32
özgürlükçü gençlik Kasım 2011 no.12 1 TL ASLA YALNIZ YÜRÜMEYECEKSİN! ASLA YALNIZ YÜRÜMEYECEKSİN! Gençliğe, Özgürlüğe, Sosyalizme: Evet! Gençligin Özgürlük MücadeleSine Zincir Vurulamaz Öğrenci gençliğin örgütlü demokratik mücadelesine dönük saldırılara yanıtımız ÖZGÜRLÜK BAYRAgI DAHA YUKARI! )

OGD 12

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Özgürlükçü Gençlik Dergisi sayi 12

Citation preview

Page 1: OGD 12

özgürlükçü gençlikKa

sım

20

11 no.12

1 TL

ASLA YALNIZ YÜRÜMEYECEKSİN!ASLA YALNIZ YÜRÜMEYECEKSİN!

Gençliğe, Özgürlüğe, Sosyalizme: Evet!

Gençligin Özgürlük MücadeleSine Zincir Vurulamaz

Öğrenci gençliğinörgütlü

demokratik mücadelesine

dönük saldırılarayanıtımız

ÖZGÜRLÜK BAYRAgI DAHA YUKARI!

“”

)

Page 2: OGD 12

ergimizi yayına hazırladığımız gün-lerde gerek öğrenciler açısından ge-

rekse genel anlamda ülkede, bölgedeve dünyada hareketli günler yaşanı-

yordu. Türkiye halkları bütün ırkçı provo-kasyonlara rağmen Van’da gerçekleşendepremin yaralarını sararak “Barış”ın dilinikonuşma telaşındalar.

Ezilenlerin coşkulu direnişlerine ve başkal-dırılarına egemenler dünyanın her tarafındasaldırgan ve baskı dolu uygulamalarıylagölge düşürmek istese de ezilenlerin yenilgitanımayan sesi daha gür yanıtlarla göğüslü-yor bu saldırıları.

Wall Street’ten başlayarak ABD’nin çeşitlieyaletlerine ve Londra’ya yayılan protestolargiderek anti-kaitalist bir niteliğe bürünür-ken, eylemlere yönelik polis terörü de artı-yor. Çeşitli eyaletlerde sokağa çıkma yasağı

uygulanırken polis, müdahalelerinde plastikmermi kullanmaktan çekinmiyor. 15 Ekimuluslararası direniş gününde küresel ölçektedoruk noktasına ulaşan eylemler kapitaliz-min ölüm çanlarının bir ton daha yüksekçalar hale geldiğini işaret ediyor.

Öcalan’ın avukatlarıyla görüştürülmeme-siyle derinleşmeye başlayıp TC’nin kimyasalsilahlarla düzenlediği operayonlara kadar ge-lişen süre zarfında savaş bölgesel bir karakterkazanmaya doğru adım adım ilerlerkenHalkların Demokratik Kongresi’nde geniş-leyerek bir araya gelen Emek, Barış ve De-mokrasi Bloku güçleri demokratik halkçı biralternatifin inşaası için güçlü ittifakı birarayagetirdiler.

Öğrenci Gençlik Sendikası, GENÇ SEN,kurulduğu günden bu yana bir kapatma da-vası ile karşı karşıya kalmıştı. Geçtiğimiz ay

sonuçlanan dava Genç Sen’in kapatılmasınakarar verdi. Bu karardan yaklaşık 1 ay kadarsonra içlerinde Genç Sen 19 Mayıs Ünver-sitesi Şube Temsilcisinin de bulunduğu 5ÖGD üyesi Samsun, İstanbul ve Hatay’daevleri basılarak gözaltına alındı. Arkadaşla-rımız, çıkarıldıkları mahkemede isnat edilensuçların mesnetsizliğinden olsa gerek ser-best kalsalar da bu gözaltılar yeni saldırı dal-galarının habercisi niteliğinde.Cezaevlerinde bulunan 500 tutuklu öğrenci,Genç Sen’in kapatılması vb. gibi uygulama-lar öğrenci hareketi üzerinde yoğunlaşan sal-dırıları ortaya koyuyor. Ancak unutulmasınki devrimciler egemenlerin saldırılarıyla kar-şılaştıkları her anda yanıtı direnişle vermişve zafer sloganlarını daha gür haykırmışlar-dır;

“Senin sesin yenilgi tanımaz! Bu abluka dağılacak!”

3 • geleceğinizellerin(iz)de

- ümran koçak

4-5 • dünyadan:yüzde 99

sınır tanımayan öfkelilerşili

6-7 • akp’nin demokra-sisi savaş demektir- kader yalçınkaya

8-9 • nasıl bir üniversiteiste(mi)yoruz

- metin şenyurt

10 • gençliğin yanındasaldırıların karşısında

- juliana gözen

11 • genç sen haberleri

12 • lahana turşusunun keskin kokusu

- yiğithan kavukçu

13 • gençlik işçileşiyor işçi sınıfı gençleşiyor

- aydın ekiz

14 • dilimizin sınırlarıdünyamızın sınırlarıdır

- gamze ardağ

15 • şiddetinizlebarışmayacağız- gamze ertürk

16-17 • baskıya vesaldırılara karşı dahaörgütlü, daha kitlesel

- barış özer

18-19 • karadenizisyandadır

platformu ile röportaj“helesa yissa!”

- röportaj: özlem bayat

20 • kapıdaki tehlike(nükleer)

- ali düzel

21 • yapay zeka -1 - izzet çetin

22-23 • liseliler özgürlük için geliyor

- emrah bal

24-25 • gençliğin gündeminden

haberler

26 • dünden bugünediyalektik

- semra zarper

27 • antakya mozayiği ve arap hıristiyanlar

- juliana gözen

28-29 • sisteme karşıatılan

asi bir çığlık ROCK- uğurcan büyüknisan

30-31 • kıvılcımlı’nınbugün söyleyecekleri

- cenk ağcabey

32 • özgürlük yolundamücadele sürüyor

özgürlükçü gençlik02

kasım 2011

Sahibi ve Sorumlu Yazıişleri Müdürü: C. Metin Şenyurt

Adres: Hüseyinağa Mah. Süslü Saksı Sk. No: 18 K. 3 Beyoğlu/İstanbul

Tel.&Faks: (0212) 243 37 60Baskı: EZGİ Matbaacılık Sanayi Cad. Altay Sk. No:10 Çobançeşme Yenibosna-İstanbul - 0212 452 23 02

dergisiözgürlükçü gençlik

DBu Abluka Dağılacak

((bu sayıdakiler))

Page 3: OGD 12

ürkiye‘de egemen sınıf sözcüleri Tür-kiye’nin genç nüfus olmasıyla övünedursunlar, genç nüfus işsizlik, yoksul-

luk ve geleceksizlik kaygısıyla umutsuzlukgirdabına sürükleniyor.

ÖSYM her yıl, 41 tane “seçme” sınavı yapı-yor. Daha 6. sınıfta, ergenliğe bile girmeyengençler, iyi bir liseye girme hevesiyle başla-yan ağır bir sınav temposuna sürükleniyor.SBS, YGS, LYS, DGS, ALES, KPSS derkensınav maratonunun sonu bir türlü gelmiyor.Bu durum gençleri yıllarını alacak bir sınavcenderesine sokarken aynı zamanda kapita-listlerin bir bölümünün iştahını kabartanmilyarlarca dolarlık iş hacmine sahip bir“sınav endüstrisi” nin oluşmasını sağlıyor.

Geleceğimiz Sınavlarla ÖğütülüyorTürkiye’de sınavlar, toplumsal yaşamınönemli bir parçası. Niteliksiz bir eğitimle ye-tişen öğrencilerin geleceği eleme sınavlarıylaöğütülüyor. Düzen, bu yolla büyük orandagençliği ıslah etmeye ve pasifleştirmeye ça-lıştığı bir mekanizma oluşturuyor. Hemideolojik, hem de ekonomik bir işleve sahipolan bu mekanizma milyonlarca dolarlık birdershane sektörünün palazlanmasına dasebep oluyor.

Bu sınavlar zincirinin son durağı olan KPSSve benzeri sınavlar kapitalizmin istihdamkonusundaki yapısal çözümsüzlüğü için örtüişlevi görüyor. İş bulmaya giden yolun böy-lesine çetrefilli ve karmaşık olması bir tarafa,sınav neticesinde atanamayanlar “yetersiz”olarak yaftalanıyor. Böylece bu sınava giren-lerin büyük çoğunluğunun bu yetersizliğinbir sonucu olarak işsiz kalmaları gerektiğidüşüncesi normalize ediliyor. “Artık yorul-dum, yaşamış olsam bile yine başarılı olama-yacağım” diyerek intihar eden atamasıyapılmamış öğretmeni unutmadık. O, işsiz-liğe terk edilmiş, geleceğe dair umutları tü-ketilmiş, bunalıma sürüklenmiş binlerceöğretmenden-gençten sadece biri.

Başbakan, Milli Eğitim Bakanı ve bakanlıkbürokratları, KPSS’nin öğretmenlerin yeter-liliğini ölçmek için zorunlu olduğunu söylü-yorlar, ama KPSS’nin yeterlilik sınavı olarakdeğerlendirilmesi ne kadar doğru? Örneğintaban puan bir branş için 95, bir başka branşiçinse 65 olarak belirlenebiliyor. Eğitim bi-limleri alanında 120 sorudan 105 net yapanbir aday atanamayabilirken, 80 net yapanbaşka bir aday yerleşebiliyor. Daha çarpıcıbiçimde bunu ortaya koyan durumsa, MilliEğitim Bakanlığı’nın, sınavda gerekli puanıalamadığı için yeterliliğe ulaşamadığı gerek-çesiyle kadro vermediği adayları, öğretmenaçığından dolayı yine aynı okullarda ücretliöğretmen olarak çalıştırması. Buradaki çe-lişki gün gibi ortada: Öğretmen olabilmekiçin sınav ölçütse eğer, sınavı geçemeyenle-rin ücretli öğretmenlik yapmaları da engel-lenmeli. Yok, eğer sınavı geçemeyenler deöğretmenlik yapabiliyorsa, o zaman sınavniçin yapılıyor?

Bu durumdan da açığa çıkıyor ki, öğretmenatamalarında temel kıstas, hiçbir biçimde“yeterlilik” değil. Asıl yaklaşım kadroluatama yapmak yerine öğretmenlerin büyükçoğunluğunu sözleşmeli, daha da kötüsü üc-

retli olarak çalıştırmak. Yani onları iş güven-cesinden yoksun bırakmak, düşük ücretlere,daha zor koşullar altında çalışmaya razıetmek. Kapitalist devlet bir yandan sınıflar-daki öğrenci sayısını artırarak öğretmen ih-tiyacını azaltmış görünürken, diğer yandanda bu sınıflarda geçici, düşük ücretli öğret-menleri görevlendirmektedir.

Bu sene dışarda 216 bin iş bekleyen öğret-men varken, sözü verilen 55 bin atama bir ta-rafa, 11 bin öğretmen ataması yapıldı. MilliEğitim Bakanı Ömer Dinçer, “Ben bu yıl ön-ceki bakanımızın ‘55 bin öğretmen alacağız’sözünü yerine getiremediğimiz için tüm öğ-retmen adaylarından özür diliyorum. Busözü yerine getirebilmek için çok çaba sarfettik, ancak hükümetimizin tahsis edebildiğikaynaklarla azami kadro ancak bu kadar ola-bildi, bizi affedin.” beyanıyla sözüm ona ata-namayan öğretmenlerden özür diledi.

Dinçer, binlerce kişinin açıkta kalmasınınnedenini, ihtiyaç duyulan alanlarda öğret-menin yeterli sayıda bulunmaması olarakaçıklıyor. Öğretmenin yetiştiği alanla bakan-lığın ihtiyaç duyduğu alanda bir uyumsuzlukolduğunu savunuyor. Bunu diyen zihniyetinher yerde yeni üniversiteler açması ve varolan üniversitelerde kontenjan artırımınagitmesi bundan sonraki mezunların akıbetihakkında epey düşündürüyor.

Burada sorunun kaynağı en temelde yoğunişsizliğin ve özel sektördeki dayanılmaz işkoşullarının ve güvencesizliğin karşısındakurtuluşun devlet kapısında aranmasıylameydana gelen yığılmadır. Liberal politika-ların arttırılmasıyla birlikte bu yığılma gi-derek büyümektedir. Bu politikalarlageleceksizleştirilen biz gençler de bu duru-mun kaderimiz olmadığının bilincine var-malı, geleceğimizi ekmeklerine yağ yapanegemenlere karşı mücadelemizi büyütme-liyiz.

özgürlükçü gençlik

kasım 2011

03

ÖSYM her yıl, 41 tane“seçme” sınavı yapıyor.Daha 6. sınıfta,ergenliğe bile girmeyengençler, iyi bir liseyegirme hevesiylebaşlayan ağır bir sınavtemposuna sürükleniyor.SBS, YGS, LYS, DGS,ALES, KPSS derken sınavmaratonunun sonu birtürlü gelmiyor.

Türkiye’de sınavlar, toplumsalyaşamın önemli bir parçası.

Niteliksiz bir eğitimle yetişenöğrencilerin geleceği eleme

sınavlarıyla öğütülüyor.Düzen, bu yolla büyük

oranda gençliği ıslah etmeyeve pasifleştirmeye çalıştığı bir

mekanizma oluşturuyor.

TÜmran Koçak

GELECEĞİNİZ ELLERİN(İZ)DE!

Page 4: OGD 12

özgürlükçü gençlik04

011 yılının başından bu yana KuzeyAfrika ve Avrupa’da sokakları hare-ketlendiren kapitalizm karşıtı eylem-

cilerden sonra 17 Eylül'den bu yanaAmerika’da Wall Street'te de eylemciler ül-kedeki gelir dengesizliğini, işsizliği, gelecek-sizliği kısacası neo-liberal politikalarıprotesto etmek için bir araya geliyor. Çoku-luslu şirketlerin, küresel para piyasalarınıngeleceksizleştirme politikalarına karşı biraraya gelen ve kendilerine “Biz yüzde 99’uz”diyen grup herkesi 15 Ekim’de dünya serve-tinin yüzde 40’ını elinde bulunduran yüzde1’e karşı çıkmak için sokaklara çağırdı. Pro-testo gösterilerine Londra, Hamburg,Tokyo, Sidney ve Montreal kentlerindegeniş katılım sağlandı. Kimi şehirlerde mey-dan işgalleri halen devam etmekte.

Yüzde 99’uz sloganıyla bir araya gelen ey-

lemcilerin temel dertlerinin sınıf çatışmasıolması gerektiğini vurgulayan Zizek WallStreet meydanında eylemcilere şu şekildeseslenmiştir;

“…. Bir tehlike var. Kendinize aşık olmayın.Burada iyi zaman geçiriyoruz. Ama hatırla-yınız ki karnavallar ucuz olur. Önemli olanbir sonraki gündür, normal hayatlarımızadönmek zorunda olduğumuz zamandır. Ozaman bir değişiklik olacak mı? Bu günleri‘aa o zaman gençtik ve çok güzeldi’ diye ha-tırlamanızı istemiyorum. Temel mesajımızın‘alternatifleri düşünme serbestimiz’ oldu-ğunu unutmayın. Tabular yıkıldıysa, yaşaya-bileceğimiz en iyi dünyada yaşamıyoruzdemektir. Ama önümüzde uzun bir yol var.Yüzleşmemiz gereken zor sorular var. Neyiistemediğimizi biliyoruz. Ama neyi istiyo-ruz? Hangi sosyal örgütlenme kapitalizmin

yerine geçebilir? Ne tür yeni liderler istiyo-ruz?

Hatırlayın. Problem yozlaşma veya açgözlü-lük değil. Problem sistemin kendisi. Siziyozlaşmaya zorluyor. Sadece düşmanlaradeğil, bu süreci sulandırmaya çalışan sahtearkadaşlara da dikkat edin. Kafeinsiz kahve,alkolsüz bira, yağsız dondurmada olduğugibi bunu da zararsız bir ahlaki protestoyaçevirmeye çalışacaklar. Kafeinsizleştirilmişbir sürece. Ama burada olmamızın sebebibir Coca Cola tenekesini geri dönüşüme ver-menin, bir yardım kurumuna bir iki dolarbağış yapmanın veya aldığınız Starbuckskahvenin yüzde 1’inin üçüncü dünyada açbir çocuğu doyurmasının bizi iyi hissettir-mesiyle yetineceğimiz bir dünyadan bıkma-mızdır.”

Hatırlayın. Problem yozlaşma

veya açgözlülük değil.Problem sistemin kendisi.Sizi yozlaşmaya zorluyor.Sadece düşmanlara değil,

bu süreci sulandırmayaçalışan sahte arkadaşlarada dikkat edin. Kafeinsiz

kahve, alkolsüz bira,yağsız dondurmada

olduğu gibi bunu dazararsız bir ahlaki

protestoya çevirmeyeçalışacaklar.

2

SINIR TANIMAYAN ÖFKELİLER

YÜZD

E99

kasım 2011

Kolombiya’da öğretmen ve öğrenciler hükü-metin eğitim alanındaki politikalarına karşıeyleme geçti. Eylül ayı içerisinde Kolombi-ya’nın birçok şehrinde yürüyüşler düzenleyenöğretmen ve öğrenciler hükümeti alacağı ka-rarlar doğrultusunda uyardı.

Genel olarak demokratik, özgür üniversite veparasız eğitim talebinin öne çıktığı eylemlerdehükümetin uygulamak istediği politikalarlaözel ve çok uluslu şirketlerle birlikte özel üni-versitelerin önünün açılmak istendiği vurgu-landı.

Almanya genelinde sokağa çıkan on bin-lerce kişi, meydanları işgal etmeye çalıştı.Kamp kurulan meydanlarda ise mücadelebüyüyor…

Kamu borcu kriziyle sarsılan Avrupa Birli-ği'nin en etkin üyesi Almanya'da on bin-lerce kişi sokağa çıktı. Ülke genelindeyapılan eylemlerde, bankaların ülke yöne-timindeki tahakkümüne karşı tepkiler dilegetirildi.

ABD'deki “Wall Street'i İşgal Et” hareketin-den etkilenen Alman emekçiler, sistem de-ğişikliği ve kapitalizme karşı demokratik

yapı talebiyle, başkent Berlin'de meclis bi-nasına yürüdü ve binayı kuşattı. Meclisönündeki alanı işgal eden Alman emekçi-ler, binayı korumaya çalışan yaklaşık 700polisle gergin anlar yaşadı.

Frankfurt'taki Avrupa Merkez Bankası bi-nası önüne geçtiğimiz günlerde kampkuran eylemcilerle bir araya gelen binlercekişi, 80 çadırda yaşayan 150 aktivistle da-yanışma içinde olduklarını belirtti ve kam-pın büyüyeceğini ifade etti.

Eylemler Cologne, Stuttgart, Munich veDusseldorf şehirlerinde de yapıldı.

ROMA ALEV ALEVRoma'daki Cavour Caddesi'ndenbaşlayan yürüyüşe, 200 bine yakın“öfkeli” katıldı. San Giovanni Meyda-nı'na yapılan yürüyüş sırasında gös-tericiler gerçekten oldukça öfkeliydi.

Yürüyüş sırasında bazı bankalaramolotof kokteylleri atılırken, bir polisaracı ateşe verildi. Ayrıca SavunmaBakanlığı’na ait ofislerden biri olanbir binayı ve binanın çöp konteynır-ları da ateşe verildi. Bu sırada İtalyave AB bayrakları da ateşe verildi.

Bölgeye çok sayıda polis sevk edildive ekipler göz yaşartıcı bombalarkullandı. Polisin göz yaşartıcı bombamüdahalesiyle dağıtılmaya çalışılangöstericiler, bir süre sonra San Gio-vanni Meydanı'nda toplandı ve ba-rikat kurdu.

Akşam saatlerine kadar süren eylemsırasında aralarında polislerin de bu-lunduğu 100'e yakın kişi yaralandı.

KOLOMBİYA GENÇLİĞİ: UYARIYORUZ!

ALMANYA’DA MÜCADELE BÜYÜYOR

Page 5: OGD 12

ili’de öğrenci eylemleri, Ağustosayında Manuel Gutierre Reinosoisimli lise öğrencisinin polis kurşu-

nuyla başından vurularak öldürülmesi so-nucu kitleselleşerek devam etmekte. ManuelGutierre’in polis kurşunuyla öldürülmedi-ğini iddia eden emniyet müdürlüğü soruş-turma açılmasına izin vermedi. Fakateylemlerin hız kazanması hükümeti bu ko-nuda adım atmaya zorladı.

Ekim ayında Şili’de sırf öğrenciler değil tümhalk sokaktaydı. Kıtanın kuzeyinde eşza-manlı olarak süregiten eylemlerden farklıolarak Şilililer Faşist Pinochet hükümetin-den kendilerine kalan ücretli eğitim ve sağlıkhizmetlerine hayır demek için ve sokak-taydı; Pinochet ile gelen neo-liberal politi-kalar ve geleceğin belirsizliği… Öğrenciler14 Ekim’de iki günlük grev ve boykot çağrı-sını yaptı. İşçi sendikaları tarafından gerçek-leştirilen grev sonucunda ülkede pek çokişyeri ve fabrikada işbaşı yapılmadı. Ülkenindört bir yanında eylemler yapan işçilerinmeydanları zapt ettiği tek yer başkent San-tiago oldu. Santiago´da 100 bin kişinin ka-tıldığı iki büyük eylem yapan öğrenciler,bugün de 2012 eğitim bütçesi komisyonu-nun Senato’daki toplantısını bastı. Eşit, pa-rasız ve nitelikli eğitim mücadelesi verenŞilili öğrenciler, 20 Ekim tarihinde iki büyükmiting düzenledi. Mitinglere yaklaşık 100bin kişi katılırken polis her iki eyleme de sal-dırdı. İki farklı miting noktasında başlayançatışmalar Santiago´nun tümüne yayılırken,çatışmalar sonucunda 30´u polis 100’e yakınkişi yaralandı. 250´den fazla öğrenci ise göz-altına alındı.

Faşist Pinochet ve Neoliberal PolitikalarŞili tüm dünyada neo-liberalizmin ilk uygu-lamaya konulduğu ülkelerden biri. Öyle kineo-liberalizmin sembollerinden sayılanThatcher ve Reagan ikilisin siyaset sahne-sinde henüz esamisi okunmazken, sosyalistAllende hükümetini deviren Pinochet buekonomik modeli emperyalist güçlerin des-tekçiliğinde Şili’de büyük bir maharetle uy-guladı. Allende hükümetinin kamulaştırdığıtüm hizmetleri tek tek özelleştirdi; önce ül-kenin doğal yeraltı zenginliklerinden olanbakır madenlerini, ardından da halkın sağlıkve eğitim gibi en temel ihtiyaçlarını.

Günümüz Şili’sinde Eğitim SistemiŞili’de Gayri Safi Milli Hasıla’nın yalnızcayüzde 4,4’ü eğitime ayrılırken BirleşmişMilletler en az yüzde 7 önermekte. Halböyle olunca, Şili’de eğitim sistemi “parankadar eğitim” anlayışının canlı bir örneğiolarak karşımızda durur halde. Sözgelimi,yoksul mahallelerde doğru dürüst öğretmenve hatta öğrenci bulunamazken orta sınıf va-rını yoğunu çocuklarının iyi bir eğitim ala-

bilmeleri için harcamakta ve büyük borçlaraltına girmekte.

Şili’de devlet üniversitesinde okuyan bir öğ-renci her dönem ortalama 400 dolar harçödemekte. Bu da neredeyse özel bir üniver-sitenin dönemlik ücretine denk. Ülkededevlet üniversiteleri ve özel üniversitelerdeyüksek miktarlardaki harcı karşılayabilme-leri için öğrencilere vadeli senet yapıyor, öğ-renim kredileri özel bankalar aracılıylasağlanıyor. Kısacası öğrenci daha mezun ola-madan çok büyük borçların altına imzaatmış oluyor.

Hükümetin YanıtıEylemlere kulaklarını tıkayan Pinera hükü-meti, herhangi bir somut adım atmış değil.Eğitim alanına ayrılan bütçenin artırılaca-ğını söyleyen Pinera, tüm eğitim sisteminindevlet kontrolüne alınmasına ve parasız eği-time ise şiddetle karşı çıkıyor. Öğrencilerinparasız eğitim taleplerini asla kabul etmeye-ceklerini söyleyen başbakan “Kavga istiyor-larsa kavga ederiz, müzakere istiyorlarsamüzakere ederiz. Ama hayalperest olmasınlar.Parasız eğitim talebini karşılamamız söz ko-nusu olmayacaktır” dedi. Eylemciler istedik-lerini alabilmek için hala sokaktalar.

S

GEÇMİŞİ VE GELECEĞİİÇİN SOKAKLARDA

kasım 2011

05

Şili tüm dünyada neo-liberalizmin ilk uygulamaya konulduğu ülkelerdenbiri. Öyle ki neo-liberalizmin sembollerinden sayılan Thatcher ve Reaganikilisin siyaset sahnesinde henüz esamisi okunmazken, sosyalist Allendehükümetini deviren Pinochet bu ekonomik modeli emperyalist güçlerindestekçiliğinde Şili’de büyük bir maharetle uyguladı.

Şili’de devlet üniversitesinde okuyan bir öğrenci herdönem ortalama 400 dolar harç ödemekte. Bu daneredeyse özel bir üniversitenin dönemlik ücretine denk.Ülkede yüksek miktarlardaki harcı karşılayabilmeleri içinöğrencilere vadeli senet yapıyor, öğrenim kredileri özelbankalar aracılıyla sağlanıyor.

ŞİL

İ

,

özgürlükçü gençlik

Page 6: OGD 12

ürkiye 12 Haziran seçimlerindensonra AKP’nin “ustalık” döneminegirdi. Yeni dönem gerek burjuvazi açı-

sından gerekse işçi sınıfı ve ezilen halklaraçısından yeni sonuçlara işaret ediyor.

AKP-Ordu ÇekişmesiAKP ve Ordu arasındaki çekişmenin bir so-nucu olarak, AKP’nin kazanımlarıyla oluşanyeni durum “yeni rejim” olarak okunabilir.Burjuva demokrasisine göre konumlandırıl-maya çalışılan ordu, elindeki iktidar mevzi-lerini bir bir kaybetmektedir. İktidarı kimseile paylaşmak istemeyen sermaye, fırsatınıyakaladığı anda ordu gibi elindeki silahlı gü-cüyle burjuvaziden haraç alan iktidar orta-ğını alaşağı eder.

Ergenekon tutuklamalarından bu yana or-duya yönelik hamlelerinde avantajlı ko-numda olan AKP bu kazanımlarını ordununbirçok alandan çekilmesi ve yerine polislerinyerleştirmesiyle hayata geçiriyor. AKP kaza-nımlarını anayasa ile hukuki olarak da meş-rulaştıracaktır. Polis, ordunun alanlardançıkartılmasıyla daha da inisiyatif sahibi ola-caktır. Ordu, iktidar ortağı olmaktan çıkıp,sadece kırda bir savunma gücü olma yo-lunda epey mesafe kaydetmekle beraber,diğer taraftan NATO’ya daha pahalıya pa-zarlanmak için de daha güçlü silahlarla do-natılmaktadır.

Komşuları Talan Politikası2011 seçimlerinden sonra “Ortadoğu’nunda kazandığını” söyleyen AKP, Ortadoğu’dasadece finanskapitale kazandırıyor.

Emperyalistlerin müdahaleleriyle “emper-

yalist bahara” çevrilmeye çalışılan “Arap ba-harı”ndan önce “komşularla sıfır sorun” po-litikası güdülüyordu. Bu politikanın özünde,Ortadoğu’nun TC güdümünde kapitalistleş-mesi ve neo-liberal dönüşümlerin yaratılma-sıyla TC’nin bölgesel bir güç olma yolunda“model ülke” olması hedeflenmekteydi. Or-tadoğu halklarıyla gerek dinsel gerekse kül-türel ortaklıklarını kullanarak oradakiburjuvaziyi destekleyerek hegemonya kur-maya çalışan hükümet, kendi çapında Orta-doğu’da bağımsız bir yol çizmeye ve bölgeselhakimiyetini kurmaya çalışıyordu.

AKP, Libya’ya NATO müdahalesine des-tek vermediği takdirde gerek ABD’nin ken-disine Ortadoğu’da rol vermemesinden veLibya’da NATO müdahalesinden sonra paykapamayacağını görünce anında rotasını de-ğiştirdi ve Libya’ya müdahaleyi destekledi.Emperyalistler, kendi çıkarları doğrultu-sunda TC’nin her türlü rolü oynamasını is-temektedirler. AKP hükümeti bu noktadaemperyalistlerin verdiği her türlü rolü ye-rine getirmek için çabalamaktadır.

Suriye’deki halk hareketlerinde “USTACA”davranan AKP, Suriye’yle, halk hareketi baş-ladığından bu yana gergin ilişkiler kurmak-tadır. Şam yönetimine verdiği nasihatlerle veHatay’a yerleştirdiği mültecilerle elini güç-lendirmeye ve olası bir Suriye’yle savaşazemin hazırlamaktadır.

Türkiye egemenleri, Ortadoğu Projeleriylebölgeyi kendi çıkarları doğrultusunda di-zayn etmek isteyen emperyalistlerden rolkapmaya ve bölgesel hegemonya olma konu-sunda yitirdiği konumunu askeri müdahale-lerle yeniden kazanmaya çalışmaktadır. Budoğrultuda diğer emperyalistlerin izni/onayı doğrultusunda Suriye’ye askeri müda-halede bulunacaktır.

Suriye’ye askeri müdahalede bulunmakİran’la da karşı karşıya gelmek, Ortadoğu’daazımsanmayacak miktarlarda sermayeleriolan Çin’le ilişkilerin bozulması demektir.Ortadoğu’daki durum birçok açıdan yorum-lanabilir. TC, Suriye’ye müdahale ederseartık Ortadoğu-ABD ve diğer emperyalist-lerle siyaset dengeleri değişecektir.

TC’nin bölgesel hegemonya olma yolundaen büyük hamlesi hepimizin bildiği “one mi-nute”ti. Erdoğan Davos’tan sonra geneldeOrtadoğu, özelde Filistin fatihi rolü oyna-mıştı. Mavi Marmara saldırısı, bölgenin as-keri gücü olan İsrail’in Türkiye’ye öyle kolaykolay Ortadoğu’da bölgesel güç rolünü kap-tırmayacağının bir mesajıydı. Bildiğimiz gibiTC ve İsrail’in askeri ve ekonomik ilişkilerivardır ve devam etmektedir. Bu politika Tür-kiye’nin Cumhuriyet kurulduğunda da,savaş devam ederken de uyguladığı kapita-lizmin politikasıdır, “savaş başka, ticaretbaşka”dır. TC’nin İsrail’e yönelik “efe” tavır-

Kader Yalçınkaya

AKP NİN DEMOKRASİSİ SAVAŞ DEMEKTİR

T

, � ���

Ergenekon tutuklamalarından bu yana orduyayönelik hamlelerinde avantajlı konumda olan AKP bu

kazanımlarını ordunun birçok alandan çekilmesi veyerine polislerin yerleştirmesiyle hayata geçiriyor.

AKP kazanımlarını anayasa ile hukuki olarak dameşrulaştıracaktır. Polis, ordunun alanlardan

çıkartılmasıyla daha da inisiyatif sahibi olacaktır.

özgürlükçü gençlik06

kasım 2011

Page 7: OGD 12

ları bir tiyatro oyunundan ibarettir.

Bu tespit Füze kalkanında somutlanmakta-dır. Füze kalkanının teknik boyutu emper-yalistlerin bir ülkeyle savaşı sırasında,savaşılan ülkenin füzelerinin hedefi vurma-sını engelleme görevidir. Böyle bir durumdailk hedef füze kalkanının olduğu yer yaniMalatya-Kürecik olacaktır. Füze kalkanınınTürkiye’ye kurulma sebebi Ortadoğu’ya yö-nelik müdahalede TC’nin hem emperyalistişbirlikçi bir ülke olması hem de coğrafi ola-rak Ortadoğu’ya yakınlığıdır. İsrail’in Orta-doğu’ya yönelik işgaline kalkan olmak içinyapılmaktadır. Bu durumda AKP’nin ikiyüzlülüğünü ortaya koymaktadır.

“Komşularla gerginlik” politikasının birdiğer adresi ise Kıbrıs’tır. Güney Kıbrıs’ınAkdeniz’de petrol ve doğalgaz aramaya ça-lışması yapmak istemesi TC’yi harekete ge-çirmiştir. Sanki bugüne kadar Akdeniz’depetrol aramak akıllarına gelmemiş gibihemen Akdeniz’e gemi gönderdiler.

Arap Baharını fırsat bilip bu ülkeleri sömür-geleştirmeye, talan etmeye çalışan emperya-listlerin çıkarları doğrultusunda hareketeden TC politikasını, sözde “Yurtta sulh, ci-handa sulh” anlayışına dayandırıp emperya-lizm ve kapitalizm için “Yurtta harp, dünyadaharp” demektedir. Egemenler her zamanyaptığı gibi, kendi çıkarlarını halkların çıkarıgibi gösterip meşrulaştırmaya çalışıyorlar. Busavaşların faturasını ise savaşlardan hiçbir çı-karı olmayan işçi- emekçi çocuklarına canlarıpahasına ödetiyorlar.

Ve Kürtler…Türkiye’de on yıllardır temel hak ve özgür-lüğü için mücadele eden Kürt özgürlük ha-reketi bugün Türkiye’nin gerek iç gerekse dışpolitikasında kuracağı ilişkilerde belirleyiciolma noktasına ulaşmıştır.

Kürtler için inkar, imha ve asimilasyon;baskı, tutuklama, faili bilinen politikalarAKP döneminde de devam etmektedir.PKK- MİT, Öcalan-Devlet görüşmelerindeKürtlerin temel hak ve taleplerini içerenmaddeler kabul edilmiş olsa da, TC tarafın-dan bunlar sözde kalmış ve savaş devam et-mektedir. Bu bir devlet geleneğidir;kendisine isyan edenlerin kafasını kopar-maya alışmıştır. Hiç başka bir yol denemeyerazı olur mu? Tabi Kürt Özgürlük Hareketibu duruma direnişle karşılık vermektedirler.Kürtler, Demokratik Özerkliğin kabul edil-mesi için zorlamaktadırlar. Bunun için ikiyol gösteriliyor. Bunlardan ilki ve öncelikliolanı barıştır. Barış karşılık bulmadığı tak-dirde ise Devrimci Halk savaşını devreye ko-yacağını söylüyor.

Kara harekatı tezkeresini eline alan AKP,şimdi Irak, Suriye ve İran’la müdahalede or-taklık arayışına girecektir. Lakin bu noktadabu ülkeler nezdinde destek bulma olasılığızayıftır. Ve yapılacak bir kara harekatı hava-dan yapılan saldırılar kadar basit değildirdaha risklidir, tehlikelerle doludur.

Kürt Özgürlük Hareketi İran ile ateşkes ha-lindedir, bu durumda tüm savunma güçle-

rini kullanacaktır. Burada İran’ın rolü önem-liydi. İran, TC ile ortak sınır ötesi harekatakatılarak TC’yi ABD-NATO bloğundankendi tarafına çekmek istedi, bunu başara-mayınca da PKK ile ateşkes yapıp müzakeresürecine girdi.

Emek, Özgürlük ve Demokrasi Blok'u se-çimlerden sonra 36 milletvekilini meclise ta-şımayı başarmış, tutuklu vekillerin serbestbırakılmaması meclise gitmeme alternatifinihayata geçirmiştir. Blok şimdi meclistedir.Hükümetin ise bu demokratik tavra verdiğicevap KCK adı altında Türkiye’nin her ye-rinde tutuklama ve gözaltı olmuştur.

Kürt Özgürlük Hareketi 12 Eylül referan-dumu ve sonrasında 12 Haziran seçimle-rinde Türkiye sol hareketiyle birlikte hareketetmiştir. Oluşturulan Halkların DemokratikKongresi devrimci demokratik dönüşümleriçin cephe niteliği taşımaktadır.

Yeni Rejimin Sonuçlarıİtibariyle…AKP’nin demokrasi anlayışı burjuvazinin ik-tidarını güçlendirmektir ve bu yolda AKPiçin her yol mübahtır. Yeni rejim “ileri de-mokrasi”dir. İleri demokrasi ise;

▶ Ortadoğu’da kapitalizmin daha da geliş-mesi için Ortadoğu’da savaş demektir.

▶ Türkiye’de ezilen tüm halklara baskı,zulüm, asimilasyon demektir.

▶ İşçi sınıfı için gerek Türkiye, gerek dünyaişçi sınıfının mücadeleriyle kazanılan hakla-rın gasp edilmesi demektir.

▶ Sosyalistler için komplolar kurup hapis-haneye atmaktır.

▶ Kadınların tecavüzcüleriyle evlendirilipyargı yükünü azaltmaktır.

▶ Öğrenciler için katlanan harç zamları de-mektir.AKP’ye şunu sormak gerekir, “bu ne yamançelişki?” Türkiye’de her gün onlarca insanKCK operasyonu adı altında tutuklanmakta,demokratik taleplerini dile getiren her kesimsokakta gazla, copla yıldırılmaya çalışmak-tadır. Bu anlamda Türkiye’nin bu durumukarşısında, AKP Ortadoğu’ya özgürlük gö-türmek adı altında savaşı meşrulaştırmayaçalışmaktadır.

Kapitalizm yaşadığı ekonomik krizlerin fa-turasını işçi-emekçi ve ezilen bütün unsur-lara ödetmektedir. Bugün Ortadoğu’dahakların demokratik taleplerini istemeleri-nin oluşturduğu durumdan maksimumfayda sağlamak için, içine düştüğü krizi dahaönce ABD’nin Irak işgalinde olduğu gibi bu-günde Ortadoğu’yla savaşlarla atlatmak is-temektedir. Bugün hem dünya ölçeğindehem Türkiye’de savaşa karşı barışı, Orta-doğu ve Kürt halklarına özgürlük! şiarınıhaykırma günüdür.

özgürlükçü gençlik

kasım 2011

07

Türkiye egemenleri, Ortadoğu Projeleriyle bölgeyi kendiçıkarları doğrultusunda dizayn etmek isteyen

emperyalistlerden rol kapmaya ve bölgesel hegemonyaolma konusunda yitirdiği konumunu askeri müdahalelerle

yeniden kazanmaya çalışmaktadır. Bu doğrultuda diğeremperyalistlerin izni/ onayı doğrultusunda Suriye’ye

askeri müdahalede bulunacaktır.

Page 8: OGD 12

niversiteler, tarihi boyunca hep aynıişlevi görmüş, egemenlerin iktidarınıyeniden ürettiği, pekiştirdiği bir me-

kanizma olmuşken; aynı şekilde egemenlerekarşı verilen mücadelenin de önemli mekân-larından olmuştur.

Kurulduğu günden beri aynı işlevini sürdü-ren üniversiteler; bir dönem özel giysile-riyle, sıfatlarıyla, törenleriyle aristokratik birkonuma yükselmenin de bir aracı iken,şimdi o giysilerin, törenlerin, eskilerininbirer karikatürü halini aldığı ve tüm üniver-site bileşenlerinin sermayenin birer kuklasıolduğu bir haldedir.

Fransız Devrimi’nden sonra meclise sunulanilk yasa tasarısının milli eğitim üzerine ol-ması; hem yeni sistem için hâkim sınıfın im-gelerini içselleştirmiş yeni rasyonel kafalaryetiştirmek, hem de iş gücünü nitelikli halegetirmek amacını taşıması eğitimin sınıflıtoplumlarda işlevini açıkça ortaya koyuyor.“Eski egemen devletin ideolojik aygıtı(DİA)’na (kiliseye) karşı şiddetli bir siyasalve ideolojik sınıf mücadelesinin sonucu ola-rak olgun kapitalist formasyonlarda egemenkonuma getirilen DİA, eğitim DİA’sıdır.”1

Eğitim, tüm sınıflı toplumlarda olduğu gibihegemonya aracı olmaya devam ederken,kapitalizmde bu işlevinin yanında, eğitiminüretim ilişkilerine doğrudan ve belirleyicişekilde etki etmesiyle sermaye açısındanüniversiteler fazlasıyla önem kazanmıştır.

Eğitim, üretim ilişkilerinin değişmesiylefarklı yapılarda işlevini sürdürürken, 70'ler-deki ekonomik krizden sonra olduğu gibi;değiştirilmek zorunda olan ekonomi politi-kaları ile de farklı işlevlere, uygulamalara

sahip olmuştur. Dünya’nın birçok yerinde70'lerde uygulanmaya başlayan yeni eko-nomi politikaları Türkiye’de de aynı tarih-lerde uygulanmaya çalışılmış ancak özgünkoşulları nedeniyle bir süre ertelenmek zo-runda kalınmıştır. Buna üniversite alanın-dan bir örnek: YÖK. 1974’de, büyük orandatoplumsal muhalefetin etkisiyle kuruluşuengellenen YÖK, 1981’de tüm toplumsal di-namiklerin darbe ile bastırılmasının ardın-dan yeni piyasa koşullarınınüniversitelerdeki garantörü olmak ve akade-misyenlerden öğrencilere tüm üniversite bi-leşenlerini dizginlemek amacıyla kuruldu.

YÖK, üniversitede resmi ideolojinin yeni-den üretilmesini sağlayan, sermayenin çıkarıdoğrultusunda yarattığı ilişkiler sistemininbir toplamıdır. Disiplin yönetmelikleri ile deüniversite emekçilerine ve öğrencilere yasalşiddet uygulayan bir kurumdur. Bu bağ-lamda değerlendirdiğimizde eğer sermaye-dar ya da onun mutuali değilsek YÖK’e karşıolmamak için geriye çok fazla gerekçe kal-mıyor.

Sermayenin Tahakkümünde BilimBilimin nihai amacı, insanın özgürleşmesi,insanın kendisinin de içinde yer aldığı doğalçevre ile belirli bir toplumsal ilişkiler dola-yımında tanımlanan "toplumsal doğanın" in-sanlaşması iken verili koşullarda sermayenintahakkümünde olan, piyasa sürecinde işe ya-rarlı olup-olmama ölçütüne bağlı olarak ta-nımlanan ve büyük oranda kâr amacıdoğrultusunda planlanan üniversitelerde ve-rilen eğitim bilimsel değildir.

“Üniversitenin düşünce gelenekleri dağıtıl-makta, üniversiteye bir bilim kurumu işleviyükleyen eleştirel aklın yerine faydacı akıl,araçsal düşünce ve bu yöndeki eylem biçim-leri yerleştirilmektedir. Yalnızca metalaşabi-lecek fikirlere değer verilmek istenmektedir.Fikirlerin ekonomik değerleri cinsindenprojelere dönüştürülmesi dayatılmakta vebilim insanı bir pazarlamacı ya da girişimcigibi ele alınmaktadır. Bu doğrultuda ‘üniver-site-sanayi işbirliği’ olarak adlandırılan projeaslında üniversitenin sermayenin emrine ve-rilmesi çabasıdır. Bu yolla üniversiteler ‘sa-tılabilir’ bilgi üretmeye zorlanmaktadır.”2

Özerk Üniversite TalebiNeden Yetersiz?Tüm sosyal bilimlerin belirli bir sosyal orta-mın ürünü olması gibi, doğal bilimler deaynı şekilde aynı koşulların ürünüdür vebüyük oranda üretim ilişkileri tarafından be-lirlenir. Üniversiteleri birer üretim mekânı,iktidar aracı, “ideolojik aygıt” olarak görme-yenler, üniversitelerin özerk hale getirilme-siyle kolayca tahakkümden ve baskıdankorunacağını ve sermayenin bilim üzerin-deki tahakkümünü hiçe sayarak bu şekilde

“Tüm sosyal bilimlerinbelirli bir sosyal ortamınürünü olması gibi, doğal

bilimler de aynı şekildeaynı koşulların ürünüdürve büyük oranda üretim

ilişkileri tarafındanbelirlenir. Üniversiteleri

birer üretim mekânı,iktidar aracı, ‘ideolojik

aygıt’ olarakgörmeyenler;

üniversitelerin özerk halegetirilmesiyle kolayca

tahakkümden ve baskıdankorunacağını ve

sermayenin bilimüzerindeki tahakkümünü

hiçe sayarak bu şekildebilimin de

özerkleşebileceği gibi birvarsayım yaparak

meseleyi bağlamındankopararak okumuşoluyorlar. Bilim ya

özgürdür ya da tutsak!”

Metin Şenyurt

NASIL BİR ÜNİVERSİTEİST(EM)İYORUZ?

Ü

özgürlükçü gençlik08

kasım 2011

Page 9: OGD 12

bilimin de özerkleşebileceği gibi bir varsa-yım yaparak meseleyi bağlamından kopara-rak okumuş oluyorlar. Bilim ya özgürdür yada tutsak!

“Bilimin özgürleşmesinin kaderi ile kapita-lizmin bilimi boyunduruk altına alma çaba-sına karşı mücadele birbirinden ayrıdüşünülebilecek şeyler değillerdir. Özerklikya da bilimin kendinden menkul bir alterna-tif olacağı söylemi, bu gidişten çıkış yolla-rından biri olma kapasitesine sahipdeğildir.”3 Tek argümanı kâr olan ve biliminönündeki en büyük engel olan sermayenin,bilimi tekeline alması, bilimin tek özgür-leşme koşulunun sermayenin boyunduruğualtından kurtulması ile olabileceğini göster-mektedir.

Eğitimin toplumsal denetim-gözetim ilişki-leri içindeki özel yeri, üniversitelerin de eşit-sizlik ilişkilerinin yeniden üretildiği vesosyalizasyonu sağlama işlevi gören, sosyalbir fabrika oluşu üniversitelerin özerk ol-ması gerektiğini savunanların, şu koşullardaözerk olsa dahi bu işlevlerini yitirme koşul-larının olmadığını görmeleri gerekir.

Üniversitenin iktidardan özerk olması (ki nekadar mümkünse), sermaye ile iç içe ikenanlam ifade ediyor mu? Ayrıca her anlamıylaüretim ilişkilerinin önemli bir parçası vedevletin ideolojik aygıtı (DİA) olan üniver-sitenin özerk olması ne mümkün? Akade-mik, idari, mali özerklik iç içedir; “dışarıdagürül gürül akan bir sermaye” varken içe-ride, teknokentleri kimin yönettiğininönemi var mı? Programatik taleplerimiz bü-tünlüklü olmak zorundadır.

YÖK’ ün tanımlamalarına göre üniversitenin3 kaynağı vardır: İlki devlet, ikincisi öğrenci,üçüncüsü de sanayi. Daha başından bunudayatan YÖK, önümüzdeki dönemde devle-tin desteğinin giderek azalmasının ve öğren-cilerle “sanayi” denilen özel sermaye

kesimlerinden gelen miktarın artmasının ge-rektiğini savunuyor. Öğrencilerin kredi ve-rilerek borçlandırılması da ayrıca birsömürü ve baskı mekanizması iken üniver-sitenin kaynakları arasında sanayinin göste-rilmesi, TÜSİAD tarafından dillendirilenüniversitenin özerkleştirilmesi gerektiği laf-larının aslında neyi hedeflediğini gösteriyor.Sayıları giderek artan, vakıf üniversiteleri adıaltındaki özel üniversiteler, özerk üniversitetanımına yeterince uymuyor mu? Bu muduristenen?

Üniversitelerin bütçesi, merkezi bütçeye ko-nulan ödenekler, kurumlarca yapılan yar-dımlar, alınan harçlar ve ücretler, yayın vesatış gelirleri, döner sermaye işletmelerin-den elde edilen kârdan oluşuyor. Üniversi-telerin mali olarak özerk olması durumundadevletten alınan ödenekler alınmayacak veüniversiteler kamu iktisadi teşebbüsleri gibiyönetilecek-işletilecek. Hali hazırda tekno-kentler, laboratuarlar ve diğer üniversitealanları ile sermayenin hizmetinde olan üni-versiteler, bütçeden pay alamayınca giri-şimci üniversite-şirketleşen üniversite halinialacak. Özerk üniversite talebini dillendirendostlarımızın talebi elbette bu değildir,ancak gidişat budur.

Özgür Demokratik Halk Üniversitesi“Eğitimin, içinde bulunduğu koşulların ege-men sınıflarınca şekillendirilen bir unsur ol-duğu ön kabulü, bizi alternatif bir üniversitemücadelesinin, üniversiteden başlayan amahedeflediklerinden fazlasını talep eden birprogram çerçevesinde yürütülmesi gerektiğigerçeğine götürür. Eğitimin özgür ve demo-kratik bir biçimde gerçekleştirilmesi, bur-juva bir anlayışla “tarafsızlaşma” ya datoplumdan sterile olma anlamı taşımaz.Özgür ve bilimsel eğitim, toplumdan ko-puşu değil ayrıcalıklı azınlığın çıkarları doğ-

rultusunda bir eğitim anlayışından kopuşuifade eder.” 4 Bu anlamıyla özgür demokra-tik üniversite mücadelesi toplumsal özgür-lük mücadelesinin önemli ayaklarındanbiridir ve kampüs sınırları içine hapsedile-meyecek kadar değerlidir.

Özgür demokratik halk üniversitesi talepedişimiz ve özerk üniversite talep etmeyişi-mizin sebebi bunun sadece burjuvazi tara-fından dillendirilmiş olması değildir.Talebin büyük oranda yetersiz ve zaaflı birtalep olduğunu anlatmaya çalıştık. Peki,burjuvazi özerkliği nasıl tarifliyor? Üniver-sitelerin ve hatta öğretim üyelerinin kendişirketlerini kurmasını teşvik eden ve bu bi-çimiyle sermayenin çıkarlarına uygun olanbir özerkliktir. Yani üniversite hem eğitimhem üretim mekanı olarak tarifleniyor. Eği-tim ve üretim biraradalığı itibari ile politek-nik eğitime benzese de içerik ve amaç itibariile yan yana bile koyulamaz. Özerk üniver-site talebinin politeknik üniversitelerin es-kizi olarak görmek de üniversitenin piyasakoşullarında hem üretim hem eğitim mer-kezi olabileceğini varsayarak, üniversitelerinbüyük oranda şirketleşeceği ihtimalini gözönünde bulundurmamaktadır. Politeknikeğitim ancak özgür demokratik üniversite-lerde uygulanabilir.

Dipnotlar:1 Louis Althusser- Yeniden Üretim Üzerine, İthakiYayınları sf.2212 Eğitim-Sen, Eğitim ve Bilim Emekçileri Yüksek-öğretim Deklarasyonu -17.04.20083 Özgürlükçü Gençlik I. Konferans belgeleri 714 Özgürlükçü Gençlik I. Konferans belgeleri 71-72

Üniversitenin iktidardanözerk olması (ki ne kadarmümkünse), sermaye ileiç içe iken anlam ifadeediyor mu? Ayrıca heranlamıyla üretimilişkilerinin önemli birparçası ve devletinideolojik aygıtı (DİA) olanüniversitenin özerk olmasıne mümkün? Akademik,idari, mali özerklik içiçedir; “dışarıda gürülgürül akan bir sermaye”varken içeride,teknokentleri kiminyönettiğinin önemi varmı? Programatiktaleplerimiz bütünlüklüolmak zorundadır.

özgürlükçü gençlik

kasım 2011

09

Page 10: OGD 12

u sene üniversitelerde mücadele yılıesasında harç zamları aldatmacası ilebaşlamış oldu. Medyada “bu sene harç

zamları yapılmadı” sesleri yankılanırken“gizli” harç zammı yasası alttan alta yürür-lüğe girmişti bile. Bu saldırı şeklinin 2009yazında yapılan harç zamları saldırısındançok farklı olduğu aşikar. Buna kanıt; okulla-rın açılmasıyla birlikte gündeme oturan,açıktan savunulmayan, “gizli” harç zammınıve o günden bugüne güçlenen iktidar parti-sinin toplumsal muhalefeti susturma yönün-deki saldırı taktiklerini gösterebiliriz.

“Gizli” Zamma Geçit Yok!Öğrenci gençlik için mücadele yılı kayıt dö-neminin başlamasıyla açıldı ve ardından“gizli” harç zammı oyunu sahneye çıktı.Geçen senelerin pratiğini aşan bir durumunyaratılamaması ve aynı zamanda bu saldırımodelinin alışılagelmişin dışında olmasıüniversiteli gençliğin güçlü bir tepki verme-sinin önüne geçti. Durgun bir dönemde çatkapı gelen bu saldırı karşısında refleksüretme yolunda çaba gösteren gençlik hare-keti, okulların birçok yerde açılmamasınındezavantajına rağmen birçok önemli mer-kezde sokağa çıktı. Tıpkı 2009’da olduğugibi bu yıl da örülen karşıt mücadeleninönemli öznesi olarak bir adım öne çıkan

Genç Sen oldu. Sadece saldırının başlangı-cında ördüğü muhalefet sonucu güçlü birses çıkartmakla kalmayan Öğrenci GençlikSendikası Genç Sen, zamların alışılagelmişindışında apar topar geri çekilmesi duru-munda da “Söz değil icraat istiyoruz. Resmiaçıklama yapılana kadar sürecin takipçisiolacağız” açıklaması ile öne çıkan ve kaza-nan bir politik hattı sergilemiş oldu.

Genç Sen EgemenlerinHedef Tahtasında Bütün bunlar olup biterken öğrenci gençli-ğin temsilcisi misyonu ile kuruluşundan bu-güne, öğrenci haklarına dönük saldırılarıbertaraf etme hedefiyle faaliyet yürüten vebu noktada istikrarlı olan Genç Sen, hükü-metin ve egemenlerin rahatını kaçırdığı içinkapatılma kararıyla karşı karşıya kalmıştır.Üniversitelerde uygulanmaya çalışılan neo-liberal dönüşüm politikalarının önünde ege-menler için engel olan Genç Sen’inkapatılması hukuksal değil tamamen siyasibir karardır.

Buna cevaben refleks olarak sokağa çıkanGenç Sen kısa vadede faaliyetine bir hare-ketlilik kazandırarak sendikaya yöneltilenanti-demokratik saldırıyı teşhir ederek öğ-rencilerin örgütlenme özgürlüğünün yasak-landığını her yerde duyurmuştur.

Evet, sendikanın kapatılması kararı sendikafaaliyetini hareketlendirdi. Nitekim sendi-kanın ihtiyacı kısa vadeli, sadece an’a müda-hale edebilen politikalar değil; uzun erimli,hiçbir şekilde kendiliğindenliğe yer verme-yen politikalar üretmektir. Bu doğrultudasıkça eleştirel ve özeleştirel yaklaştığımızsendika, önümüzdeki mücadele yılı içeri-sinde kendisine dert edeceği konu bizceyine bu olmalıdır. Çeşitli saldırı türlerine(kapatma, harç zammı v.b) refleksler üretir-ken, diğer bir yandan da tüm sene boyuncafaaliyetini oturtacağı politik hattına uygundüşen planlı, programlı bir faaliyet periyo-dunu hayata geçirebilmelidir.

Peki Ya ÖzgürlükçüGençler?Bu dönemin diğer dönemlerden daha farklıgeçeceğinin, egemenlerin üniversitelerdeplanladıkları dönüşüm kapsamında “yeni”saldırı biçimleri geliştirdiklerinin ve bunuyaparken kendi iktidar gücüne daha fazlagüvenen bir AKP hükümetinin karşımızdaolduğunun tespitini yapmıştık. Yeni dö-nemde mücadeleyi yükseltirken, yeni döne-min bu öznel koşullarını dikkate almalıyız.Geride bıraktığımız dönemde belli bir ivmeyakalayan öğrenci gençlik mücadelesi, budönem de gündemine girebilecek olan sal-dırılara karşı tetikte olup, saldırılara kalıcıcevap verebilme sorumluluğu taşımaktadır.

Bizler Özgürlükçü Gençler olarak, kitlelerlekurduğumuz bağı güçlendirmek ve genişlet-mek yolunda sürdürdüğümüz bu dönemdeaynı zamanda biriktirerek ilerlediğimiz birmücadele dönemini hedeflemeliyiz. Gençlikhareketi, başta geçen yılın kazanımlarını ar-kasına alarak, mücadelesini yükseltmek içingereken özveriyi göstermek durumundadır.Bizler omuzlarımıza yüklenen bu sorumlu-luğun farkındayız. Önümüzdeki dönemde;kampüslerde öğrenci gençliğin her anındayanında, saldırılara ve engellemelere karşıegemenlerin karşısında olacağız.

Gençlik hareketi, başta geçen yılın kazanımlarınıarkasına alarak, mücadelesini yükseltmek içingereken özveriyi göstermek durumundadır. Bizleromuzlarımıza yüklenen bu sorumluluğun farkındayız.Önümüzdeki dönemde; kampüslerde öğrencigençliğin her anında yanında, saldırılara veengellemelere karşı egemenlerin karşısında olacağız.

Juliana Gözen

GENÇLİĞİN YANINDA SALDIRILARIN KARŞISINDA

Genç Sen, hükümetin ve egemenlerin rahatını kaçırdığıiçin kapatılma kararıyla karşı karşıya kalmıştır.Üniversitelerde uygulanmaya çalışılan neoliberaldönüşüm politikalarının önünde egemenler için engelolan Genç Sen’in kapatılması tamamen siyasi bir karardır.

B

özgürlükçü gençlik10

kasım 2011

Page 11: OGD 12

urulduğu günden bu yana öğrencigençliğin yaşadığı sorunlar karşısındaöğrencilerle yan yana olan ve verdik-

leri mücadeleyi omuzlayan Genç Sen, bu dö-neme kendisine yöneltilen saldırıların hedefiolarak merhaba dedi. Egemenler öğrenci gen-çliğin tepkisini örgütleyen ve günden güne kit-leler nezninde kabul gören sendikamıza karşı,kurulduğu dönemde açtığı kapatma davasını29 Eylül 2011 günü kapatma kararı verereksonlandırdı. Öğrenciliğin bir iş kolu olarak ta-nımlanamayacağını sunan mahkeme öğrenci-lerin sendikal zeminde örgütlenemeyeceğinekarar kıldı.

Genç Sen kendisine dönük uygulanan hukuk-suzluğa karşı örgütlü olduğu her yerde oturma

eylemleri yaparak tepkisini dile getirdi. Dahasonrasında basın açıklamaları ile süreci işleyenGenç Sen’e DİSK, KESK, TMMOB ve TTByaptığı açıklama ile desteğini sundu. BizlerGenç Sen hakkında verilen bu kararın tama-men siyasi olduğunun farkındayız. Gençliğinhaklarını savunma noktasında geriletilmek is-tenen Genç Sen bu tarz uygulamalarla yenil-giye uğratılamaz. Üniversitelere dönüksaldırıları bu dönemde “yasal güvence” altınaalma hedefi güden hükümet cephesi, bu yoldakendisine engel teşkil edecek kurum ve kuru-luşları hedef tahtasına koymuş bulunmakta.Öğrenci gençliğin temsilcisi Genç Sen ceva-bını yine sokakta ve kampüste yükselteceğimücadelesi ile verecektir.

K

özgürlükçü gençlik

kasım 2011

11

Otuzuncu Yılında Bir Kez DahaYÖK’E HAYIR!Egemenlerin üniversiteler üze-rinde tahakküm kurmak amacıylakurduğu YÖK, 30 yıldır amacınauygun olarak üniversitelere dönükyaptırımlarda bulunmakta. Üni-versitelerin sermaye güdümündebir yapıya geçmesi yolunda aktifrol alan YÖK, hukuksuz uygulama-ları ile de öğrencilerin bir numaralıdüşmanı haline gelmiştir.

YÖK, kuruluşunun 30. yılında, üni-versitesi bulunan birçok ilde, öğ-renciler tarafından protesto edildi.Özgürlükçü Gençler YÖK protes-tolarında yerlerini aldı ve 30. yı-lında bir kez daha “YÖK’e Hayır”dedi.

Genç Sen Alanlardaydı Öğrenci Gençlik Sendikası GençSen YÖK’ün kuruşlunun 30. yılındabirçok merkezde gerçekleştirdiğieylemliklerle YÖK düzenini pro-testo etti. Geçen yılların aksinemerkezi eylem yerine, birçok yerelmerkezde alana çıkmayı terciheden Genç Sen 20’ye yakın yerdeeylemlilik gerçekleştirdi.Başta İstanbul, Ankara ve İzmirgibi öğrenci gençliğin merkeziolan şehirlerde alana çıkan GençSen’liler YÖK düzeninin kaldırıl-masını istediler. “YÖK’e ve Gele-ceksizliğe Karşı Yürüyoruz!Öğrenciden Yana Anayasa İstiyo-ruz” pankartı arkasında taleplerinihaykıran gençler, sermayenin üni-versitelere dönük saldırılarını birkez daha tüm öğrenci gençliknezdinde teşhir ettiler.

Öğrencilere dönük saldırıların vetutuklamaların arttığı bir dö-nemde gerçekleşen YÖK protes-tolarının bir önemli gündemi desayısı 500’e varan tutuklu öğren-cilerin durumu idi. Sendika ka-patma davasının protesto edildiğive öğrencilerin ekonomik, demo-kratik hak ve özgürlüklerine yöne-lik saldırılara dikkat çekileneylemlerde öğrenci gençliğin so-runları karşısında asla yalnız yürü-meyecekleri belirtildi.

Sene başında gerçekleştirilen “gizli harç zammı”na karşı mücadelesini yükselten Öğrenci Genç-lik Sendikası Genç Sen, 20 ilde gerçekleştirdiği eş zamanlı basın açıklamaları ile sürece hızlıbir şekilde müdahil oldu. “Üniversitede soygun var” sloganı ile gerçekleştirdiği basın açıkla-malarında; harçlara yapılan zammın geri çekilmesini isteyen Genç Sen, zamlar geri çekilenekadar mücadelesini sürdüreceğini belirtti. İlerleyen süreçte eğitim yılına başlayan üniversite-lerde açtığı standlar ile süreci işleyen sendika, kazanım oluncaya dek eylemliklerini örgütlü ol-duğu tüm üniversitelerde sürdürdü. Basın açıklaması yapılan iller: İstanbul, Ankara, İzmir,Denizli, Muğla, Hatay, Mersin, Eskişehir, Bursa, Kocaeli, Samsun, Trabzon, Kayseri, Konya,Balıkesir, Sakarya, Malatya, Manisa, Adana, Kütahya.

20 İlde Eş Zamanlı Basın Açıklaması

ÜNİVERSİTEDE SOYGUN VAR!

SENDİKAMA DOKUNMA!

Page 12: OGD 12

özgürlükçü gençlik12

Eylül 2011 günü sendika.org ad-resinde “Birikim Dergisi’ne gecik-miş ama zorunlu cevap: Gençlik

mücadelesi sizlerin tarif ettiği gibi yaşan-madı, yaşanmıyor, yaşanmayacak!” başlı-ğıyla yayınlanan Deniz Derya imzalı biryazıyı ne yazık ki okumuş bulunduk. Neyazık ki diyoruz, çünkü okuduklarımızı ya-yınlanmış olduğu platformun duruşuna ya-kıştıramadık. Aslında böylesine pespaye biryazıya değinmek için dergimizin bir sayfa-sını ayırmak demek, söz konusu yazının ya-zarına hak etmediği bir onuru bahşetmekdemektir, farkındayız. Ancak böylesine yer-siz görünen bir külfetin altına giriyorsak, ya-zarın adına konuşmakta olduğu politikcenahtan sağlıklı bir açıklama gelebilir umu-dunu hâlâ korumakta olduğumuz içindir. Busayede en azından içeriği safsatadan ziyadepolitik argüman barındıran bir yazı ile pole-mik kurma şansına nail olabilirsek, bu pole-mikten gençlik hareketinin bütünüfaydalanacaktır. O zaman gençliğin sendikalörgütlenmesinin imkânlarını da, günümüzgençlik hareketinin hayata geçirmesi gere-ken eylem tarzını da sayfalar dolusu tartışa-biliriz.

Küçük burjuva benmerkezciliğinin seçkinbir örneğini teşkil eden yazı boyunca kulla-nılan “tepeden” üslup takdire şayan(!) EğerDeniz Derya gerontokrasi kavramından bi-haber yaşamaya devam ederken her fırsattaövdüğü gençlik örgütünün mensuplarıyla dabu dille iletişim kuruyorsa “vay onların hâ-line” diyor, acılarını paylaşıyoruz. Yazı bo-yunca karşılaştığımız her bir belirlemesosyalist hareketin dününe ve bugününeyepyeni bir pencereden bakmamızı sağlayansıfır kilometre bilgiler sunuyor!

Öyle ki, kendi ellerimizle kurup bugüne deken ön safında mücadele ettiğimiz öğrencisendikasının bir “AB projesi” olduğunu vehatta AB fonlarından yararlanıp yararlanma-

dığına dair bir şaibenin var olduğunu yazarsayesinde öğreniveriyoruz. Doğrusu böylesibir haberciliğin bir örneğine daha ancak Ko-lektiflere de Genç Sen’e de silahlı terör ör-gütlerinin paravan örgütü diye kara çalancemaat basınında rastlanır. Henüz bu acıgerçekleri(!) öğrenmenin şokunu dâhi atla-tamamışken, kısa bir süre önce TC mahke-melerinin ferman buyurduğu “öğrencininsendikası olmaz!” despotluğunun bu kez deçokbilmiş bir sol jargonla süslenerek önü-müze konulduğunu görmenin şaşkınlığınıyaşıyoruz.

Bir yandan “Sokağı Özgür Bırak” diye kam-panya yapan, AKP’nin gadrine uğramış tu-tuklu yoldaşlarının özgürlüğüne kavuşmasıiçin uğraşan Öğrenci Kolektiflerini gençlikhareketinin tek adresi olarak sunacaksın, biryandansa öve öve göklere çıkardığın yoldaş-larınla aynı kavgada tutsak düşmüş olanlara,hayatın seni barikat yoldaşı kıldıklarına dev-letin ağzıyla saldıracaksın. Tam da Brütüsekolünden gelen yazarın yazısının içinde biryerlerde söylediği gibi; bu ne perhiz bu nelahana turşusu…

Tabii ki yalan rüzgârı böylece dinip gitmiyorve zehirli oklar “Genç Sen içindeki küçükgruplar” olarak lanse edilen ve aralarında bizÖzgürlükçü Gençlerin de bulunduğu dev-rimci sosyalist örgütlere yöneltiliyor. Dahailk okta aşil topuğumuzdan vuruluyoruz,meğer bizler “tarihsel/ideolojik kökleri za-yıflamış bir grup uyanık”mışız… Hayır, öylegelenekçilik denilince bayrak yarışına girensoftalardan da değiliz ama yola Mahir Ça-yan’ın tezlerini savunmakla çıkıp da kırk

yılda sınıf mücadelesinin yerine hak müca-delesini ikame edecek bir noktaya varmışolanlardan, yüz yıllık bir tarihe yaklaşan ge-leneğimizle zayıf bağlar kurduğumuzu öğre-niyor olmak (hem de bizler ilk günden beribu geleneğin bayrağında yazılı olan prole-tarya sosyalizmini hâlâ ikirciksiz savunmak-tayken) bizi derinden sarsıyor.

Anlaşılan o ki Deniz Derya Devrimci Genç-lik koleksiyonunu tekrar tekrar okuyarak gu-rurlanmaktan arta kalan zamanlarındakitapçılardan sadece dişine göre olan liberalyayınları araklıyor. Eğer bilgisizliğine birnebze de olsa derman olacaksa bizim dergi-mizi de araklamasında beis görmediğimizibelirtmekte fayda var.

Neyse ki yazar söz konusu tutarsızlıklarmanzumesinin bütününü bize ayrılmış değilde, yer yer eleştirilerini yer yer ise eleştirikisvesi altında yazılmış hakaretlerini sol ce-nahın farklı öznelerine yöneltiyor, böylecebizi de kendisini uzun sayfalar boyunca hic-vetmek ıstırabından istemeyerek de olsakurtarmış oluyor. Herhalde yazıyı şöyle bi-tirmek uygun olacak; gelecek sayıda seviyelibir polemiğin tarafı olmak umuduyla…

Kendi ellerimizle kurupbugüne dek en önsafında mücadeleettiğimiz öğrenci

sendikasının bir “ABprojesi” olduğunu vehatta AB fonlarından

yararlanıpyararlanmadığına dair bir

şaibenin var olduğunuDerya Deniz sayesinde

öğreniveriyoruz.Doğrusu böylesi bir

haberciliğin bir örneğinedaha ancak Kolektiflerede Genç Sen’e de silahlı

terör örgütlerininparavan örgütü diye

kara çalan cemaatbasınında rastlanır.

Yiğithan Kavukçu

LAHANA TURŞUSUNUNKESKİN KOKUSU

Küçük burjuva benmerkezciliğinin bir örneği olan yazı boyunca kullanılan “tepeden” üslup takdire şayan(!) Deniz Derya her fırsatta övdüğü gençlik örgütününmensuplarıyla da böyle iletişim kuruyorsa “vay onların hâline”.

25

kasım 2011

Page 13: OGD 12

özgürlükçü gençlik

kasım 2011

13013

ünya’da bütün toplumsal hareketlerinfitilini genellikle gençlik ateşler. Olu-şabilecek herhangi bir sınıf hareketi

için gençlik sınıfla ve kendi akranlarıyla bi-raya gelince egemenlerin kâbusu olabilir.

Türkiye’de sınıfla en yakın organik bağı oluş-turacak öğrenci gençlik kesimi ise MeslekYüksek Okullarıdır (MYO). 2 milyondanfazla mezunu olan bu okulların, üniversite-lere bağlı 527 Meslek yüksek okulunun kam-püslerinin çok büyük bir kesimi merkezkampüslerden uzak ve çalışma havzalarınınbulunduğu bölgelerin etrafında ve bu okul-lardaki öğrenciler ucuz, hatta bedava iş gücüniteliğindedir. İktidar, aldıkları eğitim ve sis-temin yapısı gereği her gün biraz daha işçi-leşmeye yüz tutan bu kesimi, öğrencimücadelesi içerisinde kendilerini ifade ede-bilmelerini, taleplerinin bütün öğrencileringenel taleplerinin içerisinde kendisine yerbulmasını engellemek için diğer fakülteler-den özellikle soyutlamakta, tecrit etmekte-dir. Şu anda Meslek Yüksek Okullarınınmerkez kampüslerin dışında olmasının enönemli nedenlerinden biri budur.

Etrafımız Sorunlarla Çevrelenmiş MYO öğrencilerinin diğer öğrencilerle ben-zeşen bir sıkıntısı Dikey Geçiş Sınavıdır(DGS). MYO öğrencilerinin hemen hemenhepsi bu sınava girip intibak eğitimi almakistemekte fakat diğer sınavlarda olduğu gibiburada da çok küçük bir kesim sınavı kaza-nıp lisans eğitimi almayı ve kendini daha azsömürtebilmeyi umut etmektedir. MYOmezunu öğrencilerin tek derdi DGS değildirmezuniyet akabinde birkaç yıl stajyerliğini

kaldırtmak için çalışmak zorunda bıraktırıl-maktadır. Örneğin, Muhasebe bölümü öğ-rencisi Mali Müşavirlik işyerini açabilmekiçin 3 yıl başka bir mali müşavirin emrineamade olmak zorundadır.

MYO öğrencilerinin en fazla yakındığı me-selelerden biri de statü sıkıntısıdır. Üniver-site diplomaları olmasına rağmen herhangibir pozisyona veya imza yetkisine sahip de-ğillerdir. Yani üniversite mezunu liseli duru-mundalar. Bu duruma askere giden erkekMYO mezunlarının lisans mezunlarındanayrıştırılarak kısa dönem ve yedek subaylıkgibi avantajlarının olmaması da bir emsaldir.Statü sorunu bir yana, meslek gruplarınınemrinde çalışmaları onların çalışma süre-since ikincilleştirilerek üzerlerinde psikolo-jik bir basınç kurulması amacıyla kullanılır.

Şu an aklınıza gelebilecek her alana MeslekYüksek Okulları kalifiye elemanlar yetiştir-mekte ve işsizler ordusuna güç katmaktadır.Güçlünün karnını doyurabildiği, geri kalan-ların ve sürüden kopanların, yalnızlaşanlarınaçlıktan öldüğü; doğa kanunlarıyla işletilenmeslek yüksekokulları, kendine yabancıla-şan bir işçi nesli yetiştirmeye adaydır.

Yeni Nesil Meslek YüksekokullarıSon dönemlerde sıkça dillendirilen ve bazıüniversitelerde hayata geçirilen meslek yük-sek okullarının eğitim süresinin 6 dönemeuzatılması -bunun 3 dönemi staj(3+3)- veüniversitelerde Sanayi Koordinatörlükleri-nin yetkilerinin arttırılması bize çok fazla

söz bırakmamaktadır. İstihdam alanında çı-kartılan yasaların da genç işgücüne açıktansaldıran uygulamaları içerdiği göz önündebulundurulduğunda bize gençliğin işçileşti-rildiğini ve aynı zamanda işçilerin de gen-çleştiğini bariz bir şekilde göstermektedir.3+3 meselesi öğrencilere çok büyük bir ma-rifetmiş gibi lanse edilmekte ve onlara maaşverme gibi vaatlerde bulunulmaktadır. Ter-sinden bu vaat içinde şunları da barındır-maktadır:

▶ Staj sömürüsü, bu durum yapısı itibariylezaten başlı başına bir sorundur. Eğitim öğre-timin bir parçası olarak gösterilmeye çalışı-lan bu süreç sömürü düzeninin öğrencileraltın tepside sunulmasından başka birdurum değildir. Tabii ki büyük bir kesiminalamadığı, alabilenlerin de staj ücreti diye ni-teledikleri sadaka ise açlık sınırının yaklaşıkbeşte birine tekabül etmekte ve bunu alabi-len öğrencilere şanslı gözüyle bakılmaktadır.İnsanlığın elindeki ekmeğe göz diken sistemartık ağızda ki ekmeğe de müdahale etmeyebaşlamış Torba Yasa zırvalığı ile 3 kuruşlukstaj paraları geri alınmaya başlanmıştır.

▶ Güvencesiz çalışma koşulları; kaza sigor-tası hariç herhangi bir sosyal güvenceninvarlığı söz konusu bile edilememektedir.

▶ Sendikal haklardan mahrumiyet; öğren-cilerin sendikal haklardan hiçbir şekilde fay-dalanamayacağını belirten zihniyet,işçileşen ve direk üretimin için de bulunanbir bireyin sendikal örgütlülüğünü engelle-mekten haz almaktadır.

Aydın Ekiz

GENÇLİK İŞÇİLEŞİYOR İŞÇİ SINIFI GENÇLEŞİYOR

MYO öğrencilerinin en fazla yakındığı meselelerden biri destatü sıkıntısıdır. Üniversite diplomaları olmasına rağmenherhangi bir pozisyona veya imza yetkisine sahipdeğillerdir. Yani üniversite mezunu liseli durumundalar.

D

Şu an aklınıza gelebilecek her alana Meslek YüksekOkulları kalifiye elemanlaryetiştirmekte ve işsizlerordusuna güç katmaktadır.Güçlünün karnınıdoyurabildiği, geri kalanlarınve sürüden kopanların,yalnızlaşanların açlıktanöldüğü; doğa kanunlarıylaişletilen meslek yüksekokulları,kendine yabancılaşan bir işçinesli yaratmaya adaydır.

Page 14: OGD 12

özgürlükçü gençlik14

kasım 2011

arihsel olarak dilin ortaya çıkışı ataerkildüzene geçişle çakışmaktadır. Kadınınev içi ve çevresine hapsedilmesi, erke-

ğin de ev dışı alana hâkim olmaya başlaması,dilin şekillenişinde önemli roller oynar. Ka-musal alan erkekler tarafından tariflenmiş vedolayısıyla kadının kendini var edemediğibir alanda kadını içeren ifadeler eksik kal-mış, dil erilleşmiştir. Öyle ki kamusal alanbu kadar erkeğe aitken ve ev içi görünmezkılınırken ortalık “adamlar” dan da geçilme-yecektir elbette...

Kullandığımız dili, doğduğumuz ve yaşadı-ğımız toplumdan ayrı düşünemeyiz. O top-lum dilsel olarak neyi kavramsallaştırmışsaolduğu gibi bunu bize bağışlar. Dolayısıyladünyaya bakışımız, dil ile doğuştan sınırlariçine alınır. Dil, toplumun değerlerine göreşekillendiğine göre düşünme sürecimizi dedolaylı olarak etkiler ve belli kalıplar çizer.Dilimizdeki erillikten kurtulmak ve onu de-ğiştirmek, yani dilimizi kontrol etmek dü-şüncelerimizi de kontrol edebilmekanlamına gelir. Toplumdan bağımsız düşü-nemediğimiz için dil değiştikçe toplumunalgıları da değişecektir. Bu yüzden dilimizideğiştirmek basit bir eylem değil, toplumsalcinsiyet algımızın değişmesinde zor, amaönemli bir adımdır.

“Kadın” Demekten Korkmayalım!Günlük yaşantıda kullandığımız dili biraz in-celeyecek olursak, belki de üzerine hiç dü-şünmediğimiz ama yaşamımızın heralanında kendini var etmiş cinsiyetçi termi-nolojiyi fark etmemek mümkün olmayacak-tır. Kadının ötekileştirildiği, cinsel bir obje

olarak görüldüğü, yok sayıldığı kelimelerhaznemiz çok zengin ne yazık ki. Bu da top-lumda kadının yerini, kadına bakış açısınıgözler önüne seriyor elbette. Mesela “bayan”kelimesi… Biz kadınlar, gittiğimiz mekânla-rın “bayanlar” tuvaletine girer, mağazaların“bayan” reyonlarında alışveriş yaparız. OysaTürkçenin dilbilgisi kurallarına bakacakolursak “bayan” ve bununla birlikte “bay”sözcükleri birer unvan sıfatlarıdır. “Kadın veerkek” sözcükleri ise insan cinsini karşıla-mak için kullanılan sözcüklerdir. Bu bağ-lamda BAYAN=KADIN değildir. Bayankelimesinin kullanımı ataerkil ideolojininkadın cinselliği üzerinde kurduğu hegemon-yanın ve kadını cinsiyetine göre değil de cin-selliğine göre isimlendirmesinin sonucudur.

Toplumsal cinsiyet kavramıyla bağlantılıolarak gelişen dilin, tarihsel olarak da yalnızerkekleri insan olarak gördüğünü az çok an-lattık. Bundan ötürü ne kadar “kadın”ın kar-şılığı sözlükte “dişi cinsten erişkin insan,erkek veya adam karşıtı” olarak tanımlansada, ona “adam” demek ve bunun her iki cinsiçin de kullanıldığını iddia etmek basit birkaçamaktır. Örnekler çoğaltılırsa, sıkça kul-lanılan “bilim adamı”, “adamakıllı olmak”deyimleri kadınlar için de kullanılsa, tarih-ten de aldığı güçle erkekleri ifade etmek içinkullanılır.

Yine dilimize bir “kültür” olarak sunulmuşküfürlerin büyük bölümü, mizah dergile-rinde kullanılan espriler, kadın bedeni üze-

rinden yapılan hakaretlerden başka bir şeydeğildir. “Namusluluk” kavramı kadın üze-rinden gittiği için, yapılan küfürler, namusbekçisi erkekler(!) için kadına haddini bil-dirmenin, kadını cezalandırmanın en iyiyolu olarak görülür. Ve sayabileceğimiz dahabir sürü örnek bakiyemizde mevcut.

Dil, Cinsiyetçiliği Her Gün Yeniden Üretir Dil, aynı zamanda egemenlerin en önemliideolojik aygıtlarından biridir. Örneğin, birhalkı asimile etmek dilini yok saymakla baş-lar. Ataerkil ideolojide kadınının varlığını,dilini soktuğu bu kalıpla ötekileştirir ve ikin-cilleştirir. Gerçekte var olan tüm ideolojilerönce dil ve söylem olarak var olabilirler. Bunedenle bizler politik görüşlerimizi, eylemi-mizi kendi söylemlerimizle oluşturacaksakbuna dikkat etmeliyiz. Cinsiyetçi, eril dildenuzak olmayan politik söylemler, ne kadardevrimci olursa olsun patriarkal sisteme hiz-met eder.

Cinsiyetçi dil kullanıldığı sürece kadın veerkek arasında sonradan yaratılmış olan bufark her gün yeniden üretilecektir. Kadınlarve özellikle erkekler olarak dili erkeğin iste-diği biçimde kullandığı bir aracı halinden çı-kartıp, cinsiyetçi tüm söylemlere pratikte dekarşı durmalıyız. Unutmayalım ki, bu ciddi-yetle yaklaşmak, dilimizi değiştirmek, dü-şüncelerimizi de değiştirecek ve bizitoplumun sınırlarından öteye taşıyacaktır.

Dilimize bir “kültür” olarak sunulmuş küfürlerin büyük bölümü, mizah dergilerinde kullanılan espriler, kadın bedeni

üzerinden yapılan hakaretlerden başka bir şey değildir.

Gamze Ardağ

Günlük yaşantıda kullandığımızdili biraz inceleyecek olursak,belki de üzerine hiçdüşünmediğimiz amayaşamımızın her alanındakendini var etmiş cinsiyetçiterminolojiyi fark etmemekmümkün olmayacaktır. Kadınınötekileştirildiği, cinsel bir objeolarak görüldüğü, yok sayıldığıkelimeler haznemiz çok zenginne yazık ki. Bu da toplumdakadının yerini, kadına bakışaçısını gözler önüne seriyor.

DİLİMİZİN SINIRLARIDÜNYAMIZIN SINIRLARIDIR

T

Page 15: OGD 12

kasım 2011

avranışlarla bir kişiyi olumsuz etki-leme, bedenen ve ruhen zarar verme,özgürlüğünü kısıtlama, baskı uygu-

lama, insani haklarını elinden alma, bunlarınhepsi genel anlamda şiddetin tanımlarıdır.

Biz kadınlar, yolda giderken üzerimizde his-settiğimiz bakışlarla, vücudumuzun her-hangi bir yerini tutan rahatsız edici ellerle,yediğimiz dayaklarla, çok doğal zannettiği-miz ama çok aşağılayıcı olan kelimelerle,kadın mı- kız mı olduğumuzun sorgulanma-sıyla mutlaka hayatımızın bir kesitinde şid-dete uğramışızdır. Bugün “ben şiddeteuğramadım” diyebilecek bir kadının en fazlaşiddetin tanımları yönünde algıları açık de-ğildir.

Şiddet deyince ilk aklımıza gelenin fizikselşiddet yöntemi olması, diğer türlerini haya-tımızın her alanında hissetmemize rağmen,bilince çıkarma noktasında toplum baskı-sıyla karşı karşıya kalmamızın bir sonucu-dur. Oysaki psikolojik, cinsel, ekonomik,şiddetin de ülkemizde fazlasıyla yaşandığıaşikârdır.

Kayıtlara yeterince geçmemekle birlikte, ka-dınlara yönelik şiddete pek çok ülkede çoksık rastlanmaktadır. Dünya genelinde her üçkadından en az biri dövülmüş, tecavüze yada farklı biçimde tacize uğramıştır. Tür-kiye’de kadınların şiddet çeşitlerinden en azbirine uğrama oranı yüzde 97 olarak tespitedilmiştir. Tüm kadınların yüzde 39’u fizik-sel şiddete uğramakta ve yüzde 68’inin ko-caları tarafından dövüldüğü görülmüştür.Bu veriler ise sadece kayıt altına alınmışolanlardır. Peki, kayıt altına alınmayanlar,görülmeyenler?

Her Gün ÖlüyoruzÖyle bir noktaya geldik ki, her 48 saatte 2kadın öldürülmekte ve devletin hiçbir ku-

rumu bu konuyla ilgili bir düzenleme yap-mamaktadır. Hatta kocasının, abisinin, sev-gilisinin şiddetine maruz kaldığı içinsavcılığa başvurup koruma isteyen ve bu ta-lebi dikkate alınmayıp öldürülen kadınlarınyerlerini her gün yenilerinin alması Türkiyerealitesini gözler önüne seriyor. Ülkemizdekayıt dışı olanlar bir yana “cins kıyımına”giden kadın cinayetleri rakamları kadınlarınartık evlerinde bile rahat uyuyamamasınaneden olmaktadır. Türkiye’de kadın cinayet-leri resmi rakamlara göre 7 yılda yüzde 1400artış göstermiştir. Kadınlar boşanmak iste-dikleri, sevgilisinden ayrılmak istedikleri, er-keklerin aşkına karşılık vermedikleri,eşlerine göre daha başarılı oldukları için öl-dürülmeye devam ediyor. Kadına karşı uy-gulanan her türlü şiddet ve baskı sistematikve politiktir. Her gün ortalama 5 kadının öl-dürülüyor olması şiddetin sistematik oldu-ğunun kanıtıdır. Şiddet öğrenilen ve her andevam ettirilen bir olgudur.

Ne Seninim, Ne Kara ToprağınHer yıl milyonlarca kadın namus, aşk, sevgi,töre adı altında katledilmektedir. “Sevdimvurdum, sevdim dövdüm, sevdim kıskan-dım, sevdim öldürdüm” gibi daha da çoğal-tabileceğimiz cümleler kadına yönelikşiddetin erkekler nezdinde nedenleri halinialmıştır. Tabii ki bunlar kadına yönelik şid-detin söylemlerinden başka bir şey değil.Şiddet patriarkal sistemin kadını baskılamakiçin kullandığı bir aracıdır.

Kadına yönelik şiddetin en ağırlıklı yaşan-dığı ortam ev içi, yani aile ortamıdır. Ve as-lında kayıt dışı kalan şiddet olaylarının çoğuburalarda yaşanmaktadır. Çünkü kadınlar,özelini söylemekte utanmakta ya da kendi-lerine inanılmamasından, kendilerine karşıdüşmanca tavır sergilenmesinden veya şid-detin daha da artmasından korkmaktadırlar.Kadın katillerinin cezalandırılmaması, hak-sız tahrik indirimlerinin uygulanması, şid-dete karşı korunma isteyen kadınlarınkorunmaması, kadını sessizleştiren neden-lerdendir. Özel alanın politikliğini bilince çı-karmak bu nedenle çok önemlidir. Kadınlaraöğretilmiş olan özel hayat kavramı, kadınınuğradığı şiddeti haykırması önünde ciddi birengel olarak dururken, kadına yönelik şiddetkayıt dışı kalmaya devam edecek, şiddetinönüne geçmek zorlaşacaktır.

Sessizliği BozalımAlanlarda Haykıralım Artık üzülmemeli, kırılmamalı, susmamalı,sadece öfkelenmeliyiz. Yalnız değil, örgütlübir duruşla çözüm üretebilmeliyiz. Kadınlaryalnız değildir! Bizim dışımızda da kadınla-rın var olduğunun ve birlikte bu sessizliğibozabileceğimizin farkına varmalıyız. Şidde-tin her biçimini (fiziksel, ekonomik, psiko-lojik, cinsel) yaşamakta olan kadınlar, her yılolduğu gibi bu yıl da 25 Kasım’da alanlaraçıkacaklar. Bu yıl 25 Kasım’da alanlardagüçlü ve birlikte durmanın Türkiye kadınhareketi için ayrı bir önemi olduğunu tümbu söylediklerimizden çıkarabiliriz. Bu yüz-den tüm duyarlılığımızla alanlarda haykıra-lım: Şiddetinizle barışmadık vebarışmayacağız.

Gamze Ertürk

ŞİDDETİNİZLE BARIŞMAYACAĞIZ

Kadına karşı uygulanan her türlü şiddet ve baskı sistematikve politiktir. Her gün ortalama 5 kadının öldürülüyor olmasışiddetin sistematik olduğunun kanıtıdır. Şiddet öğrenilen veher an devam ettirilen bir olgudur.

D

Artık üzülmemeli,kırılmamalı, susmamalı,sadece öfkelenmeliyiz.Yalnız değil, örgütlü birduruşla çözümüretebilmeliyiz. Kadınlaryalnız değildir! Bizimdışımızda da kadınlarınvar olduğunun ve birliktebu sessizliğibozabileceğimizin farkınavarmalıyız. Şiddetin herbiçimini yaşamakta olankadınlar, her yıl olduğugibi bu yıl da 25 Kasım’daalanlara çıkacaklar.

özgürlükçü gençlik 15

Page 16: OGD 12

kasım 2011

Gençlik hareketi yoğun ve bir o kadar dahızlı bir mücadele yılını geride bıraktı. Seneiçinde gerçekleşen takvimsel eylemliliğe sı-kışma halini aşan, başarılı bir dönem ya-şandı. Üniversitelere ve eğitim sisteminedönük kapsamlı ve sistematik saldırıları kar-şılama konusunda gençlik mücadelesi,önemli bir sınavdan geçti. Bu sınav süresinceyaşanan gelişmeler sonucu, üniversite gen-çliği bir özgüven kazanma, gerçekliğinin far-kına varma halini yaşadı.

Gerek egemenlerin doğrudan saldırısı şek-linde, gerek gençlik mücadelesinin hak alıcıfiili meşru eylemleri ile süreç işlendi. Elbettetarzları ve yöntemleri ile birbirinden ayrılanbu eylemlikler, her seferinde sisteme ve ik-tidara ağır bir darbe indirmiştir. Üniversite-lerde yaşanan sorunlar karşısında verilen butepkiler kitlelerin gündemine girmiş, bu dagençlik mücadelesi için olumlu bir hava ya-ratmıştır. Ortaya çıkan olumlu atmosferinsonucunda gençlik muhalefeti içindeki öz-neler, sürece daha da konsantre olmuşlardır.

Mücadele açısından belli bir süreç artık iş-lemeye başlamıştır, kazanılan mevziler mü-cadeleyi eskiye nazaran bir üst perdeyesıçratmıştır. Geride bıraktığımız sürecedönüp baktığımızda gelecek dönemde yaşa-nabilecekleri tahmin etmek çok da zor olma-makta. Bunu üniversitelere dönüksaldırılardan, gençliğin haksızlığa karşı baş-kaldırısından anlamak, anlatmak mümkün-dür.

Muhalefetin Durumuİktidarda 3. dönemini yaşayan AKP, yenidöneme kendisine “ustalık’’ misyonu biçe-rek bir giriş yaptı. Halktan aldığı oy desteğiile kendisine bolca meşruluk yaratıp, yapa-cağı her işe ve hamleye bu meşruluk duy-gusu ile kalkışmaktadır. Parlamento içi zayıfbir muhalefetin olması, AKP iktidarına iler-lemesi için büyük, boş bir alanı rahat rahatyürüme imkanı sağlamaktadır. İktidar blo-ğunda orduyu yavaş yavaş tasfiye eden ser-maye, henüz tam anlamı ile yekpare birsermaye iktidarını sağlayamasa da büyük öl-çüde orduyu geriletti ve ciddi kazanımlarlaaçık ara öne geçti. İktidar bloğunda yaşananbu son diziliş, yaşanacakların eskiye göreçok daha farklı olacağı değerlendirmesiniyapmamızı kolaylaştırmaktadır.

AKP eliyle iktidar araçlarına tek tek sahipolan sermaye, kendi ideolojisi doğrultu-sunda şekil verdiği kurumlar aracılığı ile

kolay yol almakta. Tüm bu adım adım eldeedilen mevzilerin final evresi olarak yaşananbu yakın süreç birçok hızlı gelişmeye gebeolacak gibi gözüküyor.

Değişen güç dengeleri ile birlikte ilerleyeniktidar partisini ve buna karşılık gelen sistemiçi zayıf ve etkisiz muhalefeti bir kenara bı-raktığımızda, seçimlerde Emek, Demokrasive Özgürlük Bloku’nun elde ettiği başarı, ik-tidarı sarsan en kuvvetli güç olarak kendinigeliştirerek var etmektedir. Kürt halk hare-ketinin sokakta, mecliste ve hayatın her ala-nında verdiği mücadele iktidar güçlerinekarşı verilen mücadelenin motor gücünüoluşturmakta.

Bunun dışında seçim öncesi yaşanan geliş-meler de iktidarı ciddi anlamda zorda bı-raktı. Şifre skandalı, büyüyen HES karşıtımücadele, nükleer karşıtlığı vb. mücadeleler,iktidarın meşruluğuna darbe vuran eylem-likler olarak öne çıktı. Tabii ki Hopa olayla-rına değinmemek olamaz. Hopa protestolarıile birlikte süreç başka bir evreye sıçramıştır,hükümete sokakta direnişle ciddi cevap ve-rilmiştir. Bu anlamda sokakta verilen müca-dele Türkiye politik gündeminde ilk sırayaoturmuştur.

AKP eliyle iktidar araçlarına tek tek sahip olan sermaye,kendi ideolojisi doğrultusunda şekil verdiği kurumlar

aracılığı ile kolay yol almakta. Final evresi olarak yaşanansüreç birçok hızlı gelişmeye gebe olacak gibi gözüküyor.

Barış ÖzerBu dönemde iktidar arkasına aldığı güç ile kısa süredesonuç elde etmek ve karşısına çıkan her engeli yıkmak

isteyecektir. Engel, doğanın yağmalanmasına karşıdirenen ekoloji mücadelesi olacaktır. Engel,

üniversitelerini sermayeye karşı savunan gençlikolacaktır. Engel, kendi özlük haklarını isteyen Kürt

halkı, cinayetlere, tacize ve tecavüze karşı yükselenkadın mücadelesi olacaktır.

özgürlükçü gençlik16

DAHA ÖRGÜTLÜ, DAHA KİTLESEL!BASKIYA ve SALDIRILARA KARŞI DAHA ÖRGÜTLÜ, DAHA KİTLESEL!

Page 17: OGD 12

Sokak MücadelesiYükseliyor! Sene içerisinde ön plana çıkan öğrenci ey-lemlikleri ile hayatımızda önemli bir yereoturan hak alıcı, başkaldırı biçimindekieylem tarzı, az önce değindiğimiz Hopa sü-reci ile toplumsal muhalefet nezdinde zirveve sene finali olarak tarihe notunu düşmüş-tür. Sermayenin tüm desteğini arkasına ala-rak alanda siyaset yapan AKP, her anlamdagüçlü bir yapıya sahip. Fakat bu kadar güçlübir yapıya sahip olmasına, basına, yargıyahâkim olmasına karşın sokakta verilen mü-cadele AKP iktidarını zor durumda bırak-mıştır. İktidar, kendine meşruluk yaratmayollarına başvurmaya başlamıştır. Tam ter-sinden karşı cepheye baktığımızda da müca-dele meşru bir hale gelmiştir.

Gençlik hareketi açısından elde edilen mev-zilerin kazanılmasında önemli yerde duranbu mücadele tarzı, yeni dönemde de yüksel-tilmelidir. Yeni dönemde mücadeleyi yük-seltirken, yeni dönemin öznel koşularıdikkate alınmalıdır. Geçen iktidarlara göreklasik, bilinen saldırı evrelerine göre yenidönemde kendi iktidar gücüne de güvenenbir yerden karşı mücadeleyi etkisiz bıraka-cak manipülasyona açık, “gizli” saldırılarınön planda olduğu bir saldırı evresi ile karşı-laşabiliriz. Son yaşanan harç zamlarının uy-gulanış ve geri alınış biçimine baktığımızda,hükümetin 2009’a göre daha “usta” taktik-lerle öğrenci muhalefetini direk karşısına al-mayan bir yerden nasıl saldırdığını hepbirlikte gördük.

Saldırı farklı, daha sinsi olduğundan doğa-lında karşılığının da eski biçiminden farklıolması gerekmektedir. Sokak eylemliliğiyükseltilirken yeni dönem bu minvalde cid-diyetle ve titizlikle ele alınmalı, var olanenerji kontrollü bir şekilde egemenlere yö-neltilmelidir. Ayrıca militan, hak alıcı sokakmücadelesi tüm kesimler için, özellikle degençlik mücadelesi için, salt kendi mücadelealanıyla sınırlı tutulmamalıdır. Öğrencigençlik, bugünün şartlarında sokakta verilen

HES karşıtı mücadeleden, hak gasplarına vegüvencesizliğe karşı ve buna benzer tarzdaverilen diğer tüm mücadele alanlarına kadaryakınlaşıp, birlikte verilecek mücadeleninyollarını aramalıdır. Hem böylece, sokakmücadelesinin içselleştirilip, pratiğe uygu-lanması daha da anlamlı ve isabetli olacak-tır.

Gençlik KampüslereDaha Sıkı SarılmalıBu dönemde iktidar arkasına aldığı güç ilekısa sürede sonuç elde etmek ve karşısınaçıkan her engeli yıkmak isteyecektir. Engel,doğanın yağmalanmasına karşı direnen eko-loji mücadelesi olacaktır. Engel, üniversite-lerini sermayeye karşı savunan gençlikolacaktır. Engel, kendi özlük haklarını iste-yen Kürt halkı, cinayetlere, tacize ve teca-vüze karşı yükselen kadın mücadelesiolacaktır.

Toplumsal muhalefetin yükselmesi ve sınıfmücadelesinin büyümesi ihtimaline ve olu-şan nüvelerine karşı sermaye yeni dönemdemüdahale edecektir. Sermaye odaklı güçle-rin, iktidar partisi eliyle bu dönemde üniver-sitelere dönük güçlü bir piyasalaştırmahamlesi yapması muhtemel gözükmekte.Üniversiteleri ardına kadar sermayeye açmayolunda gerçekleştirdiği “toplantılar” busene de gündemimizden düşmeyecek gibigözüküyor. Geride bırakılan yıl içerisindeivme yakalayan gençlik mücadelesi, günde-mine aniden girebilecek kapsamlı saldırılaragüçlü ve kalıcı cevap üretmek adına, yarattığımeşrulukla alanına daha da sıkı sarılmalıdır.

En önemlisi ise, belki söylem olarak çok kla-sikleşse de, mutlaka olması gereken somuthedef olan öğrenci gençlik içinde sağlamkökler salmanın gayreti içinde olmalıdır.Disiplinli, istikrarlı ve kararlı bir biçimde

bu dönemde örülecek kampüs faaliyeti; ta-bandan örülecek güçlü bir gençlik mücade-lesinin enerjisini açığa çıkarma yolundaönemli bir yerde durmaktadır. Mücadele-mizi değerlendirirken yükseliş dönemindeveya temponun düşük olduğu dönemdeolabiliriz; doğalında an’ı değerlendirmeyeyönelirken, diğer bir yandan da mücadele-nin sürekliliğini, dününü, bugününü ve ya-rınına uzanan evreyi sürekli zihinlerimizdetutmalıyız. Ayağımızı yere sağlam basmamı-zın ve nerede olduğumuzu, kazanımlarımı-zın neler olduğunu tecrübe etmemizinkoşulu budur.

ÖrgütlülüklerimiziGeliştirmek...İçinden geçtiğimiz bu değişken dönem, bir-çok gelişmeye gebedir. Bu sürecin şekillen-mesinde ise, birçok kazanımın payı elbettemevcuttur. Öğrenci gençliğin öz örgütlülüğüyolunda çabalayan Öğrenci Gençlik Sendi-kası Genç Sen, bu dönemde de kampüslerinnabzını en iyi şekilde tutma yolunda biradım önde. Öğrenci gençliğin bir neviyaşam alanı olan kampüslerde, gençlikle bir-likte büyütülecek kolektif irade, temellerisağlam atılmış bir bina gibi, gün geçtikçe gü-venle yükselecektir.

Özgürlükçü Gençlik olarak yeni mücadeleyılında kitlelerle kurduğumuz bağı genişlet-mek ve güçlendirmek yolunda mücadele-mizi yükselteceğiz. Genç Sen’le omuzverdiğimiz mücadelemizde, kampüslerdegençliğin sesi olmak yolunda atıldığımızmücadele yılında daha kararlı ve azimliyiz.Gençlik mücadelesinde koyduğumuz bu id-dianın aynı zamanda gençlik mücadelesininbüyütülmesi yolunda atılmış bir adım oldu-ğunun farkında, altına girdiğimiz sorumlu-luğunun bilincinde ve kararlılığındayız.

özgürlükçü gençlik 17

Sene içerisinde ön plana çıkan öğrenci eylemlikleri ile hakalıcı, başkaldırı tarzındaki eylem tarzı, Hopa süreci ile

toplumsal muhalefet nezdinde zirvesini yapmıştır.

Özgürlükçü Gençlikolarak yeni mücadele

yılında kitlelerlekurduğumuz bağı

genişletmek vegüçlendirmek yolunda

mücadelemiziyükselteceğiz. Genç

Sen’le omuz verdiğimizmücadelemizde,

kampüslerde gençliğinsesi olmak yolunda

atıldığımız mücadeleyılında daha kararlı ve

azimliyiz.

kasım 2011

Page 18: OGD 12

18

kasım 2011

özgürlükçü gençlik

Özgürlükçü Gençlik: Neoliberal politika-larla birlikte Türkiye’de özelleştirmelerinhızlanması, bununla birlikte suyun daHESLER aracılığı ile piyasalaşması ilegündemde son dönemde konuşulan“SuKullanım Hakkı Anlaşması” hakkındaneler söylemek istersiniz?

İsmail Akyıldız: HES’lerin gündeme gel-mesi bir Karadenizli Başbakan olan MesutYılmaz döneminde Fırtına vadisine yapıl-maya başlanan HES ile başladı. Yalnız oradamüthiş bir tepki verildi ve Fırtına vadisi kur-tarıldı. Altı-yedi yıllık bir aradan sonra yinebir Karadenizli Başbakan (Erdoğan) tarafın-dan HES'lerin önü açıldı. İlk girilen vadile-rin milliyetçi/ muhafazakâr karakterinin öneçıktığı vadiler olması bir tesadüf olmasagerek. HES projeleri için toplumsal muha-lefet kültürünün göreceli olarak daha zayıfolduğu bilinen bu bölgelerin seçilmesininözellikle tercih edildiğini düşünüyorum.

Her biri Rize iline bağlı olan Çayeli, İkizdereve Başbakan'ın 'Baba ocağım' dediği Gü-neysu vadilerinde bu projeler hızla uygula-maya konuldu. Güneysu’da yaşayan 11yaşındaki Feride Bahar İstif ise, Başbakan'aşöyle sesleniyordu: “Bu dereleri kurutmayaönce kendi köyünden başladın. Demek kibütün Karadeniz'i kurutmaya kararlısın.”Burada yaratılmaya çalışılan algı, tam da Fe-ride’nin özetlediği gibidir. Başbakan çocuk-luğunda kendisinin yüzdüğü derenin de

kurutulmasına ses çıkarmadığına göre,demek ki durum ciddidir. Gerekçe ise, sözdeenerji ihtiyacı idi. Nitekim 2006 yılında sukullanım hakkının 49 yıllığına şirketleredevredilmesi ile Karadeniz vadileri bütünüile şirketlerin talanına açıldı. Oysa suyunkullanım hakkı devredilemez, sularımız ka-munun ortak kullanımına açıktır, böyle ka-lacaktır; bu hak özel şirketlerin özel hakkıolarak görülemez, böyle sunulamaz.

HES projelerinin enerji ihtiyacını karşıla-makla uzaktan bir ilişkisi yoktur. Bu işinmakyajıdır. Asıl hedefin suyun ticarileştiril-mesi, suyun alınıp satılabilen bir meta halinedönüştürülmesi, su kaynaklarına el konul-ması olduğunu biliyoruz.

Cengiz Holoğlu: Meseleye şöyle bakmaklazım, küresel sermayenin 70’lerden itibarenkendisine yeni sömürü alanları yaratma ça-lışmaları var. Bu, 90’larda hız kazandı. Ser-maye bu yeni alanı da sistemine katmakistemektedir. Bu, sadece AKP’nin ya da Tay-yip hükümetinin belirlediği veya yönlendir-diği bir durum değil. Bu, küresel sermayeninulaştığı bir noktadır. Bütün dünyada suyunticarileştirilmesi çabası özellikle Meksika,İspanya, Türkiye, Hindistan gibi su zenginiolmayan ama öyleymiş havası yaratılan, yer-altı kaynaklarının yoğun kullanılmadığı ül-kelerde bu durum son derece yaygın. Bir de,bu ülkelerin gelişmekte olan sermayelerinincanlı pazarlara saldırmak isteğinin sonucu-

dur. Meksika’dan itibaren yeraltı rezervlerive diğer kaynaklar özelleştiriliyor. Türki-ye’de bu iş sözüm ona enerji ihtiyacı gibikaba bir bahane ile ortaya konuyor.

Mikro-HES'lerSon dönemlerde literatürümüze girmiş olansıkça kullandığımız mikro-HES'ler hak-kında ne düşünüyorsunuz?

İ.A.: Bu altı kalın çizgi ile çizilmesi gereken,pek çok kimsenin henüz önemini kavramışolmaktan uzak olduğu önemli bir konudur.Karadeniz’de sözü edilen 750-800 civarın-daki HES projesi vardır. Buna bir de mikro-HES'ler eklendi. 0.5 MW’dan daha azkurulu gücü olan HES’lere micro-HES de-niyor. 10.000 civarında olacağı varsayılanmikro-HES’ lerin şirketlerin kullanımına so-kulması sadece derelerin değil, derelere dö-külen küçük çayların da HES projelerineaçılması anlamına gelmektedir.

Bu girişim, su kaynaklarına kılcallarınakadar el konulması, kılcallarına kadar sömü-rülmesi demektir; bu projeler aynı zamandagüçlenen HES muhalefetine bir darbe indir-mek için ortaya atılmış projelerdir. Micro-HES'ler için izin, ruhsat, ÇED raporu gibibürokratik işlemlere de gerek duyulmuyor.Sadece HES'lere gücü yeten büyük firmalardeğil, daha küçük ölçekli ve yerelde yaşayanyatırımcılar da bu işlere soyunabilecektir.

Vadilere çeşitli ekonomik vaatlerle girerek,halkı ikiye bölen şirketlerin HES tezlerinionaylayan daha geniş sayıda micro-HES'çiortaya çıkabilecektir. Bu verilen mücadeleyizaafa uğratabilecek bir gelişmedir. Hiç kuş-kusuz mücadeleyi sönümlendirmeye çalı-

“Güneysu’da yaşayan 11 yaşındaki Feride Bahar İstifBaşbakan'a şöyle sesleniyordu: ‘Bu dereleri kurutmaya

önce kendi köyünden başladın. Demek ki bütünKaradeniz'i kurutmaya kararlısın.’ ”

Röportaj: Özlem Bayat

“Karadeniz’de sözüedilen 750-800civarındaki HES projesivardır. Buna bir demikro-HES'ler eklendi.0.5 MW’dan daha azkurulu gücü olanHES’lere micro-HESdeniyor. 10.000civarında olacağıvarsayılan mikro-HES’lerin şirketlerinkullanımına sokulmasısadece derelerin değil,derelere dökülenküçük çayların da HESprojelerine açılmasıanlamına gelmektedir.”

“DOĞA TALANINA KARŞI HELESA YİSSA!”

Karadeniz İsyandadır Platformu’ndan Cengiz Holoğlu ve İsmail Akyıldız ile Röportaj

*

Page 19: OGD 12

özgürlükçü gençlik 19

şanlar mikro-HES'lerle birlikte ‘isyan’ söz-cüğünün de daha fazla telaffuz edildiğini gö-receklerdir.

HES Karşıtı MücadeleTam da bu noktada KİP'in eylemsel pratik-lerinden de biraz bahsedelim.

İ.A.: HES mücadelesinin üç önemli ayağıvar: Bilim, hukuk, toplumsal mücadele.Bilim konusunda elimizde yeterli sayıda ol-masa da olguyu bir bütün olarak kavrama-mızı sağlayacak yeterlilikte bilimselaraştırmaya sahibiz, sonuçta HES konusuyeni bir konu değil. Bu bilgiler çeşitli plat-formlar veya oluşumlar aracılığı ile devletorganları, şirketler ve halka anlatılsa da buçabanın rant tutkusu karşısında kifayetsizkaldığını görmek zor olmadı.

Mücadelenin hukuk ayağı ise son gelişme-lerle iyice sakatlanmış durumda. Öyle gö-rünüyor ki, hukuki kazanımlarımız kanunhükmünde kararnameler ve yeni yasalarındevreye sokulması ile altı oyulunca HESmücadelesinde toplumsal mücadeledenbaşka bir alan kalmadı. Doğrusunu söyle-mek gerekirse bu güne kadar bu üç müca-dele alanından kazananın Yuvarlak Çay veLoç Vadisi örneklerinde olduğu gibi yal-nızca toplumsal mücadele alanıdır. Bugün-den sonra da böyle olacaktır. KİP işte buayakların ikisinin kırılması ile sözün bittiğiyerde doğmuş ve toplumsal mücadelenin tekkazanan olduğu gerçeğini haykırması ilevücut bulmuştur.

25 Nisan 2010 tarihinde İstanbul’da yapmışolduğumuz miting yaklaşık 6-7 bin kişilikkatılımla bu hakikatin duyulmasına katkısağlamıştır. Yereller ve kentlerde yaşayanlarortak bir mücadele hattında bir araya geli-yordu. Bu çok heyecan verici bir şeydi. Hak,emek mücadeleleri ile ekoloji mücadeleleriortak bir zeminde buluşuyordu.

Tüm bunlarla beraber geleneksel klişelerleyol alamayacağımızı fark etmemiz çokzaman almadı. Yepyeni çok boyutlu müca-dele alanları açılıyordu. Bu çok boyutlulukeylemselliğimize de yansıyordu. Yerellerleyürütülen bu mücadelede, her vadinin ken-dine özgü bir mücadele yöntemi bulması vebunun ulusal planda verilen mücadele ile ör-tüşmede KİP’in tarihi bir rol oynaması ge-rektiği gerçeği zamanla ortaya daha belirgin

bir şekilde çıktı.

Yerellerin somutluklar üzerinden HES işga-lini daha iyi kavradığı fark edildiğinde yaşa-nan defacto uygulamalar üzerindeneylemselliklere yön verildi.

Ekoloji MücadelesindeSanatın İzleriEylemselliğinizde bizim gözlemlediğimizsanatsal bazı metaforlar var, bize birazbunlardan da bahsederisiniz son olarak.

İ.A.: Kullandığımız bazı görseller, imgeleryerel kültürlerle doğrudan ilişkilidir. Örne-ğin bir eylemimizde Senoz Vadisi'nin folk-lorunda rastlanan “Yaban adamı” figürüHES mücadelesinin simgesel aktörü olarakgörsellerimizi oluşturmada katkı sağladı.Mehmet Siyah Kalem Efendi’nin pastoral fi-gürleri ile bu yaban adamları canlandırıldı,bu müthiş bir etki yarattı. Sonra Aksu Vadisisakinlerinden “Boldoroz” hikâyelerini din-ledik. Derelerde yaşayan ve rahatsız edildik-lerinde insanları yiyen su canavarları olanBoldorozların HES'lere ve HES’ çilere karşıayaklandığını gördük, Boldorozlar için uzakakrabaları olan İnkaların nehir canavarlarıgörsellerini kullandık.

Çayeli Senoz’dan Yaban adamları, İspir AksuVadisi’nden Boldorozlar HES'lere karşı ta-rihi rollerini oynamak için el ele vererek yenibir kimlikte karşımıza çıktılar. Bu figürler,‘Haydi horana’ diye eylem çağrısında bulun-maktadırlar; horonun tanımı olarak da“Horon İsyandır”, “Horon Direnmektir”sloganlarını kullanmaktadırlar.

Örneğin, 18 Eylül 2011 tarihinde gerçekleş-tirilen, ana akım medyada da geniş yankıbulan Yüksek Gerilim Hatları’na yönelik ey-lemimizde kullanılan halat ve gerilim hatla-rının geçtiği direği yıkmak için halatıçekerken söylenen “Helesa Yissa!” (Hep bir-likte!) sözleri de yerel kültürel atmosferiyansıtan ve dönüştüren imgelerdi. Marsis,Karmate, Bajar, Bayar Şahin, Ayşenur Koli-var gibi birçok Karadenizli ve Karadenizli ol-mayan grup ve sanatçıların KİP’e destekvermesi ve bazılarının bizzat kendilerini KİPaktivistleri olarak görmeleri hakkımızda butarz düşüncelerin oluşmasına neden olmuş-tur.

Türkiye’de toplumsal mücadelenin genelolarak düz yazıda kaldığını söylenebilir. PaulValery’ nin “düzyazı yürümek ise, şiir dansetmektir” sözünün bizlerin arayışlarına daışık tuttuğu söylenebilir. KİP'le birlikte top-lumsal mücadelenin “yürümekten dans et-meye” doğru evrildiği görülmektedir, bugiderek daha iyi anlaşılacaktır. KİP’in ola-ğanüstü dinamizmi sadece “genç” olmasındadeğil, toplumsal mücadelenin şiirini yakala-masında, “yeni”nin “dil”ini bulmasında vebunu başarılı bir şekilde eylemliliklerle or-taya koymasında aranmalıdır.

* Yer kısıtından dolayı röportajın sadece bir bölü-münü yayınlayabiliyoruz. Röportajın tamamınawww.ozgurlukcugenclik.com adresinden ulaşabilir-siniz.

kasım 2011

KİP kendisini 'çevreci' olarak tanımla-mayan, ekolojik mücadeleyi anti-kapi-talist bir çıkış noktasından hareketederek yürüten bir oluşum. Pek çokfarklı anlayıştan insan, ortak müşterek-ler temelinde KİP kapsamında biraraya gelmiş ve projeyi, bir geleneğintemsilcisi ya da taşıyıcısı olarak tanım-lamıyorlar. HES karşıtı direnişin ya-

nında yüksek gerilim hatlarına yönelikeylemleri de var. Yakında özelleştiril-mesi gündeme gelecek ÇAYKUR içinde mücadele edecekler. Kendilerini sa-dece yerel bir perspektifle de sınırla-mıyorlar ayrıca; içlerinde Diyarbakırlısı,Sivaslısı, Antalyalısı, Hataylısı da var.Ayrıntılı bilgi için www.karadenizisyan-dadir.org adresine başvurabilirsiniz.

Karadeniz İsyandadır Projesi (KİP) Nedir?

Çayeli Senoz’dan Yaban adamları, İspir Aksu Vadisi’ndenBoldorozlar HES'lere karşı tarihi rollerini oynamak için

el ele vererek yeni bir kimlikte karşımıza çıktılar. ‘Haydihorana’ diye eylem çağrısında bulunmaktalar; horonun

tanımı olarak da “Horon İsyandır”, “Horon Direnmektir”sloganlarını kullanmaktalar.

Page 20: OGD 12

kasım 2011

erkesin gelecek ile ilgili kurduğu hay-alleri ve yaptığı planları vardır.Kurduğumuz hayallerde çoğu zaman

iyi şeyleri hayal ederiz. Hiç kimse içtiğisudan ya da yediği balıktan kansereyakalanma ihtimalini düşünmez. Ancak budurumun hayatımızda yer etme ihtimaliartabilir. Çünkü kapıdaki tehlike: NÜK-LEER SANTRAL…

Avrupa ülkelerinde uzun bir süredirkullanılan ancak ‘atık sorunu ve oluşturduğurisk’ nedeni ile üçüncü dünya ülkelerineithal etmeye çalıştıkları nükleer santraller‘bizim’ kapitalistlerin ve bürokratlarıniştahlarını kabartıyor. Hele ki Fukuşima fe-laketi gibi yakın zamanda gerçekleşen fe-laketi gördükleri halde Mersin ve Sinop’takurulması planlanan santral projelerindengeri adım atmış değillerdir. Japonya gibiteknoloji devi olan bir ülke, Fukuşima fe-laketinden sonra 2050 yılına kadar nükleersantrallerinin tamamını kapatacağını belir-tirken halkın çıkarları yerine kendiçıkarlarını düşünen asalak sermayedarlar ilesiyasetçi bozuntuları nükleer santrali olum-suz sonuca mahal vermeden enerjiüretmede kullanabileceklerini iddia etmek-tedirler. Bunun tam aksine enerjisininyarısından çoğunu nükleer enerji ilesağlayan Avrupa ülkeleri nükleer santral pro-jelerini askıya alma, var olanları da en kısazamanda kapatma kararı almıştır.

Avusturya'nın tek reaktörü Siemens 1978'dehiç işletilmeden kapatılmıştır. İtalya veİsveç'te halk referandumla 'nükleere hayır'demiş ve sonrasında nükleer santrallerkapatılmaya başlanmıştır. Almanya'da nük-leer enerjiden vazgeçme kararı almıştır.ABD ve Kanada, 1978'den bu yana yenisipariş vermemiştir. Avustralya, Küba, Mek-sika, Portekiz, Yunanistan, İskoçya, Hol-landa, İsviçre, Norveç, Endenozya,Vietnam, Tayland ve daha pek çok ülke nük-leer planlarını terk etmiştir.

Nükleer santral savunucuları sürekli olarakgüvenlik önlemlerinin alınacağı takdirdehiçbir sorunla karşılaşılmayacağını önesürüp dururlardı bundan birkaç ay öncesinekadar. Ancak Fukuşima felaketi bütündünyaya gösterdi ki, sadece güvenlik önlem-leri felaketi önlemeye yetmiyor. Santral üz-erine ‘uçak dahi düşse’ sorun olmayacağınıbelirten ‘zeki’ beyinler, deprem ve doğal fe-laketleri hesaba katmışlar mıdır acaba?Radyoaktif sızıntılardan etkilenip yaşamınıyitiren on binlerce insana, bir o kadar dahayatına sakat olarak devam edeceklere,genetik mutasyonlar sonucu anormaldoğum ile dünyaya geleceklerin hesabınıhangi ‘parlak zekâ’ verebilecek acaba?

Sadece ABD’de bugüne kadar felakete yolaçabilecek düzeyde 169 kaza olmuştur. Biryılda Japonya’da 20, İngiltere’de 17,Rusya’da 205 defa ciddi boyutta nükleer

kaza meydana gelmiştir. Bunlardan Çernobilve Fukuşima gibi medyanın gizleyemez halegeldiği felaketler Türkiye’de kurulmayaçalışılan nükleer santraller için ibret alınmasıgereken önemli uyarılardır. Buna rağmenülke halkına hükümet yetkilileri tarafındanhala en temiz, en güvenli, en ucuz ve çokgerekli enerji kaynağı olarak lanse ediliyor.

Çözüm Yaşamımızda KöklüDeğişikliklerle MümkünNükleer santrallerin en büyük riski atıklarıimha edememe sorunudur. Santralin ömrütükendiğinde açığa çıkan radyoaktif atıklardoğa ve canlılar için büyük tehlike arz et-mektedir. Bu atıkların da doğada yokedilebilmeleri için milyonlarca yıl geçmesigerekmektedir. Ve ne yazık ki günümüzteknolojik gelişmeleri bu konuya bir çözümgetiremeyecek haldedir. Durum bu ikenAvrupa ülkelerinin radyoaktif atıkları başkaülkelere büyük paralar karşılığındasatmasına şaşmamak gerek. Bu da nükleeratıklar sanayide hammadde olarakkullanılabilir yalanını çürütmeye yeterdirzaten. Durumun vahameti ortada ikençözüm nükleer enerji ihtiyacından çok baştakapitalist üretim modelinin sürdüğü ülkelerile diğer tüm dünya ülkelerinde tüketimedayalı yaşam tarzının zorunlu değişimidir.

Bizler aydınlar, bilim insanları, ekolojistler,devrimciler olarak dünyadaki (sözde) enerjisorununa en iyi çözüm yolunun neolduğunu hemen her yerde vurguluyoruz.En iyi çözüm yolu ne şimdiki hayatımızda,ne hayallerimizde, ne de kuracağımız o güzeldünyamızda nükleer santrallere yer olmaya-cak! Bizler de en az kapitalistlerin kendiçıkarlarını savundukları kadar havamız,suyumuz, hayatımız ve hayallerimiz için mü-cadele etmeliyiz. Gençlik olarak ta bu işedur diyecek olanlar da bizleriz…

Nükleer santralsavunucuları sürekli

olarak güvenlikönlemlerinin alınacağıtakdirde hiçbir sorunla

karşılaşılmayacağını önesürüp dururlardı bundanbirkaç ay öncesine kadar.Ancak Fukuşima felaketi

bütün dünyaya gösterdi ki,sadece güvenlik önlemleri

felaketi önlemeyeyetmiyor.

Ali Düzel

KAPIDAKİ TEHLİKE

(NÜKLEER)(NÜKLEER)

Bizler aydınlar, bilim insanları,ekolojistler, devrimciler olarak dünyadaki(sözde) enerji sorununa en iyi çözümyolunun ne olduğunu hemen her yerdevurguluyoruz. En iyi çözüm yolu neşimdiki hayatımızda, ne hayallerimizde,ne de kuracağımız o güzel dünyamızdanükleer santrallere yer olmayacak!

özgürlükçü gençlik20

H

Page 21: OGD 12

kasım 2011

eka, en basit tanımıyla bir problemlekarşılaşıldığında çözümü bulmaya ya-rayan mekanizmadır ve bu mekanizma,

insanda en gelişkin formda olup ayrıştırarak,kategorileştirerek çözüme ulaşır. Yani anali-tiktir. İnsan zekâsının analitik oluşu, insanıntarihin büyük bir kısmında, doğadan besle-nerek teknik geliştirmesini, araç kullanma-sını mümkün kılmıştır.

İnsan zekası; anıl bellek ve zaman-mekanilişkisi sayesinde, sayısız şema, bu şemalarabağlı sayısız değişken ve kombinasyonlaroluşturarak hem organik, hem inorganikmaddelerle kompleks bir ilişkiler ağı mey-dana getirir. Yine bu ağı inceleyecek analitikdonanıma sahip olan insan zekası, tam bunokta da kendi benzerini kendi bulduğu araçve teknikle yaratmaya çalışmıştır. “Bu bağ-lamda, insanın bedensel yapısı kimyasal tep-kimelerden ve elektiriksel süreçlerden mioluşur? İnsan beyninin çalışma prensiplerideterministik bir gerçekçilikle bir makinadavücut bulabilir mi?” gibi sorular insanınkendi benzerini ya da kendi yapacağı işlerikolaylaştıracak araçlar üretmesinde güdüle-yici rol oynamıştır.

Makineler Düşünebilir mi?Modern bilgisayarın temeli olarak sayılan,soyut matamatiksel mantığın makinayauyarlanmasını kuramsal olarak başaran AlanMathison Turing aynı zamanda 1956’da“Yapay Zeka” adını alacak çalışmaların da te-mellerini atmıştır. 1950’de Turing, “Maki-nalar düşünebilir mi?” başlıklı makalesinde,makinaların mantıksal algoritmalar ile düşü-nebileceğini felsefi bir yaklaşımla savunmuş,bu sorunsala yapılan eleştirileri reddetmiş-tir. Sonraki yıllarda McCulloch ve Pittsyapay nöron ağlarının hesaplanabilinir iş-lemleri gerçekleştirebileceğini öne sürdüler.Bu doğrultuda ilk yapay sinir ağı temelli bil-gisayarlar olan SNARC ve MIT, MarvinMinsky ve Dean Edmonds tarafından geliş-tirildi.

Yapay zekâ çalışmalarında Newel ve Si-mon’un geliştirdiği insan beyninin çalışma

prensiplerini bire bir taklit eden GeneralProblem Solver (GPS) programının yapayzekânın bugün ulaştığı noktanın habercisiolduğu söylenebilir. Simon fiziksel simge hi-potezini ortaya atarak insandan bağımsızdüşünebilen sistemler yapmakla uğraşanbilim insanlarının hareket noktasını oluş-turdu. Daha sonraki çalışmaların temelindemantık kuralları belirliyeci güç oldu. Vedaha sonra programların başarılarını göste-ren kurgusal sorunlar ve yapay dünyalar kul-lanıldı. Tüm bu gelişmeler ışığında, yapayzeka çalışmaları 80-90 yıllık bir zaman dili-mini kapsamakla birlikte bu çalışmaların,teknolojininin ilerlemesiyle doğru orantılıolarak yayılım alanları oldukça çoğaldı. 1991Körfez Savaşı esnasında Amerikan ordusutaşıyıcı, kargo ve insandan oluşan 50.000 bi-rimlik kuvvetin lojistik plan ve iş bölümünüyapay zeka ile gerçekleştirdi. 1997 IBM’inDeep Blue adlı bilgisayarı dünya satrançşampiyonu olan Gery Kasparov’u yendi,Pittsburg-San Diego yolunun yüzde 98’iniinsansız araba geçmeyi başardı.

Günümüzde de çalışmaları hızla davameden yapay zekanın, çoğunlukla savaş en-düstrisi, tıp, iletişim, eğlence ve hizmet sek-törlerinde dalları oluşturuldu. Sembolikyapay zeka (makine zekası), sibernetik zeka(yapay sinir ağları), uzman sistemler, örüntütanıma ve genetik agloritmalar bunlardanbazılarıdır. Anlaşılacağı üzere, başlı başınabir bilim olan yapay zeka çalışmalarının ta-mamını incelemek bu sayfaya sığdırılmaya-cak genişliktedir. Dolayısıyla şimdiye kadardeğindiğimiz noktalar yapay zeka kavramı-nın genel bir çerçevesi olarak değerlendiri-lebilir.

Yapay Zeka Kimin İçin?Yapay zeka otomotiv sanayiden bankacılığa,eğlence sektöründen üretim sektörüne, tıpalanından telekomünikasyona, robotikten

petro-kimyaya birçok alanda kullanılmakta-dır. Bugün hemen hemen tüm pozitif bilim-leri tekelinde bulundurmayı amaçlayanegemen güçler, çoğunlukla kendi düzenleri-nin bekasını sürdürmek ya da emperyal çı-karlarına ulaşmak için yapay zekateknolojisini kullanmaktadır. Hedef tespiteden füzeler, insansız istihbarat araçları vedaha ilerisi robot askerler vb. ile savaş en-düstrisini besleyen bu teknoloji, kapitalistkoşullarda ilerlediği sürece egemenlerin çı-karlarına hizmet etmeye devam edecektir.

Yapay zekânın ilerde ulaşabileceği boyutlarlailgili, “İlerde tüm üretimi robotlar yapacak,işçi sınıfı yok olacak, robotlar devrim yapa-maz bu yüzden sosyalist devrim bitiktir.” tü-ründen değerlendirmeler, en çok tartışmagötüren değerlendirmelerdir. Bu varsayımagöre, kapitalizm hiç kaynak tüketmeyen, yo-rulmayan, zam istemeyen ve işini mükem-mel yapan robot işçiler üretecek ve busüreçte makineleşmenin getirdiği işsizlik veyoksulluk sebebiyle işçi sınıfının tamamıyok olacak. Üretim, hizmet ve dolaşımınyani tüm ekonomik faaliyetin tamamen oto-matlaştığını varsayarsak, zorunlu olarak, de-ğişim için üretim ve değişim ortadankalkacaktır. İnsan emeğinin tamamen dış-landığı yani mutlak makineleşmenin olduğukoşullarda değişim değeri üretiminin yok ol-ması emek-değer teorisinin ispatı olarak önesürülmektedir. Değişimin kapitalist sosyalilişkinin önemli bir ağı olduğunu düşünür-sek bahsedilen toplumda ilişkilerin kapita-lizm dışı bir karakterde olması gerekir. Yanieğer bu varsayım doğruysa, hedeflenen; işçisınıfının ikamesi olabileceği düşünülen ro-botlar yaratmaksa, burjuvalar ikinci kezkendi mezar kazıcılarını yaratıyor demektir.Yapay zekanın ilerde ulaşabileceği boyutlarkonusu başlı başına bir yazı konusu oldu-ğundan bir dahaki sayıda daha detaylı işle-necektir.

Bugün hemen hemen tüm pozitifbilimleri tekelinde bulundurmayıamaçlayan egemen güçler, çoğunluklakendi düzenlerinin bekasını sürdürmekya da emperyal çıkarlarına ulaşmak içinyapay zeka teknolojisini kullanmaktadır.

Günümüzde de çalışmaları hızla davam eden yapayzekanın, çoğunlukla savaş endüstrisi, tıp, iletişim, eğlenceve hizmet sektörlerinde dalları oluşturuldu.

YAPAY ZEKA

İzzet Çetin

“Kendimizle yarışıyoruz gülüm, ya ölü yıldızlarahayatı götüreceğiz ya da dünyamıza inecek ölüm!”

Nazım Hikmet

Z

1

özgürlükçü gençlik 21

Page 22: OGD 12

kasım 2011

Türkiye de eğitim sistemi, öğrencileri eğit-mek, bilim üretmek ve onların çok yönlüolarak gelişimlerini sağlamak yerine; her yılmilyonlarca öğrenciyi sınava girmek zo-runda bırakmakta ve eğitim sistemini büyükölçüde “sınav merkezli” hale getirmektedir.Bu da eğitimde fırsat eşitsizliğini ve rekabetkültürünü arttırırken sınıfsal ayrımları kır-mızı çizgilerle belirginleştirmektedir. Bu-nunla beraber “sınav merkezli eğitim”,öğrencilerin, başta sınava hazırlanırken ya-şadıkları stres olmak üzere psikolojik birbaskı yaşamalarına neden olmaktadır. Öğ-renciler bu sınav sisteminin sonucunda inti-har vakaları, psikolojik çöküntüler veyarıştaki at misali koşturuldukları bir hayatile karşı karşıya bırakılmıştır.

Her yönüyle sınavlara bağımlı olan eğitimsistemi kamu eğitimini işlevsiz bırakarak,eğitimi dershane, özel ders, özel okul alanınakaydırmıştır. Eğitim sisteminin, bugün başlıbaşına bir sektör haline gelmiş olması ve eği-time yeterli kaynak ayrılamaması, liselerdenitelikli eğitim verilememesi, özel dershanesisteminin her geçen gün büyümesine ve ne-redeyse liselere alternatif kurumlar olarakdüşünülmesine neden olmuştur. Eğitiminniteliği düştükçe özel ders ve dershane sis-temi büyümüştür. Bu durumun doğal so-nucu olarak, eğitim sistemi ve aileler

dershanelere çalışmaya başlamış, ekonomikgücü olan aileler astronomik rakamlarla ço-cuklarını dershaneye gönderirken, ekono-mik gücü olmayan ailelerin çocuklarısistemin dışına itilmiştir. Dershane sistemiuygulaması ile eğitim olanakları genişlemişolan daha varsıl aileler, binlerce lira ödeye-rek çocuklarına diğer öğrenci ve okullar kar-şısında önemli avantajlar sağlamaktadırlar.Yoksul ve orta gelirli aileler ise çocuklarınageniş eğitim olanakları sağlayamamakta,böylece genel devlet liseleri ile meslek lise-leri vb. okullarda okuyan öğrenciler daha ba-şından sistemin dışına itilmiştir. Bu durumsınav sisteminin sınıfsal bir eleme sistemiolarak işlediğini göstermektedir, emekçi veyoksul gençliğe üniversitenin kapısını kapat-maktadır.

Eğitime bütçeden ayrılan paylar da bu du-rumun en açık kanıtı niteliğindedir. Top-lumda eğitim iki ayrı katmana bölünmüşbulunmaktadır. Özel okullarda paralı eğitimalanlar ve devlet okullarında “parasız eği-tim” alanlar. Devlet okullarındaki eğitiminparasız olduğunu savunanlar öküz altındabuzağı arayanlara benzetebiliriz. Eğitim pa-rasız olsa idi dershaneler olmazdı. Özel lise-ler, kolejler ve üniversiteler bu toplumunzirvesinde bulunmazdı. Aidat, kayıt parası,bağış gibi ek ödeneklere tabi tutulmazdı. Bu

nedenle 12 yıllık eğitimin parasız olduğusözde kalmaktadır.

MEB bu yıl yayınladığı genelgede Okul-AileBirliklerinin sınırlarını çizerken okul ile ailearasında uyumlu örnek bir model üretmekleve bağışların teslimini almakla görevlendirir.Ve ailelerden hiçbir şekil de ücret talep edil-meyeceğini ve zorunlu bağışın kesinlikle ya-pılmayacağını belirtir. Ancak Okul-AileBirliklerinin nasıl işlediğini öğrenciler ve ve-liler çok iyi bilirler. Okul-Aile Birlikleri hiç-bir biçimde okul ile aile arasında örnek birmodel oluşturmaktadır. Oluşturduğu örnekmodel emekçi, yoksul öğrencilerin ve ailele-rin cebindeki yabancı el işlevini görmektir.

Genel bütçeden ve MEB bütçesinden yatı-rımlara ayrılan paydaki azalma, ailelerin eği-tim maliyetini üstlenmede daha çokyükümlülük altına girdiğini göstermektedir.Eğitim harcamalarının finansman kaynakla-rına göre dağılımı, eğitim maliyetinin fatu-rasının her geçen yıl ailelere daha çokyüklendiğini, ailelerin yaptığı harcamalardaoranın bizim gibi gelişmekte olan ülkelerleaynı oranlarda olduğunu belirtmektedir.

MEB’e bağlı her iki okuldan biri her türdefiziki altyapı sorunu yaşamaktadır. Ortaöğ-retim okullarının (meslek lisesi ve liselerin)

▶ yüzde 46’sının bahçesi dar,

▶ yüzde 49’u kalabalık,

▶ yüzde 52’si derslik sıkıntısı çekiyor,

▶ yüzde 50’sinin sıra-masa-tahta türü dona-nımlarında eksikler var,▶ yüzde 65’i ders araç-gereci bulamıyor,

▶ yüzde 66’sının tuvaletleri bakımsız,

Gençlik idare, polis, aile baskısına karşı CESARET’li;

kimliksizleştirilmeye,kişiliksizleştirilmeye, çete ve yoz

kültüre karşı ONUR’lu; tek tipleştirilmeye, rekabet

kültürüyle yalnızlaştırılmaya karşıDAYANIŞMA’yı örgütleyen duruşsergilemelidir. Bu duruş özgürlük

mücadelesinin rengi olacaktır.

Bütün bu hesapları boşa çıkartacak olan liseli gençliğinözgürlük mücadelesidir. Önümüzde duran bu gerçeklik ileyüzleşmek arktık kaçınılmaz olarak kapılarımızı çalmıştır.Ya kapılarımızı bu gerçekliğe açıp çözümler arama yolunagideceğiz ya da evlerimizi ocaklarımızı yakıp yıkmalarınamüsaade edeceğiz.

Emrah Bal

LİSELİLER ÖZGÜRLÜK

İÇİN GELİYOR

özgürlükçü gençlik22

Page 23: OGD 12

kasım 2011

▶ yüzde 70’inin laboratuar-atölye eksiği bu-lunuyor,▶ yüzde 72’si hijyen sorunları yaşıyor. Her4 okuldan 3’ü (yüzde 74’ü) ödenek sıkıntısıçekmektedir. Okullar artık dönem başlarında aileler veöğrencilerden toplanan yardımlarla (kayıtparası, aidat, bağış...) ayakta durmaktadır.

Cinsiyetçi EğitimEğitimdeki cins ayrımcılığı ise kendisini sü-rekli yeniden üretmektedir. Kitaplardakicinsiyetçi dil, öğretmenlerin, yönetimin veöğrencilerin eril yaklaşımları ve mesleki se-çimlerde toplumsal cinsiyet rollerine görebelirlemeler bunun göstergeleridir. Kitaplarıbilim insanları yerine bilim adamları üretir,yönetim ise kadın öğrencilere davranışla-rında, oturup kalkmalarında sürekli müda-hale eder, erkekler ile çok haşır neşirolmamaları gibi telkinlerde bulunurlar. Ör-neğin; Antalya’nın Muratpaşa ilçesinde birokulda müdürün yayınladığı 18 maddeliktebligatın içinde kadın ve erkek öğrencilerarasında bir metre mesafe olması gerektiğiyazmaktadır. Birçok ilde de buna benzer du-rumlar görülmektedir. Kadınların giydiği kı-yafetlerden, saç bandı, toka vb. gibi araçlarakadar birçok şeyi ya yasaklarlar ya da bunlarınamus meselesine indirgeyen bağnaz yakla-şımlar sergilerler. Kadınlar sürekli gözlenen,izlenen ve kontrol altında tutulması gerekenbir olgu olarak görülmektedir. Kadına yöne-lik baskılar ve yaptırımlar aileler ve okullartarafından işbirliği içinde uygulanmaktadır.

Mesleki ve Teknik LiselerMesleki ve teknik liselerdeki durum iseMEB’den çok sermayeden sorulur durum-dadır. Mesleki ve teknik eğitim sisteminintemel işlevi ise ekonominin ve endüstrininihtiyaç duyduğu yeterlilikleri kazanmış vegelişmelere uyum sağlayabilecek teknik ele-man yetiştirmektir. Oysa mesleki ve teknikliselerdeki bireylerin istek ve yetenekleri ser-

maye tarafından yönlendirilmekte ve piya-sanın ihtiyaçlarına uygun şekilde eğitilmek-tedirler. Üniversite, sermayenin bupolitikalarından kaynaklı olarak, mesleki veteknik liseli gençler için ulaşılamaz, anlamsızve içi boşaltılmış bir kurum anlamına gel-mektedir. Böylece mesleki ve teknik liseler,emekçi yoksul gençliğin sermayenin ihtiya-cına uygun olarak ucuz emek gücü sağladığıbir pazar olmaktadır.

Türkiye’de eğitim sistemi, yıllardır sürdürü-len bilinçli politikalar sonucu bataklığıanımsatan bir sorun haline gelmiş, okul ön-cesi eğitimden üniversiteye kadar eğitimintüm düzeyleri, en temel işlevlerini yerine ge-tiremez hale getirilmiştir. Bataklık her geçengün genişlemekte derinleşmekte ve içine yu-tulanlar ise örgenciler ve ailelerin hayalleriolmaktadır. Türkiye’de, eğitime yönelik po-litikalar özelleştirme furyası, nitelikli iş gücüihtiyacı, burjuva ideolojisinin yeniden üre-timi ve bir bütün olarak sermayenin hima-yesinde stratejik hamlelerinin bir başkaayağını oluşturmaktadır. 1980'den bugünekadar yürütülen bütün politikalar sermaye-nin küreselleşmesinin bir adımı olan neo-li-beral politikalardır. Bu politikalar eğitimitoplumun kamusal bir hakkı olarak şekillen-mesinin yerine sermayenin içine girdiği ya-pısal krizleri aşmak için eğitimi pazarın birmetası haline getirmek olmuştur. Ancak bu-günde bir kez daha bilinçlerimize iştirakeden olgulara baktığımızda; sistem artık krizile beraber içinden çıkılmaz bir noktayadoğru sürüklenme eğilimindedir. Bu kriz-den çıkış için yapılan bütün hamleler çözümolma noktasında hem inandırıcılığını yitir-miş hem de toplum olarak kapitalizmin sı-nırlarına ulaştığını göstermiştir. Bugünlerdekulaklarımıza çalınan hayalet sesler, geleceğeyönelik “umutlu” söylemler sahnedekioyundur. Sahne arkasında kriz, kar, hırs,savaş, çözümsüzlük hesapları yapılmaktadır.Sonucunda eğitim de bu hesaplara göre şekilalmaktadır. Eğitime yönelik çözümler, sınavsistemindeki allamalar pullamalar, eğitimde

yeni stratejiler ve araştırmalar, bir dizi tabeladeğişiklikleri gibi hamleler temelde1980’den bugüne yürütülen politikalardanfarklı değildir, olamayacaktır da.

Cesaret, Onur, DayanışmaBütün bu hesapları boşa çıkartacak olan li-seli gençliğin özgürlük mücadelesidir. Önü-müzde duran bu gerçeklik ile yüzleşmekarktık kaçınılmaz olarak kapılarımızı çalmış-tır. Ya kapılarımızı bu gerçekliğe açıp çözüm-ler arama yoluna gideceğiz ya da evlerimiziocaklarımızı yakıp yıkmalarına müsaadeedeceğiz. Ve biz bu gerçeklikle yüzleşenlerolarak kendi kıvılcımımızı çaktığımız günübugünden yarına geleceğimizi karartanlaracehennem etmeliyiz. Bu nedenle liseli vedershaneli gençliğe reva görülen bu eğitimsisteminin karşısında sessiz kalınmamalı vegençliğin sesine kulak verilmelidir. Gençlikidare, polis, aile baskısına karşı CESA-RET’li; kimliksizleştirilmeye, kişiliksizleşti-rilmeye, çete ve yoz kültüre karşı ONUR’lu;tek tipleştirilmeye, rekabet kültürüyle yal-nızlaştırılmaya karşı DAYANIŞMA’yı örgüt-leyen duruş sergilemelidir. Bu duruşözgürlük mücadelesinin rengi olacaktır. Ör-gütlü mücadele her zamankinden daha his-sedilir, acil bir görev olarak karşımızdadurmaktadır. Cesaret, onur, dayanışma slo-ganını okullara, sokaklara, dershanelere, se-simizin soluğumuzun değdiği her yeretaşımalıyız.

Dershane sistemiuygulaması ile eğitimolanakları genişlemiş

olan daha varsıl aileler,binlerce lira ödeyerek

çocuklarına diğer öğrencive okullar karşısında

önemli avantajlarsağlamaktadırlar. Yoksulve orta gelirli aileler ise

çocuklarına geniş eğitimolanakları

sağlayamamakta, böylecegenel devlet liseleri ile

meslek liseleri vb.okullarda okuyan

öğrenciler daha başındansistemin dışına itilmiştir.

Bu durum sınavsisteminin sınıfsal bireleme sistemi olarak

işlediğini göstermektedir,emekçi ve yoksul

gençliğe üniversiteninkapısını kapatmaktadır.

özgürlükçü gençlik 23

Page 24: OGD 12

özgürlükçü gençlik24

kasım 2011

MezopotamyaSosyal ForumuGerçekleştirildi21-25 Eylül tarihleri arasındaDiyarbakır’da gerçekleşen Mezopo-tamya Sosyal Forumu ilk gün yapılanyürüyüş ve ardından yapılan konser ilebaşladı. Atölyeler, paneller, forumlar;gençlik, ekoloji, dil çadırlarında veçeşitli oturumlarda Filistin meselesin-den Arap Baharına, Demokratik Öz-erklikten barışa, emek konusundan göçmeselesine kadar birçok konununtartışıldığı oturumlar 5 ayrı salondagerçekleşti. Ayrıca, sinema filmi göster-imleri, tiyatro oyunları ve atölyeleri,sergiler de MSF’nin etkinlikleriarasındaydı. Brezilya TopraksızlarHareketi MST’den İgor Felipe San-tos’tan, El Salvador deneyimini aktaranFarabundo Marti Ulusal ÖzgürlükCephesi (FMLN) gerilla komutanıRoberto Canas’a kadar dünyanınbirçok yerinden katılımcı MSF’te biraraya geldi. Mezopotamya Sosyal Fo-rumu son gün yapılan SosyalHareketler Asamblesi ile son buldu

Taylan Özgür Anıldı68 kuşağının öğrenci hareketi lider-lerinden ve 68 döneminin ilk failimeçhul cinayetinin kurbanı TaylanÖzgür, 42 yıl ardından sonra ilk kezkatledildiği Beyazıt Mithatpaşa Cad-desi Girişi'nde anıldı.

İstanbul Üniversitesi’nin karşı-sındakiMithat Paşa Caddesinde arkadaşlarıylabirlikte yürürken arkasından vurularakkatledilen Taylan ÖZGÜR, ablası veyoldaşları tarafından, vurulduğu yerekaranfiller bırakılarak sessiz bir şekildeanıldı.

Cinayetin sorumlarının yargılanmasıiçin 42 yıldır mücadele eden TaylanÖZGÜR’ün ablası Hale Kıyıcı,kardeşinin bir üst teğmen tarafındanvurulduğunun geçtiğimiz yıllardaEmekli Yarbay Talat Turhan tarafındanitiraf edildiğini, fakat hala üst teğmenhakkında bir işlem başlatılmadığınısöyledi. Kıyıcı, “Kardeşimi 42 yıl önceburada bir üst teğmen vurdu. Şimdi üstdüzey bir generalmiş. Üst düzey gener-aller Hasdal’da yatıyor. Oradaysan banacevap ver general, kardeşimin katiliolduğunu açıkla” dedi.

İstanbul Üniversitesi’nde Şoven SaldırıÇukurca eylemi ile ülkenin her yanına yayılan şoven saldırılar üniversitelerde degerçekleşti. 21 Ekim günü İstanbul Üniversitesine gelen ülkücü grup, devrimci,demokrat, yurtsever öğrenciler saldırdı, fakat üniversiteliler faşistleri püskürtereküniversite dışına çıkarttı.

Yaşananların ardından okuldan toplu çıkış yapmak isteyen öğrenciler, okulçıkışında polis tarafından durduruldu. Öğrencilere bu sırada ülkücü grup tekrarsaldırdı. Saldırıya karşılık veren üniversitelilere bu sefer de polis müdahalesi geldi.

Polis saldırısının ardından başlayan çatışma Laleli ara sokaklarında devam etti.Polisin Lalelide yoğun bir biçimde gaz bombası kullanması nedeniyle çok sayıdakişi fenalaştı. Esnafın gaz bombası kullanımına tepki göstermesi üzerine polis ileesnaf arasında da gerginlik yaşandı.

Çatışmalar sonrasında 10 üniversiteli ile bir gazeteci gözaltına alındı.

ODTÜ'de Faşizme Karşı “BARIŞ”ın Sesini YükseltildiOrtadoğu Teknik Üniversitesi'nde (ODTÜ) Çukurca'daki saldırıyı gerekçe göster-erek şovenizmi hortlatmak isteyenlere karşı, üniversiteliler barışın sesini yükseltti.

Facebook üzerinden örgütlenmeye çalışılan eyleme karşı ODTÜ öğrencileri,öğretim görevlileri ve çalışanları sabah saatlerinde bir araya geldi. Yapılmak isteneneylemin savaş çığırtkanlığına ve şovenizme neden olacağını söyleyen ODTÜ'lüler,"Denenmeyen tek yok kaldı: Barış" ve "Halkların kardeşliğinin sesini yükselt" yazılıpankartlar asarak faşistlerin toplanacağı alana gitti.

Cuma namazının sona ermesiyle birlikte bayraklar ve şoven içerikli sloganlarlayürüyüş yapmak isteyen grup ODTÜ'lüler tarafından engellendi. Grup daha sonrarektörlük önünde tekrar buluşarak "Her Türk asker doğar" sloganları attı. AncakODTÜ'lüler burada da "Herkes insan doğar", "Yaşasın halkların kardeşliği", "ODTÜfaşizme mezar olacak" sloganlarıyla herhangi bir provokasyona izin vermedi.

Faşist Saldırılar Kıbrıs'a da SıçradıTürkiye geneline yayılan şoven linç kampanyası Kıbrıs'a da sıçradı. Kıbrıs'ın bazımahallelerinden, liselerden ve üniversitelerden toplanan çok sayıda faşist,Yakındoğu Üniversitesi'ne (YDÜ) gelerek Kürt öğrencilere satır, bıçak ve sopalarlasaldırdı.

Kürt öğrencilere okul çıkışlarında pusu atarak saldıran faşistler çok sayıda öğrenciyiyaraladı. Okulda hazır tutulan polis ise saldırılara herhangi bir müdahaledebulunmadı. Saldırılar sonrasında okuldan çıkmak istemeyen bazı Kürt öğrencilerise polis tarafından gözaltına alındı.

FAŞİZME KARŞIOMUZ OMUZA!

Page 25: OGD 12

özgürlükçü gençlik

kasım 2011

25

Halkların DemokratikKongresi ToplandıEmek Demokrasi ve Özgürlük Blokubileşenlerinin seçimler sonrasında, birçoksiyasi parti ve gruba, ayrıca toplumsalmuhalefetin çeşitli kesimlerine dönükyapılan çağrısıyla bir araya gelen KongreHareketi, Ankara’da düzenlediği Kongre ilekuruluşunu ilan etti. Tüm Türkiye’deçapında düzenlenen toplantılar sonunda800’ün üzerinde delegenin katılımıylatoplanan 2 günlük kongre, HalklarınDemokratik Kongresi adını aldı.

Toplumsal muhalefetin odaklarının önemlibir yan yana gelişini ifade eden Kongreninana hedefi, halkların, ezilenlerden, yoksayılanlardan, emekten, özgürlükten,doğadan ve eşitlikten yana bütün güçlerinkürsüsü ve mücadele zemini olmak.Yerellerde ve özgürlük mücadelesi yürütentoplumsal alanlarında kurulacak meclislerdebir araya gelerek mücadele yürütecek olanHakların Demokratik Kongresi’nde ayrıcadelegasyon içinden 121 kişilik bir GenelMeclis seçimi yapıldı ve Anayasa komisy-onu, Emek komisyonu..vb. merkezi komisy-onlar oluşturuldu. Gençlik alanındakiçalışmalarının koordinasyonu GençlikMeclislerinde sağlanacak.

Ankara’da Yükselen Ses!

İnsanca Yaşam! Demokratik Türkiye!8 Ekim Cumartesi günü, TTB, TMMOB,KESK ve DİSK’in Ankara’da düzenlediği“İnsanca yaşam için demokratik ve özgür birTürkiye” mitingine çeşitli illerden gelenyaklaşık 30 bin kişi katıldı. ToplumsalÖzgürlük Parti Girişimi ve Liseli Kıvılcımkortejlerinin arkasında yer alan “ÖzgürlükçüGençlik Dernekleri” kitlesiyle ve coşkusuyladikkat çekti.“Sokağın Meclisi’ni oluşturalım” çağrısıyladüzenlenen mitingde, işçilerden öğrencilere,kadınlardan çevrecilere tüm toplumsal di-namikler taleplerini dile getirdi. Mitingebirçok siyasi parti, platform, dernek, ilericive devrimci kurum destek verdi.

Malatya’nın Kürecik İlçesi Karahan Ge-çidi'nden radar üssüne yürüyen bin-lerce kişi, Kürecik'e füze kalkanıkurulması girişimlerini protesto ede-rek, "ABD ve İsrail'e kalkan olmayaca-ğız" dedi.

Çeşitli kentlerden yola çıkan binlercekişi ile Kürecik halkı Karahan Geçi-dinde toplandı. Kitle, "Emperyalistler,işbirlikçiler, 6. filoyu unutmayın", "Em-peryalist savaşa ve işbirlikçilerine

hayır", "Kürecik'te füze kalkanı istemi-yoruz" ve "Füze kalkanına karşı tekyumruk tek barikat" yazılı pankartlartaşıdı. Ayrıca, Sinan Cemgil, İbrahimKaypakkaya, Deniz Gezmiş, MahirÇayan ve Mazlum Doğan'ın fotoğraf-larının bulunduğu "Unutmadık, unut-mayacağız" yazılı pankart açtı. Kürecikmerkezinde de halkın, füze kalkanınıprotesto eden pankartlar astığı gö-rüldü.

22 Ekim 2011 Cumartesi günü Van’dagerçekleşen 7.2 büyüklüğündeki depremülke gündemine bomba gibi düştü. Böl-gede sürmekte olan savaş koşulları altındagerçekleşen deprem, Kürt halkına yaşatı-lan acıyı arttırmakta. Yaşanan bu felaketinardından, Kürtlere dönük ırkçı yorumla-rın gelişmesi kardeşliği ve insanlığı derin-den yaralayan bir gerçeklik olarak tarihekayıt düştü.

Depremi ilahi güçlere dayandıranlara mıyanarsınız yoksa depremin olmasını, yüz-lerce insanın ölmesini olumlayan yorum-lara mı? Öfkesinden neredeyse boğulacakbu gibiler, gözlerimizin önündeki hal vetutumlarıyla bir insanlık müsveddesi ha-line geldiler. Bunun yanı sıra depremiKürtleri ıslah etmenin bir fırsatı olarakgörenler, giden yardımları afet bölgelerineulaştırmak önünde engel olmaktalar. Hü-kümet valilik ve asker eliyle yardımlarımerkezileştirirken, birçok köye yardımla-

rın ulaşmıyor olmasına tepki olarak30’dan fazla köy muhtarı istifa etti. Bölgehalkının ve bölge milletvekillerinin tep-kisi görmezden gelinmesi ise içler acısı.

Bugün Van’da yalnızca depreme karşı mü-cadele verilmiyor, yaşanan tüm olaylarkıskacında bir insanlık sınavından geçili-yor. Bir yandan yükselen ırkçı söylem kar-şısında mücadele verilirken diğer yanndayardım kampanyaları ile bölge halkınınyaralarını sarmak için uğraşılıyor.

Yalnızca kampanya düzenlemekle de kal-mayıp Van’a giderek bifiil dayanışmanınörgütlemenmesi sürecine katılanlar davar. Gençlik cephesinde, başta kampüs-lerde olmak üzere açılan yardım masala-rında dayanışmanın örgütlenmesisağlanıyor. Halkların Demokratik Kon-gresi Gençlik Meclisinin yürüttüğü kam-panya ve eylemliklerle dayanışma faaliyetisürüyor.

ABD’ye ve İsrail’e Kalkan Olmayacağız!

PAYLAŞMAK KARDEŞLİKTİR

Page 26: OGD 12

kasım 2011

elsefe tarihine baktığımızda aklın birsistem olarak ele alınışının ta Aristote-les’e kadar uzandığını görüyoruz.

Daha sonralara geldiğimizde Spinoza, Leib-niz, Descartes ve Kant’ın da bir sistem olarakrasyonalizme başvurduğunu kendi çalışma-larından gözlemleriz. Kant’tan sonra almanfelsefesinin en önemli filozoflarından birisidiyebileceğimiz Hegel özellikle Mantık ese-rinde kendinden önceki bütün bu filozofla-rın çalışmalarını ele alıp üzerinde çalışarakgeliştirmiştir. Ve daha sonralarda özellikleHegel’in Mantık’ı üzerinde yaptı ğı çalışma-larla, Marx, idealist diyalektikten, diyalek-tik materyalizme uzanan yolu açmıştır.

İdealizm ve DiyalektikDiyalektiği bir yöntem olarak ele alırken bukonuda yapılan belli tartışmalara kulak ver-mek faydalı olacaktır. Herşeyden önce şunubelirtmek gerekir ki bu alanda yapılan hertartışmada onaylama ya da reddetme şek-linde takınılan tutumlar konunun kendisineilerleme kaydettirir. Bir olgu ya da olay üze-rine yapılan tartışmada karşıt tezlerin birbi-rileri ile çatışmasının temelinde bellinedenler vardır. Bunların en başta gelenle-rinden birisi ise temelinde bu görüş ayrılık-larına sebep olan etkenlerin düşünmesürecindeki eksikliklerden, yanılgılardan yada yetersizliklerden ileri geldiğidir. Daha daaçacak olursak, bu felsefeye göre bireylerdoğal süreç ve olguların bilgisine sahip ol-maları durumunda olan bitenler hakkındaaynı fikirde olacaklardır.

Gerçekten durum böyle midir? Bu felsefe-nin hesaba katmadığı şeylerden en önemlisi,üzerinde tartışılan nesne hakkında savunu-lan tezler çatışmakla karşıt olmakla birlikte

her zaman ayrı yönde olmayabilir. Bunaörnek olarak bir masanın rengi üzerine ya-pılan tartışmayı verebiliriz. Bir masanınrengi üzerine yapılan siyah mı beyaz mı tar-tışması kabaca bakıldığında farklı görüşlerinayrılığı gibi algılansa da, nihayetinde onesne hakkında hemfikir olunan, onunrengi üzeriden yürüyen bir tartışmadır.dahada ilerlersek, kendi özelinde siyah ve beyaztartışması nesnelere atfedilen özellikleredenk düşer, yani insan düşüncesindeki var-lığının kaynağı doğada hali hazırda bulun-masından ileri gelen siyah ve beyaznesnelere.

Yani idealist felsefenin savunduğu gibi buçatışan tezlerin tek ve biricik kaynağınıinsan düşüncesindeki yetersizliklerle ya da,yanılgılarla açıklamak kendi içerisinde ye-tersizdir. Bu öze ilişkin önemli bir problemigörmezden gelmektir. Oysa ki bir felsefeci-nin üzerinde tartışması gereken temel şeygerçekliğin bir çırpıda kavranıp kavranama-yacağı yönünde mistik, spritual yorumlarıbir kenara bırakıp, bir birikim olarak bu ko-nuda yapılan tartışmaları çelişkileriyle bir-likte sistemli bir şekilde inceleyerek adımadım ilerleme yolunu seçmek olmalıdır. Yanitekrar başa dönersek insan düşünme süre-cindeki bu farklılıklar, karşıtlıklar öze ilişkinbir sorunu çıkarır karşımıza ve öze ilişkin busorun esasında düşünme sürecinin derinlik-lerinde yatan farklılıklar, yanılgılar ya da ye-tersizliklerden daha derinde bir noktayıişaret eder bizlere.

Bu çelişkilerin nedenini bir nebze de olsabir nesnenin bütün özelliklerini bir bütünolarak anlamaktan yoksun, anlamak için onuparçalarına ayırıp analiz eden düşünme sü-recinin yetersizliğinde de yatsa da bu tez,

nesnenin içerdiği bütün çelişkiler anlamadayetersizdir. Bu çelişkileri anlamak bunlarınortak hareket noktalarını nesneler özelindeincelemeyi ve açığa çıkarmayı gerektir Kısa-cası, bilinçlerde açığa çıkan bu çelişkilerinsomut ve gerçek olan bir sebepleri vardır.

Gerçeklikten Yola ÇıkmakMarx’ın belirttiği gibi insan doğasını ve çe-lişkilerin hareket yasalarını anlamaya çalış-mak için yapılması gereken, “insanlarınsöylediklerinden, hayal ettiklerinden, tasav-vur ettiklerinden değil, gerçek ve faal insan-dan hareket edip, gerçek hayat süreçlerinitemel alarak bunların ideolojik yansımaları-nın ve yankılarının gelişimini göstermek su-retiyle elle tutulur canlı insana varmaktır.İnsan zihninde oluşan inanılmaz hayallerbile ampirik olarak gösterilebilen ve madditemellere dayanan maddi hayat süreçlerinindoğurduğu imgeler olmak durumundadır.Böylelikle, ahlâk, din, metafizik ve her çeşitideoloji ve de bunlara tekabül eden bilinç şe-killeri bağımsız görünümlerini kaybederler.Bunların tarihleri yoktur, gelişimleri yoktur;ancak insanlar maddi üretimlerini ve maddiilişkilerini geliştirerek kendi öz gerçeklikle-riyle birlikte, düşüncelerini ve düşünceleri-nin ürünlerini değiştirirler.”

Diyalektik doğadaki değişim sürecini açık-layan bir kavram olarak ilk çağdan günü-müze Heraklitos’un ırmağından yıkanarakgelmiş olsa da bu konudaki temel tartışmaidealizm ve materyalizm tartışması olupHegel ve Marx’ da düğümlenmiştir. Marx“Benim diyalektik yöntemim, Hegel'inkin-den yalnızca temelde farklı değil, üstelikonun tam karşıtıdır” veya “Bilinç hayatı be-lirlemez; hayat bilinci belirler” derken idea-lizmin aksine diyalektik yöntemde esas olanhareket yasalarının Engels’in diyalektiğindenektaşı dediği doğada maddelerin kendiiçindeki somut ilişkilerinde aranması gerek-tiğini söyler.

Semra Zarper

DÜNDENBUGÜNE

F

Diyalektik doğadakideğişim sürecini açıklayanbir kavram olarak ilkçağdan günümüzeHeraklitos’un ırmağındanyıkanarak gelmiş olsa da bukonudaki temel tartışmaidealizm ve materyalizmtartışması olup Hegel veMarx’da düğümlenmiştir.

DİYALEKTİK

Marx “Benim diyalektik yöntemim, Hegel’inkindenyalnızca temelde farklı değil, üstelik onun tam karşıtıdır”derken diyalektik materyalizmi esas aldığını ortaya koyar.

özgürlükçü gençlik26

Page 27: OGD 12

kasım 2011

urada insanların birbirine saygısı var.Komşularla ilişkilerim çok iyi, kardeşgibi yaşadık yıllarca. ‘Gavur’ lafı falan

geçmez buralarda.” Antakya’da yaşayan birArap Hıristiyan kadının, aynı mekânda çokuzun bir süredir kültürel iletişim içinde ol-manın ve aynı dili konuşmanın, inançlarıveya mezhepleri farklı olan topluluklar ara-sındaki önyargıları kaldıracağı ve sınırları yı-kacağı düşüncesini belki de en iyi anlatancümleler bunlar. Anlatılar insan hayatındaönemli bir yer kaplar. Kimlikler anlatılarüzerinden oluşturulur. İnsanlar her kültürdekendilerini ve ötekileri hikayeleştirirler vekendilerini ait oldukları kültüre uygun birkurgu içinde ifade ederler.

Antakya’nın Kozmopolit Yapısı ve Arap HıristiyanlarBir topluluğun kimliğini tanımlama çabalarızorunlu olarak onun geçmişine bakmayı içe-rir. Anılardan, sembollerden, törelerden,inançlardan, geçmişin mirasından yani ko-lektif bellekten hareket edilir. Arap Hıristi-yanları tanımak için geçmişe bakmamızgerekir...

Tarihte pek çok uygarlığa tanıklık etmiş olanAntakya (Hatay), 1939'da Türkiye’ye dâhiledilene kadar büyük bir hareketliliğe, iç ve dışgöçlere sahne olmuş, tarih boyunca öneminikorumuş bir kenttir. Bütünüyle bir sembollerşehri olan Antakya, Anadolu’da “dostluk, kar-deşlik, barış, hoşgörü, mozaik” sözlerininbelki en fazla sarfedildiği kent, İstanbul'unkozmopolit yapısına aşina olanların bile ka-yıtsız kalamayacağı çok kültürlü yapısıyladiğer Anadolu şehirlerinden ayrılıyor.

Antakya, Ermeniler, Arap Hıristiyanlar,Arap Sünniler, Nusayriler, Yahudiler ve

Türkler gibi yüzyıllardır bir arada yaşayanpek çok farklı etnik ve dinsel topluluğu ba-rındıran, bu toplulukların bir arada çatışma-dan yaşayabildiği, birbirini etkileyebildiği,birbirinin dönüşümüne katkıda bulunabil-diği çok kültürlü bir yapıya sahiptir.

Arap Hıristiyanların büyük bir bölümü An-takya’nın 1938’de Türkiye’ye katılmasındansonra Lübnan ve Suriye’ye göç eder ve oradayaşamlarını sürdürürler. Yüzyıllardır An-takya ve civarında yaşayan Arap Hıristiyan-lar, Nusayriler (Arap Aleviler) gibi Arapçakonuşurlar ve yine onlar gibi dinsel kimlik-lerini ön planda tutarlar. Rum Ortodoks ki-lisesine bağlı olmalarından ötürü RumOrtodoks kimliğine sahip olduğunu iddiaeden üyelerine de rastlanır. Devlet tarafın-dan Fener Rum Ortodoks kilisesine bağlan-salar da, ruhani olarak, metropolitleri olanŞam Kilisesine bağlıdırlar.

Kültürlerin BirlikteliğiBirçok gelenek ve görenek Antakya içeri-sinde ortak kültürel motifler taşır. Yüzyıllar-dır bir arada yaşayan farklı inançtakiinsanların aynı bayramları kutluyor olması,farklı kültürlerin etkileşimine ve sentezleş-mesine güzel bir örnektir. Bu Antakya içe-risinde kardeşlik, birliktelik rüzgârının nedenli kuvvetli estiğini göstermektedir. (Vaf-tiz-kıddes bayramı, paskalya bayramı, bar-bara bayramı...) Arap Hıristiyanlar, dinselpratik ve inançları açısından dünyadakidiğer hıristiyanlarla pek çok ortaklıklarasahip olsalar da, Hatay’ın heterojen kültü-rünün vurduğu damgayla kendilerini diğerhıristiyanlardan farklı görmektedirler.

Antakya’da yaşayan Ortodoks Arap Hıristi-yanlar dinsel pratiklerini “kadın erkek ay-rımı olmadan kilise törenlerine katılmak,düğün ve cenaze törenlerini kilisede yap-mak” diye tarif etmektedirler. Dini ritüeller,özellikle kilise vakfının güçlü olduğu Antak-ya’da topluluk bilinçlerini korumaya yar-dımcı olmakta ve günlük yaşamın bir çatısınıoluşturmaktadır. Dışarıdan gelen misafirleriağırlamak, yoksulların ihtiyaçlarını sağlamakgibi faaliyetlerde bulunan bir kadın koluoluşturulmuştur.

Asimilasyoncu PolitikalaraKarşı Bilinçli ve Ortak TavırAntakya, Samandağ gibi kırsal kökenli ArapHıristiyanlar, milli eğitim sisteminin asimi-lasyoncu politikalarına maruz kaldıkların-dan dinlerini ve kültürlerini yeni kuşaklaraaktarmakta zorlanmışlardır. Üstelik birçokaile ayrımcılığa maruz kalmamak ve top-lumda yükselme şansını yakalayabilmek içinasimile olmayı tercih etmişler, Arapça yerineTürkçe konuşmaya, çocuklarına Türkçeisimler vermeye ve kiliseye daha mesafeliyaklaşmaya başlamışlardır.

Antakya’da da milliyetçi gerici refleksler ge-liştirilmek istenmektedir. İskâna, göçe vesünnileştirme politikalarına bağlı olarakkimi yerde gerginlik ve husumetler yaşansada, bu toplum içinde kök salamamış, kitleselbir harekete dönüşememiştir. Asimilasyonkültürü karşısında, Antakya’da yaşayan top-luluklar, milliyetçi şoven gerilimlerin ciddibir boyut kazanmaması için bilinçli ve ortakbir tavır takınmıştır.

Juliana Gözen

ANTAKYA MOZAYİĞİ veARAP HIRİSTİYANLAR

Antakya, Ermeniler, Arap Hıristiyanlar, Arap Sünniler, Nusayriler, Yahudiler ve Türkler gibi yüzyıllardır bir aradayaşayan birçok etnik ve dinsel topluluğu barındırmaktadır.

B“

Arap Hıristiyanların büyük bir bölümü Antakya’nın 1938’de Türkiye’yekatılmasından sonra Lübnan veSuriye’ye göç eder ve oradayaşamlarını sürdürürler.Yüzyıllardır Antakya vecivarında yaşayan ArapHıristiyanlar, Nusayriler (ArapAleviler) gibi Arapça konuşurlarve yine onlar gibi dinselkimliklerini ön planda tutarlar.

27özgürlükçü gençlik

Page 28: OGD 12

ünyada da, ülkemizde de enpopüler müzik türlerinden biri olanRock’ı ne kadar tanıyoruz? Rock

müzik siyahlara bürünmüş, saç uzatmışgençlerin gürültülü ve sert müziklerindenmi ibarettir? Rock müzik bu kadar basit ola-bilir mi? Tabii ki, HAYIR!

Rock, yalnızca bir müzik türü değildir.Rock’ı sadece bir müzik türü olarakdeğerlendirmek; müziğin çıkış noktasına,tarihsel gelişimine ve ardında sürüklediğikitlelere haksızlık etmek olur. Rock, müziktarihi boyunca çok çeşitli kitleleri etkilemiş,sadece bir müzik türü olmanın ötesinegeçerek insanların saç şekillerinden giyiniştarzlarına kadar bütün yaşamlarını be-lirleyen bir yaşam kültürü de yaratmıştır.Kısacası Rock müzik, 60 yıllık tarihi birsürekliliğe sahip sosyolojik bir olgudur.

Kapitalizmin özellikle metropollerdeyarattığı adaletsizliğe, savurganlığa karşı birhaykırış olarak başlayan Rock, bugün müzikendüstrisi ve piyasasının elinde ciddi savrul-malar yaşamaya devam ediyor. Kapitalizm,Rock müzik üzerine bilinen kurallarını öyleustaca kullandı ki, muhalif olanı kendine

göre uyarladı, ondan kazanmanın yollarınıbuldu. Böylece isyanı yozlaştırdığı gibi, parakazanmaya da devam etti.

Rock Müzik Doğuyor1600’lerin başında Afrika’dan Amerika’yagetirilen siyah köleler, büyük pirinçtarlarında çalıştırılmaya başladılar. Kölelerbu çalışmalar sırasında hep beraber içindeözgürlük, adalet geçen şarkılar söylemeyebaşladılar. Bir süre sonra cumartesi günlerinieğlence hakkı olarak aldılar. Blues bu topluçalışmalar ve eğlence sırasında doğdu.Köleliğin ortadan kaldırılmasında büyükrole sahiptir.

1800’lerde köleliğin kaldırılmasından sonradiğer bölgelere giden siyahlar. Blues müziğigeniş çevrelerin tanıdığı bir müzik haline ge-tirdiler.

Tarih 1900’lere dayanmıştı ve müzikendüstrisi doğuyordu.

1930’lu yıllarda isimlerini saysak bile çok azıaklımızda kalan (Louis Ella, Holiday)sanatçılarla Blues caz müzikle buluştu. Artıkmüzik önüne kattığı her yeni formla birlikte

yeni bir biçime bürünmeye başlamıştı.Çalgılardaki yenilikler, teknolojinin hayatadaha çok girmesi ve müzisyenlerinçabalarıyla jump, ritim-blues (R&B) gibiyeni formlarla ortaya çıkmaya başladı.

Burada üzerinde duracağımız tür gelecekteRock olarak isimlendirilecek müzik türününson basmağı olan R&B’dır. 1940’lardaekonomik nedenlerden dolayı güneydenkuzeye göç eden siyah blues ustalarınınpiyano ve nefesli aletlerle tanışmasıR&B’nin gelişmesinde etkili oldu. Kısa süresonra bu müzik türü siyahlar dışında ortasınıf ve alt sınıf beyaz gençlerin de dinlediğibir müzik türü oldu ve beyazlar da R&B yap-maya başladı. Fakat beyazların yaptığı bumüziğe nedendir bilinmez Rock’n Roll is-mini verdiler. Elvis Presley ile tanınan butürü ABD’nin 2. emperyalist paylaşımsavaşından sonra dünyaya pazarlamakistediği yeni bir kültürün aracısı oldu. Lakin1960’lara gelindiğinde işler müzikpiyasasının istediği gibi gelişmedi.

Bu dönemin en göze çarpan ismi tartışmasızBob Dylan’dı. O, “60 gençliğinin önderiydi”.Bob Dylan’ın yaptığı şarkılar ne folk, ne derock’n roll içerisinde tanımlanabiliyordu.Toplumcu şarkılar dinleyerek büyüyen BobDylan’ın ortaya çıkardığı tür, “Folk Rock”tı.Albümleriyle ve şarkılarıyla o, “protestşarkı” anlayışını doğuran isim olmuştu.Dylan şarkılarında emperyalist savaşlara,silah tekellerine, sosyal eşitsizliklere ve sınıffarklarına dikkat çekiyordu.

kasım 2011

Rock’ı sadece bir müziktürü olarak

değerlendirmek; müziğinçıkış noktasına, tarihsel

gelişimine ve ardındasürüklediği kitlelere

haksızlık etmek olur.Rock, müzik tarihi

boyunca çok çeşitlikitleleri etkilemiş, sadece

bir müzik türü olmanınötesine geçerek insanların

saç şekillerinden giyiniştarzlarına kadar bütün

yaşamlarını belirleyen biryaşam kültürü de

yaratmıştır.

Rock, dünyada neler olup bittiğine gözlerini açan dönemgençliğinin hayallerinin ve umutlarının dışa vurumuydu.Kapitalizmin ve endüstrinin onu kendi çıkarlarıdoğrultusunda ‘moda’ yapması da, emperyalizmin Rock’ıdünya gençliğine karşı bir yozlaştırma aracı olarakkullanması da bu gerçeği değiştirmeyecektir.

Uğurcan Büyüknisan

Her Dönem SistemlereKarşı Atılan Asi Bir Çığlık ROCK

özgürlükçü gençlik28

D

Page 29: OGD 12

ABD’de rock’n roll’un yarattığı etki kısa süreiçerisinde başka ülkelerde, özellikle İn-giltere’de, farklı bir biçime büründü. 2.Dünya paylaşım savaşında İngiltere’ye gelenABD askerleri birçok rock’n roll ve blues al-bümünü İngiltere'de bıraktılar. İngiltere’dealbümleri dinleyen birçok genç İngiliz 30’luyılların blues gitaristlerden etkilendiler.Blues, boogie, gospel, R&B türleri arasındayeni bir tarzın peşine düştüler. Bu tarz, son-raki 40 yıl içerisinde dünya gençliğini en çoketkileyecek olan müzik türü olan “Rock”olacaktır.

Muhalif Gençler İşbaşındaİngiltere’de bu gelişmeler yaşanırken AB-D’de uzun yıllar etkisini gösterecek olan“Çiçek Çocuklar” deneyimi yaşanıyordu.ABD’nin Vietnam’ı işgalini protesto eden onbinlerce genç, ütopik bir yaşam kurmakdüşüncesiyle San Francisco yakınlarında birkasabaya yerleştiler. Sabaha kadar yaktıklarıateş etrafında şiirler okuyup şarkılarsöylüyorlardı. Tüm dünyada etkili olacak“hippi” kültürü de bu dönemde ortayaçıkmıştır.

İngiltere’de ortaya çıkan rock müziğin yolu,işte tam bu noktada Çiçek Çocuklarlakesişti. Dolayısıyla bu kültürün sözcülüğünüRock müzik yaptı. Artık Rock müziğinkonusu dünya sorunlarıdır. Bu genç kesminen önemli politik tavrı savaşlara karşıolmalarıydı. Kapitalist eğitim düzeninekarşıydılar. Fakat tepkiselliklerine tutarlı birpolitik yaklaşım katamadıkları ve çözümanlamında bir şey önermedikleri için 70’liyıllar ve Woodstock konseriyle birlikte tarihsahnesinden çekildiler.

Çiçek Çocuklara göre daha sert, daha politikolan 68 öğrenci hareketleri müziğindeçehresini değiştirdi. 68 kuşağı, artık eskiÇiçek Çocuklar kadar iyimser ve pembedüşler içinde değildi. 68 gençliği pasifistkalmaktan çok, aktif bir mücadelesergiliyorlardı. Soğuk savaş rüzgârlarınınestiği 70’li yıllar bütün dünyada radikal vesert politik olaylara sahne oldu. Artık tınılargittikçe elektrikleşiyordu, ritimler daha dasertleşiyordu. Pink Floyd, işte bu dönemdeortaya çıktı.

60’lardan 70’lere girildiğinde, artık gruplar“süper”, “mega” gibi lakaplar alıyordu. Kon-serler stadyumları dolduruyordu. Rockmüzik, tüm dünyaya yayılmıştı. Bütün bugelişmelerle birlikte artık müzikendüstrisinin en önemli gelir kaynağı olmayıbaşarmıştı. Rock daha önce olmadığı kadarciddiye alınmıştı. Rock, muhalif çizgisindengittikçe uzaklaşıyordu.

İşte tam böyle bir dönemde, bütün bugelişmelere karşı muhalif gençler yine ortayaçıktı ve sırf Rock müziği bu hale getirenlereinat ‘’Punk Rock’’ı ortaya çıkardılar. PunkRock diğerlerinin sade bir müzik türüydü.Bu gruplar anti-faşist ve anti-emperyalist-tiler. İngiltere'de, yaydığı anarşistdüşünceler nedeniyle, devlet tarafından te-dirginlikle karşılandı. Mükemmel olmakaygısından uzak olan punk, Rock’a yeni birnefes kazandırdı. Fakat her zaman olduğugibi müzik endüstrisinin karşısında duranpunk, bir ‘moda’ olmaktan kurtulamadı vekapitalizmin kıskacına yakalandı.

Rock, 80’li yıllara “heavy metal”patlamasıyla girdi. Kökenini 60’lı yıllardahard Rock’a dayandıran karmaşık veolabildiğince sert müzik yapan bu müzikakımı demokratlardan anarşistlere ve hattaırkçılara kadar varan çok farklı kesimleri etk-ilemeyi başarmıştı.

90’lara gelindiğinde her şey birbirine girdi.Dünya gençliğinin en büyük faaliyeti evindeMTV izlemekten öteye gitmemişti. Bumüzik kanalları ülkeden ülkeye yayılıyor,şarkılar ve sanatçılar bir günde baş tacıedilip indiriliyordu.

2000’li yıllara girerken Rock, geçici çıkışlaryapmış ve tekrar gerileme sürecine girmişti.İşte tam böyle bir süreçte “Nu-metal” yineRock’ın alt akımlarından etkilenerek varolan şeyi piyasaya uygun hale getirdi. Buakım, rap müzikle metal müziğinbirleşmesinden oluşan müzikti. Linkin Parkile tanınan bu müzik türü müzikendüstrisinin dikkatini çok geçmedençekmiştir.

Rock Müzik Muhalif Olmaya Devam EdecekRock, dünyada neler olup bittiğine gözleriniaçan bir dönem gençliğinin hayallerinin veumutlarının dışa vurumuydu. Kapitalizminve endüstrinin onu kendi çıkarlarıdoğrultusunda ‘moda’ yapması da, em-peryalizmin Rock’ı dünya gençliğine karşıbir yozlaştırma aracı olarak kullanması da bugerçeği değiştirmeyecektir.

Rock, çırpınıyor, her zaman çırpınıyordu;yenileniyor, her zaman yenileniyordu.Karmaşıklaşıyor, her zaman karmaşıklaştı veyaşıyor ve biz hala John Lennon’un “düşler”indeki gibi umutluyuz:

“Cennetin olmadığını hayal et/ denersenkolay olduğunu göreceksin/ altımızda ce-hennem yok/ üstümüzde sadece gökyüzü/tüm insanların bugün için yaşadığını hayalet/ ülkelerin olmadığını hayal et/ zor değil/uğruna öldürecek ve ölecek bir şeyinolmadığını/ dinde yok/ tüm insanların barışiçinde yaşadığını hayal et/ hayalperest diye-bilirsin bana/ ama tek değilim ben/ umarımbir gün sende katılırsın bize/ ve bir bütünolur dünya o zaman/ malın ve mülkünolmadığını hayal et merak ediyorum, yapa-bilir misin bunu?/ ne açlık var ne aç gö-zlülük/ bütün insanlar kardeşçe/ bütüninsanların dünyayı paylaştığını hayal et…”

kasım 2011

29

Bu dönemin en gözeçarpan ismi tartışmasızBob Dylan’dı. O, “60gençliğinin önderiydi”.Bob Dylan’ın yaptığışarkılar ne folk, ne derock’n roll içerisindetanımlanabiliyordu.Toplumcu şarkılardinleyerek büyüyen Bob Dylan’ın ortayaçıkardığı tür, “FolkRock”tı.

özgürlükçü gençlik

Page 30: OGD 12

özgürlükçü gençlik30

kasım 2011

rtadoğu’dan Afrika’ ya, Avrupa’danAmerikalar’a dünyanın dört bir yanı-nın halk hareketleri ile uç vermeye

başlayan toplumsal direniş nüveleri ile kap-lanmaya başladığı zamanımızda, devrimciteori ve devrimci pratiğin birleştirilmesi birkez daha en yakıcı gereksinim olarak dünyadevrimci hareketinin gündeminde başkö-şeye oturmuştur.

Devrimci teorinin bu momentteki temel gör-evi, önümüzde açılmakta olan yeni toplum-sal mücadele süreçlerinin gelişme yönlerini,temel niteliklerini doğru saptamak; bu top-lumsal mücadele sürecinin taşıyıcısı olantoplumsal öznelerin özgül niteliklerini, ara-larındaki içsel bağıntıları açığa çıkarmaktır.

Devrimci Önder Hikmet Kıvılcımlı’yı, ara-mızdan ayrılışının üstünden 40 yıl geçtiktensonra dahi güncel ve canlı kılan temel öğe,her gerçek devrimci hareketin ancak geçmiş-bugün-gelecek bütünlüğü çerçevesinde ken-dini yeniden kurabilir olmasıdır. SosyalistYeniden Kuruluş süreci, bir teorik yeni-lenme ve gelişen yeni süreçlere uygun yenipratikler üretme anlamını taşıyorsa eğer,Hikmet Kıvılcımlı’nın teorik ve pratik mi-

rası bu sürecin temel yapıtaşlarının bir bö-lümünü içermektedir.

Yeniden yapılanma süreci, Türkiye SosyalistHareketi'nin yaklaşık 100 yıllık teori ve pra-tik mirasının içerilerek aşılması anlamını ta-şıyacaksa, bu birikime nesnel ve somut biryaklaşım ve bu yaklaşım doğrultusunda birçerçevenin oluşturulması bir zorunluluk ola-rak yeniden kuruluşu gündemine alan özne-lerin önünde durmaktadır.

Daha da somutlaştırmak gerekirse, yenidenkuruluş süreci, sosyalist hareket içinde be-lirginleşen bir saflaşmada liberal ve ulusalcısosyalist pozisyonlardan kendini net sınırçizgileri ile ayıran bir pozisyonun; üçüncücephe olarak adlandırdığımız bir siyasal-ideolojik çizginin örgütsel-siyasal ve ideolo-jik olarak inşa edilmesi ve zamanımızınKomünist öznesinin yaratılmasıdır.

Zamanımızın komünist öznesi, Leninistdevrimci özne kavrayışımızın bugünküözgül koşullarda alacağı yeni biçimdir. Eğersiyasi faaliyetimiz geçmişimiz-bugünümüz-geleceğimiz arasında bir diyalog çerçeve-sinde oluşuyorsa –ki öyle oluşuyor- , ozaman Hikmet Kıvılcımlı’nın söyleyeceklerivardır.

Nelerdir Kıvılcımlı’nınSöyleyecekleri?İkinci Enternasyonal Marksizmi’nin teoridepozitivist-ekonomist deformasyonu ve po-litikada reformist yozlaşmasına karşı yeni birdevrimci atılımın temel öznesi olan Leni-nizm’in Türkiye özgülünde yeniden üre-tilme çabası Kıvılcımlı’nın bu diyalogda ilkdile getireceği öğe olacaktır. Pozitivist-eko-

nomist İkinci Enternasyonal Marksizmi ta-rihi ve diyalektiği Marksizm’den kovarak,Marksizm’in devrimci temelini ortadan kal-dırmış, onu sıradan bir burjuva iktisat vesosyoloji ekolüne dönüştürmüştür.

Devrimci öznenin dönüştürücü faaliyeti,devrimci sınıfın kolektif iradesinin siyasialanı kaplaması ve toplumun topyekûn birdönüşümü anlamını taşıyan Marksist top-lumsal devrim kavrayışı, İkinci Enternasyo-nal Marksizmi’nde yerini otomatik vemekanik bir toplumsal evrim anlayışına bı-

Devrimci Önder HikmetKıvılcımlı’yı aramızdanayrılışının üstünden 40 yılgeçtikten sonra dahigüncel ve canlı kılantemel öğe, her gerçekdevrimci hareketin ancakgeçmiş-bugün-gelecekbütünlüğü çerçevesindekendini yeniden kurabilirolmasıdır.

Devrimci cüret vedirenişçi komünist kişilik

devrimci komünistöznenin militanlarınınvazgeçilmez nitelikleriise eğer, Kıvılcımlı’nınsöyleyecekleri vardır.

Kavganın ortasındayapayalnız kaldığındadahi, teslim olmamak,boyun eğmemek onundevrimci pratiğinin en

belirgin yönlerindenbirisidir. Bu direngen ve

inatçı tutum, herdevrimci militanın

devralması vegeliştirmesi gereken

temel özelliklerdir.

Cenk Ağacabey

O

Yolun düşerse kıyıya birgünVe maviliklerini enginin seyre dalarsanDalgalara göğüs germiş olanları hatırlaSelamla, yüreğin sevgi doluÇünkü onlar fırtınayla çarpıştılarEşit olmayan savaştaVe dipsizliğin engininde yitip gitmedenSana liman gösterdiler uzakta.

Pierre Jean de Beranger

KIVILCIMLI'NIN BUGÜN SÖYLEYECEKLERİ!

40 Yılın Ardından

BUGÜN SÖYLEYECEKLERİ!

Page 31: OGD 12

rakmıştır. Lenin’in teorik ve pratik müdaha-lesi tam da bu noktaya odaklanmış, Marksisttoplumsal devrim kavrayışı teorik ve pratikboyutlarıyla yeniden inşa edilmiştir. Teorikve pratik boyutlara sahip bu büyük atılım,Türkiye Sosyalist Hareketinin tarihsel biri-kiminde en kapsamlı ve berrak ifadeleriniKıvılcımlı’nın çalışmalarında bulmuştur.

İçine girmiş olduğumuz süreçte yükselenbüyük halk eylemleri, gelişen direniş nüve-lerinde göze çarpan en büyük eksiklik sö-zünü ettiğimiz devrimci özne ve toplumsaldevrim kavrayışı açılarından yaşanan boş-luktur. Bu hareketlerin barındırdığı farklıtoplumsal dinamikleri kucaklama ve kap-sama yeteneğinde bir komünist özne ve buöznenin üreteceği toplumsal devrim kavra-

yışı günümüzün en yakıcı sorunu olarak be-lirmeye başlamıştır. Gelecek bu sorunlarateorik ve pratik yanıtlar üretebilecek Komü-nist öznelerin olacaktır.

Teorik yenilenme süreci, aynı zamanda sos-yalist harekette zaman içinde kendine farklıderecelerde yer bulan burjuva ideolojik dü-şünce ve anlayışlarla sınırları çizme, sınıfsalnetliği geliştirme sürecidir. Bu noktada Kı-vılcımlı’nın söyleyeceği sözler vardır. Kıvıl-cımlı, döneminin kalıplara indirgenmiş,dondurulmuş egemen Marksist kavram vekategorilere karşı yaratıcı Marksizm’i geliş-tirmeye çalışırken son derece cesur davran-mış, egemen önyargı ve kabullere pabuçbırakmamıştır, ancak aynı ölçüde de sınıfsalnetliği vurgulamış ve devrimci mirasa sahipçıkmıştır. Onun bu yaklaşımı teorik yeni-

lenme faaliyetinin kapsam ve içeriğinin net-leştirilmesi ve çerçevesinin çizilmesi nokta-larında yol gösterici ve ilham vericidir.

Tarihsel Materyalizmin geliştirilmesi, bu ge-lişimin bir sonucu olarak ülke ve bölge ta-rihsel ve toplumsal dinamiklerinin sağlambir kavranışı ve sergilenişi açılarından Kıvıl-cımlı’nın söyleyeceği sözler vardır. Kürt me-selesinden, İslam’ın ele alınışına, temeltoplumsal ve politik gündemlere ilişkin ola-rak söylenecek sözler ve bu meselelerin sı-nıfsal temelde kavranmasına dönük somutaçılımlar Kıvılcımlı’nın mirasına içkindir.

özgürlükçü gençlik 31

ÖGD komünist önder Dr. Hikmet Kıvılcım-lıyı aramızdan ayrılışının 40. yılında andı.

Türkiye proletarya sosyalizminin büyüktemsilcisi, Marksizm’e ve Leninizm’e fikirselanlamda büyük katkılar sağlayan Dr. HikmetKıvılcımlı Ankara’da yapılan panel ile anıldı.

Panelistler Ceyhun Akın, Semra Zarper ve

Ulaş Taştekin, Kıvılcımlı’nın sosyal ve siya-sal yaşamı hakkında aktarımlarda bulundu-lar. Ulaş Taştekin “mücadele hayatının 22.5yılını zindanlarda geçiren Dr. Hikmet Kıvıl-cımlı’nın gerek sosyal yaşamı gerekse siyasalyaklaşımları Türkiye mücadele tarihini ya-kından takip eden bizlere bir yol gösterici ol-muştur. Mücadele Kıvılcımlı’nın hayatının

bir parçası değil ta kendisi olmuştur. Bizleraramızdan ayrılışının 40. yılında andığımızKıvılcımlı’dan aldığımız kızıl ateş ile karan-lığın üzerine yürümeye devam edeceğiz.Anısı mücadelemizi aydınlatıyor.” diyerekbirçok devrimci gencin fikirlerini ve hissiya-tını dile getirmiştir.

Etkinlikte ayrıca Ernesto Che Guevara veNecdet Adalı için de bir anma gerçekleşti.

Zamanımızın komünist öznesi, Leninist devrimci öznekavrayışımızın bugünkü özgül koşullarda alacağı yeni

biçimdir. Eğer siyasi faaliyetimiz geçmişimiz-bugünümüz-geleceğimiz arasında bir diyalog çerçevesinde oluşuyorsa,

o zaman Hikmet Kıvılcımlı’nın söyleyecekleri vardır.

kasım 2011

Devrimci cüret ve direnişçi komünist kişilikdevrimci komünist öznenin militanlarınınvazgeçilmez nitelikleri ise eğer, Kıvılcım-lı’nın söyleyecekleri vardır. Kavganın orta-sında yapayalnız kaldığında dahi, teslimolmamak, boyun eğmemek onun dev-rimci pratiğinin en belirgin yönlerindenbirisidir. Bu direngen ve inatçı tutum, herdevrimci militanın devralması ve geliştir-mesi gereken temel özelliklerdir. GeorgLukacs, Leninist teori ve pratik bütünlüğü-

nün ayırt edici yönünün “Devrimin gün-celliği” fikri olduğunu ifade eder. Kıvılcımlıda aynı geleneğin ürünü bir devrimci ön-derdir, onun yaşam bütünlüğü de bu fikirüstüne oluşmuştur. Kıvılcımlı’da da “Dev-rim hep günceldir”.

“Devrimin güncelliği” bir fikrin soyut ola-rak yaşıyor olması anlamına gelmez; bufikrin gerçek anlamı, devrimci kişiliğin vedevrimci faaliyetin değişen koşullar ve iliş-

kiler içinde her gün yeniden üretilmesidir.Ve içine girdiğimiz süreçte devrimci mili-tanların bu fikri içselleştirip, yaşamlarınınyeniden üretiminde bir gerçekliğe dönüş-türmesi vazgeçilmez bir önem kazanmak-tadır. Bu noktada temel öneme sahip öğe,bir fikrin basmakalıp, biçimsel olarak sa-hiplenilmesine karşı bu fikrin özünün vetemellerinin doğru bir kavrayışına ulaş-mak ve bunu pratikte yaşar kılmaktır.

Zamanımızın komünist öznesi, devrimciteori ve devrimci pratiği yeniden bir arayagetirip, devrimci mirası içererek aşıp, dev-rimci siyasi görevlerini yerine getirecektir.Kıvılcımlı’nın devrimci mirasına sahip çık-mak tek bir özsel anlama sahiptir; dev-rimci faaliyeti yükseltmek, devrimcisavaşımı ileriye taşımak, dünya sosyalistdevrimi hedefine odaklanmak, dünya dev-rim sürecinin aktif bir öznesi olmak.

Ankara ÖGD’de Kıvılcımlı Anması

Devrimci Kişiliğimizde Kıvılcımlı

Page 32: OGD 12

Ekim günü Özgürlükçü GençlikDernekleri üyesi 5 arkadaşımızın ev-leri basıldı ve yine Samsun ÖGD bi-nası polis tarafından basılarak

saatlerce arandı. Samsun 19 Mayıs Üniversi-tesi öğrencisi olan 3 arkadaşımız, SametKurtdere, Burak Duman, Ali Kaymaz Sam-sun’daki evlerinden, aynı üniversitedenmezun Peri Çiftçi, Hatay Samandağ’da bir-likte kaldığı ailesinin evinden ve yine 19Mayıs Üniversitesi mezunu, Marmara Üni-versitesi yüksek lisans öğrencisi HasanFehmi Taylan Görür İstanbul’daki evindegözaltına alındı.

Suçlama ise, 5 ÖGD’li arkadaşımıza yönelikiddia ise TKP/Kıvılcım örgütüne üye olmakve propagandasını yapmak. Suçalamaya delilolarak el konan şeyler ise yasal afişler, yasaleylemlerde kullanılan pankartlar ve dövizler,okul ders notları ve Dr. Hikmet Kıvılcım-lı’nın her kitapçıda rahatlıkla bulunabilen“Türkiye’de Kapitalizmin Gelişimi” kitabı,Deniz Gezmiş ve Mahir Çayan gibi 68’ligençlik önderlerinin posterleri.

Bu iddia ile 5 ÖGD’li arkadaşımız 2 gün göz-altında kaldı. Polis sorgusunda susma hakla-rını kullanan ÖGD’liler, savcılık sorgularınınardından tutukluluk istemiyle mahkemeyesevkedildi ve aynı günün akşamı çıkarıldık-ları nöbetçi mahkeme tarafından delil yeter-sizliği nedeniyle serbest bırakıldı.

Samsun ÖGD binasının basılması ve 5 yol-daşımızın gözaltına alınmasının ardındanbirçok ilde, protesto gösterileri düzenledik.Yaptığımız basın açıklamalarında ortak vur-gumuz: “Özgürlük bayrağı daha yukarı”

oldu. Baskıların, gözaltıların, hukuksuz uy-gulamaların eşitlik, özgürlük, demokrasi vesosyalizm mücadelemize engel olamayaca-ğını dile getirdik. 8 ilde dernekleşen ve20’den fazla ilde yürüyen faaliyetimizin ke-sintisiz devam edeceğini dile getirdik.

Bu ilk kez yaşanan bir durum değil aslına ba-karsanız, yeni bir hukuk sisteminin işleyişinetanık oluyoruz. TMK’nın (Toplumla Müca-dele Yasası diyelim) muhalif olan herkesi po-tansiyel suçlu gören anlayışının sonuçlarıylakarşı karşıyayız.

Benzer süreci 21 Eylül 2010’da sosyalistlereyönelik “Devrimci Karargah” operasyonu bi-çiminde düzenlenen komploda arkadaşları-mızın tutuklanmasıyla yaşadık, Hopa’daMetin Lokumcu’nun katledilmesini protestoedenlerin tutuklanmasıyla yaşadık. Orada dabirçok asılsız örgüt üyeliği suçlaması, tutukluarkadaşlarımızın boynundan geçirilmeye ça-lışıldı. Ayrıca KCK davası ve sosyalistlerinyıllardır süren yargılamalarında tutuklulu-ğun bir cezalandırma biçimine dönüştüğübilinen bir gerçek olmuştur. Lakin hüküm gi-yenlerin de tecrit ve izolasyon ile teslim alın-mak istediği ayrı bir gerçektir.

Gözaltına Alanları Çok Yakından TanıyoruzBiliyoruz ve gözaltına alanları tanıyoruz! Biz-leri, harçlara zamlarına, gençleri geleceksiz-liğe mahkum edenlere, kadın cinayetlerinegöz yumanlara, işçileri güvencesizliğe, ağırçalışma koşullarına mahkum edenlere,kıdem tazminatına göz koyanlara, Kürt soru-

nunda çözümsüzlüğü dayatanlara, Van’dakidepremzedelere mağduriyeti reva görenlere,HES’lerle doğayı katledenlere kısacası ada-letsizliği ve eşitsizliği üreten bütün bu dü-zene karşı muhalif olduğumuz için gözaltınaalmak, tutuklamak ve sindirmek istiyorlar.Ama Özgürlükçü Gençleri gözaltına alanlarbunu açıkça söylemekten çekinmektedirler.

Kıvılcımlı Okumak Suç!Komploları ve asılsız iddiaları için, herhangibir delil bulunamadığı ve üretilemediği içinolsa gerek, savcılık tarafından yöneltilen“Hikmet Kıvılcımlı kitaplarını neden okudu-nuz?” sorusu kovuşturmanın ne derece da-yanaksız olduğunun aslında açık birgöstergesidir.

Kitapları “delil” olarak alınan Dr. Hikmet Kı-vılcımlı da benzer kovuşturmalara maruzkaldığı 1938 Donanma Davasında en azın-dan açıksözlü bir yaklaşımla karşılaşmış vesavcı ona: “Dr. Hikmet Kıvılcımlı için delilarayacak kadar saf değilim” demişti. Devletintüm baskıcı karakterini böylelikle açığa vu-rurlarken diğer yandan Kıvılcımlı’yı iyi tanı-dıklarını da ifade etmekteydiler.

Burjuva hukuku bugüne geldiğimizde kendihukukunu da çiğneyerek hiçbir delile ve da-yanağa ihtiyaç duymaksızın öğrencileri ger-çek dışı suçlamalarla gözaltına almaya devamediyor. Bunun adı da “ileri demokrasi” olu-yor.

Gözaltılar, TutuklamalarBaskılar Bizi YıldıramazKriz, baskı ve savaş koşullarında tahtları sal-lanan diktatörler gerek ülkemizde gerek dün-yanın diğer coğrafyalarında çareyi ezilenlerinhaklı sesini yükseltenlere baskı uygulamaktaarıyorlar. Bugüne kadar her fırsatta dile ge-tirdik ve şimdi bir kez daha bütün gücümüzlehaykırıyoruz ki baskılar, gözaltılar, tutukla-malar bizi yıldırmadı, yıldıramaz.

Serbest bırakılan ÖGD’li arkadaşlarımız.Üniversitelerde eşit, parasız, bilimsel ana-dilde eğitim mücadelesi vermeye devam ede-cekler, grev çadırlarında işçilerle beraberdirenmeye, Newroz alanlarında halklarınkardeşlik halayını çekmeye devam edecekler.Bize meydan okurcasına düzenlenen saldırı-lara yanıtımızı eylem alanlarında, “Vardık,Varız, Varolacağız!” diyerek vereceğiz.

26

Samsun’da 5 ÖGD’li arkadaşımıza yönelik yasadışı örgütüyesi olmak iddiasına delil olarak sunulan şeyler ise

yasal afişler, yasal eylemlerde kullanılan pankartlar vedövizler, okul ders notları ve Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın

her kitapçıda rahatlıkla bulunabilen “Türkiye’deKapitalizmin Gelişimi” kitabı, Deniz Gezmiş ve Mahir

Çayan gibi 68’li gençlik önderlerinin posterleri.

Komplolar ve baskılar bizi yıldıramaz!Komplolar ve baskılar bizi yıldıramaz!

Serbest bırakılan ÖGD’liarkadaşlarımız.Üniversitelerde eşit,parasız, bilimsel anadildeeğitim mücadelesivermeye devam edecekler,grev çadırlarında işçilerleberaber direnmeye,Newroz alanlarındahalkların kardeşlik halayınıçekmeye devam edecekler.

ÖZGÜRLÜK YOLUNDA MÜCADELE SÜRÜYOR