24

Mevzular Derin Fanzin Sayı : 4

Embed Size (px)

DESCRIPTION

 

Citation preview

Page 1: Mevzular Derin Fanzin Sayı : 4
Page 2: Mevzular Derin Fanzin Sayı : 4

Bir yaşam biçimi olarak : MDF

Bizim için mdf ne değildir ? Çeşitli kimyasal işlemlere tabi tutulmasının ardından

meydana gelen ahşap bir ürün değil elbette. Yani literatürde öyle geçse de biz daha hiç bu

anlamda kullanmadık.

Bizim için mdf nedir ? Şu okuduğunuz sayfanın ait olduğu neşriyatın ta kendisidir

efendim. ‘’M’’evzular ‘’D’’erin ‘’F’’anzin’in kısaltması işte.

Bugüne kadarki sayılarımızı eğer ilk sayfadan başlayarak okuduysanız hep önsözleri

benim (Yalım) yazdığımı farketmişsinizdir. Ama bu fanzin tamamen benim değil. Her

seferinde yinelediğimiz gibi kolektif bir fanziniz. Bu sayıda size ortalığın kötü

olduğundan, içimizin dert yandığından bahsetmek yerine, sayfalarda dağılmış olan ekip

arkadaşlarımı genelde bana tahsis edilen bu sayfada toplamak istedim. İlksözler

kıvamında bir giriş yapalım,birkaç cümle kuralım istedik. Şimdi ilk olarak sözü 1-B

sınıfından İdil arkadaşımıza bırakıyorum. Ardından ekibin kalanı sahne alacak,

sonrasındaysa birkaç yazı, şiir ve arka kapak. Her zamanki gibi yine dopdoluyuz bu sayı.

Neyse, herkese iyi okumalar..

İlksözler

İdil : Abi editör bizi çok kısıtlıyo. İstediği gibi yazmazsak da dövüyo abi. Sırtımızda sigara

söndürüyo abi.

Oğul : Daha iyi bir yaşam için, mdfyi seçin.

Umut : Her tünelin sonunda ışık vardır ama karanlıkta çok uzun süre yaşayınca, insan ışığı

aramaktan vazgeçer, çünkü karanlıktan başka bir gerçeği kabul edemez.

Alperen : "usanmaz kendini insan bilenler halka hizmetten"

Esther : Ankara’nın rengi gri derlerdi, gri sanardık. bugün baktım, kan kırmızı. Ne zaman

dönecek eski rengine belli değil.

Mislina : İnsan ırkı olmamış, lütfen tekrar deneyiniz

Yalım : Bir fotokopi makinam var, binlerce hayalim.

Yazar Kadrosu : İdil Özeren – Umut Çağın Bozacı – Alperen Yavaş – Esther –

Mislina Bursal – Seynan Konucu – Ozan Korkmaz – Yalım Aydın

Konuk Yazarlar : Kürklü Balık, Mehmet Özgal, Zafer Yalçınpınar, Fatih Dalcı, Gordion

Ön Kapak ve iç çizimler : Oğul Arda Biçer

İletişim : [email protected]

twitter.com/ mevzularderinf

facebook.com/mdfanzin

Page 3: Mevzular Derin Fanzin Sayı : 4

!

Bazı kentler sokaklarıyla, meydanlarıyla, insanlarıyla ünlüdür. Bir hafta sonu çıkar, nefes almak için

aynı yola düşer hayatlarınız. Bir hafta sonu şehrin kalbinde yaralanıp kana bulanmamalısınız. Ve o

bazı kentlerde gridir en güzel anılarınız. Kanla kaplı sokaklarda olaylardan bir gün sonra yürüyen

insanların yüz ifadeleri geçsin gözlerinizin önünden. Ağlayan bir annenin feryadı acıtsın

kulaklarınızı. Bir sınav sonrası ölen gençlerin hayat hikayeleri yazılsın gazetelerde. Yeter artık

sessiz kalışlarımız. Yeter artık sessiz bırakışlarımız. Bir şehir düşünün ki bir avuç yerde geçsin

hayatınız. Ve o bir avuç alanı teker teker patlattınız. Kahrolsun politikanız, amaçlarınız, araçlarınız!

Siz o sokaklarda büyüyen bir sürü

çocuğun ahını aldınız.

Bir yağmur başladı o canlar gittikten

sonra. Yerde kalan umutları, hayatları

taşıdı sularıyla. Kanla kaplı bir

meydanı temizledi gözyaşları.

Gökyüzü Ankara'da hep böyle

vefalıydı.

Fakat biz konuşmadık, biz karşı

çıkmadık, gökyüzü bile ağladı, biz

yine sessiz kaldık.

Söyleyecek çok sözüm yok. Eskiden

insanlar baharda sokaklara çıkar,

rahatça dolaşırlardı. Güneş gösterirdi

yüzünü, ağaçlar çiçek falan açardı.

Şimdi bir bir ölüyor insanlar, ağaçlar

da çiçek falan açmıyor.

Ankara artık kapkara. Siz, güneşi bile baltaladınız.

Mislina Bursal

Page 4: Mevzular Derin Fanzin Sayı : 4

13 Mart 2016

"Şuur devrinde şiir susar, şiir devrinde şuur seyirci kalır. İçinde bulunduğumuz zaman, galiba

birinci devreye aittir"

Ziya Gökalp'in de belirttiği gibi insanın en temel hakkı olan yaşama özgürlüğünün barbar, taze

kana aç, geniş ve vahşi bir kitle tarafından tehdit altında olduğu bu dönemde elbet edebiyat ve

şiir sesini biraz alçaltarak yerini şuura bırakmalıdır. Terörün kanıksandığı, yarattığı yıkımın tarihler

ve istatistiklerden ibaret kaldığı, genç yaşta noktalanmış hayatların ardında yalnız birtakım

"kınamalar" bıraktığı bu dönemin normal sayılması mümkün değildir. İnsanların, çıplak yüzüne

nefretle baktığı politika ve bürokrasi ağının kapalı kapılar ardında dönen, milyonların hayatını

karartacak derecede korkunç plan, eylem ve saldırılarına hiç yoktan kurban gitmesinin bize çok

önemli konularda tekrar ve tekrar adaleti sorgulatması gerekir. Askerinin ölümü üzerinden soyut

milli duygu mastürbasyonu yapan kitle, uluslararası kirli kalemlerden habersiz sivillerin

ölümünden nasıl bir kitle afyonu çıkarıyor acaba? Bugünlerde ağızlarda sıkça dönen "istikrar"

kelimesinin bu afyonlardan biri olduğuna şüphe yoktur. Bireylerin başına gelen felaketlerin

birkaç siyasi düzenleme ile kökten çözüleceğine inanan kitlenin ise (hiçbir şakası olmadan

söylüyorum) acilen ilkokul sıralarına dönüp hayat bilgisi dersinden yaşadıkları eksiklikleri

tamamlaması gerekir.

Bu yazıda ne bir abartılı duygu sömürüsü ne de herhangi bir siyasi oluşuma kapı aralayan

propaganda vardır. En temel amacı topluma o hasret kaldığı bilinç duygusunu sanal

gösterişlerden uzak şekilde geri kazandırmak olan bu yazının çeşitli ortamlarda gerek sesli olarak

okunması gerekse elden ele gezdirilmek suretiyle halka açılması gerekmektedir. Mezhepsel ve

etnik terörün en büyük kurbanı olan vatandaşların, böyle bir dünya içinde bulunmuyormuşçasına

kapalı kapılar ardında üç maymunu oynaması doğru değildir.

Yazının en başında da belirttiğimiz gibi topluma hak ettiği hakkını teslim etmek en başta

edebiyatçıların görevidir. Sanata hayran kitle genel olarak güncel bilgiler veyahut özgürlükçü

fikirler ile dolu olduğundan bu aydınlanmanın ışığını en basit toplum birimlerine kadar

yansıtması hiç zor değildir. Yeter ki aydınlar, Türkiye üst üste böyle acılı günlerden geçerken

bunun bir lütuf ya da lüks değil bizzat kolların acilen sıvanması gereken bir vazife olduğunu

anlayabilsin. İşin belki de en yorucu kısmı buradadır. Fakat bu dahi gözümüzü korkutmamalıdır.

Cesur insanların ve cesurca davranışların olmadığı yerde korkakların mevki makam sahibi

olmaları normaldir, ancak en ufak bir sivriltide oturdukları yer kolayca sallanır. Gün, ölümlere

kayıtsız kalan arsız, şahsiyetsiz makam sahiplerini insanlıktan yoksun bir şekilde huzurla

uzandıkları divanlardan uyandırma günüdür. Gün, hareket günüdür.

Alperen Yavaş

Page 5: Mevzular Derin Fanzin Sayı : 4

Kederim

Titreyen gece lambamın loş ve titrek ışığı

altında, titreyen ellerimle, saatimiz ümitsiz

sesiyle, gözlerim seğirirken yazıyorum bu

yazıyı. Ara sıra kağıttan kayıyor ilgim,

cümleyi toparlayamadığımı fark edip

kurmaktan vazgeçiyor, siliyorum. Eski

yüzüğümü inceliyorum bir yandan. Ne kadar

da eski –bir o kadar da yeni görünüyor

(yamukluğu hariç)-.Düştüm bugün, yüzük

yamuldu hafiften.

Hafiften… Ne kadar da iç burkan bir kelime.

Hem huzurlu, naif hem de kırıcı geliyor

kulağa. Oysa herkes bu kelimeyi zaten böyle

kullanmaz mı ? Peki kederden mi her şey bu

kadar zor ? Ve aslında her şeyin bu denli

derin manaları var mı (çoğunu

anlayamadığım)?

Mana… Söylemesi ne hoş bir kelime.

Eski dostum kederim ebediyete kadar

benimle mi olacak ? Onunla, açıklaması güç

şeyler yaşıyorum. Sırasında şu soru ; gitgide

tamamen kederle mi kaplanıyorum –en içten

dışa doğru- ?

Aklım ermiyor kendi kederime. Öte yandan

kederim saten bedenimde sersemce

varolmaktan fazlaca hoşnut.

Kederim melankoli formuna bürünmeye

çalışınca yerçekimini de hiçe sayan karadelik

gibi. İşte o zaman sadece keder demek çok

masum. Azımsanmayacak kadar canım

yanıyor. Kolumu bacağımı o karadeliğe

kaptırmışım ve gözümün her pikselini

tutunabileceğim bir şey arayarak

kullanıyorum.

Yok. Hiç – bir – şey – yok ! Kahretsin, tek

başımayım. Bir şeye, birine adanamamış

olmak… Tutunulabilecek sadece kapı kolu –

çıktı çıkacak-. İğdiş edilmiş mantığım ‘’çok

şeye’’ mi sebebiyet veriyor yine ? Ah keder,

‘’çok keder’’.

Bazen bir keyif sanki. Hoş, en az

okuduklarım kadar, -titrese de- gece

lambam, kalemim, eski dostluklarım kadar.

Ve zamanlar kadar. Bir zamanlar. Geçmiş,

geçmişimdekiler ve geçmişimin süsleri. En

gerçek anların rakıyla özdeşleştirildiği,

tekmelerden uzak, tekin sahillerde temelli

kalınacakmış hissi veren sofradaki bakır

meze tabakları. Hepsi etkindir. Ne zaman

seni düşünsem –ki inan bana çok nadir-

verdiği tesir kadar etkin. Başa mı döndük ?

Keder…

Kederin tesiri geçmişi düşünmektir, bakır

meze tabaklarını, rakıyı düşünmektir. Ve seni

düşünmektir. –sek-

Özleminin acısını çekmeyi sevdiğim,

düşümdeki sevgili, zihnimdeki çölde

defalarca belirip kaybolan, düşümde

saniyede yedi yüz kırk sekiz defa beni

varoluşla yokoluşum arasında ‘tam’

seyahatim sırasında parçalayan, düşlediğim

sevgilinin tesiti ise kederdir. Kısır döngü,

sonsuz keder.

Kararlı olabildiğim an, kedere adabıyla sahip

çıkabildiğim an ve kedere bütünüyle hakim

olabildiğim andayım, seni çok özledim.

Kederim

Kaderim (mi?)

İdil Özeren

Page 6: Mevzular Derin Fanzin Sayı : 4

Bir Kadın, Bir Merdiven

Hoş geldin kadınım benim, hoş geldin...

Basamaklar ayacıklarının altında birer birer

eziliyor. Merdiven çıkıyorsun, bana doğru

yükseliyorsun. Ayağında yüzde kırk

indirimden aldığımız üstten kayışlı, sevişmek

kırmızılı, ince topuklu ayakkabıların var.

Apartman boşluğunda ritimli sesleri öyle tok

yankılanıyor ki Ruhi Su alt katta türkü

söylüyor sanırsın. Kötü değil. Gelişini

hissediyorum. Gözlerim kapalı, sımsıcak

gülüşümü giyinmişim, kulaklarımı tahta

kapıma dayamışım-Demir kapılar modern

çağda kaldı- seni bekliyorum. Hiç acelem

yok. Ağır ağır gelişlerin ayrı bir zevk veriyor

bana.Yolun belli, bekleyenin belli.

Şehirlerarası yolda "Aman yavaş gidelim

Mustafa, beş dakika geç gitsek ne olur?"

diyen annem gibiyim. Direksiyonda sen

varsın. Ben annemin yerinde olmuşum,

annemin yaşayan her erkeği eriten, kıyım

kıyım süzen Türkan Şoray bakışlarını

almışım, seni izliyorum. Hiç acelem yok.

Sen de az kız değilsin. Kapının ardında

olduğumu biliyorsun, Gelmeni yıllardır böyle

beklediğimi biliyorsun, yine de oyalandıkça

oyalanıyorsun şu ara katlarda. Kapı

deliklerinden başka komşuların hayallerini

de gerçek yapmak mı istiyorsun

anlamıyorum ki. Ama bu savaşı ben

kazanacağım. Çünkü fazla aşığım. Fuzuli

derecede aşığım bekleyişlerine.

Trabzanlarda elin sürtünüyor, kalkan tozu

duyumsuyorum. Hayır, sokaklarda yeterince

kirlenmedi mi üstün başın, o güzel elbisen.

En güzel elbisen ve en güzel sen. Benim

durduğum yerde en güzelden başkası

değilsin. Öyle olsa da tertemiz tenin kadar

lekesiz elbiselerin olabilir.

Ayrıca, mesafelerimizi yok eden parfümün

de daha az tahrik edici olabilir sevgilim.

Duvarları mobilyaları tırmalamak pek

hoşuma gitmiyor. En sonunda içimden vahşi

bir rottweiler çıkar, halılarda yuvarlanırım

diye korkuyorum.

Ve işte aramızda bir kat kaldı! Bir görebilsen

senin utangaç sevginden nasıl da kıpkırmızı

oluyor yüzüm. İlişkimiz atarideki Pong

oyununa benziyor. Topa sen vuruyorsun ben

vuruyorum aşkımızı sahada sürekli canlı

tutuyoruz. Skor şimdilik 0-0 canım, içimden

de hep dua ediyorum "Tanrım, kimse gol

yemesin..."Aslında bu biraz tuhaf. Tanrı

video oyunlarına da bakıyor mu bilmiyorum

ama çok büyük sorun değil zaten. Onun bile

iyi niyetim hatrına yapmaktan

çekinmeyeceği birkaç güzellik vardır. Ahh,

aynaya baksam gökkuşağı göreceğim

eminim. İfadem bir kez olsun uslu durmuyor

ki. Neyse sakinim, bekliyorum. Bekliyorum.

(Kapı vuruluyor.)Tanrım biraz daha... (Kapı

vuruluyor.) Acaba açmasam mı? (Kapı

vuruluyor.) Açmasam kızacaktır ama belki

hoşuna da gider. (Kapı vuruluyor.) Ne garip

bir sevgi. (Kapı vuruluyor.) O hırsla kapıma

dokunan incecik elleri görmek ne güzel

olurdu. (Kapı vuruluyor.) Ne güzel

olurdu...(Kapı vuruluyor.) Uzatmamalıyım

biliyorum. Kapıyı usul usul, ahiret kapısı

olmadığını bilerek fakat ardındaki meleği

görmek için yanıp tutuşan bir şekilde

açıyorum ve...

"Hoş geldin kadınım benim hoş geldin

ayağını bastın odama

kırk yıllık beton çayır çimen şimdi

Hoş geldin kadınım benim hoş geldin."

Alperen Yavaş

Page 7: Mevzular Derin Fanzin Sayı : 4

Stambol’un Gece Sesleri

1.

inişi çıkışı aynı bir gece yüzsüzlerin gece sefaları birbirinden açıp aktarılan

zincirleme yalanları velhasıl

dünya kadar insandır hep bir ağızdan bağırır:

“kimse kimsesiz değildir.”

2.

dörtbaşı mahmur gökyüzünde

Stambol'un ışıkları parlıyor

eşsiz martılarıyla birlikte

abasızlardan Sait düşünüyor:

“yalnızlık yaşamı doldurmuş.”

3.

Ki ben bu şehrin delisiyim

öyle tarihsizdir haysiyetim

kalbimi taşıyorum kalbimle

balkonumda

hüzündüz bir gece boyunca;

“ağaçların

güçlü

çiçeklerin

güzel

olduğunu

gördüm”

4.

ve sesler

yıldızlı bir yorganla örter üzerimi

dünyadaki tüm yüzsüzler

kaçırırlar gözlerini

benden:

Zafer Yalçınpınar

Page 8: Mevzular Derin Fanzin Sayı : 4

Kokmayan Bazı Çiçekler / Mislina Bursal

Nereye varacağını bilmeden yürümek, hayatın sunduğu en güzel eylemdir belki de. Öyle ki, gece yerini

sabaha bırakırken, sokakları aşındıran bir çift ayak anlatabilir gün doğumunun hikâyesini. Kızıla çalan

gökyüzü, içinde saklı kalmış umutları barındırır. Sabaha karşı esen serin rüzgârlardan dinlenir

anlatılmamış masallar. Ve öyle ki, bir insana sarılıp uyumak için en güzel zamanlardır o anlar.

Genç kadın balkondan esen rüzgârın tenine değişiyle örttü diz kapaklarını. Guguk kuşlarının sesinde

her sabahki anlamsız huzur vardı. Yaşlı akrabalarının evlerinde tanıştığı basit düzenekli alarmlar

gibilerdi sanki. Seslerini her duyuşunda sükûnetle uyandığı yaz sabahlarını anımsardı. Ve bu yaz, belki

de uzun bir dönemin ardından gelen keyifli bir iç çekiş olacaktı hayatında. Bazı bekleyişler, hiç

gelmeyişlere tanık olur derler. Bazı hayallerse, yaşananları istenmeyen bir kargaşaya sürükler.

Yaşanmışlıkların öğrettiği bazı şeyler gibi, beklentilerin düşük tutulduğu mütevazı hayatlarda,

yaşananlar ve yaşanacak olanlar, yazılmamış şarkıların bir anda akla gelen sözleri gibi kazınır

akıllarımıza. Ve bazı yazlar, bazı hayaller kadar çabuk geçer hayatlarımızdan.

Saat sekize gelirken uyanan Menekşe, -en azından ben ona öyle diyordum- soluğu balkonda almıştı.

Haziranın bu zamanlarında bile kargalardan önce uyanan insanlarla doluydu sokaklar. Şimdilik onları

göremiyordu fakat var olduklarını sezebiliyordu uzaktan. Çimlerde gezinen kedilere ilişti gözleri. Çam

ağaçlarının üstünde cilveleşen kuşları izledi bir süre. İçeri geçti ve yatağa oturdu tekrar. Her sabah

tekrarlanan bir seremoninin parçası gibiydi düzenli olarak yaptıkları. Hayatın anlamını sorgular gibi

bakarken duvarlara, çay yapma fikriyle ayaklandı. Uyanmak için içilen kahvelerden ziyade, şekersiz

içtiği çayıyla aydınlanırdı sabahları. Öylesine güzeldi ki, kendimi pis bir röntgenci gibi hissederdim onu

izlerken. Hiç tanışmamıştık ama o bana inanırdı, ben de ona inanırdım çok uzaklardan . Bir şey

başarmış gibi girerdi odasına sabahın ilk çayını demledikten sonra. Odasını toparlardı. Sanki bir daha

hiç girmeyecekmişçesine düzeltirdi yatağını. Mutfaktan geldikten sonra aklında bir şeyler var gibiydi.

Genç kadın demlediği çayın olmasını beklerken balkonda bir sigara yaktı. Yatağını toplamayı

geciktiriyordu anlaşılan. Beni yalancı çıkarmıştı. Kâğıtlara çiziktirdiği notlar arasında gözüme ilişen bir

tanesi var ki, ‘’Sana âşıkken içtiğim ilk sigarada tütünden farklı bir şey vardı.’’ Diye başlar. Menekşe’nin

içtiği her sigarada tütünden başka bir şey olmalıydı. Mutluyken bile hüzünlenir gibiydi her dumanı

çekişinde. Ciğerlerine duyduğu saygıdan mıydı bilmem, unutamadığı bütün anıları anımsar gibi

keyiflenirdi sigarasını söndürdükten sonra. Ben onu hiç anlamazdım ama anlayacağım günler

geleceğine inanırdım. Bir on dakika oldu olmadı, mutfaktan elinde dumanı tüten bir bardak çayla

aydınlattı odayı. Küçük bir tabak zeytin ezmeli sandviç ve çayıyla yaptı bu gün de kahvaltısını. Belki de

değişiklik aramadığından, belki de evdeki zeytin ezmesini bitirmeye çalıştığından, bir aya yakındır aynı

sandviçi yerdi sabahları. Bir süre gözüm çamda cilveleşen kuşlara takılmıştı. Menekşe çiçeklerini

suluyordu cd çalarından açtığı şarkılarla. Tabaklar yıkanmış, yatak da toplanmıştı aynı zamanda.

Kapıcının yavaşça kapıyı tıklatmasını duyamayacaktı. Saat ona doğru kapısını açacak ve gazeteyi alıp

küçük torbaya bozuk paralar bırakacaktı. Bazen bir kadının yaşamı böylesine huzurlu olmalı diye

geçirirdim içimden. Hıçkırarak ağladığı geceleri, bütün gün uyuduğu bazı günleri saymadığım zaman,

oldukça güzel bir hayatı vardı. Sadece evini izleyerek tanımaya çalışıyordum onu. Sesler ve sözler

umurumda değildi. Gözlerle anlaşılabilecek ne varsa, dinleme cihazlarını kaybetmiş ajanlar gibi

gözlemlerdim. Ne iş yaptığını tam kestiremiyordum hala. Şair olabileceğine dair kanıtlarım vardı.

Yazdıklarının bu denli güzel olmasını bağlayabileceğim sebepler arıyordum. Evine giren erkeklerle olan

bağları, yazılanların eskilerde kalan birine ithaf edildiği izlenimini veriyordu bana. Yalnızca bir adamla

Page 9: Mevzular Derin Fanzin Sayı : 4

bir kadın çekiyordu dikkatimi. Her geldiklerinde rakı sofrası kurulur, radyo açılır, bütün gece ağızlar

durmadan konuşurdu olanı biteni. Bazen mezeler yerine sadece balık yaparlardı. O zaman bura lardan

limon sıkmak gelirdi içimden tabaklarına. Keyifleri keyiflendirirdi beni. O adamla o kadın her

geldiğinde güldüğü gibi gülsün isterdim Menekşe. Kaç yaşında olduklarından da bir haberdim. Yirmili

yaşlarının sonlarında gibilerdi. Bazen bütün gün hiç eve girmediği olurdu hatta. O zamanlarda,

masasının üstünde bıraktıklarıyla ilgilenirdim çoğunlukla. Bazen birkaç parça kâğıt, bazı kitaplar, son

zamanlarda da tatil broşürleriyle dolu olurdu ortalık. Dinlediği müziklere, izlediği filmlere dikerdim

gözlerimi. Sezen Aksular, Bülent Ortaçgillerle karşılaşır, o yokken dinlerdim CD’lerini. Sonra vazo kırmış

çocuklar gibi elim ayağıma dolaşır, utanırdım yaptığıma.

Bazı zamanlar gözlerini kapardı sadece. İşte o zamanlarda dünya duruverirdi. Sessizliğiyle kulakları

sağır edecek kadar bağırabilirdi Menekşe. Öyle ki, ahşap zemine düşen tek gözyaşında boğardı aklına

gelenleri. Sonrası, öncesi, şimdisi… Sonsuz bir sessizlik oluverirdi. Öyle zamanlarda yalnız hissederdi

kendini. Camları açar bir sigara yakardı oturduğu yerden. Volta atardı balkonda. Sonra açar eski

defterleri, yazabildiği kadar yazardı genç kadın. Bazen sesli okurdu şiirlerini. Kendi kendine hüzünlenir,

daha çok ağlardı. Telefona sarılırdı bazı zamanlar. Ahizeyi sertçe yerine koyar, arayamadığı her kimse

yine vazgeçerdi yapacağından. Sonra bir çay yapar, hiçbir şey olmamış gibi bir film açar kahkaha

atardı.

O gece sabaha kadar balkonda oturdu genç kadın. Beyaz bir pikeye sarılı, ayaklarını karnına

doğru çekiliydi. Her seferinde mutfağa gitmemek için çayı semaverle getirmişti. Bazı insanların

hayal edemeyecekleri kadar sessizdi etraf. Bedenleri içinde sıkışmış insanların anlayabilecekleri

bir huzur değildi gün doğumunu izlemek. Düşünceleri arasında kaybolmamak için bir de radyo

vardı yanında. Komşular derin uykudaydı. Aslında en büyük huzur, kendini dışarda hissetmek ve

etrafta kimselerin olmayışıydı. Bir kâğıt getirdi içerden. Birkaç satır bir şeyler karalamaya başladı.

Hani şu geceyi sabaha bağlayan anlar var ya, adına şafak denilen

Beni hapsedin o anlara,

Hapsedin ki buruk bir tebessümle bakayım gökyüzüne.

Bırakın pembeliğinde boğulayım bulutların

Tan yerinin huzurunda bulayım gizli kalmış hayallerimi.

Biraz yukarda, ay saklasın hüzünlerimi,

Geçmeyecek bir yaranın izlerini taşıyayım ama

İçime işlediği kadar yolumu da aydınlatsın söylenmemişlikleri.

Var olmayan bir güneşi kıskanan kindar bir uyduda bulayım anlatamadığım kederleri.

Yıllarca baksa bile ne anlattığını anlayamayacağı fotoğraflara bürünsün duvarlar

Samimiyetsiz aşk sözleri takılsın boğazına.

Ya bırakın da,

Unutulamayanlar arasından tek bir hamleyle alayım öcümü.

‘’Seni seviyorum.’’ diyeyim de

Ne dediğimi dahi anlamasın.

Bırakın beni,

Hani şu geceyi sabaha bağlayan anlara bırakın.

Bırakın da,

Onu çok sevdiğimi anlayacak kimseler olmasın!

Çaktırmadan okurken yazdıklarını, bir damla yaş süzüldü gözlerimden. Tutamadım kendimi. Tan yeri

ağarırken yağmur başladı, genç kadın usulca topladı ortalığı. O günden sonra Menekşe her şiir

yazdığında kısa da sürse, birkaç damla yağmur yağdı.

Page 10: Mevzular Derin Fanzin Sayı : 4

Şimdiki Çocuklar Harika

Biz küçükken yerden yüksek oynardık.

Sıradan bir gün, sıradan olmazdı o zamanlar. Sabah çıkardık sokağa.

"Önüm, arkam, sağım, solum, sobe!"

diyerek başlardı gün. Erkeklerle bilye

oynamaya çalışırdım ama onlar bez

bebeklerle pek ilgilenmezlerdi. Bakkaldan

sakız çalardık. Bakkal amca da bilirdi

çaldığımızı. Kahveye gider, oralet içerdik.

Ama hesaba yazmazlardı. "Kahve içme kara

kızan olursun." derlerdi. Büyüyünce

anladım, yalanmış.

Karnımın acıktığını akşam annem

balkondan çağırınca anlardım. Yemek

yedikten sonra tekrar aşağı iner, oynardık.

Zira saklambaç, gece ayrı bir güzel oluyor.

Komşular da merdivende, kapı girişinde

oturur, çekirdek çitlerlerdi. Aileydik bir

nevi. Sokak demek, ev demekti. Sokak

büyüttü beni. Şimdi o sokaklara üniformalı

zengin adamlar, arabalarını park ediyor.

Kahve kapatılalı bir hayli oluyor. Zaten

bakkalın yerine de market açmışlar.

Oyun oynarken gürültü yapan, tüm gün sokaklarda dolaşan, düşüp dizi kanayınca annesi evde

yoksa komşuya giden çocuklar; bugün işten eve, evden işe bir hayat sürüyor. Eve gelince ise

rahatlamak için yaptıkları şey televizyon izlemek oluyor. Sahi, en son ne zaman ekrana bakmadan

bir gün geçirdiniz? Hatırlamak zor olsa gerek.

Gariptir, hayatında hep özlediği zamanlarının çocukluk zamanları olduğunu söyleyenler, sokaklarda

oynayan çocukları "toplarını kesmekle" tehdit ediyorlar. Top oynayan çocuk kaldı mı o da meçhul

gerçi. Erkekler, futbolu mahalle aralarında pet şişelerle oynayarak değil; pes, fifa oynayarak

öğreniyor. Kızlar, hulahop ne bilmiyor. Şimdiki çocuklar, doğdukları zaman ilk fotoğrafı

facebook'ta paylaşılan çocuklar. Sayı saymayı saklambaç oynarken değil, okulda öğrenen çocuklar.

Aziz Nesin görse şimdiki çocukları, "Şimdiki Çocuklar Harika" demezdi boşu boşuna. Zira bir gün

"Bizim zamanımızda tabletler vardı dokunmatik, onlarla oynardık." diyecek olan bir nesil yetişiyor.

Farkında mısınız, şimdiki çocuklar yerden yüksek oynamayı bilmiyor.

Esther

Page 11: Mevzular Derin Fanzin Sayı : 4

Özgürlük Üzerine

İnsanlar özgür olmak istemez mi ? İster. Bir kuş gibi özgür olmak ister ama o özgürlük simgesi kuş

bile özgür değil. O kuş bile uzun ama kırılamaz zincirlerle yere bağlıdır, yuvasına bağlıdır,

yavrusuna bağlıdır.

Biz de o kuştan farklı değiliz. Yemesek, içmesek, yorulmasak bile diğer canlılardan daha fazla

zincirle bağlarız kendimizi yere, kendimiz için en iyi hapishaneyi yine kendimiz öreriz. Bu

hapishaneden asla kaçamayız. Bunun nedeni bu hapishaneyi istediğimiz, arzuladığımız şeylerle

(para, arkadaşlar, aile, şöhret,…) örmemizdir. İstesek, arzuladığımız bu şeylerden vazgeçemez miyiz

? Evet vazgeçebiliriz ama sadece daha çok arzuladığımız bir şey için (para, güç, şöhret, Tanrı’nın

sevgisi,..) vazgeçebiliriz.

Peki ya arzularımızdan

vazgeçince ne olacak ? O

zaman özgür olacak

mıyız ? Hayır olmayız,

olamayız ama tutsak da

olmayız, olamayız, çünkü

arzularımızdan

vazgeçmek demek insan

olmaktan vazgeçmek

demektir.

Ne yaparsak yapalım,

zincirlerimizden

kurtulamayız,

hapishanemizden

kaçamayız.

Zincirlemizden

kurtulmanın veya hapishanemizden kaçmanın bir önemi yoktur aslında. Çünkü özgürlük demek bu

demek değildir. Asıl tanımıyla özgürlük, hangi zincirlerle bağlanacağımızı, hangi hapishanede

yaşayacağımızı seçme gücüdür.

Umut Çağın Bozacı

Page 12: Mevzular Derin Fanzin Sayı : 4
Page 13: Mevzular Derin Fanzin Sayı : 4
Page 14: Mevzular Derin Fanzin Sayı : 4

Korkma Ben Yokum

‘’Kafka okuduk , gerçeğe mazoşistçe bir

düşkünlüğümüz var.’’

Sanırım o gün ,O’nu son kez görmüştüm.

Boynu beni çağırıyor gibiydi gizli bir

merasim için. O gün hayatımın Fetret

Devri’ne girmiştim. Zaten uzun süreli

mutluluklar üzerime iki beden büyük geliyor,

emanet duruyordu . Uyku ilacı içmişçesine

günler önümde boylu boyunca uzanıyordu

ve ben merak ediyordum onun çayı değil de

neden kahveyi daha çok sevdiğini . Kendine

Avrupai bir hava mı katmak istemişti acaba ?

Bir kez olsun doğum yapmasına izin

verilmemiş ve kısırlaştırılmış bir hayvanın

hüznü içerisindeyim. Birlikte gidemediğimiz

her yeri özlemeye başlıyorum. Birlikte

gittiğimiz her yere ise tekrar giderek anıları

hafızamdan silmeye çalışıyorum. Ne

beyhude bir çaba. Göğüs kafesimin altında

orojenik hareketler sonucu oluşmuş bir

kütle var sanki. Sabitlikte üzerine yok, sanki

Nobel ödülü alacak. Sonra ne varmış bu

kahvede diyip bir kahve yapıyorum. Bir adet

sigara ve olmayışın eşliğinde içiyorum

kahveyi. Bir bok yok lan diyorum, çay daha

güzel.

Bir arkadaşımı arayıp hadi gecelere

akalım diyorum. Gecelere akmak ne ise

hayatımda ilk kez kullanıyorum o deyimi. O

da bana lan senin gece hayatın deniz

kıyısında çekirdek çitleyip , çay içmek diyor.

Haklısın diyip kapatıyorum, gecelere

akamıyoruz. Geceler üzerime akmaya

başlıyor bu sefer. İnsomnia olma yolunda

ilerliyorum ,ha gayret diyorum kendi

kendime az kaldı. Sabah 6 gibi sokağa

çıkıyorum sonra.Hala yanan sokak

lambalarına şöyle bir bakıyorum .Sessiz,

kimse yok dışarıda ama kafam, kafam durur

mu. İçinde Ayasofya ve Yerebatan Sarnıcı’na

geziye giden liselilerin gürültüsü. İçlerinden

birisi mutlu olmaya bak diyor. Tamam

diyorum. Epikürcü mü olsam diye

düşünüyorum. Sonra vazgeçiyorum o ne

öyle pedikürcü gibi diyorum adını

beğenmiyorum . Adını beğenmezsem mutlu

olamam diyorum. O’nun adı mesela.. Ne

kadar… Neyse. Tam bu anda dış ses sigara

yakar diyor. Dış sesi dinliyorum.

Sonra bir şairin de dediği gibi içime bir

yolculuk düşüyor. Cam kenarında

buluyorum kendimi. Cam kenarı uzun

zamandır benim. Yol sürüyor , biz susuyoruz.

Biz derken otobüsteki yolcular ve ben yani.

Onlarla biz oldum ben. Öyle bir yeti

kazanmışım ,sen hariç herkesle biz

olabiliyordum ben. Bu yetiyi anne karnında

mı kazanmıştım yoksa sonradan mı

edinmiştim bilemiyorum. Bir gün ‘’çocuklar

ekmek yiyorlar gibidir sesin, ön dişleriyle

belli belirsiz ‘’dizesini okuyup gaza

geliyorum. Sadece şarkılar gaza

getirmiyormuş meğerse. Doğru bildiğiniz

yanlışlar başlığının maddelerine eklenmeli

bence bu .Telefonu elime alıp kare 31 kare

yapıp numarasını çeviriyorum. O sıra kalbim

dışarıya çıkmış bir şeyler atıştırıyor .Ritim

bozukluğundan gidiyorum neredeyse.

Aradığım kişi özel numaraya kapalıymış,

bunu söylüyorlar bana. Niye özel numaraya

kapatıyorsunuz telefonunuzu? Kapatmayın.

Bütün sapıklar kötü niyetli değil ya. Benim

gibi duygusal sapıklar da var. Bunlar bir nevi

romantik tacizler. Bundan sonra şiir de

okumayacağım diyorum kendi kendime.

O yoktu ve işte bu da küllükteki aşırı

sayıda izmarite maloluyordu. Sigaraya da

zam geldi. Hakikaten tutunacak dalımız

kalmadı. Sonrasında ise aniden gelen denize

Page 15: Mevzular Derin Fanzin Sayı : 4

bakma dürtüsü cereyan ediyor. Rıhtımlar

önemli.. Rıhtımda alelacele içilmiş iki

sigaranın ıslak zeminle buluşması ile biz

ayrılıyorduk. Geçici ayrılıklardı bunlar. Bir

gün topyekün ayrılacağımızı bilmiyorduk.

Her şey Pandora’ nın merakıyla başladı.

Açmasaydı o kutuyu böyle olur muydu hiç ?

Yunan Mitolojisi’ne göre kötülükler böyle

başlamış işte. Ota boka inanma telaşı böyle

doğuyor demek ki. Ben O’nu gördüğümde

bütün dinleri reddetme gereği duymuştum

oysa. Şimdilerde hangi şehre gitsem aynı his

peşimden geliyor. Görünmez zincirlerle bağlı

ayağıma. Beni bir hayli yavaşlatıyor. İçinde

bulunduğum durumu bir yazar özetlemiş

aslında. Bir kitabında okudum ‘’aidiyetsizlik’’.

Ait olabileceğim bir yer arıyor gibiyim.

Yolculuk yapmak hobi haline geliyor. İçi

gereksiz eşyalarla dolu bir bavul ile kendimi

bir garda bulmuyorsam eğer bir gariplik var

diyorum kendi kendime .Ben mola

yerlerindeki pişmaniye satan amcaların

bıyığını değil seni görmek istiyorum

esasında . Galata kulesini arkamıza alacak bir

fotoğrafımız bile olmadı lan seninle. Daha

yapılacak bir sürü şey vardı. Bu ihtimalleri

konuşmuş olsaydık keşke. Erken ayrılmışız.

O değil de sen çayı çok severdin .Nasıl

sevebildin kahveyi bu kadar ? …

NOT : Siyah bir zeytin tanesini gece

karanlığında fark eden kırlangıçları

düşünmeyeceğim artık..

Kürklü Balık

Yokuş

Bi ara yokuştu tüm mahalleler…

Çık çık bitmezdi. Zigzaglar, deparlar… O

yolun sonu bir türlü gelmezdi. Yokuşları

çıkarken şarkılar söyler, bakkaldan rakı

alırdım. Bitene kadar rakıyı içer, bittiğinde

kusardım. Darbukayı iyi çalardım bir ara.

‘’Notasız çalma! ’’ derdi entellektüel, lenon

gözlüklü kadın. Ama çaldığımda o tiksindiği,

reddettiği genleri ortaya çıkar, oynamaya

başlardı. Darbuka çalarken, insanları izler,

ne düşündüklerini merak ederdim. Birçoğu,

günün telaşını terleriyle karıştırıp

duymuyordu beni. Duymalarını da

beklemiyordum zaten. Kulaklarından içeri

benden başka şeyler girmeliydi. Bir deniz

kabuğunun suyla sevişirken çıkardığı ya da

oltaya takılan balıkların, ölmeden önce

çıkarttığı o muazzam ses çok daha önemliydi

onlar için. Haklıydılar da! Onları da

duyuyorlar mıydı acaba?

Kimse beni dinlemezken, her şeye rağmen

çalmaya devam ettim. Hatta o kadar çok

çaldım ki, avuçlarımın şiştiğini, parmak

uçlarımın patladığını farkettim. Every breath

you take çaldım senin için. “I look around

but it’s you I can’t replace “ sözlerini bağıra

bağıra söyledim. Bütün bunları yaparken,

orada bir yerde olmanı diledim. Sensiz bir

şeyler başarmaya başlamışken, uzaktan beni

izlediğini görmeni… Aferin lan! Oluyor işte!

demeni.

Yokuş bitti… Artık kusma zamanı

Mehmet Özgal

Page 16: Mevzular Derin Fanzin Sayı : 4

Şiirbaz – İfade Özgürlüğü E.P İncelemesi

2016 yılının ilk çeyreğini henüz bitirmişken,

uzun zamandır beklediğim albümlerden

‘’İfade Özgürlüğü’’ nihayet çıktı. Altyapıları

Şiirbaz’ın üstlendiği bir Şiirbaz albümü olan

İfade Özgürlüğü’nde sanatçıya Feride Hilal

Akın, Amargi, Anarko ve Aga B eşlik ediyor.

Albümün girişinde ‘’Müzik’’ isimli bir skit yer

alıyor. Müziğin evrimle ilişkisi üzerinden azıcık

kafa yakacak bir skit bu. Güçsüz müziklerin

unutulmaya yüz tutacağından bahsederken,

aslında bu albümün asla unutulmayacağını

çıkarıyoruz buradan.

İkinci sırada ise ‘’Mücadelem’’ ismiyle bir intro

yer alıyor. ‘’ Villalar değil derdimiz özgürce

üretmek bizim’’ sözü aslında bir nevi şarkının

ismindeki mücadelenin ne olduğu konusunda

fikir sahibi olmamıza yardımcı oluyor. Üçüncü

sıradaki bir geçiş niteliğindeki yaklaşık dokuz

saniyelik bir skitin ardından, albümün en iyi

şarkılarından olan Biçare’ye geçiyoruz. Protest

ruhu en çok hissettiğimiz iki şarkıdan biri olan

Biçare’ye Şiirbaz, ‘’Sömürüden doğan

zenginlik; sefaletin nedeni’’ sözü ile vay

anasını dedirterek giriş yapıyor.

Albümün ortalarına gelirken beati ile ritmi

içimize içimize işleten mükemmel bir şarkı

daha geliyor : ‘’Nasıl Yani?’’ Şiirbaz’ın bu

albümde sıkça duyduğumuz ‘’kravat ile

özgürlük bağlantısı’’na bu şarkıda da

değinilmiş. Sokak Köpeği adlı interlude da bu

şarkıdan sonra geliyor. Unutmadan, yakın

zamanlarda da bu isimde bir İndigo albümü

bekliyoruz. Gerçi onu bayadır bekliyoruz da.

Geldiğinde mutlaka buralarda görürsünüz.

Albümün tam ortasında önceden takip

edenlerin hatırlayacağı ‘’Mecburum’’ var.

Feride Hilal Akın’ın nakarat ve bazı diğer

kısımları seslendirdiği güzel bir şarkı.

Albümden önce yayınlanmış olmasına rağmen

albümün en iyi şarkısı olduğunu

düşünmüyorum. Şiirbaz’ın verselerinin tadı

damağımda kaldı. Feride Hilal Akın’ın da

gerçekten güzel bir sesi olduğunu ve okuduğu

bölümlerin hakkını verdiğini belirtmek lazım.

Bu şarkıdan sonra ise yine ‘’Nasıl Yani’’ deki

gibi ritmin vücudumdaki etkilerini

engelleyemediğim beate sahip yine solo bir

Şiirbaz şarkısı geliyor. ‘’İşareti Gör’’ adlı şarkı,

albümün son solo Şiirbaz şarkısı.

Dokuzuncu şarkının ismi Vicdan. İsminin tam

hakkı verilmiş çok güzel bir şarkı olmuş. İlk

verse’e giren arkadaşı daha önce hiç

duymamıştım ama gerçekten güzel iş

çıkarmış. Vicdan vurgusunun güzelce yapıldığı,

anlaşılır, açık ve kaliteli bir şarkı. Bu şarkıdan

sonra ‘’Ondan Oldu Zaar’’ var. Bunu önceden

dinlemiştik zaten. Aga B’nin eşlik ettiği kısa bir

şarkı. Vicdan’dan sonra direkt Üç Maymun’un

verilmemesi iyi olmuş. İkisi de ağır lirikaliteye

sahip şarkılar olduğu için, aşırı yükleme

yapabilirdi. Ondan Oldu Zaar ise bu iki güzel

şarkının arasında yer alıyor.

Outro’nun ardından bir sürprizle

karşılaşıyoruz. Mecburum şarkısında bolca

övdüğüm Feride Hilal Akın, solo bir parçayla

kulaklarımıza hitap ediyor. Günümüzde

piyasada ortada olanlara bin basacak bir şarkı.

Umarız hakettiği veya idealindeki değeri

görür.

Ben albümü genel olarak beğendim. En

nihayetinde bir E.P olduğu için daha kısa da

olabilirdi ama bazı skitlerle, interludelarla, ve

bir-iki geçişle desteklenmiş ve 14 şarkıdan

oluşturulmuş. Heyecanla yeni işleri bekliyoruz.

Yalım Aydın

Page 17: Mevzular Derin Fanzin Sayı : 4

Çiz

im :

ul

Ar

da

Biç

er

Umursamazadams

bir akşama fazlasıyla anlam yüklemekteyim

makara bantların miyadı çoktan doldu

şimdi baktım da perdeler sararmış

“susayan dudaklar yalan konuşmaz” demezdi

annem

bilakis, öğüt verirdi o.

yağmurun dinmesini bekliyorum, kuşlarla

kullar, trenler ve kar taneleri telaşlı

elbet bilmediğim bir anlamı vardır bunun da.

sana bulaşıklar biriktiriyorum,

gelir de yıkarsın yine eskisi gibi diye

ya da sadece kendimi avutuyorum

yıllardır taş sektirmeyi beceremiyorum

“merhabalar, elvedaları tetikler” demezdi annem

bilakis, öğüt verirdi o.

yolculuk yapmıyorum hayli zamandır

bilirsin beni yol tutar zaten

beni yol tutardı, annem ağzıma torba.

bu doğmamış dona mektup biçmek, olmamış

sevgilim

umursamaksız hamurumdan kalan tortu

kahveye gereğinden fazla anlam yüklemesin artık

insanlar.

modern zaman alışkanlıkları, onu da bozdu.

ho.

Fatih Dalcı

Page 18: Mevzular Derin Fanzin Sayı : 4

On Kuruş

Biz de yazın memlekette Instagram‟da Facebook‟ta, Twitter‟da arkadaşlarımızın havuz başında, yazlık evlerinin balkonlarında içki masası fotoğraflarını ya da barda ellerinde bir saatte içtikleri birayla “biz burada iyiyiz” havası içinde attıkları fotoğraflara “anasını sikim paranın tipisini siktiğimin Bora‟sına bak yanındaki dişi peygamberlere bak “ diyerek sisteme karşı isyan edenlerdendik. Çay içmekten artık çaydanlık gibi olmuştu suratlarımız. Değişik sıvılar tüketmek lazımdı. “Değişik bir şeyler içelim amına koyım artık çay çay sıktı artık” dedi sonunda biri. Hemen toparlanıp adı Aydınlar Kulübü olup içinde aydın bulunmayan, ayyaşın gırla bulunduğu, burstan bursta uğradığımız yere gittik (devlet baba sağ „olsun). Her zamanki dört erkek. Birinin sevgilisi olduğu zaman onla etmediğimiz alay kalmazdı Zafer Çağlayan‟a yapılan “saat” şakası yanında TOMA‟nın sıktığı su bile olamazdı. Kurulduk ayda bir gittiğimiz masaya. Aldık biralarımızı çerezlerimizi, arkadan biyolojik babam hariç diğer bütün babalarımın seslerini işitiyordum : Müslüm,Neşet… Sohbet muhabbet gırla seks,siyaset,futbol.. Klasik takılırdık her zamanki gibi. Sonra annemin bulaşık yıkarken yanlışlıkla düşürdüğü bardağın etkisiyle irkilmiş gibi irkilmiştim kapı açılınca. Bir pencere dolusu dünya girmişti kapıdan. Loş ortam, (mekanın adı aydınlar olmasına rağmen) birden aydınlanmıştı. Elim ayağım tutuldu. Yeni söylediğim biram ılımış, ortaya söylediğimiz karışık çerezde ise sadece fıstığın kabukları kalmıştı. Aslanın ceylanı izlemesi gibi izliyordum masaya oturuşunu, garsonu çağırışını, sipariş vermesini. Yarım kafiyeli şiir gibiydi; bir sigara yakarsa Cemal Süreya‟nın şiiri gibi olurdu. Yaktı da. Sigara, içki masasının ciğeridir. Doğuda yaşayıp da Güney‟e mevsimlik çalışmaya

giden erkeklerin turistlere baktığı gibi bakıyordum. „‟Manitalar gece güzelleşir.‟‟ demişti Metin Kaçan,altına imzamı atmıştım. Konuşmam farzdı artık. Güzel kız varsa bakmak şirktır. Evet yanına gidip konuşacaktım ama nasıl. Klozete işer, belli etmezdim. Birden kalktım, masasının yanına gittim. Elimi masasına koydum ve “güzelliğin anlatılmaz nazar değer, git Homeros‟un güzelliği tanımlamasına bak ahan da sensin valla aç bak Google‟dan‟‟ dedim ama nasıl dedim bizim masadan “lan dur napıyon oğlum akıllı ol dayak yeriz lan lann” tehditlerine aldırmadım hiç bangır bangır dedim. Ee şimdi ne yapacaktım ? Kız hiçbir şey demeden öylece baktı bana.”Gözlerin cennete giden yolda iki kapı sanki, masana oturabilir miyim?” dedim. Sıçmıştım resmen. Kedi gibi üstünü örteceğime, tabela dikmiş “ben buraya sıçtım haberiniz olsun” yazmıştım, başka açıklaması yoktu. ”Çakmağın benim sigaram için çakmazsa on para etmez ” dedi çakmağımı bulacağım diye yaptığım hareketler sanki içime böcek girmiş onu öldürmeye çalışıyormuşum gibiydi. Buldum ve çaktım çakmağı. Dudaklarını uzattı bana doğru. Bir şairin henüz yayınlamamış şiiri gibiydi. Artık karşımda aynı masada oturuyorduk. Bir rüzgar almıştım arkama “rüzgarı dilediğim gibi değiştiremem ama yelkenlerimi ayarlayabilirim daima varmak için istediğim yere” taktiğini kullanacaktım. Yaşanacak kadar canlı,sevilecek kadar güzel,hayran olunacak kadar anlamlıydı. Nerede okuyorsun, nerelisin gibi saçma sapan sorular sormadı hiç, ben de açmadım. Çünkü dişi kartal havası aslanların, kanaryaların içinde belli oluyordu. Birayla dudaklarının kavuşması tarif edilmez, izlenirdi. Tanrı‟nın, Cemal Süreya‟nın şiirini okuduktan sonra başa dönüp yeniden yarattığı nadir

Page 19: Mevzular Derin Fanzin Sayı : 4

Çizim : Oğul Arda Biçer

kadınlardandı. Kadın dediğin çay-bardağı gibi olmalı; sıcak, ince, elinle kavrayabilmeli. Bitti mi tekrar aynıbardaktan içilmeli,demli,az şekerli… Asidi kaçmamış kola gibi,saçlarının yapısı sanki tüm vücuduna sinmişti. Doğallığı,kısalığı,kokusu. Hala şiir okuyan kadınlar gibiydi. Sohbet etmeye başlamıştık (onu burada anlatmamı beklemeyin, özel hayat). Sohbet etmiyor, sanki gözüm açıkken rüya görüyordum. Pencere kenarındaydı masamız, sigarasından bir nefes alıp pencereye doğru nefes verirdi hep. ”Ne bilirsin sen” dedi durduk yere. Manalı bir cevap vermem gerekirdi dikkatini çekmem için. “bir yağmur bilirim bir de kaldırım bilirim” dedim. Güzel cevaptı, onun da hoşuna gitmişti çünkü ilk defa biralarımızı tokuşturmuştuk. O ara bizim çocuklar bana bakarak Zafer Çağlayan‟ın saatini gösteriyorlardı. Umrumda değildi. Yağmur başlamıştı arkadan da bir Erkan Oğur.. Çok manidar olmuştu, hayatın cilvesi.”iyi ki bilmiyorlar kalabalıklar, yağmura bakmayı cam arkasından” dedi ve sanki benden bir şey söylememi bekledi. Ona beklediğini söylersem, benimle evlenecekmiş gibi hissettim. “Güzel şiirdir Yağmur Duası” dedim. Beklenen cevap pasaparola demeden gelmişti. ”o zaman” diye kaldırdı şişeyi, „‟yarım kalan cümle Karakoç‟a gitsin” diye narayı çakmıştık. Evet bu oydu. Bira-fıstık, Selçuk-Burak, şiir-sigara gibi müthiş olacaktık hissedebiliyordum. O, Karakoç‟tan gidince ben de devam ettim “ellerinden belli olur kadın, denizin dibinde geziyor gibi” dedim, bana bir sigara uzattı. Aldım yaktım ve çektim. Laf aralarında “bir kayse

çorba içelim mi” der dururdum. Gecenin sonuna doğru artırmıştım bu isteğimi. Her seferinde gözümün içine bakardı söyledikten sonra. Güneş, artık mesaisini bitirmişti. Ay‟la vardiyalı çalışıyorlardı. Kıyamete kadar çalışacaklardı. İşleri zordu, patronları gaddar biraz. Benim aşkım uymazdı her saza. Kadın, çekirdek, sigara ve alkol, bağımlılığın tanımıdır ve şuan hepsini yaşıyorum. İçimdeki enerjiyi açığa çıkarsam nükleer enerjiye ihtiyaç kalmazdı. “İlan-ı aşk eden dil balıkları, aşina suları çabuk terk eder.”dedi. Karşımda dişi Karakoç vardı sanki. Ama

benim aklım hala çorbada.

Kahvaltıyla duruyordum.

Çalan şarkılar dudaklarıyla

dudaklarımın arasındaydı.

Birayı çeşmeden su içer gibi rahat içiyordu. Kızlığını masanın üstüne koymamıştı ama ne yapıp yapıp denizi görmek lazımdı. Bir cıgara atmıştı

gönlümün denizine, sabaha kadar yanmış tutuşmuşa benziyordu. Yoksulduk tamam ama dörtnala çorba içmek lazımdı. Çok acıkmıştım çünkü birden ”açlıktan mı bahsediyorsun demek ki sen komünistsin” dedi. “bir kayse çorba içelim mi?”dedim. sigarasından derin bir nefes aldı suratıma üfledi. (arkadan da Ali Ekber Çiçek çalıyor) ”kayse değil kase bunu demeseydin dudaklarımız birlikte şarkı söyleyecekti.” dedi, son kez baktı. Çakmağımı aldı, “on kuruş eder” dedi ve gitti.

Seynan Konucu

Page 20: Mevzular Derin Fanzin Sayı : 4

Yastık Altı Düşünceler / Esther

00.53

Bu akşam dişlerimi fırçalamadan girdim yatağa. Gözlerimi diktiğim

tavan, artık transparan. O duvar parçasının ardından Büyük Ayı'yı

görebiliyorum. Evren, adeta deve-cüce oynayan bir çocuk gibi boyut

değiştiriyor gözlerimin önünde. Düşünüyorum, belki de büyüyüp küçülen Alice değil de dünyadır.

Belki de biz, bunun böyle olduğunu fark edemeyecek kadar kendine

odaklanan, çirkin canlılarız. Benliğimizi kaybettikten sonra

birbirimizi, büyüyüp küçülenin Alice olduğuna inandırmışız,

saçmalamayalım...

01.34

K i m

O l d u ğ u m u Hatırlayamıyorum

03.07

Hani bazı hisler vardır, insanoğlu onca saçma salak şeye isim verirken, bu bazı hislere vermemiştir.

Bir gün bir kafede oturursun. Oturduğun masa sana birini hatırlatır ya da bir olayı falan. Aklında geçmişe dair bazı senaryolar canlanır. Sonra yüreğin buruk, hafif bir hüzün hissedersin. Ama bilirsin

ki o insanı üzen hüzünlerden değildir bu. Ve yine bilirsin ki, temelinde, hüzün denen hisse üzülmemiz gereken bir şey olduğu anlamını yükleyen, insanoğludur.

04.16

"Kargalar, tek bir karganın gökyüzünü yok edebileceğini iddia eder. Buna hiç şüphe yoktur; ama bu gökyüzü ile ilgili hiçbir şey ifade etmez. Çünkü gökyüzü basit anlamda şu demektir: Kargaların yokluğu." Kafka çok büyük adam.

06.48

Ah, şimdi hatırladım. Ben, çocukluğunda kimse kapmasın diye içten içe dua ettiğin mavi

salıncağım. Bugün, üstüme şişman bir çocuk oturdu. Kutuya hapsettiğin benliğinim, nefes alayım diye açtığın deliklerden kaçtım. Ölmeden önce büyümek isteyen bir kız çocuğuyum, elveda

demeye geldim, ölüyorum. Yazardan not: Kim olduğunuzu kaybettiyseniz, kapı önündeki kilimin altına bakın. Zira orda da yoksa, boku yediniz.

Page 21: Mevzular Derin Fanzin Sayı : 4

Klişe

12 sonrası yayınlarından fırlamış gibisin

gördükçe içim kabarıyor

içimden bir şey kabarıyor.

sonra çok utanıyorum

daha öpemeden ağlayarak yatağıma koşuyorum.

pencere açık kalmış,

yatak üşüyor, ben ısıtıyorum.

seni sevmek klişe olmasa dudaklarına asılırdım

hem de öyle hafif değil,

fena acın olurdu

seni senden götürmüşler sanardın.

gözlerin kararır, başın dönerdi

başını parkeye vurmadan,

koltuklarından

ben tutardım çabucak seni, ishak kuşu gözü açık öterdi

seni sevmek klişe olmasa,

sarı saçlarına şiirler yazardım.

ama önce sarı boya lazımdı

saçın güzel kumraldı, sarıya hiç gitmezdi.

ben uydurur şiir yazardım, kafiyesi boktan olurdu.

saçlarına yazık olurdu,içim acırdı.

seni sevmek klişe olmasa, yeşilçam aşıklarına benzerdim.

uzun favorilerim, mağrur bakışlarım

"hayır Müjgan gitme

aşkımızın kıymetini bilmiyorsun

zengin züppelere göz verme

Bizi kirletiyorsun"

derdim,

önünde diz çökerdim.

sen gaddardın güzeldin

son yazısı hüzünle biterdi

seni sevmek klişe olmasa

amaan

zaten klişedir.

Alperen Yavaş

Page 22: Mevzular Derin Fanzin Sayı : 4

Haksızlık

Kendini kırık aynalardan görüp beğenmeye

çalışan, ellerimi kanatan insanlık…

Hayır yansımalar net değil.

Her gün "Allah kahretsin net değil!" diye

şaşıran, benliğinden kopuk yaşamaya

çalışan, terkedilmiş, birbirini terk etmiş,

komşusundan bir bardak şeker isteyemeyen

insanlık...

Sadece bu şekilde yaşanılabileceğine

inandık, inanmadık, inanmış gibi yaptık

bazen ama son durum; zengin bir sokaktaki

çöp torbasına sarınan evsiz çocuğa yardım

eden tek kişinin, üzerinde sadece incecik bir

yelek olan başka bir evsiz olmasına kadar

gitti. Yanan bir insanı söndürmeye

yeltenmeden haberini yapmaya çalışmak

olağan geldi. Çağdışı çağdaşımızın sayısız

eserleri...

Sanıldığı kadar olağan değil. Utanmadık bile

bu yaşanılanlar ve yaşatılanlardan çünkü

onursuzluklar içinde en onurlu olmanın yolu

bu dendi bize. Daha çok olmalı her şey,

bizim olmalı, kimseye bir şey veremeyiz

çünkü bizim sınırsız ihtiyaçlarımız var.

Bunu bize yutturdular. Hatta telefonun bir

üst modelini “de” alabilmek içindi bütün bu

yuttuklarımız.

Dedim ya, utanmadık bile, bütün bunların

yüküyle omuzlarımız hiç çökmedi. Hayvani

şehrin gerekliliği saydık yaşadıklarımızı ve

tanık olduklarımızı. Yardım etmek...

Sözlüklere bile yazılmayacak neredeyse.

Biz ki bilmemne yüzünden dışlayanlar, biz ki

bilmemne yüzünden dışlananlar ve biz ki

bilmemkimi bilmemnesinden sorumlu

tutanlar olarak; iyilik neydi, nasıl iyilik

yapılırdı, nasıl iyi olunurdu, kime iyilik

yapmamız gerekirdi hepsini unuttuk.

Uzaklaştık iyi olan her şeyden. Kelebekler

hariç. "İyi bir dünyada yaşayabilmek için

hala umut var!" demeye çalışan, direnen

kelebekler hala uçuşuyorlar. Ama bizim için,

iyi bir dünya uğruna yapılabilecek hiç bir

şey kalmadı. Cehenneme bu kadar yakınken

cennete geri dönmemiz beklenemez. Bu

yüzden umut yok. Bütün umutlar da

öldürüldü.

Evet hiç umudum yok ama çok isterdim ki

bir gün ufuktaki gözlerim yaşamın

berraklığında kaybolsun.

Suratımda kezzap yarası olmadan sıcak

yatağıma girebilen benim, düşüncelerimi

anlatabilen benim, cinsel tercihimi, dinimi

yaşayabilen benim, istediğim gibi

giyinebilen benim, yemek yiyebilen benim,

barınabilen benim, iş sahibi olabilen benim

gözlerim yaşamın berraklığında kaybolsun.

İşte o zaman "dünyada yaşam" olacak.

İyilik olacak. Yardımlaşma olacak. Artık

hayatta kalabilmek için ihtiyacımız olan

bunlardır, bir üst model telefonlar değil.

İdil Özeren

Page 23: Mevzular Derin Fanzin Sayı : 4

Bahar

buralardan geçen bir hüzün sürüsünden kapılmış yurtsuz bir bela kuşuydu sanki. belirli aralıklarla vurulup düşerdim o berrak bakışlarının hüznüne. şimdi sonsuz bir amaç gibi zamanda salındığı doğrudur sevdaların, artık hiç de eskisi gibi değil. ne hiddeti ne şefkati dinlemiyor beni bende dinlemiyor beni… aralıksız ve sorgusuz kaybediyorum, bir tahtta oturmuş zamanı koltuk altına almış dalgın bir

bekçiyim, kral sanıyorum kendimi, satırbaşları anlamsız, şu an imla hatalarını bilerek yaptığım satırbaşları, bir nefeste okuduğum şiirler, bir çırpıda yorduğum kâğıtlar, hepsi boşlukta salınarak yitip gidiyor. nerede duracağım, radyodaki bu kulağıma sokulan şarkını duyuyorum dostum.

ruhum, zaten kölen benden ne istiyorsun?

tek satırbaşı, tek soru, çok soru işareti!

tüm cümleler eşittir gözümde ıstırabı hariç…

yazın duvarlara :

-bahara galip gelinebilemez!!!-

Ozan Korkmaz

Sol Kaburgam

sol kaburgadamdan hiç bir tanrı güzel bir kadın yaratamaz,

sol kaburgam bir ağaçtan düştü kırıldı

sol kaburgam kavruldu defalarca

sol kaburgam duman doldu

sol kaburgamı bi çocuk sıvazladı minicik elleriyle ama savaşları sığdırdım

sol kaburgama bir çok çocuk kaçtı cennete gidenler yer etti en derinde şüphesiz..

neyin var sol kaburgam ölüyor musun?

sol kaburgam, kaburgam..

bir şeylere sahip olma olgusu farkındalıklarıma rağmen o kadar yer etmiş ki,

utanıyorum.

aptal sol kaburga.

Gordion

Page 24: Mevzular Derin Fanzin Sayı : 4