Upload
others
View
14
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ÇOCUK SAĞLIĞI VE HASTALIKLARI ANABİLİM DALI PEDİATRİK ALLERJİ VE İMMÜNOLOJİ BİLİM DALI
İNHALEN ALTERNARİA DUYARLILIĞI OLAN ASTIM VE
RİNİTLİ ÇOCUKLARDA İMMÜNOTERAPİNİN
ETKİNLİĞİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ
Yrd. Doç. Dr. Mehmet KILIÇ
PEDİATRİK ALLERJİ YANDAL UZMANLIK TEZİ
TEZ DANIŞMANI
Prof. Dr. Derya Ufuk ALTINTAŞ
ADANA-2008
I
T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ÇOCUK SAĞLIĞI VE HASTALIKLARI ANABİLİM DALI PEDİATRİK ALLERJİ VE İMMÜNOLOJİ BİLİM DALI
İNHALEN ALTERNARİA DUYARLILIĞI OLAN ASTIM
VE RİNİTLİ ÇOCUKLARDA İMMÜNOTERAPİNİN
ETKİNLİĞİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ
Yrd. Doç. Dr. Mehmet KILIÇ
PEDİATRİK ALLERJİ YANDAL UZMANLIK TEZİ
TEZ DANIŞMANI Prof. Dr. Derya Ufuk ALTINTAŞ
ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ
ARAŞTIRMA FONU TARAFINDAN DESTEKLENMİŞTİR.
PROJE NO: TF-2006/LTP-32
ADANA-2008
II
TEŞEKKÜR
Pediatrik Alerji yan dal eğitimim süresince yardımlarını ve deneyimlerini
esirgemeyen değerli hocam Prof. Dr. Seval Güneşer Kendirli’ye, tez danışmanım ve
hocam Prof. Dr. Derya Ufuk Altıntaşa, Prof. Dr. Mustafa Yılmaz’a, Doç. Dr. Gülbin
Bingöl Karakoç’a ve tezime yardımlarından dolayı kimyager Filiz Aykaç’a ve sekreter
İbrahim Telli’ye teşekkür ederim.
Yan dal ihtisasım süresince desteğini esirgemeyen eşim Nülüfer Kılıç’a, sevgili
çocuklarım Alper Kılıç ve Aykut Kılıç’a teşekkür ederim.
III
İÇİNDEKİLER
Sayfa No
TEŞEKKÜR II İÇİNDEKİLER III TABLO LİSTESİ VI ŞEKİL LİSTESİ VII KISALTMA LİSTESİ VIII ÖZET VE ANAHTAR SÖZCÜKLER IX ABSTRACT-KEY WORDS X 1.GİRİŞ VE AMAÇ 1 2.GENEL BİLGİLER 3
2.1.Epidemiyoloji 3 2.2.Astımın immünopatolojisi 4 2.3.Astımın patofizyolojisi 10
2.3.1. Genetik 10 2.3.2. Havayolu obstrüksiyonu 11 2.3.3. Havayolu düz kas spazmı 11 2.3.4. Havayolu mukoza ödemi 12 2.3.5. Mukus hipersekresyonu 12 2.3.6. Allerjik İnflamasyon 12
2.4. Astımda prognozu belirleyen faktörler 28 2.4.1. Hastalığın şiddeti 28 2.4.2. Semptomların başlama yaşı 28 2.4.3. Atopi 29 2.4.4. Sigara 29 2.4.5. Cinsiyet 29 2.4.6. Ev içi hava kirliliği 29 2.4.7. Diğer allerjik hastalıkların varlığı 30 2.4.8. Ev dışı hava kirliliği 30 2.4.9. Alt solunum sistemi enfeksiyonlar 30
2.5. Tetik çekici faktörler 31 2.5.1. Allerjenler 31 2.5.2. Enfeksiyonlar 34 2.5.3. Egzersiz 35 2.5.4. Gastroözofagial reflü 36 2.5.5. Astım ve rinit birlikteliği 36
2.5.5.1. Allerjik riniti tetikleyenler 37 2.5.5.2. Hastalığın doğal gidişi 37 2.5.5.3. Allerjik Rinitin Tanısı 38 2.5.5.4. Allerjik rinitin ayırıcı tanısı 41 2.5.5.5. Alerjik rinite tedavi 42 2.5.5.5.1. Antihistaminikler 42 2.5.5.5.2. Lokal antihistaminikler (İntranazal-intraoküler) 42 2.5.5.5.3. İntranazal kortikosteroidler 42 2.5.5.5.4. Lokal kromalinler (İntranazal-intraoküler) 42
IV
2.5.5.5.5. Dekonjestanlar 43 2.5.5.5.6. İntranazal antikolinerjikler 43 2.5.5.5.7. Antilökotrienler 43 2.5.5.5.8. Sistemik kortikosteroidler 43 2.5.5.5.9. Spesifik immünoterapi 44 2.5.5.5.10. Diğer tedaviler 44 2.5.5.5.11. Cerrahi tedavi 44
2.6. Astımın sınıflandırılması 44 2.6.1. Astımın şiddetine göre sınıflandırılması 45
2.7. Astımda tanı 46 2.7.1. Klinik özellikler 46
2.7.1.1. Öykü 46 2.7.1.2. Fizik muayene 46
2.7.2. Astımda Laboratuar bulguları 47 2.8. Ayırıcı tanı 51 2.9. Astım tedavisi 53
2.9.1. Astımda korunma 53 2.9.2. Astım tedavisinin amaçları 54 2.9.3. Kontrol edici ilaçlar 55 2.9.4. Semptom giderici ilaçlar 59 2.9.5. Spesifik Allerjen İmmünoterapisi 61
3. GEREÇ VE YÖNTEM 72 3.1. Çalışmaya kabul kriterleri 72
3.2. Çalışma düzeni 73 3.3. Solunum fonksiyon testleri 75
3.3.1. PEF değerlerinin ölçümü 75 3.4. Semptom skorunun belirlenmesi 76 3.5. Medikasyon skorunun belirlenmesi 76 3.6. Hayat kalitesinin belirlenmesi 77 3.7. Vizüel analog skoru 80 3.8. Deri testi (Prick testi) 80
3.8.1. Dilüsyonlu Deri Testi 80 3.8.2. Atopi Skoru 81
3.9. Kan eozinofil düzeyinin ölçümü 81 3.10. Serum total IgE düzeyi ölçümü 81 3.11. Phadiotop Testi 81 3.12. Alternaria spesifik IgE düzeyinin ölçümü 81 3.13. İndüklenmiş balgamın elde edilmesi 82
3.13.1. İndükte Balgam Preaparatlarının Değerlendirilmesi 84 3.14. Nazal lavaj sıvısının elde edilmesi 84
3.14.1. Nazal Lavaj Sıvısı Preaparatlarının Değerlendirilmesi 85 3.15. İndükte balgam, nazal sıvı ve serum eozinofilik katyonik protein ölçümü 85 3.16. İndükte balgam, nazal sıvı ve serum triptaz ölçümü 85 3.17. Metakolin ile bronş provakasyon testi 86 3.18. Alternaria ile bronş provakasyon testi 87 3.19. Alternaria ile nazal provakasyon testi 89 3.20. İstatiksel analiz 91
V
4.BULGULAR 92 4.1. Demografik Özellikler 92 4.2. Vizüel Analog Skoru 92 4.3. Astım Hayat Kalite Skoru 93 4.4. Rinit Hayat Kalite Skoru 94 4.5. Astım Medikasyon Skoru 95 4.6. Rinit Medikasyon Skoru 96 4.7. Astım Semptom Skoru 97 4.8. Rinit Semptom Skoru 98
4.9. Solunum Fonksiyon Testleri 99 4.10. PEF Değişkenliği 101 4.11. Atopi Skoru 103 4.12. Dilüsyonlu Deri Testi 103 4.13. Metakolin ile bronş provakasyon testi 104
4.14. Nazal Provakasyon Testi 105 4.15. Alternaria ile bronş provakasyon testi 106 4.16. Total IgE düzeyi 107 4.17. Alternaria spesifik IgE düzeyi 107 4.18. Serum phadiatop düzeyi 107 4.19. Kan eozinofil düzeyi 108 4.20. Serum ECP düzeyi 109 4.21. Serum triptaz düzeyi 111 4.22. Balgam triptaz düzeyi 112 4.23. Balgam ECP düzeyi 113 4.24. Nazal ECP düzeyi 115 4.25. Nazal triptaz düzeyi 117 4.26. Nazal yaymada eozinofil sayısı 118 4.27. Balgam yaymasında eozinofil sayısı 121 4.28. Balgam yaymasında nötrofil sayısı 122
5. TARTIŞMA 129 6. SONUÇ ve ÖNERİLER 148 KAYNAKLAR 151 ÖZGEÇMİŞ 163
VI
TABLO LİSTESİ
Tablo no Sayfa no
Tablo 1. Mast hücrelerinde hazır bulunan ve sentezlenen mediatörler 14 Tablo 2. İç ve dış ortamda bulunan inhalen allerjenler 32 Tablo 3. Nazal Prvakasyon testi endikasyonları 40 Tablo 4. Nazal provakasyon testinin kontrendike olduğu durumlar 40 Tablo 5. Allerjik rinitte ayırıcı tanı 41 Tablo 6. Hastalığın şiddetinin sınıflandırılması 46
Tablo 7. Alerjik inflamasyonun indirekt ve direkt göstergeleri 50 Tablo 8. Astım ayırıcı tanı 53 Tablo 9. İnhale steroidlerin etkileri 56 Tablo 10. Erişkin ve çocuklarda (≤5 yaş) astım basamak tedavisi 60 Tablo 11. Erişkin ve çocuklarda (>5 yaş) astım basamak tedavisi 61 Tablo 12. İmmünoterapinin endikasyon ve kontrendikasyonları 63 Tablo 13. T lenfosit gruplarınca üretilen sitokinler 64 Tablo 14. Spesifik immünoterapinin klinik etkinliğinin
değerlendirilmesinde kullanılan parametreler 70 Tablo 15. Çalışmada grup I ve II’ye yapılan tetkikler 75 Tablo 16. Günlük medikasyon Skoru (Rinokonjunktivit) 76 Tablo 17. Günlük medikasyon Skoru (Astım) 77 Tablo 18. Astımda hayat kalitesini belirlemek için kullanılan formu 78 Tablo 19. Allerjik rinit hayat kalitesi formu 79 Tablo 20. Atopi skorunun hesaplanması 81 Tablo 21. Allerjen spesifik IgE için RAST sınıflaması 82 Tablo 22. Bronş provakasyon testinden önce hastaların
kullandığı ilaçların kesilme süreleri 88 Tablo 23. Nazal provakasyon testinden önce vakanın
kullandığı ilaçların kesilme süreleri 89 Tablo 24. Nazal provakasyon testinde kullanılan semptom skoru 91 Tablo 25. Hastaların demografik özellikleri 92 Tablo 26. İmmünoterapinin laboratuvar parametreleri üzerine olan etkisi-I 103 Tablo 27. İmmünoterapinin laboratuvar parametreleri üzerine olan etkisi-II 108 Tablo 28. Çalışmanın başlangıcında ve 12. ayın sonunda provakasyondan
önce ve sonra bakılan balgam triptaz düzeyleri. 113 Tablo 29. Her iki grupta rinit + astım tanılı hastaların
nazal lavaj sıvısında ölçülen ECP düzeyleri. 117 Tablo 30. Her iki grupta rinit + astım tanılı hastaların
nazal lavaj sıvısında ölçülen triptaz düzeyleri. 117 Tablo 31. Çalışma boyunca hastaların uyarı testlerinden önce ve
sonraki laboratuar sonuçları 124
VII
ŞEKİL LİSTESİ
Şekil no Sayfa no Şekil 1. Astım patogenezi 5 Şekil 2. Astımda havayolu değişiklikleri 11 Şekil 3. Çalışma düzeni 74 Şekil 4. Başlangıçta ve 12. ayın sonunda yapılan vizüel analog skoru 93 Şekil 5. Başlangıçta ve 12. ayın sonunda yapılan astım hayat kalite skoru 94 Şekil 6. Başlangıçta ve 12. ayın sonunda yapılan rinit hayat kalite skoru 95 Şekil 7. Hastaların aylık ortalama astım medikasyon skoru 96 Şekil 8. Hastaların aylık ortalama rinit medikasyon skoru 97 Şekil 9. Hastaların aylık ortalama astım semptom skoru 98 Şekil 10. Hastaların aylık ortalama rinit semptom skoru 99 Şekil 11. Hastaların aylara göre FEV1 değişimleri. 100 Şekil 12. Hastaların aylara göre FVC değişimleri 101 Şekil 13. Hastaların aylık PEF değişkenliklerinin ortalaması 102 Şekil 14. Çalışmanın başlangıcında ve 12. ayın sonunda yapılan dilüsyonlu deri testi konsantrasyonları. 104 Şekil 15. Çalışmanın başlangıcında ve 12. ayın sonunda
yapılan metakolin provakasyon testi konsantrasyonları 105 Şekil 16. Çalışmanın başlangıcında ve 12. ayın sonunda yapılan bronş provakasyon testi konsantrasyonları 106 Şekil 17. Çalışmanın başlangıcında ve 12. ayın sonunda
provakasyondan önce ve sonra bakılan kan eosinofil düzeyleri 109 Şekil 18. Çalışmanın başlangıcında ve 12. ayın sonunda
provakasyondan önce ve sonra bakılan serum ECP düzeyleri 111 Şekil 19. Çalışmanın başlangıcında ve 12. ayın sonunda
provakasyondan önce ve sonra bakılan serum triptaz düzeyleri 112 Şekil 20. Çalışmanın başlangıcında ve 12. ayın sonunda
provakasyondan önce ve sonra bakılan balgam ECP düzeyleri 115 Şekil 21. Çalışmanın başlangıcında ve 12. ayın sonunda
provakasyondan önce ve sonra bakılan nazal ECP düzeyleri 116 Şekil 22. Çalışmanın başlangıcında ve 12. ayın sonunda
provakasyondan önce ve sonra bakılan nazal triptaz düzeyleri 118 Şekil 23. Çalışmanın başlangıcında ve 12. ayın sonunda provakasyondan önce ve sonra bakılan nazal eozinofil sayıları. 119 Şekil 24. Nazal sitoloji 120 Şekil 25. Çalışmanın başlangıcında ve 12. ayın sonunda
provakasyondan önce ve sonra bakılan balgam eozinofil sayıları. 122 Şekil 26. Çalışmanın başlangıcında ve 12. ayın sonunda
provakasyondan önce ve sonra bakılan balgam nötrofil sayıları. 123 Şekil 27. İndükte balgam yayması I 125 Şekil 28. İndükte balgam yayması II 126 Şekil 29. İndükte balgam yayması III 127 Şekil 30. İndükte balgam yayması IV 128
VIII
KISALTMA LİSTESİ
ADAM33: Astım geni olan disintegrin ve metalloproteianse domain 33 ASS: Astım semptom skoru AS: Atopi skoru AMS: Astım medikasyon skoru AHKS: Astım hayat kalite skoru BPT: Bronş provakasyon testleri ECP: Eozinofilik katyonik protein EAACI: European Academy of Allergology and Clinical Immunology FVC: Zorlu vital kapasite FEV1: Birinci saniyedeki zorlu ekspirasyon volümü GM-CSF: Granülosit makrofaj koloni stimüle edici faktör GÖR: Gastroözofagial reflü GINA : Global Initiative for Asthma IL: İnterlökin ICAM-I: İntersellüler adhezyon molekülü İT: İmmünoterapi INF-γ: İnterferon gamma İKS: İnhale kortikosteroid ISAAC: International Study of Asthma and Allergies in Childhood LTR: Lökotrien MBPT: Metakolin ile bronş provakasyon testi MEF25-75: Orta ekspirasyon akım hızı MHC: Major Histocompatibility MDI: Ölçülü doz inhaler NANC: Nonadrenerjik nonkolinerjik NPT: Nazal provakasyon testleri PAF: Platelet aktive edici faktör PBS: Phosphate-buffered saline PEF: Ekspiratuar tepe akım hızı PG: Prostoglandin RANTES: Regulated upton activation normal T cell expressed and secreted RAST: Radioallergosorbent test RHKS: Rinit hayat kalite skoru RMS: Rinit medikasyon skoru RSS: Rinit semptom skoru RV: Rezidüel volüm SFT: Solunum fonksiyon testi SİT: Spesifik immünoterapi STAT-6: Signal transducing activation of transcription TGF-β: Tümör gelişme faktörü- β TNF: Tümör nekroz edici faktör TLC: Total akciğer kapasitesi VAS: Visuel analog skoru VC: Vital kapasite VCAM-I: Vasküler hücre adhezyon molekülü VEGF: Vascular endothelial growth factor
IX
ÖZET
İnhalan Alternaria Duyarlılığı Olan Astım ve Rinitli Çocuklarda
İmmünoterapinin Etkinliğinin Değerlendirilmesi
Amaç: Çalışmanın amacı izole Alternaria duyarlaşması olan astım ve rinitli çocuklarda immünoterapinin etkisini değerlendirmektir. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya Alternaria’ya duyarlı astım ve/veya rinitli 16 çocuk alındı. Hastalar 2 gruba ayrıldı. Grup I immunoterapi alan 9 hastadan, grup II immünoterapi almayan 7 hastadan oluşmaktaydı. Çalışmanın başlangıcında ve 12 ay sonra deri testi, serumda, nasal sekresyonlarda ve balgamda ECP, triptaz, spesifik IgE düzeyleri, balgam yayması ve nazal yaymada hücre sayısı, metakolin ve allerjen bronşiyal provakasyon testleri, allerjen nazal provakasyon testi, solunum fonksiyon testi ve PEF değişkenliği, visuel analog skoru, hayat kalite skoru, semptom skoru ve medikasyon skoru gibi parametreler çalışıldı. Bulgular: Grup I ve II arasında çalışmanın başlangıcında deri prick testi reaktivitesinde fark yok iken (p=0,06), birinci yılın sonunda grup I lehine istatiksel olarak fark vardı (p=0,001). Ayrıca grup I ve grup II arasın da birinci yılın sonunda Alternaria ve metakolin bronşiyal provakasyon testlerinde istatiksel olarak fark saptandı (p=0,006, p=0,03, sırasıyla). Ek olarak grup I ve grup II arasın da çalışmanın başlangıcında serum spesifik IgE düzeyleri arasında fark yok iken (p=0,87), birinci yılın sonunda grup I lehine istatiksel olarak fark saptandı (p=0,001). Çalışmamızda grup I de birinci yılın sonunda provakasyon testinden sonra eosinofil sayısında artış açısından istatiksel olarak fark var iken (p=0,008), grup II’de çalışmanın hiçbir döneminde istatiksel olarak fark tespit edilmedi. Sonuç: Biz birinci yılın sonunda deri reaktivitesinde, visuel analog skorunda, bronşiyal reaktivitede, akciğer fonksiyon testlerinde ve in vitro parametrelerde (serum spesifik IgE, serum triptaz, total IgE, nazal ECP düzeylerinde ve balgam eosinofil sayısında) grup I lehine anlamlı istatiksel değişiklikler saptadık. Bu nedenle Alternaria ekstrelerinin immünoterapi materyali olarak kullanılabileceğini düşünüyoruz. Anahtar kelimeler: Allerjen spesifik immunoterapi, Alternaria alternata, çocukluk çağı, mantar alerjisi
X
ABSTRACT
The Evaluated of Specific İmmunotherapy in Children Monosensitized to
Alternaria with Asthma and/or Rhinitis
Purpose: The aim of the present study was evaluated the effect of specific immunotherapy in children monosensitized to Alternaria with asthma and/or rhinitis. Material and method: We studied 16 patients with rhinitis, bronchial asthma, or both caused by Alternaria. The patients were separeted to two groups. Nineteen of 16 cases received immunotherapy (group I), 7 of 16 cases (group II) did not receive immunotherapy. Before starting the study and 12 months after, the following parameters were checked: skin prick test, ECP and tryptase in sputum, nasal secretion and serum, sputum and nasal lavage cell counts, Alternaria specific IgE level, methacholine and allergen bronchial provacation test, allergen- specific nasal challenge test, skin prick test, pulmonary function test and variation in PEF, visuel analog score, quality of life questionnaire, symptom score, and medication score. Results: Between groups I and II the initial skin prick test reactivity did not differed (p=0,06), however at the end of first year there was statistical difference in favor of group I (p=0,001). In groups I and II There was statistical differenced between Alternaria and methacholine bronchial provacation tests reactivity at the end of the first year (p=0,006, p=0,03, respectively). Between groups I and II the initial serum specific IgE levels did not differed (p=0,87), however at the end of first year there was statistical difference in favor of group I (p=0,001). In group I there was statistical differenced between sputum eosinophil counts in after provocation test at the end of the first year (p=0,008), there were no significant changes in sputum eosinophil counts in the group II in any phase. Conclusion: We recorded significant changes in skin reactivity, visuel analog score, bronchial reactivity, pulmonary function test, and the in vitro parameters (serum specific IgE, total IgE, serum tryptase, nasal ECP levels, and sputum eosinophil counts) in favor of group I for a year. We conclude that the antigenic material used here was suitable for A. alternata immunothrapy. Key words: Allergen specific immunotherapy, Alternaria alternata, childhood, mold allergy.
1
1. GİRİŞ VE AMAÇ
Çocukluk çağı kronik hastalıkları içinde ilk sırayı alan astım çocukların okula
devamına engel olan, yaşam kalitesini bozan, önemli mortalite ve morbidite nedeni olan
bir hastalıktır. Bronşial astım günümüzde önemli bir halk sağlığı problemi ve yüksek
tedavi maliyeti nedeni ile önemini korumaya devam etmektedir. Yapılan çalışmalar
hastalığın prevalansı, morbidite ve mortalitesinde artış olduğunu göstermektedir.1,2
Astım prevalansının dünyanın pek çok bölgesinde artan bir insidans göstermesi, bu
hastalığın global bir sağlık sorunu olduğunu gündeme getirmektedir. Astımın klinik
bulgularının ve tedaviye olan cevabının çeşitlilik göstermesi nedeniyle bir sendrom
olarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Viral enfeksiyonlar, allerjenler, egzersiz ve
irritanlar gibi pek çok tetik çeken faktör olduğundan, astımın hem akut hem de kronik
tedavisi komplike hale gelmektedir.3 Astımda inhaler steroidler gibi oldukça etkili astım
ilaçlarının yaygın kullanılmasına, hastalığın patogenezinde hızla yeni bilgiler elde
edilmesine, tedavi için yeni seçeneklerin uygulamaya konmasına karşın prevalans
çocuklarda hala artmaktadır ve tam kür tedavisi yoktur.4,5
Mantarlar çok hücreli ökaryotik yapıda olup, seksüel ve aseksüel yollarla
ürerken oluşturdukları uçucu sporların bir kısmı allerjenik özellik taşır. Mantar sporları
3-10 µm çapında olduğu için alt solunum yollarına kadar ulaşabilirler. Dünya üzerinde 1
milyon’dan fazla mantar türü vardır. Ancak ortalama 100 adet mantar türü solunum
sistemi alerjisine neden olurlar. Üremeleri için yüksek oranda nem ve ısıya gereksinim
duyarlar. 6,7 İnhalen mantar allerjenleri iç ortam ve dış ortam mantarları olarak iki
grupta incelenir. En önemli dış ortam mantarları; Alternaria ve Cladosporium’dur.
Diğerleri Helminthosporium ve Fusarium’dur. Dış ortamdaki mantar sporları yıl boyu
atmosferde bulunmakla birlikte tıpkı polenler gibi bazı dönemlerde miktar olarak artış
gösterirler. Esas olarak ilkbahardan-sonbaharın sonlarına kadar ürerler. İç ortam
mantarları da oldukça önemli inhalen allerjenlerdir. En önemli iç ortam mantarları;
Penicillium ve Aspergillus’dur. 6,8 Mantarlar özellikle sıcak ve nemli evlerde tüm yıl
boyunca üreme yeteneğine sahiptirler. Ev içinde yıl boyu bulunabilirlerse de, miktarları
yaz ve sonbahar aylarında daha fazladır. İç ortam mantar düzeyi dış ortam mantar
düzeyinden etkilenmektedir. İç ortam mantar düzeyi hem iç hem de dış ortam mantar
düzeyinin karışımı şeklinde karşımıza çıkmaktadır. 9
2
Yapılan çalışmalarda inhalen mantar allerjenlerinin alerjik hastalıkların
gelişimine neden oldukları gözlenmiştir. Mantarlar ile oluşan solunum sitemi alerjisi
prevalansının genel populasyonda % 3-6, atopik bireyler arasında % 20-30 oranında
tahmin edilmektedir. Astım ve rinit gibi alerjik hastalıklarda, sorumlu olabilen önemli
mantarlar; Alternaria, Cladiosporum, Penicillum ve Aspergillus’dur. Özellikle dış ortam
mantarlarının astımda önemli allerjenler olduğu gösterilmiştir. 6,10 Mantarların allerjik
göz hastalıklarına da neden oldukları belirtilmektedir. Ayrıca allerjik bronkopulmoner
aspergilozis ve hipersensitivite pnömonisine de yol açarlar. Yapılan çalışmalarda
mantar duyarlılığı özellikle de Alternaria alerjisi olan astımlı vakalarda hastalık
şiddetinin daha ağır olduğu gözlenmiştir. Astım ile ilişkili ölümlerin sık olduğu
günlerde atmosferdeki mantar sayılarının da diğer günlere göre daha yüksek olduğu
bildirilmiştir. Ayrıca Alternaria spor sayıları ile astımlı hastaların yoğun bakımda yatış
süreleri arasında bir pozitif korelasyon gözlenmiştir. Sonuç olarak Alternaria
duyarlaşması ağır astım ve ölümcül astım için majör bir risk faktörü olarak
tanımlanmıştır. Ayrıca, mantarlar akarların besin kaynaklarından olduğu için, bunların
azaltılması akar alerjisi olanların tedavisine de yardımcı olacaktır.11.12
Bu çalışmada 7-15 yaş arası izole Alternaria alerjisi saptanan astım ve/veya
rinit tanılı çocuklarda spesifik immünoterapinin etkinliğinin derğerlendirilmesi için; İT
öncesi ve birinci yılın sonunda hayat kalite skoru, vizüel analog skoru, solunum
foksiyon testleri, medikasyon ve semptom skorları ile birlikte kan, indükte balgam ve
/veya nazal lavaj sıvısında spesifik IgE, triptaz, ECP düzeylerinin ve eozinofil
sayılarının bakılması planlandı.
3
2. GENEL BİLGİLER
Astım bronşların çeşitli uyaranlara aşırı cevabı ve havayolu direnci, akciğer
hacmi ile ekspiratuvar akım değişiklikleriyle karakterize kronik bir hastalıktır. Astım
prevalansı hastalığın hem insidansını hem de süresini gösterir ve % 3 ile % 10.5
arasında değişebilir. Günümüzde uluslararası kılavuzlarda kabul edilen astım tanımı şu
şekildedir; “Astım, havayollarındaki pek çok hücre ve hücresel elementlerin rol
oynadığı hava yollarının kronik inflamatuar bir hastalığıdır. Kronik inflamasyon
özellikle gece ve sabaha karşı gelişen tekrarlayıcı özellik gösteren öksürük, göğüste
sıkışıklık hissi, nefes darlığı ve hırıltılı solunum ile karakterize havayollarının aşırı
duyarlılığına neden olur. Bu ataklar yaygın olmakla birlikte kendiliğinden veya ilaçlar
ile düzelen geri dönüşümlü değişken hava yolu obstrüksiyonu ile seyreder.” . Mast
hücreleri, eozinofiller ve T lenfositleri bu inflamasyonda başlıca rol oynayan
hücrelerdir.13
Astımın tanımlanmasında birtakım anahtar noktalar gözönünde bulundurulmalıdır:
* Astımın şiddeti ne olursa olsun havayolunun kronik inflamatuar bir hastalığıdır ve bu
karakteristik özelliği teşhis, korunma ve tedavide çok önemlidir.
* Havayolu inflamasyonu bronş hiperaktivitesi, hava akımının kısıtlanması, solunum
sistemi semptomları ve hastalığın süregenliği ile ilişkili olarak değişiklik
gösterebilmektedir.
* Havayolu inflamasyonu akut olarak oluşabilir ve mukus sekresyonu, havayolu ödemi,
bronkokonstrüksiyon ve de bazı hastalarda havayolunun yeniden yapılanması
(remodeling) gibi hava akımı ile ilişkili kronik inflamasyon tablosu da sergileyebilir.
* Havayolu inflamasyonunun erişkin astımlı hastalarda bulunan histopatolojik
özellikleri, erken çocukluk çağındaki yüksek riskli çocuklarda da başlayabilir.
* Atopi sık karşılaşılan aeroallerjenlere karşı antijen-spesifik IgE cevabının
gelişmesinde genetik bir predispozisyon sağlayan ve astım gelişiminde en kuvvetle
tanımlanmış bir faktördür.3
2.1.Epidemiyoloji
2002 yılında Amerika’da yapılan istatistiklere göre, 8,9 milyon çocuğun (%
12.2) doktor tanılı astım olduğu ve 4,2 milyon çocuğunda (% 5,8) hayatın ilk 12 ayında
4
bir astım episodu geçirdiği belirlenmiştir. Amerika’da bir senede 10,1 milyon gün okul
kaybı, 166.000 hastaneye yatış ve 867.000 acil başvuru sebebinin en sık nedeni
çocukluk çağı astımıdır.41
Ulusal Allerji ve Klinik İmmünoloji Derneği’nce 1992’de 6-14 yaş arası çocuklarda
yapılan bir çalışmada kümülatif astım prevalansı Adana’da42 % 12,9, Ankara’da43 %
6.9, Bursa’da44 % 7,8, İzmir’de45 % 4,9 bulunmuştur. International Study of Asthma
and Allergies in Childhood (ISAAC) protokolü ile 1995-1997 yılları arasında yapılan
başka bir anket bazlı araştırmada Adana’da doktor tanılı astım prevalansı % 5,
kümülatif astım prevalansı % 12,6, Samsun’da46 % 14,5, İstanbul’da47 % 9,8 ve
Ankara’da48 % 8,1 bulunmuştur.
2.2. Astımın immünopatolojisi
Astımda erken tip hipersensitivite reaksiyonunun rol oynadığı bir inflamasyon
vardır. T hücre aktivasyonu allerjik inflamasyonunun kilit olaydır. Bu reaksiyonun
temeli, erken fazda mediatörlerin (LTC4, PGD2, Histamin) salgılanması, geç fazda ise
T-lenfosit ve eozinofillerin ortama gelmesi ile sonuçlanan patolojik bir olaydır. Allerjik
hastalıkların gelişiminde etkin olan immün yanıtın gelişmesinde anahtar rolü oynayan
hücre grubu Th2 tipi lenfositler; yanıtı yönlendiren temel mediatörler IgE ve lipid
metabolizması ara ürünleri; efektör hücre grubu ise bazofil, mast hücreleri ve
eozinofillerdir 49,50 (Şekil 1).
5
Th2 Lenfosit
Kronik Eozinofilikİnflamasyon
Subepitelyal fibrozisDüz kas hipertrofisiGoblet hücre hiperplazisiRevaskülarizasyonEpitel yıkımı
ECPMBPNOGF ler
IL-3, IL-5GM-CSF
Eozinofil
Masthücresi
IL-4IL-5
IL-3SCF
IL-4IL-13
IgE
B Lenfosit
Akut İnflamatuarAtaklar
BronkospazmVazodilatasyonPermeabilite artışıÖdemMukus sekresyonu
HistaminLTC4PGD2
Şekil 1. Astım patogenezi
İnflamasyonun temel taşı herhangi bir allerjene karşı spesifik IgE’nin
oluşmasıdır. Allerjik inflamasyonun başlaması allerjenlerin deri, üst ve alt hava
yollarınca alınması ile başlar. Genel olarak olarak protein yapıdaki allerjenlerin immün
sistemi uyararak bir cevap oluşturabilmeleri için aracı bir hücreye gereksinim duyarlar.
‘Antijen sunan hücre’ olarak adlandırılan bu hücreler antijenleri T lenfositlerine
sunarlar. Antijen sunan hücreler; Deride Langerhans hücresi, dokularda makrofajlar,
solunum sisteminde ‘Dendritik hücreler’ ve lenfnodlarında ise B hücreleridir. Astımda
inhalasyon yolu ile akciğere ulaşan atijenler epitel hücre aralıklarında bulunan antijen
sunabilen dentritik hücreler, makrofajlar ve B lenfositler ile T lenfositlere sunulur.
Akciğerde bu görevi en çok kemik iliği kökenli dentritik hücreler yerine getirmektedir.
Epitel hücrelerin de antijen sunabilme yeteneğine sahiptir. Antijeni internalize eden
antijen sunan hücreler antijen sunumunun gerçekleşeceği bölge olan bölgesel lenf
noduna ilerler. Antijen sunan hücreler fagosite ettikleri antijeni işler; dendiritik hücreler
tarafından fagosite edilip lizozomal enzimler ile küçük peptid yapılara dönüştürülür. Bu
dönüşüm sonrasında küçük peptid yapılara dönüşen allerjen, dendiritik hücrelerin
yüzeyinde bulunan “Major Histocompatibility (MHC) Class II” içinde bölgesel lenf
nodu içindeki CD4+ lenfositlere sunulur. MHC II kompleksi ile birleşerek antijen sunan
hücrenin yüzeyinde epitop oluşturur ve daha önce bu antijenle karşılaşmış T lenfositlere
6
(Th0) iletir. Antijen sunan hücre ile antijen hakkında bilgi alan T lenfosit arasındaki
ilişki sitokin, interlökin ve adezyon molekülleri yardımıyla sağlanır. Antijen sunan
hücreler antijeni T lenfositlere sunduktan sonra T lenfosit bellek hücreleri yardımıyla bu
bilgiyi nesillerine taşır
Antijen sunan hücreler ayrıca T hücre aktivasyonu ve farklılaşmasına neden
olacak IL-1, IL-10, IL-12 ve IL-15 gibi sitokinler salgılar. Bu tanıma işleminin hücre içi
sinyal mekanizmalarını uyarması için ek olarak başka moleküllerin devreye girmesi
gerekir. Bu moleküller CD4+, CD3, CD45 ve CD28 dir. Örneğin CD28 olmaksızın
gerçekleşen T hücre aktivasyonu anerji ile sonuçlanır. Bu etkileşim sonrası Th0 hücreler
IL-2 sentezleyerek prolifere ve aktive olurlar. Bunun sonucu olarak Th2 tipi sitokin
paterni sağlayacak bir yapıya dönüşürler. Genetik özelliklerin farklılaştığı kişilerde,
özellikle 5. kromozomdaki IL-4’ün fazla yapımına neden olan genetik yapı Th2
farklılaşmasına ve daha sonra Th2 hücreleri IL-4 yardımıyla B lenfositleri IgE yapımı
yönünde etkiler. Th0 hücrelerin nasıl Th2 hücre tipi sitokin profiline dönüştüğü
aşağıdaki mekanizmalarla açıklanmaya çalışılmıştır.49-52
-Allerjen miktarı az ise Th2 tipi yanıt, allerjen miktarı fazla ise Th1 tipi yanıt geliştiği
gösterilmiştir.
-Allerjenle karşılaşma zamanı ve süresi
- IFN-γ ile İL-12 ve İL-18 ortamda mevcut ise bu sitokinler Th1 tipi yanıt oluşumuna
neden olur
-Bakterileriyel antijenlerdeki mevcut ‘cytidine phosphate guanosine’ (CpG) dizilimi
Th1 cevabına neden olurken, paraziter etkenler Th2 cevabına neden olurlar.
-Yeni tanımlanmış bir transkripsiyon faktörü olan T-bet, Th1 cevabı oluştururken, c-
maf, GATA-3’ün yanı sıra PGE2 ve NO’de Th2 cevabına neden olur.
Antijen sunumunun yapıldığı ortamda IL-12, IL-18 ve IFN-γ’nın miktarı fazla
ise Th0 hücreleri Th1 yönünde faklılaşır. Antijen sunumu sırasında dentritik hücreler,
monosit-makrofajlar ya da Langerhans hücreleri ortama IL-12 serbestleştirir ise lenfosit
farklılaşması Th1 yönünde olmaktadır. Th1 hücreleri IL-2, IFN-γ, IL-3, GM-CSF gibi
sitokinler salgılar, gecikmiş tipte aşırı duyarlılık reaksiyonunun gelişmesine neden olur.
Th1 farklılaşması ile hücreler IFN-γ üretir ve IFN-γ yardımıyla Th2 farklılaşmasını ve
IgE yapımını inhibe eder.
7
T-bet ise Th1 lenfosit gelişimi, IL-12 ve IFN-γ yapımını kontrol eder. Treg hücreleri de
fazal miktarda IL-10 yapımına neden olarak Th2 hücre fonksiyonlarını baskılayabilir.
Sonuç olarak eğer karşılaşılan antijen bir mikroorganizma ise ve bu farklılaşma Th1
yönünde olursa ortaya çıkan immün yanıt hücresel immünite ve geç tip hipersensitivite
yönünde olur.
Ortamda IL-10 varlığında Tho hücreleri T regulatör (T reg) hücrelerini oluşturur.
Dentritik hücrelerden salgılanan IL-10’un T reg hücre gelişimine yol açtığı öne
sürülmektedir. T lenfosit fenotiplerinin gelişiminde ayrıca dentritik hücrelerinde önemli
rolleri olduğu ve T lenfosit aktivasyou sonucu IL-4, IL-5 gibi Th2 sitokin sentezini
artırdıkları ileri sürülmektedir. T regulatör lenfositler ise sözü edilen Th1 ve Th2
lenfositler dışında üçüncü bir T lenfosit alt grubunu oluşturmaktadır. Birçoğu yüzeyinde
IL-2 reseptörünün alfa zinciri olan CD25 aktivasyon molekülünü taşırlar. T reg
lenfositler hücre-hücre etkileşimi ve salgıladıkları sitokinler aracılığı ile immün yanıtı
baskılama özelliğine sahiptirler. T reg hücrelerin IL-10, TGF-β ve TNF-α salgılayarak
allerjik Th2 yanıtı baskıladıkları öne sürülmektedir. Bu sitokinlerin Th2 hücrelerden
sitokin salınımını baskıladıkları ve IgE sentezleyen B lenfositleri IgG sentezlemeleri
yönünde uyardıkları düşünülmektedir.50
Antijenin sunulduğu ortamda IL-12, yoksa ve IL-4 ve IL-13 fazla ise Th0
lenfositler Th2 yönünde farklılaşır. GATA3 ve STAT-6 Th2 lenfosit gelişimi ve IL-5
sentezini denetler. Th2 tipi CD4+ T lenfositler tüm allerjik hastalıklarda olduğu gibi
astımda gelişen immün yanıtta da etkin ve anahtar rolü oynar. Ortamda bulunan IL-4
Th2 tipi T lenfosit farklılaşmasının yanı sıra, B lenfositlerden IgE sentezi, VCAM-1
ekspresyonunun artışı, IgE’nin FCε reseptör ve çeşitli sitokin, kemokin reseptörlerinin
düzeyini de kontrol eder. IL-4 ve IL-13 gibi sitokinler plazma hücrelerini aktive ederek
B lenfositlere dönüşmesini sağlar. Bu dönüşümde bu sitokinlerin yanı sıra ardışık
olarak meydana gelmesi gereken iki sinyal iletimi gereklidir.
1-STAT sistemi: IL-4 ve IL-13 birlikte immün globülinin α zincirine bağlanarak ağır
zincirin ‘Consant’ bölgesindeki ‘epsilon=ε’ sınıfı dönüşümü için gerekli gen
transkripsiyonuna neden olurlar. Bunu diğer sinyal iletiminin takip etmesi gerekir.
2- NF-kB: B hücrede mevcut olan CD40, T hücredeki ligandı olan CD40 ligand
(CD40L) ile karşı karşıya gelmelidir.
8
B hücresindeki bu iki sinyal iletimi sonucu IgE yapımı gerçekleşir. Th2 hücreleri
IL-1β, IL-3, IL-4, IL-5, IL-3, IL-6, IL-10, IL-9, IL-13, IL-16 ve GM-CSF salgılar ve 5.
kromozom üzerinde bulunan genler bu sitokinlerin salınımdan sorumludur. Salgılanan
sitokinler allerjik inflamasyonda majör rol alacak mast hücre, eozinofil, makrofaj,
epitel hücresi gibi birçok hücreyi aktive ederek inflamasyona dahil ederler. IL-4,
özellikle T lenfositler olmak üzere, bazofiller ve mast hücreleri tarafından
yapılmaktadır. IL-4 ve IL-13 uygun kostimülan (CD40-CD40L; CD80/8b-CD28)
sinyallerin varlığında, B lenfositlerin IgE üretiminden sorumlu temel sitokinlerdir.
Ayrıca IL-3, IL-4, IL-9 ve IL-10 mast hücre, IL-13 bazofil, IL-3, IL-5, GM-CSF
eozinofil aktivasyon ve farklılaşmasında rol oynar. IL-6 ise CD4+ Th2 lenfositlerin
allerjik yanıttaki devamlılığını sağlar.49,50
Ortamda fazla miktarda IL-4, IL-13, IL-5, IL-6, IL-10, TNF-α varsa IgE yapımı
artar. O allerjen için spesifik IgE geliştirmiş kişi artık (duyarlanmış=allerjik=atopik)
olarak kabul edilir. IgE sentezlendikten sonra bir süre kanda serbest olarak dolaşır, daha
sonra yüksek afiniteli IgE reseptörü taşıyan (FcεRI) mast hücresi, bazofil, makrofaj,
monosit, dentritik hücre ve düşük afiniteli IgE reseptörü taşıyan (FcεRII=CD23)
lenfosit, eozinofil, epitel hücresi, trombosit ve makrofajlara bağlanır. Yüksek afiniteli
IgE reseptörleri mast hücresi, bazofil, eozinofil ve langerhans hücrelerinin yüzeyinde
bulunmaktadır. Düşük afiniteli IgE reseptörlerinin klinik önemi net bilinmemekle
birlikte belirli durumlarda antijen sunumu işlemini üslendikleri düşünülmektedir.
Allerjik inflamasyon dual yanıt göstererek erken ve geç faz cevap oluşturur.
IgE’nin kendisi için yüksek afiniteli reseptör taşıyan mast hücrelerine bağlanması
allerjik inflamasyonun ilk klinik bulgusu olan erken faz reaksiyonun oluşması için
gereklidir. Daha önceden duyarlanmış yani IgE oluşmuş bir kişide, deri veya solunum
yolu ile tekrar aynı allerjen veya çapraz reaksiyon gösterebileceği bir alerjen ile
karşılaştığında, allerjen mast hücresi üzerinde kendisi için hazır bekleyen IgE
molekülüne bağlanarak mast hücresinin aktive olmasına neden olur. Bu köprüleşme
sonucunda mast hüc’den hem mediatör salınımı olur hem de yeni mediatör sentezi
başlar. Mast hücreleri duyarlaştıktan sonra, aynı alerjen organizmaya ikinci kez girişi
ile hücre yüzeyindeki IgE moleküllerine bağlanır ve bazı kimyasal olayları başlatır.
Hücre içine kalsiyum iyonlarının girişi artar ve cAMP yapımı azalır. IL-3 mast
hücrelerinin ve bazofillerin birikimine yol açar. Mast hüceleri erken faz semptomların
9
oluşmasında majör hücreler olarak kabul edilmektedir. Bu hücrelerde oluşturduğu
degranülasyon sonucu histamin, prostaglandin, lökotrienler ve çeşitli enzimler açığa
çıkar. Erken faz yanıtta salgılanan mediatörler bronş düz kas kasılması, damar yatağı
geçrgenlik artışı ile birlikte ödem, vasodilatasyon, sekresyon artışı bronş-bronşiyol
lümeninde daralmaya neden olur ve duyusal sinir liflerini ve mukus sekresyonunu
stimüle ederler. Bu yanıtlar serbestleşen maddelerin yarılanma ömrü ile birlikte 1-1.5
saat kadar sürer.
Bu degranülasyon klinik olarak deri allerjisi olan bir kişide ödem eritem, nazal
allerjisi olan bir kişide burun akıntıs, hapşırma, kaşıntı, astımlı bir kişide ise wheezing,
nefes darlığı şeklinde görülür. Erken faz cevapın ağırlığı hastalığa göre değişmektedir.
Astımda erken faz yanıtı klinik olarak çok önemli bir semptom oluşturmazken, atopik
dermatitde ve özellikle allerjik rinitte en şiddetli semptomlar mediatör bağımlı erken
faz yanıtı sırasında gözlenir. Bu farklılık hastalıkların antihistaminik tedaviye verdikleri
cevapta da anlaşılmaktadır.50,53,54
Erken faz cevaptan 6-8 saat sonra asıl olarak hücresel elemanların rol aldığı geç
faz yanıt gözlenir. Astımda inflamasyon, geç evre reaksiyonu sonucunda ve pek çok
hücrenin birbiri ile kompleks etkileşimi ile ortaya çıkar. Havayolu inflamasyonunun
karakteristik özelliği havayolu mukozasında ve lümende artmış miktarda aktive olmuş
eozinofil, mast hücresi, makrofaj ve T-lenfosit içermesidir. Astım asemptomatik olsa
bile bu değişiklikler bulunabilir ve hastalığın klinik şiddeti ile yakından ilişkilidir. Bu
temel inflamatuar hücreler dışında havayolunun yerli hücreleri olan epitel, endotel, düz
kas hücreleri ve fibroblastlarda ürettikleri mediatör, sitokin ve kemokinler yolu ile
önemli ölçüde efektör rol oynarlar ve inflamasyonun devamından sorumludurlar. Ancak
her erken faz yanıtı geç faz yanıt izelemeyeceği gibi, nadirde olsa her geç faz yanıtın
öncesinde erken faz yanıt görülmeyebilir. İzole geç faz yanıt düşük afiniteli IgE
reseptörü taşıyan T lenfositleri antijen sunan hücre etkileşimi olmaksızın IL-5
salınmasına neden olarak geç faz hücresi olan eozinofil göçüne neden olabilmektedir.
Mast hücresi sadece erken faz cevabında değil geç faz yanıtında da önemlidir. Mast
hücresinin sentezlediği TNFα, geç fazda hücrelerin kandan hedef organa birikmesi için
endotelde bazı adezyon moleküllerinin (ICAM-1, VCAM-1) ekspresyonuna yol
açarken, IL-4 ve IL-13 B hücrelerinde IgE oluşumunu uyarır, IL-5, GM-CSF ve
kemokinler dolaşımdan dokuya eozinofil göçüne ve IL-4, IL-13, histamin ve triptaz gibi
10
sitokin ve mediatörler ise epitel değişimi ve ‘remodeling’ de rol almaktadır.50,51,54,55
İnflamatuar yanıta bağlı olarak dokuda gelişen vasküler kaçak, aşırı mukus
salgılanması, epitel hasarı sonucu havayolunda daralma meydana gelirken
inflamasyonun kronikleşmesi ile havayolu duvarında kalıcı değişiklikler başgösterir.55
Ancak astım gelişimi için inflamasyon tek başına yeterli değildir. Son gelişmelere göre
astım fizyopatolojisinde iki temel unsur, kronik inflamasyon ve havayolunun yeniden
yapılanması (remodeling) dır. Kronik inflamatuar olaya paralel olarak gelişen bronş
epitelindeki yeniden yapılanma (remodeling) yapısal ve fonksiyonel değişikliklere
sebep olur.56 İnflamasyon ve yeniden yapılanma birbirine paralel ve birbirlerini
güçlendirerek ilerler.51,55 Çocuklarda havayolundaki yeniden yapılanmanın erken
dönemde başladığını gösteren çalışmalar vardır.55
2.3.Astımın patofizyolojisi
2.3.1. Genetik
Astımın genetiği son yıllarda geniş olarak araştırılmıştır.57 Şimdilerde pek çok
araştırmacının görüşü astım ve allerjik hastalıkların altında yatan sebebin herediter
olduğu yönündedir. Astımın genetik yapısıda hipertansiyon, diabet, artrit ve
ateroskleroz gibi hastalıklarda görülen "kompleks genetik bozukluk" şeklindedir. Astım
otozomal resesif, otozomal dominant veya X geçişli gibi sınıflandırılamaz. Özellikle
son iki yıl içinde yapılan çalışmalarda astım ve atopi fenotipleri ile ilşikili olabilecek
100 den fazla gen belirlenmiştir. En önemlileri 2q, 5q, 6q, 11q, 12q, 13q ve 16p dir. Son
yıllarda metalloproteaz olarak bilinen bir enzimi kodlayan ADAM33 geni ile astım ve
bronş aşırı duyarlılığı arasında ilişki tanımlanmıştır. Bu gen ürünlerinin fibroblastların
ve bronş düz kas hücresinin yüzeyinde gösterilmesinden sonra, ADAM33 proteinlerinin
astımda ‘’remodelling’’ sürecinde ve bronş aşırı duyarlılık gelişiminde rol
oynayabileceği ve polimorfizme bağlı olarak ADAM33 aktivitesindeki değişikliklerin
hava yolu fonksiyonlarında bozukluğa yol açacağı öne sürülmüştür. ADAM 33 geninin
atopi patogenezinden çok akciğer fonksiyonlarının gelişimi üzerine etkilsi daha fazladır.
ADAM 33’ün variyantları direkt akciğerin yapısını ve fonksiyonunu etkileyebilir.57,58
11
2.3.2. Havayolu obstrüksiyonu
Havayolu obstrüksiyonu ve bunun hasta semptomlarına ve akciğer fizyolojisine
olan etkisini değerlendirmede pek çok faktör göz önünde bulundurulmalıdır.
1- Havayolu obstrüksiyon intermitan, sürekli ve/veya progresif olabilir.
2- Havayolu obstrüksiyonu total, parsiyel veya irreversibildir.
3- Havayolu obstrüksiyonu bireysel veya kollektif olarak havayolu daralmasına
katkıda bulunan yapısal ve/veya fizyolojik faktörlerin sonucu olarak oluşabilir.
Sonuçta, bu özelliklerin herbirisinin hastalığa katkısı farklıdır ve değişik tedavilere
terapötik cevaba, hastalığın şiddetine, klinik bulgulardaki farklılıklara katkıda
bulunmaktadır (Şekil 2).
Şekil 2. Astımda havayolu değişiklikleri
2.3.3. Havayolu düz kas spazmı
Astımın en önemli karekteristik özelliklerinden birisi çeşitli uyaranlarla akut
havayolu obstrüksiyonu anlamına gelen havayolu hiperreaktivitesidir. Bronş düz
kasında oluşan kontraktil cevap aşırı bir havayolu daralmasına sebep olur. Havayolu
düz kas tonüsüne katkıda bulunan ve onu regüle eden pek çok faktör vardır. Havayolu
göç eden inflamatuar hücreler ve (eozinofiller, lenfositler, nötrofiller, bazofiller ve
muhtemelen plateletler) ev sahibi hücreler (mast hücreleri, alveoler makrofajlar,
12
havayolu epiteli ve endoteli) içerir. Bu hücreler bronş düz kaslarını direkt olarak
kontrakte edebilen histamin, sistenil lökotrienler (LTC4, LTD4 ve LTE4), prostoglandin
D2 (PGD2) ve platelet aktive eden faktör (PAF) gibi pek çok mediyatörü salgılayabilme
kapasitesine sahiptirler. Ek olarak toplanan hücreler havayolu düz kaslarını daha
kasılabilir hale getiren inflamatuar mediyatörler de salgılayabilirler. Havayolu düz kası
nöroregülatuar kontrol altındadır ve vagus siniri ile innerve edilir. Bu sinirin hem direkt
aktivasyonu hemde refleks mekanizma ile asetil kolin sekresyonu etkilemesi bronş
kaslarında kontraksiyona sebep olur. Bundan başka havayolu düz kas tonüsünü
belirleyen nörokininler ve substans-P gibi nöroregülatuar mediyatörler de vardır.
2.3.4. Havayolu mukoza ödemi
Histamin, sistenil lökotrienler ve bradikinin gibi bronş düz kas kontraksiyonuna
sebep olan bu mediyatörler kapiller membran permeabilitesini arttırarak mukozal ödeme
neden olurlar. Havayolu dokusundaki bu değişiklikler havayolu obstrüksiyona sebep
olacaktır.
2.3.5. Mukus hipersekresyonu
Şiddetli astımın karakteristik özelliklerinden biri mukus yapımının artmasıdır.
Mukus mekanik olarak havayolu lümenini daraltır ve şiddetli astımda yapışkan tıkaçlar
havayolunu oblitere eder. Havayolunda mukus tıkaçlarının oluşumu hem şiddetli ve
uzamış astım atağında hemde hastalığın kronik formunda oluşmaktadır.
2.3.6. Allerjik İnflamasyon
Astım çok sayıda hücre ve hücre elamanlarının rol oynadığı solunum yollarının
kronik inflamatuar hastalığıdır. İnflamasyonun paterni oldukça değişkendir ve hastalığın
evresine (akut, kronik veya yeniden yapılanma fazı) bağlıdır. Havayolu
inflamasyonunun derecesi hastalığın şiddetine, tekrarlama sayısına göre değişkenlik
gösterir ve hastanın tedaviye cevabını belirleyebilmektedir. Status astmatikusdan ölen
hastalardan elde edilen dokularda havayolu epitel dökülmesi, segmental bronş ve
bronşiollerde mukus tıkaçları, bazal membran altında kollojen birikimi, submukoza
ödemi, inflamatuar hücrelerin infiltrasyonu (nötrofil; ani ve şiddetli alevlenmelerde
daha sık, eozinofil) ve düz kas hipertrofi/hiperplazisi gibi havayolu inflamasyonunun
karakteristik paternleri gösterilmiştir. Astım inflamasyonun şekillenmesinde astımlı
13
kişinin genetiği ve kişinin yaşadığı çevre belirleyici faktörlerdir. Çevremizde var olan
allerjenler, kimyasal duyarlaştırıcılar, sigara dumanı, hava kirliliğ, solunum yolu
enfeksiyonları, diğer enfeksiyonlar, sosyo ekonomik yapı, diyettekiler, kullanılan ilaçlar
astım için birer risk faktörüdür. Intrauterin yaşamda ve hemen doğumdan sonra immün
sistemin Th2 yönünde olduğu saptanmıştır. Yaşamnı erken dönemlerinde geçirilen
infeksiyonların ve endotoksin maruziyetinin immün sistemi Th1 yönüne kaydırdığı,
mikroorganizmalar ile az karşılaşmanın ise tercihi Th2 tipine yönlerdiği görüşü hijyen
teorisinin temelini oluşturmaktadır. Kişinin genetik zemini ile birlikte hayatın ilk
yıllarında yaşanan veya yaşanmayan infeksiyonlar, allerjenle karşılaşma ve kirleticiler
organizmadaki yardımcı T lenfositlerini Th2 yoluna yönlendirir. Daha sonra allerjenler,
kirleticiler, özellikle viral infeksiyonlarla karşılaştığında solunum yollarında ve alveol
duvarında akut inflamasyon gelişlir. Bu tekrarlayan inflamasyonlar nedeniyle bronş ve
bronşiyol duvarında yeniden yapılanma (remodeling) oluşarak infeksiyon kronikleşir.
Normal hava yolunda sağlam bir epitel, altında ince bir kollajen bazal membran, daha
alt yerleşimli olarak da dağınık bir şekilde mast hücre, lenfosit ve makrofajlar bulunur.
Erken tip hipersensitivite reaksiyonunun temelini oluşturan allerjik inflamasyon, erken
fazda mediatör salınımının gerçekleştiği, geç fazında ise başlıca T lenfosit ve
eozinofiller olmak üzere ortama hücre göçü ve inflamasyonu ile karekterize dual yanıt
gösteren bir patolojidir. İnflamasyonun temel ögesi allerjenlere karşı ‘spesifik IgE’ in
oluşmasıdır. Atopi, yaygın çevresel inhalan allerjenlere karşı kalıtsal olarak ortaya çıkan
IgE yatkınlığıdır.50
2.3.6. 1. Mast hücresi ve inflamasyon
Astımda yoğun olarak IgE bağlanmış mast hücreleri tüm hava yolu boyunca ve
özellikle epitel ve submukozada yer alır. Mast hücreleri çok sayıda mediyatör salgılar.
Steroid tedavisi ile bu hücrelerin sayısında azalma olduğu gözlenmiştir. Mast hücre
aktivasyonu, hücrede mevcut ve yeni sentezlenmiş bir takım ürünlerin degranüle
olmasına neden olur (Tablo 1). Başta histamin olmak üzere diğer mediatörler ilk birkaç
dakikada oluşan erken faz cevabına yol açarlar. Mast hücresinin IgE tarafından
aktivasyonu sonucunda hızlı etkili mediatörler dışında pek çok sitokinde salınır (İL-4,
İL-5, İL-6, İL-8, İL-13, GM-CSF ve TNF-α). Bu sitokinler enflamatuar hücrelerin
bölgeye çekilmesine yol açan adhezyon moleküllerinin ekspresyonuna neden olur. Yani
mast hüc hem erken hem de geç reaksiyonlarda rol oynar. Mast hücreleri allerjenler
14
dışında egzersiz, soğuk hava ve hiperventilasyon gibi fiziksel etkenlerle de uyarılabilir
(nonimmünolojik, nonnöral nedenler). Egzersiz uyarısından sonraki ilk 30 dakikada
histamin, triptaz, PGD2 ve LTC4 artar. Aspirin astımında da benzer şekilde mast
hücreleri uyarılabilir. Ayrıca mast hücresi akson refleksi ve NANC eksitatör uçlardan
serbestleşen NK’ler ve P meddesi ile de uyarılabiler (nonimmünolojik, nöral nedenler)
Tablo 1. Mast hücrelerinde hazır bulunan ve sentezlenen mediatörler
Mast hücrelerinde hazır bulunan mediatörler
Histamin Proteazlar (triptaz, kinaz, karboksipeptidaz A) Kemotaktik faktörler (NCF, ECF) Hidrolaz (Arilsülfataz, β-galaktosidaz, β heksosaminidaz) Proteoglikanlar (Heparan sülfat, kondroitin sülfat) Heparin Sitokinler (IL-4, TNF-α) Kininler
Mast hücrelerinden antijenik uyarıdan 6-8 saat sonra üretilen mediatörler
Lökotrienler ( B4,C4,D4,E4 ), Prostaglandin D2,E2 Tromboksan-A2, Mono ve dihidroksieokotetraeonik asit Platelet aktive edici faktör (PAF), Sitokinler bazı interlökinler (İL-1, İL-3, İL-4, İL-5, İL-6ve TNF-α)
Mast hücresi astımda çok sayıda proteazlar da salgılar. Triptaz, kimaz
karboksipepdidaz, katepsin G, elestaz, plazminojen aktivatörü, matriks
metaloproteinazlar da mast hücrelerinde salgılanır. Mast hücrelerinden salgılanan triptaz
epitel hücrelerini uyarır ve epitel hücrelerinin IL-8 salınımına ve nötrofil göçüne yol
açar. Triptaz ayırıcı epitel yüzeyinde ICAM-1 serbestleşmesine yol açar. Histamin ve
triptaz uyarıyı izleyen 12. dakikadan itibaren artar ve 48 saat yüksek kalabilir. İnhale
steroidler BAL sıvısında triptazı ve mast hücre sayısını azaltır. Erken faz yanıttın
ardından bronş duvarında mast hücresi, bazofil, makrofaj ve antijen sunan hücre sayısı
artar. Bu hücrelerin yüzeyinde IgE bağlanmış çok sayıda FcεRI ve FcεRII reseptörleri
vardır ve bu reseptörler antijeni bağlarlar. Aktifleşen bu hücrelerden çok sayıda
mediyatör salgılanarak inflamasyonu yönlendirirler. Özellikle allerjenle karşılaşma
sonrasında mast hücreleri salgıladığı mediatörler (Histamin, LTC4, PGD2 vb) ile erken
faz yanıtı başlatır iken, diğer taraftan da geç faz yanıtı başlatacak ve yönlendirecek
15
hücre ürünlerinde (TNF-α, IL-4, IL-6, IL-13, GM-CSF, histamin ve tiriptaz gibi)
salgılarlar. Mast hücreleri sadece erken faz yanıtta değil salgıladıkları bazı sitokinler
aracılığı ile geç faz yanıta ve dolayısıyla kronik inflamasyona da katkıda bulunduğu
ortaya konulmuştur. Geç faz yanıt döneminde de mast hücreleri aktivitelerini sürdürür.
IL-5, IL-13, LTB4, PAF, ECP-α ve histamin salgılayarak eozinofillerin aktivitesini
artırır, IL-4, IL-13 ve TNF-α yardımıyla inflamatuar hücrelerin endotele adezyonunu ve
ICAM-1 ve VCAM-1’e yapışarak dokuya geçmelerini kolaylaştırır. IL-4 ve TNF-α
salgılayan mast hücresi geç faz döneminde makrofaj kemotaksisinde rol oynayan MIP-1
yapımını ve RANTES ile eozinofil göçünü artırır.50,54,59
2.3.6.2. Allerjik inflamasyonda bazofillerin rolü
Bazofiller periferik dolaşımda bulunur ve lökositlerin % 1’ini oluşturur.
Bazofilerde; Mast hücreleri gibi CD34+ kemik iliği prekürsörlerinden köken alır.
Allerjik hastalık sırasında inflamasyon olan dokularda hemapoetik büyüme faktörleri
(GM-CSF) ve sitokinler (IL-5) salarak kemik iliğini eozinofil yapımına yönlendirdiği
gibi bazofil yapımını da artırır. Bazofiller FcεRI reseptörleri taşırlar. Bazofiller geç
fazda E-selektin, ICAM-1 ve VCAM-1 gibi endotel adezyon moleküllerinin varlığında
hedef dokuda tutulur. Bazofil için kemoatraktan faktörler IL-3, IL-5, IL-8, GM-CSF,
C5a ve PAF’tır. Bazofillerden salınan ürünler histamin, sisteinli lökotrienler,
prostoglandinler, kalikreinler ve IL-4, IL-13 gibi Th2 tipi sitokinlerdir. Bazofiller
özellikle fazla miktarda allerjen maruziyeti olduğunda eozinofile destek olarak geç
fazda mediatör salınımına neden olurlar. Astım ve atopik dermatitden farklı olarak
allerjik rinitte bazofillerin özel bir yeri vardır. Allerjik rinitte geç fazda var olan
histaminin kaynağı bazofildir. Mast hücrelerine benzer şekilde histamin, NCF ve
sekratuar granüllerde önceden yapılan diğer mediatörler bulunur. Bazofillerin içinde
histamin ve enzim (kallikrein, prekallikrein aktivatör, Hagemann faktörü, beta-
hekzosaminidaz, arilsülfataz) içeren granüller bulunmaktadır. Bazofillerden İL-4, İL-13
salgılanır. LTC4, LTD4, LTE4 ve PAF salgılarlar. Mast hücrelerinin aksine
bazofillerde ihmal edilebilir ya da saptanamaz miktarda triptaz, kimaz, karboksipeptidaz
ve katepsin G içerirler ve LTB4 ve PGD4 üretemezler.50,54
16
2.3.6.3. İnflamatuar hücre göçü ve endotel aktivasyonu
Endotelyal hücreler, inflamasyon sırasında periferik dolaşımdan bu bölgeye
doğu yönelen hücrelerin damardan geçişini sağlayarak allerjik inflamasyona katkıda
bulunur. Ayrıca IL-1, TNF-α ve IFN-γ gibi sitokinlerin uyarısı ile aktive duruma geçen
endotelyal hücreler monosit, nötrofil ve diğr hücrelere yapışabilme (adezyon) niteliği
kazanırlar. Geç faz yanıt, erken faz yanıttan 6-8 saat sonra gelişen, balıca eozinofilden
zengin olmak üzere lenfosit (CD4+), nötrofil, ve bazofil içeren hücre topluluğunun
oluşturduğu bir tablodur. Ayrıca epitel hücresi, endotel hücresi, düz kas hücreleri ve
fibroblastlar da alerjik inflamasyonda aktif olarak rol oynar. Allerjik inflamasyonun
erke ve geç fazında rol alan hücrelerden mast hücresi ve makrofajla dokuda yerleşik
olarak bulunur, lenfositler, nötrofiller, eozinofiller, bazofiller ve trompositler ise
dolaşımda bulunur ve uyarı geldiği zaman inflamasyon alanına göç ederler. Hava
yollarında görülen makrofaj ve dentritik hücreler hem bu dokuya ait hücrelerde hem de
dolaşımdan buraya gelen hücrelerden oluşmaktadır. Allerjenle karşılaşmadan 10 dakika
sonra bronş ve bronşiyollerin duvarında nötrofiller birikir ve yaklaşık 30 dakika sonra
eozinofiller görülmeye başladığında nötrofiller azalır. Allerjenle karşılaşmayı, izleyen
1-2. saatlerde T lenfositler (özellikle CD4+ Th2’ler), makrofajlar, mast hücreleri,
eozinofiller en yüksek seviyededir. Öncelikle allerjik inflamasyonun geç fazında efektör
hücre rolünü üstlenen eozinofil olmak üzere bütün hücrelerin hedef dokuya ulaşmaları
gerekmektedir. T hücre, mast hücre ve aktive epitel hücresinden salınan TNF-α, IL-3,
IL-5, GM-CSF kemik iliğinden eozinofil farklılaşmasına, çoğalmasına ve dolaşıma
geçmesine neden olurlar. Hedef dokuya ulaştığında eozinofildeki terminal olgunlaşmayı
sağlayan ana sitokin ise IL-5’tir. Dolaşıma geçen lökosit ve eozinofillerin hedef dokuda
tutunabilmeleri için buradaki damar endotelinin bazı değişiklikler geçirerek bu
hücrelerin dolaşımdaki hızlarını kesmesi ve onları endotele bağlamayı başarabilmeleri
gerekmektedir. Bunun için mast hücre, aktive epitel hücresi, T hücre ve makrofajlardan
kaynaklanan sitokinlerin endotel hücresini uyarması ve öncelikle lökositlerin hızını
kesecek olan E selektin ve P selektin (histamin, lökotrienler, IL-1β, TNF-α uyarısı ile)
stimulasyonu oluşur. Daha sonra yine aynı hücrelerin salgıladığı TNF-α, IL-1, IL-6, IL-
8 uyarısı ile lökositlerin endotele tutunmasını sağlayacak olan ICAM-1’ın ekspresyonu
artar ve son olarak da IL-1, TNF-α, IL-4, IL-13 uyarısı ile selektif olarak eozinofil
tutunmasını sağlayacak olan VCAM-1’inde ekspresyonuna neden olur.
17
Eozinofillerde de endoteldeki adezyon moleküllerinin bağlanacağı bazı
moleküller bulunur. Endoteldeki ICAM-1 ve VCAM-1 eozinofilde sırası ile CD11-
CD18 ligandı ve VLA-4 ligandına bağlanarak hedef organ endotelinde tutunurlar. IL-4
endotel hücrelerinin yüzeyinde VCAM-1 oranının artırdığı saptanmıştır. Eozinofillerin
dolaşımdan dokuya geçişlerinde RANTES, eotaksin 1-3 ve makrofaj kemotaktik
protein-4 (MCP-4) gibi kemokinlerinde önemli katlıları olduğu bilinmektedir. Epitelyal
hücreler boyunca lenfositler, eozinofillerin toplanması için esas gibi görünen eotaksin
ve RANTES gibi kemokinler üretirler. IL-5 ve GM-CSF gibi sitokinlerin eozinofillerin
yaşam süresini uzatıkları ve aktivasyonları ile ilişkili oldukları bildirilmektedir. Dokuya
ulaştıklarında eozinofil infilitrasyonunun devam etmesi için IL-5 ve GM-CSF’ün
etkilerine gereksinim vardır.50,54,60
2.3.6.4. Allerjik inflamasyonda lenfositlerin rolü
T lenfositleri inflamatuar yanıtın orkestra şefi olarak ele alınmaktadır. Allerjik
inflamasyonda bronş duvarında bol miktarda T lenfositler (CD4+) ve az miktarda da
olsa B lenfositler saptanmıştır. Allerjik inflamasyonda rol oynayan T lenfositler Th2 tipi
sitokin profili oluşturarak IL-4, IL-5, IL-9, IL-13 sentezlerler. Th2 lenfositlerden salınan
IL-4 ve IL-13 B lenfositleri IgE yapımına yönlendirir. Ortamda IFN-γ varlığında ise
IgE yapımı baskılanır. Astımlı hastaların mukoza biyopsilerinde CD8+ T lenfositler
mukozada az miktarda bulunmuştur ve CD8+ T lenfositlerin süpresyon fonksiyonlarının
yetersiz olduğu gözlenmiştir. Akut astım ataklarında solunum yollarında ve periferik
kanda lenfositler aktifleşir. Aktiflenmiş T lenfositler, yüzeylerinde IL-2R (CD-25) ve
sitoplazmalarında HLA-DR antijeni ve geç aktifleşen antijen (VLA-1) mevcuttur. Aktif
Th2 lenfositleri IL-5 salgılayarak ortamda eozinofillerin artışına neden olur. Lenfosit
kaynaklı IL-3, IL-4 ve IL-5 bazofil ve mast hücrelerinin farklılaşmasında etkindir.54,61
2.3.6.5. Eozinofillerin dokuda birikimi ve aktivasyonu
Eozinofillerin yarı ömrü 24 saatten kısadır. IL-3, IL-5, ve GM-CSF varlığında 1-
2 saat içinde inflamasyon alanına göç ederler. Hava yollarındaki inflamasyon kemik
iliğine eozinofil üretiminin artması için bir sinyal oluşturduğu düşünülmektedir.
Eozinofil, hedef doku damarlarına tutunduktan sonra endoteli geçerek doku içinde
ilerlemesi için yine ek uyarılara ihtiyaç gösterir. Bu uyaranlar mast hücre, makrofaj,
18
aktive epitel ve T lenfositlerden salgılanan Eotaksin-1, Eotaksin-2, Eotaksin-3,
RANTES, MCP-3, ve MCP-4 gibi kemokinlerdir. Tüm bu faktörlerin varlığında, 2-5
gün olan eozinofil ömrü 14 güne uzayarak ortamda eozinofil birikimi olur.
Eozinofillerin toplanması antijenle karşılaşmayı izleyen ortalama 3. saate başlar, 8-10.
saatlerde en şiddetli dönemine ulaşır ve 12-24. saatlerde sona erer. Astımda indükte
balgamda ve BAL’da bronş mukoza biyopsisinde, allerjik rinitte ise nazal lavaj
sıvısında eozinofiller artmış olarak bulunmuştur. Periferik kan ve bronş lavajı eozinofil
sayıları ile hava yolu aşırı duyarlılığı arasında anlamlı bir korelasyon olduğu
gösterilmiştir. Eozinofiller içerdikleri proteinler ve serbest oksijen radikalleri
aracılığıyla yol açtıkları düşünülmektedir. Eozinofiller içerdiği toksik ürünler nedeniyle
allerjik inflamasyonun geç fazının efektör hücresidir. İçerdiği MBP, ECP, ve eozinofil
kökenli nörotoksin özellikle solunum yolu için toksiktir ve epitelde dökülmeye neden
olurlar. Bronş aşırı duyarlılığı bu dönemde artmıştır. Eozinofillerden LTC4 bol
miktarda üretilirken, az miktarda LTB4 sentez edilir. Astımın geç faz yanıt döneminde
eozinofil kaynaklı medyatörler LTC4, MBP, ECP, EPO bronkospazm, sekresyon artışı
ve inflamasyonun devamından sorumludur.
Sisteinli lökotrienlerin geç fazda ana kaynağı eozinofillerdir. Lökortienler
vasküler permabilitede artmaya, düz kas kontraksiyonuna, düz kas hipertrofisine, mukus
bezlede hipertrofiye ve ek eozinofil göçüne yol açarlar. Ayrıca makrofajlara benzer
şekilde ekstrasellüler matriks yıkımına neden olan matriks metalloproteazlarını
sentezlerler.54,62,63
2.3.6.6. Allerjik inflamasyonda eozinofiller
Eozinofiller solunum mukozasında aseptomatik hastalarda bile bulunabilir.
Ancak alerjik inflamasyonda sayıları oldukça fazla miktarda artar. Sitoplazmalarında
üç tip granül içerir.
1- Primer granüller: olgunlaşmamış eozinofillerde görülürler. İçlerinde lizofosfolipaz
bulunur. Bu enzim zamanla kristalleşerek Charcot-Leyden kristallerini oluşturur. Bu
kristallerin balgamda görünmeleri eozinofil aktivasyonunu gösterir.
2-Sekonder granüller: Majör basic protein (MBP), eozinofilik katyonik protein (ECP),
eozinofil peroksidaz (EPO), ve eozinofil kökenli nörotoksin bulunur (ENT). MBP
parazitik bir toksin olup astımda epitel hasarına yol açmaktadır. Ayrıca MBP’in
19
muskarinik M2 reseptörlerini inhibe ederek bronş düz kası üzerindeki vagal uyarıyı
artırmaktadır.
3- Tersiyer granüller: Aril sülfataz ve asit fosfataz içerir. Bu granüllere ek olarak
eozinofil sitoplazmasınada veziküler lobbüler görülür ki bunları hücre içi transporta rol
aldıkları sanılmaktadır. Aktifleşen eozinofillerin yaşam süresi artar, reseptör sayısı artar,
degranüle olurlar ve sonuçta hipodens eozinofiller oluşur. Bu eozinofillerin total granül
alanı azalmıştır. Sağlıklı kişilerde total eozinofillerin % 10’nu hipodens iken, bu oran
astımlı hastalarda % 35-65’e çıkar. Eozinofiller yüzeylerinde IgE bağlayabilen düşük
afiniteli IgE reseptörü (FcεRII) taşır. Allerjik inflamasyonda kandaki eozinofiller
endotel yüzeyinde ortaya çıkan ICAM-1 ve integrin ailesinden adezyon moleküllerinin
yardımıyla dokuya göç ederler. Dokuda özellikle epitele, benzer adezyon molekülleri ile
tutunurlar, bir grubu da bronş lümenine göç eder. Eozinofiller erken fazda dokuda, geç
fazda ise dokuda ve lümende bulunur. Eozinofiller lökotrien ve oksidanların önemli
kaynağıdır. Eozinofiller Th2 lenfositleri etkileyen sitokinler ve bazı büyüme
faktörlerinide serbestleştirir. Eozinofil kaynaklı TGF-α bir büyüme faktörü olarak
retiküler kollajen yapımını artırarak FEV1’de azalmaya neden olur. Eozinofillerin
içerdiği matriks metallaproteazlar nedeniyle hasara, bunların ortaya çıkarttığı kolajen
sentezindeki artışlarda yeniden yapılanmaya neden olur. Ayrıca eozinofiller MBP, ECP,
EP ve ENT içerir. Bu maddeler epitel aralıklarının genişlemesinden ve epitel
hücrelerinin tabakalar halinde dökülmesinden sorumludur. Eozinofiller ayrıca PAF, IL-
8, makrofaj inflamatuar protein-1α (MIP-1α), RANTES, TGF-β, sisteinli lökotrienler,
monosit kemotaktik faktör-1 (MCP-1) sentezleyebilir. Eozinofiller aktif hale
geldiklerinde IL-1, IL-2, IL-3, IL-4, IL-5, IL-6, IL-10, IL-16, GM-CSF, TNF-α, gibi
sitokinleride salgılar.54,62,64
2.3.6.7. Allerjik inflamasyonda nötrofiller
Nötrofillerin astımdaki rolleri henüz tam olarak bilinmemekle birlikte ağır
astımlı olgularda steroide yanıtsızlığın nötrofili ile ilişkili olabileceği üzerinde
durulmaktadır. Nötrofiller allerjik reaksiyonun geç faz periyodunun başlangıç
aşamasında bir süre ortamda bulunurlara ve daha sonra kaybolurlar. Hafif-orta astımlı
olgularda havayollarında nötrofillere daha az oranda rastlanmaktadır. Anacak ağır astım
tablosunda nötrofiller dokuda daha uzun süre kalmaktadırlar. Gece, sabaha karşı ortaya
20
çıkan asmatik olaylarda hava yolunda nötrofillerin artığı gözlenmiştir. Ancak bu olayın
astımın kendi bulgusu mu, yoksa şiddetli astım olgularında verilen yüksek dozdaki
sistemik ya da lokal steroidlere mi ait olduğu hala tartışılmaktadır. Ancak bu olguların
balgam IL-8 düzeylerinin yüksek bulunması ağır astımlılarda steroid etkisi dışında da
nötrofil birikiminin olabileceğini düşündürmektedir. İnhale kortikosteroidler astımlı
hastalarda makrofajlarda daha fazla IL-10 salınımına katkıda bulunurlar. Bu molekülün
direkt olarak ilgili antijen tarafından uyarılmasından sonra nötrofillerde solunumsal
patlamanın (respirtory burst) gerçekleştiği de ortaya konulmuştur. Nötrofillerin allerjik
reaksiyonlardaki rolünün bu solunumsal patlama sonucu ortaya çıkan reaktif oksijen
radikalleri (süperoksit anyonu, hidrojen peroksit ve hidroksil anyonu) üzerinden olduğu
düşünülmektedir. Allerjik enflamasyon bölgesine nötrofillerin gelmesiyle kollajenaz,
elastaz, oksijen radikalleri, LTB4, PAF ve TXA2 gibi, doku hasarına neden olabilen çok
sayıda molekül ortaya çıkar. Mast hücreleri ve eozinofillerden farklı olarak nötrofiller
az miktarda LTC4 üretirler. Makrofajlar bronkoalveolar sıvının en hakim hücreleridir
ve antijen sunumu dışında allerjik reaksiyonların patogenezinde aktif rol oynarlar.54,62
2.3.6.8. Allerjik inflamasyonda makrofaj-monosit ve dentritik hücreler
Makrofajlar taşıdığı düşük afiniteli FcεRII IgE reseptörü nedeni ile allerjen ile
uyarılabilir. Ayrıca IL-4, IL-13, TNF-α, IFN-γ ve LPS gibi sitokinlerde makrofajları
uyarmaktadır. Bu uyarılar makrofajların hem erken fazda hemde geç fazda rol alan
ürünlerin salgılanmasına neden olur. Bu makrofajların uyarının cinsine bağlı olarak
inflamasyonu artırıcı veya baskılayıcı etkileri olabilmektedir. Makrofaj inflamatuar
protein-1 alfa (MIP-1α), GM-CSF, TNF-α, IL-8, eotaksin, RANTES, prostoglandinler,
LTB4 sentezleyerek CD4+ lenfositlerde IL-5 sentezini uyararak allerjik inflamasyonun
başlaması ve devamında önemli fonksiyonları vardır. Öte yandan IL-10 ve IFN-γ
salgılayarak T lenfosit fonksiyonlarını baskılar veya salgıladığı IL-12 aracılığıyla T
lenfositlerin Th1 fenotipine doğru yönlenmesine yol açarak inflamasyonun
baskılanmasınada katkıda bulunabilirler. Ancak astımlı olgularda alveolar
makrofajlardan IL-10 ve IL-12 salınımının azaldığı gösterilmiştir. Alerjik astımda
alveolar makrofajlar ve dentritik hücreler aynı zamanda antijen sunan hücre görevi
yapmaktadırlar. Bu reseptörlerin aktivasyonu sonucunda özellikle alveoler
makrofajlardan lizozomal enzimlerin, reaktif oksijen maddelerinin, lipid mediatörlerinin
21
ve proenflamatuar sitokinlerin salınımına yol açar. Makrofajlar uyarıldıklarında
proteazlar ve oksidanları serbestleştirir. Allerjen ile makrofajlar uyarıldığı zaman
PG’ler, LT’ler, TxA2, PAF ve sitokinler (IL-1, IL-6, TNF-α, GM-CSF) salgılar.
Makrofajların salgıladığı IL-1 ve TNF-α endotel hücrelerinde ICAM-1 ve VCAM-1 gibi
adezyon moleküllerinin oluşumuna neden olarak, geç faz reaksiyonda rol alan hücresel
komponentlerin dolaşımdan hedef dokuya çekilmesine neden olur. Ayrıca diğer bir
makrofaj ürünü olan matriks metalloproteazları ise remodeling gelişiminde rol alan bir
enzim grubudur. LTB4 asıl olarak nötrofiller için kemotaktik bir üründür. Makrofajlar
gerek alerjik gerekse enfeksiyöz süreçler ile tetiklenen nitrik oksit üretimi sayesinde
havayolu hasarının potansiyel indükleyicileridir. Bunun yanı sıra makrofajların
antiinflamatuvar özelliği de bulunmaktadır. Sentezlediği IL-10 hem mekrofajın
kendisinden hem de Th2 lenfositlerden sitokin salınımını inhibe eder. TGF-β ise hem
antiinflamatuvar hem proinflamatuar özelliği olan bir moleküldür. Dentritik hücreler T
lenfosit aracılı immün yanıtı başlatabilen makrofaj benzeri hücreler olarak astım
patogenezinde oldukça önemli role sahiptir. GM-CSF detritik hücrelerin
differensiyasyon ve aktivasyonuna neden olur. Böylece ortamda Th2 tipi bir T hücre
yönelmesine yol açan myeloid dentritik hücreler yer alır.49,54
2.3.6.9. Alllerjik inflamasyonda trombositler
Trombositler sahip oldukları reseptörleri (FceRII) sayesinde spesifik alerjen ya
da anti-IgE antikorlarını bağlayarak aktive olurlar. FceRII reseptörleri sayesinde
trombositler, agregasyon ve degranüle olmadan IgE tarafından uyarılır. Aktive
trombositlerin sitoplazmasında salınan ürünler; PGG2, PGH2, büyüme faktörleri,
biyoaktif aminler, seratonin, serbest radikaller (nitrik oksit vb), Tromboksan A2,
trombosit kemotaktik faktör, histamin, glikosidaz ve arilsülfataz gibi mediatörler
salınır.54
2.3.6.10. Hava yolu düz kas hücresinin rolü
Hava yolu düz kası çeşitli inflamatuar sitokinlere yanıt olarak kontraksiyon
cevabı oluşrururken, son yıllarda immünmodülatuar rolü olduğu da gösterilmiştir.
Histamin ve triptaz gibi mediyatörler düz kas kasılabilirliğini artırır. Bu yanıt
proliferatif ve sentetik yanıt olarak tanımlanır ve sisteinli lökotrienler, baradikinin,
TNF-α, ve IFN-γ, IL-4, L-10 ve IL-13 gibi sitokinlerin uyarısı sonrası gözlenir. Bu
22
uyarı sonucunda RANTES, IL-1β, IL-5, GM-CSF gibi sitokinler ile eozinofilik
inflamasyonu artırıcı etki yaparken, salgıladığı ICAM-1 ve VCAM-1 ile de endotelden
bu hücrelerin inflamasyon alanına göçüne neden olurlar. Bronş düz kaslarının
hipertrofi-hiperplazisinde epitel ve inflamatuar hücre kokenli büyüme faktörleri (PDGF,
IGF-1), epidermal büyüme faktörü (EGF), fibroblast büyüme faktörü (FGP),
lökotrienler (LTD4, TxA), sitokinler (IL-1β), serin proteazlar (trombin, triptaz)
sorumludur. Hipertrofik ve hiperplazik bronş düz kasları kolay uyarılabilir. Geçirgenliği
artmış epitel aralıklarından submukozaya ulaşan sigara dumanı, kirli hava, kimyasal
iritanlar, inflamatuar hücre kökenli maddeler ve soğuk hava bronş düz kaslarını
uyarabilir. Dökülen epitel hücrelerinin açıkta bıraktığı C lifleri benzer uyarılarla
uyarıldığı zaman akson refleksi uçlarında serbestleşen P maddesi (SP), nörokininler
(NKA, NKB) bronş düz kaslarında kasılmayı indükler. Astımda submukozal salgı bezi
hiperplazisi ve metaplazisi de söz konusudur. Bu olaydan epitel ve inflamatuar hücre
kökenli büyüme faktörleri, IL-4 ve IL-13 sorumludur.54,63
2.3.6.11. Epitel hücresi ve inflamasyon
Tüm taşıyıcı solunum yolları boyunca burundan terminal solunum yollarının
sonuna kadar epitel hücreleri metabolik olarak aktiftir. Epitel hücreleri birbirine
desmosom adını verdiğimiz adezyon molekülleri ile, bazal membrana
hemidesmosomlarla sıkı sıkıya bağlıdır. Silialı ve siliasız epitel yüzeyinde sekratuar
bezler ve sekratuar goblet hücre kaynaklı iki tabakalı mukus vardır. Epitel aralıkları
arasında iyonlar ve makromoleküller için özel seçici bir geçrgenlik söz konusudur.
Allerjenler ve kirleticiler sağlam bariyeri geçemezler. Mast hücresi kökenli IL-4 ve
TNF-α epitel hücrelerini etkiler ve aktive eder. Epitel hücresi bazı mediyatörler
serbestleşerek düz kas hücrelerini, sekratuar bezleri, sinirleri ve damar yatağının
kontrolünü sağlar. MBP, ECP, matriks metalloproteinaz-9 (MMP-9), reaktif oksijen
radikalleri ile mast hücre proteazları kolumnar epitel hücrelerinde dökülmeye neden
olur ve epiteldeki bütünlük kaybı epitel hücrelerinde aktivasyona, epitel kaynaklı
koruyucu mediyatörlerin azalmasına ve mukosilier aktivitenin bozulmasına yol açar.
Sonuç olarak submukoza zararlı partiküllere ve mediatörlerin (endotelin-1, LTC4, NO,
PGE2) olumsuz etkilerine açık hale gelir. Epitel sürekli olarak toksik partiküllerin,
sigara dumanının, infeksiyöz ajanların tehditi altındadır. Asmatik epitel hücrelerinin bu
23
etkiler altında proinflamatuar sitokinler (İL-8, GM-CSF, RANTES) salgıladıkları
gösterilmiştir. Bunun yanı sıra hasara uğrayan ve oksidatif stres altında kalan epitelin
IGF-1, trombosit kökenli büyüme faktörü (PDGF), ET-1, TGF-β gibi büyüme faktörleri
sentezlediği saptanmıştır. Epitel hücresi uyarıldığında süperoksit dismutaz, katalaz ve
glutatyon peroksidaz üretir ve bunların aracılığı ile allerjik inflamasyonda rol alan
makrofaj, eozinofil ve hatta nötrofil kaynaklı O2¯, H2O2 ve OH¯ gibi oksidanların
kontrolünde rol almaya çalışır. Epitel hücresi ayrıca antioksidan ve anti-proteaz
maddeler de içerir. Bunun yanı sıra epitel hücresi astımlı vakalarda cNO ve iNO
sentetaz yardımı ile NO salgılar. NO’nun bronkodilatasyon etkisi yanı sıra
vasodilatasyon ve endotel geçirgenliğinde artışa da neden olmaktadır. NO Th1
lenfositleri baskılarken Th2 lenfositlerin proliferasyonuna ve IL-4, IL-5 yapımını
artırmaktadır. Astımlılarda epitel hücreleri bronş düz kaslarında intersitisiyel dokuda
erişim ve proliferasyonu yönlendiren IGF-β1 ve β2 serbestleştirir. Epitel hücre kaynaklı
C-C sitokinler/kemokinlerden RANTES (Regulated on activation, normal T cell
expressed and secreted) eozinofiller, bellek T lenfositler, bazofiller ve monositler için
kemoatraktandır. Astımlılarda eozinofil infilitrasyonunda, eozinofil göçünden IL-5 ve
RANTES sorumludur. Eozinofiller için spesifik kemoatraktan olan C-C sitokin eotaksin
astımlılarda epitelden fazlasıyla serbestleşir. Ayrıca astımda epitel hücreleri monositler
için kemoatraktan olan monosit kemoatraktan protein-1 (MCP-1) fazla miktarda üretilir.
MCP-1 artışı ile birlikte astımlıların epitel yüzeyinde monosit, T lenfositler ve bazofiller
birikir. Allerjik inflamasyonda epitel hücrelerin salgıladığı IL-8 nötrofiller için olduğu
kadar T lenfositler, eozinofiller içinde kemoatraktandır. Epitel hücresinden salgılanan
IL-6 da T lenfositlerin (CD4+) infamasyon bölgesine göçünü artar, B lenfosit
diferansiyasyona uğrar, mukozal IgA yapımı artar. Kortikosteroidler astımlılarda epitel
hücresinde IL-6 ve IL-8 salınımın azaltır. Allerjik inflamasyonda bronş epiteli
immünregulatuar sitokin olan IL-10 ve kemoatraktan olan GM-CSF, G-CSF, M-CSF,
CSF-1’in salınımını da artırır. Epitel hücreleri kendine doğru göç eden hücreleri
bağlayabilmek için yüzeyinde adezyon moleküllerini serbesleştirir. Bu adezyon
molekülleri hücreler arası adezyon molekülü (ICAM-1, CD-45), damar hücreleri
adezyon molekülü olan VCAM-1’dir.54,65
24
2.3.6.12. Hava yolu inflamasyonunda kolinerjik mekanizmalar
Astımda gelişen immünolojik reaksiyonların yanı sıra patogenezde nöral
mekanizmalarında etkili olduğu düşünülmektedir. Solunum sisteminin otonom sinir
sistemi oldukça kompleks olup: kolinerjik ve adrenerjik sistem yanı sıra nonadrenerjik
nonkolinerjik (NANC) sinirler ve bazı nöropeptidlerinde işin içine oldukları
bilinmektedir. Astımda kolinerjik ve alfa adrenerjik sistemin daha aktif olduğu veya
beta adrenerjik yanıtın baskılandığına dair teorilerden söz edilmektedir. Ancak nörolojik
sisteme ait bu farklılıkların primer olaylar olmadığı, havayolundaki inflamasyon
nedeniyle geliştiği düşünülmektedir. Hava yollarındaki inflamatuar hücreler ile sinir
sistemi arasında iletişim mevcuttur. İnflamatuar hücrelerden salınan mediatörler duyu
liflerini uyararak refleks kolinerjik bronkokonstüriksiyona neden olurlar. Bradikinin
miyelinsiz duyu sinirlerini (C liflerini) güçlü olarak uyaran bir mediatör olarak
bilinmektedir. Aynı zamanda duyu liflerinden bazı nöropeptidlerin salınmasına yol
açarlar. Bunlardan substans P (SP), nörokinin A ve kalsitonin gen ilişkili peptid (CGRP)
oldukça güçlü inflamatuar etkilere sahiptirler. Kronik astımda immünolojik
mekanizmalarla gelişen inflamasyona nörolojik inflamasyonun eşlik ettiği
düşünülmektedir. Ancak nörolojik sistemin astım patogenezindeki rolü henüz tam
olarak bilinmektedir. Ayrıca astımlı hastalarda nöropeptitleri yıkan nöral endopeptidaz
enzim aktivitesinde azalma olduğu öne sürülmektedir. Kolinerjik sinirlerin uyarılması
hava yolunda düz kas kontraksiyonuna, vazodilatasyona ve mukus hipersekreksyonuna
neden olur. Kolinerjik aktivitenin artışından sorumlu olan mekanizmalar;
Vagal uyarının artması
Kolinerjik sinir uçlarının nonspesifik kimyasal ve fiziksel iritanlar ile uyarılması
Kolinerjik sinir uçlarının bradikinin, ECP, histamin, lökotrienler ve
prostoglandinler ile uyarılması
Taşikininler nonmiyelize C fiberlerden salınarak hava yolu inflamasyonuna katkıda
bulunur. Nörokininler NK-2 reseptörü ile etki göstererek hava yolu düz kasında
kontraksiyona yol açarlar. P maddesi (substance P) NK-1 reseptörü üzerinden etkilidir.
P maddesi ve nörokininler ayrıca NK-1 reseptörü aracılığı ile fibroblast
proliferasyonuna ve kemotaksisine neden olurlar. Taşikininler bir epitel ürünü olan
nötral endopeptidaz ile yıkılırlar. Epitel bütünlüğü bozulduğunda bu enzimde azalacağı
25
için ortamda nöropeptid konsantrasyonu artacak ve bu da alerjik inflamasyonu artırıcı
bir özellik sergileyecektir.66, 67
2.3.6.13. Havayolu hiperreaktivitesi
Astımın karakteristik özelliklerinden birisi olan havayolu hiperreaktivitesi
metakolin gibi inhale maddelerle veya soğuk hava, egzersiz, irritanlara maruz kalma ile
veya hiperventilasyon sonucu ortaya çıkar.58 Astımda görülen hiperreaktiviteye genetik
polimorfizm, havayolu yapısı (ödem, düz kas hipertrofisi ve kollojen materyalin
birikimi gibi) yaş ve gün içi zamanlama (gece veya gündüz ) gibi pek çok faktör katkıda
bulunur. Eğer infant veya erken çocukluk döneminde hava yolu hiperreaktivitesi
gösterilebilirse sonradan klinik olarak astımın gelişmesi için bir risk faktörü olabilir.59
Havayolu inflamasyonunu astımda bu fizyolojik sapmaya katkıda bulunmasına rağmen
havayolu çapını etkileyen diğer pek çok faktörde rol oynar. Havayolu
hiperreaktivitesinin astıma özgü olmadığının bilinmesi de önemle vurgulanmalıdır.
Havayolu hiperreaktivitesi atopiklerde, kistik fibroziste, diğer kronik akciğer
hastalıklarında ve viral bir enfeksiyon sonrası birkaç hafta içinde normal kişilerde de
görülebilir. Pozitif bir metakolin testi diagnostiktir.68,69
2.3.6.14. Bronş hiperreaktivitesi ve allerjik inflamasyon
Bronş hiperraktivitesi veya bronş aşırı duyarlılığı hava yollarının konstriktör bir
uyarana bağlı olarak aşırı bir cevap ile daralmasıdır. Astımda havayolları toz, duman,
soğuk hava gibi nonspesifik uyaranlara karşı duyarlıdır. Astımlı hastalarda birçok
kimyasal ve fiziksel uyaranlar havayolu aşırı duyarlılığına neden olabilir, bunlar
arasında; metakolin, karbakol, LTC4, LTD4, PGD2, PGF2α, adenozin, egzersiz, soğuk
hava inhalasyonu, hipotonik ve hipertonik solusyonlar sayılabilir. Bronş hiperraktivitesi
astımda hava yollarının kronik inflamasonunun bir göstergesi olarak gelişir. Mevcut
inflamasyonun derecesinin havayolu aşırı duyarlılığı ile korele olduğu gösterilmiştir.
Ayrıca astımda gelişen epitel dökülmesi, bazal membran kalınlaşması, düz kas
hipertrofi ve hiperplazisi gibi yapısal değişikliklerin de havayolu aşırı duyarlılığı
oluşumunda katkısı olduğu ortaya konmuştur. Epitel bütünlüğünün bozulması duyu
liflerinin açıkta kalmasına neden olarak daha kolay uyarılmalarına yol açar. Saptanan
havayolu aşırı duyarlılığının şiddeti astım semptomları ve tedavi gereksinimini
26
yansıtmaktadır. Hava yolu aşırı duyarlılığı ile BAL ve bronş biopsilerindeki eozinofil,
mast hücresi, T lenfosit sayıları ve bazal membranda kollagen birikiminin yoğunluğu
arasında korelasyon olduğu gözlenmiştir. Özellikle astımlı olgularda hava yolu aşırı
duyarlılığınının derecesi ile mast hücresi, eozinofiller ve nötrofiller arasında bir ilişiki
saptanmıştır. Yine bronş hiperreaktivitesine neden olan etkenin ortada kaldırılması ile
hücresel düzelme saptanmıştır. Özellikle son dönemde İL-4, IL-5, IL-13 ve eozinofili,
bronş hiperraktivitesi ile en çok korelasyon gösteren sitokinler ve hücre olarak göze
çarpmaktadır. Astımlı hastalar inhale steroidlerle tedavi edildiklerinde havayolu aşırı
duyarlılığında düzelme olduğu gözlenmiştir.68,69
2.3.6.15. Astımda solunum yollarının yeniden yapılanması (Remodelling)
Remodeling allerjik astımda erken ve geç faz yanıt sırasında inflamasyona
paralel seyreden ve hastalık semptomlarında önemli rol oynayan bir özel tablodur.
Ekstraselüler matriksin yeniden yapılanması olarak adlandırılan bu durum patolojik
olarak;
Bazal membranda kalınlaşma
Düz kas hipertrofisi
Yeni vasküller yapılar ve sinir yapıların oluşması
Goblet hücre hiperplazisi ile karekterizedir.
Bazal membran kalınlaşmasında elektron mikroskopik bulgular olarak
subepitelyal alanda tip 3 ve tip 5 kollajen ve fibronektin birikimi saptanır. Ekstraselüler
matriks protein ve kompleks karbonhidrat karışımından (fibronektin, tenascin, laminin,
proteaglikan heparan sülfat, hyaluranon) oluşur. Matriks komponentleri ‘matriks
metalloproteazları’ olarak adlandırılan proteazlar ile yıkıma uğrar. Bu da inflamatuar
hücrelerin ekstrasellüler matrikste harekatini kolaylaştırır. Matriks metalloproteazları
IL-1α, TNF-α, PDGF, TGF-β ve fibroblast growth faktör (FGF-β) gibi uyaranlara cevap
olarak sentezlenir. Remodeling hava yollarının yapısal elamanlarının geçirdiği
değişiklikler sonucu meydana gelir. Astımda remodeling inflamasyonun hangi
aşamalarında ortaya çıktığı açık değildir. İnflamasyon ile paralel seyredebileceği gibi
remodeling’in hastalığın erken aşamalarında hata asemtomatik bireylerde dahi
gözlendiği bildirilmiştir. Remodelin aslında allerjik inflamasyonun gelişmesi için uygun
27
bir mikro ortam oluşturmaktadır. Allerjik rinit ve atopik dermatitde görülmeyen bu
patolojinin gelişiminde rol oynayan başlıca hücreler;
Epitel hücresi
Fibroblastlar
Hava yolu düz kas hücreleridir
Mast hücreleri, eozinofiller ve makrofajlarında önemli katkıları vardır. Epitel
hücresi remodeling’te 2 farklı uyarı sisitemi ile katkıda bulunur. Birincisinde allerjik
inflamasyondan bağımsız olarak genetik yatkınlığı olan bireylerde sigara dumanı,
pollutanlar ve virüsler gibi epitel hasarı oluşturan uyaranların varlığında epitel onarımı
beklendiği gibi gelişmez, ve kolumnar hücrelerde kayıp meydana gelir. Bu kayıp
değişen olmakla birlikte % 15 ile % 45 arasındadır. Bunun sonucu olarak epitelden bazı
sitokinler ve büyüme faktörleri salınır. Bunların en önemlilerinden bir tanesi
transforming growth factor-β (TGF-β)’dır. Bu faktör epitel altındaki submukozada
yerleşmiş olan fibroblastların miyofibroblastlara dönüşümünü sağlaya başlıca faktördür.
İkinci uyarı sistemi allerjik inflamasyona sekonder olarak epitel hücresi, T hücre (Th2)
ve makrofajlarda salınan IFN-γ, TNF-α, IL-1, IL-4 ve IL-13 gibi sitokinlerin varlığında
aktive olur. Bunun sonucunda allerjik inflamasyonun artmasına ve devamına neden
olacak sitokin ve ürünler salgılar. IL-13’ün epitel hücrelerinden TGF-β salgılanmasını
artırdığı saptanmıştır. Bunun dışında epitel bir ‘nöral endopeptidaz’ kaynağıdır. Nöral
endopeptidaz enzimi endotelin, bradikinin ve taşikininler gibi allerjik inflamasyonun
nörojenik komponentinde rol oynayan mediatörleri yıkar. Ancak astımda epitel
bütünlüğü bozulduğu zaman bu enzim görevini yapamaz ve bu ürünler artar. Endotelin,
bradikinin ve taşikininlerin artmasına bağlı olarak düz kas kasılması, mikrovasküler
sızıntı ve mukus hipersekresyonu ortaya çıkacaktır. Fibroblastlarda remodelingde
önemli hücrelerdir. Hava yolunda bazal membran altına yerleşmişlerdir. Fibroblastlar
bir çok hücrenin (mast hücresi, eozinofil, makrofaj ve epitel hücresi) kendisine
gönderdiği sitokin uyarısı ve çeşitli faktörler varlığında aktive olur. Bu uyarılar
sonrasında fibroblastların proliferasyonu ile miyofibroblasta dönüşümü ve aktivasyonu
gerçekleşmektedir. Miyofibroblasta dönüşümü olan hücreler endotelin-1 (ET-1)
salgılayarak düz kas hipertrofisine, sinir büyüme faktörü (NGF) salgılayarak sinirlerde
yeniden oluşuma ve vascular endothelial growth factor (VEGF) salgılayarak da yeni
damar oluşumu gibi remodelingin 3 ana komponentine neden olur.54,70
28
2.3.6.16. Hava yollarında allerjik inflamasyonun sonuçları
İnflamasyonun erken aşamasında kolinerjik ve duysal liflerin uyarılması sonucu
düz kas kontraksiyonu oluşur. Takiben mast hücre degranülasyonu başlar, bu da
vasodilatasyon, mukus hipersekrasyonu ve vasküler sızıntıya neden olur. Geç faz
değişiklikleri ise başlıca hava yolu epitelinde hasralanma ve bununla paralel olarak düz
kas hipertrofisi, bazal membranda kalınlaşma, ekstraselüler matriksin yapısındaki
değişmeler ile seyreder. Allerjik inflamasyonun erken fazında hava yollarında mast
hücre sayısında artışla birlikte mast hücre degranülasyonu oluşur. Erken fazda vasküler
dilatasyon, ekstrasellüler matrikste ödem ve mukus hipersekresyonu bulunur. Geç fazda
başlangıç aşamasında geçici olarak nötrofil infilitrasyonu, takiben kalıcı olarak
eozinofil, makrofaj ve lenfosit birikimi vardır. Epitel hasarı astımda inflamasyonun
önemli bir komponentidir. Ayrıca bazal membranda başlıca tip 3 ve tip 5 kollajen
birikimi sonucunda kalınlaşma gerçekleşir. Bazal membran altında miyofibroblast sayısı
artar ve aktive hale gelirler. Hava yolu düz kasında hipertrofi ve hiperplazi, fibroblast
proliferasyonu ve ekstrasellüler matriks birikiminin birlikteliği hava yolu duvarının
kalınlaşmasından bir bütün olarak sorumludur.54
2.4. Astımda prognozu belirleyen faktörler
2.4.1. Hastalığın şiddeti
Çocukluk çağı astımında hastaların çoğunluğunda (% 75) hastalık hafif
şiddettedir. Bu çocuklar pubertede büyük oranda spontan remisyona girmektedir.
Hastaların yaklaşık % 15 inde orta şiddetde astım olup bunlarında bir kısmı pubertede
remisyona girmektedir. Geriye kalan % 10 hasta ise ağır astım şeklindedir. Bunların
remisyona girme oranı çok düşüktür ve erişkin yaşlarda astımlı olarak kalırlar.14
2.4.2. Semptomların başlama yaşı
Çalışmalar persistan astımlı çocukların büyük çoğunluğunda yaşamlarının ilk
yıllarında astım benzeri yakınmalarının olduğunu göstermektedir.15 Uzun dönem takipli
olarak yapılan başka bir çalışmada persistan astımlı çocukların % 25 inde yaşamlarının
ilk 6 ayından önce wheezinglerinin başladığı, üçte birinde ise wheezingin 3 yaş
civarında başladığı gösterilmiştir. Sonuç olarak semptomları erken yıllarda başlayan
29
persistan astımlı çocuklar kronik havayolu obstrüksiyonu ve semptomlarının
devamlılığı açısından büyük bir risk grubunu oluştururlar.16
2.4.3. Atopi
Atopinin varlığı astımın şiddeti ve devamlılığı ile yakından ilişkilidir. Hayatın
ilk yıllarında aeroallerjenlere, süt, yumurta, yer fıstığına karşı allerjik duyarlılığın
varlığı astım için belirleyicidir.17,18 Pek çok çalışmada erken besin allerjisi, aeroallerjen
duyarlılığı, egzeması olan çocuklar astım gelişimi ve devamlılığı açısından yüksek
oranda risk altında oldukları gösterilmiştir.
2.4.4. Sigara
Sigara iyi bilinen bir solunum yolu irritanıdır. Sigara kağıdı dumanı, solunum
yolları için daha toksik etkilidir. Sigara dumanı total IgE düzeyini artırır. Ayrıca sigara
dumanı allerjenlerin solunum yollarındaki etkisi üzerine adjuan rol oynar. Sigara
dumanı yüksek miktarda reaktif oksijen radikalleri içerir ve sonuç olarak oksidatif stresi
artırır. Solunum yolu epitelinin geçirgenliğini ve dolayısıyla alerjen geçirgenliğini
artırır. Solunum yolu geçirgenliğindeki artışın oksidatif strese bağlı olduğu
düşünülmektedir. Ayrıca sigara dumanı bronş hiperreaktivitesini artırır. Sigara dumanı
atopik dermatitli çocuklarda astım gelişmesine neden olmaktadır. Pasif olarak sigara
dumanına maruz kalmak astımlı çocuklarda ataklara ve semptomların başlamasına
sebep olmaktadır. Sigaranın astım gelişmesinde ve semptomların sıklığının artmasında
etkili olduğu bilinmektedir. Maternal sigara içimi astım için bir risk faktörüdür.19
2.4.5. Cinsiyet
Çalışmalar astımın erkeklerde kızlardan daha sık ve şiddetli olduğunu
göstermektedir.20 Fakat puberteden sonra hastalık kadınlarda daha sık ve şiddetli olarak
izlenmektedir.
2.4.6. Ev içi hava kirliliği
Ev içi allerjenler astımın kontrolünde önemli bir role sahiptir. Pek çok çalışmada
okul çağı çocukluk astımın da ev tozu allerjen duyarlılığı gösterilmiştir. Bu allerjenden
korunma ile astımın gelişimi önlenebilmektedir.21
30
2.4.7. Diğer allerjik hastalıkların varlığı
Egzema, allerjik rinit gibi hastalıkların astım ile beraber bulunmasının prognoza
etkisi bilinmemekle beraber, bazı çalışmalarda egzemanın varlığı özellikle okul yaş
grubu çocuklarda wheezingin persistan olduğunu göstermektedir.
2.4.8. Ev dışı hava kirliliği
Hava kirliliği hem içortamda hem de dış ortamda astım gelişimi için bir risk
faktörüdür. Dış ortamda en önemli hava kirleticileri; Sülfür dioksit (SO2), Nitrojen
oksitler (NOx), Karbon monoksit (CO), Volatil organik bileşikler, Atmosferik
hidrokarbonlar, Ozon (O3), PM10 (10 µm’den küçük inhale inhale edilebilen partikül)
ve PM2.5’dur. İç ortamdaki kirlilik etkenleri ise; NO, nitrojen oksid, CO, CO2, SO2,
formaldehid olup kaynakları ise; kömür, gazyağı, doğal gaz sobaları, fırınlar, ocaklar ve
şöminelerdir. Hava kirleticilerine solunum yollarının yanıtı; epitelyal hasar, mukosilier
klirensin bozulması ve allerjenlerin kolay penetrasyonu, doğal antioksidan üretimini
baskılanması, partiküllere bağlanan polen morfolojisinde ve antijenitesine değişiklik
olması (nişasta granüller oluşabilir), dizel yakıt partikülleri çayır polenindeki antijenleri
absorbe ederek antijen için taşıyıcı rol üstlenebilir. Ayrıca hava kirleticileri; eozinofil,
mast hücreleri ve lenfositleri yönlendiren ve yöneten mediatörlerin salınımını artırırlar,
solunum yolu epitelinden mediatör (LTC4, GM-CSF, TNF-α, IL-8, RANTES, sICAM-
1) salınımını artırır, hava yolu solunum hasarı (apoptozis/nekrozu), dizel egzoz
partikülleri (DEP) düşük konsantrasyonda epitel hücre hiperplazisine, DEP yüksek
konsantrasyonu apoptozis/nekrozu artırır. Ev dışı hava kirliliği astımda semptomların
alevlenmesine neden olur fakat ana sebep değildir. Oysa erken yaşlarda çiftlik
hayvanları ve çiftlik sütü ile tanışma çocuğun astım riskini azaltabilir.22
2.4.9. Alt solunum sistemi enfeksiyonlar
Solunum yolları enfeksiyonlarının astım gelişimi üzerine etkisi karışıktır.
Solunum yollarının viral enfeksiyonları özellikle Respiratuar Sinsityal Virüs (RSV)
enfeksiyonları Th1 yanıtı Th2’ye çevirdiklerinden ileri yaşta astım gelişimini
kolaylaştırır. Öte yandan bunun tersini destekleyen araştırmalarda, alt solunum yolu
enfeksiyonuna neden olmayan hayatın erken döneminde, tekrarlayan viral enfeksiyonlar
çocuğu astım gelişimine karşı koruduğu çalışmalarla gösterilmiştir.23
31
2.5. Tetik çekici faktörler
2.5.1. Allerjenler
İmmünolojik bir mekanizma aracılığı ile (Tip I IgE) hipersensitivite
reaksiyonuna neden olan antijenlere ALERJEN denir. İmmün duyarlanmaya neden olan
bölgesine epitop veya antijenik determinant denir. Büyük moleküller daha fazla epitop
içerdiklerinden dolayı daha alerjeniktir. Alerjenler protein veya glikoprotein yapıda
olup, 5-50 kDa molekül ağırlığındadırlar. 5 kDa → immün sistemi uyarabilecek en
düşük molekül ağırlığı, 50 kDa → epitelden geçebilecek en yüksek molekül ağırlığını
ifade eder. Bir alerjen ekstratının içinde çok sayıda antijen bulunur. Hastaların %
50’inden fazlasında duyarlanmaya neden olan allerjenlere majör allerjenler denir. Kuru
ekstratın toplam ağırlığını % 1 kadardır. Bir alerjen ekstratının içinde 1 ile 4 arasında
majör allerjen bulunur. Az sayıda hastada duyarlanmaya neden olan allerjenlere ise
minör allerjen denir.24 Allerjene maruz kalma konakçının allerjik duyarlanmasında çok
önemlidir ve hem çocuklarda hem de erişkinlerde astmatik semptomların en sık
tetikleyicisidir. Astımda hedef organ akciğerdir, fakat üst havayollarında da var olan
immüno-inflamatuar olaylar astımın kontrolünü zorlaştırır. Aeroallerjenlere karşı (ev
akarları, ağaçlar, otlar ve hayvan tüyleri gibi) antijen-spesifik IgE antikor yapımı 2-3
yaşına kadar genellikle oluşmaz. Bundan dolayı aeroallerjenlerin tetiklediği astım
hayatın ilk yıllarında sık değildir. Fakat adelosan ve geç çocukluk çağı sırasında
prevalans artar ve ikinci dekatda pik yapar. Kronik düşük düzeylerdeki akar,
hamamböceği gibi ev içi allerjenlere maruz kalmak, özellikle astım patogenezinde ve
semptomların daha sonra provake olmasına neden olur.25
Allerjene maruz kalma konakçının allerjik duyarlanmasında çok önemlidir ve
hem çocuklarda hem de erişkinlerde astmatik semptomların en sık tetikleyicisidir.
Astımda hedef organ akciğerdir, fakat üst havayollarında da var olan immüno-
inflamatuar olaylar astımın kontrolünü zorlaştırır. Pek çok inhale allerjen astım
semptomlarını provake etmesine rağmen ev tozu akarları, hamamböceği, Alternaria ve
muhtemelen kedi allerjeni gibi ev içi allerjenleri astım patogenezinde önemli rol oynar.
(Tablo 2) Çelişkili olarak son veriler, erken yaşta kedi ve köpeğe maruz kalmanın astım
gelişimini önlediği şeklindedir.24,26
32
Tablo 2. İç ve dış ortamda bulunan inhalen allerjenler
İç Ortam Allerjenleri
-Akarlar (Ev tozu akarları, depo akarları, örümcek akarları) -Hamamböceği -Mantarlar (Aspergillus, Penicillium) -Evcil hayvanlar (Kedi, köpek) Dış ortam Allerjenleri
-Polenler (çayır, ağaç, yabani ot) -Mantarlar (Alternaria, Cladosporium)
Mantarlar çok hücreli ökaryotik yapıda olup, seksüel ve aseksüel yollarla ürerken
oluşturdukları uçucu sporların bir kısmı allerjenik özellik taşır. Mantar sporları 3-10 µm
çapında olduğu için alt solunum yollarına kadar ulaşabilirler. Dünya üzerinde 1
milyon’dan fazla mantar türü vardır. Ancak ortalama 100 adet mantar türü solunum
sistemi alerjisine neden olurlar. Üremeleri için yüksek oranda nem ve ısıya gereksinim
duyarlar. Bunlar havada asılı duran ya da tozlara bağlanmış olarak uçarlar. Sporların
yayılması ile hava durumu arasındaki ilişki çok önemlidir. Çünkü solunum sistemi
alerjisi bulunan hastaların çoğunun semptomları nemli ve yağışlı havalarda artar.6,7
İnhalen mantar allerjenleri iç ortam ve dış ortam mantarları olarak iki grupta incelenir.
En önemli dış ortam mantarları; Alternaria ve Cladosporium’dur. Diğerleri
Helminthosporium ve Fusarium’dur. Bu mantarlar tarla mantarları olarak isimlendirilir.
Tarla bitkilerinin üzerinde ve topraktaki çürüyen bitki parçalarının üzerinde bol
miktarda bulunurlar. Çürümüş yapraklar, gübre, saman, ot yığınları ve nemli alanlarda
daha çok rastlanır. Esas olarak ilkbahardan-sonbaharın sonlarına kadar ürerler ve ilk sert
ayaz görüldüğünde büyük ölçüde azalırlar. Dış ortamdaki mantar sporları yıl boyu
atmosferde bulunmakla birlikte tıpkı polenler gibi bazı dönemlerde miktar olarak artış
gösterirler. Her mantarın daha bol ürediği bir mevsim vardır. Ancak genel olarak yaz ve
sonbahar aylarında daha çok ürerler.9
Mantarların ne derece allerjik olduğunu atmosferdeki miktarı değil, allerjik deri testi
reaktivitesi belirler. Mantarlar akarların besin kaynaklarından olduğu için, bunların
azaltılması akar alerjisi olanların da işine yarayacaktır. Mantarlar özellikle sıcak ve
nemli evlerde tüm yıl boyunca üreme yeteneğine sahiptirler. İç ortam mantar düzeyi dış
ortam mantar düzeyinden etkilenmektedir. İç ortam mantarları iki ortamın karışımı
33
şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Ev içinde yıl boyu bulunabilirlerse de, miktarları yaz ve
sonbahar aylarında daha fazladır. İç ortam mantar düzeyi ile evin yapısal özellikleri
arasındaki ilişki net değildir. Ancak iç ortam nemliliği ile mantar düzeyi arasındaki
ilişki kesin olarak kanıtlanmıştır. Yapılan bir çalışmada modern evlerin % 20-50’sinde
mantarlar ile ilgili problemler ve nem geliştiği rapor edildi. Sağlıksız yaşam ile birlikte
klimalar ve havalandırma sistemleri sık görülen mantar kaynaklarıdır.6,8 ,9,27
Yapılan çalışmalarda inhalen mantar allerjenlerinin alerjik hastalıkların gelişimine
neden oldukları gözlenmiştir. Astım ve rinit gibi alerjik hastalıklarda sorumlu olabilen
önemli mantarlar; Alternaria, Cladiosporum, Penicillum ve Aspergillus’dur. Özellikle
dış ortam mantarlarının astımda önemli allerjenler olduğu gösterilmiştir. 28 Bugüne
kadar mantarların alerjik hastalık gelişimindeki rolleri diğer allerjenlerin gölgesinde
kalmıştır. Sayıları giderek artan çalışmalarda iç ortam ve dış ortam mantarlarının alerjik
hastalıklarda önemli oldukları belirtilmektedir. Bu durum çocukların sigara dumanına
ve hava kirliliğine maruz kalmaları ile benzerdir. Mantar sporlarının atmosferde yoğun
olarak bulunmasına karşın, astımlı olgularda akar ve polen duyarlılığı kadar sık
görülmemesinin nedenleri;
-Mantarların daha düşük allerjeniteye sahip olması
-Deri testlerinde kullanılan allerjen ekstratların henüz yeterli miktarda standardize
edilmemelerine
-Atmosferde mantar sporları için, örnek alınımında teknik ya da cihaz yetersizliğine
bağlı olabilir.
Mantar allerjenlerine maruz kalınması; süre ve miktar olarak polenlerden
farklılık gösterir. Atmosferdeki mantar sporlarının sayısı, polen sayısından 1000 kat
daha fazladır. Alternaria duyarlaşması aylar içinde oluşurken, Ragweed polen
duyarlaşması haftalar içinde gelişir.29,30 Mantarlar ile oluşan solunum sitemi alerjisi
prevalansının genel populasyonda % 3-6, atopik bireyler arasında % 20-30 oranında
tahmin edilmektedir. ABD’de Alternaria duyarlaşması genel populasyonda % 3,6,
Kuzey Avrupada % 4 oranında saptanmıştır. Ayrıca ABD’de astımlı hastaların %
80’inde bir ya da daha fazla mantara karşı duyarlaşma rapor edilmiştir.31 Yapılan
çalışmalarda mantar duyarlılığı özellikle de Alternaria alerjisi olan astımlı vakalarda
hastalık şiddetinin daha ağır olduğu gözlenmiştir. Astım ile ilişkili ölümlerin sık olduğu
günlerde atmosferdeki mantar sayılarının da diğer günlere göre daha yüksek olduğu
34
bildirilmiştir. Ayrıca Alternaria spor sayıları ile astımlı hastaların yoğun bakımda yatış
süreleri arasında bir pozitif korelasyon gözlenmiştir.11,12,32
Solunum solunum yetmezliğinden ölen 1-25 yaş arasındaki 11 olgunun 10’unda
(% 91) Alternaria duyarlılığı olduğu, çalışmada kontrol grubu olarak seçilen solunum
arresti olmayan 99 astımlı olgudaki % 31 olan Alternaria duyarlılığından daha yüksek
olduğu gözlenmiştir Alternaria’nın pik yaptığı dönem boyunca ölümler gerçekleşmiştir.
Alternaria spor sayıları ile yoğun bakımda yatış süreleri arasında bir korelasyon vardı.
Sonuç olarak Alternaria duyarlaşması ağır astım ve ölümcül astım için majör bir risk
faktörü olarak tanımlanmıştır.29 Fransa’da 178 astımlı olguda yapılan bir çalışmada;
Ağır astım olgularında Alternaria duyarlılığının artığı gözlenmiştir. mantar
duyarlılığının genç erişkinlerde ve çocuklarda akut astım ataklarına neden olduğu
saptanmıştır.11
2.5.2. Enfeksiyonlar
Virüsler,33 klamidyalar34 ve mikoplazma35 ile oluşan solunum sistemi
enfeksiyonları astım patogenezinde önemli rol oynar. Bu patojenlerin en azından üç yol
ile astımla ilişkili olabildiği gösterilmiştir:
1- İnfant döneminde özellikle RSV’un36 astımın gelişmesinde sorumlu virus olabileceği
çalışmalarla gösterilmiştir. Her çocuğun iki yaşa kadar en az bir kez bu virusla infekte
olmasına rağmen ek olarak genetik, çevresel ve/veya bir takım gelişimsel faktörlerin bu
virusun çocukluk çağı astımı ile ilişkili olduğunu göstermiştir.37
2- Astımı saptanan hastalarda özellikle çocuklarda üst solunum yolu enfeksiyonu, sıkça
poliklinik vizitleri veya hospitalizasyonu33 gerektiren havayolu obstrüksiyonun akut
oluşumunda önemli bir rol oynamaktadır. En sık soğuk algınlığı virusu olarak bilinen
rinovirus alevlenmelerin en sık sebebidir. Bunula birlikte parainfluenza, RSV, influenza
ve korona viruslarda olayda rol oynamaktadır. Astımlı bireylerde alt havayolu
semptomlarının oluşumu viral enfeksiyonlara artmış bir yatkınlık ile ilişkili olabilir ve
en azından bir kısmında havayolu obstrüksiyonunun akut başlamasında allerjik
duyarlanma, allerjene maruz kalma ve viral enfeksiyonlar hızlandırıcı olarak karşımıza
çıkmaktadır.38
3- Paradoksal şekilde enfeksiyonların, astım da dahil olmak üzere, allerjik solunum
sistemi hastalıklarının gelişimini önlemede etkisinin olabileceği düşünülmektedir.
Kalabalık aile ortamı nedeni ile fazla sayıda enfeksiyon geçirmenin, allerjik solunum
35
sistemi hastalıklarını önlediği yolundaki hijyen hipotezinin ardından bu konuya ilgi
artmıştır. Son zamanlarda diğer mikrobiyal ajanlar klamidya ve mikoplazma üzerine
dikkatler odaklanmış ve hem alevlenmelerin hem de kronik astımın şiddetine potansiyel
olarak katkıda bulundukları gösterilmiştir.35
Astımla ilişkili enfeksiyonların tedavisi mikroorganizmaya ve hastanın yaşına
bağlıdır. Virus enfeksiyonları ile tetiklenen astım alevlenmelerinde oral
kortikosteroidler tedavinin en etkin kısmını oluşturmaktadır. Klamidia enfeksiyonları
da ileri yaşta astım gelişimi için bir risk oluşturmkatadır. Hastalığın şiddeti ve
kronikleşme eğilimi hem klamidya hem de mikoplazma ile ilişkilidir ve makrolid
antibiotiklerle uzun süreli tedavi mutlaka uygulanmalıdır.39 Tüberküloz enfeksiyonunun
immün yanıtı Th1 yönüne kaydırarak astım gelişimine karşı koruyucu etkisi ortaya
konmuştur. Paraziter enfeksiyon varlığı ile astım varlığı arasında negatif bir korelasyon
gözlenmiştir.
2.5.3. Egzersiz
Astımlı hastalarda havayolu obstrüksiyonu astımı tetikleyen en sık sebeplerden
birisidir. Egzersiz ile oluşan semptomlar wheezing, öksürük, nefes darlığı ve çocuklarda
göğüs ağrısı ve sıkıntısıdır. Bu şikayetler en yoğun olarak egzersizden 5-10 dakika
sonra oluşmakta ve egzersizi bitirdikten 15-30 dakika sonrada düzelebilmektedir.
Egzersize bağlı astım semptomlarının artışında çeşitli teoriler ileri sürülmüştür. Su
kaybı teorisine göre; Egzersiz sırasında dakikadaki solunum hacmi artığı için hava
alımının çoğu ağız yolu ile olur. Ağız yolu ile alınan hava direkt olarak periferik hava
yollarına ulaşan havanın ısıtılması ve suyla doyurulması için santral hava yolları,
solunum epitelinin katkısı bulunmaktadır. Bunun sonucunda bronşiyal mukozadaki su
kaybı, ozmolariteyi ve pH’ı değiştirerek hava yolunu kurutur. Hiperozmolarite madiatör
salınımına ve bronkokonstrüksiyona yol açtığı düşünülmektedir. Isı değişimi teorisine
göre egzersiz süresince soğuyan hava yollarında ısı ve nem kaybı olur. Isı kaybı önce
vazokonstriksiyona, daha sonra hiperremiye ve dolayısıyla ödeme neden olur. Bunun
sonucunda bronkokonstriksiyon gelişir.
36
2.5.4. Gastroözofagial reflü (GÖR)
Astımlı erişkin ve çocuklarda % 45-% 65 oranında GÖR saptanmaktadır. Tam
mekanizması bilinmemekle birlikte mikroaspirasyonlar veya özefagusun irritasyonu ile
refleks olarak bronkokonstrüksiyon oluştuğu düşünülmektedir. Asidik mide içeriğinin
ösefagustaki mukozal reseptörleri uyarması sonucunda vagal yoldan bronkospazm
gelişir. İkinci teoriye göre Asidik mide içeriğinin akciğerlere aspirasyonu sonucunda
bronkospazm gelişir. GÖR yukarıdaki iki mekanizma ile erken dönemde bronkospazma
neden olurken bronş aşırı duyarlılığında artırmaktadır. Efektif bir tedavinin
yapılabilmesi için astımın şiddetini etkileyen bu tetik çekici faktörlerin bilinmesi
önemlidir.40
2.5.5. Astım ve rinit birlikteliği
Allerjik rinit nazal mukozanın IgE aracılığıyla gelişen inflamatuar bir hastalığıdır.
Burunda sulu akıntı, burun tıkanıklığı, burun kaşıntısı ve hapşırma ile karekterizedir.
Allerjik rinitli hastaların % 50’sinde beraberinde astım ve astımlı hastaların % 60-
78’inde de beraberinde allerjik rinit görülmektedir. Bu hastalıklardan birinin varlığı
diğeri açısından risk faktörüdür. Her iki hastalığın da patogenezi benzer özellikler
taşımaktadır. Burun kaşıntısı, burun akıntısı, burun tıkanıklığı ve hapşırma
yakınmalarından bir veya birkaçı ile seyreden bir hastalıktır ve bu yakınmalara sıklıkla
göz, boğaz, kulak ve postnazal akıntı yakınmaları eşlik eder. Hastaların özelliği
semptomların 1 saatten fazla sürmesidir. Ayrıca damak, boğaz veya kulaklarda kaşıntı,
baş ağrısı, yorgunluk, gözlerde sulanma, gözlerde kaşıntı, yüzde rahatsızlık hissi, kısmi
koku ve tat alma bozukluğu, kulakta tıkanma hissi, postnazal akıntı, kuru öksürük ve
koku alma bozukluğu gibi semptomlar da eşlik edebilir. Allerjik rinit-astım ilişkisi
klinisyenler tarafından çok eski yıllardan bu yana bilinen bir gerçektir. Bugün iki
hastalık tek bir terminoloji ile ifade edilmeye çalışılmaktadır ve ‘’ allerjik rinobronşit,
tek hava yolu hastalığı’’ şeklinde isimlendirilmektedir. Allerjik hava yolu hastalıkları
rinit ve/veya astım şeklinde iki farklı klinik belirtiyle ortaya çıkmaktadır.
Epidemiyolojik çalışmalarda elde edilen kanıtlara göre, astım ve rinitin genelikle aynı
hastada birlikte görüldüğü bildirilmektedir. Üst ve alt solunum yolları allerjilerinin
birlikte görüldüğü olgularda, rinit genellikle astımdan önce gelişmektedir. Genellikle
hastalar doktora allerjik rinit veya astım semptomları ile doktora başvururlar. Ancak bu
37
iki hastalıktan birinin semptomları ön plandadır ve diğer hastalık semptomları belirgin
olmadığı için çoğu zaman tanı konmaz. Gerek allerjik rinit, gerekse astım
immünopatolojik olarak erken allerjik yanıt ve kronik allerjik inflamasyon ile
karekterizedir. Yapılan araştırmalarda allerjik rinitli olgularda astım semptomları
olmaksızın nonspesifik bronşiyal reaktiviteye sahip olduklarını göstermiştir. Bu
araştırmalarda nazal allerjisi olan hastaların % 73’ünde metakolin ve histaminle yapılan
bronş provakasyon testlerine yanıt alınmıştır. Gelişmiş ülkelerde allerjik rinit en sık
görülen hastalık olup, nüfusun yaklaşık % 10-20’sinde bulunmaktadır. Ailesinde atopi
hikayesi olanlarda insidansı % 30 civarına çıkmaktadır.82,83,84
2.5.5.1. Allerjik riniti tetikleyenler
Allerjik rinitte genelikle aeroalerjenler sorumludur. İç ortam allerjenleri; ev tozu
akarları, hamam böceği, mantarlar (Aspergillus, Penicillium), evcil hayvanlar (kedi,
köpek), dış orta allerjenleri ise; polenler, mantarlar ( Alternaria, Cladosporium) olarak
sayılabilir. Hava kirliliği, genetik faktörler, sigara ve viral enfeksiyonlar gibi birçok
ekstrensek faktörler bu allerjenlerin immün sistem tarafından tanınmasına katkıda
bulunmaktadır. Besin allerjileri nadiren allerjik rinite neden olur. Daha çok çocuklarda
görülür. Çocuklarda en sık sorumlu besin allerjenleri süt, yumurta, yer fıstığı, ağaç
fıstığı, buğday ve soyadır. Gıdalar daha çok baharatlarla görüldüğü gibi alerjik
reaksiyondan çok vagal yanıtlara neden olur.85
2.5.5.2. Hastalığın doğal gidişi
Alerjik rinitin başlangıcı hayatın her döneminde olabilir fakat çoğunlukla
ortalama başlama yaşı 10,6 yaş olacak şekilde 30 yaştan öncedir. Bunun temel nedeni
allerjenle duyarlanmanın tekrarlayan maruziyetleri gerektirmesi ve bu maruziyet
sonrasında duyarlanma gelişmesinin birkaç yıl almasıdır. Mevsimsel alerjik rinit ise
hayatın ilk yılında pek görülmez ve klinik mevsimsel rinit semptomları gelişmeden önce
en azından iki polen sezonu geçmelidir. Hayatın ilk yıllarında, ilk IgE cevapları gıda
proteinlerine karşı oluşur, iç ve dış ortamdaki çevresel inhalen allerjenlere duyarlılık
oluşması için daha uzun zamana gereksinim vardır. Hastalık çocukluk ve adölesan
döneminde en yüksek prevalansa ulaşıp bundan sonra yaşla birlikte azalır. Oldukça
değişken bir seyir göstermekle birlikte atopik hastalıklar genelde hayatın ilk 10 yılında
38
görülür. Klinik yakınmalar açısından bakıldığında ise atopik dermatit ilk ortaya çıkan
atopik hastalıktır ve hayatın ilk 3 yılında en yüksek prevalansa ulaşır. Allerjik rinitin
seyri sırasında uzun zaman dilimleri sonrasında özellikle mevsimsel allerjik rinittede
remisyonlar gözlenebilir. Allerjik rinitin doğal gidişini değerlendiren bir çalışmalarda 2
yıllık dönemde hastaların % 8’inde hastalığının düzeldiği ve perinneal allerjik rinitin
düzelmesinin ise bunun yarısı oranında olduğu gösterilmiştir. On yıllık takiplerde
nonallerjik rinitlilerde % 20 oranında spontan remisyon görülmüş, % 36’ında ise kısmi
düzelmeler dikkati çekmiştir.86,87
2.5.5.3. Allerjik rinitin tanısı
Allerjik rinit; yeni sınıflamaya göre intermitatat ya da persistant olarak
sınıflanmasına rağmen, allerjenle karşılaşma zamanına göre mevsimsel ve yıl boyu
süren perennial rinit şeklindeki sınıflamada halen kullanılmaya devam etmektedir. Rinit
tanısında göz önüne alınan en önemli nokta, rinitin majör bulguları olan burunda akıntı,
burun tıkanıklığı, burun kaşıntısı ve hapşırma semptomların dan en az ikisinin
bulunması gerekmektedir.84,86 Mevsimsel allerjik rinit saman nezlesi olarak da
bilinmektedir. Polen ve küf mantarları sporları genelikle mevsimsel allerjik rinite neden
olmaktadır. Allerjik rinitin tanı basamakları aşağıda belirtilmiştir.88
1-Anamnez: Anamnezde önce semptomlar öğrenilmeye çalışılır. En yoğun olan nazal
semptom hangisidir?. Nazal semptomlar izolemidir? Yoksa üst hava yollarının diğer
bölümleri (sinüsler, kulaklar) ile ilgilimidir? Alt hava yolu, göz ve dermatolojik bir
hastalığı var mı? Allerjik rinitte burun akıntısı ve hapşırma yakınmaları mevsimsel
allerjik rinnitte yoğun iken, burun tıkanıklığı perennial rinitte daha sık görülür.
2-Fizik muayene: Hastalarda fizik muayenede üst solunum yolları yanı sıra gözler,
kulaklar, ağız, toraks ve deri gibi ekstra-nazal bölgelerin incelemeside önemlidir.
Allerjik rinitli hastalarda tipik olarak soluk, ödemli ve inflame nazal mukoza,
konkaların şiş görünümü, açık renkli burun akıntısı ve bazen göz kapaklarında ödem ile
birlikte skleralarda kırmızılık vardır. Nazofarenkste açık ve krem renginde akıntı,
lenfoid hipertrofi görülebilir. Göz altında koyu renkli hiperpigmente halkalar tipik bir
belirtidir. Burun ucunun yukarı doğru sık sık silinmesi hareketine allerjik selam denir ve
burunun alt kısmında transvers nazal çizgi oluşur.
39
3-Laboratuvar tetkikleri:
a-Deri testleri (prick ve intradermal)
b- Total IgE düzeyinin ölçümü: alerjik rinitte total IgE düzeyinin bakılmasının tanısal
değeri sınırlıdır. Allerjisi olan kişilerin % 50’sinde serum total IgE düzeyi normal
olabilir veya allerjisi olmayanların % 20’sinde yüksek olabilir.
c-Allerjen spesifik IgE düzeyinin ölçümü
d- Nazal lavaj sıvısının alınması ve mediyatör düzeylerinin ölçümü
Alerjik rinitin patogenezinde mast hücreleri, T hücreleri ve eozinofillerin önemli
görevleri vardır. Bu hücrelerden salınan lökotrienler, triptaz, eozinofilik katyonik
protein, eozinofil peroksidaz, İL-3, İL-4, İL-8, GM-CSF, İL-13, MİF gibi
proinflamatuar sitokinler alerjik rinittin gelişiminde rol oynamaktır.
d-Nazal provakasyon testi: Nazal provakasyon testinden önce hastaya rinoskopi
yapılarak burnun bazal durumu, septal deviasyon, polip, allerjik rinit ve sinüzit açısında
değerlendirilmelidir. Nonspesifik nazal reaktivite ölçümü için metakolin ve histamin
gibi maddeler kullanılırken, spesifik reaktivitede nazal mukozaya kişinin duyarlı olduğu
allerjenleri uygulanması gereklidir. Provakasyondan sonra hastanın nazal açıklığının
belirlenmesi için rinomanometri (anterior ve posterior rinomanometre, akustik
rinomanometre) yapılmalıdır. Rinomanometre ile nazal inspiratuar ve ekspiratuar
akımlar ölçülür. Ancak Amerika Birleşik Devletlerinde nazal ekspiratuar akım geçerli
bir yöntem olarak kabul edilmemektedir. Genel olarak nazal provakasyon testinin
sonlandırılmasına semptom ve hava yolu açıklığına göre karar verilir. Nazal semptom
puanı toplamı 3 ve nazal inspiratuar hava akımında bazal değere göre % 40’dan fazla
düşme (nazal pasajda hava yolunda dirençte artış) olan noktada test pozitif kabul edilir.
Nazal provakasyon testinden sonra hastada gelişebilecek geç alerjik yanıt açısından
hastanın 10 saat boyunca izlenmesi önerilmektedir. Testin değerlendirilme aşamasında
yanlış negatif veya pozitifliklerin olabileceği unutulmamalıdır. Nazal ısı değişimi ve
nazal sekresyonun PH’sındaki değişimde değerlendirilebilir. Allerjen provakasyonunun
PH’yı daha alkali hale getirdiği ve ısıyı arttırdığı bilinmektedir. Nazal provakasyon testi
endikasyonları ve kontendikasyonları tablo 3 ve 4’de verilmiştir 90
40
Tablo 3. Nazal Provakasyon testi endikasyonları
Klinikte kullanım endikasyonları ▪Mesleki allerjenlerin rolünü belirlemek ▪Çoklu cilt pozitifliği olan olguda spesifik allerjenin klinik rolünü belirlemek ▪Cilt testi ve RAST negatif olan olgularda hikayedeki allerjenin rolünü belirlemek ▪Gıdaya bağlı rinoreyi belirlemek ▪Allerjenin nazal verilmesinin konjonktivada, orta kulakta, sinüste ve alt solunum yollarında etkisini belirlemek ▪Bronşiyal testlerin negatif olduğu veya yapılmasının güvenli olmadığı durumlarda astımın alerjik özelliğini belirlemek ▪Lokal nazal immünoterapi başlamadan önce nazal reaktiviteyi belirlemek Çalışma amaçlı kullanım endikasyonları ▪Alerjene erken ve geç yanıtın incelenmesi ve bu reaksiyonların doz ilişkisini ortaya koymak ▪İnhale allerjenlere morfolojik ve hücresel yanıtları nazal lavaj, biyopsi ve fırçalama ile ortaya koymak ▪Allerjen provakasyonu sonrası yapılan lavaj ile rinit patofizyolojisinde rol oynayan kimyasal mediatirleri ortaya koymak ▪Nazal hava yollarının allerjenlere ve nonallerjik provokatif ajanlara yanıtını ve bunu izleyen bronşiyal yanıtı ortaya koymak ▪Antihistaminik, kortikosteroid, kromoglikat ve vazokonstrüktörlerin akut ve geç faz etkisini incelemek
Tablo 4. Nazal provakasyon testinin kontrendike olduğu durumlar
Kesin kontrendikasyonlar
▪Akut bakteriyel veya rinit veya sinüzit ▪Alerjik hastalığın (rinit, gıda alerjisi, ilaç alerjisi, ürtiker) akut döneminde olması ▪Allerjene anaflaksi öyküsü ▪Ciddi veya akut dönemde sistemik hastalık varlığı (ciddi astım, obstüriktif akciğer hastalığı, restriktif akciğer hastalığı) ▪Hamilelik Rölatif kontrendikasyonlar ▪2-4 hafta içende geçirilmiş alerjik veya infeksiyöz atak ▪Nazal cerrahi (6-8 hafta içinde) ▪Nazal polip, atrofik rinit ve nazal septal deviasyonu gibi nazal patoloji varlığı
e-Sitolojik çalışmalar: Fleksibl plastik bir nazal probe ile alınan nazal mukoza
sürüntüsü ya da nazal sekresyonun sitolojik analizi ayırıcı tanıda yardımcı olabilir.
Alerjik rinitin atağı sırasında nazal sekrasyonun yayması boyandığında % 3’den fazla
eozinofili saptanabilir.
41
f-Nazal nitrik osit: Nitrik oksit (NO) paranazal sinüslerden yapılır. Semptomatik
mevsimsel alerjik riniti olan hastalarda NO artmıştır, ancak bu artış perinneal alerjik
rinitte gözlenmez.
g- Koku alma testleri
4-Radiyolojik inceleme: Radiyolojik inceleme komplikasyon yoksa alerjik rinitin
tanısında pek kullanılmaz. Nazal kavite ve sinüs bölgesininin daha iyi görüntülenmesi
için bilgisayarlı tomografi çekilmelidir.
5- Diğer tetkikler: Tam kan sayımı, sedimentasyon, periferik yayma, tiroid fonksiyon
testleri ve IgG subgruplarına bakılabilir.
2.5.5.4. Allerjik rinitin ayırıcı tanısı
Ayırıcı tanı en sık nonallerjik rinit ve kronik vazomotor rinit ile yapılmalıdır.
Kronik vazomotor rinit; Göz bulguları yok, burun akıntısı mukoiddir, deri testleri
negatif, nazal eozinofili yok, mevsimsel değişkenlik yok. Non-allerjik eozinofilik rinit;
Bol mukoid burun akıntısı, nazal eozinofili mevcut, deri testleri negatif, hapşırma,
burun kaşıntısı nadir. Ayrıca endokrin bozukluklar, hipotirodizim, nazal polip, kronik
sinüzit Wegener’s granülomatozis ile de ayırıcı tanı yapılmalıdır.91 Alerjik rinitin ayırıcı
tanısı tablo 5’de belirtilmiştir.
Tablo 5. Allerjik rinitte ayırıcı tanı
▪İnfeksiyöz rinitler (bakteriyel, viral ve fungal) ▪Akut sinüzit ▪İlaçlar (aspirin v.b) ▪Endokrin bozukluklar (hipotiroidi v.b) ▪Nazal polipler (Çocuklarda en sık neden kistik fibrozis) ▪Mekanik nedenler (septum deviasyonu, adenoid hipertrofi, yabancı cisim, koanal atrezi) ▪Tümörler (benign veya maling) ▪Granulomatöz hastalıklar (Wegener granülomatöz, sarkoidoz,) ▪Silier defekt ▪Rinitis medikomentoza ▪Serebrospinal rinore ▪Gastroözofageal reflü ▪İdipatik rinit
42
2.5.5.5. Alerjik rinite tedavi
Bugün allerjik rinit tedavisinde temel olarak; allerjenden kaçınma, ilaç tedavisi
ve spesifik immünoterapi yer almaktadır. Ayrıca hasta eğitimi ve cerrahi tedavide diğer
tedavi seçenekleri olarak sıralanabilir. Alerjik rinitte kullanılan ilaçlar kesildikten sonra
etkileri kısa sürede ortadan kalkar. Bu nedenle alerjik rinit hastalarında idame tedavi
gerekmektedir. İlaçlar intranazal veya oral yolla verilmelidir.92,93,94
2.5.5.5.1. Antihistaminikler
Histamin allerjik rinit semptomlarının gelişiminde birinci derecede sorumludur.
Oral ve nazal antihistaminikler burun kaşıntısı, hapşırma, burun akıntısı ve göz
lezyonlarında etkilidirler. Ancak burun tıkanıklığında pek etkileri yoktur. Bu nedenle
birlikte burun tıkanıklığını açmak için oral dekonjestan verilebilir. 1. ve 2. kuşak oral
antihistaminikler allerjik rinit tedavisinde sıklıkla kullanılmaktadır.
2.5.5.5.2. Lokal antihistaminikler (İntranazal-intraoküler)
Lokal antihistaminikler etkilerini 30 dakkika içinde gösterirler. Bunların minör
lokal yan etkileri mevcuttur. Acı tadı ve azda oranda da olsa sedasyon etkisi hastaların
ortak şikayetlerdir.
2.5.5.5.3. İntranazal kortikosteroidler
Topikal kortikosteroidler nazal hiperaktiviteyi durdurur ve nazal eflemesyonu
azaltırlar. Yan etkileri çok azdır. Çocuklarda kullanılırken dikkatli olunması gerekir.
Burun tıkanıklığı, burun akıntısı ve hapşırmaya karşın çok etkindirler. Ayrıca burun
kaşıntısı ve göz lezyonlarınada etki gösterirler. Topikal kortikosteroidlerin etkilerinin
başlaması yavaştır. Akut olgularda etki süresi 12 saate başlamak üzere 1-3 gün alabilir.
Kronik olgularda bu süre bir haftayı bulabilir. Bu nedenle ilk günlerde nazal
dekonjestanlar kullanılması nazal pasajın açılması ve daha sonra nazal
kortikosteroidlerin kullanlımaya başlanması kortikosteroidlerin etkisinin artmasını
sağlayabilir.
2.5.5.5.4. Lokal kromalinler (İntranazal-intraoküler)
Lokal kromalinlerin yan etkileri çok azdır. Etki mekanizmaları tam olarak
bilinmemektedir. Göz semptomları için etkindirler. Allerjik konjonktivitin profilaktik
tedavisinde etkindirler.
43
2.5.5.5.5. Dekonjestanlar
Dekonjestanlar sempatomimetik etkili ilaçlardır. Bu ilaçlar adrenerjik reseptörler
üzerine etki ederek vazokonstrüksiyona neden olurlar. İntranazal formları burun
tıkanıklığına en etkili ajanlardır. Topikal dekonjestanlar oral dekonjestanlardan daha
etkilidirler. Allerjik rinitin diğer semptomlarına etkileri oldukça azdır. Topikal
dekonjestanların 10 günü aşan kullanımlarında taşiflaksi, hipertansiyon, huzursuzluk,
ajitasyon, baş ağrısı, nazal mukozanın rebound şişmesi, rhinitis medikomentoza yan etki
olarak ortaya çıkabilir. Kalp hastalığı olanlarda dikkatle kullanılmalıdır.
2.5.5.5.6. İntranazal antikolinerjikler
Antikolinerjikler burun akıntısı üzerine etkilidirler. Sistemik yan etkileri yoktur.
Allerjik rinitin diğer semptomlarına etki etmezler. Vazomotor rinitte, soğuk algınlığında
ve yaşlılık rinitinde burun akıntısını azaltmak üzere kullanılırlar. Burunda kuruma,
irritasyon, yanma gibi yan etkileri vardır.
2.5.5.5.7. Antilökotrienler
Antilökotrienlerin CystLT reseptörlerini bloke ederek etki gösterdikleri
belirlenmiştir. İyi tolere edilmektedirler. Montelukast sodyum; tek başına veya astıma
eşlik eden allerjik rinitte enflamasyonu azaltır, hastalarda gündüz ve gece semptomların
da iyileşme sağlanmıştır. Nazal konjesyon, burun akıntısı, hapşırma, burun kaşıntısı,
uykuya dalmada gecikme, gece uyanma, gece uyanınca oluşan burun akıntısında ve
tıkanıklığında azalma sağlamıştır. Baş ağrısı, susuzluk hissi, aşırı duyarlılık
reaksiyonları, rüya anormalilikler, halisünasyonlar, uyuklama, irritabilite, bulantı,
dispepsi, diyare, miyalji ve ödem gibi yan etkiler görülebilir.
2.5.5.5.8. Sistemik kortikosteroidler
Sistemik kortikosteroidler hiçbir zaman allerjik rinitte primer tedavi değildirler.
Sistemik kortikosteroidler ağır bir tabloda veya diğer tedavilerin yetersiz kaldığı
durumlarda kullanlılabilirler. Nazal enflamasyonu ve hiperaktiviteyi durdururlar. Yan
etkileri çok fazladır. Allerjik rinitte sistemik tedavi en fazla 3 hafta verilmelidir.
44
2.5.5.5.9. Spesifik immünoterapi
İmmünoterapi; klasik farmakoterapiyle yeterince kontrol altına alınamayan
olgularda, allerjenden korunmanın pek mümkün olmadığı hastalarda ve ilaçların
istenmeyen yan etkiler ortaya çıktığında değerlendirilebilir. Spesifik immünoterapi
alerjik hastalığın doğal seyrini değiştirebilecek ve allerjik rinitli vakalarda astım
gelişimini önleyebilecek tek tedevi yöntemi olarak kabul edilmektedir. Allerjik rinit ve
astımlı hastalarda SİT her iki hastalık için de etkili olmaktadır. İmmünoterapinin klinik
etkinliği tek allerjen duyarlılığında ve mevsimsel allerjenlerle oluşan rinitte daha
fazladır. Beş yaşın altındaki çocuklarda immünoterapi önerilmez.
2.5.5.5.10. Diğer tedaviler
Anti-IgE, allerjik rinit için diğer bir tedavi seçeneğidir. Burada humanize
monoklonal antikorlar dolaşımdaki IgE’ye bağlanmakta ve IgE’nin mast hücre ve
bazofillere bağlanmasına engel olmaktadır. Tedavi 2-4 haftalık parenteral
enjeksiyonlardan ibarettir. Ayrıca DNA aşıları da allerjik hastalıkların tedavisinde umut
verici görünmektedir.
2.5.5.5.11. Cerrahi tedavi
İlaç tedavisinin yetersiz kaldığı ve anatomik problemlerin ciddi fonksiyonel ve
klinik sonuçları olduğu durumlarda cerrahi tedavi düşünülmelidir. Cerrahi tedavi
endikasyonları:
▪İlaç dirençli inferior türbinat hipertrofisi
▪Ciddi septum defektleri
▪Burun kemik yapısının ciddi bozukluğu
▪Primer veya sekonder sinüzit
▪Nazal polipozis
2.6. Astımın sınıflandırılması
Astım olgularında fenotipler ve çevresel etkenler açısından farklı olgular yanı
sıra, inflamasyon düzeyi, semptom ve fonksiyonel parametreleriyle de çok farklı olan
olgular vardır. Tedavilere kişisel yanıtlar değişmekle birlikte, bazı olgu guruplarının
katagorize edilerek sınıflandırılmasının tedavinin standardizasyonunda kolaylık
sağlayabileceği düşünülmüştür. Bu amaçla çeşitli rehperlerde sınıflamalar yapılmıştır.
Astım; etyolojik faktörler, hastalığın şiddeti ve havayolu akımı kısıtlanmasına
45
dayanılarak sınıflandırılır. Genelikle klinik bulgulara, semptomların tedavisi için
kullanılan β2-agonist miktarı ve akciğer fonksiyon testlerine dayalı sınıflamalar
kullanılır. Buna göre sınıflamanın inflamasyon düzeyiyle paralel olduğu da
gösterilmiştir. Bu değerlendirmede, tedavi öncesi astım şiddeti sınflandırması hafif
intermittan ve hafif, orta, şiddetli persistant şeklindedir.80 Eğer bir hasta tedavi altında
ise sınıflandırma hastanın var olan klinik bulgularına ve o anda hastanın aldığı günlük
tedavi basamağına göre yapılmalıdır. Örneğin; orta persistan astım semptomları olan bir
hasta bulunduğu basamak için uygun idame tedavisi almasına rağmen orta persistan
astım olup olmadığı yönünden yeniden dikkatle incelenmelidir. Bu sınıflandırma şeması
kronik olarak hastalığın şiddeti ile ilişkilidir, sadece hafif intermittan semptomları olan
(küçük çocuklarda viral enfeksiyon ile tetiklenen astım gibi) hastaların sadece akut
alevlenmeler sırasında akciğer fonksiyonları bozulmaktadır.80, 81
2.6.1. Astımın şiddetine göre sınıflandırılması
Semptomların derecesi, SFT değerlerinde oluşan azalmalar ve semptomları
gidermek için gereksinim duyulan günlük bronkodilatatör ilaç miktarlarına bakılarak
hastalığın şiddeti tayin edilir (Tablo 6).
1. Hafif intermittan astım: En az son üç aydır semptomlar haftada birden az oluyor,
kısa sürede geçiyor, noktürnal semptomlar ayda ikiden az oluyorsa ve alevlenmeler
dışında hasta asemptomatik ve solunum fonksiyonları tamamen normal (PEF değerleri
beklenenin, ya da hastanın en iyi değerinin % 80’inden daha fazla, günlük PEF
değişkenliği % 20’den az) ise hastada hafif intermittan astımın varlığından söz edilir.
2. Hafif persistan astım: En az son üç aydır semptomlar haftada birden fazla, ancak
günde birden az oluyor, günlük aktiviteyi ve uykuyu etkiliyorsa, kronik semptomlar
nedeniyle hastanın hemen her gün bronkodilatör ilaç gereksinimi oluyorsa, noktürnal
semptomlar ayda ikiden fazla oluyorsa ve PEF değerleri % 80’nin üzerinde, ancak
günlük PEF değişkenliği % 20-30 arasında ise hastada hafif persistan astımdan söz
edilir.
3. Orta persistan astım: Her gün semptomu olan, semptomlar nedeniyle günlük
aktivitesi ve uykusu etkilenen, haftada birden fazla nokturnal semptomu olan,
semptomları gidermek için her gün bronkodilatör ilaç kullanan, PEF değerleri % 60-80
arasında ve günlük PEF değişkenliği % 30’dan fazla olan hastalardır.
46
4. Ağır persistan astım: Bu grup hasta sürekli semptomatiktir. Tedaviye rağmen sık
alevlenmeler olur, çok sık gece semptomları ile uyanır, hastalık nedeniyle günlük
aktiviteleri sınırlanmıştır. PEF değerleri % 60’ın altında, günlük PEF değişkenliği %
30’dan fazladır.
Tablo 6 . Hastalığın şiddetinin sınıflandırılması80
Semptom/gündüz PEF veya FEV1
Hastalığın şiddeti Semptom/gece PEF değişkenliği
Hafif intermittan astım ≤ 2 gün/hafta ≥ % 80
≤ 2 gece/ay < % 20
Hafif persistan astım > 2/hafta fakat <1/gün ≥ % 80
> 2 gece/ay % 20-30
Orta persistan astım Günlük > % 60 - < 80
> 1 gece/hafta > % 30
Ağır persistan astım Sürekli ≤ % 60
Sıkça > % 30
2.7. Astımda tanı
2.7.1. Klinik özellikler
2.7.1.1. Öykü
Çocuklarda astım tanısı büyük oranda öyküden konur. Bir çocukta viral
enfeksiyon, egzersiz ve allerjen ile karşılaşma sonucu tekrarlayıcı özellikte wheezing
ve/veya öksürük oluşuyorsa astım akla gelmelidir. Çocuklarda astım en çok öksürük
atakları ile seyreder. Özellikle küçük çocuklarda en sık rastlanılan klinik tablodur.
Öksürük atakları genellikle noktürnal seyreder. Göğüste sıkışma hissi, nefes darlığı ve
wheezing daha az rastlanılan bulgulardır. Hastalığın klinik bulguları, çevresel
faktörlerle ile ilgili olarak hastadan hastaya, hatta aynı hastada aynı zaman diliminde
bile değişim gösterebilir.
2.7.1.2. Fizik muayene
Astımlı hastalar akut atak dışında başvurduklarında fizik muayeneleri tamamen
normal olabilir. Akut atak sırasında ise obstrüksiyonun derecesi ile değişen bulguları
47
vardır. Atağın şiddetine göre ortopne, dispne, takipne, yardımcı solunum kaslarının
kasılması siyanoz, bilinç bulanıklığı gibi fizik muayene bulguları saptanır. Dinlemekle
ral ve ronküs duyulur. Obstrüksiyon şiddetli ise wheezing kulakla duyulabilir ve hastada
“sessiz akciğer” denilen hava giriş ve çıkışının tamamen durması ile ilişkili tablo ortaya
çıkabilir. Kronik astımlı çocuklarda fıçı göğüs (göğüs ön-arka çapının artması)
saptanabilir.
2.7.2. Astımda laboratuar bulguları
2.7.2.1. Solunum fonksiyon testleri
Solunum fonksiyon testleri ile elde edilen objektif bulgular tanıyı destekler.
Akciğer fonksiyonlarının ölçümü astımın şiddetini değerlendirmede, astımın takibinde
ve hastanın tedaviye olan cevabını izlemede çok önemlidir. Akciğer fonksiyonlarındaki
anormallikler, havayolu obstrüksiyonunun derecesini ve astımın havayolu mekaniğine
olan etkisini yansıtmaktadır. Astımda obstrüksiyonun derecesinin saptanmasında
değişik parametreler kullanılmaktadır. Bunların içinde en sık tercih edilenler; zorlu vital
kapasite (FVC), birinci saniyedeki zorlu ekspirasyon volümü (FEV1) ve ekspiratuar
tepe akım hızı (PEF)’dır. FVC: Sağlıklı kişilerde vital kapasiteye (VC) eşittir, fakat
obstrüktif hastalıklarda daha düşüktür. FEV1’deki azalma, büyük hava yolu
obstrüksiyonunu düşündürür. MEF 25-75: beklenen değerin altında bulunması, orta ve
küçük hava yolları obstüriksiyonunu gösterir. Astım, FEV1/FVC oranında (Tiffeneau
indeksi) düşme ile tanımlanan obstrüktif bir akciğer hastalığıdır. Ayrıca diffüzyon
kapasitesinin normal ve havayolu obstrüsiyonunun parsiyel veye tamamen reversibl
olması nedeni ile amfizem, kistik fibrozis ve diğer obstrüktif akciğer hastalıklarından
ayırt edilebilir.3 Astımdan şüphe edilen hastaların başlangıçtaki değerlendirilmelerinde
mutlaka spirometri önerilmektedir. Daha sonra evde ekspiratuar tepe akım hızı
ölçümleri (PEF) havayolu obstrüksiyonunun derecesini, terapötik cevabın
monitorizasyonunu, semptomların değerlendirilmesi açısından faydalı olabilmektedir.3
Semptomların alevlenme döneminde tipik spirometrik anormallikler; FEV1, PEF,
FEV1/FVC oranında düşüş ve FEV1 düzeyinde bronkodilatatör sonrası % 12-% 15
arası değişen artıştır. Akciğer volümündeki diğer anormallikler; VC azalma ve FRC,
TLC ve RV de artıştır.3
48
2.7.2.2. Bronş provakasyon testleri
Solunum fonksiyon testleri normal sınırlarda olup, astım öyküsü veren
hastalarda bronş hiperreaktivitesini göstermek amacı ile yapılır. Bu amaçla metakolin ya
da histamin gibi hava yollarını daraltan maddeler kullanılmaktadır. Burada amaç FEV1
de bazal değere göre % 20 düşüş sağlayan kümülatif dozu bulmaktır. FEV1 de % 20
azalmaya neden olan doza provokatif doz (PD20), ya da provokatif konsantrasyon
(PC20) denir. Ayrıca egzersiz ile de bronş provokasyonu yapılmakta ve egzersiz sonrası
çocukların % 80-90’da bronkospazm oluşmaktadır. Testin pozitif kabul edilmesi için
egzersizden sonra bazal değerlere göre FEV1 de en az % 10’luk bir düşüşün saptanması
gerekir.95
2.7.2.3. Akciğer filmi
Yeni astım tanısı alacak olan hastalarda göğüs filmi astımla beraber olabilecek
hastalıkları ekarte etmek için çekilmelidir. Akut alevlenme esnasında sıklıkla
havalanmada artış ve mukus tıkaçlarının oluşturduğu atelektazi görülür. Şiddetli
astımda pnömotoraks ve pnömomediastinum da görülebilir.
2.7.2.4. Total IgE düzeyi
Total IgE ölçümünün astım tanısının konulmasında bir değeri yoktur. Yüksek
düzeyler allerjik astım tanısı koydurmadığı gibi düşük düzeyler de tanıyı ekarte
ettirmez.
2.7.2.5. Deri testleri ve Radioallergosorbent test (RAST)
Radioallergosorbent test ile kanda spesifik IgE düzeyleri saptanabilir. Atopiyi
araştırmak için yapılan testlerdir. Astımın tanısından ziyade hastalığın etiyolojisini
saptamada faydalıdır. Bunun için epidermal deri testleri (skin prick test)
kullanılmaktadır. Üç milimetreden daha büyük ödem reaksiyonu testin pozitif olduğunu
gösterir.
2.7.2.6. Periferik beyaz küre sayısı
Periferik hücre sayısının astım tedavisine az bir katkısı olsada, eozinofillerin
artışı hem astım tanısını koymada hem de astımın şiddetini belirlemede yardımcı
olabilir. Çocuklarda artmış absolü eozinofil sayısı ilerideki astım riski için gösterge
olabilir. Eozinofili, kandaki eozinofil sayısının priferik kandaki total lökositin %
49
10’undan fazla olması veya absolü değer olarak 1 mm3 kanda 300’ün üstünde olmasıdır.
Astımda balgamda veya nazal sürüntüde eozinofili saptamakla birlikte kanda eozinofili
beklenen bir bulgu değildir. Bu nedenle bir kişide eozinofili ile karşılaşıldığında astım
ile birlikte seyreden eozinofilik akciğer hastalıkları akla gelmelidir. 96
2.7.2.7. İnflamasyon belirleyicileri
Astımda inflamasyonun gösterilmesinde normal yolla çıkarılan ya da indükte
edilerek alınan balgam örneklerinde eozinofil ve metakromatik hücrelerin varlığı
değerlidir.97 Alerjik inflamasyonda rol oynayan önemli inflamatuvar hücrelerden biride
eozinofillerdir. Eozinofiller erken fazda dokuda, geç fazda ise dokuda ve lümende
bulunur. Eozinofiller lökotrien ve oksidanların önemli kaynağıdır. Eozinofiller başlıca
iki tip sekretuar granül içerir; spesifik granüller ve küçük granüller. Spesifik sekratuar
granüller, majör bazik protein, eozinofil katyonik protein (ECP), eozinofillerden
üretilen nörotoksin, eozinofil peroksidaz ve beta-glukoronidaz’dır. Bir eozinofil ürünü
olan eozinofil katyonik protein değişik astım şiddetlerinde farklı düzeylerde
bulunmuştur. ECP alerjik inflamasyonda epitel hasarına neden olmaktadır ve epitel
hasarı kronik astımın karekteristik özelliklerinden biridir. Solunum yollarında kolumnar
hücrelerin, bazal hücrelerden ayrılması sonucunda, epitel bütünlüğünün bozulmasına ve
epitel hücrelerinin lümene dökülmesine neden olur. ECP astımın faklı şiddetlerinde
değişik düzeylerde bulunmuştur.98,99 Triptaz ise mast hücrelerinde hazır bulunan,
allerjen uyarısı sonucunda salgılanan ve Tip I aşırı duyarlılık reaksiyonunda rol oynayan
bir mediatördür. Triptaz bazofillerde ihmal edilecek düzeyde bulunur. Triptaz basit
aminoasitlerdeki peptid ve ester bağlarını parçalar. Havayolunun düz kas hücrelerinde,
epitel hücrelerinde ve fibroblastlarda bir büyüme faktörü olarak da rol oynar.100
Bunların dışında ekspire edilen havada nitrik oksit (NO) ve karbonmonoksid (CO)
düzeyi astımlı olgularda sağlıklı kontrollere göre daha yüksek bulunmuştur.72
2.7.2.8. Allerjide inflamasyon takibi
Astımlı hastalarda gerek tanının kesinleştirmesi gerekse tedavinin etkinliğinin
izlenmesinde hava yolu inflamasyonunun takibi önemlidir. İnflamasyon takibinde
kullanılan başlıca belirtecler; inflamasyonda rol oynayan hücreler ve bu hücrelerce
salgılanan mediyatör ve sitokinlerin belli aralıklarla izlenmesidir. Örneğin astımlılarda
50
hem periferik kanda hem de havayollarında eozinofil sayısının belirgin düzeyde artığı
belirlenmiştir. Hava yolu inflamasyonunun takibinde dolaylı (inditekt) ve dolaysız
(direkt) göstergeler kullanılabilir (Tablo 7). Dolaylı göstergelerin doğrudan
inflamasyonu göstermemeleri kullanımlarını sınırlandırmaktadır.
Tablo 7. Allerjik inflamasyonun indirekt ve direkt göstergeleri
Allerjik inflamasyonun indirekt göstergeleri
Medikasyon skoru Semptom skoru Atopi skoru Solunum fonksiyon testleri Bronş hiperrektivitesi Zirve akım hızı değişkenliğinin takibi (PEF takibi) Kan ve idrarda inflamasyon belirteçlerinin takibi Allerjik inflamasyonun direkt göstergeleri
Bronş biyopsisi Bronkoalveolar lavaj İndüklenmiş balgam Ekspirasyon havasında NO düzeyinin ölçümü Yoğunlaştırılmış ekspirasyon havası belirteçleri
2.7.2.9. İndüklenmiş balgam
Balgam tetkiki invazif olmaması ve hava yollarını doğrudan temsil etmesil
ediyor olması nedeniyle, astımlılarda inflamasyonun takibinde tercih edilen bir
yöntemdir. Ancak astımlı hastaların çoğunun spontan balgam çıkarmaması, bu tetkikin
uygulanmasını güçleştirmektedir. İndüklenmiş balgam yönteminde hastalara hipertonik
salin inhale ettirilerk balgam örneği elde edilmeye çalışılır. Hipertonik salinin balgam
indükleme mekanizması çok iyi bilinmemekle birlikte, osmotik etki, mukosiliyer klirens
artışı, glandüler sekresyon artışı ve öksürük refleksini sitmülasyonu yolu ile etkili
olduğu düşünülmektedir. Hipertonik salinin hava yollarına nötrofil göçüne neden
olduğu ve bronkospazma neden olduğu için aynı hastada ikinci indükleme işlemi için en
az 48 saat beklenmesi gerektiği bildirilmektedir. İndüklenmiş balgamda sitolojik
inceleme ile birlikte ECP, MBP gibi eozinofilik proteinler, TNF-α, IL-8, IL-5, IL-13,
IL-4, IL-16 ve GM-CSF gibi sitokinler, lipid mediatörler, eotaksin ve MCP gibi
kemokinler, triptaz, albümin ve fibrinojen gibi medyatörler yüksek bulunmuştur.71-74
51
Astımlı hastalarda hastalığın ağırlık dercesine, atakta olup olmamasına ve
steroid kullanıp kullanmamasına göre % 5 ile % 29 arasında değişen oranlarda
eozinofili saptanmış ve bunun klinik göstergelerle bağlantılı olduğu bildirilmiştir Son
yıllarda ağır ve kronik astımlılarda balgam nötrofil sayılarınnında artmış olduğu ve
inhale steroide yanıtsızlık ile balgam nötrofil sayılarının ilişkili olduğu bildirilmektedir.
Bu nedenle, başlangıç eozinofil yüzdelerinin belirlenmesinin steroid tedavisine ihtiyacı
belirlemede önemli bir gösterge olduğu ileri sürülmektedir. Ayrıca, inhale steroid
teravisine rağmen eozinofilinin devam ettiği hastalarda ek inflamatuar tedavi
seçeneklerinin uygulanmasına işaret etmesi açısından da, balgamda eozinofilinin
gösterilmesi önem taşımaktadır. Fakat başlangıçta balgam nötrofil sayıları yüksek
bulunan hastalarda da steroidle inflamasyonun baskılandığını gösteren çalışmaların
yayınlanması, balgamda eozinofilinin steroide yanıtın gerçek göstergesi olup
olmayacağının belirlenmesi için daha fazla çalışmaya ihtiyaç olduğunu ortaya
koymaktadır.75-78 Bronkoskopik yöntemlerle indüklenmiş balgam yönemini karşılaştıran
çalışmalarda, indüklenmiş balgam eozinofil ve sitokin düzeyleri ile bronş lavajı, BAL
ve biyopsi eozinofil yüzdelerinin bağlantılı olduğunu göstermektedir. Bununla birlikte,
balgamda nonskuamöz hücre sayılarının BAL sıvısındakinde fazala olduğu
belirtilmektedir.79
2.7.2.10. Kan gazları
Arteriel kan gazı ölçümleri, arteriel oksijenizasyon üzerindeki havayolu
obstrüksiyonunun sonuçlarını ve karbondioksit düzeylerini yansıtır.101 Kan gazı
analizleri astımın akut alevlenme döneminde ve 30-60 dakikalık periyodda tedaviye
cevabın olmadığı, akciğer fonksiyon testlerinin şiddetle bozulduğu durumlarda
ölçülmelidir.
2.8. Ayırıcı tanı
Wheezing astımla ilişkili bir semptomdur, infant ve çocukluk döneminde en sık
görülen klinik bir bulgudur. Aşağı yukarı çocukların % 20’si 1 yaşına, % 33’ü 3 yaşına,
% 50’side 6 yaşına kadar en az bir kez wheezing atağı geçirebilir. Bu episodların büyük
bir kısmı viral solunum yolu enfeksiyonları ile tetiklenir. 102,103 Bu yaş grubunda
wheezing oluşturacak pekçok faktör akılda tutulmalıdır. Bunlar kistik fibrozis, anatomik
anormallikler (vasküler ring, trakeomalazi, bronkomalazi) yabancı cisim aspirasyonu ve
gastroözofagial reflüdür. Bu non-astmatik wheezinglerin mutlaka ekarte edilmesi
52
gereklidir. Altı yaşına kadar wheezing semptomlarının paterni ve başlangıç zamanı
temel alınarak çocuklar üç ayrı wheezing fenotipine ayrılırlar: 102,103
Geçiçi wheezing: İlk 3 yaşta şikayeti olan, 3 yaşından sonra şikayeti kalmayanlar
Kalıcı wheezing: İlk 3 yaşta şikayeti olan, 3 yaşından sonrada hala şikayeti devam
edenler
Geç başlangıçlı wheezing: İlk 3 yaşta şikayeti olmayıp, semptomları 3-6 yaş civarında
başlayanlar
Geçici wheezinglerde doğumdan itibaren muhtemelen azalmış akciğer
büyüklükleri nedeni ile akciğer fonksiyonları bozuktur. Zaman içinde normale dönerler.
Kalıcı wheezing astımlı ebeveyne sahip çocuklarda sıkça görülür.96 Önemli olan
persistan wheezingli çocukların doğumda normal akciğer fonksiyonlarına sahip
olmalarına karşın, hayatın ilk 5-10 yılı içinde akciğer fonksiyonlarında belirli bir düşüş
olmasıdır. Bundan dolayı akciğer fonksiyonlarının kaybı, mümkünse önlenmesi veya
azaltılması çocukların erken tanı ve tedavisi açısından çok önemlidir. Geç başlangıçlı
wheezing hayatın ilk 10 yılı içinde stabil akciğer fonksiyonu ve allerjik duyarlanmaya
karşı artmış bir yatkınlık ile ilişkilidir.102,103 Astım çocukluk çağında en sık görülen
hastalıklardan birisi olmasına rağmen her zaman spesifik klinik semptomlarla
seyretmediğinden tanıda bazı zorluklara neden olmaktadır. Göğüs ağrısı, öksürük,
hışıltı, nefes darlığı, hırıltılı solunum değişik akciğer hastalıklarında da görülebilir.
Astıma benzer şekilde kronik hışıltının eşlik ettiği intermittan öksürük veya sadece
intermittant öksürük yapan en sık hastalıklar rinosinüzit veya GÖR’dür. Hayatın erken
dönemlerinde saptanan kronik öksürük ve hışıltılı tekrarlayan aspirasyon pönomonisi,
yabancı cisim aspirasyonu, kistik fibrozis, bronkopulmoner displazi ve konjenital hava
yolu anomalisinde ortaya çıkabilir. Adolesenlarda vokal kord disfonksiyonu hışıltıya
neden olabilir. Bazı bölgelerde hipersensitivite pnömonosi, pulmoner parazitik
enfestasyonlar ve tüberküloz kronik öksürük ve hışıltının sık görülen nedenlerindendir.
Bronşiyolitis obliterans, interstisyel akciğer hastalıkları, primer sillier diskinezi, immün
yetmezlikler, allerjik bronkopulmoner mikozlar, konjestif kalp yetmezliği, lariks, trakea
ve bronşlara bası yapan lezyonlar veya bu olgulardaki kitle lezyonları astım
semptomlarını taklit eden diğer hastalıklardır16 (Tablo 8).
53
Tablo 8. Astım ayırıcı tanı
Üst solunum yolu patolojileri
-Alerjik rinit, kronik sinüzit, rinosinüzit -Tonsiller veya adenoid hipertrofi -Burunda yabancı cisim Orta solunum yolları patolojileri
-Laringotrakeobronkomalazi, laringeal veb, kist veya stenoz -Laringotrakeobronşit -Vokal kord disfonksiynu, vokal kord paralizisi -Takeaözofageal fistül, toksik madde inhalasyonu -Vasküler ring veya hava yoluna dışardan bası (tümör gibi) -Yabancı cisim aspirasyonu -Pasif sigara içiciliğine bağlı kronik bronşit Alt solunum yolları patolojileri
-Bronkopulmoner displazi -Gastroözefageal reflü -Kistik fibrozis, immünyetmezlik, kronik aspirasyon, immotil silia sendromu, primer silier diskinezi, -Allerjik bronkopulmoner mikozlar (aspergillozis gibi) -Bronşiolitis obliterans obliterans, viral bronşiolit -İnterstisyel akciğer hastalıkları -Eozinofilik Pulmoner İnfilitrasyonlar (Löffler sendromu, akut eozinofilik pnomöni, kronik eozinofilik pnomöni, idiyopatik hipereozinofilik sendrom) -Churg-Strauss vasküliti -Pulmoner hemosiderozis -Tüberküloz, pnömoni, hipersensitivite pnömonileri -Akciğer ödemi -İlaçlarla ilişkili kronik öksürük (beta-bloker, anjiyotensin konverting enzim (ACE) inhibitörler, glokom tedavisinde kullanılan göz damlaları)
2.9. Astım tedavisi
2.9.1. Astımda korunma
Günümüzde çocuklarda allerjik hastalıkların gelişmesinde etkin olabilecek
intrauterin ve postnatal risk faktörlerini saptayıp elimine etmek ve hastalığın gelişmesini
önlemek hedeflenir.
1. Primer koruma: Duyarlanmanın oluşmamasını, atopi gelişmemesini ifade eder.
Yüksek riskli infantları saptayıp perinatal allerji eliminasyonu yapmaktır. Kord kanı IgE
düzeyinin belirlenmesi atopi öyküsü araştırılmasından daha kıymetlidir. Riskli
54
infantlarda 4-6 ay anne sütü verilmesi ve solid gıdalara 6 aydan önce başlanmamasına
dikkat edilmelidir.
2. Sekonder koruma: Atopik duyarlanma gelişmiş kişilerde astım oluşmasını
engellemektir.
3. Tersiyer koruma: Hastalık geliştikten sonra alınması gereken önlemleri içerir.
Morbiditeyi en aza indirme hedeflenir. Tetik çekicilerden korunma demektir. Ev tozu
allerjen duyarlılığını azaltmak için gerekli önlemlerin alınması, evde tüylü hayvan
beslenmemesi, sigara içiminin önlenmesi ve katkılı gıda maddelerinin tüketiminin
minimale indirilmesi amaçlanır.
Hastanın tedaviye uyumu ve tedavinin etkinliği astım tedavisinde en önemli iki
değişkendir. Ne yazık ki, bu iki faktörün birbirini nasıl etkilediğini gösteren açık bir
metod yoktur. Hasta ve ailesi tedaviyi, faydalarını ve tedavinin riskini anladıklarında
uyum artmaktadır. Pek çok hasta için geçerli olan, tedaviye hiçbir zaman tam uyum
gösterememeleridir. Fakat verilen inhale kortikosteroide gösterilen uyum, hastalığın
mortalite ve morbiditesini azaltmaktadır. Hasta ilaçlardan fayda gördüğünde uyumunda
mükemmele doğru gittiği ve hastanın iyileştiği görülmektedir. İnhale ilaçların nasıl
kullanıldığı hastanın anlayabileceği bir şekilde anlatılmalı, çocuk için en uygun ilaç
kullanım sistemi (aleti) seçilmelidir. Özellikle küçük çocuklarda bu tedavilerin hem
faydaları hem de ne gibi sınırlamalar getirdiği tekrar tekrar anlatılmalıdır. Küçük
çoçuklar için MDI’ın spacer ve maske ile kullanımının en iyi sistem gibi olduğu
görünse de, bazı küçük çocuklarda nebülizer kullanımı gerekebilmektedir. Daha büyük
çocuklarda kuru toz inhaler ve MDI + spacer tercih edilen tekniklerdir. Bu tekniklerin
eğitimi, gözden geçirilmesi ve gözlemi çok önemlidir.104
2.9.2. Astım tedavisinin amaçları
Astım tedavisinde amaçlanan hedefler şunlardır:
*Gündüz ve gece minimal veya hiç semptomunun olmaması,
*Minimal veya hiç alevlenme olmaması,
*Aktivitesinde kısıtlanma olmaması; okul veya ebeveynlerin iş gücü kaybının
olmaması,
*Kısa etkili tedavilerin minimal kullanımı,
*Tedavinin minimal veya hiç yan etkisinin olmamasıdır.16,105
55
Bronşial astım hava yollarının kronik inflamatuar bir hastalığı olduğundan, tedavinin
amacı hava yollarındaki bu inflamasyonu kontrol altına almaktır. Hastalar anti-
inflamatuar ilaçları kullandıkları sürece inflamasyon baskılanır, buna bağlı olarak
semptomlar kaybolur, solunum fonksiyonlarında ve bronş hiperreaktivitesinde
düzelmeler sağlanır. Bu arada eğer hastanın semptomları ortaya çıkarsa bronkodilatör
ilaçlarla araya girilir. Dolayısı ile astım tedavisinde kullanılan ilaçlar iki ana grupta
toplanabilir:
i- Astımı kontrol altına alan ilaçlar (Anti-inflamatuar ilaçlar)
ii- Semptom giderici ilaçlar (Bronkodilatörler)
i. Kontrol edici ilaçlar
Bu grup ilaçlar hava yollarındaki inflamasyonu baskılarken semptomlarda
düzelme, solunum fonksiyonlarında normalleşme, bronş hiperreaktivitesinde azalma ve
hastanın yaşam kalitesinde artışa neden olurlar.
1-Steroidler
2-Kromolin ve nedokromil
3-Teofilin
4- Uzun etkili β2-agonistler
5-Lökotrien antagonistleri
ii. Semptom giderici ilaçlar
Bronkokonstrüksiyonu düzeltip, buna bağlı ortaya çıkan nefes darlığı, öksürük,
hışıltılı solunum ve göğüste sıkışma hissi gibi semptomları kısa sürede gideren
ilaçlardır. Bu ilaçlar yakınmaların olduğu dönemde oluşan semptomları gidermek için
kullanılırlar.
1-Kısa etkili β2-agonistler
2-Antikolinerjikler
3-Sistemik steroidler
2.9.3. Kontrol edici ilaçlar
2.9.3.1. İnhaler steroidler
Bugün bu grupta bilinen en etkin ve ilk seçenek anti-inflamatuar ilaçlardır.105
İnhale kortikosteroidler inhalasyon yolula alındıktan sonra bronş mukozsaındaki
56
hücrelerin membranından kolayca emilir. Sitoplazmada intrasitoplazmik glikokortikoid
reseptörlere (GKR) yüksek afiniteyle bağlanır. Glikokortikoid-glikokortikoid reseptör
kompleksi nükleusa göç eder ve kendisine özgü DNA’ya bağlanır. Oluşan RNA
yardımıyla inflamatuar olayları düzenler. Steroidler bütün bu anti-inflamatuar etkilerini,
hücrelerde DNA düzeyinde protein sentezini etkileyerek ortaya çıkarırlar. İnhale
kortikosteroidler inflamatuar olayları birçok yoldan baskılasa da, en çok nükleer faktör-
ĸB (NF- ĸB) ve aktive edici protein (AP-1) üzerinden etkilidir. Bu yolla çok sayıda
sitokinin yapımını düzenler. İnhale steroidlerin etkileri Tablo 9’da verilmiştir.
Tablo 9. İnhale steroidlerin etkileri
-Hücre membranlarının stabilizasyonu -Bronş mukozasındaki mast hücrelerinin sayısını azaltırlar -İnflamatuar hücrelerin bronş mukozasında birikimini azaltırlar -İnflamatuar hücrelerin aktivasyonu ve mediatör salınımını önler. -Bronş mukozasındaki eozinofil ve T lenfosit sayılarını azaltırlar -Mikrovasküler sızıntı ve ödemi azaltır. -Bronş düz kasında β2 reseptör sentezini arttırırlar. -Beta adrenerjik reseptör duyarlılığını artırırlar -IL-1, IL-2, IL-3, IL-4, IL-5, IL-6 ve IL-13 üretinin azalması -IL-2 reseptör üretiminin inhibisyonu -IL4, IL-5 aracılığıyla üretilen eozinofiller başta olmak üzere hücrelerin yaşam süresin azaltılası -GM-CSF ve TNF-α üretimini inhibe eder -Ekspirasyon havasındaki NO miktarını azaltırlar -Periferik kandaki eozinofil ve T lenfosit sayısını azaltırlar
Yapılan çalışmalar 2-3 ay gibi kısa sürelerle inhaler steroid kullanılmasının
hastanın semptomlarını ve solunum fonksiyonlarını düzelttiğini, ancak inflamasyonun
kontrol altına alınabilmesi için uzun bir süre kullanılması gerektiğini göstermektedir.3
Astım tedavisinde steroid kullanımının amaçları şu şekilde açıklanabilir:
1-Hastalığın altında yatan proçesin kontrolü veya hastalığın remisyon durumunun
sağlanması,
2-Elde edilen remisyonun yani kontrolün yan etkileri en az düzeyde tutacak şekilde,
mümkün olabildiğince uzun bir dönemde devam etmesini sağlamaktır.
Lokal yan etkileri:
1-Orofarengeal kandidiazis
57
2-Ses kısıklığı
3-Öksürük
Sistemik yan etkileri:
İnhaler steroidler doz ve biyoyararlanımına, barsaklardan absorbsiyonuna, karaciğerden
ilk geçiş metabolizmasına ve sistemik absorbe edilen fraksiyonuna bağlı olarak güçlü
yan etkileri vardır. Başlıcaları:
1-Büyüme ve gelişme geriliği
2-Osteoporoz
3-Sürrenal yetmezliğidir.
2.9.3.2. Kromolin ve nedokromil
İnhale steroidlere göre anti-inflamatuar etkileri daha zayıftır. Kronik astım
tedavisinde kullanılan, aynı özellikte fakat farklı iki yapıya sahip ilaçlardır.
Akciğerlerden hızla absorbe olurlar ve çok güvenlidirler. İnflamatuar hücre
aktivasyonunu, mediatör salınımını, allerjen ile indüklenen erken ve geç faz
bronkokonstrüksiyonu inhibe eder ve hava yolu hiperreaktivitesini azaltırlar.
Çocuklarda hafif astımda 4-6 hafta inhaler steroid başlamadan önce denenebilir.
Persistan astımlı çocuklarda ise, uzun dönem tedavide astım kontrolü için steroidler bu
grup ilaçlardan daha üstündür.
2.9.3.3. Teofilin
Teofilin fosfodiesteraz enzim inhibisyonu ve adenozin reseptör antagonisti
olarak bronkodilatatör etki yaptıkları ileri sürülmektedir. Alerjik inflamasyonda rol alan
eozinofil ve T lenfositlerin sayısını azatlığı bildirilmiştir. Ayrıca diyafragma
kontraktilitesini ve mukosiliyer klirensi artırır. Teofilin, hafif anti-inflamatuar etkisi
olan ve bronkodilatatör olarak kullanılan bir metilksantindir. Yavaş salınımlı teofilin
preparatları ve aminofilin hem çocuklarda hem de erişkinlerde kontrol edici ilaç olarak
kullanılabilir. Uygun maliyetinden dolayı pek çok ülkede hafif astımın tedavisinde
kullanılmaktadır. Astımın kontrolünü sağlamak için düşük veya yüksek doz inhale
steroid tedavisine eklendiğinde beklenen etki, steroidlere uzun etkili β2-agonist
eklenmesi ile oluşan etkiden daha düşüktür. Bu nedenle inhale steroid ve β2-agonist
ilaçlarla kontrol altına alınamayan hastalarda tedaviye eklenebilir. Özellikle noktürnal
semptomlarda ve solunum fonksiyonlarında düzelme sağlamakla birlikte ,bronş
58
hiperreaktivitesinde etkisi yoktur. Karaciğerde metabolize olduğundan teofilinin serum
düzeyleri, bu ilacın kullanımını etkileyen yaş, diyet, hastalığın evresi ve ilaç
etkileşimleri gibi pek çok faktör tarafından etkilenmektedir. Ek olarak teofilinin pek çok
doza bağlı yan etkisi vardır. Gastrointestinal (bulantı, kusma), kardiyovasküler
(taşikardi, aritmi) ve santral sinir sistemine (baş ağrısı, konvülsiyon) ait yan etkiler
oldukça sık görülür. GİS etkileri terapötik düzeylerde bile bazı hastalar tarafından tolere
edilmeyebilir. Bu nedenle teofilin kullanan hastalarda serum düzeyinin izlenmesi ve 5-
15 µgr/ml düzeyinde tutulması önerilir. Ailelerin ve öğretmenlerin teofilin kullanan
çocuklarda okul performanslarını etkilediği yönünde görüşleri olsa bile, pek çalışmada
bu ilişki henüz gösterilememiştir.106
2.9.3.4. Uzun etkili β-agonistler
Uzun etkili β agonistlerden salmeterol (parsiyel agonist) ve formoterol (tam
agonist) orta ve şiddetli persistan astım tedavisinde etkilidir. Tam agonist, parsiyel
agonist etkinin klinik olarak önemli olmadığı ancak reseptör sayısının azaldığı
durumlarda salmeterole cevap vermeyen hastaların formeterole cevap verebildiği
bildirilmiştir. Bronkodilatatör etkileri yanı sıra mast hücreleri ile bazofillerden mediatör
salınımını önlerler, damar geçirgenliğini azaltırlar ve antiinflamatuar etkileri vardır.
Ayrıca bronş düz kas hücre proliferesyonunu azaltır, anjiyogenezi azaltır, silia
hareketlerini artırırlar. Ancak bu etkileri zayıf olup tek başına kullanılmalarını
önlemektedir. Uzun etkili β agonistler günlük kontrol edici ilaç gerektiren hastalarda
tek ilaç olarak kullanılmamalıdır. Astımı suboptimal kontrol edilen ve inhale
kortikosteroid kullanan hastalarda bu ilaçlar, steroid dozunu çift kat arttırmaktansa
tedaviye eklenerek astımın kontrolü sağlanabilir.107
2.9.3.5. Lökotrien antagonistleri
Sisteinli LTR (LTC4, LTD4, LTE4) bronkospazm, kapiller permabilite artışı,
ödem, mukus hipersekresyonu ve eozinofilik inflamasyonda artışa neden olurlar.
Lökotrien antagonistleri yukardaki olayları bloke ederek etki gösterir. Lökotrien
antagonistleri ile aspirin duyarlı astım, egzersizle indüklenen astım, virüslarla
indüklenen astım ve premenstrüel astım gibi özel durumlarda iyi sonuçlar alınmaktadır.
Lökotrien sentezini inhibe eden ilaçlar ve lökotrien reseptör antagonistleri olarak iki
59
gruba ayrılırlar. Lökotrien sentezini inhibe eden ilaçlar 12 yaşından küçük çocuklarda
kullanımı henüz onaylanmadığından dolayı bu grupta kullanılmazlar ve astımlı
çocuklarda nadiren reçete edilirler. Lökotrien reseptör antagonistleri astımlı hastalarda
astım semptomlarını ve akciğer fonksiyonlarını düzeltir, ek β-agonist ihtiyacını azaltır.
Orta persistan astımlı hastalarda etkisi inhale kortikosteroidlerden daha azdır.108
2.9.3.6. Anti IgE tedavisi
Anti IgE (Omalizumab) aeroallerjenlere pozitif deri testine sahip, 12 yaş üstünde
ve ağır persistan astımlı vakalarda kullanılabilir. Ayrıca semptomları düzenli tedaviye
rağmen düzelmeyen hastalarda düşünülmelidir. Anti IgE tedavisinin kullanılması için
total IgE düzeyinin 30-700 IU/ml arasında olması gerekir. 2-4 hafta aralıklar ile
subkutan olarak uygulanır.109
2.9.4. Semptom giderici ilaçlar
2.9.4.1. β2-adrenerjik agonistler
Bugün klinikte β2 adrenerjik ilaçlar en potent ve hızlı bronkodilatatör olarak
kullanlmaktadır. İlacın pek çok formu (kısa, orta ve uzun etkili) ve veriliş sistemi (MDI,
nebülizer solüsyon, oral likit ve tabletler, inhale tozlar) mevcuttur. Hücre içi adenil
siklazı aktive ederek siklik AMP (cAMP) düzeyini artırır. Bu da kalsiyumun
kompartmanlar arasındaki hareketi için gerekli enerjiyi sağlar ve sonuç olarak bronş
düz kas relaksasyonu sağlar. Havayolu düz kasında gevşemeye ek olarak, mukosilier
klirensde artma, vasküler permeabilitede azalma ve mast hücrelerinden mediyatör
salınımını modüle eder. Yan etkileri; tremor, taşikardi ve anksiyete duygusunda
artmadır. Fakat bu yan etkiler ilaç inhalasyon yolu ile alındığında daha azdır.110 Astım
alevlenmelerinde akut kurtarıcı tedavi için orta etkili (albuterol, terbutalin, pirbuterol)
β2 agonistler MDI veya nebülizer formları 4-6 saat ara ile kullanılabilir. Kişinin
semptomlarını düzeltmek amacı ile haftada 2 kezden fazla β2 agonist ihtiyacının olması
durumunda, mutlaka alarm durumuna geçilmeli ve hastanın mevcut inflamasyonunun
daha agresif ve doğru tedavi edilmesi gerekmektedir. Sık β2 adrenerjik ilaçların
kullanımı inflamasyonun kontrol altında olmadığını gösterir. Devamlı β2 adrenerjik
ilaçları kullanılır ise aşağıdaki faktörlere bağlı olarak tolerans gelişir.
▪Taşiflaksi
60
▪β2 adrenerjik reseptör duyarlılığında azalma (subsensitivite)
▪Doruk etkinin azalması
▪Tekrarlayan kullanımların ardında etki süresinin azalması
▪Rebound bronkokonstriksiyon
▪Astım belirtilerinin şiddetlenesi
▪Bronş hiperreaktivitesinde artış
2.9.4.2. Antikolinerjikler
Muskarinik reseptörleri bloke edip, hava yollarında kolinerjik sinirlerden asetil
kolin salınımını bloke eder ve sonuç olarak bronş düz kasının vagal tonusunu azaltarak
bronkodilatasyon yaparlar. Yalnızca refleks kolinerjik bronkobstüriksiyonu önledikleri
ve bronş düz kaslarından histamin ve LT’ler gibi inflamatuar mediatörlere etkili
olmadıkları için astımlı hastalarda kısa etkili β2- agonistlere göre bronkodiltör etkileri
daha zayıftır ve daha geç ortaya çıkar.
2.9.4.3. Sistemik steroidler
Akut astım ataklarının önlenmesinde tercih edilir. Sistemik steroid tedavisi
atağın ağırlaşmasını ve erken relapsları önler, morbiditeyi ve acil servise başvuru
sayısını azaltır.
Tablo 10. İnfant ve küçük çocuklarda(≤5 yaş) astım basamak tedavisi16
Hastalığın şiddeti Günlük tedavi
Basamak 4
Şiddetli persistan
Önerilen tedavi:yüksek doz İKS+uzun etkili β-agonist eğer gerekirse sistemik kortikosteroid tablet veya şurup uzun dönem
Basamak 3
Orta persistan
Önerilen tedavi:düşük doz İKS+ uzun etkili β-agonist veya orta doz İKS Alternatif tedavi:düşük doz İKS+LTRA veya teofilin İhtiyaç olursa: Önerilen tedavi:orta doz İKS+uzun etkili β-agonist Alternatif tedavi: orta doz İKS+LTRA veya teofilin
Basamak 2
Hafif persistan
Önerilen tedavi:düşük doz İKS Alternatif tedavi:kromolin veya LTRA
Basamak 1
Hafif intermittan
Günlük tedaviye ihtiyaç yok
İKS: inhale kortikosteroid; LTRA: lökotrien reseptör antagonisti
61
Tablo 11. Erişkin ve çocuklarda (>5 yaş) astım basamak tedavisi105
Hastalığın şiddeti Günlük tedavi
Basamak 4 Şiddetli persistan
Önerilen tedavi:yüksek doz İKS+ uzun etkili β-agonist ve eğer gerekirse sistemik kortikosteroid tablet veya şurup uzun dönem
Basamak 3 Orta persistan
Önerilen tedavi:düşük-orta doz İKS+ uzun etkili β-agonist Alternatif tedavi:orta doz İKS dozuna yükseltmek veya düşük orta doz İKS veya teofilin İhtiyaç olursa: Önerilen tedavi:orta doz İKS yükseltmek+ uzun etkili β-agonist Alternatif tedavi:artmış İKS+lökotrien düzenleyici veya teofilin
Basamak 2 Hafif persistan
Önerilen tedavi:düşük doz İKS Alternatif tedavi:kromolin, lökotrien düzenleyici, nedokromil Veya teofilin SR (serum konsantrasyonu 5-15 µ/ml)
Basamak 1 Hafif intermittan
Günlük tedaviye ihtiyaç yok
İKS: inhale kortikisteroid; LTRA: lökotrien reseptör antagonisti
2.9.5. Spesifik allerjen immünoterapisi
Allerjen spesifik immünoterapi, hastanın duyarlı olduğu klinik olarak gösterilmiş
olan allerjen ekstresinin giderek artan subklinik dozlarda verilmesiyle hastanın immün
cevabını değiştirerek semptomların ve ilaç kullanımının azaltılması ya da ortadan
kaldırılmasını amaçlayan tedavi yöntemidir. Spesifik immünoterapinin (SİT) hastalığın
doğal seyrini değiştirebildiği ve yeni duyarlılıkların gelişimini önleyebildiğinin
anlaşılması üzerine, SİT yeniden güncel tedavi yöntemleri arasına girmiştir. Allerjen
spesifik immünoterapi, allerjen yanıtı daha koruyucu ve daha az zarar verici immün
yanıta değiştirerek hastalığın sadece doğal seyrini değiştirmekle kalmayıp uzun süreli
remisyon ve bazende kür de sağlayabilmektedir. SİT sonucunda allerjene spesifik Th1
sitokin yapımının eğemen olmasıyla, bellek Th1 lenfositlerinin çoğalmasının uzun
süreli allerjik cevapsızlıkta sorumlu olabileceği ileri sürülmektedir. SİT’nin etki
mekanizması henüz tam olarak aydınlatılamazsa da, bilimsel ve klinik veriler sonucu
bazı hiporezler ileri sürülmektedir.111, 112
İmmünoterapi allerjen hipersensitivitesini azaltan bir immünomodülasyondur.
Bu tedavide kişiye duyarlı olduğu bilinen allerjen artan dozlarda verilerek hastanın
62
immün cevabındaki modülasyon sonucu mevcut semptomlarının azaltılması hedeflenir.
Allerjik reaksiyonların patogenezinde allerjenle hümoral ve hücresel olaylar kombine
olarak uyarılır. Allerjik hastalarda yoğun allerjik tetikleyicilere akut olarak maruz
kalındığında semptomlar erken fazda ortaya çıkar. Devamlı karşılaşma da ise klinik
semptomların sadece erken fazda değil geç fazda da gelişmesi olasıdır. Bu olay
mediatör salınımı ve inflamasyonla sonuçlanır. Bu inflamasyon sadece bilinen
allerjenlerle değil nonspesifik irritanlarla da (sigara, soğuk hava) hava yolu
reaktivitesinin gelişmesine sebep olur. İmmünoterapi allerjik reaksiyonun hücresel
cevap, inflamatuar mediatör üretimi ve hümoral cevap ile ilgili komponentlerinin her
birine açıkça etki etmektedir. T hücreler allerjik inflamatuar cevapta önemli bir rol
oynamaktadır. İmmünoterapi ile istenmeyen inflamatuar yanıtı durdurma yeteneğinde
olan IL-2 spesifik sitokinler ve IFN-gama yapımı ile birlikte Th1 tip yardımcı hücreler
aracılığı ile etkilenen spefisik benign T hücre işleminin artışı olmaktadır. Aksi taktirde
çeşitli inflamatuar sitokinlerin oluşumu ile sonuçlanabilecek spesifik Th2’nin
oluşturduğu inflamatuar yanıtın direkt olarak azaltması da olasıdır. İmmünoterapinin
hücresel düzeydeki etkinliği erken ve geç faz reaksiyonlarında spesifik allerjenle ortaya
çıkan duyarlılık ve nonspesifik havayolu reaktivitesindeki azalma ile belirlenen allerjik
inflamatuar proçesteki baskılanma çalışmalarla ortaya konmuştur.
2.9.5.1. Tarihçe
Spesifik immünoterapi olarak da adlandırılan allerjen immünoterapi tekniği
1911 yılında Leonard Noon tarafından ortaya konmuştur.113 Saman nezleli hastalara 7-
14 gün arayla polen ekstraktlarını artan dozlarda vererek aylar sonra konjonktival
duyarlılıkta 100 kat azalma saptamıştır. Daha sonraki yıllarda da immünoterapinin
etkinliği açısından çeşitli çalışmalar yapılmış ancak kontrollü çalışmalar 1950’li
yıllardan beri yapılmaya başlanmıştır.114
2.9.5.2. İmmünoterapinin endikasyon ve kontrendikasyonları
Dünya Sağlık Örgütü’nün 1998 yılında yayınladığı raporda immünoterapi
endikasyonları astım ve allerjik rinit için ayrı ayrı verilmiştir. Astımla ilgili olarak
yayınlanan uzlaşı raporu immünoterapinin hastalığın ilaçlarla kontrol altına alınamadığı
hallerde veya allerjenden sakınmanın olanaksız olduğu durumlarda kullanılmasını
63
önerirken İngiliz Toraks Derneği astım tedavisinde immünoterapiye yer
vermemektedir.114 Mevcut hastalığın IgE aracılı olduğunun gösterilmesi, İnhaler
allerjenlerle spefisifik immünoterapi için kesin bir endikasyon olmamasına rağmen
allerji dernekleri arasında bile önerilen endikasyonlar çeşitlilik gösterir.115 (Tablo 12)
Tablo 12. İmmünoterapinin endikasyon ve kontrendikasyonları
Endikasyonlar
-Ağır astımı olmayan ve ilaç tedavisi ile FEV1 değerleri beklenenin %70 üzerinde olan hastalar, -Allerjenden korunma yöntemleri ve farmakolojik tedavi ile semptomları yeterince kontrol altına alınamayan hastalar, -Hem nazal hem de bronşial semptomu olan hastalar, -Uzun dönem ilaç tedavisini kabul etmeyen hastalar, ilaç tedavisinin istenmeyen reaksiyona yol açtığı hastalar. Kontrendikasyonlar
-Ciddi immünolojik hastalıklar ve immün yetmezlikler, 5 yaşından küçük çocuklar. -Maligniteler, -Ciddi psikolojik bozukluklar, -Beta bloker kullanımı, -Tedavi ile uyumsuzluk, -Ağır astım, (FEV1 < %70) (Hymenoptera duyarlılığı hariç) -Epinefrin verilmesi halinde yan etki riskini arttıracak ciddi kardiovasküler hastalıklar ,(Hymenoptera duyarlılığı hariç)
Allerjen immünoterapisi allerjik bireylerde allerjenle karşılaşma sonucu ortaya
çıkan semptomların azaltılması için allerjen ekstraktlarının artan dozlarda kademeli
olarak verilmesidir. İmmünoterapi allerjik hastalıkların doğal gidişini etkileyen tek
tedavidir ve allerjik rinitli hastalarda astım gelişimini engelleyebilir. İnsandaki allerjik
inflamasyonun en önemli belirleyeni sitokinlerin major rol oynadığı doku eozinofilleri,
bazofiller ve mast hücrelerinin IgE’ye bağımlı aktivasyonudur. Aktivasyonu takiben,
Th1 hücreleri IF-gama ve IL-2 üretirken IL-4 ve IL-5 üretemezler, oysa Th2 hücreleri
esas olarak IL-4, IL-5, IL-13 üretmektedir. Her iki alt grupta IL-3 ve GM-CSF
üretmektedirler. CD4+ Th hücrelerin bu fonksiyonel ikiye bölünüşü atopik donörlerden,
sağlıklı insanlardan ve enfeksiyonu olan hastalardan elde edilen T hücre klonlarının
analizi ile gösterilmiştir (Tablo 13).
64
Tablo 13. T lenfosit gruplarınca üretilen sitokinler 116
CD4+ T lenfosit ailesi Sitokinler
Th0 IL-2
Th1 IFN-γ, TNF-β
TNF-α, GM-CSF, IL-2, IL-3, IL-6, IL-8,
IL-10, IL-12, IL-13, IL-15
Th2 IL-4, IL-5, IL-9, IL-25
TNF-α, GM-CSF, IL-2, IL-3, IL-10,IL-13
T regülatör (TR) lenfositler IL-10, TGF-β
Th3 TGF-β, IL-4, IL-10
TR1 lenfositler IL-10, TGF-β
IL-4 ve son yıllarda tanımlanan IL-13 hücrelerde IgE ağır izotip dönüşümü için
önemlidir. Bu işlem Th1 sitokini olan IF-gama tarafından inhibe edilmekte, buna karşın
IL-12 tarafından artırılmaktadır. IL-5 dokudaki eozinofillerin varlığı aktivasyonu ve
son farklılaşma için major selektif bir büyüme faktörüdür. Muhtemelen eozinofillerin
apoptozisini inhibe eder. Allerjen spesifik immünoterapinin mekanizmaları ile ilgili ilk
çalışmalar dolaşan antikorlar ve efektör hücreler üstünde yoğunlaşmıştır. Son
çalışmalarda ise bu değişikliklerin allerjene T hücre cevabında immünoterapinin
etksinin sekonder olabileceği yönündedir. Mekanizma büyük bir olasılıkla heterojendir,
allerjenin doğallığına, allerjik hastalığın bulunduğu yere değişik adjuvanların
kullanımına ve konakçının genetik durumuna bağlıdır.
2.9.5.3. T Lenfosit cevabının değişmesi
En son çalışmalar, SİT’in allerjenle tekrarlayan karşılaşmaya, T lenfosit yanıtını
değiştirerek etki edebileceğini göstermektedir. T lenfositleri IgE yapımını, mast
hücrelerin, bazofillerin olgunlaşması ve kemik iliğindeki hücresel yanıtı
düzenlemektedir. İmmünoterapiyi takiben regülatuar T hücrelerinin (Tr1) fonksiyonları
değişmektedir. Allerjen spesifik immünoterapi ile CD3+ ve CD4+ T lenfositleri sayısı
azalırken CD8+ supresör T lenfositlerin artığı saptanmıştır. İmmünoterapi
immmünsüpresif Tr1’leri uyararak ve kısmende süpresör T lenfositlerin aktivitesini
65
artırarak Th1-Th2 dengesini Th1 yönüne değiştirir. Th2 hücrelerin oluşturduğu IL-4,
IL-5, IL-9, IL-13, TNF-α, ve IL1b gibi sitokinleri ve Th2 hücrelerin aktivasyon
markerları olan sIL-2R ve sCD30 salınımını azaltıp, Th1 hücrelerinin IL-2, IL-12, IL-
18, IFN-γ ve TNF-α gibi sitokinlerin salınımlarını artırarak T hücre sitokin salınımını
değiştirdiği saptanmıştır. 117,118 Regülatör/süpresör T hücrelerden IL-10 ve TGF-β
salınımı, allerjene spesifik periferik T hücrelerinde süpresyon yaparken, IgG4 ve IgA
sentezini indüklemkte, B hücrelerinden IgE yapımını ise baskılamaktadır. Astımda iki
sitokin doğal olarak inhibitör sitokindirler. Mononükleer hücreler T ve B lenfosit ve
mast hücrelerinden yapılan IL-10, Th1 lenfosit ve mononükleer hücrelerden sitokinlerin
üretimini ve proliferasyonunu inhibe eder. İL-10 aynı zamanda eozinofillerin yaşam
süresini ve IgE sentezini inhibe eder, B lenfositlerin IgG grubu antikor üretimi yönünde
sitümüle eder. IL-10 sentezleyen CD4+ Tr1 hücreler, allerjene spesifik Th2 bağımlı
allerjenik yanıtı baskılamktadır. IL-10, IgG4 üretimini artırarak etki gösterir. Ayrıca
süpresör CD8+ T hücrelerin artışı da etkili olabilmektedir. Özet olarak IL-10, B hücre
ilişkili reaksiyonlara yardım ederken, allerjene karşı spesifik T hücre yanıtı ve allerjik
reaksiyonları inhibe eder. Diğer inhibitör sitokin olan TGF-β’a mezenşimal hücrelerden
üretilir. TGF-β T ve B lenfositleri ve allerjik enflemasyonu inhibe eder iken
fibroblastları stimüle eder. Bu yüzden fibrozis gelişmesine de katkıda bulunur. TGF-β
aynı zamanda B hücrelerinden IgA yapımınıda stimüle eder. İmmünoterapinin allerjen
provakasyonunu takiben histamin salınımına neden olan faktör (HRT) üretimini
azalttığı gözlenmiştir.117-119
2.9.5.4. Hücresel olaylar
İmmünoterapi hedef hücrelerin sayısını ve fonksiyonlarını değiştirerk mast
hücreleri ve bazofillerden medyatör salınımını azaltır. İmmünoterapi sonrası, in vitro
allerjenle provakasyonu takiben, periferik bazofillerden histamin salınımını azaldığı
gösterilmiştir. Bu etki sIgE’de azalma ve IgG’de artış olmadan önce ortaya çıkmaktadır.
Cilt testi ve nazal reaktivitede azalma, muhtemelen mast hücresi ve bazofillerrden
mediyatör salınımının azalması sonucudur. Ayrıca immünoterapi sonucu hedef organda
mast hücreleri ve bazofillerin sayısı da azalmaktadır. Mast hücre-bazofil aktivitesi ve
sayısında azalma allerjenle karşılaşmayı takiben gelişen inflamatuar geç faz yanıtını da
66
baskılamaktadır. Ayrıca imünoterapinin bu antiinflamatuar etkisi, aktif mast hücresi ve
bazofillerin kemoatraktanlarla inflamasyon alanına göçünüde azaltmaktadır.120, 121
2.9.5.5. Spesifik IgE
Geleneksel immünoterapi sırasında serum allerjen spesifik IgE konsantrasyonu
başlangıçta yükselir ve aylar sonra kademeli olarak başlangıç düzeyine iner.120 Ancak
sIgE düzeyi azalmadan önce, hatta artış sırasında semptomların iyileştiği görülmüştür.
Bazı çalışmalarda serum IgE düzeyi artarken aynı zamanda bazofil histamin salınımı
veya hedef organ duyarlılığının azaldığı gösterilmiştir. Bu etkiler IgE bağımlı histamin
releasing faktör veya değişik fizyolojik özelliklere sahip farklı IgE izoformlarının
moleküler özelliklerine bağlı olabilir.120,121
2.9.5.6. Spesifik IgG
Allerjen spesifik IgG1 ve IgG3 FCεRII reseptör aracılığı ile eozinofil
degranülasyonunu indükler. İmmünoterapi ile indüklenen IgG antikorlar allerjeni bloke
eden antikorlar olarak rol oynar. Bu gözlemler allerjen bağlayan IgE ile yarışan IgG nin
bundan dolayı da mast hücrelerinin, IgE’ye bağlı aktivasyonunu bloke ettiği “blokan
antikorlar” teorisi ile desteklenmektedir. IgG subgrupları allerjik cevap üzerine değişik
etkilere sahiptir. İmmünoterapinin allerjen spesifik IgG’nin özellikle IgG1 ve IgG4
subgruplarında belirgin yükselmelere neden olduğunu göstermiştir. Yüksek IgG4 düzeyi
inhale allerjenler ile immünoterapinin yetersizliği ile ilişkilidir.114,117,120
2.9.5.7. Blokan antikorların yapımının uyarılması
İmünoterapi immünglobülinlerin allerjene bağlanma kapasitesini değiştirerek
allerjene spesifik IgE’ler yerine spesifik IgG ya da blokan antikorların bağlanmasını
sağlar. Blokan antikorların CD4+ T lenfositlerin aktivasyonunu önlediğide
gösterilmiştir. Böylece spesifik IgG hava yolu inflamasyonuna neden olan allerjenlerin
enzimatik aktivitesini engeller. İmmünoterapi uygulanması ile IgE düzeyi, başlangıçta
artmakla birlikte, devamında yıllar geçtikçe azalır. Ancak IgE düzeyi azalmadan önce,
hata başlangıçtaki artışı sırasında semptomların iyileştiği görülmüştür. Spesifik IgE
düzeyi ile klinik bulgular arasında korelasyon olmadığı için, SİT’in etkinliğini
değerlendirmede IgE düzeyinin takibi önerilmemektedir.120-122
67
2.9.5.8. Effektör hücreler
İmmünoterapi inflamatuar hücre toplanmasını, aktivasyonunu ve mediatör
salınımını azaltarak etki eder.114,120 İmmünoterapi hedef hücrelerin sayısını ve
fonksiyonlarını değiştirerek mast hücreleri ve bazofillerden medyatör salınımını azaltır.
İmmünoterapi sonrası in vitro allerjenle provakasyonu takiben, periferik bazofillerden
histamin salınımının azaldığı gösterilmiştri. Bu etki sIgE’de azalma ve IgG’de artış
olmadan önce ortaya çıkmaktadır. Cilt testi ve nazal reaktivitede azalma, muhtemelen
hücre membranında antijenik-IgE etkileşiminin devam etmesine rağmen mast hücreleri
ve bazofillerden medyatör salınımının azalması sonucudur. Ayrıca immünoterapi
sonucu hedef organda mast hücreleri ve bazofillerin sayısında azalmaktadır. Bu mast
hücreler-bazofil aktivitesi ve sayısında azalma allerjenle karşılaşmayı takiben gelişen
inflamatuar geç faz yanıtını baskılamaktadır.114,120,121
2.9.5.9. Lenfosit yanıtı
En son çalışmalar, SİT’in alerjenle tekrarlayan karşılaşmaya, T lenfosit yanıtını
değiştirerek etki edebileceğini göstermektedir. IgE yapımı, mast hücreleri ve
bazofillerin olgunlaşması ve kemik iliği hücresel yanıtı T lenfositler tarafından
düzenlenmektedir. İmmünoterapiyi takiben regülatuar T hücrelerinin (Tr1)
fonksiyonları değişmektedir. Allerjenle SİT ile CD3+ ve CD4+ T lenfositlerin sayısı
azalırken, CD8+ supresör T lenfositlerin arttığı bulunmuştur. İmmünoterapi
immünosüpresif Tr1’leri uyararak ve kısmende süpresör T lenfositlerin aktivitesini
artırarak Th1-Th2 dengesini Th1 yönüne değiştirir. Th2 hücrelerinin oluşturduğu IL-
4,5,9,13, TNF-α ve IL-1b gibi sitokinlerin ve Th2 hücrelerinin aktivasyon markırları
olan sIL-2R ve sCD30 salınımını azaltıp, Th1 hücrelerin IL-2,12,18, İFN-γ ve TNF-β
gibi sitokin salınımlarını artırarak T hücrelerinin sitokin üretimini değiştirdiği
saptanmıştır. 114,117,120,121 Ayrıca SİT Th0/Th1 oranını artırarak ya da Th2/Th0 oranını
azaltarak T hücre anerjisi ya da toleransı oluşturarak da etkili olabilir. Ayrıca SİT
Th0/Th1 oranını artırarak ya da Th2/Th0 oranını azaltarak T hücre anerjisi ya da
toleransı oluşturarak da etkili olabilmektedir. 123 Regülatör/süpresör T hücrelerinden IL-
10 ve TGF-β salınımı, allerjene spesifik periferik T hücrelerinde süpresyon yaparken,
IgG4 ve IgA sentezini indüklemekte, B hücrelerinden IgE yapımını ise baskılamaktadır.
İmmünsüpresif sitokin olan IL-10 sentezleyen CD4+ Tr1 hücreler, allerjene spesifik Th2
68
bağımlı antijenik yanıtı baskılamaktadır. 119 IL-10 üretiminin artması sonucu allerjene
karşı spesifik T hücre yanıtı önemli derecede azalmaktadır. IL-10, IgG4 üretimini
artırarak etkisini göstermektedir. Ayrıca süpresör CD8+ T hücrelerinin artışı da allerjen
spesifik T hücre yanıtının azalmasında etkili olabilmektedir. 119 Alveolar makrofajlar,
trombositler, mononükleer hücreler ve vasküler endotelyel hücrelerde muhtemelen mast
hücreleri ve bazofillerden histamin ve diğer medyatörlerin salınımına neden olan
faktörler üretmektedir. 114,117 Bronş hiperreaktivitesi ve astımın ciddiyeti lenfositlerin
histamin salınımına neden olan faktör (HRF) üretiminde artışa bağlıdır.
İmmünoterapinin allerjen provakasyonunu takiben HRF üretimini azatlığı gösterilmiştir. 117 Deri ve burundaki allerjen ile indüklenen geç yanıt ile ilgili yapılan çalışmalar
immünoterapinin lokal eozinofilde düşüş ve CD4+ hücre toplanmasında azalma ile
sonuçlandığını göstermektedir. Bu değişiklikler allerjen provakasyonu sonrası IF-gama
kopyalarını açığa çıkaran CD4+ subpopulasyonunda artma ile birliktedir. Oysa IL-4 ve
IL-5 için mRNA eksprese eden hücre sayısında değişiklik yoktur. Allerjik
inflamasyonda CD4+ T lenfositlerden temel olarak IL-4 ve IL-5 üreten Th2 alt grubu,
IFN-gama ve IL-2 üreten Th1 alt grubuna göre artmış aktivite gösterir. İmmünoterapi
ile lokal IL-12 ve CD8+ T hücrelerindeki artışın bu dengeyi Th2 hücreler aleyhine
bozduğu öne sürülmektedir. Düşük dozda allerjenin B hücreleri tarafından veya
dendritik hücreler tarafından sunulmasının Th2 yanıtını arttırabileceği, buna karşılık
yüksek doz antijenin makrofajlar tarafından sunulmasının Th1 yanıtı ön plana
çıkarabileceği bildirilmiştir. Bu da immünoterapide yüksek doz antijen verilmesi savını
desteklemektedir.114,117,120
2.9.5.10. İmmünoterapinin etkinliği
IgE-aracılı alerjik hastalıklardan arı venomu alerjisi, alerjik rinokonjoktivit ve
alerjik astımda SİT’nin etkili olduğu, birçok çift kör, plasebo kontrollü, rastgele
yöntemli klinik çalışmada gösterilmiştir. SİT, arı venomu alerjisinde % 90’lara varan
oranlarda en etkili tek tedavi yöntemidir.114,120 İmmunoterapinin etkili olduğunu
gösteren çalışmalar, alerjik rinitli hastalarda daha fazlayken, astımlı hastalarda daha
azdır. Bunun nedeni mevsimsel astım görülme sıklığının daha az olması, hastalığı aktive
eden viral enfeksiyon, sinüzit, hava kirliliği, sigara dumanı, soğuk hava, nem ve GÖR
gibi nonspesifik faktörlerin etkili olmaları astımlı hastalarda SİT’in etkinliğini
69
değerlendirmenin daha zor olmasıdır. Alerjik rinitli ve astımlı hastalarda SİT her iki
hastalık için de etkili olmaktadır.120, 121, 125 Ot/hububat polenleri, Dermatophagoides
pteronyssinus ve Dermatophagoides farinea ve ağaç polenleri ile SİT sonucu klinik
etkinliğin iyi olduğu birçok plasebo kontrollü çalışmada gösterilmiştir. Ancak kedi
allerjenleri, Alternaria, Cladosporium ile de SİT nin kısmen etkili olabileceği
belirtilmektedir. Köpek, fare, at ve hamamböceği duyarlılığı olan hastalarda veriler
oldukça az olup, henüz önerilmemektedir. Ayrıca polisensitize hastalarda SİT yeterince
etkili olmadığından önerilmemektedir.119,126 İmmünoterapinin etkili olabilmesi için
hem her enjeksiyonda verilen antijen miktarı hem de toplam antijen miktarı bakımından
ulaşılması gereken optimum bir doz söz konusudur. Bir çok çalışma immünoterapinin
yalnızca uygun dozda uygulandığında etkili olabileceğini göstermiştir. Öte yandan
yüksek dozda verilen immünoterapinin birlikte getirdiği sistemik anaflaksi riski de
aşikardır. Optimum dozdan kast edilen maksimum doz değildir. Optimum doz ciddi yan
etkilere yol açmadan klinik düzelme sağlayacak dozdur. İmmünoterapi yalnızca venom
ve inhalen allerjen duyarlılığına bağlı gelişen allerjik rinokonjonktivit ve allerjik astım
tedavisinde kullanılır.125
2.9.5.11. Spesifik immünoterapinin klinik etkinliğinin değerlendirilmesi
Alerjik rinit ve astımda immünoterapinin etkinliğinin değerlendirilmesinde
kullanılan en önemli parametreler; semptom kontrolü ve ilaç gereksinimin azalmasıdır.
Allerjik rinit ve astımda SİT’in etkinliğinin değerlendirilmesinde kullanılan en önemli
paremetreler aşağıdaki tablo 14’de gösterilmiştir.112,117,125
70
Tablo 14. Spesifik immünoterapinin klinik etkinliğinin değerlendirilmesinde kullanılan parametreler ▪Semtom skoru (semptomların kontrolü) ▪Medikasyon skoru (ilaç gereksinimin azalması) ▪Metakolin ve allerjen provakasyon testi (Spesifik ve nonspesifik bronş aşırı duyarlılığının azalması) ▪Standart ve dilüsyonlu deri prick testleri (allerjene deri testi cevabının azalması) ▪Allerjene spesifik IgE düzeyinin ölçümü ▪Allerjene spesifik IgG4 düzeyinin ölçümü (genellikle artar) ▪Nazal ve bronş biyopsilerinde CD4, CD8, CD25 gibi T lenfosit belirleyicilerinin saptanması ▪Nazal ve bronş biyopsilerinde eozinofiller ve mast hücrelerinin tespiti ▪Serum ve sekresyonlarda IL-4, IL-10, IL-12 ve IFN-γ mRNA gibi Th1 ve Th2 kökenli sitokinlerin ölçümü ▪İndüklenmiş balgamda total hücre sayımı ve dağılımının (eozinofiller, nötrofiller, alveolar makrofajlar, lenfositler ve bronş epitel hücresi) ▪İndüklenmiş balgamda sıvı faz göstergelerinin bakılması (TNF-α, IL-5, IL-8, GM-CSF, ECP, eozinofil kaynaklı nörotoksin, EPO, miyeloperoksidaz, insan nötrofil lipokalini, histamin, triptaz, fibrinojen, albümin, nitrik oksit türevleri, intrasellüler adezyon molekülü-1, musin benzeri glikoprotein, deoksiribonükleik asid) ▪Nazal lavaj sıvısında total hücre sayımı ve dağılımının gösterilmesi (eozinofiller, nötrofiller, makrofajlar, lenfositler ve epitel hücresi) ▪Nazal lavaj sıvısında sıvı faz göstergelerinin bakılması (ECP, triptaz, EPO, IL-3, IL-4, IL-8, GM-CSF, IL-13, makrofaj migrasyon inhibitör faktör)
2.9.5.12. İmmünoterapi etki süresi
İmmünoterapinin kesilmesinden yıllar sonra bile uzamış etkiye sahip olduğunu
gösteren çalışmalar mevcuttur. Ayrıca SİT yeni duyarlılıkların gelişiminide öneyebilir.
Subkütan SİT’in etkisinin, tedavi kesildikten sonrada uzun süre devam ettiği, mevsimsel
semptom skorları ve ilaç alımlarında azalmanın devam ettiği gösterilmiştir. 114, 120
2.9.5.13. İmmünoterapide istenmeyen reaksiyonlar
Eğer immünoterapi allerji uzmanı tarafından ve endikasyonlarına tam olarak
uyularak yapılırsa reaksiyon sıklığı çok düşüktür. Buna rağmen nadiren fatal
olabilir.114,117,120 İmmünoterapi mutlaka sistemik reaksiyona müdahale edebilecek
eğitimli personel ve ekipmanın hazır bulunduğu bir ortamda yapılmalıdır.
1. Lokal reaksiyonlar: Enjeksiyon yerinde 2 cm’den küçük hiperemi ve endürasyon
büyük lokal reaksiyonlarından ayrılmalıdır. Dört cm ve daha büyük çaplı reaksiyonlar
ciddidir. 24 saat veya daha fazla sürebilir, sistemik reaksiyonla birlikte olabilir veya bir
71
sonraki dozda sistemik reaksiyon olabileceğini düşündürmelidir. Lokal reaksiyon soğuk
uygulama ve oral bir antihistaminik ile rahatlatılır. İmmünoterapi dozu lokal reaksiyon
yapmayan doza azaltılır. Dozlar arasındaki aralık en azından 1-2 hafta aralıkla
artırılmalıdır.
2. Jeneralize reaksiyonlar: İmmünoterapinin en korkulan ve en önemli reaksiyonudur.
Sistemik reaksiyonların büyük çoğunluğu ilk 30 dakika içinde gelişir. Ciddi anaflaksi,
generalize veya hafif ürtiker, anjioödem, rinit, ve astım bulguları olabilir. Anaflaktik
reaksiyonlar birkaç dakika içinde ölümle sonuçlanabilir. Anaflaksinin erken belirti ve
bulguları elde ve başta kaşıntı, ciltte yaygın eritem ve öksürüktür. Anjioödem, laringeal
ödem, ciddi astım, hipotansiyon ve şok hızla gelişir. Hemen subkutan veya
intramuskular adrenalin, intravenöz sıvı, steroid, antihistaminikler, anti-astmatik ilaçlar
ve oksijen verilmeli ve hasta trandelenburg pozisyonuna alınmalıdır. Hasta gecikmiş
anafilaktik reaksiyon riskinden dolayı en azından 24 saat hastanede gözlenmelidir.
Sistemik reaksiyonda doz 10 kat azaltılır ve çok yavaş artırılır.
3. Vazovagal reaksiyonlar: Bunlar anaflaktik reaksiyonlardan ayırt edilmelidir.
Vazovagal reaksiyonda düşük kan basıncı, anormal hızlı nabızdan çok anormal yavaş
nabızla birliktedir. Cilt soğuk veya ılıktır. Terleme olabilir. Ürtiker veya anjioödem
yoktur. Spesifik tedavi gerekmez hasta genellikle trendelenburg pozisyonuna cevap
verir. Doz değişimi gerekmez.
72
2. GEREÇ VE YÖNTEM
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı,
Pediatrik Allerji ve İmmünoloji polikliniğinde anamnez ve laboratuar tetkikleri ile izole
Alternaria allerjisi saptanan 7-15 yaş grubundaki astımlı ve/veya rinitli 24 çocuk
ailelerinden izin alınarak bu araştırmaya dahil edildi. Çalışmaya alınan hastaların
tümüne GINA (Global Initiative for Asthma) rehperine göre astım tanısı konuldu. 13
Hastaların bir kısmında astım ile birlikte ARIA84 ya da EAACI86 kriterlerine göre
alerjik rinit saptandı. İzole Alternaria duyarlılığı olup SİT endikasyonu konan ve
aşağıdaki kriterlere uyan 24 hasta çalışmaya alındı. Hastalar İT alan ve almayan olarak
2 gruba ayrıldı. Grup I’e İT alan 12 hasta (6 astım, 6 astım+rinit), grup II’ye İT
endikasyonu konan ancak aileleri tarafından kabul edilmeyen 12 ( 5 astım, 7 astım +
rinit) çocuk alındı. Çalışma süresince 8 hasta kendilerinin ve ailelerinin isteği üzerine
çalışmadan çıkarıldı (3 hasta immünoterapi alan grupta, 5 hasta kontrol grubunda) ve 16
hasta çalışmayı tamamladı. Çalışma için lokal etik kuruldan onay alındı. Aralık 2006 -
Kasım 2007 tarihleri arasındaki bir yıllık veriler toplandı. Tüm hastalar çalışma
süresince diğer medikal tedavilerine devam ettiler.
3.1. Çalışmaya kabul kriterleri:
1- Astım tanısı alması
2- Prick test ve RAST ile sadece Alternaria’ya karşı duyarlılığın saptanması
3- Alternaria ile yapılan BPT’ne pozitif cevap alınması
4- Korunma ve medikal tedavi ile yeterli cevap alınamaması
5- Daha önce immünoterapi almamış olması
6- 7-15 yaş arasında olması
7- Şiddetli astımının olmaması
8- Hastada herhangi bir kronik hastalığın (hipertansiyon, otoimmünite, malignite vb.)
bulunmaması
Grup I’e ALK® firmasının Alternaria 402 preparatı ile subkütan İT uygulandı. Hastalar
ve kontrollerin semptomlarının mantar sporları ile ilişkili olup olmadığı, yıl boyu devam
73
edip etmediği, yakınmalarının sıklığı, şiddeti ve aldıkları tedavi sorularak öğrenildi.
Tüm çocukların detaylı fizik muayeneleri yapıldı.
3.2. Çalışma düzeni
Çalışma 5 yıl süren prospektif bir araştırma olarak planlandı. Birinci yılın
sonundaki veriler yan dal uzmanlık tezi olarak değerlendirildi ve araştırma halen devam
etmektedir. Hastaların demografik özellikleri (yaş, cinsiyet, tanı, hastalık süresi,
hastalığın şiddeti) bir form doldurularak kaydededildi. Hastalar, çalışmanın
başlangıcında ve birinci yılın sonunda tablo 5’te görülen tetkikler ve periyodik izlemleri
süresince 1 aylık aralıklarla sistemik muayeneleri ve solunum fonksiyon testleri
yapılarak klinik ve laboratuar olarak incelendi. İlk başvurudan sonra 1 yıl içindeki
klinik durumları göz önüne alınarak semptomların Alternaria ile ilişkili olup olmadığı,
yıl boyu devam edip etmediği değerlendirildi. Çalışmanın başlangıcında her olgunun
astım ve/veya rinit şiddeti belirlendi ve GINA uzlaşı raporuna göre tedavileri
düzenlendi. Astımlı hastalara antiinflamatuvar olarak budesonid (ölçülü doz inhaler 200
µg/doz) ve/veya montelukast 5 mg çiğneme tableti düzenli, gerektiğinde bronkodilatatör
olarak salbutamol (ölçülü doz inhaler 100 µg/doz) kullanıldı. Rinitli hastalarda ise nazal
steroid olarak momentason nazal sprey gerektiğinde, antihistaminik olarak desloratadin
şurup veya tablet gerektiğinde almaları önerildi.
Tüm hastalara çalışmanın başlangıcında ve birinci yılın sonunda metakolin
provakasyon testi yapıldı. Metakolin provakasyon testinden 10 gün sonra hastalardan
nazal lavaj sıvısı ve/veya indükte balgam alındı ve eş zamanlı olarak kan eozinofil
sayısı, serum triptaz ve ECP düzeyini ölçmek için kan alındı. Aynı gün öğleden sonra
hastalar kliniğe yatırılarak Alternaria ile bronş provakasyon ve/veya nazal provakasyon
testi yapıldı. Bir gün sonra tekrar nazal lavaj sıvısı ve/veya indükte balgam elde edildi
ve eş zamanlı olarak kan eozinofil sayımı, serum triptaz ve ECP düzeyini ölçmek için
kan alındı (Şekil 3).
74
Şekil 3. Çalışma Düzeni
T0: Çalışmanın başlangıcında bronş provakasyon ve/veya nazal provakasyon testlerine başlamadan önceki sonuçlar T1: Çalışmanın başlangıcında bronş provakasyon ve/veya nazal provakasyon testlerinden sonraki sonuçlar T2: Çalışmanın 12. ayında bronş provakasyon ve/veya nazal provakasyon testlerine başlamadan önceki sonuçlar T3: Çalışmanın 12. ayında bronş provakasyon ve/veya nazal provakasyon testlerinden sonraki sonuçlar
Metakolin Provakasyon Testi
10 gün sonra
Nazal lavaj sıvısı ve/veya indükte balgam örneklerinin alınması. Eş zamanlı olarak kan eozinofil sayımı, serum spesifik IgE, triptaz ve ECP düzeyini ölçmek için kan alındı.
09:00
Bronş provakasyon ve/veya nazal provakasyon testi
12:00
16:00
Bir gün sonra
Nazal lavaj sıvısı ve/veya indükte balgam örneklerinin alınması. Eş zamanlı olarak kan eozinofil sayımı, serum spesifik IgE, triptaz ve ECP düzeyini ölçmek için tekrar kan alındı.
09:00
T0 veya T2
T1 veya T3
75
Tablo 15. Çalışmada grup I ve II’ye yapılan tetkikler
- Solunum fonksiyon testi
- Bir yıllık günlük PEF ölçümü
- Standart deri prick testi
- Alternaria ile dilüsyonlu deri prick testi
- Total IgE
- Alternaria spesifik IgE
- Serum ECP ve triptaz düzeylerinin ölçümü
-Kan eozinofil düzeyinin ölçümü
- Nazal lavaj sıvısı ve/veya indükte balgam alınması*
- İndükte balgam ve/veya nazal lavaj sıvısından ECP ve triptaz düzeyi ölçümü
- Metakolin ile bronş provakasyon testi
- Alternaria ile bronş provakasyon ve/veya nazal provakasyon testi**
- Bir yıllık aylık semptom skoru
- Bir yıllık aylık medikasyon skoru
- Çalışmanın başlangıcında ve sonunda yapılan yaşam kalite skoru (astım ve/veya rinit için)
- Çalışmanın başlangıcında ve sonunda yapılan vizüel analog skoru
-Çalışmanın başlangıcında ve sonunda yapılan atopi skoru
*Astım tanısı alan vakalarda indükte balgam, astım+rinit tanısı alan vakalarda ise hem nazal lavaj sıvısı hem de indükte balgam alındı. **Astım tanısı alan vakalarda Alternaria ile bronş provakasyon testi, astım+rinit tanısı alan vakalarda ise Alternaria ile hem bronş provakasyon testi hem de nazal provakasyon testi yapıldı.
3.3. Solunum fonksiyon testleri
Başlangıçta ve izlem boyunca her ay standart bir spirometre (ZAN 100
spiromed) cihazı ile solunum fonksiyon testleri yapıldı. FVC, FEV1, FEV1/FVC, PEF
ve MEF 25-75 parametreleri değerlendirildi.
3.3.1. PEF değerlerinin ölçümü
Her hastaya evde PEF değerlerini ölçmek üzere peakflowmetre ve bu değerleri
kaydedecek bir form verildi. Bir yıl boyunca her gün sabah ve akşam üçer kez üfleyerek
en yüksek değeri bu forma nasıl kayıt edecekleri ve peakflowmetre aletini nasıl
kullanacakları öğretildi. Hastaların günlük PEF değişkenlikleri forma kaydedildi.
Hastaların kaydettiği sabah-akşam PEF değerlerinden günlük PEF değişkenliği
aşağıdaki formüle göre hesaplandı.
76
En yüksek PEF – en düşük PEF
Günlük PEF değişkenliği: X 100
½ (En yüksek PEF + en düşük PEF)
3.4. Semptom skorunun belirlenmesi
Hastaların yıl boyu devam eden mevcut semptomlarını takip etmek ve semptom
skorunu belirlemek üzere hazırlanan formlar verildi. Astım tanısı konulan hastalar astım
semtom skoru, astım ve rinit tanısı alan hastalar ise hem astım semtom skoru hem de
rinit semptom skoru formlarını doldurdular. Hastalara semptomlarını nasıl
kaydedecekleri öğretildi. Astım tanılı hastalar öksürük, nefes darlığı, hırıltılı solunum ve
göğüste sıkışma hissi, rinit tanılı hastalar ise hapşırma, burun tıkanıklığı, burun akıntısı,
boğaz ve damakta kaşıntı, göz kaşıntısı, göz kızarıklığı ve gözde sulanma septomları
açısından değerlendirildi. Semptomlarını aylık hazırlanmış formlara (0=yok,
1=önemsiz, 2=hafif, 3=orta, 4=şiddetli) her gün kaydetmeleri istendi. Kontrol vizitlerine
geldiklerinde kaydettikleri takip formları toplandı.127,128
3.5. Medikasyon skorunun belirlenmesi
Hastaların astım ve rinitle ilişkili medikasyon skorları aylık olarak bir form
doldurularak yapıldı. İmmünoterapi öncesi rutin olarak alının antihistaminik ilaçların
forma yazılmaması istendi. Rinit medikasyon skoru tablo 16’ya, astım medikasyon
skoru tablo 17’e göre hesaplandı.128,129
Tablo 16. Günlük medikasyon Skoru (Rinokonjunktivit)
Medikasyon Skor
Oral antihistaminik 1 Levocabastin göz damlası (0,5 mg/ml) 2
Nazal steroid 100 mcg/gün 200 mcg/gün
2 3
Montelukast 1 Prednisone (max 50 mg/gün) 1,6/5mg
77
Tablo 17. Günlük medikasyon Skoru (Astım)
Medikasyon Skor
Salbutamol 1
İnhale steroid 0-200 (mcg/gün)
200-400
400-800
800-1600
>1600
1
2
3
4
5
Montelukast 1
İnhale steroid + uzun etkili β-2 agonist 3
Oral prednisone (max 50 mg/gün) 1,6/5 mg
3.6. Hayat kalitesinin belirlenmesi
Hayat kalitesini değerlendirmek üzere, astımlı130 ve rinitli131 hastalara İT öncesi
ve İT sonrası bir anket uygulandı (Tablo 18, Tablo 19).
78
Tablo 18. Astımda hayat kalitesini belirlemek için kullanılan form
Geçtiğimiz hafta boyunca astımın yüzünden ne kadar rahatsız olduğunu bana söylemeni istiyorum. Hangi kartı kullanacağını ben
söyleyeceğim. Geçtiğimiz hafta boyunca astımın yüzünden ne kadar rahatsız olduğunu en iyi tanımlayan numarayı seç.
1-Geçtiğimiz hafta boyunca (koşma, yüzme, merdiven çıkma/tepelere tırmanma, bisiklete binme gibi) BEDENSEL
FAALİYETLERİN sırasında astımın yüzünden ne kadar rahatsız oldun? (MAVİ KART)
2-Geçtiğimiz hafta boyunca HAYVANLARLA BİRLİKTE İKEN (ev hayvanlarıyla oynarken, hayvanları beslerken) astımın
yüzünden ne kadar rahatsız oldun? (MAVİ KART)
3-Geçtiğimiz hafta boyunca teneffüste oynama, arkadaşların ve ailenle beraber bir şeyler yapma gibi ARKADAŞLARIN VE
AİLENLE BİRLİKTE YÜRÜTTÜĞÜN FAALİYETLERİN sırasında astımın yüzünden ne kadar rahatsız oldun? (MAVİ
KART)
4-Geçtiğimiz hafta boyunca ÖKSÜRÜK seni ne kadar sıkıntıya soktu? (MAVİ KART)
5-Geçtiğimiz hafta boyunca astımın yüzünden ne sıklıkta kendini ÜZGÜN VE KIRGIN hissettin? (YEŞİL KART)
6- Geçtiğimiz hafta boyunca astımın yüzünden ne sıklıkta kendini YORGUN hissettin? (YEŞİL KART)
7- Geçtiğimiz hafta boyunca astımın yüzünden ne sıklıkta kendini ENDİŞELİ YA DA KAYGILI hissettin? (YEŞİL KART)
8- Geçtiğimiz hafta boyunca ASTIM KRİZLERİ seni ne kadar rahatsız etti? (MAVİ KART)
9- Geçtiğimiz hafta boyunca astımın yüzünden ne sıklıkta kendini KIZGIN hissettin? (YEŞİL KART)
10- Geçtiğimiz hafta boyunca GÖĞSÜNDEKİ HIRILTI seni ne kadar rahatsız etti? (MAVİ KART)
11-Geçtiğimiz hafta boyunca astımın yüzünden ne sıklıkta kendini TEDİRGİN (SIKINTILI*) hissettin? (YEŞİL KART)
(*eğer sadece hasta tedirgin kelimesini anlamazsa kullanın)
12-Geçtiğimiz hafta boyunca GÖĞSÜNDEKİ SIKIŞMA seni ne kadar rahatsız etti? (MAVİ KART)
13- Geçtiğimiz hafta boyunca astımın yüzünden ne sıklıkta kendini FARKLI YA DA DIŞLANMIŞ hissettin? (YEŞİL KART)
14- Geçtiğimiz hafta boyunca NEFES DARLIĞI seni ne kadar rahatsız etti? (MAVİ KART)
15. Geçtiğimiz hafta boyunca ne sıklıkta kendini BAŞKALARINDAN GERİ KALMA NEDENİYLE ÜZGÜN VE KIRGIN
hissettin? (YEŞİL KART)
16. Geçtiğimiz hafta boyunca astımın seni ne sıklıkta GECE UYKUNDAN UYANDIRDI? (YEŞİL KART)
17. Geçtiğimiz hafta boyunca astımın yüzünden ne sıklıkta kendini KEYİFSİZ hissettin? (YEŞİL KART)
18. Geçtiğimiz hafta boyunca ne sıklıkta NEFES ALAMADIĞINI hissettin? (YEŞİL KART)
19. Geçtiğimiz hafta boyunca astımın yüzünden ne sıklıkta BAŞKALARINA UYAMADIĞINI hissettin? (YEŞİL KART)
20. Geçtiğimiz hafta boyunca astımın yüzünden ne sıklıkta sıkıntılı bir GECE UYKUSU uyudun? (YEŞİL KART)
21. Geçtiğimiz hafta boyunca ne sıklıkta ASTIM KRİZİ GELECEK DİYE KORKTUĞUNU hissettin? (YEŞİL KART)
22. Geçtiğimiz hafta boyunca yaptığın faaliyetlerin hepsini birden düşün. Astımın bu faaliyetleri yürütürken seni genel olarak ne
kadar rahatsız etti? (MAVİ KART)
23. Geçtiğimiz hafta boyunca ne sıklıkta DERİN BİR NEFES ALMADA güçlük çektin? (YEŞİL KART)
YANIT SEÇENEKLERİ
YEŞİL KART MAVİ KART
1. HER ZAMAN 1. AŞIRI DERECEDE RAHATSIZ
2. ÇOĞU ZAMAN 2. ÇOK RAHATSIZ
3. OLDUKÇA SIK 3. OLDUKÇA FAZLA RAHATSIZ
4. BAZEN 4. BİRAZ RAHATSIZ
5. ARADA BİR 5. ÇOK AZ RAHATSIZ
6. HEMEN HEMEN HİÇ 6. HEMEN HEMEN HİÇ
7. HİÇ BİR ZAMAN 7. HİÇ RAHATSIZ DEĞİL
79
Tablo 19. Allerjik rinit hayat kalitesi formu
Geçtiğimiz hafta boyunca rinokonjonktivitin yüzünden ne kadar rahatsız olduğunu bana söylemeni istiyorum. Hangi
kartı kullanacağını ben söyleyeceğim. Geçtiğimiz hafta boyunca rinokonjonktivitin yüzünden ne kadar rahatsız
olduğunu en iyi tanımlayan numarayı seç.
1. Geçen hafta boyunca tıkalı ve kapalı bir burundan ne kadar şikayetin oldu? (MAVİ KART)
2. Geçen hafta boyunca hapşırıktan ne kadar şikayetin oldu? (MAVİ KART)
3. Geçen hafta boyunca burun akıntısından ne kadar şikayetin oldu? (MAVİ KART)
4. Geçen hafta boyunca burun kaşıntısından ne kadar şikayetin oldu? (MAVİ KART)
5. Geçen hafta boyunca kaşıntılı gözlerden ne kadar şikayetin oldu? (MAVİ KART)
6. Geçen hafta boyunca akıntılı,sulu gözlerden ne kadar şikayetin oldu? (MAVİ KART)
7. Geçen hafta boyunca şiş, şişkin gözlerden ne kadar şikayetin oldu? (MAVİ KART)
8. Geçen hafta boyunca ağrılı gözlerden ne kadar şikayetin oldu? (MAVİ KART)
9. Geçen hafta boyunca burunda ve gözlerde ovalama ne kadar şikayetin oldu? (MAVİ KART)
10. Geçen hafta boyunca burundan nefes almada zorluk ne kadar şikayetin oldu? (MAVİ KART)
11. Geçen hafta boyunca mendil taşıma ihtiyacı şikayetin ne kadar oldu? (MAVİ KART)
12. Geçen hafta boyunca allerjinden dolayı ne kadar ilaç almak zorunda kaldın? (MAVİ KART)
13. Geçen hafta boyunca ağız kuruma şikayetin ne kadar oldu? (MAVİ KART)
14. Geçen hafta boyunca boğazda kaşıntı şikayetin ne kadar oldu? (MAVİ KART)
15. Geçen hafta boyunca baş ağrısı şikayetin ne kadar oldu? (MAVİ KART)
16. Geçen hafta boyunca allerjin nedeni ile dışarıda aktivitende kısıtlanma şikayetin ne kadar oldu? (MAVİ KART)
17. Geçen hafta boyunca allerjin nedeni ile ne sıklıkta kendini yorgun hissettin? (YEŞİL KART)
18. Geçen hafta boyunca allerjin nedeni ile ne sıklıkta kendini sürekli iyi hissetmedin? (YEŞİL KART)
19. Geçen hafta boyunca allerjin nedeni ile ne sıklıkta kendini asabi/asık suratlı hissettin? (YEŞİL KART)
20. Geçen hafta boyunca allerjin nedeni ile kendini ne kadar utangaç hissettin? (YEŞİL KART)
21. Geçen hafta boyunca allerjin nedeni ile ne kadar uyumakta zorluk çektin? (YEŞİL KART)
22. Geçen hafta boyunca allerjin nedeni ile ne sıklıkta gece uyandın? (YEŞİL KART)
23. Geçen hafta boyunca allerjin nedeni ile ne kadar dikkatini toplamakta zorluk çektin? (YEŞİL KART)
YANIT SEÇENEKLERİ
YEŞİL KART MAVİ KART
6. HER ZAMAN 6. AŞIRI DERECEDE RAHATSIZ OLMUŞ
5. ÇOĞU ZAMAN 5. ÇOK RAHATSIZ OLMUŞ
4. OLDUKÇA SIK 4. OLDUKÇA FAZLA RAHATSIZ
3. BAZEN 3. BİRAZ RAHATSIZ OLMUŞ
2. ARADA BİR 2. ÇOK AZ RAHATSIZ
1. HEMEN HEMEN HİÇ 1. NADİREN RAHATSIZ
0. HİÇBİR ZAMAN 0. HİÇ RAHATSIZ DEĞİL
80
3.7. Vizüel analog skoru
Vizüel analog skoru 10 cm’lik bir skala üzerinde hastanın kendisini hastalığı ile
ilgili olarak nerede hissettiğini belirtmesi ve işaretlemesi istendi (O: kendini hiç iyi
hissetmediği ve semtomlarının şiddeti olduğu durum, 10: kendini en iyi hissettiği ve hiç
semptomunun olmadığı durum).Vizüel analog skalası Grup I ve Grup II hastalarda İT
öncesi ve İT sonrası nümerik değer verecek şekilde ağrı VAS modifiye edilerek
uygulandı.132
3.8. Deri testi (Prick testi)
Grup I ve Grup II hastaya da çalışmanın başlangıcında 32 allerjen (ağaç,
ot/hububat ve yabani ot polenlerini, mantar sporlarını, ev tozu akarlarını, hayvan tüyü
ve epitellerini ve besin antijenlerini içermekteydi) kullanılarak prick (delme) yöntemi
ile deri testi uygulandı (ALK Prick test solüsyonları). Testlerden 10 gün önce
antihistaminik ilaçları almaması istendi. Standart delme sağlamak için ALK prick lanset
kullanıldı. Negatif kontrol olarak serum fizyolojik (SF), pozitif kontrol için 10
mg/ml’lik histamin kullanıldı. Reaksiyonlar 15-20 dakika sonra aynı kişi tarafından
okundu. Deri testinin değerlendirmesi endurasyon çapına göre yapıldı ve ≥3 mm
değerler pozitif kabul edildi (Reaksiyon derecesi ölçümü ödem plağı ve hipereminin
çapına göre yapıldı).
3.8.1. Dilüsyonlu deri testi
Deri testinde izole altarneria allerjsi tespit edilen hastalara çalışmanın
başlangıcında ve birinci yılın sonunda Alternaria ile dilüsyonlu deri testi yapıldı (ALK
prick test solüsyonları ile) Testlerden 10 gün önce antihistaminik ilaçları almaması
istendi. Altarneria test solüsyonları 1/1000, 1/3000, 1/10.000, 1/30.000 ve 1/100.000
dilüsyonda hazırlandı. Bu dilüsyonlar yukardaki sıraya göre prick (delme) yöntemi ile
standart delme sağlamak için ALK prick lansetleri kullanılarak yapıldı. Negatif kontrol
olarak serum fizyolojik (SF), pozitif kontrol için 10 mg/ml’lik histamin kullanıldı. Deri
testinin değerlendirmesi endurasyon çapına göre yapıldı ve ≥3 mm değerlerde reaksiyon
veren dilüsyonda test pozitif kabul edildi.
81
3.8.2. Atopi skoru
Atopi skoru allerjen ile oluşan endurasyon çapının, histamin ile oluşan
endurasyon çapına göre boyutunun % değeri (% 25, % 50, % 100 ve % 200) olarak
hesaplanır. Bu şekilde atopi skoru +1, +2, +3 ve +4 olarak belirtilir (Tablo 20).
Tablo 20. Atopi skorunun hesaplanması
Allerjen endurasyon çapı histamin endurasyon çapının % 25 kadar ise;
Allerjen endurasyon çapı histamin endurasyon çapının % 50 kadar ise;
Allerjen endurasyon çapı histamin endurasyon çapının % 100 kadar ise;
Allerjen endurasyon çapı histamin endurasyon çapının % 200 kadar ise;
+1
+2
+3
+4
3.9. Kan eozinofil düzeyinin ölçümü
Tüm hastaların çalışmanın başlangıcında ve birinci yılın sonunda (provakasyon
öncesinde ve 24 saat sonrasında) kan eozinofil sayımı ( /mm3) yapıldı. Total kan
eozinofil sayısı hemocytometry aracılığıyla hematoxylen-eosin boyası ile tespit edildi.
3.10. Serum total IgE düzeyi ölçümü
Serum IgE düzeyleri turbimetrik yöntem ile Alfa Wasserman kitleri kullanılarak
bakıldı ve sonuçlar IgE için IU/ml olarak ifade edildi.
3.11. Phadiotop testi
Genel bir atopi tarama testi olan ve inhalen allerjenlere karşı spesifik IgE’leri
değerlendiren phadiatop testi tüm hastalar için çalışmanın başlangıcında ve birinci yılın
sonunda Pharmacia CAP Sistem RAST FEIA yöntemi ile bakıldı. Testin
değerlendirilmesinde <0,90 kUA/l değeri negatif, 0,90-1,10 arası şüpheli pozitif ve
1,10-1000 arası değerler pozitif olarak kabul edildi.
3.12. Alternaria spesifik IgE düzeyinin ölçümü
Spesifik IgE Pharmacia CAP Sistem RAST FEIA ile bakıldı. Serum
örneklerinden 50’şer mikrolitre ve Alternaria capleri kuyucuklara yerleştirildi. Referans
82
olarak 6 çift standart kullanıldı. “Cap”ler ön yıkamadan geçirildi. Serumların üzerine
yerleştirilerek yarım saat inkübe edildi. Bu sırada diğer kuyucuklara 50 mikrolitre
enzim anti-IgE konuldu. İnkubasyon sonunda “cap”ler yıkandı, hazırlanan enzim anti-
IgE üzerine eklendi ve 2,5 saat inkübe edildi. Diğer boş kuyucuklara gelişim solüsyonu
konuldu, yıkanmış “cap”ler bu solüsyonun üzerine eklendi ve 10 dakika beklendikten
sonra okuma plate’ine geçildi. Yıkayıcının elüte programında durdurma solüsyonu
eklenerek reaksiyon durduruldu. Flourocount’tan okunan sonuçlar WHO IgE standart
kalibratörüne göre kUA/l olarak değerlendirildi. Buradaki allerjen spesifik antikor
yerine kullanılarak 0,35 kUA/l ve üzerindeki değerler pozitif, altındaki değerler negatif
veya okunamayacak kadar az antikor varlığının kanıtı olarak kabul edildi. RAST
sınıflaması bu değerlendirmeye göre aşağıdaki şekilde yapıldı133 (Tablo 21).
Tablo 21. Allerjen spesifik IgE için RAST sınıflaması
RAST SKORU kUA/l YORUM
0 0,35 ve altı Yok veya çok düşük
1 0,35-0,69 Düşük pozitif
2 0,7-3,4 Orta pozitif
3 3,5-17,4 Yüksek pozitif
4 17,5-49 Çok yüksek
5 50-99 Çok yüksek
6 100 ve üstü Çok yüksek
3.13. İndüklenmiş balgamın elde edilmesi
Astım tanısı alan vakalarda indükte balgam, astım+rinit tanısı alan vakalarda ise
hem indükte balgam hemde nazal lavaj sıvısı alındı.73,134 Balgam indüksiyonundan 6
saat önce bütün hastalara inhale bronkodilatatör tedavi kullanmamaları söylendi. Ancak
balgam indüksiyonundan hemen önce tüm hastalara rutin olarak inhale salbutamol (200
μg) verildi. Salbutamol inhalasyonundan önce ve salbutamol inhalasyondan 10 dakika
sonra solunum fonksiyon testleri (FVC ve FEV1) yapıldı. Daha sonra % 4,5’lik
hipertonik tuzlu su ultrasonik nebülizer (Hikoneb 906S, Kare Medical, Ankara, Turkey)
83
(ultrasonik nebulizatör çıkışı 1ml/dk’ya ayarlandı) aracılığıyla hastaya inhale ettirildi.
Aletin çalışması 1, 2, 3, 4, 8 ve 16 dakikalara ayarlandı. Hipertonik salin inhalasyonu
boyunca her bir inhalasyon periyodundan bir dakika sonra FVC ve FEV1 ölçümü
yapıldı. FEV1’de % 20’lik düşme olması veya rahatsızlık verici semptomlar (nefes
darlığı, öksürük) oluşursa hipertonik salin inhalasyonu hemen kesildi. Hipertonik salin
inhalasyonu başladıktan 10 dakika sonra her 5 dakikada bir hastaların boğaz ve ağzını
su ile çalkalamaları söylendi (postnazal akıntı ve tükrük kontaminasyonu önlemek için),
daha sonra öksürmeleri ve bir petri kutusunun içine balgam çıkarmalarını istendi. Salin
inhalasyonu hastada yeteri miktarda balgam elde edimezse bile son inhalasyondan (16
dak) sonra durduruldu. Ancak yeteri kadar balgam elde edilirse (en az 3-4 balgam
plağı) işlem daha erken de durduruldu. Alınan materyalin tükrük kontaminasyonunu en
aza indirmek amacıyla yapışkan ve yoğun kısımları seçildi. Daha sonra mikroskop
altında incelendi ve ağırlığı tartıldı. Elde edilen balgam buzdolabında en fazla 2 saat
saklandı. İndükte balgamı Spanevello ve ark. tarif ettiği gibi aşağıdaki şekilde kimyasal
işlemler uygulandı.134 Alınan indükte balgamın içine ağırlığının 4 katı kadar 1/10
oranında distile su ile sulandırılmış Dithiothreitol (DTT; Sputalysin; Calbiochem Corp.,
San Diego, CA) eklendi. Bu karışım daha sonra petri kutusunun içinden pasteur pipeti
ile yavaşça aspire edildi ve tüp içine konuldu ve 15 saniye süreyle vortekslendi
(Vortex V1 plus BOECO Germany). Daha sonra tüp Hettich Zentrıfugen Unıversal 16
R aletinin (vorteks cihazında) içine konup 37 °C’de 20 dakika süresince karıştırıldı.
Sonraki basamakta ise karışımın (balgam ve DTTkarışımı) 4 katı kadar (yaklaşık 1 cc)
phosphate-buffered saline (PBS) eklendi ve 5 dakika süresince elde çalkalandı. Bir
sonraki aşamada karışım bir naylon filitreden (Millipore, Somerset, PA, USA) (50 µm
çapında) geçirildi. Daha sonra 2000 devirde 5 dakika santrifüj edildi. Santrifüj edilen
karışımın üst kısmındaki süpernatan aspire edildi ve sıvı faz göstergeleri (triptaz ve
ECP) çalışılana kadar -80 ºC’de saklandı. Tüpün altında kalan hücre sedimentinin
üzerine eşit volümde PBS eklendi. Daha sonra Neubauer hücre çemberi ile (Blaubrand,
Wertheim, Germany) total hücre sayımı yapıldı. Canlı hücreler total hücre sayısının
yüzdesi olarak ifade edildi. Balgamdaki hücre canlılığı % 50’den az ve skuamöz hücre
% 20’den fazla ise balgam değerlendirmeye alınmadı. Sonraki aşamada tüpün altında
kalan kısımdan sitospin cihazından 450 rpm de 6 dakikada (Cytospin 4, Shandon Corp.
Pittsburgh, PA, USA) otomotik olarak hazırlanan preparatlar havada kurutuldu ve
84
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Bölümünde Papanicolau (PAP) ya da
May-Grunwald-Giemsa methodları ile 2 saat içinde boyandı.
3.13.1. İndükte Balgam Preaparatlarının Değerlendirilmesi
Balgam preparatlarının ışık mikroskobunda 40’lık objektifle sitolojik
değerlendirmeleri yapıldı. İndükte balgam preparatlarının istenilen özellikte olması için
squamöz hücre sayısının % 20’den az ve her alanda görülebilir miktarda alveolar
makrofaj hücrelerinin olması esas alındı. Her preparat için 400 nonskuamöz hücre
sayıldı. Daha sonra eozinofil, nötrofil, alveolar makrofaj, lenfosit ve bronş epitel
hücrelerinin sayıları toplam nonskuamöz hücrelerin yüzdesi olarak ifade edildi.74
3.14. Nazal lavaj sıvısının elde edilmesi135
Nazal lavaj sıvısının elde edilmesi için hasta oturur pozisyonda başı arkaya
doğru yatay düzlemle 30 derece açıda ekstansiyon pozisyonuna getirildi. Daha sonra her
iki burun deliğine önceden 30 °C sıcaklığa getirilmiş 3 ml serum fizyolojik solüsyonu 3-
4 kez püskürtüldü. Bu sırada hastadan 10 saniye kadar bu pozisyonda kalması,
yutkunmaması ve nefesini tutması istendi. On saniye sonunda hastanın boynu fleksiyon
pozisyonuna getirildi ve serum fizyolojik, mukus karışımını polipropilen bir kap içine
spontan olarak boşaltması beklendi. Aynı işlemler diğer burun deliği içinde tekrarlandı.
Hastanın her iki burun deliğinden toplanan nazal lavaj sıvısı bir tüpe kondu ve 450-470
devirde 10 dakkika süreyle santrifuj edildi. Bir sonraki aşamada tüpün üstündeki
süpernatant kısmı aspire edilip, ependiform tüplere konup ECP ve triptaz düzeyleri
çalışmak amacıyla -80 °C’de dipfrizde saklandı. Daha sonra jinekoloji uzmanları
tarafından kullanılan sitolojik fırça ile her iki burun deliğinden sürüntü materyali alındı.
Sitolojik fırça orta meatusa sokuldu ve dikkatli bir şekilde 360° çevrildi. Aynı işlem
diğer burun deliği içinde tekrarlandı. 135 Nazal sürüntü alınan sitolojik fırça hemen 5 ml
phosphate-buffered saline (PBS) içeren 15 ml’lik polystyrene plastik tüp içine konuldu.
Fırça, tüpün içinde kuvvetli bir şekilde silkelendi ve oda ısısında 30 dakkika inkübe
edildi. Nazal sürüntü alınan fırça tüpün içinden çıkartıldıktan sonra, kalan sıvı 400
devirde (g) 10 dakkika santrifüj edildi. Santrifüj edilen karışımın üst kısmındaki
süpernatan kısmı aspire edildi ve alta kalan kısımdaki hücre sedimentine 250 µL PBS
eklendikten sonra Neubauer hücre çemberi ile (Blaubrand, Wertheim, Germany) total
85
hücre sayımı yapıldı. Son aşamada ise nazal yayma preparatları sitosipin cihazı
(Cytospin 4, Shandon Corp., Pittsburgh, PA, USA) ile otomotik hazırlandı (400
devir/dakikada 10 dakkika) ve May-Grunwald-Giemsa methodu ile Çukurova
Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Bölümünde boyandı.
3.14.1. Nazal Lavaj Sıvısı Preaparatlarının Değerlendirilmesi
Hazırlanan preparatların ışık mikroskobunda 100’lük objektifle immersion yağı
aracılığıyla incelendi. Her bir yayma için 200 hücre sayıldı ve eozinofillerin sayısı
yüzde olarak ifade edildi.
3.15. İndükte balgam, nazal sıvı ve serum eozinofilik katyonik protein ölçümü
ECP, fluoro-immunoassay yöntemiyle ticari kitler ile (Pharmacia ECP CAP
sistem FEIA yöntem, Pharmacia Diagnostics AB, Uppsala, Sweden) ve üretici firmanın
direktiflerine uygun olarak Pediatrik Alerji-İmmünoloji laboratuvarında çalışıldı.
Çalışmanın başlangıcında ve birinci yılın sonunda provakasyon testlerinden önce ve
sonra alınan serum, indükte balgam ve/veya nazal lavaj sıvıları test gününe kadar -80
°C’de saklandı. Test günü deepfreeze’den çıkarılan örneklerin oda ısısına gelmesi
beklendi. Daha sonra örneklerde homojen bir konsantrasyon elde etmek için
vortekslendi (Vortex V1 plus BOECO Germany). Serum ECP düzeyleri
sulandırılmanda UniCAP 100 (Pharmacia ECP CAP sistem FEIA yöntem, Pharmacia
Diagnostics AB, Uppsala, Sweden) cihazı ile çalışıldı. Buna karşın nazal sıvı üretici
firmanın direktiflerine uygun olarak, test kitinin orijinal dilüenti ile ½ oranında (50 μL
dilüent + 50 μL nazal sıvı), indükte balgam ise test kitinin orijinal dilüenti ile ¼
oranında (150 μL dilüent + 50 μL nazal sıvı) sulandırıldıktan sonra çalışıldı. Serum ECP
düzeyleri gerçek değer olarak kabul edildi. Ancak nazal ECP sonuçlarının 10 katı (
x10), indükte balgamda ölçülen ECP sonuçlarının ise 12 katı ( x12) gerçek değer
olarak kabul edildi ECP için 2,0 μg/l nin üzerindeki değerler pozitif olarak kabul edildi.
3.16. İndükte balgam, nazal sıvı ve serum triptaz ölçümü
Triptaz fluoro-immunoassay yöntemiyle (Pharmacia Triptaz CAP sistem FEIA
yöntem, Pharmacia Diagnostics AB, Uppsala, Sweden) ve üretici firmanın direktiflerine
uygun olarak Pediatrik Alerji-İmmünoloji laboratuvarında çalışıldı. Çalışmanın
86
başlangıcında ve birinci yılın sonunda provakasyon testlerinden önce ve sonra alınan
serum, indükte balgam ve/veya nazal lavaj sıvıları test gününe kadar -80 °C’de saklandı.
Test günü deepfreeze’den çıkarılan örneklerin oda ısısına gelmesi beklendi. Daha sonra
örneklerde homojen bir konsantrasyon elde etmek için vortekslendi (Vortex V1 plus
BOECO Germany). Serum triptaz düzeyi sulandırılmanda UniCAP 100 (Pharmacia
ECP CAP sistem FEIA yöntem, Pharmacia Diagnostics AB, Uppsala, Sweden) cihazı
ile çalışıldı. Sonuçlardan serum triptaz değerleri gerçek veri olarak kabul edildi. Nazal
sıvı ve indükte balgamdaki triptaz düzeyleri ise üretici firmanın direktiflerine uygun
olarak sırasıyla 1/8, 1/4 ve 1/2 dilüsyonda ölçüldü. Ancak bu dilüsyonlarda pozitif
değer elde edilmedi. Bunun üzerine alınan materyaller sulandırılmadan ölçüm yapıldı ve
pozitif sonuçlar saptandı. Nazal sıvı ve indükte balgamdaki triptaz sonuçlarının 9 katı (
x9) gerçek değer olarak göz önüne alındı. Triptaz için 1,0 μg/l nin üzerindeki değerler
pozitif olarak kabul edildi.
3.17. Metakolin ile bronş provakasyon testi
Grup I ve Grup II’deki olgulara İT öncesi ve birinci yılın sonunda ATS
rehperine göre 136 metakolin ile bronş provakasyon testi yapıldı. Test sırasında olguların
herhangi bir semptomu yoktu ve FEV1 değerleri beklenen değerin % 80’in üzerinde idi.
Son 4 hafta içinde geçirilmiş bir astım alevlenmesi ve solunum sistemi enfeksiyonu
hikayesi mevcut değildi. Kısa etkili inhale bronkodilatörler 24 saat önce, uzun etkili
inhale bronkodilatörler 48 saat önce, lökotrien reseptör antagonistleri 24 saat önceden
kesildi.137 Nebülize methylcholine chloride (Acetyl-β methylcholine chloride, Sigma
Co., St. Louis, USA) (Sigma®) % 0,9 salin solüsyonu içinde 0,025 mg/ml den
başlayarak iki kat artan dozlarda 25,0 mg/ml’ye (0,025, 0,25, 2,5, 10,25 mg/ml) kadar
hazırlandı. Metakolin uyarı testi için beş soluk dozimetre yöntemi kullanıldı137. Teste
başlamadan 30 dakika önce metakolin solüsyonları buzdolabından çıkartılıp oda
sıcaklığında bekletildi. Metakolin konsantrasyonları hazırlandıktan sonra test boyunca
stabilitelerini kaybetmemeleri için buz kabının üzerine konuldu. Hastaya SFT yapıldı.
FEV1 değeri % 80’in üzerinde olması halinde teste devam edildi. Başlangıçta 1 cc ile %
0,9 salin solüsyonu ultrasonik nebülizer (Koko Dosimeter, Ferraris Respiratory,
Louisville, USA) içine konuldu. Nebülizatör cihazı çalıştırıldıktan sonra hastadan 5 kez
ard arda derin soluk alıp vermesi istendi. Nefes alıp verme sırasında hastanın burnuna
87
bir mandal takıldı. Serum fizyolojik inhalasyonundan 1 dakika sonra FEV1’de ≥ % 20
düşme tespit edilmediği zaman metakolin provakasyon testine geçildi. Hastaya 0,025
konsantrasyonunda 1cc metakolin nebülizatör aracılığıyla verildi ve inhalasyonundan
1.ve 3. dakikalardan sonra SFT yapıldı. İki dakika süreyle beklendi. Metakolinin
kümülatif etkisini devamlı tutmak için maksimum 5. dakika içinde diğer konsantrasyona
geçildi. Aynı işlemler yukarıda belirtilen metakolin konsantasyonları için 5 dakika
arayla sırayla tekrarlandı. Metakolin provakasyon testine FEV1 de % 20 ve üzerindeki
düşme sağlanana kadar devam edildi. Bu düşme elde edilmez ise 25 mg/ml doza
ulaşıldığında test sonlandırıldı. FEV1’deki azalmanın değerlendirilmesi için testin
başangıcında yapılan bazal SFT göz önüne alındı. Ayrıca hastada test sırasında ortaya
çıkan öksürük, göğüste sıkışma hissi, hırıltlı solunum, wheezing ve nefes darlığı gibi
semptom ve bulgularda FEV1’deki düşme ile birlikte değerlendirildi. FEV1’de ≥ % 20
azalmaya neden olan PC20 değeri (FEV1’de % 20 düşmeye sebep olan metakolin
konsantrasyonu) logaritmik olarak son iki konsantrasyona göre hesaplandı.137
(log C2-log C1) (20-R1)
PC20 ═ { log C1 + }
(R1+R2)
C1: Sondan ikinci metakolin konsantrasyonu C2: FEV1’de % 20’lik düşmeye yol açan son metakolin konsantarasyonu R1: C1 sonrası FEV1 düşme (%) R2: C2 sonrası FEV1 düşme (%)
3.18. Alternaria ile bronş provakasyon testi
Çalışmada hem grup I hem de grup II’deki hastalara çalışmanın başlangıcında
ve 12. ayın sonunda bronş provakasyon testleri (BPT) yapıldı. BPT uygulanmasında
ALK firmasının (ALK®, Madrid, Spain) 100.000 SQ/ml konsantrasyonundaki aköz
allerjen solüsyonları, 1000 SQ’ml den başlayarak gittikçe artan konsantrasyonlarda
(3000, 10.000, 30.000, 100.000 SQ/ml) pari marka nebülizer ile verildi. BPT
uygulanacak hastalarda aşağıdaki kriterler arandı ve Tablo 22’deki ilaçları belirtilen
sürelerde kullanmamış olması gerekliydi.
1. Hastanın 15 gün öncesine kadar astım atağı geçirmemiş olması,
2. Son bir ay içinde solunum yolu enfeksiyonu geçirmemiş olması,
88
3. Akciğer fonksiyonlarının stabil olması (FEV1 beklenen değerin % 80’nin üstünde
ise)
Tablo 22. Bronş provakasyon testinden önce hastaların kullandığı ilaçların kesilme süreleri
İlaç Test öncesi kesilme süresi
Kısa etkili beta agonist Uzun etkili beta agonist Antikolinerjikler Teofilinler Lökotrien antagonistleri Antihistaminikler. Kromalin Setirizin, hidroksizin Zaditen Trisiklik antidepresanlar ve imipramin Çay, kahve, kola, çikolata
24 saat 48 saat 24 saat
12-48 saat 24 saat 3-5 gün 8 saat
72 saat 15 gün 15 gün
Tes günü tüketilmemeli
Bronş provakasyon testi öncesinde oral ve inhale steroidlerin kesilmesine gerek
görülmemektedir. Ancak hastanın astım kontrolünde bozulma olmayacaksa test
öncesinde 3-5 gün steroidler kesilebilir veya günde tek doz verilebilir. Bizim hastalarda
kullandıkları inhale steroid tedavilerine testten önce devam ettiler. Çalışmada astım
tanısı alan vakalara Alternaria ile bronş provakasyon testi, astım+rinit tanısı alan
vakalara ise hem bronş provakasyon testi hem de nazal provakasyon testi yapıldı.
Bronş provakasyon testinin başlangıcında hastaya bazal SFT yapıldı. FEV1 değeri %
80’in üzerinde olması halinde teste devam edildi. Daha sonra allerjen
konsantrasyonlarının hazırlanmasında kullanılan 1 ml dilüye edici solüsyon (% 0,9 SF+
fenol veya solven solusyonu ile) ultrasonik nebülizatör (1ml/dk) aracılığı ile 5 dakkika
süreyle hastaya tidal volümde inhale ettirildi ve inhalasyon bitikten sonra 5 ve 15
dakkika sonra iki kez SFT yapıldı. Bazal değere göre FEV1 değişkenliği %10’un altında
olan vakalarda provakasyon testine devam edildi. Alerjen konsantrasyonları
hazırlandıktan sonra test boyunca stabilitelerini kaybetmemeleri için buz kabının içine
konuldu. Provakasyon testine 1ml 1000 SQ’ml Alternaria konsantrasyonunda başlandı
ve sırasıyla gittikçe artan konsantrasyonlarda (3000, 10.000, 30.000,100.000 SQ/ml)
testte devam edildi. Allerjen konsantrasyonları 5 dakika süreyle tidal volümde hastaya
inhale ettirildi. İnhalasyon bittikten sonraki 1. ve 15. dakikalarda hastaya SFT yapıldı.
FEV1’de % 20’den daha az değişkenlik olması halinde bir sonraki allerjen
89
konsantrasyonunun inhalasyonuna geçildi. FEV1’de % 20’lik düşme tespit edilince test
sonlandırıldı. Bu düşüş elde edilmez ise orijinal doza ulaşıldığında test sonlandı. FEV1
de % 20’lik düşme olmadan öksürük, hırıltılı solunum, wheezing, burun tıkanıklığı ve
hapşırma gibi semtomlar ortaya çıkması halinde de geç reaksiyonlar gelişmemesi için
test sonlandırıldı. Provakasyon testi bittikten sonra 10 saat boyunca hastanın saatlik
FEV1 takibi yapıldı. Provakasyondan sonra 4-10’cu saatler arasında FEV1’de % 15’lik
düşüşler geç faz reaksiyon olarak kabul edildi. Hastadan daha sonra evde PEF takibi
yapılması istendi.138
3.19. Alternaria ile nazal provakasyon testi
Hastalara Alternaria ile nazal provakasyon testleri (NPT) EAACI rehperlerine
göre yapıldı. 139 NPT öncesinde KBB konsültasyonu (rinoskopi) yapılarak burnun bazal
durumu septal deviasyon, polip, alerjik rinit ve sinüzit açısından değerlendirildi. Ayrıca
akut viral veya bakteriyel ÜSYE ve sinüzit enfeksiyonu yönünden de incelendi. Anlamlı
patolojik değişiklik saptanan hastalar çalışmaya alınmadı. Yapılan solunum fonksiyon
testlerinde FEV1 değeri % 80’nin altında veya her iki burun deliğinde tamamen tıkalı
olması halinde test ertelendi. Testen önce hastaların kullandıkları ilaçları kesilme
süreleri Tablo 23’de verilmiştir.
Tablo 23. Nazal provakasyon testinden önce vakanın kullandığı ilaçların kesilme süreleri.
İlaç Test öncesi kesilme süresi Antihistaminikler Astemizol Ketotifen Nazal steroidler Sodyum kromoglikat Nazal alfa adrenerjik agonistler Oral kortikosteroidler >10 mg Nonsteroid antiinflamatuar ilaçlar Trisiklik antidepresanlar ve imipramin.
2-7 gün 4-12 hafta
2 hafta 6 saat-3-6 hafta
1-3 hafta 0 veya 1 gün
2-4 hafta 1 hafta
2-3 hafta
Bütün hastalar’a NPT’i sabah aynı saate yapıldı. Hastalar 30 dakika testin
yapılacağı odada bekletilerek oda şartlarına alışmaları sağlandı. NPT için anterior
rinomanometri (Rhinospir 165 rhinomanometer Sibelmed, Barcelona, Spain) yöntemi
kullanıldı. Rinomanometre sırasında her bir burun deliği için havayolu akım ve
90
dirençleri X-Y eksenlerinde kaydedildi. Nazal hava yolu açıklığının değerlendirmesi
için nazal inspiratuar ve ekspiratuar akımlar ölçüldü. NPT’e sırasıyla her iki burun
deliğine 0,2 ml serum fizyolojik solusyonunu veya dilüentin (püskürtme yöntemi ile)
verilmesi ile başlandı ve provakasyon öncesinde her iki burun deliği için bazal ölçüm
yapıldı. Serum fizyolojik solusyon her iki burun deliğine 1’er kez püskürtüldü.
Püskürtme sırasında hastadan nefes almaması istendi. Daha sonra hastanın burnu bir
mandal ile 5 dakika buyunca kapatıldı. Mandal kapatıldıktan sonra hastanın ağız
yoluyla nefes almasına izin verildi. Beşinci dakikanın sonunda sırasıyla her iki burun
deliği için rinomanometrik ölçüm yapıldı. Eğer hiç klinik semptom yoksa veya
rinomanometrik ölçümler bazal değerin % 20’si içinde ise teste devam edildi. Daha
sonra Alternaria ile NPT’e geçildi. Alerjen konsantrasyonları hazırlandıktan sonra test
boyunca stabilitelerini kaybetmemeleri için buz kabının içine konuldu. Alternaria
provakasyon testinde artan dozlarda 2, 4, ve 8 BU/ml (ALK, ABELLO, Madrid, Spain)
konsantrasyonlarında alerjen ekstresi kullanıldı. Başlangıçta 2 BU/ml
konsantrasyonundaki Altrenaria her iki burun deliğine 3’er kez püskürtüldü.
Püskürtme sırasında hastadan nefes almaması istendi. Daha sonra hastanın burnu bir
mandal ile 5 dakika buyunca kapatıldı. Mandal kapatıldıktan sonra hastanın ağız
yoluyla nefes almasına izin verildi. Alternaria ile NPT yapıldıktan 5 ve 10 dakkika
sonra, sırasıyla her iki burun deliği için 2 kez rinomanometrik ölçüm yapıldı. Onuncu
dakikanın sonunda 2. rinomanometrik ölçüm yapıldıktan sonra bir sonraki allerjen
konsantrasyonuna geçildi ve yukarıda tarif edilen işlemler aynı şekilde uygulandı.
Hastada semptom ve hava yolu akımında değişiklik olmasa bile 8 BU/ml alerjen
konsantrasyonuna erişildiğinde test sonlandırıldı. Değerlendirmeler serum fizyolojik
uygulanmasından 5 dakika sonra yapılan rinomanometrik ölçümler baz alınarak yapıldı.
Teste cevap olarak inspiratuar akında 150 pascal basınçtaki nazal direnç ile birlikte
klinik semptom skoru kullanıldı (Tablo 24). Semptom puanı >3 ve inspiratuar nazal
hava akımı direncinde % 40’dan fazla artış olan noktada test pozitif kabul edildi.140
91
Tablo 24. Nazal provakasyon testinde kullanılan semptom skoru
Nazal sekresyon Hafif=0 puan Orta=1 puan Ağır=3 puan
Göz ve boğaz kaşıntısı, göz yaşarması= 1puan
Hapşırık sayısı 0-2 =0 puan 3-5kez =1 puan >5 = 2 puan
Konjunktivit, öksürük, ürtiker ve/veya dispne= 2 puan
3.20. İstatiksel analiz
Çalışmanın istatiksel işlemleri ‘‘SPSS (Statistical Packete for the Social Science) for
MS Windows (Ver 15) ’’ paket programı ile yapıldı. Veriler ortalama ± standart sapma
(minimum-maksimum) olarak belirlendi. Veriler istatiksel olarak değerlendirilirken non
parametrik testlerden bağımsız iki grubun karşılaştırılmasında Mann Whitney U testi,
bağımlı iki grup karşılaştırılırken Wilcoxon Sum Rank testi, iki gruba ait oranlar
karşılaştırılırken Fisher’in kesin Ki kare testi, zamana bağlı çoklu bağımlı verilerin
karşılaştırılmasında Friedman testi kullanıldı. Gruplar arası ilşikinin
değerlendirilmesinde Spearman korelasyon testi kullanıldı. İstatiksel olarak p değerinin
0,05’e eşit veya altında olması anlamlı kabul edildi.
92
4.BULGULAR
4.1. Demografik özellikler. Bu çalışma izole Alternaria allerjisine bağlı astım ve/veya rinit tanısı alan 7-15
yaşlar arasındaki 24 hastada planlandı. Hastalar 2 gruba ayrıldı. Grup I İT alan (6 astım,
6 astım + rinit), grup II İT almayan hastalardan (5 astım, 7 astım + rinit) oluşturuldu.
Sekiz hasta çalışmanın ilk bir yıllık periyodunda ailelerinin isteği üzerine çalışmadan
çıkarıldı. Üç hasta immünoterapi alan grupta, 5 hasta kontrol grubunda idi. On altı hasta
çalışmayı tamamladı. (Grup I’de 9 hasta, Grup II’de 7 hasta). Grup I’deki hastaların yaş
ortalaması 10,22 ± 2,15 (7,5 ± 13) yıl, Grup II’de ise hastaların yaş ortalaması 10,14 ±
2,19 (8-14) idi. Gruplar arasında yaş açısından istatiksel olarak anlamlı bir fark yoktu
(p> 0,05). Grup I 6 erkek (% 66,7) ve 3 kız (% 33,3), grup II ise 5 erkek (% 71,4) ve 2
kız (% 28,6) hastadan oluşmaktaydı. Gruplar arasında cinsiyet açısından istatiksel
olarak anlamlı bir fark yoktu (p> 0,05). Hastaların demografik özellikleri Tablo 25’de
verilmiştir.
Tablo 25. Hastaların demografik özellikleri.
Özellik Grup I Grup II P değeri
Yaş ortalama ± SD
(minumum-maksimum)
10,22±2,15
(7,5±13)
10,14±2,19
(8-14)
p>0,05
Cins kız/erkek 3/6 2/5 p>0,05
Atopi skoru
(çalışmanın başlangıcında)
3,22±0,66
(2-4)
3,28 ±0,48
(3-4)
p=0,31
Atopi skoru (12.ayın sonunda) 3±0,5 (2-4) 3,14 ±0,69 (2-4) p=0,56
4.2. Vizüel analog skoru
Grup I’de çalışmanın başlangıcında VAS 3±1,08 (1,5-4,5) iken, birinci yılın
sonunda VAS 7,5±1,19 (5-9) idi. Grup II’de ise çalışmanın başlangıcında VAS
4,57±1,20 (2,5-6) iken, birinci yılın sonunda VAS 6±1,63 (4-9) olarak saptandı. Hem
grup I’de hem de grup II’de çalışmanın başlangıcında ve birinci yılın sonunda VAS
arasında istatiksel olarak fark vardı (p=0,02, p=0,03). Ayrıca grup I ve grup II kendi
93
aralarında VAS açısından karşılaştırıldığında hem başlangıç hem de 12. ayın sonundaki
değerler açısından istatiksel olarak anlamlı fark vardı (p=0,002, p=0,05) (Şekil 4)
(Tablo 26).
21
Visu
al A
nalo
g Sk
oru
10,00
8,00
6,00
4,00
2,00
0,00
21
BA
Şekil 4. Çalışmanın başlangıcında ve 12. ayın sonunda yapılan vizüel analog skoru
A: Grup I B: Grup II 1: Çalışmanın başlangıcında yapılan test 2: 12. ayın sonunda yapılan test
4.3. Astım hayat kalite skoru
Grup I’de çalışmanın başlangıcında AHKS 3,91 ± 0,81 (2,73-5,21) iken, birinci
yılın sonunda AHKS 6,45 ± 0,37 (5,78-7) idi. Grup II’de ise çalışmanın başlangıcında
AHKS 4,89 ± 0,68 (3,91-5,82) iken, birinci yılın sonunda AHKS 5,75 ± 1,0 (4,21-7)
olarak saptandı. Grup I ve grup II arasında başlangıç AHKS değerleri arasında istatiksel
olarak anlamlı fark var iken (p=0,01), birinci yıl sonundaki AHKS değerleri arasında
ise istatiksel olarak anlamlı fark tespit edilmedi (p= 0,09). Ancak gruplar kendi içlerinde
değerlendirildiği zaman çalışmanın başlangıcında ve birinci yılın sonunda AHKS
açısından istatiksel olarak fark vardı (p=0,002, p=0,01) (Şekil 5). Bu fark grup I’de
daha belirgindi. Ancak 1.yılın sonunda bu fark İT alan grup I lehine artarak gruplar
arası fark kayboldu.
94
21
Astım
Hay
at K
alite
Sko
ru
7,00
6,00
5,00
4,00
3,00
2,00
21
BA
Şekil 5. Çalışmanın başlangıcında ve 12. ayın sonunda yapılan astım hayat kalite skoru
A: Grup I B: Grup II 1: Çalışmanın başlangıcında yapılan test 2: 12. ayın sonunda yapılan test
4.4. Rinit hayat kalite skoru
Grup I’de çalışmanın başlangıcında RHKS 2,06 ± 0,97 (0,91-2,95) iken, birinci
yılın sonunda RHKS 2,26 ±1,10 (0,86-3,60) idi. Grup II’de ise çalışmanın başlangıcında
RHKS 1,26 ± 0,50 (0,73-1,95) iken, birinci yılın sonunda RHKS 2,33 ± 0,98 (0,69-
3,34) olarak saptandı. Başlangıç ve birinci yıl sonundaki RHKS’larıda gruplar arasında
istatiksel olarak anlamlı fark yoktu (p=0,4, p= 0,07). Grup I’de çalışmanın
başlangıcında ve birinci yılın sonrasında RHKS açısından istatiksel olarak fark var iken
(p=0,03), grup II’de istatiksel olarak fark tespit edilmedi. (p=0,4) (Şekil 6).
95
21
Rin
it H
ayat
Kal
ite S
koru
4,00
3,00
2,00
1,00
0,00
21
BA
Şekil 6. Çalışmanın başlangıcında ve 12. ayın sonunda yapılan rinit hayat kalite skoru
A: Grup I B: Grup II 1: Çalışmanın başlangıcında yapılan test 2: 12. ayın sonunda yapılan test
4.5. Astım medikasyon skoru
Grup I’de çalışmanın başlangıcında AMS 2,71 ± 1,08 (1,51-4,61) iken, birinci
yılın sonunda AMS 2,15 ± 0,85 (1-3,43) olarak saptandı. Grup II’de ise çalışmanın
başlangıcında AMS 1,82 ± 1,04 (0,48-3,64) iken, birinci yılın sonunda AMS 1,78 ± 0,73
(1,22-3,13) idi. Grup I ve grup II arasında çalışmanın birinci aydaki AMS değerleri
arasında istatiksel olarak anlamlı fark olmasına karşın, (p=0,03). 12. aydaki AMS
değerleri arasında istatiksel olarak fark yoktu (p=0,3). Ek olarak grup I’de 1. ve 12.
aylardaki AMS karşılaştırıldığında istatiksel olarak fark vardı (p=0,01). Ancak Grup
II’de 1. ve 12. aylardaki AMS karşılaştırıldığında istatiksel olarak fark yoktu (p=0,4).
(Şekil 7).
96
Aylar121110987654321
Ort
alam
a as
tım m
edik
asyo
n sk
oru
3.50
3.00
2.50
2.00
1.50
Grup IIGrup I
p=0.25
Şekil 7. Hastaların aylık ortalama astım medikasyon skoru
(1: Kasım 2006, 2: Aralık 2006, 3: Ocak 2007, 4: Şubat 2007, 5: Mart 2007, 6: Nisan 2007, 7: Mayıs
2007, 8: Haziran 2007, 9: Temmuz 2007, 10: Ağustos 2007, 11: Eylül 2007, 12: Ekim 2007)
4.6. Rinit medikasyon skoru
Grup I’de çalışmanın başlangıcında RMS 2,71 ± 1,35 (1,45-4,67) iken, birinci
yılın sonunda RMS 1,54 ± 1,29 (0,3-3,40) olarak saptandı. Grup II’de ise çalışmanın
başlangıcında RMS 2,25 ± 1,63 (0,32-4,48) iken, birinci yılın sonunda RMS 0,99 ±
0,54 (0,4-1,56) idi. Grup I ve grup II arasında hem çalışmanın birinci aydaki değerler
hem de 12. aydaki değerler arasında istatiksel olarak anlamlı fark yoktu (p=0,2, p=0,3).
Grup I’de 1. ve 12. aylardaki RMS karşılaştırıldığında istatiksel olarak fark vardı
(p=0,04). Ancak grup II’de 1. ve 12. aylardaki RMS karşılaştırıldığında istatiksel olarak
fark yoktu (p=0,08) (Şekil 8).
97
Aylar121110987654321
Ort
alam
a R
init
Med
ikas
yon
Skor
u3.00
2.50
2.00
1.50
1.00
0.50
0.00
Grup IIGrup I
p=0.89
Şekil 8. Hastaların aylık ortalama rinit medikasyon skoru
(1: Kasım 2006, 2: Aralık 2006, 3: Ocak 2007, 4: Şubat 2007, 5: Mart 2007, 6: Nisan 2007, 7: Mayıs
2007, 8: Haziran 2007, 9: Temmuz 2007, 10: Ağustos 2007, 11: Eylül 2007, 12: Ekim 2007)
4.7. Astım semptom skoru
Grup I’de çalışmanın başlangıcında ASS 2,02 ± 0,89 (1-3,8) iken, birinci yılın
sonunda ASS 0,59±0,33 (0,12-1,26) olarak saptandı. Grup II’de ise çalışmanın
başlangıcında ASS 1,48 ± 0,50 (0,74-2,41) iken, birinci yılın sonunda ASS 0,86 ± 0,35
(0,5-1,46) olarak tespit edildi. Grup I ve grup II arasında hem çalışmanın birinci aydaki
değerler hem de 12. aydaki değerler arasında istatiksel olarak anlamlı fark yoktu (p=0,1,
p=0,08). Ancak gruplar kendi aralarında 1. ve 12. aylardaki ASS’nın değişimleri
açısından karşılaştırıldığında her iki grupta da istatiksel olarak fark vardı (p=0,008,
p=0,02) (Şekil 9).
98
Aylar121110987654321
Ort
alam
a A
stım
Sem
ptom
Sko
ru2.50
2.00
1.50
1.00
0.50
0.00
Grup IIGrup I
p=0.57
Şekil 9. Hastaların aylık ortalama astım semptom skoru
(1: Kasım 2006, 2: Aralık 2006, 3: Ocak 2007, 4: Şubat 2007, 5: Mart 2007, 6: Nisan 2007, 7: Mayıs
2007, 8: Haziran 2007, 9: Temmuz 2007, 10: Ağustos 2007, 11: Eylül 2007, 12: Ekim 2007)
4.8. Rinit semptom skoru
Grup I’de çalışmanın başlangıcında RSS 2,69 ± 2,14 (0,22-5,87) iken, birinci
yılın sonunda RSS 1,45 ± 1,30 (0,19-3,63) idi. Grup II’de ise çalışmanın başlangıcında
RSS 3,41 ± 2,04 (1,45-6,54) iken, birinci yılın sonunda RSS 1,70 ± 1,48 (0,60-3,60)
olarak saptandı. Grup I ve grup II arasında hem çalışmanın birinci aydaki değerler hem
de 12. aydaki değerler arasında istatiksel olarak anlamlı fark yoktu (p=0,3, p=0,4).
Ancak gruplar kendi aralarında 1. ve 12. aylardaki RSS’nın değişimleri açısından
karşılaştırıldığında her iki grupta da istatiksel olarak fark vardı (p=0,04, p=0,04) (Şekil
10).
99
Aylar121110987654321
Ort
alam
a R
init
Sem
ptom
Sko
ru3.50
3.00
2.50
2.00
1.50
1.00
Grup IIGrup I
p=0.72
Şekil 10. Hastaların aylık ortalama rinit semptom skoru
(1: Kasım 2006, 2: Aralık 2006, 3: Ocak 2007, 4: Şubat 2007, 5: Mart 2007, 6: Nisan 2007, 7: Mayıs
2007, 8: Haziran 2007, 9: Temmuz 2007, 10: Ağustos 2007, 11: Eylül 2007, 12: Ekim 2007)
4.9. Solunum fonksiyon testleri
Grup I’de çalışmanın başlangıcında solunum fonksiyon testlerindeki (SFT) FVC,
FEV1, FEV1/FVC, PEF ve MEF25-75 değerleri yüzde refaransa göre sırasıyla
67,1±6,86 (53-77), 72,4±6,42 (60-80), 108,4±9 (91-117), 78,5±8,74 (64-91), 90,1±18,9
(65-133), 12. aydaki FVC, FEV1, FEV1/FVC, PEF ve MEF25-75 değerleri yüzde
refaransa göre sırasıyla 88,2±5,99 (79-100), 97±11,7 (83-119), 109,4±10,01 (92-119),
93,8±7,75 (81-102), 101,8±16,54 (80-131) olarak ölçüldü. Grup II’de ise çalışmanın
başlangıcında SFT’deki FVC, FEV1, FEV1/FVC, PEF ve MEF25-75 değerleri yüzde
refaransa göre sırasıyla 72,8±5,52 (63-80), 76,1±10,10 (65-97), 106,4±8,05 (95-116),
77±12,58 (57-93), 85,1±14,7 (68-103), 12. aydaki FVC, FEV1, FEV1/FVC, PEF ve
MEF25-75 değerleri yüzde refaransa göre sırasıyla 88,2±4,68 (79-94), 90,4±13,03 (80-
117), 112,1±5,52 (101-117), 95,2±11,61 (73-106), 102±16,03 (86-131) olarak saptandı.
Grup I ve II arasında çalışmanın başlangıcında ölçülen FVC değerleri arasında
istatiksel olarak anlamlı fark saptanmasına karşın (p=0,04), çalışmanın başlangıcında
100
ölçülen FEV1, FEV1/FVC, PEF, MEF25-75 değerleri açısından istatiksel olarak
anlamlı fark yoktu. (p=0,4, p=0,3, p=0,3, p=0,4, sırasıyla). Ek olarak grup I ve II
arasında 12. ayda ölçülen FVC, FEV1, FEV1/FVC, PEF, MEF 25-75 değerleri arasında
istatiksel olarak fark yoktu (p=0,4, p=0,09, p=0,5, p=0,2, p=0,5). Ancak gruplar kendi
aralarında 1. ve 12. aylardaki FVC değişimleri açısından karşılaştırıldığında her iki
grupta da istatiksel olarak fark vardı (p=0,008, p=0,01, sırasıyla). Benzer şekilde gruplar
kendi aralarında 1. ve 12. aylardaki FEV1 değişimleri açısından karşılaştırıldığında yine
her iki grupta da istatiksel olarak fark tespit edildi (p=0,008, p=0,02) (Şekil 11,12)
(Tablo 26).
Aylar121110987654321
FEV1
(%)
100.00
95.00
90.00
85.00
80.00
75.00
70.00
Grup IIGrup I
p=0.91
Şekil 11. Hastaların aylara göre FEV1 değişimleri
(1: Kasım 2006, 2: Aralık 2006, 3: Ocak 2007, 4: Şubat 2007, 5: Mart 2007, 6: Nisan 2007, 7: Mayıs
2007, 8: Haziran 2007, 9: Temmuz 2007, 10: Ağustos 2007, 11: Eylül 2007, 12: Ekim 2007)
101
Aylar121110987654321
FVC
(%)
95.00
90.00
85.00
80.00
75.00
70.00
65.00
Grup IIGrup I
p=0.22
Şekil 12. Hastaların aylara göre FVC değişimleri
(1: Kasım 2006, 2: Aralık 2006, 3: Ocak 2007, 4: Şubat 2007, 5: Mart 2007, 6: Nisan 2007, 7: Mayıs
2007, 8: Haziran 2007, 9: Temmuz 2007, 10: Ağustos 2007, 11: Eylül 2007, 12: Ekim 2007)
4.10. PEF değişkenliği
Grup I’de çalışmanın başlangıcında hesaplanan aylık PEF değişkenliği
ortalaması 14,16±5,42 (7,24-25,01), 12. ayda hesaplanan aylık PEF değişkenliği
ortalamsı 5,72±2,61 (3,36-9,75) olarak saptandı. Grup II’de ise çalışmanın
başlangıcında aylık PEF değişkenliği ortalamsı 11,4±2,81 (7,98-15,65), 12. ayda aylık
PEF değişkenliği ortalams 7,85±1,97 (5,28-11,34) olarak hesaplandı. Grup I ve grup II
arasında hem çalışmanın birinci aydaki hem de 12. aydaki PEF değişkenliği arasında
istatiksel olarak anlamlı fark saptanmadı (p=0,2, p=0,09). Ancak gruplar kendi
aralarında 1. ve 12. aylardaki PEF değişkenlikleri açısından karşılaştırıldığında her iki
grupta da istatiksel olarak fark vardı (p=0,008, p=0,01) (Şekil 13) (Tablo 26).
102
Aylar121110987654321
PEF
değişk
enliğ
i (%
)15.00
12.50
10.00
7.50
5.00
Grup IIGrup I
p=0.46
Şekil 13. Hastaların aylık PEF değişkenliklerinin ortalamsı
(1: Kasım 2006, 2: Aralık 2006, 3: Ocak 2007, 4: Şubat 2007, 5: Mart 2007, 6: Nisan 2007, 7: Mayıs
2007, 8: Haziran 2007, 9: Temmuz 2007, 10: Ağustos 2007, 11: Eylül 2007, 12: Ekim 2007)
103
Tablo 26. İmmünoterapinin laborauvar parametreleri üzerine olan etkisi-I Grup I
(n=9) T0 T2
Grup II (n=7)
T0 T2
P değeri (gruplar arasında)
Visual analog skoru
3 ± 1,08 (1,5-4.5)
7,5 ± 1,19 (5-9)
4,57 ± 1,20 (2,5-6)
6 ± 1,63 (4-9)
0,02 (T0) 0,03 (T2)
Astım hayat kalite skoru
3,91 ± 0,81 (2,73-5,21)
6,45 ± 0,37 (5,78-7)
4,89 ± 0,68 (3,91-5,82)
5,75 ± 1,0 (4,21-7)
0,01 (T0) 0,09 (T2)
Rinit hayat kalite skoru 2,06 ± 0,97 (0,91-2,95)
2,26 ± 1,10 (0,86-3,60)
1,26 ± 0,50 (0,73-1,95)
2,33 ± 0,98 (0,69-3,34)
0,4 (T0) 0,07 (T2)
Astım medikasyon skoru
2,71 ± 1,08 (1,51-4,61)
2,15 ± 0,85 (1-3,43)
1,82 ± 1,04 (0,48-3,64)
1,78 ± 0,73 (1,22-3,13)
0,03 (T0) 0,2 (T2)
Rinit medikasyon skoru
2,71 ± 1,35 (1,45-4,67)
1,54 ± 1,29 (0,3-3,40)
2,25 ± 1,63 (0,32-4,48)
0,99 ± 0,54 (0,4-1,56)
0,2 (T0) 0,3 (T2)
Astım semptom skoru 2,02 ± 0,89 (1-3,8)
0,59 ± 0,33 (0,12-1,26)
1,48 ± 0,50 (0,74-2,41)
0,86 ± 0,35 (0,5-1,46)
0,1 (T0) 0,08 (T2)
Rinit semptom skoru 2,69 ± 2,14 (0,22-5,87)
1,45 ± 1,30 (0,19-3,63)
3,41 ± 2,04 (1,45-6,54)
1,70 ± 1,48 (0,60-3,60)
0,3 (T0) 0,4 (T2)
FVC 67,1 ± 6,86 (53-77)
88,2 ± 5,99 (79-100)
72,8 ± 5,52 (63-80)
88,2 ± 4,68 (79-94)
0,04 (T0) 0,4 (T2)
FEV1 72,4 ± 6,42 (60-80)
97 ± 11,7 (83-119)
76,1 ± 10,10 (65-97)
90,4 ± 13,03 (80-117)
0,4 (T0) 0,09 (T2)
PEF 78,5 ± 8,74 (64-91)
93,8 ± 7,75 (81-102)
77 ± 12,5 (57-93)
95,2 ± 11,61 (73-106)
0,3 (T0) 0,2 (T2)
PEF değişkenliği
14,16 ± 5,42 (7,24-25,01)
5,72 ± 2,61 (3,36-9,75)
11,4 ± 2,81 (7,98-15,65)
7,85 ± 1,97 (5,28-11,34)
0,2 (T0) 0,09 (T2)
T0: Çalışmanın başlangıcında klinik ve laboratuar parametrelerinin sonuçları T2: Çalışmanın 12. ayın da klinik ve laboratuar parametrelerinin sonuçları
4.11. Atopi skoru
Grup I’deki hastaların çalışmanın başlangıcında atopi skorları (AS) 3,22±0,66
(2-4) iken, birinci yılın sonunda AS 3±0,5 (2-4) olarak tespit edildi. Grup II’de ise
çalışmanın başlangıcında AS 3,28±0,48 (3-4) iken, birinci yılın sonunda AS 3,14 ±0,69
(2-4) olarak saptandı (Tablo 27). Grup I ve grup II arasında hem çalışmanın
başlangıcındaki değerler hem de 12. aydaki değerler arasında istatiksel olarak anlamlı
fark yoktu (p=0,9 p=0,6). Ek olarak, gruplar kendi aralarında 1. ve 12. aylardaki atopi
skorlarının değişimleri açısından karşılaştırıldığında her iki grupta da istatiksel olarak
anlamlı bir fark yoktu (p=0,3, p=0,5).
4.12. Dilüsyonlu deri testi
Grup I’de çalışmanın başlangıcında dilüsyonlu deri testi konsantrasyonları
12111±10647,1 (3000-30.000) iken, birinci yılın sonunda 68888,8 ± 36893,2 (30.000-
100.000) olarak saptandı. Grup II’de ise çalışmanın başlangıcında dilüsyonlu deri testi
104
konsantrasyonu 4714,2±3683,9 (1000-10.000) iken, birinci yılın sonunda
6428,5±4503,9 (1000-10.000) idi (Tablo 27). Grup I ve grup II’deki hastalar dilüsyonlu
deri testi konsantrasyonları açısından karşılaştırıldığında, çalışmanın başlangıcındaki
değerler açısından istatiksel olarak fark olmamasına karşın (p=0,06), 12. aydaki değerler
açısından istatiksel olarak anlamlı fark vardı (p=0,0001). Ayrıca grup I’de çalışmanın
başlangıcında ve 12. ayda yapılan dilüsyonlu deri testi konsantrasyonları arasında
istatiksel olarak anlamlı fark olmasına karşın (p=0,004), grup II’de çalışmanın
başlangıcında ve 12. ayda yapılan dilüsyonlu deri testi konsantrasyonları arasında
istatiksel olarak anlamlı bir fark saptanmadı (p=0,2) (Şekil 14).
21
Dilü
syon
lu D
eri T
esti
(SQ
/L)
100000
80000
60000
40000
20000
0
21
BA
Şekil 14. Çalışmanın başlangıcında ve 12. ayın sonunda yapılan dilüsyonlu deri testi konsantrasyonları A: Grup I B: Grup II 1: Çalışmanın başlangıcında yapılan test 2: 12. ayın sonunda yapılan test
4.13. Metakolin ile bronş provakasyon testi
Grup I’de çalışmanın başlangıcında MBPT PC20 (mg/ml) değeri 0,82±0,94
(0,13-2,78) iken, 12. ayın sonunda MBPT PC20 değeri 4,39± 3,36 (0,57-10,8) olarak
saptandı. Grup II’de ise çalışmanın başlangıcında MBPT PC20 (mg/ml) değeri
1,16±0,84 (0,25-2,62) iken, 12. ayın sonunda MBPT PC20 değeri 1,74±1,39 (0,43-
105
3,80) olarak tespit edildi (Tablo 27). Grup I ve grup II MBPT açısından
karşılaştırıldığında çalışmanın başlangıcındaki değerler açısından istatiksel bir fark yok
iken (p=0,1), 12. ayın sonundaki değerler açısından istatiksel olarak anlamlı bir fark
vardı (p=0,03). Ayrıca grup I’deki hastalarda çalışmanın başlangıcındaki ve 12. aylarda
yapılan MBPT’nin konsantrasyonları açısından istatiksel olark anlamlı bir fark vardı
(p=0,002). Buna karşın grup II’de çalışmanın başlangıcındaki ve 12. aylarda yapılan
MBPT’nin konsantrasyonları açısından istatiksel olark anlamlı bir fark yoktu (p=0,1)
(Şekil 15).
21
Met
akol
in P
rovo
kasy
on T
esti
(PC
20 m
g/m
L)
12,00
10,00
8,00
6,00
4,00
2,00
0,00
21
BA
Şekil 15. Çalışmanın başlangıcında ve 12. ayın sonunda yapılan metakolin provakasyon testi konsantrasyonları PC20 (mg/ml) A: Grup I B: Grup II 1: Çalışmanın başlangıcında yapılan test 2: 12. ayın sonunda yapılan test
4.14. Nazal provakasyon testi
Grup I’de çalışmanın başlangıcında nazal provakasyon test konsantrasyonu
(BU/ml) 3,2±1,09 (2-4) iken, 12. ayın sonunda 5,6±2,1 (4-8) olarak saptandı. Grup
II’de ise çalışmanın başlangıcında nazal provakasyon test konsantrasyonu 5,2±2,6 (2-8)
iken, 12. ayın sonunda 3,6 ± 0,89 (2-4) olarak tespit edildi (Tablo 27). Grup I ve grup II
nazal provakasyon testi konsantrasyonları açısından karşılaştırıldığında çalışmanın
106
başlangıcındaki ve 12. ayın sonundaki değerler açısından istatiksel olarak anlamlı bir
fark yoktu (p=0,2, p=0,1). Her iki grup kendi aralarında 1. ve 12. aylardaki nazal
provakasyon test konsantrasyonlarının değişimleri açısından karşılaştırıldığında her iki
grupta da istatiksel olarak anlamlı bir fark yoktu (p=0,06, p=0,2).
4.15. Alternaria ile bronş provakasyon testi
Grup I’de çalışmanın başlangıcında Alternaria ile yapılan bronş provakasyon
testi konsantrasyonu (SQ/ml) 9625±9085 (1000-30.000) iken, 12. ayın sonunda 38750±
24748,7 (30.000-100.000) olarak ölçüldü. Grup II’de ise çalışmanın başlangıcında
yapılan bronş provakasyon testi konsantrasyonu 12600±10188,2 (3000-30.000) iken,
12. ayın sonunda 14.000±8944,2 (10.000-30.000) olarak tespit edildi. Grup I ve grup
II’deki hastalar Alternaria ile yapılan bronş provakasyon test konsantrasyonları
açısından karşılaştırıldığında çalışmanın başlangıcında istatiksel olarak fark olmamasına
karşın (p=0,3), 12. ayda ölçülen değerler açısından istatiksel olarak anlamlı bir fark
saptandı (p=0,006). Ek olarak grup I’deki hastalar kendi aralarında çalışmanın
başlangıcında ve 12. aylarda yapılan bronş provakasyon test konsantrasyonları
açısından karşılaştırıldığında istatiksel olark anlamlı bir fark saptanmasına karşın
(p=0,008), grup II’de istatiksel olark anlamlı bir fark gözlenmedi (p=0,5) (Şekil 16).
(Tablo 27).
21
Bron
ş Pr
ovok
asyo
n Te
sti (
PD20
SQ
/mL)
100000
80000
60000
40000
20000
0
21
BA
Şekil 16. Çalışmanın başlangıcında ve 12. ayın sonunda yapılan bronş provakasyon testi konsantrasyonları A: Grup I B: Grup II 1: Çalışmanın başlangıcında yapılan test 2: 12. ayın sonunda yapılan test
107
4.16. Total IgE düzeyi
Grup I’de çalışmanın başlangıcında bakılan kan total IgE düzeyi (IU/ml)
374,5±597,3 (64,9-1937) iken, 12. ayın sonunda 137,5± 95,1 (19,8-325) olarak ölçüldü.
Grup II’de ise çalışmanın başlangıcında kan total IgE düzeyi 206,3±198,9 (65-628)
iken, 12. ayın sonunda 223,3±115,2 (93,6-428) olarak tespit edildi. Grup I ve grup
II’deki hastalar total IgE düzeyleri açısından karşılaştırıldığında hem çalışmanın
başlangıcında hem de 12. ayda ölçülen değerler açısından istatiksel olarak anlamlı bir
fark yoktu (p=0,4, p=0,06, sırasıyla). Buna karşın grup I’deki hastalar kendi aralarında
çalışmanın başlangıcındaki ve 12. aylarda ölçülen total IgE düzeyleri açısından
kaşılaştırıldığında istatiksel olark anlamlı bir fark tespit edilmesine rağmen (p=0,05),
grup II’de istatiksel olark anlamlı bir fark saptanmadı (p=0,3) (Tablo 27).
4.17. Alternaria spesifik IgE düzeyi
Grup I’de çalışmanın başlangıcında bakılan Alternaria spesifik IgE düzeyi
(IU/ml) 24,9±14,4 (7,81-52,1) iken, 12. ayın sonunda 10,3±7,55 (2,63-22,8) olarak
tespit edildi. Grup II’de ise çalışmanın başlangıcında 34,4±12,2 (19,3-54,7) iken, 12.
ayın sonunda 47,9±24,0 (17-92,6) olarak ölçüldü. Grup I ve grup II’deki hastalar
çalışmanın başlangıcındaki değerler açısından karşılaştırıldığında istatiksel olarak
olarak anlamlı bir fark yoktu (p=0,09), ancak 12. ayın sonundaki değerler açısından
istatiksel olarak belirgin fark gözlendi (p=0,0001). Ek olarak grup I’deki hastalar kendi
aralarında çalışmanın başlangıcındaki ve 12. ayın sonundaki değerler açısından
karşılaştırıldığında istatiksel olarak fark vardı (p=0,004). Buna karşın grup II’deki
hastalarda çalışmanın başlangıcında ve 12. ayın sonundaki değerler bir miktar artmıştı,
ancak istatiksel olarak fark yoktu (p=0,05) (Tablo 27).
4.18. Serum phadiatop düzeyi
Grup I’de çalışmanın başlangıcında serum phadiatop düzeyi (KU/ml) 15,6±24,6
(0,64-78,2) iken, 12.ayın sonunda 7,3±10,3 (0,51-32,1) olarak tespit edildi. Grup II’de
ise çalışmanın başlangıcında 5,7±5,9 (0,53-17) iken, 12. ayın sonunda 6,01±5,83 (0,67-
17,4) olarak ölçüldü. Grup I ve grup II arasında çalışmanın başlangıcındaki ve 12. ayın
sonundaki değerler açısından istatiksel olarak fark yoktu (p=0,3, 0,4). Grup I’deki
hastalar kendi aralarında çalışmanın başlangıcındaki ve 12. ayın sonundaki değerler
108
açısından karşılaştırıldığında istatiksel olarak fark vardı (p=0,04). Buna karşın grup
II’de istatiksel olarak fark yoktu (p=0,4).
Tablo 27. İmmünoterapinin laboratuvar parametreleri üzerine olan etkisi-II
Grup I (n=9)
T0 T2
Grup II (n=7)
T0 T2
P değeri (gruplar arasında)
Dilüsyonlu deri prick testi
12111 ± 10647,1 (3000-30.000)
68888,8 ±36893,2 (30.000-100.000)
4714,2 ± 3683,9 (1000-10.000)
6428,5 ± 4503,9 (1000-10.000)
0,06 (T0) 0,0001 (T2)
*MBPT PC20 (mg/ml)
0,82 ± 0,94 (0,13-2,78)
4,39 ± 3,36 (0,57-10,8)
1,16 ± 0,84 (0,25-2,62)
1,74 ± 1,39 (0,43-3,80)
0,1 (T0)
0,03 (T2)
Nazalprovakasyon testi (BU/ml)
3,2 ± 1,09 (2-4)
5,6 ± 2,1 (4-8)
5,2 ± 2,6 (2-8)
3,6 ± 0,89 (2-4)
0,2 (T0) 0,1 (T2)
Bronş provakasyon testi (PD20)(SQ/ml)
9625 ± 9085
(1000-30.000)
38750 ± 24748.7
(30.000-100.000)
12600 ± 10188.2
(3000-30.000)
14.000 ± 8944.2
(10.000-30.000)
0,3 (T0)
0,006 (T2)
Serum spesifik IgE (IU/ml)
24,9 ± 14,4 (7,81-52,1)
10,3 ± 7,55 (2,63-22,8)
34,4 ± 12,2 (19,3-54,7)
47,9 ± 24,0 (17-92,6)
0,09 (T0) 0,0001 (T2)
Total IgE düzeyi (IU/ml)
374,5 ± 597,3 (64,9-1937)
137,5± 95,1 (19,8-325)
206,3 ± 198,9 (65-628)
223,3 ± 115,2 (93,6-428)
0,4 (T0) 0,06 (T2)
Atopi skoru 3,22 ± 0,66 (2-4)
3 ± 0,5 (2-4)
3,28 ± 0,48 (3-4)
3,14 ± 0,69 (2-4)
0,9 (T0) 0,6 (T2)
*MBPT: Metakolin bronş provakasyon testi T0: Çalışmanın başlangıcında klinik ve laboratuar parametrelerinin sonuçları T2: Çalışmanın 12. ayın da klinik ve laboratuar parametrelerinin sonuçları
4.19. Kan eozinofil düzeyi
Grup I’de çalışmanın başlangıcında kan eozinofil düzeyi 526,1±215 (205-893)
mm3, allerjen provakasyonundan 24 saat sonra 905±569,8 (410-2100), 12. ayın
sonunda 442,2±246,5 (150-840) ve provakasyondan 24 saat sonra ise 683,3±329,4
(280-1350) olarak saptandı. Grup II’de ise 448,5±210,8 (100-800), allerjen
provakasyonundan 24 saat sonra 902,8±405 (440-1620), 12. ayın sonunda 477,1±229,6
(170-760) ve provakasyondan 24 saat sonra 834,2±551,6 (330-1850) olarak tespit edildi
(Tablo 31). Grup I ve grup II’deki hastalar çalışmanın başlangıcındaki, provakasyondan
24 saat sonra, 12.ayda ve provakasyondan 24 saat sonraki kan eozinofil düzeyleri
açısından karşılaştırıldığında istatiksel olarak fark saptanmadı (p=0,3, p=0,3, p=0,4,
p=0,3, sırasıyla). (Şekil 17). Grup I ve gup II, çalışmanın başlangıcında yapılan allerjen
provakasyonundan önce ve sonraki kan eozinofil düzeyindeki artış oranı ve 12. ayın
109
sonunda yapılan allerjen provakasyonundan önce ve sonraki kan eozinofil düzeyindeki
artış oranı açısından karşılaştırılınca istatiksel olarak fark saptanmadı (p=0,2, p=0,3).
Ancak Grup I’deki hastalar kendi aralarında çalışmanın başlangıcında yapılan
provakasyonundan önce ve sonraki değerler ve 12. ayın sonunda yapılan
provakasyonundan önce ve sonraki değerler açısından karşılaştırılınca fark vardı
(p=0,004, p=0,002). Benzer şekilde grup II’deki hastalarda kendi aralarında
başlangıcında yapılan provakasyonundan önce ve sonraki değerler ve 12. ayın sonunda
yapılan provakasyonundan önce ve sonraki değerler açısından karşılaştırılınca istatiksel
olarak fark saptandı (p=0,008, p=0,008).
4321
Kan
Eoz
inof
il D
üzey
i (m
m3)
2500,00
2000,00
1500,00
1000,00
500,00
0,00
4321
BA
Şekil 17. Çalışmanın başlangıcında ve 12. ayın sonunda provakasyondan önce ve sonra bakılan kan eosinofil düzeyleri A: Grup I B: Grup II 1: Çalışmanın başlangıcında ölçülen değer 2: Allerjen provakasyonundan 24 saat sonra ölçülen değer 3: Çalışmanın 12. aynın sonunda öçülen değer 4: Allerjen provakasyonundan 24 saat sonra ölçülen değer
4.20. Serum ECP düzeyi
Grup I’de çalışmanın başlangıcında serum ECP düzeyi 19,6±11,4 (3,7-42,3)
mcg/L, allerjen provakasyonundan 24 saat sonra 21,4±11,6 (5,4-36), 12. ayda 25,2±19,5
110
(11,4-72,8) ve provakasyondan 24 saat sonra 46,7±29,9 (8,9-96,5) olarak saptandı. Grup
II’de ise çalışmanın başlangıcında 20,8±14,8 (4,9-49,6), allerjen provakasyonundan 24
saat sonra 33,3±23,2 (6,3-68), 12. ayda 37,6±23,9 (4,9-70,9) ve provakasyondan 24 saat
sonra 48,8±24 (14,4-76,3) olarak ölçüldü (Tablo 31). Grup I ve grup II çalışmanın
başlangıcındaki, provakasyondan 24 saat sonra, 12.ayın sonundaki ve provakasyondan
24 saat sonraki ECP değerleri açısından karşılaştırıldığında istatiksel olarak fark
saptanmadı (p=0,4, p=0,2, p=0,1, p=0,4). Ek olarak grup I ve gup II, çalışmanın
başlangıcında yapılan allerjen provakasyonundan önce ve sonraki ECP düzeyindeki
artış oranı ve 12. ayın sonunda yapılan allerjen provakasyonundan önce ve sonraki ECP
düzeyindeki artış oranı açısından karşılaştırılınca istatiksel olarak fark saptanmadı
(p=0,1, p=0,3). Grup I’deki hastalar kendi aralarında çalışmanın başlangıcında yapılan
provakasyonundan önce ve sonraki değerler açısından karşılaştırılınca fark yok iken
(p=0,4) ve 12. ayın sonunda yapılan provakasyonundan önce ve sonraki değerler
açısından fark vardı (p=0,02). Buna karşın grup II’de başlangıcında yapılan
provakasyonundan önce ve sonraki değerler ve 12. ayın sonunda yapılan
provakasyonundan önce ve sonraki değerler açısından istatiksel olarak fark yoktu
(p=0,07, p=0,05) (Şekil 18).
111
4321
Seru
m E
CP D
üzey
i (m
cg/L
)100,00
80,00
60,00
40,00
20,00
0,00
4321
BA
Şekil 18. Çalışmanın başlangıcında ve 12. ayın sonunda provakasyondan önce ve sonra bakılan serum ECP düzeyleri A: Grup I B: Grup II 1: Çalışmanın başlangıcında ölçülen değer 2: Allerjen provakasyonundan 24 saat sonra ölçülen değer 3: Çalışmanın 12. aynın sonunda öçülen değer 4: Allerjen provakasyonundan 24 saat sonra ölçülen değer
4.21. Serum triptaz düzeyi
Grup I’de çalışmanın başlangıcında serum triptaz düzeyi 3,3±1,7 (1-6,3) mcg/L,
allerjen provakasyonundan 24 saat sonra 3,8±2,3 (1-7,7), 12. ayın sonunda 4,5±2,6 (1-
7,7) ve provakasyondan 24 saat sonra 4,4±2,5 (1-8,6) olarak ölçüldü. Grup II’de ise
4,5±4,6 (1,6-14,8), allerjen provakasyonundan 24 saat sonra 5,9±3,6 (1,47-12,9), 12.
ayın sonunda 6,5±4,04 (1,6-13,6) ve provakasyondan 24 saat sonra 7,4 ±5,5 (2,14-15,2)
olarak saptandı (Tablo 31). Grup I ve grup II çalışmanın başlangıcındaki,
provakasyondan 24 saat sonra, 12.ayın sonundaki ve provakasyondan 24 saat sonraki
triptaz değerleri açısından karşılaştırıldığında istatiksel olarak fark saptanmadı (p=0,4,
p=0,1, p=0,2, p=0,2). Gruplar arasında çalışmanın başlangıcında yapılan
provakasyondan önce ve sonraki serum triptaz artış oranı açısından fark yok iken
(p=0,3), birinci yılda yapılan provakasyondan önce ve sonraki artış oranı açısından fark
vardı (p=0,04). Grup I’deki hastalar kendi aralarında çalışmanın başlangıcında yapılan
provakasyonundan önce ve sonraki değerler açısından ve 12. ayın sonunda yapılan
provakasyonundan önce ve sonraki değerler açısından karşılaştırılınca fark yoktu
(p=0,1, p=0,4). Benzer şekilde grup II’deki hastalar kendi aralarında karşılaştırılınca
başlangıcında yapılan provakasyonundan önce ve sonraki değerler ve 12. ayın sonunda
yapılan provakasyonundan önce ve sonraki değerler açısından istatiksel olarak fark
yoktu (p=0,05, p=0,2) (Şekil 19).
112
4321
Seru
m T
ripta
z D
üzey
i (m
cg/L
)
20,00
15,00
10,00
5,00
0,00
4321
BA
Şekil 19. Çalışmanın başlangıcında ve 12. ayın sonunda provakasyondan önce ve sonra bakılan serum triptaz düzeyleri A: Grup I B: Grup II 1: Çalışmanın başlangıcında ölçülen değer 2: Allerjen provakasyonundan 24 saat sonra ölçülen değer 3: Çalışmanın 12. aynın sonunda öçülen değer 4: Allerjen provakasyonundan 24 saat sonra ölçülen değer
4.22. Balgam triptaz düzeyi
Hastaların balgam triptaz düzeyleri çalışmanın başlangıcında, provakasyondan
24 saat sonra, 12. ayın sonunda ve provakasyondan 24 saat sonra ölçüldü. Balgam
triptaz düzeyi üretici firmanın önerileri doğrultusunda önce ¼ ve ½ dilüsyonlarda
çalışıldı. Ancak bu dilüsyonlarda negatif sonuç elde edilince, orijinal konsantrasyonda
balgam triptaz düzeyleri çalışıldı. Triptaz için 1,0 μg/l nin üzerindeki değerler pozitif
olarak kabul edildi. Hastaların balgam triptaz düzeyi tablo 26’da verilmiştir. Tabloda 1
ile 9 arasındaki hastalar grup I’i, 10 ile 16 arasındaki hastalar grup II’yi oluşturmaktadır.
Ayrıca grup II’deki 13 nolu hastadan 12. ayda ve provakasyondan 24 saat sonra indükte
balgam alınamadı.
113
Tablo 28. Çalışmanın başlangıcında ve 12. ayın sonunda provakasyondan önce ve sonra bakılan balgam triptaz düzeyleri.
Hasta no Başlangıç (μg/l)
Provakasyondan 24 saat sonra
(μg/l)
12. ay (μg/l)
Provakasyondan 24 saat sonra
(μg/l) 1 ,00 ,00 ,00 ,00 2 ,00 11,80 ,00 ,00 3 ,00 ,00 ,00 ,00 4 ,00 ,00 ,00 ,00 5 ,00 ,00 ,00 ,00 6 9,45 12,87 ,00 10,44 7 ,00 ,00 ,00 ,00 8 ,00 ,00 ,00 ,00 9 ,00 ,00 ,00 ,00 10 11,07 13,95 18,45 28,26 11 ,00 10,08 17,73 30,15 12 ,00 ,00 ,00 ,00 13 ,00 9,18 - - 14 10,80 12,96 39,51 44,10 15 ,00 ,00 18,00 18,45 16 ,00 ,00 ,00 ,00
4.23. Balgam ECP düzeyi
Grup I’deki hastaların çalışmanın başlangıcında balgam ECP düzeyi 16,8 ±28,2
(0-79,5) mcg/L, allerjen provakasyonundan 24 saat sonra 266,9±259,2 (0-684), 12. ayın
sonunda 82,8±149 (0-445,2) ve provakasyondan 24 saat sonra 400,5±791,4 (0-2400)
olarak ölçüldü. Grup II’de ise başlangıcında 48,8±87,6 (0-240), allerjen
provakasyonundan 24 saat sonra 416,6±456,2 (0-1035), 12. ayın sonunda 138,3±148,2
(0-438) ve provakasyondan 24 saat sonra 795±572,8 (65-1354) olarak saptandı (Tablo
31). Grup I ve grup II çalışmanın başlangıcındaki, provakasyondan 24 saat sonra,
12.aydaki balgam ECP değerleri açısından karşılaştırıldığında istatiksel olarak fark
saptanmamasına karşın (p=0,2, p=0,2, p=0,1, sırasıyla), 12. ayda provakasyondan 24
saat sonra ölçülen ECP değerleri açısından istatiksel olarak fark vardı (p=0,03). Ek
olarak grup I ve gup II, çalışmanın başlangıcında yapılan allerjen provakasyonundan
önce ve 24 saat sonraki ECP düzeyindeki artış oranı ve 12. ayın sonunda yapılan
allerjen provakasyonundan önce ve 24 saat sonraki ECP düzeyindeki artış oranı
açısından karşılaştırılınca istatiksel olarak anlamlı bir fark gözlenmedi (p=0,1, p=0,07)
(Şekil 20).
114
Grup I’deki hastalar kendi içinde balgam ECP değerleri açısından
değerlendirilince, çalışmanın başlangıcında yapılan provakasyonundan önce ve sonraki
değerler arasında istatiksel olarak fark var iken (p=0,01), 12. ayın sonunda yapılan
provakasyonundan önce ve sonraki değerler açısından karşılaştırılınca istatiksel olarak
fark saptanmadı (p=0,07). Grup II’deki hastalar ise kendi aralarında karşılaştırılınca
başlangıcında yapılan provakasyonundan önce ve sonraki değerler ve 12. ayın sonunda
yapılan provakasyonundan önce ve sonraki değerler açısından istatiksel olarak fark
saptandı (p=0,03, p=0,01).
115
4321
Bal
gam
EC
P D
üzey
i (m
cg/L
)
2500
2000
1500
1000
500
0
4321
BA
Şekil 20. Çalışmanın başlangıcında ve 12. ayın sonunda provakasyondan önce ve sonra bakılan balgam ECP düzeyleri A: Grup I B: Grup II 1: Çalışmanın başlangıcında ölçülen değer 2: Allerjen provakasyonundan 24 saat sonra ölçülen değer 3: Çalışmanın 12. aynın sonunda öçülen değer 4: Allerjen provakasyonundan 24 saat sonra ölçülen değer
4.24. Nazal ECP düzeyi
Grup I’de çalışmanın başlangıcında nazal sıvıda ECP düzeyi 58,9±80,7 (0-200)
mcg/L, allerjen provakasyonundan 24 saat sonra 116±76,1 (0-200), 12. ayın sonunda
49,2±84,3 (4.37-200) ve provakasyondan 24 saat sonra 27,5±23,3 (4,84-50,5) olarak
tespit edildi. Grup II’de ise 38,3±43,6 (0-109), allerjen provakasyonundan 24 saat sonra
54,5±60,8 (3,05-152), 12. ayın sonunda 34,5±31,8 (3,03-87,4) ve provakasyondan 24
saat sonra 123,3±69,1 (24,1-200) olarak saptandı (Tablo 31). Grup I ve grup II
çalışmanın başlangıcındaki, provakasyondan 24 saat sonra, 12.aydaki ECP değerleri
açısından karşılaştırıldığında istatiksel olarak fark saptanmamasına karşın (p=0,4,
p=0,1, p=0,3, sırasıyla), 12. ayda provakasyondan 24 saat sonra ölçülen ECP değerleri
açısından istatiksel olarak fark vardı (p=0,03). Ek olarak grup I ve gup II, çalışmanın
başlangıcında yapılan allerjen provakasyonundan önce ve 24 saat sonraki ECP
düzeyindeki artış oranı açısından karşılaştırılınca istatiksel olarak fark yoktu (p=0,1),
116
buna karşın 12. ayda yapılan allerjen provakasyonundan önce ve 24 saat sonraki ECP
düzeyindeki artış oranı açısından karşılaştırılınca istatiksel olarak fark vardı (p=0,03).
Grup I’deki hastalar kendi aralarında çalışmanın başlangıcında yapılan
provakasyonundan önce ve sonraki ve 12. ayın sonunda yapılan provakasyonundan
önce ve sonraki değerler açısından karşılaştırılınca istatiksel olarak fark saptanmadı
(p=0,1, p=0,3). Benzer şekilde grup II’deki hastalar kendi aralarında karşılaştırılınca
başlangıcında yapılan provakasyonundan önce ve sonraki değerler ve 12. ayın sonunda
yapılan provakasyonundan önce ve sonraki değerler açısından istatiksel olarak fark
saptandı (p=0,06, p=0,4). (Şekil 21). Her iki grupta rinit + astım tanılı hastaların nazal
lavaj sıvısında ölçülen ECP düzeyleri Tablo 27’de verilmiştir. Ayrıca grup I’de 4 nolu
hastanın 12. ayda nazal provakasyon testinden 24 saat sonraki nazal lavaj sıvısı
alınamadı.
4321
Naz
al E
CP
Düz
eyi (
mcg
/L)
200,00
150,00
100,00
50,00
0,00
4321
BA
Şekil 21. Çalışmanın başlangıcında ve 12. ayın sonunda provakasyondan önce ve sonra bakılan nazal ECP düzeyleri A: Grup I B: Grup II 1: Çalışmanın başlangıcında ölçülen değer 2: Allerjen provakasyonundan 24 saat sonra ölçülen değer 3: Çalışmanın 12. aynın sonunda öçülen değer 4: Allerjen provakasyonundan 24 saat sonra ölçülen değer
117
Tablo 29: Her iki grupta rinit + astım tanılı hastaların nazal lavaj sıvısında ölçülen ECP düzeyleri.
Hasta no
Grup Başlangıç (μg/l)
Provakasyondan 24 saat sonra
(μg/l)
12. ay (μg/l)
Provakasyondan 24 saat sonra
(μg/l) 1 Grup I 200,00 200,00 17,60 50,50 2 Grup I 45,80 107,00 11,00 10,20 3 Grup I 32,60 166,00 4,37 4,84 4 Grup I ,00 ,00 200,00 - 5 Grup I 16,10 107,00 13,50 44,60 6 Grup II 109,00 152,00 35,80 138,10 7 Grup II 25,90 23,80 87,40 167,00 8 Grup II ,00 3,05 25,90 87,30 9 Grup II 48,60 75,10 20,80 24,10 10 Grup II 8,19 18,90 3,03 200,00
4.25. Nazal triptaz düzeyi
Hastaların nazal triptaz düzeyleri başlangıcında, nazal provakasyonundan 24 saat
sonra, 12. ayda ve nazal provakasyonundan 24 saat sonra ölçüldü. Nazal sıvıda triptaz
düzeyleri üretici firmanın direktiflerine uygun olarak sırasıyla 1/8, 1/4 ve 1/2
dilüsyonda ölçüldü. Ancak bu diyüsyonlarda pozitif değer elde edilmedi. Bunun üzerine
alınan materyallerden sulandırılmadan ölçüm yapıldı ve pozitif sonuçlar saptandı.(Şekil
22). Triptaz için 1,0 μg/l nin üzerindeki değerler pozitif olarak kabul edildi. Her iki
grupta rinit + astım tanılı hastaların nazal lavaj sıvısında ölçülen triptaz düzeyleri tablo
28’de verilmiştir.
Tablo 30: Her iki grupta rinit + astım tanılı hastaların nazal lavaj sıvısında ölçülen triptaz düzeyleri. Hasta no Grup Başlangıç
(μg/l) Provakasyondan
24 saat sonra (μg/l)
12. ay (μg/l)
Provakasyondan 24 saat sonra
(μg/l) 1 Grup I 15,84 40,86 ,00 16,02 2 Grup I ,00 ,00 ,00 9,72 3 Grup I ,00 ,00 ,00 ,00 4 Grup I ,00 ,00 58,50 ,00 5 Grup I 23,49 52,11 ,00 ,00 6 Grup II 54,27 68,31 75,51 82,80 7 Grup II 40,86 50,67 37,80 59,04 8 Grup II ,00 10,71 ,00 11,97 9 Grup II ,00 12,78 ,00 18,72 10 Grup II 10,69 66,78 18,81 54,36
118
4321
Naz
al T
ripta
z Dü
zeyi
(mcg
/L)
100,00
80,00
60,00
40,00
20,00
0,00
4321
BA
Şekil 22. Çalışmanın başlangıcında ve 12. ayın sonunda provakasyondan önce ve sonra bakılan nazal triptaz düzeyleri A: Grup I B: Grup II 1: Çalışmanın başlangıcında ölçülen değer 2: Allerjen provakasyonundan 24 saat sonra ölçülen değer 3: Çalışmanın 12. aynın sonunda öçülen değer 4: Allerjen provakasyonundan 24 saat sonra ölçülen değer
4.26. Nazal yaymada eozinofil sayısı
Grup I’de çalışmanın başlangıcında nazal yaymada eozinofil sayısı (%) 18,4±9,7
(7,7-30,5), allerjen provakasyonundan 24 saat sonra 27,1±10,4 (13,5-40), 12. ayda
16,8±11,1 (6,5-29,5) ve provakasyondan 24 saat sonra 23,1±15,8 (8,9-47,4) olarak
saptandı. Grup II’de ise çalışmanın başlangıcında 23,8±13,2 (11,4-44,5), allerjen
provakasyonundan 24 saat sonra 31,7±16 (16-55,8), 12. ayda 22,5±9,9 (12,1-36,7) ve
provakasyondan 24 saat sonra 29,6±18,6 (5,6-57,6) olarak tespit edildi (Tablo 31). Grup
I ve grup II, çalışmanın başlangıcındaki, provakasyondan 24 saat sonra, 12.ayda ve
provakasyondan 24 saat sonraki nazal eozinofil sayıları açısından karşılaştırıldığında
istatiksel olarak fark saptanmadı (p=0,3, p=0,4, p=0,2, p=0,3, sırasıyla). Grup I ve gup
II, çalışmanın başlangıcında ve 12. ayın sonunda yapılan allerjen provakasyonundan
önce ve sonraki nazal eozinofil sayısında artış oranları açısından karşılaştırılınca
istatiksel olarak fark gözlenmedi (p=0,06, p=0,09). Grup I’deki hastalar kendi aralarında
çalışmanın başlangıcında yapılan provakasyonundan önce ve sonraki değerler açısından
119
fark var iken (p=0,03) ve 12. ayın sonunda yapılan provakasyonundan önce ve sonraki
değerler açısından karşılaştırılınca fark yoktu (p=0,06). grup II’deki hastalar ise kendi
aralarında karşılaştırılınca başlangıcında yapılan provakasyonundan önce ve sonraki
değerler ve 12. ayın sonunda yapılan provakasyonundan önce ve sonraki değerler
açısından istatiksel olarak fark yoktu (p=0,06, p=0,09) (Şekil 23).
4321
Naz
al E
ozin
ofil
Sayı
sı (%
)
60,00
50,00
40,00
30,00
20,00
10,00
0,00
4321
BA
Şekil 23. Çalışmanın başlangıcında ve 12. ayın sonunda provakasyondan önce ve sonra bakılan nazal eozinofil sayıları A: Grup I B: Grup II 1: Çalışmanın başlangıcında ölçülen değer 2: Allerjen provakasyonundan 24 saat sonra ölçülen değer 3: Çalışmanın 12. aynın sonunda öçülen değer 4: Allerjen provakasyonundan 24 saat sonra ölçülen değer
120
Şekil 24. Nazal sitoloji (I ve İ) (Eo: Eozinofil)
Eo Eo
I
Eo
İ
Eo
Eo
Eo
Eo
121
4.27. Balgam yaymasında eozinofil sayısı
Grup I’de çalışmanın başlangıcında bakılan balgam yaymasındaki eozinofil
sayısı (%) 8,8±5,2 (2-17,7), allerjen provakasyonundan 24 saat sonra 18,1± 8,4 (5,2-35),
12. ayda 5,9±3,7 (1,9-12,7) ve provakasyondan 24 saat sonra 10,4±3,4 (5,8-15,3) olarak
saptandı. Grup II’de ise çalışmanın başlangıcında 7,3±3,8 (2,4-12,2), allerjen
provakasyonundan 24 saat sonra 16,1±15,3 (6,9-50,2), 12. ayda 8,5±3,2 (4,2-12,4) ve
provakasyondan 24 saat sonra 16,1±6,4 (2,2-21,7) olarak tespit edildi (Tablo 31). Grup I
ve grup II, çalışmanın başlangıcında, provakasyondan 24 saat sonra, 12.ay’daki balgam
eozinofil sayıları açısından karşılaştırıldığında istatiksel olarak fark yoktu (p=0,4, p=0,1,
p=0,1, sırasıyla), ancak 12. ayda provakasyondan sonra bakılan balgam eozinofil sayısı
açısından istatiksel olarak fark vardı (p=0,008). Ek olarak grup I ve gup II, çalışmanın
başlangıcında ve 12. ayın sonunda yapılan allerjen provakasyonundan önce ve sonraki
balgam eozinofil sayısında artış oranı açısından karşılaştırılınca istatiksel olarak fark
yoktu (p=0,1, p=0,09). Grup I’deki hastalar kendi aralarında çalışmanın başlangıcında
yapılan provakasyonundan önce ve sonraki ve 12. ayda yapılan provakasyonundan önce
ve sonraki değerler açısından karşılaştırılınca fark vardı (p=0,004, p=0,006). Benzer
şekilde grup II’deki hastalarda kendi aralarında karşılaştırılınca başlangıcında yapılan
provakasyonundan önce ve sonraki değerler ve 12. ayın sonunda yapılan
provakasyonundan önce ve sonraki değerler açısından istatiksel olarak fark saptandı
(p=0,04, p=0,01) (Şekil 25).
122
4321
Bal
gam
Eoz
inof
il Sa
yısı
(%)
60,00
50,00
40,00
30,00
20,00
10,00
0,00
4321
BA
Şekil 25. Çalışmanın başlangıcında ve 12. ayın sonunda provakasyondan önce ve sonra bakılan balgam eozinofil sayıları A: Grup I B: Grup II
1: Çalışmanın başlangıcında ölçülen değer 2: Allerjen provakasyonundan 24 saat sonra ölçülen değer 3: Çalışmanın 12. aynın sonunda öçülen değer 4: Allerjen provakasyonundan 24 saat sonra ölçülen değer
4.28. Balgam yaymasında nötrofil sayısı
Grup I’de çalışmanın başlangıcında balgam yaymada nötrofil sayısı (%)
31,08±9,91 (8-44), allerjen provakasyonundan 24 saat sonra 31,6 ± 16,7 (7,7-52,6), 12.
ayda 18,3±6,16 (9,8-26,5) ve provakasyondan 24 saat sonra 22,7±10,2 (6,7-34,8)
olarak saptandı. Grup II’de ise çalışmanın başlangıcında 28,6±12,6 (12,7-46,7), allerjen
provakasyonundan 24 saat sonra 31,9±12,2 (16,7-52) 12. ayda 31,3±15,7 (17,8-59,5) ve
provakasyondan 24 saat sonra 33,4±14,2 (14,4 -55,7) olarak tespit edildi. Grup I ve
grup II’deki hastalarda çalışmanın başlangıcında, provakasyondan 24 saat sonra, 12.
ayda provakasyondan sonra alınan indükte balgam’daki nötrofil sayıları açısından
karşılaştırıldığında istatiksel olarak fark gözlenmedi (p=0,3, p=0,5, p=0,06, sırasıyla),
ancak 12.ayda provakasyondan önceki balgam nötrofil sayısı açısından istatiksel olarak
fark vardı (p=0,04) (Şekil 26).
123
4321
Bal
gam
Nöt
rofil
Sayısı (
%)
60,00
50,00
40,00
30,00
20,00
10,00
0,00
4321
BA
Şekil 26. Çalışmanın başlangıcında ve 12. ayın sonunda provakasyondan önce ve sonra bakılan balgam nötrofil sayıları A: Grup I B: Grup II 1: Çalışmanın başlangıcında ölçülen değer 2: Allerjen provakasyonundan 24 saat sonra ölçülen değer 3: Çalışmanın 12. aynın sonunda öçülen değer 4: Allerjen provakasyonundan 24 saat sonra ölçülen değer
124
Tablo 31. Çalışma boyunca hastaların uyarı testlerinden önce ve sonraki laboratuar sonuçları
*= Çalışmanın başlangıcında provakasyonda önce ve sonraki değerler arasındaki değişim **= Çalışmanın 12. ayında provakasyonda önce ve sonraki değerler arasındaki değişim T0: Çalışmanın başlangıcında provakasyon testinden önceki sonuçlar T1: Çalışmanın başlangıcında provakasyon testinden sonraki sonuçlar T2: Çalışmanın 12. ayın da provakasyon testinden önceki sonuçlar T3: Çalışmanın 12. ayın da provakasyon testinden sonraki sonuçlar
Grup I (n=9)
T0 T1 T2 T3
P değeri (grup içinde)
Grup II (n=7)
T0 T1 T2 T3
P değeri (grup içinde)
P değeri (gruplar arasında)
Kan eozinofil sayısı (mm3)
526,1 ± 215
(205-893)
905 ± 569,8
(410-2100)
442,2 ±246,5
(150-840)
683,3 ± 329,4
(280-1350)
*P=0,004 **P=0,002
448,5 ± 210,8
(100-800)
902,8 ± 405
(440-1620)
477,1 ± 229,6
(170-760)
834,2 ± 551,6
(330-1850)
*p= 0,008 **p=0,008
0,3 (T0), 0,3(T1)
0,4 (T2), 0,3(T3)
Serum ECP düzeyi mcg/L
19,6 ± 11,4
(3,7-42,3)
21,4 ± 11,6
(5,4-36)
25,2 ± 19,5
(11,4-72,8)
46,7 ± 29,9
(8,9-96,5)
*P=0,4 **P=0,02
20,8 ± 14,8
(4,9-49,6)
33,3 ± 23,2
(6,3-68)
37,6 ± 23,9
(4,9-70,9)
48,8 ± 24
(14,4-76,3)
*P=0,07 **P=0,05
0,4 (T0), 0,2(T1)
0,1(T2), 0,4 (T3)
Serum triptaz düzeyi mcg/L
3,3 ± 1,7
(1-6,3)
3,8 ± 2,3
(1-7,7)
4,5 ± 2,6
(1-7,7)
4,4 ± 2,5
(1-8,6)
*P=0,1 **P=0,4
4,5 ± 4,6
(1,6-14,8)
5,9 ± 3,6
(1,47-12,9)
6,5 ± 4,04
(1,6-13,6)
7,4 ± 5,5
(2,14-15,2)
*P=0,05 **P=0,2
0,4(T0), 0,1(T1)
0,2 (T2), 0,2 (T3)
Balgam ECP düzeyi mcg/L
16,8 ± 28,2
(0-79,5)
266,9 ± 259,2
(0-684)
82,8 ± 149
(0-445,2)
400,5 ± 791,4
(0-2400)
*P=0,008 **P=0,04
48,8 ± 87,6
(0-240)
416,6 ± 456,2
(0-1035)
138,3 ± 148,2
(0-438)
795 ± 572,8
(65-1354)
*P=0,03 **P=0,01
0,2 (T0), 0,2 (T1)
0,1 (T2), 0,03 (T3)
Nazal ECP düzeyi mcg/L
58,9 ± 80,7
(0-200)
116 ± 76,1
(0-200)
49,2 ± 84,3
(4,37-200)
27,5 ± 23,3
(4,84-50,5)
*p= 0,1 **P=0,3
38,3 ± 43,6
(0-109)
54,5 ± 60,8
(3,05-152)
34,5 ± 31,8
(3,03-87,4)
123,3 ± 69,1
(24,1-200)
*P=0,06 **P=0,4
0,4 (T0), 0,1(T1)
0,3 (T2) , 0,03 (T3)
Nazal eozinofil sayısı (%)
18,4 ± 9,7
(7,7-30,5)
27,1 ± 10,4
(13,5-40)
16,8 ± 11,1
(6,5-29,5)
23,1 ± 15,8
(8,9-47,4)
*P=0,03 **P=0,06
23,8 ± 13,2
(11,4-44,5)
31,7 ± 16
(16-55,8)
22,5 ± 9,9
(12,1-36,7)
29,6 ± 18,6
(5,6-57,6)
*P=0,06 **P=0,09
0,3 (T0), 0,4 (T1)
0,2 (T2), 0,3 (T3)
Balgam eozinofil sayısı (%)
8,8 ± 5,2
(2-17,7)
18,1 ± 8,4
(5,2-35)
5,9 ± 3,7
(1,9-12,7)
10,4 ± 3,4
(5,8-15,3)
*P=0,004 **P=0,006
7,3 ± 3,8
(2,4-12,2)
16,1 ± 15,3
(6,9-50,2)
8,5 ± 3,2
(4,2-12,4)
16,1 ± 6,4
(2,2-21,7)
*P=0,04 **P=0,01
0,4 (T0), 0,1 (T1)
0,1(T2), 0,01(T3)
125
Şekil 27. İndükte balgam yayması I. (A,B) (A. Ma: Alveolar makrofaj, Eo: Eozinofil, Ep hüc: Epitel hücresi)
Ep hüc
Eo
A
B
Eo
Eo
A.ma
126
Şekil 28. İndükte balgam yayması II. (C,D) (A. Ma: Alveolar makrofaj, Ep hüc: Epitel hücresi)
C
A.ma
Ep hüc
A.ma
A.ma
A.ma
D
127
Şekil 29. İndükte balgam yayması III. (E,F) (Lef: Lenfosit, A. Ma: Alveolar makrofaj, Eo: Eozinofil, Ep hüc: Epitel hücresi)
E Ep hüc
Ep hüc
F
Lef
Lef
Eo
Eo
A.ma
A.ma
128
Şekil 30. İndükte balgam yayması IV. (G,H) (Nöt: Nötrofil, Lef: Lenfosit)
Nöt
Lef
Nöt Nöt
G
H
Lef
Nöt
129
5. TARTIŞMA
Astım, pek çok hücre ve hücresel elementin rol aldığı, hava yollarının kronik
inflamatuar bir hastalığıdır. Allerjik astımlı hastaların % 80’inde beraberinde rinit,
allerjik rinitli hastaların % 50’sinde beraberinde astım görülmektedir. Bu hastalıklardan
birinin varlığı diğeri için bir risk faktörüdür. Allerjik astım tedavisinde yaklaşımlar;
hastayı saptanan allerjenden uzaklaştırma ve korunma yöntemlerinin uygulanması, ilaç
tedavisi, hasta eğitimi ve spesifik immünoterapidir. Allerjenden korunma pratik olarak
her zaman mümkün olmayabilir. IgE aracılı allerjik hastalıklarda allerjene spesifik
immünoterapi (SİT) önemli bir etkiye sahiptir.141
Allerjen spesifik immünoterapi ilk kez 1911 yılında Noon ve Freeman tarafından
mevsimsel perennial alerjik rinit ve astımın tedavisinde kullanılmıştır. Klinik
çalışmaların metaanalizinde astım tedavisinde allerjen spesifik immünoterapinin etkin
olduğunu göstermiştir. Günümüzde allerjene spesifik immünoterapinin etkisi tartışmalı
bir konu olmasına karşın, hem yeni duyarlanmanın oluşumunu önleyerek hem de
astımın doğal gidişini değiştirerek hastalığın seyrini modifiye edebilen tek tedavi
yöntemi olarak görülmektedir. Ayrıca immünoterapi allerjik yanıtı daha koruyucu ve
daha az zarar verici immün yanıta değiştirerek hastalığın sadece doğal seyrini
değiştirmekle kalmayıp uzun süreli remisyon ve bazen kür de sağlayabilmektedir. IgE-
aracılı allerjik hastalıklardan arı venomu allerjisi, alerjik rinokonjoktivit ve allerjik
astımda SİT’nin etkili olduğu, birçok çift kör, plasebo kontrollü klinik çalışmada
gösterilmiştir. SİT, arı venomu allerjisinde % 90’lara varan oranlarda en etkili tek tedavi
yöntemidir.114,120
Ot/hububat polenleri, Dermatophagoides pteronyssinus ve Dermatophagoides
farinea ve ağaç polenleri ile SİT’nin klinik etkinliğinin iyi olduğu birçok plasebo
kontrollü çalışmada gösterilmiştir. Ancak kedi allerjenleri, Alternaria, Cladosporium ile
de SİT nin kısmen etkili olabileceği belirtilmektedir. Köpek, fare, at ve hamamböceği
duyarlılığı olan hastalarda veriler oldukça az olup, henüz önerilmemektedir. Ayrıca
polisensitize hastalarda SİT yeterince etkili olmadığından önerilmemektedir. 119,126
İmmunoterapinin etkili olduğunu gösteren çalışmalar, allerjik rinitli hastalarda daha
fazla iken, astımlı hastalarda daha azdır. Allerjik rinitli ve astımlı hastalarda SİT her iki
130
hastalık için de etkili olmaktadır.120,121,125 Yapılan çalışmalarda mantar duyarlılığı
özellikle’de Alternaria allerjisi olan astımlı vakalarda hastalık şiddetinin daha ağır
olduğu gözlenmiştir. Astım ile ilişkili ölümlerin sık olduğu günlerde atmosferdeki
mantar sayılarının da diğer günlere göre daha yüksek olduğu, Alternaria spor sayıları ile
astımlı hastaların yoğun bakımda yatış süreleri arasında bir pozitif korelasyon
gözlenmiştir. Sonuç olarak Alternaria duyarlaşması ağır astım ve ölümcül astım için
majör bir risk faktörü olarak tanımlanmıştır.11,12, 142
Diğer allerjenlerin aksine, mantar sporlarına bağlı solunum allerjileri bulunan
hastaların çok az bir kısmında allerjen spesifik immünoterapinin rolü araştırılmıştır.
Bunun nedenleri muhtemelen mantar türleri arasında farklı antijenik potansiyele sahip
olmaları, diğer allerjenlerden farklı olarak deri testlerinin mantar antijenleri için
yeterince standardize edilememiş olmasına bağlı olabilir. Ayrıca fungal organizmaların
kompleks ve değişken yapıya sahip olmalarının da bu duruma neden olabileceği
belirtilmiştir. Özellikle Alternaria ve Cladosporium ekstreleri kullanılarak yapılan
kontrollü çalışmalarda immünoterapinin etkili olduğu gösterilmiştir.143-145 Avrupa
Allerji ve Klinik İmmunoloji Akedemisinin İmmunoterapi Subkomitesi (EAACI)
mantar ekstreleri ile yapılan immunoterapinin etkinliğini ve güvenirliğini değerlendiren
çalışmaların plesebo kontrolü yapılmasını önermektedir.146 Bizim çalışmamızda
başlangıçta çift kör plesebo kontrolü bir araştırma olarak 24 çocuk hastada planlandı.
Plasebo aşı elde etmek için Allergopharma® firmasına başvurduk, ancak yaklaşık 1 yıl
kadar süren görüşmeler sonunda olumsuz cevap verildi. Bunun üzerine çalışmanın
hasta kontrolü olarak yapılması planlandı. Çalışmaya alınan 24 hastanın sekizi ilk bir
yıllık periyotta ailelerinin isteği üzerine çalışmadan çıkarıldı. Çalışmaya alınma kriteri
olarak; hastaların yalnızca Alternaria duyarlanması olması gerektiğinden ve sekiz
hastanın da ilk bir yıllık periyot içinde ayrılması nedeniyle az sayıda vakayla çalışma
tamamlandı. Hasta sayısının az olması, muhtemelen sonuçlar için yapılacak istatiksel
testlerin gücünü etkilemiş olabilir. Yapılan çalışmalarda genel olarak mantar
duyarlanmasına bağlı astım vakaları, rinit vakalarına göre daha fazla görülmektedir.149
Benzer şekilde bizim vakaların tümü astım tanılı idi. Ek olarak grup I’de 5 hastada,
grup II’de yine 5 hastada rinit saptandı.
Fungal allerjilerinin prevalansı tam olarak bilinmemektedir. Avrupada yapılan
çok merkezli bir çalışmada solunum yolu allerjisine sahip hastaların % 9,5’inde
131
Alternaria ve/veya Cladosporium duyarlaşması saptanmış. Bu oranın İspanyada % 20
olduğu gözlenmiştir.150 Mantar sporları polen ve akarlardan sonra allerjik solunum yolu
hastalıklarına neden olan 3. allerjen grubudur.151 Alternaria alternata dünyada yaygın
olarak astım ve/veya rinit gibi allerjik hastalıklara neden olduğu düşünülmektedir.
Ancak deri prick testlerinde akar ve polenlerden daha az saptanması, mantar sporların
allerjenitesinin daha az olmasına ya da manatar ekstrelerinin saflaştırılmasındaki
yetersizliğe bağlı olabileceği düşünülmüştür.6 Ancak son yıllarda mantar spor
ekstrelerinin standardizasyonunda ve saflaştırılmasında ilerlemeler olması ile prick testi
daha güvenilir hale gelmiştir. Solunum yolu alerjilerine en fazla neden olan mantarlar
Alternaria, Aspergillus, Cladosporium ve Penicillium’dur. Cladosporium daha çok
kuzey avrupada, Alternaria ise özellikle Akdeniz bölgesinde allerjik solunum yolu
hastalıklarına neden olurlar.150 Özellikle dış ortam mantarlarının astımda önemli
allerjenler olduğu gösterilmiştir.6,11,29,30 Italya’da yapılan çok merkezli bir çalışmada
alerjik yakınmalar nedeniyle incelemeye alınınan 2942 olgunun % 10,4’ünde deri
testlerinde Alternaria duyarlılığı saptanırken bu olguların % 79,9’unda allerjeik rinit, %
53,3’ünde astım tespit edilmiştir.6
Alternaria duyarlanması çoğunlukla diğer allerjenler ile birlikte görülmektedir.
Hastaların çok az bir kısmında yalnızca Alternaria sporlarına karşı duyarlanma
saptanabilir.147 Fransada solunum yolları alerjisi tanısı konulan yaklaşık 6000 hastanın
% 1’inde daha az bir kısmında Alternaria alternata duyarlanması saptanmıştır.148
Ayrıca Alternaria duyarlanması olan hastaların yaklaşık % 80’inde rinit ve bu vakaların
% 50’inden fazlasında astım gözlenmektedir.6 Avrupa’da bir çok ülkeyi kapsayan çok
merkezli bir çalışmada, üst ve alt solunum yollarına ait yakınmaları olan 877 hastanın
83’ünde (% 9,46) deri testlerinde Alternaria ve/veya Cladosporium’a karşı duyarlılık
saptanmıştır. Bununla birlikte sadece 9 olguda Alternaria’ya karşı izole bir pozitiflik
saptanırken, Cladosporium’a karşı tek başına bir pozitiflik gözlenmemiştir. En yüksek
duyarlılık oranı % 20 ile İspanya’da saptanırken, en düşük oran da % 3 ile Portekiz’de
gözlenmiştir. Bunun dışında diğer ülkelerden İtalya’da % 7, Almanya’da % 12,3,
İsviçre’de % 6,4 ve Yunanistan’da % 10 oranında Alternaria ve/veya Cladosporium’a
karşı duyarlılık saptanmıştır. İklim olarak birbirine benzeyen ülkelerdeki prevalanstaki
bu farklılığın kullanılan antijenlerden kaynaklandığı düşünülmüştür. Alternaria ve/veya
132
Cladosporium’a duyarlı bu kişilerde % 87 oranında rinit, % 64 oranında ise astım
gözlenmiştir.30
Mantar sporlarının sıcak ve nemli iklim özellikleri olan tropik ve subtropik
bölgelerde özellikle yaz ve sonbahar aylarında en yüksek konsantrasyonlara ulaştığı
belirtilmektedir.152 Çalışmanın yapıldığı Adana şehri Türkiye’nin güneyinde, subtropik
iklim özelliklerine sahip bir bölgededir. Bölgemizin özelliği ilkbahar, yaz ve sonbahar
aylarında sıcaklık ve nem oranının aşırı yüksek olmasıdır. Ayrıca literatürdeki
çalışmalarla uyumlu olarak yapılan deri testlerinde mantar sporları, akar ve polenlerden
sonra 3. sırada tespit edilmiştir. Allerjik rinit ve astımda SİT’in etkinliğinin
değerlendirilmesinde kullanılan en önemli paremetreler; semtom skoru, medikasyon
skoru, spesifik ve nonspesifik bronş aşırı duyarlılığının azalması, standart ve dilüsyonlu
prick testleri, allerjene spesifik IgE düzeyinin ölçümü, indüklenmiş balgamda total
hücre sayımı ve dağılımının belirlenmesi, indüklenmiş balgamda sıvı faz göstergelerinin
bakılması, nazal lavaj sıvısında total hücre sayımı ve dağılımının gösterilmesi ve nazal
lavaj sıvısında sıvı faz göstergelerinin bakılması deri, nazal ve bronş biopsilerinde
CD25, CD4 ve CD8 gibi T lenfosit belirleyicileri, eozinofil ve mast hücreleri, serum ve
sekresyonlarda mediyatörlerin düzeylerinin ölçülmesi gibi immünolojik parametrelerde
etkinliğin değerlendirilmesi kullanılabilir 112,117,125
Astımlı hastalarda gerek tanının kesinleştirmesi gerekse tedavinin etkinliğinin
izlenmesinde hava yolu inflamasyonunun takibi önemlidir. İnflamasyon takibinde
kullanılan başlıca belirtecler; inflamasyonda rol oynayan hücreler ve bu hücrelerce
salgılanan mediyatör ve sitokinlerin belli aralıklarla izlenmesidir. Örneğin astımlılarda
hem periferik kanda hem de havayollarında eozinofil sayısının belirgin düzeyde artığı
belirlenmiştir. Hava yolu inflamasyonunun takibinde dolaylı (inditekt) ve dolaysız
(direkt) göstergeler kullanılabilir. Allerjik inflamasyonun indirekt göstergeleri;
medikasyon skoru, semptom skoru, atopi skoru, solunum fonksiyon testleri, bronş
hiperrektivitesi, zirve akım hızı değişkenliğinin takibi (PEF takibi), kan ve idrarda
inflamasyon belirteçlerinin takibidir. Allerjik inflamasyonun direkt göstergeleri; bronş
biyopsisi, bronkoalveolar lavaj, indüklenmiş balgam, ekspirasyon havasında NO
düzeyinin ölçümü, yoğunlaştırılmış ekspirasyon havası belirteçleri sayılabilir. Balgam
tetkiki invazif olmaması ve hava yollarını doğrudan temsil etmesil ediyor olması
nedeniyle, astımlılarda inflamasyonun takibinde tercih edilen bir yöntemdir.71,72,73,74
133
VAS hastanın sağlık durumunda ve yaşam kalitesindeki iyileşmeyi görsel olarak
değerlendiren güvenilir bir testtir. Ayrıca klinik düzelmeyi gösteren diğer parametreler
ile pozitif bir korelasyonu olduğu belirtilmektedir.148, 153 Çalışmamızda grup I ve grup
II’deki hastalar VAS açısından değerlendirildiğinde, başlangıçtaki ve birinci yılın
sonrasındaki değerler arasında istatiksel olarak fark vardı (p=0,002, p=0,047, sırasıyla).
Hastalar arasında T0’da grup I’de grup II’e göre daha düşük VAS tespit etmemizi,
immünoterapi grubundaki hastaların psikolojik olarak etkilenmelerine bağlı olduğunu
düşünüyoruz. Pajno ve ark. yaptıkları çalışmada VAS’daki iyileşmenin SİT’nin 16.
ayında belirgin hale geldiğini bildirmişlerdir.154 Alternaria immunoterapisi uygulanan
bir çalışmada ise, hastalar 14. haftada, 6. ayda ve 12. ayda VAS açısından
değerlendirilmiş, aktif immunoterapi grubunda çalışmanın tüm safhalarında, plesebo
grubunda ise 12. aydan sonra istatiksel olarak önemli olan düzelme saptanmıştır.149
Çalışmamızdaki gruplar birinci yılın sonunda AHKS ve RHKS’ları açısından
değerlendirilince istatiksel olarak fark saptanmdı. Ancak gruplar kendi aralarında
AHKS’ları açısından değerlendirildiğinde her iki grupta çalışmanın başlangıcında ve
birinci yılın sonunda istatiksel olarak fark vardı (p=0,002, p=0,016, sırasıyla). Ek olarak
grup I’de çalışmanın başlangıcında ve birinci yılın sonrasında RHKS arasında istatiksel
olarak fark var iken (p=0,03), grup II’de ise çalışmanın başlangıcında ve birinci yılın
sonunda RHKS arasında istatiksel olarak fark tespit edilmedi. (p=0,4) Aktif fungal
immunoterapi uygulanan ve plesebo kontrolü astım ve/veya rinitli hastalarda 12. ayın
sonunda hayat kalite skorları açısından anlamlı bir değişiklik saptanmamış. Bunun
muhtemel nedenlerinin; başlangıçtaki bazal değerlerinin yüksek olmasına
bağlanmıştır.149
İmmünoterapinin etkili olduğunu gösteren çalışmalarda allerjik rinitte, astıma
göre daha etkili olduğu saptanmıştır. Bunun nedeni mevsimsel astım görülme sıklığının
daha az olması, hastalığı aktive eden viral infeksiyon, sinüzit, hava kirliliği, sigara
dumanı, soğuk hava, nem ve özofagial reflü gibi nonspesifik faktörlerin etkili olmaları
ya da beraberinde analjezik intoleransı varlığı gibi nedenlerle astımlı hastalarda SİT’nin
etkinliğini değerlendirmek daha zor olduğu belirtilmektedir. 120,121,125 Bizim
çalışmamızda ki hastalarda da birinci yılın sonunda AHKS ve RHKS açısından
istatiksel olarak fark saptanmamasının nedenleri arasında yukarıdaki faktörlere ek
olarak, SİT grubunda bazal değerlerin kontrol grubuna göre yüksek olmasınında etkili
134
olduğunu düşünüyoruz. Ancak gruplar kendi aralarında değerlendirilince çalışmanın
başlangıcında ve birinci yılın sonunda AHKS açısından her iki grupta, RHKS açısından
da grup I’de istatiksel olarak anlamlı fark olması SİT'nin etkinliğinin başlaması lehine
yorumlanmıştır. Bu nedenle AHKS ve RHKS’larını 2. ve 3. yıllarında tekrar
değerlendirmeyi planlıyoruz.
Allerjik rinit ve astımda immünoterapinin etkinliğinin değerlendirilmesinde
kullanılan en önemli parametreler; semptom kontrolü ve ilaç gereksinimin azalmasıdır.
Çalışmamızda grup I ve grup II’deki hastalar ASS değerleri açısında
değerlendirildiğinde, 1. ve 12. aydaki değerler arasında istatiksel olarak anlamlı fark
yoktu (p=0,10, p=0,08). Ek olarak çalışmanın başlangıcında AMS değerleri arasında
istatiksel olarak anlamlı fark var iken (p=0,03), 12. aydaki AMS değerleri arasında
istatiksel olarak fark yoktu (p=0,29). Ancak gruplar AMS açısından kendi içlerinde
değerlendirildiğinde SİT grubunda 1. ve 12. aydaki değerler arasında istatiksel olarak
anlamlı bir fark saptanmasına karşın (p<0,01), grup II’de istatiksel olarak anlamlı bir
fark yoktu (p=0,4). Aylık ilaç gereksinimindeki azalmayı gösteren bu fark SİT’nin
etkisini gösteren bir parametre olarak kabul edilebilir. Tedavinin 12. ayında gruplar
arasında AMS ve ASS açısından istatiksel fark olmaması, SİT’nin klinik ve laboratuar
etkilerinin genellikle birinci yıldan sonra ortaya çıkması, hastalığı aktive eden viral
enfeksiyon, sinüzit, hava kirliliği, sigara dumanı, soğuk hava, nem ve özofagial reflü
gibi nonspesifik faktörlerin etkili olmaları, immunoterapi grubunda bazal değerlerinin
yüksek olması ve hasta sayısının az olması gibi faktörlerin etkili olduğunu düşünüyoruz.
Benzer şekilde fungal allerjenler ile yapılan çalışmalarda astım ve medikasyon
skorlarındaki belirgin düzelmenin immünoterapinin 3. yılından sonra geliştiği
belirtilmektedir.155
Ek olarak plasebo kontrollü yapılmayan çalışmalarda da mantarekstreleri ile
yapılan spesifk immünoterapinin benzer etkileri olduğu gösterilmiştir. Alternaria
duyarlaşması olan ve SİT uygulanan 6 astımlı çocukta yapılan bir çalışmada, bir yılın
sonunda bronşiyal hipersensitivitede önemli bir azalma saptanırken, medikasyon ve
semptom skorlarında düzelme tespit edilmemiştir.156 Başka bir çalışmada Alternaria
duyarlaşması olan astım ve/veya rinitli 28 çocuk hasta eşit sayıda aktif immünoterapi ve
plasebo grubu olarak sınıflandırılmış. Hastalar çalışmanın başlangıcında, idame doza
geçildiği zaman (yaklaşık 14. haftada), 6. ayda ve 12. ayda semptom ve medikasyon
135
skoru, hayat kalite skoru ve visual analog skoru açısından değerlendirilmiş. Aktif
immünoterapi grubunda çalışmanın bütün dönemlerinde solunum semptomları
açısından bir düzelme eğilimi olmasına karşın, yalnızca 6. ayda istatiksel olarak fark
saptanmış. 155 Benzer şekilde Cladosporium herbarum ekstreleri ile çift kör plesebo
kontrolu yapılan bir çalışmada da immunoterapinin 10. ayında semptom ve medikasyon
skorlarında değişiklik saptanmamış.157 Cladosporium ekstreleri ile yapılan başka bir
çalışmada SİT sonucunda oküler ve nazal provakasyon testlerinde belirgin bir düzelme
saptanmasına karşın, semptom ve medikasyon skorlarında istatiksel olarak önemli bir
düzelme saptanmamıştır.144
Buna karşın Horst M ve ark. yaptığı çift kör plesebo kontrollü bir çalışmada
Alternaria alerjisine sahip astım ve/veya rinitli 24 hastanın 13’e Alternaria ekstreleri ile
spesifik immünoterapi uygulanmış. Birinci yılın sonunda immünoterapi grubunda hem
astım hem de rinit grubunda semptom ve medikasyon skorlarında istatiksel olarak
önemli bir azalma tespit edilmiştir. Ayrıca immünoterapi grubunda Alternaria ile
yapılan ortalama nazal provakasyon dozlarında önemli bir artış saptanırken, plasebo
grubunda böyle bir artış saptanmamıştır.148 Helbling ve ark.155 fungal alerjisi olan 10
hastaya (9 hastada Alternaria alternata, 1 hastada Clodiospridum herbarum ve Botrytis
cinerea duyarlaşması varmış) SİT uygulamışlar. İmmünoterapinin etkinliğini yıllık
nazal provakasyon testleri, semptom ve medikasyon skorları ile değerlendirmişler.
Sekiz hastayı 5 yıl, 1 hastayı 4 ve 1 hastayı da 3 yıl boyunca izlemişler. Sonuç olarak 1.
yılın sonunda semptom skorlarında ortalama % 70, medikasyon skorlarında ortalama %
55 azalma saptanmış. Beşinci yılın sonunda izole Alternaria duyarlaşması olan 6
hastada mevsimsel semptomlar tamamen kaybolmuş. İmmunoterapinin
değerlendirilmesinde kullanılan bu parametrelerin hepsinin benzer öneme sahip
olmadıkları belirtilmektedir. Örneğin semptom ve medikasyon skorlarının immunolojik
çalışmalarda yaygın kullanılmasına rağmen bu skorlar için henüz kabul edilmiş uluslar
arası bir skor skalası yoktur. Ayrıca günlük semptom ve medikasyon skorları hasta
uyumuna önemli derecede bağlı parametrelerdir.
Astım çok sayıda hücre ve hücre elamanlarının rol oynadığı solunum yollarının
kronik inflamatuar bir hastalığıdır. Astımda inflamasyonun gösterilmesinde spontan ya
da indükte balgam örneklerinde eozinofil ve metakromatik hücrelerin varlığı değerlidir.
Sağlıklı bireylerin balgamı % 80-90 alveoler makrofaj, % 1’den az oranda eozinofil ve
136
nötrofil içerir. Astımlı hastalarda hastalığın ağırlık dercesine, atakta olup olmamasına ve
steroid kullanıp kullanmamasına göre % 5 ile % 29 arasında değişen oranlarda
eozinofili saptanmış ve bunun klinik göstergelerle bağlantılı olduğu bildirilmiştir. Son
yıllarda ağır ve kronik astımlılarda balgam nötrofil sayılarında artmış olduğu ve inhale
steroide yanıtsızlık ile balgam nötrofil sayılarının ilişkili olduğu
bildirilmektedir.75,76,77,78 Hava yolu inflamasyonunun değerlendirilmesinde indükte
balgamdan eozinofil sayısının bakılmasının güvenilir ve geçerli bir yöntem olduğu
bildirilmektedir. Balgam eozinofil sayısının havayolu inflamasyonunun direkt bir
göstergesidir. Yine hastalık şiddetiyle serum ECP ve doku eozinofil düzeyinin korele
olduğu gösterilmiştir. Allerjik inflamasyonda eozinofillerin toplanması antijenle
karşılaşmayı izleyen ortalama 3. saate başlar, 8-10. saatlerde en şiddetli dönemine ulaşır
ve 12-24. saatlerde sona erer.50,54,62,63,73 Astımlı hastaların balgamlarında sağlıklı
kontrollere göre daha yüksek eozinofil sayısı saptanmış ve eozinofil miktarının
hastalığın ağırlığıyla ilişkili olduğu bildirilmiştir. Benzer şekilde, ECP ve diğer
eozinofilik proteinler de yüksek bulunmuştur.158,159 Astımda indükte balgamda ve
BAL’da bronş mukoza biyopsisinde, allerjik rinitte ise nazal lavaj sıvısında eozinofiller
artmış olarak bulunmuştur. Periferik kan ve bronş lavajı eozinofil sayıları ile hava yolu
aşırı duyarlılığı arasında anlamlı bir korelasyon olduğu gösterilmiştir.50, 54,62,63
Spesifik immunoterapinin BHR ve balgam eozinofil sayısı üzerine olan erken
dönemdeki faydalı etkilerinin, inhalan alerjenlerinin cinsinede bağlı olmakla birlikte
yeterli olmadığı belirtilmektedir.160, 161 Çalışmamızda grup I ve grup II’deki hastalarda
başlangıçta, provakasyondan 24 saat sonra ve 12.aydaki balgam eozinofil sayıları
açısından karşılaştırıldığında istatiksel olarak anlamlı bir fark saptanmadı (p=0,4, p=0,1,
p=0,1, sırasıyla), ancak 12. ayda provakasyondan 24 saat sonraki balgam eozinofil
sayıları açısından istatiksel olarak anlamlı bir fark vardı (p=0,008). İmmünoterapi
grubunda birinci yılın sonunda yapılan allerjen provaksyon testinden 24 saat sonra elde
edilen balgamdaki eozinofil sayısının, kontrol grubuna göre daha az artmış olduğu
gözlendi. Yapılan çalışmalarda balgam eozinofil sayısı ve ECP düzeyinin semptom
skorları ve hava yolu obstrüksiyonu ile korelasyon gösterdiği saptanmıştır. Ayrıca oral
ve inhale steroid tedavilerinin balgam eozinofil sayısını azatlığı belirtilmektedir. 162
Çalışmamızdaki hastalar benzer inhaler tedaviler almalarına karşın, T3’de SİT alan
hastalarda grup II’e göre balgam eozinofil sayısında istatiksel olarak anlamlı azalma
137
olmasının yapılan immünoterapi sonucunda allerjenle karşılaşmayı takiben gelişen geç
faz inflamatuar yanıtını baskılanmasına bağlı olabilabileceği düşünüldü. Bu sonuçlar
yapılan çalışmalarda SİT’nin etkisinin birinci yıldan sonra başlaması bilgisi ile
koreledir.120, 121
Nötrofillerin astımdaki rolleri henüz tam olarak bilinmemekle birlikte ağır
astımlı olgularda steroide yanıtsızlığın nötrofili ile ilişkili olabileceği üzerinde
durulmaktadır. Nötrofiller allerjik reaksiyonun geç faz periyodunun başlangıç
aşamasında bir süre ortamda bulunurlar ve daha sonra kaybolurlar. Hafif-orta astımlı
olgularda havayollarında nötrofillere daha az oranda rastlanmaktadır. Anacak ağır astım
tablosunda nötrofiller dokuda daha uzun süre kalmaktadırlar.54,62 Bizim çalışmamaızda
grup I ve grup II’de çalışmanın başlangıcındaki, provakasyondan 24 saat sonra, 12. ayda
provakasyondan sonra balgam nötrofil sayıları açısından karşılaştırıldığında istatiksel
olarak fark saptanmamasına karşın, (p=0,3, p=0,5, p=0,06, sırasıyla), 12.ayda
provakasyondan önceki değerler açısından istatiksel olarak fark vardı (p=0,04). Her iki
gruptaki hastalar benzer medikal tedavi almalarına karşın, 12. ayda alınan balgamda
kronik alerjik inflamasyonun önemli hücreleri olan eozinofil ve nötrofil sayılarının grup
I’de, grup II’e göre daha fazla azalması immünoterapinin etkinliği lehine
yorumlanmıştır. Ancak hastalarımız hafif ve orta persistant astım grubunda olduğu için,
balgam nötrofil sayısının hastalarının izleminde önemli bir parametre olmadığını
düşünüyoruz.
ECP astımın kronikleşmesinden sorumlu tutulan gecikmiş Tip I faz alerjik
cevaptaki immünolojik mekanizmalardan sorumludur. Aktif eozinofiller tarafından
salgılanan ECP epitel doku zedelenmesinde, BHR’si ve kronik inflamasyonun
oluşmasında önemli katkısı vardır. Alerjik hastalıklarda serum ECP tayini ile eozinofil
aktivasyonunun derecesini ve doku eozinofil inflamasyonunu değerlendirmede
kullanılabilen bir ölçüttür. Yapılan çalışmalarda astımlı hastalarda serum ECP
düzeylerinin BAL ve bronş biyopsilerindeki eozinofil yüzdelerinin, kontrol grubuna
göre artmış olduğunu gösterilmiştir. Yine hastalık şiddetiyle serum ECP ve doku
eozinofil düzeyinin korele olduğu gösterilmiştir.50,54,62,63 Pezcollderung ve ark. serum
ECP düzeyini astım, atopik dermatit ve rinit gibi atopik hastalıklarda atopik olmayan
hastalara göre anlamlı yüksek bulmuşlardır.167 Balgam supernatat sıvısında ölçülen ECP
düzeyi eozinofil degranülüsyon indeksi olarak kullanılabilir. Özellikle indükte balgam
138
aktivitesini kaybetmeksizin 9 ay’dan fazla saklanabilir.168 Serum ECP düzeyinin
artması; hedef organlardaki alerjik inflamasyonun sonucunda kemik iliğinde eozinofilik
hücrelerin mobilizasyonunun artmasının bir yansıması olarak düşünülmektedir. Serum
ECP düzeyinin balgam eozinofil saysısı ile korele olarak astımda havayolu
inflamasyonunun bir göstergesi olarak artmaktadır. Alerjik rinitli hastalarda spesifik
immünoterapi sonucunda serum ECP düzeyinin birinci yılın sonunda değişmediği,
ancak ikinci yıldan sonra sonra azaldığı gösterilmiştir. Ayrıca astımlı hastalarda SİT’nin
birinci yılının sonunda, allerjen provakasyonundan sonra serum ECP düzeyindeki artış
oranının önemli şekilde baskılandığı saptanmıştır.171, 172
Çalışmamızda grup I ve grup II’de çalışmanın başlangıcında, provakasyondan
24 saat sonra, 12. ayın sonundaki ve provakasyondan 24 saat sonraki balgam ve serum
ECP değerleri açısından istatiksel olarak fark saptanmadı. Yapılan çalışmalarda astımlı
hastalarda hem serum ECP düzeylerinin hem de balgam ve bronş biyopsilerindeki
eozinofil sayılarının sağlıklı bireylere göre artmış olduğu gözlenmiştir. Ayrıca hastalık
şiddetiyle serum ECP ve doku eozinofil düzeyinin astımlı hastalarda korele olduğu
gösterilmiştir. Benzer şekilde astımlı hastalarda hava yolu eozinofil infilitrasyonunun
değerlendirilmesinde balgam ECP düzeyinin bakılmasının ideal bir yöntem olabileceği
belirtilmektedir.173 Çalışmamızdaki hastalarda balgam eosinofil düzeyleri ile serum ve
balgam ECP düzeyleri arasında bir korelasyon olduğu gözlendi. Gruplar arasında
balgam eozinofil sayıları arasında istatiksel bir fark olmaması ile birlikte, buna paralel
olarak eozinofil aktivasyonunun bir göstergesi olan balgam ve serum ECP düzeyleri
arasında da anlamlı bir fark yoktu. Bizim sonuçlar ile benzer şekilde, Tang ve ark.174
astımlı çocuklarda yaptıkları çalışmada eozinofil sayısının artığını ve eosinofil sayısı ile
serum ECP arasında korelasyon olduğunu bildirmişlerdir. Bu çalışma ECP düzeyinin
astımlı SİT almayan hastalarda alerji sezonunda artığını, SİT alan hastalarda artmadığını
göstermiştir. Kandil ve ark.175 yaptığı bir çalışmada bir yıllık izlem sonrasında hem
immünoterapi grubunda hem de kontrol grubunda balgam eozinofil düzeyinin, balgam
ve kan ECP düzeylerinin azaldığını saptamışlardır. Anacak immünoterapi grubundaki
azalmanın istatiksel olarak anlamlı olduğunu saptamışlardır. Buna karşın kanda ölçülen
ECP ve diğer mediyatörlerin mukozal inflamasyonun gösterilmesinde yetersiz kalacağı
ve yeterince sensitif olmadığı belirtilmektedir.176
139
Bronş hiperreaktivitesi hava yollarının kronik inflamasyonunun bir göstergesi
olarak astımlı olgularda ortaya çıkmaktadır. Astımlı hastaların tanısında ve tedaviye
cevabın değerlendirilmesinde kullanılan bir parametredir ve bronş hiperreaktivitesinin
saptanmasında ise spesifik, nonspesifik ve egzersiz bronş provakasyon testleri
kullanılabilir.136-139 İmmünoterapi inflamatuar hücre toplanmasını, aktivasyonunu ve
mediatör salınımını azaltarak etki eder.114,120 İmmünoterapi hedef hücrelerin sayısını ve
fonksiyonlarını değiştirerek mast hücreleri ve bazofillerden mediyatör salınımını
azaltır. Ayrıca immünoterapi sonucu hedef organda mast hücreleri ve bazofillerin sayısı
da azalmaktadır. İmmünoterapi sonrası, in vitro allerjenle provakasyonu takiben,
periferik bazofillerden histamin salınımını azaldığı gösterilmiştir. Bu etki sIgE’de
azalma ve IgG’de artış olmadan önce ortaya çıkmaktadır. Mast hücre-bazofil aktivitesi
ve sayısında azalma allerjenle karşılaşmayı takiben gelişen inflamatuar geç faz yanıtını
da baskılamaktadır.114, 120, 121
Çalışmamızda grup I ve grup II Alternaria spesifik bronş provakasyon testi ve
metakolin bronş provakasyon testi konsantrasyonları açısından karşılaştırıldığında
başlangıçtaki değerler açısından istatiksel bir fark yok iken, 12. ayın sonundaki değerler
açısından grup I lehine istatiksel olarak anlamlı bir fark saptandı. Grup I’de 12. ayda
baronş provakasyon test konsantrasyonlarında artış olması immunoterapinin etkisi ile
alerjik inflamasyonun baskılanması olarak yorumlanmıştır. Grup II’deki hastalarda
başlangıç değerleri ile kıyaslandığında 12. aydaki bronş provakasyon test
konsantrasyonlarında istatiksel olarak anlamlı olmayan artış olması da kullandıkları
inhale steroidlerin etkisi sonucu olduğu düşünüldü. Metzger Alternaria duyarlaşması
olan vakalarda SİT uygulanan hasta grubunda, geç allerjik reaksiyonun şiddetinin
azaldığını ve PD20 konsantrasyonunda bazal değere göre artış olduğunu saptanmıştır.
Ancak çalışma plesebo kontrolu yapılmamıştır.171 Goldstein ve Chai172 Alternaria
duyarlaşması olan hastalarda immunoterapi sonrasında spesifik bronşiyal reaktivitelerin
de azalma olduğunu göstermişlerdir.
Çalışmamızda astım tanısı alan vakalara bronş provakasyon testi, astım+rinit
tanısı alan vakalara ise hem nazal hem de bronş provakasyon testi yapılması
planlanmıştı. Ancak SİT grubunda astım + rinit tanılı bir hastaya, kontrol grubunda
astım + rinit tanılı iki hastaya ailelerinin isteği üzerine yalnızca nazal provakasyon testi
yapıldı. Bununla birlikte hem astım hem de rinit tanısı alan hastalarda Alternaria
140
spesifik immunoterapinin etkinliğini değerlendirmek için nazal provakasyon testinin
yeterli olabileceği belirtilmektedir. Nazal provakasyon testinin uygulanması daha kolay
ve bronş provakasyon testinden daha az tehlikeli bir test olduğu görüşü hakimdir.173
Son yıllarda yapılan araştırmalar astım ve rinit gibi hava yolu hastalıklarının %
75-80 gibi yüksek oranda birliktelik göstermesi ‘tek hava yolu hastalığı’ kavramını
gündeme getirmiştir. Allerjik rinitli hastalarda nazal provakasyon testinde önce ve sonra
alınan kan ve balgam örneklerinde nazal epitel hücreleri ile birlikte alt solunum
sisteminde eozinofil sayısının artığı gösterilmiştir. Tek hava yolu hastalığını açıklayan
en güvenilir mekanizmada, allerjenlerin nazal mast ve bazofil hücrelerini uyarması
sonucunda çeşitli mediyatör ve sitokinler salgılanır. Daha sonra allerjik inflamasyonun
devamlılığı için kemik iliğinin uyarılması ve burada üretilen eozinofiller başta olmak
üzere diğer inflamatuar hücrelerin tüm solunum sistemine dağılması ile alerjik
inflamasyonun geliştiği kabul edilmektedir.174,175 Yapılan çalışmalarda yalnızca ot
polenlerine duyarlı rinitli hastalarda nazal provakasyon testinden sonra FEV1’de önemli
bir düşüş, bronşiyal semptom ve balgam eozinofil sayısında önemli bir artış olduğu
gözlenmiştir. Ek olarak ot polenlerine duyarlı astım ve rinitli hastalara verilen nazal
steroidler bronşiyal hiperreaktivitede ve bronşiyal semptomlarda azalmaya neden
olmuştur.175,176 Bu sonuçlar rinitli hastalarda allerjen maruziyetinde sonra alt ve üst
havayolları arasında eş zamanlı ve benzer şekilde alerjik reaksiyon geliştiğini
desteklemektedir.
Çalışmamızda hem Grup I’de hem de grup II’de çalışmanın başlangıcında ve 12.
aylarda yapılan nazal provakasyon testi konsantrasyonları arasında istatiksel olark
anlamlı bir fark yoktu (p=0,06, p=0,2). Ayrıca grup I ve grup II kendi aralarında nazal
provakasyon test konsantrasyonları açısından karşılaştırıldığında çalışmanın
başlangıcındaki ve 12. ayın sonundaki değerler açısından istatiksel bir fark yoktu.
(p=0,2, p=0,1, sırasyla). Bunun nedeni olarak; hastaların izlem süresinin kısa olması ve
rinitli hasta sayısının az olmasına bağlı olduğunu düşünüyoruz. Benzer şekilde Akar
allerjsine sahip çocuklara uygulanan immünoterapiden bir yıl sonra nazal provakasyon
konsantrasyonlarında değişiklik saptanmamış, ancak provakasyondan sonra semptom
skorlarında SİT grubunda istatiksel olarak belirgin azalma gözlenmiş.177 Cladosporium
ekstreleri ile yapılan başka bir çalışmada SİT sonucunda oküler ve nazal provakasyon
testlerinde belirgin bir düzelme saptanmıştır.144 Buna karşın Horst M ve ark. yaptığı çift
141
kör plesebo kontrollü bir çalışmada Alternaria alerjisine sahip astım ve/veya rinitli 24
hastanın 13’e Alternaria ekstreleri ile spesifik immünoterapi uygulanmış. birinci yılın
sonunda immünoterapi grubunda Alternaria ile yapılan ortalama nazal provakasyon
dozlarında önemli bir artış saptanırken, plesebo grubunda böyle bir artış
saptanmamıştır.148
Allerjik inflamasyonun temel ögesi allerjenlere karşı ‘spesifik IgE’ in
oluşmasıdır.50 Geleneksel immünoterapi sırasında serum allerjen spesifik IgE
konsantrasyonu başlangıçta yükselir ve aylar sonra kademeli olarak başlangıç düzeyine
iner.120 Bazı çalışmalarda serum spesifik IgE düzeyi artarken aynı zamanda bazofil
histamin salınımı veya hedef organ duyarlılığının azaldığı gösterilmiştir.120,121
Çalışmamızda grup I ve grup II arasında başlangıcındaki Alternaria spesifik IgE
düzeyleri arasında istatiksel olarak fark yoktu (p=0,87), ancak 12. ayın sonundaki
değerler açısından grup I lehine istatiksel olarak belirgin fark vardı (p=0,001).
Araştırma sonuçlarımız SİT grubunda spesifik IgE düzeylerinin kontrol grubuna göre
12. ayın sonunda belirgin azaldığını göstermektedir. Buna karşın grup I ve grup II
arasında serum phadiatop düzeyleri açısında çalışmanın başlangıcında ve 12. ayın
sonundaki değerler açısından istatiksel olarak fark yoktu (p=0,3, 0,4).
İmmunoterapi çalışmalarında başlangıçta spesifik IgE düzeyi artığı, daha sonraki
yıllarda dereceli olarak azaldığı gözlenmiştir. Lizaso ve ark Alternaria ekstreleri ile
yaptıkları immunoterapi çalışmasında Alternaria spesifik IgE düzeyi başlangıçtan
itibaren azaldığını saptamışlardır. Bu durum başlangıçta kullanılan Alternaria
ekstrelerinin duyarlaşmaya neden olmayacak düzeyde iyi ayarlanmış olması şeklinde
yorumlanmıştır.178 Ancak yapılan immunoterapi çalışmalarında allerjen spesifik IgE
düzeyi ile kullanılan allerjen dozu, klinik etkinlik ya da oluşabilecek yan etki arasında
bir ilişki saptanmamıştır. Horst ve arkadaşlarının Alternaria ekstreleri ile yaptığı çift kör
plesebo kontrolü çalışmada hem immunoterapi gurubunda hem de plesebo grubunda
spesifik IgE düzeyi açısından 1. yılın sonunda istatiksel olarak fark saptanmamıştır.
Ancak aktif immunoterapi grubunda hafif bir artış gözlenmiştir.148 Mantar ekstreleri ile
yapılan diğer çalışmalarda immunoterapinin 1.yılının sonunda spesifik IgE düzeyinde
istatiksel olarak önemli miktarda azalma olmuştur ve bu azalmanın nedeninin
immunoterapi sırasında kullanılan allerjen dozunun yüksek dozda kullanılmasına
bağlanmıştır.179,180
142
İmmunoterapinin etkinliğini değerlendirmek için deri prick ve dilüsyonlu deri
testleri kullanılabilir. Çalışmamızda ise grup I ve grup II dilüsyonlu deri testi
konsantrasyonları açısından karşılaştırıldığında; çalışmanın başlangıcında istatiksel
olarak fark yoktu (p=0,06), ancak 12. aydaki değerler açısından istatiksel olarak
anlamlı fark tespit edildi (p=0,0001). Ek olarak spesifik immünoterapi uygulanan grupta
çalışmanın başlangıcında ve 12. ayda yapılan dilüsyonlu deri testi konsantrasyonları
arasında istatiksel olarak anlamlı fark olmasına karşın (p=0,004), grup II’de istatiksel
olarak fark yoktu (p=0,25). Ayrıca grup I ve grup II arasında atopi skoru açısından
başlangıçtaki ve 12. aydaki değerler arasında istatiksel olarak anlamlı fark yoktu
(p=0,90 p=0,60, sırasıyla). Çalışmamızda spesifik immunoterapi uygulanan grupta
birinci yılın sonunda, deri testinde reaksiyon oluşturan Alternaria test
konsantrasyonlarında istatiksel olarak anlamlı bir artış ile birlikte spesifik IgE
düzeylerinde azalma olması uygulanan immünoterapinin etkisine bağlı olduğu
düşünüldü. İmmünoterapi ile cilt testi ve nazal reaktivitede azalma, muhtemelen hücre
membranın da antijen-IgE etkileşiminin sürmesine karşın mast hücreleri ve
bazofillerden medyatör salınımının azalması sunucudur. Ayrıca immünoterapi sonucu
hedef organda mast hücreleri ve bazofillerin sayısı da azalmada bu olaya katkıda
bulunmaktadır.120, 121
Alternaria ekstreleri ile yapılan çift kör plesebo kontrolu çalışmada aktif tedavi
grubunda deri testi reaktivitesinde belirgin azalma saptanmış ve bu durum
immunoterapinin mast hücrelerinde mediatör salınımındaki süpresyonuna bağlı olduğu
düşünülmüş. Ancak deri ve mukozal mast hücre sayılarının aynı miktarda olmadığı için,
perennial alerjiye sahip hastalarda deri testi reaktivitesinin, nonspesifik bronş ve nazal
hiperreaktiviteyi değerlendirmede önemli bir parametre olmadığı belirtilmektedir.148,179
Alternaria ekstreleri ile yapılan çift kör plesebo kontrolü SİT çalışmasında, birinci yılın
sonunda aktif tedavi grubunda deri reaktivitesinde değişiklik olmamasına karşın,
plesebo grubunda deri reaktivitesinde artış tespit edilmiştir. Bu durum aktif tedavi
grubunda deri reaktivitesinin göreceli olarak azalması olarak yorumlanmıştır. SİT
çalışmalarda varılan sonuca göre immunoterapi sırasında kullanılan allerjen ekstresinin
idame dozu ne kadar yüksek kullanılırsa deri reaktivitesinde o kadar fazla azalma
olabileceği belirtilmektedir.157,178
143
Astımlı hastalarda klinik semptomlar ve ilaç kullanımının değerlendirmesi kadar
solunum foksiyon testlerinin ölçülmesininde hastalığın önemli izlem
kriterlerindendir.181 Astımlı hastalarda SİT’nin etkisini değerlendiren bazı metaanaliz
çalışmalarında, akciğer fonksiyon testleri üzerine belirgin etkisinin olmadığı
tanımlanmıştır.182 Bunun karşıtı olarak SIT’nin FEV1’de % 16 ve solunum fonksiyon
testlerinde % 4,5 gibi iyileşme yaptığını bildiren çalışmalarda mevcuttur.154
Çalışmamızda ise grup I ve II arasında çalışmanın başlangıcında ölçülen FVC değerleri
arasında istatiksel olarak anlamlı fark saptanmasına (p=0,04) karşın, FEV1, FEV1/FVC,
PEF, MEF25-75 değerleri arasında istatiksel olarak fark yoktu. (p=0,39, p=0,33,
p=0,29, p=0,43, sırasıyla). Bununla birlikte 12. ayda ölçülen FVC, FEV1, FEV1/FVC,
PEF, MEF 25-75 değerleri arasında da istatiksel olarak fark saptanmadı (p=0,40,
p=0,09, p=0,51, p=0,23, p=0,47, sırasıyla). Ancak SİT grubunda PEF ve FEV1
değerleri açısından başlangıç bazal değerlerinin kontrol grubuna göre düşük olmasına
karşın, 12. ayın sonunda istatiksel olarak anlamlı olmasa da kontrol grubuna göre daha
yüksek değerler saptandı. Ayrıca grup I ve grup II arasında hem çalışmanın birinci
ayındaki hem de 12. aydaki PEF değişkenliği arasında istatiksel olarak anlamlı fark
tespit edilmedi (p=0,20, p= 0,09, sırasıyla). PEF değişkenliğinin ölçümü hastalığın
şiddetini ve dolayısıyla bronşiyal semptomları gösteren değerli bir parametredir.
Yapılan bir çalışmada SİT uygulanan astımlı hastaların 1 yıl sonraki sabah
pefmetre ölçümlerinde % 5,1 iyileşme sağlanmış olup farkın anlamlı olmadığı
bildirilmiştir.183 Ancak Tabar AI ve arkadaşları Alternaria immünoterapisi uygulanan
hastalarda 6. ve 12. aylarda PEF değişkenliğin de istatiksel olarak belirgin düzelme
olmasına karşın, plesebo grubunda anlamlı bir fark saptamamışlar. Ek olarak Alternaria
ekstreleri ile yapılan immunoterapi sonucunda akciğer semptom ve fonksiyonlarının
düzelmesinde etkili olmasına karşın, 1 yılın sonunda medikasyon ihtiyacını azaltmadığı
gözlenmiştir.149
İnsan mast hücrelerinin sekretuvar granüllerinde selektif olarak yoğun bulunan
tek protein triptazdır. Triptaz kanda allerjen uyarısını izleyen 12. dakikadan itibaren
artar ve 6-8 saat yüksek düzeyde saptanabilir. Ancak anafilaksiye bağlı ölümlerden
sonra 24 saat kadar yüksek kalabilir. Triptazın 2 farklı formu vardır. Birincisi aktif β-
triptaz mast hücre degranülasyonu sırasında salgılanır. İkincisi ise inaktif α-
protriptaz’dır. Serum ve havayollarında inaktif α-protriptazın ölçümünün bir önemi
144
yoktur.50,54,59 Grup I ve grup II çalışmanın başlangıcındaki, provakasyondan 24 saat
sonra, 12. ayın sonundaki ve provakasyondan 24 saat sonraki serum triptaz değerleri
açısından karşılaştırıldığında istatiksel olarak fark saptanmadı (p=0,4, p=0,1, p=0,2,
p=0,2, sırasıyla). Başlangıç ve 12. ayın sonundaki bazal ve özelliklede provakasyondan
24 saat sonraki değerler açısından gruplar arasında fark saptanmaması triptazın allerjen
uyarısından sonra 6-8 saat kanda tespit edilecek düzeylerde kalması ve provakasyondan
24. saat sonra alınan kan örneklerinde tekrar tespit edilemeyecek düzeylere inmesine
bağlanmıştır. Mukozal allerjen provakasyonundan sonra vücut sıvılarında (balgam,
nazal lavaj sıvısı vb) lokal triptaz salınımı iyi dokümante edilmiştir. Astımlı hastalardan
alınan indükte balgamdan triptaz düzeyinin vakaların yalnızca % 18 inde saptanabilir
düzeyde olduğu tespit edilmiştir, sağlıklı kontrollerden alınan balgamda ise triptaz
miktarının ölçülebilir düzeyin altında olduğu gözlenmiştir.184 Bizim çalışmamızda SİT
grubunda iki hastada, kontrol grubunda ise beş hastada balgamda ölçülebilir düzeyde
triptaz olduğu saptanmıştır. Bu nedenle istatiksel bir değerlendirme yapılmadı. Ancak
kontrol grubunda başlangıçtan itibaren balgam triptaz düzeylerinde progresif bir artış
gözlendi.
Astımla ile birlikte diğer allerjik hastalıklarda, total serum IgE düzeyleri
genellikle yükselir. Ancak allerjik erişkinlerde ve çocuklarda total IgE serum seviyeleri
allerjik olmayan bireylere göre daha yüksek olma eğiliminde olmasına rağmen tanısal
değeri sınırlıdır. Aynı şekilde eozinofiller dokuda yerleşik lökositlerdir ve periferik kan
eozinofil sayısı, etkilenen dokulardaki eozinofil sayısı ile tam bir korelasyon göstermez.
Astımda balgamda ve nazal sürüntüde eozinofili saptanmakla birlikte kanda eozinofili
beklenen bir bulgu değildir. Bu nedenle kanda belirgin eozinofil yüksekliği ile
karşılaşıldığında astımla birlikte seyreden eozinofilik akciğer hastalıkları
araştırılmalıdır.50, 54,62,63 Bizim sonuçlarımızda literatürdeki araştırmalar ile uyumlu idi.
Grup I ve grup II’deki hastalar kan total IgE düzeyi ve eozinofil sayısı açısından
karşılaştırıldığında hem çalışmanın başlangıcında hem de 12. ayın sonundaki değerler
açısından istatiksel olarak anlamlı bir fark saptanmadı.
Alerjik rinit nazal mukozada inflamatuvar hücreler ve özelliklede mast hücreleri
ve eozinofillerin aktivasyonu ile karekterizedir. Alerjik rinitte nazal mukozada
inflamasyonda rol alan mast hücreleri ve eozinofillerin spesifik salgısal proteinleri bu
hücrelerin inflamasyon alanında varlığını ve aktivasyonunu belirlemede alternatif bir
145
yöntem olarak kullanılabilir. Bu proteinler arasında ECP eozinofillerin en iyi
standardize edilen proteinlerinden biri olup, kanda ve lokal vücut salgılarında
ölçülebilir.185 Alerjik hastalarda eozinofiller ve mediatörler hastaların semptomsuz
olduğu dönemlerde bile burun sekresyonlarında saptanmıştır. Alerjik rinitli hastalarda
nazal lavaj sıvısında mast hücrelerinden salgılanan triptaz ve eozinofillerden salgılanan
ECP seviyelerinin yükseldiğine dair çalışmalar mevcuttur.186, 187
Çalışmamızda grup I ve grup II, başlangıçta, provakasyondan 24 saat sonra, 12.
ayda ve provakasyondan 24 saat sonraki nazal eozinofil sayıları açısından
karşılaştırıldığında istatiksel olarak fark saptanmadı (p=0,3, p=0,4, p=0,2, p=0,3,
sırasıyla). Ek olarak grup I ve grup II çalışmanın başlangıcında, provakasyondan 24 saat
sonra ve 12. ayda provakasyondan önce ölçülen nazal ECP düzeyleri açısından
karşılaştırıldığında istatiksel olarak fark tespit edilmedi (p=0,4, p=0,1, p=0,3, sırasıyla),
ancak 12. ayda provakasyondan sonra ölçülen nazal ECP değerleri açısından grup I
lehine istatiksel olarak fark olduğu gözlendi (p=0,03). Yapılan çalışmalarda alerjik
rinitte nazal sekresyonlarda ölçülen ECP düzeyleri, serum ECP düzeylerinden 10-60
misli daha fazla olduğu gözlenmiştir. Alerjik rinitte hastalığın şiddeti ile serum ECP
seviyeleri arasında bir ilişki olmamasına karşın, nazal ECP düzeylerinin klinik
semptomlar ve hastalık aktivitesi ile pozitif korelasyon gösterdiği için nazal ECP
düzeylerinin bakılması önerilmektedir.188 Bizim çalışmamızda nazal eozinofil sayısı ile
nazal lavaj sıvısından ölçülen ECP düzeyleri arasında bir korelasyon vardı. Yalnızca 12.
ayda yapılan provakasyondan 24 saat sonra ölçülen nazal ECP düzeyleri SİT grubunda
kontrol grubuna göre daha az artığı gözlendi. ECP düzeyinin eozinofil aktivasyonunun
iyi bir göstergesi olduğu düşünülürse bu grupta SİT’nin etkinliğinin bir göstergesi
olarak düşünülebilir.
Nazal lavaj sıvısında ölçülen triptaz seviyeleri mast hücre degranülasyonun iyi
bir belirtecidir. Allerjik rinitte nazal lavaj sıvısında triptaz düzeylerinde artma olduğunu
bildiren çalışmalar olmasına karşın,189 nazal lavaj triptaz seviyelerinin ölçülebilir
düzeylerin altında olduğuna dair çalışmalarda mevcuttur.190 Spesifik immünoterapi
uygulanan rinit + astım grubunda 5 hastanın ikisinde nazal lavajda sıvısında tespit
edilen triptaz düzeyleri 12. ayın sonunda azalma eğilimi olmasına karşın, SİT
uygulanmayan rinit + astımlı hastalarda tümünde hem başlangıçta hem de 12. ayda
yapılan nazal provakasyon testlerinden sonra triptaz düzeylerinde artış olduğu gözlendi.
146
Marcucci F ve ark.177 akar duyarlaşması bulunan rinit ve/veya astım hastalarında
uygulanan sublingual immunoterapiden 12 ay sonra yapılan nazal provakasyon
testinden 30 dakika sonra plesebo grubunda bazal değere göre nazal triptaz düzeyi
artarken, immünoterapi grubunda ise istatiksel olarak önemli olmayan bir artış veya
azalma izlenmiştir. Ancak nazal lavaj sıvısında ve balgamda ECP düzeyi açısından
değerlendirdiğinde, 12 ay sonra yapılan nazal ve/veya bronş provakasyon testinden 30
dakika sonra ölçülen düzeyler açısından istatiksel olarak fark tespit edilmedi. Buna
karşın bu parametreler aktif tedavi grubunda sabit veya azalmış iken, plasebo grubunda
ise az bir artış ya da beş kat artışlar gözlenmiştir.
Grup I ve grup II RMS açısından değerlendirildiğinde hem çalışmanın birinci
ayda hem de 12. aydaki değerler açısından istatiksel olarak anlamlı fark yoktu (p=0,23,
p=0,33). Benzer şekilde grup I ve grup II RSS açısından kaşılaştırıldığında hem
çalışmanın birinci ayda hem de 12. aydaki değerler açısından istatiksel olarak anlamlı
fark yoktu (p=0,30, p=0,42). Ancak grup I’de hastalar 1. ve 12. aylardaki rinit
medikasyon skorları açısından karşılaştırıldığında istatiksel olarak fark saptanmasına
karşın (p<0,05), grup II’deki hastalar 1. ve 12. aylardaki rinit medikasyon skorları
açısından karşılaştırıldığında ise istatiksel olarak fark yoktu (p=0,08). Ek olarak gruplar
kendi aralarında 1. ve 12. aylardaki rinit semptom skorlarının değişimleri açısından
karşılaştırıldığında her iki grupta da istatiksel olarak fark vardı (p=0,04, p=0,04,
sırasıyla). Gruplar RMS ve RSS açısından 1. ve 12. aylardaki değerler açısından
değerlendirildiğin de aralarında istatiksel olarak fark yoktu. Buna karşın Grup I’de 1.
ve 12. aylardaki RMS ve RSS açısından istatiksel olarak fark saptanması SİT’nin birinci
yıldan sonra etkisini gösterdiğinin bir işareti olarak düşünülebilir. Yapılan çalışmalarda
genel olarak immünoterapinin nasal semptomlar üzerine olan yararlı etkileri bir yıldan
sonra ortaya çıkmaktadır.160, 191 Gruplar arasında RMS ve RSS açısından farkı daha iyi
gözlemek için 2. ve 3. yıllarda tekrar değerlendirmeyi düşünüyoruz.
Allerjik astımlara uygulanan SİT’nin hastalardaki alerjik semptomların
üzerinede etkili olduğunu bildiren çalışmalar mevcuttur.192 Çalışmamaızda Alternaria
ekstreleri ile yapılan SİT’nin birinci yılından sonra VAS’da grup I lehine belirgin
düzelme, Alternaria ile metakoilin bronş provakasyon testi, dilüsyonlu deri testi
konsantarsyonları ve serumda Alternaria spesifik IgE düzeyleri açısından yine grup I
lehine istatiksel olarak anlamlı fark tespit edilmiştir. Ek olarak yalnızca 12. ayda
147
provakasyondan 24 saat sonra bakılan balgamda eozinofil, nötrofil sayıları ve nazal
ECP düzeyleri açısından grup I lehine istatiksel olarak anlamlı bir azalma saptandı.
Gruplar FEV1, FVC ve PEF değişkenliğinde, serum triptaz ve balgam ECP düzeyleri ile
AMS, RHKS ve RMS açısından değerlendirildiğinde çalışmanın başlangıcında ve 12.
ayda istatiksel olarak anlamlı fark saptanmadı. Ancak gruplar kendi içlerinde bu
parametrelerin değişim oranları açısından değerlendirildiğinde grup I’de grup II’ye göre
belirgin azalma gözlendi. Buna karşın diğer yapılan klinik ve laboratuar testleri
açısından gruplar arasında istatiksel olarak anlamlı bir fark gözlenmedi. Hem hasta
sayısının yeterli olmaması hem de bir yıl gibi kısa bir sürede SİT etkilerinin
değerlendirilmesi çalışmanın kısıtlayıcı faktörleri olarak düşünüyoruz. Perinneal
solunum yolu alerjileri olan hastalara uygulanan SİT’nin ilk bir yıldaki etkisinin
olumsuz ve zayıf olduğu ancak immunoterapinin faydalı etkilerinin 18. ayında daha iyi
değerlendirlebileceği belirtilmektedir.193 Fungal immunoterapi çalışmaları hakkında
yapılan bir metaanaliz çalışmasında varılan sonuca göre; spesifik immünoterapinin
fungal duyarlaşması anamnez ve provakasyon testleri ile uyumlu olan iyi seçilmiş
monosensitize hastalarda kullanılabileceği belirtilmektedir.155
Sonuç olarak; çalışmamızda bir yıllık immunoterapinin etkinliğini
değerlendirmek için bakılan medikasyon, semptom skorları ve solunum testleri
açısından henüz fark saptanmamasına karşın, SİT çalışmaları ile uyumlu olan VAS,
Alternaria spesifik IgE düzeyleri, spesifik ve nonspesifik bronşiyal hiperreaktivitede ve
balgamdaki inflamatuar hücrelerde (eozinofil ve nötrofil) istatiksel olarak azalma
gözlendi. Beşinci yılın sonunda tüm parametrelerin SİT üzerine olan etkilerinin
değerlendirilmesi daha aydınlatıcı olacaktır. Birinci yılın sonunda dahi immünolojik
parametrelerde (spesifik IgE) ve organ cevapında (allerjen ve metakolin provakasyon
testi) anlamlı yanıt saptanması ümit vericidir. Bu sonuçlar ışığında ve Alternaria
duyarlaşmasının ağır astım ve ölümcül astım için majör bir risk faktörü olarak
tanımlanması nedeniyle Alternaria ekstrelerinin seçilmiş hastalarda immunoterapi
materyali olarak kullanılabileceğini düşünüyoruz.
148
6. SONUÇLAR VE ÖNERİLER
1-Gruplar arasında çalışmanın başlangıcında ve birinci yılın sonunda VAS arasında
istatiksel olarak fark vardı (p=0,002, p=0,047).
2-Grup I ve grup II arasında başlangıç AHKS değerleri arasında istatiksel olarak
anlamlı fark var iken (p=0,01), birinci yıl sonundaki AHKS değerleri arasında ise
istatiksel olarak anlamlı fark tespit edilmedi (p= 0,09). Ancak gruplar kendi içlerinde
değerlendirildiği zaman çalışmanın başlangıcında ve birinci yılın sonunda AHKS
açısından istatiksel olarak fark vardı (p=0,002, p=0,016).
3-Grup I ve grup II arasında çalışmanın başlangıcındaki AMS değerleri arasında
istatiksel olarak anlamlı fark olmasına karşın, (p=0,03). 12. aydaki AMS değerleri
arasında istatiksel olarak fark yoktu (p=0,29). Ek olarak grup I’de 1. ve 12. aylardaki
astım medikasyon skorları karşılaştırıldığında istatiksel olarak fark vardı (p<0,01).
Ancak Grup II’de 1. ve 12. aylardaki astım medikasyon skorları karşılaştırıldığında
istatiksel olarak fark yoktu (p=0,4).
4-Grup I ve grup II arasında hem çalışmanın birinci aydaki değerler hem de 12. aydaki
değerler arasında istatiksel olarak anlamlı fark yoktu (p=0,10, p=0,08). Ancak gruplar
kendi aralarında 1. ve 12. aylardaki ASS’nın değişimleri açısından karşılaştırıldığında
her iki grupta da istatiksel olarak fark vardı (p=0,008, p=0,02).
5-Grup I ve grup II arasında hem çalışmanın birinci aydaki değerler hem de 12. aydaki
RSS değerleri arasında istatiksel olarak anlamlı fark yoktu (p=0,30, p=0,42). Ancak
gruplar kendi aralarında 1. ve 12. aylardaki RSS’nın değişimleri açısından
karşılaştırıldığında her iki grupta da istatiksel olarak fark vardı (p=0,04, p=0,04).
6-Grup I ve grup II arasında hem çalışmanın birinci aydaki PEF değeişkenliği hem de
12. aydaki PEF değişkenliği arasında istatiksel olarak anlamlı fark saptanmadı (p=0,20,
p=0,09). Ancak gruplar kendi aralarında 1. ve 12. aylardaki PEF değişkenlikleri
149
açısından karşılaştırıldığında her iki grupta da istatiksel olarak fark vardı (p=0,008,
p=0,01).
7-Grup I ve grup II’deki hastalar dilüsyonlu deri testi konsantrasyonları açısından
karşılaştırıldığında, çalışmanın başlangıcındaki değerler açısından istatiksel olarak fark
olmamasına karşın (p=0,06), 12. aydaki değerler açısından istatiksel olarak anlamlı fark
vardı (p=0,0001).
8-Grup I ve grup II MBPT açısından karşılaştırıldığında çalışmanın başlangıcındaki
değerler açısından istatiksel bir fark yok iken (p=0,1), 12. ayın sonundaki değerler
açısından istatiksel olarak anlamlı bir fark vardı (p=0,03).
9-Grup I ve grup II’deki hastalar Alternaria ile yapılan bronş provakasyon test
konsantrasyonları açısından karşılaştırıldığında çalışmanın başlangıcında istatiksel
olarak fark olmamasına karşın (p=0,3), 12. ayda ölçülen değerler açısından istatiksel
olarak anlamlı bir fark saptandı (p=0,006).
10-Grup I ve grup II’deki hastalar çalışmanın başlangıcındaki Alternaria spesifik IgE
düzeyleri açısından karşılaştırıldığında istatiksel olarak olarak anlamlı bir fark yoktu
(p=0,87), ancak 12. ayın sonundaki değerler açısından istatiksel olarak belirgin fark
gözlendi (p=0,001).
11-Grup I ve grup II çalışmanın başlangıcındaki, provakasyondan 24 saat sonra,
12.aydaki nazal ECP değerleri açısından karşılaştırıldığında istatiksel olarak fark
saptanmamasına karşın (p=0,4, p=0,1, p=0,3), 12. ayda provakasyondan 24 saat sonra
ölçülen değerler açısından istatiksel olarak fark vardı (p=0,03).
12-Grup I ve grup II, çalışmanın başlangıcında, provakasyondan 24 saat sonra,
12.ay’daki balgam eozinofil sayıları açısından karşılaştırıldığında istatiksel olarak fark
yoktu (p=0,4, p=0,1, p=0,1, sırasıyla), ancak 12. ayda provakasyondan sonra bakılan
balgam eozinofil sayısı açısından istatiksel olarak fark vardı (p=0,008).
150
Avrupa Allerji ve Klinik İmmunoloji Akedemisinin İmmunoterapi Subkomitesi
(EAACI) mantar ekstreleri ile yapılan immunoterapinin etkinliğini ve güvenirliğini
değerlendiren çalışmaların plesebo kontrolü yapılmasını önermektedir. Bizim
çalışmamızda başlangıçta çift kör plesebo kontrolü bir araştırma olarak 24 çocuk
hastada planlandı. Plasebo aşı elde etmek için Allergopharma® firmasına başvurduk,
ancak yaklaşık 1 yıl kadar süren görüşmeler sonunda olumsuz cevap verildi. Bunun
üzerine çalışmanın hasta kontrolü olarak yapılması planlandı. Çalışmaya alınma kriteri
olarak; hastaların yalnızca Alternaria duyarlanması olması gerektiğinden ve sekiz
hastanın da ilk bir yıllık periyot içinde ayrılması nedeniyle az sayıda vakayla çalışma
tamamlandı. Hasta sayısının az olması, muhtemelen sonuçlar için yapılacak istatiksel
testlerin gücünü etkilemiş olabilir
151
KAYNAKLAR
1. Yunginger JW, Reed CE, O’Connell EJ, Melton LJ, O'Fallon WM, Silverstein MD. A community-based study of the epidemiology of asthma. Incidence rates, 1964-1983. Am Rev Respir Dis, 1992; 146(4): 888-94.
2. Mannino DM, Homa DM, Pertowski CA, Ashizawa A, Nixon LL, Johnson CA, Ball LB, Jack E,
Kang DS. Surveillance for asthma-United States, 1960-1995. CDC Surveillance Summaries. MMRW Morb Mortal Wkly Rep, 1998; 47(1): 1-27.
3. Lemanske RF, Busse WW. Astma. J Allergy Clin Immunol, 2003;111:502-19. 4. Sly RM. Changing prevalence of allergic rhinitis and asthma. Ann Allergy Asthma Immunol 1999; 82:
233-52. 5. Seaton A, Godden DJ, Brown K. Increase in asthma: A more toxic enviroment or a more susceptible
population. Thorax, 1999; 49: 171-4. 6. Corsico R, Cinti B, Feliziani V, Gallesio MT, Liccardi G, Loreti A, Lugo G, Marcucci F, Marcer
G, Meriggi A, Minelli M, Gherson G, Nardi G, Negrini AC, Piu G, Passaleva A, Pozzan M, D'Ambrosio FP, Venuti A, Zanon P, Zerboni R. Prevalance of sensitization to alternaria in allergic patients in Italy. Ann Allergy Asthma İmmunol 1998; 80 :71-76.
7. D'Amato G, Chatzigeorgiou G, Corsico R, Gioulekas D, Jager L, Jager S, Kontou-Fili K,
Kouridakis S, Liccardi G, Meriggi A, Palma-Carlos A, Palma-Carlos ML, Pagan Aleman A, Parmiani S, Puccinelli P, Russo M, Spieksma FT, Torricelli R, Wuthrich B. Evaluation of the prevalence of skin prick test positivity to Alternaria and Cladosporium in patients with suspected respiratory allergy. A European multicenter study promoted by the Subcommittee on Aerobiology and Environmental Aspects of Inhalant Allergens of the European Academy of Allergology and Clinical Immunology. Allergy 1997 Jul;52(7):711-6.
8. Platts-Mills TAE. The role of allergens in allergic airway disease. J Allergy Clin İmmunol 1998; 101:
364-366. 9. Dickerson PJK, Li J. Effects of damp and mould in the home on respiratory health: a review of the
literature. Allergy 1998; 53: 120-128. 10. Guneser S, Atici A, Koksal F, Yaman A. Mold allergy in Adana, Turkey.
Allergol Immunopathol (Madr) 1994 Mar-Apr;22(2):52-4. 11. Neukirch C, Henry C, Leynaert B, Liard R, Bousquet J, Neukirch F. Is sensitization to Alternaria
alternata a risk factor for severe asthma? A population-based study. J Allergy Clin Immunol 1999 Apr;103(4):709-11.
12. Eggleston PA, Rosenstreich D, Lynn H, Gergen P, Baker D, Kattan M, Mortimer KM, Mitchell
H, Ownby D, Slavin R, Malveaux F. Relationship of indoor allergen exposure to skin test sensitivity in inner-city children with asthma. J Allergy Clin Immunol 1998 Oct;102(4 Pt 1):563-70.
13. Global Initiative For Asthma. Global strategy for asthma management and prevention, NHLBI/WHO
workshop report. National Hearth, Lung and Blood Institute. Publication No:02-3659, 2002. 14. Roorda RJ. Prognostic factors for the outcome of childhood asthma in adolescence. Thorax, 1996;
51(suppl): 7-13.
152
15. Silverman M, Taussing LM. Early childhood asthma: What are the questions? Am J Resp Crit Care Med, 1995; 151(suppl): 1-44.
16. Moss MH, Gern JE, Lemanske RF. Asthma in infancy an chidhood. In Middleton E, Reed CE,
Ellis EF, Adkinson NF, Yunginger JW, Buse WW (eds). Allergy. Volume II. 6th edition. St Louis, Missouri: Mosby-Year Book Inc, 2003; 1225-1255.
17. Nelson HS, Szefler SJ, Jacobs J, Huss K, Shapiro G, Sternberg AL. The relationships among
environmental allergen sensitization, allergen exposure, pulmonary function, and bronchial hyperresponsiveness in the Childhood Asthma Management Program. J Allergy Clin Immunol, 1999; 104: 775-85.
18. Kulig M, Bergmann R, Tacke U, Wahn U, Guggenmoos-Holzmann I. Long-lasting sensitization
to food during the first two years precedes allergic airway disease. The MAS Study Group. Germany. Pediatr Allergy Immunol, 1998; 9(2): 61-7.
19. Strachan DP, Cook DG. Paterneral smoking and childhood asthma: longitudinal and case- control
studies. Torax 1998; 53: 204-212. 20. Dodge RR, Burrows B. The prevalence and incidence of asthma and asthma-like symptoms in a
general population sample. Am Rev Respir Dis, 1980; 122(4): 567-75. 21. Platts-Mills TA. The relevance of allergen exposure to the development of asthma in childhood. J
Allerg Clin Immunol, 2000; 105(Suppl): S503-8. 22. McConnell R, Berhane K, Gilliland F. Prospective study of air pollution and bronchitic symptoms
in children with asthma. Am J Respir Crit Care Med 2003;168: 790-797. 23. Message SD, Johanson SL. The immunology of virus infection in asthma. Eur Respir J. 2001; 18:
1013-1025. 24. Stewart GA, Robinson C. Allergen Structure and Function. In Middleton E, Reed CE, Ellis EF,
Adkinson NF, Yunginger JW, Buse WW (eds). Allergy. Volume I. 6th edition. St Louis, Missouri: Mosby-Year Book Inc, 2003; 585-609.
25. Platts-Mills TAE. The role of allergens in allergic airway disease J Alergy Clin Immunol 1998; 101:
364-366. 26. Ownby DR, Johnson CC, Peterson EL. Exposure to dogs and cats in the first year of life and risk of
allergic sensitization at 6 to 7 years of age. JAMA, 2002; 288: 963-72. 27. Verhoeff AP, Burge HA. Health risk assessment of fungi in home environments.Ann Allergy
Asthma Immunol. 1997;78(6):544-54. 28. Nolles G, Hoekstra MO, Schouten JP, Gerritsen J, Kauffman HF. Prevalence of immunoglobulin
E for fungi in atopic children. Clin Exp Allergy 2001 Oct;31(10):1564-70. 29. O'Hollaren MT, Yunginger JW, Offord KP, Somers MJ, O'Connell EJ, Ballard DJ, Sachs MI.
Exposure to an aeroallergen as a possible precipitating factor in respiratory arrest in young patients with asthma. N Engl J Med 1991 Feb 7;324(6):359-63.
30. Position paper. Evaluation of the prevalance of skin prick test positivity to Alternaria and
Cladosporium in patients with suspected respiratory allergy. Allergy 1997; 52: 711-716. 31. Gergen PJ, Turkeltaub PC, Kovar MG. The prevalence of allergic skin test reactivity to eight
common aeroallergens in the U.S. population: results from the second National Health and Nutrition Examination Survey. J Allergy Clin Immunol. 1987 Nov;80(5):669-79.
153
32. Zureik M, Neuktich C, Leynaert B, Liard R, Bousquet J, Neukirch F; European Community
Respiratory Health Survey. Sensitisation to airborne moulds and severity of asthma: cross sectional study from European Community respiratory healty survey. BMJ 2002; 325 (4): 411-414.
33. Folkerts G, Busse WW, Nijkamp FP, Sorkness R, Gern JE. Virus-induced airway
hyperresponsiveness and asthma. Am J Crit Care Med, 1998; 157: 1708-20. 34. Cook PJ, Davies P, Tunnicliffe W, Ayres JG, Honeyburne D, Wise R. Chlamidya pneumoniae and
asthma. Thorax, 1998; 53: 254-9. 35. Kraft M, Cassell GH, Henson JE, Watson H, Williamson J, Marmion BP, Gaydos CA, Martin
RJ. Detection of Mycoplasma pneumoniae in the airways of adults with chronic asthma. Am J Respir Crit Care Med, 1998; 158: 998-1001.
36. Sigurs N, Bjarnason R, Sigurbergsson F, Kjellman B. Respiratory syncytial virus bronchiolitis in
infancy is an important risk factor for asthma and allergy at age 7. Am J Respir Crit Care Med, 2000; 161: 1501-7.
37. Wennengren G, Kristjansson S. Relationship between respiratory syncytial virus bronchiolitis and
future obstructive airway diseases. Eur Respir J, 2001; 18: 1044-58. 38. Green RM, Custovic A, Sanderson G, Hunter J, Johnston SL, Woodcock A. Synergism between
allergens and viruses and risk of admission with asthma: case-control study. BMJ, 2002; 324: 763. 39. Kraft M, Cassell Gh, Pak J, Martin RJ. Mycoplasma pneumoniae and Chlamydia pneumoniae in
asthma: effect of clarithromycin. Chest, 2002; 121: 1782-8. 40. B.D Gold. Asthma and gastroesophageal reflux disease in children: exploring the rerationship . J
Pediatr. 2005;146:13-20. 41. Leung DYM. Allergic Disorders. . Kliegman RM, Behrman RE, Jenson HB, Stanton BF (eds). In
Nelson Texbook of Pediatrics , 18th edition. Saunders Elsevıer, Philadelphia. 2007; 935-970. 42. Güneşer S, Altıntaş D, Akmanlar N, Yurdakul Z, Bolat B. Prevalence of childhood allergic
disease in Adana, Southern Turkey. Eur J Epi, 1998. 43. Saraçlar Y, Yiğit Ş, Adalıoğlu G, Tuncer A, Tunçbilek E. Prevalence of allergic diseases and
influencing factors in primary-school children in the Ankara region of Turkey. J Asthma, 1997; 34: 23-30.
44. Sapan N. Prevalence of atopic diseases in school children in Bursa. XV. International Congress of
Allergology and Clinical Immunology. Stockholm-Sweden, Allergy Clin Immunol, 1994; 2: 169. 45. Karaman Ö, Türkmen M, Uzuner N. Allergic disease prevalence in İzmir. Allergy, 1997; 52: 689-
90. 46. Çakır M, Çetinkaya F, Öztürk F, Küçüködük Ş, Saraçlar Y. Samsun ilindeki çocuklarda astım
bronşiale ve allerjik hastalıkların sıklığı. VII. Ulusal Allerji ve Klinik İmmünoloji Kongresi. Bursa-Türkiye, 2-5 Kasım 1997: 15.
47. Oneş Ü, Sapan N, Somer A, Dişçi R, Salman N, Güler N, Yalçin I. Prevalence of childhood asthma
in İstanbul, Turkey. Allergy, 1997; 52: 570-75. 48. Saraçlar Y, Şekerel BE, Kalaycı O, Cetinkaya F, Adalioğlu G, Tuncer A, Tezcan S. Prevalence
of asthma symptoms in school children in Ankara, Turkey. Respir Med, 1998; 92: 203-7.
154
49. Buse WW, Rosenwasser LJ. Mechanisms of asthma . J Allergy Clin İmmunol 2003; 111: 799-804 50. Barners P. Pathophysiology of allergic inflamation. In Middleton E, Reed CE, Ellis EF, Adkinson
NF, Yunginger JW, Buse WW (eds). Allergy. Volume I. 6th edition. St Louis, Missouri: Mosby-Year Book Inc, 2003; 483-499.
51. Vignola AM, Chiappare G, Siena L, Ganglierdo PC, Bousqet J. Fibroproliferative response in
matrix deposition. Clin Exp Allergy Rev, 2001; 1: 111-115. 52. Vinuya RZ. Upper airway disorders and asthma: a syndrome of airway inflammation, Ann Allergy
Asthma Immunol, 2002; 88(Suppl 1): 8-15. 53. Bousqet and the Aria Workshop Group. Allergic Rhinitis and Its Impact on Asthma: Mechanicsms.
J Allergy Clin Immunol, 2001; 108(5): 171-195. 54. Busse WW, O’Bryne PM, Holgate ST. Asthma Pathogenesis. In Middleton E, Reed CE, Ellis EF,
Adkinson NF, Yunginger JW, Buse WW (eds). Allergy. Volume II. 6th edition. St Louis, Missouri: Mosby-Year Book Inc, 2003;1175-1207
55. Vignola AM, Le Grutte S, Chioppora G, Benkeder A, Bellia V, Bonsignore G. Cellular network
in airways inflammation and remodeling. Pediatr Respir Rev, 2002; 3: 41-46. 56. Bousqet J, Jeffery PK, Busse WW, Johnson M, Vignola AM. Asthma. From bronchoconstriction
to airways inflammation and remodeling. Am J Respir Crit Care Med, 2000; 161: 1720-45. 57. Bierbaum S, Heinzmann A. The genetics of bronchial asthma in children. Respiratory Medicine
2007; 101: 1369-75 58. Foley SC, Mogas AK, Olivenstein R, Fiset PO, Chakir J, Bourbeau J, Ernst P, Lemière C,
Martin JG, Hamid Q. Increased expression of ADAM 33 and ADAM 8 with disease progression in asthma. 2007; 119: 863-71.
59. Church MK, Shute JK, Sampson AP. Mast cell-Derived Mediators In Middleton E, Reed CE, Ellis
EF, Adkinson NF, Yunginger JW, Buse WW (eds). Allergy. Volume I. 6th edition. St Louis, Missouri: Mosby-Year Book Inc, 2003;189-212.
60. Tang RB, Chen SJ, Soong WJ, Chung RL. Circulating adhesion molecules in sera of asthmatic
children. Pediatr Pulmonol 2002; 33(4): 249-254. 61. Larche M, Robinson DS, Kay B. The role of T lymphocytes in the pathogenesis of asthma. J Allergy
Clin Immunol 2003; 111: 450-463. 62. Sampson AP. The role of eosinophils and neutrophils in inflammation. Clin Exp Allergy 2000; 30:
22-27 63. Bochner BS, Mamid Q. Advences in mechanisms of allergy. J Allergy Clin İmmunol 2003; 111:
819-823. 64. Gleich GJ. Mechanism of eosinophil associated inflammation. J Allergy Clin Immunol 2000; 105:
651-663. 65. Holgate ST, Davies DE, Lackie PM, Wilson SJ, Puddicombe SM, Lordan JL. Epithelial-
mesenchymal interactions in the pathogenesis of asthma. J Allergy Clin Immunol 2000; 105: 193-204.
155
66. Joos GF, Germonpre PR, Pauwels RA. Neural mechanisms in asthma. Clin Exp Allergy 2000;30 suppl 1: 60-65.
67. Spina D. Airway nerves: neurotransmitter release. Curr Opin Pharmacol 2002; 2(3): 283-285. 68. Cockcroft DW. How best to measure airway responsiveness. Am J Respir Crit Care Med, 2001; 163:
1514-5. 69. Palmer RJ, Rye PJ, Gibson NA, Burton PR, Landau LI, LeSouef PN. Airway responsiveness in
early infancy predicts asthma, lung function, and respiratory symptoms by school age. Am J Respir Crit Care Med, 2002; 163: 37-42.
70. Zimmerman P. Discussion Session III.: Airway wall remodeling. Clin Exper Allergy Reviews 2001;
1: 123-127. 71. Louis R, Lau LC, Bron AO, Roldaan AC, Radermecker M, Djukanovic R. The relationship
between airways inflammation and asthma severity. Am J Respir Crit Care Med 2000; 161: 9-16. 72. Vignola MA, Bousquet J, Chanez P, Gagliardo R, Merendino AM, Chiappara G, Bonsignore G. Assessment of airway inflammation in asthma. Am J Respir Crit Care Med 1998; 157: 184-187. 73. Pin I, Gibson PG, Kolendowicz R, Girgis-Gabardo A, Denburg JA, Hargreave FE, Dolovich J.
Use of induced sputum cell counts to investigate airway inflamation in asthma. Torax 1992; 47: 25-29. 74. Popov T, Gottschalk R, Kolendowicz R, Dolovich J, Powers P, Hargreave FE. The evaluation of
cell dispersion method of sputum examination. Clin Exp Allergy 1994; 24: 778-783. 75. Erdiç M, Solak ZA. İndükte balgam. In: Mirici AN, Yıldız F (eds). Göğüs hastalıkları tanı
yöntemleri-2. Turgut yayıncılık ve Ticaret A.Ş, İstanbul, 2003; 175-193. 76. Pavord ID, Brightling CE, Woltmann G, Wardlaw AJ. Noneosinophilic corticosterod
unresponsive asthma. Lancet 1999; 353: 2213-2214. 77. Başyiğit İ, Yıldız F, Özkara SK, Boyacı H, Ilgazlı A. Inhaled corticosteroid effects both
eosinophilic and non eosinophilic inflamation in asthma patients. Mediat İnflamm 2004; 13(4): 1-7. 78. Godon P, Boulet LP, Malo JL, Cartier A, Lemiere C. Assessment and evaluation of symtometic
steroid-negativ asthmatic without sputum eosinophilia and their response to inhale corticosteroids: Eur Respir J 2002; 20: 1364-1369.
79. Grootendorst DC, Sont JK, Willems LN, Kluin-Nelemans JC, Van Krieken JH, Veselic-Charvat
M, Sterk PJ. Compresion of inflammatory cell counts in asthma: induced sputum, bronchial washing, and bronchial biopsies. Clin Exp Allergy 1997; 27(7): 769-779.
80. Global İnitiative for Asthma (GINA). Global stratgy for asthma managment and prevention.
NHLBI/WHO workshop repot. National Institutes of Health. National Hearth, Lung, and Blood Institute. Publication No: 02-3659, Update 2004.
81. Adams RJ, Fuhlbrigge A, Guilbert T, Lozano P, Martinez F. Inadequate use of asthma medication
in the United States: results of the asthma in America national population survey. J Allergy Clin Immunol, 2002; 110: 58-64.
82. Bousquet J, Vignola AM. Rhinitis and asthma: a continuum disease? Clin Exp Allergy 2001; 31:
674-677. 83. Braunstahl GJ, Hellings PW. Allergic rhinitis and asthma: the link further unraveled. Curr Opin
Pulm Med 2003; 9: 46-51.
156
84. Bousquet J, van Cauwenberge P, Khaltaev N and in collaboration with the WHO. ARIA
Workshop report. J Allergy Clin Immunol. 2001;108: S147-334.) 85. Bauchau V, Durham SR. Epidemiological characterization of the intermittent and persistant types of
allergic rhinitis. Allergy. 2005; 60: 350-3. 86. Van Cauwenberge P, Bachert C, Passalacqua G, Bousquet J, Canonica GW, Durham SR,
Fokkens WJ, Howarth PH, Lund V, Malling HJ, Mygind N, Passali D, Scadding GK, Wang DY. Consensus statement on the treatment of allergic rhinitis. EAACI. Allergy. 2000;55:116-34.
87. Greisner WA, Settipane RJ, Settipane GA. Co-existence of asthma and allergic rhinitis: a 19-year
follow-up study of college student. Allergy Asthma Procc 1998; 19: 185-188. 88. Sanico AM. Latest developments in the management of allergic rhinitis. Clin Rev Allergy Immunol.
2004; 27: 181-9. 90. EAACI. Subcommittee on provocation tests with allergens. EAACI provocation tests with allergens.
Allergy 1997; 52 (Suppl. 35):5-36. 91. Howarth PH. Allergic and Nonallergic Rhinitis. In Middleton E, Reed CE, Ellis EF, Adkinson NF,
Yunginger JW, Buse WW (eds). Allergy. Volume II. 6th edition. St Louis, Missouri: Mosby-Year Book Inc, 2003;1391-1410.
92. Portnoy JM, Van Osdol T, Williams PB. Evidence-based strategies for treatment of allergic rhinitis.
Curr Allergy Asthma Rep. 2004; 4: 439-46. 93. Taramarcaz P, Gibson PG. The effectiveness of intranasal corticosteroids in combined allergic
rhinitis and asthma syndrome. Clin Exp Allergy. 2004; 34(12): 1883-9. 94. Nielsen LP, Dahl R. Comparison of intranasal corticosteroids and antihistamines in allergic rhinitis: a
review of randomized, controlled trials. Am J Respir Med 2003; 2(1): 55-65. 95. Cain H. Bronchoprovocation testing. Clin Chest Med 2001;22: 651-659. 96. Castro-Rodriguez JA, Holberg CJ, Wright AL, Martinez FD. A clinical index to define risk of
asthma in young children with recurrent wheezing. Am J Crit Care Med, 2000; 162: 1403-6. 97. Covar RA, Spahn JD, Martin RJ, Silkoff PE, Sundstrom DA, Murphy J, Szefler SJ. Safety and
application of induced sputum analysis in childhood asthma. J Allergy Clin İmmunol 2004; 114: 575-582.
98. Reed CE. New insights into allergic rhinitis: Quality of life, associated airway diseases, and
antihistamine potency. The Journal of Allergy and Clinical Immunology 1997; 99: 781-785. 99. Wilson SJ, Lau L, Howarth PH. Inflamattory mediators in naturally occuring rhinitis. Clinical and
Experimental Allergy 1998; 28: 220-227. 100. Svensson C, Grönneberger R, Andersson M, Alkner U, Andersson O, Billing B, Gilljam H,
Greiff L, Persson CG. Allergen challange induced enry of alfa-2 macroglobulin and tryptase into human nasal and bronchial airways. The Journal of Allergy and Clinical İmmunology 1995; 96: 239-246.
101. Corbridge TC, Hall JB. The assessment of adults with status asthmaticus. Am J Crit Care Med,
1995; 151: 1296-316.
157
102. Illi S, von Mutius E, Lau S, Bergmann R, Niggemann B, Sommerfeld C, Wahn U; MAS Group. Early childhood infectious diseases and the development of asthma up to school age: a birth cohort study. BMJ. 2001; 322: 390-395.
103. Castro-Rodriguez JA, Holberg CJ, Wright AL, Martinez FD. A clinical index to define risk of
asthma in young children with recurrent wheezing. Am J Respir Crit Care Med. 2000; 162: 1403-1406. 104. Wildhaber JH, Dore ND, Wilson JM. Devadson SG, LeSouef PN. Inhalation therapy in asthma:
nebulizer or pressurized metered-dose inhaler with holding chamber? İn vivo comparison of lung deposition in children. J Pediatr 1999; 135: 28-33.
105. Jarjour NN. Asthma in Adults: Evaluation and Management. In Middleton E, Reed CE, Ellis EF,
Adkinson NF, Yunginger JW, Buse WW (eds). Allergy. Volume II. 6th edition. St Louis, Missouri: Mosby-Year Book Inc, 2003;1257-1281.
106. Weinberger M, Hendeles L. Theophylline in asthma. N Engl J Med, 1996; 334: 1380-94. 107. Lazarus SC, Boushey HA, Fahy JV, Chinchilli VM, Lemanske RF Jr, Sorkness CA, Kraft M,
Fish JE, Peters SP, Craig T, Drazen JM, Ford JG, Israel E, Martin RJ, Mauger EA, Nachman SA, Spahn JD, Szefler SJ. Long-acting beta2-agonist monotherapy vs continued therapy with inhaled corticosteroids in patients with persistent asthma: a randomized controlled trial. JAMA, 2001; 285: 2583-93.
108. O’Byrne PM, Israel E, Drazen J. Antileukotrienes in the treatment of asthma. An Intern Med
1997; 127: 472-80. 109. Davis LA. Omalizumab: A novel Therapy for allergic asthma. Ann Pharmacother 2004; 38: 1236-
42. 110. Nelson HS. Drug therapy: beta-adrenergic brochodilators. N Engl J Med, 1995; 333: 499-506. 111. Lewis DB. Allergy immunotherapy and inhibition of Th2 immun responses: a sufficient strategy?
Curr Opin Immunol 2002; 4: 644-651 112. Bousquet J, Demoly P, Michel FB. Allergen immunotherapy: therapeutic vaccines for allergic
disease. European Respiratory Monograf. Chung F, Fabbri LM (eds). ERS journals Ltd, UK, 2003; 8 (Monograf 23): 409-428.
113. Noon L. Prophylactic inoculation against hay fever. Lancet, 1911; 1: 1572-3. 114. Nelson HS. Immunotherapy for aeroallargen disease. In Middleton E, Reed CE, Ellis EF, Adkinson
NF, Yunginger JW, Buse WW (eds). Allergy. Volume II. 6th edition. St Louis, Missouri: Mosby-Year Book Inc, 2003;1455-1473.
115. Canadian Society of Allergy and Clinical Immonology: Guidelines for the use of allergen
immunotherapy. Can Med Assoc J, 1995; 152: 1413-19. 116. Mosmann TR, Coffman RL. Th1 and Th2 cells: different patterns of lymphokine secretion lead to
different functional properties. Annu Rev Immunol, 1989; 7: 145-73. 117. Ramirez NC, Ledford DK. Immunotherapy for allergic asthma. Med Clin N Am 2002;86:1091-
1112 118. Frew AJ. Immunotherapy of allergic diseases. J Allergy Clin Immunol 2003; 111: 712-9 119. Akdis CA, Blaser K. Role of IL-10 in allergen specific Immunotherapy and normal response to
allergens. Microbes Infect 2001; 3: 891-898.
158
120. Ramirez NC, Ledford DK. Immunotherapy for allergic asthma. Med Clin N Am 2002;86:1091-1112.
121. Frew AJ. Immunotherapy of allergic diseases. J Allergy Clin Immunol 2003; 111: 712-9. 122. Tournoy KG, Kips JC, Pauwels RA. Is Th1 solution for Th2 in asthma? Clin Exp Allergy 2002;
31: 17-29. 123. Akdis CA, Blaser K. IL-10-induced energy in pheripheral T cell and reactivation by
microenviromental cytokines: two key steps in specific immunotherapy. Faseb J 1999; 13: 603-609. 124. Durham SR, Ying S, Varney VA, Jacobson MR, Sudderick RM, Mackay IS, Kay AB, Hamid
QA. Grass pollen immunotherapy inhibits allergen-induced infiltration of CD4+ T Lymphocytes and eosinophils in the nasal mucosa and increases the number of cells expressing messenger RNA for interferon-gamma. J Allergy Clin Immunol, 1996; 97: 1356-65.
125. Saltoun CA. Update on efficancy of allergen Immunotherapy for allergic rhinitis and asthma.
Allergy Asthma Proc 2002; 23: 377-380. 126. Möller C, Dreborg S, Ferdousi H, Halken S, Høst A, Jacobsen L, Koivikko A, Koller DY,
Niggemann B, Norberg LA, Urbanek R, Valovirta E, Wahn U. Pollen immunotherapy reduces development of asthma in children with seasonal rhinokonjunctivitis (The PAT-Study). J Allergy Clin Immunol 2002; 109: 251-256.
127. Wasserfallen JB, Gold K, Schulman KA, Baraniuk JN. Development and validation of a
rhinoconjunctivits and asthma symptom score for use as an outcome measure in clinical trials. J Allergy Clın Immunol, 1997; 100(1): 16-22.
128. Ishıda Y, Nakamura F, Kanzato H, Sawada D, Yamamato N, Kagata H, Oh-Ida M, Takeuchi
H, Fujiwara S. Effect of milk fermented with Lactobacillus acidophilus strain L-92 on symptoms of Japanese cedar pollen allergy: a randomized placebo-controlled trial. Biosci Biotechnol Biochem 2005; 69 (9): 1652-1660.
129. Bahçeciler NN, Işık U, Barlan BI, Başaran MM. Efficacy of sublingual ımmunotherapy in
children with asthma and rhinitis. Pediatr Pulmonol 2001; 32: 49-55. 130. Juniper EF, Guyatt GH, Ferrie PJ, Griffith LE, Towsend M. Measuring quality of life in
children with asthma. Qual Life Res, 1996; 5: 35-46. 131. Juniper EF, Howland WC, Roberts NB, Thompson AK, King DR, Math B. Measuring quality of
life in children with rhinoconjunctivits. J Allergy Clin Immunol, 1998; 101: 163-170. 132. Warfield CA. Manual of Pain Management. 1st Ed, Philadelphia: J. B. Lippincott Company, 1991:
20-3. 133. Altıntaş DU. Dermatophagoides Pteronyssinus’a duyarlı astım ve rinitli çocuklarda üç farklı tip
immünoterapi materyalinin karşılaştırılması. Yandal uzmanlık tezi, Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi, Adana, 1997.
134. Spanevello A, Confalonieri M, Sulotto F, Romano F, Balzano G, Migliori GB, Bianchi A,
Michetti G. Induced sputum cellularity-reference values and distribution in normal volunteers. Am J Respir Crit Care Med 2000; 162:1172-1174.
135. Raulf-Heimsoth M, Wirtz C, Papenfuss F, Baur X. Nasal lavage mediator profile and cellular
composition of nasal brushing material during latex challenge tests. Clin Exp Allergy 2000; 30:110-121.
159
136. American Thoracic Society. Guidelines for methacoline and exercise challenge testing 1999. Am J Respir Crit Care Med 2000; 161:309-320.
137. American Thoracic Society. Guidelines for Methacholine and Exercise Challenge Testing-1999. Am
J Crit Care Med, 2000; 161: 309-329. 138. Melillo G, Bonini S, Cocco G, Davies RJ, de Monchy JG, Frølund L, Pelikan Z. Provocation
tests with allergens. Allergy 1997; 52 (Suppl): 5-36. 139. EAACI. Subcommittee on provocation tests with allergens. EAACI provocation tests with allergens.
Allergy 1997; 52 (Suppl. 35):5-36. 140. Gosepath J, Amade RG, Mann WJ. Nasal provocation testing as an international standard for
evaluation of allergic and nonallergic rhinitis. Laryngoscope 2005; 115:512-516. 141. Ramirez NC, Ledford DK. Immunotherapy for allergic asthma. Med Clin N Am 2002; 86: 1091-
1112. 142. O’Holleren MT, Yunginger JW, Offord KP. Exposure to an aeroallergen as a possible
percipitating factor in respiratory arrest in young patients with asthma. N Engl J Med 1991; 324: 359-63.
143. Hejjaoui A, Horst V, Michel FB, Bousquet J. Double-blind, placebo-controlled rush
immunotherapy with standardized Alternaria extract. J Allergy Clin Immunol 1990; 85: 460-472. 144. Malling HJ, Dreborg S, Weeke B. Diagnosis and İmmunotherapy of mould allergy. Clin Effic
Allergy 1986; 41: 507-519. 145. Lehrer BS, Aukrust L, Salvaggio JE. Respiratory allergy induced by fungi. Clin Chest Med 1983;
4: 23-41. 146. Mallıng HJ, Weeke B. EAACI immunotherapy subcommittee. Position paper: immunotherapy.
Allergy 1993: 48 (suppl. 14): 9-45. 147. Frost A. Freqoency of allergy to Alternaria and Cladosporium in a specialist clinic. Allergy 1988;
43: 504-507. 148. Horst M, Hejjaoui A, Horst V, Michel FB, Bousquet J. Double-blind, placebo-controlled rush
immunotherapy with a standardized Alternaria extract. J Allergy Clin Immunol 1990; 85; 460-472. 149. Tabar AI, Lizaso MT, Garcia BE. Double-blind, placebo-controlled study of Alternaria alternata
immunotherapy: Clinical efficacy and safety. Pediatr Allergy Immunol 2008: 19: 67-75. 150. D’Amato G, Chatzıgeorgıou G, Corsıco R, Gioulekas D, Jäger L, Jäger S, Kontou-Fili K,
Kouridakis S, Liccardi G, Meriggi A, Palma-Carlos A, Palma-Carlos ML, Pagan Aleman A, Parmiani S, Puccinelli P, Russo M, Spieksma FT, Torricelli R, Wüthrich B. Evaluation of the prevalence of skin prick test positivity to Alternaria and Cladosporium in patients with suspected respiratory allergy. EEACI position paper. Allergy 1997: 52; 711-716.
151. Tarıq SM, Matthewes SM, Stevens M, Hakım EA. Sensitization to Alternaria and Cladosporium
by the age of 4 years. Clin Exp Allergy 1996; 26: 794-798. 152. Kurup VP, Shen HD, Vijay H. Immunobiology of fungal allergens. Int Arch Allergy Immunol
2002; 129: 181-188. 153. D’Souza MF, Emanuel MB, Gregg J, Charlton J, Goldschmıdt J. A method for evaluating
therapy for hay fever. A comparsion of four treatments. Clin Allergy 1983; 13: 329-35.
160
154. Douglass JA, Thien FCK, O’Hehir RE. Immunotherapy in asthma. Thorax 1997; 52: 522-529. 155. Helbling A, Reimers A. Immunotherapy in Fungal Allergy. Current Allergy and Asthma Reports
2003; 3: 447-453. 156. Tuchinda M, Chai H. Effect of immunotherapy in chronic asthmatic children. J ALLergy Clin
Immunol 1973; 51: 131-138. 157. Dreborg S, Agrell B, Foucard T, Kjellman NI, Koivikko A, Nilsson S. A double-blind,
multicenter immunotherapy trial in children, using a purified and standardized Cladosporium herbarum preparation. I. Clinical results. Allergy 1986; 41: 131-140.
158. Kelly EA, Buse WW, Jarjour NN. Inhaled budesonide decreases airway inflamatory response to
allergen. Am J Respir Crit Care Med 2000; 162: 883-890. 159. Bousquet J, Chanez P, Lacoste JY, Barnéon G, Ghavanian N, Enander I, Venge P, Ahlstedt S,
Simony-Lafontaine J, Godard P. Eosinophilic inflammation in asthma. N Engl J Med 1990; 323: 1033-1039.
160. Walker SM, Pajno GB, Lıma MT, Wilson DR, Durham SR. Grass pollen immunotherapy for
seasonal rhinitis and astham: a randomized, controlled trial. J Allergy Clin Immunol 2001; 107; 87-93. 161. Polosa R, Gotti Li F, Mangano G, Paolino G, Mastruzzo C, Vancheri C, Lisitano N, Crimi N. Effect of immunotherapy on asthma progression, BHR and sputum eosinophils in allergic rhinitis.
Allergy 2004; 59: 1224-1228. 162. Grootendorst DC, van den Bos JW, Romeijn JJ, Veselic-Charvat M, Duiverman EJ, Vrijlandt
EJ, Sterk PJ, Roldaan AC. Induced sputum in adolescents with severe stable asthma. Safety and the relationship of cell counts and eosinophil cationic protein to clinical severity. Eur Respir J 1999; 13: 647-653.
163. Fujitaka M, Kawaguchi H, Kato Y, Sakura N, Ueda K, Abe Y. Significance of the eosinophil
cationic protein/eosinophil count ration in asthmatic patients: its relationship to disease severity. Ann Allergy Asthma Immunol 2001; 86(3):323-329.
164. Gıbson PG, Woolley K, Carty K, Murree-Allen K, Saltos N. Induced sputum eosinophil cationic protein (ECP) measurement in asthma and chronic obstructive airway disease. Clinical and Experimental Allergy; 28: 1081-1088.
165. Arvidsson MB, Lowhagen O, Rak S. Allergen specific immunotherapy attenuates early and late
phase reactions in lower airways of birch pollen asthmatic patients: a double blind placebo-controlled study. Allergy 2004; 59: 74-80.
166. Ohashi Y, Nakai Y, Kakinoki Y, Ohno Y, Sakamoto H, Kato A, Tanaka A. Effect of
immunotherapy on serum levels of eosinophil cationic protein in perennial allergic rhinitis. Ann Otol Rhinol Laryngol 1997; 106: 848-853.
167. Niimi A, Amitani R, Suzuki K, Tanak E, Murayama T, Kuze F. Eosinophilic inflamation in
cough variant asthma. Eur Respir J 1998; 11: 1064-1069. 168. Tang RB, Chen SJ. Serum levels of eosinophil cationic protein and eosinophils in astmatic children
during a course of prednisolone therapy. Pediatr Pulmonol 2001; 31: 121-125. 169. Kandil AA, Hasan A, Taha O, El-Mesallamy H. Eosinophil cationic protein as a diagnostic
marker for asthmatic children treated by immunotherapy. Egypt J Immunol. 2003;10(1):67-76)
161
170. Niggemann B, Jacopsen L, Dreborg S, Ferdousi HA, Halken S, Høst A, Koivikko A, Koller D, Norberg LA, Urbanek R, Valovirta E, Wahn U, Möller C; PAT Investigator Group. Five-year follow- up on the PAT study: specific immunotherapy and long-term prevention of asthma in children. Allergy. 2006; 61: 855-859.
171. Metzger WJ, Hunnınghake GW, Rıcherson HB. Late astmatic responses: inquiry into
mechanisms and significance. Clin Rev Allergy 1985; 3: 145-165. 172. Goldstein G, Chai H. Efficacy of rush immunotherapy in decreasing bronchial sensitivity to inhaled
antigens in perennial childhood asthma. Ann Allergy 1981; 47: 333-337. 173. Horst M, HejjaouinA, Host V, Michel FB, Bousquet J. Double-blind, placebo-controlled rush
immunotherapy with standardized Alternaria extract. J Allergy Clin Immunol 1990; 85: 460-472. 174. Braunstahl GJ, Overbeek SE, Kleinjan A, Prins JB, Hoogsteden HC, Fokkens WJ. Segmental
bronchial provocation induces nasal inflamation in allergic rhinitis patients. Am J Respir Crit Care Med 2000; 161: 2051-57.
175. Marcucci F, Passalacqua GW, Canonica F. Lower airway inflammation before and after house
dust mite nasal challenge: An age and allergen exposure-related phenomenon. Respiratory Medicine 2007; 101: 1600-1608.
176. Bonay M, Neukirch C, Grandsaigne M, Lecon-Malas V, Ravaud P, Dehoux M, Aubier M.
Changes in airway inflammation following nasal allergic challenge in patients with seasonal rhinitis. Allergy 2006; 61: 111-8.
177. Marcucci F, Sensi F, Frati R, Bernardini R, Novembre E, Barbato A, Pecora S. Effects on
inflammation parameters of a double-blind, placebo controlled one-year course of SILT in children monosensitized to mites. Allergy 2003; 58: 657-662.
178. Lizaso MT, Tabar AI, Garcia BE, Gómez B, Algorta J, Asturias JA, Martínez A. Double-blind,
placebo-controlled Alternaria alternata immunotherapy: in vivo and in vitro parameters. Pediatr Allergy Immunol 2008; 19: 76-81.
179. Malling HJ, Dreborg S, Weeke B. Diagnosis and immunotherapy of mould allergy. VI. IgE-
mediated parameters during a one year placebo-controlled study of immunotherapy with Cladosporium. Allergy 1987; 42: 305-314.
180. Bousquet J, Guerin B, Dotte A, Dhivert H, Djoukhadar F, Hewitt B, Michel FB. Comparison
between rush immunotherapy with a standardized allergen and an alum adjuved pyridine extracted material in grass-pollen allergy. Clin Allergy 1985; 15: 179-193.
181. Roberts G, Hurley C, Lack G. Devalopment of a quality-of –life assessment for the allergic child
or teenager with multisystem allergic disease. J Allergy Clin Immunol 2003;111: 491-497. 182. Whan U. Immunotherapy in children. Curr Opin Allergy Clin Immunol 2002;2: 557-560. 183. Adkinson NF, Eggleston PA, Eney D. A controlled trials of immunotherapy for asthma in allergic
children. N Engl J Med 1997; 336: 324-331. 184. Bettiol J, Radermecker M, Sele J, Henquet M, Cataldo D, Louis R. Airway mast-cell activation
in asthmatics is associated with selective sputum eosinophilia. Allergy 1999; 54: 1188-1193. 185. Venge P. Soluble markers of allergic inflamation. Allergy 1994; 49: 1-8.
162
186. Svensson C, Grönneberger R, Andersson M, Alkner U, Andersson O, Billing B, Gilljam H, Greiff L, Persson CG. Allergen challenge induced entry of alfa-2 macroglobulin and tryptase into human nasal and bronchial airways. The journal of Allergy and Clinical Immunology 1995; 96: 239-246.
187. Wilson SJ, Lau L, Howarth PH. Inflamattory mediators in naturally occuring rhinitis. Clinical and
Experimental Allergy 1998; 28: 220-227. 188. Rasp G, Thomas BA, Bujia J. Eosinofil inflamation of the nasal mucosa in allergic rhinitis and
non-allergic rhinitis measured by ECP levels in native nasal fluid and serum. Clin Exp Allergy 1994; 24: 1151-1156.
189. Naclerio RM, Proud D, Togias AG, Adkinson NF Jr, Meyers DA, Kagey-Sobotka A, Plaut M,
Norman PS, Lichtenstein LM. Inflammatory mediators in late antigen induced rhinitis. N Engl J Med 1985; 313: 65-70.
190. Klimek L, Wolf H, Mewes T, Dormann D, Kunz AR, Schnitker J Mann W. The effect of short
term immunotherapy with molecular standardised grass and rye allergens on ECP and tryptase in nasal secretions. J Allergy Clin Immunol. 1999; 103: 47-53.
191. Keskin Ö, Ayfer T, Adalioglu G, Sekerel BE, Saçkesen C, Kalayci O. The effects of grass polen
allergoid immunotherapy on clinical and immunological parameters in children with allergic rhinitis. Pediatr Allergy İmmunol 2006; 17: 369-407.
192. Malling HJ, Allergen immunotherapy efficacy in rhinitis and asthma. Allergy Clin İmmunol Int-J
World Allergy Org 2004; 16: 92-95. 193. Marcucci F, Sensi L, Di Cara G, Salvatori S, Bernini M, Pecora S, Burastero SE. Three-year
follow-up of clinical and inflammation parameters in children monosensitized to mites undergoing sub-lingual immunotherapy. Pediatr Allergy Immunol 2005; 16: 519-526.
163
ÖZGEÇMİŞ
Adı Soyadı: Mehmet KILIÇ
Doğum Tarihi ve Yeri: 05.07.1968/Elazığ
Medeni Durumu: Evli
Adres: Celal Dora Cad. No:5 Kat:4 Elazığ
Telefon: 0424 248 21 40
Faks:
E. posta: [email protected]
Mezun Olduğu Tıp Fakültesi: Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi (1993)
Varsa Mezuniyet Derecesi:
Görev Yerleri: Hehimhan Verem Savaş Dispanseri/Malatya, Elazığ Verem Savaş Dispanseri/ Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı
Dernek Üyelikleri: Milli Pediatri ve Alerji İmmünoloji Derneği
Alınan Burslar:
Yabancı Dil(ler): İngilizce
Diğer Hususlar: