Mesnevi - Mevlana
-
Upload
others
-
View
94
-
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
Mesnevi - MevlanaMEVLÂNÂ CELÂLEDDN RÛMÎ (1207–1273)
30 Eylül 1207’de domu, 17 Aralk 1273’te vefat etmitir. slâm ve
tasavvuf dünyasnda tannm bir Türk air, düünce adam ve Mevlevî
yolunun öncüsüdür. Mevlânâ bugünkü Afganistan’da bulunan Belh’te
domutur. Annesi, Belh Emiri Rükneddin’in kz Mümine Hatun;
babaannesi, Harzemahlar hanedanndan Türk prensesi, Melîke-i Cihan
Emetullah Sultan’dr. Babas, Sultânü’l-Ulemâ (Alimlerin Sultân)
unvan ile tannm, Muhammed Bahâeddin Veled; büyükbabas, Ahmed Hatîbî
olu Hüseyin Hatîbî’dir. Babasna Sultânü’l-Ulemâ (Alimlerin Sultân)
unvannn verilmesini kaynaklar Türk gelenekleri ile açklamaktadr.
“Rûmî” ad, Anadolu’ya yerleip orada yaad için (o dönemde Anadolu’ya
“Diyar- Rûm” deniliyordu); “efendimiz” mânâsna gelen Mevlânâ ise,
kendisine kar duyulan büyük saygnn belirtisi olarak verilmitir.
Mevlânâ’nn en büyük eserlerinden birisi olan Mesnevî’nin yazl öyle
nakledilir: Mevlânâ, Çelebi Hüsameddin’in cazibesi ile heyecanlar
içerisinde Sema ederken, hamamda otururken, ayakta, sükûnet ve
hareket halinde daima Mesnevî’yi söylemeye devam etti. Bazen öyle
olurdu ki, akamdan balayarak gün aarncaya kadar birbiri arkasndan
söyler, yazdrrd. Çelebi Hüsameddin de bunu sür’atle yazar ve
yazdktan sonra hepsini yüksek sesle Mevlânâ’ya okurdu. Cilt
tamamlannca Çelebi Hüsameddin, beyitleri yeniden gözden geçirerek
gereken düzeltmeleri yapp tekrar okurdu. Bu ekilde dikkatlice
1259-1261 yllar arasnda yazlmaya balanlan Mesnevî, 1264-1268 yllar
arasnda sona erdi.
TÂHRÜ’L-MEVLEVÎ (1877–1951)
“Tâhirü’l-Mevlevî” ad ile anlan Tâhir Ongun, 1877 senesinde
stanbul’da domu, 20 Haziran 1951 senesinde ise hayata gözlerini
yummutur. air, muharrir, Mevlevî dedesi, gazeteci, müderris,
mesnevî-han ve edebiyat tarihçisi gibi çok yönlü bir kiilie sahip
olan Tâhirü’l-Mevlevî, Osmanl ile Cumhuriyet nesilleri arasnda
âdeta bir kültür köprüsü tekil eden âbide ahsiyetlerimizdendir.
Babas Sultan Abdülmecid’in yaz hocas Mevlevî Tahir Efendinin olu
Saray Baçavularndan Hac Mustafa Safvet Efendi, annesi de Nazma
Sultan’a dadlk yapan Emine Emsal hanmd. Genç yalarndan itibaren
yetmi be yla varan ömrünün son günlerine kadar youn bir telif
faaliyeti göstererek ardnda irili ufakl yüze yakn yazl eser brakan
Tâhir Olgun, Farsça ve Türkçe ile eski nazm formlarnda yazlm
yüzlerce manzumeden oluan bir divan sahibi olmak hasebiyle eski
edebiyatmzn da son temsilcilerindendir....
KIRKAMBAR YAYINLARI | 86
KLÂSK KTAPLAR | 11
Tercüme | Tâhirü’l-Mevlevî
Kapak ve ç Tasarm | Muhammed Nur Anbarl
Bask Yeri ve Tarihi | 4. basm, 3.000 adet, stanbul, Kasm 2012
Bask-Cilt | Esen Ofset 0 212 549 25 68
Datm | z Yaynclk 0 212 520 72 10
Copyright © 2009 Bu eserin yayn hakk, Krkambar Yaynlar’na
aittir.
isbn 978-975-8264-56-8
Yenikap Mevlevîhanesi’nin son Mesnevîhan Tahirü’l-Mevlevî’nin
hayatnn büyük bir bölümünü adad Mesnevî derslerinden meydana gelen,
daha önce Mesnevî erhi olarak yaynlanan kymetli eserinden imbikle
süzerek hazrladmz elinizdeki Mesnevî tercümesini yaynlarken tek
gayemiz okuyucuyu Mesnevî ile en iyi ekilde buluturmak, Mesnevî ile
ba baa kalmasn salamakt. Bunu büyük ölçüde baardmz düünüyoruz. Her
bask öncesinde hummal bir ekilde çalarak eksiklerimizi gidermeye,
olabildiince iyi bir sunumla okuyucuyu Mesnevî ile buluturmaya
çaltk.
Tahirü’l-Mevlevî’nin bu eserini kaleme almasndan sonra geçen yaklak
yarm asrlk zamanda eser üzerinde birtakm düzenlemeler yapmay
zorunlu hale getirmitir. Kitabn hazrlanmasnda ilk olarak Mesnevî’yi
okumak isteyen ancak geni zaman olmayan okuyucular düünülerek
Tahirü’l- Mevlevî’ye ait Mesnevî tercümesi ve erhi birbirinden
ayrlm, eserin önceki haline göre çok daha az hacme sahip bir
Mesnevî tercümesi ortaya çkmtr. erhin çkartlmasyla oluan boluu
gidermek için Mesnevî’de ad geçen kiiler, yerler, tarihî olaylar,
dinî ve tarihî baz kavramlar sayfa altlarnda dipnotlarla izah
edilmitir. Ayrca âyet ve hadisler ile dier Arapça ve Farsça
ibarelerin tercümeleri yine dipnotlarda verilmitir. Dipnotlar
ekseriyetle Tahirü’l-Mevlevî’nin beyit tercümesinde veya erhinde
Türkçesini belirtmedii âyetler, Mevlevî’nin de muasr olan Elmall
Hamdi Yazr’n Kur’ân- Kerîm Meali’nden faydalanlarak
dipnotlandrlmtr. Beyitte âyetin Arapçasnn tümü deil de bir veya
birkaç kelimesi verilmise, dipnotta âyetin tümünün tercümesi
konulmu, beyitte verilen kelimelerin ise alt çizilerek metnin daha
kolay anlalmasna çallmtr.
Yeniden hazrlama esnasnda eser, noktalama ve imlâ kurallar bakmndan
da yeniden gözden geçirilmi, metnin günümüz imlasna uymas için
gereken yerlerde kelimelerin yazm ekilleri dinî literatür göz
önünde tutularak güncellenmitir.
Eserde genel okuyucu tarafndan anlalmayacak ama yeri baka
kelimelerle doldurulamayan kelimeler Ferid Develiolu’nun Osmanlca
Lûgat’ ve Mehmet Doan’n Büyük Türkçe Sözlük’ü bata olmak üzere
çeitli lûgatlardan yararlanarak dipnotlarda izah edilmitir. Baz
durumlarda ise metnin daha rahat anlalmasn salamak için, eseri dinî
ve tarihî balamndan koparmadan ve edebî kymetini düürmeden kelime
baznda sadeletirmeler yaplmtr. Artk tedavülden kalkm kelimelerin
yerine uydurukça ve çok bilinen yeni kelimeler koymak yerine az da
olsa anlalabilen, eseri dinî ve tarihî referans kaynaklarnn
dilinden uzaklatrmayan ve edebî kymetini düürmeyen kelimeler tercih
edilmitir.
Eserin yayna hazrlanma sürecinde büyük emei geçen Selahattin
Tuna’ya kymetli emekleri için siz okuyucular adna, yaynevi olarak
teekkür ederiz. Önceki basklarda sayfa tasarm için ciddi emekler
harcayan z Yaynclk’n görsel yönetmeni Medine Efe’ye, Editör Hamdi
Akyol’a içtenlikle teekkür ederiz. Bu süreçte sürekli fikirlerine
bavurduumuz Sayn Prof. Dr. lhan Kutluer Hocama teekkür eder,
sayglar sunarm. Sayn Mehmet Kahraman Bey’e ve Yunus Oktar Bey’e bu
sürece verdikleri destekten dolay içtenlikle teekkürü borç bilirim.
Yepyeni bir tasarmla yeni basky yayna hazrlayan Muhammed Nur Anbarl
Bey’e deerli emeklerinden dolay can gönülden teekkür
ederim. Mesnevî’nin yaynlanmas aamasnda desteklerini her zaman
yanmda hissettiim M. Doan Bayn Beyefendiye can gönülden teekkür
ederim.
Bu çalmann Hazreti Mevlânâ’nn asrlardr insanla yol gösteren, sonsuz
bir hikmet deryas olan Mesnevî’nin anlalmasna vesile olmasn Cenab-
Allah’tan niyaz ederim.
sterseniz sözü fazla uzatmayalm da hep birlikte Mesnevî’yi can
kulayla dinlemeye balayalm. Çünkü ona öyle ihtiyacmz var ki…
— RECEP KBAR
CLT - I
1u ney’in nasl ikâyet etmekte olduunu dinle1. Onun nevâs ayrlk
hikâyesidir: 2“Beni kamlktan kestiklerinden beri feryâdmdan erkek
ve kadn müteessir olmakta ve
inlemektedir. 3tiyak derdini erh edebilmem için, ayrlk aclaryla
erha erha olmu bir kalb isterim. 4Aslndan, vatanndan uzaklam olan
kimse, orada geçirmi olduu zaman tekrar arar. 5Ben her cemiyette,
her mecliste inledim, durdum. Bedhâl «kötü huylu» olanlarla da,
hohâl «iyi
huylu» olanlarla da düüp kalktm. 6Herkes kendi anlayna göre benim
yârim oldu. çimdeki esrâr aratrmad. 7Benim srrm, feryadmdan uzak
deildir. Lâkin her gözde onu görecek nûr, her kulakta onu
iitecek
kudret yoktur. 8Beden ruhtan, ruh bedenden gizli deildir. Lâkin
herkesin, rûhu görmesine ruhsat yoktur.” 9u ney’in sesi âtetir;
hava deildir. Her kimde bu âte yoksa, o kimse yok olsun. 10Neydeki
âte ile meydeki kabar, hep ak eseridir. 11Ney, yârinden ayrlm olann
arkadadr. Onun makam perdeleri, bizim nûrânî ve zulmânî
perdelerimizi yâni, vuslata manî olan perdelerimizi yrtmtr. 12Ney
gibi hem zehir, hem panzehir; hem demsâz, hem mütak bir eyi kim
görmütür? 13Ney, kanl bir yoldan bahseder, Mecnûnâne aklar hikâye
eyler. 14Dile kulaktan baka müteri olmad gibi, mâneviyat idrak
etmeye de bihû olandan baka
mahrem yoktur. 15Gaml geçen günlerimiz uzad ve sona ermesi gecikti.
O günler, mahrûmiyetten ve ayrlktan hâsl
olan atelerle arkada oldu. 16Günler geçip gittiyse varsn, geçsin.
Ey pâk ve mübarek olan insân- kâmil; hemen sen var ol!.. 17Balktan
bakas onun suyuna kand. Nasipsiz olann da rzk gecikti. 18Ham ervâh
olanlar, pikin ve yetikin zevatn hâlinden anlamazlar. O halde sözü
ksa kesmek
gerektir vesselam. 19Oul; ban kopar ve kurtul. Ne vakte kadar altn
ve gümü kaydnda kalacaksn? 20Denizi bir kâseye dökecek olsan, ne
kadar sar? Ancak bir günlük rzk miktâr. 21Hrs ve tamâ ehlinin gözü
doymaz. Halbuki sedef, kanâat gösterip kapanmaynca içinde
inci
olmaz. 22Her kimin elbisesi, akn pençesiyle parçalanrsa, o kimse
hrstan da, bütün ayplardan da
temizlenir. 23Ey kasd yâhut faydas ho olan ve bütün illetlerimizin
hekimi bulunan ak; âd ol! 24Ey kibr ü azametimize ilâç ve bize
Eflâtun2 ve Calinus3 olan ak, yaa.
25Topraktan yaratlm olan insan cesedi, ak te’sîriyle semâlara çkt,
eflâkî oldu. Da bile o tesîr
altnda çeviklik bulup oynamaya balad.4 26Ey âk; ak, Tûr dana ruh
gibi tesir etti. Tûr, mest oldu. Mûsâ da kendinden geçti ve dütü.
27Demsâz ve hemrâz olan yarimin dudayla birlemi olsaydm, ben de
söylenilebilecek eyleri
ney gibi söylerdim. 28Konutuu dili anlayan kimseden ayrlan,
yüzlerce lisan ve name bilse de yine susar. 29Gül mevsimi geçip de
gül açmas bitince, artk bülbülün âkâne sergüzetini dinleyemezsin.
30Gül bitip de gül bahçesi harâb olunca gül kokusunu nereden arayp
bulalm? Gül suyundan. 31Cümle, mâûktan ibârettir, âk perdedir. Diri
olan ancak mâûktur, âk ölüdür. 32Âkta, akn elemlerine sabr ü
tahammül bulunmayacak olursa, o, bîçâre kanatsz ku gibi kalr.
Vay onun hâline! 33Yârimin nuru etrafmda bulunmazsa ben nasl önümü,
ardm idrâk edebilirim. «yâhut» Yârimin
nuru ilk ve sonla mukayyet olmaynca, ben nasl balangç ve son ile
kaytlanabilirim. 34Ak, bu sözün meydana çkmasn istiyor. Ayna, koucu
olmaz da ne olabilir? 35Senin ruhun aynas niçin o aksi «yansmay»
haber vermiyor biliyor musun? Sath pastan hâlî5
deil de onun için.
Bir pâdiahn bir cariyeye âk olup onu satn almas ve cariyenin
hastalanmas, pâdiahn da onu tedavi ettirmek için tedbirde
bulunmas hikâyesi
36Ey dostlar; u hikâyeyi dinleyin ki hakîkatte bizim hâlimizin
ayndr. 37Bundan evvel bir pâdiah vard ki hem dünyâ mülkü, hem de
dîn mülkü onundu. 38Tesadüfen pâdiah bir gün avlanmak için
maiyetiyle ata bindi. 39Pâdiah, yolda bir câriye gördü ve can o
cariyenin kulu, kölesi oldu. 40Can kuu, beden kafesinde çrpnnca mal
verdi ve o cariyeyi satn ald. 41Câriyeyi ald ve ondan saâdet duydu.
Fakat kazâra câriye hastaland. 42Birinin merkebi vard, palan yoktu.
Palan buldu; lâkin merkebi kurt paralad. 43Dierinin kâsesi vard, su
bulamyordu. Suyu bulunca da kâse krld. 44Pâdiah, sadan soldan, yâni
her taraftan hekim toplad. Onlara: “kimizin hâyat da sizin
elinizde
ve ustalnza baldr”, dedi. 45“Benin canmn tedavisi kolaydr yâni o,
iyileirse ben de iyi olacam, çünkü ruhumun ruhu
odur. Ben dertliyim, hastaym, dermânm da odur. 46Her kim ruhumu
yâhut Mercan ismindeki cariyemi tedavi ve iyi edecek olursa, inci
ve mercan
hazînemi alp götürecektir.” 47Hekimlerin hepsi dediler ki: “Hastay
tedavi için canla, bala çalalm. Anlaymz bir yere
toplayalm, yâni konsültasyon edelim, sonra müterek bir tedaviye
balayalm. 48Bizim her birimiz, hasta tedavisinde âlemin sâ’s
gibiyiz. Elimizde her derdin merhemi ve
devâs vardr.” 49Hekimler, kibir ve azametlerinden, Allah isterse
yâni, inâallah demediler. Cenâb- Hak da
onlara insanln âciz olduunu gösterdi. 50stisna, yâni inâallah
demeyi terk etmekten muradm kalbe ârz olan kasvet ve gaflettir.
Yoksa
kalben gaflet hâlinde, lisânen inâallah demekten ibaret olan
hâlet-i ârzay kastetmiyorum. 51stisnay «nâallâh» lisânen söylemeyen
niceleri de vardr ki, onlarn can, istisnann ruhu yâni,
hakîkatiyle ayndr. 52Hekimler, ilaçtan ve tedaviden ne verdilerse
ve ne yaptlarsa hastalk artt, istenen ifa hâsl
olmad. 53O câriye hastalktan kl gibi zayflad. Pâdiahn gözleri de
alamaktan rmak halini ald. 54Sirkengebîn urubu6, kazâ-y lâhî ile
safray artrd. Bademya da kabz verdi. 55Kara halile’den sürgün
kesildi, kabz hâsl oldu. Su bile harâreti kesecek yerde neft ya
gibi
atei artrd.
bir müjdeci görmesi ve tabîb-i ilâhîyi bulup muradnn husûle
gelmesi
56Pâdiah, hekimlerin o aczini görünce, yalnayak mescide kotu.
57Pâdiah mescide gidip mihrapta secdeye kapand. Secde yeri,
gözyalarndan srsklam oldu. 58stirak ve fenâ halinden, kendini
kaybetme durumundan uur âlemine gelince, güzel bir ifade ile
Allah’ methü senâya balad. 59Pâdiah diyordu ki: “Ey en az ihsan
dünyâ hükümdarl olan Vehhâb- Kerîm, ben ne
söyleyeyim? Sen bütün kalplerde gizli olan bilirsin. 60Lâkin sen
srlarn bildiin insana: gerçi srrn bilirim; lâkin sen de o srr
çabucak izhâr eyle,
demisindir. 61Ey dâima hâcetlerimize melce olan Allah; biz, tekrar
yolumuzu ardk.” 62Pâdiahn samîmî ruhundan cû u hurû peydâ olunca,
Allah’n lûtf u atâ deryâs da cotu. 63Pâdiah alayp dururken
kendisini uyku istîlâ etti. Rüyasnda bir pîrin zuhûr eylediini
gördü. 64O pîr diyordu ki: Ey âh; sana müjde! Hacetlerin revâ
görüldü yâni, murâdn olacaktr. Yarn
yanna bir garîb gelirse bilesin ki o, bizdendir, bizim tarafmzdan
gönderilmitir. 65Gelince onu bil ki usta bir hekim ve sâdk bir
emindir yâni. Hakikî bir tabipte bulunmas lâzm
gelen ustalk, emânet ve sadâkat sfatlarna sahiptir. 66Onun verecei
ilâçta sihr-i mutlak tesirini, mizacnda ise Hakk’n kudretini
müahede eyle.” 67O vaad edilen zaman gelip de gündüz olunca ve Güne
fezâda doup da yldzlar sönük
braknca. 68Pâdiah, kendisine gizli olarak gösterilen eyi açkça
görmek için pencere önünde beklemeye
koyuldu. 69Fazilet sahibi bir zât gördü ki, gölge arasnda güne gibi
parlyordu. 70Hilâl gibi, uzaktan, görünür görünmez bir hâlde
geliyordu. Âdeta yok denilecek ve hayâl
saylabilecek bir hâlde idi. 71Ruhtaki hayâl, sûretâ yok gibidir.
Lâkin sen bütün cihan halkn birer hayâl peinde gider gör. 72Sulhu
da, cengi de, iftihar ve âr da hep hayâlden mütevellittir.
73Evliyâullâha tuzak olan hayâller ise, Hüda bahçesindeki ay
yüzlülerin yansmasndan ibârettir. 74ahn rüyasnda gördüü hayâl,
gelen misafirin yüzünde aynen zuhûr etti. 75Pâdiah kapc ve
perdecilerin yerine ilerledi, gâipten gelen misafirini karlamaya
gitti. 76Her ikisi, yekdierini tanm ve örenmi birer denizdi. Her
iki rûh dikilmeksizin birbirine
dikilmi, balanmt. 77Pâdiah; “sevgilim câriye deil, sen idin. Lâkin
dünyada i, iten husûle gelir” dedi. 78“Ey Hekîm-i gaybî; sen bana
Hazreti Mustafa Aleyhisselâm’n vârisisin. Ben de senin
hizmetine
kemer balam Ömer mevkiindeyim.”
Kullarna tevfik-i hidâyet veren Allah’tan herhâlde edebe riâyet
hususunda muvaffakiyet talebi ve edepsizliin vahâmetinin
beyân
79Cenâb- Hak’tan bizi edebe muvaffak klmasn dileyelim. Çünkü edebi
olmayan, Allah’n lûtfundan mahrum kalr. 80Edepsizin zarar, yalnz
kendisine dokunmaz; belki bütün âfâka ate vermi olur.7 81Zahmet ve
ba ars olmakszn; alm-satm yorgunluu bulunmakszn gökten sofra
iniyordu.8 82Mûsâ’nn kavmi arasndan birkaç edepsiz; “Hani sarmsak,
hani mercimek?” diye edepsizce
söylendiler. 83Semâdan gelen sofra ve ekmek, kesildi. Bldrcn kuuyla
kudret helvas bulunmaz oldu. Bize
zirâat, çapa ve orak meakkati kald. 84Tekrar Hazreti sâ efâat
edince Allah, sofra ve tabak içinde ganimet gönderdi. 85Küstahlar
tekrar edepsizlik ettiler. Yasaa ramen çkn çkn yiyecek alp
saklamaya baladlar. 86Hazreti Îsâ onlara yalvarrcasna dedi ki: “Bu
sofra dâimidir. Arz üzerinden eksilmeyecektir. 87Büyük bir zâtn
sofrasnda bulunup da doyulmayacak diye sûizanna dümek ve hrs ve
tama
gösterip açgözlülük etmek, küfrân- nîmet olur.” 88O dilenci suratl,
görmemi adamlarn hrs yüzünden, kendilerine o ilâhî rahmet kaps
kapand. 89Zekat verilmedii içindir ki; bulut gelip yamur yadrmaz.
Zinâdan da etrafta vebâ zuhûr eder. 90Zulmetten, gamdan, kederden
sana her ne ârz olursa, onun sebebi kaytszlk ve küstahlktr. 91Dost
yolunda kaytszlk eden, bakalarnn da yolunu vurmu olur. Öyle bir ahs
mert deil,
nâmerttir. 92Felek9 edebi dolaysyla; nurlu melek de, yine edebi
yüzünden masum ve temiz olmutur. 93Günein tutulmas, küstahlk
neticesidir. Azâzîl, yâni, eytann rahmet-i lâhiye kapsndan
kovulmas da edepsizce olan cüretindendir.
Görüeceini, rüyasnda tebir ettikleri tabîb-i ilâhî ile pâdiahn
mülâkaat
94Elini, kolunu açt ve onu kucaklad. Ona ak gibi kalbinde ve
ruhunda yer verdi. 95Pâdiah, tabîb-i lâhînin elini ve alnn öpmeye,
makamndan ve yolundan, yâni, nereden
bulunduunu ve ne taraftan geldiini sormaya balad. 96Sora sora
meclisin ba sedirine kadar götürdü ve “Nihayet sabr ile mânevî bir
hazîne buldum”,
dedi. 97Allah’n hediyesi ve zahmetin, meakkatin gidericisi, «Sabr
sevinç anahtardr» Hadîs-i
erifinin mücessem mânâs; dedi. 98Ey görünüü her suâlin cevâb olan
hekîm-i lâhî; suâl ve cevâba hacet kalmakszn, insann
mükili, seni görmekle hallolunuverir. 99Ey tabîb-i lâhî; sen,
kalbimizdeki srlarn tercüman, çamura saplanp kalm yâni, âciz
ve
muhtaç kimselerin arkada ve yardmcssn. 100Ey müctebâ ve mürtezâ
olan tabîb-i lâhî; merhaba ho geldin. Sen kaybolursan kaza gelir,
feza
daralr. 101Sen, kavmin seyyidisin, senden holanmayan o tabîattan
vazgeçmezse helâk olur. 102Mülâkaat ve yemekten sonra pâdiah,
tabîb-i lâhînin elinden tuttu ve harem dâiresine götürdü.
Hastann hâlini görmek için pâdiahn tabîb-i ilâhîyi onun baucuna
götürmesi
103Hastann ve hastaln geçmiini anlatt. Sonra hekimi, hastann karsna
oturttu. 104Tabîb; hastann benzini, nabzn ve idrarn görüp muayene
etti. Hastaln hem alâmetlerini,
hem sebeplerini sorup dinledi. 105Dedi ki: öbür hekimlerin yaptklar
tedâvî, yapc ve ifal bir tedâvî deildir. Hastay harâb
etmiler ve zayf düürmüler. 106Hastann hâlinden haberdâr olamamlar.
Ettikleri iftiradan yâni bilmedikleri halde biliriz (!)
diye eyledikleri dâvâdan Allah’a snrm. 107Tabîb-i lâhî hastal
gördü. Gizli hastalk ona belli oldu. Lâkin bildiini gizledi,
pâdiaha
söylemedi. 108Cariyenin hastal, safradan ve sevdadan deildi. Her
odunun kokusunun dumanndan belli
olduu gibi, hastaln mâhiyetini de bâz arazndan anlamt. 109Tabib-i
lâhî, câriyenin zaafndan anlad ki, o kalben zayftr. Vücudu
afiyettedir; fakat gönlü
hastadr. 110Âklk derdi, kalbin inlemesinden bellidir. Hiçbir
hastalk, gönül hastal gibi deildir. 111Âkn derdi, dier dertlerden
ayrdr. Ak, Hudâ’nn srlarn belli eden bir usturlab10 ve bir
vastadr. 112Âklk; gerek bu batan, gerek öbür batan olsun; âkbet,
bizi o tarafa götürecek klavuzdur. 113Akn erhi için türlü beyânatta
bulunsam, aka gelince; yâni akn tesirini hissedince
söylediklerimden mahçup olurum.
114Lisânn tefsir ve tavzîhi parlak olsa da akn söylenilmemi kalmas
ve söylenilmesi deil; hissedilmesi daha parlaktr. 115Kalem ki
çarçabuk yazp gidiyordu. Akn tefsiri bahsine gelince, tahammül
edemeyerek
yarld. 116Akl, akn erhinde çamura batm merkep gibi âciz kald. Akn
da, âkln da erhini yine
ak söyledi. 117Günein delili yine günetir. Onun varlna dâir sana
delîl lazmsa ondan yüz çevirme. 118Gölge, güneten nian verse de,
güne her an, can nurunu nereder. 119Ayn ikiye ayrlmas mucizesi güne
gibi zuhûra gelince, gölge sana masal gibi, uyku getirir.
120Hakîkaten dünyâda, güne gibi acayip bir ey yoktur. Fakat can
günei ondan daha acâyiptir ki,
cihan günei fâni olduu hâlde, can günei bâkîdir, onun için «dün»,
yâni geçmi zamann itibâr olmaz. 121Güne, hâriçte tek olmakla
beraber onun tasvirini yapmak mümkündür. 122Can günei ki, âlem-i
esîrin haricindedir. Onun zihinde de, hâriçte de benzeri yoktur.
123Can günei zihinlere smaz ki, onun misli tasavvur ve tahayyül
edilebilsin. 124Bahis, emsüddîn’in11 cemâline gelince, dördüncü kat
göün günei uçup gitti!.. 125ems’in nâm zikredilince, onun nimet ve
ihsan iaretinden bir miktârn açklamak vâciptir. 126Bu srada can,
Yûsuf’un gömleinin kokusunu ald için, eteimden yakalamtr.
127“Yllarca olan sohbet hakk için, o ho hâllerden, bir hâli olsun
îzâh et”, demekte ve ilâve
etmektedir ki: 128“Tâ ki yer ve gök gülsün. Akl, rûh ve göz de, arz
ve semânn yüz misli sevinsin.” 129Ey Hüsâmeddin12; “ems’in ahvâlini
îzâh etmek hususunu bana teklif etme. Zira ben mânevi
yokluk halindeyim. Anlaym ve anlatm azalmtr. Onun senâsn sayp
dökemem” dedi ve devam etti: 130“Akl banda olandan bakasnn, yâni,
yokluk denizine gark olmu olan zâtn söyledii her
söz, zahmet de olsa, övünmek de olsa, doru olmaz. 131ems gibi ei ve
benzeri bulunmayan bir dostun ahvâlini îzâh için ben ne söyleyeyim
ki, bir
damarm bile uur hâlinde deildir. 132Cierimi kan eden bu hicrann
erhini; imdilik, baka bir zamana brak.” 133«Can» dedi ki: “beni
doyur; çünkü, açm. Hem çabuk ol ki vakit, keskin klç gibidir. 134Ey
arkada; sofî vaktin oludur. Yarn ve yarna demek, tarikat artlarndan
deildir. 135Yoksa sen sofi deil misin? Veresiye dolaysyla, mevcuda
yokluk ârz olur.” 136Ona dedim ki: “Dostun srrnn gizli kalmas, daha
hotur. Ona vâkf olmak için sen hikâyeye
kulak ver ve mânâsna dikkat et.”
137Dedi ki: “Ey faziletler sahibi Mevlânâ; beni batan savma; açktan
aça ve hiçbir ey saklamakszn söyle. 138Perdeyi kaldr ve açk söyle
ki ben, gömlekli bir güzel ile yatmam.” 139Dedim ki: “Eer o,
dünyâda aikâre olursa, ne sen kalrsn, ne ucun, ne ortan kalr.
140Arzu göster, lâkin o arzu ölçüne ve tahammülüne göre olsun. Bir
saman çöpü bir da
kaldramaz. 141Güne ki âlemi aydnlatmaktadr. Yörüngesinden ayrlp
biraz yaklaacak olsa, her eyi yakar,
kül eder. 142Fitne, karklk ve kan dökülmesini isteme. Bundan fazla
da ems-i Tebrîzî’den bahsetme. 143Bu bahsin sonu gelmez. Sen
balangcna dön de hikâyenin tamamn söyle.”
Cariyenin derdini anlayabilmek için o tabîb-i velînin, pâdiahtan
halvet istemesi
144Tabîb-i lâhî dedi ki: “Pâdiahm; akrabay da, yabancy da
uzaklatrmak sûretiyle saray tahliye ettir. 145Kimse koridorlarda
bulunup dinlemesin ki, bu cariyeden bâz eyler soracam.” 146Ev
boald. çinde hekim ile o hastadan baka kimse kalmad. 147Tabîb-i
lâhî, hastaya yava yava ve nezâketle “nerelisin?” diye sordu ve
“Her memleket
ahâlîsinin ilâc bakadr”, dedi. 148“O ehirde kime yaknln vardr,
akrabaln ve balln kime ve neyedir?” 149Elini cariyenin nabzna koydu
ve felein cevr ü cefâsndan birer birer suâl etti. 150Bir kimsenin
ayana diken batnca, onu dizinin üstüne kor. 151ne ucuyla dikenin
ban arar, bulamazsa, diken batan yeri tükürüüyle slatr. 152Ayaa
batan diken böyle güç bulunursa, gönüldeki diken nasl bulunur?
Cevap ver. 153Eer gönüldeki dikeni herkes görebilseydi; gamlarn,
kederlerin bir adama galebe çalmas nasl
mümkün olurdu? 154Meselâ biri, bir merkebin kuyruu altna bir diken
kor. Merkep onu nasl çkaracan bilmez,
sçramaya balar. 155Sçradkça diken daha ziyâde batar. Akll bir adam
lâzmdr ki o dikeni çeksin, çkarsn.
156O; diken çkaracak hekim, üstâd idi. Elini gezdiriyor, taraf
taraf tecrübede bulunuyordu. 157Hikâye yoluyla o cariyeden,
dostlarnn hâlini sordu. 158Câriye; memleketine, efendilerine ve
hemehrilerine dâir hekime, açk yâni, izâhâ muhtaç
olmayacak sûrette hikâyeler söylüyordu. 159Hekim, bir taraftan
cariyenin hikâye söylemesine kulak veriyor, bir taraftan da nabza
ve nabzn
atna dikkat ediyordu. 160Hastann nabz, hangi isim söylenildii srada
hzlanrsa, cariyenin dünyâda, cannn ne istedii
anlalacakt. 161Câriye, dostlarn ve memleketini saydktan sonra baka
bir ehir ismini söyledi. 162Hekim, “Memleketinden nasl çktn,
evvelce hangi ehirde idin?” diye sordu. 163Câriye, bir ehir ad
söyledi ve geçti. Yüzünün rengi ile nabznn hareketi deimedi.
164Efendilerini ve o ehirde bulunanlar birer birer anlatt; ve tuz,
ekmek yedii yerleri söyledi. 165Memleket memleket; ev ev hikâye
ettii hâlde, ne nabz hzland, ne de yüzü sarard. 166Hekim, tatl bir
gülümseme ile Semerkantl birinden soruncaya kadar, cariyenin nabz
tabîî bir
sûrette ve zararsz bir hâlde atyordu. 167Fakat Semerkant’tan
sorunca nabzn hareketi artt, yüzü kzarp sararmaya balad.
Çünkü
Semerkantl bir kuyumcudan ayrlmt. 168O hekim, o hastadan bu srr
anlaynca; o derdin, o belânn asln ve sebebini bulmu oldu. 169Hekim,
“Kuyumcunun mahallesi hangi yoldadr?” diye sordu. Câriye de “Köprü
banda Gatfer
mahallesinde” cevâbn verdi. 170Hekim, cariyeye: “Hastalnn ne
olduunu anladm. Seni çarçabuk bu hastalktan kurtarmak
için himmet göstereceim”, dedi. 171“Sevin, düünmekten vazgeç.
Muradna ereceine emin ol. Sana yamurun çemene yaptn
yapacam, yâni, sana âdeta yeniden hayat vereceim. 172Ben senin
gamn, kederini düünür, çâresine bakarm. Sen üzülme. Benim sana olan
efkatim,
babann evlâda olan efkatinden yüz kat fazladr. 173Pâdiah, senden sk
sk sorup anlamak istese bile, bu srr kimseye söyleme. 174Kalbin;
srrnn mezar olursa, muradn çabucak husûle gelir.” 175Hazreti
Peygamber buyurmutur ki: Her kim srrn gizlerse, muradna çabuk erer.
176Tohum, toprak içinde kalp da bir müddet geçince; onun srr,
bostann yeermesi olur. 177Altn ve gümü gizli bulunmasalard, mâden
içinde nasl terbiye bulurlard? 178Hekimin vaadleri ve lûtuflar, o
hastay korkudan emin kld. 179Vaadler vardr ki hakîkî olduklarndan
kalbe itminân verirler. Yine vaadler vardr ki, mecazî
yâni, yalan bulunduklarndan insana sknt ve tasa getirirler.
180Kerem sahiplerinin vaadi, seyyar bir hazîne ve carî bir nakit
gibidir. Nâehil olann vaadi ise,
infaz ve icra edilmedii için, daimî bir hastala benzer.
O velî hekimin, hastal tehis ve pâdiaha arz etmesi
181Hekim-i lahî, cariyeden bu malûmat aldktan sonra, kalkt, pâdiahn
huzuruna çkt. Ona cariyenin ahvalinden bir parça malûmat verdi.
182Dedi ki: “imdi lâzm gelen tedbir, bu derdin tedavisi için o adam
getirtmemizdir. 183Altn ve ziynetli elbise göndermekle kuyumcuyu
avutup, o uzak ehirden dâvet et.” 184Pâdiah, hekimin bu tavsiyesini
iitince onun nasihatini candan, gönülden kabul etti. 185Sonra o
tarafa hâzk, kâfi ve gayet âdil bir iki dâvetçi gönderdi. 186O iki
emir, pâdiahtan müjdeci olarak Semerkant’a ve kuyumcunun nezdine
geldiler. 187Dediler ki: “Ey marifet ve san’atta kâmil olan nâzik
üstad; senin öhret ve san’atn ehirlere
yaylm ve herkesçe duyulmutur. 188te filân pâdiah, seni kuyumcubalna
seçti. Çünkü sen büyük bir üstâdsn. 189u güzel elbiseyi, altn ve
gümüü al. Padiâhn nezdine gelince de has bendelerinden ve
nedimlerinden olacaksn.” 190Kuyumcu bir çok mal ve elbiseyi görünce
onlara kapld, memleketinden, çoluundan,
çocuundan ayrld. 191ahn canna kastettiinden haberi olmayan adamcaz,
sevinçle yola çkt. 192Arap atna bindi ve sevinerek sürdü. Kan
bedeli olan hediyeyi elbise zannetti. 193Ey yüz türlü rza ile, yân,
candan, gönülden râz olarak sefere çkan ve sû’ülkazâya doru
giden! 194Kuyumcunun hayâlinden, izzet, mal ve büyüklük sahibi
olmak geçiyordu. Azrail ise ona: “Git
bakalm, getirirsin, götürürsün” diye târîz ediyordu. 195O garîp
kuyumcu, yoldan gelince hekîm-i lâhî onu pâdiahn huzuruna götürdü.
196O Trâz13 mumunun, yâni cariyenin ba ucunda yansn diye kuyumcuyu,
izzet ü ikram ile
pâdiahn yanna götürdüler. 197ah onu görünce tazimde bulundu. Altn
hazînesini ona teslim etti. 198Ondan sonra hekîm-i lâhî Pâdiaha
dedi ki: “Ey büyük sultan; o cariyeyi bu efendiye ver.
199Tâ ki bunun visaliyle câriye iyilesin, âb- visali onun hasret
ateini söndürsün. 200Pâdiah o ay yüzlü cariyeyi ona balad ve iki
hasretzedeyi birletirdi. 201Alt ay müddet bermürâd oldular, câriye
de tamâmyla iyileti. 202Ondan sonra hekîm, kuyumcu için bir erbet
yapt. O da içince kzn gözü önünde erimeye, yâni
hastalanp zayflamaya balad. 203Kuyumcunun hastalk tesiriyle
güzellii kalmaynca, ona kar cariyenin de ilgisi kalmad. 204Renk
cazibesiyle husûle gelen aklar, hakîki ak deildir, hevesten
ibârettir. Öyle heveslerin
sonu rüsvalkla biter. 205Keke o kuyumcu da çirkinlik timsâli olayd
da o kötü hükme uramasayd. 206Onun gözlerinden dere gibi kanl yalar
akyordu. Çünkü yüzünün güzellii, cannn düman
olmutu. 207Tâvus kuunun kuyruu ve kanad, kendisinin düman olmu; bir
çok hükümdar, kuvvet ve
evketi öldürmütür. 208Kuyumcu diyordu ki: “Ben bir ahûyum ki,
göbeimdeki miski almak için bu avc, benim saf ve
temiz kanm döktü. 209Ben o kr tilkisiyim ki, postumu alp kürk
yapmak için pusuya saklandlar, beni yakalayp
bam kestiler. 210Ben o filim ki, dilerimi almak için, filciler,
yâni, avclarn vücudumda açt yaralar kanm
dökmütür. 211Beni mâdûn14um için öldüren, kanmn uyumayacan, yâni
intikamsz kalmayacan bilmiyor
mu?15 212Bugün bana ise yarn onadr. Benim gibi bir adamn kan nasl
heder olur? 213Duvarn gölgesi bir müddetçik uzasa bile, yine o
gölge duvarn dibine döner. 214Bu dünyâ; daa, ilerimiz de seslenmeye
benzer. Akis o sesleri bize iade eder.” 215Kuyumcu bunlar söyledi
ve hemen ölüp toprak altna gitti. Câriye de aktan ve
hastalktan
kurtuldu. 216Çünkü ölülerin ve öleceklerin yâni, fâni olanlarn ak
bâkî deildir. Zira ölü, bizim tarafmza
gelemez. 217Hayy ü lâyezâl olan Mâuk-u Haki-ki’nin, yâni, Allah’n
ak, ruhta olsun, gözde olsun her an
goncadan daha ter ü taze olarak durur. 218O zat- ecell ü âlânn akn
ihtiyar eyle ki, bütün enbiyâ ve evliyâ hazarât O’nun ak-
feyziyle
saâdet ve erefe nâil olmulardr. 219“Bizim için o hakikat sultannn
yâni, Allah celle ânühû’nun huzuruna çkmaya izin yoktur”,
deme. Kerîm olanlarla i görmek zor deildir. Allah ise
ekremü’l-ekremîndir.
Kuyumcunun zehirlenerek öldürülmesinin, ilâhî iaretle olduunun
beyân
220O kuyumcunun hekîm-i lâhî elinde ölmesi, ne bir ümit ile, ne de
bir korku dolaysyla idi. 221Allah’n emr ü ilham gelmeden, yâni,
pâdiahn hatr için onu öldürmedi. 222Hzr Aleyhisselâm’n bir çocuun
boazn kesip öldürmesinin srrn halkn avam ksm
anlayamaz.16 223Allah’tan ilham ve cevap alan kimse, her ne
buyurursa, doruluun ta kendisi olur. 224O zât-i erif ki, mânevî
hayat vermek kudretini hâizdir, biiznillâh onu öldürmü olsa da
lâyktr.
Çünkü Allah’n halîfesi ve naibi yâni, vekilidir. Onun eli, Hakk’n
yed-i kudretinde demektir. 225Sen de ey sâlik! Hazreti smail gibi o
vâstann ve onu vâsta klan Allah’n hükmü huzurunda
ba e!.. Kahr ve celâli klc önünde sevine sevine can ver.17 226Sen,
pâdiah günahkârlk etti sanyorsun. Süzme ameliyesi, saf suda tortu
brakr m? 227Bu riyazat ve bu cefâ, ocakta gümüün eriyip cürufunun
ayrlmas içindir. 228yinin, kötünün imtihan edilmesi; altnn kaynayp
köpüünü atmas, hâlis ayar kalmas içindir. 229Pâdiah; ehvetten,
hrstan, hevâ ve hevesten pâk idi. Kuyumcunun yâni, hevâ ve
hevesin
giderilmesi hususunda iyi hareket etti. Fakat bu iyilik; kötülük
gibi görünen bir iyilikti. 230Eer Hzr, denizde gemiyi sakatladysa o
sakatlkta yüzlerce dürüstlük ve menfaat vard. 231O kadar marifet
nûruyla beraber Mûsâ Aleyhisselâm’n vehmi, Hzr’n
hareketlerindeki
hikmeti anlayamad. O hâlde sen kanatsz uçmaya kalkma. 232Kuyumcunun
kan, hakîkatte krmz gül gibidir. Ona kan deme. Ruhu temsil eden
pâdiah ise
mest-i âkildir, ona da mecnûn deme. 233Eer pâdiahn murad, bir
müslümann kann dökmek olsayd, onun adn andmdan dolay
benim kâfir olmam lâzm gelirdi. 234Bir akinin methi dolaysyla ar-
lâhî titrer, muttakî18 olanlar da fâsk methetmek yüzünden
sûizanna düer. 235O pâdiah gâyet anlayl bir hükümdar idi. Böyle
olmakla beraber ümmetin mümtaz
insanlarndan ve Allah’n has kullarndand. 236Bir kimseyi ki, böyle
bir pâdiah öldürür; onu saadete ve en yüksek mertebeye çekip
yükseltir. 237Eer pâdiah, kuyumcunun kahrnda, onun faydasn
görmeseydi; kendisi lûtfun ta kendisi iken
nasl kahra kalkar ve onu zehirletirdi. 238Çocuk, hacamat neteri
karsnda titrer. efkatli annesi ise evlâdnn o gaml zamannda
memnun bulunur.
239nsana ruhu üflemi olan Allah; yarm can alr, karlnda yüz can
verir; hattâ vehm-ü hayâle gelmeyecek eyler ihsan buyurur. 240Sen
kendine göre kyâs ediyorsun. Halbuki hakîkatten çok uzak
düünüyorsun, iyice bak.
Bakkal ile tûtîsinin hikâyesi, tûtînin bakkal dükkânndaki yalar
dökmesi
241Bir bakkal ve onun bir tûtî19 kuu vard. Güzel sesli, yeil renkli
ve söz söyler bir hayvand. 242Dükkânda bekçilik eder, çardaki esnaf
ve tüccara nükteler söylerdi. 243nsanlarla konuurdu, tûtîlere
mahsus ötüü üstatça idi. 244Efendisi bir gün eve gitmiti. Tûtî
dükkâna nezâret ediyordu. 245Bir kedi, fare yakalamak için
birdenbire dükkâna atld. Tûtî de can korkusundan, 246Sçrad, dükkânn
bir köesine kaçt. Lâkin gülya ielerini devirdi, yalarn döktü.
247Efendisi evden geldi. Dükkâna geçip patron tavryla oturdu.
248Bakt ki dükkân ya içinde. Elbisesi de yaa bulanm. Tûtînin yaptn
anlad. Bana vurup
tüylerini döktü, kafasn kel hâline getirdi. 249Tûtî birkaç gün
konumay kesti. Bakkal da piman olup ah demeye balad. 250Bakkal
sakaln yoluyor, “Eyvah, nimet güneim, bulut altna girdi” diyordu.
251“Elim krlsayd, o tatl dilli tûtînin bana nasl vurdum?” diye
teessüf ediyordu. 252Kuunun söylemesini bulmak yâni, tûtîyi tekrar
konuturmak için fakirlere hediyeler ve
sadakalar veriyordu. 253Üç gün, üç gece sonra bakkal, dükkânda
alamakl bir hâlde oturuyordu. 254“Bu ku ne vakit söyleyecek?” diye
binlerce gam ve keder ile vakit geçiriyordu. 255Tûtî söze balasn
diye ona türlü türlü, acâyip ve garip eyler gösteriyordu. 256Ba
çplak bir dervi geçti ki, kafas, tas ve leen gibi cascavlakt. 257 O
srada tûtî de dile geldi ve: “ey falan!” diye dervie seslendi.
258“Ey kel; neden kellere kartn? Yoksa sen de ieden ya m döktün?”
259Tûtînin, aba sahibi dervii kendi gibi sanmasndan ve nefsine kyâs
etmesinden halk gülmeye
balad.
260Arslan ve süt mânâlarna gelen «îr» lâfz, yazda birbirine
benzerse de mânâ yönünden ayrdr. Bunun gibi sen de, ümmetin
seçkinlerinin hâlini kendine kyâs etme. 261Bütün âlem, bu kyâs-
nefs sebebiyle saptt. Ebdâl-i ilâhîden, yâni: Allah’n seçkin
kullarndan, pek az kimse haberdâr olabildi. 262Peygamberlerle
eitlik dâvasna kalktlar, velîleri de kendileri gibi sandlar. 263te
biz de insanz, onlar da. Biz de yemeye ve uyumaya mecburuz, onlar
da dediler. 264Körlüklerinden unu bilmediler ki, arada ucu buca
bulunmaz bir fark vardr. 265Her iki ar, bir yerden yedii hâlde
birinde yâni, eek arsnda yalnz ine bulunur, dierinden
bal hâsl olur. 266Her iki nevi âhû da ot yer ve su içer. Lâkin
birinden yalnz gübre, öbüründen hâlis misk husûle
gelir. 267ki nevî kam, bir dereden su içtii hâlde biri botur, dieri
ekerle doludur. 268Böyle yüz binlerce misâl mevcuttur ki, aralarnda
yetmi yllk fark vardr. 269Bu, yâni avamdan biri yer, yedii posa
bütün olarak kendisinden ayrlr. Öbürü yâni havasdan
olan yer, yedikleri bütün îlâhî nûr olur. 270Avamdan olan yer,
yedii hasislik ve haset olur. Havasdan olan yer, yediinden Allah
nûru
husûle gelir. 271Bu, yâni, mü’min temiz ve zirâata kabiliyetli bir
arazîdir. Öbürü yâni, kâfir ise, çorak ve kötü
bir yerdir. Yine mü’min, melek gibi masumdur, kâfir ise eytan ve
canavar misâlidir. 272ki taraf sûretinin birbirine benzemesi
caizdir. Ac suyun da, tatl suyun da duruluu vardr. 273Bilmi ol ki,
tatl suyu ac sudan ayrt edecek olan zevk sahibidir. 274Sihri,
mucizeye benzetirler. Her ikisinin de hile üzerine, yâni,
hokkabazla dayandn
sanrlar. 275Mûsâ ile imtihan olmaya kalkan Msr sihirbazlar, inat ve
mücâdele fikriyle onun asâs gibi
birer denek yakalamlard. 276Bu asâ ile onlarn asâs arasnda derin
bir fark, Mûsâ’nn mucizesi ile onlarn sihri arasnda
uzun bir yol vard. 277Sihir iinin sonunda Allah’n lâneti, mucize
iinin sonunda ise Allah’n rahmeti vard. 278Kâfirler, mücâdele ve
inât hususunda maymun tabiatldrlar. Göüs içerisindeki tabiat,
bir
âfettir. 279nsann yaptn maymun da yapar, insandan ne görürse onu
taklit eder. 280Maymun, ben de insan gibi yaptm sanr. O inatç
hayvan, aradaki fark nasl tanr? 281Bu; yâni mü’min-i kâmil mahzâ
emre itaat için yapar; dieri yâni kâfir ve fâsk ise mücâdele
ve
gösteri olsun diye yapar. O gibi inatç ve taklitçi adamlarn bana
toprak saç.
282O münâfk, gerçek mü’minlerle beraber namaza gelirse de, ibadet
için deil, gösteri için gelir. 283Namazda, oruçta, hacda, zekâtta
mü’minler; münâfklarla urarlar. 284Sonunda mü’minler, münâfklara
galebe ederler. Münâfklar âhirette mat olurlar, yâni
kaybederler. 285Her ikisi yâni mü’min ile münafk bir oyun banda
bulunuyorlarsa da, birbirlerine nisbetle
Merv’li ve Rey’li gibidirler. 286Her biri kendi makamna ve kendi
nâmna icâp ettii yere doru gider. 287Birine mü’min deseler, ruhen
mütelezziz olur, houna gider; fakat münafk diyecek olsan
hiddetlenir, ate kesilir. 288Mü’min lâfznn sevilmesi, zât-
mü’minin, yahut zât-i îmânn mahbub olmasndandr. Münafk
lâfzna buzedilmesi de nifakn âfetleri dolaysyladr. 289Mü’min
kelimesini tekil eden «m-ü- m-i-n» harflerinde erâfet yoktur.
Mü’min lâfz, ehl-i
îmânn tarifinden baka bir ey deildir. 290Birisine münafk deyince,
bu kötü lafz, akrep gibi onun içerisini sokar. 291Eer bu isim yâni
münafk lâfz cehennemden gelmiyorsa, onda neden cehennemi bir tat
vardr? 292Münafk lâfznn çirkinlii, lâfznn ve harflerinin tesirinden
deildir; nitekim deniz suyunun
acl da konulan kabdan deildir. 293Harf, zarf gibidir. Mânâ, o zarfn
içerisindeki suya benzer. Mânâ denizi ise Allah’n yannda
sabit olan ümmü’l-kitabdr. 294Dünyâda ac ve tatl denizler vardr.
Aralarnda bir berzah hâildir ki, birbirine karmazlar. 295Malûmun
olsun ki bu iki deniz; bir asldan, bir menbadan zuhur eder. Sen
ikisinden de geç.
Onlarn kaynana kadar git. 296Kalp altn da, hâlis altn da mihenk
tana vurmaynca, anlayamazsn. 297Allah, her kimin ruhuna mihenk ta
koymusa, o kimse, yakîni üpheden ayrt eder. 298Diri bir adamn,
hattâ hayvann azna bir çöp kaçacak olsa, onu çkarmaynca rahat
edemez. 299Binlerce lokma arasnda, ufak bir çöp parças aza girince,
canlnn hissi, onu bilir ve bulur. 300Dünyâ ile ilgili his, bu
cihann; dîn ile ilgili his ise, asumann «göün» merdivenidir. 301Bu
hissin shhatini hekimden, öteki hissin shhatini dosttan talep
ediniz. 302Tabiî hissin shhati, bedenin âfiyetindedir. Dînî ve
manevî hissin shhati ise cismin
tahrîbindedir. 303Mânâ akyla hânümânn, maln, mülkünü harcayp
tasadduk eden cana ne mutlu!20 304Meselâ biri; define için, evini
harâb eder; lâkin bulduu hazîne ile o harabeyi eskisinden
daha
mâmur yapar.
305Biri de suyu kesip, derenin yatan temizler, ondan sonra, temiz
ve içilecek suyu salverir. 306Biri de deriyi yarar, saplanm oku
çekip çkarr. Ondan sonra iyileir, yeni deri peydâ olur. 307Biri de,
meselâ bir hükümdar, kaleyi tahrîp ederek kâfirden alr, sonra onu
tamir ederek
yüzlerce burç ve set ilâve eder. 308Kendisine “nasl ve niçin?”
denilemeyen Allah’n iine kim keyfiyet va’zedebilir? u
söylediklerim zaruret icâbdr. 309Bâzan öyle, bâzan da böyle
görünür. Onun için din ii, hayretten baka bir ey deildir. 310Bir
kimsenin, hakîkî kbleye srtn çevirmek sûretiyle hayran olmas deil;
belki dostun mest ve
müstarak21 olmak sûretiyle hayretidir. 311Birinin yüzü dost tarafna
dönmütür. Dierinin yüzü ise, hakîkatte onun yüzünden ibârettir.
312Her birinin yüzüne bak ve onlarn evsâfn ezberle. htimâl ki
hizmet vâstasyla sen de rûinâs
olursun yâni yüzüne baktn kimselerin, manevî hüviyetlerini anlarsn.
313Madem ki insan yüzlü birçok eytan vardr. O halde, her ele el
vermek, yâni intisâb ve bîat
etmek caiz deildir. 314Çünkü kuu aldatp tutmak için, avc slk çalar
ve ku gibi ötmeye çalr. 315O ku, hemcinsinin sesini iitince,
havadan iner ve tuzaa tutulur. 316Alçak bir herif, birtakm saf
kimseleri kandrmak için, dervilerin kelimelerini çalar.
317Erkeklerin yâni tarîkat ricâlinin sözü de, ii de parlak ve
scaktr. Alçaklarn ii ise, hile ve
hayâszlktr. 318Dilenmek için yünden arslan yaparlar,
Müseylemetü’l-Kezzâb’a22 Ahmed lâkabn takarlar. 319Halbuki
Müseyleme’nin lakâb “Kezzab” «yalanc»; Muhammed Aleyhisselâtü
Vesselâm’n
lâkab da “Server-i Ulü’l-Elbâb” kalmtr. 320arâb- lâhînin mührü,
hâlis misktir. Malûm olan arâbn sonu ise azâptr.
Kendi millet ve mezhebine taassubu dolaysyla Hristiyanlar öldüren
Yahudi pâdiahnn hikâyesi
321Yahudiler arasnda zâlim, Îsâ düman ve hristiyan öldüren bir
hükümdar vard. 322Peygamberlik zamân ve nöbeti, sâ’nnd. Mûsâ devri
geçmiti. Öyle olmakla beraber O,
Musa’nn; Mûsâ da O’nun ruhu mesâbesindeydi.23
323O a hükümdar, Allah yolunda iki demsâz ve hemdem olan Mûsâ ile
Îsâ’y birbirinden ayr gördü. 324Usta, a çrana: “çeriye gir, raftaki
ieyi dar çkar”, dedi. 325a çrak: “O iki ieden hangisini getireyim?
yice anlat”, dedi. 326Usta: “O iki ie deildir. al brak, fazla
görücü olma”, dedi. 327a çrak: “Usta, beni tekdir etme” deyince,
ustas: “O iki ieden birini kr”, emrini verdi. 328Çrak, ielerden
birini krnca ikisi de gözünün önünden kayboldu. nsan, meyl ve
gazap
dolaysyla a olur, biri iki görür. 329ie birdi. Lâkin çran gözüne
iki görünüyordu. Birini krnca, öbürü de yok oldu. 330Gazap ve ehvet
gibi hâller; insan a yapar ve ruhun istikâmetini deitirir. 331Garaz
gelince, yâni insan garazla baknca, hüner gizlenir. Gönülden kalkan
yüzlerce perde, göz
önüne gerilir. Rzâ ile bakan bir göz, hiçbir ayp görmez. Nitekim
garazla bakan bir göz de, olanca kötülükleri meydana çkarr. 332Kad,
kalbinde rüvet almaya karar verince zâlimi, zavall mazlumdan nasl
ayrt edebilir? 333Yahudi hükümdar, çftlk24 kîni ile o kadar a oldu
ki; aman Yâ Rabbî, sana sndk!.. 334Ben; Mûsâ dîninin hâmî ve
yardmcsym diye, yüz binlerce mazlum mü’mini öldürdü.
Hristiyanlarn kaldrlmas için, vezirin pâdiaha hile öretmesi
335Yâhûdî hükümdarn sapk ve hileci bir veziri vard ki, hile ile
suyun üstüne düüm vururdu. 336Bu vezir dedi ki, “Hristiyanlar
canlarn kurtarmak için, dinlerini hükümdardan gizlerler. 337Onlar
öldürme ki, öldürmenin faydas yoktur. Dîn, misk ve öd aac deildir
ki kokusu olsun da
ondan anlalsn.” 338Hükümdar, vezire sordu ki, “O halde ne tedbîr
alalm? Bu hilenin, bu yalann yâni sevîliin
yaylmasna mâni olmann çâresi nedir? 339Tâ ki dünyâda nasrânîliini
îlân eden, yâhut gizli dîn kullanan bir Hristiyan kalmasn.”
340Vezir dedi ki: “ahm; kulam ve elimi kestir ve ac bir hüküm ile
burnumu ve dudam
yardr. 341Ondan sonra beni, daraacnn altna getir. O srada bir
efaatçi çksn ve senden affm dilesin. 342Bu ii tellâl çarlan ve
kalabalk olan dörtyol az bir meydanda yaptr.
343Ondan sonra beni yanndan uzaklatr ve uzak bir ehre sür ki,
Hristiyanlar arasnda er ve fitne çkaraym.”
Hristiyanlara kast için, o çft vezîrin eytanl ve onlarn hâlini
hükümdarn huzurunda arz etmesi
344“Gizli olarak diyeyim ki: Ben, srren Hristiyanm. Ey srlarn âlimi
olan Rabbim, sen bilirsin. 345ah, benim îmânma vâkf oldu. Yahudilik
taassubu dolaysyla canma kasdetti. 346Dînimi gizlemek, ahn dînini
izhâr etmek istiyordum. 347âh, esrarmdan koku ald. Sözlerim onun
nezdinde töhmetli tutuldu. 348âh bana dedi ki: «Senin sözün, içinde
ine bulunan ekmek gibidir. Senin kalbinden benim
kalbime pencere vardr. 349Ben o kalp penceresinden, senin hâlini
gördüm. Hâlini görüp anladm için, dedikoduna kulak
asmam.» 350Eer Îsâ dîni yardmcm olmasayd, ah beni çftçasna
parçalatacakt. 351Îsâ için canm feda eder, bam veririm. Hattâ
bundan dolay kendimi yüz bin kere minnettar
sayarm. 352Îsâ’dan canm esirgemem; lâkin onun dînine dâir iyiden
iyiye mâlûmâtm vardr. 353O pâk dînin birtakm câhiller arasnda kalp,
ziyana urayacana hayflanyorum. 354Allah’a ve sa’ya ükür ki biz, bu
hak dînin rehberi olmuuz. 355Yine ükrolsun ki, o çfttan da,
çftlktan da kurtulmu, Hristiyanlk zünnârn25 belimize
balamz. 356Ey insanlar; zaman, Îsâ devridir. O’nun dînine âit esrar
candan, gönülden dinleyiniz.” 357Vezîr, bu hileyi sayp dökünce,
hükümdarn kalbindeki endîeyi tamâmyla izâle etti. 358Hükümdar,
vezirin dedii siyâseti, onun hakknda yaptrd. Ahâli ise vezirin
cürmü ve cezas
karsnda hayran kald. 359Hükümdar, veziri, Hristiyanlarn bulunduu
memlekete sürdü. O da, gittii yerlerde onlar
davete balad.
Vezirin hâli gizli ve kendilerinin idrâki zayf olduundan,
Hristiyanlarn onu kabul etmeleri ve rehber bilmeleri
360Yava yava mezhebine girmek sûretiyle yüz binlerce Hristiyan,
vezirin bana topland. 361Vezir, o cemâate ncil’in, zünnârn, namazn
esrarn gizlice anlatyordu. 362Vezîr, zâhirde din hükümlerinin vaizi
idi. Lâkin bâtnda ve hakîkatte kubazlarn sl ile tuza
gibiydi. 363Bundan dolay, ashabdan bâzlar, Resûl-i
Ekrem’den[s.a.v.], insan azdran nefsin hilesine dâir
malûmat isterlerdi. 364Nefis; ibâdetlere ve ruhî ihlâslara ne gibi
fâsid ve gizli garazlar kartrr, diye sorarlard. 365Ondan, ibâdet ve
tâatin fazilet ve sevabn aramazlard. Zâhirî ayplara dâir malûmat
ver,
derlerdi. 366Kl ayrr, zerre tefrik eyler ve gül ile kerevizi ayrt
eder gibi, nefsin hilelerini bilirlerdi. 367Ashabn aratrc olanlar,
nefsin hilesi hususundaki peygamberin beyânlar karsnda,
hayran
kalrlard.
Hristiyanlarn vezire tâbi olmalar
368Hristiyanlar, tamamyla o vezire tabî oldular. Zâten avam
insanlarn taklit kuvveti nedir ki? 369Vezirin muhabbetini
kalplerine ektiler. Kendisini sa’nn vekili farz ettiler. 370O
vezir, hakîkatte tek gözlü ve mel’un bir deccâl idi. Ey yardmclarn
en güzeli olan Allah;
imdada yeti!.. 371lâhî; dünyâda yüz binlerce tuzak ve dâne vardr.
Biz ise aç ve harîs kular gibiyiz. 372Biz, doan kuu da olsak,
Zümrüdüankâ kuu26 da olsak, her vakit yeni bir tuzaa tutuluyoruz.
373Bizi her an bir tuzaktan kurtaryorsun. Lâkin ey yüce olan Allah;
biz dier bir tuzaa gidiyoruz. 374Biz bu dünyâ ambarnda buday
topluyoruz. Fakat topladmz budaylar kaybediyoruz. 375Bir gün aklmz
bamza alp da, budayn böyle kayba uramasnn, farenin hilesinden
ileri
geldiini idrâk etmiyoruz. 376Fare ambarmz delmi, onun hilesinden
ambarmz harâb olmutur. 377Ey can; evvelâ farenin def’i çâresine
bak, ondan sonra buday toplamaya çal.
378Büyüklerin büyüü olan sevgili peygamberimizin hadîsleri
cümlesinden olan: “Namaz, ancak kalb huzuru ile tamam olur”
mealindeki haberi iit. 379Eer bizim ambarda hrsz bir fare
bulunmasayd, krk yllk amel buday nereye giderdi? 380Her günkü sdk u
istikâmet, velev ki azar azar olsun, ambarmzda niçin toplanmyor?
381Demir, yâni çakmaktan birçok kvlcm sçrad. Uyank gönül de o kvlcm
çekti ve kabul etti. 382Lâkin karanlkta gizli bir hrsz var ki,
kvlcmlar söndürmek için üstlerine parmak basyor. 383Felekte yâni
dünyâda bir kandil yanmasn diye, o karanlktaki hrsz kvlcmlar
sön-dürüyor. 384lâhî; sen bizimle beraber olup bizi muhafaza
edince, ayak altnda yüz binlerce tuzak olsa da
ehemmiyeti yoktur. 385Yâ Râbbî; Senin inayetlerin bizimle beraber
olunca, o alçak hrszdan, yâni eytandan ne
korkumuz olur? 386lâhî; sen her gece ruhlar, ceset tuzandan kurtarr
ve onu balayan levhalar, balar
koparrsn. 387Ruhlar her gece ten kafesinden kurtulurlar. Kimsenin
hâkimi ve mahkûmu olmakszn âzâde
bulunurlar. 388Zindandaki mahpuslar, gece uyuyunca zindanda
bulunduklarndan habersizdirler. Devlet ve
hükümet ricali de uyuyorken vazife ve memûriyetten haberdar
deildirler. 389Uykuda ne kazanmak, ne de kaybetmek endiesi vardr.
Ne de bu filândr, u falandr düüncesi
mevcuttur. 390Ârif olan zâtn hâli, uyankken de böyledir. Cenâb- Hak
Ashâb- Kehf hakknda «Hüm
Rukûd»27 tâbirini kullanmtr. Bundan ürkme. 391Ârif, dünyâya âit
ilerde, gece gündüz uykudadr; yâni uyuyan bir adamda nasl irâde ve
tasarruf
kalmazsa ârîf de öyle olmutur. O, kalem gibi Allah’n yed-i
kudretindedir. 392Yaz yazan eli, görmeyen kimse, kalemin hareketini
müahede edince yazma iini ondan sanr. 393Halkn uykuya dalmasyla,
yâni uyuyunca istirahate nail olmasyla Allah, ârifin ahvâlinden
bir
miktâr numune göstermitir. 394Halkn canlar, nedeni ve niçini
olmayan bir sahraya, yâni âlem-i ervaha gider. Orada ruhlar;
yattklar yerde de bedenleri, istirahat eder. 395lâhî; bir iaretle
bütün ruhlar tekrar tuzaklarna, yâni cesetlerine getirir, hepsini
adalet ve
hükümle mukayyet klarsn. 396Vaktaki seherin nuru görünür, felek
akbabas altn kanatlarn çrpar, yâni sabah olur, güne
doar. 397Sabahn fâlk ve Halik olan Allah, srafil gibi bütün ruhlar,
ruhlar âleminden sûret âlemine
getirir.
398Münbast ve mücerret olan ruhlar ten eyler, yâni cesetle balar.
Bedenleri de tekrar ruhlara yüklü klar. 399Can atlarnn eerini alr.
u hâl «Ennevmü ehul mevt»28 hadîsinin srrdr. 400Lâkin sabahleyin
tekrar gelmeleri ve cesetle alâkadar olmalar için ruhlarn ayana
uzun bir ip
balar. 401O çayrdan ve mer’adan, yâni âlem-i mâ-nâdan sabahleyin
tekrar çekip getirmek için. 402Keke Cenâb- Hak, bu ruhu da Ashâb-
Kehf gibi, yahut Nuh’un gemisi gibi muhafaza edeydi
de, 403Bu uyanklk ve idrâk tufanndan u kalbi, u gözü ve u kula
kurtarm olayd. 404Cihanda ve hâlâ, ne kadar Ashâb- Kehf vardr ki,
belki senin yannda ve karndadr. 405Maara da, yâr da onunla nameler
terennüm etmektedir. Ne faydas var ki, senin gözün ve
kulan gafletle mühürlü olduu için, onu görüp iitemiyorsun.
406Halîfe, Leylâ’ya dedi ki: “Mecnûn’un perian olmasna ve saptmasna
sebep olan Leylâ, sen
misin? 407“Sen, dier güzellerden fazla bir ey deilsin?” Leylâ da
cevap verdi ki: “Sen, Mecnûn
olmadn için, sus!” 408Uyank olan, daha ziyâde uyumu demektir.
Öylesinin uyankl, uyumuluundan beterdir. 409Ruhumuz, Allah ile
uyank olmaynca, o zâhirî uyanklk, bizim için bend ve maniâdr.
410Bütün gün hayâlin tekmelemesinden; kâr, zarar ve eldeki maln
zevali korkusundan. 411Ruhun ne safâs, ne letâfet ve nûrâniyeti, ne
de yüksek âleme gidecek yolu kalr. 412Uyumu o gafildir ki, her
hayâle kar ümide düer ve onunla konumaya kalkar. 413Rüyasnda eytan
huri gibi görür ve ona ehvet suyunu aktr. 414Nesil tohumu,
nutfesini çorak yere dökünce uyanr, kendine gelir, o vakit de
hayâl, gözünün
önünden kaçar. 415Uyannca, ihtilâm oluundan banda yorgunluk,
vücudunda mülevveslik29 görür. Ah o görünen
ve görünmeyen naktan ah! 416Bir ku, yüksekten uçar. Gölgesi de
toprak üstünde ku gibi koar. 417Budalann biri, o gölgeyi avlamak
ister, arkasndan o kadar koar ki, takati kesilir. 418O budala, o
gölgeye ok atar da, arayp taramaktan ok torbas bo kalr. 419Gölge
avlamak için sürat ve harâretle komaktan ve uraya buraya ok
atmaktan ömür sada
boalm ve hayât heder olmu olur. 420Allah’n mânevi gölgesi, o gölge
avcsnn mürebbîsi olursa, onu hayâl ve gölge peinde
komaktan kurtarr.
421Sâye-i Yezdan, yâni zll-i lâhî, Allah’n o makbul kuludur ki, bu
âleme nisbetle ölüdür ve Allah’a nisbetle diridir. 422O insân-
kâmilin eteini geciktirmeksizin yakala ki, âhir zaman fitnelerinden
kurtulasn. 423«Keyfe meddezzil»30 nazm- kerîmi, evliyann nak ve
müiridir. Onlar, Allah güneinin
nuruna delildir. 424Kur’ân’n bikr olan harfini ve lafzn te’vil
ediyorsun. Kur’ân’ deil, kendini te’vil etmenin
çaresine bak. 425Bu vâdide öyle delilsiz gitme. Halil brahim
Aleyhisselâm gibi «La ühibbul âfilin», “ben
batanlar sevmem” de.31 426Git, gölgenin delâletiyle günei bul ve âh
ems-i Tebrizî’nin eteine sarl. 427Eer bu sur-i sürûru, yâni ems-i
Tebrizî’ Hazretlerine giden yolu bilemez ve bulamazsan,
Allah’n hidâyet olan Hüsâmeddin Çelebi’den sor. 428Eer, Hüsâmeddin
Çelebi’ye intisâb için giderken; haset, yâni kskançlk, boazna
sarlrsa ki
eytann hasette fazla tecâvüzü olur. 429eytan, Âdem’e olan
hasedinden, ona secde etmeye utand. Yine o eytan, hasedinden
saadetle
cenk etmeye kalkt. 430Sülûk yolunda hasetten daha zor ve daha
tehlikeli bir geçit yoktur. Hasût olmayan kimseye ne
mutlu. 431Bu ceset hasethânedir. Malûmun olsun ki hasetten, bütün
bir hânedân bulam olur. 432nsann cismi, hasethâne olmakla beraber,
Cenâb- Hak, o cisimlerden bâzlarn iyice
temizlemitir. 433Tahhirâ beyti, âyet-i kerîmesi, temizlik niandr.32
Asl toprak olmakla beraber, insan cesedi
nûr hazinesidir. 434Eer, hasûd olmayan bir zâta hile ve haset
etmeye kalkarsan, o haset dolaysyla kalbine
zulmetler ârz olur. 435Allah adamlarnn altnda toprak gibi ol Yâni,
onlara kar haset etmek deil, fevkalâde tevazu
göster. Hasedin de, bizim yaptmz gibi, bana toprak saç ve ayaklarnn
altna alp onu zelil et.
Yahudi vezirin hasedini beyan
436O alçak vezirin asl ve mayas, haset idi. Onun için kulan ve
burnunu bâtl yere ve bedava olarak verdi.
437O ümmid ile ki, hasedinin inesinden birtakm zavalllarn canlarna
zehir aksn. 438Her kim haset yüzünden burun koparmaya kalkrsa vezir
gibi kendini burunsuz ve kulaksz
brakr. 439Burun, koku alan bir uzuvdur ki, ald koku, onu bir
mahalle götürür. 440Koku almayan kimsenin burnu yok demektir. Koku
da dünyaya deil, dîne ve âhirete müteallik
râyihadr. 441Bir kimse mânevî koku duyup da o nimetin ükrünü ifâ
etmezse, küfrân- nimet gelir, onun
burnunu yer ve düürür. 442ükret ve ükredenlerin kulu, kölesi ol.
Onlarn huzurunda ölü gibi teslimiyet göster ve
neticesinde bekâ bul. 443Vezîr gibi, halk saptmay kendine sermâye
yapma ve herkesi namazdan, niyazdan ve ibâdetten
alkoyma. 444O kâfir vezir, din nasîhatçisi klna girmi, hile ile
badem helvasna sarmsak kartrmt.
Hristiyanlar arasndaki akl banda olanlarn, vezirin hilesini
anlamalar
445Kuvve-i zâikas olanlar yâni aznn mânevi tad yerinde bulunanlar
vezirin sözlerindeki lezzet arasnda bir de aclk duyuyorlard.
446Vezir, nükteli sözler söylüyordu. Lâkin o sözler, içine zehir
kartrlm eker erbeti gibiydi. 447Vezirin zâhirî kelâm: “Hak yolunda
gayretli ol”, diyordu. Zmnen ve fiilen ise, ruha atâlet ve
miskinlik tavsiye ediyordu. 448Gümüün sath; beyaz ve yeni olmakla
beraber, eli ve elbiseyi kirletir. 449Ate, ulesi itibariyle krmz
görünür. Öyle iken sen, onun kvlcm ile yakt yeri simsiyah
etmesine bak. 450imek, nazara nûr görünürse de, onda göz kamatrmak
hassas vardr. 451Veziri dinleyenlerden her kim anlayl ve zevk
sahibi deilse, vezirin sözleri, onun boynuna
halka gibi geçiyordu. 452Hükümdardan ayr olarak, vezîr alt sene
müddetle sevîlerin penâh ve muktedâs oldu. 453Halk, yâni
Hristiyanlar dîni de, kalbi de ona teslim ettiler, onun emrine ve
hükmüne kar can
feda edecek dereceye geldiler.
454Vezir ile hükümdar arasnda gizli haberleme oluyordu. Vezirin
vaadlerinden, hükümdarn kalbi rahatlyordu. 455Hükümdar ona: “Ey
benim makbulüm; zaman geldi. Kalbimdeki endîeyi çabucak gider”,
diye
bir mektup yazd. 456Vezir, “ahm, imdi sâ dînine fitne düürmek iiyle
megulüm”, diye cevap gönderdi.
Hristiyanlardan on iki frkann beyân
457sâ kavminin rabt ü zabt hususunda, on iki hâkimi vard. 458Her
frka, ayr bir beyin tâbii idi ve tamahkârlk evkiyle onun kulu ve
kölesi olmutu. 459Bu on iki bey ile onlarn kavmi, o nian kötü
vezirin itaatine girmi ve bendesi olmutu. 460Hristiyan beyleriyle
tâbîlerinin hepsi de vezirin sözlerine kanmlar, ahvâl ve
harekâtna
ballk göstermilerdi. 461Vezir öleceksin demi olsayd, o beylerden
her biri, her an ve saat, huzurunda can verirdi.
Vezirin hristiyanlara kar, ncil’in hükümlerini kartrmas
462Vezir, o beylerden her birinin nâmna bir tomar tanzim etti ki,
tomarlarn hepsi de meslek ve mezhep itibaryla bambaka idi. 463O
tomarlardan her birinin hükümleri baka türlü ve biri bandan sonuna
kadar dierine aykr
idi. 464Tomarn birinde, riyâzat ve açlk yolunu, tevbenin ve
günahlardan dönüün rüknü klm. 465Tomarn birinde de demiti ki:
“Riyâzatn faydas yoktur. Bu yolda cömertlikten baka
kurtulacak cihet bulunmaz.” 466Tomarn birinde de demiti ki: “Senin
açln da, cömertliin de, mabûduna kar irk koman
olur. 467Gamda olsun, rahatta olsun, tevekkül ve teslimden baka,
amellerin hepsi hile ve tuzaktan
ibârettir.” 468Tomarn birinde demiti ki: “Vâcip olan hizmettir.
Yoksa tevekkül düüncesi bâ’is-i töhmettir.” 469Tomarn birinde
demiti ki: “Dinde vârit olan emirler ve nehiyler vardr. Fakat onlar
yaplmak
için deildir, bizim aczimizi, onlar yapamayacamz bize anlatmak
içindir. 470Tâ ki o emir ve nehiylerde kendi aczimizi ve hakkn
kemâl-i kudretini görüp anlayalm.” 471Tomarn birinde demiti ki:
“Kendi aczini görme, akln bana al. Kendinde acz görmek,
Allah’n nimetine küfran göstermektir. 472Kendi kudretini gör ki bu
kudret ondandr. Kendindeki kudreti Allah’n bir nimeti bil.”
473Tomarn birinde demiti ki: “Bu ikisinden, yâni kendinde acz ve
kudret görmekten geç. Nazara
san, görülebilen her ne varsa tevhît yolunda manevî put saylr.”
474Tomarn birinde demiti ki: “Bu mumu söndürme. Çünkü nazar ve
istidlâl33, bir meclisin mumu
gibidir. 475Nazar ve istidlâlden geçersen, vuslat gecesinin yarsnda
mumu söndürmü, karanlkta kalm
olursun”, diyor. 476Tomarn birinde demiti ki: “Korkma, nazar ve
istidlâl mumunu söndür yâni müessiri bulmak
için esere bakmaktan vazgeç ki, ona mukabil yüzlerce nûr görmü
olasn. 477Mum söndürülünce can em’inin nuru artar. Senin Leylân,
senin sabrndan mecnûn olur. 478Her kim zühd-ü kanâat gösterip de
dünyây terk edecek olursa, dünya ona doru ziyadesiyle
yaklar.” 479Tomarn birinde demiti ki: “Allah, sana ne vermise, onu
icât ederken sana irin klmtr. 480Cenâb- Hakk’n sana müyesser kldn
holukla kabul et. Kendini zahmet ve meakkate
düürme.” 481Tomarn birinde demiti ki: “Kendi isteini brak. Çünkü
senin tabîatnca makbul olan, kötü ve
merdût bir harekettir. 482Muhtelif ve müteaddit yollar, tabîata
kolay gelmi, onlardan her birine bir millet ve bir din, can
gibi olmu; yâni ona sarlm kalmtr. 483Eer Hakk’n müyesser etmesi,
çkar bir yol olsayd, her Yahudi, hattâ her Mecûsi, ârif-i
billâh
olurdu.” 484Tomarn birinde demiti ki: “Allah’n müyesser kld eyler,
yâni icrâsn kolaylatrd
hareketler kalbin hayât ve rûhun gdâsdr. 485Tabîata zevk veren bir
ey geçince, artk o tabîatta feyiz husûle gelmez. Nebat
yetitirmeyen,
çorak yere döner. 486Öyle bir adamn hâsl pimanlktan, alm-satm da
zarardan baka bir ey dourmaz.
487Böyle bir hareket yâni ibâdet ve tâat, yahut onlar yapan,
müyesser deildir. Belki onun ad muasser olmak lâzm gelir. 488Sen
muasserle müyesseri ayrt et ve bununla onun, son hâline bak.”
489Tomarn birinde demiti ki: “Kendine bir üstad bul. Haseb ve neseb
dolaysyla âkibet-i umûra
vâkf olamazsn. 490Her millet; fikrince, gelecei gören kimseleri
alarak geçinmek istediler. Kendi düünceleriyle
hareket ettikleri için, zillete ve felâkete uradlar. 491Akbeti
görebilmek, el örgüsü ve oyuncak kabilinden bir ey deildir. Öyle
olsayd, din ve
mezheplerdeki bunca anlamazlk nasl meydana gelirdi?” 492Tomarn
birinde demiti ki: “Üstad tandn için, üstâd sensin. 493Adam ol da,
birtakm kimselerin tâbii olma. Git, bann çâresine bak, serseriyâne
dolama.” 494Tomarn birinde demiti ki: “Bunlarn hepsi birdir. ki
gören, a bir zavalldr.” 495Tomarn birinde demiti ki: “Yüz, nasl bir
olur? Böyle düünen delidir. 496Her biri dierine zt bir sözdür. Nasl
olabilir ki, biri zehir, öbürü ekerdir?” 497Îsâ dîninin düman olan
o Yahudi vezîr, bu tarzda ve nevide, on iki tomar yazd.
Bu ihtilâflarn görünüünün sûrette olup, hakîkatte olmadnn
beyân
498Yahudi vezir, sâ’nn tek renkliliinden koku almam olduu gibi, sâ
küpünün mizacndan da huy edinmemiti. 499Yüz renkteki elbise, o safî
küpte, sabâ rüzgâr gibi, sâde ve tek renk olurdu. 500O tek renklik,
usandracak bir ey deildi. Belki balk ile tatl su gibidir. 501Karada
binlerce renk olmakla beraber, balklarn kurulukla cenkleri vardr.
502Balk kimdir, deniz nedir ki, misâl yoluyla Hüdây-i azze ve
celle, onlara benzesin? 503Bu vücûd âleminde, yüz binlerce deniz ve
balk, o ikram ve lûtuf sahibinin huzurunda secdeye
kapanr. 504Ne kadar kerem yamuru yamtr ki, onun feyziyle denizler
inci yetitirmitir. 505Hakk’n keremi, günei ne kadar k saçmtr ki,
bulutlar ve denizler ondan cömertlik
örenmitir.
506O kerem güneinden bir ilim parlts, suya ve çamura aksetmi de
toprak, dâneyi kabul eylemi ve yetitirmitir. 507Toprak emindir. Ona
her ne ekersen hyânetini görmezsin. Ektiin eyin cinsini
ziyadesiyle
alrsn. 508Allah’n adalet günei, topran üstünde parlam; toprak, bu
emînlii, o adalet güneinin
emânetinden bulmutur. 509Bahar mevsimi, Hakk’n fermann getirmeyince
toprak, dahilindeki srlar izhâr etmez.34 510O sahiy-yi mutlak olan
Cenâb- Hak, toprak gibi bir cansza, bu haberleri anlamak ve bu
kadar
emîn ve doru olmak hassasn vermi, onu canszlara mahsûs bir idrâk
ile yaratmtr. 511Fazl u keremle cansz habîr ve müdrik klan Allah,
kahr u celâliyle de bâz akllar kör eder. 512Canda, gönülde, o cû u
hurûa takat yoktur. Kime söyleyeyim ki, dünyâda istîdatl ve
kabiliyetli bir kulak mevcut deildir. 513Nerede bir kulak
bulunduysa, ondan Allah’n inâyetiyle göz oldu. Nerede bir ta
bulunduysa,
yine inâyet-i Hak ile yeim derecesine çkt. 514Allah, kimyâ yapcdr.
O’na kar kimyânn ne ehemmiyeti vardr? Allah Peygamberine
mûcize
ihsân edicidir. O’na kar simyânn ne deeri olabilir? 515Benim bu
senâkârlm, terk-i sena demektir. Zira varlk delildir, darlk ise
hatâdr. 516Cenâb- Hakk’n varl huzurunda yok olmak lâzmdr. u varlk
dediimiz mevhûm vücut, ona
nisbetle arta kalm, menfaatsiz ve ehemmiyetsiz bir eydir. 517Eer
vücut dediimiz, kör ve idraksiz olmasayd, hakîkî varlk güneinin
hararetini hisseder ve
o hararetle erirdi. 518Yine o vücut dediimiz mâtemzede bulunmasayd,
bu nahiyede nasl buz gibi donard.
Yahudi vezir hikâyesinin devam
519O Yahudi vezir, hükümdar gibi câhil ve gafil idi. Bunun için
kadîm ve kabulü zaruri olan bir emr-i lâhî ile pençelemeye kalkt.
520Öyle bir Kâdir-i mutlak ile uramak istedi ki, bunun gibi
yüzlerce âlemi bir dem içinde, yâhut
bir “kün” «Ol» emriyle yokluktan vücûda getirir. 521Senin gözüne,
kendisiyle görmek kuvvetini verecek olursa, nazarnda bu âlem gibi
yüzlercesini
peydâ eder. 522Dünyâ senin nazarnda büyük ve nihayetsiz görünse de,
bilmi ol ki, kudret-i lâhîyye karsnda
bir zerre bile deildir. 523Bu dünyâ ruhlarnz için bir hapistir.
Sahranz bulunan tarafa doru gidiniz. 524Bu âlem mahdûd35, mânâ
âlemi ise gayri mahdûddur. Bu âlemdeki nak ve sûretler, mânâ
âleminin önüne çekilmi sed mesâbesindedir. 525Firavun’un yüz
binlerce mzrakl ordusunu, Mûsâ’nn bir asâsyla krd. 526Calinos’un
yüz binlerce tbbî devas ve tedavisi de Hazreti sâ’nn nefhas karsnda
Allah’n
kudretiyle faydasz kalmt. 527Yüz binlerce iir defteri, ümmî bir
zât- akdesin, yâni Peygamber-i mukaddesin tekellümü
karsnda utanç vesilesi olmutu. 528Böyle gâlib ve muktedir bir
Allah’n huzurunda bulunan bir kimse, tab’an baya, yâhut
çerçöp
gibi deilse nasl ölmez? 529Cenâb- Hak, da gibi sabit bir çok kalbi
yerinden koparm, çok kurnaz kuu ökseye tutturup
iki ayandan asvermitir. 530Fehm ve hatr keskinletirmek, yâni
herkesin anlamad eylere akl erdirmek yol ve marifet
deildir. Allah’n fazl u keremi, saracak krk ve yapacak ykk arar.
531Sr vâstasyla bulunacak defineden hazinesini doldurmak
isteyenler; yahut hazîne bulmak
ümidiyle köeyi buca kazanlar, o hayâle kaplanlara tâbi olurlar.
532Öküz kim oluyor ki onun tâbii bulunuyorsun? Toprak ne oluyor ki
onun otu oluyorsun? 533Bir kadnn kötülükten yüzü sararnca, Allah
onu mesh ederek zühre yapt. 534Bir kadn zühre yapmak mesh oluyor da
toprak ve çamur olmak mesh deil midir, ey anud
kimse? 535Rûh seni felek-i âlâya götürdü. Sen ise su ve çamur
tarafna, yâni tinet ve tabiat âlemine
meylederek esfel-i sâfilîne36 dütün. 536Akllarn gpta ettii bir
vücuttan süfliyet hasebiyle kendini meshetmisin. 537O halde Allah’n
seni u mesh ediine bak ki, öbür meshe nisbetle bu, gayet dûn bir
derecede
kalr. 538Himmet atn yldzlara doru sçrattn, meleklerin secde-i
ta’zîmine mazhar olan Âdem’i
tanmadn. 539Ey soysuz; sen de Âdem’in torunu olduun hâlde, bu
süfliyeti, ne vakte kadar kadr ü eref
sayacaksn? 540“Bu dünyây idare eden benim, cihan dolduran da yine
benim!” diye ne vakte kadar atp
tutacaksn? 541Dünya batan baa karla dolsa, günein harareti onlar
bir bak eritiverir. 542O vezirin de, onun gibi yüz, hattâ yüz bin
vezirin de hilesini Allah, bir kvlcmla mahveder.
543Cenâb- Hak, o Yahudi vezir ve emsalinin düündükleri hileleri,
mazlumlar hakknda hikmet hâline getirir. Yine zehirli su gibi olan
tezvirlerini madurlar için erbet derecesine çkarr. 544Allah, zan ve
üphe dourabilecek bir sözü, yakîne vâsta klar. Kin ve dümanlk
sebeplerinden de muhabbet neticesi çkartr. 545brahim’i ate
içerisinde besler; korkuyu, rûhun, emniyetine vâsta klar.
546Allah’n, bâzan sebepleri tesirsiz brakmasnda ben, arm kalmm.
Hakk’ tahayyül ve
tasavvur hususunda sofestâiler gibi olmuum.
Hristiyan kavmini dalâlete düürmek için Yahudi vezirin baka bir
fitnekârl
547O vezir, kendiliinden baka bir hîle yapt. Va’z brakt, halvette
oturdu. 548Krk, elli gün kadar halvette oturup müridlerini ayrlk
ateine yakt. 549Halk, o vezirin hâl ü kâli ve zevk-i itiyakndan
deli, dîvâne oldu. 550Müridler alayp vezîrin dar çkmas için
yalvaryorlard. O ise halvethânesinde riyâzat
yüzünden iki kat olmutu. 551Müridler diyorlard ki: “Sensiz bizim
için hidâyet nuru yoktur. Sopasn tutup yol gösteren
bulunmazsa körün hâli nasl olur? 552kram ve ihsan etmi olmak için,
ve Allah akna artk bundan fazla bizi kendinden ayrma. 553Biz çocuk
gibiyiz ki, sen de dadmz mesâbesindesin. Terbiye ve irad gölgeni
bamzdan
eksik etme.” 554Vezir dedi ki; “Ruhum, dostlarmdan uzak deildir.
Lâkin darya çkmam için müsâade
yoktur.” 555Hristiyan reisleri efaat için, dierleri de nefislerini
kötülemek üzere vezirin yanna geldiler. 556Dediler ki: “Ey kerîm
olan vezîr, biz sensiz; gönlümüzden, dinimizden yetim kalm
olduk.
Bizim için bu ne bedbahtlktr. 557Sen halvetten çkmamak için bahane
buluyorsun. Bizim ise yüreimiz yand için yüreimizi
çekiyoruz. 558Biz senin güzel sözlerine alm, süt gibi olan
hikmetlerini bol bol içmitik. 559Allah akna olsun bize bu cefây
etme, lûtfeyle de halvetten çkmak için bugünü yarna brakma. 560Bu
âklar sana gönül vermilerdir. Sen olmaynca dalâlete
düeceklerdir.
561Hepsi de senin firaknda, karada kalm balk gibi çrpnyorlar.
Derenin bendini aç da suyu salver. 562Ey u asrda misli bulunmayan;
Allah akna olsun halkn feryadna ko ve imdadna yeti.”
Vezirin müridleri savmas
563Vezir dedi ki: “Ey dedikoduya tutulmu gevezeler, ey va’z, söz,
dil ve kulak arayanlar! 564Âdi bir hissin mevzi’i bulunan kulanza
pamuk tkaynz; bilakis gözünüzdeki his ban çözüp
atnz. 565Gû-i srrn, yâni bâtn kulann pamuu, bu zâhirdeki kulaktr.
Bu kulak tkal bulunmadkça
mânevi kulak sar demektir. 566Hissiz, kulaksz ve fikirsiz olun ki,
«ircii» “Rabbine dön” hitabn iitesiniz.37 567Sen konuup uyank
kaldkça, uyku konumasndan nasl mânâ râyihas alrsn? 568Bizim
kavlimizle, fiilimiz de seyr-i haricî, yâni darda yürüyü gibidir.
Seyr-i bâtnî ise
semânn üzerindedir. 569His, topraktan yaratld için topra gördü. Can
sâ’s ise deniz üstünde seyretti. 570Topraktan olan mahlûkun ve kuru
hissin seyri, u toprak zeminin üstündedir. Ruh ise denizin tâ
ortasna ayak basmaktadr. 571Mademki ömrün bâzan dada, bâzan
denizde, bâzan ovada olmak üzere toprak âleminde geçti. 572Âb-
hayât nerede bulacak, denizin sularn nasl yaracaksn? 573Toprak
dalgas; bizim vehmimiz, fehmimiz ve fikrimizden ibârettir. Deniz
dalgas mahivdir,
sekir38dir, fenâdr. 574Sen bu eksik sekir içinde bulundukça tam ve
hakîkî sekirlikten uzak kalrsn. Bu noksan
nevelerden zevk aldkça hakîkî zevklerden behremend olamazsn.
575Zâhirdeki dedikodu, toz gibidir. Akln bana al da bir müddet
sükût et.”
Halvetten çk diye, müridlerinin tekrar rica etmeleri
576Müridlerin hepsi dediler ki: “Ey svmak için frsat arayan hakim;
bu hileyi bu cefây bize yapma. 577Yük tayacak hayvana kudretine
göre yük vur. Zayf insanlara da tâkatleri kadar i buyur. 578Her
kuun yemi cüssesine göre olur. ncir, her kuun lokmas olabilir mi?
579Süt emen bir çocua süt yerine ekmek verecek olursan, o ekmei
hazmedemeyecei için bîçâre
çocuu ondan ölmü bil! 580O çocuk di çkarnca ekmei kendiliinden
arar. 581Kanat tüyleri çkmam ku yavrusu uçmaya kalkacak olursa,
düer ve yrtc bir kedinin
lokmas olur. 582Kanat tüyleri çknca, onu yükseklere doru uçurur,
uçmadan zahmet çekmez, külfet etmez;
iyinin, kötünün sln da beklemez. 583Senin nutkun eytan susturur.
Nasi-hatlerin de bizim kulamz ayni akl yapar. 584Sen söyleyince
bizim kulamz tamamen akl olur. Sen büyük bir deniz olduun için,
bizim
kuruluumuz da deniz ekline döner. 585Ey yüksek noktasndan aa
noktasna kadar topra ve gözü aydnlatan; seninle birlikte arz
üzerinde bulunuumuz, yalnz bamza göklere çkmamzdan daha iyidir.
586Sen olmaynca bize feleklerin üstü karanlktr. Ey mânevî ay; sana
nispetle felek kim olabilir? 587Göklerin sûretâ yükseklii vardr.
Fakat manevî yükseklik ve hakîkî ulviyet temiz olan ruhlara
mahsûstur. 588Yüksekliin sûreti cisimlerdedir. Cisimler ise mânâya
nisbetle isimlerden ibârettir.”
Vezirin, “halveti bozamam” diye cevap vermesi!
589Vezir müridlere dedi ki: “Delil ve hüccetlerinizi ksa kesiniz.
Verdiim nasihatlere kalbiniz ve ruhunuzda yol veriniz. 590Ben sizin
nazarnzda emîn isem, göklere yer diyecek olsam bile,
suçlandrlmamalym. 591Eer ben kemâl sahibi isem kemâle kar neden
inkâra kalkyorsunuz? Deilsem bu eziyet ve
zahmete neden cür’et ediyorsunuz? 592Ben bu halvethaneden dar
çkamam. Çünkü kalp ahvâli ile megulüm.”
Vezirin halvette kalmasna müridlerin itiraz
593Müridler hepsi dediler ki: “Ey vezîr; sana söylediimiz sözler,
itiraz ve inkâr kabilinden deildir. Bizim temennilerimiz,
yabanclarn sözüne benzemez. 594Senin ayrlndan gözümüzün ya akp
gidiyor. Teessür ahlar ise samimi ruhumuzdan çkyor. 595Çocuk,
dadsyla uramaya kalkmaz, iyiyi-kötüyü bilmedii hâlde alar. 596Biz
çeng denilen saz gibiyiz ki mzrab vuran sensin. u hâlde çkan inilti
bizden deil,
sendendir. 597Biz ney gibiyiz, nevâmz sendedir; biz da gibiyiz ki
bizdeki aks-i sadâ sendedir. 598Biz gâlip ve malûp olmak hususunda
satranç tahtas gibiyiz ki galibiyet ve malûbiyetimiz yine
sendendir. 599Ey r&uc