Upload
patika
View
253
Download
2
Embed Size (px)
DESCRIPTION
Aktiffelsefe Yeni Yüksektepe Kültür Derneği Levent Şubesi 3 aylık Felsefi-kültürel-hümanistik dergi
Citation preview
3 aylık Felsefi-kültürel-hümanistik dergi
1
Sayı 2, Sonbahar 2015
hümanistik dergi
Karınca Hikayesi
Cesaret Üzerine
Kabul Etmek
Neden bu yoldasın dedi?
Gea Köşesi
Şiirle Sohbet
Tarih ve Felsefe
Araştırmaları Yazı Dizisi
ayı 2, Sonbahar 2015
Gönüllük
Karınca Hikayesi
Cesaret Üzerine
Kabul Etmek
Yolculuk
Neden bu yoldasın dedi?
Gea Köşesi
Şiirle Sohbet
Tarih ve Felsefe
Araştırmaları Yazı Dizisi
2
YENİ YÜKSEKTEPE KÜLTÜR DERNEĞİ
LEVENT ŞUBESİ
Patika, Felsefi-Kültürel ve Hümanistik E-Dergi
Sayı:2, Yıl:1
Eylül-Ekim-Kasım 2015, 3 ayda bir çıkar.
Sahibi: Yeni Yüksek Kültür Derneği Levent Şubesi adına Fatih AYHAN
Genel Yayın Yönetmeni: Tuğçe KAYA
Editörler: Eray ÖZTÜRK
Tasarım Editörü : Filip KISIĆ
İletişim: Nispetiye Cad. Kerem 1 Apt. No:32 D:11 K:4 1.Levet
www.aktiffelsefe.org
Tel: 0 212 268 04 08
Kapak Fotoğrafı: Elham Hajinorouzi (@elhamhn/instagram)
National Park Plitvice Lakes, Croatia
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ 4
GÖNÜLLÜLÜK 6
KARINCA HİKAYESİ 8
CESARET ÜZERİNE 10
KABUL ETMEK 12
YOLCULUK 14
NEDEN BU YOLDASIN DED
VENEDİK TACİRİ 21
ELENİ KARAİNDROU MÜZ
ÜZERİNE DUYGUSAL Bİ
GEA KÖŞESİ
BAŞKA BİR TATİL MÜMKÜN
UÇURUMLARDA HAYAL KURMAK
ŞİİRLE SOHBET
AYNI YAĞMUR 36
TARİH VE FELSEFE ARAŞ
ABSTRACT ON JOSEPH STRAYER ON THE MEDIEVAL ORIGI
THE MODERN STATE
3
LER
NEDEN BU YOLDASIN DEDİ? 16
NDROU MÜZİKLERİ
NE DUYGUSAL BİR DENEME 29
İL MÜMKÜN 32
UÇURUMLARDA HAYAL KURMAK 35
36
H VE FELSEFE ARAŞTIRMALARI YAZI DİZİSİ
CT ON JOSEPH STRAYER ON THE MEDIEVAL ORIGI
THE MODERN STATE 37
CT ON JOSEPH STRAYER ON THE MEDIEVAL ORIGINS OF
4
Güzel bir, suya ve doğaya yolculuk tatilinden, küçük bir ülkenin
güney kıyılarından getirdiğim sakinliğimle ve hüznümle evimden çıkıyor
İstanbul Osmanbey metro durağından kendimi iş dünyasına ulaşmak için
kalabalığa bırakıyorum. Uzun gün bitip de aynı yoldan eve döndüğümde
yılgınım biraz, sıcak İstanbul’da yaşamı daha çok zorluyor. Telefonum
çalıyor tezi yazarken, arayan eski bir dost uzun zamandır görmediğim, gel
diyorum ilköğretim sıralarından başlayan dostluğa. Laf lafı açıyor güzel
müzik bardağa bardak muhabbete karışıyor, birden diyor ki, “Tuğçe
derginizi okudum, çok güzel bir iş çıkmış, tebrik ederim. ” Şaşırıyorum.
Gözlerimin içi gülüyor, heyecanlanıyorum. Dergimiz 20 yıllık
arkadaşlıklara tek bir kelime etmeden habersizce ulaşıyor.
Evet, patikanın ilk sayısı çok güzel geri dönütler aldı. Hiç
ummadığımız yerlere ulaşarak köprüler oluşturdu. Emek, yüreklerimize
sevgi ve onurla geri döndü. Böylelikle patika kokuşmuş kaosun
karanlığında yanan ışıklardan biri haline geldi. 2. Sayıyla birlikte Patika
bizim heyecanımızın ve üretmenin tarifsiz aşkının temsilcisi oldu. Eski
üyelerimize ulaştı, fikirlerine dokundu. Çok da fazla okuma çabası içinde
yer almayı sevmediğini söyleyen insanların ellerine değdi, okundu.
Bu sayımız da oldukça yoğun ve sevgi dolu. İlk sayının
motivasyonuyla çok güzel işler çıktı ortaya. Yine bize sabrıyla eşlik eden
kimseler var. Bu sayıda da Sercan Sülün’e ve Filip Kisic’e tüm yardımları
için çok teşekkür etmek gerek. Sonra da Şube şefimiz Fatih Ayhan’a... Hiç
bitmeyen motivasyonu ve enerjisi için teşekkürler. Ve her zaman ki gibi
yine bir dolu teşekkür de Eray Öztürk’e. Hem ruhunun güzelliği hem de
ellerinin güzelliği için.
Herkese teşekkürler... Patika konuşmaya devam ediyor...
Son olarak değerli okuyucu, son zamanlardaki gözlemlerim sebebiyle ve öncelerinde aynı şeyleri hissetmiş biri olarak sana izninle kısa bir metin yazmak isterim. Bilirsin ki;
5
Bazı toplumların insanları vardır ki, onlar diğer toplumların insanlarıyla
karşılaştırıldıklarında daha mücadeleci olmak zorundadırlar. Böyle
toplumlarda ekonomi, döviz bürolarının sık değişen rakamlarından, ay
sonunun nasıl getirileceğine dair yapılan matematik hesaplarında; sağlık
acil odalarında bulunamayan sedyelerde, eğitim boş geçen derslerde ve iş arama sitelerinin ümitsizliğinde kendini gösterebilir. Politika ağır bir
buhran olarak aptal bir kutunun içinden gazetelere, metrolara ve tek odalı
evlerin salonlarından insanların üzerine leş bir yiyici olarak çökebilir. Bu
toplumların insanları kendilerini kalabalığın içinde “herkes” gibi
hissederek sorgulamanın güzel ve bir o kadar da sıkıntılı kapılarını
açmaktan kaçınıyor olabilirler. Memur odalarına yolu düşenler ideal
insanın nasıl bir şey olduğunuza dair tüm pozitif düşüncelerini
kaybedebilir. Bu toplumların kişi başına düşen kitap sayısından biraz daha
fazla kitap okuyan insanları kendilerini ağır bir kayboluş veya nihilist
felsefe veyahut boş vermişlik içinde bulabilir. Bağnazlaşmış gelenek
pratiklerinin nefesini her an ensede hissediyor ve aidiyetsizlik problemi
yaşıyor olabilir. Bu insanlar daha yaşanabilir toplumlarda bulunmuşlarsa
çekişmeyi daha derin hissedebilir ve bir türlü gelemeyecek olan adalete
saplantılı bir şekilde kafayı takmış olabilirler. Sevgili okuyucu böyle
zamanlarda tutunma derdine düşüp kendini unutma. Sevmenin ve birlikte
bir şeyler başarmanın, üretmenin tadına var. Var gücünle kendini
tanımanın, keşfetmenin ve birlikte olmanın izinden yürümeye çalış. Yılma
ve erdemlerine giden yolu takip et bak ne diyor John Donne, Ernest
Hemingway’inde ön sözlerinden birinden konuşarak;
Ada değildir insan, bütün hiç değildir bir başına, anakaranın bir
parçasıdır bir damladır okyanusta, bir toprak tanesini alıp götürse
deniz, küçülür Avrupa... Sanki yiten bir burunmuş dostlarının ya da
senin bir yurtluğunmuş gibi… Ölünce bir insan, eksilirim ben, çünkü
insanoğlunun bir parçasıyım işte... Bundandır ki sorup durma
çanların kimin için çaldığını... Senin için çalıyor.
Tuğçe KAYA
6
GÖNÜLLÜLÜK
Gönüllülük çeşitli tanımlamalar
ve yorumlara açık, oldukça
genç ama bir o kadar da yaşlı bir kelimedir. Bir proje olarak
veya toplumsal çapta
gerçekleştirildiğinde adını sıkça
duyurur ve gücünü insanlara
daha hızlı gösterir. Bazen kendi
rızası alınmadan bir yere
sıkıştırılır ve bırakılır. Kimi
zaman da zaten ben hep
burdaydım dercesine gösterir
kendini büyük bir tevazuyla.
Nedir gönüllülük? Peki, kimdir
gönüllü?
Gönüllülük, sadece bir
yöntem ve yol değildir. Var
olması için, kurumsal çevrelere
ihtiyacı yoktur. Ekonomik tamlık
ve hâkimiyetten sonra gelmez.
Sosyal statünün gölgesi veya
yansıması
değildir.
Her
şeyden
önce bir
sevgi
biçimidir
gönüllülük. Cömertçe sunma ve
verme yoludur. Bir insanın kendi
özgür iradesiyle, kendi
potansiyelleri oranında, yalnızca
kendisini düşünmeden, hayata
katılma ve katkıda bulunma
formudur. Gönüllülük bir hareket
halidir. Herkes doğal olarak verme
ihtiyacı içindedir: ilişkilerde bir
akış vardır, iş yerlerimizde bir
takas vardır, düşüncelerimizde bir
devinim söz konusudur. Gönüllü
eylemleri ise insanın iyi ve adil
olan taraflarıyla iş birliği içindedir. Gönüllü faaliyetlerin
hiçbirinde birilerine ya da bir
şeylere zarar verme fikri yoktur;
aksine kişi, kendindeki en iyi
tarafı açığa çıkarmaya ve
aktarmaya çalışır. Kendi seçimiyle
gerçekleştirdiği gönüllü faaliyetler
kişide bir mutluluk hali
bırakmaktadır. Bu mutluluk hali
aslında iç huzur, şkahramanca eylemde bulunmaktan
oluşan bir harmandır. İbunların analizini yapmaz; zaten
yapmasa daha iyidir fakat bu
harman gönüllerde bir iz bırakır.
İşte bu izi gönüllerde taş“gönüllü” denir.
Aristo “Bütün insanlar do
olarak bilmek ister.” der.
Gönüllülük, kendini bilmeye ve
tanımaya götüren yoldur. Çünkü
birey kendi gücünü tanımadan ve
bilmeden, sunacağı ve cömertçe
vereceği şeyin ne olduğöğrenemeyecektir. Tam bu
noktada kişi cömertçe vermeyi ve
katkıda bulunmayı denemedikçe
asla kendi potansiyellerinin neler
olduğunun farkına varmayacaktır.
Her ne kadar gönüllülük bir insan
davranışıdır gibi görünse de,
aslında insanlar gönüllülük fikrine
ve haline varmaya çalışgönüllüğün hizmetinde oldukça
7
ide bir mutluluk hali
bırakmaktadır. Bu mutluluk hali
şeref ve
kahramanca eylemde bulunmaktan
an bir harmandır. İnsan tüm
bunların analizini yapmaz; zaten
yapmasa daha iyidir fakat bu
n gönüllerde bir iz bırakır.
te bu izi gönüllerde taşıyanlara
Aristo “Bütün insanlar doğal
olarak bilmek ister.” der.
Gönüllülük, kendini bilmeye ve
tanımaya götüren yoldur. Çünkü
birey kendi gücünü tanımadan ve
ğı ve cömertçe
eyin ne olduğunu asla
renemeyecektir. Tam bu
tçe vermeyi ve
katkıda bulunmayı denemedikçe
asla kendi potansiyellerinin neler
unun farkına varmayacaktır.
Her ne kadar gönüllülük bir insan
ıdır gibi görünse de,
aslında insanlar gönüllülük fikrine
ve haline varmaya çalışır. İnsan
hizmetinde oldukça
kendi potansiyellerini tanıyarak
onların bir adım ötesine gidebilir.
İnsan, bu yolla çözümün bir
parçası olduğunu ve birey olmanın
ne demek olduğİnsan, birşeyleri bilmekten öte,
eyleme geçmenin de
ihtiyacını görür
Kendine ve başkalarına de
katmanın muhteşem bir
gönüllük. Bu yüzden gönüllülük,
gönül koymadan
zenginleştirilmesi ve
zamanda yüceleştirilmesidir. Her
birimize hayatlarımızda gönüllü
yer açmamızı diliyorum.
kendi potansiyellerini tanıyarak
onların bir adım ötesine gidebilir.
nsan, bu yolla çözümün bir
ğunu ve birey olmanın
ne demek olduğunu öğrenir.
şeyleri bilmekten öte,
eyleme geçmenin değerini ve
ihtiyacını görür her yerde.
Kendine ve başkalarına değer
şem bir şeklidir
gönüllük. Bu yüzden gönüllülük,
gönül koymadan, gönlün
tirilmesi ve aynı
ştirilmesidir. Her
birimize hayatlarımızda gönüllüğe
yer açmamızı diliyorum.
Eray Öztürk
8
KARINCA HİKAYESİ
Sabah ofise geldiğimde,
masamın üzerinin karıncalarla
dolu olduğunu gördüm.
Bilgisayar, dosyalar,
çekmecelerim, her yeri karınca
sarmıştı. Çevreyi inceleyip
nereden geldiklerini tespit etmeye
çalışırken, pencerenin ahşap
pimapeninin dibindeki nokta
kadar yerde küçük bir delik
olduğunu ve buradan karıncaların
çift yönlü şekilde bir sirkülasyon
sağladığını gördüm. İki şeritli bir
yol biçiminde, bir grup içeriye bir
grup dışarıya, adeta akın
ediyorlardı. Aylardır, ofiste böyle
bir şeyle karşılaşmamıştım. İlk
önce, bir yerde gıda veya tatlı bir
madde kalmış olabilir mi sorusu
geldi aklıma. Öyle bir şey tespit
edemediğimden, sonrasında her
dünyevi, modern(!) insanın aklına
gelen ilk şey olan ‘onları ortadan kaldırmak’ geldi aklıma.
Ofisten çıkıp, yakınlardaki
bir eczanede aldım soluğu. ‘Ofisi karıncalar bastı, inanamazsınız’ dedim modern(!),
konformist insan ses tonuna
yakışır bir edayla… Sanki, tüm
dünyanın derdi buymuşçasına…
9
Eczacı kadın reyonlara yaklaşıp,
karınca yok etme yöntemleriyle
ilgili olan ve ellerinde bulunan 5-6
çeşit ilaç ve malzemeyi büyük bir
enerjiyle bana tanıttı. Spreyler,
tabletler, karınca yem ve tuzakları,
adını unuttuğum farklı metodlar
vs… Kadın anlattıkça, anlatıyor,
coştukça coşuyordu…
En sonunda, kadın şu
cümleyi kurarken gözlerinin
parladığını gördüm;
‘bununla, bırakın oradaki karıncaları, kolonilerini bile kurutursunuz!’
Bingo!
Tüm ilaç sektörü ve bilim
adamları, karıncaların kolonilerini
kurutmak için muazzam bir
şekilde çalışmıştı ve bu ürünü
mükemmel(!) şekilde halka
arzetmek de yine bilim adamı olan
eczacı bir kadına düşmüştü. Bütün
kapitalist kurallar iyi bir şekilde
işlemekteydi ve son raddede
benim yapmam gereken de gerçek
bir tüketici ve konformist yaşam
için her şeyi göze alabilen bir
modern(!) insan modeli olarak,
karşımdaki eczacı kadın gibi
gözlerimin içi gülerek, ‘çok iyi, aradığım şey, tam da bu,
istiyorum bunu’ diyerek ürünü satın almamdı.
Kadının, ilaçları tanıtırken
gösterdiği bu etkileyici(!)
performans, tarafımda tam tersi
bir etki yaratmıştı ve eczaneden
‘oldu olacak, topla tüfekle girişeyim karıncalara’
şeklinde bir laf ederek ayrılmama
vesile olacaktı.
Çıkınca, uzun bir müddet
düşündüm. Aslında, olay çok
basitti. Mevsim, karınca
mevsimiydi ve toprağın altında
yaşayan o canlılar, sıcak yaz
aylarıyla birlikte yer yüzüne
çıkıyor, hayatta kalmak için
gerekli olan yiyecek stoklarını
ikmal ediyorlardı. Onlar için
çalışma ve icraat zamanıydı.
Sadece, doğalarına uygun şekilde
hareket ediyorlardı.
Karıncalar, asla ve doğrudan
insanlara zarar veren yaratıklar
değillerdir. İnsanla hiçbir işleri
olmaz hatta sadece gitmek istediği yere gitmek ve yiyecek bulmak
için bazen yolları sizin yollarınızla
kesişebilir ve emin olalım ilk önce
buranın kimin güzergahı olduğu
sorusu muazzam bir sorudur.
10
8800 ayrı türü olduğu
bilinen karıncaları hepimiz
sözelde takdir eder, herkese
karınca gibi çalışmayı öğütleriz,
karşımıza çıktıkları ilk anda ise
onları derhal ortadan kaldırmanın
yollarını ararız. Ofise elim ilaçsız
bir şekilde dönüp, masamda cirit
atan karıncaları izlemeye
koyuldum. Oda arkadaşıma, neden
elim boş döndüğümü açıkladıktan
sonra karıncaları izlemeye devam
ettim.
Ne kadar senkronize ve
sistemli bir şekilde hareket
ettiklerini görmek hayranlık
vericiydi. İrade ve çabaları, insan
egosunun ne kadar da
uzağındaydı. Bunu yaparken de,
sırf insana ait akıl(!) kavramından
yoksun olup, masamızda dolaşma
cüretini(!) gösterdikleri için,
tarafımızca hor görülüp
cezalandırılma hakkı kendimizde
görülüyordu. İnsanoğlunun,
canlılara ve hatta şeylere yaklaşma
biçimi ne kadar da gaflet
doluydu. Sonrasında, biraz
internette araştırma yaptım
ve ‘karıncaları küstürmek için neler yapmalı? Karıncalardan nasıl kurtulurum kadınlar kulübü, karıncalara yollarını şaşırtmanın yolları’ gibi yazılar
ve internet siteleri gördüm.
Bunları görünce, ufkum iki katına
çıktı ve insanoğlunun bir olayın
doğasını anlamak ve gözlemlemek
yerine, her şeye kendince
çözümler getirerek rahatını
maksimize etme çabasını bir kez
daha ibretle tecrübe ettim.
İstedikçe daha çok istiyor, tüm
doğa ve nimetleri bizim
hizmetimizde olsun, hoşumuza
gitmeyen hiçbir şey var olmasın
istiyorduk.
11
Karıncalar ne mi yapıyorlar
şu an? Yukarıda bahsettiğim azim
ve iradeyle, bir yerden bir yere bir
şeyler taşımaya devam ediyorlar.
Masamın bir bölümünü, bir süre
kullanmadan yaşayabilirim ve
hatta ara sıra kollarımı
kaşındırmalarına da tahammül
gösterebilirim. Eminim, onları
sabırla izledikçe onlardan çokça
şey öğreneceğim ve onlar da
uygun şekilde zamanı geldiğinde
burayı terk edecekler.
Belki de şöyle denilebilir;
karıncalar sadece ve sadece ‘yolda olmayı’ seviyorlardır ve sonunu
düşünmeden içlerindeki aşkla,
patikaları ve yolları
arşınlıyorlardır. Onlar için, zafer
ve yemek garantisi yok. Ancak,
çıktıkları bu yolda küçücük
bedenleriyle, insanoğlunun
zekasına ve egosuna meydan
okurcasına, inandıkları şeyi
yapmaya devam ediyorlar. Hem
de, tam da hayatımızın ortasına
kurulup… Cesaret ve yürek işi…
‘İnandığın uğurda, coşkun eksik olmasın karınca kardeş! Masaya acayip gözlerle bakıp, hem seni hem de masanın sahibini anlamayanların alaycı bakışları ise sizi hiç rahatsız etmesin. Yaptığın şeyden duyduğunuz
eminlik hissi, seni ve masanın sahibini güvenle sarsın ve birbirinize bu şekilde gülümsemeye devam edin. Doğa, devinmeye; canlılarsa birbirine saygı duymaya devam etsin…’
Ali Onur Günçel
12
CESARET ÜZERİNE
Cesaret Nedir? Korkmamak
mı, riskleri hesaplayabilmek mi,
sonucu düşünmemek mi,
korkmana rağmen yürümeye
devam etmek mi? Bunların hepsi
ve biraz daha fazlası.
Hayat bilinmezlerle dolu. Sürekli karar almamız gerekiyor ama karar alabilmek için yeterli bilgiye çoğu zaman sahip değiliz. Hiçbir olay, kişi, durum bir başkası ile aynı değil. Her bir kişinin başına gelen her bir olay benzersiz, en azından olayın içinde bulunan ve karar vermesi gereken kişi açısından öyle. Okudukların sana yardımcı olmuyor, genel bilgiyi kendi durumuna uyarlayabilmelisin. Diğerlerinin tecrübesi kendilerine ait, senin durumuna uymuyor, uysa bile başkalarının önyargıları ile dolular. Kendi tecrübelerin de sağlam bir kaynak değil, içinde bolca tutkular ve zaaflarla
perdelenmiş, hakikatin saptırılma-ları ile dolu. Tüm bu bilinmezlerin karşısında bir karar vermek zorundasın. Eğer doğrunun ne olduğunu biliyorsan ortada bir karar yoktur, doğrunun uygulanması vardır. Sonuçların ne olacağını bilmediğin durumlarda her ne olacaksa olsun bir karar alırsın. İşte cesaret bu noktada karşımıza çıkar. Ne yapacağını bilmiyorken, nasıl yapacağını bilmiyorken, sonucu kestiremiyorken “ben varım” demektir cesaret. Mitolojilerde karşımıza çıkan ejderha ile savaşmak figürü cesaretin çok güzel bir sembolüdür. Ejderha bir insanın boyutundan çok daha büyüktür, derisine kılıç işlemez, ağzından ateş püskürtür, kanatları ile uçabilir. Bunun karşısında bir insanın hiçbir şansı yok, elindeki silahlar ile ejderhaya müdahale edemiyor. Ejderha için bambaşka silahlara ihtiyacı vardır ama kahraman o silahların ne olduğunu bilmez, nerede bulabileceğini de. Kahramanın bildiği tek bir şey vardır, o da ejderha ile mücadele etmesi gerektiği. Ortada bir sorun var ve bir kahraman sorun varken gözünü kapatamaz, bir şekilde o
sorunu çözmek zorunda oldubilir. Evinde otururken sorunu çözemeyeceğine İhtiyacı olan silahları elde edemeyeceğine göre bu koda ejderhanın üzerine doğru bir yolculuğa çıkar. Mitolojiyi okurken bize çok saçma gelir, elinde kılıç ile ejderhanın karşısına dikilmek. Evet sübjektif akıl ile saçmadır da, zaten cesaret hiçbir zaman rasyonel aklın bir sonucu olmamıştır. O ruhun bir taşkınlığıdır, imkansızı istemektir, yerinde duramamak ve gözlerini yıldızlara dikmektir. İlki en üstün yetimiz rasyonel aklımız debizi gökyüzüne doğru çeken ruhun itkilerine sahibiz, ilki cesur erkek ve kadınlarımız var. Bu sayede ejderhalarla mücadele edebiliyoruz ve evet yeniyoruz. Günümüzde cesaretin anlamı ne, artık ejderhalar yok, kahramanlar da. Rasyonel bir dünyada hepimiz üretiyor ve tüketiyoruz. Sorunları çözmek için daha çok rasyonel akla, bilime
13
sorunu çözmek zorunda olduğunu bilir. Evinde otururken
ve olan silahları elde
bu koşulda o
akıl ile saçmadır da, zaten cesaret hiçbir zaman rasyonel aklın bir sonucu
tır. O ruhun bir istemektir,
yerinde duramamak ve gözlerini İlki en üstün
yetimiz rasyonel aklımız değil, ğru çeken ruhun
itkilerine sahibiz, ilki cesur erkek
Bu sayede ejderhalarla mücadele bazen de
Günümüzde cesaretin anlamı ne, artık ejderhalar yok, kahramanlar da. Rasyonel bir dünyada hepimiz üretiyor ve
Sorunları çözmek için daha çok rasyonel akla, bilime
ihtiyacımız var, cesarete deHayır, kesinlikle böylinanmıyorum. Hepimizin şikâyetçibir sistemin içinde ya
sistem çoprobleme çözüm üretemiyor ve sistemin kendisi
yaratmaya devam ediyor. Bu sistemi
değ şbilmiyoruz, sistemin
sahibinin kim bilmiyoruz, değiştirip yerine neyi koyabileceğimizi de bilmiyoruz. Tek bildiğimiz bu sistemin yeni ve daha iyisi ile degerekliliği. Evet açık bir ejderha ortadadır, peki tüm bu bilinmezlerin karşısında yolculuçıkma cesareti gösterecek kahramanlarımız yok mu? Olduklarını biliyorum veben onlarcası ile tanıbildiğim başka bir şher zaman, ejderhalar ne kadar güçlü olsa da, cesaretlerinden başka hiçbir şeyleri olmayan kahramanlar kazanacaktır.
ihtiyacımız var, cesarete değil. Hayır, kesinlikle böyle olduğuna
şikâyetçi olduğu bir sistemin içinde yaşıyoruz. Bu
sistem çoğu probleme çözüm üretemiyor ve sistemin kendisi
problemleri yaratmaya devam ediyor. Bu sistemi
nasıl değiştireceğimizi
bilmiyoruz, sistemin sahibinin kim olduğunu
ğ ştirip yerine neyi ğimizi de bilmiyoruz. ğimiz bu sistemin yeni ve
daha iyisi ile değişmesinin
açık bir şekilde ejderha ortadadır, peki tüm bu
şısında yolculuğa ti gösterecek
kahramanlarımız yok mu?
Olduklarını biliyorum ve ile tanıştım. Ve şka bir şey daha var;
her zaman, ejderhalar ne kadar güçlü olsa da, cesaretlerinden
şeyleri olmayan kahramanlar kazanacaktır.
Fatih Ayhan
KABUL ETMEK
İnsanoğlunun varoluşyaşadığı hayatta birçok kuvvetin, değerin, yaşam savaşdesteklediğini görüyoruz.birçoklarının da zayıflattığ Her bir birey kendi içerisinde sonsuz güç kaynaolan değerler yani erdemlere sahiptir. Bu erdemler bize yaşadığımız hayat içerisinde karşılaştığımız türlü karşısında kapılar açarak yolda kalmamızı ve ilerlememizi sağlarlar. Örneğin bir yakınımıkaybettiğimizde metanet bize ayakta kalma ve kaldıyerden devam etme gücünü verir. Ya da sevgi ve samimiyetle oluşturduğumuz çevremiz birlik olmuş kocaordunun yenilemezliği gibi hayat içerisinde bizi hep destekler. Aynı şekilde bu erdemlyoksunluğumuz da bizi zayıflatır. 21. yy insanının unuttubüyük değerlerden bir tanesi de ‘Kabul etmek’tir. Tüketimin ve üretimin boyutunun çılgınca arttığı, istenilen her şedilmesinin mutluluk kapılarını açacağı zihniyetinin hükümsürdüğü bu çağda kabul etmek yani kabulleniş anahtarlarımızdan bir tanesi olabilir.
14
KABUL ETMEK
varoluşunda, birçok kuvvetin,
am savaşında onu ini görüyoruz. Ve yine
birçoklarının da zayıflattığını.
Her bir birey kendi içerisinde sonsuz güç kaynağı
erler yani erdemlere sahiptir. Bu erdemler bize
ımız hayat içerisinde türlü güçlükler
ısında kapılar açarak yolda kalmamızı ve ilerlememizi
ğin bir yakınımızı imizde metanet bize
ayakta kalma ve kaldığımız yerden devam etme gücünü verir.
sevgi ve samimiyetle umuz çevremiz sanki
koca bir gibi hayat
içerisinde bizi hep destekler. Aynı ekilde bu erdemlerden
umuz da bizi
21. yy insanının unuttuğu en erlerden bir tanesi de
. Tüketimin ve üretimin boyutunun çılgınca
ı, istenilen her şeyin elde edilmesinin mutluluk kapılarını
ı zihniyetinin hüküm ğda kabul etmek ş anahtarlarımızdan
Günden güne yetiçocuklarımıza ‘Hayatta ne istiyorsun?’, ‘Sevdiyaparsan mutlu olursun.’soruları sorup, fikirleri aAncak çoğu zaman unutuyoruz ki her istediğimiz şÜstelik istediğimiz konusunda çok çabalasak bile olmuyor. Yani istenilen olmasının ötesinde, elimizde olmayan etkenler yahayat içerisinde bulunuyor.derin bir gözlem yapmaya kalkarsak bu düşüncelerin madde açgözlülüğümüzün zihinsel formlarından başolmadığını görüyoruz. ‘Futbol oyuncusu olmak istiyorum.’ veya ‘Öğretmen olmak istiyorum.’ gibi istekler yine içimizdeki ‘BEN’den yani içeriden seslenen
Günden güne yetiştirdiğimiz çocuklarımıza ‘Hayatta ne olmak
?’, ‘Sevdiğin işi yaparsan mutlu olursun.’ gibi
fikirleri aşılıyoruz. aman unutuyoruz ki
ğimiz şey olmuyor. Üstelik istediğimiz şeyler konusunda çok çabalasak
Yani istenilen şeyin olmasının ötesinde, elimizde olmayan etkenler yaşadığımız hayat içerisinde bulunuyor. Daha derin bir gözlem yapmaya
şüncelerin madde ğümüzün zihinsel
formlarından başka bir şey ını görüyoruz. ‘Futbol
oyuncusu olmak istiyorum.’ veya retmen olmak istiyorum.’ gibi
istekler yine içimizdeki içeriden seslenen
egodan gelmektedir. Aradmutluluğun yine istediğdurumda olduğunu düşünüyoruz.Ancak hocalar ve öğretiler bize tam tersini işaret ediyor. Elinde olan ne ise onunla yetinmek ve kabul etmek insanı ihtiyaç olmayan arzu yükünden kurtarır. Ahilik teşbaktığımızda bir çocuğustanın yanına çırak olarak girmesi ve usta olana kadar kalması makbul görülür, değişiklik istendiğinde hokarşılanmazmış. Veya anne babalarımıza baktığımızda çok azının istediği yerlerde olduve Tanrıya verdiği nimetlerdeötürü şükrettiklerini ve zorlukları nasıl aştıklarını görüyoruz. Aslında hayatımızdaki zorlukları ve durumları ne kadar kabul edersek bir kamış gibi dayanıklı oluyoruz. Ne kadar bir
15
egodan gelmektedir. Aradığımız un yine istediğimiz bir
ğ şünüyoruz. ğretiler bize
aret ediyor. Elinde olan ne ise onunla yetinmek ve kabul etmek insanı
olmayan arzu yükünden Ahilik teşkilatına
ımızda bir çocuğun bir ustanın yanına çırak olarak girmesi ve usta olana kadar kalması makbul görülür,
ğinde hoş ş. Veya anne
ğımızda çok i yerlerde olduğunu
ği nimetlerden ve zorlukları
görüyoruz. Aslında hayatımızdaki zorlukları ve durumları ne kadar kabul
esnek ve oluyoruz. Ne kadar bir
şeyleri istersek ve mevcudu reddedersek o kadar sert ve kırılgan hale geliyoruz. Belki de yaşadığımız bu zamanda bu kadar acı çekmemizin sebeplerinden birisi de budur. Kabul etmek, büyük filozof Sokrates’in öğretisinin temeli olan, Delphi’deki Apollonğı’nın kapısının üzerinde yazan ‘Kendini Tanı’ vecizesinibaşlangıcıdır aslında. Egelişmek, olgunlaşmak, dönüistiyor ise önce kendisini tanımalıdır ki ne yönde dönügerektiğini anlayabilsin. Bunun içinde dürüst ve saşekilde kendisine bakmalı ve kabul etmelidir. Bu anlamda da kabul etmek bizi birçok mutsuz eden unsurdan arındıracaktır. Sonuç olarak güçlüklerle dolu bir hayatı yamutluluğu arıyoruz. Ve aradışeyi Albert Einstein’ın igibi güçlüklerimizi abulabiliriz. “Sınırlarımızı, ancak onlarıkabullendiğimizde aş
Umur Akkoyun
ve mevcudu o kadar sert ve
n hale geliyoruz. Belki de ımız bu zamanda bu kadar
acı çekmemizin sebeplerinden
Kabul etmek, büyük filozof ğretisinin temeli
Apollon Tapına-ı’nın kapısının üzerinde yazan
‘Kendini Tanı’ vecizesinin langıcıdır aslında. Eğer insan
mek, olgunlaşmak, dönüşmek istiyor ise önce kendisini tanımalıdır ki ne yönde dönüşmesi
ini anlayabilsin. Bunun içinde dürüst ve sağduyulu bir ekilde kendisine bakmalı ve
kabul etmelidir. Bu anlamda da l etmek bizi birçok mutsuz
eden unsurdan arındıracaktır.
Sonuç olarak güçlüklerle dolu bir hayatı yaşıyoruz ve
u arıyoruz. Ve aradığımız eyi Albert Einstein’ın işaret ettiği
gibi güçlüklerimizi aşarak
“Sınırlarımızı, ancak onları imizde aşabiliriz…”
Umur Akkoyun
16
YOLCULUK Gecenin 4’ünde bahşedilen uykusuzlukla elime aldım kitabı. Kitap Jose Saramago’nun o harika Bilinmeyen Adanın Öyküsü adlı kitabı. 60 sayfalık olsa da yarısı resimli eder aşağı yukarı 30 sayfa. Yazılar zaten büyük puntolu, adeta bir çocuk kitabı. Kitabı alırken ki niyetim neden Nobel Edebiyat Ödülü aldığını anlamaktı. Zira klasik ya da ödüllü fark etmez film ya da kitap ya da bir heykel hepsi ilk bakışta neden bu kadar gözde olduklarını ele vermezler ancak üzerine düşündükçe derinleşen anlamlar, simgeler fark edilir. Bu eserleri klasikleştirenler, bir klasik olmasına karar verenler kimse bilge insanlar bana kalırsa. Çünkü bir eseri derinlemesine ele almak yazarın yazma amacını sezmek, zamansız olanı anlamak bunu önyargısız yapmak bilgeliktir. Yoksa Don Kişot değirmenlere saldıran salak bir adam figüründen Raskolnikov da çok düşünen bir katilden öte bir şey olmayacaktı biz acelesi olanlar için. Tüketmek için okuyacaktık sadece bir görevi tamamlar gibi. “Bilinmeyen Adanın Öyküsü” bir zamanda, bir krallıkta, bir adamın kralından bilinmeyen adaları keşfetmek üzere bir gemi istemesi ile başlıyor. İlk başta
uzun prosedürlere tabi tutulsa da, kimse kendisinin bu fikrine itibar etmese de (zira tüm adaların keşfedildiği düşünülüyor) bir takım hadiselerin sonunda gemiyi alıyor ve peşine kralın temizlikçisi de katılıyor. Ancak kitabın kahramanı ne gemi kullanmaktan anlıyor ne de adanın yerini biliyor. Sadece keşfetmek ülküsüne sahip. Temizlikçi her kahramanın ihtiyacı olan yavere dönüşüyor ve gemi ile ilgili ne yapması gerektiğini anlatmaya başlıyor, denizcilik iki ustadan öğrenilir diyor deniz ve tekne. Kendilerine yardımcı olacak denizciler ararlar ancak bulamazlar herkes keşfedilmeyen ada kalmadığı tüm adaların bilindiği konusunda hem fikirdir. Üstelik kimisi gemiyi bu iş için uygun bulmaz kimisi kahramanlarımızı beğenmez.
17
En umutsuz anlarında birbirlerini fark ederler, bütünleşirler. Ve geminin adını beyaz boyalarla
pruvaya yazıp yola çıkarlar. Geminin adı Bilinmeyen Ada’dır ve kendini aramak amacıyla denize açılır.
60 sayfalık bol resimli çocuk kitabı aslolanın varış değil yol ve yolculuk olduğunu hatırlatarak bitiyor ellerimde. İnsan ulaşmak için değil yolda olmak için yaşamalıdır.
Her an kendine sorması gereken şey aslında ben hedefe yaklaşıyor muyum, varıyor muyum değil yürüyor muyum olmalıdır. Şahsi Nobel ödülümü verebileceğim bir diğer fikir ise anlam arayışında olanlar için olsun, hayata şeylere anlam kılan bizim onu nasıl yaşadığımızdır. Kusur ya da anlamsızlık bunu bulmak isteyen her göz için aşikârdır. Oysa kıymet verenler, inananlar anlamlarını kendileri inşa ederler. En temel anlam insanın kendisini sevmesiyle gelir, neyi neden yaptığını bilmesiyle. Bilmiyorsa; aramasıyla. Keşfetmek için yola çıkmasıyla. Keşfe çıkmak dileğiyle…
Damla Aktaş
18
NEDEN BU YOLDASIN DEDİ? Korkularımız var. Bu
korkular her yeri siyaha
boyamaya çalışıyorlar.
Ve değiştiremeyeceğimiz şeyler…
Değiştiremeyeceğimiz şeylerin
engellerine çarpan biz. Bazen bir
şeylerin altında eziliyor gibiyiz.
Politikanın, aile bağlarının,
ilişkilerin, aşkın, dostlukların ve
cinselliğin… Sokaklar yığınlar
tarafından ele geçirilmiş gibi…
İnsanlarla diğer insanlar,
hayvanlar ve bitkiler arasında
sınırlar var. Sonra soluduğumuz
hava tam bir leş, değişmiyor bu…
Büyüdüğünü sandıkça daha da
beter küçülüyorsun aslında…
Bazen ne yaptığımı bende
bilmiyorum. Bazen herkes gibi
bende kaybolmuş hissediyorum.
Sayfalarca yazsam da tatmin
olmuyorum. Hatta ne kadar
yazarsam açık o kadar çok
büyüyor. Sanki hepimiz mutsuz
ebeveynlerin buhranlı çocukları
olarak doğuyoruz.
Arada bir soruyorsun
kendine bunca çırpınma ne diye
bunca olmaya çalışma ne diye?
tüm çabalar düzene çarpıp şekil
değiştirmiyorlar mı? Değerlerimiz
örneğin bize mi aitler yoksa bize
mi kazandırıldılar? Hatta bazen
uzayın bir köşesindeki bu küçücük
gezegende bu küçücük gezegenin
küçücük bir kısmında ve bu kısım
dışında pek az başka kısmı
görebilen insan türü olarak
diyorsun ki boşver…
Evet, uzun ve sonu olmayan
bir mücadeledeyiz. Bizi zorla
hırsız, uyumsuz ya da deli
yaptıkları çağ. Evet sevgi nedir
bu çağda ondan da emin değiliz.
Neye kimin için ne kadar
dayanmalıyız… Belki de bu
soruların cevaplarını hiçbir zaman
bilemeyeceğiz. Çetrefilli u
yolculuklardan sonra bir
yerlerdeyiz fakat bilgimiz ki
tecrübelerimizin ötesine çok az
değiyor. Yorgunuz, yorgunum
Nereden
vurduğu belli
olmayan çağ
hepimizi
yoruyor.
Evet, sonunda
nereye
varacağımız
da muamma.
Bütün bunları biliyorum.
biliyoruz… koşuşturmaca hiç
durmadan devam edecek. Sonu
yok, gelmiyor gelmeyecek. Hep
yolda olma hali varya o duygu
hiçbir zaman gitmeyecek.
Yazılanlar ve anlatılanlar hep bir
noktayı işaret ediyor hep
bulunması zor olan o noktayı. O
noktaya belki de hiç
varılamayacak. O senin için belki
de sorudan ibaret kalacak. Belki
de o nokta senin için hiçbir zaman
bir cevap olmayacak.
gezegenimiz dağınık kirlenmi
hırpalanmış katledilmiş ve kenara
atılmış. Evet, yorgun hissetmenin
sonu yok, sırtlarımız omuzlarımız
19
hiçbir zaman
Çetrefilli uzun
yolculuklardan sonra bir
yerlerdeyiz fakat bilgimiz kişisel
tecrübelerimizin ötesine çok az
Yorgunuz, yorgunum.
Bütün bunları biliyorum...
ş şturmaca hiç
edecek. Sonu
gelmiyor gelmeyecek. Hep
yolda olma hali varya o duygu
hiçbir zaman gitmeyecek.
Yazılanlar ve anlatılanlar hep bir
aret ediyor hep
bulunması zor olan o noktayı. O
noktaya belki de hiç
varılamayacak. O senin için belki
de sorudan ibaret kalacak. Belki
de o nokta senin için hiçbir zaman
bir cevap olmayacak. Evet,
ğınık kirlenmiş katledilmiş ve kenara
yorgun hissetmenin
sonu yok, sırtlarımız omuzlarımız
her geçen gün daha çok a
Evet, bazen sen ve ben yapmak
zorunda bırakıldığboğuşup durmaktan dolayı
soluksuz kalıyoruz, evet nefesler
gittikçe azalıyor şiirler kayboluyor
dolayı yaşanamaz olunan
coğrafyalarımızda hayvanların
neslini hiç sorunsuz tüketmeye
devam ediyoruz. Evet,
ve bayraklarıyla gurur duyan
insanlardan geçilmiyor ortalık.
Evet, Daha çok paranın b
ifade ettiği günlerde ve daha az
insanlığın değerli oldu
zamanlarda yaşıyoruz
ayak uydurmamız bekleniyor.
Farklı olanı sömürü anlayı
bencilce yaşam hiç durmak
bilmeden devam ediyor.
Psikolojik savaş ve hayatta kalma
çabası her yerde.
bunları biliyorum, bütün bunları
hep birlikte yaşıyoruz.
her geçen gün daha çok ağrıyor.
bazen sen ve ben yapmak
zorunda bırakıldığımız şeylerle
up durmaktan dolayı
soluksuz kalıyoruz, evet nefesler
şiirler kayboluyor
seslilik her
yere
yayılıyor.
Evet,
Egoların
şişkinliğinden
şanamaz olunan
rafyalarımızda hayvanların
neslini hiç sorunsuz tüketmeye
Evet, ülkeleriyle
ve bayraklarıyla gurur duyan
insanlardan geçilmiyor ortalık.
Daha çok paranın bir şey
ği günlerde ve daha az
ın değerli olduğu
şıyoruz ve buna
ayak uydurmamız bekleniyor.
Farklı olanı sömürü anlayışı ve
şam hiç durmak
bilmeden devam ediyor.
ş ve hayatta kalma
çabası her yerde. Evet, bütün
bunları biliyorum, bütün bunları
şıyoruz.
20
Evet, garip olabilir, ama
benim içimde bir umut var, sanki
çok derinlerde bir şey konuşuyor,
çok sessiz ama duyabiliyorum ve
ben onu dinlemek istiyorum. Bu
yüzden çıktım bilgeliğin yoluna.
Tüm korkulara inat. Tüm
kayboluşlara inat o sesi dinlemek
istiyorum… Tüm sorgulamalara
inat ben beni keşfetmek istiyorum.
Aslında biliyor musun ben
kaybolmak istemiyorum. Ben
erdemli olabilmek, saygıyı ve
sevgiyi karşılıksız güveni tatmak
istiyorum. Ben benin neler
yapabileceğini görmek istiyorum.
Pes etmek istemiyorum. Neden
çıktın bu yola deme. Ne politika
ne ekonomi ne toplum ne ülke ne
aile ne cinsiyet benim
seçebileceğim şeyler değiller.
Benim değiştiremeyeceğim
şeylerin engellerine çarpıp pes
etmemi bekleme. Bil ki, her şey
bir algılayış. Hayat hep nereden
baktığına göre değişir. Ben öteye
bakmak istiyorum. söylenip
şikayet etmekten ötesini yapmak
istiyorum… Denemek istiyorum.
Bu bir Yolda olma hali…
Tarifsiz bir aşk... Öğrenmeye dair
ama bu Öğrenmek başka bir
Öğrenmek… Bu Öğrenmek
kendini tanımak demek,
gözlemlemek demek, bir Şeyler
almak vermek demek... bu
Öğrenmek özümsemek, değişmek
demek… Bu öğrenmek bir ideale
ulaşmaya çalışmak demek… Evet,
artık sorunsuz geçmesi zordur
gecelerin biliyorum var oluş derdine düştüğümüzdendir zordur
hayat ama göğüs geriyoruz
patikaya yağan dikenlere… aşkla
sabırla ve inatla… çünkü içimizde
büyük bir aşk var. İdeale ve
hocalarımıza doğru akan…
Tuğçe Kaya
21
Küçücük mumun ışınları nerelere kadar ulaşıyor!
İşte bu kötü dünyada da iyi bir iş böyle parlar.
Shakespeare, 134
VENEDİK TACİRİ
Eserin konusundan bahsedecek olursak, oyun Venedikli Hıristiyan bir tacir olan Antonio’nun beklediği mallar için endişelendiğini göstererek başlıyor. Arkadaşları onu teselli etmeye çalıyorlar:
“Dünyayı fazla önemsiyorsun.
Aldığın şeyin bedelini dertle
ödediyse kaybettin gitti demektir.”
(Shakespeare, 22)
“şu şöhret denen minik balık
için Melankoli yemiyle
avlanmaktan
vazgeç”(Shakespeare,23)
O sırada Antonio’nun çok yakın arkadaşı Bassanio da Belmont’taki âşık olduğu Portia’yı görmek için Antonio’dan para istemeye gelir. Antonio ise çok sevdiği bu arkadaşına, gemileri henüz dönmediği için para veremeyeceğini ancak Venedik’te bu borç parayı onun adına verebilecek birini bulmasını ister.
Bu sırada Bermont’ta Bassanio’nun âşık olduğu Portia’ya pek çok talip
çıkmaktadır. Portia bu durumdan çok sıkılmış durumdadır. Onun da bir yardımcısı Nerissa vardır. Kimin kendisi için daha iyi olacağına karar vermesi için Portia’ya yardımcı olmaya çalışmaktadır. Ancak Portia her talip için bir kusur bulur ve “O şöyle biri, bu da öyle biri…” diye sayar döker. Nerissa bunun üzerine Portia’nın babasının vasiyet ettiği eleme testinin kendisi için hayırlı olan kısmeti ortaya çıkaracağı
konusunda Onu teselli etmeye çalışır.
Bu test şöyle bir testtir: biri bakır, biri gümüş, biri altından olan 3 tane sandıktan doğru sandığ(doğru sandığın altında Portia’nınresmi vardır.), Portia’nın da gönlünü kazanmak şartıyla Portia’yı kazanacaktır. Yok, eğer seçemezse de kimseyle bir daha evlenmeyeceğine dair yemin edecektir.
22
konusunda Onu teselli etmeye
öyle bir testtir: biri bakır, , biri altından olan 3 tane
ğru sandığı seçen ın altında Portia’nın
resmi vardır.), Portia’nın da şartıyla Portia’yı ğer seçemezse
mseyle bir daha dair yemin
Daha önceden Bassanio’yu görmüolan Nerissa bu testi onun geçeceğini umduğunu, aslında onun kendisine en layık olan kiolduğunu söyler. Portia da aslında içten içe Bassanio’yu sevmektedir ve Nerissa’ya katılır bu konuda.
Bassanio ise Venedik’te Portia’nın talipleri arasına karışyetecek kadar para bulmayaçalışmaktadır, Yahudi Shylotanışır. Antonio’nun kefil olmasıyla ondan üçbin duka istemektedir.
Ancak bu sırada öüzere Antonio, Shylock’u hep aşağılamış ve onu farklı dinden olduğu için hor görmüzamanda faiz almasına karçıkmıştır:
“Signior Antoniotefeciliğim yüzünden Rialto’da beni az horlamadınız. Ama ben hep omuz silkip geçtim, ses çıkarmadım; Acı çekmek halkımın kaderinde var çünkü İmansız dediniz bana, insafsız köpek dediniz Ve giysilerime tükürdünüz…”
Daha önceden Bassanio’yu görmüş olan Nerissa bu testi onun
ğunu, aslında onun endisine en layık olan kişi
unu söyler. Portia da aslında içten içe Bassanio’yu sevmektedir ve Nerissa’ya katılır bu konuda.
Bassanio ise Venedik’te Portia’nın talipleri arasına karışabilmek için yetecek kadar para bulmaya
maktadır, Yahudi Shylock ile ır. Antonio’nun kefil olmasıyla
ondan üçbin duka istemektedir. Ancak bu sırada öğrendiğimiz üzere Antonio, Shylock’u hep
ş ve onu farklı dinden u için hor görmüş ve aynı
zamanda faiz almasına karşı
“Signior Antonio, paralarım ve im yüzünden Rialto’da
beni az horlamadınız. Ama ben silkip geçtim, ses
çıkarmadım; Acı çekmek halkımın kaderinde var çünkü mansız dediniz bana, insafsız
dediniz Ve Yahudi giysilerime tükürdünüz…”
23
Buna karşılık Shylock intikam almak ister. Faizsiz bir şekilde borç vermeyi kabul eder ama gününde parasını ödemezse Antonio’nun etinden(vücudundan) yarım kilo parça alacaktır. Bu konuda sözleşme imzalanır. Antonio da gemilerinden gelecek paraya güvenerek söz verir.
Bu esnada Shylock’un uşağı Launcelot efendisinin ona çok hor davranmasından şikâyetçi, Bassanio’nun hizmetine girmek için evden kaçar. Bassanio da zengin bir yahudinin elinden çıkıp kendisi gibi birinin hizmetine girmek istemesine şaşmaktadır.
Aynı zamanda Shylock’un kızı Jessica da, Bassanio’nun arkadaşı Lorenzo ile evden kaçmaya karar verir ve babasının bütün parasını alıp kaçar. Shylock’un elinde ne uşağı, ne kızı, ne de parası kalmıştır.
Bu sırada Bassanio’nun arkadaşı Gratiano, onunla beraber Belmont’a gelmek ister, nedenini de sormasını istemez. Belmont’ta Portia’nın kısmetleri bir bir sıraya girmiştir. Öncelikle Altın sandığı seçecek olan Fas prensi sunar kendini Portia’ya. Altın sandık üstünde şu sözler yazılıdır:
“beni seçen çok kişinin istediğini kazanacak.”
Ancak Portia’nın resmi bu sandık içinde değildir. Sırada Arragon prensi bulunmaktadır, o ise
üstünde şu sözler yazılı olan gümüş sandığı seçer: “beni seçen neye layıksa onu elde eder.” Ancak Portia’nın resmi bu sandıkta da değildir.
En sonunda Bassanio gelir ve doğru sandık olan bakır sandığı seçer:
“seçimini yaparken görünüşe
kanmıyorsun. Bahtın her zaman
açık, seçimin hep doğru olsun
Talih kuşu başına konduğuna
göre, Aramayı bırak artık razı ol
kaderine. Yaptığın seçim hoşuna
gittiyse Kısmetin seni mutlu ettiyse
Eşin nerdeyse git yanına şimdi Ve
onu öperek göster
sevdiğini”(Shakespeare, 85)
Portia neşeyle bu aşkı kabul eder. Gratiano da Nerissa’ya âşıktır ve aşkını o an itiraf eder, Nerissa da bu durumu neşeyle kabul eder.
Kendi kısmetlerine kavuşmuş olan iki taraf için de artık tek sorun Antonio’yu derdinden kurtarmak olacaktır. Çünkü malları zamanında gelmeyen Antonio, borcunu da Shylock’a zamanında ödeyemez. Bu durum karşısında Shylock sözleşmede imzaladıkları şekilde Antonio’nun vücudundan bir parça istemektedir.
Dava için Bassanio ve Gratiano yola koyulurlar. Bu sırada Portia ve Nerissa da bir plan yapıp Antonio’yu ve kocalarını bu dertten kurtarmak isterler.
24
Bu nedenle kılık değiştirirler. Nerissa, avukat kâtibi kılığına, Portia ise Hukuk doktoru kılığına girerek davaya katılırlar.
Bu sırada Portia kıvrak ve akıllı davranarak davayı Antonio’nun lehine çevirir. Bunu nasıl mı başarır? Bir bakalım:
Shylock, sadece “yasa”yı uygulayın demektedir ve başka hiçbir şey dinlememektedir. Ona verilecek olan hiçbir parayı kabul etmez; borç gecikmiştir ve aynen anlaştıkları gibi Antonio’nun etinden bir parça istemektedir.
Buna karşın Hukuk doktoru kılığındaki Portia, madem yalnızca yasa ne diyorsa onu istiyor, o halde anlaşmalarına uygun olarak Antonio’nun etinden tam yarım kilo almasını ama kan dökmemesini ister, çünkü anlaşmada kan ve et dememektedir, sadece et denmektedir. Etinden fazla ya da az alırsa da anlaşma uygulanmış olmayacaktır, o halde bir hamlede hiç kan dökmeden tam tamına yarım kilo eti Antonio’nun vücudundan alması için Shylock’a bıçak uzatılır.
Tabi ki bu durum karşısında Shylock ne yapacağını şaşırır, paramı alıp gideyim der; ancak bu et yerine para alması da anlaşmada yoktur, o halde onu da geri alamaz. Üstüne üstlük birinin canına kıymayı niyet ettiği için de
yasa ayrıca bir ceza daha ona yüklemek zorundadır ki bu ceza sonunda Shylock’un tüm mirasının öldükten sonra Lorenzo’ya bırakması ve Hıristiyan olması kararı çıkar.
Shylock’un yıkılışı ve Antonio’nun mutluluğuyla devam eden bu oyunda sıra kılık değiştirmiş Portia ve Nerissa’nın oyununa gelir, kocalarına bir oyun oynayarak kâtip ve doktor kılığındayken yaptıkları iyilik karşılığında Bassanio’nun ve Gratiano’nun yüzüğünü( eşlerinin verdikleri yüzüğü) isterler. Vefa borcu hissederek bağlılık yüzüklerini veren Bassanio ve Gratiano’ya Portia ve Nerissa yapmacıktan çok kızarlar. Kocalarının gerçekten pişman olduklarını anlayınca da durumu açıklarlar ve gerçek ortaya çıkınca Bassanio ve Gratiano kesinlikle bir daha bu yüzükleri kimselere vermeyeceklerine söz verirler. Oyun sona erer.
ANALİZ
“eğer iyi olanı bilmek yapmak
kadar kolay olsaydı, Köy kilisesi
katedrale, yoksulun kulübesi de
kral sarayına dönerdi”
Shakespeare, 27
Bu eser pek çok açıdan incelenebilir ve her bir açıdan çok değerlidir. Sadece diline bakarak, edebi güzelliğine hayran kalabiliriz. Bu esere bakıp 16. Yy.
25
İngilteresi’ndeki çarpıklıkları değerlendirebiliriz (din, cinsiyet ve sosyal sınıf ayrımları gibi), ya da bu esere bakıp, eserdeki ahlaki bakış açısını algılamaya çalışabiliriz: Shakespeare “Venedik Taciri” adlı eserinde okuyucuya ya da izleyiciye ne anlatmak istemiştir? “Komedi” olarak değerlendirilen bu oyun gerçekte sadece güldürücü niteliği olan bir komedi midir? Öyleyse, bu eseri bugünlere taşıyan ve onu klasikleştiren, üniversitelerde edebiyat sınıflarında okutturan ve bugünün tiyatrosunda hala sahnelenen bu evrensel eseri bu derece önemli kılan nedir? Şüphesiz, Shakespeare bu eseri ile insanları görünüşüne göre yargılayan bir dünyaya eleştirel bir ayna tutuyor ve bunu usta dili ve mizah duygusu ile başarıyor.
Yahudi olduğu için, tefecilik yaptığı için, faiz istediği ve gaddar bir efendi ve paragöz biri olduğu için “hak ettiğini bulmuş” gibi görünen Shylock da aslında her kimliğinin ötesinde bir insan değil midir? 16.yy İngilteresi’nin din ayrımına karşın şöyle konuşuyor Shylock, Shakespeare’in kaleminden:
“Beni aşağıladı, yarım milyondan
etti, zararlarıma güldü,
kazancımla alay etti, halkımı hor
gördü, işlerimi köstekledi,
dostlarımı soğuttu, düşmanlarımı
kızıştırdı-neden yaptı bunları
peki? Ben Yahudiyim de ondan.
Yahudi’nin gözü yok mu?
Yahudi’nin elleri yok mu;
organları, boy posu, duyuları,
heyecanları yok mu? Aynı
yiyecekle beslenmiyor mu, aynı
silahla yaralanmıyor mu, aynı
hastalıklara yakalanmıyor mu,
aynı yollarla iyileşmiyor mu, aynı
kışın ve yazın üşüyüp ısınmıyor
mu? Farkı ne Hıristiyan
insandan? Etimizi kesince bizim
de kanımız akmaz mı?
Gıdıklanınca gülmez miyiz?
Zehirlenirsek ölmez miyiz? …”
(Shakespeare, 77)
Her türlü dini kimliğin ötesinde insan insan değil midir, o halde herkes aynı candan değil midir? Bu kadar karamsar bir portre içerisinde canlandırılan Shylock karakterine Antonio ya da diğer “Hıristiyan” karakterlerden daha kötü bir karakter diyebilir miyiz? Aslında bunu ortaya koymak çok da mümkün değildir. Antonio’nun etinden bir parça almayı hiçbir parayla değişmeyecek olan Shylock sonuçta sürekli farklı bir dinden olan kesim tarafından zulüm görmüş zavallı bir insan değil midir? Bu durumda paragöz, acımasız Shylock bir anda gözümüz önünde merhamet uyandıran bir karakter haline gelmemekte midir? Onun sonu, oyunu Komedi olmaktan çıkarıp bir Tragedya’ya dönüştürmemekte midir? 16.yy’ın Venedik’i, koyduğu yasalar gereği
26
Yahudilere ticaretten başka hiçbir meslek hakkı tanımıyordu ve sonra da bu tefeciliği aşağılayıp ahlaksız buluyordu: bu zamanın koşullarını da gözler önüne aldığımızda aslında Shakespeare insanların dinin peçesi altından bakan gözlerini bir an için bile olsa başka yöne çevirmiyor mu? Her ayrımın ötesinde herkesin aynı etten ve candan olduğunu kavratmayı ve o ana kadar nefret duymayı öğrenmiş duygulara bir parça da olsa merhamet yerleştirmeyi başarmıyor mu? O halde bu dış görünüşler perdesini kaldırmak ve öyle bakmak değil midir?
Buna karşın 16.yy’da “merhamet ve sevgi”nin temsilcisi tek din olarak “görülen” Hıristiyanlığa daha objektif bir bakış da sunuyor oyununda.
Portia eşlerini seçerken okuyucuyu en rahatsız eden tutumu doğru sandığı seçemeyenin aslında bir daha kimseyle de bir evlik yaşayamayacak oluşudur. Ve buna karşın Portia’nın da herkeste bir kusur buluşu… Yani “hem onun istemediği hem de zaten onun olamayacak olan kimsenin de olmamalı”. O halde burada adalet ve merhamet bulmak zaten yeterince zor değil midir? Acımasızlığın gözümüze ilk bakışta çarpabilmesi için Shylock gibi bir karaktere ihtiyacımız
yoktur: Portia da yeterince acımasızdır. Üstelik kendisi merhametten ve sevgiden sürekli bahsedip, bunun iyi bir hıristiyanda bulunması gereken vasıflar olduğunu vurgulamasına rağmen:
“Dünyasal gücün Tanrısal güce en yakın hali, Adaletle merhametin uzlaşmasıyla ortaya çıkar” diyen Portia sonunda Shylock’a yapabileceği en merhametsiz cezayı vermiyor mu? Shylock’un yasayı kelimesi kelimesine uygulamak istemesi merhametsizce oluyor da Portia’nın bu konuda daha da ileri gidip Shylock’un din değiştirmesine zorlaması ne kadar merhametlice oluyor?
“Ona gösterecek merhametin var mı Antonio?” (Shakespeare, 123) sözüne karşın Antonio’nun malının yarısı benim olmasın madem ama buna karşın Hıristiyan olsun gibi bir yaklaşım göstermesi aslında çok daha acımasızcadır. Kişinin parasını
27
almak, dinini almaktan daha mı merhametlice bir cezadır? Bunu bu şekilde değerlendiren kişi, aslında parayı daha fazla önemsediğini göstermiş oluyor (www.sparknotes.com). Ki bu da dönemin kendi ahlaki değerlerini sorgulatan bir yaklaşım oluyor. Hiçbir kimse göründüğü gibi değildir, gerçek görünen maskenin çok daha ötesindedir. Yani başka bir deyişle önemli olan ruhun güzelliğidir. Bununla ilgili çok güzel bir sembol oluyor Portia’nın takiplerini elemek için kullanılan o üç sandık: bakır, gümüş ve altın…
Altını seçen kaybediyor ve içinden şöyle bir yazı çıkıyor:
“Her parıldayanı altın sanma;
Kim söylese de bunu sakın
inanma. Az değil dış görünüşüme
kanan Ve aldanıp sonunda
canından olan. Yaldızlı mezar
görünce gözün kamaşır; Bilmezsin
ki içinde kurtlar kaynaşır. Aklın
da olsaydı eğer yüreğin
olduğunca Kafaca yaşlı olsaydın,
bedence genç olsan da. Dürülmüş bulmazdın bu cevabı karşında.
Umudun soğudu artık Hadi sana
elveda.” (Shakespeare, 65)
Bakır sandık içinse şöyle diyor yazı:
“Dışı gümüş kaplı soytarı boldur
dışarıda, anlaşılan bir tanesi de
işte şimdi burada” . (Shakespeare,
71)
Asıl sandık olan bakır sandıkta ise daha önce de bahsettiğimiz gibi: “seçimini yaparken görünüşe kanmıyorsun” diye yazıyordu. Yani tüm bu sandıklar yine görünüşlerin aldatıcılığıyla ilişkili birer semboldürler. Bu oyun bile komedi gibi görünen bir trajedidir zaten! Merhametli gibi görünen Hıristiyanlar en acımasız şekilde Shylock’a çektiriyorlar, En acımasız görünen Shylock’un acımasızlığı bile Antonio’nunkinin yanında daha “haklı” kalıyor.
Oyundaki kılık değiştirme de “görünüşlere aldanmamak” gerektiği ile ilişkili Shakespeare’in kullandığı başka bir motiftir. O zamanın bayanlarını düşünürsek, sessiz, sakin ve çok da söz hakkı yok gibi görünen bayanlara karşın aslında kıvrak zekâlı, ince fikirli, cesur, konuşkan, atılgan bayanlar görüyoruz bu oyunda ve tüm bunlar tek bir kılık değiştirme sayesinde oluyor: erkek kılığına girmek. O halde Shakespeare bizi bu oyunla sadece dinlerin ötesinde bir gerçeğe değil, cinsiyetlerin ötesinde de olan bir gerçeğe taşıyor. Zamanının kadına bakış açısını bir anda farklı yöne çekecek bir portre çiziyor: cinsiyetlerin de ötesinde insan aynı insan. Seven bir erkek de kadın da olsa “sadık”tır ve seven hangi yürek olursa olsun ”cesurdur”. Evde oturup eşlerinin
28
mahkemeden dönmesini izleyen bir bayan portresi görmüyoruz, aksine aşkları için “adaleti” arayan cesur bayan tipleri görüyoruz, Portia, Nerissa ve Jessica’da.
Erkeklerin kadınlarla karıştığı, dinlerin şaşırtıcı yanlarıyla gözler önüne serildiği ve para hırsının, açgözlülüğün, intikamın işlendiği bu eser, komedi gibi görünen bir tragedya sayılabilir. Kadın ya da erkek, Yahudi ya da Hıristiyan, tüccar ya da tefeci olmanın, kısacası tüm görüntülerin ötesinde insan insandır, tutkuları, kusurları ve aynı anda erdemleriyle de… İntikam bakıyoruz, hangi dinden olursa olsun her karakterde bu hırs var: Antonio’nun Shylock’u aşağılamalarında ve sonunda onu düşürdüğü durumda; Shylock içinse Antonio’nun etinden bir parçayı hınçla istemesinde gizli.
“İçinde müzik olmayan Ya da tatlı
seslerin uyumundan
duygulanmayan insandan Her
türlü hainlik, dolap düzen,
gaddarlık beklenir” (Shakespeare,
133)
Sonuçta insan tüm kusurlarıyla insandır ve bu kusurlar din, cinsiyet, ırk ayırmıyor:
“dışarıdan bakıldığında iyi yanı
bulunmayacak kötülük yoktur
yeryüzünde.” (83)
Buna karşın, sadece erkeğe yakıştırdığımız “cesaret”, sevince her bayan yüreğinin
derinliklerinde var: Jessica’nın evden kaçışında, Nerissa’nın kılık değiştirmesinde, Portia’nın kıvrak zekâsıyla Antonio’yu kurtaran kişi olmasında gizli.
Ama gerçek sevgi ve merhamet tüm bu kılıkların ötesinde gizli: Nerissa’nın Portia’ya sadakatinde, Bassanio’nun Antonio için canını vermeye hazır oluşunda, Bassanio’nun görünüşlere aldanmayıp bakır sandığı seçişinde…
Shakespeare bu eseriyle de yüzyıllar sonra bile okuyucunun yüreğini titretiyor.
“Merhamet zorla olmaz Gökten
süzülen yağmur gibidir İki yönden
kutsaldır: Hem vereni kutsal kılar
hem alanı. En ulu kişilerde en
güçlü olur, Tahtında oturan
hükümdara Tacından daha çok
yaraşır.”
Shakespeare, 113
Elif Öztürk
Kaynaklar :
Shakespeare, William. Venedik Taciri. Remzi Kitabevi: İstanbul, 2008
www.sparknotes.com
Işıl Baş ‘ın “Shakespeare” dersi notları
29
Eleni Karaindrou Müzikleri Üzerine Duygusal Bir Deneme
Bazen insanın yüreğinin en diplerine kadar hükmeden, tınılarıyla içte bir şeyleri ele geçiren müzikleri yapan insanlar vardır. Bu insanların müziğiyle tanıştığınızda her şey bambaşkalaşır. Onların müziği yüreğinize dokunmaya başlar, vücudunuzda yürür her bir nota. İşte böyle güzel bir tattır Eleni dinlemek. Müzikleri önce parçalar her şeyi, sonra da parçalayarak öğretir. Biri benim duygularımı nasıl bu kadar güzel yerden yakalayabilir diye sorarsın kendine. Cevap, Eleni’nin müziğindedir. Eleni Karaindrou Yunanlı bir bestecidir. Çağımızın en iyilerinden… Eleni Karaindrou en
çok Theodoros Angelopoulos filmleriyle tanınır. Ben de ken-disiye bu yolla tanıştım. O hayranlık duyulacak en sevdiğim yönetmenlerden biri sayesinde… Onun o müthiş filmlere vurucu etkiyi veren kişi Eleni’dir ve Angelopoulos müzikleri öyle sahnelerde işleyişe dahil eder ki, birden tüm algıyalış, hüzün sizi bulur. Filmlerin o ağır beyine ve yüreğe oturan sahneleri müzikle beraber ruha kazınır. Filmlerdeki müzikleri çoğunlukla hüzün, yitip gitmişlik ve acı koksa da film ve müzik bir araya geldiğinde insanın en karşı konulamaz yitişinin farkındalığına bir kapı aralar. Ağır aksak ve uzun ilerleyen keman girişleri vardır örneğin Eleni’nin… Vurucudur… Koşturmaz Eleni müzikleri… Duyguyu sana yavaşça
özümseterek verir. Eleni müzikleri bireysel dinlendiklerinde baverirler. Filmin kurgusu içinde başka… Angelopoulos’unsorgulamaları sanki müziişlemiştir. Çağımızın yaşayan en önemli müzisyenlerinden biridir. Büyük bir şans gerçekten… Filmler kültürel, politik, mitolojik izler bırakırken, filmin o uzun saatler arasında barındırdğı Eleni’nin müziği acı kokar amüzikleri böyle değidir. Çok çeşitlidir Eleni. Bitmeyecek bir su kaynağı gibi.
30
özümseterek verir. Eleni müzikleri bireysel dinlendiklerinde başka tat verirler. Filmin kurgusu içinde
ka… Angelopoulos’un ağır sorgulamaları sanki müziğe de
şayan en önemli syenlerinden biridir. Büyük
ans gerçekten… Filmler kültürel, politik, mitolojik izler bırakırken, filmin o uzun saatler
ğı Eleni’nin i acı kokar ama tüm
müzikleri böyle değidir. Çok meyecek bir su
By the Sea, Eternity a Day
Umut ışılayan, içeride bir baştan yaratan tınılar.
Waltz By the River, The Weeping
Meadow… Ulyses Gaze, Elegy of the Uprooting…. getirilebileceklerden…
O müziklerdeki kaybetme hisAyna duygusu… Tecrübelerle yüzleşmek… Coğrafi yakınlık… İyi müzik, iyi bir klasik, iyi bir piano tınısı “onarıcıdır”. Eleni de tüm bunların içinde kaybolunup tekrar kegüzelliğini barındırıyor içinde.
By the Sea, Eternity a Day …
ılayan, içeride bir şeyleri tan yaratan tınılar.
Waltz By the River, The Weeping
Meadow… Ulyses Gaze, Elegy of En çok dile
bileceklerden…
O müziklerdeki kaybetme hissi. Ayna duygusu… Tecrübelerle
ğrafi yakınlık… yi müzik, iyi bir klasik, iyi bir pia-
no tınısı “onarıcıdır”.
Eleni de tüm bunların içinde kaybolunup tekrar keşfetmenin
ini barındırıyor içinde.
Tuğçe Kaya
31
GEA KÖŞESİ
GEA Levent şubesi olarak ilk saha çalışmamızı ve ilk büyük tatbikatımızı tamamladık. Çok da güzel tecrübelerle geri döndük. Çalışmanın akabinde
bir araya gelip kendimizi ve kampı hocamızla beraber değerlendirme imkanı bulduk. Hem kendimizi tanımak, hem de birlikte olmayı öğrenmek
adına çok güzel bir tecrübeydi. Hocamız Ali Onur Günçel’e tüm motivasyonu ve çabası için tekrar tekrar teşekkürler ediyoruz.
32
Başka bir Tatil Mümkün
Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği tarafından yürütülen “Ekolojik Çiftliklerde Tarım Turizmi ve Gönüllü Bilgi, Tecrübe Takası” projesi, kısa adıyla TaTuTa, Türkiye’de ekolojik tarımla geçinen çiftçi ailelerine mali, gönüllü iş gücü ve/veya bilgi desteği sağlayarak ekolojik tarımı teşvik etmeyi ve sürdürülebilirliğini sağlamayı amaçlıyor. Gönüllü, iş gücü, bilgi ve/veya tecrübe desteği sağlayarak çiftlikte gönüllü olarak çalışan kişidir. Çalışma karşılığında gönüllünün konaklama ve yemek ihtiyaçları çiftlik tarafından karşılanır. Konuk ise konaklama ve aldığı hizmetlerle ilgili mali desteğini aracısız olarak çiftliğe veren kişidir. Çiftlikte çalışma zorunluluğu yoktur. 2003’de yirmi beş çiftlikte başlayan proje, bugün 94’ten fazla çiftlikle devam ediyor.
Ben de bu yaz Fethiye’nin Yanıklar Köyü’ndeki Pastoral Vadi Ekolojik Yaşam Çiftliği’nde iki hafta gönüllü olarak bulundum. İki hafta boyunca tarla ve mutfak olmak üzere iki ayrı bölümde çalışma imkanım oldu. Her gün üçer saatlik iki vardiya şeklinde
çalıştık. Tarlada 06.00-09.00 ve 17.00-20.00 olmak üzere iki vardiya, mutfakta ise 07.00dan 22.00a kadar üçer saatlik beş vardiya var. Kişiler, diğer gönüllülerle anlaşarak istediği şekilde vardiyalarını ayarlayabiliyorlar. Haftada bir gün ise izin kullanılıyor.
Çiftlik, kırk iki dönümlük bir arazide Kargı Çayı’nın yanında yer alıyor. Çiftlikte konukların kullanımına ayrılmış taş, kerpiç ve ahşap evler bulunuyor. İsteyenler çadırda da kalabiliyor. Yetiştirilen
33
Valencia tipi portakal ağaçları, çiftliğe ayrı bir güzellik katıyor. Aynı şekilde, kendi şaraplarını ürettikleri üzüm korusundan yürümek de ayrı bir keyif. Bunun dışında hayvansal ürün ve gübre ihtiyacını karşılamak için tavuk, ördek ve ağılda koyun ve keçiler var. Rüzgar isimli at, tarlayı sürmek için kullanılıyor. Organik tarım yöntemleri kullanılarak domates, biber, patlıcan, enginar, marul, soğan, fasulye gibi sebzeler ve meyveler yetiştiriliyor. Ancak çiftlik kapasitesinden daha fazla konuk kabul ettiği için ihtiyacı karşılayamıyor ve civar köylerden bazı ürünleri satın alıyor.
Benim beklentim, kendi kendine yetebilen bir çiftlikti. Bu anlamda hayal kırıklığına uğsöylemeliyim.
İlk günlerimde çoğorakla ot biçip bu otları hayvanlara verdik. Mutfaktan çıkan organik atıklar ise tavuk ve ördeklere veriliyor. Bunu zararlı otlardan tarlayı arındırmak takip etti. Sevimli oğlakları aBenim için en zoru, saban koşulmuş atla tarlayı sürmeyi denemek oldu. Ne yazık ki pek başarılı olamadım. Kürek ve çapa kullanarak arıklar açtık ve tarlayı ekim için hazırladık. Daha sonra açtığımız arıklara patlıcan fidelerini diktik. Domates ve biber tohumlarını gübre karıştırılmış toprak döktüğümüz viyollere ektik. Bu viyoller serada tutuluyor ve fide haline geldiklerinde tarlaya dikmek için hazır oluyorlar. Patlıcanların sarı yapraklarını temizledik çünkü bu hastalık demek, bitkiye zarar veriyor. Çiftlikte gündüçalışanlar civar köylerde oturuyorlar ve hanımlar mutfak ve temizlikte çalışırken erkekler tamirat ve tarla işleri yapıyorlar. Gönüllülere ne yapacaklarını
34
Benim beklentim, kendi kendine yetebilen bir çiftlikti. Bu anlamda
a uğradığımı
lk günlerimde çoğunlukla orakla ot biçip bu otları hayvanlara verdik. Mutfaktan çıkan organik atıklar ise tavuk ve ördeklere veriliyor. Bunu zararlı otlardan tarlayı arındırmak takip
ğlakları aşıladık. in en zoru, saban
atla tarlayı sürmeyi denemek oldu. Ne yazık ki pek
arılı olamadım. Kürek ve çapa kullanarak arıklar açtık ve tarlayı
serada tutuluyor ve fide haline geldiklerinde tarlaya dikmek için hazır oluyorlar. Patlıcanların sarı yapraklarını temizledik çünkü bu hastalık demek, bitkiye zarar veriyor. Çiftlikte gündüz
anlar civar köylerde oturuyorlar ve hanımlar mutfak ve
şırken erkekler şleri yapıyorlar.
Gönüllülere ne yapacaklarını
anlatanlar da bu kişaynı zamanda stajyerleri ediyor. Ben oradayken dört organik tarım öğrencisi ve birturizm öğrencisi staj yapmaktaydı.
Çiftlikte günler sakin ama bir o kadar güzel geçiyor. Çalışmadığınız zaman kitabınızı alıp bir köşeye çekilebilir, hamakta şekerleme yapabilir, havuzda yüzebilir ya da oradaki köylüler ve gönüllülerle sohbet edip birbirinizden bir çok öğrenebilirsiniz. Gönüllüler arasında çiftlikte gönüllü
çalışmayı yabiçimi halgetirmişvardı. YediTürkiye’de ve yurt
bizlerle paylagünlerimde ve vardiyam olmadızamanlarda Ölüdeniz, Kelebekler Vadisi, Saklıkent, Patara, Kayaköy ve civar koyları görme şansım oldu.
anlatanlar da bu kişiler. Çiftlik, aynı zamanda stajyerleri de kabul ediyor. Ben oradayken dört
ganik tarım öğrencisi ve bir rencisi staj yapmaktaydı.
Çiftlikte günler sakin ama bir o kadar güzel geçiyor.
ğınız zaman kitabınızı şeye çekilebilir,
şekerleme yapabilir, havuzda yüzebilir ya da oradaki
nüllülerle sohbet edip birbirinizden bir çok şey
renebilirsiniz. Gönüllüler arasında çiftlikte gönüllü
çalışmayı yaşam biçimi haline getirmiş bir abimiz vardı. Yedi sene Türkiye’de ve yurt
dışındaki çiftliklerde çalışırken
biriktirdiği deneyimleri
le paylaştı. İzin günlerimde ve vardiyam olmadığı zamanlarda Ölüdeniz, Kelebekler Vadisi, Saklıkent, Patara, Kayaköy ve civar koyları görme
Gizem İyigün
UÇURUMLARDA DÜ Bazen, hayatı kucaklamak istersin.
Ve altında yatılmamış tek bir yıldız kalmasın istersin.
Gökyüzünü yorgan,
Toprağı döşek yaparsın da yine de sı
Bir yağmur yağsa da içimden
Doğaya ve onun cömertliğOna uygun yaşayıp, ondan ö
Can, durmak istemez bedende ve co
Güçlü idealler için, güçlü olma yolunda rehberimizdir do
Ve bizler, şükranlarımızı sunarız do
Sen!
Saatlerce aralıksız şekilde enkazda arama yapan Yüksektepeli karde
Aradığın şey, aslında kendindir!
En çok da, kendi içinde bulacaksın aradı
Lazım olan coşku, tam da kalbindedir!
Leonidas şahidimiz olsun ki, biz
‘ Hayatın en ulu orta yerinde kanunlara itaat eden Yüksektepeliler vardır’
35
UÇURUMLARDA DÜŞ KURMAK
kucaklamak istersin.
ş tek bir yıldız kalmasın istersin.
ek yaparsın da yine de sığmaz yüreğin bulutlara…
sa da içimden şehirler akıp gitse dersin…
aya ve onun cömertliğine karşı hayranlık duymamak zordur.
ayıp, ondan öğrenmekse ehil ruhların işidir.
Can, durmak istemez bedende ve coşkuyla açılır yüreğin yelkenleri…
Güçlü idealler için, güçlü olma yolunda rehberimizdir doğa…
ükranlarımızı sunarız doğa anaya…
şekilde enkazda arama yapan Yüksektepeli karde
ey, aslında kendindir!
En çok da, kendi içinde bulacaksın aradığını…
ku, tam da kalbindedir!
ahidimiz olsun ki, biz şunu söyleriz;
yerinde kanunlara itaat eden Yüksektepeliler vardır’
Ali Onur Günçel
Ş KURMAK
lara…
duymamak zordur.
ğin yelkenleri…
ğa…
ekilde enkazda arama yapan Yüksektepeli kardeşim,
yerinde kanunlara itaat eden Yüksektepeliler vardır’
Ali Onur Günçel
36
ŞİİRLE SOHBET
Aynı Yağmur
Yağmur yağıyordu, Islanıyorduk hep birlikte. Aynı yağmurdu ıslatan, Hepimiz ıslanıveriyorduk. Hepimiz ıslaktık. Aynı ay gökyüzündeydi. Aynı soğuk, aynı karanlık, aynı hava… Yağmur yağıyordu işte, ıslanıveriyorduk Farklı hatıralar, Benzer öyküler vardı kafamızda. Üşüyorduk hep birlikte. Yağmur yağıyordu, Bizler açtık o yağmurun altında. Doymamıştık, doyamamıştık bir türlü. Doymamıştık ve hep birlikte yağmurdan kaçmaya çalışıyorduk. Hâlbuki yine de ıslanıyorduk. Evet, her birimiz aç insanlardık yağmurun altında Sahte yüzlerle bakıyorduk birbirimize Farklı hatıralar ve benzer öykülerle Birbirimizi ertelemeye ve sormamaya devam ediyorduk.
Tuğçe Kaya
37
Tarih ve Felsefe Araştırmaları Yazı Dizisi
Abstract on Joseph Strayer, On the Medieval Origins of the Modern State
Joseph Strayer is questioning the relationship of the individual to the state in his book. How much do we need to “state” formed by the individual? When we eliminate the states or gov-ernments can individual find a living place? Today it may be preferable to live without family, religion and traditions and somehow society also can accept
that but eventually this individual will need a state. How can in-dividual live without rights, salvation or security in this age? Well, his answer is no. He/she can’t. Strayer is questioning that has been like that in all history ? His answer is again no. When people didn’t care there is a state or not; without any citizenship, family or leader, without belonging to any community or religious mechanisms people could live or survive as a slave or servant. Strayer thinks that this community ‘s value was much more than ours. Because life was consisted of family, leader, community or religion not by governments but on the other hand this community life wasn’t strong as much as what we have now. According to Strayer if we can’t escape from the governments it’s very important to understand some points about it. This understanding will also help to give the meaning to history studies and for that; it’s very
38
important to see different types of states and origins of the goverment forms. Studies about origins of modern Europe can make clearness for what are our problems now and can also show why some states (or formations) are different than the others. With all these thoughts Strayer asks that what is the definition of the state and I also think that it is a perfect question. According to Strayer, it is really important question but at the same time we do not have a satisfying answer for that and I agree with him. He says that that’s why we should focus on some of the signs. They can show us the existence of states and maybe can help us. According to him, obvious sign is; large of people can come together in a particular area, creat new generations and develop the patterns of or-ganizitions. For instance, Ancient Greek city states. So is this the origin of the modern
states?
Strayer says; neither Ancient Greek city states nor the coalitions for Pers’ attacks can be origin of the modern states. Because even if coalitions or olympic games couldn’t make separate governments from the city states. According to Strayer best sign and
most important one is; foun-dations institutions. Ongoing institutions for many years can have a name as a “state”. Because in the past people saw that these institutions have nothing to do with personal things but they do make organizing for community (also population was getting increase) and it had been continued for many years and then individuals started to get used to that idea. Strayer says we can say origins of the moderns states started to establish in 1100-1600 time period. For example Strayer thinks that feudalism which is appeared in middle ages was so complicated. Feudalism was considering on public matters and
39
it had a law system for that. İt was grazed from personal mat-ters.People were dying but Feudalism continued and church was the one that has responsibilities of the system con-trol. Church was responsible for justice. Community had allegiance to church and this created “allegiance of state”. Strayer says that feudalism was destroyed by Frankish Empire but it has not been destroyed by social-political changes wrought by that Empire. According to Strayer, politics in 1300 was the best but after 1300s, two centuries were really hard. Europe gave an exam with population, technology and marketing and end of the 15th century political atmosphere has changed. After 1450s we can
clearly see the improvement.Of course at the same time we should consider about monarchies and hundred years’ war.Also Strayer thinks that secretary of state was one of the most important thing for the middle age. İn his opinion Western Europe developed in 1700s. Even if in that date we can’t talk about democratic systems but it doesn’t mean that systems were despotic ,we can’t say that either.Strayer thinks that England is a bad example for origin of state. Because England belonged to France but on the other hand in this case we can say “state became a necessary thing” in this time period.
Tuğçe Kaya
40
Tuğçe Kaya