32
Çok yönlü saldırılara Çok yönlü saldırılara Çok yönlü saldırılara karflı devrimci sınıf karflı devrimci sınıf karflı devrimci sınıf mücadelesi! mücadelesi! mücadelesi! TÜS‹AD'›n uyar›lar› ve sermaye iktidar›n›n çözüm aray›fllar› Sefalet ücretini kabul etmiyoruz! Devrimci tutsaklar›n tecrit karfl›t› mücadelesi sürüyor Devrimci s›n›f mücadelesini yükseltelim! Siyaset ve çeliflkiler sahası Ortado¤u

fileÇok yönlü saldırılara karflı devrimci sınıf mücadelesi! ˘ˇ ˆ ˙ ˝ ˙˛ TÜS‹AD'›n uyar›lar› ve sermaye iktidar›n›n çözüm

  • Upload
    others

  • View
    7

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

���������� ��������������������������

������������������������������������ ������������������� ������������������� �������������������

Çok yönlü saldırılaraÇok yönlü saldırılaraÇok yönlü saldırılarakarflı devrimci sınıfkarflı devrimci sınıfkarflı devrimci sınıf

mücadelesi!mücadelesi!mücadelesi!

�������������������������TÜS‹AD'›n uyar›lar› ve

sermaye iktidar›n›n çözümaray›fllar›

����� �!"�� ����#��� ��$�����%�&�����������

Sefalet ücretini kabuletmiyoruz!

'�!�(�������!����!�)��!���� �����*�)�!���!�����!����!�+�)�+���

Devrimci tutsaklar›n tecritkarfl›t› mücadelesi sürüyor

,����)�����+%��� ���%���������������

Devrimci s›n›f mücadelesiniyükseltelim!

Siyaset ve çeliflkiler sahasıOrtado¤u

������������

Kızıl Bayrak’tan...2 ★ K›z›l Bayrak Sayı:2006/51 ★ 29 Aralık 2006

İÇİNDEKİLER“Zor yıllar”ın başlangıcı...TÜSİAD'ın uyarıları ve sermayeiktidarının çözüm arayışları.. . . . . . . . . . 3TÜSİAD'dan düzen politikasına balansayarı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 42006'da ekonomi cephesi…Yıkım, katmerli sömürü ve yağma! . . . 5İnsanca yaşamaya yeten bir asgari ücret! 6Sermaye sınıfı ve hizmetindeki iktidarasgari ücrette gene bildiğini okudu!Bu oyun sürer gider, biz ayağakalkmadıkça! . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 7İşçi Platformları Çalışma Bakanlığıönündeydi.... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 8Asgari ücret eylem ve etkinliklerinden . 9F tiplerinde tecrit ve trendman... Devletkatında tecrit savunusu...Devrimci tutsakların tecrit karşıtımücadelesi sürüyor.... . . . . . . . . . . . . . . 10GSS Yasası iptal edildi. . . . . . . . . . . . . 11Meslek liseleri neden burjuvazi için“memleket meselesi”?... . . . . . . . . . . . . 12100 puanlık meyhane sorusu: “Ne olacak bu cumhurbaşkanlığıseçimi?”.. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1319 Aralık protestolarından.... . . . . . . . . 14Maraş katliamı protestolarından... . . . . 15Açlık ve yoksulluğun olmadığı bir dünyaiçin Devrimci sınıf mücadelesiniyükseltelim! (Orta sayfa) . . . . . . . . 16-17İşçilerin ve devrimci öncü işçilerin birliğisorunu. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 18Sendikal bürokrasi ve devrimci sınıfsendikacılığı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 19Gençlik hareketinden . . . . . . . . . . . . . . 20Güvenlik Konseyi neo-faşist çeteyeboyun eğdi!. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 21“Sahte barış” sürecini canlandırmasinyalleri . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 22Türkmenistan kurtlar sofrasında!. . . . . 23Küba'nın verdiği ders! . . . . . . . . . . . . . 24Siyaset ve çelişkiler sahası Ortadoğu. . 25Volkan Yaraşır'la işçi hareketininsorunları üzerine konuştuk… . . . . . 26-27ÖO direnişçisi Gülcan Görüroğlu'na... . 28ÖO direnişinin dışarıdaki onurlu sesi,güzel insan Behiç Aşçı'ya mektup...... . 29Eylem ve etkinliklerden.. . . . . . . . . . . . 30Mücadele Postası . . . . . . . . . . . . . . . . . 31

K›z›l BayrakHaftalık Sosyalist Siyasal Gazete

Yönetim Adresi:Eksen Yayıncılık Mollaşeref Mh. Turgut Özal Cd.

(Millet Cd.) No: 50/10 İstanbul Tel: 0 (212) 621 74 52Fax: 0 (212) 534 95 90

e-mail: [email protected]: http://www.kizilbayrak.de

http://www.kizilbayrak.orghttp://www.kizilbayrak.com

Baskı: Gün MatbaacılıkİSTANBUL

Tel: 0 (212) 426 63 30

Genel Dağıtım:YAYSAT

Sayı: 2006/51 ● 29 Aralık 2006Fiyatı: 50 Ykr

Sahibi ve Y. İşl. Md.: Gülcan CEYRAN EKİNCİEKSEN Basım Yayın Ltd. Şti.

Yayın türü: Süreli Yaygın

2006’nın son sayısıyla yine birlikteyiz.2007’nin ilk sayısıyla birlikte, geride bıraktığımız

yıla ilişkin değerlendirmelerimizi yayımlamayabaşlayacağız. Değişik alanlar üzerinden yapacağımızbu değerlendirmeler birkaç sayı sürecek. Okurlarımızında 2006 yılına ilişkin görüş ve değerlendirmelerinibekliyoruz.

Birkaç gün sonra gireceğimiz yeni yılın, işçi sınıfıve emekçiler, komünistler ve devrimciler, dünyanın tümezilen halkları için yeni sevinçler, özgürlükler,mutluluklar getirmesini, devrim ve sosyalizm yolundamücadelenin başarılar yılı olmasını diliyoruz.

Geride bıraktığımız son birkaç yıl, genelde dünyahalkları, özelde ise Ortadoğu halkları için büyükyıkımlar, acılar, ölümlerle yüklüydü. Ama aynızamanda halkların emperyalist haydutların saldırılarıkarşısında beklenmedik güçteki direnişlerine de tanıkoldu bu aynı yıllar. Emperyalizmin silahları ne kadarçok, orduları ne denli kalabalık, askerleri ne kadaracımasız ve vicdansız olursa olsun, mutlak zaferi aslatadamayacağını, çünkü halkların haklı mücadelesikarşısında tüm bunların anlamsızlaştığını,emperyalizmin “kağıttan kaplan”a dönüştüğünügösterdi.

Ortadoğu’da, ABD emperyalizminin ve İsrailsiyonizminin saldırısına uğrayan her ülkede, halklardirenişe geçti. Emperyalist-siyonist ordular içintopraklarını bataklığa çevirdi. Afganistan’da, Irak’ta,Filistin’de süren direnişler karşısında, bugün,emperyalist haydutlar tam bir çıkmazı yaşıyor. Henüzyenilmiş sayılmazlar, fakat savaşı kaybettikleri, yenmeve böylece istedikleri türden bir düzeni egemen kılmaşanslarını tümden yitirdikleri de bir gerçektir. Artık,yakıp yıktıkları bu topraklardan işgal orduları olarak birbiçimde kaçmak istiyor, ama bu yönde de hiç değilsegörüntüyü kurtaracak bir çıkış yolu bulamıyorlar.

Ortadoğu halklarının yaşadığı acılar birliktesergilediği şaşırtıcı direnme gücü, emperyalizmin dünyahalkları nezdinde mahkum ve tecrit olmasınayolaçmakla kalmıyor, dünyanın her yanına direnmekistek ve cesaretini de yayıyor. Proletaryanın tarihidevrimci görevini ifa etmesi için dünya bugün dündendaha fazla hazırdır. Halklar emperyalist-kapitalistcendereden kurtulmak için proletaryanın önderliğinde

bir kalkışmaya, bir devrime daha fazla aç ve açıkdurumdadır.

Sınıf devrimcileri, emperyalist-kapitalist haydutlarınkendi elleriyle düzledikleri zeminde, devrim için dahaçok çalışmasını, bir maraton demek olan devrim yolunudaha hızlı, daha enerjik ve başarılı biçimde katetmesinibileceklerdir.

Yeni yılda yeni başarılara imza atma azim vekararlılığıyla, tüm okurlarımıza yeniden mutlu vebaşarılı yıllar diliyoruz.

***Önemli hatırlatma: Yılbaşı ve bayram tatili

nedeniyle yayınımıza bir sayı ara vermek zorundakaldık. Bir sonraki sayımız (2007'nin ilk sayısı) 12 Ocak2007 tarihinde tüm Yay-Sat bayiilerinde ve kitapçılardaolacak.

K›z›l Bayrak’K›z›l Bayrak’tantan

Sosyalizm İçin

ÇÇÇÇııııkkkkttttıııı !!!! .... ....

KKKKiiiittttaaaappppççççıııı vvvveeee bbbbaaaayyyyiiii iiii lllleeeerrrrddddeeee.... .... ....

Kapak K›z›l Bayrak ★ 3Sayı:2006/51 ★ 29 Aralık 2006

“Zor yıllar”ın başlangıcı...

TÜS‹AD’›n uyar›lar› ve sermayeiktidar›n›n çözüm aray›fllar›

Dünyadaki ve Türkiye’deki gelişmeler, 2007yılının pek çok açıdan bir dönemecin başlangıcıolacağına işaret ediyor. Bunun her bakımdan zorlubir dönemeç olduğu ise, çeşitli çevreler tarafındandaha şimdiden dile getiriliyor.

Kuşkusuz yalnızca dile getirilmiyor, aynızamanda çeşitli müdahalelere de konu oluyor. Enson patronlar örgütü TÜSİAD Başkanı ÖmerSabancı, cumhurbaşkanlığı seçimi nedeniylehükümeti ve muhalefeti paylarken “önümüzdekizorlu yıllar”a vurgu yaptı, herkesi göreve çağırdı.Benzer yöndeki vurgu ve müdahalelerin pek çokülkede gündemde olduğunu görüyoruz. Dolayısıylayalnızca Türkiye’yi değil, tüm dünyayı ve özelliklede Ortadoğu’yu zor yıllar bekliyor.

Peki nedir önümüzdeki yılları sermaye için zorlukılan?

Önümüzdeki sayıdan itibaren (bu, bayramdandolayı sayı atlayacağımız için, 12 Ocak’tan itibarendemek oluyor) Türkiye’de, Ortadoğu’da ve dünyadayıl boyunca ortaya çıkan gelişmelerin ışığında bukonuyu, çeşitli başlıklar altında ayrıntılı olarak elealacağız. Fakat yine de patronların “zor yıllar”dan nekastettiğini ve hizmetkarlarından ne beklediğinidaha iyi anlamak için, bir krize dönüşmekte olancumhurbaşkanlığı seçiminin ötesinde, tüm dünyayıve bölgemizi etkileyen gelişmelere kısacadeğinmekte fayda var.

ABD’nın Ortadoğu hesapları altüst oldu

2006, ABD’nin Ortadoğu’daki hesaplarının altüstolduğu, emperyalist işgalcilerin savaş bataklığınagömüldüklerini itiraf ettikleri bir yıl oldu. 5 yılboyunca savaş ve saldırganlığı tırmandırmak içincanla başla çalışan emperyalist savaş çeteleri,2006’ının ikinci yarısından itibaren bu bataklıktannasıl kurtulacaklarını yüksek sesle dillendirmeyebaşladılar. 5 yıl boyunca emperyalistlerin hizmetindeABD’nin yenilmezliği ve muazzam askeri gücükonusunda kalem oynatan askeri ve siyasi otoritelerbile artık açıkça bir yenilgiden bahseder oldular.

Tüm dünyadaki siyasal gelişmeleri doğrudan yada dolaylı olarak etkileyen Ortadoğu’dakiemperyalist saldırganlığın henüz tam ve kesin biryenilgi biçiminde olmasa bile, başarısızlıklasonuçlanmasının şimdiden gündeme getirdiği birdizi sonuç ve olasılık var. Bush ve savaş çetesiningözden çıkarılmasından Ortadoğu’nun işgal ve talanıiçin yeni politikalar belirlenmesine, ABD’nin ABemperyalizmiyle daha yakın bir işbirliği politikasınayeniden dümen kırmasından bölgedeki uşaklarındanmaksimum düzeyde faydalanma -uşaklardan bircephe oluşturma- girişimlerine kadar bir dizi yeniarayış ve olasılık. Hepsi de emperyalistlerinOrtadoğu’da hakimiyet kurmasına dönük olan buarayışların tüm dünyadaki işçi ve emekçiler ve bölgehalkları için tek bir anlamı var: Ek görevler, yenifigüranlar ve araçlarla savaş ve saldırganlığa devamedilmesi.

Her durum ve koşulda Ortadoğu’da taşlarınyerinden oynadığı bu süreç, en başta Türkiye gibiABD emperyalizmine kölece bağımlı ülkeler için ek

yük ve faturaları da beraberinde getirmektedir.Bağrında taşıdığı köklü tarihsel ve toplumsalsorunları çözme gücü ve iradesinden yoksun olan,“sıcak para” girişi olmaksızın ekonomisinidöndüremeyen egemen sınıfların, bu köklüsorunların kendilerine karşı bir koz olarakkullanılmasından kaçınmak için bulduğu yeganeçözüm, emperyalistlere daha ilerden hizmet etmek,politikalarını emperyalistlerinkiyleuyumlulaştırmaktır. Bu açıdan 2007, ABDemperyalizmine hizmet yolunda altına imza atılanyükümlülüklerin ve verilen sözlerin tam anlamıylayerine getirilmeye başlandığı bir dönemin başlangıçyılı olacaktır. Buradaki herhangi bir sorun, tümdönemi etkileyecek bir mahiyete sahiptir.

Emperyalizme “hizmet” ve“uyumlulaştırma” politikası

Emperyalistlerden bağımsız bir bölge politikasıgeliştiremediği ölçüde bu, sermaye iktidarının savaşbataklığında aktif görevler üslenmesi anlamınageliyor. Lübnan’a asker göndermek, Ortadoğu’daABD hizmetinde bir cephe oluşturmak içinbaşlatılan girişimlere öncülük etmek vb., bu yöndeatılan henüz ilk adımlardır. İçerde üstüste yığılmışonca sorun varken aktif savaş taşeronluğuna soyunansermaye için önümüzdeki yılı ve yılları zorlu kılantemel nedenlerin başında bu konu gelmektedir.

İç ve dış politikasının temel ekseni öteden beribelirlenmiş olmakla birlikte, ortada hala daçözülemeyen ve kısa vadede de çözülme imkanıbulunmayan başka sorunlar ve zorluklar da var. Kürtsorunu, AB ve Kıbrıs bu sorunların başında geliyor.Denilebilir ki, emperyalistlerle ilişkilerdeki asılgerilim de bu konularda patlak veriyor. Gelenekselinkarcı yaklaşımda ısrar eden sermaye iktidarı, Kürthalkına taviz vermek anlamına gelecek hiçbir düzeniçi esnemeye ya da bir başka yaklaşıma izinvermiyor. AB üyeliği garanti edilmediği sürece (kiasla beklediği garantiyi göremeyecektir) Kıbrıs’tataviz vermeye yanaşmıyor. Artan basınç nedeniylegelinen yerde geleneksel yaklaşımlarla bu sorunueskisi gibi “idare etmek” bile başlı başına bir zorlukalanı.

Emperyalizme “hizmet” ve “uyumlulaştırma”politikasının, içerdeki köklü toplumsal sorunların vefarklı gerici eğilimlerin çeşitli egemen kesimlertarafından çıkar çatışmalarının bir aracınadönüştürülmesi ise sermaye açısından bir diğerzorluk alanını teşkil ediyor. Denilebilir ki, “çokpartili” yaşama adımını attığı günden beriTürkiye’de ordu ile işbirlikçi gerici sağ partilerarasında emperyalizme hizmet konusunda kıyasıyabir yarış ve zaman zaman su yüzüne çıkan birçatışma yaşanmaktadır.(*) Bu gerilim ve çatışma,darbeler ve terbiye operasyonlarıyla ancak birsüreliğine hasır altı edilmekte, fakat her seferindeyeniden su yüzüne çıkmaktadır. İktidar olmak,hükümete gelmek bir tarafa, ordu ya da bürokrasiiçinde terfi etmek için bile ABD’nin vereceğidesteğin önemli oranda belirleyici olduğu bir ülkedebu yarış-rekabet-çatışma çok kolayından

bastırılamaz.

Düzen içi gerici didişme ve çatışmaderinleşiyor

Bunun son örneğine AKP ve AKP-ordugerginliği şahsında bir kez daha tanık oluyoruz.Gerek Erdoğan gerekse ordu kurmayları arasında 4yıl boyunca yaşanan gerilim cumhurbaşkanlığıseçimleriyle açık bir kamplaşmaya ve çatışmayadoğru gitmektedir. Çeşitli çevreler bu çatışmayı“ulusalcı güçler” ile “liberal-gerici güçler” arasındabir çatışma olarak göstermeye çalışarak, bilinçleribulandırmaya çalışmaktadır. Bu çevrelere göre, orduve CHP’nin başını çektiği “ulusalcı güçler”, dışarıdaABD emperyalizminin içerde ise gerici islamikesimlerin desteğini alarak cumhuriyetin bu güzidekalesini ele geçirmek ve Türkiye’yi ABD’ninistediği “ılımlı islam” modeline görebiçimlendirmek isteyen AKP’ye karşı korumamücadelesi vermektedir. Gerçekte ise sözkonusuolan, iki uşağın efendisinin gözüne girmek içinkıyasıya yaptığı bir yarıştır. Elbette efendiye hizmetyarışını kazanmak, bir anlamda kırıntılardan dahafazla bir pay almak demektir. Ve efendi bundan sonderece memnundur. Zira her halükarda kimkazanırsa kazansın, daha fazla hizmet garantisialmaktadır. İşin bir yönü budur.

Öte yandan meclisi, ordusu ve tüm bürokratikkademeleri ile devletin emperyalizmin denetim veegemenliği altında olduğu bir yerde, bu güzidekurumun farklı bir yerde durmadığı-durmayacağı,aslında tek başına bir şey ifade etmediği deortadadır. Bu açıdan bakıldığında Amerikancıkimliği konusunda Erdoğan’ın henüz, “MorissonSüleyman”ın ve Özal’ın eline su bile dökemeyeceği,öte taraftan her iki şahsın da dini duyguları sömürmekonusunda Erdoğan’dan aşağı kalmadığı daortadadır. Denilebilir ki, Erdoğan’ın vizyonundakien çok göze batan dezavantaj, türbanlı bir eşe sahipolmasıdır. Ama meselenin özü bu değil. İt dalaşınagirişen tüm kesimler de bunun farkındadır.Meselenin özü, halihazırda AKP’ye karşı genelseçimleri kazanacak bir adayın çıkmadığı ve büyükbir olasılıkla çıkamayacağı bir yerde, AKP’nin hemmeclisi hem de Çankaya’yı elinde tutması, böylecebir taraftan ordunun içerdeki gücünü ve etkisinizayıflatırken diğer taraftan ABD ve ABemperyalizmiyle daha farklı bir ilişki geliştirmesidir.Yani ordunun bugünkü konumundan daha geri planaitilmesidir (**)

İşte TÜSİAD’ın son müdahalesi, böyle birdurumu asla kabul etmeyeceğini peşinen ilan edenordunun gerekirse gerilimi tırmandıracağını ilanetmesinin ardından geldi. Tekelci sermayenin gitgidetırmanan bu krize müdahalesinin göze çarpan yanı,son derece dengeleyici bir yaklaşımla her iki tarafıda -yer yer üstü örtülü biçimde paylayarak- ortakçıkarlarını gözetmeye davet etmesi, birinden ya dadiğerinden yana açık bir taraf olmamasıdır. TÜSİADadına konuşan Ömer Sabancı erken bir seçim isteyenve AB’yi seçim malzemesi olarak kullanmayakalkan muhalefeti eleştirirken; hükümeti,

Cumhurbaşkanlığıtartışmalarıyla iyiceyoldan çıkan siyasetaracının balans ayarınıbu kez TÜSİAD yaptı.Erken seçimistemedikleriniaçıklayarak muhalefeti,Cumhurbaşkanlığıkonusunda uzlaşmasınıemrederek de hükümetiuyaran Türkiye’ninbüyük sermayebaronları, “istikrar”programlarının bir anönce ve eksiksizuygulanması isteğiylede, işçi ve emekçileriuyardı. Fakat asıluyarının, Türkiye’ninkimler tarafındanyönetildiğini halaöğrenememiş olanlarayöneldiğini teslim etmek gerekiyor.

Örneğin; Türkiye’yi biz yönetiyoruz,bildiğimiz gibi de yönetiriz havasındaki hükümetcenahında, TÜSİAD’ın açıklamaları üzerineadeta bir bayram havası esmeye başladı. Erkenseçim diye tutturan muhalefet cenahı ise sus-pus.Ağızlarını açıp da “siz bu işe ne karışıyorsunuz?”diye soran yok. Çünkü niye karıştıklarını gayetiyi biliyorlar. Hükümettekiler de seviniyor, çünküo pek böbürlendikleri ‘iktidar’ koltuklarınakimler tarafından oturtulduklarının farkındalar.

TÜSİAD adına açıklama yapan, klübünbaşkanı Ömer Sabancı ile Yüksek İstişareKonseyi Başkanı Mustafa Koç. TÜSİAD’ın veTürkiye’nin başındaki bu iki işbirlikçi sermayeimparatoru, açıklamayı konsey toplantısı öncesiyapıyorlar. Bu ikili, TÜSİAD’ı, dolayısıylapatronlar cephesini kayıtsız şartsız temsilediyorlar. Danışmaları, fikir almaları gerekmiyor.Çünkü adı üzerinde, onlar imparator! Onlarınarzusu fermandır. Eğer onlar cumhurbaşkanlığıseçiminde uzlaşı emrediyorsa uzlaşılır.“Anayasa’nın tanıdığı hak ve yetki”, onlarınağzından çıkan ferman karşısında hiçbir hükmesahip değildir. AKP hükümeti bu “hak veyetki”ye dayanarak Erdoğan’ı Köşk’e çıkaramaz.Çıkarmaya cüret edememesinin başkaistemeyenlerle de, öncelikle de düzen bekçileriile alakası vardır elbette, fakat olmasa bileTÜSİAD fermanı yeterlidir.

Patronların hükümete desteği, kuşkusuzşartsız değil. Onlar “kayıtsız şartsız” sadecememleket yönetir. Bunun dışında şartlarını iyiceincelemeden parmaklarını bile kıpırdatmazlar.Hükümete koştukları şartlar da, doğrusudesteklerini fazlasıyla ödemeye yetecekmahiyette. Sadece cumhurbaşkanlığı meselesideğil, fakat hükümetin artık iyice zorlanmayabaşladığı sözde reformların, sadece hızlatamamlanmasını değil fakat yine aynı hızdauygulanmasını da istiyor işbirlikçi sermayebaronları.

TÜSİAD YİK Başkanı sıfatıyla konuşan

Mustafa Koç, “hükümetin reform sürecine aravermemesini, eksikleri hızla tamamlamasını, bureformların uygulanmasını ve tabana yayılmasınıbaşarması gerektiği” uyarısıyla destekliyorhükümeti. Erken seçim olmasın, tamam, fakat sizde önünüzdeki şu ödevleri bitirin, demeyegetiriyor. Aynı uyarılar, çok benzer ifadelerleTÜSİAD Başkanı Ömer Sabancı’nınkonuşmasının da özünü ve esasını oluşturuyor.

Onları ilgilendiren sözde reformların başında,kuşkusuz, sosyal güvenlik saldırısı geliyor. Gerçiiptal kararının ardından, hükümet, ilgili yasayınasıl hızla çıkarıp uygulamaya sokacak, anlaşılırgibi değil. Ancak işin pürüzleri patronlarıilgilendirmiyor. Her ne yapıp edip, işçi sınıfı veemekçi kitlelerin elindeki son hak kırıntılarınında bir an önce ortadan kaldırılmasınıemrediyorlar. Erken seçime karşı çıkmalarınınasıl nedeni de budur. Halihazırda uygulamaaşamasında olanlar ve yasal düzenlemelerimecliste sıra bekleyenler, nereden bakarsanızbakın, bir yıla yakın bir gecikmeye uğrayacaktır.Oysa seçimler zamanında yapılırsa, iş başındakihükümet elindeki bu hazır çalışmaları hızlabitirme imkanı bulabilecektir. Yoksa TÜSİAD’ın,seçimlerle değişecek hükümetle saldırıprogramlarının tehlikeye düşeceği gibi birkaygısı, kuşkusu bulunmamaktadır. Türkiye’ninbugünkü siyaset tablosu ise böyle bir kuşkuya yerbırakmayacak düzlüktedir. Türkiye de ABD’ninarka bahçesi olabilir, lakin düzen siyaseti arenasıbir Chavez, bir Moralez çıkaracak kadar karışıkdeğildir.

Bu “uzaklar”daki bahçenin tek şansı, düzenaşan ve yıkacak olan politikadadır. TÜSİADpatronlarının saldırı politikalarına karşı saldırıpolitikalarını hayata geçirecek olan işçi sınıfınınpolitika sahnesine çıkmasını bekliyor bu ülke.Sermaye baronlarının, imparatorlarının iktidarınason verebilecek tek güç, işçi sınıfıdır, onuntoplumun tüm ezilenlerini, sömürülenlerinipeşinden sürükleyecek devrimci öncü gücüdürçünkü.

TÜS‹AD’dan düzenpolitikas›na balans ayar›

Kapak4 ★ K›z›l Bayrak Sayı:2006/51 ★ 29 Aralık 2006

cumhurbaşkanlığının uzlaşmayla seçilmesi, laiklik veatamalar konusunda partizanca tutumlardankaçınması, mali disiplinden taviz verilmemesi (seçimyatırımlarından kaçınılması, işçi ve emekçileresaldırılara devam edilmesi) konusunda uyardı, vb.

Herkesi “tek sesli olma”ya, “ulusal çıkarlara zararveren yaklaşımlardan uzak durma”ya, sorunlara“duygusallıktan uzak, uzun vadeli ve soğukkanlı birbakış açısıyla yaklaşmaya” davet eden TÜSİAD’ın buuyarılarının ne ölçüde dikkate alınacağını hep birliktegöreceğiz. Bu uyarılar dikkate alınsın ya daalınmasın, mevcut gerilim bir krize dönüşsün ya dadönüşmesin, sonuçta sermaye bu sürecin bütüniktisadi ve siyasi faturasını işçi ve emekçilerden,bölge halkalarından çıkarmakta bir çekincegörmemektedir. Örneğin daha şimdiden ordu sırfAKP’ye gözdağı vermek ve önplana çıkmak içinKürdistan’a dönük bir saldırı hazırlığı içerisindedir.Toplumsal muhalefeti ezmeye dönük girişimlerin,üniversitelerde faşist saldırıların son dönemdetırmanışa geçmesi de tesadüf değildir.

Bunlara ek olarak, tartışmalar sürüyorken asgariücrete yapılan komik zamlar da göstermektedir ki,egemen sınıflar bir taraftan kendi aralarında itdalaşını sürdürürken diğer taraftan işçi ve emekçileresaldırıları sürdürmek noktasında bir uzlaşmaiçindedirler. Onca gürültü patırtıya rağmen bu konuyaözel bir önem vermektedirler. Örneğin AKP’ye karşıbayrak açan hiçbir partinin işçi ve emekçileri sefaleteiten saldırılar, İMF reçeteleri, tarımın ve sosyalgüvenliğin tasfiye edilmesi konusunda tek bir sözetmemesi, sırf görüntüyü kurtarmak için bile olsamuhalefet etmemesi, dikkat çekicidir. Emekçiler hakve özgürlükleri için ayağa kalkmadıkları, bağımsızsınıf güçleriyle ağırlıklarını hissettirmedikleri sürecede bu böyle devam edecek, kendi aralarında parsakavgası verirken bile işçi ve emekçileri dikkatealmayacaklardır.

Yakın tarih bu açıdan da öğretici deneyimlerledoludur. Sermayenin bu ölçüde pervasızlaştığı, “zoryılları” nasıl aşacağına ilişkin tartışmalarınıyoğunlaştığı bir dönemde, işçi ve emekçiler dahafazla sessiz ve tepkisiz kalamazlar.

(*) Bu açıdan bakıldığında 1960 darbesi, sırtınıABD’ye yaslayarak güç kazanan DP’nin önününkesilmesinden, ordunun iktidar dizginlerini tamanlamıyla ele almasından başka bir anlama gelmiyor.Fakat ordu bu darbeyi ABD emperyalizmi ile köprüleriatmak için değil, tam aksine mevcut ilişkileri daha dageliştirip kurumsallaştırmak ve bizzat kendisiüzerinden sürdürmek için tezgahlamış, böyleceemperyalizmin temel dayanağı haline gelmiştir.OYAK’ın kurulmasıyla ve zamanla ordunun başlıbaşına tekelci bir sermaye grubu olarak öne çıkmasıylaberaber, bu ilişki gelinen yerde salt siyasi ve askeri birilişki olmaktan çıkmış, güçlü bir iktisadi temel dekazanmıştır.

(**) Bir fikir vermesi bakımından buna benzer birdurumun yakın tarihte iki örneğini hatırlatalım:

Birincisi, aynı siyasal eğilimin temsilcileri olanMenderes’in Başbakan, Celal Bayar’ın cumhurbaşkanıolduğu ‘50-60’lı yıllarıdır. Bir diğeri ANAP’ınhükümette olduğu yıllarda Turgut Özal’ın kısa sürencumhurbaşkanlığı dönemdir.

Birincisinde içerde iktidar dengelerini yerindenoynatan gelişmeler, tarafgirlik vb. bir yana bırakılacakolursa, emperyalizmle olan ilişkilerdeki sonucu DP’ninABD’ye yaranmak için Kore’ye asker göndermesi,ikinci örnekte ise Özal’ın Türkiye’yi Birinci KörfezSavaşı’na katma girişiminin zamanın Genel KurmayBaşkanı’nın istifa etmesiyle engellenmesiydi. (Buradanordunun bu kararlara cepheden karşı olduğu sonucuçıkarılmamalıdır. Ordunun karşı olduğu, kendisiningeri planda kalarak bu ve başka kararların alınmasıdır).

Özal’ın Kürt sorunundaki farklı yaklaşımınınhayatına mal olduğunu ayrıca hatırlatalım.

2006 düzenin ekonomik cephesi... K›z›l Bayrak ★ 5Sayı:2006/51 ★ 29 Aralık 2006

2006’da ekonomi cephesi…

Y›k›m, katmerli sömürü ve ya¤ma!Uzun yıllardır uygulanmakta olan ekonomi

politikaları 2006’da da genel hatlarıyla devam etti.Farklılık daha çok yoğunluğunda ve şiddetindeyaşandı. Bu çerçeveden bakıldığında, önceki yıllardauygulamaya sokulan politikaların sonuçları dahabelirgin biçimde ortaya çıkmıştır. Tüm bunlarlabirlikte, düzenin ekonomi cephesindeki durumu, buekonominin yapısal sorunları tarafından koşullananbir tekdüzelik ile aynı sona doğru ilerlemektedir. Buson, düzenli ve giderek daha sık periyodlarlatekrarlanan ekonomik ve mali krizler veçöküntülerdir. 2006’da yaşananları olduğu kadar2007’ye ilişkin beklentileri de bu temeldedeğerlendirmek doğru olacaktır.

İş başına gelirken ekonominin ve maliyeninkontrolünü İMF’ye bırakan AKP hükümeti, biryandan her kriz döneminin sonrasında yaşanangöreceli ekonomik genişlemenin havasını arkasınaalmış, diğer yandan işçilerin azgınca sömürülmesininadı olan emek verimliliğine ve düşük döviz kuruavantajına da yaslanarak “rekorlar” kıran ihracatadayanmıştı. Diğer taraftan ise işçi ve emekçilerinpervasızca soyulmasıyla elde edilen kaynaklar borçve faiz ödemeleri adı altında emperyalist merkezlereservis edilmişti.

2001 Şubat krizinin ağır faturasının işçi veemekçilere ödetilmesiyle nefes alan kapitalist düzen,bunu pembe tablolar eşliğinde sunuyordu. Güya krizatlatılmış, ülke düze çıkmıştı. Kanıt olarak ise, düşenenflasyon ve büyüyen ihracat rakamları veriliyordu.Elbette borsadaki istikrarlı gidişat da olmazsa olmazbir kanıttı düzen için. Bu büyüme masalları eşliğindeise, İMF patentli politikaların uygulanmasını, toplumolarak (gerçekte sadece işçi ve emekçiler için)fedakarlığın elden bırakılmamasını buyuruyorlardı.

İşte 2006’da bu pembe masalların sonu gelmiştir.Zira bu yıl içerisinde yeni bir ekonomik ve malikrizin işaretleri ortaya çıkmıştır. Mayıs ayında, 2001Şubat krizini önceleyen Aralık sarsıntısına benzerbiçimde borsadaki ve döviz kurundaki ani iniş veçıkışlar bir anda tüm bu pembe masalları sonaerdirmiştir. Böylelikle görülmüştür ki, sağlanan“ekonomik büyüme” geçici ve aldatıcıdır. Mali

sermayenin kollarına düşmüş olan ekonomidekikırılganlık artmış, üzerine bina edildiği dengeler çokdaha hassas bir hal almıştır. Rant ve yağmayla ancakçevrilen kapitalist ekonomi, her an 2001’dekinebenzer ve dahası dünya ölçeğinde biriken krizdinamikleriyle birlikte ondan da yıkıcı olabilecek birkrizin eşiğinde bulunmaktadır.

Bazı ekonomik göstergeleri ortaya koyarakdurumu daha net biçimde açıklayabiliriz. Bugöstergelerden ilki 2005 yılına ilişkin açıklanan milligelir rakamlarıdır. Türkiye İstatistik Kurumu’nun(TÜİK) açıklamış olduğu milli gelir rakamları, 2005yılının üçüncü çeyreğinde üretim artışının ciddiölçüde yavaşlamış olduğuna işaret etmektedir. Yılınilk yarısında kaydedilen yüzde 7.5’luk büyüme yeriniyüzde 3’le bırakmıştır. Ekonomik büyümebeklenenin altında da olsa sürdürülmüşse, bunun enönemli nedeni inşaat sektöründeki dönemselcanlanmadır. Rant ve yağma eksenli bu büyüme,kapitalistlere aşırı sermaye birikimlerinideğerlendirme imkanı yaratırken, servet-sefaletkutuplaşmasını daha da arttırmış, sınıfsal uçurumlaraçarpıcı boyutlar kazandırmıştır. Bu, kapitalistekonomideki mevcut canlılığın geçiciliğine vegeleceğinin olmadığına dair bir başka önemligöstergedir.

Diğer bir gösterge ise dış ticaret açığı ve cari açıkrakamlarıdır. Geçtiğimiz günlerde açıklanan dışticaret açığı ve cari açık, beklentilerin ötesindeyüksek rakamlara ulaşmıştır. Buna göre, yıl sonundaher iki açık da oldukça yüksek düzeylerdeseyretmektedir. Cari açığın 33 milyar dolara ulaşmasıve milli gelirin yaklaşık yüzde 8.5 düzeyineyükselmesi tahmininde bulunulmaktadır. Burakamlar, o üzerine pembe masallar düzülen verekorlar kırmakla övünülen ihracat rakamlarını yayabırakmaktadır. Zira dış ticaret açığının büyümesi,ihracat artarken ithalatın çok daha büyük ölçekteartması anlamına gelmektedir. Dahası, döviz kurunundüşük olmasının da katkısıyla son dönemde ihraçedilen ürünlerde ithal girdi kullanımı dikkat çekicibiçimde büyümektedir. Öyle ki, ihracatın büyükağırlığını oluşturan dokuma ürünlerinde dahi ithal

girdi oranı yüzde 50’lerin üzerinde seyretmektedir.Bu oran bazı ürünlerde yüzde 80’lere ulaşmaktadır.Bu demektir ki, emperyalistler ve uzantıları tam birsömürü ve soygun mekanizması kurmuşlardır: İlkolarak işçileri ucuz işgücü olarak çalıştırarak azgıncasömürmekte, ikinci olaraksa bu büyük ithalat tutarınıkarşılamak bahanesiyle oluşturulan borç tuzağındailiklerine kadar soymaktadırlar.

Tüm bunlarla bir kez daha kanıtlanmıştır ki,emperyalist-kapitalist sistemle bütünleşme,serbestleşme ve kuralsızlaştırma olarak tanımlananpolitikalarla uluslararası tekeller için oluşturulanhareket özgürlüğü, tam bir yağma özgürlüğüsağlamıştır. Öyle ki uluslararası tekeller bu yılboyunca ülkenin en büyük sanayi kuruluşlarına veişletmelerine el koymuşlardır. Özellikle bankacılıkalanında gözlemlenen yabancı sermaye ağırlığı,giderek ekonominin diğer alanlarına doğruyayılmaktadır. Demir-çelik, çimento ve son olarakyasal kısıtlamaların bir biçimde aşılmasıyla medyada uluslararası tekeller tarafından kontrol edilmeyebaşlanmıştır. Bu yıl içerisinde uluslararası tekellerceyağmalanan kuruluşların listesini ekte veriyoruz. Bulisteye bakıldığında yağmanın boyutları daha iyianlaşılacaktır.

Diğer taraftan dünya ölçeğinde hareket eden devtekellerin uzantıları olarak hareket eden “yerli”sermaye grupları da bu yağmadan fazlasıyla paylarını(elbette dolaylı olarak parçası oldukları “yabancı”sermaye ile paylaşmak ya da aktarmak üzere)almışlardır. Bu yağmanın en büyük parçalarınıkapanlar ise Tüpraş’ı alan Koç ile Erdemir’i alanOyak olmuşlardır.

Yağmanın diğer bir ayağında ise sağlık ve sosyalgüvenlik hakkının tasfiyesi bulunmaktadır. Öyle kibu yıl içerisinde geçirilen (Anayasa Mahkemesi’ninkararı sonrasında yürürlülük tarihi 2007 Haziran’ınabırakıldı) GSS yasasıyla bu alandaki soygun veyağmanın yolu açılmıştır. Böylece işçi veemekçilerin üzerindeki sosyal yıkım vahşetboyutlarına ulaştırılmaktadır. Ekonomiden işçi veemekçiler payına düşen ise dipsiz bir sefalet,katmerli bir sömürü ve soygun olmaktadır. 2006 yılıiçerisinde kamu hizmetlerinin ticarileştirilmesihızlandırılmış, işsizlik artmaya devam etmiş, vergisoygunu hızından hiçbir şey kaybetmemiş, sosyal hakve kazanımlar dibe vurmuştur.

Ayrıca, tarımdaki destek ve sübvansiyonlarınkaldırılmasıyla tam bir çöküş yaşanmış, küçükköylülüğün yıkımında çok büyük bir yol alınmıştır.Bu yıl tarım arazilerinin büyük bölümü ekilmezken,fındık üreticilerinin başına geldiği gibi küçük üreticiköylülük bir bütün olarak tarım tekellerinin kucağınaitilmiştir. Yağma ve soygun tarımda da tümhoyratlığıyla sürmektedir.

***Burada kabaca ortaya koyduğumuz ekonominin

2006’daki tablosu, işçi ve emekçiler açısından sonderece iç karartıcıdır. İşçi ve emekçiler 2001 krizininfaturasını ağır biçimde ödemişlerdir, hala daödemeye devam etmektedirler. Yeni bir krizinkapısında durduğu 2007’de ise sermaye düzeni, işçive emekçilere daha koyu bir karanlıktan başka birşey vaadetmemektedir.

2007’nin nasıl geçeceği tümüyle, işçi veemekçilerin durumu değiştirecek bir iradeyi ortayaçıkarıp çıkarmayacaklarına bağlıdır.

* Koç Holding tarafından satın alınan Gima’nındevir yoluyla CarefourSA ile birleşmesine kararverildiği açıklanırken, YKB-Koçbank birleşmesitamamlandı.

* Finansbank’ın yüzde 46’sı Yunan NationalBank of Greece’e satıldı.

* Şekerbank’ın yüzde 34’ünü KazakistanlıBank Turan Alem Group aldı.

* TMSF’nin elindeki Adabank Kuveytlile’resatıldı.

* Merrill Lynch Türkiye, Tat YatırımBankası’nı (Tatbank) satın aldı.

* Alternatifbank’a Yunan ortak geldi.* Anadolu Grubu, Yunanistan Merkezli Alpha

Bank ile her iki tarafın yüzde 50 pay sahibi olacağıve yönetimde eşit şartlarla temsil edilecekleri birfinansal holding kurmak üzere hisse deviranlaşması imzaladı.

* Denizbank’ın yüzde 75’i Belçika-Fransızortaklığı Dexia’nın oldu.

* Akbank’ın yüzde 20 hissesinin Citigroup’asatılmasına yönelik anlaşma imzalandı.

* POAŞ’ın yüzde 34’ü Avusturyalı OMV’yesatıldı.

* Telsim’i Vodafone aldı. * Atlas halının yüzde 50.1’i İsraillilere gitti.* Murdoch’un sahibi olduğu News

Corporation, Ahmet Ertegün ile birlikte TGRT’yisatın almak üzere sözleşme imzaladı.

* Koç Grubu, İzocam’da sahibi olduğu yüzde61.19’luk hissesini lisansını kullandığı FransızSaint Gobain Isover ile Kuveytli Alamana’ya 171.3milyon dolara sattı.

* Biletix dünyanın en büyük bilet satışşirketlerinden Amerikalı Ticketmaster’a satıldı.

* Teksas Pasifik Grup, Tekel Alkollü İçkilerBölümü’nü 2 yıl önce alan Mey İçki’nin yüzde70’lik hissesini 700 milyon dolara satın aldı.

* Yunan EFG Eurobank, Tekfenbank’ın yüzde70’ini 182 milyon dolara almak için anlaştı.

İşte 2006’da kurulan yağma sofrası!

Sefalet ücretini kabul etmiyoruz!6 ★ K›z›l Bayrak Sayı:2006/51 ★ 29 Aralık 2006

Bir asgari ücret daha patronlar tarafındanbelirlendi. İşçi sınıfının müdahale etmediği/edemediğiher durumda olduğu gibi, patronlar neyi uygunbuluyorsa o kadar zam yapılarak belirlenen yeni ücret,403.03 YTL. Bu, 380.46 YTL olan 2006 ücretiüzerinden hesaplandığında, 22.57 YTL’lik bir artışanlamına geliyor. Bir diğer hesapla, işçininyövmiyesine 77 kuruşluk bir zam yapılmış oluyor. Burakamlar, sınıfın asgari ücrete niçin sadaka ücreti adınıkoyduğunu da fazlasıyla anlatıyor.

Bu günlük zam, örneğin, işçinin işe gitmek içinkullanacağı bir tek otobüs biletini karşılamaktan uzak.Eğer bir simit almaya kalkarsa kuru kuru yemesigerekecek, çünkü kalan parayla yanına çayalamayacak. Bu 77 kuruşluk sadaka zam, iki ekmekalmaya bile yetmiyor.

Ama tabii ki bunlar ne patronları ilgilendiriyor nede patronların devletini. Sermaye devletinin ücretpolitikası “mümkün olan en az ücret” temelinde,kapitalistler ve emperyalistler tarafından belirleniyor.Sermaye dünyasının kurdu İMF, tüm parapolitikalarını olduğu gibi, asgari ücret politikasını da,içerdeki ve dışarıdaki sermayedarlar lehine, onlaradına belirleyip bildiriyor Türk devletine.

İşçi ve emekçilerin gururuna dokunan bu dışarıdanpolitika belirleme işi, kapitalistleri ve kapitalist devletizerre kadar rahatsız etmiyor. Neden etsin, belirlenenpolitika en nihayetinde onların işine gelen birpolitikadır. Dışarıya, emperyalist tekellerin kasalarınaçok büyük meblağlarda para akıyormuş, ülkeninkaynakları emperyalizm tarafından yağmalanıyormuş,umurlarında bile değil. Çünkü kendi kasalarına akacakpara muslukları da bu sayede açılıyor. Bir bakımagüvenceye alınıyor. Ayrıca, büyük paraların aktığıbüyük tekeller de onlara yabancı sayılmaz. Aynıdüzenin sahipleri, aynı sınıfın fertleri olarak bir güzelpaylaşıyorlar işçi ve emekçinin alınteri-göz nurunu.

İşçi sınıfı ve emekçilerin emperyalizm ve icrakurulu İMF’nin politikalarından rahatsızlık duyulmasıda, aynı nedenlerle çok normal karşılanması gerekenbir tutum. Sınıf tepkisinin zemininde, gerçekte sınıfçelişki ve çatışması yatıyor. Sınıfın çoğunluğu,sorunun çözümü konusundaki somut projelerdenhaberdar olmamakla birlikte, temeline ilişkin belirginbir bilince sahip olduğunu ortaya koyabiliyor.

İşçi ve emekçi eylemlerinde, para ve ücretpolitikalarının İMF tarafından belirlenmemesi talebi,oldukça yaygın ve açık biçimde dile getiriliyor. Ne varki, kimin tarafından belirlenmesini istedikleri aynıaçıklıkta ortaya konamadığı, muğlak bırakıldığısürece, ilk talep ne derece yaygın ve kararlı biçimdeyükseltilirse yükseltilsin, sonucu değiştiremiyor.Çünkü talebin anlamlı hale gelmesi, kim ya da kimlertarafından belirlenmesi gerektiğine ilişkin görüşünnetleşmesi, ortaya konması ve en önemlisi deuygulanmasına bağlı.

Ücretleri İMF belirlemesin derken, kuşkusuz,kapitalistler ve kapitalist devlet belirlesin demekistemiyorlar. Böyle düşünmüyorlar. Fakat ücreti alacakolanların, yani kendilerinin belirlemesi gerektiğineilişkin görüş ve talep net biçimde önlerine konmadığı,bu bir mücadele programına dönüştürülmediği oranda,sonuçta ücretleri bu üçlü -İMF, kapitalistler vekapitalist devlet- belirlemeye devam ediyor.

Bu asgari ücret belirleme sürecinde de sınıfınsadece seyirci olduğu aynı senaryo sahnelenmişbulunuyor. Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nda, sözde

sınıfı temsil adına yer alan Türk-İş başta olmak üzere,istisnasız tüm işçi ve emekçi sendikaları, sınıfın buseyirci konumunu değiştirmeye yetecek bir davranışgeliştirmedi/geliştiremediler. Ücretlerin bu şekildetespit edilmesine itiraz bazında ortaya konan kimietkinlikler, sınıfı ve kitleleri harekete geçirme özelliğibulunmayan, sınırlı sayıda görevliyle kotarılabilecekfaaliyetlerden oldu. Bu kapkaç ekonomisinde giderekve hızla yayılan kayıtdışı koşullarında, asgariücretlinin de giderek ve hızla çoğaldığıhesaplandığında, sendikaların, bu tutumla kendikuyularını da kazdığını söylemek hiç de abartıolmayacak.

Yeni iş yasalarını da dayanak yapan kapitalistlertaşeronlaşma, esneklik saldırısı ile sınıfı tümdenörgütsüzleştirmenin yolunu arıyorlar. Kuşkusuz bukonuda sadece sendikasızlaştırmaya güç yetirebilirler.Politik örgütlenme ise onlara rağmen ve onlarınulaşamayacağı bir kulvarda ilerlemeye devam ediyor.

Sendikal cepheden dikkate alınması gereken de,sermaye sınıfının ve devletinin bu sendikasızlaştırmapolitikalarıdır. Bu politikaları boşa çıkarmanın vesendikal örgütlülüğü geliştirmenin tek yolu, sınıfmücadelesini yükseltmek olduğu halde, görevbaşındaki sendikacıların bundan elden geldiğincekaçınmaları, kendi kuyularını kazmak değilse nedir?

Ücretlerin asgari değil azami belirlenmesi demümkün. Ancak bunun için karşı tarafı, sermayesınıfını ve devletini zorlayacak güçte bir sınıfmücadelesi gerekiyor. Sınıfın üretimden gelen gücünüharekete geçirmek, bu gücün sadece karşı tarafa tehditolarak değil, sınıf kitlelerine güç ve güven vermesiiçin de mutlaka kullanılması gerekiyor.

İnsanca yaşamaya yetecek bir ücretinbelirlenebilmesi, tümüyle sınıfın tutumuna bağlı.Sendikal hareketin durumu ortada olduğuna göre, bututumun geliştirilmesi de tümüyle sınıf devrimcilerininmüdahaleleriyle mümkün olacaktır.

Sefalet ücretlerine son!‹nsanca yaflamaya yeten bir asgari ücret!

26 Aralık günüEskişehir’de birarayagelen devrimci,demokrat güçler, çeşitlikurum ve sendikalar,asgari ücrete, 2007bütçesine veözelleştirmelere karşı bireylem gerçekleştirdiler.

KESK binası önündetoplanan kitle, EskişehirBölge ÇalışmaMüdürlüğü önünesloganlarla yürüdü.Burada basınaçıklamasını DİSKBölge temsilcisi BayramKavak okudu.Açıklamada şunlarsöylendi:

“Kapitalizmin‘küreselleşme, yenidünya düzeni’ adıyla dünya ölçeğinde yıllardıryürüttüğü politikalar ve bunların yansımasıolan yasal düzenlemeler acı meyveleriniülkemizde de hızla vermeye başladı. Türkiye’desermayenin temsilcisi hükümetler o kadarpervasızlaştı ki, işçilere-emekçilere, yoksulhalka yönelttikleri ekonomik terörü artıkörtmeye bile çalışmıyorlar.

Önceki yıllarda uluslararası sermayenin veyerli işbirlikçilerinin talepleriyle tahkimyasaları çıkartılarak ülkemizde sermaye içinrisksiz işçi ve emekçiler için ağırlaştırılmışkölelik koşulları yaratıldı. Bunu hızlasürdürülen özelleştirmeler, işten atmalar,örgütsüzleştirmeler, ücretleri düşürmepolitikaları izledi...

Geldiğimiz noktada canımızdan,zincirlerimizden başka kaybedecek bir şeyimizkalmamıştır. Bizler bu ülkede sermayenin değilişçilerinin, emekçilerinin, kadınlarının,

gençlerinin taleplerinin karşılanmasınıistiyoruz. Çünkü bu ülkenin zenginlikleriniyaratan bizleriz. Açlığa, sefalete, işsizliğe,geleceksizliğe terkedilen de bizleriz.

Bizler insanca yaşam talebimizin takipçisiolacağız ve bu doğrultuda haklı mücadelemiziyükseltmeye devam edeceğiz.”

DİSK, Halkevleri, BDSP, DGH, DPG, ESP,İHD, EHP, EMEP, ÖDP, SDP, Gençlik Derneği,MBP ve SGD’nin örgütlediği eyleme yaklaşık120 kişi katıldı.

Eyleme SES, Eğitim-Sen, Kristal-İş, EBTOve TMMOB destek verdi.

Eylemde “Emekçiler el ele, genel greve!”,“Emekçiler el ele, mücadeleye!”, “İşçiyiz,haklıyız, kazanacağız!”, “Yaşasın sınıfdayanışması!”, “İnsanca yaşamak istiyoruz!”,“Sefalet ücreti istemiyoruz!”, “Sağlık haktırsatılamaz!”, “Eğitim haktır satılamaz!”sloganları atıldı.

Kızıl Bayrak/Eskişehir

Eskiflehir’de sald›r›lar protesto edildi

Kölelik dayatmalarına boyun eğmeyelim! K›z›l Bayrak ★ 7Sayı:2006/51 ★ 29 Aralık 2006

Sermaye sınıfı ve hizmetindeki iktidar asgari ücrette gene bildiğini okudu!

Bu oyun sürer gider, biz aya¤a kalkmad›kça!Milyonlarca işçinin beklediği

haber nihayet geldi. 26 Aralık’taüçüncü ve son toplantısınıgerçekleştiren Asgari Ücret TespitKomisyonu, 2007 yılının ilkyarısında uygulanacak asgariücreti 403 YTL olarak belirledive ilan etti.

Komisyon toplantısındansonra Çalışma ve SosyalGüvenlik Bakanı MuratBaşesgioğlu’nun yaptığıaçıklamaya göre, komisyon yılınilk 6 aylık diliminde geçerliolacak asgari ücreti 16 yaşındanbüyükler için yüzde 6’lık artışlabrüt 562.50 YTL, net 403.03YTL olarak saptadı. Yılın ikinci 6aylık dilimi için öngörülen artışmiktarı ise yüzde 4 olarak tespitedildi. Buna göre asgari ücret ikinci altı ayında brüt585 YTL, net 419.15 YTL’ye yükseltilecek.

Açıklanan bu artış oranları üzerine söylenebilecekfazla bir şey yoktur. Sermaye sınıfı, komisyondan vehükümetten beklentiler içinde olanların (gerçekleşmesizaten imkansız olan) hayallerini yıkıp geçmiştir.Asgari ücretle geçinen milyonları bir kez daha açlık vesefalete mahkum etmiştir. Belirlenen asgari ücret biraynaysa eğer, bu ayna sadece ve sadece sermayesınıfının iğrenç yüzünü, kapitalist sistemin işçi veemekçi yığınlara karşı acımasızlığını göstermektedir.

Açıklanan karar asgari ücret tespit mekanizmasınıngerçek işlevini bir kez daha bütün açıklığıyla ortayakoymuştur. Güya komisyonda hükümet, işverenler veişçiler temsil edilmektedir. Fakat her zaman olduğugibi alınan karar komisyonda işçi sınıfının hiçbirbiçimde temsil edilmediğini, komisyonun bütünüylesermayenin denetimi altında olduğunu ve onunçıkarları doğrultusunda kararlar aldığını göstermiştir.Gene aynı şekilde bu komisyonda “işçi sınıfını temsil”eden Türk-İş’in ihanetçi kimliği de bu sayede bir keredaha tescil edilmiştir.

Tespit komisyonunun kararı açıklandıktan sonrakonuyla ilgili çeşitli açıklamalar yapıldı. Buaçıklamalardan biri de “yerli sermaye”nin tanıdıktemsilcilerinden ASO Başkanı Zafer Çağlayan’a ait.Zafer Çağlayan açıklanan 403 milyonluk asgari ücretlebir insanın “uzaylı olsa” dahi geçinemeyeceğinisöylüyor. Fakat onun itirazı açıklanan net ücretmiktarına değil. Bu konuda komisyonun kararınıeleştirmekten kaçınan Zafer Çağlayan “Kaldırsınlarsigortayı, vergiyi, ben aradaki farkı işçiye ödeyeyim.İşçinin maaşı yükselmiş olsun” diyerek asıl derdiniortaya koyuyor.

Zafer Çağlayan’ın söyledikleri sermayenin ağındanilk kez duyduğumuz sözler değil. Fakat buna inanmakiçin sermaye sınıfını hiç tanımamak ya da çok safolmak gerekir. Onların derdi hiç de işçinin ücretiniyükseltmek değildir. Onların istediği vergi ve sigortaprimi olarak işçiden kesilen paraya da elkoyabilmektir. Eğer öyle olmasaydı, patronların kayıtdışı çalıştırdıkları için vergi ve sigorta primiödemedikleri işçilere asgari ücreti tam olaraködemeleri gerekirdi. Böyle yapan bir patronu görenduyan ise bugüne kadar olmamıştır. Hatta tam tersine,patronlar kayıt dışı çalıştırdıkları işçilere çoğudurumda resmi olarak açıklanan net asgari ücreti bileçok görmekte, onlara çok daha düşük ücretvermektedirler.

Asgari ücretle ilgili bir diğer açıklama iseDİSK’ten gelmiştir. DİSK’in “simit zammı” ile ilgiliaçıklamasında bir dizi doğru şey sıralanmakta, fakatbu süreçte bir konfederasyon olarak DİSK’in neyaptığına hiç değinilmemektedir. DİSK’in yürüttüğükampanyanın neden bu kadar cılız, bu kadar etkisizkaldığına dair hiçbir şey söylenmemektedir.

Şu günlerde sermaye cephesinde çarpıtılmışrakamlara dayanılarak gelir dağılımının düzelmeye

başladığı, yoksulluk ve işsizliğin azaldığı yönünde birkampanya yürütülmektedir. Bu sinsi kampanyanınsermayenin daha beter yoksullaştırma yolundayürüttüğü saldırıları perdelemeyi amaçladığı ise hergeçen gün biraz daha net biçimde ortaya çıkmaktadır.Yağmur gibi yağan zamlar, yılbaşından sonra artacağıaçıklanan vergiler bunun ifadesidir. Tamamen bir faizve rant bütçesi olarak şekillenen, işçi ve emekçilerinfaydalanacağı hizmetlere sadece göstermelikkaynakların ayrıldığı 2007 bütçesi bunun ifadesidir. Venihayet sermayenin son derece pişkince, dalgageçercesine açıkladığı asgari ücret artış rakamı bununifadesidir. Sermaye işçi ve emekçilere dönük sistemlibir yoksullaştırma saldırısı içindedir ve yaşamageçirilen tüm politikalar bu yolda kararlı biçimdeilerlediğini göstermektedir.

Elbette bu konuda sermayeye cesaret veren asıl şeyişçi ve emekçi yığınlarının içinde bulunduğudurumdur. İşçi ve emekçilerin örgütsüzlüğü,bilinçsizliği ve kendine güvensizliği sermayenin bukadar rahat hareket edebilmesinin en büyük nedenidir.Tersinden ise sermayeyi bu saldırı politikalarındanalıkoyacak tek güç işçi ve emekçilerin örgütlenmesi,bilinçlenmesi ve kendi talepleri için mücadelebayrağını yükseltmesidir. İşçi ve emekçiler ayağakalkmadıkça, sermaye benzer oyunları gözümüzünönünde tezgahlamayı, bizlerle alay etmeyisürdürecektir.

Son dönemde üniversitelerde yaşananfaşist saldırılara karşı, Ankara’da birçoksendika, kurum ve devrimci güçler ortakbir eylem gerçekleştirdi.

21 Aralık günü Sakarya’da saat12:30’da başlayan eylemde “Faşizme,emperyalizme ve siyonizme karşıişçilerin birliği halkların kardeşliği!”,“Faşizme karşı omuz omuza!”,“Üniversite öğrencime dokunma!”pankartları açıldı.

Yapılan açıklamada şunlar söylendi:“Üniversitelerde ‘eğitim ücretsiz

olsun’ diyen, ‘savaşa hayır’ diyenöğrenciler önce disiplin cezası aldılar,şimdi de eli satırlı şahıslarınsaldırılarına uğruyorlar. Okumak isteyengençlerden para isteyenle onlara satırsallayanların arasında bir fark yoktur…

Üniversitelerde başlayan ve bir bütün olaraktoplumu sindirmeye, teslim almaya yönelik bupolitikalar, gerçekte, kendi çıkarlarını hakimkılmaya çalışan egemen güçlerin kitleleri arkasınaalarak ve onları istedikleri gibi yönlendirerek birmeşruiyet oluşturma hedefi gütmektedir…

Bu oyuna seyirci kalmayacağız. Emeğinörgütleri ve emekten yana güçler olarak,üniversitelerde tırmanan bu gerici-faşistsaldırılara karşı var gücümüzle özgür, demokratik,laik, bilimsel ve parasız eğitimden yana olan, bunusavunan bütün üniversite toplumuyla yan yanaolacağız”.

DİSK Ankara Bölge Temsilciliği, KESKAnkara Şubeler Platformu, TMMOB/Ankara İl

Koordinasyon Kurulu, TTB/Ankara Tabip Odası,Ankara ‘78’liler Derneği, PSAKD, ASMMMO,Halkevleri, Kızılırmak Yerel DerneklerFederasyonu, EMEP Ankara İl Örgütü, HKPAnkara İl Örgütü, SDP Ank. İl Örgütü, ÖDPAnkara İl Örgütü, SHP Ankara İl Örgütü, AnkaraGençlik Derneği, Haklar ve Özgürlükler Cephesi,ESP ve TÖP tarafından örgütlenen eyleme BDSP,Ekim Gençliği, Devrimci Gençlik Hareketi,Alınteri ve Tüm İGD destek verdi.

Yaklaşık 500 kişinin katıldığı eylemde sık sık“Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber yahiçbirimiz!”, “Faşizme karşı omuz omuza!”,“Yaşasın işçilerin birliği halkların kardeşliği!”,“İşçi-gençlik elele, faşizme karşı mücadeleye!”sloganları atıldı. Yapılan basın açıklamasınınardından eylem bitirildi.

Kızıl Bayrak/Ankara

Ankara’da faşist saldırılar lanetlendi...

“Yaflas›n iflçilerin birli¤i halklar›n kardeflli¤i!”

Sefalete boyun eğmeyeceğiz!8 ★ K›z›l Bayrak Sayı:2006/51 ★ 29 Aralık 2006

İşçi Platformları Çalışma Bakanlığı önündeydi...

Sefalet ücretini kabul etmiyoruz!Asgari Ücret Tespit

Komisyonu 26 Aralık günüsaat 11:00’de Çalışma veSosyal GüvenlikBakanlığı’nda yapılantoplantı sonucu sefaletücretini belirledi. Sermayebir kez daha sefaletiderinleştiren bir saldırıyaimza atarken, sınıfdevrimcileri de haftalardıryürüttükleri asgari ücretçalışmasında topladıklarıimzaları ÇalışmaBakanlığı’na iletmek üzeretemsili düzeyde Ankara’yageldiler.

İşçi Platformubileşenleri, “Sefaletücretini kabul etmiyoruz!İnsanca yaşama yeten asgari ücret istiyoruz!” şiarlıpankartı açıp, Eskişehir yolundan sloganlarlayürüyürek Bakanlığın önüne geldiler. Burada İstanbul,İzmir, Ankara, Adana ve Bursa’da sefalet ücretlerinekarşı yürütülen çalışmayı anlatan bir konuşma yapıldı.Ardından İşçi Platformları adına Evrim Erdoğdu basınaçıklamasını okudu. Açıklamada, sermayeninuşaklarının İMF’nin emrinden çıkmayarak sefaletücretini 403 YTL olarak belirlediği, bakanlığınduvarları arkasında işçi ve emekçilerin iradesinitanımadan belirlenen sefalet ücretine kabul

etmeyecekleri, sermayenin işçi ve emekçilere dayattığıkölece yaşama karşı mücadeleye devam edileceğivurgulandı.

Açıklamada şunlar söylendi:“Açlık sınırının 700 YTL olduğu bugünkü

koşullarda, belirlediğiniz sefalet ücretiyle geçinmemizibekliyorsunuz. Ölmeyecek ancak sürünerek yaşayacakbir ücret dayatıyorsunuz. Bununla da yetinmiyorsunuz,her geçen gün kırıntı düzeyindeki haklarımıza da gözdikiyorsunuz. Bizleri yıkıma ve sefaletin dipsizkuyusuna iterek birer köle haline getirmek

istiyorsunuz.Sermayenin temsilcileri olarak sizler o kadar

arsızlaştınız ki, artık işi, biz işçilerle alay etmeyevardırdınız. Siz asalak takımı, arsızca “Asgari ücretsalakça bir şey!” diyebilmektesiniz ve asgari ücretintamamen kaldırılmasını talep etmektesiniz. Tümbunları söylerken biz işçileri işsizlik sopasıyla terbiyeetmeye ve hizaya getirmeye çalışıyorsunuz.

Sermaye sınıfının bu tutumunda şaşırtıcı bir şeyyok. Ya işçi sınıfını temsil etme iddiasındaki işçisatıcılarına ne demeliyiz! Onlar, sermaye sınıfınınsaldırılarına karşı işçi sınıfını harekete geçirmektenuzak, göstermelik tepkilerle günü kurtarmaya veböylece işçi sınıfına karşı işledikleri suçların üzeriniörtmeye çalışıyorlar. İşçi satıcısı Türk-İş ağaları,mücadelenin yolunu tutacaklarına “Asgari ücret 680YTL olsun!” diyerek bizleri sefalete boyun eğmeyeçağırıyorlar. Bizlerin ihtiyacı açlık sınırında bir ücretdeğil insanca yaşamaya yetecek bir ücrettir.

Sermayenin işçi sınıfı içindeki bu ajan takımının,bu kadar pervasız davranabilmesinin gerisinde, bizişçilerin örgütsüz ve dağınık olması yatmaktadır. Buoyunu ancak biz işçiler bozabiliriz. Ancak biz işçilerayağa kalkarsak sermayenin bu pervasız saldırılarınadur diyebiliriz, hak ve özgürlüklerimizi kazanabiliriz.

Bizler çeşitli kentlerden öncü işçiler olarak buoyuna seyirci kalmadık. Bir ay boyunca işçi sınıfını,asgari ücretin belirlenmesinde taraf olmaya çağırdık.Bu çerçevede yaygın ve etkili bir çalışma yürüttük. Biray boyunca fabrika fabrika, atölye atölye, semt semt‘Sefalet ücretini kabul etmiyoruz! İnsanca yaşamayayeten asgari ücret istiyoruz!’ şiarıyla faaliyetörgütledik. Asgari ücret gündemini sınıf kitlelerinetaşıdık. Sınıfın eylemli tepkisini açığa çıkarmaya,asgari ücretin tespit edilmesinde işçi sınıfının iradesiniortaya koymasını sağlamaya çalıştık. Vergi ve primyükünün patronlar ve onların devleti tarafındankarşılanmasını, bölgesel asgari ücret uygulamasınayönelik hazırlıklara son verilmesini talep ettik. İnsancayaşamaya yeten asgari ücret talebiyle yaygın bir imzakampanyası yürüttük. Topladığımız binlerce imzayıÇalışma Bakanlığı’na vermek için bugün buradayız.”

Basın açıklamasının ardından İstanbul Yerel İşçiPlatformları adına Himmet Ekinci bir konuşma yaptı.Ekinci, belirlenen asgari ücretle birlikte sefaletkoşullarına karşı daha güçlü ve daha örgütlü birmücadele yürüteceklerini ve sermayenin tümsaldırılarını püskürtmek için daha güçlü bir faaliyetörgütleyeceklerini belirtti.

Konuşmanın ardından 3 kişilik bir heyet toplanan10 bini aşkın imzayı iletmek için ÇalışmaBakanlığı’na gitti. Platform bileşenleri, heyet gerigelene kadar Bakanlık kapısının önünde sloganlarlabekledi. Heyetin imzaları teslim etmesinin ardındanİşçi Platformları’nın akşam saatlerinde YükselCaddesi’nde yapacakları basın açıklamasına çağrıyapıldı.

Eylemde, “İMF değil üretenler yönetsin!”, “Köledeğil işçiyiz, örgütlüysek güçlüyüz!”, “Kahrolsunsendika ağaları!”, “Kahrolsun ücretli kölelik düzeni!”,“İşçilerin birliği sermayeyi yenecek!”, “Kurtuluş yoktek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz!”, “Sefaletücreti değil, insanca bir ücret istiyoruz!”, “İşçi sınıfısavaşacak, sosyalizm kazanacak!” sloganları sık sıkatıldı.

Eylem coşkulu ve kararlı bir atmosferdegerçekleşti.

Kızıl Bayrak/Ankara

İşçi Platformları AnkaraYüksel Caddesi’nde asgariücretin sefalet ücreti olarakbelirlenmesini protesto etti…

İstanbul, İzmir, Adana, Ankara veBursa illerinden İşçi Platformubileşenleri, bir aydır işçi sınıfını asgariücretin belirlenmesinde taraf olmayaçağırdılar, çeşitli eylem ve etkinliklergerçekleştirdiler. Bu çerçevede çeşitliaraçları kullandılar. Bu araçlardan biride imza kampanyasıydı. İşçiPlatformu bileşenleri topladıklarıimzaları 26 Aralık günügerçekleştirdikleri bir eylemle ÇalışmaBakanlığı’na teslim ettiler.

İşçi Platformu bileşenleri aynı gün saat15.00’te Yüksel Caddesi’nde de yeni belirlenensefalet ücretini protesto ettiler. Ankara KonurSokak’ta “Sefalet ücretini kabul etmiyoruz!İnsanca yaşama yeten asgari ücretistiyoruz!/İşçi Platformları” imzalı bir pankartaçarak yürüyüşe geçtiler. Yüksel Caddesi’nevarıldığında, İstanbul İşçi Platformları adınaHimmet Ekinci bir açıklama yaptı. Ekinci, İşçiPlatformları’nın bir aydır yürüttüğü asgari ücretçalışmasını ve imza kampanyasını anlattı. Binlerceişçi ve emekçiden toplanan imzaları Çalışma veSosyal Güvenlik Bakanlığına iletmek için

Ankara’ya geldiklerini belirtti ve işçi sınıfınınörgütlü gücüyle sermayenin saldırılarınıpüskürteceğini, işçi ve emekçilerin sermayenindayattığı sefalete ve yoksulluğa boyuneğmeyeceklerini vurguladı. İşçi Platformları adınayapılan bu konuşmanın ardından eylem sona erdi.

Eylemde “İMF değil üretenler yönetsin!”,“Köle değil işçiyiz, örgütlüysek güçlüyüz!”,“Kahrolsun sendika ağaları!”, “Kahrolsun ücretlikölelik düzeni!”, “Sefalet ücreti değil, insanca birücret istiyoruz!”, “İşçi sınıfı savaşacak sosyalizmkazanacak!”, “Yaşasın devrim ve sosyalizm!”sloganları atıldı.

Kızıl Bayrak/Ankara

İşçi Platformları’ndan eylem...

‹nsanca yaflamaya yeten ücret!

Asgari ücret çalışmalarından... K›z›l Bayrak ★ 9Sayı:2006/51 ★ 29 Aralık 2006

Asgari ücret kampanyası...

Faaliyetler, eylemler ve etkinliklerSefalet ücretini

kabul etmiyoruz!İzmir’de sürdürdüğümüz

“İnsanca yaşama yeten asgari ücretistiyoruz!” kampanyası 23 Aralıkgünü düzenlenen bir basınaçıklaması ile sona erdi.Kampanya boyunca “Sömürü vesoyguna karşı çıkmak için örgütlümücadeleye!” başlıklıbildirilerimizi semtlerde, fabrikaönlerinde ve servisgüzergahlarında yoğun bir şekildedağıttık ve “Sefalet ücretini kabuletmiyoruz! İnsanca yaşama yetenasgari ücret istiyoruz!” şiarlıafişlerimizi yaptık. Ayrıca Çiğlibölgesinde açtığımız imzastandları ile, imza föylerimizifabrika önlerine ve emekçisemtlerine ulaştırarak sefalet ücretlerine karşı işçi veemekçileri mücadeleye çağırdık.

Kemeraltı girişinde düzenlediğimiz, “Sefaletücretini kabul etmiyoruz!/İnsanca yaşama yeten asgariücret istiyoruz!/BDSP” pankartının, flama vedövizlerin açıldığı basın açıklaması oldukça coşkulugeçti. “Sömürü ve soyguna karşı çıkmak için örgütlümücadeleye!” başlıklı metnin okunduğu açıklamada“Kahrolsun sermaye iktidarı!”, “Kahrolsun ücretlikölelik düzeni!”, “Sefalet ücretine hayır!”, “Yaşasındevrim ve sosyalizm!”, “Kurtuluş yok tek başına, yahep beraber ya hiçbirimiz!” sloganları atıldı.

Yaklaşık 40 kişinin katıldığı açıklama sonrasıaçtığımız stand ile ikibuçuk saat boyunca ajitasyonkonuşmaları eşliğinde 500’e yakın imza topladık vebildirilerimizi dağıtmaya devam ettik. Topladığımızimzaların sayısı 2 bini aştı.

İzmir BDSP

YİP: “26 Aralık’taAnkara’dayız!”

İstanbul’un çeşitli sanayi havzalarında “Sefaletücretini kabul etmiyoruz! İnsanca yaşamaya yetenasgari ücret istiyoruz!” talebiyle faaliyet yürüten Yerelİşçi Platformları bileşenleri, 24 Aralık günügerçekleştirdikleri basın açıklaması ile 26 Aralık’ta,topladıkları imzaları iletmek üzere Ankara’daolacaklarını ilan ettiler.

Emek Sineması önünde toplanan Yerel İşçiPlatformları bileşenleri “Sefalet ücretini kabuletmiyoruz! İnsanca yaşamaya yeten asgari ücretistiyoruz!/Yerel İşçi Platformları” imzalı pankartaçtılar. Büyük ebatlarda hazırlanmış ve üzerinde“Asgari ücret tespit sisteminin yapısı değiştirilsin,işçilerin iradesini de sürece dahil edecekmekanizmalar yaratılsın!”, “Asgari ücret miktarı dörtkişilik ailenin insanca yaşamasına yetecek bir düzeyeyükseltilsin!”, “Asgari ücretten vergi ve primkesintilerine son verilsin, vergi/prim yükü işveren vedevlet tarafından ödensin!”, “Bölgesel asgari ücretuygulaması ile ilgili çalışmalar iptal edilsin!”taleplerinin yeraldığı döviz taşıdılar.

Galatasaray Postanesi önünde gelindiğindekonuşma yapan Anadolu Yakası İşçi Platformutemsilcisi Himmet Ekinci şunları söyledi: “İşçi veemekçilerin sırtına binerek kendi düzenlerini

sürdürmek isteyenler, sefaletimizi ve açlığımızı dahafazla derinleştirmek istiyorlar. Onların ellerindetopladıkları zenginlikler, sürdükleri saltanat, bizlerindaha da yoksullaşması anlamına gelmektedir. Bizlerİstanbul’un çeşitli yerlerinde faaliyet yürüten yerel işçiplatformları ve işçi dernekleri olarak ÇalışmaBakanlığı’nın, sendika bürokratlarının ve patronların,yıllardır orta oyununa döndürdükleri asgari ücretgörüşmelerini, tespit komisyonunun belirlediğiücretleri kabul etmeyeceğimizi buradan bir kez dahaifade ediyoruz.”

OSB-İMES İşçileri Derneği Başkanı Mehmet AliKarabulut tarafından okunan basın açıklamasında“...buradan bir kez daha haykırıyoruz; sermayenin sefaletve kölelik dayatmalarına boyun eğmeyeceğiz. İnsancabir yaşam ve özgür bir gelecek için mücadelemizikazanıncaya kadar sürdüreceğiz” denildi. ArdındanTersane İşçileri Birliği Derneği Başkanı ZeynelNihadioğlu kısa bir konuşma yaptı.

Eylem boyunca sık sık “Kurtuluş yok tek başına,ya hep beraber ya hiçbirimiz!”, “Kahrolsun ücretlikölelik düzeni!”, “Köle değil işçiyiz, örgütlüysekgüçlüyüz!”, “Yaşasın işçilerin birliği!”, “İşçilerinbirliği sermayeyi yenecek!” “Sefalet ücretiistemiyoruz!” sloganları atıldı. Eyleme 60’ı aşkın kişikatıldı.

Kızıl Bayrak/İstanbul

KİP’den asgari ücret paneliKüçükçekmece İşçi Platformu olarak 24 Aralık

günü asgari ücret konulu bir panel gerçekleştirdik.Panele Birleşik Metal-İş İstanbul Şube SekreteriMehmet Beşeli ve Küçükçekmece İşçi Platformutemsilcisi katıldı.

İlk sunumu Mehmet Beşeli yaptı. Beşelikonuşmasında; kapitalist sistemle insanca yaşamanınbirbiriyle çeliştiğini, sermaye sınıfının sonu gelmeyensömürü ve talan politikalarından kaynaklı işçi sınıfınınücretli köleden öteye geçemeyeceğini, işçilerin insancayaşamasının ancak bu sistem dışında yani sosyalizmdemümkün olabileceğini ifade etti. Mevcut olumsuzkoşullardan çıkışın fiili mücadele ile olabileceğinivurgulayarak konuşmasını sonlandırdı.

KİP temsilcisi ise işçi sınıfının örgütlenmeihtiyacına işaret etti, bunun için tabanda örgütlenmekgerektiğini söyledi. Sınıfın siyasal bilinç edinmesininönemini vurguladı. Sendikal bürokrasinin bu süreçtekiolumsuz rolünü anlattı. Sunumların ardından soru-

cevap kısmına geçildi. Küçükçekmece İşçi Platformu

Ankara BDSP’den asgari ücreteylemi

Ankara BDSP olarak 24 Aralık günü YükselCaddesi’nde asgari ücret gündemiyle ilgili bir eylemgerçekleştirdik. Konur Sokak’ta açtığımız imzastandının önünden sloganlarla Yüksel Caddesi’ndebulunan İnsan Hakları Anıtı’nın önüne kadaryaptığımız yürüyüşün ardından basın açıklamasınıgerçekleştirdik.

Açıklamanın aardından tekrar sloganlarla imzastandına kadar yüründü. Eylem boyunca “Kahrolsunücretli kölelik düzeni!”, “Kahrolsun sermayeiktidarı!”, “İşçilerin birliği sermayeyi yenecek!”,“Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber yahiçbirimiz!”, “Çözüm devrimde kurtuluşsosyalizmde!” sloganları atıldı.

Eylemden sonra standımız polis tarafından tacizedildi. İmza standının izinsiz olduğu, başvuruyapılmadığı gerekçesiyle standı kapatmamız gerektiğisöylendi. Hiçbir şekilde standımızıkapatmayacağımızı, uygulamanın keyfi olduğunusöyledik. Bu sırada ajitasyon konuşmaları eşliğindemilitan gazete satışı gerçekleştirdik.

Bir saat sonra tekrar gelen polis gazete satışısırasında ajitasyon konuşmalarına izinvermeyeceklerini, aksi durumda gözaltına alacaklarını,standa ilerleyen günlerde müdahale edileceğinisöyledi. Bu saldırı ve tehditleri de net ve kararlıdurumuşuzla yanıtladık. Ajitasyon konuşmalarıeşliğinde gazete satışımızı sürdürdük ve standımızıaçık tuttuk. Bir süre standın çevresinde bekleyen sivilpolisler daha sonra çekildiler.

Ankara/BDSP

SİDER’den asgari ücret paneli24 Aralık günü saat 12:00’de Tüm-Tis’te, “Sefalet

ücretini kabul etmiyoruz! İnsanca yaşamaya yeten,vergiden muaf asgari ücret istiyoruz!” şiarlı bir paneldüzenlendi. Panele konuşmacı olarak, son dönemdeAdana’da sınıf hareketinde önemli bir yer tutan veyürüttükleri mücadeleyle anlamlı kazanımlar elde edenDev Sağlık-İş Sendikası yöneticilerinden HüseyinTürkmen, Ali Ekber Takmaz ve SİDER temsilcisikatıldı.

Panel açılış konuşması ile başladı. Ardından işçisınıfının mücadele tarihini anlatan bir sinevizyongösterimi gerçekleştirildi.

Panelde ilk sözü Dev Sağlık-İş yöneticileri aldılar.Asgari ücretin nasıl ortaya çıktığını, ne anlamageldiğini ve uluslararası işçi sınıfının tarihselkazanımlarını ve Balcalı’da gerçekleştirdikleri sendikalörgütlenme konusundaki deneyimlerini anlattılar.

SİDER temsilcisi, sanayi sitelerindeki geneldurumu, işçilerin yaşadıkları sorunları, ağır çalışmakoşullarını ve sanayi sitelerinde asgari ücretinyansımalarını anlattı. SİDER’in çalışmalarınıanlatarak mücadele çağrısı yaptı.

Konuşmaların ardından soru-cevap kısmına geçildi.Bu bölümde işçiler söz alarak kendi deneyimlerini veyaşadıkları sorunları anlattılar. Asgari ücret hakkındadüşüncelerini paylaştılar.

Yaklaşık 40 kişinin katıldığı panel karşılıklıtartışma ve sohbetlerle sona erdi.

Kızıl Bayrak/Adana

AAAAnnnnkkkkaaaarrrraaaa

Tecride son!10 ★ K›z›l Bayrak Sayı:2006/51 ★ 29 Aralık 2006

Adalet Bakanlığı’nın 21 Aralık tarihliaçıklamasıyla, sermaye devleti, F tipihapishaneleriyle birlikte, devrimci tutsaklarayönelik F tipi katliamını da, 6. yılında kesinbir dille savunmaya geçmiştir. Bakanlıkbununla güya kararlılığını ortaya koyuyor.Ne var ki, bunu ortaya koymak için bilealtalta binbir yalan sıralamak zorundakalıyor. Çünkü doğrulardan, gerçeklerdensapmadan bu insanlık dışı uygulamayısavunmanın imkanı bulunmuyor.

“2000 yılı önces i-F tipi katliamı öncesinikastediyor- ülkemiz ceza infaz kurumlarındamevcut olumsuz koşullar nedeniyle…”diyerek saymaya başladığı olaylar zincirine,el çabukluğuyla “haraç alma”yı da dahilediveriyor. Oysa açıklamanın konusu F tipiişkencehaneler, buralarda uygulanan tecrit,bu tecrite karşı mücadele ve daha özeldeAvukat Behiç Aşçı’nın bu mücadelekapsamında yürüttüğü ölüm orucueylemidir. Daha da özetle, açıklamanınkonusu cezaevleri ve devrimci mücadeledir.

Bu böyle olduğu halde, açıklamayabaştan sona yedirilmiş bir köylü uyanıklığısöz konusudur. Cezaevleri, tutuklu vehükümlüler vakasını genelleştirerek, arayakatillere, mafya-çete mensuplarına özgü kimi konularıkatarak, konuyu özünden saptırarak, suçlarının üstünüörtmeye çalışıyorlar. Bu bağlamda “uluslararasıstandartlar”dan da medet umuyor, yaptıklarına AvrupaKonseyi’nin tavsiye kararlarını dayanak göstermeyekalkıyorlar.

“Uluslararası standartlara, bu arada AvrupaKonseyi Bakanlar Komitesi’nin R (82)17 sayılıTehlikeli Suçluların Hapsedilmesi ve İyileştirilmesikonulu tavsiye kararına ve bu kararın açıklayıcımemorandumuna uygun olarak 12 adet F Tipi yüksekgüvenlikli ceza infaz kurumu inşa edilerek hizmetesokul”duğunu, “Tüm modern infaz sistemlerindetehlikeli vasıftaki hükümlü ve tutukluların- yüksekgüvenlikli kurumlarda ya da bölümlerde tutulmakta vebu kişilere güvenliğin imkân tanıdığı ölçüde sosyal,kültürel ve eğitsel faaliyetler uygulanmakta”olduğunu anlatırken, yine aynı kurnazlıkla, devrimcitutsakları “tehlikeli” kategorisine sokuveriyor.

Devrimcilerin, devrimci mücadelenin düzen içingerçek bir tehlike oluşturduğu bir gerçek, fakat bubaşka bir gerçek. Bakanlığın açıklamasındakastedilenden çok farklı. Bakanlık, birey olaraktehlikeli olmayı, çevreye, diğer tutuklu veyahükümlülere zarar vermeyi kastediyor. Adli vakakoğuşlarında sık görülen her türden bireysel şiddet vehatta cinayet gibi. Oysa bu tür suçların devrimcilerinkaldığı cezaevlerinde hiçbir zaman yaşanmadığıbiliniyor. Bakanlığın suç adı altında sıraladığı, sayımvermeme, isyan gibi eylemlere gelince, bunlar, hertürlü cezaevinde yaşanan hak ihlallerine karşı birdevrimci direniş, bir mücadele yöntemidir. Tıpkı açlıkgrevleri ve ölüm oruçları gibi, devrimcilerin mevcutkoşullar ve imkanlar üzerinden karar verip uyguladığıbir yöntemdir.

Yukarıdaki ifadelerinde bakanlık, “sosyal, kültürel,eğitsel” faaliyetlerin uygulandığını belirtiyor. Bunu

güya, F tiplerinde tecrit bulunmadığının kanıtı olaraköne sürüyor, fakat, toplumun, özellikle de işçi veemekçi sınıfların en eğitimli kesimlerini oluşturandevrimcilere uygulandığı iddia edilen “eğitim”, tamda tecritte trendman denilen, sözde toplumakazandırma programının temel direklerinden biridir.

Toplumun büyük çoğunluğunu oluşturan işçi veemekçi kitleleri açlık ve yoksulluğun pençesindeinletenler, emeğini-alınterini emperyalizme peşkeşçekenler, hiç utanıp sıkılmadan, bu sınıflarınkurtuluşu mücadelesinde esir düşmüş devrimcileri“topluma kazandırmak”tan söz edebiliyorlar.Emperyalizmin uşağı, kapitalizmin köpeği, işçilerin-emekçilerin-halkların düşmanı kimlikleri ortadayken,ve bu durumlar kendileri tarafından defalarca itirafedilmiş, kitleler tarafından artık kanıksanmış birutançken; asıl suçlu onlarken, devrimcileri toplumakazandıracaklarmış. Bunu da, akılları sıra tecritle,trendmanla gerçekleştirecekler.

“Topluma kazandırmak” derken kastettikleri, hiçkuşkusuz, düzene kazandırmaktır. Sermaye düzeninekarşı, işçi ve emekçi sınıflardan yana düşünce veinançlarından soyunduracak, tövbe ettirecek ve karşısaflara, sermayenin safına geçmelerini sağlayacaklarsözde. Fakat bu sözde iddialarına kendilerinin bileinanmadığı, bunun imkansızlığının farkında olduklarıortadadır. Çünkü bu kendi iddialarına bir nebzecikinanmış olsalar, devrimci tutsaklardan imha ilekurtulmaya çalışacaklarına, eziyet ve işkencelerlesınıf kinlerini pekiştireceklerine, ciddi bir trendmanprogramı uygulamaya koyulurlar, en azından mümkünolup olmadığını denemeye kalkışırlardı. Oysa durumbunun tam tersidir.

Bakanlık açıklamasında F tiplerindekiuygulamalara ilişkin altalta sıralanmış pek çokmadde, çok iyi bilindiği gibi uygulama dışıdır. Bumaddelerden sadece bir tanesi; “Aile bireyleri,akrabaları ve bildirecekleri üç kişiyle ayda 3 kez

kapalı görüş ve ayda bir kez de anne, baba, eş veçocukları ile açık görüş yapmalarına” izinverildiğini belirten madde, sorumlu bakanlığın nasılbir yalan mekanizması olarak çalıştığını göstermeyeyeter de artar. Devrimci tutsaklar, değil ayda bir,yılda bir, bayramdan bayrama bile açık görüş hakkıkullanamıyor. Bu hak, katiller için var, hırsızlar,uğursuzlar, çocuk pornocuları, tecavüzcüleri, mafyabozuntuları, çete artıkları için var, bir tek devrimcitutsaklar için yok. Üstelik sadece şimdi, F tipihücrelere tıkıldıkları 2000 yılından beri değil, ondanönce de kullanamıyorlardı böyle bir hakkı.

Açıklama, Avukat Behiç Aşçı’nın hızla sonayaklaşan ölüm orucu eylemini karalamak, F tiplerini,tecriti ve işkenceyi bu vesile ile bir kez dahasavunmaya almak için yapılmıştır. Oysa F tipihücrelerdeki işkenceler ayyuka çıktığı için, devletdevrimci tutsaklara yönelik hiçbir insani hakkıtanımaya yanaşmadığı için, toplumun pek çokkesimi, öncelikle de en yakından ilgili olan hukukkurumları konuyu gündemlerine almış, BehiçAşçı’nın yaşatılması için taleplerinin dikkatealınması istemiyle eylemler, etkinliklergerçekleştirmeye başlamışlardır. Bakanlık açıklamasıavukatların yürüyüşlerinden, taleplerinden,dilekçelerinden hiç söz etmeyerek yok varsayıyor.Çünkü bu eylemlere katılan avukatların tümünü,“Terör suçlarından hükümlü ve tutuklulardan birkısmının avukatı olan kişi”(Behiç Aşçı’dan söz ediyorama adını anmayarak yoklar listesine alıyor güya),“terör örgütü mensubu olmak ve terör örgütüneyardım ve yataklık etmek suçları olmak üzere iki ayrıdavadan yargılandığı bilinen” kişi ilanedemeyecektir.

Behiç Aşçı’nın adını anmamak için kullandıklarısıfatlardan biri de, “İstanbul Barosu’na kayıtlıavukat.” Bu sıfatı kullanarak öne sürdükleri iddia da,Aşçı’nın eylemi karşısında ‘sessiz ve duyarsız kaldığıiddiasının- doğru’ olmadığı. Ancak ilgilerine kanıtolmak üzere öne sürdükleri, sadece, haberleri‘hassaslıkla’ takip ettikleridir. Bundan da kimseninkuşkusu bulunmuyor. İddia edilen, haberlerinizlenmediği, okunmadığı değildir. İddia edilenAşçı’nın ölümünü dört gözle beklediğinizdir.Haberleri de bu “hassaslıkla” ve dikkatle takipettiğiniz kuşkusuzdur.

Bakanlıktan yapılan açıklama, kapitalist devletinve sistemin arzularını, niyetlerini, beklentilerini; birbütün olarak karakterini olduğu gibi ortayasermektedir. Kapitalist sistem ve devlet, insanlaolan/insani olan hiçbir özellik barındırmıyor. Budüzende ve bu düzen tarafından, düzenin temsilcisi vekoruyucusu devlet tarafından insana gösterilenmuamelenin tipik temsilcisi cezaevleri ve özelde dedevrimci tutsakların hapsedildiği F tipi hücrehapishaneleridir.

Ve tümden insanlıktan çıktığı ortada olan busistem, F tipi hapishaneleri ve işkenceleriyle,Adaletsizlik Bakanlıkları ve gardiyanları veişkencecileri ve adaletsizlik saraylarıyla birlikteortadan kaldırılmayı çoktan hak etmiştir. Bu ‘ortadankaldırma’ görevimizi F tipi hücrelerinin deengelleyemeyeceğini bir kez daha hatırlatmakta yararvar.

F tiplerinde tecrit ve trendman... Devlet katında tecrit savunusu...

Devrimci tutsaklar›n tecrit karfl›t›mücadelesi sürüyor

Kölelik yasaları iptal edilsin! K›z›l Bayrak ★ 11Sayı:2006/51 ★ 29 Aralık 2006

Mecliste kabul edilen 5510 sayılı Sosyal Güvenlikve Genel Sağlık Sigortası’nın (SGGSS) iptali içinCumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ve CHP AnayasaMahkemesi’ne başvuruda bulunmuştu. 1 Ocak 2007tarihinde yürürlüğe girmesi öngörülen yasa AnayasaMahkemesi tarafından iptal edildi. İptal kararı, eşitlik-eşitsizlik, devlet kurumlarında çalışanların statülerininyanı sıra yıllardır tartışılan sosyal güvenlikkurumlarının açıklarını da yeniden gündeme getirdi.

İlginç olan tüm tartışmaların, 5510 sayılı yasanınköleleştirici yönünü açığa vurmak zorunda kalmasıdır.Örneğin iptal kararıyla 9 bin günlük prim ödeme,emekli olmak için gereken 58 ve 60 yaş şartı,emeklilik maaşı bağlanma oranı memurlarıilgilendirdiği kadarıyla iptal edilmiştir. Yasada bumaddeler işçiler için aynen korunmuştur. Memurlardikkate alınarak iptal edilen maddelerin işçiler içinaynen korunması “Anayasa Mahkemesi’nin sadecememuru kurtaran yasası”, “şimdilik kurtaran sadecememurlar oldu” vb. söylemlerle basına yansıdı ve“neden diğer çalışanlar görmezlikten gelindi, nedensadece memurlar düşünülüyor” sorusunu gündemegetirdi.

Bilindiği üzere, SGGSS kamuya ait sosyalgüvenlik kurumlarını (SSK, Bağ-Kur ve EmekliSandığı) tek çatı altında birleştirmeyi, emeklilik yaşhaddini yükseltmeyi, prim gün sayısını 9 bineyükseltmeyi, emeklilik maaş bağlanma oranınıdüşürmeyi öngörüyordu. Bu haliyle yasa, işçi veemekçiler açısından kölelik anlamına geliyordu.

İptal gerekçeleri

Anayasa Mahkemesi gerekçeli kararını henüzaçıklamamış olsa da, iptal edilen maddelerin niteliğiitirazın, Bağ-Kur’la ilgili bir iki düzenleme dışında,aslolarak memurların sosyal haklarına dair yapıldığınıgöstermektedir.

Mahkeme memur statüsünde çalışanların farklı birsosyal güvenlik kurumuna bağlanmasını istiyor.Böylelikle yasanın temellerinden olan sosyal güvenlikkurumlarının tek çatıda birleştirmeye karşı çıktığınıbeyan ediyor.

Ancak bunun dışında SGGSS’nin iptal edilmişolması yasanın temel mantığına yönelik herhangi bireleştiri olduğu anlamına gelmiyor. Mahkemeninistediği devletin asli unsuru olarak görülen, 80’liyıllarla birlikte törpülenmiş olsa da, çalışma koşullarıbakımından işçi olarak çalışanlara yakınlaşsalar da,belli noktalarda avantajlı konumda olan memurların buavantajlarının korunmasıdır. Bu görüş Anayasa’nın128. maddesine dayandırılmaktadırlar. 128. maddeyegöre “Devletin, kamu iktisadi teşebbüsleri ve diğerkamu tüzel kişilerinin genel idare esaslarına göreyürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetleriningerektirdiği asli ve sürekli görevler, memurlar ve diğerkamu görevlileri eliyle görülür”. Mahkeme, özcesi,devletin asli görevlerini yürütenlerin “ayrıcalıklı”konumlarının sürmesinden yana tavır almaktadır.

Öte yandan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığıyaptığı açıklamalarda, yasanın uygulamasınıngecikeceğini ancak yasasının kendisinin Türkiye içinelzem olduğunu, bu nedenle, taraflarla, işçi-esnaförgütleriyle yapılacak toplantı sonuçlarını dikkatealarak, uygulama için 2007 Temmuz ayınıöngördüklerini beyan etti.

Yasanın gündeme gelmesinden bugüne işçisendikalarıyla yapılan görüşmelerde işçilerin lehineherhangi bir değişikliğin olmadığı bilinmektedir.

Tersine sendika bürokratları her seferinde kölelikanlamına gelen uygulamalara şu veya bu biçimde onayvermişlerdir. Bundan dolayıdır ki, AKP hükümetiuygulama için istediği tarihi verebiliyor. Bu rahatlığınarkasında kuşkusuz yasanın işçi sınıfının mücadelesisonucu iptal edilmemiş olması yer almaktadır.

Uluslararası Para Fonu veDünya Bankası Türkiye’de

Sosyal güvenlik yasası İMF’nin yapısal uyumprogramları çerçevesinde gündeme getirilmişti.İMF’nin öncelikli hedefi sosyal güvenliğe ayrılankaynağın azaltılması, sosyal güvenlik kurumlarınıntoplanan prim oranında harcama yapmasıdır. Bir başkadeyişle aktüerya dengesinin sağlanmasıdır. Bu isedevletin merkezi bütçeden sosyal güvenliğe kaynak

aktarımını durdurmasıyla sağlanabilir. Eğitime vesağlığa ayrılan kaynağın azaltılmasına benzer birbiçimde.

İMF’nin temel önceliklerinden olan sosyalgüvenlik yasa tasarısının uygulamada gecikmiş olmasıyasanın geleceğine dair kimi kaygıları da ortayaçıkardı. Yasanın iptalinden hemen sonra İMF TürkiyeTemsilcisi Hugh Brendmand ve Dünya Bankası (DB)Türkiye temsilcisi Ulrich Zachua, sosyal güvenlikkurumu başkanıyla görüşerek gelişmeler hakkındabilgi aldılar. Hükümet tarafından yapılan açıklamalarİMF ve DB’yi memnun etmiş görünüyor.

Bu haliyle bir süre gecikmiş olsa da ve seçimdöneminin arifesinde bu gecikme biraz daha uzasa da,sosyal güvenlik “reformu”ndan geriye dönüşünolmayacağı görülmektedir. Elbette işçi sınıfı veemekçiler bu saldırıya tok bir biçimde “hayırdemedikçe.

Sosyal Güvenlik ve Genel Sağlık Sigortası yasası iptal edildi...

Sald›r›n›n özünde de¤iflen bir fley yok!

Sonu yok sefaletin, biz isyan etmedikçe!

Bir kez daha yalanlarla aynı orta oyunu sahnelendi. İşçi sınıfına sefalet ve kölelik koşulları reva görüldü.2007 yılı için geçerli olacak asgari ücret yılın ilk yarısı için net 403 YTL, ikinci yarısı için 419 YTL olarakbelirlendi. Belirlendi diyoruz, çünkü bu sürecin gerçek muhatabı olan biz işçiler hiçbir şekilde bu sürecinaktif bir tarafı olamadık.

Yapılan zam oranı milyonlarca işçiyle alay etmek anlamına geliyor. Bizlere kölelik dayatan sermayesınıfı, onun hükümeti ve sendika bürokratlarından oluşan komisyon bizleri temsil etmiyor. Bir kez dahasefalete mahkum edildiğimiz için öfkeli ve tepkiliyiz. Ancak bu tepkiyi eylemli bir mücadele hattınaakıtamıyoruz. Verdiğimiz tepkiler cılız ve etkisiz kalıyor.

Bu sürecin böyle sonuçlanacağını biliyorduk. Bugün kendimize şu soruyu sormamız gerekiyor: Sermayesınıfı bu kadar pervasız davranma cesaretini nereden buluyor? Karşısında örgütlü bir işçi sınıfı gördüğüzaman bu kadar pervasız davranamayacaklar. Onlar bu gücü bizim güçsüzlüğümüzden, yaniörgütsüzlüğümüzden almaktadırlar.

Peki bu nereye kadar böyle gidecek? Hayat bizlere sürekli çözümü dayatıyor. Çalıştığımız fabrika veatölyeler gün geçtikçe çekilmez hale geliyor. Sömürü koşulları artıyor. Bizler bu koşulları düzeltmek içintabanda, yani fabrika ve atölyelerde örgütlenmeli somut olarak işyeri komiteleri kurabilmeliyiz. Bu bizimiçin yeni bir başlangıç olacak, bu süreçte kazandığımız öz deneyimlerimizle iktidarı almayı hedefleyeceğiz.

Şimdi ağlayıp sızlanmanın vakti değil. 2007 yılı için geçerli olacak asgari ücretin belirlenmesi süreciniburjuvazi cephesinden işçi sınıfına yapılmış bir kavga çağrısıdır. Davetleri kabulümüzdür. O halde sert sınıfmücadelelerine bugünden hazırlanalım!

Küçükçekmece’den komünist metal işçileri

Birkaç aydır gerek burjuva gazetelerin ilansayfalarında, gerekse reklamlarda sürekli olarak“meslek liseleri memleket meselesi” şiarıyla karşıkarşıya geliyoruz. Hüseyin Çelik tarafından “Koçgrubunun sosyal sorumluluk projelerinden biri”olarak ifade edilen bu proje ile mesleki teknikeğitimin özendirileceği çerçevesinde birpropaganda faaliyeti yürütülerken, bir yandan daKOÇ’un, elbette türlü şartlara bağlanmış birbiçimde 4 yıl boyunca her sene 2 bin öğrenciolmak üzere, 8 bin öğrenciye eğitim bursuvereceği açıklanıyor. (Vereceği burs 10 ayboyunca her ay 50 milyon, eğitim giderlerinintoplamı düşünüldüğünde, her ay 50 milyon ilekim, hangi ihtiyacını karşılayacak!)

Türkiye’deki sermaye gruplarının öndegelenlerinden olan Koç’un Vehbi Koç’tan bu yanaçizdiği hayırsever, memleketini düşünen, ulusalcıtablo bu kampanya ile güçlendirilmek isteniyor.Ve “ne varsa ulusal (!) sermayede var” düşüncesiinceden inceye işlenerek, alt sınıflara mensupgençlik kesimlerinin geleceksizlik tablosunda enufak bir değişikliğe yol açmayacak olan bir projeallanıp pullanarak kamuoyuna sunuluyor. SankiKOÇ grubu 8 bin öğrencinin eğitim sorununuumursuyormuş gibi, sanki KOÇ sınıfsaleşitsizliğin eğitim alanındaki doğalyansımalarından rahatsızmış gibi, sanki KOÇsınıf düşmanı değilmiş de yıllardır bu coğrafyasüregelen sömürü ve talan koşullarında hiçbirpayı yokmuş gibi!.. Sanki burs verilecek emekçiçocuklarının, bugün eğitim giderlerini kendi ekonomikimkanları ile karşılayamamalarının sorumlularındanbiri de KOÇ değilmiş gibi!

Neden meslek liseleri bir anda memleketmeselesi oldu?

Öncelikle şunu anlamamız gerekiyor. Her sınıfınmemleket anlayışı kendi sınıfsal konumuna göreşekillenir, bu yüzden memleket meseleleri de doğalolarak sınıfsal ihtiyaçlarına göre belirlenecektir. Buyüzden doğru soru şu olacaktır: Bugün burjuvazimeslek liselerinden ne istiyor?

Meslek Liseleri meselesi ile ilgili KOÇ ilehükümetin protokol imzaladığı gün Mustafa Koç’unyaptığı konuşmanın bir bölümü bu konuya açıklıkgetiriyor:

“Türkiye’nin gelişen dünyadaki en önemliavantajının genç nüfusu olduğu artık herkesçe kabuledilmiş bir gerçek olarak karşımızda duruyor. Ama bugenç nüfusun iyi yönlendirilmesi, nitelikli işgücünedönüşebilmesi gerekiyor. Aksi takdirde bu avantaj,kolaylıkla bir dezavantaja dönebilir…”

“Türkiye 10 yıllık perspektif içinde AB’ye tam üyeolacaksa, ekonomide güçlü ve yapısal bir dönüşümgerçekleştirmek zorunda. Bu dönüşümün temelinde deverimlilik ve katma değeri yüksek ürünler üretmek veihraç etmek yatıyor. Bu hedefe ulaşabilmenin enönemli ön koşullarından biri, vasıflı işgücü…Özellikle gençlerimizin, temel bir mesleki-teknikeğitim programı çerçevesinde beceri veyeterliliklerinin artırılması ve bu nitelik artışınınistihdama yansıması, teknolojik gelişim, rekabet vegirişimcilikte AB standartlarına erişilmesi açısındanbizim için kritik önem taşıyor.”

“Aslında olması gereken mesleki-teknik eğitimin

piyasa şartlarına, piyasanın da meslek lisesimezunlarının iş taleplerine cevap verebilmesidir.Ancak ne yazık ki henüz bu durumdan oldukçauzağız.”

Mustafa Koç’un ifadeleri üzerinden konuyuçözümlersek; durum şundan ibaret: Kapitalizmdegelişen teknoloji kas gücüne dayalı üretimi büyükoranda kaldırırken, üretim sürecinde kullanılankarmaşık makineler daha nitelikli işgücü ihtiyacınıgündeme getiriyor. AB süreci ile birlikte başlayan“standartlaşma” da sermayeyi yeni yollar aramayaitiyor. Aranan kan ise meslek liselerinde bulunuyor!Bu okullar, sömürü çarklarının genç işçiler için dahayolun başında dönmeye başladığı alanlar ve şimdi buçarkların sermayenin ihtiyaçlarına daha güçlü yanıtlarüreterek dönebilmesinin çabası harcanıyor.

Eğitimin ticarileştirilmesi sürecinin bir parçasıolarak alınması gereken bu kampanya esasındakendinden önce atılmış bir dizi farklı alandaki adımınbir parçası. ‘80 sonrası hızla uygulama kanallarıyaratılan neoliberal politikalar çerçevesinde bir dizimesleki alanda yaşanan dönüşümün, sosyal bilimler vekamu alanında yaşanan tasfiyenin, bütün bunların üstbaşlığı eğitimin piyasaya açılmasından başka bir şeydeğil. (Biz meseleyi hep “ticarileşme”, “piyasalaşma”diye tanımlıyorduk zaten. Bu kez onlar da bunu ifadeetmişler! “amacımız piyasa ihtiyaçlarınınkarşılanması” demişler!) 1999 yılında beri MEB’inüzerinde çalıştığı MEGEP isimli bir proje var. Buproje ile meslek eğitiminin dünya standartlarında birkaliteye kavuşması öngörülüyor. Birkaç seneden berialtyapısı hazırlanan bu sistemin yakında binlerceokulda uygulanmaya başlayacağı söyleniyor. Buprojede öngörülenlerden bazıları şunlar:

* Gelecekte bir meslek sertifikası ya da diplomasıolmayanların herhangi bir işyerinde çalışamayacakolması

* Ayırt ediciliği son derece yüksek bir ölçme

değerlendirme sistemi getirecek olması* Meslek lisesi mezunlarına verilen sertifika veya

diplomaların tüm Avrupa ülkelerinde geçerli olması* Piyasa ihtiyaçları doğrultusunda eleman

yetiştirmeye açık olması* Tüm meslek liselerini meslek lisesi ve teknik lise

olarak ayırıp; çırak, kalfa, usta, tekniker, teknisyen,uzman mühendis kavramların net bir şekildebelirlenmesi.

İşte KOÇ’un memleketle ve meslek liseleri ile olanmeselesi de bu MEGEP projesinin hedeflerinden çokuzak değil. KOÇ, sermaye gruplarının vasıflı işgücübulamamalarından yakınıyor. Ve aslında “kendi işçinikendin yarat” kampanyasına başlamış oluyor! Hem denasıl bir işçi! Daha gençken alıp, yetiştirdiğin, burslarverip baştan kendine bağladığın, sınıf bilincinigeliştirme imkanlarını “bursunu keserim” tehditleri ilebaştan engellediğin, yani henüz daha “yaşken” alıp,bütün hayat damarlarını budayıp, sömürü ve talankoşullarına dayanıklı, verimliliği, üretimi artıracak birbiçimde programladığın “genç” işçi! İşte KOÇ’unmeslek lisesi meselesi ve işte KOÇ’un istediği işçitipolojisi!

Ancak Mustafa Koç’un konuşmasında çok önemlibir belirleme var. Üzerinden atlamamak, Mustafa Koçgibi azılı bir sınıf düşmanının bile saklayamadığıkorkusunu ifade eden cümlenin hakkını vermekgerekiyor: “… genç nüfusun iyi yönlendirilmesi,nitelikli işgücüne dönüşebilmesi gerekiyor. Aksitakdirde bu avantaj, kolaylıkla bir dezavantajadönebilir…” Avantajın dezavantaja dönüşmesidedikleri işte, gençlik kesimlerinin sömürü ve talankoşulları karşısında taşıdıkları mücadele dinamiğidir.Bunu onlar da biliyor ve korkuyorlar! Artık bizim dekendi gücümüze güvenmemiz ve geleceğimize sahipçıkmamız gerekiyor!

Sonuç olarak

Meslek Liseleri hâlihazırda ucuz emeksömürüsünün yoğun olarak sürdüğü, bu okullardaokuyan öğrenci gençliğin, ağır sömürü çarkları altındaezildiği ve geleceksizlik gerçeğinin yalın bir biçimdegörüldüğü alanlardır. Sermaye iktidarının bugün bualanlara gözünü dikmiş olmasının arka planında isetemelde meslek liselerinin halen piyasanın ihtiyaçlarıile dört dörtlük bütünleşen bir formda eğitim vermiyoroluşu yatmaktadır. Bu ne demektir? Örneğinsektörlerdeki ihtiyaçlar ölçüsünde mesleki eğitimkurumu açılmalı, bu ihtiyaçlar çerçevesinde kontenjanverilmelidir. Zira sermaye gruplarının temel ihtiyacıvasıflı işgücüdür. Bugün vasıflı işgücü yetersizliğiüretimde maliyeti yükseltmektedir. Bunun kendisi demeslek liselerinde “kalifiye işgücü üretimini” dahaseri bir biçimde sürdürmeyi zorunlu kılmaktadır. İştebu yüzden KOÇ şirketler grubu, kendi saltanatlarınınsürekliliği açısından meslek liselerini memleketmeselesi ilan etmişlerdir. Yakın zamanda başkasermaye grupları da çıkıp “KOÇ’un kampanyasınıdestekliyoruz. Biz de şu kadar çocuğa burs veriyoruz”derlerse şaşırtıcı olmayacaktır. Çünkü, kendi işçisinibelirlemek, küçüklükten yetiştirmek, minnetduymasını sağlamak, başkaldırının önünü kesmek,sınıf düşmanları için anlamlı bir imkan olarakgörülmektedir.

(Liselilerin Sesi’nin Aralık 2006 tarihli 12.sayısından alınmıştır...)

Liselilerin Sesi’nden...12 ★ K›z›l Bayrak Sayı:2006/51 ★ 29 Aralık 2006

Meslek liseleri neden burjuvazi için“memleket meselesi”?

Düzen içi çatlak... K›z›l Bayrak ★ 13Sayı:2006/51 ★ 29 Aralık 2006

Bazı stratejik “koltuklara” atamada son onaynoktası olmanın dışında fazla bir önemi olmayancumhurbaşkanlığı ve seçimi bir iktidar savaşınadönüştüğü için ilgi ile izlenmekte, derin analizleryapılmaktadır. Kasımpaşalı Recep’in (YılmazGüney’in aynı adlı filmi ile karıştırılmamalıdır!)aday olup olmayacağı papatya falına döndü.Hatta tuluat oldu. Aslında mesele çok karmaşıkdeğil. Bize göre, bazı olgular ve verilerKasımpaşalı Recep’in cumhurbaşkanlığınaadaylığını besleyecek ya da zayıflatacak.

Başbakanın danışmanlarından işletmeprofesörü Ömer Dinçer, 1990’lı yılların ilkyarısında, İslami kesimin teorisyeni olarak,hükümet olma, iktidar olma, devleti elegeçirmenin aşamalarını ve yollarını bir makaleile açıklamıştı. AKP hükümetinin bugünekadarki icraatlarına bakıldığında, pratiğin debüyük ölçüde teoriye uydurulmaya çalışıldığıgörülmektedir. Bu durumda, elde edilmiş ilkmevzilerden olan hükümet olma durumunukaybetmemek gerekmektedir. Bu nedenle,Kasımpaşalı Recep’in adaylığı AKP’nin 2007seçimlerindeki performansı ile doğrudanilgilidir.

Kasımpaşalı Recep’in AKP’nin başındaolmadığı bir seçimde, AKP’nin seçimi kazanıp,yine tek başına hükümet olacağına, Mayıs ayındainanılırsa, Kasımpaşalı’nın cumhurbaşkanlığınaadaylığını koymaması için fazla bir nedenyoktur. Zira, “Dimyata pirince giderken evdekibulgurdan olma” riski, ana mevzi olan hükümetolmaya son verecek olan bir seçim kaybı,teorinin uygulanmaması, pratikte elde edilmişmevzilerin kaybı anlamına gelir. Etkisiz bircumhurbaşkanlığı yerine, önemli olan hükümetetme durumu benimsenecektir. Bu daKasımpaşalı Recep’siz AKP’nin seçimperformansına bağlı bulunmaktadır.

AKP’nin hem cumhurbaşkanlığını elde etme,hem de seçimleri kazanmasına dayalı biradaylığa “muhalefetten” gelecek tepki vetoplumsal gerilime bağlı olarak yeni senaryolardevreye girebilir. Böylesi bir durumdaKasımpaşalı Recep’in kuklası olan, renksiz,liberal, isim olarak gerilim yaratmayacak biricumhurbaşkanlığına aday yapılabilir. Böylece,teori ile pratik örtüşmüş olur.

Ancak, hırsı aklından önden giden veöfkesini kontrol edemeyen Kasımpaşalı Recep’ininatla cumhurbaşkanlığına oturma isteğiyukarıdaki senaryolara ters, kişisel bir tutumolarak da karşımıza çıkabilir.

Papatya falının netleşmesi biraz da“muhalefet”in yaklaşan seçimlere yönelikperformansına bağlı bulunmaktadır. KasımpaşalıRecep’in olmadığı bir seçim sürecinde AKP’yimuhalefete düşürebilecek bir ortam, düşünceyaratmaları halinde, cumhurbaşkanlığı içinKasımpaşalı’dan başka birinin adaylığınızorlayabilirler. Bu da bir parça bürokrasinin elegeçirilmeye çalışılan koltuklarında oturanlarınince taktiklerine bağlı olarak da yeni boyutlarkazanabilir.

100 puanlık meyhane sorusuna bizimyanıtımız bu. Kaç puan aldığımızı ise Mayısayında öğreneceğiz.

100 puanl›k meyhane sorusu:

“Ne olacak bu cumhurbaflkanl›¤› seçimi?”Yüksel Akkaya

Trakya Sanayi grevisürüyor...

Kocaeli Uzunçiftlik Beldesi’nden kurulu bulunanTrakya Sanayi AŞ’de 10 Kasım’da TİS görüşmelerininanlaşmazlıkla sonuçlanması üzerine başlayan grev 46.gününe girdi.

Hayyamoğlu Şirketler Grubu’na bağlı TrakyaSanayi AŞ ile Birleşik Metal-İş Sendikası arasındayapılan TİS görüşmelerinde, Trakya Sanayi patronunsıfır zam dayatması üzerine 130 işçi greve çıkmıştı.40’lı günleri aşan grevde, Trakya Sanayi patronununönceki gün, 15 personelin iş akitlerini feshetmesisonucu patron ile sendika arasındaki diyalog tamamenkoptu. Geçen hafta içinde Trakya Sanayi patronusendikaya görüşme çağrısı yaptı. Ancak toplantıdanda bir sonuç çıkmadı.

Yapılan görüşmede Trakya Sanayi yöneticileri,sendika yönetimine iki yıl için sıfır zam önerisindebulundu ve bakır ünitesinin kapatılarak 65 işçininişine son verileceğini açıkladı. Bu teklif karşısındamasadan kalkan ve teklifin kabul edilemeyeceğinisöyleyen sendika yöneticileri görüşmeden çekildiler.15 personelin çıkışlarını veren ve tazminatlarınıödemeyen Trakya Sanayi patronu, işten çıkarılanpersonel ile yılbaşından sonra görüşeceğini bildirdi.

Diğer yandan işten çıkarılan personelin patronuntalimatıyla fabrika güvenliği tarafından üstaramasından geçirilmeleri tepki topladı. TrakyaSanayi grevi 40 günü aşkın süredir devam etmesinerağmen bir grev havasından oldukça uzak ve kendi

içine hapsolmuş durumda. TİS görüşmelerinde BMİS,mevcut giydirilmiş 800 YTL olan ortalama ücretlerinilk 6 ay %13 oranında arttılması, diğer 6 aylıkdilimler için de enflasyon oranında zam talebindebulunulmuştu. Sosyal haklarda da %20 oranında artışistenmişti.

Kızıl Bayrak/Kocaeli

Asil Çelik işçileri eylemde...Bursa Orhangazi’de kurulu Asil Çelik ile Birleşik

Metal-İş Sendikası arasında yapılan toplusözleşmegörüşmelerinin anlaşmazlıkla sonuçlanması üzerine,Asil Çelik işçileri eylemlere başladı.

BMİS tarafından yapılan açıklamada, işçilerin 20Aralık gününden itibaren 08.00-16.00 vardiyasındaotobüslerinden inerek fabrikaya kadar yürüdükleri vemesaiye kalmama eylemi gerçekleştirdikleri bildirildi.

BMİS ücretlere %20 zam isterken, Asil Çelikpatronu ilk görüşmelerde yaptığı %6 zam teklifini %8çıkarmıştı. İşçilerin 26 Aralık günü yapılacakgörüşmelere kadar eylemlerine devam edecekleribildirildi. İki yıl önce de toplusözleşmegörüşmelerinde anlaşmazlık yaşanması sonucu AsilÇelik işçileri greve çıkmış, daha sonra varılananlaşmayla grev sona ermişti.

Kızıl Bayrak/Bursa

Beko’da işçi kıyımı!Beylikdüzü’nde kurulu Beko Fabrikası’nda 2 gün

içerisinde 600 işçi işten atılarak kapı önüne konuldu.22 Aralık günü 16.00-24.00 vardiyasından 200

işçiyi kapı önüne koyan Beko patronu, işten atmasaldırısına 24.00-08.00 vardiyasına gelen işçilerinden200’nü daha işten atarak devam etti. Beko patronuson olarak, 08.00-16.00 vardiyasından 200 işçiyi dahaişten atarak, toplam 600 işçinin işine son verdi.

İşten atmalara karşı fabrikada örgütlü bulunanTürk-Metal Sendikası her zamanki ihanetçi-işbirlikçikimliğiyle sessiz kaldı. Beko’dan yaklaşık bir ay öncede 500 kadar işçi işten atılmıştı. İşçilerin örgütlüolmasını hazmedemeyen asalak Beko patronu, hergeçen gün daha fazla işçilerin örgütlülüğünesaldırmakta ve bunu yaparken de en büyük desteğifabrikada örgütlü bulunan ve ihanetçi kimliğiyle ünsalmış Türk-Metal Sendikası’ndan almaktadır.

Kızıl Bayrak/Esenyurt

İşçi hareketinden...

19 Aralık eylemleri...14 ★ K›z›l Bayrak Sayı:2006/51 ★ 29 Aralık 2006

19 Aralık eylemlerinden...

Sincan F Tipi Cezaevi önündeeylem

22 Aralık günü Ankara Tabipler Odası, Alınteri,BDSP, ÇHD Ankara Şubesi, DHP, Devrimci Hareket,EHP, EKD, ESP, HKP, İHD Ankara Şubesi, Kaldıraç,Odak, Partizan ve 78’liler Derneği tarafından Sincan FTipi Cezaevi önünde bir basın açıklamasıgerçekleştirildi.

Açıklamada, 19 Aralık katliamına ve tecritsaldırısına değinildi, tecride son verilmesi talep edildi.Eylemde “Yaşasın 19 Aralık direnişimiz!”, “Devrimcitutsaklar onurumuzdur!”, “Tecriti kaldırın, ölümleridurdurun!”, “Devrimci irade teslim alınamaz!”,“Yaşasın devrimci dayanışma!” sloganlar atıldı.Eyleme 30 kişi katıldı.

Kızıl Bayrak/Ankara

Boğaziçi Üniversitesi’nde 19Aralık protestosu

Boğaziçi Üniversitesi’nde, 19 Aralık katliamınınyıldönümünde, tecriti okul gündemine taşımak içinçeşitli etkinlikler düzenlendi.

20 Aralık günü orta kantinde bir panelgerçekleştirildi. TAYAD’dan Naime Kara, TUYAB’danMeriç Solmaz ve Avukat Ömer Kavili’nin katıldığıpanelde, F tipi cezaevleri ve tecrit uygulamaları,tecrite karşı mücadelenin önemi üzerine konuşmalaryapıldı. Panele 30 kişi katıldı.

21 Aralık günü Güney Meydan’dan KuzeyKampüs’e yürüyüş düzenlendi. Eylemde “F TipiZindan-Üniversite-Yaşam İstemiyoruz!” yazılıpankartının taşındı. Kuzey Kampüs girişinde basınaçıklaması okundu. Yaklaşık 100 kişinin katıldığıeylemde “İçerde, dışarda hücreleri parçala!”, “F-tipiüniversite istemiyoruz!”, “İnfaz, korku, işkence işteTMY!”, “Devrimci tutsaklar onurumuzdur!”, “BehiçAşçı yalnız değildir!” sloganları atıldı. Eyleminardından Behiç Aşçı ziyaret edildi.

Boğaziçi Üniversitesi Ekim Gençliği

Mamak’ta 19 Aralık direnişiselamlandı

19 Aralık direnişi 23 Aralık günü Mamak’tayapılan meşaleli yürüyüşle selamlandı. BDSP, ESP,Partizan ve PSAKD Mamak Şubesi’nin örgütlediğieyleme Mamak Halkevleri destek verdi. TuzluçayırAbidin Aktaş Caddesi’nde başlayan yürüyüşte“Yaşasın 19 Aralık direnişimiz!”, “Devrim şehitleriölümsüzdür!”, “Anaların öfkesi katilleri boğacak!”,

“Katil devlet hesap verecek!”, “Yaşasın devrimcidayanışma!” sloganları atıldı. Eylem Tuzluçayır yolağzında yapılan basın açıklamasıyla devam etti.

Açıklamanın ardından meşaleler yakılarak tekraryürüyüşe geçildi. Tuzluçayır’ın ara sokaklarındadevam eden meşaleli yürüyüş eylemin başladığı yeregelindiğinde yapılan konuşma ile sona erdi. Eylemeyaklaşık 50 kişi katıldı.

Mamak/BDSP

Trabzon’da 19 Aralık anmasıTrabzon’da 24 Aralık günü Atatürk Meydan

Parkı’nda, 19 Aralık katliamını lanetlemek ve Ftiplerinde devam eden tecrit işkencesini protesto etmekiçin bir basın açıklaması gerçekleştirildi. “İçerde,dışarda hücreleri parçala!” pankartının açıldığıeylemde “Tecriti kaldırın, ölümleri durdurun!”,

“Soruşturmalar, gözaltılar, baskılar bizi yıldıramaz!”,“İçerde, dışarda hücreleri parçala!” sloganları atıldı. 45kişinin katıldığı eylemi Ekim Gençliği, HÖC, DPG,YDG, ÖEP birlikte örgütledi, Halkevi ve SDP destekverdi.

Trabzon Ekim Gençliği

HÖC’ten meşaleli yürüyüşİzmir HÖC temsilciliği 19-22 Aralık katliamını

lanetlemek amacıyla 20 Aralık günü Buca Tansaşönünden başlayan ve Forbes’e kadar süren bir yürüyüşgerçekleştirdi. Yürüyüş boyunca “Tecriti kaldırınölümleri durdurun!” , “Yaşasın onurlu direnişimiz!” ,“Yaşasın halkın adaleti!” sloganları atıldı. Yürüyüşünardından Forbes’te basın açıklaması okundu. Eylemçekilen halaylarla bitirildi.

İzmir/Kızıl Bayrak

Berlin’de 19 Aralık anmasıBerlin’den Kızıl Bayrak, Atılım, Proleter Devrimci Duruş ve Devrimci Demokrasi okurları olarak, 23

Aralık günü, 19 Aralık katliamını ortak bir etkinlikle lanetledik.Etkinliğimiz dünyada ve Türkiye’de devrim ve sosyalizm yolunda şehit düşen tüm devrimciler anısına bir

dakikalık saygı duruşuyla başladı.Saygı duruşunun ardından kısa bir sinevizyon gösterimi sunuldu. Sinevizyon, ‘60’lı yılların devrimci kitle

mücadeleleri içinde gençlik hareketinin militanları olarak yerlerini alan, düzene karşı devrimci başkaldırınıntemsilcileri olan, inandıkları dava uğruna ölümü tereddütsüzce göğüsleyen, ‘71 devrimci yükselişininönderleri Deniz Gezmiş, İbrahim Kaypakkaya ve Mahir Çayan’ın bizlere bıraktığı direniş geleneği ve bugeleneğin ‘80’li, 90’lı yıllarda direnişlerde bayraklaştıran öncüleri anlatılıyordu.

Günün anlam ve önemine ilişkin ortak metnin okunmasının ardından Berlin İşçi ve Gençlik KültürMerkezi şiir grubu bir şiir dinletisi sundu. Ardından 19 Aralık katliamı ve direnişini belgeselleştiren bir filmseyredildi.

Daha sonra etkinliğe katılan arkadaşlar söz alarak 19 Aralık katliamına ilişkin konuşmalar yaptılar.Etkinliğe yaklaşık 50 kişi katıldı.

Kızıl Bayrak/Berlin

Duisburg’da 19 Aralık anması19 Aralık katlıamı bu yıl yurtdışında da çeşitli etkinliklerle anıldı.Almanya NRW’de 19 Aralık anmasının, 25 Aralık günü yapılacak olan “Emperyalist saldırganlık,

Türkiye’de devlet terörü ve birleşik devrimci mücadele” sempozyumu ile birlikte gerçekleştirilmesikararlaştırılmıştı.

Etkinlik 19 Aralık anması ile başladı. Anma programı, divandaki arkadaşların yaptığı kısa bir açıklamaylabaşladı. Ardından başta 19 Aralık katliamında yaşamını yitiren devrimciler olmak üzere, devrim vesosyalizm yolunda şehit düşen tüm devrimcilerin anısına bir dakikalık saygı duruşu yapıldı. Bir arkadaşAGİF, ADHF, BİR-KAR, ATİF ve Yaşanacak Dünya Gazetesi imzalı, 19 Aralık’a ilişkin ortak açıklamayıokudu.

Günün anlam ve önemine ilişkin şiirlerin okuması ile devam eden program, 19 Aralık katliamı konulusinevizyon gösterimiyle sona erdi. Sinevizyonun sonunda, “‘Devrim şehitleri ölümsüzdür!”, “Yaşasın 19Aralık direnişimiz!” sloganları atıldı.

Bir-Kar/Almanya

AAAAnnnnkkkkaaaarrrraaaa SSSSiiiinnnnccccaaaannnn AAAAnnnnkkkkaaaarrrraaaa MMMMaaaammmmaaaakkkk

EKSEN YAYINCILIK

Yayınlarımız

Katliamların sorumlusu sermaye devleti! K›z›l Bayrak ★ 15Sayı:2006/51 ★ 29 Aralık 2006

PSA: “Maraş’ı unutmadık,unutturmayacağız!”

Pir Sultan Abdal Derneği Marmara Şubeleri,Maraş katimının yıldönümü vesilesiyle 24 Aralıkgünü Galatasaray Postanesi önünde bir basınaçıklaması yaptı. Eylemde “Pir Sultan Abdal KültürDerneği Marmara Şubeleri” pankartı açıldı.“Maraş, Çorum, Sivas, Gazi ve cezaevlerikatliamlarını unutma, unutturma!”, “19 Aralıkcezaevi katliamının sorumluları yargılansın!”,“Diyanet kaldırılsın, zorunlu din dersine son,cemevleri yasalaşsın, bağımsızlık, demokrasi,özgürlük!”, “Dün Maraş’ta bugün Sivas’ta çözümfaşizme karşı savaşta!”, “F tipi cezaeviuygulamasına hayır!” yazılı dövizleri taşındı ve sıksık “Çekmeceler boşalsın hesap sorulsun!”, “DünSivas’ta bugün Maraş’ta, çözüm faşizme karşısavaşta!”, “Maraş’ı unutmadık, unutturmayacağız!”sloganları atıldı.

Ali Rıza Telek’in konuşmasının ardından PirSultan Abdal Derneği MYK üyesi Erdal Demirhanbasın metnini okudu. Demirhan, Maraş katliamınınönceden planlandığını vurguladı. Katliamın sürdüğü 4gün boyunca tek tek işyeri ve evlerin işaretlendiğini,yakılıp yıkıldığını, talan edildiğini, Alevi, devrimci veyurtseverlerin kadın, erkek, çoluk, çocuk denilmedenvurularak, yakılarak, kesilerek katledildiğini ifade etti.Konuşma Maraş katliamının faillerinin açıklanması vetüm sorumluların yargılanması talebiyle sonlandırıldı.

Kızıl Bayrak/İstanbul

Adana’da Maraş katliamıprotestosu

24 Aralık günü, Maraş katliamını protesto etmek

amacıyla Adana’da bir basın açıklamasıgerçekleştirildi. Alevi Bektaşi Federasyonları AdanaBileşenleri, HBV Kültür Derneği, HBV Vakfı, PirSultan Abdal Derneği, Tunceliler Derneği adınayapılan açıklamada, “Katliamların bir daha hiçbirşekilde yaşanmaması için, toplumun hiçbir kesimininkatliama uğramaması için, herkesi katliamlara karşıduruşa davet ediyor, katliamları unutmamakgerektiğini bir daha kamuoyunun bilgisine sunarak,

duyarlılığa davet ediyoruz” denildi. Açıklamayayaklaşık 50 kişi katıldı.

Kızıl Bayrak/Adana

Ankara’da Maraş katliamlanetlendi

Darbe Karşıtı Platform 24 Aralık günü Maraşkatliamıyla ilgili basın açıklaması gerçekleştirdi.Açıklamada şunlar söylendi: “Bugün içerisine sıkışıpkaldığımız 12 Eylül Darbe Düzeni o günkü planlarınbir eseridir ve sistemli katliamlarına hiç aravermeksizin devam etmektedir. 1992’deki Madımakkatliamı, Susurluk, 19 Aralık cezaevi operasyonları,Şemdinli provokasyonu gibi sayısız olay, provokasyonve katliam hep örgütlü planlı bir eylemidir...” Gimsaönüne yürüyen kitle Maraş katliamıyla ilgilihazırlamış olduğu bir dizi soruyu yanıtlanması içinbaşbakanlığa postaladı. Eylemde “Susma sustukça sırasana gelecek!”, “Gün gelecek, devran dönecek,darbeciler halka hesap verecek!”, “Dün Maraş’ta,bugün Sivas’ta, çözüm faşizme karşı savaşta!”sloganları atıldı. Eyleme yaklaşık 50 kişi katıldı.

Kızıl Bayrak/Ankara

Ayışığı Kültür Merkezi’nde etkinlik

Gazi Ayışığı Kültür Merkezi 24 Aralık günü “Zindan türkü söylüyor” etkinliği gerçekleştirdi. 19 Aralıkkatliamını ve direnişini işleyen etkinlik saat 19:00’da Cem Düğün Salonu’nda başladı. Ferhat Tunç, NurettinGüleç, Tuncay Çakan, Grup Emeğe Ezgi ve Ruhan Mavruk’un yeraldığı programda ölüm orucunda şehitdüşen Sibel Bozdağ’ın annesi ile 19 Aralık direnişinde cezaevinde kolunu kaybeden Vefa Sirmen katliamıve direnişi anlatan konuşmalar yaptılar. Etkinlikte Mücadele Birliği gazetesi ve Mücadele Birliği Platformuadına da birer konuşma yapıldı. Etkinliğe yaklaşık 500 kişi katıldı.

Kızıl Bayrak/GOP

Marafl katliam› lanetlendi!

Açlık ve yoksulluğun olm16 ★ K›z›l Bayrak ★ Sayı:2006/51 ★ 29 Aralık 2006

Ekonomiyle ilgili konular son günlerde gündeminüst sıralarını işgal ediyor. Bütçe, asgari ücret, cari açık,yılbaşından itibaren yürürlüğe girecek vergi ve fiyatartışları gibi konularla ilgili haberler gazete vetelevizyonlardan bir gün dahi eksik olmuyor.

Bunlarla da bağlantılı olarak (ve aslındakaçınılmaz bir biçimde) son günlerde ülkedeki gelirdağılımının ve yaşanan yoksulluğun boyutlarının datartışmaya açıldığı gözleniyor.

Gelir dağılımı ve yoksulluk konusunun gündemdeöne çıkmasının elbette güçlü bir maddi dayanağı var.Çünkü açlık ve yoksulluk, bu ülkenin işçi veemekçilerinin yaşamında her gün biraz dahayaygınlaşan ve ağırlaşan temel önemde bir sorundurumunda. Fakat buna rağmen söz konusu tartışmayıbaşlatan ve yürütenler asıl olarak bu sorunu iliklerindehissedenler değil. Tam tersine bu konuyu bugüntartışmaya açan ve ilk sözü söyleyenler sermayesınıfının sözcüleri ve hizmetkarları oldu.

Konuyu yüksek sesle ilk olarak Maliye BakanıKemal Unakıtan meclisteki bütçe tartışmaları sırasındagündeme taşıdı. Türkiye İstatistik Kurumu’nun o güniçin henüz kamuoyuna açıklanmamış olan 2005Hanehalkı Bütçe Anketi’nin sonuçlarını kendinedayanak yapan Kemal Unakıtan, kendi hükümetleridöneminde Türkiye’de yoksulluğun azalmayabaşladığını, en alt gelir grubunda yer alanlarıngelirlerinin artmaya, en üst gelir grubunda yer alansermaye kesiminin gelirlerinin ise azalmayabaşladığını övünerek ifade etti.

Kemal Unakıtan’ın sözlerinin anlamı gayet açıktı.Bugüne kadar ortaya koyduğu icraatlarla işçi veemekçi düşmanı olduğunu hiçbir şüpheye yerbırakmayacak ölçüde ve defalarca kanıtlayan AKPhükümeti, yaklaşan seçimler nedeniyle yalanlarabaşvurarak emekçilere mavi boncuk dağıtmayaçalışıyordu. Sözlerine pek inanan olmasa da KemalUnakıtan’ın sözleri dikkatlerin bahsi geçenaraştırmaya yönelmesini sağladı. Zaten bir süre sonrada Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) dahayayınlanmadan meşhur olan bu çalışmanın sonuçlarınıilan etti.

TÜİK’in 2005 Hanehalkı Bütçe Anketi

Öncelikle bu çalışmanın sonuçlarına kısacadeğinmekte fayda var. TÜİK’in yayınladığıaçıklamaya göre 2005 yılında Türkiye’deki hanelerintoplam kullanılabilir geliri 255 milyar 639.7 milyonYTL olarak hesaplanmış. Bu gelirin 5 milyar 589milyon YTL’sini en yoksul kesim olarak tanımlananbirinci yüzde 10’luk dilim almış. En zengin yüzde10’luk dilimin aldığı pay ise 73 milyar 242.4 milyonYTL olarak hesaplanmış. Bu rakamları bir önceki yılınbenzer çalışmalarında ortaya çıkan rakamlarlakarşılaştıran TÜİK, en yoksul kesimin payının yüzde2.25’ten yüzde 2.19’a gerilediğini, en zengin yüzde10’luk kesimin payının ise yüzde 30.89’dan yüzde28.65’e gerilediğini hesaplamış. Kısacası “enzengin”ler ile “en yoksul”ların gelirleri azalırkenbunların arasında kalan diğer kesimlerin gelirlerindenispi bir yükselme gözlenmiş.

Aynı hesaplamalar yüzde 20’lik dilimler üzerindenyapıldığında ise sonuçlar “en yoksul” yüzde 20’ningelirlerinin 10’luk hafifçe arttığını gösteriyor. Kemal

Unakıtan’da açıkgözlülük yaparak açıklamasında buayrıntıdan faydalanıyor ve kendi iktidarları dönemindeyoksulluğun azaldığını iddia ediyor.

Kemal Unakıtan’ın bu iddiası yalan ve çarpıtmayadayanıyor. Aynı şekilde TÜİK’in araştırma sonuçlarıda gerçeklerin ve rakamların tersyüz edilmiş halindenbaşka bir şey değil. Buna rağmen söz konusuaraştırmada ülkede yaşanan yoksulluğun, geliradaletsizliğinin boyutlarını ortaya seren kimi unsurlarda mevcut. Nitekim, araştırma sonuçlarıyayınlandıktan sonra basında bu konuyla ilgili olarak

yayınlanan yazılarda bu gerçekler yer yer tümçarpıcılığıyla ortaya da konulmuş bulunuyor. ÖrneğinANKA Ajansı’nın söz konusu TÜİK araştırmasınadayanarak hazırladığı ve hemen bütün yayınorganlarında yer alan haberde “en zengin yüzde 10’lukkesimle en yoksul yüzde 10’luk kesim arasında 13katlık bir fark bulunduğu” özellikle vurgulanıyor. YaniTÜİK gibi gerçekleri tersyüz etmede hayli deneyimsahibi bir kuruluşun bile gelir dağılımındaki çarpıklığıgizleyemediği anlaşılıyor.

Açlığın ve yoksulluğun olmadığı bir dünya için

Devrimci s›n›f mücad

Diyarbakır’daki 15 bin 585 nüfuslu iki mahalle, 2 bin421 hanede çıkarılan yoksulluk haritası, kentte resmirakamları aşan bir yoksulluğun yaşandığını ortayakoydu.

Sarmaşık Yoksullukla Mücadele ve SürdürülebilirKalkınma Derneği ve Yerel Gündem 21’in yürüttüğüaraştırma, inceleme yapılan ve ortalama 6,4 kişilikhanelere giren paranın 273 YTL olduğunu belirledi.Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) rakamlarına göredört kişilik ailenin açlık sınırını 567 YTL.

2 bin 421 hanenin 447’sinde engelli bulunuyor; yeşilkarta ulaşamayanların oranıysa yüzde 14.

Sarmaşık Derneği Proje Koordinatörü Barış Dikilitaş,Fatihpaşa’da bin 301, Gürdoğan’da bin 120 olmak üzeretoplam 2421 hanede inceleme yaptıklarını açıkladı.

Göç sebebi: Çatışmalı ortam Çalışmaya göre, Fatihpaşa’da 1301 hanede 7 bin 627

kişi yaşıyor; hane başına düşen kişi sayısı 5,8.Mahalledeki en kalabalık aile 24 kişiden oluşuyor.Gürdoğan’da ise, bin 120 hanede 7 bin 958 kişi yaşıyorve hane başına düşen nüfus 7,1.

Fatihpaşa’da 184, Gürdoğan’da 108 aile, tek odalıevlerde yaşıyor. Fatihpaşa’da yaşayanların yüzde 52’si hiçgöç etmediğini belirtirken, 1990-1999 arasında göç

edenlerin oranı yüzde 29,8.Gürdoğan Mahallesi’ndeyse hiç göç etmeyenlerin

oranı yüzde 5,5; 1990-1999 yılları arasında göçedenlerin oranı yüzde 72.

“Temel göç sebebiniz nedir” sorusunaFatihpaşa’dakilerin yüzde 49,1’i “çatışmalı ortam”,yüzde 31,6’sı “ekonomik sebepler” diye yanıt veriyor.Gürdoğan’da çatışmalı ortam nedeniyle göç ettiğinibelirtenlerin oranı yüzde 67.6; yüzde 19,8’lik kesimgeçim sıkıntısı nedeniyle göç ettiğini açıklıyor.

Göç durumu düzeltmiyorGöç ettikten sonra durumlarının düzelip düzelmediği

sorusu üzerine Fatihpaşa’dakilerin yüzde 59,4’ü göçetmeden önce durumlarının daha iyi olduğunu, yüzde27,2’si ise “daha kötü” yanıtını verdi. Yüzde 26,4’ü isedeğişen bir şey olmadığını ifade etti.

Gürdoğan’da göç etmeden önceki durumunun dahaiyi olduğunu söyleyenlerin oranı yüzde 65. Durumlarınındaha kötü olduğunu belirtenlerin oranı yüzde 10,8;yüzde 19,2’si ise değişen bir şey olmadığını ifade etti.

“Hane reislerinin iş durumu” sorusunaFatihpaşa’dakilerin yüzde 23,9’u “işsiz”, yüzde 32,2’si“vasıfsız işçi” yanıtını verirken, Gürdoğan’da kendini“mevsimlik vasıfsız işçi” olarak tanımlayanların oranı

Diyarbakır’da yoksulluk

lmadığı bir dünya için... Sayı:2006/51 ★ 29 Aralık 2006 ★ K›z›l Bayrak ★ 17

TÜİK’in rakamları inandırıcı değil

Kızıl Bayrak’ın geçen haftaki sayısında KemalUnakıtan’ın açıklamasındaki çarpıtmaya ilişkin şunlarsöylenmişti: “Rakamların çarpıklığının nedeni isesermaye sınıfının elde ettiği gelirin daha büyük birkısmının kayıtdışına çıkmış olmasıdır. Sermaye sınıfı,kendine tanınan imkanlar sayesinde mali işlemlerininçok büyük bir kısmını kayıtdışı olarak yürütmektedir.Patronlar vergi kaçırmak için gelirlerinin sadece birkısmını kayıtlı hale getirmektedir. İşçi ve emekçileriçin ise böyle bir şey söz konusu dahi değildir. Hervergi beyanı döneminde gazetelerde görmeyealıştığımız ‘işçisinden az kazanan patronlar’şeklindeki haberler bunun ifadesidir. DolayısıylaMaliye Bakanı’nın iftiharla söylediği ‘gelirdağılımında açık bir iyileşme var’ sözlerini, sermayegelirlerinin daha büyük bir kısmının kayıtdışınakaçtığı biçiminde yorumlamak gerekmektedir.”

İktisatçı Mustafa Sönmez de bianet’te yayınlananbir yazısında aynı anlama gelen şeyler söylüyor. TÜİKrakamlarına güvenilemeyeceğini, çünkü gelirdağılımını saptamada sağlıksız yöntemler kullandığınıifade ediyor. Mustafa Sönmez yazısının devamındaşunları belirtiyor:

“Gelir dağılım araştırmalarında veri, beyanla eldeediliyor. Yani seçilen örneklemden hanelere gidilerekgelirleri soruluyor ve onlar neyi ifade ediyorlarsa, odoğru kabul edilip, gelirin 20’lik, 10’luk, 5’lik gruplararasında nasıl dağıldığı, kamuoyuna bölüşüm portresiolarak sunuluyor.

Oysa, beyanla gelir verisi toplamak, başkaverilerle çaprazlama test edilmedikçe yanıltıcıdır.Nitekim, 2005 için bölüşüldü denilen gelir 255 milyarYTL iken, 2005 milli gelirinde bölüşülen gelir 409

milyar YTL. Yani arada 154 milyar fark var. Başka birifadeyle, paylaşılmış gelirde 154 milyar YTL, eksikbeyan edilmiş. Bu, bölüşüldüğü iddia edilen gelirinyüzde 60 üzerinde bir gelirdir.

Eksik beyanda bulunanlar daha çok yüksek gelirgrupları olduğu için, buradan kaynaklanan sorun da,bu kesimin gelirlerinin eksik hesaplanması sonucunudoğurması.

Bu nedenle, bu yöntemle yapılan gelir dağılımıaraştırmaları, gerçeği anlamamızı imkansız kılıyor.”

Sermayenin gizlemeye çalıştığıgerçekler neler?

Gerçekleri görmek isteyen TÜİK’in ısmarlamaaraştırmalarına veya Maliye Bakanı’nın yalanlarınadeğil, daha birkaç gün önce belirlenip açıklanan asgariücrete bakmalıdır. Milyonlarca kişinin asgari ücretdüzeyinde gelire sahip olduğu bu ülkede, sermayenindenetimindeki tespit komisyonu sermayenin çıkarlarıöyle gerektirdiği için tüm bilimsel verileri teperek2007 yılının ilk yarısında geçerli olacak asgari ücreti403 YTL olarak belirlemiştir. Dört kişilik bir ailenininsanca yaşayabilmesi için en az 1500 YTL gelireihtiyaç duyduğu bir ülkede, milyonlarca işçininücretinin 403 bin YTL olması, yoksulluk ve sefaletinne boyutta olduğunu bütün açıklığıyla gözler önünesermektedir.

Gerçekleri görmek isteyen, işçi ve emekçilerinzorunlu harcamalarının son dört yılda ne ölçüdearttığına bakmalıdır. Maliye Bakanı Kemal Unakıtan,aynı meclis çatısı altında muhalefet milletvekillerinin“2003-2006 döneminde kira, doğalgaz, benzin,öğrenci servis ücretleri, toplu taşıma ve dershaneücretlerine ne kadar zam yapıldı” şeklindeki sorun

önergesine verdiği yanıt aynı zamanda “yoksullukazaldı” açıklamasının bir yalandan ibaret olduğununitirafıdır.

Buna göre AKP iktidarı döneminde ev kiralarıyüzde 116, doğalgaz fiyatları yüzde 47.4, benzinfiyatları yüzde 60.9, belediye otobüs ücretleri iseyüzde 86.2 artmıştır. Bir asgari ücretlinin maaşınınbüyük bölümünün ev kirasına gittiğini düşünecekolursak, kiraların son dört yılda yüzde 116 artmasınınmilyonlarca ailenin yaşamında yol açtığıyoksullaşmayı tahmin etmenin bir güçlüğü yoktur.

Ve gerçekleri görmek isteyen yüzünü Diyarbakır’açevirmeli, bir kalkınma derneği ile yayın organınınortaklaşa yaptıkları yoksulluk araştırmasını dikkatliceincelemelidir. TÜİK’in araştırmalarından çok dahaciddi ve çok daha gerçekçi olduğu kesin olan buincelemeye göre Diyarbakır’da 6-7 nüfuslu binlerceaile ayda ortalama 273 YTL ile yaşamayaçalışmaktadır. Araştırmanın yapıldığı semtlerdeişsizlik en iyimser rakamlarla dahi yüzde 30’lardüzeyindedir. Ve bu kalabalık nüfuslu ailelerin önemlibir bölümü tek odadan ibaret evlerde yaşam savaşıvermektedir. Gene Diyarbakırlılar’ın ancak yüzde22’si bir sosyal güvenlik kurumunun çatışı altındaykennüfusun yüzde 63’ü sosyal güvence ihtiyacını yeşilkartla çözmeye çalışmaktadır. Nüfusun yaklaşık yüzde15’inin ise yeşil kartı dahi yoktur.

Suçlu sermaye düzenidir!

Bugün Türkiye’de sermaye ile emekçiler arasındakigelir paylaşımı belki de hiç olmadığı kadarbozulmuştur. Yaratılan, üretilen bütün zenginlikleruluslararası tekellerin ve Türkiye’deki burjuva sınıfınınkasalarına akarken, işçi ve emekçiler sefalet içinde biryaşama mahkum edilmişlerdir.

Sermayeye ve onun hizmetkarlarına sorarsanız,kendileri yoksulluk ve gelir adaletsizliğini bir sorunolarak görmekte ve canla başla bu sorunu çözmeyeçalışmaktadırlar. Kemal Unakıtan’ın ortada hiç deböyle bir şey yokken “yoksulluk azaldı” diye zil takıpoynaması bu ikiyüzlülüğün ifadesidir.

Oysa ki yoksulluğu ve gelir adaletsizliğini yaratanda, bundan en soysuz biçimde faydalanan da bizzatsermaye sınıfının kendisidir. Kısmi sonuçlar üretengöstermelik “yoksullukla mücadele” projelerini biryana koyalım, bunun dışında sermayenin iktisadi vesosyal alanda uygulamaya soktuğu tüm temelpolitikalar yoksulluğu arttırmakta ve geliradaletsizliğini körüklemektedir. Bu politikalar zatenbu amaçla gündeme getirilmekte ve kararlılıklauygulanmaktadır. Sermaye sınıfı söz konusuolduğunda en başarılı, en doğru ekonomi politikası enfazla sömürüyü sağlayan, en çok kâr artışına yol açanpolitikadır. Yoksulluk ve gelir adaletsizliği sermayesınıfının sorunu değildir. Dolayısıyla bunları gerçekanlamda çözmek için ne bir niyeti ne de bir politikasıbulunmamaktadır.

Gecelerinde aç yatılmayan, gündüzlerindesömürülmeyen bir dünya düşü işçi sınıfına aittir.Sermayenin köhnemiş egemenliğini, kan emicidüzenini yıkarak bu düşü gerçekleştirecek olan dagene işçi sınıfının kendisidir, onun omuzlarındayükselecek devrimci sınıf mücadelesidir.

delesini yükseltelim!

yüzde 63,3 oldu.

Açlık sınırı altındalar, yeşil kartları yokTürkiye İstatistik Kurumu’nun Kasım 2006

değerlerine göre 4 kişilik bir ailenin açlık sınırı 567,38YTL. Ortalama 5,8 kişilik haneye sahip Fatihpaşa’da birailenin eline geçen para ortalama 272,9 YTL olarakbelirlendi. Fatihpaşa’da hanelerinin net bir gelirininolmadığını belirten ailelerin oranı yüzde 10,5;Gürdoğan’da hiç geliri olmayanların oranı yüzde 4,3.

Gürdoğan’da 200 YTL ve altında gelire sahipolanların oranı yüzde 37.3, 201-400 YTL gelire sahipolanların oranı yüzde 43,4. Gürdoğan’daki hanelerinyüzde 80.7’si, 400 YTL ve altında bir gelirle yaşıyor.

Araştırmanın bir diğer saptaması da, mahallelerdeyaşayanların sosyal güvenceden yoksun olmaları.Fatihpaşa’da Emekli Sandığı, Bağ-Kur ve SSK’lilerinoranı yüzde 22,2; “yoksulluk belgesi” olarak da kabuledilen yeşil kartlıların oranı yüzde 63’ü buluyor. Yeşilkarta da sahip olamayanların oranıysa yüzde 14.3.

Gürdoğan’daysa yine temel sosyal güvenlik kurumuolan Emekli Sandığı, Bağ-Kur ve SSK güvencesindeolanların oranı yüzde 10.1; yeşil kart güvencesindeolanların oranı yüzde 73,4. Gürdoğan’da hiçbirgüvenceye sahip olamayanların oranı ise yüzde 16.

Çocuklar okutulmuyor çalıştırılıyorFatihpaşa Mahallesi’nde görüşülen “hane reisleri”nin

yüzde 38’inin okuma yazması yok; Gürdoğan’da bu oranyüzde 34.

Fatihpaşa’da 285 hanedeki 438, Gürdoğan’da 206hanedeki 296 çocuk okul çağında olmasına karşın okulagönderilmiyor. Her iki mahallede 214 hanede yaşayan289 çocuk çalıştırılıyor.

Fatihpaşa’daki hanelerin yüzde 50,5’inde tedavigerektiren hasta bulunurken, evde bulunan engelli oranıyüzde 18,5. 4 hanede 4, 6 hanede 3, 25 hanede 2, 206hanede 1 olmak üzere toplam 231 hanede 280 engellivar. Gürdoğan’da hanelerin yüzde 34,5’inde tedavigerektiren hasta, 216 hanede engelli bulunuyor.

Talepler iş ve aş Fatihpaşa’da görüşülen “hane reisleri”nin yüzde

54,4’ü birinci ihtiyacının gıda olduğunu söyledi; yüzde3.9’u “sıcak aş” istedi. Ev eşyası talep edenlerin oranı iseyüzde 7,7 oldu. Gürdoğan’daysa görüşülenlerin yüzde21,6’sı gıdayı, yüzde 14,3’ü barınmayı birinci ihtiyaçolarak sıraladı. Gürdoğan’da iş talep edenlerin oranı iseyüzde 28,2.

(Radikal, 27 Aralık 2006)

k resmi rakam tanımıyor

İstanbul İşçi Kurultayı tebliğlerinden...18 ★ K›z›l Bayrak Sayı:2006/51 ★ 29 Aralık 2006

İstanbul İşçi Kurultayı’na sunulan tebliğlerden...

‹flçilerin ve devrimciöncü iflçilerin birli¤i sorunu

Kurultaylar sürecinin başından itibaren “sınıfa karşısınıf ” vurgusunu özel bir tarzda öne çıkarıyoruz. Zirasınıf mücadelesinde etkili bir yer tutabilmenin yolu,burjuvaziye karşı bağımsız sınıfsal bir duruşusergileyebilmekten geçmektedir. İşçi sınıfı böyle birduruşu ancak örgütlü olduğu zaman sergileyebilir.Oysa bugün işçi sınıfının temel sorunu örgütsüzlüktür.Sınıfın hâlihazırdaki tek kitlesel örgütü sendikalardır.Sendikalar ise hem işçilerin yalnızca küçük birbölümünü kapsamaktadır, hem de büyük orandaburjuva bir kast haline dönüşmüş bulunan sendikabürokrasisinin denetimindedir.

Sorunu derinleştiren nesnel zemin

İşçi sınıfının genel kitlesi bir yana, bu şartlardadevrimci öncü işçilerin birliğinden bile sözedemiyoruz. Son yıllarda sınıf hareketinin güçtendüşmesi ve bunun sınıf kitleleri içinde yaydığıumutsuzluk biliniyor. Buna zaman zaman gerçekleşentekil çıkışların genellikle başarısızlığa uğraması daeklenince, işçiler arasında ciddi bir güven sorunuyaşanıyor. Sınıfın öncü/devrimci kesiminin sermaye ileciddi sınıf çatışmaları alanındaki deneyim yetersizliğide düşünülürse, sorunun ciddiyeti ve boyutu daha iyianlaşılır.

Kapitalistlerin esnek üretim sisteminiyaygınlaştırmaları ve bu saldırıyı tamamlayan yasaldüzenlemeler de, işçi sınıfını bölüp parçalamanın,örgütlü ve birleşik bir güç olarak hareket etmesiniönlemenin temel araçlarıdır. İşçi sınıfının bu dağınıkve örgütsüz hali, sermaye cephesinden gelen saldırılarıdaha da pervasızlaştırmaktadır. Buna karşı etkili birdirenişin örgütlenememesi, sınıfı çaresizlik duygusunasürükleyen boğucu bir atmosfer yaratmaktadır.

Devrimci öncü işçilerin birliği kendinidayatan temel önemde bir ihtiyaçtır

Sınıfın tabandan gelen hareketiyle umutsuzluk ruhhali kırılamıyor, boğucu abluka parçalanamıyorsa,sürece devrimci iradi müdahalenin önemi daha birartıyor demektir. Sınıf hareketi elbette salt iradidevrimci müdahalelerle geliştirilmez. Ancak budurum, sınıfın öncü ve dinamik kesimlerini bir çatıaltında toplayıp, sınıf hareketinin gelişim sürecinihızlandırmanın önemini hiçbir şekilde ortadankaldırmaz. Tersine, iradi müdahalenin böylesidönemlerde apayrı bir önemi var.

İradenin gerçekleşmesi örgütlü bir gücü zorunlukıldığına göre, ilk adımı devrimci öncü işlerin atmasıgerektiği açıktır. Öncü devrimci işçilerin bir çatıaltında toplanmak için atacakları somut adımlar, buyönde gösterecekleri kararlılık ve ısrar, sınıfın birliğinegiden yolu da açacaktır. Öncü işçilerin sınıflarmücadelesi okulunda yeterli bir eğitimden geçmemiş

olması belli ölçüde işi zorlaştırsa da, bu eksiklik,öncülerin birliği yönünde başarılı adımların atılmasıönünde engel teşkil etmez.

Tek çatı altında toplanmak içindevrimci/öncü işçi kimliği yeterli bir

zemindir

Öncü işçi ya da bu kimliği edinme potansiyelitaşıyan ileri işçilerin sınırlı da olsa bir kısmı, politiktercihini yapmış durumda. Bunlar kendini şu veya builerici, devrimci parti ya da grubun safında ifadeediyor. Daha geniş olan kesim ise, henüz siyasalbilince dayalı bir tercih yapmaktan uzaktır. Hatta bukesim içinde, gerici sermaye partilerini şu veya buölçüde destekleyenler de var. Kimi zaman politik olanişçiler sınıfın sorunlarına ilgisiz kalırken, diğer kesimsınıfın sorunlarına ilgili, ancak ilerici devrimci politikakımlara mesafeli durabilmektedir. Bu bugünkü sınıfhareketinin önemli tezatlarından biridir. Bu türsorunlara rağmen, genel planda “öncü işçi” niteliği yada potansiyeli taşıyan işçilerin uygun örgütsel biçimleriçinde birleşmesi olanaklı, dahası zorunludur. Bubirleşme, öncü olma iddiası taşıyan her işçi için birgörevdir.

Bu başarılamadan, devrimci bir sınıf hareketiningelişiminin önünü açmak, sınıfın geri kesimleriniileriye çekmek mümkün olamayacaktır. Belli grup yada partilerin saflarında yer alsalar da, sınıf hareketinedevrimci müdahale planında zayıflık taşıyan ve sınıfhareketinin verili geriliğinden de fazlasıyla etkilenenbu öncü güçlerin bir araya gelmesi, büyük bir enerji veçözüm imkanı ortaya çıkaracaktır. Sorunun büyükönemi buradan gelmektedir.

Verili koşullarda, sınıf hareketi böyle bir birleşmeyidayatacak basıncı sağlayamadığı için, devrimcimüdahale özellikle gerekli ve kaçınılmazdır. Fakat bumüdahalenin birlik için sunacağı çatı, henüz “politikolmayan” öncü işçileri de kapsayacak esneklikteolmalıdır. Bu çatı elbette apolitik olmayacaktır.Tersine, sınıfın sorunlarını politik bir perspektif içindeele alan, bu temelde sınıf kitlesini politikleştirmeyi detemel hedef olarak saptayan bir mücadele çizgisiizlenmelidir. Devrimci/öncü işçileri çatısı altındatoplayabilen bir platform, politikayı sınıf adına ve sınıfhareketini geliştirme hedefiyle yapmakta güçlükçekmeyecektir.

Bu platform, sendikalı ya da sendikasız, sözleşmeliveya kadrolu, ana firma ya da taşeron işçisi ayrımıyapmadan öncü işçileri bünyesinde toplamayıhedeflemelidir. Yanısıra işkolu veya cinsiyet ayrımınada yer vermemelidir. Kısacası, bir işçi havzasında, birOrganize Sanayi Bölgesi’nde veya sanayi sitelerindekitüm öncü/devrimci işçileri birlik çatısı altındatoplamak için azami çaba sarf etmelidir.

Asgari bir mücadele programıyla birliğin ilksomut adımları atılmalıdır

Eğilimleri ve tercihleri farklı olan öncü işçileri aynızeminde birleştirebilen bir platform, öncülerin örgütselve eylemsel birliğini sağlama yönünde de kayda değerbir mesafe katetmiş olacaktır. Bu andan itibaren, bizzatöncü işçilerin alacağı ortak kararlar doğrultusundabelirlenecek asgari bir mücadele programını hayatageçirmenin önünde bir engel kalmayacaktır.

Öncü işçilerin ortak bir örgütsel zemindebuluşmasının esas amacı sınıf kitlelerininbirleştirilmesi ve etkin bir mücadeleye yöneltilmesiolduğuna göre, belirlenecek mücadele programı da buamaca hizmet etmelidir. Bu yönde atılacak adımlarınsınıf tabanında yankı uyandırabilmesi, elbetteiddiadaki ciddiyete, mücadeledeki kararlılık ve ısrarasıkı sıkıya bağlı olacaktır.

Bu çerçevede öncüleri çatısı altında birleştirenplatform, yaygın politik faaliyet yürüterek işçisınıfının gündemine girmeli, sınıf hareketinin gelişimve sorunlarına eğilmeli, mücadeleyi tabana yaymakperspektifiyle hareket etmelidir. Birleşen öncü işçiler,sınıfın ülke genelindeki eylemlerinden mevzidirenişlere, çalışma, yaşam ve eylem alanlarından tektek fabrikaların sorunlarına kadar, işçi ve emekçileriilgilendiren tüm sorunlara gereken ilgiyi göstermelidir.Sadece ülke içindeki sorunlar değil, bölgesel veuluslararası gelişmeler de ilgi konusu edilmeli, işçisınıfı, bu olaylar karşısında kendine yakışır bir tutumalmaya çağrılmalı ve buna yönlendirilmelidir.

Yaygın politik faaliyet kapsamında bülten, bildiri,broşür, afiş, anket gibi araçlar kullanılmalı; periyodiktoplantılar, eğitim çalışmaları, film gösterimleri,seminer, panel gibi etkinlikler gerçekleştirilmeli; grevveya direnişlere toplu ziyaretler ve dayanışmaeylemleri örgütlenmelidir. Yanı sıra yerel, bölgeselveya genel eylemlere toplu katılım sağlamak için deyaygın faaliyet yürütülmelidir.

Unutmamalıyız ki, öncü/devrimci işçilerin ve birbütün olarak sınıfın birliğini sağlamak;

- Sınıf hareketinin bağımsız bir kimlikkazanması,

- İşçilerin aynı ve tek ordunun neferleriolduğunu anlayabilmesi ve bu fikrin kökleşmesi,

- Sermaye ajanlarının sendikalarımızdansökülüp atılabilmesi,

- Sınıf üzerinde etkili olan burjuva akımlarıngeriletilmesi,

- Mevcut toplumsal-siyasal sistemi aşantaleplerin ortaya konabilmesi,

- Ve nihayet, diğer emekçi sınıflara önderliketme tarihsel misyonunun yerine getirilebilmesi içinde şarttır. Tüm bunlar, işçi sınıfının bilinciniilerletmek, birliğini, dayanışmasını, örgütlenmesinive eylem yeteneğini güçlendirebilmek için deşarttır.

Nihayet kapitalizmin tek tutarlı devrimci sınıfı olanproletaryanın sınıfsız, sömürüsüz, sosyalist bir dünyakurma mücadelesinin geliştirilmesinde dedevrimci/öncü işçilerin ve sınıfın birliği hayati bir roloynayacaktır…

İstanbul İşçi Kurultayı Hazırlık Komitesi

Öncü devrimci işçilerin bir çatı altında toplanmak için atacakları somutadımlar, bu yönde gösterecekleri kararlılık ve ısrar, sınıfın birliğine giden yolu daaçacaktır. Öncü işçilerin sınıflar mücadelesi okulunda yeterli bir eğitimdengeçmemiş olması belli ölçüde işi zorlaştırsa da, bu eksiklik, öncülerin birliğiyönünde başarılı adımların atılması önünde engel teşkil etmez.

İstanbul İşçi Kurultayı tebliğlerinden... K›z›l Bayrak ★ 19Sayı:2006/51 ★ 29 Aralık 2006

İstanbul İşçi Kurultayı’na sunulan tebliğlerden...

Sendikal bürokrasi vedevrimci s›n›f sendikac›l›¤›

Öncelikle sendikalara ve sendikal bürokrasiyeilişkin birkaç noktanın altını çizmek gerekiyor.

1) Sendikalar işçi sınıfının iktisadi mücadelesiniyürüttüğü örgütlerdir ve tarihsel deneyim onların buaçıdan en uygun örgütsel biçim olduğunugöstermektedir.

2) Gündelik çıkarları esas alan bir mücadeleyürüten sendikalar işçi sınıfının hiçbir ayrımgözetmeksizin tamamını kucaklayan yığınsalörgütlülüklerdir.

3) İşçi sınıfı ideolojik ve politik mücadeleninyanısıra iktisadi mücadele içerisinde birleştirilir,örgütlenir, eğitilir ve sınıf bilinci gelişir. Bu yanıylasendikalar sınıfın iktidar mücadelesinin önemli birkaldıracıdır.

İşçi sınıfı cephesinden bu derece önemli olansendikalar ve sendikal mücadele, burjuvazi açısındanda aynı derecede önemlidir. Burjuvazi, sınıfınhaklarını geliştirmesine engel olmak ve onu iktidarmücadelesinden alıkoymak için her yoludenemektedir. 1800’lü yılların başlarında sendikalörgütlenme girişimleri baskı, şiddet ve yasaklarlaengellemeye çalıştı. Bunu başaramayan burjuvazi, bukez işçilerin bir kesimini yaşam ve düşünüş tarzı ilesınıftan kopartarak, sınıfı denetim altına alma yolunututtu. Gelişmiş kapitalist ülkelerde 20. yüzyıldagenelleşen işçi aristokrasisi üzerinden sendikalardenetim altına alındı ve sendikal hareket sermayekarşısında iyice güçten düştü.

Ülkemizde ise sendikal bürokrasinin oluşum vegelişim süreci daha farklı bir şekilde, devlet güdümlüsendikacılık anlayışı üzerinden şekillendi. 1908grevlerinin ardından sendikaların yasaklanması,1920’lerde CHP tarafından kurulan “işçi büroları”,1938’de getirilen “sınıf esasına dayalı örgütlenmeyasağı”, bu yasağın 1946’da kalkmasının ardındankurulan bağımsız sendikaların kapatılması ve bizzatiktidar eliyle kurulan sendikalar, işçi sınıfını düzenadına denetim altına alabilmek amacını taşıyordu.1952’de “siyaset üstü sendikacılık” anlayışı ilekurulan Türk-İş bu tablonun geldiği son nokta oldu.

Tüm bunlara karşın sınıf mücadelesinin güçlenenseyri bu cendereyi çok geçmeden parçaladı.1960’larda gelişen toplumsal hareketlilik, işçi sınıfısaflarında düzenden ve düzenin sendikalarındankopma eğilimine yol açtı. Taban basıncıyla 1967yılında DİSK’in kurulması bunun ürünü oldu. AncakDİSK de işçi sınıfının düzenden kopma eğilimikarşılayacak bir önderlikten yoksundu. Nitekim 15-16Haziran direnişi ile birlikte düzenin sınırlarınıaşamayacağını da göstermiş oldu.

***Bugünün Türkiye’sinde hakim iki sendikal

anlayıştan bahsedebiliriz. Bunlardan biri doğrudansermayenin politikaları doğrultusunda şekillenen“devlet güdümlü sendikacılık” anlayışı, diğerisaldırıları fiili meşru mücadele yolu ile değil, masabaşında çözmeyi hedefleyen liberal, reformist “çağdaşsendikacılık” anlayışıdır. İster sermaye politikalarınındoğrudan uygulayıcıları olsunlar, ister “sosyaldiyalog” adı altında sorunları uzlaşarak çözmeyitercih etsinler, sonuçta her iki akım da burjuvazinin vesermaye düzenin hizmetindedir.

Sendikal ihanet özellikle son on yıldır daha

pervasız bir biçimde sergilenmektedir. Sermayeninsaldırılarının toplum düzeyinde artmasına ve busaldırıların baş hedefinde işçi sınıfının kazanılmışhakları olmasına rağmen, sendikal bürokrasikendisine işçi sınıfında oluşan tepkiyi etkisizleştirme,saldırıları onaylama misyonunu biçmiştir. Tek tekişyerlerinde ise toplusözleşmeler patronların çıkarlarıdoğrultusunda kapalı kapılar ardında imzalanmakta,yeni fabrikaları örgütlemekten kaçınılabilmektedir.Gelinen yerde ihanet tüm sendikal bünyeyi sarmış,sendika konfederasyonlarını aşarak şubelere, hattaişyeri temsilciliklerine kadar derinleşmiştir.

Böylece sendikalar sermaye düzeni karşısında hergeçen gün etkisizleşmekte, düzenin basit bireruzantısı konumuna gelmektedir. Sermayeninpervasızlığı karşısında sendikal bürokrasininsergilediği ihanet, işçilerde sendikalara güvensizliğe,giderek ilgisizliğe ve uzaklaşma yol açıyor. Biraraştırmaya göre, geçmişte sendikalı işyerlerindeçalışan işçilerin %40’ı bir daha sendikaya üyeolmayacaklarını ifade edebiliyor. Bu bugünküdurumun vahametini gösteriyor. Sendikalar işçilerinbüyük bir çoğunluğu tarafından üye aidatı kesmektenbaşka bir işe yaramayan yapılar olarak algılanıyor.

Elbette bu tablonun tek sorumlusu sendikalbürokrasi değildir. Sınıf hareketinin bugün yaşadığıtıkanıklığın bir dizi farklı nedeni bulunmaktadır. Sınıfhareketinin geriliği ve devrimci hareketin zayıflığısendika bürokratlarının sınıf üzerindeki denetiminikolaylaştırmakta, sendikal çürümeyihızlandırmaktadır.

Bu alanda yaşanan tıkanıklığı aşmanın temelkoşulu birleşik, kitlesel ve devrimci bir sınıfhareketinin geliştirilebilmesidir. Devrimci sendikalanlayışın sendikalara hakim kılınması ancak, budoğrultuda alınan mesafe ölçüsünde ve bunun birparçası olarak başarılabilir.

Sendikalar içinde devrimci sınıf sendikacılığıanlayışını geliştirmek için dikkat edilmesi gerekennoktalar şunlardır:

Birincisi, sendikal mücadele ile siyasal mücadelearasındaki ilişkinin doğru kurulmasıdır. Bugünsendikal bürokrasi tarafından da savunulan, sendikalmücadelenin siyasal mücadeleden bağımsızlığıanlayışı kaba bir burjuva aldatmacasıdır. İşçi sınıfınınpolitik bakışını yansıtmayan, sınıfa karşı sınıf tutumuüzerinde şekillenmeyen bir sendikal mücadele, dahaen baştan burjuvazi karşısında yenilgiye uğramayamahkumdur. Sendikaların ilk ortaya çıktığıdönemlerde yer yer sendikaların bağımsızlığı adınasavunulan, böylece işçi sınıfını burjuva ideolojisineteslim eden bu anlayış, sendikal hareketin bugünyaşadığı çürümenin en önemli sebeplerinden biridir.Sendikalar işçileri gündelik mücadeleler içindesermayenin saldırılarına karşı savunmakla kalmamalı,bu mücadeleyi devrimci sınıf perspektifiyleyürüterek, işçiler arasında ücretli kölelik düzenindenkurtulma bilincini geliştirebilmelidir. Ancak böylecesendikalar gerçek sınıf örgütleri haline gelebilir, hertürlü burjuva etki ve politikanın dışına çıkmayıbaşarabilirler.

Elbette sendikalara parti misyonu yüklenemez.Fakat sorun, sendikalarda, sınıfın bilinçli azınlığı olanörgütlü-devrimci kesiminin sınıfın geri kesimlerine

doğru perspektif ve politikalarla önderlikedebilmesidir. Bu başarıldığı koşullarda bugününuzlaşmacı sendikacılık anlayışının yaşama şansıkalmayacak, işçi sınıfının fiili-meşru mücadelesiningücü açığa çıkacaktır.

İkinci nokta, sendikal bürokrasiye karşıyürütülecek mücadele sorunudur. Sendikabürokratlarının uygulamalarına karşı net ve kararlıtutumlar alınmalı, işçiler nezdinde güçlü bir teşhiriyapılabilmelidir. Sendikal demokrasinin egemen halegetirilip iç örgütlülüğün sağlanması doğrultusundaetkili bir mücadele yürütülmelidir. Zira bugün sendikabürokratlarının bu denli rahat hareket edebilmeleriningerisinde, diğer etkenlerin yanısıra, sendikaların içörgütlenmesindeki zayıflıklar vardır.

Sendikal demokrasi çerçevesinde ilerisüreceğimiz talepler şunlardır:

Sendika yönetimine gelen işçiler görevleriniyerine getirmediği koşullarda derhal geriçağrılabilmelidir. Sendika genel kurulları iki yılda biryapılmalıdır. Profesyonel çalışan sendikacıların ücreti,o işkolundaki işçilerin ortalama ücretinigeçmemelidir. Sendika üyelerinin eğitimine yeterincefon ayrılmalıdır. Gelirler ve harcamalar o sendikanınörgütlü olduğu tüm fabrikalarda aylık olarak listehalinde asılmalı, harcamalar konusunda tüm işçilerbilgilendirilmelidir. Yeniden seçilemeyen sendikayöneticileri işlerine geri dönebilmelidir. İşyerlerindeTİS komiteleri, işyeri komiteleri kurulmalı, tümkararlarda işçilere söz ve karar hakkı tanınmalıdır.İşyeri komiteleri ve temsilciler seçimle iş başınagelmeli, gerektiğinde geri çağrılmalıdır. Sendikayönetimine girmek için aranılan çalışma süresikaldırılmalıdır. Toplu sözleşmede yetkili işyerikomiteleri olmalıdır.

Sendikal demokrasinin işletilmesi, işçi kitlesininilgi ve girişkenliğinin gelişmesini kolaylaştıracak, sözve karar hakkının tanınması sınıf bilincinigelişmesinde önemli bir rol oynayacaktır.

Üçüncüsü; bir sendikanın gerçek bir işçi örgütüolabilmesi ve sermayenin denetimi dışına çıkabilmesiiçin her şeyden önce tabanın karar alma süreçlerineaktif katılımının sağlanması gerekir. Bu ise önümüzegüçlü taban örgütlülükleri oluşturma sorumluluğunukoymaktadır. İşyeri komiteleri vb. türden güçlü tabanörgütlülükleri oluşturulabildiği ölçüde, açığa çıkacaktaban basıncı sendikaların gerçek işlevini yerinegetirmesinde etkili olacak, sendikal bürokrasininihanetini engellemede önemli bir rol oyanayacaktır.

Toparlayacak olursak;Ekonomik mücadele ve bu mücadelenin

örgütlülüğü olan sendikalar, işçi sınıfının tarihselmücadelesi açısından büyük bir önem taşımaktadır.Fakat sendikaların sınıf mücadalesinde kendi rolünüoynayabilmesinin temel koşulu, sınıfa karşı sınıftutumuna dayalı güçlü örgütlenmeler yaratabilmekten,sendikalar içinde etkin mücadeleler yürüterekdevrimci sınıf sendikacılığı anlayışını hakim halegetirmekten geçmektedir.

Hiç kuşkusuz bu sorumluluk öncelikle bugünburada toplanan biz sınıf bilinçli öncü işçilerinomuzlarındadır.

Ümraniye İşçi Platformu

Saldırıları püskürteceğiz!20 ★ K›z›l Bayrak Sayı:2006/51 ★ 29 Aralık 2006

Yıllardır üniversitelerde muhalifsesleri boğmayı hedefleyen sermayedevleti, bu saldırılarda faşist çeteleri dezaman zaman öne sürüyor, üniversitelerdefaşist baskı ve törürü hakim kılmayaçalışıyor. İzmir, İstanbul, Ankara,Çanakkale ve son olarak Malatya veMersin’deki faşist saldırılar bunuhedefliyor. Bu saldırılar sonucu birçokilerici, devrimci öğrenci yaralandı.

Mersin Üniversitesi’nde önce faşistçetelerin ardından polisin vahşi saldırısınamaruz kalarak gözaltına alınan 76arkadaşımızla dayanışmak için, ÇukurovaÜniversitesi’nde 22 Aralık günü bir basınaçıklaması gerçekleştirdik.

ÇÜ ÖDER-G, DGD, DGH, Ekim Gençliği, Emek Gençliği, SGD, SDG,Öğrenci Kolektifleri, ÖDP ve ÖGD-G’nin birlikte örgütlediği ve ESP’nindestek verdiği eylem, saat: 12.30’da R1 derslikleri önünde gerçekleştirildi.Eylemde, “Faşizme karşı omuz omuza!” şiarı yazılı pankart açıldı ve“Faşizme karşı omuz omuza!”, “Faşizmi döktüğü kanda boğacağız!”,“Üniversiteler bizimdir, bizimle özgürleşecek!”, “Yaşasın halkları kardeşliği!”sloganları atıldı.

Basın metninin okunmasının ardından eylem sloganlarla bitirildi. Eylemeyaklaşık 50 öğrenci katıldı.

Çukurova Üniversitesi Ekim Gençliği

Y›ld›z’da tepki sürüyorYıldız Teknik

Üniversitesi yönetimi atılanher adıma soruşturmaaçmaya devam ediyor.Dönem başında soruşturmave cezalara karşı yapmışolduğumuz oturmaeylemine ve yemekhanezammına karşı örgütlemişolduğumuz 3 günlük uyarıboykotuna soruşturmalaraçan YTÜ yönetimi, 4Aralık günü başlatmışolduğumuz boykota ve busüreçteki basın açıklamalarına da soruşturma açmayı ihmal etmedi.

Yemekhane zamlarına karşı ördüğümüz mücadelede karşımıza çıkan anti-demokratik uygulamalar ve soruşturmalar ile ilgili “Yıldıztepki” olarak bütünselbir çalışma hattı izliyoruz. 22 Aralık günü, yürüttüğümüz çalışmaların bir parçasıolarak okulda bir futbol maçı düzenledik. Bir haftadır yaygın afiş ve duyurusunuyaptığımız maça arkadaşlarımız, üzerlerinde “Soruşturmalara son, tümsoruşturmalara Yıldız A.Ş sponsorluk etmektedir!” yazılı tişörtlerle çıktılar.Soruşturmaların bu kadar yoğun olduğu bir dönemde yapmış olduğumuz maçizleyenlerin ilgisini çekti.

Ekim Gençliği YTÜ

Toplumcu Eğitim Öğrencileriçalışması

Geçen yıl AÜ Eğitim Fakültesi’nde başlatmışolduğumuz sözleşmeli öğretmenlik çalışmasına bu yılToplumcu Eğitim Öğrencileri çalışması olarak yenidenbaşladık. İlk olarak anket çalışması yaptık. İki haftalıksüreçte yaklaşık 80 anket yaptık. Anket sayesindeinsanlarla uzun süreli sohbet etme ve tartışma imkanıbulduk. Özellikle mesleki örgütlenmeler ve eğitimöğrencileri örgütlülüğü üzerine gerçekleştirdiğimiztartışmalar verimli oldu. Eğitim öğrencileri gazetesi fikride birçok öğrenci tarafından anlamlı bulundu ve buçalışmanın içinde yer almak istediklerini söylediler.Çalışmanın sonucu olarak AÜ Eğitim Fakültesi’nde bir“Eğitim Öğrencileri Gazetesi” çıkartma kararı aldık. Tatildönüşü bir toplantı yapmayı düşünüyouz.

Toplumcu Eğitim Öğrencileri/Eskişehir

‹LGP kampanyas› sona erdiİstanbul Liseli

Gençlik Platformuolarak “Savaşa değil,eğitime bütçe!” başlıklıkampanyamızı bir basınaçıklaması ilesonlandırdık.

Kampanyasüresince, çeşitliliselerde vedershanelerde yoğunmateryal kullandık.Bütçeden eğitimeayrılan payın artırılmasıtalebiyle başlattığımız imza kampanyasına bine yakın liseli katıldı. Şimdidenyüzlerce kartı Filistin’deki liselilerle dayanışmak amacıyla topladık.

23 Aralık günü Kadıköy’de gerçekleştirdiğimiz eylemde “Savaşa değil eğitimebütçe!/İLGP” imzalı pankartımızı açtık. Çeşitli taleplerimizin yeraldığı dövizlerimizitaşıdık. Coşkulu sloganlarımızla taleplerimizi haykırdık.

Açıklamada eğitime bütçeden ayrılan payın çok düşük olduğunu vurguladık.Sermaye iktidarının bu konudaki ikiyüzlü politikalarını teşhir ettik. Emperyalistişgallerin parçası olmak için harcanan milyarların eğitime harcanması gerektiğinivurguladık. Eyleme yaklaşık 40 kişi katıldı.

İstanbul Liseli Gençlik Platformu

“Üniversiteler ve YÖK strateji raporu” paneli27 Aralık günü AÜ SBF’de Öğrenci Kolektifleri tarafından “Üniversiteler ve YÖK strateji raporu”

başlıklı bir panel gerçekleştirildi. Fikret Başkaya ile SBF öğretim üyesi Metin Özuğurlu da panelekonuşmacı olarak katıldılar.

Panel, Öğrenci Kolektifleri adına bir öğrencinin üniversiteler ve özelde de YÖK raporuna ilişkinsunumuyla başladı. Yapılan konuşmada; üniversitelerin paralı hale getirildiği, bilimden uzak bireğitimin dayatıldığı ve bu raporun tümüyle sistemden yana olduğu vurgulandı. Ardından “AsistanGirişimi” adına bir konuşma yapıldı; akademik personelin hiçbir iş güvencesinin olmadığı, budurumun akademik alanda baskı ortamı yarattığı ve bilimsel üretimin önünde engel olduğu dilegetirildi

Metin Özuğurlu, bugün üniversitelerde gerçekleşen neoliberal saldırıların meşru bir zemineoturmadığını vurguladı. Fikret Başkaya ise, “YÖK strateji raporu”nun neoliberal politikalarıngerisinde kalmamak amacıyla hazırlandığını, üniversitelerin artık bilim üreten kurumlar olmadığını veYÖK’le, jandarmayla sürekli denetim altında tutulmak istendiğini vurguladı. Başkaya, üniversitedeyürütülen mücadelenin toplumdaki özgürleşme mücadelesine bağlı olması gerektiğini dile getirdi.

Panel soru-cevap şeklinde devam etti ve mücadele çağrısıyla son buldu.Ekim Gençliği/Ankara

27 Aralık günü akşam saatlerinde AnkaraÜniversitesi Cebeci Kampüsü’nde hareketli anlaryaşandı. Daha önce 4 yurtsever arkadaşımızasatırlarla saldıran faşistlerden birinin sınavınagirmek için Hukuk Fakültesi’ne geldiğiöğrenildi. Bunun üzerine okulda bulunandevrimci, demokrat öğrenciler kampüs içindetoplandı. Öğrenciler faşistin sınavdan çıkmasınıbeklerken okulun çevresinde kolluk güçleriyığınak yaptı. Faşistlerin de okulun etrafındatoplandığını öğrendik. Okula giren sivil polislereöğrenciler taş atarak yanıt verdi. Bunun üzerinekısa süreli gerginlik yaşandı. Polis daha sonrakampüs içine kadar girdi. Daha sonra faşistinpolis koruması eşliğinde okuldan çıkarıldığınıöğrendik.Devrimci, demokrat öğrenciler olarak polis

kampüsü terketmeden dağılmayacağımızı söyledik. Kampüsteki bekleyişsırasında hocalarımızla konuştuk. Eğitim-Sen’den bir temsilci geldi. Polisin dekampüsü terketmesinin ardından yaklaşık bir saat sonra, aralarında hocalarımızınve Eğitim-Sen’den bir temsilcinin bulunduğu 80 kişilik bir kitleyle toplu çıkışgerçekleştirdik. Kitle Mithatpaşa Caddesi’nde geldiğinde sloganlar atılmayabaşlandı. Sık sık “Cebeci faşizme mezar olacak!”, “Faşizme karşı omuz omuza!”sloganları atıldı. Yüksel Caddesi’ne gelindiğinde, bir arkadaşımız kampüsteyaşananları anlattı. Konuşmanın ardından eylem sona erdi.

Cebeci Ekim Gençliği

Cebeci’de faflizme geçit yok!ÇÜ: Faflist sald›r›lar› püskürtece¤iz!

Dünyadan... K›z›l Bayrak ★ 21Sayı:2006/51 ★ 29 Aralık 2006

Birleşmiş Milletler (BM)Güvenlik Konseyi, bir kez dahauğursuz rolünü oynayarak ABDemperyalizminin noterliğiniüstlendi. Nükleer programıgerekçesiyle İran’a yaptırımlaröngören karar tasarsını kabuleden Güvenlik Konseyi, neo-faşist çetenin dayatmalarına karşıduracak iradeden yoksunolduğunu bir kez daha göstermişoldu.

Oybirliği ile alınan GüvenlikKonseyi kararı, BM’yiemperyalist saldırganlık ve savaşpolitikasının dolaysız suç ortağıyapmak isteyen Amerikanrejiminin belli ölçüde amacınaulaştığını ortaya koydu.

AB üçlüsü -İngiltere, Fransa, Almanya- tarafındanhazırlanan karar tasarısı, konseyde yapılan oturumda,15 üyenin tamamının oylarını alarak oybirliğiyle kabuledildi. Önceleri ABD dayatmalarına karşı çıkanRusya-Çin ikilisinin de karara onay vermesi, ya kirlipazarlıklar sonucu Bush yönetimiyle anlaşmayavardıklarını, ya da Washington’a karşı direnmektenaciz kaldıklarını gösteriyor.

Güvenlik Konseyi kararı, “İran’a doğrudan ya dadolaylı hassas nükleer malzeme ve balistik füze satışıya da transferinin engellenmesini” öngörüyor. İran’ınUluslararası Atom Enerjisi Kurumu (UAEK) ileişbirliği yaparak nükleer faaliyetlerini gecikmeksizinaskıya almasını talep eden karar, bu ülkenin nükleer

faaliyetlerine katkıda bulunacak her türlü malzeme,teknoloji ve finansmanın sağlanmasının dayasaklanmasını istiyor. Yanısıra karar, İran’ın bu türfaaliyetlerine katılan kişilere ve kurumlara seyahatyasağı ve mallarının dondurulması gibi yaptırımlar dagetiriyor.

Nükleer programının barışçıl amaçlı olduğunu önesüren İran yönetimi ise, uzun süreden beri devam edenABD emperyalizmi merkezli dayatmalara boyuneğmiyor. Bir süredir emperyalist güç odaklarının bloktutum almasını önleyecek manevralar yapan İranyönetimi, daha çok Rusya-Çin ikilisine güveniyordu.Oysa İran’la çok yönlü ilişkiler geliştirmelerinerağmen bu güçler, sonuç itibarıyla ABD ile batılımüttefikleriyle aynı kararın altına imza attı. Kuşkusuz

Güvenlik Konseyi kararının altına imza atan Rusya-Çin ikilisi, İran’la geliştirdikleri çıkar ilişkilerindenvazgeçmiş değiller. Fakat yine de karar Tahranyönetimi aleyhine bir havanın oluşmasına katkıdabulunabilecek içeriktedir.

Güvenlik Konseyi’nin oybirliği ile aldığı bu karar,Tahran’da herhangi bir tutum değişikliğine yolaçmayacaktır. Nitekim Güvenlik Konseyi’nin yaptırımkararı alması üzerine konuyu görüşen İran Meclisi,hükümetten UAEK ile işbirliğini gözden geçirmesiniisteyen yasa tasarısını derhal kabul etti. Meclisgörüşmesinde “Amerika’ya ölüm!”, “İsrail’e ölüm!”sloganları atan milletvekilleri, hükümetin UAEK ileişbirliğini gözden geçirmesi talebiyle hazırlanan yasatasarısını büyük çoğunlukla onayladı.

Kararı değerlendiren Meclis Güvenlik ve DışSiyaset Komisyonu Başkanı Alaaddin Burucerd,yaptırım kararının İran’ı kanuni hakkından mahrumetme amacını taşıdığını, böyle bir kararı kabuletmelerinin mümkün olmadığını söyledi.

Irak bataklığına saplanan savaş kundakçıları, “şerekseni”ne dahil ettikleri İran’a savaş açma gücünükendilerinde görmedikleri ölçüde, saldırıyı BM eliyleicra etme yoluna gittiler. Ancak, şimdiye kadar oradada Rusya-Çin engeline takılan Amerikan rejimi,Güvenlik Konseyi’nin aldığı bu kararla, kısmi birbaşarı sağlamış görünüyor. Bu da, Bush liderliğindekihaydutlar çetesinin Güvenlik Konseyi kararını gerekçegöstererek, bölge haklarına karşı daha küstahçasaldırılara girişme ihtimalini güçlendiriyor.

Ölçüsüz saldırganlığa dayanan bu kanlı planlarıFilistin, Irak, Lübnan örneklerinde görüldüğü üzere,halkların direnme iradesi ve kararlılığı bozacaktır.

Güvenlik Konseyi neo faflist çeteye boyun e¤di!

Irak’a gelen İranlı diplomatları ABDaskerleri tutukladı...

Kukla yönetimin iradesipostallar alt›nda

Bağdat’taki kukla yönetim, işgal ordularının koruduğu “yeşilhat” sınırları içine hapsolsa da, “Irak hükümeti” diye anılıyor. Buyönetimde yer alan Celal Talabani’ye “cumhurbaşkanı”, İbrahimEl Maliki’ye “başbakan”, pek çok kişiye ise “bakan” sıfatıyakıştırılıyor. Üstelik bu hükümetin “demokratik” seçimlerleişbaşına geldiği, dolayısıyla “batı standartları”na uygun tarzdakurulduğu söyleniyor.

Emperyalist işgalin ne anlama geldiğini bilenler, elbette busıfatların içi boş bir kabuktan ibaret olduğunun farkındalar. “Irakhükümeti”nde yer alanlar işgalci zorbalar karşısında soysuz birişbirlikçiden ibarettirler. İşgal ordularının kimi pervasıztutumları bile, bu düşkün takımının iradesinin sınırlarını gözlerönüne sermeye yetiyor. Örneğin, anlı-şanlı “Irakcumhurbaşkanı” Celal Talabani’nin Irak’a davet ettiği İranlıdiplomatları, işgalci ABD ordusu askerleri rahatlıklatutuklayabiliyor.

Olayla ilgili açıklama yapan Talabani’nin sözcülerinden HivaOsman, “Cumhurbaşkanı Celal Talabani’nin davetiyle Irak’agelen iki İranlı diplomat ABD askerleri tarafından tutuklandı.Talabani bundan dolayı son derece kızgın. Bu iki İranlı diplomat,Irak’taki güvenlik durumunun iyileştirilmesi için Irak ile İranarasında yapılan anlaşma çerçevesinde Irak’a gelmişlerdi” dedi.

Talabani’nin aşağılanması anlamına gelen bu pervasızlık,işgal ordusundaki tetikçi takımının bile, “Irak cumhurbaşkanı”sıfatı taşıyan kişinin iradesini çiğneyebileceğinin somutgöstergesidir. Amerikan ordusunun küstahlığı, Irak yönetimininasgari düzeyde bir irade gösterebilmesi için, işgale tavır almakzorunda olduğunu bir kez daha göstermiştir.

Filistin yönetimibaşkanı MahmutAbbas’ın erken seçimilan etmesi El Fetih ileHamas çatışmasınıkörüklemiş, ancakharcanan yoğunçabalar sonucu taraflarateşkes konusundaanlaşmayavarabilmişti.Anlaşmaya rağmençatışmaların yer yerdevam etmesine tepkigösteren halk Gazze’desokaklara indi.

Gazze kentindekiparlamento binası önünde toplananyüzlerce Filistinli, El Fetih’le Hamas’ışiddete son vermeye ve ulusal birlikhükümeti kurmak için görüşme masasınaoturmaya çağırdı.

Büyük çoğunluğun örgütlü olduğuFilistin’de bu çağrı apayrı önem taşıyor.Zira kitle desteği en yaygın olan ikihareketin çatışması demek, Filistintoplumunun birbirine girmesi anlamınagelir. Bundan dolayı iç çatışma, -siyonistişgal devam ettiği sürece- Filistintoplumunun “kırmızı çizgileri”nioluşturmaktadır.

Erken seçim çağrısı yapan MahmutAbbas ekibi, ulusal birlik hükümeti

kurulması fikrine de açık olduğunu önesürüyor. Oysa Abbas’ın sözcüsü, konuylailgili açıklamasında, yeni bir müzakeresürecine girilmesi yolunda herhangi birhazırlık yapılmadığını ifade etti. Bu daAbbas ekibinin manevra yaptığınıgösteriyor.

Mahmut Abbas’ın emperyalist/siyonistgüçlerle yürüttüğü ilişkiler, halenFilistin’de iç çatışma riskini ortadankaldırmanın önündeki en ciddi engeldir.Verili durumda, Abbas şahsında temsiledilen bu eğilimi geriletmenin etkili yolu,halkın birlik yolunda daha kitlesel, dahakararlı bir duruş sergileyebilmesindengeçiyor.

Gazze halk›ndan “fiiddete son verin!” ça¤r›s›

“Sahte barış” girişimi...22 ★ K›z›l Bayrak Sayı:2006/51 ★ 29 Aralık 2006

ABD-İsrail ikilisi ile suçortaklarının halklara savaşilan etmesine vesile ettikleri“büyük Ortadoğu/büyükİsrail” projesinin Irakayağının bataklığadönüşmesi, Lübnan’a saldıransiyonist ordunun ise buülkedeki direniş hareketitarafından burnununsürtülmesi,emperyalist/siyonist zorbalarıyeni taktikler aramayazorladı. Savaş kundakçısıBush’un bu çerçevede yeniyılda bazı değişiklikleregitmesi bekleniyor.

Yılın bitmesine az bir sürekala İsrail rejiminin attığıbazı adımlar, sürecin fiilenbaşladığına işaret ediyor.Mart ayından beri Filistin halkını ablukaya alarakboğmaya çalışan siyonistlerle hamileri, birdenFilistin’e “insani yardım” yapmaktan söz etmeyebaşladılar. İddiaya göre, gaspedilen kaynakların ufakbir kısmını Filistin Yönetimi’ne aktararak “insaniyardım” yapmış olacaklar.

Oysa Mahmut Abbas ekibini kışkırtarakFilistin’de iç çatışmaları körükleyen de bu zorbalardır.Şimdi bu aynı güçler, ölümü göstererek halkı sıtmayarazı edebileceklerini, böylece Filistin direnişinizayıflatma fırsatı yakalayabileceklerini hesaplıyor

olmalılar. Nitekim İsrail Başbakanı Ehud Olmert’inMahmut Abbas’ı Kudüs’teki ikametgâhına davetetmesi, dahası görüşmenin ardından Abbas’a,gaspedilen Filistin yönetimi gelirlerinden 100 milyondolarlık bir meblağın ödenmesi, bu yönde atılan somutadımlar kabul ediliyor.

Bildirildiğine göre, siyonist şefin ikametgâhındayapılan iki saatlik toplantıdan taraflar memnunayrılmış, ancak toplantının ayrıntılarına dair bilgibasına verilmemiş. İsrail Başbakanlığı’ndan yapılanaçıklamada ise, görüşmede iki tarafın da Ortadoğubarışı sürecinin yeniden başlatılması konusunda

anlaştıkları ifade edildi. Kudüs toplantısına dair kayda değer bir açıklama

yapmayan Abbas ekibinin, siyonistlerle diyaloğagirmekten memnun olduğu bildiriliyor. Zira ABD’dengönderilen silahlara İsrail’den gelen 100 milyondoların eklenmesi, Hamas’la girdiği iktidarmücadelesinde Abbas ekibine belli avantajlar sağlamışgörünüyor.

Toplantıyı değerlendiren Hamas yetkilileri ise,“Olmert-Abbas buluşmasının Filistin davasına hizmetetmeyeceğini” savundu. Hamas İsrail karşısında geriadım atmaması konusunda da Abbas’ı uyardı.

Görünen o ki, “barış süreci”nin yenidenbaşlatılacağı yanılsamasının yaratılmasına, İsrail’inyanısıra gerici Mısır rejimi de katılıyor. Siyonistbaşbakanın sözcüsünün Olmert-Mübarek ikilisininyakında bir araya geleceğini duyurması, Amerikanişbirlikçilerinin koordineli çalıştığını gösteriyor.

Irak bataklığından çıkış arayışı çerçevesindegündeme getirilen “barış süreci”nin canlandırılmasıçabasının, Filistin halkının gerçek sorunlarınınçözümüyle hiçbir ilgisi yoktur. Filistin halkı lehineherhangi bir çözümün söz konusu olmayacağı,siyonistlerin bu işe istekle sarılmasından da bellidir.Başka bir ifadeyle, siyonist İsrail rejiminin girişimleri,halkları köleleştirme seferine çıkan işgal güçlerininIrak bataklığından çıkmalarına katkı sunmak amacıylagündeme getirilmiştir. Bu amaç ise tüm bölgehalklarının aleyhinedir. Zira başta Filistin olmak üzere,bölge haklarının özgürleşme mücadelesi, bizzatemperyalist/siyonist güçlerle işbirlikçilerine karşıörülecek direnişlerle zafere ulaşacaktır.

Arjantin’de faşist örgütyargılanacak!

Toplumsal muhalefetin basıncı, birçok ülkede faşist cuntaşefleri ile işkenceci katillerin en azından bir kısmınınyargılanmasını sağladı. Özellikle Latin Amerika ülkelerindedaha önceki yönetimler tarafından “aklanan” işkenceci katiller,son dönemde yeniden yargılanıp mahkum edilmeye başladı.

Tarihin en uzun süreli kayıp yakınları eylemine tanık olanArjantin’de de, faşist askeri cunta döneminde insanlığa karşı suçişleyen, aralarında generallerin de bulunduğu bir kısım subay vepolis mahkûm edilmişti. Ancak faşist cuntanın tetikçiliğiniyapan “sivil” faşistler, şimdiye kadar bu yargılamalarındışındaydı. Arjantin yargısı, Arjantin Anti-Komünist Alyansı(Triple-A) adlı faşist terör örgütünü de bu kapsamda yargılamakararı aldı.

Bu örgütün 24 Mart 1976’da gerçekleşen askeri faşist darbeöncesi işlediği cinayetleri “insanlığa karşı işlenmiş suç” sayanArjantin yargısı, soykırım ve insanlığa karşı suçlarda zamanaşımı olmadığından hareketle bu örgütü yeniden yargılamakararı verdiğini açıkladı.

Bir savcının talebini kabul eden federal yargıç NorbertoOyarbide, Triple-A’nın İspanya’da ortaya çıkan şeflerindenRodolfo Almiron hakkında uluslararası tutuklama kararıçıkartarak, Arjantin’e teslim edilmesini talep etti.

1500 civarında ilerici-devrimciyi katleden bu faşistoluşumun, “soykırım ve insanlığa karşı suç”tan yargılanması birilktir. Böylece toplumsal muhalefetin basıncı altında kalan rejim,bir zamanlar tetikçi olarak kullandığı faşist oluşumun “insanlığakarşı suç” işlediğini resmen kabul etmiş oluyor.

Bu olay, egemenliğini sürdürebilmek için işkencecikatillerden vazgeçmeyen kapitalist rejimin, toplumsalmuhalefetin gücü karşısında cellatlarını yargılamak zorundakalabileceğini göstermektedir.

15 Ocak’ta yemin ederekgörevine resmi olarakbaşlayacak olan Ekvadordevlet başkanı RafaelCorrea, neoliberal modelinEkvador’da 2007’degömüleceğini söyledi.Seçimlerden galip çıktığıgünden itibaren Ekvador’unArjantin, Brezilya, Bolivya,Şili, Venezüella tarafındanyürütülen entegrasyonçalışmasına katılacağını dilegetiren Correa, seçimpropagandasını da ABD-neoliberalizm karşıtıargümanlar üzerinekurmuştu.

Yüksek Mahkeme’de düzenlenentörende konuşan Correa, Latin Amerika’nındost, kardeş ve egemen hükümetlerinolduğu bir bölge haline gelmesi hayaliningerçekleşmesi için gereken koşulların varolduğunu vurguladı. “Güney Amerika içinuzun ve acı dolu neoliberal gece sona erdi”diyen yeni başkan, gerçekten halkı temsileden bir meclis oluşturulması ve 1998Anayasası’nın değiştirilmesi için bir KurucuMeclis’in toplanacağı, bu konuda gerekenmücadelenin verileceği vaadinde bulundu.

Bu açıklamayı izleyen günlerdeVenezüella’ya giden Correa, burada yaptığı

açıklamada ise, Ekvador’un “sosyalist, adilve onurlu bir Latin Amerika’nın inşasını”destekleyeceğini belirtti. Şu ana kadarbaşarılanların Latin Amerikalılar’ın onurlu,egemen ve adil ülkeler kurabileceklerinikanıtladığını dile getiren Correa,başkanlığını yürüttüğü “Ülke İttifakıHareketi” resmen göreve başladığındaEkvador’un da Venezüella’nın izindengideceğini söyledi.

Venezüella Devlet Başkanı HugoChavez’le değişik alanlarda anlaşmalarimzalayan Correa, bu sözlerinin arkasındadurma gücü gösterebilirse eğer, LatinAmerika’daki anti-emperyalist dalgaya güçkatmış olacak.

Ekvador: “Neoliberal model gömülecek”

“Sahte bar›fl” sürecini canland›rma sinyalleri

Kurtlar sofrası... K›z›l Bayrak ★ 23Sayı:2006/51 ★ 29 Aralık 2006

Türkmenistan devlet başkanı SaparmuratNiyazov’un ölümü, kapitalist vampirlerin bu ülkeyeüşüşmesine yol açtı. Adı sanı pek bilinmeyen bu eskiSovyet cumhuriyeti, birden dünyanın gündemineyerleşti. “Uluslararası toplum”un Türkmenistan’averdiği önem, ne ölen “diktatör”e vefa borcundan, nede bu ülke halkına biçilen değerden kaynaklanıyor.Yoğun ilginin bir tek nedeni var. O da,Türkmenistan’ın zengin petrol ve doğalgaz kaynaklarıüzerine kurulu olmasıdır.

“Saygın diktatör…”

Saparmurat Niyazov hayattayken “diktatör” diyeanılıyordu. Ancak bu niteleme onun el üstündetutulmasına engel değildi. ABD emperyalizmi ile suçortaklarının “diktatörler devirip demokrasi ihraçetmek” için ülkeler işgal ettiği bir dönemde Niyazov,“saygın diktatör” gibi nev-i şahsına münhasır birmevki işgal ediyordu. Batılı emperyalistlerin yanısıraRusya, Çin gibi büyük güçlerle de petrol-doğalgazticaretini geliştiren “saygın diktatör”, bu sayedeetrafına bir çeşit “dokunulmazlık zırhı” örebilmişti.

“Uluslararası toplum”, pazarın enerji ihtiyacısözkonusu olunca, vazgeçilmez değerlerini rafakaldırmakta tereddüt etmez. Onlara göre “baskıcıdiktatör Niyazov yönetimi, tüm olumsuzluklarınarağmen güvenilir bir doğal gaz ve petrol üreticisiolarak pazarın ihtiyaçlarını karşılamada üzerinedüşeni hep yapmıştır”. O halde bu yönetim “uygarbatı”, yani kapitalist-emperyalist düzen açısındanişlevseldir.

Cenaze töreni mi, vampirler arenası mı?

Niyazov’un cenaze törenine katılmak için başkentAşkabat’a doluşanlar, aralarında devlet başkanlarınında bulunduğu üst düzey siyasetçi, diplomat, bürokrat,tüccar takımı 40 ülke temsilcisinden oluşuyordu. Builgi merhum diktatöre gösterilen sadakattenkaynaklanmıyordu. Denebilir ki, Niyazov’un cenazetöreni kimsenin umurunda değildi. Kolaylıklaanlaşılacağı gibi belirleyici olan, Türkmenistanpetrolünden ve doğalgazından pay kampa yarışıdır.İşte bu yüzden kapitalizmin post-modern vampirleri,merhum diktatöre saygıyı bir yana bırakıp cenazetörenini bile açık paylaşım arenasına çevirmektesakınca görmediler.

Tabut çevresinde kurulan paylaşım arenasıönemliydi. Zira merhum diktatör büyük güçlerin

yanısıra İran, Pakistan, Hindistan gibi aktörlerle deanlaşmalar yapmış, trilyonlarca metre küpü bulandoğalgaz kaynaklarını en iyi fiyatla satmıştı.Dolayısıyla rejimin yeni efendileriyle bu ilk günlerdeiş bitirmeyi bşaranlar, yağmadan aldıkları payıbüyütme şansını da yakalayabileceklerdi.

Yabancı heyetlerin Türkmen yetkililerle kulisyapmaya çalıştığı törende, Rusya-ABD kapışmasınınöne çıktığı gözlendi. Rus Başbakanı Mihail Fradkovile Türkmen gazının baş dağıtımcısı olan Rus deviGazprom tekelinin başkanı Aleksey Miller, cenazeyekatılıp Türkmen yetkililerle yoğun görüşmeleryürütürken, savaş kundakçılarının temsilcisi ABDDışişleri’nin Asya’dan sorumlu bakan yardımcısıRichard Boucher ise, Washington’ın Türkmen gazıylailgili emellerini fütursuzca dile getirdi.

Rusya tarafı kulisi sessiz sedasız yapmayı tercihederken, kirli emellerini ifşa eden Amerikalı bakanyardımcısı, “Türkmen halkı bir belirsizlikdöneminden geçiyor. Böyle bir zamanda ilişkilerdeyeni başlangıç umduğumuzu vurguluyoruz. OrtaAsya’da işbirliği yapmamız için pek çok fırsat var.Yeni Türkmen yönetimi, halkının hayrı için bufırsatlardan yararlansın” şeklinde açıklama yaptı. Bukişi, ABD’nin Türkmenistan-Hazar Denizi-Azerbaycan üzerinden Batı’ya ulaşacak bir doğalgazhattı istediklerini de söyledi.

Diğer heyetlerin yürüttüğü pazarlık büyükvampirlerin gölgesinde kalmış olmalı ki, basına pekyansımadı. Ancak onların da kendi üsluplarınca buarenada boğuştuklarına kuşku yoktur.

En kalabalık heyetin başı Recep Tayyip…

Türk burjuvazisinin, “soydaşlarımız” söylemiardına saklanarak Hazar havzasındaki paylaşımdanpay kapma hayalleri kurduğu, bu amaçla pek çokteşebbüste bulunduğu bilinmektedir. Ancak“soydaşların vefasızlığı”ndan dolayı bir türlü buemellerine ulaşamamıştır.

Resmi söylemin aksine, “Türki soydaş” merhumdiktatör de vefasızın tekiydi! Zira Türkiye’deki“soydaşları” ile doğalgaz ticaretini geliştireceğine,büyük güçlerle işbirliği yapmayı tercih etmiştir.Ancak buna rağmen işbirlikçi Türk burjuvazisiemellerinden vazgeçmediği gibi, ABD-İngiltere-İsrailittifakı adına taşeronluk yaparak da olsa paylaşımdankırıntı kapma peşinde koşamaya devam ediyor.

Merhum diktatörün huzuruna 100 kişilik birheyete başkanlık yaparak çıkan T. Erdoğan, heyetiylebirlikte Aşkabat’taki rejimin yeni efendileriyle çok

yönlü görüşmelerde bulunmuş olmalıdır. Başbakanınyanısıra heyette Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, EnerjiBakanı Hilmi Güler, Çevre ve Orman Bakanı OsmanPepe ile çok sayıda milletvekili de yer aldı. Bu aradaNiyazov’un ölümü nedeniyle Türkiye’deki bütünillerde gün batımına kadar bayraklar yarıya indirildi.

Cenaze töreninde “en kalabalık” heyetiyle ilksırada saf tutan Tayyip, yağmadan pay kapma dalaşınamistik boyut katanların başında yer almayı dabaşarmıştır.

Türkmenistan’ı kurtlar sofrasına çevirenkapitalist/emperyalist düzenin efendileri, bu ülkedekiiç dayanaklarının gücüne bağlı olarak, doğrudan veyadolaylı müdahalelerine devam edeceklerdir.Türkmenistan’daki yağmacı çıkar çevrelerinin iktidarayerleşmek için sürdüreceği “it dalaşı” yabancımüdahaleye meydan verecek noktaya varırsa, yağmasavaşı bambaşka bir boyuta taşınır. Bu ise,Türkmenistan başta olmak üzere, bölge halklarınıciddi tehditlerle karşı karşıya bırakmak anlamınagelecektir.

Dünyanın diğer bölgelerinde olduğu gibi, Hazarhavzasındaki halkların da, emperyalistlerleişbirlikçilerini kovmadan eşit ve özgür bir yaşamaulaşmaları mümkün olmayacaktır.

Türkmenistan kurtlar sofras›nda!

Brötanya’da devrimcidayanışma etkinliği

Brötanya’nın St-Brieuc kentinde 23 Aralıkgünü devrimci dayanışma etkinliği düzenlendi.Etkinliği Kızıl Bayrak, Atılım, DevrimciDemokrasi, İşçi Köylü, Yaşanacak Dünya veYürüyüş gazeteleri düzenledi.

Gece tüm devrim şehitleri anısına saygıduruşuyla başladı. Ardından bölgemizde yenikurulan Grup Çağlar, Brötan halk oyunları vemüzik ekibi, Grup Çağrı, Afrika dans grupu sahnealdı. Etkinlikte komite adına gecenin anlamınailişkin bir konuşma yapıldı.

Programın ikinci bölümünde Sezen kardeşler,Brötan ve Irlandalı iki genç müzikleriyle geceyerenk kattılar. Bölgemizdeki Lorient AleviDerneği’nin kurmuş olduğu çocuk semah ekibietkinliğimize destek sundu. 19 Aralık katliamı ileilgili sinevizyon gösterildi. Yeninur Ada ve ozanEmekçi de ekinlikte yeraldı.

Geceye 350’ye yakın bir katılım gerçekleşti.Kızıl Bayrak/Börtanya

Niyazov’un cenaze törenine katılmakiçin başkent Aşkabat’a doluşanlar,aralarında devlet başkanlarının dabulunduğu üst düzey siyasetçi, diplomat,bürokrat, tüccar takımı 40 ülketemsilcisinden oluşuyordu. Bu ilgi merhumdiktatöre gösterilen sadakattenkaynaklanmıyordu. Denebilir ki,Niyazov’un cenaze töreni kimseninumurunda değildi. Kolaylıkla anlaşılacağıgibi belirleyici olan, Türkmenistanpetrolünden ve doğalgazından pay kampayarışıdır.

Okuma-yazma öğretme mucizesi...24 ★ K›z›l Bayrak Sayı:2006/51 ★ 29 Aralık 2006

Okuma-yazma öğretme mucizesininnedenleri ve ABD’de durumun tersyönde gelişmesi

Biz, bilgi ve eğitimi ulaşmayı denetlemenin farklıyöntemleri olduğu bir dünyada yaşamaktayız.Özellikle ABD’nin genç tarihinde, yaygın tarihselolmayan bir bilinç göze çarpmakta. Bu, örneğin genelbilgi ve Küba’ya ilişkin bilgiler alanında geçerlidir.Kim 1961 yılında Küba’da okuma-yazmaya yönelikson derece önemli kampanyayı duydu? Biz, gençBlack Panthers (Siyah Panterler) ‘60’lı yıllardakampanyaya ilişkin yazılar okuduk ama biz de kısasüre sonra unuttuk. Halbuki bu son derece önemli ve ogüne kadar bilinmeyen, silahlarla değil de kalem vedefterlerle gerçekleştirilen bir devrimci hareketti.

Fidel Castro, 1960 yılında Birleşmiş Milletlertoplantısında yaptığı konuşmada, ülkesinde okuma-yazması olmayan kimse kalmayacağı, buna karşıisabetli bir şekilde harekete geçeceklerini açıklamıştı.İlk baharda ise yüzbinden fazla öğrenci kampanyayagönüllü olarak başvurdu. Küba’nın kırsal kesiminegiderek cehalete karşı savaş başlattılar. Senenin sonunakadar mucize gerçekleştirilmiş, 250 bin kamuçalışanının yardımı ile cehaletin üstesinde gelinmişti.Zor koşullar altında çalıştılar, birçoğu da kaza,hastalıklar ve ABD’nin kampanyayı sabote etmek içinyönlendirdiği terörizm sonucu yaşamlarını yitirdi. Buzorluklara rağmen çalışma grubu hedefine büyükoranda ulaştı. Jonathan Kozol 1978 yılında NewYork’ta, sonradan Küba’nın dışişlerinde görev alan birçalışma grubu üyesi ile yaptığı röportajı “Childern ofthe Revolution: A Yankee Teacher in the CubanScholl” adı altında yayınladı.

Armando Valdez’in anıları: “Ben öncesindeinsanların böyle koşullar altında yaşamak zorundakaldıklarını hiç tahmin etmezdim. Ben kendim eğitimlive varlıklı bir ailedenim. O aylar yeni bir dine dönmekgibi bir şeydi. Benim için eski bir hayatın ölmesi veyeni bir şeyin başlamasıydı. Bana erkeklerinağlamadıkları öğretildiği halde, o insanların ne kadarçaresiz olduklarını ve sefaletlerini gördüğümdegözlerimden yaşlar akıyordu. Hayır, abartılı hiçbir şeyyok, hiçbir şeyleri yoktu. İlk başta ben bunainanamadım.

Benim bunları Marks, Lenin ya da Marti’denokumam gerekmiyordu. Ben bunları kendi gözlerimlegördüm. Ben her gece ağlıyordum. Bunları anne vebabama yazıyordum. Daha 12 yaşındaydım. Bizimülkede daha önceleri hiç olmayan bir şeye katılmakbenim için heyecan vericiydi. Ben, her ne pahasınaolursa olsun Fidel’in bütün dünyanın önünde verdiğisözü yerine getirecek durumda olduğumuzukanıtlamak istiyordum. Birilerinin ardımızda Fidel’inarkasında olmadığımızı söylemelerini istemiyordum”.

Kübalılar sadece bir yıl içerisinde o güne kadargerçekleştirilememiş olanı gerçekleştirdiler. Çocuklaröğretmenlerinin desteğiyle okullarını bırakıp köylereve dağlara gidip oradaki insanlara okuma yazmayıöğretiyorlardı.

Elleri önceden ne kağıt ne de kalem tutmuş olanonbinlerce kişi, sonra o dönemde yaşadıklarını kendielleriyle kağıda aktararak Fidel’e gönderdiler. Oöğrencilerden biri, yaşlı Juan Martinez’denaktarılmakta: “Ben, okuma yazmayı öğrenmeden öncekendimi tam bir Kübalı olarak hissetmiyordum”.

Neden tam da sınırlı imkanlara sahip olan Küba,zorlu bir devrimin ardından böyle bir görevi üstlendi?Kozol, Fidel’in “Dostluk ve eğitim kampanyasına

katılmak ve misyoner eğitmen ekibi köylüleregöndermek bir zorunluluktur” diye öneride bulunanKübalı büyük devrimci şair Jose Marti’denesinlendiğini tahmin ediyor.

Kübalılar sadece cehalete karşı harekete geçmedi,aynı zamanda yüzlerce öğrenciyi de harekete geçirdi.Bunu yapmakla, şehir ile köyü, orta tabaka ileköylülüğü birleştirdiler, bu ulusun mensubu olmanınne anlama geldiği konusunda bilinçlerini geliştirdiler.Bir nesil çocuğa bu devrimin ne içingerçekleştirildiğini öğrettiler: Yoksullar ve köylüler,yani ülkenin ücra köşesindeki dışlanmışlar için.

Bu, neden bizim için ABD’de büyük önemdedir?

Çünkü, biz zenginlerin kendi aralarında bölüştükleribu dünyada halen sayısız çocuk iki bin yıl önceefsaneleşen ahırları hatırlatan koşullar altında dünyayagelmektedirler. ABD’de her geçen yıl kulların durumudaha da kötüleşmekte, okuma-yazma da unutulmuş birsanat olmakta. Kitap okuyan ABD’li sayısı giderekdüşmekte, eğer okuma-yazma biliyorlarsa tabii.

Bizim tarihte öğreneceğimiz çok şey var veKüba’nın bize verdiği ders onlardan sadece birtanesidir.

Çeviri: J. Özgür (Junge Welt’in 23 Ekim ‘06 tarihli 26. sayısından

alınmıştır...)

Küba’n›n verdi¤i ders! Mumia Abu-Jamal

Yurtdışında faaliyet yürütendevrimci parti ve örgütler, bir süreönce gerçekleştirdikleri birtoplantıda, Türkiye’de sondönemde yeni boyutlar kazanandevlet terörüne karşı birleşikdevrimci mücadelenin sorunlarınıtartışmak amacıyla, “Emperyalistsaldırganlık, Türkiye’de devletterörü ve birleşik devrimcimücadele” konulu bir sempozyumyapılmasını kararlaştırmıştı.Yaklaşık bir ay önce kararlaştırılanbu sempozyum, 25 Aralık günüAlmanya’nın Duisburg kentindegerçekleştirildi.

Kızıl Bayrak, Alınteri, Devrimci Demokrasi,Atılım ve Partizan dergilerinin organize ettiği,Haklar ve Özgürlükler Cephesi’nin destekçisiolduğu sempozyuma yaklaşık 300 kişi katıldı.

Türkiye’den Çağdaş Hukukçular Derneği üyesiAvukat Kazım Bayraktar ve yazar MukaddesErdoğdu Çelik’in de konuşmacı olarak katıldıklarıetkinlik yaklaşık 9 saat sürdü. HÖC bilemediğimiznedenlerle sempozyuma katılmadı.

Sempozyum, katılımcıların 20’şer dakikalıkkonuşmalar yapmaları ile başladı. Ardından kısabir ara verildi. Aradan sonra katılımcılara ikincikez, konuşmaları ve soru sormaları için beşerdakikalık söz hakkı verildi. Konuşmacıların

soruları yanıtlamak da dahil, son sözlerinisöyeldikleri 15’er dakikalık ikinci tur konuşmalarıile sona erdi.

Sempozyum boyunca tüm konuşmacılar,birleşik devrimci mücadelenin kesin bir ihtiyaç,hatta bir zorunluluk olduğunun altını çizdiler.Fakat dikkate değer olan, bunun ancak ve ancakdevrimci ilke ve esasların yön verdiği, devrimciamaç ve hedefleri olan bir mücadele olarakörülmesinin şart olduğunun dile getirilmesiydi.Özellikle tabanın eğilimi net bir biçimde buydu.Sempozyuma da bu düşünce egemen oldudiyebiliriz.

Kızıl Bayrak/ Almanya

Almanya’da “Emperyalist saldırganlık, Türkiye’de devletterörü ve birleşik devrimci mücadele” sempozyumu...

Fidel Castro, 1960 yılında BirleşmişMilletler toplantısında yaptığıkonuşmada, ülkesinde okuma-yazmasıolmayan kimse kalmayacağı, bunakarşı isabetli bir şekilde hareketegeçeceklerini açıklamıştı. İlk bahardaise yüzbinden fazla öğrencikampanyaya gönüllü olarak başvurdu.Küba’nın kırsal kesimine giderekcehalete karşı savaş başlattılar.Senenin sonuna kadar mucizegerçekleştirilmiş, 250 bin kamuçalışanının yardımı ile cehaletinüstesinde gelinmişti.

Ortadoğu üzerine... K›z›l Bayrak ★ 25Sayı:2006/51 ★ 29 Aralık 2006

Ortadoğu topraklarına son birkaç haftadıruluslararası kapitalist sermayenin memur ve diplomattüccarlarının biri gidip biri geldi. Kapitalizmin ömrünüuzatmak ve geleceğini garanti altına almak için, butüccarların her geliş gidişlerinde çantalarında bölgeningidişatına yönelik olarak bulunan birçok kirli stratejininhayat bulması için, o pay-i taht’tan bir öbürüne dolaşıpduruyorlar. Hepsinin de derdi meramı, Mısır’dan Çin’euzanan Doğu’nun, özelde ise Ortadoğu’nun zengin fosilyakıt kaynaklarına ya tek başına hakim olmak, ya dabirlikte bölgenin üzerine yarasa gibi çullanarak,Asya’nın zengin enerji kaynaklarından oluşan pastadanpay elde edebilmektir, bunun için çırpınıp duruyorlar.Akdeniz havzasından başlayıp Asya’nın derinliklerinekadar uzanan bin yılların ticaret güzergahı olan bucoğrafyanın enerji kaynaklarına, emperyalist Batımerkezleri muhtaç ve bağımlıdırlar. Bu bölgenin zenginkültürel varlıkları hiçe sayılarak, ve daha kendileri devletmimarisinin şekli şemalini bile bilmezken butopraklarda boy vermiş derin kültürel birikime vevarlıklara karşı, tarihsel sınırlarına dayanmış vahşikapitalizmin ömrünü uzatma savaşını sürdürmepeşindeler.

Bu vesileyle de, Afganistan ve Irak’tan sonra içindengeçtiğimiz birkaç aylık dönemde, Ortadoğu çirkin birsürece doğru çekildi ve bölgenin semalarında birikenkarabulutların dolaşımı halen devam ediyor. Irak biryana, Lübnan savaşa sürüklendi, Filistin iç kargaşayaçekiliyor ve bölge devletleri ile (Hindistan’danBalkanlar’a kadar uzanan muazzam coğrafyada üçyüzyılı aşkın bir süre boyunca Pers İmparatorluğu olarakhüküm sürmüş) İran’ın arasının açılması için süreç adetakışkırtılıyor. Bu sorunlar önümüzdeki yılda daha daağırlaşarak devam edecek gibi görünüyor.

Irak merkezli gelişen Ortadoğu’nun siyasi iklimi,başta bu ülkeyi işgal eden işgalci güçleri çıkmazasoktuğu gibi, işgalci devletlerin bölgedeki müttefiklerinide bir o kadar etkilemiştir. Özellikle İsrail’in Lübnansavaşından sonra, bir adım daha ileri kayan İran veSuriye karşıtı bölge bloğu (içerisinde mezhepçi vepolitik kaygılar taşıyan bölgenin kimi güçlerinin debulunduğu blok), ABD ve müttefiklerinin bölgede rezilrüsva olmasını önlemek ve “dostluk adına” onlarınnamusunu kurtarmak için, kuşkusuz aynı zamandakoltuklarını koruma kaygısıyla da ses tonlarınıyükseltiyorlar. Çünkü kendisi Arap olmayan İran’ınArap Yarımadası’nda siyasi etkinliğini artırmayaçalışması, bölgenin ağabey konumundaki ülkesi Mısır’ıve Kral rolünü oynamak isteyen Suudi yönetimini veötekileri belirgin biçimde rahatsız ediyor.

Hal böyle olunca, İran eksenli gelişen ittifak vemüttefiklerinin etrafını daraltma amacı çerçevesinde,İran karşıtı bölge ittifakının başını çeken ve bu ittifakınbölgede kimi Arap rejimleri nezdinde önemliayaklarından birini oluşturan Suudi’ler, her zamanbölgeye yönelik çeşitli açıklamalarda bulunmazlar ama,şu son günlerde açıktan ve gizliden sesleriniyükseltmeye başladılar. Daha önce, Suudi Arabistan’ınBM daimi temsilcisi Prens Türki El-Faysal, “ABDIrak’tan çıkmamalı. ABD Irak’a davetsiz geldi, çıkmasıise davetsiz olmamalı” demişti. Bunun ardından, SuudiKrallığı’nda Ulusal Güvenlik’te görevli olan NavifObeyd de, “ADB askerleri Irak’tan çekilmemeli, eğerABD Irak’tan çekilir ve Şiiler’in Sünniler’i hedef alansaldırıları devam ederse, biz de Sünniler’e her türlüdesteği yaparız” (Aktaran Qatar patentli ANB TV’si)diyordu.

Bu kışkırtıcı söylemlerin ardından, Irak’ta “işgalekarşı direnişi sürdürdüğü” söylenen ve “Sünniler’inlideri” olarak yansıtılan Haris El-Dari, İsrail’in Lübnansaldırısından sonra açıktan açığa şekillenen Batı ve İsrailyanlısı bölge bloğunun başkentlerinde (Türkiye’de,Mısır’da, Ürdün’de vs. yerlerde) bir dizi toplantılara

iştirak etti ve ardından Suudi Arabistan’a çağrıldı.Katıldığı toplantılarda, “işgale” ve İran eksenli gelişensiyasal sürece karşı direnişin devam edeceğinisöylüyordu El-Dari…

Sözün özeti olarak bu açıklamaların tek bir izahatıvar. Bu da; Arap olmayan İran’ın Arap coğrafyasındaönünün alınması için, bölgede Şii ve Sünni gibi yapaybloklaşmaların önü açılıp, ABD’nin bölgede kalıcılığınanefes aldırmak ve zemin hazırlamaktır. Hatta SuudiArabistan, tıpkı 1960’lı yıllarda Cemal Abdulnasırkarşıtı bölge öncülüğünde olduğu gibi, bu kez de “İrantehlikesi”ni önlemek babında, Batı, İsrail, Türkiye vekimi Arap iktidarlarının yanı sıra cemaat ve tarikatsahibi bir birlik ve ittifakların oluşması için gizlifaaliyetini sürdürüyor.

Bu süreci iyi gören ABD, Afganistan ve Iraksavaşından bu yana, Arap Yarımadası’nda dillendirdiğive Mısır’daki sağır sultanın dahi duyup öğrendiği“düşük yoğunluklu demokratik istikrarın” yerine, bu kezde yeni bir stratejik söylem olan “bölgesel ittifak”tan sözetmeye başladı. Bunun hayata geçirilmesi için, ABD veuluslararası savaş ekibi, onlar adına İngiltere’nin “güleryüzlü” Başbakanı Tony Blair, Ortadoğu’da bu yapaysüreci çatıştırmacı ve kışkırtmacı bir eksene çekebilmekiçin, bölgede İran’a karşı bölge ülkeleri bazında“ılımlılar ittifakının” oluşması çağrısını yapıyor ve böylebir girişimi destekleyeceklerini söylüyordu. Garipolmayan olgu ise, soğuk savaş döneminde din vemezhepleri kapitalizmin bekası için sosyalist sistemekarşı kullanmada uzman olan ABD ve Batı merkezleri,bu kez Müslüman topluluğunu kendi içinde mezheplernezdinde birbirine karşı kışkırtma veya boğazlatmapeşinde. Yani Irak’ta olduğu gibi, Lübnan’da ve Körfezülkelerinde etnik ve mezhepsel çatışmaların fayhatlarının altı bilinçli olarak kazınıyor. Ortadoğu’da busürecin yönünü bulabilmesi için ise, birçok elin çokyönlü faaliyetleri devam ediyor.

Bu süreçten vazife çıkarmak isteyen hemuluslararası güçler hem de bölge aktörleri, diplomasininkaranlık koridorlarında Ortadoğu’nun geleceğineyönelik gizli hesaplarını, girişim ve planlarınısürdürüyorlar. Ancak, İran’a yönelik doğrudan (bu şu aniçin olası görünmüyor ama) bir askeri işgal hareketiemperyalistler arası it dalaşını doğuracağı gibi, bölgedede büyük bir yangına yolaçar. Son aylarda bu planlarınhayata geçirilmesi için ardarda Ortadoğu’nunbaşkentlerinde bir dizi toplantı, konferans, zirve vb. gibiçeşitli buluşmalar yapıldı. Buna ek olarak uluslararasısavaş tüccarları ve deccalları (fesatları) bölgeye ardardaakın ettiler. Hepsinin de kaygısı, Afganistan’daoluşturulan ittifakın yerine, Irak’ta tersine işleyen, hattadolaylı olarak birbirlerinin tekerlerine çomak soktuklarıçatışmacı süreçte, Ortadoğu’da yaşanacak yeni birkarmaşa ve kaos içerisinde, kimin kiminle paydadaortaklık yapacağı...

Gelinen süreçte, ABD ve müttefikleri Irak’ınişgalinden sonra içine düştükleri bataklıktankurtulabilmenin yollarının arıyor. Bu çerçevede, JamesBekar ve Lee Hamilton raporunun uygulanabilmesi içinbölgeye, başta ABD’nin savaş ekibi olmak üzere Batımerkezlerinin diplomatik çevrelerinin biri geldi biri gitti.1970’li yıllarda bölgede CIA koordinatörlüğü yapan vedaha sonra 1. Körfez Savaşı’nı başlatan Baba Bush,Ortadoğu’ya gelerek, hamalın namusunu kurtarmakiçin, Körfez’deki eski dostlarından ABD’ye yardımetmelerini istedi. Aynı süreçte Dick Cheney de, petrolortağı olduğu Suudi Arabistan’a gidiyor, İran karşıtıcephenin oluşması için Suudilerle bir dizi görüşmelerdebulunuyordu. Eski CIA Başkanı, şu an ABD SavunmaBakanı olan Robert Gates, yeni görevini devralır almazOrtadoğu’ya yaptığı gezide, “Ortadoğu’da huzursuzlukve güvensizliğin uzun yıllar devam edeceğine vebölgede kalıcı olduklarına” işaret ederek, “Herkese

gönderdiğimiz mesajın anlamı ise, ABD’nin dünyanınbu bölümünde varlığının süreceğidir. Uzun süre buradaolacağız” diyordu.

Bu ve buna benzer birçok ABD’li yetkilinin bölgeyeyönelik açıklama ve görüşmelerinin ardından, G. BushÜrdün’e gelerek, Kral Abdullah başta olmak üzerebölgenin birçok devlet ricali ile Amman’da, bölgeninşekillenmesine yönelik görüşmeler yaptı. Bu toplantıdansonra bölgenin en çetrefili sorunu olan Filistin’de içsürtüşme tetiklendi ve iktidarda olan Hamas’ındevrilmesi için Mahmud Abbas öncülüğünde baskılarartırıldı. Bu toplantıya ev sahipliği yapan Ürdün KralıAbdullah, Filistin’de çıkacak bir iç yangının ateşininkıvılcımlarının kendi ülkesine sıçrayacağından korkmuşolmalı ki, Abbas ve Haniye’yi bu hafta Ürdün’de biraraya getiriyor. Her ne olursa olsun Hamas Filistinhalkının demokratik iradesiyle hükümet olduğu halde,politik kaygılarından dolayı, Filistin’de Hamaslı birsüreç Batı’nın ve bölgenin kimi devletlerinin işlerinegelmiyor. Bu nedenle Hamas ve FKÖ arasına nifaktohumları serpiliyor ve Hamas’ın geçmişte yaptığınıntersi tekerrür ediyor… Bu da İsrail ve Batı’nın istemleridoğrultusunda ilerletilmek istenen bir süreçtir.

Bölgedeki bu gelişmelere ek olarak, Türkiye, İranve Suriye eksenli sık sık buluşmaların ağırlık konusu,her üç devletinde egemenlikleri altındaki Kürt halkınayönelik ortak tutum ve politikalarda bir vizyonunoluşması. Başta Türkiye ve İran rejimlerinin milliyetçieksende sürdürdükleri gerici siyaset gereği, Kasr-ıŞirin’den bu yana bölge devletlerinin egemenliklerialtındaki Kürt halkının iradesi hiçe sayıldığı gibi, “birkaşık suda” nasıl boğarız siyaseti doğrultusunda Kürtlerhep baskı altında tutuldu. Bu tutumları halen devamediyor. Oysa bu siyasi anlayış ne kendilerine, ne deOrtadoğu’nun sorunlarına fayda veya çözümsağlamıyor. Sağlamadığı gibi, yığınların beynindegericiliği zinde tutuyor ve milliyetçiliği körüklüyor. Bututumlarıyla onlar, azınlık ve toplulukları baskı altındatutarak, halklar arası dostluk ve kardeşliği yaratmafelsefesinden yoksundurlar.

Sonuç itibarıyla, bu siyasi anlayışla, ezilen işçi veemekçi halkların kapitalizme ve gerici sistemlere karşısınıfsal mücadelesinin önünün alınması için, dünyadaolduğu gibi Ortadoğu’da da din ve milliyetçilik bilinçlibir biçimde öne çıkartılıp, toplumlar zihninde gericilikdiri tutulmaya çalışılıyor. Kapitalist sistemin mağdurlarıolan ezilen emekçi yığınlar sahte propagandalarlaaldatılmaya çalışılarak, milliyetçilik ve din eksenindetoplumlar birbirine kırdırılmaya çalışılıyor. Ya da, diğerbir deyimle, 21.yüzyılda gelişip büyüyecek sınıf savaşınıgölgelemek ve bastırmak hedefleniyor.

Öte yandan, Ortadoğu’nun geleneğinde kökleri çokeskilere dayanan ve halen günümüzde de devam edenetnik (Şii-Sünni veya alt mezhepsel) kavgalarkışkırtılıyor. Emperyalist-kapitalist sistemin stratejiuzmanları ve burjuva ideologlarının son yıllarda Batı-Doğu çatışması adı altında, dinleri çaresiz bireyleringüvenli limanlara çıkış yolu olarak göstermeye çalışmasıise, 21. yüzyılda emperyalist-kapitalist sistemle karşıgelişen ve çok yönlü şekillenen sınıfsal kavganınhedefinden saptırılmasını amaçlıyor. Bu kavramlar, Batımerkezli beyaz adamın kavramları olup, kapitalizminuzun erimde insanoğlu üzerinde tahakkümünühedefliyor. Bu ölçekte gelişen ırkçı, dinci, şovenist,ayrımcı Batı merkezli yön arayan çarpık tarih ve süreçreddedilirken, aynı zamanda aynı bakış açısına sahipolan Asyatik ve İslamcı bakış açısı da reddedilmelidir.Ortadoğu coğrafyasında bu ve buna benzer sürecingidişatına yönelik sığlığa düşmeden kavgageliştirilmelidir.

Bu yazıyı okuyan ve okumayan herkesin yeni yılınıkutluyorum. Yeni yılda başta bölgemiz olmak üzere tümdünyada barışın ve özgürlüğün kol gezdiği bir gelecek

Siyaset ve çeliflkiler sahas› Ortado¤uAbu Şehmuz Demir

Taban örgütlenmeleri üzerine...26 ★ K›z›l Bayrak Sayı:2006/51 ★ 29 Aralık 2006

Volkan Yaraşır’la işçi hareketinin yaşadığı sorunlar ve çözüm önerileri üzerine konuştuk…

Taban örgütlenmeleri s›n›f›n akl›,yüre¤i ve yumru¤udur!

- Bugün sınıf hareketindeki durgunluğun vetıkanıklığın temel nedenleri nelerdir?

İşçi hareketi bir karşı devrim programı olan neo-liberal politikaların etkileriyle ciddi bir dağınıklık veparçalanma yaşıyor. Türkiye solu neo-liberalpolitikaların genellikle sonuçları ve ekonomikyönüyle ilgilendi. Ne var ki neo-liberalizm ideolojik,kültürel ve ekonomik boyutları olan son derecekompleks niteliklere sahip bir “sınıf ” politikasıdır.Ezenin, ezilen üzerindeki sistematik, çok vektörlütahakkümüdür. Maksimum kârı amaçlayan ve sınıfınher düzeydeki örgütlülüğünü parçalamayı hedefleyenbir sistematiği içinde taşımaktadır.

24 Ocak, 12 Eylül diyalektiği ya da faşistdiktatörlüğün ekonomi-politiği özünde neo liberalkarşı devrim programıdır. İşçi hareketi önce 12 Eylülfaşizmiyle ezildi ve korku kitleselleştirildi. Çünkü 12Eylül bir yanıyla korku dinamosuydu. Neo liberalpolitikalar bu zemin üzerinden inşa edildi. Üç ayaktahayata geçirildi. Birinci ayağı ideolojikti; buboyutuyla “yeni” bir toplum yaratılmaya çalışıldı.İnsanların beyinleri felç edildi. İkinci ayağı kültüreldi;bu boyutuyla kitleler diktatörlüğün suç ortağı halinegetirildi. Tüketim terörü yaygınlaştırıldı. Üçüncüayağı ekonomikti; o da kendini radikalözelleştirmelerde dışavurdu. Böylece çok yönlü birsaldırı altında kalan işçi sınıfı hızla atomize oldu.Örgütlülüğü dağıtıldı. Kimliği deforme edildi.Mecalsiz ve takatsiz kaldı. Bugün yaşadığımızgericilik döneminin çok yönlü etkilerini göremezseksınıfın yaşadığı sorunları anlamamız, bu sorunlaracevap üretmemiz mümkün değildir.

- Yaşanan gericilik döneminin sınıf içindeyarattığı en belirleyici olumsuz etki nedir?

En belirleyici olumsuz etki ideolojiktir. Bugünideolojik mücadele inanılmaz önem kazanmıştır. Sınıfkimliği ve bilincinin inşa edilmesi önümüzdeki entemel görevdir. Bununla birlikte yine solun ihmalettiği, hatta çok anladığını zannetmediğim sınıfkültürünün yeniden yaratılması yakıcı önemdedir.Sınıf bilincinin ve kimliğinin inşa edilmesi, sınıfkültürünün yeniden yaratılması çabaları özünde sınıfınörgütlenme ve eylem kapasitesini yükseltmekdemektir. Bu süreç içiçe geçmiş, birbirini tamamlayaniçeriktedir. Bugün sınıfın örgütlenmesinden vemücadelesinden bahsediyorsak, bu aynı zamanda onunideolojik ve kültürel mücadelesinden bahsediyoruzanlamına gelir.

- Sizce sınıfın örgütlenmesi ve mücadelesininönündeki temel engeller nelerdir?

Bence en temel sorun sınıf kimliğinin ve bilincinindeformasyonudur. Bugün işçilerin, işçi olma üstkimliği deforme edilmiş, alt kimlikleri (etnik, dini,milli, mezhebi) üzerinde politikalar yapılmaktadır.Egemen sınıflar bu politikalardan ne yazık ki etkilisonuçlar da almıştır. Şovenizmin ve dinsel gericiliğinişçi sınıfı içinde nüfuz edebilmesi düşündürücüdür.Burjuva siyasal partilerin alt kimlikler üzerindegerçekleştirdiği politikalar, sınıfın bilincinibulandırmakta ve gücünü etkisizleştirmektedir. Hattaişçilerin sistemin politikalarına eklemlenme riskinidoğurmaktadır. Üst kimliğin ya da sınıf kimliğinininşası yönündeki çalışmalar ve sınıf bilinciningeliştirilmesi yönündeki çabalar önümüzdeki temelsorunlardır. Zaten bu kimlik ve bilincin inşasıörgütlenmenin ve mücadelenin katalizörüdür.

Mücadeleyi yükselten ve örgütlenmeyi kalıcılaştıraniçeriktedir.

Sınıf bilinci üçlü bir karaktere sahiptir. Birincisiişçi olma bilincidir. Bu ilk bilinç kategorisidir. İkincisisınıf bilincidir. Bu kategoride, işçi sorunlarını bilir;sorunlarının sorumlusu olarak sermaye sınıfını görür,birleşerek sermayeye karşı mücadeleyi önüne koyar.Üçüncü bilinç kategorisi siyasi bilinç ya da anti-kapitalist bilinçtir. Bu bilinç sistemle hesaplaşmayı vekapitalist sistemi yıkmayı hedefleyen bilinçtir.

Biz şu anda birinci bilinç kategorisi olan işçi olmabilincini aşılamaya çalışıyoruz. Durumumuz bu derecekritiktir. Kısaca bu süreç meşakkatli, uzun soluklu birsüreçtir. Eylem ve mücadelenin bilincin gelişmesindetemel dinamik olduğunu unutmadan, sınıfın içindeuzun soluklu bir çalışmayı önümüze koymalıyız.Biriktire biriktire, adım adım hareket etmeliyiz.Bilinç-eylem diyalektiğinin örgütsel kapasiteninkendisi olduğunu unutmamalıyız. Ayrıca sınıfın hiçbirşeyi unutmadığını, yavaş ama istikrarlı geliştiğinibilmeliyiz.

- Sizin çözüm öneriniz nelerdir?Önce sınıfın lokomotif sektörlerini belirleyeceğiz.

O da bildiğiniz gibi otomotiv sektörünün bu ülkedegelişmesine paralel olarak gelişen, inşaat ve dokumasektörünü geride bırakan metal sektörü ve spekülatifsermayenin yükselişine bağlı olarak hız kazananperakende sektörüdür. Bu iki sektör önümüzdekidönem sınıf hareketinin taşıyıcı ya da lokomotifsektörleridir. Metal işçisi çalışma koşullarının yarattığıözelliklerden ve köklü mücadele geleneğine sahipolmasından dolayı hızla radikalleşebilen ve etkilieylemler örgütleyebilen karaktere sahiptir. Perakendesektöründe ise genç işçiler yoğun olarak çalışmaktadır(benzer gelişme metal sektöründe de gözlenmektedir).Ağırlıkta part-time çalışan perakende işçisi yeniproleterleşme sürecinin tipik özelliklerini üzerindetaşımaktadır. Sınıf ve sendikal bilinci oldukça zayıftır.Küçük burjuva yönleri ağır basmaktadır. Sektördekisirkülasyon sınıf kimliğinin oturmasını ve gelişmesininegatif düzeyde etkilemektedir. Bu özellikleri bilerek

bu iki temel sektöre yönelmeliyiz. Ayrıca özellikle post fordizm diye de

ifadelendirilen yeni sermaye birikim rejimine bağlıolarak sınıf profilinde yaşanan değişimleri göz önünealmalıyız. Bugün Türkiye işçi sınıfının ana gövdesini,yani %65’ini oluşturan güvencesiz işçilerinörgütlenmesini önümüze koymalıyız. Bu noktada yeniişçi havzaları ya da organize sanayi bölgeleri önemtaşımaktadır. Özce sınıfın profilinde yaşanandeğişimleri gören ve müdahale eden örgütlenmeleryaratmalıyız. Yani bir taraftan çekirdek işçileri (beyinişgücünü), diğer taraftan Mc Donald’s işçileri diyetanımlanan çevre iş gücünü ve işsiz yığınları birarayagetirecek yeni örgütlenmeler kurmalıyız. İşsizleri,sokak işçilerini, güvencesiz işçileri, sendikalı işçileri,beyin işgücünü kavrayacak, aralarında organik birliksağlayacak bir emek odağı yaratmayı hedeflemeliyiz.Emek odağı atomize ve amorfe olmuş sınıfın kolektifduruşunu ve kolektif ayağa kalkışını sağlayacaktır. Vebu emek odağı sınıf mücadelesinin içinde ortayaçıkacak ve bu mücadelenin ihtiyaçlarına cevap verecektarzda gelişecektir. Sınıfın yıkıcı gücünü açığaçıkarmak, sınıfın tüm kesimleri arasındaki organikbirliği sağlayacak bir örgütlenmeden geçmektedir.Emek odağını sınıf kardeşliğinin ve sermayeye karşıtek vücut olmanın, bürokrasiye ve korporatizme karşımücadelenin merkezi olarak algılamak gerekir. TıpkıGüney Kore’deki KCTU, Filipinler’deki Mayo Uno,Bolivya’daki COB gibi… Böylesine bir örgütlülüğüntemelleri de taban örgütlenmeleriyle atılacaktır. Özce;başlangıç noktası sınıfın kolektif gücünü ve iradesiniortaya çıkaracak örgütlenmelerin yaratılmasıdır.

- Taban örgütlenmelerinin sınıfın bugün yaşadığıolumsuz durumdan çıkmasında rolü ne olabilir?

Taban örgütlenmeleri sınıfın kolektif inisiyatifiniaçığa çıkaran, eylemin yaratıcı zenginliği içindeağırlıkla kendiliğindenci bir şekilde ortaya çıkan işçiörgütlenmeleridir. Çok vektörlü amaçları içindetaşıyabilir, dönemsel ve geçici özelliklergösterebilirler. Fakat devrimci durumlarda Sovyet vekonsey tipi örgütlenmelerin ya da doğrudan

Taban örgütlenmeleri üzerine... K›z›l Bayrak ★ 27Sayı:2006/51 ★ 29 Aralık 2006

demokrasinin organları dönüşebilirler. Bugün tabanörgütlenmeleri şiarının öne çıkarılmasının nedenisınıfın yaşadığı atomizasyonu aşmak, nesnel ve öznelşekillenmesinin zeminlerini hazırlamaktır. Özcesınıfın kolektif inisiyatifini, sınıf kimliği ve bilinciniinşa etmek taban örgütlenmelerinin esas işlevi olarakgörülebilir. Sendikaların bürokrasi ve korporatizmincenderesinde işlevsizleşerek eridiği, günümüzkoşullarında taban örgütlenmeleri sınıfın tümkesimlerinin birlik ve dayanışmasını sağlayacağı gibikolektif gücünü de açığa çıkaracaktır. Bir başkaboyutta sendikaların sınıf sendikası konumunayeniden gelmesi taban örgütlenmeleri aracılığı ileolacaktır.

Bugün taban örgütlenmeleri çok farklı biçimdeortaya çıkabilir. Örneğin toplusözleşme sürecindekibir işyerinde ya da grup sözleşmesinin yaşandığıyerlerde yaratılacak taban örgütlenmesi toplusözleşmekomitesi şeklinde biçimlenebilir. Bu komitelersözleşmenin işçilerin aleyhinde sonuçlanmasınıengellediği gibi, sınıfın birliğini yaratmak vesermayeye karşı ortak tavır alması anlamında önemtaşıyacaktır. Öte yandan grevleri yürütmek vesürdürmek için grev komiteleri adında örgütlenmeleregidilebilir. Ya da bir işyerinde sendikalaşma çabasıvarken, buradaki örgütlenme sendikalaşma komitesiadı altında şekillenebilir. Sendikalaşmanın mümkünolmadığı bir işyerinde oluşturulacak komite, işyerikomitesi biçiminde oluşturulabilir. Kısaca tabanörgütlenmeleri konjonktüre ve şartlara göre biçimalabilen, geçici nitelikte olabilen, mücadelenin içindençıkan işçi inisiyatifini koordine eden yapılardır.

- Taban örgütlenmelerine nasıl bir manayüklüyorsunuz? Sizce işlevleri nedir?

Taban örgütlenmeleri mücadelenin içinden çıkanve mücadeleye yön veren işçi örgütlenmeleridir.Herşeyden önce sınıfın birlik ruhunu yaratanyapılardır. Bu ruhu hayatın her alanında güçlendirerek,sınıfın ruhunu silahlandırır. Dün tezgah başında sessiz,boyun eğmiş, rıza gösteren işçiyi ayaklandırır, yıkıcıgücünü açığa çıkarır. Sıradan bir işçi tabanörgütlenmeleriyle kendi kendisinin efendisi olmakyolunda önemli adımlar atar. Bu örgütlenme işçilereyapabilme, muktedir olma gücü kazandırır. Herşeydenönce işçiler birleşirlerse kazandıklarını, yani dünyayıdeğiştirebilme gücüne sahip olduklarını kavrarlar. Buörgütlenmeler işçinin onurunu kazandıran, ona insanolduğunu hatırlatan, onurun her şeyin başındageldiğini gösteren sonuçlar doğurur. İş ve ekmekmücadelesini özgürlük mücadelesi ile birleştiren, onurkavramını yücelten örgütlenmelerdir.

Daha teorik ifade etmek gerekirse, tabanörgütlenmeleri sınıfın kendisi için sınıf olma bilinciningeliştiği, mayalandığı yapılardır. Emeğin yaratıcıgücünü açığa çıkaran mücadele örgütleridir.

Önce taban örgütlenmelerinin yeni işçihavzalarında ya da organize sanayi bölgelerinde klasikfabrika tarzındaki işyerlerinden farklı biçimdeşekilleneceğini bilmemiz gerekir. Organize sanayibölgeleri onlarca sektörün varolduğu, yüzlerceişyerinin bulunduğu ve onbinlerce işçinin çalıştığı‘mekanlardır’. Ben bu ‘mekanları’ post fordistfabrikalar diye tanımlıyorum. Yani her ne kadar klasikfabrika özellikleri taşımasa da bu yerler yine de ‘yeni’fabrikalardır. En başta organize sanayi bölgelerini tekfabrika, tek işyeri gibi düşüneceğiz. Burada çalışanişçilerin sorunları, eğilimleri, yönelimleri hattaçıkarları farklı olabilir. Sorun bütün buolumsuzlukların nasıl aşılacağı sorunudur. İşte buradayine devreye taban örgütlenmeleri girer. Her işyerinde,her atölyede, ister on ister elli kişilik olsun, işyerikomiteleri şeklinde örgütlenmek sanayi bölgesindesınıfın kolektif duruşunu sağlayacaktır. Buörgütlenmeye “üzüm salkımı” örgütlenmesi adınıveriyorum. Salkımın kendisi bütün işyerlerinikavrayacak eşgüdüm komitesidir. Salkımın dalları

atölyelerin bulunduğu bloklar olabilir. Her üzümtanesi ise atölyelerdeki işyeri komitesidir. Bukomiteler arasındaki ilişki doğrudan demokrasiyi esasalmalıdır. İşverenin baskıları göz önüne alınarakçalışmalar önce illegal ya da yarı legal yürütülebilir.Bir aşamaya geldikten sonra yine de gölge ilişkilerkorunarak açığa çıkılabilir. İşveren veya işverenörgütlülükleri ile maddi bir güç olduktan sonra aleniolarak görüşülebilir.

Anlattığım şeylerin yaratılmasının olağanüstü güçolduğunu biliyorum. Evet bu çalışmalar, meşakkatlidirve sabır gerektirir. Her şeyden önce sınıfmücadelesinin yaratacağı zenginliklere inanmalıyız,reçeteden öte yaparak yaratmalıyız.

- Yeni işçi havzalarında örgütlenmenin zorluğunubelirtiyorsunuz. Sizce taban örgütlenmelerişeklindeki bir çalışma nasıl başlayabilir? En baştaönüne ne koymalıdır?

Bu alanlardaki çalışmaların sınıfın nesnel ve öznelşekillenmesine hizmet ettiğini bilmeliyiz. Buçalışmaların elde edilmiş bir formülü yok, ama hemülke hem de uluslararası deneyimlerden çıkardığımızbazı sonuçlar bulunuyor. İşçi sınıfının kolektifinisiyatifini açığa çıkaran her adım ve her çabaönemlidir. Ayrıca bugün, dün olduğu gibi sınıftanöğrenmeyi esas almalıyız. Çünkü yaşamı değiştiren vedönüştüren, geleceği kuran tek devrimci güç işçisınıfıdır. En basit sorundan başlayan çabalar veörgütlenme adımları inanılmaz sonuçlardoğurabilmektedir. İşçi sınıfına bir nesneler yığınıdeğil devrimin temel gücü ve sosyalizmin kurucuöznesi olarak yaklaşmak gerekir.

Ne yazık ki bugün solun büyük bir kısmı sınıfındevrimci gücüne inanmıyor ve sınıfı bir nesneleryığını olarak görüyor. Eğer sınıfın devrimci gücüneinancımız varsa sınıfa yönelik en küçük çaba bilemanalıdır. Uzun bir yolun küçük bir adımlabaşlayacağını bilmeliyiz. Taban örgütlenmeleri sınıfınyıkıcı gücünü açığa çıkaran, ama bunu biriktirebiriktire ortaya koyan yapılardır. Kapitalizmin birsömürü sistemidir. Ama bunun yanında insan ruhunukadavra eden tahakküm rejimidir. Yani insanıyalnızlaştıran, hiçleştiren, tedirgin eden, korkutan,ruhunu kötürümleştiren bir sistemdir. Bundan dolayıpaylaşma ve dayanışma ilişkilerini ortaya çıkarmaksınıfın önündeki temel görevdir. Yani cenazemize,düğünümüze sahip çıkmalı, işsizliğe ya da işten atılmakorkusuna karşı birlikte hareket etmenin yöntemlerinibulmalıyız. Bu en insani duygular tabanörgütlenmelerinin başlama noktalarıdır. Tabanörgütlenmeleri en başta işçilere insan olduğunuhatırlatan, paylaşma ve dayanışmanın bir işçinin entemel özelliği olduğunu gösteren yapılardır. Tabanörgütlenmeleri en başta sınıf kardeşliğini önünekoymalı ve bu sınıf kardeşliğinin nasıl yaratılabileceğiüzerine kafa yormalıdır. Kısaca hayata ilişkin hersorun taban örgütlenmelerinin sorunu olabilmelidir.

- Taban örgütlenmeleri çalışmaları sizce sadeceişyeri merkezli mi yürütülmelidir?

Hayır. Kapitalizmin atomize ettiği işçiyi kendi sınıfkimliği ve bilinci ile tanıştırmak salt işyeri merkezli

çalışmalarla mümkün değildir. Çünkü kapitalizmideolojik zor aygıtları ile hayatının her alanınamüdahale etmektedir. İşçi sınıfının beynini felç etmekiçin onun günlük yaşamının her alanını ideolojikbombardımana tabi tutmaktadır. Bu olağanüstüsaldırıya karşı sınıfın kültürünü kökleştirmek gerekir.Rıza göstermeye, sessiz kalmaya, hatta suç ortağıolmaya karşı sınıfın 24 saatine hitap edenörgütlenmeleri hedeflemeliyiz. Kapitalizme karşımücadelenin bu boyutunun da olduğunuunutmamalıyız. İşçilerin çalışma alanları ile birlikteyaşam alanlarına, hatta boş zamanlarına müdahaleedecek organizasyonları kurmalıyız. Her işçi evi,mahalledeki dernek, kahvehane örgütlenme alanıdır.İşyerlerinde yaratacağımız örgütlülükler buralarataşınmalı, bu alanlarla bütünleştirilmelidir. Tabanörgütlenmeleri esnekliği ve somut ihtiyaçların ürünüolma özelliğinden dolayı işçinin yaşam alanında veboş zamanında etkili olacaktır. Bugün işçinin 24saatine hitap etmeyen, onun 24 saatini kavramayan birörgütlülüğün gerçek anlamda işlevli olması mümkündeğildir.

- Taban örgütlenmesi üzerine son olarak nesöylemek istersiniz?

Bu örgütlenmeler ‘sıradan’ bir işçinin içindepotansiyel halde duran yıkıcı gücü açığa çıkaranmuhteşem yapılardır. Muhteşem diyorum. Çünkü‘sıradan’ bir işçideki en ufak bilinç ve kimlik değişimio büyük günün yaratılmasında bir birikimin ifadesidir.Bu küçük küçük birikimler olmadan büyükdönüşümler beklemek hayaldir.

Özetlemek gerekirse, taban örgütlenmeleri işçisınıfının aklı, yüreği ve demir yumruğudur.

En belirleyici olumsuz etki ideolojiktir. Bugün ideolojik mücadele

inanılmaz önem kazanmıştır. Sınıf kimliği ve bilincinin inşa edilmesi

önümüzdeki en temel görevdir. Bununla birlikte yine solun ihmal

ettiği, hatta çok anladığını zannetmediğim sınıf kültürünün yeniden

yaratılması yakıcı önemdedir. Sınıf bilincinin ve kimliğinin inşa

edilmesi, sınıf kültürünün yeniden yaratılması çabaları özünde

sınıfın örgütlenme ve eylem kapasitesini yükseltmek demektir.

Tecride son!28 ★ K›z›l Bayrak Sayı:2006/51 ★ 29 Aralık 2006

Sevgili Gülcan, dostça merhaba,Sana bu satırları ölüm orucu direnişinin 229’uncu

gününde yazıyorum. Yani 19 Aralık’ta ve bugün aynızamanda 19- 22 Aralık katliamının yıldönümü. Fakatsenin de bildiğin gibi 19 Aralık aynı zamandadirenişin de yıldönümü. Çok yerinde olarak sermayedevletinin bu vahşeti Hitler faşizmine benzetilmiştidevrimciler tarafından. Fakat bu devletin ilk defayaptığı bir katliam değildi. Bu devlet ki bugünlereellerinde nice mazlum halkın ve insanın kanıylagelmiştir. Ve yine bu yüzden katliamcı sıfatını taşıyor.Elbette şimdiye kadar devrimcilerin de ilk direnişideğildi. Ama vahşetin boyutu karşısında enhafızalarda kalacak olanlardan olacaktır.

Sevgili dost,Sen direnişe başladığından itibaren seninle ilgili

çıkan haberleri takip ediyordum. Ezilen bir ulusa vede mezhebe mensupsun. Bir kadınsın ama aynızamanda bir anne. Ve hepsinden önce ve önemlisi birdevrimcisin. Nitekim daha önce cezaevinde bir süretutsak edilmişsin. Sermaye düzeninin nice katliamlarpahasına açabildiği F tipi hücrelerde bugüne kadar 122devrimci yaşamını yitirdi. 600 kadar devrimci de zorlatedavi sonucunda sakat bırakıldı. F tipleri saldırısıylaaslında bütün bir toplum tecrit edilmeye, yaşamlarınhücreleştirilmeye çalışıldığının bilincindeydin.Dışarıda da olsan bedenini ölüme yatırmakta tereddütetmedin.

Sevgili Gülcan,Seninle hiç tanışmıyor olsam da direnişine destek

mahiyetinde birkaç satır yazmak istedim. Azgıncasömürünün yaşandığı, tekstil sektöründe çalışan birişçiyim. Yani alanlarımız farklı da olsa bizler desermayeye karşı mücadele etmekteyiz. Çünkü busistemin biz işçi sınıfına reva gördüğü kölece çalışmave yaşam koşullarından ibarettir. Çünkü bu sistem bizekendi yoz kültürünü dayatıyor. Evet bizim de

insanlığımızı yitirmemizi, birbirimizin kuyusunu kazarhale gelmemizi istiyor. Yani bir yandan fabrikalardaherşeye göz yuman, hiçbir hak talep etmeyen, verileneşükreden, diğer yandan birbirinin sırtına basan,ahlaksızlaşan işçiler olmamızı amaçlıyor. Maalesefbunda şimdilik başarılı olduğunu görüyoruz. Özellikletekstil sektöründe.

Kısacası insanca yaşanılabilir, insanın insanıezmediği ve insanların geleceğine güvenlebakabildikleri bir toplumsal düzen olan sosyalizmeulaşmak için mücadele ediyoruz. Ve yeri gelincebunun bedeli neyse ödemekten hiçbir zamankaçınmıyoruz. Şunu da belirtmek isterim ki, bumücadele aynı zamanda işçi ve emekçilerin deyaşamlarının köleleştirilmesi demek olan F tipisaldırısına karşı olmayı da içermektedir. İşçi sınıfınınen yakıcı sorunlarına karşı bu denli duyarsız olduğubir durumda F tipi saldırısına ve içerideki devrimcitutsaklara ilgi göstermesi beklenemez. Bu nedenleönce kendi sorunlarına karşı bir ilgi göstermeli, birbilinç sıçraması yaşamalı ki, diğer sorunların daaslında nasıl da kendisini hedeflediğini anlayabilmeli.Temel sorun burada yatıyor diye düşünüyorum.

Sevgili Gülcan,Mektubumu burada bitirirken direnişinde başarılar

dilerim. Bir kez daha en içten devrimci selamlarımıgönderiyorum.

İstanbul’dan bir tekstil işçisi

Ölüm orucu direnişçisi Gülcan Görüroğlu’na...

“F tipleri saldırısıyla aslında bütün bir toplumtecrit edilmeye çalışılıyor”

KESKüyeleri 27Aralık günütecride karşıölüm orucudirenişinisürdürendevrimciavukat BehiçAşçı’yıŞişli’dekievinde ziyaretetti. Aşçı ilesohbet edenAlaaddinDinçer, BülentArınç’ınaçıklamasınınsözde kalmaması gerektiğini vurguladı.

Behiç Aşçı yaptığı konuşmada,“Toplumun her tarafı tecriti tartışıyor,sadece Adalet Bakanı tartışmıyor.Sizlerin desteği, ilgisi bizleri de çözümnoktasında umutlandırıyor. Ocakayından sonra ‘siz bırakın bizdüzenleme yapacağız’ diyorlar. Amabize 19 Aralık’ı ve F tiplerini de biriyileştirme olarak sundular kamuoyuna.Ama hiç düzenlemenin içeriğinitartışmıyorlar, bahsetmiyorlar” dedi.

Daha sonra KESK İstanbul ŞubelerPlatformu adına Dursun Yıldızkonuştu. İstanbul’daki KESKşubelerinden 7 yöneticinin aralarındabulunduğu grup adına konuşan Alattin

Dinçer ise şunları söyledi:“22-23-24 Aralık’ta

gerçekleştirdiğimiz Başkanlar Kurulutoplantısında konuştuğumuzkonulardan birisi de avukat BehiçAşçı’nın tecrite karşı başlattığı ölümorucu eylemi ile ilgiliydi. BülentArınç’ın açıklamasından sonra sorundaha yakıcı hale gelmeye başlamıştır.Artık verilen sözlerden çok somutadımlar atılması gerekmektedir.Örgütümüz olarak, yüreğimizle,düşüncelerimizle bu sorunlarınçözülmesi noktasında ve sorununçözümüne ilişkin taleplerin dearkasında olduğumuzu bildiriyoruz.”

Kızıl Bayrak/İstanbul

KESK Behiç Aşçı’yı ziyaret etti Bursa’da destek açlık greviF tipi tecrit

işkencesine dikkatçekmek ve ölümorucuna devam edenBehiç Aşçı, SevgiSaymaz ve GülcanGörüroğlu’na destekolmak amacıylaBursa’da da açlıkgrevi başladı. 26Aralık günü başlayaniki günlük dönüşümlüaçlık grevi 29 Aralıkgününe kadar sürecek.

Açlık grevine ilkbaşlayan Gülcan Şenol, 26 Aralık günü direniş evinde bir basınaçıklaması gerçekleştirdi. Şenol, 2000’den bu yana F tipi hapisanelerinkapatılması için 122 insanın yaşamını yitirdiğini, bugün ölüm orucunusürdüren iki çocuk annesi Gülcan Görüroğlu’ndan etkilendiğini, bir anneolarak kendisinin de yapılanlara kayıtsız kalamayacağını, gücününyettiği ve sesinin gittiği yere kadar mücadelesini sürdüreceğini belirtti.

Kızıl Bayrak/Bursa

K. Armutlu’da gözaltı terörüDevletin “Yozlaşmaya ve çeteleşmeye” karşı kampanya yürüttüğü

bahanesiyle devrimci ve demokrat kurumlara yönelik saldırıları devamediyor.

Aralık ayı başında Temel Haklar ve Özgürlükler Dernekleri’ne yönelikdevlet saldırısının ardından 25 Aralık günü Sarıyer-Küçükarmutlu’da kollukgüçleri eş zamanlı olarak evlere baskınlar düzenledi, 12 kişi gözaltına alındı.

Polisin Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Sarıyer Şube Başkanı MuammerŞimşek’in evine girmek istemesi ve Şimşek’in avukatı gelene kadar aramayaizin vermeyeceğini söylemesi üzerine polisin camları kırarak içeri girdiği,baskınları ve polisin estirdiği terörü protesto etmek için toplanan halkınüzerine polisin gaz bombası attığı ve ayaklara doğru ateş ettiği bildirildi.

Behiç Aşçı’ya mektup... K›z›l Bayrak ★ 29Sayı:2006/51 ★ 29 Aralık 2006

ÖO direnişinin dışarıdaki onurlu sesi, güzel insan Behiç Aşçı’ya mektup...

Yüre¤imiz seninle at›yorSevgili can-dost, güzel insan;Mektubuma başlarken kavgamızın tüm sıcaklığıyla

kucaklıyor, kızıl alnından öpüyorum. Bu satırlarıyazdığım gün 19 Aralık, saat ise sabah 00:04’ügöstermekte idi. Yani bundan tam altı yıl öncearkasına emperyalizmi alan Türk burjuvazisinin Hitlerfaşizmine rahmet okutan vahşetteki boyutuyla tümçürümüşlüğünü kustuğu katliamın yıldönümü idi.Tarihe vahşi bir katliam, bir o kadar destansı birdireniş günü olarak geçen bu yıldönümünde; ölümüyenen ölümsüz savaşçılarımızın anısı önünde saygıylaeğilirken, hesap günü gelip çatana kadar sabırlabüyüttüğümüz kavgamızın sıcaklığıyla merhabademek istedim. Her ne kadar gecikmiş bir merhabaolsa da!

Dışarıdayken yapılan basın açıklamalarında,devrimci tutsaklarla ilgili girişimlerde en fazla seninadını okuyor, duyuyordum. Bir düşman saldırısındagözaltına alınıp tutuklandığımda ise koğuşta kalanhemen herkesin bahsettiği sayılı avukatlarınarasındaydın. Seninle iki karşılaşmamız, kısa birsohbetimiz olmuştu. Yılgın, bezgin, ukala ve küçükhesaplar peşinde koşan küçük dünyalı avukatlarınyaklaşımının zerresini dahi sende görmek mümkündeğildi. İnsana umut ve güç veren duruşun, bakışlarınve diri görüntün…

Yasakların ardı-arkasının kesilmediği ve dört birduvara bir başına hapsedilen bir devrimcinin en büyükgüç kaynağı ideallerine, davasına dair taşıdığı umuttur.Düşman ne kadar saldırırsa da saldırsın, tutsakdevrimci ne kadar uzun yatarsa yatsın bu umudutaşıdığı müddetçe hiçbir güç onu yenemez. Sermayedevletinin son yıllarda estirdiği azgın terör, F tipihücre ve tecritteki ısrarı, Kürt halkı şahsında açıktanifade ettiği “başarıya olan umudu öldürmek” ifadesi,bu temel saldırıya dayanıyor. Öncüsü şahsında işçisınıfı ve emekçi halklar teslim alınır ve “başarıya olanumudu” öldürülürse, bu sayede İMF-TÜSİAD yıkımprogramları sorunsuz hayata geçirilir, ülke sınırsız birşekilde emperyalizmin hizmetine açılır.

Örnek bir devrimci avukat olarakBehiç Aşçı

Bu bağlamda içeridekilerin sadece avukatı değil,umudu, yoldaşı, gözü-kulağıydın. Umut taşıdığın,acısına-sevincine ortak olduğun bir sürü müvekkilininölümsüzlüğüne tanık oldun. Türkiye’nin dört birtarafındaki hapishaneler arasında sürekli mekikdokudun. Bununla da kalmayarak; süreçten geridüşenlerin kendilerini kendi hücrelerine hapsettiği vekapağı yurtdışına attığı, şehit düşen onca direnişçininardından kimilerinin yaptığı onca ukalalığa rağmenteslimiyetçiliğin, reformizmin kuyruğuna daha dayapıştıkları, devlet terörünün hiç eksik olmadığı birortamda tereddütsüz bedenini ölüme yatırdın.

Bu tereddütsüzlüğünün ayrıca şöyle bir anlamı var:Hücrede olupta kendini direnişe, zafere kilitleyen birdevrimci başka bir şey düşünmez. Direnişten ya şehitdüşecektir, ya sakat, ya da bazı arizi rahatsızlıklarlaçıkacaktır. Saniye saniye, saat saat, gün gün içindebulunduğu atmosfer, insan kılığına bürünmüşsuratlarında insan olduklarına dair bir zerre bilebulunmayan gardiyanlar, gürültüyle açılıp kapananhücre kapısı, yan hücrede tüm engellemelere rağmennasıl olduğunu öğrenmek için kendini parçalayan siperyoldaşının uzaktan gelen merhabası… Her andirenişçinin yüreğindeki ateşi harlandırır.

Ancak direnişe duygusal bağlılıkla tanık olanlar bu

süreçten daha çok (psikolojik) etkilenerek çıktılar.Direnişin gücüyle korku duvarlarını yıkan nice ana-babanın, nice aydının kitle eylemlerinde önplanaçıkması, şehitlerin çoğalmasıyla, direnişin gücününazalmasıyla geri çekilmeleri, korku duvarlarının tekraryükselmesi ve kendilerini kendi hücrelerinehapsetmeleri başka nasıl izah edilebilir?

Tüm bu gelişmelerden sonra direnişe başlamagerekçeni ve devrimci bir insan olarak mesleğini nasılalgıladığını direnişe başladığın gün kamuoyunaaçıkladığın yazında şu şekilde ifade ediyordun: “Benavukatlıktan önce devrimci kimliğimin daha önemli vebelirleyici olduğunu düşünüyorum. Devrimci Avukat,meslek olarak avukatlık yapmaktan öte Haklar veÖzgürlükler mücadelesinin içinde, demokrasimücadelesinde saf tutmuş olandır. Yüzü halkadönüktür. Bilgisini, Bazen DGM salonlarında, bazeneylemlerde, mitinglerde yerimi aldım. Katliamlaratanıklık ettim. Yüzlerce cenaze kaldırdım. Ki her biriayrı birer değer olan insanlardı, onları birer birerölümsüzlüğe uğurladım. Acılarımı içime gömdüm,koşturdum. Çünkü ben bir devrimci idim, avukattım.Bunun için bedel ödedim. Gözaltına alındım, işkencegördüm. Tutuklandım. F Tiplerinde tecriti yaşadım.Avukatlık yapmam yasaklandı. Müvekkillerimlegörüşmem yasaklandı. Devrimciliğin bedelsizyapılamayacağını anladım. Yaşadıklarım ödememgereken bedellerdi. Yine zaman içinde anladım ki;devrimcilik insan olma, insanlaşma süreci idi. Siyasiiktidarların iğdiş ettiği değerlerimizi, geleneklerimizi,duygularımızı, sevgilerimizi ve hasretlerimizidevrimcilik yaşatıyordu. Mücadele içinde anlatılmasıimkansız duygular yaşadım. Bağlılığı, karşılıksızsevgiyi, dostluğu, Halk ve Vatan sevgisinidevrimcilikle tanıdım. Biz bu vatan toprakları için, butopraklarda yaşayanlar için öldük. Ölmeye devamediyoruz. Bundan daha güzel bir duygu olabilir mi?”

Wernike’ye yakalanan toplum ya daKorsakof’a dönüşen sol hareket

Savaşlar, yıkımlar, deprem felaketleri, açlık,yoksulluk, kitlesel infazlar… Kapitalist sermayedüzeninin kaynaklık ettiği bu sosyal ve fizikiyıkımların giderek toplumu çürütmesi,soysuzlaştırması, kişiliksizleştirmesi,kimliksizleştirmesi… Bunca saldırının karşısındaörgütsüz toplumun balık hafızasına dönüşmesi,wernike hastalığına yakalanması belki anlaşılırdır.Peki işçi-emekçilere önderlik etmek iddiasındaki vekendilerine sol, sosyalist, devrimci diyenlerin korsakof

hastalığına yakalanması nasıl izah edilebilir?Kuşkusuz bunun tek izahı yukarıda alıntı yaptığım

yazında söylediğin temel vurguya ek olarak ihtilalcidevrimci mücadeleden kaçıştır. Kendilerini yasal,ekonomik-demokratik sınırlar içerisinde tanımlayıp busınırlar içerisinde hapis etmektir. İşte hücre budur, iştetecrit budur, devrimci-ihtilalci ruhtan yoksun olmaktır.Sermaye devletinin yok etmek istediği tam dadevrimci ruhtur. Senin de vurguladığın gibi:“Devrimcilik insan olma, insanlaşma süreci idi. Siyasiiktidarların iğdiş ettiği değerlerimizi, geleneklerimizi,duygularımızı, sevgilerimizi ve hasretlerimizidevrimcilik yaşatıyordu.” Bundan yoksun olanlar heralanda wernike-korsakof olmaya mahkumdur.

Bundan dolayıdır ki: Kolunu makineye kaptıran veRıfat Ilgaz’ın şiirine konu olan Aliş’(ler)in, pamukmakinesinin önce saçından tutarak sonra bedeniniparamparça ettiği işçi kadın Ayşe’(ler)in, içinde üç binsantigrat sıcaklığındaki kor erimiş demirin olduğukazanın patlamasıyla kemiğinin dahi bulunamadığıişçi Seyid’(ler)in…

Fuhuşa zorlanarak bedeni parça parça satılankadınlar, daha bıyıkları dahi terlemeyen ve azgınçarklar içerisinde öğütülen çocuk işçiler, kanınındamla damla emildiği milyonlarca işçiler…Çöplüklerden beslenmek zorunda bırakılan emekçileriçin. Zindanlarda-hücrelerde katledilen, tecritişkencesiyle umudu öldürülmeye çalışılan tutsaklariçin. Kırımdan geçirilen, soysuzlaştırılan insanlık için,doğa için, gökyüzü için, dünyamız için bu düzeniyıkmaya mecburuz. Tam anlamıyla herşeyi insan gibiyaşamak ve hissetmek için dahi devrimci, komünistolmak dışında başka bir yol yoktur. Tarihsel haklılığınıbu devrim toprağının derinliklerinden, işçi-emekçilerin bağrından alan devrimimiz her geçen günbüyüyor. Bunu çürümüş düzenin ne tecrit işkencesi, nehücreleri ne de azgın devlet terörünün gücü yenebilir.Bu devrim toprağında er ya da geç sosyalizmin güneşidoğacaktır.

Siper yoldaşlığının zirvelere çıktığı ve bunun yapıtaşı olan kanımızın birbirine karıştığı bu destansıdirenişin yıldönümünde yazdığım bu mektupla duyguve düşüncelerimi seninle paylaşmak istedim. Her nekadar sürece dair farklı düşünsek de şunubelirtmeliyim ki sevgili dost, tekrar aynı koşullarlakarşı karşıya kalsam tereddütsüz bir şekilde bedenimiölüme yatırmaktan, bu sevdayı hücre hücre eriyerekyaşamaktan çekinmem.

Siper yoldaşlığının amansız sevgisiyle senikucaklıyor, alnından öpüyorum.

TKİP ÖO gazisi

Eylem ve etkinliklerden...30 ★ K›z›l Bayrak Sayı:2006/51 ★ 29 Aralık 2006

Halk İçin Bütçe Platformu’ndan panel...

Savaş ve rant bütçesini onaylamıyoruz! ESP ve TAYAD’dan Cumartesieylemleri...

ESP tarafından 23 Aralık günü, Behiç Aşçı, GülcanGörüroğlu, ve Sevgi Saymaz’ın tecride karşısürdürdükleri direnişle dayanışmak amacıyla yapılanbasın açıklamasında “Eylemde özgürlük istiyoruz,toplumla mücadele yasası çöpe!” yazılı pankart açıldı.

TAYAD’lı Aileler tarafından süreklileştirilencumartesi eyleminde ise bu hafta “19 Aralık’ınkatillerinden hesap sorulmalı!” ve “Tecridi kaldırınölümleri durdurun!” pankartı açıldı. Yapılanaçıklamada tecride karşı mücadelenin tecrit işkencesibitinceye kadar devam edeceği ifade edildi. (KızılBayrak/İzmir)

ESP’den “Özgürlük istiyoruz!”eylemi...

“Özgürlük istiyoruz!” eylemlerinin bu haftakigündemi Maraş katliamı ve üniversitelerdeki faşistsaldırılar oldu. 23 Aralık günü Galatasaray Postanesiönünde biraraya gelen ESP’liler “Özgürlükistiyoruz!/ESP” ve “Maraş katliamının hesabınısoracağız!/ESP” yazılı iki ayrı pankart açtılar. Yapılanaçıklamada, Alevilerin sömürüye ve zulme karşı olmasınedeniyle Cumhuriyet tarihinden bu yana Dersim,Koçgiri, Maraş, Çorum, Sivas ve Gazi katliamlarınamaruz kaldığı vurgulandı. Eylemde “Özgürlük içindevrim ve sosyalizm!”, “Maraş’ın hesabını soracağız!”,“Faşizme karşı omuz omuza!” sloganları atıldı. EylemeBDSP, HKM, EHP, PSA, SDP, DTP, Demokratik Aleviİnisiyatifi, İHD destek verdi. (Kızıl Bayrak/İstanbul)

Bursa’da ESP eylemi...Bursa ESP’nin “Özgürlük istiyoruz!” eyleminin bu

haftaki gündemi tecrit, Maraş katliamı veüniversitelerdeki faşist saldırılar oldu. “Faşizmidöktüğü kanda boğacağız!”, “Üç kapı üç kilit açılsın,tecrite son!” sloganlarının atıldığı eyleme BDSP veDHP de destek verdi. (Kızıl Bayrak/Bursa)

Halk İçin Bütçe Platformu bileşenleri, 23 Aralıkgünü, SES, MEDER, Eğitim-Sen, BES ve biröğrenci, bir işçi, bir işsiz olmak üzere yedikonuşmacının katıldığı bir panel düzenlediler.

Saygı duruşuyla başlayan panelde ilk olarakplatformun amaçlarını anlatan bir konuşma yapıldı.Ardından yoksulluk, sefalet ve dünyada yaşananaçlık sorununu işleyen bir sinevizyon gösterimiyapıldı.

Panelde ilk olarak SES adına Mehmet Antmenkonuştu. Bütçenin sağlık üzerindeki yansımalarındanbahsederek, alternatif yaratmanın mümkün olduğunuvurguladı. MEDER üyesi Neriman Menken ise,öğretmen olma koşullarının zorlaştırıldığını,sözleşmeli, ücretli öğretmenliğin dayatıldığını dilegetirdi. KPSS’nin kaldırılması, tüm ücretli vesözleşmeli öğretmenlerin kadroya alınması talebiylekonuşmasını bitirdi.

Öğrenci temsilcisi Sibel Turhal, 2007 bütçesininİMF ve egemen sınıfın bütçesi olduğunu, eğitimin

ticarileşmesinin sonucu üniversitelerin işsiz insanlaryetiştirdiğini belirtti ve bütçenin militarist karakterlibir bütçe olduğunu vurguladı.

Eğitim-Sen’den Erdal Karabulut, bütçeninegemenlerin bütçesi olduğunu, dönemsel olarak sınıfdengeleri içinde bir takım kazanımlar elde edilse de,muhasebeye iyi bakmak ve toplumsal ihtiyaçlardangöre bütçeyi şekillendirmek gerektiğini belirtti.

BES’ten Sinan Tunç, devletin hizmet üretimindenelini çektiğini ve bütçenin halk için yapılandırılmasıgerektiğine vurgulayarak, 2007 bütçesinin seçim vesavaş bütçesi olduğunu söyledi.

İşçi temsilcisi ücretli köleler olarak çözümbulunması gerektiğini dile getirirken; işsiztemsilcisi, işçiler arasında rekabetin ortadankaldırılması ve bütçeden işsizlere pay ayrılmasınıistedi.

Kapanış konuşmasının ardından panel bitirildi.Panele yaklaşık 60 kişi katıldı.

Kızıl Bayrak/Adana

Zabıta ve İtfaiye Çalışanları KurultayıÇeşitli illerde görev yapan zabıta ve itfaiye çalışanları yaşadıkları ortak sorunları dile getirmek ve çözüm

önerilerini tartışmak amacıyla 20-21 Aralık tarihleri arasında bir kurultay gerçekleştirdiler. Kurultay’a 42ilden katılım oldu.

Kurultayda açılış konuşmasını Tüm Bel-Sen Genel Başkanı Vicdan Baykara yaptı. Zabıta ve itfaiyeemekçilerinin diğer kamu çalışanlarından daha uzun süreli çalıştığını, gece gündüz demeden görev yaptığını,buna karşılık çok düşük ücret aldıklarını ifade etti. KESK Genel Başkanı İsmail Hakkı Tombul ise buKurultay’ın KESK açısından da büyük önem taşıdığını belirtti. Kurultayda alınacak kararların yeni dönemdebaşlatacakları örgütlenme süreciyle hayata geçirileceğini ifade etti. Tüm Bel-Sen Genel Sekreteri MumtazBaşar ise bir sunum yaptı. Emekçilerin yaşadığı ekonomik ve sosyal sorunları dile getirdi.

Kurultay’a Yrd. Doç. Dr. Metin Erten “Zabıtaların Yaşadığı Sorunlar ve Çözüm Önerileri”, Prof. Dr.Abdurrahman Kılıç “İtfaiyecilerin Yaşadığı Sorunlar ve Çözüm Önerileri” konularında birer tebliğ sundular.

Kurultay’ın son bölümünde değişik illerden gelen emekçiler şubelerinde hazırladıkları raporları sunarakçözüm önerilerini dile getirdiler. Kurultay, sonuç bildirgesinin önümüzdeki günlerde açıklanacağınınduyurusu ile sona erdi.

EKSEN YAYINCILIK

Kitaplarımız

İzmir’de militan EG satışı...23 Aralık günü Ekim Gençliği’nin militan satışını

gerçekleştirdik. Cumartesi günleri kalabalık olması vecivarda birçok dershanenin bulunmasından kaynaklıKarşıyaka Çarşı Yolu’nda yaptığımız satışa ilgi yoğunoldu.

Yaklaşık bir saat süren satış boyunca gerekajitasyon konuşmalarıyla gerekse birebirgerçekleştirdiğimiz sohbetlerle bugün gençliğibekleyen geleceksizliği, bilimin sermayeyepazarlandığını ve öğrencilerin birer müşteriyeçevrilerek sermayenin kölesi yapıldığını anlattık.Üniversiteli ve liseli gençliğe mücadele çağrısındabulunduk. “Sermayenin kölesi, diplomalı işsizolmayacağız!”, “Gençlik geleceğine sahip çıkıyor,gençlik gelecek ve özgürlük istiyor!” şiarlarıylabitirdiğimiz militan satışımızda dergimizi onlarcagençle buluşturduk.

İzmir/Ekim Gençliği

24 Aralık ‘97 tarihinde Ege ÜniversitesiÖğrencisi Ali Serkan Eroğlu polisler tarafındankatledilmiş ve bu katliam örtbas edilmeyeçalışılmıştı. Ancak otopsi raporu bu katliamıbelgelemişti.

İzmir Gençlik Derneği, Kaldıraç ve EkimGençliği olarak gerçekleştirdiğimiz ortak biretkinlikle Serkan’ı andık. 26 Aralık günü etkinlikalanını pankartlarla, Serkan’ın resimleriyle ve“Ali Serkan Eroğlu ölümsüzdür!”, “Katil polisüniversiteden defol!” , “Parasız, bilimsel,anadilde eğitim!”, “YÖK kalkacak, polisgidecek, üniversiteler bizimle özgürleşecek!”,“Serkan’ı unutmadık, unutturmayacağız!” yazılıdövizlerle donattık. Etkinlikten yarım saat öncehazırlık binasının önünde gerçekleştirilenajitasyonlar konuşmalarıyla öğrenciarkadaşlarımızı etkinliğe çağırdık.

Etkinlik bir arkadaşımızın Ali SerkanEroğlu’nun ağzından yazılmış mektubuokumasıyla başladı. Ardından basın açıklamasınıyapmak üzere İletişim Fakültesi Dekanlığı önünegidildi. Burada yapılan açıklamada Serkan’ınkatledilişi anlatıldı, polis-idare işbirliğine dikkatçekildi.

Basın açıklamasının ardından Duvara KarşıTiyatro Topluluğu “Umut” adlı oyunu sahneledi.Beğeniyle izlenen oyunun ardından GünışığıMüzik grubunun söylediği türkülerle halaylarçekildi.

Etkinlik boyunca “Ali Serkan Eroğluölümsüzdür!”, “Katil devlet hesap verecek!”,“Polis idare-işbirliğine son!”, “Kurtuluş yok tekbaşına ya hep beraber ya hiçbirimiz!” sloganlarıatıldı.

Ege Üniversitesi/Ekim Gençliği

Devrimci dayanışmanınönemi

Ben Fransa’nın Brötanya bölgesinde yaşayan birişçiyim. 23 Aralık günü Saint-Brieuc’de yapılandevrimci dayanışma etkinliğinde insanların birbirindenfiziken uzak olsa da gönüllerin bir olduğunu gördüm.

Etkinlik Lorient’te kurmuş olduğum müzikgrubuyla başladı. Sonra dostlarımızın grupları iledevam etti. Fransız gruplarıyla daha da anlamlı halegeldi. Ayrı milletlerden oluşan gruplarla uluslararasıbir etkinliğe dönüştü.

Devrimci gruplar birleşerek bir yerlere varmalıdır.İnsanlarımız buna ne kadar olumlu bakıyor olsa daherşey sözde değil özde olmalıdır. Yani birlikte birgövde olduktan sonra devrimi yakınlaştırabiliriz.

Lorient’ten Kızıl Bayrak okuru

Serkan Eroğlu anıldı!

Son dönemde devrimcikurumlara yönelik saldırılarıprotesto etmek amacıyla 23Aralık günü saat 11:30’daİHD İzmir Şubesi’nde birbasın açıklaması düzenlendi.Alınteri, BDSP, DHP, ESP,EHP, Kaldıraç, İCİ, KÖZ,İHD, İşçi Mücadelesi, SDP vePartizan tarafındangerçekleştirilen açıklamadasaldırılara karşı ortak birduruş sergileneceği ifadeedildi. Tüm demokratik kitleörgütlerine ve kurumlarabirlikteliğe güç verme çağrısıyapıldı.

Kızıl Bayrak/İzmir

Saldırılara karşı ortak tutum

Mücadele

Postası

Üsküdar (İstasyon) Cad. Pınar İşhanıNo: 5 Kat: 4 Daire: 52 Kartal/İstanbul (0 216 353 35 82)

Necatibey Cd. Gözlükçü İşhanı No: 26/24Kızılay/ANKARA Tel: 0 (312) 229 06 44

Sönmez İş Sarayı Kat: 3 No: 220 Heykel/BURSATel: 0 (224) 220 84 92

EKSEN Yayıncılık Büroları Gazetene sahip çık! Abone ol! Abone bul!Ad› : .......................................................................Soyad› :........................................................................Adresi : .......................................................................

........................................................................Tel : .......................................................................

6 Ayl›k Yurt içi 30.000 000 TL Yurt d›fl› 100 Euro 1 Y›ll›k Yurt içi 60.000 000 TL Yurt d›fl› 200 Euro

Gülcan Ceyran adına,* TL için : Yapı Kredi Bankası İstanbul/Aksaray Şb. 0097680-3* Euro için : İş Bankası İstanbul/Aksaray Şb. 10021127094No’lu hesaba yatırdım. Makbuzun fotokopisi ektedir.

Silifke Cd. Çavdaroğlu Çarşısı 2/93MERSİN

Cemal Gürsel Cd. Shell Karşısı Vakıf İşhanı Kat: 3 No: 306 ADANA Tel: 0 (322) 363 52 91

Cumhuriyet Mah. Tennur Sok. Cumhuriyet İşhanıKat: 3/45 KAYSERİ Tel-fax: 0 (352) 2326671

853. Sok. Bilen İşhanı No: 27/710Konak/İZMİR Tel-Fax: 0 (232) 489 31 23

Saadetdere Mah. Fırın Sok. No: 37/25 (Depo durağı)Esenyurt/İSTANBUL

������������ ���� �������

��������������

������������� ������������������������