16
Saddam Kiirdistan’ı Yakıyor! • Uluslararası yasalara aykırı olarak Gü- • Halk silah zoruyla mecburi iskana tabi • YNK ve I-KDP Birleşmiş Milletler, ney Kürdistan’da kimyevi silahlar kul- tutulmuş durumda! Köyler bombala- Kızıl-Haç ve diğer insani kuruluşlar- lanılıyor narak, imha ediliyor! dan acil yardım istediler! Yazısı ortasayfada nmt HEJMAR • SAYI 17/9 6 GULAN • MAYIS 1987 ISSN 0283—4898 HOVİTIYA QOLONYALIST 0 [46] 08-98 47 43 131 42ANKS Saddam Kurdista Dişewitî □ Rejîma BAAS, bi he- □ Ji ber bi karanîna çe- mû hêz û îmkanên xwe kên kîmyewî zêdeyî 600 dixwaze gelê Kurd win- kes birîndar û 100 kes jî da bike! kuştî hene! Dumahîk di rûpela navîn de pğşmerge nav xelkê dej i bo bersiva planên îskanê, bi aktîfî karên polîtîkî û eskerî berdewam dike! ONUNCU YILINDA 1 Mayıs 77 “Anayurdumuzdan söküldük’ □ 1 Mayıs 1976’da Taksim’de yapılan gör- kemli kutlama törenlerinden sonra, 1977 1 Mayıs’ı bir katliama dönüştü. Arkada 34 ölü ve yüzlerce yaralı bırakan bu doğru gi- derken, sol ne düşünüyordu?! Yazısı sayfa 4 ve 5 ’de □ Atina’da, Bü- yük Ermeni Je- nosidi’nin 72. yıl dönümü nedeni ile bir konferansa katılan, Ermeni Sorunu İnformas yon-Dökümanter ve Araştırma Merkezi Alman- ya Seksiyonu so- rumlusu Jirayr Kotcharian, “Er- meni sorunu yal- nızca bir hak ara- ma sorunu değil, fakat aynı za- manda bir toprak sorunudur” dedi. □ Konferansta, Dünya Halklarının Kurtuluşu ve Hak- ları Birliği’nin yönetim kurulu üyesi, M. Haralambidis de bir konuşma yaptı. Haralambidis, “Katliam, soykı- rım, parçalama vebenzeri kavramların Yunan politik yaşamında yeteri kadar anlaşıldığına inanmıyorum. Bu bizim için büyük bir boşluktur” dedi. __________________________________________ yazışı sa V*a § .ve 7'de im— , i “Beni O şanlı mücade- leden belki bir süre uzak tutabilirler. Ama, mücadeleden alıkoyma- ları asla mümkün olma- yacaktır!” □ Ömür Boyu hapis cezasına çarptırılan Abdurrahim Gümüş- tekin’in ailesine yazdığı mektu- bun tam metni.. Sayfa 11’de

KURDISTANPRESS-17

  • Upload
    maverd

  • View
    28

  • Download
    0

Embed Size (px)

DESCRIPTION

15 günlük Gazete

Citation preview

Page 1: KURDISTANPRESS-17

Saddam Kiirdistan’ı Yakıyor!• Uluslararası yasalara aykırı olarak Gü- • Halk silah zoruyla mecburi iskana tabi • YNK ve I-KDP Birleşmiş Milletler,

ney Kürdistan’da kimyevi silahlar kul- tutulmuş durumda! Köyler bombala- Kızıl-Haç ve diğer insani kuruluşlar- lanılıyor narak, imha ediliyor! dan acil yardım istediler! Yazısı ortasayfada

nmt

HEJMAR • SAYI 17/9 6 GULAN • MAYIS 1987 ISSN 0283—4898

HOVİTIYA QOLONYALIST0

[46] 08-98 47 43 131 42ANKS

Saddam Kurdista Dişewitî□ Rejîma BAAS, bi he- □ Ji ber bi karanîna çe- mû hêz û îmkanên xwe kên kîmyewî zêdeyî 600 dixwaze gelê Kurd win- kes birîndar û 100 kes jî da bike! kuştî hene!

Dumahîk di rûpela navîn de pğşmerge nav xelkê de ji bo bersiva planên îskanê, bi aktîfî karên polîtîkî û eskerî berdewam dike!

ONUNCU YILINDA

1 Mayıs 77“Anayurdumuzdan söküldük’

□ 1 Mayıs 1976’da Taksim’de yapılan gör­kemli kutlama törenlerinden sonra, 1977 1 Mayıs’ı bir katliama dönüştü. Arkada 34 ölü ve yüzlerce yaralı bırakan bu doğru gi­derken, sol ne düşünüyordu?!

Yazısı sayfa 4 ve 5 ’de

□ Atina’da, Bü­yük Ermeni Je- nosidi’nin 72. yıl dönümü nedeni ile bir konferansa katılan, Ermeni Sorunu İnformas yon-Dökümanter ve Araştırma Merkezi Alman­ya Seksiyonu so­rumlusu Jirayr Kotcharian, “Er­meni sorunu yal­nızca bir hak ara­ma sorunu değil, fakat aynı za­manda bir toprak

sorunudur” dedi.□ Konferansta, Dünya Halklarının Kurtuluşu ve Hak­ları Birliği’nin yönetim kurulu üyesi, M. Haralambidis de bir konuşma yaptı. Haralambidis, “Katliam, soykı­rım, parçalama vebenzeri kavramların Yunan politik yaşamında yeteri kadar anlaşıldığına inanmıyorum. Bu bizim için büyük bir boşluktur” dedi.

__________________________________________ yazışı saV*a § .ve 7 'de

im— , i

“Beni O şanlı mücade­leden belki bir süre uzak tutabilirler. Ama, mücadeleden alıkoyma­ları asla mümkün olma­yacaktır!”□ Ömür Boyu hapis cezasına çarptırılan Abdurrahim Gümüş- tekin’in ailesine yazdığı mektu­bun tam metni..

Sayfa 11’de

Page 2: KURDISTANPRESS-17

“insanca gelişmenin önüne dikilen her türlü engeli protesto ediyorum!”

• 7 yıldan beri DEV-SOL davasında İdamla yargıla­nan Nevzat Çelik, Cezaevi idaresini protesto amacıy­la süresiz açlık grevine başladığını bir mektupla ka­muoyuna duyurmuştu. Aşağıda, Türkiye’de basında yer verilmeyen mektubun tam metnini yayınlıyoruz.

□ Kamuoyuna!

1980 martından bu yana, gerek I. Şube de, gerekse askeri cezaev­lerinde -onurunu koruyan, korumaya çalışan her insan gbi- sürekli olarak işkence gördüm, görüyorum.

Devlet eliyle yürütülen sistemli bir işkencenin varlığı artık bir sır değil.. Gövdemize aç kurtlar gibi salya sümük saldıran elektrikte, askıda, falakada, çırılçıplak soyularak aramşımızda, coplamşımız- da, zincire vuruluşumuzda, koğuş aramaları ve operasyonlarda, yıllarca görüşsüz, havai and ırmasız, güneşsiz (hani güneş grmeyen eve doktor girerdi!), doktorsuz, mektupsuz, kitapsız, kağıtsız, elbi­sesiz, ayakkabısız... bırakılışımızda devletin gücü var.

Kamuoyunun sustuğu, susturulduğu, yıllarda, ellerini kollarım sallaya sallaya işkence yaptılar. Öylesine rahatlardı ki... İşkence tezgahına giren insan ya ölüyor ya da sakat kalıyor. İşkencede güç­süz düşen gövde her türlü hastalığa kapı aralıyor ve bir kaç yılda ya­şayan ölüler haline getiriliyoruz.

İşkencenin asıl amacı inşam cezaevine değil, cezaevini insanın içi­ne atmak!

“Her türlü hak ve özgürlüğün dayandığı ve insanın insan olarak taşıdığı onur ve saygınlığın çiğnenmesi olan işkence, insanın insan­lık dışı davranışına uğramasıdır. İşkence yapılması, salt bir yasa­ğın çiğnenmesi değl, her türlü hak ve özgürlüğün, doğrudan insa­nın yadsınmasıdır. ’ ’

Nevzat Celik’ten

Kamu Oyuna!İşkence karşısında susmayı, ölmek olarak alıgılıyorum. Kendisine dokunmadıkları için, Naziler karşısında “bahaneci”

bir tavır takman Alman profesörünün sözleri, belki de bu yüzden, aklımdan hiç çıkmıyor: “..Bu gün kapım çalındı. Beni alıp toplama kampına götürdüler. İşkenceye... Hiç kimse ses çıkarmadı. Çünkü ses çıkaracak kimse kalmamıştı. ' *

Yedi yıldır askeri cezaevlerinde sistemli olarak uygulanan işkence ve yasaklan bildiğinizi düşünerek, süresiz Açlık Grevi’ne başlama nedenimi açıklamak istiyorum:

Tutuklu biri olmanın yanı sıra, bir büyük suçum daha var: Şair olmak!

Sağmacılar Özel Tip Askeri Cezaevinden Metris’e sevk olduğum 19.12.1985 gününden bu yana mektuplaşma yolum kapalı tutuluyor. Şair kimliğine yönelik bu haksız uygulama onaltı aydır sürüyor ve şimdiye kadar yaptığım bütün yasal girişimler sonuçsuz kaldı.

1986 nisanında, binbaşı Muzaffer Ergüder’le (şimdi burda görevli

değil) yaptığım görüşmede, bana özetle söylenen şuydu: ‘ ‘Bizim is­tediğimiz doğrultuda şiirler yaz, tutukluluk haklarından fazlasıyla yararlan.” Tam da o günlerde binbaşı Muzaffer Ergüder’in görev­den alınması Açlık Grevi kararımı ertelememe neden olmuştu. Ya­sağın salt Binbaşı’mn işkenceci kişiliğinden kaynaklanmadığını an­lamam çok uzun sürmedi. Değişen birşey yoktu. Yazdığım onca di­lekçe ve görüşme istemim yanıtsız bırakıldı. İki dilekçeme yanıt verildi, onlarda da, 4 *ne kadar önyargılısınız ’ ’ gibi gayri ciddi ifa­deler vardı. Sağmalcılar Özel Tıp Cezaevi’ndeyken haftada ortala­ma on-onbeş mektup alırdım. Kaba bir hesapla benim yazdığım ve bana yazılan mektup sayısı bin taneyi geçiyor. Tabii bu mektupla­rın, bir kaçı dışmda, hepsi alıkonuldu. Haksızlık yapmak istemem (!) üçünün yansı yırtılıp alınmış, toplam yedi mektubu iki yada üç ay aralıklarla verdiler... Salt bu yasağı delebilmek için, ailem ve sevdiğim insanlar tarafından iadeli taahhütlü mektuplar yazılıyor, telgraflar çekiliyor. Ne ki yasağı aşmak, delmek mümkün olamıyor.

İşkence altında bile kabul ettiremedikleri ve hiçbir ilişkimin bu­lunmadığı bir örgütün eylemlerinden -ellerinde inandıncı tek bir delil olmadığı halde- dolayı suçlanarak idam istemiyle yargılanıyo­rum. Bunca yıl haksız yere içerde tutulduğum yetmiyormuş gibi, dışanyla olan tek canlı somut bağımı koparmak istiyorlar. Karşı çıkmak gerekiyor.

Bu uygulananın salt beni ve yazıştığım insanları değil, herkesi ya­ralaması gerektiğini düşünüyorum.

insanın insanca gelişmesi önüne dikilen her türlü engeli protesto ediyorum!

7 Nisan 1987 günü süresiz Açlık Grevine başlıyorum.Alıkonan tüm mektup, kart ve telgraflarımın verilmesine ve bun­

dan sonraki mektuplaşmamın engellenmeyeceğinin taahhüt edil­mesine kadar eylemimi sadece su içerek sürdüreceğim.

“Yüreklerin kulakları sağır” değil. Buna içtenlikle inanıyorum.Hoşçakalın...

Nejden (Nevzat) ÇelikAdresim:Metris Askeri Ceza ve Tutukevi C:15 Bayrampaşa-tSTANBUL

DÜNYA SUSKUN!□ Saddam Hüseyin, uluslararası anlaşmaların kesin ve bağlayıcı hükümlerini hiçe sayarak, Kürdistan’daki sivil yerleşim merkezle­rine kimyevi silahlarla saldırıyor. Zehirli gaz bombalan, napalm ve kimyevi silahlarla birlikte, Irak Ordusu karadan ve havadan Kürdis- tan’a saldırıyor.

YNK ve KDP’nin, Birleşmiş Milletler’e, Kızıl Haç’a, Demokra­tik kuruluşlara ve uluslararası kamuoyuna yaptıkları ısrarlı çağrı­lar, her zaman olduğu gibi, şimdi de cevapsız kalmış durumda. Uluslararası anlaşmalar, İnsanhakları evrensel sözleşmeleri, de­mokratik hak ve özgürlüklerle, insanan yaşama hakkı ile ilgili dev­letleri bağlayan yasalar ve yasaklar işlemiyor. Kürdistan’da dünya ile ilişkileri kurup sürdürecek bir devlet yok. Kürdistan sömürge bir ülke. Sömürgecilerin ilişki ve bağlantıları, sömürgeyi dünyaya kapatmış. Dünya, yüzyılın ilk büyük katliamı olan Ermeni jenosidi karşısında nasıl suskun durduysa, Pontus ve Ege Rumlarının ebedi bir vatansızlığa mahkum edilmeleri nasıl sesizce onaylandı ve katil­lerle işbirliği yapılarak imha görmezden gelindiyse, Yahudi kırımı karşısında nasıl tüm devlet sınırlan kapatılıp, binlerce insan bilerek ve isteyerek vahşi bir yok oluşa terkedildiyse bu gün de silahsız ve savunmasız Kürt halkı, dünyanın gözlerinin içine bakıla bakıla ze­hirleniyor, boğuluyor... Kimyevi silahlarla zehirlenip, bombalarla yerle bir edilen köyler, buldozerlerle haritadan siliniyor.

Ve hiç bir kuruluştan, hiç bir devletten ses çıkmıyor. Ulusal kurtu- luşçu örgütlerden ses çıkmıyor. Uluslararası proleterya hareketi suskundur. Aydınlar, yazarlar, gazeteler; toplumun gözü, kulağı di­li olan kurum ve örgütler suskundur... Kürt ve Türk solunun, Avru­pa’da kıyametler koparan siyasal güçleri de suskundur.

Evet Güney Kürdistan yanıyor; yakılıp yıkılıyor. Güney Kürdis­tan’da nesilden nesile geçecek kimyevi hastalıkların tohumları bin­lerce bomba ile dağlara, ormanlara, su kaynaklarına saçılıyor. Kendi ülkesinde insanca yaşamak için mücadele eden bu mazlum halk, artık yüzlerce yıl kimyevi silahlardan fışkıran bilinmez hasta­lıklarla boğazlaşacak. Çocuklar sakat ve hastalıklı doğacak. Kısır­lık bir kader haline gelecek. Hayvanların ve bitkilerin nasıl bir de­ğişime uğrayacaklan belli değil. Doğal güzelliklerin, doğa’mn na­sıl bir ölüm çölüne dönüşeceği belli değil. Organik bozuklukların yanında, psikolojik rahatsızlıklann nasıl toplumsal bir felaket hali­ne geleceği belli değil... Emperyalist metropollerin araştırma uz­manları, kendilerine yeni bir kobay toplum bulmuş olacaklar. Ve tabii, her şey olup bittikten sonra... Yani, araştırma malzemesi ola­rak, yaralı, hasta, perişan bir toplum oluşduktan sonra..

Saddam Kürdistan’ı yakıyor. Ve mazlum bir halk bütün varlığı ile bu imhaya karşı direnmekte. Halk bütün varlığı ile dövüşüyor, in­sanlar, yerlebir edilen köylerini terk etmiyorlar. Evler yeniden ona- nlıyor. Onanlamazsa, kaya diplerine, mağaralara sığınılıyor. Ve bu yiğit ve namuslu insanlar ellerinde kalan bir iki parçalık gıda mal­zemesini de gerillalarla bölüşüyor. Tutuklanıp zorla toplama kamplarına tıkılanlar, kampları imha ediyor, kamp çadırlarını yakı­yorlar. Kaçabilenler kurtarılmış alanlardaki savaş cehennemine dö­nüyorlar. Bu dehşet içinde topraklarını terk etmiyorlar.

Kürt halkı biliyor ki bu savaş kazanılmalıdır. Ve bu savaş kazanıl­mazsa eğer, geriye kaybolmuş mezarlar ya da muhaceretin cende­resinde ağıtlar yakan kimliksiz koloniler kalacaktır!Düşman gücünü ve politikasını iyi saptamış. Yaptıklan hesaplı.

Bağlantılan ve ilişkileri hesaplı.. Aına, bir kaşık suda fırtınalar ko­paran devrimci güçler nerededir?

DINYA BÊDENG E!□ Saddam Husên, zagon û biryarên lihevhatinên navnetewî xistin bin lingan û bi çekên kîmyewî êrîşî nevendên Kurdistanê dike. Or- diya Iraqê bi bombên jehrî, napalm û bi çekên kîmyewî, ji bejî û ji hewa êrîşî Kurdistanê dike.

Bangên, ku PDK-I û YNK li Yekîtiya Miletan, Xaça Sor, sazûma- nên demokratik û awira gelemperî a cîhanê kirin, weke her car, bê- deng man. Lihevhatinên navnetewî û mirovî, bi maf û azadiyên de­mokratik, zagonên ku jiyana mirovan bi dewletan girêdidin, na- xebitin.Li Kurdistanê, dewletek, ku têkiliyan bi dinê re deyne, tuneye.

Kürdistan welatek bindest e. Tekiliyên navbera dewletên serdest, rê li ber welatên bindest girtine. Çawa, ku dinya li hember qirqirina mezin a Ermeniyan bê deng ma, çawa ku Pontûs û Rûmên Egeyê bi bê welatî hatin mahkûm kirin û bi qesasan ra têkilî hatin danîn û ça- vên xwe ji wan re girtin, çawa ku li hember qira Yahûdiyan hemû dewletan sînorên xwe girtin û bi zanin bi hezaran Yahûdî mahkûmî qirkirinê hiştin.îro jî li ber çavê her kesî gelê Kurd tê jehîr xistin, xeniqan-

din...Gundên ku bi çekên kimyewî bombebaran kirîbûn, bi doze- ran ji nexşê winda dibin.. .û ji tu sazûmanî û dewletê deng demake- ve. Ji rêxistinên rizgarîxwaz deng demayê. Proletarya nawnetewî bê deng e. Ronakbîr, nivîskar, rojnamavan, rêxistin û saziyên ku guh û çavên civakê ne, bêdeng in.. .Çepên Kurd û Tirkên ku, li Aw- rûpayê qiyamet çêdikîrîn, jî bê deng in.Erê, başûrî Kurdistanê dişewite, tê kambax kirin. Li Başûrî Kur-

distanê çekên kîmyewî, ku wî tuxmên nexweşiyên kîmyewî ji nes- lan derbasî neslê din bibe, li çiyan, daristanan û li kaniyên avê tên reşandin. Ev gelî ku dixwaze di welatê xwe de bi mirovî bijî, wê ji îro pê de bi sedsalan, bi nexweşiyan kîmyewî ra kefteleftê bike. Wê zarok nexweş û seqet çêbibin. Gubertina û reng girtina heywan û şî- najiyê hê ne xuya ye. Ne xuya ye ku, wê spehîtiya xwezayiyê guher- tinekê çawa bike û rengekî çola mirinê bigre. Li gel xerabûna orga- nan ne belû ye bê wê nexweşiyên psikolojik felaketekê çawa ji civa- kê re bîne... Pisporên lêkorên metropolên emperyalist, wê ji xwe ne civakeke “kobay" bibinin. Û bê gûman, pişti ku her tişt hat û tewe bû.. Ango, piştî ku civaka nexweş, birîndar û perîşan, wek ha- cetên lêkolinê bi kar bînin.

Saddam Kurdistanê dişewitîne. Û miletekî mazlûm, bi her awayî li hember vê windakirinê li ber xwe dide. Xelk bi hemû hebûna xwe şer dike.Mirov gundên xwe yên werankirî terk nakin. Xanî ji nû de tên lê-

kirin. Nayên lêkirin jî, xwe di şikeftan de diparêzin. Û ev merivên bi namûs û merxas, gepik nanê ku di dest de maye jî bi pêşmergan re par dike. Ên ku tên girtin û di kampan de tên girtin, kampan ji holê radikin, çadirên kampan dişewitînin. En ku rizgar dibin, xwe dighînin cehnema şerê herêmên rizgarkirî. Di nava van bûyerîn ke- sanedî de, ji a xwe nayên xwar û erda xwe terk nakin.Gelê Kurd zane, ku divê ev şer bê qezenc kirin û heger ev şer nayê

qezenc kirin wê di şûna wan de gorên winda an jî koloniyên bê cüz­dan bimînin.

Dijmin hêz û polîtîka xwe baş bikaraniye. Tiştê ku dikin bi hesab e. Têkilî û girêdana wan bi hesab e. Lê, şoreşgerên, ku di gulpek av de qiyametan radikin li ku ne?!!

RUPEL • SAYFA 2 k ü r d is t a n p r e s s • 6 g u l a n / m a y is m ?

Page 3: KURDISTANPRESS-17

• Güney Kürdistarîda mü­cadele eden Kürt örgütleri ile Saddam’a muhalif tüm siya­sal güçler arasında tam bir it­tifak sağlandı.• Saddam rejimine muhalif tüm güçlerin ittifakı, bölge halkı üzerinde de etkisini gösterdi ve halk kitleler ha­linde peşmerge saflarına ka­tılmaya başladı.• Zaxo ve Kanimasi arasın­daki, uluslararası Naven ka­rayolu peşmergenin deneti­mine geçti!• Halk, Saddam’ın oluştur­duğu toplama kamplarım im­ha ediyor.. Halkın zorla yaşa­mak zorunda bırakıldığı kamp çadırları, sivri halkın da katıldığı eylemlerle yakılıyor.

Güney Kürdistarı • ANK

□ Irak Ordusu, Mart’ın son haftasından bu yana Güney Kürdistan’da kanlı bir imha sa­vaşı sürdürüyor. Ordu, ulusla­rarası yasalara! aykırı olarak kimyevi silahlar kullanıyor. Sivil halkın yaşadığı köyler ve şehir merkezlerine zehirli gaz bombaları atılıyor. Ürünler ve ormanlık alanlar yakılıyor.. İç­me suları zehirleniyor. Halk kitleler halinde zorunlu göç’e tabi tutuluyor.

Irak Ordusu’nun bu haksız ve kanlı imha eylemini ısrarala sürdürmesine rağmen, Peş­merge Süleymani’ye’den Za- ho’ya kadar olan bölgede kitle­lerin aktif desteği ile mücadele­yi sürdürüyor.

Bölgede mücadele eden ör­gütler, halkı bulundukları alan­ları terketmemeye ve mecburi iskan uygulamasına karşı di­renmeye çağırmaktalar. Bu çağrılar kitlelerden gerekli tep­kileri alıyor ve halk yakılıp yı­kılmasına rağmen alanları ter- ketmiyor.

Süleymaniye merkezinde ve çevresinde oluşturulan

toplama kamplarının tüm çadırları yakıldı ve kamp imha edildi. Ayrıca 20 Ni­san günü Süleymaniye’ye bağlı Kelar ilçesindeki top­lama kampları, halkın da katıldığı bir eylemle yakıldı.

Geçen sayıda verdiğimiz Karadağ eylemi devam et­mektedir. Peşmerge güçle­ri, Saddam rejimi için haya­ti bir öneme sahip olan bu askeri alanı terketmemek için kararlı bir biçimde di­reniyor. Saddam ise, bu böl­geyi ne pahasına olursa ol­sun tekrar geri almak için aralıksız saldırılar düzenli­yor. Ordu birlikleri yoğun saldırıları şimdiye kadar amacına ulaşmadı ve peş­merge güçleri tarafından geri püskürtüldü.

Geçtiğimiz hafta, ordu birliklerinin Karadağ’a, ka­radan ve havadan yaptıkları iki büyük saldırı da kırıldı. Peşmerge güçlerin uzun sü­ren direnişi sonucu düşman püskürtüldü ve geri çekil­mek zorunda kaldı. Fakat, Baas katilleri, Karadağ ve Karadağ’a bağlı Cageran köyünü kimyasal silahlar kullanarak havadan bomba­ladı. Buna rağmen peşmer­genin oluşturduğu çember kırılmadı. Bölge halen Peş­merge kuvvetlerinin deneti­mi altında bulunmaktadır.

Direnen peşmerge bölge halkı tarafından da aktif ola­rak destekleniyor. Peşmer­genin barınma ve beslenme­si için, sivil halk bütün im­kanını seferbet etmiş durumda.Öte yandan, BAAS birlik­

lerinin Hewlêr iline bağlı Firêz köyünü, yıkmak, yak­mak ve talan etmek amacıy­la yaptıkları saldırı peşmer-

PeşmergeDireniyor!

ge güçleri tarafından geri püskürtüldü.

DIHOK

□ BAAS birlikleri, Dıhok iline bağlı Sersing kazası­nın, Zêve, Bamemî ve Ere- dina köylerini talan ettikten sonra, kitleleri zorla iskan

uygulamasına tabi tutması üzerine bölgede Baas ile cephe savaşına girişildi.21 Nisan’dan, 25 Nisan’a

kadar süren savaşta düşma­na ağır darbeler indirildi. Peşmerge güçlerinin yanısı- ra, halkın ve Bargirî Milî (Ulusal Milislerdin katıldı­ğı eylem sonucu düşman

güçleri ağır darbeler alarak bölgeden geri püskürtüldü.

M i y B w i s m w i

□ Irak ordu birliklerinin,24 Nisan’da Sersing, Mil- hembe ve Resul-Ayn nahi­yelerine, havadan destekli yapılan bombardımanlar üzerine, Peşmerge kuvvet­leri geniş bir karşı saldırı düzenledi. Mecburi iskan uygulması durduruldu ve bölge düşmandan te­mizlendi.Peşmerge güçleri 21 Ni­

san’da Zaxo ve Kanimasi arasındaki stratejik öneme sahip olan karayolunu ele geçirdiler. Halen karayolu üzerindeki denetim peşmer­ge güçleri tarafından yapıl­maktadır.Öte yandan, Saddam reji­

minin askeri nakliyat ve uluslararası ticaret için kul­landığı Naven ana karayolu­nun Begova ve Kanimasi arasına düşen en önemli bö­lümü, peşmerge kuvvetleri­nin düzenlediği bir operas­yon sonucu elegeçirildi. Ka- rayolu’nun tutulmasından sonra, Baas’ın sivil ve aske­ri nakliye araçlarının sefer­leri de durmuş oldu. Naven karayolunu, peşmergenin denetiminden kurtarmak üzere Baas, üç ayrı taarruz düzenledi. Bombardıman uçaklarının desteğinde dü­zenlenen taarruzlar, 21, 23 ve 27 Nisan tarihlerinde ya­pıldı ve tümü de başarısız­lıkla sonuçlandı. Baas’ın bozguna uğrayan taburları Begova’ya geri döndüler. Baas askerlerinin Begova‘ya geri çekilmesi ile Kanimasi bölgesi bütünü ile peşmer- ge’nin denetimine geçti.

Karadağ zaferinden sonra,

düşmanın Naven karayolun­dan da püskürtülmesi, peş- megenin de, halkın moral gücünü oldukça yükseltti.Ana Karayolunda deneti­

min sağlanmasından sonra, Nisan’m son haftasında peş­merge güçleri Zaho ve Ka­nimasi arasında bulunan ve bölgenin askeri düzeyde merkez karakolu niteliğinde olan Baas karagahma karşı bir operasyon düzenledi ve karargah imha edildi. Ey­lemde peşmerge yüzlerce ağır ve hafif silah ele geçirdi.23 Nisan’da da Amed mın­

tıkasının Solav nahiyesinde bulunan merkezi bir Baas karakolu da, peşmerge tara­fından basılarak ele geçiril­di. Saddam’m Zaho bölge­sinde bulunan en önemli as­keri merkezlerinden biri de böylece yok edildi, baskın­da büyük miktarda cephane elegeçirildi.

Ertesi gün, peşmerge güç­leri, gene Kanimasi mıntı­kasında askeri önemi yük­sek olan Girav ve Bapiri arasındaki Neheng askeri üssünü de bastı. Baas’m cephane deposu olan bu as­keri üsler imha edilirken, peşmerge bol miktarda silah ve cephane ele geçirdi ve Saddam rejiminin bölgede­ki etkinliği büyük ölçüde kırıldı.25 Nisan’da Baas kuvvet­

leri, Mengeş’e bağlı Kerime ve Banasor köylerini bom­baladılar ve köylere giren askerler sivil halkın gıda maddelerini yağmaladılar. Daha sonra bölgeye ulaşan peşmerge güçleri tarafından Baas yağmacıları bölgeden atıldılar. Baas’ın göçe zorla­dığı yöre halkı da köylerini terketmediler.

Yunanistan Jç Komünist partisi’nin [KKE-İÇ] isminin Yunan Solu olarak de­ğiştirildiği kongreye 24 ülkenin Komünist ve Sosyalist parti ve örgütleri de davetli olarak katıldılar.

KKE (İÇ) Eleştirildi

• 22-26 Nisan günleri arasında Tüzük değişikliği için yapılan KKE Kogresine Irak Baas Partisi’nin de davet edilmesi sert bir biçimde eleştirildi.Kongreye 24 Ülkenin komünist ve sos­

yalist partisi’nin yanı sıra Türkiye’den Devrimci Kadınlar örgütü ve Dev-Yol, Kürdistan’dan da Irak KDP ve Rızgari katıldılar.

Parti ismi Yunan Solu olarak değişti­rildi. Kürt Halkının Kendi Kaderini ta­yin Etme hakkı da, kongre kararları ara­sında yer aldı.Kogreye Irak Baas Partisi adına Abdul-

kerim Kemal (Abdel Kerim Al Ke­maldin de davetli olarak katılması, Rız- gari delegasyonu tarafından protesto edildi.Kogre Başkanlığına verilen metin

şöyle:

KOGRE BAŞKANLIĞ INA ATİNA

Kongrenizde yapılan tarihsel bir yanılgıyı açıklamakta zorunluluk vardır. Aynı zaman­da sizlerin ve Yunanistan kamuoyunun bu konuda aydınlatılmasını bir görev bil­mekteyiz.

Kongrenizin birinci gününde komünist, sosyalist ve demokrat parti ve kuruluşların temsilcileri arasında Irak BAAS Partisi9nin de isminin okunmasını esefle karşıladık.

Bizler Kürdistan’ı yani sömürge bir ulusu temsilen kongrenizde davetli bulunmaktayız. Oysa Irak BAAS partisi Kürdistan’ı kana boğan, yıl­lardır halkımızı katliamlarla imha et­meye çalışan ve halen de Kürdis- tan’a napalm bombaları ile saldıran bir devletin temsilcisidir. Irak BAAS partisi, bırakınız sosyalist olmayı, demokrat bile değildir Tarihin hiç bir döneminde de bu gibi nitelikleri taşımamıştır. Tam tersine ırkçı, mili­tarist, sömürgeci devletin temsilcisi­dir. Bu parti ve devletin başında da bütün nitelikleriyle ırkçı, militarist,

sömürgeci Saddam Hüseyin bu­lunmaktadır.

Böyle bir parti ile aynı düzeyde si­zin kongrenizde temsil edilmemiz, bizim için talihsizliktir Yunanistan’da demokrasi mücadelesi veren sizler için de tarihsel bir yanılgı ve bilme- mezliktir.

Politik çizginiz ve uluslararası dip­lomasi açısından bir zaaf olan bu davranışın düzeltilmesi dileğiyle, kongrenizin başarıyla sonuçlanma­sını arzu ettiğimizi bildirir, saygıları­mızı sunarız.

23.4.1987/Atina • RIZGARİ

“ Ölülerimizi Unutmadık!”• Ermeni Jenosidi’nin 72 yıldönümü nedeni ile Atina’da yapılan gösterilerde, Özal’ın maketi ya­kıldı, Türk Elçiliği’ne Ermeni Bayrağı asıldı.ANK • Atina□ 24 Nisan günü Ati­na Metropolis’i önün­de toplanan içinde yaşlıların ve çocukla­rın da bulunduğu bin kadar Ermeni “Mü- cadele-Zafer-Hak ’ ]“Türkiye ve Jeno- sid’e Mahkumiyet”“Ölülerimizi Unut­madık, Mücadelemiz ile onları anıyoruz" sloganları ile Türk El­çiliği’ne doğru yürü­yüş yaptılar.

Elçilik önünde bari­kat kuran polis, göste­ricilerin Elçiliğe yak­laşmalarını önledi.Yalnızca üç kişilik bir heyet, Elçilik kapısı­na Ermeni bayrağını astılar ve bir muhtıra bıraktılar. Elçiliğin önünde ayrıca Özal’ın maketi yakıldı.□ Selanik’te yapılan gösteriye de binlerce Ermeni katıl­dı. “Türkler, Ermenistan'dan Defolun” “Mücadele Zaferi getirecektir ” sloganları atıldı. Büyük Jenosid ne­deni ile Ermeni dükkanları, büro ve işyerleri açılmadı ve Ermeni işçiler işbaşı yapmadılar.

KURDISTAN PRESS • 6 GULAN / MAYIS 1987 RÛPEL • SAYFA 3

Page 4: KURDISTANPRESS-17

1 MAYIS 1977 • 1 MAYIS 1987 ON YIL SONRA

1 Mayıs 1977 Katliamı□ 1 Mayıs 1977 Katliamının üze­rinden 10 yıl geçti. Şeyh Said hare­ketini izleyen günlerde yasaklanıp, ancak 50 yıl sonra tekrar alanlarda kütlanabilme düzeyine gelen 1 Mayıs, 1976’daki coşkun törenler­den sonra, 1977’de, Taksim Ala- nı’nda proletaryanın 34 evladının cesetlerini bırakarak tekrar TC’nin kara yasakları ile gündemden dü­şürülmeye çalışılacaktı.Şeyh Said hareketi’nden sonra çı­

karılan Takrir-i Sükun Kanunu Türkiye’yi bir baştan bir başa ha- pisaneye çevirmiş, Kürt direnmesi kanla ezilirken, demokratik ve sosyalist muhalefet de, baskı, iş­kence ve zindanla susturulmuştu. 1960’lı yıllarda yükselen toplum­sal muhalefet, 12 Mart müdahale­siyle görece dizginlenmek isten­miş, fakat, müdahaleden sonra da­ha da boyutlanarak alanlara taş- mışdı. Bu arada, 50 yıldan bu yana şu ya da bu biçimde engellenen 1 Mayıs kutlamaları da, 1976’da ilk kez büyük kitle gösterileri ile kut­lanabilir duruma gelmişti.

DİSK’in İstanbul’da düzenlediği 1 Mayıs 1976 törenine yüzbinler katılmış, 1 Mayıs Türkiye prati­ğinde ilk kez adına yakışır biçimde kutlanmıştı. Bu da, Türk burjuva­zisinin karşı harekete geçmesi için yeterli bir nedendi.Aynı dönemde, siyasal güçler

arasında suni çelişmeler artmış, grup çatışmaları, politik ve ideo­lojik kamplaşmalar yoğunlaşmış­tı. Siyasal grupların birbirlerine karşı kullandıkları dilin, düşmana karşı kullanılan dilden farklı bir tarafı kalmamıştı. Devrim safla­rında yer alan siyasal gruplar düş­manca ilişkiler içinde parçalan­mışlardı. Bu da, Türk burjuvazisi için toplumsal muhalefetin, bilinç ve örgütlenme düzeyine ulaşma­dan yok edilmesi açısından bulun­maz bir fırsattı. Nitekim, burjuva­zi başından itibaren durumu bütün ayrıntıları ile iyice değerlendire­rek, 1 Mayıs 1977’den önce kamu oyu oluşturma faaliyeti içine girdi. Burjuva basınında başlatılan geniş kampanyalarda işlenen temel tez “Komünistler 1 Mayıs’ı Kana bulayacaklar * ’ teziydi.

Burjuva basınından gelen sinyal­ler, soldaki siyasal güçleri pek ilgi­lendirmiyordu. Çünkü, sol, burju­vazi ile değil, kendi kendisi ile he­saplaşmanın hazırlığı içinde idi.Aynı dönemde, burjuvazi de iç­

ten içe kaynıyordu. Türkiye ve Kürdistan’da yükselen toplumsal muhalefetin, siyasallaşarak maddi bir güce dönüşmesinden ürken emperyalizm, yeni oyunlar, yeni tezgahlar planlıyordu .Türkiye dur­madan, toplumu terörize edecek sansasyona! olaylarla çalkalanıyor du.

Bu karmaşa içinde, Kara Kuvvet­leri Komutanı Orgeneral N. Ke­mal Ersun, alışılmamış bir biçim­de sağlık nedenleri ileri sürülerek, emekliye sevkediliyor, Orgeneral emeklilik işlemine itiraz ediyor, * başvurduğu mahkemeden olumlu karar alıyor ve fakat bu karar uy­gulanmıyordu.

ABD’de yayınlanan C.S. Moni- tor gazetesi, seçimlerden 3 gün ön­ce yani 2 Haziran’da Türkiye'de Askeri bir darbe girişimi olduğunu ve bu darbeyi de Orgeneral N. Ke­mal Ersun ile Kara Kuvvetlerinden 3 kıdemli generalin yaptığını, ay­

rıca bu darbecilerin arasında 12 Mart ’ın TRT Genel Müdürü Gene­ral Musa Öğün ün de bulunduğu­nu belirtiyordu. Gazeteye göre, eylem başarısız olmuş ve 200 ka­dar subay da göz altına alınmıştı. Darbecilerin toplumu terörize eden şiddet olayları tertipleyecek­leri ve ardında iktidara el koya­cakları da, gazetenin yorumları arasında yer almaktaydı.

Emperyalizmin planları içinde Türk burjuvazisi devrimci prole­taryaya, demokratik ve sosyalist güçlere ve Kürt halkının bağımsız­lık ve özgürlük mücadelesine karşı suikastler düzenlerken, karşı dev­rimin doğrudan hedefi olan sol si­yasal güçlerin durumu neydi? İkti­darın devrimci fethini önüne ko­yan siyasal güçler ne yapmakta, nasıl düşünmekte ve neler planla­maktaydılar. O günün legal sol ba­sınından durumu izleyelim.

Sol’un Saflaşması DİSK 5 Haziran Erken Seçim’in-

de CHP’yi destekleme kararı alı­yor ve bu kararın alınmasından sonra Genel Başkan Kemal Türk- ler şu belirlemeyi yapıyor:

“1 Mayıs a 13 gün var. Yarından itibaren 1 Mayıs’ı hazırlama ça­lışmalarını yoğunlaştırmalıyız. Güvenlik ekiplerimiz özellikle Ma- ocu ve goşist unsurların sızma gi­rişimlerine karşı son derece uya­nık olurken, diğer demokratik güç­ler karşısında ise, örgütsel disiplin içinde son derece esnek olmalıdır­lar.”Halkın Kurtuluşu ve Halkın Bir-

liği’nin yaptıkları ortak açıklama şöyle:

“Bu yıl 1 Mayıs, faşist diktatör­lüğe ve sosyal-faşizme karşı müca­delenin yükseltildiği, bu karşı dev­rimci unsurların geriletildiği bir gün olmalıdır. Revizyonist ihane­tin yerlebir edildiği bir gün olma­lıdır. Proleter devrimciler olarak bu görevi layıkıyla yerine getire­bilmek için bu günden hazırlan- malıyız. ’ ’

Kitle, safları şöyle belirliyor:‘!Anarşizme, ‘sol ’ maceracı akım

lara bünyemizde asla yer vermeye­ceğiz. İşçi sınıfı düşmanı, anti- komünist, dolayısıyla demokrasi düşmanı bir akım olan Maoculu- ğun ezilmesi için var gücümüzü harcayacağız’ ’

Çatışmanın olacağını peşin ola­rak kabul eden günlük Politika ga­zetesi, MC’yi uyarıyor:

“Başta İçişleri bakanı olmak üzere, tüm emniyet görevli ve yet­kililerini, dışardan yapılması muh temel saldırılara ve sadece saldır­ganlara karşı tam bir tarafsızlık içinde davranmaya çağırıyoruz.” İlerici Yurtsever Gençlik şöyle

düşünüyor:‘ ‘İGD, egemen güçlerin ve Mao­

cu faşistlerin oyunlarını bozarak ilerliyor...Egemen güçlerin ve on­ların sol kolu Maocu faşistlerin provokasyonuna gelmeyeceğiz.

Bu arada, İGD ile “Maocu” ça­tışmasında Sadık Canarslan öldü­rülüyor, böylece ağız dalaşına kan bulaşmış oluyor. Olay üzerine Halkın Birliği’nde şunlar yazılı:

‘ ‘Rus sosyal emperyalizminin uşağı İGD ’li sosyal faşistler 19 Ni­san 1977 günü sabaha karşı yiğit devrimci Sadık Canarslan arkada­şımızı kahpece kurşunlayarak kat­letmişlerdir. .. Ok yaydan çıkmış­

tır. Faşist ve sosyal- faşist namlular; halkı­mızın demokrasi ve ba­ğımsızlık mücadelesini durduramayacaktır. Sos yal-faşistlerin kanlı ter­tipleri, devrim çilerin 1 Ma­yıs kutlamala­rını engelleye­meyecektir.

Kitle’nin yo­rumu şöyle:“1 Mayıs İşçi Bayramı için yapılan hazır­lıklara, geçen yılki gibi Ülkü Ocaklı koman dolar saldırır­ken, CIA’nın ve MİT1 in bu konuda Maoculara da görev verdiği anlaşıl­maktadır. ’ ’

Bu alıntıları, değişik siyasi hareketlerin ya­yınlarından sayfalar bo­yu uzatmak mümkün.Ama, içerik olarak bir­birinden pek farklı be­lirlemeler yok. Şu kada­rı açık olarak görülmek­tedir: 1 Mayıs 1977’nin kapısında iki ana düş­man grup çatışmak için sıraya girmişler ve bunu da legal basın yolu ile kitlelere ve tabi egemen güçlere, polis’e ve aske­re de duyurmuşlar. .Ça­tışmanın taraflarından biri “sosyal-faşist, sos- yal-emperyalist Rus uşa ğı” olarak, diğeri de ‘(Maocu faşist, C1A sos­yalisti, emperyalizmin 5. kolu Maocular ’ ’ ola­rak sıfatlandırılmış...

Burjuva basını ise 1 Mayıs 1977’nin kapısın­da şunları yazıyor:‘ ‘Camlar kırılacak, arabalar tah­

rip edilecek..İnşallah aldanırız ama, kanlar akacak.

1 Mayıs Alanında1 Mayıs 1977,76’dan daha da gör­

kemli bir görünüş içinde başlıyor. Renk renk bayraklar, afişler, folk­lor ekipleri arasında yarım mil­yondan fazla bir kitle İstanbul’un her tarfından Taksim Alanına doğ­ru ilerliyorlar. Daha sonra basın­da, polis telsizlerinde geçen şu cümleler yer alacak: “Alana gir­mek üzereler..Birazdan çatışma çıkacak.

Politika gazetesinde 1 Mayıs 1977 şöyle veriliyor:Taksim Alam’nda yarım milyo­

nun üstünde insan vardı... Kemal Turkler kürsüye çıktığında, alanın çevresinde yabancı adlı yüksek oteller yıkılacaktı sanki alkışların titremesinden... Yüzbinlerin bay­ramlarını birlikte kutladıktan son­ra bölük bölük ayrılmaları, ayrı bir görkem kazandırıyordu bayra­ma. . *'

Pölitika, yazısını erken yazmış olsa gerekir. Çünkü, bölük bölük ayrılma olmuyor. Tersine, aynı ga­zetenin, Baskıya Girerken başlıklı bölümünde şunlar yazılı:

“Beşyüzbini aşkın bir kalabalı­ğın katıldığı bütün gözlemcilerin mutabık olduğu İstanbul'daki 1 Mayıs töreni ’nin sonuna yaklaşıl­dığı sırada, Tarlabaşı caddesi yö­

İş başındaki MC hükümeti ile emperyalist kurmayların titizlikle hazırladıkları katliam, Sular İdaresi ve İntercontinantal Oteli’nin çatısından kitlelerin üzerine ateş açılması ile başladı. Panik içinde onbinlerce insan Kazancılar Yokuşu’na aktı. Ama, yol mavi bir reno ile tutul­muştu. Ve arkada 34 ölü ile yüzlerce yaran kalacaktı.

nünden gelen ve Maoculardan ve çok sayıda kışkırtıcı ajandan olu­şan bir grup silahlı saldırıya geç­miş ve Taksim Meydanı ’nda topla­nan yüzbinlerce kişinin üzerine kurşun ve dinamit yağdırmaya başlamıştır.1 Mayıs güvenlik görevlilerinin

bütün çabalarına rağmen önleye­mediği silahlı saldırı, Taksim ala­nımda paniğe yol açmıştır. Ajans­lar panik sırasında çok sayıda kişi­nin yaralandığını bu arada Maocularla kışkırtıcı ajanlardan oluşan grupla polis arasında si­lahlı çatışma çıktığını bildirmiş­lerdir.

2 Mayıs’ta Burjuva BasınıSon Havadis: Kızıllar Kudurdu! Günaydın: Maocu Vatan Hainleri İşçi Bayramını Kana Buladı! Vatan: Provakasyon!Milliyet: Taksim’de DİSK’in Mi­tinginde Maocu Bir Grup Ateş Açtı!Hürriyet: Mayıs Katliamı: 34 Ölü! Tercüman: Solcular Solcuları Kı­rıyor. Maocular DİSK’in İstan­bul fda Yaptığı Mitingi Bastılar! Cumhuriyet: Bazı Kışkırtıcı Grup­lar Silahlı Çatışma Çıkardı!

Ve Solfun Dergileri İlerici Yurtsever Gençlik: Emper­yalist güçlerin, işbirlikçi burjuva­zinin düzenlediğ, CIA-faşist ko­mandolar ve Maocu faşistlerin

gerçekleştirdiği kanlı pazar! Halkın Birliği: Taksim Katliamı­nın sorumluları MC ve sosyal- faşistlerdir!Genç Sosyalist: Yüzbinlere saldı­ran, 34 yurtseveri katleden CIA- Faşist- Polis-Maocu saldırganlara lanet olsun!Halkın Kurtuluşu: 1 Mayıs Katlia­mının sorumluları faşist MC ve re­vizyonistlerdir!Ve 3 Mayıs tarihli Politika gazete­si: Disk Genel başkanı saldırılar­dan CIA güdümlü faşist ve Maocu komandoların sorumlu olduğunu belirtti. ’ ’Bu belirlemelere Maocu gruplar­

ca reformist sağ sapmacı, sınıf uz­laşmacısı olarak eleştirilen Aydın­lık ekibi de şöyle katılıyor: Halkın Kurtuluşu, Halkın Birliği ve Hal­kın Yolu ’nun oluşturduğu üçlü oportünist ittifak ise bütün uyarı­lara rağmen birçok devrimciyi po­lisin tuzağına götürmüş, polise on­binlerce emekçiye saldırma fırsatı yaratmış, tam anlamıyla provoka­tör rölü oynamıştır. Onları defa­larca ve ısrarla uyardık. Fakat on­lar, işçileri Çar a kurşunlatan Pa­paz Gapon rolünü oynamakta direndiler. Şimdi üçlü oportünist şeflerin provokatör olduklarını ilan ediyoruz Devrimci Yol ise: “Sosyal-

faşizm ve Maocu Bozkurt safsata­ları provokasyona hizmet etti * ’ yo­rumunu yapıyor. # *

RUPEL • SAYFA 4 KURDISTAN PRESS • 6 GULAN / MAYIS 1987

Page 5: KURDISTANPRESS-17

• 1886 yılının iik baharında Amerikan işçileri Şikago’da “8 Saatlik iş günü ve asgari ücret ” talebi ile genel greve gittiler. Eylem kanlı bir biçimde bastırıldı ve 11 Kasım 1887’de 4 işçi lideri asıldı. 1889da toplanan II. Enternasyonalin I. Kengresi 1 Ma­yıs’ı işçi sınıfının “Birlik-Dayanışma ve Mücadele” gü-A nü olarak kabul etti.

İşçi sınıfının dünya düzeyinde coşkun törenlerle kutlayageldiği 1 Mayıs, Türkiye’de 1925’lerde yasaklandı. Ve ancak, 1976 Ma yısında kitlesel olarak kutlanabildi. Türk burjuvazisi, 1 mayıs’ı

‘‘Bahar Bayramı” olarak ilan etmişti. 12 Eylülcü generaller, bu­nu da yasakladılar. Halen Türkiye’de 1 Mayıs yasaklı du­

rumdadır.

D 11 Kasım 1887’de dört işçi liderinden biri olan Albert PARSONS, ölmeden önce karısına yazdığı mektupda şunları yazıyordu;

' ‘Bu kelimeleri yazarken, adlarınız üzerine gözyaşlarını damlıyor. Bir daha hiç karşılaş­mayacağız. Ah sevgili çocuklarım, nasıl içten, derinden seviyor sizi babanız. Sevdiklerimiz için yaşamakla gösteririz sevgimizi ve gerektiğinde sevdiklerimiz için ölmekle de gösteririz sevgimizi. Benim hayatımı ve doğal olmayan haksız ölümümü, başkalarından öğreneceksi­niz. Babanız özgürlük ve mutluluk uğruna gönüllü olarak canın vermiş bir kurbandır. Size, miras olarak şerefli bir ad ve yapılmış bir görev bırakıyorum. Onu koruyun, bu yolda yürü­yün. Kendinize karşı doğru olun, o zaman başkalarına karşı sahte olamazsınız. Yaratıcı uyanık ve neşeli olun.Anneniz! O kadınların en yücesi en şereflisidir. Onu sevin, sayın ve öğütlerine uyun.Çocuklarım, değerli varlıklarım; bu mektubu yalnız sizin için değil daha doğmamış ço­

cuklar için de, ölen bir kişinin ölüm y ıl dönümlerinde okumanızı istiyorum. Yavrularım elveda!

____________________________________ _____________________________________________________________________ Babanız

Kurtuluş, Bağımsız Türkiye ve Emeğin Birliği’nin ortak açıkla­masında, DİSK yöneticileri suç­lanıyor: “ Disk Yöneticileri'hin katıldığı toplantıda, AP, Sular idaresi ve Intercontinental Oteli binalarında mevzilenenlerin ‘Maocular' olduğu yolunda gü­lünç bir iddia ileri sürülmüştür. Bu, faşistlerin bu işte aktif olarak görev aldığı gerçeğini gizlemek­ten başka bir şey değildir. ’ ’

Ürün dergisinde ise şunlar yazı­lı: “Beri yandan 1 Mayıs tertibi­ne adı karışan bazı unsurları ne­dense hala bünyesinde barındır­makta ısrar eden ‘Vatan’ gazete­sinin 6 Mayıs tarihli sayısında Emil Galip Sandalcı adlı kalem­şor, işi ilk kurşunun DİSK tara­fından geldiğini söylemeye kadar vardırdı. Hala bir ‘Üçüncü YoT aramaya çalışarak Maoculara göz kırpan, Maocularla birlikte ayrı 1 Mayıs mitingi düzenlemeye kalkışan Mihri Belli gibi kaşar­lanmış likidatörler ise ne kadar yerlere yata kalka *keskin devrim ci ’ sloganlar atsalar boşuna... 1 Mayıs 1978 ’in güvenlik içinde kutlanması için, kışkırtıcı ajanla­rı, Maocu elebaşlan işçi sınıfına sergilemek gerek. Maoculara karşı amansız ideolojik mücade­leyi daha da şiddetlendirmek ka­çınılmazdır. Maocuların yanı sı­ra havaya kurşun sıkmayı, kadın­lan siper alıp ateş etmeyi devrim cilik sanan, kitle gösterilerinde olay çıkartmaya ‘halk savaşı ’ di­yen goşistleri yola getirmek için uğraşmak gerek.

Ve KiirtlerGenel olarak değerlendirmeler

bu çerçevede devam ediyor. Açık olan bir şey varsa o da, 1 Mayıs 1977’nin, sosyalistler açısından somut bir bozgun, kanlı bir yenil­gi olmasıydı. Bu da acımasız bir özeleştiriyi gerektiriyordu. Fa­kat, bu yapılmadı. Ama başka şeyler yapıldı. Yapılan şeyler ara­sında resmi ideolojinin temelleri­

ni oluşturan anti-kürdizme sığın­mak vardı. Kurban gene ortaday­dı: KÜRTLER!!!

2 Mayıs tarihli Tercüman ilk sayfasında bir resim yayınlıyor ve altına şu not düşülüyordu: “ 1 Mayıs mitinginin bir anda savaş alanına dönmesinde Maocu mili­tanların kürtçe sloganları rol oy­nadı. Mitingde taşınan pankart­lar arasında da kürtçe yazılara rastlanıyordu. Yukarıda 1 Gulan Rızgari-1 Mayıs Bayramı ’ yazılı kürtçe pankart görülüyor.

Aynı gün Hürriyet’te ise şunlar yazılı: ‘!. Ellerinde Kurtuluş ’ yazılı büyük bir pankart bulunan grup Halklara Özgürlük9 diye­rek yürümeye başladı...Maocu grubun arkasında yürüyen 50 ki­şiden ikisi *Kürtlere Özgürlük’ diye bağırarak aniden bellerinde­ki tabancaları çekip, Taksim Ala­nında bulunan onbinlerce insa­nın üzerine hedef gözetmeksizin yaylım ateşi açtı.”

Ardından gazetelerde şu yorum­lar yer aldı: Mitingi provake edenler kürtçü militanlardır, ma- ocuların ardından alana girmiş­lerdir, kürt bayrağı açılmıştır; ve olaylarla ilgili kısa metrajlı film­ler MİT tarafından incelemeye alınmıştır...”

Ve arkasından Türkiye’de şehir merkezleri baştan başa şu afişle donatılıyordu: Kiirtçülük: Son kanlı olayların içyüzü!

Afiş Dünya gazetesi tarafından hazırlanmıştı. Bir seri yazıyı du­yuruyordu. Afişin ortasındaki Kürtçülük kelimesinin bir yanına da Bıji Azadi-Bıji Rızgari sloganı yerleştirilmişti.

Günaydın gazetesi ise, dev harf­lerle “Bayrağımızı Yırttılar” di­yordu. Batman’da Türk bayrağı­nın yırtılarak, yerine Kürt bayra­ğının asıldığı haberi veriliyordu. Ecevit’te boş durmuyor ' ‘Halkla­ra özgürlük diyenlerin üstüne yü­rüdüm, onların burunlarını sürt­tüm, böylece oylarımız arttı” di­

yordu. Türkeş, silahların gölgesinde Dersim’e giriyor, ge­neral Ali Fethi Esener ise, ' ‘De­delerinizin kemikleri çürümedi, haddinizi bilin ’ ’ diyerek mazlum Kürt emekçilerini tehdit ediyordu.

Olaylardan sonra dikkatler, Kürt halkının üzerine bilerek, is­teyerek çekildi. Sol ciddi ve tutar­lı bir durum değerlendirmesi yapmadı. 78 1 Mayısında ise, Kürt kavramı, Kürtçe sözler bü­tünü ile yasaklandı. Durumu pro­testo eden Rızgari siyaseti, törene boş pankartlarla ve ağızları bant- lanmış göstericilerle katıldı.

79’da İstanbul, 1 Mayıs törenle­rine kapatıldı. 80’lerde günde or­talama 20 kişinin öldürüldüğü bir Türkiye’de Taksim Alanı tanklarla kuşatılmıştı.

Böylece Şeyh Sait hareketi ile bağlantılı olarak uygulamaya ge­çirilen Takrir-i Sükun’la susturu­lan Türkiye, 50 yıl sonra gene Kürt sorunu ile şu ya da bu biçim­de bağlantılı olarak yeni yasalar ve yasakların getirileceği 12 Ey- lül’e doğru yuvarlanıp gitti.

Bu gün Türkiye gene 1 Mayısla­rı kutlayamıyor. Bu kez, burjuva­zi 1 Mayıs’ı Bahar bayramı” olarak da ortadan kaldırdı.

Sol’un kendi içinde sürdürdüğü sınır tanımayan ideolojik müca­delenin, genel devrimci harekete neye mal olduğu bu gün biraz da­ha açık görülebiliyor. Ayrıca, bü­tün bir cumhuriyet tarihinin defa­larca kanıtladığı bir gerçek de, bu gün bütün çıplaklığı üe ortada duruyor: Türkiye’de Kürt sorunu. Bu sorun, çağdaş demokratik bir çözüme ulaşmadığı sürece, de­mokrasi mücadelesinin başa gö­türülmesinden de, toplumun de- mokratikleştirilmesinden de söz etmek mümkün olmadığını altını kalınca çizerek belirtmek ge­rekiyor.

Sosyal Demokrasive İlericilik

Cihangir ŞERO

□ İsveç Sosyal Demokrat Partisi Başkam ve İsveç Başbakanı Olof Palme’nin katledilme­sinden sonra, sosyal demokrasinin ilericili­ği, barışseverliği, demokratikliği ve radika­lizmi üzerine çok şey yazılıp-çizildi. Sorun, halen tartışılıyor. Soru şu: sosyal demokrasi İsveç’te ne yapmıştır ve kime hizmet et­

mektedir?

• İsveç işçi sınıfı hareketi bir hayli zaman­dan beri sosyal demokartlar tarafından yöne­tiliyor. Elli yıla yakın bir zaman dilimi içinde sosyal demokratlar iktidarı ellerinde tutuyor­lar. Devlet, sendikalar, bürokratlar, halk ha­reketleri, basın ve halkın büyük bir bölümü sosyal demokratlaşmıştır. Sosyal demokrasi topluma egemen kılınmıştır. Denilebilir ki dünya çapında sosyal demokratlar, ilk olarak kapsamlı iktidar olanaklarını İsveç’te oluş­turdular. Sosyal reformizm tüm yönleri ile hayata geçti. Ülke sosyal reformların dene­yim merkezi haline geldi. Siyasi iktidarı sağ­lamlaştırmak için, köklü önlemler alındı; sosyal içerikli reformlara öncülük verildi, re­fah devleti stratejisi uygulanarak, halkın gö­receli hayat standardı yükseldi. Bu uygulama ile kapitalizmin pislikleri, haksızlıkları ve sömürüsü örtbas edilmeye çalışıldı. Çünkü gerçekleştirilen tüm reformlar ve önlemler, ne kapitalist düzenin dışına çıkabildi, ne de kapitalizmi tehdit edebildi. Sermaye toplu­nunum sertlikleri yumuşatıldı, makyajlandı, ambalajlandı ye ‘ orta yol ’ ’ diye piyasaya sü­rüldü. Buna İskandinav Sosyalizmi diyenle­rin sayısı çoğaldı ve böylece sosyalizm ve sosyal reformlar birbirine karıştırıldı.Özünde piyasaya sürülen toplum modeli,

kapitalist düzenin rasyonalleşmesi ve sömü­rünün yükselmesidir. Çünkü gerçekleşen sosyal reformlar ve ileriye doğru atılan tüm adımlar, fınans-kapitalin onayından geçmiş­tir, onun imzasını taşımaktadır. İsveç serma­ye çevresi, iş pazannda, sosyal barıştan yana bir tavır takındı. Bu görevi yerine getirecek gücün sosyal demokratlar olduğunu iyi kav­ramış olan sermaye çevreleri sosyal demok­ratlarla uzlaşma yolunu seçtiler. İsveç işçi sı­nıfı hareketi böylece dizginlendi, eğitildi ve mücadeleci geleneğinden uzaklaşmaya baş­ladı. Her konuda uzlaşma ve tüm sosyal, ide­olojik ve ekonomik çelişkilerde, ortak nokta­yı seçmek, reformist ideolojinin temelini oluşturdu.

İsveç Sosyal Demokratlan ilk defa 1933 yı­lında iktidar oldular. O günden bu yana uy­guladıkları ekonomik program, ünlü burjuva iktisatçısı, Keynes’in teorileri oldu. İktidara gelir gelmez, Sosyal Demokratlar kapitaliz­mi onarmaya başladılar. Liberal burjuvazi­nin yardımı ile çeşitli alanlarda reformlar gerçekleştirildi. Çalışma pazarına, eğitim sektörüne, sosyal ve kiiltür alanında yenilik­ler getirildi. Örneğin işsizlere ekonomik yar­dım yapıldı. İşçilerin ve memurlann çalışma saatleri düzenlendi. Okul malzemeleri ço­cuklara bedava dağıtıldı. Konut yardımı ve­rilmeye başlandı. Sağlık sigortası uygulama­ya konuldu. Genel bir emeklilik reformu gerçekleştirildi v.s..

Son yılların en çok tartışılan reform önerisi ise ücretli fonları oldu. İsveç burjuvazisi ön­ce sokaklara döküldü. Kampanyalar başlattı, yürüyüşler düzenledi, kitaplar yazdı v.s... Çünkü ücretli fonlan burjuvaziye göre sos­yalizm demekti. “Sosyalizm geliyor”, “Diktatörlük geliyor” sloganlan ile ücretli fonlan büyütüldü ve kamuoyunun günde­minde birinci sırada yer aldı. Fakat ücretli fonlan gerçekliştirildikten sonra, sanıldığı gibi burjuvazi için büyük bir tehlike oluştur­madı. Tersine kapitalist düzen, ücretli fonla­rı ile kendi temellerine daha iyi oturdu. Çün­kü son zamanlarda ücretli fonları ile finans- kapital de ilgilenmeye başladı ye ticari ilişki­leri geliştirme yolunu seçti. Ücretli fonları da sosyal demokrasi gibi, kapitalizm ile sos­yalizm arasında kimliksiz bir hale getirildi. İsveç burjuvazisi önce alışagelmiş yöntemle­

ri ile ücretli fonlarına çok sert çıkıştı, daha sonra da eleştiriler yağdırmaya başladı. Fa­kat giderek, İsveç burjuvazisinin ses tonu de­ğişti, yakınlaşmalar oldu ve şimdi de banş yollan araştırılıyor. İyi temeller üzerine oturturulmuş bir evlilikte normal olarak ba­zen kavgalar, gürültüler, kırgınlıklar olur, fa­kat bunlar uzun sürmez. Bu kırgınlıklar, eleştiriler, evliliğin tuzunu biberini oluştu­rur. Bu sosyal demokrasi ve fmans-kapital evliliğinde de böyledir, böyle olmuştur. Bu evliliği bozacak siyasi dalgalar henüz güçlü değildir. Bundan sermayenin de haberi var. Onun için de sermaye çevreleri gayet rahat ve akıllıca hareket ediyorlar. Fakat hesaplaşma günlerinin de geleceği kesindir.

İsveç’in Sosyal Demokrat toplumunda, mülkiyet belli fınans çevrelerinin ellerinde toplanmıştır. Çeşitli aile ve akraba gruplan- na bölünen sermaye çevrelerinin sayısı, ül­kenin nüfiıs oranına göre çok azdır. Bir kaç yıl önce, bu aile ve akraba gruplannm sayısı onbeş iken, şimdi yanya inmiştir. Bunlardan sadece Wallenberg grubu 150 bin işçi çalış­tırmaktadır. Diğer büyük sermaye gruplan arasında, Handels Banken (Ticaret Banka­sı), ASEA, VOLVO, LM. ERİKSON, SKANSKA CEMENDT (Avrupa’nın en bü­yük konut firması) vardır. Bu fınans çevrele­rinin büyük bir bölümü dış ülkelere yatınm yapmaktadır. Dış ülkelere yapılan yatırmı oranı 1970’de % 22 civanndadır. Aynı yıl Amerika’nın dış ülkelere yaptığı yatırım ora­nı ise % 20’dir. Bu oran 80’li yıllarda daha da artmıştır. Sermaye birikimi yoğunlaşmış, sö­mürü oranı yükselmiş ve emperyalist yayıl­ma siyaseti, yeni pazarlar bulmak adı altın­da, yeni biçimlere bürünmüştür. 1984 yılının rakamlarına göre; İsveç’in en büyük 20 şir­ketinde çalışan işçilerin sayısı 600 bin civa- nndadır. Nüfusu 8 milyon olan bir ülkede 600 bin işçi çalıştıran şirketlerin büyüklüğü­nü kavramak için iktisatçı olmak gerekmez. Bu en büyük 20 şirkette çalışan 600 bin işçi­nin, yansı yabancı ülkelerde çalışmaktadır. Bu ülkeler arasında Şili, Güney Afrika, Irak ve İran gibi ülkeler baş sıralardadır. Açıktır ki, demokratik ve sendikal haklann ayaklar altına alındığı bu ülkelerde şirket kurarak ucuz işgücünden yararlanmak ve sömürüyü artırmak ne kadar kirli ve çirkin ise, bunu başka biçimler içinde kamuoyuna sunup, ka­mu oyunu aldatmak da o kadar çirkin ve kirlidir.

Yukanda saydığımız dev şirketlerin bazıla- nnın yabancı ülkelerde çalıştırdığı işçi sayı­sı, ülkede çalıştırdıklan işçilerin sayısından fazladır. Toplam olarak, örneğin ELEK- TROLUX şirketinde çalışan 90 bin işçiden, 60 bini yabancı ülkelerde çalışıyor. SKF şir­ketinde çalışan toplam 42 bin işçiden, 35 bini yabancı ülkelerde çalışmaktadır. Bu rakam­lar açık olarak İsveç’deki sermaye ihracının çok yüksek boyutlarda olduğunu göstermek­tedir.

İsveç Komünist Partisi eski başkanı Her- mansson İsveç’i “Küçük, fakat aç olan emperyalist bir ülke” olarak nitelendirmişti. Bu görüşe katılmamak elde değil. Bir yan­dan banş ve özgürlükten söz eden devlet yet­kilileri, diğer yandan yoksul ülkelerin işçile­rini iliklerine kadar sömürmekte, onlan kö­leliğe mahkum eden ülkülerle ticareti geliştirmektedir. Bir yandan savaşan ülkelere silah satılmakta, diğer yandan ise dünyaya banş güvercinleri salmaktan da geri kalın­mamaktadır. (Ecevit’te Kıbns’ı işgal ederken aynı şeyi yapmıştı !). Bu politika Palme za­manında da mevcuttu ve hala da yürür­lüktedir.

Evet, İsveç Emperyalist bir ülkedir. Ülkede eşitsizlik oranı oldukça yüksektir. Nüfusu az olan bir ülkede 130 binin üzerinde işsiz var­sa, sosyal yardım alanlann sayısı 500 binii geçiyorsa, ücret farkı l’e 100 ise, bu ülkede bozukluklar olduğunu gösterir. Fakat her şe­ye rağmen, sosyal demokratlar, burjuva de­mokratik anlamda demokrattırlar. Ve İsveç dünyada, en gelişmiş burjuva demokratik ül­ke sıfatım taşımaktadır. Bu bir çelişkidir şüp­hesiz, ama gerçekliktir de.

Türkiye’de sosyal demokrasiye gelince, o, kendi gerçekliği içinde başka bir yazımızın konusu olacak...

Nisan 1987 • Stocholm

KÜRDİSTAN PRESS • 6 GULAN / MAYIS 1987 RUPEL • SAYFA 5

Page 6: KURDISTANPRESS-17

Büyük Ermeni Jenosidi ★ ★ ★ ★ Jirayr KOTCHARIAN

‘ ’Anayarduımızdan söküldük’ ’

Ermeni halkı sürgünlerde sefalet ve açlık içinde kendi kaderine terkedildi.

ile beraber; Kürtlerden oluşan Hamidiye Alay-

ANK • Atina Ermeni Halksal Hareketi Atina örgütü, Büyük Ermeni Jenosidi’nin 72. yıldönü­mü nedeni ile Atina’da bir konferans dü­zenledi. Konferans’ta, Dünya Halkları­nın Kurtuluşu ve Hakları Birliği yöne­tim kurulu üyesi Mikhailidis Haralam- bidis ile, Ermeni Sorunu Informasyon- Dökümanter ve Araştırma Merkezi Al­manya Seksiyonu sorumlusu Jirayr Kotcharian konuştular. Konferans’a EDA partisi ile çeşitli sendikalar mesaj gönderdi.

Ermeni Halksal Hareketi adına konfe­ransı açan konuşmacı, “Aradan 72 yıl geçti. Ama, Türklerin (Türk Burjuvazi­sinin) yayılma amaçları değişmedi. Biz- ler; XX. yüzyılın ilk büyük katliamın­dan önce nasıl yaşıyorduysak, öyle yaşa­mak istiyor; bir halkın gene Türk sultanlarının kurbanı olmaması için mü­cadele e d iy o r u z dedi. Konuşmacı, sözlerine şöyle devam etti: “Bizier Er­meni yurdundan sökülüp atıldık. Vata­nımıza dönmek için mücadele ediyoruz. Türk yayılmacılığına karşı mücadelemi­zi sürdüreceğiz. Ermeni halkının da, di­ğer halklar gibi kendi vatanında doğma ve ölme hakkı vardır Mesajların okunmasından sonra söz

alan M. Haralambidis, özetle şunları söyledi:

“İlkokulda bize bir kaç şiir ezberletili­yordu. Katiiam, soykırım, parçalama vb.. Kavramların kendilerine özgü an­lamları vardır. Belirli içerikleri vardır. Bu kavramların anlamlarının Yunan po­litik yaşamında yeteri kadar anlaşıldığı­na inanmıyorum. Bu bizim için büyük bir boşluktur.Jön-Türkler akımı, genel olarak re­

formları öngören burjuva devrimi diye anılır. Ben, böyle düşünmüyorum. Jön- Türk hareketi, jenosidleri beraberinde getiren ırkçı bir harekettir. Örneğin, Kürtler bu gün kurtuluş ile imha (jeno- sid) arasında bulunmaktadırlar.Ermeni katliamının sınıfsal boyutu

üzerinde de durulmalıdır. Yanlız, bu so­runun bir boyutudur. Sorun, bütün bo­yutları ile ele alınmalıdır. Bilindiği gibi, Ermeni katiiamının sınıfsal boyutu için­de, feodal Osmanlı ile “yabancı” burju­vazi arasındaki çatışma durmaktadır. Osmanlı sermayesinin % 94’ü yabancı­larındı. Bunun % 55'i Yunan ve % 10’u Ermenilerindi. Katliamlarla birlikte bu büyük mali güç gaspedildi.

Türkiye'deki durum, iç ve dış etmenle­ri ile Güney Afrika'dan pek farklı değil. Şunu da belirtmek isterim, katliama uğ­rayan Ermenilerin, tüm Ortadoğu halk­ları gibi kendi kendilerini yönetme hak­lan vardır

M. Haralambidis’ten sonra, Jirayr Kotcharian söz aldı. Kotcharian konuş­masını ermenice yaptı. Konuşma, yu- nancaya çevrildi. Kotcharian konuşma­sında Tanzimat Fermanı ile Osmanlı’mn hristiyanlara ve diğer azınlıklara getirdi­ği haklara işaret ettikten sonra özet ola­rak konuşmasına şöyle devam etti:

“Türk-Rus savaşından sonra, Ermeni sorunu Berlin'de uluslararası diplomasi­ye girdi, (1888). Berlin anlaşmasının 61. maddesine göre, Osmanlı, Ermenistan1 da reformlar yapmaktan vazgeçme sözü verdi. Fakat, her zaman olduğu gibi, bu defa da sözünde durmadı. Anlaşmanın yürürlüğe girmesi konusunda taraf olan devletlerin ilgisizliği ve OsmanlInın ar­tan baskısı, Ermenilere, kendi sorunla­rını kendilerinin çözmesi gerektiğini an­latıyordu. Bunu takip eden yıllarda, Balkanlarda olduğu gibi, Ermenistan'da da halk hareketleri ortaya çıkmaya baş­ladı. 1890'lı yıllarda hayatın çeşitli alan­larında gizli kuruluşlar ve nihayet poli­tik organizasyonlar ortaya çıktı. Erme­ni kurtuluş hareketi, Türk gericiliğinin

hortlamasına neden oluyordu. Türkler, müslü- man olmayan halklara karşı çeşitli baskı tedbir­leri almaya başladılar. 1839 ve 1856 fermanla­rında sözü edilen reformların uygulanmasın­dan da vazgeçildi.

Sultan Abdulhamid, Pan-isîamizmi öne çıka­rarak Ermeni hareketinin boğulması için mü­cadeleye başladı. 1894-1896 yıllarında ilk Er­meni toplu katliamları yapıldı. Müslüman halk

lan, Ermenileri katletmek için seferber edildi­ler. Eylemcilere karşı herhangibir önlem alın­mıyordu. Ermenilere karşı yapılan bu ezme ey­lemlerinin, milletlere dayalı olduğuna dair kuşkulanmız var. Çünkü, Ermeniler, Abdul- hamid'e karşı mücadele eden gruplann içinde yer alıyor, onlarla beraber Hamid rejimine kar­şı mücadele ediyorlardı.

10 Haziran 1908'de yayınlanan bir ferman ile, Ermeni Anayasası'na yeniden hayat hakkı verildi. Bu da, reformlara girişileceği hakkında Ermeniler arasında yeni bir umut yarattı. Bu umutlar, Jön-Türk ırkçılığının gözden uzak tutulmasına neden oldu. Çün­kü, Jön-Türk ırkçılığı, Turan ideolojisi ile, Büyük Türkiye için mücadeleyi önüne koy­muş ve Küçük Asya'dan Çin içlerine kadar

| RÛPEL • SAYFA 6 __________________ KURDISTAN PRESS • 6 GULAN / MAYIS 1987

Page 7: KURDISTANPRESS-17

olan alanda bütün Türkleri birleştir­meyi hayal ediyordu. Bu dev devlet içinde ise, başka halklara hayat hakkı yoktu. Jön-Türklerin iktidarı ile be­raber Ermeni katliamı da başladı. 1909’da Klikya’da 30 bin Ermeni kat­ledildi. Bununla beraber başlıca Er­meni örgütü olan Taşnak Partisi, Jön-Türklerle ilişkisini sürdürmeye devam etti. 23 Haziran 1913 'de İtti­hatçılar iktidarı ele geçirdiler ve li­beral Türklerle ilişkilerini tümü ile kopardılar. 30 Ekim 1914'de Türki­ye, Almanya, Avusturya-Macaristan kampında yer alarak savaşa girdiğini ilan ettiği zaman, İttihatçılar da ken­di emperyalist planlan çerçevesinde 20 milyonluk Turan ülkesini kurmak umudu ile, İran, Kafkasya ve İç As­ya'ya yöneldiler.

5 Ağustos 1914’de Enver Paşa, Teşkilat-ı Mahsusa isimli gizli bir polis örgütü kurdu. Örgüt, Hitler’in SS’leri ile büyük benzerlikler taşır. Örgütün Genel Sekreteri Dr. Nazım, Ermeni sorunu hakkında 1915 başla­rında şunları söylüyordu: 6 6Eğer Er- metlilerin temizlenmesi tamam­lanmazsa, bu bize zarar verecek­tir. Çünkü, arada, Araplar ve Kürtler de var ve biz, böylece üçüyle birden savaşmak zorunda kalacağız. Bu nedenle Ermenile- rin kökünden sökülüp temizlen­mesi gerekir. Topraklarımız üze­rinde bir tek kişileri bile kalma­malıdır. Ermeni isminin unutul-

nna karşı gelmek suçu ile tutuklan­dılar. 25 ve 26 Nisan’da da tutukla­malar devam etti. Kısa bir süre ceza­evinde tutulan bu Ermeniler; Ayaş, Çankırı ve Adana bölgelerindeki mahkemelerde yargılanmak üzere gönderildiler. Bir bölümü Adana- Halep yolu üzerindeki Diyarbekir’e gönderildiler. Bunların büyük bir bölümü Kapadokya’da katledildi. Diğerlerine ise Diyarbekir'de ağır iş­kenceler yapıldı. Katliamlara taham­mül edemeyen Diyarbekir Piskopo­su, intihar etti. Bu 600 Ermeni aydı­nından yalnızca 8’i kurtulabilmiştir.25 May ıs9ta yürürlüğü giren bir ka­

nunun 3. maddesine göre, askeri ko­mutanlara, tek tek insanları ve grup­ları bir yerden başka bir yere sürme yetkisi verildi. Bu da katliamın dev­let eli ile yasal uygulaması anlamına geliyordu. Sürgün bölge bölge uygu­landı. Bütün bir yıl devam etti. Batı Ermenistan'dan başlatılan sürgün, sonbahara doğru Mezopotamya'dan sürgünlerin yapılmasına ulaştı. Sür­günler; katliamlarla dehşet içinde yapıldı. Talat paşa, sürgün gerekçesi olarak, Ermenilerin silahlandığını gösterdi. Onlara hayat hakkı tanın­mamıştı. Suriye çöllerine sürülenler açlık ve sefalet içinde yok oldular. Pontus'ta yaşayan Ermeniler ise, ka­yıklara doldurulup Karadeniz'e bıra­kıldılar. (...)Katliamın sonuçlarına gelince,

unutmamak gerekir ki, halkımızın

Klikya'ya yerleşiyordu. Bu arada, 1923'te, Lozan anlaşması ile Erme­nistan'ın durumu onaylandı.

İstanbul'daki Ermeni Partikhane- si'nin açıklamalarına göre, bu gün Türkiye'de 70 bin Ermeni yaşamak­tadır. Bunların 60 bini, İstanbul'da ikamet etmektedir. Lozan'da hristi- yan azınlıklara verilen haklardan bunlar da istifade etmektedirler. Ama, bu sadece sözde böyledir. Bu haklar; Türk hükümetleri tarafından çiğnenmiş, işlemez hale getirilmiş­tir. Örneğin, okul döneminde Erme­ni çocukları hızla assimile edilmek­tedir. Resmi dil türkçedir. Herkes Türk sayılmaktadır. Bu bir anayasa emridir. Rumlar, Ermeniler; Yahudi- ler, ulusal azınlıklar olarak değil, dinsel gruplar olarak tanımlanır. Di­ğer hristiyan azınlıklar gibi, Ermeni­ler de günlük hayat içinde durmadan rahatsız edilirler; baskı altında tutu­lurlar. Özellikle, mecburi askerlik gençler için başlıbaşına bir işkence­dir.1985'de Türkiye'yi ziyaret eden bir

Alman Bakanı, Ermeniler'in maruz kaldıkları zulmu anlattı. Buna göre, Ermeniler aile isimlerini, soy isim­lerini alamamakta, zorla assimile edilmektedirler. Ermeni klişeleri, mezarları, vakıf binaları sürekli te­cavüzlere uğramaktadır. Ermeni toplumu bütünü ile terörize edilmiş, etkisizleştirilmiştir.

Konferansa katılanlar soldan sağa: Azadouhi Sarian, Sifis Kassesian, Jirayr Kotcharian ve Michalidis Haralambidis

ması gerekir. Çok iyi bir dönemde­yiz. Daha iyi bir fırsat ele geçmez. Büyük güçlerin herhangibir mü­dahalesi sözkonusu olamaz. Gaze­telere geçen protestoların ise hiç­bir değeri yoktur. Eğer protestolar olacaksa, tamamlanmış bir olaya karşı olacak! Bir tek Ermeni bile kalmamalıdır. Bu zorunlu bir sı­nırdır. Belki içimizden bazıları böyle bir korsanlık için izin ver­mez. ‘ Yaşlıların, sakatların, ço­cukların imha edilmesi ile ne kaza- mlabilir, bunlardan ne tehlike gelebilir9 diye düşünebilirler. Rica ederim baylar! Bu kadar güçsüz olmayınız. Bu bir hayal hastalığı­dır,Şubat ayının son haftasından itiba­

ren Ermenilerin işlerine son veril­meye başlandı. Ermeni örgütleri fesh edildi. Ermeni asıllı subayların büyük bir bölümü yargılanarak mah­kum edildiler. Erler ise, Amele Ta­burlarıma sürüldü.Ermeni evleri silah arama bahanesi

ile sürekli basıldı. 4 nisan'da İstan­bul'da bulunan bir kısım Ermeni ay­dını, burayı terkettiler. 24 Nisan'da 600 Ermeni aydını hükümet kararla-

çektiği acılar günümüze kadar süre­gelmiştir. Vahşet, sadece 1915-17 yıl­larında katledilen 1.5 milyon Ermeni ve gasbedilen milli zenginliklerle sı­nırlı değil. Biliniyor ki, sürgüne gi­den Ermenilere (Iran, Kafkasya, Yu­nanistan, Avrupa'nın değir ülkeleri), hiçbir yardım eli uzatılmadı. Avru­pa'nın müslüman dünya ili ilişkileri, Ermenilerin sahipsiz kalmasına ne­den oldu. Ermeni katliamı, Batı'da olduğu kadar, Doğu 'da da ilgisizlikle yüzyüze kaldı. Büyük Ekim Devri­mi sonrası, kapitalist dünyadan ko- puşma döneminde, Kemalist hare­ket, eski düşman Rusya'da kendisine ittifakçı buldu. Devrim rusyası, Ke­malist hareketin ırkçı-milliyetçi te­mellerini görmezden geldi. “Dev­rimci Kemal"e destek verdi.Batı da, Kemal'in “Modernleşme"

uygulamalarına alkış tuttu. Kemal- in, arap alfabesini bırakıp, latin alfa­besini alması, fes'i çıkarıp, şapka giymesi devrim sayıldı. Oysa bunla­rın devrim ile bir ilişkisi yoktu. Rus­ya, komünistlerin ezilmesine kadar, Kemal'e silah ve altın verdi. Bu yar­dımlar yapıldığı süre içinde ise, Ke­mal'in rejimi, Batı Ermenistan ve

Bu gün Ermeniler anayurtlarının yalnızca ondabirinde yaşamaktadır­lar. Bu bölge de Sovyetler Birliği'nin sınırları içindedir. Sovyet Ermenis- tanı olarak temsil edilir. Dünya daki toplam 7 milyon Ermeni'nin %41,6' sı Sovyet Ermenistanı 'nda yaşamak­tadır. Sovyet Ermenistanı gelişmiş, verimli bir ülkedir. İran, Irak, Suriye ve Lübnan'da yaşamak zorunda olan Ermeniler de, buralarda kültürlerini ve gelenklerini koruma açısından daha iyi şartlara sahiptirler. Ama, Avrupa ve Amerika'da, Ermeniler hızla assimile olmaktadırlar. 1970'li yıllarda başlayan ve Türk diplomat­larını hedef alan eylemler, bu anlam­da, bir intikam amacının ürünleri değillerdi. Fakat dağılmış, parçalan­mış Ermeni koplumunun durumuna dikkatleri çekmek içindi. Ermeni toplumunun Orta-doğu'dan kopma­sını ve gelişmiş batı ülkelerine ak­masını isteyen eğilimlere karşı bir tepkiydi. Silahlı eylemlere katılan- lar, Lübnan gibi enerjik bir toplum­dan geliyorlardı. Politik kişilerdi. Bunlar, Avrupa ve Amerika'daki Er­menilerin “sözlerine" karşılık, “Ey­lem"! e başarıya ulaşılacağına inan-

“E n Büyük” Bireyler (2)□Biçimsel değişikliğine rağmen, Kürdistan Ulusal Kurtu­luş Mücadelesi, uluslararası düzeyde verilen ulusal kurtuluş mücadelesinden çok ayrı olmayacaktır. Bu, mücadeleyi ve­ren güçlere bağlı olmakla, mücadeleyi veren güçlerin öznel niyet ve konumları ne olursa olsun, mücadele genel düzey­deki çerçeveden çok uzak bir tavırda seyredemez. Mücadele ulusal kurtuluş ise, o zaman onunu öngördüğü araç-gereç ve programla varolmak ve mücadele verebilmek mümkün ola­bilecektir. Biz Kürdistanlı bireyler öznel istemlerimizden çı­karak değil, öznelliğin bütünleşebildiği bir genelliğin engin eteğinde hareket etmeliyiz. Biz bireyler olarak duygu ve gönlümüzün aşk-ı sevdasıyla Kürdistan’m gerçeklerine denk düşmeyen -ve fakat belki doğru da olan- talep ve teorilere sa­hip olabiliriz. Bu öznelliğimizi genel görmemize yeterli bir neden değildir. Tam tersi. Mücadele aşamalarında yakalaya­cağımız halkaları çok iyi bilmek zorundayız. Yoksa tuttuğu­muz halka bizi; ayaklarımızı yerden kesen öznel bir ‘doğru1 luğa sürükleyebilir. Sonuçta vaktinden evvel bir 4doğru 'ya yapışmış olmanın acısını kendi kökünden kopuk, ayaklan sallantıda, istese de yere inmesi mümkün olmayan ‘Challen- ger 'çilere dönebiliriz.

Toparlarsak: ulusal kurtuluş mücadelesi veren ülkeler, ör­güt ve bireyleriyle, toplumsal bir varlık olarak bizlerden da­ha gerçekçi hareket ediyorlar. Ve başarıya ulaşabiliyorlar. Biz en azından “yurtsever” ve “devrimci" Kürdistanlılar olarak niçin bir işe iyi düşünmeden, ikircikli sanlıyoruz? Yarı cahil hareket ediyoruz. Çok keskin olma, en keskin ol­ma gereğini duyuyoruz. Ve pratiğimizde de en pasifi biz ka­lıyoruz. Bunun bir çok nedenleri vardır kuşkusuz, ama bu konumuzu pek ilgilendirmiyor.

Tartışmamız gereken nokta, neden kendimizi sürekli geliş­tirmiyor ve fedekar olamıyoruz. Bir çok ulusal kurtuluş mü­cadeleleri fertleriyle bizden daha ilerde. Daha tahamüllü, hoşgörülü. Daha düşünerek ve kararlı hareket ediyorlar. Ör­neğin dananın altında buzağı arama hastalıklan yok. Bir ke­lime üzerine saatler, günler, aylar hatta yıllar tartışmıyorlar; bu zamanlarını pratik yaratımlar peşinde geçiriyorlar. Mü­cadelelerinde düşmana karşı yanlarına çekebildikleri, bera­ber çalışabildikleri hiç bir gücü dışlamıyorlar. Düşmandan yararlanma, onu alt etmenin binlerce yolunu ve açığını yaka­layıp kullanıyorlar. Kısacası Ulusal Kurtuluşun bütün ku- rumlarıyla ve bütün kurallarıyla mücadele veriyorlar. Biz de bunun teorisi ile uğraşıyoruz. Örneğin Latin Amerika ve Af­rika’daki Ulusal Kurtuluşçular Kilise gibi kurumlan bile düşmana karşı kullanıyorlar. Ama bunu yaparken Kilise’den İsa’ya küfür etmesini istemiyorlar. Ulusal Kurtuluş’da deği­şik katmanlardan insanlara düşünce ve konumlarını bırak­malarını talep etmiyorlar. Bu işe başnı koymuş bulunanlar, mücadelede olanları görebildikleri yere kadar sürüklüyor­lar. Örneğin Hıristiyan dinine bağlıdır diye Papaz ve mürit­lerine “siz Nikaragua’lı, Küba’lı değilsiniz, İsa’mn ajanlarısınız” demiyorlar. Tabikj bizde de müslümanlara araplarm ajanları denmiyor. Ama İsrail’de bulunan ve kendi­ne Kürt diyen binlerine “siyonist, İsrail ajanı” denebiliyor. ANC, Bişof Tutu ile resmi görüşüyor. Tutu bir zenci ve bir beyaz olan İsa’ya tapıyor. Beyazların dini hıristiyanlığı yayı­yor. Niçin “beyazların ajanı” diye suçlanmıyor. Yaser Arafat inşaatçı, mimar-mühendis. Burjuva sınıfını terketmeksizin Ulusal Kurtuluşun lideri olmuş diye dışlanmıyor. Hem sos­yalistçe ve hem de sosyalistlerin “faşist’ dediği Kenan Ev- ren’ce kabul görüyor, vb.Ve Molla Mustafa Barzani. Bir aşiretin lideri. Ailesi dahil,

aşireti ve bütün varı yokuyla çevresi ve gücüyle kendini Ulu­sal Kurtuluşa -otonomi de olsa adı- adadı. Kendisi için mi, aşireti için mi, halkı için mi tartışmasına girmeden; görüyo- ruzki Kürdistan’da egemen bir güç olan Irak’a karşı savaş­mış. Ve rahat yüzü görmeden, aile ve aşiretini “zengin” et­meden göçüp gitmiş. Niçin bu insana olmadık karalar ve kü­fürler çaldık? Demek ki burada ayaklarımızı yerden kesen bir halka yakalamışız.

a . d ik il i

maktaydılar. Örgüt, Ermenis­tan'ın Kurtuluşu İçin Ermeni Gizli Ordusu adı ile ortaya çık­tı. Örgüt, amaçlarını ve proğ- ram hedeflerini ortaya koyduğu gibi, eylemleri ile de öne çıktı.

Dağınık olarak yaşayan 2 mil­yon Ermeni suya atılmış tuz gi­bi erimektedir. 1921-82 yılları arasında Sovyet Ermenistanı- na 200 bin Ermeni döndü. 2/3'ü dağlık olan 29 bin Km2'lik bir toprak parçasının 7 milyon Ermeni'yi alabilmesi elbette zordur. Ayrıca, dağınık Ermeni toplumunun büyük bir çoğunluğu Batı Ermenistanlı- dır. Yani gerçek yurt, başlıca vatan bu günkü TC'nin sımrları içinde bulunan bölgedir.

Günümüze kadar yapılan po­

litik çalışmalar tam olmamakla beraber bazı sonuçlar vermiş durumda. 1983'de Dünya Kili­seler Birliği, 1984'de Raussel (Halk) Mahkemesi Ermeni kat­liamım tanıdılar. 1985'de Bir­leşmiş Milletler İnsan Hakları Dairesi, 25 Şubat 1987'de Av­rupa Parlamentosu Türk Dev­letinin katiiamdaki sorumlulu­ğunu kabul ettiler.

itSonuç olarak Ermeni sorunu

bir katliamın tanınması sorunu değildir ve fakat Ermeni halkı­nın toprak hakları sorunudur.

Kürdistan Press’e Abone ol • Abone bul Post Giro 2 65 33 — 0

Stockholm

KÜRDİSTAN PRESS • 6 GULAN / MAYIS 1987 RUPEL • SAYFA 7

Page 8: KURDISTANPRESS-17

SÖMÜRGECİ VAHŞET•ut re kiı

Kcyadıbt2rk:sia

em?rpk

ersim7ori£k(&&îrael]

çe zorla ti. Boşaltılar

ıddam ma dev

da Soran 1 men 1

Süleyma smdaki, berdine,

_ ________ sw enen köylerin yanında, l miştUD

balkının da fişlenmesi yygute- Sqf malarına girişilmişti. o M l C U ) tataı

Bu kanflTraJedi, halkı yok ejme pa- c hasına bütün vahşeti ve insanlık dışı 4^ulanfal6ni ut Güney Kürdistan- da sürdürülüyor. Saddam rejimi,İran ile olan savaşa rağmen, askeri gücünün büyük bir kısımmı Kürdis- tan’a yığarak, var olma mücadelesini sürdüren Kürt halkını yok etemeye; yok edemediklerini ise, Irak’m güne­yine sürgün kamplarına göndermeye çalışmaktadır. Tecavüz, baskı ve ta­lan eşliğinde sürdürülen mecburi is­kan, binlerceKürt köylüsünün top­rağından sökülüp fiVfrajjhna, dire­nenlerin ise lopyeKuır* imhasına neden olmaktadır. ^

Sadece şu son 10 gün içindeKulla- nılan kimyevi silahlar nedentyy ya­ralı sayısı 600’e ölü sayısı ise 100’e

laşmıştır.Bütün sindirme metodla-

ı, yaşlısıyla büyük bir direniş eği sergilemekte, anavatandaki

köklerin kurumaması için var gü­cüyü Şfcşmerge desteğinde bu saldı­rılara (lcarşı durmaktadır. Süleyma- niye’den Zaho’ya tüm Kürdistan’da silah seslerinin ardı arkası^esilme

* y vetlettnfeT i

rsmgdeki, Kanika, Esefke vı

’*'jjEııps köyleri yine aynı mo, iarak

yandan Behdinan "ederken diğer yandan

sinde, bölgenin ta n ^----- ılışıyor.

rezor mıntıka^ Kail

r. Düşman kuvvetfcniş sürdürülmektedir. Çılgına

dönen Baas var gücüyle kara ve hava desteğinde ve fakat aynı anda tüm Güney Kürdistan’da korkunç bir te­rör estirmektedir. Devletler Huku- ku’na aykırı olarak savunmasız köy halluna karşı k|m^e^%spahla^kul-

rekborgeae hi^îfxantfyatlaySPniak- kı verilmemektedir. Özellikle Kür- distan’m Irak’a sınır illerinde ki köylerde yaşayan halka karşı uygula­nan ekonomik abluka, üstüne üstlük tarlarınm ve ormanların yakılması, bu bölgelerde yaşayan halkın kurta­rılmış alanlara akın etmesine neden olmakta; kurtarılmış bölgelerdeki bu yığılma büyük zorluklara, ekono­mik sıkıntılara neden olmaktadır. Bölgede sıcak savaş içinde bulunan yurtsever güçler bu nedenle, başta

:rmmrKanikavlikon, Kanıtu, Kanihunven, Ahmedbirnav, Vaço, Zelereş, Avkele ve Girtesin köylerindeki halk, rejim tarafından tehdit edilmiş, ve kendile­rine tebliğ edilen resmi bir yazı ile eğer köylerini rızaları ile boşalatmaz- larsa, tamamen yakılacağı bildiril­miştir. Ardından gözdağı yermek amacıyla, 204.1987’de, Süleymaniye iline bağlı, Çemçemal kazasının, Singav nahiyesindeki bütün köyler bombsfcrfarak yakılmış, gözü dön­müş Bajs’çılar, bu bölgcgrci, Bütün Baas binalarını ve resim lairumları da, boşaltarak yakmış alanı dümdüz etmişlerdir. 20 Haziran’dan 24 Hazi- ıia^flpkadar Çemçemal ilçesine bağlı merkez köyler -Kulekava, Muferk, Piryadi, Gelergeyi, Guşkut, Seyza- va, Usmangazali- tamamıyla yakıl­mış, bu yörede yaşayan halk, Çemçe­mal ilçe merkezinde oluşturulan,

__ sürgün kamplarına yerleştirilmişler-iliaE 0dır. Uygulamaya karşı halk diren-

Jp r € i i f in iş

^ “ ^ " b o lg e s u K_ ^ ^ e tm iş t i î vahşetiyle devaim etmek Dıhok il merkezinin köyleri; Azîx, Her-

maşe, Derxisarê, Sedarkê bombalana­rak yakılmış, yine Dıhok ilinin Atrûş mıntıkasındaki; Tlxuyan, Gebarî, Xûr- zê; Atrûş nahiyejmgıp^ketJcöylerin- den, Bêgûrman^erçeMêii/Nêhlê, Di- nartê, Zêve, Mîlhemben, Resul-ayn, Ka- nîka, Besivkê, Emûmkê, Bablo, Sîndorê,

.q Yermanî, Badı, Besra, Birabaharî, Şar- P^j5^Ö9,^pîlkê, Kanîhîncê, Sertengê, Alûkê,

enê (!) z^rokên kuj ıfTn kuştin!!

mektedir. Kamplardan kaçanların büyük bir kısmı kurtarılmış alanlara ulaşırken, diğer kısmı da viraneye dönçj f köylerine geri gitmektedirler.

Aym gün (20.04.987) Irak rejimi bu kez Hewlêr iline bağlı, Komaşîn kö­yünü yaktı. Hewlêr’e bağlı Hıran na­hiyesinin tüm köylerine ise iskan için resmi tebliğ yapıldı. Buna göre; halkı eğer bir direniş gösterirse, köy­ler kimyevi silahlarla bombalana­cak, yakılıcık ve tüm canlı, cansız ne varsa yok edilecek.16.04’den 29.04.987’ye kadar Süley­

maniye ve Hewlêr bölgelerinde ta­mamıyla yokedilen, yağmalanan ve yakılan köyler şunlar; Belîsan, Kanî- ber, Zînî, Dolbalalusan, Şêxwasan nahiyelerine bağlı tüm köyler; Derê- şer sıra dağlarında bulunan tüm köy­ler, Sewsekan köyü, Koysancak, He-

p, Gernava, Hacîava, Serşorê, Dolsê,- _ _ "iar*> Hecilkê, Şembavia,

Mirgirê yaylasındaki tüm k ö y Q kd c Mamya, Sîndûava, Dergel, Gundek, Ce­lal, Omeraxa, Xirabkê, Tevakê, Keme- kan, Girtî, Binişinkê, Kardilê, Alekan- ya, Banasor, Babûxkê^Jewûrkê, Nav- dar, Bîrûhêcara, Navlftö, Erda, S j Birûşkê, Mecilmexdê, (fovlê? Bçnda, Zê-o f vekanixfaitfdalft Girberazkê, X^vkêa-^/ buyê köyleri bombalanarak, katliamlara tabi tutulmuştur. Bu köylerin dışp*^*Dıhok iline bağlı Kûş bölgesindeki “Ermaşê, Tehlînevî, Begova köyleri bıiri iskana tabi tutularak yağmala ınştır. w \ M p v /n r jjnEvet, tablo tüyler ürperticidir. Güney

Kürdistan’da son yılların en büyük katli­amlarından biri yapılmaktadır. Pervasız bir uygulama ile Güney Kürdistan’daki halkın topyekun imhasına yönelinmiştir. Zaxo’dan Dıhok’a, Süleymaniye’den Kerkük’e bütün topraklar barut, fctaye / ölüm kokmaktadır. Savunmasız halk yıl- v ! lardır yaşadıkları anavatan toprakların dan silinip atılmak tehdidi ile içiçe, ya­şamlarını sürdürmek için mücadele eı mektedirler.Yukarıda vermeye çahştığııma^omut

rakamlar, Kürdistan‘ın sadece bir kısmı­nı kapsamaktadır. Ulaşabildiğimiz, bilgi toplayabildiğimizjptfftıkaları içermekte­dir. Vahşet vetefcfmn boyutları ise tahmin edilenin (J^fstündedir.

__ı T.C, bugün Saddam’ın BA tıalkm var olma hakkını? gelece ru ve inançlarını yıkmak, ayaklar altına almak için gözü dönmüş bir biçimde sal­dırmakta.. Dersim’in insan cesetleri ile dolu olan kuyuları, Munzurdan akan kı­zıl kan hafızalardan silinmedi henüz. Bu­günkü uygulamalar da, dünü aratmaya­cak kadar sistemli ve pervasız. Kürdis- tan’a kimyasal silahlar, gaz bombaları yağarken, sular zehirlenir, ormanlar, tarlalar yakılırken, evler yerlebir edilip talan edilirken ve kendi ülkesinde yaşa­mak istemekten başka suçu olmayan bir halk imha edilirken, görevimiz otorup ağıt dizmek olmasa gerek...

ScKİrrr (!) Şrxwascin kö­yünde kimvcKSdl siUıhlnrla

öl(lıııııkmi co rıık la r!'

• Said / 5 sali—yaşında •Safig / 6 sali—yaşında

• Rızaar / 7 sali—yaşında• Edibe / 8 sali—yaşında• Star /1 0 sali—yaşında• Sekim / 4 sali—yaşında• Hu'ien / 3 sali—yaşında

• Asia / 9 sali—yaşında• rjc \ :.iT. i IC sali— yaşında

• Rebuar Ali / 2 sali—yaşr/ıda• Hüner Yusuf / 2 sali—yaşında• Xezal Haşan / 2 sali—yaşında

• Nezanen Haşan / 3 sali—yaşında• Serbaz Mihemed İsa / 4 sali• Rı zan Ali Resul / 4 sali-yaş.

• Meryem Eziz Hesan / 6 sali-yaş.• Ayşe İbrahim / 6 sali-yaşında

• Hesen Xurşid / 6 sali—yaşında• Hedice Xurşid / 7 sali—yaşında• Xelil Silemen Xıdır / 9 sali-yaş.• Resul Xıdır /1 2 sali—yaşında

,r Ri

Page 9: KURDISTANPRESS-17

HOVITIYA QOLANYALIST

> vas

Q a s k d e ~

Marand __DRejima BAAS, bi hemû hêz^Dl bavêjin herêmên rizgarkirî. Herîrû Hîi

c> ............................................................................

undên gîrêdayî;nfys 4// xwe dixwaze gelê Kurd Herêmên rizgarkirî, ji ber van kprr aahiye Şaklava, gundê Hezo, gun-nnt>f\r? Wln( a bike! _ . çan, li hember zor û giraniyen Hleir girêdayiya nehiyên Çarkur-

'S i t e lc n ~ .LU roj ûritsm'it: a « wiiiua umt:

' nûçeyên <

r lT n a k k a•Bytizeap

“ -WöfTrq}?:\ Y u k ş ê k o v c \ <-----tJr

I r a m q r sW r t

l ' p e g o r ^ j

’r t r Z .( c r y n aS irkim

b f-------- - - aafcpi\-------- 'ianîn. Xpl

r a r r r r w a n ’t in 1

•d ® -”

hemû b; na îskana

lk

•Tali K c j f y

İ.ÜŞİÎUffii A IWUllJCT- > — -tandııiı i— ^« C- 30--------- - - y - ' J o r_ r&jrdi..

^ K h û n t t r

yym*f- i"’

^Salahuddm.

K o i 3 .0 1-*3os/>—t -

^ P ^ T Ö g - —.AÎturi—

/Kupri -

J*jOJUjo n o r

'abacfiur^ n‘Trajediyaku

jiê jîndare, bi dirindî. bi f | û bi xwînî Hl Jl^Sixiûfrdistanê

^^^yîndar diBê. Weke ku bibîr tê, be-

®D

aborî dimîne. Hêzên welatparêz, na, XanekagûrÇy Dötêmka^Rendî- ku di nava şerê germdene, li serî ji nava, Bematî, KollMri,ljSfkdt^Şe~

îsazûma- mamik, Gora, Kavilban, Boza, dixwazin. dalak, Kawa, Fîrz u Taktak. Gun-

hûn li kuderê Kurdistanê ^f^n^TCuşTepejmimkin e, ku hûn dûma- Gûr, Degela, Askîk^% ^nÊevê îmanan, dengê bombar- tev hatine şewitandin. i nebihîzin. Bomberdû- Ji xeynî van gundan

li herêftiê tevî dimanin li ser hev, gu [ewame. ji beP ku şer li herê-0 da Silêmanî; Kanîtû, BergeLSîr-

«.ê tevî di eynî wextî de didome, van, Haladîn, Mînare, PinarTpl9*‘ wek nûmûne; gündeki Zaxoji ta* C tiçke, AMava, Gilazerde, Dabaniye,

agir hat rizgarkirin, lê gûn- Kanîspîkê, Zûrgis, darûndça, û iekî Hewlerê şewûtandin û talanê Merin (Şêxalmarî) bi temamî hati-

* ^jQHûOae şewitandin. Qirkirin bi dirindiiarêHfeMfet-ê, herêma Mer- berdewam dibe.

Kûlekan,Girkal, Gundên navenda Dihokê; Azix, êbûsa bi çekên kim-

n.dinV ^ B ridan, bi bombar- v, gundên naven-

' vegi

/ kirin, ^ll xwe, erd 36

at wêi ii gundên

derxisfiif.

lu -SÜJ? Emisê bi.ev d u n ^ Jö ril | SÎadd

hev bûn.ê, herêma Ser- 'nîka, Esefkê û iyt hat bomber-

serûbinê hevdû bû. li Behdînan

§ev#----Artûşê;

Hermaşê, Derxisra, Sedarkê hatin Oundên li herêmê lyan, Gebarê û Xûrzê;

Ji gundên navenda Atrûşê; Begûr- man, Dêrşermên, Nehlê, Dinartê, Zêve, Milhemben, Re&ûl-ayn, Ka- nîka, Besîvka, Emumkê, Bablo,

tîliKurin kirin. RejinufS; f

• deyrjîrhêid Q f ^ ^ ç e j - ^ ^ b e i m x we şan-— Düşe

^ M a r a r>QQa v , P m s,er1.Kur~ 'Z h w a r t c . - z J r d istM ^riM ıap TZterel

■ *P/nJwi^ -gglê-Kurar-w ku têk<

'L a y fç nDauçjuç.____ d^oM

1‘o m h u r4-Tuz Khurm^tu

Sulayman.

rTCurd;— rejimêTe-hi

eba Şehrêzûrê;

n ^" îmîrvanî,

i, Kanîtû, Va

ayetên ÛQUr

iombebarane r r 3 lanan alanlar * Ş r r d

& TAJ

A L M c n su r t ycr '

jlu*N a f )Khanqhj

n - VlITûJliUlIIiKl AtTvXII1

winda bike, an r “kampên^

‘ ¥fcWD ku gıreday i bajareatine şewûtam

Ji roja 2Ö.04H987 ~an fg,iêdaii û da*— 2*3.04Jp8?-^w gundên

nê de, dibe sebeba rakirina .o ^ ^ e p ic e l Kurd û qirkirina berx-Kurd/ __ _ 'K2y*y^zjav^ûUsm angazjalîbitei

ê di van deh de, hatinea bikaranîna çeken kînP

nr hjêjm»ra birîndaran giha; îûakûştiyanjîgihayelOOI.

hember hemû a; rd

i, Haciava, Serşorê, Dokê, Gew- la, 1jtçşkê> Darî, Hecilkê, Şêfl^Skpart temamî gnndên mêr- g&^rjğmpftaliş, Mamya, Sindû-

Dergely Gundek, Celal, Ome- i, Xirabkê, Tevakê, Kamekan,

\rû, Binişinkî, Kerdilê, Alekan-

Zêvekanavkendela, Girbe-

frer v î

îî3m7 gêlêkji

İ-didı xeU flirevm

gundan, li DHiokê, lerema Kûşê; £r-

Begova jî tevî îs- bûne û hatine we-

QÎIOTkirin. Erê, tablo mûwê meriv dike. Qirkirinek ji qirkirinên

ên ku pêkjten, qirkirir ta bi Dil

tWr xwfi didin rêmen rîzgarkîrî û hinek Ji wan jî distanrtê. Xelkê 1 >ka wan a liwelêtneij« >0<|tç( Ql^indên xwe yên werankirî. ^stMfcQ/jiCŞlfHbav

A l K h a l i

Baqubah___ _______ ^êkan nayê W?Tt: ^ndiyên girêdayî nehiya Hîranê kî

û li hember Jiêzên dijmin bi Ji bo tri<

stanê^

•B A G H D A D ^'% bindi hei

sim,li nêzikê sîj

}A l AZiZtYQfr darisrarfti

itanêmânTıâtToh— mên ku destê me gihayê, dixe nava

balakişandinê xwe. Lê, dirindi û t lan di ser texmî-— “ ' - Tjujjfc, xîret û bîr û bawerlyên xelke

j i n o le b ê n, av û ceryan navbera TİS.04J987inên bi can nikarivç.p.29.04.1987 an de gundên ku girê- Kiden uersi J ^Tcîbîbih. Neiş- ffewlêriirû hatine

!KW£fîVwitandm u talankirm, 4n;^ ^ ir g u n d ê n ^

_ _JKanîber,

ila. Tgelê herêmê birçî bimînii a mribin hebûnên çandiniyê bhi xin. Gelê li ^an herêman ŞTmt van sedeman bêgav dimînin I

dêtLjgt^amMtbûyêti Belîsan^t b e r . W t X l c l u ^ ^ e r t ^

“ ” "—jyan bi nemirovî berde-

yên doh xerabtir in. eVfr bombên gazê, jehir-

JPM çiya: vii D erêşem m m a ^ nû gundên liVfffya

li hember yan ki y£râtf) ne karê meye, ku em rû-

“ "1.05.1987

L

Page 10: KURDISTANPRESS-17

WÊÊÊÊ BÎRANÎNA HESEN HİŞYAR —Biştî 63 Sal

Berxwedana Şêx SeîdDestpêk di hejmara 15’an de

Em bi dizî diçine gund.Deng ji gund naye. Gund nemane reviyane esker di gir de ye. Li ser Bênderan hevalkî me ji tirsan bû, ji çibû di dest de tifinga wî teqiya, hema carkê li me girêdan. Dinya bû agir, mîtralyoza bi otomatîka, rast bera gund dan. Heta em bazdan me xwegihande xaniyan çardeji me ketin. Em gihane bin xaniyên kevakan, di binê girda hebûn du xanî. U gire, ew di gir de ne û istikama de ne pirin. Ew licî neha- tin. Xalibê Feto hebûn, mezinê wan bû, ew vegeran wê derê xiyanet kir û vegeran. Bi şun de vegeriyane, me nizanibûn û Henê jî nehatin. Erê, em ketine wê de re, em hene dûsed tifıng. Ne tirkan zanin em ew hindi- kin dora wan pêçandiye, xilas nedibûn, ne em jî zanin kû ew qolordiye, hetanî sibê bû me bi wan re şer kiriye. Paşî dinya dibe ro- nî, stêrka sibê derket, wê bi xwe bidin aliye erdê rast e, em derketin hatin giyane qadi- yan. Li wir hene qadiya çiye? Me go; Weleh em çûn, em tenê ketin êdin nehatiye û me dî tiyarek hat di ser me re geriya çû li cem wan danî û paşê me dî esker derket. Ne pêşî û ne paş. Wek pezê sor, qolordîk temame. Bavo em îşev ber wana bûne. Êdî ew hatin, ew qolordî ji wer de hat. Qolordiya Erzirûmê jî heta wî çaxê Kazim Paşa ne hevalên Kemal bûn.

Şex Seîd ji wêderê rabûbû, ji xwe hereket pe çênebû. Hetanî qolordiya Anadolê hat a Diyarbekirê hêja nû viya ew jî rabû. Mec- bûr derket hetanî Varto. Şêx Seîd jî wê çaxê ji me dûr e. Li wir rabûne şêstûyek pêra- bûn. îja vana qiyadî bûn. Diçin ji ferat der- basbin wî alî, derbasî wêlê ferat bibin. Lakî dibêje em yekî bisênin bi hêla Varto, ev bû heft roj posta me hê jî nehatiye, kû li Varto cepheyê me hebûn, kurê Şêx Seîd, Elî Riza bû, mehemedê Xilîl Xeto bû, û...Şêx Ew- dillayê Melekan bû, nizanim çibû, hebû li wêderê. Xeber ji wan nehatibû. Diçin dîtin Siwarek ji wê de tê. Hat hat Qasim Begê Ehme, Silêmin, pismamê Xalit Begê Cibrî, wî şehîdê peyarî ha Qasim ti ji kûr têyî? Qa- sim Beg, go; he. .weleh ew hevlinga Şêx Se­îd jîji go wele ji Varto têm. Go; Em jî dix- wezin herin. Me negirtiye û wê derê kesê me tê de tine. Go; belê, wele ji wir têm, emê tê de ne. Dê yallah, derbasbûn, diçin wê derê. Kurê Şêx Seîd û birayê wî Mehdî ya şêx go; Şêx, bi Qaso bawarî meyne..

Şêx go; Kuro hun dîn bûne, Qaso bêbextî li me bike ma? Ew jê qetiyan Neboyê Keleş û wana qederê sed siwarî ji wan qetiyan ulo, yanî ji wan qetiyan neh, deh, panzde siwarî, qetiyan yanî wir de çûn, neçûn Şêx Seîd û ew çûn ser pirê derbasê pirê bûn, ketin ortê pirê pira Ebdirahman Paşa jê re dibêjin, es­ker vi aliyê pirê tije ye rabû, Qaso wan şan- diye vir. Herdû alî Ş.Seîd li nîvê azima hatî girtinê, ê ku girt jê re digon Osman Paşa tümgeralbû, ê Erzirûmê bun. Li wê derê ew girtin. Pişt Ş.Seîd hat girtinê ew piyade çû. E, piştî wî rabûn hê ji nû ve qeymaqemê Çemlikê hebû jê re digon Husnî Beg çerkez bû. E, wî ji me re şand, name şand, go; nav we de zilamê zana tune ye? Qumandarê mi- lîs hene giş hene, hun Kurd in mala we xera- be, we li ber hikmatê cephe girtiye, hun ni- karin bikin herba qomandosî, serê çiyan bela bin, kêliyê çiyan û newala usa belabi- kin tên ser we hunê mala wan xirabikin. Piştî wî bi gotina wî me rabûn, tenzîm çêki- rin. .Herba gerîlla çêkirin îcarê...

-^‘Kengê?”Ê wê çaxê de ez jî piştî neh meh qediya. Ez

jî birîndan bûm. Ketim dest wan. Tirkan re çûm. Em birin Diyarbekrê man, mizgeft, kinîse yanîdêr û hepsxane gişt tije kiribûn. Rozê di cara li me didan, her şev jî dihatin.. “Yallah, Xerputa gidersiniz” digıtin. Mejî bawer dikirin. Neh-deh ji me dibirin, dibi- rin der dikuştin. Me hayê jê tinebûn. Piaşiyê em li wirê me sê sed hebê bi hev re girêdan. Me anîn birin xerpêtê. Xerpêtjî ew mahke­me hebûn. Mehkeme jî li hundirê sînema yê de bû. Ji me re mektup û çû der bê tine. Keskî me bê ba me tinebûn. Awqat jî ji me

re girtin. Ew jî tinebûn. Mehkeme kînge ye em wî jî nizanî bûn. Ê ku dere mahkemê jî ew seetê ya îdam ya ceza. Ez neh meha mam min dî çar kesan berat kiriye ew. He- roj deh, panzdeh, bîst îdam; bi dar ve, wek pez deliqandîbûn. Di mehkemê de ez jî bi- rîndarim. Şahîdêmin bi min re ye ê paşê ez sêerdî me jî îdama min dan, qerar pê. Paşê li dosya min nêrîn emrê bîst salê ku heft me- heye kirin. Panzdeh sal, ewê qarşiyê min ew polîs go, dua bike li hikumatê re, min nekır. Boksek li çengûye min xist. Ji hev derxistî ne gotin. Çima ti lê dixî? Di hebsê de heroj dibirin û daniyan dixistin birê wî qebûyê sê roj diman, hê dibirin, ji wan Zil- fiqar Axayê deşta gewran ew re xwan havê wî xwandin. Me go, wele miriye, ewarê mi­riye. Hevalê îdam dikirin ew jî dibirin danîn ber pozê wan şeva sisiyan ew jî dibirin dar ve dikirin, mirî jî dibirin dar de dikirin.

Paşê ji min em nefı kirine. Wê çaxê ti- rên,mirên tinebûn. Ji Xarpêtê hetanî Nigda yê bi peyatî, pêşiya esker de, siwariyan de û kelemçekirî û bi şuva jî li nav serê me dixin, heta em birin Meletî, hepshana Milkî em kirin mêvan li vê de rê. Goh mo ye me he- mû xwîn jî wan têv hemû hepisçiyan gon; ev çiye? Me go wele li me didin ma em çi bi­kin birêm li me dikin. Go’n: ji xwe re dilek­çe bidin, ji xwe re ereban bixwazin kirê bi­kin ji xwe re, erebe kirêkin bi ereban belkî.. Kes heye binvîse İsti’an, min go ezê binvîsî- nim; bes pul tine. Wan şand pul anîn û min İsti’an nivîsî me da mudîrê hepsê ji alay qu- mandarî cenderme re, go ji me re sê ereban bînin em hijde hebin, her şeş bikevine yekî em tê de. Bû sibe me dî yûzbaşîyek hat hew- şê sekinî av heye, li deri dimeşê; “Şêx Seîd eskerî çixsinlar”, em derketin go: “sirala- nin”, em safbûn. “İçinizde istiha yazan kim... kimdir beri gelsin”, ez ber bi wî çûm min jê re pote lê xist, û hate min wek hirçekî bû û li min da, boksan û destan û lepan li min dida dibê qey çiye hele. Pêlê (!) min de xwîn avêt bimin re tê nahêlê xwar, bimin re tê xwarê. Lêxist çû, çû xwe şûşt, ber wî avê hebkî xwe şuşt. Hatin go xudê bike û ha me nebin vê sermayê berf li erdê ye emê bim- rin. Hebkî ber manqela hebsiyan min xwe germkir. Ji me re sê erebe anîn em ketne wana, kelemçekirî û ûstiyê mejî nale û zin- cîrê wan jî bi hev re kirine û berf li erdê ye sar e. .Em ketine kuça çarşiya Meletyê pêşi- ya ereba pêşî de yek heye zilamê Ferzende Mirza Meheme jê re digo’n, sed sal dabûn wî. Distirê di pêşî de, girtî birin lo em girtî- ne lo pire siloyê derbaskirin mahkûmo lo û ew çarşî û der û însan li me tije bûne, em ga- zî dikin dibêne, law kuro Mirza Meheme bes te em kirin hirç, dibê “na wele kelema rebê alemê ez bibêm, bira kurê Kurd bibi­ne, ev roja tarîxiye, bira zilma Tirkan bibi­nin bi çavê xwe”. Em birin hetanî. .wê de xa- nek hebû dûr bû, çawişek bi me re ye paz- deh süvarine ê ruyê wî xezeb dibare, me go wele eviya e me gişan bikuje, me dî li pêşiya ereban sekînî û go “dur arabaçîler” erebe giş sekinîn, bu kurmancî go: “gelî pisma- man ez xulamokê we me ji vir heta Sêwesê heşt neh qonaxe bi we re ma, kî ji we nex- weşbe acizbûn, peya bibin, rabin, çi bikin ji minre bibêjîn ha. ” Ev gotina me yanî me dane naskirinê kû zilamê kû wetanî be, di çi wezîfê de jî be, ew ji bîra wî nare. însafa wî heye kû dibe her zilamê mejî wek wî çawu- şê cendirman bin, ne ku bi nanê xelkê bibe kûçikê ber konê wan. Mêrik ji me re em hê ne digîhan xanan pêşiya me diçû, ji me re cî hazir dikir. Tişt dikir û ji me re go jî: “wele ez zanibim bi me xilas dibe, ezê ana tifingê wana ji wan bîstînîm, ezê bidim we û emê bi serên çiya kevin, lê belê xeynî me hene” destê me ew lala avêt ji ustiyême û destê me jî herdû bi hev re hîştin, hetanî Sêwasê em birin, ji wî şun de çerkezbûn,ew çerkeza ji me re gelekî dilovan bûn. Bi qencî em birin hetanî Qeyserî, ji Qeyserî em birin Nîgdayê destê min ji hevala vekirin, berê wan dan Anadolê diçin Denizliyê nizanim ku de rê diçin. Gelek dijwar bû ku em ji hev qetiyan.

Bizi Malatya’ya götürüp, orada Mülki ha­pishanesinde misafir ettiler.Kullaklanmız- dan vb. hep kan geliyordu.Mahpuslar, : “Ne oluyor ?” diye sordular.

— ‘Vallahi bizi vuruyorlar kardeşim, ne yapalım vuruyorlar işte” dedik.

Bize, ‘ ‘Bir dilekçe verip kendinize araba isteyin, kiraladığınız arabalarla gidin.'^de­diler. “İçinizde dilekçe yazabilecek kimse var mı?”.— ‘Ben yazabilirim ” dedim.Pul yoktu. Birini gönderip pul getirttiler.

Dilekçe yazıp hapishane müdürü jandarma alay komutanına verdik ve dedik ki: “On- seİdz kişiyizÜç araba bulursanız, aytışar altışar bineriz

Sabahleyin bir yüzbaşının avluya gelip durduğunu gördük. Kapıda dolaştı, sonra “Şeyh Sait'in askerleri çıksınlar”.dedi.Çıktık.— ‘Sıralanın”Sıralandık.— ‘İçinizde dilekçe yazan kim? Kimse, ile­

ri çıksın”Ona doğru ilerleyip, selam durdum. Üstü­

me yürüdü. Ayı gibiydi. Beni vurmaya baş­ladı..Tekmeledi. Kançıktı, vurdu, vurdu gitti ve suyun başında yıkandı. Biz geri döndük. Yolda soğuktan donmayalım diye, mahpusların mangal ateşinde biraz ısın­dım. Bize üç araba getirdiler. Altışar kişilik kafileler halinde bindik. Kelepçeliydik. Boynumuzda da birbirine bağlı zincirler vardı.Hava soğuk, kar var. Malatya çarşısının cad­delerine girdik.Arabanın önün­de Ferzende Mirza Muham­met’in adamı dedikleri biri vardı. Yüzyıl vermişlerdi ona.Ön tarafta türkü söylüyordu;“Tutuklulan gö­türüyorlar, tu- tukluyuz, Stilo­nun köprüsün­den geçirdiler mahkumo lo, lo...”Çarşıdaki in­

sanlar, üşüşmüş, bize bakıyorlar.Biz de Mirza Muhammed’e bağınp- çağınyoruz:“Yahu Mirza Muhammet ye­ter, bizi ayı yaptın.

O; “Hayır, bu tarihi bir gün­dür. Kürt çocukları, Türk mezalimini gözle­riyle görsünler.”Bizi Hanek diye, o taraflarda uzak bir yer

vardı, oraya götürdüler. Bir çavuş ve on beş süvari bizimle geliyorlardı. Çavuşun yü­zünden gazap yağıyordu. Bu hepimizi öldü­rür diye düşünüyorduk.

Çavuş, arabaların önünde durdu ve, ‘ ‘Du­run arabacılar” dedi.Bütün arabalar durdu. Çavuş, kürtçe,

“Arkadaşlar” dedi,“Hepinizin kölesiyim, burdan Sivas 'a kadar sekiz-dokuz konak si- zinleyim. İçinizde hasta olan veya rahatsız olan varsa insin dolaşsın. Ne yaparsanız bana bildirin ha!...

Bu sözler bizi etkiledi. Ülkesini seven bir insanın, hangi görevde olursa olsun, insaflı bir yanı var. Her vatandaşımızın da o jan­darma çavuşu gibi olması gerekiyor. Yeter ki, başkalarının ekmeğiyle başkalarının ça­dırına köpek olmasın. Biz daha hanlara var­madan önce o, önden gidip yer vb. hazırlı­yordu. Bize şunu da söyledi “Vallah bilsem ki, bizimle iş biter, şimdi bunların tüfekleri­ni alır sizlere veririm, dağlara çıkarız. Ama, başkaları da vardır.”

Boynumuzdan zincirleri çıkardı ve bizi Si­vas’a kadar götürdü. Ondan sonrakiler Çer­kez’diler. Çerkezler de bizlere çok iyi dav­randılar. Bizi iyilikle Kayseri’ye, Kayseri1 den, Niğde’ya kadar götürdüler. Niğde’de

bizi birbirimizden ayırdılar. Birbirimizden ayrılmamız çok zor oldu.

Beni içeri aldılar. Hapishane müdürü Niğde halkından Yasin Bey’di. Ona, “Mü­dür Bey, gariplere hürmet gerektir.'' dedim.

O da, “Doğru bir söz ama, sizinle ilgili değildir.” dedi

O zamanlar yaşımız küçüktü, çocuktuk henüz. Müdür, “Ne istiyorsun?” dedi

— ‘Beni mümkünse yaşlıların olduğu bir koğuşa ver. Hırsız, kumarcı ve kalleşlerin koğuşu olmasın.''

— ‘Niçin? Daha yaşın ufak, niçin öyle isti­yorsun?

— ‘Tabiatımdır”Beni “Muhacir Koğuşu” dedikleri yere

götürdüler. Yerde kar var. İçeri girdim. Mahpuslar mangalın başında oturmuşlardı. Havalar soğuk, kar-kış.. Selam verdim. Hiçbiri aleykümselam demediği gibi, man­galın yanma da çağırmadılar. Kimse sela­mımı almadı. Başka bir köşeden iki kişi: “Arkadaş beri gel, beri gel, beri gel” dediler.

Yanlarına gittim ve oturdum. Bana sigara verdiler. Mangallarının üzerinde kahve yaptılar. “Ehlen ve sehlen arkadaş, başımız-gözümüz üstüne geldin.” dediler.

Falan filan.. .Yarabbi bu tavır niye? İkisi de Dersim’in alevilerinden. Babalan, dedeleri çoktan göçüp buralara Ağacık’a gelmişler. Onların yurtseverliği beni yanlarına çek­

ti.Fukaralar, dil de bilmiyorlar; kürtçe de bilmiyorlar. Bi­

zi birbirimize çeken buydu.Acıkmıştım.

Yemek getirdi­ler. “Arkadaş” dediler, “Yoldan gelmişsin, yı­kansan iyi olmaz mı?

—‘ ‘Vallahi ha­mam varsa yıka­nırım, lâkin pa­ram yok.” dedim.— ‘Nasıl?”— ‘Yanlız iki

kuruşum var.''On beş sene

yaban ellerde ve iki kuruş, ne di­yebilirsin ki?... Onlardan birisi kalkıp gitti ve hamamcıyla bir­likte geldi. Ha­mamcı da, onla­rın adamların­dan biriydi:

— ‘Arkadaş, gel yıkan. Elbi­selerini de yıka. Yanına yaz pa­

ran gelirse ver,gelmezse canın sağolsun...” dedi.Ben de, ‘ ‘Evin şen olsun.'' dedim.Gittim, yıkandım. Elbiselerim bit doluy­

du. ‘ ‘Gel belimi kesele” dedim. Vucuduma baktığı zaman ‘ ‘Ojf... bu nedir yahu ?'' de­di. Elini belime vurdu. Bitler derimin altına yerleşmişler. “Bu nedir?” diye sordu, ben de “Bu sizin, siz Türklerin zulmüdür ne olacak.,,dedim.

Koğuşa döndüm. Bana nerede yatacağımı sordular.Bende bir Arap Aba’sı vardı, onu sarıyordum üstüme. Niğde soğuktur. Ben gelinceye kadar iki kardeş bana çay yapmış­lardı. Çayı içtim, yorgundum, o kadar da yol gelmiştim, uykum geldi.

— ‘Uykun mu geliyor?”- t ‘Evet.”— ‘O, yatağı indir.''— ‘O, nedir?”Bir yatağın yukarda asılı olduğunu

gördüm.— ‘Senin kardeşinim, kumarda Turkler-

den kazandım.''— ‘Demek kumardan da fayda görülür ba­

zen..”

Bu gece bu kadar şeyin içine düşeceğimi kim bilebilirdi ki.

Yatak sahibi oldum, ben de bir insan gibi yattım.

RÛPEL / SAYFA 1 0 ^ KURDISTAN PRESS • 6 GULAN/ MAYIS 1987

HESEN HIŞYAR’IN

ANILARI

63 yıl Sonra

Şeyh Said Direnişi

Geçen sayıda, anılarla ilgili tashihli ve tashihsiz türkçe bantlar aynı sayfaya geçti. Bu karışıklık­tan ötürü okuyucudan özür dilediz.

Page 11: KURDISTANPRESS-17

İstanbul Rızgari davasında tutuklu sanıklar karar duruşmasında; soldan sağa; Gazi ATTİLA (24 yıl), Zülküf GÜNAY (24 yıl), Attila ŞİMŞEK (16yıl,8 ay), Abdurrahim GÜMÜŞTEKİN (Ömürboyu), Sedat GÜNÇEKTİ (Ömürboyu), Nadir KALKAN (Ömürboyu), Süleyman PETEKKAYA (6yıl,8ay), Muzaffer KÖKALAN (20yü), Necmettin ALP (20 yü)

“Beni o şanlı mücadeleden belki bir süre uz/ak tutabilirler, ama mücadeleden alıkoymaları asla mümkün olmayacaktır!”

• Bu sayımızda “Serbest Kürsü”yü 4 yıllık bir yargıla­madan sonra ömürboyu hapis cezasına mahkum edilen Abdurrahim Gümüştekin’in, karardan sonra ailesine yazdığı mektuba ayırdık. Türkiye’de “Demokrasiye Geçiş” yaygaraları arasında zulmun, işkencenin, baskı ve zorbalığın başlıca hedeflerinden biri olan devrimciler, bilerek ve bilmeyerek unutuldular. Bu gün Türkiye hapi- saneleri, 7yılın kanlı cenderesinde ezilen, yaralı, hasta ve sakat binlerce devrimci ile dolu...Binlerce devrimci de dışarda(l), polis baskısı, işsizlik ve açlıkla yüzyüzedir...

25.2.1987Sevgili babacığım, anneci­

ğim ve kardeşlerim.Babamın gönderdiği

6.2.1987 günlü mektubu,18.2.1987 günlü telgrafı ve Fahrettin’in gönderdiği13.2.1987 günlü mektubu al­dım. Çok sevindim. Çok te­şekkür ederim.Babam mektubunda diyor­

du ki belki bu mektubum sa­na kavuşmadan mahkeme kararları okuyacak. Tam da babamın dediği gibi oldu. Ben Şubat’m 23’ünde mah­kemeye çıkmıştım. Ve hak- kımızdaki kararlar duruş­mada okunmuştu. Akşam koğuşuma döndüğümde ko­ğuş arkadaşlarım yukarıda aldığımı belirttiğim mektup ve telgrafın bana geldiğini söylediler. Ben döndüğüm­de arkadaşlarım akşam ye­meğini yiyordu. Ben de ön­ce mektuplarımı ve telgrafı­mı yanıma alarak yemek sofrasına oturdum ve sonra arkadaşlarımın ısrarlı so­ruşlarına karşı onlara hele bir durun yemeğimizi yiye­lim sonra size ne kadar ceza aldığımı söylerim diyorken, arkadaşlarım ısrarla neka- dar ceza aldığımı söyleme­mi benden istediler. Ben de hayır yemeğimi yemeden ne kadar ceza aldığımı size söylemem diye direttim. Derken arkadaşlar benim

sofranın tadının bozulma­ması ve onların güzel güzel yemek yerken üzülmemele- ri için ne kadar ceza aldığı­mı söylemediğimi hemen anladılar ve benim mektup­larımı okumamı önerdiler. Ben de bir yandan yemeği­mi yerken, öbür yandan da mektuplarımı okumaya baş­ladım. Babamın mektubunu okurken en çok ve hemen dikkatimi çeken, babamın belki bu mektubu almadan kararınız açıklanır sözü ol­du. Evet canım babacığım tam da dediğiniz gibi. Ben mektubu almadan hükümlü oldum, yani bana “ceza” verildi. Aldığım cezayı ga­zetelerden okumuşsunuz­dur sanırım. Ya da avukat­tan öğrenmişsinizdir. Evet benim açımıdan bu tarihi haksızlığa daha büyük bir tarihi haksızlık eklendi. Hakkımda verilen karar ta­mamen politik maksatlıydı. Evet, bana ömürboyu hapis cezasını elzem gören mah­keme tamamen peşin hü­kümlü ve artniyetlidir. On­lar sömürgeci TC devletinin bekçileridir ve bundan ötü­rü de bize düşmanca bakar­lar. Ellerinden gelse birka- şık suda boğarlar. Onlar ki, ülkemizi işgal eden, boyun­duruk altında tutan, sömürü ve talana tabi tutan sömür­geci TC devletinin yargıçla­

rıdır, o sebepten dolayı bana ve benim gibi sosyalist dü­şünceleri benimsiyenlere idam ve ömürboyu cezalar vermekten zevk duyuyorlar. Ama onların bu zevkleri, onların vicdan azabı çek­melerini engelleyemez. Ben ömürboyu ceza aldığım ge­ce vicdan rahatlılığıyla uyu­dum. Ama sormak gerekir. Bana ömürboyu ceza veren mahkeme başkanı ve yar­gıçlar aynı gece vicdan aza­bı çekmeden uyuyabilmiş­ler mi? Onların vicdan aza­bı duymamaları mümkün değil. Bu eşyanın tabiatına aykırı olur.Haykırarak belirtmek isti­

yorum: Cezalar bizi — özgürlük ve bağımsızlık savaşçılarını— yıldırmaz. Savunmamda belirttiğim gi­bi beni sömürgeci TC devlet güçleri yıldırmaya epey uğ­raştı ama, uğraşıları hep bo­şa çıktı ve bundan sonra da

boşa çıkacaktır. Bu konuda halkıma, dünya işçi sınıfına söz veriyorum. Sözümü so­nuna kadar tutacağıma zer­re kadar kuşku duyulmama- ladır. Tekrar belirteyim. Kürdistan’ın bağımsızlık ve özgürlüğü için, Kürdistan1 da proleterya devleti kur­mak için, dünya devrimi için elimden geleni geri koyma­yacağım. Bu böyle biline.

Şunu da bütün beni tanı­yanlar bilmelidir ki, bana verilen ceza, benim devrim­ci politik kişiliğimden ötü­rüdür ve bu cezayla beni yıl­dırmak istiyorlar, beni mü­cadeleden engellemek işitiyorlar. Evet, bana veri­len cezaların başlıcaları bunlardır. Ama onlara söy­leyeyim ki, beni yıldırmala­rı hiç mümkün olmayacak ve beni o şanlı mücadeleden belki bir süre uzak tutabilir­ler. Ama o belirli mücadele­den alıkoymaları asla müm­

kün olmayacaktır. Bu da böyle biline.Benim ülkem, toplumum

esirlik boyunuduruğunday- ken ve ben bu bilince sahip­ken susmam, sesiz durmam bana yakışmaz, savaşmak ülkenin özgürlüğünü kazan­mak için mücadele etmek yakışır. Ben gerçeklerin bi­lincinde biriyim. İnsanlık ve insanlıktan yana onunla ilgili kavramlarla düşünsel bağlar kurmuşum bir kez. Gericiliğin komplesine, sö­mürünün bütün biçimleri­ne, baskının, otoritenin komplesine, eziyetin, iş­kencenin köküne karşı ol­maktan bir an geri kalmaya­cağım. Bu benim için bir in­sanlık görevi.Ülkemde kınalı türkülere

boyunuduruk vurlumuşsa, halkım mecburi iskana tabi tutuluyorsa, insanlarımız irin emip kan tükürüyorsa, düğünlerimiz özgürlükleri­mizle bütünleşmiyorsa, tut­saklığımızla simgeleniyor- sa, kendi dilimizi konuşa- mıyorsak, yani açıkçası bir halk olarak, bir ülke olarak boynumuzda sömürgeci bo­yunduruk varken ve sömür­geci zulmün altında inim inim inliyorsak, jenosid ve asimilasyona uğruyorsak ve de biz bütün haksızlıkların bilincinde isek, bizim için tek namuslu yol mücadele

etmek ve savaşmaktır, başka şey değil, işte bukadar.Canım babacığım ve ana­

cığım, sakın olaki oğlumuz ömürboyu ceza aldı diye ke­derlenip sızlanmayınız. Bence asıl kederlenip üzül­memiz gereken şey kınalı türkülerimizin boynundaki boyunduruktur. Yani ülke- mezin sömürge olmasıdır. Ve bilmenizi isterim ki, ben bana elzem görülen ceza için asla kederlenip, üzül­meyeceğim. Keyfim yerin­de. Sağlıklı ve iyiyim.

Satırlarımı noktalamadan, babacığıma, dedeciğime, neneciğime, anneciğime en derin saygılarımı ve selam­larımı sunar ellerinden öpe­rim. Adem amcamın elle­rinden öperim. Abdulkerim ve Abdurrahman amcaları­ma selamlarımı ve saygıla­rımı iletir kucaklarım. M.Ali ve Tahir’e sevgileri­mi ve selamlarımı yollar gözlerinden öperim. Bütün kardeşlerime ve bütün amca çocuklarına en içten sevgi­lerimi ve selamlarımı sunar gözlerinden öperim. Gelin­lerime selam eder kardeşçe halhatırlarını sorarım. Ay­rıca bütün akraba ve dostla­ra içten selamlarımı yolla­rım. Esen kalın.

Oğlunuz

Abdurrahim Gümüştekin

KURDISTAN PRESS • 6 GULAN / MAYIS 1987 RUPEL / SAYFA 11

Page 12: KURDISTANPRESS-17

edebiyat sanat ve kültür

m e r x a s tKewaniya malê dewê xwe

jî çelqand û bi tev dîzikê hanî li ber textê nên da-

nî. Bêhna hêkerûnên qijîlî, ji ey wanê heta oda mêvana wusa girti bû serê malê ku dilê meri- van pê dixewirî.

Hecî Uso ji ser sekûkê daket xwarê, şaşika li ser serê xwe ber bi jor kir, ji hêlekê ve bi awurên tûj li Ferzend dinêrî û ji hêlekê ve jî xwe ber bi textê nên dikir. Lê Ferzendê panzdesale, ne hay ji awurtûjiya kalê xwe hebû û ne jî bêhna hêkerûnê ba­la wî belaw dikir. Li ber pence­re rûnişti û pirtûka ku di dest de, bala wî bi tewayî kişandi bû ser navaroka xwe.Wek Hecî Ûso, em bi xwe jî

nizanin bê Ferzend çi dixwend, mijara pirtûkê çi bû, an ew çi têdigîhişt. Lê bi cir û tevgera xwe, mêşinî û efendîtiya xwe, Ferzend li vî gundî an jî li vî ba- jarê piçûk nav û deng dabû. Ba- qiliya wî di devê xelkê de bûbû benîşt û herkesî bi tiliyan ew pêşanî hev dikirin.

Textê nên amade bû bû û Hecî Ûso xwe kişandi bû ber. Her cara ku berê xwe dida Ferzend, ji awurtûjiyê bijang û birûhên wî xwe digihandin hev. Berê dil hebû ku bi tena serê xwe nan bixwe û banî Ferzend neke. Lê dûre bêsedem û bihêrs banî kir ûgot:

—De rabe ser xwe û we- re!.. .Te çi serê xwe xistiye nava şeqên xwe? Ma qeyê tu ê jî rabî sibê ji min re bibî feylesof!? Tew...

—Ez va hatim, kalo, got û Ferzend hevoka li ber çavê xwe

qedand, pirtûka vekirî danî kê- leka xwe, hêdîka rabû û ber bi textê nên hat.

Di vê navberê de Zîvoyê bira- yê Ferzend an jî bi gotineke din, neviyê din yê Hecî Ûso bi hilkehilk kete hundur. Bi dîtina wî re çav li serê Hecî Ûso bû lî- zok û di kortikên xwe de nehe- wiyan. Ji kêfxweşî lêv lê lerizîn û li ser hev ne ditebitîn. Xweş diyar bû ku Hecî Ûso ji neviyê xwe dilxweş bû. Zîvo jî hay ji vê rewşa kalê xwe hebû. Ji ber vê yekê di hîjdesaliya xwe de jî, li hember vê tevgera kalê xwe, şûmîtî û dirûtiya zarokekî heft- sale dikir. Bi ketina xwe ya hundur re, li rûkeniya kalê xwe nêhirî û got:—Tu îro çawa î, Hecî?—Ez baş im, berxê min. Ge-

lekî baş im.Hecî Ûso bi herdu neviyên

xwe ve li ber textê xwarinê çog dabûn erdê û hêkerûn dixwa- rin. Her cara ku li neviyê xwe î Zîvo dinêhirî, pariyê xwe bi xurtî di çerxetûnê de dikir û bi dilxweşî di devê xwe de dadi- hanî. Lê dema ku di kêleka xwe re çav li nevî yê xwe î Ferzend dixist, çavên wî di reş ve diçûn, dilê xwe li hev dixist û te digot qeyê wê aniha verişe. Wê çaxê jî di ser Ferzend de dikir pilepil û digot:

—Tu bi qurbana min û navê Ferzend bî, Min jî nav li te kiri­ye... Ferzend... Ferzo! Min çi- ma navê Bizdo li te nekir.. .Ke- ro welle çilka xwînê di te de tu- neye. Kî dibê bila bibê...

Ferzend wek hertim li hember

van gotinên kalê xwe bêdeng ma û xwarina xwe domand. Hecî Ûso berê xwe da Zîvo:

—Beranê kalê xwe!.. .paşmê- rê min, kavirê min, mêrxasê min, pêxasê min...

Ferzend di ber xwe de pişin û ji şeytanî re deng çû Hecî Ûso. Bi mirûzekî tirş û tal Hecî Ûso ji nişka ve li Ferzend nêhirî:

—Tu çi didanbeşiyê dikî? Ma ne vvusa ye, seıjinik! Tu dibê qeyê ew jî nola te serşûnik e! Qurbana Xwedê bim!... Diya te jî naha dilê xwe xweş dike û di- bê min jî law haniye!? Tew, tew, tew!.. .Lê divê tu viya baş biza- ni bî ku serşûniktiya mêran, doxînsistiya jinan û piştkurmî- tiya keran...

Kewaniya malê bûka Hecî Ûso bêhay kete hundur, lê ev pey vana bihîstin. Di ber xwe de bi pilepil:

—Hecî dîsa xerifiye, got û derbasî hêla kungî bû. Hecî Ûso bi awur û hêrsa xwe zivirî ser Zîvo û dîsa pesnê wî da. Ez bi qurbana tûlîk û temeliya mê- ran bim! Ca binêrin, kabokên wî kabokên mêran e. Pozê wî, biruhên wî, lê tew lepên wî!. .Xwedêyo! Qet ne hewceye ku meriv bibêje. Ero welle, bila diya te tenê bibê min mêr hani­ye dinê!

Bi van gotinan re bêyî ku hay jê hebe, destê xwe î bi rûn di pişta Zîvoyê xwe re da û domand:

—De ka bibêje, Zivoyê min.. .Xwelî li serê min be! De qeyê ez jî ehmeqek bûm. Wê çaxê ava reş di çavê min de hati bû, kuliya zimanê min xwari

bû...Loma...loma min navê Zîvo li te danî. Lê ji vir û weha ez ê bi navê Zêro banî te bikim. Ma heyfa te nine...De ka tu ji kalê xwe re bibêje, te îro çi kir?

Hecî Ûso beyî ku li bende ber- siva Zêro bimîne, peyvên xwe domand:

—Ez ji duruvên mêran derdi- xim. Ez tenê dizanim ku tu çi mêr î. Tu çavên xwe xwe tev ji hukumatê jî nakutî. Welle ez aniha dizanim ku; tu îro li ma- mostê xwe xeyidiye û bi hêrs ji dibistanê derketiye, di rê de te bi du sê kesan re pevçiniye û te ji dê bavên wan re jî daye çê- ran... û ez baş dizanim herkes jî zû bi zû newêre xwe bide ser şopa te.. .û ev hukmata jî, got û destê xwe ber bi pencerê rakir. Lewra çend malên efseran li pêş mala wan bû.

Kewaniya malê diya neviyan disa li wir xuya bû, bêhemdê xwe peyva Hecî Ûso birî û got:

—Bi navê Xwedê, Hecî, te ew lawika wusa ji rê derxistiye û kaw kiriye.

Ferzend pariyê xwe î dawîn jî di devê xwe de danî, kasikek dew bi ser xwe de kir, dest mala xwe ji bêrîka xwe derxist, devê xwe paqij kir, bi şûnde vekişiya û dîsa dest havête pirtûka xwe. Zêro jî zûzûka ji ser xwarinê rabû, çû ber pencerê, mîna ba- zinek zexel bi guhên bel li der- ve nêhirî. Dûre beyî ku tiştekî bibêje tavilê ber bi deri çû. He­ta ku solên xwe bi ser lingên xwe ve kir û derket jî, Hecî Ûso her li pey bi kêfxweşî dinêhirî û digot:

—Xwedê bi merivên mêr re be; Xocê Xizir hevalê wan be!

Lê dûre dema ku dît Ferzend dîsa dest bi xwendina pirtûkê kir, vegeriya ser û got:

—A tu jî di binê qula xênî de di ser pirtûkan de mexel bikeve. Mexel be ca tu ê çi jê bifahmî. Lawo, ma tu jî rojekê di kuçan de bigeriya, bila carekê dê an bavê yekî bihata ber dere min û giliyê te bi min de bikira. Bila bigota: “Neviyê te î Ferzend bi lawê me ve pevçiniye, dest ha- vêtiye dawa keça me, lingê mi- rîşka me şikandiye.. Ma çi di- bû, wê kevir bibariya! Lê ez di- nêrim ew kezeba bi te re tuneye ku. Tu her tim ker î, tu rojekê nabî kûçik! Ma qet xwîna mê- raniyê di te de nîne!.. Tu jî ca- rekê derkeve û di kuçan de xweli ba ke, billa xelk bizani be ku paşmêrên Hecî Ûso jî hene. Di jiyana xwe de hertim ez serbi- lind bûm û heta naha jî wusa mam. Ji bo ku li hafa Xwedê rûreş demekevim, heft caran jî ez çûm Hecê, min eniya xwe di kevirê reş re da û ez hatim. Tir- sa min ev e ku di vê jiya xwe ya sed û bîstsale de ez ê bibim hus- tuxwarê vê rewşa te. Lê ez di­zanim... baş dizanim ku guhên merivên tirsonek hertim xetimî ye, di ber de daketî ye...û na- bîhise.

Bi rastî Ferzend dixwest ku van gotinên kalê xwe bibîhise. Jj ber vê bêdengiya wî, Hecî Ûso dengê xwe bilindtir kir û bi hêrs domand:

—Tu nabîhisî, ne wusa ye! Kero welle min zûde ji te fahm kiriye! Ew serê te.. .ew serê te li

Hesenê Metefelqê serê ewkê min çûye...rû- meta te, a bi qasî vê kasika de- wê tirş jî nîne, got û kasika de- wê ku di dest de bi ser xwe de kir.

Birebira Hecî Ûso û dengê ku ji derve dihat tevlihev bû bû. Mîna ku li der hundur pevçû- nek li dar keti be. Ferzend di pencerê re bala xwe da derve ku çi bibîne! Zêro di kuçê de kemişiye ser kurê efserekî û lê dide. Û du leşger jî ji ber dere malefseran dibezin ku xwe bi- gihînin pevçûnê. Pir derbas ne- bû, leşgeran xwe gihandin Zê- ro, bi piyên wî girtin, ji ser lê- wik rakirin, dan ber xwe û birin. Mîna ku deh kes ji Hecî Ûso re bibêje ca tu jî di pencere çû. Bi dengekî şikî:

—Çi ye, çi bû? got û li kuçê nêhirî. Nêhirî ku qilafetekî mî­na Zêro di nava lepên du leşge­ran de ye û dibin. Vegeriya ser Ferzend û got:

—Ma ew ne Zêro ye?Ferzend bi pişirin û dengekî

nivçe di ber xwe de got:—Imm.. .Zêro ye. Wı dîsa pê-

şiya Hukumatekî biriye.—Ero ma qeyê tu jî qerfên

xwe bi mêran dikî?!... De ka bi nînoga wî ya heram dikî? Pev- çûn.. .pevçûn di navbera mêran de dibe, serê merivên mêr dişi- kên, merivên mêrxas dikevin zîndanê...D

□ Kendinizi tanıtırmısınız?□ 1954 Dersim doğumlu­yum. Küçük yaştan beri çalar söylerim. Bir dönem bizim yöreye has ezgileri, halkın di­linde türküleşen, kendi acısı­nı, çilesini dile getiren türkü­leri söyledim. Daha sonra Pir Sultan’dan, Nesimi’den söy­lemeye başladım. 70 sonrası ise, gelişmelerle birlikte dire­niş türkülerimizi, marşları­mızı söylemeye başladım. Bu dönemler kendi parçalarımı değil, halkın dilindeki ezgile­ri toparlayıp kitlelere sunma­ya çalıştım. Ne kadar başarılı oldum bilemiyorum.□ Bildiğimiz kadarıyla, ülke­deki müzik çalışmalarından ötürü baskılarla karşılaştınız, cezaevlerine düştünüz, o dö­nemden kısaca bahseder- misizin?□ Ortaokul döneminde, pi­yeslerde vb. sahneye çıkar Pir Sultan’dan Nesimi’den türkü­ler söylerdim. O dönemler polisle münakaşalınınız olur­du. 78’de türkülerimden ötü­rü yargılandım ve bir dönem cezaevinden kaldım. Daha sonra Ege’de yaptığımız kon­serlerden dönüşte Ankara’da içeri alındım. Fatsa ve Hacı­bektaş şenliklerinde, Pir Sul­tan şenliklerinde halka bir şeyler götürmeye çalıştım. 12 Eylül’den hemen sonra tekrar içeri alındım. Bıraktılar. Da­ha sonra 81’de tekrar içeri al­dılar. 2.5 yıl içerde kaldım. Bu süre zarfında yoğun işken­celerle karşılaştım. Türkiye halklan 12 Eylül’den bu yana 50 yıl içinde göreceği işken­ceyi bu son 6 yıl içinde yaşadı diyebilirim. Kürdistan’da ise, işkence daha ağır boyutluydu şüphesiz. Bu nedenle, baskı­lara maruz kalan Türkiye ve Kürdistan halkının kurtuluşu­nun başansını ortak mücade­

le etmelerinde görüyorum.12 Eylül sonrası, 12 Eylül

öncesi beraber olduğumuz arkadaşlarımızı idam sehpa- lannda, işkencelerde kaybet­tik. Halklanmız ağır acılar içinde kıvrandılar. Kaybettik­lerimiz içinde kardeşim de vardı, Zeynel Abidin...

Kardeşimi 22 Eylül 80 saba­hı aldılar ve 26 Eylül günü iş­kencede katlettiler. Zeynel Abidin’e ve kaybettiğimiz bü­tün devrimcilere, onlann mü­cadelesine saygım sonsuz...

□ Bugün ülkede var olan mü­ziği ve müzik çalışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?□ Her dönem kendi sanatçı­sını doğurmak zorunda, nite­kim doğuruyorda. Gün geli­yor insan ülkesini terk etmek zorunda kalıyor. Ben kişi ola­rak ülkeyi hiç bir zaman terk etmek istemedim. Fakat ya­şam buna müsade etmedi. Cezaevinden çıkar çık­maz,askere alındım, böylece ikinci işkence başlamış oldu. Onurumu kırmak için ellerin­de ne geliyorlarsa yaptılar; askerden firar etmek zorrun- da kalarak, yurtdışına çıktım1*

Ağır baskılar ülkede hisse­dilir bir pasivizasyon yarattı şüphesiz. Devrimci sanatçıla- nn bir çoğu ülkesini terk et­mek zorunda kaldı. Böylelik­le, 12 Eylül sonrası, tiyatro­dan müziğe, müzikten basına, bir dizi önemli mevzi­lerde belirli bir suskunluk dö­nemi başladı. Diyebilirim ki, aydınlar üzerlerine düşen gö­revlerini yerine getirmediler. Ben 12 Eylül’ü cezaevinde geçirdim. Kendi çapımda, kı­sır çalışmalar da olsa bir ta­kım faaliyetler cezaevinde gösterdim. Dışanya göre içe­ri daha dinamik ve yaratıcıy­dı. Açlık grevleri, protestolar

ali askerbunun en çıplak örneği. İçer­deki mücadelemiz maalesef dışanya yansımadı. Dışarda- ki sanatçılan, yazar-çizerleri etkilemedi. Her kes kulakla- nnı tıkamış, suskunluk döne­mine girmişlerdi. Susmayan­lar da vardı şüphesiz...

Bu kanlı dönemde, değerli sanatçılarımızı yitirdik, Yıl­maz Güney, Enver Gökçe, Haşan Hüseyin bunlardan bir kaçı.. .Geriye kalanlar maale­sef görevlerini yerine getire­mediler.

Suskunluk dönemi, tabiki

altematifsizliği de beraberin­de getirdi. Burjuvazi örgütlü. Ve kendi müziğini, kitleleri yozlaştıran, teslimiyete, ka­derciliğe iten müziği yaygın­laştırdı. Arabesk aldı başını gitti. Kitlelere mal oldu. Ne­den? Devrimciler dev­rede yoktu!..

Bugün bazı arkadaşlar, yu­muşak ve esnek sözlerle, hiç olmazsa bir takım mesajları kitlelere iletebiliyor. Bu güzel bir olay. Geç kalınsa bile ileri bir adım. Bugün en ufak bir konser, salonu tıkabasa dol­duruyor. Salonlara akan insan seli, kitlelerin biriken öfkele­rinden başka bir şey değil...□ Ülkedeki çalışmalarla, av- rupadaki müzik çalışmaları; arasındaki benzerlikler yada farklılıklar, neler?□ Kendi adıma söyleyeyim. Ben ülkedeyken daha verim­liydim. Hayatın içinde, müca­delenin içinde bir şeyler üret­mek daha sağlıklı ve anlam­lı.. Burada da sahnelere çıkıyorsun, türkülerini söylü­yorsun, fakat o türküleri duy­muyorsun, hissetmiyorsun. İnsanlarımızın çoğu içinden geçilen dönemi yaşamamış, sadece işitmiş. Türküyü his­setmiyorlar. ..

Avrupaya çıkarken, daha ve­rimli çalışmalar yapacağımı zannetmiştim. Avrupa’daki potansiyeli farklı değerlendi­riyordum. Geldiğimde tah­min etmediğim bir dizi sürp­rizle karşılaştım. Zorlukları yaşadım. İnsanları gördüm, devrimci sanatın, ticari bir alete dönüştürüldüğünü yaşa­dım. Mücadelenin ticareti ya­pılıyor burada. Müzik alanda gönüllülük, para hırsına dö­nüşmüş. Bir kaset doldurmak için sıradan bir sazcı çağm- yorsun. Daha müzik üzerine konuşmadan, para pazarlığı­

na girişiyor. Farkında olsak ol­masak, Avrupadaki devrimci sa­nat yoz bir platforma kayıyor. Oysa, gerçekten Avrupa’da iyi ve pozotif anlamda kullanabileceği­miz olanaklar var. Bunlar bize su­nuluyor. Bunu devrimci anlamda değerlendirirsek, sanatçılar ara­sında belirli bir diyalog kurup, ül­kedeki mücadelenin sesi haline gelebiliriz.□ Kitlelere ulaşmada, devrimci sanatçılara düşen görevler ne­lerdir?□ 1978’lere kadar ülkede devrim­ci sanat sürekli küçümsendi. Oy­sa kitlelere ulaşmada müziğin ro­lü küçümsenemez. Yapılacak bir filimle, bir tiyatro ya da bir kaset­le kitlelere, daha hızlı ve kavranı­lır mesajlar iletmek mümkün. Bu anlamda, sanatçılara önemli so­rumluluklar düşüyor. Kitleyi yan­lış yerlere sürüklemeyen, onlann perspektiflerini tıkamayan mesaj­lar iletmek zorundadırlar.

Ben uzun bir dönem slogan mü­ziği yaptım, öyle gerekiyordu. Bugün bunu aşmak, değişik ke­simlere hitap etmek gerekiyor. Müziği belirli bir grubun dinle­mesi yetmiyor. Etkili olmak için toplumun her kesimine müziğin­le, sesinle hitap etmelisin. Ben kişi olarak sadece bir grubun ge­cesine değil, tüm anti faşistlerin geçlerine katılmayı önümdeki bir görev olarak görüyorum.

Önümüzdeki süreçte ekip çalış­ması yapmayı düşünüyorum. Grup oluşturacağım. Şu an eko­nomik koşullar, böylesine bir ça­lışma yapmamı engelliyor. Her şeye rağmen halkın taleplerine denk düşen güzel şeyler yapmak için tüm engelleri aşacağımı umuyorum.□ Okuyuculara iletmek istediğiniz bir me­saj varmı?□ Devrimci bir sanatçı olarak, halkın olay­lar karşısında duyarlı olmasını istiyorum. Avrupa’da geride bıraktığımız analarımız, bacılarımız, arkadaşlarımız için el ele, omuz omuza mücadelemizi sürdür­meliyiz...

RUPEL / SAYFA 12 KURDISTAN PRESS • 6 GULAN / MAYIS 1987

Page 13: KURDISTANPRESS-17

edebiyat hüner û çand22 Nisan 1898 - 22 Nisan 1987 • 89 YIL

44KURDISTANgazetesi (1898-1902)

Kurdistan Gazetesinin 1. sayısının

1. Sayfası

Kahire • 1898

Mahmud LEWENDI

• 2 •

3) SİYASİGazetede ağırlıkta olan ya­

zılar, siyasi konularda yazıl­mış yazılardır.İlk sayılarında özellikle

Sultan Abdülhamid’in çev­resindeki kişileri ve Kürdis- tan’daki yöneticilerini eleş­tirmekte, fakat sonraki sayı­larında görüyoruz ki Sultan Abdülhamid’i de hedef alı­yor, eleştiriyor, yeriyor. Ab- dülhamid ve çevresinin Kürdistan’da halkın üzerine yaptıkları zulüm ve baskıyı hemen hemen her sayısında bir çok makale ve yazıların­da görmekteyiz.

Gazetenin birçok sayısın­da ‘ ‘Abdülhamid ’e Açık Mektup’\\9) adı altında ya­zılmış mektuplar da yer al­makta. Bu mektuplarda Kürdistan’da yapılan zulüm ve baskılar anlatılmakta, Kürdistan gazetesinin Kür- distan’daki yöneticiler tara­fından dağıtımının engel­lendiği, gazetenin yasaklan­dığı vb. anlatılmakta. Daha sonraki ‘‘Açık Mektuplar­da ise bu zulüm ve baskılar anlatılırken Abdülhamid’in kendisi de eleştirilmekte.Önemli bir konu da; Kürt-

Ermeni ilişkileri konusunda bazı makalelerin gazetede yer almasıdır. Özellikle o dönemde Abdülhamid’in Ermenilere karşı uyguladığı siyasete karşı çıkmakta, ve bu konuda Kürtleri uyar­makta. Kürtlerin Abdülha­mid’in siyasetine ve emeline alet olmamalarını istemek­te, Ermenilerin günahsız ol­duğunu onlara karışmama­larını, öldürmemelerini is­temektedir.

Diğer bir konu da “Hami- diye Süvari Alayları ’ ’ konu­su, bu konu da kürtçe ve türkçe olarak gazetenin 28. sayısında yer almakta.(20)Bunların dışında, yine şu

önemli bazı makale ve yazı­ları da görmekteyiz.—Kürtlerin birleşmeleri

üzerine bir yazı (no:7,s.3)—Kart ağa ve emirlerine

hitaben bir yazı, bu yazıda birleşmelerini, devletin oyu nuna gelmemelerini, Erme­

nilere karşı savaşmamaları­nı belirtmekte, (no:8, s.9)

—Vatan sevgisi üzerine bir yazı, (no:9, s.l)

—Kürt Ülemalarına hita­ben bir yazı. (no:13,s.2)

—Yine Kürt Ülemalarına hitaben zulme karşı çıkma­larının gerektiğini vurgula­yan bir yazı. (no:15,s.2)

—Abdülhamid’in zulmüyle ilgili bir yazı. (no:16,s.l-2)

—Mithat Paşa Olayı. (no:23,s.l)—Kürdistan ve Kürtler.

(no:24,s.3)—Kürtlere bir hitab.

(no:25,s.2-4)—Kürtler ve Ermeniler.

(no:26,s. 3-4)—Şimdiki durumumuz ve

Kürdistan ’ın geleceği, (no:29,s.l) (kürtçe-türkçe)—Kürdistan ’da esas ni­

fak, (no: 30, s. 1-3), (kürtçe- türkçe)

4) DİNGazetede özel olarak dinle

ilgili yazılmış herhangi bir makele ve veya yazı yok di­yebiliriz. Fakat yazı ve ma­kalelerde başta bir hadis ve­ya ayetle konuya girilmekte. Ayrıca hadis ve ayetleri ör­nek göstererek konu pekiş- tirilmekte. Kısaca şunu di­yebiliriz ki gazetede din; zulme ve baskıya karşı çık­mak için kullanılmış, ceha­letten kurtulmak, öğren­mek, ilerlemek, diline, va­tanına, milletine sahip çıkmak için kullanılmış.

5) HABERLERGenel olarak dünyadan ha­

berler ve Osmanlı yönetimi ile ilgili haberler yer almak­ta. Ayrıca Kürdistan’daki zulüm ve baskıyla ilgili ha­berler de makale ve yazılar­da göze çarpmakta. Haber­lerin dili özellikle bir sohbet havasında ve haberin sonun­da bir yorum yapılmakta, bir sonuca varılmakta. Yo­rumlarda genel olarak Os- manlı yönetimi eleştiril­mekte, diğer genel haberle­rin yorumunda ise cehalet- lik eleştirilmekte ve konu Kürtlerin cehaletliğine, geri kalmışlığına bağlanarak bu

halden kurtulmaları is­tenmekte.

Gazetede çıkan önemli ba­zı haberler şunlardır. (Ha­berlerin hemen hemen bü­yük çoğunluğu kürtçe ve türkçe olarak verilmiş):

-Sudan-Mısır savaşı(no:l,s.4)

—Geçen yılki (1897) Os- manlı-Yunan savaşı

(no:l,s.4) —Girit Adası ile ilgili bir

haber (no:l,s.4)—Kürt ve Ermeniler ile il­

gili bir haber (no: 3,s. 3) —Rus sınırında Rus asker­

lerince dört Kürd’ün yaka­lanması haberi (no:14,s.l) —Abdülhamid ’in sarayın­

da bir bir İngiliz ’in müslü- man bir kızı kaçırması ha­beri. (no:14,s.4)

—İstanbul’da halka yapı­lan zulüm ve baskı.

(no:21,s.l) —İstanbul ’da bir olay.

(no:22,s.4) —Kürdistan ’da katliam­

lar; Sason ve yöresinde sıkı­yönetimin ilanı. (no:28,s.4)

-Ishak Sukuti ’nin ölüm ha­beri. (no: 30, s.4)

6)OKUYUCUMEKTUPLARI

Okuyucu mektuplarında tebrik ve kutlamalar dışında özellikle Osmanlı yönetimi­nin baskı ve zulmü anlatıl­makta. Mektuplardan özel­likle en önemlisi diyebilece­ğimiz mektup; “Diyarbakır Eşrafından Ş.M.” imzalı kürtçe bir mektuptur. Mek­tup 13. sayıda yayınlanmış. Ayrıca gazetenin sahibi bu mektubu türkçe çevirerek “Sultan Abdülhamide” baş lığıyla yine aynı sayının bi­rinci sayfasında yayınlan­mış. Mektupta Abdülhamid yöneticilerinin halk üzerin­de yaptığı zulüm ve baskı anlatılmakta ve Kürdistan gazetesini okuyanlara iş­kence yapıldığı zindana atıl­dığı anlatılmaktadır.

Gazeteye gelen diğer önemli diyebileceğimiz mektup­lar da şunlar:

—Şam ’dan bir mektup (imza: N.H) (no:3,s. 3) —Adana’dan bir mektup.

Bareneka dijwar hate xwarê

• min got mijdeyek bû şemaleke xemilî bû şewqa xemilî bû Şewqa xwe dabû gelê min Tirêjek bû li nav mala min Deryayek bû cihê hemû kese Di nav dile te da hebû Min got ew mijde bû Dê dijmina li gel xwebetin Goristana bû veketin Belê min nedizanî Şagird û reberê Berdestê...Kawayê mezin Kawayê ser çerxê bîstê

D O J E K Î

B E D Î eSPÊ D Ê

Li gel xwebetin Her tu bûyî Ser berz û çeleng Bi awaz û deng Li Zaxo nîşanek bûyî Ser bajêr Qela dizê Sengerek bûyî

Li Hewreman Agirek bûyîBû şerê helmet û qûrbanî Birûskeyek bûyî Li dîwana rêberek bûyî Li germiyan qelatek bûyî Li Zêve xemdarek bûyî Bû Mehabad, Diyarbekrî

Hevîyek bûyî Bû zaroyêt şêhîda Gemijinek Awat û xelatek bûyî Belê, rojêt giran Bû dijmina dil têzinek Goristanek, lêrzêjareb, şimarek bûyîHerdem serê xencerate bûjehrî bûBû nemerdaBû dijminaXeyalet têBizavat têJiyana teRonahiyek bûBû malekê mezinKarwan û bingehek bû

EMİN S. / Stockholm

'r İ i>JL'+.SiJ't

liı ,y

V S

j+.jtf Cu

Sağ başlıkta yazılanlar; Heçî kaxezekî verekê Divê rêkit Misirê ser

navê xweyê vê cerîdeyê lawê Bedirxan P&şa

Mîqdat Mîthet Begê Her car du hezar cerîdeya

bê pere ezê rêkim Kurdistanê de bidin xelkê.

Pazde roja carekê têt nivîsandin.

(Seyid Tahir Botî) (no:5,s.3) —Mardin ’den bir mektup.

(Ali Bin Huseyn el-Amêdî) (no:8,s.3)—Mardin ’den bir mektup.

(Mela Salihê Cizîrî)(no:14,s.2)

—Musul’dan bir mektup, (imzasız) (no :15, s. 3) —Trablus ’dan bir mektup.

(Şeyh Hüseyin) (no :16, s. 3)

KURDISTAN GAZETESİNİN DİLİ

Yazımışm başında da be­lirtmiştik; Kurdistan gaze­tesi kürtçe-türkçe olarak çı­kıyordu. Türkçe yazıların tümü osmanlıcadır.

Bu arada konumuz gereği şunu da belirtmekte yarar var; Dr. Celîlê Celîl ‘ ‘Kurdistan ’ ’ gazetesinin bir sayısında -kendisi dipnot olarak sayı 1 ve 2 diye yazmış- Miqdad Midhet Be- dirxan Bey tarafından fran- sızca yazılmış bir yazıdan bahsetmekte. (21) Kurdistan gazetesinde, sözkonusu edi­len veya ayrıca herhangi bir fransızca yazı veya makale­ye rastlamadık. (Bak:Kur­distan gazetesi, no:l-31). Bu konuyu Kürt Edebiyatı Pro­fesörlerinden Dr.Marûf Xe znedar’dan sorduk;

-10.09.1986’da Paris ’te- saym Xeznedar’in dediğine göre Kurdistan gazetesinin ilk sayısında ‘ ‘Kurdistan Gazetesi” imzası ile yazıl­mış fransızca bir mektup

«•> /«.- f-.— ^ «■>»Ar £ * /- S *V -/- .-* • • Ş .-vT ^ n j* ■f > j- ? / w*’-* ^ J i W « V / L- U c*

Jr > *r , J y ~>‘*r

(_-

»d->’ . ;j u »

•*.+- - »> r irSy ^ X ’1 • • - V ^ r j > *f

j ’j 5 U ^t}

1 Jj' • ı'r '> f -tr J S • JL

w w ) A' Ş : < *•-. f Jr J -,

j', lı. '. j j « - - . .i - > • j j .

c j , . . 5* S ,

gazetenin ilk sayısının içine ek olarak konulmuş. Söz konusu mektupta Kurdistan gazetesinin çıkış amaçları ve kısaca Kürt ve Kürdis- tan’dan bahsetmekte.

KÜRDİSTAN GAZETESİNDE KÜRTÇE

Kurdistan gazetesinin kürtçe kısmı Kurmanca Lehçesi’nin Botan şivesiyle yazılmış. Kürtçe makale ve­ya haber nitelğindeki yazıla­rın anlatım tarzı açık ve net bir şekildedir. Özellikle o dönemdeki eğitimi oranını da göz önünde bulundurur­sak, ifadeler çok net ve her­kesin anlayabileceği bir dil kullanılmış. Özellikle olay­lar ve haberlerin dili bir sohbet havası şeklinde ya­zılmış.

Dil (kürtçe) sade olmakla birlikte yer yer zorunlu ola­rak arapça sözcüklerinde kullanıldığı göze çarpmak­tadır, ki bu sözcüklerin bir­çoğunu günümüzde de ha­len yazı dilinde kullan­maktayız.Gazetede kullanılan arap­

ça sözcüklerin bir kısmı şunlardır:

’eşîr, cemiyet, ’ilm û ’irfan, Sen’et me”arif, sebeb, wefat, ceride hifzkirin, hafıza, aqil, ’elimîn ’alım, ’ulema, içtimaiye, fikir mahiyet, meth, el-esas, mesele sifet, zirûf, hediye, nîfaq

vb. daha bir sürü kelime Kurdistan gazetesinde

Kürt dili hakkında, grame­ri, dil yapısı vb. konularla ilgili hiçbir yazı veya maka­le yok. Eriliz 3. sayıda Yu­suf Ziyaeddin Paşa’nın 4 ‘EI- Hediye el-Hemidiyye f i ’ l- Luxat el-Kurdiyye”{22) adlı kitabı hakkında kısa^bir yazı yer almakta. Gazeteain sa­hibi bu konuda Kürt Ülema- larına seslenerek bu kitabı elde etmelerini ve halka okumalarını tavsiye etmekte ve bu kitabın Kürt dilinin gramer kitabı olduğunu vurgulamakta. (Kurdistan, no:3,s.3)

Alfebe olarak arap harfli

f ' ') -*-) j * wU» » ■ <Jİ y Uüi, \jf. JL.

V- ^ > tiıu^ w - ^ -Av» 1-

*. İ *J. •f.L» w-<* •>- w-'C. »jL*-

> ** i jJ * A y. «.'"t ““ ^ \ ‘f » • ^ -v -f- * •'

osmanlıca alfebesine yakın bir alfabe kullanılmış ve kürtçeye özgü bazı sesleri verebilmek için birkaç harf eklenmiş veya fars alfabe­sinden almış.Osmanlıca’da bazen “N ”

yerine kullanılan “X ” (Kaf) harfi Kurdistan gaze­tesinde hep **K” olarak kul­lanılmış.Eklenen harfler şunlardır

(farsçadan veya osmanlıca- dan alınmış):

V harf! [ü>], (vê) ile yer yer [<J>] (fe) ile gösterilmiş

W harfi ”[J ], (waw) ile J harfi ” [S ], (jê) ile

G harfi ”[J\, (gaf) ile yer yer ”& ], [ ] (kaf) ile

Z harfi ” [45], (zê) ile yer yer ”[J ], (zeyn) ile D harfi ” [^], (dal) ile

ve [4>] (tê) ile U, O, U [>»], (waw) ile

bazen de “O” [f,t ] (elif, waw) ile gösterilmiştir.

SONUÇKuşkusuz Kurdistan gaze­

tesi hakkında daha detaylı yazmak, incelmek başlı ba­şına bir araştırma konusu­dur. Fakat kısaca şunu diye­biliriz ki “Kurdistan ” ilk Kürt gazetesi olması nede­niyle Kürt ulusu ve tarihi açısından büyük bir öneme sahip olduğu kadar Kürt halkının, aydınlarının belli bir dönemdeki tarihi de bu gazetede yer aldığından ay­nı zamanda büyük bir belge niteliğindedir.

(18) Bak np:3,s.4(19) “Abdülhamiç/’e Açık Mek­tuplar” için bak no:4,5,6,7,13,20 26.(20) Bak no:28,s.1-3(21) DrCelîlê Celîl; Jiyana Rew- şenbîrî û Siyasî ya Kurdan (di da- wiya sedsala 19’a û destpêka sedsala 20 ’a de), wergêr:Elîşêr(22) Yusuf Ziyaeddin Paşa; “El- Hediyye el-Hemidiyye fi’l-Luxat el-Kurdiyye”, birinci baskı, 1310 (=1984), Şirket-i Mürettebiye Matbaası, İstanbul.

KURDISTAN PRESS • 6 GULAN / MAYIS 1987 RUPEL / SAYFA 13

Page 14: KURDISTANPRESS-17

□Xwendeyên beşê Kurdî yên li taxekî biya- nî û koçkirên Stockholmê, serdana Kurdis- tan Press kirin.

Rojname bi çi awayê amede dibû? Nûçe bi çi awayê berhev dibûn? Kî bi çi awayê di- xebitî? Ev pirs ji Medya, Arja û Seval diha- tin. Bi qasê 5-6 saet bûya jî, bi karê birêvebi- rina(îdare) Kürdistan Press mijûlbûn, bersi- va telefonan dan, civîn pêkanîn, ceriban- dina hînbûna kompûteran kirin.

Li ser vê.yekê, me jî rûpelekê temam, ji bo wan amede kir... , .

Xwendeyên li dibistana BUSSENHUSSKOLA

serdana Kürdistan Press

Operatora komputeran ARJA ii ser karê xwe...

MEDYA bi Repro’yê wêne mazin dike. Herwekî dinê wisa dixûye, ku Arja û Seval nez ji wêneva wê dikin...

Redaksîyon di civînê de. Li gorîfadeya rû- yê wan rojnama dernayê!...

□ Di welatê me de her tişt xweşiktir bû. Wekî dinê jî gelekî germ bû li ba me... Hevalê min gelek bûn û em pir dile- yistin...

Ez bi kaçaxîji hidû- dê hatim. Ez gelekî kurdî dizanîbûm. Lê ez nikarîbûm ku bi- peyivim, ji bo ku qe- dexe bû.Swêd hinekîbaş e.

Ez dixwazim gelekî tiştan bi kurdî hînbi­bim û ez dixwazim bibim doktor...

Bijî Kürdistan Bijî Pêşmerge

□ Kurdis- tan germ û xweş e. Ez gelekî dix- wazim ve- gerim Kur- distanê.ya- nî Qamîş- lo. Ez dix- wazim he­rim cem

bapîr û dapîra xwe. Swêd baş e, belê li Swêd gelekî tişt hene lê dilê min li Kurdistanêye. Ez bi balafirê hatim Swêdê. Ezdixwazim bix- wînim, lê ez nizanim çi bixwînim!

Bila hemû zarokên Kurd jîr bin û di xwendegehan de bixwînin û paşê bila bizîvirin welatê xwe Kurdistanê...

SEVAL• 8 salî •

□ Kürdistan gelekîrind bû. Hevalên min pir bûn. Ez gelekîdixwazim he- rîm welatê xwe û hevalên xwe bibî- nim û dîsa bi wan re bileyîzim.

Ez nikarîbûm ku kurdî bipeyivim, ji ber ku Tirk nedihiştin em bi serbestî zimanê xwe kurdî bipeyivin. Ez nax- wazim ku zimanêxweji bîrvebikim.~ i i i a i/. . .. ı: i. . i

£tir bû. Çinku Kürdistan welatê min e. Ez dixwazim bibim dok­tor û paşê vegerim herim wela- tê xwe...

Bijî Kürdistan Bijî Pêşmerge

Çîroka GUNDIU BAGERAŞVAN dl hejmara bê de dom bike !!

| RÛPEL / SAYFA 14 k ü r d is t a n p r e s s • 6 g u l a n / m a y is m 7

Page 15: KURDISTANPRESS-17

okuyucularla bl xwendevanan reKürdistan

AYDINLARI□ Asırlarca kendi öz ulusal da­vasını savunma özgürlüğünden mahrum bırakılmış Kürdistan halkının seçkin aydınlarının, yazıp-çizip tüm dünya kamuoyu­na analatacakları çok şeyleri ol­ması gerek.Kürdistan halkının tarihine ba-

kılıdığında bir çok nedenlerden dolayı, boyunduruğu kabullen­miş, baskıya, zulme, itilmeye- kalkılmaya maruz kalmış, işte böylesi bir tarihi geçmişe sahip olan Kürdistan halkı, yani genel olarak sönmeye yüztutmuş kur­tuluş umudunu canlandırmak, özgür ve birleşik bir demokratik Kürdistan için halkı harekete ge­çirmek elbette kolay olmaya­caktır.

Ama tüm bu zorluklara rağ­men, tarihi misyon Kürt halkının öncü aydınlarına zorunlu ama aynı zamanda onurlu bir görev dayatmaktadır. Zira kabullen- melidirler ki, Kürt aydınlarının görevi, zorludur ama başarılma- sıda zorunludur.Keza halkımız, kendi bağrın­

dan çıkan onurlu aydınlardan beklentisi çoktur. Kaldıki objek­tif ve somut olgulara dayalı geliş­meleri kavramaya muhtaç du­rumdadır. Zira geçmiş tarihi sü­reçlerde gelişen bazı olumsuzlukların, ulusal gelece­ğimiz açısından ne tür tahribat­lar yaptığı bilinmektedir.

Aydınlarımızın bir görevide, gerçeklere dayalı olmayan, içi boş homojen vaatlerle, halkımı­zın gelecekte yeni haya;! kırıklık­larıyla karşı karşıya kalmasına engel olmalarıdır. Keza ne hal­kın gücüne dayalı, nede başka somut olgulara dayalı vaatler halkımızın geleceğini karmaka­rışık bir hale sokmaktan başka bir işe yaramayacaktır.

Son zamanlarda ulusal bilinç seviyesinin yükselmesine ve özellikle birkaç seneden beri oluşagelen siyasi ve kültürel ge­lişmelere katkıları olan seçkin aydınlarımızın çabaları kayda değer olmakla birlikte, sıradan biz Kürt halkı için de gurur kay­nağı olmaktadır.Tabiatıyla biz Kürt halkı asır­

larca ezilen, sömürülen, hor gö­rülen Kürdistan halkının; seçkin ve onurlu aydınları olan, Mah­mut BAKSİ’ler, KendaFlar, Ce­lal AYDIN’lar, Nuri ZAZA’lar, A. DİKİLİ’lerden çok şey bekle­diği bilinmelidir.

Keza çağımızın en gelişkin dü­şüncesi olan Sosyalizm düşünce­siyle donatılmış, siyasi ufukları açılmış, mevcut ulusal sorunlara ciddi vi somut çözüm bulma ka­pasitesine erişmiş böylesine ay­dınlarımızdan, çok şeyler bekle­diğimiz, biz Kürt halkına çok görülmemelidir. Ve biz halk ola­rak, aydın yazarlarımıza, karşı­lıksız halkımızın geleceğine hiz­met eden namuslu ozanlarımıza,

Işıklı aydınlarımıza□ Aydınlar sorununu birazcık da olsa irdelemekte yarar gö­rüyorum.Biliniyorki, topluma bilimsel

bilgi anlayışı yayarak ve giderek toplumun ekonomik üretim tar­zıyla yaşayış tarzımda değiştir­mekte aydınlarımız büyük bir ta­rihsel görev yapmışlardır. Çağı­mızda can çekişen kapitalist üretim tarzının değişiminde ay­dınlarımıza büyük görevler düş­mektedir. Günümüzde bir zat si­yasal ve toplumsal mücadele içindeki yerlerini alarak, gerçek çağdaş ayadın olmanın ölçütü, karşımızda dikilen bu asalak, kapitalist üretim tarzıyla birlikte yaşayış tarzımda değiştirerek, yerine sosyalist üretim tarzını egemen kılmaktır. Bu karmaşık­lığı da iki ana hata ayırmak da burada mümkün. Ya burjuvazi­nin sömürü düzenlerine evet, ya da çağdaş aydın olmayı benimsi- yerek, gerici burjuva düzenini alaşağı temelinde işçi sınıfının ve ezilen mazlum halkların kur­tuluş mücadelesine katılmaktır. Yoksa ortalığı karmaşıklaştıra­cak, kalça kıvırmak içinde saha yok!

Şu küçük burjuva aydınlarının yoğun olduğu Türkiye’ye bakalım:

Baskı zoruyla “Misak-ı Milli” sınırları içinde bir ulusun tüm değerlerine gerici, ırkçı, sömür­

geci T.C tarafından gasp edile­rek, giderek onun varlığını yok etmek için günümüzde eşine en­der rastlıyan, bu tarihin yüzkara­sı olan sömürgeciliğe karşı ka ta­ne aydının, Kürt ulusunun haklı mücadelesinin yanında görebi­liyoruz?Cevap:Kavram karmaşıklığına de­

vam...? Düz mantıkların yayıl­masına devam...? Evren-Ozal’a karşı olan herkes aydın.. .“Aydın­lar Listesin’de” kimin isminide görürsen ayıdm...? Ya bir gün şu Demirel’i de listeden görür­sen...? Bunada şaşma aydınlık alemleridir....

Bunun altını da ben çizerek be­lirttim. Günümüzde aydın olmak pek de kolay bir iş değildir. Hele şu Türkiye’de. Türkiye’de aydın olmanın kıstaslarından önemli bir ilkeside, Kürt ulusunun ulu­sal demokratik hakların, saygı il­kesini benimsiyerek, bu hakkın gelişmesi, bilinçlenmesi ve ör­gütlenmesi için de çaba sarfet- mekten geçer!

Aydınlar dedik; gelelim bizim şu Kürdistan’lı aydınlara...Kürdistan gibi sömürge bir ül­

kede aydınların konumu da daha farklı olması gerek. Farklı olan yan, bu ülkede ulusal mücadele­nin sıcak olmasında yatar. Ay­dınlara düşen büyük bir görev bu sıcak mücadelenin içinde yerle­

rini almaktır.Ama ne yazık ki günümüzde

kendisine ben Kürt aydınıyım di­yenlerin sayılanda oldukça kala­balık olup da, örgütlü mücadele­yi red etmektedir. Bu “aydınlarımız” şuni çok iyi bil­mektedirler ki, Kürdistan top­rakları sömürgeci haydutlar, ör­gütlü aygıtları ile sömürgeleştir- mişlerdir. Kürt halkının onurunu ve şerefini, şiddet zoruyla ayak­lar altına aldıklarım da çok iyi bilmektedirler. Bize örnek olsun şu dünyamızdan, gösterebilirler­ini ki, bir halk örgütlenmeksizin bağımsızlığını kazanabilmiştir.

Kendi ülkelerinde devrimi ger­çekleştirmiş, halklarım özgürlü­ğe kavuşturmuş, devrimci aydın­lar, pratikten çıkardıkları dene­yimlere dayanarak, örgütlü bir halk her zaman için başarı şansı­na sahiptir.. .Örgütsüz bir halkt ezilmeye, sömürülmeye mah­kumdur. ..

Bizim aydınlarımızın bir kısmı da, isimleri kadar da “efendice” kültürel çalışma ile siyasal çalış­maların arasına, kalınca bir taş- duvar örerek, nazikçe siyasil ör­gütlenmeye karşı çıkmakta­dırlar.

Bu “efendilerimiz” doğa ve toplumda olup biten şeylerin, birbirleriyle sıkı bağlantılar içinde olup, birbirlerini de etki­ledikleri de bilmektedirler. Ve

bir vücudu, vücut yapan organların, birisi çalışmaz iken, bir başka orga­nı kötü yönde ne dereceden etkileye­ceği de bilinmektedir. Kaldıki, Kürt toplumunun vücudunu meydana ge­tiren ve gelişen organların birisini tutup, bir diğerine karşı çıkarak, ge­lişme evresinde olan bu organların gelişmesini engellemek veya geliş­mesini köreltmeye çalışırken, bu körelen veya gelişmesi yavaşlayan organ, diğerlerini olumsuz yönde etkilemeyecek mi.? Dr. arkadaşlar?

Diğer bir yandan da bu “efendilerimiz” siyasi örgütlere karşı çıkarken, kıçı larık bir siyaset­te güdüyorlar.Ben şunu soruyorum; Hangi Kür-

distanlı örgüt kültürel çalışmaya karşı çıkmıştır? Tam tersi tüm Kür- distanlı örgütlerin programlarında olduğu gibi bir de pratikde de daha verimli ve toplumsal çalışmalar yapmaktadırlar. Kanımca yurtsever aydınlara düşen görev, kendi yete­nekleri ve beceriklikleri ile mevcut örgütlenmele katılarak veya destek­leyerek, mazlum Kürt halkının ulu­sal ve sosyal kurtuluşunu güçlendi­rerek, böylece de çağdaş aydın ol­manın ismine de layık olunur.Az ışıklı aydınlarımız için bir adım

ileri iki adım geri

Kürdistanlı bir işçi

H. SIPAN 16.2.987 / Paris

Rêhevalên hêja di rojnama Kürdistan

Press de□ Ez gelek silavên xwe yên germ ji we re dişinim, xebata rojnama we ya teze pîroz dikim û hêviya pêşketinê jê re dixwazim.

Gelî bira!Beri çendakî min jimarên rojna­

ma we li cem xwendevanekê Kurd dît. Ez gelekî bi wan şabûm. Dix- wazim li vir ji we re bêim ku ez pi- sporekî kurd im, di warê wêje û dîroka rojnemevaniya kurdî de...Ji aliye diravive jî, çi bê ser min ez li ber we me.

Rêhevalê we Dr. Rdmanê IlıMoskova/SSCB

Değerli yoldaşlar...!Bizlere gönderdiğiniz Kürdistan

Press sayıları düzenli olarak eli­mize ulaşıyor, yalnız elimize 3,4 ve 5. sayılar gelmedi...

Değerli Kürdistan Press kurucu­ları ve yöneticileri; Kürdistan Press gibi bir gazetenin halkımı­zın kurtuluş mücadelesine ışık tu­tacağından kuşkumuz yok. Sizle- rin bu başarısını içtenlikle kutlar başarınızın devamını dileriz. Ga­zetenin tarafsızlığına inanıyoruz. Çünkü bizler, yüzyıllar boyu öz­gürlüğümüz egemen sömürgeci-

Hevalên hêja□ Çend hejmarê Kürdistan Press gihişt destê min. Ez pê pirr dilşa û serbilin bûm. Gor baweriya min Kürdistan Press di vê warê de kêmasiyek mezin ji holê rakir. Çunkî heta niha li Kurdistana Ba- kur ji 15 rojan carekû ji aliyê nûçeyanva wisa dewlemend rojname nînbû. Divê hemû kesên welatparêz û demoqrat alikariya rojnamê bike, ku karibe bidome. Ev vataniyek welatparêziye...

silavê şoreşgerî

Min di nav deriyê hêsin de gûlek ji pel dirêjê te bir zanimnehiştinê ji te ra gotin ne tirşeher tişt bi min ra ye bi min ra pir dibe jiyan têkoşîn di bin lingê min da raxistêhavîn bi tahvêra zivistan bi germ bûna

pêlê payizê redi tarîhyan datêkoşîn di deste min da ronahî nizanimev hatina min da ronahî nizanimev hatina min a çendaye dicemidim dicemidine min ev çama şıkandî ranza hêsin pênûsa reşnivîs

bemekeve carefe dinê tê binî ezê wênekî çêkim dahwiyêdi bin da helbestek bu

tuçundina mina nava kûçên teng ê bi ronahiye findê tê ronahî paçên şikandê diwarên terikîdi oda biçûk da runiştina min

êji birçinakeda destê xwe difroşin ji destên wanê nasir ra dest buna min binivîsi

Hêviyê Bismilê Hamburg-Almanya

m u h bir l ikUMUT KAPISI

□ Milli Savunma Bakanlığın­ca belirlendi. Buna göre muh­bir sahibi olan her ihbarcıya iki milyon lira kadar ödene­bilecek.

zamanın birinde, rüşvet alan bir komutana, adamın biri çok sevdiği kekliğini götür­müş. Komutan sormuş; ne işe yarar bu getirdiğin? Efendim, kafese bırakılır etrafına tu­zaklar konulur, diğer keklik­ler bu tuzağa düşerler. Komu­tan hemen kekliğin başım kesmiş. Halkına yaramayan bana hiç yaramaz demiş. Dostum iki millyon kazan­mak kolay değildir. Hani in­sanların boğazında ekmek ka­lırda yutamaz ya, işte, alın te­riyle kaszanmadığm parayıda yutamazsın. Sana bu parayı vaat eden alçak, senin sınıfın­dan değildir. İki milyon verir ve derki; kendi sınıfına yara­mayan bana da yaramaz. Ka­fasını kesiverir. İşte o zaman muhbir damgasını yedin mi senin çocukların ne yüzle hal­kın içine girecek? Yok dos­tum bu damgayı yeme. Faşist generallerin teklif ettiği 2 milyonr lirayı sakın alma ve halkın baş düşmanına lanet getir.

Postça selamlar

KayaBerlin-Almanya

halkın geleceği için feda eden in­sanlarımıza sahip çıkmayı, onla­ra sırt vermeyi, maddi ve manevi destek olmayı yavaş yavaş öğren­mek zorundayız.Kürdistan Press çalışanlarına

başarılar diliyorum..Hüseyin AKINCI

Almanya

dilimiz, örf ve adetlerimiz, müzi­ğimiz ve bizlerin gelenek göre­neklerimizle hep birbirimize bağ­lı kalmışız. Şimdilik ayrı görüşle­re sahip ayrı ayrı parçalarda olsak da yine bir bütünüz ve kurtuluş mücadelemizde bir olacağız.Arar şehrindeki Kürtler adına

Suudi Arabistan

K U R D I S T A N l

Kurdisk Tidning Utkommer varannan vecka

Nummer; 17/9 6 MAJ • GULAN 1987

1 Chefredaktör och ansvarig utgivare | Orhan KOTAN, 08-295056 ;

Redaktion sekreterare Çetin ÇEKO, 08-298332 Tekniskt sekreterare S. SERDAR, 08-984743 Administration-Prenumaration B. AZAD, 08-298332

Postadress; Box 7080, 17207 SundbybergBesökadress; Örsvângen 6C, HallonbergenTlf; [46] 8-29 83 32Telex; 131 42 ANK SBankgiro; 343-5559Postgiro; 2 65 33-0

Tryckeri; Idrottsbladet / Södertalje

kürdistan p re ss • 6 g u lan / m âyis 1987 RUPEL / SAYFA 15

Page 16: KURDISTANPRESS-17

Büro; Örsvangen 6C, 172 42 Sundbyberg • Yazışma adresi / Navnîşan: Box 70 80,172 07 Sundbyberg-Sweden • Tlf. (46) 08-29 83 32 • Tx. 13142 ANK S • Postgiro 2 6533 — 0; Bankgiro: 343—5559

Yoksul ülkelerde göçmenlerBugün Dünyanın dört bir yanında, günde yaklaşık 5000 insan göç ediyor.

Buna göre dakikada 4 insan ülkesini terk etmiş oluyor. Mültecilerin bir çoğu Avrupa ülkelerine sığınmayı başarırken, %97’si 3. Dünya ülkelerinde bulunuyor...ANK • Stockholm

Dünyada yaklaşık 15 milyon olan göçmenin sadece %5’i Amerika ve Avrupa’daki zen­gin sanayi ülkelerinde yaşı­yor. Geriye kalan %95’i ise kendi ülkelerine yakın olan yoksul ve savaş içinde bulu­nan ülkelerde yaşamakta(!). Bunların çoğu savaştan, ko- ğuşturmalardan, açlıktan ka­çarak, yoksul ve verane için­deki kamplara sığınıyor.Bugün savaş yoksul ülkeler­

de sürmektedir. İnsanlar bu ülkelerden kaçarak, daha yoksul, daha fakir ülkelere sı­ğınarak, kurtuluş umudu arı­yor. Zengin ülkelerin savaş

sonrası dönem diye adlandır­dıkları ikinci dünya savaşının bitiminden bugüne 140 savaş meydana geldi. Savaş berabe­rinde açılık, yoksulluk geti­rirken, mültecilikte toplum­sal bir olgu haline ge­liyordu...

Bugün açlıkla savaşan Afri­ka’da tamıtamına 5 milyon göçmen yaşıyor. Sadece So­mali’de, Etyopya’dan kaçan, 700 bin göçmen var; Eritre1 den Sudan’a göçenlerin sayısı ise 400 bine ulaşmış bulunu­yor. Afrika’nın güney kesi­minde Namibia, Angola, Mozambik ve Güney Afrika1 dan gelenlerin sayısı 230 bin civarında.

Öte yandan, Pakistan mülte­ci kabul etmede dünya reko­runu elinde bulunduruyor. Bugün Pakistan’da sadece Afganistan’dan gelen 3 mil­yon göçmen var. 1,9 milyon Afganlı ise şu an İran’da barı­nıyor.

Ortadoğu ise mülteci yuva­sı. Barut fıçısına dönmesine rağmen, mülteciler, bir ülke­den diğerine akın ediyor. Lübnan iç savaşından, Irak- İran savaşından kaçanlar, dünyanın en eski ve gelenek­sel mülteci gurubu du­rumunda.Yarısı Meksi’da olmak ko­

şuluyla 320 bin göçmen Central-Amerika’da yaşıyor.

Bu bölgede yaşıyan göçmen­lerin çoğu El-Salvador uy­ruklu.Laos, Vietnam ve Kamboç­

ya’dan akın eden Güney- Doğu Asya’daki göçmen sayı­sı ise yaklaşık 150 bin civarı­na ulaşmış durumda.Dünya’da 15 milyonunu üs­

tünde bulunan mültecilerin karşılaştıkları problemler, uluslararası nitelikte ve doğal olarak uluslararası çözüm ge­rektiriyor. Avrupa’nın sanayi ülkeleri, Amerika ve diğer gelişmiş ülkelerde %5 civa­rında bulunan mülteciler, ra­hatsızlıklara neden olmasına rağmen, büyük bir sorun ar- zetmiyor olsa gerek (!).

G Ü N E Y A F R İ K A

kara yasak!

Siyahlar anti-demokratik uygulamalara karşı direnişlerini sürdürüyor

(TCA • ANK)

Güney Afrika’da 7 Mayıs’da yapılacak genel seçimlerde, si­yah çoğunluğun oy kullanması yasaklandı. Bunun üzerine geniş çaplı olaylar, ülkenin dört bir ya­nında patlak verdi.Johennesburg’daki üniversite­

lerden birinde, çoğunluğu be­yazlardan oluşan yaklaşık ikibin öğrencinin katıldığı toplantıyı polis, göz yaşartıcı bomba ve kırbaçlarla dağıttı. Eylemden sonra, çok sayıda kişi tutuklana­rak gözaltına alındı. Toplantı yalnızca beyazların katılacağı 7 Mayıs genel seçimlerini protesto etmek amacıyla yapılıyordu. Konuşmacılar arasında siyahla­rın lideri Wili Mandela’da vardı.

Fakat toplantıyı düzenleyenler, Mandela’nm konuşmasına az bir zaman kala toplantının yasadışı olduğuna dair, bir mahkeme ka­rarını okudular. Kararın okun­masından hemen sonra, tam teç- hizatlı polis ekipleri, üniversite1 deki toplantı salonuna girerrek, öğrencilerin hemen dağılmasını istedi. Öğrencilerin direnmesi üzerine, polis birlikleri, öğren­cilere saldırarak, göz yaşartıcı bombalar eşliğinde toplantıyı dağıtarak, sayıları oldukça kaba­rık bir öğrenci grubunu ise göz altına aldı. Siyah ulusal hareketi­nin liderlerinden Mandela, poli­sin bu eylemini kınayarak, üni­versiteyi terk etti.

Seçimlere az bir zaman kaldığı şu günlerde, ülkede bulunan tüm

üniversitelerde gerginlik artmış durumda. İlerici öğrencilerin ve öğretim üyelerinin bir bölümü siyahların katılımının yasaklan­dığı seçimleri kınarken, ırkçı gruplar üniversitelerin siyasi amaçlı protestolar kullanılması­na karşı duruyorlar.Güney Afrika’dan sızan son ha­

berlere göre, seçileri protesto eden yüzbinlerce kişi seçimlere iki gün kala evlerinden dışarı çıkmıyorlar. Irk ayırımına karşı mücadele eden grup ve sendika­ların çağrısı üzerine gerçekleşen eylemlere işçiler ve öğrenciler, büyük katılım gösterdiği bildiri­liyor. Patlamalar sürerken, gü­venlik güçleri, siyah yerleşim bi­rimlerinde olağanüstü önlemler alıyor.

Buzlar çözülüyor mu?Çin Hal Cumhuriyet’i 25 yıldır

Doğu Avrupa ile olan soğuk ilişki­lerini düzeltme çabaları, karşılıklı yoğun diplomatik ziyaretlere ne­den oldu.Son altı ay içinde Pe- kin’i, Doğu Avrupa Sosyalist ül­kelerinden 4 parti lideri ziyaret etti.

Çin yolculuğuna çıkan son lider, Bulgaristan Cumhurbaşkanı To- dor Jikov. Bulgaristan liderinin 5 mayısta başlayan resmi ziyareti 6 gün sürecek.

Doğu Avrupa’nın en uzun süre­dir görevde bulunan Komünist Partisi lideri Todor Jikov, aynı za­manda Çin’i 30 yıldır ziyaret eden ilk Bulgar Cumhurbaşkanı. Ekim ayından bu yana Çin’i, Polonya ve Doğu Almanya Komünist Parti li­derleri, Macaristan Komünist Partisi’nin üst düzeydeki yetkilile­ri ve Çekoslovakya Başbakanı zi­yaret etmişti.

Bu ziyaretlerle birlikte, Jikov’un altı günlük resmi ziyareti, Çin Halk Cumhuriyeti ile Doğu Avru-

ANK^dinleme servisi

pa Sosyalist ülkeleri arasındaki ilişkilerin ne denli canlandığını göstermekte. 1960 ve 70’li yıllarda Çin ile Sovyetler Birliği arasında ilişkilerin kopmasından sonra, Doğu Bloku ile de bozulan ilişkiler artık fiilen düzelmekte. Bununla birlikte, Moskova ile Pekin arasın­daki ilişkilerin iyi olduğunu söyle­mek olası değil.

Sofya’dan ayrılmadan önce Yeni Çin Haber Ajansına demeç veren Jikov, Çin Bulgar ilişkilerinde de­ğerlendirmeyi bekleyen alanlarla iki ülkede süren reform çalışmala­rı üzerinde benzerliklerin olduğu­nu vurguladı.

Reformlar konusunda görüş alış­verişinin dışında, Çin yetkilileri­nin, Bulgaristan ve diğer Doğu Av­rupa ülkelerinden satın aldıkları malların teknik düzeyi ve güvenir­likleri konusunda şikayetleri dile getirmeleri bekleniyor.

PRAVDA’dansert eleştiri!

ANK*dinleme servisi

Sovyetler Birliği Komünist Partisi yayın organı PRAVDA, Fransa1 yı, nükleer silahların azaltılması ile ilgili tavrından dolayı eleştirdi.

Pravda, Fransa’nın uyguladığı taktiklerin bilindiğini ve bunun nük­leer silahlarla ilgili görüşmelere yarar getirmeyeceğini belirtti.

Pravda’ya göre Paris yönetimi yumuşama politikasından uzaklaşı­yor. Bu değerlendirme, Fransa Başbakanı Jack Cirah ile Batı Alman Başbakanı Helmuth Kohl’ün görüşmelerini izledikten sonra varılan bir yargı. İki başbakan Sovyet önerileri konusunda Batı Avrupa lider­leri arasında daha fazla görüşmeler yapılması gerektiğini açıkla­mışlardı.