43
SayI: 3 Ağustos - Eylül 2015 Fiyatı: 8 TL ORMANIN INANÇLARINDAN KADIM ÖĞRETILER DOĞAYA GERI KAVUŞABILECEK MIYIZ? Sürdürülebİlİr yaşam dergİsİ AYNI TAHAKKÜMÜN ÖZNELERI: DOĞA, KADIN VE ÇOCUK ARMAĞANLAŞMA ILE EKONOMIYI YENIDEN KEŞFETMEK gaiadergi.com 9 772149 494002 ISSN:2149-4940 SÜRDÜRÜLEBILIR TOPLUMLAR IÇIN EKO BELEDIYECILIK KADIM NEFESIN RUHU: ANA TANRIÇA GAIA KUCAĞINDA YERYÜZÜ

ORMANIN INANÇLARINDAN KADIM ÖĞRETILER DOĞAYA GERI ... · GMK Bulvarı, Neyzen Tevfik Sk. No: 26 D:12 PK: 06570 Maltepe Çankaya - ANKARA ISSN 2149-4940 Yeşim Özbirinci Gaia

  • Upload
    others

  • View
    7

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: ORMANIN INANÇLARINDAN KADIM ÖĞRETILER DOĞAYA GERI ... · GMK Bulvarı, Neyzen Tevfik Sk. No: 26 D:12 PK: 06570 Maltepe Çankaya - ANKARA ISSN 2149-4940 Yeşim Özbirinci Gaia

SayI: 3Ağustos - Eylül 2015

Fiyatı: 8 TL

ORMANIN INANÇLARINDAN KADIM ÖĞRETILER

DOĞAYA GERI KAVUŞABILECEK MIYIZ?

Sürdürülebİlİr yaşam dergİsİ

AYNI TAHAKKÜMÜN

ÖZNELERI:DOĞA, KADINVE ÇOCUK

ARMAĞANLAŞMAILE EKONOMIYIYENIDEN KEŞFETMEK

gaiadergi.com 9 772149 494002

ISSN:2149-4940

SÜRDÜRÜLEBILIRTOPLUMLAR IÇINEKO BELEDIYECILIK

KADIM NEFESIN RUHU:ANA TANRIÇA GAIAKUCAĞINDA YERYÜZÜ

Page 2: ORMANIN INANÇLARINDAN KADIM ÖĞRETILER DOĞAYA GERI ... · GMK Bulvarı, Neyzen Tevfik Sk. No: 26 D:12 PK: 06570 Maltepe Çankaya - ANKARA ISSN 2149-4940 Yeşim Özbirinci Gaia

Editörden Künye

Merhaba,

Yaz aylarının koşturmacası daha farklı oluyor çünkü birçok şehirde farklı etkinlikler düzen-lenmeye başlıyor. Hepsi de birbi-rinden güzel…

Narlı Köyü’nde Ekofest, Bayramiç-Yeniköy’de eko-loji okuryazarlığı kampı, Köyünü Yaşat projesi, Ya-şam Yolculuğu, festivaller diye gidiyor… Birileri bir şeyler yapıyor, mesajlar vermeye çalışıyor ama bir yandan Türkiye’ye yanıyor. Lice yanıyor, Cudi ya-nıyor… Ormanlarla birlikte her şey yanıyor.

Başka bir tarafa bakıyorsun bu sefer çöplerle nefes alınmaz hale geliyor dağlar, denizler...

Çöp kutusuna atmaya üşendiğiniz o çöp var ya! En son bir kaplumbağanın alnının ortasındaydı. İnternette çok paylaşılan kaplumbağa videosunu izlemişsinizdir belki. Acı ile o plastik pipeti girdiği yerden çıkardılar. Suratındaki üzüntüyü unutamı-yorum.

Bu kadar kötülükten, insan vahşetinden ve çirkin-likten sonra peki, doğaya geri kavuşabilecek mi-yiz? Yoksa Doğa Ana bizden umudunu kesip son kozunu mu ortaya koyacak?

Dostluklar…

İmtiyaz Sahibi

Gaia Medya adına Adem Aykanat

Genel Yayın Yönetmeni

Burak Avşar

Sorumlu Yazı İşleri Müdürü

Gamzegül Kızılcık

Editör

Yeşim Özbirinci

Tasarım

Sasun Bazaryan

Kapak İllüstrasyonu

Helin Cengiz

Katkıda Bulunanlar

Beril Tezel, Burcu Ünal,Çınar Ekiz, Engin Düz,

Erdem Şimşek, Ekinsu ÖzkazançEsra Aydın, Esra Çelik,

Nurhayat Gaşi

Teşekkürler

Burcu Ünal, Helin Cengiz

Telefon

0532 577 87 89

Reklam ve İletişim

[email protected]

Basım Yeri

Azim MatbaacılıkBüyük Sanayi 1. Cad. Alibey İşhanı

No: 99/33 İskitler - ANKARA

Adres

GMK Bulvarı, Neyzen Tevfik Sk.No: 26 D:12

PK: 06570 MaltepeÇankaya - ANKARA

ISSN

2149-4940

Yeşim Özbirinci

Gaia Dergi • Ağustos 2015 • 1

Page 3: ORMANIN INANÇLARINDAN KADIM ÖĞRETILER DOĞAYA GERI ... · GMK Bulvarı, Neyzen Tevfik Sk. No: 26 D:12 PK: 06570 Maltepe Çankaya - ANKARA ISSN 2149-4940 Yeşim Özbirinci Gaia

Ağustos 2015Sayı: 3

Gaia Dergi • Ağustos 2015 • 3

ORMANIN INANÇLARINDAN KADIM ÖĞRETILER: DOĞAYA GERI KAVUŞABILECEK MIYIZ?

DOSYA

Sayfa: 38 Yazar: Beril Tezel

DOĞANIN VE YAŞAMIN RENKLERINI ‘NIN

GÖZÜNDEN TAKIP EDINABONE OLMAK IÇIN

INTERNET SITEMIZI ZIYARET EDEREK ABONELIK SAYFASIÜZERINDEN DERGIMIZE ABONE OLABILIRSINIZ.

» Syf. 12 » Syf. 18

» Syf. 48

12 ArmaĞaNlaşma İle EKONOmİyİ YeNİdeN KeşFeTmeK

“Hayat zor, yaşamak zor, geçinmek, isteklerimizi yapmak zor, zaman yok, ömür hep böyle mi geçecek? Farklı bir yaşam mümkün mü? Emekli olduğumda mı istediğim yerde yaşayıp hobilerimi yapacağım? Gençken çok çalışıp yaşlanınca mı huzura ereceğim? Yaşayabilmek için çok mu çalışmam lazım? Çok çalışırken diğerlerinden daha mı iyi olmam lazım?“

18 GANDHİ’NİN SATYAGRAHA’SI

Mohandas Karamçand Gandhi, başlattığı bağımsızlık hareketi ve bu hareketin yöntemiyle geçen yüzyılın en önemli isimlerinden biri.

48 AyNI TahaKKümüN ÖzNelerİ: DOĞA, KADIN VE ÇOCUK

Türkiye yaşadığı darbelerin ardından bugün en güçlü direnişlere, halkların ortak çabasına ve bir başkaldırıya sahne oluyor. Kolluk kuvvetlerinin halka uyguladığı şiddet, yargı bağımsızlığının yok oluşu ve iktidarın erkekliğinin indirilemeyişine yurttaşlar dört yandan dört koldan direniyor.

Modern çağların kavurucu maddeciliğinde, ruhtan yoksun yaşam sürerken; makul miktardan hayli faz-laca sömürücü eylem, ipe sapa gelmez tüketme tut-kusu ve dur durak bilmeyen yıkımcılık bizimle bir-likte gezegenimizde ikamet etmekte. Betonlaştıkça betonlaşıyor, binalarımıza kat çıkarken içimizle me-safeyi arttırıyoruz. Yabancılaştıkça gerçeğe, kafamız karışıyor. Bundan mütevellit belki uykuya dalmadan önce, belki de sabah kalkar kalkmaz “Nereye kadar böyle sürecek?” diye soruyoruz…

Page 4: ORMANIN INANÇLARINDAN KADIM ÖĞRETILER DOĞAYA GERI ... · GMK Bulvarı, Neyzen Tevfik Sk. No: 26 D:12 PK: 06570 Maltepe Çankaya - ANKARA ISSN 2149-4940 Yeşim Özbirinci Gaia

4 • Gaia Dergi • Ağustos 2015

/dergigaia @gaiadergi @gaiadergi /gaiadergi

www.gaiadergi.com

Gaİa Dergİ’yİ sosyal medya üzerİndentakİp edebİlİrsİnİz!

BÖLÜMLER16 Sürdürülebİlİr TOplumlar İçİN EKO BeledİyecİlİK

Ekoloji ve yerel yönetimleri yan yana duymaya alışık olmadığımız bir toplumun insanları olsak da eko belediyecilik kavramı, dünyada 1980’lerden itibaren İskandinav ülkelerinde ilk benimsenmeye başlandı.

34 Kadİm NeFesİN Ruhu: ANa TaNrIça Gaİa KucaĞINda Yeryüzü

Yunan mitolojisi, bulunduğumuz topraklarda yüzyıllar önce Anadolu halklarının dilden dile anlatarak gerçek kıldığı ve bulunabilmiş yazılı materyaller ile şimdiki bilinen halini almış mitler, eposlar ve hikâyeler bütünüdür.

58 İNsaNlıK TarİhİNde “DOĞum KONTrOl” ve GelİNeN NOKTa

Son dönemlerde “muhafazakârlık” ve “kişinin özel yaşamı” başlıkları altında yüksek sesle konuşulmaması gereken konulardan biri haline getirilmiş cinsel sağlık ve korunma yöntemleri; Antik Mısır ve Mezopotamya’da bulunan belgelere dayanan çok köklü bir tarihe sahiptir. 64 Ah MuhsIN ÜNlü’NüN ONur’u

Var olanı, alışılmışın dışında dile getirmek her zaman tepki alır ve bu tepkiler genellikle olumsuzdur. Çünkü birisi senin alıştığın “olan”ı bozmaya yeltenmiştir. Oysa kendisine “Niye böyle yaptın?” diye sorulduğunda vereceği cevap: “Ben sadece sinema yapıyorum” olursa en bariz haliyle afallarsın.

68 “TasarIm OlaraK İNsaN”

Otoritelerin tasarımı olan insan, ailenin kuluçkasından çıktıktan sonra, çevreyle, okulla, cehalet ve budalalık saçan televizyonla -özellikle reklamlarla- ve daha birçok şeyle programlanarak, sistemin döktüğü kalıbın şeklini alır bütünüyle.

» Syf. 68

» Syf. 58

» Syf. 34

» Syf. 16

» Syf. 64

Page 5: ORMANIN INANÇLARINDAN KADIM ÖĞRETILER DOĞAYA GERI ... · GMK Bulvarı, Neyzen Tevfik Sk. No: 26 D:12 PK: 06570 Maltepe Çankaya - ANKARA ISSN 2149-4940 Yeşim Özbirinci Gaia

Bu canlı küçük, siyah, şaşı gözleri ve şaşırmış ifadesiyle kendini kurgusal bir karakter ve bir çizgifilmden fırlamış olduğuna inandırabilecek kadar aldatıcı olabilir. Ancak, bu minik arkadaşımız oldukça “canlı” ve aslına bakarsanız şu anda Bali kıyılarında insanlardan oldukça uzakta keyfini sürüyor.

Bu küçük arkadaşı Tayvan’da bir banka memuru görevinde hayatını sürdüren ve boş vakitlerin-de mercan resiflerine dalıp fotoğraf çalışması

yapan Lynn Wu geçtiğimiz haftalarda keşfetti. Wu, Bali’ye düzenlediği son gezisi esnasında flöresan su salyangozunu ve diğer rengarenk arkadaşlarını şans eseri keşfetmesinin ardından deniz bilimciler bu yeni türü Costasiella altında sınıflandırdılar.

Salyangozun sırt kısmındaki yaprağa benzeyen kı-sımlar bulundukları konuma göre renk veya şekil de-ğiştirebiliyor. Bilim insanları su tabanında mavi açık sularda ise yeşil rengini kullanıp mercan resifleri arasında kamufle olduklarını düşünüyorlar.

BALI KIYILARINA BÜYÜLÜ DIYARLARDAN ZIYARET

FLÖRESAN SU SALYANGOZU

6 • Gaia Dergi • Ağustos 2015

Yazar: Sasun Bazaryan

Sadece vegan yemekler, çeşitli bitki çayları ve kahveler, Ankara’nın gün-batımı, bazen atölyeler, belki tiyatro ve bol bol sohbet...

Adres: Kızılırmak Cad. No: 15 Daire: 8 Çankaya / ANKARA Telefon: (533) 609 5091 / (537) 479 6466

Page 6: ORMANIN INANÇLARINDAN KADIM ÖĞRETILER DOĞAYA GERI ... · GMK Bulvarı, Neyzen Tevfik Sk. No: 26 D:12 PK: 06570 Maltepe Çankaya - ANKARA ISSN 2149-4940 Yeşim Özbirinci Gaia

Prensleri Kurtaran Cesur Prenses

Kurtarılmaya ölesiye muhtaç, kaderleri içerisinde zindan prensesler dünya masallarının şüphesiz en büyük kültüdür. Kırılgan, narin ve belli ki güzellik-ten başka vasfı olmayan kızlarımız çaresizliklerini yakışıklı, güçlü ve zeki prenslerinin onları kurtar-masıyla yıkarlar.

Toplumsal cinsiyet kurallarının daha minik yaş-lardan beyinlerimize sinsice işlendiğini biliyorken, bu denli dayatmalar içeren masallara çocukları teslim etmemeliyiz. Öyle ki psikolog Claudia Sou-za, “başka bir masal mümkün” dercesine yarattığı “Prensleri Kurtaran Cesur Prenses” kitabı, alterna-tif senaryolarla ufak kadınların yüreklerindeki ce-sarete ilham oluyor. Filiz Özdem’in çevirisi, Chris-telle Ammirati’nin büyülü resimlemesi Yapı Kredi Yayınları ile buluşunca, yakın diyarlardaki raflar-da okuyucularını bekliyormuş.

Bizim Dünyamız

Koşar seyrinde süren hayatlar, bastırılmayan tüket-me arzusu ve farkındalığın derin sularına dalmayı reddeden rutinler gezegenimizde yok satarken; Vietnamlı Zen üstadı Thich Nhat Hanh, bizi dav-ranışlarımızda hassas olmaya çağırıyor. Kurt, keçi, pangolin, insan, bütün dünyalıların birbirine bağlı olduğu gerçeği bu denli inkâr ediliyor olup da bir-birimizin acısını üstlenemiyorken öğretilerinin ve deneyimlerinin kurtuluş için sunduğu ipuçları de-neyimlenesi. İnsanlığın kendi dışındaki hayvanları ve canlı varlıkları “doğa” olarak adlandırması aka-binde oluşturduğu “doğaya nasıl yaklaşmalıyız?” sorusunu “şiddetsizlik” diyerek cevaplıyor. Hanh, sömürü dolu yaşamlarımızı daha şefkatli ve dürüst olmaya davet ediyor. Sinek Sekiz Yayınevi’nin ince kitap formuyla kitaplıklarımızı çiçeklendiren “Bi-zim Dünyamız”, kendimizle ve yuvamız ile çatış-malarımıza beyaz bayrak kaldırıyor.

“Birlikte var olmanın tek alternatifi birlikte yok ol-maktır. Yaşamak için başkalarını sömürmek ve öl-dürmek zorunda olduğumuz bir uygarlık, sağlıklı bir uygarlık değildir.”

8 • Gaia Dergi • Ağustos 2015

YEŞIL KITAPLIK

Hazırlayan: Beril Tezel

Okullarda fiziksel güvenlik alanında geliştirilecek standartlar, alınacak basit tedbirler ile okul-lardaki ölüm ve yaralanmaları engellemek mümkün!

Milli Eğitim Bakanlığı ve Gündem Çocuk Derneği arasında Okullarda Fiziksel Güvenlik İşbirliği Protokolü kapsamında çocukların eğitim ortamı ve yakın çevrelerinde, fiziksel çevreyi oluştu-ran yapılar ve donanımları nedeni ile

Maddi ve manevi bütünlüklerinin zarar görmesinin, Bedensel ve psikolojik yaralanmalarının ve En önemlisi yaşamlarını kaybetmelerinin Önüne geçilmesi sağlanacak.

#YaşasınOkuldaÇocuklar

Destek çok kolay! 

Duyuru ve desteğin yaygınlaşmasına, 2860 Sayılı Yardım Toplama Kanununun 9. Mad-desine istinaden Ankara Valiliği İl Dernek-ler Müdürlüğü’nün 23.09.2014 tarihli onayı ile yürüyen yardım kampanyasına (SMS ve Banka), çalışmanın teknik çalışmalarına ve sponsorlukla katkıda bulunabilirsiniz.

S M S ile 3043’e destek yaz, yolla.. Her bir me-saj bedeli 10 TL’dir. (Turkcell ücretsiz, Avea abonelerinden 2 sms, Vodafone abonelerin-den 1 mesaj gönderim ücreti alınmaktadır).

BANKA ile Kampanya hesabı: Gündem Çocuk Derneği

Iş Bankası Incesu Şubesi Hesap no: 4230-067615 IBAN: TR35 0006 4000 0014 2300 6761 75

Kampanya sitesi: http://www.gundemcocuk.org/okullarda-fiziksel-guvenlik/Gündem Çocuk Derneği Çocuk Hakları Merkezi  Remzi Oğuz Arık Mah. Büklüm Sok. No: 44/4 06680 Kavaklıdere/Ankara Tel&Faks: 0312 437 76 41E-posta: [email protected]

Page 7: ORMANIN INANÇLARINDAN KADIM ÖĞRETILER DOĞAYA GERI ... · GMK Bulvarı, Neyzen Tevfik Sk. No: 26 D:12 PK: 06570 Maltepe Çankaya - ANKARA ISSN 2149-4940 Yeşim Özbirinci Gaia

Doğa dostu mikroalglerin ışığında aydın-lanın: Living ThingsSon yıllarda alternatif bir enerji kaynağı olarak kabul edilen mikroalgler; protein, karbon-hidrat, lipid ve vitamin içeren mikroorganizma sayılıyor ve aynı zamanda fotosentez yapa-bildikleri içinse kısmen bitki sınıfına giriyorlar.Hindistan’ın unutulan pamuk toplayan çocuk işçiler

Her daim görmezden gelinen ve eksik bir şekilde rapor edilen çocuk işçiliği sorununa dikkat çekmesiyle gözler, yazar Mari Marcel Thekaekara’ya çevrildi. Uzun yıllar boyunca Hindis-tan’ın Adivasi ve Dalit Halkları’nın sorunları hakkında yazan yazar bu kez ise Hindistan’da pamuk alanında çalışan çocuk işçiler sorununa değinerek konunun yeniden gün yüzüne çıkmasını ve tartışılmasını sağladı. Yazarın Hindistan’ın pamuk sektöründe çalışan çocuk işçileriyle ilgili söyledikleri gerçekten sorunun ürkütücü boyutlarda olduğunu gözler önüne seriyor.Amerika’nın güneydoğu eyaletlerinde söylenen şarkıları her zaman pamuk toplama işiyle ilişkilendirmişimdir. Bana bu şarkılar hep yoksul Afro-Amerikan insanları anımsatır. Genelde pamuk toplama işini Hindistan’ı hiç aklımıza getirmeden Amerika’nın güneyindeki kölelikle ilişkilendiririz. Ancak; nedense coğrafya derslerinden Hindistan’ın pamuk yetiştiren ülkeler arasında yer aldığını net bir biçimde hatırlıyorum.

Bu özel konu hakkında farkındalığımın olmaması, 1980’li yıllardan beri Adivasi hakları ile ilgilenen aktivist bir yazar olarak açıkçası beni utandırdı. Yani Hindistan’ın pamuk toplayan çocukları hakkında neden bu kadar az okudum ve yazdım diye kendime sorunca, çocuk işçiliğinin Hindistan’da hâlâ önemli bir sorun olduğu ve pamu-ğun medyanın gündeminde yer almayan bir konu olduğu gerçeği karşıma çıkıyor. Dalit ya da kadın hakları ile ilgili çalışanların halihazırda kendi iş yükleri bulunduğundan başka konularla ilgilenmeye fırsatları kalmıyor. Belirli konularda çalışan herhangi bir sivil toplum kuruluşunun da bu konuyla ilgilenmesi çok zor oluyor. Dolayısıyla gerçekleşen birçok zulüm basında yer almıyor.

Çocuk haklarıyla ilgili çalışan binlerce sivil toplum kuruluşu bulunmasına rağmen, ne yazık ki ülkemizde istis-mara uğrayan ve fark edilmeyen çok sayıda çocuk bulunuyor. Hindistan basınında insan haklarını sürekli ihlal eden bir sürü korkunç hikâye yer alıyor. Ancak; bu gidişata dur demek için insanların konunun farkına varması ve ayağa kalkması için etkili bir kampanya düzenlememiz gerekiyor.

10 • Gaia Dergi • Ağustos 2015

Mikroalgler, dünya üzerindeki yaşamda önemli bir role sahip. Fotosentez yapabilme özellikleri sayesinde ışık özümlemesi için karbondioksit

kullanırken ortamdaki oksijenin de neredeyse yarısı-nı üretebiliyorlar. Ayrıca, arkalarında yenilenebilir bir kaynak sayılan, enerji yoğun bir madde bırakıyorlar. Bu yenilenebilir kaynağa ışık tutabilmek için Mimar Jacob Douenias ve endüstriyel tasarımcı Ethan Frier, “Living Things” adını verdikleri bir donanım tasarladı. Çeşitli mobilyalara uygulanabilen bu tasarım, insanlar ve mik-roalgler için ortak bir çevre yaratıyor.

Mattress Factory’de sergilenen tasarım, salon, yemek odası ve mutfak olmak üzere üç noktada konumlandı-rılmış, mikroalglerin kullanımı da tasarımın yer aldığı

ortama göre değişiklik gösteriyor. Yeşil bir ışık yayan cam kürelerin içinde fotobiyoreaktörler bulunuyor. Fo-tobiyoreaktörler içeride bulunan algler için sıcaklık, ışık, uyarı, hava, besin ve atık denetimi sağlayan sistemler.

Tüm donanım, mutfaktaki ana merkeze bağlanan yak-laşık 1 kilometre uzunluğundaki elektrik telleri ve tesi-sattan oluşuyor. Donanımı oluşturan dokuz küreden her birinin ışık oranı ayarlanabiliyor ve 3 boyutlu basılan düğmeler yardımıyla kontrol ediliyor. Bu düğmeler, ye-terli enerji sağlayacak duruma gelen algleri hasat etmek için kullanılıyor. Douenias ve Frier bu tasarımla sağla-nabilir güç formunu ve evlerimizi aydınlatmak için kul-lanabileceğimiz arternatifleri göstermeyi amaçlıyor.

Gaia Dergi • Ağustos 2015 • 11

GÖZÜMÜZDEN KAÇMAYANLAR

Yazar: Burcu Ünal

Yazar: Esra Çelik

Page 8: ORMANIN INANÇLARINDAN KADIM ÖĞRETILER DOĞAYA GERI ... · GMK Bulvarı, Neyzen Tevfik Sk. No: 26 D:12 PK: 06570 Maltepe Çankaya - ANKARA ISSN 2149-4940 Yeşim Özbirinci Gaia

Üniversitelerin “İktisat” bölümlerinde okuyan ve mezun olan binlerce kişi var. Genelde İktisattan mezun olan bir kişinin bankacı, muhasebeci,

işletmeci vs. olması beklenir. Buna göre bakış açısı geliştirilir ve hayata dair beklentiler oluşturulur. Aslında ekonominin özünde olan değerlerin hayatımızı oluş-turan değerler olduğu nedense çok göz ardı edilir. Ben de onlardan biriydim. “Ekonomiye Giriş” dersinde bize sorulan ilk soru “İktisat neden doğmuştur?” olmuştu. Tahmin edersiniz ki sınıfın neredeyse hepsi “para” cevabını vermişti.

Yanlış cevap, doğru cevap ise “ihtiyaç” tır. Ekonomi ihtiyaçlarımızdan doğmuştur, paradan değil. Bu sebeple ekonomi kavramına para olarak bakmamak ve insanın özünden gelen “ihtiyaç” kavramıyla yaklaşmak daha doğru olacaktır. Maslow’un meşhur “ihtiyaçlar pirami-di“ vardır. İşte o ihtiyaçlar piramidinin en altında yer alan “temel ihtiyaç”larımızı giderebilmek için şu an ki ekonomik sistemimiz içerisinde devamlı çalışıyoruz. Bu sistem içerisinde de “para” bir araç olarak kullanıl-maktadır. Dolayısıyla para ve ihtiyaçlar ile olan algıla-rımız tekrar bir gözden geçirmemiz gerekiyor ki farklı ekonomik modelleri daha iyi anlayabilelim. Mevcut ekonomik sistemimiz bizlerin arzu, ihtiyaç ve korkula-rıyla var olmaktadır.

Tek ekonomik model, içinde yaşamış olduğumuz “kapi-talist” veya “pazar ekonomisi” modelleri değildir elbet-te. Sanayi dönemi ve modern dünya düzeni ile yıldızı parlayan kapitalist sistemin artık toplumsal ve birey-sel ilişkiler düzeyinde bizleri mutlu ve sağlıklı tutan sistemler olmadığı git gide daha da deneyimleyerek görülmektedir. Bu sebeple alternatif ekonomi modelleri tekrar hatırlanmakta veya oluşturulmaya başlanmıştır. Armağan ekonomisi de onlardan biridir.

İçinde yaşadığımız kapitalist ekonomi sistemi, para-nın mübadele aracı olarak kullanıldığı hatta paranın tanrısallaştırıldığı, rant ve kâr amaçlı olup insanları daha çok rekabet etmeye, “para gelsin de nasıl gelirse gelsin” düşünce ve davranışına yönelten bir yapıda-dır. İhtiyaçlarını giderme peşinde olan beşeriyet daha çok çalışıp rekabet edip para kazanmayı amaçlar ve bunu yaparken de paylaşım, güven, sevgi gibi değer-leri neredeyse göz ardı etmeye başlar. Bu sebeple de yaşadığı dünyaya güvenmez, doğa ile ilişkisi kopmuş-tur, devamlı zarar görmekten, aç kalmaktan, diğerine muhtaç olmaktan pek korkar. Kendini tüm varoluştan ayrı çaresiz bir “benlik” olarak görür. Devamlı bir savaş hâlindedir, kendine ayıracak zamanı yoktur, sabah kal-mak çok zordur, tatil günleri onun için bir kurtuluştur. Tanıdık geliyor mu?

Gaia Dergi • Ağustos 2015 • 13 12 • Gaia Dergi • Ağustos 2015

ARMAĞANLAŞMA ILE EKONOMIYI YENIDEN KEŞFETMEK

“Hayat zor, yaşamak zor, geçinmek, isteklerimizi yapmak zor, zaman yok, ömür hep böyle mi geçecek? Farklı bir yaşam mümkün mü? Emekli olduğumda mı istediğim yerde yaşayıp hobilerimi yapacağım? Gençken çok çalışıp yaşlanınca mı huzura ereceğim? Yaşayabilmek için çok mu çalışmam lazım? Çok çalışırken diğerlerinden daha mı iyi olmam lazım? “ ve benzeri bu sorular ve düşünce kalıplarımızı daha da uzatabilirim.

Bu sözler sizlere de yakın geliyor mu? Aklınızdan geçenleri oldu mu? Bu düşünce kalıplarını aslında kendi kendimize yaratmıyoruz, onları içinde yaşadığımız sosyo ekonomik sistemden çekip alıyoruz ve kendi gerçeklerimiz olarak kabul edip, güven ve desteğe dayalı olmayan bir örüntüde varoluşumuza devam etmeye gayret ediyoruz.

Yazar: Burcu Ünal

Page 9: ORMANIN INANÇLARINDAN KADIM ÖĞRETILER DOĞAYA GERI ... · GMK Bulvarı, Neyzen Tevfik Sk. No: 26 D:12 PK: 06570 Maltepe Çankaya - ANKARA ISSN 2149-4940 Yeşim Özbirinci Gaia

Şimdilerde bizler de bu paylaşım ve armağan kültürünü farklı ama benzer duygu ve algılarla tekrar yaşatmaya ve geliştirmeye gayret ediyoruz. Ben ilk Zumbara ile ta-nışmıştım. Zumbara bir alternatif ekonomi modeli ve zaman bankasıdır. Para yerine zamanı kullanarak sistemde birçok armağan paylaşımı yapabilmektesiniz. Mesela ben 1 saat karşılığında İngilizce dersi vermek istiyorum, kazandığım 1 saat ile de sis-temdeki bir başka kişiden tezim için yardım alıyorum. Böylece güven ve paylaşıma dayalı bir topluluk oluşmaya başlıyor.

Daha sonra da armağan çemberleri ile tanıştım. Güzel bir yaz gününde yemyeşil bir parkta buluşan insanlarla oturup kocaman bir çember oluşturup o çemberde herkes kendini tanıtıp çemberdekilere nasıl armağanlar verebileceğini söylüyor ve neye ihtiyacı varsa da topluluktan onu talep ediyor. Çember bitiminde de arz ve

talepleri duyan katılımcılar birbirleriyle eşleşerek armağanlaşıyorlar. Yeni bir toplumsal ilişki modeli de oluşmaya başlıyor. Bu tip armağan çemberlerini hem çevrimiçi hem de çevrimdışı deneyimlemeye başladım. Öyle bir nokta geldi ki hayatımın büyük bir kısmını armağanla devam ettirmeye başladım. Bunu yaparken de ihtiyaçlarım ve in-sanlarla olan ilişkilerim de dönüşmeye başladı. İhtiyaçlarımı sorgulamaya başladım. Mesela couchsurfing kullan-maya başladım. Tüm dünyadan insanlara evimin kapılarını açtım. Benim de tüm dünyada kalabileceğim ve yaşamı paylaşabileceğim dostlarım olmaya başladı. Yaşama karşı güvenim ve algım kökten değişmeye başladı.

Bu dönüşüm benim için bir iyileşme ve şifalanma süreci oluyor. Bu süreçte pek çok güzel anı, bilgi, birikim ve hikâye topluyorum. Ken-dimi çok zengin hissediyorum. Darısı armağan ve güvenin tadını

alıp devam ettirmek isteyen herkesin başına…

Gaia Dergi • Ağustos 2015 • 15

Foto

ğraf

: Rob

in B

oot

Oysa ki “kutsal ekonomi” kitabının yazarı Charles Eisenstein’ın söylediği gibi “yaşam bize bir armağandır.” Hava, su, yerküre, toprakta yetişen gıdalar, hayvanlar, organizmalar her şey ile bütünüz ve aynı armağanları paylaşıyoruz. Yani her şey, tüm doğal kaynaklar “insan” için yoktur, onun sömürüp tüketmesi ve diğer

varlıkları yok etmesi için yoktur, tüm varlıklar için vardır. “Yaşam“ büyük bir armağan olarak var ve onu birlikte paylaşıyoruz. Bunun için rekabet etmemiz, çok çalışmamız, kâr elde etmemiz gerekmiyor. Onu doğru kullanmayı deneyimlemek, üretmek ve paylaşmak gerekiyor.

Armağan ekonomisinde ilk adım “vermek” ile başlıyor. Doğa Ana’nın bizlere nimetlerini karşılıksız vermesi gibi. Kendi armağanlarımızı keşfettikçe onları vermeye başlıyoruz; biz de karşılık beklemeden. Ve armağanlarımızı alanlar, kendi armağanlarını da paylaşmaya başlıyorlar. Bu paylaşım döndükçe kişiler

ve doğa arasında bir dostluk oluşmaya başlıyor. Ve bu dostluk ilişkisi, güveni kendiliğinden yaratmaya başlıyor. Armağan olarak bilgi, beceri, yardım hatta parayı kullanabiliriz. Paraya olarak algılarımızı da armağan ve güven temelli olarak dönüştürebiliriz.

Bizim içinde yaşadığımız Anadolu kültürü armağan ve paylaşım ekonomisine daha yatkındır. Hatta ta kendisi bile diyebiliriz. Araştırdıkça o kadar güzel hikâyelere, yaşanmışlıklara denk geliyorsunuz ki insan “ne oldu bize” demekten kendini geri alamıyor. En yakın ve güzel örneklerinden biri olan Osmanlı’da kullanılan sadaka taşlarıdır. Bir örneğini şu an İstanbul’da bulunan Sultan Ahmet Camii’nin girişindeki duvarlarda görebilirsiniz. Şehrin farklı yerlerine konulan taş oyuklarının içerisine ihtiyacından fazla parası olanlar paralarını bırakırlarmış. İhtiyacı olan başka bir kişi o taşların içerisinden ihtiyacı olduğu kadarını alıp kalanını yine taşın içerisine bırakırmış. Bu taşların içerisinden her türlü insan, ihtiyacı olan parayı alıp kullanıp bırakabilirmiş. Hiçbir ayrım yapılmazmış. Mahalle, komşuluk dayanışmasına çok güzel bir örnek oluşturmuş büyüklerimiz. Böyle bir ortamda aç kalmaktan korkup komşularınıza karşı güvensizlik hisseder miydiniz?

14 • Gaia Dergi • Ağustos 2015

Page 10: ORMANIN INANÇLARINDAN KADIM ÖĞRETILER DOĞAYA GERI ... · GMK Bulvarı, Neyzen Tevfik Sk. No: 26 D:12 PK: 06570 Maltepe Çankaya - ANKARA ISSN 2149-4940 Yeşim Özbirinci Gaia

Eko belediyeciliğin gelişmesi, topluluk genelinde ka-rar alma süreçlerinin yanı sıra kendi işlemleri için-de de çeşitli sürdürülebilirlik ilkelerini kabul eden İsveç’teki 70’den fazla belediye teşkilatının değişen sisteminden kaynaklanıyor. Bu politikaların amacı, toplumun tüm sürdürülebilirliğini arttırmaktır. Günü-müzde İsveç; Amerika, Japonya, Uganda, Estonya, Yeni Zelanda, Arjantin gibi dünyanın diğer kısımlarındaki ülkelerle eko belediyecilik deneyimlerini paylaşıyor.

Eko belediyecilik ve diğer sürdürülebilir kalkınma pro-jeleri (yeşil binalar ve alternatif enerji gibi) arasındaki ayrım, bütünsel sistem yaklaşım kullanımı yanı sıra kamu kurumu içinde toplumsal katılım ve sosyal dönü-şüm üzerine odaklanır.

16 • Gaia Dergi • Ağustos 2015 Gaia Dergi • Ağustos 2015 • 17

SÜRDÜRÜLEBILIR TOPLUMLAR IÇIN

EKO BELEDIYECILIK

Ekoloji ve yerel yönetimleri yan yana duymaya alışık olmadığımız bir toplumun insanları olsak da eko belediyecilik kavramı, dünyada 1980’lerden itibaren İskandinav ülkelerinde ilk benimsenmeye başlandı. Kısaca; eko belediyecilik, kendi tüzüğü içinde ekolojik ve sosyal adalet değerlerini benimsemiş yerel yönetim alanıdır.

İlk eko belediyecilik, Finlandiya’daki Suommussalmi yerel yönetimi tarafından 1980 yılında uygulandı. 1983 yılında da İsveç’teki Övertorneå Belediye Mec-

lisi, Suommussalmi’den etkilenerek eko belediyecilik kavramanı kabul etti. Daha sonra da eko belediyeci-lik İsveç boyunca çeşitli il ve ilçelere yayıldı. Ekolojik toplum planlanmasını üstlenen şehir ve kasabalara yardım ve destek amaçlı bir ağ oluşturuldu. 1995 yılına gelindiğinde de bu organizasyon resmiyet kazanarak, “Sveriges Ekokummuner” (SEKOM / The National As-sociation of Swedish Eco–municipalities / İsveç Eko Belediyeler Birliği) ismini aldı. SEKOM’un temel ilkesi, şehirlerin daha sürdürülebilir bir topluma doğru geliş-mesine teşvik etmekken; ana amacı ise siyasetçilerin ve belediye çalışanlarının birbirilerinin başarısızlık-larından ders alıp, başarılarını deneyimleyebilecekleri bir buluşma yeri sağlamaktır.

Bir eko belediyenin, The Natural Step esaslarına bağlı olarak aşağıdaki dört ana hedefi vardır:

Fosil yakıtlara ve yer altı metallere bağımlılığın azaltılması Sentetik kimyasallar ve diğer doğal olmayan madde-lere bağımlılığın azaltma

Doğaya tehdit oluşturan unsurların azaltması ve önlenmesi, Daha adil ve etkin bir şekilde insan ihtiyaçlarını karşılaması

Yazar: Yeşim Özbirinci

The Natural Step1989’da İsveç’te kurulan ve kâr amacı gütmeyen The Natural Step kurumu, aynı zamanda 12 ülkede stratejik part-nerleri ve işbirlikleri var. The Natural Step, The Framework for Strategic Sustainable Development (FSSD / Stratejik Sürdürülebilir Gelişmenin Esasları) ile ortaya koyduğu hedeflerle organizasyonların sürdürülebilirliğe doğru adım atması için pragmatik karar almasında yardımcı olacak kanıtlanmış, güçlü bilimsel modeller sunuyor.

Eko belediyecilik çok eski bir kavram olmasa da özellikle İskandinav ülkelerinde önem verilen konulardan biri. Gün geçtikçe de deneyimler paylaşılarak eko belediyecilik anlayışı dünya geneline yayılıyor.

Türkiye’de belediyelerin çevre ile ilgili çalışmaları söz konusu olsa da eko belediyecilik adına tam anlamda bir adım atılmış değil. Sürdürülebilirlik ilkeleri çerçevesinde ulaşım, planlama, yeşil binalar, iklim mücadelesi, ye-nilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı, atık yönetimi ve geri dönüşüm temel ilkelerden olmalı. Seda H. Bos-tancı’nın, Türkiye’de Eko Belediyecilik Modelinin Uygulanabilmesi Üzerine Yaklaşım başlıklı makalesine göre Türkiye’de eko belediyecilik modeli, öncelikle nüfus yoğunluğu az olan, yenilenebilir enerji kaynakları yönünden potansiyeli bilinen ve halk katılımının sağlanabileceği küçük ölçekli ilçelerde uygulanmaya başlanabilir.

Her ne kadar bireylerin mücadelesi çok önemli olsa da kitlesel yok oluşun eşiğinden devletler ve yerel belediyeler nezdinde çalışmalar olmadığı sürece kurtulamayacağımız da bir gerçek. Bu yüzden kurumlar, durumun vahame-tine bakmalı ve ona göre ivedilikle adım atmalılar.

Page 11: ORMANIN INANÇLARINDAN KADIM ÖĞRETILER DOĞAYA GERI ... · GMK Bulvarı, Neyzen Tevfik Sk. No: 26 D:12 PK: 06570 Maltepe Çankaya - ANKARA ISSN 2149-4940 Yeşim Özbirinci Gaia

Gandhi, 1869 yılında Porbandar’da, bir politikacı-nın oğlu olarak doğmuş, Hindu adetleri uyarınca 13 yaşında Kasturba adlı yaşıtı bir kızla evlendi-

rilmiştir. Daha sonraları “brahmacharya”yı** benimse-miş olsa da genç yaşta bu evliliğinden dört çocuğu ol-muştur.

Hindu olduğu için küçüklüğünden itibaren vejetaryen –hatta büyük ölçüde vegan- yetiştirilmiş, bir arkadaşının onu “et yerse İngilizler kadar güçlü olacağına” inandır-ması sonucunda et yemeyi denemiş, fakat “içinde can-lı bir keçinin bağırdığını” hissedip kısa sürede bundan vazgeçmiştir. İngiltere’de yaşadığı yıllarda bir süre süt ve yumurta içeren gıdalar tüketmişse de bir müddet sonra inancına uygun düşmediğini fark ederek bunla-rı da bırakmıştır. Bununla yetinmemiş, yemekleri daha lezzetli hale getiren her tür baharattan da uzak durmuş-tur, zira inancı (ki kendisi “inanç” ve “din” kavramlarını genel anlamından biraz daha farklı tanımlamaktadır) gereği tüm arzulardan özgür olmayı amaçlamıştır, doğal olarak buna yemekten zevk almak da dahildir. Kişinin ancak bu yolla kendisini bütünüyle hizmete adayabile-

ceğine inanmıştır.Gençliğinde İngiltere ve Bombay’da hukuk eğitimi almış, ilk bağımsızlık hareketini yürüttüğü Güney Afrika’ya da avukat olarak gitmiştir. Mesleği ve yapması gerekenler konusundaki hisleri şöyledir: “Yaşama, işte böyle baş-ladım. Avukatlık mesleğinin kötü bir meslek olduğunu, bir sürü gösteriş, bir avuç bilgiden oluştuğunu görüp anladım. Korkunç bir sorumluluk duygusu içindeydim.”

24 yaşında Müslüman Hintli tüccarlar’ın avukatı olarak Pretoria’ya gelmiş; inanmadığı bir dinin mensubu olan ve hayata bakışına ters düşen bir iş yapan bu insanlar için sevmediği bir mesleği yapmaya geldiği bu ülkede 21 yıl kalmıştır. Bu dönemde Güney Afrika’daki Hintlile-rin haklarını savunmak için bir hareket yürütmüş, süreç içinde netleşen ahlâki ve siyasi görüşleri ise Hindistan Bağımsızlık Hareketi’nin temelini oluşturmuştur.

Satyagraha, işte bu yıllarda ortaya çıkmıştır, bu kavramı açıklamadan önce, özünde yatan ve “yamas”***tan biri olan ‘ahiṃsā’yı tanıtmak gerekir.

Gaia Dergi • Ağustos 2015 • 19 18 • Gaia Dergi • Ağustos 2015

“Deneyimler bana göstermiştir ki hakkını çabuk yoldan elde etmek için karşı tarafa hakkını vermek gerekir.”

Mohandas Karamçand Gandhi, başlattığı bağımsızlık hareketi ve bu ha-reketin yöntemiyle geçen yüzyılın en önemli isimlerinden biri. Daha çok Mahatma Gandhi olarak bilinse de bu adlandırmanın kendisi için çok ağır bir yük olduğunu ve bu hitaptan hoşlanmadığını birçok defa dile getir-mişliği var; çünkü “Mahatma”, yüce ruh anlamına geliyor, “aparigraha”yı* benimsemiş biri için böyle çağrılmak elbette ki rahatsız edici olacaktır.

GANDHI’NINSATYAGRAHA’SI

Gaia Dergi • Ağustos 2015 • 19

Yazar: Ekinsu Özkazanç

Page 12: ORMANIN INANÇLARINDAN KADIM ÖĞRETILER DOĞAYA GERI ... · GMK Bulvarı, Neyzen Tevfik Sk. No: 26 D:12 PK: 06570 Maltepe Çankaya - ANKARA ISSN 2149-4940 Yeşim Özbirinci Gaia

20 • Gaia Dergi • Ağustos 2015

Bu ismi de yine Hintliler bulmalıydı. Uygun bir isim bulunamayınca Gandhi, Indian Opi-nion Gazetesi üzerinden mücadeleleri için en uygun ismi bulana mütevazı bir ödül va-adinde bulundu. Amcalarından birinin torunu olan Maganlal Gandhi’nin “sadagraha”sı ödülü kazandı; “sada” gerçek, “agraha” sadakat demekti. Mohandas Gandhi bunu biraz

estetize ederek “satyagraha”ya dönüştürdü.

Birleşimi olduğu iki sözcükten anlaşılacağı üzere, satyagraha “gerçeğe sadakatle bağlı ol-mak”anlamına gelir. Dolayısıyla satyagrahi olmak “direniş zamanlarında belirli bir şeye karşı direnmekten” ibaret değil, her zaman ve her koşulda doğru olduğuna inanılan şey için müca-dele etmektir.

Bu kavramı en iyi açıklayan, Mohandas Gandhi’nin kendi sözleri olacaktır “Gerçek (sada) sev-giyi içeriyor, sadakat (agraha) gücü doğuruyor. Bu yüzden Hindistan Bağımsızlık Hareketi’ne satyagraha demeye başladım –gerçek ve sevgiden doğan güç-, veya şiddetsizlik, ve pasif di-reniş kalıbını kullanmayı bıraktım, öyle ki İngilizce yazarken bile genelde bu kullanımdan kaçınıp ‘satyagraha’ veya bunun İngilizce karşılığı olabilecek sözcükler kullanıyorduk.”

Amaçlanan ne kadar kusursuz olsa da, koşullar, hiçbir zaman olmadığı gibi satyagrahiler için de kusursuz bir sonuç almaya uygun olmamıştır. Öncelikle böyle bir amaca kendini adamak elbette sonsuz bir özveri gerektirmiş, kendisine “Baba” diyen milyonlara karşın Gandhi, kişisel olarak vazgeçtiği her şeyin yanı sıra, çocuklarına gereken ilgiyi gösteremediği ve onlara yeterli bir eğitim veremediği (başkalarının çocukları iyi eğitim alamıyorken kendi çocuklarına bu imkânı sağlaması doğru olmayacağı için) düşüncesiyle kendini suçlamış; kamu hizmeti ile baba olmanın bir arada yürütülemez olduğu sonucuna varmıştır. Mücadelesi yayıldıkça ka-çınılmaz bir biçimde zarar görenler olmuş, kendi ilkeleriyle ters düştüğü için eleştirilmiştir. “Sözde düşmanların ‘haksız’ olduklarını nasıl varsayabilirdik? Düşman oldukları için mut-laka kabahatli olmaları mı gerekirdi?” diyen bu adam 1948 yılında, 78 yaşında, bir Brahman tarafından öldürülmüştür.

Ahisā, en geniş anlamıyla ‘şiddetsizlik’tir. Hisā zarar vermek, yaralamak gibi anlamlar taşır-ken bunun olumsuzu olan ahisā, zarar ver-

memek demektir ve genel olarak “merhamet” ile eş anlamlı kabul edilir. Ahisā’yı benimsemiş kişiye göre başka bir canlıya acı çektirmek kendine de saldırmak-tır, çünkü tüm canlılar “yaratıcı”nın yansımalarıdır. Gandhi’ye göre bu kavram, mücadelesinin temelinde yer almalıydı; başka bir canlıya ruhsal ve fiziksel acı çektirmeyi içeren her eylem, eninde sonunda kendisi-ni başarısızlığa sürükleyecekti. Bunu öylesine benim-

semiştir ki Güney Afrika’ya ailesini getirdiği sırada limanda kendisine saldırıp sopalar ve tuğlalarla linç etmeye çalışan kalabalıktan –ancak polis müdü-rünün eşinin şemsiyesini açıp kalabalıkla arasında durarak onu korumasıyla kurtulabildiğinde- bile şika-yetçi olmamış, yanlış bilgilendirilmiş olduklarına ve gerçek ortaya çıktığı zaman yaptıklarından pişman-lık duyacaklarına inandığını söylemekle yetinmiştir. Ayrıca, kişisel bir şikayet için mahkemeye gitmemeyi kendine ilke edindiğini başka durumlarda da dile ge-tirmiştir.

Böyle düşünen, böyle yaşayan bir adamın seçtiği mü-cadele metodudur satyagraha. Yalnızca “bağımsızlık hareketi” değildir söz konusu mücadele; satyagraha bir teori, bir felsefe, bir yaşam biçimi, sivil bir direniş olma-nın çok ötesinde, daha güçlü bir karşı çıkıştır. Nelson Mandela’nın Güney Afrika’da Apartheid rejimine karşı verdiği mücadeleyi, Martin Luther King, Jr. ve James Be-vel tarafından ABD’de yürütülen kampanyaların teme-lini oluşturmuş, fakat hiçbirinde –ne yazık ki ilerleyen aşamalarda Gandhi’ninkinde bile- tam olarak uygulana-mamıştır. Zira kitlelerle böylesi bir harekete kalkışmak

için her bireyin bu ilkeleri benimsemesi gerekir, bu da pek olası değildir.

Öncelikle, ahisā’ya dayanan bu mücadele yöntemi için “sivil direniş” veya “pasif direniş”ten daha farklı bir isim bulunması gerekiyordu; çünkü “pasif direniş” zayıf du-rumda olanların aktif olarak direnemeyişini simgeler hale gelmişti, şiddetsizliği seçmekten çok bir zorunlulu-ğu çağrıştırıyordu ve bu durumu tetikleyen kin ve nefre-tin boyutu göz önüne alındığında şiddete evrilmesi çok kolaydı. Bu ise, Gandhi’nin amaçladığının tam tersiydi.

*Aparigraha: Yamas’tan biri, her-hangi bir şeye sahip olmamak.

**Brahmacharya: Yamas’ın bir di-ğeri. Cinsel arzu taşımamak ve cin-sel ilişkide bulunmamak.

***Yamas: Hindu dinine göre be-nimsenmesi/uygulanması gereken davranışlar. Yapılmaması gereken-ler ise Ninyamas.

Gaia Dergi • Ağustos 2015 • 21

Page 13: ORMANIN INANÇLARINDAN KADIM ÖĞRETILER DOĞAYA GERI ... · GMK Bulvarı, Neyzen Tevfik Sk. No: 26 D:12 PK: 06570 Maltepe Çankaya - ANKARA ISSN 2149-4940 Yeşim Özbirinci Gaia

Gaia Dergi • Ağustos 2015 • 23

Düşünün ve çalışın;değişmekte olan

meşgul şehirlerimizi yaşanacak ekokentlere

dönüştürün.

22 • Gaia Dergi • Ağustos 2015

Richard Register kimdir? Lütfen, bize kendinden bahseder misin?

Henüz 21 yaşımda heykeltraş olmak için can attığım dönemde Arizona’da Paolo Soleri ve onun “yayılım” adını verdiği şehirlerin, otomobillerin hakimiyeti altına girip yüksek miktarda arazi ve enerjiyi yıkıcı bir biçimde israf etmesi düşüncesi ile tanıştım. Bu bahsettiğim olay 1965 yılında gerçekleşti. Şehirler gelişimlerini insani ölçüde yayan, sosyal, düşünsel ve ekonomik açıdan yürütmek yerine zamanın teknolojik eğilimlerine ve insana nazaran araçlara göre şekillendiriyorlar ki o zamanda buna uzay çalışmaları da eklenebilirdi. Ancak duruma biraz daha yeryüzünden bakmak gerek. Şehirlerin biz insanlar gibi karmaşık yaşayan canlılara benzemesi fikrini seviyorum. Buna “anatomi mukayesesi” diyorum. Hiçbir mukayesenin mükemmel olmamasına karşın, iyi yapılmış bir karşı-laştırmadan elde edilen kullanılabilir ve akılcı verilerin faydalı olduğunu düşünüyorum.

Lewis Mumford ve E. F. Schumacher gibi Soleri ve ben de, hızla gelişen araba-şehir mantığıyla ilgili uyarılar yapma-mıza rağmen toplum, şehirleri insan odaklı inşa etmek yerine araç odaklı inşa etmeye devam etti. Ondan sonraki elli yılda ise şehir tasarımında belirleyici faktör, felaketi andırır bir biçimde uygun park alanı yaratmaya yönelik oldu. Bu durum da doğal arazileri ve tarım arazilerini asfaltla kaplayarak ölümlere sebebiyet veren araç kazalarının, hava kirliliğinin ve iklim değişikliğinin önünü açmış oldu.

Bu sebepten ötürü 1972 yılında heykel yerine ekolojik ve sağlıklı şehir planlamasında kariyer yapmaya karar ver-dim. Sonucunda ilk düşündüğüm eko kent bir heykelin olabileceği kadar üç boyutlu ve anlamlı gelmişti bana. Eko köyden eko kasabaya, eko kentten eko metropole kadar birçok açıdan bu yaşam alanları, insanın yerel ekolojik bölge ve gezegenin biyosferi ile güzel bir bağ kurmasını sağlayacak.

Eko kent kavramı tam olarak nedir?

Eko kent basitçe ekolojik açıdan yararlı kent, kasaba veya köylere denebilir. Yaşam alanlarımız enerji, hammadde, toprak kullanımı veya makineler için değil insana uyumlu inşa edilmeli. Devamlı geri dönüşüm yapıp kişi başına minimum enerji harcamasına göre planlanmalıdır. İnsan veya diğer ayırt etmeksizin içerisinde yaşayacak tüm canlılar için sağlıklı ve mutlu bir yaşam alanı olmalıdır.

“YA EKO KENT MEDENIYETINI KURARIZYA DA KORKUNÇ KIYAMETE DOĞRU DEVAM EDERIZ”

Eko kentleşme kavramını 1987 yılında yayınladığı “Ecocity Berkeley:building cities for a healthy future” adlı kitabında ilk defa kullanan ve eko kentleşmenin medeniyetlerin kurtuluşu olduğunu düşünen Richard Regis-ter, eko kentleşme ile ilgili önemli noktalara değindi.

Page 14: ORMANIN INANÇLARINDAN KADIM ÖĞRETILER DOĞAYA GERI ... · GMK Bulvarı, Neyzen Tevfik Sk. No: 26 D:12 PK: 06570 Maltepe Çankaya - ANKARA ISSN 2149-4940 Yeşim Özbirinci Gaia

Gaia Dergi • Ağustos 2015 • 25 24 • Gaia Dergi • Ağustos 2015

Eko kentleşme neden önemli?

Eko kentleşme olmadan, sağlıklı ve mutlu bir gelecek inşa etmenin temel taşlarından biri eksik kalıyor.

Diğer neden ise popülasyon. Çok fazla nüfus artışı var. Gezegenin yüzeyindeki memeli nüfusunun sadece yüzde 3’ü vahşi doğadaki canlılar tarafından oluşuyor. Diğer yüzde 97’isini ise insan, besi heyvanları ve evcil hayvanlar oluşturuyor. Şu anda, nesli tükenme tehlikesi altında olmayan canlılar kısa bir süre sonra popülasyonları daralacak, küçük gruplar halinde tükenme tehlikesi altına girecekler. Bunun sebebi de kontrolsüzce büyüyen şehirler ve kırsal alanlar. Popülasyon temel sorunsal.

Daha sonra, çok fazla enerji, makine ve kimyasal kullandığımız tarım alanlarımız başka bir sorun. Günden güne daha fazla su kullanıyoruz.

Üçüncü; şehir, kasaba ve köylerin gelişim ortamlarında eko kent teorisinin pratiğe aktarılması.

Dört de benim kendim tanımladığım “Doğal Karbon Talanı”, atmosfere salınan kabon miktarını hızla azaltmak için otlaklar, ormanlar, organik tarım alanları ve araziler, turbalıklar ve diğer sulak alanlar, mangrov, deniz otları ve de-niz yosunu ormanları ve mercan resifleri gibi bölgelerin toprak ve hammadelerini kullanarak doğal sürece destek verme tekniğidir.

Yukarıdaki maddeler düşünsel, maddi, disiplinsel ve diğer birçok alandan elde ettiğim “Büyükler” olarak adlandır-dıklarım. Durumun akılsal ve ruhsal tarafına değinmemiz gerekirse de beşincil olarak cömertliğe geliyoruz. Dün-ya’dan ve ekosistemden varoluşumuzun başından beridir sorumsuzca sömürdüğümüz her şeyi doğaya geri kazan-dırmamız gerek. Kendi türümüzün sürdürülebilirliği ve lüks sıfatıyla adlandırdığımız objeler gibi sorumsuz olgular sebebiyle hammade temeli üzerine kurulu ekonomimiz, ekosistemi çöküşe sürüklüyor. Afrika ve Orta Doğu’daki çöküşte olan ülkelerden bahsetmiyorum bile. Cömert olmamaktan bahsetmişken işin aslında bunun çok daha ile-risindeyiz. Başkalarından çalarak bir yaşam sürdürüyoruz. Hatta zenginleşmek, güvenlik, dini ve felsefik üstünlük algılarımız, hayallerimiz ve kafamızda yarattığımız Cennet görüsü için öldürüyoruz. Milyonlarca insan bu şekil-de düşünüyor. Bu çok yanlış bir alışkanlık! Başka bir biçimde cömertliği açıklamamız gerekirse; sebep olduğunuz bunca iğrenç soruna, yürüttüğümüz bu şiddetli savaşlara, hammade için keşfetme arzımıza artık bir dur dememiz gerektiği anlamı çıkar. İlginç bir biçimde de eko kent kavramı bize bu durumun yaratabileceği sonuçları kavrama-mıza ardından ise hayatlarımızı düzene sokarak gelecek nesillere bırakacağımız bu dünyadaki her anımızı yaşamı ve onun zenginliklerini korumaya yönlendirebilecek radikal bir yaşam tarzıdır.

Son olarak, yukarıdaki beş büyük durumun yanına eğitimi de eklemek isterim. Bu zamana kadar alışkanlıklarımı-zın temelinde “Haydi şu yere yakın sarkan meyveyi alalım da, zor işlerle sonra ilgileniriz” zihniyeti yer alıyordu. Müşterek bir biçimde kendi intihar stratejimizi oturttuk böylece! İnsanlık çok uzun süredir yanlış bir yolda ve bu yolda çok uzun süredir bulunuyor. Hızlı bir biçimde zamanımız ve kaynaklarımız tükeniyor. Bir şeyleri değiştirmek istiyorsak hızlıca hareket etmemiz gerek. Eko kent planlamalarına ve tasarımlarına ihtiyacımız var şu anda. Diğer beş unsurda da açıkladığım gibi politikalarımızı ve alışkanlıklarımızı değiştirmek yokoluşa giden bu yoldan bizi çıkartacak ve biyolojik açıdan zengin bir hayat tarzıyla sonuçlanacak kurtuluş yoluna yönlendirecektir.

Belediyeler eko kentleşmeye nasıl başlamalılar?

Dünyanın birçok bölgesindeki şehirlerin yavaş dahi olsa emin adımlarla eko kente dönüştüğü rahatlıkla görülebili-yor. Bir noktada bunun da sebebi araçlar için üretilen park yapılarının her tür binaya, geniş veya dar fark etmeksi-zin tüm yollara inşa ediliyor olmasıdır. Bu esnada bardağın dolu tarafından bakmak gerekilirse bisiklet akımı hızla yükselişte. Raylı sistemler gün geçtikçe artıyorlar. Şehirlere çok hızlı bir biçimde çatıkatı bahçeleri, yeşil duvarlar, binalar arası köprüler, samimi parklar ve diğer insana ve çevreye duyarlı yapılar inşa ediliyor. Geri dönüşüm, enerji tasarrufu ve sağlıklı yapı malzemelerine olan talep gün geçtikçe artıyor. İnsanlar şehirlerde, kenar mahallelerde yorgun ve hasta bir biçimde hayatlarını sürdürdükçe bu içinde bulundukları durumdan kaçıp köy veya kasa gibi yerlerde yaşamlarını sürdürmenin hayalini kuruyorlar. Yaşanılacak olası faciyayı önleyebilmek adına daha birçok şey gerçekleşiyor. Bu sebeple hükümetler rahatlıkla “zararlı” olanı vergilendirip elde edecekleri geliri “yararlı” eko kent dönüşümüne harcayabilirler.

Büyük ihtimalle en faydalı hareket eko kent bölgelemesinde ve haritalandırılmasında görev alacak kişileri eğitmek ve çoğaltmak olur. Bu sayede yaya yaşayan toplumun az bir ilerleme ile kendiliğinden gelişebilmesi için ekonomik ve kültürel uygunlukta merkezler tayin edilebilir.

Daha önce Türkiye’de bulundunuz. Hangi şehirleri ziyaret ettiniz? Kentleşme hakkın-daki gözlemleriniz nelerdi?

Daha önce üç kez İstanbul’da bulundum. İlki, 1996 yılında gerçekleşen Birleşmiş Milletler HABITAT Konferansı içindi. Sonuncusu ise Türkiye’deki Miller Dergisi’nin ev sahipliğinde düzenlenen Ecocity Conference (Eko Kent Konferansı) içindi. Buna ek olarak, Konya’yı, Çatalhöyük’ü ve Ankara’yı ziyaret ettim. Öncelikle ne beklediğimi, neler göreceğimi tam olarak kestiremiyordum; ancak yaşadığım deneyimler için oldukça mutluyum, özellikle insanların dostane yaklaşımları oldukça mutluluk vericiydi. İstanbul’un bugüne kadar ziyaret ettiğim şehirler içinde özel bir yeri var, orayı oldukça sevdim. 1996 yılında Ankara’yı ziyaret ettiğimde, pek çok şehirde olduğu gibi oranın da trafik problemleri ile boğuştuğunu farkettim; ancak Anadolu Medeniyetler Müzesi inanılmazdı. Çatalhöyük’te gördüklerim ise bugüne kadar gördüğüm koleksiyonlar arasında en iyisiydi diyebilirim. Antropoloji ve arkeoloji ile küçüklüğümden beri ilgiliyimdir. 16 yaşındayken New Mexico - Kolorado sınırında Kızılderili döne-minden kalma kalıntıları kazmakla uğraşmaktaydım.

Page 15: ORMANIN INANÇLARINDAN KADIM ÖĞRETILER DOĞAYA GERI ... · GMK Bulvarı, Neyzen Tevfik Sk. No: 26 D:12 PK: 06570 Maltepe Çankaya - ANKARA ISSN 2149-4940 Yeşim Özbirinci Gaia

Eko kentleşmenin amaçladığı çözümler nedir?

Tüm çözümler eş zamanlı olarak devam ediyor. Bu yüzden nüfus, tarım, eko kentler, doğal karbon sa-lımı, cömertlik ve eğitim gibi başlıklardan bahsettim. Önemli ve büyük şeyleri oranlayıp çok amaç-lı bir şekilde harekete geçersek, büyük bir ilerlemeyi oldukça hızlı bir şekilde halletmek için bir şansı-mız olacak. Eko kent tasvirinin ögelerinin daha anlaşılır olmasından mutluluk duyuyorum; ancak bu yalın ayak ile arabaya karşı verilen bir yarış. Daha açık bir şekilde anlatacak olursam, yaşananlar, küçük paylar arasında bölünmüş çok zengin ve çok fakir insanların yaşadığı toplumdaki bir yarış. Akıllı atılım-lar ve enerjiyi muhafaza eden eko kentleşmenin geleceği, bu anlamda dünyada bir farklılık yaratabilir.

Son olarak bir şey söylemek ister misiniz?

Hayır. Söylediklerim her şeyi kapsıyor. Ancak ikinci kez düşününce; evet bir şey daha eklemek isterim.

“Düşünün ve çalışın;değişmekte olan meşgul şehirlerimizi yaşanacak eko kentlere dönüştürün.”

Şehrin günümüzdeki kentleşmesiyle ilgili gözlemlerime gelecek olursak şehrin tarihi kısmı oldukça güzel ve büyü-leyici olduğu halde İstanbul’daki kentleşme tam anlamıyla kendine özgü. Günümüzde devam eden kentsel dönü-şümden etkilendim diyemem, ancak yedi yıldır İstanbul’u ziyaret etmedim. Şu anki durum benim ziyaret ettiğimde gördüğüm şeylerden oldukça farklı olmalı.

Ekokentleşme medeniyetlerin kurtuluşu olabilir mi?

Bu durumu şöyle açıklamak isterim: Ya “Eko Kent Medeniyeti” kurarız ya da algımızın çok daha ötesinde bir sonu-ca varacak korkunç bir kıyamete doğru emin adımlarla yolumuza devam ederiz. Tüm bu dengesizlikler, şiddet, savaş, dini ve politik anlaşmazlıklar ciddiye alınıp bir ekolojistin günlük araştırmalarında kullanacağı verilerle bir-likte neden-sonuç mantığına göre incelenmesi gerek. Kendi yaşadığım ülkeden bir örnek vermem gerekirse, Irak Savaşı zamanında George W. Bush ve Dick Cheney’nin yönetiminin ve savaş politikalarının yanlış bilgilendirmeyle birlikte Orta Doğu’da nasıl yıkıcı bir sonuç çıkarttığını görebiliriz. Bu durumu yukardaki maddelemem ile birlikte incelersek eğer limit aşımı ve kötü haberler dışında bir sonuçla karşılaşmayız.

Şehirler, türümüzün yarattığı en büyük şeylerden biri. Onların sınırsız yardım ve yokoluş potansiyelinin farkına varmamız gerekiyor. Olayın ciddiyetine varmalıyız. Diğer beş büyüklerin anlaşılması ve farkındalığı ile korunmaz-sak felaketi önlemek için nasıl umudumuz olabilir? Eko kentler, çözümün ayrılmaz bir parçası. Kurtarma stratejisi olarak görülen bu “Beş Büyükler” birlikte ele alındığında yeniden doğum olmayacak, yeni bir doğuş olacak mede-niyet için.

Gaia Dergi • Ağustos 2015 • 27 26 • Gaia Dergi • Ağustos 2015

Page 16: ORMANIN INANÇLARINDAN KADIM ÖĞRETILER DOĞAYA GERI ... · GMK Bulvarı, Neyzen Tevfik Sk. No: 26 D:12 PK: 06570 Maltepe Çankaya - ANKARA ISSN 2149-4940 Yeşim Özbirinci Gaia

On asırlık tarihi geçmişi, binlerce Budist tapınağı ile Myanmar’ın gözde bölgelerinden biri olan Bagan Antik Kenti, dünya üzerinde harika sayılabilecek birçok yer ile rahatlıkla yarışabilecek bir kapasiteye sahip.

Pagan Krallığı’nın başkenti sıfatıyla dokuzuncu ve onüçüncü yüzyıllar arasında inşa edilen Bagan, bundan bin yıl öncesinde 10 bini aşkın tapınağa ve pagodaya ev sahipliği yapıyordu. Günümüzde ise bu yapılardan sadece 2 bin 200ü ayakta kalmış durumda. Myanmar toplumunun kente karşı olan aşırı ilgisinden ve saygısından dolayı Bagan günümüze çok iyi bir bakımla gelmiş durumda.

Yazar: Sasun Bazaryan

Gaia Dergi • Ağustos 2015 • 29 28 • Gaia Dergi • Ağustos 2015

Bagan Antİk KentİBudist Tapınaklarının Başkenti

Page 17: ORMANIN INANÇLARINDAN KADIM ÖĞRETILER DOĞAYA GERI ... · GMK Bulvarı, Neyzen Tevfik Sk. No: 26 D:12 PK: 06570 Maltepe Çankaya - ANKARA ISSN 2149-4940 Yeşim Özbirinci Gaia

Akkuyu Nükleer Santrali’nin hükümet ölçeğin-de önemli bir misyona sahip olduğunu yapılan reklamlardan görmek mümkün. Akkuyu yeni

bir yolda ilk adım olarak görülüyor. Devamı Sinop’la, İğneada’yla gelecek. Peki, nedir hedeflenen? Bunu tek bir cümle ile anlatmak zor. Dışa bağımlılığı azaltma, ekonomik büyüme gibi gerekçeler sıralansa da ilacın reçetesi ile başlığı birbirine uymuyor. Örneğin; dışa ba-ğımlılığı azaltmaktan bahsedilirken nükleer santralin haklarının büyük kısmını doğalgazın da büyük bölü-münü aldığımız Rusya’ya devrediyoruz. Temiz enerji-den bahsederken, reklamlarda gelecek nesiller kulla-nılırken Sinop, Akkuyu ve İğneada gibi Türkiye’nin en bakir bölgelerini seçiyoruz. Enerji ihtiyacı adına onlar-ca HES, termik santral yapılırken, hâlâ artan ve dünya ortalamasının üzerinde olan elektrik faturaları ödüyo-ruz. Demek ki bu reçetede görünmeyen bir şeyler var!

Cumhuriyet Gazetesi’ne verdiği bir demeçte, Prof. Dr. Hayrettin Kılıç, “Nükleer Enerji Yasası”nın tasarısını yorumlarken tasarıda nükleer madde

olarak listelenen Plütonyum-239, Uranyum-233 gibi radyoaktif izotopların normalde sadece nükleer silah programlarında kullanıldığının altını çiziyor. Prof. Dr. Kılıç, düzenleyici kurulun Başbakanlık’a bağlı olarak belirtilmesinin ve kurumun (Başbakan’ın) denetime tabi tutulamaz olmasının tek bir noktaya; nükleer si-lahlanma programına işaret edebileceğini söylüyor. Nükleer silahlanma dediğimiz şey ise caydırıcılığının ötesinde daha çok Ortadoğu ve Afrika ülkelerinde para-van şirketler kullanılarak gerçekleştirilen bir uç ticaret alanı. Doymadık, doyamıyoruz değil mi?

Gaia Dergi • Ağustos 2015 • 31 30 • Gaia Dergi • Ağustos 2015

KENDI KALBINEIŞTAHLANMAK!

Nükleer santrallerin neden tehlikeli olduğunu anlatmaya çalışmak bir bombanın neden tehlikeli olduğunu anlatmak gibi sürreal bir çaba esasen. Her gün girdiğimiz AVM’lerde potansiyel suçlu gibi üzerimiz aranırken memleketin farklı noktalarına ufacık bir ihmal ya da kaza olması hâlinde binlerce insanın ölümüne yol açabilecek

bombalar yerleştiriliyor.

Olası bir kaza durumunda ne olacağını Soma örneğinde gördük. İtiraz eden, yerlerde tekmelenirken kimse koltuğunu terk et-meyecek! Bugün küresel ısınmaya karşı sözüm ona meclisler

toplanırken, artık kendileri de birer şirkete dönüşen devletlerle birlikte uluslararası şirketler, kutuplarda buzulların erimesi ile ortaya çıkacak yeni enerji ihtimalleri öncesinde yer kapma savaşındalar. Samimiyet bu boyutta! Artık kıyametin gelmesini bekliyorlar. O gün herkes kartlarını ortaya dökecek. Anladığımız kadarıyla o kıyamet tarihini 2023 olarak tahmin eden Türkiye de bu ölümcül savaşa kendi karnını deşerek hazır-lanıyor. Kimi yediklerine bakmadan kurtlar sofrasına oturacaklar. Tür-kiye bugün, HES’lerle kendi damarlarını tükettikten, termik santrallerle akciğerlerini öldürdükten sonra nükleer santral projeleri ile atıp duran kalbine iştahlanan, onu duydukça çıldıran bir canavar profili sergiliyor. Her canavar, o hikâyedeki kahramanların yansıması değil mi?

İLAÇ FARKLI, REÇETE FARKLI HEDEF NÜKLEER SİLAHLANMA MI?

Yazar: Erdem Şimşek

Page 18: ORMANIN INANÇLARINDAN KADIM ÖĞRETILER DOĞAYA GERI ... · GMK Bulvarı, Neyzen Tevfik Sk. No: 26 D:12 PK: 06570 Maltepe Çankaya - ANKARA ISSN 2149-4940 Yeşim Özbirinci Gaia

Tarih garip bir şeydir. Sizi büsbütün bir karamsarlığa itebilir. Ama der ki “Zaten dibe vurmadan yapamazsın sen.” İnsanın olduğu her yerde durum tam da böyledir. Ekonomiler büyür büyür patlar, silahlanma yarışı sizi en zirveye götürüp orada yok eder, diktatörler kandan geçirir ülkelerini sonra heykelleri ile birlikte devrilirler. Modern insanın kaderini en iyi simge-

leyecek şey kan emmekten geri duramayıp patlayan bir kene olsa gerek! Eh, umut da kanlı bir manzara gibi duruyor karşımızda! Peki, mücadele ne için? Her şeyden önce bu kadar ilerisini düşünmenin ve soyut bir düzeyde kalmanın bizi değil en ufak varlık, bir hiçe dönüştüreceğini bildiğimiz için! Yerden yere vurabileceğimiz tüm özelliklerine rağmen insanlığın yan yana durduğunda bambaşka bir ışığa kavuşabildiğini bildiğimiz için! Bize sunulan o karanlık geleceği ve o gelecekte bize biçtikleri rolleri reddetmek için! Her şeyin ötesinde bu dünyayı şekillendirirken ve şekillendirme yeteneğimizle övünmekten geri durmuyorken yanımızda duran insan kadar, uçan kuşa, koşan kurda karşı da sorumluklarımız olduğunu bildiğimiz için, unutmamamız için! Biz dünyanın yarısını yapaylaştırdık, yüzlerce türün yok olmasının sebebiyiz. Enerji açığını, dış borçları geçelim, borcumuz çok daha büyük!

Nükleer enerjinin zararlarına gelirsek, bu konuda sayfalarca rapor , onlarca kitap yazılı. Biz yal-nızca bir iki maddeye dikkat çekerek geçelim.

Hiçbir kaza olmasa dahi projelendirilen nükleer sant-rallerde soğutma suyu olarak deniz suyu kullanılacak. Soğutma suyu reaktör çevresinde döndükçe radyasyon biriktirir. Bu da denize geri bırakılan suyun yalnızca sı-cak değil, radyoaktif olacağı anlamına gelir. Kaldı ki tek başına suyun ısınması bile birçok türün ölümüne ya da bölgeyi terk etmelerine sebep olacaktır. Bu türlerin içe-risinde endemik olanlar raporlarda yer alsa da bir can-lının yaşamının kıymetini onun endemik olmasının be-lirlemediğini unutmayalım!

Dünya, su döngüsüyle yaşayan dev bir organizmadır. Bir damarına enjekte edilecek madde, bu döngü içeri-sinde dolaşacaktır. Bir radyoaktif elementin yalnızca kaza ile değil, besin zincirine karışarak da yüzlerce,

binlerce canlının ölümüne yol açması olasıdır. Atıkların boğazlar üzerinden Rusya’ya taşınması da kaza riski-ni beraberinde getirir. Taşımacılığın tüm bu süreçte en zayıf noktalardan biri olacağını öngörmek zor değil. Bo-ğazlarda veya denizlerde olası bir kazanın sonuçları ise bize bir felaketi işaret eder. Radyoaktif atıkların en kötü tarafı şudur ki açığa çıkan bazı elementlerin yarılanma ömürleri binlerce yıl sürmektedir. Bu noktada radyoaktif atık meselesine daha bir yukarıdan bakalım. Bu mesele, üzerinde çalışılan çözüm önerileri ile bize kendi tehlike boyutlarını çok net anlatır.Yerin binlerce metre dibine gömme, buzullarda saklama, adalarda saklama ve hat-ta uzaya gönderme gibi öneriler uluslararası düzeyde tartışılmış ve çeşitli sebeplerle nihai çözüm olarak ka-bul edilememiştiri. Çünkü bilim olasılıkları hesap eder. Kapitalist dünyada ise hesap edilen olasılıklar bilimle alakalı değildir.

Gaia Dergi • Ağustos 2015 • 33 32 • Gaia Dergi • Ağustos 2015

ATIKLAR VE DERİN DÜŞÜNCELER

MÜCADELE NE İÇİN?

Page 19: ORMANIN INANÇLARINDAN KADIM ÖĞRETILER DOĞAYA GERI ... · GMK Bulvarı, Neyzen Tevfik Sk. No: 26 D:12 PK: 06570 Maltepe Çankaya - ANKARA ISSN 2149-4940 Yeşim Özbirinci Gaia

KADIM NEFESIN RUHU:ANA TANRIÇA GAIA KUCAĞINDA YERYÜZÜ

Gaia Dergi • Ağustos 2015 • 35 34 • Gaia Dergi • Ağustos 2015

Tanrıça Gaia Dünya’yı simgelerken ondan doğan Uranüs gökyüzünü, Ourea dağları, Pontos ise denizi

simgelemektedir. Uranüs, Gaia’nın hem oğlu hem de kocasıdır. Gaia, Uranüs ile birlikte yukarıda bahsedilen

varlıkların ana kaynağını oluşturmaktaydı. Pontos ile olan birlikteliğinden ise deniz tanrıları Nereus, Thau-

mas, Phorkys, Keto ve Eurybia meydana geldi. Gaia’nın Eski Yunan’daki itibarı oldukça büyüktü. “Tüm varlık-

ların anası” rolünden dolayı Gaia üzerine edilen yemin, en büyük yeminlerden biri olarak kabul görmekteydi. Anadolu halkları tarafından ana tanrıça kültü ile bağ-

lantısı olduğu düşünülen Gaia, yine aynı toprakların Bereket Tanrıçası Kibele ile bağdaştırılmaktaydı. Karl

Kerenyi ve Dany Staples gibi mitoloji uzmanlarına göre Demeter (kadın, anne), Persephone (kız) ve Hekate

(yaşlı cadı) formları, bir kadının üç farklı dönemine denk düşerek tek ana tanrıça olan Gaia’yı işaret etmek-

teydi.

Yunan mitolojisinde Gaia’nın Kronos ve Uranüs ile olan ilişkileri ve arkasından gerçekleşenler, mitolojinin içerisinde geçiş bölümlerini oluşturur. Gökyüzünü sim-geleyen Uranüs ve zamanı simgeleyen Kronos, dönem dönem Gaia’nın hiddetlenmesine sebep olmuş, bunun

sonucunda da hezimete uğramıştır.

Gaia ve Uranüs’ün birlikteliğinden ilk önce altısı dişi ve altısı erkek olmak üzere 12 Titan meydana gelmiş-tir; bunlar: Okeanos, Koios, Hyperion, Iapetos, Kronos,

Theia, Rhea, Mnemosyne, Phoebe, Tethys ve Themis’tir. Titanlardan sonra Kikloplar, akabinde ise yüz kollu,

50 başlı Hekatonehiresler meydana gelmiştir. Çocuk-larının doğumlarından sonra Uranüs farklılaşmaya

başlamış, çocuklarından korktuğunu hissetmiştir. Aynı zamanda onlardan iğrenen Uranüs, Gaia’dan olma

çocuklarını bir bir yerin altına gönderip kafeslemeye karar vermiştir. Gaia’nın mitolojideki ilk hiddetlenme

vakası bu olaya dayanmaktadır. Uranüs’ün yaptıklarına sinirlenen tanrıça, intikam almaya karar verir. Göğsün-

den çıkardığı parlak çelikten yaptığı tırpandan sonra planını çocuklarına anlatan Gaia, çocuklarından bek-lediği ilgiyi göremez. Ancak içlerinden bir tek Kronos onunla birlikte savaşacağını ve planlarına uyacağını

belirtir.

Başlangıçta yalnızca Khaos vardı. İçinde bütün varlıkların özünü bulundurmaktaydı. Khaos’un dinginliği ve sessizliğinden bütün tanrılar türe-

yecek, Yunan mitolojisi şekillenmiş olacaktı. Khaos’un ardından oluşan ilk güç bir tanrıça olan Gaia’ydı. Pek çok dinde ve mitte geçen “doğmamış ve doğrulma-mış” kavramı Gaia için de geçerliydi. Tanrıça Gaia, Yunan mitolojisinin başrolleri Titanların, Kiklopların ve Olimpos tanrılarının ilk kaynağıydı. Bu rolüyle Gaia hem doğanın yaratıcısı olurken bir yandan da Yunan mitolojisindeki varlıkların annesi rolündeydi. Gaia’dan sonra evrene gelen Tartarus, Hesiodos’un belirttiğine göre üç kat geceyle kaplı bronz bir duvarın içindeydi. Bu üçlünün arkasından gelen Eros ise bir aşk tanrısını değil, üremeye teşvik eden tanrı rolünü oynamaktaydı. Farklı tarihçiler tarafından çok daha farklı şekillerde de anlatılan Yunan mitolojisinde yaratılış, Hesiodos’un anlattığına göre bu şekilde başlamaktaydı.

Yunan mitolojisi, bulunduğumuz topraklarda yüzyıllar önce Anadolu halkları-nın dilden dile anlatarak gerçek kıldığı ve bulunabilmiş yazılı materyaller ile şimdiki bilinen halini almış mitler, eposlar ve hikâyeler bütünüdür. Bu bütünün

en önemli parçalarından biri de Toprak Ana ve Doğa Ana gibi bütünleştirici simgele-rin sahibi Gaia’dır. Gaia, Yunan kozmogonisinde tüm varlıkların, doğanın ve evrenin annesi olarak addedilmektedir. Günümüzde pek çok farklı yaratılış teorisi bulunsa da uzmanlar tarafından kabul edilmiş Hesiodos’un Theogonia’sına (Tanrıların Doğuşu) kısa bir bakış atmak, Gaia’nın varoluşundan günümüz neopaganizmine geçen süre-deki yaşananları anlamakta bizlere ışık tutacaktır.

YuNaN mİTOlOjİsİNde başlaNgıç

BaşlaNgIçTaN sONra TaNrIça GaIa

GaIa, KrONOs ve UraNüs

Yazar: Burak Avşar

Page 20: ORMANIN INANÇLARINDAN KADIM ÖĞRETILER DOĞAYA GERI ... · GMK Bulvarı, Neyzen Tevfik Sk. No: 26 D:12 PK: 06570 Maltepe Çankaya - ANKARA ISSN 2149-4940 Yeşim Özbirinci Gaia

Bir akşam Uranüs Gaia’yı görmeye gelir, bir süre konuşurlar ve vakit geçirirler. Arkasın-dan uykuya dalan Uranüs, Kronos’un onu uykuda yakalamasıyla korkunç bir ölümle kar-şılaşır. Gaia’nın yaptığı çelik tırpan Uranüs’ün erkeklik organını paramparça eder. Vücu-dundan kalan parçalar ise denize atılır. İlk tırpan darbesiyle açılan derin yaradan akan ilk kandamlaları yere düştüğünde bu kanlardan, Yunan mitolojisinde evrendeki düzenin ve doğa yasalarının bekçileri olarak görülen Erinyeler, Meliae perileri ve Devler oluşur. Meliae perilerinden Bronz Çağ insanları meydana gelir. Kanlı et parçalarından oluşan köpükten ise en son olarak Tanrıça Afrodit meydana gelir. Kronos’un Uranüs’ün erkekli-ğini elinden almasıyla birinci kuşak tanrılar dönemi bitmiş, ikinci kuşak tanrılar dönemi başlamıştır.

Hesiodos Kronos’u anlatırken ondan şöyle bahseder:

Bunlardan sonra Kronos geldi dünyaya, o art düşünceli Tanrı, en belalısı Toprak oğulları-nın. Ve Kronos diş biledi yıldızlı babasına.

Uranüs’ün döneminin kapanmasıyla birlikte Kronos tahta geçtiğini, hâkimiyeti kontrolü altına aldığını ilân eder. Kardeşi Rhea ile evlenen Kronos’un dönemine Altın Çağ ismi verilmektedir. Toplam 6 çocuğu ise sırasıyla; Hestia, Demeter, Hera, Hades, Poseidon ve Zeus’tur. Ancak Uranüs’e yaptığı kötülükten sonra çocuklarından korkan Kronos, çocuk-larını yemeye başlar. Gaia’nın verdiği öğütler ve Rhea’nın yardımı ile tek kurtulan Zeus olur. Anlatılanlara göre Kronos’un kendi çocuklarını yemesine hiddetlenen Gaia, Zeus ile işbirliği yaparak Kronos’u yenmeyi düşünür. Öğütler ile Kronos ile konuşmaya giden Zeus, Kronos’un boş olduğu bir anda karnına bir yumruk indirir ve yenilen kardeşlerini oradan kurtarır. Arkasından verdikleri savaşta Kronos’u büyük bir yenilgiye uğratan tanrılar, onu kıyamet gününe kadar zincirleneceği Tartaros Dağı’nın derinliklerinde bırakır.

Görüldüğü gibi genellikle kötülüğe ve ikiyüzlülüğe karşı direnen Tanrıça Gaia, ona adde-dilen ismin hakkını mitoloji boyunca tam anlamıyla vermiştir. Yeni dönem paganizmin-de de paganlar Gaia’ya ve onun öğretilerine inanır, onun için ritüeller düzenler. Gaia mito-lojik bir varlıktan bir felsefeye dönüşerek günümüzde pek çok insana ilham olmaktadır.

Gaia Dergi • Ağustos 2015 • 37 36 • Gaia Dergi • Ağustos 2015

Page 21: ORMANIN INANÇLARINDAN KADIM ÖĞRETILER DOĞAYA GERI ... · GMK Bulvarı, Neyzen Tevfik Sk. No: 26 D:12 PK: 06570 Maltepe Çankaya - ANKARA ISSN 2149-4940 Yeşim Özbirinci Gaia

ORMANIN INANÇLARINDAN

KADIM ÖĞRETILERDOĞAYA GERI

KAVUŞABILECEKMIYIZ?

Çıkar ilişkilerinin tutsaklığındaki duygusal bağların, güçlükle kat ettiği yollar doğa’ya çıkmıyor gibi görünür-ken; “yanlış yöndeki hızımız toprakla aramıza engel çekiyor” fikrini seviyoruz. Bir şeyleri ise yanlış yaptığı-

mızdan eminiz, ardından kalabalıklaşıyoruz. Derken her yemekten önce bir kere sormamız icap eden soru tam önümüzde beliriyor: “Neden böyle?”

Özümüzden kaçarcasına koşarken ardımızda bıraktığımız yeryüzü bizi dönmeye davet ediyor. Asfaltlarımızdan haz etmiyor; kalkınmalarımız, ekonomimiz, politikamız canını yakıyor. Artık dönmezsek, az sonra çok geç ola-cak. Çimenlerin çığlıkları betondan, hapishane kentlerimizden duyuluyor. Dönmeliyiz, dönmezsek diye bir şey yok. Peki ya izleyeceğimiz yol? Ne kurtarabilir bizi? Yeşil istikamete kanat çırparken, yönünü tabiata çevirmiş kadim inançların öğretileri ilhamımız olabilir mi?

Dünya dini, temeline doğayı alan Paganizm kökenli inançların tümüne denilebilir. Tabiatın her bileşenine büyük saygı prensibi barındıran dünya dini, çoğunlukla anaerkil yaratıcı formlar açısından zengin olmakla birlikte yer-yüzünü kutsal kılan ritüelleri ile de oldukça renklidir. Öğretileri ve birikimleri en az parlak koyu yeşil yapraklar kadar doğadan, mitolojileri ise uçsuz bucaksız ormanlar kadar eşsiz... Eminim bize öğreteceği çok şey var!

Modern çağların kavurucu maddeciliğinde, ruhtan yoksun yaşam sürerken; makul miktardan hayli fazlaca sömürücü eylem, ipe sapa gelmez tüketme tutkusu ve dur durak bilmeyen yıkımcılık bizimle birlikte gezegenimizde ikamet etmekte. Betonlaş-tıkça betonlaşıyor, binalarımıza kat çıkarken içimizle mesafeyi arttırıyoruz. Yabancı-laştıkça gerçeğe, kafamız karışıyor. Bundan mütevellit belki uykuya dalmadan önce, belki de sabah kalkar kalkmaz “Nereye kadar böyle sürecek?” diye soruyoruz…

Gaia Dergi • Ağustos 2015 • 39 38 • Gaia Dergi • Ağustos 2015

Yazar: Beril Tezel

Page 22: ORMANIN INANÇLARINDAN KADIM ÖĞRETILER DOĞAYA GERI ... · GMK Bulvarı, Neyzen Tevfik Sk. No: 26 D:12 PK: 06570 Maltepe Çankaya - ANKARA ISSN 2149-4940 Yeşim Özbirinci Gaia

Gaia Dergi • Ağustos 2015 • 41 40 • Gaia Dergi • Ağustos 2015

Panteizm, Tanrı’nın her şeyde olduğunu kabul eden bir inanç biçimi olmakla birlikte panteist kabulde, akarsu kenarındaki devasa kayadan bir dişbuda-

ğın gövdesine kadar Tanrı her yerdedir ve kudreti her-kesin içindedir. Panteist fikir, yapay olmayan her şeyin kutsal olduğunu kabul eder.

Panteizm’in hoşgörülü ve kapsayıcı renkleri, onu hü-manist bir kategoriye soksa da durum görünenden çok farklıdır. Burada “insanlar davranışlarına, statülerine, ırklarına, milletlerine bakılmadan özeldir; onlar Tan-rı’nın yansımasıdır” kanısı, “canlılara türlerine, yetenek-lerine, sınıflarına bakılmadan saygı duyulmalılardır” so-nucu ile yer değiştirir ise doğru olacaktır.

Panteist şahıs, bir ağaç olmayı dileyebilir; bir dişbudak

her canlıya eş davranır. Kökleri kıyısından geçen ka-rıncaya neyse yorgun bir kuşa; iyi insana neyse kötü insana da odur. Bütünleyici ve kucak açan prensipleri, Panteizm’in şiddetten arınmış eşitlikçi felsefesinin te-melini oluşturur. Bu felsefe gözettiği hoşgörüyü, ilahi bir korkuya borçlu değildir. Cezalandırılma kaygıları ile şekillenen vicdanların tehlikeli zihinlerinin aksine, Panteizm’deki doğru davranış dileğinin sebebi sevgi ile hareket etmekte yatar.

Hiçe sayan, indirgemeci bozuk hareketlerimizin zincir-lerine bağlı yeni dünyamız, şiddetle aynı yastığa başını koyuyor her gece. Beşeriyet, aidiyet hissetmediği topra-ğa karşı yıkımcı, acımasız... Toprak solucanlarının kut-sallığından haberi olmalı ki vicdanı çiçekler açsın. Onu kutsallıkla tanıştırabilelim sevgiyi seçebilsin.

”Doğada herhangi bir şey bize gülünç, saçma ya da kötü gelirse bunun nedeni nesneler üs-tünde yalnızca sınırlı bilgi sahibi olmamızdır, doğanın bir bütün olarak düzeni ve tutarlılığını bilmediğimizdendir; her şeyin kendi aklımızın buyruklarına göre ayarlanmasını istediğimiz-dendir. Aslında aklımızın kötü dediği şey, evrensel doğanın düzen ve yasaları bakımından kötü değildir. Yalnızca, ayrı düşündüğünüz kendi varlığımızın yasaları bakımından kötüdür. İyi ve kötü sözcükleriyse tek başlarına ele alındıklarında kesin hiçbir şey anlatmazlar. Çünkü tek ve aynı şey, aynı zamanda hem iyi hem kötü hem de hiçbiri olabilir. Sözgelişi müzik üzün-

tülü kişiye iyi gelir, yas tutanlara kötü, ölüler içinse anlamsızdır.” - Baruch Spinoza

Öz Paganizm’de Tanrıça kültürü hâkim olup doğa ana sıfatlı Ana Tanrı-ça, var olan her şeyin yaratıcısıdır. Diğer Paganizm türlerinde Ana Tanrı-ça’nın yanında başka tanrılara rastlamak mümkünken, Paganizm genel bakışta kadın öncelikli bir kültüre sahiplik etmektedir.

Yunan inanışında Gaia adıyla, Roma’da Terra, Avustralya’da Eingana, İskandinav’da ise Jord isimleri ile karşımıza çıkan Doğa Ana, bereketi

ile dört elementten toprak ile özleştirilir. Doğa Ana yan-sıtıcı, kapatıcı, denge kuran, üreten, şekillendiren ve şef-kati ifade edendir. Tanrıça’nın varlığı, lanetler gönderip cezalar veren Tanrı’nın tahakkümünden farklı olarak bilgelik esaslı ve bütünleştiricidir.

Paganizm’deki dişil kültürde, eril tanrı dinlerindeki sa-vaş rüzgârı esmez. Güç bir tek doğaya atfedilir. İktidar kavramı karşılık bulmaz ve ne doğaya ne canlılara şid-det kabul edilebilir bir şey değildir.

Tanrıça inancının sürdüğü toplulukların doğa ile ilişki-leri ahenk içerisinde sürer. Dünya insanların mücade-le etmesi gereken zorluklarla dolu bir yer değil, onların evidir. Bu insanlar Tanrıça’yı kızdırmaktan değil, tabiatı incitmekten ürkerler. Doğal akışa hükmetmekten ziya-de uyum göstermek gayesi içindelerdir.

Tanrıça’nın önemini yitirmesi akabinde kadının toplum içerisinde değersizleştirilmesi, tabiat tahribatı hikâyelerimizde kronoloji belirleyebilir.

Dişil iradenin yok sayılması, erk tahakkümün meydana çıkması hayâsızca yok edilen doğa alanları yaratmamış mıdır? Hiç şüphesiz erkek egemen bir sistem, endüstri-yel kapitalizmle birbirine çok da uzak iki kavram değil. Doğayı sadece bir kaynak olarak gören mevcut durum, erkeğin yahut Tanrı’nın; ehlileştirme arzusundan do-ğuyor. Dünyaya şükranların sunulduğu törenlerde en önemli rolü oynayanlar küstahça hiçe sayılırken, demek oluyor ki tabiata saplanan bıçaklar kadının tam sırtında yer alıyor.

Dişil varoluş hak ettiği saygıyı yeniden kazanmadan, hep fabrikalaşacağız. Var etmenin narin dokusunu his-setmedikçe, harcamaktan korkmayacağız. Paganizm’in dallarını şekillendiren bu kadın odağını; gökdelenleri ormana geri çevirmede kullanmalıyız fikrini destekle-meyenimiz var mı?

Şiddet değil, sevgi - Doğaya sarılabilmek: Panteizm Erk yumruk değil, dişil dokunuş - Doğayla bir olmak: Paganizm

“Tanrıça her şeyi denge halinde tutar; Iyi ve kötü, ölüm ve yeniden doğuş. Avcı ve av. Onsuz, yıkım ve kaos hakim olacaktır.” Avalon’un Sisleri

Page 23: ORMANIN INANÇLARINDAN KADIM ÖĞRETILER DOĞAYA GERI ... · GMK Bulvarı, Neyzen Tevfik Sk. No: 26 D:12 PK: 06570 Maltepe Çankaya - ANKARA ISSN 2149-4940 Yeşim Özbirinci Gaia

Şintoizm’in temelindeki kami inancı animist vurgunun en belirgin olduğu noktadır. Sayıları 8

milyona ulaşan Tanrı vasfı yüklenmiş kamiler; sınırlı güçlere sahip olup, doğanın temsilcileri niteliğinde, insanlar ile aynı dünyayı paylaşırlar. Şintoist geleneklerde, insanlar kamilerin koruduğu ormanları katletmemek, yaşadıkları habitata zarar vermemek, uyumu bozmamak ve bir ruhu kırmamak için büyük çabalar gösterirler. Bir geyiği vurduklarında, bir ağacı kestiklerinde onların ruhlarından af dilerler. Onlara

yiyecek sağlayan toprağa minnetlerini gösterirler ve doğaya davranışları şefkat doludur.

Doğaya edilen ihanetlerin bu bereketli konumunda, meşrulaşan keyfi katliamlar Şintoizm’in animist esintisi ile süpürülebilir. Kim söyleyebilir küreselleşme bu denli incitirken doğayı; onu metalaştırıp sadece sömürmeliyiz? Acı çeken ruhunu duymazdan gelmeliyiz?

Şamanizm ikonlaşmış figürleri, kutsal hikâyeleri ve eşsiz öğretileri ile gözlem fiili temelli bir gelişim sürdürdüğünü hissettirir. Kendini var olduğu dünyada anlamlandırmaktan fazlasını barındıran zengin

kozmolojisi, insanların iletişim hâlinde olduğu canlı ve cansız varlıklar ile hikâyesini kavramaları akabinde bu tatta bir hâl almıştır.

“Ağaçlara zarar verildiği takdirde, durumu lanetli olay örgüleri takip edecektir” inancı, ekosistemi ve görev dağılımını anlayabilmiş bir dinden bahsettiğimize kanıttır. Şamanizm’de birey; ormanı, toprağı, suyu, göğü tanımalıdır. Öyle ki mevcut döngüyü öğrenememek süregelen insan merkeziyetçiliği doğuracaktır. İşleyiş ve düzen her canlıların birbirine olan sonsuz muhtaçlığını bağırırken, kulaklarını tıkayanlar içlerinden “her şey insan için vardır” diyebilmektedir.

Gaia Dergi • Ağustos 2015 • 43 42 • Gaia Dergi • Ağustos 2015

Madde değil, ruh – Doğaya karşı davranışlarınıfarkındalık ile şekillendirmek: Şintoizm

İnsan merkeziyetçilik değil, derin ekoloji

Doğayı tanımak: Şamanizm

Japonya’nın milli dini sayılan Şintoizm çoktanrılı sisteme sahip, animist öğeleri yoğun bir kabile inancıdır. Tabiata ait her şeyde, bir şuur olduğunu ileri süren animizm, birlikte yaşadığı canlı veya cansız bütün varlıkları saygı ve sevgi ile kucaklar. Doğayı canlı bir ruh kabul ederken, ağaçlar-dan dağlara kadar tüm yeryüzü mistik bir güç ile doludur. Şintoizm’de rüzgâr saçları okşamak için eser, yağmur arındırmak için yağar. Dünya insanlar ile bilinçli bir etkileşim içerisindedir.

Şamanizm doğa ile güçlü etkileşimler yakalayabilmiş bir inanç sistemi iken aynı zamanda tüm ilhamını yine doğadan almış bir kültür olarak sürmektedir. Şamanistik geleneklerin ve ritüellerin dokuları doğayı algı-lama konusundaki hassasiyete paralel olarak gelişir.

“Davranışlarınızı yönetin yoksa onlar sizi yönetir.” -Japon Atasözü

“Beşeriyetin en büyük zaafı, dünyanın kendi etrafında döndüğünü sanması. Hatta bütün yiyecekleri, hayvanları ve doğayı kendine

sunulmuş bir nimet sanıyor.” -Albert Einstein

Page 24: ORMANIN INANÇLARINDAN KADIM ÖĞRETILER DOĞAYA GERI ... · GMK Bulvarı, Neyzen Tevfik Sk. No: 26 D:12 PK: 06570 Maltepe Çankaya - ANKARA ISSN 2149-4940 Yeşim Özbirinci Gaia

Jainizm’de hassas bir dikkat seyir sürer. Jainistler bir canlıya zarar vermemek için tarım yapmazlar. Toprağı ehlileştirmek ve böceklerin ölümüne sebebiyet vermek korkunçtur. Dalda yetişen meyveleri tüketirken, toprak altından sökülen (havuç, patates, soğan) sebzeleri bitkinin hayatını sonlandırmamak için tüketmezler.

Jainistlerin yaşamı, birçok dinin aksine “yaşatmak üzerinedir.”

Jainizm’de tüm yeryüzü eşittir. Kişi kendi doğasına kavuşmak istiyor ise eğer, şiddetsizliği seçerek davranışlarını zararsıza ve acısıza çekmelidir.

Hindistan bölgesini dini, etik, politik ve ekonomik açıdan neredeyse iki binyıldan fazladır etkileyen Jainizm, ruhani bağımsızlığın peşindedir. Ruhun zincirlerinden kurtulabilmesi başkalarına zulüm ederek olmayacaktır.

Rahiplerinin Digambar ve Swetambar olarak iki gruba ayrıldığı bu inanç, insanlığın beslenme; giyinme, eğlenme dileklerini hayvanların yahut bitkilerin canlarıyla ödemesi sistemiyle işlemez.

Güney Asya kökenli bir din ve felsefe olan Jainizm, bugün modern Hindistan’da azınlık olmakla beraber ABD, Batı Avrupa ve Afrika’da büyüyen topluluklar halinde varlığını sürdürmektedir. Jaisintler bir tür sofu gelenek olan Antik Şraman’ı devam ettirirler. En önemli ilkeleri “Ahimsa”, “başkalarına acı vermeme” öğretisine sahiptir.

Gaia Dergi • Ağustos 2015 • 45 44 • Gaia Dergi • Ağustos 2015

KaN deĞİl, TOpraKDoğayı yaşatmak: Jainizm

“Bugün dünyadaki hiçbir toplumda yaşam hakkı yoktur, geçmişte de olmamıştır (Hindistan’daki Jainler az sayıdaki istisnadan biridir.) Kesmek için besi hayvanı yetiştiririz, ormanları yok ederiz; akarsu ve gölleri hiç balık yaşayamayacak kadar kirletiriz; spor olsun diye geyik, kürkü için leopar, gübre yapmak için balina öldürürüz; yunus-ları dev balık ağları içine hapsedip soluksuz bırakırız; fok yavruları-nı sopayla öldürürüz ve her gün bir canlı türünün soyunun tükenme-sine sebep oluruz. Tüm bu hayvanlar ve bitkiler bizim kadar canlıdır. Sözümona korunan yaşam değil, insan yaşamıdır.“

-Albert Einstein

Page 25: ORMANIN INANÇLARINDAN KADIM ÖĞRETILER DOĞAYA GERI ... · GMK Bulvarı, Neyzen Tevfik Sk. No: 26 D:12 PK: 06570 Maltepe Çankaya - ANKARA ISSN 2149-4940 Yeşim Özbirinci Gaia

Gaia Dergi • Ağustos 2015 • 47 46 • Gaia Dergi • Ağustos 2015

Var olduğumuz noktada uyumu reddetersek hayatta kalma koşullarımızı güçleştirmekle kalmayıp kendi sonumuzu hazırlayacağız.

Yeryüzünün her zerresinde süren adaletsizlik, savaş ve çok yönlü kıyım büyük resme bakmadan idrak edilebilir mi? Güzel yüreğimize değen “bilinç” taneleri, pınarlar akıtmadan içimizden rahat edebilir mi?

Talan ve istila iştahına bir dur demeli. Bunun için insan, belki yitirdiği belki hiç sahip olamadığı değerlerin peşine düşüp, dönüşünü kabul etmeli!

Çizi

m: S

olfo

ur /

Dev

iant

Art

DOĞada egemeN deĞİl, bİr parçaDoğayı kazanmak: Taoizm

Taoizm’in kurucusu Lao Zi (Yaşlı bilge), MÖ 600 civarında yazdığı “Tao Te Ching” adlı eserindeki, “Dünyayı ele geçirme tutkusu denenmiştir, yenilgiye mahkûmdur / kutsaldır dünya, ele gelmez, çürütür onu elde tutmak isteyen, yitirir onu” cümleleri ile yeşertmiştir düşündüklerimizi. Doğayla savaşı sonunda kazanırsak kaybedeceğimizi savunan Taoizm, hükmetme mücadelesindeki bu hırsımızı korkunç buluyor.

“Doğadan ayrı kalan insan, kibre tutulup tüm hakikati yadsımaya başladı, ve kendini doğanın hükümdârı olarak bildi.”

-Masanobu Fukuoka

Gezegenin kurtuluşunu istiyorsak, aynı kalamayız.

Page 26: ORMANIN INANÇLARINDAN KADIM ÖĞRETILER DOĞAYA GERI ... · GMK Bulvarı, Neyzen Tevfik Sk. No: 26 D:12 PK: 06570 Maltepe Çankaya - ANKARA ISSN 2149-4940 Yeşim Özbirinci Gaia

Gaia Dergi • Ağustos 2015 • 49

AynI Tahakkümün Öznelerİ:DOĞA, KADIN VE ÇOCUK

Türkiye yaşadığı darbelerin ardından bugün en güçlü direnişlere, halkların ortak çabasına ve bir başkaldırıya sahne oluyor. Kolluk kuvvetlerinin halka uygula-dığı şiddet, yargı bağımsızlığının yok oluşu ve iktidarın erkekliğinin indirile-

meyişine yurttaşlar dört yandan dört koldan direniyor. Kadın şiddetinin gün geçtikçe artması ve cezasızlaşması, doğal hayata ve ona sahip çıkmaya çalışan halkların mü-cadelesine her yandan setler kurulması ve sonuçta özgürlüklerin kısıtlanması artık uyuyanları uyandırdı, maymun gözünü açtı.

Mücadele kilometrelere yayıldı. Artık geçim derdi ve bilindik hayat mücadelesinden ayrışan bu yolda yanlış öğretilenlerle yüzleşiyoruz, doğru bilgiye ulaşmak için aslında kendimizi keşfediyoruz. İnsanın bir yaşam amacı olmalı. Bir kere yaşadığımız ve “o son” geldiğinde toprağa karışarak yok olduğumuz bu hayatta amaçsız yaşayanlar yü-zünden yitirdiğimiz zamanlar hem biricik hayatımıza hem bizden sonrakilere hem de geri dönüşsüz tahribatlarla vicdan azabına dönüşen ekolojik hayata zarar. Bu vicdan muhasebesini sorumlularına iade edip bir neden-sonuç ilişkisi kurmalı ve çözüm için yeni bir yol haritası çizmeliyiz.

Halklar direnişte!Bitmeyen sorunların mağduru aynı

Türkiye’nin bitmek bilmez “sorunları” var. Öyle ki sorun diye adlandırdıklarımız aslında ortak yaşa-mı paylaştığımız halklar ile çevre felaketlerine yol

açacak enerji politikaları. Nasıl, nerede, kimle yaşacağı-mız mercek altında. Kim ki önüne konulanı yemez, bir farklı tercih yapar ve tercihini yaşamakta ısrar ederse o; öteki olmayı, sorun diye adlandırılmayı ve ne yazık ki şid-det içerikli müdahalelerin nesnesi olmayı da göze almak durumunda kalıyor. Kürt sorunu, Ermeni sorunu, çevre so-runu, su sorunu, orman yangını, yangını söndürmeyen or-man bakanlığı, iklim değişikliği, termik santraller, nükleer aşkı, yeşile inat rant rant ve rant… Yangınlara, katliamlara ve ekoloji düşmanlarına karşı safları sıklaştırma zamanı.

Sizlere bu yazıda Türkiye’de son yıllarda verilen müca-

delelerden örnekler vereceğim. Bir insanın etnik kökeni dolayısıyla gördüğü zulümden tutun da “derelere özgür-lük” isteyip saldırılara maruz kalanlara, yaşlı kadınların kepçe önünde oturmasından tutun çocukların bombalı saldırılarda öldürülmesine dek… Ortadoğu’dan göçen re-zil edilmiş hayatların umut ve mutluluğu ararken 10 kişi-lik teknelerde 100 kişi ile ölüme sürüklenmesi… Yeşil Yol ismi verilen katliam yolunda bir halk mücadelesi... Savaş çığırtkanlarının kendi ülkelerini F16’lar ile kan gölüne çevirmesi... Sokakta mendil satan çocuklar ile torbacı-lık yapan aileleri… Ölülerin altın takamayacağı gerçeği… Ağaçsız bir geleceğin evsiz bir balkon oluşundaki ironi… 

Türkiye’de hayat ironidir. Türkiye’de hayat direnmektir. Türkiye vatandaşı olmak tarafgirliktir. Çok açık ki taraf olmayan bertaraf olur, devlet büyüklerimizin(!) de dediği gibi. Direnerek yaşamak var olmanın tek sebebidir bu top-raklarda. Ya direnirsin ya da yaşayan bir ölüden ileri gide-mezsin. Yaşatmak için yaşamayı, barışı, doğayı kılavuz alana; yüzyıllardır süren direnişlere selam olsun...

48 • Gaia Dergi • Ağustos 2015

Yazar: Gamzegül Kızılcık

Page 27: ORMANIN INANÇLARINDAN KADIM ÖĞRETILER DOĞAYA GERI ... · GMK Bulvarı, Neyzen Tevfik Sk. No: 26 D:12 PK: 06570 Maltepe Çankaya - ANKARA ISSN 2149-4940 Yeşim Özbirinci Gaia

Yangınlar tarihimizde çok büyük bir yer kaplıyor. Tarih boyunca erkler kiminle başa çıkamadıysa, kime söz geçiremediyse, kim ondan öne geçecek

bir atılım yaptıysa onu yaktı, acımadan. Halka rağmen yapılanlar karanlık geleceğin habercisi. Tarihin tekerrür etmesi üzücü bir gerçek. Ormanlar yanıyor, içinde terörist var diye; onu öldürmek hırsı ile ormanları yakıyorlar. Ama terör bitmiyor. Yurdun dört bir yanında insanlar ölüyor, hakikaten kimdi bu terörist dedikleri? Çok zor sorular, çok kolay cevaplar. Konuşmak kolay, katlanmak zor.

Söz konusu yangınlar sadece ormanları, içinde yaşayan hayvanları ve insanları yakmadı tarihimizde. Yangınlar en çok kültürleri yaktı aslında. 1917’de gerçekleşen sözde Büyük Ankara Yangını buna verilecek köklü bir örnek. Mevzu bahis yangın yüzölçümü açısından büyük olmamakla birlikte etki alanı epey geniş. 1917’de Ankara’nın Ulus semtinde yaşayan Müslüman olmayan vatandaşlar, iş yerleri ve evleri yakıldı. Tarih küle döndü. Bugün Ulus’un o günlerde yanan yerlerine gidince o tarihten eser kalmadığı görülüyor. Hatta esnaflar sorduğum sorulara “Burada gayrımüslim tanıdığım yok benim” diye cevap veriyorlar. Yangınlarımız 1914’ten bugüne hep aynı sebep sonuç ilişkisinde.

Yıl 1922. Mustafa Kemal idaresindeki ordunun İzmir’i “düşmanın” elinden tamamen aldığı ve şehirde hiç “düşman” askeri kalmadığı günler

içinde çıkan ve “Büyük İzmir Yangını” diye anılan yangın içinde pek çok soru işaretini barındırıyor. Öncelikle İzmir eski bir kent ve başından pek çok yangın geçmiş. Bu yangınlar içinde en büyüğünün söz konusu yangın olduğunun bir kanıtı yok. Büyük yangınlara bakıldığında görülecektir ki orada bir sorun var. Doğal afetten, kazadan, hatadan öte bir sorun. Bir katliam kokusu sanki. Türk ordusunun ele geçirmeyi başardığı İzmir’de, “kurtuluş”un iki gün sonrası çıkan yangında Yunan ve Ermeni mahallelerinin büyük kısmı tahrip oldu, 200 bin kişi evini terk etmek zorunda kaldı. Yangını çıkaracak bir düşman askerinin şehirde bulunmaması ve Türk askerinin neden (!) kendi toprağını yakacağı gibi muammalar mevcut. Ancak yangın ve yok olan “gayrimüslim” mahalleleri bir gerçek. Bazı kaynaklar Türk askeri üniforması giyen

Ermenilerin, bazıları Türk askerlerinin ve bazıları da dış güçlerin (!) bu yangından sorumlu olduğunu iddia ediyor. Tabii gerçek bilinmiyor, sözler iddialardan ibaret. 

Yıl 1916. Bir başka büyük yangın. Büyük Ankara Yangını. Hâlbuki yayıldığı bölge açısından çok da büyük değil. Neden yine bir büyük

yangınla karşı karşıya olabiliriz? Çünkü bu yangın da muammalar ile dolu bir yangın. 13 Eylül’de başlayan yangın iki veya üç gün sürmüş. Ayşe Hür’ün Radikal’deki yazısında belirttiklerine göre, yangında bin 30 hane, iki cami, 935 dükkân, altı mescit, yedi kilise, üç hastane, iki tevkifhane, bir polis karakolu, Reji ve İTC Kulüp binaları ile şehrin yarısı yanmış. Yangının önemli tanıklarından biri, o sıra Ankara’da sürgün hayatı yaşayan Refik Halit Karay. 1914 verilerine göre Ankara’nın nüfusunun yüzde 20’si gayrimüslimdi. Yangının ardından kalan Ermenilerin büyük kısmı Ankara’dan taşınmış, kalanlar da kimliklerini saklamışlar.

Bir yok etme politikası olarak yangın! BuyuruN“bazI yangın”

örNeKlerİ:

50 • Gaia Dergi • Ağustos 2015 Gaia Dergi • Ağustos 2015 • 51

Page 28: ORMANIN INANÇLARINDAN KADIM ÖĞRETILER DOĞAYA GERI ... · GMK Bulvarı, Neyzen Tevfik Sk. No: 26 D:12 PK: 06570 Maltepe Çankaya - ANKARA ISSN 2149-4940 Yeşim Özbirinci Gaia

Haftalardır bir yangın sarmaladı Türkiye’yi. Dersim, Şırnak, Mardin, Adıyaman, Mersin… Yangınların bir kısmı yaz sıcaklarından ve

tedbirsizlikten çıkarken, bazıları da süren savaş or-tamı nedeniyle çıktı. Terör operasyonlarının hede-finde önce ormanlar yer aldı. Helikopterlerden atılan bazı cisimlerin yangını başlattığını belirten civar sakinleri yangını söndürmeye gelen yetkili olmadı-ğını ancak söndürmek için dayanışan halka engel olacak yetkililerin bulunduğunu söylediler. Bunlar gerçek. Merak edenler gazete haberlerini tarayabilir.

Cudi Dağı’nda neredeyse haftalık yangın çıkıyor. Du-rup bir düşününce, şöyle çocukluk yıllarımı da gözden geçirince fark ediyorum; ne çok orman yanıyor… Aca-ba bu ormanlar kader olarak mı yanıyor? Hayır. Peki ya tesadüf eseri mi? Ne yazık ki… Bu ormanlar yıllar-dır terörist arama hıncına kurban gidiyor. Çok üzü-cü fakat kolluk kuvvetleri terör adı altında ormanları yakıyor. Orman Bakanlığı kayıtsız, itfaiyeler faydasız. Ormanlar içindeki canlılar ile birlikte yok oluyor. Or-manları yakanları araştırmakla kaybedecek vakit yok, artık söndürmek için bir adım atmak gerekiyor. Ancak yetkili kimseler yangını yeterince umursamı-

yor, PKK’nın militanlarının saklandığı da düşünülen ormanların yakılma sebebi militanların da öldürül-mesi olduğundan içinin yağları eriyenler bile mevcut.

Çok kötü insanlar olmuşuz ben büyüyeli. Çocukluğuma bakıyorum. Yine yangınlar vardı. Bu yangın 30 yıldır sü-rüyor. 30 yıldır bitirmiyorlar hem ormanlar yanıyor hem anaların içi hem tüm sevenleri bir yalan uğruna yalan-dan şehit denilenlerin. Şehit diyerek meşrulaştırıyorlar insanların çıkar için ölümlerini. Peki ya doğa? Peki ya kültürler? Vatan sağ olsun derken, kim oluyor bu sağ ola-cak hakikaten? Kesilen ağaç nasıl sağ olabilir mesela ya da kuruyan bir dere? Hangi radyoaktif tepkime sonucu sağ olabilir ki bir toprak? Ya bir insan nasıl ölerek yaşa-tabilir ki bir toplumu, nasıl sürdürülebilir hayat o zaman? 

Cudi Dağı’nın suçu, bulunduğu bölge ve bu dağın ev sahip-liği yaptığı canlıların suçu da Güneydoğu Bölgesi’nde bir dağda yaşamak mı? Ayrıca insanları, doğayı, hayvanları öldürülebilir fikirler değil. Beğenmediğiniz bir düşünce-nin tüm mensuplarını öldürseniz bile ki bu mümkün de-ğil, kimin ne düşündüğünü bilemezsiniz, düşünceyi öl-düremezsiniz, daha da yaşatırsınız. Siz terörle mücadele ederken biz ekolojistler de doğa için mücadele edeceğiz.

52 • Gaia Dergi • Ağustos 2015

OPERASYON YANGINLARI

Gaia Dergi • Ağustos 2015 • 53

Yine Ayşe Hür’ün yazısından bilgilere göre sıralayabileceğimiz bazı “soykırım” amaçlı yangınlar şöyle: 12 Mart ve 21 Ağustos 1915 Amasya, 3 Mayıs 1914 Kastamonu, Mayıs 1914 ve Ocak 1916 Tokat, 19 Ağustos 1914 Diyarbakır, 24 Ağustos 1914 Edirne, 30 Haziran 1915 Bandırma’nın Preme karyesi, 23-24 Ağustos 1915

Bursa-Orhangazi’nin Yeniköy karyesi, 27 Ağustos 1915 İzmit, 3 Ekim 1915 Adana-Haçin, Mart 1917 Bandırma, Nisan-Ağustos 1917 Ayvalık, 18 Nisan 1917 Gelibolu, 27 Ağustos 1917 Erdek, 31 Mayıs 1918 İstanbul Cibali-Fatih-Altımermer bölgesi.

Bu yangınların ortak özellikleri ise kent veya büyük merkezlerde meydana gelmesi, Hıristiyan çoğunluklu mahallelerin zarar görmesi, resmi belgelerde ilgili bilgilerin örtülü ve muğlâk oluşu, faillerin belirsizliği; ikincil kaynaklara göre sebeplerin hep kundaklama olduğuna dair rivayetlerin varlığı. Bulunduğumuz coğrafyanın başından geçen yangınlar apayrı işlenmesi, araştırılması ve öğrenilmesi gerekli olaylar. Ancak bilmekte fayda var ki bir yok etme, bir soykırım politikası olarak yangın defalarca kullanılmış ve başarılı (!) da olmuştur.

Daha yakın tarihten örnekler de mevcut pek tabii. Türkiye gayrimüslimlerden arındırıldıktan sonra (!) geriye Sünni olmayanlar kaldı! Bu çok acı fakat ne yazık ki gerçek. Cumhuriyet tarihi de öncesi gibi Türklük ve Müslümanlık ile kafayı bozmuş insanların varlığı nedeniyle ilerleyemedi.

Yıl 1993. Sivas Madımak Oteli’nde 33 kişi canlı canlı yanarak yaşamını yitirdi. Sünni İslamcıların gerçekleştirdiği katliamda ölenlerin çoğu alevi, şair, yazar ve aydın insanlardı. Maraş ve Çorum da katliamların diğer adresleri… Geçmişten bugüne değişen pek bir şey yok. Hak savunucusu insan

sayısındaki artış cinayetlerin görünürlüğünü artırsa da faili meçhuller sürüyor. Faili belli cinayetlere de susuyoruz. Hâlâ gayrimüslimlere yönelik bir ayrımcılık ve sorunlu bakış açısı mevcut. İnsanların odakta olması nedeniyle gözden kaçırdıklarımız da çoğunlukta: Doğa ve içindekiler. 

Page 29: ORMANIN INANÇLARINDAN KADIM ÖĞRETILER DOĞAYA GERI ... · GMK Bulvarı, Neyzen Tevfik Sk. No: 26 D:12 PK: 06570 Maltepe Çankaya - ANKARA ISSN 2149-4940 Yeşim Özbirinci Gaia

Gaia Dergi • Ağustos 2015 • 55 54 • Gaia Dergi • Ağustos 2015

KADIN CINAYETLERI1 Ocak - 14 Ağustos tarihleri arasında Türkiye’de er-

kekler 174 kadını öldürdü. Anıt sayaç isimli internet sitesi şiddetten ölen kadınlar için oluşturduğu diji-

tal anıtta, medya taraması ile elde ettiği verileri derli-yor. Sayaçta, öldürülen kadınların ismine tıklandığında neden, ne zaman ve nasıl öldürüldüğü bilgilerinin yer aldığı haberlere ulaşılabiliyor. Türkiye kadın hakları ko-nusunda yasalarla iyi bir konumda gözükse de maalesef uygulama hep aksıyor. Bu aksamalar da gösteriyor ki yargı ve yetkili tüm kurumlar erkek. Erkeklerin verdiği tahakküme dayalı kararlar nedeniyle Türkiye’de kadın-lar da öldürülüyor, diğer ötekiler gibi.

Türkiye’de son 15 yılda neredeyse 15 bin kadın öldürüldü. Kadınların baba, erkek kardeş, eş, sevgili ve toplumdan gördüğü baskıların verilerinden bahsetmek ise hepimizi tek tek saymak anlamına geliyor. Türkiye’de ucundan kı-yısından, psikolojik veya fiziksel şiddet görmeyen kadın yok. Kendi çevresinden şiddet görmeyen bir kadın varsa o da sokağa çıktığında muhakkak şiddet görüyor. Toplu taşıma araçları dahi güvenli değil. Sabah yürüyüş yapar-ken, gece bir yere giderken, hastanede, okulda, sokakta,

iş yerinde ve hatta evinde bile güvende değil kadınlar. 

Kadın hakkı savunucuları örgütlenmeye çalışıyor. Erkek yargı iyi hâl indirimi ve beraatlar ile kadınları öldüren erkek katilleri “resmen” ödüllendiriyor. Bu du-ruma karşı, öz savunmasını yapan kadınlar yine aynı erkek yargı tarafından yüksek cezalar ile yargılanıyor. Bunlardan çok az bir kısmına iyi hâl gibi indirimler veriliyor. Her zaman onurlu bir kadın olduğunu ana-cağım Nevin Yıldırım, öz savunma yapan kadınlar içinde hemen hemen en popüler isimlerden. 2015 yı-lının ilk altı ayında 14 kadın şiddet gördüğü erkekleri öldürdü. Cinayetler arasındaki dikkat çekici fark ise öldürme sebebi. Kadınlar gördükleri şiddet, taciz, te-cavüz ve baskılar sonucu öldürme eylemini gerçek-leştirirken, erkeklerin sebepleri çok daha fazla. Kıs-kançlık, ayrılığı kabullenememe, boşanma esnasında taciz, tecavüz, her şeyden tahrik olma, namus, kumar, özgüven eksikliği, aşağılık kompleksi, daha az gelir elde etme hâli gibi çeşit çeşit konu yüzünden kadın-ları öldüren erkekler, çok sebeplerine yargı tarafından çok da indirim alıyorlar.

Bu hasret uğrunda, özüne dönmek için şehirden çıkıp asıl mekânına giden insanlar var. Bunun en güncel örneği Alakır Vadisi’nde yaşam mü-

cadelesi veren Tuğba ile Birhan. Her ikisi de iyi üni-versitelerden mezun, herhangi bir maddi sorunları da yok. Yani bu kaçış ekonomik temelli değil ilk akla geldiği gibi. Oldukça doğa temelli, öze dönüş, tüke-tilen kadar üretimin olduğu bir yeni yaşam ihtiyacı. Onlar dokuz yıldır Antalya’nın Kumluca ilçesindeki bu vadide yaşıyorlar, teknolojiyi sadece ona çok ihtiyaç duy-duklarında kullanıyorlar. Elektrik Güneş’ten, besin ihti-yacı topraktan karşılanıyor. Bu doğal yaşama özendirici davranışa şehrin suniliğinden sıkılanlar çok özeniyor ve insanlar artık bu yaşam tarzının imkânsız ve hatta zor olmadığının farkına varıyor. Ancak bugünlerde bir sorun var Alakır’da. Bulunduğumuz coğrafyanın dört bir yanın-da yaşanan bir sorun. Binlerce insanın karşı çıktığı, yüz-lerce protestoya konu olan Hidroelektrik santraller! Ala-kır Vadisi’nin muhteşem akışına bir set çekmek istiyorlar, vadiyi besleyen dereyi kurutmak istiyorlar. Alakır’da ya-şam mücadelesi devam ediyor. Yıldırmak için tabancayla evlerinin önünde ateş açıldı daha birkaç hafta önce, yıl-

madılar. Çünkü onların tek çığlığı: “Dereler özgür aksın.” HES mücadeleleri Türkiye’nin tüm şehirlerinde sürüyor, çünkü HES âşıkları doymuyor, HES’ler gerek inşaatı sı-rasında gerek bittiği zaman zarar veriyor doğaya. Hay-vanların yaşam alanları kurutuluyor, inşaattan çıkan toz toprak doğayı bitiriyor, insanlar huzursuz. Çünkü biz bir bütün olarak varız ancak. Bana dokunmayıp bin yaşayan yılan sadece rüyalarda. Bu dünyada deremi kurutan bana dokunmuştur, bölgemdeki hayvanı kat-ledene beni katletmeye yeltenmiştir, haneye tecavüz bu yaptıklarının adı. Buna rağmen ekoloji dostlarına dava-lar açılıyor, büyük maddi yüklerin altına giren köylüler yıldırılmaya çalışılıyor. Ancak başarılı olamıyorlar. HES konusundaki son kazanım HES’lerin yoğun olduğu Ka-radeniz’de Artvin Arhavi’de oldu. Kavak HES mahkeme tarafından en az bir yıl süreyle durduruldu ve HES’çiler ”resmen” pılını pırtısını toplayıp gittiler o eşsiz doğadan. 

Türkiye’nin her yanındaki bu santraller ve mücadele-leri saymakla bitmez. Ancak şirketlere karşı dereleri savunan halkın terörist ilan edilmesi, polis ve jandar-ma ile halka saldırmak tarihte asla unutulmayacak.

Medeniyet dediğimiz; kalabalık şehirler, kirli teknolojiler ve yeşilden uzak yaşam alanları. Bazıları-mız bu beton şehirlerin yazın yakıcı sıcağını, kışın gri soğuğunu çok seviyorken, bazılarımız doğaya ve özüne hasret.

HES, ALAKIR VADISI’NINMUHTEŞEM AKIŞINASET ÇEKMEK ISTIYOR

Page 30: ORMANIN INANÇLARINDAN KADIM ÖĞRETILER DOĞAYA GERI ... · GMK Bulvarı, Neyzen Tevfik Sk. No: 26 D:12 PK: 06570 Maltepe Çankaya - ANKARA ISSN 2149-4940 Yeşim Özbirinci Gaia

Gaia Dergi • Ağustos 2015 • 57 56 • Gaia Dergi • Ağustos 2015

Toplumun erklerince yaratılmış ancak kişiler-ce seçilmemiş bir “normal” çizgisine sokmaya çalışıyorlar hepimizi. Sonra o normal çizgisine

yakınlığımıza göre birbirimize zarar veriyoruz. Ancak konu çocuklara ve hayvanlara geldiğinde durum de-ğişiyor. Aynı nefret dilini, aynı üzüntü hâlini paylaşa-bildiğimiz insanlarla sorunlarımız; henüz güçsüz ve tecrübesiz çocuklar ile kendini bizimle aynı dilde ifade edemeyen hayvanların üzerindeki tahakkümün yanında çok küçük kalıyor. Hayvan hakkı savunucuları bazı ko-nularda fikir ayrılığına düşüyorsa da en azından bir ta-banları var. Çocuk haklarını savunmak ise oldukça güç.

Hâlâ aile içinde çocuk hakkı ihlâli gördüğümüzde bir köpek dövülürken gösterdiğimiz “duyarlılık ve cesareti” gösteremiyoruz. Ailenin çocuk üzerinde iddia ettiği sa-hiplik ve devletin öldürdüğü çocuklar Türkiye’de çocuk hakkı savunuculuğunun yetersiz kaldığını gösteriyor. Gerçekleşen çocuk evlilikleri ve meydana gelen çocuk

ebeveynler. Çocuk işçiler, çocuk askerler… Türkiye’de ço-cukların tahakküm altına alınmadığı bir alan yok. Cinsel suçlardan adli suçlara kadar her alanda çocuk mağdurla-rı görüyoruz.

Fraksiyon adlı internet sitesinde yayınlanan makaleye göre, 1988-2015 yılları arasında 490 çocuk devlet eliyle öl-dürüldü. Çocuklar ülkemizdeki savaş koşullarından, vic-dan yoksunu yöneticilerin merhamet dışı politikaları ne-deniyle ölüyor. Çocuklar geleceğimiz değil miydi? Neden onları dövüyoruz, erken evlendiriyoruz, taciz ve tecavüz mağduruna dönüştürüyoruz ve sonra da öldürüyoruz? Dergide yer alan devlet eliyle ölen çocuklar listesindeki 65 çocuk 0-5 yaş aralığında bulunuyor. Hepsi çocuk an-cak savaş koşullarında, mayına basmak, bomba altında kalmak gibi sebeplerden yaşamını yitiren çocukların yüzde 13’ü 5 yaşında ve daha küçük, yani bebek. 27 yıl bo-yunca bebeklerin öldürüldüğü bir ülke ve çocuk hakların-dan mı bahsediyoruz?

Çocuk sevgisi 23 Nisan’da bir samimiyetsizlik örneği. Haktan hukuktan bahsediyorsak, ezilenleri, ötekileştirilenleri konuşuyorsak çocuk bunun en sıkıntılı başlığıdır. Diğer az konuşulan nokta da hayvanlar. Yani insan tahakkümündeki canlılar. Empati yapamadığımız, yaşama hakkını kü-çümsediğimiz canlılar. İnsanlar birbirlerine zaten sürekli farklı ve çok fazla çıkar uğruna tahakküm kuruyorlar.

Türkiye’de aynı zaman diliminde, çok paralel koşullarda binlerce müca-dele sürüyor. Mücadelelerin zaman zaman kazanımlara ulaşması, bazen de çöküşe geçmelerinin sebebi ortak bir alanda buluşamamızdır. Yürütü-len mücadelelerin hayati önemi ve yasama-yürütme-yargı-medya bağım-sızlığı halkalarının gevşemiş, birbirinden çıkmış, bizi terk etmiş olması acil eylem planı gerektiriyor. Verdiğimiz yaşam mücadelesinin aslında bir ekolojik mücadeleye evrilmesi gerekiyor. Hayatımız buna bağlı. Ar-tık dünyanın tepsi gibi olmadığını biliyoruz. Uzayda marul yetiştiriyoruz, başka gezegenlerde hayatlar kurguluyoruz. Başarmak için yaşamak, ya-şamak için direnmek lazım. Direniş hayat verir. Taraf olmayan bertaraf olur. Bugün tarafımızı seçmek zorundayız. 

Bireylerin yaşadıklarını anlamak için biraz empati yapmak ve onlarla konuşmak yeterli olacaktır. Ancak toplumsal gelenek-lere ve yerleşik zihin yapısına baktığımızda anlaşılıyor ki, ya-salardan önce halk zihin yapısını değiştirmelidir. Çünkü zihin yapımızı yönlendiremeyen bir düşünceyi yasa olarak da gör-mek bizi mutlu ve verimli hâle getirmeyecek. 

Nükleer santraller ile korku ve kanser saçan, hidroelektrik santraller nedeniyle dere-leri kurumuş, gölleri kuraklaşmış, yanlış ve bilinçsiz inşa edilen köprüler ve sual-tı raylı sistemleri ile denizlerin habitatı yok edilmiş, ormanları yakılmış ve ormansız-laşmış, sınırlarında orman ve doğal alan kalmadığından endemik türlere de ev sahibi

yapamayan yani tüm türlerin neslini tüketmiş, aydınlarını öldürmüş, öldürdüğü niçin hiç büyüyeme-yecek çocukları ve hükümsüz yargısı ile bir Türkiye, halka altın çanak içinde sunulan zehirli bir yol.

Temiz, yeşil ve sürdürülebilir enerji yatırımları, temiz doğa, aynı coğrafyada yaşadığımız halklar ile ba-rış içinde, ekosistemin bütününe dair bilgi birikimli ve ekolojik bakış açısı sahibi bireylerin yaşadı-ğı, şehirleşmenin intihara sürükleyen betonarmesinden uzak, stressiz, doğal ve vahşetsiz bir gele-cek ise hiç planlanmayan, önümüzden hızla uzaklaştırılan bir seçenek. Bu seçenek ki dünyayı içindeki tüm canlılarla birlikte kurtaracak. Bireylerin cinsel yönelimleri, yaşları, cinsiyetleri, etnik kökenleri ve inandıkları herhangi bir şey onların sahip olduğu haklar açısından bir şeyi değiştirmeyecek. Türcü-lükten ve karnizmden uzak, cinsiyetçilik ve cinsel zorbalıkların olmadığı bir hayat. Dostlar, bu imkân-sız değil. Bu bilakis en mümkünü, en güzeli, bu bizim en büyük menfaatimiz. Sürdürülebilir yaşamın temellerini atacak bireyler bizleriz. İçinde bulunduğumuz büyük dönüşüm bu adımları atmamız için çok uygun. Ekolojik hayata katkı için ilk yapmamız gereken alternatif diye adlandırılan asıl yapma-mız gerekenleri araştırmalı ve hiç boş zaman bırakmaksızın çalışmalıyız, çalışmalıyız, çalışmalıyız. 

Türkiye, heteroseksüel ve erkek bir devlet kurumu ile yönetilen, yönetilenlerin her daim muhalif ancak ses-siz kaldığı bir toplum yapısındadır. Bir şeyler değişmek üzere. Yaratılmak istenen savaş ortamı değişimden rahatsız olan erklerin eseri. Vatanını sevmeyen milliyetçilerin, dini değerleri kullanarak oy toplayanların dönemi sona eriyor. Bir dönem bitiyor, yeni bir kapı açılıyor geleceğe: Tüm ekoloji dostları lütfen artık bir-leşin.

“DEVLET DERSINDE ÖLDÜRÜLEN ÇOCUKLAR”

Page 31: ORMANIN INANÇLARINDAN KADIM ÖĞRETILER DOĞAYA GERI ... · GMK Bulvarı, Neyzen Tevfik Sk. No: 26 D:12 PK: 06570 Maltepe Çankaya - ANKARA ISSN 2149-4940 Yeşim Özbirinci Gaia

M.Ö. 1850 yılına ait papirüslerden elde edilen bilgiler ışı-ğında, ilk doğum kontrol yönteminin çeşitli bitkilerin

vajinaya koyulmasıyla ya da ağızdan alınmasıyla sağlandı-ğı düşünülüyor. Bu bitkiler, yetişme koşullarına göre dün-yanın birçok bölgesinde çeşitlilik gösteriyordu. En popüleri; akasya yaprağı, silphium bitkisi, nar tohumu, lahana, pal-miye yaprağı, sedef otu ve leylak kökü idi. Akasya ağacının yaprakları, çeşitli yapıştırıcı etken bileşiklere sahip olup, bal ve sodyum karbonat ile karıştırılarak vajinanın içine sürü-lür ve bir duvar gibi serviksin ağzını kaplayarak gebeliği ön-lerdi. Nar meyvesinin tohumları ise bir nevi ertesi gün hapı gibi kullanılıp cinsel ilişki sonrasında yutulurdu.

“Kutsal bitki” diye kabul edilen Silphium, Libya’da ende-mik olarak yetişip Yunan halkının kontrolünde tutulan bir bitki idi. Bu bitki, doğum kontrol haplarının tarihteki ilk formu olup kadınlarda gebeliği önleyici etki yapar-ken erkeklerde ise afrodizyak etkilerin görülmesine se-bep olurdu. Bitki kökenli doğum kontrol yöntemleri ağır-lıklı olarak Antik Mısır, Antik Yunan, Mezopotamya ve Hindistan’da kullanılmaktaydı. Avrupa’da ise genellikle ortaçağda bitkisel yöntemlerin yanı sıra geri çekme ve bebek katli daha sık uygulanan yöntemlerdi.

Kondom: Tarihin tozlu sayfalarında altından bir anahtar

Uzun yılların ardından MS 1640‘ta kondomun ilkel formu hayvan bağırsakları İngiltere’de kullanılmaya

başlandı. Ancak kullanım amacı daha çok cinsel yolla bulaşan hastalıkları önlemek olan kondom, 1734 yılında Giacomo Girolamo Casanova tarafından ilk kez doğum kontrol amacıyla kullanıldı. Bu tarihten itibaren gittikçe güçlenen ve gelişen kondom endüstrisi, ana işleyiş me-kanizması aynı kalmakla birlikte birçok değişime uğra-dı. Ülkelerin nüfus planlama politikaları ile paralel iniş çıkışlar yaşayan bu endüstri, temelini 1800’lü yıllarda attı diyebiliriz. Cinsel yolla bulaşan hastalıklara karşı sadece kondom koruyucu etki göstermektedir. Son zamanlarda özellikle Afrikalı kadınlara yönelik Dünya Sağlık Örgütü tarafından yürütülen projelerle geliştirilmeye çalışılan yeni yöntemler, geleceğin bulaşıcı hastalıklarını önle-mek açısından da büyük önem taşımaktadır.

1820-1870 yılları arasında, Amerika tarihindeki ilk diplo-malı kadın doktor olarak bilinen Elizabeth Blackwell’in de bulunduğu bir grup aydın, tüm ülkeyi baştan başa do-laşarak halka cinsel sağlık konusunda konuşmalar yap-tı. Bu konuşmaların sonunda insanlara kondom dağıta-rak halkı bilinçlendirdi ve istenmeyen gebeliklerin nasıl önleneceği bilincini halka aşıladı. Aynı zamanda kürtaj uzmanlığı alanında da kariyerini sürdüren Blackwell, Emma Goldman ile aynı doğrultuda fikirlere sahip idi:

“Kürtaj; kadın bedeninde ve ruhunda travmatik etkilere sebep olur. Her birey, kadın veya erkek, bu tıbbi işlemin sonuçlarının bilincinde olmalı ve eğer çocuk sahibi olmak istemiyorsa bu sonuçları deneyimlememek adına doğum kontrol yöntem-lerinden birini seçip yüksek bir motivasyon ile uygulamalıdır.”

Gaia Dergi • Ağustos 2015 • 59 58 • Gaia Dergi • Ağustos 2015

Son dönemlerde “muhafazakârlık” ve “kişinin özel yaşamı” başlıkları altında yüksek sesle konuşulmaması gereken konulardan biri haline getirilmiş cinsel sağlık ve ko-runma yöntemleri; Antik Mısır ve Mezopotamya’da bulunan belgelere dayanan çok

köklü bir tarihe sahiptir.

INSANLIK TARIHINDE “DOĞUM KONTROL”VE GELINEN NOKTA

Yazar: Esra Aydın

Page 32: ORMANIN INANÇLARINDAN KADIM ÖĞRETILER DOĞAYA GERI ... · GMK Bulvarı, Neyzen Tevfik Sk. No: 26 D:12 PK: 06570 Maltepe Çankaya - ANKARA ISSN 2149-4940 Yeşim Özbirinci Gaia

Gaia Dergi • Ağustos 2015 • 61 60 • Gaia Dergi • Ağustos 2015

Ve bilim insanları tekrar kadın bedenine yönelik yöntemlere yüzünü döner...

İrlandalı yazar George Bernard Shaw tarafından “19. yüzyılın en büyük buluşu” olarak tanımlanan kondomun şanlı yükselişinin ardından 1844-1873 yılları arasında,

bilinen diğer bariyer yöntemleri; vajinal sünger, servikal kap, diyafram ve geçmişten beri insanların ilk aklına geleni uygulamasıyla kendini var etmiş yöntemlerden biri, rahim içi araç kullanımı da toplumda yaygınlaştı. Bu yöntemler, içerisinde spermisit; yani spermin yumurtaya ulaşmasını engelleyen bileşikler içermekte idi.

1961 yılında piyasaya sürülen ilk doğum kontrol hapı, menstrual bozuklukları tedavi etmek amacıyla kullanılmış ancak zamanla gebeliği önleyici etkilerinin geliştirilmesiyle doğum kontrol hapı olarak işlev görmüştür. Hapların toplumda kullanımının yaygınlaşmasıyla kadınlar, kendilerini evlilik kurumunun boyunduruğundan kurtarabilmiş ve bedeni hakkında mutlak söz sahibi hâline gelebilmiştir. Sorumluluğunu üstlendiği çocuk sayısını kendisi seçebilen kadınlar, eğitimlerine ve kariyerlerine ağırlık vererek hakları olan sosyoekonomik özgürlüğü

damarlarında dolaşan bu minik haplara borçlu olmuştur.

Ancak zamanla kendini göstermeye başlayan ağır yan etkiler, yüzde 100 etkili bu ilaçları, üzerinde daha çok çalışılması gereken bir alan hâline getirmiştir. İçeriğinde östrojen ve progesteron türevleri bulunan haplar; kalp rahatsızlıklarına ya da kan pıhtısı oluşturarak ölümcül bir durum olabilen derin ven trombozuna yani damarların işlevlerini yerine getirememesine sebep olmuştur. Hâlâ kullanımında bu etkiyi barındıran haplar, yürütülen bilimsel araştırmalar ile yan etkilerden arındırılmaya çalışılmaktadır. Ancak her kadının vücudunun ve verdiği tepkilerin birbirinden eşsiz olması bu etkilerin görülme riskinde ciddi farklılıklar yaratmaktadır. Meme kanseri riskini genetik yatkınlık temeli ile artırabilen bu ilaçlar mutlaka uzman doktora danışılıp öyle alınmalıdır.

Bu hapların en tehlikeli yönlerinden biri sigara içen kadınlarda ağır ve ciddi komplikasyonlara sebep olmasıdır. Vücudun damar yapısını bozarak kalbi ve tüm dolaşım sistemini etkilemektedir. Bu nedenle sigara içen kadınlar başka yöntemleri denemelidir.

Tek bir seferlik uygulamayla 10 yıl korunma sağlayan Rahim İçi Araçlar

1909 yılında keşfedilen Hormonal ve Bakır Rahim İçi Araçlar (RİA), hükümetlerin nüfusu sabit tutmaya yönelik aile planlama politikalarının da etkisi ile kadınlar için etkili ve kolay uygulanabilir bir doğum kontrol seçeneği olarak süregelmiştir. Bu araçlar halk arasında “Spiral” olarak bilinir. Uzman doktorlar tarafından 10 senelik bir süre için rahme yerleştirilen T şeklindeki rahim içi araçlar geri döndürülebilir bir korunma yöntemidir. İçeriğindeki hormon ya da bakırın etkin gebelik önleyici etkileri sayesinde başarı oranı ortalama yüzde 99.2’dir. İlişki sonrası acil durum çözümü olarak da uygulanabilen bakır rahim içi araçlar diğer yöntemlere göre oldukça yüksek bir başarı oranına sahiptir. Ancak alerji geçmişi çok önemli bir yere sahiptir, zira içeriğindeki bakır alerjik reaksiyonlara sebep olup ciddi etkiler yaratabilmektedir.

Yakın tarihin şanlı kahramanı: Ertesi Gün Hapları

1984 yılında ilk “ertesi gün hapı” piyasaya çıktı ve büyük bir rağbet gördü. Bu hapların içerisinde kombine oral kontraseptifler (doğum kontrol hapları) ile aynı içerikte hormon vardır ancak dozları farklıdır. Korunmasız ilişki sonrası 72 saat geçmeden alınması gerekir. Yan etkileri nispeten daha hafiftir; baş dönmesi, mide bulantısı, kusma, memede hassasiyet, vajinal kanama. Son çare olarak oldukça etkili bir yöntem olan bu haplar, sık kullanımda kadın vücudunda ciddi hasarlara sebep olabilir.

2000’li yıllara başladığımızda ise haftalık hormon takviyesi olarak uygulanan deri üstü yama ve aylık hormon alımı olarak uygulanan kontraseptif enjeksiyon yöntemleri keşfedildi. Deri üstü yama, aynı doğum kontrol hapları gibi her gün etki edecek şekilde kullanılır ancak günlük hap şeklinde değil, haftalık deri üzerine yapıştırılan bir bant gibi uygulanır.

Geri dönüşü oldukça zor bir yöntem: Tüplerin bağlanması

Çocuk sahibi olmak istemediklerine kesin karar verip buna yönelik kalıcı çözüm arayan çiftlerde ise erkek veya kadın bireyin tüplerinin bağlanması yöntemiyle doğum kontrol sağlanır. Sadece bir kere yapılan bu yöntem, cerrahi müdahale ile gerekleştirilir. Kadınlarda yumurtaları rahme gönderen ve döllenmenin gerçekleştiği geçit olan Fallopi tüpünün, erkeklerde ise spermlerin penise ulaşmasını sağlayan Vas Deferans kanallarının bağlanması ile doğum kontrol geri döndürülemez bir şekilde sağlanır. Kısa ve basit bir ameliyatla tamamen hamilelik riski ortadan kalmış olur. Ancak bazı özel durumlarda bu işlem, tüplerin yeniden bağlanması ile geri döndürülebilir. Çocuk sahibi olmak istediğine karar veren çiftler, bu uygulamayı geri döndürmek için tekrar cerrahi yöntemlere başvurur ancak geri döndürülebileceğinin garantisi verilemez.

Hamilelik ve emzirme dönemindeki kadınların cinsel hayatına güneş gibi doğan mini haplar

İçeriğinde yalnızca progesteron türevlerinden progestogen bulunan “mini hap” adlı ilaçlar genellikle hamilelikte ve emzirme döneminde sağladığı güven için kullanılmaktadır. Yumurtlamayı engelleyerek ya da serviks mukozasını

kalınlaştırıp spermin girişini zorlaştırarak işlevlerini yerine getirmektedirler. Bazı yan etkileri duygudurum değişiklikleri, mastalji (memede hassasiyet), karın bölgesinde kramp ve vajinal kanama şeklinde görülür.

Hormonal implantlar, mini haplarla aynı etkileri gösteren deri altı ilaçlardır. Derinin yaklaşık 40 mm altına yerleştirilen minik bir boru şeklindeki bu yöntem yaklaşık 3 yıl boyunca etki göstermekte ve hamileliği önlemektedir. Uygulamanın olumlu ve olumsuz yönleri mini haplarla tıpatıp aynıdır.

Page 33: ORMANIN INANÇLARINDAN KADIM ÖĞRETILER DOĞAYA GERI ... · GMK Bulvarı, Neyzen Tevfik Sk. No: 26 D:12 PK: 06570 Maltepe Çankaya - ANKARA ISSN 2149-4940 Yeşim Özbirinci Gaia

Gaia Dergi • Ağustos 2015 • 63 62 • Gaia Dergi • Ağustos 2015

Gelecekte insanlığı nasıl yöntemler bekliyor?

Geçtiğimiz son beş yıl içerisinde bilim insanlarının üzerinde çalıştığı yöntemler çoğunlukla erkek bedenine dayanıyor: Erkek Doğum Kontrol Hapları. İçeriğinde yoğun olarak androjen hormonların bulunduğu bu haplar, şu anda çeşitli deneme aşamalarından geçmekte ve iki sene içerisinde raflarda yer alacağı düşünülmektedir. Androjen formüllü haplar sperm oluşumunu önleyerek hamileliği engelliyor, hapların kullanımına son verildiğinde spermler vücutta tekrar üretilmeye başlanıyor. Başka bir araştırmada ise penis kaslarının daha fazla kasılmasını sağlayarak sperm geçişini durdurmaya yönelik geliştirilen ilaç, 2018’de kullanıma sunulacak gibi görünüyor. Hamileliğin sorumluluğunun sadece kadın bireylerin omuzlarına bırakılmasının tarihe karışmasını sağlayacak bu yöntemler, merakla bekleniyor.

Hapların dışında erkeklerde tüp bağlanması olarak bilinen vazektomi ameliyatına alternatif bir ürün olan Vasalgel, önümüzdeki sene kullanıma sunulacak. Bu jel, ameliyatla bağlanan kanalların içerisinde katılaşarak hiçbir cerrahi işleme gerek kalmadan sperm geçişini önlüyor.

Hangi yöntemi kullanmak daha sağlıklı?

Dünya üzerindeki her bireyin vücudu eşsiz bir oluşum. Vücuttaki yağ oranından genetik eğilimlere, yaşadığı bölgenin çevresel etkilerinden geçirdiği hastalıklara kadar sonsuz bir kombinasyon dizisi...

Durum böyle olunca genel geçer bir doğum kontrol yöntemi önermek oldukça tehlikeli hâle geliyor. Herhangi bir yöntemi kullanmadan önce yapılması gereken şey; mutlaka kadın doğum/üroloji uzmanına muayene olup vücuttaki yatkınlıklarını ve hassasiyetlerini öğrenmektir. Daha sonra uzman doktorunuz ile birlikte size en uygun yöntemi belirlemek 10 dakikanızı alacaktır. Bilim dünyasının bugüne kadar getirdiği engin birikim ile günümüzde her bireyin vücuduna uygun bir doğum kontrol yöntemi uygulamak çok basit bir hâle gelmiştir.

Doğum kontrol hapları tüylenme yapmaz!

Toplumda oluşan “haplar tüylenme yapar” algısı tamamıyla yanlıştır. İçeriğinde yüksek dozda progesteron bulunan haplar, testosteron benzeri etkiler yapabilmektedir ancak günümüzde eczanelerde bulunan hapların içerisinde böyle bir etkiye sebep olacak kadar yüksek progesteron bulunmaz.

Kadınlar için de kondom vardır!

Kondom sadece erkeklerin uygulayabildiği bir yöntem değildir. Eczanelerde kadınlar için de kondom bulunmaktadır.

Doğum kontrol hapları kısırlık yapmaz!

Tüp bağlanması dışındaki yöntemlerin hepsi tamamen geri döndürülebilirdir. Hapların kullanımına son verildiğinde doğurganlık oranı sadece genetik etkenler ve yaşa bağlı olarak yüksek ya da düşüktür denilebilir.

Takvim yöntemi gebeliği önlemez!

Toplumuzda oldukça yüksek oranda uygulanan takvim yöntemi, etkili bir korunma yöntemi değildir. Bir ayın 31 gününün herhangi birinde hamile kalınabilir. Vücuttan salınan hormonlar hamilelik riskini azaltır ya da artırır ancak “menstruasyon sırasında hamile kalınmaz” algısı teoride tamamen yanlıştır.

Geri çekme ya da dışa boşalma olarak bilinen yöntem gebeliği yüzde 100 önlemez!

Spermin sadece ejakülatta yani menide bulunduğunu düşünmek tamamen yanlıştır. Penisten ejakülasyon (boşalma) öncesinde salgılanan az miktardaki sıvıda da sperm bulunabilir.

Page 34: ORMANIN INANÇLARINDAN KADIM ÖĞRETILER DOĞAYA GERI ... · GMK Bulvarı, Neyzen Tevfik Sk. No: 26 D:12 PK: 06570 Maltepe Çankaya - ANKARA ISSN 2149-4940 Yeşim Özbirinci Gaia

Gaia Dergi • Ağustos 2015 • 65 64 • Gaia Dergi • Ağustos 2015

AH MUHSIN ÜNLÜ’NÜN ONUR’U:“INSAN ACIZDIR,MUHTAÇTIRÇOK ARTISTLIK YAPMAMALIDIR”

Var olanı, alışılmışın dışında dile getirmek her zaman tepki alır ve bu tep-kiler genellikle olumsuzdur. Çünkü birisi senin alıştığın “olan”ı bozmaya yeltenmiştir. Oysa kendisine “Niye böyle yaptın?” diye sorulduğunda ve-receği cevap: “Ben sadece sinema yapıyorum” olursa en bariz hâliyle afal-larsın. Alışılmışlığın dışında “olan”ı kabul etme fikri ilk bu zaman filizlenir ama yine de inkâr bütün gücüyle üstüne çıkar yeninin. Oysa aklı başında

her insan inkâr ettiği filizin, kökünde olanı inkâr edemeyeceğini görür.

Yazar: Engin Düz

Ah Muhsin Ünlü mahlasıyla bir dönem şiirler yazmış bir şair aynı zamanda. Artık her ne kadar şiir yazmıyorsa da mevcut tek kitabı “Gidiyorum Bu” kapağını her açtı-ğınızda daha da derinleşen bir deniz. Bildiğiniz bir suda yüzme rahatlığına ulaştığınız andan itibaren her sefe-rinde size dokunduğunuz, gördüğünüz ama hayatın te-laşından üzerine düşünemediğiniz incelikleri gösteren sonsuz bir umman.

Çok sevdiği şiiri bırakıp sinemayla ilgilenmeye başlayan Ünlü, ilk filmi Polis’le beraber şairliğiyle onu sevenlerin gönlüne, senarist ve yönetmen olarak aynı kapıdan bu

sefer başka isimle girmeyi başarmıştır. “Polisin ne oldu-ğunu hepimiz biliyoruz ama bu da polis” demiştir. Bunu polisi yüceltmek ya da yermek niyetiyle de yapmaz. Çünkü insanlar hayatta birçok konu hakkında az çok tecrübe sahibidir ve bunların hepsine dair diyecekleri vardır. Birinin aramızdan çıkıp “Böyle polisler de var” demesi aklın derinliklerinde gezen ama kimsenin de dile getirmediği, devlet- toplum- aile üçlüsüne ait din ve medya aracılığıyla bize öğretilmiş ve cevabın bilinme-yen sorusunu düşündürür bize. Bu neresinden bakılırsa bakılsın devrimsel bir harekettir.

Seni rahatsız ederek kendini kabullendiren birinin bundan sonra seni rahatsız etmeyeceğini düşünmek, iyim-serliğin ötesinden aptallığa gülümsemek gibidir. Sizi başka şekilde, başka yerden ve her seferinde rahatsız eden ama bununla bizden olan bir yönetmen: Onur Ünlü

“…filmin benim de gördüğüm aksayan tarafları var, bile bile çıkar-madığım sahneler var, bunlar hep benim tercihlerim. Ben daha az

kusurum gözüksün diye uğraşmadım. Sağlamcı davranmadım, risk aldım. Çünkü kendisini ciddiye alan, yaptığı işi kutsayan, biricik-leştiren insanlardan korkuyorum ben. Hiçbir şey özgünlük kadar önemli olamaz. Çünkü özgünlük risk almaktır. Benim filmimde

özgünlük var. Bunu iddia ediyorum. Filmin kusursuz, harika, en iyi olduğunu elbette söyleyemem ama ortaya özgün, dinamik, ateşi,

farklılığı olan bir film çıktı.”

Onur Ünlü’nün senaryosu ve yönetmenli-ği kendine ait diğer filmleri; Güneşin Oğlu, Beş Şehir, Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı

Hikâyesi, Sen Aydınlatırsın Geceyi ve İtirazım Var birbirine hiç benzemeyen ama başladığı andan iti-baren kime ait olduğunu belli eden filmler. Tarzları birbirine benzememesine rağmen bu durumu sağla-yan şey; yönetmenin filmlerini kendi beğenisini göz

önüne alarak yapmasıdır. Ticari bir kaygıyla ya da daha önceden kendisine addedilmiş belirli kalıplara uygunluk sağlamak yerine, içinden geleni yapması izlenilen filmlerin Onur Ünlü’ye ait olduğunun an-laşılmasını sağlayan temel durumdur. Aklıyla değil hisleriyle film yaparak Ah Muhsin Ünlü’nün Onur’u olduğunu hatırlatmış da oluyor, onu şiiriyle tanımış sevenlerine.

“sen gidersin, denklem düşer, ben aşk olduğumu ağlarım bir kelebek konduğu yerde bir mayın olduğunu anlar.

ben dünyaya karşı durmak ile meşhurum olma. Yokluğun bulunmama lacivert lavlar akıtır.“

Page 35: ORMANIN INANÇLARINDAN KADIM ÖĞRETILER DOĞAYA GERI ... · GMK Bulvarı, Neyzen Tevfik Sk. No: 26 D:12 PK: 06570 Maltepe Çankaya - ANKARA ISSN 2149-4940 Yeşim Özbirinci Gaia

Gaia Dergi • Ağustos 2015 • 67 66 • Gaia Dergi • Ağustos 2015

Süper güçleri olduğu kabul ettirilen ve seyirciyi en baştan garantiye alan Amerikan yapımı filmlerin inandırıcı ol-mayan ama seyirlik filmlerine bir nevi karşı duruş olan filmleri belirli kitleler tarafından çokça beğeniliyor olsa da genel itibariyle gişede karşılık bulamıyor.

Onur Ünlü şiir yazmasının şartlardan ötürü artık mümkün olmadığını söylese de Ah Muhsin Ünlü; Onur‘un her filminde “Ben hala buradayım sevgili okur” diyerek kendini gösterir.

Belirlenmiş bir seyirci kitlesi ve onlar için kabul edilmiş zekâ ve algı seviyesine yönelik seyirciyi aşağılayan ve yapılan işin ahlaki boyutuna zarar veren tavırlarla büyük kitlelere ulaşmak gibi basit yollara başvurmayan Onur’un tavrını en güzel anlatan sözler yine Ah Muhsin’e aittir:

- benimle buraya geldiğin için teşekkür ederim. Bu sabah kedi sana doğru söylemiş. Ben gerçek-ten de. Yani. Kısa bir süre önce fark ettim seni. Ben aslında ailemle. Benim annem. Annemi kay-bettik geçen sene. Babam zaten yok. Kardeşim askerdeydi, öldü. Şehit diyorlar ona ama o elekt-rikçiydi. Bir paşanın havuzunun tesisatını tamir ederken çarpılmış. Şehit sayılır mı sence?

Bir ikisi vardı; annemle kardeşim yani. Altı aydır onlar da yok.

Ben öğrenciydim. Belki de hâlâ öğrenciyimdir, bilmiyorum. Hukuk okuyordum. Üçüncü sınıf. Şiir miir, dergi falan. Şiir okur musun? Sever misin şiir?

Sonra bir sabah seni gördüm. Sonra bir sabah daha gördüm. Sonra hep gördüm. Kedi de gördü. Kedi seni çok seviyor, biliyor musun? Onunla takip ediyorduk seni. Bazen izini kaybediyorduk ama onun bir sürü arkadaşı var. Onlara soruyor-duk. Sen öğrencisin aslında. Resim okuyorsun. O şekercide yarım zamanlı çalışıyorsun.

Ben bir gün fenalaştım. Hastaneye kaldırdılar beni. Ölecekmişim. Kanser. İlik. İlik nedir biliyor-sun. Kemiğin içinde. Kemoterapiye başlayacak-sın, dediler.

Bu tabancayı kedi verdi. Oyun oynuyoruz biz bununla. Bak. İçinde bir tane kurşun var. Bu tabancayla böyle her sabah. Hani sabah oluyor ya. Güneş falan. Böyle bunu çeviriyorum. Sonra. Ağzıma sokup sıkıyorum. Yok, korkma. Şimdi sıkmam. Aslında çok mermim var benim. Ama bir tane koyuyorum içine. Çünkü sen varsın.

+ Kendini çok mu eğlenceli sanıyorsun?

- Ben. Ben mi? Yoo? Neden?

+ Ne bu numaralar o zaman? Yok annem öldü, kardeşim şehit, ben de kanserim zaten. Dünyada tek acı çeken sen misin? Ne bu şiir miir? Herke-sin kendine göre bir derdi var. Ne ki bu? Tuttun, getirdin beni buralara. Seni seviyorum’dan girdin, çıktığın yere bir bak.

- Ama. N-niye? Ben kötü bir şey söylemedim ki. Sadece seni seviyorum dedim, bir de hastalığım-dan bahsettim. + Tabancanın gerçek olduğunu nereden bilece-ğim ben?

- Belli. Senin şiir falan okuduğun yok. Eğer şiir okusaydın bilirdin ki. Âşık adam sınanmaz. Seni seviyorum.”

Sinemada gerçeklik algısından daha çok inandırı-cılık kavramıyla ilgileniyor Onur Ünlü. Kendisinin de belirttiği gibi; bir futbol maçını izlemek, gerçeği

arayanlar için bir sinema filmi izlemekten daha man-tıklı. İnsan nefsine ne kadar ve nasıl hâkim olacağını bilmeyen, bunu öğrenmeye çok da çalışmayan ve tec-rübelerini de yine nefsi için pratik karşılıklar sağlamak için kullanan bir canlı..

Yönetmenin filmlerinde karakterler süper güçlere sa-hip olsalar bile (bkz: Sen Aydınlatırsın Geceyi, Güneşin

Oğlu) nefislerinin onları yönlendirmelerini engelleye-miyorlar. Karakterin uçması, başka bir boyuta geçmesi, ilerlemiş yaşına ve fiziki yapısına rağmen onlarca adamı dövmesi, bir körün cinayet çözmesi, ölen karısına kar-şılık abisinin eşini alma hakkını kendinde bulması ve alması, konuşan kedi, konuşan trafik lambası, gökten taş yağması gibi sahnelerin onlarcası çoğunlukla günlük hayatta yaşananlara benzerlikleriyle tanımsal hâle gel-miş “gerçeklik” değeri yüksek sahnelerin arasında yer almaları; yönetmenin bir şair edasıyla bize dokunmasın-dan ötürü inandırıcılığı asla seyirciye sorgulatmıyor.

Onur Ünlü, sinemasına dair sözler ederken her fil-mini tek tek çözümlemenin çok fazla pratik kar-şılık bulduğuna inanmıyorum. Her filmi kıymeti

kendinden menkul hâldedir, zaman da bu değerin en büyük bekçilerinden birisi olacaktır. İsminin baş harfleri “acz” tutan Zarifoğlu’nun değindiği, Ünlü’nün de filmle-rinde her zaman işlediği insanın muhtaçlık hâli; filmle-rinin genelini anlamamıza yeterlidir.

Ah Muhsin Ünlü, kitabının ilk baskısı balkonunda çürü-

mesine rağmen “tüyük bürk şairi” olarak yerini ve ko-numunu hem şiirin binlerce yıllık tarihi içerisinde hem de bugünün şiirden kopmaya yüz tutmuş “gerçeklerine” karşı göstermiş ve göstermektedir. Ünlü’nün şair ve yönetmen kimliğiyle henüz tanışma-yanlara vesile olacak ve Beş Şehir filminde geçen aşa-ğıdaki diyalogla beraber umarım sizlerin de güzelliğin esrarında aydınlanacak zamanlarınıza vesile olabilirim.

“Resulullah çok şanslı bir insan Annesi öldüğünde o küçücüktü;

Benim annem öldüğünde ben küçücük değildim, Zaten şanslı birisi de değilimdir, filmlerim iş yapmaz.”

“Ben bu çağdan bir kere de şerefimle geçeceğim  Lazım gelen gülleri göğsüme gömerek”

Page 36: ORMANIN INANÇLARINDAN KADIM ÖĞRETILER DOĞAYA GERI ... · GMK Bulvarı, Neyzen Tevfik Sk. No: 26 D:12 PK: 06570 Maltepe Çankaya - ANKARA ISSN 2149-4940 Yeşim Özbirinci Gaia

Yaşayan herhangi “birini” öldürmek değil de bir insanı öldürmek olarak tanımlıyoruz cinayeti. Tıpkı yamyamlığı da insanın insanı yemesi olarak tanımladığımız gibi. Oysa hayvan yemenin insan yemekten hiçbir farkı yok. İdrak edemeyen cümleyi tekrar okuyabilir. Bir kültürde kedi köpek, bir diğerinde inek, koyun

gibi hayvanlar, kimi kültürlerde de insan eti yenir. Esasında hiçbirinin arasında bir fark yoktur kültür farkından başka. Kedi köpek yiyor diye tepki gösterdiğiniz bir Çinli, size tabağınızda duran kuzuyu gösterir. Aynı şekilde bir yamyam da. Çünkü öyle ya da böyle yenilenin adı (ces)et’tir. Sahi insan etinin besin değeri nedir? Artık şu açık ki hayvan yemenin iler tutar bir tarafı yok. Bunun, yani hayvan ve hayvansal gıda tüketiminin Tanrı ile doğanın düzeni ile ya da sağlıkla da bir ilgisi yok. Bunun tek bir şeyle ilgisi var sadece: Para ile! Salt insanın daha gelişkin bir zekâya sahip olması mı farklı kılıyor, insan yemekle hayvan yemeyi? Gülünçtür ama dahası korkunçtur bu mantık. Her türden ayrımcılık üstünlük ve hükmetme düşünceleriyle var olur. Ötekileştirmenin temel yolu, bir başkasının kendine kıyasla eksik ya da kıymetsiz olduğunu iddia etmektir. Kişi karşısındakinin üzerinde, kendinde her türden hakkı görür böylece ve faşizm çıkar gün yüzüne. Kuşkuya yer bırakmayacak şekilde, en âlâ faşizm de türcülüktür (tür ayrımcılığı) ve Yahudi yazar Isaac Bashevis Singer’ın da dediği gibi hayvanlar için bütün insanlar birer Nazi’dir.

Sonra sözgelimi bir hayvana tecavüz etmek insanlar için kabul edilebilir bir şey değilken, öldürmek nasıl olur da kabul edilebilirdir? İşte tam da öldürmek nesneleştirerek, ötekileştirerek ve kendinde hak görerek normalleştirildiği için olmasın? Hayvanları, kadınları, dinsizleri ya da dini, dili, kökeni başka olanları,

eşcinselleri, transları demir döver gibi ya da bir kayayı parçalar gibi öldürmenin başka ne tür bir açıklaması olabilir ki? “Tanrı öyle diyor” diyerek ya da doğanın düzenini öne sürerek hayvanların, kadınların, kölelerin, kısaca “ötekilerin” üzerinde hak iddia etmek kokuştu artık. Büyük ve bayağı yalanlar bunlar. İnsanın, cinayeti ve tahakkümü meşru ve haklı kılan her türden değeri, rezil bir düzenin sürekliliğini sağlamak için vardır sadece.

Her şeyden önce, türümüzün gördüğü “insan” ve “insanlık” sanrılarına dair herhangi bir şey, sözgelimi gündelik yaşantısı, beslenme dahil alışkanlıkları, her türden uğraşı -bilim, kültür, sanat vesaire- diğer dünya bireyi -diğer ev sahipleri- olan türleri bağlamaz. Hele ki bunlar ortak yaşam alanı olan gezegene ve kendilerine zarar veriyorsa. Özgürlük en büyük sorumluluktur. Başkalarının özgürlüğünü gözetmekle çizilidir sınırları. Kişi kendi sınırlarının dışına taşıp da başkalarının sınırlarını ihlal ettiğinde, kendi özgürlüğünü talep etme hakkını da yitirir. Artık kendi özgürlüğü söz konusu dahi değildir. Yani denilebilir ki kişi birine tecavüz edip ya da öldürüp de kimsenin kendisine bunları yapma hakkının olmadığını söyleyemez artık. Dahası kişi kendinin ya da kendi türünün sebep olduğu şeylerin karşısında suçluluk ve utanç duymuyor ve bunlardan sebep sorumluluk hissetmiyorsa, hak edilecek bir özgürlük bile zaten yok demektir. Yanı sıra kişi her türden ahlâkı yadsıyabilir. Tümünün uydurma olduğunu, doğaya bütünüyle aykırı olduğunu -başlı başına kendisi aykırıyken!- iddia edebilir ki pekâlâ haklıdır da. Ne ki kişinin kendisi esaretten, şiddetten, acıdan ve ezadan, her türden istismardan ve ölümden kaçınıyor; hür olmak ve yaşamak istiyor ise, kendisinin de tüm bunları başkalarının elinden alma hakkının olmadığı gerçeğinde bulur en temel ve basit yasayı. Başkaları onlara nasıl davranılmasını istiyor ise, öyle davranmak gerekir onlara.

“Auschwitz, bir insan bir mezbahaya bakıp‘ama onlar hayvan’ dediği zaman başlar.’’ -Theodor Adorno

Gaia Dergi • Ağustos 2015 • 69 68 • Gaia Dergi • Ağustos 2015

Otoritelerin tasarımı olan insan, ailenin kuluçkasından çıktıktan sonra çevreyle, okulla, cehalet ve budalalık saçan televizyonla -özellikle reklamlarla- ve daha birçok şeyle programlanarak, sistemin döktüğü kalıbın şeklini alır bütünüyle. Kendisine telkin edilen en temel yalanlarsa “insan” olduğu yalanı ile insanmerkezciliktir şüphesiz.

Zekânın ve bilincin evrimiyle doğadan koptuktan sonra dünyada ayrıcalıklı bir konumu olduğu yanılgısına düşen insan, önüne koyulan sözümona değerlerle de desteklendikten sonra, ilkin diğer hayvanları, ardından da programlanmayı, kalıba dökülmeyi ve otoritelere sorgusuz sualsiz itaat etmeyi reddedenleri, kısaca aklını

azat etmiş olan herkesi (Rousseau Dillerin Kökeni Üstüne Deneme’sinde topluluk olarak yaşamaya başlayışımızı, varsayım olarak, zorlaşan yaşam koşullarından dolayı birbirimize gereksinmemize ve jest dilinden, sözcüklerle iletişime geçişimize bağlıyordu ki türümüzü “insan” ve “insanlık” sanrılarına sürükleyen şey de tam olarak budur: Toplumun, yani uygarlığın yaratımı) yadsıyarak ötekileştirir. Bir kukla olmaktansa aklını azat etmek, uzun ve çetin bir yol gibi görünür ona. Oysa ne etik ne de politik bir duruşu olmayan, çocukça inanıldığı gibi de kimsenin sağlığını ya da mutluluğunu umursamayan, yegâne gayesi kâr etmek ve hüküm sürmek olan otoriteler ve endüstriler, onu dilediklerince kullanabilmek için yalanlarla uyutarak aptal yerine koyarken, hakikatler olanca açıklığıyla burnunun ucunda duruyordur kişinin. Gelgelelim, tam da sistemin istediği gibi onu budalalığa sürükleyen, yanılgılardan, çelişkilerden, tutarsızlıklardan, sorumsuzluktan ve ikiyüzlülükten başka bir şey getirmeyen; mutluluk, aşk, kariyer gibi yaşamdaki en büyük illüzyonlara yönelir kişi. Sanki başka bir gezegende yaşıyormuş gibi ne mezbahada ölen milyarlarca hayvan ne Afrika’da aç olan ne sokakta yatan insan ne de bir yerlerde durmadan süren savaşlar gelmez olur aklına. Gelirse bile suçluluk hissetmediği için dışsal koşullarda arar suçu. Adil ve ahlâki yaşamanın, doğaya, diğer hayvanlara ve kendi türüne karşı sorumluluk almanın yerini bencillik alır böylelikle. Artık hakikatler kendi çıkarlarıyla çakışında da inkâr eder insan.

“cİNayeT, beN ve öTeKİ”

“TASARIM OLARAK INSAN”Yazar: M. Çınar Ekiz

Page 37: ORMANIN INANÇLARINDAN KADIM ÖĞRETILER DOĞAYA GERI ... · GMK Bulvarı, Neyzen Tevfik Sk. No: 26 D:12 PK: 06570 Maltepe Çankaya - ANKARA ISSN 2149-4940 Yeşim Özbirinci Gaia

Söz konusu hayvan yemek olduğunda, diğer türlerle -çokluk besin olarak gördükleriyle- bitkileri kıyaslayanlar, neden aynı çerçevede bitkilerle

insanları kıyaslamıyorlar? Aynı şekilde etçil hayvanlarla kendilerini kıyaslayanlar da neden doğada dişleri ve pençeleriyle salt avlanarak yaşamayı denemiyorlar? (Bu arada etçil hayvanlarla kendilerini kıyaslayanlar, onlar gibi kendi yavrularını yemeye falan kalkışmıyorlardır umarım... Doğadan kopmuşken, marketlerde kuyruğa girip, yemeklerimizi internetten sipariş ediyorken, kısaca türümüz ve yaşama biçimimiz bütünüyle doğaya aykırıyken, doğanın düzeninden bahsetme gülüçlüğünden vazgeçelim artık.) Bu rahatlığın sebebi, insanın bilindik bir avcısının olmaması, dahası kokuşmuş uygarlığı sayesinde yaban hayattan korunuyor olması olabilir mi? Oysa biliyoruz ki insan eti de yenilebilir pekâlâ ki, kanibalizm hâlâ mevcuttur günümüzde. Bir marulla düşünen, hisseden,yüzü olan, doğuran, sosyal yaşantısı olan -tıpkı bizim gibi- bir canlıyı aynı kefeye mi koyuyoruz sahiden?

Mevzu bahis hayvan yemek olunca bitkilerin de acı çekiyor olabileceklerini -her ne kadar bunun için bir beyin gerekiyor olsa da- öne sürmek, “Bizler ya da hayvanlar gibi olmayabilir ama belki farklı şekilde çekiyorlardır” demek, alınması gereken sorumluklardan kaçmak ve bencilce yaşamaya devam edebilmek için bahaneler üretmekten başka bir şey değildir. Dahası bitkilerin de acı çekiyor olabilme ihtimalleri, hayvanları yemek için mazeret değil. “Ama bitkiler de canlı”, evet elbette ki öyle. Ne ki vegan olmak, daha az bitki tüketimi anlamına da geliyor. Ayrıca bu türden bir argüman sunabilmek için sunan kişinin de önce hayvanları yemeyi bırakmış olması, mümkün mertebe en az hasara sebep olarak yaşamaya yönelmiş olması gerekmiyor mu? Yerinde sayanla bir adım öteye geçmiş olan arasında fark vardır. Bitkilerin canını dahi düşünecek denli adil ve ahlâkiyiz madem, bu kıyaslamayı yapan sizler de vegan olun. Böylece bir sonraki adım olarak bitkilerden bahsetmeye başlayabiliriz hep birlikte.

“HAYVANLAR VE BITKILER”

Gaia Dergi • Ağustos 2015 • 71 70 • Gaia Dergi • Ağustos 2015

Dünyada 2 milyar küsur insan açlığın pençesinde yaşıyor. Bu açlığın en büyük sorumlusu da hayvan ve hayvansal gıda tüketimi. Her yıl 760 milyon ton tahıl, bu insanlara doğrudan ulaştırılması yerine, hayvan ve hayvansal gıda üretimi için ayrılıyor.

1 litre süt elde etmek için 1 ton, 1 kg et üretmek içinse 16 ton su harcanırken, yaklaşık 1 milyar insan temiz su kaynağına ulaşamadan yaşıyor.

Besi hayvanları ile onların atıkları ve çıkardıkları gazlar yılda en az 32 milyar ton karbon dioksit (CO2) salımından ya da dünya çapındaki tüm sera gazı salımlarının yüzde 51’inden sorumlu. Besi hayvanlarını yetiştirmek, karbondioksitten 296 kez daha yıkıcı bir sera gazı olan azot oksit salımlarının tümünün yüzde 65’inin nedeni.

Besi hayvancılığına ayrılmış olan toprak miktarı, yeryüzünün kara kütlesinin yüzde 45’ine denk düşmekte. Fazla yem alanı açmak için her sekiz saniyede yağmur ormanlarının 1 dönümü yok ediliyor. Bu da günde 14 bin 400 dönüme denk geliyor.

Tüm bunlardan daha beteri ise sırf damak zevkimiz ve alışkanlıklarımız için yani bir hiç uğruna her yıl 240 milyar (150 milyarı kara, 90 milyarı deniz hayvanı) masum hayvanı türlü işkencelerden geçirdikten sonra katlediyoruz.

Diğer hayvanların bireyliğini, ustan ve histen yoksun olmadıklarını; acıyı, sevinci ve ezayı hissedebildiklerini yadsımak bariz bir şekilde alıklık olacakken, hayvan ve hayvansal gıda tüketimi

doğa katliamının ve dünyadaki açlığın en büyük sorumlusuyken, hayvanlara karşı gerçekleştirdiğimiz tür ayrımcılığı, birbirimize karşı gerçekleştirdiğimiz her türden ayrımcılığın temeli ya da kökeniyken, veganlığın karşısında durmanın ya da vegan olmamanın haklı bir sebebi yahut herhangi bir mazereti olamaz. Şimdilerde bazı kimseler sırf kendi kişisel çıkarlarından feragat etmek istemediği için veganlığı bir diyet gibi lanse ederek manipüle etmeye çalışıyor ve aksi birçok bilimsel çalışmaya rağmen sağlıklı olmadığını öne sürerek insanları yanlış yönlendiriyorlar. Daha açık söylemek gerekirse bu gibi kimseler, insanların vegan olmamak konusunda biricik bahanesi haline gelmiş durumdalar. Hayır, veganlık bir diyet değildir ve veganlığın karşısında durmak ya da bile istiye vegan olmamak demek, şunları onaylamak, yadsımak ya da yok saymak, dahası hiçbir şekilde sorumluluk hissetmemek demektir:

“MAZERET”

Page 38: ORMANIN INANÇLARINDAN KADIM ÖĞRETILER DOĞAYA GERI ... · GMK Bulvarı, Neyzen Tevfik Sk. No: 26 D:12 PK: 06570 Maltepe Çankaya - ANKARA ISSN 2149-4940 Yeşim Özbirinci Gaia

Feministler, tür ayrımcılığına da karşı durmalı, feminizm diğer tüm hayvan dişilerinin dişiliğinin ve anneliğinin de tanınışı; dişi ya da erkek olsun tüm hayvanların da bedenlerinin ve yaşamlarının kendilerine ait oluşunun; nesneleştirilemez, metalaştırılamaz ve de sömürülemez oluşlarının da kabulü olmalıdır.

Anarşistler, insanı ayrıcalıklı, üst bir konumda görmemeli ve anarşizm dünyanın insan türünün mülkü -mülkiyete zaten karşıdır ya!- olmadığının, tüm canlıların ortak yaşam alanı olduğunun, hürriyet ve yaşama hakkının salt insana özgü olmadığının kabulü de olmalıdır. Anarşist, tahakküme, erke, hiyerarşiye karşıyken, bunları diğer türlere karşı gerçekleştirmemeli, bu çelişkiden ve tutarsızlıktan sıyrılmalıdır.

Çevreciler, hayvan ve hayvansal gıda tüketiminin sebep olduğu doğa katliamını görmezden gelmemeli ve yine, diğer hayvanların bireyliğini ve haklarını tanımalıdır.

Kısaca aynı insan ve insanlık sanrılarının ürünü olan ve salt insana özgü her türden doktrin ve ideoloji; gezegen üzerinde yaşayan diğer tüm türleri de kapsamalı, diğer hürriyet ve hak savunularıyla bütünleşmeli ve akabinde de her biri hayvan özgürlüğü hareketinde birleşmelidir. Bu böyle olmadıkça her türden hürriyet ve hak arayışı ya da savunusu, bir kısır döngünün içinde yitmeye mahkûmdur. O vakit Sisifos gibi her sabah gene aşağıda bulunur o kaya. Ve birer yel değirmeni olarak kalır ayrımcılık ve tahakküm uygulayanlar da. Hayvanlar özgürleşmeden, insana özgürlük asla gelmeyecektir.

Bugün hayvanların yaşama ve hür olma isteklerine ve gördükleri zulme sırt çevirip kulak tıkayan ya da sırf kendi hürriyetlerini ve hayatlarını riske

atmak istemedikleri için hayvanları özgürleştirmeyi şiddet olarak, özgürleştirenleri de şiddet yanlısı olarak görenler, yarın esaret altına alındıklarında ya da kendilerine şiddet uygulandığında yüzleri kızarmadan nasıl yardım talep edecekler? Olması gerektiği gibi bir empati ile her bir insan, kendisinin de esaret altına alındığında, şiddete ve istismara maruz kaldığında ve diri diri boğazlanacak olduğunda kurtarılmayı isteyeceğini ve yardım talep edeceğini pekâlâ bilir. Dürüst -herkesten önce kendine- bir insanın “Ben kimsenin gelip beni kurtarmasını beklemem, bana yapılacak her türlü zulmü de seve seve kabul ederim” demeyeceği bellidir. Bu durumda eğer hürriyetten bahsediyorsak, boşalmalıdır tüm kafesler. Hürriyetten bahsedilmek için hür bırakmak gereklidir. Ya hep birlikte hürüzdür ya da değilizdir.

Boğa güreşlerinin, hayvan deneylerinin, hatta hayvan yemenin yasaklandığına; hayvanların insan dışı bireyler olarak kabul edildiğine dair haberler alıyoruz artık.

Hayvanlara ve birbirimize karşı gerçekleştirdiğimiz şiddetin tamamen son bulduğunu düşünelim bir an için. Bu durumda doğamızdaki saldırganlığı başka şeylere kanalize etmemiz gerekirdi. İşte bana kalırsa doğamızdaki saldırganlığı yönelteceğimiz en doğru hedef şudur: kafesler! Son olarak, bizler azılı romantikler ya da gerçeklikten uzak hayalperestler değiliz. Bizler yalnızca kimsenin kimseyi esir etme, istismar etme ve öldürme hakkının olmadığını, içten içe hepimizin bildiği ya da sezdiği gibi tüm bunların doğru olmadığını kavrayan; bizlere hiçbir şekilde zararı ya da kötülüğü dokunmayan masum hayvanların kanıyla beslenmemeyi, yaşadığı dünyaya zarar vermemeyi -ya da mümkün mertebe zararı en aza indirgemeyi-, tüm canlılarla ve birbirimizle barış içinde yaşamaktan yana olmayı seçtik. Bunları seçmek de, lanse edildiği gibi zor değil hiç. Yalnızca zor görünmesini istiyor birileri. Oysa tam tersine o kadar basit ki dile gelecek tek bir sözcük bile kâfi: “Hayır!” Siz de hayvanların gördüğü haksızlığa ve zulme hayır deyin ve onlara haklarını teslim edin. Hayvan özgürlükçüsü vegan olarak, yaşamayı ve yaşatmayı seçin.

72 • Gaia Dergi • Ağustos 2015

“AVCILIK”

“HAYVAN REFAHI”

“BÜTÜNSEL ÖZGÜRLEŞIM”

“HAYVANLARI ÖZGÜRLEŞTIRMEK”

Avcı-erkek egemen toplumda bir erkeğin üreme organıyla silahı, aynı zavallı ve gülünç sembolüdür erkekliğinin. Kadına tokadı da hayvana kurşunu da aynı zavallılıktan sebep atar. Hükmetme hırsıyla yanıp tutuşurken, başını nereye çevirse dişiliği, doğurganlığı, var edenliği, kol kanat gerişi (tabiatın kendisinde

dahi) görünce, trajik gururuyla erkeklik giydirmeye kalkışır tanrılara bile. Elinden biricik silahlarını alınca da, kadınların koyunlarını arar deli gibi. Doğasındaki kadını, anasının şefkatli kollarını bulmak ister orada; sığınmak, korunmak için. Yaşam doğanın rahminden, adamlarsa kadınların rahminden doğar dünyaya. Erkekliğinden vazgeçmeyen ve silahlara düşman olmayan her adam, düşmandır yaşama. Tabii aynı şekilde erkeklik taslayarak avlanan kadınlar da.

Hayvan refahı en büyük yalandır ve şüphe götürmez şekilde iki yüzlülüktür. Birine “Senden faydalanacak, sana tecavüz edecek ve sonra da öldüreceğiz ama merak etme, tüm bunlar çok iyi koşullarda olacak” ya da “Sana tecavüz edeceğim ama hiçbir şekilde acı çekmeyecek, zarar görmeyeceksin” denemez. Bugün

sözümona “hayvansever” bazı sivil toplum kuruluşları ya da kişiler “Kediler için şu yapılsın”, “Kısıryaka kapansın” derken, fayton atlarının çalışma şartlarının iyileştirilmesi gibi abuk taleplerde bulunup, sabah kahvaltıda hayatları boyunca tecavüze uğrayan, dayak yiyen, işkence gören ineklerin sütünü, sütünden yapılma peyniri; hayatı zulümle geçen tavukların yumurtalarını, akşam da danaların, koyunların, kuzuların etini tüketmeye devam etmektedirler. Bu konuda gündeme geldiği zaman da insancıl kesimden -insancıl cinayet, insancıl tecavüz, insancıl çocuk tacizi?- bahsederler. Öldürmek öldürmektir ve ahlaka da sağduyuya da aykırıdır. Aksini düşünmek akıl tutulmasıdır olsa olsa. Bir insanı öldürmekle bir hayvanı öldürmek arasında ve daha önce de dediğimiz gibi bir hayvanı yemekle bir insanı yemek arasında hiçbir fark yoktur. Fark olduğu yalanı tüm insanlığın ortak illüzyonudur yalnızca. Hayvanlar -insan da dahil- mal ve kaynak değildir. Birinin dahi bedeni ve yaşamı sömürülemez, biri bile öldürülemez, biri bile işçi edilemez ya da herhangi bir şekilde kullanılamaz.

Sorgulanmayan, geliştirilmeyen, sürekli bir adım öteye taşınmayan; kitaplara, sözlüklere, tanımlara takılıp kalan her türden fikir, doktrin yahut ideoloji sığ kalmaya mahkûmdur. Önüne konulanı sorgusuz yemektir bunun adı. Özgürlük,

eşitlik ve yaşama hakkı yalnızca insana özgü olmadığı gibi, birer bütündür ve ayrıştırılamaz. “Şunun için özgürlük” ya da “bunun için eşitlik” diye bölünemezler. Aynı sebepten bir ayrımcılığa karşı çıkıp da diğerini onaylayamayız. Sözgelimi ırkçılığa, cinsiyetçiliğe karşı olup, türcülüğü destekleyemeyiz. Bu böyleyken:

“En büyük erdemsizlik sığlıktır. Ne ki bilinçlendirilmiştir/gerçekleştirilmiştir, doğrudur/haklıdır.” -Oscar Wilde

Gaia Dergi • Ağustos 2015 • 73

Page 39: ORMANIN INANÇLARINDAN KADIM ÖĞRETILER DOĞAYA GERI ... · GMK Bulvarı, Neyzen Tevfik Sk. No: 26 D:12 PK: 06570 Maltepe Çankaya - ANKARA ISSN 2149-4940 Yeşim Özbirinci Gaia

74 • Gaia Dergi • Ağustos 2015 Gaia Dergi • Ağustos 2015 • 75

Deniz seviyesinden 5 bin metre yükseklikte, Şili’nin Chajnantor Yaylası’nda ALMA Gözlemevi’nin radyo teleskopları kozmik kökenlerimizi araştırmak için gözlerini evrenin derinliklerine çevi-riyorlar. Bu bölge Dünya’nın en yüksek yaylalarından biri olması sebebiyle muazzam bir görüş

imkânı sağlıyor.

ALMA Gözlemevi’nin nihai görevi, evrende bulunan en soğuk ve en kadim gök cisimlerini incelemek. Bunun için milimetre ve mikron aralığında gözlemlenen radyasyon miktarının dalgaboyu incelikle hesaplanıyor. Taşınabilir bir biçimde kullanılan 66 adet radyo anteni sayesinde bilim insanları bu za-mana kadar kaydedilmiş en mükemmel bilimsel verileri elde edecekler.

EvreNİN KalbİNe 66 AdeT Gözle BaKmaK

Yazar: Sasun Bazaryan

Page 40: ORMANIN INANÇLARINDAN KADIM ÖĞRETILER DOĞAYA GERI ... · GMK Bulvarı, Neyzen Tevfik Sk. No: 26 D:12 PK: 06570 Maltepe Çankaya - ANKARA ISSN 2149-4940 Yeşim Özbirinci Gaia

Evde yapabileceğiniz bir parfüm

76 • Gaia Dergi • Ağustos 2015

KENDIN YAP!

Bugün piyasada birçok parfüm bulmak mümkün, ancak bunların çoğu yapay yağlar-dan üretiliyor. Parfüm kullanımında, ne petrol türevlerini ne de yetiştirilme kaynak-larında kimyasal birtakım maddeleri bulunduran organik parfümler ve kokular tercih etmek iyi bir seçim. Ancak en iyisi, kendi parfümünüzü hazırlamanız.

Kolonyalar ve parfümler, her çeşit kirletici maddeden üretilmelerinin yanı sıra olduk-ça pahalı ürünler; bu kozmetiklerin test edilmesinde kullanılan birçok hayvanın kötü muameleye maruz bırakılması da cabası.

Evde kendi parfümünü yapmayı istemek için bir-çok mantıklı gerekçe var, bizim içinse bunların ilki çevrenin korunması; üstelik bu ağır ekonomik

krizin ortasında tasarruf, elbette geçerli bir mazeretten fazlası. Ayrıca kendiniz bir tane yaparsanız, cildinize zarar veren ve daha kötüsü alerjik tepkimelere sebep

olabilen kimyasal madde ve koruyucular konusunda endişe duymanız gerekmeyecek.

Mutfakta kullandığınız baharatlardan bir kolonya yap-mak mümkün; ayrıca bu çok hoş, baharatlı bir koku ola-cak.

Bu kolayca uygulanabilecek ev yapımı parfüm tari-finin sonucunda, güzel bir şişeye doldurup hediye edebileceğiniz egzotik kokulu bir kolonya oluşa-

cak.

Parfümün içine ekleyecekleriniz ve oranlarıyla elbette key-finizce oynayarak farklı baharat, çiçek veya esans yağlarıyla deneyler yapabilirsiniz. Yapım aşamasına sadık kalmanız hâlinde ortaya ilginç kokular çıkarmanız hayli mümkün.

Hazırlanışı:

İşe cam şişeyi arıtmakla başlayın. Bunun için şişeyi bir tencerede kaynayan suya koyup 15 dakika bo-yunca suyla kaynamaya bırakabilirsiniz. Daha sonra şişeyi bir kerpetenle tencereden alıp kurumaya bırakın. Votkayı şişeye döküp, üzerine ezilmiş tarçın çubuklarını, kişniş tohumlarını, defne yapraklarını, soyulup sarmal biçimde kesilmiş portakal kabuğunu, rendelenmiş muskatı ve karanfili ekleyin. Şişenin kapağını kapatıp karanlık ve serin bir yerde iki hafta boyunca yumuşamaya bırakın. Ek önlem olarak koyu renkli bir cam şişe kullanabilirsiniz. Ne kadar süre geçerse o kadar güçlü bir koku elde edeceğinizi unutmayın. Bu sürenin sonunda kolonyayı süzün ve önceden arındırılmış, hava geçirmeyen başka bir şişeye aktarın. Süsleme için kolonyaya birkaç kişniş tohumu, defne yaprağı veya bir portakal kabuğu da koyabilirsiniz.

Parfüm yapımında kullanabileceğiniz başlı-ca esans yağları için bir rehber:

Karasal yağlar: Paçuli, vetiver.

Çiçeksi yağlar: Sardunya, yasemin, turunç çiçeği, gül, ylang-ylang.

Meyveli yağlar: Bergama, pomelo, limon, mandalina, portakal, citronella.

Bitkisel yağlar: Melek otu, fesleğen, papatya, adaçayı, fesleğen, lavanta, nane, biberiye.

Odunsu yağlar: Sedir, selvi, çam, sandal ağacı.

Baharatlı yağlar: Karabiber, kakule, tarçın, karanfil, kiş-niş, zencefil, ardıç, muskat, misk.

Malzemeler:

2 bardak votka 1 rendelenmiş muskat 3 çubuk tarçın 2 çorba kaşığı kişniş tohumu 1 portakal kabuğu 2 adet defne yaprağı 1 çorba kaşığı karanfil Kapağı hava geçirmeyen bir cam şişe

Yazar: Nurhayat Gaşi

Gaia Dergi • Ağustos 2015 • 77

Page 41: ORMANIN INANÇLARINDAN KADIM ÖĞRETILER DOĞAYA GERI ... · GMK Bulvarı, Neyzen Tevfik Sk. No: 26 D:12 PK: 06570 Maltepe Çankaya - ANKARA ISSN 2149-4940 Yeşim Özbirinci Gaia

78 • Gaia Dergi • Ağustos 2015

YEŞIL MUTFAK

Hazırlanışı:

Kurabiyeler:

• Yulaf ezmesini mutfak robotu ya da mikser yardımıyla ufalayın. Hamursu bir karışım elde edene kadar akçaağaç şurubu ve Hindistan cevizi yağı ile karıştırın.

• Karışımın yarısını yağlı kâğıt ya da hindistancevizi yağı ile kapladığınız 23x8 cm ölçülerindeki tepsiye (bastıra-rak) döktükten sonra kalanını kenara ayırın.

Dondurma:

• Yoğun bir karışım elde edene kadar muzları ve vanilyayı mikser yardımıyla karıştırın. İsteğinize göre, karışıma hindistancevizi sütü de ekleyebilirsiniz.

• Pancar şerbetini (istediğiniz ölçüde) karışıma dökün ve karıştırın. Tepsideki kurabiyenizin üzerine bir kaşık yardımıyla dağıtın.

• Katılaşana kadar soğutun, sonrasında kurabiyenin kalan malzemesini de (bastırarak) üzerine ekleyin. Üst kat-man katılaşana kadar buzdolabında bekletin, bir bıçak ya da kurabiye kalıbıyla kesin. Afiyet olsun!

Malzemeler:

Kurabiyeler:

• 1,5 bardak yulaf ezmesi • 1 yemek kaşığı akçaağaç şurubu • Çeyrek bardak eritilmiş hindistancevizi yağı

Dondurma:

• 4 adet doğranmış ve dondurulmuş muz • Çeyrek bardak pancar şerbeti • 1 çay kaşığı vanilya tozu

Glütensİz Vegan Sandvİç DondurmaYazar: Esra Çelik

Okullarda fiziksel güvenlik alanında geliştirilecek standartlar, alınacak basit tedbirler ile okul-lardaki ölüm ve yaralanmaları engellemek mümkün!

Milli Eğitim Bakanlığı ve Gündem Çocuk Derneği arasında Okullarda Fiziksel Güvenlik İşbirliği Protokolü kapsamında çocukların eğitim ortamı ve yakın çevrelerinde, fiziksel çevreyi oluştu-ran yapılar ve donanımları nedeni ile

Maddi ve manevi bütünlüklerinin zarar görmesinin, Bedensel ve psikolojik yaralanmalarının ve En önemlisi yaşamlarını kaybetmelerinin Önüne geçilmesi sağlanacak.

#YaşasınOkuldaÇocuklar

Destek çok kolay! 

Duyuru ve desteğin yaygınlaşmasına, 2860 Sayılı Yardım Toplama Kanununun 9. Mad-desine istinaden Ankara Valiliği İl Dernek-ler Müdürlüğü’nün 23.09.2014 tarihli onayı ile yürüyen yardım kampanyasına (SMS ve Banka), çalışmanın teknik çalışmalarına ve sponsorlukla katkıda bulunabilirsiniz.

S M S ile 3043’e destek yaz, yolla.. Her bir me-saj bedeli 10 TL’dir. (Turkcell ücretsiz, Avea abonelerinden 2 sms, Vodafone abonelerin-den 1 mesaj gönderim ücreti alınmaktadır).

BANKA ile Kampanya hesabı: Gündem Çocuk Derneği

Iş Bankası Incesu Şubesi Hesap no: 4230-067615 IBAN: TR35 0006 4000 0014 2300 6761 75

Kampanya sitesi: http://www.gundemcocuk.org/okullarda-fiziksel-guvenlik/Gündem Çocuk Derneği Çocuk Hakları Merkezi  Remzi Oğuz Arık Mah. Büklüm Sok. No: 44/4 06680 Kavaklıdere/Ankara Tel&Faks: 0312 437 76 41E-posta: [email protected]

Page 42: ORMANIN INANÇLARINDAN KADIM ÖĞRETILER DOĞAYA GERI ... · GMK Bulvarı, Neyzen Tevfik Sk. No: 26 D:12 PK: 06570 Maltepe Çankaya - ANKARA ISSN 2149-4940 Yeşim Özbirinci Gaia

80 • Gaia Dergi • Ağustos 2015

YEŞIL MUTFAK

Hazırlanışı:

Dış katman için:

Tüm malzemeleri hamur kıvamına gelene kadar mikserde karıştırın. Karışımı tart kalıbına bastırın.

İç harcı hazırlamak için:

Hindistancevizi, suyu ve nektarı, deniz tuzu ve vanilyayı iyice karıştırın. Karıştırmaya devam ederken hindistan-cevizi yağını da ekleyin. Karışımı 2 kaba paylaştırın. Toz yeşil çayı kaplardan birine dökün, paket hindistancevizi-ni üzerine ekleyin. Karışımı dış katmanı hazırladığınız tepsiye dökün ve 1 saat kadar buzdolabında bekletin. Diğer kabı da kremşanti kıvamına gelene kadar 45 dakika buzdolabında bekletin, daha sonra iç harcın üzerine dökün. Bir miktar toz yeşil çay serpin ve servis etmeden önce hindistancevizi parçaları ile süsleyin. Afiyet olsun!

Malzemeler:

Dış katman:• 3/4 bardak çekilmiş kuru hindistancevizi • 3/4 bardak filizlenmiş, kurutulmuş karabuğday • Yarım bardak öğütülmüş keten tohumu • 1 bardak çekirdeksiz hurma • Çeyrek bardak deniz tuzuİç harcı ve üst katman:• 4 bardak taze/paketlenmiş hindistancevizi • Yarım bardak taze sıkılmış hindistancevizi suyu • 2 yemek kaşığı hindistancevizi nektarı (İsteğinize göre farklı sıvı tatlandırıcılar) • Çeyrek bardak deniz tuzu • Yarım yemek kaşığı vanilya ve vanilya tohumu • 2/3 bardak eritilmiş hindistancevizi yağı • 1 yemek kaşığı toz yeşil çay

Yeşİl ÇaylI Hİndİstancevİzİ Vegan TartYazar: Esra Çelik

Sadece vegan yemekler, çeşitli bitki çayları ve kahveler, Ankara’nın gün-batımı, bazen atölyeler, belki tiyatro ve bol bol sohbet...

Adres: Kızılırmak Cad. No: 15 Daire: 8 Çankaya / ANKARA Telefon: (533) 609 5091 / (537) 479 6466

Page 43: ORMANIN INANÇLARINDAN KADIM ÖĞRETILER DOĞAYA GERI ... · GMK Bulvarı, Neyzen Tevfik Sk. No: 26 D:12 PK: 06570 Maltepe Çankaya - ANKARA ISSN 2149-4940 Yeşim Özbirinci Gaia

/gaiadergi @gaiadergi @gaiadergi /gaiadergi

www.gaiadergi.com

Gaİa Dergİ’yİ sosyal medya üzerİndentakİp edebİlİrsİnİz.