Upload
others
View
6
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
KIYAFETNAME
sonradan aksi ispat edilen yahut kökten yanlış olan değerlendirmeler de bulunmaktadır.
İnsanın beden yapısıyla ruh yapısı arasında ilişki olduğu görüşü İslam dünyasının yanı sıra Batı'da da ilgi uyandırmış. son yüzyıllarda el yazısından karakter tahliliyle psikolojinin fizyotipoloji dalı ve tıbbın bazı dallarında psikiyatrik teşhis ve tedavi alanlarında kullanılmaya başlanmıştır. Bu görüş hukukta da kriminoloji biliminin doğuşunda rol oynamış. Lombroso'dan itibaren özellikle ceza hu-
. kukunda önem kazanmıştır.
BİBLİYOGRAFYA :
Muslihuddin Mustafa, Ahteri, İstanbul 1309, s . 842; Kamus Tercümesi, Il, 831 ; Keş{ü'?·?U·
nün, ı, 879; ll, 1181 , 1366-1367; Rieu . Catalogue, s. 53 vd.; Osmanlı Müelli{leri,l,18; ll, 49, 113, 359; lll, 136; Hayyam Pur. Manzum Kıya{etnameler (mezuniyet tezi, ı94ı ), İÜ Türkiyat Enstitüsü Ktp. , nr. 619; Serpil Büıbülan , Hamdullah Hamdi ve Kıya{etnamesi (mezuniyet tezi , 1967). AÜ DTCF Ktp . nr. 84 ; İskender Pala. Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, Ankara 1995, s. 298-299; Adem Ceyhan, Bedr-i Dilşad 'ın Muradnamesi, İstanbul 1997, ll , 878-"891 ; Mine Mengi. " Kıyafetnameler ü zerine" , TDAY Belleten, 1977 ( 1978 ). s. 299-309 ; Amil Çelebioğıu, " Kıyafe (t) ilmi ve Akşemseddinzade Hamdullah Harndi ile Erzurum! u İbrahim Hakkı'nın Kıyafetnameleri", EFAD, fas. ll, sy. ll ( 1979). s . 305-348; M. Serhan Tayşi. " Kıyafet ilmi ve Seyyid Lokman Çelebi'nin Kıyafet-na mesi", İslam Medeniyeti Mecmuası, IV/ 3 , İ stanbul 1980, s. 91-112 ; Kamüsü 'l-a'lam, lll , 1982; Macdonald. "Kıyafet" , İA , VI , 775-776.
r KIYAM (ı"~f)
Iii MiNE MENGİ
Namazda ayakta durmayı ifade eden fıkıh terimi.
L
Sözlükte "doğrulmak. ayakta durmak; yönelmek". manasma gelen kıyam, fıkıhta terim olarak namazda iftitah tekbiri ve her rek'atta Kur'an'dan okunınası gereken asgari miktarı okuma süresince ayakta durmayı ifade eder. Bu ayakta duruş şekil olarak namazı oluşturan fiillerden biri olduğu için namazın rükünleri arasında yer alır. Fıkıh literatüründe ezan ve kametin, hutbenin ayakta okunması. ayakta yeme ve içmenin, şahıslar ve cenaze için ayağa kalkmanın hükmü gibi konular ele alınırken sıkça kullanılan kıyam kelimesi ise sözlük anlamını aşan özel bir mana taşımaz.
Namaz, Allah'a saygı ve bağlılığı simgeleyen belli davranışlardan oluşur; bunlar-
514
dan biri de "AIIah'ın huzurunda ayakta duruş" anlamın ı taşıyan kıyamdır. Kur'an'da "namazın dosdoğru kılınması" manasında kullanılan "ikame" kıyamla aynı kökten geld iği gibi kıyam ve bu kökten türeyen diğer kelimeler birçok ayette namaza ve namaz kıtarken Allah ' ın huzurunda O'na bir sayg ı ve itaat göstergesi olarak ayakta duruşa işaret eder (el-Sakara 2/238; Al-i im ran 3/39, 191 ; el -Hac 22/36; ei-Furkan 25/64; ez-Zümer 39/9; eiMüddessir 74/2) . ibadetterin ifasına ilişkin ayrıntılar Hz. Peygamber'in fiili sünnetiyle belirlenmiş ve nesilden nesle dini hayatın canlı bir parçası olarak intikal etiiriimiş olduğundan namazdaki kıyam şartıyla ilgili fıkhl ahkam ve farklı görüşler, bu konudaki rivayetlerin değerlendirilmesi ve yorumlanması sonucu ortaya çıkmıştır.
Namazda iftitah tekbirinin ayakta alınması ve kıraatin ayakta yapılması esastır.
Kıyamın süresi de kural olarak bu iki rüknün yerine gelmesini sağlayacak süre kadardır. Kıyam sözlük ve örfteki anlamıyla ayakta ve dik durmak demek olduğundan fakihler kıyamın şeklini tanımlarken
omurga kemiğinin dik tutulması. rükuda sayılmayacak derecede dik durulması veya eller uzatıldığında dize ulaşmaması gibi ölçülerden söz etmişlerdir. Ayakta iken başın eğik olması kıyama zarar vermez. Ayakta iftitah tekbiri alarak namaza başlayan kişi sünnete uyarak sağ elini sol eli üzerine koyar ve namazın bir diğer rüknü olan kıraati yerine getirir. Kıyamda iken elierin nerede ve ne şekilde bağlanacağı konusunda fıkıh mezhepleri arasında bazı görüş ayrılıkları bulunmaktadır. Hanefi mezhebine göre erkekler. sağ elin serçe ve baş parmaklarıyla sol elin bileğini hafifçe kavrayarak ellerini göbek altından bağlarlar. Kadınlar ise erkekler gibi sol elin bileğini kavramaksızın sağ ellerini göğüsleri üzerinden sol elleri üzerine koyarlar. Maliki mezhebine göre farz namazlarda elierin bağlanması mekruh, nafile namazlarda caizdir. Şafii mezhebinde erkek ve kadınların sağ ellerini sol elleri üzerine koymaları ve ellerini göğüsleriyle göbekleri arasında bağlamaları. Hanbeli mezhebine göre göbek altından bağlamaları sünnettir. Hanbeli mezhebindeki bir diğer görüş ise elierin göbek üzerinde bağlanması yönündedir.
Namazda kıyamın farz (rükün) oluşu farz ve vacip namazlar içindir. Sünnet ve m üstehap namazlar kolaylık esasına dayandığından bir özür bulunmasa da otu-
rarak kılınabilir; ancak ayakta kılmak da" ha faziletlidir. Nitekim bir hadiste oturularak kılınan namazın ecrinin ayakta kılınana göre yarım olduğu belirtilmiş ve bu nafile grubundaki namazlar hakkında bir açıklama olarak anlaşılmıştır (Buhar!, "Tal}ş!rü'ş-şalat". ı 7; Ebu DavGd. " Şalat". ı 75) . Ebu Hanife sabah namazının sünnetini bunlardan istisna ederek onun mazeretsiz oturarak kılınmasını caiz görmemiştir. Teravih namazını oturarak kılmak ise caiz olmakla birlikte rnekruh görülmüştür.
Hadislerde de ruhsat verildiği gibi (Buhar!, "Thl}şirü'ş-şalat" , 18-20; Ebu Davud. " Şalat", ı 75) herhangi bir haklı mazeret ve özrü sebebiyle ayakta namaz kılamayan kimse oturarak namaz kılar. Bu oturma o kişi için hükmen kıyam yerine geçer. Ayağa kalkınca ağrı ve hastalığın artması , akıntı. düşmanın görme ihtimali gibi sebepler de böyledir. Ayakta durabildiği halde özrü sebebiyle rüku ve secde edemeyen kimse, Hanefiler'in dışındaki üç mezhebe göre ayakta ima ile rüku ve secde eder. Hanefi mezhebine göre ise bu durumdaki kimseden kıyam şartı düşer. dolayısıyla oturarak ima ile kılmas ı
daha f aziletlidir. Oturmaya da gücü yetmeyen kimse nasıl kılabiliyorsa o şekilde ima ile kılar. Maliki ve Hanbeli mezheplerine göre oturarak namaz kıldıran imama uyan cemaatin de oturması gerektiğinden onlardan da kıyam şartı düşer.
İftitah tekbiri alacak kadar dahi olsa ayakta durmaya gücü yeten kimse namaza ayakta başlar. Bir süre ayakta kalmaya gücü yeten kimse de gücünün yettiği kadar kıyamda durduktan sonra namazının kalan kısımlarını oturarak tamamlar. Aynı şekilde fakihlerin çoğunluğu. bir şeye dayanarak da olsa ayakta namaz kılabiten kimsenin farz namazları oturarak kılma
sını caiz görmezken Maliki fakihleri caiz görürler. Şafiiler de bütün kıyam boyunca dayanmaya ihtiyaç duyan kimsenin namazını oturarak kılmasını caiz görür.
Kıyam şartı tam yerine gelmiş olmayacağı için bir mazeret bulunmadığı sürece farz ve vacip namazların hayvan üzerinde kılınması caiz görülmemiştir. Hareket halindeki nakil vasıtaları da kural olarak bu hükümdedir. Ancak yolculuğun bütün bir namaz vaktini kapsayacak kadar sürmesi gibi mazeretler bulunduğunda farz namazlar da bu araçlarda kıyam şartı terkedilip ima ile rüku ve secde yapılarak kılınabilir.
BİBLİYOGRAFYA :
Ragıb ei-İsfahani. el-Müfredfıt, "15vm" md.; Buhari. "Ta]5ş'irü'ş-şalat", 17-20; Ebu Davud, "Şalat". 175; Kasani. Beda'i' , ı. 105-11 O; İbn Rüşd, Bidfıyetü 'l-müctehid, l, 119-120; İbn Kudame, el-Mugni, Kah i re 1388/1968, ll, 105-111; Nevevi, Ravzatü '(-talibin (nşr. Adil Ahmed Abdü lmevcGd- Ali M. Muavvaz), Beyrut 1412/ 1992, 1, 339-345; Karafi. e;;-Zai:Jira (nşr. Muhammed Haccİ). Beyrut 1994, ll , 161-167; İbn Cüzey, Kavaninü'l-a/:ıkfımi'ş-şer'iyye, Beyrut 1979, s. 73-74; Şemseddin er-Remli, Nihfıyetü'l-mu/:ıtfıc, Kahire 1386/1967, 1, 465-472; Şevkani. Neylü'l-evtar, ll, 207-2 11; lll, 192-196; İbn Abidin, Reddü'l-mul;ıtar(Kahire) , 1, 443-446; "I<:ıyam", Mu.F, XXXIV, 106-116.
L
[il EBUBEKiR SiFİL
KIY AM bi-NEFSİHi (~ ı"~f)
Allah'ın varlığının
kendinden olup hiçbir yönden başkasına muhtaç bulunmadığı
anlamında ketarn terimi. _j
Sözlükte "doğrulup ayakta durmak, devam ve se bat etmek. bir işin idaresini üzerine almak, gözetip korumak" anlamlarına gelen kıyam kökü ile "şahıs, zat, kendi" manasındaki nefs kelimesinden oluşan terim ketarn literatüründe Allah'ın
bizatihi mevcut olduğunu, var olmak için başkasına muhtaç bulunmadığını. dolayısıyla O'nun dışındaki her şeyin varlık kazanması ve mevcudiyetini sürdürebilmesinin O'nunla mümkün olabildiğini ifade eder. Kıyam bi-zatihi terkibi de aynı manada kullanılır.
Kıyam bi-nefsihi terkibi Kur'an-ı Kerim'de yer atmarnakla birlikte kıyam kökünden türeyenkaim sıfatı iki ayette (Al-i im ran 3/18; er-Ra'd 13/33 ), "her şeyin varlığı kendisine bağlı olup kainatı idare eden" anlamındaki kayy(ım üç ayette (el-Bakara 2/255; Al-i i m ran 3/2; Ta ha 201111) ve nezd-i uluhiyyeti ifade etmek üzere makam kelimesi rab ismine (er-Rahman 55/ 46; en-Naziat 79/40) ve bir yerde nisbet "ya"sına muzaf olarak (İbrahim 14/ 14) Allah'a izafe edilmiştir.
Terim, ketarn literatürüne cevher-araz tartışmaları münasebetiyle ilk dönemlerden itibaren girmiş. "varlığını kendi başına hissettirme" anlamında kıyam binefsihi yahut kıyam bi-zatihi cevheri. "varlığını başkasına bağlı olarak hissettirme" manasında kıyam bi-gayrihi arazı nitelernek üzere ketarn ekaileri tarafından kullanılmıştır. Allah ' ın bir sıfatı olarak literatürde ne zaman yer aldığı tesbit
edilememekle birlikte en erken dönemin Ehl-i sünnet kelamının kurulup gelişmeye başladığı IV. (X.) yüzyıldan sonra olduğu söylenebilir. Nitekim İmamü'I-Haremeyn ei-Cüveynl'nin terimin anlamıyla ilgili olarak Ebu İshak ei-İsferayinl'den yaptığı nakil ( el-irşad, s. 33) V. (Xl.) yüzyılın başlarında bu tabirin tartışıldığını göstermektedir. Daha sonra terkip halinde ilahi bir sıfat olarak naslarda yer almaması sebebiyle Selef alimleri. ayrıca essıfatü'l-meaniyi kabul etmeyen Mu'tezile kelamcıları tarafından dikkate alınmamışsa da Matüridiyye ve Eş'ariyye kelamcılarınca ele alınıp işlenmiştir.
Kelam alimlerine göre kıyam bi-nefsihi Allah'ın varlığının. başkasına bağımlı bir zorunluluktan değil kendinden kaynaklanan bir gereklilik olduğunu, ayrıca O'nun mevcudiyeti ve bekası için bir başkasına veya kendi dışındaki bir sebebe muhtaç bulunmayan yegane mutlak varlık (vacibü'l-vücüd li-zatih) olduğunu ifade eder. İlk dönem kelamcılarının bir kısmı bu sıfatın Allah'ın bir mekana yahut mahalle muhtaç olmaktan münezzeh oluşunu , bazıları
ise cevherin de en azından başlangıçta bir yaratıcıya ve tahsis ediciye ihtiyaç duyduğunu . dolayısıyla sözü edilen sıfatın aynı zamanda Allah'ın var edici yahut bir tahsis ediciden de müstağni bulunduğunu ifade ettiğini belirtmişlerse de (a.g.e., s. 3 3-34) müteahhirin kelamcıları terimin anlamını daha da genişletmiş ve onunla Allah'ın hiçbir yönden başkasına muhtaç olmadığının ifade edildiğini kaydetmişlerdir (Ali el-Karl. s. 43-44). Buna göre Allah hiçbir zaman yokluğu düşünülemeyen, herhangi bir mekana. sebebe. mucit ve müessire ihtiyaç duymayan, ezel'i ve ebed'i. vacibü'l-vücud olan yegane varlıktır. Ketarn literatüründen yararlanan islam filozofları da terimin daha çok kıyam bi-zatihi kullanımını tercih ederek Allah'ın mutlak anlamda bir mahat veya mekanda olmaktan münezzeh bulunduğunu belirtmişlerdir (Tehanevl. ll , 1225).
Kıyam bi-nefsihi, Allah'ın hem varlık açısından başkasına muhtaç olmadığını hem de uluhiyyetini niteleyen, O'nun kainatı yaratıp idare edişini dile getiren yetkinlik sıfatlarının fonksiyonerliği açısından her türlü acz, eksiklik ve ihtiyaç kavramını zat-ı ilahiyyeden nefyettiği için genellikle sel bi sıfatiardan biri olarak kabul edilmiştir. Ancak terim. "kainatı yaratıp mevcudiyetini sürdürme" anlamı yönüyle fiili sıfatlar içinde de mütalaa edilebilir.
KIYAME SÜRESi
BİBLİYOGRAFYA :
Ragıb el-isfahi'ıni . el-Müfredfıt, "]5vm" md.; Usfınü'l-'Arab, "kvm" md. ;Cürcani. et-Ta'ri{fıt, s. 71· 72; a.mlf .. Şerf:ıu '1-Mevfıkıf. istanbul 1286, s. 475-478; Tehanevi, Keşşfı{. ll, 1225; Müslim, "Şalatü'l-müsafirln", 199; Ebü Hayyan et-Tevhidi. el-Mukabesat (nşr. M. Tevfik Hüseyin). Beyrut 1989, s. 147-148, 181-187, 37 1-373; Kadi Abdülcebbar. Şerf:ıu'L-Uşüli'L-I:Jamse, s. 175· 182; Abdülkahir ei-Bağdadi. Uşülü 'd·din, İstanbul 1346, s. 72; Beyhaki, el-İ'tikfıd, Beyrut 1986, s. 34-40; Şehristani. Nihfıyetü'L-ikdfım (nşr. A Guillaume). London 1934, s. 181, 203; Nesefi, Tebşıratü'L-edille (Salame), ll, 166-187; Seyfettin ei-Amidi, Cayetü'L·merfım (n şr. Hasan Mahmud Abdüllatlf). Kahire 1391/1971, s. 9, 57 , 198, 267, 288-289; Cüveyni. el-İrşfıd (Muhammed), s. 33-34; Teftazani. Şerl;ıu' l-Makiisıd
(nşr. Abdurrahman Umeyre). Beyrut 1409/1989, IV, 69-71; a.mlf .. Şerf:ıu'L-'Akii'id, İstanbul1315 , s. 67; Kemaleddin ibn Ebu Şerif, el-Müsfımere, İstanbul 1400/1979, s. 17-21; Ali el-Karl, Şerf:ıu kitfıbi'L-Fıkhi'L-ekber, Beyrut 1404/1984, s. 43-44; İbrahim b. İbrahim ei-Lekani. Şerf:ıu Cevhereti't-tevf:ıid, Kahire 1375/1955, s. 80-82; İzmirli, Yeni ilm-i Kelfım, ll , 92.
L
Iii ÜSMAN KARADENİZ
KIYAME SÜRESİ (4.ıı~l ö),...)
Kur'an-ı Kerim'in yetmiş beşinci siiresi.
_j
Mekke döneminde Karia suresinden sonra nazil olmuştur. Adını ilk ayette geçen ve ölümden sonra diritmeyi ifade eden kıyame (kalkma. kalkış günü) kelimesinden almıştır. Kırk ayet olup fasılası ..s , ~~> , ...; , J , ö , ı harfleridir.
Müşriklerden Adi b. Rebia'nın bir gün Hz. Peygamber' e gelerek kıyametten bahsetmesini istemesi, onun anlattıklarını dinledikten sonra da gözleriyle görse bile inanmayacağını, zira çürümüş kemikterin toplanıp yeniden bir beden oluşturmasının imkansız olduğunu söylemesi üzerine su ren in ilk bölümlerinin indiği çeşitli kaynaklarda belirtiliyorsa da (mesela bk. Vahidl, s. 448) kıyamet gibi Kur'an'ın getirdiği temel inanç esaslarından biriyle ilgili olarak inananların inancını pekiştirmek, inanmayanları da imana davet etmek üzere nazil olduğunda şüphe yoktur.
Vahyin okunınası ve muhafazasıyla ilgili bir ara bahis dışında konusu ölümün ardından diritme olan surenin muhtevasını dört bölümde ele almak mümkündür. Birinci bölümde (ayet 1-1 5) , kıyamet gününe ve kendini kınayan nefseyemin edildikten sonra kemiklerin toplanmayacağını sanan insanlara karşı Allah'ın par-
515