18
vision papers Stratejik Araştırmalar Merkezi Vision Papers, No. 2, Mart 2012 Küresel Yönetişim Prof.Dr. Ahmet DAVUTOĞLU Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı

Küresel Yönetişim - SAMsam.gov.tr/tr/wp-content/uploads/2012/05/vision_Paper_02_Turkce.pdf · Reformasyon, Rönesans, Aydınlanma çağı, modern ideolojiler ile devam ediyor ve

  • Upload
    others

  • View
    8

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

vision papersStratejik Araştırm

alar Merkezi

Vision Papers, No. 2, Mart 2012

KüreselYönetişim

Prof.Dr. Ahmet DAVUTOĞLUTürkiye Cumhuriyeti

Dışişleri Bakanı

KüreselYönetişim

Prof.Dr. Ahmet DAVUTOĞLUTürkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı

İÇİNDEKİLER

GİRİŞ 3KİŞİSEL BİR DENEYİM 3SİSTEMSEL BİRBİRİNE BAĞLILIK 5TARİHİN DEĞERLENDİRMESİNİ YAPMAK 7ÖZGÜN KÜRESEL YÖNETİŞİMİN TEMEL DAYANAKLARI 8SİYASAL DÜZEN 8EKONOMİK DÜZEN 11KÜLTÜREL DÜZEN 13SONUÇ 14

YAZAR HAKKINDA

Ahmet Davutoğlu 1959 yılında Taşkent, Konya’da doğdu. Ortaokulu İstanbul Erkek Lisesi olarak bilinen İstanbul Lisesi’nde tamamladıktan sonra Boğaziçi Üniversitesi’nin İktisat ve Siyaset Bilimi bölümlerinden mezun oldu. Aynı üniversitede Kamu Yönetimi yüksek lisansı ve Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler doktorasını tamamladı. 1990 yılında yardımcı doçent olduğu Uluslararası Malezya İslam Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi bölümünü kurdu ve 1993 yılına dek bölüm başkanlığını üstlendi. Marmara Üniversitesi’nde Ortadoğu Araştırmaları En-stitüsü, Bankacılık ve Sigortacılık Yüksekokulu ve Siya-set Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nün doktora programının yanı sıra Silahlı Kuvvetler Akademisi ve Harp Akademisi’nde dersler verdi. 1999-2004 yılları arasında Beykent Üniversitesi’nde Uluslararası İlişkiler profesörü ve Uluslararası İlişkiler Bölümü başkanı olarak görev yaptı.

58., 59. ve 60. T.C. Hükümetleri döneminde Başbakanlık başdanışmanlığı ve büyükelçilik görevlerinde bulundu. 1 Mayıs 2009 tarihinde 60. T.C. Hükümetinin Dışişleri

Bakanı olarak atandı. 2011 genel seçimlerinde TBMM’ye AK Parti Konya milletvekili olarak seçildi ve 61. Hükümete Dışişleri Bakanı olarak atandı.

Dış politika konusunda Türkçe ve İngilizce kaleme aldığı çok sayıda eseri bulunmaktadır. Ayrıca eserleri Japonca, Portekizce, Rusça, Arapça, Farsça, Yunanca ve Arnavutça başta olmak üzere çeşitli dillere tercüme edilmiştir. Evli ve dört çocuk babası olan Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu İngilizce, Almanca ve Arapça bilmektedir.

Yayınları arasında Alternative Paradigms [Alternatif Paradigmalar] (Lanham: University Press of America, 1993), Civilizational Transformation and the Muslim World [Medeniyetin Dönüşümü ve İslam Dünyası] (K.L.: Quill, 1994), Stratejik Derinlik (Küre Yayınları, 2001) and Küresel Bunalım (Küre Yayınları, 2002) bulunmaktadır. Uluslararası ilişkiler, bölgesel analiz, karşılaştırmalı siyaset felsefesi ve karşılaştırmalı medeniyet tarihi üzerine yaptığı çalışmalarında çok-disiplinli bir yaklaşımı benimsemiştir.

©Tüm haklar saklıdır.Bu yazı, 30 Ağustos 2009 tarihinde Slovenya’da düzenlenen Bled Stratejik Forum’unda yapılan konuşmanın gözden geçirilmiş ve güncellenmiş halidir.

3

nasıl sızdığını ve siyaset bilimi eğitimi veren-ler olarak faaliyetlerimizi nasıl etkilediğini fark ettim. Dersi alan öğrencilerin kompozis-yonu, bizim dargörüşlülüğümüzü sarsıcı bir şekilde fark etmemi sağlayan başlıca etmen oldu. Sınıfta Çinli ve Müslüman Malay, Bu-dist Çinli, Hint kökenli Hindu, Hint köken-li Malay, farklı Afrika ülkelerinden öğrenciler ve hatta El Salvador’dan bir öğrenci vardı. Sınıfa dikkatlice baktıktan sonra öğrencilerin okumasını istediğim kitaba hızlıca bir göz at-tım.

Tipik, klasik bir ders kitabıydı. Eflatun ile başlıyor, Roma İmparatorluğu, Hristiyanlık, Reformasyon, Rönesans, Aydınlanma çağı, modern ideolojiler ile devam ediyor ve siya-si düşünceler alanındaki günümüz düşün-ce ekollerinin genel bir değerlendirmesi ile son buluyordu. Kitabı sakladım. Bu kitabı okumalarını isteseydim öğrencilerime siya-si düşünceler tarihinde hiçbir yerlerinin ol-madığını ya da atalarının hiç varolmadığını öğretmek istediğim anlamına gelecekti. Çin siyaset felsefesinin Yunan siyasi düşüncesin-den daha eski olduğu hepimiz için aşikarken bunu nasıl yapabilirdim? Hint medeniyeti, tüm ihtişamıyla, Batı medeniyetinden çok daha önce varolmuştu. İslam medeniyeti Avrasya’nın uçsuz bucaksız topraklarında küresel kültüre – ve esasında kültürün kü-reselleşmesine – katkı sağlamıştı. Fakat ders kitabı bu büyük gelenekleri göz ardı etmişti. O anda, Doğu’nun bu şekilde marjinalleş-tirilmesinin sadece akademik ve analitik bir mesele olmaktan çok öte olduğunun farkına vardım.

Bu aynı zamanda ahlaki bir meseleydi, zira standart bir ders kitabı ve müfredat ile eği-tim vermek, önemli aktörlerin ve güçlerin

Küresel yönetişim hem akademik hem de siyasi çevrelerde önemli bir tartışma konu-sudur. Bu önemli konuyu hakkıyla ele ala-bilmek için titiz bir yöntemsel yaklaşımın benimsenmesi ve ‘küresel’ sıfatının iyi düşü-nülmüş bir tanımının yapılması zorunludur. Ancak bu şekilde karmaşık bir olgu olan kü-resel yönetişimi analiz edebilmeyi sağlayacak kapsamlı bir çerçeve geliştirilebilir ve bu çer-çevenin daha etkili bir şekilde kullanılması için farklı yollar önerilebilir. Bilimsel araş-tırma bazı durumlarda kişisel deneyimlerden faydalanır ve böylece kişisel deneyim küresel yönetişimin işleyişine ilişkin araştırmamız açısından derinlemesine bir bakış açısı suna-bilir. Bu bakış açısıyla, ‘küresel’in esasında ne anlama geldiğine ilişkin soruya olan samimi ilgimin ortaya çıkmasına neden olan kişisel bir deneyimimi anlatarak başlayacağım. Son-ra da küresel yönetişimde etkili olan sistemsel güçler hakkında düşüncelerimi ifade edece-ğim.Böyle bir girişim, bu tür güçleri uygun bir tarihsel bağlama yerleştirmeyi gerektirir. Arkasından daha etkili bir küresel yönetişi-min önkoşullarını ele alacağım ve böyle bir gündemin oluşturulabilmesine dayanak oluş-turan politika ilkelerine ilişkin bir tartışmaya değinerek yazımı sonuçlandıracağım.

KİŞİSEL BİR DENEYİM1991 yılında bir Malezya Üniversitesi’nde si-yasi düşünceler tarihi dersi vermekteyken zi-hin açıcı bir deneyim yaşadım. Derse hazırla-nan diğer hocalar gibi, ben de dersin okuma listesini hazırladım ve dünyanın her tarafın-da siyasi düşünceler tarihi eğitimi için yaygın bir şekilde kullanılan klasik bir ders kitabını okuma listesine ekledim. Ancak sınıfa girdi-ğim anda Avrupa-merkezciliğin zihinlerimize

KÜRESEL YÖNETİŞİM

4

soruna çekmektedir. Batı’da yaşıyor ve bin yılları aşan insanlık tarihi konusunda yeterli bilgiye sahip olduğumuzu varsayıyoruz. Fa-kat esasında benim Malezya’daki deneyimi-min açıkça gösterdiği gibi resmin son derece önemli bir bölümünü, hem analitik hem de normatif olarak, gözden kaçırıyoruz. Küresel bir olgudan bahsederken kelimenin tam anla-mıyla ‘küresel’ şekilde düşünmeye azami özen göstermek zorundayız. Şahsen ben bu yolcu-luğa kararlılıkla çıktım, sınıfta daha kapsayıcı ve gerçek anlamda bir küresel öğrenme orta-mı yaratmak amacıyla Konfüçyüs’ün ve diğer geleneklerin metinlerini topladım ve üzerle-rinde çalıştım.

Bu, benim üniversite hocalığım sırasında yaşadığım bir deneyim olsa da, siyaset ya da ekonomi gibi insan etkileşiminin diğer alan-ları için de geçerlidir. Bize yol gösteren ilke kapsayıcılığı başarmak ve küresel bir dünyada herkese ulaşmak olmalıdır. Bir insan Soma-li’deki bir çocuğun güvenliğinin en az ken-di çocuğununki ya da Slovenya, Brezilya ve

siyasi düşünceler dünyasına yaptığı katkıları göz ardı etmek anlamına gelecekti. Eğer öğ-rencilerime bu medeniyetlerin, yani kendi kültürel miraslarının, siyasi tarihte hiçbir yeri olmadığını söyleseydim, o zaman bu genç in-sanları gelecekte dünyayı şekillendirme yeti-sinden mahrum bırakacaktım. Beyin yıkama süreci olarak değerlendirdiğim bu faaliyetin bir parçası olmak istemedim. Bu nedenle, alışılagelmiş yaklaşımı benimsemek yerine, derste Batı siyasal düşüncesine ait metinler-le birlikte kullandığım Çin, Hindu ve İslam siyasi düşüncelerinden çeşitli örnek metinleri bir araya getirerek kendi ders okumalarımı oluşturdum.

Bu kişisel deneyim dikkatimizi küreselleşme meselesine yaklaşımımızdaki çok temel bir

Doğu’nun bu şekilde marjinalleştiril-mesinin sadece akademik ve analitik bir mesele olmaktan çok ötededir.

5

karşılıklı ve saygı dolu etkileşimi anlamına gelir.

Elbette ki, 21.yüzyılda küresel yönetişim me-selesine ilişkin yenilenmiş ve yeniden canlan-dırılmış bir yaklaşımla ilgili olası gelişmeler hakkında düşünürken gerçekçi olmalıyız. Nihayetinde, küreselin daha kapsayıcı bir şekilde anlaşılması önünde derin yapısal, ku-rumsal ve psikolojik-siyasi engellerin olduğu bir ortamda faaliyet gösteriyoruz. Bu durum, dışlayıcı kurumlarımızı ve politikalarımızı dönüştürebilecek yeni bir zihniyet ve yakla-şım oluşturmak yönünde sürekli çaba göster-memizi daha da zorunlu kılmaktadır. Küresel düşünme tarzı ve yeni bir zihniyet, bizleri benim son derece anlamlı bir şekilde sınıfta karşı karşıya kaldığım ikilemden koruyacak-tır ve bilinç düzeyinde böyle bir değişikliğin etkileri bu noktadan itibaren katlanarak ge-nişleyecektir.

SİSTEMSEL BİRBİRİNE BAĞLILIK Gerçek anlamda küresel bir yönetişim arayı-şımızda karşımıza çıkacak olan sistemsel bir-birine bağlılığın türü ve doğasından ne kas-tettiğimize açıklık getirmemiz gerekmektedir. Geçen son birkaç yılda iki önemli sistemsel mesele ile karşı karşıya kaldık. Bunlardan biri, 2008’deki Rusya-Gürcistan çatışmasıdır. Diğeri ise, dünya halklarını farklı şekillerde de olsa derinden etkilemeyi sürdüren küresel bir ekonomik krize dönüşen ABD mali pi-yasalarının çöküşüdür. Bu iki sistemsel me-sele hakkında ciddi sorular sormamızın tam zamanıdır. Bu iki zorlayıcı meseleden ne öğ-rendik? Birbiriyle ilişkili bu sorunlarla başa çıkmada başarılı olabildik mi? Bu sorunların yayılmasını ya da yeniden ortaya çıkması-nı nasıl önleyebiliriz? Mevcut kurumlarımız kapsamlı çözümler önerebilmekte midir?

başka yerlerdeki çocuklarınınki kadar önemli olduğunu düşünmelidir. Bu tür bir düşünce tarzı gerçek anlamda küresel bir dünya oluş-turmak için olmazsa olmazdır. Bu tür bir düşünce tarzının dünyanın bazı bölgelerini tamamiyle göz ardı etme geleneğinin üste-sinden gelmekten daha zorlayıcı olduğunun ayırdına varmalıyız. Eğer gerçek anlamda küresel bir düşünce çerçevesi benimseyecek-sek, Afrika’nın bazı bölgelerindeki açlık so-rununa azami dikkat göstermek ve insanların ekonomik ihtiyaçlarına karşı küresel açıdan duyarlı olmak zorundayız. Bu bakış açısı düzeyine erişmekten uzak olan bir yaklaşım gerçek anlamda küresel düşünme tarzı olarak kabul edilemez. Esasında, ‘küresel yönetişim’ kavramının kendisi tüm bu toplumları ortak ve paylaşılan tarihimizin ve kaderimizin bir parçası olarak ele almamızı gerektirmektedir. Aynı zamanda, onların geçmişteki katkılarını takdir etmeli ve bugün yapabilecekleri po-tansiyel katkının ve ortak geleceğimizi şekil-lendirmede oynayabilecekleri rolün farkında olduğumuzu göstermeliyiz.

Yönetişim kavramı birçok – ve bu açıdan bir-biriyle örtüşen – güç merkezinin varolduğu anlamına gelir. Bu nedenle, içerden/dışardan olan ya da merkez/çevre ya da yukardaki/aşağıdaki gibi dışlayıcı bir mantığa dayanan güç, hegemonya ya da emperyalizm gibi kav-ramlarla çelişir. Çoklu güç/yetki merkezleri-nin varlığı herhangi birinin diğerleri üzerinde hakimiyet kurmasını engelleyici bir vazife gö-rebilir. Bu açıdan yönetişim farklı aktörlerin

Bir insan Somali’deki bir çocuğun güvenliğinin en az kendi çocuğununki ya da Slovenya, Brezilya ve başka yerlerdeki çocuklarınınki kadar önemli olduğunu düşünmelidir.

6

içerisinde, krizi sektörel veyahut da ulusal bir sorun olarak ele alan bu analizlerin ciddi şe-kilde hatalı olduğu açıkça görüldü. Etkilerini hissettiğimiz kriz çok daha geniş kapsamlıydı ve hem talebi hem de arzı azaltmak suretiyle dünya çapındaki üretim ağları üzerinde doğ-rudan ve önemli bir etkiye sahip oldu. Mali kriz birkaç ay gibi bir sürede geniş kapsamlı küresel bir ekonomik krize dönüştü. Küresel krizin, hükümet krizleri ve fiili iflaslara ne-den olan ve toplumsal grupları yıkıcı güçlük-lerle karşı karşıya bırakan geniş ölçüde etkili sonuçları oldu. Bu sonuçlardan biri, dünya-nın farklı köşelerinde tırmanan işsizlik oran-ları, kötüleşen ekonomik koşullar ve mevcut düzenin kazanım ve yüklerin dağıtımında son derece adaletsiz olduğuna ilişkin algının neden olduğu sosyal olduğu kadar ekonomik birçok çalkantıdır.

Bu iki gelişmeden hemen çıkarılabilecek ders, bugünün uluslarararası sistemindeki bağlantı ve birbirine bağlılık derecesinin mevcut ta-hayyül kapasitemizin çok daha ötesinde ol-duğudur. Bu iki olay, ‘yerel’ denilen krizlere hazırlıklı olunmadığı ve bu krizler başlangıç aşamasında denetim altına alınmadığı ya da – bunun da ötesinde – önceden önlemler al-mak suretiyle engellenmediği sürece, küresel siyasal ve ekonomik düzenin esas itibariyle varlığını sürdürebilmesini tehdit edebilecek çok daha geniş etkili küresel krizlere evrilme-leri riskinin bulunduğunu göstermektedir.

Türkiye’nin, Rusya ve Gürcistan arasında-ki çatışmanın Kafkasya çevresinde yol açtığı gerilim karşısındaki deneyimi üzerinde dü-şüncelerimi ifade etmek istiyorum. Gerilim 2008 yazının tatil döneminde tırmanarak askeri çatışmaya dönüştü. Çatışma ilk önce Gürcistan ile Gürcistan’dan kopma noktasın-daki özerk Abhazya ve Güney Osetya arasın-da etnik bir sorun olarak ortaya çıktı. Etnik sorun kısa sürede Gürcistan ve Rusya arasın-da ikili bir krize dönüştü. Dört gün içerisinde bu ikili meseleler Karadeniz bölgesinde böl-gesel bir sorun haline geldi. Türkiye’de bizler kendi bölgemizde ve Karadeniz’de iki önemli komşumuz arasında ortaya çıkan bu gerilimi hissettik. Bunun da ötesinde, Amerikan savaş gemilerinin – onların ifadesiyle –Gürcistan’a insani yardım ulaştırabilmek amacıyla Türk boğazlarından geçişi için yoğun taleplerin yarattığı gerilimi de hissettik. Bir haftalık bir süre içerisinde sorun, Rusya ve NATO’nun Karadeniz’de doğrudan bir askeri çatışma ris-kiyle karşı karşıya kalmasıyla küresel güvenlik sorunu haline geldi. Böylece, son derece ye-rel bir çatışma, herkesin beklentilerinin çok ötesinde, neredeyse anında küresel bir boyut kazandı. Bu örnek, tek başına mevcut çatış-ma önleme ve çözüm araçlarının bir anda herhangi bir uyarı olmaksızın ortaya çıkan birçok beklenmedik durumla başa çıkma-ya yeterince hazır olmadıklarını göstermek için yeterlidir. Bu nedenle, gelecekte benzer sorunları önlemek ve ele almak için yeni ve daha etkili mekanizmalar geliştirmek elzem-dir.

Mali kriz benzer şekilde ortaya çıktı. Kriz mali piyasaları vurduğunda, gözlemcilerin çoğu krizin sadece mali kurumlara yapaca-ğı sektörel etkiye odaklandı. Çok azı krizin küresel ekonomi üzerinde de etkiye sahip olacağını öngördü. Ancak, sadece birkaç ay

Tek başına mevcut çatışma önleme ve çözüm araçlarının bir anda herhangi bir uyarı olmaksızın ortaya çıkan birçok beklenmedik durumla başa çıkmaya yeterince hazır olmadıklarını göstermek için yeterlidir.

7

buldu. Bu zayıf küresel düzenin karşı karşıya olduğu zorluklar, yoğun ekonomik krizler ve giderek daha fazla çatışmacı ve yayılmacı bir hal alan ulusçuluğun farklı biçimleriydi.

II. Dünya Savaşı’ndan sonra, egemen dev-letlerin temsilcilerini bir araya getiren başka bir toplantı Birleşmiş Milletler’in kuruluşuna önayak oldu. Böylece, yeni sistemin kurucu ayağı olarak tanımladığı ulus-devlete olan vurgusu nedeniyle Vestfalya’yı esas alan, fakat üyelik ve coğrafi kapsamı bakımından Avru-pa-merkezli selefinden çok daha küresel olan yeni bir uluslararası düzen kurulmuştu. Her ne kadar bu yeni sistem Avrupalılar ve Batı’ya farklı türde imtiyazlar sağlamayı sürdürse de, Avrupa sömürge imparatorluklarının çökü-şüyle birlikte BM üyeliği evrensel bir nitelik kazandı. Düzenin ekonomik ayağı yaygın bir şekilde ‘Bretton Woods kurumları’ olarak adlandırılan kurumlarca destekleniyordu. II. Dünya Savaşı sonrası dünya düzenine ait bu vizyon, kısa sürede Soğuk Savaş rekabetine bulaştı ve bu da küresel erişim ve otoritenin kaybıyla sonuçlandı. Soğuk Savaş’ın önceki tüm savaşlardan farklı bir savaş oluşu onun basit bir şekilde idrakini güçleştirmektedir. Bu savaş tüm dünya genelinde yürütülmüş ve düşman taraflar kendi rekabetlerini ide-olojik çatışma deyimi ile ifade etmiştir. İki blok arasındaki iki kutuplu bölünme Soğuk Savaş döneminde uluslararası siyasetin ayırt edici özelliği olmuştur.

Soğuk Savaş sona ereli yirmi yıl oldu. Oluş-makta olan uluslararası düzenin ortaya koy-duğu zorluklara cevap verebilmek için ne yaptık? Viyana Kongresi benzeri bir kongre toplandı mı ya da Birleşmiş Milletler benzeri yeni bir kurum inşa edildi mi ki böylece ta-raflar çok ihtiyaç duyulan yeni bir uluslarara-sı sistemin temellerine ve yapısal çerçevesine

TARİHİN DEĞERLENDİRMESİNİ YAPMAKKüreselleşmenin etkileri altında giderek daha fazla birbirine bağlı hale gelen bir dünyanın olumsuz sonuçlarının nasıl üstesinden gele-biliriz? Karşılıklı bağımlılığımızın güvensiz-likten çok güvenliğin kaynağı olabilmesi için küresel kurumlarımızı nasıl yeniden düzen-leyebiliriz? Tarih çok kıymetli örnekler sun-makta ve hatta bize önceki uluslararası sis-temlerle modern sistemlerimize ait örnekleri karşılaştırma olanağını sağlamaktadır. Tarih bize bir yanda savaş, barış ve büyük uluslara-rası pazarlıklar, öte yanda ise siyasal, sosyal ve ekonomik düzen arasında bir ilişki olduğunu öğretir.

Bir örnekle açıklamak gerekirse, Avrupa’da ulus devlet oluşumu dönemini, merkanti-lizmi ve entellektüel dönüşümün çok sayıda farklı biçimlerini başlatan Vestfalya düzeni-nin Otuz Yıl Savaşları’nın hemen ardından 17.yüzyılda oluşmaya başladığını anımsayın. Vestfalya’daki anlaşmada kurumsallaşan bu düzen, oluşum evresindeki Avrupa devlet sis-teminin kurallarını belirledi. Sistemik savaşlar Avrupa kıtasına Napolyon Savaşları şeklinde geri döndüğünde, 1815 Viyana Kongresi’nin zeminini hazırladı. Siyasal değişim Endüstri Devrimi’yle birlikte gelen ekonomik dönü-şüme ve Aydınlanma çağının beraberinde getirdiği kültürel dönüşüme paralel bir şe-kilde seyretti. Bir yüzyıl sonra, I. Dünya Sa-vaşı Milletler Cemiyeti’nin kuruluşu ile son

Bugünün uluslarararası sistemindeki bağlantı ve birbirine bağlılık derece-sinin mevcut tahayyül kapasitemizin çok daha ötesindedir.

8

II. Dünya Savaşı sonrasında dünya toplumu Birleşmiş Milletler tarafından temsil edilen yeni bir siyasal düzen üzerinde anlaştı. Her-hangi bir düzen gibi, bu siyasal düzen de bazı ilkeler, usul ve esaslar ve siyasal gerçekler üze-rine kurulmuştu. BM sistemi, sömürgecilik karşıtı bir dizi mücadelenin sonuçlarını yan-sıtan yeni nesil ulus-devletlerin ortaya çıkı-şına rağmen varlığını sürdürdü ve daha da dayanıklı hale getirildi. BM sistemi mevcut siyasal koşulları bağdaştırma ya da artan sayı-daki küresel zorlukları ele alma yetisine sahip değildir. Bugünün dünyasının ihtiyaç ve öz-lemlerini yansıtabilmesi için BM sisteminde reform yapılması yönünde yaygın çağrıların gösterdiği gibi uluslararası toplum giderek bu yetersizliğin farkına varmaktadır. Ancak, BM reformu yönündeki çabaların somut sonuçlar üretmekten uzak olması hayalkırıklığına ne-den olmuştur. Reform için temel ölçüt BM yapıları içinde temsili ve kapsayıcı siyasal ku-rumlar için uğraşmak olmalıdır. BM ancak bu reform meselesi ele alındığı zaman, kü-resel yönetişimin asli temel dayanaklarından biri haline gelebilir.

BM’nin kurumsal yapısı ve karar alma meka-nizmalarının kapsamlı reformuna ek olarak, BM Sözleşmesi’nin VIII. Bölümü kapsamın-daki yetkilerinin daha etkili kullanımı aracı-lığıyla bölgesel örgütlerle ve bölgesel düzen-lerle yapıcı bir ilişki geliştirilmelidir. Bölgesel düzeni ve alt-bölgesel işbirliği anlaşmalarını düzenleyen kurumlar arası paralel ve anlam-

şekil verebilsin? Nihayetinde, iki kutuplulu-ğun çöküşü ekonomik faaliyetin merkezinin ulusal ekonomilerin sınırlarından daha geniş bölgesel ve küresel ölçeğe kaydığı muazzam bir ekonomik dönüşümü beraberinde getir-di. Buna eşlik eden bilişim teknolojisindeki devrim de bu ekonomik dönüşüm sürecini hızlandırdı. Kültürel açıdan, çok daha geniş kapsamlı bir dönüşüm, Asya, İslam dünyası, Latin Amerika ve Afrika’da bazı ulusal, böl-gesel ve, bir açıdan, medeniyet düzeyindeki aktörlerin yeniden canlanması nedeniyle ger-çekleşiyordu. Bu nedenle, küresel bir diyalog başlatmamızın ve farklı benliklerimizle eko-nomik, siyasal ve kültürel düzenle ilgili yeni bir büyük değerlendirmeye girişmemizin tam zamanıdır.

ÖZGÜN KÜRESEL YÖNETİŞİMİN TEMEL DAYANAKLARIAna hatlarıyla ifade etmeye çalıştığım gibi, Soğuk Savaş sonrası küresel sistemin doğa-sının ne olması gerektiğine ilişkin zor soru-lar sorma ve bunları cevaplama gereksinimi sadece akademik bir zorunluluk değildir. Dünya liderleri açısından küresel yönetişim hakkında daha ciddi anlamda düşünmeye gi-rişmek acil derecede önemlidir ve bir sorum-luluktur. Bu noktada cevaplamamız gereken soru önemli bir sorudur. Özgün bir küresel yönetişimin önkoşulları nelerdir? Bu soruya yaklaşımım daha kapsamlı küresel yönetişim ağını, yani siyaset, ekonomi ve kültürü, oluş-turan üç alt-düzen fikrine dayanmaktadır.

SİYASAL DÜZEN

Küresel yönetişimin birinci ve en tartışmalı boyutu siyasal düzen meselesidir. Uluslarara-sı düzeyde ne tür bir siyasal düzen kurmayı istediğimize ilişkin zorlayıcı soru ortadadır.

Dünya liderleri açısından küresel yönetişim hakkında daha ciddi anlamda düşünmeye girişmek acil derecede önemlidir ve bir sorumluluktur.

9

iyi uygulamalar küresel düzeyde yaygınlaştı-rılmalıdır.

Küresel yönetişim meselesi esasında acil bir meseledir. Gelecekte daha da kötüye gitmesi muhtemel, endişe verici bir güvenlik duru-muyla karşı karşıyayız. Bu durumu ele almak için hareket geçerken, üç ülkenin akıbetleri mevcut sorunları doğru bir şekilde yorumla-yabilmeyi ve gelecekteki zorlayıcı meselelerle başa çıkmaya hazır olmayı sağlamak adına ciddiyetle göz önünde bulundurulmalıdır. Bu ülkeler eski Yugoslavya, Irak ve Afganistan’dır ve hepsi değişen oranlarda askeri çatışma deneyimini ve çöküş korkusunu yaşamıştır. Üçü de kendi bölgelerinde ekonomik ilişkile-

lı bir diyalog da geliştirilmelidir. Bu açıdan, üyelerinin oybirliğine dayalı yumuşak ön-lemler aracılığıyla kıtasal bir düzen inşa eden AB başarılı bir modeldir. Sürmekte olan Avro bölgesi krizi, bölgesel entegrasyonda en başa-rılı deneyin bile aleyhte küresel gelişmeler ile sınandığında güçlüklerle karşılaşabileceğini gösterse de, Batı Balkanlar özellikle AB’nin yumuşak güç yaklaşımının kendi süregiden bölgesel uyumu sağlama sorununu çözmesi-ne yardımcı olacağı düşüncesinden esinlene-rek AB’ye katılmayı hedeflemektedir. Dün-yanın farklı bölgelerindeki diğer bölgesel örgütler, her ne kadar başarıları bu noktada AB entegrasyon sürecinin eriştiği etkileyici gelişimle kıyaslanamazsa da, benzer adımlar atmaktadırlar. Afrika Birliği’nin son dönem-deki girişimleri, özellikle tüm Afrika genelin-de kapsayıcı bir örgüt olarak faaliyet göster-diği düşünüldüğünde, çok ümit vericidir. Bu başarılı örneklerdeki denenmiş ve sınanmış

BM bölgesel örgütlerle ve bölgesel düzenlerle yapıcı bir ilişki geliştirilmelidir.

10

ların ulusal meselesi değildir. Afganistan’ın durumunun bölgesel ve uluslararası gü-venlik açısından sonuçları bulunmaktadır. Afganistan’ın yeniden inşası meselesi Afgan-ların bölgesel aktörler ve uluslararası toplum-la işbirliği aracılığıyla ele alınmalıdır. NATO ülkede güvenliği sağlanmasına yardımcı ol-mak amacıyla ve zamanımızın en güçlü ulus-lararası güvenlik örgütü olduğu için Afganis-tan’dadır. Fakat, Afganistan’daki durumun gösterdiği gibi, daha anlamlı ve alt-bölgesel, bölgesel, kıtasal ve küresel kurumlar arası daha iyi planlanmış bir bağlantıya gereksi-nim vardır.

Bazı açılardan, günümüzde başa çıkılması gereken en büyük siyasal mesele küresel so-run çözümü mekanizmalarına ilişkindir. Bu eksiklik BM sisteminin kendisinden çok ege-men devletlerin görüş ve öncelikleriyle ilgi-lidir. İnsanlığın ortak geleceğini tehdit eden ve günümüz gerçekliğini karmaşıklaştıran iki sorun, bazı ülkelerin nükleer silahlara sahip olmaya devam etmesi ve biriken sera gazı

rin merkezinde tampon bölge olma özelliğini paylaşmaktadır. Bütün bu ülkeler kendi böl-gelerinin mikro-modelleri olarak; yani eski Yugoslavya küçük bir Balkanlar, Afganistan küçük bir Orta ve Güney Asya ve Irak kü-çük bir Orta Doğu olarak, işlev görmüştür. Balkanlar’daki tüm etnik ve dini gruplar eski Yugoslavya’da mevcuttu. Afganistan’da Paş-tunlar, Tacikler, Özbekler, Türkmenler, Ha-zarlar, Şiiler ve Sünniler bulunmaktadır. Ben-zer şekilde Irak Araplar, Kürtler, Türkmenler, Şiiler, Sünniler, Yezidiler, Keldaniler ve Süryaniler’i barındırmaktadır. Bu deneyim-lerden nasıl bir ders çıkarabiliriz? Alt-bölgesel düzende mikro modellerdeki krizler yöneti-lemezse, bölgesel krizlere dönüşürler ve ko-laylıkla küresel düzeni etkileyen uluslararası krizlere doğru tırmanabilirler.

Afganistan ciddi güvenlik sorunları oluştur-maktadır. Afganistan bir çıkmazın içindedir ve ülkedeki durum doğru bir yöne gidecek gibi görünmemektedir. Afgan güvenliği bir iç mesele olmakla birlikte, bu sadece Afgan-

11

paylaşılmasına ilişkin görüş ayrılıkları bulun-maktadır; iklim değişikliği ve onun zararlı etkileri arasındaki nedensel ilişki zinciri kesin olmaktan çok muhtemeldir; ve vatandaşlar uyumlaştırma sürecinin ekonomik maliyetini karşılamaları istendiğinde diğer toplumların çaba sarf etmeden bir şeyler elde ettiği ko-nusunda kolaylıkla ikna edilebilmektedirler. Siyasi liderlerin iklim değişikliği meselesini insanlığın geleceğini koruyacak şekilde ele almalarını sağlayacak bir küresel yönetişim yapısına ve destekleyici tutumlara ihtiyacımız bulunmaktadır.

EKONOMİK DÜZEN Özgün bir küresel yönetişimin ikinci temel dayanağı, iki farklı düzeyde ele alınması ge-reken ekonomik düzendir. Birinci düzey bugünlerde karşı karşıya olduğumuz kriz ortamıdır. Üretim ve ekonomik etkileşimle-rin doğası son dönemde özellikle teknolojik gelişmeler nedeniyle sert bir biçimde değiş-miştir. Bu hızla dönüşen dünyada en hızlı değişenler maliye ve mali piyasalardır. Bu, ekonomik düzen meselesinin ele alınması ge-reken ikinci düzeydir. Mali piyasalardaki hız-lı değişime rağmen, mali sektörün içinde fa-aliyet gösteren yapılar kendilerini çevreleyen kurumsal mimari gibi tamamiyle durağan kalmışlardır. Son birkaç yıldaki büyük mali krizlere ve küresel ekonomik faaliyetin daha kapsamlı dönüşümüne rağmen, yeni zorluk-lar ve fırsatlarla başa çıkma yönündeki tek anlamlı girişim resmi olmayan bir G20’nin kurulması olmuştur. G20’nin temsil etme kapasitesi G8’den daha fazladır. Ancak yeterli olmaktan uzaktır. G20’nin ortaya çıkışı BM Güvenlik Konseyi’nin çok yavaş bir şekilde ve geçici reformu gibidir ve bu, esasında BM sisteminin reformunu ikame etmekten uzak-tır.

emisyonunun iklim değişikliği üzerindeki et-kisiyle bağlantılı olarak büyüyen tehditlerdir.

Nükleer silahlarla ilgili olarak, 1945’de ilk kez Japon şehirlerine karşı kullanılmalarından iti-baren yok edilmelerinin küresel güvenlik ve dünya düzeninin ahlaki temellerini oluştur-mak açısından önemli olduğuna karar veril-miştir. Yıllar içerisinde, vurgu göze çarpmayan bir şekilde nükleer silahsızlanmaya öncelik at-fetmekten silahlanmanın artmasının tehlike-leri hakkında endişe etmeye doğru kaymıştır. Nükleer silaha sahip olan ve olmayan ülkeler arasında bölünmüş bir dünyanın katlanılabi-lir ya da savunulabilir olmadığı gerçeğine ye-niden odaklanmamız gerekmektedir.

İklim değişikliğine gelince, BM çerçeve-si bir cevap geliştirmek açısından tıkanmış gibi görünmektedir. Ne 2009 Kopenhag Konferansı’nda ne de 2010’da Cancun’da-ki toplantıda çok önemli bir kazanım elde edilmemiştir ve 2011’de Durban’da önemli bir sonuç çıkmamıştır. Üstüne üstlük, sera gazları birikmeye devam etmektedir ve bilim adamları görüş birliğiyle daha fazla beklersek gerekli çözümün daha pahalı ve güç olacağı yönünde uyarılarda bulunmaktadırlar. İklim değişikliği küresel sorun çözümüne duyulan ihtiyacı gösteren bilhassa zorlayıcı bir mese-ledir. Ülkeler tek başlarına hareket ederek de-ğişimi etkileyemezler, bunu sadece daha önce görülmemiş düzeyde hükümetler arası işbir-liğini gerektiren bir çerçeve içerisinde yapa-bilirler. Bu tür bir işbirliğinin önünde birçok engel bulunmaktadır: iklim değişikliği soyut ve görünmezdir; iklim değişikliğinin varlığı-nı inkar eden şüphecilerin oluşturduğu iyi fi-nanse edilmiş örgütlü bir lobi mevcuttur; hü-kümetler gelecekteki zorlayıcı meseleler için kaynak ayırmak konusunda isteksizdirler; önceden endüstrileşmiş devletler ile endüstri-leşmede geç kalanlar arasında sorumluluğun

12

Geçmişi hatırlarsak, İpek Yolu iyi bir örnek olarak görülebilir. İpek Yolu sadece malların naklini değil, Çin’den Avrupa’ya kadar uçsuz bucaksız bir şekilde uzanan Avrasya toprakla-rında yaşayan halkların ve toplumların etki-leşimini de kolaylaştırmıştır. İpek Yolu aynı zamanda, bir barış yoluydu. Ticari faaliyetin sürekliliğinin sağlanabilmesi için barışı tesis etmeye ihtiyaç vardı. Bu tarihi deneyimin de gösterdiği gibi, geniş çaplı ekonomik etkile-şim ile istikrarlı siyasi düzen arasında her za-man yakın bir ilişki olmuştur. Bugünün dün-yasında enerji yollarına sahibiz. Bu projelerin uygulanmasında İpek Yolu anlayışı hakim olabilseydi bu yollar tüm taraflar açısından faydalı olabilirdi. Ne yazık ki, mevcut ulus-lararası düşünce ve davranış biçimi işbirliğin-den çok, rekabeti ve çatışmayı teşvik etmek-tedir. Enerji yollarının büyük çapta karşılıklı bağımlılıklar yaratırken herkesin pastadaki

Kısacası, uluslararası mali araçları tamamiy-le reforma tabi tutmamız gerekmektedir. Bu dönüşümün daha önce ifade edildiği üzere azami kapsayıcılık göstermesi anlamında kü-resel düzeyde olması gerekmektedir. Küresel ekonomik düzenimizin yenilenmesiyle bir-likte, bölgeler arasında ve içinde ekonomik işlemleri kolaylaştırmanın yanı sıra bölgesel kendine yeterliliği desteklemeye de ihtiyaç vardır. Bu çağrı, bölgelerin kendilerini tec-rit etmesi ya da iktisadi yeterlilik arayışında olması gerektiği anlamına gelmemektedir. Daha ziyade, bölgelerin diğer bölgelerle kar-şılıklı olarak faydalı etkileşimi kolaylaştırmak amacıyla bölgesel bağlamlarda uyumu geliş-tirmeleri gerektiği anlamına gelmektedir.

Geniş çaplı ekonomik etkileşim ile istikrarlı siyasi düzen arasında her zaman yakın bir ilişki olmuştur.

13

dir. Bunların tümü, insanlık tarihinin ve kül-türünün temel unsurlarıdır. Huntington’un medeniyetler çatışmasının kaçınılmazlığına ilişkin kuramlarını reddetme zamanı gelmiş-tir. Dünya genelinde medeniyetlerin uyanışı insanlık için yeni etkileşim ve iletişim biçim-lerine birçok kapı açan bir olgu olarak gö-rülmelidir. Bu dünya medeniyetlerinin her birinden çok şey öğrenebileceğimizin farkına varmak kutlanması gereken bir şeydir. Bu et-kileşim yeni bir kültürel canlılık sağlayacak ve birbirine yakınlaşma ve çoğulculuğun bir arada yaşadığı ve heyecan verici şekilde etki-leşim içinde olduğu özgün bir küresel kül-türün ortaya çıkışına katkıda bulunacaktır. Bununla ilintili bir girişim olan Türkiye ve İspanya’nın önayak olduğu ve halihazırda 86 ülkenin katıldığı Birleşmiş Milletler Medeni-yetler İttifakı’nı hatırlamak önemlidir.

Medeniyetler İttifakı fikri sadece ‘Doğu ve Batı’ ya da ‘İslam ve Hristiyanlık’ arasında-ki ilişkiyle ilgili değildir. Bu kategorileri sor-gulamaya açmamız ve yekpare ve durağan olmaktan çok çoğul ve dinamik olduklarını kabul etmemiz gerekmektedir. Bu, Türkiye ve Brezilya gibi aktörler arasındaki diyalog-lar için de geçerlidir. İttifak, ulusal ve ulus-lararası düzeylerdeki çalışmalarına ek olarak, birçok yerel kültürü de çalışmalarına katmayı ve dünya çapında çokkültürlü bir arada yaşa-ma için ortak bir öğrenme süreci geliştirmeyi hedeflemektedir.

payını artırmakta olduğunu varsayan pozitif toplam bağlamında düşünmeliyiz. Bu iti-barla, hiçbir rasyonel aktör kendi çıkarları-nı ekonomik karşılıklı bağımlılığın birbirini etkileyen öncüllerine zarar vererek riske et-memelidir. Barışı elde etmenin en iyi yolu ekonomik karşılıklı bağımlılıktır. Küresel düzenin temelini oluşturmak için ekonomik karşılıklı bağımlılığın araçları desteklenmeli ve güçlendirilmelidir. G-20 türü uluslararası örgütler, özellikle daha önce sözünü ettiğim yeni bir ekonomik düzeni kurmak ve bu dü-zeni güvence altına almak için gerekli olan diğer bazı kurumlarla desteklenmeleri du-rumunda, küresel ekonomik düzen için yeni bir şablon oluşturulması yönünde bir adım olarak görülebilirler.

KÜLTÜREL DÜZEN

Küresel yönetişimin üçüncü asli temel daya-nağı kültürel düzendir. Burada bir ölçüde de olsa tamamiyle birbiriyle çelişmeyen iki eği-lim söz konusudur. Bir yandan, küresel kül-türün yayılmasıyla birlikte dünyanın farklı bölgelerinde artan sayıda insanın paralarını benzer şeylere harcamalarıyla desteklenen bir birbirine yakınlaşma yaşanmaktadır. Öte yan-dan küresel kültür, bir bağlamda ortaya çıkan normlar, anlayışlar ve pratikler bütününün diğer bağlamlara aktarılmakta ve bu süreç-te dönüştürmekte ve dönüşmekte oldukları çoğul bir kültürdür. Bu olgu Hindistan’ın, Çin’in, İslam dünyasının, Afrika ve Latin Amerika’nın kültürel ve medeniyetsel olarak yeniden canlanmasında çok belirgindir. Ve kültürel ulusçuluk şeklinde tezahür eden bir endişeye neden olmuşsa da, özgün gelenekler ve medeniyetlerin yeniden canlanması kü-resel olma potansiyeli taşıyan bir yönetişim sistemine tehdit olarak değerlendirilmemeli-

Özgün gelenekler ve medeniyetlerin yeniden canlanması küresel olma potansiyeli taşıyan bir yönetişim sistemine tehdit olarak değerlendirilmemelidir.

14

gili ve bu açıdan da önemlidir. AB, genel olarak aşırı milliyetçi partiler ve özel olarak Norveç’deki terör saldırısının gösterdiği gibi hoşgörü ve çokkültürlülüğün sınırlarına ulaş-mıştır. Türkiye’nin AB üyeliği AB’yi küresel anlamda çokkültürlü bir çekim merkezi ha-line getirecektir. AB’nin Türkiye’ye yönelik yaklaşımı onun günümüz küreselleşmesinin zorlayıcı meseleleriyle başa çıkabilme yetisi üzerinde doğrudan bir etkiye sahip olacaktır. AB, durumu kendi yararına kullanmalı ve bunu yaparken içinde bulunduğumuz tarihi anın gereksinimlerine cevap veren küresel bir düzenin ortaya çıkışına katkıda bulunmalı-dır.

SONUÇYukarıda yapılan tartışmalar ışığında, mev-cut bağlamda küresel yönetişimin beş ilke-sinden söz edilebilir. Birinci ilke, küresel yönetişimin dışlayıcı olmaktan çok kapsayıcı bir bakış açısına dayanması gerektiğini var-sayan kapsayıcılıktır. İlginç bir şekilde, tarihi kayıtlara baktığımızda dışlayıcı özneler çok geçmeden daima kendilerinin dışlandıklarını görmüşlerdir. Dışlama felsefesi terk edilmeli

Çokkültürlülüğün yükselen emperyal yapıla-rın tipik bir özelliği olduğu söylenebilir. Roma devleti ilk ortaya çıktığında, üyeleri safkan Romalıydı. Genişlemeye başladığında, Roma M.S. 3. yüzyılda Perslerin, Mısırlıların, Yu-nanlıların, Latinlerin ve Almanların bir şehri haline geldi. Bu bir emperyal siyasal düzenin tipik özelliklerinden biridir. Ancak, emperyal düzenler çağı sona ermiştir. Küreselleşme ile birlikte, çokkültürlü bir arada yaşamayı hiye-rarşi ve itaat açısından değil, karşılıklı birbi-rini tanıma ve farklılıklarla dolu bir dünyada barış, adalet ve refah içerisinde yaşamak için ortak insani isteğin karşılıklı bir şekilde güç-lendirilmesi için fırsatlar olarak düşünmemiz gerekmektedir. Küreselleşme süreci dünyanın her tarafında farklılaşmış mikrokozmoslar yaratmıştır. Bu neredeyse tarihsel bir gerekli-liktir. Etnik ve dini nitelikleri açısından artık safkan şehirler varolmayacaktır. Tüm şehirle-rimiz kozmopolit bir yapıya sahip olacaktır. Bu esasında sağlıklı bir gelişmedir.

Düşünce tarzımızı çokkültürlü yaşama-ya doğru dönüştürdüğümüz bu bağlam, Türkiye’nin AB’ye üyelik ümitleriyle de il-

15

ve kapsayıcılık esas alınmalıdır. İkinci ilke ge-niş kapsamlı olma ilkesidir. Odak noktamız kapsayıcı olmalı ki geliştirdiğimiz çözümler tüm bölgeleri, konuları, siyasi fikirleri, si-yasi düzeni, ekonomiyi ve gezegenimizdeki herkesin kültürünü sarmalayabilsin. Bu bo-yutlardan herhangi birini göz ardı edersek, önemli meseleleri gerektiği şekilde ele alma-mız mümkün olmayacaktır. Zamanımızın karmaşık meseleleri geniş kapsamlı çözümleri gerektirmektedir.

Üçüncü ilke katılımcı temsil ilkesidir. Yöne-tişim amacına hizmet etmek için kurulmuş herhangi bir kurum ilgili tüm aktörleri tem-sil etmelidir. Mesela, ulus-devlet örneğinde, Irak’ı yeniden inşa etme girişimlerinin gös-terdiği gibi devlet kurma yönündeki herhan-gi bir girişim ülkenin tüm gruplaşmalarını temsil etmelidir. Bu Irak’da istikrarı sağlamak için elzemdir. Aynı ilkeyi uluslararası örgüt-lere uygularsak, dünya çevresinde birçok böl-geden ilgili tarafları temsil etmelerini bekle-riz. Dördüncü ilke etkililiktir. Kafkaslar’daki çatışmanın ya da ABD’de mali sektördeki

sorunun küresel bir krize yol açabilme po-tansiyelini taşıdığı görüldüğünden, sorun çözümünde önleyici tedbirler alarak hareket etmeliyiz. Öncelikle krizlerin çıkmasını ön-lemek amacıyla etkili bir şekilde karşılık ver-meli ve mümkün olduğunca önlem alıcı ve önleyici müdahalelerde bulunmalıyız.

Beşinci ilke geleceğe dönük vizyondur ki bu küresel meselelere yaklaşımımızın önyargı ve dışlayıcı bakış açıları aşılanmış tarihin – ya da tarihyazımının – yükünden kurtarılması an-lamına gelmektedir. Tüm insanlığın, önemsiz çekişmelerimize bakılmaksızın, aynı kaderi ve geleceği paylaştığının bilincinde olmalıyız. Örneğin, iklim değişikliği gelecek günlerde hepimizi bekleyen devasa bir meseledir. Bu nedenle, geleceğe dönük ve ileriyi gören bir yaklaşım yeni küresel yönetişim sisteminin temelini oluşturmalıdır. Ortak geleceğimize ilişkin bilincimizi tüm aktörler tarafından şekillendirilen ve medeniyetler arası hassasi-yetlerin aşılandığı vizyoner bir bakış açısıyla beslememiz gereklidir.

T.C. Dışişleri Bakanlığı, Stratejik Araştırmalar Merkezi

Dr. Sadık Ahmet Cad. No. 8 Balgat- 06100 Ankara / Türkiye

www.sam.gov.tr; [email protected]

Tel: (+90) 312 292 26 22 Faks: (+90) 312 292 26 35

Dışişleri Bakanlığı Stratejik Araştırmalar Merkezi (SAM)

1995’de kanunla kurulmuş olup ve Mayıs 1995’ten beri

aktif olarak faaliyet gösteren bir düşünce kuruluşu

ve araştırma Merkezidir. Stratejik Araştırmalar

Merkezi (SAM), Türk dış politikasında karar alma

mekanizmalarında görev yapanlara ilgili konularda

bilimsel ve entelektüel danışmanlık ve geleceğe yönelik

bir perspektif sağlamak amacıyla kurulmuştur.

Stratejik Araştırma Merkezi (SAM), Türkiye’den ve

dünyadan akademisyenler ile yurt dışındaki muadil

kuruluşlar ve hükümetlere bağlı kurumlarla araştırmalar

yapmakta ve organizasyonlar düzenlemektedir. Bir

yandan bölgesel düşünce kuruluşları ağı kurarken aynı

zamanda Dışişleri Bakanlığı birimlerine ve diğer devlet

kurumlarına gerek duyuldukça danışmanlık hizmeti

sağlamaktadır.

Stratejik Araştırma Merkezi (SAM), bir düşünce kuruluşu

olarak güvenilir bilgi ve analiz üretme fonksiyonunun

yanında, yerel ve küresel politika konularına ilgi duyan

herkes için açık bir tartışma platformu olmaya devam

etmektedir. Bunun sonucu olarak da giderek artan bir

biçimde akademisyen ve karar alıcıları kurum içi ve dışı

faaliyetlerde bir araya getiren bir cazibe merkezi haline

gelmiştir.

Bununla birlikte Stratejik Araştırma Merkezi (SAM),

giderek genişleyen bir yayın ağına da sahiptir. Stratejik

Araştırma Merkezi (SAM)nin üç ayda bir yayımlanan

geleneksel yayını olan, yurt içinden ve dışından

akademisyenlerin makalelerine yer veren ‘Perceptions’ın

yanı sıra, ‘Vision Papers’ ve ‘SAM Papers’ adlı iki yeni

yayını da bulunmaktadır. Bunlardan ‘Vision Papers’ Sayın

Bakanımız Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu’nun yazılarına,

‘SAM Papers’ ise güncel konularda akademisyenlerin

görüşlerine yer vermektedir.

Stratejik Araştırma Merkezi (SAM), özellikle dış politika

alanında var olan bilgi hazinesine yapmak istediği

katkılar ve yapıcı tartışmalarla, Türkiye’nin insan ve bilgi

sermayesini güçlendirme kararlılığıyla önde gelen bir

düşünce kuruluşu ve araştırma merkezi olmaya devam

edecektir.