22
MEHMET FEYZİ EFENDİ’NİN HAYATI VE GÖRÜŞLERİ Doç. Dr. Burhan Baltacı * Mehmet Feyzi Efendi'nin Hayatı (28 Mart 1912 4 Mart 1989) Çocukluğundan itibaren ilim aşkıyla yetişen ve bu aşk çerçevesi içerisinde din, vatan ve millet mefkûrelerini, kendileriyle görüşmeye gelenlere aktaran ve hayatını Rasûlullah Efendimizin sünnet-i seniyyelerine ittibâ ederek devam ettiren âlim, fâzıl ve müttakî bir zât olarak tanınan Mehmed Feyzî Efendi, 28 Mart 1912 tarihinde Kastamonu'nun Şamlıoğlu Çıkmazı’nda bir Ramazan ayında dünyaya geldi. Babası İzzet Efendi, annesi Hâfıza Ayşe Hanım'dır. İlk dersini mahalle mektebinde Çerkez Hoca Hanım'dan aldı. Çocukluğundaki olgun davranışlarını ve ilim meclislerine devamını gören dönemin ulemâsı, birbirine onu işaret ederek: "Bu çocuk, muhibb-i ulemâdır (alimleri seven birisidir)” derlerdi. O zamanın Bayraklı Medresesi müderrislerinden Hâfız Osman Efendi, onun velî olduğunu söylerdi. Yedi yaşında başladığı Yârabcı adındaki mektepte altı sene okuyarak ilk tahsilini tamamladı. Altı yaşından itibaren Sinan Bey Camii imamı ve Nasrullah Camii hatibi Kurrâ Hafız Ömer Fazıl AKÖZ Efendi ile tanışmış ve ondan Kur’ân-ı Kerîm hıfzını ve talimini tamamlamıştır. Hafız Ömer Efendi Kastamonulu olup zâhirî ve bâtınî ilimlerde üstâz-ı küll idi. Ayrıca Hafız Ömer Efendi’den ilm-i irtifâ‘ öğrenmiş, Mukaddeme-i Cezeriyye ve Tecvîd-i Edâiyye’yi okumuştur. Yine Kastamonu hocalarından, Tâ'lîm-i Kur'ân'da ders arkadaşı olan Mercanzâde lakâbıyla bilinen Hâfız Tevfik Efendi'den askerlik öncesinde ve sonrasında Kırâat-ı Seb'a'yı; Hâfız Abdurrahman Efendi'den sarf-nahiv ve Halebî'yi; Hoca Kâmil Efendi'den Mültekâ'yı ve Şir'atu'l-İslâm'ı ve akâidden el-Fıkhu'l-Ekber'i okumuştur. Askerliğini 1935-1937 seneleri arasında İstanbul'da muvazzaf olarak yapmış, daha sonra da yine İstanbul'da yedi ay ihtiyat askerliğinde bulunmuştur. İlme olan aşkı ve şevki askerliğinde de devam etmiş, askerlik süresinde; Cumartesi günleri evci çıkıp Fatih dersiâmlarından akrabası da olan Hoca Ahmed Efendi'nin evinde misafir olmuştur. Pazar günleri öğleden evvel Sultan Ahmed Câmii'nde Ayasofya hocalarından Nevşehirli Hacı Hayrullah Efendi'den Âlûsî'nin Tefsîri'ni; öğle namazından sonra Fatih'te Hüsrev Hoca Efendi'den Buhârî-i Şerîf; ikindiden sonra da Beyazıt Câmii’nde Seyyid Abdulhakîm Arvâsî’nin, Fahruddin er-Râzî'nin et- Tefsîru’l-Kebîr'inden verdikleri dersleri dinlemiştir. * Kastamonu Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi, e-posta: [email protected]

MEHMET FEYZİ EFENDİ’NİN HAYATI VE GÖRÜŞLERİrisaleakademi.org/public/uploads/documents/12- Doç_ Dr_ Burhan BALTACI... · yapılan hatim duası; panel, konferans ve çeitli

  • Upload
    others

  • View
    23

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: MEHMET FEYZİ EFENDİ’NİN HAYATI VE GÖRÜŞLERİrisaleakademi.org/public/uploads/documents/12- Doç_ Dr_ Burhan BALTACI... · yapılan hatim duası; panel, konferans ve çeitli

MEHMET FEYZİ EFENDİ’NİN HAYATI VE GÖRÜŞLERİ

Doç. Dr. Burhan Baltacı*

Mehmet Feyzi Efendi'nin Hayatı (28 Mart 1912 – 4 Mart 1989)

Çocukluğundan itibaren ilim aşkıyla yetişen ve bu aşk çerçevesi içerisinde din, vatan ve millet mefkûrelerini, kendileriyle görüşmeye gelenlere aktaran ve hayatını Rasûlullah Efendimizin sünnet-i seniyyelerine ittibâ ederek devam ettiren âlim, fâzıl ve müttakî bir zât olarak tanınan Mehmed Feyzî Efendi, 28 Mart 1912 tarihinde Kastamonu'nun Şamlıoğlu Çıkmazı’nda bir Ramazan ayında dünyaya geldi. Babası İzzet Efendi, annesi Hâfıza Ayşe Hanım'dır. İlk dersini mahalle mektebinde Çerkez

Hoca Hanım'dan aldı. Çocukluğundaki olgun davranışlarını ve ilim meclislerine devamını gören dönemin ulemâsı, birbirine onu işaret ederek: "Bu çocuk, muhibb-i ulemâdır (alimleri seven birisidir)” derlerdi. O zamanın Bayraklı Medresesi müderrislerinden Hâfız Osman Efendi, onun velî olduğunu söylerdi.

Yedi yaşında başladığı Yârabcı adındaki mektepte altı sene okuyarak ilk tahsilini tamamladı. Altı yaşından itibaren Sinan Bey Camii imamı ve Nasrullah Camii hatibi Kurrâ Hafız Ömer Fazıl AKÖZ Efendi ile tanışmış ve ondan Kur’ân-ı Kerîm hıfzını ve talimini tamamlamıştır. Hafız Ömer Efendi Kastamonulu olup zâhirî ve bâtınî ilimlerde üstâz-ı küll idi. Ayrıca Hafız Ömer Efendi’den ilm-i irtifâ‘ öğrenmiş, Mukaddeme-i Cezeriyye ve Tecvîd-i Edâiyye’yi okumuştur.

Yine Kastamonu hocalarından, Tâ'lîm-i Kur'ân'da ders arkadaşı olan Mercanzâde lakâbıyla bilinen Hâfız Tevfik Efendi'den askerlik öncesinde ve sonrasında Kırâat-ı Seb'a'yı; Hâfız Abdurrahman Efendi'den sarf-nahiv ve Halebî'yi; Hoca Kâmil Efendi'den Mültekâ'yı ve Şir'atu'l-İslâm'ı ve akâidden el-Fıkhu'l-Ekber'i okumuştur.

Askerliğini 1935-1937 seneleri arasında İstanbul'da muvazzaf olarak yapmış, daha sonra da yine İstanbul'da yedi ay ihtiyat askerliğinde bulunmuştur. İlme olan aşkı ve şevki askerliğinde de devam etmiş, askerlik süresinde; Cumartesi günleri evci çıkıp Fatih dersiâmlarından akrabası da olan Hoca Ahmed Efendi'nin evinde misafir olmuştur. Pazar günleri öğleden evvel Sultan Ahmed Câmii'nde Ayasofya hocalarından Nevşehirli Hacı Hayrullah Efendi'den Âlûsî'nin Tefsîri'ni; öğle namazından sonra Fatih'te Hüsrev Hoca Efendi'den Buhârî-i Şerîf; ikindiden sonra da Beyazıt Câmii’nde Seyyid Abdulhakîm Arvâsî’nin, Fahruddin er-Râzî'nin et-Tefsîru’l-Kebîr'inden verdikleri dersleri dinlemiştir.

* Kastamonu Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi, e-posta: [email protected]

Page 2: MEHMET FEYZİ EFENDİ’NİN HAYATI VE GÖRÜŞLERİrisaleakademi.org/public/uploads/documents/12- Doç_ Dr_ Burhan BALTACI... · yapılan hatim duası; panel, konferans ve çeitli

Askerliği süresince erat içerisinde, namaz sûreleri tâlim ettiklerinden bazılarının, daha sonra sivil hayatlarında imamlık görevi aldıkları bilinmektedir.

Askerlik dönüşünde, daha önce Kastamonu'ya gelmiş olan Bedîuzzaman Saîd Nursî ile tanışmış ve ondan Kelâm, İslâm Felsefesi ve Mantık'a dair dersler almıştır.

Müteâkıben husûsî ilmî çalışmalarını âsûde bir şekilde yürütmek, isteyenlere ders vermek; sohbetleriyle, görüşmeye gelenleri Rasûlullah'ın akvâl ve ahvâline cezbetmek gibi hizmetlere matuf olarak evlerinin bir odasını dershane edinmiştir. 1957 tarihinde evlenmiş dört kızı ve bir oğlu olmuştur.

Tedrisat faaliyetlerinde Arapça Sarf-Nahiv, Fıkh-ı Semerkandî, İhyâu Ulûmiddîn'den bazı bölümleri, Aliyyu'l-Kârî'nin Şemâil-i Şerîf Şerhi'ni, Birgivî ve Akkirmânî'nin Hadîs-i Erbaîn Şerhi'ni, Şerkâvî'nin Hulâsatu'l-Buhârî'sini, Sâ‘duddîn Taftâzânî'nin Akâid-i Nesefî Şerhi'ni okutmuştur. Ayrıca isteyen talebelere, ömrünün sonuna kadar Kur'ân Tâ’lîmi dersi vermiştir. Kendisinden ders almış olanların arasında profesörler, öğretmenler, müftüler, vaizler, imamlar ve sair meslek mensuplarından pek çok kimse bulunmaktadır. 1966, 1970 ve 1976 senelerinde üç defa haccetmiştir.

Daima müsbet düşünmeyi, müsbet konuşmayı, müsbet hareket etmeyi; etrafta fitne uyandıracak fikir ve davranışlardan şiddetle kaçınmayı; din ve dünya işlerinde daima vasat ve kolay olan yolu tavsiye eden; dinî ve millî unsurları bir bütün olarak görüp değerlendiren, kitleleri etkileyen gönüllü halk eğitimcisi olarak vasıflandırabileceğimiz Mehmed Feyzî Efendi, bir Mirâc Gecesine tekabül eden 4

Mart 1989 günü vefat etmiştir. Kastamonu’da Gümüşlüce’deki aile kabristanında medfundur.

Her yıl Mart ayının ilk hafta sonu Türkiye Kamu Çalışanları Vakfı Kastamonu Şubesi tarafından “Mehmet Feyzî Efendi’yi Anma Haftası” etkinliklerinde, kabri başında yapılan hatim duası; panel, konferans ve çeşitli etkinliklerle anılmaktadır.1

MEHMED FEYZÎ EFENDİ’NİN MANEVÎ KİMLİĞİ VE TASAVVUFÎ YÖNÜ2

Mana âleminin örnek ve lider insanı Mehmed Feyzî Efendi’nin gayet gizemli olan manevi kimliği ve tasavvufî yanını anlatmaya geçmeden evvel bir kaç cümle ile de olsa tasavvufun ne olduğu hakkında, O’nun bu meyandaki feyizli ve nurlu hayatının kavranmasında yardımcı bir unsur olacağı kanaatinden hareketle, bir ön açıklama yapmak istiyoruz.

1 Özdağ, Musa, Mehmed Feyzî Efendi'den Feyizler, I-VI, Hamle Yayınları, İstanbul 1996, I, 9-14'den özetle.

Baltacı, Burhan,“Şallıoğlu, Mehmet Feyzi”, DİA(Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi), c. 38, s. 310,

İstanbul 2010. Mehmet Feyzi Efendi’nin hayatı hakkında müstakil bir kaynak olarak bkz. Özdağ, Musa, Feyizler

Sultanı Mehmet Feyzi Efendi, Kastamonu ts.; Atasoy, İhsan, Bediüzzaman`ın Sır Katibi Mehmed Feyzi Efendi,

Nesil Yay., İstanbul 2009. 2 Bu başlık altında yer alan bilgilerin kaynağı olarak bkz.: Özdağ, "Mehmed Feyzî Efendi'nin Manevi Kimliği ve

Tasavvufi Yönü", Feyiz Pınarı Sempozyumu (Mehmed Feyzî Efendi’yi Anma Haftası Sempozyumu-I), ss. 55-

70, İstanbul 1998.

Page 3: MEHMET FEYZİ EFENDİ’NİN HAYATI VE GÖRÜŞLERİrisaleakademi.org/public/uploads/documents/12- Doç_ Dr_ Burhan BALTACI... · yapılan hatim duası; panel, konferans ve çeitli

Bu sahanın ilgililerince de bilindiği biri Tasavvuf, insanın güzel huylar edinebilmesi ve yararlı davranışlar kazanabilmesi için uğraş veren, ağırlık yönüyle gönül dünyasına yönelik metotların ve ruhanî çalışmaların disipline edildiği kutlu bir mesleğin, son derece zengin ve alabildiğine derin İslamî bir kültürün mübarek adıdır. Tasavvuf “İslam güzel ahlaktan ibarettir” gerçeğinden hareketle toplumun özünde ve dinin bünyesinde oldukça önemli bir mevkiye sahip olmuştur.

Bizler, Tasavvuf kültürü ile ortaya çıkan Dede Korkutların, Yesevi Ataların ve Derviş Yunusların; toplumu ayakta tutan, onları milletlerle yarıştıran, cihangirlerle el ele ve gönül gönüle vererek meydana getirdikleri kutlu devletlerin ve bu devletleri oluşturan şanlı kavimlerin evlatlarıyız. İşte Kastamonu’muzun Feyiz Pınarı ve Bereket Çınarı olan Mehmed Feyzî Efendi de anlatılan ölçülere akıl ve gönül yordamı ile bağlı olan tertemiz ve pek değerli bir vatan evladı idi.

MEŞREBİNİN ESASLARI

Feyzî Efendi Hazretleri mana yolunda, ilmî ifadesiyle, tasavvufî hayatı açısından takip ettiği yolu, İslam’ın üç ana temeli üzerine oturtmuştur. O bu manadan olmak üzere, “Bizim meşrebimiz şu üç esasa dayalıdır.” ifadeleri ile başlayarak bu esasları şu şekilde ilan ederdi.

1.Güzel huylar ve makbul davranışlar konusunda Hz. Peygamber'e uymak, yani Sünnet-i Seniyye’yi takip etmek.

2.Yeme ve içmenin, giyim ve kuşamın helâlden olması.

3.Ortaya konulan her türlü işte ihlâs üzere olmak.

Feyzî Efendi, çevresindeki ve ziyaretine gelen insanlara -hangi mevkiden, hangi meşrep ve cemaatten olurlarsa olsunlar,- seviyeleri ve akılları ölçüsünde, büyük bir dikkat ve hassasiyetle ilgili esasların izahlarını yaparak, onların dini yaşantılarının son derece sağlam ve sağlıklı bir yapıya kavuşmasına gayret gösterirlerdi. Bu nedenle olanca gücüyle Hz. Peygamber’e (sa.) uymanın gereğine ve O’nun sünnetinin önemine dikkatleri çekerek bu konularda nefesler tüketirlerdi.

Bu cümleden olarak, özellikle Güzel Ahlak kavramı üzerinde şu türden açıklamaları ve tembihleriyle uzun uzadıya dururlar ve buyururlardı ki:

“Güzel ahlak ancak, kendisinde şuab-ı imaniyeyi (imanın şubelerini) ikmal etmiş, kemal-i iman sahibi bir müminde tasavvur olunabilir. Onun için, imanı bozuk veya eksik olan bir kimseden ahlak-ı hamide (güzel huylar) beklenemez. Zira ahlak iman ve amele nispeten, ağaçtaki meyve gibidir. Nasıl ki meyve, kökü gövdesi, dalı budağı sağlam bir ağaçta tasavvur olunabilir. Aynen öyle de, güzel ahlak ancak, imanı kemale ermiş ve salih amel kesp etmiş bir müminde tasavvur olunabilir. Bütün buna rağmen hala güzel ahlaktan dem vuruluyorsa, sun’î bir ağacın dallarına ve budaklarına bir takım meyveleri, başkalarına fark ettirmeden tutturmak ve asmak

Page 4: MEHMET FEYZİ EFENDİ’NİN HAYATI VE GÖRÜŞLERİrisaleakademi.org/public/uploads/documents/12- Doç_ Dr_ Burhan BALTACI... · yapılan hatim duası; panel, konferans ve çeitli

suretiyle “İşte size mükemmel bir meyveli ağaç!” diyerek takdimde bulunma kabilinden olup, tamamen tasannudan ibaret bir aldatmaca ve bir kandırmacadır.”

Şu halde Efendi Hazretleri'nin vermiş olduğu bu çok güzel misali açıklamakla şunu anlamış olduk ki, sağlam bir iman, kökü sapasağlam olan bir ağaca, salih ameller bu ağacın gövde ve dallarına, güzel huylar ise ilgili ağacın meyvelerine benzemektedir. İşte bu neviden açıklamalarıyla Feyzî Efendi kalpteki inancın son derece sağlam olmasına özen gösterirler ve son derece bu işe önem vererek Ehl-i Sünnet inancının yayılmasına bizzat öncülük ederlerdi. Çünkü Ehl-i Sünnet imanı, bizlere 1200 sene evvelinden ta anayurdumuz Asya’daki İmam Maturîdî, Ata Yesevî ve Şah-ı Nakşıbendi –Buharî’den- doğru şimdiki yurdumuz Anadolu’ya Hacı Bayramlar, Tabduk ve Yunus Emreler, Akşemseddinler, Mevlanalar ve bu ululara el ve gönül veren şanlı beyler ile sultanlar vasıtasıyla ulaştırılarak ve yerleştirilerek daima hem milli varlık ve birliğimizi, hem de dini varlık ve bütünlüğümüzü ayakta tutan en önemli faktör olagelmiştir.

Günümüzde, inancının hangi esaslara ve temellere bağlı olduğunu bilmediğimiz ve kendilerince de gayet gizli tutularak, herhangi bir açıklamaya imkân vermeksizin sırf İslam ve Kur’ân isimleri adı altında son derece tuhaf açıklamalarda bulunarak, Ehl-i

Sünnet dışı fikir ve davranışları, basın ve fikir özgürlüğünü de istismar ederek, sergilemeye ve yaymaya çalışan bir takım kimselerin, yüzyıllar boyu bozulmadan ve saptırılmadan bize intikal ettirilen; inançlarımızı sarsmakla, dinî birliğimizin ve millî dirliğimizin de buna paralel olarak gün be gün sarsıldığını ve toplumumuzun bünyesinde son derece onarılmayacak yaralar açılmakta olduğunu görmekteyiz.

İşte Feyzî Efendi, bu hazin ve hazin olduğu kadar da son derece tehlikeli olan durumu, daha o günlerde henüz potansiyel bir tehlike ve çimlenmemiş bir çekirdek iken görmüşler, bu meyanda etrafındaki insanlara endişelerini sözlü veya fiili türden uyarılarıyla belirtmişlerdir.

Feyzî Efendi’nin manevi yolunda ve irşat hayatında takip ettiği ikinci ana prensip, helâlden yiyip içmek idi. Haramla beslenen bir vücuda, ateşin daha layık olduğu Hz. Peygamber tarafından belirtilmiş bir hakikattir. Bu cümleden olmak üzere Feyzî Efendi, haramla beslenen bir kimsenin yapmış olduğu ibadet ve hayrından feyiz, nur ve bereket alamayacağını özellikle belirterek, Ashab-ı Kiram Efendilerimizin "harama düşeriz," endişelerinden ötürü helâllerin üçte ikisini terk ettiklerini hayretle ifade buyururlardı.

Bu arada vücuda farkında olmadan herhangi bir yolla haramdan bir şey girmiş ise, yapılacak tövbe istiğfar ve zikir nuruyla bu kısımların yanarak istihale yoluyla vücudun tekrar temizleneceğine işaret buyururlardı. Tabii ki bu arada mana yolunun en önemli umdelerinden olan Allah’ı (cc.) zikir meselesini de ayrıca ve özellikle gündeme getirirlerdi. Şu kesin bir hakikattir ki, nefislerin arınmasında, kalplerin cilalanarak huzur ve rahata kavuşmasında ve bu meyanda insan vücudunun tüm sıkıntılardan ve olumsuzluklardan kurtulmasında Allah’ı zikretme ibadetinin apayrı bir yeri ve önemi vardır.

Page 5: MEHMET FEYZİ EFENDİ’NİN HAYATI VE GÖRÜŞLERİrisaleakademi.org/public/uploads/documents/12- Doç_ Dr_ Burhan BALTACI... · yapılan hatim duası; panel, konferans ve çeitli

Feyzî Efendi Hazretleri’nin insan nefsinin arındırılması, kalp ve ruhunun huzur ve sükûna kavuşturulması konularında toplumumuza yönelik tavsiye ve telkinleri genel anlamda şu esaslar doğrultusunda olurdu: “Bizim usulümüzde riyazât yoktur.” Zira bu yolun büyük pirlerinden Şah-ı Nakşibend ve İmam-ı Rabbanî gibi zevat-ı âliye, riyazâttan hâsıl olacak şerrin, ondan elde edilecek hayırdan daha fazla olduğunu görmüşler ve onun için bu yolu terk etmişlerdir.

Feyzî Efendi genelde “az yemek ve az uyumak” şeklinde ifadesini bulan riyazât neticesinde, özellikle de usulü bilinmeden yapıldığında insan sağlığının maddeten ve manen tehlikeye gireceğini belirtirlerdi. Bu meyanda adı geçen kimselerde hayal görme ve asılsız sesler duyma şeklinde hastalığının belireceğine ve önü alınmazsa çok daha korkunç sonuçların ortaya çıkacağına işaret ederlerdi. Bazen bu kimselerden olağanüstü gibi görünen bir takım şeyler zuhur edebileceğini, ancak bunların nefis tarafından gelen şeytani şeyler olduğunu da ayrıca belirterek bu neviden ahvalin kesinlikle kerametle karıştırılmaması gerektiğini bildirirlerdi. Konunun daha açık ve daha net algılanabilmesi için de Hindu dinindeki fakirlerden ve Buda dinindeki müritlerden örnekler vererek onlarda da riyazât oluyla kazanılmış bir takım keramete benzer olağanüstü diyebileceğimiz şeyler göründüğünü anlatırlardı. Hem bu zamanda az yemenin, az uyumanın mümine kâfi gelmeyeceğini belirttikten sonra, bu durumun sebebini ilim, marifet ve özellikle ibadet ve evradın yetersizliğine bağlarlardı. Yani manevi gücün azlığından dolayı kişinin gıdasını maddi olan besinlerden almak zorunda olduğunu belirtirlerdi.

Her besinde biri bedenin güçlenmesine ve biri de ruhun kuvvetlenmesine sebep olan iki tür gıda olduğunu; birincisine vitamin, ikincisine ise melekût denildiğini beyan buyururlardı. Binaenaleyh ibadet, tâat ve evrat yoluyla tatmin olunamayan bir vücudun (yani ruhun), lazım gelen ihtiyacını, yiyeceği besinler vasıtası ile karşılayacağı pek tabiidir. Yine Efendi Hazretleri bu neviden olarak tasavvuf ehlinin mensuplarına telkin ettikleri zikir ve evratların da, ilgili kişilerin mesleklerinin, görev durumlarının zaman ve zemin ortamına uyumlarını göz önüne almadan oldukça yüklü sayılarda vazife vermelerini de hiç hoş görmez ve bu yolun usulünde yer alan gerçeklere uygun bulmazdı. Çünkü bu gibi konularda dinî esaslar içerisinde dondurulmuş ve kesinleşmiş belirli sayılar yoktur. Hz. Peygamber'in hayatında da ümmetine örnek olması için değişik sayılara yer verilmiştir. Tasavvuf erlerinin ve mana pirlerinin bu konularda bir müctehid gibi olduklarını belirten Feyzî Efendi, buna binaen onların mensuplarını zaman ve zemin içerisinde, bizzat içinde bulundukları toplumun genel hayat şartlarını göz önüne almalarını ve bu ictihad haklarını kullanarak onların özel yapılarına uygun vazifeler vererek, bu hususta standartlıktan uzak, herkesi kendi kabiliyetiyle orantılı olan bir irşat usulüne tâbi tutmalarının daha doğru ve onlar için daha verimli olacağına işaret ederlerdi. Bizzat kendileri de anlatılan doğrultuda, sohbetlerine ve ziyaretine gelenlere Allah Teâlâ Hazretleri'ni çok zikretmelerini telkin buyurarak, ilgili hususları, Kur’ân ayetleri, Peygamber sözleri ve bu yolun ulu pirlerinin hikmetleri ile pekiştirirler ve pek güzel bir şekilde süslerlerdi.

Bu meyanda özellikle şu sırlı ve çok önemli hakikati, üzerine basa basa vurgularlar ve hassaten bu konuda ilgili kişileri uyarmayı bir vazife bilirlerdi:

Page 6: MEHMET FEYZİ EFENDİ’NİN HAYATI VE GÖRÜŞLERİrisaleakademi.org/public/uploads/documents/12- Doç_ Dr_ Burhan BALTACI... · yapılan hatim duası; panel, konferans ve çeitli

“Allah Teâlâ'yı zikretmek için ille de birinden izin almak gerekmez. Çünkü Allah Teâlâ Hazretleri kullarının, kendisini çok çok zikretmeleri için Kitâb'ında bizzat emir vermektedir. Cenab-ı Hakk'ın emri, aynı zamanda kulları için izindir. Müfessirler ayetlerde yer alan "bi-emrihî" “O’nun emri ile” ifadesini, "bi-iznihî" “O’nun izni ile” şeklinde tefsir etmişlerdir. Hususan şunu da unutmamalıdır ki, "Cenab-ı Hakk'ı çok zikir," adet itibari ile değildir. Kelamullah'ta beyan buyrulan “çok zikir” emri, dilin kalbe, kalbin de dile mutabakatı ile yapılan zikirdir. Yoksa kalbur dolusu tespihler çekilse de, kalp dile, dil kalbe mutabık olmadıkça o zikir yine de zikr-i kesir değil; zikr-i kalildir. Yani bu türden bir zikir çok zikir değil, az zikir sayılır.

Zira münafıklar hakkında beyan buyrulan “Onlar Allah’ı az zikrederler” ayetinden murat, onların sayı itibari ile az zikir yaptıkları değil; kalplerinin dillerine iştiraki ile zikir yapmadıklarını beyandır. Efendi Hazretleri’nin mana ufkunda kanat çırpabilmenin ana unsurlarından olarak belirttiği esaslardan üçüncüsü ve belki de en önemlisi ihlâs denilen cevherdir. Zira ihlâssız yapılan bir amele sevap yoktur ve bu tür ameller Allah katında merduttur. O mübarek bu konuda şunları ifade etmişlerdir.

“İhlâs, Allah Teâlâ'nın sevdiği kullarının kalplerine tevdî buyurduğu bir sırdan ibarettir. Kimin kalbine bu sır girerse o kimse ister dünyevi olsun ister uhrevi, her türlü işinde Cenab-ı Hakk'a karşı ihlâs üzere olur. İhlâssız amel ruhsuz cesede benzer. İhlâssız amele sevap yoktur, boşu boşuna hamallıktır!”

MEŞREBİNİN KAYNAKLARI

Feyzî Efendi'nin mana ülkesi ve onu bu ülkeye ulaştıran hususî meşrebi, şu üç ana kolun birleşmesiyle ve birbirine özenle ve mizanla karışması, yani sentezi ile vücut bulmuştur.

1. Hz. Peygamber'den (sa.) günümüze kadar nakil yoluyla aktarıla gelen Kur’ân,

sünnet ve bu iki ana esasa dayalı olarak geliştirilen ve adına İslamî bilgiler denilen İlmî Kültür.

2. Adıyla sanıyla ta Asya’nın içlerinden gelerek Anadolu Erenlerinin gönül âlemlerinden bu cennet vatanda yaşayan insanların yüreklerine serpilen ve adına Muhammed Bahâuddîn Nakşibend'e (ks.) nispeten “Nakşibendiyye” denilen ve Erbilli Muhammed Es’ad Efendi'nin halifesi meşhur Kıraat âlimi Hafız Ömer Aköz

Efendi vasıtası ile bağlı olduğu feyizler kaynağı ve bereketler menbaı olan Rûhanî Kültür.

3. Büyük mütefekkir, asrımızın nadide ve güzide Allâmesi Bediüzzaman Said Nursî Efendi'nin bizzat ilmî dairesine girerek ve hususî hizmetinde bulunarak elde ettiği Risale-i Nûr Kültürü.

Her biri apayrı bir âlem olan adı geçen kültürler ve disiplinler, Feyzî Efendi'nin dünyasında birbiriyle son derece uyum halinde ve hareket dairesinde bulunuyorlardı.

Page 7: MEHMET FEYZİ EFENDİ’NİN HAYATI VE GÖRÜŞLERİrisaleakademi.org/public/uploads/documents/12- Doç_ Dr_ Burhan BALTACI... · yapılan hatim duası; panel, konferans ve çeitli

Birbirinden değişik nüanslar ve frekanslarla ayrılarak görüntüsü çok farklı dünyalardan ibaret olan adı geçen disiplinler, Feyzî Efendi'nin âleminde ve ikliminde ayrılığı bırakıyorlar ve “Birlikte rahmet vardır” diyerek, yepyeni ve pek harika kutlu bir birliği, muazzam bir dirliği ve kutsî bir diriliği yakalıyorlar. Tabii ki, zevkleri ve renkleri farklı farklı olan bu değişik türler, çok büyük bir ilahî lütufla ve görkemli bir zekânın ürünü ile ancak bir araya gelerek kaynaşabilmişler; bu meyanda son derece dikkat çekici ve akıllara durgunluk verici bir özellikle, göz kamaştırıcı ve gönül alıcı bir düzeni ve ahengi meydana koyabilmişlerdir.

İşte bütün bu nedenlerden dolayıdır ki, Feyzî Efendi’nin manevi iklimi oldukça renkli ve son derece ilginç olmuştur. O’nun bu kristal gibi olan rengârenk yapısı, Allah Teâlâ'nın tüm güzel isimlerinin onun dünyasını baştanbaşa kuşatması ve bir yumak misali onu bütünüyle sarmasından dolayıdır. Sonsuz güzelliklerin ve özelliklerin tanımı da o nispette zordur, belki de mümkün değildir. İşte Feyzî Efendi'yi gerçek anlamda tanımak ve tanıtmak da o nispette zordur. Feyzî Efendi'deki bu çok renklilik ve bir sarmaşık misali olan çok türlülük, günümüzün belli tasavvuf çevrelerinin, değişik dini birimler ve farklı meşreplerin, kendisini tanımakta güçlük çekmelerine neden olmuştur ve olmaktadır da. Dinin değişik yönleri ve ilimleri göz önüne alınarak kendisine manevi bir kimlik verilmeye veyahut da tasavvufî bir isim veya lakap takılmaya kalkıldığında, ne yapacaklarını ve ne yönde hareket edeceklerini bilmeden oldukları yerde çakılıp kaldılar.

Şu unutulmaması gereken bir sır ve bir enteresan hakikattir ki, insanların çoğu alışa geldikleri şeylerin dışında yeni bir şeyle karşılaştıkları zaman birden bire bu şeye tepki gösterirler. Bu yeni şeyi kabullenme ve ona ayak uydurmada oldukça güçlük çekerler. Yeni bir kitapla ortaya çıkan Peygamberlerin uğradıkları akıbetler de aynı türden olup, aynı sırra ve hikmete binaendir. Fakat akıllarını ve vicdanlarını kullanarak geleceğe doğru müspet adımlarla yol almayı gaye edinen fertler, adı geçen mübarek şahsiyetlerle tanışmada, anlaşmada ve beraberce mana yolunda kaynaşarak yol alamda hiç de güçlük çekmezler.

Feyzî Efendi Hazretleri kendilerinin manevi şahsında ve takip ettiği tasavvufî yolunda belirmiş olan bu esrarengiz vasfından dolayı bizzat kendileri kendisi için “Bir Garip” ve bu meyanda adı geçen meşrebine de “Mesleğimiz gariplik” ismini vermek suretiyle etrafında oluşan garabet çemberini kırmaya ve çevresine örülen hayret bendini yıkmaya gayret ederek bazı açılardan insanların kendisini tanıyabilmelerine imkân vermişlerdir.

HAYAT SAFHALARI

Şimdi de Feyzî Efendi’nin mana ikliminde geçirmiş olduğu ruhanî mevsimlerden söz etmek istiyoruz. İnsan hayatında fiziki dönemlerin; mesela çocukluk, delikanlılık, adamlık ve nihayet ihtiyarlık şeklinde ifade olunabilen zaman dilimlerinin yer aldığını biliyoruz. Her dönemin kendisine mahsus çok farklı görüntüleri ve ruhî esintileri vardır. İnsanın bu zaman dilimleri içerisinde hayalleri ve fikirleri bile yerine göre değişmektedir.

Page 8: MEHMET FEYZİ EFENDİ’NİN HAYATI VE GÖRÜŞLERİrisaleakademi.org/public/uploads/documents/12- Doç_ Dr_ Burhan BALTACI... · yapılan hatim duası; panel, konferans ve çeitli

İşte Feyzî Efendi’nin son derece renkli olan kristal dünyasında ve manevi seyrinde de adı geçen türde mevsimler oluşmuştur. O bu mevsimleri, kendi hususiyetlerine göre Hubbîlik, Cübbîlik, Sükûtîlik ve nihayet Türâbîlik olarak başlıca dört fasıl halinde ifade etmişler ve meşrebinin üç ana aslını bu dört fasılla gönüllere ve kafalara iletmeye ve bu meyanda hâsılatını üretmeye devam edip durmuşlardır. Efendi Hazretleri Hubbîlik mevsiminde insanların ve hatta hayvanların mana âlemlerine bir sevgi köprüsü, bir şefkat bağı kurarak son derece sevecen ve gayet hoşgörülü olmuşlardır. Allah’ın kullarıyla bir tür ruhanî ilişki kurmada bir vesile ve vasıta olmasından ötürü adı geçen ruhî mevsimlerin, tasavvufî kültürün intikal ettirilmesinde son derece cazip metotlar olduğu görülmektedir.

O bu kutlu metodu, bizzat takip ettiği mana yolunun erlerinden ve bu yolun önde gelen pirlerinden İmâm Rabbânî Ahmed-i Farûkî Serhendî Hazretleri’nden almıştı. Muazzam, eşsiz İslam Kültürü içerisinde ikinci bin yılın müceddidi kabul edilen o büyük İmam, Mektûbat adında yayınlanan kitabı içerisindeki bir pasajında şunları söylüyordu. “Şunu iyi bilmelisin ki, bizim irtibatımız Hubbîlik yoluyladır. (Bu yol,) kalbin cilalanmasına ve karşılıklı olarak birbirine yansıması esasına dayalıdır. Kişinin uzakta veya yakında bulunması fark etmez. Şu şartla ki, sevgi ipi kopmayacak ve hasret ateşi sönmeyecek.”

Hubbîlik yolu Anadolu’nun ulu erenlerince “Sevelim sevilelim; dünya kimseye kalmaz.” “Yaratılanı severiz, yaratandan ötürü.” ve “Ben gelmedim dâvi için, benim işim sevî için.” gibi kutlu sözlerle formüle edilerek toplumumuzun sosyal ve psikolojik yapısında daima ön planda tutulmuş, bu çok mübarek esasların potasında milletin ruh ve vicdanı tam anlamıyla yoğrulmuştur.

Yine Anadolu’nun kutlu hakanı ve âşıklar âleminin yüce sultanı Hz. Mevlana (ks.) Efendimiz “Âşık ol ki, daima diri kalasın” sırlı sözüyle bu yüce milletin gönül yurdunun, sevgi ile mamur kılınarak ancak ve ancak, birliğinin, dirliğinin ve diriliğinin kazandırılabileceğine işaret etmişlerdir.

Efendi Hazretleri’nin mana ikliminde beliren ikinci fasıl Cübbîliktir. Ne zaman ki, kardeşler arasında haset duyguları ayyuka çıktı, dedikodular ve insan vicdanını rencide eden ve şiddetle sarsan bir takım olumsuzluklar ve su-i tefsirler çevreyi sardı, Efendi Hazretleri de Hz. Yusuf misali kuyu dibine indi.

“Cübbîlik” kuyu anlamına gelen “cübb” kelimesinden alınmıştır ki, “kuyu dibine mensup olan” demektir. Efendi Hazretleri’nin kendisini “kuyu dibinde” olarak ifade etmesi, özellikle de o günlerde ülkemizde manevi trafiğin yoğunlaştığı; oldukça karmaşık ve çapraşık bir vaziyet aldığı ve bu sahada senlik ve benlik kavgasının ayyuka çıkıp, saf ve bir şeyden haberi olmayan müminlerin, gerçek olanla gerçek olmayanı birbirinden ayıramaz hale geldikleri bir fesat ortamını görmesinden dolaydır ki, tamamen kendi elinde olmayan nedenlerle beliren bu karmaşa ortamından uzaklaşmaya ve hadis-i şerifte yerini bulan “Gerçek mümin elinden ve dilinden insanların emniyette olduğu kimsedir” kutlu beyanata uymaya yöneliktir. Efendi Hazretleri bu aşamada ve bu mevsimdeki pozisyonunu “Biz kuyu dibindeyiz; minare şerefinde olanların işine karışmayız” ve “Biz bilemeyiz; kimseye bir şey diyemeyiz” gibi orijinal ifadeleri ile beyan buyurmuşlardır.

Page 9: MEHMET FEYZİ EFENDİ’NİN HAYATI VE GÖRÜŞLERİrisaleakademi.org/public/uploads/documents/12- Doç_ Dr_ Burhan BALTACI... · yapılan hatim duası; panel, konferans ve çeitli

Feyzî Efendi’nin mana hayatının ve renklilikler dünyasını üçüncü mevsimi Sükûtîliktir. "Sessiz, suskun ve sakin olmak" anlamlarından alınmış olan bu mübarek terim, Feyzî Efendi'nin, Allah katında olanları, dünyada olanlara tam anlamı ile tercih ettiği bir dönemdir. Feyzî Efendi, bu dönemdeki ziyaretçilerini genelde kısmen kabul etmiş ve ziyaretine aldıklarını da, gayet sesiz ve sakin bir tavırla ağırlamışlardır. Bu durumda gelenlerine, “Siz konuşun; ben sükûtîyim.” buyururlar ve onlarla manevi ağırlıklı bir görüşme yaparlardı. Bir diğer ifadesinde bu yönünü şu şekilde dile getirmişlerdir. “Şimdiye kadar çok konuştuk; çok konuşan çok hata eder. Artık hatalara istiğfar zamanı geldi.” “Her şeyin bir emekliliği var. Ben de emekli oldum! Neden emekli oldun derseniz; Hiçlik’ten!”

Onun bu âlemdeki mana yolculuğunda içerisinden geçtiği son durak Türâbîlik idi. Türâbî, toprağa mensup olan demektir. Topraktan gelen toprağa gidecektir. Bu âlemde ne kadar yaşasak, sonunda kara toprağa girmek ve ona karışmak bizler için kesin bir takdirdir. İnsanın bu gerçeği özümseyerek, onu daima gözünün önünden ayırmaması, dünya ve içindeki oyunlara, zevklere ve eğlencelere kapılmadan gayet şuurlu ve uyanık bir hayatın yaşanabilmesini sağlar.

İşte Efendi Hazretleri de “Ölmeden evvel ölünüz” hikmetli fermanına uyarak kendisini bir kabir misali olan ıssız odası içerisinde kara toprağa karışmış bir vaziyette görmüş ve bilmiştir. “Benim sadık yârim kara topraktır.” diyen âşık da ne güzel söylemiş ve bu hakikati ne hoş terennüm etmiştir!

Kendileri şu mübarek sözleri ile de adı geçen sırra ve hakikate işaret ederek bu yöndeki özlemlerini farklı bir üslup ile dile getirmişlerdir. “Ölüyü kabre koymak, ona bir ikramdır. Çünkü mevtanın kabre konulması, kundaktaki çocuğu anasının kucağına teslim etmek gibidir.”

Bütün bu anlatımlar ve açıklamalar onu gösteriyor ki, Feyzî Efendi, bilgi ve becerilerini, görgü ve duygularını insanlığa aktarırken asla bir mukallit olmadı. Yani başkaları tarafından ortaya konulan ve piyasaya öylece sürülen fikirleri bir mirasyedi gibi satmaya ve tüketmeye kalkışmadı. Tam aksine atadan ve geçmişten devraldığı bilgi ve marifet hazinelerini, kendi şahsına ait kıldığı usul ve metotlarla çalıştırarak, biçim ve oluşumları üzerinde, zaman ve zemin şartlarına uygun görüntüler kaydederek, yepyeni boyutlarda, yepyeni sırlar ve hakikatler keşfetme peşinde olmuşlar ve daima bu meyanda ülküler ve duygularla dopdolu olmuşlardır.

Bizim burada yaptıklarımız sizlere onu anlatmaktan ziyade, dikkatlerinizi ve meraklarınızı çekerek bizzat kendi çabanız, yönelişiniz ve araştırmalarınızla o mübarek şahsiyeti, o şanlı vatan evladını tanımanıza ve layık-ı veçhile kendisinin marifet deryasından istifade etmesine basit bir katkıda bulunmak ve bu meyanda ilgili çalışmalara bir ön ayak olmaktır.

Page 10: MEHMET FEYZİ EFENDİ’NİN HAYATI VE GÖRÜŞLERİrisaleakademi.org/public/uploads/documents/12- Doç_ Dr_ Burhan BALTACI... · yapılan hatim duası; panel, konferans ve çeitli

MEHMED FEYZÎ EFENDİ’NİN SÖZLERİNDEN ÖRNEKLER

Hayatı boyunca yapmış oldukları tavsiyelerden ve veciz sözlerinden bazı örnekler şunlardır:3

"Kur’ân’ın irşâd ettiği yol en sağlam yoldur. Başka kapı aramaya lüzum yoktur."

"Müsbet düşünelim, müsbet söyleyelim, müsbet hareket edelim."

"Mefâhir-i milliyye, mefâhir-i dîniyye ve sadâkat-i vataniyye mefkûresi; bu üçü bir arada imtizâc ettiği zaman onulmayacak hiçbir yara kalmaz."

"Ben ebû'l-yüsrüm, ebû'l-usr değilim."

"Rızk-ı sûrîde kanaat iyidir; fakat rızk-ı mânevîde kanaat güzel değildir."

"Askerlikte neferlik, sivil hayatta hiçlik, mesleğimiz gariplik!"

"Ne cebre kayalım, ne itizâle dalalım; ehl-i sünnet’te kalalım"

"Bu fakir, askerde nefer, sivil hayatta hiç imiş, mesleği ise gariplik ve miskinlik imiş."

"Kemal-i iman kesbedip, a’mâl-i sâlihaya muvaffak olmak şartıyla, gençlik de güzel ihtiyarlık da."

"Bir zamanlar hubbî idik, sonra cübbî olduk, şimde de sükûtîyiz. ileride türâbî olacağız."

"Bir zamanlar hubbî idik; sonra cübbî olduk. Şimdi de sükûtiyiz. İlerde türâbî olacağız. Hubbîlik suûbetli, cübbîlik sühûletli, sükûtîlik selâmetli."

Kur'ân-ı Kerim Hakkındaki Sözleri

"Tahâret-i kâmileye ulaşamamış kimse Kur'ân'ın hakâikına muttalî olamaz." "Kur'ân'ın irşâdından, Ehâdîs-i Nebeviyye'nin irşâdından, ulemânın irşâdından başka çâre yoktur." "Kendi bildiğimize Kur'ân'dan ve Hadis'den mânâ çıkaramayız; onunla amel edemeyiz. Ancak ulemânın kâide-i mukarreresi altında mânâ istihrâc edip, ona göre amel etmeliyiz." "Kalpler Kur'ân'la hayat bulduğu için, Kur'ân'ın bir ismi de "Ruh"'tur. Kur'ân'ın hakâikını fehmeden kalp, hayattardır. Kur'ân'ın hakâikını fehimden gafil kalpler, ölüdür."

"Seyr-i ilim Kur'ân'la başlar; yine Kur'ân'la nihayet bulur. Kur'ân'ın meânî-i adîdesi vardır. Hakâikı, bitmeyen, tükenmeyen deniz dalgaları gibidir." "Kur'ân, insanın

3 M. Feyzi Efendi’nin sözleri hakkında geniş bilgi için bkz. Özdağ, Musa, Feyizlerden Damlalar, İstanbul

1996; Özdağ, Musa, Feyizler Sultanı Mehmet Feyzi Efendi ve Feyizlerden Damlalar, (İki eserin bir arada ve

ilavelerle tekrar basılmış hali), Kutlu Bilgi Yay., Kastamonu 2010; Baltacı, Burhan (editör), Kastamonu’nun

Manevî Mimarları-1 –Mehmet Feyzi Efendi-, Türkav, Kastamonu 2013.

Page 11: MEHMET FEYZİ EFENDİ’NİN HAYATI VE GÖRÜŞLERİrisaleakademi.org/public/uploads/documents/12- Doç_ Dr_ Burhan BALTACI... · yapılan hatim duası; panel, konferans ve çeitli

bütün latîfelerine; ruhuna, kalbine ve istîdatlarına ziyafet veriyor." "Kur'ân'da, fehme takrîb için, ma'kûlâtı mahsûsâta; mahsûsâtı ma'kûlâta teşbîh vardır ki ediplerce çok üstündür. Yanlış anlamamalı. Üstâd (r.a.) buna, "Tenezzülât-ı İlâhîyye ilâ ukûli'l- beşer" (İlâhî sırların beşerin akılları seviyesine tenezzülü) diyor.4 Ben buna "bel ilâ isti’dâdâti'l- beşeriyye"yi ilave ediyorum."

"Kur'ân, ölülere hitap etmiyor! Dirilere hitap ediyor! Asrımız Kur'ân asrıdır." "Kur'ân, İlâhî bir sofradır. Ama ondan, mîzâcı tam olanlar hakkıyla istifade edebilir." "Kur'ân fârıktır; hakkı-bâtılı, meleği-şeytanı, nikâhı-sifahı, helâli-haramı tefrik ederek yaşayalım." "Kelâmullah, bütün elvâha ketbolundu. İnsan hâfızası da bir levhadır." "Kur'ân, melekûtî bir yazı ile hâfızada yazılıdır. Hâfız için çalışmak, o istîdâdın bi'l-kuvvelikten bi'l-fiile gelmesi ve inkişâfı içindir."

"Kur'ân, silsile-i kütübün netîcesidir. Bunun için Cenâb-ı Hak onun hıfzını deruhde etti." "Her vahiy Kur'ân değildir. Çünkü Kur'ân'ın hem nazmı, hem mânâsı münzeldir. Ehâdîs-i sahîhada ise sadece mânâ münzel olup, nazım değildir." " Kelâmullâhı, Mütekellim-i Ezelî'den; hadis-i şerifleri de, fem-i saâdetten işitir gibi okuyup-dinlemelidir." "Tilâvet-i Kur'ân olan yere sekînet nâzil olur, melekler nâzil olur, nur nâzil olur." "Kur'ân'a tâzim, Allah'a tâzimdir. Kur'ân'a hürmetsizlik, Hakk'a hürmetsizliktir."

"Asrımız, Kur'ân asrıdır. Okumamakla, amel etmemekle Kur'ân nisbetini kesmez. Ya cennete yeder; ya da cehenneme tepeleyerek sokuncaya kadar takip eder." "Kur'ân'ın irşâd ettiği yol en sağlam yoldur; başka kapı aramağa lüzum yoktur." "Kur'ân ölülere değil, dirilere hitap ediyor!" "Tarîk-ı müstakîm, Kur'ân'ın irşâd ettiği yoldur. Cennete-cemâlullaha ulaştıran yol Kur'ân yoludur." "Kur'ân bizi, kâfirlerle dost olmaktan men ediyor. Kâfirlerle dost olmak haramdır."

Hz. Peygamber ve Sünnet-i Seniyye Hakkındaki Sözleri

"Kemâl-i îman, Rasûlullah'a (s.a.) muhabbetle hâsıl olur. Muhabbetullahın alâmeti de Rasûl-i Ekrem'e itaattir." "En çirkin bid'at, bir sünnetin terkine ve iptâline sebep olandır." "Rasûlullah Efendimiz (s.a.) Şems-i Fazilet'dir. Şefaat isteyince hemen yetişir." "Bütün akılların nuru, Rasûl-i Ekrem'in (s.a.) sirâc-ı nurundan taksim edilmiştir. Fakat istîdatları hasebiyle mütefâvit olmuştur." "Rasûlullah Efendimiz kabr-i şeriflerinde harâretiyle, tarâvetiyle, hayat-ı berzahiyye ile hayydırlar."

"Rasûlullah (s.a.) Efendimiz'i rüyada şemâiline uygun olarak görmek, hakîkaten görmektir. Rüyada mahzûn ve mesrûr görülmesi, râîye bakan bir meseledir. Mesrûr görmesi, sünnetine ittiba' ettiğine; mahzûn görmesi, sünnete ittibada kusurunun ve noksanının bulunduğuna bir işarettir." "Rasûlullah Efendimizle, ona çok salavât getirerek irtibat kurmak lâzım. Tâ ki, iştiyak harâretimiz ziyadeleşsin." "Rasûlullah Efendimize nisbetimizi muhâfazaya çalışalım. İmanın kemâli, Rasûlullah Efendimizi çok sevmektedir. Onu çok seven de, sünnetine mutâbaat eder."

4 Bkz. Said Nursî, Sözler, s. 362; Şualar, s. 124.

Page 12: MEHMET FEYZİ EFENDİ’NİN HAYATI VE GÖRÜŞLERİrisaleakademi.org/public/uploads/documents/12- Doç_ Dr_ Burhan BALTACI... · yapılan hatim duası; panel, konferans ve çeitli

"Rasûlullah Efendimiz'den bize Kur'ân kaldı, ilim kaldı, hilim sabır, tahammül ve şefkat kaldı." "Âhir zamanda, kendini bilmez bir grup, koltuklara yaslanıp, bacak bacak üstüne atıp, sigara tüttürerek, lâubâlî bir şekilde "sen hadisi bırak, bu mesele Kur'ân'da var mı, ona bak" diyecekler!..." "Râvîleriyle ve senedâtıyla altı tane hadis-i şerifi ezbere bilmeyen adamlar; râvîleriyle ve senedâtıyla hâfızasında 600 bin hadisi zapteden İmâm-ı Buhârî'nin aleyhinde konuşamazlar."

Rasûlullah'a Karşı Görevlerimiz

"1. Rasûlullah Efendimizi kendi nefsimizden evlâ bileceğiz.

2. Sünnetine ittibâ edeceğiz.

3. Âl ve ashâbını seveceğiz.

4. Hadislerine hürmet edeceğiz.

5. Çokça salavât getireceğiz."

RİSALE-İ NUR VE BEDİÜZZAMAN HAKKINDAKİ BAZI SÖZLERİ5

“Hâfız Ali Efendi: Denizli hapishanesinden çıkınca Üstâd, Selahaddîn Çelebi , Hâfız Emin ve ben, Hâfız Ali Efendi'nin mezarını ziyarete gittik. Üstâd eline bir kalem alarak Hâfız Ali Efendi'nin kabri başındaki tahtaya şöyle yazdı:

"Risâle-i nurun alemdarı, İslâmköylü Hâfız Ali"

Hâfız Ali'nin Kerameti: Üstâd hazretleri Barla'da, bir mübârek gecede dua ederken Hâfız Ali Efendi'nin âmin dediğini işitiyorlar.6 Üstâd yanındakilere: "Benim duyduğumu siz de duyuyor musunuz?" diye soruyor. Onlar da, bu sesi işittiklerini söylüyorlar. Hâfız Ali Efendi şehîddir. Hem gurbette, hem mahbûs, hem hasta, hem de hastalığı ölümle neticeleniyor.

Risâle-i Nur Dâvâsı: Risâle-i nur, iman ve Kur'ân dâvâsıdır. Bu dâvâ, bütün mâcerâların fevkınde kalsın. İltibâs yakışmıyor. Üstâd, kabrinde rahatsız oluyor.

Anarşinin Kaynağı: Üstâd, Denizli mahkemesinde: "Bu milletin dinle olan râbıtaları ve bağları çözülürse, o zaman anarşi olur!" demişti. O zaman: "Anarşi neymiş?" diyenler, şimdi bu hali görsünler!..

5 Mehmet Feyzi Efendi’nin Risale-i Nur ve Bediüzzaman hakkındaki sözleri için bkz. Özdağ, Musa, Feyizler

Sultanı, ss. 282-284. 6 Bu mübârek zâtın dâvûdî bir sesi olduğundan, arkadaşları onun sesini hemen fark edermiş.

Page 13: MEHMET FEYZİ EFENDİ’NİN HAYATI VE GÖRÜŞLERİrisaleakademi.org/public/uploads/documents/12- Doç_ Dr_ Burhan BALTACI... · yapılan hatim duası; panel, konferans ve çeitli

Risâle-i Nurlarda Ölçü: Üstâd Hazretleri, Risâle-i Nurları Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat akîdesi üzere; kavâidi-i Ehl-i Sünnet'i esas tutarak kaleme almış, ondan kıl kadar inhirâf etmemiştir.

Üstâdın Kardeşlik Ölçüsü: Üstâd, günâh-ı kebâiri terkedeni, ferâizi işleyeni âhiret kardeşliğine kabul etti.

Usûl ve Fıkıh İlmi: Üstâd: "Fıkıhta Şâfiî fıkhı üstündür; usûlde ise Hanefî usûlü üstündür." derdi.

Enbiyânın Velâyetleri ve Risâletleri: Enbiyânın kendi zâtlarına mahsûs olmak üzere, velâyetleri nübüvvetlerinden üstündür. Üstâd Hazretleri de: "Enbiyânın velâyetleri, risâlete inkılâb etti." derdi. Herkesin kendine göre bir görüşü var; o da bu görüşteydi.

Üstâdın İlmi: Üstâd Hazretlerine, kesbî ilimlerden başka, üveysî olarak da vehbî ilimler ihsân olunmuştu. İlmi üveysî olarak, İmâm-ı Gazâlî'den; o da üveysî olarak, Hz. Ali (r.a.) Efendimizden; Hz. Ali Efendimiz de, Rasûl-i Ekrem Efendimizden (s.a.) aldılar.

Risâle-i Nurları Nasıl Okumalı: Risâle-i nurları tekrar tekrar okumak lâzım; sathî değil. Bütün duygular ve latîfelerle teveccüh ederek okumalı ki, her duygu, her latîfe hissesini alsın.

Bâtınîlik ve Hurûfîlik: Ulemâmız, Hurûfîliği ve Bâtınîliği reddetti. Zamanında Risâle-i nur talebelerine söyledim "Risâle-i nurun müteşâbihât ve cifre ait kısımları saklansın, muhkemât kısmıyla meşgul olunsun." fakat sözümü tutmadılar.7

Kur'ân'da Teşbîh: Kur'ân'da, fehme takrîb için, ma'kûlâtı mahsûsâta; mahsûsâtı ma'kûlâta teşbîh vardır ki ediplerce çok üstündür. Yanlış anlamamalı. Üstâz (r.a.) buna, "Tenezzülât-ı İlâhîyye ilâ ukûli'l- beşer" (İlâhî sırların beşerin akılları seviyesine tenezzülü) diyor.8 Ben buna: "bel ilâ istitââti'l- beşeriyye"yi ilave ediyorum.”

Bu ibareler çeşitli izahlar gerektirmekle beraber bu açıklamaları diğer çalışmalara havale ederek burada sadece zikretmekle yetinilmiştir.

BİR MEKTUP

Tebliğimizin bu bölümünde Tarihçe-i Hayat’ta yer alan ve “Risâle-i Nur Şâkirdlerinden Feyzî (M. Feyzi Efendi), Emin” imzasını taşıyan bir mektuba teberrüken yer vermek istiyoruz.

7 Risâle-i nur talebelerinden, Nur risâlelerini tanıtırken ve takdim ederken, ilk etapta Sikke-i Tasdik-i Gaybî gibi

cifrî kısımları ve mahrem konuları ortaya koyanları kastediyor. Hâlbuki bu durum, ilk bakışta Hurufiliğe ve

Bâtıniliğe benzediğinden muhatabı ürkütüyor. 8 Bkz. Said Nursî, Sözler, s. 362; Şualar, s. 124.

Page 14: MEHMET FEYZİ EFENDİ’NİN HAYATI VE GÖRÜŞLERİrisaleakademi.org/public/uploads/documents/12- Doç_ Dr_ Burhan BALTACI... · yapılan hatim duası; panel, konferans ve çeitli

“KASTAMONU’DA BEDİÜZZAMAN’A SEKİZ SENE HİZMET EDEN MEHMED FEYZİ İLE KIYMETDAR BİR NUR TALEBESİ OLAN EMİN’İN BİR MEKTÛBUDUR

Çok Sevgili, Çok Kıymetdar, Çok Müşfik Üstadımız Efendimiz Hazretleri;

Evvelâ: Leyle-i Mi’racınızı tebrik eder, ellerinizden öper, kusurumuzun afvını rica ederiz.

Üstadımızın tercüme-i halini merak edenlere deriz ki:

Kur’ân-ı Hakîm, otuz üç Âyâtının i’cazkâr işâretiyle, İmâm-ı Ali Radiyallahu Anhu Celcelûtiye ve Ercûzesinde kerâmetkâr delâlâtiyle; Gavs-ı Azam Kuddise Sırruhu, beşaretkâr beyânatiyle, Üstadımızın hakîki terceme-i halini ve Risâle-i Nur’un hakîki mâhiyetini beyân etmişler.

Üstadımızın şahs-ı ma’nevîsini bilmek istiyenler, Risâle-i Nurun İşârât-ı Kur’âniye ve Kerâmât-ı Aleviye ve Kerâmât-ı Gavsiye risâlelerini ve Risâle-i Nur’un sâir eczalarını dikkatle tetebbu etmeleri lâzımdır. Yalnız bizim, Üstadımız hakkındaki kanaat-ı kat’iyyemiz şudur ki: İsm-i Nur ve İsm-i Hakîme mazhariyetle, Kur’ân-ı Hakîmin hazinesinden nail olduğu hakâik ve maârifi, tahdis-i ni’met maksadiyle beşere ilân eden bu allâme-i zîfünun Bediüzzaman Hazretleri, ahlâk-ı Muhammediye Aleyhissalâtü Vesselâm ile tahallûk etmiş, nefis ve heva berzahlarından geçmiş, mekârim-i ahlâkın en mümtaz ve müstesna bir timsâl-i mücessemi olarak bu asırda bulunmuş. Şimdiye kadar bütün hayatında şayan-ı hayret bir ulûvv-ü himmet ve sekinet ve iffet ve mahviyet içinde yaşamış. Gına-yı kalbi, tevekkül ve kanaatı harikulâde; maişet ve kıyafeti pek sade ve mekârim-i ahlâkı pek fevkalâde; dünyaya zerre kadar meyil ve muhabbet etmez.

Hem öyle bir tarzda izzet-i ilmiyeyi hayatta muhafaza etmiş ki; asla kimseye arz-ı iftikar etmemek, hayatının en mühim bir düstûru olmuştur.

Dünya kendilerine teveccüh etmişse de, ondan yüz çevirmiş olan Üstadımız; emr-i maaşda Cenâb-ı Hakk’ın inâyetiyle, iffet ve nezahetini dâima muhafaza eder; sadaka, zekât ve hediyeleri almaz. Yakinen biliyoruz ki; Kastamonu’da bulundukları zaman, oturdukları evin icarını vermek için yorganını sattılar da, yine hiç bir sûretle hediye kabul etmediler.

Hem Üstadımız, tekellüf ve taazzumdan asla hoşlanmaz ve talebelerinin dahi tekellüf kaydından âzade olmalarını emreder. Ve buyururlar ki: “Tekellüf, şer’an ve hikmeten fenâdır; çünkü tekellüf sevdası, insanı hadd-i mârufu tecavüze sevkeder. Mütekellif olanlar, ba’zan hodbinane bir tezahür ve tefâhur tavrı ve muvakkat soğuk bir riyakâr vaziyeti takınmaktan kurtulmaz. Halbuki bunların ikisi de ihlâsı zedeler.”

Page 15: MEHMET FEYZİ EFENDİ’NİN HAYATI VE GÖRÜŞLERİrisaleakademi.org/public/uploads/documents/12- Doç_ Dr_ Burhan BALTACI... · yapılan hatim duası; panel, konferans ve çeitli

Hem Üstadımız, gâyet mütevazidir. Tefevvuk ve temeyyüz dâirelerinden, şöhret sevdalarından ziyâdesiyle sakınırlar. Kendilerine mahsus sâfi meşrebi, o gibi can sıkacak şeylerden âlîdir. Herkese, hele ihtiyarlara ve çocuklara ve fukaralara, rıfk ve mülâyemetle uhuvvetkârane bir muamele-i hâlîsanede bulunurlar. Mübârek yüzlerinde, mehâbet ve beşâşetle karışık bir nûr-u vakar lemean eder. Heybetle beraber âsar-ı üns ve ülfet dahi görünür. Dâima mütebessim bulunurlar. Fakat ba’zan tecelliyatın muktezası olarak mehâbet ve celâl nazarı o derece tezahür eder ki, artık o zaman yanında bulunup da söz söylemek istiyen adamın, âdeta dili tutulur, ne söylemek istediği anlaşılmaz. Bu âcizler, çok def’a bu hali müşahede ettik.

Üstadımızın, az söylemek âdetidir. Fakat, söylediğini veciz söyler; her halde düstûr-u hikmet olarak pek ma’nidar ve pek şümullü birer câmiül-kelimdirler.

Üstadımız ne kimseyi zemmeder ve ne de yanında kimseyi gıybet ettirir. Bunlardan asla hoşlanmaz. Kusur ve hataları setrederler. Hem o kadar hüsn-ü zanna mâlikdir ki, hatta kendisi hakkında bir nâseza söz tebliğ edene; “Hâşâ! bu yalandır. Bu sözü söyledi dediğin zat, böyle söylemez.” buyururlar.

Üstadımızın nefisle mücahedede bir rüsuh ve ihtisası vardır ki, asla huzûzat-ı nefsaniyelerine hizmet etmezler. Bir insana kâfi gelmiyecek kadar az yerler ve az uyurlar. Gecelerde, sabaha kadar câlib-i dikkat bir hal-i hâşiâne ile ubûdiyette bulunurlar. Yaz ve kış bu âdetleri tahallüf etmez. Teheccüd ve münâcât ve evradlarını asla terketmezler. Hatta bir Ramazan-ı Şerifde pek şiddetli hastalıkda, altı gün birşey yemeden savm-ı visal içinde ubûdiyetteki mücahedelerini terketmediler. Komşuları her zaman derler ki: “Biz sizin Üstadınızın sekiz sene yaz ve kış geceleri, aynı vakitlerde sabaha kadar hazin ve muhrik sadasiyle münâcât seslerini dinler ve böyle fasılasız devamlı mücahedesine hayretler içinde kalırdık.”

Hem Üstadımız, taharet ve nezafet-i şer’iyyeye son derece riayet eder; her zaman abdestli olarak bulunur; asla mübârek vaktini boş geçirmez. Ya Risâle-i Nur te’lifiyle veya tashihiyle meşgul veya Münâcât-ı Cevşeniyeyi kıraat ve secdegâh-ı ubûdiyete kaim veya tefekkür-ü âlâ-i İlâhî bahrine müstağrak bulunurdu. Ekseriyetle, yaz zamanı şehre uzak ormanlık dağ vardı. Üstadımızla oraya giderdik. Yolda, hem Risâle-i Nur tashih ederler, hem bu âciz talebelerinin okudukları risâleye dikkat ederler ve tashih için hatalarını söylerler veyahut eski müellefatından birisinden ders verirler; bu sûretle yolda bile mübârek vaktini vazîfe ile geçirirlerdi. Evet biz îtiraf ediyoruz ki, Üstadımızın nutkundaki letâfet ve ülfetindeki halâvet o derece feyiz bahşederdi ki; insan, sabahtan akşama kadar o vaziyette ders alsa, yol yürüse, asla sıkılmak ihtimali yoktu.

Hem Üstadımız, Risâle-i Nur hizmetini herşeye tercih ederler ve buyururlardı ki: “Yirmi senedir Kur’ân-ı Hakîm’den ve Risâle-i Nur’dan başka bir kitabı ne mütalâa etmişim ve ne de yanımda bulundurmuşum; Risâle-i Nur kâfi geliyor.” Evet, Feyyâz-ı Mutlak tarafından bütün hakâik-i Kur’âniye kalb-i münevverine ilham ve ilka-ı küllî ile ifaza olunur da Kur’ân-ı Mu’ciz-ül-Beyândan başka neye muhtac olur? Bundan şüphesi olanlar, Risâle-i Nura dikkat etsinler. Cenâb-ı Hak, Üstadımıza, Risâle-i Nur’un te’lifinde öyle bir iktidar-ı bedî ihsan etmiştir ki, bu herkese nasib

Page 16: MEHMET FEYZİ EFENDİ’NİN HAYATI VE GÖRÜŞLERİrisaleakademi.org/public/uploads/documents/12- Doç_ Dr_ Burhan BALTACI... · yapılan hatim duası; panel, konferans ve çeitli

olacak hasletlerden değildir. O hârika Nur Risâleleri, her biri; gurbette, hastalık içinde, dağda, bağda, kâtibsiz tahammülü müşkül gâyet ağır şerait dahilinde, zâhirî nice müşkülâtlarla meydana gelmiş ve mü’minlerin imdâdına yetişmiştir. Fakat, Cenâb-ı Hakk’a şükrolsun ki, inâyet-i İlâhîyye, hârika bir tarzda Üstadımıza fevkalâde muvaffakıyet ihsan etmiştir. İşte bu sırdandır ki Cenâb-ı Hak, ona kâinatı bir kitab-ı semavî ve arzı bir sahife gibi keşf ve şuhudla bihakkalyakin okuyacak bir iktidar vermiş; mahz-ı inâyetle böyle kudsî bir esere sâhib kılmıştır.

Evet, âyât-ı teşriiyeyi hâvi Kur’ân-ı Mucizül-Beyânın hakâik ve maarifini ve âyât-ı kevniyeyi şâmil kitab-ı kebîr-i kâinatın vezâif ve meânisini beyân edip, mârifetullahın en yüksek derecatına urûca nev-i beşeri teşvik eden ve bugünkü günde, ölmeye yüz tutan kalbleri bile izn-i İlâhî ile ihtizaza getirecek kadar harika bir eser-i bedîa, bir sereyân-ı serîa olan Risâle-i Nur ile neşr-i hakâik eden bu vücûd-u mes’ud ile beşeriyet iftihar etmek lâzım gelirken; çok garibdir ki, ehl-i şekâvet tarafından zehir verilmeye cesaret ve taş attırılmaya bile cür’et ediliyor. Evet

sırriyle, Enbiyânın vârisi olanların türlü türlü belâlara uğramaları, hikmet-i İlâhîyye iktizasından olmasiyle, o zümre-i mübâreke gibi, Üstadımız dahi nice belâlara hedef olmuştur. Hatta Kastamonu’ya ilk teşrif ettikleri zaman çocuklar, bir bedbaht şakî tarafından teşvik edilip, abdest almak için çeşmeye çıktıkları vakit taş atmışlar... Fakat Üstadımız dâima gördüğü eza ve cefalara ulülazmane sabır ve tahammül eder. Hem safâ-i sadre ve selâmet-i kalbe mâlik olduklarından, o çocuklara dahi hiddet etmeyip buyururlardı ki: “Bunlar, Sûre-i Yâsin’den mühim bir âyetin nüktesini keşfime sebep oldular” diye onlara duâ ederlerdi. Sonra bu çocuklar, Üstadımızın duâları bereketiyle şâyân-ı hayret bir hal kesbettiler ki; Üstadımızı uzak-yakın nerede görürlerse, koşarak yanına gelirler, mübârek elini öperler, duâsını alırlardı.

Hem Üstadımızın hârika hâlâtı ve şâyân-ı hayret garâib-i ahvali, başta Risâle-i Nur olarak pek çoktur. Evet, biz îtiraf ediyoruz ki; Üstadımız bizim hâtırat-ı kalbimizi bizden ziyâde okur, çok def’a haberimiz olmadığı bir meseleden bizleri şiddetli telâşla îkâz ederler, bizi hayrette bırakırlar. Fakat günler geçtikten sonra aynen Üstadımızın îkâz ettiği şeyle karşılaşır, aklımız başımıza gelirdi. Üstadımızla dağa gittiğimiz zaman, daha şehre dönme zamanı gelmeden, birden Üstadımız kalkarlar, bize de emrederlerdi. Hikmetini sormak istediğimizde: “Acele gidelim, Risâle-i Nur hizmeti için bizi bekliyorlar.” Hakîkaten, şehre avdetimizde, mutlaka mühim bir Risâle-i Nur şâkirdi bizi bekliyor bulur veya bir kaç def’a gelip gittiğini komşular haber verirlerdi.

Yine bir gün, Mevlânâ Hâlid (K.S.) Hazretlerinin Küçük Âşık nâmında bir talebesinin neslinden mübârek bir hanım (Asiye Hanım), yanında çok senelerden beri muhafaza ettiği Mevlânâ Hazretlerinin cübbesini, Ramazan-ı Şerifde teberrüken Üstadımızın yanında kalsın diye Feyzi ile gönderir. Üstadımız hemen Emin kardeşimize yıkamak için emrederek Cenâb-ı Hakka şükretmeye başlar. Feyzi’nin hatırına: “Bu hanım, benim ile yirmi gün için gönderdi! Üstadım neden sâhib çıkıyor?” diye hayretler içinde kalır. Sonra o hanımı görür, o hanım Feyzi’ye der ki: “Üstad hediyeleri kabul

Page 17: MEHMET FEYZİ EFENDİ’NİN HAYATI VE GÖRÜŞLERİrisaleakademi.org/public/uploads/documents/12- Doç_ Dr_ Burhan BALTACI... · yapılan hatim duası; panel, konferans ve çeitli

etmediğinden, bu sûretle belki kabul eder diye öyle söylemiştim. Fakat emanet onundur, canımız dahi feda olsun” der, o kardeşimizi hayretten kurtarır. Evet, mübârek Üstadımızın o cübbeyi kabulü, Mevlânâ Halid’den sonra vazîfe-i teceddüd-ü dînin kendilerine intikaline bir alâmet telâkki etmesindendir, derler. Hem de öyle

olmak lâzım. Çünkü Hadîs-i Sahihde:

buyurulmuş. Mevlânâ Hazretlerinin, velâdeti bin yüz doksan üç, Üstadımız Hazretlerinin ise bin iki yüz doksan üçtür. Bu hadîsin tam îzahı Risâle-i Gavsiye’de vardır.

Üstadımız, arasıra bizlere husûsan Feyzi’ye, lâtife tarzında buyururlardı ki: “Cezanız var, tokat yiyeceksiniz, hapse gireceksiniz...” diye Denizli hapsimizi bize remzen haber verip; hem bizi îkâz, hem kablelvuku bir mühim hâdiseyi keşfen beyân ediyorlardı. Hakîkaten çok geçmedi, Üstadımızın dediği çıktı.

Yine Denizli hapsi hâdisesinden evvel buyurdular ki: “Kardeşlerim, çoktandır sekiz seneden fazla bir yerde kalmamışım. Şimdi buraya geleli sekiz sene oluyor. Bu sene, herhalde ya vefat edeceğim veya başka yere nakledeceğim” diye Kastamonu’dan teşrifini haber veriyorlardı.

Hem Denizli hapsi musîbetinden evvel Üstadımız buyururlardı ki: “Kardeşlerim, Risâle-i Nur’a birkaç cihette hücum hissediyorum, ziyâde ihtiyat ediniz.” Hakîkaten çok geçmedi, İstanbul’da bir ihtiyar hoca, bilmeyerek, bir Risâlenin bir mes’elesine îtiraz ediyor. Sonra eski fetva emini merhum Ali Rıza Efendi Hazretleri, o hocanın îtirazını red ve Risâle-i Nur’un hakkaniyetini tam tasdik ediyor.

......

Bir müddet sonra, bir hayvan ürküp, üstadımızın bacağını incitiyor. Aylarca, ıztıraplar içinde, vazîfe-i ubûdiyetini ve Risâle-i Nur’un hizmet-i kudsiyesini çok müşkülâtla îfa edebildi. Sonra dağda müthiş bir zehirlenmeden mütevellit gâyet ağır sûrette hasta iken, Denizli hapsi tevkifi meydana çıktı. Fakat o ferd-i ferîd, tahammülü pek müşkül bu dehşetli halde, hem hizmet-i îmaniye ve Kur’âniyedeki azm-i metînini, hem ubûdiyetteki vezâifi îfaya son derece gayret edip asla fütur getirmeden ulülazmâne bir sabır ile sebat ediyordu. Yine, Üstadımız tevkifimizden evvel mükerreren buyururlardı ki: “Ehl-i dünya, Risâle-i Nur’a ilişmesinler, ilişirlerse, âfetlerin hücumuna sebeb olurlar.” Hakîkaten herkesçe ma’lûmdur ki, Risâle-i Nur şâkirdleri tevkif edilir edilmez her tarafta âfetler, zelzeleler, hastalıklar başlardı; tâ Risâle-i Nur’un hakkaniyeti tasdik olunup vatana faideli olduğu îtiraf edilinceye kadar çok yerlerde, ezcümle, Kastamonu’da zelzele devam etti. Hatta Kastamonu’nun tarihî yüksek kal’ası (ki ba’zı risâlelerin medresesi hükmüne geçti) Risâle-i Nur’a ve müellifi olan Üstadımıza iştiyak ve hasretinden matem tutup, en sağlam köklü taşlarını aşağı atarak, Üstadımızın ihbar-ı gaybîsini maddeten tasdik etmiştir.

Page 18: MEHMET FEYZİ EFENDİ’NİN HAYATI VE GÖRÜŞLERİrisaleakademi.org/public/uploads/documents/12- Doç_ Dr_ Burhan BALTACI... · yapılan hatim duası; panel, konferans ve çeitli

Üstadımız, tevkifimizden mukaddem buyururlardı ki: “Risâle-i Nur’a müthiş bir hücum plânı var; fakat merak etmeyiniz. Müjde, İnâyet-i İlâhîyye imdâdımıza yetişecek. Şöyle ki:

Bugün, okumak için Hizb-i Âzam-ı Nuri’yi açmıştım, birden karşıma:

Âyeti çıktı. Ma’nen, “Bana bak!” dedi. Ben de baktım, gördüm ki; ma’nasının çok tabakalarından husûsan ma’na-yı işarîsiyle ve cifrîsiyle hem hapis musîbetine, hem necatımıza işâret ve bize beşaret ediyor” buyurdular. İşte Denizli mahkemesi, beraet kararı vermezden dokuz ay evvel, bilâtereddüt, bu Âyetin definesinden aldığı cevheri izhâr edip, hem bu Âyet-i Kerîmenin mühim nükte-i i’cazını keşf, hem de bu kuvve-i ma’nevîyeye muhtaç zaîf talebelerini tebşir etmekle bizleri mesrur eylemişlerdir. Bu Âyetin tam îzahı, Denizli Müdafaasında ve Lâhikasındadır.

Nüsha-i nâdire-i zaman olan Üstadımız, gâyet şecî ve metin ve ulülazmâne bir cesaret-i fevkalâdeye mâlik bir lîsanül-hakdır ki, hak yolunda söz söylemekten çekinmez ve levm-i lâimden korkmazlar. Bir gün, “Bismillâh” yazılı kabir taşlarını lâğımlar üzerine konurken görürler. Orada, dünyaca mühim zatlar hazır oldukları halde, kimsenin söyleyemediği gâyet acı sözlerle o haksız işe ve daha başka haksız işlere de sedd-i sedid olmuşlardır.

Hem memleketimizde herkim üstadımızı rencide etmeye cesaret etmişse, Risâle-i Nur’a zarar getirmişse, mutlaka sû-i âkibete uğramışlardır. Ba’zıları dehalet edip akılları başlarına gelmiş ise de, ba’zıları da cezalarını çekmişlerdir. Bu vak’aların ba’zıları Lâhikada yazılmıştır.

Elhâsıl mübârek Üstadımızın evsâf-ı kemâlini ve mehâsin-i ahvâlini bizim gibi âcizlerin bihakkın tasvir ve târif edebilmesine imkân yoktur. Hâlık-ı Zülcelâl Velcemâl Hazretleri, Üstadımızı, bir vücûd-u müstesna olarak yaratmış ve tevfik-i İlâhîyyesine mazhar kılmıştır. Ne saadet ona ki; onun bizzat iştigal ettiği ve ehemmiyetle teşvik ve tavsiye ettiği Risâle-i Nur ile hizmet-i Kur’âniye ve îmaniyede buluna ve Risâle-i Nur’dan dersini almış ola...

Üstadımız, memlekette bulundukça, fâsılasız neşr-i hakâik eylemiş ve bizim saadetimiz için feyiz bahşeden mübârek nefesini sarfetmiştir. Cenâb-ı Erhamürrâhiminden bütün ruh u canımızla niyaz ederiz ki “Mahşer gününde dahi

bizleri: Hadîs-i Şerifine mazhar olan Üstadımız define-i ulûm ve fünûn, bedî-ül-beyân allâme-i Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri ile birlikte haşretsin. Tâ ki, o korkulu günde nurlu, müşfik, mübârek eliyle elimizi tutsun, huzur-u Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’a bizi götürsün, İnşâallah!...”

Risâle-i Nur Şâkirdlerinden

Page 19: MEHMET FEYZİ EFENDİ’NİN HAYATI VE GÖRÜŞLERİrisaleakademi.org/public/uploads/documents/12- Doç_ Dr_ Burhan BALTACI... · yapılan hatim duası; panel, konferans ve çeitli

FEYZİ, EMİN”9

9 Bediüzzaman Said Nursî, Tarihçe-i Hayat, s. 325-331.

Page 20: MEHMET FEYZİ EFENDİ’NİN HAYATI VE GÖRÜŞLERİrisaleakademi.org/public/uploads/documents/12- Doç_ Dr_ Burhan BALTACI... · yapılan hatim duası; panel, konferans ve çeitli

KAYNAKLAR

Atasoy, İhsan, Bediüzzaman`ın Sır Katibi Mehmed Feyzî Efendi, Nesil Yayınları, İstanbul 2009.

Aslıyüce, Erdoğan, "Kastamonu'nun Yetiştirdiği Değerlerden Mehmet Feyzî Efendi", Türkiye'nin Yüreği Kastamonu, Yesevî Yayıncılık, s. 19-20, 148-150, İstanbul 2003.

Baltacı, Burhan, “Şallıoğlu, Mehmet Feyzî”, DİA (Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi), c. 38, s. 310, İstanbul 2010.

_____, "Türk Tefekküründe İnanç ve Fikir Yönüyle Bütüncül Bir Din Anlayışı -Mehmet Feyzî Efendi'nin Düşünce Sistemi-," Türk Tefekkür Dünyası Bilgi Şöleni, Pamukkale Üniversitesi, Denizli 2012.

_____, “Mehmet Feyzî Efendi’nin Kur’ân’ı Anlama İlkeleri”, II. Uluslararası Şeyh Şa’ban-ı Veli Sempozyumu, Kastamonu 2014.

_____, “Dinî ve Millî Tefekkürü Bütün Olarak Sunan Bir Bilge Şahsiyet: Mehmet Feyzî Efendi”, Türk Dünyası Bilgeler Zirvesi –Gönül Sultanları Buluşması-, Eskişehir 2014.

Baltacı, B. ve Ahmet Özdemir, “Son Dönem Mütefekkirlerinden Mehmet Feyzi Efendi’nin “Fütüvvet” Anlayışı”, II. Uluslararası Harakânî Sempozyumu, Kars Kafkas Üniversitesi ve Harakanî Vakfı, Kars 2014.

Baltacı, Naile, “Mehmet Feyzî Efendi’nin Kendi Hayat Safhalarını İfade Ederken Kullandığı Tasavvufî Kavramlar: Hubbî-Cübbî-Sükûtî-Türâbî”, II. Uluslararası Şeyh Şa’ban-ı Veli Sempozyumu, Kastamonu 2014.

Cebecioğlu, Ethem, “Mehmed Feyzî Efendi,” Sahabeden Günümüze Allah Dostları, I-X, Şule Yayınları, X, 291-293, İstanbul 1995.

Çifci, Fazıl, Kastamonu Camileri - Türbeleri ve Diğer Tarihî Eserler, Ankara 1995, s. 249-252.

Duysak (Tursun), Aysun, Mehmed Feyzî Efendi'nin Hayatı Şahsiyeti ve Düşünceleri, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Basılmamış Lisans Tezi, Danışman: Doç. Dr. Ethem Cebecioğlu, ss. II+64, Ankara 1995.

Güzey, Ahmet Rıfat, "Mehmed Feyzî Efendi'nin Dinî ve Sosyal Hayat İçin Ele Aldığı Bazı Konular", Feyiz Pınarı Sempozyumu (Mehmed Feyzî Efendi’yi Anma Haftası Sempozyumu-I), ss. 41–53, İstanbul 1998.

Page 21: MEHMET FEYZİ EFENDİ’NİN HAYATI VE GÖRÜŞLERİrisaleakademi.org/public/uploads/documents/12- Doç_ Dr_ Burhan BALTACI... · yapılan hatim duası; panel, konferans ve çeitli

Kalaycı, Şaban (Muzaffer Ertaş), Karanlıktan Aydınlığa, Hamle Yayınları, İstanbul 1996.

_____, Karanlıktan Nur’a, Hamle Yayınları, İstanbul ts.

Kertiş, Necati, Kastamonu Yatırlarının Sosyal Bütünleşme Açısından Bölge Halkı Üzerindeki Tesirleri (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), s. 137-141, Marmara Üniversitesi Ortadoğu ve İslam Ülkeleri Sosyoloji ve Antropoloji Enstitüsü, Danışman: Prof. Dr. Zeki Aslantürk, İstanbul 1999.

Küllüoğlu, Rafet, "M. Feyzî Efendi'nin Hayatı ve İlmî Şahsiyeti", Feyiz Pınarı Sempozyumu (Mehmed Feyzî Efendi’yi Anma Haftası Sempozyumu-I), ss. 24-40, İstanbul 1998.

_____, Feyizli Sözler, Cihan Yayınları, İstanbul 1996.

Mert, Hamdi, Türk Dünyasına Açılan Şehir Kastamonu, ss. 42–44, Ankara 2001.

Özer, Ahmed, "Mehmet Feyzî Efendi", Kastamonu Fedakârları, Işık Yayınları, ss. 75-135, İzmir 2010.

Özdağ, Musa, Feyizler Sultanı Mehmet Feyzî Efendi, Kastamonu ts.

_____, Feyizlerden Damlalar, Hamle Yayınları, İstanbul 1996.

_____, Feyizler Sultanı Mehmet Feyzî Efendi ve Feyizlerden Damlalar, (Yukarıdaki iki eserin bir arada, ilavelerle ve yeni bir tasnifle basımı), Kutlu Bilgi Yayınları, Kastamonu 2010.

_____, Mehmed Feyzî Efendi'den Feyizler, I-VI, Hamle Yayınları, İstanbul 1992-1995.

_____, Mehmed Feyzî Efendi'den Feyizler-VII, Doğuş Yayınları, Adapazarı 2002.

_____, Tuzaklar ve Uyarılar (Mehmed Feyzî Efendi'den Feyizler-VIII), Kutlu Bilgi Yayınları, Kastamonu 2007.

_____, "Mehmed Feyzî Efendi'nin Manevi Kimliği ve Tasavvufi Yönü", Feyiz Pınarı Sempozyumu (Mehmed Feyzî Efendi’yi Anma Haftası Sempozyumu-I), ss. 55-70, İstanbul 1998.

Özden, Hamdi ve Cengiz Çuhadar, “Kastamonulu Âlim Mehmet Feyzi Efendi’nin Fikir Dünyasında Devlet-Vatan ve Millet Kavramları”, II. Uluslararası Şeyh Şa’ban-ı Veli Sempozyumu, Kastamonu 2014.

Bediüzzaman Said Nursî, Tarihçe-i Hayat,

Page 22: MEHMET FEYZİ EFENDİ’NİN HAYATI VE GÖRÜŞLERİrisaleakademi.org/public/uploads/documents/12- Doç_ Dr_ Burhan BALTACI... · yapılan hatim duası; panel, konferans ve çeitli

http://www.nur.gen.tr/tr.html#leftmenu=Risale&maincontent=Risale&islem=read&BolumId=386&KitapId=2&KitapAd=Tarih%u00e7e-i+Hayat (21.04.2015)

Şahiner, Necmettin, "Mehmed Feyzî Şallıoğlu", Üç Feyizli Nur, ss. 19-92, Şahdamar Yayınları.

Tan, Nail ve Özdemir Tan, "Şallıoğlu, M. Feyzî", Gurur Kaynağımız Kastamonulular, IV, 190, Ankara 2005.

TATLI, Bekir, “İslâm Garip Başladı… Hadisine Orijinal Bir Bakış Açısı Getiren Mehmet Feyzî Efendi’nin Peygamberlik ve Sünnet Anlayışı”, II. Uluslararası Şeyh Şa’ban-ı Veli Sempozyumu, Kastamonu 2014.

_____, “Türk-İslâm Davasının Büyük Mütefekkiri Mehmet Feyzî Efendi (ö. 1989) ve Türk Dünyasına Birlik Reçetesi: İslâmiyet Ruhumuz, Türklük Bedenimizdir”, Türk Dünyası Bilgeler Zirvesi –Gönül Sultanları Buluşması-, Eskişehir 2014.

Topçu, Kemal, "Mehmed Feyzî Efendi'nin Sosyal İlişkileri", Feyiz Pınarı Sempozyumu (Mehmed Feyzî Efendi’yi Anma Haftası Sempozyumu-I), ss. 72-82, İstanbul 1998.

Yakupoğlu, Cevdet, “Mehmet Feyzî Efendi’den 21. Yüzyıl ve Ötesine Mesajlar”, Yeni Çizgi (Dergisi), Yıl: 1, Sayı:1, Bahar 2004, s. 7-8.

Zengin, Ahmet Yaşar, Kastamonu Velileri, s. 143-163, İstanbul 2003.