Upload
others
View
25
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
KONUŞMA VE BİLDİRİ ÖZETLERİ KİTABI ERDİŞ ULUSLARARASI DİŞ HEKİMLİĞİ KONGRESİ
ERDIS.ORG
1
İçindekiler Önsöz ........................................................................................................................................................2
Komiteler..................................................................................................................................................3
Bilimsel Program ......................................................................................................................................6
Konuşma Özetleri.................................................................................................................................. 13
Sözlü Bildiriler ....................................................................................................................................... 31
Poster Bildirileri .................................................................................................................................. 206
2
Değerli katılımcılar,
26-29 Şubat 2020 tarihinde Kayseri Wyndham Grand Otel’de Erciyes
Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Uluslararası Kongresi’ni
gerçekleştireceğimizi büyük bir heyecan ve mutlulukla duyurmak isteriz.
Ülkemizin yetiştirdiği kıymetli akademisyenlerin yanısıra, dünyanın çeşitli
ülkelerinde kendini ispat etmiş Türk bilim insanlarının katkıları ile 16 ilgi çekici
konunun yer alacağı güçlü bir bilimsel program sizler için oluşturulmuştur.
Erciyes Dağı’nın eşsiz güzelliğinde kayak yapmak, dünyanın en eski
şehirlerinden biri olan ve pek çok uygarlığa beşiklik yapmış Kayseri’nin tarihi
ve kültürel güzelliklerini keşfetmek ve dünyanın 7 doğal harikasından biri
olan Kapadokya’nın gizemine tanıklık etmek için sizleri organizasyon
komitesi adına Kayseri’de ağırlamaktan büyük mutluluk duyacağız.
Prof. Dr. Adnan ÖZTÜRK
Kongre Onursal Başkanı
Prof. Dr. Kerem KILIÇ
Kongre Başkanı
3
KOMİTELER
Onursal Başkan
Prof. Dr. Adnan Öztürk
Kongre Başkanı
Prof. Dr. Kerem Kılıç
Organizasyon Komitesi
• Prof. Dr. Hasan Önder Gümüş
• Doç. Dr. Mustafa Aydınbelge
• Doç. Dr. Yakup Üstün
• Dr. Öğr. Üyesi İnci Devrim
• Dr. Öğr. Üyesi Süheyb Bilge
• Dr. Öğr. Üyesi İkbal Leblebicioğlu Kurtuluş
• Dr. Öğr. Üyesi Gökhan Türker
• Öğr. Görevlisi Mehmet Amuk
4
Bilimsel Komite
• Prof. Dr. Mehmet Manisalı, University of London
• Prof. Dr. Füsun Özer, Penn Dental Medicine
• Prof. Dr. Zafer Çehreli, Hacettepe Üniversitesi
• Prof. Dr. Burak Sağsen, Erciyes Üniversitesi
• Prof. Dr. Mutlu Özcan University of Zurich
• Prof. Dr. Alp Doğan Kantarcı, Forsyth Enstitute
• Prof. Dr. Yahya Tosun, Dubai
• Prof. Dr. Hasan Alkumru, University of Western Ontario
• Prof. Dr. Sema Hakkı, Selçuk Üniversitesi
• Prof. Dr. Özgür İnan, Selçuk Üniversitesi
• Doç. Dr. H. Sinan Topçuoğlu, Erciyes Üniversitesi
• Doç. Dr. Murat Canger, Erciyes Üniversitesi
• Doç. Dr. Soley Arslan, Erciyes Üniversitesi
• Doç. Dr. Sezer Demirbuğa, Erciyes Üniversitesi
• Doç. Dr. Salih Doğan, Erciyes Üniversitesi
• Doç. Dr. Dilek Canpolat, Erciyes Üniversitesi
• Prof. Dr. Ahmet Yağcı, Erciyes Üniversitesi
• Dr. Hani Tohme, Saint Joseph University
• Dr. Öğr. Üyesi Fatma Doğruel, Erciyes Üniversitesi
• Dr. Öğr. Üyesi Ahmet Emin Demirbaş, Erciyes Üniversitesi
• Dr. Öğr. Üyesi Seher Orbay Yaşlı, Erciyes Üniversitesi
• Dr. Öğr. Üyesi Haydar Albayrak, Erciyes Üniversitesi
5
Sosyal Komite
• Doç. Dr. Zeynep Aslı Özkaya
• Dr. Öğr. Üyesi Nisa Gül Amuk
• Dr. Öğr. Üyesi Duygu Kılıç
• Dr. Öğr. Üyesi Emrah Soylu
Teknik Komite
• Doç Dr. Tuğrul Aslan
• Doç. Dr. Ayşegül Gürbulak
• Öğr. Görevlisi Gökhan Çoban
• Bilgi İşlem Gör. Fazlı Özkan
Kayıt Komitesi
• Dr. Öğr. Üyesi Meryem Etöz
• Dr. Öğr. Üyesi Hüsniye Gümüş
• Dr. Öğr. Üyesi Canay Asan
• Dr. Öğr. Üyesi Esra Kızılcı
6
26 ŞUBAT 2020, ÇARŞAMBA
Saat/Salon Erciyes Kanes /
Gereme /
Gültepe
Karatay Melikgazi Poster
Alanı
10:00-14:00 Kayıt
12:30-14:00 Öğle Yemeği
14:00-15:00 Açılış Konuşmaları
Prof Dr Övül
Kümbüloğlu
“Klinikte işler ters
gittiğinde”
Oturum Başkanı: Doç
Dr
Ayşegül Güleryüz
Gürbulak
Sözlü Bildiri
Oturumu
1
15:45-16:15 Kahve Molası Sözlü Bildiri
Oturumu 2 16:15-17:00 Prof Dr Sema S.
Hakkı
“Diş Hekimliğinde
Kök
Hücre Uygulamaları
Nerede?”
Oturum Başkanı: Dr
Öğretim Üyesi Fatma
Doğruel
17:00-17:15 Kahve Molası
Dr
Yah
ya T
osu
n ‘
wo
rksh
op
’ eff
af
pla
kla
r ort
odon
ti d
ün
yası
içi
n b
ir h
ayat
öpü
cüğü
mü
?
7
17:15-18:00 Prof Dr Sevil
Gürgan
“Posterior bölgede
estetik biyomimetik
restorasyonlar”
OturumBaşkanı: Doç
Dr Sezer Demirbuğa
19:30 Akşam Yemeği
22:00 Gamze İleri ve
orkestrası
Saat/Salon Erciyes Kanes Karatay Karum Poster
Alanı
8
27 ŞUBAT 2020, PERŞEMBE
Saat/Salon Erciyes Kanes /
Gereme /
Gültepe
Karatay Melikgazi Poster
Alanı
9:00-9:45 Prof Dr Bilge
Hakan Şen
“Endodontide
Antibiyotik
Kullanımı”
Oturum Başkanı:
Prof Dr Burak
Sağsen
Sözlü Bildiri
Oturumu 3
10.00-10.45 Prof Dr Füsun
Özer
“Dentin Bağlayıcı
Sistemlerin Klinik
Uygulamaları ile
İlgili
Güncel Yaklaşımlar”
Oturum Başkanı:
Doç Dr Soley Arslan
10:45-11:15 Kahve Molası
11:15-12:00 Prof Dr Mehmet
Manisalı
“Maxillofasiyal Cerrahide 3-Boyutlu Planlama
Teknolojısi”
Oturum Başkanı: Prof Dr
Erdem Kılıç
9
12:15-13:00 Prof Dr Feza
Korkusuz
“Bilimsel
Paradigma”
Oturum Başkanı: Doc Dr
Salih Doğan
13:00-14:00 Öğle yemeği
14:15-15:00 Prof Dr Alpdoğan
Kantarcı
“ Periodontal ve
Periimplant
Hastalıkların
Sistemik
Hastalıklarla
İlişkisi: İltihabın
Mekanistik ve
Terapotik
Rolü”
Oturum Başkanı: Dr
Öğretim Üyesi İnci
Devrim
Sözlü Bildiri
Oturumu 4
Ödüle
Aday
Poster
Bildiri
Sunumları
Poster
Jürisi:
15:15-16:00 Dr Yahya Tosun
“Ortodontide
Disiplinler
Arası Tedavi
Kavramı”
Oturum Başkanı:
Prof Dr Ahmet Yağcı
16:15-16:45 Kahve Molası Sözlü Bildiri
10
16:45-17:30 Prof Dr Hasan
Alkumru
“İmmediate
yükleme ve all on
four tedavi
yöntemi “
Oturum Başkanı:
Prof Dr Hasan
Önder Gümüş
Oturumu 5
17:45-18:30 Prof Dr Ayşegül
Tüzüner
“Atrofik Kretlerde
Ogmentasyon
Teknikleri”
Oturum Başkanı:
Prof Dr
Özgür Er
19:30 Akşam Yemeği
Saat/Salon Erciyes Kanes Karatay Karum Poster
Alanı
Pro
f. D
r. Ö
vü
l K
üm
bü
loğ
lu
11
28 ŞUBAT 2020, CUMA
Saat/Salon Erciyes Kanes / Gereme
/ Gültepe
Karatay Melikgazi Poster
Alanı
9:00-9:45 Prof Dr Kaan Orhan
“Dental
görüntülemede
yapay zeka ve derin
öğrenme”
Oturum Başkanı: Doç
Dr Emin Murat
Canger
Sözlü Bildiri
Oturumu
6
10.00-10.45 Prof Dr Alper Alkan
“Diş Hekimliği
Uygulamalarında
mevzuata bağlı risk
faktörleri”
Oturum Başkanı: Doç
Dr Dilek Canpolat
11:15-12:00 Prof Dr Ateş Parlar
“İmplant Çevresi
Yumuşak
Doku Problemleri Ve
Çözümleri: Estetik
Ve
Fonksiyonel Yönler”
Oturum Başkanı: Dr
Öğretim Üyesi Seher
Orbay Yaşlı
12:15-13:15 Öğle Yemeği
Pro
f. D
r. A
teş
Parl
ar
Eğ
imli
ye
rle
ştirile
n im
pla
ntla
r; F
ix o
n F
ou
r -
Fix
on
Six
12
13:30-14:15 Prof Dr Zafer
Çehreli
“Genç daimi dişlerde
geleneksel ve
rejeneratif
endodontik tedavi
yaklaşımları: Bir
güncelleme”
Oturum Başkanı: Doç
Dr Mustafa
Aydınbelge
Sözlü Bildiri
Oturumu 7
14:30-15:15 Prof Dr Mutlu
Özcan
“Dental seramiklere
yapıştırma: teknik ve
klinik protokoller”
Oturum Başkanı: Prof
Dr Mustafa ZORTUK
15:30 Erciyes Üniversitesi
Gezisi
19:00 Gala Yemeği
Saat/Salon Erciyes Kanes Karatay Karum Poster
Alanı
Pro
f. D
r. H
asa
n A
lku
mru
Lam
inate
Ven
eerl
er
13
Konuşma Özetleri
14
26 Şubat 2020 15:00, Erciyes Salonu
Klinikte İşler Ters Gittiğinde
Prof Dr. Övül Kümbüloğlu ¹
1: Ege Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi, Protetik Diş Tedavisi
Gün geçmiyor ki klinikte hasta başında çalışırken başımıza bir olay
gelmesin…Teorik olarak bildiğimizi sandığımız ama pratikte karşılaşınca
hemen çözüm üretemediğimiz, canımızı sıkan, içinden çıkamadığımız pek çok
vaka hekimler için hem zaman hem de prestij kaybı yaratmaktadır. Bu
sunumda klinikte özellikle protetik olarak karşılaşabileceğimiz basitten
komplike olabilecek farklı sorunlara vakalar üzerinden örneklendirme
yapılarak çözüm seçenekleri anlatılacaktır.
15
26 Şubat 2020 16:15, Erciyes Salonu
Diş Hekimliğinde Kök Hücre Uygulamaları Nerede?
Prof. Dr. Sema S. Hakkı ¹
1: Selçuk Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Periodontoloji
Kök hücreler, embriyonik kök hücre, indüklenmiş pluripotent kök hücre ve
mezenkimal kök hücreler olarak sınıflandırılmaktadır. Embriyonik kök
hücreler, etik nedenlerle araştırma amaçlı bile kullanımına pek çok ülkede izin
olmayan hücre grubudur. İndüklenmiş pluripotent kök hücreler ile ilgili
çalışmalar ise laboratuvar aşamasındadır. Mezenkimal kök hücre kullanımını
kapsayan hücre temelli tedaviler, tıpta farklı uygulama alanları bulmakla
birlikte, diş hekimliğinde biraz daha yavaş ilerlemektedir. Son 5 yılda, kök
hücre temelli pulpa rejenerasyonuna yönelik insan vaka-serileri literatürde
yayınlanmaktadır ve sonuçları son derece umut vericidir. Aynı şekilde, sinüs
tabanı modifikasyonu, kret ogmentasyonu, çekim soketi şekillendirilmesinde
de kök hücre temelli klinik araştırmalar gerçekleştirilmektedir. Henüz kliniğe
geçmemekle birlikte, mezenkimal kök hücreler diş eti çekilmesi, osteonekroz
temporamandibular eklem hasarlarının ve alveolar sinir yaralanmalarının
tedavisi amacı ile hayvan modellerinde araştırmalar devam etmektedir. Ayrıca
dental ve oral dokulardan elde edilen mezenkimal kök hücreler, tıbbın başka
alanlarında rejeneratif ve immün modülasyon amaçlı kullanılmaktadır. Kök
hücre uygulamalarında biyo-mühendislik ile işbirliği yapılarak uygun doku
iskeleleri kullanarak istenilen dokunun rejenerasyonu mümkün
görünmektedir. Biyolojik olarak diş (biyo-diş/biyo-kök) elde edilmesi, küçük
ve büyük hayvan modellerinde başarılı ile elde edilebilmiştir. İnsan hücreleri
ile yapılan biyo-diş araştırmaları hayvan modellerine/hücrelerine kıyasla daha
az öngörülebilir olmakla birlikte, çalışmalar devam etmektedir.
16
26 Şubat 2020 17:15, Erciyes Salonu
Posterior Bölgede Estetik Biyomimetik
Restorasyonlar
Prof. Dr. Sevil Gürgan ¹
1: Hacettepe Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi, Restoratif Diş Tedavisi
Sürekli değişim gösteren günümüz diş hekimliğinde, son yıllarda adeziv diş
hekimliği çok önem kazanmış ve modern restoratif diş hekimliği de çürük diş
dokusunun minimal uzaklaştırılarak terapatik etki gösterebilecek bir restoratif
materyalle onarılmasına odaklanmıştır. Bu anlamda, son yıllarda sayısı giderek
artan birçok restoratif materyal de diş hekimlerinin kullanımına sunulmuştur.
1970’li yılların başlarında geliştirilmiş olan cam iyonomer simanlar (CİS),
fiziksel ve kimyasal özelliklerinin iyileştirilmesi adına yapılan değişikliklerden
sonra, günümüzde kullanılan içeriğine kavuşmuş ve restoratif diş
hekimliğinde tercih edilen materyaler. arasına girmiştir. Uzun yıllar boyunca
daha çok süt dişlerinin tedavisinde veya daimi dişlerin geçici restorasyonunda
kullanılan CİSlar, son yıllarda yapılarındaki değişiklikler veya gelişmelerle
erişkinlerde I., II. ve V. sınıf kavitelerin restorasyonunda rutin olarak
kullanılmaya başlanmıştır. Bununla birlikte, günümüzde çok önem kazanan
'Minimal İnvaziv Diş Hekimliği’ konsepti içinde yüksek çürük riskli bireylerin
ve insan ömrünün çok uzamış olduğu çağımızda yaşlı bireylerin dişlerinin
restorasyonunda da başarılı bir şekilde kullanılmaktadır. Bu sunumda yeni
nesil Cam iyonomerlerin posterior restoratif materyal olarak uzun dönem
klinik performansları ile ilgili bilgiler verilecek, kompozit resinlerle
karşılaştırılarak ve tartışılacaktır.
17
27 Şubat 2020 09:00, Erciyes Salonu
Endodontide Antibiyotik Kullanımı
Prof. Dr. Bilge Hakan Şen ¹
1: Endodonti
Dişhekimi, günlük muayenehane yaşamında enflamatuvar ve/veya enfeksiyöz
endodontik durumlarla sıklıkla karşılaşır. Bu durumların çoğunda lokal
müdahale ile semptomlar ortadan kalkar ve iyileşme gerçekleşir, çünkü kök
kanallarının genişletilmesi temizlenmesi ve dezenfeksiyonu ile enfeksiyon
kaynağını ortadan kaldırmak oldukça kolaydır. Ancak bazı
durumlarda,hastanın yaygın şişlik, selülitis, ateş, lenfadenopati, kırıklık ve
yorgunluk gibi daha ciddi semptomları olabilir. Durum böyle olduğunda
endodontik tedavi yaklaşımlarına ek olarak, antibiyotik reçete edilmesi
gerekebilir. Bu bağlamda, hekimin hangi tip antibiyotiği, hangi dozdave ne
kadar süre vereceği çok önemlidir. Antibiyotiklere karşı gelişen direnç ve
antibiyotiklerin neden olduğu yan etkiler dünya çapında sorun yarattığı için
bu üç kriterin hepsi de çok önemlidir.
Bu sunumda, yukarıda belirtilen faktörler kapsamında ayrıntılı bilgi verilecek
ve irdelenecektir.
18
27 Şubat 2020 10:00, Erciyes Salonu
Posterior Bölgede Estetik Biyomimetik
Restorasyonlar
Prof. Dr. Füsun Özer ¹
1: ABD Pensilvanya Üniversitesi Dişhekimliği Fakültesi (UPENN) Restoratif
Tedavi, Restoratif Diş Tedavisi
Dentin bağlayıcı sistemlerin klinik uygulamaları ile ilgili güncel yaklaşımlar
Direkt ve indirekt restorasyonların uzun süreli klinik başarılarında diş sert
dokuları ile gerçekleştirilen güçlü ve kalıcı adezyon oldukça önemlidir.
Adezyon, farklı moleküllerden gelen ve ara yüzey çekim kuvvetleri tarafından
da desteklenen iki yüzey arasındaki moleküler çekim olarak tanımlanmaktadır.
Çekim gücü aslında iki farklı yüzeyin fiziksel, mekanik ve kimyasal bağlanma
yöntemleriyle birleşmesine neden olur. Direkt ve indirekt restorasyonlarda diş
sert dokularına ve restoratif material yüzeylerine dayanıklı bir bağlanma uzun
surely klinik başarı için kritik öneme sahiptir. Diş dokularına bağlanma,
inorganic diş yapısının sentetik rezin material ile yer değiştirdiği bir işlemdir.
Bu işlem iki faz içerir: birinci faz hem mine hem de dentin yüzeylerinde
kalsiyumfosfatların uzaklaştırılmasını takiben mikrogözeneklerin
oluşturulması; diğeri ise "hibridizasyon" fazı olup rezinin filtrasyonu ve
takibinde mikrogozenekler içerisindeki rezin bağlayıcı materyalin
polimerizasyonu şeklindedir. Sonuç, rezin materyalin diş yapısı ile
mikromekanik kenetlenmesi olarak tanımlanabilir. Mevcut adeziv bağlayıcı
sistemlerle diş dokularına bağlanma stratejileri, diş sert dokularında yapılacak
yüzey işlemlerinin sayısına ve gerçekleştirilen yüzey işlem kombinasyonlarına
gore sınıflandırılabilir; Çok şişeli veya tek şişeli formüllerde “etch and rinse” ve
“self-etch” uygulamalar gibi. Son zamanlarda klinik dişhekimliğine yeni bir
jenerasyon adeziv bağlayıcı sistem daha tanıtılmıştır. “Universal” veya “çok
uygulamalı” diye adlandırılan bu sistemler hem “etch and rinse” hem de “self-
etch” modlarda kullanılabilirler. Çok yönlü uygulamaları olan bu sistemler ne
yazık ki önceki jenerasyon bağlayıcı sistemlerin eksik taraflarını ortadan
kaldıracak teknolojik gelişmelerle desteklenememişlerdir. Her ne kadar adeziv
bağlayıcı sistemlerin klinik kullanımlarında mevcut eğilim daha az ve basit
19
uygulama steplerinden yana ise de,tek-basamak adeziv sistemler daha zayıf
ve zor tahmin edilebilir bir bağlanma performansı sergilemektedirler.
Bu sunumun amacı restorative klinik uygulamalarda kullanılan farklı dentin
bağlayıcı sistemlerin diş sert dokularına olan adezyonu ile ilgili güncel
yaklaşımlardan bahsetmektir.
20
27 Şubat 2020 11:15, Erciyes Salonu
Maxillofasiyal Cerrahide 3-Boyutlu Planlama
Teknolojisi
Prof. Dr. Mehmet MANİSALI ¹
1: Ağız,Diş ve Çene Cerrahisi
3 Boyutlu planlama ve uygulama teknolojisi gun gectikce maxillofasiyal
cerrahide yerini bulmaktadir. Ortognatik cerrahi disinda,onlay implant
hazirlanmasi,diger yuz kemikleri osteotomileri,kemik azaltmalarinda rehberlik
ve travma tedavisinde yardimci bir uygulama olarak one cikmaktadir.Bu
sunum arti ve eksikleri ile bu teknolojinin bugunku konumunun ozetidir.
21
27 Şubat 2020 12:15, Erciyes Salonu
Bilimsel Paradigma
Prof. Dr. Feza Korkusuz ¹
1: Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi-TÜBİTAK Başkan
Danışmanı
Bilim bilinmeyen ve öngörülemeyene uzun bir yolculuktur. Bilimin değerler
dizini nadiren ana ekseninden kayma gösterir ancak asıl olan doğru soruyu
doğru zamanda sorarak sorunun çözebilecek yanıtlar oluşturabilmektir. Bilim
entellektüel açıdan ele alındığında çevremizdeki büyük evreni inceldiği
söylenebilir. Davranışsal olaraksa günlük sorunların çözümü için pratik
öneriler geliştirir. Frascati kılavuzunda araştırma ve geliştirme (Ar-Ge) beş
temel ilkeyi kapsar. Bunlar araştırmanın yeni, yaratıcı, bilinmeyen, sistematik
ve tekrarlanabilir olmasına vurgu yapar. Bilim doğruyu arar ve bu arayışı
sırasında ön yargıdan uzak dürüst davranır. Yaşamda en zor olan kendini
bilmektir. Yaşamını bilime adayanların düş gücü, farklı bakış açısı, okuma
tutkusu, sürekli yazma alışkanlığı, merak, sabır, inanç, adanmışlık, takım
çalışması ve yetenek özelliklerini göstermesi beklenir. Takım çalışması katkı,
iletişim, paylaşma ve iş birliğini gerektirir. Kusursuzluk asla söz konusu
değildir. Bilimsel çalışmalarda kanıt değeri ve niteliğinin yüksek olması iyidir.
Bu beraberinde nitelikli çıktı, etki ve yayılımı getirir. Bilimin diğer önemli
özelliği de tartışmaya açık olmasıdır. Bilimsel çalışmanın iyi planlanması ve
çalışma süresince düzgün kayıt tutulması çok önemlidir.
22
27 Şubat 2020 14:15, Erciyes Salonu
Periodontal ve Periimplant Hastalıkların Sistemik
Hastalıklarla İlişkisi: İltihabın Mekanistik ve Terapotik
Rolü
Prof. Dr. İbrahim Alpdoğan KANTARCI ¹,
1: Forsyth Enstitüsü, Harvard Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi,
Periodontoloji
Periodontal ve dental implantların çevresindeki hastalıklar karmaşık bir
patogeneze ve hücresel/moleküler mekanizmaya bağlı olarak gelişirler.
Genetik ve çevresel faktörlerin bu hastalıklarda rolü düşünülse de patolojik
dönüşümlerin mikrobiyal faktörlerin tetiklemesiyle gelişen iltihapsal yanıta
bağlı olduğu ve doku yıkımının da yine iltihapsal mekanizmalarla geliştiği
düşünülebilir. Ağız boşluğu vücudun en fazla mikroorganizma türünü
barındıran ortamdır. Bu nedenle dişlerin ve implantların çevresinde gelişen
enfeksiyonların ve buna bağlı olarak ortaya çıkan iltihabın vücudun diğer
organlarıdaki patolojilerle de ilişkisi ortaya konmuştur. Bu konudaki teoriler
bakterilerin metastatik yayılımını veya iltihabın farklı organlardaki sistemik
etkisini ön görmektedir. Deneysel çalışmaların yanısıra çok sayıdaki insan
çalısması ve epidemiyolojik araştırmalar da lokal ve sistemik hastalıklar
arasındaki ilişkinin farklı mekanizmalar üzerinden gerçekeleşebileceğini
göstermiştir. Bu sunumda enfektif ve iltihapsal mekanizmaların lokal ve
sistemik hastalıktaki rolü incelenirken tedavide bu bilginin nasıl fayda
sağladığı ve hangi olanakları sunacağı üzerinde yoğunlaşılacaktır.
23
27 Şubat 2020 15:15, Erciyes Salonu
Ortodontide Disiplinler Arasi Tedavi Kavrami
Prof. Dr. Yahya Tosun ¹,
1: Dr Tosun Dental Clinic Dubai, Orthodonti
Dr Edward Angle’in torunlari olarak biz ortodontistler bir yuzyili askin suredir
tedavi planlarimizi O’nun koydugu prensiplere uygun olarak yürütmekteyiz.
Gerek tanı gerekse tedavi planlaması aşamasında iskelet yapıları, dişlerin
eksen eğimlerini, bu yapıların kafa kemikleri ile olan oranlarını ve
fonksiyonlarını dikkate almaktayız.
Oysa günümüzde artık sadece güzel diş dizimi yapmak ve mükemmel bir
kapanış ilişkisi elde etmek hastalarımızı tatmin etmek için yeterli değil. Bu
özellikle erişkin hastalar için daha çok geçerli. “Erişkin ortodontisi” artık
günlük muayenehane pratiğimizin bir parçası haline geldi. Erişkinlerin
ortodontik tedaviyi istemelerinin en önemli nedeni hiç şüphesiz “estetik”. Bu
durum yüzyıllardır alıştığımız kavramları baştan sona değiştirmemize neden
olacak kadar ciddi boyutta bir talep oluşturuyor. Bu talep öylesine bir dalga
ki bu yeni kavrama uygun davranmayan meslektasları kısa zamanda yutabilir.
Bu konuşma, ortodontistin diğer dişhekimliği branşları ile ne gibi ortak
çalışmalar yapabileceği konusuna ışık tutmayı amaçlıyor.
24
27 Şubat 2020 16:45, Erciyes Salonu
İmmediate Yükleme Ve All On Four Tedavi Yöntemi Prof. Dr. Hasan N. Alkumru ¹
1: University of Western Ontario, Schulich School of Medicine and Dentistry,
Protetik Diş Tedavisi
Artan yaşam kalitesine bağlı olarak dişsiz olan hasta sayısı artmaktadır,
oldukça fazla sayıda yetişkin ve yaşlı hasta, halen diş hastalıkları için diş
tedavisine ihtiyaç duymaktadır.Bu hastaların bazıları çıkarılabilir tam diş
protezini tolere edemez ve dişsizliklerinin tedavisi için daha karmaşık teknikler
gerektirebilir
Neredeyse tüm hastalar implant destekli dental protez hakkında bir dereceye
kadar bilgi sahibidirler ve yapay dişlerin tutuculuğu ve stabilitesinin artması
nedeniyle bu tür diş tedavisi yaptırmayı tercih ederler. Ne yazık ki, finansal
kısıtlamalar nedeniyle, çok sayıda dişsiz hasta implant destekli protez
seçeneğini ertelemek zorunda kalmaktadır.
Osseo entegrasyon tamamen dişsiz hastalar için mükemmel bir tedavi
yöntemi haline gelir. Osseointegrasyonun daha iyi anlaşılması, tek aşamalı
ameliyatlara ve implant ameliyatı ile protez yerleştirme arasındaki sürenin en
aza indirilmesine neden olmuştur.
Maksilla, sabit bir protez için mandibula göre daha fazla implant gerektirir,
ancak her iki diş için de dört implant önerilmektedir.
Bu sunumda; immediate yükleme ve all on four tedavi yöntemi ve bu
yöntemin uzun dönem sonuçları ele alınacaktır.
25
27 Şubat 2020 17:45, Erciyes Salonu
Atrofik Kretlerde Ogmentasyon Teknikleri
Prof. Dr. Ayşegül Tüzüner ¹
1: Ankara Üniversitesi
26
28 Şubat 2020 09:00, Erciyes Salonu
Yapay Zeka ve Dental Görüntülemede Derin
Öğrenme
Prof. Dr. Kaan Orhan ¹
1: OMFS IMPATH Research Group, Department of Imaging & Pathology,
Faculty of Medicine, KU Leuven, Ağız,Diş ve Çene Radyolojisi
Özellikle farklı patolojiler ve sistemik koşullar ile birlikte maksillofasiyal
bölgenin anatomisi ve patolojisine aşina olmak, gizli hastalıkları ve özellikle
daha önce acı veren maksillofasiyal patoloji vakalarını keşfetmede hekime
yardımcı olacaktır. Çene-yüz patolojileri için tedavi planlaması mümkün
olduğunca fazla bilgi toplamayı içerir. Başarılı tedavi planlamasının kilit
araçları uygun radyografik tekniklerdir ve bir bölgenin mümkün olduğunca az
iyonlaştırıcı radyasyonla üç boyutta gözden geçirilmesiyle görüntü alınmasını
sağlar.
Sağlık hizmetlerinde yapay zeka (AI), karmaşık tıbbi verilerin analizinde insan
bilişine yaklaşmak için algoritma ve yazılım kullanımıdır. Spesifik olarak, AI,
bilgisayar algoritmalarının doğrudan insan girişi olmadan sonuçlara yaklaşma
yeteneğidir. AI teknolojisini sağlık hizmetlerinde geleneksel teknolojilerden
ayıran, bilgi edinme, işleme koyma ve son kullanıcıya iyi tanımlanmış bir çıktı
verme yeteneğidir. AI bunu davranıştaki kalıpları tanıyan ve kendi mantığını
yaratan makine öğrenme algoritmaları ile yapar. Bu ders derin öğrenmenin
temel ilkelerini ve radyolojide uygulanmasını açıklar, teknik gereksinimleri
tartışır ve derin öğrenme tekniklerinin radyolojide başarılı bir şekilde
uygulanmasına örnekler sunar.
27
28 Şubat 2020 10:00, Erciyes Salonu
Diş Hekimliği Uygulamalarında Mevzuata Bağlı Risk
Faktörleri
Prof. Dr. Alper Alkan ¹
1: Bezmialem Vakıf Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi, Ağız,Diş ve Çene
Cerrahisi
28
28 Şubat 2020 11:15, Erciyes Salonu
Mplant Çevresi Yumuşak Doku Problemleri Ve
Çözümleri: Estetik Ve Fonksiyonel Yönler
Prof. Dr. Ateş Parlar ¹
1: PrimaDent®™ Diş Kliniği, Periodontoloji
Dental implantlar diş eksikliklerini tamamlamak için yaygın olarak
kullanılmaktadır. Geçmişte sadece sabit protezlere destek olması amacıyla
kullanılan dental implantların eski tasarımlardan güncel tasarımlara
ulaşmalarında gerek klinisyenlerin gerekse hastaların estetik beklentilerindeki
yükselme önemli rol oynamıştır. Beklentilerde oluşan bu değişiklik bizim
implant çevresi yumuşak dokularla ilgili kavramlarımızda da evrime yol
açmıştır. İmplant çevresindeki yumuşak dokuların cerrahi manipülasyonu
veya ogmentasyonunun keratinize dokunun genişlik ve kalınlığını arttırmaya
yarayabileceği ve böylece implant tedavisinin estetik ve fonksiyonel
sonuçlarını geliştirebileceği önerilmiştir. Dental implantı çevreleyen sağlam
yumuşak doku sağlık, estetik ve fonksiyon için temeldir. Dental implantların
başarısı çevresinde oluşarak altındaki kemik yapıyı ve implant gövdesinin
etrafındaki osseointegrasyonu koruyacak yumuşak doku bariyerine büyük
ölçüde bağımlıdır. Dental implant protezlerinin estetik başarısı da yine peri-
implant mukozanın sağlık ve stabilitesine bağlıdır. Yumuşak dokudaki
niteliksel ve niceliksel eksiklikleri gidermek için pekçok cerrahi teknik
mevcuttur. Fonsiyonel bakış açısından ise peri-implant yumuşak doku mührü,
biyolojik genişlik, biyotip, keratinize mukoza ve çeşitli YDİ teknikleri
tartışılacaktır.
29
28 Şubat 2020 13:30, Erciyes Salonu
Genç Daimi Dişlerde Geleneksel Ve Rejeneratif
Endodontik Tedavi Yaklaşımları: Bir Güncelleme
Prof. Dr. Zafer Çehreli ¹
1: Hacettepe Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Pedodonti ABD, Pedodonti
Gelişimini tamamlamamış, açık apeksli kalıcı dişlerin endodontik tedavisi,
kendine has güçlükler içerir. Bu sunumda apeksifikasyon, apeksogenezis ve
rejeneratif endodontik prosedürleri içeren geniş bir yelpazede, geleneksel ve
yakın dönem tedavi yaklaşımları değerlendirilecektir. Rejeneratif endodontide
güncel kavramlar ve güçlükler, vaka sunumları ve geleceğe yönelik
değerlendirmeler eşliğinde tartışılacaktır.
30
28 Şubat 2020 14:30, Erciyes Salonu
Dental Seramiklere Adezyon: Teknik Ve Klinik
Protokoller
Prof. Dr. Mutlu Özcan ¹
1: Universityof Zurich, Center for Dental and Oral Medicine, Clinic for Fixed
and Removable Prosthodont, Protetik Diş Tedavisi
Camsı matris veya oksit esaslı seramiklerin sağlam adezyonu, özellikle
minimal invaziv rekonstrüksiyonlar için çok önemlidir. Bu konuşma, farklı
seramiklere yapışmanın temel prensiplerini vurgulayacak, mevcut bilgileri ve
yapıştıma veya tamir işlemleri sırasında farklı reçine esaslı malzemelerle
birlikte kullanılacak adezyon promotörleri ve yüzey şartlandırma yöntemleri
ile ilgili klinik protokolleri kapsayacaktır.
31
Sözlü Bildiriler
32
26 Şubat 2020 15:30 Kanes
Bildiri 4
All-on-four Tedavi Yönteminde Kullanılan Altyapı
Materyallerinin Yeni Bir Altyapı Materyali Olan Peek
İle Biyomekanik Özelliklerinin Ve
Biyouyumluluklarının Karşılaştırılması
Ravza Eraslan¹,
1: Ortoperio Ağız Ve Diş Sağlığı Polikliniği
Bu çalışmanın amacı, “All-on-four” tedavi yönteminde alt yapı materyali
olarak kullanılan kıymetsiz metal alaşımı (Cr-Co), titanyum (Ti), zirkonya (Zr),
polimetilmetakrilat (PMMA) ve polietereterketonun (PEEK) sertlik, transvers
dayanımı, kırılma direnci ve biyouyumluluklarını incelemektir. Çalışmamızda,
Cr-Co, Ti, Zr, PMMA ve PEEK’ ten oluşan 25x2x2 mm boyutlarında her
materyalden 30’ ar adet olmak üzere toplamda 150 adet üretilmiştir.
Biyouyumluluk testlerinde kullanılan alt yapı materyallerinin her birinden de
10’ ar tane olmak üzere toplam 50 adet örnek, üretici firma talimatlarına
uygun olarak 6 × 3 mm boyutlarında hazırlanmıştır. Daha sonra bu
örneklerin Vikers sertlik testi, 3 nokta bükülme testi, kırılma direnci ölçümü
yapılmış ve örneklerin biyouyumlulukları XTT test yöntemiyle
değerlendirilmiştir. Materyallerin Vikers sertlik düzeyleri karşılaştırıldığında
istatistiksel olarak en yüksek Vikers sertlik değeri Zr grubunda gözlenmiştir
(p<0.05). Materyallerin kırılma direnci değerleri karşılaştırıldığında PEEK ve
PMMA materyalinin birbiriyle benzer olduğu ve tüm gruplar içerisinde en
düşük değerleri gösterdiği görülmüştür (p<0.05). Materyallerin hücre
proliferasyon düzeyleri karşılaştırıldığında PEEK ile Zr’ nın hücre
proliferasyon düzeylerinin benzer olduğu (p>0.05) ve en biyouyumlu
materyaller olduğu saptanmıştır. Bu çalışmanın sonuçları
değerlendirildiğinde, en yüksek hücre proliferasyon değerleri PEEK
materyalinde gözlenmiştir. En yüksek Vikers sertlik değeri Zr grubunda
görülmüştür. PEEK ve PMMA gruplarının Vikers sertlik değerleri birbirine
benzer bulunmuş olup, gruplar arasındaki en düşük değerleri göstermiştir.
PEEK materyalinin transvers dayanımının ve kırılma direncinin all-on four
33
konseptinde alt yapı materyali olarak kullanılan Ti, Zr ve Cr-Co
materyallerine göre anlamlı derecede düşük olduğu gözlenmiştir.
Anahtar Kelimeler: All-on-four, Peek, Biyouyumluluk, Biyomekanik Özellikler
26 Şubat 2020 15:45 Kanes
Bildiri 6
Tip-1 Diyabet Diş Çürüğü İle İlişkili Midir? Dentisyona
Göre Zıt Etkiler; Bir Meta-analiz
Ömer Hatipoğlu¹,
1: Sütçü İmam Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
Bu çalışmada, insüline bağımlı diabetes mellitus ve diş çürüğü arasındaki
ilişkiyi araştıran çalışmaların sonuçlarını sentezleyerek bir meta-analiz
çalışması yapılması amaçlanmıştır. Meta-analiz için PRISMA kılavuzu takip
edildi. Elektronik veritabanları (PubMed, Web of Science, Scopus, Cochrane
Kütüphanesi, EBSCOhost ve Open Grey Veritabanları) 2 bağımsız araştırmacı
tarafından tarandı. Yayın yanlılığının belirlenmesinde Huni grafiği, Egger
Regresyon, Begg ve Mazumdar analizleri kullanılmıştır. Heterojenite Ki-kare,
Tau-kare ve Higgins I2 testleri ile değerlendirildi. Etki büyüklüğünün
ölçülmesinde ortalamalar arasındaki farklılık kullanılmıştır. Meta-analize 34
çalışma dahil edildi. Tüm meta-ana... İnsüline bağımlı diabetes mellitus,
daimi dişler ve süt dişleri açısından sırasıyla yüksek ve düşük diş çürüğü
açısından risk belirleyicisidir. İnsüline bağımlı diyabetli hastaların daimi
dişlerinde çürük oranı, sağlıklı deneklerden yaklaşık 1 DMFT puanı daha
yüksektir. İnsüline bağımlı diyabetli hastaların süt dişlerinde diş çürüğü oranı
ise sağlıklı kişilere göre daha düşüktür. İnsüline bağımlı diabetes mellitus
yüksek diş çürüğü için bir risk faktörü olmasına rağmen, uygun beslenme
alışkanlıkları ve iyi kontrol edilen bir diyabet seyri ile tersine çevrilebilir.
Anahtar Kelimeler: Diş Çürüğü, Meta-analiz, Tip 1 Diyabet
26 Şubat 2020 16:30 Kanes
Bildiri 10
34
İmplant-destekli Restorasyonlarda Dayanak Vida
Erişim Kanal Boyutunun Tutuculuk Üzerine Etkisi
Emine Dilara Colpak¹,
1: Alanya Ağız Ve Diş Sağlığı Merkezi
İmplant destekli protezlerde en çok karşılaşılan sorunlardan biri, simante tek
üye sabit restorasyonların kron tutuculuğunun yeterli olmamasıdır. Bu in-
vitro çalışmanın amacı, tek-üye implant destekli sabit restorasyonlardaki
dayanak vida erişim kanal boyutunun kronların tutuculuğu üzerindeki
etkisini değerlendirmektir. Dental implant analogları (n=12) dayanaklara
bağlanmış ve akrilik rezin bloklara gömülmüştür. Toplamda 36 adet tam-
konturlu metal kron üretilmiştir. Dayanak vida erişim kanalını doldurmak için
politetrafloretilen (PTFE) bantlar kullanılmıştır. Çalışma grupları şu şekilde
oluşturulmuştur: A grubu; dayanak vida erişim kanalları tamamen
doldurulmuştur, B grubu; vida erişim kanalı 2 mm boş kalacak şekilde
doldurulmuştur, ve C grubu; vida erişim kanalı tamamen boş bırakılmıştır.
Simantasyon sonrasında tüm örnekler çiğneme simülatörüne alınmış ve
termomekanik döngüye maruz bırakılmıştır. Tutuculuk değerlerinin ölçümü
bir çekme cihazı yardımıyla yapılmıştır. İstatistiksel analizde anlamlılık düzeyi
0,05 (p-değeri) olarak kabul edilmiştir. Gruplar arasındaki farklar Mann
Whitney U testi ile karşılaştırılmış ve Bonferroni düzeltmesi kullanılmıştır.
Çalışmadaki gruplar arasındaki farklılık istatistiksel olarak anlamlıdır
(p<0.05). Çekme testi sonrası, B ve C grubunun tutuculuk değerleri A
grubuna kıyasla daha yüksek bulunmuştur. Çalışmanın sınırlamaları
dahilinde dayanak vida erişim kanal boyutunun tek-üye implant destekli
restorasyonların tutuculuk değerleri üzerine etkisi olduğu sonucuna
varılmıştır.Elde edilen bu sonuçlara göre, klinik şartlarda yüksek retansiyon
gereken tek üye implant destekli restorasyonlarda dayanak vida erişim
kanalı boş bırakılabilir ancak vida erişim kanalının tamamen boş bırakılması
ileride oluşabilecek bir dayanak vida gevşemesi durumunda dayanak
vidasına ulaşmayı zorlaştıracaktır. Bu yüzden vida erişim kanalını tamamen
boş bırakmak yerine 2 mm’lik boşluk bırakmak daha avantajlı olabilir.
Anahtar Kelimeler: Dental İmplant, Dayanak Vida Erişim Kanalı, Simantasyon,
Tutuculuk
26 Şubat 2020 16:45 Kanes
35
Bildiri 11
Dental İmplantlar Hakkında Kayseri’de Yaşayan
Bireylerin Bilgi Düzeyinin Araştırılması
Pınar Yıldız ,
Amaç: Bu çalışmanın amacı, çeşitli nedenlerle Kayseri Nimet Bayraktar Ağız
Diş Sağlığı Merkezi Hastanesi’ne başvuran Kayseri’de yaşayan bireylerin
dental implant tedavisi hakkındaki bilgi düzeyinin ve bilgiye ulaşım
şekillerinin değerlendirilmesidir. Yöntem: Çalışmaya 18 yaş ve üzeri sağlık
çalışanı olmayan, araştırmaya katılmaya gönüllü, Kayseri’de ikamet eden 354
birey (197 kadın, 157 erkek) dahil edilmiştir. Bu bireylerden tanımlayıcı
bilgileri de ölçen çoktan seçmeli 20 soruluk bir anket doldurmaları
istenmiştir. Elde edilen verilerden, katılımcıların cinsiyet, yaş, gelir seviyesi ve
eğitim seviyesine göre ki kare ve frekans dağılımı analizleri yapılmıştır.
Bulgular: Katılımcı bireylerin, %56,5’i daha önce implant tedavisi hakkında
bilgi sahibi olduğunu belirtirken hiçbir tanımlayıcı veriye göre katılımcılar
arasında anlamlı sonuç bulunamamıştır. Katılımcıların %46,5’i implant
tedavisi hakkında az miktarda bilgiye sahip olduğunu belirtmiştir.
Katılımcıların dental implant tedavisi ile ilgili bilgi edindiği yer sorusuna
%33,1 diş hekimimden, %27,1 arakadaşlarımdan, %25,7 medyadan ve %14,1
cevap yok olarak işaretlemiştir. Dental implantla ilgili bilgi edinim yeri yaşa
ve cinsiyete göre anlamlı derecede değişmektedir. 18-30 yaş arası
katılımcıların %35’i, 40-50 yaş arası katılımcıların %23,7’si, 40-50 yaş arası
katılımcıların %35,3’ü, 50 yaş üstü katılımcıların ise %44,8’İ dental
implantlarla ilgili bilgiyi diş hekiminden edindiğini bildirmiştir. Dental
implantlarla ilgili bilgiyi kadın katılımcıların % 37,6’sı erkek katılımcıların
27,4’ü diş hekiminden edindiğini belirtmiştir. Sonuç: Katılımcıların büyük bir
çoğunluğu dental implant tedavisi ile ilgili bilgiyi diş hekimleri dışında
arkadaş ve medya gibi kaynaklardan edinmektedir. Sağlık alanında medya
ve sosyal medya organlarında bulunan bilgi kirliliğinin oldukça yaygın
olduğu günümüzde, diş hekimlerinin dental implant tedavisi hakkında
hastalarını yeterince bilgilendirmesi oldukça büyük önem taşımaktadır.
Anahtar Kelimeler: Dental İmplant, Bilgi Seviyesi, Bilgi Kaynakları
28 Şubat 2020 14:45 Gereme
36
Bildiri 15
İntraoral Nörofibromatozis
Ferhat Musulluoğlu ,
Norofibromatozis (NF), 1882 yılında Von Recklinghausen tarafından
tanımlanan ve cafe-au-lait lekeleri, nörofibromalar ve iskeletsel değişimler
ile karakterize sıklıkla erkeklerde görülen otozomal dominant bir hastalıktır.
Nörofibramotozis tip 1, dünyada yaklaşık 3.000 kişiden 1'ini etkileyen,
insanda en sık rastlanan kalıtımsal hastalıklardan biridir. Klinik olarak oral
nörofibromlar yaygın olarak asemptomatik nodüller olarak görülmektedir ve
en yaygın yerleşim yeri dil olmakla birlikte, bukkal mukoza ve dudaklarda
görülür. Ancak diş eti, büyük tükürük bezleri, damak ve nadiren intraosseoz
olarakta belirebilir. 67 yaşındaki erkek hasta total protezlerini kullanırken
yanağını çiğneme şikayetiyle kliniğimize başvurdu. Hastanın yapılan rutin
intraoral ve radyografik muayenesinden sonra hastanın sağ ve sol bukkal
bölgesinde fibrotik yumuşak doku büyümeleri tespit edilmiş olup,
panoramik radyografi ve bilgisayarlı tomografide herhangi anormal bir
bulguya rastlanmadı. Hastanın yapılan fiziksel muayenesinde vücutta ve
ekstremitelerde kahverengi pigmentasyonlar ve göz çevresinde yumuşak
doku büyümeleri gözlendi. Hasta bu şikayetler sebebiyle daha önceden
nörofibrom tanısı almış fakat opere edilmemiştir. Hasta fonksiyon sırasındaki
çiğnemeye bağlı oluşan ağrı dışında herhangi bir semptom belirtmedi.
Nörofibrom ön tanısıyla standart cerrahi yöntemler kullanılarak hastanın
bukkal bölgesindeki lezyonlar eksize edildi. Patolojik değerlendirme
sonrasında nörofibrom ile uyumlu bulgular tespit edilmiş ve yapılan
immunohistokimyasal testlerde S100 pozitif bulunmuştur. Hasta yumuşak
doku iyileşmesini takiben rehabilitasyon amacıyla protetik diş tedavisi
bölümüne yönlendirilmiştir. Oral yumuşak doku büyümelerinin doğru teşhisi
için immünohistokimya ile desteklenen ayrıntılı bir histopatolojik analiz
gereklidir. Soliter oral nörofibromlar yavaş büyüyen, bazen ağrılı,
submukozal bir kitleden oluşur. NF1 ile ilişkili nörofibromlar çoğunlukla iyi
huyludur, fakat özellikle pleksiform tip malign transformasyona dönüşebilir.
Özellikle baş boyun bölgesinde lokalize olan nodüller estetik ve fonksiyonel
olarak problem yaratabilmektedirler. Bu hastalarda görülen nörofibromların
estetik ve fonksiyonel olarak problem olmadıkça cerrahi olarak
çıkarılmalarına gerek yoktur. Ancak problemlere yol açan nörofibromların
37
standart tedavisi cerrahi eksizyondur. Bu vakada protez kullanımını imkansız
hale getiren ve fonksiyonel problemlere neden olan oral nörofibrom eksize
edilmiştir
Anahtar Kelimeler: Nöro Fibrom,mandibula
26 Şubat 2020 17:15 Kanes
Bildiri 26
Beyazlatma Tedavisinin Yaşam Kalitesi Üzerine Etkisi
Mehmet Durdu¹,
1: Gaziantep Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
Amaç: Bu retrospektif çalışmanın amacı beyazlatma tedavisinin, hastaların
yaşam kaliteleri üzerine olan etkisinin değerlendirilmesidir. Yöntem: Çalışma
Gaziantep Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Restoratif Diş Tedavisi
Anabilim Dalı' nda 2016 - 2019 yılında ofis tipi beyazlatma tedavisi gören
hastalar üzerinden yürütülmüştür. Tedaviden 3, 6 ay, 1 ve 2 yıl sonra
ulaşılabilen hastalardan 44’ ü değerlendirmeye uygun olup kliniğimize
çağrılmıştır. Mevcut diş renginin yaşam kalitesi üzerine etkisini belirlemek
amacıyla hastalara Ağız sağlığı etki profili -14 Oral Health Impact Profile-14
(OHIP-14) ölçeği uygulanırken, Vita klasik skala (Classic Vita Zahnfabrik,
SGU) ile renk tespiti değerlendirilmesi yapılmıştır. Bulgular: Veriler
dahilinde diş rengindeki değişim 3., 6. ay, 1. yıl hastaları için başlangıç diş
rengine göre istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır (p>0.05, =0.87). 2.
yıl hastalarında ise anlamlı farklılık tespit edilmiştir (p<0.05, =0.79). Tüm
zamanların değerlendirmesine katılan hastalar arasında yaşam kalitesi
açısından değerlendirmede istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmamış
(OHIP-14, p > 0.05) ancak 2. yıl hastalarının OHIP-14 skorları daha yüksek
tespit edilmiştir. Sonuç: Bu araştırmanın sınırları dahilinde beyazlatma
tedavisi, renk dönüşü olsun yada olmasın hastaların uzun dönem yaşam
kaliteleri için olumlu bir etki yapmıştır.
Anahtar Kelimeler: Beyazlatma, Ohıp-14, Yaşam Kalitesi
26 Şubat 2020 17:30 Kanes
38
Bildiri 27
Karbodimidin Üniversal Adeziv Sistemlerin Dentin
Bağlanma Dayanımı Üzerine Etkisinin İncelenmesi
Ayşe Nur Doğan ,
Piyasadaki dentin adeziv sistemlerin sürekli gelişmesine kıyasla, hibrit
tabakanın zayıf stabilitesi hala endişe vericidir ve endojen proteaz
aktivitesiyle ilişkili olarak rezin/dentin ara yüzündeki kollajen matrisinin
degradasyonu onların ömrünü olumsuz yönde etkileyen ana faktörlerden
biridir. Bu in-vitro çalışmanın amacı, matriksmetalloproteinaz (MMP)
inhibitörü olan karbodimid (1-etil-3-[3-dimetilaminopropil]carbodiimide)
(EDC) adeziv uygulama öncesi dentin yüzey tedavisinde kullanıldığında
üniversal adeziv sistemlerin dentine bağlanma dayanımı üzerine etkisinin
mikrogerilim test yöntemiyle değerlendirilmesidir. Çalışmada; 80 adet
çürüksüz insan molar dişi kullanılmıştır. Standart dentin yüzeyleri elde
edildikten sonra dişler rastgele 8 (n=10) gruba ayrılmıştır. Grupların yarısına
1M EDC ile adeziv uygulaması öncesi yüzey tedavisi yapılarak, Single Bond
Üniversal ve Clearfil Üniversal Bond hem etch-and-rinse hem self-etch
modunda kullanılarak uygulanmıştır. Örneklerin yarısı 24 saat distile suda,
kalan yarısı 6 ay yapay tükürükte depolanmıştır. Örneklerden 1mm2’lik
kesitler alındıktan sonra mikrogerilim bağlanma dayanımı testi yapılmıştır.
Kırılma yüzeyleri SEM (taramalı elektron mikroskobu) ile incelenerek kırılma
tipleri belirlenmiştir. Veriler, Shaperio-Wilk W, üç-yönlü ANOVA ve post hoc
Tukey's testiyle analiz edilmiştir. EDC solüsyonuyla yüzey tedavisi sonrası
grupların erken ve geç dönem bağlanma dayanımları ve üniversal
adezivlerin etch-and-rinse ve self-etch modunda kullanılmaları arasında
istatistiksel olarak anlamlı farklılıklar bulunmamıştır (p>0,05). Single Bond
Üniversal’in kullanıldığı grupların hepsi Clearfil Üniversal Bond’un kullanıldığı
gruplardan istatistiksel olarak daha fazla bağlanma dayanımı göstermiştir
(p<0,05). EDC ile yüzey tedavisi yapılmış olan grupların 6 ay tükürükte
depolama sonrası bağlanma dayanım değerlerinde daha az düşüş
gözlenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Karbodimid (1-etil-3-[3-dimetilaminopropil]
Carbodiimide) (edc), Matriksmetalloproteinaz (mmp), Üniversal Adeziv
39
27 Şubat 2020 16:30 Gültepe
Bildiri 31
Diş-implant Bağlantılı Protezlerin Değerlendirilmesi :
Retrospektif Çalışma
Betül Yilmaz Evmek¹,
1: Akdeniz Üniversitesi
Amaç: Bu çalışmanın amacı, doğal diş-implant bağlantılı protezlerde implant
ve dişlerin prognozunun değerlendirilmesidir. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya
28’i kadın, 24’ü erkek olmak üzere 52 hasta dahil edilmiştir. Dental implant
tedavisi için risk oluşturacak parametreler (sistemik hastalık, sigara, alkol,
bruksizm) değerlendirilerek 86 implant yerleştirilmiştir. 52 hastaya toplamda
72 diş-implant bağlantılı protez yapılmış olup en az 3 yıl süreyle takip
edilmiştir. Bulgular: Yapılan kontrollerde 50 hastanın protezini sorunsuz
kullandığı görülmüştür. 2 hastada toplam 3 implant kaybedilmiştir (%3,4).
İmplantlardaki ortalama marjinal kemik kaybı 1,1 mm’dir. Doğal dişlerde
herhangi bir kayıp olmamış ancak 5 dişte intrüzyon gözlenmiştir. Sonuç:
Klinik olarak ihtiyaç duyulduğunda, doğal diş-implant bağlantılı protezler
doğru bir planlama ile güvenle kullanılabilir.
Anahtar Kelimeler: Dental İmplantlar, Diş, Retrospektif Çalışma
26 Şubat 2020 15:15 Gereme
Bildiri 34
Ön ısıtma İşleminin Bulk Fill Kompozitlerin Tamir
Bağlanma Dayanımına Etkisi
Samet Atasoy ,
Amaç: Bu çalışmanın amacı ön ısıtma işleminin bulk-fill kompozitlerin tamir
bağlanma dayanımına etkisini in vitro olarak değerlendirmektir. Gereç ve
Yöntem: Çalışma için 30 mm yüksekliğinde 20 mm çapında 60 tane akrilik
blok hazırlandı. Akrilik blokların yüzeylerinde 2 mm derinliğinde 8 mm
40
çapında kaviteler hazırlandı. Kaviteler Filtek Bulk fill (3M, ABD) kompozit ile
dolduruldu. Tüm örnekler 37 C̊ de 1 hafta distile suda bekletildikten sonra 4
gruba ayrıldı. Universal Single Bond üretici firma önerileri doğrultusunda
uygulandı. Bulk fill kompozitin ön ısıtıma işleminde kompozit ısıtma cihazı
(Ena Heat, Micerium SpA, İTALYA) kullanıldı. 1. Grupta, buzdolabı
sıcaklığında (4 C̊) Filtek One Bulk fill kompozit; 2. Grupta, oda sıcaklığında
(20 ̊C) filtek bulk fill kompozit; 3. Grupta, 39 ̊C ye kadar ısıtılmış filtek bulk fill
kompozit; 4. Grupta da 55 ̊ C ye kadar ısıtılmış filtek bulk fill kompozit
kullanıldı. Filtek Bulk Fill kompozitler, 3 mm çapında 4 mm yüksekliğinde tek
tabaka halinde yerleştirildi ve 20 sn Elipar S10 (3M, ABD) polimerizasyon
cihazı ile polymerize edildi. Tüm örneklere termal siklus (1000 siklus, 5-55 ̊C)
uygulandı. Makaslama bağlanma dayanımları universal test cihazı (Shimatsu
Instron, Shimatsu Corp, Kyoto, Japan) kullanılarak ölçüldü. Elde edilen veriler
MPa (Megapaskal) olarak hesaplandı. Sonuçlar Tek Yönlü Varyans Analizi
(ANOVA) ve post hoc Tukey testi kullanılarak istatistiksel olarak analiz edildi.
Bulgular: Gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark vardı. (p₌0,043)
Grup 3 (39 ̊C de ön ısıtma) en yüksek ortalama makaslama bağlanma
dayanımın değerini gösterdi (30.47 MPa). Sonuç: Bulk fill kompozitlerin
tamirinde ön ısıtma işleminin uygulanması bağlanma dayanımını artırabilir
ancak restorasyonun başarısına etki eden sertlik, dönüşüm derecesi,
polimerizasyon büzülmesi ve mikrosızıntı açısından da değerlendirilmesi
gerekir.
Anahtar Kelimeler: Bulk Fill Kompozit, Ön ısıtma, Makaslama Bağlanma
Dayanımı
26 Şubat 2020 15:00 Gereme
Bildiri 35
Fosfor Plak Ve Solid State Sensörlerin Fraktal Boyut
Analizine Etkisi
Hatice Cansu Kış¹,
1: Nuh Naci Yazgan Üniversitesi
Amaç: Bu çalışmanın amacı fraktal analiz üzerine RVG ve PSP sensörlerin
etkisini gözlemlemek, daha sonra yapılacak kapsamlı çalışmalar için
41
grupların örneklem sayılarını belirlemektir. Gereç ve Yöntem: Bir gün önce
elde edilmiş sığır kaburgası örnekleri bir gece su dolu kapta bekletildikten
sonra ertesi gün şekildeki gibi konumlandırılarak sırasıyla PSP ve RVG
sensörler yardımıyla görüntülendi. Bütün dijital görüntüler aynı intraoral X-
ışını cihazı yardımıyla alındı. Işınlama parametreleri her bir film için 70kV,
7mA, 0,02-0,32sn dir. Elde edilen dijital görüntüler Cliniview programı
yardımıyla çözünürlük kaybı olmasın diye ilk kaydedildiği bilgisayarda açıldı.
Ekran alıntısı aracı yardımıyla ekran görüntüsü alınıp JPEG (Joint
Photographic Experts Group) formatında numerik sayı dizisi ile kodlanarak
kaydedildi. Daha sonra İmageJ programı yardımıyla Fraktal Boyut (FD)
değeri elde edildi. Bulgular: PSP ve RVG kategorik gruplarının her biri için
aynı 10 adet sığır kaburgası ayrı ayrı görüntülendi. Toplam 20 adet dijital
görüntü elde edildi. Elde edilen veriye tanımlayıcı istatistikler uygulandı.
Shapiro-Wilk analizi ile normallik test edildi. Levene testi ile gruplar arası
varyansların homojenliği test edildi. FD değişkeni bakımından PSP ile RVG
grupları karşılaştırılırken Mann-Whitney U testi kullanıldı. Daha sonraki
çalışmanın örneklem büyüklüğünü belirleyebilmek için güç analizi yapıldı.
PSP grubunda FD değerleri normal dağılıma uymuyordu. Varyanslar her iki
grupta da homojendi. FD değişkeni bakımından PSP ve RVG grupları
arasında anlamlı farklılık bulunamadı. Çalışmanın güç analizi yapıldığında
güç değeri %25 çıktı. Gücün 0.90 olması için her bir grupta n=60 olmalıdır.
Sonuç: Bu çalışmanın örneklem büyüklüğü ve gücü H0 hipotezini
reddedecek yeterlilikte değildi. Daha büyük örneklem grubuyla daha yüksek
çalışmalara ihtiyaç vardır.
Anahtar Kelimeler: Fraktal Boyut, Dijital Radyografi, İntraoral Radyografi,
Fosfor Plak, Solid-state Sensörler
26 Şubat 2020 15:30 Gereme
Bildiri 37
Rezin İçerikli Restoratif Materyallerde Farklı ışık
Kaynaklarının Renk Değişimine Etkisi
Ebru Delikan¹,
1: Nuh Naci Yazgan Üniversitesi
42
Bu çalışmanın amacı rezin içerikli restoratif materyallerde renk değişimi
üzerine farklı ışık kaynaklarının etkisini incelemektir. Gereç ve Yöntem:
Çalışmamızda iki farklı rezin içerikli restoratif materyal (TetricEvoCeram;
universal nanohibrit kompozit ve Compoglass F; poliasit modifiye kompozit
rezin) kullanılarak 7mm çapında ve 2mm kalınlığında diskler hazırlandı
(n=40) ve örneklerin polimerizasyon öncesi (T0) renk ölçümleri yapıldı. Valo
Cordless (Ultradent, USA) ve GC D-Light Pro (GC Europe, Belgium) ışık
kaynakları kullanılarak polimerizasyon sonrası örneklerin (T1) renk ölçümleri
yapıldı. Örneklerin kolorimetrik ölçümleri spektrofotometre cihazı
(SpectroShade, Italy) ile CIE L*a*b* renk sistemine göre beyaz zemin
üzerinde yapıldı. T0 ve T1 zaman süreçlerinde elde edilen L*a*b* değerleri
delta E*formulünde yerine konularak renk değişimi hesaplandı. Verilerin
istatistiksel analizinde Two-way Anova ve Tukey’s post-hoc testleri kullanıldı.
İstatistiksel olarak anlamlılık p<0.05 olarak kabul edildi. Bulgular: Two-way
ANOVA testine göre kullanılan materyale ve kullanılan ışık kaynağına göre
renk değişiminde anlamlı farklılık saptandı. Gözlenen bu istatistiksel
farklılığın hangi alt gruplardan kaynaklandığının belirlenmesi için yapılan
Tukey çoklu karşılaştırma testine göre; Compoglass F-Valo Cordless ile
TetricEvoCeram_GC D-Light Pro alt grupları arasında istatistiksel olarak
anlamlı farklılık bulundu (p<0.05). Tüm gruplarda renk değişimleri kabul
edilebilir değerden (delta E=3.7) oldukça yüksek bulundu. Sonuç: Bu çalışma
ile farklı tip rezin materyallerinin farklı ışık kaynağı ile polimerizasyonu
sonucunda renk değişikliğine uğradığı sonucuna varılmıştır. Renk tespiti
aşamasında kullanılan materyal ve ışık kaynağının etkilerinin dikkatle
değerlendirilmesi estetiğin sağlanmasında önemli bir unsurdur.
Anahtar Kelimeler: Kompozit Rezin, Poliasit Modifiye Kompozit Rezin,
Polimerizasyon, Renk Değişimi
26 Şubat 2020 15:45 Gereme
Bildiri 38
Direkt Kompozit Laminate Veneerlerin Renk
Uyumuna Üniversal Adezivlerin Etkisi
Ebru Nur Uçar¹,
1: Nimet Bayraktar Ağiz Ve Diş Sağliği Hastanesi
43
Amaç : Bu çalışmada, direkt kompozit laminate veneerlerin renk uyumuna
üniversal adezivlerin etkisinin değerlendirilmesi amaçlandı. Gereç ve Yöntem
: Body ve mine kompozitleri (Filtek Ultimate A2 Enamel/Body, 3M Espe)
kullanılarak toplamda 100 adet (50 adet mine-50 adet body) örnek elde
edildi. Örneklerin oluşturulması aşamasında My Shade Guide (Smile Line,
StyleItaliano, USA) kullanıldı. Örnekler test edilecek adezivlere göre 5 gruba
ayrıldı (n=10); Single Bond Universal (3M Espe, SBU), Futurabond Universal
(Voco, FU), All-Bond Universal (Bisco, ABU), Prime&Bond Universal (Dentsply
Sirona, PBU), Gluma Bond Universal (Heraeus Kulzer, GBU). Adeziv
uygulaması öncesi ve sonrasında spektrofotometre kullanılarak örneklerin
CIE L*a*b* renk değerleri belirlendi. Verilerin istatistiksel analizleri tek yönlü
varyans analizi ve iki yönlü varyans analizi testleri kullanılarak yapıldı.
Bulgular : Mine örneklerinde test edilen adezivler arasında GBU en az renk
değişikliği gösterirken; ABU en fazla renk değişimini gösterdi. Bununla
birlikte GBU ile yalnızca FU arasında istatistiksel olarak anlamlı fark
bulunmadı (p>0.05). Body örneklerinde test edilen adezivler
karşılaştırıldığında gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı fark
gözlemlenmedi (p>0.05). Sonuç : Mine kompoziti kullanılarak yapılan
laminate veneerlerde test edilen adezivler arasında fark gözlenirken, body
kompoziti kullanıldığında gruplar arasında fark gözlenmedi.
Anahtar Kelimeler: Laminate Veneer, Renk, Rezin Kompozit, Üniversal Adeziv
26 Şubat 2020 16:00 Gereme
Bildiri 39
Farklı Bulkfill Kor Materyallerle Restore Edilen
Dişlerin Kırılma Dayanımı
Hacer Balkaya¹,
1: Erciyes Üniversitesi
Amaç: Bu çalışmada, farklı bulkfill kor materyaller kullanılarak restore edilen
endodontik tedavili dişlerin kırılma direncinin değerlendirilmesi amaçlandı.
Gereç ve Yöntem: Bu çalışmada 50 adet benzer büyüklükteki insan alt
premolar dişi endodontik olarak tedavi edildi ve kök kanallarına fiber post
uygulandı. Daha sonra dişler rastgele, kullanılacak kor materyaline göre beş
44
gruba ayrıldı (G1: Filtek Bulk Fill Posterior Restorative, G2: SDR, G3: EverX
Posterior, G4: Equia Forte Fil ve G5: Biscore kompozit). Dişler tam metal
kronlarla restore edildikten sonra örnekler üniversal bir test cihazı
kullanılarak kırılma dayanımı testine tabi tutuldu ve değerler Newton
cinsinden kaydedildi. Elde edilen veriler, tek yönlü varyans analizi ve
Bonferroni çoklu karşılaştırma testleri ile analiz edildi. Bulgular: Gruplar
arasında en düşük kırılma dayanımı değerleri G4'te gözlenmesine rağmen,
G4 ile yalnızca G1 arasında anlamlı bir istatistiksel fark tespit edildi (p<0.05).
Kompozit rezin grupları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark gözlenmedi
(p>0.05). Sonuç: Çalışmamızda test edilen bulkfill kompozit rezinler ve yeni
nesil yüksek viskoziteli cam iyonomer siman endodontik tedavi görmüş
dişlerde kor materyali olarak güvenle kullanılabilir.
Anahtar Kelimeler: Bulkfill Kompozit, Kor Material, Kırılma Dayanımı, Yüksek
Viskoziteli Cam İyonomer
26 Şubat 2020 16:15 Gereme
Bildiri 40
Tedavi Edilen Periapikal Patolojinin Histopatolojik Ve
Klinik Sonuçlarının Ultrasonografik Değerlendirmesi
Funda Yılmaz¹,
1: Ankara Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
Giriş: Rutin dental pratikte, periapikal lezyonların tanı ve takibi klinik ve
radyolojik muayene ile yapılmaktadır. Ultrason , ses dalgalarının farklı iki
doku arasındaki farklı yasıma özellikleri esas alan en risksiz görüntüleme
yöntemidir. Ultrason lezyonun orijini, içeriği ve büyüklüğü hakkında bilgi
verme yeteneğine sahiptir ve periapikal lezyonların kist yada granülom
ayrımında kullanılabileceği gibi periapikal lezyonların endodontik veya
cerrahi tedavilerinin başarılarının değerlendirilmesinde de kullanılabilir. Bu
olgu sunumunun amacı, tedavi edilen periapikal patolojinin değerlendirmesi
ve takiplerinde ultrason ve histolojik değerlendirme ile birlikte radyografinin
klinik kullanımı hakkında bilgi vermektir. Bulgular ve Sonuç: Ultrasonografi,
periapikal lezyonların endodontik ve cerrahi tedavi sonuçlarının
değerlendirilmesinde faydalı bilgiler ortaya koymuştur. Ultrasonografi,
45
tedavi edilen periapikal lezyonların sonuç değerlendirmesinde kullanım
kolaylığı, real-time görüntüleme ve en son olarak noniyonize avantajı ile x
ışını içeren görüntülemelere yardımcı olarak önerilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Ultrasonografi, Kist, Granülom
26 Şubat 2020 16:30 Gereme
Bildiri 41
Anterior Çapraz Kapanış Tedavisi, Olgu Sunum
Örnekleri
Merve Gözen İştar¹,
1: İnönü Üniversitesi
Anterior çapraz kapanış, bir veya daha fazla maksiller ve mandibular kesici
dişler arasındaki anormal labiolingual ilişki olarak tanımlanır. Klinik olarak
maksiller ve mandibular kesici dişler arasında negatif bir jet görülür.
İskeletsel veya dişsel olarak görülebilen anterior çapraz kapanışın tedavisi;
dişlerdeki erken temasların kaldırılması, diş çekimleri, basit ortodontik
apareyler, büyüme modifikasyonu, sabit ortodontik tedavi, kamuflaj tedavisi
ve ortognatik cerrahiyle yapılır. Dişsel anterior çapraz kapanışlar daha
lokalize bir problemdir ve kolay tedavi edilir. Süt dişlerinin uzun retansiyonu,
diş sürmesinde düzensizlik veya daimi dişlerin basit malpozisyonundan
kaynaklanabilir. Yapılan tedaviler ile kemik kaidelerinin uyumlu büyümesi ve
daimi dentisyonda bozukluk oluşumunun hafifletilmesi sağlanır. Fonksiyonel
çapraz kapanışın erken dönemde tedavisiyle çenelerin normal büyümesine
yardımcı olunur ve mandibulanın fonksiyonel kaymasıyla ilişkili asimetrilerde
nöromüsküler veya temporomandibular eklem fonksiyonunun bozulması
önlenebilmektedir. Çenelerin anormal anteroposterior konumlarıyla ilişkili
iskeletsel anterior çapraz kapanışlar ise daha kapsamlı müdahaleler
gerektirir. Pubertal büyüme atılımı döneminde ortodontik apareyler
yardımıyla büyüme yönlendirilerek tedavi edilirken; erişkin dönemde ise
ortodontik kamuflaj veya ortognatik cerrahi seçenekleriyle tedavi edilir.
Anterior çapraz kapanış tedavisi genel olarak basit, invaziv olmayan, kısa
tedavi seansları ve minimal hasta işbirliği gerektiren bir teknik içermelidir.
Tedavi edilmezse; travma nedeniyle dişlerde hasar, dişeti çekilmesi, alveoler
46
kemik desteğinin kaybedilmesi, temporomandibular eklem disfonksiyonu,
etkilenen alt kesici dişlerin mobilitesi ve sadece dişler ve alveoler proçeslerin
değil, mandibula ve maksilla iskelet yapılarının etkilendiği olumsuz büyüme
görülebilmektedir. Erken tedavinin sayılan sekelleri önlemenin yanında,
olumsuz büyümenin önlenmesiyle uygun kas dengesinin yeniden kurulması,
maksiller kanin dişlerin sürmesi için yer sağlanması (dişsel çapraz kapanış
vakalarında sıklıkla retroklinik kesici dişler nedeniyle yer darlığı görülür),
maksiller dudak postürünün ve yüz görünümünün iyileştirilmesi gibi birçok
yararı vardır.
Anahtar Kelimeler: Anterior Çapraz Kapanış, Büyüme Modifikasyonu,
Ortodontik Apareyler, Ortognatik Cerrahi
26 Şubat 2020 16:45 Gereme
Bildiri 44
Gömülü Kanin Dişlerin Ototransplantasyonu –
Literatür Derlemesi Ve Vaka Serisi
Pembe Boğaç¹,
1: Gazi Üniversitesi Diş Hekimliği
Diş eksikliklerinin rehabilitasyonlarında dental implantların uzun dönem
başarısı yüz güldürücü olsa da diş eksikliğinde ve gömülü dişlerin var
olduğu bazı durumlarda ototransplantasyon alternatif bir tedavi seçeneğidir.
Gömülü dişler sürdürülebilir durumda olsa bile ekonomik veya süre
sıkıntısından dolayı ortodontik tedaviyi reddedebilir. Ayrıca
ototransplantasyonun implantlarda olmayan prepiyosepsiyon duyusunu
sağlaması ve implant tedavisine göre daha ekonomik olması gibi
implantlara göre üstünlükleri vardır. Ototransplantasyon, gerekli olan
prognostik faktörler uygulandığında başarı oranı yüksek olan bir tedavi
yöntemidir. Bu sunumda ototransplantasyon tedavisi ile ilgili yapılan
literatür taramasında elde edilen bilgiler verilmekte ve kliniğimizde yapılan 2
ototransplantasyon vakasının sunumu yapılmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Gömülü Kanin, Vaka, Derleme, Ototransplantasyon
47
26 Şubat 2020 17:15 Gereme
Bildiri 51
Farklı Dental Maloklüzyon Gruplarındaki Overjet Ve
Overbite Miktarlarının Dudaklar Üzerindeki Etkisinin
Değerlendirilmesi
Taner Öztürk Öztürk¹,
1: Erciyes Üniversitesi
Amaç: Alt ve üst kesici dişlerin yatay ve dikey yöndeki ilişkisini gösteren
overjet ve overbite miktarlarının Angle Sınıf I, II ve III dental maloklüzyona
sahip bireylerde dudaklar üzerindeki etkisini belirlemek amaçlanmıştır.
Materyal ve Metot: Çalışmaya dental Sınıf I (9 kız,6 erkek), Sınıf II (7 kız,8
erkek) ve Sınıf III (8 kız,7 erkek) maloklüzyona sahip her grup için 15 hasta
olmak üzere 45 hasta (ort. yaş: 15,73±2,76 yıl) dahil edilmiştir. Hastaların
tedavi öncesi klinik değerlendirmesinde dental Sınıfı molar ilişkiye göre
belirlenmiş ve lateral sefalometrik radyografileri üzerinde overjet ve overbite
miktarları ölçülmüştür. Dudak değerlendirmesi için A-Sn, Prost-Ls, U1-Sto,
Infradentale-L1, B-LabM, E doğrusu-üst dudak (EÜD), E doğrusu-alt dudak
(EAD) mesafeleri ile birlikte nazolabial açı (NLA) Dolphin Imaging(11.0)
bilgisayar programı kullanılarak ölçülmüştür. Elde edilen istatistiksel analizi
Shapiro-Wilk normalite testi, One-Way ANOVA analizi, Tukey çoklu
karşılaştırma testi ve Pearson korelasyon testi ile SPSS(24.0) paket programı
kullanılarak gerçekleştirilmiştir. Bulgular: Infradentale-L1 değerlerinin ve E-
üst dudak mesafesinin Sınıf III grubunda Sınıf II grubundan anlamlı derecede
daha düşük olduğu görülmüştür (p<0,05). NLA değerinin ise Sınıf I
grubunda Sınıf III grubundan anlamlı derecede yüksek olduğu görülmüştür
(p<0,05). Sınıf I grubunda overjet ile Infradentale-L1 arasında pozitif yönlü
anlamlı bir korelasyon olduğu görülürken (r=0,518;p<0,05) overbite ile A-Sn
mesafesi arasında negatif yönlü anlamlı bir korelasyon (r=-0,518;p<0,05)
olduğu görülmüştür. Sınıf II grubunda overjet ile EÜD arasında negatif yönlü
anlamlı bir korelasyon (r=-0,602;p<0,05) bulunurken, EAD arasında ise
pozitif yönlü anlamlı bir korelasyon (r=0,673;p<0,05) olduğu bulunmuştur.
Sınıf III grubunda ise overjet ile U1-Sto mesafesi arasında negatif yönlü ve
anlamlı bir korelasyon (r=-0,519;p<0,05) olduğu görülmüştür. Sonuç: Dental
48
maloklüzyon grupları arasında overjet ve overbite değerleri farklılık
göstermektedir. Overjet miktarı ile dudak konumu arasında bir ilişki olduğu
ve birbirlerini etkilediği görülmüştür. Dental Sınıf II maloklüzyonlu
hastalarda bir tedavi gerçekleştirilmeden önce estetik doğru ile dudakların
ilişkisi değerlendirilmelidir. Dental Sınıf II maloklüzyonlu hastalarda ise
özellikle üst dudak kalınlığı tedavi öncesi değerlendirilmelidir.
Anahtar Kelimeler: Dental Maloklüzyon, Dudak Konumları, Overjet, Overbite
28 Şubat 2020 10:00 Kanes
Bildiri 52
Nörolojik Hastalıklara Sahip Çocuklarda Ağız Ve Diş
Sağlığı Bulgularının Değerlendirilmesi
Görkem Yahyaoğlu¹,
1: Denttrabzon Özel Ağiz Ve Diş Sağliği Merkezi
Amaç: 4-12 yaş aralığında nörolojik hastalıklara sahip 50 çocuk hastanın ağız
ve diş sağlığı bulgularının retrospektif olarak değerlendirilmesidir. Gereç ve
Yöntem: Nörolojik hastalığı bulunan 33’ü erkek 17’si kız toplam 50 hasta ile
herhangi bir sistemik hastalığı bulunmayan (kontrol grubu) 30’u erkek 20’si
kız toplam 50 hasta, oklüzal bozukluk, DMF-T ve dmf-t indeksine göre diş
çürükleri yönünden karşılaştırmalı olarak değerlendirilmiştir. Bulgular: Tüm
popülasyonda, nörolojik hastalıklara sahip olan çocuklar yaşa bağlı olarak
kendi içinde karşılaştırıldığında çürük sayısı istatistiksel olarak anlamlı
değilken(p>0,05), aynı yaş grubunda kontrol grubuyla karşılaştırıldığında
çürük sayısında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki olduğu görülmektedir
(p<0,05). Ortalama DMF-T ve dmf-t skorlarına bakıldığında ise nörolojik
hastalığa sahip bireylerin ‘DMF-T (3,2), dmf-t (7,7) skorları’, kontrol
grubunun ‘DMF-T (0,5), dmf-t (2,9)’ skorlarına göre daha yüksek olduğu
belirlenmiştir. Ayrıca nörolojik hastalıklara sahip bireylerde okluzal bozukluk
oranları kontrol grubuyla karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı
bulunmuştur (p<0,05). Sonuç: Diş çürüğü ve okluzal bozukluk ile nörolojik
hastalıklar arasında bir ilişki olduğu düşünülebilir. Bu nedenle nörolojik
hastalığı bulunan çocukların ağız sorunlarına daha dikkatli yaklaşılmalıdır.
49
Ebeveynler, gerekirse çocukların ağız bakımına her yaşta daha özenle
bakması gerektiği düşüncesini benimsemelidirler.
Anahtar Kelimeler: Nörolojik Hastalık, Diş Çürüğü, Okluzal Bozukluk, Ağız Ve
Diş Sağlığı
26 Şubat 2020 17:00 Gereme
Bildiri 55
Alt Ön Dişler Her Zaman Tek Kanallı Mıdır?
Özge Kurt Örs¹, Doc. Dr. Yakup Üstün
1: Erciyes Üniversitesi
Amaç: Alt ön dişlerin kök kanal sayısının ve morfolojisinin Konik Işınlı
Bilgisayarlı Tomografi (KIBT) görüntüleri kullanılarak değerlendirilmesidir.
Gereç-Yöntem: Çalışmada … Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi KIBT arşiv
kayıtları kullanılmıştır. 600 daimi mandibula kesici dişi olan, gerekli dahil
etme kriterlerini yerine getiren ve yaşları 18 ile 30 arasında olan 100
hastanın CBCT görüntüleri değerlendirildi. Kök sayısı, kök kanal sayısı ve
konfigürasyonu incelenmiş ve Vertucci sınıflaması kullanılarak
değerlendirilmiştir. Bulgular: Çalışmamızda alt ön dişlerde en sık izlenen kök
kanal morfolojisi Tip I (%57,6) olmuştur. Alt ön dişlerde iki kanal görülme
sıklığı sol santral, lateral ve kanin dişlerde sırasıyla %44, %36, %40, sağ
santral, lateral ve kanin dişlerde sırasıyla %44, %49, %40’tır. Sonuç: İncelenen
görüntülerde alt ön dişlerde iki kanal görülme sıklığı tüm diş gruplarında
%36’nin üzerinde bulunmuştur. KIBT görüntüleri, kök kanal morfolojisinin
değerlendirilmesinde oldukça kullanışlıdır. Klinisyenler endodontik tedavi
öncesinde alt anterior dişlerin kök kanal morfolojisini değerlendirirken ikinci
kök kanalı bulunma olasılığını mutlaka değerlendirmelidir.
Anahtar Kelimeler: Alt Ön Dişler, Konik ışınlı Bilgisayarlı Tomografi, Kök
Kanal Morfolojisi
26 Şubat 2020 17:30 Gereme
Bildiri 56
50
Travma Sonucu İntrüze Olan Maksiller Keser Dişin
Spontan Re-erüpsiyonu: 20 Ay Takipli Olgu Sunumu
Nur Özel ,
Giriş ve Amaç: İntruziv lüksasyon sıkıkla kalıcı maksiller anterior dişlerde
görülmektedir. Periodontal ligament, pulpa ve alveolar kemiğe zarar verme
riski nedeniyle en ciddi dental travma türlerinden birisi olarak kabul
edilmektedir. Daimi dentisyonda görülen intrüziv travmaların müdahalesi
günümüzde hala tartışmalıdır. Bu tip yaralanmalarda dişin tedavisi ve
prognozu hastanın yaşı, travmanın şiddeti, kök gelişimi ve düzenli
kontrollere bağlıdır. Bu olguda; kök gelişimini tamamlamış ve travma
neticesinde intrüze olmuş bir daimi orta kesici dişin spontan erüpsiyonu ve
tedavisi sunulmuştur. Olgu Sunumu: Karşılaştığı travma nedeniyle yaralanan
9 yaş 10 aylık erkek hasta başka bir hastaneden kliniğimize yönlendirilmiştir.
Ekstraoral muayenede herhangi bir yaralanma saptanmamıştır. Klinik ve
radyografik muayenesinde; sol üst orta kesici dişte orta derecede intrüziv
lüksasyon yaralanması ve sağ üst orta kesici dişte lüksasyon tespit edilmiştir.
Alveol kemiğine intrüze olan daimi diş, kanin-kanin arasındaki diğer dişler
splintlenerek, spontan erüpsiyon için takibe alınmıştır. Dişler 3 hafta süre ile
splintli olarak bekletilmiştir. Periyodik kontrollerde herhangi bir şikayet tarif
etmeyen hastanın 6 ay sonra intrüze olan dişinin spontan olarak sürdüğü,
dişin sağlıklı olduğu ve vitalite testine olumlu yanıt verdiği gözlenmiştir.
Hasta için gerekli ortodontik tedaviye başlanarak, periyodik kontrollerle
klinik ve radyografik olarak 20 ay süre ile takibi yapılmıştır. Tartışma ve
Sonuç: Bu olgu sunumunda spontan erüpsiyonun kök gelişimini
tamamlamış olan intrüze dişlerde dahi mümkün olabileceği gösterilmiştir.
Travma hastalarında prognoz doğru tanı, bilinçlendirme ve periyodik
kontroller ile yüz güldürücü olmaktadır.
Anahtar Kelimeler: İntrüzyon, Travma, Maksiller Keser Diş, Çocuk Diş
Hekimliği
26 Şubat 2020 17:45 Gereme
Bildiri 57
3 Boyutlu Yazıcıların Ortodontideki Yeri - Derleme
51
Tuğçe Yanık¹, Ayşegül Güleç , Merve Göymen
1: Diş Hekimliği Fakültesi
Amaç: Bilgisayar destekli tasarım ve katmanlı üretim alanındaki gelişmeler ile
ortodontik uygulamalar ve laboratuar arasındaki iş akışında bir devrim süreci
yaşanmaktadır. Manuel manipülasyon ile analog süreçlerden dijital,
sistematik ve doğrulanabilir olana doğru olan bu geçişte 3D yazıcılar önemli
bir yer kaplamaktadır. Bu çalışmanın amacı katmanlı üretim teknolojisi ile 3D
yazıcıları açıklayarak, ortodontideki kullanım alanlarını güncel literatür
üzerinden gözden geçirmektir. Yöntem: Ortodontide 3D yazıcılar ile ilgili
literatür taraması; Ocak 2010- Kasım 2019 tarihleri arasında Pubmed
üzerinden Medline, Science direct, Wiley çevrimiçi kütüphanesi ve Google
Scholar kaynakları aracılığıyla yapıldı. Literatürde; ortodontide 3D printing,
additive manufacturing, stereolithography, digital workflow ve review
anahtar kelimeleri kullanılarak 342 makale bulundu. Yetmiş üç tam metin
içeren makale seçildi ve kaynak olarak kullanıldı. Bunlardan 10 tanesi üç
boyutlu yazıcıların özellikleri ve diş hekimliğinin diğer alanlarıyla ilgilidir.
Bulgular: 3D yazıcılar ile, braket ve ark telleri, ortognatik cerrahiye öncülük
eden oklüzyon splintleri, hareketli apareyler, fonksiyonel apareyler, ark
ekspansiyon apareyleri, şeffaf plaklar, retainerlar, yardımcı elemanlar,
indirekt bonding için özel kalıplar, lingual ortodonti de setup modelleri,
ortognatik cerrahi öncesi mock surgery ve çalışma modelleri yapılabildiği
görülmüştür. Halen 3D yazıcıların en yaygın ortodontik kullanım alanı, şeffaf
plak ve aligner imalatı içindir. Sonuç: Günümüzde 3D yazıcılar ortodontistler
tarafından kolay erişilebilir bir teknoloji haline dönüşmüş olup ortodonti
pratiğinde birçok yönüyle kullanılabilecek güvenilir, uygun maliyetli bir
üretim yöntemi haline gelmiştir ve gelecekte ki potansiyeli de gittikçe
artmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Additive Manufactoring, Stereolithography, Review,
Digital Workflow, 3d Printing İn Orthodontics
27 Şubat 2020 16:45 Gültepe
Bildiri 58
Mineral Trioksit Agregat (mta) Kullanılarak Avülsiyon
Sonrası Meydana Gelen İnflamatuar İç Ve Dış Kök
52
Rezorpsiyonunun Tedavisi Ve 18 Aylık Takibi: Bir
Olgu Sunumu
Serhat Karaca¹,
1: Erzincan Binali Yıldırım Üniversitesi
Giriş: İnflamatuar iç ve dış kök rezorpsiyonu avulse dişlerin
replantasyonundan sonra sık görülen bir komplikasyondur. Bu olgu sunumu,
9 yaşındaki bayan bir hastada maksiller sağ santral kesici dişinde meydana
gelen inflamatuar kök rezorpsiyonunun mineral trioksit agregat (MTA)
kullanılarak tedavi edilmesini sunmaktadır. Yöntemler: Hastanın ana şikayeti,
avulsiyon meydana gelmiş ve reimplante edilmiş maksiller sağ santral kesici
dişinde mobilite ve abse meydana gelmesidir. Radyografik inceleme,
reimplantasyon sonrası sağ santral kesici dişte ileri derecede inflamatuar dış
ve iç kök rezorpsiyonunu gözlemlendi. Sağ maksiller santral kesici dişin
periapikal röntgeninde apeksinin kapanmadığı tespit edildi. Reimplante 11
numaralı dişin nekrotik pulpa dokusu ekstrip edildi, doğru kök kanal
uzunluğulu saglandı, % 2.5 NaOCl solusyonu ile irrige edildi ve kalsiyum
hidroksit patı ile kanal pansumanı yapıldı. 2 hafta sonra ilgili dişin herhangi
bir semptomu olmadığı gözlemlendi ve mineral trioksit agregat (MTA) patı
ile tamamen tıkaçlanıp kompozit dolgu restorasyonu yapıldı. Sonuçlar: 1-, 3-
, 6-, 12- ve 18. aylarda yapılan klinik ve radyografik muayeneler, tedavi
edilen maxiller sağ santral dişin normal hareketlilik ile fonksiyonel olduğunu,
inflamatuar iç ve dış kök rezorpsiyonunun ilerlemesinin durduğunu, rezorbe
alanların tamamen yeni kemik dokusu ile iyileştiği gözlemlendi.
Anahtar Kelimeler: Avülsiyon, Kök Rezorpsiyonu, Mta
27 Şubat 2020 09:15 Kanes
Bildiri 62
Diamond-blackfan Anemili Bir Olgunun Dental Ve
Oral Bulguları
Nagehan Burcu Öğütcü¹,
1: Başkent üniversitesi konya uygulama ve araştırma hastanesi
53
Diamond-Blackfan anemisi (DBA), kemik iliğinin eritrosit progenitör
hücrelerinden kaynaklanan, nadir görülen (1.000.000 popülasyonda 5-7
vaka) genetik bir hastalıktır. Hastaların% 30-50'sinde doğum öncesi veya
sonrası büyüme ve özellikle kraniyofasiyal anormallikler, yarık damak, üst
ekstremite, kalp ve üriner sistem defektleri ve gelişimsel anomaliler vardır.
Tedavi yöntemleri arasında kan transfüzyonu, kortikosteroidler, demir şelatı,
interlökin tedavisi ve kemik iliği nakli bulunur. Bu tedaviler ve mevcut anemi
nedeniyle hastalar immünsüpresif olarak kabul edilir. Bu nedenle, hasta
dental işlemlerden önce hematolog ile konsülte edilmeli ve cerrahi
işlemlerden önce profilaktik antibiyotik kullanımı gerekeceği bilinmelidir. Bu
olgu sunumunda kemik iliği nakli öncesi kliniğimize başvuran 13 yaşında bir
erkek çocuğun oral ve fasiyal bulguları sunulmaktadır. Hastaya 7 aylıkken
DBA teşhisi konduğu bilinmektedir. Hastanın ebeveynleri arasında akrabalık
vardır. Hastanın büyük ve küçük kardeşleri ise hastalık tanısı almamıştır.
İntraoral, ekstraoral ve radyolojik tetkiklerde birçok diş çürüğü, yaygın ve
şiddetli diastema, fasiyal asimetri, laterognati ve posterior açık kapanış tespit
edildi. Bu tip olgularda sıklıkla görülen yarık damak durumuna ise
rastlanmadı.
Anahtar Kelimeler: Diamond-blackfan Anemi, Dental, Oral
27 Şubat 2020 09:30 Kanes
Bildiri 63
Peri-implant Kemiğin Fraktal Boyutu İle İmplant
Stabilite Katsayısının Karşılaştırılması
Kübra Öztürk¹,
1: Nuh Naci Yazgan Üniversitesi
Giriş: Fraktal analizin temeli karmaşık şekilleri ve yapısal kalıpları tanımlamak
için kullanılan fraktal matematiğe dayanmaktadır. Fraktal analiz tıp alanında
hücrelerin dış sınırlarının belirlenmesi, pulmoner damarlanmanın
incelenmesi, kalp ve eklem seslerinin incelenmesinde kullanılmıştır. Diş
hekimliğinde ise dijital radyograflar ve üç boyutlu görüntüler üzerinden
fraktal boyut analizi yapılarak trabeküler kemik mimarisindeki değişimler
tespit edilebilmektedir. Rezonans frekans analizi(RFA) osteointegrasyonu
54
değerlendirmek için dental implantolojide önemli bir yere sahiptir. Ölçülen
rezonans frekansı implant stabilite katsayısı(ISQ) olarak ifade edilir. Ancak
literatürde implant stabilitesini değerlendirilmesi için RFA’nın tek başına
kullanılmasının uygun olmadığı bildirilmektedir. Bu çalışmanın amacı dental
implantların yükleme öncesi ISQ değeri ile implantın boyun bölgesindeki
kemiğin fraktal boyut değeri arasındaki ilişkinin retrospektif olarak
değerlendirilmesidir. Materyal ve Metod: Sistemik rahatsızlığı bulunmayan
12 hastanın panoramik grafileri geriye dönük incelendi. Hasta dosyalarından
daha önce kaydedilmiş postoperatif 3.ayda impantların trasnverse düzlemde
ve bukkolingual yönde ISQ değerlerine ulaşıldı. ISQ ölçümlerinin yapıldığı
gün 12 adet panoramik grafinin arşiv görüntülerine ulaşıldı ve JPEG
formatında numerik sayı dizisi ile kaydedildi. Toplam 55 adet implant boynu
etrafındaki fraktal boyut değeri İmage j programı yardımı ile ölçüldü.
Ortalama fraktal boyut ile ISQ değerleri arasındaki ilişki korelasyon analizi ile
değerlendirildi. Örneklem büyüklüğünün değerlendirilebilmesi için Power
analizi yapıldı. Bulgular: Fraktal boyutların ortalaması(FB ort) 1.19(±0.07), ISQ
transverse 69.31(±5.37), ISQ bukkolingual 69.01(±4.89) olarak bulunmuştur.
FBort ile ISQ trasverse değişkenleri arasında anlamlı bir korelasyon yoktur.
FB ort ile ISQ bukkolingual değişkenleri arasında istatiksel olarak anlamlı bir
korelasyon yoktur. Sonuç: Bu çalışma da implantların değerlendirmesinde
ISQ değeri ile fraktal boyut arasında anlamlı bir ilişki bulunamadı. Örneklem
sayısının az olması bu çalışmanın limitasyonu olarak değerlendirilmektedir
ve örneklem sayısı arttıkça anlamlı bir korelasyon bulunacağı
düşünülmektedir. Daha fazla örneklem sayısının kullanıldığı daha kapsamlı
çalışmaların yürütülebilmesi için bu çalışma bir pilot çalışma olarak
kullanılabilir.
Anahtar Kelimeler: Dental İmplant, Fraktal Analiz, ısq, Panoramik Radyografi
27 Şubat 2020 15:45 Gültepe
Bildiri 64
Taurodont Dişlerin Türk Populasyonundaki
Prevalansı
Aygül Çil¹, Burak Sağsen
1: Erciyes Üniversitesi
55
Amaç:Yaşları 13 ile 35 arasında olan 300 hastanın panoramik radyografi
görüntüleri taurodont diş varlığı açısından retrospektif olarak analiz edildi.
Bulgular:300 hastanın 34’ünde (%11.33) bir veya birden fazla taurodont diş
vardı. 34 hastadan 17si kadın 17 si erkekti. Maksillada taurodont diş varlığı
(%64.7), mandibuladan (%35.3) daha fazla bulundu. Cinsiyete göre
dağılımda istatistiksel olarak anlamlı bir fark yoktu. Sonuç: 300 panoramik
radyografi değerlendirmesi sonucu taurodont diş prevalansı %11.33 olarak
bulundu.Taurodont diş maksillada mandibuladan daha sıktı ve cinsiyet
dağılımında istatistiksel olarak anlamlı bir fark yoktu.
Anahtar Kelimeler: Taurodontizm, Prevalans, Panoramik Radyografi
27 Şubat 2020 10:00 Kanes
Bildiri 65
Endodonti Kliniğindeki Hastalardan Kıbt Alınma
Nedenlerini Değerlendiren Retrospektif Çalışma
Asena Okur¹, Tuğrul Aslan, Yakup Üstün
1: Erciyes Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
Amaç: 2 yıllık gözlem süresince Endodonti Bölümünde tedavi edilen
hastalardan KIBT alınma yüzdesini değerlendirmek ve KIBT taramasının sevk
nedenlerini tartışmak. Gereç ve Yöntem: 08.01.2018 - 08.11.2019 tarihleri
arasında … Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Endodonti Bölümü’nde tedavi
edilen hastaların verileri tarandı, bu hastaların kaçından KIBT alındığı ve
temel sevk nedenleri değerlendirildi. Her bir vakanın radyografik özellikleri,
KIBT görüntülemesi için belirtilen endodontik vakalar arasında olası ortak
özellikleri olan ek bilgi sağlamak için kaydedildi. Bulgular: Endodontik tedavi
için başvuran toplam 6350 hastanın 315’i (hastaların %4.9 u) KIBT alınması
için oral diagnoz ve radyoloji bölümüne sevk edildi. KIBT taraması için en
yaygın sevk nedeni apikal patoloji değerlendirmesiydi (106 olgu). Ardından
kök kanal morfolojisi: kalsifiye -ekstra kanal değerlendirmesi (63 olgu),
inflamatuar rezorptif defekt değerlendirmesi: internal-eksternal
rezorpsiyonlar (51 olgu), travma değerlendirmesi (33 olgu) , preoperatif-
postoperatif komplikasyon değerlendirmesi (23 olgu), , komşu anatomik
yapı ve komşu diş ilişkisi değerlendirmesi (19 olgu) , vertikal kök kırığı ve
56
çatlak değerlendirmesi (13 olgu), dental anomali değerlendirmesiydi (5
olgu) . Sonuç: Konvansiyonel periapikal radyografide gözlenemeyen yapılar,
0.125-2 mm arasındaki aksiyal, koronal ve sagital düzlemlerde alınan kesitler
sayesinde izlenebilir. Dental volumetrik tomografilerin üçüncü boyuta ihtiyaç
duyulan, elde edilmiş bulgulara katkı sağlayacağı düşünülen ve fayda/zarar
oranının dikkatlice değerlendirildiği vakalarda mümkün olan en küçük
görüntüleme alanları tercih edilerek kullanımı endodonti bilimi için oldukça
önemli bir gelişmedir. KIBT’lerin etkin radyasyon dozunun konvansiyonel
panoromik radyografilerden 2-4 kat fazla olduğu unutulmamalıdır. Dental
volumetrik tomografi mümkün olduğunca aynı hastaya sık uygulanmamalı
ve görüntüler mutlaka arşivlenmelidir.
Anahtar Kelimeler: Endodonti, Kıbt, Retrospektif Çalışma
27 Şubat 2020 10:15 Kanes
Bildiri 67
Ortodontik Tedavi Sonrası Diastemaların Direkt
Kompozit Rezinlerle Restorasyonu: Vaka Serisi
Gizem Ayan¹,
1: İnönü Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
Amaç: Sekiz ayrı vakada ortodontik tedavi sonrası diş boyutu ve çene
boyutu arasındaki uyumsuzluk nedeniyle meydana gelen diastemaların
kompozit rezinlerle kapatılması amaçlanmıştır. Olgu: Ortodontik tedavileri
tamamlandıktan sonra kliniğimize yönlendirilen yaşları 15 ile 22 arasında
değişen sistemik olarak sağlıklı 8 ayrı bireyin klinik ve radyografik
muayenelerinin ardından direkt kompozit rezin uygulamasıyla kesiciler
arasında oluşan diastemalarının serbest el tekniği ile kapatılmasına karar
verildi. Hastaların ağız içi fotoğrafları alındı. Button tekniği ile mine rengi için
dişlerin insizal bölgeleri, dentin rengi için ise dişlerin kole bölgeleri referans
alınarak renk seçimleri yapıldı. İzolasyon sağlandıktan sonra mine yüzeyleri
15 sn süre ile %35’lik ortofosforik asitle asitlendi (Scocthbond Universal
Etchant, 3M ESPE, ABD) ve su spreyi ile 15 sn yıkanıp, hava ile kurutuldu. Asit
uygulanmış diş yüzeylerine çift aşamalı self-etch adeziv ajan (Clearfil SE
Bond, Kuraray, Japonya) uygulandı. Vakalar için GC Essentia (Japonya) ,
57
Tokuyama Estelite Asteria (Japonya) , GC Solare X (Japonya) ,Tokuyama
Estelite Sigma Quick (Japonya) kompozitleri kullanıldı. Aşındırıcı diskler (Sof-
lex, 3M ESPE, ABD) ve polisaj lastikleri (Sof-lex, 3M ESPE, ABD) kullanılarak
bitim işlemleri gerçekleştirildi. Hastaların bitim fotoğrafları alındıktan sonra
kontrol randevusu verilip, essix plaklarının yapımı için ortodonti kliniğine
yönlendirildi. Sonuç: Diş dokusunda ya çok az aşındırma yaparak ya da hiç
aşındırma yapmadan güncel adeziv sistemlerle diş dokusu üzerine direkt
olarak uygulanabilen kompozit restoratif materyaller ile diastemaların
kapatılması pratik, ekonomik ve koruyucu bir tedavi seçeneğidir.
Anahtar Kelimeler: Ortodontik Tedavi, Direkt Kompozit Rezin, Diastema
27 Şubat 2020 10:30 Kanes
Bildiri 69
Bir Grup Türk Toplumunda Görülen Dental
Anomalilerin Panoramik Radyografi İle
Değerlendirilesi
Özlem İşman ,
Amaç: Kalıtımsal veya çevresel faktörlere bağlı olarak dişlerde gelişimsel
anomaliler görülebilmektedir. Dental anomalilerin erken teşhisi ve uygun
tedavi planlaması açısından diş hekimlerinin bilgi sahibi olmaları
gerekmektedir. Bu çalışmanın amacı bir grup Türk popülasyonunda
karşılaşılan dental anomalileri; çeşitleri, yaygınlığı ve cinsiyetlere göre
dağılımı bakımından panoramik radyografi kullanarak araştırmaktır. Gereç ve
Yöntem: 1230 hastaya (630 kadın,600 erkek) ait panoramik radyografi
retrospektif olarak değerlendirildi. Araştırılan dental anomaliler; taurodont,
talon tüberkülü, dens invaginatus, mikrodonti, makrodonti, kısa kök, uzun
kök, dilaserasyon, diş eksikliği, süpernümerer diş olmak üzere 10 kategoride
değerlendirildi. Sonuçlar Windows için SPSS 11.0 programı (SPSS Inc,
Chicago, IL, USA) kullanılarak hesaplandı. Dental anomalinin görülme oranı
toplam örneklem sayısına göre yüzde olarak belirlendi. Cinsiyet ve anomali
arasındaki ilişki Ki-kare testi ile değerlendirildi. Bulgular: Hastaların %
25,3’ünde (n=312) ( 162 kadın, 150 erkek) dental anomali varlığı tespit
edildi. En fazla görülen dental anomaliler sırasıyla; dilaserasyon % 10,24 ( n=
58
126), dens invagiatus % 4,87 (n= 60), taurodont % 3,25 (n= 40), talon
tüberkülü % 2,27 ( n=28), hipodonti % 1,3 (n=16), kısa kök % 0,97 (n=12),
hiperdonti % 0,81 (n=10), uzun kök % 0,81 (n=10), mikrodont % 0,65 (n=8),
makrodont % 0,16 (n=2), olarak belirlendi. Herhangi bir dental anomaliye
sahip bireylerin % 35’inin en az ikinci bir dental anomali barındırdığı
belirlendi. Cinsiyet ve dental anomailer arasında herhangi bir ilişki tespit
edilmedi. Sonuç: Bir anomalinin erken teşhisi diğer anomaliler için artmış bir
risk olduğunu gösterebilir. Farklı dental anomalilerin klinik bulguları ve
anomaliler arasındaki ilişkiler hakkında bilgi sahibi olmak erken teşhis ve
tedavi planı açısından oldukça önemlidir
Anahtar Kelimeler:
27 Şubat 2020 10:45 Kanes
Bildiri 72
Laterale Kaydırılan Flep Ve Tünel Tekniği İle Dişeti
Çekilmelerinin Tedavisi
Alp Mutlu¹,
1: Erciyes Üniversitesi
Amaç: Dişeti çekilmesi erişkinler arasında çok yaygın görülen bir
mukogingival defekttir. En sık etkilenen dişler mandibular santral ve lateral
dişlerdir. Kök yüzeyinin kapatılmasının temel amaçları estetik/kozmetik
talepler, kök hassasiyetinin önlenmesi ve mekanik plak kontrolünün
kolaylaştırılmasıdır. Ancak dişlerin ark üzerindeki konumu ve alveol kemik
seviyesi gibi faktörlere bağlı olarak her zaman istenilen sonuçlar elde
edilememektedir. Bu olgu sunumundaki amaç ilgili dişlerin kök yüzeylerini
bağ dokusunun beslenebileceği alan yaratarak laterale pozisyone flep ve
tünel tekniğinin birlikte kullanılarak kapatılabileceğini göstermektir. Bu olgu
sunumundaki hastalar estetik nedenler ve hassasiyet şikâyeti sebebiyle
Erciyes Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Periodontoloji Anabilim Dalı’na
başvurmuştur. Olgu 1 sistemik olarak sağlıklı, 32 yaşındaki kadın hastadan
alınan dental anamnez ve radyografik muayene sonucunda hastanın lokalize
kronik periodontitis hastası olduğu 31 nolu dişinde Miller II, 41 nolu dişinde
Miller III tipi dişeti çekilmesi olduğu tespit edilmiştir. Olgu 2 sistemik olarak
59
sağlıklı, 24 yaşındaki kadın hastadan alınan dental anamnez ve radyografik
muayene sonucunda hastanın lokalize kronik periodontitis hastası olduğu
41 nolu dişinde Miller II, 31 nolu dişinde Miller I tipi dişeti çekilmesi olduğu
tespit edilmiştir. Olgu 3 Dündar sendromuna sahip, 17 yaşında kadın
hastadan alınan dental anamnez ve radyografik muayeneler sonucunda
hastanın gingivitis hastası olduğu 41 nolu dişinde Miller II, 31 nolu dişinde
Miller I tipi dişeti çekilmesi olduğu tespit edilmiştir. Hastaların başlangıç
periodontal tedavileri tamamlandıktan sonra kök yüzeylerinin kapatılması
amacıyla 41 nolu dişlerin distalinden 42 nolu dişin marjinal dişetini
içermeyecek şekilde, 41 nolu dişteki dişeti çekilmesini kapatacak büyüklükte
tam kalınlık flep kaydırılmış, 31 nolu diş bölgesine ise tünel tekniği ile alıcı
bölge hazırlanmış ve her iki diş bölgesine de bağ dokusu grefti
yerleştirilmiştir. Sonuç: Dişeti çekilmeleri çekilme özelliklerine uygun olarak
tasarlanmış farklı periodontal plastik cerrahi işlemler ile başarılı bir şekilde
tedavi edilebilmektedir. Tedavi sonrası dişeti kalınlığında artma, estetik
olarak düzelme, kök hassasiyetinde azalma ve mekanik plak kontrolünde
kolaylık sağlanmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Mukogingival, Estetik, Cerrahi, Laterale, Kaydırılan, Flep
27 Şubat 2020 11:00 Kanes
Bildiri 75
Maksiller Anterior Bölgenin Kişisel Abutment Ve
Zirkonyum Kronlarla Protetik Rehabilitasyonu
Ayşe Karabaş¹, Ayşe Karabaş, Numan Tatar
1: İnönü Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
Amaç: CAD-CAM teknolojisi kullanılarak üretilen kişisel abutmentlar özellikle
anterior bölgede estetik sonuçlar elde edilmesini sağlar. Bu vaka raporunda
ortodontik tedavi sonrası implant uygulanan hastaya kişisel abutment
kullanılarak implantüstü zirkonyum kron ve maksiller anterior dişlere yapılan
zirkonyum kronlar anlatılmaktadır. Yöntem: Ortodontik tedavi sonrası
protetik diş tedavisi kliniğine başvuran 22 yaşındaki kadın hastaya 13 nolu
diş için implant planlaması yapıldı. İmplantın (Straumann, İsviçre)
osseointegrasyonunu takiben protetik tedaviye başlandı. İmplantüstü kron
60
için CAD-CAM ile zirkonyum kişisel abutment üretildi. Ağızda bulunan 12 -
21 - 22 nolu dişler ve 11 nolu dişin yerinde bulunan 13 nolu diş shoulder
bitiş çizgisi kullanılarak prepare edildi. Hazırlanan zirkonyum destekli
seramik kronlar simante edildi. Bulgular: Estetik ve fonksiyonel açıdan tatmin
edici sonuçlar elde edildi. Sonuçlar: Kişisel abutment kullanımı titanyumun
mekanik özelliği ve seramiklerin estetik özelliklerini bir araya getirmesi
nedeniyle avantajlıdır. CAD-CAM kullanımı zaman tasarrufu sağlar aynı
zamanda abutment seçme ve prepare etme işlemlerini elimine eder.
Anahtar Kelimeler: Kişisel Abutment, Zirkonyum, Estetik
27 Şubat 2020 11:15 Kanes
Bildiri 77
Farklı Arka Planların Cad Cam Materyallerinin Renk
Ölçümlerine Etkisinin Değerlendirilmesi
Kübra Değirmenci , Kübra Değirmenci, Mustafa Hayati Atala
Amaç: Diş hekimliğinde kullanılan CAD CAM materyallerinin estetik
özelliklerinin incelendiği çalışmalarda genellikle renk özellikleri
araştırılmaktadır. Renk ölçüm işlemi bir çok faktörden etkilenmektedir.
Ölçümün yapıldığı arka plan rengi, değerlendirilen örneğin renk algısını
etkileyen bir faktördür. Bu araştırmanın amacı, beyaz, siyah ve gri
renklerdeki arka planların, iki farklı CAD CAM materyalinin renk
parametrelerinin ölçümüne olan etkilerini karşılaştırmalı olarak incelemektir.
Gereç ve Yöntem: Çalışmamızda 1 mm kalınlığında ve A2 renk tonunda iki
farklı CAD CAM materyali kullanılarak toplam 16 örnek (n=8) hazırlandı (IPS
e.max, Ivoclar Vivadent ve Initial LRF, GC). Dentini taklit etmesi amacıyla
kontrol grubu olarak A2 renk tonunda ve 1 mm kalınlığında kompozit
(Charisma Diamond, Kulzer) örnek hazırlandı. Örneklerin beyaz, siyah ve gri
zeminlerde spektrofotometre (Vita easysahde 4.0) ile ölçümleri yapıldı.
Örneklerin kontrol grubuna göre ∆L, ∆a, ∆b, ∆E00 ve WI (Whitness Index)
değerleri hesaplandı. CAD-CAM materyal çeşidinin ve arka plan renginin
etkisini istatiksel olarak değerlendirmek için iki yönlü varyans analizi ile post
hoc Tukey testi yapıldı. Bulgular: Beyaz, siyah ve gri arka planlarda yapılan
ölçümlerde Initial LRF seramik, IPS e.max'e göre anlamlı derecede yüksek WI
61
ve ∆E00 değerleri göstermiştir (p<0.05). Her iki seramik çeşidinde de elde
edilen ∆E00 değerleri anlamlı derecede beyaz arka planda en yüksek ve gri
arka planda en düşük değerleri göstermiştir (p<0.05). WI değerleri ise her iki
seramik için de siyah arka planda en yüksek değerleri göstermiştir. Sonuç:
Seçilen arka planın renk tonu, değeri ve ışık absorbsiyonu ölçüm yapılan
örneğin renk parametrelerinde önemli bir etkendir. Renk değeri düşük bir
arka plan kullanılarak değerlendirilen örnek daha açık renkte
algılanabilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Spektrofotometre, Renk, Arka Plan, Seramik, Cad/cam.
27 Şubat 2020 11:30 Kanes
Bildiri 81
Porselen Laminat Venerlerin Sökümüne Er,cr:ysgg
Lazerin Etkisi
Berdan Aydin¹, Neslihan Çökük, Abdurrahman Şahinbaş
1: Rakcods
Amaç: Bu çalışmanın amacı Er:Cr:YSGG laser ile lityum disilikat laminat
restorasyonların (LV) debonding işleminde uygun parametrenin
belirlenmesidir. Gereç ve yöntem: 3x3x1 mm ve 3x3x0,5 mm lityum disilikat
seramik (IPS e.max Press; Ivoclar Vivadent, Schaan, Liecthenstein) örnekler
hazırlandı ve rezin simanla (Variolink Esthetic LC, Ivoclar Vivadent) çekilmiş
kesici kronlarinin aşındırılmış mine yüzeyine simante edildi (N=80). Her
kalınlıktan bir grup kontrol olarak ayrıldı ve diğerlerine Erbium, Cromium:
Yttrium, Scandium, Gallium, Garnet (Er,Cr:YSGG) lazer 3 farklı ayarda
uygulandı (2, 2.5, 3.5 watt). Makaslama testi yapılarak değerler Mpa olarak
kayıt edildi. Bulgular: Yapılan istatistiksel analiz (SAS, SAS Institute Inc., NC,
USA) sonucunda kalınlık ve lazerin arasındaki ilişki önemli bulunmuştur (2-
way ANOVA, p<0,001). 0,5 mm kalınlığa sahip örneklerde 2,5 ve 3,5 watt
lazerde düşük bağlanma direnci görülürken, 1 mm kalınlığa sahip
örneklerde 3,5 watt lazerde anlamlı düşük bağlantı direnci görülmüştür
(p<0.05). Sonuç: Farklı kalınlığa sahip LV debonding işlemi, Er,Cr:YSGG lazer
kullanılarak başarılı bir şekilde gerçekleştirilebilir.
62
Anahtar Kelimeler: Er,cr:ysgg Lazer, Lityum Disilikat Seramik, Debonding
27 Şubat 2020 11:45 Kanes
Bildiri 89
Hekimlerin Ağız-diş Sağlığı Hakkındaki Bilgi, Tutum
Ve Davranışlarının Değerlendirilmesi
Can Özükoç¹, Can Özükoç, Şule Bayrak
1: İstanbul Medipol Üniversitesi
Amaç: Araştırmamızda, Eskişehir ilindeki Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları
Uzmanı ile Aile Hekimlerinin ağız-diş sağlığı hakkındaki bilgi, tutum ve
davranışlarının değerlendirilmesi amaçlandı. Gereç ve Yöntem: 62 adet
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı ve 90 adet Aile Hekimi olmak üzere
toplam 152 hekime, sosyodemografik durumlarını, ağız-diş sağlığı ile ilgili
genel bilgilerini, tutumlarını, bilgi kaynaklarını ve düşüncelerini içeren anket
formu tüm hekimlere uygulandı. Elde edilen verilerin istatistiksel
değerlendirmesinde tanımlayıcı istatistik, grupların karşılaştırılmasında ki-
kare ve değişkenlerin birbirleri ile ilişkilerini belirlemede Pearson ve
Spearman korelasyon testleri kullanıldı. Bulgular: Araştırmaya katılan
hekimlerin tamamına yakının (%91.4) süt dişlerinin önemli olduğunu
düşündükleri belirlendi. Hekimler çürük hakkındaki genel konular hakkında
bilgi sahibi olmalarına karşın ilk diş hekimi ziyareti, diş hekimi kontrol sıklığı,
diş çürüğünden korunma yöntemleri hakkında yetersiz bilgiye sahip
oldukları gözlendi. Hekimlerin büyük bir kısmı ağız-diş sağlığını sağlamada
önemli bir role sahip olduklarını düşünmesine rağmen ebeveynlerini
genellikle ağız-diş sağlığı konusunda bilgilendirmedikleri ve diş hekimi
kontrolüne yönlendirmedikleri saptandı. Hekimlerin ağız-diş sağlığı ve diş
çürüğünün önlenmesi hakkında bilgi sahibi olunmasının çok önemli
olduğunu düşündükleri ancak bu konudaki bilgilerinin yetersiz olduğu ve
daha fazla bilgi almak istedikleri (%88.8) belirlendi. Sonuç: Ağız-diş sağlığı
konusunda bilginin arttırılması ve farkındalığın yaratılması için tıp
hekimlerinin ağız-diş sağlığı konusunda bilgilerini, tutum ve davranışlarını
yükseltmek çocukların iyi bir ağız-diş sağlığına sahip olması ve çürüksüz bir
geleceğin yetişmesi için Çocuk Diş Hekimleri ile tıp hekimleri arasında daha
güçlü iletişim olması gerektiği kanısındayız.
63
Anahtar Kelimeler: Ağız-diş Sağlığı, Aile Hekimi, Bilgi, Çocuk Sağlığı Ve
Hastalıkları Uzmanı, Davranış, Tutum
27 Şubat 2020 12:00 Kanes
Bildiri 92
Mine Defektli Hastada Estetik Görünümün Protetik
Rehabilitasyonla Sağlanması
Delal Bozyel¹, Simge Taşar Faruk
1: Yakın Doğu Üniversitesi
Çocukluk döneminde geçirilen ateşli hastalıklar, minenin ameloblast
aktivitesini etkileyerek hipoplazilere neden olmaktadır. Kliniğimize estetik
görünüm şikayetiyle başvuran 21 yaşındaki kadın hastamızın anamnezinde,
çocukluk döneminde geçirilen ateşli hastalık bilgisi alınmıştır. Hasta, mevcut
mine hipoplazisi nedeniyle psiko-sosyal rahatsızlık duymaktadır. Hastada
estetik şikayet dışında herhangi bir problem belirlenmemiştir. 13-12-11-21-
22-23 numaralı dişlerin, estetik amaçlı, metal desteksiz kronlarla kaplanması
ve kron boylarının düzensizliği nedeniyle kron boyu uzatma işlemi
önerilmiştir. Hasta laminate tedavisini istememiştir. Silikon anahtarla
hazırlanan mock-up seansında görünümden memnun kalan hasta, bu tedavi
planını kabul etmiştir. Hastaya gingivektomi işleminden sonra, diş
preparasyonu işlemi yapılmıştır. Estetik görünümü arttırmak için metal
desteksiz (zirkonyum altyapılı) kronlar hazırlanmıştır. İlerde bir problemle
karşılaşılması durumunda daha rahat söküm yapmak ve estetik görünümü
daha iyi sağlayabilmek amacıyla dişler köprü olarak değil; tek kron olarak
tasarlanmıştır. Renk seçiminde hastanın ten rengi, komşu ve karşı dişlerin
renk uyumları görsel renk analizi ile yapılmıştır. Kronlar son seansta geçici
olarak simante edilip, bir süre hastanın deneyimlemesi ve olası estetik
şikayetleri için beklenmiştir. Bir hafta sonra istenen düzeltmeler yapıldıktan
sonra daimi simante edilmiştir. Böylece çocukluk döneminde geçirilen ateşli
hastalıklardan kaynaklı ve psiko-sosyal nedenlerden kaynaklı estetik
problemlere, protetik yaklaşım sayesinde çözüm bulunabileceği ve hastanın
memnuniyetinin sağlanabileceği tarafımızca gözlemlenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Estetik, Mine Hipoplazisi, Zirkonyum
64
27 Şubat 2020 12:15 Kanes
Bildiri 95
Farklı ışık Kaynaklarıyla Polimerize Edilen Kompozit
Rezinlerin Polimerizasyon Derecelerinin İncelenmesi
Özcan Karataş¹,
1: Nuh Naci Yazgan Üniversitesi
Amaç: Bu çalışmanın amacı, farklı kalınlıklarda hazırlanan ve farklı ışık
kaynakları ile polimerize edilen metakrilat-esaslı ve bulk-fill kompozit
örneklerinin polimerizasyon derecelerinin incelenmesidir. Gereç ve Yöntem:
Çalışmamızda, bir geleneksel metakrilat-esaslı kompozit ve bir bulk-fill
kompozitten (Filtek bulk-fill, 3M ESPE, ABD) 2, 3 ve 4 mm kalınlıkta örnekler
hazırlandı. Teflon kalıplar kullanılarak her kompozitten her kalınlıkta 30' ar
adet örnek hazırlandı. Örneklerin polimerizasyonunda Light Emitting Diod
(Elipar S10 LED, 100 mW/cm2, 20 sn, 3M ESPE, ABD), Plazma ark (VALO PAC,
xtra power mod, 3200 mW/cm2, 6 sn, Ultradent ABD) ve Quartz-Tungsten
Halojen (Astralis 7, 400 mW/cm2, 40 sn, Ivoclar, Avusturalya) ışık kaynakları
kullanıldı (n=10). Polimerizasyonu tamamlanan örneklere polisaj diski ve
lastikleri (Soflex, 3M ESPE, ABD) ile cila yapıldı ve örnekler 24 saat distile
suda bekletildi. Ardından universal bir test cihazı ile (MVK-H1, Akashi Co,
Japonya) tüm örneklerin alt ve üst yüzeyinden 3'er noktadan sertlik
ölçümleri (VH) yapıldı. Ortalama yüzey sertlikleri hesaplanan örneklerin
sertlik oranı VHort=VHalt/VHüst formülü ile hesaplandı. Sertlik oranı 0.80 ve
üzeri bulunan örneklerin yeterli polimerizasyon derecesine sahip olduğu
kabul edildi. Verilerin istatistiksel analizinde Two Way ANOVA ve Tukey
çoklu karşılaştırma testleri kullanıldı (α=0.05). Bulgular: Verilerin analizi
sonucunda, farklı kalınlıklarda hazırlanan kompozit örneklerinin alt ve üst
yüzey sertlikleri arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılıklar bulundu
(p<0.05). 2 mm kalınlıkta hazırlanan tüm örneklerde ortalama sertlik oranı
0.80’in üzerinde bulunurken, Filtek Z550 3 ve 4 mm ve Filtek Bulk-fill 4 mm
örneklerinde ortalama sertlik oranları bu değerin altında bulundu. Işık
kaynaklarının sertlik oranına etkisi incelendiğinde, en yüksek ortalama sertlik
oranı PAC ile polimerize edilen örneklerde görüldü. Sonuç: Kompozit rezinin
polimerizasyon derecesi yapısal özelliklerine, uygulama kalınlığına ve ışık
65
cihazına bağlı olarak değişebilir. Derin kavitelerde kompozit rezinler, üretici
firma talimatları doğrultusunda ve ışık kaynağının etkinliği göz önünde
bulundurularak uygulanmalıdır. Tabakalama tekniği gibi yöntemler yeterli
polimerizasyonu sağlamak için kullanılabilir.
Anahtar Kelimeler: İşık Cihaları, Kompozit Rezin, Polimerizasyon Derecesi
26 Şubat 2020 17:00 Gültepe
Bildiri 96
Komplike Kuron Kırığı Tedavisi Esnasından Avülse
Olan Dişin Rehabilitasyonu
Ahmet Korkmaz¹,
1: Atatürk Üniversitesi
Amaç: Ön dişler travmaya en çok uğrayan dişlerdir. Genellikle kesici dişlerde
komplike ya da komplike olmayan kırıklar görülmektedir. Avülsiyon ise
daimi dişlerde görülen ciddi komplikasyonlardan biridir. Bu vakada travma
sonrası 11 ve 21 nolu dişindeki komplike kuron kırığı nedeniyle kliniğimize
başvuran hastanın; tedavi esnasında 21 nolu dişinin avülse olması sonrası
yapılan müdahale anlatılmıştır. Olgu Sunumu: Hasta travmadan bir hafta
sonra 11 ve 21 nolu dişlerindeki komplike kuron kırığı nedeniyle kliniğimize
başvurmuştur ve kök kanal tedavisine başlanmıştır. 21 nolu dişe yerleştirilen
rubber damın klembinin atması sonucu hastanın aynı dişi avülse olmuştur.
Travma alanı izole edildikten sonra diş serum ile nemlendirilmiş steril spanç
yardımıyla tutularak ekstaoral ortamda kanal tedavisi yapılıp, kırık hattına
kadar kompozit ile kapatılmıştır. Soket, pıhtıdan temizlendikten sonra diş
parmak basısı ile yerleştirilmiştir. Aynı seans 11 nolu dişin ekstirpasyonu
yapılmıştır. Dişler ortodontik tel yardımıyla lingualden splintlenmiştir. Daha
sonra hasta, tetanoz aşısı yaptırılmak üzere sağlık kuruluşuna
yönlendirilmiştir. Sonraki seans 11 nolu dişin kanal tedavisi yapılmıştır. 21
nolu dişin mobilitesi değerlendirilmiş ve periodontal ligament genişliğindeki
hareket implantasyonun başarı kriteri olarak kabul edilmiştir. Kanal tedavileri
tamamlanan dişler 3M ESPE Z100( California ;USA) A2 kompozit rezin ile
restore edilmiş, elmas bitirme frezleri ile şekillendirildikten sonra polisaj
diskleri (Soflex, 3M) ile düzeltilmiş ve cila patı (Diamond Polish Mint,
66
Ultradent) ile restorasyon tamamlanmıştır. İlerleyen dönemlerde protetik
tedavi düşünen hasta takip ve kontrol seansı için yönlendirilmiştir. Sonuç:
Travma sonrası planlanan tedavilerde birçok faktör başarıyı etkilemektedir.
Daha çok ön dişlerde görülen travmalar hastanın estetik ve psikolojik
yönden etkilenmesine neden olmaktadır. Hastanın estetik ve fizyolojik
rehabilitasyonu non-invaziv şekilde replasman ve kök kanal tedavisiyle
sağlanabilir. Hastada komplike kuron kırığı olan ve avülse olan dişlerine
yapılan müdahaleler başarılı sonuçlar vermiş ve hastanın beklentisi
konservatif şekilde karşılanmıştır.
Anahtar Kelimeler: Anahtar Kelimeler: Diş Yaralanmaları, Replasman, Kök
Kanal Tedavisi
27 Şubat 2020 12:30 Kanes
Bildiri 98
Rpe Ve Beyaz Nokta Lezyonu Oluşum Riski
Arasındaki İlişkinin Değerlendirilmesi
Emre Cesur¹,
1: Medipol Üniversitesi
Amaç: Bu retrospektif çalışmanın amacı, bonded apareylerle hızlı üst çene
genişletmesi (RPE) yapılan hastalarda, apareylerin ağızda kalma süreleri ile
beyaz nokta lezyonları (BNL) oluşum riski arasındaki ilişkinin
değerlendirilmesidir. Gereç ve Yöntem: Bu çalışmaya, maksiller dental arka
yapıştırılan apareylerle hızlı üst çene genişletmesi yapılan, daimi ya da geç
karma dentisyon döneminde bulunan toplam 48 hasta dahil edilmiştir. Bu
hastalar, apareyin ağızda kalma süresine göre 0-6 ay (Grup 1: 7 erkek, 9
kadın; ort.yaş: 12,49±1,42), 6-12 ay (Grup 2: 7 erkek, 9 kadın; ort.yaş:
13,03±2,25) ve >12 ay (Grup 3: 7 erkek, 9 kadın; ort.yaş: 12,06±1,95) olmak
üzere 3 gruba ayrılmıştır. Hastaların tedavi öncesi (T0) ve tedavi sonrası (T1)
elde edilen standart ağız içi fotoğrafları değerlendirme için kullanılmış ve
beyaz nokta lezyonları her grup için maksiller anterior (santral, lateral ve
varsa kanin dişler), maksiller posterior (premolar ve 1. molar dişler),
mandibular anterior ve mandibular posterior bölge olmak üzere T0 ve T1
dönemlerinde ayrı ayrı değerlendirilmiştir. İstatistiksel değerlendirmede,
67
grup içi karşılaştırmalarda Wilcoxen Sign testi, gruplar arası
karşılaştırmalarda Kruskal-Wallis testi kullanılmıştır. Bulgular: Grup 1’de
tedavi başı ve tedavi sonu BNL sayıları arasında anlamlı fark izlenmezken,
Grup 2’de tüm maksilla ve tüm mandibulada BNL sayısının T1’de artmış
olduğu ve bu artışın posterior dişlerden kaynaklandığı gösterilmiştir (P=.05).
Grup 3’te ise maksiller ve mandibular dişlerde, hem anterior ve hem
posterior bölgelerde BNL sayısında artış saptanmıştır (P=.05). Tedavi ile
meydana gelen değişiklikler, gruplar arasında kıyaslandığında, maksilla ve
mandibula posterior bölgelerde Grup 2 ve 3’te BNL sayılarında Grup 1’e
kıyasla anlamlı düzeyde fazla artış olduğu izlenmiştir (P=.05). Sonuç:
Apareylerin ağızda kalma süresi uzadıkça, hastalarda BNL oluşma riski
artmaktadır. Bu sebeple, hastalara uygun oral hijyen eğitimi verilmeli,
tedavinin kısa sürede tamamlanması için motivasyonları sağlanmalıdır.
Anahtar Kelimeler: Hızlı Üst Çene Genişletmesi, Beyaz Nokta Lezyonu
27 Şubat 2020 12:45 Kanes
Bildiri 100
Üniversal Adezivlerin Ve Çeşitli Yüzey İşlemlerinin
Rezin Siman-fiber Post Ve Kor Kompoziti-fiber Post
Bağlanma Kuvvetine Etkisi
Semiha Ekrikaya¹, Semiha Ekrikaya, Sezer Demirbuğa, Burhanettin Avci,
Nazire Nurdan Çakir
1: Erciyes Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
Amaç: Bu çalışmanın amacı, üniversal adezivlerin ve çeşitli yüzey işlemlerinin
rezin siman-fiber post ve kor kompoziti-fiber post arasındaki bağlanma
kuvvetine etkisini araştırmaktır. Materyaller ve Metot: Rezin siman (R & D
Series Nova resin cement, IMICRYL, Konya, Turkey) ve kor kompozitini (Bis
core, BISCO, Schaumburg, USA) fiber posta bağlamak için standart silikon
kalıplar hazırlanmıştır. Toplam 18 grup (n = 16 / grup), 9 grup rezin siman ve
9 grup kor kompoziti için oluşturulmuştur. Asit ve silan uygulaması ve üç
farklı adeziv (Single Bond Universal, All Bond Universal, Clearfil Tri-S Bond)
dahil olmak üzere çeşitli yüzey işlemleri uygulanmıştır. Numunelerin
hazırlanması için çeşitli yüzey işlemleri uygulanan fiber postlar silikon kalıpta
68
oluşturulan çentiğe yerleştirilmiştir. Daha sonra silikon kalıp içerisi gruplara
göre kor kompoziti veya rezin siman ile doldurulup polimerize edilmiştir.
Her numuneden seri 1 mm kalınlıkta çubuklar alınmıştır. Mikro tensile
bağlanma testinden sonra, kırılma yüzeyleri SEM altında incelenmiştir.
İstatistiksel analiz İki yönlü varyans analizi ve Tukey Post Hoc testleri
kullanılarak yapılmıştır (p = 0.05). Bulgular: Üniversal adezivler kullanılmadan
önce sırasıyla % 37 ortofosforik asit ve silan kullanıldığında, bağlanma
kuvveti değerleri hem rezin siman hem de kor kompozitinde anlamlı olarak
artmıştır (p <0.05). Bu artış kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı
farklılık göstermemiştir (p ˃ 0.05). Üniversal adezivler arasında istatistiksel
olarak anlamlı farklılık göstermemiştir (p ˃ 0.05). Asit veya silan tek başına
uygulandığında, ortalama bağlanma kuvveti değerleri istatistiksel olarak
anlamlı artış göstermemiştir (p ˃ 0.05). Sonuçlar: Üniversal adezivler
kullanılmadan önce asit etching ve silan kombinasyonu, yapıştırıcıların
μTBS'sini hem rezin siman hem de kor kompozitinde arttırmıştır.
Anahtar Kelimeler: Bağlanma Dayanımı, Kor Kompoziti, Fiber Post, Rezin
Siman, Silan, Üniversal Adeziv
27 Şubat 2020 14:00 Kanes
Bildiri 102
Farklı Yapıdaki Cam İyonomer Esaslı Restoratif
Materyallerin Polimerizasyonu Esnasında Süt Dişi
Pulpa Odasında Oluşan Sıcaklık Değişikliklerinin
Değerlendirilmesi
Büşra Aygül¹, Arife Kaptan, Çiğdem Çukurcu, Büşra Aygül
1: Cumhuriyet Üniversitesi
Amaç: Bu çalışmada, farklı yapıdaki cam iyonomer esaslı dört farklı restoratif
materyalin (Dyract XP, Photac Fil Quick Aplicap, GC Fuji II LC ve GCP Glass
Fill) polimerizasyonu esnasında pulpal mikrosirkülasyon taklit edilerek, farklı
dentin kalınlıklarında süt dişi pulpa odasında meydana gelen sıcaklık
değişikliklerinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem:
Çalışmamızda kullanılan 80 adet çürüksüz süt molar dişine, 3x3 mm
69
genişliğinde ve 2 mm derinliğinde sınıf I kaviteler açıldı. Örnekler kavite
tabanı ve pulpa odası tavanı arasında kalan dentin kalınlığı 1 mm ve 2 mm
olmak üzere iki gruba ayrıldı. Her bir restoratif materyal, 1 mm ve 2 mm
dentin kalınlığında 10’ar örnek olacak şekilde üretici firma talimatları
doğrultusunda kavitelere yerleştirildi ve ışık cihazlarıyla (Valo LED, GCP
Carbo-LED) polimerizasyonları gerçekleştirildi. Materyallerin
polimerizasyonu esnasında pulpa odasında ortaya çıkan sıcaklık artışları,
pulpal mikrosirkülasyonu taklit eden düzenekler kullanılarak, J tip termokupl
ile ölçülerek kaydedildi. Verilerin istatistiksel olarak değerlendirilmesinde
Varyans analizi ve Tukey testi kullanıldı. Bulgular: Çalışmada kullanılan
restoratif materyallerin polimerizasyonu sırasında pulpa odasında ortaya
çıkan sıcaklık değişiklikleri arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık
bulundu (p<0,05). En düşük sıcaklık artış değerleri, 2 mm dentin kalınlığı
bulunan örneklerde Dyract XP grubunda gözlenirken, en yüksek sıcaklık
artışı 1mm dentin kalınlığına sahip GCP Glass Fill grubunda gözlendi.
Restoratif materyallerin polimerizasyonu esnasında ortaya çıkan sıcaklık
artışları farklı dentin kalınlığına sahip gruplar arasında istatistiksel olarak
anlamlı farklılık gösterdi (p<0,05). En yüksek sıcaklık artış değerleri 1 mm
dentin kalınlığına sahip gruplarda gözlendi. Sonuç: Kullanılan restoratif
materyallerin polimerizasyonu sırasında ortaya çıkan sıcaklık değerlerinin,
her iki dentin kalınlığında da pulpa için kritik değer olan 5,5 ºC’yi aşmadığı
görüldü.
Anahtar Kelimeler: Süt Dişi, Pulpal ısı Artışı, Dentin Kalınlığı, Pulpal
Mikrosirkülasyon
27 Şubat 2020 14:15 Kanes
Bildiri 105
Çene Cerrahisi Yaklaşımıyla Fonksiyon, Estetik Ve
Hukuksal Yönleriyle Bişektomi Operasyonları
Mehmet Emin Toprak ,
Giriş: İlk olarak 1802 yılında Marie Francois Xavier Bichat tarafından
histolojik olarak tanımlanan Bichat yağ dokusu ince bir bağ dokusu kapsülü
ile çevrili, ana gövdesi masseter kasın önünde ve buksinatör kasın üzerinde
70
yer alan anatomik bir oluşumdur. Yüz görünümünde oldukça önemli olan bu
dokunun bukkal, pterygoid, süperfisiyal temporal ve derin temporal olmak
üzere dört kolu vardır. Bebeklerde emme fonksiyonunda aktif rol oynayan
bu yapının yetişkinlerdeki temel fonksiyonu tartışmalıdır. Önemli damar ve
sinir yapılarının korunması, çiğneme kasları arasında kayma fonksiyonu
oluşturması veya travmaya karşı rol oynadığı belirtilmektedir. Histolojik
olarak vücuttaki diğer yağ dokularına benzeyen Bichat yağ dokusu diğer yağ
dokularının aksine kilo alma ve verme durumlarında hacimsel olarak
değişmemektedir. Bichat yağ dokusu; kök hücre eldesinde, oral ve nazal
perforasyonlarda, sinüs membranı perforasyonlarında, oral ve mukozal
rekonstrüksiyonda ve fasiyal konturlama işlemlerinde kullanılabilmektedir.
Amaç, Gereç ve Yöntem, Bulgular: Güncel estetik algıda daha çıkık zigomatik
kemiklerin ve daha ince yanak yapısının popüler olması ile oldukça sık
uygulanmaya başlanan bişektomi operasyonları, yüz fonksiyonu ve
estetiğinde önemli bir alana sahip olan diş hekimlerinin de ilgilenmeye
başladığı ve hastaların talep ettiği bir cerrahi işlem olmaya başlamıştır.
Dişlerin, dişetlerinin ve bunlarla direkt olarak ilişkili ağız ve çene dokularının
sağlığının korunması, hastalıklarının ve düzensizliklerinin teşhisi ve tedavisi
ve rehabilitasyonunu yapmaya hukuki olarak yetkili olan diş hekimlerinin
artık sadece dental tedavi değil oral bölgeyle bağlantılı olarak yüzü bir
bütün şeklinde ele alan tedavi planlamaları yaptıkları görülmektedir. Bu
çalışmada güncel bir uygulama olan bişektomi operasyonlarının
endikasyonları ve kontrendikasyonları, Bichat dokusunun ayrıntılı anatomisi,
cerrahi seçenekleri, olası komplikasyonları, postoperatif takip süreçleri klinik
vakalar üzerinde ve literatür derlemeleri ile sunulmuştur. Sonuç: Bişektomi
operasyonu için endikasyon koyma ve uygulama aşamasında anatominin
bilinmesi, işlemin ileri dönemlerdeki sonuçlarının öngörülmesi, hasta
psikolojisinin değerlendirilmesi, cerrahi ve hukuksal sorunlarla başa
çıkılabilmesi açısından oldukça önemlidir. Doğru endikasyonlarla,
fonksiyonel, estetik ve psikolojik olarak oldukça olumlu sonuçlar
alınabilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Bichatyağdokusu, Anatomi, Cerrahi, Bişektomi,
Fonksiyon, Yanakinceltme
27 Şubat 2020 14:30 Kanes
Bildiri 110
71
Tam Dişsiz Mandıbulanın Üç-ımplant-desteklı Sabıt
Rehabılıtasyon Seceneklerının Biyomekanik Olarak
Karşılaştırılması
Sercan Kucukkurt¹,
1: İstanbul Aydin Universitesi
Amaç. Tam dişsiz çenelerin implant destekli rehabilitasyonu hakkındaki
çalışmalar giderek implant sayılarının azaltılarak, işlemlerin daha az invaziv
hale getirilmesi ve maliyetlerin düşürülmesine yönelmektedir. Tam dişsiz
mandibulanın üç implant destekli rehabilitasyonu fikri Brånemark‘ın 90’lı
yıllarda tanıttığı “Novum Konsepte” dayanmaktadır. Günümüzde bu konsept
güncellenerek “Trefoil” ismiyle tekrar uygulanmaya başlanmıştır. Diğer
yönden, bazı araştırmacılar açılı implant yerleşim tekniklerinden esinlenerek
Allon3 uygulamasını önermektedir. Bu çalışmanın amacı, farklı implant
türleri ve teknikleri ile dişsiz mandibulanın üç implant destekli
rehabilitasyonunda uygulanabilecek yöntemlerin üç boyutlu (3D) sonlu
elemanlar analizi (SEA) kullanılarak, biyomekanik olarak karşılaştırılmasıdır.
Yöntem. Bu çalışmada, tam dişsiz mandibulaya sahip bir hastanın 3D
tomografi görüntülerinin VRMesh yazılımına aktarılması ile bir mandibula
modeli oluşturulmuştur. Üç farklı tasarıma sahip dental implant, Activity880
3D tarayıcı yardımıyla taranarak bilgisayar ortamına aktarılmıştır. Oluşturulan
modellerde dört farklı senaryo canlandırılmıştır; 3KS modelinde üç kemik
seviyesi implant dikey olarak, 3DS modelinde üç doku seviyesi implant dikey
olarak, Trefoil (TRF) modelinde bu konsepte özgü doku seviyesi üç implant
dikey olarak ve ALL3 modelinde bir implant dikey ve iki posterior implant
açılı olarak yerleştirilmiştir. Tüm modellerde implantların protetik çıkış
noktaları standardize edilmiştir. İmplantların üzerine distal kantilever
uzantılara sahip sabit protezler yerleştirilmiş ve modellere 100 N küresel
kuvvetler uygulanmıştır. Modellerde oluşan stresler AlgorFemPro yazılımı ile
3DSEA yöntemi kullanılarak analiz edilmiştir. Bulgular. Uygulanan kuvvetler
karşısında neredeyse tüm koşullarda, ciddi farklarla, en yüksek stresler ALL3
modelinde görülmüştür. Kemik seviyesi implantlar özellikle kortikal kemikte
ve implantlar üzerinde yüksek stres oluşumlarına neden olmuştur. Doku
seviyesi implanta sahip modellerde birbirlerine yakın stresler oluşurken,
içerdiği implantlardaki boyutsal avantajlarında etkilisiyle çalışma genelinde
en düşük stresler TRF modelinde görülmüştür. Sonuç. Tam dişsiz bir
72
mandibulanın üç implant destekli sabit restorasyonlarında dikey yerleştirilen
doku seviyesi implantların tercih edilmesi biyomekanik açıdan avantaj
sağlarken, açılı implant yerleşim tekniği ise stres oluşumlarını ciddi oranlarda
artırmıştır.
Anahtar Kelimeler: All-on-3, Trefoil, Doku Seviyesi ımplant, Kemik Seviyesi
ımplant, Tam Dişsiz Mandibula, Sonlu Elemanlar Stres Analizi
27 Şubat 2020 14:45 Kanes
Bildiri 113
Dekoronasyon: 2 Vaka Sunumu
Cansu Ozsin Ozler¹, Cansu Özşin Özler, Hayrunnisa Şimşek, Tülin İleri Keçeli,
Zafer C. Çehreli
1: Hacettepe Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
Giriş: Dentoalveolar yaralanmalara bağlı gelişen periodontal doku harabiyeti
sonucu karşılaşılan bir komplikasyon olan ankiloz varlığında uygulanabilecek
tedavi yaklaşımlarından biri dekoronasyondur. Bu yaklaşım; dişin kronunun
uzaklaştırılarak, rezorbe olmakta olan kökün yeni kemik gelişimi için matriks
olarak bırakılmasıdır. Bu sayede, alveolar sırtın korunması ve ileride
yapılacak protetik tedaviler için daha iyi koşulların sağlanması mümkün olur.
Bu bildiride, dekoronasyon uygulanan iki vaka anlatılmaktadır. Vakalar: Vaka
1: Altı yaşında erkek hasta geçirdiği trafik kazası sonucu, diş yaralanması
şikayeti ile kliniğimize başvurmuştur. Klinik muayenede, süt dişlenme
döneminde olduğu görülen hastanın, travmadan etkilenmiş çok sayıda dişi
çekilerek tedavileri tamamlanmıştır. Kontrol randevuları düzenli olarak
yapılan hastanın, 36. ay kontrolünde, klinik ve radyografik muayenesinde
daimi üst sol santral kesici dişinde ankiloz geliştiği tespit edilmiş ve hastaya
dekoronasyon işlemi uygulanmıştır. Yapılan sabit dişli protez, büyüme ve
gelişmeyi takiben belirli aralıklarla yenilenmektedir. Bu tedaviyi takiben
hasta düzenli kontrollere devam etmektedir, hastanın 4,5 yıllık kontrolü
tamamlanmıştır. Vaka 2: Sekiz yaşında erkek hasta geçirdiği kaza sonucu
yerinden çıkan daimi dişi sebebiyle kliniğimize gelmiştir. Kök ucu açık ve
kaza sonrası >60 dakika kuru ortamda kalmış olan avülse daimi üst sol
santral kesici diş yerine yerleştirilerek, splintleme sonrası kanal içi
73
irrigasyonu yapılmış ve MTA ve gütta perka ile doldurulmuştur. Hastanın 24.
ay kontrolünde ilgili dişte ankiloz geliştiği tespit edilmiş ve dekoronasyon
işlemi yapılmıştır. Klinik izlemleri devam eden hasta işlem sonrası 6. Ay
kontrolünde görülmüştür. Sonuçlar/ Tartışma: Dekoronasyon, dentoalveolar
yaralanmalara bağlı olarak ortaya çıkan replasman rezorpsiyonunda
uygulanması gereken bir tedavi yöntemidir. Çocuklarda ve erken ergenlikte
dekoronasyon uygulaması ile alveolar sırtta kemik bukkal/palatinal yönde
varlığını sürdürürken, vertikal yönde büyüme de sağlanabilir.
Anahtar Kelimeler: Dekoronasyon, Ankiloz, Replasman Rezorpsiyonu
27 Şubat 2020 15:00 Kanes
Bildiri 115
Farklı Sutur Materyallerinin Gerilim Direncinin
Karşılaştırılması
Turan Emre Kuzu¹,
1: Nuh Naci Yazgan Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
Amaç: Bu in vitro çalışmanın amacı farklı yapıdaki cerrahi sutur
materyallerinin gerilim dirençlerinin karşılaştırılmasıdır. Gereç ve Yöntem:
Çalışmamızda iki farklı rezorbe olmayan sutur (Doğsan 4/0 16 mm 3/8
keskin siyah ipek sutur; Doğsan 4/0 20 mm 3/8 keskin propilen sütur,
DOĞSAN TÜRKİYE) bir tane rezorbe olabilen sutur (Pegelak 4/0 20 mm 1/2
yuvarlak poli(glikolid-ko laktid) (PGLA) sutur, DOĞSAN TÜRKİYE) kullanıldı.
Her grupta 10 örnek hazırlandı ve bu örneklerin Üniversal bir test cihazı
kullanılarak gerilim dirençleri ayrı ayrı hesaplandı. Suturlar test cihazının her
iki kutup arasında 15 mm mesafe olacak şekilde kutuplara sabitlendi ve
25cm/dk hızla tensil kuvveti suturlar kopuncaya kadar uygulandı. Elde edilen
maksimum kopma kuvveti Newton (N) cinsinden kaydedildi. Verilerin
istatistiksel analizi One –Way ANOVA ve Tukey HSD testleriyle
değerlendirildi. Bulgular: Çalışmamızda farklı yapıda sutur materyallerinin
gerilim dirençlerinin karşılaştırılması sonucunda istatistiksel olarak anlamlı
farklılıklar tespit edildi (p<0.05). Propilen suturun gerilim direnci istatistiksel
olarak diğer iki suturdan anlamlı derecede yüksek bulundu. PGLA ve ipek
sutur arasında gerilim dirençleri karşılaştırıldığında PGLA nın gerilim direnci
74
ipek suturdan anlamlı derecede yüksek bulundu. Sonuçlar: Çalışma
kapsamında mekanik gerilim direncinin öne mli olduğu vakalarda propilen
PGLA ya da ipek sutura göre tercih edilebilir. Ancak sutur seçiminde
biyouyumluluk, düğüm direnci, yabancı cisim reaksiyonu gibi faktörler de
göz önünde bulundurulmalıdır.
Anahtar Kelimeler: Gerilme Direnci, Sutur
27 Şubat 2020 15:15 Kanes
Bildiri 118
Restore Edilemeyen Birinci Molar Dişlerin Çekimi Ve
Ortodontik Tedavi İhtiyacı
Soner Şişmanoğlu¹, Soner Şişmanoğlu
1: Altınbaş Üniversitesi
Amaç: Sürekli dentisyonda ilk yerini alan dişlerden birisi birinci molar
dişlerdir. Karışık dişlenme döneminin ve kötü oral hijyenin etkisiyle birinci
molar dişler çürük lezyonlara maruz kalırlar. Sonuç olarak, restore
edilemeyecek seviyedeki çürük lezyon varlığı sebebiyle bu dişlere çekim
endikasyonu konulabilmektedir. Bu çalışmanın amacı erken yaştaki birinci
molar diş çekiminin sebep olduğu ortodontik tedavi ihtiyacının
değerlendirilmesidir. Gereç ve Yöntem: Yaşları 11-16 arasında değişen, en az
bir adet birinci molar dişi çekilmiş ve diğer tüm dişleri ağzında bulunan,
dental anomali ve sistemik hastalığı bulunmayan 62 çocuk hasta (ort: 14.65)
çalışmaya dahil edilmiştir. Toplam 102 adet birinci molar diş çekimi yapılmış
olan hastaların çekim zamanı ile değerlendirme zamanı arasındaki süre en az
3 yıldır. Bireylerin çekim yaşları ise 8-13 arasında değişmekle beraber
ortalama çekim yaşı 10,22’dir. Ortodontik tedavi ihtiyacı klinik muayene,
panoramik radyografi ve hasta fotoğrafları ile değerlendirildi ve kayıt altına
alındı. Bulgular: Toplam 62 hastanın 30'u (%51,60) erkek, 32'si (%48,40)
kadındır. Bunlardan ortodontik tedavi ihtiyacı olduğu tespit edilen 51
hastanın (%82,25) 33’ünün (%53,23) birinci molar diş çekimi sebebiyle
ortodontik tedavi ihtiyacı bulunduğu belirlenmiştir. Herhangi bir ortodontik
tedavi ihtiyacı olmadan, eksik dişin ikinci daimi molar dişin paralel sürmesi
sonucunda spontan bir şekilde kapandığı 8 hasta (%12,90) tespit edilmiştir.
75
Sonuç: Ülkemizde birinci daimi molar dişler en çok çürük lezyon gözlenen ve
buna bağlı olarak çekim endikasyonu konulan diştir. Prognozu zayıf ve
restoratif tedavisi mümkün olmayan birinci daimi molar dişlerin erken yaşta
çekimi oklüzyon bozuklukları, dental asimetriler ve iskelet sorunlarına neden
olabilmektedir. Çekim sonucu oluşabilecek ortodontik sorunların önlenmesi
veya en aza indirgenmesi için çekim zamanının doğru planlanması
gerekmektedir. Hastalar, çekim sonrasında periyodik kontroller ile
ortodontik tedavi ihtiyacını açısından düzenli olarak takip edilmelidir.
Anahtar Kelimeler: Diş Çürüğü, Birinci Daimi Molar, Diş Çekimi, Ortodontik
Tedavi, Oklüzyon, Maloklüzyon
27 Şubat 2020 15:30 Kanes
Bildiri 121
Üç Farklı Bulk-fill Kompozitin Aşınma Direçlerinin
Karşılaştırılması
Merve Pelin Dur¹, Nurcan Özakar İlday, Ömer Sağsöz
1: Atatürk Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
Amaç: Bulk-fill kompozitler en az 4 mm’lik tabakalar halinde polimerize
olabilmeleri ile ağız içi çalışma süresini azaltmaktadırlar. Çiğneme
kuvvetlerinin yüksek olduğu alanlarda kullanılan bu kompozitlerin fiziksel
özelliklerinin kabul edilebilir seviyede olması gerekmektedir. Bu çalışmanın
amacı üç farklı bulk-fill kompozitin aşınma dirençlerinin insan diş minesi ile
karşılaştırarak değerlendirilmesidir. Materyal Metod: Bu çalışmada 3 farklı
bulk-fill kompozit (Filtek Bulk Fill Posterior 3M/ESPE, St Paul, MN, USA, X-tra
fil, VOCO, Cuxhaven, Germany, Beautifil bulk restorative ,Shofu, Kyoto,
Japan) ile çürüksüz maksiller insan kanin dişlerinden elde edilen mine
kesitleri kullanılmıştır. Kompozitler 2mm yüksekliğinde 5mm çapında olan
kalıplarda LED ışık cihazı ile polimerize edildi. Hazırlanan örnekler 600, 800
ve 1200 grenli silikon karpit kâğıtlarla zımparalandı. Örnek yüzeylerinde bir
çiğneme simulatörü kullanılarak 500 termal siklus ve 50N kuvvet altında,
250000 döngüde aşınma gerçekleştirildi. Dokunarak taramalı
profilometrede, çiğneme simulatöründe oluşan aşınma izlerini içine alacak
şekilde ölçümleri yapıldı. Örneklerin dikey boyut kaybına göre aşınmalarına
76
dair sayısal verilerin değerlendirilmesinde tek yönlü varyans analizi (p=0,05)
kullanıldı. Bulgular: Elde edilen verilere göre Filtek Bulk Fill Posterior
3M/ESPE (24,74±4,60 μm) diğer gruplara göre anlamlı derecede farklılık
göstererek daha az aşınma göstermiştir (p<0.05). X-tra fil, VOCO
(48,46±8,21μm) ile Beautifil bulk restorative, Shofu (47,01±21,00μm )
arasında anlamlı fark bulunamadı. Mine kesitleri ise en fazla
aşınma(109,98±21,86μm) gösteren grup oldu. SONUÇ: Bulk-fill kompozitler
arasında aşınma özellikleri incelendiğinde mineden üstün oldukları
belirlendi. Böylece çiğneme kuvvetlerinin en yoğun olduğu posterior
bölgede kullanımı uygundur. Bu kompozitlerin diğer mekanik ve fiziksel
özellikler açısından da değerlendirilmesine ihtiyaç vardır.
Anahtar Kelimeler: Bulkfill Kompozit, Aşınma Direnci, Çiğneme Simülatörü,
27 Şubat 2020 15:45 Kanes
Bildiri 123
Femtosecond Lazer Ve Kumlamanın Zirkonya Yüzey
Pürüzlülüğüne Etkisi
Banuçiçek Kandemir¹, Yener Okutan, Banuçiçek Kandemir, Yasemin
Gündoğdu, Hamdi Şükür Kılıç, Münir Tolga Yücel
1: Selçuk Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
Bu çalışmanın amacı sinterleme öncesi ve sonrası femtosecond lazer ve
kumlama işleminin zirkonya seramik yüzeyinin pürüzlülüğü üzerindeki
etkilerini belirlemektir. 80 adet zirkonya seramik örnek düşük hızlı, hassas
kesme cihazı ile kesilerek hazırlandı ve belirtilen şekilde 8 alt gruba ayrıldı:
Gr1- kontrol grubu, Gr2- sinterleme işleminden önce femtosecond, Gr3-
sinterlemeden sonra femtosecond, Gr4- sinterlemeden önce femtosecond +
sinterlemeden sonra kumlama, Gr5- sinterlemeden sonra femtosecond +
sinterlemeden sonra kumlama, Gr6- sinterlemeden önce kumlama, Gr7-
sinterlemeden önce ve sonra kumlama, Gr8- sinterlemeden sonra kumlama.
Femtosecond lazer, 700 mW gücünde, 10 tekrar olacak şekilde uygulandı.
Kumlama işlemi 50 µm Al2O3 partikülleri kullanılarak 3 bar basınçta ve 20
mm mesafeden toplam 20 saniye olarak gerçekleştirildi. İşlemlerden sonra
yüzey pürüzlülüğü değerleri (Ra; µm) profilometre cihazı kullanılarak
77
ölçüldü. Verilerin istatistiksel değerlendirmesi tek yönlü ANOVA ve Tamhane
testleri kullanılarak yapıldı. Kontrol grubu en düşük yüzey pürüzlülüğü
değerlerini gösterirken (Gr1: 0,24±0,03), en yüksek değerleri sinterlemeden
önce femtosecond uygulanan gruplar gösterdi (Gr2: 15,08±0,62; Gr4:
14,95±0,75). Femtosecond uygulanan grupların hepsinde yalnızca kumlama
uygulanan gruplara göre daha fazla Ra değeri ölçüldü (p<0,05).
Sinterlemeden önce kumlama işlemi uygulanan gruplarda (Gr6, Gr7) yalnızca
sinterlemeden sonra kumlama uygulanan gruba göre (Gr 8) önemli ölçüde
daha fazla Ra değerleri ölçüldü (p<0,05). Femtosecond lazer uygulaması
zirkonyanın yüzey pürüzlülüğünün arttırılması bakımından etkili
bulunmuştur. Sinterleme işleminden önce yapılan femtosecond lazer ve
kumlama uygulamaları ile daha fazla yüzey pürüzlülüğü elde
edilebilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Femtosecond Lazer, Zirkonya
27 Şubat 2020 16:00 Kanes
Bildiri 124
Bulk-fill Kompozit Rezinlerin Yüzey Pürüzlülüğü Ve
Renk Stabilizasyonu Üzerine Polisaj Sistemlerinin
Etkisi
N. Nurdan Çakır¹,
1: Nuh Naci Yazgan Üniversitesi
Amaç: Bu çalışmanın amacı iki farklı bulk fill kompozit rezinin yüzey
pürüzlüğü ve renk değişimi üzerine farklı polisaj sistemlerinin etkisini
değerlendirmektir. Gereç ve yöntem: Çalışmada 2 farklı bulk fill kompozit
rezin kullanılarak her grupta 8 adet olmak üzere toplamda 48 adet standart
boyutta disk şeklinde (1cm çap, 2mm yükseklik) teflon kalıplar aracılığıyla
rezin kompozit örnekler elde edilmiştir. Çalışma 2 ana grup; Twist Dia
(Kuraray, Osaka, Japonya), 3M Sof-Lex Diamond Polishing System (3M ESPE,
St.Paul, MN, ABD) ve 2 şer adet alt grup; Tetric N-Ceram Bulk-fill (Ivoclar-
Vivaden, Shaan, Liechtenstein), Filtek Bulk fill (3M ESPE, St.Paul, MN, ABD) ve
2 adet kontrol grubundan meydana gelmektedir. Her bir örneğin
spektrofotometre (SpectroShade, Italy) kullanılarak başlangıç renk değerleri
78
ölçülmüş, sonrasında kontrol grupları haricinde polisaj yapılmış ve tüm
örnekler distile suda bekletilmiştir. Daha sonra tüm örneklere tekrar renk
ölçümü yapılmıştır. Elde edilen veriler Two-way ANOVA ile analiz edilmiştir.
Bulgular: Çalışmanın pürüzlülük değerleri sonuçlarına göre iki farklı polisaj
sistemi ve iki farklı kompozit rezin arasında istatistiksel olarak anlamlı
farklılık gözlenmemiştir (P>0.05). Çalışmanın renklenme değerleri
sonuçlarına göre iki farklı polisaj sistemi ve kompozit rezinler arasında
istatistiksel olarak anlamlı farklılık gözlenmiştir (P<0.05). Tetric N-Ceram
kompozit rezin Filtek Bulk Fill kompozit rezin’ e oranla anlamlı derecede
yüksek renklenme değerleri sunmuştur (P<0.05). 3M Sof-Lex polisaj grubu
Twist Dia grubuna göre istatistiksel olarak daha düşük renklenme değerleri
göstermiştir (P<0.05). Tetric N-Ceram bulk fill grubu örneklerinin ortalama
renk değişimi değerleri klinik olarak kabul edilebilir sınırın üzerinde
bulunmuştur. Sonuç: Çalışmamızda kullanılan farklı polisaj sistemleri bulk fill
kompozit rezinlerin yüzey pürüzlülüğünü etkilememiştir. Renklenmenin
önemli olduğu bölgelerde kullanılan kompozit rezinin renk stabilizasyonu ve
polisaj sisteminin renk değişimine etkisi göz önünde bulundurulmalıdır.
Anahtar Kelimeler: Bulk-fill Kompozit, Polisaj Sistemi, Renk Stabilizasyonu,
Yüzey Pürüzlülüğü
27 Şubat 2020 16:15 Kanes
Bildiri 126
Bir Grup Diş Hekimliği Öğrencisinin Ağız Sağlığı
Tutum Ve Davranışları
Ayşe Yavuz¹, E. Begüm Büyükerkmen, Ayşe Yavuz
1: Necmettin Erbakan Ün.diş Hekimliği Fakültesi
Amaç: Bu çalışmanın amacı, bir grup diş hekimliği öğrencisi arasında yapılan
anket çalışması ile bu öğrencilerin ağız sağlığı tutum ve davranışını
değerlendirmek ve çalışma yılı ile cinsiyet arasındaki ağız sağlığı
tutumlarındaki farklılıkları karşılaştırmaktır. METOD: Bu çalışmaya diş
hekimliği fakültesinde okuyan 455 öğrencinin 406’sı (248 kadın, 158 erkek)
gönüllü olarak katılmıştır. Hiroshima Üniversitesi Diş-Davranış Envanteri'nin
(HU-DBI) yirmi sekiz sorudan (evet-hayır) oluşan değiştirilmiş bir versiyonu
79
kullanılmıştır. İstatistiksel analiz için Yates düzeltmesi ile birlikte Ki-kare testi
yapılmıştır. BULGULAR: Çalışmaya yaş ortalaması 20.77 olan 257 preklinik (1.,
2. ve 3. sınıf) ile 149 klinik (4. ve 5. sınıf) öğrencisi katılmıştır. Daha önce diş
hekimi muayenehanesine gitme, fırçalamadan sonra dişleri aynada sık sık
kontrol etme ve düzenli olarak diş ipi kullanmada kadın ve erkekler
öğrenciler arasında istatistiksel olarak önemli bir fark bulunmuştur(p<0.05).
Dişlerinin her birini dikkatlice fırçalama oranı ile sigara kullanımı açısından
preklinik ve klinik öğrencileri arasında istatistiksel olarak bir fark olmadığı
(p>0.05), bununla birlikte erkek öğrencilerde sigara kullanım oranının daha
yüksek olduğu görülmüştür. SONUÇ: Bu çalışma, ağız ve diş sağlığı davranış
ve tutumlarının ve ayrıca ağız ve diş sağlığı bakımı konusundaki bilgilerinin,
eğitim düzeyinin artmasıyla arttığını, kadın öğrencilerin ağız ve diş sağlığı
bakımının erkeklerden daha iyi olduğunu doğrulamıştır.
Anahtar Kelimeler: Ağız Sağlığı, Diş Hekimliği Öğrencisi, Dental Tutum
27 Şubat 2020 16:30 Kanes
Bildiri 128
Hidrofilik Amid Monomerlerin Bağlanma Dayanımına
Etkisi
Mustafa Düzyol¹,
1: İstanbul Medeniyet Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
Amaç: Bu çalışmanın amacı, hidrofilik amid monomerlerini içeren (HMA)
dentin bağlayıcı ajan ile 10-Metakriloiloksidesil dihidrojen fosfat (MDP)
içeren dentin bağlayıcı ajanının shear bağlanma dayanımlarını (SBD)
karşılaştırmaktır. Gereç ve Yöntem: 20 adet üçüncü molar diş iki gruba
ayrıldı. Dişler, 1 mm mine-dentin sınırının altında olacak şekilde bir SiC disk
(Carbimet,Bisco Inc.,ABD) ile aşındırılmıştır. Dentin yüzeyi, 15 saniye boyunca
%37 fosforik asit ile pürüzlendirildi ve daha sonra 10 saniye boyunca su
spreyi ile yıkandı ve havayla kurutuldu. Kompozit silindirler oluşturuldu
(Clearfil Majesty Posterior,Kuraray,Japonya) ve A grubunda HMA + MDP
içeren (Clearfil Universal Quick bond,Kuraray,ABD), B grubunda ise yalnızca
MDP (Clearfil S3 Bond plus,Kuraray,ABD) dentin bağlayıcı ajanlar
üreticilerinin talimatlarına göre uygulandı. Örnekler 24 saat 37° C suda
80
bekletildi ve 20 saniyelik bir bekleme süresi ile 5000 döngü boyunca 5 ila 55
° C arasında termosikle edildi. Üniversal bir test cihazı (AGS-
X,Shimadzu,Japonya) ile shear bağlanma dayanımı testine tabi tutuldular.
SBD değerleri ANOVA/Tukey’s testi ile analiz edildi. Bulgular: A grubu 35,96
± 5,47 MPa ve B 24,25 ± 7,5 MPa olarak ölçülmüştür. İki grup arasında
istatistiksel olarak fark bulundu. (P <0.05). Sonuçlar: Bu çalışmaya göre,
hidrofilik amid monomerlerine sahip dentin bağlayıcı ajanların kullanıldığı
durumlarda, daha yüksek kesme bağlanma mukavemeti göstermiştir
Anahtar Kelimeler: Hidrofilik Amid Monomerler, Dentin Bağlanması, Shear
Bağlanma Dayanımı, Polimerizasyon Süresi
27 Şubat 2020 16:45 Kanes
Bildiri 129
Dehisens Defektlerin Tedavisinde Kollajen Aracılığı
İle Mezenkimal Kök Hücre Aktarımının Etkilerinin
Değerlendirilmesi: Sıçanlarda Mikrobt Ve
Transkripsiyonel Değişim İncelemesi
Nisa Gülamuk¹, Nisa Gül Amuk, A. Cem Gürgan, Zekeriya Taşdemir, Servet
Özcan, Mehmet Amuk, Gökmen Kurt, M. Burak Acar, Ayça Lekesizcan
1: Erciyes Üniversitesi
Amaç: Sıçanların maksiller 1. molar dişlerinde periodontal cerrahi tekniklerle
oluşturulmuş dehisens tip defektlere kollajen aracılığı ile transfer edilen
mezenkimal kök hücrelerin (MKH), kemik ve periodontal dokular üzerindeki
rejenerasyon etkilerini değerlendirmek ve yalnız kollajen kullanımı etkileri ile
karşılaştırmaktır. Bu kapsamda çalışmamız TÜBİTAK tarafından 1001 kodlu
destek programı ve 116S400 proje numarası ile desteklenmiştir. Gereç ve
Yöntem: Kırk adet 12 haftalık Wistar Albino sıçan, split-mouth düzende
negatif kontrol (NK), pozitif kontrol (PK), dehisens defektlere yalnız kollajen
(Ko) transplante edilen ve MKH+kollajen (Ko-MKH) transplante edilen
gruplar olmak üzere 4’e ayrılmıştır. NK grubunda hiçbir deneysel işlem
yapılmazken, pozitif kontrol grubunda periodontal cerrahi tekniklerle
dehisens defektler oluşturulmuş ancak rejeneratif bir uygulama
81
gerçekleştirilmemiştir. Ko ve Ko-MKH gruplarında ise cerrahi olarak
oluşturulan dehisens tip defektler sırasıyla yalnız kollajen ve MKH+kollajen
ile doldurulmuştur. Üçüncü haftanın sonunda örnekler, Cox-2, OPG ve
RANKL mRNA ekspresyon düzeyi ölçümleri için gerçek zamanlı polimeraz
zincir reaksiyonu analizi (GZ-PZR) ile; hacimsel ve lineer kemik ölçümleri için
MikroBT analizi ile; periodontal fibril ölçümleri için histomorfometrik
analizler ile değerlendirilmiştir. Bulgular: Cox-2 ekspresyon düzeyi Ko ve PK
gruplarında benzer değerlere sahip olup, Ko-MKH grubundan anlamlı olarak
yüksektir (p<0,01). Lineer kemik doku kaybı değerlendirmesinde PK grubuna
kıyasla Ko-MKH grubunda anlamlı düzeyde düşük değerler tespit edilmiş
olup (p<0,01), Ko ile PK grupları arasında fark bulunmamıştır. Mevcut kemik
hacmi Ko-MKH grubunda PK grubuna göre anlamlı düzeyde daha yüksek
bulunurken (p<0,05), Ko grubu ile PK arasında anlamlı farlılık yoktur. Ko
grubunda PK grubuna göre anlamlı olarak daha fazla fibril yoğunluğu
bulunsa da; Ko-MKH grubunda fibril yoğunluğu ve vestibul fibril bağlanma
açısı değerleri PK ve Ko gruplarına göre anlamlı olarak daha yüksektir
(p<0,001). Sonuçlar: Dehisens defektlere kollajen aracılığı ile MKH
aktarılması, yalnız kollajen uygulanmasına kıyasla daha düşük lineer ve
volumetrik kemik kaybı değerleri, daha yüksek fibril yoğunluğu ve daha
ideal vestibul fibril bağlanma açısı değerleri göstererek, periodonsiyumun
rejenerasyonunda olumlu sonuçlar sunmuştur.
Anahtar Kelimeler: Mezenkimal Kök Hücre, Dehisens Defekt, Rejenerasyon,
Vestibuler Alveolar Kemik, Periodontal Fibril, Mikrobt
27 Şubat 2020 17:00 Kanes
Bildiri 132
Gnp İlave Edilen Mta’nın, Gingival Fibroblast
Hücreleri Üzerindeki Sitotoksisitesinin
Değerlendirilmesi
Elif Nihan Küçükyıldız¹, Elif Nihan Küçükyıldız, Burak Dayı, Ali
Taghizadehghalehjoughi, Hakan Kamalak
1: Hatay Ağız Diş Sağlığı Merkezi
82
Amaç: Bir karbon türevi olan grafen; hastalıkların teşhisi, antibakteriyel ve
antiviral materyal olarak, kanser hedefleme ve fototermal tedavi, hücrelerin
elektriksel olarak uyarılması, ilaç dağıtımı ve doku mühendisliği çalışmaları
gibi biyotıpta sayısız uygulamada kullanılmaktadır. Bu çalışmanın amacı;
MTA materyaline düşük dozlarda ve iki farklı oranda eklenen ve bir grafen
türevi olan GNP’nin gingival fibroblastlar üzerindeki etkisinin MTT, TAS ve
TOS analizleri ile değerlendirmektir. Gereç ve Yöntem: Angelus MTA’ya +
%0.1 GNP (grafen nanoplatelet) ve + %0.3 GNP (grafen nanoplatelet)
katılarak homojen karışım elde edilmiş ve bu gruplar çalışmanın deney
grubunu oluşturmuştur. Angelus MTA ve Dycal ise kontrol grubu olarak
kullanılmıştır. Materyaller üretici firma talimatları doğrultusunda karıştırılmış
ve teflon kalıplarda disk şeklinde örnekler oluşturulmuştur. Materyal
örneklerinin gingival fibroblast hücreleri üzerindeki etkileri 24 ve 72 saatlik
MTT, TAS ve TOS testleri ile in vitro olarak değerlendirilmiştir. Bulgular SPSS
programı kullanılarak istatistiksel açıdan değerlendirilmiştir. Bulgular:
Angelus MTA+ %0.3 GNP’nin 24 ve 72 saatlik MTT analizinde ve TOS 72.,
TAS 24. ve 72. saatlerdeki analizlerinde kontrol grubuyla arasında anlamlı
farklılık bulunmuştur (p<0.05). Dycal ve kontrol grubu arasında ise 72.
saatteki MTT (p=0.002), 24. saatteki MTT ve 24. ve 72. saatlerdeki TAS ve
TOS analizlerinde yüksek düzeyde anlamlı farklılık bulunmuştur (p=0.001).
Sonuç: MTA’ya GNP eklenmesi doza ve zamana bağlı olarak toksisiteyi ve
oksidan miktarını arttırmış, antioksidan kapasitenin ise düşmesine neden
olmuştur.
Anahtar Kelimeler: Pulpa Kuafajı, Angelus Mta, Grafen Nanoplatelet, Mtt,
Tas, Tos
26 Şubat 2020 15:00 Kanes
Bildiri 134
Fill-up Dual-cure Bulk-fill Kompozitin Monomer
Dönüşüm Derecesi Ve Polimerizasyon Derinliğinin
İncelenmesi
Zeynep Hale Keleş , Zeynep Hale Keleş, Berna Tarım
83
Amaç: Bu çalışmanın amacı dual-cure bulk-fill kompozitin ışıkla veya
kimyasal olarak polimerizasyonunun monomer dönüşüm derecesi ve
polimerizasyon derinliği üzerine etkisinin incelenmesidir. Gereç ve yöntem:
20 adet Fill-Up (Coltene/Whaledent) dual-cure bulk-fill kompozit 4 mm
çapında, 10 mm kalınlığında, 10 adet Tetric EvoCeram (Ivoclar/Vivadent)
geleneksel kompozit 4 mm çapında, 2 mm kalınlığında kalıplara (delrin)
yerleştirilmiştir. Üretici firma önerisine göre Fill-Up grubundaki 10 örnek 7
sn, Tetric EvoCeram 10 sn DemiPlus (Kerr) LED ışık kaynağıyla polimerize
edilmiştir. Diğer 10 adet Fill-Up kompozitin polimerizasyonu kimyasal olarak
sağlanmıştır. 37oC’de karanlık ve kuru ortamda 24 saat bekletilen 30
örneğin (n=5) 15 adedinin üst yüzeyleri cilalanarak Vickers sertlik ölçümleri
(Innovatest) yapılmıştır. Alt yüzey sertlik değerinin üst yüzey değerine
oranlanması ile polimerizasyon derinliği belirlenmiştir. Diğer 15 örnek toz
haline getirilerek FTIR-ATR cihazı (Shimadzu IR Prestige21) ile monomer
dönüşüm dereceleri ölçülmüştür. Elde edilen veriler tek yönlü varyans analizi
(ANOVA), Bonferroni post-hoc testi ve Pearson Korelasyon Analizi ile
değerlendirilmiştir (p<0,05). Bulgular: Vickers sertlik ölçümleri sonucunda
kimyasal olarak polimerize olan Fill-Up bulk-fill kompozitin polimerizasyon
derinliği %59,40±11,46, ışıkla polimerize olan Fill-Up grubunun
%52,00±10,77, geleneksel kompozit Tetric EvoCeram’ın polimerizasyon
derinliği ise %53,40±5,32 olarak saptanmıştır. Monomer dönüşüm derecesi
incelendiğinde kimyasal olarak polimerize olan Fill-Up kompozitin
%64,34±0,66, ışıkla polimerize olan Fill-Up grubunun %66,72±1,89, Tetric
EvoCeram’ın monomer dönüşüm derecesinin %70,17±2,64, olduğu
belirlenmiştir. Fill-Up dual-cure kompozite ışık uygulanması monomer
dönüşüm derecesi ve polimerizasyon derinliği açısından kimyasal olarak
polimerize edilen grupla karşılaştırıldığında anlamlı bir farklılık
oluşturmamıştır (p>0,05). Tetric EvoCeram ile Fill-Up kompozitin her iki
grubunun polimerizasyon derinliği arasında istatistiksel olarak anlamlı fark
saptanmamıştır. Geleneksel kompozit Tetric EvoCeram’ın monomer
dönüşüm derecesi Fill-Up dual-cure bulk-fill kompozitten anlamlı derecede
yüksek bulunmuştur (p<0,05). Kompozitlerin monomer dönüşüm derecesi
ile polimerizasyon derinliği arasında korelasyon saptanmamıştır. Sonuç: Fill-
Up ve Tetric EvoCeram kompozitler klinik olarak yeterli kabul edilen
minimum %55 monomer dönüşüm derecesi oranını aşmakta, ancak
polimerizasyon derinliği açısından yeterli kabul edilen %80 oranının altında
kalmaktadır.
84
Anahtar Kelimeler: Dual-cure Bulk-fill Kompozit, Polimerizasyon Derinliği,
Monomer Dönüşüm
27 Şubat 2020 17:15 Kanes
Bildiri 136
Ebeveynlerin Çocuklarda Bruksizm İle İlgili Bilgi Ve
Tutumlarının Değerlendirilmesi
Yelda Kasımoğlu , Nisanur Firat, Merve Esen, Elif Bahar Tuna
Amaç: Bruksizm, çocukları ve erişkinleri etkileyen bir parafonksiyonel
alışkanlıktır. Çocuk hastalarda bruksizm tanısı sıklıkla ebeveynlerin
bildirimlerine dayanarak yapılmaktadır. Bu nedenle ebeveynler, çocuklarda
bruksizmin saptanmasında önemli bir rol oynamaktadırlar. Bu çalışmada
ebeveynlerin çocuklarda görülen bruksizm üzerine bilgi ve tutumlarının
incelenmesi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışma için İstanbul
Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Klinik Araştırmalar Etik Kurulu’ndan etik
kurul onayı alınmıştır. Çalışma kapsamında İstanbul Üniversitesi Diş
Hekimliği Fakültesi Pedodonti Anabilim Dalı Kliniği’ne Kasım 2017-Nisan
2018 tarihleri arasında başvuran çocukların, çocuklarını uyku sırasında
gözleme şansı bulunan ebeveynlerine 52 adet çok seçenekli sorudan oluşan
anket soruları yöneltilmiştir. Anket soruları (i) sosyo-ekonomik veriler, (ii)
tırnak ısırma, parmak emme, emzik/biberon kullanımı gibi kötü alışkanlıklar
ve (iii) ebeveynlerin bruksizm konusundaki bilgi düzeyini içeren sorulardan
oluşturulmuştur. Çalışmaya katılmaya gönüllü olan 367 ebeveynin anket
yanıtları çalışmaya dahil edilmiştir. İstatistiksel analiz kapsamında tanımlayıcı
istatistikler, Ki-kare testi, Fisher’ın kesin Ki-kare testi ve Spearman’ın
korelasyon testi kullanılmış ve p değeri 0,05 olarak belirlenmiştir. Bulgular:
Ebeveynlerin %38,7’sinin bruksizmin tanımını bildiklerini belirlenmiştir.
Çalışmaya dahil edilen çocukların %29,4’ünde bruksizm olduğu, %45,5’inde
bruksizm olmadığı ve kalan %25,1’inde ebeveynlerinin bir fikri olmadığı
görülmüştür. Bruksizmin nedenleri arasında duygusal (%45,8), dişlerle ilgili
(%16,9), ilaçlara bağlı (%3,5), dini/ruhani (%3) ve diğer faktörler (%0,5)
gösterilmiştir. Bruksizmin tedavisinin psikolojik tedavi ile (%34,1), diş
tedavileri ile (%23,7), tıbbi tedaviler ile (%6,5) ve dini yöntemler ile (%0,8)
yapılabileceği belirtilmiştir. Ebeveynlerin %72,2’si çocuklarda bruksizm ile
85
ilgili daha fazla bilgi edinmek istediklerini, %12’si kararsız olduklarını,
%15,7’si ise isteksiz olduklarını bildirmişlerdir. Evli ve ayrılmış ebeveynlerin
çocuklarında bruksizm varlığı arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık
bulunmuştur (p<0,05). Şiddetli psikolojik travma gören çocuklarda bruksizm
oranı yüksek çıkmıştır (p<0,05). Sonuç: Çocuklarda bruksizmin teşhis
edilmesinde ebeveynlerin bildirimeri büyük rol oynamaktadır. Bu nedenle
ebeveynlerdeki bilgi eksikliği, bruksizmin teşhisinde gecikmelere yol
açabilmektedir. Çocuklarda bruksizmin olumsuz etkilerinin önlenmesi
açısından ebeveynlerin konu hakkında bilinçlendirilmeleri gerekmektedir.
Anahtar Kelimeler: Bruksizm, Çocuk, Genç Erişkin, Pedodonti
27 Şubat 2020 9:30 Gültepe
Bildiri 139
Odontojenik Kistlerin Güncel Sınıflaması Ve
Marsüpyalizasyonla Tedavi Edilen Vaka Örnekleri
Cihan Topan¹, Suheyb Bilge, Yusuf Nuri Kaba
1: Erciyes Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
Kist yumuşak dokuda veya kemik içinde oluşan, sıvı veya yarı katı materyal
içeren, çeperinin iç yüzü epitel ile döşeli, etrafı bağ doku kapsülü ile çevrili
lezyondur. Odontojenik kistler uzun süre semptom vermeden büyür ve
genelde radyografik muayenede tesadüfen teşhis edilir. Büyük boyutlara
ulaştığında kemikte ekspansiyon nedeniyle şişlik ve asimetriye neden olur.
Ayrıca komşu dişlerde yer değişikliği, mobilite ve diş köklerinde rezorbsiyon
gözlenebilir. Kistler tedavi edilmediği takdirde alt çenede patolojik kırıklara
sebep olabilir. Radyolojik olarak genellikle iyi sınırlı, yuvarlak veya oval şekilli
dışı radyopak marjin ile çevrelenmiş radyolüsent alanlar şeklinde görülür.
Odontojenik kistler marsüpyalizasyon ve enükleasyon olmak üzere iki
şekilde tedavi edilir. Enükleasyon kist kapsülünden hiçbir artık bırakmadan
kistin bütünüyle kemikten çıkartılmasıdır. Marsüpyalizasyonda ise kistin
üzerindeki mukoza ve kemik çıkarılır ve kist kesesi ağız mukozasına dikilir.
Belirli bir zaman sonra kist kavitesi küçülmesi ve kisti döşeyen epitelin ağız
mukozası epiteline dönüşmesi beklenir. Bu sunumda güncel kist sınıflaması
86
ve tedavileri hakkında kısa literatür bilgisi verilerek hastanemizde
marsüpyalizasyan ile tedavi ettiğimiz birkaç vaka raporu takdim edilecektir.
Anahtar Kelimeler: Odontojenik Kistler, Enükleasyon, Marsüpyalizasyon
27 Şubat 2020 14:30 Gültepe
Bildiri 140
Tek Diş Eksikliği Olan Bireylerde Rezidüel Alveoler
Kemiğin Değerlendirilmesi
İbrahim Doğru¹, Saadet Çınarsoy Ciğerim
1: Yüzüncü Yıl Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
Amaç: Bu çalışmanın amacı, alt veya üst çenede tek diş eksikliği olan
bireylerde rezidüel alveoler kemik genişliğinin ve yüksekliğinin
değerlendirilmesiydi. Gereç ve Yöntem: Çalışma, Van Yüzüncü Yıl
Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Ağız Diş ve Çene Cerrahisi Anabilim
Dalı’na 2010-2019 yılları arasında başvurmuş ve çeşitli nedenlerle bilgisayarlı
tomografi çekilmiş (malokluzyon, tme problemleri, travma, dental implant,
gömülü diş, patolojik oluşumlar) ve verilerine ulaşılan 1000 kişiye ait
görüntüler değerlendirilerek gerçekleitirildi. 18 yaş ve üzeri, sistemik
hastalığı olmayan, tek diş eksikliği bulunan ve demografik verilerine ulaşılan
164 BT görüntüsü çalışmaya dahil edildi. Tomografi cihazına entegre edilmiş
(Kavo 3D Exam vision, Kavo, USA) yazılım ile ölçümler yapıldı. Bulgular: Dahil
edilen 164 bireyin 65 (% 39,6)'i erkek, 99 (% 60,4)' u kadındı ve yaş
ortalaması 38,2’di. Tek diş eksikliği olan bölgelerin dağılımı %68,9’u molar,
%20,76’sı premolar ve %10,36’sı keser bölge şeklindeydi. Ortalama
meziodistal genişlik dişlerin kontak noktası seviyesinde 7,13 mm; dişlerin
servikal seviyesinde 9,67 mm olarak ölçülmüştür. Ortalama kemik yüksekliği
kesici bölgesinde 10,5 mm, premolar bölgede 8,76 mm ve molar bölgede
6,74 mm olarak ölçülmüştür. Ortalama kemik genişliği kret tepesinden
uzaklığına göre yapılan ölçümlerde 1 mm’de 6,03 mm; 3 mm’de 7,52 mm; 5
mm’de 8,31 mm ve 7 mm’de 8,91 mm olarak ölçülmüştür. Bireylerin 100
(%60,9)'ünde kemikte defekt yok, 27(%16,5)' sinde sadece bukkal/vestibül
bölgede, 20(%12,2)'sinde sadece lingual/palatinal bölgede, 17(%10,4)' sinde
ise her iki bölgede de defekt izlenmiştir. Sonuç: Bu çalışmada tek diş
87
eksikliğinin çoğunlukla molar bölgede olduğu görüldü (%68,9). Vertikal
mesafenin en az molar bölge (6,74 mm) olduğu görüldü ve bu değer düşük
yaş ortalaması (38,2) da göz önüne alındığında, tek diş eksikliği olup dental
implant planlanan hastalarda özellikle kemik yüksekliği açısından
augmentasyon ihtiyacını ortaya koymaktadır.
Anahtar Kelimeler: Tek Diş Eksikliği, Kemik Genişliği, Kemik Yüksekliği,
Augmentasyon
27 Şubat 2020 14:45 Gültepe
Bildiri 141
Lateral Dişlerin Eksikliğinin Kişisel Abutment
Kullanılarak Sabit Restorasyonla Rehabilitasyonu
Hilin Taş¹, Hilin Taş, Mesut Tuzlali
1: İnönü Üniversitesi Diş Hekimliği Fakülte
Amaç: İmplantüstü sabit restorasyonlar, diş kayıplarında, uygun endikasyon
dahilinde, altın standart haline gelen bir tedavi çeşididir. Uygun açıda
konumlandırılmayan implantlar, daha uzun veya geniş çapta abutment
gerekliliği gibi durumlar kişisel abutment kullanma ihtiyacını meydana
getirir. Bu vaka sunumunda, siman tutuculu kişisel abutment kullanılarak
sabit restorasyonla rehabilitasyon anlatılacaktır. Olgu: 40 yaşındaki sistemik
açıdan sağlıklı erkek hasta 12 ve 22 numaralı diş eksiklikleri nedeniyle
kliniğimize başvurdu. Hastanın estetik, fonksiyon ve fonasyon şikayetlerine
çözüm olarak, Ağız, Diş ve Çene Cerrahisi Anabilim dalı’nda ilgili bölgelere
implantlar (Straumann AG, Basel, Switzerland) yerleştirildi. Osseointegrasyon
sürecinin tamamlanması sonrasında hastadan ölçü alınarak protetik
aşamaya geçildi. Elde edilen model üzerinde yapılan analiz sonucu, implant
firmasının prefabrik abutment seçeneklerinin, hasta için uygun olmadığı
belirlendi. Prefabrik abutment uzunluğunun, gerekenden daha kısa ve dar
olması sebebiyle yetersiz retansiyon riski ortaya çıktığından, kişisel abutment
kullanılmasına karar verildi. Tarayıcı yardımıyla model bilgisayar ortamına
aktarılıp, CAD/CAM teknolojisi yardımıyla dijital olarak uygun açı, uzunluk ve
çapta kişisel abutment tasarımı yapıldı ve pre-mill titanyum bloktan bu
tasarlanan abutmentlar kazıma yöntemi ile elde edildi. Daha sonra bu kişisel
88
abutmentların üzerine lazer sinterleme yöntemi ile krom-kobalt metal
alaşımından altyapı üretildi ve hastada prova edildi. Metal altyapı provasını
takiben uygun renk seçimi yapıldı. Dentin provada oklüzyon, gülme hattı,
komşu dişlerle kontak, renk uyumu, morfoloji, marjinal adaptasyon gibi
kontrollerinin tamamlanmasının ardından glazeleme işlemi gerçekleştirildi.
Abutmentlar, implant firmasının talimatlarına uygun kuvvet değerinde
torklandıktan sonra kronlar abutment üzerine simante edildi. Sonuç: Kişisel
abutment kullanımı ile daha uyumlu morfolojiye sahip ve daha retantif
kronların üretilmesi mümkün hale gelmektedir. Bu vakada, uygulanan
prosedür ile oldukça tatminkâr bir sonuç elde edilmiştir.
Anahtar Kelimeler: İmplant, Kişisel Abutment, Sabit Restorasyon
27 Şubat 2020 09:00 Gereme
Bildiri 142
Vertikal Büyüme Yönüne Sahip Açık Kapanış
Hastaları İle Normal Kapanışa Sahip Bireylerin, Hava
Yolu Genişliği, Hyoid Ve Dil Konumu Açısından
Karşılaştırılması
Banu Kılıç¹, Elif Kaymakçıoğlu
1: Bezmialem Vakıf Üniversitesi
Amaç: Aynı büyüme paternine sahip bireylerde hava yolu genişliği dil ve
hyoid kemiğin konumu incelenerek açık kapanış etyolojisi hakkında bilgi
elde etmek. Gereç ve Yöntem: Bu çalışmada 91 adet vertikal büyüme
yönüne sahip, FMA açısı 30 un üzerinde olan, kötü alışkanlık hikâyesi
bulunmayan bireylerin sefalometrik filmlerinde hava yolu genişliği, dil ve
hyoid kemiğin konumu incelenmiştir. Bu hastaların 46 tanesi normal
kapanışa, 45 tanesi ise açık kapanışa sahipti. Sefalometrik filmler üzerinde
yapılan çizimlerde; üst hava yolunun genişliği (UPV), hava yolunun en dar
kısmının genişliği (LPV), dil ucu, dil sırtı, dil kökü ile horizontal referans
düzlemi arası uzaklık (DU HRP, DS HRP, DK HRP), dil ucu, dil sırtı, dil kökü ile
vertikal referans düzlemi arası uzaklık (DU VRP, DS VRP, DK VRP), hyoid
epiglottis arası uzaklık (HE), hyoid mandibular düzlem arası uzaklık (H MP)
89
ölçülmültür. Bulgular: “Normal Bite” grubunda yer alan katılımcılara ait
ortalama “DU HRP” değeri (6,45), “Open Bite” grubunda yer alan
katılımcılara ait ortalama “DU HRP” değerinden (7,08) anlamlı derecede
düşüktür. Diğer ölçümlerdeki farklar istatistiksel olarak anlamlı
bulunmamıştır. “Normal Bite” grubunda yer alan katılımcılara ait ortalama
“DS HRP” değeri (5,06), “Open Bite” grubunda yer alan katılımcılara ait
ortalama “DS HRP” değerinden (5,52) anlamlı derecede düşüktür. “Normal
Bite” grubunda yer alan katılımcılara ait ortalama “DS VRP” değeri (3,52),
“Open Bite” grubunda yer alan katılımcılara ait ortalama “DS VRP”
değerinden (2,95) anlamlı derecede yüksektir. “Normal Bite” grubunda yer
alan katılımcılara ait ortalama “H E” değeri (2,12), “Open Bite” grubunda yer
alan katılımcılara ait ortalama “H E” değerinden (2,33) anlamlı derecede
düşüktür. Sonuç: Vertikal büyüme paternine sahip hastalarda hyoid kemiğin
daha öndeki konumu, dil sırtının daha aşağı ve geride, dil ucunun daha
aşağıda konumlanmış olması açık kapanış oluşumuna katkıda bulunuyor
olabilir.
Anahtar Kelimeler: Vertikal Büyüme Paterni, Açık Kapanış, Etiyoloji
27 Şubat 2020 09:15 Gereme
Bildiri 143
1999 Ve 2018 Periodontal Hastalık
Sınıflandırmalarına Göre Konulan Teşhislerin
Eğitimciler Ve Diş Hekimliği Stajyerleri Arasındaki
Korelasyonu
Nergiz Çelik¹, Nergiz Çelik , Cüneyt Asım Aral
1: İnönü Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Periodontoloji An
Amaç: 2018 Periodontal hastalık sınıflandırmalarına göre Eğitimciler ve Diş
Hekimliği stajyerleri tarafından konulan teşhislerin ne kadar doğru
olduğunun tespit edilmesine yönelik çalışma bildiğimiz kadarıyla literatürde
bulunmamaktadır. Bu çalışmanın amacı 1999 ve 2018 sınıflandırmalarına
göre konulan teşhislerin Eğitimciler arasında ve Eğitimciler ile Diş Hekimliği
stajyerleri arasındaki tutarlılığın belirlenmesidir. Gereç ve Yöntem:
90
Çalışmanın yürütülmesinden önce tüm stajyer Diş Hekimlerine teorik ve
pratik eğitim verildi. Güç analizi yapılarak çalışmaya katılacak kişi sayısı
ayarlandı. Periodontoloji Anabilim Dalı’na başvuran ve 12 yaşından büyük
olan toplam 60 hasta çalışmaya dahil edildi. Klinik ve radyolojik incelemeler
sonucunda Eğitimciler, Dönem 4 ve 5 stajyerler tarafından 1999 ve 2018
Periodontal hastalık sınıflandırmalarına göre teşhis konuldu. Eğitimcilerin
ortak olarak koyduğu teşhisler altın standart olarak kabul edildi. Tüm
teşhisler altın standart teşhisler ile kıyaslandı. Stajyerlerin koyduğu teşhisler;
tam, çok yakın, yakın, uzak ve çok uzak olmak üzere 5 kategoride incelendi.
Bulgular: 1999 Periodontal hastalık sınıflandırmasına göre Eğitimciler ile
Dönem 4 ve 5 arasındaki korelasyon sırasıyla (p=0.715, rho<0.01) ve
(p=0.884, rho<0.01) olarak hesaplandı. İki Eğitimci arasındaki korelasyon ise
(p=0.966, rho<0.001) olarak ölçüldü. 2018 Periodontal hastalık
sınıflandırmasına göre ise Eğitimciler ile Dönem 4 ve 5 arasındaki korelasyon
sırasıyla (p=0.324, rho<0.05) ve (p=0.500, rho<0.05) olarak belirlendi. İki
Eğitimci arasındaki korelasyon ise (p=0.850, rho<0.01) olarak ölçüldü.
Dönem 4 stajyer diş hekimlerinin teşhisleri vakaların %23.8’inde tam,
%9.5’ünde çok yakın, %4.8’inde yakın, %1.6’sında uzak ve %4.8’inde ise çok
uzaktı. Dönem 5 stajyer diş hekimlerinin teşhisleri ise vakaların %25.4’ünde
tam, %17.5’inde çok yakın, %1.6’sında yakın ve %1.6’sında uzaktı. Sonuç:
1999 ve 2018 sınıflandırmalarına göre Eğitimciler arasında yüksek teşhis
tutarlılığı izlendi. 1999 sınıflandırmasına göre konulan teşhislerin tutarlılığı
2018 sınıflandırmasına göre nispeten daha yüksek bulundu. Eğitimciler ile
Dönem 5 stajyerler arası korelasyonun, Eğitimciler ile Dönem 4 arasındaki
korelasyona göre daha yüksek olduğu belirlendi.
Anahtar Kelimeler: Periodontal Hastalık Sınıfladırması, Stayjer Diş Hekimleri,
Korelasyon
28 Şubat 2020 10:15 Kanes
Bildiri 145
Büyüme Ve Gelişim Dönemindeki Class ııı Anomalili
Çocuklarda Sadece Yüz Maskesi Kullanımı İle Hızlı Üst
Çene Genişletme Aygıtı (rme) İle Birlikte Yüz Maskesi
91
Kullanımının Maksilla Ve Mandibula Üzerine
Etkilerinin Karşılaştırı
Aykan Onur Atilla¹, Özgür Sayın
1: Sağlık Bakanlığı
Amaç: Araştırmamızın amacı, ‘’yüz maskesi tedavisi büyüme gelişim
dönemindeki çocuklarda etkili sonuç veriyor mu?’’ sorusundan çok, ‘’hızlı üst
çene genişletilmesi yüz maskesi tedavisinin etkinliğini arttırıyor
mu?’’sorusuna cevap aramaktır. Materyal ve Metot: Süleyman Demirel
Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Ortodonti Anabilim Dalı’na tedavi amacı
ile başvuran iskeletsel Sınıf III malokluzyona sahip bireylerden alınan lateral
sefalometrik filmler oluşturmuştur. Araştırma grubuna dahil edilen 32 birey,
16'şar bireylik 2 alt gruba ayrılmıştır. Ortalama yaşı 10.84 olan 1. gruptaki 8
kız ve 8 erkek bireye, RME ve yüz maskesi apareyi, ortalama yaşı 10.93 olan
2. gruptaki 8 kız ve 8 erkeğe ise sadece yüz maskesi apareyi uygulanmıştır.
Altı aylık tedavi sonucunda, tedavi ile oluşan değişikliklerin grup içi
karşılaştırmaları Wilcoxon testi ile, grupların tedavi başı ve sonu değerlerinin
karşılaştırılması Mann Whitney U testi ile, gruplar arası farkların
karşılaştırılması ise ‘’unpaired t test’’ ile gerçekleştirilmiştir. Bulgular:
Maksiller ve mandibuler iskeletsel değişiklikler gruplar arasında istatistiksel
olarak anlamlı fark göstermemektedir. Palatal plan açısındaki değişiklikler
her iki tedavi grubu arasında anlamlı fark göstermemektedir. ANB açısı ve
WITS ölçümlerindeki iyileşme miktarı tedavi grupları arasında istatistiksel
olarak anlamlı fark göstermemektedir. Maksiller ve mandibuler dental
değişiklikler gruplar arasında benzerdir. Üst dudağın öne doğru hareket
miktarı gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı fark göstermemiştir.
Sonuç: Her iki tedavi grubunda da Sınıf III malokluzyonun düzeltilmesinin
hem iskeletsel hem dental hem de yumuşak doku değişiklikleri ile meydana
geldiğini göstermektedir. Ancak, RME’li ve RME’siz yüz maskesi tedavisinin
kraniyofasial yapıda benzer etkiler oluşturması maksiller genişletme ihtiyacı
olmayan Sınıf III hastalarda RME uygulamasını tartışılır hale getirmektedir.
Anahtar Sözcükler: Protraksiyon, RME, Sınıf III malokluzyon, yüz maskesi
Anahtar Kelimeler: Protraksiyon, Rme, Sınıf ııı Malokluzyon, Yüz Maskesi
27 Şubat 2020 09:30 Gereme
92
Bildiri 146
Daimi Birinci Büyük Azı Çekimi Sonrası Çekim
Boşluğunun Prognozu
Mutlu Güneş¹, Hazal Özer
1: Necmettin Erbakan Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
Amaç: Daimi birinci molar (DBM) dişlerin okluzyondaki kilit rolleri sebebiyle
fonksiyonel bir şekilde ağızda korunmaları son derece önemlidir. DBM
dişleri çürük ve hipomineralizasyondan en fazla etkilenen diş olduklarından
sıklıkla zorunlu olarak çekilmektedirler. Uygun zamanda yapılan çekim
planlaması ve gerekli kontrollü çekimlerin (kompenzasyon, balans)
yapılmasıyla; ikinci ve takiben üçüncü büyük azı dişlerinin çekim boşluğuna
doğru mezializasyonla paralel hareket ederek uygun bir okluzal ilişki elde
edilebileceği öngörülmektedir. Aksi halde komşu dişlerde devrilmeler, yer
değiştirmeler, karşıt arka doğru uzamalar, orta hat sapmaları, iskeletsel ve
dental asimetri, tek taraflı çiğneme alışkanlıkları ve TME bozuklukları
meydana gelebilmektedir. Çalışmamızın amacı DBM dişleri farklı gelişim
evrelerinde çekilen hastalarda; çekim boşluğu ve okluzyonun prognozunu
değerlendirerek, meydana gelebilecek farklı durumları tespit ederek, uygun
zamanlama ve kontrollü çekimlerin önemini vurgulamaktır. Gereç ve
Yöntem: Bu retrospektif çalışmada kliniğimize başvurmuş, iyileşmesi
mümkün olmayan periradiküler enfeksiyon, hipomineralizasyon ve yaygın
kron harabiyeti nedeniyle DBM dişlerinden en az biri zorunlu olarak çekilmiş,
başlangıç ve 24. aya (+-3) ait panoramik radyografisi bulunan hastaların
radyografik kayıtları kullanılmıştır. Çalışmaya dahil edilen olgular, çekim
tarafındaki ikinci büyük azı germlerinin çekim sırasındaki Nolla gelişim
aşamasına göre radyografik olarak uygun zamanda (Grup 1- 20 diş) ve geç
yapılan çekimler (Grup 2- 20 diş ) olmak üzere 2 gruba ayrılmıştır. 24 ay
sonunda çekim boşluğu ve okluzyonun mevcut durumu (overerüpsiyonlar,
rotasyonlar, orta hat sapmaları, distalizasyon ve devrilmeler) tespit edilmiş
ve prognoz açısından değerlendirilmiştir. Bulgular: İkinci büyük azı dişinin
mezial yönde paralel hareketiyle uygun boşluk kapanması Grup 1 de % 60
(12 diş ), Grup 2 de % 5 (1 diş ) oranında gerçekleşmiştir. Paralel hareketle
boşluk kapanması en fazla ikinci büyük azı dişinin furkasyon mineralizasyon
evresinde çekildiği hastalarda elde edilmiştir. Sonuç: DBM dişlerin çekimleri
93
ile ideal okluzyonun elde edilebilmesi için çekim kriterlerinin doğru
belirlenmesi ve düzenli olarak takip edilmesi gerekmektedir.
Anahtar Kelimeler: Balans Çekimi, Daimi Birinci Büyük Azı, Kompenzasyon
Çekimi, Kontrollü Çekim, Çekim Zamanlaması, Spontan Yer Kapanması
27 Şubat 2020 09:45 Gereme
Bildiri 147
Oral Kontraseptifler Ve Periodontal Dokular Üzerine
Olan Etkisi
F. Selin Şahinkaya¹, Ali Çekici, Nur Balcı, Fehmiye Selin Şahinkaya
1: İstanbul Medipol Üniversitesi
Oral kontraseptifler, tüm dünyada sık kullanılan kontraseptif yöntemlerden
biridir. En sık östrojen ve progesteron içeren kombine preparatlar
kullanılmaktadır. Yaygın olarak görülen yan etkiler bulantı, başağrısı, kilo ve
ruhsal durum değişiklikleridir. Ayrıca diş etlerinde inflamasyon ve
hiperplaziye yol açabilmektedirler. Yapılan çalışmalarda; oral kontraseptif
kullanımı ile gingival inflamasyonda artış saptanırken ataçman kaybı ile ilgili
herhangi bir ilişki saptanamamıştır. Periodontal dokularda oral kontraseptif
(OK) içeriğinde bulunan östrojenler ve progesteronların hücre içi bağlanma
proteinleri tanımlanmıştır. Özellikle östrojenin fibroblast proliferasyonunu
arttırdığı bulunmuştur. Oral kontraseptifler ve periodontal doku ve durum
arasındaki ilişkiyi değerlendiren kısıtlı sayıda çalışma bulunmaktadır. Çalışma
popülasyonunun doğasının yanı sıra, karmaşıklıklar göz önüne alındığında
anlamlı analizler için yeterince çok sayıda kişinin dahil edilerek yürütüldüğü
sistematik çalışmalar gerekmektedir.
Anahtar Kelimeler: Oral Kontraseptifler, Periodonsiyum, Dişeti Sağlığı
27 Şubat 2020 10:00 Gereme
Bildiri 148
94
Urtica Dioica’nın Diabet Oluşturulmuş Ratlarda
Oksidatif Sistem Üzerine Etkisinin İncelenmesi
Nahide Ekici Günay , Mustafa Nisari
Amaç: Diabetes mellitus oluşturulan rat modelinde, Urtica dioica
(UD)(ısırgan otu)’nun doku okisdatif stresi, antioksidan enzim düzeyleri
üzerine etkisini incelemek amaçlandı. Gereç yöntem: 30 wistar albino rat,
kontrol grubu, diabet grubu ve UD uygulanan diabet grubu olarak 3 gruba
ayrıldı. Streptozotosin (STZ, 60 mg/kg) injeksiyonu ile diabet grubu
oluşturudu. Diabet oluşturulan ratlara 6 hafta süre ile 100 mg/kg/gün
ısırgan otu intraperitoneal olarak verildi. Süre sonunda ratlar sakrifiye
edilerek dokular alındı ve homojenizasyon işlemi yapıldı. Lipid
peroksidasyon hasarı belirteci olan malondialdehit (MDA)ile antioksidan
enzimleri olan katalaz, süperoksit dizmutaz(SOD) ve glutatyon
transferaz(GSH) düzeyleri spektrofotometrik olarak ölçüldü. Sonuçlar
homojenite varyans analizleri Shapiro Wilk testi ile kontrol edildi ve
grupların oksidatif stress belirteçleri ANOVA testi ile karşılaştırıldı ve çoklu
karşılaştırmalar için Tukey post hoc testi uygulandı. Tüm istatiklerde
anlamlılık düzeyi α=0.05 olarak kabul edildi. Bulgular: Diabet grubunda
MDA, SOD ve katalaz düzeyleri kontrol grubuna göre anlamlı olarak
yüksekti. Doku MDA düzeyleri, UD uygulanan diabet grubunda diabet
grubuna göre anlamlı olarak düşük bulunurken; SOD, katalaz ve GSH
düzeyleri UD uygulanan diabet grubunda diabet grubuna göre anlamlı
olarak yüksek olarak bulundu (her bir parametre için p<0.001). Sonuç:
Diabetes mellitus hastalarında cerrahi ve edinsel yara iyileşme süreci,
bozulmuş olan doku oksidatif stess cevabı nedeniyle etkilenir. Buna göre
diabet grubunda bulunan lipid peroksidasyonu hasarı, UD verilmesi ile
anlamlı olarak düşüş göstermiştir. Hatta, diabet +UD grubunda kontrol
grubuna göre de anlamlı olarak farklı ve düşük buunan MDA düzeyleri ,
bazal oksidatif hasar üzerindeki nutrasötik etkiye sahip olabileceğini
düşündürtmüştür. Antioksidan savunma sisitemi enzimleri olan katalaz ve
GSH düzeylerinde artışa sebep olmuştur. Bu bağlamda, Urtica diocia bitkisi
antioksidan system modülasyonunu sağlayan, iyileşme sürecindeki doku
oksidatif enzimlerini düzenleyen ve inflamatuvar süreçlerlerde yardımcı
olabilecek bir nutrasötik ajan olarak değerlendirilebilir. UD’nin doku
95
hasarlanmasında hangi dozda ve ne kadar süre ile kullanımı ile ilgili insan
denekli ileri çalışmalara ihtiyaç vardır.
Anahtar Kelimeler: Oksidatif Stres, İnflamasyon, Antioksidan, Urtica Diocia,
Diabetes Mellitus
27 Şubat 2020 10:15 Gereme
Bildiri 152
Osteoartritli Temporomandibular Eklemlerin Kıbt
Görüntülerinde İzlenen Radyografik Bulguların
İncelenmesi
Canan Uzun¹,
1: Sağlık Bilimleri Ünivesitesi
Amaç: Osteoartritli (OA’lı) temporomandibular eklemlerin (TME’lerin), konik
ışınlı bilgisayarlı tomografi (KIBT) görüntülerinde, OA ile ilişkilendirilmiş
radyografik bulguların incelenmesi; bu bulguların yaş grupları ve cinsiyet ile
ve bulguların birbirleri ile olan bağıntısının araştırılması. Gereç ve yöntem: 42
hastada 65 OA’lı TME’ye ait KIBT görüntüsü (23’ü bilateral ve 19’u unilateral)
çalışmaya dahil edildi. Görüntüler erozyon, osteofit, skleroz, kist, kalsifiye
serbest cisim ve düzleşme varlığı bakımından incelendi. TME’ler hastaların
yaşına göre 6 gruba ayrıldı: 19-29, 30-39, 40-49, 50-59, 60-69 ve 70-80.
Radyografik bulguların birbirleri ile olan ve her bir bulgunun yaş grupları ve
cinsiyetle bağıntısı Pearson ki-kare testi kullanılarak incelendi. Bulgular: OA’lı
eklemlerde erozyon, osteofit, skleroz, kist, kalsifiye serbest cisim ve
düzleşme için prevalans sırasıyla: 47(%72,3), 42(%64,6), 13(%20,0), 3(%4,6),
6(%9,2) ve 29(%44,6) olarak bulundu. Serbest kalsifiye cisim görülme
yoğunluğunda, 50-59 yaş aralığında diğer yaş gruplarından istatistiksel
açıdan anlamlı bir fark görüldü (p=0,004). TME’nin düzleşmesinde kadın
cinsiyette izlenen yoğunluk istatistiksel olarak anlamlı bulundu (p=0,018).
Erozyon ile düzleşme arasında ve erozyon ile osteofit arasında istatistiksel
açıdan anlamlı bağıntı tespit edildi (p<0,05). Sonuç: TME’de düzleşme
kadınlarda daha sık görülmesine rağmen; erozyon, osteofit, skleroz, kist ve
kalsifiye serbest cisim oluşumu cinsiyetten bağımsız görülmektedir. TME’e
izlenen kalsifiye serbest cisimler 50-59 yaş aralığında daha sık görülmekle
96
birlikte TME’de izlenen diğer dejeneratif değişikliklerin prevalansında yaş
grupları arasında fark yoktur. OA’lı TME’lerde erozyon ve düzleşme veya
erozyon ve ostefit oluşumu aynı eklemde birlikte sık var olabilen
dejenerasyonlardır.
Anahtar Kelimeler: Temporomandibular Eklem, Konik ışınlı Bilgisayarlı
Tomografi, Osteoartrit
27 Şubat 2020 10:30 Gereme
Bildiri 153
Twin Block Ve Herbst Apareyleri İle Sınıf ıı
Fonksiyonel Tedavinin Maksiller Sinüs Üzerine
Etkilerinin Değerlendirilmesi Ve Karşılaştırılması
Ayşe Tozar¹, Nisa Gül Amuk, Mehmet Amuk
1: Erciyes Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
Amaç: Bu çalışmanın amacı iskeletsel sınıf ll malokluzyona sahip, Twin block
ve Herbst ile fonksiyonel tedavi görmüş hastaların maksiler sinüs
boyutlarında meydana gelen değişimin değerlendirilmesi ve
karşılaştırılmasıdır. GEREÇ-YÖNTEM: Bu çalışmaya Erciyes Üniversitesi Diş
Hekimliği Fakültesi Ortodonti Anabilim Dalı’nda Twin block ile tedavi edilmiş
21 hasta (10 kız, 11 erkek; ort. yaş: 13,67±1,19 yıl) ve Herbst ile tedavi
edilmiş 18 hasta (12 kız, 6 erkek; ort. yaş: 15,43±1,08 yıl) olmak üzere toplam
39 hasta dahil edilmiştir. Tüm hastalar tedavi başında iskeletsel ve dental
sınıf II malokluzyona sahip olup, ANB ortalamaları Twin block için 7,0˚±0,9
Herbst için 5,9˚±1,12' dir. Hastalardan tedavi başı (T0) ve tedavi sonunda
(Tson) alınan ortopantomograf ve sefalometrik radyograflar üzerinde
maksiller sinüsler genişlik, yükseklik ve derinlik ölçümleri (MedData
otomasyon yazılımı ile) yapılarak değerlendirilmiştir. Twin block ve Herbst ile
tedavi edilen hastaların T0 ve Tson maksiller sinüs boyutlarındaki değişim
bağımlı örneklem t-testi (SPSS istatistik programı) ile, iki grup arasındaki
maksiller sinüs boyut değişimi karşılaştırması ise bağımsız örneklem t-testi
ile gerçekleştirilmiştir. Bulgular: Sinüs ölçümlerinden cinsiyetler arası farklılık
gösteren tek ölçüm derinlik ölçümüdür. Yükseklik ve genişlik ölçümlerinde
cinsiyetler arası farklılık gözlenmediği için tüm bireylere ait veri tek
97
örneklemde değerlendirilmiştir. Twin block uygulananlarda T0-Tson
arasında maksiller sinüs genişliğinde istatistiksel olarak anlamlı artış
(p<0,01), derinliğinde ise anlamlı azalma (p<0,05) tespit edilmiştir. Herbst
uygulananlarda ise tedavi ile maksiller sinüs genişlik, derinlik ve yükseklik
parametrelerinin herhangi birinde istatistiksel olarak anlamlı bir fark
bulunmamıştır. Gruplar arası karşılaştırmada, Twin block grubu maksiller
sinüs genişlik değişimi (-2,66±3,34 mm-artma yönünde) ile Herbst grubu
değerleri (0,33±4,82 mm-azalma yönünde) arasında anlamlı farklılık
bulunmuştur (p<0,05). SONUÇ: Twin blok ile iskeletsel sınıf II malokluzyon
tedavisi maksiller sinüs gelişimini sagital yönde inhibe ederken, Herbst
apareyi kullanımının maksiler sinüs boyutları üzerine anlamlı bir etkisi
yoktur. Twin Block'un maksiller sinüs genişliğini arttırıcı ve Herbst’ün azaltıcı
yönde etkiye sahip olduğu; bu farklılığın da istatistiksel olarak anlamlı
olduğu gözlenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Twin Block,herbst,maksiller Sinüs, Fonksiyonel Tedavi
27 Şubat 2020 10:45 Gereme
Bildiri 156
Kayseri Diş Hekimleri Odasına Bağlı Hekimlerin
İmplant Tedavisine Yaklaşımı
Damla Güneş Ünlü¹,
1: Nuh Naci Yazgan Diş Hek Fak
Amaç: Bu çalışmanın amacı, diş hekimlerinin diş eksikliği durumunda
hastalarına implant tedavisini önerme ve uygulama oranlarını araştırmak ve
hekimlerin bu konudaki eğitim düzeylerini yeterli görüp görmediklerini
değerlendirmektir. Gereç ve yöntem: TDB Kayseri Diş Hekimleri Odası’na
bağlı Kayseri, Nevşehir, Kırşehir ve Niğde şehirlerinde çalışan diş
hekimlerine, diş hekimleri odasından elde edilen telefon numaraları ve
sosyal medya yoluyla ulaşılarak 17 sorudan oluşan anket formu
yöneltilmiştir. Çalışmaya 296 diş hekimi (127 kadın, 169 erkek) dahil
edilmiştir. Çalışmamızda demografik bilgiler, hekimlerin implant tedavisi
önerme ve uygulama durumları, hangi durum ve vakalarda uzman
hekimlerden yardım aldıkları, implant tedavisinde hangi aşamaları
98
kendilerinin uyguladıkları araştırılmıştır. Elde edilen veriler SPSS programı ile
analiz edilmiştir. Bulgular: Anket çalışmamıza dahil edilen 296 diş hekiminin
%92’ si diş eksikliği bulunan hastalara implant uygulamasını tedavi seçeneği
olarak önermektedir. Bu sonuç yaşa, cinsiyete ve mezuniyetten sonra geçen
süreye göre anlamlı bulunmamıştır. Katılımcıların %69’ u ‘’Kliniğinizde
implant tedavisi yapıyor musunuz?’’ sorusuna ‘Evet.’ cevabını vermiştir. %56’
sı ise mezuniyet sonrası implant uygulamaları ile ilgili kurs aldığını
belirtmiştir. Bu iki soruya verilen cevaplar yaş, cinsiyet ve mezuniyetten
itibaren geçen yıl kategorilerine göre anlamlıdır. Diş hekimliği eğitimi
süresince implant tedavisi konusunda yeterli eğitimi aldığını düşünenlerin
oranı %13 tür. Bu sonuç mezuniyetten sonra geçen süre kategorisine göre
anlamlı bulunmuştur. Sonuçlar: Çalışmamızın sonuçları katılımcı hekimlerin
kliniklerinde yüksek oranda implant tedavisini önerdikleri ve uyguladıklarını
göstermiştir. Ancak implant tedavisi hakkında eğitimlerini yeterli
bulmadıklarını ve mezuniyet sonrası kurslar yardımıyla implant tedavisi
uyguladıklarını ortaya koymuştur.
Anahtar Kelimeler:
27 Şubat 2020 11:00 Gereme
Bildiri 158
Vertikal Büyüme Paternli Sınıf ıı Ve Sınıf ııı
Hastalarda Hyoid Kemik Ve Dil Pozisyonunun
Değerlendirilmesi
Hatice Başaranlar¹, Nisa Gül Amuk
1: Erciyes Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
Amaç: Bu çalışmanın amacı vertikal büyüme paternine sahip iskeletsel sınıf II
ve sınıf III hastalarda hyoid kemiğin pozisyonu, dil boyutları ve dil
pozisyonunun değerlendirilmesi ve vertikal büyüme paternine sahip
iskeletsel sınıf I hastalar ile karşılaştırılmasıdır. GEREÇ-YÖNTEM: Bu
retrospektif çalışma Erciyes Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Ortodonti
Anabilim Dalı’na başvurmuş 10 iskeletsel sınıf I (5 kadın, 5 erkek; ort. yaş:
16,47±2,65 yıl), 10 iskeletsel sınıf II (5 kadın, 5 erkek; ort. yaş: 17,77±2,94 yıl)
ve 10 iskeletsel sınıf III (5 kadın, 5 erkek; ort. yaş: 16,95±1,17 yıl) birey
99
üzerinde gerçekleştirilmiştir. Vertikal büyüme paterni Y aksı (sınıf I:
62,33 ±̊3,0, sınıf II: 68,22 ̊±2,93, Sınıf III: 58,69 ̊±4,34) ve SN-GoGN (sınıf I:
41,9 ̊±2,55, sınıf II: 45,66 ̊±7,37, Sınıf III: 38,26 ̊±2,91) açıları kullanılarak
belirlenmiştir. Hastalardan alınan sefalometrik radyografilerde hyoid kemik
H-CV2, H-CV3, H-MP ve H-Me mesafe ölçümleri ile; dil ise dil uzunluğu, dil
yüksekliği, D1-PNS ve D2-Ba uzunluk ve mesafe ölçümleri ile
değerlendirilmiştir. Verilerin gruplar arası karşılaştırılması Kruskal Wallis testi
(SPSS istatistik yazılımı) kullanılarak gerçekleştirilmiştir. Bulgular: Vertikal
büyüme paternine sahip sınıf lll hastalarda H-Me arası mesafe sınıf I ve sınıf
II hastalara göre anlamlı olarak daha yüksektir (p<0,01). Dil uzunluğu
değerleri sınıf II hastalarda sınıf III hastalara göre anlamlı olarak daha düşük
bulunmuş olup (p<0,005), dil yüksekliği değerleri arasında farklılık yoktur.
Hyoid kemiğinin CV2’ye olan uzaklığı sınıf II erkek bireylerde sınıf lll erkek
bireylere göre anlamlı olarak daha düşük bulunmuştur (p<0,05). D2-Ba
ölçümü değerlendirmesinde sınıf II kadın bireylerin dillerinin, sınıf III kadın
bireylere göre daha geride konumlandığı tespit edilmiştir (p<0,01). Sonuç:
Vertikal büyüme paternine sahip bireylerde görülen mandibular prognati
veya retrognati; hyoid kemiğin konumu, dilin konumu ve dil uzunluğu
üzerine etkilidir.
Anahtar Kelimeler: Vertikal Büyüme,hyoid Kemik,dil
27 Şubat 2020 11:15 Gereme
Bildiri 165
Romatoid Artritli Hastaların Panoramik Radyografik
Bulgularının Sağlıklı Bireylerle Karşılaştılırması
Nihal Ersu¹, Duygu Göller Bulut , Meryem Etöz
1: Erciyes Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
Amaç: Bu çalışmada romatoid artrit teşhisli hastaların dental panoramik
radyografi görüntülerinde saptanan bulguların değerlendirilmesi ve kontrol
grubu ile karşılaştırılması amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışmada 102
(22’si erkek, 80’ı kadın, yaş aralığı 20-73, yaş ortalaması 44.92±12.39)
romatoid artrit teşhisli hastanın ve 102 (22’si erkek, 80’ı kadın; yaş aralığı 20-
71, yaş ortalaması; 45.00±12.50) yaş ve cinsiyet eşleşmeli kontrol grubuna
100
ait hastanın panoramik radyografileri değerlendirildi. Panoramik
radyografide her hastanın toplam diş sayısı, çekilmiş diş sayısı, dolgulu diş
sayısı, kuronlu diş sayısı, kanal tedavili diş sayısı, periapikal lezyonlu diş
sayısı, alveolar kemik kaybı derecesi ve anamnez bulgularında
temporomandibular eklem (TME) şikâyeti olup olmadığı kaydedildi. Gruplar
Pearson ki- kare testi kullanılarak karşılaştırıldı. İstatistiksel anlamlılık düzeyi
p<0,05 olarak kabul edildi. Bulgular: Toplam diş sayısı romatoid atritli grupta
ortalama 22.27, kontrol grubunda ise 21.88, ortalama kayıp diş sayısı
romatoid artritli grupta 9.73 kontrol grubunda 10.12 idi (sırasıyla; p=0.79,
p=0.79). Romatoid artritli grupta ve kontrol grubunda, dolgulu diş, kuronlu
diş ve periapikal lezyonlu diş ortalamaları ise sırasıyla; 2.71-3.45, 2.41-2.57,
0.57-0.37 idi ve bu ortalamalar gruplar arasında anlamlı farklılık göstermedi
(p>0.05). Alveolar kemik kaybında ise her iki grupta anlamlı farklılık saptandı
(p=0.001). 80 (%78) romatoid artritli hastada ve 50 (%49) kontrol grubu
hastasında generalize horizontal kemik kaybı gözlendi. TME bulguları da
romatoid atritli hastlarda farklılık göstermedi (p=0.998). Sonuç: Gruplar
arasında alveolar kemik kaybı dışında diğer panoramik radyografik muayene
bulgularında farklılık gözlenmedi. Romatiod artrit hastalığı ile periodontal
hastalık arasında bir ilişki olma ihtimaline karşı klinik değerlendirmenin de
yer aldığı daha kapsamlı çalışmalara ihtiyaç vardır.
Anahtar Kelimeler: Dolgu, Kanal Tedavisi, Panoramik, Periodontal Hastalık,
Romatoid Artrit.
27 Şubat 2020 11:30 Gereme
Bildiri 167
Odontojenik Keratokistlerin Marsupyalizasyon İle
Tedavisi: Vaka Serisi
Mohammad Alnasurallah , Serap Keskin Tunç, Mohammad Al Nasrallah
Odontojenik keratokistler (OK) tüm tümörler içinde %11 oranında görülme
sıklığı olan, infiltratif davranış gösteren, iyi huylu, tek veya çok loblu olan ve
çenelerin keratinize yassı epiteli ile döşeli kistidir. Keratokistler enfekte olana
kadar ya da kemikte ekspansiyon yapana kadar asemptomatiktirler.
Radyografik olarak düzgün radyoopak sınırı olan, iyi tespit edilebilen
101
radyolusensi şeklinde görülürler. Kistin büyüklüğüne, bulunduğu yere ve
hastanın yaşına bağlı olarak, çeşitli tedavi seçenekleri mevcuttur. Bunlar
küretaj, enükleasyon, radikal tedavi ve marsupyalizasyondur.
Marsupyalizayon, dezavantajlarına ve tartışmalara rağmen, büyük kistler, çok
genç veya yaşlılarda başarılı bir tedavi seçeneği olmaya devam etmektedir.
Bu yazıda altı klinik odontojenik kist vakasının marsupyalizasyonla tedavi
sürecini açıkladık ve tartıştık. Bu tedavi yönteminde kist epiteli ağız ortamına
açılarak uzun süreli (6-9 ay) takibini gerektirmektedir. Marsupyalizayon
tedavisi bu vaka serisinde anatomik yapıları koruyucu bir yaklaşım olduğu
için tercih edilmiştir. Bu yaklaşım uzun süreli radyolojik takip gerektiren
konservatif bir yöntemdir. Bu vakaların hepsinde klinik takiplerde başarılı
sonuçlar elde edilmiştir. Bu vaka serisi çok az sayıda vaka içerdiğinden
genelleme yapmak için yeterli değildir fakat bu tür patolojilerin tedavisi için
güvenli bir tedavi seçeneği olduğunu söyleyebiliriz.
Anahtar Kelimeler: Odontojenik Keratokist, Marsupyalizasyon, Oral Patoloji,
Oral Cerrahi
27 Şubat 2020 11:45 Gereme
Bildiri 168
Laterale Kaydırılan Flep Ve Tünel Tekniği İle Dişeti
Çekilmelerinin Tedavisi
Alp Mutlu¹, Duygu Kılıç, Alp Mutlu, Bahar Asıltürk, Ömer Aykut Uzun
1: Erciyes Üniversitesi
Amaç: Dişeti çekilmesi erişkinler arasında çok yaygın görülen bir
mukogingival defekttir. En sık etkilenen dişler mandibular santral ve lateral
dişlerdir. Kök yüzeyinin kapatılmasının temel amaçları estetik/kozmetik
talepler, kök hassasiyetinin önlenmesi ve mekanik plak kontrolünün
kolaylaştırılmasıdır. Ancak dişlerin ark üzerindeki konumu ve alveol kemik
seviyesi gibi faktörlere bağlı olarak her zaman istenilen sonuçlar elde
edilememektedir. Bu olgu sunumundaki amaç ilgili dişlerin kök yüzeylerini
bağ dokusunun beslenebileceği alan yaratarak laterale pozisyone flep ve
tünel tekniğinin birlikte kullanılarak kapatılabileceğini göstermektir. Bu olgu
sunumundaki hastalar estetik nedenler ve hassasiyet şikâyeti sebebiyle
102
kliniğimize başvurmuştur. Olgu 1 sistemik olarak sağlıklı, 32 yaşındaki kadın
hastadan alınan dental anamnez ve radyografik muayene sonucunda
hastanın lokalize kronik periodontitis hastası olduğu 31 nolu dişinde Miller
II, 41 nolu dişinde Miller III tipi dişeti çekilmesi olduğu tespit edilmiştir. Olgu
2 sistemik olarak sağlıklı, 24 yaşındaki kadın hastadan alınan dental
anamnez ve radyografik muayene sonucunda hastanın lokalize kronik
periodontitis hastası olduğu 41 nolu dişinde Miller II, 31 nolu dişinde Miller I
tipi dişeti çekilmesi olduğu tespit edilmiştir. Olgu 3 Dündar sendromuna
sahip, 17 yaşında kadın hastadan alınan dental anamnez ve radyografik
muayeneler sonucunda hastanın gingivitis hastası olduğu 41 nolu dişinde
Miller II, 31 nolu dişinde Miller I tipi dişeti çekilmesi olduğu tespit edilmiştir.
Hastaların başlangıç periodontal tedavileri tamamlandıktan sonra kök
yüzeylerinin kapatılması amacıyla 41 nolu dişlerin distalinden 42 nolu dişin
marjinal dişetini içermeyecek şekilde, 41 nolu dişteki dişeti çekilmesini
kapatacak büyüklükte tam kalınlık flep kaydırılmış, 31 nolu diş bölgesine ise
tünel tekniği ile alıcı bölge hazırlanmış ve her iki diş bölgesine de bağ
dokusu grefti yerleştirilmiştir. Sonuç: Dişeti çekilmeleri çekilme özelliklerine
uygun olarak tasarlanmış farklı periodontal plastik cerrahi işlemler ile başarılı
bir şekilde tedavi edilebilmektedir. Tedavi sonrası dişeti kalınlığında artma,
estetik olarak düzelme, kök hassasiyetinde azalma ve mekanik plak
kontrolünde kolaylık sağlanmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Mukogingival, Estetik, Cerrahi, Laterale, Kaydırılan, Flep
27 Şubat 2020 12:00 Gereme
Bildiri 172
Tıp Hekimlerinin Dental Kaynaklı Ekstraoral Fistül
Tedavisine Bakışı: Bir Olgu Raporu
Nihal Altunok¹, Nihal Altunok, Halenur Altan
1: Diş Hekimliği Fakültesi
Odontojenik apse sonucu oluşan fistüller genellikle endodontik
hastalıklardan kaynaklanmaktadır. Bu olgularda yanlış teşhis ve tedavinin
önlenmesi amacıyla ayırıcı tanı çok dikkatli yapılmalıdır. Yanlış müdahale
durumunda yaşanabilecek komplikasyonların elimine edilmesi adına, bu
103
olgularda dental klinik ve radyolojik muayene büyük önem taşımaktadır. 10
yaşındaki erkek çocuk yüzündeki iz şikayetiyle kliniğimize başvurdu.
Hastadan alınan anamnez sonucu 3 ay önce çene altında akıntı ve kızarıklık
sebebiyle çocuk cerrahına başvurduğu öğrenildi. Çocuk cerrahı tarafından
opere edilen bölgede iyileşme olmadığından ve estetik kaygıyla birlikte
plastik cerraha yönlendirilen hasta kliniğimize odontojenik enfeksiyon
şüphesiyle plastik cerrah tarafından yönlendirildi. Yapılan klinik muayenede
hastada sağ alt bölgede ekstraoral fistül olduğu ve hastanın 46 numaralı
dişinde kompozit restorasyon, kavite duvarı ve restorasyon materyali
arasında uyumsuzluk gözlendi. Radyografik muayenede 46 numaralı dişte
pulpaya yakın bir restorasyon materyali ve dişin apikalinde geniş bir lezyon
tespit edildi. 46 numaralı dişe aynı seans kök kanal tedavisi uygulandı.
Opere edilen bölgede tedavi sonrası iyileşme gözlendi. SONUÇ Tıp
hekimlerinin baş boyun bölgesiyle ilgili apse, fistül, ağrı gibi şikayetlerle
gelen hastaları odontojenik enfeksiyon şüphesiyle bir diş hekimine
yönlendirmeleri kritik önem taşımaktadır. Lezyonun yanlış
değerlendirilmesinin ve tekrarlayan sonuçsuz müdahalelerin ciltte skar
oluşumu ve çukur defektlerine neden olduğu görülmüştür.
Anahtar Kelimeler: Ekstraoral Fistül, Odontojenik Apse, Kök Kanal Tedavisi
27 Şubat 2020 16:15 Gereme
Bildiri 178
Bilateral Temporomandibüler Eklem Protezi Cerrahisi
Sırasında Oluşan Trigeminokardik Refleks
Mehmet Emin Toprak , Necmiye Şengel, Nazan Has Selmi, İrem Barış Akbaş,
Muhtar Efe Gökahmetoğlu, Mehmet Emin Toprak
Trigeminokardiak refleks, maksillofasiyal cerrahiye giren hastalarda nadir bir
durumdur. Kranio-maksillofasial cerrahilerde cerrahi maniplasyonlar
sırasında kalp hızı, ortalama arter basıncında azalmalar(1), hatta orta yüz
maniplasyonları sırasında kardiak asistole ilerleyen bradikardiler(2)
olabildiğine vaka sunumlarında değinilmiştir. Bu olgu sunumunda genel
anestezi altında bilateral temporomandibüler eklem protezi cerrahisi
sırasında ciddi bradikardileri gelişen hastada anestezi yönetiminden
104
bahsetmek istedik. Giriş: Trigeminokardiak refleks; trigeminal sinirin duyusal
dallarının baskı, çekilme, hareket ettirilmesi gibi mekanik olarak stimüle
edilmesi ile aktive olmaktadır. Gasserian gangliona uyarıları götüren
nöronlar retiküler formasyonda efferent yolağı oluşturan vagus sinirinin
motor çekirdeğine uyarıyı iletmektedir. Efferent nöronlar myokardiumda
sonlanarak kardiyoinhibitör cevabın çıkmasına sebep olmaktadır(2).Ameliyat
sırasında cerrah, anestezist bunun farkında olmalıdır. Olgu Sanımı: Kırk bir
yaşında, 2016’da araç dışı trafik kazasında bilateral kondil kırığı gelişen hasta
temporomandibüler eklem disfonksiyonu için cerrahiye alındı. Ağız açıklığı
yaklaşık 2 parmak (3cm) olarak değerlendirildi. Hastanın ağız açıklığının
eklem egzersizleri sonrasında daha iyi olduğu gözlendi. Hastaya EKG,
pulsoksimetre, tansiyon monitörizasyonu yapıldı. Damar yolu açıldı.
Hastanın anestezi indüksiyonu yapıldı. Video laringoskopla sol nazal
pasajdan entübasyonu gerçekleştirildi. Anestezi aralıklı pozitif basınçlı
ventilasyon; sevofluran, oksijen-havayla (%50-%50), remifentanil infüzyonu
ile sağlandı. Sol kondil başı eksizyonu sırasında hastanın nabzının 70atım/dk’
dan hızlıca 35 atım/dk’ ya düştüğü gözlendi. Cerrahi ekip uyarıldı. Atropin
0,5 mg/cc hazır bulunduruldu. Cerrahi ekip zorlamayı bırakınca nabzının hızlı
bir şekilde toparladığı 68 atım/ dk olduğu görüldü. Cerrahi alan genişletildi.
Yeniden kondil başı çıkarılmaya çalışılırken hastanın nabzının hızlı bir şekilde
30atım/dk’ya düştüğü görüldü. Cerrahi ekip uyarıldı. Hastanın nabzı hızlı bir
şekilde tekrar 65atım/dk’ya yükseldi. Cerrahi ekiple kordineli, hastanın nabzı
takip edilerek kondil başı parçalara ayrılarak çıkarılması sağlandı. Sol eklem
protezi de yerleştirilen hastanın takiplerinde herhangi bir sıkıntı yaşanmadı.
Yaklaşık 9 saat süren cerrahi sonunda analjezi amacıyla artakain uygulandı.
Contramal 100mg yapıldı. Hasta sorunsuz ekstübe edilerek postanestezi
bakım ünitesine alındı. Sonuç: Temporomandibüler eklem cerrahileri sıklıkla
yapılan cerrahilerdir. Cerrah, anestezist böylesine hayati tehdit edici
durumun farkında olmalı; bir ekip olarak hareket etmelidir.
Anahtar Kelimeler: Maksillofasial Cerrahi, Genel Anestezi, Trigeminokardiak
Refleks
27 Şubat 2020 16:30 Gereme
Bildiri 179
105
Ağız Gargaralarının Bulk-fill Kompozit Ve Kompomer
Rezinin Renk Stabilitesine Etkisi
Seçkin Aksu¹, Tuğba Ertürk Avunduk, Ebru Delikan
1: Mersin Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
Amaç: Bu çalışmanın amacı, farklı iki ağız gargarasının rezin içerikli restoratif
materyallerin renk stabilitesine etkisini incelemektir. Gereç ve Yöntem: Rezin
içerikli farklı iki restoratif materyalden (Kerr Sonic-FillTM Bulk Fill Dental
Kompozit Sistemi ve Dentisply Dyract XP Kompomer) toplamda 60 adet 10
mm çapında ve 2 mm kalınlığındaki disk şeklinde örnekler hazırlandı ve 37
oC distile suda 24 saat bekletildi. Kurulanan örneklerin başlangıç renk
ölçümleri, CIEDE2000 renk sistemini kullanan dijital spektrofotometre (VITA
Easyshade® V) kullanılarak beyaz arka plan üzerinde gerçekleştirildi.
Örnekler iki farklı ağız gargarası (Andorex gargara ve Listerine Total Care
Zero) ve kontrol grubu (distile su) olmak üzere üç gruba ayrıldı (n=10). Yirmi
dört saat boyunca solüsyonlar içerisinde bekletilen örnekler, distile su ile
yıkanıp kurulandı ve renk ölçümleri tekrarlandı. Elde edilen verilerin analizi
SPSS 20 programında, iki yönlü varyans analizi ve Tukey’s post hoc testi
kullanılarak yapıldı. İstatistiksel anlamlılık değeri p<0,05 olarak kabul edildi.
Bulgular: Kullanılan gargaraların restoratif materyalleri renklendirme
miktarları istatistiksel olarak karşılaştırıldığında; Listerine ve kontrol grubu
arasında anlamlı farklılık bulunurken (p=0,007 ve p=0,000), Andorex ve
kontrol grubu arasında anlamlı bir farklılık bulunmamıştır (p=0,878).
Restoratif materyaller kendi içinde kıyaslandığında; Kerr grubunda Andorex
ve Listerine ağız gargaraları arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık
bulunurken (p=0,008), Dyract grubunda iki ağız gargarası arasında
istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamıştır (p>0,05). Sonuç: Görsel
olarak algılanamaz olmasına rağmen, test edilen materyallerin renk
stabilitelerinin farklı ağız gargaraları kullanımından olumsuz etkilendiği
sonucuna varılabilir.
Anahtar Kelimeler:
27 Şubat 2020 16:45 Gereme
Bildiri 181
106
Peri-implant Mukozada Keratinize Dokunun
Değerlendirilmesi Ve Serbest Dişeti Grefti
Uygulaması: Vaka Serisi
Emine Pirim Görgün¹,
1: Cumhuriyet Universıty
Amaç: Son yıllarda kaybedilen dişlerin restorasyonu için komşu dişlerden
destek alan sabit protezler ya da hareketli protezler yerine dental
implantlardan faydalanılmaktadır. Bununla birlikte, peri-implant yumuşak
dokunun bakımı ve sağlığı, implantların ve protezin stabilitesi için gereklidir.
Keratinize doku, sağlıklı peri-implant mukoza için önemlidir. Peri implant
keratinize dokunun yokluğu, implantlar etrafında bakteri plağının
birikmesinde, peri implant enflamasyon riskinde artışa neden olur ve
implantın kaybına katkıda bulunur.Bazı klinik ve deneysel çalışmalar,
periimplant alandaki keratinize doku eksikliğinin, periodontal sağlığın
korunmasını etkilediğini göstermiştir.Bu vaka serisinde, yeterli keratinize
doku bulunmayan implant çevresine periimplant plastik cerrahi prosedürü
olan serbest diş eti grefti uygulanarak protez restorasyonu öncesi stabilize
edilmesi amaçlanmıştır. Vaka serisi: Vaka 1: 35 yaşındaki kadın hastanın 31
,41 no’lu diş eksikleri için dental implant tedavisi cerrahi polikliniğinde
yapılmış protez restorasyon öncesi periodontoloji kliniğine yönlendirilmiştir.
Yapılan intraoral ve radyografik muayene sonucu mandibula anteriorda sığ
vestibül derinliği, yüksek frenilum ataşmanı , implantlar çevresinde yetersiz
keratinize doku kalınlığı ve 41 no’lu diş bölgesine yerleştirilen implant
çevresinde yaklaşık 2mm dişeti çekilmesi varlığı tespit edilmiştir.Hastanın
ilgili implant bölgesine palatal donor bölgeden elde edilen serbest dişeti
grefti uygulanıp stabil hale getirilmiştir. Vaka 2: 56 yaşında sigara içmeyen
kadın hastanın 33 ve 43 no'lu dişlerine dental implant tedavisi cerrahi
polikliniğinde uygulanmıştır ve protez restorasyonundan önce
periodontoloji kliniğine yönlendirilmiştir.İntraoral ve radyografik
muayenede, sol mandibula anterior bölgede lokalize sığ bir vestibül
derinliği, 33 no'lu diş bölgesine yerleştirilen implant çevresinde yetersiz
keratinize doku kalınlığı saptandığından serbest dişeti grefti uygulanmıştır.
Vaka 3: İmplant tedavileri kliniğimizde yapılan kadın hastanın maksilla sağ
posterior bölgede bulunan implant etrafına yüksek frenilum
ataşmanı,yetersiz vestibül derinlik ve keratinize doku sebebiyle ikinci cerrahi
107
sırasında serbest dişeti grefti uygulanmıştır. Sonuç:Peri-implant mukozasına
uygulanan serbest diş eti grefti ile hastaların şikayetleri çözülmüş ve protez
restorasyonundan önce yeterli keratinize doku ve vestibüler derinliği
sağladığı için uzun vadeli başarı için stabil bir doku sağlanmıştır.
Anahtar Kelimeler: Periimplant Plastik Cerrahi, Dental İmplant,
Periimplantitis, Serbest Dişeti Grefti
27 Şubat 2020 17:00 Gereme
Bildiri 186
Sağlıklı Ve Hemofilili Çocuklarda Oral Bulguların
Karşılaştırmalı Değerlendirilmesi
Yasemin Derya Fidancıoğlu¹,
1: Necmettin Erbakan Üniversitesi
Amaç: Hemofili, koagülasyon faktörlerinden faktör VIII veya faktör IX'un
eksikliğinden kaynaklanan X'e bağlı konjenital kanama bozukluğudur. Faktör
VIII eksikliği hemofili A, faktör IX eksikliği ise hemofili B olarak adlandırılır.
Toplam 176 çocuk hasta ile yapılan bu çalışmada amacımız; çalışma grupları
ve kontrol grubu arasında DMFT/dft, PUFA, tükürük akış hızı, tükürük pH’ sı,
tükürük tamponlama kapasitesi, tükürük viskozitesi, tükürükte S.mutans ve
lactobacillus varlığı, plak varlığı arasındaki farklılıklarının araştırılmasıdır.
Gereç - Yöntem: Ailelere gerekli bilgilendirme hem yazılı hem de sözlü
olarak yapılmış, çalışmaya katılmayı kabul edenler yazılı onam alınarak
çalışmaya dahil edilmiştir. Çalışmamıza 4 -16 yaş aralığındaki 86 hemofili
hastası ve 90 sağlıklı birey katılmıştır. Araştırma çapraz-kesitsel olarak
planlanmış ve uygulanmıştır. Çalışma grupları ve kontrol grubu arasında
DMFT/dft,PUFA, tükürük akış hızı, tükürük pH’ sı, tükürük tamponlama
kapasitesi, tükürük viskozitesi, tükürükte S.mutans ve lactobacillus varlığı,
plak varlığı arasındaki farklılıklarının araştırılmasına yönelik DMFT, dmft, plak
indeks, gingival indeks skorları ile oral bulgular her hasta için özel
hazırlanmış oral ve dental takip formlarına kaydedilmiştir. Gerekli
laboratuvar testleri sonrası istatistiksel değerlendirmeler yapılmıştır.
BULGULAR: Araştırmada her iki grup arasında yaş açısından istatistiksel
olarak anlamlı bir fark bulunmamaktadır (p>0,05). Kontrol grubunda dft
108
indeksi 4.79,çalışma grubunda 5.32 dir ve gruplar arasında istatistiksel olarak
anlamlı bir fark yoktur(p>0,05). DMFT indeksleri sırasıyla 4.82 ve 5.47dir. İki
grup arasında bu değerler açısından anlamlı bir fark bulunmamıştır (p>0,05).
Sağlıklı çocukların ortalama plak ve gingival indeks değerleri sırasıyla 1.42 ve
0.50; çalışma grubunun sırasıyla 1.56 ve 0.79 olup dişetinde hafif
enflamasyonla beraber gingivitis tablosu mevcuttur. İki grup arasında
gingival ve plak indeksi yönünden istatistiksel olarak anlamlı fark
bulunmuştur (p<0,05). Sonuç: Hemofili hastalarının ağız-diş sağlıkları ve
genel sağlıklarına bağlı yaşam kaliteleri, hemofili olmayan bireylere oranla
daha düşüktür. Diş hekimlerinin uygun dental ve periodontal bakım ile bu
tür hematolojik rahatsızlıklarda ortaya çıkan sorunları önleyerek ve
hematologlarla iş birliği yaparak hastanın yaşam kalitesini artıracağı
öngörülmektedir.
Anahtar Kelimeler: Çürük Aktivitesi İndeksleri,hemofili,faktör
Hastalıkları,yaşam Kalitesi İndeksleri,
27 Şubat 2020 17:15 Gereme
Bildiri 188
Ortodontik Yapıştırıcıdan Salınan Bisfenol A
Miktarının İn-vitro Olarak Değerlendirilmesi
Başak Arslan Avan , Başak Arslan Avan, Ertan Yildirim, Onur Can Bodur,
Burcu Baloş Tuncer, Çağrı Ulusoy, Cumhur Tuncer
Amaç: Bu çalışmanın amacı, ortodontik yapıştırıcıdan salınan bisfenol A
(BPA) miktarına fırçalamanın ve antiseptik ağız yıkama solüsyonuyla
çalkalamanın etkilerini in-vitro olarak değerlendirmektir. Gereç ve Yöntem: 3
çalışma grubunun her biri 15 polimerize edilmiş ortodontik yapıştırıcı
örneğinden oluşturulmuştur. Grup 1'de örneklere herhangi bir işlem
uygulanmamış, Grup 2'de polimerizasyondan sonra her numune florür
içeren bir diş macunu ile fırçalanmış ve su ile durulanmıştır. Grup 3’te ise,
polimerizasyondan sonra örnekler antiseptik ağız yıkama solüsyonu ile
yıkanmıştır. Tüm gruplarda aynı marka ve miktarda yapıştırıcı kullanılmış,
polimerizasyon işlemi kullanım talimatına uygun şekilde yapılmıştır.
İşlemlerin ardından her bir örnek 5’er ml saf su içeren cam tüplere atılmış ve
109
saf su içine sızan BPA miktarının belirlenmesi için örneklerin suya
atılmasından 1 saat sonra HPLC analizi uygulanmıştır. Gruplararası
karşılaştırma tek yönlü ANOVA testi ile yapılmış ve p <0,05 değeri
istatistiksel olarak anlamlı kabul edilmiştir. Bulgular: Ortalama BPA miktarları,
sırasıyla 0.2674 µg/L, 0,2692 µg/L, 0,2705 µg/L olarak bulunmuştur. Grup 1-
2 ve Grup 2-3 arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark görülmezken, Grup
1 ve 3 arasında anlamlı fark görülmüştür (p = 0,007). Sonuç: Tüm gruplarda
ölçülebilir miktarda BPA salınımı gözlenmiştir, ancak tespit edilen miktarlar
toksik kabul edilen seviyelerin çok altındadır. BPA seviyelerinin antiseptik
ağız yıkama solüsyonu grubunda, herhangi bir işlem uygulanmayan gruba
göre önemli ölçüde daha yüksek olduğu sonucuna bağlı olarak, alkol içeren
ağız yıkama solüsyonlarının salınan monomerinin miktarını arttırabileceğini,
ve bu durumun alkolün BPA için güçlü bir çözücü olmasına
bağlanabileceğini düşündürmektedir.
Anahtar Kelimeler: Bisfenol A, Ortodonti
27 Şubat 2020 17:30 Gereme
Bildiri 189
Talasemi Majör Hastalarının Oral Sağlık Durumunun
Değerlendirilmesi
Zeynep Yalçinkaya¹, Hazal Özer
1: Necmettin Erbakan Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
Amaç: Talasemiler farklı klinik belirtileri olan hemoglobin alfa ve beta
zincirlerinin yapımını kodlayan genlerdeki problemler sonucu ortaya çıkan
herediter geçişli anemilerdir. Homozigot hastalarda görülen beta talasemi
(Cooley anemisi) 2 gruba ayrılır. Talasemi intermedia; talaseminin daha az
şiddetli olan bir türüdür.Talasemi majör ise sürekli transfüzyon gerektiren,
yüksek morbidite ve mortalite riski taşıyan şiddetli talasemidir.
Çalışmamızda talasemi majör tanılı çocukların, sistemik durumları ve genel
sağlığının oral sağlık durumu üzerine etkilerinin ortaya konulmasına ek
olarak veli ve çocuğun eğitimi ile; oluşabilecek dental ve periodontal
problemlere karşı önlem alınması için gerekli farkındalığı oluşturmak ve
gerekli tedavileri belirlemektir. Gereç ve Yöntem: Bu çalışmaya, 4-18 yaş
110
arasında, araştırma kriterlerine uygun 50 talasemi major hastası ve araştırma
kriterlerine uygun olarak seçilen 50 sağlıklı birey dahil edilmiştir. Onayları
alınan hasta velilerinden; hastanın sosyo-demografik özelliklerini, tıbbi
özgeçmişini, oral hijyen bakımını ve muayeneye gidiş sıklığını öğrenip,
hastaların ağız muayeneleri yapılmıştır. Çalışma grupları ve kontrol grubu
arasında DMFT/dft, PUFA, tükürük akış hızı, tükürük pH’ sı, tükürük
tamponlama kapasitesi, tükürük viskozitesi, tükürükte S.mutans ve
lactobacillus varlığı, plak varlığı arasındaki farklılıklarının araştırılmasına
yönelik ağız içi tetkikler tek hekim tarafından taranmış ve bulguların
laboratuvar testleri sonrası istatistiksel değerlendirmeleri yapılmıştır.
Bulgular: Sağlıklı çocuklarda ortalama dft ve DMFT indeksleri sırasıyla 4.85
ve 4.02; talasemi hastalarında 5.32 ve 5.47 olarak bulunmuştur. Sağlıklı
çocukların ortalama plak ve gingival indeks değerleri sırasıyla 1.40 ve 0.56;
çalışma grubunun sırasıyla 1.62 ve 0.76 dir. Talasemi majör hastalarında
kontrol grubuna göre ;dişetinde hafif enflamasyonla beraber gingivitis
tablosu mevcuttur ve iki grup arasında plak indeksine bakıldığında çalışma
grubunda daha yüksek olup istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmuştur
(p<0,05). Sonuç: Uygun dental ve periodontal bakım bu tür hematolojik
rahatsızlıklarda ortaya çıkan sorunları önleyerek, sorun oluşmadan
önlenmesini sağlar. Periodontal ve dental problemlerin önlenmesi , çocuk-
veli eğitimi ve uygun bir idame programı talasemi major hastalarının yaşam
kalitesinin artırılması için oldukça önemlidir.
Anahtar Kelimeler: Talasemi Majör, Kan Hastalıkları, Oral Bulgular, Çürük
İndeksleri
27 Şubat 2020 16:00 Gültepe
Bildiri 190
Çocuk Hasta Ve Ebebeynleri Açısından Diş Hekimi Ve
Klinik Ortam Tercihlerinin Araştırılması
İsmail Cihangir¹, Esra Kızılcı, İsmail Cihangir, Özlem Aşkaroğlu
1: Erciyes Üniversitesi
Amaç: Dental korku üç ana faktörün oluşturduğu multifaktöriyel bir
problemdir. Diş klinik ortamının oluşturduğu rahatsızlık, ebeveynlerden
111
öğrenilen deneyimler ve kişisel-psikolojik faktörler ana etkenlerdir. Bu
değişkenler üzerine yapılacak düzenlemeler bu korkunun giderilmesi için
etkili olabilir. Çalışmamızın amacı çocuk ve ebeveynin dental korkusunu
giderebilecek, hekim imajı ve klinik ortam özelliklerini belirlemektir. Gereç ve
Yöntem: Çalışma 2019 yılının mart-ekim ayları arasında, kliniğimize başvuran
400 çocuk hasta ve ebeveyni üzerinde yapılmıştır. Diş hekimi tecrübesi,
istenilen hekim ve klinik ortam özelliklerinin sorgulandığı ‘Dental Tercih
Anketi’ uygulanmıştır. Bulgular: Dental Tercih Anketleri sonuçlarına göre,
çocuk (Grup 1) ve ebeveynlerinin (Grup 2) çoğunluğunun daha önce diş
hekimine gittiği (Grup 1 %77.5-Grup 2 %93.5) , bu deneyimle ilgili olumlu
hisleri olduğu bulunmuştur. (Grup 1 %65.5- Grup 2 %68.8) Ebeveyn ile
çocuğun diş hekimine gitme durumlarının büyük oranda örtüştüğü
belirlenmiştir. (n=314) Her iki grupta da hekimin cinsiyet tercihi açısından
anlamlı bir farklılık bulunmamıştır. ( Grup 1 p=0,453- Grup 2 p=0,881) Gerek
ebeveyn gerekse çocukların hekimin maske kullanmasını istediği, kimlik kartı
ve gözlük kullanımının tercih edilmediği ve sonuçların anlamlı olduğu
görülmüştür. (p<0.05) Çocukların mavi eldiven (p=0,014), ebeveynlerin ise
beyaz eldiven tercih ettiği görülmüştür. Renkli ünit tercihi iki grupta da
sayısal olarak (n=408) yüksek olsa da, istatiksel açıdan (p=0,726) aralarında
fark olmadığı görülmüştür. Her iki grup için de düz maske tercihinin anlamlı
derecede yüksek olduğu bulunmuştur. (p=0,00) Çocukların (n=238) ve
ebeveynlerinin (n=278) beyaz önlük tercih ettikleri, renkli önlük kullanımında
ise her iki grupta da mavi rengin (Grup 1 %30.8-Grup 2 %36.5) tercih
edildiği görülmüştür. Sonuç: Çocuk ve ebeveynlerinin diş tedavisine
uyumunu arttırmak için klinik ve hekim imajının daha eğlenceli olmasının
gerektiğini düşünerek yaptığımız çalışmamızda, her iki grup için de
toplumda kabul görmüş hekim ve hastane ortamının tercih edildiği
görülmüştür.
Anahtar Kelimeler: Hekim Tipi, Klinik Ortam Görünüşü
28 Şubat 2020 14:15 Kanes
Bildiri 196
Tüm Seramiklerde Yüzey Bitirme Yöntemlerinin
Temas Açı Değerleri Üzerine Etkisi
112
Rahime Tüzünsoy Tüzünsoy Aktaş Aktaş¹,
1: Ege Üniversitesi Dişhekimliği Fakültesi
Amaç: Tüm seramik sistemler estetik üstünlükleri, biyouyumlulukları, plak
birikimi ve doku enflamasyonunu en aza indiren düzgün yüzeyleri ile en çok
tercih edilen restorasyon seçenekleri arasındadır. Malzemenin yüzey
pürüzlülüğü, serbest yüzey enerjisi, temas açı değerleri ve ıslanabilirlik
özelliği plak birikimini ve oral hijyeni etkilemektedir. Bu değerler restoratif
malzemenin yapısı ve yüzey bitirme yöntemlerine göre farklılık gösterir.
Çalışmamızın amacı farklı yüzey bitirme yöntemlerinin Empress-2 ve Cercon
sistemlerin yüzey temas açı değerleri ve glazür sonrası yüzey kalitesi üzerine
etkisini araştırmaktır. Gereç-Yöntem:Çalışmamızda kullanılmak üzere her bir
seramik sistemi için 20’şer adet 10x4 mm ebatlarında test örnekleri
hazırlanmıştır. Örnekler 4 alt gruba bölünerek yüzeyleri farklı yöntemler ile
(A:elmas frez, B:taş, C:zımpara D:lastik) bitirilmiştir. Dinamik(1) ve statik(2)
temas açıları “sessile drop” yöntemi ile ölçülmüştür (Rame Hart NRL, contact
angle Goniometer Model-100) ve taramalı elektron mikroskop (SEM-Philips
XL 30S FEG, Eindhoven, Netherlands) ile glazür öncesi ve sonrası yüzeyler
görüntülenmiştir Veriler tek yön Anova ve Tukey’in çoklu karşılaştırma testi
ile istatistiksel olarak değerlendirilmiştir (a=0.05) . Bulgular: Farklı yüzey
bitirme yöntemleri ile, tüm seramik sistemler arası glazür öncesi temas açı
değerleri açısından anlamlı farklılıklar görülmüştür(p<0.05). En düşük
dinamik temas açı değeri (57.20°±6.261) Cercon zımpara grubunda iken, en
yüksek dinamik temas açı değeri (88.80°±6.380) Empress-2 lastik grubunda
gözlenmiştir. En düşük statik temas açı değeri (36.80°±5.263) Cercon-taş
grubunda iken, en yüksek statik temas açı değeri (79.60°±6.542) Empress-2
lastik grubunda gözlenmiştir. Glazür işlemi tüm gruplarda temas açı
değerlerini anlamlı ölçüde azaltmıştır (p<0,05). Sonuç: uygun yüzey bitirme
işlemleri ıslanabilirlik özelliklerini değiştirip yüzey kalitesini olumlu yönde
etkilemektedir.
Anahtar Kelimeler: Tüm Seramikler, Temas Açısı, ıslanabilirlik, Yüzey Bitirme
28 Şubat 2020 10:30 Kanes
Bildiri 197
113
Twin Blok Ve Multibraket Döküm Herbst Apareyi İle
Yapılan Fonksiyonel Tedavilerin Sert Ve Yumuşak
Dokudaki Etkinliklerinin Karşılaştırılması
Ela Uzun¹, Gökhan Çoban
1: Erciyes Üniversitesi
Amaç: Bu retrospektif çalışma iskeletsel Sınıf II malokluzyona sahip
hastalarda Twin blok (TBA) ve Multibraket Döküm Herbst (MBH)
apereylerinin etkilerinin sefalometrik filmler üzerinde değerlendirilmesi ve
tedavi sonuçlarının iskeletsel Sınıf I malokluzyona sahip hastalar ile
kıyaslanmasıdır. Yöntem: Çalışmamıza kliniğimize tedavi amacıyla başvuran
55 hasta dâhil edilmiştir. 1. grup (ANB:6,57˚±1,16) TBA ile tedavi edilen 20
hastadan (10 kız, 10 erkek, ortalama yaş:12,91±1,23), 2. grup (MBH)
(ANB:6,31˚±2,38) MBH ile tedavi edilen 20 hastadan (12 kız ve 8 erkek,
ortalama yaş: 14,38±0,76), 3. grup ise (Kontrol grubu) normal büyüme ve
gelişim gösteren iskeletsel Sınıf I (ANB: 2,32˚±0,86) 15 hastadan (8 kız, 7
erkek, ortalama yaş:13,53±0,67) oluşturulmuştur. Ölçümlerde 1. ve 2. grupta
tedavi öncesinde (T0) ve aparey kullanımının bitiminde (T1) alınan
sefalometrik filmler üzerinde Dolphin Imaging (11.9 versiyon) programı
kullanılmıştır. Ölçümler için Sella-Nasion' a göre 7 °’lik açı ile belirlenen
horizontal referans düzlem (HRD) ve HRD’ye dik olarak çizilen ve
subnasale’den geçen vertikal referans düzlem (VRD) kullanılmıştır. Normalite
için ‘Shapiro-Wilk’, grup içi değerlendirmeler için ‘‘Paired Samples t test’,
gruplar arası değerlendirmeler için ‘One Way Anova’ testi kullanılmıştır.
Bulgular: 1. grupta T1’de; alt dudak (Li), yumuşak doku A (A’) ve B (B’),
pogonion (pog) , Sert Doku A (A) ve B (B), üst keser (U1) ve alt keser (L1),
SNA, SNB, ANB ve SnGoGN’da anlamlı değişiklikler gözlenmiştir (p<0,05). 2.
grupta T1’de; üst dudak(Ls), Li, B’ ve Pog, B, L1, SNA, SNB, ANB ve
SnGoGN’da anlamlı değişiklikler gözlenmiştir(p<0,05). 1. ve 2. grup arasında
yalnızca SNB, ANB ve SN-GoGN’da anlamlı farklılıklar gözlenmiştir. 1.grubun
T1 değerleri 3. grup ile kıyaslandığında; A’, A, L1, SNA, SNB, ANB
değerlerinin ideale yaklaştığı gözlenmiştir (p˃0,05). 2.grubun T1 değerleri 3.
grup ile kıyaslandığında; A’ ve A noktalarının ideale yaklaştığı gözlenmiştir
(p˃0,05). Sonuç: Büyüme gelişimi devam eden hastalarda, TBA ve MBH’nin
mandibulanın önde konumlandırılmasında ve profilin düzeltiminde etkili
olduğu düşünülmektedir.
114
Anahtar Kelimeler: Twb, Herbst, Fonksiyonel, Sıı Malokluzyon
28 Şubat 2020 10:45 Kanes
Bildiri 198
Dişsiz Hastaların İmplant Üstü Hibrit Protezler İle
Rehabilitasyonu: 3 Olgu Sunumu
Nagehan Baki¹, Numan Tatar
1: İnönü Üniversitesi Diş Hekimliği
Amaç: Hibrit protezler, geleneksel dizayna sahip olamayan ve farklı
materyallerin kombinasyonundan oluşan sabit, hareketli veya maksillofasyal
protezlerdir. Dental implantolojide hibrit protezler implant destekli hareketli
protezlerin üstün özelliklerini taşıyan, rijit yapıya sahip en az 4 adet implant
üzerine vidalanan bir metal alt yapı üzerine dizilen yapay dişler ve akrilik
reçine protez kaidesinden oluşan protez türüdür. Bu vaka serisinde üst veya
alt çenesi tam dişsiz 3 farklı hastanın 4 implant üzeri hibrit protezler ile
rehabilitasyonu anlatılmaktadır. Olgu Sunumu: Kliniğimize protetik
rehabilitasyon için başvuran 3 farklı hastamızın intraoral muayenesinde tam
dişsiz olan üst veya alt çenesinde yetersiz yumuşak doku desteği ve vertikal
kemik kaybının fazla ve intraoral mesafenin 15 mm’den fazla olduğu
gözlemlendi. Dental anamnezlerinde hastaların estetik, fonetik ve
fonksiyonel problemleri olduğu belirlendi. Üst/alt çeneye 4 implant
planlanıp uygulanan vakalarda yetersiz dudak desteği ve artmış vertikal
kemik kaybı nedeniyle hibrit protez yapımına karar verildi. Sonuç: İmplant
destekli hibrit protezler hem ekonomik bakımdan hem de anatomik
yetersizliklerden dolayı az sayıda implantın kullanıldığı durumlarda estetik
ve fonksiyonel bakımdan geleneksel tam protezlere iyi bir tedavi
alternatifidir. Bu tedavi prosedürü ile hastaların estetik ve fonksiyonel
beklentilerini karşılayan protetik tedavileri tamamlandı. 1 ve 3 aylık
kontrollerde ağız içi muayenede herhangi bir problem olmadığı ve
hastaların rahat bir şekilde protezlerini kullandığı ve memnun olduğu
gözlemlenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Dental İmplantlar, Hibrit Protezler
115
28 Şubat 2020 11:00 Kanes
Bildiri 200
Fiber Destekli Adeziv Köprü Uygulamaları İle Estetik
Rehabilitasyon: İki Olgu Sunumu
Fehime Alkanaygör¹, Özlem Erçin
1: Erciyes Üniversitesi
Günümüzde hastalar ön bölge diş eksikliğinde hızlı bir şekilde estetik
sorunun çözülmesini talep etmektedir. Adeziv diş hekimliğindeki
gelişmelerle fiber destekli adeziv köprülerin uygulanabilir olması hastaların
bu taleplerinin karşılanmasında alternatif bir tedavi yöntemi olabilmektedir.
Bu olgu sunumunda amaç farklı nedenlerle ön dişini kaybeden iki hastanın
çekilmiş dişi ve kompozit rezin ile gövde hazırlanmasıyla yapılan fiber
destekli adeziv köprülerin sunulmasıdır. 16 yaşındaki bayan hasta ön dişinde
ağrı ve şişlik şikayeti ile Başkent Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi’ne
başvurdu. Yapılan radyolojik ve klinik muayene sonucu 22 numaralı dişe
çekim endikasyonu konulmuş olup, hastanın yaşı nedeniyle implant veya diş
destekli sabit protez endikasyonuna uygun olmadığına karar verildi. Bu
durum ve hastanın estetik kaygıları göz önüne alınarak 22 numaralı dişin
çekim sonrası kronunun gövde olarak kullanılmasıyla fiber destekli adeziv
köprü ile rehabilite edilmesi uygun bulundu. Çekilen dişin kron kısmı servikal
hat bölgesinden kesilerek kök kısmından ayrılarak, fiber destekli adeziv
köprü restorasyon yapıldı. 14 yaşında erkek hasta ön dişlerindeki estetik
problem sebebiyle Başkent Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi’ne başvurdu.
Yapılan radyolojik ve klinik muayenede travma nedeniyle 11 numaralı dişin
avulse olduğu ve 21 numaralı dişte ise komplike olmayan kron kırığı olduğu
belirlendi. Hastanın yaşı nedeniyle ve estetik gereksinimlerini karşılamak
amacıyla 11 numaralı dişin fiber destekli adeziv köprü ile, 21 numaları dişin
ise direk kompozit rezin ile rehabilite edilmesine karar verildi. 11 numaralı
diş için kompozit rezin ile gövde hazırlandı, 21 numaralı diş kompozit rezin
ile restore edildi ve fiber destekli adeziv köprü yapıldı. Ön tek diş kayıpları
gibi uygun endikasyonlarda fiber destekli adeziv köprüler hızlı, estetik ve
ekonomiktirler. Ancak bu restorasyonların uzun dönem başarısı klinik olarak
takip edilmelidir.
116
Anahtar Kelimeler: Fiber, Adeziv, Estetik
28 Şubat 2020 11:15 Kanes
Bildiri 202
Hyaluronik Asidin Ortodontik Diş Hareketine
Etkisi:pilot Çalışma
Dler Mourad¹, Dler Mourad, Merve Göymen, Fatma Deniz Uzuner, Tuna
Önal, Mehmet İbrahim Tuğlu
1: Gaziantep Üniversitesi
Amaç: Bu araştırmanın amacı yüksek moleküler ağırlıklı hyaluronik
asidin(YMAHA)ve düşük moleküler ağırlıklı hyaluronik asidin(DMAHA)
ortodontik diş hareket hızına etkisini değerlendirmektir. Metod: Split mouth
yapılan bu çalışmada 18 Wistar Albino ratları iki gruba ayrıldı. Her bir grup,
7,14 ve 21 gün olmak üzere uç zaman noktasına karşılık gelen ve üç
hayvandan oluşan üç alt gruba ayrıldı. Her iki taraftaki maksiller birinci
molarların ortodontik olarak mesializasyonu, molarlar ve kesici dişler
arasında nikel titanyum closed coil kullanılarak sağlandı. Sağ tarafa GRUP
1’de YMAHA,GRUP 2’de ise DMAHA enjekte edildi. Sol tarafa ise her iki
grupta da normal salin (NS) enjekte edildi. Sıçanların maksiller dişlerinden
alınan silikon ölçüler 3 boyutlu (3D) tarayıcı ile tarandı. Dijital modellerin
palatal süperimpozisyonu ile diş hareket mesafeleri ölçüldü. Ayrıca , birinci
moların intraradiküler alanlarındaki yeni damar ve osteoklast oluşumuna
etkisi +1 ile +5 arası kör olarak yapılan histomorfometrik analiz ile
değerlendirildi. İstatistiksel analiz için SPSS 22.0 Windows sürümü kullanıldı.
Bulgular: 21. günde, Grup I deney tarafındaki diş hareketi miktarları, kontrol
tarafından 1.6 kat ve Grup II deney tarafından 1.2 kat daha büyük olarak
bulunmuştur(p <0.05). 21. Ve 14. günde, deneysel tarafların osteoklast sayısı
Grup I ve II'deki kontrol taraflarından daha yüksek olarak bulunmuştur. (p
<0.001, p <0.05). Sonuç: Özellikle YMAHA olmak üzere her iki Hyaluronik
asit türünün enjeksiyonu, osteoklastik aktiviteyi artırarak ortodontik diş
hareketini hızlandırabilir.
Anahtar Kelimeler: Hyaluronik Asit, Ortodontik Diş Hareketi, Hızlandırılmış
Dış Hareketi, 3 Boyutlu Model Analizi
117
28 Şubat 2020 11:30 Kanes
Bildiri 204
Ortodontik Tedavi Yapmak İçin Yasal Sınırlamalar Var
Mıdır?
Evrim Karadağ¹, Elif Ertaş, M. Hakan Özdemir
1: Muayenehane
Amaç: Bu çalışmanın amacı ülkemizde ilk olarak 1928 yılında yayınlanan
1219 sayılı Tababet ve Şuabatı Sanatlarının Tarzı İcrasına Kanun’u ve bu
kanuna 2011 yılında eklenen ve dişhekimliğinde uzmanlık ana dallarını
belirleyen Ek.14. Maddeyi incelemek, aynı zamanda 1956 yılında yayınlanan
Tababet İhtisas Nizamnamesi ile yasal bir uzmanlık dalı haline gelen
Ortodonti anabilim dalı ile ilgili ihlallere yasal açıdan genel bir bakış
sunmaktır. Meslekdaşlarımızı Ortodontik Tedavi yaparken kendilerini
bekleyen yasal sorumluluklar açısından bilgilendirmektir. Gereç Ve Yöntem:
Bu çalışmanın veri tabanını Resmi gazete’de yanımlanarak yürürlüğe giren
eski ve yeni uzmanlık yönetmelikleri ile dişhekimliği alan yazınından
derlenen uzmanlık ihlallerine ilişkin veriler oluşturmuştur. Veri tabanı
kronolojik olarak incelenmiş ve sistematize edilerek ortodonti uzmanlık
alanının yasal çerçevesi belirlenmeye çalışılmıştır. Aynı zamanda Adli Tıp
Kurumu’na intikal eden ortodontik tedavi ile ilgili davalara yaklaşım şeklinin
anlaşılabilmesi için uygulanan prosedür incelenmiş, örnek vakalar üzerinden
çıkarımlara gidilmiştir. Bulgular: Dişhekimliğinde uzmanlık ana dalları 1928
tarihli 1219 sayılı Tababet veŞuabatı Sanatlarının Tarzı İcrasına Dair
Kanunu’nun 2011 yılında yayınlanan Ek 14. Maddesinde ilan edilmiştir. Bu
maddeye göre dişhekimliğinde 8 adet uzmanlık alanı tanımlanmıştır. Aynı
maddede bu uzmanlık alanlarının görev ve yetki çerçevelerini belirleme
görevi Tıpta Uzmanlık Kurulu’na (TUK) verilmiştir. TUK 2017 yılında
“uzmanlık dallarının temel görev ve temel yetkilerinin çerçevesi hakkında ”
845 karar no ile yayınladığı raporda uzmanların temel görevleri ve yetkileri
dile getirilmiştir. Sonuç : Hekimler öncelikle ettikleri Hipokrat yemini gereği
“önce zarar verme” ilkesinden yola çıkarak mesleğinin saygınlığını gözetmeli
ve toplumun güvenini sarsacak uygulamalara itibar etmemelidir. Yasalarla
118
belirlenen görev ve yetki çerçevelerinin ötesinde vicdani sorumluluk bilinci
sınırlarımızı belirlemelidir.
Anahtar Kelimeler: Ortodontik Tedavi, Ortodonti Uzmanı, Tıpta Uzmanlık
Kurulu, Uzmanlıkların Yetki Sınırları, Dişhekimliği Uzmanlık Dalları
28 Şubat 2020 11:45 Kanes
Bildiri 205
Farklı Universal Adezivlerin Dentine Penetrasyon
Miktarlarının Bet (brunauer-emmett-teller) Tekniği
Kullanılarak Ölçülmesi
Ezgi Ölçer¹, Ömer Sağsöz, Yusuf Ziya Bayındır
1: Atatürk Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
Amaç: Bu çalışmanın amacı üç farklı universal adezivin, total etch ve self etch
modlarında dentin tübüllerine penetrasyon miktarlarının BET tekniği ile
ölçülmesi ve dentine makaslama bağlanma dayanımlarının
değerlendirilmesidir. Yöntem: Çalışmada dentin penetrasyon miktarlarının
ölçümü için 18 adet çürüksüz insan molar dişinden 1 mm kalınlığında dentin
kesitleri alındı. Adeziv uygulamasından önce dentin kesitlerinin yapılarındaki
boşluk hacimi BET cihazı ile ölçüldü. Daha sonra örnekler üç farklı adeziv
(3M ESPE Scotchbond Universal-SU, Kuraray Clearfil Universal Bond Quick-
CQ, GC G-Premio Bond-GP ) ve asitleme moduna (total etch [%35 fosforik
asit], self etch) göre rastgele 6 gruba ayrıldı (n=3).Her bir adeziv ajan üretici
talimatlarına göre dentin disklerin okluzal yüzeylerine uygulandı. Tekrar BET
ölçümleri alındı. İki ölçüm arasındaki fark resin penetrasyon miktarı (cm3/g)
olarak kaydedildi. Makaslama bağlanma dayanımı ölçümleri için 42 adet
çürüksüz insan molar dişi kullanıldı. Dişlerin okluzal yüzeyleri en derin mine-
dentin sınırının 1mm altından kesilerek dentin yüzeyleri açığa çıkarıldı.
Örnekler BET ölçümlerindeki gibi 6 gruba ayrıldı (n=7) ve adezivler
uygulandı. 4mm kalınlığında 4mm yüksekliğinde kompozit (SDI Ice)
restorasyonlar yapıldı. Örnekler 24 saat distile suda bekletildikten sonra bir
universal test cihazı (Model 3344; Instron) kullanılarak makaslama bağlanma
dayanımı değerleri ölçüldü. Veriler iki yönlü varyans analizi ve Tukey post
hoc testi ile analiz edildi. Bulgular: Rezin penetrasyon miktarları
119
değerlendirildiğinde adezivler arasında önemli bir fark bulunmazken
(p>0.05), bağlanma dayanımı değerleri açısından SU diğer iki adezivden
önemli derecede yüksek bağlanma değerleri gösterdi (p<0.05). Farklı
asitleme modlarına göre %35 fosforik asit uygulaması SU ve GP gruplarında
bağlanma değerlerini arttırıp resin penetrasyon miktarlarını azalttı. Rezin
penetrasyonu ile bağlanma kuvveti arasında yalnızca SU grubunda negatif
korelasyon bulundu. CQ grubunda ise %35 fosforik asit uygulaması ile self
etch moduna göre bağlanma değerleri azalırken rezin penetrasyon miktarı
arttı. Sonuç: Universal adezivlerin bağlanma dayanım değerleri BET
tekniğinden elde edilen rezin penetrasyon miktarlarıyla ilişkili değildir.
Çalışmadan elde edilen BET ölçümleri SEM ve mikro-BT ile desteklenmelidir.
Anahtar Kelimeler: Universal Adeziv,brunauer-emmett-teller , Makaslama
Bağlanma Dayanımı
28 Şubat 2020 13:30 Kanes
Bildiri 206
Locator Ve Magnetik Ataçman Sistemlerine Sahip
Mandibular İmplant Üstü Overdenture Protezlerin
Kemik Kaybı, Periodontal İndeks, Tamir Gereksinimi
Ve Hasta Memnuniyetinin Değerlendirildiği 5 Yıllık
Retrospektif Çalışma
Zeynep Şaşoğlu Karacalar¹, İkbal Leblebicioğlu Kurtuluş, Duygu Kılıç, Ravza
Eraslan, Zeynep Şaşoğlu Karacalar
1: Erciyes Üniversitesi
Bu retrospektif çalışmanın amacı 2 farklı ataçman sistemine sahip hastaların
mandibular implant destekli overdenture protezlerinde kemik kaybı,
periodontal indeks ve hasta memnuniyetinin ortalama 5 yıllık bir kullanım
sonrası karşılaştırılmasıdır. En az beş sene önce tedavi edilen mandibular 2
implant üstü magnet ve locator tutuculu overdenture ve maksiller total
protez hastaları ve alt-üst konvansiyonel total protez hastaları için sistem
taraması yapıldı. Yapılan bu tarama sonrasında dahil edilme kriterlerine uyan
16 magnet tutuculu mandibular overdenture, 24 locator tutuculu
120
mandibular overdenture ve 25 konvansiyonel total protez kullanan hasta
yazılı onamları da alınarak çalışmaya dahil edildi. Grup 2 ve grup 3’teki
hastaların hepsinden kontrol röntgeni (OPTG) alındı ve periodontal cep
derinliği, sondalamada kanama, gingival indeks, plak indeksi değerleri
ölçülüp ortalamaları alındı. Hastanın sistemde mevcut olan ilk panoromik
filmi ile 5 yıl sonrasında alınan kontrol röntgeni karşılaştırılarak vertikal
periimplant kemik kaybına bakıldı. Tüm gruplara hastaların hayat kalitesi
değerlerinin ölçümü için OHIP-TR-14 anketi uygulandı. Hastaların
protezleriyle daha önce yaşadığı komplikasyonlar not edildi. Son aşamada
hastaların protezlerinde gerekli görülen düzenlemeler yapıldı.(besleme, kırık,
vuruk, tutuculuk kaybı, abutment değişimi). Sonuçlara göre ataçmanlar
arasında kemik kaybı ve periodontal sağlık açısından herhangi bir fark
bulunamadı.
Anahtar Kelimeler: Dental İmplant, Ovedenture Ataçman, Locater, Magnet,
Kemik Rezorbsiyonu, Ohıp-tr-14
27 Şubat 2020 09:00 Kanes
Bildiri 207
Carpenter Sendromu: Nadir Görülen Genetik Bir
Hastalık
Firdevs Kahvecioğlu¹, Firdevs Kahvecioğlu, Onur Şahin, Fahrettin Duymuş,
Tülün Çora
1: Selçuk Üniversitesi
Giriş: Carpenter sendromu, kraniyosinostoz, polisindaktili ile karakterize
1/1,000,000 insidansıyla son derece nadir bir genetik hastalıktır. Bu olgu
raporunda Carpenter Sendromunun ağız içi ve genetik bulguları
sunulmaktadır. Olgu Sunumu: Dokuz yaşında Carpenter Sendromu teşhisi
konmuş kız çocuk hasta, sol alt çene bölgesinde diş ağrısı nedeniyle
kliniğimize başvurdu. Oral muayenesinde çürük süt molar dişleri ve iki mobil
anterior süt dişi olduğu görüldü. Sınıf III maloklüzyonu, derin bir damak ve
tek taraflı çapraz kapanışı vardı. Sadece mandibular daimi kesici dişleri
sürmüştü ve bu dişlerde hipoplazik mine yapısı dikkat çekiciydi. Radyolojik
muayenede 35, 45, 16, 36, 46, 17, 27, 37, 47 dişlerinin konjenital eksik
121
olduğu görüldü. Hastamızın sahip olduğu tek daimi molar diş, sol üst birinci
azı dişiydi. Özellikle mandibular ikinci süt molar dişlerde diverjan kökler
vardı. Tedavi planlamasına göre 65, 84, 85 nolu dişler kompozit ile restore
edildi, madde kayıplı 55 ve mobilitesi olan 72, 82 nolu dişleri çekildi ve 75
nolu dişe kök kanal tedavisi uygulandı. Fizik muayenesinde akrosefali,
obezite, bilateral düşük kulaklar, uzun filtrum, yüksek damak, el ve ayaklarda
polisindaktili ve genu valgum deformitesi gözlendi. Hastanın kardiyak
konjenital malformasyonları nedeniyle düzenli olarak bir kardiyoloji
kliniğinde izlendiği öğrenildi. Anne ve babası arasında akrabalık olan
hastanın iki kardeşi ise sağlıklıydı. Hastaya RAB23 geni tüm gen dizi analizi
yapıldı ve insersiyon tipinde homozigot çerçeve kayması mutasyon tespit
edildi. Anne ve babasında da segregasyon analizi sonucu heterozigotluk
tespit edildi. İn siliko genetik analiz değerlendirmeleri sonucunda varyant
hastalık yapıcı olarak yorumlandı. Hastamızın ebeveynleri, ağız ve diş sağlığı
bakımı konusunda bilgilendirilmiş ve genetik danışma verilmiştir. Hastamızın
takipleri iki yıldır pedodonti kliniğimizde düzenli aralıklarla devam
etmektedir. Sonuç: Carpenter sendromunun tedavi planlamasını yaparken
çocuk diş hekimi, çocuk doktoru ve genetik uzmanının da dahil olduğu
multidisipliner bir yaklaşım gereklidir.
Anahtar Kelimeler: Carpenter Sendromu, Genetik, Rab23 Geni, Diverjan Süt
Dişi Kökleri
28 Şubat 2020 13:45 Kanes
Bildiri 209
Farklı Tekniklerle Üretilen Metal Altyapılar İle
Seramik Bağlanma İlişkisinin Değerlendirilmesi
Merve Cennet Altuntaş¹, Ayşegül Güleryüz Gürbulak
1: Sultanbeyli Adsm
Amaç: Günümüzde metal seramik restorasyonlar iyi performans ve estetik
sağlamaktadırlar.Son gelişmeler,metal altyapıların bilgisayar yardımlı
teknolojilerle üretilmesine izin vermektedir.Çalışmamızın amacı,metal-
seramik bağlanma dayanıklılığını incelemek,metal seramik arayüzünün
metalürjik yapısını değerlendirmek ve döküm,frezeleme ve selektif lazer
122
ergitme(SLM) sistemi ile hazırlanan Co-Cr alaşımların arayüz
karakteristiklerini SEM-EDX ve X-ray floresans spektroskopisi ile
karşılaştırmaktır.İki farklı lazer cihazı kullanılarak bunların seramik bağlanma
dayanımı ve altyapı yüzey özelliklerini nasıl değiştirdiğini değerlendirmek
diğer bir amaçtır.Ayrıca termal yaşlandırmanın metal-seramik bağlanma
dayanımı üzerindeki etkisi de değerlendirilecektir. Gereç ve Yöntem:
Çalışmamızda geleneksel döküm yöntemi,CAD-CAM yöntemi ve SLM
yöntemi ile üretilen 4 farklı kobalt-krom metal altyapının(n=24) kullanılması
amaçlandı.SLM yöntemiyle elde edilecek altyapılar 2 farklı selektif lazer
ergitme cihazı (CONSEPT ve SLM lazer) kullanılarak üretildi(N=96).Her bir
gruptan rastgele örnekleme metoduyla, oksidasyon yüzeyinin arayüz
morfolojisini izlemek için 1 örnek seçildi.Seçilen örnekler enerji dağıtıcı x-
ışını spektroskopisi ile birlikte SEM kullanılarak incelendi.Ayrıca X-ray
floresans spektroskopisi ile de yüzey incelemesi gerçekleştirildi.Kalan her bir
metal şerit örneğinin bir yüzeyinin orta hattına gelecek şekilde seramik
uygulandı. Her gruptaki örneklerin yarısına termal yaşlandırma
uygulandı.Tüm 8 gruptaki örnekler seramik yüklenmesi tamamlandıktan ve
yüzey işlemleri için seçilen örnekler ayrıldıktan sonra kalan 10’ar örneğe
metal-seramik bağlanma dayanıklılığının değerlendirilmesi için 3-nokta
eğme testi uygulandı.Seçilen birer adet metal seramik örneğin
arayüzleri,enerji dağıtıcı x-ışını spektroskopisi ile birlikte SEM cihazı
kullanılarak incelendi,ayrıca EDX analizleri yapıldı.Daha sonra istatistiksel
analiz gerçekleştirildi. Bulgular: Termal yaşlandırma uygulamasının
bağlanma dayanımı üzerindeki ana etkisi istatistiksel olarak anlamlı
değildir.Farklı metal altyapıların bağlanma dayanımı değişkeni üzerindeki
ana etkisi istatistiksel olarak anlamlıdır (p<0.001).Anlamlı farklılıklar
CAD/CAM- CONSEPT grubu (p<0.001),CAD/CAM-DÖKÜM grubu
(p<0,05),CAD/CAM-SLM grubu (p<0.001) ve DÖKÜM-SLM grubu (p<0,05)
arasında görüldü. Sonuç: Bağlanma dayanımı değerleri en yüksek CAD/CAM
(frezeleme) grubunda,en düşük bağlanma dayanımı değerleri SLM Lazer
grubunda ortaya çıkmıştır.Termal yaşlandırmanın metal seramik bağlanma
dayanımı üzerinde etkisi bulunmamıştır.Metal-seramik arayüzleri metalurjik
yapı olarak birbirinden farklıdır.Tüm gruplardaki ortalama bağlanma değeri
25 MPa’ın üzerinden bulunmuştur ve bu değer klinik olarak metal-seramik
bağlantısı için kabul edilebilirdir.
Anahtar Kelimeler: Bağlanma Dayanımı,termal Yaşlandırma,selektif Lazer
Ergitme,metal Seramik Restorasyon
123
28 Şubat 2020 14:00 Kanes
Bildiri 210
Hpv İle İlişkili Olmayan Multifokal İnflamatuar
Papiller Hiperplazi: Nadir Bir Vaka Raporu
Taha Aktaş¹, Özge Doğanay, Tuğçe Kıran, Doğan Dolanmaz
1: Bezmialem Vakıf Üniversitesi
Ağız boşluğu, normal anatomiyi temsil eden bazen de lezyon olan çeşitli
papiller mukozal oluşumların yerleştiği alandır. Papiller oral patolojiler
heterojen bir grubu içerir. İnflamatuar papiller hiperplazi histopatolojisi
sergileyen iyi huylu lezyonlara protez kullanımı, ağız hijyeninin kötü olması,
nadir görülen sendromlar ve viral enfeksiyonlar sebebiyle sıklıkla
karşılaşılmaktadır. 44 yaşında erkek bir hasta ile ilgili, hem klinik hem de
histopatolojik özellikleri multifokal kutanöz ve mukozal papillomatöz lezyon
görüntüsü olarak teşhis edilen ve polimeraz zincir reaksiyon analizi
sonrasında insan papillomavirüsü negatif bulunan bir olgu rapor
edilmektedir. Keratinize ve keratinize olmayan dokularda, oral mukoza ve
dudaklarda yaygın olduğu görülen çok odaklı papillomatoz lezyonlar bistüri
ile eksize edildi. Daha sonra, diyot yumuşak doku lazeri ile hiperplazik
bölgelerdeki derin dokular etkili bir şekilde ortadan kaldırılarak hareketli
protez kullanımı için ağız içi mukozası uygun hale getirildi.
Anahtar Kelimeler: İnflamatuar Papiller Hiperplazi, Oral Patoloji
27 Şubat 2020 17:00 Gültepe
Bildiri 213
Maksiller Ön Bölgedeki 2 Bitişik Dental İmplantın
Çıkış Profilinin Transfer Edilmesinde İki Farklı
Tekniğin Eş Zamanlı Kullanımı: Vaka Raporu
124
Emre Trabzonlu¹, İkbal Leblebicioğlu Kurtuluş, Zekeriya Taşdemir, Emre
Trabzonlu
1: Erciyes Üniversitesi
Diş eksikliklerde sabit implant restorasyonlarının kullanılması ilk tedavi
seçeneklerinden biri haline gelmiştir. Anteior bölgelerdeki diş eksikliklerinde,
implant kronunun ve yumuşak dokunun birbirleriyle ve çevredeki dişlerle
uyumlu görünümü başarılı bir tedavi sonucuna katkıda bulunur. Geçici
restorasyonla şekillendirilen yumuşak dokunun ölçüye transfer edilmesi
büyük önem taşımaktadır. Çıkış profilinin kalıcı restorasyona
aktarılmasındaki zorluk nedeniyle, özellikle iki bitişik implant durumunda
klinik başarıya ulaşmak daha karmaşık hale gelmektedir. İmplant
yerleştirilmesini takiben geçici restorasyonlarla yumuşak doku konturu
sağlamak için farklı yöntemler geliştirilmiştir. Bununla birlikte, literatürde, iki
bitişik diş için ölçü alırken hiçbir teknik bildirilmemiştir. Bu vakada, eksik sağ
santral ve lateral bölgesine implant ameliyatından sonra yumuşak doku
oluşturmak için splintli geçici restorasyon kullanan 52 yaşında, erkek bir
hastada; 2 bitişik dental implantın çıkış profilinin transfer edilmesinde iki
farklı tekniğin eş zamanlı kullanımı ile daimi restorasyon yapımı ve bir yıllık
takibi anlatılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Geçici Restorasyon,çıkış Profili,dental İmplant
28 Şubat 2020 13:45 Gültepe
Bildiri 216
Yapışık Dişeti Miktarını Arttıkmak İçin Kullanılan
Serbest Dişeti Grefti Ve Modifiye Apikale
Repozisyone Flep Tekniklerinin Karşılaştırılması:pilot
Çalışma
Melis Yılmaz¹, Melis Yılmaz, Nur Balcı, Hilal Toygar, Ali Çekici
1: Medipol Üniversitesi
Amaç: Yapışık dişeti periodontal sağlığın idamesinde rol oynayan önemli bir
komponenttir. Yapışık dişeti miktarını arttırmak için genellikle serbest dişeti
125
grefti(SDG) ve modifiye apikale repozisyone flep(MARF) cerrahi yöntemleri
uygulanmaktadır. Bu karşılaştırmalı vaka serisinin amacı SDG ve MARF
yöntemlerinin yapışık dişeti miktarını arttırmadaki etkinliğini kısa dönem için
değerlendirmektir. Gereç ve yöntem: Çalışmaya sistemik ve periodontal
olarak sağlıklı, toplam 15 katılımcı (kadın) ve 21 diş(SDG:10, MARF:11) dahil
edildi. Tedavi edilen bölgelerde yapışık dişeti miktarı en az 0.5 mm en fazla
1.5 mm idi. SDG ve MARF yöntemleri, dahil edilen vakalara rastgele(yazı-
tura) seçilerek uygulandı. SDG’den farklı olarak MARF mukogingival hattın
hafif koronalinden hatta pararlel olacak şekilde tek bir horizontal insizyon
sonrasında yarım kalınlık flap kaldırılan ve flebin periosta suture edilmesi ile
sonlandırılan cerrahi bir işlemdir. Tüm katılımcıların işlem yapılan
bölgelerinde periodontal indeksleri ((Plak indeks(PI), sondalanabilir cep
derinliği(SCD), sondalamada kanama indeksi (SKI), dişeti çekilmesi(DÇ) ve
yapışık dişeti(YD) miktarı)) kaydedildi. Tüm parametreler başlangıçta ve 3.
ayda ölçüldü. İstatsitiksel değerlendirmede gruplar arası karşılaştırmada
Student t testi kullanıldı. Bulgular: Başlangıç ve operasyon sonrası 3. Ay
ölçüm sonuçlarına göre her iki teknikte de keratinize doku miktarı ve yapışık
dişeti miktarı anlamlı derecede arttı. (p0.05) Yapışık dişeti miktarındaki artış
3 ile 5.5 mm arasındaydı. SDG ve MARF grupları arasında yapışık dişeti
miktarındaki artış açısından anlamlı bir farklılık yoktu (p0.05) Dişeti
çekilmesi miktarında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık gözlenmedi.
(p0.05) Sonuç: Bu pilot çalışmanın sonuçları ışığında MARF tekniğinin
keratinize dişeti genişliği ve yapışık dişeti miktarını arttırmada kullanılan
SDG kadar geçerli ve etkin olduğu düşünülmektedir. Uygulamanın diğer
mukogingival cerrahi işlemlere kıyasla daha basit ve hasta açısından
konforlu olması bu tekniğin tercih edilmesini sağlayabilir.
Anahtar Kelimeler: Dişeti Çekilmesi, Serbest Dişeti Grefti, Marf
28 Şubat 2020 11:45 Gültepe
Bildiri 217
Piezo Cerrahi İle Yapılan Alveolar Genişletmenin
Primer Stabilite Üzerine Etkisi: İn-vitro Çalışma
Ugur Mercan , Uğur Mercan
126
Amaç: Bu çalışmanın amacı; tek diş eksikliğinde piezo cerrahi ile yapılan
alveolar genişletme operasyonun primer stabilite üzerine etkisinin
incelenmesidir. Gereç ve Yöntem: Çalışmada 20 adet taze koyun kaburgası
kullanıldı. Her bir kaburgaya 7mm horizontal ve 10mm vertikal kesiler piezo
cerrahi ile yapıldı. N:10 olacak şekilde kaburgalar 2 gruba ayrıldı. Grup U;
Alveolar genişletmenin ultrasonic cihaz ile tamamlandıgı grup, grup C; klasik
yöntemlerle (keski ve çekiç) alveolar genişletmenin yapıldığı grup. Her iki
grupta genişletme tamamlandıktan sonra 1 adet 3.75mm çapında 10 mm
boyunda dental implant yerleştirildi. Primer stabilite ölçümleri Ostell ile
yapıldı. Bulgular: Primer stabilite ölçümleri değerlendirildiğinde; ultrasonic
cihaz ile alveolar genişlemenin tamamlandığı grupta (p:0.006) stabilite
değerlerinin klasik yöntem kullanılan gruba (p<0.05) göre istatistiksel olarak
anlamlı derecede yüksek olduğu gözlemlendi. Sonuç: Alveolar kemik
genişletmesi operasyonu ile beraber gerçekleştirilen tekli implant cerrahisi
sırasında genişletme işleminin ultrasonic cihazlarla yapılması primer
stabiliteyi olumlu yönde etkilemektedir.
Anahtar Kelimeler: Piezo Cerrahi, Alveolar Genişletme, İmplant, Primer
Stabilite
28 Şubat 2020 11:15 Gültepe
Bildiri 218
Temporomandibular Eklem Manyetik Rezonans
Görüntülemede ınsidental Paranazal Sinüs Patoloji
Bulguları
Damla Soydan¹,
1: Erciyes Üniversitesi
Amaç: Temporomandibular eklem manyetik rezonans görüntüleme
incelemelerinde tarama alanına giren pek çok anatomik bölge
bulunmaktadır. Bu bölge değerlendirilirken insidental olarak patolojik
bulgula izlenebilir. Diş hekimleri ve oral ve maksillofasiyal radyologların
çalışma alanına maksiller sinüs ve komşu yapıları sıklıkla dahil olur. Bu
retrospektif çalışmanın amacı TME manyetik rezonans görüntüleme MRG
incelemelerinde insidental olarak izlenen paranazal sinüs patolojilerini
127
incelemektir. Çalışmaya Erciyes Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Ağız Diş
ve Çene Radyolojisi bölümüne TME disfonksiyonu şikayetiyle başvuran
hastalara ait MRG kayıtları dahil edilmiştir. Yöntem: Çalışmaya Erciyes
Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Ağız Diş ve Çene Radyolojisi bölümüne
TME disfonksiyonu şikayetiyle başvuran hastalara ait MRG kayıtları dahil
edilmiştir. 1.5 T tarayıcı kullanılarak (Gyroscan Intera, Philips Medical
Systems, Hollanda) hastaların TME MRG imajları elde edildi. Sagittal, koronal
aksiyel T1- ve T2-ağırlıklı görüntüler elde edildi. Bir oral ve maksillofasiyal
radyolog tarafından görüntüler incelendi. Bulgular: 80 hastaya ait MRG kaydı
incelendi. Çalışmaya dahil edilen hastaların 9’u erkek (11,25%) 71’i (88,75%)
kadındı. Hastaların yaş ortalaması 41.2 olarak belirlendi.17 hastada (21,2%)
paranazal sinüste insidental bulgu tespit edildi. İzlenen patolojilerin tamamı
maksiller sinüste olduğu belirlendi. İnsidental bulgular sıralandığında; 11
hastada (13,75%) mukus retansiyon kisti, 6 maksiller sinüzit (7,5%) ve 1
(1,25%) hastada radiküler kist tespit edildi. Sonuç: TME MR görüntüleri
incelenirken maksiller sinüs patolojilerine insidental olarak sıklıkla rastlandı.
Bu görüntüler değerlendirilirken oral ve maksillofasiyal radyoloğun tarama
alanına giren insidental bulgular da değerlendirilip raporlanmalı ve hasta
gerekli bölümlere konsülte edilmelidir.
Anahtar Kelimeler: Temporomandibular Eklem, Manyetik Rezonans
Görüntüleme, Paranazal Sinüs
28 Şubat 2020 10:45 Gültepe
Bildiri 219
İki Güncel Self Adeziv Simanın Kısa Dönem Bağlanma
Dayanımlarının Değerlendirilmesi
Pınar Naiboğlu¹, Pınar Naiboğlu, Tuğba Serin Kalay
1: Karadeniz Teknik Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
Amaç: Bu çalışmanın amacı suda bekletilerek yaşlandırılmış dentin
yüzeylerine kendinden adezivli rezin simanların mikro-gerilim bağlanma
dayanımlarını değerlendirmektir. Gereç ve Yöntem: Çalışmada 16 adet
çürüksüz insan 3. molar dişi kullanıldı. Dişlerin minesi ve yüzeyel dentin
bölgesi uzaklaştırılarak orta dentin yüzeyi 600 grit SiC zımpara ile
128
zımparalandı. Dişler iki gruba ayrıldı. 8 mm çapında, 5 mm yüksekliğinde
silindir şeklinde kompozit rezin bloklar (Filtek Z250, 3M ESPE, ABD) 2 mm
kalınlığında tabakalar halinde hazırlandı. Her bir kompozit tabakası 40
saniye boyunca LED ışıkla (3M ESPE Elipar S10) polimerize edildi. Blokların
yüzeyleri 600 grit SiC zımpara ile cilalandı ardından yüzeylere %37’lik
fosforik asit (President, Almanya) uygulandı. Kompozit bloklar dentin
yüzeylerine kendinden adezivli rezin simanlar olan TheraCem (Bisco, ABD) ve
RelyX U200 Automix (3M ESPE, Almanya) ile simante edildi. Hazırlanan
numuneler 37°C’de %100 bağıl nem altında 24 saat boyunca saklandı.
Numuneler 1 x 1 mm kalınlığında çubuklar elde etmek için düşük hızlı elmas
testere kullanılarak kesildi. Her iki deney grubundan 20’şer adet çubuk
şeklinde örnek elde edildi. Test çubuklarının yarısı yükleme hızı 0.5 mm/dk
olan mikro-gerilim test cihazına (Bisco, Schaumburg, IL, USA) yerleştirildi ve
örneklere mikrogerilim bağlanma dayanımı (µTBS) testi yapıldı diğer yarısı
28 gün 37°C’de distile su içinde saklandı sonra µTBS testi örneklere
uygulandı. Koparılan örnek yüzeyleri stereo mikroskop ile analiz edildi. µTBS
verileri 2-yönlü ANOVA ve Bonferroni düzeltmesi ile analiz edildi (p˂0.05).
Bulgular: Ortalama µTBS verileri 24 saat sonra TheraCem 14,95 ± 2,89, RelyX
U200 Automix 13,92 ± 2,68, 28 gün sonra TheraCem 9,85 ± 1,43, RelyX
U200 Automix 8,95 ± 1,11 olarak bulundu. Suda bekletilmiş dentin
istatistiksel anlamlı olacak şekilde daha düşük µTBS değerleri gösterdi. Rezin
simanların kendi aralarında anlamlı farklılık bulunmadı. Tüm gruplarda en
çok adeziv başarısızlık gözlendi. Sonuç: Dentinin kısa dönem suda
bekletilerek yaşlandırılması self adeziv rezin simanların bağlanma
dayanımlarını olumsuz etkiledi.
Anahtar Kelimeler: Mikro-gerilim Bağlanma Dayanımı, Rezin Siman,
Kompozit Blok, Suda Bekletme
28 Şubat 2020 10:00 Gültepe
Bildiri 222
Farklı Temporomandibular Eklem Hastalıklarında
Kondiler Ve Ramal Asimetrilerin Karşılaştırılması
Mehmet Emrah Polat , Mehmet Emrah Polat, Mevlüde Polat
129
Amaç: Çalışmamızın amacı farklı Temporomandibular Eklem (TME)
Hastalıklarında Kondiler ve Ramal Asimetrileri değerlerinin
karşılaştırılmasıdır. Metod: Yaşları 15 ile 79 arasında değişen 91 hasta
üzerinde yapılan çalışmamızda hasta grupları şu şekildedir; 1: TME
Osteoartrit (TME-OA) Grubu (n:24), 2: Redüksiyonlu Disk Deplasman (RDD)
Grubu (n:26), 3: Redüksiyonsuz Disk Deplasman (RsuzDD) Grubu (n:20), 4:
Kontrol Grubu (n:21). Bütün hastaların kondiler, ramal ve total
(kondiler+ramal) asimetri indeksleri Habets in formülüne göre Panaromik
radyolgrafilerden hesaplanarak IBM SPSS istatistik programı ile Kruskal
Wallis H testi kullanılarak değerlendirilmiştir. Bulgular: Dört grup
karşılaştırmalarında total indeks (p:,110) ve yaş(p:,610) değişkenleri açısından
istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmazken, ramal (p:003) ve kondiler
(p:,034) asimetri indexleri gruplar arasında farklılık göstermiştir. Ramal
asimetri de anlamlı farklar TME-OA grubu ile RDD, TME-OA grubu ile
Kontrol grubu karşılaştırmalarında gözlemlenirken kondiler asimetri ise
sadece TME-OA grubu ile Kontrol Grubu arasındaki karşılaştırmada
gözlemlenmiştir. Sonuç: Çalışmamız sonucunda dejeneratif bir hastalık olan
TME-OA'nın kondiler ve ramal asimetri üzerine disk deplasmanlarına göre
daha fazla etkisinin olduğu, disk deplasman hastalarının kondiler asimetri
skorlarının kontrol grubuyla aralarında istatistiksel olarak anlamlı bir fark
olmadığı sonuçları bulunmuştur.
Anahtar Kelimeler: Tme, Kondil, Ramus, Asimetri
28 Şubat 2020 09:15 Gültepe
Bildiri 223
İmplant Çevresi Serbest Dişeti Grefti Uygulaması İle
Keratinize Dişeti Genişliğinin Artırılması
Gözde Vanlı Temizkanlı¹, Duygu Kılıç
1: T.c. Erciyes Üniversitesi
Amaç: Literatürde dental implantlar etrafındaki keratinize dişeti genişliği
yetersiz olan vakalarda protetik aşama sırasında ve oral hijyen pratiklerininin
uygulanmasında bazı olumsuzlukların meydana geldiğini gösteren ve
periimplant mukozitis tablosuyla başlayıp, implant kayıplarına kadar varan
130
patolojilerin oluştuğunu ifade eden çalışmalar bulunmaktadır ancak bu
görüşe karşı çıkan çalışmalar da mevcuttur. Keratinize dişeti genişliği
yetersizliğine özellikle alt çenenin ileri derecede rezorbe kretlerinde 33,43 no
lu dişsiz bölgelere overdenture protetik tasarım için uygulanan dental
implantlar etrafında sıkça rastlanmaktadır. Bunu gidermek adına serbest
dişeti grefti cerrahisi uygulanabilmektedir. Bu olgu sunumunda yer alan
hastalar 33, 43 no lu dişsiz bölgelere uygulanan implantlarının çevresindeki
keratinize dişeti bandının olmadığı/yetersiz olduğu tespit edilen vakalardır
ve uzun dönem başarı sağlanması adına keratinize dişeti genişliklerinin
artırılması hedeflenmiştir. Method:33, 43 no lu dişsiz bölgelerde bulunan
dental implantlar etrafındaki cerrahi alıcı yataklar keskin diseksiyon yapılarak
yarım kalınlık flep kaldırılması ise hazırlanmış, sert damaktan alınan serbest
dişeti greftleri alıcı bölgeye uyumlanarak 4.0 rezorbe olabilen sutur ile
immobil şekilde suture edilmiştir ve greftlerin bölgelerdeki stabilizasyonunu
artırmak adına protetik diş tedavisi kliniğince hazırlanan essix plak ölçü
postları ile implantlar üzerine vidalanmıştır. 14 gün sonra dikişler alınmış ve
takibe başlanmıştır. Ogmente edilen yumuşak dokuların fizyolojik tabloya
erişmesi ile birlikte protetik aşamaya geçilmiştir. Sonuç: Cerrahiden sonraki
1. 3. ve 6.ayda gerçekleştirilen kontrol randevularında implanları çevreleyen
yumuşak dokuların stabil olduğu saptanmıştır. Hastalar protezlerini
kullanırken herhangi bir ağrı şikayeti bildirmemekte, oral hijyen pratiklerini
optimum seviyede gerçekleştirebilmektedir. İmplant çevresi keratinize dişeti
genişliği yetersizliğinde uygulanan serbest dişeti grefti cerrahisi oldukça
başarılı bir yöntemdir.
Anahtar Kelimeler: Yetersiz Keratinize Dişeti Genişliği, İmplant Çevresi
Serbest Dişeti Grefti Cerrahisi, Periimplant Mukozitis, Uzun Dönem İmplant
Başarısı
28 Şubat 2020 09:00 Gültepe
Bildiri 228
Haller Hücresi Varyasyon Sıklığının Konik ışınlı
Bilgisayarlı Tomografi İle Değerlendirilmesi
Firdevs Asantogrol¹, Firdevs Aşantoğrol, Emin Murat Canger
1: Erciyes Üniversitesi
131
Amaç: Çalışmamızda sinonazal bölge anatomik varyasyonlarından olan
Haller hücresinin görülme sıklığını konik ışınlı bilgisayarlı tomografi (KIBT) ile
değerlendirmeyi amaçladık. Gereç ve Yöntem: Erciyes Üniversitesi Diş
Hekimliği Fakültesi, Ağız, Diş ve Çene Radyolojisi Anabilim Dalına paranazal
sinüs değerlendirmesi ile başvuran 150 hastanın KIBT görüntüleri üzerinden
bilateral olarak sinüsler (300 paranazal sinüs) retrospektif olarak incelendi.
Sinonazal polipozis, benign veya malign tümörü olan hastalar, geçirilmiş
burun ve sinüs cerrahisi ve travma öyküsü olan hastalar, konjenital anomalisi
olan hastalar çalışma dışı bırakıldı. Haller hücresinin varlığı, multiplanar
reformat görüntüler üzerinden koronal planda incelendi. Bulgular:
Çalışmamıza dahil edilen 150 hastanın 62’si (%41,3) kadın, 88’i (%58,7)
erkekti. Yaş ortalaması 40.5 olup, yaş aralığı 17 ila 85 arasında
değişmekteydi. Haller hücresi görülme sıklığı %15,8 olarak tespit edildi.
Sonuç: Paranazal sinüslerin anatomisinin ayrıntılı bir şekilde ortaya konması
hem tanı hem tedavi açısından önem arz etmektedir. Çalışmamızda Haller
hücresi varyasyonu sıklığı ortaya konulmuş olup bu varyasyonun maksiller
sinüzit oluşumuna katkı sağlayıp sağlamadığını araştıran ileri çalışmaların
yapılması gerekmektedir.
Anahtar Kelimeler: Haller Hücresi, Anatomik Varyasyon, Konik ışınlı
Bilgisayarlı Tomografi
27 Şubat 2020 17:45 Gereme
Bildiri 229
Adölesanlarda Temporomandibular Eklem
Dislokasyonlarının Manyetik Rezonans Görüntüleme
İle Değerlendirilmesi
Merve Turan¹, Merve Turan, Mehmet Öztürk, Emine Çalışkan, Hatice Arıöz
Habibi, Faruk Akgünlü
1: Selçuk Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
Amaç: Adölesan yaş grubunda MRG (Manyetik Rezonans Görüntüleme) ile
TME (Temporomandibular Eklem) dislokasyonlarının tipini ve disk yapısını
tanımlayarak, sıklıklarını ve cinsiyet ile ilişkisini değerlendirmeyi amaçladık.
Gereç ve Yöntem: Çalışmada yaşları 12-18 arasında değişen, 22’si erkek, 68’i
132
kız olmak üzere toplam 90 olgunun 180 TME-MRG’si retrospektif olarak
incelenmiştir. Görüntülemeler 1.5 Tesla MRG cihazında kinematik (dinamik)
yöntem kullanılarak gerçekleştirildi. Görüntülerin değerlendirilmesi iki
gözlemci tarafından ortak kararla yapılmıştır. TME dislokasyonları
redüksiyonlu ve redüksiyonsuz olarak iki, disk yapısı ise grade 0, 1, 2 olmak
üzere üç gruba ayrıldı. Cinsiyete ve tarafa (sağ-sol) göre redüksiyon tipi ve
disk yapısının sıklığı kıyaslandı. Redüksiyon tipi ile disk yapısı arasındaki ilişki
değerlendirildi. İstatiksel analizlerde betimleyici yöntemler ile birlikte Mann
Whitney U, Wilcoxon T ve Ki-Kare testleri kullanıldı. Bulgular: Dislokasyon
tipi ve disk yapısı bakımından cinsiyete ve tarafa göre (sağ-sol) farklılık
saptanmadı (her ikisinde, p>0.05). Toplam 180 TME’nin 66’sı (%36.6) normal
olup 52'sinde (%28.8) anteriora redüksiyonsuz, 66’sında (%34.4) ise anteriora
redüksiyonlu dislokasyon izlenmiştir. Disk yapıları olguların 66’sında (%36.6)
normal, 60’ında (%33.4) Grade 1, 54’ünde (%30) Grade 2 olarak dağılım
göstermiştir. Anterior redüksiyonlu dislokasyonların %90.3’ünde Grade 1,
%9.7’sinde Grade 2 disk yapısı, anterior redüksiyonsuz dislokasyonların ise
%7.7’sinde Grade 1, %92.3’ünde Grade 2 disk yapısı izlenmiştir. Sonuç: MRG
adölesan yaş grubunda TME dislokasyonlarının değerlendirilmesinde,
redüksiyonun tipi ve disk yapısı hakkında oldukça faydalı bilgiler
sağlamaktadır. Adölesan yaş grubunda TME dislokasyonları daha çok
kızlarda görülmektedir. Dislokasyon tipi ve disk yapısı tarafa göre farklılık
göstermemektedir. Anteriora redüksiyonlu dislokasyonda Grade 1 disk
yapısı daha sık saptanmış olup redüksiyonsuz dislokasyonlarda disk
yapısının bozulduğu görülmektedir.
Anahtar Kelimeler: Adölesan, Manyetik Rezonans Görüntüleme,
Temporomandibular Eklem.
27 Şubat 2020 14:30 Gereme
Bildiri 230
Frenektomi Operasyonu Sonrasında Genetiğin
Diastema Üzerindeki Etkisi: Bir Kesitsel Çalışma
Abdulsamet Tanik¹, Abdulsamet Tanik
1: Adıyaman Üniversitesi, Diş Hekimliği Fakültesi
133
Amaç: Bu çalışmada maksiller orta hatta anormal frenulumu olan hastaların
ailesel kalıtımın geçişi ve frenektomi operasyonu sonrasında genetiğin
diastema üzerindeki etkisinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Materyal ve
metod: Çalışmaya ön santral dişler arasında frenuluma bağlı diestema
oluşan 18-53 yaş aralığında 36 hasta(16 erkek ve 20 kadın) dahil edildi.
Hastaların ailesel geçişle ilgili tetkikler yapıldıktan sonra anormal frenulum,
frenektomi operasyonuyla uzaklaştırıldı. Hastaların başlangıç ve 10 ay
sonraki dişler arasındaki mesafe dijital kumpasla ölçüldü. Periodontal
durumun tespiti için çalışmaya katılan bütün hastaların ön kesici dişlerin 4
yüzeyinden cep derinliği ve yapışık diş eti miktarı ölçümü yapıldı. Toplanan
bilgilerden istatistiksel olarak analiz edildi. Bulgular: Bu çalışmada hastaların
% 38.89’unda kalıtımım ailesel geçiş yaptığı bulunulmuştur. Frenektomi
operasyonu sonrasında dişler arası mesafe ölçümünde, ailesel geçiş
gösteren hastalar ailesel kalıtımsal geçiş göstermeyenlere göre istatistiksel
olarak anlamlı fark olduğu bulunmuştur (p<0.05). Sonuç: Ailesel geçiş
gösteren anormal frenulum tutulumları dişler arasında diastemaya neden
olmaktadır. Bu nedenle anormal frenulumları frenektomi operasyonu ile
uzaklaştırmak dişler arasındaki diastemanın kapanmasına katkıda
bulunabilir.
Anahtar Kelimeler: Diastema, Anormal Frenulum, Frenektomi, Ailesel Kalıtım
Geçişi
27 Şubat 2020 14:45 Gereme
Bildiri 234
Farklı Polisaj İşlemleri Uygulanan Geçici Restorasyon
Materyallerinin Yüzey Pürüzlülüklerinin
Karşılaştırılması
Hasan Murat Aydoğdu¹, Pınar Yıldız, Damla Güneş Ünlü
1: Nuh Naci Yazgan Üniversitesi
Amaç: Bu çalışmanın amacı üç farklı yöntemle yüzey bitirme ve polisaj işlemi
uygulanan geçici restorasyon materyallerinin yüzey pürüzlülüklerinin
karşılaştırılmasıdır. Gereç ve Yöntem: Self-cure bis akrilik rezin (ArcryTemp,
n=30), self-cure PMMA (Temdent Classic, n=30) ve prefabrike PMMA
134
Cad/Cam bloğu (DuoCad Temp, n=30) olmak üzere üç farklı sabit geçici
restorasyon materyali kullanılarak, 15x18mm boyutlarında ve 2mm
kalınlığında örnekler oluşturuldu. Örnekler polimerizasyonun tamamlanması
amacıyla distile su içinde 24 saat bekletildikten sonra mavi kuşak hard frezle
bir dakika kaba tesviye; 180 ve 600 grid zımparalar ile 30’ar saniye kaba
polisaj uygulandı. Daha sonra farklı yüzey işlemleri için üçer gruba ayrıldı
(kontrol grubu, TDV Diamond Gloss ve Platon Polishing Paste) ve
numaralandırıldı (n=10). Polisaj gruplarında her örnek için angldruva ve keçe
uç kullanılarak 5.000 devirde 30 saniye polisaj işlemi uygulandı. Ardından
örnekler ultrasonik temizleyici cihazda distile su kullanılarak 90 saniye
temizlendi. Sonrasında tüm örneklere profilometre ile yüzey pürüzlülüğü
ölçümü uygulandı. Elde edilen veriler SPSS 15 paket program ile iki yönlü
ANOVA testi uygulanarak istatistiksel olarak değerlendirildi. Bulgular: Farklı
geçici restorasyon materyallerinden ölçülen pürüzlülük değerleri arasındaki
fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p<0.05). Pürüzlülük değerleri
yüksekten düşüğe doğru sırasıyla self-cure PMMA, Self-cure bis akrilik rezin
ve prefabrike PMMA Cad/Cam bloğu olarak ölçülmüştür. Kullanılan polisaj
patları birbiriyle ve kontrol grubuyla karşılaştırıldığında fark istatistiksel
olarak anlamlı bir fark görülmemiştir. Sonuç: Geçici restorasyon
materyallerinin yüzey pürüzlülüğü değerleri materyale göre farklılık
göstermektedir. Test edilen materyaller arasında en fazla pürüzlülük self-
cure PMMA ‘da görülmüştür. Kullanılan polisaj patları arasında pürüzlülük
üzerine etkisi bakımından bir fark bulunmamıştır.
Anahtar Kelimeler: Geçici Restorasyon, Polisaj, Pürüzlülük, Pmma
27 Şubat 2020 15:00 Gereme
Bildiri 235
İntraoral Estetik Parametrelerin Sorgulanmasında
Photoshop Bilgisayar Programının Kullanımı: Bir
Teknik Not.
Yunus Emre Özden¹, Yunus Emre Özden, Zeynep Özkurt Kayahan, Ender
Kazazoğlu
1: Yeditepe Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
135
Diş hekimliğinde estetik; subjektij bir olgudur. Optimal dişeti görünümü
miktarı, ortahat deviasyonlarındaki kritik sınır, diş dizilimi ve boyları gibi bir
çok estetik parametrenin standardizasyonunu sağlamak için çeşitli çalışmalar
yapılmıştır. Bu çalışmaların büyük kısmı in-vivo olarak planlanmıştır. Ancak
insan çalışmalarındaki önemli bir kısıtlılık standart modellerin
oluşturulmasındaki zorluktur. Bir alanda durum tespiti yapılmak istenirken,
diğer parametreleri sabitlemek; in-vivo çalışmalarda çoğu zaman mümkün
olmamaktadır. Gelişen teknoloji her alanda olduğu gibi diş hekimliğinde de
çeşitli kolaylıkları beraberinde getirmiştir. Photoshop; aynı fotoğraf karesini
katmanlara ayırarak; fotoğrafın belirlenen alanlar üzerinde değişim işlemini
mümkün kılabilen bir bilgisayar programıdır. Bu sayede aynı vakaya ait
fotoğraflar üzerinde bazı parametreler sabitken çeşitli parametreler
değiştirilebilir. Bu sunumun amacı; Photoshop bilgisayar programı
kullanarak tek bir fotoğraf üzerinde estetik parametrelerin nasıl
değiştirilebileceğini, fotoğraflar üzerinde kalibrasyon yapılarak nasıl
ölçümlerin yapılabileceğini; ön dişlerindeki diastemalar şikayetiyle
fakültemize başvuran hastanın tedavi planlaması üzerinde anlatmaktır.
Anahtar Kelimeler: Photoshop, Fasiyel Estetik, Gülüş Tasarımı
27 Şubat 2020 15:15 Gereme
Bildiri 237
Oral Kontraseptifler Ve Periodontal Dokular Üzerine
Olan Etkisi
F. Selin Şahinkaya¹, Ali Çekici, Nur Balcı, Selin Şahinkaya
1: İstanbul Medipol Üniversitesi
Amaç: Bu derlemenin amacı bilimsel literatürü oral kontraseptifler ve
periodontal dokuların ilişkisi açısından sistematik olarak değerlendirmektir.
Gereç ve Yöntem: Çalışmaların elektronik araştırması MEDLINE (PubMed),
EMBASE ve Web of Science tarama sistemlerinden yapıldı. Tam metin
taraması ve incelemeleri için alınan çalışmaların referans listeleri potansiyel
olarak uygun çalışmalar için el ile araştırıldı. Bulgular: Oral kontraseptiflerin
periodontal dokular ilelişkisini değerlendiren toplam 32 (klinik çalışma:11,
deneysel çalışma:7, derleme:14) yayın seçildi. Yayınlar değerlendirildiğinde
136
oral kontraseptiflerin yan etkileri arasında diş etlerinde inflamasyon ve
hiperplaziye yol açabildiği belirtilmiştir. Yapılan çalışmalarda; oral
kontraseptif kullanımı ile gingival inflamasyonda artış saptanırken ataçman
kaybı ile ilgili herhangi bir ilişki saptanamamıştır. Periodontal dokularda oral
kontraseptif (OK) içeriğinde bulunan östrojenler ve progesteronların hücre
içi bağlanma proteinleri tanımlanmıştır. Özellikle östrojenin fibroblast
proliferasyonunu arttırdığı bulunmuştur. Sonuç: Oral kontraseptifler ve
periodontal doku ve durum arasındaki ilişkiyi değerlendiren kısıtlı sayıda
çalışma bulunmaktadır. Çalışma popülasyonunun doğasının yanı sıra,
karmaşıklıklar göz önüne alındığında anlamlı analizler için yeterince çok
sayıda kişinin dahil edilerek yürütüldüğü sistematik çalışmalar
gerekmektedir.
Anahtar Kelimeler: Oral Kontraseptifler, Periodonsiyum, Dişeti Sağlığı,
Derleme
27 Şubat 2020 15:30 Gereme
Bildiri 238
İnsan β-defensinleri Ve Kronik Periodontitis
Arasındaki Korelasyonun Değerlendirilmesi: Derleme
Nur Atalay¹, Begüm Alkan
1: Medipol Üniversitesi
Amaç: Bu derlemenin amacı, periodontal inflamasyon sırasında, tükürük,
dişeti oluğu sıvısı ve periodontal dokularda gözlemlenen insan β-defensin
(HBD) seviyesi değişikliklerini güncel literatür eşliğinde değerlendirilmektir.
Materyal-Metot: Gelişmiş arama, “Abstract/Title/Keywords” kısmı ile
sınırlandırılıp, satırlara “beta‐defensin”,”human” ve “Periodontium or
periodontal or periodontitis” yazılmıştır. Veri tabanı olarak EBSCO, PubMed,
SAGE ve Scopus kullanılıp, 1998 yılından günümüze kadar yayınlanmış klinik
çalışmaların taraması yapılmıştır. Konuyla ilgili olduğu saptanan toplam 81
çalışmadan 72’sinin orijinal metni ve 9’unun bildiri özeti incelenmiştir.
Bulgular: Litertürü, ~%14 derleme/meta-analiz, ~%1 in-vivo, ~%28 in-vitro,
~%54 klinik (~%50 case-control,~%14 cross-sectional, ~%14 retrospektif,
~%18 prospektif, ~%2 cohort, ~%2 cross-over) çalışma oluşturmuştur.
137
Katılımcı sayıları 10 ila 4224 arasında değişkenlik göstermiştir. HBD-1(~%14),
HBD-2 (~%24), HBD-3 (~%13), HBD-4 (~%1) peptidleri, periodontal
çalışmalarda en sık değerlendirilen β‐defensin tipleridir. Periodontal
inflamasyonun, herhangi bir β-defensin alt grubuyla pozitif korelasyon
gösterme oranı ~%11’dir. Sonuç: Bu derlemeye göre; β-defensinler ve
kronik periodontitis arasındaki korelasyon sonuçlarınin, çalışmalar arasında
farklılık gösterdigi ve bu antimikrobiyal peptid türünün doğal bağışıklık
sistemindeki rolünün açıklanabilmesi için daha fazla çalışma yapılması
gerektiği görülmüştür.
Anahtar Kelimeler: Beta-defensinler, Derleme, Kronik Periodontitis.
27 Şubat 2020 15:45 Gereme
Bildiri 239
Bir Diş Hekimliği Fakültesine Kök Kanal Tedavisi İçin
Başvuran Hastaların Dental Anksiyete Düzeylerinin
Belirlenmesi
Sevda Tok¹, Leyla Benan Ayranci, Sevda Tok
1: Ordu Üniversitesi
Amaç: Bu çalışmanın amacı diş hekimliğine fakültesi endodonti kliniğine
başvuran hastaların kaygı düzeylerinin belirlenmesi ve verdikleri demografik
bilgilerle dental kaygılarının bağlantısını değerlendirmektir. Gereç ve
Yöntem: Bu çalışmaya Ordu üniversitesi Diş hekimliği fakültesi Endodonti
kliniğine başvuran 179’ u erkek (% 46,86) 203’ü kadın (% 53,14) olan n=382
hasta dahil edildi. Dental anksiyetenin değerlendirilebilmesi amacıyla
hastalara Modifiye Dental Anksiyete Skalası (MDAS) ve bağlantılı olabileceği
düşünülen bilgilere ilişkin soruları içeren anketler uygulandı. MDAS skor
değeri ≥19 olan bireyler yüksek dental kaygı düzeyine sahip olarak
belirlendi. Verilen demografik bilgiler ışığında da dental anksiyete değerleri
bu faktörlerle ilişkilendirildi. Bu çalışmada istatistiksel analizler NCSS
(Number Cruncher Statistical System) 2007 Statistical Software (Utah, USA)
paket programı ile yapılmıştır. Sonuçlar, anlamlılık p<0,05 düzeyinde
değerlendirilmiştir. BULGULAR: Kadın hastaların ≥19 MDAS(yüksek dental
kaygı ) değerleri erkek hastalardan istatistiksel olarak anlamlı derecede
138
yüksek bulunmuştur (p=0,001). İlköğretim, Lise ve Üniversite eğitim
gruplarının MDAS ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık
gözlenmemiştir (p=0,831). En son diş hekimine gitme nedeni muayene
kontrol olan bireylerin MDAS ortalamaları Ağrı ve Cerrahi İşlemler için giden
bireylerden istatistiksel olarak anlamlı derecede düşük bulunmuştur
(p=0,001, p=0,018). Daha önce yapılan kanal tedavilerinin değerlendirildiği
gruplarda Çok iyi olarak değerlendiren grubunun MDAS ortalamaları Orta
ve Kötü+Çok Kötü olarak değerlendiren gruplardan istatistiksel olarak
anlamlı derecede düşük bulunmuştur (p=0,024, p=0,049). SONUÇ: Bu
çalışmanın sonuçları kadın hastaların yüksek dental kaygıya sahip bireyler
arasında çoğunluğu oluşturduğunu (%85,19) göstermiştir. Daha önceki kök
kanal tedavilerini iyi ve çok iyi olarak değerlendiren bireylerin yüksek dental
kaygıya daha az sahip olduğu görülmüş, bu bilgiler ışığında hastaya
rahatsızlık hissi vermeyen endodontik tedavilerin çoğunlukta olduğu ve
gelişen teknik ve farmakolojik şartların hasta rahatının oluşturulmasında
etkili olduğu sonucuna varılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Dental Kaygı, Kök Kanal Tedavisi, Modifiye Dental
Anksiyete Skalası
28 Şubat 2020 09:00 Gereme
Bildiri 241
Mandibulada Gelişen Diffüz Skleroze Osteomiyelitin
Denosumab İletedavisi: Olgu Sunumu
Selin Çelebi¹, Canay Yilmaz Asan, Selin Çelebi, Ahmet Emin Demirbaş
1: Erciyes Üniversitesi
Giriş: Osteomiyelit daha çok uzun kemiklerde görülen mandibulayı
maksillaya göre daha çok etkileyen kemik iliğinin iltihabıdır.Diffüz skleroze
osteomiyelit (DSO) ağrı ve şişlikle karakterize yaygın görülen ve farklı tedavi
seçenekleri olan tipidir. Bu vaka raporunda DSO tanısı olan ve denosumab
ile tedavi edilen bir olgu sunulmaktadır. Vaka: Altmış yaşında kadın hasta
Erciyes Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Ağız, Diş ve Çene Cerrahisi
Anabilim Dalı’na sol mandibulada şiddetli ağrı, ekstraoral belirgin şişlik ve
fasiyal asimetri şikayeti ile başvurmuştur. Hastadan alınan anamnezde dış
139
merkezde yaklaşık 1 yıl önce implant tedavisi gördüğü, tedaviden sonra
ağrılarının başladığı ve 6 ay içerisinde alt çenede bulunan tüm implantlarını
kaybettiği öğrenilmiştir. Yapılan klinik muayenede sağ simfiz sol retromolar
bölge arasında vestibül korteksde belirgin ekspansiyon ve palpasyonda ağrı
olduğu tespit edildi. Hastanın visual analog scale (VAS) değerinin
maksimum olduğu gözlendi. Alınan volumetrik bilgisayarlı tomografi
görüntülerinde sağ mandibular simfiz ve sol mandibular korpus arasında
lokalize, radyopak, sklerotik kemik yapı tespit edildi. DSO düşünülen
hastadan alınan biyopsi sonucuna göre kronik sklerozan osteomiyelit tanısı
doğrulandı. Hastaya tedavi amacıyla literatürde de etkinliği ispatlanmış
RANKL inhibitörü olan denosumab tek doz olacak şekilde başlandı.
Denosumab etkinliğini değerlendirmek amacıyla aylık VAS skalası ile ağrısı
ve üç boyutlu fotoğrafları ile mevcut ekspansiyonun rezolusyonu takip
edildi. Hastanın 6 aylık takibinde alınan CBCT görüntülerinde mevcut
sklerotik yapının azaldığı VAS değerinin 0 olduğu ve yüzündeki asimetrinin
belirgin olarak iyileştiği gözlendi. Sonuç: DSO tekrarlayan şiddetli ağrı, şişlik
ve trismus gibi nedenlerle hastalarda fonksiyonel kısıtlılığa yol açabilir.
Tedavi sürecini kısaltmak ve başarılı ağrı kontrolü amacıyla denosumab gibi
ajanlardan faydalınılabilir. Ancak denosumabın yan etkileri hakkında fikir
sahibi olunmalı ve hastalar düzenli aralıklarla takip edilmelidir. Sonuç olarak
denosumab mandibuladaki DSO’nun tedavisinde etkili bir ajandır.
Anahtar Kelimeler: Diffüz Sklerozan Osteomiyelit, Denosumab
27 Şubat 2020 17:30 Gültepe
Bildiri 243
Submandibular Siyalolitlerin Lokasyonu Ve Hacimsel
Ölçümlerinin Değerlendirilmesi
Dilara Nil Tomrukçu¹, Taha Emre Köse
1: Recep Tayyip Erdogan University
Amaç: Tükürük bezi taşı, siyalolit, en sık görülen tükürük bezi
hastalıklarındandır. Sıklıkla submandibular bezin ya da kanalının içerisindeki
kalsifik yapılar olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu çalışmada; submandibular
siyalolitlerin hacimsel ölçümü yapılarak lokasyonlarının değerlendirilmesi
140
amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Araştırmada; asemptomatik, panoramik
radyografik muayenesinde tesadüfi olarak saptanan ve başka nedenlerle
konik ışınlı bilgisayarlı tomografileri (KIBT) alınan 12 adet hastada mevcut
siyalolitlerin yaş, cinsiyet, lokasyon dağılımına bakılmış ve hacimsel ölçümü
yapılarak, siyalolitlerin lokasyonu ile büyüklüğü arasında pozitif korelasyon
olup olamadığı değerlendirilmiştir. Veriler, SPSS programı ile istatistiksel
olarak analiz edilmiştir. Bulgular: Yaşla birlikte siyalolitlerin hacminin arttığı
bulunmuştur. Kadın ve erkek cinsiyetler arasındaki taşların hacimleri
arasında istatistiksel bir fark olmadığı bulunmuştur. Taşların sağ ve sol
bulunması ile hacimleri arasında korelasyon olmadığı görülmüştür.
Siyalolitlerin lingual korteks ile arasındaki mesafe arttıkça, taşların
panoramik radyografide ölçülen boyutlarının arttığı bulunmuştur. Panoramik
radyografide mesiodistal boyutları ölçülen taşların hacimleri ile arasında
pozitif korelasyon olduğu görülmüştür. Sonuç: Literatürde siyalolitlerin
hacmini ölçen bir çalışma bulunmamaktadır. Bu çalışma ile; siyalolitlerin
hacimlerinin yaşla birlikte arttığı ve panoramikte mesiodistal çapı geniş
olarak ölçülen taşların hacimlerinin de büyük olduğu gözlenmiştir. Aynı
zamanda siyalolitlerin lingual korteksle arasındaki mesafenin artışıyla,
panoramik ve KIBT’de ayrı ayrı ölçülen mesiodistal boyutlar arasındaki farkın
arttığı bulunmuştur.
Anahtar Kelimeler: Konik ışınlı Bilgisayarlı Tomografi, Siyalolit,
Submandibular Bez
28 Şubat 2020 09:45 Gereme
Bildiri 245
İskeletsel Sınıf ııı Hastanın Cerrahi Destekli Yüz
Maskesi İle Tedavisi
İhab Abbood¹, İhab Haitham Abbood Abbood, Ahmet Yağcı
1: Erciyes Universitesi Diş Hekimliği Fakültesi
Amaç: Bu çalışmanın amacı sagital ve transvers maksiller yetersizliği olan
sınıf III malokluzyona sahip bir vakanın cerahi destekli yüz maskesi ile
tedavisinin sunumudur. Gereç-Yöntem: Dokuz yıl on aylık kız hasta alt
çenesinin önde olması şikâyetiyle kliniğimize başvurdu. Klinik ve radyolojik
141
muayene sonucunda, negatif overjet ve mandibular protrüzyon ile birlikte
iskeletsel Sınıf III patern, (SNA açısı 81.1°, SNB 88.8° ANB -7.8°), prokline
maxiller keserler (U1-SN 117.8°, U1 – PP açısı 127.3°, U1-NA 36.8°) ve
azalmış dik yön boyutlarına sahip olduğu tespit edildi. Hastanın tedavisine
ilk olarak full-coverage bonded maksiller ekspansiyon apareyi uygulanarak
başlandı. Bir hafta sonrasında maxilla’nın lateral duvarları içeren komple
olmayan Le Fort I osteotomisi (Pterygoid palatlar ve maxilla’nın ön duvarı
sağlam bırakılarak) uygulandı. Takiben yüz maskesi uygulandı. Yüz maskesi
tedavisi 5 ay aktif ve 2 ay pekiştirme olmak üzere toplam 7 ay sürdü. Tedavi
sonunda 5 mm pozitif overjet elde edildi. Sonuç: Tedavi sonunda
sefalometrik analizler kranio-maksillomandibular ilişkide anlamlı değişiklikler
olduğunu gösterdi, (SNA 81.1° → 84.7°, ANB -7.8° → -3°). Maxiller keser
açılarına baktığımızda U1-SN (118.1°) açısı sadece 1 derece artarken, U1 –
PP (123.7°) ve U1-NA (33.4°) açısı ise azaldı. Başlangıç konveksite açısının -
20.9° olan değeri ise tedavi sonunda -7.2° olarak ölçüldü. Tartışma: Hastanın
estetik ve foksiyonu ciddi anlamda iyileştirildi. Cerrahi destekli yüz maskesi
kullanıldığında A noktasının ve dolayısıyla maksillanın öne gelme miktarı
artmış ve daha önemlisi yüz maskesinin yan etkisi olarak görülen üst keser
proklinansyonu bu vakada görülmemiş olup ilgili açılar korunmuştur.
Anahtar Kelimeler: Yüz Maskesi, Cerrahi Destekli, Sınıf ııı
28 Şubat 2020 10:00 Gereme
Bildiri 246
Gebelikte Maternal Vitamin D Eksikliğinin Gebelik
Sürecinde Diş Kaybı İle İlişkisinin Değerlendirilmesi
Mefküre Eraslan Şahin¹, Mefkure Eraslan Şahin, Erdem Şahin, İlknur Çöl
Madendağ, Yusuf Madendağ
1: Kayseri Şehir Hastanesi
Amaç: Gebelikte vitamin D eksikliği tüm dünyada giderek artmakta olup
özellikle ülkemizde daha sık olarak tespit edilmektedir. Vitamin D gebelik
sürecinde gerek maternal gerekse fetusun kalsiyum ve fosfor
metabolizmasını düzenleyen feto-maternal kemik sağlığını belirleyen en
önemli moleküldür. Mevcut çalışmanın amacı gebelerde Vitamin D eksikliğin
142
gebelik süresince meydana gelen diş kaybı ile ilişkisini araştırmaktır. Gereç
ve Yöntemler: Bu kesitsel çalışmaya 18-35 yaş arasında, tekiz gebeliği
bulunan, ek bir sistemik hastalığı olmayan ve gebeliğin 37. haftasından
sonra doğum yapan gebeler dahil edildi. Gebelerin vitamin D ve kalsiyum
seviyeleri doğum için kliniğe yatışları yapıldığı sürede değerlendirildi.
Toplam 130 gebe çalışmaya dahil edilmiş olup Vitamin D seviyelerine göre
gebeler iki gruba ayrıldı. Vitamin D eksikliği bulunun gebeler (n:92) ve
vitamin D seviyesi normal kontrol grubu (n:38). Vitamin E eksikliği için cut-
off değer 20 ng/mL (50 nmol/L) olarak kabul edilmiş olup vitamin d
seviyesinin 30 ng/mL üzerinde olması normal olarak kabul edildi. Çalışmanın
primer sonucu olarak gebelikte diş kaybı varlığı ve kayıp sayısı olarak
belirlendi. Bulgular: Çalışmaya toplam 130 gebe dahil edildi, vitamin D
eksikliği bulunan gebeler (n:92) ve vitamin D seviyesi normal kontrol grubu
(n:38). Gebelerin yaş, vücut kitle indeksi, etnik köken, nuliparite oranı,
geçirilmiş sezeryan hikayesi ve sigara kullanım oranları arasında istatistiksel
farklılık saptanmadı. Gebelerin biyokimyasal değerleri her iki grupta benzer
olarak saptandı. Vitamin D eksikliği bulunan grupta gebelikte diş kaybı
anlamlı derece yüksek olarak saptandı. Sonuç: Çalışmanın sonuçları
gebelikte vitamin D eksikliğinin gebelik sırasında diş kaybı ile ilişkili
olduğunu göstermektedir. Ülkemizde Sağlık Bakanlığı tarafından gebeliğin
12. haftasından itibaren 1200 IU (9 damla) vitamin D desteği önerilmekte
olup doğum sonrası 6. haftaya kadar devam edilmesi gerekmektedir.
Güvenliği, düşük maliyeti ve faydalı etkileri nedeniyle vitamini D seviyesinin
belirlenmesi ve gebelik süresince kullanımı feto-maternal kemik sağlığı için
gereklidir. Tablo 1. Gruplar arasında maternal demografik özelliklerin,
biyokimyasal değerlerin ve dış kaybı varlığının araştırılması Vitamin D
eksikliği
Anahtar Kelimeler: Gebelik, Vitamin D Eksikliği, Diş Kybı
28 Şubat 2020 10:15 Gereme
Bildiri 250
Retromolar Kanal Prevalansının Konik ışınlı
Bilgisayarlı Tomografi İle Değerlendirilmesi
143
Erkan Taner Çelikel¹, Hicazi Tolunay Ertürk, Füsun Yaşar
1: Selçuk Üniversitesi
Amaç: Retromolar kanal mandibulada üçüncü moların posteriorunda
görülen nadir bir varyasyondur. Mandibular kanal seyri sırasında nadiren
üçüncü moların distal hizasında dal verebilmektedir. Retromolar kanal olarak
adlandırılan bu varyasyon retromolar fossaya açılmakta ve içerisinde çok
sayıda ven, küçük arterler, sinir lifleri bulundurmaktadır. Bu nedenle
retromolar bölgedeki cerrahi girişimlerde göz ardı edilmemelidir.
Mandibular sinir anestezisindeki başarısızlıklarda retromolar kanal olma
ihtimali düşünülmelidir. Bu çalışmada amaç sınırlı Türk popülasyonundaki
retromolar kanal prevelansını incelemektir. Gereç ve Yöntem: Çalışmamıza
fakültemizde çeşitli nedenlerle çekilen konik ışınlı bilgisayarlı tomografi
(KIBT) görüntülerinden mandibular kanalın tam olarak gözlenebildiği ve
bölgede kist, tümör gibi patolojisi bulunmayan 218 hastanın görüntüsü
dahil edilmiştir. Yaşları 15 ila 72 arasında değişen 218 hastanın 104 (%47.70)’
ü erkek, 114 (%52.30)’ ü kadındır. Bu seçilen hastalar retromolar kanal varlığı
açısından değerlendirilmiştir. Bulgular: İncelenen 218 hastadan 28 (%12.84)
hastada retromolar kanal varlığı saptanmıştır. Bu hastalardan 15 (%53.57)’i
erkek 13 (%46.43)’ü kadındır. Retromolar kanalların 13 (%46.42) tanesi sağ
tarafta, 12 (%42.87) tanesi sol tarafta ve 3 (%10.71) tanesi bilateral olarak
gözlenmiştir. Sonuç: Retromolar bölgede planlanan implant işlemlerinde,
serbest sonlu vakalarda yapılacak protezlerde, sagital split osteotomisi veya
gömülü yirmi yaş çekimlerinde gelişebilecek komplikasyonlara önlem için
retromolar kanal varlığının ihtimali göz önünde bulundurulmalıdır.
Mandibular sinir anestezisinde de başarısızlıklara sebep olabilmektedir. KIBT
görüntüleri bölgenin retromolar kanal varlığı açısından değerlendirmede
önemli bir rol oynar ve bölge hakkında 3 boyutlu detaylı bir bilgi verir.
Planlanan tedavinin başarısı açısından bu bölgenin detaylı incelenmesi
önerilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Konik ışınlı Bilgisayarlı Tomografi, Mandibular Kanal,
Retromolar Kanal
28 Şubat 2020 10:30 Gereme
Bildiri 251
144
Süpernümerer Diş Sıklığının Retrospektif Olarak
Konik ışınlı Bilgisayarlı Tomografide İncelenmesi
Hicazi Tolunay Ertürk¹, Erkan Taner Çelikel, Füsun Yaşar
1: Selçuk Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
Amaç: Süpernümerer diş, 20 süt dişi ve 32 daimi dişe ek olarak ekstra diş
veya diş benzeri yapıdır. Bu ekstra dişlerin etiyolojisi hala belirsizdir.
Süpernümerer dişlerin etiyolojisi hakkında diş tomurcuğu ikiliği, diş
laminasının hiperaktivitesi, genetik ve çevresel faktörlerin bir kombinasyonu
dahil olmak üzere çeşitli teoriler önerilmiştir. Çok nadiren, aynı bireyde üç
veya daha fazla süpernümerer diş görülebilir. Genel olarak, süpernümerer
dişler, özellikle maksiller ön bölgede daimi bir dişin yer değiştirmesi veya
rotasyonu, anormal diastema, daimi dişin gecikmiş veya anormal kök
gelişimine, burun boşluğuna sürme ve kistik oluşumlara sebep olabilir.
Ayrıca perikoronit, dişeti iltihabı, periodontal apse gibi periodontal sorunlara
da neden olabilirler. Bu retrospektif çalışmanın amacı, supernümerer dişlerle
ilgili literatürü gözden geçirmek, konik ışınlı bilgisayarlı tomografi
kullanılarak süpernümerer diş varlığının fakültemizde muayene edilen
hastalarda prevalansını ve konumlarına göre dağılımını araştırmaktır. Gereç
ve yöntem: Fakültemiz arşivinden Ekim 2017-Aralık 2019 tarihleri arasında
alınan 409 kadın 343 erkek hastadan toplamda 752 konik ışınlı bilgisayarlı
tomografi taraması tarandı. Süpernümerer diş sayısı, hastaların yaşı ve
cinsiyetine ek olarak bir süpernümerer diş varlığının bulguları da kaydedildi.
Bulgular: 15 ve 65 yaşları arasında karma ve kalıcı dişleri olan 409 kadın 343
erkek toplam 752 muayene hastasından 11'inde (% 1.46) toplam 15
süpernümerer diş kaydedildi. Süpernümerer dişlerin çenelere göre
dağılımında mandibulada daha yüksek bir prevalans bulundu. mandibulada
%54 (n = 8) bulunurken, maksillada % 46 (n =7) bulundu. Süpernümerer
dişler en sık maxilla anteriorda görüldü. Süpernümerer dişlerin bilateral
simetriye göre dağılımı bilateral % 27 (n = 3) ve tek taraflı% 73 (n = 8)
olarak görüldü. Sonuç : Bu çalışmada süpernümerer dişlerin prevalansı
%1.46 dır. Süpernümer dişler erkeklerde kadınlara oranla daha sık, üst çene
bölgesinde alt çeneye göre daha sık görülmüştür. Konik ışınlı bilgisayarlı
tomografi süpernümerer diş vakalarında kesin lokalizasyon, tedavi
planlaması ve cerrahi operasyonlarda istenmeyen sonuçların ortaya
çıkmasını önlemek için çok önemlidir.
145
Anahtar Kelimeler: Konik ışınlı Bilgisayarlı Tomografi, Maksilla, Mandibula,
Süpernümerer
28 Şubat 2020 10:45 Gereme
Bildiri 252
Hastaların Gülme Hatlarınının Cinsiyete Ve Yaşa Göre
Dağılımlarının Değerlendirilimesi
Seray Akinci ,
Amaç: Bu çalışmada diş hekimliği fakültesine başvuran hastaları gülme
hattına gore sınıflandırmak ve cinsiyet ile yaş durumuna gore gülme hattı
dağılımlarını tespit etmek amaçlanmıştır. Gereç ve yöntem: Bu kesitsel
çalışma, 118 kadın, 82 erkek olmak üzere toplam 200 birey üzerinde
yürütülmüştür. Gülme hattı maksimim gülüş esnasında değerlendirilmiş ve
hastalar gülme hattına göre dört gruba ayrılmıştır: Düşük gülme hattı (grup
1), orta gülme hattı (grup 2), yüksek gülme hattı (grup 3) ve gummy smile
(grup 4). Çalışma popülasyonun yaş ve cinsiyete göre gülme hattının
dağılımı hesaplanmıştır. Bulgular: Klinik olarak değerlendirilen 200 hastanın
(yaş ortalaması: 38,20) %36’sının düşük gülme hattına; %22,5’inin orta gülme
hattına; %22’inin yüksek gülme hattına sahip olduğu gözlenmişken;
%14.5’inde ise gummy smile varlığı tespit edilmiştir. Gülme hattına göre
hastaların yaş ortalamaları grup 1 için 42,8; grup 2 için 38,9; grup 3 için 36,1
ve grup 4 için 27,6 olarak hesaplanmıştır. Düşük gülme hattına sahip kişilerin
%63’ünün; orta gülme hattına sahip kişilerin %30,9’unun; yüksek gülme
%25’inin ; gummy smile varlığı tespit edilen hastaların ise %27,5’inin erkek
olduğu gözlenmiştir. Sonuçlar: Bu sonuçların ışığında çalışma popülasyonun
çoğunluğunun düşük gülme hattına sahip olduğu, düşük gülme hattına
sahip kişilerin çoğunluğunun ise erkek olduğu tespit edilmiştir. Gummy
smile varlığı gözlenen hastaların en düşük yaş ortalamasına ve düşük gülme
hattı olan bireylerin ise en yüksek yaş ortalamasına sahip olduğu
bulunmuştur. Anahtar kelimeler: Aşırı gingival görünüm, gummy smile,
gülme hattı.
Anahtar Kelimeler: Aşırı Gingival Görünüm, Gummy Smile, Gülme Hattı.
146
28 Şubat 2020 11:00 Gereme
Bildiri 253
Diş Hekimliğinde Günübirlik Anestezi Uygulanan
Pediatrik Hastalarda Postoperatif Komplikasyonların
Değerlendirilmesi
Ebru Baydan¹, Seher Orbay Yaşlı, Dilek Günay Canpolat, Ebru Baydan
1: Üniversite
Amaç: Günübirlik anestezi uygulama sıklığı, hasta konforunu artırması,
hastanede kalış süresini ve maliyeti azaltması gibi avantajları nedeniyle
giderek artmaktadır. Çalışmamızda diş hekimliği bünyesinde, günübirlik
anestezi uygulanan pediatrik hastalarda postoperatif komplikasyonların
retrospektif olarak değerlendirilmesi amaçlandı. Yöntem: Çalışmamız Ocak-
Nisan 2019 tarihleri arasında, hastanemizde diş tedavileri günübirlik olarak
gerçekleştirilen, 3-10 yaş arası, toplam 215 pediatrik hasta dosyasının
retrospektif olarak değerlendirilmesiyle gerçekleştirildi. Hastaların
demografik verileri, ek problemleri, işlem için uygulanan anestezi tekniği
(genel anestezi veya sedasyon) ve postoperatif komplikasyonlar kaydedildi.
Veriler istatistiksel olarak değerlendirildi. Bulgular: Hastaların ortalama yaş
değerleri 6(min-max:3-10) yaş, ortalama kilo değerleri 20(min-max:12-31) kg
idi. Hastaların % 45.58’i kız, % 54.42’si erkekti. Hastaların 165’i ASA-I sınıfına
girerken, 50’si ASA-II sınıfına dahildi. Postoperatif komplikasyon görülme
sıklığı %7.45 idi. Postoperatif komplikasyon olarak en çok boğaz ağrısı(n=14,
% 6.51) vebulantı-kusma(n= 2, % 0.93) idi. Hastaların demografik verileri,
işlem süreleri, uygulanan anestezi şekli ve ek problemleri ile postoperatif
komplikasyonlar arasında ise istatistiksel olarak anlamlı fark yoktu. Tartışma
ve Sonuç: Tüm cerrahi prosedürlerin %51-65'ini günübirlik cerrahi ve
anestezi uygulamaları oluşturmaktadır. Bu oran her geçen günartış
göstermektedir. Literatürde, günübirlik cerrahilerde postoperatif
komplikasyon oranı%0.1-5.3 olarak bildirilmiştir. Bu çalışmada, postoperatif
komplikasyon oranının özellikle boğaz ağrısı lehine yüksek olması, işlemlerin
ağız içerisinde gerçekleştirilmiş olmasından kaynaklanmıştır.
147
Anahtar Kelimeler: Diş Hekimliği; Pediatrik Günübirlik Anestezi, Postoperatif
Komplikasyon
28 Şubat 2020 11:15 Gereme
Bildiri 256
İskeletsel Sınıf ııı Malokluzyona Sahip Bireylerde Hızlı
Üst Çene Genişletmesi Ve Yüz Maskesi Tedavisinin
Kondil Boyutları Üzerine Etkilerinin Değerlendirilmesi
Büşra Karadaş¹, Gökhan Türker
1: Erciyes Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
Amaç: Çalışmamızın amacı iskeletsel Sınıf III malokluzyona sahip bireylere
uygulanan hızlı üst çene genişletmesi ve yüz maskesi (HÜÇG+YM)
tedavisinin kondil boyutları üzerine etkilerinin iskeletsel Sınıf I malokluzyona
sahip ortodontik tedavi görmeyen bireyler ile karşılaştırılarak
değerlendirilmesidir. Bireyler ve Yöntem: Çalışmamıza büyüme-gelişim
döneminde olan ve iskeletsel Sınıf III malokluzyona sahip 17 birey (Çalışma
Grubu, 6 erkek ve 11 kız, ortalama yaş: 11,99 ± 1,16 yıl) ve iskeletsel Sınıf I
malokluzyona sahip 17 birey (Kontrol Grubu, 6 erkek ve 11 kız, ortalama yaş:
10,31 ± 1,29) dahil edilmiştir. Çalışma grubunda ortalama 0,93 ± 0,17 ay
süren HÜÇG + YM tedavisinin öncesinde (T0) ve sonrasında (T1) alınan
panoramik radyograflar üzerinde ölçümler yapılmıştır. Kontrol grubunda ise
farklı dental tedavi gereklilikleri nedeniyle ortalama 0,76 ± 0,14 ay ara ile
alınan T0 ve T1 panaromik radyografları üzerinde ölçümler yapılmıştır.
Kondiler yükseklik, alan ve çevre ölçümleri için AutoCAD bilgisayar programı
(AutoCAD, Autodesk Inc.; San Rafael, CA) kullanılmıştır. İstatistiksel analizde
parametrik veriler Paired Samples-t testi ve Independent Samples t-testi,
non-parametrik veriler Mann Whitney U testi ile değerlendirilmiştir.
Bulgular: Tedavi öncesi ölçümler değerlendirildiğinde kondil uzunluğunun
kontrol grubunda çalışma grubuna göre anlamlı derecede daha fazla olduğu
(p<0,05) görülürken, diğer ölçümlerde anlamlı bir farklılık olmadığı
görülmüştür. Tedavi sonrası ölçümler değerlendirildiğinde ise gruplar
arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık olmadığı belirlenmiştir. Tedavi
öncesi ve tedavi sonrası ölçümler karşılaştırıldığında kondiler yükseklik, alan
148
ve çevre ölçümlerinin her üçü için de kontrol grubunda istatistiksel olarak
anlamlı derecede bir artış (p<0,001) görülürken, çalışma grubunda anlamlı
bir değişiklik görülmemiştir. T0-T1 zaman aralığında kondiler yükseklik, alan
ve çevre boyutlarında oluşan farklar değerlendirildiğinde çalışma grubunda
alan ve uzunlukta kontrol grubuna göre anlamlı derecede daha az bir
değişim olduğu görülürken (p<0,05), kondil çevresinde ise anlamlı bir
değişim olmadığı görülmüştür. Sonuç:Kontrol grubu ile
karşılaştırıldığında,iskeletsel Sınıf III malokluzyona sahip bireylere büyüme-
gelişim döneminde uygulanan HÜÇG + YM tedavisinin mandibular kondil
büyümesini sınırladığı görülmüştür.
Anahtar Kelimeler: Yüz Maskesi, Panaromik Film, Kondil
28 Şubat 2020 11:30 Gereme
Bildiri 258
Geriatrik Tam-dişsiz Hastalarda Kullanılan Hareketli-
protez Çeşitlerinin Yaşam-kalitesine Ve Beslenmeye
Etkisi
Bahar Sayın , Kerem Kılıç, Firuzan Fırat Ozer, Sibel Akın
Amaç: Malnutrisyon riski yaşla beraber artan bir durumdur. Bununla beraber
malnutrisyon, geriatrik hastaların genel sağlığını ve yaşam kalitesini negatif
yönde etkilemektedir. Geriatric Oral Healt Assessment Index (GOHAI) ve
Mini Nutritional Assessment (MNA) bireylerin bu kompleks durumlarının
değerlendirilmesinde yardımcı olan anketlerdir. Çalışmamızın amacı tam
dişsiz 65 yaş üstü hastaların konvansiyonel tam protez ve farklı ataçmanlara
sahip implant tutuculu tam protez protez tipleriyle tedavisinin MNA ve
GOHAI üzerinde etkisi olup olmadığını belirlemektir. Gereç ve Yöntem: MNA
ve GOHAI anketleri 65 yaş üstü 54 adet tam dişsiz hastada (ortalama yaş =
68.35 ± 4.1) (10 alt-üst geleneksel tam protez, 10 üst tam alt magnet
tutuculu protez, 12 üst tam alt topuz tutuculu protez, 12 üst tam alt locator
tutuculu protez, 10 üst tam alt bar tutuculu protez) tedavilere başlamadan
önce ve tedavi bitiminden 6 ay sonrasında uygulanmıştır. Tedavi çeşitleri
arasındaki istatistiksel farklılık eşleştirilmiş-t testi, tek yönlü ANOVA ile
değerlendirilmiştir. MNA ve GOHAI arasındaki korelasyon pearson
149
korelasyon analiziyle belirlenmiştir. Bulgular: Başlangıç GOHAI (GOHAI A)
skoru ortalama 43.09 ± 8.16 olarak belirlendi. 6 ay sonrasındaki ortalama
GOHAI (GOHAI B) skoru ise 56.64 ± 5.63’ya yükseldi. GOHAI A skorları ve
GOHAI B skorları arasındaki fark istatistiksel olarak her protez çeşidi için de
anlamlı bulundu (p< 0.005). Protetik tedavi öncesinde yapılan MNA için
(MNA A) ortalama değer 25.19 ± 2.35 olarak hesaplandı. 6 ay sonrasındaki
ortalama MNA (MNA B) skoru ise 27.31 ± 2.07 değerine yükseldi. MNA A
skorları ve MNA B skorları arasındaki fark istatistiksel olarak geleneksel tam
protez grubu hariç diğer protez çeşitleri için anlamlı bulundu (p< 0.05).
Korelasyon testine göre pozitif yönde ve istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki
bulundu (p< 0.01). Sonuçlar: Yapılan protez çeşidi fark etmeksizin dişsiz
geriatrik hastaların tedavi edilmesi, beslenme durumlarının ve oral sağlık
algılarının artırılmasına önemli bir katkı sağladığı görülmüştür.
Anahtar Kelimeler: Mna, Gohaı, Tam Protez, İmplant Tutuculu Tam Protez
28 Şubat 2020 11:45 Gereme
Bildiri 261
Dişeti Kalınlığının Değerlendirmesinde Üç Farklı
Yöntemin Karşılaştırılması
Elif İnönü¹, Mediha Nur Nişancı Yılmaz, Bahar Füsun Oduncuoğlu
1: Başkent Üniversitesi
Amaç: Dişeti kalınlığı (DK), cerrahi prosedürlerden önce ve sonra tedavi
planlaması ve risk değerlendirilmesi açısından doğal dişlerin etrafında rutin
olarak değerlendirilmesi önemlidir. DK’nın değerlendirilmesinde farklı
yöntemler kullanılmakla beraber, hangi yöntemin en güvenilir olduğu
literatürde net bir şekilde belirtilmemiştir. Bu çalışmanın amacı; dişeti
kalınlığının belirlenmesinde Colorvue biyotip sondu, standart periodontal
sond ve görsel yöntemlerinin karşılaştırılmasıdır. Gereç ve Yöntem: Bu
kesitsel çalışmaya; 50 hasta dahil edilmiştir. Değerlendirmeye katılmayan bir
araştırmacı hastalardan görsel değerlendirme, standart periodontal sondun
ve Colorvue sondun sulkus içerisine yerleştirilmiş şekilde standart fotoğraflar
alındı. Diğer iki araştırmacı tarafından fotoğrafların rastgele gösterilmesiyle
dişeti kalınlığı kaydedildi. Görsel değerlendirme ile ince-kalın; standart
150
periodontal sond ile ince–kalın; Colorvue biyotip sondları ile ince-orta-kalın-
çok kalın olarak sınıflandırıldı. Bulgular: Çalışmaya 31 kadın (yaş
ort:24,42±2,94) ve 19 erkek (yaş ort: 24,00±3,09) dahil edilmiştir. Her bir
yöntem için her iki gözlemcinin sonuçları arasında istatistiksel olarak anlamlı
fark gözlenmemiştir. Ancak Colorvue biyotip sondu ve standart periodontal
sond sonuçları arasında anlamlı fark bulunmaktadır. Sonuçlar: Yeni ve
invaziv olmayan Colorvue biyotip sondlarının görsel ve standart periodontal
sondlama yöntemine göre daha hassas bir yöntem olabileceği
düşünülmektedir.
Anahtar Kelimeler: Dişeti Kalınlığı, Görsel Değerlendirme, Periodontal
Sondama
28 Şubat 2020 09:00 Kanes
Bildiri 264
Restoratif Diş Tedavisi Kliniğine Başvuran Hastaların
Dental Korku Ve Anksiyete Seviyelerinin
Değerlendirilmesi
Neslihan Çelik¹, Neslihan Çelik
1: Atatürk Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
Amaç: Dental anksiyete, diş hekimi randevularının ertelenmesine ve iptal
edilmesine sebep olan, dental tedaviyi zorlaştıran bir durumdur. Bu
çalışmada; Restoratif diş tedavisi kliniğine başvuran hastaların dental
anksiyete düzeyi ve ilişkili faktörlerin değerlendirilmesi amaçlanmaktadır.
Gereç ve Yöntem: Diş Hekimliği Fakültesi, Restoratif Diş Tedavisi kliniğine
başvuran hastalara (n=241) Dental korku skalası (DKS) ve Modifiye Dental
Anksiyete Skalası (MDAS) ile birlikte dental kaygının bağlantılı olabileceği
düşünülen faktörleri içeren anketler uygulandı. MDAS skor değeri ≥19 ve
DKS skor değeri >60 olan bireyler yüksek anksiyeteli olarak değerlendirildi.
Veriler SPSS 20 programında betimsel istatistiki yöntemler kullanılarak analiz
edildi. Bulgular: Çalışma grubunun %41.4’ ünü erkek, %58.6’sını kadın
katılımcılar oluşturmaktadır ve yaş ortalaması 30,74’dür. Katılımcıların %4.1’i
yüksek MDAS ve %7.9’u yüksek DKS skoruna sahiptir. Daha önce diş
hekimine gitme durumu ve sıklığı sorgulandığında, %5.4’ü hiç gitmemişken,
151
sadece %8.3’ü düzenli olarak 6 ayda bir kontrole gittiklerini belirtmiştir.
Şikayeti olduğunda gidenlerin oranı %58.5’tir. Cinsiyet, travmatik deneyim
ve diş hekimine gitme sıklığı ile dental anksiyete ve korku arasında anlamlı
farklılık tespit edilmemiştir (p>0.05). Yaş ile dental anksiyete ve korku
arasında anlamlı farklılık tespit edilmiştir (p<0.05). 18-20 yaş grubundaki
katılımcıların 40 yaş üstü katılımcılara göre anlamlı derecede daha yüksek
DKS ve MDAS skoruna sahip oldukları görülmüştür (p<0.05). Sonuç: Çalışma
bulgularına göre dental anksiyete diş hekimliğindeki gelişmelere rağmen
varlığını sürdürmektedir ve 18-20 yaş grubundaki bireylerde daha yüksek
seviyelerde karşımıza çıkmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Dental Anksiyete, Dental Korku, Restoratif Diş Tedavisi
28 Şubat 2020 13:30 Gereme
Bildiri 265
Kısa İmplant Uygulamasında Teknik Zorluklar Ve
Komplikasyonlar: Vaka Serisi
Fatih Taşkesen¹,
1: Erzincan Binali Yildirim Uni Dis Hek Fak
Amaç: Kısa implantların yerleştirilmesinde teknik zorlukların ve bu zorlukların
üstesinden gelmemize yardımcı olabilecek püf noktaları sunmak
amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntemler: Kısa implantların endikasyonları, tipleri
ve yerleştirme tekniği hakkında kısa bir genel bilgi literatür desteği ile
tartışılacaktır. Ayrıca, klinik deneyimlerimiz ve komplikasyonlarımız bu
konuda vaka serileri ile sunulacaktır. Sunum, kısa implantların yerleştirilmesi
ile birlikte teknik zorluklarda (implantın doğru pozisyonuna yerleştirilmesi,
uzunluğun belirlenmesi, implantların açılandırılması vb.) derinleştirilecektir.
Sonuç: Sunumumuzda aktarılacak bilgilerin, kısa implanta yeni başlayan
hekimlerin uygulamaları esnasında zorlukları aşmalarına yardımcı olabileceği
düşünülmektedir.
Anahtar Kelimeler: İmplant, Kısa İmplant.
28 Şubat 2020 13:45 Gereme
152
Bildiri 267
Sivas İlinde Yaşayan 10-17 Yaş Aralığındaki
Öğrencilerde Dmft İndeksi Ve İlişkili Faktörler
Alper Kaptan¹, Alper Kaptan
1: Cumhuriyet Üniversitesi
Amaç: Sivas ilinde yaşayan 10 ila 17 yaş grubu çocuklardaki DMTF İndeksini
tespit ederek bazı sosyo-demografik özellikler ve ağız sağlığına ilişkin
alışkanlıklar gibi değişkenlerle ilişkisini tespit etmektir. Gereç ve Yöntem:
Sivas ilindeki 11 okuldan (orta-okul ve lise) 514 çocuk üzerinde kesitsel bir
analiz yapıldı. Araştırmada verilerin toplanması için çocuklar okullarında
ziyaret edilerek, öğrencilerin ailelerinin sosyo-ekonomik durumlarını, diş
fırçalama ve diş çürüğüne sebep olan yiyeceklere yönelik beslenme
alışkanlıklarını ortaya koyacak anketler uygulandı sonrasında da öğrencilerin
intra-oral muayeneleri yapıldı. Elde edilen verilerden DMFT indeksi
hesaplandı ve istatistiksel analiz Mann-Whitney-U testi, Kruskal-Wallis testi
ve Kİ-Kare testi kullanılarak hesaplandı. Bulgular: Çalışmaya, yaşları 10-17
arasında değişen (yaş ortalaması 14,36±2,04) 268’i kız 246’ı erkek olmak
üzere toplamda 514 çocuk dahil edilmiştir. Tüm öğrencilerin diş çürüğü
prevalansı %46,1 olarak saptanırken, kızlarda %44,5, erkeklerde %47,8 olarak
saptanmıştır (DMFT>0). Öğrencilerin ortalama DMFT değeri (1,73±1,60) ve
ortalama DMFS değeri (1,81±2,36) bulunmuştur. Öğrencilerin tükettiği çay,
portakal suyu, asitli içecekler, meyveli soda ve enerji içeçeği ile DMFT, DMFS
değerleri arasındaki ilişki incelendiğinde istatistiksel olaran önemli
bulunmuştur (p<0.05). İçecek tüketim alışkanlıkları incelendiğinde pipet
kullananlarda ve gece yatmadan önce içecek tüketenlerde DMFT, DMFS
değerleri istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p<0.05). Şeker tüketim
sıklığı ile DMFT, DMFS değerleri karşılaştırıldığında, farklılık istatistiksel
olarak önemli bulunmuştur (p<0,05) Öğrencilerin diş hekimi kontrolü ve diş
fırçalama sıklıkları ile DMFT, DMFS değerleri istatistiksel olarak anlamlı
bulunmuştur (p<0.05). Ailelerin eğitim düzeyi ve sosyoekonomik düzeyleri
ile DMFT, DMFS değerleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki
bulunmamıştır (p>0.05). Sonuçlar: Sivas ilinde 10-17 yaş çocuklarda tespit
edilen çürük diş oranı DSÖ' nün 21. yüzyıl için hedefi olan 1.5 değerinden
fazla bulunmuştur. Koruyucu diş hekimliği ve tedavi hizmetlerinin eğitim
153
programları ile desteklenerek çocuklara yönelik yaygınlaştırılması, düzenli
diş hekimi ziyaretlerinin altı aylık aralıklarla yapılmasının sağlanması
ülkemizde çürük prevalansının azalmasına katkı sağlayacaktır. Anahtar
Kelimeler: Ağız-diş sağlığı, DMFT, çürük,
Anahtar Kelimeler: Ağız-diş Sağlığı, Dmft, Çürük
28 Şubat 2020 14:00 Gereme
Bildiri 268
Diş Hekimliği Fakültesi Öğrencilerinde Dental
Anksiyete Düzeyinin Belirlenmesi
Hatice Yemenoğlu¹, Oğuz Köse
1: Rteü Diş Hekimliği Fakültesi
Amaç: Bu çalışmada, diş hekimliği fakültesi öğrencilerinin ağız bakımı
alışkanlıklarını ve dental anksiyete seviyelerini karşılaştırılmalı olarak
değerlendirmeyi amaçladık. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya, fakültemizin 1.
sınıf (n=54), 2. sınıf (n=96), 3. sınıf (n=39), 4. sınıf (n=48) ve 5. sınıflarında
(n=39) eğitim gören toplam 276 öğrenci katıldı. Öğrencilerden hazırlanan
anket formlarını doldurmaları istendi. Anket formlarının ilk bölümünde
cinsiyet, yaş, sigara kullanımı, diş hekimine gitme sıklığı, diş fırçalama sıklığı,
diş hekimine gitme nedeni ve diş fırçalama alışkanlıkları ile ilgili sorular
bulunurken, ikinci bölüm Modifiye Dental Anksiyete Skalası (MDAS)’ndan
oluşmaktadır. Bulgular: Bu çalışma; 154’ü (%55.8) kadın ve 122’si (%44.2)
erkek olmak üzere toplam 276 öğrenci üzerinde yapıldı. Öğrencilerin MDAS
skorları 5 ile 25 arasında değişmekteydi. Gruplar arasında MDAS puan
ortalamaları açısından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulundu
(p<0.05). Çalışmaya katılan bireylerin % 4,35’inde yüksek dental anksiyete
tespit edildi. Diş hekimine gitme sıklığına en çok verilen cevap % 68.1 oranı
ile ara sıra olurken, diş hekimine başlıca gitme nedeninin % 46.7 ile kontrol
amaçlı olduğu görüldü. Diş fırçalama sıklığı ise % 67 oranında günde 2 kez
ve daha fazla olarak bulundu. Tedaviyi erteleme oranı preklinik
öğrencilerinde klinik öğrencilerine göre daha yüksek bulundu. Sonuç:
Yapılan çalışmanın sonuçlarına göre, ikinci sınıf öğrencilerinin dental
anksiyete düzeyi diğer sınıflara göre daha yüksek bulundu. Anksiyete
154
seviyesinin ve tedaviyi erteleme oranının klinik öğrencilerinde daha az
olması, diş hekimliği eğitiminin, dental anksiyete ve korku seviyesinin
azalmasında etkili olabileceğini göstermektedir.
Anahtar Kelimeler: Dental Anksiyete, Modifiye Dental Anksiyete Skalası
27 Şubat 2020 17:15 Gültepe
Bildiri 269
Farklı Sinterleme Prosedürleri Ve Kumlama İşlemi
Uygulamaları Sonrasında Zirkonyanın Yapısında,
Seramik Bağlantısında Ve Fiziksel Özelliklerinde
Meydana Gelen Değişikliklerin İncelenmesi.
Türker Akar¹,
1: Binali Yildirim Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
Amaç: Farklı sinterleme parametreleri sonrasında zirkonyanın yapısında
değişiklikler oluşmaktadır. Bu çalışma, farklı sinterleme protokollerinin
uygulanmasıyla üretilen zirkonya örneklerin fiziksel özellikleri ve uygulanan
yüzey işlemi sonrası elde edilen makaslama bağlantı dayanım değerlerini
kıyaslamayı amaçlamaktadır. Gereç ve Yöntem: Translusent 40 zirkonya
örnek (7x3mm) sinterleme protokollüne göre 2 farklı gruba (1480 0C’ de 180
dk; 1510 0C’ de 30 dk) ayrıldı ve elde edilen numunelere yüzey işlemine
göre 2 farklı alt gruba ayrıldı: kontrol ve kumlama grubu (n:10). Her gruptan
birer örneğin XRD incelemesi, her bir alt gruptan birer örneğin ise SEM
incelemesi yapıldı. Zirkonya örnekler üzerine (5x3 mm) boyutlarında seramik
uygulandı ve makaslama bağlantı dayanım testleri üniversal test cihazında
gerçekleştirildi. Kırılma şekillerinin tespiti ise görsel olarak değerlendirildi.
Biaksiyel bükülme dayanım testi için (15x1,3 mm) boyutlarında hazırlanan 20
örnek üniversal test cihazında değerlendirildi (n:10). Veriler çift yönlü
ANOVA ve Bonferroni Post hoc testleri kullanılarak değerlendirildi (P<.05).
Bulgular: Yüzey pürüzlülük değerleri açısından gruplar arasında istatistiksel
olarak herhangi bir farklılık tespit edilmezken, bağlantı değerleri açısından
en yüksek bağlantı değerinin düşük ısı derecesinin uygulandığı ve kumlama
işleminin tatbik edildiği örneklerde elde edildi. (33.65±1.37 MPa). Yüksek
155
ısının uygulandığı sinterleme grubunda daha yüksek biaksiyel eğilme
dayanım değeri tespit edildi. (980.87±38.43 MPa). Sonuç: Her ne kadar
yüksek ısının uygulandığı kısa süreli sinterleme işlemiyle fiziksel olarak daha
kuvvetli bir zirkonya elde edilse de uzun sürede ve düşük ısıda sinterlenen
zirkonya ile seramik arasındaki bağlantı daha kuvvetli olmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Zirkonya, Kumlama, Bağlanma Dayanımı.
27 Şubat 2020 17:45 Gültepe
Bildiri 270
Tam Dişsiz Genç Hastanın “malo Brıdge” İle
Rehabilitasyonu: Olgu Sunumu
Ahsen Gülnar¹, Subutay Han Altıntaş, Onur Yılmaz
1: Üniversite
Amaç: Günümüzde tam dişsiz hastaların implant destekli sabit veya hareketli
protezler ile rehabilitasyonu mümkün olmakla birlikte hareketli protez
kullanmak istemeyen genç hastalarda implant destekli sabit protezler altın
standart olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu olgu sunumunda tam dişsiz genç
hastanın Malo Bridge tekniği kullanılarak implant destekli sabit bir hibrit
protez ile protetik rehabiltasyonu anlatılmaktadır. Materyal metod: Dişsizlik,
estetik, fonksiyon ve fonasyon kaybı sebebiyle kliniğimize başvuran ...
yaşındaki erkek hastanın intraoral muayenesinde dişlerinin olmadığı, arklar
arası mesafesinin artmış olduğu ve kretler arası çapraz ilişkiye sahip olduğu
tespit edildi. Her iki çeneye 5’er adet implant yerleştirildi. Custom abutment
üzerine kesilmiş diş formu verilmiş titanyum altyapı, üst yapıda ise kompozit
ve metal seramik kronlardan oluşan Malo bridge tekniği ile hibrit protez
yapılmasına karar verildi. Bulgular: Çapraz kapanışa bağlı olarak vida
deliklerinin estetik problemler oluşturabileceği düşünülerek Malo bridge
olarak bahsedilen implant destekli hibrit protez tercih edilmiştir. Sonuç:
Malo bridge dizaynı ile hastanın estetik, fonksiyon ve fonasyon kaybı
giderilmiş, hasta konforu ve hayat kalitesi artırılmış, hasta beklentileri
karşılanmıştır.
Anahtar Kelimeler: Hibrit Protez, İmplant, Malo Bridge
156
28 Şubat 2020 09:15 Kanes
Bildiri 273
Bir Diş Hekimliği Fakültesi Öğrencilerinin Dental
Kaygı Ve Korku Düzeylerinin Değerlendirilmesi
Merve İşcan Yapar¹, Merve İşcan Yapar
1: Atatürk Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
Amaç: Bu çalışmanın amacı klinik ve klinik öncesi diş hekimliği öğrencileri
arasındaki dental kaygı-korku düzeylerini karşılaştırmaktır. Gereç ve
Yöntemler: Bir diş hekimliği fakültesinden 225 öğrenci (103 klinik, 122
preklinik) çalışmaya dahil edildi. Öğrencilerden üç grup sorudan (demografk
özellikler, modifiye dental anksiyete/MDAS ve dental korku/DKS) oluşan
anket formlarını doldurmaları istenildi. MDAS skor değeri ≥19 olan
öğrenciler yüksek dental kaygı düzeyine sahip olarak değerlendirildi. DKS
skorlarına göre; 80 puan üstü aşırı yüksek anksiyeteli, 60-80 puan arası
yüksek anksiyeteli, 40-60 puan arası ılımlı anksiyeteli ve 40 puanın altı düşük
anksiyeteli olarak değerlendirildi. Bulgular: Modifiye dental anksiyete
skalasına göre preklinik öğrenclerinin oralama skoru (11.25), klinik
öğrencilerinin ortalama skorundan yüksektir (10.26). Ancak klinik grupları
arasındaki bu fark istatistiksel olarak anlamlı değildir.(p>0,05) Dental korku
skalasına göre ise preklinik öğrencilerinin ortalama skoru (43.20), klinik
öğrencilerinin ortalama skorundan yüksektir (39,4). Ancak bu farklılık da
istatistiksel olarak anlamlı değildir. (p>0,05) Dental korku skalası puanlarına
göre 9. ve 14. sorulara verilen cevaplarda klinik gruplarına göre istatistiksel
olarak fark vardır. (p<0,05) Modifiye dental anksiyete skalası punlarına göre
ise 4. Soruya verilen cevapta klinik gruplarına göre farklılık vardır. (p<0,05)
Sonuç: Preklinik öğrencilerinin dental anksiyete ve korku düzeyleri klinik
öğrencilerine göre daha yüksek bulundu. Bu durum klinik öğrencilerinin diş
hekimliği konusunda daha fazla bilgi ve tecrübeye sahip olmasından
kaynaklanabilir.
Anahtar Kelimeler: Anksiyete, Diş Hekimi Korkusu, Diş Hekimliği Öğrencileri
28 Şubat 2020 14:00 Gültepe
157
Bildiri 274
Peri-implant Doku Sağlığını Etkileyen Faktörlerin
Değerlendirilmesi: Retrospektif Bir Çalışma
Esra Bozkurt¹, Esra Bozkurt, Mustafa Özay Uslu
1: İnönü Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
Amaç: İmplant uygulamalarının yaygınlaşması ile peri-implant yumuşak
doku hastalıkları diş hekimliğinde artan bir sorun haline gelmiştir.
Çalışmanın amacı, fonksiyonel yükleme yapılmış implantlarda, peri-implant
yumuşak doku sağlığını etkileyen faktörleri retrospektif olarak
değerlendirmektir. Gereç-yöntem: Çalışmaya 2016 Mart ayı ile 2018 Aralık
ayı arasında kliniğimizde implant cerrahisi uygulanmış ve fonksiyonel
yüklemesi üzerinden en az 1 yıl geçmiş hastalar dahil edildi. İmplant çevresi
yumuşak doku sağlığı, sondalama derinliği(SD) ve klinik ataşman kaybı(KAK),
plak indeksi(Pİ), gingival indeks(Gİ), dişeti çekilme miktarı(DÇ), keratinize
dişeti dikey genişliği(KDDG) ve dişeti kalınlığı(DK) gibi periodontal
parametreler kullanılarak değerlendirildi. Yapılan klinik ölçümler ve
radyolojik değerlendirmeler sonucunda peri-implant dişeti sağlıklı,
mukozitis ve periimplantitis olarak sınıflandırıldı. Aynı zamanda hastaların
periodontal sağlık durumları, restorasyon tipi, sigara içme durumları
kaydedildi. İstatistiksel analizler için NCSS (Number Cruncher Statistical
System) 2007 (Kaysville, Utah, USA) programı kullanıldı. Bulgular: Çalışmaya
dahil edilen 161 hastada 646 peri-implant yumuşak doku incelenmiştir.
Ortalama takip süresi 25,8 aydır. Erkeklerde periimplantitis görülmesinin
kadınlardan yüksek olması istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur(p<0,01).
Sigara içenlerde periimplantitis görülmesinin içmeyenlerden yüksek olması
istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur(p<0,01). Doku kalınlığı ince olan
grubun diş eti çekilme miktarı kalın olan gruba göre yüksek olması
istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur(p<0,01). Sonuç: Sonuç olarak,
implant tedavisi günümüzde çok tercih edilen, konforlu, fakat maliyetli bir
tedavi seçeneği olup, hastanın sistemik ve lokal açıdan değerlendirilmesi
tedavinin başarısı için büyük önem arz etmektedir. Bununla birlikte
hastaların da destekleyici periodontal tedavi kapsamında düzenli diş hekimi
kontrollerine gitmelerini ve ağız hijyen seviyelerini maksimum düzeyde
idame etmelerini sağlamak gerekmektedir.
158
Anahtar Kelimeler: Keratinize Dişeti Genişliği, Mukozitis, Periimplantitis
28 Şubat 2020 13:30 Gültepe
Bildiri 275
Ankilozan Spondilit Ve Periodontal Hastalıklar
Arasındaki İlişkinin Değerlendirilmesi: Derleme
Ekin Yay¹, Begüm Alkan
1: İstanbul Medipol Üniversitesi
Amaç: Bu derlemenin amacı ankilozan spondilit (AS) ve periodontal
hastalıklar (PH) arasındaki ilişkinin, birbiri üzerine etkisini güncel literatür
ışığında değerlendirilmektir. Gereç ve Yöntem: Gelişmiş arama,
“Abstract/Title/Keywords” kısmı ile sınırlandırılıp, satırlara “Ankylosing
spondylitis” ve“Periodontitis or periodontal” yazılmıştır. Veri tabanı olarak
EBSCO, PubMed, Web of Science ve Scopus kullanılıp, 1975 yılından
günümüze tarama yapılmıştır. Konumuzla alakalı olduğu belirlenen,
toplamda 23 adet çalışmadan 20’sinin orijinal metni ve 3’ünün bildiri özeti
incelenmiştir. Bulgular: Literatürde; 7 (~%32) derleme/meta analiz, 13
(~%59) klinik çalışma ( 8 [~%36] vaka-kontrol, 3 [~%14] kesitsel, 2 [~%9]
prospektif), 2 (~%9) vaka raporu vardır. Katılımcı sayıları 1 -491503 arasında
değişkenlik göstermektedir. Ağız içi ve dışı dental muayenede; plak indeksi,
gingival indeks, periodontal sondalama derinliği mesafesi (SD),
sondalamadan sonra kanama indeksi, diş eti çekilmesi, klinik ataçman
seviyesi, mobilite indeksi, çürük, kayıp ve dolgulu diş verileri,
temporomandibular eklem muayenesi ve oral panoramik radyografiler
değerlendirilmiştir. AS hastalık skorlaması için Bath ankilozan spondilit
hastalık aktivite indeksi (~%41), PH skorlaması için, SD (~%59); serum
numunelerinde C-RP (~%27) ve ESH (~%23) en çok bakılan parametrelerdir.
Tedavi protokolü olarak en çok anti-TNF-α replasmanı (~%32) üzerine
eğilinmiştir. Yapılan anketlerde, ağrı ifadesi ve ağız sağlığıyla ilişkili yaşam
kalitesi sonuçlarında farklılıklar olduğu görülmüştür. Makalelerin ~%73’ünde
AS ve PH arasında pozitif korelasyon tespit edildiği belirtilmektedir. Bu
çalışmalarda; PH ile, serumdaki C-RP, ESH, interlökin–6, TNF-α; tükürükteki
total protein, albümin, azalmış akış hızı, Ig-G, Ig-M, amilaz; plaktaki
Parvimonas micra, Eubacterium nodatum, Eikenella corrodens
159
mikroorganizmalarındaki artış seviyelerinde istatistiksel anlamlılık görüldüğü
bildirilmiştir. Sonuç: Bu derlemeye göre, PH insidansının AS vakalarında
arttığı; ancak bu iki hastalık arasındaki patofizyolojik ilişkinin
aydınlatılabilmesi için daha kapsamlı çalışmalara ihtiyaç duyulduğu
görülmüştür.
Anahtar Kelimeler: Ankilozan Spondilit, Derleme, Gingivit, Periodontal
Hastalık, Periodontitis, Periodonsiyum
28 Şubat 2020 11:30 Gültepe
Bildiri 276
Eksternal Servikal Kök Rezorpsiyonlarının Farklı
Endodontik Tedavi Yaklaşımları: 4 Olgu Sunumu
Tuğba Koşar¹,
1: Karadeniz Teknik Üniversitesi
Amaç: Eksternal servikal rezorpsiyon (ESR) odontoklastik aktivite sonucu
dişin sert doku kaybı olarak tanımlanır. ESR tedavisi rezorpsiyon tipinin
doğasına ve ulaşılabilirliğine bağlıdır. Bu bildiride ESR’ların farklı tedavi
yaklaşımlarının sunulması amaçlanmıştır. Olgu 1: 17 yaşında kadın hasta 21
nolu dişinin dişeti hizasındaki renklenme şikayetiyle kliniğimize başvurdu.
Yapılan radyolojik ve klinik muayene sonucu 21 nolu dişinde idiopatik
nedenli sınıf 2 ESR tespit edildi. %90’lık trikloroasetik asit ile rezorptif
sahanın küretajı ve inaktivasyonu sonrası pulpa perforasyonu oluşmadığı
için Theracal (Bisco Inc, Schamburg, IL, USA) ile indirek kuafaj yapıldı. Olgu
2: Travma geçmişi olan 30 yaşında kadın hasta 21 nolu dişine müdahale
edilmesine rağmen geçmeyen ağrı şikayetiyle kliniğimize geldi. Klinik
muayenede 11, 21 ve 22 nolu dişlerin nekrotik olduğu ve alınan konik ışınlı
bilgisayarlı tomografi (KIBT) sonucu 11 nolu dişte sınıf 3, 21 nolu dişte sınıf 4
ESR olduğu teşhis edildi. 11 nolu dişe flep cerrahisi ile birlikte rezorptif
sahanın tamiri ve kök kanal tedavisi, 21 nolu dişe de çekim ve immediat
implant yapıldı. Olgu 3: 45 yaşında erkek hasta 37 nolu dişinde çiğnemede
ağrı şikayetiyle kliniğimize geldi. Radyografik muayene sonucu gömülü 38
nolu dişin basıncı nedeniyle 37 nolu dişte sınıf 3 ESR teşhis edildi. İnternal
yaklaşımla rezorptif defektin tamiri ve kök kanal tedavisi sonrası 38 nolu diş
160
çekilerek etken uzaklaştırıldı. Olgu 4: Rutin muayene için kliniğimize
başvuran 49 yaşında erkek hastanın panoramik radyografisinde 45 nolu
dişte rezorpsiyondan şüphelenildi ve rezorpsiyon alanının detaylı
incelenmesi için KIBT istendi. KIBT görüntülerine göre ilgili dişin restore
edilemeyeceği düşünülerek sınıf 4 ESR’lu dişin çekimine karar verildi. Sonuç:
ESR tedavisindeki asıl amaç rezorptif defektin kaldırılması ve rezorpsiyon
sahasının biyouyumlu bir materyal ile kapatılmasıdır. Bu rezorptif defektin
ilerleme derecesine göre defektin dış onarımı/ kök kanal tedavisi, iç onarım
ve kök kanal tedavisi, kasıtlı reimplantasyon ve tedavi edilemeyen dişlerde
periyodik takip veya çekim gibi tedavi yöntemleri uygulanabilir.
Anahtar Kelimeler: Kök Rezorpsiyonu, Kök Kanal Tedavisi, Konik ışınlı
Bilgisayarlı Tomografi
28 Şubat 2020 11:00 Gültepe
Bildiri 279
Çilek Ekstraktından Sentezlenen Agnp’lerin
Antimikrobiyal Özelliklerinin Endodontik Patojenler
Üzerine Etkisi
Ebubekir Yılmaz¹, Ayşe Demirbaş, Çağla Çelik, Nilay İldiz, Sezer Demirbuğa,
İsmail Öçsoy
1: Erciyes Üniversitesi
Amaç: Bu çalışmanın amacı ilk kez çilek (Fragaria ananassa) ekstresi (ÇE)
aracılığıyla sentezlenen gümüş nanopartikül (Ag NP)’lerden elde edilen
kanal irrigasyon çözeltisinin dirençli mikroorganizmalar olan Entorococcus
Faecalis'e ve Candida albicans’a karşı antimikrobiyal etkisinin geleneksel
irrigasyon çözeltileri ile karşılaştırılarak değerlendirilmesidir. Gereç ve
yöntem: Ekstre elde etmek için çilekler küçük parçalara (1x1 cm2) bölündü
ve 100 mL damıtılmış su ile 100 gr doğranmış çilek 1:1 oranında karıştırılarak
30 dk boyunca kaynatıldı. Ag NP’lerin sentezi için %5 ve %20
konsantrasyonlarda ÇE’leri, 50mM AgNO3 çözeltisi ile sırasıyla 1:1 ve 1:5
oranlarında 80 ° C de 100 dk karıştırılarak inkübe edildi. Serbest haldeki ÇE
ve ÇE’den sentezlenen Ag NP’lerin antioksidan aktivitelerinin
değerlendirilmesi 2,2-diphenyl-1-picrylhydrazyl (DPPH) metodu ile
161
gerçekleştirildi. Ag NP’ler TEM (Transmisyon Elektron Mikroskobu), UV-vis
spektroskopi, Fourier dönüşümlü kızılötesi (FTIR) spektroskopisi ile
karaterize edildi. Ag NP’ler ve geleneksel (NaOCI, CHX) irrigasyon
çözeltilerinin E. faecalis ve C.albicans üzerindeki inhibisyonu 96’lık mikro
kuyucuklarda mikrodilüsyon kullanılarak elde edildi. Bulgular: Ag NP’lerin
oluşumunda ÇE’nin temel bileşeni olan antosiyaninler hem indirgenme hem
de stabilize ajanı gibi davranmıştır. TEM analizinde Ag NP’ler ~30 nm ve
küresel şekildedir. Ag NP’lerin karakteristik absorbans piki 410nm civarında
görülmüştür. FTIR’da ~3260 cm-1 bitki ekstre bileşenlerindeki serbest -OH
bant gerilmeleri, ~1714-1635 cm-1 ise C=C bant absorbansları ve C-H
bantlarının eğilmeleri ~780-800 cm-1 olarak belirlenmiştir. ÇE’nin
antioksidan değeri % 93 olarak tespit edildi. Antosiyanin içeriği 1 litrede
yaklaşık olarak 400 mg olarak, toplam fenolik miktarı ise 0.20 ug/mL olarak
değerlendirilmiştir. Yüzde inhibasyon değerlendirmesinde E.faecalis'e karşı
%20 ÇE’den üretilen AgNP, CHX ve NaOCI benzer ve güçlü; ÇE ise çok daha
zayıf antibakteriyel etki göstermiştir. Benzer bir sonuç C. albicans için elde
edilmiştir. Sonuç: Antosiyaninlerin indirgenme ve stabilize ajan olarak
kullanıldığı AgNP’ler geleneksel irrigasyon çözeltilerine benzer
antimikrobiyal etkiler göstermiştir. Bu sonuç kanal tedavisinde
kullanılabilecek nano-irrigasyon solüsyonları açısından umut vericidir.
Anahtar Kelimeler: Gümüş Nanopartiküller, Çilek Ekstresi, Antosiyanin,
E.feacalis
26 Şubat 2020 15:00 Gültepe
Bildiri 280
Kortikotomi Uygulanan Ve Uygulanmayan Hibrit
Apareylerle Yapılan Hüçg Tedavisinin Sea İle
İncelenmesi
İsmail Karayağlı¹, İsmail Karayağlı, Ayşegül Güleç, Emine Uluğ Kaygısız
1: Gaziantep Üniversitesi
Amaç: Bu çalışmanın amacı; kortikotomi uygulanan/uygulanmayan hibrit
apareylerle yapılan hızlı üst çene genişletme (HÜÇG) tedavisi etkilerinin
sonlu elemanlar analizi (SEA) ile incelenmesidir. Materyal Metod: Bu
162
çalışmada, palatal kemiğe uygulanan iki mini vida ve molar diş destekli hibrit
hyrax (Tip A), kortikotomi destekli hibrit hyrax (Tip B) ve kortikotomi
uygulanan geleneksel diş destekli hyrax (Tip C) ile yapılan genişletme olmak
üzere 3 farklı model oluşturulmuştur. Foramen magnum sabit olarak kabul
edilmiş ve başlangıç noktası olarak kullanılmıştır. 3 boyutlu koordinatlar, X,
sagital; Y, transversal; ve Z, vertikal düzlem olarak belirlenmiştir. Tur başına
0.25 mm genişletme sağlayacak bir hyrax vidası ve 1.8 mm çapında ve 8.5
mm uzunluğunda mini vidalar kullanılmıştır. Modellerde, hyrax vidası Y
yönünde en az 0,5 mm aktive edilmiştir. Ortaya çıkan kuvvetle etkileşimi
önlemek için vida X ve Z yönünde sabitlenmiştir. Von Mises'in stres dağılımı
ve yer değişimini değerlendirmek için geometrik non-lineer teori
uygulanmıştır. Pozitif değerler sırasıyla X ,Y ve Z düzlemlerinde ileri, dışarı ve
yukarı doğru yer değiştirmeyi gösterir. Bulgualar: Kortikotomi destekli hibrit
apareyle yapılan genişletme modeli olan Tip B’de; Tip A ve Tip C’ye göre
daha fazla transversal hareket gözlenmiştir. Posterior dişlerde devrilme
miktarı, Tip A ve C’de daha fazla iken, santral dişler arası genişleme miktarı
Tip B’de daha fazla olmuştur. Midpalatal sütürde en yüksek stres ise Tip A
da görülmüştür. SONUÇ: Geleneksel diş destekli kortikotomi uygulanan
genişletme ile kortikotomi uygulanmamış olan hibrit genişletme
modellerinde; dişler, midpalatal ve kraniyofasiyal sütürler boyunca benzer
miktarlarda yer değiştirme gözlenmiştir. Bu nedenle yetişkinlerde hibrit
apareylerle yapılan hızlı üst çene genişletmesi, kortikotomi uygulanan
geleneksel diş destekli genişletmeye alternatif olabilir. En fazla genişletme
miktarı, kortikotomi uygulanan hibrit apareyle yapılan modelde
bulunmuştur.
Anahtar Kelimeler: Kortikotomi , Hibrit Hyrax , Hızlı Üst Çene Genişletme ,
Sonlu Elemanlar Analizi
28 Şubat 2020 10:15 Gültepe
Bildiri 281
Genç Türk Popülasyonunda Statik Ve Dinamik
Gülüşteki Gingival Görünümün Karşılaştırılması
Özge Arifağaoğlu¹, Özge Arifağaoğlu
1: Başkent Üniversitesi
163
Amaç: İyi bir gülüş dişlerin rengi, şekli ve boyutları ile ilgili olduğu gibi
dişetinin görünme miktarı ile de ilişkilidir. Gingival dokuların görünme
miktarı, gülme hattının pozisyonuna bağlıdır. Gülme hattının seviyesine bağlı
olarak gülüş tipleri 4 kategoriye ayrılmıştır. Bunlar; çok yüksek gülme hattı (2
mm’den fazla marjinal dişeti görünümü), yüksek gülme hattı (0-2 mm
marjinal dişeti görünümü), orta dereceli gülme hattı (sadece gingival
embraşular görünmekte) ve düşük gülme hattıdır (mine-sement sınırı ve
gingival embraşurlar görünmemekte). Bu sınıflama hasta statik haldeyken,
çoğunlukla fotoğraflarda hasta poz vermiş haldeyken yapılmakta ve
populasyondaki gülüş tiplerinin prevalansı buna göre belirlenmektedir.
Ancak spontan gülmede prevalansın farklılık gösterebileceği
düşünülmektedir. Bu çalışmanın amacı Türk populasyonundaki 18-23 yaş
arası genç bireylerde dinamik (spontan) gülmedeki gülüş tiplerinin
prevalansını belirlemek ve statik gülme prevalansı ile karşılaştırmaktır. Gereç
ve Yöntem: Bu çalışma Başkent Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi'de 150
lisans öğrencisi ( 87 kadın, 63 erkek) dahil edilerek yapıldı. Statik gülüş için
Iphone 8 (Apple, California, USA) ve Smile Line (Switzerland) kullanılarak
hastanın burun ucundan 40 cm mesafede fotoğraf kayıtları, dinamik gülüş
için iPhone 8 (Apple, California, USA) kullanılarak hastanın burun ucundan
70 cm mesafede video kayıtları alındı. Ölçümler elektronik cetvelle yapıldı.
Bulgular: Pozlanmış (statik) gülüşte hem kadın hem erkek bireylerde orta
dereceli gülme hattı prevalansı en yüksek iken, spontan (dinamik) gülmede
yüksek gülme hattı prevalansı en yüksek bulunmuştur. Sonuç: Gülme hattı
değerlendirmesi, hastanın fotoğrafları üzerinden yapıldığından ve hastaya
gülerek poz vermesi istendiğinden gülme hattının normalde olduğundan
daha düşük bulunduğu söylenebilir. Statik olarak değerlendirmenin aksine
spontan gülüşteki gülme hattı daha yüksektir. Hastalar poz vermek yerine
doğal şekilde güldüklerinde gingival görünüm arttığından klinik
değerlendirmeler ve restoratif düşünceler dinamik gülüşe göre
planlanmalıdır.
Anahtar Kelimeler: Gülme Hattı, Spontan Gülüş, Estetik, Dişeti Görünümü
28 Şubat 2020 10:30 Gültepe
Bildiri 283
164
Termomekanik Yaşlandırmanın Kobalt-krom Ve
Politetereterketon Kroşelerin Tutuculuğu Üzerindeki
Etkisi
Ayşe Şener¹,
1: T.c. Sağlik Bakanliği
Amaç: Bu çalışmada amaçlanan; Polietereterketon (PEEK) ve Kobalt-Krom
(Co-Cr) hareketli bölümlü protez kroşelerinin tutuculuk kuvvetlerine
termomekanik yaşlandırmanın etkisini değerlendirmektir. Gereç ve Yöntem:
Direkt metal lazer sinterleme yöntemi ile üretilen 0.25 ve 0.50 mm andırkatlı
96 adet Kobalt-Krom (Co-Cr) kuron üzerine tasarlanan çevresel kroşeler; 1
mm ve 1.5 mm kalınlıkta olmak üzere CAD/CAM freze yoluyla
Polietereterketon (PEEK) diskten, geleneksel döküm (GD) ve lazer sinterleme
(LS) yöntemi ile Kobalt-Krom (Co-Cr) alaşımından elde edildi (n=12). Kroşe
düzeneklerine çiğneme simülatörü ve termal döngü cihazı üzerinde 7200
mekanik döngü ve 5000 termal döngü uygulanarak tutuculuk kuvvetleri
toplamda 7 farklı zamanda belirli aralıklarla mikrogerilme test cihazında
ölçüldü. Kroşe ve zaman faktörlerinin tutuculuk kuvveti değerleri üzerine
etkisinin incelenmesi için tekrarlı ölçümlerde iki yönlü varyans analizi (2-way
RM ANOVA) yapıldı. Verilerin analizi (IBM SPSS Statistics for Windows,
Version 22.0, IBM Corp. Armonk, NY, USA) istatistik yazılımında
gerçekleştirildi. Yapılan tüm analizlerde anlamlılık değeri p<0.05 olarak
kabul edildi. Bulgular: Andırkat farklılığının tutuculuk kuvvetlerine etkisi tüm
kroşe gruplarında istatistiksel olarak anlamlı bulunmadı. Farklı kroşe grupları
arasında termomekanik döngüler sırasında ve sonunda tutuculuk kuvvetleri
ortalamaları açısından istatistiksel olarak anlamlı farklar bulundu (p<0,05).
Çalışma kapsamında testlerin bitiminde; 0.25 ve 0.50 mm andırkatlara göre
sırasıyla Co-Cr 1 mm GD grubunda 4.07 ve 5.89 N, Co-Cr 1 mm LS
gurubunda 6.82 ve 7.18 N, PEEK 1 mm grubunda 3.70 ve 3.50 N, PEEK 1,5
mm grubunda 4.15 ve 4.54 N ortalama tutuculuk kuvvetleri tespit edildi.
Sonuç: Çalışmanın kısıtlamaları dahilinde, lazer sinterleme yöntemiyle
üretilen Co-Cr kroşeler geleneksel döküm yöntemi ile üretilen Co-Cr
kroşelerden ve PEEK kroşelerden daha yüksek retansiyon kuvvetleri
göstermiştir. PEEK kroşelerin tutuculuk kuvvetleri klinik olarak kabul
edilebilir düzeydedir ve PEEK kroşelerin klinik kullanımda daha uzun süre
tutuculuk kuvvetlerini korumak amacıyla en az 1.5 mm hazırlanarak 0.50 mm
165
ve daha derin andırkatlarda kullanılmasının klinik açıdan daha uygun olacağı
öngörülmüştür.
Anahtar Kelimeler: Hareketli Bölümlü Protez, Kroşe, Yorulma Direnci;
Tutuculuk; Polietereterketon (peek)
28 Şubat 2020 09:45 Gültepe
Bildiri 284
Fiber Optik Endoskopik Yardımı İle Maksillar Sinüs
İçerisine Kaçan Yabancı Cisimlerin Çıkarılması
Mustafa Karakaya¹, Suheyb Bilge, Dilek Günay Canpolat
1: Sağlık Bakanlığı
Amaç: Bu çalışmanın amacı, maksillar sinüs içerisine kaçan yabancı cisimlerin
minimal invaziv bir teknik olan fiber optik endoskop yardımı ile çıkarılmasını
araştırmaktadır. Gereç ve Yöntemler: Bu çalışmaya Mayıs 2018'den Nisan
2019'a kadar maksillar sinüs içerisine kaçmış dental materyaller ve diş
kökleri, fiber optik endoskop yardımı ile çıkarılmış 10 hasta dahil edildi.
Sinüs içerisine kaçan yabancı cisimlere, oro-antral ilişkinin oluştuğu
bölgeden transoral olarak ulaşıldı. Yabancı cisimler, bir aspirasyon sistemi
kullanılarak veya presel/hemostat yardımı ile tutularak çıkarıldı. Bulgular:
Hiçbir hastada majör komplikasyon izlenmedi ve tüm hastalardan, ek cerrahi
prosedürler olmaksızın maksiller sinüsteki yabancı cisimler çıkarıldı. Ayrıca
tüm hastalarda yumuşak doku iyileşmesi sorunsuz tamamlandı. Tüm
hastalarda defekt bölgesinde tam epitelizasyon gözlendi. Sonuç: Bu
çalışmanın sonuçları, kullanılan endoskopik cerrahi yaklaşımın, maksillar
sinüse kaçan yabancı cisimlerin çıkarılmasında, güvenilir ve minimal invaziv
bir teknik olduğunu göstermiştir.
Anahtar Kelimeler: Fiber Optik Endoskop, Oro-antral İlişki, Endoskopik
Cerrahi
28 Şubat 2020 09:30 Gültepe
Bildiri 286
166
Bulk Fill Kompozit Rezinlerin Farklı Tabaka
Kalınlıklarında Ve Farklı ışık Güçlerinde Polimerize
Edilmesinin Kompozitin Dönüşüm Derecesine Etkisi
Ayşe Dündar¹, Sevde Gül Batmaz, Çağatay Barutçugil
1: Akdeniz Üniversitesi
Amaç: Bu çalışmanın amacı en güncel iki adet bulk fill kompozit rezinin farklı
tabaka kalınlıklarında farklı ışık güçlerinde polimerize edilmesinin;
kompozitin dönüşüm derecesine etkisinin araştırılmasıdır. Metot: Dönüşüm
derecesi ölçümü için iki adet bulk fill kompozit rezin (SonicFill 2, Kerr Dental,
Orange, CA,USA - Filtek Bulk fill 3M, ESPE, St. Paul, MN, USA) kullanıldı. Bu
kompozit rezinler 5 mm çapında 2-4-6 mm kalınlıklarında ve farklı güç
modlarında (1000 mW/cm2, 3 sn - 3200 mW/cm2, 20 sn) polimerize
edilerek, her grupta (12 grup) 5 numune olacak şekilde toplamda 60
numune hazırlandı. Dönüşüm derecesi, örneklerin üst ve alt yüzeylerinden
Fourier Dönüşümlü Kızılötesi Spektroskopisi (mikro ATR-FTIR) ile ölçüldü.
Bulgular: Her iki kompozitin extra güç modunda polimerize edilen 4 mm
kalınlıktaki örneklerinin dönüşüm derecesi , standart güç modunda
polimerize edilen örneklere göre istatistiksel olarak daha düşük
bulunmuştur (p<0.05). Her iki kompozitin 2 mm kalınlıktaki örnekleri ekstra
güç modunda polimerize edildiğinde alt yüzeyindeki dönüşüm derecesi
standart güç modunda polimerize edilen örneklere göre daha yüksek
bulunmuştur. Filtek Bulk fill 6 mm kalınlıktaki örneklerin alt yüzeylerindeki
dönüşüm derecesi ışık gücü modundan etkilenmezken, Sonic Fill 2
grubunda aynı kalınlıktaki örnekler extra güç modunda polimerize
edildiğinde dönüşüm derecesi azalmıştır. Sonic Fill 2 grubunun standart güç
modunda ve ekstra güç modunda polimerize edilen örneklerinde tabaka
kalınlığı arttıkça dönüşüm derecesi istatistiksel olarak azalırken, Filtek Bulk
Fill grubunun sadece standart güç modunda poimerize edilen örneklerinde
tabaka kalınlığı arttıkça dönüşüm derecesi istatistiksel olarak
azalmıştır(p<0.05). Sonuç: : Her iki kompozitin 2 mm kalınlıktaki standart ve
ekstra güç modunda polimerize edilen örnekleri oklüzal tabakalar için
önerilen % 55 dönüşüm derecesinin üzerinde dönüşüm derecesi
göstermiştir.
167
Anahtar Kelimeler: Bulk Fill Kompozit Rezin, Dönüşüm Derecesi, Ftır, ışık
Cihazı
27 Şubat 2020 12:00 Gültepe
Bildiri 288
Bulk Fill Kompozit Rezinlerin Farklı Tabaka
Kalınlıklarında Ve Farklı ışık Güçlerinde Polimerize
Edilmesinin Kompozitin Sitotoksisitesine Etkisi
Sevde Gül Batmaz , Ayşe Dündar, Çağatay Barutçugil
Amaç: Bu çalışmanın amacı en güncel iki adet bulk fill kompozit rezinin farklı
tabaka kalınlıklarında farklı ışık güçlerinde polimerize edilmesinin; fare
fibroblast hücreleri (L929) üzerindeki sitotoksik etkisinin araştırılmasıdır.
Metot: Sitotoksisite ölçümü için iki adet bulk fill kompozit rezin (SonicFill 2 -
Filtek Bulkfill) kullanıldı. Bu kompozit rezinler 5 mm çapında 2-4-6 mm
kalınlıklarında ve farklı güç modlarında (1000 mW/cm2, 20 sn - 3200
mW/cm2, 3 sn) polimerize edilerek, her grupta 5 numune olacak şekilde
toplamda 60 numune hazırlandı. Herhangi bir kompozitin kullanılmadığı
grup ise kontrol grubu olarak belirlendi. Kompozit rezinlerin
sitotoksisitelerini belirlemek için L929 Fare fibroblast hücre hattı kullanıldı.
Kompozit disklerin deney ortamına yerleştirilmesini takiben 1, 7 ve 21.
günlerin sonundaki hücre canlılığını ve sitotoksisitesini belirlemek amacıyla
WST-1 testi yapıldı. İstatistiksel analiz için Shapiro-Wilk, One-way Anova
post-hoc Bonferroni ve Repeated Measurements Anova testleri kullanıldı.
Bulgular: Birinci gün sonunda Sonic Fill 2 ve Filtek Bulk Fill kompozitlerin 6
mm tabaka kalınlığında ve ekstra güç modunda polimerize edilen
örneklerinde hücre sayısı kontrol grubuna kıyasla istatistiksel olarak daha
düşük bulunmuştur. Yedinci günün sonunda standart güç modunda
polimerize edilen Sonic Fill 2’nin 4 mm ve 6 mm kalınlıktaki ve Filtek Bulk
Fill’in 6 mm kalınlıktaki örneklerinde hücre sayısı kontrol grubuna kıyasla
istatistiksel olarak daha düşük bulunmuştur (p<0,05). Yedinci günün
sonunda ekstra güç modunda polimerize edilen Sonic Fill 2’nin 6 mm
kalınlıkta ve Filtek Bulk Fill’in 4 mm ve 6 mm kalınlıktaki örneklerinde hücre
sayısı kontrol grubuna kıyasla istatistiksel olarak daha düşük bulunmuştur
168
(p<0,05). Yirmi birinci günün sonunda her iki kompozit için tüm tabaka
kalınlıklarında ve ışık gücü modlarında hazırlanan örneklerdeki hücre sayısı
kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı bir fark göstermemiştir.
Sonuç: Sonic Fill 2 ve Filtek Bulk Fill kompozitlerin 2mm kalınlığındaki
örnekleri her iki ışık şiddetinde polimerize edildiğinde sitotoksik özellik
göstermemiştir
Anahtar Kelimeler: Bulk Fiil Kompozit Rezin, Sitotoksisite, Tabaka Kalınlığı,
Wst Testi
27 Şubat 2020 12:15 Gültepe
Bildiri 289
Dudak Damak Yarığı Bulunan Çocuklarda Karışık
Dişlenme Döneminde Çürük Prevelansının
Değerlendirilmesi
Hüsniye Gümüş¹, Gülce Öztürk
1: Erciyes Üniversitesi
Amaç: Bu çalışmada dudak damak yarığı (DDY) bulunan bireyler ile herhangi
bir orofasiyal anomalisi bulunmayan karışık dişlenme dönemindeki bireylerin
çürük, kayıp ve dolgu bulunan diş sayısının toplamını gösteren DMFT ve
dmft indekslerinin karşılaştırılmalı olarak değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
Gereç ve Yöntem: Çalışmaya Erciyes Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
Pedodonti Anabilim Dalı’na 6-12 yaş aralığında başvuran hastalardan dudak
damak yarığı bulunan 70 birey (DDY grubu, yaş ortalaması 9.90 ± 1.49, 34
kız - 36 erkek) ve herhangi bir orofasiyal anomalisi bulunmayan sağlıklı 70
birey (Kontrol grubu, yaş ortalaması 9.98 ± 1.10 , 33 kız - 37 erkek) dahil
edilmiştir. Bu bireylerin panoramik radyografileri ve dental fotoğrafları
üzerinden yapılan görsel analizler sonucunda DMFT ve dmft indeksleri elde
edilmiştir. Verilerin istatistiksel analizi SPSS istatistiksel analiz programı
kullanılarak gerçekleştirilmiştir. Veri dağılımın incelenmesi Shapiro-Wilk
normalite testi ile yapılmıştır. Non-parametrik olan değişkenlerin gruplar
arası değerlendirilmesinde Mann-Whitney U testi kullanılmıştır. Bulgular:
Dudak damak yarığı bulunan bireyler ile sağlıklı bireyler arasında DMFT ve
dmft indekslerinde istatistiksel olarak anlamlı farklılık olduğu bulunmuştur
169
(p<0.05). DMFT ve dmft indekslerinin dudak damak yarığı bulunan
bireylerde sağlıklı bireylere oranla daha yüksek olduğu görülmüştür (DDY
grubu DMFT: 3.67 ± 1.61, dmft: 6.11 ± 2.60; kontrol grubu DMFT: 1.34 ±
1.33, dmft : 4.08 ± 2.31). DMFT indeksinde çürük diş (D) sayısı DDY
grubunda kontrol grubundan anlamlı derecede yüksek bulunmuştur. dmft
indeksinde ise hem çürük diş sayısı (d) hem de çürük nedeniyle çekilen diş
sayısı (m) DDY grubunda anlamlı derecede yüksek bulunmuştur. Her iki
indekste de dolgulu diş sayısı (F, f) gruplar arasında anlamlı bir farklılık
göstermemiştir. Sonuç: Konjenital bir anomali olan dudak damak yarığına
sahip bireylerde DMFT ve dmft indekslerinin sağlıklı bireylerden daha
yüksek olduğu görülmüştür. Bu bireylerin ağız ve diş sağlığı ileri tedavi
uygulamalarını etkileyebileceği için erken dönemde yapılan koruyucu
uygulamalar oldukça önem kazanmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Dudak Damak Yarığı, Dmft İndeksi, Dmft İndeksi
28 Şubat 2020 09:45 Kanes
Bildiri 290
Geçici Kuron Materyallerinin Renk Stabilitesine Cila
Yöntemlerinin Etkisi
Esra Kul ,
Amaç: Geçici kuron materyallerinin ağızda kalma süresi içinde renk
değiştirmemesi hasta memnuniyeti açısından önemlidir. Çalışmamızda 2
farklı geçici kuron materyaline farklı cila yöntemleri uygulanıp, kahve
solüsyonunda bekletilerek renk stabilitesi araştırıldı. Gereç ve Yöntem:
Üreticinin talimatlarına göre, geleneksel akrilik rezinden (Imident, IMICRYL,
A2) ve bis-akrilik rezinden (Protemp 4, 3M ESPE, A2) 10 mm çapında, 2 mm
kalınlığında disk şeklinde kırk iki numune üretildi. Örnekler, cila yapılmayan
(akrilik rezin [frez ile bitirme] ve bis-akrilik rezin [pamuk ve alkol]) kontrol
grupları dahil olmak üzere; cila kiti (Meisinger, Germany) ve 1200 grit
zımpara kağıdı olmak üzere rezin ve parlatma yöntemlerine göre 6 gruba (n
= 7) bölündü. Başlangıç renk ölçümleri yapıldıktan sonra, örnekler 7 gün
boyunca renklendirme ajanı olarak kahve çözeltisine daldırıldı. Renk
değişimi (E00) 24 saat (E1) ve 7 gün sonra (E2) spektrofotometre (VITA
170
EasyShade Advance 4.0; VITA) ile ölçüldü, CIEDE 2000 formülü ile
hesaplandı. Veriler tekrarlanan ölçümler için Wilcoxon signed rank testi ile
istatistiksel olarak analiz edildi (α = 0.05). Gruplar arasında ortanca değerler
yönünden farkın önemliliği ise Kruskal Wallis testiyle incelendi (p<0,05).
Bulgular: Her iki geçici kuron malzemesinde de 24 saat kahve solüsyonunda
bekleme sonrasında gruplar arasında anlamlı bir farklılık gözlenmedi (p0,05).
Fakat 7 gün bekleme sonrasında gruplar arasında anlamlı farklılıklar vardı, iki
materyalde de cila kiti uygulanan grup anlamlı olarak daha az renk değişimi
gösterdi (p= 0,005). Renk stabilitesi açısından Imident ve Protempt 4
arasında fark olmadığı bulundu (P0,05). Cila kiti uygulanan gruplarda 1. ve 7.
günde materyaller arasında anlamlı farklılık yoktu (P0,05). Renklendirme
ajanında 7 gün bekletildikten sonra, Imident zımpara grubu ve Protemp 4
kontrol grubu klinik olarak kabul edilemez ΔE değerleri (ΔE00>2,2) gösterdi.
Sonuç: Estetik kritik olduğunda, kullanılan cila yöntemi önemlidir ve iyi cila
yapılmayan geçici kuronlar, klinik olarak kabul edilemez renk değişikliğine
daha yatkındır. Kalın grenliden inceye doğru giden aşındırıcıları bulunan cila
setlerini kullanmak uygundur.
Anahtar Kelimeler: Geçici Kuron, Pmma, Renk Stabilitesi
27 Şubat 2020 12:30 Gültepe
Bildiri 293
Peri-implantitis Sonucu İmplantların Ekstrüzyonu Ve
İmmediat İmplant Tedavisi:bir Olgu Sunumu
Gurbet Alev Öztaş¹, Gurbet Alev Öztaş, Cenk Fatih ÇANAKÇI
1: Atatürk Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
Giriş: Günümüzde diş eksikliklerinin tedavisinde diş implantları yaygın olarak
kullanılmaktadır. İmplantlar; hastaya, hekime, klinik uygulamalara ve
implanta bağlı çeşitli nedenlerle kaybedilebilir. İmplantı çevreleyen sert
dokularda kayıp ile ilerleyen peri-implantitisin ileri vakalarında implantın
ekstrüze edilmesine gereksinim duyulabilmektedir. Olgu Sunumu: 38
yaşındaki erkek hasta implant üstü restorasyonlarında mobilite ve ağız
kokusu şikayeti ile kliniğimize başvurdu. Klinik muayenede 15 ve 16 no.lu diş
bölgelerine yapılan implant restorasyonlarında Miller mobilite skalasına
171
göre III. derece mobilite bulunduğu ve 15 no.lu diş bölgesine yapılan
implant yivlerinin dişeti ve kemik rezorpsiyonuna bağlı olarak görünür
olduğu tespit edildi. Sondalamada 3-4 mm patolojik cep ölçüldü, radyolojik
muayenesinde ise implantların çevresinde kemik defektleri görüldü. Lokal
anestezi altında implant üstü restorasyonların sökümü esnasında 15 no.lu
implantın ekstrüze olması sonrası, flep kaldırılarak 16 no.lu implant da
handle kullanılarak ekstrüze edilmeye çalışıldı. Ancak başarı sağlanamaması
sebebiyle 5mm’lik trefane frez kullanılarak implant ekstrüze edildi. Ardından
implant soketleri temizlenerek immediate implantasyon işlemi için Osstem
Taper Kit® (Osstem Implant Co., Seul, Güney Kore) kullanıldı. 15 no.lu diş
bölgesine 4.0mm x 10mm ve 16 no.lu diş bölgesine 5.0mm x 7mm
boyutlarında 2 adet Osstem implant yerleştirildi. Osteogenezisi indüklemek
amacıyla soket ile implant arasındaki boşluklara PRF (Protrombin Rich Fibrin)
uygulandı. Flep 4.0 ipek sütur ile kapatılarak tedavi tamamlandı ve hastaya
post-operatif reçete yazıldı. İmplantasyon sonrası 4. ayda protetik tedaviye
başlandı. 7 aylık klinik ve radyografik takip sonucu implantlarda herhangi bir
semptom gözlenmedi. Sonuç: Peri-implantitis gelişen implantların
ekstrüzyonunda trefane frez kullanımı agresif bir yaklaşım olmakla birlikte,
sıklıkla başvurulan bir yöntemdir. PRF ise, yumuşak ve sert doku
rejenerasyonunda kullanılan etkili bir biyomateryaldir. Bu vaka raporunda;
implant ekstrüzyonları immediate implant tedavisi ve PRF desteği ile başarılı
bir şekilde tedavi edilmiştir. Post-operatif 7 aylık takip sonucu hasta
memnuniyeti tatmin edicidir.
Anahtar Kelimeler: Diş İmplantı, Peri-implantitis, Rejenerasyon
27 Şubat 2020 12:45 Gültepe
Bildiri 294
Diş Çürüğü Florasına Etkili Olabilecek Polifenol
İçerikli Bitkiler: Literatür İncelemesi
Özge Usta¹, Sezer Demirbuğa
1: Erciyes Üniversitesi Diş Hekimliği
Diş çürüğü, insanların büyük kısmını cinsiyet, yaş ve etnik köken
gözetmeksizin etkileyen, enfeksiyoz bir hastalık olup; fermente olabilen
172
karbonhidratların, karyojenik plak bakterileri tarafından metabolize edilmesi
sonucu açığa çıkan organik asitlerin zaman içerisinde diş minerallerini
çözmesi olarak tanımlanır. Çürüğe neden olan organizmalar karyojeniktir. Bir
dişin çürüme eğiliminin derecesi onun karyojenik potansiyeli olarak
tanımlanır. Mutans streptokakları pandemiktir yani kriter farketmeksizin
herkeste bulunur.Normalde ağız florasının önemsiz küçük bir komponenti
olan bu bakteriler aktif çürük lezyonu olan hastada plak florasının baskın
üyesi haline gelir. Mutans streptokokları çürüğün başlamasıyla ilişkilendirilen
birincil mikroorganizma iken, Laktobasiller ise kavitasyon oluşmuş bir
lezyonun aktif ilerlemesi ile ilişkilidir. Bitkiler, doğal olarak, mikrobiyal istila
veya ultraviyole ışınım gibi kimyasal veya çevresel faktörlere yanıt olarak
maddeler üretirler. Dünya Sağlık Örgütü'ne göre, dünya nüfusunun % 70-
80'i yalnızca birinci basamak sağlıkları için bitkilere bağımlıdır. Bitkilerden
izole edilen bileşikler günümüzde modern terapilerde kullanılmakta ve daha
karmaşık moleküllerin sentezinde önemli bir rol oynamaktadır . Bu
bağlamda, doğal ürünler, yeni terapötik ajanların keşfi için önemli bir kaynak
haline gelmiştir. Bitkiler, geniş kimyasal çeşitlilik nedeniyle bu tür
bileşiklerden özellikle zengindirler. Modern ilaçların % 25'i geleneksel olarak
kullanılan bitkilerden üretildiğinden, doğal ürünlerin kullanımı yeni ilaçların
keşfi için başarılı bir stratejidir. Çürük önlemede doğal ürünlerin araştırılması,
propolis, çaylar ve diğer bitki özütleri gibi doğal kaynakların araştırılmaya
başlanması sebepleriyle umut vaad etmektedir.
Anahtar Kelimeler: Çürük, Polifenol ,streptococcus Mutans, Üzüm Çekirdeği,
Çay
27 Şubat 2020 14:00 Gültepe
Bildiri 295
Unilateral Dudak Damak Yarıklı Hastalarda Maksiller
Sinüs Hacim Ve Yüzey Alanının Konik ışınlı
Bilgisayarlı Tomografi Kullanılarak Değerlendirilmesi
Serkan Yılmaz¹, Mehmet Amuk
1: Erciyes Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
173
Amaç: En önemli konjenital gelişimsel bozukluklardan biri olan dudak
damak yarığı, primer damak oluşumu sırasında adezyon eksikliğine bağlı
olarak fetal dönemin başında oluşur. Dudak damak yarıklı hastalarda
maksiller sinüzit yaygın olarak görüldüğü için son zamanlarda bu hastaların
maksiller sinüsleri ile ilgili çalışmalar artmıştır. Hastalarda maksiller sinüslerin
morfolojik olarak etkileneceği kaçınılmaz bir durumdur. Bu çalışmanın
amacı, sendromsuz ve sağlıklı kontrol grubu bireylerin maksiller sinüs
hacimleri ve yüzey alanları ile unilateral dudak damak yarıklı bireylerin
maksiller sinüslerinin hacimleri ve yüzey alanlarının karşılaştırılmasıdır. Gereç
ve Yöntem: Çalışmada 20 unilateral dudak damak yarıklı hasta ile 20 sağlıklı
ve sendromsuz bireyin Konik Işınlı Bilgisayarlı Tomografi görüntüleri
kullanıldı.Kontrol grubu KIBT görüntüleri herhangi bir diş tedavisi nedeniyle
alınmış olan retrospektif görüntülerden seçildi.Kontrol grubu oluşturulurken
hasta grubu ile yaş ve cinsiyet olarak uyumlu seçildi.Tüm tomografi
görüntüleri aynı cihazda ve hastalar supin pozisyonunda alındı. Dicom
görüntüler, Simplant Pro 16 programında değerlendirilerek hacim ve yüzey
alanı ölçümleri aynı standartlarda yapıldı ve kaydedildi. Bulgular: Grupların
cinsiyet ve yaş dağılımları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark yoktu.
Hasta grubunun yaş ortalaması (12.1) ve kontrol grubunda yaş ortalaması
(15.3) olarak bulundu.Gruplar arası karşılaştırmada ise unilateral dudak
damak yarıklı hastaların 15 tanesinde sol taraf yarık hattı olup sol maksiller
sinüs hacim(11939.42 mm3) ve yüzey alanı (2677.31 mm2) ortalamaları ve
diğer 5 bireyin sağ bölgede yarık hattı olup sağ maksiller sinüs
hacim(9196.46 mm3) ve yüzey alanı( 2748.63 mm2 ) ortalamaları
bulundu.Kontrol grubunda ise sağ maksiller sinüs hacim(14393.56 mm3) ve
yüzey alanı (3816.21mm2) ortalamaları ile sol maksiller sinüs hacim
(15001.71 mm3) ve yüzey alanı (3912.42 mm2) ortalamaları bulundu.
Bulgular neticesinde dudak damak yarıklı hastalarda maksiller sinüs hacim
ortalamaları sağlıklı kontrol grubu hastalardaki maksiller sinüs
ortalamasından daha küçük bulundu. Sonuç: Dudak damak yarıklı hastalarda
maksiller sinüs hacminin ve yüzey alanının sağlıklı kontrol grubu hastalara
göre negatif etkilendiği anlaşılmış olup unilateral dudak damak yarıklı
hastalarda sağ ve sol taraf arasında anlamlı bir fark görülmemiştir.
Anahtar Kelimeler: Dudak Damak Yarığı, Maksiller Sinüs,konik ışınlı
Bilgisayarlı Tomografi
27 Şubat 2020 14:15 Gültepe
174
Bildiri 297
Diş Hekimliği Öğrencilerinin Yenilikçi Bir Sağlık
Çalışanı Olma Konusuna Bakışı
Burcu Yağmur¹, İlkay Altıntepe, Burcu Yağmur
1: Akdeniz Üniversitesi
Amaç: Bu çalışmanın amacı, yenilikçi bir sağlık çalışanı olma konusunda diş
hekimliği öğrencilerinin fikirlerinin değerlendirilmesidir. GEREÇ VE YÖNTEM:
Bu çalışmada, toplam 3 soru ve her soru için 10 alt şık içeren bir anket formu
hazırlandı. Sorular 5 seçenekli bir Likert ölçeği üzerinden yanıtlandı. Diş
hekimliği fakültesi 1., 3. ve 5. Sınıf öğrencilerinden toplam 205 adet
katılımcıdan veri toplandı. Veriler tanımlayıcı istatistikler kullanılarak analiz
edildi. Bulgular: Öğrencilerin konuya bakış açısı üç farklı soru ve bu soruların
alt şıklarıyla incelenmiştir. Birinci soru, ‘yeni bir dental materyal geliştirmenin
temel amacı’ hususunda olup; bu konuda katılımcıların en çok önem
verdikleri seçeneğin ‘hizmet kalitesini arttırmak’ olduğu belirlenmiştir. İkinci
soru, ‘yeni bir dental materyal geliştirmek için gerekli öğrenme yöntemi’
konusunda olup yanıtlarda ‘dental alanda yenilikçi kişilerin eğitim vermesi’
seçeneği ön plana çıkmıştır. Üçüncü soru ise ‘yeni bir dental materyal
geliştirmek için gerekli en önemli bilginin ne olduğu’ konusunda olup ‘sağlık
endüstrisinde kalite standartları’ ihtiyaç duyulan en önemli bilgi olarak tespit
edilmiştir. Sonuç: Bu çalışma diş hekimliği öğrencilerinin yenilikçi bir sağlık
çalışanı olma konusuna bakış açılarını ve bu konuda teşvik edilebilmeleri için
gereksinimlerinin bir kısmını ortaya koymaktadır.
Anahtar Kelimeler: Sağlık Hizmetlerinde Yenilik, Dental Materyal Geliştirme,
Öğrenci Algısı
27 Şubat 2020 09:00 Gültepe
Bildiri 298
İmplant İle Tedavide, İmmediate Yükleme İle Normal
Yükleme İşlemlerindeki Başarının Karşılaştırılması
175
Hakan Ocak¹, Halis Ali Çolpak, Emine Dilara Çolpak
1: Drhakanocak Klinik
Amaç: Günümüzde diş eksikliklerinin yerine implant uygulamaları güncel
kabul edilen yöntemlerin başında gelmektedir. Özellikle diş çekimleri
gerçekleştirilecek olan hastalarda yumuşak ve sert doku kayıplarını azaltmak
amacıyla hemen implant yerleştirilmesi ve bunu takiben hastalara bir geçici
protez yapılarak hemen fonksiyona ve estetiğe kavuşturmak immediate
yüklemeninbirçok avatajından bazılarıdır. Bizim çalışmamızın amacı ise, diş
çekimini takiben veya çekimsiz hastalarda uygulanan anında yükleme
protokolü ile normal yükleme protokolü açısından sert ve yumuşak doku
cevabının ve tüm protetik tedavi avantajının klinik başarısını
değerlendirmektir. Gereç - Yöntem: Kliniğimizde implant tedavisi yapılan
hastalarda bir tarafta immediate yükleme yapılırken, diğer tarafta normal
yükleme periyodu beklenmiştir. Tork ve ISQ değerleri ölçüldükten sonra tork
değerleri iyi olan bölgedeki implantlar üzerlerine multibase abutmentlar ile
PMMA (polimetilmetakrilat)’dan yapılan vidalı geçici protezler 24 saat içinde
yerleştirilerek 3 ay ile 48 ay takibi yapılmıştır. Hastalarda immediate yükleme
bölgesindeki yapışık dişeti miktarı, yumuşak doku değişimi, marjinal kemik
kaybı, tork ve ISQ değerleri klinik olarak başarı oranı değerlendirilmiştir.
Bulgular: Toplam 18 hastada 84 implant değerlendirilmeye alınmıştır. 44
implantta immediate cerrahi ve protetik yükleme, 40 implantta ise sadece
cerrahi yükleme yapılmıştır. Sadece cerrahi yükleme grubunda (ort 3ay
sonra) ortalama tork değeri 32.95’tir. Sırasıyla başlangıç ISQ: 65.8, 1.ay ISQ
62.7, 3.ay ISQ:73.5 olarak ölçülmüştür. Servikal boyun kaybı 1.ayda 0.3428,
3.ayda 0.85 ve 1.yıda 1.127’dir. İmmediate protetik yükleme yapılan grupta
ise ortalama tork değeri 38.72’tir. Sırasıyla başlangıç ISQ 70.65, 1.ay ISQ
:71.31, 3.ay ISQ değeri 77.77’dir.Servikal boyun kaybı 1.ay 0.2, 3.ay 0.25, 1.yıl
0.583’dür. Sonuç: Yaptığımız çalışmada immediate yükleme yapılan
hastalarda ISQ değerlerinin normal yükleme hastalarına göre 1.ayda
düşmediği aksine yükseldiği görülmüştür. Servikal boyun rezorbsiyonu ise
her iki gruptada gözlemlediği fakat immediate yükleme grubunda en az 1.yıl
takiplerde yarı yarıya daha az olduğu gözlemlendi. Sonuçlara baktığımızda
immediate yüklemenin en az normal yükleme kadar başarılı olduğu hata
primer stabiliteyi arttırdığı ve yumuşak doku şeklillenmesine yardım ettiği
ayrıca doku kaybını minimalize ettiği gözlemlenmiştir.
176
Anahtar Kelimeler: Anında Yükleme, İmplant, Anında Protetik Yükleme,
Polimetilmetakrilat, Vidalı Protez
26 Şubat 2020 15:15 Gültepe
Bildiri 301
34 Numaralı Dişin Ototransplantasyonu;4 Yıllık Takip
Yasemin Derya Fidancıoğlu¹, Ahmet Fidancioğlu
1: Necmettin Erbakan Üniversitesi
Otojen diş transplantasyonu ya da ototransplantasyon; uygun donör diş
varlığında, kaybedilmiş dişlerin telafisi için alternatif bir tedavi seçeneğidir.
Ototransplantasyonun genel endikasyonları; dental agenezi, tedavi
edilemeyen kök fraktürlerinin yanı sıra periodontal sebepler, çürük ya da
travmadan dolayı meydana gelen erken diş kayıplarıdır.
Ototransplantasyonun başarısında, hastanın yaşı, transplante edilecek dişin
tipi ve kök gelişim seviyesi, dişin kök yüzeyi ile alıcı saha arasındaki uygun
adaptasyon, atravmatik çalışma, operasyon sonrası stabilite gibi operasyon
öncesi ve sonrası birçok faktör etkilidir. Ototransplante edilen dişin
operasyon sonrası değerlendirme kriterleri, radyografik inceleme ve
perküsyon testine ilaveten gingival sulkus derinliği, enfeksiyon ve
enflamasyon belirtileri, diş mobilitesi ve ağrı gibi parametreleri içermektedir.
Bu çalışmamızda mandibulada çapraşıklık tedavisi kapsamında ortodonti
hekimi tarafından çekimine karar verilen 34 numaralı dişin çekim sonrasında
, herediter olarak eksik olan 24 numaralı dişin yerine aynı seansta
transplante edilmiştir.Hastamızın 3. ay,1-2-3-4. yıl kontrollerinde
ototransplante edilen dişin olduğu bölgede herhangi bir periodontal
patoloji gözlenmemiştir. Diş canlılığını korumaktadır. İlgili dişte perküsyon
ve palpasyona hassasiyet yoktur. Tüm bulgular değerlendirildiğinde başarılı
bir ototransplantasyon olarak değerlendirilir. Ototransplantasyon pratikte
sık kullanılan bir uygulama olmamakla beraber ekonomik ve nispeten basit
bir uygulama olması, estetik ve fonksiyon olarak tatmin edici sonuçlar
vermesi, alveol kemiğinin kalite ve miktarını muhafaza etmesi gibi
avantajlarından dolayı implant ve protetik tedavilere geçerli bir alternatif
olarak bilinmektedir. Bunun yanı sıra tedavi sonucunun her zaman tahmin
177
edilememesi, olası komplikasyonlar nedeniyle transplante edilen dişin kaybı
gibi dezavantajları da göz önünde bulundurulmalıdır.
Anahtar Kelimeler: Ototransplantasyon, Reimplantasyon, Ortodontik
Tedavi,planlı Çekim
26 Şubat 2020 15:30 Gültepe
Bildiri 302
İmplant Cerrahisi Sırasında Gelişen Gastrointestinal
Yabancı Cisim Komplikasyonunun Yönetimi
Gürkan Ağyüz¹, Gürkan Ağyüz,suheyb Bilge,fatma Doğruel
1: Erciyes Üniversitesi Dış Hekimliği Fakültesi
Tek ya da çoklu diş eksikliklerinde en ideal ve güncel tedavi implant
cerrahisidir. Cerrahide kullanılan aletlerin gastrointestinal sisteme
aspirasyonu nadir görülen ciddi bir komplikasyondur. Özellikle erişkin yaşta,
gastrointestinal kanamaları takip ederek daha ciddi morbidite ve mortaliteye
neden olabilirler. Vaka Raporu Ağız, Diş ve Çene Cerrahisi Kliniği’ne implant
tedavisi için başvuran iki hastanın, implant cerrahisi sırasında gösterdikleri
şiddetli öğürme refleksi sonucunda, ağızlarında bulunan implant kapak
anahtarları gastrointestinal bölgeye doğru yer değiştirdi. Her iki hastanın
havayolunun açık olduğu belirlendikten sonra kesin tanı için Acil Servise
yönlendirilmesi ve hastalardan batın radyografisi alınması sağlandı.
Gastrointestinal yabancı cisim komplikasyonu tanısı kesinleştikten sonra
hastalar Gastroenteroloji Ana Bilim Dalı’na yönlendirildi. Her iki vakaya da
sedasyon altında acil olarak rijit özofagoskopi yapıldı. Yapılan kontrollerde
hastalarda herhangi bir şikayetinin olmadığı belirlendi. Tartışma Yabancı
cisimler sindirim kanalını spontan terkedebileceği gibi, impaksiyon,
obstrüksiyon, perforasyon ve fistülizasyona neden olabilirler. Tanı, anamnez
ve uygun görüntüleme yöntemleri ile konulduktan sonra çıkarma işlemi
spontan pasaja bırakma, endoskopik veya açık cerrahi ile çıkarma şeklinde
olabilir. 2 cm’den geniş ve 10 cm’den uzun nesneler piloru geçemeyeceği
için endoskopik çıkarılma gereklidir. Radyoopak olup, kenarı keskin olmayan
küçük yabancı cisimler 4-6 günde bir çekilecek direkt grafiler ile girişimsiz
takip edilebilir. Fakat özellikle diş hekimliği alanında kullanılan aletlerin
178
keskin kenarlı olması, gastrointestinal sisteme kaçmaları durumunda
mutlaka endoskopik veya cerrahi olarak çıkarılmalarını gerektirmektedir.
Sonuçlar Sindirim sistemine kaçan yabancı cisimler acil tanı ve tedavi
gerektiren durumlar arasında yer almaktadır. Erken tanı ve tedavisi hayatı
tehdit eden komplikasyonların önlenmesi için çok önemlidir.
Anahtar Kelimeler: Yabancı Cisim,implant,komplikasyon
26 Şubat 2020 15:45 Gültepe
Bildiri 306
Maksiller Ve Mandibular Çapraşıklığa Sahip Hastanın
Seri Çekim Protokolü İle Tedavisi: Olgu Sunumu
Burak Gülnar¹, Mehmet Birol Özel
1: Ktü
Amaç: Bu çalışmanın amacı karışık dişlenme döneminde yalnızca seri çekim
protokolü ile çapraşıklığın elimine edilerek stabil bir okluzyonun elde
edildiği bir vakanın sunulmasıdır. Gereç ve Yöntem: 8 yıl 4 aylık kız hasta
kliniğimize çapraşıklık şikâyeti ile başvurmuştur. Hastanın klinik
değerlendirmesinde 52, 62, 83 nolu dişlerin çekildiği görülmüştür.
Sefalometrik film değerlendirmesinde SNA açısı 76˚, SNB açısı 73 ˚ ve ANB: 3
˚ olarak ölçülmüştür. Panoramik film değerlendirmesinde henüz 20 yaş
dişlerin jermlerinin teşekkül etmediği, diğer daimi dişlerin mevcut olduğu
görülmüştür. Model analizinde üst çenede 10 mm, alt çenede ise 9 mm
çapraşıklık mevcuttur. Çapraşıklıkların giderilmesi ve daimi dişlere yer
açılabilmesi için hastanın seri çekim protokolü ile takibine karar verilmiştir.
İlk olarak 53,63,73 nolu dişlerin, sonrasında ise sırasıyla 54, 64, 74, 84, 14, 24,
55, 65, 34, 44, 75, 85 nolu dişlerin çekimi yapılarak daimi dişlenmeye geçişi
takip edilmiştir. Seri çekim protokolü ile ulaşılan fonksiyonel ve estetik
düzelme hasta ve velisince yeterli bulunduğundan sabit ortodontik tedavi
uygulanmamıştır. Sonuç: Erken karışık dişlenmede doğru zamanlama ve
uygun endikasyonla uygulanan seri çekim gibi koruyucu ve önleyici
ortodontik tedavi uygulamalarıyla elde edilen spontan diş hareketleri
sayesinde karmaşık ve masraflı olabilecek ileri ortodontik tedavilerin
eliminasyonu mümkün olmaktadır.
179
Anahtar Kelimeler: Çapraşıklık, Seri Çekim, Stabil
26 Şubat 2020 16:00 Gültepe
Bildiri 307
Türkiye'de Çocuklarda Kalıcı Diş Eksikliklerinin
Görülme Sıklığı Üzerine Bir Çalışma
Onur Ağmaz¹, Arslan Terlemez
1: Necmettin Erbakan Üniversitesi
Amaç: Bir bireyde kalıcı ya da süt dişlerinden en az bir tanesinin oluşmaması
durumu hipodonti olarak tanımlanmaktadır. Bu çalışmanın amacı
hipodontinin rastlanma sıklığının retrospektif olarak taranarak
belirlenmesidir. Gereç ve Yöntem: Bir diş hekimliği fakültesinin pedodonti
kliniğine başvuran, ortopantomografik radyografisi alınmış, 6-15 yaş arası
rastgele seçilmiş 1000 hastanın radyografik bulguları ve dental çekim
hikayeleri incelenerek sürmüş kalıcı dişler ve gömülü kalıcı diş germleri
değerlendirilmiştir. 3. molar dişler bu değerlendirmenin dışında bırakılmıştır.
Bu sayımlara göre kalıcı diş eksiklikleri tespit edilmiştir. Yaş değerleri
ortalama alınarak, cinsiyet ve varsa eksik olan diş numaraları frekansları ile
değerlendirilmiştir. Alt ve üst çene, sağ ve sol taraf, cinsiyet gibi
değişkenlerin analizi ise kikare testi kullanılarak yapılmıştır. Bulgular:
Çalışmada cinsiyet ile hipodonti (en az 1 eksik diş) görülme sıklığı arasında
istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunamamıştır (p>0,05). Hastaların yaş
ortalaması 9,63 bulunmuştur (9,63±2,814). Vakaların 56’sında (%5,6) en az
bir kalıcı diş eksikliğine rastlanmıştır. En sık eksikliği görülen 45 numaralı diş
olmuştur (Tüm hipodontilerin %21,1’i). Alt çenede tüm eksik diş sayısının
%51,4’ü oranında (n:72), üst çenede %48,6’sı oranında (n:68) hipodonti
görülmüştür. Alt çenede hipodonti görülme sıklığı üst çeneye göre
istatistiksel olarak anlamlı düzeyde farklı bulunmuştur (p<0,05). Sol ve sağ
taraflar arasında eksiklik açısından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık
görülmemiştir (p>0,05). Sonuç: Hipodontinin erken tespiti multidisipliner bir
yaklaşım ile yapılacak tedavilerin kolaylaştırılması açısından önem
taşımaktadır. Türkiye’de hipodonti sıklığı ile yapılan araştırmalara daha fazla
bölgenin karşılaştırılması ve daha fazla veri elde edilmesi açısından ihtiyaç
duyulmaktadır. Bu verilerin literatürde yerini alması ilerleyen zamanlarda
180
yapılacak çalışmaları kolaylaştıracak ve bu patolojinin rastlanma sıklığındaki
değişimlerle çözüm yollarının anlaşılmasına katkı sağlayacaktır.
Anahtar Kelimeler: Hipodonti, Diş Eksikliği, Agenezis, Çocuk Diş Hekimliği
26 Şubat 2020 16:15 Gültepe
Bildiri 310
Lisans Öğrencilerinde Dental Anksiyete Düzeylerinin
Araştırılması
Rumeysa Balcı¹, Türker Yücesoy, Elif Dilara Şeker
1: Bezmialem Vakıf Üniversitesi
Amaç: Bu çalışmanın amacı Diş hekimliği fakültesi öğrencileri ile diğer
fakültelerdeki öğrencilerin dental kaygı düzeylerinin karşılaştırılmasıdır.
Ayrıca pre- ve post-klinik eğitiminin dental korkuya etkisini incelemektir.
Gereç ve Yöntemler: Bu anket çalışması kapsamında Türkiye’deki
üniversitelerde lisans eğitimi gören öğrencilere dental girişimlere karşı olan
anksiyete ve korku seviyelerini ölçmek amacıyla Modifiye Dental Anksiyete
Skalası (MDAS) ve Dental Korku Skalası (DKS) anketleri uygulanmıştır.
Katılımcılar sorulara göre kendi anksiyete miktarlarını 1’den (anksiyete yok)
5’e (yüksek anksiyete) kadar skorlamışlardır. Çalışmada gruplar arası
karşılaştırmalar için Kruskall Wallis, ikili karşılaştırmalar için ise Mann
Whitney U testleri kullanılmıştır. Bulgular: Bu anket çalışmasına; 744 kadın
(%75), 249 erkek (%25) olmak üzere 993 lisans öğrencisi katılmıştır.
Katılımcılar diş hekimliği, tıp, sağlık bilimleri ve diğer fakültelerde okuyan
öğrenciler olarak sınıflandırılmıştır. MDAS anketindeki yer alan tüm soruları
diş hekimliği öğrencileri diğer gruplardan daha düşük skorlamıştır (p<0.05).
DKS anketindeki soruları ise büyük oranda diş hekimliği öğrencileri diğer
gruplardan daha düşük skorlamıştır (p<0.05). Diş hekimliği öğrencileri pre-
klinik ve post-klinik eğitim açısından gruplandırıldığında, sonuçlar sadece
pre-klinik eğitimi alan öğrencilerin genel korku ile ilgili soruları daha düşük
puanladığını göstermiştir. Bununla birlikte diğer sorularda pre- ve post-
klinik bakımından anlamlı bir farklılık gözlenmemiştir (p>0.05). Sonuç: Bu
çalışmanın sonuçları diş hekimliği öğrencilerinin diğer gruplara göre daha az
dental anksiyetesinin olduğunu ortaya koymuştur. Bununla birlikte diş
181
hekiliği eğitiminde pre- ve post-klinik öğrencileri arasında dental korku
açısından genel anlamda anlamlı bir farklılık görülmemiştir.
Anahtar Kelimeler: Anksiyete, Korku, Diş Hekimliği Öğrencileri, Preklinik,
Postklinik
26 Şubat 2020 15:15 Kanes
Bildiri 312
Pedodonti Kliniğine En Sık Başvuran, Bir Sendroma
Sahip Hastalar
Zeliha Özgöçmen¹, Zeliha Özgöçmen, Özge Gülcü, Zuhal Kırzıoğlu
1: Süleyman Demirel Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
Amaç: Diş hekimliğinde, sendroma sahip olan hastalara yaklaşım önemli bir
konudur. Sendromların bir kısmı, baş-boyun anomalilerini içermektedir.
Ayrıca; sistemik bulguların da eşlik etmesi, etkilenen bölgeye göre dikkat
edilmesi gereken durumları ortaya çıkarmaktadır. Ancak; çok sayıda
sendromun bulunması sebebiyle, bunların tamamının özelliklerinin bilinmesi
mümkün değildir. Daha yaygın görülen sendromlarla ilgili detaylı bilgi sahibi
olunması, dikkat edilmesi gereken hususların atlanmamasını ve tedavi
sürecinin kolaylaşmasını sağlayacaktır. Bu nedenle, bu çalışmanın amacı;
pedodonti kliniğine, son 10 yılda başvuran çocuklarda en sık karşılaşılan
sendromları tespit etmek ve tedavide dikkat edilecek hususları belirlemektir.
Gereç ve yöntem: Pedodonti kliniğimize, 2009-2019 yılları arasında diş
tedavisi için başvuran çocuk hastaların kayıtları taranmıştır. Bu hastalardan
sendrom tanısı alarak kliniğimize başvuran hastaların kayıtları seçilmiştir.
Genetik tanısı mevcut olan hastalar dahil edilmiş, sendrom tiplerine göre
gruplandırılmış ve diş tedavileri ile ilgili bilgileri kaydedilmiştir. Bulgular:
Sendrom tanısı konularak, genetik tanısı kesinleşmiş olup son 10 yılda
kliniğimize başvurmuş hasta sayısı 91 olarak tespit edilmiştir. Bu hastalar
değerlendirildiğinde en sık görülen sendromların; Down sendromu ve
Ektodermal displazi olduğu, bunları sırasıyla; Williams sendromu, Frajil-X
sendromu ve Di George sendromunun takip ettiği görülmüştür. Bu
hastalarda, kalp rahatsızlıklarının daha sıklıkla görüldüğü, ayrıca; epilepsi vb.
diğer rahatsızlıkların da eşlik edebildiği ve bu hastaların klinik koşullarda
182
tedavi edilebilmesine karşın, çoğunlukla sedasyon ya da genel anestezi
altında tedavi edildikleri belirlenmiştir. Hastaların gerekli diş tedavileri
yapılıp periyodik takipleri sağlandığında, ağız hijyeni bakımından da
sonuçların olumlu olduğu görülmüştür. Sonuç: Pedodonti kliniğinde en sık
karşılaşılan sendromlar ve bunların özellikleri ile ilgili detaylı bilgi
edinilmesinin bu sendromlara sahip hastalarda tedavi yönetiminde yararlı
olacağını düşünmekteyiz.
Anahtar Kelimeler: Pedodontide En Sık Görülen Sendromlar, Down
Sendromu, Ektodermal Displazi, Williams Sendromu, Frajil X Sendromu, Di
George Sendromu
26 Şubat 2020 16:30 Gültepe
Bildiri 316
9-12 Yaş Grubundaki Çocuklarda Diş Fırçalama
Sıklığının Ağız Sağlığına Etkisi
Çiğdem Küçükeşmen¹, Çiğdem Küçükeşmen, Büşra Kaya Taştan
1: Süleyman Demirel Üniversitesi Diş Hekiml
Anahtar Kelimeler: Çocuklarda Diş Fırçalama Sıklığı, Çocuklarda Ağız Hijyeni
28 Şubat 2020 09:30 Kanes
Bildiri 317
Pedodonti Kliniğine Ağrı Nedeni İle Başvuran
Çocukların Ebeveynlerinin Anksiyete Ve Depresyon
Durumun Değerlendirilmesi
Münevver Kılıç¹,
1: Atatürk Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
Amaç: Bu çalışma Pedodonti kliniğine çocuklarının diş ağrısı nedeni ile
başvuran ebeveynlerin anksiyete ve depresyon düzeylerini belirlemek
amacıyla yapılmıştır. Gereç ve Yöntemler: Tanımlayıcı türde olan araştırma,
183
Kasım-Aralık 2019 arasında Pedodonti Kliniğimize çocuklarındaki mevcut diş
ağrısı nedeni ile başvuran ebeveynler arasında gerçekleştirilmiştir. Veriler
gönüllü, iletişim kurulabilen, 18 yaş ve üzerinde olan, en az bir kez
kliniğimize başvurmuş diş ağrısı şikayeti bulunan 105 çocuk hastanın
ebeveyninden toplanmıştır. Veri toplamada soru formu ve Hastane
Anksiyete ve Depresyon (HAD) ölçeği kullanılmıştır. Verilerin istatistik
değerlendirilmesinde bağımsız örneklem t testi, tek yönlü varyans analizi
(ANOVA) ve Tukey çoklu karşılaştırma testi kullanılmıştır. Bulgular: Cinsiyet
ve HAD anksiyete puan ortalamaları ve eğitim ile HAD depresyon puan
ortalamaları karşılaştırıldığında aradaki fark istatistiksel olarak anlamlıdır (p
= 0.049, P= 0.004). Çocuk hastaların ebeveynlerinin HAD depresyon skoru
6.87 ± 2.96, HAD anksiyete skoru 6.85 ± 3.31 olarak bulunmuştur. Sonuç: Bu
sonuç doğrultusunda, pedodonti kliniklerine çocuklarının diş ağrısı şikayeti
ile başvuran ebeveynlerin anksiyete ve depresyonla baş etmeye yönelik
eğitim programlarının hazırlanması ve uygulanması önerilebilir.
Anahtar Kelimeler: Had Anksiyete Ve Depresyon Ölçeği, Pedodonti, Diş
Ağrısı
26 Şubat 2020 16:45 Gültepe
Bildiri 318
Ortodontik İndekslerle Değerlendirilen Tedavi
İhtiyacı İle Tedavi Zorluk Algısı Arasındaki Uyumun
Değerlendirilmesi
Elif Dilara Şeker¹, Elif Dilara Şeker, Muhammet Furkan Özden, Selim
İstemihan Elbir, Berza Yılmaz, Gökmen Kurt
1: Bezmialem Vakıf Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
Amaç: Bu anket çalışmasının amacı ortodontistler, diş hekimleri, diş
hekimliği öğrencileri ve meslek ile ilişkisi bulunmayan bireylerin tedavi
ihtiyacına göre derecelendirilmiş ortodontik vakalara tedavi zorluğu
bakımından yaklaşımlarının değerlendirmesidir. Gereç ve Yöntem: ICON
(Index of Complexity, Outcome and Need) ve IOTN (Index of Orthodontic
Treatment Need) skorları temel alınarak tedavi ihtiyacı ve zorluğuna göre
kategorize edilmiş 20 hastanın ağız içi fotoğraflar kullanılmıştır. Bu vakalar
184
zorlukları bakımından her iki indeks için Derece 1 (en hafif) ve Derece 5 (en
zor) olacak şekilde belirlenmiştir. Ankette vakaların frontal, üst-alt oklüzal ve
sağ-sol lateral görüntüleri içeren ağız içi fotoğrafları yer almış ve bu
vakaların ortodontistler, diş hekimleri, diş hekimliği öğrencileri ve meslek ile
ilişkisi bulunmayan bireyler tarafından 1’den (en kolay) 10’a (en zor) kadar
skorlanması istenmiştir. Verilerin dağılımı Shapiro-Wilk testi ile
değerlendirilmiştir. Bu testin sonucuna göre veriler homojen dağılmadığı
için gruplar arası karşılaştırmalar için Kruskal–Wallis testi uygulanmıştır.
Daha ileri ikili karşılaştırmalar için Dunn testi uygulanmıştır. Bulgular:
Çalışmaya toplam 426 kişi katılmıştır. Katılımcıların 102’si ortodontist, 116’sı
diş hekimi, 88’i diş hekimliği öğrencisi, 120’si meslek dışı bireylerden
oluşmaktadır. Her iki indeks için de gruplar arası istatistiksel farklılıklar
bulunmuştur(p<0.05). Bununla birlikte hafif vakalar indeks skorlarına kıyasla
daha yüksek puanlanırken, ağır vakalar daha düşük puanlanmıştır. IOTN
indeksinde diş hekimleri ve ortodonti uzmanları diğer gruplara göre
indeksin kendi skorlamasıyla daha tutarlı puanlamalar yaparken, vakaların
zorluk derecelerine göre sıralamasında sadece diş hekimleri ve
ortodontistlerin bu indeksle uyumlu olduğu görülmüştür. ICON indeksinde
ise sadece ortodonti uzmanları indeks skorlarıyla daha uyumu puanlamalar
yaparken, vakaların tedavi zorluklarına göre sıralamalarının tüm gruplar için
bu indeksin vaka zorluğu sıralamasıyla uyumlu olduğu görülmüştür. Sonuç:
ICON ve IOTN için hafif vakalarda tüm gruplar indeks skorları ile uyumsuz
sonuçlar vermiş olup, şiddetli vakalarda ortodontist ve diş hekimliği ile ilgili
eğitimi almış kişiler daha tutarlı puanlamalar yapmıştır.
Anahtar Kelimeler: Malokluzyon, Ortodontik Tedavi İhtiyacı, ıcon, ıotn
26 Şubat 2020 17:15 Gültepe
Bildiri 320
Protez-vuruğu Sonucu İlaca Bağlı
Osteonekroz(mronj) Gelişen Hastada Protetik Tedavi
Yaklaşımı
Taygun Sezer¹, Haydar Albayrak,canay Yilmaz Asan
1: Erciyes Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
185
Giriş: Çenelerin ilaca bağlı osteonekrozu(MRONJ),ağız boşluğunda 8
haftadan daha uzun süre ekspoze ve nekrotik kemiğin var olduğu,etkilenen
bölgede lokal malignite veya radyasyona maruz kalma hikayesi olmayan bir
avasküler nekroz türüdür.MRONJ,intravenöz bifosfonat veya denosumab
gibi anti-rezorbtif ilaçların kullanımı sonucu çene kemiklerinde ortaya
çıkabilir. Anti-rezorbtif ilaçlar;özellikle artmış kırık riski olan postmenopozal
kadınlarda,yaşlı hastalarda,kemik metastazı olan kanserlerin tedavilerinde
önemli bir tedavi seçeneğidir.Bu ilaçların kullanımına;diş çekimi,kötü ağız
hijyeni,uyumsuz çıkarılabilir protez ve kemoterapi gibi risk faktörleri
eklendiğinde çenelerde osteonekroz gelişebileceği bilinse de,literatürde diş
protezine bağlı osteonekroz oluşumu hakkında bilgi sınırlıdır. Vaka
Raporu:Bu vaka sunumunda;uyumsuz bir protez vuruğu sonucu osteonekroz
gelişmiş olan hastanın protetik tedavisine örnek sunmak
amaçlanmıştır.Gastrointestinal stromal tümör teşhisi konulan
hasta,radyoterapi ve kemoterapi tedavisine başlanılmadan önce dental
tedavilerin tamamlaması için fakültemize sevk edilmiştir.Fakültemizde dental
tedaviler tamamlanmış ve hasta ilgili sağlık kuruluşuna
yönlendirilmiştir.Yaklaşık 1 yıl boyunca, ayda 1 kez i.v bifosfonat ile birlikte
oral denosumab tedavisi uygulanmış,ilave olarak kalça bölgesine
radyoterapi uygulanmıştır.Bu tedaviler devam ederken hasta eksik dişerini
tamamlamak için fakültemize başvurmuş,hastaya daimi protezleri yapılana
kadar kullanması için geçici hareketli bölümlü protez yapılmıştır.Bir süre
sonra hasta vuruk şikayetiyle protez bölümüne başvurmuş ve osteonekroz
geliştiği fark edilmiştir.Hastaya geçici protezleri kullanmaması gerektiği
anlatılmış ve cerrahi bölümüne sevk edilmiştir.Cerrahi bölümünde bifosfonat
tedavisine ara vermesi önerilmiş,denosumaba devam edilmiş,ilgili bölge
lokal anestezi altında 3kez debride edilmiş ve nekrotik bölge primer olarak
kapatılmıştır.Yumuşak dokudaki yara bölgesine temas etmeyen bir daimi
hareketli bölümlü protez yapılması kararlaştırılmış ve dokuya bakan
yüzeyleri yumuşak astar materyali ile beslenmiş şekilde
bitirilmiştir.1.hafta,1.Ay ve 3.Ay kontrollerinde hastada yeni bir nekrotik alan
oluşmamış, yumuşak dokudaki yara bölgesinde kademeli olarak iyileşme
görülmüştür. Yorumlar: Bu vaka sunumunda anti-rezorbtif ilaç kullanan
hastalarda,uyumlu olmayan protez kullanımı sonucu ilaca bağlı osteonekroz
gelişebileceğine vurgu yapılmıştır.Bu tür hastalarda ilaca başlanmadan tüm
dental tedaviler bitirilmeli,ilaca başlanmış ise ara verilip,dental tedaviler bu
dönemde yapılmalıdır.Başarılı bir tedavi için bölümler arası iletişim ve
düzenli hasta tedavisi oldukça önemlidir.
186
Anahtar Kelimeler: Çenelerin İlaca Bağlı Osteonekrozu, Denosumab,
Bifosfonat, Hareketli Protez İlişkili Osteonekroz
27 Şubat 2020 09:15 Gültepe
Bildiri 321
Gömülü Dişlerin Ototransplantasyonu- Vaka Serisi Ve
Literatür Derlemesi
Pembe Boğaç¹,
1: Gazi Üniversitesi Diş Hekimliği
Diş eksikliklerinin tedavisinde implantların uzun dönemde yüz güldürücü
başarıları olsa da diş eksikliği ve gömülü dişlerin varlığında bazı durumlarda
ototransplantasyon alternatif bir tedavi seçeneğidir. Ototransplantasyon,
sürmemiş yada gömülü durumdaki sağlıklı bir dişin aynı bireyde eksik olan
dişin yerine yerleştirilmesidir. Ototransplantasyonun endikasyonları arasında
tedavi edilemeyen kök kırıkları, dental agenezi, periodontal sebepler, çürük
yada travma nedeniyle oluşan erken diş kayıplarıdır. Ototransplantasyonun
avantajları arasında estetiğin iyileştirilmesi, normal fasiyal ve alveol gelişimin
sağlanması; ark bütünlüğünün , fonetiğin, okluzyonun ve implantlarda
olmayan proiyosepsiyon duyusunun elde edilmesi olarak sıralanabilir. Bu
sunumda kliniğimizde uyguladığımız iki ototransplantasyon vakası ile
konuyla ilgili yapılan literatür taramasında elde edilen bilgiler
anlatılmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Ototransplantasyon, Gömülü Diş, Vaka Serisi, Derleme
27 Şubat 2020 09:45 Kanes
Bildiri 322
Dentoalveoler Travma Sonucu Oluşan Tek Diş
Eksikliklerinin İmplant Üstü Kuronlar İle
Rehabilitasyonu: İki Olgu Sunumu
187
Özden Melis Durmaz Yılmaz¹, Haydar Albayrak
1: Erciyes Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
Giriş: Dentoalveolar travmalar genç bireylerde sıklıkla rastlanılmakla beraber
en çok anterior bölgede diş eksikliğine yol açarak hastayı psikolojik olarak
olumsuz etkilemekte ve bu hastalarda estetik beklentileri bir hayli yüksek
olmaktadır.Hastaların bu beklentilerini karşılayabilmek için ideal estetik
material seçimi ve gingivanın sağlığının kazandırılması için uygun tedavinin
planlaması büyük önem arz etmektedir. Bu olgu sunumu, dentoalveoler
travma nedeniyle biri maksiller santral diğeri maksiller lateral dişini
kaybetmiş iki erkek hastaya implant üstü sabit protezler ile estetik fonetik ve
fonksiyon rehabilitasyonunu sunmayı amaçlamıştır Vakalar: 18 yaşında
herhangi bir sistemik rahatsızlığı bulunmayan maksiller lateral dişini travma
sonucu kaybeden erkek hasta kliniğimize estetik beklentileri yüksek ve
kaybettiği dişinin rehabilitasyonu için başvurdu. Hastaya kemik seviyesinde
implant yerleştirildi ve hastanın travma sonucu kaybettiği dişi implant
yerleştirildikten sonra vidalı peek alt yapılı geçici protez olarak takıldı. Bu
sayede dişetinin simetrik dişe benzer şekilde şekillenmesi sağlandı. İkinci
olguda ise 20 yaşında oral hijyen motivasyonu düşük olan sistemik bir
rahatsızlığı bulunmayan erkek hasta kliniğe kaybettiği maksiller santral diş
eksikliğinin tedavisi için başvurdu. Hastaya kemik seviyesi bir adet implant
yerleştirildi. Geçici kuron yapılmadan iyileşme başlığı takılarak
osseointegrasyon sürecine geçildi. Bu hastada hem bukkal keratinize diş
etinde hemde interdental papilde olması gereken normal diş eti formu
belirmediği gözlendi. Hasta 4 aylık osseointegrasyon süreci sonrasında
düzenli bukkal dişeti ve interdental papil formunun sağlanması için
periodontoloji bölümüne yönlendirildi. Hastaya peek alt yapılı vidalı geçici
kuron yapıldıktan sonra serbest bağ doku grefti uygulandı. Iki hastadan da
Hind’s yöntemi ile daimi ölçü alındı. Titanium abutment üzerine zirkonyum
alt yapılı porselen kuron yapıldı ve simante edildi. Sonuç: Birinci olguda
immediat ikinci olguda sonradan yapılan vidalı geçici implant üstü kuronlar
ile uygun diş eti şekillendirilmesi yapılıp daimi kuronlar için uygun çıkış
profili sağlandı. Hastalarda 3 aylık takip sonucunda vida gevşemesi porselen
kırığı renk değişimi dişeti uyumsuzluğu görülmemiş olup hastalar için tatmin
edici ve klinik olarak kabul edilebilir sonuçlar elde edilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Yumuşak Doku Estetiği, Hind`s Tekniği, İmplant, Geçici
Kuron, Dentoalveoler Travma
188
27 Şubat 2020 09:45 Gültepe
Bildiri 324
Alt Çeneye İnokule Olan Mıknatıs Parçalasının Tanı
Ve Tedavisi: Bir Olgu Bildirimi
Yakup Gülnahar¹, Yakup Gülnahar
1: Erzincan Binali Yildirim Üniversitesi
Giriş: Travmatik yaralanmalar sonrasında vücuda yabancı cisimler girebilir.
Bu yabancı cisimlerin doğru tanı yöntemleri kullanılmazsa saptanmaları zor
olmaktadır. Bu nedenle yabancı cisimler vücut içinde bırakılabilir veya yanlış
tedavilerin uygulanmasına yol açabilir. Olgu: 15 sene önce trafik kazası
geçirmiş ve rutin muayene için fakülteye başvuran hastanın, yapılan klinik ve
radyolojik muayenesinde alt çeneye inokule yabancı cisim tespit edildi.
Yapılan muayenede ekstraoral bir bulgu saptanmadı. İlgili bölgede ileri
görüntüleme yöntemleri ile incelendiğinde radyoopak bir oluşum tespit
edildi ve cerrahi olarak çıkarıldı. Sonuç: Cerrahi olarak çıkarılan parçaların
mıknatıs parçası olduğu tespit edildi. Bu olgu bildiriminde hastanın 15 yıl
boyunca herhangi bir muayene esnasında farkedilmemiş olan bir parçanın
eksizyonu tartışılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Yabancı Cisim, Maksillofasial, İnokülasyon
26 Şubat 2020 17:30 Gültepe
Bildiri 330
Vestibül Derinleştirmede Submukozal Tünel Tekniği -
Serbest Dişeti Grefti Karşılaştırılması
Koray Onur Şanal¹, Sadi Memiş
1: Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi
Amaç: Bu rapor, mandibula anterior bölgede yetersiz yapışık mukozaya
sahip dental implant uygulanmış hastalarda preprotetik amaçlı vestibul
sulkus derinliklerinin arttırılmasında, submukozal tünel tekniği ile serbest
189
dişeti greftinin (SDG) karşılaştırılmasını amaçlamıştır. Olgu: 60 yaşında kadın
hasta, mandibula anterior bölgede henüz üst yapısı tamamlanmamış dental
implantların preprotetik amaçla vestibül derinliği arttırılması için kliniğimize
refere edildi. Yapılan radyolojik incelemede, parasimfizis bölgesine implant
üstü protetik rehabilitasyon amacıyla uygulanmış iki adet dental implant
görüldü. Klinik incelemede ise sağ ve sol tarafta 5mm’den az yapışık dişeti
görüldü. Lokal anestezi altında, sağ taraftaki implantın vestibul bölgesi için
submukozal tünel tekniği, sol taraf için sol palatinal mukozaya ait SDG eş
zamanlı uygulanarak her iki tarafta 10mm’den fazla vestibul derinlik elde
edildi. Post-operatif birinci haftada iki bölgede de süturlar alındı, her iki
bölgede de yara yeri iyileşmesinde komplikasyon gözlenmedi. Üçüncü ayın
sonunda hastaya implant üstü protez yapıldı. Post-operatif 10. ayda yapılan
klinik incelemede, submukozal tünel teknik ve SDG klinik bulguları arasında,
sonuç sulkus derinliği bakımından fark görülmedi. Sonuç: Vestibül sulkus
derinleştirmede submukozal tünel tekniği, donör saha morbiditesi
oluşturmaması, geniş bölgelerde vestibül derinleştirme için SDG'ye göre
daha fazla doku desteği sağlaması gibi avantajları sebebiyle SDG tekniği
yerine tercih edilebilir.
Anahtar Kelimeler: Vestibül Derinleştirme, Submukozal Tünel Tekniği,
Serbest Dişeti Grefti (sdg)
26 Şubat 2020 17:45 Gültepe
Bildiri 331
Eğri Kök Kanallarında Apikalden Taşan Debris Miktarı
Yönünden Dört Farklı Eğe Sisteminin
Değerlendirilmesi
Öznur Güçlüer¹, Hüseyin Sinan Topçuoğlu, Sezer Demirbuga, Cemre Ceylan
1: Akdeniz Üniversitesi
Amaç: Kök kanal preparasyonu esnasında apikalden debris taşması çeşitli
post-operatif komplikasyonlara yol açmaktadır. Bu çalışmanın amacı farklı
tek eğe sistemlerinin kök kanal preparasyonunda kullanımı esnasında
apikalden taşan debris miktarlarının değerlendirilmesidir. Yöntem: Bu
çalışmada, 64 adet çekilmiş insan alt çene molar diş mezial kök kanalları
190
kullanılmıştır (n=16). Kök kanalları EdgeOne Platinum™, Resiproc Blue®,
TruNatomy® ve ProTaper Gold® döner eğe sistemleri üretici firma
talimatına uygun kullanılarak şekillendirilmiştir. Deney düzeneğinde
apikalden taşan debris miktarı, daha önceden ağırlığı hassas terazi ile
tartılmış Eppendorf tüplerinde toplanmıştır. Tüpler içindeki distile suyun
buharlaşması için 70 0C’de 5 gün boyunca inkübatörde bekletilmiş, kalan
debris ağırlıkları hassas terazi ile tartılarak hesaplanmıştır. Eğe sistemlerinin
apikalden taşan debris miktarı veri ortalamaları arasındaki fark Kruskal-
Wallis testi kullanılarak değerlendirilmiştir. Anlamlılık p<0.05 düzeyinde
değerlendirilmiştir. Bulgular: Elde edilen verilerle tüm gruplar arasında en az
debris taşıran sistemin Trunatomy grubu gösterirken (p<0.05), en yüksek
değeri ise EdgeOne Platinum grubu göstermiştir. (p>0.05). Sonuç:
Çalışmanın sonuçları değerlendirildiğinde; bütün eğe sistemleri apikalden
debris taşmasına neden olmuştur. TruNatomy eğe sisteminin apikalden
daha az miktarda debris taşırma nedeninin, taper açısına bağlı olduğu
düşünülebilir.
Anahtar Kelimeler: Kök Kanal Şekillendirmesi, Niti Döner Eğe, Debris Taşması
27 Şubat 2020 17:30 Kanes
Bildiri 334
Derin Mandibular Dişeti Çekilmesinin Laterale Kapalı
Tünel Tekniği İle Tedavisi
Zeliha Betül Özsağır¹,
1: Sağlık Bilimleri Üniversitesi Hamidiye Diş Hekimliği Fakülte
Amaç: Dişeti çekilmelerinin etiyolojik faktörleri; diş arkındaki dişlerin
pozisyonu, dehisens, ilgili dişin anatomisi, dişeti kalınlığı, aşırı/yanlış diş
fırçalama, kas çekimi ve ortodontik tedavidir. Lokalize dişeti çekilmelerini
tedavi etmek için ana endikasyon, plak kontrolünü kolaylaştırmak ve
periodontal inflamasyon ve kök çürüğünü önlemek için yumuşak doku
kalınlığını ve stabilitesini arttırmaktır. Ortodontik tedavi sonrası arkın dışında
konumlanan, bukkal dehisensi, ince dişeti fenotipi ve derin lokalize dişeti
çekilmesi olan olgunun laterale kapalı tünel operasyonu ile tedavisi
amaçlandı. Yöntem: Periodontoloji kliniğine başvuran 23 yaşında sistemik
191
olarak sağlıklı kadın hastanın 41 numaralı dişinde, izole derin dişeti çekilmesi
tespit edildi. Hasta anamnezinde ortodontik tedavisinin bir yıl önce
tamamlandığını ve dişeti çekilmesinin ortodontik tedavi sırasında
başladığını, tedaviden sonra da çekilmenin devam ettiğini belirtti. 41
numaralı dişin mid-bukkalinde 6 mm dişeti çekilmesi ve keratinize dişeti
eksikliği mevcuttu. Lateralindeki 31 numaralı dişin dişeti kalınlığı 0.4 mm, 42
numaralı dişin dişeti kalınlığı 0.55 mm olarak tespit edildi. Lokal anesteziden
sonra ekspoze olan kök yüzeyine Gracey küretleri ile kök yüzeyi
düzleştirmesi yapıldı. Sulküler epitelin insizyonla uzaklaştırılmasından sonra
mukoperiosteal kese (pouch) hazırlandı ve mukogingival hattın apikaline ve
mezial distal yönde hareketlendirildi. Tek insizyon tekniği ile subepitelyal
bağ dokusu grefti (BDG) elde edildi. Rehber sütürler aracılığıyla BDG flep
altına yerleştirildi. Kesenin marjini 5.0 poliprolen sütür kullanılarak basit
sütur tekniği ile sütüre edildi. Askı sütürler aracılığıyla dişeti marjini, mine
sement sınırını örtecek şekilde koranale yerleştirildi. Ameliyat sonrası bir
yıllık takipte, tam kök yüzeyi kapanması elde edildiği görülmüştür. Sonuç:
Derin mandibular dişeti çekilmesi olgusunda, BDG ile gerçekleştirilen
laterale kapalı tünel tekniği ile tam kök yüzeyi kapanması ve estetik sonuç
elde edilebilmiştir. Bu yöntemin başarısının değerlendirilebilmesi için uzun
dönem takipli randomize kontrollü klinik çalışmalara ihtiyaç vardır.
Anahtar Kelimeler: Dişeti Çekilmesi, Bağ Dokusu Grefti, Tünel Operasyonu
27 Şubat 2020 10:15 Gültepe
Bildiri 335
Atrizyonel Diş Dokusu Kaybına Bağlı Gelişen Okluzal
Dikey Boyut Eksikliğinin Tedavisine Farklı Bir Bakış:
Olgu Sunumu
Hüseyin Ozan Temizkanlı¹, Hüseyin Ozan Temizkanlı, Haydar Albayrak
1: Erciyes Üniversitesi Diş Hekimliği
Doğal ve yapay dişlerde patolojik veya fizyolojik olarak izlenen aşınmalar,
çoklu posterior diş eksikliği veya yanlış ortodontik aparey kullanımı gibi
sebeplerle okluzyon dikey boyutunu (ODB) azaltabilmektedir. Bu durumda
hastada estetik, fonksiyon ve fonasyon kaybı şikayetleri oluşabilmektedir.
192
Dikey boyutun arttırılması sonucu okluzyonun yeniden düzenlenmesi ve bu
şikayetlerin önüne geçilmesi mümkündür. ODB arttırımı geçici
restorasyonlar, eklem splintleri, ortodontik uygulamalar, overlay hareketli
bölümlü protezler ile gerçekleştirilebilir. ODB arttırımı sonucu erken ve orta
dönemde hastalarda temporomandibular eklem disfonksiyonu (TMD),ilgili
çiğneme sistemi kaslarında palpasyona hassasiyet veya kontraktür gelişimi,
mandibular hareketlerde kısıtlılık, fonasyon bozukluğu, yanak ısırma ve diş
sıkma şikayetlerinde artış gibi semptomlar gözlenebilmektedir. Amacımız; 7
günlük yükleme sonrasında ODB artışının olası etkilerini değerlendirmektir.
Kliniğimize 34,35,36,37,38 ve 46,47,48 nolu dişlerinde eksiklik sonucu kemik
içi implant uygulaması yapılmıştır. Buna ek olarak da daha önceden prepare
edilmiş 33 nolu dişteki restorasyonun yenilenmesi şikayetiyle başvuran
hastanın klinik ve radyolojik muayenesinde ileri derecede aşınmış
mandibular anterior dişler ile hafif-orta derecede aşınmış 44,45 nolu dişler
bulunduğu tespit edilmiştir. Yapılan dikey boyut incelemesinde serbest
konuşma aralığında 5 mm mesafe olduğu tespit edilmiştir. implant ve diş
üstü sabit daimi protezleri yapılmadan önce hastanın ODB geçici
restorasyon ile yaklaşık 3 mm arttırılarak 1 hafta beklenmiştir. Daimi
restorasyonların uygulanmasını takiben hastanın 1. hafta, 1. ay
kontrollerinde TMD ile ilgili bir eklem bulgusuna veya protetik
komplikasyona rastlanmamıştır. Sonuç olarak mevcut işlem protokolü
başarılı olarak önerilebilir. Literatürde ODB arttırımı için daimi restorasyon
yapımı öncesi bekleme süresi ve sonrasında uzun süreli takibi ile ilgili yeterli
randomize kontrollü klinik çalışma eksikliği bulunmaktadır. Dolayısıyla
ilerleyen dönemde bu tip bir çalışma ile mevcut literatür bilgisine katkı
sağlanabilir.
Anahtar Kelimeler: Oklüzyon Dikey Boyut, Atrizyon, Geçici Kron
27 Şubat 2020 10:30 Gültepe
Bildiri 338
Kök Kanal Tedavisi Uygulanan Dişlerde Ortodontik
Tedaviye Bağlı Oluşan Kök Rezorpsiyonlarının
Değerlendirilmesi
193
Asiye Nur Dinçer , Elif Dilara Şeker
Amaç: Bu retrospektif çalışmanın amacı, kök kanal tedavisi yapılmış ve
simetriğinde yer alan vital pulpaya sahip dişlerde ortodontik tedavi ile ilişkili
dış kök rezorpsiyonu miktarının karşılaştırılmasıdır. Gereç ve Yöntem:
Bezmialem Vakıf Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Ortodonti Anabilim
Dalında en az 1 yıl süre ile tedavi görmüş hastaların başlangıç ve bitiş
panoramik röntgenleri üzerinde dış kök rezorpsiyonu miktarı değerlendirildi.
150 adet kanal tedavisi yapılmış ve simetriğinde yer alan vital pulpaya sahip
dişte dış kök rezorpsiyon oranı ölçüldü. İstatistiksel analiz için Mann
Whitney-U testi kullanıldı. Bulgular: Vital dişler ve endodontik olarak tedavi
edilen dişler arasında dış kök rezorpsiyonu açısından anlamlı bir farklılık
yoktur (p>0.05). Vital pulpaya sahip dişlerde meydana gelen ortalama dış
kök rezorpsiyon miktarı 0.80 mm iken, bu değer endodontik olarak tedavi
edilen dişlerde 0.75 mm’dir. Sonuç: Ortodontik tedavi sırasında uygulanan
kuvvetin meydana getirdiği dış kök rezorpsiyonu riski karşılaştırıldığında,
kök kanal tedavisi uygulanmış ve vital dişler arasında anlamlı farklılık
bulunmamaktadır.
Anahtar Kelimeler: Dış Kök Rezorpsiyonu, Kök Kanal Tedavisi, Ortodonti
27 Şubat 2020 11:00 Gültepe
Bildiri 342
Farklı Gövde Dizaynlarına Sahip İmplantların
Yerleştirme Tork Değerlerinin Karşılaştırılması
Nurettin Diker¹, Burcu Diker, Önjen Tak
1: Bezmialem Vakıf Üniversitesi
Amaç: Primer stabilite osseointegrasyonun başarısında önemli bir faktördür.
Primer stabilite; implantın çapından, uzunluğundan, yüzey özelliklerinden,
kemik yoğunluğundan etkilenmektedir. Bu çalışamanın amacı implant
dizaynı ve çapının yerleştirme torku üzerine etkisinin incelenmesidir. Gereç
ve Yöntem: Çalışmada D3 yoğunluklu yapay kemik bloğu kullanıldı. İki farklı
çapta (3,5 mm-4,0 mm), iki farklı dizaynda(konik ve silindirik implant
gövdesi) toplam 32 adet implant kemik bloga yerleştirildi (n=8). İmplant
194
yerleştirme işleminin standardizasyonu amacıyla implant pozisyon ve
açılarını belirleyece, akrilik rezinden kazıma yöntemiyle elde edilen bir guide
üretildi. İmplant arası mesafe 5,75 mm olacak şekilde panlandı. İmplantlar
firmanın yumuşak kemik için önerilen frezleme protokolü doğrultusunda
yerleştirildi. İmplantların yerleştirilmesi tamamlandığı andaki tork değerleri
kaydedildi. İkili gruplar arası farklılıkların değerlendirilmesi için bağımsız
örneklem t-testi kullanıldı. Bulgular: 3,5 mm ve 4,0 mm çaplara sahip
silindirik implantlarda implantların yerleştirme torkları arasında anlamlı bir
fark bulunmamıştır(p=0,875). Konik gövde dizaynında, 3,5 mm ve 4,0 mm
çaplara sahip olan implantların benzer yerleştirme torku değerlerine sahip
olduğu tespit edildi(p=0,464). 3,5 mm ve 4,0 mm çapa sahip implantlardan
konik gövde dizaynına sahip implantların silindirik implant dizaynına sahip
implantlara göre daha yüksek yerleştirme torku sağladığı
gösterilmiştir(p=0,000). Sonuç: İmplant çapının implantı yerleştirilme torku
üzerine anlamlı bir katkısı yoktur. Konik gövde yapısına sahip implantlarla
daha yüksek yerleştirme tork değerleri elde edilebilir.
Anahtar Kelimeler: Yerleştirme Torku, İmplant Cerrahisi, Primer Stabilite
27 Şubat 2020 11:15 Gültepe
Bildiri 343
Sabit Bölümlü Protezler İçin Ağıziçi Tarayıcılarla
Alınan Dijital Ölçülerin Hassasiyeti
Burcu Diker¹, Önjen Tak
1: İstanbul Okan Üniversitesi
Amaç: Bilgisayar destekli tasarım ve üretim sistemleri, sabit protezlerin
üretiminde sıklıkla kullanılmaktadır. Tam dijital iş akışı içerisinde, üretilen
protezlerin başarısında doğru ve hassas bir dijital ölçü esastır. Bununla
birlikte uzun diş eksikliğine sahip protezler için dijital ölçünün hassasiyeti
konusunda literatürde yeterli veri yoktur. Bu çalışmanın amacı, 4 üyeli sabit
bölümlü protez (SBP) için 6 farklı ağıziçi dijital tarayıcı sistemi ile alınan
dijital ölçünün hassasiyetini değerlendirmekti. Gereç ve yöntem: Çalışmada
üst çene tam ark akrilik model kullanıldı. Arkta çift taraflı olarak 4 üyeli SBP
için kanin ve 1. molar dişler prepare edildi. Model yüksek hassasiyete sahip
195
endüstriyel referans tarayıcı (ATOS Core 80) ile taranarak referans veri seti
oluşturuldu. Hassasiyetin değerlendirilmesi için 6 farklı ağıziçi dijital tarayıcı
sistemi kullanıldı (Trios, iTero, Cerec Omnicam, Planmeca Emerald,
Primescan and Virtuo Vivo). Her tarayıcı ile 10 tarama yapıldı. Elde edilen
tüm veri setleri 3 boyutlu karşılaştırma yazılımına yüklendi (Geomagic
Studio). Bu yazılım ile referans veri seti ile tarayıcılardan elde edilen veri
setler üstüste hizalanıp çakıştırıldı. Prepare edilmiş dişler izole edilerek
hassasiyetleri ölçüldü. Her tarama veri seti için ortalama sapma değerleri
kaydedildi. Kruskal Wallis ve Mann-Whitney U testi ile istatistiksel analizi
yapılarak farklar tespit edildi. İstatistiksel anlamlılık düzeyi p≤.05 olarak
ayarlandı. Bulgular: Ağıziçi dijital tarayıcı sistemlerin hassasiyetinde
istatistiksel olarak anlamlı farklılıklar bulundu. Primescan tüm tarayıcılar
arasında en iyi hassasiyeti (43±3 and 23±8 µm) gösterirken en az hassasiyet
Emerald ile taranan ölçülerde (103±10 and 64±12 µm) gözlendi. Sonuç: Bu
çalışmanın kısıtlamaları ile birlikte 4 üniteli sabit bölümlü protezler için
prepare edilmiş dişlerin dijital ölçülerinin hassasiyeti ağıziçi tarayıcı
sistemine bağlı olarak değişti. Bu farklılıklar, üretilecek sabit bölümlü
protezlerin uyumu için klinik olarak anlamlı olabilir.
Anahtar Kelimeler: Ağıziçi Tarayıcı, Dijital Ölçü, Hassasiyet
27 Şubat 2020 11:30 Gültepe
Bildiri 344
Antibiyotikli Kanal Patlarının Mezenkimal Kök
Hücrelerinde Meydana Getirdiği Değişikliklerin
İncelenmesi
Seçil Çalışkan¹, Seçil Çalışkan, Hasan Salkın, Büşra Kurt, Zeynep Burçin
Gönen, Mustafa Aydınbelge
1: Eskişehir Osmangazi Üniversitesi
Amaç: Çalışmamızda rejeneratif endodontik prosedürler uygulanırken kök
kanalının dezenfeksiyonunda kullanılan üçlü, ikili ve modifiye üçlü
antibiyotik patların (TAP, DAP, m TAP) apikal papilla mezenkimal kök
hücrelerinde(SCAP) meydana getirdiği değişikliklerin hücre, RNA düzeyinde
incelenmesi ve klinik uygulamalarda kullanımları ile ilgili verilerin elde
196
edilmesi hedeflenmiştir. Materyal ve Metod: SCAP, genç erişkin hastaların
gömülü 20 yaş dişlerinden izole edilmiştir. SCAP üzerine TAP, DAP ve mTAP
tedavisi (14 günlük ilaç tedavisi ve 28 günlük ilaç tedavisi) uygulanmış ve 28
gün sonra hücrelerin canlılık, proliferasyon, apoptoz ve farklılaşmaları
değerlendirilmiştir. Farklılaşmaların tespitinde osteokalsin, dentin sialo
fosfoprotein (DSPP) ve alkalen fosfataz (ALPP) gen ekspresyonları
değerlendirilmiştir. Grupların karşılaştırılmasında bağımsız gruplarda tek
yönlü varyans analizi, çoklu karşılaştırma testlerinde ise Tukey testi kullanıldı
(p<0,05). Bulgular: Her bir materyal için 14 ve 28 günlük gruplar
değerlendirildiğinde hücre canlılık, proliferasyon, erken apoptoz, geç
apoptoz ve total apoptoz oranlarındaki değişimlerde anlamlı bir farklılık
gözlenmemiştir. Gen ekspresyon düzeyleri değerlendirildiğinde; 14 gün ilaç
uygulaması yapılan DAP grubunda, osteokalsin ve DSPP genlerinin
ekspresyon düzeylerinde anlamlı yükseliş tespit edilmiştir. Bununla birlikte,
28 gün mTAP uygulaması yapılan grupta yine DSPP geni ekspresyon
düzeyinde anlamlı yükseliş tespit edilmiştir Sonuç: Sonuç olarak, çalışmada
kullandığımız medikamanların hiçbiri SCAP (apikal papilla kaynaklı
mezenkimal kök hücre) üzerine olumsuz etki göstermemekle birlikte, 0,1
mg/ml konsantrasyonda kullanıldığında osteojenik ve odontojenik
farklılaşmaya olumlu katkı sağlamışlardır. Rejeneratif tedavilerde, bahsi
geçen antibiyotiklerin belirtilen doz ve uygulama sürelerine dikkat edilerek
kullanımı uygun bulunmuştur.
Anahtar Kelimeler: Antibiyotikli Pat, Gen Ekspresyonu, Rejeneratif
Endodontik Tedavi, Scap
27 Şubat 2020 11:45 Gültepe
Bildiri 347
Trigeminal Nevralji Tanılı İki Hastada Endodontik
Tedavinin Hastalığın Seyrine Etkisi
Eda Biricik¹,
1: Erciyes Universitesi Dis Hekimligi
Trigeminal Nevralji ; Trigeminal sinirin bir veya daha fazla dalında genellikle
ağız içindeki veya çevresindeki tetik alanlarına dokunulmasıyla indüklenen;
197
elektrik çarpması,yanma,şok şeklinde şiddetli, paroksismal ağrı atakları
şeklinde tanımlanır. Çoğunlukla orta ve ileri yaşlarda, daha sık kadınlarda
görülür. Ağrı; yüze dokunma ve yıkama, diş fırçalama, çiğneme, konuşma
veya termal değişiklik gibi duyusal uyarılarla provoke edilebilir. Genellikle
tek taraflıdır.Bu raporun amacı, trigeminal nevralji tanısı konmuş iki hastaya
yapılan kanal tedavisi yenilenmesi işlemi sonrası hastalığın seyrindeki
değişimlerin değerlendirilmesidir. İlk olguda dört yıl önce trigeminal nevralji
tanısı konmuş 52 yaşındaki kadın hastanın sol mandibular bölgede yüz
yıkama, dudak bölgesine dokunma, gülümseme ile başlayan ağrı şikayetleri
vardı. Hasta dört yıldır ilaç (Tegretol) kullanmaktaydı ve endodonti kliniğine
periapikal lezyonlu semptomatik 47 numaralı dişindeki eski kanal tedavisinin
yenilenmesi amacıyla yönlendirilmişti.Endodontik tedaviye başlandıktan 2
hafta sonraki seansta hasta asemptomatikti ve kendi tercihiyle ilacını
(Tegretol) kullanmayı bırakmıştı.Hastanın endodontik tedavisi
tamamlandıktan bir ay sonra hasta kontrole çağırıldı ve semptomlarının
kaybolduğu öğrenildi. İkinci olguda 10 yıl önce trigeminal nevralji tanısı
konmuş ve 5 yılı aşkın süredir asemptomatik olduğunu belirten 56 yaşındaki
kadın hastanın asemptomatik olan eski kanal tedavilerinin protetik
restorasyon öncesi yenilenmesi amacıyla hasta endodonti kliniğine
yönlendirildi. Hastanın 45 ve 46 numaralı dişlerinin tedavisine başlandıktan
bir gün sonra hastanın asemptomatik olan 46 numaralı dişinde şiddetli ağrı
ve sağ alt dudakta parestezi ile beraber seyreden ve dokunmayla stimüle
olan batıcı, yanıcı ağrılar gözlendi. Hastanın ilgili dişindeki perküsyon ağrısı
ve kanaldaki enfeksiyon bulguları elimine edildikten sonra kanal tedavileri
tamamlandı. Hastanın dişindeki ağrılarının azalmasıyla birlikte, eşlik eden
parestezi ve dudaktaki yanıcı tarzda ağrılarda da azalma gözlendi.Hastanın
1.ay ve 3.ay kontrollerinde semptomları azalan bir eğilim gösterdi ve
6.aydaki kontrolünde tamamen kayboldu. Sonuç olarak bu iki olgu ile
trigeminal nevraljinin endodontik enfeksiyon ile tetiklenebileceği ve ve kök
kanalındaki enfeksiyon eliminasyonun hastalığın seyrini etkileyebileceği
düşünülmüştür.
Anahtar Kelimeler: Trigeminal Nevralji, Kök Kanal Tedavisi, Periapikal
Enfeksiyon
27 Şubat 2020 12:15 Gereme
Bildiri 348
198
Maksillofasiyal Fraktürlerde Postoperatif
Komplikasyonlarının Retrospektif Analizi
Anvar Ahmedov¹, Anvar Ahmedov
1: Evliya Çelebi Eğitim Ve Araştırma Hastanesi
Amaç: Opere edilen 47 mandibula ve maksilla fraktürleri olan hastaların
postoperatif komplikasyonlarının retrospektif değerlendirilmesi
amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem : Eylül 2016- aralık 2019 arasında opere
edilen 47 mandibula ve maksilla fraktürleri olan hastaların değerlendirilmesi
dosyaları üzerinden yapıldı. Hastaların kırık sonrası ilk 7 gün içerisinde opere
edildiği ve hepsi nazal entube edildiği görülmüştür. Üst ve alt ilk kesici dişler
orta hatta getirilmiş ve dişler tam okluzyonda iken intermaksiller fiksasyon
sağlanmış. Açık reduksiyon ve rijit fiksasyon plak vida seti ile yapıldı.
Hastalara, ilk 3 gün berrak sıvı , 3-7 gün süzdürülmüş çorbalar, 7-14 gün
muhallebi tarzı, 14-21 gün yumuşak gıdalar şeklinde perhiz uygulandı. Her
gıda alımı sonrasında su ile ağız çalkalama ve oral antiseptik çözeltiler
kullanıdı. 10. gün sonrasında yumuşak diş fırçasıyla ağız temizliğinin
yapılması istendi. Tüm mandibular fraktürü olan hastalarda yüz maskesi
kullanıldı. Bulgular : Postop 1 ay değerlendirilmesinde hastaların 5 inde
okluzyon bozukluğu geliştiği görüldü(kırık hattında korunmuş immobil yada
az mobil diş, diş kaplaması olan hastalar , entubasyona bağlı luksasyon,
alveolar kırıklar, angulusta molar diş luksasyonu). Postop 2 ayda 1 hastada
kırık hattındaki diş kökü çürüğü sebebiyle gelişen orokütan fistül görüldü.
Postoperatif komplikasyonların mandibula ve maksillanın parçalı ve çoklu
kırıklarında, kemik defekti olgularında, alveolar kırıklarda ve hastanın diş
kaplama ve diş köprüsü kullandığı vakalarda görüldüğü gözlemlendi. Sonuç
: Maksilla ve mandibulanın kompleks kırıklarını diş hekimliği ve plastik
cerrahi branşları birlikte değerlendirmelidir. Muayene, röntgen ve tomografi
değerlendirilmesi her zaman postoperatif komplikasyonlar göze alınarak
yapılmalıdır. Her ne kadar her hekim işinde iyi de olsa ikinci branş hekiminin
görüşüne kompleks vakalarda başvurulmalıdır. Yukarıda sayılan kompleks
patolojilerdeki postop komplikasyonlar hastaların preoperatif
değerlendirilmesi ve intraoperatif müdahalelerle her branşın kendine özgü
basit çözümlenebilen olgulardır. Multidisipliner yaklaşım ister kemik , ister
diş ister yumuşak doku patolojilerinin gözden kaçmasını önlediği gibi olası
kompliasyonların da oluşmasını engelleyebilir.
199
Anahtar Kelimeler: Maksilla, Mandibula, Komplikasyon, Okluzyon
27 Şubat 2020 12:30 Gereme
Bildiri 349
Türkiye'deki Diş Hekimlerinin Posterior Kompozit
Uygulama Eğitimleri Ve Adeziv Tercihleri
Özlem Erçin¹,
1: Başkent Üniversitesi
Amaç: Bu çalışmanın amacı, Türkiye'deki diş hekimlerinin posterior kompozit
eğitimi ve adeziv materyal tercihlerini değerlendirmektir. Gereç ve Yöntem:
Elektronik anket, Türk Diş Hekimliği Birliği'ne (TDB) elektronik posta adresi
kayıtlı olan bütün diş hekimlerine gönderilmiştir. Sorular, herhangi bir kişisel
veri içermemektedir. Anket; cinsiyet, tecrübe, sektör, lisans eğitimi sırasında
posterior kompozit uygulama eğitimi alma/almama, mezuniyet sonrasında
kompozit eğitimine katılma/katılmama ve kompozit rezin dolguların altına
kullanılan adeziv materyaller ile ilgili sorular içermektedir. Toplanılan verilen
istatistiksel olarak analiz edilmiştir. Bulgular: Çalışmaya toplamda 1211 diş
hekimi [678 erkek (%56); 533 kadın (%44)] katılmıştır. Katılımcılarının büyük
bir çoğunluğu [%81.8 (n=990)] özel sektörde çalışmaktadır. Anket
çalışmamıza katılan diş hekimlerinin %71'i (n=860) lisans eğitimi sırasında
posterior kompozit eğitimi almışken, eğitim almayan hekimlerin %62.4'ü
(n=219) mezuniyet sonrasında eğitime katılmıştır. Kompozit rezin dolguların
altına adeziv olarak etch&rinse, self-etch veya herhangi birini tercih etme
yüzdeleri sırasıyla; %32.8 (n=397), %52.7 (n=638) ve %14.5 (n=176) olarak
belirtilmiştir. Tecrübe senesindeki artış, lisans eğitimi sırasında posterior
kompozit eğitimi alma yüzdesiyle ters orantılır. Cinsiyet ve tecrübeden
bağımsız olarak hekimlerin ortalama %50'si kompozit rezin dolguların altına
self-etch adeziv tercih etmektedir. Sonuç: Çalışmanın kısıtlılıkları dahilinde,
daha fazla tecrübeye sahip hekimlerin lisans içerisinde kompozit eğitimine
sahip olma oranlarının daha az olduğu ve tecrübe ve cinsiyetten bağımsız
olarak hekimlerin genellikle, ekstra asit uygulama işlemi gerektirmeyen self-
etch adezivleri tercih ettiği söylenebilir.
Anahtar Kelimeler:
200
27 Şubat 2020 12:45 Gereme
Bildiri 350
Yeni Geliştirilen Farklı Peptid Zincirlerinin Süt Ve
Daimi Diş minesinde Remineralizasyona Etkisinin İn
Vitro Koşullarda incelenmesi:
Kadriye Temiz¹, Özge Erken Güngör, Oğuz Öztürk, Hüseyin Karayılmaz
1: Akdeniz Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
Amaç: Peptitlerin tıpta pek çok alanda kullanılıyor olması, araştırmacıları, diş
hekimliğinde de reperatif ve rejeneratif tedavilerde kullanımı konusunda
araştırma yapmaya yönlendirmiştir. Yeni geliştirilen peptid ajanları ile, daha
önce kullanılan remineralizasyon ajanlarının dezavantajlarını ortadan
kaldırarak biyouyumlu, kullanımı kolay, başlangıç çürük lezyonlarının
ilerlemesinin durdurulmasına katkı sağlayacak yeni bir remineralizasyon
ajanının geliştirilmesi sağlanabilir. Çalışmamızda yeni geliştirilen 3 farklı
peptit ajanının mine yüzeyindeki kalsiyum ve fosfor miktarına etkinin
değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Gereç ve yöntem: Çalışmamızda çürük,
görünür herhangi bir defekt ve restorasyonu olmayan çekilmiş 22 adet
daimi ve 22 adet süt dişi kullanılmıştır. Çalışma grubundaki dişlere 3 farklı
peptid 2’şer farklı konsantrasyonda (n=18) ve florür jeli (n=2) uygulanmış,
kontrol grubuna (n=2) her hangi bir ajan uygulanmamıştır. Tüm dişlerin
başlangıç, demineralizasyon ve remineralizasyon sonrası mineral içerikleri
SEM-EDX (Carl Zeiss NTS, Germany) cihazı ile belirlenmiştir. Bulgular: Hem
süt hem daimi dişlerde kalsiyum afinitesi en yüksek olan peptit P2-400 ve
P3- 400 iken fosfor afinitesi en yüksek olanlar ise, P3 200 ve P3-400
peptitleridir. Peptitlerin kalsiyum afinitesi Flor grubu ile kıyaslandığında ise
benzer sonuçlar elde edilmiş olup süt dişlerinde P2-400 peptidinde %42’lik
bir fark elde edilmiştir. Sonuç: Kalsiyum afinitesi en yüksek olan P2 ve P3
peptitlerinin farklı konsantrasyonlarda ve daha kapsamlı in vitro ve in vivo
çalışmalarda kullanılması planlanmıştır.
Anahtar Kelimeler: Remineralizasyon, Peptid, Flor
27 Şubat 2020 14:00 Gereme
201
Bildiri 352
Pediatrik Zirkonyum Kronların Klinik
Değerlendirmesi Ve Ebeyeyn Memnuniyeti
Barış Karabulut Karabulut ,
Çocuk hastalarda çürük, deformasyon veya travma sebebiyle aşırı madde
kayıplı üst ön süt dişlerinin estetik restorasyonu çoğunlukla tam kaplama
yoluyla çözülebilmektedir. Ancak bu tedavi yöntemi süt dişlerinin küçük
boyutu, pulpanın diş yüzeyine olan yakınlığı, ince mine, azalan bağlanma
yüzeyiyle beraber özellikle küçük çocuklardaki tedaviyi zorlaştırmaktadır.
Yıllar içinde üst ön süt dişlerinin tam kaplaması için pek çok seçenek
sunulmuştur. Bu tedavi yöntemlerinin hepsinin avantaj ve dezavantajları
bulunmaktadır. Zirkonyum son yıllarda yetişkinlerde yaygın olarak kullanılan
bir materyal olarak uzun ömürlü ve estetik bir tedavi seçeneği olarak çocuk
diş hekimliğinde de kullanılmaya başlanmıştır. Bu sunumun amacı
zirkonyum kron yapılmış üst ön süt dişlerinin uzun dönem takip sonuçlarını
ve ebeveyn memnuniyet düzeyini paylaşmaktır. Sunumda aşırı madde
kayıplı üst süt keser dişlerin zirkonyum kronlarla (NuSmile, Houston, Texas,
USA) estetik ve fonksiyonel bakımdan restore edilen vakalar paylaşılacaktır.
Genel anestezi altında kanal tedavileri yapılan dişler zirkonyum kronlarla
restore edilmiştir. 24 ayı aşkın süre takip edilen kronlar retansiyon ve estetik
açıdan iyi sonuçlar göstermiştir. Ebeveyn memnuniyet oranları oldukça
yüksektir.
Anahtar Kelimeler: Zirkonyum, kron, çürük
27 Şubat 2020 15:15 Gültepe
Bildiri 353
Sınıf ıı Divizyon 1 Malokluzyona Sahip Hastalarda
Kondil Pozisyonu İle Servikal Lordoz açısı Arasındaki
İlişkinin Değerlendirilmesi,
202
Defne Keçik Gür¹, Ömer Özel
1: Baskent Üniversitesi Dishekimligi Fakultesi
Amaç: Sınıf II Divizyon 1 malokluzyonu olan bireylerde Sentrik Okluzyon
(SO) ve Sentrik İlişki (Sİ) arasındaki sapma miktarı ve yönü ile servikal lordoz
açısı arasındaki ilişkiyi incelemek ve değerlendirmektir. Bireyler ve Yöntem:
Yaş ortalaması 22 yıl 7 ay olan 63 hastanın lateral sefalometrik filmleri
üzerinde servikal lordoz açıları ölçülmüş, aynı zamanda SAM artikülatörü
üzerinde yapılan Mandibuler Pozisyon İndikatörü (MPI) kaydı ile sentrik ilişki
– sentrik okluzyon sapması hesaplanmıştır. Bulgular: Sentrik ilişki – Sentrik
Okluzyon arasındaki sapma ile servikal lordoz açısı arasında anlamlı bir
korelasyon bulunmuştur. Sonuç: SO-Sİ arasındaki mesafe ile servikal lordoz
açısındaki daralma arasında pozitif bir korelasyon vardır.
Anahtar Kelimeler: Servical lordoz, TME, Okluzam Uyumsuzluk, Sentrik İlişki
Sentrik Okuzyon uyumsuzluğu
26 Şubat 2020 17:00 Kanes
Bildiri 354
Alerjik Tam Dişsiz Hastada İmplant Üstü Monolitik
Zirkonyum Kullanilmasi
Mustafa Ayata¹,
1: Erciyes Üni. Diş Hekimliği Fakültesi
Giriş: Konvansiyonel tam protezlerin kullanımı, yetersiz stabilite, destek ve
retansiyon kaybı gibi çok sayıda problemide beraberinde getirmektedir.
Bununla beraber, implant üstü sabit protezler kullanıldığı taktirde bu
problemler giderilebilir ve böylece hastaların psikolojik ve sosyal
durumunda düzelme görülebilir. İmplant üstü sabit protez kullanan
hastalarda, tam protez kullananlara göre daha az kemik kaybı
görülmektedir. Ayrıca bu tip protezler, konvansiyonel tam protezlere göre
hasta memnuniyeti, çiğneme yeteneği ve yaşam kalitesini değiştiren protetik
konforu hastaya daha iyi sağlamaktadır. Vaka: Tam dişsiz 54 yaşındaki kadın
hasta estetik, fonksiyon ve fonasyon şikayetleriyle kliniğimize başvurmuştur.
Hastanın anamnezinde birçok maddeye alerjisi olduğu bilgisi alınmıştır.
203
Bunun üzerine hastaya sabit protez istediği için implant üstü protez
planlaması yapılarak, hastanın tıp fakültesinde gerekli testler neticesinde
titanyuma alerjisi olmayıp, nikel krom kabolt maddelerine alerjisinin
bulunduğu tespit edilmiştir. Hastaya implantlar yerleştirildikten 3 ay sonra
kliniğimizde implant üstü protez yapımına başlanmıştır. Hastanın
interokluzal mesafesinin kısıtlı olması ve implant firmasının vidalı açılı
abutment seçeneğinde platformun yüksek olması neticesinde, bu firmanın
simante abutmentlarının kullanımına karar verilmiştir. İnterokluzal mesafenin
az olması durumu ve simante abutmentlarda tutuculuk kaybetmeme
açısından gerekli freze yapılamadığı ve hastanın alerjisi sonucunda implant
üstü protez materyali olarak monolitik zirkonyum yapılmasına karar
verilmiştir. Açık kaşık ölçü yöntemiyle, ölçü postları paten rezinle birbirine
bağlanarak ölçü alınmıştır. Hastanın okluzyon dikey boyutu, basplak üzerine
akrilik diş dizilerek tespit edilmiş olup modeller artikülatöre alınarak,
monolitik zirkonyum (Optima CadCam zirkonyum blok, 3/4) yapılmıştır.
Monotilitik zirkonyumun estetik kaygılarından dolayı bukkal yüzeylere
felspatik porselen işlenerek kabul edilebilir bir estetik sonuç sağlanmıştır.
Anahtar Kelimeler:
27 Şubat 2020 10:00 Gültepe
Bildiri 355
Estetik Ve Fonksiyonel Şikayetleri Bulunan Hastanın
Güncel Restoratif Materyallerle Rehabilitasyonu
Fatma Ayşe Şanal ,
Amaç: Bu olgu sunumunda estetik şikayetleri ve uyumsuz restorasyonları
olan hastanın fonksiyon ve estetiğinin farklı restoratif materyallerin
kullanımıyla geri kazandırılmasının tartışılması amaçlanmıştır. Olgu: Maksiller
anterior bölgede estetik sorunları ve her iki çene posterior dişlerinde mevcut
uyumsuz restorasyonlardan kaynaklanan şikayetleri bulunan 42 yaşındaki
kadın hasta 05.09.2019 tarihinde Bolu Abant İzzet Baysa Üniversitesi Diş
Hekimliği Fakültesi Protetik Diş Tedavisi Kliniği’ne estetik ve fonksiyonel
şikayetleri nedeniyle başvurdu. Her iki çene posterior bölgede mevcut olan
uyumsuz restorasyonların söküldü. Periodontal tedaviyi takiben restoratif ve
204
endodontik tedaviye gereksinimi olan dişler belirlenerek, ilgili dişlerin
tedavileri yapıldı. Her iki çene posterior dişlerin preperasyonları tamamlandı.
Hastanın estetik şikayetleri dikkate alınarak, 13-12-11-21-22-23 nolu dişlere
laminate veneer uygulanması kararlaştırıldı. Dişlerin preperasyonlarını
takiben ilave reaksiyonlu silikon kullanılarak ölçüleri alındı. Üst çene anterior
bölge dişleri için IPS e.maxPress (Ivoclar Vivadent, Schaan, Liechtenstein) alt
yapı ve IPS e.maxCeram (Ivoclar Vivadent, Schaan, Liechtenstein) üst yapı
seramiği kullanılarak üretilen laminate veneerler ve posterior dişler için
zirkonyum altyapı (Zirkonzahn, GmbH, İtalya) üzerine feldspatik seramik
(Vita VM9, Vita Zahnfabrik, Bad Sackingen, Almanya) fırınlanarak üretilen
restorasyonlar hastaya teslim edildi. Teslim sonrası bakım ile ilgili
bilgilendirmelerin yapılmasını takiben yapılan 1. ve 3. ay kontrollerinde
hastanın fonksiyonel ya da estetik herhangi bir şikayeti olmadığı tespit
edildi. Sonuç: Hastaların estetik ve fonksiyonel beklentilerinin karşılanması
amacıyla farklı restoratif materyallerin, endikasyonları göz önünde
bulundurularak, birlikte kullanımları başarılı klinik sonuçlar elde
edilebilmesine olanak sağlamaktadır
Anahtar Kelimeler: Laminate Veneer , Zirkonyum Oksit , Restoratif
Alternatifler
26 Şubat 2020 16:15 Kanes
Bildiri 356
Erciyes Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesine
Başvuran Sendromik pediatrik Hastalarin
Değerlendirilmesi
Gül Yücel¹,
1: Erciyes Üniversitesi
Amaç: Diş hekimlerine rutin olarak gelen sağlıklı çocuklara göre daha az
sıklıkla gelmekte olan sendromlu hastalar özel durumlarına özgün özellikler
göstermektedir. İhtiyaç duydukları tedavi planının doğru bir şekilde
oluşturulabilmesi için çeşitli branşların iş birliği içinde çalışmasının önemi
büyüktür. Çalışmamızda anestezi altında tedavisi yapılan sendromik
pediatrik hastaların geriye yönelik değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Gereç ve
205
Yöntem: Erciyes Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesine 1 Haziran 2019-1
Ocak 2020 tarihleri arasında başvuran ve tedavileri genel anestezi veya
sedasyon altında yapılan pediatrik hastalardan sendromik hastalığı olanlar
çalışmaya dahil edildi. Bulgular: Erciyes Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
Pedodonti ve Ağız Diş Çene Cerrahisi bölümleri tarafından son 6 ayda 1636
hastadan preoperatif pediatri konsültasyonu istenmiş olup bu hastaların
31’inde önceden tanı konulmuş sendromik hastalık mevcuttu. Hastaların
16’sı erkek, 15’i kız olup yaşları 3-17 yaş (ortalama 8,5 yaş) arasındaydı. En
sık görülen hastalık Down sendromu (n:13) olarak saptandı. Diğer olgular Gri
Platelet Sendromu, Nörofibromatozis Tip 1, Apert sendromu, Williams
sendromu (n:2), Pelizeus Merzbacher Sendromu, Bland-White-Garland
sendromu (ALCAPA), 48+4X sendromu, Wolf Hirschhorn Sendromu,
Mukopolisakkaridoz, Alexander endromu, Glutarik asidüri tip 1, Cornelia de
Lange sendromu, Pierre-Robin sendromu, Konjenital glikolizasyon defekti
tip1 A, Morbus Canavan sendromu, Netherton sendromu idi. Hastaların 10
tanesinde düzenli ilaç kullanım öyküsü mevcuttu. Hastalara toplamda 79 diş
çekimi, 54 kanal tedavisi, 208 kompozit dolgu yapıldı. Hastaların hiç birinde
anestezi esnasında ve sonrasında komplikasyon yaşanmadı. Sonuç:
Fakültemizde çocuk sağlığı ve hastalıkları, anesteziyoloji ve reanimasyon,
pedodonti, ağız diş ve çene cerrahisi branşlarının multidisipliner çalışmasının
sonucu olarak sendromik pediatrik hastaların diş tedavileri anestezi altında
sorunsuz ve komplikasyonsuz bir şekilde gerçekleştirilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Pedodonti, Pediatri, Sendrom, Preoperatif Değerlendirme
206
Poster Bildiriler
207
26 Şubat 2020 Öğleden Sonra Kiosk1
Bildiri 5
Temporomandibular Eklem İnternal Düzensizliği Olan
Hastalarda Farklı Tedavi Yöntemlerinin Klik Sesi,
Vertikal Ve Lateral Hareket Miktarı Üzerindeki
Etkinliğinin Değerlendirilmesi
Ravza Eraslan ¹ ,
1: Ortoperio Ağız Ve Diş Sağlığı Polikliniği
Bu çalışmanın amacı; temporomandibular eklem internal düzensizliği olan
hastaların, konservatif tedavi seçeneklerinden düşük doz lazer tedavisi ve 2
farklı oklüzal splint ile tedavisinin (stabilizasyon ve anterior konumlandırıcı
splint) etkinliklerinin karşılaştırılmasıdır. Bu araştırmaya dahil edilen hastalara
Research Diagnostic Criteria/Temporomandibular Disorders (RDC/TMD)
formlarının Axis I ve Axis II bölümleri uygulanmış ve tüm hastaların
redüksiyonlu disk deplasmanı hastası olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca tüm
hastalara TME ultrasonografi görüntülemesi yapılarak hastaların RDD
oldukları yeniden onaylanmıştır. Bu testler tedavi başlangıcında, 3.ayda
gerçekleştirilen ara kontrolde ve tedavi bitiminde (6.ay) uygulanmıştır.
Hastaların ağız açma ve kapama sırasında eklemden gelen klik sesleri,
vertikal hareketlerde açma miktarları ve lateral hareket miktarları
değerlendirilmiştir. 20 kişi düşük doz lazer tedavisi ile, 20 kişi stabilizasyon
splinti ile, 20 kişi ise anterior repozisyone splint ile tedavi edilmiştir. 10’ ar
kişilik hasta ve sağlıklı kontrol grubu oluşturulmuştur (n=80). RDC/TMD axis
2 formundan ve algometre cihazından elde edilen sonuçlar ile hastalardaki
iyileşme durumu değerlendirilmiştir. Daha sonra elde edilen veriler
istatistiksel olarak değerlendirilmiştir. Ağız açma esnasında ortaya çıkan
sesin iyileşmesi yönünden etkin olan tedavi grubu anterior repozisyone
splint grubudur. Yan hareket miktarı lazer uygulanan hasta grubunda
anlamlı derecede iyileşme göstermiştir. Hasta kontrol grubunda ağız açma
sırasında ortaya çıkan sesin ortadan kalkması, algometrik ölçümlerde
iyileşme ve yan hareket miktarlarında artış gözlenmiştir. Tüm tedavi grupları
karşılaştırıldığında dikey hareketler sırasında ölçülen ağız açıklığı miktarları
ve ağız kapama sırasında ortaya çıkan klik sesinin iyileşmesi yönünde
208
istatistiksel olarak anlamlı sonuçlar elde edilememiştir. TME
düzensizliklerinde görülen klik sesi, dikey ve lateral hareket kısıtlılığı ve
basınç-ağrı eşiğinin düşük olması durumuna çalışmamızda uyguladığımız
tedavi yöntemlerinin her biri ayrı ayrı olumlu sonuçlar vermiştir. Sonuç
olarak hastaların şikayeti göz önünde bulundurularak hangi tedavi
yönteminin kullanılacağına karar verilebilinir. Bununla birlikte, bu çalışma
sonuçlarına göre herhangi bir tedavi uygulanmadığında TMD’ nin kendini
sınırlama özelliğinin olduğu söylenebilir.
Anahtar Kelimeler: Temporomandibuler Eklem Düzensizlikleri, Düşük Doz
Lazer Tedavisi, Stabilizasyon Splinti Uygulaması, Anterior Repozisyone
Splinti Uygulaması, Algometre Cihazı, Klik Sesi.
26 Şubat 2020 Öğleden Sonra Kiosk1
Bildiri 12
Travmaya Bağlı Kondiler Hiperplazi: Bir Vaka Raporu
Mustafa Kiranatli ¹ ,
1: Kütahya Sağlik Bilimleri Üniversitesi
Giriş: Kondiler hiperplazi; mandibuler kondilin aşırı büyümesiyle karakterize,
nadir görülen bir malformasyon olup kadınlarda daha çok görülür.
Genellikle unilateral görülen kondiler hiperplazi, asimetri ve oklüzyon
bozukluğuna da neden olabilir. Bu olgu raporunda travma sonucu gelişen
kondiler hiperplazi vakası sunulmuştur. Olgu sunumu: 50 yaşındaki kadın
hasta kliniğimize diş eksikliğinin tedavisi için başvurdu. Alınan detaylı
anamnezde, hastanın 12 yaşında diş çekimi esnasında çenesinde fraktür
oluştuğu bu sebeple 19 yaşında cerrahi operasyon geçirdiği öğrenildi.
Ekstraoral muayenede, palpasyonda sol TME’de sert şişlik ve yüzde asimetri
tespit edildi. Hastada sol posterior çapraz kapanış mevcuttu ve ağız
açıklığında kısıtlılık mevcuttu. Hastadan alınan panaromik radyografi ve
konik ışınlı bilgisayarlı tomografide sol mandibuler kondilde aşırı büyüme,
ramusta gelişim geriliği görüldü. Hastaya radyolojik olarak kondiler
hiperplazi tanısı koyuldu. Hastaya olası tedaviler anlatıldı. Ancak hasta bu
durumdan şikayetçi olmadığını, uzun yıllar bu şekilde idame ettiğini
belirterek cerrahi tedaviyi reddetti. Hasta 6 aylık periyotlarla kontrole
209
çağrıldı. Tartışma: Kondiler hiperplazinin etiyolojisi tam olarak açığa
kavuşturulamamakla birlikte muhtemel faktörler; travma, lokal dolaşım
bozukluğu, artroz, aşırı kuvvetler, genetik faktörler, hormonal bozukluklar ve
intrauterin etkilerdir. Literatürde kondiler hiperplazinin travma sonucu
yaralanmaya yanıt olarak tamir sürecindeki aşırı proliferasyonla geliştiğini
bildiren yayınlar mevcuttur. Kondiler hiperplazinin ayırıcı tanısında osteoma,
kondroma, osteokondroma, sinoviyal kondromatozis, osteoid osteoma,
fibroosteoma, miksoma, fibrosarkoma, kondrosarkoma, dev hücreli tümör,
hemifasiyal mikrosomia, hemifasiyal hipertrofi, maksiller hipoplazi, diğer
eklemdeki kondiler hipoplazi ya da rezorptif patolojiler yer almaktadır. Bizim
olgumuzda kondiler hiperplaziye, büyüme gelişim döneminde geçirilen
travmanın etken olduğu düşünülmektedir.
Anahtar Kelimeler: Kondiler Hiperplazi, Cbct, Fasiyel Asimetri
26 Şubat 2020 Öğleden Sonra Kiosk1
Bildiri 14
Fibroosseoz Lezyon : Olgu Sunumu
Ferhat Musulluoğlu ,
Tüm benign fibroosseoz lezyonlarda ortak olan, normal kemiğin, görünüşte
kemiksi veya sement olabilen, çeşitli miktarlarda mineralize madde içeren
kolajen lifler ve fibroblastlardan oluşan bir doku ile değiştirilmesidir. Birçok
lezyon bu kalsifikasyonların bir karışımını içerir. Osteoblast ve osteoklast
benzeri dev hücreler mevcut olabilir. Kesin bir tanı sadece histopatolojik
özelliklere dayanamaz, ancak iyi klinik, radyografik ve histolojik korelasyon
gerektirir. Fibroosseoz lezyonlar asemptomatik olabilir ve sadece rutin
radyografilerde tanınabilir veya önemli estetik ve fonksiyonel bozukluklarla
ilişkili olabilir. 44 yaşındaki kadın hasta sol mandibular bölgede ağrı
şikayetiyle kliniğimize başvurdu. İntraoral muayenesi ve radyografik
değerlendirmesi yapılan hastanın panaromik radyografisinde, sol
mandibular bölgede radyoopak, etrafı raadyolusent hat ile çevrelenmiş
mikst görüntü veren lezyon tespit edildi. Hasta ilgili bölgeden 8 yıl önce 36
numaralı dişini çektirmiş olduğunu ve o tarihten itibaren sabit protez
kullandığını belirtti. İntraoral olarak herhangi bir ekspansiyon veya yumuşak
210
doku bütünlüğünde kayıp gözlenmedi. Hasta ilgili bölgede palpasyonda
ağrı şikayeti dışında herhangi bir semptom belirtmedi. Yapılan bilgisayarlı
tomografi incelemesinden sonra fibroosseoz lezyon ön tanısı alan lezyon,
ilgili bölgede herhangi bir asimetri oluşturmaması ve boyutlarının küçük
olması (1x1.5 cm) sebebiyle tamamıyla eksize edildi. Hastanın rutin
kontrolleri devam etmekte ve herhangi bir komplikasyon görülmedi.
Fibroosseoz lezyonlar çeşitli klinik davranış sergilerler, ancak iyi huylu bir
bağ dokusu matrisi ve yeni kemik oluşumu içeren mikroskobik özellikleri
paylaşırlar. Bu gruptaki varlıkların örtüşen histolojik özellikleri ve bireysel
lezyonların atipik özellikleri sıklıkla kesin tanıları zorlaştırır. Fibroosseoz
lezyonun kesin tanısına bağlı olarak farklı tedavi seçenekleri öngörülmüştür.
Küretajın yüksek nüks riskine sahip olmasına karşın radikal eksizyon nüksü
önlemek için en iyi tedavi seçeneğidir. Serbest doku flebi ile genişletilmiş
rezeksiyon ve rekonstrüksiyon geniş lezyonlarda güvenilir bir yöntemdir. Bu
vakada lezyonun boyutları ve bulunduğu konum değerlendirilerek lezyonun
tamamen eksize edilmesine karar verilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Fibrom,ossez
26 Şubat 2020 Öğleden Sonra Kiosk1
Bildiri 16
Dev Hücreli Granülom ; Olgu Sunumu
Ömer Faruk Boylu ,
Çenedeki dev hücreli granülom, çok sayıda dev hücreli mononükleer hücre
infiltrasyonu içeren iyi vaskülerize lezyondur. Lezyon her yaşta gelişebilir,
ancak yaşamın beşinci ve altıncı dekatları arasında daha yaygındır . Kadınlar
erkeklerden daha yaygın olarak etkilenir. Mandibula maksilladan daha sık
etkilenir. 52 yaşında kadın hasta kliniğimize çiğneme, konuşma sorunlarına
yol açan ağız içi kitle şikayetiyle başvurdu. Klinik olarak, lezyon kırmızı-mor
renkli, pürüzsüz yüzeyli, lastiksi kıvamdaydı. Alt çeneden sol 1. premolar ile
2.molar arasında yapışık dişetinde yerleşim gösteren saplı lezyon cerrahi
olarak eksize edildi. Lezyon ile komşu, mobil dişler çekildi. Alınan doku
histopatolojik olarak incelendi. Sonuç dev hücreli granulomdu. Bu vakada,
lezyonun yetersiz oral hijyen ve periodontitis nedeniyle olabileceği
211
düşünülmektedir, 2 aylık takipte nüks izlenmemiştir. Dev hücreli
granolumların tedavisi yaygın olarak cerrahi eksizyondur.Dev hücreli
granulomun çapı ve hastanın sistemik durumu değerlenirildikten sonra
cerrahi olarak çıkartılması uygun görüldü.
Anahtar Kelimeler: Dev ,granulamo .biopsi
26 Şubat 2020 Öğleden Sonra Kiosk1
Bildiri 17
Mandibula Fraktürü;olgu Sunumu
Ömer Faruk Boylu ,
Mandibula fraktürleri hastalarda sık görülen bir fasial yaralanmadır. Tüm
fasial yaralanmaların % 10-25'ini oluşturur. Etiolojide en sık karşılaşılan
nedenler; motorlu araç kazaları, kişiler arası kavgalar, düşmeler, spor ve
ateşli silah yaralanmalarıdır. Simfiz ve parasimfiz fraktürleri en iyi açık
redüksiyon ve rijid fiksasyonla tedavi edilir.Parasimfiz bölgesi fraktürlerinde
fonksiyon esnasında mandibulanın deplasmanını önlemek için 2 plak
uygulanması gerekir.27 yaşında erkek hasta travma sonrası kliniğimize
şiddetli ağrı , şişlik ve dudakta uyuşukluk şikayeti ile başvurdu. İntraoral
muayenede oklüzyonda bozulma, sağ alt 2. Premolar dişte mobilite, anterior
fragmanda deplasman teşhis edildi. Panaromik radyografide sağ parasimfiz
bölgesinde mental foramen ve 5 numaralı dişi içerisine alan alveolar
kemikten mandibulanın alt sınırına uzanan kırık hattı görüldü. Daha ileri
değerlendirme için hastadan CBCT istendi. CBCT değelendirmesinde sağ
subkondiler bölgede tam ayrılmamış kırık görüldü. Aynı gün hastaya
İntermaksiller fiksasyon (İMF) yapılarak oklüzyon ve kırık fragmanları repoze
edildi. Hastaya iki gün sonra nasal entübasyonla genel anestezi sağlandıktan
sonra açık redüksiyon yapıldı. kırık hattına intra oral olarak yaklaşıldı.Kırık
hattında bulunan 35 numaralı diş açık rediksiyon esnansında çekildi. Daha
sonra bölgeye iki adet miniplak yerleştirilerek kırık bölgesi redükte
edildi.Kırık hattı mental foremen hizasından geçtiği için foromen disseke
edildi. mini plaklar foremenin üstünde ve alt tarafında uygulandı. Mini
plakalar tipik olarak, 2.0 mm vida çapında küçük plaklar bulunur. Bu
plakaların, mandiula kırıklarının tedavisinde etkili olduğu gösterilmiştir. Tipik
212
olarak, yeterli bir fiksasyon için bir üst ve alt plaka gerekir.Bu plakaların bir
avantajı, maksillomandibuler fiksasyon ihtiyacını ortadan kaldırmış olmasıdır.
Anahtar Kelimeler: Fracture,mandibula,mini
26 Şubat 2020 Öğleden Sonra Kiosk2
Bildiri 19
Maksiller Sinüsten Dental İmplant Çıkarılması: Vaka
Raporu
Özlem Elverişli ¹ ,
1: İnönü Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
Amaç: Dental implantların, maksiller posterior dişsiz alanlara yerleştirilmesi
maksiller sinüse yakınlık, azalmış kemik yüksekliği nedeniyle doğru cerrahi
planlama ve teknik gerektirir. Aksi takdirde dental implantın maksiller sinüse
yer değiştirmesi şeklinde komplikasyonlar ile karşılaşılabilir. Maksiller sinüse
yer değiştiren dental implantlar sinüs enfeksiyonuna sebep olabilir. Bu
nedenle çıkarılmaları gerekir. Bu çalışmada maksiller sinüste bulunan dental
implantın çıkarılması sunulmuştur. Olgu : 69 yaşındaki sistemik olarak
sağlıklı erkek hastadan alınan anamnezde ilgili bölgeye 4 sene önce dış
merkezde implant uygulandığı öğrenildi. Başarısız olan implantların
çıkarıldığı bilgisi verilen hasta, rutin radyografik muayenede sağ maksillar
sinüste tespit edilen asemptomatik implantın çıkarılması için kliniğimize
başvurdu. Sağ maksiller sinüse ulaşmak için 15 numaralı dişin distali
bölgesinden ve 17 numaralı dişin mezyali bölgesinden vertikal, alveol kret
tepesinden horizontal insizyon yapılarak tam kalınlıklı flep kaldırıldı. Sinüs
ön duvarına lateral yaklaşımla osteotomi yapıldı. Sinüse kemik penceresi
açıldı. İmplant çıkarıldı. Bölge batikon ve serum fizyolojik ile irrige edildi.
Enfekte olarak görülen sinüs membranı ve sinüs içeriği kürete edildi ve
temizlendi. Bölge 3.0 Vicryl sütur kullanılarak süture edildi.
Amoksisilin+klavulanik asit, parasetamol ve dekonjestan reçete edildi. Hasta
sorunsuz taburcu edildi. 1 hafta sonra yapılan kontrolde herhangi bir sorun
görülmedi. Sonuç : Dental implantlar maksiller sinüse, nazal fossaya,
mandibular kanala, mental foramene yer değiştirebilirler ve çıkarılmaları
gerekir. Bu komplikasyonların gelişimini önlemek için dikkatli klinik ve
213
radyolojik muayene , anatomik bilgi ve doğru cerrahi planlama ve teknik
gerekir. Bu vakada da maksiller sinüse yer değiştirmiş olan implantı çıkardık.
Anahtar Kelimeler: İmplat,sinüs,
28 Şubat 2020 Öğleden Sonra Kiosk2
Bildiri 30
Odontoma Ve Gömülü Kanin Dişin Birlikte Alınması:
Vaka Raporu
Özlem Elverişli ¹ ,
1: İnönü Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
Amaç: Odontoma çenelerde en sık görülen odontojenik tümörlerden biri
olup (%22) ;histolojik olarak mine, dentin, sement, pulpa ve foliküler doku
gibi dental dokuların değişik formasyonlarını içerir. Çenelerde görülen
odontomalar çoğunlukla daimi diş sürmesini engelleyerek dişlerin gömülü
kalması sebeplerindendir. Gömülü diş, dişin sürmesindeki bir engel
nedeniyle sürmesi gereken zamanda normal fonksiyonel pozisyonunu
alamayan dişlerdir. Bu raporda, sağ anterior mandibulada odontoma ve
buna bağlı olarak gömülü kalmış kanin dişin birlikte alınması anlatılmıştır.
Gereç ve Yöntem: 15 yaşındaki sistemik olarak sağlıklı erkek hasta gömülü
diş hikayesi ile oral diagnoz tarafından kliniğimize yönlendirildi. Yapılan
klinik muayenede 43 numaralı dişin ağızda görülmediği, radyografik
muayenede dişin gömülü kaldığı ve sürme yolunda radyoopak lezyonun
bulunduğu görüldü. CT görüntüleme ile lezyonun tam lokalizasyonu tespit
edildi. Alt çene anterior labial mukozaya kasları da içine alacak şekilde
horizontal insizyon yapıldı, tam kalınlıklı mukoperiosteal flep kaldırıldı.
Odontomaya ulaşmak için kemik penceresi açıldı, açığa çıkan diş benzeri
oluşumlar çıkarıldı, ardından gömülü kanin dişin çekimi yapıldı. Bölge serum
fizyolojik ile bolca irrige edildi. Keskin kemik kenarları düzeltildikten sonra
mental kaslar orijinal yerine gelecek şekilde sütur atılarak yara primer olarak
kapatıldı. Ameliyat sonrası çene ucu pitozisini, ödem ve hematomu
engellemek için 48 saat bandaj uygulandı. Amoksisilin+klavulanik asit,
parasetamol, klorhexidin gargara reçete edildi. Hasta sorunsuz taburcu
edildi. Yapılan histolojik inceleme sonucu komplex odontoma olduğu
214
belirlendi. Sonuç: Odontomalar sıklıkla daimi dişler ile ilişkili, asemptomatik,
bening miks tümörlerdir. Odontomalar bening olmalarına karşın diş
erüpsüyonunu engelleyebilir, kist ve enfeksiyon oluşturabilirler. Biz de
vakamızda odontomanın gömülü diş ile birlikte eksizyonunu gösterdik.
Anahtar Kelimeler: Odontoma ,maxilla ,biyopsi
26 Şubat 2020 Öğleden Sonra Kiosk2
Bildiri 45
Periapikal Lezyonlu İrreversible Pulpitisli Daimi Molar
Dişte Koronal Pulpotomi: Olgu Sunumu
Seda Elmas ¹ , Mesut Enes Odabar
1: Gazi Üniversitesi
Amaç: Bu olgu sunumunda, periapikal lezyonu bulunan ve semptomatik
irreversible pulpitis tanısı koyulan matür daimi sol mandibuler birinci molar
dişin koronal pulpotomi ile tedavisi anlatılmaktadır. Olgu Sunumu: 13
yaşındaki erkek hasta kliniğimize sol alt bölgede spontan olarak başlayan ve
uzun süre geçmeyen şiddetli ağrı şikayetiyle başvurdu. Yapılan intraoral
muayenede 36 numaralı dişte derin çürük lezyonu olduğu belirlendi. İlgili
dişte perküsyona pozitif cevap alınırken, komşu yumuşak dokuda fistül ya
da şişlik gözlemlenmedi. Yapılan radyolojik incelemede 36 numaralı dişin
periapikalinde lezyon olduğu belirlendi. Dişe soğuk ve elektrikli pulpa testi
uygulandığında pozitif cevap alındı. Semptomatik irreversible pulpitis tanısı
koyularak, mineral trioksit agregat (MTA) ile vital pulpa tedavilerinden olan
koronal pulpotomi uygulanmasına karar verildi. Lokal anestezi altında tüm
çürük steril çelik rond frezle temizlendikten sonra steril elmas fissür frezle su
soğutması altında pulpa ekspoz edilerek koronal pulpa amputasyonu
gerçekleştirildi. Tüm kanal ağızlarında kanama görülmesiyle pulpa
vitalitesinden emin olunduktan sonra serum fizyolojik emdirilmiş pamuk
peletle kanama kontrolü sağlandı. Ardından kaviteye MTA yerleştirilerek
üstüne nemli pamuk pelet konuldu. Kavite geçici olarak cam iyonomer
simanla restore edildi. Beş gün sonra geçici restorasyon kaldırılarak MTA
sertleşmesi kontrol edildi. Kaide materyali olarak cam iyonomer siman
yerleştirilerek kompozit rezin ile daimi restorasyon yapıldı. Bir hafta sonra
215
yapılan muayenede dişin asemptomatik olduğu görüldü. 9 ve 12. ay
kontrollerinde klinik olarak asemptomatik olan dişin radyolojik
değerlendirmesinde lamina dura izlenirken; periapikal lezyonun iyileştiği
gözlemlendi. Sonuç: Semptomatik irreversible pulpitisli dişlerde koronal
pulpotomi tedavisi ile enfekte olan koronal pulpa dokusu uzaklaştırılıp etken
ortadan kaldırıldığında iyileşme sağlanabilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Geri Dönüşümsüz Pulpitis, İrreversible Pulpitis,
Amputasyon, Lezyon, Mta
26 Şubat 2020 Öğleden Sonra Kiosk2
Bildiri 46
Travma İle Kaybedilen Maksiller Daimi Kesici Dişlerin
Rehabilitasyonu
Sevcihan Tuzluca ¹ ,
1: Necmettin Erbakan Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
Amaç: Travmatik dental yaralanmalar çocuklarda ve genç erişkinlerde sık
görülmektedir. Özellikle maksiller santral dişler en sık travmaya maruz kalan
ve kaybedilen dişlerdir. Bu kayıp; estetik, fonatik ve fonksiyonel problemlere
yol açar. Genç daimi dişlerde görülen, replantasyonu mümkün olmayan
avülsiyon vakaları ile tedavisi başarılı sonuç vermeyen tüm dental travmalar
diş kaybıyla sonuçlanabilmektedir. Bu çalışmada; travmaya bağlı erken daimi
diş kayıplarında, daimi protetik tedavi yapılana kadar ekstraksiyon alanının
hastanın dişinden yapılan gövdeyle adeziv bağlantı kurularak restore
edildiği olguların sunulması amaçlanmıştır. Olgu: 15 yaşında erkek hasta
travma sonrası 11 numaralı dişinin ekstrüze olması nedeniyle kliniğimize
yönlendirilmiştir. Hastanın klinik muayesinde sınıf 3 mobilite ve dişeti
sulkusunda kanama gözlenmiştir. Radyografik incelemede oblik kök kırığı
tespit edilmiş ve dişin çekimine karar verilmiştir. İkinci olguda 9 yaşında
bayan hasta 21 numaralı dişinin 7 gün önce avülse olması sebebiyle
kliniğimize başvurmuştur. Yapılan klinik ve radyolojik muayenede, alveolar
krette herhangi bir fraktür görülmemiştir. Alveolar soketin kapandığı, dişin
replante edilmesinin mümkün olmadığı görülmüştür. Her iki vakada da
hastanın kendi dişi gövde olarak kullanılmaya uygun görülmüştür. Dişler
216
kole seviyesinden elmas frezle kesilmiş, pulpa odası temizlenip kompozitle
restore edilmiştir. Hastadan aljinatla ölçü alınıp alçı model üzerinde
uyumlama yapılmıştır. Gövde, rezinle güçlendirilmiş polietilen fiber
kullanılarak kompozit rezinle yandaki dişlere bağlanmıştır. İlk olguda 4 aya
kadar ikincide 3 aya kadar klinik kontrolleri yapılmış herhangi bir renklenme
yada kırılma görülmemiştir. Sonuç: Anterior daimi dişlerin kaybı, acil tedavi
gerektirir. Çocuklarda diş kaybı yüz gelişimi tamamlanmadan gerçekleştiği
için yüz gelişimi tamamlanana kadar ekstraksiyon alanının iyileşmesini
bekleyip tekrar yer kazanmak yerine, ilk randevuda yer korunmaya
çalışılmalıdır.Daimi protetik restorasyon yapılana kadar çekim soketinin
implant için korunması amacıyla geçici restorasyon olarak da uygulanan
adeviz köprüler, adezyon konusundaki gelişmelerle daimi restorasyon olarak
da kullanılabilir.
Anahtar Kelimeler:
26 Şubat 2020 Öğleden Sonra Kiosk2
Bildiri 60
Aşırı Harabiyetli Anterior Dişlerin Kompozit
Uygulamasıyla Restorasyonu: 2 Olgu Sunumu
Fikri Öcal ¹ ,
1: İnönü Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
Amaç: Çürük dişler, eski ya da kırılmış kompozit restorasyonlarda oluşan
renklenmeler estetik olmayan görüntülere sebep olabilmektedir. Çürük
doku, kırılmış ve renklenmiş eski restorasyonlar uzaklaştırıldıktan sonra
uygulanan kompozit rezinler ön bölgede estetik bir görüntü sağlayabilmek
için konservatif ve düşük maliyetli bir tedavi seçeneğidir. Olgu 1: 38
yaşındaki kadın hasta 11-21 numaralı dişlerindeki restorasyonların kırılması
şikayeti ile kliniğimize başvurdu. Yapılan klinik ve radyografik muayenede
dişlerde restorasyon kırıklarına ve sekonder çürüklere rastlandı. Hastanın
periodontal tedavisi tamamlandıktan sonra 11 -21 nolu dişlerindeki
restorasyonlar uzaklaştırılarak kompozit ile yeniden restorasyonuna karar
verildi. Hastada izolasyon sağlandıktan sonra mine yüzeyleri %37’lik
ortofosforik asit (Scotchbond Universal Etchant, 3M ESPE, ABD) 15 sn
217
uygulandı ve yıkandı. Diş yüzeylerine iki aşamalı self-etch adeziv ajan
(Clearfil SE Bond, Kuraray, Japonya) uygulandı ve kompozit (3M Espe A2
dentin, GC Solare A2 universal, Japonya) ile restore edildi. Aşındırıcı diskler
(Sof-lex,3M ESPE, ABD) ve polisaj lastikleri (Sof-Lex, 3M ESPE) kullanılarak
bitim ve polisaj işlemleri gerçekleştirildi. Olgu2: 19 yaşındaki kadın hastanın
21-22 numaralı dişlerine derin çürükler nedeniyle endodontik tedavi
uygulandı ve estetik restorasyon için kliniğimize yönlendirildi. Yapılan klinik
ve radyografik muayene sonrası 21-22 numaralı dişlerine direkt kompozit
restorasyon yapılması planlandı. Hastada izolasyon sağlandıktan sonra
%37’lik ortofosforik asitle (Scotchbond Universal Etchant, 3M ESPE, ABD)
mine 15 sn. ve dentin 10 sn. asitlendi. Su spreyi ile 15 sn yıkanıp hava ile
kurutuldu. . Asit uygulanmış diş yüzeylerine iki aşamalı self-etch adeziv ajan
(Clearfil SE Bond, Kuraray, Japonya) uygulandı. Daha sonra kompozit rezin
(3M Espe A2 dentin, GC Solare X A2 universal) ile restore edildi. Aşındırıcı
diskler (Sof-Lex,3m ESPE) ve polisaj lastikleri (Sof-Lex, 3M ESPE) kullanılarak
bitim ve polisaj işlemleri gerçekleştirildi. Sonuç: Ön bölge estetik
problemlerin tedavisinde kullanılan kompozit rezinler ile başarılı bir sonuca
tek seansta ulaşılabilirken, konservatif ve düşük maliyetleri ile direkt
kompozit rezinler indirekt restorasyonlara alternatif olabilmektedirler.
Anahtar Kelimeler: Direkt Kompozit Rezin, Anterior Dişler
26 Şubat 2020 Öğleden Sonra Kiosk2
Bildiri 61
Anterior Kesiciler Arasındaki Diastemaların Direkt
Kompozit Uygulamasıyla Kapatılması: 2 Olgu
Sunumu
Fikri Öcal ¹ ,
1: İnönü Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
Amaç: Diastema, dişler arasındaki boşluklardan ya da diş boyutları
arasındaki farklılıktan kaynaklanan estetik bir problemdir. Diastemaların
kapatılmasında farklı tedavi alternatiflerine karşın tek seansta kompozit
rezinlerle restorasyon seçeneği en konservatif yaklaşımdır. Bu iki olgu
sunumunun amacı; maksiller anterior bölgedeki diastemaların direkt
218
kompozit rezinle restore edilmesidir. Olgular: 25 yaşındaki kadın ve 45
yaşındaki erkek hasta 11-12-21-22 numaralı dişleri arasındaki boşlukların
kapatılması isteği ile farklı zamanlarda kliniğimize başvurdu. . Yapılan klinik
ve radyografik muayenede her iki hastanın da dişlerinde herhangi bir çürüğe
rastlanmadı. Hastaların periodontal tedavisi tamamlandıktan sonra 11-12-
21-22 nolu dişleri arasındaki diastemaların direkt kompozit uygulaması ile
serbest el tekniği kullanılarak restorasyonuna karar verildi. Hastalarda
izolasyon sağlandıktan sonra mine yüzeylerine %37’lik ortofosforik asit
(Scotchbond Universal Etchant, 3M ESPE,ABD) 15 sn süreyle uygulandı ve
süre sonunda su ile yıkanarak uzaklaştırıldı. Diş yüzeylerine iki aşamalı self-
etch adeziv ajan (Clearfil SE Bond, Kuraray, Japonya) uygulandı ve kompozit
rezin (GC Solare A1 universal,Japonya) ile diastemalar kapatıldı. Aşındırıcı
diskler (Sof-lex,3M ESPE,ABD) ve polisaj lastikleri (Sof-Lex, 3M ESPE)
kullanılarak bitim ve polisaj işlemleri gerçekleştirildi. Sonuç: Estetik bir
problem olan diastemaların kapatılmasında konservatif bir yaklaşımla direkt
kompozit rezinler kullanılarak düşük maliyetli ve estetik restorasyonlar tek
seansta başarıyla yapılabilir.
Anahtar Kelimeler: Anterior Dişler, Direkt Kompozit Rezin
26 Şubat 2020 Öğleden Sonra Kiosk3
Bildiri 66
Ön Bölge Travma Vakasının Multidisipliner
Yaklaşımla Tedavisi : Olgu Sunumu
Asena Okur ¹ , Yakup Üstün,tuğrul Aslan
1: Erciyes Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
Amaç: Komplike olmayan kron-kök kırıkları mine, dentin ve sementi içeren
kırıklardır, tedavisi büyük oranda multidisipliner bir yaklaşım gerektirir.
Komplike olmayan kron kırıkları mine ve dentini içeren kırıklar olarak
tanımlanır. Travma vakalarında fonksiyonun ve estetiğin yeniden
kazandırılması primer amaçtır. Bu olgu sunumunun amacı travma sonrası 22
nolu dişte oluşan komplike olmayan kron-kök kırığının multidisipliner
yaklaşımla tedavisi ve 21 nolu dişte oluşan komplike olmayan kron kırığının
estetik rehabilitasyonu anlatılmaktadır. Olgu: 43 yaşında kadın hasta sol üst
219
santral ve lateral dişin travma sonucu kırılmasıyla kliniğimize başvurdu. Klinik
ve radyolojik muayenelerden sonra 22 nolu dişte palatinalden vestibul
yüzeye uzanan komplike olmayan kron kök kırığı ve koronal parçada
mobilite , 21 nolu dişte komplike olmayan kron kırığı tespit edildi. Dişeti
altına uzanan kırık hattınının kök bölümünü daha iyi görebilmek için cerrahi
olarak tam kalınlıkta mukoperiostal flep kaldırıldı. Mobil olan kırık fragman
nazik bir şekilde çıkarıldı, salin solüsyonuna alındı. Kırık parçanın ve bölgenin
izolasyonunu takiben, kırık diş parçası kimyasal/ışıkla sertleşen rezin siman
kullanılarak yapıştırıldı. Flep süture edildi. Süturlar 1 hafta sonra alındı ve
kırık parçanın tam repozisyonu tomografik görüntü alınarak doğrulandı.
2.seansta 21 ve 22 nolu dişlerin direkt kompozit rezin restoratif materyal
uygulanarak estetik restorasyonları sağlandı. Sonuç: Hasta 1.ay ve 3.ayda
kontrole çağrıldı , ilgili dişlerin vitalite testlerine cevapları pozitifti. 4.ay
sonundaki kontrolde ilgili dişlerin perküsyon ve palpasyon sırasında şikayet
oluşturmadığı, radyolojik incelemede periodontal dokuların sağlıklı olduğu
ve dişlerin estetik ve fonksiyonel olarak görev yaptığı gözlendi.
Anahtar Kelimeler: Dental Travma, Kırık, Rezin Siman ,estetik
26 Şubat 2020 Öğleden Sonra Kiosk3
Bildiri 68
Alt Anterior Diastemaların Direkt Kompozit
Rezinlerle Restorasyonu: İki Olgu Sunumu
Gizem Ayan ¹ ,
1: İnönü Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
Amaç: Diastema dişler arasındaki boşluklardan ya da diş boyutları arasındaki
farklılıktan kaynaklanan estetik bir problemdir. Bu iki olgu sunumunun
amacı, mandibular anterior bölgedeki diastemaların direk kompozit
rezinlerle restore edilmesidir. Olgu 1: 25 yaşındaki bayan hasta mandibular
anterior bölgedeki dişleri arasındaki boşluk şikayeti ile kliniğimize başvurdu.
Sistemik rahatsızlığı olmayan hastamızda izolasyon sağlandıktan sonra 31 ve
32 nolu dişler arasındaki diastemanın direk kompozit rezinlerle
restorasyonuna karar verildi. Mine yüzeyleri 15 sn süre ile %35’lik
ortofosforik asitle (Scocthbond Universal Etchant, 3M ESPE, ABD) asitlenerek
220
su spreyi ile 10 sn yıkanıp, hava ile kurutuldu. Asit uygulanmış diş
yüzeylerine çift aşamalı self-etch adeziv ajan (Clearfil SE Bond, Kuraray,
Japonya) uygulandı. Dişler medium dentin ve light enamel renkleriyle (GC
Essentia, Tokyo, Japonya) tabakalama tekniği kullanılarak restore edildi.
Aşındırıcı diskler (Sof-lex, 3M ESPE, ABD) ve polisaj lastikleri (Sof-lex, 3M
ESPE, ABD) kullanılarak bitim işlemi gerçekleştirildi. Olgu 2: 28 yaşındaki
bayan hasta mandibular anterior bölgedeki dişleri arasındaki boşluk şikayeti
ile kliniğimize başvurdu. Sistemik rahatsızlığı olmayan hastamızda izolasyon
sağlandıktan sonra 41, 31 ve 32 nolu dişler arasındaki diastemanın direk
kompozit rezinlerle restorasyonuna karar verildi. Mine yüzeyleri 15 sn süre
ile %35’lik ortofosforik asitle asitlendi (Scocthbond Universal Etchant, 3M
ESPE, ABD), su spreyi ile 10 sn yıkanıp, hava ile kurutuldu. Asit uygulanmış
diş yüzeylerine çift aşamalı self-etch adeziv ajan (Clearfil SE Bond, Kuraray,
Japonya) uygulandı. Tek renk kompozit rezinle A2B (Estelite Asteria,
Tokuyama, Japonya) restorasyonlar tamamlandı. Aşındırıcı diskler (Sof-lex,
3M ESPE, ABD) ve polisaj lastikleri (Sof-lex, 3M ESPE, ABD) kullanılarak bitim
işlemi gerçekleştirildi. SONUÇ: Sağlıklı diş yapısının korunmasını hedefleyen
minimal invaziv adeziv yaklaşım ilkesi takip edilerek kompozit rezinlerle,
diastemalı dişlerde hastaların beklentilerini karşılayan estetik uygulamalar
yapılabilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Diastema, Alt Anterior, Kompozit Rezin
26 Şubat 2020 Öğleden Sonra Kiosk3
Bildiri 71
İskeletsel Ve Dental Sınıf ıı Anomalinin Ortodontik
Tedavisi: Vaka Raporu
Gün Sümer ¹ ,
1: Ankara Üniversitesi
Amaç: Angle Sınıf I molar ve kanin ilişkinin sağlanması, ideal overjet ve
overbite ilişkisinin elde edilmesi, mandibulanın sagital ve vertikal yön
gelişiminin stimule edilmesi ve ideal hasta profilinin oluşturulmasıdır. Vaka
Sunumu: 12 yıl 10 ay kronolojik yaşa sahip, MP3cap dönemindeki kız hasta
maksiller ve mandibuler anterior dişlerinin çapraşıklığından rahatsız olması
221
şikayetiyle kliniğimize başvurmuştur. Klinik değerlendirmede hastanın
konveks profile, sağ ve sol tarafta sınıf II molar ve kanin ilişkiye sahip olduğu
görülmüştür. Hastada 1 mm overjet ve 6 mm overbite mevcuttur. Ark boyu
sapması üst çenede -3 mm, alt çenede -4 mm’dir ve orta hat sapması
bulunmamaktadır. Tedavi başı sefalometrik röntgen değerlendirildiğinde
SNA 80°, SNB 75,5°, ANB 4,5° ve SN-GoGn 32° olarak ölçülmüştür. Hastaya
ortodontik sabit tedavi uygulanmıştır. Braketlemede konvansiyonel 0.18 roth
braketler kullanılmıştır. Seviyelemeye 0.12 Ni-Ti ark telleri ile başlanmış,
16x22 SS ark telleri ile sonlandırılmıştır. Seviyelemenin başından itibaren üst
santral dişlere anterior bite turbolar uygulanmıştır. Üst dental arkta 16x22 SS
ark teli mevcutken, alt dental arka 0.16 tersine spee eğrili Ni-Ti ark teli
takılmış ve hastaya posterior ( 1/8 2.5 Oz ) intraoral vertikal yönlü elastikler
kullandırılarak alt dental arkta posterior ekstrüzyon sağlanmıştır. Posterior
dentoalveoler gelişim sağlandıktan sonra alt dental ark tellerinin
dimensiyonu arttırılmış ve hastaya vertikal etkili Sınıf II ( ¼ 6 Oz ) intraoral
elastikler kullandırılmıştır.18 aylık aktif tedavi periyodu sonunda ideal overjet
ve overbite ile birlikte Sınıf I molar ve kanin ilişki elde edilmiş ve hasta
profilinde gözle görülür bir düzelme sağlanmıştır. Sonuç: Anterior bite turbo
gelişim çağındaki hastalarda artmış overbite ile karakterize Sınıf II
anomalilerin tedavisinde iyi bir alternatif olabilir.
Anahtar Kelimeler: Ortodonti, Anterior Bite Turbo, Sınıf ıı
26 Şubat 2020 Öğleden Sonra Kiosk3
Bildiri 74
Tam Dişsiz Hastaların İmplant Destekli Protezlerle
Tedavisi: 2 Vaka Raporu
Ayşe Karabaş ¹ , Ayşe Karabaş, Mesut Tuzlalı
1: İnönü Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
Amaç: Tam dişsiz hastaların implant destekli sabit ve overdenture
protezlerle rehabilitasyonu, estetik ve fonksiyonel ihtiyaçları ideal şekilde
karşılaması sebebiyle sıklıkla tercih edilmektedir. Bu sunumda tam dişsizliği
bulunan iki farklı hastaya yapılan implant destekli sabit ve overdenture
protezler anlatılmaktadır. Gereç ve Yöntem: Protetik diş tedavisi anabilim
222
dalına başvuran çeşitli nedenlerle tüm dişlerini kaybetmiş iki kadın hastaya
implant destekli protetik tedavi planlandı. İmplantların (İmplance,Türkiye)
yerleştirilmesinden itibaren üç aylık iyileşme periyodunun sonunda protetik
tedaviye başladı. İlk hastada üst çeneye beş implant üzeri tek parça sabit
simante restorasyon, alt çeneye ise iki implant üzeri overdenture protez
yapıldı. İkinci hastada üst çeneye altı implant üzeri tek parça sabit simante
restorasyon alt çeneye ise beş implant üzeri tek parça sabit vidalı
restorasyon yapıldı. Her iki hastada da açık kaşık ölçü tekniği kullanıldı.
Bulgular: Yapılan takip ve kontrollerde restorasyonlar ve oklüzyon
değerlendirildi. SONUÇLAR: Tam dişsiz hastaların implant destekli tedavileri
yüksek hasta memnuniyeti, uzun dönem başarılı sonuçlar elde edilmesi gibi
avantajlara sahiptir. Bu nedenle tercih edilmesi gereken bir tedavi şeklidir.
Anahtar Kelimeler: İmplant, Tam Dişsizlik, İmplantüstü Protez
26 Şubat 2020 Öğleden Sonra Kiosk3
Bildiri 87
Odontomanın Çıkarılmasını Takiben Daimi 2. Moların
Spontan Erüpsiyonu: Olgu Raporu
Esra Hato ¹ , Esra Hato, Ahmet Altan, Halenur Altan
1: Tokat Gaziosmanpaşa Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
Odontoma terimi; mine, dentin, sement ve bağ dokusu yapıları içeren, doku
değişimine uğramış odontejenik tümör olarak tanımlanmıştır. Odontoma
kompleks ve kompaund olmak üzere iki gruba ayrılır ve opak kitleler halinde
görüntü oluşturur. Odontomalar enfeksiyon, abse oluşumu,dişIerde yer
değişikliği veya erüpsiyonu engelleme gibi komplikasyonlara neden
olabilirler. Bu vaka raporu maksiller sol posterior bölgede tespit edilen
odontomanın neden olduğu komplikasyon ve tedavisinin sunumunu
amaçlamaktadır. 12 yaşında erkek hasta dişlerindeki çapraşıklık sebebiyle
kliniğimize başvurdu. Hastanın rutin klinik muayenesinde 17,37,47 numaralı
dişlerinin ağız içinde görüldüğü, 27 numaralı dişin görülmediği tespit edildi.
Radyografik muayenesinde sol üst ikinci molar bölgesinde sınırları belirli,
radyoopak bir lezyon varlığı tespit edildi. Hastadan konik ışınlı bilgisayarlı
tomografi alındı. Alınan tomografide 27 numaranın sürmesini engellediği
223
görülen odontoma cerrahi olarak alındı. Odontomanın alınmasının ardından
dişin spontan sürmeye başladığı gözlendi. Hastanın takibi devam
etmektedir. Hastalarının klinik ve radyografik muayenelerini birlikte
yapılması ağız içi patolojilerin teşhis ve tedavisi için önemlidir. Odontomanın
konumu, komşu dişlere ve anatomik oluşumlara yakınlığı için üç boyutlu
görüntüleme sistemlerinden yaralanılabilir. Erüpsiyonu engelleme gibi
komplikasyonlara sebep olduğunda odontomanın cerrahi olarak enükle
edilmesi gerekir.
Anahtar Kelimeler: Odontoma, Spontan Sürme,diagnoz
26 Şubat 2020 Öğleden Sonra Kiosk3
Bildiri 90
Mandibula Simfiz Ve Subkondiler Kırık Vaka Raporu
İsmail Kuybu ,
Mandibula kırıklarının nedeni; başta trafik kazaları olmak üzere, kavga, iş
kazaları, spor yaralanmaları ve düşmeler ve benzeri travmalardır. Kırığın en
sık görüldüğü bölgeler; kondil, gövde, angulus ve simfizdir. Tanı
konvansiyonel grafiler, panoramik radyografi veya bilgisayarlı tomografi (BT)
taramaları ile konur. Mandibular kırık sonrası hava yolunun tıkanması
durumunda acil tedavi gereklidir. Mandibula kırıkları maksillomandibular
fiksasyon ve açık redüksiyon teknikleri ile tedavi edilir. Kliniğimize çenesinde
ağrı ve şişlik ile başvuran 41 yaşında ,erkek hastanın alınan anemnezinde; 1
hafta önce alt çene ucunu çarparak diştüğü öğrenildi. Hastanın alınan
medikal anamnezinde parkinson ve osteoporoz hastalıklarının olduğu ve bu
rahatsızlıklar için medikal tedavi gördüğü öğrenildi (Fosavans). Hastadan
alınan panaromik ve cbct sonrası hastanın sağ subkondiler bölgesinde ve
simfiz bölgesinde kırıklar tespit edildi. Simfiz bölgesindeki kırık deplase
subkondiler kırık ise nondeplaseydi. Hastanın mevcut sistemik durumunu da
göz önünde bulundurarak hastaya genel anestezi altında simfiz
bölgesindeki kırık için miniplak ve vidalarla fiksasyon yapıldı. Kondil
bölgesindeki kırık için ise hastanın fiziki ve mental durumu gözetilerek
intermaksiller fiksasyon yapılmaksızın yumuşak diyet ve önerilerde
bulunuldu. Hasta takibe alındı. Mandibula fraktürlerinin tedavisinde açık ve
224
kapalı redüksiyon olmak üzere iki yaklaşım tanımlanmıştır. Kırığın deplase
olup olmamasına, lokalizasyonuna, hastanın sistemik ve fiziksel durumuna
göre tedavi endikasyonu konur. Öncesinde oral bifosfonat kullanımı olan
hastada açık redüksiyon tekniğini başarı ile uyguladık.
Anahtar Kelimeler: Kondil,travma,kondil Kırığı
28 Şubat 2020 Öğleden Sonra Kiosk3
Bildiri 91
Mandibulada Lokalize b Hücreli Lenfoma vaka
Sunu...
İsmail Kuybu ,
Non Hodgkin Lenfoma (NHL) primer olarak lenf nodlarını tutmasına rağmen
%24 oranında extranodal bölgelerde de görülebilir. En sık tuttuğu
extranodal bölgeler gastrointestinal sistem, deri, ve Waldeyers halkasıdır.
Oral kavite tutulumu nadirdir ve tüm NHL’m % 0.1 ile % 0.2’sini
oluşturmaktadır.Görülme sıklığı erkekte (1,4:1) daha fazladır. Gelişmiş
ülkelerde, otuzlu yaşlarda ve 50 yaşından sonra olmak üzere iki yaş
grubunda görülme sıklığı artar. AİDS’li hastalarda ve kemik iliği
transplantasyonu sonrası artış olduğundan immün sistem yetersizliklerinin
etyolojide rol aldığını göstermekle birlikte, eşlik eden enfeksiyonların etken
olabileceğini de düşündürmektedir. Bugün için Ebstein-Bar virüsü (EBV)
sorumlu tutulan en önemli enfeksiyon ajanıdır. Bu olgu sunumunda 33
yaşında erkek hasta sağ taraf mandibulada 48 numaralı dişin distalinde
ekspansiyon yapan ve ilgili bölgede submandibular alanda fikse ağrılı
yaklaşık olarak 3*3cm ebatlarında lenf nodu şikayetiyle kliniğimize başvurdu.
Yapılan panaromik film ve CBCT incelemelerinde mandibula posterior ve
ramusta sınırları belirgin olmayan destrüksüyon görüldü. Mandibula ramus
lingualinden submukozal bölgeden insizyonel biyopsi yapıldı. Histopatolojik
inceleme sonucu Non Hodgkin Lenfoma (NHL) tanısı konuldu. Biyopsi
sonucu alındıktan sonra hasta ileri tetkik ve tedavi için onkoloji kliniğine
yönlendirildi. Onkoloji kliniğinde yapılan tetkikler sonucuna, hastanın
vücudunda başka lenfoma lezyonlarının da mevcut olduğu belirlendi. Diş
hekimleri ve onkolojistler, primer veya metastatik NHL lezyonlarının oral
225
kavitede lokalize olabileceklerini göz önünde bulundurmalı ve ayrıcı tanıda
her zaman göz önün de bulundurmalıdırlar.
Anahtar Kelimeler: Lenfoma ,oral Patoloji,gömülü Diş
26 Şubat 2020 Öğleden Sonra Kiosk4
Bildiri 99
Sürmemiş Daimi Keser Diş Ve İlişkili Dental
Anomalilere Multidisipliner Tedavi Yaklaşımı: Bir
Olgu Sunumu
Arife Kaptan ¹ , Özgül Carti Dörterler
1: Cumhuriyet Üniversitesi
Amaç: Bu vaka raporunda 11 yaşındaki erkek hastanın maksiller anterior
bölgesinde bulunan supernumere dişler ve gömülü kalmış olan daimi sağ
üst anterior dişine yapılan multidisipliner tedavi yaklaşımı sunulmuştur. Olgu
tanımlaması: 11 yaşındaki erkek hasta 11 numaralı dişin sürme gecikmesi
şikayeti ile kliniğimize başvurdu. Sistemik olarak sağlıklı olan hastanın
yapılan ağız içi muayenesinde maksiller anterior bölgede 21 numaralı dişinin
sürdüğü tespit edildi. Hastanın radyografik muayenesinde, maksiller anterior
bölgede palatinalde iki adet, sağ ve sol mandibular kanin bölgesinde de iki
adet supernumere diş bulunduğu tespit edildi. Cerrahi bölümü ile yapılan
konsültasyon sonucunda maksiller anterior bölgede bulunan supernumere
dişlerin çekimine, mandibular bölgede bulunan supernumere dişlerin ise
kontrol altında tutulmasına karar verildi. Maksiller anterior bölgede bulunan
supernumere dişler cerrahi olarak çıkarıldıktan sonra hastanın estetik ve
fonksiyonel açıdan tatmin olması adına çocuk protezi uygulaması yapıldı.
Estetik kaygısı yüksek olan hastanın ortodonti bölümü ile yapılan
konsültasyonu sonucunda 11 numaralı dişe button yerleştirilip çocuk
protezinin modifiye edilmesi ile ortodontik ekstrüzyon gerçekleştirilirken
lateral dişlere de elastiklerle distalizasyon uygulanmasına karar verildi.
Tedaviye başlandıktan 8 ay sonrasında sağ maksiller santral dişin erüpsiyonu
gerçekleşirken, maksiller lateral dişlerde normal konumlarına yerleştiler.
Hastanın 24 aylık takibi sonucunda herhangi bir estetik ve fonksiyonel
bozukluğa rastlanılmadı. Sonuç: Daimi keser dişlerin sürme gecikmelerinin
226
erken teşhisi, birçok dental komplikasyondan kaçınmak için gereklidir. Bu tür
vakaların yönetimi, çoklu süpernümerer dişlerin cerrahi olarak çıkarılması
için kesin bir zaman olmadığından, multidisipliner bir ekip kararı ile
tasarlanmalıdır.
Anahtar Kelimeler: Gömülü Diş, Multidisipliner Tedavi, Süpernumere Diş
26 Şubat 2020 Öğleden Sonra Kiosk4
Bildiri 101
Polidiastemaların Kompozit Restorasyonlarla
Tedavisi: Vaka Sunumu
Semiha Ekrikaya ¹ , Semiha Ekrikaya, Sezer Demirbuğa
1: Erciyes Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
Dişler yüz estetiğinin sağlanmasında büyük öneme sahiptirler. Birçok hasta
anterior bölgedeki diastemaların oluşturduğu estetik şikayetlerle diş
hekimlerine başvururlar. Böyle durumlarda estetiğin sağlanabilmesi için
dişlere en az zarar verecek minimal preperasyon ile olabildiğince hızlı sonuç
verecek tedavi seçeneklerinin tercih edilmesi oldukça önemlidir. Direkt
kompozit rezinler, bu estetik problemleri kısa süre içerisinde daha
konservatif ve ekonomik bir biçimde restore etme şansı sunarlar. Bu olgu
sunumunda mandibular anterior diastemalarının konservatif ve estetik
olarak tedavi edilmesi amaçlanmıştır. Alt çene ön dişleri arasındaki açıklıklar
nedeniyle kliniğimize başvuran 22 yaşındaki erkek hastanın klinik
muayenesinde mandibular anterior bölgede polidiastema tespit edilmiştir.
Tedavi planı olarak preparasyon yapılmadan direkt kompozit
restorasyonlarla diastema kapatma işlemi planlanmıştır. Uygun renk button
tekniği ile belirlenmiştir (A2 body - mine, Filtek Ultimate, 3M ESPE ). Tedavi
öncesi dişler rubber-dam ile izole edilmiştir. Dişlere %37 ortofosforik asit ve
sonrasında adeziv (Adper Single Bond 2 Adhesive, 3M ESPE) uygulanmıştır.
Düz şeffaf bant ve kama yerleştirdikten sonra tabakalama yöntemiyle seçilen
kompozitlerle restorasyon tamamlanmıştır. Bitim ve cila işlemleri için
tungsten karbit frezler ve diskler (Soflex, 3M ESPE), yüzey cilası işlemleri için
iki farklı grendeki spiral diskler (Clearfil Twist Dia, Kuraray) kullanılmıştır.
227
Diastemalar non-invaziv bir şekilde kompozit rezinlerle kapatılarak mevcut
estetik problemler ortadan kaldırılabilir.
Anahtar Kelimeler: Estetik, Kompozit Restorasyon, Polidiastema
26 Şubat 2020 Öğleden Sonra Kiosk4
Bildiri 103
Maxillary Peripheral Ossifying Fibroma: A Case
Report
Berkan Altay ¹ ,
1: Kırıkkale Üniversitesi
Peripheral Ossifying Fibromas (POF) can be seen at any age, but often occur
in the anterior region of the maxilla in young and adult women. Its etiology
is thought to be trauma or local irritations such as dental plaque, calculus,
microorganisms, masticatory force, dental prosthesis, and poor quality
restorations. In clinical examination, polypoid and nodules are mostly
observed in pinkish and red color. Trauma or local irritants such as dental
plaque, calculus, micro-organisms, masticatory forces, poor quality
dentures, and restorations have been implicated in the etiology of POF.
Case report: A 40-year-old female patient was admitted to our clinic with
the complaint of painless gingival enlargement of the left canine-premolar
region of the upper jaw for 1 year. Clinical examination revealed a red-
pinkish hard, lobular and polypoid structure. Surgicel was sutured to the
wound site for hemostasis. No recurrence was observed in the patient's
clinical control after one year. Conclusion: POF is a benign fibro-osseous
lesion in the gingiva. It usually occurs in the gingival part of the maxilla
anterior region. Histopathological examination is required for definitive
diagnosis. Recurrence rate is high and requires regular follow-up. Total
excision including periosteum should be performed to prevent a recurrence.
Anahtar Kelimeler: Fibroma, Maxilla, Oral Cavity.
26 Şubat 2020 Öğleden Sonra Kiosk4
228
Bildiri 104
Mandibuar Tori: A Case Report
Berkan Altay ¹ ,
1: Kırıkkale Üniversitesi
Tori consists of dense cortical and a small amount of cancellous bone and is
covered with thin weak vascularization and mucosal mucosa. mandibular
tori is mostly seen in the third decade of life. mandibular tori is the
outgrowth of a bone that is usually bilaterally localized in the
canine/premolar region of the lingual surface of the mandible and above
the mylohyoid ridge. Case report: A 25-year-old female patient was
attended to our clinic with the complaint that the tissue in the mandible
lingual region was enlarged and this condition prevented her from
speaking. Anamnesis revealed that the patient did not have any systemic
disease. In the clinical examination of the patient, mucosal tissue with thin
weak vascularization with bilateral nodular appearance was detected in the
mandible lingual region. Lingual full-thickness flaps were raised and the
exostoses were removed with the aid of bur and osteotomy. It was learned
that the patient's complaints related to speech disappeared at the 1st and
2nd-week controls. It was determined that the patient's complaints related
to speech disappeared at the first and second weeks of the clinical controls.
Conclusion: Mandibular tori is asymptomatic and does not have malignant
transformation potential and therefore does not usually require any surgical
treatment. Therefore, surgical removal should be avoided as much as
possible if the toruses are not large enough to disturb the patient.
Anahtar Kelimeler: Torus Mandibularis, Exostosis, Tori
26 Şubat 2020 Öğleden Sonra Kiosk4
Bildiri 106
Florozis Renklenmesinin Kompozit Rezinlerle Estetik
Restorasyonu: Olgu Sunumu
229
Mehmet Karagön ¹ , Mehmet Karagön, Sezer Demirbuğa
1: Erciyes Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
Dental florozis, mine formasyonu esnasında ameloblastlarda aşırı flor
alımının neden olduğu gelişimsel bir anomalidir. Bu problem, klinik olarak
diş yüzeyinde tebeşirimsi beyaz veya koyu sarı-kahverengi lekeler ve/veya
mine yüzeyinde poröz alanlar olarak kendini göstermektedir. Florozis
nedeniyle renklenen dişler beyazlatma, mikroabrazyon, restoratif ve protetik
yöntemlerle tedavi edilebilmektedir. Uygulanacak tedavinin belirlenmesinde
vakanın şiddeti ve hastanın yaşı önem taşımaktadır. 20 yaşındaki erkek hasta
üst ön dişlerindeki renklenme şikâyeti nedeniyle kliniğimize başvurmuştur.
Klinik muayenede;11,12,21,22 numaralı dişlerin labial yüzlerinde
sarı/kahverengi lekeler gözlemlenmiş, dişlerde başka bir patolojiye
rastlanmamıştır. Renklenmiş alanlar yeşil kuşak elmas rond frezle 0,5-1 mm
derinliğinde prepare edilmiştir. Total etch tekniği kullanılarak adeziv ajan
(Adper Single Bond 2, 3M ESPE, St.Paul, USA) uygulanmıştır. Opak alanları
taklit etmek amacıyla rezin boya (Optiglaze White, GS, Tokyo, Japan)
kullanılmıştır. Daha sonra B1 mine (Filtek Ultimate 3M ESPE, St. Paul, USA)
kompoziti ile restorasyon tamamlanmıştır. Bitim ve cila işlemleri için diskler
sırasıyla (Soflex, 3M ESPE, St. Paul, USA) kullanılmıştır. Hastanın 1 ay sonraki
kontrol randevusunda herhangi bir renklenme veya kırık tespit edilmemiştir.
Hastanın florozise bağlı estetik problemi minimal invaziv bir şekilde
kompozit rezin restorasyonlarla giderilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Florozis,estetik,renklenme,kompozit
27 Şubat 2020 Sabah Kiosk1
Bildiri 107
Komplike Kron Kırığı Sonrası Kök Ucu Kapalı Daimi
Dişlerin Tedavisi
Selin Eriş ¹ , Selin Eriş, Çağdaş Çınar
1: Gazi Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
Giriş: Travma sonrası parsiyel pulpotomi, sağlıklı dokuya ulaşmak için
iltihaplı pulpa dokusunun 1 ile 3 mm veya daha fazla derinliğe getirildiği bir
230
uygulamadır. Enfekte olmuş bir pulpa genellikle koronalden apikale doğru
ilerleyen dejeneratif değişiklikler gösterir. Kök kanal sisteminin daha derin
kısmında sağlıklı pulpa dokusu bulunabilmektedir. Etkilenmiş dokunun
çıkarılması sağlıklı ve fonksiyonel dokunun korunmasına yol açabilir. Ayrıca
iltihaplı yüzeyel pulpa dokusunun sağlıklı pulpadan ayrılmasında travma ile
tedavi arasındaki süre ve açılmanın boyutu kritik olmamakla beraber, süre
uzadıkça bakteri miktarının artışı nedeniyle iyileşme şansı azalmaktadır. Olgu
Raporu: On üç yaşında erkek hasta kliniğimize düşme sebebi ile ön iki
dişinin kırılması şikayetiyle başvurdu. Alınan anamnezde travmanın 4 gün
önce meydana geldiği ve hastaya herhangi bir müdahale yapılmadığı
öğrenildi. Klinik muayenede 11 ve 21 numaralı dişlerde komplike kron kırığı
bulunduğu tespit edildi. Hastanın radyolojik muayenesinde 11-21 nolu
dişlerin kök gelişimlerinin tamamlanmış olduğu ve kron kırık hatları izlendi.
Travmanın 4 gün önce meydana geldiği göz önünde bulundurularak her iki
dişe de parsiyel pulpotomi ardından estetik restorasyon uygulanmasına
karar verildi. Rubber-dam izolasyonu yapıldıktan sonra steril bir fissür frez
yardımıyla pulpanın 2x2 mm’lik kısmı çıkarıldı. Kanama kontrolü NaOCl
kullanılarak sağlandıktan sonra, CaOH patı açılan pulpa dokusu üzerine
yerleştirildi. Geleneksel cam iyonomer siman kaide olarak kullanılarak
kompozit rezin ile restorasyon tamamlandı. Klinik ve radyografik olarak 18
aylık takip sonrasında herhangi bir semptom bulunmamakta ve dişler
fonksiyonlarını sürdürmektedir. Sonuç: Komplike kron kırıkları sonrası
yapılan parsiyel pulpotomi kök ucu kapalı daimi dişlerde tedavi
zamanlamasından bağımsız başarılı sonuç vermektedir.
Anahtar Kelimeler: Parsiyel Pulpotomi, Kalsiyum Hidroksit, Travma
27 Şubat 2020 Sabah Kiosk1
Bildiri 108
Gingival Alana Taşan Bond Nedeniyle Oluşan
Periodontal Abse: Olgu Sunumu
Gülseda Çetin ¹ , Gülseda Çetin, Ayşenur Kara, Can Özükoç
1: İstanbul Medipol Üniversitesi
231
Amaç: Karışık dişlenme döneminde oklüzyonda problem yoksa, ön bölge
için en uygun restorasyon türü, estetik özelliklerinin çok iyi olması ve çok iyi
parlatılabilmesinden dolayı mikrohibrit veya nanohibrit kompozitlerdir.
Başarılı kompozit restorasyonun temelinde; renklenmeyen, plak
biriktirmeyen, doğru konturlanmış, sağlıklı embrazürlere sahip ve yüzeyi
pürüzsüz bir restorasyon yaratmak vardır. Düzgün bitirilmeyen dolgu
kenarları, plak birikimine,renklenmeye ve çürüğe daha açık olacaktır. Ayrıca
restorasyonun yapımı sırasında kullanılan bond materyali yaklaşık 10 saniye
boyunca hava ile kurutularak mine yüzeyi boyunca yayılmaktadır. İyi
izolasyon sağlanmazsa bond materyali gingival bölgeye taşabilir. Bu olgu
sunumunda anterior kompozit restorasyon uygulaması sırasında gingival
sulkusa taşan bond materyalinin temizlenmemesi sonucu oluşan
periodontal absenin tedavisi ile restorasyonların yenilenmesi anlatılmaktadır.
Olgu sunumu: Kliniğimize dudağında şişlik ve ağrı şikayeti ile başvuran 10
yaşında kız hastanın yaklaşık 1 ay önce üst sol ve sağ daimi birinci keser
dişlerine kompozit restorasyon yapıldığı belirlendi. Yapılan vitalometrik ve
radyografik tetkiklerde dişlerin vital olduğu ve kötü yapılmış restorasyonlar
nedeniyle üst sol birinci keser dişte periodontal abse tespit edildi. İlk bakışta
endo-perio lezyon gibi gözükse de sorunun dişeti cebine taşan bond
nedeniyle olduğu anlaşıldı. Hastaya 4 gün boyunca antibiyotik ve ağrı kesici
reçete edildi. Antibiyotik kullanımı sonrası gingival küretaj yapılarak taşkın
bond materyali temizlendi ve küretaj bölgesinin iyileşmesi amacıyla 15 gün
beklendi. İyileşmenin ardından restorasyonlar değiştirilerek yeni kompozit
restorasyonlar 6 ay boyunca klinik olarak takip edildi. Sonuç: Kompozit
restorasyonların bitirilmesi sırasında düzgün yüzeyler elde etmek kadar
hastanın yumuşak dokularına zarar vermemek, işlemler sırasında kullanılan
enstrumanları doğru yönde konumlandırarak yumuşak dokuları
aşındırmamak, cila işleminden sonra tüm abraziv materyalleri yıkayarak
ağızdan uzaklaştırmak da önemlidir. Restorasyonun yapımı sırasında bond
materyali, kompozit dolgu artıkları ve cila için kullanılan tüm abraziv
materyallerin yumuşak dokulardan uzaklaştırıldığından emin olunmalıdır.
Anahtar Kelimeler: Anterior Kompozit Restorasyon, Bond, Çocuk Diş
Hekimliği, Karışık Dişlenme, Periodontal Abse
27 Şubat 2020 Sabah Kiosk1
Bildiri 109
232
Başarısız Bir Restorasyonun Direkt Kompozit Veneer
İle Estetik Restorasyonu
Ayşenur Kara ¹ , Ayşenur Kara, Gülseda Çetin, Can Özükoç
1: İstanbul Medipol Üniversitesi
Amaç: Günümüzde kompozit veneer restorasyonlar, doğal dişlere yakın
estetik sağlamaları, minimal diş preparasyonu gerektirmesi, ekonomik
olması hem de hasta başında geçen zamanı azaltmaları nedeniyle ön grup
dişlerin renk, şekil, yapı ve konum bozukluklarının tedavisinde tercih
edilmektedir. Ancak bu avantajlarının yanında uygulama sırasında
izolasyonun sağlanmasına dikkat edilmelidir. Bu olgu raporunda, yeterli
izolasyon sağlanmadığı için başarısız olan prefabrik kompozit veneer
uygulanmış üst anterior dişe izolasyon ve rehberlik sağlaması amacıyla
silikon matriks kullanılarak direkt kompozit veneer ile restorasyonunun
sunulması amaçlanmıştır. Olgu Sunumu: Kliniğimize başvuran üst anterior
daimi dişi prefabrik kompozit veneer ile tedavi edilmiş ve prefabrik
kompozit veneeri dişten ayrılmış 9 yaşındaki çocuk hastaya izolasyonun
sağlanması ve restorasyon sırasında rehberlik oluşturması amacıyla silikon
matriks kullanılarak direkt kompozit veneer uygulanmış ve 6 ay boyunca
klinik takibi yapılmıştır. Yapılan restorasyonda, renk uyumu, marjinal
renklenme, sekonder çürük, marjinal uyum, aşınma/kontur kaybı, proksimal
kontakt, çatlak ve retansiyon değerlendirilmiştir. Sonuç: Sonuç olarak,
rubber dam kullanılamayan ve yeterli izolasyonun sağlanamadığı hastalarda
silikon matriks kullanılmasının anterior kompozit restorasyonlarda fonksiyon
ve estetiğin tekrar kazandırılması için tercih edilebilecek basit, ekonomik ve
zaman kazandırıcı etkili bir yöntem olduğu görülmektedir.
Anahtar Kelimeler: Silikon Matriks, Prefabrik Kompozit Veneer, Direkt
Kompozit Veneer
27 Şubat 2020 Sabah Kiosk1
Bildiri 112
Periferal Dev Hücreli Granülom: Bir Olgu Sunumu
233
Ali Cantürk Gürleyük ¹ , Ali Cantürk Gürleyük, İlknur Eninanç, Defne Yalçin
Yeler, Osman Dursun, Melike Koraltan
1: Cumhuriyet Üniversitesi
Amaç: Periferal dev hücreli granülom dişetlerinin travmaya ve irritasyona
karşı göreceli nadir rastlanan hiperplastik bağ doku cevabıdır. Diş etinde
özellikle 1. molarlar ile kesici dişler arasında görülür. Muhtemelen
periodontal ligament veya periosteumdan kaynaklanırlar ve bazen alveoler
kemiğin rezorpsiyonuna neden olurlar. Tipik olarak kırmızıdan maviye
değişen renklerde kitleler olarak görünür. Ayırıcı tanısında pyojenik
granülom, periferal ossifiye fibrom, epulis, hemanjiyom düşünülmelidir.
Çoğu yaklaşık 1 cm çapında olan bu lezyonlar her yaşta ortaya çıkabilir ve
kadınlarda erkeklerden daha yaygın olarak görülme eğilimindedir. Bu olgu
sunumu, periferal dev hücreli granülomun farklı lokalizasyonlarda da
görülebileceğine dikkat çekmek için yapılmıştır. Olgu: 53 yaşında sistemik
olarak sağlıklı olan kadın hasta sol üst çenesinde yaklaşık 6 aydır var olan
şişlik şikayetiyle kliniğimize başvurdu. Yapılan klinik muayenede sol üst ikinci
molar distalinde yaklaşık 1,5 cm boyutunda düzgün, parlak yüzeyli, sert
kıvamlı, mavi-mor renkli ve saplı ekzofitik lezyon görüldü. Kitlede
palpasyonda ağrı ve hassasiyet yoktu. Hastanın panoramik radyografisinde
herhangi bir patoloji saptanmadı. Hastaya eksizyonel biyopsi uygulandı ve
histopatolojik inceleme sonucu tanı, periferal dev hücreli granülom olarak
konuldu. Hasta takibe alındı. Sonuç: Periferal dev hücreli granülomun
tedavisi eksizyon ve alveol kemiğe invaze olduğu durumlarda küretajdır.
Lezyonların %10’unda rekürrens görülebilmektedir. Cerrahi olarak tam
rezeksiyon, lezyonun tabanının kürete edilmesi, lokal irritan faktörlerin
uzaklaştırılması ve iyi bir ağız hijyeni nüks oranını azaltacaktır.
Anahtar Kelimeler: Periferal Dev Hücreli Granülom, Eksizyon, Maksilla
27 Şubat 2020 Sabah Kiosk1
Bildiri 114
Altı Kanallı Maksiller Birinci Molar Dişin Endodontik
Tedavisi: Vaka Raporu
234
Nihan Çelik ¹ , Nihan Çelik, Ahter Şanal Çikman, Edanur Maraş
1: Rteü Diş Hekimliği
Giriş: Dişlerin kök kanal konfigürasyonları hakkında yeterli bilgi sahibi olmak
ve iyi bir radyografik ön değerlendirme yapmak başarılı bir endodontik
tedavinin temelini oluşturmaktadır. Maksiller birinci molar dişler çoğunlukla
1 veya 2 meziobukkal, 1 distal ve 1 palatinal olmak üzere 3 ya da 4 kanala
sahiptirler. Ancak, %1.1-%10 oranında 3 meziobukkal ve %0.62 oranında 2
palatinal kanal içeren farklı konfigürasyonlar sergileyebilmektedirler. Bu vaka
raporunda, az rastlanılan 6 kanallı maksiller birinci molar dişe dental loop
kullanılarak uygulanan endodontik tedavi sunulmaktadır. Vaka Raporu: 43
yaşında spontan ağrı şikayeti ile kliniğimize başvuran hastanın klinik ve
radyografik muayenesi sonucu 26 numaralı dişinde perküsyon hassasiyeti ve
mezial kökün apikalinde periodontal ligamentte aralanma tespit edildi.
Hastanın Hepatit B taşıyıcılığı dışında sistemik bir şikayeti yoktu. Lokal
anestezi altında giriş kavitesi açıldıktan sonra diş rubber-dam ile izole edildi.
Dental loop kullanılarak uzun şaftlı çelik rond frezle mezialde ikinci kanal
aranırken, üçüncü bir kanalın varlığından şüphelenildi ve 10 C+ file
(Dentsplay,Maillefer) eğesi ile ikinci ve üçüncü kanal ağızları tespit edildi.
Palatinal kanal ağzının meziodistal yönde geniş olduğunun görülmesi
üzerine ikinci bir kanaldan şüphelenildi ve kanal tespit edildi. Çalışma
boyunu belirlemek için alınan radyografta mezial kökün Sert ve Bayırlı’nın
sınıflandırmasına göre tip XV, palatinal kökün ise Vertucci’ nin
sınıflandırmasına göre tip IV kanal anatomisi gösterdiği tespit edildi. Tüm
kanallar Protaper Next (Dentsply Maillefer, Ballaigues, Switzerland) Ni-Ti
döner aletlerle %2,5 NaOCl irigasyonu altında genişletilip temizlendi ve
kanal içi medikament olarak kalsiyum hidroksit uygulandı. İkinci seansta
semptomların ortadan kalktığı görüldü ve kanallar MTA - Fillapex (Angelus,
Londrina, Brazil) kanal patı kullanılarak gutta-perka ile soğuk lateral
kondensasyon yöntemiyle dolduruldu. Sonuç: Gözden kaçırılan kanallar,
endodontik tedavinin başarısını düşüren önemli faktörlerden biridir.
Günümüzde ilave büyütme ve aydınlatma yöntemleri kullanılarak özellikle
kompleks anatomiye sahip olan dişler daha yüksek klinik başarı ile tedavi
edilebilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Maksiller Molar Diş Anatomisi, Kanal Konfigürasyonları
27 Şubat 2020 Sabah Kiosk1
235
Bildiri 116
Odontojenik Keratokist: Bir Olgu Sunumu
Özge Kartal ¹ , Özge Kartal, İlknur Eninanç,Defne Yalçin Yeler, Büşra Koç,
Kübra Nur Çakan
1: Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Diş Hekimliği Fakultesi
Amaç: Odontojenik keratokist, dental lamina artıklarından gelişen, ince ve
keratinize epitele sahip, agresif davranışı ve çevre dokulara infiltratif özelliği
olan odontojenik kistlerdir. Sıklıkla mandibular molar, ramus bölgesinde
görülmekle birlikte çenelerin her kadranında rastlanabilir ve genellikle
sekonder enfeksiyon olmadıkça semptomlara neden olmaz. Kistik lezyon
ramusa hatta kondile ve koronoide kadar uzanım gösterebilir, sıklıkla
belirgin ekspansiyon göstermeden longitudinal büyüme eğilimindedir ve bu
özellik ameloblastomadan ayırt edilmesinde önemlidir. Ayırıcı tanısında
ameloblastoma, dentigeroz kist, radiküler kist, odontojenik miksoma
düşünülmeli, kesin tanı histopatalojik inceleme ile konulmalıdır. Bu olgu
sunumu koronoid procese kadar uzanan odontojenik keratokistin klinik ve
radyografik özelliklerini sunmak için yapılmıştır. Olgu: Kliniğimize rutin
muayene için gelen 49 yaşındaki erkek hastanın çekilen panaromik
radyografisinde rastlantısal olarak sol mandibular ramus bölgesinde
multilokuler radyolusent lezyon saptanmıştır (RESİM 1). Hastanın klinik
muayenesinde bölgede palpasyonda ağrı, şişlik ve yüzde asimetri
bulunmamıştır. Hastadan alınan CBCT görüntüsünde, 38 nolu dişin
distalinden başlayıp ramusu içine alan koronoid procese doğru uzanan
lezyon görülmüştür. Kortikal kemikte incelme yaparak bukkal kemikte iki
ayrı perforasyona neden olan, içerdiği septayla multiloküler görünüm
kazanan bu lezyonun en geniş boyutları 36 x 16 x 14mm olarak ölçülmüştür.
(RESİM 2) Lezyonun boyutundan dolayı tedavisinde marsüpyalizasyon
yapılmış olup, lezyona dren yerleştirilerek hasta takibe alınmıştır. Yeterli
iyileşme görülmesinin ardından enükleasyon planlanmaktadır. Sonuç:
Odontojenik keratokistlerin tedavisi değişiklik gösterebilmektedir. Nüks
eğilimine veya cerrahi işlem zorluğuna göre tedavi seçenekleri;
marsüpyalizasyon ve enükleasyon, enükleasyon ve sonrası küretaj,
rezeksiyon ve kist uzaklaştırıldıktan sonra kavite içerisinin özel solüsyonlarla
yıkanmasıdır. Cerahi tedavi sonrasında düzenli aralıklarla hasta takibi yapılır.
236
Anahtar Kelimeler:
27 Şubat 2020 Sabah Kiosk2
Bildiri 117
Eksternal Servikal Kök Rezorbsiyonunun
Multidisipliner Tedavisi: Olgu Sunumu
Edanur Maraş ¹ , Edanur Maraş, Banu Aricioğlu, Nihan Çelik
1: Recep Tayyip Erdoğan Üni. Diş Hek. Fak.
Giriş: Eksternal servikal rezorpsiyon, odontoklastik etkinin bir sonucu olarak
diş sert dokusunun kaybıdır ve genellikle diş kök yüzeyinin servikal
bölgesinde başlar. Rezorbsiyonun ilerlemesi sonucu mine, sement ve
dentinin yerini, sement benzeri sert doku birikimi ve fibrovasküler doku alır.
Koronal sert dokuların rezorbsiyonu klinik olarak kronda pembemsi bir
renklenmeye (pink spot) neden olur ve bu patolojinin hekim ve/veya hasta
tarafından rastgele fark edilen ilk işaretidir. Bu klinik raporda eksernal
servikal rezorbsiyon tespit edilen sağ üst santral kesici dişin konik ışınlı
bilgisayarlı tomografi yardımı ile cerrahi ve endodontik kombine tedavisi
anlatılmaktadır. Olgu Sunumu: Herhangi bir sistemik hastalığı bulunmayan
34 yaşında erkek hasta sağ üst birinci molar dişindeki ağrı nedeniyle
kliniğimize başvurdu. Alınan anamnezde travma, ortodontik tedavi veya
beyazlatma hikayesine rastlanılmadı. İntraoral muayenede derin kapanışla
birlikte sağ üst santral kesici dişin bukko-servikal bölgesinde pembe renkli
bir alan tespit edildi. Bunun yanı sıra, hafif perküsyon hassasiyeti ile birlikte
elektrikli pulpa testine negatif yanıt alındı. Periodontal sondalamada bukkal
gingival olukta 3 mm cep derinliği ölçüldü. Aksiyal ve sagital CBCT kesitlerde
koronal pulpa odasına yakın penetre olmuş invaziv lezyon görüldü. Vital
pulpektominin ardından kemomekanik şekillendirme 2 Shape NiTi döner
eğelerle (Micro-Mega, Besancon, Fransa) TS-2’ye (25,0.06) kadar
gerçekleştirildi. İki haftalık kalsiyum hidroksitle medikasyonun ardından kök
kanal dolumu, soğuk lateral kondenzasyon tekniği ile yapıldı. Endodontik
tedavinin ardından mukoperiosteal flep kaldırıldı. Granülomatöz doku,
duvarlarda sertlik hissedilene kadar kürete edildi. Rezorbsiyon alanı tek
aşamalı bir adeziv sistem (3M, Neuss, Almanya) ve nanofil kompozit
(Tokuyama Dental, Sandrigo) ile tabakalanarak dolduruldu. Bir aylık takipte
237
diş fonksiyondaydı ve hasta estetik açıdan memnundu. Sonuç: Belirli bir
etiyolojiye bağlı olmaksızın gelişen eksternal servikal rezorbsiyonun, mevcut
vakada derin kapanış kaynaklı polimikrotravmadan kaynaklandığı
düşünülmektedir. CBCT, lezyonun varlığı, boyutları, lokalizasyonu ve
yönetimi için önemli bir teşhis aracıdır. Eksternal servikal rezorbsiyon
tedavisinin temel amacı, patolojik dokuyu tamamen uzaklaştırmak ve dişin
iyileşmesinden ödün vermeden oluşan defekti doldurmaktır.
Anahtar Kelimeler: Eksternal Servikal Rezorbsiyon, Pink Spot
27 Şubat 2020 Sabah Kiosk2
Bildiri 119
Ağız Ortamında Yaşla Birlikte Görülen Değişimlere
Bağlı Protetik Yaklaşım: Olgu Sunumu
Delal Bozyel ¹ , Simge Taşar Faruk
1: Yakın Doğu Üniversitesi
Yaşlılık döneminde sağlıklı fiziksel kabiliyet kadar fonksiyonel dentisyonun
korunması da önemlidir. Geriatrik orofasiyal değişimler, sert dokularda ve
yumuşak dokularda meydana gelen değişiklikler olarak gruplandırılabilir.
Kliniğimize başvuran 70 yaşındaki hastada ilk şikayet maksillada fistül yolu
olmakla birlikte ağızdaki mevcut protetik kaplamaların değişimini de estetik
nedenlerle talep etmiştir. Üst çenede iki parçalı full ark, alt çenede 37,45 ve
47 numaralı dişlerde implant, 42 kanat olmak üzere 42-47 köprü ve 35-37
köprüler mevcuttur. İntraoral ve radyografik muayneler sonucunda 11
numarada lezyon, maksilla ve mandibulada bulunan 20 yıllık protetik
restorasyonlarda porselen kırıkları, aşınmalar; mevcut dişlerde çürükler ve
periodontal problemler tespit edilmiştir. Panoramik filmde, mandibula
posterior bölgede bulunan implantlarda kemik kaybı görülmekle birlikte,
periapikal alınması ve eski kronların çıkarılması işleminden sonra herhangi
bir risk faktörü tespit edilmemiştir. 11 numaralı dişin endodontik
tedavisinden sonra periodontal tedaviler bitirilmiş ve protetik tedavi için
başlanmıştır. Eski preparasyonlar düzeltildikten sonra mevcut periodontal
yıkımdan dişleri korumak ve estetiğin sağlanması için 31,41,42,43 ve 44
numaralı dişlerde yapılacak protetik planlamaya dahil edilmiş ve
238
preparasyonları yapılmıştır. Eski protetik rehabilitasyondan farklı olarak üst
çenenin tek parça; alt çenenin beş parça olarak metal destekli seramik
kronlarla tedavisi gerçekleştirilmiştir. 45-47 bölgesi bir parça köprü olarak
yapılarak implantın dişle bağlantısı kesilmiştir; ancak 37 numaralı implantın
rotasyonunu engellemek adına 36 numaralı dişe bağlanarak köprüsü
bitirilmiştir. Ekonomik nedenlerden dolayı metal destekli altyapı tercih
edilmiştir. Hastanın yaşı ve ten rengi göz önünde bulundurularak A2 rengi
uygun görülmüştür. Dikey boyut ve mevcut kapanışa uygun oklüzal kapanış
sağlanmıştır. Tedavi esnasında ilerleyen randevularda hastanın stresli bir
kişiliğe sahip olduğu; ancak bunu dışarıya çok yansıtmaması sonucu eski
protezlerde mevcut olan atrizyonun stresli dönemlerdeki bruksizmden
kaynaklı olabileceği tarafımızca belirtilmiş; hastaya plak önerisinde
bulunulmuştur. Hasta plak tedavisini kabul etmiştir. Sadece doğru protetik
tedaviyle değil; hastaların bilinçli ve doğru iletişime açık olmaları sayesinde
de hastaların yaşam kalitelerini arttırabilecekleri gözlemlenmiştir. Bu nedenle
kliniklerde yaşa bağlı doğru yaklaşım önemlidir.
Anahtar Kelimeler: Yaşlı Hastalar, İletişim, Orofasial Değişim
27 Şubat 2020 Sabah Kiosk2
Bildiri 122
Hipomineralize Üst Anterior Dişlerin Kompozit Rezin
Restorasyon İle Tedavisi: Vaka Sunumu
Melike Durukan , Soley Arslan
Amaç: Ön dişlerin gelişimi esnasında meydana gelen düzensizlikler, sıkça
estetik problemlere sebep olurlar. Hipomineralize mine bu durumu temsil
eden bir tablodur. Etkilenen dişlerde her ne kadar çürük riskinin önemli
ölçüde arttığı söylenemese de bu dişler, hassasiyete ve daha da önemlisi,
görünümleri itibarıyla hastaların estetik kaygılar yaşamasına sebep
olabilmektedir. Vakamızda, üst anterior dişlerde izlenen hipomineralize
alanların kompozit rezin ile tedavisi amaçlanmıştır. Yöntem: 17 yaşındaki
kadın hastamız, kliniğimize tespit edilen çürüklerinin tedavisini yaptırmak
amacı ile başvurmuş olup, tarafımızca yapılan muayene sonucu 11,21,22
numaralı dişlerde hipomineralize alanlara rastlanmıştır ve bu dişlerin
239
kompozit rezin ile restorasyonuna karar verilmiştir. Ailesinin de rızası
alındıktan sonra hastamızın 11 , 21 ve 22 numaralı dişlerinin tedavisine
başlanmıştır. Kavite preperasyonuna başlanmadan önce doğal ışıklı ortamda
(A2 Dentin, A2 Mine, A1 Mine) renk seçimi yapılmıştır. Ardından kavite
preperasyonu ve eski restorasyonlar kaldırılmıştır. Etch and Rinse (3M ESPE,
Hartford City, Indianapolis, USA) adeziv uygulamasından sonra dişler
kompozit rezin ile restore edilmiştir. Bitirme ve polisaj işlemi Soflex Disk (3M
ESPE, Hardtford City, Indianapolis, USA) ve Twist Dia (3M ESPE, Hartford
City, Indianapolis, USA) ile yapılmıştır. Sonuç: Kompozit rezinlerle
hipomineralize mine yüzeylerinin restorasyonu estetik kaygıları gidermek
açısından kolay ve ucuz bir yöntemdir.
Anahtar Kelimeler: Hipomineralize Mine, Mine Defektleri, Kompozit Rezin,
Estetik, Anterior Diş Restorasyonu
27 Şubat 2020 Sabah Kiosk2
Bildiri 125
Polidiastemaların Rezin Kompozitlerle Kapatılması:
Olgu Sunumu
Seda Baktir ¹ , Seda Baktır, Sezer Demirbuğa
1: Erciyes Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
Dişler yüz estetiğinin sağlanmasında büyük öneme sahiptirler. Birçok hasta
anterior bölgedeki diastemaların oluşturduğu estetik şikayetlerle diş
hekimlerine başvururlar. Böyle durumlarda estetiğin sağlanabilmesi için
dişlere en az zarar verecek minimal preperasyon ile olabildiğince hızlı sonuç
verecek tedavi seçeneklerinin tercih edilmesi oldukça önemlidir . Bu nedenle
bu olgudaki amacımız kompozit rezinlerle hastanın estetik problemini kısa
süre içinde daha konservatif olarak ortadan kaldırmaktır. Ön dişler
arasındaki açıklık nedeniyle kliniğimize başvuran 16 yaşındaki kadın hastanın
klinik muayenesinde üst çene anterior bölgede polidiastema tespit
edilmiştir.Aynı zamanda hastanın kama lateral dişleri de mevcuttur. Tedaviye
başlamadan uygun renk belirlenmiştir. (A1, Filtek Ultimate, 3M ESPE, St.
Paul, USA ) Şeffaf bant ve kama yerleştirdikten sonra diş yüzeylerine asit
uygulanmış, daha sonra çift aşamalı self etch adeziv (Clearfil SE Bond 2,
240
Kuraray, Okayama, Japan) uygulaması gerçekleştirilmiştir. Kompozit
restorasyonlar tamamlandıktan sonra bitim ve cila işlemleri için diskler (Sof-
Lex, 3M, St. Paul, USA), yüzey cilası işlemleri ise iki farklı grendeki spiral
diskler (Twist Dia, Kuraray, Pforzheim,Germany) kullanılarak
tamamlanmıştır.Hasta 1 ay sonra tekrar çağırılarak gerekli kontroller
yapılmıştır. Diastemalar non-invaziv bir şekilde kompozit rezinlerle
kapatılarak mevcut estetik problemler ortadan kaldırılabilir.
Anahtar Kelimeler: Rezin,polidiastema,estetik,kompozit,anterior,diş
27 Şubat 2020 Sabah Kiosk2
Bildiri 127
Anterior Dişlerdeki Estetik Problemlerin Kompozit
Rezinlerle Rehabilitasyonu
Pınar Naiboğlu ¹ , Pınar Naiboğlu, Güneş Bulut Eyüboğlu
1: Karadeniz Teknik Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
Amaç: Oral hijyen eksikliği görülen bireylerde, mekanik olarak
temizlenemeyen diş yüzeylerinde biriken plağa bağlı olarak diş çürüklerinin
görülme ihtimali yüksektir. Bu olgu sunumunun amacı kompozit rezinlerle
dişlerin kaybolmuş estetiğinin ve fonksiyonel özelliklerinin tekrar
kazandırılmasıdır. Olgu: 19 yaşında erkek hasta alt ve üst ön dişlerinde
yaygın çürük kaynaklı estetik problemin çözümü talebi ile kliniğimize
başvurdu. Klinik ve radyografik muayene sonrasında estetik rehabilitasyon
için öncelikli olarak oral hijyenin sağlanması planlandı, sonrasında direkt
kompozit restorasyonların uygulanmasına karar verildi. Hastaya
yapılabilecek tedavi seçenekleri ile tedavinin avantaj ve dezavantajları
anlatılarak bilgi verildi. Çürük ve renklenmiş doku uzaklaştırıldıktan sonra
dişler %37’lik fosforik asit jel (Etching gel, President Dental, Germany),
bonding ajan (Clearfil SE Bond, Kuraray Dental, Japan) ve supra-nano
dolduruculu kompozit rezin Estelite Sigma Quick (Tokuyama Dental,
Japan)’ın farklı tonları kullanılarak restore edildi ve restorasyon yüzeyleri
bitirme ve polisaj diskleriyle (Sof-Lex, 3M ESPE) cilalandı. Hastaya oral hijyen
eğitimi verilerek 12 ay boyunca takip edildi. Sonuç: Direkt kompozit rezin
241
restorasyonlar uygun bir endikasyon ve iyi bir oral hijyen motivasyonu ile
uygulandıklarında en konservatif tedavi seçeneğidir.
Anahtar Kelimeler: Çürük, Estetik, Kompozit Rezin
27 Şubat 2020 Sabah Kiosk2
Bildiri 131
Tam Dişsiz Çenelerin İki Farklı Protetik Planlama İle
Rehabilitasyonu: Bir Olgu Sunumu.
Leila Mostawe ¹ , Leila Mostawe, Yunus Emre Özden, Volkan Çağrı Dağaşan,
Ender Kazazoğlu, Nurhan Güler
1: Yeditepe
Bu olgu sunumunda, alt çene all-on-four hibrit porselen, üst çene parsiyel
bar destekli akrilik hareketli protez uygulaması yapılmış bir hastanın protetik
rehabilitasyonu anlatılmaktadır. 64 yaşında erkek hasta üst çenesinde 15, 23,
25 numaralı bölgelere daha önceden yaptırdığı 3 implant (Straumann) ve alt
çenesinde diş eksiklikleri ile üniversitemizin Protetik Diş Tedavisi Anabilim
Dalı’na başvurdu. Yapılan klinik ve radyolojik muayene sonucunda; implant
lokasyonları, mevcut implant çevrelerindeki kemik rezorpsiyonları ve yeni
implant planlamasındaki anatomik engellerden dolayı üst çenede yalnızca
11 numaralı bölgeye 1 implant ilave edilmesi ve üzerine parsiyel bar destekli
hareketli protez yapılması uygun görüldü. Alt çenede mevcut dişlerin
çekimini takiben 4 implant destekli (Nobel Paralel) “all on four” tipi protez
planlanarak immediate yükleme prosedürü uygulandı. Geçici protezlerin
uyumu panaromik radyografi ile kontrol edildi. İmplantların iyileşme
döneminde alt çenede akrilik protezle idamesi sağlanırken,
osseointegrasyonun tamamlanmasını takiben hibrit döküm porselen
uygulaması yapıldı. Her iki protezin ölçüsünde de implant ölçü parçalarının
diş ipi ve ışıkla sertleşen pattern resin (motif Rc) ile splintlenmesini takiben
açık kaşık ölçü prosedürü kullanıldı. Labaratuarda dökümü yapılan metal
altyapı ağız içerisinde kontrol edildi ve uyumlu olduğu gözlendi. Üst çene
dişli, alt çene porselen provası aynı seansta yapılarak estetik ve fonksiyonel
memnuniyet sağlandı. 1 yıllık takipte herhangi biyolojik ve teknik bir
komplikasyona rastlanmadı.
242
Anahtar Kelimeler: All-on-four,parsiyel Bar, İmmediate Yükleme
27 Şubat 2020 Sabah Kiosk3
Bildiri 133
Farklı Döner Sistemlerle Kanal Transportasyonu Ve
Debris Taşmasının Karşılaştırılması
Mustafa Alrahhal ¹ , Mustafa Alrahhal, Fatma Tunç
1: Gaziantep Üniversitesi
Amaç: Yeni nesil döner eğelerinin klinik performansı hala araştırılmaktadır.
Bu in vitro çalışmanın amacı dört farklı döner eğe sistemi
(ReciprocBlue,Twisted File Adaptive,WaveOne Gold ve Xp Endo Shaper) ile
enstrümantasyon sonrası oluşan apikal debris taşmasının ve kanal
transportasyonunun karşılaştırılmasıdır. Gereç ve Yöntem: Kanal
transportasyon değerlendirmesi için 60 adet S şekilli ve çift kurvatürlü
kanallara sahip rezin blok çalışmaya dahil edildi. Kanalların
genişletilmesinden önce ve sonra elde edilen görüntüler bilgisayar
ortamında çakıştırıldı. İç ve dış kanal duvarları ile genişletilmiş duvarlar
arasındaki mesafe, bu üst üste binmiş görüntüler üzerinden, dijital yazılım
kullanılarak ölçüldü. Apikalden taşan debris değerlendirmesi için ise, 60 adet
çekilmiş mandibular kesici diş, 4 eşit gruba ayrıldı (n=15). Dişler Eppendorf
tüplerine yerleştirildi. Örnekler dört faklı döner eğe sisteminden biri ile
prepare edildi. Daha sonra tüpler, kurutma için 5 gün boyunca 70 ° C'de
inkübe edildi. Apikalden taşan debrisin ağırlığı, hassas terazi kullanılarak,
başlangıç ağırlığının son ağırlıktan çıkarılmasıyla belirlendi. Bulgular: Gruplar
Kruskal-Wallis ve Dunn çoklu karşılaştırma testleri kullanılarak karşılaştırıldı.
Kanal transportasyonu açısından, Xp Endo Shaper-TF Adaptive ve Reciproc
Blue-WaveOne Gold arasında anlamlı bir fark yoktu (p> 0.05). Ancak, Xp
Endo Shaper ve TF Adaptive, Reciproc Blue ve WaveOne Gold'a kıyasla
önemli ölçüde daha az transportasyona sebep oldu (p <0.05). Apikalden
debris taşması açısından, Xp Endo Shaper, diğer 3 gruba kıyasla önemli
ölçüde daha az debris taşkınlığına neden oldu (p <0.05). Diğer gruplar
arasında anlamlı fark yoktu (p> 0.05). Sonuç: Xp Endo Shaper hem kanal
transportasyonunda hem de apikalden debris taşmasında avantajlı
görünmektedir.
243
Anahtar Kelimeler: Debris Taşması, Döner Eğe Sistemleri, Kanal
Transportasyonu
27 Şubat 2020 Sabah Kiosk3
Bildiri 135
İzole Damak Yarıklı Hastada Karma Dişlenme
Döneminden Daimi Dişlenmeye Tedavi Süreci -vaka
Raporu
Feyza Bozkurt ¹ , Gökhan Çoban
1: Erciyes Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
Amaç: Bu vaka raporunun amacı, izole damak yarığı bulunan hastada,
iskeletsel Sınıf III maloklüzyonun sabit mekanikler kullanılarak yapılan
tedavisini sunmaktır. Gereç ve Yöntem: 10 yıl 4 aylık kadın hastanın klinik
muayenesinde; izole damak yarığı, ön çapraz kapanış, orta hat diasteması ve
üst çenede 4, alt çenede 2 premolar diş eksikliği olduğu tespit edilmiştir.
İzole damak yarığı hasta 18 aylıkken opere edilmiştir. Bizim tedavimizden
hemen önce yapılan muayenesinde overjet: -3 mm, overbite: 1,7 mm idi.
Radyografik muayenede SNA: 69,9º , SNB: 71,8º, ANB: -1,8º olup bimaksiller
retrüzyonla birlikte iskeletsel Sınıf III malokluzyon gözlenmiştir. SN-GoGN:
37,8º olup büyüme yönü normaldir. Üst keser dişlerin eğimi Sella-Nasion
(SN) düzlemine göre 80,1º , palatal düzleme göre 96,8º olup retroklinedir.
Alt keser dişlerin eğimi ise mandibular düzleme göre 85,1º olup
retroklinedir. Hasta düz bir profile sahiptir. Kamuflaj ile tedavi edilmesi
planlanan hastada Keleş Slider aygıtı ile molar distalizasyonu, alt-üst keser
açılarının düzeltilmesi amaçlanmıştır. Distalizasyon ve keser proklinasyonu
sırasında anterior çapraz kapanışın düzelebilmesi amacıyla mekaniğe ön
ısırma plağı eklenmiştir.Keleş Slider aygıtı uygulanmasını takiben 0,018” slot
Roth metal braket sistemi kullanılarak ortodontik tedavi tamamlanmıştır.
Bulgular: Toplam tedavi 2 yıl 2 ay sürmüştür.Ortodontik tedavi sonunda
anterior çapraz kapanış ve keser eğimleri düzeltilmiş, boşluklar ayarlanarak
üst çenede 2 premolar boşluğu protetik restorasyon için hazırlanmıştır.
Tedavi sonunda SNA 71º, ANB 0,1, SN-GoGN 41,4º, U1-Palatal Plane 108,9º,
SNB 70,9º ve overjet: 1,5 mm, overbite: 2 mm’dir. Sonuç: Bu vaka sunumu
244
birçok maloklüzyon ve estetik yetersizliğin bir arada bulunduğu damak
yarıklı hastalarda; doğru teşhis, tedavi planlaması ve mekanikler yardımıyla
yapılan tedaviler sayesinde ortognatik cerrahi uygulamadan dengeli bir
fasiyal profil ve fonksiyonel oklüzyon sağlanarak başarılı tedavi sonuçları
elde edilebileceğini göstermiştir.
Anahtar Kelimeler: Damak Yarığı,keleş Slider
27 Şubat 2020 Sabah Kiosk3
Bildiri 144
Serbest Dişeti Greftiyle İmplant Çevresinde Keratinize
Peri-implant Mukoza Oluşturma
Nergiz Çelik ¹ , Nergiz Çelik , Cüneyt Asım Aral
1: İnönü Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Periodontoloji An
Amaç: İmplant çevresi dokuların stabil halde olması bakteriyel ve fiziksel
uyarılara karşı koruma sağlamakta ve implantların uzun dönem başarısında
çok önemli rol oynamaktadır. Bu amaçla implant yerleşimi öncesinde veya
sonrasında yapılan serbest dişeti grefti gibi mukogingival cerrahi işlemler
özellikle yapışık dişeti miktarını arttırmak amacıyla yaygın olarak
kullanılmaktadır. Bu olgu raporunda, yetersiz peri-impant mukoza genişliği
olan bir hastanın serbest dişeti grefti kullanılarak tedavisi sunulmuştur.
Gereç ve yöntem: Sistemik açıdan sağlıklı 67 yaşında erkek hasta, Protetik
Diş Tedavisi Anabilim Dalı’ndan kliniğimize sevk edildi. Ağız içi muayenede
mandibular kanin dişler yerine yerleştirilen implantlarda yetersiz peri-impant
mukoza genişliği tespit edildi. Başlangıç periodontal tedavinin ardından
hastaya serbest dişeti grefti operasyonu planlandı. Hastanın sol palatinal
bölgesinden uygun boyutlarda elde edilen serbest dişeti grefti alıcı bölgeye
6.0 poliglaktin sütur ile süture edildi. Periodontal pat ve süturlar operasyon
sonrası 10. günde alındı. Cep derinliği, sondalamada kanama, keratinize
peri-implant mukoza genişliği gibi klinik parametreler ve ağız içi fotoğraflar
başlangıç, onuncu gün ve üçüncü ayda kaydedildi. Bulgular ve Sonuç:
Operasyondan sonra herhangi bir komplikasyon yaşanmadı. Tedavi sonrası
keratinize peri-implant mukoza miktarının arttığı gözlendi. Serbest dişeti
grefti kullanılarak uygulanan periodontal plastik cerrahi, keratinize peri-
245
implant mukoza oluşturma bakımından oldukça tatmin edici sonuçlar
vermekte ve altın standart tedavi olarak kabul edilmektedir. Dental
implantların etrafında stabil doku oluşturulması ve düzenli aralıklar ile takibi
dental implantların uzun dönem başarısı için çok önemlidir.
Anahtar Kelimeler: Peri-implant Mukoza, Serbest Dişeti Grefti, Keratinize
Yapışık Dişeti
27 Şubat 2020 Sabah Kiosk3
Bildiri 149
Bir Deneysel İskemi/reperfüzyon Modelinde Serbest
Radikal Yakalayısı Olarak Urtica Diocia
Mustafa Nisari , Nahide Ekici Günay
Amaç: İskemi, akut oksidatif stres hasarında önemli bir nedendir.
Antioksidan özelliklere sahip olduğu bilinen nutrasötikler, doku iskeminin
önlenmesinde ve tedavisinde kullanılabilirler. Bu deneysel çalışmada, rat
arter iskemi/reperfüzyon (I/R) cerrahi modelinde bir antioksidan olarak
Urtica dioica (UD) özütünün etkilerinin araştırılması amaçlandı. Gereç ve
yöntem: Kırk Wistar-Albino rat dört gruba ayrıldı. Kontrol grubu, UD grubu;
ı/R grubu ve kombinasyon grubu(UD+I/R). UD grubuna 20/mg kg/gün UD
exteresi intraperitoneal olarak verildi. I/R grubu reperfüzyondan önce 45
dakika boyunca sol renal arter yoluyla iskemiye maruz bırakıldı. I/R
prosedüründen önce UD+I/R kombinasyon grubuna aynı doz UD verildi.
Tüm gruplardaki sıçanlar 24 saat sonunda sakrifiye edildi. Serum alanin
aminotransferaz, aspartat aminotransferaz, üre, ürik asit, kreatinin, doku
malondialdehit (MDA), süperoksit dismutaz (SOD), katalaz konsantrasyonları
ve histopatolojik hasar araştırıldı. Oksidatif stress belirteçleri, enzim
düzeyleri ve doku hasarlanma skorları çoklu grup karşılaştırmaları ANOVA
ve Kruskall Wallis testleri uygulanarak yapıldı. Tüm istatistik modellerde
p<0.05 anlamlılık düzeyi olarak belirlendi. Bulgular: Tek başına
kullanıldığında UD, SOD ve katalaz seviyelerini artırarak ve MDA seviyelerini
azaltarak stabil renal oksidatif stresi düşürdü. UD'nin antioksidan potansiyeli,
karaciğer ve böbrek hasarı enzimlerinde bir azalmaya ve histopatolojik hasar
skorlarında önemli bir azalmaya neden oldu. Sonuç: Bu çalışma, rat renal
246
arter I/R modelinin antioksidan sistemi üzerindeki UD'nin etkilerini ortaya
koyan ilk çalışmadır. I / R hasarında UD'nin ön tedavisi, antioksidan
özellikleri ile oksidatşif hasara karşı koruyucu ve doku iyileşmesine tardımcı
bir rol oynayabilir.
Anahtar Kelimeler: Oksidatif Stres, İskemi, Reperfüzyon, Antioksidan,
İnflamasyon
27 Şubat 2020 Sabah Kiosk3
Bildiri 154
Damak Yerleşimli Pleomorfik Adenom Olgusu
Esra Ece Çakmak ¹ , Murat Kaan Erdem, Nejlan Eratam, Seray Öztürk, Kıvanç
Kamburoğlu, Erdal Erdem
1: Ankara Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
Pleomorfik adenom major tükürük bezlerinin en sık rastlanılan epiteliyal
tümörüdür. Büyük tükürük bezlerinden kökenli pleomorfik adenom en fazla
parotiste, nadiren sublingual tükürük bezlerinde; küçük tükürük bezlerinden
kökenliler ise en çok damakta lokalizedir. Kadınlarda erkeklerden daha fazla
rastlanıp, 30-50 yaşlar arasında daha sık görülürler. Mukus salgılayan minör
tükürük bezleri, dudaklarda ve damakta fazla sayıda olmak üzere tüm ağız
içerisine dağılmış durumdadır. Tümörler bu tükürük bezlerinden herhangi
birinde oluşabilmekle beraber; yarısı damakta olup genellikle orta çizginin
bir tarafında, sert ve yumuşak damak birleşiminde, postero-lateral konumda
meydana gelmektedir.Ağız boşluğunda fazla büyüklüğe erişmeleri de nadir
olup, genel olarak boyutları 2- 5 cm arasında değişmektedir. Pleomorfik
adenomalar çoğunlukla asemptomatik olmakla birlikte yutma güçlüğü,
konuşma bozukluğu ve protez irritasyonu gibi komplikasyonlar
yaratabilirler. Bu olguda kliniğimize 34 yaşında erkek hasta konusma
bozukluğu ve yutma güçlüğüne neden olan damak yerlesimli büyük bir
pleomorfik adenom sebebi ile başvuruda bulunmuştur. Panoramik
radyografi, konik ışınlı bilgisayarlı tomografi ve ultrasonografi görüntüleri
alınmıştır. Görüntüler değerlendirildikten sonra hasta genel anestezi altında
opere edilmiştir. Eksizyonel biyopsi yapılmıştır. Patoloji raporu sonucuna
göre hasta takibine başlanılmıştır. Pleomorfik adenomalar ağrısız, yavaş
247
büyüyen, düzgün yüzeyli, iyi sınırlı, palpasyonda fluktuasyon vermeyen
ekzofitik lezyonlardır. İyi huylu olmalarına karşın sık sık nüks edip malign
karaktere bürünebilirler. Pleomorfik adenomalar çoğunlukla elastik kıvamlı
ve sapsız, bağ dokusundan oluşmuş bir kapsül ile çevrilidirler. Bu
özellikleriyle kemiğe ve mukozaya yapışıklık eğilimi taşırlar. Değerlendirilen
olguda lezyon kapsülü ile birlikte çıkartılırken kemiğe fikse olmaması
nedeniyle bir engelle karşılaşılmamıştır. Pleomorfik adenomlar
asemptomatik ve ağrısız gelişimleri nedeni ile tanısı geç konulan iyi huylu
tümörlerdir. Bu nedenle erken teşhis ve tedavi tümörün malignite riskini en
aza indirmektedir.
Anahtar Kelimeler: Pleomorfik Adenom, Epiteliyal Tümör
27 Şubat 2020 Sabah Kiosk4
Bildiri 155
Dişsiz Posterior Maksillada Odontojenik Keratokist
Olgusu
Esra Ece Çakmak ¹ , Murat Kaan Erdem, Nejlan Eratam, Seray Öztürk, Kıvanç
Kamburoğlu, Erdal Erdem
1: Ankara Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
Odontojenik keratokist, dental lamina artıklarından kaynaklanan, inflamatuar
olmayan, gelişimsel odontojenik kistler olarak sınıflandırılırlar. 2005 WHO
sınıflandırmasında odontojenik keratokist, neoplastik bir lezyon kabul
edildiği için keratokistik odontojenik tümör olarak adlandırıldı. Ancak 2017
WHO sınıflandırmasında odontojenik keratokist, kist kategorisine geri
taşındı. Lokal agresif davranışı,yüksek nüks oranı ve potansiyel deskrüktif
büyüme göstermesi neoplastik doğası gereği görülmektedir. Genellikle
yetişkinler ve erkeklerde daha yoğun izlenir. Bu olguda kliniğimize 69
yaşında erkek hasta sağ üst çene posterior bölgede tekrarlayan iltihap
akıntısı şikayeti ile başvurdu. Ağız içi muayenesinde sağ üst çene posterior
bölgede fistül izlendi. Radyolojik değerlendirmede iyi sınırlı, unilokuler
radyolusensi tespit edildi. Ardından konik ışınlı bilgisayarlı tomografi çekildi
ve görüntüler değerlendirildi. Hasta lokal anestezi altında opere edildi.
Odontojenik keratokistler sıklıkla mandibulada ve retromolar bolgede
248
lokalizasyon gosterirler. Odontojenik keratokistler diğer cene kistlerinden
lokal agresif davranışı ve yuksek nüks oranı ile ayrılır. Dolayısıyla tedavisi
patolojik varlığı yok etmeyi, rekurrens potansiyelini azaltmayı amaclamalıdır.
Yüksek nüks oranı nedeniyle opere edilen hastalar düzenli kontrollere
çağırılmalıdır.
Anahtar Kelimeler: Odontojenik Keratokist
27 Şubat 2020 Sabah Kiosk4
Bildiri 157
Komplike Kron Kırığının Restorasyonu: Vaka Raporu
Gizem Yoğurucu ¹ , Başak Doğan Uçar, Özlem Martı Akgün
1: Sağlık Bilimleri Üniversitesi
Giriş: Mine, dentin ve pulpayı kapsayan kırıklara komplike kron kırığı adı
verilir. Genellikle genç hastalarda meydana gelir ve travmadan en çok
etkilenen dişler maksiller kesici dişlerdir. Bu vaka raporunda 14 yaşındaki
hastada travma sonucunda meydana gelen komplike kron kırığının
restorasyonu ve 1 yıllık takibi sunulmaktadır. Vaka Raporu: 14 yaşındaki
erkek hasta kliniğimize düşmeye bağlı diş travması sebebi ile başvurdu.
Hastadan alınan anamnezde herhangi bir rahatsızlığı bulunmadığı ve sağ üst
santral dişini 30 dk önce okul bahçesinde düşerek kırdığı öğrenildi. Kırık
parça hasta tarafından peçete içerisinde getirilmişti. Hastanın ağız içi
muayenesinde sağ üst santral dişinde komplike kron kırığı tespit edildi.
Radyolojik muayenede periapikal patoloji saptanmadı. Parsiyel amputasyon
ve dişin kendi kırık parçasıyla restorasyonu planlandı. Hastanın ailesine
tedavi planlaması anlatıldı ve onam alınarak tedaviye başlandı. Lokal
anestezi yapıldıktan sonra dişteki ekspoze olmuş alan serum fizyolojikle
yıkandı ve rond frez kullanılarak parsiyel amputasyon uygulandı. Kanama
kontrolü sağlandı ve ekspoze alan üzerine kalsiyum hidroksit ve cam
iyonomer siman yerleştirildi. Dişin kendi kırık parçası ile restorasyon aynı
seansta gerçekleştirildi. Diş ve kırık parça % 37’lik ortofosforik asitle
pürüzlendirildi. Sonrasında bondig ajan uygulandı ve akışkan kompozit ile
yapıştırıldı. Hasta 1 hafta sonra kontrole çağrıldı. Klinik ve radyografik
muayene sonucunda diş asemptomatik olduğu değerlendirildi. Takip
249
periyodunun 1.yılında klinik ve radyografik olarak herhangi bir patolojiye
rastlanmadı. Sonuç: Komplike kron kırıklarında tedavi seçenekleri direkt
kuafaj, parsiyel/total amputasyon veya kanal tedavisidir. Estetik
rehabilitasyon içinse orijinal diş parçasının yapıştırılması, kompozit
restorasyon ve porselen lamina uygulamaları tercih edilebilir. Tedavi
seçenekleri; pulpal şartlara, dişin sürme miktarına, kalan diş yapısına uyumlu
diş parçasının olup olmamasına, kökün uzunluğu ve morfolojisine, estetik
bölgedeki duruma ve hastanın estetik beklentisine göre değişebilir. Bu
olguda travmaya uğramış bir santral dişte koşullar uygun olduğu için
parsiyel amputasyon yapılmıştır. Kompozit restorasyonlara kıyasla aşınmaya
direnci, restorasyonun daha kısa sürede uygulanabilirliği ve estetik
avantajlar nedeniyle dişin kendi kırık parçasıyla restorasyon tamamlanmıştır.
Anahtar Kelimeler: Travma, Komplike Kron Kırığı
27 Şubat 2020 Sabah Kiosk4
Bildiri 159
Parmak Emme Alışkanlığı Ve Tedavisi: Vaka Raporu
Gizem Yoğurucu ¹ , Başak Doğan Uçar, Özlem Martı Akgün
1: Sağlık Bilimleri Üniversitesi
Giriş: En sık rastlanan zararlı alışkanlıkların başında parmak emme
gelmektedir. 3-4 yaşına kadar normal kabul edilebilen bir davranıştır. Bu
yaştan sonra devam eden alışkanlık patolojik kabul edilmektedir. Genellikle
duygusal yoksunluk ve gerginlik sırasında ortaya çıkmaktadır. Parmak emme
davranışı zamanında engellenemediği taktirde overjette artışa, ön açık
kapanışa, üst çenede darlığa ve çapraz kapanışa sebep olabilmektedir. Bu
vaka raporunda, parmak emme alışkanlığı bulunan ve alışkanlık kırıcı aparey
uygulanan 5 yaşındaki bir kız çocuğu ve 3 aylık takibi sunulmuştur. Vaka
Raporu: 5 yaşında ön açık kapanışı ve overjetinde artış olan kız hasta
kliniğimize başvurdu. Alınan anamnezde hastanın sol el baş parmağını
emdiği tespit edildi. Hastanın ailesinden alınan bilgiye göre bu alışkanlık
uzun zamandır parmak emmeden zevk almaya bağlı olarak devam
etmekteydi. Ailenin çocuklarına bu alışkanlıktan vazgeçmesi konusundaki
telkinlerine rağmen çocuk bu alışkanlıktan vazgeçmemiş. Daha sonra
250
hastanın parmağını emmek istediğinde bundan vazgeçmesi gerektiğini
hatırlatmak amacıyla emdiği parmağa oje sürülmüş. Buna rağmen hasta
parmak emme alışkanlığından vazgeçmeşmiş. Parmak emmenin
engellenmesi, buna bağlı açık kapanışın ve overjetin düzeltilmesi amacıyla
emilen parmağa akrilik koruyucu aparey uygulanmasına karar verildi.
Hastanın ailesine tedavi planlaması anlatıldı ve onam alınarak tedaviye
başlandı. Hastanın sol el baş parmağından ölçü alındı. Ortodontik akrilden
hazırlanan aparey hastanın el bileğine zincir yardımıyla bağlanıp sabitlendi.
Üç aylık kontrol sonunda hastanın parmak emme alışkanlığının ortadan
kalktığı, ön açık kapanış mesafesinin azaldığı tespit edildi. Hasta halen takip
edilmektedir. Sonuç: Parmak emmenin önlenmesi amacıyla; molar dişlere
bant uygulanarak sabit ‘’crib’’ apareyi, hareketli damak apareyi veya emilen
parmağa akrilik koruyucu apareyler uygulanabilir. Parmak emmenin
engellenmesi amacıyla süt dişlenme dönemindeki hastamızın emdiği
parmağına akrilik koruyucu aparey hazırladık. Olgumuz göstermektedir ki,
parmak emme alışkanlığına bağlı ön açık kapanışı olan hastalarda parmak
emmeyi engelleyici bir apareyin uygulanması sonucu ön açık kapanış
düzelebilmektedir. Ayrıca, parmak emme gibi kötü alışkanlıkların
tedavisinde; erken tanı ve hasta kooperasyonu tedavinin başarısında önemli
rol oynamaktadır.
Anahtar Kelimeler: Parmak Emme, Kötü Alışkanlıklar
27 Şubat 2020 Sabah Kiosk4
Bildiri 160
Büyüme-gelişim Döneminde Rme-rhg İle Tedavi
Edilen Sınıf ııı Anomaliye Sahip Bireylerde Mandibula
Büyümesinin Değerlendirilmesi
Kader Meriç Öztürk ¹ , İbrahim Yavuz
1: Erciyes Üniversitesi
Amaç: Bu çalışmanın amacı, RME-RHG ile tedavi edilen, büyüme gelişim
dönemindeki Sınıf III anomaliye sahip bireylerde mandibula büyümesinin
değerlendirilmesidir. Birey ve Yöntem: Çalışmamızda 5 kız 5 erkek olmak
üzere 10 Sınıf I, 5 kız 5 erkek olmak üzere RME-RHG ile tedavi edilen 10 Sınıf
251
III hastanın tedavi öncesi ve tedavi sonrası sefalometrik filmleri
değerlendirilmiştir. Çalışmamızda gruplar arası farklılığın değerlendirilmesi
için Student-T testi, büyüme ve gelişime bağlı değişikliklerinin
değerlendirilmesi için Eşleştirilmiş T testi kullanılmıştır. Bulgular: Her iki
grupta da cinsiyet farklılığı olmadığı tespit edilmiştir. Büyüme-gelişim ile
meydana gelen değişikliğin istatistiksel olarak önemli olmadığı, RME-RHG
ile tedavi edilen grupta ise SNA ve ANB'deki değişikliklerin istatistiksel
olarak önemli olduğu tespit edilmiştir. Gruplar arası karşılaştırmada da SNA
ve ANB'de değişikliklerin istatistiksel olarak önemli olduğu gözlenmiştir.
Sonuç: RME-RHG tedavisinin çeneler arası ilişkinin düzeltilmesinde etkin
olduğu ve büyüme-gelişim dönemindeki çocukların mandibula boyutlarının
artışına engel olduğu tespit edilmiştir. Ancak bu konunun daha büyük
populasyonlarda değerlendirilmesinin daha uygun olduğu düşünülmektedir.
Anahtar Kelimeler: Rme-rhg,mandibula,büyüme,sınıf ııı
27 Şubat 2020 Sabah Kiosk4
Bildiri 161
Basit Kemik Kisti : Olgu Raporu
Ayşe Hanim Karademir ¹ , Öztürk Gündoğdu, Mehmet Bani, Süleyman
Bozkaya
1: Gazi Üniversitesi
Giriş: Basit kemik kisti (travmatik kemik kisti, soliter kemik kisti), çenelerde
nadir görülen epitelyum sınırı olmayan kavitelerdir. Sıklıkla hayatın ikinci
dekatında rastlanan, etyolojisi tam olarak bilinmeyen benign karakterli
lezyon çoğunlukla mandibula korpusunda kanin-molar dişler arası bölgede
görülür. Bu olgu sunumunda mandibulada izlenen basit kemik kistinin tanısı,
tedavisi, cerrahi işlemleri ve postoperatif iyileşme takibi anlatılmaktadır.
Olgu Raporu: 13 yaşındaki kız hasta ortodontik muayene sırasında alınan
panoramik radyografide fark edilen sol alt çene posterior bölgedeki
lezyonun incelenmesi amacıyla bölümümüze yönlendirildi. Hastadan alınan
anamnezde sistemik hastalığı olmadığı, ilgili bölgede herhangi bir travma ve
patoloji hikayesi bulunmadığı öğrenildi. Klinik muayenede lezyonla ilişkili
herhangi bir bulguya rastlanmadı. İlgili bölgede oral mukoza normal
252
görünümlü olup, dişlerde çürük, perküsyon, palpasyon, mobilite
gözlenmedi. Ancak elektrikli pulpa testi ile ilgili dişlerin vitalitelerinin
değerlendirilmesi sonucu 34 ve 35 numaralı dişler devital olarak tespit
edildi. Radyografik muayenede 10x15 mm boyutlarında sol alt ikinci
premolar kökü hizasında lokalize, düzgün kortikal sınırlı, yuvarlak şekilli
radyolusent lezyon tespit edildi. Hastanın devital olan 34 ve 35 numaralı
dişlerine kök-kanal tedavisi uygulandı. 10 aylık takip radyografilerinde
iyileşmenin izlenmemesi nedeniyle lezyonun cerrahi eksizyonuna karar
verildi. Lokal anestezi altında yapılan cerrahi müdahale sırasında epiteli olan
kist içeriğine rastlanmadı ve kemik kavitesinin boş olduğu gözlendi. Epitel
sınırı olmayan içi boş kaviteye basit kemik kisti teşhisi konuldu. Kavite
sınırları kürete edilerek kanla dolması sağlandı ve kemik grefti uygulandı.
Operasyon sonrası 6 aylık takip radyografisinde lezyonun tamamen iyileştiği
görüldü. Hastanın takibi devam etmektedir. Sonuç: Kemik doku
lezyonlarında, çürüksüz diş varlığında travmatik kemik kisti göz önünde
bulundurulmalıdır. Teşhiste radyolojik inceleme ve cerrahi sırasında lezyon
özellikleri dikkatlice değerlendirilmelidir. Travmatik kemik kistinin
tedavisinde; küretajı takiben kavitenin kanla dolumunun sağlanması ve
kemik grefti uygulamaları lezyon iyileşmesinde başarılı sonuçlar vermektedir.
Anahtar Kelimeler: Basit Kemik Kisti, Travmatik Kemik Kisti, Soliter Kemik
Kisti
27 Şubat 2020 Sabah Kiosk4
Bildiri 162
Periimplant Yumaşak Doku Augmentasyonu
Emine Pirim Görgün ¹ , Muhammet Şengül
1: Cumhuriyet Universıty
Amaç: İmplant etrafında diş eti çekilmesi hem estetik hem de implantın
sağlığıyla ilgili problemlere sebep olmaktadır. Bu vakada, daha önce
yönlendirilmiş kemik rejenerasyonu işlemi uygulanmış ancak istenilen başarı
sağlanamamıştır. Yarım kalınlık flep kaldırılarak bağ dokusu grefti ve
koronale kaydırılan flep uygulanarak yumuşak doku miktarını artırmak ve
açığa çıkmış implant yüzeyini kapatmak amaçlanmıştır. Olgu: 45 yaşında
253
sistemik olarak sağlıklı bayan hasta. 13 nolu implant etrafında diş eti
çekilmesi yarım kalınlık flep kaldırılarak palatinalden bağ dokusu grefti
uygulandı ve flep koronale kaydırılarak suture edildi. Greft uygulamadan
önce implant yüzeyi titanyum küret ve titanyum brush kullanılarak
granülasyon dokularından temizlendi. Lokal tetrasiklin uygulanarak 5 dk
serum fizyolojikle yıkandı. Sonuç: Hastanın 1. aylık takibinde açığa çıkmış
implant yüzeyinin kapanmış olup 3. aylık takibinde dokuların stabil olduğu
görüldü.
Anahtar Kelimeler: Periimplant Yumuşak Doku, Bağ Doku, Koranele
Kaydırılan Flep
27 Şubat 2020 Öğleden Sonra Kiosk1
Bildiri 164
Renklenmiş Devital Üst Santral Dişin Estetik
Rehabilitasyonu: Bir Olgu Sunumu
Betül Hamitoğlu ¹ , Zeynep Özkurt Kayahan, Ender Kazazoğlu
1: Yeditepe Diş Fakültesi
Günümüz diş hekimliğinde estetik beklentilerin artması nedeniyle bu
alandaki gelişmeler hızla ilerlemekte ve kullanılan materyal çeşitliliği de
artmaktadır. Tam seramik kuronlar, doğal dişe benzer görünümleri ve
mekanik dayanıklılıkları nedeniyle, özellikle üst ön bölge estetik
restorasyonlarda tercih edilmektedir. Bu olgu sunumunda; renklenme ve
çatlak nedeniyle üst sol santral dişinin tedavisi için başvuran 56 yaşındaki
kadın hastanın protetik rehabilitasyonu anlatılmaktadır. Hastanın 21
numaralı dişinin devital olması nedeniyle endodontik tedavisi fakültemizde
yapılmıştır. Daha sonra hastanın mevcut renklenmiş dişine walking
bleaching tekniği ile beyazlatma işlemi yapılmıştır. Yapılan kanal dolgusunun
boyu, yerleştirilecek olan koruyucu kaide materyaline izin vermesi amacıyla
azaltılmış ve kanal dolgusunun üzeri mine-sement sınırının 2 mm apikaline
ulaşacak şekilde 2 mm’lik bir koruyucu kaide materyali ile kaplanmıştır. Giriş
kavitesinin duvarlarını kaplayan kök kanal dolgu maddesinin ve kaide
materyalinin artıkları karbid frez ile tamamen uzaklaştırılmış ve giriş kavitesi
% 5’lik NaOCl ve %17’lik EDTA ile yıkanmıştır. Sodyum perborat 2 gram toz,
254
1 ml likit olacak şekilde %30’luk hidrojen peroksitle karıştırılarak
kullanılmıştır. Ağartma ajanları dişin pulpa odasına yerleştirilmiş ve üzeri
sülfat esaslı geçici dolgu maddesi ile kapatılmıştır. Bu işlemler dişte istenilen
beyazlığa ulaşılana kadar tekrar edilmiştir. Daha sonra uygun renkte nanofil
kompozit rezin uygulanarak dişe açılan kavite kapatılmıştır. Hastanın 21
numaralı dişinde vertikal yönde çatlak olması ve aynı zamanda hastanın 11
numaralı dişinin insizal kenarında kırık olması nedeniyle, simetriğinin
sağlanması ve hastanın estetik beklentisinin tam olarak karşılanması
amacıyla, her iki dişe de IPS e.max tam porselen kuronlar yapılmasına karar
verilmiştir. Basamaklı kesim prensiplerine uygun olarak 2 santral diş prepare
edilmiş ve konvansiyonel yöntemle ölçü alınmıştır. Laboratuvar
işlemlerinden sonra hazırlanan restorasyonların ağız içinde provası yapılmış,
kuronların kenar uyumu, renk ve oklüzyon kontrolüne bakılmış, sonrasın da
glazürleme işlemi yapılmıştır. Adeziv simantasyon yöntemiyle restorasyonlar
yapıştırılmıştır . Hasta 3 ve 6 ay sonra kontrollere çağrılmıştır. Yapılan
kontrollerde hasta protezlerinden estetik ve fonksiyonel olarak memnun
olduğunu belirtmiştir.
Anahtar Kelimeler: İps E.max, Walking Bleaching, Tam Porselen, Estetik
27 Şubat 2020 Öğleden Sonra Kiosk1
Bildiri 166
Spor Kaynaklı Dental Travma: Olgu Raporu
Gamze Sade Açikgöz ¹ , Mesut Enes Odabaş
1: Gazi Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
Giriş: Dental travma, diş ve dişin destek dokularına gelen ani enerji transferi
olarak tanımlanır. Bu enerji transferi sonucu oluşan diş kırılmaları, dişlerde
yer değişikliği, dişin destek dokularıyla arasındaki bağlantıların hasar
görmesi, diş etinde, komşu yumuşak dokularda ve kemikte zedelenmelerin
meydana gelmesi ise travmatik dental yaralanma olarak adlandırılmaktadır.
Dental travmaların en çok gözlendiği sportif aktiviteler; dövüş sporları,
futbol, basketbol, voleybol ve yüzme olarak sıralanmaktadır. Bu olgu
sunumunda, futbol oynarken mandibular kanin diş bölgesine dirsek darbesi
alan ve travmadan 4 ay sonra kliniğe başvuran 12 yaşındaki erkek hastanın
255
dental tedavisi anlatılmaktadır. Olgu Raporu: 12 yaşındaki erkek hasta, sol
mandibular kanin dişin lingual bölgesinde şişlik şikayetiyle ailesi tarafından
Çocuk Diş Hekimliği bölümüne getirilmiştir. Alınan anamnezde hastanın 4 ay
önce futbol oynarken ilgili bölgeye dirsek darbesi aldığı, o günden sonra o
bölgede şişlik hikayesi olduğu ve şiştiği dönemlerde antibiyotik kullanıldığı
öğrenilmiştir. Ağız içi klinik muayenede sol daimi mandibular kanin dişte
mobilite ve ilgili dişin lingual bölgesinde şişlik ve fistül oluşumu tespit
edilmiştir. Alınan periapikal radyografide, 33 ve 34 numaralı dişler arasında
geniş radyolusent lezyon gözlenmiştir. 34 no’lu diş elektrikli pulpa testine
pozitif cevap verirken, 33 no’lu diş negatif cevap vermiştir. Hastanın ailesiyle
tedavi seçenekleri tartışılmış ve 33 no’lu dişin kökünün 2/3’ünden fazlası
oluştuğu için Mineral Trioksit Agregat ile apikal tıkama uygulamasına karar
verilmiştir. Tedavi sonrası hem klinik hem radyografik iyileşme sağlanmış
olup 2 yıllık takipte herhangi bir semptom gözlenmemiştir. Sonuç: Travmaya
maruz kalmış immatür daimi dişlerde, kalsiyum hidroksitle yapılan
geleneksel apeksifikasyon tedavisinin çok sayıda pansuman gerektirmesi,
buna bağlı olarak seans sayısının artması, tedavi süresinin uzaması, dişin
kırılganlığının artması gibi dezavantajları nedeniyle apikal açıklığın ortograd
olarak bir kök ucu dolgu materyali ile kapatılması alternatif bir yöntem
olarak kullanılmaktadır. Dental travmada, olası komplikasyonların erken
teşhisi için, tadavi sonrası periyodik olarak klinik ve radyografik takipler
önem kazanmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Travma, Mineral Trioksit Agregat, Apikal Tıkama (plug)
27 Şubat 2020 Öğleden Sonra Kiosk1
Bildiri 169
Komplike Kron-kök Tedavisi Ve Orjinal Kronun
Restorasyonda Kullanımı: Olgu Raporu
İlgın Bayar ¹ , Mesut Enes Odabaş
1: Gazi Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
GİRİŞ: Dental travmalar; mine dokusunun minimal kaybıyla oluşabileceği
gibi, pulpayı içeren komplike kırıkları da içine alan, fonksiyon ve estetik
kaybıyla sonuçlanan yaralanmalardır. Bu olgu raporu, komplike kron-kök
256
kırığı olan maksiller sol daimi lateral dişin (diş no.22) mobil koronal
parçalarının çıkarılıp ardından gingivektomi yapılmasını ve endodontik
tedavi uygulamasından sonra post yapılarak restorasyonun tamamlanmasını
göstermektedir. OLGU RAPORU: 13 yaşındaki kız hasta, 22 no’lu dişindeki
kırık şikayetiyle Çocuk Diş Hekimliği Bölümü’ne başvurmuştur. Klinik
muayenede 22 no’lu dişinde vertikal kırık olduğu, kırık parçaların her ikisinin
de mobil olduğu gözlemlenmiş, perküsyon hassasiyeti ve spontan ağrısı
olmadığı tespit edilmiştir. Radyografik değerlendirmede ise kronla beraber
kökü de içeren bir vertikal bir kırık hattı olduğu görülmüştür. Lokal anestezi
altında koronal parçalar alınmış ve çıkarılan parçalar %0,9’luk serum
fizyolojik (SF) içerisinde saklanmıştır. Kırık hattının palatinalde subgingivale
kadar uzanması nedeniyle diyot lazer ile diş eti eksizyonu yapılarak kırık
hattı tam olarak ortaya çıkartılmıştır. Konvansiyonel endodontik tedavi
prosedürleri uygulanarak bir seans kalsiyum hidroksit medikament
pansumanı süreci sonrası kök kanal tedavisi tamamlanmıştır. Kanal içerisine
fiber post yerleştirildikten sonra kron restorasyon için SF içerisinde
bekletilen koronal parçaların birbirleriyle olan bağlantısı akışkan kompozit
rezin ile sağlanarak fiber post için uygun bir oluk açılmış ve birleştirilen
koronal parçalar cam iyonomer siman ile post üzerine simante edilip
restorasyon tamamlanmıştır. Hastanın 1.ay klinik ve radyolojik kontrolünde
dişin asemptomatik olduğu gözlemlenmiş ancak 3.ay takibinde aynı bölgeye
tekrar gelen dental travma nedeniyle yapıştırılan koronal parçalarında ileri
boyutta bir mobilite tespit edilmiş ve yapıştırılan orjinal kron parçaları
çıkarılarak kompozit rezin ile restorasyon tamamlanmıştır. Hastanın 6.ay
klinik ve radyolojik kontrolünde herhangi bir semptom gözlemlenmemiştir.
SONUÇ: Kron-kök kırıklarında kırık hattının lokalizasyonuna göre alternatif
tedavi seçenekleri bulunmaktadır. Kökün servikal üçte birine kadar uzanan
kron-kök kırıkları biyolojik genişlik için bir tehdit unsuru olmakla beraber
yapılacak olan estetik restorasyon, yalnızca restore edilen dişle sınırlı değil,
aynı zamanda gingival bütünlüğün de sağlanması gerektiği göz ardı
edilmemelidir.
Anahtar Kelimeler: Travma, Endodontik Tedavi, Fiber-post
27 Şubat 2020 Öğleden Sonra Kiosk1
Bildiri 170
257
Maksiller Retrognati Ve Mandibular Prognatiye Sahip
Hastanın Ortognatik Cerrahi Tedavisi: Vaka Sunumu
Serhat Arıkan ¹ , Gökhan Çoban
1: Erciyes Üniversitesi
Maksiller Retrognati ve Mandibular Prognatiye Sahip Hastanın Ortognatik
Cerrahi Tedavisi: Vaka Sunumu Gökhan Çoban, E.Serhat ARIKAN Erciyes
Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Ortodonti Anabilim Dalı, Kayseri, Türkiye
AMAÇ: Bu vaka raporunun amacı, iskeletsel Sınıf III malokluzyona sahip
hastanın ortognatik cerrahi tedavisinin sonuçlarını sunmaktır. GEREÇ-
YÖNTEM: 17 yaşındaki erkek hasta kliniğimize ‘alt çenem ilerde’ şikâyetiyle
başvurmuştur. Klinik ve radyografik muayenede düz profil, unilateral çapraz
kapanış, negatif overjet ve iskeletsel Sınıf lll malokluzyon tespit edilmiştir.
Sefalometrik değerlendirmeye göre SNA: 85,7°, SNB: 86,8°, ANB:-1,2°, SN-
GoGn:34,6 °, SN-PP:10,5°, U1-SN:114,7°, IMPA:88,8°’dir. Tedavi sonunda
alınan sefalometrik film üzerinden yapılan değerlendirmede, sella-nasion
düzlemine 7˚’lik açıyla oluşturulan horizontal referans düzleme (HRP) dik
çizilen vertikal referans düzleme (VRP) göre ortognatik cerrahi tedavi ile üst
çeneye 5 mm ilerletme ve 3 mm gömme, alt çeneye ise 3 mm geri alma
cerrahisi uygulanmıştır. Tedavi 23 ay sürmüştür. BULGULAR: Tedavi
bitiminde yapılan sefalometrik analiz sonucuna göre SNA:91,7˚, SNB:86,6˚,
ANB:4,7˚, SN-GoGn:34,2˚, SN-PP:5,5°, U1-SN: 106,2˚, IMPA: 83,9˚ olarak
ölçülmüştür. Tedavinin sonucunda kabul edilebilir bir profil, yeterli dudak
kapanışı, ideal overjet ve overbite elde edilmiştir. SONUÇ: Büyüme gelişimini
tamamlamış, iskeletsel Sınıf III malokluzyon ve unilateral çapraz kapanışa
sahip hastanın tedavisinde ortognatik cerrahi etkili bir yaklaşımdır.
Anahtar Kelimeler: Maksiller Retrognati, Mandibuler Prognati, Ortognatik
Cerrahi
27 Şubat 2020 Öğleden Sonra Kiosk1
Bildiri 171
Büyüme Gelişim Dönemindeki Dişsel Sınıf ıı Anomalili
Bireylerin Mandibula Boyutunun Değerlendirilmesi
258
Merve Ece Erdem ¹ , Merve Ece Erdem, Ayşe Tozar, İbrahim Yavuz
1: Erciyes Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
Amaç: Bu çalışmanın amacı, dişsel Sınıf II vakalarda büyüme gelişimle
mandibula boyutlarında meydana gelen değişimin değerlendirilmesidir.
Gereç-Yöntem: Çalışmamızda 10 Sınıf I (6 kız, 4 erkek), 10 Sınıf II (5 kız, 5
erkek) olmak üzere toplamda 20 hastanın tedavi öncesi ve tedavi sonrası
sefalometrik filmleri değerlendirilmiştir. Tüm hastalarımız 0,18 inch slotluk
braket sistemi kullanılarak tedavi edilmiştir. Cinsiyet farklılığı ve gruplar arası
farklılığı değerlendirmek için Student-t testi, büyüme gelişimin grup içi
etkilerinin değerlendirilmesi için Eşleştirilmiş t testi kullanılmıştır. Bulgular:
Her iki grupta da cinsiyet farklılığı olmadığı tespit edilmiş. Büyüme gelişimle
Co-Me ve Co-Gn’da meydana gelen değişikliğin her iki gruptada istatistiksel
olarak önemli olduğu tespit edilmiştir. Gruplar arası değerlendirmedeyse
Go-Me p ≤ 0,05 düzeyinde anlamlı olduğu, diğer ölçümlerdeyse istatiksel
olarak anlamlı fark olmadığı tespit edilmiştir. Sonuç: Dental anomalilerde
kullanılan Sınıf II elastiklerin mandibula boyutu üzerinde anlamlı bir etkisinin
olmadığı tespit edilmiş olup daha geniş gruplarda değerlendirmenin uygun
olacağı düşünülmektedir.
Anahtar Kelimeler: Büyüme Gelişim, Dental Sınıf ıı, Mandibula Boyutu
27 Şubat 2020 Öğleden Sonra Kiosk1
Bildiri 175
Parmak Emme Alışkanlığı Ve Tedavisi
Merve Ünüvar ¹ , Özlem Martı Akgün
1: Gülhane Diş Hekimliği Fakültesi
Giriş: En sık rastlanan zararlı alışkanlıkların başında parmak emme
gelmektedir. Parmak emme alışkanlığı 3-4 yaşına kadar normal kabul
edilebilen bir davranıştır. Bu yaştan sonra devam eden alışkanlık patolojik
kabul edilmektedir ve genellikle duygusal yoksunluk ve gerginlik sırasında
ortaya çıkmaktadır. Parmak emme alışkanlığı önlenmez ise çene ve dişler
bölgesinde overjette artış, ön açık kapanış, üst çenede darlık ve posteriyor
çapraz kapanış gibi problemlere yol açabilmektedir. Bu vaka raporunda,
259
parmak emme alışkanlığı bulunan ve alışkanlık kırıcı aparey uygulanan 9
yaşındaki bir kız çocuğu sunulmuştur. Vaka Raporu: 9 yaşındaki kız hasta
parmak emmeden kaynaklanan ön açık kapanış şikayeti nedeniyle
kliniğimize başvurdu. Alınan anamnezde hastanın baş parmağını emdiği
tespit edildi. Ebeveyninden alınan bilgiye göre bu alışkanlık uzun zamandan
beri devam etmekteydi. Daha küçük yaşlarda hastanın gün içinde de bu
alışkanlığını sürdürdüğü fakat son bir yıldır sadece uykuya dalarken
parmağını emdiği öğrenildi. Öncesinde ailenin çocuklarına bu
alışkanlığından vazgeçmesi için ödül sistemi uyguladıkları fakat alışkanlığın
hala devam ettiği söylendi. Parmak emmenin engellenmesi ve buna bağlı
açık kapanışın düzeltilmesi amacıyla hastaya alışkanlık kırıcı hareketli bir
aparey uygulanmasına karar verildi. Bu amaçla hastada ölçü alındı. Üst sağ
ve sol birinci büyük azı dişlerine Adams, üst birinci ve ikinci küçük azı
dişlerinin arasına damla kroşeler, vestibül ark ve akrilik kısma monte edilen
damak arkı 0.9 ortodontik tel kullanılarak büküldü. 2 ay sonraki kontrolde
hastanın parmak emme alışkanlığını bıraktığı ve ön açık kapanış mesafesinin
azaldığı tespit edildi.Hastanın takibi hala devam etmektedir. Sonuç:
Sunduğumuz vaka raporunda parmak emmenin engellenmesi amacıyla
hareketli bir aparey olan damak arkı uygulanmıştır. Hareketli bir aparey
tercih edilmesindeki sebep hastanın ağız hijyeninin iyi olmamasıydı.Ancak,
bu tip apareylerin en önemli dezavantajı, kullanımının hastaya bağlı
olmasıdır. Bu nedenle uyumu yeterli düzeyde olmayan çocuklarda, sabit
apareyler önerilmektedir . Daha küçük çocuklarda eldiven, yüzük veya
parmaklık takılması önerilebilir.
Anahtar Kelimeler: Parmak Emme, Alışkanlık Kırıcı Aparey
27 Şubat 2020 Öğleden Sonra Kiosk2
Bildiri 176
Avülsiyon Tedavi Yaklaşımı
Merve Ünüvar ¹ , Özlem Marti Akgün , Zeynep Öztürk
1: Gülhane Diş Hekimliği Fakültesi
Giriş: Travmatik yaralanma sonrası dişin alveoler soketten tamamen
çıkmasına avulsiyon adı verilmektedir. Avulsiyon, çoğunlukla 7-10 yaşlar
260
arasındaki çocuklarda, kavga veya düşme nedeniyle oluşmaktadır ve en sık
daimi ön kesici dişler etkilenmektedir. Bunun sebebi, bu dönemin daimi
kesici dişlerin sürdüğü dönem olması ve periodontal ligamentin ekstruziv
kuvvetlere dayanıklılığının minimal olmasıdır. Bu vakada trafik kazası
nedeniyle 11 ve 21 nolu dişleri avülse olan hastaya uygulanan tedavi
yaklaşımı sunulmuştur. Vaka Raporu: Geçirdiği trafik kazası nedeniyle 11 ve
21 numaralı dişleri kaza yerinde avülse olan 9 yaşındaki erkek hasta kazadan
10 gün sonra kliniğimize başvurdu. Alınan anamnezde 11 ve 21 numaralı
dişlerinin avülse olup kaza yerinde kaybolduğu öğrenildi. Yapılan klinik
muayenede 12 ve 22 numaralı dişlerde ise mobilite gözlenmedi. Avülse olan
diş yüzeyine komşu üst dudağın iç yüzeyi, alt dudak iç yüzeyi ve sol alt
dudak köşesinde laserasyonlu bölgeler mevcuttu. Kaza sonrası başvurulan
acil tıp merkezinde bu laserasyonlu dokulara ilk müdahale yapılmıştı. Avülse
olan 11-21 numaralı diş bölgesi ve çevre dokular alveol kırığı açısından
değerlendirilmek üzere hastadan panoromik radyografi alındı. Kaza sırasında
yere düşen ve bunun sonucunda üst çene anterior bölgeye darbe alan
hastanın klinik ve radyografik bulgularında avülse olan dişler dışında
herhangi bir anomaliye rastlanmadı. Avülse olan diş soketinin ve laserasyona
uğramış dokuların iyileşmesini beklemek üzere hastamız 10 gün sonra tekrar
çağrıldı. 2.randevuda hastanın ölçüleri alındı. Tutuculuğu adams ve damla
kroşelerle sağlanan akrilik hareketli protez yapıldı. Hastanın takibi devam
etmektedir. Sonuç: Yapılan hareketli protez ile hastanın kaza sonrası
yaşadığı psikolojik ve estetik sorunlar aşılmıştır. Ayrıca çene gelişimi devam
eden hastaya yapılan hareketli protezin bu gelişime paralel yenilenmesi
planlanmaktadır. Böylece dentoalveolar gelişim süreci engellenmeyecektir.
Sabit bir tedavi yapılana kadar hastanın estetik, fonasyon, psikolojik desteği
sağlanacaktır.
Anahtar Kelimeler: Avülsiyon , Çocuk Protezi
27 Şubat 2020 Öğleden Sonra Kiosk2
Bildiri 177
İskeletsel Sınıf ııı Maloklüzyona Sahip Hastanın Hızlı
Üst Çene Genişletmesi Ve Yüz Maskesi Kullanılarak
Yapılan Tedavisi: Vaka Raporu
261
Nagehan Karslı Kadı ¹ , Gizem Akgün Karslı, Ahmet Yağcı
1: Erciyes Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
Amaç: Bu vaka raporunda iskeletsel sınıf III maloklüzyona sahip adolesan
hastanın tedavisi sunulmaktadır. Gereç-Yöntem: Kliniğimize alt çenesinin
önde olması şikayetiyle başvuran kronolojik yaşı 13, el-bilek film
değerlendirmesinde MP3cap döneminde olan hastada klinik ve radyolojik
incelemeler sonucunda sınıf III molar ilişki, maksiler retrüzyon ve 2 mm
negatif overjet olduğu tespit edilmiştir. Değerlendirmeler sonrasında
hastanın tedavisi full covarege hızlı üst çene genişletme apareyi ile birlikte
petit tip yüz maskesi kullandırılması şeklinde planlanmıştır. Takiben hastaya
sabit ortodontik tedavi uygulanmıştır. Bulgular: Başlangıç sefalometrik
değerleri SNA: 79°, SNB: 80,1°, ANB: -1,1° , UI-SN: 103°, IMPA:82,5° olan
hastanın tedavi bitiminde sefalometrik değerleri SNA:83,9°, SNB:82,8° ,
ANB:1,1° , UI-SN:115,4° , IMPA: 89,1° olarak değişmiştir. Ortopedik ve sabit
ortodontik tedavi sonunda anterior çapraz kapanış düzeltilmiştir. Sınıf I
molar ve kanin ilişki, ideal overjet ve overbite ilişkisi sağlanmıştır. Sonuç:
İskeletsel sınıf III maloklüzyona sahip hastada hızlı üst çene genişletme
apareyi ile beraber uygulanan yüz maskesinin etkili bir tedavi yöntemi
olduğu gösterilmiştir.
Anahtar Kelimeler: İskeletsel Sınıf ııı, Hızlı Üst Çene Genişletmesi, Yüz
Maskesi
27 Şubat 2020 Öğleden Sonra Kiosk2
Bildiri 182
Ortodontik Tedavi Sonrası Kama Lateral Dişlerin
Diastema Tedavisi : Olgu Sunumu
Burak Köse Köse ¹ , Soley Arslan
1: Erciyes Üniversitesi Diş Hekimliği
Amaç: Hastaların estetik beklentilerindeki artışa bağlı olarak ortodontik
tedavi uygulamalarının yapıldığı ve tedavi sonrasında doğal dişlerdeki
yapısal farklılıklara bağlı olarak tedaviyle düzeltilemeyen estetik görünüm
için yapılan diğer bir tedavi çeşidi de diastemaların direk kompozit
262
restorasyonlarla kapatılmasıdır. Bu olguda amacımız ortodontik tedavi
sonrası üst anterior bölgede var olan diastemaların direkt kompozit rezin
restorasyonlarla kapatılmasıdır. Gereç - Yöntem : 17 yaşındaki kadın hasta
ortodontik tedavi sonrası üst ön dişlerindeki boşluklardan dolayı kliniğimize
başvurmuştur. Yapılan klinik muayene sonrası hastanın ideal sınıf 1 kapanışı
ve 12,13 ve 22,23 numaralı dişler arasında diastemaların mevcut olduğu
görülmüştür. Mevcut olan bu diastemaların direk kompozit rezin
restorasyonlarla kapatılması planlanmıştır. İlk olarak ideal renk seçimi (A2
Body, A2 Mine) yapılmıştır. Daha sonra total etch adeziv sistem (Adper
Single Bond, 3M ESPE, Hartford City, Indianapolis, USA) uygulanan yüzeyler
kompozit rezinle restore edilişmiştir (3M ESPE, Hartford City,Indianapolis,
USA). Bitirme ve polisaj işlemi Soflex Disk (3M ESPE, Hardtford City,
Indianapolis, USA) ve Twist Dia (3M ESPE, Hartford City, Indianapolis, USA)
ile yapılmıştır. Sonuçlar : Ortodontik tedavi sonucu hastaların estetik
talepleri göz önünde bulundurulduğunda direk kompozit rezin
uygulamalarıyla oldukça estetik sonuçlar elde edilebilir.
Anahtar Kelimeler: Restoratif, Lateral Diş, Diastema, Kompozit, Ortodonti
27 Şubat 2020 Öğleden Sonra Kiosk2
Bildiri 183
Anterior Polidiastema Olgusunun Kompozit Rezin İle
Estetik Rehabilitasyonu
İremnur Çakmak ¹ , İremnur Çakmak, Güneş Bulut Eyüboğlu
1: Karadeniz Teknik Universitesi
Amaç: Dişler arasındaki diastemaların varlığı hastalar için estetik problem
oluşturmaktadır. Diastemaların kapatılmasında farklı tedavi seçeneklerine
karşın, tek seansta kompozit rezinle restorasyon seçeneği en konservatif
yaklaşımdır. Bu olgu sunumunda maksiller anterior dişler arasındaki
diastemaların kompozit rezin ile estetik rehabilitasyonu amaçlanmıştır.
Materyal ve Metod: 24 yaşındaki kadın hasta Karadeniz Teknik Üniversitesi
Diş Hekimliği Fakültesi Restoratif Diş Tedavisi Kliniğine polidiastema
kaynaklı estetik problem nedeniyle başvurmuştur. Diastemaların kompozit
rezin ile restorasyonuna karar verilmiştir. Dişler üzerinde preparasyon
263
yapmaksızın sırasıyla %37 lik fosforik asit jel(Etching jel, President Dental,
Germany), adeziv rezin (Clearfil SE Bond, Kuraray Dental, Japan) ve kompozit
rezin (OA1, A1 Estelite Sigma Ouick, Tokuyama Dental, Japan) uygulanarak
restorasyonlar tamamlanmıştır. Daha sonra diskler(Sof-lex, 3M ESPE, USA)
kullanılarak bitirme ve polisaj işlemleri yapılmıştır. Hasta klinik olarak 6 ay
boyunca takip edilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Diastema, Estetik, Kompozit Rezin
27 Şubat 2020 Öğleden Sonra Kiosk2
Bildiri 184
Komplike Olmayan Kron Kırıklarının Kompozit Rezin
İle Estetik Rehabilitasyonu
Beyza Zaim ¹ , Beyza Zaim, Tuğba Serin Kalay
1: Karadeniz Teknik Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
Amaç: Çocuklarda ve genç erişkinlerde genellikle maksiller santral kesicileri
etkileyen, travmatik dental yaralanmaların görülme sıklığı oldukça yüksektir.
Bu olgu sunumunun amacı, maksiller santral dişlerde travma nedeniyle
oluşmuş olan komplike olmayan kron kırıklarının, silikon anahtar tekniğiyle
estetik rehabilitasyonunun sağlanmasıdır. Materyal ve Metod: Karadeniz
Teknik Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Restoratif Diş Tedavisi kliniğine
başvuran 15 yaşındaki hastanın klinik ve radyografik incelemesi sonucu,
maksiller santral dişlerinde komplike olmayan kron kırığı tespit edildi.
Dişlerin yaklaşık 6 ay önce travmaya bağlı olarak kırıldığı öğrenildi. Elektrikli
pulpa testi ile dişlerin vitalitesi değerlendi ve dişlerin vital olduğu teşhis
edildi. Kırık dişlerin silikon anahtar kullanılarak kompozit rezin ile restore
edilmesine karar verildi. Hastadan ölçü alınarak elde edilen alçı model
üzerinde wax-up oluşturuldu ve silikon anahtar elde edildi. Dişlerin lastik
örtüyle izolasyonunun ardından %37’lik fosforik asit jel (Etching gel,
President Dental, Germany) ve adeziv (Single Bond Universal Adhesive, 3M
ESPE, USA) uygulandı. Silikon anahtar ile dişlerin önce palatinal duvarlar
oluşturuldu (Estelite Sigma Quick, Tokuyama, JAPAN) ve daha sonra
restorasyonlar tamamlandı. Diskler (Sof-lex, 3M ESPE, USA) kullanılarak
bitirme ve polisaj işlemleri yapıldı. Hasta klinik olarak takip edilmeye
264
başlandı. Sonuç: 15 aylık takip sonucunda herhangi bir problem olmadığı,
restorasyonların hastanın estetik beklentilerini karşıladığı gözlemlendi.
Kompozit restorasyonlar, doğal diş görünümünü taklit edebilmesi yanında
hasta memnuniyetini sağlayan konservatif ve düşük maliyetli bir tedavi
seçeneğidir.
Anahtar Kelimeler: Travma, Kırık, Estetik, Kompozit Rezin, Silikon Anahtar
27 Şubat 2020 Öğleden Sonra Kiosk2
Bildiri 185
Anterior Diastemaların Kompozit Rezin İle
Restorasyonu: Olgu Sunumu
Beyza Zaim ¹ , Beyza Zaim, Tuğba Serin Kalay
1: Karadeniz Teknik Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
Amaç: Diastema, dişler arasındaki boşluklardan veya diş boyutları arasındaki
farklılıklardan kaynaklanan, hastalar için önemli estetik bir problemdir.
Diastemaların kapatılmasında kompozit rezinlerin kullanılması konservatif
bir yaklaşımdır. Bu olgu sunumunda maksiller anterior diastemaların
kompozit rezinlerle estetik rehabilitasyonu amaçlanmıştır. Materyal ve
Metod: 20 yaşındaki erkek hasta Karadeniz Teknik Üniversitesi Diş Hekimliği
Fakültesi, Restoratif Diş Tedavisi Kliniği’ne maksiller anterior dişlerdeki
diastemalar kaynaklı estetik problem nedeniyle başvurdu. Klinik ve
radyografik muayene sonrası diastemaların kompozit rezinlerle restore
edilmesine karar verildi. Dişler üzerinde (12-11-21-22) preparasyon
yapmaksızın sırasıyla %37’lik fosforik asit jel (Etching gel, President Dental,
Germany), adeziv rezin (Scotchbond Universal Adhesive, 3M ESPE, USA) ve
kompozit rezin (Estelite Sigma Quick, Tokuyama, JAPAN) uygulanarak
restorasyonlar tamamlandı. Daha sonra polisaj diskleri (Sof-lex, 3M ESPE,
USA) kullanılarak bitirme ve polisaj işlemleri yapıldı. Hasta klinik olarak takip
edilmeye başlandı. Sonuçlar: Diastema olgularında kompozitlerin
kullanılması tek seansta tamamlanabilir olması, estetik ve fonksiyonel
sonuçlar vermesi açısından hasta taleplerini karşılamaktadır.
Anahtar Kelimeler: Diastema, Kompozit, Estetik
265
27 Şubat 2020 Öğleden Sonra Kiosk3
Bildiri 192
Vida Tutuculu İmplant Üstü Protezlerle Tam Ağız
Rehabilitasyon: Olgu Sunumu
Esin Kozak Kozak ¹ , Esin Kozak, Zainab Al Chalabi, İsmail Ünal , Abdullah
Alsini, Süleyman Hakan Tuna
1: Süleyman Demirel Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
Giriş: Bazı durumlarda yapıştırma simanı kalıntısı veya artığı, siman tutuculu
implant destekli protez uygulamalarında karşılaşılan bir komplikasyondur.
Vida tutuculu implant destekli protez uygulamalarında, yapıştırma simanı
kullanılmadığı için böyle bir problem oluşmadığı görülmüştür. Komplike
protetik işlemlerde özellikle olası teknik komplikasyonların çözümünün daha
kolay olması sebebi ile vida tutuculu implant destekli restorasyonlar tavsiye
edilmiştir. İntraoral muayenede; hastanın üst çenesinin alt çeneden iskeletsel
olarak daha dar ve daha küçük olduğu ve daha geride konumlandığı tespit
edilmiştir. Atrofik çenelere sahip hastalarda , ekstraoral yumuşak doku
desteğini en iyi şekilde sağlayabilecek ve sagittal yönde alt ve üst çene
ilişkisini restore edebilecek en uygun tedavi seçeneğinin, vida tutuculu
implant destekli sabit protezler olduğu belirlenmiştir. Gereç ve Yöntem:
Bütün dişlerinin periodontal hastalık nedeni ile çekilmesi sonucu çiğneme
sorunu ve estetik problem yaşayan 48 yaşındaki erkek hasta kliniğimize
başvurdu. Alt çeneye 6, üst çeneye 8 implant yerleştirildi (Ankylos, Dentsply
Sirona). 3 ay sonra osseointegrasyonu tamamlanan implantların içine
gingival yükseklik ve çapına uygun düz ve açılı Balance Base Abutment’ların
deneme rehberleri ( seating instrument) kullanılarak paralelliği ayarlandı ve
yerleştirildi. Ölçü kopingleri abutmentlara vidalandıktan sonra kapalı kaşık
ölçü tekniği kullanılarak polivinil siloksan ile ölçü alındı. Bu vakada özellikle
anterior bölgede vida delikleri palatinalde konumlandırılarak yumuşak doku
profil desteğinin sağlanması amaçlanmıştır. Elde edilen metal alt yapının,
destek yapılar ile pasif uyumu ağız içinde kontrol edildi. Metal alt yapının
vertikal, horizontal ve frontal düzlemlere göre optimum pozisyonu, çevre
dokular ile ilişkisi değerlendirildi. Final restorasyonun rengi belirlendi. Vida
tutuculu sabit protetik restorasyonun hastaya teslimi aşamasında gerekli
266
kontroller ve okluzal uyumlamalar yapıldıktan sonra, restorasyon üretici
firmanın tavsiyeleri doğrultusunda 15 N/cm tork ile sabitlendi. Vida delikleri
teflon bant ve akışkan kompozit ile kapatılarak protez hastaya teslim edildi.
Sonuç: Doğru teşhis, tedavi planı ve uygun materyal kullanımı tam ağız vida
tutuculu implant destekli sabit protetik restorasyonların başarısında önemli
rol oynamaktadır.
Anahtar Kelimeler: İmplant Destekli Restorasyon, Atrofik Çeneler, Vida
Tutuculu İmplant
27 Şubat 2020 Öğleden Sonra Kiosk3
Bildiri 199
Madde Kaybı Olan Dişte Endodontik Tedavi Sonrası
Cad/cam ' Le Endokron Uygulaması
Delal Bozyel ¹ , Dilan Kırmızı
1: Yakın Doğu Üniversitesi
Aşırı kron harabiyetine uğrayan kanal tedavili dişlerin restorasyonunda,
post-kor sistemlerine alternatif olarak endokron restorasyonları
geliştirilmiştir. Madde kaybına uğramış dişlerin, pulpa odasından destek
alınarak monoblok halinde yapılan kısmi kronlarla restore edilmesine
endokron denir. Endokron restorasyonları ile kök kanalı ve kron dokuları
korunurken, pulpa odasından sağlanan destek ile mikromekanik adezyon
olumlu etkilenir. Bilgisayar destekli tasarım/bilgisayar destekli üretim
(CAD/CAM) sistemi ile daha iyi kenar uyumuna sahip hassas
restorasyonların, ekonomik ve hızlı bir şekilde üretimi sağlanmaktadır.
Sadece soğuk içecekler içtiğinde ağrısı olduğu şikayetiyle kliniğimize
başvuran 20 yaşındaki hastanın intraoral ve radyografik muaynesi sonucu 36
numaralı dişine Kronik Apikal Periodontitis teşhisi konulmuş ve Endodontik
tedavi planlaması yapılmıştır. İlk seansta ilgili dişte olası vital kök kanal
pulpası nedeni ile lokal anestezi altında Endodontik tedaviye başlanmış;
Mezial kanallar ProTaper Universal Endo Sistem
(DENTSPLY,Maillefer,Switzerland) F2 bitirme eğesiyle, distal kanal ise F3
bitirme eğesiyle genişletilmiş ve temizlenmiş kanallara kalsiyum hidroksit
(Ca(OH)2) kök kanal medikamanı (Calciplus,IMICRYL) uygulanıp, 10 gün
267
boyunca kanallar içerisinde bekletilmiştir. İkinci seansta dişte herhangi bir
semptom olmamasından dolayı Endodontik tedavi tamamlanmıştır. İlgili diş
Endodontik tedavinin tamamlanmasından iki hafta sonra protetik tedavi için
değerlendirilmiştir. Hasta ile tedavi seçenekleri, riskleri ve faydaları
tartıştıktan sonra, 36 numaralı dişin CAD / CAM sistemi ile tek seansta
üretilen feldspatik seramik blok (Cerec, Sirona Dental Systems) endokron ile
restore edilmesine karar verilmiştir. Endokrona uygun preparasyon
sonrasında ağız içinde CEREC A C (Sirona Dental) ile dijital ölçü alınmıştır.
Alınan ağız içi kayıtlar üzerinden restorasyon dizayn edilmiştir. Selektif-etch
ve dual cure rezin siman (Panavia F 2.0 Complete Kit,Kuraray,Osaka,Japan)
kullanılarak restorasyonun simantasyonu gerçekleştirilmiştir. Aşırı madde
kaybı olan dişlerde, hasta şikayetleri, başarılı endodontik tanı ve tedaviyle
giderildikten sonra doğru klinik ve radyografik değerlendirmelerin
doğrultusunda uygun protetik restorasyonla estetik ve fonksiyon
sağanmalıdır. Tek seansta protetik tedavinin sağlanması, kenar uyumu ve
dişin fonksiyonunu devam ettirmesi açısından CAD/CAM sistemiyle üretilen
endokronlar, klinikte büyük avantaj sağlamaktadırlar.
Anahtar Kelimeler: Endokron, Endodontik Tedavi, Cad/cam, Kronik Apikal
Periodontitis
27 Şubat 2020 Öğleden Sonra Kiosk3
Bildiri 201
Estetik Özelliğini Kaybetmiş Üst Anterior
Restorasyonların Yenilenmesi
Zuhal Ata Ata ¹ , Zuhal Ata, Güneş Bulut Eyüboğlu
1: Karadeniz Teknik Universitesi
Amaç: Ön bölge kompozit restorasyonların en yaygın değiştirilme
nedenlerinden biri zamanla meydana gelen estetik kaybıdır. Bu olgu
sunumunda, renk degişimine uğramış ve kenar uyumunu kaybetmiş ön diş
restorasyonların kompozit rezin materyallerle yenilenmesi ve estetik
rehabilitasyonun sağlanması amaçlanmıştır. Materyal - Metod: 21 yaşındaki
erkek hasta, Karadeniz Teknik Üniversitesi, Diş Hekimliği Fakültesi, Restoratif
Diş Tedavisi kliniğine; üst santral ve lateral dişlerinde bulunan, zamanla
268
rengini ve uyumunu kaybetmiş eski kompozit restorasyonlarının estetik
görünümünden memnun olmaması sebebiyle başvurdu. Klinik ve
radyografik muayene sonrasında istenilen estetik görüntünün
sağlanabilmesi için periodontal tedavi yapılması ve hastaya oral hijyen
eğitimi verilmesi planlandı. Hastanın periodontal tedavisi tamamlandıktan ve
oral hijyeni sağlandıktan sonra; mevcut restorasyonları uzaklaştırıldı.
Sonrasında maksiller santral ve lateral dişlere %37' lik fosforik asit jel ile
(Etching gel, President Dental, Germany), adeziv rezin (Clearfil SE Bond,
Kuraray Dental, Japan) ve kompozit rezin (OA2, A2 Estelite Sigma Quick,
Tokuyama Dental, Japan) uygulanarak restorasyon tamamlandı. Daha sonra
polisaj diskleri ( Sof-lex, 3M ESPE, USA) kullanılarak bitirme ve polisaj
işlemleri Sonu. Sonuç: Hedeflenen estetik görüntüye ulaşılarak hasta
memnuniyeti sağlandı. 6 ay sonunda yapılan kontrolde restorasyonların
fonksiyon ve estetiğinde herhangi bir problem olmadığı tespit edildi. Ön
dişlerin estetik rehabilitasyonunda kompozit rezin restorasyonlar, non
invaziv tedavi seçenekleri olup hasta memnuniyetinin sağlanmasında başarılı
sonuçlar vermektedir.
Anahtar Kelimeler: Estetik, Kompozit, Restorasyon
27 Şubat 2020 Öğleden Sonra Kiosk3
Bildiri 203
İskeletsel Openbite Ve Sınıf ııı Maloklüzyonu Bulunan
Hastanın Multidisipliner Tedavisi
Alara Ünal ¹ , Gökhan Çoban
1: Erciyes Üniversitesi
Amaç: Bu vaka raporunun amacı iskeletsel openbite, iskeletsel Sınıf III
malokluzyon ve sirküler çapraz kapanışa sahip, daimi diş eksiklikleri olan
hastanın ortognatik cerrahi ve ortodontik tedavi ile kombine multidisipliner
tedavisinin aşamalarını ve sonuçlarını sunmaktır. Gereç - Yöntem: 16 yaşında
erkek hasta kliniğimize ‘alt çenem ilerde’ şikâyetiyle başvurmuştur. Alınan
anamnezde hastanın 11, 12, 36, 37 ve 46 numaralı dişlerini çürük nedeniyle
kaybettiği öğrenilmiştir. Klinik ve radyografik muayenede konveks profil,
sirküler çapraz kapanış, anterior openbite ve iskeletsel Sınıf lll malokluzyon
269
tespit edilmiştir. Sefalometrik değerlendirmeye göre SNA: 77,4°, SNB: 78°,
ANB:-0.7°, SN-GoGn:45,8°, SN-PP:15,1°, U1-SN:104,7°, IMPA:83,1°’dır. Sella-
nasion düzlemine 7˚’lik açıyla oluşturulan horizontal referans düzleme (HRD)
göre ve HRD’ye sella noktasından dik çizilen vertikal referans düzleme (VRD)
göre üst çeneye 6 mm ilerletme ve 2 mm gömme, alt çeneye ise 5 mm geri
alma cerrahisi uygulanmıştır. Tedavi 37 ay sürmüştür. BULGULAR: Tedavi
bitiminde yapılan sefalometrik analiz sonucuna göre SNA:83˚, SNB:77,7˚,
ANB:5,2˚, SN-GoGn:42,5˚, SN-PP:13,7°, U1-SN: 99,4˚, IMPA: 88,3˚ olarak
ölçülmüştür. Tedavinin sonucunda kabul edilebilir bir profil, yeterli dudak
kapanışı, ideal overjet ve overbite elde edilmiştir. Çürük nedeniyle
kaybedilen üst ön dişlerin tedavisi amacıyla üst anterior bölgeye protetik
restorasyon yapılmıştır. Sonuç: İskeletsel openbite, Sınıf III malokluzyon ve
sirküler çapraz kapanışa sahip, daimi diş eksiklikleri olan hastanın başarılı bir
şekilde tedavi edilmesi için ortognatik cerrahi ve ortodontik tedavi ile
kombine multidisipliner yaklaşım etkili bir yöntemdir.
Anahtar Kelimeler: Openbite, Sınıf ııı, Malokluzyon, İskeletsel
27 Şubat 2020 Öğleden Sonra Kiosk3
Bildiri 208
İmplant Destekli Mikro-seramik Kompozit İçerikli
Maksiller Hibrit Protez: Bir Yıllık Takip
Sema Merve Uzel ¹ , Sema Merve Uzel, M. Barış Güncü, Abdullah C. Akman
1: Hacettepe Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
Giriş-Amaç: All-on-Four konsepti, mandibula ve maksillada bulunan
anatomik limitasyonlar varlığında ileri cerrahi prosedürleri elimine etmek
amacıyla ve aynı zamanda daha hızlı ve konforlu bir tedavi için 4 implanttan
destek alınarak yapılan sabit tam ağız protetik rehabilitasyonu tanımlar. Bu
olgu sunumunda, maksiller tam dişsizlik görülen bir hastada 4 implant üzeri
hibrit protez ile tam ağız rehabilitasyonu anlatılmaktadır. Gereç ve
Yöntemler: Kliniğimize başvuran 56 yaşındaki erkek hastada maksiller tam
dişsizlik tespit edilmiştir. Klinik, radyografik muayeneler ve mumlu wax-up
sonucunda tedavi planı belirlenmiştir. Dişlerin horizontal ve vertikal
pozisyonlarının planlanması amacıyla radyoopak dişlerle üst total protez
270
yapılmıştır. Radyoopak dişlerle alınan CBCT görüntüsüyle cerrahisi
planlanmıştır. Üst çeneye 4 adet implant uygulanmasından sonra yaklaşık 3
ay geçici bir protez kullanan hastaya metal alt yapı üzerine kompozit içerikli
sabit hibrit bir protez yapılmıştır. Hastanın 1 yıllık takibi süresince ağız
hijyeni kontrolleri yapılmış ve bu konuda destek sağlanmıştır. Sonuç: 4
implant destekli hibrit protezlerin üretiminde farklı materyal seçenekleri
bulunmaktadır. Bu olgu sunumunda metal altyapı üzerine kompozit
materyali kullanılarak pembe estetik sağlanmıştır. Hastanın çiğneme ve
fonasyon kaybı giderilmiştir. Biyolojik komplikasyonların temel sebebi olan
ağız hijyeni ile ilgili hasta bilgilendirilmiş ve motive edilmiştir. Daha az sayıda
implanttan destek alınarak yapılan sabit protetik konseptler, hareketli protez
kullanımına ve ileri cerrahi prosedürler ile yapılan implantlardan destek alan
restorasyonlara alternatif bir seçenek olarak görünmektedir.
Anahtar Kelimeler: Hibrit Protez, İmplant, Mikro-seramik Kompozit
27 Şubat 2020 Öğleden Sonra Kiosk4
Bildiri 211
Kronik Periodontitisli Hastalarda İnsan Beta
Defensin-2 Serum Ve Diş Eti Oluğu Sıvısı Düzeylerinin
Değerlendirilmesi
Ayla Öztürk , Ayla Öztürk, Sevda Kurt, Bahattin Avcı
Amaç: Bu çalışmanın amacı, kronik periodontitisli hastalarda enflamatuar
hastalıklarda rol alan bir antimikrobiyal peptit olan insan beta defensin-2
(HBD-2) düzeylerini değerlendirmektir. GEREÇ VE YÖNTEMLER: Çalışmaya
59 kontrol ve 42 kronik peridontitis hastası olmak üzere toplam 100 kişi
dahil edildi. Periodontal muayene sırasında plak indeksi (PI), gingival indeks
(GI), sondalamada kanama (BOP), sondalama cep derinliği (SCD) ve klinik
ataşman seviyesi (KAS) gibi klinik indeks ölçümleri kaydedildi ve ayrıca
radyografik değerlendirmeler yapıldı. Tüm katılımcılardan serum ve dişeti
oluğu sıvısı (DOS) örnekleri alındı. HBD-2 seviyeleri, Enzyme-Linked
ImmunoSorbent Assay (ELISA) ile biyokimyasal olarak belirlendi. Bulgular:
Dişeti oluğu sıvısı örneklerinin beta defensin-2 (hBD-2) konsantrasyonları
kronik periodontitisli hastalarda (yeni sınıflamaya göre stage II-IV
271
periodontitis) (2.77 ng/30sec) kontrol hastalarına göre (2.51 ng/30sec;
p=0.047) istatistiksel olarak anlamlı yüksekti. Ancak serum hBD-2
konsantrasyonları incelendiğinde, kronik periodontitisli hastalarda (2.92
ng/mL) kontrol grubuna göre (7,75 ng/mL, p<0.001) daha düşük olduğu
tespit edildi. Sonuç: Çalışmamızın sonuçları değerlendirildiğinde hBD-2'nin
kronik periodontitis patogenezinde rolünün olduğu ve hastalıkla birlikte
dişeti oluğu sıvısında artan bakteriyel saldırıya karşı artış gözlemlenirken,
düşük serum seviyesi yatkınlığı olan hastaları göstergesi olabilir.
Anahtar Kelimeler: Beta Defensin-2, Kronik Periodontitis, Serum, Dişeti
Oluğu Sıvısı, Biyokimya, Elisa
27 Şubat 2020 Öğleden Sonra Kiosk4
Bildiri 212
Kırık Bir Santral Dişin Kendi Kırık Parçası İle
Restorasyonu
Elif Nihan Küçükyıldız ¹ , Elif Nihan Küçükyıldız, Hacer Turgut, Mehmet
Kızıltoprak
1: Hatay Ağız Diş Sağlığı Merkezi
Amaç: Anterior diş kırıkları genellikle spor aktivitelerinde, çürük sebebiyle ve
trafik kazaları sırasında meydana gelen ve diş hekimliğinde yaygın olarak
görülen problemlerden biridir. Bu durum fonksiyonel bozukluklar, estetik ve
psikososyal sorunlara yol açmaktadır. Çalışmamızda, komplike kron-kök
kırığı mevcut olan santral diş orijinal kırık parçası kullanılarak ve fiberle
güçlendirilmiş post sisteminden destek alınarak restore edildi. Yöntem: 18
yaşındaki erkek hasta daha önce yapılmış restorasyonu bulunan ve
basketbol topu çarpması sonucu kırılan 21 nolu dişinin muayene edilmesi
isteği ile kliniğimize başvurdu. Klinik ve radyolojik tetkikler yapıldıktan sonra
komplike kuron-kök kırığının mevcut olduğu ve kırık hattının palatinal
bölgede diş etinin altına kadar uzandığı tespit edildi. Kırık diş parçasının, bir
bütün halinde olması ve kırık hattının diş etinin altında bulunması sebebiyle,
bu diş parçasının fiber posttan destek alınarak simante edilmesine karar
verildi. Endodontik tedavi sonrası diş kökünde fiber post hazırlığı yapıldı.
Kırık diş parçasının içerisine ise fiber postun oturacağı bir yuva açıldı.
272
Periodontoloji bölümünde kırık hattının ortaya çıkarılması amacıyla
planlanan kuron boyu uzatma operasyonunda, flap kaldırılarak osteoplasti
ile kırık hattı supragingivale taşındı. Kırık diş parçasının yerine oturduğunun
kontrolü sağlandıktan sonra fiber post(QP Fiber Post, Kore) yardımı ile
yerine yerleştirildi ve self adeziv rezin siman( Maxcem Elite, Kerr, ABD) ile
simante edilip flap kapatıldı. Mevcut restorasyonun değiştirilmesi amacıyla
verilen 10 gün sonraki randevuda, eski restorasyon kaldırılıp mine yüzeyleri
15 sn süre ile %35’lik ortofosforik asitle (Scocthbond Universal Etchant, 3M
ESPE, ABD) asitlenip yıkandıktan sonra, adeziv rezin (Clearfil SE Bond,
Kuraray, Japonya) uygulandı. Kompozit rezin( MD- LE Essentia, GC, Japonya)
ile restorasyon tamamlanıp, ince grenli elmas frezler ve diskler (Optidisc,
Kerr, ABD) yardımıyla bitirme işlemleri yapıldı. Sonuç: Hastanın 6 aylık
kontrol randevusunda radyografik ve klinik olarak herhangi bir başarısızlık
gözlemlenmedi. Travma sonucu kırılan dişler kendi kırık parçaları kullanılarak
doğal diş yapısı bozulmadan estetik ve fonksiyonel olarak başarıyla restore
edilebilirler.
Anahtar Kelimeler: Travma, Kırık Diş, Fiber Post, Estetik Rehabilitasyon
28 Şubat 2020 Öğleden Sonra Kiosk 4
Bildiri 214
Alveolar Proses Fraktürünün Tedavisi: Bir Olgu
Sunumu
Tuğçe Doğan ¹ , Sema Aydinoğlu, İpek Arslan, Nazife Begüm Karan
1: Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi
Giriş: Düşme, spor yaralanmaları, trafik kazaları ve şiddet sonucu meydana
gelen dental travmalar okul çağı çocuklarında sıkça görülmektedir. Kırık, yer
değiştirme ve diş kaybı ile sonuçlanabilen bu travmalar; fonksiyonel, estetik
ve psikolojik açıdan olumsuz sonuçlar doğurabilmektedir. Vaka
sunumumuzda maksiller alveolar proses kırığı gözlenen çocuk hastanın
tedavi planlaması ve takibi sunulmaktadır. Olgu Sunumu: Bir saat önce
okulda düştüğü öğrenilen 5 yaşındaki erkek hasta mobilite ve ağrı şikayeti
ile kliniğimize başvurdu. Ebeveynlerinden alınan anamnezinde herhangi bir
sistemik rahatsızlığı bulunmadığı tespit edildi. Yapılan klinik muayene
273
sonucu premaksillanın segmental olarak mobil olduğu gözlendi. Ayrıca
labial frenulumda ve kırık hattı boyunca palatinal mukozada laserasyon
belirlendi. Hastanın radyografik muayenesinde ise maksillada kanin-kanin
arası dört süt kesici dişi içeren segmental alveol proses kırığı tespit edildi.
Dişlerde sert doku yaralanması gözlenmedi. Lokal anestezi altında segment
elle repoze edildi. Dişler orijinal pozisyonlarına getirilip oklüzyon kontrol
edildikten sonra 0.4 mm’lik arch bar teli kullanılarak (sol süt 2. molardan sağ
süt 2. molara kadar) semi-rijit stabilizasyon sağlandı. Postoperatif 4. hafta
sonunda semi-rijit splint çıkarıldı. Klinik ve radyografik olarak değerlendirilen
hastanın asemptomatik olduğu, hastada estetik ve fonksiyon kaybı olmadığı
görüldü. Sonuç: Çocuklarda alveolar proses kırığı tedavisinde estetik ve
fonksiyon kaybına neden olmayan semi-rijit splint uygulamaları önerilebilir.
Anahtar Kelimeler: Dental Travma, Alveolar Proses Kırığı, Splint
27 Şubat 2020 Öğleden Sonra Kiosk4
Bildiri 215
Tibase Dayanak Üstü Monolitik Zirkonya
Restorasyonların 1 Yıllık Klinik Takibi: Vaka Serisi
Özge Arifağaoğlu ¹ , Özge Arifağaoğlu
1: Başkent Üniversitesi
Son yıllarda, artık siman sebebiyle periimplantitis görülme sıklığının artışına
bağlı olarak, vida tutuculu implant üstü restorasyonlar gün geçtikçe daha
çok tercih edilmektedir. Biyolojik avantajının yanı sıra, tamir gereksiniminde
kolaylıkla takıp çıkarılabilmesi ve kısa kron boyunun olduğu durumlarda
retansiyonun kolaylıkla sağlanması da diğer önemli avantajlarındandır.
Bununla birlikte, konvansiyonel vida tutuculu restorasyonlarda metal alt
yapılı porselen kullanıldığından, estetiğin önemli olduğu ve zirkonya
restorasyon kullanımının istendiği durumlarda bu tip restorasyonların
kullanımını kısıtlamıştır. Bu gereksinimden yola çıkılarak, titanyum dayanak
üzerine CAD/CAM ile üretilen zirkonya restorasyonların ağız dışı ortamda
simante edilerek, implanta vida ile bağlantısını sağlayan TiBase dayanaklar
üretilmiştir. TiBase dayanaklar zirkonya dayanakların aksine implant bağlantı
kısmı titanyum olduğundan, mekanik dayanımın da arttığı belirtilmektedir.
274
Vida tutuculu konvansiyonel restorasyonlara göre estetik avantajı ön planda
olduğundan daha çok anterior bölgede tercih edilmesinin yanı sıra mekanik
avantajından dolayı posterior bölgede de kullanılabilmektedir. Bu vaka
serisinde 18-35 yaş aralığındaki 3 genç bireyde posterior bölgeye uygulanan
kemik ve doku seviyesindeki Straumann®(Basel, Switzerland) implantların
üzerine yapılan TiBase (Variobase®,Straumann®) dayanak üstü monolitik
zirkonya restorasyonların 1 yıllık klinik takibi yapılmıştır. Vakaların implant
yerleşiminden hemen sonra , 6. ay ve 1. yıl radyografileri alınmıştır. Hastalar
restorasyonun hemen tesliminden sonra ve kontrol seanslarında da estetik
açıdan memnun olduklarını bildirmişlerdir. Ayrıca periimplant dokular ve
mekanik komplikasyonların varlığı değerlendirilmiştir. 3 hastanın da ağız
hijyeni ve periimplant doku sağlığı oldukça iyi bulunmuştur. Bu süreçte
hastalar kontrole çağrılmadan herhangi bir komplikasyonla kliniğe
başvurmamıştır. Monolitik zirkonya kullanımı da zirkonya alt yapılı porselen
restorasyonlarda sık görülen porselen chipping komplikasyonunu ekarte
etmiştir. Sonuç olarak, TiBase dayanak üstü monolitik zirkonya
restorasyonların posterior bölgede kullanımının, 1 yıllık takip göz önüne
alındığında, gerek estetik, gerek mekanik, gerekse biyolojik açıdan uygun ve
avantajlı olduğu söylenebilir.
Anahtar Kelimeler: Vida Tutuculu Restorasyon, Tibase, Monolitik
Restorasyon, Mekanik Dayanım, Periimplantitis
27 Şubat 2020 Öğleden Sonra Kiosk4
Bildiri 221
Tek Çene Tam Dişsizliği Bulunan Hastanın All-on-four
İmplant Tekniği Uygulanarak Protetik
Rehabilitasyonu: Olgu Sunumu
Hüseyin Ozan Temizkanlı ¹ , Gözde Vanlı Temizkanlı, Duygu Kılıç, İkbal
Leblebicioğlu Kurtuluş
1: Erciyes Üniversitesi Diş Hekimliği
İmplant teknolojisinin ilerleyerek geliştiği çağımız diş hekimliğinde yeni
augmentasyon teknikleri, yeni materyaller ve cerrahi prosedürler her geçen
gün literatürde yerini almaktadır. Özellikle sabit protetik bir rehabilitasyonu
275
karşılayacak sayı ve pozisyonda implantların yerleşimi konusu günümüzde
geliştirilen all-on-four konsepti sonrası oldukça değişim göstermiştir. Bu
teknikte hastamıza maksiller tam dişsiz bölgeye 4 adet kemik içi dental
implant uygulaması anteriorda kret kavsi izin verdiği derecede paralel,
posteriorda ise sağ maksiller bölgede 0-30 derece, sol maksiller bölgede ise
30-45 derece arası açıda olacak şekilde manuel cerrahi rehber kullanılarak
yapılmıştır. Posteriorda bulunan implantların anatomik lokalizasyonlarının
maksiller sinüsle ilişkili olacağı öngörüsüyle, eksternal sinüs plasti cerrahisi
uygulanmıştır. Bu sebeple immediat yükleme yapılmadan operasyondan
sonra 8 ay boyunca sinüs çevresi kemik rejenerasyonu beklenmiştir. Uygun
açıda dayanak seçimi tamamlandıktan sonra implantüstü sabit protez ölçüsü
alınmıştır. Cr-Co altyapıdan hazırlanan kantileverli sabit protetik restorasyon
tedavisi tamamlanan hastamız uygun hijyen protokolü hakkında
bilgilendirildikten sonra idame aşamasına geçirilmiştir. 1 nci ay kontrolleri
tamamlanmış ve herhangi bir protetik komplikasyona rastlanmamıştır. All-
on-four konseptinde amaç; vertikal ve horizontal kret genişliğinin yetersizliği
sebebiyle konvansiyonel implant cerrahisinin yapılamayacağı vakalarda
distaldeki implantların açılı yerleştirilmesiyle distal kantilever uzantılı bir
sabit implant üzeri protetik restorasyon tasarımı ile rehabilitasyon
sağlamaktır. Bu sayede ileri rejeneratif cerrahi prosedürleri uygulanmadan
hastanın daha kısa sürede ve daha yüksek konforda protezlerine kavuşması
sağlanmaktadır.
Anahtar Kelimeler: All On 4 İmplant, Açılı Abutment
27 Şubat 2020 Öğleden Sonra Kiosk4
Bildiri 224
Anterior Tek Diş Eksikliğinin İmplant Cerrahisi İle Eş
Zamanlı Yönlendirilmiş Kemik Rejenarasyonu Ve
Estetik Kriterler Doğrultusunda Protetik Ve Restoratif
Rehabilitasyonu
Gözde Vanlı Temizkanlı ¹ , Duygu Kılıç, Hüseyin Ozan Temizkanlı, Burak Köse
1: T.c. Erciyes Üniversitesi
276
Amaç: Anterior tek diş eksikliğinin implant cerrahisi ile eş zamanlı
yönlendirilmiş kemik rejenarasyonu ve estetik kriterler doğrultusunda
protetik ve restoratif rehabilitasyonu Materyal/Method: 11 no lu dişsiz
bölgeye yapılan lokal anestezi ardından 15 nolu bistüri ile kret tepesinin
bukkolingual orta noktasının palatinalinden insizyon yapılmış, periost
elevatörü ile tam kalınlık flep eleve edilmiştir. Granülasyon dokuları universal
küret ve back action chisel yardımıyla uzaklaştırılmış, 4.3x14 mm
boyutundaki dental implant aşamalı frez uygulaması ile hazırlanan implant
yuvasına yerleştirilmiş ve ISQ değeri 76 olarak ölçülmüştür. Scraper
kullanılarak sol tüber bölgeden elde edilen otojen kemik partikülleri bukkal
yüzeyi apikal orta üçlüye kadar açıkta bulunan implant yüzeyine
yerleştirilmiş ve üzerine iPRF ile zenogreft materyalinden elde edilen sticky
greft uygulanmıştır. Rezorbe olabilen kollajen membran 4 adet pin ile
sabitlenmiş ve üzerine 3 adet PRF membran örtülmüştür. Bukkal flepte doku
makası ile yapılan periosteal esnetme sonrası flepler gerilimsiz bir şekilde 4.0
monofilaman sutür kullanılarak horizontal matres sutur tekniği ile
yakınlaştırılmış ve primer kapanma sağlayacak şekilde atılan basit süturlar ile
suture edilmiştir. 7. aydaki randevuda bölgedeki konturun konveksitesinin
sağlanması amacı ile sağ tüber bölgeden alınan yumuşak doku grefti
uyumlanmış ve papil korumalı insizyon yapılarak tam kalınlık eleve edilen
bukkal flebe immobil şekilde 4.0 rezorbe olabilen sutür ile suture edilmiştir.
İyileşme başlığı yerleştirilmiş ve flep 4.0 monofilaman sutür ile basit sutur
tekniği kullanılarak kapatılmıştır. Protetik aşamaya 3 hafta sonra başlanmış,
21 nolu dişin insizalinde bulunan çentik taklit edilmiş ve santral diastemanın
kapatılması adına protetik restorasyonun mesiodistal çapı 21 nolu dişe göre
daha geniş tasarlanmıştır. 21 no lu dişe sonradan kompozit materyal ile
dolgu yapılarak santral diastema kapatılmıştır. Sonuç: İmplant cerrahi
sahasındaki kemik genişliğinin yetersizliğinde yönlendirilmiş kemik
rejenerasyonu ile eş zamanlı implant uygulaması başarılıdır. Protetik
rehabilitasyon planlanırken estetik kriterlere dikkat edilmesi vakanın
başarısını artırmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Yönlendirilmiş Kemik Rejenerasyonu, İmplant Cerrahisi,
Bağ Dokusu Uygulaması, Santral Diastema Kapatılması, İmplantüstü Sabit
Protetik Restorasyon, Anterior Estetik Kriterler
27 Şubat 2020 Öğleden Sonra Kiosk4
277
Bildiri 225
İntraoral-ekstraoral Fistüle Neden Olan Alt Molar
Dişlerin Endodontik Tedavisi
Şifa Tatlı ¹ , Burak Sağsen
1: Erciyes Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
Giriş: Odontojenik fistüller, pulpa nekrozuna bağlı olarak gelişen patolojik
oluşumlardır. Fistülün intraoral veya ekstraoral bölgeye açılması dişin
bulunduğu bölgeye, enflamasyon tarafından kortikal kemikte oluşan
perforasyonun lokalizasyonuna bağlıdır. Bu olgu sunumu, alt çene molar
dişlerden kaynak aldığı tespit edilen ekstraoral fistül vakasının kök kanal
tedavisi uygulamasının ardından 5 aylık takibini içermektedir. Vaka Raporu:
Herhangi bir sistemik rahatsızlığı bulunmayan 17 yaşında erkek hasta,
kliniğimize ekstraoral fistül ve şişlik şikayetiyle başvurdu. KBB polikliniğinde
ekstraoral fistül yoluyla drenaj sağlanmasına ve hasta daha önceden
antibiyotik kullanmış olmasına rağmen; hastanın semptomları ve şikayetleri
geçmemişti. Yapılan klinik muayenede 36 ve 37 nolu dişlerle ilişkili intraoral
fistül varlığı gözlendi. Palpasyon ve perküsyon testlerine (+) cevap alındı.
Her iki diş de yapılan vitalite testlerine (-) cevap verdi. Radyografik
muayenede dişlerle ilgili periapikal lezyon olduğu görüldü. 36 ve 37 dişlere
rubber dam izolasyonu altında giriş kavitesi açıldı. İrrigasyon ve
preparasyonun ardından Ca(OH)2 medikasyonu yapıldı. Semptomların
geçmesi ve intraoral ve ekstraoral fistüllerin iyileşmesi sonrası kök kanal
tedavisi tamamlandı. Sonuç: Endodontik tedavi sonrası 36 ve 37 nolu dişler
5 ay süreyle kontrol edildi. İntraoral ve ekstraoral fistülün iyileştiği , dişlerin
asemptomatik ve fonksiyonda olduğu gözlendi. Daha ileri takip randevuları
planlandı.
Anahtar Kelimeler: Ekstraoral Fistül, Kök Kanal Tedavisi, Kalsiyum Hidroksit
28 Şubat 2020 Sabah Kiosk1
Bildiri 226
Ekstraoral Fistülün Cerrahi Tedavisi :bir Olgu Sunumu
278
Büşra Koç ¹ , Büşra Koç, Büşra Melda Kengel
1: Cumhuriyet Üniversitesi
Amaç: Odontojenik ağız dışı fistülizasyonlar genellikle endodontik
hastalıklardan kaynaklanmaktadır. Fistülün intraoral veya ekstraoral bölgeye
açılması dişin bulunduğu bölgeye, enflamasyon tarafından kortikal kemikte
oluşan perforasyonun lokalizasyonuna bağlı¬dır Özellikle ekstraoral fistüller
deri lezyonları,tüberküloz,os¬teomiyelit gibi birçok farklı oluşumla
karıştırılmakta ve bunun sonucunda hastalara etkisiz tedaviler
uygulanabilmektedir. Bu çalışmanın amacı, odontojenik kaynaklı ağız dışı
fistülizasyonun teşhis ve tedavisini içermektedir. Olgu Sunumu: Sistemik
hastalığı bulunmayan 22 yaşında erkek hasta sol üst çene bölgesindeki ağız
dışı fistülizasyon şikayetiyle kliniğimize başvurmuştur. Hastadan alınan
anamnezde 26 numaralı dişine 2 yıl önce kanal tedavisi yaptırdığı
öğrenilmiştir. Tedavi sonrasında hastada ağrı şikayeti olmadığı ancak
hastanın yüzünde şişlik geliştiği ve fistülizasyonun oluştuğu öğrenilmiştir.
Hastanın 3 ay önce yüzündeki fistül nedeniyle dermatoloji kliniğine
başvurduğu ve hastanın plastik cerrahiye yönlendirildiği öğrenilmiştir. Plastik
cerrahide ise yara bölgesinin 3 kere opere edilmesine rağmen iyileşmenin
sağlanamadığı görüldüğünde, hasta diş hekimine yönlendirilmiştir.(RESİM1)
Hastanın ekstraoral muayenesinde sol üst yanak bölgesinde yaklaşık 5mm
çapında çevresi eritemli ve ödemli fistül yolu açılımı görülmüştür.(RESİM2)
Fistül yolunun merkezine yapılan palpasyonda, açıklıktan eksuda çıkışı
gözlenmiştir. Hastanın radyolojik muayenesi panaromik filmle yapılmış ve
25,26 numaralı dişlerin apikal bölgesinde lezyon geliştiği görülmüştür.
Hastanın daha detaylı radyolojik muayenesi için hastadan konik ışınlı
bilgisayarlı tomografi (KIBT) çekilmiştir (Resim 3). KIBT değerlendirilen
hastanın 26 numaralı diş bölgesinde kortikal kemiğin devamlılığının
bozulduğu ve perforasyon alanının geliştiği görülmüştür. Sonuç: Hastanın26
numaralı dişi çekilmiştir.Dişin çekiminden sonra bölge kürete edilip primer
olarak kapatılmıştır.Hastaya antibiyotik,ağrı kesici ve gargara reçete edilip
postoperatif bilgiler verildikten sonra hastaya kontrol ve dikişlerin alınması
için bir hafta sonraya randevu verilmiştir.Bir hafta sonra kontrolunde çekim
yeri iyileşmiş olup suturlar alınmıştır.Ekstraoral muayenedesinde fistül
bölgesinde eksuda çıkışı gözlenmemiştir bu seanstada bölgeye pansuman
yapılmıştır ve hastaya iki hafta sonraya kontrol için randevu verilmiştir.Hasta
iki hafta sonra geldiğinde fistülün kapandığı görülmüştür hastada herhangi
279
bir ağrı,şişlik şikayeti olmayıp intraoral veya ekstraoral eksuda
gözlenmemiştir.
Anahtar Kelimeler: Ekstraoral Fistül, Dental Apse, Perforasyon
28 Şubat 2020 Sabah Kiosk1
Bildiri 227
Tip 1 Gaucher Hastalığı Olan Bir Hastanın
Radyografik Bulguları: Bir Vaka Raporu
Firdevs Asantogrol ¹ , Firdevs Aşantoğrol, Emin Murat Canger, Fahri Bayram
1: Erciyes Üniversitesi
Amaç: Genel olarak nadir olsa da lipit depo hastalıklarının içerisinde en sık
görülen Gaucher hastalığı, glikolipidlerin parçalanmasından sorumlu bir
enzim olan glikoserebrosidazın kısmen veya tamamen eksikliğinden
kaynaklanan kalıtsal bir hastalıktır. 3 tipi vardır. Tip 1 veya nöropatik
olmayan form, tüm vakaların %95'ini oluşturur. Çocuklarda ve yetişkinlerde
iç organları etkiler (genişlemiş dalak ve karaciğer) Kanama bozuklukları
(anemi ve trombositopeni), ağrı, enfarktüs, vücut kemiklerinde
demineralizasyon, osteopeni ve osteoskleroz sıklıkla görülür. Ancak tip 1’de
nörolojik bozukluklar görülmez. Gaucher hastalığında maksillo mandibular
kompleksin tutulumu genellikle asemptomatiktir ve belirtiler sadece rutin
radyolojik incelemeler sırasında görülür. Literatürde bildirilen başlıca
bulgular; generalize osteopeni, trabeküler yapı kaybı, lamina dura incelmesi,
psödokistik radyolusent lezyonlar ve lezyonlara bitişik dişlerin apikal kök
rezorpsiyonudur. Bu olgu sunumunda, Tip 1 Gaucher hastalığının
radyografik bulgularının ortaya konması amaçlanmıştır. Olgu sunumu: 32
yaşında kadın hasta rutin ağız içi muayenesi için kliniğimize başvurdu.
hastanın belirgin bir şikâyeti yoktu ve 15 sene evvel Tip 1 Gaucher hastalığı
tanısı aldığı ve 3 yıldır da enzim replasman terapisi (ERT) gördüğü öğrenildi.
Yapılan intraoral muayenede diş etlerinin hiperemik ve ödemli olduğu,
ayrıca spontan kanamaların mevcut olduğu tespit edildi. Yapılan rutin
radyografik muayenede, panoramik radyogaftta mandibulada generalize
osteopeni, genişlemiş kemik iliği boşlukları ve inferior alveoler kanalın
kortikal sınırlarında belirsizlik olduğu tespit edildi. Ayrıca, hastanın koronal
280
ve aksiyal KIBT kesitlerinde sağ maksiller sinüste polipoid mukozal
kalınlaşma ve sagital KIBT kesitlerinde konkal tipte sfenoid sinüs varlığı
izlendi. Sonuç: Lizozomal depo hastalıklarında baş ve boyun tutulumu
olabilir ve Gaucher hastalığında kemik tutulumu yaygındır. Bununla birlikte,
çene kemikleri gibi kraniyofasiyal kemik tutulumu nadiren bildirilmektedir.
Çene kemiği dahil edildiğinde, Gaucher hastalığı, diğer odontojenik ve
odontojenik olmayan hastalıkları taklit edebilir ve tanısal bir zorluk olabilir.
Bu nedenle, Gaucher hastalığına aşinalık ve çenedeki radyografik özellikler
doğru klinik tanı ve tedaviyi kolaylaştırabilir.
Anahtar Kelimeler: Tip 1 Gaucher Hastalığı, Çene Kemiği Tutulumu
28 Şubat 2020 Sabah Kiosk1
Bildiri 231
Periferal Dev Hücreli Granülom: Olgu Sunumu
Merve Turan ¹ , Merve Turan, Faruk Akgünlü
1: Selçuk Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
Amaç: Periferal dev hücreli granülom (PDHG), gingival doku ile sınırlı, nadir
izlenen benign bir lezyondur. Travma, dental plak, kronik enfeksiyonlar,
düzensiz restorasyonlar, gıda sıkışması veya ortodontik tedavi gibi bir
tahrişten sonra ortaya çıkan reaktif hiperplastik doku yanıtıdır. Klasik olarak,
genellikle interdental bölgede ortaya çıkan, ancak daimi molar dişlerin
önündeki koyu kırmızı renkte bir şişlik olarak gözlenir. PDHG her yaş
grubunda bulunabilir. Bununla birlikte, kadınlarda daha sık izlenir. Bu
sunumun amacı, mandibular premolar bölgede ağrı ve şişlik şikayeti ile
kliniğimize başvuran hastada izlenen lezyonu sunmaktır. Vaka sunumu: 62
yaşındaki kadın hasta, sol mandibular dişsiz premolar alveolar kret
bölgesinde ağrı ve şişlik şikayeti ile kliniğimize başvurdu. Sistemik
anamnezinde herhangi bir hastalığı olmadığı öğrenildi. Hastanın herhangi
bir protetik aparey kullanmadığı öğrenildi. Radyografik incelemede
periapikal radyografide, lezyona komşu alveoler krette düzensiz sınırlı defekt
izlendi. İntraoral muayenede hiperplastik, mor-kırmızı renkli, saplı, parlak ve
pürüzsüz bir lezyon izlendi. Lezyonun klinik incelemeler ve radyografik
bulgular ile PDHG ön tanısı doğrultusunda histopatolojik değerlendirme için
281
Ağız, Diş ve Çene Cerrahisi Kliniğine sevkedildi. Sonuç: PDHG dişsiz
alanlarda da dişeti üzerinde görülen iyi huylu, reaktif bir lezyondur ve
yüksek nüks oranına sahiptir. Olası semptom ve komplikasyonları önlemek
için lezyonun boyutuna ve konumuna göre uygun tedavi yöntemi tercih
edilmelidir. Yapılan doğru klinik ve radyolojik değerlendirme, olası semptom
ve komplikasyonları önlemek için tedavinin hedefleri ve sınırlarının
belirlenmesinde önemli bir rol oynar.
Anahtar Kelimeler: Mandibula, Periferal Dev Hücreli Granülom.
28 Şubat 2020 Sabah Kiosk1
Bildiri 240
Tam Dişsizlik Durumunda İmmediate Yükleme
Protokolü Uygulanmış Hastanın 2 Yıllık Takibi: Bir
Olgu Sunumu.
Yunus Emre Özden ¹ , Yunus Emre Özden, Volkan Çağrı Dağaşan, Ender
Kazazoğlu, Nurhan Güler** ; *:yeditepe Ünv.diş.hek.fak.protetik Diş Ted.a.b.d,
**:yeditepe Ünv.diş.hek.fak.ağız Diş Ve Çene Cerrahisi A.b.d
1: Yeditepe Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
Bu olgu sunumunda, üst çene diş destekli metal altyapılı porselen, alt çene 6
implant destekli immediate yükleme protokolü uygulanmış ve hibrit döküm
porselen daimi protezleri yapılmış bir hastanın protetik rehabilitasyonu ve 2
yıllık takip sonuçları anlatılmaktadır. 50 yaşında erkek hasta alt ve üst
çenelerinde diş eksiklikleri ile fakültemize başvurdu. Yapılan klinik ve
radyolojik muayene sonucunda; alt çenede kalan dişlerin çekilerek 6 implant
(DTI) destekli hibrit porselen uygulaması yapılması uygun görüldü. Bu
doğrultuda diş çekiminden önce aljinat ölçü ve kapanış kaydı alındı ve
modeller artikülatöre bağlandı. Model üzerinde çekilecek dişler kırılarak
immediate protez hazırlandı ve implantların yerleştirilmesini takiben ağız
içerisine adapte edildi. Geçici protezlerin uyumu panaromik radyografi ile
kontrol edildi. Osseointegrasyonun tamamlanmasını takiben üst çenede diş
preparasyonları yapılarak metal altyapılı porselen, alt çenede hibrit döküm
porselen uygulaması yapıldı. Alt çenede ölçü; implant ölçü parçalarının diş
ipi ve ışıkla sertleşen pattern resin (motif Rc) ile splintlenmesini takiben açık
282
kaşık ölçü prosedürü kullanılarak alındı. Akrilik kaide yardımıyla dikey boyut
belirlendi. Labaratuarda dökümü yapılmadan önce metal altyapının prototipi
ağız içerisinde kontrol edildi ve uyumlu olduğu gözlendi. Üst ve alt çene
porselen provası aynı seansta yapılarak estetik ve fonksiyonel memnuniyet
sağlandı. 2 yıllık takipte herhangi biyolojik ve teknik bir komplikasyona
rastlanmadı.
Anahtar Kelimeler: İmmediate Protez, Hibrit Döküm Porselen.
28 Şubat 2020 Sabah Kiosk1
Bildiri 244
Hızlı Üst Çene Genişletilmesi Sonrası Yüz
Asimetrisindeki İyileşme: Olgu Sunumu
İhab Abbood ¹ , İhab Haitham Abbood Abbood, Ahmet Yağcı
1: Erciyes Universitesi Diş Hekimliği Fakültesi
Amaç: Maksiller darlıkla karakterize fonksiyonel orta hat kayması sık
karşılaşılan bir durumdur. Erken dönemde tedavi edilmediklerinde yüzde
kalıcı asimetrilere neden olabilmektedir. Bu olgu sunumunda maksiller
darlıkla beraber fonksiyonel orta hat kaymasına bağlı fasiyal asimetrisi olan
hastanın rapid maksiller ekspansiyon sonrası tedavi etkinliği sunulacaktır.
Gereç-Yöntem: Kliniğimize çapraşıklık şikayeti ile başvuran 15 Yaş 3 aylık kız
hastada transversal yönde uyumsuzluk ve yüz asimetrisi tespit edildi. Yapılan
klinik incelemelerinde maksimum interkuspidasyona geçerken maksiller
darlığa bağlı fonksiyonel orta hat kayması olduğu teşhis edildi. İntraoral
fotoğraflar ve model üzerinde ölçülen intermolar genişliği (31mm) ile teşhis
desteklendi. McNamara’ya göre erişkinlerdeki intermolar genişliği 35-39
mm’dır. Üst çenenin hem normale göre dar olması hem de bu darlığın alt
çenede fonksiyonel kaymaya yol açması nedeniyle hastada maksiller
genişletmesinin uygun olduğu görüldü. Hastaya (RME) hızlı üst çene
genişletmesi uygulandı. Yeterli genişletme sağlandıktan sonra retansiyon
tedavisine geçildi. Sonuç: Sunulan hastada maksimum interkuspidasyona
geçerken maksiller darlığa bağlı olarak görülen fonksiyonel orta hat kayması
ve buna bağlı alt yüz asimetrisi; RME’nin hem genişletme hem de düz
283
yüzeyli plak etkileri vasıtasıyla düzeldi. RME tedavisi sonrası hastada düzgün
bir yüz simetrisi ve iyi bir oklüzyon elde edildi.
Anahtar Kelimeler: Fonksiyonel Kayma, Asimetri, Rme
28 Şubat 2020 Sabah Kiosk1
Bildiri 247
Sert Damakta Squamous Papilloma: Olgu Sunumu
Youssef Elbahisi , Serap Keskin Tunç, Yusuf Rodi Mizrak, Youssef Hazza
Mohamed Elbahisi
Giriş: İnsan papillomavirüsleri (HPV) klinik olarak papiller görünüm veren bir
grup lezyona neden olabilir. Ağız boşluğunun HPV ile ilişkili lezyonları
arasında skuamöz papilloma, kondiloma acuminatum, verruca vulgaris ve
multifokal epitelyal hiperplazi bulunur. Oral skuamöz papilloma, tabakalı
skuamöz epitelin iyi huylu bir proliferasyonu olan ve insan papilloma virüsü
tarafından indüklenen papiller veya verrüköz ekzofitik kitle olarak
görülebilen bir lezyondur. Oral mukozal lezyonların çoğu genellikle
asemptomatiktir. Sık karşılaşılan yerler arasında dil, yumuşak damak ve
uvula bulunur. Vaka: Kliniğimize palatal mukozasındaki diş eti büyümesi
şikayetiyle başvuran 20 yaşındaki erkek hastanın yapılan muayenesinde 2 ay
önce farkettiği ağrısız yavaş büyüyen papillar görünümdeki lezyon fark
edildi. Lezyon lokal anestezi altında total olarak eksize edildi. Eksize edilen
doku histolojik incelemeye gönderildi. Tartışma: HPV lezyonları müdahale
olmadan gerileyebilse de, kesin tanı için biyopsi gereklidir. Ayrıca, viral
bulaşabilirliği azaltmak ve çirkin veya rahatsız edici lezyonları gidermek için
tedavi arzu edilmektedir. Skuamöz papilloma vakalarında cerrahi eksizyonel
biyopsi küratif olup düşük nüks riski vardır. CO2 lazeri, elektrocerrahi veya
kriyoterapi kullanarak lezyon eksizyonu mümkündür ancak bu yöntemler
sıklıkla patoloğun tanısal yeteneklerini tehlikeye atan yapay değişikliklere
neden olur. Bu sebeple konvansiyonel yöntemle biopsi tercih edildi.
Anahtar Kelimeler: Squamous Papilloma, Hpv, Oral Patoloji
28 Şubat 2020 Sabah Kiosk2
284
Bildiri 248
Oklüzal Çürük Lezyonlarının Üç Farklı Çürük Teşhis
Yöntemiyle Değerlendirilmesi
Pinar Yilmaz ¹ , Nurcan Özakar İlday, Ezgi Ölçer, Özcan Karataş
1: Atatürk Üniversitesi
Amaç: Bu çalışmada okluzal çürük lezyonların tespit ve değerlendirilmesinde
kullanılan; Uluslararası standart çürük tespit ve değerlendirme sistemi
(ICDAS II ), DiagnodentPen ve radyolojik bulguların, histolojik değerlendirme
ile edilen verilerle karşılaştırılması ve tanı etkinliğinin değerlendirilmesi
amaçlandı. Gereç ve yöntemler: Elli yedi adet çekilmiş insan molar dişi, iki
deneyimli gözlemci tarafından ICDAS II kriterleri, DiagnodentPen cihazı ve
radyografik yöntem kullanılarak değerlendirildi. Tüm ölçümler on dört gün
arayla tekrarlandı. Daha sonra dişlerden su soğutması altında Isomet hassas
kesim cihazı kullanılarak ölçüm noktasının ortasından geçecek şekilde ve
dişlerin uzun eksenine paralel olarak mesiodistal yönde kesitler alındı.
Mikroskop kullanılarak lezyon varlığı ve derinliği Downer histolojik kriterleri
ile skorlandı.Sensitivite, spesivite, doğruluk ve Roc eğrisi altındaki alan D1,
D2 ve D3 eşik değerlerinde hesaplandı. Gözlemciler arası uyumun seviyesi
Kappa ve ICC değerleri hesaplanarak belirlendi. Bulgular: Sensitivite
değerleri her üç değerlendirme metodu için 0.93 ile 0.53 arasında; Spesivite
değerleri 1.00 ile 0.50 arasında değişmekteydi. Gözlemciler arası uyum en iyi
ICDAS II için bulundu. En düşük sensitivite değerleri radyolojik yöntem için
kaydedildi. Sonuç: Değerlendirilen yöntemler içinde kavitasyon göstermeyen
çürükleri değerlendirme açısından ICDAS II en başarılı bulunmuştur.
Anahtar Kelimeler: Çürük Teşhis
Yöntemleri,ıcdas,diagnodentpen,radyografi,oklüzal Çürük
28 Şubat 2020 Sabah Kiosk2
Bildiri 249
Rejeneratif Endodontik Tedaviler: Olgu Sunumları
285
İdil Özden ¹ , Sare Durmuş, İdil Özden, Hesna Sazak Öveçoğlu
1: Marmara Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
İmmatüre nekrotik daimi dişlerin endodontik tedavileri ile ilgili bu güne
kadar çeşitli tedavi teknikleri ve materyalleri kullanılmıştır. Son yıllarda ise
biyolojik temellere dayanan bir tedavi yöntemi olan ‘Rejeneratif endodontik
tedavi’ler gündeme gelmiştir.Nekrotik genç sürekli dişlerin tedavisinde
uygulanan bu yöntemin ilk amacı hastadaki semptomların kaybolması ve
kemik iyileşmesinin sağlanması, kök gelişiminin devam etmesi ve her zaman
mümkün olmasa da dişin vitalitesinin kazandırılmasıdır. Amaç Bu olgu
sunumlarının amacı devital immatür daimi dişlerde kök gelişiminin devamını
sağlamak amacıyla uygulanan revaskülarizasyon tedavilerinin uzun dönem
başarısını değerlendirmektir. Gereç ve Yöntem Dişler ekstirpe edildikten
sonra kanal dezenfeksiyonu NaOCl ile sağlandı ve seans arası intrakanal
medikamenti olarak CaOH kullanıldı. Periapikal dokularda iritasyon
yapıldıktan sonra pıhtı oluşturuldu. Daha sonra bariyer olarak spongostan
kullanıldı ve MTA ile tıkama sağlandı. Sonuç Hastalara uygulanan tedavilerin
takibi doğrultusunda yapılan postoperatif gözlemde revaskülarizasyon
tedavisinin daimi immatür dişler için konvansiyonel apeksifikasyon
tedavisine bir alternatif olabileceği görülmüştür.
Anahtar Kelimeler: Rejeneratif, Revaskülarizasyon,apeksifikasyon,endodonti
28 Şubat 2020 Sabah Kiosk2
Bildiri 254
Gömülü Kanin Dişlerin Prevalansı Ve Dağılımının Kıbt
İle Değerlendirilmesi
Hicazi Tolunay Ertürk ¹ , Erkan Taner Çelikel, Füsun Yaşar
1: Selçuk Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
Amaç: Maksiller ve mandibuler arkın gelişiminde, estetikte önemli yeri olan
kanin dişlerin gömülü kalması sorun teşkil etmektedir. Özellikle maksiller
kaninlerin maksiller sinüs, nazal kavite yada her ikisiyle olan yakın ilişkileri,
gömülü kanin operasyonlarını oral kavitenin en zor cerrahi işlemlerinden
birisi yapmaktadır. Bu çalışmanın amacı, sınırlı bir Türk popülasyonunda
286
gömülü daimi kanin dişlerin prevalansı ve dağılımını belirlemektir. Gereç ve
Yöntem: Planlanan bu retrospektif çalışmada fakültemize dental muayene
için başvuran 2017-2019 tarihleri arasında alınan 409 kadın 343 erkek
hastadan toplamda 752 konik ışınlı bilgisayarlı tomografi görüntüleri
taranmıştır. Gömülü kanin dişlerin prevalansı ve dağılımı değerlendirilmiştir.
Bulgular:15 ve 65 yaşları arasında karma ve kalıcı dişleri olan 409 kadın 343
erkek toplam 752 muayene hastasından 66 sında (% 8.77) toplam 81
gömülü kanin diş kaydedildi. Gömülü kanin dişlerin çenelere göre
dağılımında maksillada daha yüksek bir prevalans bulundu. Mandibulada
%22 (n = 18) bulunurken, maksillada % 78 (n =63) bulundu. Gömülü kanin
dişlerin bilateral simetriye göre dağılımı bilateral % 18 (n = 12) ve tek taraflı
% 82 (n = 54) olarak görüldü. Sonuç: Gömülü dişlerin erken teşhisi, daimi
dişlerin yanlış yerleşmesini ve uyumsuzluğunu önlemek için önemlidir. Konik
ışınlı bilgisayarlı tomografi gömülü kanin diş vakalarında kesin lokalizasyon,
tedavi planlaması ve cerrahi operasyonlarda istenmeyen sonuçların ortaya
çıkmasını önlemek için çok önemlidir.
Anahtar Kelimeler: Gömülü, Kanin, Maksilla, Mandibula
28 Şubat 2020 Sabah Kiosk2
Bildiri 255
Tek Taraflı Kama Lateral Vakasının Direkt Kompozit
İle Estetik Restorasyonu: Bir Olgu Sunumu
Özge Usta ¹ , Sezer Demirbuğa
1: Erciyes Üniversitesi Diş Hekimliği
Diş şekil bozukluklarından kama lateral, tek taraflı veya çift taraflı olarak
ortaya çıkabilen otozomal dominant bir bozukluktur. Etkilenen dişlerin
boyutu genellikle normalden küçük izlenir. Bu anomali hastalarda estetik
kaygı oluşturabilir. Tedavisinde kompozit veya porselen veneer
restorasyonlar uygulanabilir ve böylelikle estetik ve fonksiyonel olarak ideal
bir oral durum ve hasta memnuniyeti sağlanabilir. Kliniğimize tek taraflı
kama lateral kaynaklı estetik kaygı ile başvuran 24 yaşında, herhangi bir
sistemik rahatsızlığı bulunmayan ve sigara kullanmayan kadın hastanın
yapılan muayenesi sonucunda direkt kompozit restorasyon için uygun
287
endikasyona sahip olduğu belirlenmiştir. Dişlerin restorasyonundan önce
buton tekniği ile A2 dentin, A2 body, A3 body, A1 mine renkleri (3M ESPE,
St.Paul, MN, ABD) uygun renkler olarak seçilmiştir. Direkt kompozit
restorasyon inkremental teknikle dişlere uygulanmıştır.Bitirme ve polisaj
işlemleri için 3M Espe Softlex Diskler (3M ESPE, St.Paul, MN, ABD) ve Clearfil
Twist Dia (Kuraray, Tokyo,Japonya ) kullanılmıştır.Sonuç olarak, şekil
bozukluklarından kama lateralin direkt kompozit restorasyon uygulanarak
etkin bir şekilde tedavi edilebileceği ve estetik olarak hasta memnuniyetinin
sağlanabileceği yapılan olguda belirlenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Kama Lateral, Kompozit Rezin, Kompozit Veneer, Estetik
28 Şubat 2020 Sabah Kiosk2
Bildiri 257
Tip ı Dens İnvaginatuslu Dişte Endodontik Tedavi:
Olgu Raporu
Ayfer Burcu Aytar ¹ , Ayfer Burcu Aytar, Mehmet Bani
1: Gazi Üniversitesidiş Hekimliği Fakültesi
Amaç: Dens invaginatus; diş gelişimi sırasında mine organının dental
papillaya doğru kıvrılmasıyla oluşan, nadir görülen gelişimsel bir anomalidir.
Genellikle üst çene daimi lateral kesicilerde görülmektedir. Dens invaginatus,
Oehlers’e göre penetrasyon derinliği ve periapikal doku ya da periodontal
ligament ile ilişkilerine bağlı olarak sınıflandırılmaktadır. Bu olgu sunumunda
üst sol lateral kesici dişte izlenen Tip I dens invaginatus’un tanısı, tedavisi ve
takibi anlatılmaktadır. Olgu Raporu: 13 yaşındaki kız hasta sol üst lateral
kesici dişin dişeti bölgesinde bir hafta önce oluşan ağrısız şişlik nedeniyle
kliniğimize başvurdu. Hastadan alınan anamnezde herhangi bir sistemik
hastalığının olmadığı öğrenildi. Klinik muayenede 22 numaralı dişin kron
yapısında farklılık gözlendi. Radyografik muayenede alınan periapikal ve
panoramik radyograflar sonucunda dişte dens invaginatus olduğu ve kök
ucunda lezyon varlığı görüldü. Elektrikli pulpa testi sonucu dişin devital
olduğu belirlendi. Kök ucu lezyonu boyutu ve dens invaginatus tipi için
bölgesel bilgisayarlı tomografi alındı. Oehlers sınıflamasına göre Tip I dens
invaginatus ve ilgili dişin apikalinde uniloküler radyolusent lezyon saptandı.
288
Dens invaginatus olan kanalın kalsiyum silikat bazlı bir materyalle
kapatılmasına (Biodentine-Septodont) ve ana kanalın kök kanal tedavisi
yapılmasına karar verildi. Kök kanallarının dezenfeksiyonu için 4 hafta
kalsiyum hidroksit (Imical-Imicryl) ile bekletildi. Diş asemptomatik
olduğunda ana kanal gutta parka ile dens invaginatus olan kanal ise
Biodentine (Septodont) ile dolduruldu. 6. ay klinik ve radyografik
takiplerinde dişin asemptomatik olduğu ve periapikal lezyonun iyileştiği
gözlendi. Sonuç: Dens invaginatus görülen dişlerin tanısı klinik muayeneden
ziyade, radyografik muayene sonucunda konulmaktadır. Bu tür olgularda
İnvaginatus tipi ve lezyon boyutunun teşhisi için bilgisayarlı tomografi
önerilmektedir. İnvaginatuslu dişlerin kök-kanal tedavisinde biyouyumlu ve
sızdırmaz materyaller tercih edilmektedir. Bu olguda invaginatus olan
kanalda Biodentine ön bölgedeki dişlerde renklenme yapmaması nedeniyle
kullanılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Dens İnvaginatus, Bilgisayarlı Tomografi, Biodentine
28 Şubat 2020 Sabah Kiosk2
Bildiri 262
Bruksizm Şikayetiyle Başvuran Hastada Unilateral
Masseter Hipertrofisinin Manyetik Rezonans
Görüntüleme İle İncelenmesi
Emine Dilara Colpak ¹ , Damla Soydan Çabuk
1: Alanya Ağız Ve Diş Sağlığı Merkezi
Bruksizm, diş hekimliği, psikiyatri ve nöroloji alanını ortak olarak ilgilendiren
yaygın bir sendromdur. Asemptomatik olarak izlendiği gibi masseter kasında
bilateral ya da unilateral olarak hipertrofiye sebep olabilir. Ağrının yanı sıra
yüzde asimetriye sebep olarak hastaya estetik olarak rahatsızlık verebilir. 35
yaşındaki kadın hasta diş gıcırdatma ve yüzde asimetri sebebiyle kliniğimize
başvurdu. Daha önce dış merkezde elde edilen temporomandibular eklem
manyetik rezonans görüntüleme (MRG) kayıtları incelendiğinde, T1-ağırlıklı
görüntülerde sağ masseter kasta hipertrofi izlendi. Sol masseter kas
anatomik incelemede normal olarak izlendi. Sağ masseter kas kalınlığı, sol
masseter kasa göre 4 mm artmış olarak izlendi. T2- ağırlıklı görüntüler
289
incelendiğinde bilateral masseter kasta patolojik başka bir durum tespit
edilmedi. MRG, yumuşak dokuların değerlendirilmesinde altın standart
olarak kabul edilir. Fasiyal asimetri vakalarında, parafonksiyondan
şüphelenildiğinde kas dokusu kalınlığının değerlendirilmesi uygun tedavi
protokolünün ( masseter botoks uygulamaları) planlanması için önemlidir.
Non-invaziv olan ve iyonize radyasyon içermeyen MRG ve ultrason gibi
görüntüleme yöntemleri fasiyal asimetri etiyolojisinin belirlenmesinde tercih
edilebilir.
Anahtar Kelimeler: Masseter Kas, Manyetik Rezonans Görüntüleme, Fasiyal
Asimetri, Bruksizm
28 Şubat 2020 Sabah Kiosk3
Bildiri 263
Koronale Kaydırılan Flep Ve Bağ Doku Grefti İle Dişeti
Çekilmesinin Tedavisi
Esra Bozkurt ¹ , Esra Bozkurt , Mustafa Özay Uslu
1: İnönü Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
Amaç: İnce dişeti fenotipine sahip olan bireylerde dişeti çekilmeleri kalın
fenotipe sahip olan bireylere göre daha olasıdır. Dişeti çekilmelerinin
tedavilerinde birçok cerrahi yöntem kullanılmaktadır. Bu olgu raporunda,
ince dişeti fenotipine sahip hastadaki dişeti çekilmesini bağ doku grefti
kullanılarak ve koronale kaydırılan flep tekniği ile tedavisini sunulmaktadır.
Gereç-Yöntem: Yirmi beş yaşında kadın hasta dişeti çekilme şikâyetiyle
kliniğimize başvurdu. Yapılan ağız içi muayenede sağ alt kesici dişlerde
Miller sınıf 1 dişeti çekilmesi ve hastanın alt çene anterior bölgesinin ince
dişeti fenotipine sahip olduğu tespit edildi. Başlangıç periodontal tedavinin
ardından, dişeti çekilmesini tadavi etmek ve ince olan dişeti fenotipi
kalınlaştırmak için mandibular anterior bölgede koronale kaydırılan flep ile
birlikte bağ doku grefti operasyonu planlandı. Sağ üst palatinal bölgeden
alınarak deepitelize edilmesi suretiyle hazırlanan bağ dokusu grefti alıcı
bölgeye 6-0 rezorbe sütur kullanılarak sabitlendi. Flep, koronale kaydırılarak
5-0 sütur kullanılarak operasyon tamamlandı. Periodontal pat ile iyileşmeye
bırakıldı. Onuncu günün ardından, dikişler ve periodontal pat çıkarıldı.
290
Bulgular: Hastanın birinci, üçüncü ve altıncı aylarda klinik kontrolleri yapıldı.
Ameliyat sonrası iyileşme sorunsuz gerçekleşti. Sağ alt kesici dişlerde kök
yüzeyinin tamamen kapandığı gözlemlendi. 6.ayda yapılan ölçümde dişeti
kalınlığının ortalama 1.6 mm olarak ölçüldü. Sonuç: Bağ dokusu grefti
kullanılarak koronale kaydırılan flep, yumuşak doku kalınlığının artırılması ve
keratinize doku kazanımı da elde ederek dişeti çekilmelerinin tedavisinde
başarıyla kullanılabilir.
Anahtar Kelimeler: Bağ Doku Grefti, Dişeti Çekilmesi, Dişeti Fenotipi,
Koronale Kaydırılan Flep
28 Şubat 2020 Sabah Kiosk3
Bildiri 266
Adolesan Bir Hastada Endodontik Olarak Yenilenen
Kök Kanal Tedavili Dişlerin Multidisipliner Yaklaşım
İle Rehabilitasyonu: Bir Olgu Sunumu
Alper Kaptan ¹ , Alper Kaptan, Arife Kaptan
1: Cumhuriyet Üniversitesi
Amaç: Genç hastalarda özellikle ön bölgedeki diş dokusu kaybının psikolojik
etkileri nedeniyle en uygun tedavi seçeneği tercih edilmelidir. Uygulanacak
olan restoratif tedaviyle fonksiyon ve estetik yeniden sağlanmalı, kalan diş
yapısı ve dişi çevreleyen dokular hem biyolojik hem de mekanik açıdan
korunmalıdır. Bu vaka raporunda, üst çene anterior dişlerinde ağrı,
hassasiyet ve renk değişikliği bulunan adolesan bir hastanın dişlerindeki
multidisipliner estetik rehabilitasyonu anlatılmaktadır. Olgu sunumu: 15
yaşındaki bayan hasta üst çene kesici dişlerindeki ağrı, hassasiyet ve renk
değişikliği sebebiyle kliniğimize başvurdu. Yapılan intraoral muayenede, üst
çene kesici dişlerinde taşkın kompozit restorasyonlar, sekonder çürükler ve
dişlerde renk değişikliği tespit edildi. Radyografik muayenede ise 12, 11, ve
21 numaralı dişlerde kök kanal tedavisi bulunduğu ve bu dişler ve 22
numaralı dişin periapikal bölgelerinde radyolusent lezyonların olduğu tespit
edildi. 12, 11, ve 21 numaralı dişlerin kök kanal tedavisi yenilendi. 22
numaralı dişe kök kanal tedavisi uygulandı. Eski kök kanal tedavisi sırasında
kullanılan kanal patına bağlı oluşabileceği düşünülen renklenmeler
291
intrakoronal beyazlatma ajanı kullanılarak giderildi. Tüm dişler, estetik
kompozit rezin uygulaması ile restore edildi. Sonuç: Tedavi sonrasında
restorasyonların marjinal adaptasyon ve gingival uyumlarının çok iyi olduğu
gözlendi. Tedavi sonucu hem hasta hem de hekim için memnuniyet
vericiydi. Klinisyenlerin adolesan bireylerin tedavi planlanmalarında
multidisipliner yaklaşımı klinik başarıyı artıracaktır. Aanahtar kelimeler: Kök
Kanal Tedavisi, Multidisipliner Tedavi, Kompozit rezin, Beyazlatma
Anahtar Kelimeler: Kök Kanal Tedavisi, Multidisipliner Tedavi, Kompozit
Rezin, Beyazlatma
28 Şubat 2020 Sabah Kiosk3
Bildiri 271
Postoperatif Komplikasyonları Önlemede Bukkal
Veya Sublingual Steroid Enjeksiyonu Pilot Çalışma
Nilay Er ¹ , Gamze Tanan
1: Trakya Üniversitesi, Diş Hekimliği Fakültesi
Amaç: Gömülü yirmi yaş cerrahisi sonrası ağrı ve ödem oluşmasını
engellemek için lokal veya sistemik steroid uygulaması iyi bilinen ve sık
uygulanan bir işlem olmakla birlikte, cerrahi bölgesindeki sublingual
mukozaya enjeksiyon yapılması güncel ve üzerinde az sayıda çalışma olan
bir yöntemdir. Bu araştırmanın amacı gömülü yirmi yaş dişi cerrahisi sonrası
gelişen ağrı ve ödemi azaltmak amacıyla operasyon bölgesine yapılan lokal
steroid enjeksiyonu uygulamasında, bukkal veya sublingual mukoza
seçildiğinde fark görülüp görülmediğini ortaya çıkarmaktır. Gereç ve
Yöntem: Bu pilot çalışma her biri sistemik olarak sağlıklı 10 adet hasta içeren
2 gruptan oluşmaktadır. Bir grupta tüm gömülü yirmi yaş dişi çekimlerinden
sonra operasyon bölgesindeki bukkal mukozaya, diğer grupta ise sublingual
mukozaya eşit dozlarda steroid enjeksiyonu (8 mg deksametazon)
uygulanmıştır. Çalışmanın standardizasyonu açısından tüm hastalarda tam
kemik retansiyonlu ve mezioanguler açılı mandibular gömülü sol üçüncü
molar dişler, aynı hekim tarafından aynı çekim yöntemi ile çekilmiştir.
Postoperatif ödemi değerlendirmek için diş çekim öncesinde katılımcıların
maksimum ağız açıklığı, lateral kantus-angulus mandibula ve tragus-ağız
292
köşesi mesafe ölçümleri yapılmış ve bu ölçümler postoperatif 2. ve 7.
günlerde operasyonu yapmayan başka bir hekim tarafından tekrarlanmıştır.
Ayrıca hastalara operasyon günü, 2. ve 7. günler değerlendirilecek şekilde
VAS skorlama tablosu verilmiştir. Sonuçlar istatistiksel olarak
değerlendirilmiş ve yorumlanmıştır. Bulgular: İkinci ve yedinci günlerde
yapılan max ağız açıklığı, tragus-ağız köşesi ve gonion-lateral kantus ölçümü
ortalama değerleri ile VAS ortanca değerleri enjeksiyon bölgesine göre
farklılık göstermemektedir (p>0,05). Sonuç: Bu çalışmanın sonuçları iki
enjeksiyon yöntemi arasında postoperatif ağrı ve şişliğin önlenmesinde
istatististiksel olarak anlamlı bir fark bulunmadığını ortaya çıkarmıştır. Ancak
bu çalışma güncel sublingual mukoza enjeksiyonunun etkinliğini kıyaslayan
pilot bir çalışmadır. Daha yüksek hasta grupları ile ileriye dönük ve sistemik
streoid enjeksiyonu ile de karşılaştırmalı çalışmalar önerilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Ağrı, Steroid, Gömülü Yirmi Yaş, Ödem
28 Şubat 2020 Sabah Kiosk3
Bildiri 277
Anterior Diş Eksikliği Ve Kret Rezorpsiyonunda
Protetik Rehabilitasyon: Olgu Sunumu
Kübra Aybüke Aydemir ¹ , Gökçe Ünsal, K. Aybüke Aydemir, Filiz Aykent
1: Ankara Yıldırım Beyazıt Üniveristesi
GİRİŞ: Hassas tutuculu hareketli bölümlü protezler estetik bölgede, kuvvet
dağılımlarının yeniden düzenlenmesi, yumuşak doku travmalarının ve
rotasyonel kuvvetlerin elimine edilmesi için tercih edilen protez türüdür. Bu
olgu sunumu, anterior bölgede şiddetli kemik kaybı bulunan dişsiz alanın
hassas tutuculu hareketli bölümlü protez ile tedavi edilerek estetik ve
fonksiyonel özelliklerin yeniden kazandırılmasını göstermektedir. OLGU
RAPORU: 27 yaşındaki kadın hasta üst çene anterior dişlerindeki
restorasyonların estetik olmayan görünümü ve dayanak dişlerin sallanması
şikayetiyle kliniğimize başvurdu. Klinik muayenede 21 numaralı dişin eksik
olduğu, dayanak dişlerde şiddetli lüksasyon varlığı ve restorasyonların kole
bölgelerinde açıklık olduğu tespit edildi. Hastanın radyolojik incelemesinde
11,12 ve 22 numaralı dişlerde kronik apikal periodontitis ile birlikte şiddetli
293
kemik kaybı olduğu belirlendi. Alınan anamnezden hastanın ailesinde de
erken yaşta diş kayıpları olduğu öğrenildi ve hastaya ait herhangi bir
sistemik rahatsızlık kaydedilmedi. Periodontoloji AD konsültasyonu
sonucunda hastaya agresif periodontitis tanısı konuldu, anterior dişlerin
çekimine karar verildi. Hastanın profilden görüntüsünde, anterior bölgedeki
şiddetli vertikal ve horizontal kemik kaybıyla birlikte kret konkav bir
görünüm almış ve üst dudak çökmüştür. Metal destekli veneer kron yapımı
kron boylarının uzunluğundan dolayı hem estetik hem de mekanik
dezavantajları nedeniyle tercih edilmedi. Gerek dudak desteğinin sağlanması
gerek ise dayanak dişlere gelen kuvvetin yıkıcı etkisinin azaltılması amacıyla
hastaya hassas tutuculu hareketli bölümlü protez yapılmasına karar verildi.
Bu sebeple 13,14,23 ve 24 numaralı dişlere ideal kron/kök oranının
sağlanması için kanal tedavisi yapıldı. Ardından çekimi yapılan anterior dişler
ise hassas tutuculu hareketli bölümlü protez ile rehabilite edildi, hastanın
dudak dolgunluğu arttırıldı, profil görüntüsü normale döndü ve estetik
parametreler sağlandı. SONUÇ: Şiddetli kemik kaybı ile görülen diş
eksikliklerinde kemik konturu kaybının şiddetine göre alternatif tedavi
seçenekleri bulunmaktadır. Anterior bölgede şiddetli horizontal ve vertikal
kemik kaybının bulunduğu vakalarda hassas tutuculu hareketli bölümlü
protez, mekanik, fonksiyonel ve estetik açıdan tercih edilebilecek bir tedavi
seçeneğidir.
Anahtar Kelimeler: Hassas Tutuculu Hareketli Bölümlü Protez, Agresif
Periodontitis, Estetik
28 Şubat 2020 Sabah Kiosk4
Bildiri 285
Artmış Overjetin Fonksiyonel Çene Ortopedisi
Apareyi İle Tedavisi
Gülsüm Duruk , Sibel Akküç, Gülsüm Duruk
Amaç: Bu vaka raporunda, ileri düzey overjet problemine sahip ve protruziv
bir üst dudak görünümünün eşlik ettiği hastanın hareketli fonksiyonel çene
apareyi ile tedavisi sunulmuştur. Olgu: Fakültemiz pedodonti anabilim dalına
başvuran 9 yaşında karma dişlenmeye sahip, sistemik olarak sağlıklı kız
294
hastada ileri düzeyde artmış overjete bağlı (10 mm) dudakları kapatamama
tespit edildi. Hastanın klinik muayenesi yapıldı, lateral sefalometrik,
panoromik filmleri ve ağız içi-ağız dışı fotoğrafları alındı. Yapılan
değerlendirmelerde; dolikofasial yüz tipinin, protruziv üst dudak
görünümünün eşlik ettiği, dişsel sınıf 1 malokluzyon olduğu belirlendi.
Maksiller gelişim fazlalığı ile birlikte mandibular gelişim yetersizliği, artmış
overjet, protrüziv üst keserler tespit edildi. Hastanın alt çene büyüme ve
gelişimini artırmak ve üst keserleri geriye alarak overjeti azaltmak amacıyla
ekspansiyon vidası içeren alt-üst hareketli fonksiyonel bir çene ortopedisi
apareyi planlandı. Hasta 1’er ay aralıklarla takip edildi. Ekspansiyon vidası
toplam 4 tur açtırıldı. 1 yıllık takipleri sonucunda ideal overjet-overbite ilişki
sağlandı. Hastanın protruziv üst dudak görünümü normal ilişkiye getirildi.
Karma dentisyondan daimi dentisyona geçiş süreci boyunca hastanın
takiplerine devam edildi. Sonuç: Sunulan bu vakada; karma dişlenme
döneminde, ileri düzey overjeti olan hastanın fonksiyonel bir çene ortopedisi
apereyi ile büyüme ve gelişimi yönlendirilerek overjeti normal seviyelere
getirilmiştir. Ortodontik tedavi ihtiyacı olan çocuklarda erken dönemde tanı
önemli olup, çocuk diş hekimleri koruyucu ortodontik apareylerle bazı
tedavilerin mümkün olduğunu bilmeli ve olumsuz durumun daha da
şiddetlenmemesi için gerekli tedbirlerin alınabileceği konusunda farkındalığı
yüksek olmalıdır.
Anahtar Kelimeler: Fonksiyonel Çene Ortopedisi, Artmış Overjet Tedavisi,
Büyüme Ve Gelişimi Yönlendirme
28 Şubat 2020 Sabah Kiosk4
Bildiri 287
Epidermolizis Bullosa'nın Oral Bulguları: Vaka Raporu
Damla Soydan ¹ ,
1: Erciyes Üniversitesi
Epidermolizis bullosa (EB), alt tiplerine göre oral kavitede sert ve yumuşak
dokuları etkileyebilen bir hastalıktır. Mukozada ve ciltte farklı derinliklerde
doku ayrılması sebebiyle bül oluşumuyla karakterizedir. Bu vaka raporunda
kliniğimize başvuran bir kadın hastada EB'nin ağız bulguları anlatılmaktadır.
295
34 yaşındaki kadın hasta diş çürükleri ve ağız açmada kısıtlılık şikayetiyle
kliniğimize başvurdu. Hastada EB'nin keratodermaya sebep olması ve
mikrostomi nedeniyle ağız açıklığı oldukça kısıtlıydı. Ağız içi muayenede
dilde ve oral kavitede bül oluşumuyla karakterize lezyonlar izlendi.
Radyolojik incelemede, panoramik radyografide yaygın diş çürükleri ve ileri
periodontal kayıplar tespit edildi. Hastanın ağız hijyeninin iyileştirilmesi için
önerilerde bulunuldu. Küçük başlı bir diş fırçası ve ağız gargarası önerildi.
Hastanın tedavilerinin hassas ağız mukozasına zarar vermemesi için tedavi
planlaması öncesi dermatoloji uzmanına konsülte edildi. Hasta ağız açıklığını
koruyamaması ve gag refleksi nedeniyle sedasyon altında dental
tedavilerinin yapılması için anestezi uzmanına yönlendirildi. EB hastalarında
hastalar tarafından yüksek karbonhidratlı yumuşak bir diyet
uygulandığından çürük sıklığı ve şiddetinin arttığı düşünülmektedir. Ağız
açıklığının kısıtlı olması, oral hijyen uygulamalarının yeterli
gerçekleştirilememesi, el ve ayaklardaki deformiteler sebebiyle
manipülasyon yeteneğinin düşük olması da ağız hijyenini daha kötü hale
getirmektedir. EB hastaları yüksek çürük riskine sahip olduğundan 3-6 ayda
bir dental açıdan değerlendirilmeleri gerekmektedir.
Anahtar Kelimeler: Epidermolizis Bullosa, Oral Diagnoz, Dermatoloji
28 Şubat 2020 Sabah Kiosk4
Bildiri 299
Avülse Dişin Fiber Destekli Yer Tutucuya İlave
Edilerek Rehabilitasyonu
Burcu Yağmur ¹ , Şadiye İşbilir, Burcu Yağmur, Zülfikar Zahit Çiftçi
1: Akdeniz Üniversitesi
Travmatik yaralanma sonrasında dişin alveoler soketten tamamen çıkmasına
avulsiyon, dişin tekrar yerine yerleştirilmesine replantasyon adı
verilmektedir. Replante edilmiş dişin prognozu birkaç faktöre bağlıdır, en
önemli faktör dişin ağız dışında kalma süresi ve saklandığı ortamdır.
Avülsiyon yaralanmalarında vakanın durumuna göre replantasyon tedavisi
veya yer tutucu seçeneği tercih edilmektedir. Bu olgu raporunda, travmaya
bağlı olarak avülse olan dişin yerine, hastanın kendi dişinin kronu
296
kullanılarak fiber destekli sabit yer tutucu ile rehabilitasyonunun hastada ve
ebeveynde yarattığı memnuniyetin sunulması amaçlanmaktadır. Bulgular:
Travmadan 24 saat sonra kliniğimize başvuran 11 yaşındaki bir erkek
hastanın, klinik ve radyolojik muayenesi sonucu 11 nolu dişinin avülse
olduğu, komşu dişlerinin sağlıklı olduğu ve ebeveynin dişi kuru bir ortamda
getirdiği görülmüştür. Ebeveyne geç replantasyon tedavisi, sonuçları ve
oluşabilecek olası komplikasyonları hakkında bilgi verilmiştir. Ebeveynin
onayı alınarak hastaya avülse dişinin yerine, hastanın avülse dişinin kronu
kullanılarak fiberle güçlendirilmiş sabit yer tutucu yapılmıştır. Sonuç:
Hastanın kendi dişi kullanılarak yapılan fiberle güçlendirilmiş sabit yer
tutucunun, hasta ve ailesi üzerinde olumlu psikolojik etkiler oluşturduğu
tespit edilmiştir. Hastanın büyüme ve gelişimi dönemi tamamlanıp, imlant ve
protetik rehabilitasyon yaşı gelinceye kadar, düzenli kontrollerle takibinin
yapılması planlanmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Avülsiyon, Kendi Dişiyle Restorasyon, Fiberle
Güçlendirilmiş Sabit Yer Tutucu
28 Şubat 2020 Sabah Kiosk4
Bildiri 300
Temporomandibular Eklem Bozuklukları İle Kan
Değerleri Arasındaki İlişkinin Değerlendirilmesi
Canay Yilmazasan ¹ , Fatma Doğruel
1: Erciyes Üniversitesi
Amaç: Temporomandibular eklem (TME) bozuklukları, çene eklemine ait
kemik yapılar ile beraber çevre yumuşak dokuları da ilgilendiren ve çiğneme
kaslarında ağrı, TME’de ses ve çene hareketlerinde kısıtlılık ile kendini
gösteren yaygın bir durumdur. Bu çalışmanın amacı TME’de ağrı ve ses
şikayeti olan,klinik ve radyolojik muayene ile redüksiyonlu anterior disk
deplasmanı tanısı alan hastaların kan değerlerinin, klinik bulgular ile
ilişkisinin değerlendirilmesidir. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya herhangi bir
romatolojik hastalığı olmayan toplam 17 hasta dahil edilmiş olup, hastaların
hepsi aynı hekim tarafından muayene edildi. Hastaların VAS (Visual Analog
Skala) değerleri, TME’de lokalize ağrı varlığı, çiğneme kaslarında ağrı varlığı
297
ile maksimum ağız açıklıkları kaydedildi. Hastaların ferritin,folik asit, vitamin
B12, vitamin D, serum kalsiyum seviyeleri ile birlikte beyaz küre, nötrofil,
lenfosit sayıları ve nötrofil-lenfosit oranları (NLO) da değerlendirildi. P<0,05
düzeyi anlamlı kabul edildi. Bulgular: Çalışmaya dahil olan hastaların
ortalama VAS değeri 7 (min:2, Maks: 9) ve ortalama maksimum ağız açıklığı
43±5,08 mm olarak ölçüldü. Hastaların hepsinde çiğneme kaslarında ağrı
şikayeti olup, 14 hastada çiğneme kasları ile birlikte TME’de palpasyonda
ağrı olduğu belirlendi. Hastaların ortalama nötrofil, lenfosit, beyaz küre,
NLO, folik asit, vitamin D, kalsiyum seviyeleri ile VAS değerleri arasında
istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunamadı (p>0,05). Bununla birlikte
ferritin ve vitamin B12 seviyelerinin,VAS değeri ile arasındaki ilişki
istatistiksel olarak anlamlıydı (p=0,043,p=0,036). Maksimum ağız açıklığı ve
kan değerleri arasındaki korrelasyon değerlendirildiğinde, anlamlı bir ilişki
gözlenmedi (p>0,05). Sonuç: TME’nin internal düzensizliklerinin en önemli
klinik bulguları çiğneme kaslarında ve TME bölgesinde lokalize ağrıdır. Kas
ve iskelet sistemi ağrılarında vitamin eksikliğinin ve enflamatuar hücrelerin
etkili olduğu düşünülmektedir. Bu çalışmanın sonucunda ferritin ve vitamin
B12 eksikliği olan hastaların VAS değerlerinin daha yüksek olduğu tespit
edilmiştir. Bu nedenle ağrının eşlik ettiği TME bozukluklarında, TME’ye
yönelik tedavilerin yanı sıra, hastalar demir eksikliği ve vitamin eksikliği
yönünden de değerlendirilmelidir
Anahtar Kelimeler:
28 Şubat 2020 Sabah Kiosk4
Bildiri 303
Şiddetli Bruksizmle Başvuran Hastanın Manyetik
Rezonans Görüntüleme İle Değerlendirilmesi: Olgu
Sunumu
Eren Öztürk ¹ , Damla Soydan Çabuk
1: Erciyes Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
Bruksizm, diş gıcırdatma veya diş sıkma ile karakterize parafonksiyonel çene
hareketlerinin neden olduğu ve oldukça fazla görülen bir rahatsızlıktır. Bu
raporda, şiddetli bruksizm ve temporomandibular eklem (TME)
298
disfonksiyonuyla başvuran 16 yaşında bir kadın hastanın manyetik rezonans
görüntüleme (MRG) ile değerlendirme bulguları sunulmuştur. 16 yaşındaki
kadın hasta, şiddetli dış gıcırdatma ve TME ağrısı şikayetiyle Ağız Diş ve
Çene Radyolojisi kliniğine başvurdu. Ağız içi muayenede dişlerde çok hafif
aşınma belirtileri izlendi. TME muayenesinde, ağız açma esnasında
deviasyon, bilateral krepitasyon sesi, masseter ve lateral pterygoid kaslarda
palpasyonda hassasiyet belirlendi. Hasta velisinden, hastanın sınav
döneminden dolayı yüksek emosyonel stres altında olduğu öğrenildi.
Ayrıntılı tetkik için MRG değerlendirmesi istendi. 1.5 Tesla cihaz ile alınan
MRG değerlendirilmesinde, oblik-sagittal kesitler kapalı ağız, açık ağız ve
yarı açık ağız poziyonunda incelendi. T1-ağırlıklı görüntülerde bilateral
artiküler disk katlanmış formda ve dejenere olarak izlendi. T2-ağırlıklı
görüntülerde bilateral eklem aralığında orta seviyede efüzyon tespit edildi.
Dinamik T2-ağırlıklı görüntüler incelenerek bilateral redüksiyonsuz disk
deplasmanı olduğu belirlendi. Lateral pterygoid kas ve çevre yapılar normal
izlendi. Masseter kas hipertrofik olarak gözlemlendi. Hasta Ağız Diş ve Çene
Cerrahisi ve Protetik Diş Tedavisi bölümlerine konsülte edildi.Protetik diş
tedavisi bölümünde hasta muayene edildi ve sentrik ilişki splinti kullanılması
önerildi. Hastanın parafonksiyonel alışkanlık etiyolojisinin çözümlenmesi için
Psikiyatri bölümünden de konsültasyon izlendi. Bruksizm, multifaktöriyel
etiyolojiye sahiptir ve kadınlarda daha sık görülür. TME disfonksiyonuna
sebep olabilir. Uygun radyolojik değerlendirmelerle klinik tanı
güçlendirilmelidir. Multidisipliner yaklaşımla hastanın semptomatik
tedavisinin yanında etiyolojik sebeplerin ortadan kaldırılması esastır.
Anahtar Kelimeler: Temporomandibular Eklem, Manyetik Rezonans
Görüntüleme, Bruksizm
28 Şubat 2020 Öğleden Sonra Kiosk1
Bildiri 304
Maksiller Anterior Bölgede Bağ Doku Grefti
Kullanılarak Yapılan Kret Ogmentasyonu: İki Vaka
Raporu
299
Birsen Korkmaz ¹ , Birsen Korkmaz, Rahmi Korkmaztürk, Umut Balli
1: Bülent Ecevit Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
Amaç: Alveol kret defektleri; diş çekimi, periodontal hastalıklar veya implant
kayıpları gibi nedenlerle dişsiz alveol krette meydana gelen sert ve yumuşak
doku kayıplarıdır. Bu kayıplara bağlı olarak estetik ve fonksiyonel problemler
ortaya çıkabilmektedir. Alveol kret defektlerinin hem sert, hem yumuşak
doku greftleri, hem de her ikisinin kombinasyonu ile ogmentasyonu
mümkün iken, dental implant uygulaması planlanmayan olgularda
defektlerin tedavisi yumuşak doku greftlerinin tek başına kullanımı ile
mümkün olabilmektedir. Bu vaka raporunda iki hastada diş çekimi nedeniyle
meydana gelmiş alveol kret defektlerinin bağ doku grefti kullanılarak yapılan
tedavisini sunmak amaçlandı. Yöntem: 38 ve 43 yaşlarında santral ve lateral
diş eksikliklerine bağlı sabit protetik restorasyon planlanan iki hasta, bukkal
bölgede gözlenen alveol kret defekti kaynaklı estetik şikayetleri nedeniyle
kliniğimize yönlendirildi. Klinik ve radyolojik muayenede hem sert hem
yumuşak dokuda vertikal ve horizontal yönde kayıplar tespit edildi. İmplant
destekli sabit protetik restorasyon istemeyen bu hastalarda alveol kret
defektlerinin bağ doku grefti kullanılarak ogmentasyonu yapıldı. Bulgular:
Her iki vakada da operasyon sonrası iyileşme döneminde herhangi bir
komplikasyon gözlenmedi. Alveol krette hem vertikal hem de horizontal
yönde yumuşak doku kazanımı olduğu görüldü. Sonuç: Üst çene estetik
bölge diş eksikliklerine bağlı sert ve yumuşak doku defektlerinin
ogmentasyonunda sert doku cerrahisi istemeyen hastalarda bağ doku grefti
kullanımı olumlu sonuçlar verebilir.
Anahtar Kelimeler: Kret Defektleri, Bağ Doku Grefti, Yumuşak Doku
Ogmentasyonu
26 Şubat 2020 Öğleden Sonra Kiosk1
Bildiri 305
Evre 4 Derece B (agresif) Periodontitisli Bir Hastada
Periodontal Tedavi
Özlem Fentoglu ¹ , İlkay Yaman, Özlem Fentoğlu
1: Suleyman Demı̇rel Unı̇versı̇ty, Faculty
300
Giriş: Periodontitis konak cevabındaki değişikliklerle ortaya çıkan
inflamatuvar bir hastalık olup tedavisi inflamasyonun kontrolü esasına
dayanmaktadır. Son Avrupa Periodontoloji Akademisi (EPA) raporunda
kronik periodontitisin şiddetli formu olarak tanımlanan agresif periodontitis
tedavisinde konvansiyonel tedaviye ek olarak antibiyotik kombinasyonu
yaygın bir yaklaşımdır. Bu raporda kronik periodontitis-dördüncü evredeki
bir hastada cerrahi olmayan periodontal tedaviye destek olarak uygulanan
azitromisin tedavisinin kısa süreli klinik periodontal etkileri rapor edilmiştir.
Olgu: Kliniğimize dişlerinde sallanma ve kanama şikayetleriyle başvuran 26
yaşındaki sistemik sağlıklı erkek hastaya evre 4 derece B periodontitis tanısı
kondu. Cerrahi olmayan periodontal tedaviye destek olarak uygulanan
azitromisin tedavisi sonucunda (supragingival eklentilerin uzaklaştırılması ve
oral hijyen motivasyonunu takiben 3 günlük 500 mg/kg doz uygulaması
sürecinde tüm ağız diş yüzeyi temizliği ve kök yüzeyi düzleştirilmesi 2
seansta yapıldı) plak indeksi, gingival indeks, sondlama cep derinliği,
sondlamada kanama yüzdesi ve klinik ataçman seviyesini içeren klinik
periodontal parametrelerde başlangıca göre azalma gözlendi. Tartışma ve
Sonuç: Periodontal hastalık sınıflamasına ilişkin tanımlamalar değişse de, son
EPA raporunda kaldırılan agresif periodontitis terimi periodontitis ile ilişkili
bakteriyeminin her iki hastalık patogenezi ve tedavilerine yönelik stratejilerin
ortak olduğuna dair güçlü kanıtlar sunmaktadır. Ortadan şiddetliye bir
periodontitiste ülsere cep epiteli ile temasta olan bağ dokusu yüzeyinin
neredeyse avuç içi kadar bir alana ulaştığı dikkate alındığında bakteriyemi
riski kaçınılmaz görünmektedir. Bu olgu raporunda periodontal tedaviye
destek olarak azitromisin kullanılmıştır. Düşük dozda azitromisin yüksek
serum konsantrasyonu ve nötrofillerin fagositik aktiviteleri sırasında ortama
salınması gibi özellikleriyle periodontitis tedavisinde altın standart olarak
görülmektedir. Azitromisinin metronidazol-amoksisilin konbinasyonuna
göre klinik ve mikrobiyolojik üstünlüğünü rapor eden çalışmalar bulunmakla
birlikte, yeni sınıflandırmaya göre oluşturulacak çalışma popülasyonlarında
yürütülecek kontrollü klinik çalışmalar periodontal hastalığın inflamatuvar
kontrolüne yönelik net protokollerin belirlenmesi bakımından önemli
olabilecektir.
Anahtar Kelimeler: Periodontitis, Şiddetli Periodontitis, Agresif Periodontitis,
Periodontal Tedavi, Azitromisin
28 Şubat 2020 Öğleden Sonra Kiosk1
301
Bildiri 309
Karışık Dişlenme Döneminde Ön Çapraz Kapanışın
Basit Hareketli Aparey İle Düzeltilmesi: İki Olgu
Sunumu
Emine Oruç ,
Giriş: Ön çapraz kapanış, üst çene ön dişlerin alt çene ön dişlere göre palatal
pozisyonda bulunmasıyla karakterize, estetik ve fonksiyon açısından önemli
bir maloküzyon olarak tanımlanmaktadır.Dental gelişimin erken evresinde
ön çapraz kapanışın teşhis ve tedavisinden çocuk diş hekimleri ve
ortodontistler sorumludurlar. Bu maloklüzyonun düzeltilmesi atrizyon,
travma, periodontal problemlerin ve şiddetli malokluzyonlar gibi daha
komplike duru ların oluşumunu engeller. Çalışmamızın amacı, ön çapraz
kapanışı bulunan çocuk hastaların hareketli apareylerle tedavisini sunmaktır.
Olgu sunumu: 9 yaşındaki erkek hasta üst çenedeki çapraşıklık şikayetiyle
kliniğimize başvurmuştur. Yapılan muayenede karışık dişlenme döneminde
olan hastanın 11 nolu dişinin çapraz kapanışta olduğu ve 41 nolu dişinde
dişeti çekilmesi bulunduğu görülmüştür. Ayrıca kliniğimize ön dişlerindeki
kötü görünüm şikayetiyle gelen 8 yaşında kız hastanın muayenesinde 21
nolu dişin palatal pozisyonda olduğu, 31 nolu dişin ise oklüzal travmaya
maruz kalarak labiale yer değiştirdiği ve diş eti çekilmesi olduğu
görülmüştür. Her iki hastanın sefalometrik ölçümleri yapıldıktan sonra
hareketli ortodontik apareyleri hazırlanmış ve Z-zemberekler ilave edilmiştir.
Hastalara diyet önerileri ve apareyin kullanımı ile ilgili bilgilendirme
yapılmıştır. Apareyler 2 hafta sonra kontrol edilmiş ve 6. Haftanın sonunda
çapraz kapanışın başarılı bir şekilde düzeldiği gözlenmiştir. Sonuç: Angle
sınıf I azı kapanışına sahip, bir veya iki kesici dişi çapraz kapanışta olan
hastalar basit ortodontik apareyler ile kısa sürede, maliyeti düşük bir şekilde
ve komplike tedavilere duyulan gereksinim azaltılarak tedavi edilebilir. Bu
sayede anormal mine abrazyonu, periodontal patolojiler,
temporomandibular eklem rahatsızlıkları, dişlerde mobilite ve kırık gibi
sorunların önlenmesi mümkün olabilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Ön Çapraz Kapanış,hareketli Ortodontik Aparey,
302
28 Şubat 2020 Öğleden Sonra Kiosk1
Bildiri 311
Maksiller Anterior Tek Diş Eksikliğinde Yumuşak
Doku Estetiği: Olgu Sunumu
Ahsen Gülnar ¹ , Ahsen Gülnar, Subutay Han Altintaş
1: Üniversite
Amaç: Dentoalveolar travmalardan en çok etkilenen bölgeler maksiller-
mandibular anterior bölgelerdir. Anterior diş kaybı kaçınılmaz estetik
problemlere sebep olmakta, bu durum genç hastalarda daha da fazla önem
kazanmaktadır. İmplant tedavisi ise böyle durumlarda ideal bir tedavi
seçeneği olmakla birlikte hassas bir çalışma gerektirmektedir. Bu vaka
sunumunun amacı, travma sebebiyle maksiller sağ santral dişini kaybetmiş
genç hastada dişeti şekillendirmesi ile implant destekli sabit restorasyonun
tamamlanması ve estetiğin yeniden kazanılmasıdır. Olgu sunumu: 22
yaşında kadın hasta kliniğimize maksiller sağ santral dişin travma nedeniyle
kaybı sonucu başvurmuştur. Yapılan klinik ve radyolojik incelemeler sonucu
implant destekli sabit restorasyona karar verilmiş ancak öncesinde geçici
abutment ile yumuşak doku şekillendirilmesinin estetik açıdan uygun
olacağı düşünülmüştür. İmplant cerrahisi ve osseointegrasyon sonrası sabit
geçici abutment üzerine geçici kron yardımıyla papil oluşumu haftalık
aralıklarla kontrol edilerek 2 ay sonunda istenilen şekilde sağlanmıştır.
Ardından zirkonyum custom abutment üzerine zirkonyum kron ile daimi
restorasyon tamamlanmıştır. Sonuç: 3 yıllık kontrol sonucunda biyolojik ve
mekanik herhangi bir sorunla karşılaşılmamıştır. Doğal dişeti estetiğinin ve
fonksiyonun yeniden kazandırılması ile hasta konforu sağlanmış ve hayat
kalitesi yükseltilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Anahtar Kelimeler: Dişeti Şekillendirme, Geçici Abutment,
İmplant, Papil Şekillendirme, Yumuşak Doku Rekonstrüksiyonu.
28 Şubat 2020 Öğleden Sonra Kiosk4
Bildiri 314
303
Biyoseramik Esaslı İki Kök Kanal Patının Çeşitli
Solüsyonlardaki Çözünürlüğünün Değerlendirilmesi
Özgür Er ¹ , Sevda Bilim, Cemre Güzel, Burhan Can Çanakçi
1: Trakya Üniversitesi, Diş Hekimliği Fakültesi
Kanal yenileme işlemi sonrasında kanal duvarlarında kalan dolgu
maddelerinin tamamen uzaklaştırılması, periapikal enflamasyon veya
ağrıdan sorumlu olabilecek nekrotik doku veya bakteri
barındırabileceğinden dolayı önemlidir. Kök kanal dolgu maddelerinin
uzaklaştırılması için el aletleri, döner alet sistemleri, ısıl işlemler, ultrasonik
aletler ve çözücüler gibi birçok teknik kullanılmaktadır. Çözücüler, kök kanal
dolgu materyalinin çözünmesi ve kök kanalından çıkarılmasını
kolaylaştırarak etkili dezenfeksiyonun sağlanmasında gereklidir. Geleneksel
kök kanal söküm teknikleriyle biyoseramik esaslı kök kanal patlarının kök
kanallarından tamamen uzaklaştırılamadığı ve kanal dolgusunun sökümü
için daha fazla zamana ihtiyaç duyulması bu patların en büyük dezavantajı
olarak kabul edilmektedir. Bu bilgiler dâhilinde çalışmamızın amacı farklı iki
tip biyoseramik kök kanal patlarının etanol, EDTA, rezin çözücü, hidroflorik
asit, sitrik asit, tartarik asit ile çözünürlüğünün in-vitro olarak
değerlendirilmesidir. Yöntem: Çapı 5 mm yüksekliği 2 mm olan pleksiglass
kalıplar hazırlandı. MTA Fillapex ve Endosequence BC kök kanal patları
kullanıcı talimatlarına göre karıştırılarak kalıplara yerleştirildi. %95 neme
sahip etüv cihazında 240 saat sertleşmesi sağlandı. Sertleşen patlar
kalıplardan çıkarılıp 24 saat desikatörde bekletildi. Desikatör sonrası kanal
patlarının 3 kere hassas terazide tartılarak ortalama değer başlangıç
ağırlıkları belirlendi. Tartılan kanal patlarına 2 ve 5 dk olmak üzere %20
tartarik asit, %10 sitrik asit, %4 hidroflorik asit , %17 EDTA, distile su, etil
alkol, Resosolv uygulanıp 10 ml distile su ile yıkandı. 24 saat desikatörde
bekletildikten sonra son ağırlıkları 3 kere tartılıp ortalamaları alınmış son
ağırlık olarak kaydedilmiştir. Çözünürlük yüzdesi hesaplanmıştır.
Bulgular:Kullanılan çözücülerin hepsi istatistiksel olarak belirgin şekilde
kontrol grubundan fazla çözünme sağlamıştır. MTA Fillapex kullanılan
gruplarda en fazla çözünme Resilon ile sağlanırken Endosequence BC
kullanılan gruplarda benzer sonuçlar görülmüştür. Sonuç: Kalsiyum silikat
esaslı kök kanal patları çözücüler ile belli miktarda çözünebilmektedir. Konu
ile ilgili ileri araştırmalara ihtiyaç vardır.
304
Anahtar Kelimeler:
28 Şubat 2020 Öğleden Sonra Kiosk3
Bildiri 319
Lise Öğrencilerinin Oral Hijyen Alışkanlıklarının Ve
Bilgi Düzeylerinin Belirlenmesi
Çiğdem Küçükeşmen ¹ , Çiğdem Küçükeşmen, Derya Ceyhan, Zuhal
Kırzıoğlu, Betül Karagür
1: Süleyman Demirel Üniversitesi Diş Hekiml
Amaç: Bu çalışmada, lise öğrencilerinin oral hijyen alışkanlıklarının, ağız ve
diş sağlığı konusunda bilgi düzeylerinin ve gereksinimlerinin belirlenmesi
amaçlanmıştır. Gereç ve yöntem: Çalışma 14-18 yaş arası rastgele (random)
seçilen toplam 130 lise öğrencisi üzerinde anket yöntemi kullanılarak
gerçekleştirilmiştir. Tanımlayıcı analiz kullanılmıştır. Bulgular: Katılımcıların %
48,4’ü erkek (63), % 51,6‘sı kız (67) olarak saptanmıştır. Yaş ortalaması 14,8’
dir. Öğrencilerin % 43,8’ i fırçalamaya ilkokul döneminde başladıklarını
belirmiştir. Öğrencilerin % 40,7‘si dişlerini günde 2 kere fırçaladığını, %
3,07’si ise dişlerini hiç fırçalamadıklarını belirtmiştir. Bu çalışmadan elde
ettiğimiz bulgulara göre öğrencilerin %50’si hem sabah, hem gece
yatmadan önce, %26,15’ i sadece gece yatmadan önce, %12,3’ü ise sadece
sabah dişlerini fırçalamaktadır. % 60,7’si dişlerini 2 dakikadan daha uzun
süre ile fırçalamaktadır. 130 öğrencinin % 54,6’sı (71) dilini
fırçalamamaktadır. Öğrencilerin büyük bir çoğunluğu (%65,3) sadece şikâyeti
oldukça diş hekimine gitmektedir. Ayrıca % 76,15’i ağız ve diş sağlığının
genel vücut sağlığını etkileyebileceğini düşünmektedir. Sonuç: Bu lisedeki
öğrencilerin oral hijyen alışkanlıklarının, tutumlarının, bilgi ve davranışlarının
yeterli olmadığı belirlenmiştir. Diş fırçalama alışkanlıklarının kazandırılmasına
yönelik verilen eğitimlerin yaygınlaştırılması gerektiği ve düzenli diş hekimi
kontrollerinin sağlanması gerektiği düşünülmektedir.
Anahtar Kelimeler: Lise Öğrencilerinde Oral Hijyen, Diş Fırçalama Sıklığı, Ağız
Ve Diş Sağlığı Farkındalığı
28 Şubat 2020 Öğleden Sonra Kiosk4
305
Bildiri 323
İmmatür Nekrotik Pulpalı Premolar Dişin
Rejenerasyon İle Tedavisi: Olgu Sunumu
Özgen Kirmizibekmez ¹ ,
1: Atatürk Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
Giriş: Bu olgu sunumunda, apikal gelişimini tamamlamamış, lezyona sahip
immatür mandibuler sol ikinci premolar dişin rejenerasyon ile tedavisi
sunulacaktır. Olgu sunumu : Alt posterior bölgede lezyon tespit edilen 15
yaşındaki kadın hasta kliniğimize başvurmuştur. Klinik muayenede 35
numaralı dişte perküsyon ve palpasyon hassasiyeti bulunmamıştır.
Radyografik muayenede ilgili dişin apeksinde lezyon tespit edilmiştir. Ayrıca
ilgili dişin apeksinin gelişimini tamamlamadığı tespit edilmiştir. Lokal
anestezi ve rubber dam izolasyonu yapıldıktan sonra giriş kavitesi açılmıştır.
Takiben %1,5’lik sodyum hipoklorit ile irrigasyon yapıldı. Daha sonra
siprofloksasin, metronidazol içeren ikili antibiyotik patı kanala yerleştirildi.
Kavite geçici dolgu materyali ile kapatılmıştır(Cavit, 3M ESPE, Germany).
Hasta 3 hafta sonra tekrar çağrıldı. Adrenalin içermeyen bir lokal anestezi
ajanı ile anestezi sağlandı. Rubber dam ile izolasyon sağlandı. İkili antibiyotik
patı 20 ml %17’lik EDTA irrigasyonu ile kök kanalından uzaklaştırıldı. Kök
apeksinin yaklaşık 2 mm dışına 25 K tipi el eğesiyle çıkıldı ve kanama
oluşturuldu. Daha sonra mine-sement seviyesinden itibaren 3 mm olacak
şekilde Biodentine® (Septodont, Saint-Maur-des-fosse´s Cedex, France)
yerleştirildi. Kaviteye bonding ajan uygulanıp 3M ESPE Z100(California ;USA)
A2 kompozit rezin ile restorasyonu sağlanmıştır. Tedaviden 3 ay sonraki
kontrolde hastada herhangi bir klinik semptoma rastlanmamıştır.
Radyografide ise apeksteki lezyonun iyileştiği ve apeksin kapanmaya
başladığı gözlenmiştir. 12 ay sonraki kontrolde lezyonun tamamen geçtiği
ve klinik hiçbir semptom olmadığı gözlenmiştir. Sonuç: İmmatür nekrotik
daimi dişlerin endodontik tedavileri üzerinde önemle durulması gereken bir
konudur. Konvansiyonel mekanik enstürmantasyon teknikleri kullanılarak
tedavi edilen, bu ince kök duvarı bulunan zayıf dişler, ileride kırılmaya
adaydır. Bu yüzden immatür nekrotik pulpalı dişlerin tedavisinde rejeneratif
endodontik tedavi çok önemli bir seçenektir. Rejeneratif endodontik tedavi
ile dişlerin apeks gelişimleri sürdürülebilmektedir.
306
Anahtar Kelimeler: İmmatür, Rejenerasyon, Kök Kanal Tedavisi, Endodonti
28 Şubat 2020 Öğleden Sonra Kiosk2
Bildiri 326
Radiks Entomolarise Sahip Mandibular Molar Dişlerin
Tedavisi : Üç Olgu Sunumu
Özgen Kirmizibekmez ¹ , Meltem Sümbüllü
1: Atatürk Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
Giriş: Mandibular molar dişler çeşitli anatomik varyasyonlar gösterebilir. En
temel varyasyon ise radiks entomolaris (RE) olarak adlandırılan lingualdeki
supernumerer köktür. Bu üç ayrı vaka raporunda, biri konik ışınlı bilgisayarlı
tomografi (CBCT) ile olmak üzere, radiks entomolarisin teşhisi ve tedavisi
anlatılacaktır. Olgu sunumu: Üç farklı hasta mandibular molar dişlerinde
şiddetli ağrı ile endodonti kliniğimize başvurdu. Dişler perküsyon ve
palpasyona karşı hassas ve soğuk-sıcak testlerine uzamış cevap verdi.
Radyografik incelemede derin çürük lezyonları ile birlikte üçüncü bir kök
gözlendi. Bir hastadan kompleks anatominin görüntülenmesi amacıyla CBCT
görüntüsü alındı. Temizleme ve şekillendirme işlemleri Resiproc eğesi ve
%2.25 sodyum hipoklorit ile yapıldı. Final irrigasyonun ardından kök kanal
tedavisi tek kon tekniği ve soğuk lateral kondansasyon ile tamamlandı.
Sonuç : Mandibular birinci molar dişlerde üçüncü kökün varlığının
radyografik olarak saptanması zordur ve kanal ağzının genellikle dentin
çıkıntısı ile örtülmesi sebebiyle klinik olarak tespiti zordur. Kanal ağzı
saptandığında ise genellikle eğri olan bu köklere düz bir giriş sağlanması
başarılı bir tedavi için oldukça önemlidir. Farklı horizontal açılardan alınan
periapikal radyograflar ile radiks entomolaris tespit edilebilir ancak yetersiz
kaldığı noktada CBCT görüntü büyük avantaj sağlamaktadır. Radiks
entomolaris klinisyenin dikkatle yaklaşması gereken anatomik bir
varyasyondur. Kanal girişinin görülmesindeki zorluklar ve eğri kök yapısı ile
preoperatif CBCT görüntü alınması anatominin belirlenmesinde büyük fayda
sağlamaktadır.
Anahtar Kelimeler: Radiks Entomolaris, Endodonti, Kök Kanal Tedavisi, Cbct,
Konik ışınlı Bilgisayarlı Tomografi
307
28 Şubat 2020 Öğleden Sonra Kiosk2
Bildiri 327
Kongenital Dudak Damak Yarıklı Hastaların İmplant
Destekli Sabit Protez İle Rehabilitasyonu :iki Vaka
Sunumu
Elif Erten , Elif Erten, Zeynep Başağaoğlu Demirekin, Yavuz Fındık
GİRİŞ: Dudak Damak Yarığı, embriyonik gelişim sırasında, yüz arklarındaki
birleşmenin başarısızlığından kaynaklanan dudak ve damağın devamlılığının
kesintiye uğraması ile sonuçlanan konjenital malformasyonlardan birisidir.
Bu hastalarda anterior maxilladaki diş ve kemik rekonstrüksiyonu büyük
önem taşımaktadır. Dudak damak yarığı bulunan hastalarda alveolar
yarıkların sekonder kemik greftlemesi ile birlikte endoösseoz implant
uygulaması güvenilir tedavi seçeneklerinden birisidir. AMAÇ: Premaksillada
bulunan diş ve doku eksikliğinin implant destekli sabit protetik tedavi ile
rehabilite edilmesi. YÖNTEM: 17 yaşında bayan hasta sağ maksiller anterior
bölgede alveol defekti ve diş eksikliği ve 20 yaşında bayan hasta sol
maksiller anterior bölgede alveol defekti ve diş eksikliği ve estetik
nedenlerle Süleyman Demirel Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesine
başvurdu. Her iki hastanın da klinik ve radyolojik muayenesi sonucunda ilgili
defekt bölgesinin öncelikle greftlenmesine ve sonrasında implantların
uygulanmasına karar verildi. Osseointegrasyonun tamamlanmasından sonra
yumuşak doku ve dişlerin protetik olarak rehabilitasyonu yapıldı. BULGULAR:
Hastanın 1.3. ve 6 aylık takip sürecinde herhangi bir radyolojik, fonksiyonel
veya estetik problem tespit edilmedi. TARTIŞMA VE SONUÇ: Dudak damak
yarığı cerrahi,ortodonti ve protez bölümleri ile multidisipliner bir şekilde
tedavi edilmesi gereken vakalardır.Protetik planlama hastanın yaşı,
sosyoekonomik durumu ve beklentisi göz önüne alınarak
planlanmalıdır.Sabit protetik tedaviler hasta konforonu en iyi sağlayan
tedavilerdendir.
Anahtar Kelimeler: Dudak Damak Yarığı, Estetik, İmplant
28 Şubat 2020 Öğleden Sonra Kiosk2
308
Bildiri 329
Rabdomyosarkom Tedavisi Alan Çocuklarda Görülen
Dental Komplikasyonlar: Vaka Raporu
Aybüke Bahadır ¹ , Hüsniye Gümüş
1: Erciyes Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
Giriş: Rabdomiyosarkom (RMS), miyogeneze eğilim gösteren ilkel
mezenkimden türetilen hücrelerden oluşan malign, çocukluk ve adölesan
çağı tümörleri içinde en sık görülen yumuşak doku neoplazmıdır. En sık
görülen yerler baş, boyun bölgesi, genitoüriner yol, retroperitonium ve
ekstremitelerdir. Baş boyun bölgesinde en sık etkilenen bölgeler ise orbita,
paranazal sinüsler, yanağın yumuşak dokuları ve boyundur. RMS oral
kavitede nadiren görülür ve çene kemiklerinin etkilenmesi oldukça nadirdir.
RMS için tercih edilen tedavi, kemoterapi, dış ışın radyasyon tedavisi ve
cerrahiyi içeren bir kombinasyon tedavisidir. Bu olgu sunumlarında,
rabdomyosarkom geçmişine sahip hastalarda radyoterapi aldığı yaş
aralığının dentisyon gelişimi üzerine etkisine örnek sunmak
amaçlanmaktadır. Vaka Raporu Vaka 1: On iki yaşında erkek hasta
kliniğimize dişlerinde var olan mobilite sebebi ile başvurmuştur. Alınan
anamnezde hastaya 2 yaşında iken orbital rabdomyosarkom tanısı
konulduğu, bir yıl boyunca kemoterapi ve ilgili bölgeden radyoterapi
tedavisi aldığı öğrenilmiştir. Yapılan ağız içi klinik ve radyografik muayenede
sağ maksiller kadranda bulunan daimi dişlerin kök gelişiminin yetersiz
olduğu ve 11,12,13,14,15,16, 21,22 nolu dişlerde mobilite varlığı
saptanmıştır. Hastamıza gerekli önerilerde bulunulmuş olup periyodik
kontrolleri kliniğimizde devam etmektedir. Vaka 2: Sekiz yaşında kız hasta
kliniğimize diş ağrısı nedeni ile başvurmuştur. Alınan anamnezde hastaya 1,5
yaşında iken sol yanak bölgesinde rabdomyosarkom tanısı konulduğu , 6 ay
boyunca ilgili bölgeden radyoterapi tedavisi aldığı öğrenilmiştir. Yapılan ağız
içi klinik ve radyografik muayenesinde dişlerinde mobilite varlığı görülmüş
ve radyografide yüzen diş görüntüsü alınmıştır. Hastaya multidisipliner bir
tedavi yaklaşımı planlanmış bu doğrultuda kontrolleri devam etmektedir.
Sonuçlar: Rabdomiyosarkom konumu ve radyoterapi tedavisinin şekli nedeni
ile hastalarda kserostomi, radyasyon çürüğü ve anormal diş gelişimi dahil
olmak üzere sıklıkla dental komplikasyonlara neden olmaktadır. Bu vaka
309
sunumunda radyoterapinin çocuk hastalarda diş gelişimi üzerine olumsuz
etkileri gösterilmiştir. Bu vakaların tedavileri gerekli birimlerin katkıları ile
multidisipliner olarak yürütülmelidir.
Anahtar Kelimeler: Rabdomyosarkom, Radyoterapi, Dental Anomali
28 Şubat 2020 Öğleden Sonra Kiosk4
Bildiri 332
Apikalde Lezyon Bulunan Alt Keser Dişlerin Kök
Kanal Tedavisi Ve Takibi: Olgu Sunumu
Didem Odabaşı ,
Giriş: Periapikal doku hastalıklarının kök kanallarındaki bakteri invazyonu ile
doğrudan ilgili olduğu ve kök kanalları enfekte olmadığında periapikal
iltihap da oluşmadığı ortaya konmuştur . Bunun yanında devitalize olduğu
halde enfekte olmamış dişlerde herhangi bir iltihabi yanıt gelişmediği tespit
edilmiştir. Bu vaka sunumunun amacı, travma sebebi ile periapikal bölgede
geniş apikal lezyonları olan dişlerde cerrahi müdahale olmaksızın doğru
endodontik tedaviler ile iyileşmenin takip edilmesidir. Olgu Sunumu : 13
yaşında kız hasta ebeveyni ile birlikte kliniğimize alt keser dişleri bölgesinde
zaman zaman oluşan ağrı ve şişlik şikayeti ile başvurdu. Hastadan alınan
anamnezde daha önce üç kez antibiotik kullandığı ve yaklaşık 2 yıl önce
travmaya uğradığı öğrenildi. Yapılan radyolojik inceleme neticesinde 41 ve
31 numaralı dişin kök ucunda lezyon tespit edildi. Klinik muayenede 41 ve
31 numaralı dişlerde peküsyonda ağrı mevcudiyeti vardı. Alt ve üst çenede
kaninden kanine yapılan elektrikli vitalite testinde yine 41 ve 31 numaralı
dişler negatif yanıt verdi. 41 ve 31 numaralı dişe kök kanal tedavisi
uygulandı ve hasta takibe alındı. Sonuç: 3 aylık, 6 aylık ve 1 senelik
kontrollerde lezyonun küçülerek son kontrolde neredeyse yok olduğu
gözlendi. Kontrollerde herhangi bir şikayeti olmayan hasta, alınan
anamnezde de günlük yaşamda dişindeki hassasiyetin yok olduğunu
bildirdi. Lezyon apikal rezeksiyon cerrahisine gerek duymadan iyileştirildi.
Anahtar Kelimeler: Geniş Periapikal Lezyon, Endodontik Tedavi, Travma
310
28 Şubat 2020 Öğleden Sonra Kiosk4
Bildiri 336
Renkli Akıcı Kompomerlerin Polimerizasyonu Sonrası
Açığa Çıkan Artık Monomer Miktarları
Esra Kizilci ¹ , Veli Alper Görgen
1: Erciyes Üniversitesi
Amaç: Bu in-vitro çalışmanın amacı, farklı renklerdeki akıcı kompomerlerde
polimerizasyon sonrası kalan artık monomerlerin salım miktarlarını, zamana
bağlı olarak incelemek ve renklerin polimerizasyon üzerine etkisini
araştırmaktır.Gereç ve yöntem: Çalışmada 3 farklı renk akıcı kompomer
materyalinden salınan artık monomer miktarları yüksek basınçlı likit
kromatografisi(HPLC) cihazı kullanılarak incelenmiştir. Grup 1:Pembe akıcı
kompomer (Twinky star,VOCO,Almanya), Grup 2:Mavi akıcı kompomer
(Twinky star,VOCO,Almanya), Grup 3:Beyaz akıcı kompomer Dyract
XP(Dentslpy DeTrey, Konstanz, Almanya) A2 rengi kullanılmıştır.
Materyaller(n=10) teflon kalıplara aktarılmıştır. Polimerizasyon süreleri
üretici firmanın talimatları doğrultusunda (renkli akıcı kompomerler 40sn, A2
renkli akıcı kompomer 20sn) LED ışık kaynağı (Elipar S10, 3M ESPE, St.Paul,
ABD) kullanılarak gerçekleştirilmiştir. Standart monomere (HEMA, BIS-GMA,
TEGDMA ve UDMA) göre kalibrasyon yapılmıştır. Üç farklı renkteki
kompomerin polimerizasyonu sonrası reaksiyona girmemiş artık monomer
salım miktarları 5 farklı zaman periyodunda (10. dk, 1. saat, 1. gün, 7. gün,
14. gün) ölçülmüş, renklerin polimerizasyon üzerine etkisi incelenmiştir. Tüm
veriler istatistiksel olarak analiz edilmiştir. Bulgular: Grup 1’de artık
monomer salım miktarının zamana bağlı olarak arttığı görülmüştür.(p<0,05)
Grup 2’de HEMA salım miktarı 10 dakika ve 1 saatlik periyotlarda anlamlı
fark göstermezken diğer ölçüm periyotlarında zamana bağlı anlamlı artış
görülmüştür.(p<0,05) BIS-GMA, TEGDMA, UDMA salımları ise zamanla
anlamlı derecede artmıştır.(p<0,05) Grup 3’de HEMA, BIS-GMA, UDMA
monomerlerinde zamana bağlı artış olmuştur. (p<0,05) TEGDMA salım
miktarı 10 dakika ve 1 saatlik salım periyotları arasında anlamlı fark
göstermemiş diğer ölçüm periyotlarında zamana bağlı artış
olmuştur.(p<0,05) Akıcı kompomerlerde renk faktörünün artık monomer
311
salımı üzerinde etkili olmadığı tespit edilmiştir.(p>0,05) Kompomerlerden en
çok salınan artık monomerin HEMA, en az salınan artık monomerin ise
TEGDMA olduğu tespit edilmiştir. Ondördüncü günde en çok toplam artık
monomer salımının Grup 3’de ve en az artık monomer salımının Grup 2’de
olduğu tespit edilmiştir. Sonuç: Renkli kompomerlerden polimerizasyon
sonrası artık monomer salım miktarının azaltılabilmesi için polimerizasyonun
güçlendirilmesine yönelik ilave önlemler alınmalıdır.
Anahtar Kelimeler: Artık Monomer, Akıcı Kompomer, Renk, Yüksek Basınçlı
Likit Kromatografisi (hplc)
28 Şubat 2020 Öğleden Sonra Kiosk3
Bildiri 337
Mandibular Retrognati Ve Maksiller Transversal
Yetersizlik Bulunan İskeletsel Sınıf ıı Maloklüzyona
Sahip Bir Hastanın Sabit Fonksiyonel Cihaz (hersbt)
İle Tedavisi
Taner Öztürk Öztürk ¹ , Ahmet Yağcı
1: Erciyes Üniversitesi
Amaç: Sınıf II maloklüzyon, genellikle mandibular retrognati (MR) ve üst
dentoalveolar segmentin alt çene segmentine göre daha önde yer alması ile
karakterize iskeletsel ve dental komponentleri olan bir problemdir. MR
durumuna çoğunlukla maksiller transversal yetersizlikte (MTY) eşlik etmekte
ve bozulmuş dentofasial uyum görülmektedir. Bu nedenle MR ile birlikte
MTY bulunan iskeletsel Sınıf II maloklüzyon vakaları genellikle maksiller
genişletmenin kombine edilebildiği Herbst apareyi ile tedavi edilmektedir.
Sunulan bu vaka raporunun amacı MR ile birlikte MTY bulunan hastanın
Hersbt apareyi ile tedavisini sunmaktır. Olgu Sunumu: Alt çenesinin geride
olması şikayetiyle kliniğimize başvuran 15 yıl 11 aylık post-adölesan (Ru
evresinde) erkek hastanın sefalometrik ve dental model değerlendirmesi
sonucunda MR nedenli (SNA:82,0,SNB:76,8,ANB:5,2) iskeletsel Sınıf II
maloklüzyona, alt ve üst kesici dişlerin retrüzyon (U1-NA:-3,6mm,L1-APog:-
6,1mm,L1-NB:0,5mm) ve retroklinasyonu (U1-
312
SN:84,1,U1/NA:15,0;IMPA:87,9) ile karakterize dental Sınıf II bölüm 2
maloklüzyona ve MTY’e sahip olduğu belirlenmiştir. Bu nedenle hastanın bu
probleminin çözümü için multibraket Herbst apareyi ile tedavi edilmesine
karar verilmiştir. Önce ekspansiyon vidası da eklenmiş olan üst çene apareyi
yerleştirilmiş ve öncelikle maksiller ekspansiyon gerçekleştirilmiştir.
Ekspansiyon işlemi ile eş zamanlı olarak üst çene anterior 6 dişe braket
yerleştirilerek bu dişlerin proklinasyonu sağlanmış ve alt çenenin öne
alınmasının sağlanması için aktivasyon mesafesi ve overjet elde edilmiştir.
Ekspansiyon ve overjet eldesi sonrasında alt çene apareyi ve Herbst aparey
parçaları yerleştirilerek alt çenenin öne alınması sağlanmıştır. Bu aparey
tedavisi yaklaşık 10 ay sürmüş olup sonrasında alt ve üst çeneye braketler
yerleştirilerek hastanın kapsamlı ortodontik tedavisi toplam 20 ayda
tamamlanmıştır. Tedavi sonunda normal sınırlarda overbite ve overjet
(3mm), ideal alt ve üst çene konumu (SNA:81,5,SNB:79,4,ANB:2,1) ve kesici
diş konumları ile Sınıf I oklüzyon elde edilmiştir. Tedavi sonrası retansiyon
amacıyla lingual retainer ve essix plakları kullanılmıştır. Sonuç: İskeletsel Sınıf
II maloklüzyona sahip bireyin Herbst apareyi ile tedavisi sonrası hem
dentoalveolar hem de iskeletsel etkisi ile ideal yumuşak doku profili ile
birlikte optimal dentofasial uyum sağlanabilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Sınıf ıı Maloklüzyon, Mandibular Retrognati, Sabit
Fonksiyonel Tedavi, Herbst Apareyi
28 Şubat 2020 Öğleden Sonra Kiosk3
Bildiri 339
Polietereterketon(peek)alt Yapılı Maksiller Obturator
Protez İle Metal Destekli Maksiller Obturator
Protezin Karşılaştırılması.vaka Raporu
Elvin Eldarov ¹ ,
1: Erciyes Üniversitesi
Polietereterketon(PEEK)alt yapılı maksiller obturator protez ile metal destekli
maksiller obturator protezin karşılaştırılması.Vaka raporu Dt.Elvin Eldarov ¹,
Doçent Dr.Ayşegül Güleryüz Gürbulak¹, Dt.Hiba Abo Kacha¹ ¹ Erciyes
Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi, Protetik Diş Tedavisi AD, Kayseri, Türkiye
313
Çene yüz bölgesinde tümör, travma veya konjenital deformasyon gibi
nedenlerle parsiyel veya total maksillektomi sonrasında maksiller defektin
tedavisinde kullanılan maksiller obturatör protezler hastanın kaybettiği
fonksiyon ve estetiği yerine getiren protetik bir tedavidir. Erciyes Üniversitesi
Protetik Diş Tedavisi bölümüne Sağ maksiller 15-17 numaralı dişler arası
bölgedeki neoplazmı alınmış 53 yaşındaki erkek hasta başvurdu.
Estetik,fonksiyonel ve fonasyon açıdan kaygıları olan hastaya hem
konvansiyonel,hem de polietereterketon(PEEK)dan yapılan obturatör
protezlerin avantajları ve dezavantajları anlatıldı. Hasta estetik ve
fonksiyonel kaygılarından dolayı her iki protezi kullanmak istedi. İlk olarak
konvansiyonel obturatör protez hastaya teslim edilidi ve 2 hafta kullandıktan
sonra PEEK alt yapılı protez hastaya teslim edildi ve yine 2 hafta
kullandı.Daha sonra hastaya yapılan protezleri karşılaştırıldığında, hasta
PEEK alt yapılı protezin estetik, fonasyon, retansiyon ve konfor açısından
daha iyi olduğunu belirtti. Comparison of polyetheretherketone (PEEK)
substructure maxillary obturator prosthesis and metal supported maxillary
obturator prosthesis. Case report. Dr.Elvin Eldarov1, associate professor
Ayşegül Güleryüz Gürbulak1, Dr.Hiba Abo Kacha 1 ¹ Erciyes University
Faculty of Dentistry, Prosthodontics, Kayseri, Turkey Maxillary obturator
prosthesis is a prosthetic treatment that fulfills the lost function and
aesthetics of the patient in the treatment of maxillary defect after partial or
total maxillectomy due to tumor trauma or congenital deformation of the
maxillofacial region. A 53-year-old male patient was admitted to the
Department of Prosthodontics of Erciyes University with neoplasm in the
right maxillary region between 15-17. The advantages and disadvantages of
obturator prostheses made from both conventional and
polyetheretherketone (PEEK) were explained to the patient with aesthetic
functional and phonation concerns. The patient wanted to use both
prostheses because of his aesthetic and functional concerns. Firstly, the
conventional obturator prosthesis was delivered to the patient and after 2
weeks of use, PEEK substructure prosthesis was delivered to the patient and
used again for 2 weeks.When compared the prosthesis performed to the
patient, the patient stated that the PEEK substructure prosthesis was better
in terms of aesthetic phonation retention and comfort.
Anahtar Kelimeler: Ke,ma,le
28 Şubat 2020 Öğleden Sonra Kiosk3
314
Bildiri 341
Üst Birinci Premolar Dişi Endokuron Restorasyonu İle
Tedavisi: Olgu Sunumu
Eda Biricik ¹ ,
1: Erciyes Universitesi Dis Hekimligi
Amaç: Endokuronlar, aşırı madde kaybına sahip endodontik tedavili dişlerin
restorasyonunda, geleneksel post-kor restorasyonlara alternatif olarak
kullanılmaktadır. Post – kor ile beraber tam kuron restorasyonları güzel bir
yaklaşımdır ancak günümüz adeziv diş hekimliğinin minival invaziv
prensiplerine uymaz. Endokuron ile restorasyon tekniğinin temeli, pulpa
odasından retansiyon ve stabilite desteği sağlayan adeziv bağlantıya
dayanmaktadır. Basit, hızlı ve konservatif bir yöntem olması endokuronların
avantajlarıdır. Bu vakada bukkal tüberkülü ve proksimal duvarları tamamen
kaybedilmiş olan sağ üst birinci premolar dişin kanal tedavisinin yenilenmesi
sonrası endokuron ile restorasyonu sunulmaktadır. Olgu: Endodonti
kliniğine diş ağrısı sebebiyle başvuran 21 yaşındaki kadın hastanın yapılan
muayene sonucunda periapikal lezyon bulunan sağ üst birinci premolar
dişine 3 yıl önce yapılmış olan eski kanal tedavisinin yenilenmesine karar
verildi. İlgili dişin rubber dam izolasyonu altında eski kanal tedavisi söküldü
ve kanallar prepare edildi.Kanal irrigasyonunda %2.5 NaOCl, %17 EDTA ve
%2 klorheksidin solüsyonları ve distile su kullanıldı. Kanal içi medikaman
olarak iki hafta kalsiyum hidroksit bekletildi.İki hafta sonra kanallar güta
perka ve AH Plus ile dolduruldu. Üst restorasyon için endokuron yapılmasına
karar verildi. Hastanın dişine endokuron için uygun kavite preparasyonu
yapıldıktan sonra, dişin silikon ölçü materyali ile ölçüsü alındı.Laboratuvar
ortamında CeraSmart kompozit bloklardan endokuron elde edildi ve dişe
kimyasal ve ışıkla sertleşen rezin siman ile simante edildi. Sonuç: Hasta 1. ve
3. ay takibinde ilgili dişini sorunsuz olarak kullanmaktadır.Uygun
endikasyonda, modern teknik ve materyallerin kullanımı ile endodontik
tedavi görmüş ve madde kaybı fazla olan dişlerin endokuronlar ile minimal
invaziv tedavisinin estetik ve fonksiyonel olarak başarılı sonuçlar vermesi
beklenmektedir.
Anahtar Kelimeler: Endokuron, Kök Kanal Tedavisi, Adeziv Restorasyon
315
28 Şubat 2020 Öğleden Sonra Kiosk3
Bildiri 345
Konjenital Dudak-damak Yarıklı Hastanın Protetik
Rehabilitasyonu: Bir Olgu Sunumu
Şaziye Esra Göçoğlu ¹ , Şaziye Esra Göçoğlu, Zeynep Başağaoğlu Demirekin,
Süha Türkaslan
1: Süleyman Demirel Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
Giriş: Doğumsal anomalilerin en sık görülen nedenlerinden biri de yüzde
oluşan dudak damak yarıklarıdır. Hastada yer alan defektin sebep olduğu
beslenme ve konuşma problemlerini gidermek için cerrahi ve protetik
uygulamalar gerekebilmektedir. Dudak damak yarıklı hastaların protetik
tedavisi; defektin büyüklüğüne, kalan dişlerin durumuna, hastanın sosyo-
ekonomik düzeyine ve hastanın yaşına göre değişebilmektedir. Protetik
tedaviler ile eksik dişlerin restorasyonu, okluzyonun düzeltilmesi, konuşma,
çiğneme fonksiyonlarının tamamlanması ve estetik amaçlar tedavinin çok
önemli bir kısmını oluşturur. Amaç: Bu vaka raporunda dudak damak
yarığına sahip bir hastanın çiğneme fonksiyonun yeniden sağlanması ve
estetiğinin geliştirilmesi amacıyla yapılan sabit bölümlü protetik
rehabilitasyonu sunuldu. Gereç ve Yöntemler: 21 yaşında erkek hasta,
malpoze ve deforme ön bölge dişlerinden kaynaklı estetik kaybı ile
Süleyman Demirel Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Protetik Diş Tedavisi
A.D.’na başvurdu. Fiziksel ve ağız içi muayenede bilateral dudak ve damak
yarıklarının yumuşak doku ile kapanmış olduğu tespit edildi. Dudak ve
damak yarığı plastik cerrahlar tarafından tedavi edilmiş ve ortodontik
tedaviler tamamlandı. Hastanın destek dişleri değerlendirilerek; şekil ve
konum anomalisi bulunan sağ lateral dişin çekimi ve metal destekli sabit
parsiyel protez ile anterior estetiğin restore edilmesi planlandı. Üst çenedeki
destek dişlerin preparasyonu yapıldı ve polivinil siloksan (Elite HD;
Zhermack, İtalya) ölçü maddesi kullanılarak standart bir metal ölçü kaşığı ile
ölçü alındı. Metal destekli köprünün metal alt yapısı lazer sintering
yöntemiyle hazırlandı ve provası yapıldı. Metal provadan sonra dentin
provası yapıldı. Okluzyon kontrolleri yapıldıktan sonra metal destekli
seramik sabit protez daimi olarak polikarboksilat simanla (Durelon; 3M ESPE,
316
İstanbul, Türkiye) simante edildi. Bulgular: Yapılan periyodik kontrollerde
restorasyonların, dişlerin ve periodontal dokuların klinik ve radyografik
olarak sağlıklı olduğu gözlemlendi. Sonuç: Dudak ve damak yarıklı
hastasının estetik, fonasyon ve fonksiyonel ihtiyacı, sabit parsiyel protezlerle
rehabilite edildi.
Anahtar Kelimeler: Dudak Damak Yarığı, Protetik Rehabilitasyon, Estetik.
28 Şubat 2020 Öğleden Sonra Kiosk1
Bildiri 357
Diş Hekimliği Fakültelerinde, Merkezi Sterilizasyon
Ve Diş Protez Laboratuvar Hizmetlerinin Kurum
Bünyesinde Veya Dış Kaynak Kullanımı İle
Yapılmasının Mali Açıdan Karşılaştırılması
Derya Toprak , Alper Alkan, Haydar Sur
Ülkemizde diş hekimliği alanında ve özellikle sağlık hizmetlerinin dış kaynak
kullanımı (DKK) ile alınması veya kendi bünyesinde üretilmesi ile ilgili
yapılmış bir çalışma bulunmamaktadır. Diş Hekimliği Fakültelerindeki en
büyük gider kalemini, personel giderlerinden sonra merkezi sterilizasyon ve
diş protez laboratuvar hizmetleri oluşturmaktadır. Bu sebeple bu hizmetlerin
iç veya dış kaynak yolu ile sürdürülmesinin mali açıdan karşılaştırılması
önem arz etmektedir. Bu konuda herhangi bir araştırmanın henüz
yapılmamış olması bu çalışmanın özgün değerini oluşturmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Diş hekimliği, hastane, merkezi sterilizasyon, diş protez
laboratuvarı, dış kaynak kullanımı.
317