Upload
maverd
View
28
Download
0
Embed Size (px)
DESCRIPTION
15 günlük Gazete
Citation preview
Saddam Kiirdistan’ı Yakıyor!• Uluslararası yasalara aykırı olarak Gü- • Halk silah zoruyla mecburi iskana tabi • YNK ve I-KDP Birleşmiş Milletler,
ney Kürdistan’da kimyevi silahlar kul- tutulmuş durumda! Köyler bombala- Kızıl-Haç ve diğer insani kuruluşlar- lanılıyor narak, imha ediliyor! dan acil yardım istediler! Yazısı ortasayfada
nmt
HEJMAR • SAYI 17/9 6 GULAN • MAYIS 1987 ISSN 0283—4898
HOVİTIYA QOLONYALIST0
[46] 08-98 47 43 131 42ANKS
Saddam Kurdista Dişewitî□ Rejîma BAAS, bi he- □ Ji ber bi karanîna çe- mû hêz û îmkanên xwe kên kîmyewî zêdeyî 600 dixwaze gelê Kurd win- kes birîndar û 100 kes jî da bike! kuştî hene!
Dumahîk di rûpela navîn de pğşmerge nav xelkê de ji bo bersiva planên îskanê, bi aktîfî karên polîtîkî û eskerî berdewam dike!
ONUNCU YILINDA
1 Mayıs 77“Anayurdumuzdan söküldük’
□ 1 Mayıs 1976’da Taksim’de yapılan görkemli kutlama törenlerinden sonra, 1977 1 Mayıs’ı bir katliama dönüştü. Arkada 34 ölü ve yüzlerce yaralı bırakan bu doğru giderken, sol ne düşünüyordu?!
Yazısı sayfa 4 ve 5 ’de
□ Atina’da, Büyük Ermeni Je- nosidi’nin 72. yıl dönümü nedeni ile bir konferansa katılan, Ermeni Sorunu İnformas yon-Dökümanter ve Araştırma Merkezi Almanya Seksiyonu sorumlusu Jirayr Kotcharian, “Ermeni sorunu yalnızca bir hak arama sorunu değil, fakat aynı zamanda bir toprak
sorunudur” dedi.□ Konferansta, Dünya Halklarının Kurtuluşu ve Hakları Birliği’nin yönetim kurulu üyesi, M. Haralambidis de bir konuşma yaptı. Haralambidis, “Katliam, soykırım, parçalama vebenzeri kavramların Yunan politik yaşamında yeteri kadar anlaşıldığına inanmıyorum. Bu bizim için büyük bir boşluktur” dedi.
__________________________________________ yazışı saV*a § .ve 7 'de
im— , i
“Beni O şanlı mücadeleden belki bir süre uzak tutabilirler. Ama, mücadeleden alıkoymaları asla mümkün olmayacaktır!”□ Ömür Boyu hapis cezasına çarptırılan Abdurrahim Gümüş- tekin’in ailesine yazdığı mektubun tam metni..
Sayfa 11’de
“insanca gelişmenin önüne dikilen her türlü engeli protesto ediyorum!”
• 7 yıldan beri DEV-SOL davasında İdamla yargılanan Nevzat Çelik, Cezaevi idaresini protesto amacıyla süresiz açlık grevine başladığını bir mektupla kamuoyuna duyurmuştu. Aşağıda, Türkiye’de basında yer verilmeyen mektubun tam metnini yayınlıyoruz.
□ Kamuoyuna!
1980 martından bu yana, gerek I. Şube de, gerekse askeri cezaevlerinde -onurunu koruyan, korumaya çalışan her insan gbi- sürekli olarak işkence gördüm, görüyorum.
Devlet eliyle yürütülen sistemli bir işkencenin varlığı artık bir sır değil.. Gövdemize aç kurtlar gibi salya sümük saldıran elektrikte, askıda, falakada, çırılçıplak soyularak aramşımızda, coplamşımız- da, zincire vuruluşumuzda, koğuş aramaları ve operasyonlarda, yıllarca görüşsüz, havai and ırmasız, güneşsiz (hani güneş grmeyen eve doktor girerdi!), doktorsuz, mektupsuz, kitapsız, kağıtsız, elbisesiz, ayakkabısız... bırakılışımızda devletin gücü var.
Kamuoyunun sustuğu, susturulduğu, yıllarda, ellerini kollarım sallaya sallaya işkence yaptılar. Öylesine rahatlardı ki... İşkence tezgahına giren insan ya ölüyor ya da sakat kalıyor. İşkencede güçsüz düşen gövde her türlü hastalığa kapı aralıyor ve bir kaç yılda yaşayan ölüler haline getiriliyoruz.
İşkencenin asıl amacı inşam cezaevine değil, cezaevini insanın içine atmak!
“Her türlü hak ve özgürlüğün dayandığı ve insanın insan olarak taşıdığı onur ve saygınlığın çiğnenmesi olan işkence, insanın insanlık dışı davranışına uğramasıdır. İşkence yapılması, salt bir yasağın çiğnenmesi değl, her türlü hak ve özgürlüğün, doğrudan insanın yadsınmasıdır. ’ ’
Nevzat Celik’ten
Kamu Oyuna!İşkence karşısında susmayı, ölmek olarak alıgılıyorum. Kendisine dokunmadıkları için, Naziler karşısında “bahaneci”
bir tavır takman Alman profesörünün sözleri, belki de bu yüzden, aklımdan hiç çıkmıyor: “..Bu gün kapım çalındı. Beni alıp toplama kampına götürdüler. İşkenceye... Hiç kimse ses çıkarmadı. Çünkü ses çıkaracak kimse kalmamıştı. ' *
Yedi yıldır askeri cezaevlerinde sistemli olarak uygulanan işkence ve yasaklan bildiğinizi düşünerek, süresiz Açlık Grevi’ne başlama nedenimi açıklamak istiyorum:
Tutuklu biri olmanın yanı sıra, bir büyük suçum daha var: Şair olmak!
Sağmacılar Özel Tip Askeri Cezaevinden Metris’e sevk olduğum 19.12.1985 gününden bu yana mektuplaşma yolum kapalı tutuluyor. Şair kimliğine yönelik bu haksız uygulama onaltı aydır sürüyor ve şimdiye kadar yaptığım bütün yasal girişimler sonuçsuz kaldı.
1986 nisanında, binbaşı Muzaffer Ergüder’le (şimdi burda görevli
değil) yaptığım görüşmede, bana özetle söylenen şuydu: ‘ ‘Bizim istediğimiz doğrultuda şiirler yaz, tutukluluk haklarından fazlasıyla yararlan.” Tam da o günlerde binbaşı Muzaffer Ergüder’in görevden alınması Açlık Grevi kararımı ertelememe neden olmuştu. Yasağın salt Binbaşı’mn işkenceci kişiliğinden kaynaklanmadığını anlamam çok uzun sürmedi. Değişen birşey yoktu. Yazdığım onca dilekçe ve görüşme istemim yanıtsız bırakıldı. İki dilekçeme yanıt verildi, onlarda da, 4 *ne kadar önyargılısınız ’ ’ gibi gayri ciddi ifadeler vardı. Sağmalcılar Özel Tıp Cezaevi’ndeyken haftada ortalama on-onbeş mektup alırdım. Kaba bir hesapla benim yazdığım ve bana yazılan mektup sayısı bin taneyi geçiyor. Tabii bu mektupların, bir kaçı dışmda, hepsi alıkonuldu. Haksızlık yapmak istemem (!) üçünün yansı yırtılıp alınmış, toplam yedi mektubu iki yada üç ay aralıklarla verdiler... Salt bu yasağı delebilmek için, ailem ve sevdiğim insanlar tarafından iadeli taahhütlü mektuplar yazılıyor, telgraflar çekiliyor. Ne ki yasağı aşmak, delmek mümkün olamıyor.
İşkence altında bile kabul ettiremedikleri ve hiçbir ilişkimin bulunmadığı bir örgütün eylemlerinden -ellerinde inandıncı tek bir delil olmadığı halde- dolayı suçlanarak idam istemiyle yargılanıyorum. Bunca yıl haksız yere içerde tutulduğum yetmiyormuş gibi, dışanyla olan tek canlı somut bağımı koparmak istiyorlar. Karşı çıkmak gerekiyor.
Bu uygulananın salt beni ve yazıştığım insanları değil, herkesi yaralaması gerektiğini düşünüyorum.
insanın insanca gelişmesi önüne dikilen her türlü engeli protesto ediyorum!
7 Nisan 1987 günü süresiz Açlık Grevine başlıyorum.Alıkonan tüm mektup, kart ve telgraflarımın verilmesine ve bun
dan sonraki mektuplaşmamın engellenmeyeceğinin taahhüt edilmesine kadar eylemimi sadece su içerek sürdüreceğim.
“Yüreklerin kulakları sağır” değil. Buna içtenlikle inanıyorum.Hoşçakalın...
Nejden (Nevzat) ÇelikAdresim:Metris Askeri Ceza ve Tutukevi C:15 Bayrampaşa-tSTANBUL
DÜNYA SUSKUN!□ Saddam Hüseyin, uluslararası anlaşmaların kesin ve bağlayıcı hükümlerini hiçe sayarak, Kürdistan’daki sivil yerleşim merkezlerine kimyevi silahlarla saldırıyor. Zehirli gaz bombalan, napalm ve kimyevi silahlarla birlikte, Irak Ordusu karadan ve havadan Kürdis- tan’a saldırıyor.
YNK ve KDP’nin, Birleşmiş Milletler’e, Kızıl Haç’a, Demokratik kuruluşlara ve uluslararası kamuoyuna yaptıkları ısrarlı çağrılar, her zaman olduğu gibi, şimdi de cevapsız kalmış durumda. Uluslararası anlaşmalar, İnsanhakları evrensel sözleşmeleri, demokratik hak ve özgürlüklerle, insanan yaşama hakkı ile ilgili devletleri bağlayan yasalar ve yasaklar işlemiyor. Kürdistan’da dünya ile ilişkileri kurup sürdürecek bir devlet yok. Kürdistan sömürge bir ülke. Sömürgecilerin ilişki ve bağlantıları, sömürgeyi dünyaya kapatmış. Dünya, yüzyılın ilk büyük katliamı olan Ermeni jenosidi karşısında nasıl suskun durduysa, Pontus ve Ege Rumlarının ebedi bir vatansızlığa mahkum edilmeleri nasıl sesizce onaylandı ve katillerle işbirliği yapılarak imha görmezden gelindiyse, Yahudi kırımı karşısında nasıl tüm devlet sınırlan kapatılıp, binlerce insan bilerek ve isteyerek vahşi bir yok oluşa terkedildiyse bu gün de silahsız ve savunmasız Kürt halkı, dünyanın gözlerinin içine bakıla bakıla zehirleniyor, boğuluyor... Kimyevi silahlarla zehirlenip, bombalarla yerle bir edilen köyler, buldozerlerle haritadan siliniyor.
Ve hiç bir kuruluştan, hiç bir devletten ses çıkmıyor. Ulusal kurtu- luşçu örgütlerden ses çıkmıyor. Uluslararası proleterya hareketi suskundur. Aydınlar, yazarlar, gazeteler; toplumun gözü, kulağı dili olan kurum ve örgütler suskundur... Kürt ve Türk solunun, Avrupa’da kıyametler koparan siyasal güçleri de suskundur.
Evet Güney Kürdistan yanıyor; yakılıp yıkılıyor. Güney Kürdistan’da nesilden nesile geçecek kimyevi hastalıkların tohumları binlerce bomba ile dağlara, ormanlara, su kaynaklarına saçılıyor. Kendi ülkesinde insanca yaşamak için mücadele eden bu mazlum halk, artık yüzlerce yıl kimyevi silahlardan fışkıran bilinmez hastalıklarla boğazlaşacak. Çocuklar sakat ve hastalıklı doğacak. Kısırlık bir kader haline gelecek. Hayvanların ve bitkilerin nasıl bir değişime uğrayacaklan belli değil. Doğal güzelliklerin, doğa’mn nasıl bir ölüm çölüne dönüşeceği belli değil. Organik bozuklukların yanında, psikolojik rahatsızlıklann nasıl toplumsal bir felaket haline geleceği belli değil... Emperyalist metropollerin araştırma uzmanları, kendilerine yeni bir kobay toplum bulmuş olacaklar. Ve tabii, her şey olup bittikten sonra... Yani, araştırma malzemesi olarak, yaralı, hasta, perişan bir toplum oluşduktan sonra..
Saddam Kürdistan’ı yakıyor. Ve mazlum bir halk bütün varlığı ile bu imhaya karşı direnmekte. Halk bütün varlığı ile dövüşüyor, insanlar, yerlebir edilen köylerini terk etmiyorlar. Evler yeniden ona- nlıyor. Onanlamazsa, kaya diplerine, mağaralara sığınılıyor. Ve bu yiğit ve namuslu insanlar ellerinde kalan bir iki parçalık gıda malzemesini de gerillalarla bölüşüyor. Tutuklanıp zorla toplama kamplarına tıkılanlar, kampları imha ediyor, kamp çadırlarını yakıyorlar. Kaçabilenler kurtarılmış alanlardaki savaş cehennemine dönüyorlar. Bu dehşet içinde topraklarını terk etmiyorlar.
Kürt halkı biliyor ki bu savaş kazanılmalıdır. Ve bu savaş kazanılmazsa eğer, geriye kaybolmuş mezarlar ya da muhaceretin cenderesinde ağıtlar yakan kimliksiz koloniler kalacaktır!Düşman gücünü ve politikasını iyi saptamış. Yaptıklan hesaplı.
Bağlantılan ve ilişkileri hesaplı.. Aına, bir kaşık suda fırtınalar koparan devrimci güçler nerededir?
DINYA BÊDENG E!□ Saddam Husên, zagon û biryarên lihevhatinên navnetewî xistin bin lingan û bi çekên kîmyewî êrîşî nevendên Kurdistanê dike. Or- diya Iraqê bi bombên jehrî, napalm û bi çekên kîmyewî, ji bejî û ji hewa êrîşî Kurdistanê dike.
Bangên, ku PDK-I û YNK li Yekîtiya Miletan, Xaça Sor, sazûma- nên demokratik û awira gelemperî a cîhanê kirin, weke her car, bê- deng man. Lihevhatinên navnetewî û mirovî, bi maf û azadiyên demokratik, zagonên ku jiyana mirovan bi dewletan girêdidin, na- xebitin.Li Kurdistanê, dewletek, ku têkiliyan bi dinê re deyne, tuneye.
Kürdistan welatek bindest e. Tekiliyên navbera dewletên serdest, rê li ber welatên bindest girtine. Çawa, ku dinya li hember qirqirina mezin a Ermeniyan bê deng ma, çawa ku Pontûs û Rûmên Egeyê bi bê welatî hatin mahkûm kirin û bi qesasan ra têkilî hatin danîn û ça- vên xwe ji wan re girtin, çawa ku li hember qira Yahûdiyan hemû dewletan sînorên xwe girtin û bi zanin bi hezaran Yahûdî mahkûmî qirkirinê hiştin.îro jî li ber çavê her kesî gelê Kurd tê jehîr xistin, xeniqan-
din...Gundên ku bi çekên kimyewî bombebaran kirîbûn, bi doze- ran ji nexşê winda dibin.. .û ji tu sazûmanî û dewletê deng demake- ve. Ji rêxistinên rizgarîxwaz deng demayê. Proletarya nawnetewî bê deng e. Ronakbîr, nivîskar, rojnamavan, rêxistin û saziyên ku guh û çavên civakê ne, bêdeng in.. .Çepên Kurd û Tirkên ku, li Aw- rûpayê qiyamet çêdikîrîn, jî bê deng in.Erê, başûrî Kurdistanê dişewite, tê kambax kirin. Li Başûrî Kur-
distanê çekên kîmyewî, ku wî tuxmên nexweşiyên kîmyewî ji nes- lan derbasî neslê din bibe, li çiyan, daristanan û li kaniyên avê tên reşandin. Ev gelî ku dixwaze di welatê xwe de bi mirovî bijî, wê ji îro pê de bi sedsalan, bi nexweşiyan kîmyewî ra kefteleftê bike. Wê zarok nexweş û seqet çêbibin. Gubertina û reng girtina heywan û şî- najiyê hê ne xuya ye. Ne xuya ye ku, wê spehîtiya xwezayiyê guher- tinekê çawa bike û rengekî çola mirinê bigre. Li gel xerabûna orga- nan ne belû ye bê wê nexweşiyên psikolojik felaketekê çawa ji civa- kê re bîne... Pisporên lêkorên metropolên emperyalist, wê ji xwe ne civakeke “kobay" bibinin. Û bê gûman, pişti ku her tişt hat û tewe bû.. Ango, piştî ku civaka nexweş, birîndar û perîşan, wek ha- cetên lêkolinê bi kar bînin.
Saddam Kurdistanê dişewitîne. Û miletekî mazlûm, bi her awayî li hember vê windakirinê li ber xwe dide. Xelk bi hemû hebûna xwe şer dike.Mirov gundên xwe yên werankirî terk nakin. Xanî ji nû de tên lê-
kirin. Nayên lêkirin jî, xwe di şikeftan de diparêzin. Û ev merivên bi namûs û merxas, gepik nanê ku di dest de maye jî bi pêşmergan re par dike. Ên ku tên girtin û di kampan de tên girtin, kampan ji holê radikin, çadirên kampan dişewitînin. En ku rizgar dibin, xwe dighînin cehnema şerê herêmên rizgarkirî. Di nava van bûyerîn ke- sanedî de, ji a xwe nayên xwar û erda xwe terk nakin.Gelê Kurd zane, ku divê ev şer bê qezenc kirin û heger ev şer nayê
qezenc kirin wê di şûna wan de gorên winda an jî koloniyên bê cüzdan bimînin.
Dijmin hêz û polîtîka xwe baş bikaraniye. Tiştê ku dikin bi hesab e. Têkilî û girêdana wan bi hesab e. Lê, şoreşgerên, ku di gulpek av de qiyametan radikin li ku ne?!!
RUPEL • SAYFA 2 k ü r d is t a n p r e s s • 6 g u l a n / m a y is m ?
• Güney Kürdistarîda mücadele eden Kürt örgütleri ile Saddam’a muhalif tüm siyasal güçler arasında tam bir ittifak sağlandı.• Saddam rejimine muhalif tüm güçlerin ittifakı, bölge halkı üzerinde de etkisini gösterdi ve halk kitleler halinde peşmerge saflarına katılmaya başladı.• Zaxo ve Kanimasi arasındaki, uluslararası Naven karayolu peşmergenin denetimine geçti!• Halk, Saddam’ın oluşturduğu toplama kamplarım imha ediyor.. Halkın zorla yaşamak zorunda bırakıldığı kamp çadırları, sivri halkın da katıldığı eylemlerle yakılıyor.
Güney Kürdistarı • ANK
□ Irak Ordusu, Mart’ın son haftasından bu yana Güney Kürdistan’da kanlı bir imha savaşı sürdürüyor. Ordu, uluslararası yasalara! aykırı olarak kimyevi silahlar kullanıyor. Sivil halkın yaşadığı köyler ve şehir merkezlerine zehirli gaz bombaları atılıyor. Ürünler ve ormanlık alanlar yakılıyor.. İçme suları zehirleniyor. Halk kitleler halinde zorunlu göç’e tabi tutuluyor.
Irak Ordusu’nun bu haksız ve kanlı imha eylemini ısrarala sürdürmesine rağmen, Peşmerge Süleymani’ye’den Za- ho’ya kadar olan bölgede kitlelerin aktif desteği ile mücadeleyi sürdürüyor.
Bölgede mücadele eden örgütler, halkı bulundukları alanları terketmemeye ve mecburi iskan uygulamasına karşı direnmeye çağırmaktalar. Bu çağrılar kitlelerden gerekli tepkileri alıyor ve halk yakılıp yıkılmasına rağmen alanları ter- ketmiyor.
Süleymaniye merkezinde ve çevresinde oluşturulan
toplama kamplarının tüm çadırları yakıldı ve kamp imha edildi. Ayrıca 20 Nisan günü Süleymaniye’ye bağlı Kelar ilçesindeki toplama kampları, halkın da katıldığı bir eylemle yakıldı.
Geçen sayıda verdiğimiz Karadağ eylemi devam etmektedir. Peşmerge güçleri, Saddam rejimi için hayati bir öneme sahip olan bu askeri alanı terketmemek için kararlı bir biçimde direniyor. Saddam ise, bu bölgeyi ne pahasına olursa olsun tekrar geri almak için aralıksız saldırılar düzenliyor. Ordu birlikleri yoğun saldırıları şimdiye kadar amacına ulaşmadı ve peşmerge güçleri tarafından geri püskürtüldü.
Geçtiğimiz hafta, ordu birliklerinin Karadağ’a, karadan ve havadan yaptıkları iki büyük saldırı da kırıldı. Peşmerge güçlerin uzun süren direnişi sonucu düşman püskürtüldü ve geri çekilmek zorunda kaldı. Fakat, Baas katilleri, Karadağ ve Karadağ’a bağlı Cageran köyünü kimyasal silahlar kullanarak havadan bombaladı. Buna rağmen peşmergenin oluşturduğu çember kırılmadı. Bölge halen Peşmerge kuvvetlerinin denetimi altında bulunmaktadır.
Direnen peşmerge bölge halkı tarafından da aktif olarak destekleniyor. Peşmergenin barınma ve beslenmesi için, sivil halk bütün imkanını seferbet etmiş durumda.Öte yandan, BAAS birlik
lerinin Hewlêr iline bağlı Firêz köyünü, yıkmak, yakmak ve talan etmek amacıyla yaptıkları saldırı peşmer-
PeşmergeDireniyor!
ge güçleri tarafından geri püskürtüldü.
DIHOK
□ BAAS birlikleri, Dıhok iline bağlı Sersing kazasının, Zêve, Bamemî ve Ere- dina köylerini talan ettikten sonra, kitleleri zorla iskan
uygulamasına tabi tutması üzerine bölgede Baas ile cephe savaşına girişildi.21 Nisan’dan, 25 Nisan’a
kadar süren savaşta düşmana ağır darbeler indirildi. Peşmerge güçlerinin yanısı- ra, halkın ve Bargirî Milî (Ulusal Milislerdin katıldığı eylem sonucu düşman
güçleri ağır darbeler alarak bölgeden geri püskürtüldü.
M i y B w i s m w i
□ Irak ordu birliklerinin,24 Nisan’da Sersing, Mil- hembe ve Resul-Ayn nahiyelerine, havadan destekli yapılan bombardımanlar üzerine, Peşmerge kuvvetleri geniş bir karşı saldırı düzenledi. Mecburi iskan uygulması durduruldu ve bölge düşmandan temizlendi.Peşmerge güçleri 21 Ni
san’da Zaxo ve Kanimasi arasındaki stratejik öneme sahip olan karayolunu ele geçirdiler. Halen karayolu üzerindeki denetim peşmerge güçleri tarafından yapılmaktadır.Öte yandan, Saddam reji
minin askeri nakliyat ve uluslararası ticaret için kullandığı Naven ana karayolunun Begova ve Kanimasi arasına düşen en önemli bölümü, peşmerge kuvvetlerinin düzenlediği bir operasyon sonucu elegeçirildi. Ka- rayolu’nun tutulmasından sonra, Baas’ın sivil ve askeri nakliye araçlarının seferleri de durmuş oldu. Naven karayolunu, peşmergenin denetiminden kurtarmak üzere Baas, üç ayrı taarruz düzenledi. Bombardıman uçaklarının desteğinde düzenlenen taarruzlar, 21, 23 ve 27 Nisan tarihlerinde yapıldı ve tümü de başarısızlıkla sonuçlandı. Baas’ın bozguna uğrayan taburları Begova’ya geri döndüler. Baas askerlerinin Begova‘ya geri çekilmesi ile Kanimasi bölgesi bütünü ile peşmer- ge’nin denetimine geçti.
Karadağ zaferinden sonra,
düşmanın Naven karayolundan da püskürtülmesi, peş- megenin de, halkın moral gücünü oldukça yükseltti.Ana Karayolunda deneti
min sağlanmasından sonra, Nisan’m son haftasında peşmerge güçleri Zaho ve Kanimasi arasında bulunan ve bölgenin askeri düzeyde merkez karakolu niteliğinde olan Baas karagahma karşı bir operasyon düzenledi ve karargah imha edildi. Eylemde peşmerge yüzlerce ağır ve hafif silah ele geçirdi.23 Nisan’da da Amed mın
tıkasının Solav nahiyesinde bulunan merkezi bir Baas karakolu da, peşmerge tarafından basılarak ele geçirildi. Saddam’m Zaho bölgesinde bulunan en önemli askeri merkezlerinden biri de böylece yok edildi, baskında büyük miktarda cephane elegeçirildi.
Ertesi gün, peşmerge güçleri, gene Kanimasi mıntıkasında askeri önemi yüksek olan Girav ve Bapiri arasındaki Neheng askeri üssünü de bastı. Baas’m cephane deposu olan bu askeri üsler imha edilirken, peşmerge bol miktarda silah ve cephane ele geçirdi ve Saddam rejiminin bölgedeki etkinliği büyük ölçüde kırıldı.25 Nisan’da Baas kuvvet
leri, Mengeş’e bağlı Kerime ve Banasor köylerini bombaladılar ve köylere giren askerler sivil halkın gıda maddelerini yağmaladılar. Daha sonra bölgeye ulaşan peşmerge güçleri tarafından Baas yağmacıları bölgeden atıldılar. Baas’ın göçe zorladığı yöre halkı da köylerini terketmediler.
Yunanistan Jç Komünist partisi’nin [KKE-İÇ] isminin Yunan Solu olarak değiştirildiği kongreye 24 ülkenin Komünist ve Sosyalist parti ve örgütleri de davetli olarak katıldılar.
KKE (İÇ) Eleştirildi
• 22-26 Nisan günleri arasında Tüzük değişikliği için yapılan KKE Kogresine Irak Baas Partisi’nin de davet edilmesi sert bir biçimde eleştirildi.Kongreye 24 Ülkenin komünist ve sos
yalist partisi’nin yanı sıra Türkiye’den Devrimci Kadınlar örgütü ve Dev-Yol, Kürdistan’dan da Irak KDP ve Rızgari katıldılar.
Parti ismi Yunan Solu olarak değiştirildi. Kürt Halkının Kendi Kaderini tayin Etme hakkı da, kongre kararları arasında yer aldı.Kogreye Irak Baas Partisi adına Abdul-
kerim Kemal (Abdel Kerim Al Kemaldin de davetli olarak katılması, Rız- gari delegasyonu tarafından protesto edildi.Kogre Başkanlığına verilen metin
şöyle:
KOGRE BAŞKANLIĞ INA ATİNA
Kongrenizde yapılan tarihsel bir yanılgıyı açıklamakta zorunluluk vardır. Aynı zamanda sizlerin ve Yunanistan kamuoyunun bu konuda aydınlatılmasını bir görev bilmekteyiz.
Kongrenizin birinci gününde komünist, sosyalist ve demokrat parti ve kuruluşların temsilcileri arasında Irak BAAS Partisi9nin de isminin okunmasını esefle karşıladık.
Bizler Kürdistan’ı yani sömürge bir ulusu temsilen kongrenizde davetli bulunmaktayız. Oysa Irak BAAS partisi Kürdistan’ı kana boğan, yıllardır halkımızı katliamlarla imha etmeye çalışan ve halen de Kürdis- tan’a napalm bombaları ile saldıran bir devletin temsilcisidir. Irak BAAS partisi, bırakınız sosyalist olmayı, demokrat bile değildir Tarihin hiç bir döneminde de bu gibi nitelikleri taşımamıştır. Tam tersine ırkçı, militarist, sömürgeci devletin temsilcisidir. Bu parti ve devletin başında da bütün nitelikleriyle ırkçı, militarist,
sömürgeci Saddam Hüseyin bulunmaktadır.
Böyle bir parti ile aynı düzeyde sizin kongrenizde temsil edilmemiz, bizim için talihsizliktir Yunanistan’da demokrasi mücadelesi veren sizler için de tarihsel bir yanılgı ve bilme- mezliktir.
Politik çizginiz ve uluslararası diplomasi açısından bir zaaf olan bu davranışın düzeltilmesi dileğiyle, kongrenizin başarıyla sonuçlanmasını arzu ettiğimizi bildirir, saygılarımızı sunarız.
23.4.1987/Atina • RIZGARİ
“ Ölülerimizi Unutmadık!”• Ermeni Jenosidi’nin 72 yıldönümü nedeni ile Atina’da yapılan gösterilerde, Özal’ın maketi yakıldı, Türk Elçiliği’ne Ermeni Bayrağı asıldı.ANK • Atina□ 24 Nisan günü Atina Metropolis’i önünde toplanan içinde yaşlıların ve çocukların da bulunduğu bin kadar Ermeni “Mü- cadele-Zafer-Hak ’ ]“Türkiye ve Jeno- sid’e Mahkumiyet”“Ölülerimizi Unutmadık, Mücadelemiz ile onları anıyoruz" sloganları ile Türk Elçiliği’ne doğru yürüyüş yaptılar.
Elçilik önünde barikat kuran polis, göstericilerin Elçiliğe yaklaşmalarını önledi.Yalnızca üç kişilik bir heyet, Elçilik kapısına Ermeni bayrağını astılar ve bir muhtıra bıraktılar. Elçiliğin önünde ayrıca Özal’ın maketi yakıldı.□ Selanik’te yapılan gösteriye de binlerce Ermeni katıldı. “Türkler, Ermenistan'dan Defolun” “Mücadele Zaferi getirecektir ” sloganları atıldı. Büyük Jenosid nedeni ile Ermeni dükkanları, büro ve işyerleri açılmadı ve Ermeni işçiler işbaşı yapmadılar.
KURDISTAN PRESS • 6 GULAN / MAYIS 1987 RÛPEL • SAYFA 3
1 MAYIS 1977 • 1 MAYIS 1987 ON YIL SONRA
1 Mayıs 1977 Katliamı□ 1 Mayıs 1977 Katliamının üzerinden 10 yıl geçti. Şeyh Said hareketini izleyen günlerde yasaklanıp, ancak 50 yıl sonra tekrar alanlarda kütlanabilme düzeyine gelen 1 Mayıs, 1976’daki coşkun törenlerden sonra, 1977’de, Taksim Ala- nı’nda proletaryanın 34 evladının cesetlerini bırakarak tekrar TC’nin kara yasakları ile gündemden düşürülmeye çalışılacaktı.Şeyh Said hareketi’nden sonra çı
karılan Takrir-i Sükun Kanunu Türkiye’yi bir baştan bir başa ha- pisaneye çevirmiş, Kürt direnmesi kanla ezilirken, demokratik ve sosyalist muhalefet de, baskı, işkence ve zindanla susturulmuştu. 1960’lı yıllarda yükselen toplumsal muhalefet, 12 Mart müdahalesiyle görece dizginlenmek istenmiş, fakat, müdahaleden sonra daha da boyutlanarak alanlara taş- mışdı. Bu arada, 50 yıldan bu yana şu ya da bu biçimde engellenen 1 Mayıs kutlamaları da, 1976’da ilk kez büyük kitle gösterileri ile kutlanabilir duruma gelmişti.
DİSK’in İstanbul’da düzenlediği 1 Mayıs 1976 törenine yüzbinler katılmış, 1 Mayıs Türkiye pratiğinde ilk kez adına yakışır biçimde kutlanmıştı. Bu da, Türk burjuvazisinin karşı harekete geçmesi için yeterli bir nedendi.Aynı dönemde, siyasal güçler
arasında suni çelişmeler artmış, grup çatışmaları, politik ve ideolojik kamplaşmalar yoğunlaşmıştı. Siyasal grupların birbirlerine karşı kullandıkları dilin, düşmana karşı kullanılan dilden farklı bir tarafı kalmamıştı. Devrim saflarında yer alan siyasal gruplar düşmanca ilişkiler içinde parçalanmışlardı. Bu da, Türk burjuvazisi için toplumsal muhalefetin, bilinç ve örgütlenme düzeyine ulaşmadan yok edilmesi açısından bulunmaz bir fırsattı. Nitekim, burjuvazi başından itibaren durumu bütün ayrıntıları ile iyice değerlendirerek, 1 Mayıs 1977’den önce kamu oyu oluşturma faaliyeti içine girdi. Burjuva basınında başlatılan geniş kampanyalarda işlenen temel tez “Komünistler 1 Mayıs’ı Kana bulayacaklar * ’ teziydi.
Burjuva basınından gelen sinyaller, soldaki siyasal güçleri pek ilgilendirmiyordu. Çünkü, sol, burjuvazi ile değil, kendi kendisi ile hesaplaşmanın hazırlığı içinde idi.Aynı dönemde, burjuvazi de iç
ten içe kaynıyordu. Türkiye ve Kürdistan’da yükselen toplumsal muhalefetin, siyasallaşarak maddi bir güce dönüşmesinden ürken emperyalizm, yeni oyunlar, yeni tezgahlar planlıyordu .Türkiye durmadan, toplumu terörize edecek sansasyona! olaylarla çalkalanıyor du.
Bu karmaşa içinde, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral N. Kemal Ersun, alışılmamış bir biçimde sağlık nedenleri ileri sürülerek, emekliye sevkediliyor, Orgeneral emeklilik işlemine itiraz ediyor, * başvurduğu mahkemeden olumlu karar alıyor ve fakat bu karar uygulanmıyordu.
ABD’de yayınlanan C.S. Moni- tor gazetesi, seçimlerden 3 gün önce yani 2 Haziran’da Türkiye'de Askeri bir darbe girişimi olduğunu ve bu darbeyi de Orgeneral N. Kemal Ersun ile Kara Kuvvetlerinden 3 kıdemli generalin yaptığını, ay
rıca bu darbecilerin arasında 12 Mart ’ın TRT Genel Müdürü General Musa Öğün ün de bulunduğunu belirtiyordu. Gazeteye göre, eylem başarısız olmuş ve 200 kadar subay da göz altına alınmıştı. Darbecilerin toplumu terörize eden şiddet olayları tertipleyecekleri ve ardında iktidara el koyacakları da, gazetenin yorumları arasında yer almaktaydı.
Emperyalizmin planları içinde Türk burjuvazisi devrimci proletaryaya, demokratik ve sosyalist güçlere ve Kürt halkının bağımsızlık ve özgürlük mücadelesine karşı suikastler düzenlerken, karşı devrimin doğrudan hedefi olan sol siyasal güçlerin durumu neydi? İktidarın devrimci fethini önüne koyan siyasal güçler ne yapmakta, nasıl düşünmekte ve neler planlamaktaydılar. O günün legal sol basınından durumu izleyelim.
Sol’un Saflaşması DİSK 5 Haziran Erken Seçim’in-
de CHP’yi destekleme kararı alıyor ve bu kararın alınmasından sonra Genel Başkan Kemal Türk- ler şu belirlemeyi yapıyor:
“1 Mayıs a 13 gün var. Yarından itibaren 1 Mayıs’ı hazırlama çalışmalarını yoğunlaştırmalıyız. Güvenlik ekiplerimiz özellikle Ma- ocu ve goşist unsurların sızma girişimlerine karşı son derece uyanık olurken, diğer demokratik güçler karşısında ise, örgütsel disiplin içinde son derece esnek olmalıdırlar.”Halkın Kurtuluşu ve Halkın Bir-
liği’nin yaptıkları ortak açıklama şöyle:
“Bu yıl 1 Mayıs, faşist diktatörlüğe ve sosyal-faşizme karşı mücadelenin yükseltildiği, bu karşı devrimci unsurların geriletildiği bir gün olmalıdır. Revizyonist ihanetin yerlebir edildiği bir gün olmalıdır. Proleter devrimciler olarak bu görevi layıkıyla yerine getirebilmek için bu günden hazırlan- malıyız. ’ ’
Kitle, safları şöyle belirliyor:‘!Anarşizme, ‘sol ’ maceracı akım
lara bünyemizde asla yer vermeyeceğiz. İşçi sınıfı düşmanı, anti- komünist, dolayısıyla demokrasi düşmanı bir akım olan Maoculu- ğun ezilmesi için var gücümüzü harcayacağız’ ’
Çatışmanın olacağını peşin olarak kabul eden günlük Politika gazetesi, MC’yi uyarıyor:
“Başta İçişleri bakanı olmak üzere, tüm emniyet görevli ve yetkililerini, dışardan yapılması muh temel saldırılara ve sadece saldırganlara karşı tam bir tarafsızlık içinde davranmaya çağırıyoruz.” İlerici Yurtsever Gençlik şöyle
düşünüyor:‘ ‘İGD, egemen güçlerin ve Mao
cu faşistlerin oyunlarını bozarak ilerliyor...Egemen güçlerin ve onların sol kolu Maocu faşistlerin provokasyonuna gelmeyeceğiz.
Bu arada, İGD ile “Maocu” çatışmasında Sadık Canarslan öldürülüyor, böylece ağız dalaşına kan bulaşmış oluyor. Olay üzerine Halkın Birliği’nde şunlar yazılı:
‘ ‘Rus sosyal emperyalizminin uşağı İGD ’li sosyal faşistler 19 Nisan 1977 günü sabaha karşı yiğit devrimci Sadık Canarslan arkadaşımızı kahpece kurşunlayarak katletmişlerdir. .. Ok yaydan çıkmış
tır. Faşist ve sosyal- faşist namlular; halkımızın demokrasi ve bağımsızlık mücadelesini durduramayacaktır. Sos yal-faşistlerin kanlı tertipleri, devrim çilerin 1 Mayıs kutlamalarını engelleyemeyecektir.
Kitle’nin yorumu şöyle:“1 Mayıs İşçi Bayramı için yapılan hazırlıklara, geçen yılki gibi Ülkü Ocaklı koman dolar saldırırken, CIA’nın ve MİT1 in bu konuda Maoculara da görev verdiği anlaşılmaktadır. ’ ’
Bu alıntıları, değişik siyasi hareketlerin yayınlarından sayfalar boyu uzatmak mümkün.Ama, içerik olarak birbirinden pek farklı belirlemeler yok. Şu kadarı açık olarak görülmektedir: 1 Mayıs 1977’nin kapısında iki ana düşman grup çatışmak için sıraya girmişler ve bunu da legal basın yolu ile kitlelere ve tabi egemen güçlere, polis’e ve askere de duyurmuşlar. .Çatışmanın taraflarından biri “sosyal-faşist, sos- yal-emperyalist Rus uşa ğı” olarak, diğeri de ‘(Maocu faşist, C1A sosyalisti, emperyalizmin 5. kolu Maocular ’ ’ olarak sıfatlandırılmış...
Burjuva basını ise 1 Mayıs 1977’nin kapısında şunları yazıyor:‘ ‘Camlar kırılacak, arabalar tah
rip edilecek..İnşallah aldanırız ama, kanlar akacak.
1 Mayıs Alanında1 Mayıs 1977,76’dan daha da gör
kemli bir görünüş içinde başlıyor. Renk renk bayraklar, afişler, folklor ekipleri arasında yarım milyondan fazla bir kitle İstanbul’un her tarfından Taksim Alanına doğru ilerliyorlar. Daha sonra basında, polis telsizlerinde geçen şu cümleler yer alacak: “Alana girmek üzereler..Birazdan çatışma çıkacak.
Politika gazetesinde 1 Mayıs 1977 şöyle veriliyor:Taksim Alam’nda yarım milyo
nun üstünde insan vardı... Kemal Turkler kürsüye çıktığında, alanın çevresinde yabancı adlı yüksek oteller yıkılacaktı sanki alkışların titremesinden... Yüzbinlerin bayramlarını birlikte kutladıktan sonra bölük bölük ayrılmaları, ayrı bir görkem kazandırıyordu bayrama. . *'
Pölitika, yazısını erken yazmış olsa gerekir. Çünkü, bölük bölük ayrılma olmuyor. Tersine, aynı gazetenin, Baskıya Girerken başlıklı bölümünde şunlar yazılı:
“Beşyüzbini aşkın bir kalabalığın katıldığı bütün gözlemcilerin mutabık olduğu İstanbul'daki 1 Mayıs töreni ’nin sonuna yaklaşıldığı sırada, Tarlabaşı caddesi yö
İş başındaki MC hükümeti ile emperyalist kurmayların titizlikle hazırladıkları katliam, Sular İdaresi ve İntercontinantal Oteli’nin çatısından kitlelerin üzerine ateş açılması ile başladı. Panik içinde onbinlerce insan Kazancılar Yokuşu’na aktı. Ama, yol mavi bir reno ile tutulmuştu. Ve arkada 34 ölü ile yüzlerce yaran kalacaktı.
nünden gelen ve Maoculardan ve çok sayıda kışkırtıcı ajandan oluşan bir grup silahlı saldırıya geçmiş ve Taksim Meydanı ’nda toplanan yüzbinlerce kişinin üzerine kurşun ve dinamit yağdırmaya başlamıştır.1 Mayıs güvenlik görevlilerinin
bütün çabalarına rağmen önleyemediği silahlı saldırı, Taksim alanımda paniğe yol açmıştır. Ajanslar panik sırasında çok sayıda kişinin yaralandığını bu arada Maocularla kışkırtıcı ajanlardan oluşan grupla polis arasında silahlı çatışma çıktığını bildirmişlerdir.
2 Mayıs’ta Burjuva BasınıSon Havadis: Kızıllar Kudurdu! Günaydın: Maocu Vatan Hainleri İşçi Bayramını Kana Buladı! Vatan: Provakasyon!Milliyet: Taksim’de DİSK’in Mitinginde Maocu Bir Grup Ateş Açtı!Hürriyet: Mayıs Katliamı: 34 Ölü! Tercüman: Solcular Solcuları Kırıyor. Maocular DİSK’in İstanbul fda Yaptığı Mitingi Bastılar! Cumhuriyet: Bazı Kışkırtıcı Gruplar Silahlı Çatışma Çıkardı!
Ve Solfun Dergileri İlerici Yurtsever Gençlik: Emperyalist güçlerin, işbirlikçi burjuvazinin düzenlediğ, CIA-faşist komandolar ve Maocu faşistlerin
gerçekleştirdiği kanlı pazar! Halkın Birliği: Taksim Katliamının sorumluları MC ve sosyal- faşistlerdir!Genç Sosyalist: Yüzbinlere saldıran, 34 yurtseveri katleden CIA- Faşist- Polis-Maocu saldırganlara lanet olsun!Halkın Kurtuluşu: 1 Mayıs Katliamının sorumluları faşist MC ve revizyonistlerdir!Ve 3 Mayıs tarihli Politika gazetesi: Disk Genel başkanı saldırılardan CIA güdümlü faşist ve Maocu komandoların sorumlu olduğunu belirtti. ’ ’Bu belirlemelere Maocu gruplar
ca reformist sağ sapmacı, sınıf uzlaşmacısı olarak eleştirilen Aydınlık ekibi de şöyle katılıyor: Halkın Kurtuluşu, Halkın Birliği ve Halkın Yolu ’nun oluşturduğu üçlü oportünist ittifak ise bütün uyarılara rağmen birçok devrimciyi polisin tuzağına götürmüş, polise onbinlerce emekçiye saldırma fırsatı yaratmış, tam anlamıyla provokatör rölü oynamıştır. Onları defalarca ve ısrarla uyardık. Fakat onlar, işçileri Çar a kurşunlatan Papaz Gapon rolünü oynamakta direndiler. Şimdi üçlü oportünist şeflerin provokatör olduklarını ilan ediyoruz Devrimci Yol ise: “Sosyal-
faşizm ve Maocu Bozkurt safsataları provokasyona hizmet etti * ’ yorumunu yapıyor. # *
RUPEL • SAYFA 4 KURDISTAN PRESS • 6 GULAN / MAYIS 1987
• 1886 yılının iik baharında Amerikan işçileri Şikago’da “8 Saatlik iş günü ve asgari ücret ” talebi ile genel greve gittiler. Eylem kanlı bir biçimde bastırıldı ve 11 Kasım 1887’de 4 işçi lideri asıldı. 1889da toplanan II. Enternasyonalin I. Kengresi 1 Mayıs’ı işçi sınıfının “Birlik-Dayanışma ve Mücadele” gü-A nü olarak kabul etti.
İşçi sınıfının dünya düzeyinde coşkun törenlerle kutlayageldiği 1 Mayıs, Türkiye’de 1925’lerde yasaklandı. Ve ancak, 1976 Ma yısında kitlesel olarak kutlanabildi. Türk burjuvazisi, 1 mayıs’ı
‘‘Bahar Bayramı” olarak ilan etmişti. 12 Eylülcü generaller, bunu da yasakladılar. Halen Türkiye’de 1 Mayıs yasaklı du
rumdadır.
D 11 Kasım 1887’de dört işçi liderinden biri olan Albert PARSONS, ölmeden önce karısına yazdığı mektupda şunları yazıyordu;
' ‘Bu kelimeleri yazarken, adlarınız üzerine gözyaşlarını damlıyor. Bir daha hiç karşılaşmayacağız. Ah sevgili çocuklarım, nasıl içten, derinden seviyor sizi babanız. Sevdiklerimiz için yaşamakla gösteririz sevgimizi ve gerektiğinde sevdiklerimiz için ölmekle de gösteririz sevgimizi. Benim hayatımı ve doğal olmayan haksız ölümümü, başkalarından öğreneceksiniz. Babanız özgürlük ve mutluluk uğruna gönüllü olarak canın vermiş bir kurbandır. Size, miras olarak şerefli bir ad ve yapılmış bir görev bırakıyorum. Onu koruyun, bu yolda yürüyün. Kendinize karşı doğru olun, o zaman başkalarına karşı sahte olamazsınız. Yaratıcı uyanık ve neşeli olun.Anneniz! O kadınların en yücesi en şereflisidir. Onu sevin, sayın ve öğütlerine uyun.Çocuklarım, değerli varlıklarım; bu mektubu yalnız sizin için değil daha doğmamış ço
cuklar için de, ölen bir kişinin ölüm y ıl dönümlerinde okumanızı istiyorum. Yavrularım elveda!
____________________________________ _____________________________________________________________________ Babanız
Kurtuluş, Bağımsız Türkiye ve Emeğin Birliği’nin ortak açıklamasında, DİSK yöneticileri suçlanıyor: “ Disk Yöneticileri'hin katıldığı toplantıda, AP, Sular idaresi ve Intercontinental Oteli binalarında mevzilenenlerin ‘Maocular' olduğu yolunda gülünç bir iddia ileri sürülmüştür. Bu, faşistlerin bu işte aktif olarak görev aldığı gerçeğini gizlemekten başka bir şey değildir. ’ ’
Ürün dergisinde ise şunlar yazılı: “Beri yandan 1 Mayıs tertibine adı karışan bazı unsurları nedense hala bünyesinde barındırmakta ısrar eden ‘Vatan’ gazetesinin 6 Mayıs tarihli sayısında Emil Galip Sandalcı adlı kalemşor, işi ilk kurşunun DİSK tarafından geldiğini söylemeye kadar vardırdı. Hala bir ‘Üçüncü YoT aramaya çalışarak Maoculara göz kırpan, Maocularla birlikte ayrı 1 Mayıs mitingi düzenlemeye kalkışan Mihri Belli gibi kaşarlanmış likidatörler ise ne kadar yerlere yata kalka *keskin devrim ci ’ sloganlar atsalar boşuna... 1 Mayıs 1978 ’in güvenlik içinde kutlanması için, kışkırtıcı ajanları, Maocu elebaşlan işçi sınıfına sergilemek gerek. Maoculara karşı amansız ideolojik mücadeleyi daha da şiddetlendirmek kaçınılmazdır. Maocuların yanı sıra havaya kurşun sıkmayı, kadınlan siper alıp ateş etmeyi devrim cilik sanan, kitle gösterilerinde olay çıkartmaya ‘halk savaşı ’ diyen goşistleri yola getirmek için uğraşmak gerek.
Ve KiirtlerGenel olarak değerlendirmeler
bu çerçevede devam ediyor. Açık olan bir şey varsa o da, 1 Mayıs 1977’nin, sosyalistler açısından somut bir bozgun, kanlı bir yenilgi olmasıydı. Bu da acımasız bir özeleştiriyi gerektiriyordu. Fakat, bu yapılmadı. Ama başka şeyler yapıldı. Yapılan şeyler arasında resmi ideolojinin temelleri
ni oluşturan anti-kürdizme sığınmak vardı. Kurban gene ortadaydı: KÜRTLER!!!
2 Mayıs tarihli Tercüman ilk sayfasında bir resim yayınlıyor ve altına şu not düşülüyordu: “ 1 Mayıs mitinginin bir anda savaş alanına dönmesinde Maocu militanların kürtçe sloganları rol oynadı. Mitingde taşınan pankartlar arasında da kürtçe yazılara rastlanıyordu. Yukarıda 1 Gulan Rızgari-1 Mayıs Bayramı ’ yazılı kürtçe pankart görülüyor.
Aynı gün Hürriyet’te ise şunlar yazılı: ‘!. Ellerinde Kurtuluş ’ yazılı büyük bir pankart bulunan grup Halklara Özgürlük9 diyerek yürümeye başladı...Maocu grubun arkasında yürüyen 50 kişiden ikisi *Kürtlere Özgürlük’ diye bağırarak aniden bellerindeki tabancaları çekip, Taksim Alanında bulunan onbinlerce insanın üzerine hedef gözetmeksizin yaylım ateşi açtı.”
Ardından gazetelerde şu yorumlar yer aldı: Mitingi provake edenler kürtçü militanlardır, ma- ocuların ardından alana girmişlerdir, kürt bayrağı açılmıştır; ve olaylarla ilgili kısa metrajlı filmler MİT tarafından incelemeye alınmıştır...”
Ve arkasından Türkiye’de şehir merkezleri baştan başa şu afişle donatılıyordu: Kiirtçülük: Son kanlı olayların içyüzü!
Afiş Dünya gazetesi tarafından hazırlanmıştı. Bir seri yazıyı duyuruyordu. Afişin ortasındaki Kürtçülük kelimesinin bir yanına da Bıji Azadi-Bıji Rızgari sloganı yerleştirilmişti.
Günaydın gazetesi ise, dev harflerle “Bayrağımızı Yırttılar” diyordu. Batman’da Türk bayrağının yırtılarak, yerine Kürt bayrağının asıldığı haberi veriliyordu. Ecevit’te boş durmuyor ' ‘Halklara özgürlük diyenlerin üstüne yürüdüm, onların burunlarını sürttüm, böylece oylarımız arttı” di
yordu. Türkeş, silahların gölgesinde Dersim’e giriyor, general Ali Fethi Esener ise, ' ‘Dedelerinizin kemikleri çürümedi, haddinizi bilin ’ ’ diyerek mazlum Kürt emekçilerini tehdit ediyordu.
Olaylardan sonra dikkatler, Kürt halkının üzerine bilerek, isteyerek çekildi. Sol ciddi ve tutarlı bir durum değerlendirmesi yapmadı. 78 1 Mayısında ise, Kürt kavramı, Kürtçe sözler bütünü ile yasaklandı. Durumu protesto eden Rızgari siyaseti, törene boş pankartlarla ve ağızları bant- lanmış göstericilerle katıldı.
79’da İstanbul, 1 Mayıs törenlerine kapatıldı. 80’lerde günde ortalama 20 kişinin öldürüldüğü bir Türkiye’de Taksim Alanı tanklarla kuşatılmıştı.
Böylece Şeyh Sait hareketi ile bağlantılı olarak uygulamaya geçirilen Takrir-i Sükun’la susturulan Türkiye, 50 yıl sonra gene Kürt sorunu ile şu ya da bu biçimde bağlantılı olarak yeni yasalar ve yasakların getirileceği 12 Ey- lül’e doğru yuvarlanıp gitti.
Bu gün Türkiye gene 1 Mayısları kutlayamıyor. Bu kez, burjuvazi 1 Mayıs’ı Bahar bayramı” olarak da ortadan kaldırdı.
Sol’un kendi içinde sürdürdüğü sınır tanımayan ideolojik mücadelenin, genel devrimci harekete neye mal olduğu bu gün biraz daha açık görülebiliyor. Ayrıca, bütün bir cumhuriyet tarihinin defalarca kanıtladığı bir gerçek de, bu gün bütün çıplaklığı üe ortada duruyor: Türkiye’de Kürt sorunu. Bu sorun, çağdaş demokratik bir çözüme ulaşmadığı sürece, demokrasi mücadelesinin başa götürülmesinden de, toplumun de- mokratikleştirilmesinden de söz etmek mümkün olmadığını altını kalınca çizerek belirtmek gerekiyor.
Sosyal Demokrasive İlericilik
Cihangir ŞERO
□ İsveç Sosyal Demokrat Partisi Başkam ve İsveç Başbakanı Olof Palme’nin katledilmesinden sonra, sosyal demokrasinin ilericiliği, barışseverliği, demokratikliği ve radikalizmi üzerine çok şey yazılıp-çizildi. Sorun, halen tartışılıyor. Soru şu: sosyal demokrasi İsveç’te ne yapmıştır ve kime hizmet et
mektedir?
• İsveç işçi sınıfı hareketi bir hayli zamandan beri sosyal demokartlar tarafından yönetiliyor. Elli yıla yakın bir zaman dilimi içinde sosyal demokratlar iktidarı ellerinde tutuyorlar. Devlet, sendikalar, bürokratlar, halk hareketleri, basın ve halkın büyük bir bölümü sosyal demokratlaşmıştır. Sosyal demokrasi topluma egemen kılınmıştır. Denilebilir ki dünya çapında sosyal demokratlar, ilk olarak kapsamlı iktidar olanaklarını İsveç’te oluşturdular. Sosyal reformizm tüm yönleri ile hayata geçti. Ülke sosyal reformların deneyim merkezi haline geldi. Siyasi iktidarı sağlamlaştırmak için, köklü önlemler alındı; sosyal içerikli reformlara öncülük verildi, refah devleti stratejisi uygulanarak, halkın göreceli hayat standardı yükseldi. Bu uygulama ile kapitalizmin pislikleri, haksızlıkları ve sömürüsü örtbas edilmeye çalışıldı. Çünkü gerçekleştirilen tüm reformlar ve önlemler, ne kapitalist düzenin dışına çıkabildi, ne de kapitalizmi tehdit edebildi. Sermaye toplununum sertlikleri yumuşatıldı, makyajlandı, ambalajlandı ye ‘ orta yol ’ ’ diye piyasaya sürüldü. Buna İskandinav Sosyalizmi diyenlerin sayısı çoğaldı ve böylece sosyalizm ve sosyal reformlar birbirine karıştırıldı.Özünde piyasaya sürülen toplum modeli,
kapitalist düzenin rasyonalleşmesi ve sömürünün yükselmesidir. Çünkü gerçekleşen sosyal reformlar ve ileriye doğru atılan tüm adımlar, fınans-kapitalin onayından geçmiştir, onun imzasını taşımaktadır. İsveç sermaye çevresi, iş pazannda, sosyal barıştan yana bir tavır takındı. Bu görevi yerine getirecek gücün sosyal demokratlar olduğunu iyi kavramış olan sermaye çevreleri sosyal demokratlarla uzlaşma yolunu seçtiler. İsveç işçi sınıfı hareketi böylece dizginlendi, eğitildi ve mücadeleci geleneğinden uzaklaşmaya başladı. Her konuda uzlaşma ve tüm sosyal, ideolojik ve ekonomik çelişkilerde, ortak noktayı seçmek, reformist ideolojinin temelini oluşturdu.
İsveç Sosyal Demokratlan ilk defa 1933 yılında iktidar oldular. O günden bu yana uyguladıkları ekonomik program, ünlü burjuva iktisatçısı, Keynes’in teorileri oldu. İktidara gelir gelmez, Sosyal Demokratlar kapitalizmi onarmaya başladılar. Liberal burjuvazinin yardımı ile çeşitli alanlarda reformlar gerçekleştirildi. Çalışma pazarına, eğitim sektörüne, sosyal ve kiiltür alanında yenilikler getirildi. Örneğin işsizlere ekonomik yardım yapıldı. İşçilerin ve memurlann çalışma saatleri düzenlendi. Okul malzemeleri çocuklara bedava dağıtıldı. Konut yardımı verilmeye başlandı. Sağlık sigortası uygulamaya konuldu. Genel bir emeklilik reformu gerçekleştirildi v.s..
Son yılların en çok tartışılan reform önerisi ise ücretli fonları oldu. İsveç burjuvazisi önce sokaklara döküldü. Kampanyalar başlattı, yürüyüşler düzenledi, kitaplar yazdı v.s... Çünkü ücretli fonlan burjuvaziye göre sosyalizm demekti. “Sosyalizm geliyor”, “Diktatörlük geliyor” sloganlan ile ücretli fonlan büyütüldü ve kamuoyunun gündeminde birinci sırada yer aldı. Fakat ücretli fonlan gerçekliştirildikten sonra, sanıldığı gibi burjuvazi için büyük bir tehlike oluşturmadı. Tersine kapitalist düzen, ücretli fonları ile kendi temellerine daha iyi oturdu. Çünkü son zamanlarda ücretli fonları ile finans- kapital de ilgilenmeye başladı ye ticari ilişkileri geliştirme yolunu seçti. Ücretli fonları da sosyal demokrasi gibi, kapitalizm ile sosyalizm arasında kimliksiz bir hale getirildi. İsveç burjuvazisi önce alışagelmiş yöntemle
ri ile ücretli fonlarına çok sert çıkıştı, daha sonra da eleştiriler yağdırmaya başladı. Fakat giderek, İsveç burjuvazisinin ses tonu değişti, yakınlaşmalar oldu ve şimdi de banş yollan araştırılıyor. İyi temeller üzerine oturturulmuş bir evlilikte normal olarak bazen kavgalar, gürültüler, kırgınlıklar olur, fakat bunlar uzun sürmez. Bu kırgınlıklar, eleştiriler, evliliğin tuzunu biberini oluşturur. Bu sosyal demokrasi ve fmans-kapital evliliğinde de böyledir, böyle olmuştur. Bu evliliği bozacak siyasi dalgalar henüz güçlü değildir. Bundan sermayenin de haberi var. Onun için de sermaye çevreleri gayet rahat ve akıllıca hareket ediyorlar. Fakat hesaplaşma günlerinin de geleceği kesindir.
İsveç’in Sosyal Demokrat toplumunda, mülkiyet belli fınans çevrelerinin ellerinde toplanmıştır. Çeşitli aile ve akraba gruplan- na bölünen sermaye çevrelerinin sayısı, ülkenin nüfiıs oranına göre çok azdır. Bir kaç yıl önce, bu aile ve akraba gruplannm sayısı onbeş iken, şimdi yanya inmiştir. Bunlardan sadece Wallenberg grubu 150 bin işçi çalıştırmaktadır. Diğer büyük sermaye gruplan arasında, Handels Banken (Ticaret Bankası), ASEA, VOLVO, LM. ERİKSON, SKANSKA CEMENDT (Avrupa’nın en büyük konut firması) vardır. Bu fınans çevrelerinin büyük bir bölümü dış ülkelere yatınm yapmaktadır. Dış ülkelere yapılan yatırmı oranı 1970’de % 22 civanndadır. Aynı yıl Amerika’nın dış ülkelere yaptığı yatırım oranı ise % 20’dir. Bu oran 80’li yıllarda daha da artmıştır. Sermaye birikimi yoğunlaşmış, sömürü oranı yükselmiş ve emperyalist yayılma siyaseti, yeni pazarlar bulmak adı altında, yeni biçimlere bürünmüştür. 1984 yılının rakamlarına göre; İsveç’in en büyük 20 şirketinde çalışan işçilerin sayısı 600 bin civa- nndadır. Nüfusu 8 milyon olan bir ülkede 600 bin işçi çalıştıran şirketlerin büyüklüğünü kavramak için iktisatçı olmak gerekmez. Bu en büyük 20 şirkette çalışan 600 bin işçinin, yansı yabancı ülkelerde çalışmaktadır. Bu ülkeler arasında Şili, Güney Afrika, Irak ve İran gibi ülkeler baş sıralardadır. Açıktır ki, demokratik ve sendikal haklann ayaklar altına alındığı bu ülkelerde şirket kurarak ucuz işgücünden yararlanmak ve sömürüyü artırmak ne kadar kirli ve çirkin ise, bunu başka biçimler içinde kamuoyuna sunup, kamu oyunu aldatmak da o kadar çirkin ve kirlidir.
Yukanda saydığımız dev şirketlerin bazıla- nnın yabancı ülkelerde çalıştırdığı işçi sayısı, ülkede çalıştırdıklan işçilerin sayısından fazladır. Toplam olarak, örneğin ELEK- TROLUX şirketinde çalışan 90 bin işçiden, 60 bini yabancı ülkelerde çalışıyor. SKF şirketinde çalışan toplam 42 bin işçiden, 35 bini yabancı ülkelerde çalışmaktadır. Bu rakamlar açık olarak İsveç’deki sermaye ihracının çok yüksek boyutlarda olduğunu göstermektedir.
İsveç Komünist Partisi eski başkanı Her- mansson İsveç’i “Küçük, fakat aç olan emperyalist bir ülke” olarak nitelendirmişti. Bu görüşe katılmamak elde değil. Bir yandan banş ve özgürlükten söz eden devlet yetkilileri, diğer yandan yoksul ülkelerin işçilerini iliklerine kadar sömürmekte, onlan köleliğe mahkum eden ülkülerle ticareti geliştirmektedir. Bir yandan savaşan ülkelere silah satılmakta, diğer yandan ise dünyaya banş güvercinleri salmaktan da geri kalınmamaktadır. (Ecevit’te Kıbns’ı işgal ederken aynı şeyi yapmıştı !). Bu politika Palme zamanında da mevcuttu ve hala da yürürlüktedir.
Evet, İsveç Emperyalist bir ülkedir. Ülkede eşitsizlik oranı oldukça yüksektir. Nüfusu az olan bir ülkede 130 binin üzerinde işsiz varsa, sosyal yardım alanlann sayısı 500 binii geçiyorsa, ücret farkı l’e 100 ise, bu ülkede bozukluklar olduğunu gösterir. Fakat her şeye rağmen, sosyal demokratlar, burjuva demokratik anlamda demokrattırlar. Ve İsveç dünyada, en gelişmiş burjuva demokratik ülke sıfatım taşımaktadır. Bu bir çelişkidir şüphesiz, ama gerçekliktir de.
Türkiye’de sosyal demokrasiye gelince, o, kendi gerçekliği içinde başka bir yazımızın konusu olacak...
Nisan 1987 • Stocholm
KÜRDİSTAN PRESS • 6 GULAN / MAYIS 1987 RUPEL • SAYFA 5
Büyük Ermeni Jenosidi ★ ★ ★ ★ Jirayr KOTCHARIAN
‘ ’Anayarduımızdan söküldük’ ’
Ermeni halkı sürgünlerde sefalet ve açlık içinde kendi kaderine terkedildi.
ile beraber; Kürtlerden oluşan Hamidiye Alay-
ANK • Atina Ermeni Halksal Hareketi Atina örgütü, Büyük Ermeni Jenosidi’nin 72. yıldönümü nedeni ile Atina’da bir konferans düzenledi. Konferans’ta, Dünya Halklarının Kurtuluşu ve Hakları Birliği yönetim kurulu üyesi Mikhailidis Haralam- bidis ile, Ermeni Sorunu Informasyon- Dökümanter ve Araştırma Merkezi Almanya Seksiyonu sorumlusu Jirayr Kotcharian konuştular. Konferans’a EDA partisi ile çeşitli sendikalar mesaj gönderdi.
Ermeni Halksal Hareketi adına konferansı açan konuşmacı, “Aradan 72 yıl geçti. Ama, Türklerin (Türk Burjuvazisinin) yayılma amaçları değişmedi. Biz- ler; XX. yüzyılın ilk büyük katliamından önce nasıl yaşıyorduysak, öyle yaşamak istiyor; bir halkın gene Türk sultanlarının kurbanı olmaması için mücadele e d iy o r u z dedi. Konuşmacı, sözlerine şöyle devam etti: “Bizier Ermeni yurdundan sökülüp atıldık. Vatanımıza dönmek için mücadele ediyoruz. Türk yayılmacılığına karşı mücadelemizi sürdüreceğiz. Ermeni halkının da, diğer halklar gibi kendi vatanında doğma ve ölme hakkı vardır Mesajların okunmasından sonra söz
alan M. Haralambidis, özetle şunları söyledi:
“İlkokulda bize bir kaç şiir ezberletiliyordu. Katiiam, soykırım, parçalama vb.. Kavramların kendilerine özgü anlamları vardır. Belirli içerikleri vardır. Bu kavramların anlamlarının Yunan politik yaşamında yeteri kadar anlaşıldığına inanmıyorum. Bu bizim için büyük bir boşluktur.Jön-Türkler akımı, genel olarak re
formları öngören burjuva devrimi diye anılır. Ben, böyle düşünmüyorum. Jön- Türk hareketi, jenosidleri beraberinde getiren ırkçı bir harekettir. Örneğin, Kürtler bu gün kurtuluş ile imha (jeno- sid) arasında bulunmaktadırlar.Ermeni katliamının sınıfsal boyutu
üzerinde de durulmalıdır. Yanlız, bu sorunun bir boyutudur. Sorun, bütün boyutları ile ele alınmalıdır. Bilindiği gibi, Ermeni katiiamının sınıfsal boyutu içinde, feodal Osmanlı ile “yabancı” burjuvazi arasındaki çatışma durmaktadır. Osmanlı sermayesinin % 94’ü yabancılarındı. Bunun % 55'i Yunan ve % 10’u Ermenilerindi. Katliamlarla birlikte bu büyük mali güç gaspedildi.
Türkiye'deki durum, iç ve dış etmenleri ile Güney Afrika'dan pek farklı değil. Şunu da belirtmek isterim, katliama uğrayan Ermenilerin, tüm Ortadoğu halkları gibi kendi kendilerini yönetme haklan vardır
M. Haralambidis’ten sonra, Jirayr Kotcharian söz aldı. Kotcharian konuşmasını ermenice yaptı. Konuşma, yu- nancaya çevrildi. Kotcharian konuşmasında Tanzimat Fermanı ile Osmanlı’mn hristiyanlara ve diğer azınlıklara getirdiği haklara işaret ettikten sonra özet olarak konuşmasına şöyle devam etti:
“Türk-Rus savaşından sonra, Ermeni sorunu Berlin'de uluslararası diplomasiye girdi, (1888). Berlin anlaşmasının 61. maddesine göre, Osmanlı, Ermenistan1 da reformlar yapmaktan vazgeçme sözü verdi. Fakat, her zaman olduğu gibi, bu defa da sözünde durmadı. Anlaşmanın yürürlüğe girmesi konusunda taraf olan devletlerin ilgisizliği ve OsmanlInın artan baskısı, Ermenilere, kendi sorunlarını kendilerinin çözmesi gerektiğini anlatıyordu. Bunu takip eden yıllarda, Balkanlarda olduğu gibi, Ermenistan'da da halk hareketleri ortaya çıkmaya başladı. 1890'lı yıllarda hayatın çeşitli alanlarında gizli kuruluşlar ve nihayet politik organizasyonlar ortaya çıktı. Ermeni kurtuluş hareketi, Türk gericiliğinin
hortlamasına neden oluyordu. Türkler, müslü- man olmayan halklara karşı çeşitli baskı tedbirleri almaya başladılar. 1839 ve 1856 fermanlarında sözü edilen reformların uygulanmasından da vazgeçildi.
Sultan Abdulhamid, Pan-isîamizmi öne çıkararak Ermeni hareketinin boğulması için mücadeleye başladı. 1894-1896 yıllarında ilk Ermeni toplu katliamları yapıldı. Müslüman halk
lan, Ermenileri katletmek için seferber edildiler. Eylemcilere karşı herhangibir önlem alınmıyordu. Ermenilere karşı yapılan bu ezme eylemlerinin, milletlere dayalı olduğuna dair kuşkulanmız var. Çünkü, Ermeniler, Abdul- hamid'e karşı mücadele eden gruplann içinde yer alıyor, onlarla beraber Hamid rejimine karşı mücadele ediyorlardı.
10 Haziran 1908'de yayınlanan bir ferman ile, Ermeni Anayasası'na yeniden hayat hakkı verildi. Bu da, reformlara girişileceği hakkında Ermeniler arasında yeni bir umut yarattı. Bu umutlar, Jön-Türk ırkçılığının gözden uzak tutulmasına neden oldu. Çünkü, Jön-Türk ırkçılığı, Turan ideolojisi ile, Büyük Türkiye için mücadeleyi önüne koymuş ve Küçük Asya'dan Çin içlerine kadar
| RÛPEL • SAYFA 6 __________________ KURDISTAN PRESS • 6 GULAN / MAYIS 1987
olan alanda bütün Türkleri birleştirmeyi hayal ediyordu. Bu dev devlet içinde ise, başka halklara hayat hakkı yoktu. Jön-Türklerin iktidarı ile beraber Ermeni katliamı da başladı. 1909’da Klikya’da 30 bin Ermeni katledildi. Bununla beraber başlıca Ermeni örgütü olan Taşnak Partisi, Jön-Türklerle ilişkisini sürdürmeye devam etti. 23 Haziran 1913 'de İttihatçılar iktidarı ele geçirdiler ve liberal Türklerle ilişkilerini tümü ile kopardılar. 30 Ekim 1914'de Türkiye, Almanya, Avusturya-Macaristan kampında yer alarak savaşa girdiğini ilan ettiği zaman, İttihatçılar da kendi emperyalist planlan çerçevesinde 20 milyonluk Turan ülkesini kurmak umudu ile, İran, Kafkasya ve İç Asya'ya yöneldiler.
5 Ağustos 1914’de Enver Paşa, Teşkilat-ı Mahsusa isimli gizli bir polis örgütü kurdu. Örgüt, Hitler’in SS’leri ile büyük benzerlikler taşır. Örgütün Genel Sekreteri Dr. Nazım, Ermeni sorunu hakkında 1915 başlarında şunları söylüyordu: 6 6Eğer Er- metlilerin temizlenmesi tamamlanmazsa, bu bize zarar verecektir. Çünkü, arada, Araplar ve Kürtler de var ve biz, böylece üçüyle birden savaşmak zorunda kalacağız. Bu nedenle Ermenile- rin kökünden sökülüp temizlenmesi gerekir. Topraklarımız üzerinde bir tek kişileri bile kalmamalıdır. Ermeni isminin unutul-
nna karşı gelmek suçu ile tutuklandılar. 25 ve 26 Nisan’da da tutuklamalar devam etti. Kısa bir süre cezaevinde tutulan bu Ermeniler; Ayaş, Çankırı ve Adana bölgelerindeki mahkemelerde yargılanmak üzere gönderildiler. Bir bölümü Adana- Halep yolu üzerindeki Diyarbekir’e gönderildiler. Bunların büyük bir bölümü Kapadokya’da katledildi. Diğerlerine ise Diyarbekir'de ağır işkenceler yapıldı. Katliamlara tahammül edemeyen Diyarbekir Piskoposu, intihar etti. Bu 600 Ermeni aydınından yalnızca 8’i kurtulabilmiştir.25 May ıs9ta yürürlüğü giren bir ka
nunun 3. maddesine göre, askeri komutanlara, tek tek insanları ve grupları bir yerden başka bir yere sürme yetkisi verildi. Bu da katliamın devlet eli ile yasal uygulaması anlamına geliyordu. Sürgün bölge bölge uygulandı. Bütün bir yıl devam etti. Batı Ermenistan'dan başlatılan sürgün, sonbahara doğru Mezopotamya'dan sürgünlerin yapılmasına ulaştı. Sürgünler; katliamlarla dehşet içinde yapıldı. Talat paşa, sürgün gerekçesi olarak, Ermenilerin silahlandığını gösterdi. Onlara hayat hakkı tanınmamıştı. Suriye çöllerine sürülenler açlık ve sefalet içinde yok oldular. Pontus'ta yaşayan Ermeniler ise, kayıklara doldurulup Karadeniz'e bırakıldılar. (...)Katliamın sonuçlarına gelince,
unutmamak gerekir ki, halkımızın
Klikya'ya yerleşiyordu. Bu arada, 1923'te, Lozan anlaşması ile Ermenistan'ın durumu onaylandı.
İstanbul'daki Ermeni Partikhane- si'nin açıklamalarına göre, bu gün Türkiye'de 70 bin Ermeni yaşamaktadır. Bunların 60 bini, İstanbul'da ikamet etmektedir. Lozan'da hristi- yan azınlıklara verilen haklardan bunlar da istifade etmektedirler. Ama, bu sadece sözde böyledir. Bu haklar; Türk hükümetleri tarafından çiğnenmiş, işlemez hale getirilmiştir. Örneğin, okul döneminde Ermeni çocukları hızla assimile edilmektedir. Resmi dil türkçedir. Herkes Türk sayılmaktadır. Bu bir anayasa emridir. Rumlar, Ermeniler; Yahudi- ler, ulusal azınlıklar olarak değil, dinsel gruplar olarak tanımlanır. Diğer hristiyan azınlıklar gibi, Ermeniler de günlük hayat içinde durmadan rahatsız edilirler; baskı altında tutulurlar. Özellikle, mecburi askerlik gençler için başlıbaşına bir işkencedir.1985'de Türkiye'yi ziyaret eden bir
Alman Bakanı, Ermeniler'in maruz kaldıkları zulmu anlattı. Buna göre, Ermeniler aile isimlerini, soy isimlerini alamamakta, zorla assimile edilmektedirler. Ermeni klişeleri, mezarları, vakıf binaları sürekli tecavüzlere uğramaktadır. Ermeni toplumu bütünü ile terörize edilmiş, etkisizleştirilmiştir.
Konferansa katılanlar soldan sağa: Azadouhi Sarian, Sifis Kassesian, Jirayr Kotcharian ve Michalidis Haralambidis
ması gerekir. Çok iyi bir dönemdeyiz. Daha iyi bir fırsat ele geçmez. Büyük güçlerin herhangibir müdahalesi sözkonusu olamaz. Gazetelere geçen protestoların ise hiçbir değeri yoktur. Eğer protestolar olacaksa, tamamlanmış bir olaya karşı olacak! Bir tek Ermeni bile kalmamalıdır. Bu zorunlu bir sınırdır. Belki içimizden bazıları böyle bir korsanlık için izin vermez. ‘ Yaşlıların, sakatların, çocukların imha edilmesi ile ne kaza- mlabilir, bunlardan ne tehlike gelebilir9 diye düşünebilirler. Rica ederim baylar! Bu kadar güçsüz olmayınız. Bu bir hayal hastalığıdır,Şubat ayının son haftasından itiba
ren Ermenilerin işlerine son verilmeye başlandı. Ermeni örgütleri fesh edildi. Ermeni asıllı subayların büyük bir bölümü yargılanarak mahkum edildiler. Erler ise, Amele Taburlarıma sürüldü.Ermeni evleri silah arama bahanesi
ile sürekli basıldı. 4 nisan'da İstanbul'da bulunan bir kısım Ermeni aydını, burayı terkettiler. 24 Nisan'da 600 Ermeni aydını hükümet kararla-
çektiği acılar günümüze kadar süregelmiştir. Vahşet, sadece 1915-17 yıllarında katledilen 1.5 milyon Ermeni ve gasbedilen milli zenginliklerle sınırlı değil. Biliniyor ki, sürgüne giden Ermenilere (Iran, Kafkasya, Yunanistan, Avrupa'nın değir ülkeleri), hiçbir yardım eli uzatılmadı. Avrupa'nın müslüman dünya ili ilişkileri, Ermenilerin sahipsiz kalmasına neden oldu. Ermeni katliamı, Batı'da olduğu kadar, Doğu 'da da ilgisizlikle yüzyüze kaldı. Büyük Ekim Devrimi sonrası, kapitalist dünyadan ko- puşma döneminde, Kemalist hareket, eski düşman Rusya'da kendisine ittifakçı buldu. Devrim rusyası, Kemalist hareketin ırkçı-milliyetçi temellerini görmezden geldi. “Devrimci Kemal"e destek verdi.Batı da, Kemal'in “Modernleşme"
uygulamalarına alkış tuttu. Kemal- in, arap alfabesini bırakıp, latin alfabesini alması, fes'i çıkarıp, şapka giymesi devrim sayıldı. Oysa bunların devrim ile bir ilişkisi yoktu. Rusya, komünistlerin ezilmesine kadar, Kemal'e silah ve altın verdi. Bu yardımlar yapıldığı süre içinde ise, Kemal'in rejimi, Batı Ermenistan ve
Bu gün Ermeniler anayurtlarının yalnızca ondabirinde yaşamaktadırlar. Bu bölge de Sovyetler Birliği'nin sınırları içindedir. Sovyet Ermenis- tanı olarak temsil edilir. Dünya daki toplam 7 milyon Ermeni'nin %41,6' sı Sovyet Ermenistanı 'nda yaşamaktadır. Sovyet Ermenistanı gelişmiş, verimli bir ülkedir. İran, Irak, Suriye ve Lübnan'da yaşamak zorunda olan Ermeniler de, buralarda kültürlerini ve gelenklerini koruma açısından daha iyi şartlara sahiptirler. Ama, Avrupa ve Amerika'da, Ermeniler hızla assimile olmaktadırlar. 1970'li yıllarda başlayan ve Türk diplomatlarını hedef alan eylemler, bu anlamda, bir intikam amacının ürünleri değillerdi. Fakat dağılmış, parçalanmış Ermeni koplumunun durumuna dikkatleri çekmek içindi. Ermeni toplumunun Orta-doğu'dan kopmasını ve gelişmiş batı ülkelerine akmasını isteyen eğilimlere karşı bir tepkiydi. Silahlı eylemlere katılan- lar, Lübnan gibi enerjik bir toplumdan geliyorlardı. Politik kişilerdi. Bunlar, Avrupa ve Amerika'daki Ermenilerin “sözlerine" karşılık, “Eylem"! e başarıya ulaşılacağına inan-
“E n Büyük” Bireyler (2)□Biçimsel değişikliğine rağmen, Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesi, uluslararası düzeyde verilen ulusal kurtuluş mücadelesinden çok ayrı olmayacaktır. Bu, mücadeleyi veren güçlere bağlı olmakla, mücadeleyi veren güçlerin öznel niyet ve konumları ne olursa olsun, mücadele genel düzeydeki çerçeveden çok uzak bir tavırda seyredemez. Mücadele ulusal kurtuluş ise, o zaman onunu öngördüğü araç-gereç ve programla varolmak ve mücadele verebilmek mümkün olabilecektir. Biz Kürdistanlı bireyler öznel istemlerimizden çıkarak değil, öznelliğin bütünleşebildiği bir genelliğin engin eteğinde hareket etmeliyiz. Biz bireyler olarak duygu ve gönlümüzün aşk-ı sevdasıyla Kürdistan’m gerçeklerine denk düşmeyen -ve fakat belki doğru da olan- talep ve teorilere sahip olabiliriz. Bu öznelliğimizi genel görmemize yeterli bir neden değildir. Tam tersi. Mücadele aşamalarında yakalayacağımız halkaları çok iyi bilmek zorundayız. Yoksa tuttuğumuz halka bizi; ayaklarımızı yerden kesen öznel bir ‘doğru1 luğa sürükleyebilir. Sonuçta vaktinden evvel bir 4doğru 'ya yapışmış olmanın acısını kendi kökünden kopuk, ayaklan sallantıda, istese de yere inmesi mümkün olmayan ‘Challen- ger 'çilere dönebiliriz.
Toparlarsak: ulusal kurtuluş mücadelesi veren ülkeler, örgüt ve bireyleriyle, toplumsal bir varlık olarak bizlerden daha gerçekçi hareket ediyorlar. Ve başarıya ulaşabiliyorlar. Biz en azından “yurtsever” ve “devrimci" Kürdistanlılar olarak niçin bir işe iyi düşünmeden, ikircikli sanlıyoruz? Yarı cahil hareket ediyoruz. Çok keskin olma, en keskin olma gereğini duyuyoruz. Ve pratiğimizde de en pasifi biz kalıyoruz. Bunun bir çok nedenleri vardır kuşkusuz, ama bu konumuzu pek ilgilendirmiyor.
Tartışmamız gereken nokta, neden kendimizi sürekli geliştirmiyor ve fedekar olamıyoruz. Bir çok ulusal kurtuluş mücadeleleri fertleriyle bizden daha ilerde. Daha tahamüllü, hoşgörülü. Daha düşünerek ve kararlı hareket ediyorlar. Örneğin dananın altında buzağı arama hastalıklan yok. Bir kelime üzerine saatler, günler, aylar hatta yıllar tartışmıyorlar; bu zamanlarını pratik yaratımlar peşinde geçiriyorlar. Mücadelelerinde düşmana karşı yanlarına çekebildikleri, beraber çalışabildikleri hiç bir gücü dışlamıyorlar. Düşmandan yararlanma, onu alt etmenin binlerce yolunu ve açığını yakalayıp kullanıyorlar. Kısacası Ulusal Kurtuluşun bütün ku- rumlarıyla ve bütün kurallarıyla mücadele veriyorlar. Biz de bunun teorisi ile uğraşıyoruz. Örneğin Latin Amerika ve Afrika’daki Ulusal Kurtuluşçular Kilise gibi kurumlan bile düşmana karşı kullanıyorlar. Ama bunu yaparken Kilise’den İsa’ya küfür etmesini istemiyorlar. Ulusal Kurtuluş’da değişik katmanlardan insanlara düşünce ve konumlarını bırakmalarını talep etmiyorlar. Bu işe başnı koymuş bulunanlar, mücadelede olanları görebildikleri yere kadar sürüklüyorlar. Örneğin Hıristiyan dinine bağlıdır diye Papaz ve müritlerine “siz Nikaragua’lı, Küba’lı değilsiniz, İsa’mn ajanlarısınız” demiyorlar. Tabikj bizde de müslümanlara araplarm ajanları denmiyor. Ama İsrail’de bulunan ve kendine Kürt diyen binlerine “siyonist, İsrail ajanı” denebiliyor. ANC, Bişof Tutu ile resmi görüşüyor. Tutu bir zenci ve bir beyaz olan İsa’ya tapıyor. Beyazların dini hıristiyanlığı yayıyor. Niçin “beyazların ajanı” diye suçlanmıyor. Yaser Arafat inşaatçı, mimar-mühendis. Burjuva sınıfını terketmeksizin Ulusal Kurtuluşun lideri olmuş diye dışlanmıyor. Hem sosyalistçe ve hem de sosyalistlerin “faşist’ dediği Kenan Ev- ren’ce kabul görüyor, vb.Ve Molla Mustafa Barzani. Bir aşiretin lideri. Ailesi dahil,
aşireti ve bütün varı yokuyla çevresi ve gücüyle kendini Ulusal Kurtuluşa -otonomi de olsa adı- adadı. Kendisi için mi, aşireti için mi, halkı için mi tartışmasına girmeden; görüyo- ruzki Kürdistan’da egemen bir güç olan Irak’a karşı savaşmış. Ve rahat yüzü görmeden, aile ve aşiretini “zengin” etmeden göçüp gitmiş. Niçin bu insana olmadık karalar ve küfürler çaldık? Demek ki burada ayaklarımızı yerden kesen bir halka yakalamışız.
a . d ik il i
maktaydılar. Örgüt, Ermenistan'ın Kurtuluşu İçin Ermeni Gizli Ordusu adı ile ortaya çıktı. Örgüt, amaçlarını ve proğ- ram hedeflerini ortaya koyduğu gibi, eylemleri ile de öne çıktı.
Dağınık olarak yaşayan 2 milyon Ermeni suya atılmış tuz gibi erimektedir. 1921-82 yılları arasında Sovyet Ermenistanı- na 200 bin Ermeni döndü. 2/3'ü dağlık olan 29 bin Km2'lik bir toprak parçasının 7 milyon Ermeni'yi alabilmesi elbette zordur. Ayrıca, dağınık Ermeni toplumunun büyük bir çoğunluğu Batı Ermenistanlı- dır. Yani gerçek yurt, başlıca vatan bu günkü TC'nin sımrları içinde bulunan bölgedir.
Günümüze kadar yapılan po
litik çalışmalar tam olmamakla beraber bazı sonuçlar vermiş durumda. 1983'de Dünya Kiliseler Birliği, 1984'de Raussel (Halk) Mahkemesi Ermeni katliamım tanıdılar. 1985'de Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Dairesi, 25 Şubat 1987'de Avrupa Parlamentosu Türk Devletinin katiiamdaki sorumluluğunu kabul ettiler.
itSonuç olarak Ermeni sorunu
bir katliamın tanınması sorunu değildir ve fakat Ermeni halkının toprak hakları sorunudur.
Kürdistan Press’e Abone ol • Abone bul Post Giro 2 65 33 — 0
Stockholm
KÜRDİSTAN PRESS • 6 GULAN / MAYIS 1987 RUPEL • SAYFA 7
SÖMÜRGECİ VAHŞET•ut re kiı
Kcyadıbt2rk:sia
em?rpk
ersim7ori£k(&&îrael]
çe zorla ti. Boşaltılar
ıddam ma dev
da Soran 1 men 1
Süleyma smdaki, berdine,
_ ________ sw enen köylerin yanında, l miştUD
balkının da fişlenmesi yygute- Sqf malarına girişilmişti. o M l C U ) tataı
Bu kanflTraJedi, halkı yok ejme pa- c hasına bütün vahşeti ve insanlık dışı 4^ulanfal6ni ut Güney Kürdistan- da sürdürülüyor. Saddam rejimi,İran ile olan savaşa rağmen, askeri gücünün büyük bir kısımmı Kürdis- tan’a yığarak, var olma mücadelesini sürdüren Kürt halkını yok etemeye; yok edemediklerini ise, Irak’m güneyine sürgün kamplarına göndermeye çalışmaktadır. Tecavüz, baskı ve talan eşliğinde sürdürülen mecburi iskan, binlerceKürt köylüsünün toprağından sökülüp fiVfrajjhna, direnenlerin ise lopyeKuır* imhasına neden olmaktadır. ^
Sadece şu son 10 gün içindeKulla- nılan kimyevi silahlar nedentyy yaralı sayısı 600’e ölü sayısı ise 100’e
laşmıştır.Bütün sindirme metodla-
ı, yaşlısıyla büyük bir direniş eği sergilemekte, anavatandaki
köklerin kurumaması için var gücüyü Şfcşmerge desteğinde bu saldırılara (lcarşı durmaktadır. Süleyma- niye’den Zaho’ya tüm Kürdistan’da silah seslerinin ardı arkası^esilme
* y vetlettnfeT i
rsmgdeki, Kanika, Esefke vı
’*'jjEııps köyleri yine aynı mo, iarak
yandan Behdinan "ederken diğer yandan
sinde, bölgenin ta n ^----- ılışıyor.
rezor mıntıka^ Kail
r. Düşman kuvvetfcniş sürdürülmektedir. Çılgına
dönen Baas var gücüyle kara ve hava desteğinde ve fakat aynı anda tüm Güney Kürdistan’da korkunç bir terör estirmektedir. Devletler Huku- ku’na aykırı olarak savunmasız köy halluna karşı k|m^e^%spahla^kul-
rekborgeae hi^îfxantfyatlaySPniak- kı verilmemektedir. Özellikle Kür- distan’m Irak’a sınır illerinde ki köylerde yaşayan halka karşı uygulanan ekonomik abluka, üstüne üstlük tarlarınm ve ormanların yakılması, bu bölgelerde yaşayan halkın kurtarılmış alanlara akın etmesine neden olmakta; kurtarılmış bölgelerdeki bu yığılma büyük zorluklara, ekonomik sıkıntılara neden olmaktadır. Bölgede sıcak savaş içinde bulunan yurtsever güçler bu nedenle, başta
:rmmrKanikavlikon, Kanıtu, Kanihunven, Ahmedbirnav, Vaço, Zelereş, Avkele ve Girtesin köylerindeki halk, rejim tarafından tehdit edilmiş, ve kendilerine tebliğ edilen resmi bir yazı ile eğer köylerini rızaları ile boşalatmaz- larsa, tamamen yakılacağı bildirilmiştir. Ardından gözdağı yermek amacıyla, 204.1987’de, Süleymaniye iline bağlı, Çemçemal kazasının, Singav nahiyesindeki bütün köyler bombsfcrfarak yakılmış, gözü dönmüş Bajs’çılar, bu bölgcgrci, Bütün Baas binalarını ve resim lairumları da, boşaltarak yakmış alanı dümdüz etmişlerdir. 20 Haziran’dan 24 Hazi- ıia^flpkadar Çemçemal ilçesine bağlı merkez köyler -Kulekava, Muferk, Piryadi, Gelergeyi, Guşkut, Seyza- va, Usmangazali- tamamıyla yakılmış, bu yörede yaşayan halk, Çemçemal ilçe merkezinde oluşturulan,
__ sürgün kamplarına yerleştirilmişler-iliaE 0dır. Uygulamaya karşı halk diren-
Jp r € i i f in iş
^ “ ^ " b o lg e s u K_ ^ ^ e tm iş t i î vahşetiyle devaim etmek Dıhok il merkezinin köyleri; Azîx, Her-
maşe, Derxisarê, Sedarkê bombalanarak yakılmış, yine Dıhok ilinin Atrûş mıntıkasındaki; Tlxuyan, Gebarî, Xûr- zê; Atrûş nahiyejmgıp^ketJcöylerin- den, Bêgûrman^erçeMêii/Nêhlê, Di- nartê, Zêve, Mîlhemben, Resul-ayn, Ka- nîka, Besivkê, Emûmkê, Bablo, Sîndorê,
.q Yermanî, Badı, Besra, Birabaharî, Şar- P^j5^Ö9,^pîlkê, Kanîhîncê, Sertengê, Alûkê,
enê (!) z^rokên kuj ıfTn kuştin!!
mektedir. Kamplardan kaçanların büyük bir kısmı kurtarılmış alanlara ulaşırken, diğer kısmı da viraneye dönçj f köylerine geri gitmektedirler.
Aym gün (20.04.987) Irak rejimi bu kez Hewlêr iline bağlı, Komaşîn köyünü yaktı. Hewlêr’e bağlı Hıran nahiyesinin tüm köylerine ise iskan için resmi tebliğ yapıldı. Buna göre; halkı eğer bir direniş gösterirse, köyler kimyevi silahlarla bombalanacak, yakılıcık ve tüm canlı, cansız ne varsa yok edilecek.16.04’den 29.04.987’ye kadar Süley
maniye ve Hewlêr bölgelerinde tamamıyla yokedilen, yağmalanan ve yakılan köyler şunlar; Belîsan, Kanî- ber, Zînî, Dolbalalusan, Şêxwasan nahiyelerine bağlı tüm köyler; Derê- şer sıra dağlarında bulunan tüm köyler, Sewsekan köyü, Koysancak, He-
p, Gernava, Hacîava, Serşorê, Dolsê,- _ _ "iar*> Hecilkê, Şembavia,
Mirgirê yaylasındaki tüm k ö y Q kd c Mamya, Sîndûava, Dergel, Gundek, Celal, Omeraxa, Xirabkê, Tevakê, Keme- kan, Girtî, Binişinkê, Kardilê, Alekan- ya, Banasor, Babûxkê^Jewûrkê, Nav- dar, Bîrûhêcara, Navlftö, Erda, S j Birûşkê, Mecilmexdê, (fovlê? Bçnda, Zê-o f vekanixfaitfdalft Girberazkê, X^vkêa-^/ buyê köyleri bombalanarak, katliamlara tabi tutulmuştur. Bu köylerin dışp*^*Dıhok iline bağlı Kûş bölgesindeki “Ermaşê, Tehlînevî, Begova köyleri bıiri iskana tabi tutularak yağmala ınştır. w \ M p v /n r jjnEvet, tablo tüyler ürperticidir. Güney
Kürdistan’da son yılların en büyük katliamlarından biri yapılmaktadır. Pervasız bir uygulama ile Güney Kürdistan’daki halkın topyekun imhasına yönelinmiştir. Zaxo’dan Dıhok’a, Süleymaniye’den Kerkük’e bütün topraklar barut, fctaye / ölüm kokmaktadır. Savunmasız halk yıl- v ! lardır yaşadıkları anavatan toprakların dan silinip atılmak tehdidi ile içiçe, yaşamlarını sürdürmek için mücadele eı mektedirler.Yukarıda vermeye çahştığııma^omut
rakamlar, Kürdistan‘ın sadece bir kısmını kapsamaktadır. Ulaşabildiğimiz, bilgi toplayabildiğimizjptfftıkaları içermektedir. Vahşet vetefcfmn boyutları ise tahmin edilenin (J^fstündedir.
__ı T.C, bugün Saddam’ın BA tıalkm var olma hakkını? gelece ru ve inançlarını yıkmak, ayaklar altına almak için gözü dönmüş bir biçimde saldırmakta.. Dersim’in insan cesetleri ile dolu olan kuyuları, Munzurdan akan kızıl kan hafızalardan silinmedi henüz. Bugünkü uygulamalar da, dünü aratmayacak kadar sistemli ve pervasız. Kürdis- tan’a kimyasal silahlar, gaz bombaları yağarken, sular zehirlenir, ormanlar, tarlalar yakılırken, evler yerlebir edilip talan edilirken ve kendi ülkesinde yaşamak istemekten başka suçu olmayan bir halk imha edilirken, görevimiz otorup ağıt dizmek olmasa gerek...
ScKİrrr (!) Şrxwascin köyünde kimvcKSdl siUıhlnrla
öl(lıııııkmi co rıık la r!'
• Said / 5 sali—yaşında •Safig / 6 sali—yaşında
• Rızaar / 7 sali—yaşında• Edibe / 8 sali—yaşında• Star /1 0 sali—yaşında• Sekim / 4 sali—yaşında• Hu'ien / 3 sali—yaşında
• Asia / 9 sali—yaşında• rjc \ :.iT. i IC sali— yaşında
• Rebuar Ali / 2 sali—yaşr/ıda• Hüner Yusuf / 2 sali—yaşında• Xezal Haşan / 2 sali—yaşında
• Nezanen Haşan / 3 sali—yaşında• Serbaz Mihemed İsa / 4 sali• Rı zan Ali Resul / 4 sali-yaş.
• Meryem Eziz Hesan / 6 sali-yaş.• Ayşe İbrahim / 6 sali-yaşında
• Hesen Xurşid / 6 sali—yaşında• Hedice Xurşid / 7 sali—yaşında• Xelil Silemen Xıdır / 9 sali-yaş.• Resul Xıdır /1 2 sali—yaşında
,r Ri
HOVITIYA QOLANYALIST
> vas
Q a s k d e ~
Marand __DRejima BAAS, bi hemû hêz^Dl bavêjin herêmên rizgarkirî. Herîrû Hîi
c> ............................................................................
undên gîrêdayî;nfys 4// xwe dixwaze gelê Kurd Herêmên rizgarkirî, ji ber van kprr aahiye Şaklava, gundê Hezo, gun-nnt>f\r? Wln( a bike! _ . çan, li hember zor û giraniyen Hleir girêdayiya nehiyên Çarkur-
'S i t e lc n ~ .LU roj ûritsm'it: a « wiiiua umt:
' nûçeyên <
r lT n a k k a•Bytizeap
“ -WöfTrq}?:\ Y u k ş ê k o v c \ <-----tJr
I r a m q r sW r t
l ' p e g o r ^ j
’r t r Z .( c r y n aS irkim
b f-------- - - aafcpi\-------- 'ianîn. Xpl
r a r r r r w a n ’t in 1
•d ® -”
hemû b; na îskana
lk
•Tali K c j f y
İ.ÜŞİÎUffii A IWUllJCT- > — -tandııiı i— ^« C- 30--------- - - y - ' J o r_ r&jrdi..
^ K h û n t t r
yym*f- i"’
^Salahuddm.
K o i 3 .0 1-*3os/>—t -
^ P ^ T Ö g - —.AÎturi—
/Kupri -
J*jOJUjo n o r
'abacfiur^ n‘Trajediyaku
jiê jîndare, bi dirindî. bi f | û bi xwînî Hl Jl^Sixiûfrdistanê
^^^yîndar diBê. Weke ku bibîr tê, be-
®D
aborî dimîne. Hêzên welatparêz, na, XanekagûrÇy Dötêmka^Rendî- ku di nava şerê germdene, li serî ji nava, Bematî, KollMri,ljSfkdt^Şe~
îsazûma- mamik, Gora, Kavilban, Boza, dixwazin. dalak, Kawa, Fîrz u Taktak. Gun-
hûn li kuderê Kurdistanê ^f^n^TCuşTepejmimkin e, ku hûn dûma- Gûr, Degela, Askîk^% ^nÊevê îmanan, dengê bombar- tev hatine şewitandin. i nebihîzin. Bomberdû- Ji xeynî van gundan
li herêftiê tevî dimanin li ser hev, gu [ewame. ji beP ku şer li herê-0 da Silêmanî; Kanîtû, BergeLSîr-
«.ê tevî di eynî wextî de didome, van, Haladîn, Mînare, PinarTpl9*‘ wek nûmûne; gündeki Zaxoji ta* C tiçke, AMava, Gilazerde, Dabaniye,
agir hat rizgarkirin, lê gûn- Kanîspîkê, Zûrgis, darûndça, û iekî Hewlerê şewûtandin û talanê Merin (Şêxalmarî) bi temamî hati-
* ^jQHûOae şewitandin. Qirkirin bi dirindiiarêHfeMfet-ê, herêma Mer- berdewam dibe.
Kûlekan,Girkal, Gundên navenda Dihokê; Azix, êbûsa bi çekên kim-
n.dinV ^ B ridan, bi bombar- v, gundên naven-
' vegi
/ kirin, ^ll xwe, erd 36
at wêi ii gundên
derxisfiif.
lu -SÜJ? Emisê bi.ev d u n ^ Jö ril | SÎadd
hev bûn.ê, herêma Ser- 'nîka, Esefkê û iyt hat bomber-
serûbinê hevdû bû. li Behdînan
§ev#----Artûşê;
Hermaşê, Derxisra, Sedarkê hatin Oundên li herêmê lyan, Gebarê û Xûrzê;
Ji gundên navenda Atrûşê; Begûr- man, Dêrşermên, Nehlê, Dinartê, Zêve, Milhemben, Re&ûl-ayn, Ka- nîka, Besîvka, Emumkê, Bablo,
tîliKurin kirin. RejinufS; f
• deyrjîrhêid Q f ^ ^ ç e j - ^ ^ b e i m x we şan-— Düşe
^ M a r a r>QQa v , P m s,er1.Kur~ 'Z h w a r t c . - z J r d istM ^riM ıap TZterel
■ *P/nJwi^ -gglê-Kurar-w ku têk<
'L a y fç nDauçjuç.____ d^oM
1‘o m h u r4-Tuz Khurm^tu
Sulayman.
rTCurd;— rejimêTe-hi
eba Şehrêzûrê;
n ^" îmîrvanî,
i, Kanîtû, Va
ayetên ÛQUr
iombebarane r r 3 lanan alanlar * Ş r r d
& TAJ
A L M c n su r t ycr '
jlu*N a f )Khanqhj
n - VlITûJliUlIIiKl AtTvXII1
winda bike, an r “kampên^
‘ ¥fcWD ku gıreday i bajareatine şewûtam
Ji roja 2Ö.04H987 ~an fg,iêdaii û da*— 2*3.04Jp8?-^w gundên
nê de, dibe sebeba rakirina .o ^ ^ e p ic e l Kurd û qirkirina berx-Kurd/ __ _ 'K2y*y^zjav^ûUsm angazjalîbitei
ê di van deh de, hatinea bikaranîna çeken kînP
nr hjêjm»ra birîndaran giha; îûakûştiyanjîgihayelOOI.
hember hemû a; rd
i, Haciava, Serşorê, Dokê, Gew- la, 1jtçşkê> Darî, Hecilkê, Şêfl^Skpart temamî gnndên mêr- g&^rjğmpftaliş, Mamya, Sindû-
Dergely Gundek, Celal, Ome- i, Xirabkê, Tevakê, Kamekan,
\rû, Binişinkî, Kerdilê, Alekan-
Zêvekanavkendela, Girbe-
frer v î
îî3m7 gêlêkji
İ-didı xeU flirevm
gundan, li DHiokê, lerema Kûşê; £r-
Begova jî tevî îs- bûne û hatine we-
QÎIOTkirin. Erê, tablo mûwê meriv dike. Qirkirinek ji qirkirinên
ên ku pêkjten, qirkirir ta bi Dil
tWr xwfi didin rêmen rîzgarkîrî û hinek Ji wan jî distanrtê. Xelkê 1 >ka wan a liwelêtneij« >0<|tç( Ql^indên xwe yên werankirî. ^stMfcQ/jiCŞlfHbav
A l K h a l i
Baqubah___ _______ ^êkan nayê W?Tt: ^ndiyên girêdayî nehiya Hîranê kî
û li hember Jiêzên dijmin bi Ji bo tri<
stanê^
•B A G H D A D ^'% bindi hei
sim,li nêzikê sîj
}A l AZiZtYQfr darisrarfti
itanêmânTıâtToh— mên ku destê me gihayê, dixe nava
balakişandinê xwe. Lê, dirindi û t lan di ser texmî-— “ ' - Tjujjfc, xîret û bîr û bawerlyên xelke
j i n o le b ê n, av û ceryan navbera TİS.04J987inên bi can nikarivç.p.29.04.1987 an de gundên ku girê- Kiden uersi J ^Tcîbîbih. Neiş- ffewlêriirû hatine
!KW£fîVwitandm u talankirm, 4n;^ ^ ir g u n d ê n ^
_ _JKanîber,
ila. Tgelê herêmê birçî bimînii a mribin hebûnên çandiniyê bhi xin. Gelê li ^an herêman ŞTmt van sedeman bêgav dimînin I
dêtLjgt^amMtbûyêti Belîsan^t b e r . W t X l c l u ^ ^ e r t ^
“ ” "—jyan bi nemirovî berde-
yên doh xerabtir in. eVfr bombên gazê, jehir-
JPM çiya: vii D erêşem m m a ^ nû gundên liVfffya
li hember yan ki y£râtf) ne karê meye, ku em rû-
“ "1.05.1987
L
WÊÊÊÊ BÎRANÎNA HESEN HİŞYAR —Biştî 63 Sal
Berxwedana Şêx SeîdDestpêk di hejmara 15’an de
Em bi dizî diçine gund.Deng ji gund naye. Gund nemane reviyane esker di gir de ye. Li ser Bênderan hevalkî me ji tirsan bû, ji çibû di dest de tifinga wî teqiya, hema carkê li me girêdan. Dinya bû agir, mîtralyoza bi otomatîka, rast bera gund dan. Heta em bazdan me xwegihande xaniyan çardeji me ketin. Em gihane bin xaniyên kevakan, di binê girda hebûn du xanî. U gire, ew di gir de ne û istikama de ne pirin. Ew licî neha- tin. Xalibê Feto hebûn, mezinê wan bû, ew vegeran wê derê xiyanet kir û vegeran. Bi şun de vegeriyane, me nizanibûn û Henê jî nehatin. Erê, em ketine wê de re, em hene dûsed tifıng. Ne tirkan zanin em ew hindi- kin dora wan pêçandiye, xilas nedibûn, ne em jî zanin kû ew qolordiye, hetanî sibê bû me bi wan re şer kiriye. Paşî dinya dibe ro- nî, stêrka sibê derket, wê bi xwe bidin aliye erdê rast e, em derketin hatin giyane qadi- yan. Li wir hene qadiya çiye? Me go; Weleh em çûn, em tenê ketin êdin nehatiye û me dî tiyarek hat di ser me re geriya çû li cem wan danî û paşê me dî esker derket. Ne pêşî û ne paş. Wek pezê sor, qolordîk temame. Bavo em îşev ber wana bûne. Êdî ew hatin, ew qolordî ji wer de hat. Qolordiya Erzirûmê jî heta wî çaxê Kazim Paşa ne hevalên Kemal bûn.
Şex Seîd ji wêderê rabûbû, ji xwe hereket pe çênebû. Hetanî qolordiya Anadolê hat a Diyarbekirê hêja nû viya ew jî rabû. Mec- bûr derket hetanî Varto. Şêx Seîd jî wê çaxê ji me dûr e. Li wir rabûne şêstûyek pêra- bûn. îja vana qiyadî bûn. Diçin ji ferat der- basbin wî alî, derbasî wêlê ferat bibin. Lakî dibêje em yekî bisênin bi hêla Varto, ev bû heft roj posta me hê jî nehatiye, kû li Varto cepheyê me hebûn, kurê Şêx Seîd, Elî Riza bû, mehemedê Xilîl Xeto bû, û...Şêx Ew- dillayê Melekan bû, nizanim çibû, hebû li wêderê. Xeber ji wan nehatibû. Diçin dîtin Siwarek ji wê de tê. Hat hat Qasim Begê Ehme, Silêmin, pismamê Xalit Begê Cibrî, wî şehîdê peyarî ha Qasim ti ji kûr têyî? Qa- sim Beg, go; he. .weleh ew hevlinga Şêx Seîd jîji go wele ji Varto têm. Go; Em jî dix- wezin herin. Me negirtiye û wê derê kesê me tê de tine. Go; belê, wele ji wir têm, emê tê de ne. Dê yallah, derbasbûn, diçin wê derê. Kurê Şêx Seîd û birayê wî Mehdî ya şêx go; Şêx, bi Qaso bawarî meyne..
Şêx go; Kuro hun dîn bûne, Qaso bêbextî li me bike ma? Ew jê qetiyan Neboyê Keleş û wana qederê sed siwarî ji wan qetiyan ulo, yanî ji wan qetiyan neh, deh, panzde siwarî, qetiyan yanî wir de çûn, neçûn Şêx Seîd û ew çûn ser pirê derbasê pirê bûn, ketin ortê pirê pira Ebdirahman Paşa jê re dibêjin, esker vi aliyê pirê tije ye rabû, Qaso wan şan- diye vir. Herdû alî Ş.Seîd li nîvê azima hatî girtinê, ê ku girt jê re digon Osman Paşa tümgeralbû, ê Erzirûmê bun. Li wê derê ew girtin. Pişt Ş.Seîd hat girtinê ew piyade çû. E, piştî wî rabûn hê ji nû ve qeymaqemê Çemlikê hebû jê re digon Husnî Beg çerkez bû. E, wî ji me re şand, name şand, go; nav we de zilamê zana tune ye? Qumandarê mi- lîs hene giş hene, hun Kurd in mala we xera- be, we li ber hikmatê cephe girtiye, hun ni- karin bikin herba qomandosî, serê çiyan bela bin, kêliyê çiyan û newala usa belabi- kin tên ser we hunê mala wan xirabikin. Piştî wî bi gotina wî me rabûn, tenzîm çêki- rin. .Herba gerîlla çêkirin îcarê...
-^‘Kengê?”Ê wê çaxê de ez jî piştî neh meh qediya. Ez
jî birîndan bûm. Ketim dest wan. Tirkan re çûm. Em birin Diyarbekrê man, mizgeft, kinîse yanîdêr û hepsxane gişt tije kiribûn. Rozê di cara li me didan, her şev jî dihatin.. “Yallah, Xerputa gidersiniz” digıtin. Mejî bawer dikirin. Neh-deh ji me dibirin, dibi- rin der dikuştin. Me hayê jê tinebûn. Piaşiyê em li wirê me sê sed hebê bi hev re girêdan. Me anîn birin xerpêtê. Xerpêtjî ew mahkeme hebûn. Mehkeme jî li hundirê sînema yê de bû. Ji me re mektup û çû der bê tine. Keskî me bê ba me tinebûn. Awqat jî ji me
re girtin. Ew jî tinebûn. Mehkeme kînge ye em wî jî nizanî bûn. Ê ku dere mahkemê jî ew seetê ya îdam ya ceza. Ez neh meha mam min dî çar kesan berat kiriye ew. He- roj deh, panzdeh, bîst îdam; bi dar ve, wek pez deliqandîbûn. Di mehkemê de ez jî bi- rîndarim. Şahîdêmin bi min re ye ê paşê ez sêerdî me jî îdama min dan, qerar pê. Paşê li dosya min nêrîn emrê bîst salê ku heft me- heye kirin. Panzdeh sal, ewê qarşiyê min ew polîs go, dua bike li hikumatê re, min nekır. Boksek li çengûye min xist. Ji hev derxistî ne gotin. Çima ti lê dixî? Di hebsê de heroj dibirin û daniyan dixistin birê wî qebûyê sê roj diman, hê dibirin, ji wan Zil- fiqar Axayê deşta gewran ew re xwan havê wî xwandin. Me go, wele miriye, ewarê miriye. Hevalê îdam dikirin ew jî dibirin danîn ber pozê wan şeva sisiyan ew jî dibirin dar ve dikirin, mirî jî dibirin dar de dikirin.
Paşê ji min em nefı kirine. Wê çaxê ti- rên,mirên tinebûn. Ji Xarpêtê hetanî Nigda yê bi peyatî, pêşiya esker de, siwariyan de û kelemçekirî û bi şuva jî li nav serê me dixin, heta em birin Meletî, hepshana Milkî em kirin mêvan li vê de rê. Goh mo ye me he- mû xwîn jî wan têv hemû hepisçiyan gon; ev çiye? Me go wele li me didin ma em çi bikin birêm li me dikin. Go’n: ji xwe re dilekçe bidin, ji xwe re ereban bixwazin kirê bikin ji xwe re, erebe kirêkin bi ereban belkî.. Kes heye binvîse İsti’an, min go ezê binvîsî- nim; bes pul tine. Wan şand pul anîn û min İsti’an nivîsî me da mudîrê hepsê ji alay qu- mandarî cenderme re, go ji me re sê ereban bînin em hijde hebin, her şeş bikevine yekî em tê de. Bû sibe me dî yûzbaşîyek hat hew- şê sekinî av heye, li deri dimeşê; “Şêx Seîd eskerî çixsinlar”, em derketin go: “sirala- nin”, em safbûn. “İçinizde istiha yazan kim... kimdir beri gelsin”, ez ber bi wî çûm min jê re pote lê xist, û hate min wek hirçekî bû û li min da, boksan û destan û lepan li min dida dibê qey çiye hele. Pêlê (!) min de xwîn avêt bimin re tê nahêlê xwar, bimin re tê xwarê. Lêxist çû, çû xwe şûşt, ber wî avê hebkî xwe şuşt. Hatin go xudê bike û ha me nebin vê sermayê berf li erdê ye emê bim- rin. Hebkî ber manqela hebsiyan min xwe germkir. Ji me re sê erebe anîn em ketne wana, kelemçekirî û ûstiyê mejî nale û zin- cîrê wan jî bi hev re kirine û berf li erdê ye sar e. .Em ketine kuça çarşiya Meletyê pêşi- ya ereba pêşî de yek heye zilamê Ferzende Mirza Meheme jê re digo’n, sed sal dabûn wî. Distirê di pêşî de, girtî birin lo em girtî- ne lo pire siloyê derbaskirin mahkûmo lo û ew çarşî û der û însan li me tije bûne, em ga- zî dikin dibêne, law kuro Mirza Meheme bes te em kirin hirç, dibê “na wele kelema rebê alemê ez bibêm, bira kurê Kurd bibine, ev roja tarîxiye, bira zilma Tirkan bibinin bi çavê xwe”. Em birin hetanî. .wê de xa- nek hebû dûr bû, çawişek bi me re ye paz- deh süvarine ê ruyê wî xezeb dibare, me go wele eviya e me gişan bikuje, me dî li pêşiya ereban sekînî û go “dur arabaçîler” erebe giş sekinîn, bu kurmancî go: “gelî pisma- man ez xulamokê we me ji vir heta Sêwesê heşt neh qonaxe bi we re ma, kî ji we nex- weşbe acizbûn, peya bibin, rabin, çi bikin ji minre bibêjîn ha. ” Ev gotina me yanî me dane naskirinê kû zilamê kû wetanî be, di çi wezîfê de jî be, ew ji bîra wî nare. însafa wî heye kû dibe her zilamê mejî wek wî çawu- şê cendirman bin, ne ku bi nanê xelkê bibe kûçikê ber konê wan. Mêrik ji me re em hê ne digîhan xanan pêşiya me diçû, ji me re cî hazir dikir. Tişt dikir û ji me re go jî: “wele ez zanibim bi me xilas dibe, ezê ana tifingê wana ji wan bîstînîm, ezê bidim we û emê bi serên çiya kevin, lê belê xeynî me hene” destê me ew lala avêt ji ustiyême û destê me jî herdû bi hev re hîştin, hetanî Sêwasê em birin, ji wî şun de çerkezbûn,ew çerkeza ji me re gelekî dilovan bûn. Bi qencî em birin hetanî Qeyserî, ji Qeyserî em birin Nîgdayê destê min ji hevala vekirin, berê wan dan Anadolê diçin Denizliyê nizanim ku de rê diçin. Gelek dijwar bû ku em ji hev qetiyan.
Bizi Malatya’ya götürüp, orada Mülki hapishanesinde misafir ettiler.Kullaklanmız- dan vb. hep kan geliyordu.Mahpuslar, : “Ne oluyor ?” diye sordular.
— ‘Vallahi bizi vuruyorlar kardeşim, ne yapalım vuruyorlar işte” dedik.
Bize, ‘ ‘Bir dilekçe verip kendinize araba isteyin, kiraladığınız arabalarla gidin.'^dediler. “İçinizde dilekçe yazabilecek kimse var mı?”.— ‘Ben yazabilirim ” dedim.Pul yoktu. Birini gönderip pul getirttiler.
Dilekçe yazıp hapishane müdürü jandarma alay komutanına verdik ve dedik ki: “On- seİdz kişiyizÜç araba bulursanız, aytışar altışar bineriz
Sabahleyin bir yüzbaşının avluya gelip durduğunu gördük. Kapıda dolaştı, sonra “Şeyh Sait'in askerleri çıksınlar”.dedi.Çıktık.— ‘Sıralanın”Sıralandık.— ‘İçinizde dilekçe yazan kim? Kimse, ile
ri çıksın”Ona doğru ilerleyip, selam durdum. Üstü
me yürüdü. Ayı gibiydi. Beni vurmaya başladı..Tekmeledi. Kançıktı, vurdu, vurdu gitti ve suyun başında yıkandı. Biz geri döndük. Yolda soğuktan donmayalım diye, mahpusların mangal ateşinde biraz ısındım. Bize üç araba getirdiler. Altışar kişilik kafileler halinde bindik. Kelepçeliydik. Boynumuzda da birbirine bağlı zincirler vardı.Hava soğuk, kar var. Malatya çarşısının caddelerine girdik.Arabanın önünde Ferzende Mirza Muhammet’in adamı dedikleri biri vardı. Yüzyıl vermişlerdi ona.Ön tarafta türkü söylüyordu;“Tutuklulan götürüyorlar, tu- tukluyuz, Stilonun köprüsünden geçirdiler mahkumo lo, lo...”Çarşıdaki in
sanlar, üşüşmüş, bize bakıyorlar.Biz de Mirza Muhammed’e bağınp- çağınyoruz:“Yahu Mirza Muhammet yeter, bizi ayı yaptın.
O; “Hayır, bu tarihi bir gündür. Kürt çocukları, Türk mezalimini gözleriyle görsünler.”Bizi Hanek diye, o taraflarda uzak bir yer
vardı, oraya götürdüler. Bir çavuş ve on beş süvari bizimle geliyorlardı. Çavuşun yüzünden gazap yağıyordu. Bu hepimizi öldürür diye düşünüyorduk.
Çavuş, arabaların önünde durdu ve, ‘ ‘Durun arabacılar” dedi.Bütün arabalar durdu. Çavuş, kürtçe,
“Arkadaşlar” dedi,“Hepinizin kölesiyim, burdan Sivas 'a kadar sekiz-dokuz konak si- zinleyim. İçinizde hasta olan veya rahatsız olan varsa insin dolaşsın. Ne yaparsanız bana bildirin ha!...
Bu sözler bizi etkiledi. Ülkesini seven bir insanın, hangi görevde olursa olsun, insaflı bir yanı var. Her vatandaşımızın da o jandarma çavuşu gibi olması gerekiyor. Yeter ki, başkalarının ekmeğiyle başkalarının çadırına köpek olmasın. Biz daha hanlara varmadan önce o, önden gidip yer vb. hazırlıyordu. Bize şunu da söyledi “Vallah bilsem ki, bizimle iş biter, şimdi bunların tüfeklerini alır sizlere veririm, dağlara çıkarız. Ama, başkaları da vardır.”
Boynumuzdan zincirleri çıkardı ve bizi Sivas’a kadar götürdü. Ondan sonrakiler Çerkez’diler. Çerkezler de bizlere çok iyi davrandılar. Bizi iyilikle Kayseri’ye, Kayseri1 den, Niğde’ya kadar götürdüler. Niğde’de
bizi birbirimizden ayırdılar. Birbirimizden ayrılmamız çok zor oldu.
Beni içeri aldılar. Hapishane müdürü Niğde halkından Yasin Bey’di. Ona, “Müdür Bey, gariplere hürmet gerektir.'' dedim.
O da, “Doğru bir söz ama, sizinle ilgili değildir.” dedi
O zamanlar yaşımız küçüktü, çocuktuk henüz. Müdür, “Ne istiyorsun?” dedi
— ‘Beni mümkünse yaşlıların olduğu bir koğuşa ver. Hırsız, kumarcı ve kalleşlerin koğuşu olmasın.''
— ‘Niçin? Daha yaşın ufak, niçin öyle istiyorsun?
— ‘Tabiatımdır”Beni “Muhacir Koğuşu” dedikleri yere
götürdüler. Yerde kar var. İçeri girdim. Mahpuslar mangalın başında oturmuşlardı. Havalar soğuk, kar-kış.. Selam verdim. Hiçbiri aleykümselam demediği gibi, mangalın yanma da çağırmadılar. Kimse selamımı almadı. Başka bir köşeden iki kişi: “Arkadaş beri gel, beri gel, beri gel” dediler.
Yanlarına gittim ve oturdum. Bana sigara verdiler. Mangallarının üzerinde kahve yaptılar. “Ehlen ve sehlen arkadaş, başımız-gözümüz üstüne geldin.” dediler.
Falan filan.. .Yarabbi bu tavır niye? İkisi de Dersim’in alevilerinden. Babalan, dedeleri çoktan göçüp buralara Ağacık’a gelmişler. Onların yurtseverliği beni yanlarına çek
ti.Fukaralar, dil de bilmiyorlar; kürtçe de bilmiyorlar. Bi
zi birbirimize çeken buydu.Acıkmıştım.
Yemek getirdiler. “Arkadaş” dediler, “Yoldan gelmişsin, yıkansan iyi olmaz mı?
—‘ ‘Vallahi hamam varsa yıkanırım, lâkin param yok.” dedim.— ‘Nasıl?”— ‘Yanlız iki
kuruşum var.''On beş sene
yaban ellerde ve iki kuruş, ne diyebilirsin ki?... Onlardan birisi kalkıp gitti ve hamamcıyla birlikte geldi. Hamamcı da, onların adamlarından biriydi:
— ‘Arkadaş, gel yıkan. Elbiselerini de yıka. Yanına yaz pa
ran gelirse ver,gelmezse canın sağolsun...” dedi.Ben de, ‘ ‘Evin şen olsun.'' dedim.Gittim, yıkandım. Elbiselerim bit doluy
du. ‘ ‘Gel belimi kesele” dedim. Vucuduma baktığı zaman ‘ ‘Ojf... bu nedir yahu ?'' dedi. Elini belime vurdu. Bitler derimin altına yerleşmişler. “Bu nedir?” diye sordu, ben de “Bu sizin, siz Türklerin zulmüdür ne olacak.,,dedim.
Koğuşa döndüm. Bana nerede yatacağımı sordular.Bende bir Arap Aba’sı vardı, onu sarıyordum üstüme. Niğde soğuktur. Ben gelinceye kadar iki kardeş bana çay yapmışlardı. Çayı içtim, yorgundum, o kadar da yol gelmiştim, uykum geldi.
— ‘Uykun mu geliyor?”- t ‘Evet.”— ‘O, yatağı indir.''— ‘O, nedir?”Bir yatağın yukarda asılı olduğunu
gördüm.— ‘Senin kardeşinim, kumarda Turkler-
den kazandım.''— ‘Demek kumardan da fayda görülür ba
zen..”
Bu gece bu kadar şeyin içine düşeceğimi kim bilebilirdi ki.
Yatak sahibi oldum, ben de bir insan gibi yattım.
RÛPEL / SAYFA 1 0 ^ KURDISTAN PRESS • 6 GULAN/ MAYIS 1987
HESEN HIŞYAR’IN
ANILARI
63 yıl Sonra
Şeyh Said Direnişi
Geçen sayıda, anılarla ilgili tashihli ve tashihsiz türkçe bantlar aynı sayfaya geçti. Bu karışıklıktan ötürü okuyucudan özür dilediz.
İstanbul Rızgari davasında tutuklu sanıklar karar duruşmasında; soldan sağa; Gazi ATTİLA (24 yıl), Zülküf GÜNAY (24 yıl), Attila ŞİMŞEK (16yıl,8 ay), Abdurrahim GÜMÜŞTEKİN (Ömürboyu), Sedat GÜNÇEKTİ (Ömürboyu), Nadir KALKAN (Ömürboyu), Süleyman PETEKKAYA (6yıl,8ay), Muzaffer KÖKALAN (20yü), Necmettin ALP (20 yü)
“Beni o şanlı mücadeleden belki bir süre uz/ak tutabilirler, ama mücadeleden alıkoymaları asla mümkün olmayacaktır!”
• Bu sayımızda “Serbest Kürsü”yü 4 yıllık bir yargılamadan sonra ömürboyu hapis cezasına mahkum edilen Abdurrahim Gümüştekin’in, karardan sonra ailesine yazdığı mektuba ayırdık. Türkiye’de “Demokrasiye Geçiş” yaygaraları arasında zulmun, işkencenin, baskı ve zorbalığın başlıca hedeflerinden biri olan devrimciler, bilerek ve bilmeyerek unutuldular. Bu gün Türkiye hapi- saneleri, 7yılın kanlı cenderesinde ezilen, yaralı, hasta ve sakat binlerce devrimci ile dolu...Binlerce devrimci de dışarda(l), polis baskısı, işsizlik ve açlıkla yüzyüzedir...
25.2.1987Sevgili babacığım, anneci
ğim ve kardeşlerim.Babamın gönderdiği
6.2.1987 günlü mektubu,18.2.1987 günlü telgrafı ve Fahrettin’in gönderdiği13.2.1987 günlü mektubu aldım. Çok sevindim. Çok teşekkür ederim.Babam mektubunda diyor
du ki belki bu mektubum sana kavuşmadan mahkeme kararları okuyacak. Tam da babamın dediği gibi oldu. Ben Şubat’m 23’ünde mahkemeye çıkmıştım. Ve hak- kımızdaki kararlar duruşmada okunmuştu. Akşam koğuşuma döndüğümde koğuş arkadaşlarım yukarıda aldığımı belirttiğim mektup ve telgrafın bana geldiğini söylediler. Ben döndüğümde arkadaşlarım akşam yemeğini yiyordu. Ben de önce mektuplarımı ve telgrafımı yanıma alarak yemek sofrasına oturdum ve sonra arkadaşlarımın ısrarlı soruşlarına karşı onlara hele bir durun yemeğimizi yiyelim sonra size ne kadar ceza aldığımı söylerim diyorken, arkadaşlarım ısrarla neka- dar ceza aldığımı söylememi benden istediler. Ben de hayır yemeğimi yemeden ne kadar ceza aldığımı size söylemem diye direttim. Derken arkadaşlar benim
sofranın tadının bozulmaması ve onların güzel güzel yemek yerken üzülmemele- ri için ne kadar ceza aldığımı söylemediğimi hemen anladılar ve benim mektuplarımı okumamı önerdiler. Ben de bir yandan yemeğimi yerken, öbür yandan da mektuplarımı okumaya başladım. Babamın mektubunu okurken en çok ve hemen dikkatimi çeken, babamın belki bu mektubu almadan kararınız açıklanır sözü oldu. Evet canım babacığım tam da dediğiniz gibi. Ben mektubu almadan hükümlü oldum, yani bana “ceza” verildi. Aldığım cezayı gazetelerden okumuşsunuzdur sanırım. Ya da avukattan öğrenmişsinizdir. Evet benim açımıdan bu tarihi haksızlığa daha büyük bir tarihi haksızlık eklendi. Hakkımda verilen karar tamamen politik maksatlıydı. Evet, bana ömürboyu hapis cezasını elzem gören mahkeme tamamen peşin hükümlü ve artniyetlidir. Onlar sömürgeci TC devletinin bekçileridir ve bundan ötürü de bize düşmanca bakarlar. Ellerinden gelse birka- şık suda boğarlar. Onlar ki, ülkemizi işgal eden, boyunduruk altında tutan, sömürü ve talana tabi tutan sömürgeci TC devletinin yargıçla
rıdır, o sebepten dolayı bana ve benim gibi sosyalist düşünceleri benimsiyenlere idam ve ömürboyu cezalar vermekten zevk duyuyorlar. Ama onların bu zevkleri, onların vicdan azabı çekmelerini engelleyemez. Ben ömürboyu ceza aldığım gece vicdan rahatlılığıyla uyudum. Ama sormak gerekir. Bana ömürboyu ceza veren mahkeme başkanı ve yargıçlar aynı gece vicdan azabı çekmeden uyuyabilmişler mi? Onların vicdan azabı duymamaları mümkün değil. Bu eşyanın tabiatına aykırı olur.Haykırarak belirtmek isti
yorum: Cezalar bizi — özgürlük ve bağımsızlık savaşçılarını— yıldırmaz. Savunmamda belirttiğim gibi beni sömürgeci TC devlet güçleri yıldırmaya epey uğraştı ama, uğraşıları hep boşa çıktı ve bundan sonra da
boşa çıkacaktır. Bu konuda halkıma, dünya işçi sınıfına söz veriyorum. Sözümü sonuna kadar tutacağıma zerre kadar kuşku duyulmama- ladır. Tekrar belirteyim. Kürdistan’ın bağımsızlık ve özgürlüğü için, Kürdistan1 da proleterya devleti kurmak için, dünya devrimi için elimden geleni geri koymayacağım. Bu böyle biline.
Şunu da bütün beni tanıyanlar bilmelidir ki, bana verilen ceza, benim devrimci politik kişiliğimden ötürüdür ve bu cezayla beni yıldırmak istiyorlar, beni mücadeleden engellemek işitiyorlar. Evet, bana verilen cezaların başlıcaları bunlardır. Ama onlara söyleyeyim ki, beni yıldırmaları hiç mümkün olmayacak ve beni o şanlı mücadeleden belki bir süre uzak tutabilirler. Ama o belirli mücadeleden alıkoymaları asla müm
kün olmayacaktır. Bu da böyle biline.Benim ülkem, toplumum
esirlik boyunuduruğunday- ken ve ben bu bilince sahipken susmam, sesiz durmam bana yakışmaz, savaşmak ülkenin özgürlüğünü kazanmak için mücadele etmek yakışır. Ben gerçeklerin bilincinde biriyim. İnsanlık ve insanlıktan yana onunla ilgili kavramlarla düşünsel bağlar kurmuşum bir kez. Gericiliğin komplesine, sömürünün bütün biçimlerine, baskının, otoritenin komplesine, eziyetin, işkencenin köküne karşı olmaktan bir an geri kalmayacağım. Bu benim için bir insanlık görevi.Ülkemde kınalı türkülere
boyunuduruk vurlumuşsa, halkım mecburi iskana tabi tutuluyorsa, insanlarımız irin emip kan tükürüyorsa, düğünlerimiz özgürlüklerimizle bütünleşmiyorsa, tutsaklığımızla simgeleniyor- sa, kendi dilimizi konuşa- mıyorsak, yani açıkçası bir halk olarak, bir ülke olarak boynumuzda sömürgeci boyunduruk varken ve sömürgeci zulmün altında inim inim inliyorsak, jenosid ve asimilasyona uğruyorsak ve de biz bütün haksızlıkların bilincinde isek, bizim için tek namuslu yol mücadele
etmek ve savaşmaktır, başka şey değil, işte bukadar.Canım babacığım ve ana
cığım, sakın olaki oğlumuz ömürboyu ceza aldı diye kederlenip sızlanmayınız. Bence asıl kederlenip üzülmemiz gereken şey kınalı türkülerimizin boynundaki boyunduruktur. Yani ülke- mezin sömürge olmasıdır. Ve bilmenizi isterim ki, ben bana elzem görülen ceza için asla kederlenip, üzülmeyeceğim. Keyfim yerinde. Sağlıklı ve iyiyim.
Satırlarımı noktalamadan, babacığıma, dedeciğime, neneciğime, anneciğime en derin saygılarımı ve selamlarımı sunar ellerinden öperim. Adem amcamın ellerinden öperim. Abdulkerim ve Abdurrahman amcalarıma selamlarımı ve saygılarımı iletir kucaklarım. M.Ali ve Tahir’e sevgilerimi ve selamlarımı yollar gözlerinden öperim. Bütün kardeşlerime ve bütün amca çocuklarına en içten sevgilerimi ve selamlarımı sunar gözlerinden öperim. Gelinlerime selam eder kardeşçe halhatırlarını sorarım. Ayrıca bütün akraba ve dostlara içten selamlarımı yollarım. Esen kalın.
Oğlunuz
Abdurrahim Gümüştekin
KURDISTAN PRESS • 6 GULAN / MAYIS 1987 RUPEL / SAYFA 11
edebiyat sanat ve kültür
m e r x a s tKewaniya malê dewê xwe
jî çelqand û bi tev dîzikê hanî li ber textê nên da-
nî. Bêhna hêkerûnên qijîlî, ji ey wanê heta oda mêvana wusa girti bû serê malê ku dilê meri- van pê dixewirî.
Hecî Uso ji ser sekûkê daket xwarê, şaşika li ser serê xwe ber bi jor kir, ji hêlekê ve bi awurên tûj li Ferzend dinêrî û ji hêlekê ve jî xwe ber bi textê nên dikir. Lê Ferzendê panzdesale, ne hay ji awurtûjiya kalê xwe hebû û ne jî bêhna hêkerûnê bala wî belaw dikir. Li ber pencere rûnişti û pirtûka ku di dest de, bala wî bi tewayî kişandi bû ser navaroka xwe.Wek Hecî Ûso, em bi xwe jî
nizanin bê Ferzend çi dixwend, mijara pirtûkê çi bû, an ew çi têdigîhişt. Lê bi cir û tevgera xwe, mêşinî û efendîtiya xwe, Ferzend li vî gundî an jî li vî ba- jarê piçûk nav û deng dabû. Ba- qiliya wî di devê xelkê de bûbû benîşt û herkesî bi tiliyan ew pêşanî hev dikirin.
Textê nên amade bû bû û Hecî Ûso xwe kişandi bû ber. Her cara ku berê xwe dida Ferzend, ji awurtûjiyê bijang û birûhên wî xwe digihandin hev. Berê dil hebû ku bi tena serê xwe nan bixwe û banî Ferzend neke. Lê dûre bêsedem û bihêrs banî kir ûgot:
—De rabe ser xwe û we- re!.. .Te çi serê xwe xistiye nava şeqên xwe? Ma qeyê tu ê jî rabî sibê ji min re bibî feylesof!? Tew...
—Ez va hatim, kalo, got û Ferzend hevoka li ber çavê xwe
qedand, pirtûka vekirî danî kê- leka xwe, hêdîka rabû û ber bi textê nên hat.
Di vê navberê de Zîvoyê bira- yê Ferzend an jî bi gotineke din, neviyê din yê Hecî Ûso bi hilkehilk kete hundur. Bi dîtina wî re çav li serê Hecî Ûso bû lî- zok û di kortikên xwe de nehe- wiyan. Ji kêfxweşî lêv lê lerizîn û li ser hev ne ditebitîn. Xweş diyar bû ku Hecî Ûso ji neviyê xwe dilxweş bû. Zîvo jî hay ji vê rewşa kalê xwe hebû. Ji ber vê yekê di hîjdesaliya xwe de jî, li hember vê tevgera kalê xwe, şûmîtî û dirûtiya zarokekî heft- sale dikir. Bi ketina xwe ya hundur re, li rûkeniya kalê xwe nêhirî û got:—Tu îro çawa î, Hecî?—Ez baş im, berxê min. Ge-
lekî baş im.Hecî Ûso bi herdu neviyên
xwe ve li ber textê xwarinê çog dabûn erdê û hêkerûn dixwa- rin. Her cara ku li neviyê xwe î Zîvo dinêhirî, pariyê xwe bi xurtî di çerxetûnê de dikir û bi dilxweşî di devê xwe de dadi- hanî. Lê dema ku di kêleka xwe re çav li nevî yê xwe î Ferzend dixist, çavên wî di reş ve diçûn, dilê xwe li hev dixist û te digot qeyê wê aniha verişe. Wê çaxê jî di ser Ferzend de dikir pilepil û digot:
—Tu bi qurbana min û navê Ferzend bî, Min jî nav li te kiriye... Ferzend... Ferzo! Min çi- ma navê Bizdo li te nekir.. .Ke- ro welle çilka xwînê di te de tu- neye. Kî dibê bila bibê...
Ferzend wek hertim li hember
van gotinên kalê xwe bêdeng ma û xwarina xwe domand. Hecî Ûso berê xwe da Zîvo:
—Beranê kalê xwe!.. .paşmê- rê min, kavirê min, mêrxasê min, pêxasê min...
Ferzend di ber xwe de pişin û ji şeytanî re deng çû Hecî Ûso. Bi mirûzekî tirş û tal Hecî Ûso ji nişka ve li Ferzend nêhirî:
—Tu çi didanbeşiyê dikî? Ma ne vvusa ye, seıjinik! Tu dibê qeyê ew jî nola te serşûnik e! Qurbana Xwedê bim!... Diya te jî naha dilê xwe xweş dike û di- bê min jî law haniye!? Tew, tew, tew!.. .Lê divê tu viya baş biza- ni bî ku serşûniktiya mêran, doxînsistiya jinan û piştkurmî- tiya keran...
Kewaniya malê bûka Hecî Ûso bêhay kete hundur, lê ev pey vana bihîstin. Di ber xwe de bi pilepil:
—Hecî dîsa xerifiye, got û derbasî hêla kungî bû. Hecî Ûso bi awur û hêrsa xwe zivirî ser Zîvo û dîsa pesnê wî da. Ez bi qurbana tûlîk û temeliya mê- ran bim! Ca binêrin, kabokên wî kabokên mêran e. Pozê wî, biruhên wî, lê tew lepên wî!. .Xwedêyo! Qet ne hewceye ku meriv bibêje. Ero welle, bila diya te tenê bibê min mêr haniye dinê!
Bi van gotinan re bêyî ku hay jê hebe, destê xwe î bi rûn di pişta Zîvoyê xwe re da û domand:
—De ka bibêje, Zivoyê min.. .Xwelî li serê min be! De qeyê ez jî ehmeqek bûm. Wê çaxê ava reş di çavê min de hati bû, kuliya zimanê min xwari
bû...Loma...loma min navê Zîvo li te danî. Lê ji vir û weha ez ê bi navê Zêro banî te bikim. Ma heyfa te nine...De ka tu ji kalê xwe re bibêje, te îro çi kir?
Hecî Ûso beyî ku li bende ber- siva Zêro bimîne, peyvên xwe domand:
—Ez ji duruvên mêran derdi- xim. Ez tenê dizanim ku tu çi mêr î. Tu çavên xwe xwe tev ji hukumatê jî nakutî. Welle ez aniha dizanim ku; tu îro li ma- mostê xwe xeyidiye û bi hêrs ji dibistanê derketiye, di rê de te bi du sê kesan re pevçiniye û te ji dê bavên wan re jî daye çê- ran... û ez baş dizanim herkes jî zû bi zû newêre xwe bide ser şopa te.. .û ev hukmata jî, got û destê xwe ber bi pencerê rakir. Lewra çend malên efseran li pêş mala wan bû.
Kewaniya malê diya neviyan disa li wir xuya bû, bêhemdê xwe peyva Hecî Ûso birî û got:
—Bi navê Xwedê, Hecî, te ew lawika wusa ji rê derxistiye û kaw kiriye.
Ferzend pariyê xwe î dawîn jî di devê xwe de danî, kasikek dew bi ser xwe de kir, dest mala xwe ji bêrîka xwe derxist, devê xwe paqij kir, bi şûnde vekişiya û dîsa dest havête pirtûka xwe. Zêro jî zûzûka ji ser xwarinê rabû, çû ber pencerê, mîna ba- zinek zexel bi guhên bel li der- ve nêhirî. Dûre beyî ku tiştekî bibêje tavilê ber bi deri çû. Heta ku solên xwe bi ser lingên xwe ve kir û derket jî, Hecî Ûso her li pey bi kêfxweşî dinêhirî û digot:
—Xwedê bi merivên mêr re be; Xocê Xizir hevalê wan be!
Lê dûre dema ku dît Ferzend dîsa dest bi xwendina pirtûkê kir, vegeriya ser û got:
—A tu jî di binê qula xênî de di ser pirtûkan de mexel bikeve. Mexel be ca tu ê çi jê bifahmî. Lawo, ma tu jî rojekê di kuçan de bigeriya, bila carekê dê an bavê yekî bihata ber dere min û giliyê te bi min de bikira. Bila bigota: “Neviyê te î Ferzend bi lawê me ve pevçiniye, dest ha- vêtiye dawa keça me, lingê mi- rîşka me şikandiye.. Ma çi di- bû, wê kevir bibariya! Lê ez di- nêrim ew kezeba bi te re tuneye ku. Tu her tim ker î, tu rojekê nabî kûçik! Ma qet xwîna mê- raniyê di te de nîne!.. Tu jî ca- rekê derkeve û di kuçan de xweli ba ke, billa xelk bizani be ku paşmêrên Hecî Ûso jî hene. Di jiyana xwe de hertim ez serbi- lind bûm û heta naha jî wusa mam. Ji bo ku li hafa Xwedê rûreş demekevim, heft caran jî ez çûm Hecê, min eniya xwe di kevirê reş re da û ez hatim. Tir- sa min ev e ku di vê jiya xwe ya sed û bîstsale de ez ê bibim hus- tuxwarê vê rewşa te. Lê ez dizanim... baş dizanim ku guhên merivên tirsonek hertim xetimî ye, di ber de daketî ye...û na- bîhise.
Bi rastî Ferzend dixwest ku van gotinên kalê xwe bibîhise. Jj ber vê bêdengiya wî, Hecî Ûso dengê xwe bilindtir kir û bi hêrs domand:
—Tu nabîhisî, ne wusa ye! Kero welle min zûde ji te fahm kiriye! Ew serê te.. .ew serê te li
Hesenê Metefelqê serê ewkê min çûye...rû- meta te, a bi qasî vê kasika de- wê tirş jî nîne, got û kasika de- wê ku di dest de bi ser xwe de kir.
Birebira Hecî Ûso û dengê ku ji derve dihat tevlihev bû bû. Mîna ku li der hundur pevçû- nek li dar keti be. Ferzend di pencerê re bala xwe da derve ku çi bibîne! Zêro di kuçê de kemişiye ser kurê efserekî û lê dide. Û du leşger jî ji ber dere malefseran dibezin ku xwe bi- gihînin pevçûnê. Pir derbas ne- bû, leşgeran xwe gihandin Zê- ro, bi piyên wî girtin, ji ser lê- wik rakirin, dan ber xwe û birin. Mîna ku deh kes ji Hecî Ûso re bibêje ca tu jî di pencere çû. Bi dengekî şikî:
—Çi ye, çi bû? got û li kuçê nêhirî. Nêhirî ku qilafetekî mîna Zêro di nava lepên du leşgeran de ye û dibin. Vegeriya ser Ferzend û got:
—Ma ew ne Zêro ye?Ferzend bi pişirin û dengekî
nivçe di ber xwe de got:—Imm.. .Zêro ye. Wı dîsa pê-
şiya Hukumatekî biriye.—Ero ma qeyê tu jî qerfên
xwe bi mêran dikî?!... De ka bi nînoga wî ya heram dikî? Pev- çûn.. .pevçûn di navbera mêran de dibe, serê merivên mêr dişi- kên, merivên mêrxas dikevin zîndanê...D
□ Kendinizi tanıtırmısınız?□ 1954 Dersim doğumluyum. Küçük yaştan beri çalar söylerim. Bir dönem bizim yöreye has ezgileri, halkın dilinde türküleşen, kendi acısını, çilesini dile getiren türküleri söyledim. Daha sonra Pir Sultan’dan, Nesimi’den söylemeye başladım. 70 sonrası ise, gelişmelerle birlikte direniş türkülerimizi, marşlarımızı söylemeye başladım. Bu dönemler kendi parçalarımı değil, halkın dilindeki ezgileri toparlayıp kitlelere sunmaya çalıştım. Ne kadar başarılı oldum bilemiyorum.□ Bildiğimiz kadarıyla, ülkedeki müzik çalışmalarından ötürü baskılarla karşılaştınız, cezaevlerine düştünüz, o dönemden kısaca bahseder- misizin?□ Ortaokul döneminde, piyeslerde vb. sahneye çıkar Pir Sultan’dan Nesimi’den türküler söylerdim. O dönemler polisle münakaşalınınız olurdu. 78’de türkülerimden ötürü yargılandım ve bir dönem cezaevinden kaldım. Daha sonra Ege’de yaptığımız konserlerden dönüşte Ankara’da içeri alındım. Fatsa ve Hacıbektaş şenliklerinde, Pir Sultan şenliklerinde halka bir şeyler götürmeye çalıştım. 12 Eylül’den hemen sonra tekrar içeri alındım. Bıraktılar. Daha sonra 81’de tekrar içeri aldılar. 2.5 yıl içerde kaldım. Bu süre zarfında yoğun işkencelerle karşılaştım. Türkiye halklan 12 Eylül’den bu yana 50 yıl içinde göreceği işkenceyi bu son 6 yıl içinde yaşadı diyebilirim. Kürdistan’da ise, işkence daha ağır boyutluydu şüphesiz. Bu nedenle, baskılara maruz kalan Türkiye ve Kürdistan halkının kurtuluşunun başansını ortak mücade
le etmelerinde görüyorum.12 Eylül sonrası, 12 Eylül
öncesi beraber olduğumuz arkadaşlarımızı idam sehpa- lannda, işkencelerde kaybettik. Halklanmız ağır acılar içinde kıvrandılar. Kaybettiklerimiz içinde kardeşim de vardı, Zeynel Abidin...
Kardeşimi 22 Eylül 80 sabahı aldılar ve 26 Eylül günü işkencede katlettiler. Zeynel Abidin’e ve kaybettiğimiz bütün devrimcilere, onlann mücadelesine saygım sonsuz...
□ Bugün ülkede var olan müziği ve müzik çalışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?□ Her dönem kendi sanatçısını doğurmak zorunda, nitekim doğuruyorda. Gün geliyor insan ülkesini terk etmek zorunda kalıyor. Ben kişi olarak ülkeyi hiç bir zaman terk etmek istemedim. Fakat yaşam buna müsade etmedi. Cezaevinden çıkar çıkmaz,askere alındım, böylece ikinci işkence başlamış oldu. Onurumu kırmak için ellerinde ne geliyorlarsa yaptılar; askerden firar etmek zorrun- da kalarak, yurtdışına çıktım1*
Ağır baskılar ülkede hissedilir bir pasivizasyon yarattı şüphesiz. Devrimci sanatçıla- nn bir çoğu ülkesini terk etmek zorunda kaldı. Böylelikle, 12 Eylül sonrası, tiyatrodan müziğe, müzikten basına, bir dizi önemli mevzilerde belirli bir suskunluk dönemi başladı. Diyebilirim ki, aydınlar üzerlerine düşen görevlerini yerine getirmediler. Ben 12 Eylül’ü cezaevinde geçirdim. Kendi çapımda, kısır çalışmalar da olsa bir takım faaliyetler cezaevinde gösterdim. Dışanya göre içeri daha dinamik ve yaratıcıydı. Açlık grevleri, protestolar
ali askerbunun en çıplak örneği. İçerdeki mücadelemiz maalesef dışanya yansımadı. Dışarda- ki sanatçılan, yazar-çizerleri etkilemedi. Her kes kulakla- nnı tıkamış, suskunluk dönemine girmişlerdi. Susmayanlar da vardı şüphesiz...
Bu kanlı dönemde, değerli sanatçılarımızı yitirdik, Yılmaz Güney, Enver Gökçe, Haşan Hüseyin bunlardan bir kaçı.. .Geriye kalanlar maalesef görevlerini yerine getiremediler.
Suskunluk dönemi, tabiki
altematifsizliği de beraberinde getirdi. Burjuvazi örgütlü. Ve kendi müziğini, kitleleri yozlaştıran, teslimiyete, kaderciliğe iten müziği yaygınlaştırdı. Arabesk aldı başını gitti. Kitlelere mal oldu. Neden? Devrimciler devrede yoktu!..
Bugün bazı arkadaşlar, yumuşak ve esnek sözlerle, hiç olmazsa bir takım mesajları kitlelere iletebiliyor. Bu güzel bir olay. Geç kalınsa bile ileri bir adım. Bugün en ufak bir konser, salonu tıkabasa dolduruyor. Salonlara akan insan seli, kitlelerin biriken öfkelerinden başka bir şey değil...□ Ülkedeki çalışmalarla, av- rupadaki müzik çalışmaları; arasındaki benzerlikler yada farklılıklar, neler?□ Kendi adıma söyleyeyim. Ben ülkedeyken daha verimliydim. Hayatın içinde, mücadelenin içinde bir şeyler üretmek daha sağlıklı ve anlamlı.. Burada da sahnelere çıkıyorsun, türkülerini söylüyorsun, fakat o türküleri duymuyorsun, hissetmiyorsun. İnsanlarımızın çoğu içinden geçilen dönemi yaşamamış, sadece işitmiş. Türküyü hissetmiyorlar. ..
Avrupaya çıkarken, daha verimli çalışmalar yapacağımı zannetmiştim. Avrupa’daki potansiyeli farklı değerlendiriyordum. Geldiğimde tahmin etmediğim bir dizi sürprizle karşılaştım. Zorlukları yaşadım. İnsanları gördüm, devrimci sanatın, ticari bir alete dönüştürüldüğünü yaşadım. Mücadelenin ticareti yapılıyor burada. Müzik alanda gönüllülük, para hırsına dönüşmüş. Bir kaset doldurmak için sıradan bir sazcı çağm- yorsun. Daha müzik üzerine konuşmadan, para pazarlığı
na girişiyor. Farkında olsak olmasak, Avrupadaki devrimci sanat yoz bir platforma kayıyor. Oysa, gerçekten Avrupa’da iyi ve pozotif anlamda kullanabileceğimiz olanaklar var. Bunlar bize sunuluyor. Bunu devrimci anlamda değerlendirirsek, sanatçılar arasında belirli bir diyalog kurup, ülkedeki mücadelenin sesi haline gelebiliriz.□ Kitlelere ulaşmada, devrimci sanatçılara düşen görevler nelerdir?□ 1978’lere kadar ülkede devrimci sanat sürekli küçümsendi. Oysa kitlelere ulaşmada müziğin rolü küçümsenemez. Yapılacak bir filimle, bir tiyatro ya da bir kasetle kitlelere, daha hızlı ve kavranılır mesajlar iletmek mümkün. Bu anlamda, sanatçılara önemli sorumluluklar düşüyor. Kitleyi yanlış yerlere sürüklemeyen, onlann perspektiflerini tıkamayan mesajlar iletmek zorundadırlar.
Ben uzun bir dönem slogan müziği yaptım, öyle gerekiyordu. Bugün bunu aşmak, değişik kesimlere hitap etmek gerekiyor. Müziği belirli bir grubun dinlemesi yetmiyor. Etkili olmak için toplumun her kesimine müziğinle, sesinle hitap etmelisin. Ben kişi olarak sadece bir grubun gecesine değil, tüm anti faşistlerin geçlerine katılmayı önümdeki bir görev olarak görüyorum.
Önümüzdeki süreçte ekip çalışması yapmayı düşünüyorum. Grup oluşturacağım. Şu an ekonomik koşullar, böylesine bir çalışma yapmamı engelliyor. Her şeye rağmen halkın taleplerine denk düşen güzel şeyler yapmak için tüm engelleri aşacağımı umuyorum.□ Okuyuculara iletmek istediğiniz bir mesaj varmı?□ Devrimci bir sanatçı olarak, halkın olaylar karşısında duyarlı olmasını istiyorum. Avrupa’da geride bıraktığımız analarımız, bacılarımız, arkadaşlarımız için el ele, omuz omuza mücadelemizi sürdürmeliyiz...
RUPEL / SAYFA 12 KURDISTAN PRESS • 6 GULAN / MAYIS 1987
edebiyat hüner û çand22 Nisan 1898 - 22 Nisan 1987 • 89 YIL
44KURDISTANgazetesi (1898-1902)
Kurdistan Gazetesinin 1. sayısının
1. Sayfası
Kahire • 1898
Mahmud LEWENDI
• 2 •
3) SİYASİGazetede ağırlıkta olan ya
zılar, siyasi konularda yazılmış yazılardır.İlk sayılarında özellikle
Sultan Abdülhamid’in çevresindeki kişileri ve Kürdis- tan’daki yöneticilerini eleştirmekte, fakat sonraki sayılarında görüyoruz ki Sultan Abdülhamid’i de hedef alıyor, eleştiriyor, yeriyor. Ab- dülhamid ve çevresinin Kürdistan’da halkın üzerine yaptıkları zulüm ve baskıyı hemen hemen her sayısında bir çok makale ve yazılarında görmekteyiz.
Gazetenin birçok sayısında ‘ ‘Abdülhamid ’e Açık Mektup’\\9) adı altında yazılmış mektuplar da yer almakta. Bu mektuplarda Kürdistan’da yapılan zulüm ve baskılar anlatılmakta, Kürdistan gazetesinin Kür- distan’daki yöneticiler tarafından dağıtımının engellendiği, gazetenin yasaklandığı vb. anlatılmakta. Daha sonraki ‘‘Açık Mektuplarda ise bu zulüm ve baskılar anlatılırken Abdülhamid’in kendisi de eleştirilmekte.Önemli bir konu da; Kürt-
Ermeni ilişkileri konusunda bazı makalelerin gazetede yer almasıdır. Özellikle o dönemde Abdülhamid’in Ermenilere karşı uyguladığı siyasete karşı çıkmakta, ve bu konuda Kürtleri uyarmakta. Kürtlerin Abdülhamid’in siyasetine ve emeline alet olmamalarını istemekte, Ermenilerin günahsız olduğunu onlara karışmamalarını, öldürmemelerini istemektedir.
Diğer bir konu da “Hami- diye Süvari Alayları ’ ’ konusu, bu konu da kürtçe ve türkçe olarak gazetenin 28. sayısında yer almakta.(20)Bunların dışında, yine şu
önemli bazı makale ve yazıları da görmekteyiz.—Kürtlerin birleşmeleri
üzerine bir yazı (no:7,s.3)—Kart ağa ve emirlerine
hitaben bir yazı, bu yazıda birleşmelerini, devletin oyu nuna gelmemelerini, Erme
nilere karşı savaşmamalarını belirtmekte, (no:8, s.9)
—Vatan sevgisi üzerine bir yazı, (no:9, s.l)
—Kürt Ülemalarına hitaben bir yazı. (no:13,s.2)
—Yine Kürt Ülemalarına hitaben zulme karşı çıkmalarının gerektiğini vurgulayan bir yazı. (no:15,s.2)
—Abdülhamid’in zulmüyle ilgili bir yazı. (no:16,s.l-2)
—Mithat Paşa Olayı. (no:23,s.l)—Kürdistan ve Kürtler.
(no:24,s.3)—Kürtlere bir hitab.
(no:25,s.2-4)—Kürtler ve Ermeniler.
(no:26,s. 3-4)—Şimdiki durumumuz ve
Kürdistan ’ın geleceği, (no:29,s.l) (kürtçe-türkçe)—Kürdistan ’da esas ni
fak, (no: 30, s. 1-3), (kürtçe- türkçe)
4) DİNGazetede özel olarak dinle
ilgili yazılmış herhangi bir makele ve veya yazı yok diyebiliriz. Fakat yazı ve makalelerde başta bir hadis veya ayetle konuya girilmekte. Ayrıca hadis ve ayetleri örnek göstererek konu pekiş- tirilmekte. Kısaca şunu diyebiliriz ki gazetede din; zulme ve baskıya karşı çıkmak için kullanılmış, cehaletten kurtulmak, öğrenmek, ilerlemek, diline, vatanına, milletine sahip çıkmak için kullanılmış.
5) HABERLERGenel olarak dünyadan ha
berler ve Osmanlı yönetimi ile ilgili haberler yer almakta. Ayrıca Kürdistan’daki zulüm ve baskıyla ilgili haberler de makale ve yazılarda göze çarpmakta. Haberlerin dili özellikle bir sohbet havasında ve haberin sonunda bir yorum yapılmakta, bir sonuca varılmakta. Yorumlarda genel olarak Os- manlı yönetimi eleştirilmekte, diğer genel haberlerin yorumunda ise cehalet- lik eleştirilmekte ve konu Kürtlerin cehaletliğine, geri kalmışlığına bağlanarak bu
halden kurtulmaları istenmekte.
Gazetede çıkan önemli bazı haberler şunlardır. (Haberlerin hemen hemen büyük çoğunluğu kürtçe ve türkçe olarak verilmiş):
-Sudan-Mısır savaşı(no:l,s.4)
—Geçen yılki (1897) Os- manlı-Yunan savaşı
(no:l,s.4) —Girit Adası ile ilgili bir
haber (no:l,s.4)—Kürt ve Ermeniler ile il
gili bir haber (no: 3,s. 3) —Rus sınırında Rus asker
lerince dört Kürd’ün yakalanması haberi (no:14,s.l) —Abdülhamid ’in sarayın
da bir bir İngiliz ’in müslü- man bir kızı kaçırması haberi. (no:14,s.4)
—İstanbul’da halka yapılan zulüm ve baskı.
(no:21,s.l) —İstanbul ’da bir olay.
(no:22,s.4) —Kürdistan ’da katliam
lar; Sason ve yöresinde sıkıyönetimin ilanı. (no:28,s.4)
-Ishak Sukuti ’nin ölüm haberi. (no: 30, s.4)
6)OKUYUCUMEKTUPLARI
Okuyucu mektuplarında tebrik ve kutlamalar dışında özellikle Osmanlı yönetiminin baskı ve zulmü anlatılmakta. Mektuplardan özellikle en önemlisi diyebileceğimiz mektup; “Diyarbakır Eşrafından Ş.M.” imzalı kürtçe bir mektuptur. Mektup 13. sayıda yayınlanmış. Ayrıca gazetenin sahibi bu mektubu türkçe çevirerek “Sultan Abdülhamide” baş lığıyla yine aynı sayının birinci sayfasında yayınlanmış. Mektupta Abdülhamid yöneticilerinin halk üzerinde yaptığı zulüm ve baskı anlatılmakta ve Kürdistan gazetesini okuyanlara işkence yapıldığı zindana atıldığı anlatılmaktadır.
Gazeteye gelen diğer önemli diyebileceğimiz mektuplar da şunlar:
—Şam ’dan bir mektup (imza: N.H) (no:3,s. 3) —Adana’dan bir mektup.
Bareneka dijwar hate xwarê
• min got mijdeyek bû şemaleke xemilî bû şewqa xemilî bû Şewqa xwe dabû gelê min Tirêjek bû li nav mala min Deryayek bû cihê hemû kese Di nav dile te da hebû Min got ew mijde bû Dê dijmina li gel xwebetin Goristana bû veketin Belê min nedizanî Şagird û reberê Berdestê...Kawayê mezin Kawayê ser çerxê bîstê
D O J E K Î
B E D Î eSPÊ D Ê
Li gel xwebetin Her tu bûyî Ser berz û çeleng Bi awaz û deng Li Zaxo nîşanek bûyî Ser bajêr Qela dizê Sengerek bûyî
Li Hewreman Agirek bûyîBû şerê helmet û qûrbanî Birûskeyek bûyî Li dîwana rêberek bûyî Li germiyan qelatek bûyî Li Zêve xemdarek bûyî Bû Mehabad, Diyarbekrî
Hevîyek bûyî Bû zaroyêt şêhîda Gemijinek Awat û xelatek bûyî Belê, rojêt giran Bû dijmina dil têzinek Goristanek, lêrzêjareb, şimarek bûyîHerdem serê xencerate bûjehrî bûBû nemerdaBû dijminaXeyalet têBizavat têJiyana teRonahiyek bûBû malekê mezinKarwan û bingehek bû
EMİN S. / Stockholm
'r İ i>JL'+.SiJ't
liı ,y
V S
j+.jtf Cu
Sağ başlıkta yazılanlar; Heçî kaxezekî verekê Divê rêkit Misirê ser
navê xweyê vê cerîdeyê lawê Bedirxan P&şa
Mîqdat Mîthet Begê Her car du hezar cerîdeya
bê pere ezê rêkim Kurdistanê de bidin xelkê.
Pazde roja carekê têt nivîsandin.
(Seyid Tahir Botî) (no:5,s.3) —Mardin ’den bir mektup.
(Ali Bin Huseyn el-Amêdî) (no:8,s.3)—Mardin ’den bir mektup.
(Mela Salihê Cizîrî)(no:14,s.2)
—Musul’dan bir mektup, (imzasız) (no :15, s. 3) —Trablus ’dan bir mektup.
(Şeyh Hüseyin) (no :16, s. 3)
KURDISTAN GAZETESİNİN DİLİ
Yazımışm başında da belirtmiştik; Kurdistan gazetesi kürtçe-türkçe olarak çıkıyordu. Türkçe yazıların tümü osmanlıcadır.
Bu arada konumuz gereği şunu da belirtmekte yarar var; Dr. Celîlê Celîl ‘ ‘Kurdistan ’ ’ gazetesinin bir sayısında -kendisi dipnot olarak sayı 1 ve 2 diye yazmış- Miqdad Midhet Be- dirxan Bey tarafından fran- sızca yazılmış bir yazıdan bahsetmekte. (21) Kurdistan gazetesinde, sözkonusu edilen veya ayrıca herhangi bir fransızca yazı veya makaleye rastlamadık. (Bak:Kurdistan gazetesi, no:l-31). Bu konuyu Kürt Edebiyatı Profesörlerinden Dr.Marûf Xe znedar’dan sorduk;
-10.09.1986’da Paris ’te- saym Xeznedar’in dediğine göre Kurdistan gazetesinin ilk sayısında ‘ ‘Kurdistan Gazetesi” imzası ile yazılmış fransızca bir mektup
«•> /«.- f-.— ^ «■>»Ar £ * /- S *V -/- .-* • • Ş .-vT ^ n j* ■f > j- ? / w*’-* ^ J i W « V / L- U c*
Jr > *r , J y ~>‘*r
(_-
»d->’ . ;j u »
•*.+- - »> r irSy ^ X ’1 • • - V ^ r j > *f
j ’j 5 U ^t}
1 Jj' • ı'r '> f -tr J S • JL
w w ) A' Ş : < *•-. f Jr J -,
j', lı. '. j j « - - . .i - > • j j .
c j , . . 5* S ,
gazetenin ilk sayısının içine ek olarak konulmuş. Söz konusu mektupta Kurdistan gazetesinin çıkış amaçları ve kısaca Kürt ve Kürdis- tan’dan bahsetmekte.
KÜRDİSTAN GAZETESİNDE KÜRTÇE
Kurdistan gazetesinin kürtçe kısmı Kurmanca Lehçesi’nin Botan şivesiyle yazılmış. Kürtçe makale veya haber nitelğindeki yazıların anlatım tarzı açık ve net bir şekildedir. Özellikle o dönemdeki eğitimi oranını da göz önünde bulundurursak, ifadeler çok net ve herkesin anlayabileceği bir dil kullanılmış. Özellikle olaylar ve haberlerin dili bir sohbet havası şeklinde yazılmış.
Dil (kürtçe) sade olmakla birlikte yer yer zorunlu olarak arapça sözcüklerinde kullanıldığı göze çarpmaktadır, ki bu sözcüklerin birçoğunu günümüzde de halen yazı dilinde kullanmaktayız.Gazetede kullanılan arap
ça sözcüklerin bir kısmı şunlardır:
’eşîr, cemiyet, ’ilm û ’irfan, Sen’et me”arif, sebeb, wefat, ceride hifzkirin, hafıza, aqil, ’elimîn ’alım, ’ulema, içtimaiye, fikir mahiyet, meth, el-esas, mesele sifet, zirûf, hediye, nîfaq
vb. daha bir sürü kelime Kurdistan gazetesinde
Kürt dili hakkında, grameri, dil yapısı vb. konularla ilgili hiçbir yazı veya makale yok. Eriliz 3. sayıda Yusuf Ziyaeddin Paşa’nın 4 ‘EI- Hediye el-Hemidiyye f i ’ l- Luxat el-Kurdiyye”{22) adlı kitabı hakkında kısa^bir yazı yer almakta. Gazeteain sahibi bu konuda Kürt Ülema- larına seslenerek bu kitabı elde etmelerini ve halka okumalarını tavsiye etmekte ve bu kitabın Kürt dilinin gramer kitabı olduğunu vurgulamakta. (Kurdistan, no:3,s.3)
Alfebe olarak arap harfli
f ' ') -*-) j * wU» » ■ <Jİ y Uüi, \jf. JL.
V- ^ > tiıu^ w - ^ -Av» 1-
*. İ *J. •f.L» w-<* •>- w-'C. »jL*-
> ** i jJ * A y. «.'"t ““ ^ \ ‘f » • ^ -v -f- * •'
osmanlıca alfebesine yakın bir alfabe kullanılmış ve kürtçeye özgü bazı sesleri verebilmek için birkaç harf eklenmiş veya fars alfabesinden almış.Osmanlıca’da bazen “N ”
yerine kullanılan “X ” (Kaf) harfi Kurdistan gazetesinde hep **K” olarak kullanılmış.Eklenen harfler şunlardır
(farsçadan veya osmanlıca- dan alınmış):
V harf! [ü>], (vê) ile yer yer [<J>] (fe) ile gösterilmiş
W harfi ”[J ], (waw) ile J harfi ” [S ], (jê) ile
G harfi ”[J\, (gaf) ile yer yer ”& ], [ ] (kaf) ile
Z harfi ” [45], (zê) ile yer yer ”[J ], (zeyn) ile D harfi ” [^], (dal) ile
ve [4>] (tê) ile U, O, U [>»], (waw) ile
bazen de “O” [f,t ] (elif, waw) ile gösterilmiştir.
SONUÇKuşkusuz Kurdistan gaze
tesi hakkında daha detaylı yazmak, incelmek başlı başına bir araştırma konusudur. Fakat kısaca şunu diyebiliriz ki “Kurdistan ” ilk Kürt gazetesi olması nedeniyle Kürt ulusu ve tarihi açısından büyük bir öneme sahip olduğu kadar Kürt halkının, aydınlarının belli bir dönemdeki tarihi de bu gazetede yer aldığından aynı zamanda büyük bir belge niteliğindedir.
□
(18) Bak np:3,s.4(19) “Abdülhamiç/’e Açık Mektuplar” için bak no:4,5,6,7,13,20 26.(20) Bak no:28,s.1-3(21) DrCelîlê Celîl; Jiyana Rew- şenbîrî û Siyasî ya Kurdan (di da- wiya sedsala 19’a û destpêka sedsala 20 ’a de), wergêr:Elîşêr(22) Yusuf Ziyaeddin Paşa; “El- Hediyye el-Hemidiyye fi’l-Luxat el-Kurdiyye”, birinci baskı, 1310 (=1984), Şirket-i Mürettebiye Matbaası, İstanbul.
KURDISTAN PRESS • 6 GULAN / MAYIS 1987 RUPEL / SAYFA 13
□Xwendeyên beşê Kurdî yên li taxekî biya- nî û koçkirên Stockholmê, serdana Kurdis- tan Press kirin.
Rojname bi çi awayê amede dibû? Nûçe bi çi awayê berhev dibûn? Kî bi çi awayê di- xebitî? Ev pirs ji Medya, Arja û Seval diha- tin. Bi qasê 5-6 saet bûya jî, bi karê birêvebi- rina(îdare) Kürdistan Press mijûlbûn, bersi- va telefonan dan, civîn pêkanîn, ceriban- dina hînbûna kompûteran kirin.
Li ser vê.yekê, me jî rûpelekê temam, ji bo wan amede kir... , .
Xwendeyên li dibistana BUSSENHUSSKOLA
serdana Kürdistan Press
Operatora komputeran ARJA ii ser karê xwe...
MEDYA bi Repro’yê wêne mazin dike. Herwekî dinê wisa dixûye, ku Arja û Seval nez ji wêneva wê dikin...
Redaksîyon di civînê de. Li gorîfadeya rû- yê wan rojnama dernayê!...
□ Di welatê me de her tişt xweşiktir bû. Wekî dinê jî gelekî germ bû li ba me... Hevalê min gelek bûn û em pir dile- yistin...
Ez bi kaçaxîji hidû- dê hatim. Ez gelekî kurdî dizanîbûm. Lê ez nikarîbûm ku bi- peyivim, ji bo ku qe- dexe bû.Swêd hinekîbaş e.
Ez dixwazim gelekî tiştan bi kurdî hînbibim û ez dixwazim bibim doktor...
Bijî Kürdistan Bijî Pêşmerge
□ Kurdis- tan germ û xweş e. Ez gelekî dix- wazim ve- gerim Kur- distanê.ya- nî Qamîş- lo. Ez dix- wazim herim cem
bapîr û dapîra xwe. Swêd baş e, belê li Swêd gelekî tişt hene lê dilê min li Kurdistanêye. Ez bi balafirê hatim Swêdê. Ezdixwazim bix- wînim, lê ez nizanim çi bixwînim!
Bila hemû zarokên Kurd jîr bin û di xwendegehan de bixwînin û paşê bila bizîvirin welatê xwe Kurdistanê...
SEVAL• 8 salî •
□ Kürdistan gelekîrind bû. Hevalên min pir bûn. Ez gelekîdixwazim he- rîm welatê xwe û hevalên xwe bibî- nim û dîsa bi wan re bileyîzim.
Ez nikarîbûm ku kurdî bipeyivim, ji ber ku Tirk nedihiştin em bi serbestî zimanê xwe kurdî bipeyivin. Ez nax- wazim ku zimanêxweji bîrvebikim.~ i i i a i/. . .. ı: i. . i
£tir bû. Çinku Kürdistan welatê min e. Ez dixwazim bibim doktor û paşê vegerim herim wela- tê xwe...
Bijî Kürdistan Bijî Pêşmerge
Çîroka GUNDIU BAGERAŞVAN dl hejmara bê de dom bike !!
| RÛPEL / SAYFA 14 k ü r d is t a n p r e s s • 6 g u l a n / m a y is m 7
okuyucularla bl xwendevanan reKürdistan
AYDINLARI□ Asırlarca kendi öz ulusal davasını savunma özgürlüğünden mahrum bırakılmış Kürdistan halkının seçkin aydınlarının, yazıp-çizip tüm dünya kamuoyuna analatacakları çok şeyleri olması gerek.Kürdistan halkının tarihine ba-
kılıdığında bir çok nedenlerden dolayı, boyunduruğu kabullenmiş, baskıya, zulme, itilmeye- kalkılmaya maruz kalmış, işte böylesi bir tarihi geçmişe sahip olan Kürdistan halkı, yani genel olarak sönmeye yüztutmuş kurtuluş umudunu canlandırmak, özgür ve birleşik bir demokratik Kürdistan için halkı harekete geçirmek elbette kolay olmayacaktır.
Ama tüm bu zorluklara rağmen, tarihi misyon Kürt halkının öncü aydınlarına zorunlu ama aynı zamanda onurlu bir görev dayatmaktadır. Zira kabullen- melidirler ki, Kürt aydınlarının görevi, zorludur ama başarılma- sıda zorunludur.Keza halkımız, kendi bağrın
dan çıkan onurlu aydınlardan beklentisi çoktur. Kaldıki objektif ve somut olgulara dayalı gelişmeleri kavramaya muhtaç durumdadır. Zira geçmiş tarihi süreçlerde gelişen bazı olumsuzlukların, ulusal geleceğimiz açısından ne tür tahribatlar yaptığı bilinmektedir.
Aydınlarımızın bir görevide, gerçeklere dayalı olmayan, içi boş homojen vaatlerle, halkımızın gelecekte yeni haya;! kırıklıklarıyla karşı karşıya kalmasına engel olmalarıdır. Keza ne halkın gücüne dayalı, nede başka somut olgulara dayalı vaatler halkımızın geleceğini karmakarışık bir hale sokmaktan başka bir işe yaramayacaktır.
Son zamanlarda ulusal bilinç seviyesinin yükselmesine ve özellikle birkaç seneden beri oluşagelen siyasi ve kültürel gelişmelere katkıları olan seçkin aydınlarımızın çabaları kayda değer olmakla birlikte, sıradan biz Kürt halkı için de gurur kaynağı olmaktadır.Tabiatıyla biz Kürt halkı asır
larca ezilen, sömürülen, hor görülen Kürdistan halkının; seçkin ve onurlu aydınları olan, Mahmut BAKSİ’ler, KendaFlar, Celal AYDIN’lar, Nuri ZAZA’lar, A. DİKİLİ’lerden çok şey beklediği bilinmelidir.
Keza çağımızın en gelişkin düşüncesi olan Sosyalizm düşüncesiyle donatılmış, siyasi ufukları açılmış, mevcut ulusal sorunlara ciddi vi somut çözüm bulma kapasitesine erişmiş böylesine aydınlarımızdan, çok şeyler beklediğimiz, biz Kürt halkına çok görülmemelidir. Ve biz halk olarak, aydın yazarlarımıza, karşılıksız halkımızın geleceğine hizmet eden namuslu ozanlarımıza,
Işıklı aydınlarımıza□ Aydınlar sorununu birazcık da olsa irdelemekte yarar görüyorum.Biliniyorki, topluma bilimsel
bilgi anlayışı yayarak ve giderek toplumun ekonomik üretim tarzıyla yaşayış tarzımda değiştirmekte aydınlarımız büyük bir tarihsel görev yapmışlardır. Çağımızda can çekişen kapitalist üretim tarzının değişiminde aydınlarımıza büyük görevler düşmektedir. Günümüzde bir zat siyasal ve toplumsal mücadele içindeki yerlerini alarak, gerçek çağdaş ayadın olmanın ölçütü, karşımızda dikilen bu asalak, kapitalist üretim tarzıyla birlikte yaşayış tarzımda değiştirerek, yerine sosyalist üretim tarzını egemen kılmaktır. Bu karmaşıklığı da iki ana hata ayırmak da burada mümkün. Ya burjuvazinin sömürü düzenlerine evet, ya da çağdaş aydın olmayı benimsi- yerek, gerici burjuva düzenini alaşağı temelinde işçi sınıfının ve ezilen mazlum halkların kurtuluş mücadelesine katılmaktır. Yoksa ortalığı karmaşıklaştıracak, kalça kıvırmak içinde saha yok!
Şu küçük burjuva aydınlarının yoğun olduğu Türkiye’ye bakalım:
Baskı zoruyla “Misak-ı Milli” sınırları içinde bir ulusun tüm değerlerine gerici, ırkçı, sömür
geci T.C tarafından gasp edilerek, giderek onun varlığını yok etmek için günümüzde eşine ender rastlıyan, bu tarihin yüzkarası olan sömürgeciliğe karşı ka tane aydının, Kürt ulusunun haklı mücadelesinin yanında görebiliyoruz?Cevap:Kavram karmaşıklığına de
vam...? Düz mantıkların yayılmasına devam...? Evren-Ozal’a karşı olan herkes aydın.. .“Aydınlar Listesin’de” kimin isminide görürsen ayıdm...? Ya bir gün şu Demirel’i de listeden görürsen...? Bunada şaşma aydınlık alemleridir....
Bunun altını da ben çizerek belirttim. Günümüzde aydın olmak pek de kolay bir iş değildir. Hele şu Türkiye’de. Türkiye’de aydın olmanın kıstaslarından önemli bir ilkeside, Kürt ulusunun ulusal demokratik hakların, saygı ilkesini benimsiyerek, bu hakkın gelişmesi, bilinçlenmesi ve örgütlenmesi için de çaba sarfet- mekten geçer!
Aydınlar dedik; gelelim bizim şu Kürdistan’lı aydınlara...Kürdistan gibi sömürge bir ül
kede aydınların konumu da daha farklı olması gerek. Farklı olan yan, bu ülkede ulusal mücadelenin sıcak olmasında yatar. Aydınlara düşen büyük bir görev bu sıcak mücadelenin içinde yerle
rini almaktır.Ama ne yazık ki günümüzde
kendisine ben Kürt aydınıyım diyenlerin sayılanda oldukça kalabalık olup da, örgütlü mücadeleyi red etmektedir. Bu “aydınlarımız” şuni çok iyi bilmektedirler ki, Kürdistan toprakları sömürgeci haydutlar, örgütlü aygıtları ile sömürgeleştir- mişlerdir. Kürt halkının onurunu ve şerefini, şiddet zoruyla ayaklar altına aldıklarım da çok iyi bilmektedirler. Bize örnek olsun şu dünyamızdan, gösterebilirlerini ki, bir halk örgütlenmeksizin bağımsızlığını kazanabilmiştir.
Kendi ülkelerinde devrimi gerçekleştirmiş, halklarım özgürlüğe kavuşturmuş, devrimci aydınlar, pratikten çıkardıkları deneyimlere dayanarak, örgütlü bir halk her zaman için başarı şansına sahiptir.. .Örgütsüz bir halkt ezilmeye, sömürülmeye mahkumdur. ..
Bizim aydınlarımızın bir kısmı da, isimleri kadar da “efendice” kültürel çalışma ile siyasal çalışmaların arasına, kalınca bir taş- duvar örerek, nazikçe siyasil örgütlenmeye karşı çıkmaktadırlar.
Bu “efendilerimiz” doğa ve toplumda olup biten şeylerin, birbirleriyle sıkı bağlantılar içinde olup, birbirlerini de etkiledikleri de bilmektedirler. Ve
bir vücudu, vücut yapan organların, birisi çalışmaz iken, bir başka organı kötü yönde ne dereceden etkileyeceği de bilinmektedir. Kaldıki, Kürt toplumunun vücudunu meydana getiren ve gelişen organların birisini tutup, bir diğerine karşı çıkarak, gelişme evresinde olan bu organların gelişmesini engellemek veya gelişmesini köreltmeye çalışırken, bu körelen veya gelişmesi yavaşlayan organ, diğerlerini olumsuz yönde etkilemeyecek mi.? Dr. arkadaşlar?
Diğer bir yandan da bu “efendilerimiz” siyasi örgütlere karşı çıkarken, kıçı larık bir siyasette güdüyorlar.Ben şunu soruyorum; Hangi Kür-
distanlı örgüt kültürel çalışmaya karşı çıkmıştır? Tam tersi tüm Kür- distanlı örgütlerin programlarında olduğu gibi bir de pratikde de daha verimli ve toplumsal çalışmalar yapmaktadırlar. Kanımca yurtsever aydınlara düşen görev, kendi yetenekleri ve beceriklikleri ile mevcut örgütlenmele katılarak veya destekleyerek, mazlum Kürt halkının ulusal ve sosyal kurtuluşunu güçlendirerek, böylece de çağdaş aydın olmanın ismine de layık olunur.Az ışıklı aydınlarımız için bir adım
ileri iki adım geri
Kürdistanlı bir işçi
H. SIPAN 16.2.987 / Paris
Rêhevalên hêja di rojnama Kürdistan
Press de□ Ez gelek silavên xwe yên germ ji we re dişinim, xebata rojnama we ya teze pîroz dikim û hêviya pêşketinê jê re dixwazim.
Gelî bira!Beri çendakî min jimarên rojna
ma we li cem xwendevanekê Kurd dît. Ez gelekî bi wan şabûm. Dix- wazim li vir ji we re bêim ku ez pi- sporekî kurd im, di warê wêje û dîroka rojnemevaniya kurdî de...Ji aliye diravive jî, çi bê ser min ez li ber we me.
Rêhevalê we Dr. Rdmanê IlıMoskova/SSCB
Değerli yoldaşlar...!Bizlere gönderdiğiniz Kürdistan
Press sayıları düzenli olarak elimize ulaşıyor, yalnız elimize 3,4 ve 5. sayılar gelmedi...
Değerli Kürdistan Press kurucuları ve yöneticileri; Kürdistan Press gibi bir gazetenin halkımızın kurtuluş mücadelesine ışık tutacağından kuşkumuz yok. Sizle- rin bu başarısını içtenlikle kutlar başarınızın devamını dileriz. Gazetenin tarafsızlığına inanıyoruz. Çünkü bizler, yüzyıllar boyu özgürlüğümüz egemen sömürgeci-
Hevalên hêja□ Çend hejmarê Kürdistan Press gihişt destê min. Ez pê pirr dilşa û serbilin bûm. Gor baweriya min Kürdistan Press di vê warê de kêmasiyek mezin ji holê rakir. Çunkî heta niha li Kurdistana Ba- kur ji 15 rojan carekû ji aliyê nûçeyanva wisa dewlemend rojname nînbû. Divê hemû kesên welatparêz û demoqrat alikariya rojnamê bike, ku karibe bidome. Ev vataniyek welatparêziye...
silavê şoreşgerî
Min di nav deriyê hêsin de gûlek ji pel dirêjê te bir zanimnehiştinê ji te ra gotin ne tirşeher tişt bi min ra ye bi min ra pir dibe jiyan têkoşîn di bin lingê min da raxistêhavîn bi tahvêra zivistan bi germ bûna
pêlê payizê redi tarîhyan datêkoşîn di deste min da ronahî nizanimev hatina min da ronahî nizanimev hatina min a çendaye dicemidim dicemidine min ev çama şıkandî ranza hêsin pênûsa reşnivîs
bemekeve carefe dinê tê binî ezê wênekî çêkim dahwiyêdi bin da helbestek bu
tuçundina mina nava kûçên teng ê bi ronahiye findê tê ronahî paçên şikandê diwarên terikîdi oda biçûk da runiştina min
êji birçinakeda destê xwe difroşin ji destên wanê nasir ra dest buna min binivîsi
Hêviyê Bismilê Hamburg-Almanya
m u h bir l ikUMUT KAPISI
□ Milli Savunma Bakanlığınca belirlendi. Buna göre muhbir sahibi olan her ihbarcıya iki milyon lira kadar ödenebilecek.
zamanın birinde, rüşvet alan bir komutana, adamın biri çok sevdiği kekliğini götürmüş. Komutan sormuş; ne işe yarar bu getirdiğin? Efendim, kafese bırakılır etrafına tuzaklar konulur, diğer keklikler bu tuzağa düşerler. Komutan hemen kekliğin başım kesmiş. Halkına yaramayan bana hiç yaramaz demiş. Dostum iki millyon kazanmak kolay değildir. Hani insanların boğazında ekmek kalırda yutamaz ya, işte, alın teriyle kaszanmadığm parayıda yutamazsın. Sana bu parayı vaat eden alçak, senin sınıfından değildir. İki milyon verir ve derki; kendi sınıfına yaramayan bana da yaramaz. Kafasını kesiverir. İşte o zaman muhbir damgasını yedin mi senin çocukların ne yüzle halkın içine girecek? Yok dostum bu damgayı yeme. Faşist generallerin teklif ettiği 2 milyonr lirayı sakın alma ve halkın baş düşmanına lanet getir.
Postça selamlar
KayaBerlin-Almanya
halkın geleceği için feda eden insanlarımıza sahip çıkmayı, onlara sırt vermeyi, maddi ve manevi destek olmayı yavaş yavaş öğrenmek zorundayız.Kürdistan Press çalışanlarına
başarılar diliyorum..Hüseyin AKINCI
Almanya
dilimiz, örf ve adetlerimiz, müziğimiz ve bizlerin gelenek göreneklerimizle hep birbirimize bağlı kalmışız. Şimdilik ayrı görüşlere sahip ayrı ayrı parçalarda olsak da yine bir bütünüz ve kurtuluş mücadelemizde bir olacağız.Arar şehrindeki Kürtler adına
Suudi Arabistan
K U R D I S T A N l
Kurdisk Tidning Utkommer varannan vecka
Nummer; 17/9 6 MAJ • GULAN 1987
1 Chefredaktör och ansvarig utgivare | Orhan KOTAN, 08-295056 ;
Redaktion sekreterare Çetin ÇEKO, 08-298332 Tekniskt sekreterare S. SERDAR, 08-984743 Administration-Prenumaration B. AZAD, 08-298332
Postadress; Box 7080, 17207 SundbybergBesökadress; Örsvângen 6C, HallonbergenTlf; [46] 8-29 83 32Telex; 131 42 ANK SBankgiro; 343-5559Postgiro; 2 65 33-0
Tryckeri; Idrottsbladet / Södertalje
kürdistan p re ss • 6 g u lan / m âyis 1987 RUPEL / SAYFA 15
Büro; Örsvangen 6C, 172 42 Sundbyberg • Yazışma adresi / Navnîşan: Box 70 80,172 07 Sundbyberg-Sweden • Tlf. (46) 08-29 83 32 • Tx. 13142 ANK S • Postgiro 2 6533 — 0; Bankgiro: 343—5559
Yoksul ülkelerde göçmenlerBugün Dünyanın dört bir yanında, günde yaklaşık 5000 insan göç ediyor.
Buna göre dakikada 4 insan ülkesini terk etmiş oluyor. Mültecilerin bir çoğu Avrupa ülkelerine sığınmayı başarırken, %97’si 3. Dünya ülkelerinde bulunuyor...ANK • Stockholm
Dünyada yaklaşık 15 milyon olan göçmenin sadece %5’i Amerika ve Avrupa’daki zengin sanayi ülkelerinde yaşıyor. Geriye kalan %95’i ise kendi ülkelerine yakın olan yoksul ve savaş içinde bulunan ülkelerde yaşamakta(!). Bunların çoğu savaştan, ko- ğuşturmalardan, açlıktan kaçarak, yoksul ve verane içindeki kamplara sığınıyor.Bugün savaş yoksul ülkeler
de sürmektedir. İnsanlar bu ülkelerden kaçarak, daha yoksul, daha fakir ülkelere sığınarak, kurtuluş umudu arıyor. Zengin ülkelerin savaş
sonrası dönem diye adlandırdıkları ikinci dünya savaşının bitiminden bugüne 140 savaş meydana geldi. Savaş beraberinde açılık, yoksulluk getirirken, mültecilikte toplumsal bir olgu haline geliyordu...
Bugün açlıkla savaşan Afrika’da tamıtamına 5 milyon göçmen yaşıyor. Sadece Somali’de, Etyopya’dan kaçan, 700 bin göçmen var; Eritre1 den Sudan’a göçenlerin sayısı ise 400 bine ulaşmış bulunuyor. Afrika’nın güney kesiminde Namibia, Angola, Mozambik ve Güney Afrika1 dan gelenlerin sayısı 230 bin civarında.
Öte yandan, Pakistan mülteci kabul etmede dünya rekorunu elinde bulunduruyor. Bugün Pakistan’da sadece Afganistan’dan gelen 3 milyon göçmen var. 1,9 milyon Afganlı ise şu an İran’da barınıyor.
Ortadoğu ise mülteci yuvası. Barut fıçısına dönmesine rağmen, mülteciler, bir ülkeden diğerine akın ediyor. Lübnan iç savaşından, Irak- İran savaşından kaçanlar, dünyanın en eski ve geleneksel mülteci gurubu durumunda.Yarısı Meksi’da olmak ko
şuluyla 320 bin göçmen Central-Amerika’da yaşıyor.
Bu bölgede yaşıyan göçmenlerin çoğu El-Salvador uyruklu.Laos, Vietnam ve Kamboç
ya’dan akın eden Güney- Doğu Asya’daki göçmen sayısı ise yaklaşık 150 bin civarına ulaşmış durumda.Dünya’da 15 milyonunu üs
tünde bulunan mültecilerin karşılaştıkları problemler, uluslararası nitelikte ve doğal olarak uluslararası çözüm gerektiriyor. Avrupa’nın sanayi ülkeleri, Amerika ve diğer gelişmiş ülkelerde %5 civarında bulunan mülteciler, rahatsızlıklara neden olmasına rağmen, büyük bir sorun ar- zetmiyor olsa gerek (!).
G Ü N E Y A F R İ K A
kara yasak!
Siyahlar anti-demokratik uygulamalara karşı direnişlerini sürdürüyor
(TCA • ANK)
Güney Afrika’da 7 Mayıs’da yapılacak genel seçimlerde, siyah çoğunluğun oy kullanması yasaklandı. Bunun üzerine geniş çaplı olaylar, ülkenin dört bir yanında patlak verdi.Johennesburg’daki üniversite
lerden birinde, çoğunluğu beyazlardan oluşan yaklaşık ikibin öğrencinin katıldığı toplantıyı polis, göz yaşartıcı bomba ve kırbaçlarla dağıttı. Eylemden sonra, çok sayıda kişi tutuklanarak gözaltına alındı. Toplantı yalnızca beyazların katılacağı 7 Mayıs genel seçimlerini protesto etmek amacıyla yapılıyordu. Konuşmacılar arasında siyahların lideri Wili Mandela’da vardı.
Fakat toplantıyı düzenleyenler, Mandela’nm konuşmasına az bir zaman kala toplantının yasadışı olduğuna dair, bir mahkeme kararını okudular. Kararın okunmasından hemen sonra, tam teç- hizatlı polis ekipleri, üniversite1 deki toplantı salonuna girerrek, öğrencilerin hemen dağılmasını istedi. Öğrencilerin direnmesi üzerine, polis birlikleri, öğrencilere saldırarak, göz yaşartıcı bombalar eşliğinde toplantıyı dağıtarak, sayıları oldukça kabarık bir öğrenci grubunu ise göz altına aldı. Siyah ulusal hareketinin liderlerinden Mandela, polisin bu eylemini kınayarak, üniversiteyi terk etti.
Seçimlere az bir zaman kaldığı şu günlerde, ülkede bulunan tüm
üniversitelerde gerginlik artmış durumda. İlerici öğrencilerin ve öğretim üyelerinin bir bölümü siyahların katılımının yasaklandığı seçimleri kınarken, ırkçı gruplar üniversitelerin siyasi amaçlı protestolar kullanılmasına karşı duruyorlar.Güney Afrika’dan sızan son ha
berlere göre, seçileri protesto eden yüzbinlerce kişi seçimlere iki gün kala evlerinden dışarı çıkmıyorlar. Irk ayırımına karşı mücadele eden grup ve sendikaların çağrısı üzerine gerçekleşen eylemlere işçiler ve öğrenciler, büyük katılım gösterdiği bildiriliyor. Patlamalar sürerken, güvenlik güçleri, siyah yerleşim birimlerinde olağanüstü önlemler alıyor.
Buzlar çözülüyor mu?Çin Hal Cumhuriyet’i 25 yıldır
Doğu Avrupa ile olan soğuk ilişkilerini düzeltme çabaları, karşılıklı yoğun diplomatik ziyaretlere neden oldu.Son altı ay içinde Pe- kin’i, Doğu Avrupa Sosyalist ülkelerinden 4 parti lideri ziyaret etti.
Çin yolculuğuna çıkan son lider, Bulgaristan Cumhurbaşkanı To- dor Jikov. Bulgaristan liderinin 5 mayısta başlayan resmi ziyareti 6 gün sürecek.
Doğu Avrupa’nın en uzun süredir görevde bulunan Komünist Partisi lideri Todor Jikov, aynı zamanda Çin’i 30 yıldır ziyaret eden ilk Bulgar Cumhurbaşkanı. Ekim ayından bu yana Çin’i, Polonya ve Doğu Almanya Komünist Parti liderleri, Macaristan Komünist Partisi’nin üst düzeydeki yetkilileri ve Çekoslovakya Başbakanı ziyaret etmişti.
Bu ziyaretlerle birlikte, Jikov’un altı günlük resmi ziyareti, Çin Halk Cumhuriyeti ile Doğu Avru-
ANK^dinleme servisi
pa Sosyalist ülkeleri arasındaki ilişkilerin ne denli canlandığını göstermekte. 1960 ve 70’li yıllarda Çin ile Sovyetler Birliği arasında ilişkilerin kopmasından sonra, Doğu Bloku ile de bozulan ilişkiler artık fiilen düzelmekte. Bununla birlikte, Moskova ile Pekin arasındaki ilişkilerin iyi olduğunu söylemek olası değil.
Sofya’dan ayrılmadan önce Yeni Çin Haber Ajansına demeç veren Jikov, Çin Bulgar ilişkilerinde değerlendirmeyi bekleyen alanlarla iki ülkede süren reform çalışmaları üzerinde benzerliklerin olduğunu vurguladı.
Reformlar konusunda görüş alışverişinin dışında, Çin yetkililerinin, Bulgaristan ve diğer Doğu Avrupa ülkelerinden satın aldıkları malların teknik düzeyi ve güvenirlikleri konusunda şikayetleri dile getirmeleri bekleniyor.
□
PRAVDA’dansert eleştiri!
ANK*dinleme servisi
Sovyetler Birliği Komünist Partisi yayın organı PRAVDA, Fransa1 yı, nükleer silahların azaltılması ile ilgili tavrından dolayı eleştirdi.
Pravda, Fransa’nın uyguladığı taktiklerin bilindiğini ve bunun nükleer silahlarla ilgili görüşmelere yarar getirmeyeceğini belirtti.
Pravda’ya göre Paris yönetimi yumuşama politikasından uzaklaşıyor. Bu değerlendirme, Fransa Başbakanı Jack Cirah ile Batı Alman Başbakanı Helmuth Kohl’ün görüşmelerini izledikten sonra varılan bir yargı. İki başbakan Sovyet önerileri konusunda Batı Avrupa liderleri arasında daha fazla görüşmeler yapılması gerektiğini açıklamışlardı.