağında.Gözgözolur,ekmekbanarsınız.”

Tamamanladık,ağzımızınsuyuaktı.Amaablahiçaravermiyorkibizdesiparişiverelim.BirdenkadınbizeKamranAbi’yigösterdi.

“BakınKamranBey’e de yaptık yağda yumurta.KamranBeeey!Nasıl,yağdayumurtayıbeğendinizmi?”

Oesnadagazetedenkafasınıkaldırdı.Hem“çokgüzel”işaretiyaptıhemde bize, “buraya gelin, beraber kahvaltı yapalım” daveti. İsmail Abim’leberaber oturduk, masasına ufaktan bizim siparişler de geldi. Hem yiyoruzhemdeustamızıdinliyoruz.Osabahmüthişkeyifliydi.ŞehitTiyatroları’nda,dublaj ve sinema sektöründe yaşadığı sıkıntılı yılları öyle güzel anlatıyorduki… Ağzından bal damlıyor derler ya, işte öyle güzel… Zaman zamanaralardakahvaltıyainenlerlekasadakikahvaltıcıablanınsesiduyuluyor.

“Çok güzel sucuk var, salam var. İsterseniz yağda yumurta yaptırayım,arkadakümesimizvar.Azönce tavuklarınaltındanaldık.Gözgözbırakırız,ekmekbanaryersiniz,tereyağlı.BakınKamranBeydegelirgelmezsöyledi,yiyor,çokbeğendi.KamranBeeeyyağdayumurtanasıldı?”

Tam muhabbetin en güzel yerinde Kamran Abi’nin lafına girilir mi?Küçük bir es verdi. Sonra o muhteşem sesiyle ve karizmasıyla bütün oteliyıktıgeçirdi:

“HANIMEFENDİ!YEDİKVEGÜZEL!TAVUKLARINIZINGÖTÜNESAĞLIK!”

Ruhunşadolsunustam…

HKURTULUŞCUMHURİYETİ’NİNBEYLERİ

NURBEYVESİYAMİBEY

ikâyemizinkahramanı,şeyhimiz,pirimizNurSubaşı’nınisminiduymamışolabilirsiniz.Amasesinikesinliklebiryerlerden

duymuşsunuzdur.ÖnceleriTRT’de,sonralarıözeltelevizyonlarda,radyolardaduyduğumuziftaröncesiduanınsesi:

“Allahım… Senin rızan için oruç tuttum. Sana güvendim. Sanainandım…”

Televizyonda reklamlarda, bazı yabancı filmlerde başrolde sesi çokçaduyulanbirabimiz.Şimdisesdoluvedolgunolupbassınırlarınızorlayınca,onun avantajlarını günlük yaşamda da çokça kullanıyor tabii. Kurtuluş’taoturduğu evin penceresinden sepet sallandırırken, “İsmaiiil! Bak bakayımburaya! Beni bu yaşta pencerelerden bağırtma!” diyerek mahalleyiinlettiğinde, bırakın Bakkal İsmail’i, bir alt sokaktaki Bakkal Bünyamin’inbileonuduyduğusöylenir.Oyunculukvedublajhayatını İstanbul’dadevamettiren, bizim camiamızda kendisiyle ilgili anlatılan çok fazla anıya vemenkıbeyekonuolmuş renklibirkarakter…HaşırtDıBilekbordkitabımdaonunla yaşadığım “Terbiyeli İşkembeci” hikâyesini paylaşmıştım. Bazıadamlarvardır,bazıkurumlardavarlığıylaizbırakırlar.Onlarbarometreyadayerinegöreparatonergöreviniüstlenirler.Hatasıyla,sevabıyla,yaptıklarıyla,yaşadıklarıyla, olaylara bakışıyla, yaşamıyla; bazen tam yerinde, bazen deolmayacak yerlerde söyledikleriyle efsane olurlar. İşte eskiler der ya, nev-işahsınamünhasır. Yani bunlardan fabrikası bir tane üretir, ikinci bir örneğiyoktur.NurSubaşı,SemihSergenveNumanTalaPakner.Buisimlerhepbirbiçimdeakıllaragelir.Kendi evinde çağdaşbirDiyojenhayatı yaşayanNurBey’inkadimdostuSiyamkedisiSiyamiBey’denbaşkakimseyleailevibirbağıyoktur.

Çokfazlasamimiyetiolmayanbiri“Nasılsınız?”diyesoruncahep“Üüühiyiyim.Gayet iyiyim,”diye cevapverirdi.Birkeresindebiri dediki, “YahuNurBey,sendekimsorsahep‘İyiyim’diyorsun,birgünde‘Benkötüyüm’desene.”NurBey,“Böylesoruyaböyleboru”diyerekyapıştırdıcevabı:

“Ulansalak,beeenprofesyonelim,seningibiamatördeğilim!”

YakınbildiğiinsanlaradetaylıaçıklamayapardıpirimizNurBey.

“Abiciğimnasılsın?”

“Üüühh…Yinebuberderhanede,yineparasızlık,yinerezaletbirhava…Sularakmıyor,elektrikkesik,arabanıntaşıtpuluödenmemiş,SiyamiBey’inbiten yemeği… Aşk yok, şevk yok… Galiba bu evden de çıkacağım. Kelkafam bir türlü ısınmıyor yavrucuğum. Üüühh!.. Yavrucuuummm…Çocuuumm…”

Bunlar hep anahtar sözcükleridir onun.Özellikle kalabalık birmekândagarsonlarıyakalamakiçinfortedençakardı.

“Üüüh…Kimbakıyoryavvruumburaya?”

Mekândaherkesinveözelliklegarsonlarındikkatiniçekmekiçinyapardıbunu.

“Öbür türlüsesimiduyurmakiçinuğraşamam…‘Bakarmısınız?..Bakarmısınız?.. Garson Beeyy… Garson Beeyy… Evet sen, bakar mısın burayayavrucuğum?..’Bakgördünmü,hemyoruyorhemdezamankaybı…Öncesesi rezonans bölgesine alıyorsun. Diyaframdan havayı balon gibi basarak,‘Üüühh!’Doğalolarakduyangarsonlarsesingeldiğiyerebakar.İlkgözgözegeldiğini yakalayacaksın. ‘Seenn, yavrum bak bakiyim buraya.’ Önce adınıöğreneceksingarsonun,sonradabahşişipeşinvereceksinki,masadahizmethızlıveözelolsun.”

Nur Bey hayatı boyunca bir defa evlenmiş, çok fazla sürmeden deayrılmışlar dostça. O dönemler Nur Bey’in en hızlı olduğu yıllar. Bazenpokere takıldığı, bazen iki gün iki gece sürenAltınbaştı sofralara oturduğuzamanlar… Cep telefonu yok, ev telefonu desen, zaten herkeste yok. Evehaber verip, “Arkadaşlarla şuradayım, buradayım, geç gelirim ya dagelemem” gibi bir bilgilendirme de yok tabii. Kadıncağız evliliğin ilkgünlerindesesetmemiş.Hanibirrüzgârdırgelirgeçermisali.Birgecesabahakarşı evine gelmiş Nur Bey. Sevgili eşi de sobayı orta dereceye almış,kanepede uzanmış, eve dönüşünü bekliyor. Nur Bey evin kapısını açmış,salona doğru girmiş. Işığı yakmadan sobanın yanına gelmiş. Tam sobanınkapağınıkaldırmış,içineişeyecek,yengeuyanmış:

“AaaNur!Hayrola,napıyorsunsen!?”

Pirimizşöylebirkendine,birdedurumabakmış.“Banabakkadın,seninbusaattesokaktaneişinvar!”diyepatlatıncaevlilikbitmişdoğalolarak.NurBey hem paraya değer vermeyen hem de parayı hiç bulamamış birmeslekbüyüğümüzoldu.

Dublaja çağırmışlar, tam zamanında gelmiş ama neyi ve kimikonuşacağını bilmiyor. Dublaj piyasasına sanat olarak değil, zanaat olarakbakanbirprofesyonel.

“Üüühhtabldottanevaryavrucuğum?”

Tabldot deyince yemeği kastettiği düşünülmesin. Dublaj tezgâhında nevar,onusoruyor.

“Yoksayinelangarlingirtangartingirkıytırıkbirfilmmivar?”

“HocamGugukKuşufilmivar,sizinrolünüzdeJackNicholson.”

“Yaaa öyle mi?.. O yavşak Jack 50 milyon dolar almış, kafası kadarsıçmış.Şimdibenonu150TL’yekurtaracaaamm,öylemi?Ulankaderebak!”

Zaman zaman hocayla derinAKM sohbetlerimiz olurdu. Pardösü ya dakabanıylakafasındasiyahmonşerberesiylekafeteryayagelir,öncesağasolabakar kim var kim yok diye, sonunda yanımıza gelirdi. Özellikle yeni yılagirmedenönceresmimesajınıbeklerdik.

“Hocambuyılıneyılıolarakilanediyorsunuz?Şunubelirleyelimki,onagöreyıllıkprogramyapıcaz.”

“Üüühhbuyılıevlilikleryılıilanediyorum.Üüühbuyılıboşanmalaryılıilan ediyorum. Üüühh bu yılı taksitle borçlandırma yılı ilan ediyorum.Üüühhhbuyılı dolandırılmayılı ilan ediyorum.Üüühhbu yılı aşk yılı ilanediyorum.Üüühhbuyılıseksyılıilanediyorummm.”

Tambuyılınedenseksyılı ilanettiğiniaçıklayacaktıki…Yanmasadanmünasebetsizbirkorist,birazyavşakçabirtavırlaişisulandırmayakalktı.

“Hahaha desene hocam, çok bereketli bir seks yılımız olacak. Benşimdidenkafamdalisteyapmayabaşladım.”

“Ulan salak, seks yılı ilan ettiysek anlayıp dinlemeden nasıl böyle listeyapabiliyorsunyavrucuğum?”

Bizimkoristyavşaklığadevametti.

“Ozamanlistedışındanbulduğumuzakayarızhocam.”

Vayyy,terbiyesizherifinettiğilafabak!BabasıyaşındakiNurBeyimiz’leaklı sıra kafabuluyor, belli.Bizdahabir şey söyleyemedenpirimiz çocuğupaketleyipkenarakoydu.

“Asalakoğlusalak!Seksdediysekniyehemenkendiniaktifilanettinsen?Belkidesanakayarlarçocuğum!”

Önümüzdeki senenin teması belli olduktan sonra klasik sınav sorusunageçilirdi:

“Yılbaşındabüyükikramiyeyikazanırsanneyaparsın?”

Paranın tamamını eve, arsaya ya da bankaya gömenlere şahane fırçalargelirdi. Zaten özellikle fırça atsın diye, “Hocamparanın tamamıyla 85 adetyerliarabaalıcam,”diyenbileolurdu.Banadasordutabii.

“Üüühh peki siz Zafer Bey, paranın tamamını aldın, indirdin. Neyapacaksın,söyledebilelim.”

“Hocam, bir öğlen vakti kapınıza bir Limousine gelir, sizi evden alır.Arabanın içinde şampanya ikramı. Sonra havaalanında kiraladığım özeluçağımın yanına yanaşırsınız. Uçağın merdivenlerinde kaptan esas duruşta.İkihostessizibekliyor.Uçağabinmedenşampanyatazelemeveçilekikramı.Ardından ilk durakBarcelona.Orada güzel bir yemek, akşamında casinodaşansınızıdenemeniziçingenişbirbütçe.ErtesigünBarcelona’danayrılış.Budefa Paris’e gidiyoruz. Eğer orayı çok severseniz bir gün daha…” derkensözümükesti.

“Anlaşıldıçocuğum,bunlargayetgüzeldüşüncelervehayaller.Özelliklebenideserveteortaketmenhoşumagitti.”

SonrabaledenarkadaşımErdalUğurlu’yadöndü.

“Seeenn söyle bakalım kenar mahallelerin James Dean’i! Sana büyükikramiyetoslasasenneyapacaksın?”

Erdalbirazdüşündü.

“Hocam bana para çıksa…Giderim, Hilton’un kral dairesini kapatırım.Birayoradayaşar,keyfinisürerim.”

“HangiHiltonçocuğum?”

“HocamradyobinasınınarkasındakieneskiHiltonişte.”

Erdalımneredenbilsinfırçanınkralınıngeleceğini…

“Kes sesini! Seni gidi yüreği ve zevki süfli puşt! Ettiği lafa, kurduğuhayale bak! Adama piyangodan büyük ikramiye çıkıyor. Gidip İstanbul

Hilton’dakraldairesinibiraykapatıyor.Ulandünyada250Hiltonvar.Bulabula İstanbul Hilton’u mu buldun! İşte bu para denen boook hep böyleadamlara çıkar. Sana bana da gevezeliğini yapmak kalır. Sakın yeni yılçekilişinde şansımı deneyeyim demeyin, bilet almayın. Bu dallamalarınhayallerinekatkıdabulunmayın.”

Nur Bey’in, yani pirimizin hayatı boyunca parayla değil, parasızlıklasorunları oldu. Eskiden bankamatik ve kredi kartı olmadığı için hayat eşedosta borçlanmayla ya da senet imzalamakla yürüyordu. Sevgili arkadaşımCivanCanovaanlatmıştı.Doğumgününedavetliler.Bebektarafındabirbaragitmelerilazım.Gelgelelimikisinindecebindebeşkuruşparayok.NurBeydiyorki:

“Yahu atlayalım bir taksiye. Gittiğimiz yerden ister, taksinin parasınıveririz.”

Civanitirazediyor.

“Yahu hocam öyle şey olur mu… Davetliyiz. Elimiz boş gittiğimizyemiyormuşgibi,birde ‘Gelin, taksiparamızıödeyin’denirmi?Ayıpolur,başkabiryolbulalım.”

TaksimMeydanı’ndasağasolabakıyorlar,birtanıdığarastlarmıyızdiye.Binlerceinsangeçiyor,tekbirtanıdıkyüzyok.SonundaNurBeyşıkgiyimli,kravatlı, bond çantalı birini gözüne kestiriyor ve dublaj sesiyle adamıdurduruyor.

“Üüühaffedersiniz.Acabaikiadetotobüsbiletinizvarmı?”

Adambiranduruyor,sonrabondçantayıaçıyorveiçindenabonmanbiletdestesiniçıkarıpikiadetkoparıyor,NurBey’euzatıyor.

“Buyurun üstadım. Sizin gibi kıymetli birine bilet vermek benim içinşereftir.”

Vaaayyşansabak,hocamızıtanıyanbiradamarastlıyorlar.Adamdevamediyor:

“BenAnkara’daHukukokudum.Sizihemtiyatrooyunlarınızdanhemderadyodakisesinizdenhatırlıyorum,muhteşemsiniz.Sizehayranımhocam.”

“Yaaa demek beni tanıyorsun ve bana hayransın öylemi? İki de dönüşbiletiverbakayımyavrucuğum.Hayranlıkbir işeyarasın,borcumuzdadörtbiletolsun.”

Nur Bey’in bildiğim kadarıyla hayatı boyunca üç arabası oldu. 1956model eski ve güzel bir Chevrolet vardı bir dönem altında. Zaman zamanAKM otoparkında ufak tefek arızalar yapıp çalışmadığı, huysuzlandığıdönemlerolurduelbette.Direksizvekoldanvitesli,oturmaodasıgibikocabirarabaydı. Allah için ona da çok yakışıyordu. Bir gece Alev Sezer’lebuluşuyorlar. Arnavutköy’ün üstlerinde bir sanatçımızın doğum günüdavetine icabet edecekler.AlevAbi, “İstersen arabayı sahil tarafında ya dayukarda bir yere bırakalım. Sokaklar dar, belki dönmek, park etmek sorunolur,” diye hocayı baştan uyarıyor. Hoca, “Yok yahu, ne olacak, bir yerbuluruz. O kadar yolu yürüyemem,” diye cevap veriyor. O zamanlarArnavutköy yokuşundan yukarıya çıkılıyordu. Sonradan trafiği tek taraflıyokuşaşağıyaptılar.GeceninbirvaktindeArnavutköyKarakolu’nu

sağ tarafa alıp, 56 Chevrolet ile cayır cayır yokuş yukarı çıkıyorlar. Soladön…Şimdi sağadön…Tekrar sağa…Şimdi sola,derken…Oldukçadikbirsokağadalıyorlar.Soltaraflarında“L”biçimindetahtaperdelervar.Eskibir binayı yıkmışlar, yenisi için temel çukuru açılmış yedi sekizmetrelik.Tahta perdelerin üstü uyarı levhalarıyla dolu. Nur Bey dik yokuştayken,nasıl oluyorsa debriyaj-gaz pedalı dengesini kuramıyor ve koca arabayokuşunortasındastopediyor.Hemenfrenebasıpvitesikoldanboşaalıyor.Marşa basıyor. Fiti fiti fiti… Fiti fiti fiti… Mümkün değil, arabanınçalışmayaniyetiyok.Oandafarkındadeğil,ikitonlukkocaChevroletyavaşyavaş geriye doğru santim santim kayıyor. En nihayetinde büyük birçatırtıyla tahtaperdeleriparçalıyorvemetrelercederinlikte temelçukurunadüşüyorlar. Arabanın kıçı toprakta, burnu dik bir biçimde temelin yanduvarına yaslanmış, farlar gökyüzünü aydınlatıyor. İkisi de uzaya gidenastronotlargibiarabanınönkoltuğundangökyüzünebakıyorlar.AlevSezer,hocayasoruyor:

“NurBeybizeneolduyaa?”

Hocavakurtavrındanhiçtavizvermedencevaplıyor:

“DÜŞTÜKYAVRUM!”

Bir gün konusu açıldığında bu olayla ilgili konuşmuştuk. “Abi pekiarabadan nasıl çıktınız? Nasıl kurtuldunuz oradan?” diye sormuştuk. Öncedelikanlılıktantavizvermedenortatonlardan“Yardımedin!Kimseyokmu?”denmiş.Hatta “İmdaaaat!”biledenenmiş.Bakmışlarkikimseninumurundadeğil,budefaNurBeydevamlıkornayabasarakmahalleliyihaberdaretmiş.

“Sonrasında polis, itfaiye, ambulans… Sireni çalan her araçtan insanlargeldi. Araba halatlarla sağlama alındı. Kapılar açıldı, merdivenler dayandı.Biziuzaykapsülündençıkarırgibialkışlar,yuhalararasındakurtardılar.Tammanasıylarezaletlergecesiydi.”

56Chevrolet’nin yarattığı skandal vemasraflardan sonra bir dönemhiçaraba alamadıNurBey.Sonrasında, ikinci el temizbirLada sahibi oldu.Oaraba yıllarca içi dışı tozlu halde hizmet verdi.Arabanın içi, dışından dahakirlivetoztoprakyanında,kâğıtlar,kutular,boşpaketlerleyüklüydü.“Yahuabicim,şuarabayıiçdışbirkezyıkatsana.Niyeüşeniyorsun?”dedik.Şöylecevapverdi:

“Yavrum ben o arabayı yıkamaya götürüp orada başında bekleyemem.Beklesemdebiribenibulur,bilirim.Orayadallamanınbirigelir,birlafeder.Ben de lafımı esirgemem, ya karakolluk oluruz ya da aslan gibi dayağımıyerim.Nemelazım…Doğagerektiğindearabayıyıkıyorzaten.Ayrıcabenimşoförlüğüm çok iyi değildir. Tertemiz arabayı bir yere vururum, sürterim,görüncecanımsıkılır.Böylesidahaiyi.”

NurBey’inarabasıolduğuzamanlardaençokgıcıkkaptıklarıİstanbul’untaksicileri ve tedirgin halde araba kullanan kadın sürücülerdi. Kadınlarasöylense de her şeye rağmenkibarlık yapar, bekler, anlayış gösterirdi.Amabitirimtaksicilerehiçamanvermezdi.Birkeresindeşeritdeğiştirmekisteyentaksiciye bilerek yol vermedi ve arabanın kafasını yola sokup taksiciyiengelledi.Bitirimtaksicitamönündengeçerkenaçıkcamdanseslendi:

“Babamyaşındaadamsın,ayıpolmuyomudayı!”

Hiçüşenmedenlafınıçaktı:

“Ben senin ne babanımnede dayınım.Ayrıca biz bunumaraları sizdenöğrendikyavrucuğum.”

“Yahupirim,senhiç lafınaltındakalmazmısın?Herşeyezınkdiye lafıçakıyorsun.Hiçcevapveremediğinzamanlarolmuyormu?”diyesorduk.

Birazdüşündüvecevapverdi:

“Üüüühhh,sanıyorumikidefaoldu.”

BirincisiErzurumturnesindebaşınagelmiş.Erzurum’daşehridolaşmayaçıkıyorlar. Akşam oyun oynayacaklar. Tabii Dadaşlar diyarının havası çivigibi. Soğuk havayı ciğerlerine çekince ustura yutmuş gibi olursun. “Havagezmeyepekuygundeğil,hiçolmazsabirkahveyesığınırız,hemısınırızhemdeçayiçeriz”diyedüşünerekkahveyedalıyorlar.

“Selamınaleyküm.”

“Aleykümselam.”

“Üüühhh…Garson bak bakiyim buraya çocuuum.Bize taze demlenmişgüzelçayver.”

HocabiranoranınErzurumolduğunuunutmuş.Erzurumlularınatasporuçay içmek zaten. Çayı hep taze ve demli içerler. Yanında büyük şekermakaslarıylakıtırkıtırdoğranmışkıtlamaşekergelir.Mercimektanesikadar

şekeridilin altınakoyarlarveo şekerkolayerimez.Bardakbardakçaya tatverirkıtlamaşeker.RahmetlianneannemhergünikiüçpaketBaharcigarasıiçer,birkıtlamaşekerlekocademliğibitirirdi.Erzurum’daçaybitincegarsonkimseye sormadan çayları tazeler. Torna tezgâhından çıkmış gibi, aynıstandartta demli çay devamlı servis edilir. Dadaş garson koca tepsidebirbirininaynısıelliçayıgetirirkenNurBeygarsonasormuş:

“Söylebakiyimçocuuum,benimdemliçayımhangisi?”

Dadaşgarsonelindekidolutepsiyiönünekoymuş.

“Buyurçayınıseç,üstündevesikalıkfotoğrafınolanseninki.”

“Ulanbendeki dallamalığa bakarmısın…Erzurum’dasın, garsona böylesorumusorulur…Sorarsanadamıböylegötederlerişte.”

“Pekihocamcevapveremediğinizikinciolayıdaricaetsek?”

Bizlertabiibuolaylarıtanıklarındandahaöncesindeduymuşuz,biliyoruz.Amaç pirimiz Nur Bey’e anlattırmak. Birinci kaynaktan, en doğrusunuöğrenmek.

Bir yaz tatilinde oldukça kalabalık bir tiyatrocu topluluğu Ayvalıktaraflarında birmotele gidiyorlar. Tatil yapılacak, yılın yorgunluğu atılacak.Herkes denize giriyor, duşa giriyor, güneşleniyor. Sadece Nur Bey hariç.Yüzme bilmiyor. Sudan ve sululuktan nefret ediyor. Hele denizde yapılanlaubalişakalarıhiçtasvipetmiyor.Kaldıklarımotelinönündeuzunbirkumsalvar. Nur Bey kumsalın köşesinde gölge bir yer bulmuş. Bütün gün orada,şezlongda uzanıyor.Birasını içipCumhuriyet gazetesini didik didik okuyor.Sıcaktançokbunalırsaduşagidiphafifbirsudökünmece.Sonratekrarbira,şezlongvegazetekeyfi.Tatilarkadaşlarıısrarediyor:

“Yahu niye denize girmiyorsun? Tamam, gel beline kadar gir, tekrarçıkarsın.”

NurBey inatçı, hiç oralı olmuyor, hatta kendincemantıklı bir açıklamayapıyor:

“Ben her sabah kahvaltıdan sonra ilk iş soğuk biramı ve gazetemi alıpşezlongumagidiyorumdeğilmi?Bir sabah gelip görsemki bir köpekbalığıbenim şezlonga uzanmış, benim biramı içiyooorrr… Benim gazetemiokuyooorrr…Neyaparım, sinirlenirim.Amaköpekbalığına da hak veririm.

Herkesyerinivehaddinibilecek!Hayvanındenizindeneişimvarefenim!Nemünasebet!”

Bakıyorlar ki Nur Bey’in tatilde deniz aktivitesi yok. Hiç olmazsa günbatımınadoğruyaptıklarısahiliteftişyürüyüşüvar.İşinokısmıçokeğlenceli.NurBey’egazetedenNapolyongibi bir şapkayapıyorlar, aynı zamandakelbaşınıgüneştenkorusundiye.Öndegeneralgibiyürüyorbirelindebirasıyla,arkasındatiyatrocular,bakanlarkurulugibisahiliteftişeçıkıyorlar.Kiloluvegürbüzyanaklıçocuklarfırçadannasibinialıyor:

“Buyaştaböylegötgöbekolmaaazzz!Tavlazarıgibiolmuşsunyavrum.Üç beyazı kes. Undan, tuzdan, şekerden uzak dur. Yanakların ensendengörünüyorgürbüzçocuk.Kendinedikkatetbakiyimm.”

Sahildekumdanbirşeyleryaparakoyalanançocuklaratakılıyorlar.

“Söylebakiyimyavrummm.Evmiyapıyorsunuz,barajjjmı,yoksakalemi?”

Çocuklarsorularınacevapveriyor:

“Evyapıyoruzamca.”

“Kaleyapıyoruzamca.”

NurBeydehavalaragiripoyunudevamettiriyor.

“Bu çocuğun evini beğendim. Hemen 250 bin ödeyin, evin tapuişlemlerinibaşlatın.Buevladımızınyaptığıkaleyideçokbeğendim.Derhal500binödeyin.Tapuyuhalledinvekaleyialın.”

Yanındakitiyatrocugrubudaoyunudevamettiriyor.

“Emredersinizmareşalim,derhalmareşalim,hallederizmareşalim…”

Şenşakraktümsahiletakılarakyürüyorlar.SonundaNurBeydiğerlerinegöre daha küçük, dört beş yaşlarında, saçları kirpi gibi bir ufaklığın yanınagidiyor.

“İşte mükemmel bir mimari yapılmakta. Bu kıymetli mimarla dakonuşalım. Bak bakayım buraya çocuuummm. Ev mi yapıyorsun, kale mi,yoksabaraaajjjjmı?”

Ufaklık kafasını kum kovasından kaldırıp Nur Bey’i nakavt edenlerlistesindeadınıikincisırayayazdırıyor.

“Ananınamınıyapıyoruuumm!”

Herkes önce bir fotoğraf karesi gibi donuyor. Sonramüthiş bir kahkahatufanı…Gülmektenkumlardatepiniyorlar.

“Eee peki hocam, ufaklık sana lafı zınk diye oturtunca bir şeysöyleyemedinmi?”

“Çocuktamamenhaklıefenim.Sananeulankelpezevenk!Dörtyaşındakiçocuğun hayal dünyasına neden giriyorsun? Neden müdahale ediyorsun?Böylekaşınırsançocukdaağzınınpayınıverirtabii.”

BuAyvalık taraflarında ne varsa,NurBey’in hayatında hep bir hatırasıvar. Arabasız ve her zamanki gibi yine parasız bir döneminde. Kurtuluş’taevindeoturuyor.Neysekievdetelefonbağlıveçalışıyor.Çilingirsofrasındaüç dört kadeh Altınbaş’tan sonra efkâr basıyor. Son buluşmalarında tatsıztuzsuz bir ayrılık yaşanmış. Hanımefendi annesiyle Ayvalık’ta bir moteldekalıyor. Gecemotele telefon ediliyor. Hanımefendi ricaminnet resepsiyonageliyor,konuşuyorlar.Özürlerdileniyoramanafile,kadınkestiripatıyor.

“Ben anlamam! Eğer gerçekten seviyorsan, arabaya atlar, sabah benigörmeyegelirsin!”

Çaattt…diye kapanıyor telefon.Bu resti görmesi lazım ama araba yok.Birinden emanet araba istese daha da zor. Gidiş geliş dünya yol. Kimkullanacakarabayı?Hemenmahalledekitaksidurağıaranıyor.

“İyigecelerHocam,buyurun.”

“ÇocuuummmAyvalık’agidipgelecekyenivebakımlıbirarabayaveeebeniefendigibigötürüpgetirecekiyibirşoföreihtiyacımvar.Bananekadaramalolurbuoperasyon?”

Hesapkitapyapılıyor.

“2000TL’yeolur.Senyabancıdeğilsin,1500TLolsunhocam.”

“Yoldakimasraflarıdaşoförkarşılasın,onlarıdaödeyeceğimsonra.Amaüzerimde nakit para yok. On beş gün sonrasına bir senet hazırlayın. Şoföryanında getirsin, imzalarım, aybaşında maaşı alınca parayı verir, senedialırım.”

On beş dakika sonra araba, içinde terbiyeli bir şoför ve 1500 TL’liksenetle kapının önüne geliyor. Nur Bey gerçek bir profesyonel olduğu için

arka koltuğa oturuyor. Önde oturup Ayvalık’a kadar şoförün anılarınıdinlemeye hiç niyeti yok zira. Şoför ufak denemeler yapıyor ama nafile.Hocadantıkyok.Sabahakarşıçayçorbamolasıveriyorlar.NurBey’deparayok.Şoföresiparişiniveriyor.

“Senalyavrum,dönüşteöderim.”

Şoför parayı verip yemeği alan kendisi olunca hafif yüz buluyor vesiparişlerialıpNurBey’inkarşısınaoturmakgafletindebulunuyor.

“Hemenmasadankalkvebaşkayereoturbakiyiimmm!Senşoförsün,benmüşteriyim.Bulaubaliliknedir!Sululuğuhiçsevmemyavrucuuumm.”

Sabah erkenden motele geliyorlar. Bütün gün deniz kenarında özürdilemeler, pişmanlıklar… Müstakbel kayınvalide şezlongda güneşleniyor,denizegiriyor.Enarkadaise taksişoförü,sadecegömleğiniçıkarmış,atletlegölge bir yerden onları izliyor.Akşamda dönüş yolunda tek kelime sohbetetmiyorlar.Sabahakarşıİstanbul’adönüyorlar.Aybaşındamaaşyatıncaborçödeniyor,senetgerialınıyor.

Bu gönül meseleleri yüzünden Nur Bey zaman zaman anlamsız, fevriharcamalaryapabiliyor.RahmetliOrhanTetikcananlatmıştı.Anadoluturnesiyapıyorlar.Birkaçildeoynadıktansonraİstanbul’adönecekler.NurBey’inodönemgönül ilişkisi olan hanımefendiyle arası limoni.Oyundan döndüktensonraodadantelefonediliyor.Devamlıkavgaediyorlarvesinirharbibitmiyorhiç.NurBey,Elazığ’dabirkışgecesiresepsiyonuarıyor.

“Yavrumbukenttecamcıvarmı?Banaenkısazamandabircamcıbulun.”

Resepsiyonistafallıyor.

“Efendimgeceninbuvaktindecamcıyıneredenbulalım?..”

Hocamgiderekgeriliyor.

“Evladım, burası küçük bir yer. Ne yapın edin, gerekiyorsa evine taksigönderin.Kaçparaysamasraflarbanaait.Hemenbanacamcıbulunbirtane.”

Odasında öfkeyle bir yandan demleniyor, bir yandan resepsiyondangelecek telefonu bekliyor. En nihayetinde, “Camcı geldi, odayagönderiyoruz,”haberinialıyor.Odanınkapısınıaçıyor,camcıgeliyor.Camcıgeceninovaktindetahtametreyigetirmediğiiçinfırçayıyiyorengüzelinden.Neyse ki resepsiyondan bir mezura getiriyorlar. Camcıya diyor ki, “Şuortadakibüyükcamıölç.”Adameniniboyunudikkatlicehesaplıyor.

“Şimdisöylebakiyim,buebattacamkaçparayatakılıyor?”

Adamcağızkabacabirhesapyapıyorveparayısöylüyor.

“Pekibucamınekadarzamandadeğiştiripyerineyenisinitakarsın?”

Camcışaşırıyor.“Ulançattık,delimidir,divanemidir…Kocacamzatenyerinde duruyor. Niye bunun yenisini takacağım?” diye kendi kendinedüşünürken, ağzından “Bir saatte takarım,” çıkıveriyor. Nur Bey boş şişeyikaptığı gibi büyük cama fırlatıyor! KIRAAŞŞŞ!.. diye müthiş bir campatlaması…Ortalığaparılparılcamparçalarıdağılıyor.

Hemen elini cebine atıyor. Camın fiyatının çok üstünde parayıyapıştırıyor.

“Sanabir saat süreveriyorum.Camınyenisini tak,odayı temizlet, sonradabanahaberver.Benotelinlobisindesendenhaberbekliyorum.”

Oteldecamcıdaşaşkınlık içinde…Geceninşuvaktindeadamınbirineişlere sebebiyet veriyor, anlam veremiyorlar. Oysa Nur Bey, camı kırarakgünlerdir içinde birikmiş sinir kütlesinden kurtuluyor ve rahatlıyor. Camyerine takılıyor, oda cam kırıklarından temizleniyor. Odasına çekilip huzuriçinde uyuyor.Tamam, camı kırıp rahatladı, anladık ama camcı operasyonuneden gündüz değil de geceden, anında gerçekleşiyor? Çünkü otele girişyaparlarkenekiptenbiriodayıdeğiştirmekistiyor.Resepsiyonistotelinağzınakadar dolu olduğunu, değiştiremeyeceğini söylüyor. Nur Bey gece camıkırdıktansonraresepsiyonisttenbaşkabirodaistesebaşınagelecekleribiliyor.“Boş oda yok. Kırmasaydın camı kardeşim. Şimdi sabaha kadar Elazığsoğuğunuye,aklınbaşınagelirbelki,”diyecekler.Oyüzdenöncecam işinigarantiyealıyor,sonradacamıkırıyor.Yineprofesyonelcebirhamle.

Nur Bey aslında kendi bulduğu atasözünü de çok iyi örnekliyor vedoğruluyor.

“Allahinsanlarıüçcinsyaratmıştır:kadınlar,erkeklervetiyatrocular.Bentiyatroyu severim ama tiyatrocuları hiç sevmem. Bunların hepsi delidir. Nezamanneyapacaklarıhiçbelliolmaz.”

AKM Büyük Salon’da cumartesi akşamı ve pazar matine-suare (yani15.00 ve 20.00)DevletTiyatrosu’nun oyunları sahnelenirdi.Büyük oyunlardönüşümlü olarak burada oynanırdı. Bir hafta Shakespeare’den Fırtınaoynanıyordu. Benim oyunum Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz öbür hafta sonu

olduğu için rahatım. Akşam için arkadaşlarımla program yapmışım. Maçseyredip bir yerlerde iki lafın belini kıracağız. Pazar günü saat 18.00 civarıevin telefonu çaldı.Oyuncu arkadaşımAliDüşenkalkar sahne amirliğindenarıyor.

“Matine oyunu bittikten sonra oyunculardan biri kalp spazmı geçirmiş.Tedbir amaçlı olarak, ‘Oynamasın, evine gidip dinlensin’ demişler. Akşambaşkabiroyunoynanmasılazım.”

Hementiyatroyagitmekiçinapartoparyolaçıktım.Yoldadüşünüyorum.Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz oynayacağız tamam da… Oyun kalabalık biroyuncukadrosuyla,yinekalabalıkbirdansekibive figürasyonlaoynanıyor.Ya ulaşamadıkları… “Kimse İstanbul dışında değildir inşallah,” diyerekAKM otoparkına geldim. Koştura koştura binaya daldım. Asansöre binipbeşincikata,yanikafeteryakatınaçıktım.AmanAllahım,inanılırgibideğil!Herkesehabergitmiş.Oyunculartamam,figüranlartamam,dansçılartamam.Aşağıda, sahnededekor kurulmuş, oyunuoynayacağız.Birden fark ettik ki,NurBeyyok.NurBeyoyununanlatıcısı.“Oolmazsaoyununasıloynarız?”diyepanikledik.

Sonundaöğrendik,habervermişler,“Geliyorum,tamamgeliyorumulan!”demiş homurdanarak. Hemen aşağıya inip odalarda oyun kostümlerimizigiydik. Tekrar beşinci kata çıktık. Çay kahve eşliğinde sohbet ediyoruz.Birdenkafeteryanınöbürucundanbiralkıştufanıkoptu.

“NurBeygeldi!Pirimizgeldi…Yaşaaa!..Varooll!..”

Bütünkafeteryayıboydanboyayavaşyavaşyürüdü,tamönümüzegeldi.

“Üüühhherkesgeldimiçocuuumm?”

“Evetabiherkesgeldi.”

“Yanitekbirfigüran,tekbirdansçıbileeksikdeğil,öylemi?”

“Evetabi,öyle.”

“Ulan helal olsun beee… Desem ki, ‘İki saat içinde herkes KaraköyLimanı’ndaolsun,gemiyleAvrupaturuyapacaaazz,tümmasraflarbanaait.’Yinebuekiptenenaz15-20kişininyahaberiolmazyagelmezleryadaişimgücüm var derler. Ama iki saat içinde programda olmadığı halde oyunoynayacağız deyince sanki boook varmış gibi herkes eksiksiz gelmiş. Bensize demedimmi?Allah insanları kadınlar, erkekler ve tiyatrocular diye üçcinsyaratmış.Hepinizmanyaksınız!”

Sanatlauğraşançoğu insanınbirküçük tahtasıyerindenoynamışoluyorsahiden. Mesleki deformasyon mu demek lazım, bilemedim. Pirimiz NurSubaşıbiroyununyönetmenivedöneminidarecileriylepapazolmuş.Adamınoyunuanlamadığını, kendisineverilen rolünonauygunolmadığınıgünlercesöylemiş,dinletememiş.Sonundasesleryükselmiş.

“Oynamıyorumozaman!”

Hemenrestinigörmüşler.

“Balgibideoynayacaksın!”

NurBeydegidipkendinehastanedenyirmibirgünlükraporalarakoyunubırakmıştı.Amaheyeti nasıl ikna etmişse, tarihegeçecekbir teşhisle, resmiraporugetiripidarecilerinmasasınakoymuştu:

“ENTELEKTÜELSÜRMENAJ.”

Ellisenedüşünsemaklımaböylerövanşalmakgelmez.ŞimdiNurBey’indediğigibinedentiyatrocularınüçüncübircinsolduğunuanlatabildimmi?

Kurtuluş semti üstadımız Nur Bey’in hayatında hep yer almıştır. Evitaşıyacaksa bile sonunda yine Kurtuluş’tan bir ev tutar ve oradan hiçayrılmazdı. Kurtuluş’taki evlerine bizim camiadan giden gelen çok olurdu.Öyle ya da böyle bir bahaneyle Nur Bey ziyaret edilirdi. Ben Nur Bey’iKurtuluş’taki evine ilk defa arabamla götürdüğümde efsane kedi SiyamiBey’ledetanışmıştım.Buyazıdaelbetteonadaayrıbiryerayıracağım.

NurBey’leilgilidoğruluğuşüpheliKurtuluşhikâyeleridemevcut.Doğruolmasa bile hikâye olarak komik. O yüzden yazar olarak bunu da kalemealmakzorundayım.Gerisiokurunsorunu…

NurBey’inevlerindetülperdelerihepkapalıolurmuş,sıcakhavalardadaçıplakdolaşırmış.Birgünoyuncubirabimiz(AlevSezeryadaEmirTayla)KurtuluşcivarındaykenNurBey’esürprizbirevziyaretinegidiyor.Yanındabir hanımefendi var, “Hayatım hani tanışmıştın ya oyuncu abimizle,gelmişken uğrayalım, biraz neşemiz yerine gelsin,” diyor. Apartmanınkapısındandalıpkapızilinebasıyorlar.İçerdensesigeliyor:

“Üüühhgeliyorumefenim.Şimdigeliyorum.”

Kapı açılıyor. Aman Allahım, skandal! Nur Bey çırılçıplak! “Abiii neyapıyorsun! Aman abimm!” derken çat diye kapıyı kapatıyor. Beş dakikakadarbekliyorlar.Tekrarkapıyıaçıyor,yineçırılçıplak!“Üüühhbuyursunlarefenim, buyursunlar… Kusura bakmayın, ev biraz dağınıktı da…” diyor.Şimdi bu menkıbe doğru mu? Abartı mı? Bilemiyoruz. Ama yıllar boyuanlatıldığınagöreenazındanresmikayıtlarageçmişdemekdahadoğru.

Eğer Kurtuluş semtinin valisi Nur Bey ise, kedilerin valisi de SiyamiBey’di.Karlıbirİstanbulgecesinde,oyunbitimindeAKMotoparkınaindik.Arabalar, tiyatronun servisleri, herkes bir koşturma içinde. Kuru ayaza

kalmadanevleregitmetelaşıvar.NurBey’igötürecekolanservistebirsorunolmuş, beklemeden gitmişler. Hoca da bu salaklığı yapanlara kendiliteratüründensaydırıyor.“Abiciğimbuyurun,bensiziKurtuluş’abırakayım,”dedim.İşi fazladauzatmasınafırsatvermedenarabanınönkoltuğunabuyurettim. Otoparktan çıkıp Kurtuluş’a gelinceye kadar organizasyon yapmanınbir zekâ işi olduğunu, ömrü boyunca beyaz ekmekle beslenmiş birmetabolizmanın asla organizasyon yapamayacağını anlattı. “Yahu çocuğunevdekarnıaçolmasabukadarmeseleetmezdimamaneyse,”dedi.SonundaKurtuluş’taoturduğueveyaklaştık.“Gelyahu,birazoturursun.Baktınkikarbastırdı, burada kalırsın. Hem bizim oğlanı da gör Zafer Beyciğiimm,”diyerek beni evine davet etti. Arabayı düzayak bir sokağa park ettik veoturduğuapartmanınönünegeldik.Sokakkapısının tutuklukyapankilididesinkaftan nasibini aldıktan sonra nihayet apartmana girdik. Nur Bey’inapartmankapısıhiçzorlanmadı.Zatenherhangibiranahtarışoksanızaçılacakbirkapıydı.

“Siyamiii… Geeel bakiyim buraya. Misafirimiz var yavrucuğum. Onamerhabadebakiyiiimmm.”

Salonadoğruyürüdük. IşığıyakıncaNurBey’in“oğlum”dediğiSiyamiBey’le ilk karşılaşmamızı yaşadım. Kendisi erkek bir Siyam kedisi olduğuiçin sahibi adını Siyami Bey koymuş. Koyu kül grisi tüyler… Yeşil-mavikarışımı gözler… Çirkin mi çirkin… Komik mi komik bir surat… Amasağlam karizma. Farklı bir tafrası ve hafif ukalalıkla karışık acayip birözgüveni var.Evdeki üçlükanepeye taşaklarını yaymış, uzunlamasınakeyifdurumunda. Hani evin sahibi gelmiş, yanında yabancı birini getirmiş, şukanepedenineyim,ayaklarınasürüneyim…Maarrmırrrdiyesevgidoluseslerçıkarayım… Ne mümkün?.. Hayvan istifini bile bozmadı. Genel tavır daşöyle:

“Bu evin sahibi benim. Nur Bey’e zaten menfaat ve şartlar gereğitahammülediyorum.Oyetmezmişgibisenideburalardafazlaçekemem.”

Üçlü kanepeden kafayı hafif kaldırıp bana öyle bakıyordu ki, tümhissettikleriniokudumSiyamiBey’in.“Hocam,SiyamiBeybenipeksevmedigaliba,”dedim.“Oöylediryavrucuummm,misafir sevmez, laubaliliktenhiçhoşlanmaz.Hayattasadecekendikeyfinidüşünürbu,”diyecevapverdi.

Salonunortasındakisehpayaufakbirçilingirsofrasıhazırlığınabaşladık.Yardımedipmutfaktangetirgötüryapıyorum.Salonahergirişimdegözlerini

dikiyorveaslaayırmıyorbenden.“UlanşuSiyamiBey’esevgigöstereyim,en azından dostluk elimi uzatayım” diye düşündüm. Gelişimden anlamışolacak ki, hafifçe doğruldu. Sağ patiyi çeneye, sol patiyi öne doğru uzattı.Vaayy, yavşak Siyami’ye bak sen…Boksör gibi hemen gardım aldı. “Hadibakayım, yiyorsa elini uzat da göreyim!” Fazla ısrar etmedim. SiyamiBey’denşunetmesajıaldım:

“Akıllı ol, yavşaklığa gerek yok. Samimiyeti sevmem, bir an öncezıkkımlanvehemensiktirgitevimden!”

Nur Bey’e, “Hocam biz yiyip içeceğiz de Siyami Bey’in yemeği yokmu?”diyesordum.“Haaaevetyahu,”diyerekmutfağagittiNurBey.KısabirsüreyineSiyami’ylegözgözegeldik.Hocabirtabağa200grkadareskikaşarkoymuş. Onları bıçakla küp küp doğramış. Siyami Bey eski kaşarı çokseviyormuş.Önüne taze kaşar konulunca hiç dokunmuyormuş.Üstelik eskikaşarıdasadeceküpküpdoğranırsayermiş.Vayanamvay…SiyamiBey’inkeyfine bak!Ulan bumemlekette eski kaşarın tadını bilmeyen insanlar var.Yattığı üçlükanepenin altına, yerekoyuldukaşar tabağı.Beyefendi lütfedipinmiyor.Tamineyimmidiyehamleyapacak,gözgözegeliyoruz,vazgeçiyor.Kaşarı götürecek ama kanepedeki yerini de kapmayayım diye büyük savaşveriyor.

“Siyamihadiyeseneyemeğinioğlum.Ulansanaşuparasızlıktaeskikaşaralıyorum.Tabağa doğruyorum.Önüne getiriyorum.Hâlâ kapris yapıyorsun.Neyani,ellerimleyedirmemimibekliyorsun?”

Sonunda kapris galip geldi. Nur Bey tabağı yerden alıp uzandığı üçlükanepenin üstüne koydu. O peynirini yerken Nur Bey’in oyundan sonraseyrederim diye kaydedip hazırladığı “32. Gün” programını izlemeye kararverdik. Nur Bey kendi yaptığı baklaya biraz daha sarımsaklı yoğurthazırlamaya gitti. “Sen anlarsın, bak bakiyim şu video nasıl çalışır?” dedi.Sağını solunu kurcaladım, sorun yok, çalışıyor. Kafamı kaldırdım. SiyamiBey’legözgözeyiz!Tamsırası,şunahaddinibildireyimdedim.

“UlanbanabakSiyamiibnesi.Neayaksınsen!Misafiresaygısevgiyok.Hürmetyok.Senduaet,şuadamsenioğlumdiyeseviyor.Senieskikaşarladoyuruyor. Bana böyle tribal enfeksiyonlu bakma! Valla bak kulağına birsfenksatarım,aklınıkaybedersin!Anladınmılanbeni!”

Beni son derece ifadesiz şekilde dinledi. Sonra tekrar kaşar tabağınayumuldu.NurBeymutfaktangelinceattığımfırçayıanlattım.“Boşunayorma

kendini, o yavşak Siyami kimseyi takmaz,” dedi. O arada videoyu açtık.MehmetAliBirand’ın“32.Gün”übaşladı.Lübnan,Filistin,İsrailgörüntülerijeneriktedönerkenSiyamiBeyhiçkalkmadığıkanepedenbirdenfırladı.Eviniçindebiryeredoğrugidipkayboldu.

“Abi,nereyegittibu?”

“Yavrumüüühhhmuhtemeldir ki tuvalete teşaşüregitmiştir. İnanmazsansessizcegitbak.Bildiğinklozeteoturur,öylegörürihtiyacını.”

“Yok daha neler…” diyerek peşinden sessizce süzüldüm. Gözlerimeinanamadım!Klozetinkenarınatünemiş,adambildiğinsıçıyor.“Hocampekisifonudaçekiyormu?”dedim.“Yokyahu,henüzoseviyeyegelemedi.Amayakındır,onuda

çözer,”diyecevapverdi.HazırtuvaletteykenşuSiyami’yebiroyunyapayımdedim.Ohiçkalkmadığıüçlükanepenin tamortasınayayıldım.Kollarımı,bacaklarımı olabildiğince açtım oturacak iki karış yer bulamasın diye. Biryandan “32. Gün” izliyoruz, bir yandan da Siyami Bey’i bekliyoruz.Bakalım beyefendinin tepkisi ne olacak? Salına salına, kendinden gayeteminşekildepıtpıtpıtsalonageldi.Üçlükanepenintamamınıgaspedişimeçokbozuldu.Gitti, benimkoltuğumazıpladı.Oradayarımyatışpozisyonu

aldı. Yalanıyor da yalanıyor. Arada bana bakıyor, acaba yerimden kalkarmıyım diye. Tabii paşam, yeter ki sen emret… Nah kalkarım! Daha çokyayıldım.Uzunyatışdurumunageçtim.Kafamıkolçağayerleştirdim.

“Neoldu lan ibneSiyami?Nebozuluyorsun…Benbikeresendendahaönce tanıdım bu adamı. Burası Nur Hocam’ın evi. Sen istesen de bu evdekalacağım, istemesen de. Ama seve seve…Ama sike sike…Hadi bakiiimyürrüüüü!..”

Kahkahalarımızın sönmesini bekledi. Küçük bir sessizlik oldu.MehmetAliBirand,Lübnan’danTelAviv’egeçmekteyken…Birdenkoltuktanatladı.Gözümüzün içine baka baka televizyona doğru yürüdü. Patisiyle videonunstop tuşuna vurdu, videoyu kapattı. Sonra da tam videonun önüneuzunlamasına yattı. Başkası anlatsa, “Hadi ulan, o kadar da değil!” dersin.OlayaNurBeydetanıkoldu.Geberiyoruzgülmekten.Eee,baktımvakitgeceyarısını geçiyor, dışarda kar durmuş, nasıl olsa “32. Gün”ü izleyemiyoruzçünkü Siyami Bey izin vermiyor; “Hocam bana müsaade,” diyerektoparlanmaya başladım. Ama Siyami Bey, insanoğluna güvenilmez, bu iştebirtezgâholabilirdüşüncesiylevideonunönündekiuzunyatışınıhiçbozmadı.Ennihayetpalto,atkı ritüelinigörünce inandı.Koridorunönünekadargelipçıkışımı gözlerini dikerek takip etti. Hocamla, “İyi geceler”, “Üüühhh iyigeceleeerr” diyerek vedalaştık. Gitmeden şu Siyami Bey’e yine bir çift lafsokayım,yoksagecegözümeuykugirmezdiyedüşündüm.

“Ulan Siyami ibnesi. Yine yaptın yapacağını… El mi yaman, bey miyaman göreceğiz. Bu eve ikimiz fazlayız. Ya sen gideceksin bu evden yaben.”

Obakışlarındanelergördümbilemezsiniz.

“Hadi koçum yaylaaannn! Burası benim evim ve ben misafiri hiçsevmem!”

“Kedilerin her biri farklı karakterlere sahip ve duyguları çok kuvvetli”derler, doğruymuş. Siyami Bey’le iki üç saat geçirdim. Sıradan bir Siyamkedisiyledeğil,NurBey’in“oğlum”diyesevdiği,birinsandandahakişilikliolan Siyami Bey’le tanıştım. Zaman içinde başka görüşmelerimiz de oldu.Amageneltavrınıhiçbozmadı:

“Rahatımı bozamam. Yerime, yatağıma, keyfime kimse karışmasın.Misafiri hiç sevmem. Bir an önce zıkkımlanın ve defolup gidin ulan

evimden!”

Siyami Bey giderek sanat ve dublaj camiasında meşhur oldu. Yaşattığıanlar ve anılar dilden dile yayıldı. Birmart ayında uzunca bir süre ortadankayboldu.NurBeykahroldu.Yaçaldılaryaölmüştür,dedik.Sonrabirgeceyarısı kirli, yaralı, kırık dökük, isli, pis bir halde karargâha döndü. Sevinçgözyaşlarıyla “Tamammm!..” dedik, “Zamparalığa gittin, ya bir yerlerdedüştünçıkamadınyadadayakyedin,karizmayıçizdirdin.”Yaklaşıkikisenesonra tekrar kayboldu. “Nasıl olsa zamparalığa gitmiştir, çıkar gelir,” diyeteselli ettik Nur Bey’i. Ama ne yazık ki asla geri dönmedi. Bu defa yagerçekten kaçırıldı ya da öldü. Aylarca bekledi Nur Bey. Gelince evi rahatbulsun diye taşınmayı bile aylarca erteledi. Ama sonunda herkes gibi acıgerçeğikabullendi.ÇokçokküçükkenhayatınaaldığıSiyamkedisibüyüyüpSiyamiBeyolduktanbirzamansonraanidenhayatındançıkıpgitti.

SiyamiBeysadecekedideğildi.

Birkedidençokdahafazlasıvardıonda.

Obelkidekedikılığındagezenbirâdemoğluydu.

Birdelikanlıydı,SiyamiBey’di…

Cumhuriyet’in ilk yıllarında bir yerde, bir lafla, bir cümleyle, bir şiirlekomik, ders verici,müstehcen, küfür kokan bir neşriyat olursa, “Hah, bunuancak Neyzen söyler” ya da “Bunu Neyzen yazmıştır” diye ona malederlermiş.Sonraları buCanYücel’ekalmış.Bu tür ifadeleri, “BunuancakCanBabasöylemiştir”diyeonayakıştıranlaroluyorzamanzaman. İşteNurBey de tiyatro ve dublaj sektöründe aynı cazibeyi, aynı popülariteyiyakalamış bir meslek büyüğümüzdü. Fabrikası ondan tek bir tane üretti vekapandı. Nur Bey’in kendine özgü önemli anlarını ve de kıymetli anılarınıkuşaktankuşağaanlatmakborcumuz.KıymetliNurBey’ebuvesileylesevgivesaygılarımısunuyorum…

Nur Bey’in 60. doğum gününüAsmalıMescit’te, Yakup’ta kutlamıştık.Hocaya ne hediye edelim diye düşünürken, nasıl gelişti bilmiyorum, NurBey’e fıkra hediye ettik. Tamamen özgün ve üstelik kendisi tarafındanhayranlıkvetakdirlekarşılanmışbirbaşyapıt.Fıkraşöyle…

NurBey hayatında bir defa evlenmiş ve kısa süre sonra boşanmış. “Birdaha evlenmek gibi bir düşüncem yoook! Kimseyle evlenmem arkadaş,”diyerek iddialı konuşmuş sağda solda. Bir gece rüyasına aksakallı bir dede

girmiş.“BeniiyidinleNur,”demiş,“büyükkonuşma,tezvakittekarşınabiriçıkacak,onaâşıkolacakveonunlaevleneceksin.”“UlanherhaldeAltınbaş’ıfazla kaçırdım, o yüzden halüsinasyon görüyorum,” diye düşünmüş. Nezamanevlilikleilgilibirlafetsegecesindedederüyasınagirerolmuş.“Büyükkonuşma… ma… ma… ma… Yakında… da… da… da… Evleneceksin…sin…sin…sin…”Sonundarüyasınagirengerçekleşmeyebaşlamış.Dublajayeni başlayan orta yaşlı bir kadına tutulmuş.Aşk alevlenmiş ve evlenmeyekararvermişler.NurBeymüstakbeleşinebaştanaçıkaçıkkonuşmuş:

“Bak yavrucuğum… Ben 60 yaşındayım, gördüğün gibi KEL’im. Sen35’inde, hayatınınbaharındasın.Evlendikten sonra, senin şuyaşın, senin şuKEL’in,seninşuhuyun…diyeceksenhiçevlenmeyelim.”

Hanımefendi,NurBey’inhavasına,sesinevurulmuş.Gönülfermandinlermi?

“Hayır,asla!Seniolduğungibikabulediyorum.Çokmutluolacağız.”

Sonundaevlenmişler.Günler,haftalar,aylargeçtikçeyengemizindehuyudeğişmeye başlamış. Başlamış her şeye dırdır vırvır etmeye. Cicim aylarıbitmiş,bokumaylarıbaşlamış.KadındevamlıNurBey’inKEL’ineoynamayabaşlamış.

“Nuuurrr, sen hep böyle KEL miydin?.. Saçların ne zaman döküldü?..Keşke kafana tupe ya da peruk taksan… Senin şimdi KEL’in üşümüştür…SeninşimdiKEL’inpişmiştir…”

NurBey’inkellikle ilgilibirkompleksiolmamış.“KendimibildimbileliKEL’dim”diyecekkadar aşmışmeseleyi.Eşi, artıkyabancılarındayanındaNur Bey’in KEL’inin üstüne oynamaya başlayınca tadı tuzu kalmamış,evliliktenfenabunalmış.Yineçoküzgünvesinirlihaldeyatağagirmiş.Geceuykununenağırvederindilimindeaksakallıermişdedeyinerüyasınagirmiş.

“BeniiyidinleNurrr.Yaşınvekelinkadıntarafındanhepkonuşuluyorvecanınsıkılıyor.SabahezanındanönceEmirganÇeşmesi’negit.Yanınabirtasve ayna al. Ezandan sonra niyet et. Döktüğün her tas su seni beş yaşgençleştirecek…Unutma…ma…ma…ma…Beşyaş…yaş…yaş…”

Yataktan fırlayarak uyanmış. Bakmış ki hanımefendi kıçını devirmiş,mışılmışıluyuyor.Gitmiş,banyodanplastikbirtasveküçükbiraynaalmış,evden çıkmış. Taksiyle apar topar Emirgan Çeşmesi’ne gitmiş, çeşmenindibine oturmuş. Sabah ezanı okunurken dileğini tutmuş. Bir elinde ayna,

diğerinde hamam tası. Suyu doldurmuş, kafadan aşağı boca etmiş. Aynayabakmış,vaayyy!..Harbidenişeyarıyor!Hertastabeşyaşgençleşiyor,olacakşeydeğil!Birtasdaha,birtasdahaderkensırılsıklamolmuşamaolsun…NurBey 20 yaşına kadar indirmiş kendini.Üstelik saçları da var.Daha ne isterAllah’tan…Durumdanmemnun.Fırından sıcakekmekalmış, evinegelmiş,yengemiz uyanmadan güzel bir kahvaltı hazırlamış. Sürpriz yapacak,evliliğini kurtaracak. Kadın uyanınca tanımamış tabii. “Evde hırsız vaaar!Sapıkvaaaar!”diyeortalığıyıkacakkenNurBeysakinleştirmişveolanlarıbirbiranlatmış.“Gördüğüngibibenimyavrucuğum,sadecebirayrıntıvar.Keldeğilim ve 20 yaşındayım,” demiş. Kadın, “Yahu nasıl oldu da bu adamböylesinebirmucizeylebiranda20yaşınainebildi?”diyehayretetmiş.NurBeyherşeyianlatmış.Geceneşelivemutluhaldeyatağagitmişler.NurBey20 yaşın verdiği enerjiyle gençlik yıllarından kalma bir performans dasergiliyor.Dahaneolsun…İştemutlulukbu.

Sabahevinkapısı taktaktakvurulmuş.NurBeykalkmışyataktan.Kapıhâlâ tak tak tak vurulurken, “Geldim ulan geldim! Zili neden çalmıyorsunyahu? Köy evi mi burası bee!” diye söylenerek kapıyı açmış. Zilin nedençalınmadığıozamanbelliolmuş.Kapıda5yaşındabirkızçocuğuNurBey’ebakıyormuş.

“Üüüühhnevarçocuuum,neistiyorsunbakiyimsabahsabah?”

Hiçcevapyokmuş,kızçocuğuöylecebakıyormuş.

“Evladım annen baban nerde bakiyim senin? Evden mi kaçtın? Evinyolunumuunuttun?”

Kızçocuğuiçeriyedoğruyürümüş.

“Nuurrr, ayol beni tanımadın mı? Aşkım ben senin karınım, ne çabukunuttun?”

NurBeyafallamış,şokeolmuş.

“Üüühnasılyaniçocuuummm!?”

“Sen dün rüyanda gördüklerini anlattın ya… Ben de gidip deneyeyimdedim. Sabaha karşı sen uyurken, hamam tasını ve küçük aynayı aldım.Taksiye atladım. Emirgan Çeşmesi’ne gittim. Sabah ezanı okunurken dilektuttum. Kafamdan aşağı ilk tası döktüm. Baktım, 30 oldum. İki tas dahadöktüm,seningibi20oldum.Sonrakarıkocaarasındayaşfarkıbirazolmalı

diyedüşündüm.Birtasdaha,sonrabirtasdaha…Hızımıalamamışım.5yaşainincedurdum.Nasılbuldunbeni,güzelmiyim?”

“Üüühhevladımnedenburalarakadar zahmet ettin?Bir tasdahadöküpananınrahminegeridönseydinya!”

İ

OKULUKİMSESEVMEZ,OKULUHADEMESEVDİRİR

SADIĞHDAYI’YASAYGIYLA

nsan ömrünün en kıymetli dönemi mektep yıllarında geçiyor. Çocukluk,gençlik dönemlerinde kimi zaman semt, kimi zaman şehir değiştiriyorsun.Önceleri bu ayrılıklara üzülüyorsun. Sonra yeni insanlar tanıyınca bu defaonlardanayrılmanınhüznüçöküyor.Okulyıllarıbittiktensonrahayatgailesiiçinde koşuştururken geçen zaman içinde doğal olarak eski arkadaşlarınınçoğuyla görüşemiyorsun ve bazılarını unutuyorsun. Pek az arkadaşınıhatırlıyorsun. Belki iki üç tanesiyle zaman zaman konuşup görüşürsün, okadar.

Belki aradan kırk sekiz yıl geçmiş… Bir gün Eskihisar’dan Yalova’yageçmekiçinferibotabinersin.Birigeliryanına.

“Naberya?”

“…”

“Tanımadıntabii,değilmi?”

“Evet,kusurabakmayın,tanıyamadım?”

“Düşün,düşünbirazyahu,bensenihatırlıyorum.”

PaulNewman’ınçokgüzelbirsözüvar:

“Şöhretli olmak alzheimer olmak gibidir. Herkes sizi tanır, siz kimseyitanımazsınız.”

Bir taraftandakoyunpazarlığıyapargibihâlâkolunuzusallayanadamabakarsınız,“Ulanbenbununeredentanıyordum?”diye.

“SenilkokuluTrabzonDumlupınar’daokudundimi?”

“Evet,doğru.”

“Ben hep sobanın yanında otururdum, yanaklarım kızarırdı. Alyanakİsmailderdinizhepbana.”

Şimdiöyledeyinceadamıngözlerinebakıyorum.Iııhh…Mümkündeğil,hafızadayok,silmişim.Yanaklarabakıyorum,hiçdealaldeğil.

“Tanımazsıntabii,şöhretliolmakkolaydeğil.”

Bak sen dallamaya… Ettiği lafa bak. Yanaklarının albenisi olduğunusöylüyoramaaslındavurbenisivar,farkındadeğil.48seneönceteközelliğisobanın yanında oturmak olan adam hatırlanmadı diye sitem ediyor, lafçakıyor.

“Ulan hıyar, ben zaten ilkokulda da en popüler öğrenciydim! Okuldaokumayazmayı öğrenen ilk öğrenci olduğum için okulmüdürü önlüğümünsol tarafına kurdele taktı, sağ koluma da pazubant taktılar öğrenci başkanıdiye.İlkokulbirinciveikincisınıfkarmasıylabeşincisınıferkekleriniokulunarka bahçesinde futbola tövbe ettirmiştim. Ne diyorsun ulan sen!”(Diyemiyorsuntabii,ayıpolur.)

“Çokseneoldubekardeş,iyisininşallah.Sevgiler,hoşçakal.”

Şu gerçeği kabul etmek lazım, tamam yıllar geçince insan hafızası çokşeyi siliyor. Birini hatırlayabilmeniz için o insanın bir özelliğinin olmasıgerek.Yoksasadecesobanınyanındaoturuyorsundiyebirözellik,birgüzellikmibekliyorsun?

HalamınoğluYalçınbenimleaynıyaştaydı.Okulagitmektenhepnefretederdi.BirgünbabamYalçın’asordu:

“Oğlum, anladık, okuldan nefret ediyorsun. Senin istediğin okul nasılolmalı? Olur ya, belki kimsenin aklına gelmeyen parlak bir fikrin vardırevladım. Söyle, biz de bilelim. Nasıl bir okul olursa zevkle okumayagidersin?”

Yalçınbirazdüşündü…

“Bakdayıcığım,okuldediğinsabah10’danöğledensonra5’ekadaraçıkolmalı.Matematik,fizik,kimya,biyolojigereksizvesıkıcı.Yakaldırılsınyadaisteyengidipöğrensin.Öğrenciistediğisaattegelsin,istediğidersegirsin,havasoğuksaokulagitmesin…”

Tam böyle devam edecekti ki, babam birden Erzurumlu Dadaş Cevdetoldu, “Ulanget, şimdi seni buradaben çırparam, sonra da askerde çavuşlarçırpar!Akıllıoloğlum,dellendinmisen!”diyerekYalçın’ınhayalindekiokulprojesinibitirdi.

Bizim halaoğlunun şöyle bir haklı tarafı var: Okula gitme zorunluluğuruhunudaraltıyordu.Çoğumuz içinokulagitme fikri insanı çokmutlu eden

bir şey değil. İçimizden kaç kişi okula her sabah aşkla, şevkle gitti ki?Koşarak gidenler sevdiklerinden değil, geç kaldıkları için depar attı hep.Şimdişehirdekiçocuklardahaşanslı,servislerivar.

Okulyıllarımaşöylebirbaktığımda,arkadaşlarımdangeriyeyalnızcabazıisimlerinkaldığınıgörüyorum.

İlkokulçağındanbaşlayarakliseyibitirenekadaronbiryılsürengitgel…Lisenin sonuna doğru gelmişsiniz. Ondan sonra üniversite koşturmasıbaşlayacak. Hocalarımızdan biri, bir arkadaşımıza görev verdi. “Herkesinadının karşısınameslek olarak ne dedilerse yaz ve bu kâğıdı sakla kızım,”dedi. (Bakın, kızın adını hatırladım, Ece Derici.) Belki saklamıştır, belkikaybolmuştur, bilemem. Elli üç kişilik kalabalık bir sınıftık. Herkes birmesleksöylüyordu:

“Doktor, mühendis, uçak mühendisi, siyasal, hukuk, maden mühendisi,kaptan,kaptan…”

“Neeeikikaptanmı?Kimmişonlarbirgöreyim.”

İkiarkadaşımayağakalktı.

“Hocam, adım İhsanKarademirler,YüksekDenizcilik okuyup uzak yolkaptanıolacağım.”

“Hocam, adımHüseyinRahmiCoşar,DenizHarpOkulu’na girip denizsubayıolmakistiyorum.”

Benzatenfikrimisöylemedenarkadaşlaryüklendi.

“HocamtiyatrocuolacakZafer,konservatuvar!”

“Vaybe,hanihiçaklımdadayoktu.İyikibanailhamverdiniz,”dedim…

Lise yılları bittikten sonra arkadaşlarımın çoğu bir meslek sahibi oldu.Çolukçocuğakarıştılar.İhsanuzakyolkaptanıoldu.Yıllarsonraçokdaraldıve bıraktı. “Deniz subayı olacağım,” diyen Rahmi Coşar hayaline kavuştuama yıllar sonra gencecik bir üsteğmenken bir yolcu otobüsünde hayatınıkaybetti.Kötükaderebakın,kocaotobüs şarampoleyuvarlandı;ortaokulveliseden sıra arkadaşım, futbol ve bilardoda en büyük yoldaşım gitti.Hepimiziniçineateşdüştü.Hâlâaklımagelincesevimlisuratınıvegenizdenhırıltılıkonuşmasınıhatırlarım,mekânıcennetolsun.

Lise bittikten sonra bir rota şaşkınlığı yaşadım. Kafaya koydum, HavaHarpOkulu’nagireceğim.

“Haydaa! Oğlum nereden çıktı bu şimdi? Hani sen konservatuvaragirecektin?”

İkisinin de sınavlarında şansımı denedim. Hava Harp Okulu macerambirinci sınavdan sonra bitti. Konservatuvar sınavına girdim. İlk sınavıkazandım. Üç gün sonra ikinci sınava girdiğimde daha az insan kalmıştık,kendimedahaçokgüveniyordum.Kendimeolangüvenimbelkidebirşekildeaşırı rahatlama getirmiş olabilir, artık o kadarını bilemiyorum. İkinci sınavıkazanamadım.Okuldaasılankazananlarlistesinebakıyorum,deliolmakiştendeğil.“Ulanbennasılkazanamam!”diyorum.Çünküberabersınavagirdiğininsanlarınnasılhazırlandığınıyadaoynadığınıgörmüşsün.Sınavöncesiboşsınıflardaparçalarınıoynayanlarıgörüyoryadaçalışırkensesiniduyuyorsun.Müthiş bir hayal kırıklığı. Yetenek sınavlarının finalinde şöyle şeylerduyuyorsun:

“Yinetorpillilerialdılar.”

Ama bir taraftan da diyorsun ki, “Yahu dört günde altı yüz kişi sınavagirdi,Bunların yüzü için birileri torpil yapsa yüz kişinin kazanması lazım.”Oysa bazen on-on iki, bazen de yirmi kişi alıyorlar, o kadar. Yoksa herkesbeniyıllarcagazamıgetirdi?Belkidegerçekteniyioyuncuolacakadamdiyegörmemişlerdir. “Kendime bunlarla eziyet edeceğime en iyisi savaşmayıdenemek,” dedim. Hayatım hep okula gitmekle geçti. İstemeden,mecburiyetten yürüdüğüm okul yollarında gittim geldim. Ama şimdi buokulun sınavını kazanmak zorundaydım. Hayatımda ilk defa bir okulu çoksevdim. Çünkü oraya girersem istediğim mesleği yapacaktım. Hepoyunculuğakafayoracaktım.Sabahdersegeçkalmakorkusuyok,geceokulbitinceevegitmeçilesiyok.Dahaneisterim…

Tam bir sene boyunca sınava hazırlandım. Normalde üç sınav parçasıhazırlamam gerekiyordu. Ben bokunu çıkardım, dokuz tane hazırladım.Sınavagirinceyekadarhazırladığımtiratlardanoluşansınavgirişparçalarımı,tiyatro camiasından kimvarsa, herkese bıkmadan usanmadan oynadım.Hersöyleneni, her eleştiriyi dikkate aldım, özellikle rahmetli Sevinç AktanselÇetinok’unhakkınıödeyemem.

Sonundasınavgünügeldiçattı.Yinemahşerikalabalık…1930’luyıllardaMusiki Muallim Mektebi olarak yapılmış, demirlerinde 3 M yazan, giriş

merdivenlerinin hemen üstünde taşlara “konservatuvar” kazınmışhayalimdekigüzelokul,işteyinebengeldim.

Birinci sınav üç dört günde bitti. Sadece iki parçamı oynayabilmiştim.İstermisinilkindeevegöndersinler…“ÖylebirdurumolursaacabaİstanbulDevlet Konservatuvarı’na mı gitsem? Şansımı bir de orda mı denesem?”derken ikinci sınav günü belli oldu. Oynamadığım yedi parça var. Acabahangisinioynasam?..Yadaseçimihocalaramıbıraksam?

Sıra gelince içeri çağırdılar. Sahneye çıktım, hazırım ama kimse bana“Hadibaşla,”demiyor.Hocalar aşağıdabendenöncegirenoyuncuadayınınoynadığı parça üzerine konuşuyorlar. Çaktırmadan ne konuştuklarınıanlamayaçalışayımdedim,vazgeçtim.Kendiişimeyoğunlaşayımdiyerekilkoynayacağım parçanın hızlıca tekrarını yaptım kafamda. Aşağıda müthişmikrofonikveşahanebirdiksiyonasahipolanseslerinsenfonisivar;CüneytGökçer (Devlet Tiyatrosu Genel Müdürü), Bozkurt Kuruç (Genel MüdürYardımcısı),SemihSergen,AsumanKorad(BaşRejisör),CihanÜnal,LemiBilgin, Şakir Gürzumar. Sonunda konuyu bağladılar ve Cüneyt Gökçer’insesini kulağımın dibinde duydum. (Cüneyt Bey’de öyle bir ses vardı ki…Nasılsöyleyeyim,sankiağzınıniçindegizlibirmikrofonvarmışgibi,müthişvolümlü, gürül gürül… Ankara Büyük Tiyatro’da Kral Lear’ı oynardı.Balkonda en arka koltukta bile otursanız o şahane sesi kulağınızın dibindeduyardınızhep.)

“Evetcanım,şimdibizeneoynayacaksınbakalım?”

Hiç ukalalık yapmadan, “Efendim ben mi seçeyim, siz mi seçersiniz?”dedim.HocamSemihSergendahailkkarşılaşmamızdakendinigösterdi:

“Karpuzmuseçiyoruzoğlum,oynaişteneistiyorsan.”

Komisyonbuespriyegülüncebanadabirrahatlıkgeldi.Öncebirkomeditiratoynadım.AsumanKoradbirazfazlagülüncehoşumagitti.Kendimehepdiyorumki,“Sakınfazlarahatlama,sonuhüsranolmasın.”İkinciparçayadagirdim, ne güzel kaptırmış gidiyordum, Cüneyt Bey yine sesiyle hayatıdurdurdu.

“Teşekkürlercanım,bukadarıkâfi.”

Tepeden tırnağa terlediğimi ve yandığımı hissettim. Dilim damağımkurudu. Kendi aralarında mırıl mırıl konuşurlarken, doğru mu, yanlış mıyaptımbilmiyorum,birdenaralarınadaldım.

“Hocamözürdilerimamabirşeysöyleyebilirmiyim?”

Önce şaşırdılar, baktılar. Cüneyt Hocam, “Söyle canım, nedir?” dedi.“Efendim,bengeçensenesınavagirdim,İkincisindeelendim.Busınavatambir yıl hazırlandım. Dokuz parçam var, ilk sınavda ikisini, şimdi de birbuçuğunu oynayabildim. İzin verirseniz hepsini sırayla oynamak isterim.Oynayamadan gidersem içimde ukde kalır,” deyiverdim. Hafif birgülümsetmeyarattımgibigeldi.Genelkültürdensordular,kaçoyunseyrettin,kaç kitap okudun falan filan… “Bursa’da çocuk ve gençlik tiyatrosundaoynadım,onbeşyaşımdasahneyeçıktım,”dedim.Birazdahailgilendilergibigelmişti ama… “Tamam canım teşekkür ederiz,” dedi Cüneyt Gökçer.“Eyvahhh!” dedim, “Keşke böyle konuşmasaydım.” Acaba yanlış anlayıpbenipaketledilermi?Bütünkocayılımıbusınavaverdim.Hayatımdailkdefabir okulu deli gibi isterken şimdi sahne kenarındaki merdivenlerden inip,

Cebeci’ye veda mı ediyordum? Bu akşam sınavın sonucunu beklemedenİstanbul’a mı gidecektim şansımı denemeye? Tam son basamaktan inerkenhocalarıma, “İyi günler efendim,” dedim. Öyle kötü olmuştum ki, haniçıkıncabirköşeyeçekilip sinirdenağlayacakdurumdaydım.CüneytGökçerönündeki kâğıtlara bakarken kafasını hafifçe çevirdi ve hiç yüzümebakmadan, “İyi günler şekerim, kalan parçaları da okulda oynarsın,”deyiverdi!

Dışarı çıktım; kendi kendime diyorum ki, “Hoca bana kazandığımı mısöyledi, yoksabanamıöylegeldi?”Hepkuşkular içindeyim,hem tuhafbirmutlulukhemdekuşkuvar içimde.Ya sonandabir aksilikolursa…Bütüngeceheyecandanuyuyamadım.Ertesigünöğledensonrakonservatuvarın3Marmalı demir parmaklıklarının arkasındaki cama listeyi astılar. Orada adımıgörünceçokmutluoldum.Hayatımdailkdefakendiistediğimokulagidecek,bittiktensonradaistediğimmesleğiyapacaktım.

1981’de girdiğim konservatuvardan 1985’temezun oldum. Şu yaşımda,“Aynıöğrencilerletekrardörtseneokurmusun?”diyesorsanız,cevabımçoknet: “Seve seve…”Koşakoşaokurumama tek şartımvar.ŞuandaMamakBelediyesi olarakyıllardır gasp edilen şahaneokulumugeri isterim.Buradasadece sanatçıyetiştirilmiyordu.Hangi alandaolursaolsunzekâsıherkestenfarklıçalışan,yetenekleriolan,kendinigeliştiren,tiyatro,opera,bale,müzikgibi sanat dallarının tamamından haberi olan kalifiye elemanlaryetiştiriliyordu.

Buokulunsanateğitimiverentümöğretmenlerikendibranşlarındabirerbüyük sanatçıydı zaten. Dünya çapında piyanistler, keman solistleri, obua,fagot, çello, kontrbas, flüt, timpani, aklınıza gelebilecek her enstrümanındersini veren kişilerdi. Zaten Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrasında da

çalıyorlardı. Operada, balede, tiyatroda muhteşem öğretmenler, muhteşemöğrencileryetiştirdiler.

Konservatuvariştetümbusanatlarıaynıandabütünöğrencileresevdirenveöğretenbirsistemdi,gerçekbirokuldu.Parasızyatılıokuyanöğrencilerinprofilini başka bir okulda bulamazdınız. 25 yaşındaki öğrenci, 10-11yaşındaki bale öğrencileriyle beraber aynı okuldaydı. Herkesin yatakhanesiayrıydı. Büyük erkekler, orta erkekler, küçük erkekler, büyük kızlar, liseçağındaki kızlar ve daha küçük kızlar. Özel eşyalarımız için kilitli küçükdolapların olduğu koridorda sabahlara kadar gülüp, uyuyanlardan fırçayediğimizçokolmuşturelbette.

Kızöğrencileriçinkadınöğretmen,erkeköğrencileriçinerkeköğretmenhergecenöbetçiolurdusırayla.Bazıgecelerateşiçıkan,hastalanançocuklarolunca, sanki nöbetçi bizmişiz gibi beni veCico’yu uyandırırlardı. Zaten osaatlerdegeneldeuyumadığımızıbildikleri içinhepbizibulurlardı.NumuneHastanesi,TrafikHastanesiveAnkaraTıpFakültesi’negidegeleneredeysestajyer doktor gibi muamele görür olduk. Hangi hastaneye çocuklarıgötürüyorsak,oyerdeitibarımızvardı.Anasındanbabasındanuzaktaki10-11yaşında çocuklar parasız yatılı okuyordu, biz de ister istemez kuzularınmanevi babaları oluyorduk. Bazı geceler ufaklıklar bizim büyükleryatakhanesinin önüne gelirler, bize haber gönderirlerdi uyuyamıyoruz diye.Yavrumneyapsın,akşamyemeğiniyemişamayineacıkmış.

“ZaferAbineolur,ikidilimekmekolsayeter.”

Onlar için mutfağa gizlice sortiler yaptığım çok oldu. Metal tabldottepsilerine ağzına kadar zeytin, peynir, reçel ya da akşamdan kızartılmışpatates,patlıcan,biber…Mutfaktanebulduysamartık.RobinHoodgibiydim.Geceleri konservatuvar mutfağından çalıp ufaklıklara ziyafet çekiyordum.Öyle bir şöhretiniz olunca her derdi olan gelip seni buluyor elbette. Geçenonlarca yıldan sonra bazılarıyla karşılaşıyorum. Beni unutmamışlar, negüzel… Hepsi çoluk çocuk sahibi koca insanlar olmuşlar. Ama onlarlakonservatuvar geçmişimizi konuşunca çoğu şeyi hatırlıyorum ve onlarısevgiyleanıyorum.

Okulun bütün erkek öğretmenleri inanılmaz karizmatik, ağırlığı vesaygınlığı olan önemli insanlardı. Hepsi temiz giyimli, ütülü pantolonlu,boyalı pabuçlu, kravatlı, şıktı. Artist gibi adamlardı demeyeceğim; zatenöyleydiler.Kadınöğretmenlerdeöyleydi;bilgili,görgülü,şık,zarif…Hangi

bölümde olursanız olun, diğer bölümlerdeki tüm hocalara istisnasız saygıgösterilirdi. Bu insanlar öyle höt zöt yapan, bağıran çağıran, kendine zorlasaygı duyulmasını bekleyen insanlar olmadılar. Saygıyı zaten hak eden,müthiş bir sanat fabrikasınınbüyükmühendisleriydi onlar.Hepsini saygıylaanıyorum.

Konservatuvardan arkadaşlarımla yıllar içinde, bazı zamanlardasohbetlerimiz olur. Hocalar, komik ve enteresan özellikleri olan öğrencilertaklit edilir ve kahkahalarla yad edilir. Ama güzel okulumuzun bir adamıvardıki,oherkesinadamı,okulunneşesi,demirbaşı,büyükefsanesiydi.1.55boyundakibüyükefsaneSadığhDayı.YaniSadıkKarataş.Onugörmekiçinbaşkaokullardanmisafirolarakgelirler,Tiyatrobölümündeçayiçerlerdi.

HayalinizdebirazdahanetleşmesiiçinSadığhDayı’nınbazıözelliklerinianlatmamlazım.AnkaraÇubukluydu.Tamyöreyeuygun,komikveçoktatlıkonuşurdu. Kimse onun gerçek yaşını bilmezdi. Dediklerine görekonservatuvarın ilk yıllarından beri okulda çalışıyormuş. 65 yaşında emekliolmuş ama bırakmamışlardı. Sözleşmeli işçi olarak çalışmaya devamediyordu. Aynı zamanda kendisine biraz daha gelir getirsin diye Tiyatrobölümünde çay ocağı işletmesine izin vermişler. Okuldaki hemen hemenbütün öğretmenlerin çocukluğunu, gençliğini biliyordu. Kim olursa olsunlafınıesirgemez,gülmektenyerlereyatırırdıhepimizi.

Ankara’ya Anğara, Çubuk’a Çıbığh, sigaraya cuvara, Etimesgut’aTemesut,Keçiören’eGeçiveren derdi.Markası ne olursa olsun her sigarayıiçerdi. Kâğıt parayı sever, bozuk paradan kıl kapardı. Bozuk olarak 8 TLverirsen surat eder, kâğıt 5’lik verirsen yüzü gülerdi. Sadığh Dayı’nınalfabesinde“ö”harfininyeriyoktu.Kömürdiyemezkomür,gözdiyemezgozderdi. Paspasla saldırsın diye can atardık. “Ağıllı ol la gottek sırtın mıgidişiyo laa!” Götlek yerine gottek, ibne yerine itne derdi… Yahşi Batı’daoynadığım Şerif Loyd’a ilham kaynağım oldu. Ali Şen ve Sadığh DayıkarışımıydıŞerif.(Çıkartmaçızmaları,çalarlaritneler!)

SadığhDayı’nındörttaneadamıvardı.Enyaşlıarkadaşıokulda,sahneninaltında yaşayan marangoz Ahmet Dayı’ydı. Marangoz Ahmet hafifkamburdu.OnakendiaramızdaNotreDameAhmetderdik.Sahnealtıonunhemevihemdeatölyesiydi.Hepyeraltındayaşardı.

İkinci adamı Pehlivan İzzet’ti. İzzet gençlik yıllarında çayırpehlivanıymış.Gardıropgibibiradamdı.Giydiğienbüyükboyceketinbile

koldikişlerinipatlatacakgibidururdu.Sinagogdireğigibibirensesi,porselentabak büyüklüğünde elleri vardı. Özellikle kulakları çok enteresandı. Çokbüyük kulakları vardı, üstelik pehlivanların kulakları zamanla kırıldığı içindaha etli oluyor, bonfile gibi yani.DeliAli’yle (Davutoğlu) bakıpgülerdik.“Ulan şu iki kulağı bize verse… Pirzola demiriyle bunlara bir kereyapıştırıcan, şnitzel gibi olur, dört kişiye rakı sofrası kurulur,” derdik. İzzetDayıöylekuvvetliydiki,koridordaduransaksılarıkucaklayıpkaldırıpbaşkayere taşır,paspaslaSadığhDayı’yadestekverirdi.Birgüneskrimdersindençıktık,koridordaelimizdeflörelerleMalkoçoğlugibihalleregirdik.DeliAlicoştu, svisss diye kılıcı salladı ve koca yuka ağacını pırasa gibi ortadandoğrayıverdi. “Ulan naaptın!” falan derken İzzet Dayı köşeden döndü vecinayeti gördü. “Aneey!.. Sadığh Dayı gordüng mü çiçaa yolmuşlar!..”İhtiyar, çay ocağından seslendi, “Ulan küleşçi salağh! Çiçaaa demeyecen,çiçeeediyecen!..”dedi.Hepimiziyerdenyereçaldı…

Sadığh Dayı’nın üçüncü adamı okul girişinde, müracaatta duran VehbiDayı’ydı.Opasaportkontrolpolisiydi.Aynızamandamisafirigelenlerianonseder, akşamları saat 9’dan sonra dışarıdan okula gelen yatılı öğrencilerinalışveriştorbalarınıkontrolederdi.Yatılıkadronunhepsiniçokiyibildiğiiçin,sabıkalı olanların torbalarını hemen araklar; öğrencilerin okula sigara, bira,şarapsokmasınaaslaizinvermez,bunlarıalırdı.SınırgirişindeVehbiDayı’yayakalananlardagündüzlerionafeykanonslaryaptırır,ondanintikamalırlardı.Meselaokuldaöğlenyemeğisaati…Yemeğibitenherkesçaykahvesigarayaçıkıyor. Ön ve arka avlu insan kalabalığıyla dolu. Vehbi Dayı’yaşüphelenmeyeceğibirigidiyor.

“Vehbi Dayı, Ferdi Özbeğen ve Ümit Besen, bu çocukları anons edermisin?”

VehbiDayıuyanıkya,soruyor:

“Kimlabunlar?Benniyeadlarınıhiçduymadım?”

Çocuklaryeminediyorlar.

“Vehbi Dayı ekmek mushaf çarpsın, annem ölsün yalanımız varsa.Bunlarınikisidepiyanist,biriİzmirKonservatuvarı’ndanyenigeldi.”

“Yazşukaadaadlarını.”

Birazdanokuluntamamında,tümbölümlerde,yatakhanelerde,hattaNötreDame Ahmet’in atölyesinde bile hoparlörlerden Vehbi Dayı’nın sesi

duyuluyor:

“ÜmütBasen,ÜmütBasen!FerdiÖzbeeen,FerdiÖzbeeen!Ziyaretçinizvar,aceledanışmayagelin!..”

Okuldan yükselen kahkaha, alkışlar, ıslıklar… Vehbi Dayı yine tufayadüştü.

Sadığh Dayı’nın son adamı da Memet Ali’ydi. Onunla şahane birikiliydiler. Çata çat atışmaları, laf dalaşları sonunda paspasa hamle ve okulkoridorlarındakovalamacaylabiterdi.

Bu adamlar okulunbir demirbaşı gibi hiç ayrılmadılar, kuşaktankuşağaokulda kaldılar. Ama okulun en büyük efsanesi Sadığh Dayı’ydı. Okuldanmezunolanlar,hangibölümdenolursaolsunonukesinliklehatırlar,çoğudaokulauğrayıpçayınıiçerdi.

Tiyatrobölümünükazanmıştım.OkuldabirpazartesigünüsabahıSemihSergen’le ilk dersimiz var. Gece dayımda kaldım, sabah erkenden atlayıpheyecanlaCebeci’dekigüzelokulumageldim.Öğrenciadayıolarakçokgelipgitmiştimamabudefasınavıkazanmıştım.Eğerbirinciyılınsonundaokuldankovmazlarsaoyuncuolacağım,negüzel…

Cebeci durağında otobüsten indim. 200 metre kadar yürüdüm. Arkaotoparktandevamedipkonservatuvarınmerdivenlerindeniçerigirdim.Giriştesağdaki kantin doluydu. Okulun avlusunda, banklarda, hatta havuzunkenarındabileoturanlar,ayaktasohbetedenler,müthişbirinsanyoğunluğu…Ben de kendime bir köşe buldum, gelene gidene bakıyorum, acaba sınavdatanıştığım birilerini görebilir miyim diye. Birden yemekhanenin yanındabulunanmerdivenlerindibindekibüyükkapı açıldı.OkkalıbirküfürpatladıTaşMektep’inavlusunda.

“Gellaburaya!..Gottek!Ammagoduğumungotteee!”

Önde bir adam… Allahım hem de ne adam, Alev Sezer! DevletTiyatroları’nın harika çocuğu, hayran olduğumuz abimiz, yakışıklı, şahanesesli,muhteşemyetenekli kocaAlevSezermerdivenlerdenkaçarakhavuzlubahçeyeindi.Arkadaonukovalayan,bembeyazsaçlı,1.55boyunda,ağzınınkenarındanhiç düşmeyenyanmış cuvara filtresiyle, elinde sopalı paspasıylabir adam. Kopan kıyametten ortalık yıkılıyor, herkes yerlerde. Alkışlar,tezahüratlar… Sonunda Alev Sezer’den alınan sağlam bir bahşiş, sigaratazelemeylemutlak barış sağlanıyor, sarmaş dolaş tekrar okulun içine dalıp

koridordan gidiyorlar. “Vay be!” dedim, “İşte aradığım okul! İşte aradığımadamımSadığhDayı!”

Fazla zaman geçmeden tanıyanlar tanımayanları aydınlattı. Kuşaktankuşağa gelen konservatuvarın neşesi Sadığh Dayı ile ilgili önden brifingalındı.Ondan dayak yemek ve küfür işitmek bir gelenekti. “Dayak yemek”dediğimi yanlış anlamayın. Elinde sopalı paspasla kovalardı. Ama aslaşiddetli vurmazdı. Bir yolunu bulup dayak yemen mi lazım? Öncekaşınacaksın.Mesela yaptığı çayı, bardağı, şekeri boklayacaksın. Yıkanmışbezinüstündekibardaklarınyakınınabirşeyatacaksın.Ozaten“Ağıllıol labebe,sırtınmıgidişiyo?”diyesorarsa işlemtamam.Senönde,SadığhDayıarkada,kaçacaksın.Amayaşlıbaşlıbabayı fazlakoşturmayacaksın.Mahsusyavaşlayacaksın ki seni yakalasın. Zaten elinin ayarı var, orta şiddetteyapıştırıyor, kıyamıyor aslında. Kaçma olayını abartan olursa, babayayardımcıolunuyor.Elbirliğiylepaketleyip,küçükçayocağındakapıyıkapatıpSadığhDayı’yateslimediyordukki,budaişinbaşkabirneşesiydi.Barışmaanındamiktarneolursaolsunkâğıt paravemarkası neolursaolsun cuvaraşarttı.

Bazendayakatmayakeyfiolmazdı.Ozamandahapahalıbiryolseçmekgerekirdi. Devamlı içinde 66 geçen cümleler kurulurdu. “Buralarda 1.66boyunda, 66 yaşında biri varmış” ya da “Kardeş tam66kiloyum”, “66 liraparamvar”,“66binlirayaarabaaldım.”Anlamıolmasıgerekmez,sadece66derkenüstüne şiddetli vurguyapmakyeterli olurdu.SadığhDayı’yı eskidentanıyanlarındediğinegöre66,SadığhDayı’nınanasının

mezar taşı numarasıymış. Eğer içinde 66 geçen bir şey duyarsa onu küfürolarak kabul ediyor. “Ne diyon laa amma goduğumun gotteee!..” diyeayaklanıyor. Eğer babayı böyle yumuşak yerinden yakalayıp, alçakçakızdırmayı ve dayağı göze aldıysan barışma bedeline katlanacaksın. Yine

kâğıtparaolacak tabiiama ikiüç taneolsadaha iyiolur.Cuvara isepaketolaraktahsisedilir.Bunlarıgözealacaksanbuyur…

Hangibölümün,hangisınıfındersiolursaolsunhiçfarketmezdi,okuluncumhurbaşkanıymışgibidokunulmazlığıvardı.Paspasve temizlikyaparkenartıkfiltresibileyanmışcuvarasına,türkümırıldanmasınakimsekarışmazdı.Sahnelere, dersliklere sessizce girer, boş bardakları toplardı. İlkokulu bilebitirememiştiamaTürktiyatrosununönemliisimleriyleberaberyıllarcagidegele oyunlara ve sınav parçalarına ustaca yorumlar yapar hale gelmişti.“Çooğhbağırıyonooğlumm,götünüyırtıyon.Valladerstençağacaaan!”

Sınavlarda kim kalır, kim geçer, hemen teşhis eder, tahminlerdebulunurdu. Çoğunda da haklı çıkardı. En şaşırtıcı tarafı, neredeyse elli beşyıldır her gün okula geliyordu. Üstelik Geçiveren’den Cebeci’ye kadar,otobüs, minibüs, servis, hiçbirini kullanmadan. Enerjisine hayran olurduk.Sabah 6’da evden çıkar, okula gelir, önce çayı demler, o arada da her yeripaspaslapırılpırıltemizlerdi.Sonraçayocağınıniçinegeçerdi.Ağzındanhiçdüşürmediğicuvarasıylabeklerkengörürdükonu.Gündeüçdörtpaketcuvaraiçerdi. Devamlı bardakları yıka, çay demle, çay dağıt, boşları topla, paspasyap,hemdehiçdurmadan…Arada sırtı gidişenleredayak faslı.Elli yıldanfazlasıevindendahaçokokuldageçenkocabirömür…

SadığhDayıhergünokulaaynıkostümlegelirdi.Binyıllıklacivertceket,açıkmavigoynek,kravat,açıkyeşilsüveter,altagripantol.Sadecehavaçoksoğursagrikırçıllıpaltosuveatkısıyladolaşırdı.Evet,üçdörtpaketcuvarayıiçerdiamakendipaketihepdoluolurdu.Çünküöğrencilerdenvehocalardanotlanırdı. Özellikle birinden tokatladığı cuvarasını yakmasını beklerdik.Yaktıktan sonra ikram ederdik. Hiç affetmeden alır, “Sonra içeceemmğardaşlığh,”diyerekkulakarkalarınaroketatarmermisigibidizerdihepsini.

Bir pazar günü parasız yatılı okuyan tiyatrocuları Geçiveren’deki evinegözletme(gözleme)yemeyedavetetti.Taksiyleevinegittik.Yolokadaruzungelmiştiki,gitgitbitmedi.Kendikendimizedurumdeğerlendirmesiyaptık.İhtiyar kurt yıllardır her sabah gidiş dönüş 20 km yürüyordu. Demek kizayıflığınınvesağlamkondisyonununsırrıbuydu.

Okuldakiüçüncüyılımızınortalarındasuratıhepasıktı.“HayırdırSadığhDayı?”diyoruz,tıkyok.Kovalasın,gelenekseldayağımızıyiyelimistiyoruz,hiç umurunda değil. 66 dendiğindemermi gibi yerinden fırlayan adama bir

halleroldu,yerindenbilekalkmayanbirinedöndüSadığhDayı.Sonundaiçinidöktü,gözleridoludolu:

“OğuludaşıyacağlarmışBeşevler’e,burayıgapatacağlarmış.Hocalarbağasöyledi.”

“Yokbebabacığım,yokbekırbaşım,kocataşbinamızıkimseelimizdenalamaz,sanayalansöylemişler”dedik.Geçenzamanonuhaklıçıkardı.ÖnceKültürveTurizmBakanlığı’ndanalıpYÖK’ebağladılar,birsonrakiaşamadaise okulun taşınmasına geçildi. Bir geleneği, bir konservatuvar ruhunukamyonkamyonBeşevler’dekio sevimsizbinaya taşıdılar.Sıralar,yataklar,dolaplar,enstrümanlar,kocakocapiyanolar…Nevarsaherşeyitaşıdılar.

Önce yaşı küçük olanlar yeni binaya gitti. Yaşı büyük olan öğrencilerolarakensonakaldık.Sonkamyonakalanüçbeşparçaeşyamızıdaattık.Okamyona Levent Conker, ben ve Cico (Cahit Çağıran) atladık. Evindenkovulmuşçocuklargibiyeniokulumuzagittik.Utanmasakağlayacağız.Sankievimizden başka bir şehre, hem de hiç istemediğimiz bir yere gidiyorduk.Hafta sonu yeni okulun yatakhanelerine yerleştik, dolapları taşıdık. Okulundiğertaraflarınıgezdik.Sevimsiz,soğuk,tuhafbiryapıişte…

Tiyatro bölümünün orta katındaki küçük bir odayı SadığhDayı’ya yeniçay ocağı yaptık, teşkilatını kurduk. Pazartesi sabah, yeni binamızdaki altküçük sahnede ilk dersimiz var. Herkes tamam ama Sadığh Dayı yok. Oyoksaçayyok.Muhabbetyok.Neşeyok.Gelsinkiyeniokulunilkdayağınıyiyelim, moralimiz yerine gelsin. Evini aradık okulun içindeki jetonlutelefondan. Yarım asır boyunca yaptığı gibi sabah kör karanlıkta evdençıkmış.İlkikidersiyaptık,dersarasındabaktıkkiçayıdemlemiş,bardaklarıyıkayıpkurusundiyebezinüstünetersçevirmiş,ağzındasadeceyanıkfiltresikalmışcuvarası,suratallakbullak.Hiçneşesiyok.Canagelsin,birdoğrulsundiyesataştık.Temizbardaklarınyanınabirşeylerattık.“Ulankırbaş ihtiyar,sanameydan okuyoruz!Delikanlıysan al paspasını gel lan!” dedik. Finaldeson şansımız olan 66 sihirli sayısını çeşitli versiyonlarda canlandırdık amamümkündeğil,tıkyok.Baktıkkikötübirşeyolmuş,hiçböylegörmemiştik.Bircuvaraikramettik.Onuhiçaffetmedi,hemenyaktı.

“Nerdekaldınihtiyar?Merakettikseni,vallaöldünsandıkSadığhDayı.”

Hiçunutmuyorum,cuvaradansağlambirnefesaldı,sandalyedenogüzelkırbaşımyavaşçakaldırdı.Gözleridoludoluydu.

“ZabananGeçiveren’den yola çığhtım oğula geliyorum diye. Geçiverenbayırındansallandımyorüyeyorüyegeldim.Ulanbibağhtım,oğulbomboş!YannışlığlanyineCebeci’yegelmişim.Osaatanladımkiburasıartığhyoğh.Sarıldımgocasütundaşlarına,gardaşımasarılırgibi.Ağladım,ağladım,heçyaşımdanbaşımdanutanmadan.”

LafınıdahabitiremedentekrarçağlayangibiboşalmazmıSadığhDayı…Yürek dayanmaz. Ankara Devlet Konservatuvarı’nınmaskotu, okulumuzundemirbaşı,Tiyatrobölümününgülüağlardabizdururmuyuz…Sarıldık155santimlikkocaçınara.İşteozaman…İşteoan…Aslında…KültürveTurizmBakanlığı’ndanalınıpYÖK’ebağlananveböyleceYOKolmayadoğrugidenbirkonservatuvarruhunun,birgeleneğinbitişineağladık.

Okuldanbizimkuşakmezunoluncayakadar, istemeye istemeyehergünGeçiveren-BeşevlerarasındagittigeldiSadığhDayı. “Zati sizdensonrabendegideceeemitneler,benburayıheçsevmedim,”diyesöylenirdiçoğuzaman.Bizim dönem mezun olunca dediğini yapıp okuldan ayrıldığının haberinialdık.

Yıllar sonra oyuncu arkadaşım Altan Erkekli sahip çıkmış sağ olsun.Ankara Sanat Tiyatrosu’nun çay ocağını teslim etmiş ona. Birkaç ay oradaçalışmış.Birsabahgelmeyincemeraketmişler.Sonundaacıhaberbombagibiyüreklere düşmüş. Ankara’nın soğuk, puslu, jilet gibi keskin bir kuruayazındaevindençıkıpyineyürüyerekKeçiörenyokuşundan inerkenbuzdakayanbirinşaatkamyonununaltındakalmışSadığhDayı.O,1.55’likküçükkoca çınar, çamur ve buzla donmuş asfaltta… Kar beyaz saçlarında kan,yüzünde kederli bir tebessüm… Öylece kalakalmış… Uçup gitmişhayatımızdan…

Pek fazla gidemesem deAnkara’yı hep sevmişimdir. Belki de okulumuçok sevdiğim için şehri çok sevmişimdir, bilinmez. Ama ne zamanCebeci’den geçsem, okulumu her gördüğümde hem mutlu olurum hem deiçim burulur, kötü olurum. Konservatuvar yazan taşlara kazınmış ismimizialçıyla doldurmuşlar.ÜstündeMamakBelediyesi yazan sevimsiz soğuk birtabela var şimdi. Dünyanın başka yerinde olsa çoktaaan kültür ve sanatmüzesiolmasıgerekenokulunhalinebakın.Oşahanebinanıngüzelimruhunuöldürmüşler.Amaotaşbinanıniçindekiruhlarıgörememişler.

Bir filmi baştan sona doğru hızlandırmış gibi çok şeyi hatırlatır banakonservatuvar.Ensonyıllaröncebirkonservatuvarlılarbuluşmasıyapmıştık.

Okulunanagirişmerdivenlerindençıkıphavuzlubahçeyedoğruyürümüştüm.Taa 1981 yılında Alev Sezer’i ve Sadığh Dayı’yı okulda gördüğüm omuhteşemanıhatırladım.İkisiniderahmetleandım.OandaSadığhDayı’yıelindepaspaslayinegördüm.Eğersendebizigörüyorsan…HakkınıhelaletSadığhDayı…Seninevingibitaşlarınasarıldığınokulasahipçıkamadık…

KCEBECİKURMAYLARIVEKONYA’DAETLİEKMEK

MUHAREBESİ

onservatuvardaki hocalarımız Devlet Tiyatroları’nın komuta kontrolekibiydi.GenelkurmayBaşkanıCüneytGökçer’di.CüneytHoca’yı sadeceözelbiryazıdadeğil,ayrıbirkitaptaanlatmaklazım.DevletTiyatroları’nıngenelmüdürüydü.Tamyirmiüçyılbumakamdaoturdu.Kaçhükümetgeldigitti,CüneytHocahepomakamdakaldı.CarlEbert’inveMahirCanova’nınşekil verdiği muhteşem bir aktördü. Hayatı boyunca hep kralları oynadı.Hamlet, Kral Oidipus, Kral Lear, V. Henry, IV. Murat… Zaten kral gibiadamdı. Atina’da oynadığı Kral Oidipus ile Yunanistan’da sansasyonyaratmış; Bulgaristan’ın başkenti Sofya’da düzenlenen “Avrupa ÖdenekliTiyatrolar Festivali”nde Kral Lear ile festivalin en büyük aktörü olaraködüllendirilmişti.Hepkrallarıoynadıdiyerekhocamınhakkınıyemeyelim.Anatevka’daoynadığıSütçüTevye,efsaneaktörTopol’unyorumundançokçokdahamükemmeldi.

CüneytGökçer,karizmanıninsandavücutbulmuşhaliydi.1.80’inüstündeboyu, masmavi gözleri ve muhteşem sesiyle herkeste hayranlık ve saygıuyandıranbirbüyükdevdi.Yakışıklıadamdı.Oyunoynayacağızaman,günleröncesindenkendinibakımaalırdı.Profesyonelfutbolcugibikendinebakardı.Sesininvolümüvekalitesidüşmesindiyeözelşanderslerialır, sesvenefesegzersizleriyapardı.Uykusu,beslenmesihepdüzenliydi.Günleröncesindenrolününezberhatırlamaprovalarınıyapardı.Hepçalışanvehepçalışkanbiradamdı.

OynadığıKralLear’ıdefalarcaseyrettimöğrenciyken.BüyükSalon’unenarkalarındaboşbulduğumuzikincibalkondayadaarkadaayaktaizlerdikonu.Osahneyeçıkmadanönceradyofonikçıtırçıtırgüzelseslioyuncularçıkardıoyunda.SönmezAtasoy,AtillaOlgaç,ZaferErgin,KenanIşık,LemiBilgin,Cemil Özbayer, Cihan Ünal… Hepsi TRT’den aşina olunan sesler. Sonrabeklenenangelirdi.Kralgeliyor…Sahneninenarkasındandevgibibiraktörgelirdi; krem rengi, tığ işi uzun kostümü, bembeyaz saçları ve uzun beyazsakalıyla… Tiyatronun da sihirbazlık gibi bir illüzyon becerisi olduğununyaşayan en büyük deliliydi.OynayanCüneytGökçer ama daha ilk repliktebirdenbireinsannasılKralLearolabiliyor?..

“FRANSA VE BURGONYA BEYLERİ HUZURUMUZAÇIKACAKLAR…”

Salondanefesler tutulurduhep.Öylebirseskalitesiki, inanılmaz.Sankiüzerinde yaka mikrofonu varmış gibi salonun en arkasında bile olsanız,kulağınızındibindeoşahanesesiduyardınız.CüneytHocadahaçokklasikleriseverdi.ÇağdaşAmerikanveİngilizyazarlarınıdaçokbeğenirdi.Yasahneyekoyaryada repertuvara alırdı.GençlikveolgunlukdönemindenbaşlayarakAntikYunan,LatinveShakespeareoyunlarıylayıllarcahaşırneşirolduğuiçinoyunların tekstine çok hâkimdi. Mesela Kral Lear’ın kızlarına beddualaryağdırdığıbirsahnedeezberiunutsabilemuhteşemtoparlardı.Çağdaşyadayerli bir oyunda ezber unutulunca konuya uygun dönemsel bir uydurmaylateksti tekrar bir yerden yakalayabilirsiniz.Ama Shakespeare’denKral Learoynarkennasıl olacak? “Çabukbiri gitsin, telefonabaksın,” diyecekhalinizyok. Cüneyt Hoca o kadar büyük profesyoneldi ki, tekstte olmadığı halde,“Mağaralarınaateşleryağdıracağım,yıldırımlardüşüreceğimocağına,peşimetilkiler gibi taktığın o iğrenç asalaklara dumanlar üfleyeceğim” gibiShakespeare’in başka tragedyalarındanbir replik yapıştırdı. İlerlemiş yaşınarağmen gümbür gümbür oynardı. Her ihtimale karşı suflörü Cenap sürekliteksti arkada küçük feneri ile takip ederdi. Tekst dışına çıkan repliklerigörünceuyarı sinyalinialmışgibi fırlar,hocayaençokyaklaşabileceğiyerekadargeliphatırlatacaksözüyapıştırırdısessizce:

“Kreon.Kreon’unzafertacı…”

Hocahemenelleriniradargibihavayakaldırır,oynarkensuflörCenap’a,“Tamamcanım,tekstitekraryakaladım,”mesajınıverir,oyunadevamederdi.

Cüneyt Gökçer, genel müdürlüğünün yanı sıra oyunculuk, tiyatrodarejisörlük ve konservatuvarda öğretmenlik yapardı. Operayı ve klasik Batımüziğini çok iyi bilirdi. Zaman zaman opera eserlerine de eli değerdi.Çokönemli eserleri sahneye koyardı. Öğrencilerinin başka sanat dallarını daöğrenmesini isterdi. O dönemde zaten Ankara Devlet Konservatuvarıöğrencisi olmak, devletin tüm sanat kurumlarındaki gösterilerine kapılarınücretsiz açılması demekti. Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrasıkonserlerinden opera, bale gösterilerine, tiyatro oyunlarından yabancıelçiliklerindüzenlediğitümsanatsaletkinliklerekadarhepsinegiderdik.Okulkimliğimizbileçokitibarlıydı.Çünküüstündevesikalıkresmimizinvekimlikbilgilerimizin yanı sıra, “Ankara Devlet Konservatuvarı Tiyatro bölümü

öğrencisi” yazısı bulunuyordu. Bir de büyük harflerle “KÜLTÜRBAKANLIĞI”ibaresivardı.Yeşilpasaportgibiokulkimliği,dahaneolsun…

CüneytHoca operadaLa Bohème sahneye koyacaktı. Oyunun kalabalıkbir kafe sahnesinde akrobat gibi garsonluk yapacak dört beş kişi istiyordu.Özellikle parasız yatılı öğrencilerini seçti. Ne şanslıyım ki, ben de vardım.Bizi opera dünyasına soktu. Başka bir sanatı sevdirdi. Hem de oyun veprovalarda figüran kaşesiyle cebimize ilk defa harçlık koydu. CüneytGökçer’inyirmiüçyıllıkgenelmüdürlüğüyaşındandolayıbitti.Bizim içindahaiyioldu.Çünkübu,onundersleredahaçokveerkengelmesi,bizledahaçokzamangeçirmesidemekti.

CüneytGökçerHocamız’la ilgiliyazacakçokbilgi,çokanıvar.Onudakısmetsebirbaşkakitaptayazmakboynumunborcu…60yılboyuncatiyatrosanatında oyuncu, yönetmen ve yönetici olarak hep vardı. DevletKonservatuvarıüçüncüvedördüncüsınıföğrencileriyleoperakadrosunubiraraya getirdi. Ankara Devlet Operası’nda erkek koro ve ne kadar iyi danseden genç varsa hepsini aldı. IV. Murat operasını sahneye koydu. Tiyatrotekstiyle operayı harmanladı. IV.Murat’ıYaşarEsgin oynadı.Özellikle işintiyatro bölümünü öyle güzel oynuyordu ki… Olmadığımız sahnelerde,kimseyi rahatsız etmeden kenardan izliyorduk. Şahane bir IV. Muratsahneledi. “Türkçe opera olmaz” diye düşünenler varsa şiddetle tavsiyeederim. Tiyatro teksti Turan Oflazoğlu’nun…Müzikleri çok güzeldi, OkanDemirişbesteciveşefolarakorkestrayıyönetti.Ankara’dabüyükbirdevletgalası yapıldı. Otopark ve cadde, resmi plakalı araçlarla doldu.Oyunda rolalan herkese, “Siyah takım, gömlek, kravat zorunluluğu var,” dediler.Yatılıolarakokuldandevletinöğrencileriçinyaptırdığıelbiseleri,gömleği,kravatı,ayakkabıyızimmetmakbuzuimzalayarakaldık.Temsilbitimindeşıkşıkıdımolduk. CüneytHoca’yı bekledik. Perde kapalıyken herkese teşekkür etti. Omuhteşem sesi ve karizmasıyla hepimizi sanki kutsadı. “Şimdi fuayeyegeçelim,”dedi.OenöndenyürürkenarkasındaOkanDemirişvebütünkadrosüzüldük. Devlet Opera ve Balesi ile Devlet Tiyatroları’nın gözbebeği“Büyük Salon” fuayesinde müthiş bir kalabalık vardı. Cüneyt Gökçer’inetrafındabirkalabalıkoluştu.OaradaSüleymanDemirelveBülentEcevit’inde fuayede olduğunu söylediler, heyecanlandık. Türkiye’nin tarihinde yeralmış iki önemli devlet adamı IV. Murat’ın galasına gelmiş ve fuayedenezaketen değil, Cüneyt Hoca’yı tebrik etmek için kalmışlardı besbelli.FuayeninbirköşesindeVIPbölümüvardı.Kenarlarınıkordonlaçevirmişlerdi.

Biraz yaklaştım, kalabalığın omuz aralarından gördüm nihayet. SüleymanDemirelveBülentEcevitsiyahbüyükderikoltuklardaoturuyorlardı.

Opera ve Bale Genel Müdürü Yalçın Davran onlara doğru yaklaştı.Sanıyorum,“Hoşgeldinizefendim,CüneytHocadageliyor,”gibibirşeylersöyledi.CüneytGökçer’inyanlarınayaklaşmasınıbeklemediler. İkisibirdenayağa kalktı. Birkaç adım attılar. Cüneyt Gökçer’i ayakta tebrik ettiler.Gerçekten çok etkilendim, müthiş bir saygı, zarafet, beyefendilik, devletadamlığı, artık ne derseniz deyin…CüneytGökçer o saygıyı hakkıyla eldeetmişbüyükbirsanatadamıydı.

Konservatuvar öğretmen kadrosunu da kendi oluşturmuştu. BozkurtKuruç genelmüdür yardımcısı, rejisör, oyuncuydu. BozkurtHocam’dan ikinefisperformansizledim,çokiyioyuncuydu.Midas’ınKulakları’ndaberberioynamıştı. Kafesten Bir Kuş Uçtu (Guguk Kuşu) oyununda JackNicholson’dandahaiyiydi.

Asuman Korad, Devlet Tiyatroları’nın başrejisörüydü. Pipo içer, cazdinlerdi; zarif, esprili, hoş anıları olan Üsküdarlı bir beyefendiydi. Bazenkaloriferler yanmazdı. Soğuktan nefret ederdi. “Böyle soğuk olur mukardeşim! İnsanbuhavada tiyatromuçalışır!Böylebuzgibi sahnede sanatolmaz, ancak zatürre olur!” diye söylenirdi. Çantasından termometresiniçıkararaksahneninortasınakoyardı.On-onbeşdakikavoltaatarakanlatırdı.Türkçedeensevmediğikelime“olanak”,ensevdiğiise“orospuydu”.“Yahu,imkân daha güzel, söyleyin bakayım sırayla,” derdi. Bütün sınıf başlardıksırayla…

“İmkân…İmkân…İmkân…”

“Güzel,şimdi‘olanak’deyin.”

“Olanak…Olanak…Olanak…”

“Bak gördünmü, olanak derken sanki ağzına sıcak patates atmışsın dahemenkursağagönderiyorsungibiçenenizacımadımı?Ecevit’içokseverimamaşu ‘olanak’varya…OnuTürkçeyesoktu,melodiyibozdu. ‘Olanağını’sevmedim Eco, ‘imkân’ daha iyi. Şimdi gelelim ‘orospu’ya… Gülmeyinkardeşim. Bunda gülünecek bir şey yok. ‘Fahişe’ de istersen. Ama ikisininhemanlamıdeğişikhemdemelodisi.Zatenfahişeparaiçinyatanprofesyoneldemek.Orospuöyledeğil.Zevkiçindeherkesleyatandemek.Şimdisıraylasöyleyin bakayım. Gülmeyin. Söyleyin kardeşim. Orospu… Orospu…Orospu… Dolu dolu söyleyin. Heceleyin, o-ros-pu… Türkçenin en güzelkelimesi,Wagnergibimelodisivar.”

Sonra saatine bakardı. Sahnenin üstüne koyduğu termometreye debaktıktansonragösterirdi:

“Evet,3derece.3derecedesanatfalanyapılmaz,verbakayımdefteri…”

Defteregüzelyazısıylakendisiiçinayrılmışbölümeyazardı:

“Termometreyle ölçüm yapılmış, sahnede 3 derece ısı olduğutarafımca tespit edilmiştir: Bu koşullarda ders yapmak hastalığadavetiye çıkarmaktadır. En kısa zamanda gereken tamiratınyapılarakkoşullarıninsaniseviyeyegelmesiniricaederim.”

AsumanKorad

“Bentiyatroyarejisörlüğegidiyorum.Sizdegidin,sıcakbiryerdeoturunkardeşim,”derveçıkıpgiderdi.

Türkçeyien iyibilenveöğretenadamlardıhocalarımızgerçekten.EcderAkışık,müthişbilgilibirhocaydı.Yumuşacık,zarifbirsesivardı.Diksiyonvefonetik konusunda cerrah bir doktordu gerçekten. Lemi Bilgin ve ŞakirGürzumarhocalarınasistanıydı.CüneytHocam’ınasistanıLemiBilgindahasonrauzunyıllargenelmüdürlükyaptı.CüneytHocadevlet işleriyüzündenbazıdersleregelemezdi.AmaLemiBilgintekbirdersibilekaçırmazdı.ŞakirGürzumaraynızamandaBozkurtKuruç’unasistanıydı.

Hocalarımızın içinde en çılgın, en komik, en kızgın, en küskün, enhazırcevap, her şeyin “en”i Semih Sergen’di. “Fabrikası kapanmış”denilebilecekisimlerdendi,zatenbirtanevardı,öylesibaşkadayoktu.SemihHoca her zaman şık, temiz, tıraşlı, bakımlı, karizmatik bir adamdı. SadeceSemih Hoca değil, istisnasız erkek ve kadın tüm hocalarımız öyle şık vebakımlıydı.Onlarıkirli,boyasızayakkabıyla,kılıksızbirhırkayla,ütüsüzbirpantolonla,kolasızbirgömleklehiçgörmedik.Okuldakiöğretmenlergeneldedaha sakin ders yaparlardı.Öyle bağırma çağırma hiç olmazdı. Biz de aslasaygısızlık yapmazdık. Semih Hocam daha aktif ders yapardı. Sesiniyükseltir, iki fırça atar, oradan fırçayı yiyenlere gülen birileri olursa onlarasıçrardı:“Yeterulan,birespriyebirdakikadanfazlagülenegerizekâlıderler!Ağzınıkapaulan,onasılgülmek,neredeysebağırsağıngörünecek!”

Münasebetsizkonuşupısrarladevamedenlerede“Densizölür,götüsakızçiğner”derdi.

Kendine özgü komik atasözleri, fırçaları, havaya girenleri itin kıçınasokupçıkarmaları,sonraustacagönülalmalarıvardı.Kincibiradamdeğildi.On dakika önce sağlam fırça atar, on dakika sonra gönül alırdı. Ona hiçkızamazdık.Çünküo,“BenSemihSergen’im.Benimtarzımbu.Beniböylekabul edin, yoksa gidin, kimseyemüdanam yok,” diyen bir adamdı. Sabah9’dadersivarsa,saat8.55’tesalondaniçerigirerdi.Günaydınfaslısırasındaherkesintektekifadesinialırdı.

“Fenerinerdesöndürdünmakarna?”

“Nasılhocam,anlamadım?..”

“Nerdesabahladın,onusoruyorum.”

“Yokhocam,vallabirazhastayım.”

“Ulan gözlerin şişenin götü gibi olmuş, Sarıyerli Semih yer mi? Yalankonuşma,doğrukonuşkinesöylemiştimdiyekafanyorulmasın.”

Çok âlem adamdı Semih Sergen. Tıpkı Cüneyt Hocam gibi, onunhakkındadadahaçokyazacağım,sözveriyorum.

Saatine bakardı. Sesini ağız mukozasının tam damağına çakardı:“EEEET!” Aslında “EVET” derdi ama o ses bir biçimde, “EEEET” diyeyankıyapar, kulağımızaöylegelirdi.Gelemeyeceğidersi iki üç ayöncedensöyler,notaldırırdı.

“SeydişehirAlüminyumTesislerindeprömiyervar,oradakimühendislerleoyun yapıyorum. Gaziantep’te şiir dinletim var. Eskişehir’de Yunus Emrepaneli,Niğde’dedağlama(ağaçüzerineyakma)sergimvar.ZaferÇarşısı’ndaşiirkitaplarımiçinimzagünümvar.11-17Aralık’tayokum.Konya’daŞeb-iArustörenlerivar.Birhaftaordayım.”

Birdenbire,“Benbirkaçgünyokum,”deyincesorduk:

“Hocam madem birkaç gün yoksunuz, biz de hepsine değil ama haftasonunadenkgetiripKonya’yagelebilirmiyiz?”

Öncedalgageçiyoruzsandı.Baktıkiciddiyiz,“Tamamamabanaöncedenkaçkişigeleceğinizisöyleyin,sizeKonya’dayatacakyerayarlayayım,”dedi.

Önümüzde daha üç dört hafta vardı. Son dersini yaptı. “Ben İstanbul’agidiyorum, orada işlerim var. Sonra Konya’ya geçerim, görüşürüz,” dedi.Tiyatro bölümünde kimler geliyor diye çağrımızı yaptık. Hiç tahminetmiyordumamatamyirmiyedikişiolduk.Yirmiüçerkek,dörtkız.Tiyatrobölümünün neredeyse yarısı. Semih Hocam’ın en büyük oğlu Burçaktiyatrocu değildi ama dışarıdan abimiz kontenjanıyla grup başkanımız oldu.Hocayatelefonettik.YirmiyedikişininözelbirotobüsleKonya’yageleceğinive iki gün konaklayacağını duyunca telefonda bir sessizlik oldu önce.“Meeehh” diye bir ses çıkardı ve hemen toparlandı. “Karayollarınınmisafirhanesini ayarlayacağım, gelin,” dedi.Otobüse doluştuk, güle oynayaKonya’ya,hocamızımisafirettikleriotelinönünegeldik.Hepberaberotelinikincikatındakibüyüklobisinedoluştuk.Osıradaarkadaşlarıylasohbetteydi.Hepimizineşeylekarşıladı.Bizi tanıştırdı, kaynaştırdı.Çaylar, kahveler, herşey güzel başladı. Bir an lobideki garsonlardan biri kulağına bir şeylersöyleyecek oldu. Adamı öyle bir tersledi ki, adam neye uğradığını şaşırdı.Garson gitti, onun yerine daha kıdemli bir garson geldi. Yine hocanınkulağınafısırfısırbirşeylerokudu.Buseferayağakalktı.

“Olurmuulanöyleşey!Bunesaygısızlık!Nerdebakayımo?”

“Birincikattahocam,”dedigarson,boynunubüktü.SemihHocamhızlagitti,merdivenlerden aşağıya doğru kayboldu. Tatsız bir durum var ama neolduğunuanlamadık.Çocuklarbanahemenkaşgözlesinyalverdi:

“Fırlaarkasından,tersbirdurumolursahaberverbize.”

Semih Hocam’ın indiği merdivenlerden peşine seğirttim. Otelin birincikatında, sol tarafta bir oda var. Müdüriyet odası gibi, geleni geçenigörüyorsunoradan.

Otelin sahibi dört adam büyüklüğünde dev gibi bir adam. Masadadublenindublesiquadro salata.Boynundamasaörtüsübüyüklüğündebeyazpeçetesi…BellikibabaPavarotti’ninikikatıolancüsseyieritmekiçinrejimyapıyor.Hemsalatayıalttaneliyledestekleyerekindiriyorhemdehocayalafediyor:

“Böyleolmaz,seninöğrencilerinbirotobüsdolusugeldi,lobiyidoldurdu.Benimmüşterilerimbirazdangelseayaktamıkalsınyani?”

Semihhocakızdı.Misafirinesaygıdangirdi,adaptan,terbiyedençıktı.

“Benimöğrencilerimmüşterideğilmi?Çocuklarlobideyiyorlar,içiyorlar,parasını da veriyorlar. Sana ne oluyor! Bak böyle yaparsan ben de oteldekalmam,şimdiodamıboşaltırım.”

Dört adamlık salataya gömülen dört adam büyüklüğündeki adam hiçistifini bozmadı. Buz gibi bir küstahlıkla kafasını salata tabağından hiçkaldırmadan, “Paşa gönlün bilir, yalvaracak değiliz,” dedi, salataya yineyumuldu.SemihHocamhırslamerdivenlerdenbirkaçadımattı.Öncebana,yaniyaverinebirfırçakaydı:

“Sen niye geldin peşimden oğlum?.. Allah Allah ya, duydun değil midensizherifindediklerini?”

Ben daha bir şey söyleyemeden tekrar geri gitti. Masa örtüsü gibipeçeteyleçenesindenakanyağlarıtoparlayanamcayalafınıarıgibisoktu.

“Maldayalan,mülkdeyalan.Kefenincebiyok.Hayattahepparaparapara nereye kadar? Er ya da geç emrihak vaki olunca götümüze 250 grpamuğutıkacaklar.Paralartabutasığmıyorefendi!”

Ooooffföylebirlafsoktuki…Olacakşeydeğil…

“Hemenboşaltınoteliçocuklar,buradangidiyoruz,sizotobüsebinin,bendeodamıboşaltıpgeliyorum.”

Kimseneolduğunuanlamadı.Oteldekidiğermüşterilerinşaşkınbakışlarıaltındahızlaoteliterkettik.

Biraz sonra Semih Hocam da bavuluyla geldi. Onu da aldık, doğruKarayollarıMisafirhanesine.Yoldaadamanegerekiyorsa,bildiğisinkaflarlaözelbirbölümayırdı.Gülmektenyarılıyoruz.Neşemizyerinegeldi.Tamamişte,SemihHocamdabizimlebirliktemisafirhanedekalacak,negüzel…

Birlikteyemekyedik,çıkıpdolaştık.Hz.Mevlânâ’nıntürbesinegittik,duaettik.SonraKonyaiçindeotobüsleküçükbirgeziyaptık.Ertesigünprogramdaha yoğun. Sabah kahvaltı yapılacak, Semih Hocam bizi Mevlevilerletanıştıracak, semazenlerini göreceğiz.Akşama Şeb-iArus töreni var. SabahAnkara’yadöneceğiz.Kahvaltıdansonrabirazoyalandık.Hocatutturdu,terkettiğioteleuğrayacağız.Boşalttığıodadabazıeşyalarıvekitaplarıkalmış.O

sinirle toparlanırken unutmuş. Önce otele uğramamız lazım. Öğlene doğruotobüsümüzedoluştuk,geldik tekrarotelinönüne.Yolunkarşısındadurduk.“Siz bekleyin, ben geliyorum,” dedi, otobüsten atladı, karşıya geçti.Görüyoruz,içerigirmiyorbirtürlü.Otelinönünebelboygeldi,onunlasohbetediyorlar.Yinebanagörevverdiler:

“Hocanınyaverisensin.Allahaşkınagit,bakneoluyor?”

Otobüstenindim,bendekarşıyageçtim.Yanınageldiğimigördü.

“UlanZafer,dünsenbenimyanımdaydındeğilmi?”

“Evethocam.”

“Adamyemekyerkendönüpnededim?‘Kefenincebiyok,götümüze250grpamuğutıkacaklar’demedimmi?”

“Evethocam,dediniz.”

Banaarkadakicamaasılmışyazıyıgösterdi:

“Cenazenedeniylelobimizkapalıdır.Merhumuncenazesifalancacamideöğle namazını müteakip kılınacak cenaze namazıyla filanca mezarlığadefnedilecektir.”

“Aaaaa?..Gerçekmibu?”dedim,aptallaştımbirden…

“Adamıngötünepamuğutıkmışlar,hâlâgerçekmidiyorsun.Ulanvallahikendimdenkorktum.”

Otobüsedöndük,durumuanlattık.Herkes,“Hocamsizdenkorkulur,sizinbedduanızıalmamaklazım,”dedi.

Öğleden sonra programımız bitti. Bir yerlerde yemek yedik. Yemektensonraekipteşikâyetlerbaşladı,“Yahunezamanetliekmekyiyeceğiz?”diye.Konya’nın etli ekmeği meşhurdur. Daha önceden Konya’yı görmüş olanlarkapıştılar.

“Oranınkidahaiyi…”

“Yok efendimne alakası var?Asıl şurada yiyeceksin ki, gör etli ekmeknasılmış?”

Şeb-iArustöreniniizledikakşam.Bittiktensonratekrarotobüsedoluştuk.Hocamızıtebrikettik.Acıkmaşikâyetlerigeldi.Yineetliekmekkavgasıçıktı.SonundaSemihHocadurumamüdahaleetti.

“Ulantamamuzatmayın,buradageçsaatekadaraçıklokantalarvar,giderbirindeyeriz.”

OtobüsKonya sokaklarında lokanta ararken bir caddede bulduk.Önünegeldik,açık.İkikatlı,küçükbirlokanta.Şoförümüzvemuavinimizdegeldi.Otuz kişi dükkânın iki katını da doldurduk. Herkes masalara oturdu,siparişleri verdik. Çorbalara girdik, etli ekmekleri bekliyoruz. Birdenbirelokantanın önüne üç taksi peş peşe yanaştı. Birinde sağlam kolonlar var,düdüklütenceregibigörünüyor.İçerdesağlambirarabesk.Sesideaçmışlar,Konya sokakları gece vakti yıkılıyor. Adamlar üç şoför ve seslerindenkafalarınzurnaolduğuanlaşılıyor.Kaldırımınkenarınatünediler.Aaaaa!Biraiçiyorlar.Lokantanıngirişinde,soldakasavar,patronoradaoturuyor.Bizdedört kişiyiz, en yakın masadayız ve karşı karşıyayız. Semih Hocam’ın enbüyük oğlu Burçak Abimiz sinirlendi, şakakları oynuyor. Patron hemenkasadan çıktı, kapının önündekileri uyardı, içeri girdi tekrar. Müziği birazkıstılar.Lokantadabütünkadrosohbethalinde,birşeyleryeniyor,bazılarınınetli ekmekleri gelmiş, dünyadan haberleri yok. Semih Hocam arkalardakimasalardan birinde anlatıyor, gülüşüyorlar. Biraz sonra adamlardan birisallanarak içeri girdi. Önce bize kıçını döndü, sonra patrona doğru eğildi.Aramızdabirmetreolduğuiçinsöyledikleriniduyduk.

“Öldük acımızdan amma goyum! Ne zaman siktir olup gidecek buibneler?”

Patronunsuratıkıpkırmızıoldu.Gözgözegeldik.Adamamırılmırılbirşeylersöyledi,kaşıylagözüyleuyardı.Sonrakasanınyanındançıkıpbitiriminkoluna girdi.Aman abim canım abim, güzel abimdiye yağlayıp ballayarakdışarı doğru götürdü kel taksiciyi. Dışarıda homur homur konuşuyorlar,patron bize “Aman abi, idare edin,” bakışı attı ama yanlış adamlara attı.BurçakAbiöncesaatini,sonragözlüğünüçıkardı.

“Benbidışarıçıkıpbakayımbukelinderdineymiş…”

Haydaaa mevzuya bak, olacak iş değil! Mevlânâ etkinlikleri yapılıyor,Şeb-iArus’agelmişiz,dünyanınbirçokyerindenbileinsanlargelmiş.Konyagibibirkentteböylebirolaymıbaşımızagelecek?Üçsarhoştaksicibulabulabizi buldu. Burçak Abi fırlar da biz durur muyuz…Deli Ali (Davutoğlu),Sığır Burak (Sergen) ve ben de kapının önüne çıktık. Arabesk eşliğindekaldırımda itoturuşustiliyleçömmüşler,bira içiyorlar.BurçakAbi, “Senbiayağakalksana,”dedi.Kelileberaberikiarkadaşıdaayağakalktı.

“Siz ne terbiyesiz adamsınız, niye küfrediyorsunuz? Kimeküfrediyorsunuz?”

Onlar ellerinde üç bira şişesiyle, biz de dört kişiyiz. Hani, “Kusurabakmayın,” falan yok, daha da horozlanıyorlar. Hele o sıçankuyruğu gibibıyıkları olan kel taksici en terbiyesizi, diğerleri onun yanında budaksızkereste. Eller kollar hareketlenmeye başladı, tam birbirimize sille tokatdalacağız…

“NEOLUYORRRULANORADA!”

BirandaSemihSergenHocambelirdi.Hepimiziiteiteiçerisoktu.

“GEÇ GEÇ GEÇ YERİNE, SAKIN BANA HIK PIK ETMEYİN!HERKESYEMEĞİNİYESİN!”

Bizsüklümpüklümmasamızageçipoturduk.BurçakAbimsinirkrizlerigeçiriyor.

“Ben bu keli bu akşam dövmezsem, kendimi döverim! Babam niyekarışıyoryaa!”

Bende içimden iyikikavgaçıkmadıdiyorum.MasadakiarkadaşlarımınhakedenigüzeldövmekgibibirAnkaraAnıttepekültürüvar.Tadımızkaçtıhaliyle.Etliekmekfalangeldiamayiyecekneşemizkalmadı.Birkaçdakikasonra Semih Sergen koluna paltosunu, eline atkısını alıp kapıya doğruyürümeyebaşladı.“SemihHocamkapıyadoğrugidiyorbeyler,”dedim.Bana,“Oğlumsenhocanınyaverisin,sendegit,durumagörebiziuyandır,”dediler.“Buyaverisindümenideiyituttu.Bennezamanyaveriolarakgitsem,hepbirvukuatoluyor,eminmisiniz?”diyesordum.“Yahufırlasana!”dedilerbukez.Bir baktım, Semih Hocam çömmüş vaziyetteki taksicilerin iki metrearkasında, zınk diye yanına gittim. “Sen niye çıktın, bittimi yemek?” diyesordu. “Evet hocam, çıkıp bi sigara içeyim dedim,” diye cevap verdim.Kolundaki paltoyu bana uzattı, “Şunu benim sırtıma at.” Savaş zırhı gibioturttum,hemenyakalarınıkaldırdı.“Atkıyıdaboynumadola,”dedi.Uzun,siyahbeyazbiratkısıvardı.Yünatkıyıdapitonyılanıgibiboynunadoladım.Taksicilere doğru yürüdü. Yerde oturan kelin kıçını ayakkabısının burnuyladürttü:

“ŞİŞŞŞTKEL!BAKBAKAYIMULANBANA!”

Keltaksicibucüreteşaşırdıönce,sonraelindeşişeyleayağakalktı.

“BaaamıdiyonKELdiye?”

Hocadanilkhamlegeldi:

“SENDENBAŞKAKELVARMIULANBURADA,HIYARAĞASI!”

Bunuokadarnet söyledi ki, hani bazı laflar vardır, kavgada söylenmezderiz. Ama bu hıyarağası işin seyrini gösterdi. Lokantaya döndüm, işaretiçaktım,“Gelinmevzubaşlıyor!”

Semih Hocam KEL’e iyice yaklaştı. Ellerindeki bira şişelerini hiçsallamadı.

“AYIP DEĞİL Mİ ULAN, AĞZINA SAHİP OLAMIYORSUN,GÖTÜNLE İÇİYORSUN! KİMSİNİZ ULAN SİZ! KONYA’DAYAŞATMAM SİZİ TERBİYESİZ SARHOŞLAR, SİKTİRİN GİDİN LANBURADAN!”

Adamlarbirtıkvitesdüşürdüler,önce“Dayıııayıpoluyor,”derken…Birbaktılarkiüçdallamaellerindeüçbiraşişesi…KarşılarındaSemihSergenveyirmi yedi öğrencisi. Bizle gelen kızlar bile kavgaya hazır. Karşılıklı hedehödö yapılırken…SemihHoca bir hışımla bize döndü veMalkoçoğlu gibihepimizigeriyesavurdu.

“EĞER BİR TANENİZ KAVGAYA GİRERSE, ANAM AVRADIMOLSUNDÖVERİM!SİZBANAEMANETSİNİZ!RECEP!..KIZLARIAL,LOKANTAYAGÖTÜR!”

BenimSarıyerlihocambir andadurumahâkimoldu.Taksicilerbaktılar,kırsaçlı55-60’lıkbiradamtekkomutuylayirmiyedikişiyidurduruyor,biraşişelerinin bir faydası olmayacağını anladılar; yere, kaldırım kenarınakoydular.KELbaşladıhafifgerivitesyapmaya.BiraraSemihHocayüzünüiyiceyaklaştırıpikilafdahaetti.KELtamamensüttenkesildi.

“Canımabim,benimsanaterbiyesizliğimolmaz,içerigirdiğimdedeküfüretmedim,vallaetmedim.”

BurçakAbidayanamayıparkadanbağırdı:

“Ulan göt! Geldin içerde küfür ettin! Dışarı geldim, utanmadandayılandın! Şimdi niye yalan söylüyorsun, utanmadan yemin ediyorsunPUŞT!”

Busonkalaydansonrataksicilertekrarkavgayakararvermişolacaklarkişişeleriyineyerdenaldılar.KEL,SemihHoca’yadediki:

“Abimbenimsenlenbiişimyok.Benşusakallıvarya…(İçimizdekiteksakallıyı, hocamın oğlu Burçak Kavukçu’yu gösterdi.) ONUN BENANASINISİKİYİM!”

SemihHocam’ınsesifortedenKonyasokaklarınıyıktı:

“ULANİBNEEEE!OBENİMOĞLUUUMMM!!!”

Bu savaş meydanında komutanın verdiği hücum emri yerine geçti.Adamlar şişelerle bize korku vereceklerini sandılar. Semih Hocam, RecepSarı ve ona emanet edilen dört kızın dışında kim varsa bir anda üçlüyesaldırdık. Bir patırtı kütürtü koptu. Uyuyan evlerden ışıklar yandı, insanlarbalkonlaraçıktı.Adamlarellerindekişişeleriyereatıparabalarıbilebıraktılar.Tabanlarıkıçlarınavuravura,dayağıyemenindeşokuylaKonyasokaklarındakayboldular. Semih Sergen Hocam kör karanlıkta kaybolmak üzere olanadamlarınardındanyineçaktı:

“ULANKEEELLL!SENİTESPİTETTİM!”

Lokantacı binlerce kez özür diledi. “Şikâyetçiysen polis çağırayım abi.Aslındabirinitanıyorum,iyiçocukturamademeksarhoştuabi,”dedi.Hiçbirşikâyettebulunmadanatladıkotobüse, tekrarmisafirhaneyegeldik.Kimsedehasaryok.SadeceEnsarKılıçparmağınıgösteriyor.“Parmağımıkıtladıibne,ulan belki de bizden biri kıtladı, çok kalabalıktık göremedim,” deyincekimsedesinirkalmadı,gülgülgeberiyoruz.SemihHoca,BurçakAbi’yefırçaattısonunda.

“Ulanbenordaadamlarlakonuşuyorum,senniyearkadancarcarbağırıpişimekarışıyorsun?”

“Bırak baba ne konuşması yaa… Böyle amatörlük olur mu? Adamınburnunabeş santimyaklaşmışsın.Sanabir kafakoysa, gitti ağızburunkaş.Senaktöradamsın,yüzününasılkorumazsın?”

SemihHocamhepimiziuykudabilegüldürencevabıverdi:

“UlanbenimadımSarıyerliSemih!Alttandizimi taşaklaraayarlamışım,nekonuşuyorsunsen!”

1 BİGA-1920

985 yılındamezun olur olmaz,Bursa ya daAdana’da iki sene staj yapmamecburiyetim vardı. Devlet dört sene parasız yatılı okutmuş, Allah razıolsun…Onunborcunuödemekiçinmevzuatgereği,devletingörevverdiğiyerde yarısını yaparsam, sonrasında İstanbul Devlet Tiyatroları’na tayinolacağım, kendime böyle bir hedef koymuştum. Ayrıca Bursa’ya vefaborcum var. Oranın tiyatrosunda küçükken sahneye çıktım. Ali Cengiz,FeyhaÇelenk,SevinçAktanselÇetinok,YalınTolga,MacitFlordun,KenanIşık, Tülin Oral… Bu isimler oyunculuk ve rejisörlük dışında kurslardakonservatuvar eğitimi veriyordu. Sağ olsunlar, hepsinin çok kıymetlioyuncuların yetişmesinde emeği var. Bu kurslarda yetişen oyuncular,konservatuvarlardahiçyabancılıkçekmedi.AhmetUğurlu,MustafaUğurlu,Metin Belgin, Erkan Can, Ali Sürmeli bu kurslardan çıkıp oyuncu oldu.Konservatuvara girdiğim sene genel müdürüm Cüneyt Gökçer Hocam’dı.OkuldanmezunolduğumyılTurgutÖzakmangenelmüdüroldu.

CüneytGökçeryirmiüçyıllıkgörevsüresincekonservatuvarmezunuolanoyuncuların dışında kimseyi Devlet Tiyatroları’na kadrolu almadı.Konservatuvar öğrencilerinin opera eserlerinde figüranlık yapması hoşunagiderdi. Ama kendi kurumunda öğrencilerin “sözsüz rol” oynamasını, yanifigüranlık yapmasını da pek hoş karşılamazdı. “Yakın zamanda aynı kulisipaylaşacağınızoyuncularlaaynıstatüdeolacaksınız.Şimdidenbirağırlığınızolsun,”derdi.AnkaraDilTarihveİzmir9Eylülmezunuolanlariçin“DevletTiyatroları oyuncusu” olmak uzun yıllar boyunca sadece hayalden ibaretti.Ben kendi adıma bu ayrımcılığı tuhaf ve gereksiz bulurdum. Mektepli biroyuncuolarakfikrimşimdibiledeğişmedi.Oyunculukyetenekişidir.Alaylı-mekteplimeselesidekişininzamaniçindekendinigeliştirmesiyleilgilibiriş.Alaylı olduğu halde sonradan iki yabancı dilde oyun oynayacak yetenekteoyuncu da tanıyorum, konservatuvardanmezun olduğundan beri kırk yıldırtekbirtanekitapokumamışadamda…

Asıl büyük saçmalık neydi biliyor musunuz? Şimdi ben okullu biroyuncuyum,kurumagirebilmemiçinüçbasamakgeçiyorum.Könservatuvaragirmişsin. “İhzari” dedikleri sınav var. Sene sonunda seçtiğin parçalarıoynuyorsun.Eğerseninleilgili“yeterliaşamagösteremedi”diyebirdüşünceoluşursa,okuldanatılıyorsun.Tekrarsınavagirmehakkınyok.Zatenokulun

girişsınavınagirmehakkıdaüçdefavar.Üçyılşansınıdenedin,olmuyorsasınava giremiyordun. Konservatuvar mezuniyet senesinde okulda çalışılmışbüyük oyunun dışında ikili, üçlü, dörtlü blok sahneleri de oynuyorduksahneye çıkıp. Sonra da bekliyorduk heyecanla, bakalım mezun olabilecekmiyizdiye.OkuldanmezunolduğunzamanDevletTiyatroları’nagidiyordun,“Bengeldim,”diyerek.Yetişmişgençoyuncuyaçokfazlaihtiyaçolduğuiçiniki ay içinde “stajyer oyuncu” olarak girebiliyordun. Tiyatroda bir yıloyunlardaoynadıktansonra,genelmüdürünkomisyonbaşkanıolduğubüyükbir kurmay heyetinin önünde yeniden sınava çekiliyordun.Orada, “Tamam,bu arkadaştan oyuncu olur,” derlerse kadrolu oyuncusun. Stajda gösterdiğiperformans ve sınavda oynadığı parçalar yetersiz görülüyorsa, sanatçıkadrosunagiremezdin.

Okuldan başlayan ve kadrolu oyunculuğa kadar geçen bu sınavlarsilsilesininherbasamağındahüsranvekırgınlıkyaşayanlarıgördüm.Onlarınadına da çok üzüldüm. Bir yılda okuldan gönderilmek, son sınıfta kalıparkadaşlarından bir yıl sonra hayata başlamak ya da tiyatroda bir yıl stajyaptıktansonrakadroluoyuncuolamamak…Genç insanlarüzerindemüthişbirbaskıbu.Tamam,sanatçıyıbünyenealırkenbukadartitizdavranıyorsun,devamlı sınava çekiyorsun, anladık, amenna, kabul de ettik. Ama bölgetiyatrolarına ihtiyaç var diye kadın erkek kırk kişilik sınav yapıyorsun,konservatuvar mezuniyet şartı yok. İki üç tane parça hazırlanıyor,komisyonunönündebirkereoynuyorsun.Senibeğenirlersehemen“kadrolusanatçı” oldun, bitti. Yahu ben dört sene okulda okudum. Beni yıllarcayetiştirdin, sahnede gördün, her sene sınava çektin, okulu bitirdim, yinesınav…Kurumundabir senedir stajyerim,hemenbünyenealmıyorsun,yinesınavdayım yani. Benim gençliğim “sınav, sınav, sınav” diye geçmiş,dışarıdan gelen adama hemen güvendin, onu bünyene kabul ettin. Bu ayıpdeğilmi?SonundaTurgutÖzakman’ıngenelmüdürlüğüdönemindeAnkaraDil Tarih ve İzmir 9 Eylül mezunlarına da kurumun kapıları açıldı. Bu,meseleyefazla“konservatif”bakanbazıbüyüklerimizinhoşunagitmedi.Amabizim genç kuşak için bir sorun olmadı. Aksine daha mutlu olduk. BatıAlmanya-Doğu Almanya birleşmiş gibi bir hava oluştu kurumda. Stajyıllarımızdabirlikteçokgüzeloyunlaroynadık.

Bursa,bölgetiyatrosuolmasınarağmençokçokiyioyuncularaveteknikkadroyasahipti.YalınTolgaveMacitFlordunçokmuhteşemaktörlerdizaten.Aynı zamanda rejisörlük de yapıyorlardı. İngiltere’denEuan Smith diye bir

yönetmengeldi.Shakespeare’denVenedikTaciri’ni sahneledi.Sahnenin tamortasında bir köprü vardı, hepsi o kadar. Tamamen modern kostümlerleoynadık. Sadece Shylock klasik kostümlüydü. Yalın Tolga olağanüstü birShylockoynamıştı.OyunBeatlesşarkılarıyladoluydu.Hertabloyauygunbirşarkı buldu. Finalde “Let ItBe” çalıyordu.Herkes oynarken çokmutluydu.Seyredenler de öyleydi. Hep dolu salonlara oynadık. Hâlâ reji anlamındaaklımdanhiççıkmayanbirişti.

Bursa staj yapılan yerleşik bölge tiyatrosu olduğu için, başkamisafirlerimiz de oluyordu. Ankara’dan Nurtekin Odabaşı Abimiz geldi.Bizim ekipten bir kadro oluşturdu.Bülbül SesiGibi diye bir oyun bulmuş.“Nefis bir vodvil çocuklar, milleti gülmekten yerlere yatıracağız”iddiasındaydı.

Oyundazenginbirailevar.Evlerindeözelbirpartiveriyorlar.Dörtkişilikaristokratbirailebunlar.Ailedebirkız,birdeerkekçocukvar.Buaristokrataileninbirhobisivar:hırsızlık.Davetegelenherkesinbirşeyiniçaktırmadantokatlıyorlar.Davetliler gittikten sonra da “Herkesmarifetini göstersin, kimneçalmış,yarışalım,”diyorlar.

Uzunbirzamanprovalaryapıldı.Sonundakostümlü,ışıklı,müzikligenelprovaya geldik. Salonda Nurtekin Abimiz’in rejisini ve arkadaşlarımızıizleyeceğiz.Perdebiraçıldı.AmanYarabbim!..Bütünkostümlereskiçağlaraait. Lahana gibi kat kat metrelerce kumaştan kadın kostümleri, kafalardabukle bukle peruklar. Oyunda sürekli kont, dük, düşes, lord gibi unvanlarıgörünceNurtekinAbim’inaklıkarışmış,oyunundönemini200seneönceyetaşımış. Evin genç oğlunu oynayan Ali Davutoğlu’nun simsiyah saçlarınısprey boyayla sarıya boyamışlar, kontlara benzesin diye.O saçta sarı spreynasıl tutunsunkardeşim?..NuriLeflefkunduraboyasının siyahıkadar siyahsaçlarıolanDeliAlioyunasarışınbaşlıyordu.Oyununsonunadoğrusaçlarımetalik, sarı-petrol yeşili karışımı bir şey oluyordu.Neyse ki oyunun ömrüçokuzunolmadıdaherkeskurtuldu.

Nurtekin Abi ve Sevgili eşi Oya Ablamız, tiyatronun tam arkasındabulunanbirevinteraskatındaoturuyordu.Okadaryakındıkimesafe,terasaçıkar,sahneninüstündekilojmankatınasesiniduyururdu:

“Çocuklarbanagelin,tarhanaçorbasıyaptım.”

Nurtekin Abi hem çok babacan hem de çok enteresan bir adamdı.Gerçekten şahane tarhana çorbası yapardı, herkesi davet ederdi, “Eve gelinoğlum.Oyundansonragelin,içinizısınsın,”derdi.Ona“düdüklüyönetmen”

diyorlardı.Sahnedekileresesinindurmakistediğizamanhakemgibiboynunaastığıdüdüğeasılırdı:

“Düüüüt!Nerdesinoğlumsen,geçkaldın!”

“Düüüüt!”Söylesenekızımlafını!”

“Düüüüt!Onbeşdakikaara.”

NurtekinAbimiz’inevdekurduğurakısofralarıdameşhurdu.Çorbazatenişinbahanesiydi.

“Çocuklar akşam tam8’de gelin, bekliyorum.OyaAblanız da bekliyor,gelmezsenizkırılır,onagöre…”

“Peki abi, dört kişi geliyoruz. Ne getirelim gelirken, boş gelirsek ayıpolur.”

“Yokyahubir şeygetirmeyin,evdeher şeyvarzaten.Sadece ikibüyükrakıalın,tedarikliolalım.”

Başlarda yadırgamıştık ama sonra huyunu suyunu öğrenince artıkkanıksamaya başladık.Kapının zilini tam 8’de çalardık.Kapıyı açar açmaziçeriyeseslenirdi:

“Ooookimlergelmiş,kimlergelmiş…Oya,bakçocuklarakşamsürpriziyapmış.”

Böylece davetli oluşumuzdan Oya Abla’nın haberinin olmadığınıanlıyorduk. Hemen bizi masaya oturturdu. Getirdiğimiz rakıları Oya Ablagörmesindiyecilveleryapardıhep.Birincidubleyikalındoldurur,herkestenhızlı çakardı. İkinci dublenin ortasına kadar konuşur, anlatır, arada bizeiltifatlar, meziyetlerimizi yüceltmeler… Sağlam methiyeler düzerdi. İkinciduble biter bitmez derin bir iç çekiş… Sonra da birine gözünü saplar, hiçayırmazdı.İsteristemezsorardık,“Abineoldu,sanabirdurgunlukgeldi.Birşeymiyaptık?”derdik.Yarımsaatöncekibabacanabigider,yerinebaşkabirisahneyeçıkardı.Hepimizeönceinceince,sonrakalınkalınsataşırdı.Bizdeözelliklecoştururdukonu.Finalihepşöylebiterdi:

“Kalkın,siktirolungidinlanevimden!Aktörmüsünüzsiz!”

Güle güle merdivenlerden inip giderdik. Ertesi gün karşılaşınca,“Çocuklar, akşam ne güzel oturuyorduk. Niye erkenden gittiniz oğlum?”derdi.Bunusöyleyincedahaçokgülerdik.

“Abibizoturuyorduk,senkovdunbizi.”

Nurtekin Abimiz’le staj yıllarımızda aynı oyunda da oynadık. TuncerCücenoğlu’nunyazdığıBiga1920’deMustafaKemalPaşa’ya destek veren,kasabanın ileri gelenlerinden Hamdi Bey’i oynuyordu. Anzavur Ahmet’iEminGümüşkayacanlandırıyordu.Belediyebaşkanı,hâkim,savcı,başçavuşve diğer kasaba protokolü tamamen bizim ekipten oluşuyordu. Hâkimioynayan Selami Üney eski bir tiyatro sevdalısı ve şairdi. Oyunda tek birrepliğivardı:

“İmzalamasınlarefendim,bulunanimzalarbubelgeiçinyeterlidir.”

Birinci perde finalindemüthiş bir gerilim olması lazım.MustafaKemalyanlısıHamdiBeyveAnzavurAhmetdestekverelimmi,vermeyelimmidiyetartışıyor.SonundaHamdiBeyveadamlarısahnedençıkacak.KaymakamveAnzavurAhmetfinalyapacak.HâkimioynayanSelamiÜneybazıoyunlardakoltuktauyurdu.Şekerhastasısanıyorduk,meğerkalpsorunu

varmış. Zaten bir iki sene sonra kalpten rahmetli oldu. Replik sırasıyaklaşınca çaktırmadan uyandırırdık onu lafının söylesin diye. Gerçiherkesinyüksekperdedenkonuştuğuöylebirsahnedenasıluyuyabiliyordu,anlamak mümkün değildi. Nurtekin Abimiz’in oyunda en çok sevdiğimizrepliğikaymakamafırçaattığıbölümdü:

“Memleketimizinmümtazevlatlarındanbiri,İhsanadındabirittarafındanalçakça katlediliyor. Sen kalkmış göt kadar kasabada güvenliktenbahsediyorsunefendi!”

Bazıoyunlardanönceabimizetakılıyoruz:

“Abiciğim, İhsan’a ‘it’diyorsun,kasabayada ‘göt’.Öyleolmazaslında,İhsan’a‘göt’desendahavurguluolmazmı?”

Hemenitirazediyortabii:

“Olur mu öyle şey, kafiyesi bozulur! Benim yanımda böyle şeylersöylemeyin,vallaezberizoroturttumzaten!”

Nitekim bir oyunda,meşhur final sahnesinde ezberi tam oturtamadığınıispatladı hepimize. Her zaman olduğu gibi replikler tıkır tıkır işlemeye,Selami Üney uyumaya ve tansiyon yükselmeye başladı. Sıra NurtekinAbim’in en sevdiğimiz repliğine geldi. “Memleketimizin mümtazevlatlarından biri… İhsan adında birGÖT tarafından alçakça katlediliyor…Sen kalkmış İT kadar kasabada…Eeeeeee???” diyerek el freninin çekti vesustu. “İt”le “göt”ün yerini karıştırdı. Sahneden çıkması lazım ki biz depeşinden gidelim ama çıkmıyor. Anzavur Ahmet sahneyi kurtarmak içindaldı:

“SöyleyeceklerinbittiysegidebilirsinHamdiBey.”

NurtekinAbisahnedençıkmayıonurmeselesiyaptıbirden.

“Dahasöyleyeceklerimbitmedi!”

AnzavurAhmet’ioynayanEminAbirolüfalanunuttu,postayıkoydu.

“Yeterartık,seninpalavralarınıdinleyemeyiz,basgitburadan!”

Anaaa iş ciddiye bindi! Nurtekin Abi ceketin bir düğmesini açtı, elinikılıftakisilahaattı.Kovboygibiceketiaralayıpsilahıgösterdi.

“Benimlebuşekildekonuşamazsın!Helebumesafedenhiçaffetmem!”

Hepimizaynıandasilahınabaktık.Hassiktiiir!Silahınkılıfınıkemereterstakmış, silahkabzasıbaşaşağıduruyor.AnzavurAhmetdedağılmaküzere.Sonbirgayretlekendinitoparladı.

“Şimdielimdenbirkazaçıkıcek(çıkacakdadeğil,ÇIKICEK)…Yıkılll!”

Ağzımızıgözümüzüzortoplayıpkuliseattıkkendimizi,NurtekinAbimizde yerlerde. Birden kulis kapısı açıldı. Uyuyan hâkim Selami Üney içeridaldı,“Yaaavvvşimdibirinciperdegerçektenbittimi?”diyesordu.“Evetabibittiamabizdebittik,”dedik.Onunolanbitendenzinharhaberiyok.

“AşkolsunZaferim,hepbenimreplikyaklaşıncasendenbiruyarıgelirdi,niyeunuttunyahu?”

“Yok be abi, unutmadım. Öyle güzel uyuyordun ki, uyandırmayakıyamadım.”

1 TRABZONLUKANUNİSULTANSÜLEYMAN

985yılındayitirdiğimizçokkıymetlibiraktördüSühaTuna.Sekizsilindirliarabamotorugibigürülgürülsesi,kemerliburnu,çocuksaflığındaaltıngibiyüreği vardı. Şahane bir sahne karizmasına sahipti, çok yetenekli biraktördü.Gelgeldimbenimkuşağınfırlamagüruhuylaaynıoyunadüşer,heleüstüneturnelerdeyaparsa,kuşaktankuşağaanlatılançokkomikhikâyelerinkahramanıolurdu.

Bazı tiyatrocuların enteresan hobileri vardır. Midye kabuğu biriktiren,tespih,LP,taşplak,boşparfümşişesiyadapultoplayan,eskiparakovalayan,balık tutan, ava giden, klarnet çalan, saksafonla evdekileri ve komşularıcanından bezdiren, ağaç üzerine dağlamayapan…Hatta tığ ve kanaviçe işiyapan,atkıörenerkekoyuncularbilevar.Amabenimtanıdığım,delihobisiolan üç aktör var: Süha Tuna, Işık Toprak, Ergün Uçucu. Bu adamlar çokşahane aktörler oldukları gibi, aynı zamanda üç şahane marangozdurlar.Evlerindekibirodayıyadakömürlüğütamdonanımlımarangoztezgâhıylavemalzemeleriyle, yetmedi kalaslarla doldururlar. Keresteyi bakarak değil,koklayarak, damarlarını sayarak, balık seçer gibi alırlar.Ağaca âşıktırlar, elemeğigöznurumuhteşemişleryaparlar.Meselabiriküçükbirsehpayapar,altıaydabiterancak.

Yıllar önce IşıkToprak bir oyunumuyönetmişti.Konuyumarangozluğagetirdi. “Bir yemek odası takımı yaptım, tam iki buçuk sene sürdü,” dedi.Güldük, “Yahu yapma be hocam, bir yemek odası takımı iki buçuk senebekler mi?” dedik, cevabımızı ziyadesiyle aldık. “Evladım benim yemekodası takımı dediğim, ucuz çam ağacı ya da formikadan ibaret değil. Bendönemeuygunyemekodasıtakımıyapıyorum,”dedi.Mevzuyadalıncabununtambirçılgınlıkolduğunavakıfolduk.Buçılgıntiyatrocular,400-500senelikdönem mobilyalarını, para kazanmak için değil, sadece kendilerini mutluetmek için yapıyorlardı. 16. Louis dönemine ait yemek odası takımıyapıyorlar,kolayişdeğil.Odönemdehangiağaçlar,hangimalzemeler,netürvernikvecilakullanılıyordiyearaştırıyorlar.Odevirdeçiviyadavidadiyebirşeykullanmıyorlar, tamamen“geçme”yapmaları lazım.Geçmeninilerdegevşememesiiçin,nedoldurmaklazımdiyedüşünüyorlar.Herşeyielleriyle,zımparalarlanakışişlergibiyapıyorlar.Aralarındahemtatlıbirrekabethem

de müthiş yardımlaşmalar var. Ankara-İstanbul arası telefonda bilgialışverişleriyapılıyor,malzemeteminisağlanıyor.

SühaTuna,DevletTiyatroları’nınbiroyunundaAbdülhamid’ioynuyordu.Devletin verdiği bastonu beğenmemiş. “Ben kendi yaptığım bastonugetireceğim,”demiş.Tam

biryıluğraştığı,üçfarklıağaçtangeçmeolarakyaptığıbastonunugetiriyor,aksesuvarcıya emanet ediyor. Prova öncesi alıp kullanıyor, hiç yanındanayırmıyor, işi bitince kilitli aksesuvar sandığına özenle koyuyor. Oyunbaşlıyor, baston törenle alınıyor; oyun bitince yine törenle sandığakoyuluyor.Ekiptekigençfırlamatayfasıkulissohbetlerindehepkonuyubirbiçimdebastonagetiriyor.SühaTunadabıkmadanusanmadanbastonu,ağaçcinslerinianlatıyordaanlatıyor.Muhteşem tespihkoleksiyonundangiriyor,verniklerden, tutkallardan çıkıyor. Bu kadar muhabbetten sonra SühaBaba’ya bir piçlik yapmak lazım ama nasıl? Bastonu hiç elindendüşürmüyor. Bazen sahne aralarında sigara ve tuvalet ihtiyacı olunca kısasüreli vedalaşıyor bastonuyla. Evden kimseye çaktırmadan kıl testeregetiriyorlar kulise. Süha Baba’nın bastonu elden bıraktığı o kısa anlarda,sadece bir santimkısaltıyorlar.Artık ellinci oyundan sonra bastonda gözlegörülür bir cücelik meydana geliyor. Ama Süha Baba hiç farkında değil.Oyuncular konuyu hep bastona getiriyorlar anlasın diye. En nihayetindebakıyorki,bastondizkapağıhizasınakadargelmiş.“Ulanbenbubastona

geçme yaparken yanlış bir malzeme sürdüm galiba. Bu çekti yahu! Boyukısaldı bunun,” deyince kulis kahkahadan yıkılıyor. Çok temiz ve çocuksaflığındabiryüreğiolduğuiçinkimsedenşüphelenmiyor.

1980’liyıllardaKocaSinanoyununuoynuyorlar.HalukKurdoğlu,MimarSinan’ı; Süha Tuna da Kanuni Sultan Süleyman’ı sırtlamış, döktürüyorlarsahnede.MesutYılmaz,TurgutÖzal’ınhükümetindeRizemilletvekili, aynızamanda Kültür ve Turizm bakanı. Trabzon’da yerleşik bölge tiyatrosununaçılışı var. Devlet Tiyatrosu, Trabzon’daki açılış gecesi için oyunu turneyegötürüyor.Tümdevletprotokolüorada.Yinefırlamalardevreyegiriyor,SühaAbi’yi önce gergefe, sonra da ablukaya alıyorlar. “AbiciğimMesut Yılmazgenelmüdürden rica etmiş. ‘KanuniSultanSüleymanTrabzonluydu.Acababu açılış onuruna Süha Bey Karadeniz şivesiyle oynayabilir mi?’ diyesoruyorlar.Nedersin,yapabilirmisin?Bakanınözelkalemmüdürüdebizzatsöylemiş.Çokgüzelbir jestolur,”diyorlar.SühaBabahiçikiletmeden,“Nedemek efendim, benim için onurdur, emir telakki ederim,” diyor. Zokayıyutuncaekiptetatlıbirneşevemüthişbircoşkuoluşuyor.Kurulantezgâhtansadece Mimar Sinan’ı oynayan Haluk Kurdoğlu’nun haberi yok. Oyunalkışlarla başlıyor, önce onun olmadığı sahneler oynanıyor. SonrasındaKanuniSultanSüleymantahtında,karşısındakocaMimarSinan…Beklenensahneye sıra geliyor. Süha Baba büyük bir ciddiyetle tahtın üstündenyardırıyor:

“KebagayumburaulaSinan…Ulauşağumneoldi?Bucamiinezamanbitiy,debagayimhele…”

ŞimdikocaKanunisahneyeböylebaşlayıncasahnedekilerperişanoluyor!Hiçbir şeyden haberi olmayan Haluk Kurdoğlu gülmemek için ne acılarçekiyor…Kıpkırmızıoluyor,yüzünügözünüateşbasıyor,terliyor,terliyor…HemoynuyorhemdearalardaseyirciyearkasıdönükolanSühaBaba’yakaşgöz sinyal yapıyor, “Ne yapıyorsun, delirdin mi?” diye. Sahneyi güçlükleoynayıpbitiriyor.

SühaBaba’yıkulisteyakalıyor.

“Yahu Allah cezanı vermesin, ne yapıyorsun Süha, delirdin mi oğlum?KocaKanuni’yiniyeLazoynuyorsun?”

SühaBabagayetciddişekildeaçıklamayapıyor:

“Yahu Kanuni Trabzonluymuş, sayın bakanım rica etti, ben de öyleoynuyorum.”

HalukKurdoğluekiptekilerlegözgözegelincedurumuanlıyorhemen.

“Ulanbuhergelelersenitufayadüşürmüş,nasılböyletezgâhageldin!..”

Kuliste gülmekten yıkılıyorlar. Süha Baba gençlere fırça atıyor, “Ulanyalancı ibneler, beni devlet protokolü önünde rezil ettiniz be!..” diyerek birkırgınlık yaşıyor. Oyunun devamında ise hiçbir şey olmamış gibi pırıl pırılİstanbulTürkçesiylerolünüoynuyor.Çoktemizyüreklibiradamolduğuiçinherkesihemenaffediyor, iş tatlıyabağlanıyor.Ama işingerçeğinebakarsak,Trabzon Devlet Tiyatrosu’nun açılış gecesinde Trabzonlu Kanuni olaraktarihegeçiyor.

RahmetliSühaTuna, tiyatrokulislerindeve turnelerdekonuşulankomikanılarıdinler,sonrasındaaşkagelir,“Bendebirşeyanlatacağım,”diyereksözalırdı.Çokenteresanbirhikayeciydi.Çokbaşarılıbiraktörolmasınarağmen,iyi bir hikâye anlatıcısı değildi. Çok gereksiz yollara girer, çok gereksizdetaylarıhatırlamayaçalışır,anlatacağıhikâyeyibilmeyenadamabilesorularsorardı.

“Olokantanınadıneydi?Hangioteldiorası?Oyoldamolavermiştikya,oradaçaygetirensakallıadamınadınıunuttum,neydiçocuğunadıyahu?”

Zatenişineğlencelitarafıbuydu.Önemliolanhikâyeninneolduğudeğil,SühaBaba’nınnasılanlattığıydıbizimiçin.Hikâyesinebaşlarkenönceşehirvemekânısöyler,sonraolayınkahramanlarınıfragmangibisunardı.

“Edirne’de turnedeyiz, Kervansaray Otel’de kalıyoruz.” Aslındahikâyesinin tamamı otuz saniye. Ama prolog bir türlü bitmiyor ki anamevzuyagelebilsin.

“Evet, Edirne’deyiz, Kervansaray Otel’de kalıyoruz. Mehmet Ali senvardın,Musa senyoktun,Payidar senvardın,Nişan sendevardın.UğurveTaneryoktu.Alptekinyoktu.”

Bukimvardı,kimyoktumeselesianlatacağıanılardandahakomiktiherzaman.

Yine bir gün turne anısı anlatsın diye tezgâhı kurmuşlar, arada SühaBaba’yagelgelyapıyorlar anlatsındiye…SühaBabadayanamayıpgelmiş,başlamışanlatmaya:

“Çocuklar Erzurum’dayız, Büyük Otel’de kalıyoruz. Şimdi bir dakika.Musasenyoktun,Uğursenvardın,MehmetAlisendevardın.Mustafayoktu.Payidarvardı,Cemaldevardı.Dündaryoktu.Aaaabirdakikayaa…Eeee?Bendeyoktumyahu!Peki,benbuolayıkimdenduydum?..”

H BİREVLENME

iç kimse yılların tiyatrocusu Nahit Abimiz’in evleneceğine ihtimalvermemişti.Gençlikyıllarındanberineredeysebütünarkadaşvedostçevresienazbirdefaevlenmiş,hattabazılarıboşanıpboşanıpevlenmişti.Amaonunhiçbirzamanböylebirniyetivehevesiolmamıştı.Hayatıboyuncahep tektabancayaşadı.Dayalıdöşelidoğrudüzgünbirevideolmadıhiç.Yatacağıbir yatak, iki eski koltuk, bir sehpa, bir buzdolabı, idare eden bir çamaşırmakinesi… Sahip olduğu eşya bunlardan ibaretti. Ayrıca düğün dernek,smokinler, gelinlikler, takılar tukular, baldızlar, bacanaklar, eltiler,görümceler, kayınpeder, kayınvalide, kayınçolar… Hiç mi hiç ona göredeğildi.Hemnedenevlensinki?Çevresindekilerinçoğubirdenfazlaevlilikyapmıştı. Evlenenler bir süre sonra boşanıyorlardı. Ayrıca Nahit Abim’ihangikadınisterdiki?

Ferhan Şensoy ustamız, çok içen kardeşi için nefis bir tanımlamayapmıştı:“Herkesparayıyer.Benimkardeşimparayıiçer.”NahitAbimizdeFerhanŞensoy’unkardeşigibiparayıiçenlergrubundaydı.Yemeklepekderdiolmazdı.Bazenikigündürhiçbirşeyyemediğinifarkederdi.Gündeortalamakırk tane bira, dört paket sigara, akşama doğru rakıya geçiş… Gece evedönerken sekiz bira daha, uykuluk işlevi görsün diye… Evde bir şeykalmadıysa, hiç olmazsa çilek likörüyle final. Ertesi sabah yeni baştan…Tamamen likit bir yaşam. Her yaz yaptığı gibi, sezon kapanınca kendiniBodrum Gümüşlük’e attı yine. İstanbul’daki içki maratonları hiç gazkesmedenGümüşlük’tedeaynendevametmekteydi.Yazaylarındasankibiratüketimibirazdahaartmıştı.Pansiyondayinebirsabahkahvaltıyaindi.Onunkahvaltı amacı biralardanöncekoruyucubir altlık olduğu için, kızarmış birdilimekmek,üstüneçilekreçeli,ziftgibibirkahveyeterliydi.

“Baksana!..Banaoradanbuzzzgibibirbiragetirsene…”

Gözünebirkadınilişti.Sabahınköründebiraiçenbirkadın…Hemenbiryakınlık hissetti ona karşı. Tanıştılar, kaynaştılar, arkadaş oldular, sonundaflörtdönemibaşladı.Birhaftalığınagelenkadıntatiliuzattı.NahitAbimiz’inaradığıyadabeklediğikadınbuydudemek…Şimdiyekadarberaberolduğubütünkadınlariçkisinesigarasınakarışmıştıamabuhanımfarklıydı.BonnieveClydegibibirbirlerinibulmuşlardı.

Güne birayla başlıyorlar, gece rakıya dönülüyor, sonra viski, yatmadanönce yine yoğun bira kürü. İşte aşk bu olmalı! “Evet,” dedi kendi kendine,“eğer evleneceksem aradığım kadın bu.” Kadında ressamlık var; sanattan,sanatçıdananlıyor.EnönemlisiNahitAbimgibibiroyuncununruhhalindençok iyi anlıyor, ona hep eşlik ediyor. Sonunda romantik bir Gümüşlükgecesinde evlilik teklifini patlatıverdi Nahit Abi. Ressam abla sevindi buteklife. Hayatının olgunluk döneminde nihayet istediği gibi bir adambulmuştu. Teklifi mutlulukla kabul etti. Tatil bitince beraber İstanbul’adöndüler. Kadın, Nahit Abimiz’den şöyle bir istekte bulundu: Anne vebabasıyla beraber yaşıyordu, madem evlenmeye karar verilmişti, ailefertleriyledetanışmasıicapediyordu.NahitAbişiddetlekarşıçıktı:

“Benöyle feodal âdetlere gelemem!Çiçekle, çukulatayla, kravatla gelipalaturkabirritüellekızfalanisteyemem…”

Müstakbelyengemizrahatlattıonu.

“Kimsenin senden kız istemeye gel diye talebi yok. Annem ve babamaydın,ilerigörüşlüinsanlar.Sadeceevdebirakşamyemeğiyiyeceğiz,onlarlatanışacaksın. Bu insanlar damatlarını ilk defa nikâhta mı görsünler? Ayıpdeğilmi?”

NahitAbim’inaklınayattıbuiş.“Tamamişte,ailesiyleevdemütevazıbiryemek yeriz ve tanışmış oluruz” diye düşündü. Beklenen tanışma yemeğigünügeldiçattısonunda.Yinedeeliboşgitmeyeyimdiyeçiçekdeyaptırdı.Erenköy’dekievegitti.Apartmanagiripkapıyıçaldı.Onugüleryüzlehemeniçeriye buyur ettiler. Kayınvalideye baktı, 65-70 yaşlarında ama havalı vebakımlıbiranne.Kayınpederbabacangörünümlü.Yeleği,kravatı,gömleğiyletamemeklimemur.Klasik“Nasılsınevladım?Eeedahadahanasılsın?Annenbabannasıllar?” faslı bitti.Küçükbir esoluryabazı anlarda…Hanikimsekonuşacak tek kelime bulamaz. İşte öyle bir boşluk anında müstakbelkayınpeder,NahitAbimiz’eencanalıcısoruyusoruverdi:

“İçkiiçermisinevladım?”

Hımmmm…NahitAbim,busoruyuklasikbirdamatsorgulamayöntemisandı.Hiçgerivitesyapmadı.

“Evet,benziyadesiyleiçerimveiçkiyiseverimefendim.”

“Güzel,” dedi kayınpeder, “evladım ben de içerim. Balkonda benimçilingir soframherdaimkuruludur. İstersen ikimizorayageçelim.Buarada

bizimkilerdeakşamyemeğiiçinsofrayıhazırlarzaten.”

NahitAbimvetontonkayınpederbalkondakimasayageçti.NahitAbimizkendinihep iyi içenbiriolarakgörürdüama tontonkayınpederdemaşallahsağlam içiyordu. Sohbet, muhabbet ve tokuşturulan kadehlerle beraberkaynaştılar, iyianlaştılar.Birzamansonrakayınvalidevegelinhanımtacizebaşladı:

“Sofrahazııırrr,hadibuyurunyemeğe.”

Bir saat içinde Nahit Abim ve müstakbel kayınpederi bir büyük rakıyıbalkonda boğdu. Kadınlar sofraya her buyur ettiğinde kayınpeder giderekdaha delikanlı olmaya başladı. Önceleri, “Tamam karıcığım, geliyoruzhayatım,” diyen adam, rakının verdiği cesaretle daha da delikanlı olmayabaşladı:

“Tamamgeliyoruzbe!Şurdaikikelamedemedikulan!”

NahitAbimhiçyoktanbirgerginlikolmasındiyedahaçokuzlaşmacıbirtavır içinde tabii.Artıkkadehlerisonkezvurupsalona,yemeğegeçseler iyiolacaktı.Kaşgöz işaretleriyle uyarı sinyalleri geliyordukadınlar tarafından.Tam salona geçmek üzere ayaklanmışlarken tonton kayınpeder kollarınıaçıyor ve Nahit Abimiz’e bir baba şefkatiyle sarılıyor. Sonra kulağınafısıldıyor:

“Bakevladım,ben seniyeni tanıdım.Oturdukbir saat rakı içtik, sohbetettik.Beninsansarrafıyım,adamdananlarım.Sençokiyibirçocuksun.Şimdibenden sana bir baba nasihati. Sakın kızımla evlenme. Sen bunların güleryüzünebakma.Anasıkonkencivefenadırdıryapar;kızımdaiçmektenbaşkahiçbir boka yaramaz. Ressam falan da değil haa…Kendini çok önemli birressamsanıyor.Senbunlarıyenitanıdın.Benkırkyıldır tanıyorum.Benvaryaben…Bunlarınciğerinibilirim.Analıkızlıtamkırkyıldıraffedersinanamısiktiler. Yakma kendini yavrum, kıyma kendine evladım. Bir ay biledayanamazsın. Söylediklerimi iyi düşün. Hadi şimdi yemeğe geçelimevladım.”

YemekboyuncaNahitAbim tontonkayınpederinsöylediklerinidüşündüdurdu. Sonunda kendini tekrar rakının kollarına bıraktı. Evden ayrılıncatakside düşündü taşındı, ölçtü tarttı. Artık çok geç diye düşündü veevlenmektenvazgeçmedi.Nikâhgünügeldisonunda.Gelin,damatveşahitlermasadakiyerlerinialdı.

Nikâhmemuruöncegelinesordu.“EVVEEET!”diyecevapgeldi.Ortalıkalkıştanyıkıldı. SıraNahitAbim’egeldi,NahitAbimcevaptanönce tontonkayınpedere baktı. Tonton kayınpeder kaşlarını yukarı doğru kaldırarakselektör yapar gibi son uyarısını da yaptı. “Yapma evladım, etme evladım,kıyma kendine, yakma kendini” der gibiydi. Artık füze rampadan çıkmaküzereydi. Gelin kadar büyük bir coşkuyla olmasa da Nahit Abim’in deağzından“EVET!”sözcüğüdökülüverdi.

Nikâhkıyıldıktansonraailefotoğrafıçekilirken,yanyanageldilertontonkayınpederle.Öncehararetlekucaklaştılar.Kayınpederaynıevdeolduğugibiyinekulağınındibindenfısıldadı:

“Evladım ben sana babalık yaptım, seni uyardım. Sen böyle istedin.İnşallahbenyanılırım,mutluolursunuz.”

“Pekisonraneoldu?”derseniz…

Ne olacaktı yani? Bir ayı bile tamamlayamadan şiddetli geçimsizlik veuyumsuzlukneticesindetekcelsedeboşandılar.

Sokrates’indediğigibi…

“Her erkek evlenmeli. Karınız iyiyse mutlu olursunuz, değilse filozofolursunuz.”

Evet, Nahit Abim evlenip de aradığı mutluluğu bulamadı belki…Amafilozofolarakhayatınadevamediyor…

1 CLEMENS’İNSÜNNETİ

980’li yıllarda Alanya Club İncekum Motel’de çalışıyoruz. Animasyon,eğlence, su sporları aktivitesi bize verilmiş.Müthiş eğlenceli bir ekibimizvar. Çok büyük bir otel değil. Yaklaşık 250 odası, şahane bir kumsalı vehepsinden önemlisi, cennet gibi bahçesi olan son derece güzel bir otel.ÖzellikleAvrupa’dandevamlı turistlergeliyor.Haftabitince tatilegidenlerevlerine dönüyor.Hafta başında ise yeni yeni turist grupları geliyor otele.Animasyon grubunda çalışıyorsan memur gibi mesai yapmıyorsun. Sabahsporuilebaşlayangündeliktatilyaşamı,gecegeçsaatlerdesahilesıfırplajdiskonunkapanmasıylabitiyor.

Elayakçekilmiş…Plajdiskonunbarındaoteldekipersonellesohbetteyiz.Avusturya’dan Türkiye’ye tatile gelen bilgisayarcı Elke, “Yardım edin neolur! Oğlum ölüyor!” diye feryat figan yanımıza geldi. Onunla birliktekoşarak odaya gittik. Elke tatile babası ve beş yaşındaki sapsarı oğluClemens’le beraber gelmişti. Elke’nin babası çaresizce torununun yanındabekliyoramaonundaelindebirşeygelmiyor.Çocuğunçarşafındakanizlerivar. Clemens acılar içinde ağlıyor, kıvranıyor. Elke’nin anlattıklarındandurumavakıfolduk.Hemengittik,otelindoktorunuuyandırdık.Clemens’inidrarıdışarıatamamaproblemivar,rahatişeyemiyor.Çocuksünnetsizolduğuiçin penisin ucundaki deri parçası yapışıyormuş. Bu defa tamamen yapışıpkapattığı için idrar dışarı çıkamıyor. Çocuk çok zorlayınca da kanamayapıyor. Doktor gelip önce uyuşturucu iğne yaptı. Sonra kapanan penisderisinineşterlebirazaçtı.Clemensrahatladı,çişiniyaptı.Kendisiyleberaberanası ve dedesi de rahatladı tabii… Doktor, giderken Elke’ye tavsiyedebulundu:

“Çocuğaboşunaacıçektirmeyin.Sünnetolsun,ömürboyurahateder.”

Ertesi günün sabahı Elke, babası ve küçük sarı oğlu Clemens yanımızageldi teşekkür etmeye.Birliktekahvaltımızyaptık.Elke, “Şu sünnetolayınıbana anlatır mısınız? Nasıl bir operasyon yapılıyor? Ben hiçbir şeybilmiyorum,” dedi. Sünnetin çok basit bir operasyon olduğunu, sadeceMüslümanlarda değil, Musevilerde de yapıldığını, hatta Batı’da birçokHıristiyan’ın da sağlıklı olduğu düşüncesiyle sünnet olduğunu hatırlattık.Sünnet olduktan sonraClemens’in hayatı boyunca bir daha böyle bir sorunyaşamayacağınıanlattık.“Peki,”dedi,“neredevekimeyaptıracağızsünneti?”

“Şimdi bu Avrupalılara Avsallar köyünden elinde çantasıyla gelen fennisünnetçiHulusiDayı’yıanlatmakveonlarıiknaetmekzorolur.Eniyisiotele25 km mesafede Alanya Devlet Hastanesi var, orada yaptırırız” diyedüşündük.KonuyuotelmüdürüMehmetAbi’yeanlattık.DoğalolarakotelinsahibiMuzaffer Bey’in ve Avusturyalı eşi Lote’nin de haberi oldu. Sünnetmeselesi başta küçük bir kartopuydu, büyüdü, büyüdü, çığa dönüştü. Otelsahipleri kendi çocukları, kendi torunlarıymış gibi Clemens’e sahip çıktı.“Sünnet organizasyonunu bize bırakın. Ne gerekiyorsa hazırız,” dediler.Elke’ye, “Oğlan nasıl olsa sünnet olmak zorunda. İzin verirseniz bizimgeleneklerimize göre yapalım,” dedik. Çok mutlu oldu, “Tamam,” dedi.Kadın bizim kutlamaların üç gün üç gece süreceğini nereden bilebilirdi ki?Alanya’yagittik.ÇarşıdanClemens’esünnetkostümüaldık.Beyazpantolon,beyazpabuçlar,satenpelerin,önündemaşallahyazısı,kafasında tüylüprensşapkası, elinde asası…Bizim küçük sarı Clemens oldumu sanaAvusturyaprensi… Clemens mutluluktan uçuyor. Yüzünden güzel gülüşü hiç eksikolmuyor. Alanya Devlet Hastanesi’nden operasyon için gün ve saat deayarlandı. Asıl film otele gelince başladı. Deniz kenarındaki diskonun tamortasınakocabirsünnetyatağısüslenmiş,hazırlanmış.

Akşam yemeğinde turistlere, “Yarın Clemens’in sünneti var. Alanya’yakonvoyhalindegideceğiz.Operasyondansonraburayageleceğiz,hepberabereğleneceğiz,sünnetdüğünüyapacağız,”dedik.Bizalkışbeklerken,herkesinsuratı asıldı. Kendi aralarında homurdanmaya başladılar. Neyse ki sorunuanladık. Clemens’in anasını ve dedesini kandırıp çocuğu Müslümanyapacağımızı sanmışlar. Haydaaa!.. Tekrar otel doktorunu çağırdık veoperasyonunnedengerekliolduğunuanlattırdık.“Nasılolsamecburensünnetolacak. Biz de bunu Türk usulü yapıyoruz, kötü bir durum yok. Berabereğleneceğiz,bukadarabartıpciddiyealmayın,”dedik.Hemdeüçdörtdildeanlattık.Yüzler gülmeye başladı.Alkışlarla onay verdiler, rahatladık.Ertesisabah,yakınköylerdensüslübirsünnetatıiledavulzurnaekibigetirttik.Ülkebayraklarıyla donatılmış otuz araçlık bir konvoyla otelin önünde toplandık.Clemens’i atın üstünde gören turistlerin gözleri doldu, ağlayanlar oldumutluluktan.

Clemens’in sünneti önce Alanya’da sonra da Ankara’da duyuldu.Gazetelere ve televizyonlara haber konusu oldu. Hele hele Alanya ilçegirişindeEmniyetMüdürlüğükonvoyumuzueskortlarlakarşılayınca iş dahada büyüdü. Hastanenin önü, otoparkı müthiş bir insan kalabalığıyla doldu

taştı.Bazıları sünneti kendi amatör kameralarıyla çekmek istedi.Doktordanizin aldık, meraklarını giderdik. Clemens’in sünneti bitti. Onu ambulansakoyup geldiğimiz konvoyun neredeyse dört katı bir izdihamla tekrar oteledöndük. Almanya’dan, Avusturya’dan, İsveç’ten, Danimarka’dan,İngiltere’den bile gazeteciler gelmiş otele. Rock yıldızı gibi alkışlarlakarşılananClemens’isüslüsünnetyatağınayatırdık.250odasıolanmoteldehiçabartmıyorum,dışarıdangelenlerlebirlikteneredeyse1500kişilikdevbirdavetliordusuvardı.

İncekumMotel’inyönetimivepersonelimuhteşembirorganizasyoniçinellerindengelenherşeyiyaptılarsağolsunlar.

HergelenClemens’ebirşeylerveriyordu.Elbisede,kaftanda,önlükteyerkalmadığıiçinsünnetyatağıtopluiğnelerletutturulmuşyüzlercedolar,mark,Avusturyaşilini,Türklirasıylakalınbiryorganadönüşmüştü.Takılar,altınlar,hediyeler, saatler, saatler, saatler… Hayatımda hiçbir sünnet töreninde bukadar çok saat görmedim. Clemens saat dükkânı açabilecek kadar çok saatsahibiolmuştubuyaşta.Çokmutluydu.Annesinin,dedesininyüzündegülleraçıyordu. Sürekli gelen gidenin tebriklerini kabul ediyorlardı. Otelin sahibiMuzaffer Bey, otelin genel müdürü Mehmet Abimiz, kendi evlatlarınınsünnetinde bile bu kadar koşturmamışlardır eminim. Dünyanın farklıülkelerinden misafir olarak gelen bu insanlar üç gün üç gece eğlendi.Clemens’insünnetdüğünününeredeyseuluslararasıbirkarnavalaçevirdiler.Geceotelinönündeanibirhareketlenmeoldu.

“Geliyorlar,geliyorlar,geldiler!”

Yahu kardeşim anladık birileri geliyor da acep kimler geliyor? BizimotelinhemenyanındaOrmanBakanlığı’nınkampıvardı.KamptatatilyapanTBMM Başkanı Necmettin Karaduman geliyormuş. Akşam haberlerindeClemens’insünnethaberiniizliyor.Hoşunagidiyoreğlencemiz.“Hanım,bizde gidip çocuğu tebrik edelim,” demiş. Gece kalkıp otele geldiler. Üstelikyalnız da değil. Yanında iki bakan, dört milletvekiliyle sünnet alanımızıziyaretettiler.Kimseeliboşgelmemiş.Clemens’ealtınlartakıldı,kalemlerveyine saatler hediye edildi. Bol bol resimler, videolar çekildi. Üç günlükeğlencebitinceClemensnormalyaşamınadöndü.Acısızıkalmadı,ikiküçükbavulla geldikleri Alanya’dan tam altı bavulla döndüler. (Abartmıyorum,havaalanına kadar hepimiz eşlik ettik, o yüzden iyi biliyorum.) Eylülde birhaftalıkbedavatatilhediyesiyleayrıldılarbizden,hemdeneayrılmak…Türk

usulüsünnettöreniyaptık,onlardaTürkoldular.Zorayrıldıkbirbirimizden.Clemens hiç gitmek istemedi. Boynumuza doladığı kollarını anası Elke zorayırdı.Dedesinin eliniöptük,onunladakucaklaştık.Nasıl olsa iki ay sonrayinegeleceklerdiyeteselliettikbirbirimizi.

Clemens o zaman beş yaşındaydı, şimdi otuzlarını geçmiş koca biradamdırartık.Bizikesinlikleunutmamıştır,çünkühayatımdaüçgünüçgecesüren bir sünnet eğlencesini ne gördüm ne de duydum. Hâlâ Elke’ninAvusturyaadresivarelimizde.Kimbilir,belkibirgünyolumuzyinekesişir.BelkideClemensotuzyaşındansonratekrarbirsünnetister.Bellimiolur…

KGÖTKİSPETTENCIKINCA…

ispet,tarihiçokeskileredayanan,neredeyse700yıllıkbiryağlıgüreştaytı.Şimdi “pehlivan taytı” dedik diye kimse küçümsemesin. Yapımı çok zor.Giyipçıkarmasıdahadazor.Danayadamalakderisindenyapılıyormuş.Üçdörtkilo ağırlığıvar.Oldukçakalın.Giyecekpehlivanlarınölçülerinegöreyapılması lazım. Öyle “Arkadaşımla ortak kullanırım” durumu yok. Evet,başta dediğimiz gibi, tam pehlivan taytı. Bacakları sımsıkı sarıyor. Öyleolmasılazım.Çıplakvücudaonugeçirdiktensonra,kalınbirurgandanibaretuçkuru bir kemer gibi düğümlüyorlar. Paçaları urganla düğümledin mi,üstünübaşını,heryerinibolcayağladınmı,güreşehazırsın.Kispetinokadariyioturmasılazımki,güreşikaybetmenesebepolmasın.Çünküaffedersinizgüreş tutarken-hafazanallah-birdenbiregötünüzmehtapgibidışarıçıkarsakispettensıyrılıp,güreşikaybettinizdemektir.

2009yılındaYahşiBatıfilminiçekiyorduk.CemYılmaz’laberaberyağlıgüreşsahnemizvardı.Filmiizleyenlerhatırlar,ŞerifLloydveAzizVefa’nınçayır güreşini.Günler öncesinden gelip belden aşağımızın ölçülerini santimsantim aldılar.Kispeti tek başına giymek çok çok zor.Neredeyse imkânsız.Birininyardımcıolmasışart.Büyük,derinvesilmezeytinyağıdolubirleğenekispetidaldırıyorsun.Kispetyağıemdikçeyumuşuyoramayinedeçokağır.İçini de iyice yağlıyorsun. Ayak bileklerinden yavaş yavaş içine girip,belinden tutupyukarıdoğruçekiyorsun.Sankibeşaltıkiloağırlığındakalınbir taytı vücudunuza geçirmeye çalışıyorsunuz. En zor kısmı, kispetinkasıklardangeçtiği an.Kadınolsanmeseleyok, amaadamı erkekolduğunapişmanediyor.Affedersiniztakımtaklavatnevarsadümdüzantrikotgibibirdeğişimeuğruyor.

Çekimde bizim sahnede güreşen çocukların hepsi çayır güreşindemeydanlarda el ense çekmişler, işi biliyorlar. İşin ritüelini, güreş oyunlarınıanlatıyorlar. Bize güreş oyunları düzenliyorlar çekimde yapalım diye. Amatuhaf olan ne biliyor musunuz? Güreşçilerle provada her şey güzel güzelişlerken, kayıt sırasında asla tuş olmuyorlar. Cem Yılmaz’ın çocuğu yenipfinaldeŞeriflekapışmasılazım.

“Oğlumyenilsene!”

“Benyenilmemmm…”

Haydaaa…SonundaCem,başpehlivanolanınadurumuanlattı.Neyseki,bunun bir film olduğunu, filmde rol icabı yenilen pehlivanlar olmasıgerektiğini anladılar. Güle oynaya çekimi bitirdik. Başpehlivan olan çocuk,Kırkpınar efsanesi Ahmet Taşçı’yı yenip şampiyon olmuş. Gardırop gibidelikanlı. Eller tenis raketi gibi. 1.90 da boy var. “Merhaba abi,” diye elinisıkarsayandın.Mengenegibi…İnsanınbeyninekısabirsürekangitmiyor,azdaha sıksa bilinç kaybı yaşarsın. Öyle sıkı kuvvetli. Yağlı güreşte kurallar,taktikler, fauller nelerdir, peşrev nasıl çekilir; el ense nasıl yapıştırılır; bizsordukçaanlatıyorsağolsun.Aradaellerinebakıyorum.“Ulanbubanabirelenseçekseyabozbulanıksıçarımyadakesinölürüm”diyorum.

Ben de kispet meselesine şuradan daldım… Bazı güreşlerde pehlivanrakibinin arkasına geçiyor, elini kispetten içeri daldırıyor. Şimdiiii… İçindedonolmadığınagöre,buadamelininereyedaldırıyor?Yaniyanlışanlamayınama rakibini dübürden parmaklayarak mı kaldırıyor? Kavga çıkmıyor mu?“Hiçöyleşeyolurmuabi…Ermeydanındaadamıvururlar!”dediveanlattı:

“Elini kispetten içeri daldırıyor ama yatay olarak. Sonra içerde yumrukyapıyor. Böylece belindeki yağlı urgandan yapılmış uçkur belindenkasıklarına kadar iyice sıkıştırıyor. İki beden küçük kispet giymiş gibi acıçekiyorsun.Nefesalmanzorlaşıyor.Sonrasındaadamınüstüneiyiceyüklenipdiğerkolunladarakibinensesinebasarsannefesalmasıdahadazorlaştığıiçingücütükenir.Çeviripyüklenirsentuşolur,göbeğigökyüzünedoğrugösterir,açıkdüşürürsengüreşbiter.Kuraldışıdeğil,herkes rakibineyapabilir.“Vaycanınabe!..”dedik.

Çayır güreşi gerçekten zor iş, fena yorucu. Minderdeki gibi hiç değil.Başpehlivanın anlattıklarından yola çıkıp set arasında “yağlı güreş” konuluküçükbirworkshopyaptık.CemYılmaz,ben,CanHoca(Yılmaz),Özkanım(Uğur),DemetEvgar,OzanGüvenvetabiikisesçilerinkralıLeventİntepe…Leventolmazsaolmaz.Yinedurdudurdu,engintevazusuylabirlafetti:

“Babacımmm bunlarda böyle vücut olduğuna bakmayın. Kof bunlar.Alayıkoftimajör…”

CanHocamhemenitidaledavetetti:

“Levoakıllıol.Okofdediğinadamlarkemiklerinikırarsenin.”

Leventhemenvitesibeştenüçealdı.

“Aaa ben de en büyük olanlarını demiyorum, orta desteden birini rahatyerim.Hertürlü…”

Bizedeeğlenceçıktıtabii.Yenersinyenemezsin…CemYılmazdevreyegirdi.

“Tamamlan,ortadesteyiboşver.Bakşuradaduran1.60’lıkpehlivanaikibuçukdakikabiledayanamazsın.Varmısıniddiaya?”

Ozanım hemen çocuğun adını koydu, iddiaya girildi. Cem Yılmaz,1.60’lıkküçükpehlivanıalıpgetirdi.

“Hadipehlivanım,göreyimseni.Negerekiyorsa…”

Levent beline kadar gelen küçük pehlivanı görünce aşka geldi. Hemenfanilayısıyırdı,çitinüstündençayıraatladı.

“Babacım iddiayı kazandım. Ben bunu rahat yerim, her türlü… Falanlıfilanlıinterlimilanlı…”

Levent’i ellerimizle güreşe hazırladık. Belden yukarısını iyice yağladık.Başına geleceklerden habersiz, “Aman pantolona yağ değmesin,” diyeuyarmayı da ihmal etmedi. İki yiğit çıktımeydaneee… İkisi de birbirindenmerdaneee…Güreş on beş saniye kadar sürdü. Başlar başlamaz önce ellerkollar karıştı, çatara patara oldular. Koskoca Leventim’in beline gelen1.60’lık çakır gözlü genç pehlivan yıldırım gibi daldı alttan, 1.90’lıkLeventimiz’in testislerinin altından sağ eliyle, koltuk altından sol eliyleyakaladı.Havayakaldırdıvebizedöndü,“Abiminereyeatayım?”diyesorargibi. Münasip bir yere, dürülmüş Acem halısı misali bırakıverdi kocaLeventimiz’i…Alkış kıyamet, büyükmavra oldu tabii. Leventimiz’in gözügibibaktığıpantolonyağa,çimene,çamurabulandı.Leventherzamanolduğugibitevazuveolgunlukgöstererekyenilgiyicentilmencekabuletti:

“Aaaboşluğumadenkgeldiabiciiim.Boşbulundum,yoksabenihayattayenemez!Falanlıfilanlı…Hertürlü…”

Bizdebilmiyorduk,sonradanöğrendik,Leventimneredenbilsin,Cem’ingüreş için karşısına çıkardığı 1.60’lık çakır gözlü küçük pehlivangrekoromende dünya gençler ikincisi olmuş daha önce. Levent zaten bunuöğrenincegüreşiçingirileniddiahemenyokhükmündesayıldı.

“İyi de babacımmm, karşıma dünya şampiyonu adam getiriyorsunuz,getirinşuradanderecesizbirini,kesinlikleyerimonu.Hertürlü…”

Şimdiyazımızakonuolankispetleilgilibirtecrübemipaylaşayım.

Bütün vücudunuz bolca zeytinyağına bulandığı için, cilt inanılmazyumuşuyor.Bebecildigibioluyor.Banyodaçıkmasıçokzoroluyor.Üçdörtdefasıcaksuylaçokiyiyıkanmanızgerekiyor.Aslındahamamagitmekdahaiyi bir yolmuş temizlemek için. Yağlanıp güneşin altına çıkınca solaryumsüresindeyakıyorcildi.Yaraberedökmedensağlıklıyanıyorsunuz.Birbaşkafaydasıdahavar.Sindirimsistemiçok rahatlıyor.TürkiyeveBulgaristan’dakispetyapanustalarvarveyavaşyavaşazalıyorlar.500TL’yeyapandavar,2000TL’yeyapanda…Hatta5-10binebileözelkispetyapanlarvar.

Kispetle ilgili bir yazı yazacağımdeyince, SevgiliBerçAbimuyarmıştıbeni.Malumatasözündeaslında“kispet”olankelime,zamanladeformasyonauğramış,“kısmet”olmuşnedense…Haniderlerya,özürdileyerekorijinaliniyazmak zorundayım, “Göt kısmetten çıkınca…” diye… Hayır… Doğrusuşöyleolmalıymış:

“Götkispettençıkınca,uçkurdokuzyerdençözülür.”

Zatenkispetgibizorlubirkostümdengötdışarıçıkıyorsa,osaattensonragüreşmeydanlarındaneişinvar…Hemenkaçacaksınoradan.Amakaçarkenkıçını değil, yüzünü kapatacaksın. Seni kıçından değil, yüzünden tanırlarancak.

AKM’nin otopark altında dekor parçalarının koyulduğu büyük bir depovardı.Odepotamamenboşaltılmışveçokemekverilerekİstanbul’abirsahnekazandırılmıştı. Bildiğimiz klasik salonlardan farklıydı. Sahnede oynarkenseyircisizihepaşağıdanseyreder.AzizNesin’inadınıalansahnedeiseseyircitribün gibi yukarı doğru çıkardı basamak basamak. Oranın açılışını MügeGürman’ın sahnelediğiHamlet oyunuyla biz yapmıştık. Sonrasında şahanetiyatro oyunları oynandı o sahnede. Orhan Asena’nın yazdığı Atçalı KelMehmetoyununuoynuyorduk.Oyununbirinciperdesindekiilksahneoldukçakalabalık oynanıyordu. İki ağa köylülerin önünde iki pehlivanı güreştiriyor.AtçalıKelMehmet’inyanındaırgatlıkyaptığıağası,güreştekendipehlivanıyenildiğiiçinçokkızıyor.Kalabalığadönüphaykırıyor:

“Yokmuulan içinizdeşupehlivanıyenecekbirbabayiğit?İkikesealtınvereceeemm!”

Kalabalıktatısyok…

“Üçkesealtın…”

“Dörtkesealtın…”

“Beşkesealtınvereceeemm!..”

Yinetısyok…Ennihayetindesonkozunuoynuyor.

“Yokmuulanbirbabayiğitşupehlivanıyenecek?..Kızımıveriyorum!..”Atçalı Kel Mehmet, ağanın kızına yangın. Atıyor kendini ortalığa. Herkescesaretine gülüyor. Kendinden oldukça kuvvetli pehlivanı küçük bir güreşoyunuyla tuş ediyor, sırtını yere yapıştırıyor. Ağa sözünde durmuyor,Atçalı’yı altınla kandırmaya çalışıyor ama nafile… Atçalı’yı adamlarınadövdürüyorbusevdadanvazgeçsindiye.Atçalıhiçgeriadımatmıyor.Ağanınkızını da kaçırıyor ve dağa çıkıyor. Atçalı Kel Mehmet, çok önemli birdevrimci. Zamanında Osmanlı’ya bağlı beylerin halktan ağır vergileralmasına,halkazulmetmesineisyanedipdağaçıkmış,buyoldacanvermişbirhalkkahramanı.Egeyöresindehalktançokbüyükbirdestekgörmüş,efelerinefesi…Hatta savunduğu fikirlerin Sultan II.Mahmud’a ve Tanzimat’a bileilhamkaynağıolduğusöylenir.

Oyunda ağayı Mehmet Ali Kaptanlar, kızını Işıl Dayıoğlucanlandırıyordu.AtçalıKelMehmet’ibenoynuyordum.Kafamhepusturayavurulu, nektarin gibi ortalıkta geziniyorum. Pehlivanlardan en tecrübelisiylegünlerce çalıştık. Birkaç kapışma figüründen sonra bana öğrettiği oyunlaadamı açık düşürüp tuş ediyorum. Seyirci bazen aşka gelip galibiyetialkışlarlaödüllendiriyordu.Birsüresonra“Ankara’yaturneyapıyoruz”diyehaber aldık.Pehlivan, “BenAnkara turnesinegelemem.Sınavımvar,”dedi.Oyunun başında ilk güreşi yaptıkları diğer pehlivan onun kadar işinin ehlideğil. Eeee ne yapacağız peki? Ankara’da çayır güreşçisi bir arkadaşlakonuşupbizirahatlattı.

“Hiç merak etmeyin, oyundan bir gün önce buluşursunuz. Pehlivan neyapacağınıanladı.Sadeceküçükbirprovaylaoyunuaksatmadanoynarsınız.”

Dediği gibi,Ankara’da oyundan bir gün önce yeni pehlivanla buluştuk.Bendenöncegüreşeceği adamı güzel bir oyunla tuş etti.Daha sonra ikimizbaşladık güreşe.Ne yaptığımızı anlattım.Hemen işi kavradı.Her şey güzelgitti.Sonundatuşoldu.“Yaşabepehlivan!..”diyerektebrikettik.İçimizesuserpildi.

Ankara turnesindebirhaftakaldık.Altıoyunoynadık,herşey tıkır tıkırişledi, hiç aksaklık olmadı. Son oyun hariç… Oyunun başında güreşimizebaşladık. Adamın yenilmesi lazım ki oyuna devam edelim. Feci güreşiyor,yenilmeye, tuş olmaya hiç niyeti yok. Beni havada gezdiriyor. Samanbalyalarının üstüne bavul gibi fırlatıyor. Sonra kavrayıp havalara kaldırıyor,sahnedeküçükbir turatıyoruz, tekrarbalyalarınüstündeyim.Baktımkikanteriçindeyim,nefesnefesekaldım.Obirazdangidipkulisteçayınıiçecek,bendaha iki saat oyun oynayacağım.Kapışma anlarında yalvarıyorum. “Oğlumyenilsenelan,öldümbittimyahu!..”Pehlivanınhiçumurundadeğil,“Kusurabakma birader,” diyor. Yerde beni tarla sürer gibi gezdiriyor, yine havalarakaldırıyor, tekrar saman balyalarının üstüne “küüüt” diye düşüyorum.Toplamdabeşdakikadabitmesigerekengüreş,onbeşdakikaolmuş,birtürlübitmiyor. Sonunda açık düşüp tuş olduğu oyunu hatırladı da lütfedip birzahmetyenildimuhterem.İlkperdeyinefesnefesezorbitirdim.

Perde arasında kulise geldim. Kostüm değiştirmem lazım. Bir baktımkollarım,bileklerim,sırtımmosmorolmuş.Dayakmıyedim,trafikkazasımıgeçirdim, oyun mu oynuyorum, belli değil. Pehlivana baktım, çok mutlu.Yakmışsigarayı,elindeçayıylakeyifyapıyor.

“Yahuarkadaşımdalgamıgeçiyorsun,niyeyenilmiyorsun?İşiuzattıkçauzattın!Şuhalimebak!..”

Pehlivanayağakalkıpboynumasarıldı.

“Birader ne olur kusuruma bakma.Bu akşam son oyun.Dörtmisafirimvardı.Nişanlım, kayınpederim, kaynanam, kayınçom oyunu izliyor. Ben degururyaptım,birazkendimigöstereyimdedim.”

Böyle söyleyince gülmekten yıkıldık tabii… Turne dönüşü aklımızageldikçe gülüyoruz. Herkese anlatıyoruz. Geldik, İstanbul’da Aziz NesinSahnesi’nde yine oyunu oynamaya başladık. Eski pehlivanımıza kavuştuk.

Başıma gelenleri anlattım. “Merak etme kardeşim, bende yanlış olmaz,”diyerek yüreğime su serpti sağ olsun. Bir İstanbul gecesinde yine dolusalonda oyunumuzu oynayacağız. Açılış sahnesinde pehlivanlar güreşti.Benim ağanın pehlivanı her zamanki gibi yenildi. Diğer ağanın alaylarınakızanbeyyineestigürledi:

“Yokmu ulan şu pehlivanı yenecek bir babayiğit? Bir kese altın… İkikese altın… Beş kese altın… Yok mu?.. Yok mu ulaaannn! Kızımıvereceeemmm!”

Tam oturduğum saman balyalarının üstünden atlayıp, “Var ağam, benvarım!” diyeceğim…Birden tribünde oturan seyircilerden biri ayağa kalkıpbağırdı:

“Varulaaan!Benvarım!”

Aaaa…Odane?Abimseyircilerinarasındangeçipmerdivenlerdentıktıktıkinereksahneyegeldi.Baktıkibizimpehlivanyarıçıplak;kazağı,fanilayıfora edip çıkardı, kenara koydu. Başladı mı bizim pehlivanla peşreve…Hepimizgüreşiizlemeyekoyulduk.

Seyirci güldüğümüzü çakmasın diye güya saklanıyoruz.Neyse ki bizimpehlivan kuvvetli olduğundan bunu koltukaltlarından kavradı, sahnenin yansütununaheykelgibiyasladı.Adamınayaklarıresmenyerdenkesildi.Ağayıoynayan Mehmet Ali Kaptanlar yerinden kalktı, güreşe müdahale etti.“Tamam,bırak.Sendeyerinegeçbakayım.Aferinevlat,yiğitçocukmuşsun,”dedi. Seyirciye de alkışlattı. Sonra bana dönüp, “Sen de şansını deneyecekmisin Keloğlan?” diyerek güreşi başlattı. İki pehlivan güreşiyoruz amagülmekten zor güreş tutuyoruz, öyle böyle değil. Oyun bittikten sonratiyatronunsahnemüdürüne,“Yahuşubasamaklara iki tane teşrifatçıgörevlikoyun. Bu pehlivan her oyunda iki defa güreşecekse, gider Kırkpınar’akaydını yaptırır, bu nedir yaaa…” dedim. Sonra döndüm yavşak ağayıoynayanarkadaşımMehmetAli’ye:

“Ulan‘Kızımıvereceeemm’diyegürlüyorsun,seyirciningüreşinedeizinveriyorsun.Peki,adambizimpehlivanıyenseydineolacaktı?”

MehmetAlicevapverdi:

“Valla öyle bir şey olsaydı, Işıl’ı delikanlının koluna takardım. Hepberaber selam verir, oyunu oynamadan bitirirdik. Devamında AsmalıMescit’te bir kutlama gecesi… Ertesi gün başka bir bölgeye sürgüne mi

giderdim, yoksa beni kovarlar mıydı bilemem… Allah’tan pehlivanımızsağlam.HembenihemIşıl’ıhemdeoyunukurtardı.”

E TRENDTOPICBAŞKAN

skişehir’de 2012 yılındaMorMenekşeler dizisini çekiyorduk. Umut Kurtsettenaradı.

“Babacığımtebrikler,trendtopicolmuşsun!”

Trendtopicnedir,hiçbilmiyorum.Bensadecekelleşenyerlereserpilenvesaçıdolugösterenbirtopikvar,onubiliyorum.HabirdeşahanebirErmenimezesiolan“topik”intadınıveadınıbiliyorum,okadar.Bellibiryaştansonrateknolojiyitakipetmekzoroluyor.Sankiyabancıdilöğrenmeyeçalışıyorsun.Eskişehir’debirsürügençoyuncuylazamangeçirincearadaboşvakitlerdeiçeğitimalıyorum.Birçokfonksiyondanhaberimyokmuşmeğer…

“SendeWhatsApp’taolsan…”

“Messengeraçalım,Twitter’daprofilişöyleyapalım…”

“AaasanaInstagramdayakışır…”

Bu dünyalara girince oradaki işlemleri ve deyimleri de iyi bilmekgerekiyormuş.Hergünbirşeyöğreniyorsunda“trendtopic”ifadesiniilkdefa“Babacığımtebrikler,trendtopicolmuşsun”denildiğindeduydum.

Birhaberokumuştuksette:“KimseBeşiktaş’abaşkanolmak istemiyor.”Sosyal medyadan gelişmeleri takip ediyoruz. Arada İstanbul’a gelipgidiyoruz. Beşiktaşlıyız ya, merak içindeyiz. Yıldırım Demirören’inbaşkanlığıbırakıpTürkiyeFutbolFederasyonubaşkanıolmasıylakoltukboşkaldı. Maddi anlamda geride enkaz var. Hiçbir yerden hamle yok. Kulüp,tarihininenbüyükborcuylakarşıkarşıya.Kimsedeateştengömleğigiymeyepekniyetlideğil.Settesürekliüstümeoynuyorlar.Yükleniyorlarbana.

“Beşiktaşbatıyor.Kimsebaşkanolmakistemiyor.Senniyeolmuyorsun?Babacığımelinitaşınaltınasok.Başkanlığaadayol.”

Diyorumki:

“Oğlum, ben daha kongre üyesi bile değilim, nasıl gidip aday olayım?Çocukmusunuz?”

Günlercedevamettiler.

“Görevden kaçmaaa… Korkmaaa… Beşiktaş batıyoorr… Eğer kendinegüveniyorsankongreüyelerininkarşısınaprojelerinleçıkarsın,yetkiyialırsın.

Görevdenkaçma.ZaferAbisanabaşkanlıkyakışır.”

Dolduruşbileolsainsanıufaktanhavayasokuyor.Birgün,“Tamamulan,adayım!” dedim. Önce adaylığımı coşkuyla karşılayan dolduruşçu hergelegüruhubudefatavırdeğiştirdi.

“Başkanım tamam da dünya kadar borç var. Emin misin? Beşiktaş’ıkurtaracağım diye gelip kulübün varını yoğunu satmayasın. Sende o kadarparavarmı?Şimdicoşmuşsun,başkanlığaadayımdemişsin.”

OsaattensonraBeşiktaşım’ıbunlaradalgakonusumuyaptıracağım…

“Oğlum Süleyman Seba’nın parası mı vardı… Süleyman Abi’de itibarvardı, güven vardı, saygı vardı. Benim de param yok ama itibarım var,projelerimvar,Beşiktaş’akaynakyaratacakfikirlerimvar.”

Alkışlar… Bravolar… Sette beni devamlı motive ediyorlar. Sürekli,“Başkanımçay,başkanımkahve,başkanımsaygılar,başkanımhürmetler…”GüvenKıraç,GökhanKıraç,SarpLevendoğlu,UmutKurt,FatihKoyunoğlu,Sinan Tuzcu, Kel Aşkın…Hiç boş bırakmıyorlar, süreklimotive ediyorlar.Bir yere yemeğe gidiyoruz. Girerken, çıkarken devamlı “Başkanım,başkanım…”Arabaya binerken sağ arka kapıyı açmalar…Binerken kafamçarpmasındiyetekellekorumalar…Ceptelefonlarınınkameraışıklarınıaçıpdevamlısorular,röportajlar…

“Başkanım zor bir işe baş koydunuz. Buradan Beşiktaş taraftarına vekamuoyunageleceğedairnelersöyleyeceksiniz?”

Bir set arasında yaptığım “Başkanlığa adayım” videosunu sosyalmedyadanateşlediler:

“ZaferAlgöz,Beşiktaş’abaşkanolsun.”

Benim gelişmelerden haberim yok.Allah’ını seven, tanıyan, tanımayan,“Neden olmasın, Beşiktaş’a yakışır” diyerek sağ olsunlar TT yapmışlar.Kartopu olarak başlayan adaylık hareketi giderek çığ gibi büyümüş,Türkiye’nin en çok tıkladığı adam olmuşuz. (En çok tıklanan adam lafı dabiraz tuhafıma gitti ya neyse…) Trend Topic Başkan olduk sonunda…Havalıyım,yürüyüşüm,oturuşum,kalkışımdeğişti.Meğerbaşkanolmaknemesuliyetliişmişarkadaş…Dahaortadafolyokyumurtayok,şimdidenaldıbenibirdüşünce.

Ankara’dan arkadaşım Dadaş İsmail aradı. “Ağabegi çok sevindim,hayırlısı olsun. Hemen şimdi kırk tane taksi ayarlıyorum, camlarında seninresmin olacak. Ankara caddelerinde tura çıksınlar,” dedi. “Aman İsmailim,kurbanolurumaceleetme.SağolasınDadaşım,”dedim,zorvazgeçirdim.Soncümlesibeniyinehavayasoktu.

“Senorayayakışırsınabim,sendeniyisinimibulacaklar…Benherdaimyanındayım.”

Sonundabasındayeralmayadabaşladık:

“Beşiktaş’asürprizbaşkanadayı!”

Kendimihepitidaledavetediyorum.

“Amanoğlumartıkbaşkanadayısın,söylediklerinedikkatet.Sözağızdançıkarçıkmasınadagerivitesiolmaz.Amanbaşkanım,gazagelme.”

Üçdörtgünlükbirboşluğumoldu,atladımEskişehir’denİstanbulgeldim.Evdeniçerigirdiğimihaberalmışgibiaradılar.ErtesisabahbirTVkanalında(sanıyorumTV8’di)canlıyayınadavetettiler.“Yahubenyoldanyenigeldim,yorgunum” dedim. Rica, minnet, “ne olur bizi kırmayın”lar… “Tamam,”dedim.

Sabahınerkensaatindebirarabagönderdiler.Gittim,canlıyayınaçıktım.“Efendimtrendtopicoldunuz,Beşiktaş’ıkonuşmalıyız,”dediler.Yaklaşıkbirsaatkonuştuk.Yineaynısorugelditabii:

“Diyelimkikongredenyetkiyialdınız,başkanseçildiniz.Paranızvarmı?Kulübüniçinedüştüğübudarboğazdançıkmasınınasılfinanseedeceksiniz?”

Şöylecevapverdim:

“Onursal başkanımız Süleyman Seba’nın da parası yoktu ama itibarıvardı. Bir yerde itibarınız varsa, bu para sahibi olmaktan daha değerlidir.İtibar,saygıgörmektir.Amaparaherzamansaygıgörmez.Paranınkarşılığısahtebirtebessüm.Paragidersegerigelebilir.İtibarbirkeregidersebirdahageridönmez.”

Televizyon kanalından uğurladılar, dışarı çıktım. Arabam geldi. Kapılaraçıldı, Trend Topic Başkan olarak uğurlandım. Canlı yayından öncekapattığımtelefonumuaçtım.Mesajlargelmeyebaşladıeştendosttan.

“Başkanımsaygılar,başkanımhürmetler,kardeşimeyakışır,abimsendeniyisibulunmaz,adamsın…”

Bu arada, “Oğlum boş ver, delimisin?Git oyunculuğunu yap.Neredençıktı bu başkanlık?” diyen, ayakları yere basan mesajlar da geliyor tabii.Arabaylagiderkengelenmesajlarabakıyordum.Telefonumçaldı.Baktımhiçtanımadığımbirnumara,önceaçmadım.Aramayıısrarlasürdürüncesonundaaçtım.Karşımdagayetterbiyelikonuşanbiradamvar,adınıfalansöylediamahiçtanımıyorum.

“Günaydın efendim. Eğer müsaitseniz sayın başkanım Süleyman Sebagörüşmekistiyor.”

Ulaaan tufayagelirmiyimhiç!Canlı yayını izleyenhergelegüruhuaklısıra kafa bulacak benimle. “He he tabii müsaitim canım,” dedim, kapattımtelefonu.Birazdanyinearadıaynıciddiyetle:

“Efendimsanıyorumtelefonbağlantısıkesildi,müsaitmisiniz?”

Durbakalım,arkasındannasılbiriçıkacak?

“Evet,buyurun,”dedim.

“Aloooevlatgünaydın.Nasılsınız?”

Allahımkafamdanaşağıkaynarsular,kızgınyağlardöküldü…Ateşbastıyüzümü…Televizyondacanlıyayınıizlemiş.

“Benimle ilgili düşüncelerin için çok teşekkür ederim, benionurlandırdın.”

Koskoca Süleyman Seba’yı onurlandırmışım, aman Yarabbim!.. Nesöyleyebildim,hiçhatırlamıyorum.Konuşmanınsonunda“Bugünyadayarın,müsaitsen bir akşam buluşalım, yemek yiyelim,” dedi. “Onur duyarımbaşkanım.Siziniçindeuygunsabugecegeleyim,Bordo’dabuluşalım,”diyecevapverdim.

Süreklimüşterisiolduğu,evineçokyakınBordo’yubilmemhoşunagitti.Akşam buluşma yerine otuz dakika erken gittim heyecandan. Hem deSüleymanSeba’dansonraorayagitmekayıpolurdiyedüşündüm.Kendisideyirmi beş dakika önce geldi zaten. Beşiktaşım’ın onursal başkanı, bütünkarizmasıyla mekânı doldurdu. Elini öpmek istedim, izin vermedi. “Amanrica ederim, o kadar yaşlandıkmı yahu?” dedi gülümseyerek. “Allahım nekadar şanslıyım,” dedim. Beşiktaşım’ın efsanesi davet etmiş, beraber rakıiçeceğiz.Yaklaşıkikisaatkadaroturduk.Titreyenelleriylesıkısıkıkavradığıkadehini saygı ve zarafetle uzattı, kadehlerimizi tokuşturduk, başladıksohbetimize.Oanlattı,bendinledim.Osordu,benanlattım.BabaHakkı’nınalnındanöptüğü,Beşiktaşımız’ıemanetettiğiadamınağzındanBeşiktaştarihidinledim.Yıllarcanasılkötüyönetildiğini,nebadireleratlatıldığını,kimseyehakaretetmeden,kötübirsözsöylemeden,isimleriunutmadantektekanarak,görev yıllarına kadar takır takır anlattı. Bunların çoğu burada yazılmamakkaydıylaanlatıldı.OnursalBaşkan,TrendTopicBaşkan’agüvenmiş,inanmış,anlatmış. Elbette kadehler arasında konuşurken olur ama yazıya dökmekolmaz. Sohbetimizin sonuna doğru iki önemli şey söyledi. Onları burayayazayımki,TrendTopicBaşkanolaraktarihenotdüşmüşolayım.

“Beşiktaş taraftarı Rahmi (Koç) Bey’e çok şey borçludur. En zorzamanlarımda hep yanımızda oldu. Karşılık beklemeden çok şey yaptı.Başkanlık meselesine gelince… Aday olacak diye adı çıkanların çoğunutanımıyorum. Sadece Fikret (Orman) Bey diğerlerinden farklı. Saygılı veakıllıdır.Onaşansvermekvedestekolmaklazım.”

Masamızaonu tanıyanlarvemerhabademek isteyenlergelmeyebaşladı.Giderek üçmasa olduk.Kalabalık olunca konuyu hiç başkanlıkmeselesinegetirmedi.Soranlarakendifikrinidesöylemedi.Eskilerdenanlattı.Güldürdü,hüzünlendirdi…Nihayetikincikadehiniellerititreyerekdeolsabitirdi.Yavaşyavaşayağakalktı. “Lütfenkimse rahatsızolmasın,”dediamanemümkün,herkesonaolansaygısındandolayı törenkıtasındaymışgibiesasduruştaydı.“Ben gidip yatayım, sizler de eve fazla geç kalmayın haa…” diyerekuyarmayı da ihmal etmedi. Bir İstanbul beyefendisi, bir çelebi zarafetiyle,yardımcısını yanına alarak gitti büyük başkan. Ardından, “Vay be!..Beşiktaş’a başkan olurum diye ortaya çıktım, sadece Trend Topic Başkanolabildim. Ama karşılığında aldığım mükâfat paha biçilemez. Beşiktaş’ınonursalbaşkanıveefsanesiyleikisaatsohbet…”dedim.

2014 yılının o sıcak Ağustos’unda efsane başkan vefat etti. İnönüStadı’nınyenilemeinşaatıbaşlamıştı.

Oyaz sıcağına rağmenyaklaşık10-12bin insanvardı onaveda etmeyegelen. Üstlerinde Fenerbahçe, Galatasaray, Trabzonspor, Eskişehirspor,Sakaryaspor,Ordusporformalarıolangençlerdecenazesinegelmişti.Efsanebaşkanımızın cenazesini kulüpten alıp omuzumuzda taşıyarak Maçkainişinden inşaat halindeki stada kadar getirdik. Cenazesini görenler, betontribünkapılarınınüzerindenbağırmayabaşladı:

“Beşiktaş’ıngururuSüleymanSeba!..”

Süleyman Seba, Beşiktaş’ın yeni stadyumunu ve muhteşem Avrupaserüveninigöremediamacenazetöreniyleyenistadyumdagörkemlitaraftarıilkkezbuluşturdu.

Sevenlerinsenihiçunutmadı,unutmayacak…

BüyükBaşkan’asaygıyla…

İMZA:TrendTopicBaşkan

2 42.195METRE+920GRAM

014 yılınınMart başında sevgili dostum şair, yazar, oyuncu, yapımcı CanYılmazaradı.

“Abi Mart ortasında Barcelona Maratonu’na gidiyorum, benimle gelirmisin?”

“Vaycanına…”dedimkendikendime, “CanHocam’abak, İstanbul’danBarcelona’ya maraton seyretmeye gidiyor.” “Hayır abi, seyretmeye değil,koşmaya gidiyorum,” dedi. Böylece Can Hocam’ın unvanlarına bir de“maratoncu” eklenmiş oldu. Söylediğine göre yıllarca birçok maratonakatılmış, bazılarını bitirmiş, bazılarını yarıda bırakmış. Maraton koşmakgerçektenkolaybirişdeğil.Tam42kilometre195metrekoşuyorsun.Zatenamatörolanbirininkazanmasımümkündeğil.Çünküikisaatte42kmkoşanAfrikalılarvar.Buadamlarstartlabirlikteenöndenfırlıyorlar,sonrasındahiçtempoyu düşürmeden iki saati biraz geçtikten sonra başladıkları gibi yarışıbitirebiliyorlar. “Tamam,” dedim. “Can Hocam’la beraber Barcelona’yagideceğiz, üç dört gün kalacağız. Maratonun yanı sıra güzel bir tatil olur,cennetgibişehribirkezdahagörürüm”diyedüşündüm.

Hayatım boyunca kendi ülkemizin dışında çok ülkeye gittim, çok şehirgezdim.Hepsininbıraktığıduygufarklı.AmaBarcelonadahadafarklı.Hanisorsalar, “İstanbul’un dışında nerede yaşayabilirsin?” diye, hiç tereddütetmeden “Barcelona” derim. Birçok defa gitmek kısmet oldu. İnanılmazpozitif bir kent. Her yeri çok güzel, mutfağı güzel, kültürel zenginliklerigüzel, kentin insana huzur veren yapısı güzel, insanları güzel… Atladıkuçağa,üçbuçuksaatlikbiruçuştansonraBarcelona’yaindik.Şahanebirhavavar.Martortasındayazhavası…Alandankalacağımızotelegeldik.Eşyalarıatıp elimizde kamerayla Japon turistler gibi daldık şehrin içine. Yenibaşlanmışbirinşaatyok.Haniburadaeskibirbinayıyıkalım,yerineonsekizkatlı birbinadikelim falan sözkonusubiledeğil;Katalanlar zatenobinayıadamınbaşınayıkar.Bütün sokaklar ve evler birbirineokadarbenziyorki,elinde yazılı adres olmasa hayatta bulamazsın aradığın yeri. Zamanındaefsane Barcelona kumsalının ve sahil şeridinin en sonuna camdan bir otelyapmışlar.BirdekentinortasınaTorreAgbar(AgbarKulesi)yapılmasınaizinvermişler, kızılca kıyamet kopmuş. Barcelona’da yaşayanlar nefretlerindenötürü bu cam kuleye “Barcelona’nın penisi” adını koymuşlar. Gaudi’nin

muhteşemmimarieserlerininolduğubu tarihikente,penisgibicamkuleninyapımına izin verenlere de burayı yapanlara da çok fena yakıştırmalaryapıyorlar.Kentindokusunayakışmadığıiçinlanetleryağdırıyorlar.

Kentte öylesine büyük ve geniş yaya kaldırımları var ki, belki dedünyanınçokyerindeörneğinezorrastlanır.Düşünün,araçlarıngittiğiyolunneredeyse iki üç katı genişliğinde, dev palmiyelerin güneşlik gibi örttüğüşahanekaldırımlar…Banklardaoturupresimyapanlar…Viyolonsel,keman,flüt çalan öğrenciler… Ellerinde yürüteçlerle ya da tekerlerli sandalyeyleyürüyüşyapan90’lıkKatalanlar…Kafeler, lokantalar, tapasçılar, aslakornaçalınmayan pırıl pırıl taksiler ve güler yüzlü, turiste saygılı şahanetaksiciler… Taksiye bindiğinizde adresi verince hemen navigasyondangideceğinizyeribuluyorlar.İkiüçalternatifvarsayolcuyasoruyorlar:

“Neredengitmemiistersiniz?”

Yani bizdeki gibi mesafeyi beğenmemek ya da Avrupa Yakası’ndaSarıyer’e gidecek adamı Birinci Köprü’den Anadolu’ya götürüp, İkinciKöprü’denSarıyer’egetiripneredeyseuçakparasıkadarturistikucağaalmakyok. Yılın on iki ayında kente hep turist akını var ama açgözlü insanlardeğiller.Yoldabirineadressorduğunuzzamandilbilmediğihaldesizeadresigöstermek için yolunu değiştirip metrelerce sizinle yürüyen, sonra hiçüşenmedengüleryüzlekendiyolunagideninsanlardoluBarcelona’da.Kentteağır bir Katalan hâkimiyeti var. Taa o zamanlardan özerklik isteyeceklerikonuşuluyordu. Şehirde neredeyse evlerin çoğunda Katalan ve Barcelonatakımınınbayraklarıasılı.Hiçİspanyabayrağıyok.

Barcelona’dayaşayanveoradaevlenmişarkadaşımızRudo’ylabuluştuk.ÜçdörtgünkalacağımıziçinkenttegörmemizgerekenyerlerisağolsunRudohalletti. İnternetten VIP rezervasyonlar yaptırdı. Normalde 3-5 euro verip,saatlercekuyruklardabeklemektense,birazdahafazlaparavererekzamandankazandık.Ne de olsa orayamaraton koşmaya gelmiş birCanHocamız var.Adamıdahamaratonkoşmadanbitiripyormanındabir anlamıyok. İlkgünkültürel turumuza başlamadan önce, kayıt yapılan yere gidip yarıştakullanacağımalzemelerialdık.Göğüsnumarası, imzalar,formlar…İspanyolçeşmesi dedikleri muhteşem yapının hemen sağında çok büyük bir binayagerekenhertürlühazırlığıkonuşlandırmışlar,sağlıkhizmetleribilehazır.Ben,Can Hoca gibi maratona aşina biri olmadığım için kendisinden öğrendim.Öyleelinikolunusallayıp,“Benyarışageldim”diyebirşeysözkonusudeğil.

Bir sene öncesinden kayıt yaptırıyorsun, koşmak için bir miktar parayatırıyorsun, eğer yarışa katılmak için çok istekli olan varsa, “Kontenjandoldu” diyerek kabul etmiyorlar. Neyse ki Can Hocam’ın geçen senedenyaptırdığı rezervasyon talebi kabul edilmiş, iki gün sonramaraton koşacak,mutluyuz.

Şehrigezerkenyoruluncaveacıkıncaküçükmolalarveriyoruz.CanHocadeniz mahsullerini pek sevmez, küçük tapaslarla idare ediyor. Akşamındagüzelbiryemekyiyoruzvevoltaatıyoruz.Gecesaat12.00olmuş,caddelerinsan dolu. Yürüye yürüye sahile doğru gidiyoruz. Yolda dört genç kızgördük. Şortları, bikini üstleri, ellerinde gitarları ve piknik sepetiyleyanımızdan güle oynaya geçtiler. Sahile indik. Barcelona kentinin şahanekumsalınageldik.Uçsuzbucaksızgörünüyor.Kumsalhalkaveturistlereaçık,ücretsiz.“Şurayabirkafeyapalım,şezlonglar,güneşliklerkoyalım.Yılınoniki ayında turist gelen bu kentte para kazanalım” diye bir düşünce yok.Kumsalınsonunakadargidiptekrargeridönüyoruz.Gecegeçvakitolmuş,ikisaatöncekarşılaştığımızkızlarıkumsaldayinegörüyoruz.Geceninosaatindedenize girmişler, havluları yanlarında, yere bir küçük ateş yakılmış, gitar-şarapeşliğindeçalıpsöylüyorlar.Etraflarındarahatsızeden,dikizleyentekbirkişiyok.İnsanlarilgilenmiyorbile.ÖylesinehuzurluvegüvenverenbirkentBarcelona.

Ertesi gün öğlen Rudo’yla buluşuyoruz, yanında Türkiye’den gelen birbaşkaarkadaşımızdahavar.Gecekumsaldagördüğümüzkızlarıanlattık.“BudörtkızİstanbulBebek’tegecevaktibueğlenceyiyapmayakalksa,kimbilirkaç kişi salça olur,” dedik.Rudo, “Barcelona’da böyle şeyler olmaz,” dedi,“Barcelona takımının yıldızları kentin içinde rahat rahat dolaşır. MeselaMessi, ailesiyle beraber yemeğe çıkar. Tek bir kişi bile imzaydı, selfie’ydirahatsız etmez. Eğer kentte futbolculardan böyle talepleri olan varsa,kesinlikleturisttir.”

Barcelona halkı güler yüzlü ve konuksever. Ama geçen yaz sahildebinlerceinsantoplanıpturistleriprotestoetmişti.Sahildehertarafaçöplerinibıraktıklarıiçin,“Barcelonabizimdir,turististemiyoruz,”dediler.

Öğleden akşama kadar kültürel turumuzu yaparken, “Akşam neredeyemek yiyelim?” dedik. Can Hocam deniz mahsullerine muhalefet şerhikoydu:

“Ben artık kırmızı et yemek istiyorum. Yarın 42 kilometre 195 metrekoşacağım.Vücudumunihtiyacıvar.”

Rudohemenkusursuzİspanyolcasıylagüzelbiryererezervasyonyaptırdı.Amaçift rezervasyonvar.Yaerkengelip21.30’dagideceksinizyada22’degelipkapananakadaroturabileceksin.BiztabiiyarışçıarkadaşımızMarathonManCanHoca’yıdüşünerekerkensaatiistedik.GittiğimizyerBarcelona’nınönemli bir et restaurantıymış. Oturduğumuz masaların yanında daha önceorada oturup yemek yemiş starların isimleri yazılı: Michael Douglas, KimBasinger,TomCruise ve daha niceleri…Amerikan starı değilim ama belkibenimdeadımıyazarlardiyebirespriyaptımamaaçlıktangözüdöndüğüiçinCan Hocam duymadı bile. Mönü getirdiler. O kadar kalın bir ansiklopedigeldiki,anlatamam.Çokyapraklıveoldukçaağırbirmönü.Neyiyelimdiyebakarken etlerin yanında gramı ve fiyatının dışında başka rakamlar da var,dikkatimiziçekti.Rudohemenbizibilgilendirdi:

“Abiorakamlaretinkaçyıldinlendirildiğiniyazıyor.”

Bizmütevazı tercihler yaptık.MarathonManCanHocam ise 15 yıllık,920 gramlık bir steak tercih etti. Hani neredeyse hayvanın yarısına tekabülediyor.

Birsüresonrasiparişlerimiztahtaüstündegeldi.CanHocam’ınetibüyüklokanta tabağıgenişliğinde,dörtbeş santimkalınlığındaönümüzdeduruyor.“Yarınnasılolsailk10kilometredeyakarım,”diyedüşünmüşolsagerek.İkibüyük portakal suyu eşliğinde hayvanın yarısına denk gelen eti bir güzelindirdi.Restauranttançıktıkvevedalaştık.Otelimizegeldik.Erkenyatılacak,sabah yarışımız var çünkü. Sabah hafif bir kahvaltıdan sonra yarışmalzemelerimizi ve kamerayı alıp start yerine vardık. Ortalık mahşer yerigibiydi. Tam 30 bin yarışçı dünyanın her yerinden gelmiş, yarışahazırlanıyordu. Can Hocam verdikleri mor tişörtü giydi, göğüs numarasınıyapıştırdı.Kamerayıaldım,belgeselcigibiçekimyapacağım.

“Aman abi, gözünü seveyim, koşarken beni de çek, anı olaraksaklayacağım.”

CanHocamstartyerinedoğrugiderkensologörüntüsünüalabildimvebeşbuçuksaatsonra tekrarbuluşmaküzerevedalaştık.Yarışıöndebitirenler ikisaatonbeşdakikadageliyorsaCanHocaiçinbeşbuçuksaatgayetnormalbirsüre. Zaten yarışı bitirenlerden beş buçuk saatte derece yapanlara madalyaveriyorlar;beş saatotuzbirdakikadabitirirsen,hiçbir şeyyok.CanHocam

gittikten sonra start yerine yürüdümve binlerce izleyicinin arasında zar zorçekimyapabileceğimmünasipbiryerbuldum.Anonslar,bandolar,müzikler,pankartlar, dev ekranlar, güvenlik önlemleri, kameralar, gazeteciler, her şeyhazır.Yarışa30binkişikatılıyoramanerdeyseokadardaizleyicivar.Şehirtamamenyarışıbenimsemişvehazırlar.

Start yerinde farklı renklerde giyinmiş gruplar var. Üç saatin altındakoşanlarenöndekigruptafosforluyeşilgiyinmişler.Hemenarkalarındaüçiladört saatte koşan sarı formalılar var.Onların da arkasındamor formalıCanHocamlarıngrubu.Tümgruplaryerlerinialdı.Çıktığımyüksekyerdenhemenönümdekimaratoncularıgörüyorumamabinlerceyarışçıvarvearkayadoğrusonu hiç görünmeyen bir insan kalabalığı hazır bekliyor. Anonslar yapıldı,dijitalsaatsıfırlandı,startlabirlikteenöndekigrupotomobilgibihızlanarakçıktı.Elimdekikameraylaçekimyapıyordum.Startlabirlikte tuvalet ihtiyacıgelenmaratoncular,kadınerkekkarışıkhaldeüstüneçıktığımduvarındibineçömdüler. Kimse diğerinden utanmadan şaldır şaldır işeyerek yarışa devametti.

Elimde kamera, çekime devam ediyorum ama insan kalabalığı sel gibiakıyor.CanHocam’asözvermiştim,belgeselcititizliğiyleçekimyapacağım,anı olarak kalacak. Start yerinin en arkasından mor tişörtlü yarışçılargörünmeyebaşladı.Bendiyeyim15bin,sizdeyin20binkişikoşarakgeliyor.Hepsinin üstünde mor kıyafetler, nehir gibi koşarak akıyorlar gürül gürül.Belgeselçekeceğiz,CanHoca’yasözverdikamaCanHocahangisi?Kamerakayıtta ama insan nehri mosmor olmuş, aşağı doğru aralarında hiç boşlukbırakmadangeldikçegeliyor.Bitecekgibideğil.

Yaklaşık bir saat sürdü start. Nihayet en sonuncu da Barcelonacaddelerindekayboldu.Elimdekameraylabirazsokaklardadolaştım.Kenttekineredeysebütünokullarmaratonakatılmış.Çocuklar,gençler,vurmalısazlargrubu, trompetkoroları,Latinmüzikyapanlar…Kenttekarnavalhavasıvar.Yarış güzergâhında su, enerji içecekleri, muz, portakal, elma hiçesirgenmemiş. Aklıma Can Hocam’ın katıldığı Avrasya Maratonu geldi.Orayadaçokkatılanoluyormuş.Yarışınbaşındaöndengidenlergöstermelik

gibi koyulmuş yüz tane muzu götürünce, arkadan gelenlere içecek su bilekalmıyormuş. Galata Köprüsü’nden geçen yarışçılara tek bir alkışla biledestekolunmadığıgibi,balıktutanlardanbazıları,“Kimulanbudangalaklar,neden koşuyorlar acaba?” diye bakıyormuş.OysaBarcelona’da durumöyledeğil,herkesinmaratondanhaberivarvepozitifanlamdaçokdestekgörüyor.Caddelerde böyle hayran hayran dolaşırken… Bir baktım polis motorlarıönde, bir araba, çakarlar, flaşörler yanıyor (asla siren, korna, düdük yok).Önemli bir devlet adamı geliyor sandım önce. Anaaa… Yarışı birazdankazanacakadamenöndegeliyor.İkisaatolmuş,adamçıktığıtempoyla42kmkoşmuş, şimdi finişi geçecek ve 75.000 euro’yu alın teriyle indirip,Kenya’daki köyüne gidecek. Can Hocam beş saat otuz dakikada finişegeldiğinde adam çoktaaan duşunu almış, para ödülünün çekini cüzdanınakatlamış olacak. O arada Türkiye’den gelen Yavuz aradı, “Abi çabuk startyerindebuluşalım,burasıhemeğlencelihemdeçokyakındaTürkusulüçayyapan bir kafe buldum,” dedi. Onunla buluştuk. Varış yerine gelenmaratoncuları seyrettik, çekim yaptık. 42 km’yi bitirince, yön duygusunukaybedenleri, kusanları, işeyenleri, bacaklarına kramp girenleri izledik.“Arkadaş bu eziyete değer mi yahu” bile dedik. Birincilik için yarışanlarabakıyoruz. Adam Afrika’dan gelmiş, 42 kilo zaten, bir gram yağ yok. Buvücutta adam nasıl yağ depolayabilir? Bulunduğu ülkede, yaşadığıtopraklardainsanlaraçlıktanölürkenböylebirkoşuyeteneğineredengeliyor?Nasılikisaatte42kmkoşuyorlarakılalırgibideğil.

CanHocamız’ınyarışısonlandırmasınadahaikisaatvar.Barigidelimşudemli çayımızı içelim dedik. Sahibi Türk ama çalışanlar Afrikalı. Sokaktamasaya oturduk, demli çayımızı içtik, sohbet koyulaştı, çaylar çaylarıkovaladı.Sonrakendihalimizegüldük.SankiKanada’dayız, yıllarcavatanagelememişiz, çay diye burnumuzda tütmüş anasını satayım. Ulan dahaİstanbul’dan geleli iki gün olmuş, şu şahane şehirde çay içerek mi zamanöldüreceğiz? Güle güle ayrıldık oradan, gittik başka bir mekâna. Şahanetapaslar var, buz gibi biralar, şaraplar var.Mütevazı bir atıştırmadan sonra,“Akşam yemekte buluşuruz,” diyerek Çakır Yavuz’la vedalaştık, geldimtekraryarışınbitişnoktasına.Beklebeklebekle…Altı saatoldu,CanHocayok.Böylecemadalyaalmaşansımızgitti.Sağlıkolsun,Hocafinişegelsindetek dileğim bu. Elimde kamera, hazır bekliyorum ama nerdeee? Yedi saatoldu, hâlâ yok. Kesin yarışı yarıda bıraktı ama öyle olsa bir araçla finişnoktasına gelirdi şimdiye kadar. O arada görgüsüzce otu boku, her şeyi

çekeyim derken kameranın şarjı da bitti. Olacak şey değil… “Keşke çayiçtiğimizyerdeşunuşarjetseydim”dedimamaartıkvakitçokgeç.Oandanitibaren, “İnşallah Hoca yarışı bitiremez,” diye düşündüm, ne yalansöyleyeyim…

Can Hocam’ın cep telefonunu şortun içine koyup koşacak hali yok.Telefonubanaverdiğiiçinaramızdakiiletişimkoptu.Neredeyseyarışınfinişyeri tenhalaşmaya başladı ama son yarışçı gelinceye kadar beklemekdurumundalar. Birden uzaktan müthiş bir alkış dalgası yükseldi, Meksikadalgası gibi benim beklediğim yere ulaştı. Bu kadar insan, koşturankameramanlar, gazeteciler,maraton sevdalısı izleyiciler, görüntü almak içinfinişnoktasınadeparakalktılar.Benimdeparatacakbirdurumumyokçünkükamerada şarj yok zaten. Bu kadar büyük coşku ve alkış birinci gelenKenyalıyabileyapılmadı.“YoksaCanHocamıgeliyor?”diyerekkalabalığınpeşinetakıldım.AmanYarabbim,90-95yaşlarındabirdede(BenonaJuanitoDedededim,CanHocaısrarlaMiquelDedediyor)3yaşındayenikoşturanbirbebe temposuyla finişedoğrugeliyor.Yanındakimotosikletli polisler inmiş,yürüyerekeşlikediyorlardedeye.Öylebircoşkuvemutlulukvarki, insanasaygısıolanherkesçılgıncaalkışaboğdukdedeyi.Kolaydeğil,15yaşındanberi süreklimaratonlarakatılıyormuş.Buyaştabile evine çekilmemiş, nasılhayranlıkuyandıracakbirazimvarsaartık;pesetmedenyıllarca42kilometre195 metreyi koşmak, yarışı bitirmek insanüstü bir başarı. Dedeyi finişteyüzlerce insankarşıladı.Kendimenasılkızıyorum,“Ulanordaçançançeneyaparkenşukamerayışarjetmeyiakıledemedim,negerizekâlıyım,”diye.

Artık yarışta beklenecek adam da kalmadı, bari yarış kaydınıyaptırdığımızbüyükbinayagidipCanHoca’yısorayımdedim.Birkaçdakikasonra diskalifiye olan, sakatlanan, bacağına kramp giren kim varsa hepsiniotobüslerletıbbimerkezegetirdiler.ÇokşükürCanHocadageldi.24.km’debacağına kramp girmiş, yarışı bırakmış, hemen ayakkabıya takılan çipiniplerini kesmişler. Onu da otobüse almışlar. Ama yarışı en son bitirenlerinarkasından adım adım geldikleri için saatler sürmüş gelmeleri. “Yazık sanaHoca,” dedim, “90’lık dede bile yarışı bitirdi, sen yarısında terk etmişsin.”“Hepseninyüzündenabi,akşambana920grametiyedirdin, ikigünBarçasokaklarında gezmekten kondisyon da bitti. Biz seni antrenör-kameramanolarakgetirdikamasenbenibitirdin,”diyecevapverdi.Dedimki:

“Can Hocaaaa akşam et yiyelim, yarın yarış var dedin, 920 gram etneredeyse hayvanın yarısı eder, yapma etme dedim, ben onu 10. km’de

yakmışolurumdiyensensin.Şimdiihalebanamıkaldıyani?”

NeysekiHocailkşokuatlattı.

“Abikameraylabeniçekebildindeğilmi?”

“Okadarçokçektimki,kameranınşarjıbilebittihocam.”

Atladık bir taksiye, otele gideceğiz, duşunu aldıktan sonra görüntülerebakacağız. Akşam Rudo bizi yemeğe götürecek, otelde aleti şarja taktık,çektiklerimi izlemeye başladık. Yarışın başında hazırlanırken CanHoca’ylakısa bir röportaj var, sonrasında hiç yok. Nasıl olsun, zaten binlerce insanakıyorcaddeden.

“Buyurhocam,senkendinibulbulabiliyorsan…”

Görüntülerihızlıgeçiyoruz.TekbirkaredebileCanHocayok.Biryerdeyolkenarındaçalanliseligençlerinorkestrasınıçekmişim,tamCanHoca’danfırçayıyiyordumki, birdenkameranınkadrajına tekbaşınaCanHocagirdi.Beşaltımetremesafedenpıtpıtpıtkoşuyor,nebenonunfarkındayımnedeobenimfarkımda,gülmektenyarılıyoruz.

Akşamyemeğindeyineben suçlandım tabii, vaaayy efendimmaratoncuadamyarıştanönce920grameti nasıl yermiş…Nedenengelolmamışım…Sonunda, “Can Hoca yarıştan sakatlık yüzünden çekilmedi, aşırı meyvetükettiği için diskalifiye edilmiş, söyleyemiyor,” dedim. AvrasyaMaratonu’nda binlerce atlet koşuyor, sadece önde gidenleremuz ve su var,buradaneredeyse her kilometre başındamanav tezgâhı duruyor.Onadeğdi,buna değmedi diyerek 20 km’de 20 tane muz indirirsen adamlar da haklıolaraksenihemenyarıştançeker,otobüsealırlar:

“Kardeş sen Barcelona’ya maraton koşmaya mı geldin, yoksa meyveyemeyemi?”

Gecenin ortasında Rudo bombayı patlattı, masamıza neşe ve heyecangeldi. Ertesi akşam Barcelona-Osasuna maçına bilet bulmuş, gelmişkenBarcelona’nınrüyatakımınıseyredeceğiz.NouCamp’tabütünzamanlarınenbüyükfutboldehasıMessi’yiizleyeceğiz,dahaneolsun…Haniİspanyakralı,“Yarın akşam yemeğe bekliyorum,” dese, hiç kusura bakmasın, LionelMessi’yesözümüzvar.

Maçın başlamasına otuz dakika kaldı, stada geldik, içeri girip yerimizeoturmamızbeşdakikasürdü.Çokfazlakapıvarvehepsindeninsanlarçabuk

çabukgeçiyor.Tamkapıdangeçerkengüvenlikgörevlisiİspanyolcabirşeylersöyledi, anlamadık. Elimdeki küçük şişeyi gösteriyor, “Bununla stadagiremezsiniz,” diyor. Su olduğunu söyledik, zarif bir tavırla “Verin bana,”dedi, suyu eline aldı, kapağını çöpe attı, sonrada şişeyi uzatıp “Buyurungeçin,” diyerek soktu bizi. “Haaa,” dedim, “adamlar haklı, şimdi ben aşkagelipkendimikaybedersem,ağzıkapalıolanşişeyisahayaatarsam,osudoluşişemetrelerceyüksektenoyuncuyagelsetaşetkisiyaparamakapağıolmazsafırlattığın zaman içindeki su boşalacağından kimseye bir şey olmaz.” Otuzdakika sonramaç başlayacak ama stat dolmayacak galiba diyorduk, on beşdakikaiçindeNouCampağzınakadardoldu.

Sağıma soluma bakıyorum. Dünyanın çok farklı yerlerinden gelmişturistlerdolu.Maçesnasındabirasatışı serbest,maçınsonunakadarbüfeleraçık, biraları karton bardakla veriyorlar. Maç sırasında sigara, puro, pipokesinlikle yasak. Devre arasında sigara içmek isteyenler için her tribününsokağa açılan kapıları var. Bir tanesini açıyorlar. İkinci yarıda dışarıdanavantacılarkarışmasındiye,sigarayaçıkanherkesebilekliktakıyorlar,ikinciyarıya girerken de topluyorlar. Sadece bir kale arkasında fanatik Barçataraftarıvar.Onlarmaçıseyretmekyerinedevamlışarkılarsöyleyiptezahüratyapıyorlar.Adamlarınmaçlailgilendikleriyok.

Takımlar sahaya çıktı. “OffAllahım, rüyamıbuHoca!..”Messi şurada,tam karşımızda duruyor. İlk on dakika ortada gibi görünenmaçın temposubirden ritim buldu. Rüya takım başladı Osasuna sahasına çökmeye. O anakadar ortalıktaMessi yok. Çok fazla topla buluşmadı, boş koşular yapıyor,alıyorveriyor,okadar.CanHocamenginfutbolbilgisiyleyorumlaryapıyor:

“Abi bizdeki şansa bak… Messi bugün tırt, baksana, sahada yürüyorsadece…”

“Acele etme Hocam, şu anda uygun bir zamanda iğnesini sokmak içinfırsat kolluyor. Messi benim oğlum, babasını mahcup etmez,” dedim. Beşdakikasonrasahneyeçıktı.Maç7-0bitti.Şugüzelşansımızabak…Şufanidünyada Messi’yi ve Barcelona’yı izliyoruz. Maçta tam 7 gol attılar. CanHocam’ın, “Bugün tırt,” dediği sevgili oğlum Leo Messi, 3 gol 3 asistleoynadı. Barcelona’nın rekorlarını önce egale etti, sonra kırdı. Dev ekrandaözelgörsellerleherkeseduyurdular.Onbinlerce insanMesih’mişgibiayağakalktı.Elleriniönevearkayadalgalandırarak,“Messi!..Messi!..”diyecoştu.Tribünlerde Osasuna taraftarları da vardı. Karışık düzen oturuyorlardı, ne

kavgavardı, neküfür…Zatenheyecanakapılıpbirkaç saniye ayağakalkanolursa,statgüvenliğimüdahaleediyordu:

“Yerinizeoturun,arkanızdakileringörüşünükapatmayın.”

Öylesinemüthişbiratmosferdigerçekten.Sankibirsanatgösterisiizledik,kiöyleydizaten…Kimsekimseyesertlikyapmadı.Sahadavetribünlerdeenküçükbirkavgaolmadı.7golyediğihaldeOsasunaşerefgolükovaladı.Buonurlu mücadele Barça tribünlerinden müthiş alkışlarla ödüllendirildi. Maçbittiktensonra,“EeeCanHocam,şimdisöylebakalım.Eğerşuseyrettiğimizoyuna futbol deniyorsa, bizim statlarda seyrettiğimiz, yirmi iki delikanlınınbirtopudeppiklediğisporadafutbolmudememizlazım?..”

Hocayine“engin”futbolbilgisiylecevabıverdi:

“Nevarbundaabi?AynıFenerbahçegibi…”

Ertesi sabah otelden ayrıldık. Gözümüz gönlümüz cennet gibiBarcelona’da kaldı. Maratonda Hocam’ın bitiremediği 42 kilometre 195metreninverdiği hüzün,midedehâlâöğütülmeyibekleyen920gramlık etinağırlığıylavatanadönüş…

2 ADDİSABABA

010 senesinde, tekstilci arkadaşım Yiğido’yla beraber Etiyopya’ya gittik.Hayatımda hiçAfrika kıtasına ayak basmamıştım. İlk defa gideceğim içinönceden Addis Ababa’yla ilgili biraz araştırma yaptım. Çok önemli birayrıntıyıatlamışım.Saatvemevsimfarkınıhiçaklımabilegetirmemişim.

Cehennem gibi feci bir yaz sıcağında kan ter içinde kendimizi AtatürkHavaalanı’naatabildik. İkimizindeküçükkabinbagajıvar. İçindedahaçoktişörtlerdolu.HattaYiğido,neolurneolmazdiyeyedekmayolarveparmakarasısandaletinibilealmışyanına.Ocehennemsıcağındadışhatlarbölümünevardığımızda,binlerceBeşiktaşlıgündüzvaktirenklimeşalelerleortalığı tozduman yıkıyorlardı. Yiğido “Vaay bee,” dedi, “taraftar seni uğurlamayagelmiş, ne şanslısın…” “Oğlum çocuklar gelmiş, Ricardo Quaresma’yıkarşılıyor.BizAfrika’yagidiyoruz,olacakişdeğil,gidelimRicardo’yubizdegörelim,”dedim.Yiğidobeniiknaetti:

“Vallauçağıkaçırırız,gidemeyizsonra.”

Uçağa atladık, tam altı buçuk saat yol gittik. İstanbul’dan Afrika’nınortasına gidiyoruz. Uçağın genel yolcu profiline baktım. Addis Ababa’yagidiyoruz ama uçakta siyahilerden daha çok beyazlar var. Addis AbabaHavaalanı’na uçak tekeri koyunca camdan dışarı baktık. Zifiri karanlık veyoğunsisvar.Çokfazlabirşeygörünmüyorzaten.

Pasaport kontrol noktasına geldik nihayet ama ortada tuhaf bir yavaşlıkvar ve sırada bekleyen kuyruk başka yerlerden gelen yolcular yüzündenuzuyor.Bizimdurduğumuzçizgiylepasaportkontrolüyapılanyerçokuzak.Bavulunualanyirmimetreyolyürüyor.Camdanyapılmışpırılpırılpasaportkontrol kulübeleri var.Belli ki yeni koyulmuş oraya.Normalde otuz saniyesürmesi gereken işlem, neredeyse otuz dakika sürüyor. Uzaktan bakıyoruz,pasaportuverenesorgusualdeyok.Neyibekliyoruzanlamakmümkündeğil.Klavye başında metalik siyah renkli resmi polisler çalışıyor. Ülkeye girişyapmak isteyenler de karşısında bekliyor. Neyse ki sıra gelince yavaşlığınsebebinianladık.BilgisayardayenibirklavyeyeveLatinharflerinegeçmişler.Daha haftası dolmamış. Altı günlük bir tecrübeleri var. Sınır polisi stajyapıyor, bizler de konu mankeniyiz. Pasaporta bakıp adımı soyadımıyazabilmekiçin tek tekbütünharfleriarıyorve tekparmakyazabiliyorlardı.

Pasaportagirişmührünübasıncada işbitmiyor.Elindeküçükbirpoşetbileolsa,X-ray’dengeçirmedenaslaülkeyesokmuyorlar.

Haaa aklınıza bulunsun…Diplomatik pasaportunuz bile olsa, eğer vizealmamışsanızaslaülkeyesokmuyorlar.“Nevarcanım,girişteüçbeşgünlükvize alırız” diyorsanız, hava alırsınız. Addis Ababa havası değil tabii…Ülkeyegelmedenöncevizealmanızgerekiyor.Yoksageldiğinizülkeyeaynengerigönderiyorlar.

Neyse ki son kontrol noktasından geçtik,X-ray’den geçen çantalarımızıda aldık. Artık Addis Ababa’dayız nihayet. Havaalanından çıkışa doğruyürürken hafif bir serinlik hissettim. Yürüdükçe daha da soğuk olmayabaşladı. Zifiri karanlıkta binanın dışına çıktığımızda donduk soğuktan.“SergioBuzkess”olanhavaşartlarıdışarıçıkınca“BökeDonakis”halinialdı.Gecenin soğuğunda ince uzun, sütlü çikolata renginde genç bir delikanlıkarşıladı bizi. Yiğido’nun Addis Ababa’ya dev bir fabrika kuran arkadaşıMurat’ın şoförüymüş çocuk. Bir konuşmaya başladı, olacak şey değil.Konuşmuyor, resmen bülbül gibi şakıyor. Mükemmel Türkçe biliyor.Ankara’daHacettepeÜniversitesi’ndedörtyılokumuş,mezunolmuş.“Adımbiraz uzun, bana kısacaÇiçu diyebilirsiniz,” deyip çantaları elimizden aldı,arabayaatladık.Çiçu’yuçoksevdik.Otuzdakikaiçindeşehregidişyolundahızlandırılmışeğitimverdisağolsun.

İstanbul’un 38 derece nemli sıcağından yola çıktık,AddisAbaba’da kışsoğuğunda, 6 derecede otelimize gidiyoruz. Otelimiz uzaktan nihayetgöründü.Otelyolundabirgöbektendöndük.Birbaktımosaatteyaşlıbirdedebağdaşkurmuşçiminüstündesigaraiçiyor.Bastonunuçimesaplamış,üstünedemuşambagibibirşeyatmış,dertlidertlioturuyor.“Yazıklan,dedeyiuykututmamış demek ki…” diye düşündüm, yanılmışım. Gün ağarınca gündüzgözüylegördük,durumauyandık.Orasıdedenineviymişmeğer.Tam4günkaldık.Gecegündüzdedeheporadaydı.

Otelin terasına çıkıncamuhteşem bir yeşillik gördük.Ama onun hemenardından on binlerce insan tenekeden ya da mukavvadan yapılmış evlerdeyaşıyor.Çiçu’nun söylediğinegöre, seksen farklı dil ve sekizdini inançbirarada yaşıyormuş. İnsanlığın bütün dinleri ve uygarlığı bu topraklardadoğmuş. Çiçu, “Kahveyi biz bulduk, keyfini siz çıkarıyorsunuz” diyor,takılıyorbize.

Çiçu bizi otelden aldı, fabrikaya gittik. Etiyopya yatırım yapmakisteyenlereçokcazipimkânlarsağlıyor.İnsanlarişveaşverecekyatırımcılarıel üstünde tutuyor. Devlete ait istediğin büyüklükteki bir araziyi sana kırkdokuz yıllığına bedava veriyorlar. Yedi sene yatırımcıdan vergi almıyorlar.Ülkede yeterli sanayi ve teknoloji olmadığı için Süveyş Kanalı üzerindendeniz taşımacılığına özendiriyorlar. Yiğido’nun arkadaşı Murat’la nihayettanışıyoruz. Fabrikanın orta avlusunda iki büyük bayrak dalgalanıyor.Etiyopya bayrağı ve Türk bayrağımız yan yana… Fabrikada mesleğininerbabıolanmühendisler, ustabaşıveustalarTürkiye’dengelmiş.Fabrikanınaşçısı bile Türk.Murat koca tekstil fabrikasını bize gezdiriyor ve anlatıyor.Öylesine gurur duyulacak bir tesis kurmuş ki, duygulanmamak elde değil.Sanki kendi fabrikammış gibi mutlu oldum. Çalışanların hepsi genç, yaüniversite mezunu ya da okuyan çocuklardan oluşuyor. Çalışma koşulları,mutfak, sosyal imkânlarçoketkileyici.Kimseboşdurmuyor.Laklakyapan,boş oturan kimse yok. Karıncalar gibi çalışıyorlar, düzenli besleniyorlar veinanılmaz derecede mutlular. Fabrikada çalışanların dini inançlarınıngerekleriniyerinegetirebilmeleri içinhepsinin ibadetalanıbiledüşünülmüş.Tekstilleilgiliaklınızagelebilecekhersiparişidünyanınheryerinezamanındayetiştirebilecekmüthişbirsistemkurulmuş.

Fabrikadan çıkıyoruz, Çiçu bize şehri gezdirecek. Sokaklarında namazkılan insanlardavar,onlarınazötesindekalabalığı toplayıp İncilokuyanlarda…Ülkedeciddibiryoksullukvaramainancasaygımeselesiniçözmüşler.Şimdiufakufakkabileler arasında sürtüşmelerbaşlamış. İnşallahdahakötüşeylerolmaz.Çiçu’yadiyorumki,“Yerinaltıdaüstüdeçokverimli.Yirmibeş seneye kalmaz bu ülke Afrika’nın yıldızı olur.” “Olsun tabii SAFFERAbi,”diyor.

BurayayatırımyapanbaşkaTürklerdevarmıdiyemerakedipsoruyoruz.Şehirde onları da bulduk sonunda. Konya’dan gelip kuyumculuk yapanbiriyletanıştık.DiğerideDenizli’dengelmiş,taşfırındapideyapıyor.Ayrıcatavuk ve et döner satıyor. Yemek üstüne demli çayla nargile de veriyor.Dükkâna bakıyorum, tıklım tıklım… Ülkeye gelen turistler de orada,Etiyopyalılarda…Biz,dükkânsahibiveKonyalıkuyumcu,resmenyabancıkaldık orada. Murat bizi akşam yemeğine sürpriz bir yere götüreceğinisöyledi. 70’li yaşlarda İtalyan bir çiftin işlettiği İtalyan restaurantına gittik.AddisAbaba’yakırkseneöncegelmişler.Sevmişlerburayıvebirrestaurantaçmışlar.Bütünmalzemeler İtalya’danuçaklagetirtiliyor.Yaptıkları her şey

inanılmazlezzetli.Çokmütevazıbirrestaurantamaözelliklebüyükelçilerveişadamları devamlı buraya geliyor. Yer bulabilmek çok çok zor. Günleröncesinden rezervasyon gerekiyor. Saat 18’den önce açık değil. Çiftrezervasyon alıyorlar. Ya erken yiyip kalkacaksın ya da gecenin ortasındagelip saat 24.00’te kapanışı yaparak evine gideceksin. Kapı önünde, belkidaha erken kalkan ya da rezervasyonunu iptal eden olur ümidiyle bekleyenAvrupalılar var. Karıkoca bütün masaları dolaşıp “Hoş geldiniz,” diyorlar,“Yedikleriniz,içtikleriniznasıldı?”diyeilgileniyorlar.Oradaİtalya’nınturizmelçilerigibiçalışıyorlar.

Restaurantınbanaenkomikgelenyanıgarsonlarıoldu.ÇalışanlarınhepsiEtiyopyalı, çikolata renkli ya da bitter çikolata renkli, beyaz giyimli,yakalarında İtalyan bayrağı rozeti olan garsonlar… Bazı müşterilerleİtalyancakonuşuyorlar.Çoksempatikvekomikler.

AddisAbaba’da dolaşırken, ten rengimizdenyabancı olduğumuzhemenanlaşılıyor. Özellikle çocuklar ürkek ürkek yanaşıyorlar daha yakındangörmekiçin,sonragülereksağasolakaçışıyorlar.

Şehrinbirmeydanındaküçükbir lunaparka rastladık.Arabayıparkedipdaldık içeriye. Çok demode malzemelerle dolu. Sanki 1960 yılındaki birlunaparkın tüm eğlence araçlarını hafif restore ederek koymuşlar. Meseladönmedolapta dört tanevagonvardı.Arada takılınca şalteri açıpkapatarakyenidençalıştırıyorlar.Küçük,bahçegibibirboşluktaplatformsahnegördük.Önünde yaklaşık iki yüz kişi vardı. Sahnedeki adam elinde kötü birmikrofonla anlatıyor da anlatıyor… Çiçu, “Stand-up yarışması yapıyorlar.Katılanherkesinondakikasüresivar.Performansınısergilediktensonraselamveriyor. Sahneye bozuk para atıyorlar. O paraları toplayıp teşekkür ediyor,sonra sıra başkasına geliyor,” diye açıkladı durumu. İlk gördüğümüzEtiyopyalıgenç,rapçişapkasıtakmış,milletigüldürüyordu.Anlattıklarındanbir şey anlamak mümkün değil. “Çiçu, bu adam ne söylüyor da insanlargülüyor, anlat bize Allah aşkına,” diyorum. Utanıyor, kem küm ediyor.Nihayet anlıyoruz. Çocuk evlenmek istiyormuş ama parası yokmuş. Kızınbabası da para istemiş bundan, bizdeki başlık parası gibi. “O parayı sanavermektense, cinselliği ve mutluluğu bulmak için başka yollar denerim,”diyormuş.Küfürlü konuşup çok fazla argo ifade kullanıyormuş, insanlar dagülüyormuş.

Sonrasında iki genç aynı anda sahneye çıktı. İki sandalye ve ikimikrofonlabirgösteriyaptılar,bayıldım.Köylerindeneskibirarabaylaşehregiderken yolda başlarına neler gelmiş, canlandırarak anlattılar. Başkaülkelerden gelen izleyiciler de vardı bizim gibi. Herkesi gülmektenöldürdüler.Dillerinihiçbilmediğimizhaldeyaptıklarıherşeyiaktarabildiler.O iki sandalye,yanyanakoyuluncabirdenotomobiloluyor.Ağızlarıylaherefektiyapıyorlar.Arababozuluyor, sandalyelerbukezçadırgöreviyapıyor.Uykudan önce birleştirilip yatak oluyor. Yolda bunlara birileri saldırıyor.Sandalyeleri insangibikullanıpdövüyorlar, sarılıpyerdeboğuşuyorlar.Çokgüzelbirperformanstı,sanıyorumençokbahşişionlartopladı.Sonrayağmurbaşlayınca hemen arabaya atlayıp tekrar fabrikaya döndük. Yiğido’nunMurat’laişivar.Eeebenneyapacağım?Çiçusonundabenialdı,AddisAbabaÜniversitesi’nigezmeyegötürdü.

AddisAbabaÜniversitesiçokeskibirüniversiteveçoketkileyicibinalarıvar. Bir binadan diğerine bahçeden geçerken öyle bir yağmur boşandı ki,olmaz böyle şey, sular seller götürüyor. Allah’tan arkadaşımız tekstilci.Manisa Tarzanı gibi gelmişiz İstanbul’dan, verdiği botlar ve yağmurluklarsayesinde hayatımızı kurtardı. Yağmur biraz dinsin diye beklemek için birsaçak altına girdik. Yanımıza koşa koşa beş altı yaşlarında ayakları çıplak,donunakadarıslanmışbirçocukgeldi,sığındı.Çocuklakonuşmakistiyorum.Çiçu bana tercümanlık yapıyor ama çocuk çok utangaç. O güzel karagözlerinihepkaçırıyor.

“Üşüyormusun?”

“I-ıh…”

“Karnınaçmı?”

“I-ıh…”

“Sanabotveyağmurlukverelimmi?Arabamızdavar.”

“I-ıh…”

Nedesekboş…Elimicebimeattım,20-25dolarparavar,uzattım,almadı.Çiçu’ya, “İçimdengeldi, bunuonahediyeolarakvermek istiyorum.Dilenciolmadığını biliyorum,” dedim. Çiçu dediklerimi çevirince ilk defa gülerekyüzüme baktı. Parayı aldı ve yağmurdan kâğıt gibi olmuş pantolonununcebine tıktı. O müthiş yağmura aldırmadan çıplak ayaklarıyla vıınn diyegözdenkayboldu.“NedenkaçtıÇiçu,yoksautandımı?”diyesordum.“SafferAbi, sen onun ailesinin bir aylık mutfak masrafını karşıladın, parayı gerialırsındiyekorktu,”dedi.SonradaçocuğuolmayıpevlatedinmekisteyenleriçinEtiyopya’nınçokbüyükkolaylıklarsağladığınıanlattı.Beşçocuğuolandavar,onçocuğuolanda.Ailelerhiçolmazsagidençocukhayatınıkurtarır,onunsatışındangelenparadadiğerleriniyaşatırdiyedüşünüyorlarmış.

Dörtgünlükgezimizinsonundadönüşuçağımızınyolcuprofilinebaktım.Yinebüyükçoğunlukbeyazlardanoluşuyordu.OrtayaşlıAvrupalıbir çiftinyanındakömürgözlü,siyahkıvırkıvırsaçlıküçükbirmisafirlerivardı.Onlarçok mutluydu ama ufaklık, aynı Addis Ababa Üniversitesi’nin bahçesindegördüğümzeytingözlükaraboncukgibihepönünebakıyordu.Onunasılbirhayatbekliyorduacaba?Mutluolabilecekmiydi?Gittiğiülkedeinsanlaronanasıl davranacaktı?Anasını, kardeşlerini tekrargörebilecekmiydi?Belkidehiç göremeyecekti. Uçak pistten yükselip altımızdaki yemyeşil ormanlargözdenkaybolurkenYiğido’yladertleşeyim istedim.Aaabirbaktım,Yiğidohakkınrahmetinekavuşmuş!..“Uçakpistinbaşındaykenbirinsanevladınasılbukadarçabukuyur?”diyedüşündüm.Kurallarçerçevesindehafifbiromuzşarjıylauyandırıpufakçocuğugösterdimona.“Yiğidonediyorsunbu işe?”diye sordum. “Valla iyi iş, helal olsun Murat’a,” dedi, tekrar rahmetlidurumunageçişyaptı.İstanbul’akadarhiçuyanmadan,altıbuçuksaatölümuykusunayattı.

İstanbul’a inincekörüktençıkarkenufaklığayetiştimonudahayakındangörmek için.Birazdaha rahatlamışgibiydi.Belliki ilkdefauçağabinmişti.Aktarmayapacaklarıkapıdangeçerkenonakendimibelli edip şansdilemekistedim. Hafif melodili bir ıslık çaldım. Döndü, gözlerinden yakaladım. Elsalladımgülegülediye.Sadecegözleriylegüldüvekayboldu…

KOLOMBOHAMZA

Türkiye’nintekkanallıTRTdönemindeyayınlananefsanebirdizivardı,Komiser Kolombo. Peter Falk’ın oynadığı Kolombo karakteri o dönemdesadece ülkemizde değil, yayınlandığı bütün ülkelerde çok büyük bir hayrankitlesiyaratmıştı.Ağzındaçoktansönmüşsigara,kirliburuşukbejpardösüsü,olaymahalline gelirken ve giderken gördüğümüz döküntü arabası, dilindendüşürmediğiamahiçgörmediğimizakıllıkarısıylaodönemdeçokönemlibirfigürdüo.Kolombo’yudiğerkomiserlerdenfarklıkılanenbüyüközelliği,hiçsilahkullanmamasıydı.Cinayetizekâsıylaçözerdi.Önceçoksafvesalakgibigörünür,bölümsonundakatilinyalanlarınainandığınısandığınızandabirdengeridönerveşöylederdi:

“Aaah affedersiniz bayım, sizi çok yordum ama son bir sorum dahaolacak.”

Bunu söylediği anda cinayeti çözdüğünü ve katili ifşa edeceğini hemenanlardınız.Katil kaçmaya ya da silah çekmeye teşebbüs edeceği zaman, yaperdeyiaçıpdışardabekleyenekiparabalarınıvepolislerigösterirdiyadaevepolislergirerdisaklandıklarıyerdençıkarak…

Komiser Kolombo’nun bu denli popüler olmasında oyunculuk vesenaryonun yanı sıra Türkiye’de yapılan dublajının çok iyi olmasının payıbüyüktü. Kolombo’yu rahmetli Savaş Başar konuşuyordu. Zaten bütünTürkiye de onu taklit etmeye çalışıyordu. Peter Falk’a benzeyen ya daenteresantiplinekadaradamvarsaKolombodiyeisimtakılırdı.OnundışındaFalkonetti adı da çok popülerdi. Zengin ve Yoksul dizisinin en kötükarakteriydiFalkonetti…

Kolombo Hamza , bu lakabı fazlasıyla hak eden biriydi. ÖncelikeKolombo’yla meslektaştılar. Eski bir polisti, bir dönem sivil dedektiflik deyapmıştı emniyet teşkilatında . Hamza Çobanoğlu, yani Kolombo Hamza,bizim sülalenin en yaşlı kişisiydi. Hepimizin dedesiydi. 1902’de ErzurumAşkale’de doğdu,1993’te Bursa’da vefat etti. Ana tarafım üç kız, iki erkekkardeşti.HamzaDedeenbüyükteyzemizMelahatHanım’laevlenmiş,çolukçocuğa karışmıştı. Sülalemize damat gelmiş çok eski bir emniyetmensubuydu.

1902 doğumlu olduğu için Osmanlı-Rus savaşlarını sık sık anlatırdı.Aynca1.ve2.DünyaSavaşlarınıdayaşamıştı.Kocabirtarihtio.1877-1878Osmanlı-RusSavaşı’ndayenildiğimiziçinKarsveBatumRuslarabırakılmış,tamkırkyılRuslarınelindekalmış.Kars’ınArnavut taşlıgenişcaddeleriveeski taş binaları hala ayakta duruyorsa bu,Ruslarınmühendisliği sayesindeolmuş.Hattaodönemdeoperabinasıbileyapmışlar.

HamzaDede,Kars’ınRus işgalineçocukken tanıkolmuş.Hepanlattırır,sanki ilk defa duyuyormuşuz gibi dinlerdik. O kadar çok kar yağmış ki,günlerce kapıdan kafalarını bile çıkaramamışlar. Kar kalınlığı yaklaşık üçmetreye ulaşmış. Yollar kapandığı için sadece kapının önünü soluk alacakkadar küreyerek ve evler arasında tünel gibi labirentler açarak insanlarbirbirlerinden haberdar olmuş. En sonunda açlık iyice kendini belli etmiş.İşgalaltındasın,yakacaktezekhilekalmamış,giyeceknasılolsun.

“Hiçunutmam,anamelimeboşbirtencereverdi,gitfaytonpazarındaRusaskerlerinden yemek iste, yoksa öleceğiz diyerek. Çıplak ayaklarıma yırtıkkara lastiği geçirdim ve adam öldüren soğukta, kar tünellerinin arasındangeçtim, yürüdüm yürüdüm, sonunda fayton pazarına vardım. Rus askerleribüyük bir kıl çadırın altındaydı. Çok kalabalıktı ve dev gibi bir ateşyakmışlardı. Ateşin etrafında koca kazanlarda yemek vardı. Boş tencereelimde, soğuktan mosmor olmuşum, öylece bakarken bir Rus subay beniyanına çağırdı, çıplak ayaklarımı gösterdi. Elimden tencereyi aldılar. Öncekorktumneyapacaklardiye.Neysekiateşeyakınbiryereoturttularısınayımdiye, ayaklarıma sualmayanbirbotverdiler, üstümekalınkeçedenbirörtüattılar, kemiklerim ısındı. Sonra gençRus subay boş tencereyi alıp bir Rusaskereverdi.Askerağzınakadarnohutlupilavdoldurdu.Ateşgibiyanıyordutencere, elime de subayın adının yazılı olduğu bir kâğıt tutuşturdular. Nezaman yemek bitse, evde yakacak bir şey kalmasa, anam o kâğıdı ve boştencereyi elimeveripgönderiyordu.Ruslarbenihiçboşgöndermediler.Herdefasındabirtencereyemek,yakacakbirçuvaldolusutezekvetahta.”

KolomboHamzabuiyiliğihiçunutmadı.HamzaDedemizhayatıboyuncaRuslarıhepsevdi.Enönemlivefayıdanohutlupilavagösterdi.Evdehergünnohutlu pilav pişerdi. TeyzemMeloş çok güzel yemek yapardı amaHamzaBey nohutlu pilava gösterdiği sevgiyi başka hiçbir gıda maddesinegöstermezdi. Varsa yoksa nohutlu pilav ve yoğurt. Ölünceye kadar da hiçvazgeçmedi. Teyzem çok kiloluydu. Hamza Dedemiz ise tam tersine çokzayıftı, yaklaşık elli kiloydu. Kafada devamlı fötr şapka, gömlek, kravat,

yelek, kumaş pantolon…Evde bile aynı kostüm ve fötr şapkayla otururdu.Belli bir yaşa kadar iki paketBirinci ya daBafra içti. Sonra birdenbıraktı.Beşvakitnamazınıkılar,hiçaksatmazdı.Yaevdeyacamidenamazınıkılardı.Evekimgelirsegelsin,ilksorusuhazırdı:

“Açmısınız?Bakçekinmeyin,burasısizineviniz.Açsanızsöyleyin.”

Hiçpesermezdi.

“Oğlumaçmısınız?”

Ennihayetindebuzdolabınınönüneçağırır,dolabınkapağınıaçar,içerdekidolukaplarıişaretederdi.

“Oğlum dolap dolu Allah’a şükür, açsanız yiyin oğlum.” Yedirmeyiseverdiamakendisiçokazyerdi.Sabahkalkar,namazdansonrabirtasçorba,öğle olunca bir kâse yoğurt (içine ekmek doğrardı). Akşam da az çorba,yoğurt ve nohutlu pilav. Her yere yürüyerek giderdi. Az yemek ve çokyürüyüşsayesindehepfitvedinçkaldı.

Bursa SetbaşıMahallesi’nde Sakaldöken Yokuşu’nda otururdu. O yaştayokuşuöylehızlıçıkardıki,herkesonahayranlıklabakardı.

“Oğlum hayatta bazı meslekler vardır, onların emekliliği olmaz. Asker,polis ve doktor hayatının sonuna kadar o mesleğin adamıdır. Göreveçağırırlarsa gitmem diyemezsin, olmaz,” derdi. Erzurum, Kars, Sinop veBursa’da görev yapmış, sonra da emekli olmuştu. Bazen aşka gelir, eskifotoğraflarını ve belgelerini gösterirdi. Takdirnamelerinin yanında taaa oyıllardan beri peşinde olduğu ama izini kaybettiği adamların resimlerinimuhafazaederdi.“Yapmadede,adamburesimde20-25yaşında,aradanelliyılgeçmiş,çoktanölmüştür.Diyelimkiyaşıyor.Buresmebakıp75yaşındakiadamınasıltanıyıpgözaltınaalacaksın?”derdik.KolomborüzgârıylaberaberKolomboHamzaadınıalmanınverdiğigururlakoltuktageriyekaykılır,“Ulanserserioğluserseri,banaKolomboHamzaderler,100yaşındabileolsabenadamıgözlerinden tanırım,”derdi.Geneldebaşarıhikâyelerinianlatırdıamabizdahaçokbaşarısızlıkhikâyelerinegülerdik.Zatenbirşekildekonuorayagelirdivehiçgocunmadananlatırdı.

Kars’ın kırk yıllık Rus işgalinde konsolosluk açılmış. Hatta Kuşlar,Bolşevik ayaklanması sırasında Doğu Cephesi’nden geri çekilmişler amauzun yıllar Kars’taki konsoloslukları kalmış. Anadolu’nun Batı’nın elinegeçmesindense Türklerin elinde kalmasının daha iyi olacağını düşünerek,

çekildikten sonra bile silah ve mühimmat yardımında bulunmuşlar bize. Odönemde gencecik bir polis memuru olan Hamza Dede’ye sivil bir görevvermişler.Demişlerki,“Ruskonsolosunurakipedeceksin,buadamveailesiyıllardırKars’tayaşıyor,herkesiniçindeler.Kimlerlegörüşüyor,biralışverişivarmı, komünistmi yetiştiriyor; propagandamı yapıyor? Şunu takip et veraporgetir.”

Konsolos, karısı ve çocukları Kars’ta tanınıyor ve seviliyorlar. Zatengeçen zaman içinde Türkçeyi de öğrenmişler. Evleri-ne misafirler geliyor,onlarmisafirliğegidiyor.Kapalıkapılarardındagizlibirhayatlarıyok.Sosyalhayatıniçindeleryani,GünlerceçaktırmadansivilkıyafetleKuskonsolosunutakipetmiş,notlaralmış,nereleregidiyor,kimlerlegörüşüyordiye.Konsoloscaddede yürürken kahveye girmiş, oturmuş. Kendine çay söylemiş, Karslıhemşerileriyle tatlı tatlı sohbet ediyor. Bizimki de bir süre sonra kahveyedalmış.Kahveninortasındakibüyüksobayıkendine siperetmiş,konsolosunarkasındabirvereoturupçaysöylemiş.Kars’ınsoğuğuadamınciğerinisöker.Kahveciçırağıdevamlıdevsobayatezek,odunvekömürübastıkçasobanargibiolmuş.KolomboHamza’nınsıcaktangöz-kapaklarıaçılmıyor,müthişbiruyku hali tabii. Sonunda kahve masasının üstüne kapanmış ve mışıl mışıluyumuş. “Ne kadar uyumuşum haberim yok oğlum,” diye anlatırdı.Uykudaykenbiribunudürtmüş.

“ŞiişşştHamzaBey,HamzaBeyuyansanayahu…”

Dedegözünübiraçmışki,Ruskonsoloskarşısında.

“Hamza Bey ne oldu? İnsan takipteyken hiç uyur mu? Hadi bengidiyorum,düşpeşime…”

Günlerdiradamıgizligizlitakipettiğinisanıyormuş.OysakonsolosdahailkgündenbunufarketmişveKarslılarasormuş:

“Birsüredirpeşimdegezensivilbiradamvar.Kimdir,neyinnesidir?”

Karszatenküçükbiryerolduğuiçinadamadımbileöğrenmişbunun.

“Eeepekineoldu,takibedevammı?”

“Dalgageçmeyinulanserserioğluserseriler,osaattensonra takipyapılırmı?”

Hamza Dede’nin bir de gözaltına aldığı adamın kucağında karakolagelmesi var, o zaten tek başına skeç olur. Kars’ta yine karlı buzlu bir kış

mevsimi.Dede’ye ihbargeliyor.CumhuriyetOteli’ninkarşısındakikahvedeDigorlu bir adam var. Kan davası sebebiyle üç dört kişiyi öldürmüş.Kahvedekileradamınyabancıveşüpheliolduğunubildirmişler,gidipbakmasılazım.Kars’tayinekardabuzdakayakayakahveyegirmiş.Gitmiş,ocaktançayalmadümeniylesoruşturmayıyapmış.Geçmişsotabiryereoturmuş.Dağgibi iri Digorlu zanlıyı gözlem altına almış. Uygun bir zamanını bekliyortutuklamakiçin…Derken,Digorluelindeçayıylakendimasasındankalkmış,gelmişbununkarşısındakisandalyeyiçekipoturmuş.

“Selamınaleyküm,müsaadevarmı?”

BizimDede’yedoğrueğilmiş.

“Benialmayageldinabi,anladım.Bendörtkişiyivurdum.

Yoksaonlarbeniöldürecekti.Kaçtım,Kars’ageldim.Sendentekisteğim,beni buradamilletin içinde kelepçe takıpmahcup erme, boynumu eğdirme.Çayımızıiçelim,paşapaşaseninlegeleceğim,namussözü.”

KolomboHamzaolarakhemenbirdeğerlendirmeyapmışkendikendine.

“Pekiyadışarıçıktığımızdakaçarsanneolacak?”

Digorluelinibelineatmışkahvedekikalabalığaçaktırmadan.Dörtkişiyivurduğukaravicdanlıyımasanınaltındanuzatmış.

“Alsilahımı,kaçarsamvurursun.”

İkisi birlikte kahveden çıkmışlar, buz tutmuş sokaklarda sohbet ede edekarakolagidiyorlar.Digorluteslimolacak.BirdenbireHamzaDedemizbuzdakaymış,havalanmışvekalçasınınüstünedüşmüş.Düşmeninşiddetiylekalçakemiğivedirseğikırılmış.Acılar içinde,üstelikhiçadımatacakhaliyok…TutuklamayagötürdüğüDigorluhiçüşenmedenbunukucağaalmış,okardakışta metrelerce yürüyerek karakola kadar gelmişler. Digorlu emniyetteşkilatından aferini almış amaKolomboHamzabuolayla hatıralarda derinveunutulmazbiryeredinmiş.

HamzaDedemiz’inbirkemikhastalığıvardı.Süreklibiryerlerikırılırdıamahemenkaynardı.Nohutlupilavınyanınaetsuyuçorba,paçaçorbagibiilaveleryapar, çorbalarınıdüzenli içer, şaşılacakderecedehızlı şekildekırıkyerler kaynardı. “Oğlum hiçbir derdim yok, Allah’a şükür çok iyiyim, tekşikâyetimkemiklerim.Benimbütünkemiklerim ‘mugevve’ (mukavva) gibi.

Amaolsun,çorbayı içincekaynıyor,yoksaçoktaneldenayaktandüşerdim,”derdi.

Kolombo Hamza emekli bir polisti ama memleketin siyasetini çokyakından takip ederdi. Evde yemek masasının arkasındaki büfe sergi alanıgibiydi. Kendi gençlik yıllarında kalan, bir de torunlarına ait olanfotoğraflarla, biblolarla, şekerliklerle, incik boncuklarla doluydu. Tamyaslandığıduvardaiseüçresimevegireninhemenilgisiniçekerdi.EnbüyükçerçevedeAtatürk,ondanbirazküçükolançerçevedeİsmetİnönü,enküçükçerçevede de Bülent Ecevit’in resmi yer alırdı. Büfedeki daha küçük birçerçevede ise Bülent Ecevit’in asker miğferli bir resmi ve altında “KıbrısFatihiKaraoğlan”ibaresi.KıbrısBarışHarekâtı’ndansonramemleketseçimegitmiş, CHP en çok milletvekilini çıkarmıştı ama 226’yı bulamadığı içindışarıdan11milletvekilinebakanlık teklif ederek iktidaragelmişti.Dedebuişe feci kızdı. Tarihte iz bırakanlar köşesinden Eco’nun resimlerini hemenkaldırdı. 70 yaşında birden bire Türkiye İşçi Partisi’ne gönül verdi.Memlekette1980öncesindesokaklardatakırtakırinsanlarvurulurken,BursaMahfel Kahvesi’nden çıkıp caddelerde sol bildiriler dağıtmaya başladığıhaberini aldık. “Yapma Dedem, etme Dedem, vururlar seni,” dedik. Hiçkimseyi dinlemedi. Gözünü korkutmak için bazı geceler sesimi değiştiripevinetelefonediyordum.Evdekilergülmektenyıkılıyordu.

“Aloo…Banabak ihtiyar,ayağınıdenkal,komünistmisinsen?Bakbuişlerdenvazgeç,yoksaevininönündepusuyadüşürürüz,ölürsün,yazıkolur.”

“Bana bak ulan, bana Kolombo Hamza derler, polisim ben, evdetabancamvar!Allah’tanbaşkadakimsedenkorkmam!”

Telefonu kendine güvenli şekilde ve bit, geri vites yapmadan ÇAATT!diye kapatırdı. Ama telefonun başında beklerdik, iki dakika sonra babamıarardı:

“Cevdetyarınakşambizeyemeğegelin,çocuklardagelsin.”

“Hayırdırahineoldu?”

“Yahuşimditelefondauzunsürer,yarıngelin,konuşuruz.

Ertesi akşam evine giderdik. Oooo bütün sülaleyi toplamış meğer…Yemekfaslındansonrasavunmadersleribaşlardı.

“Evladımcaddedeyürürkendevamlısağasola,önearkayabakın,dikkatliolun. Benimle beraberken sokakta silah sesi duyarsanız hemen yere yatın,gerisinibanabırakın.”

Bizdebuoyunudevamettirirdik.

“Hayırdırneolduyahu?Niyedurupdururkenseferberlikilanettin?”

Benimle yaptığı telefon konuşmasını bütün sülaleye bir daha anlatırdı.Sesimden tanımadığı için zokayı yutmuş tabii. Arada telefon eden teröristolarak ne küfürler gelirdi şahsıma. Bütün ciddiyetiyle telefon konuşmamızıtekrartekraranlatırdı.Çokgülüyoruzdiyeyinefırçamızıyerdik.

“Gülün ulan gülün, serseri keratalar! Memleketi eli silahlı dürzülerdoldurmuş,sizgülünbakalım!”

Evin bütün perdelerini sıkı sıkı kapattırırdı. Bir santimlik açıklık görse,“Evladımşuboşluk tambenimalnımagöre.Ben tedbirimi alayımdagerisiAllah’akalsın,”derdi.Sokaklardahuylandığıbiriolursa,öncekendikimliğinigösterir, sonra da adamın GBT’sini yapardı. “Yahu Dedem senin gözlüklerzaten şişe dibi gibi, adamın kimliğini hile göremiyorsun. Emekli adamsın,gidipkeyfinebaksana,”derdikamadinlemezdi.

Bursa Setbaşı Köprüsü’nün dibinde Mahfel Kahvesi vardı. Ağaçlarıngölgesinde,SetbaşıDeresi’ninsesinidinleyerek,bazentekbaşınaoturur,ezanokununca Yeşil Cami’ye gider namazını kılar, sonra da tekrar MahfelKahvesi’ne dönüp otururdu. Bir gün üst tarafta, masalarda takır takır eşlibilardo oynuyoruz. Liseli arkadaşlarım da Dede’yi sayemde tanıdılar,seviyorlar.Özelliklecebimeçocuklarınyanındabozukpara tıktırıp,“Oğlumparasız gezme, arkadaşlarına çay kahve ısmarlarsın,” demesi yok mu, onatepinerek gülüyorlar. Kolombo Hamza çayını içip caddeden gelene geçenebakarken, küçük bir trafik kazası oldu. İki araba ÇAAAT diye çarpıştılar.Kahveninüstsalonundaoyunubıraktık,caddeyebakıyoruzhepimiz.Adamlarne oldu diye arabadan inmişlerdi ki…Arkadan gelen damperli bir kamyonyolu kapattıkları için Setbaşı Caddesi’nde havalı kornaya asıldı. Böyle birgürültüveiğrençbiryaygarabirkamyondakornadiyenasıltasarlanmışdiyehayretettik,odereceyani.Tamkorohalindebütünkahvekamyoncuyasülaleboyusaydıracaktıkki…BirdenaşağıdanKolombo’nunsesiniduyduk:

“ÇALMAULANPEZEVENK!ÇALMA!!!”

Yahu ihtiyarbirdelikanlıdanböylesesnasılçıkar?Sadecekahveahalisideğil, gelen geçen, yoldaki araçlar, kazayapan ağabeyler, havalı kornayla“huzur siken” kamyoncu bile TISSS. oldu. Kahveden kalkıp hızlakamyoncunun yanına doğru hareket alınca,Cumhuriyet Lisesi grubu olarakelimizde bilardo ıstakalarıyla fırladık peşinden. “UYUYAN ÇOCUK VAR,HASTAVAR,NİYEÇALIYORSUNULAAANN!”diyetenoralbirforteyleveellikilolukfötrşapkalıbedeniylekamyoncununyanınıgeldi.

“İnbakıyımsenaşağı!”

Huzur siken kamyoncu dayılanan kararlı ihtiyara şöyle bir baktı. SonraarkasındaıstakasopalarıylabekleyenU17gençmilli takımınıgörünceadetasütten kesildi. Kamyondan süzülüp çaresizce indi. KolomboHamza hemenarkacebindeneskipoliskimliğiniçıkardı.Kamyoncuolayınşokundaolduğuiçinkimliğebaksabilebirşeygörecekhaliyok.Sağlambirmedeniyetedavetfırçası…ArdındanGBT’siyapıldı.Kimlik,ruhsat,ehliyetnevarsahepsineelkonuldu.Bizdeoaradakamyoncuyayükleniyoruz.

“Ayıpdeğilmiağabeyciğim,şehir içindebokmuvarbu iğrençkornayaasılıyorsun?Caddedekalabalıkvar,kazayapanikiarabaortada!”

Damperlikamyon,etrafındaelisopalıgençlerveüstünemeraklıhalkımızolaya ilgisi…Duyangeldi, duyangeldi…Sonundagerçektenpolis ve trafikpolisi beraber geldi.Dede kendi kimliğini gösterdi.Gelen polislerin hemenamirioldu,karizmasıylaolayyerinehâkimoldu.Çarpışanarabalaryoluaçıpgittiler, kamyoncuyaönce sağlam fırça alıldı, sonrameskunmahalde havalıkornaçaldığıiçinparacezasıkesildi.Bizlerede“Hadioğlumdağılın,polisinişine karışmayın, gidin oyununuzu oynayın,” uyarısı yapıldı. “Emredersinkomiserim, diyerek elimizde ıstakalarla setin üst katında bilardoya devamettik. Oynadığımız yerden Setbaşı Mahfel Kahvesi’ne baktık. KolomboHamzaolayyerinegelenpolislereçayısmarlamış,onlarlasohbetediyordu.

KolomboHamza’nın,yaniHamzaDedemiz’inhayatımdabıraktığıikiizihiç unutmam. Çocukken ilk defa bana boza içiren ve sevdiren adamdı.Hayatımdailkbisikletimidebanaoalmıştı.

Doksanüçyıllıkömrüboyuncahiçoturmamış,hephareket etmişçılgınbir figür olarak akıllarda yer etti. Zaman zaman mukavva gibi ince olankemikleri kırılırdı. Sonra tekrar kaynardı. Hiç hastalanmadı, nezle bileolmadı.Kimseyeyükolmadan,uykudaölmekisterdi.Hayatındeğerisadecebir osurukla çekip girmektir, kimseye muhtaç olmadan… Allah bana da

öylesiniversin.KolomboHamzatamdaistediğigibietti.Birgeceuyudu,birdahauyanmadı.

MekânıncennetolsunKolombo.

Sülalemizinenbüyükkomedyenisendin.