40
3 aylık Felsefi-kültürel-hüma 1 Sayı 2, anistik dergi Karınc Cesar Ka Neden bu yold G Şi Tarih Araştırmaları Sonbahar 2015 Gönüllük ca Hikayesi ret Üzerine abul Etmek Yolculuk dasın dedi? Gea Köşesi iirle Sohbet h ve Felsefe Yazı Dizisi

Patika Sayı 2

  • Upload
    patika

  • View
    253

  • Download
    2

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Aktiffelsefe Yeni Yüksektepe Kültür Derneği Levent Şubesi 3 aylık Felsefi-kültürel-hümanistik dergi

Citation preview

Page 1: Patika Sayı 2

3 aylık Felsefi-kültürel-hümanistik dergi

1

Sayı 2, Sonbahar 2015

hümanistik dergi

Karınca Hikayesi

Cesaret Üzerine

Kabul Etmek

Neden bu yoldasın dedi?

Gea Köşesi

Şiirle Sohbet

Tarih ve Felsefe

Araştırmaları Yazı Dizisi

ayı 2, Sonbahar 2015

Gönüllük

Karınca Hikayesi

Cesaret Üzerine

Kabul Etmek

Yolculuk

Neden bu yoldasın dedi?

Gea Köşesi

Şiirle Sohbet

Tarih ve Felsefe

Araştırmaları Yazı Dizisi

Page 2: Patika Sayı 2

2

YENİ YÜKSEKTEPE KÜLTÜR DERNEĞİ

LEVENT ŞUBESİ

Patika, Felsefi-Kültürel ve Hümanistik E-Dergi

Sayı:2, Yıl:1

Eylül-Ekim-Kasım 2015, 3 ayda bir çıkar.

Sahibi: Yeni Yüksek Kültür Derneği Levent Şubesi adına Fatih AYHAN

Genel Yayın Yönetmeni: Tuğçe KAYA

Editörler: Eray ÖZTÜRK

Tasarım Editörü : Filip KISIĆ

İletişim: Nispetiye Cad. Kerem 1 Apt. No:32 D:11 K:4 1.Levet

www.aktiffelsefe.org

Tel: 0 212 268 04 08

Kapak Fotoğrafı: Elham Hajinorouzi (@elhamhn/instagram)

National Park Plitvice Lakes, Croatia

Page 3: Patika Sayı 2

İÇİNDEKİLER

ÖNSÖZ 4

GÖNÜLLÜLÜK 6

KARINCA HİKAYESİ 8

CESARET ÜZERİNE 10

KABUL ETMEK 12

YOLCULUK 14

NEDEN BU YOLDASIN DED

VENEDİK TACİRİ 21

ELENİ KARAİNDROU MÜZ

ÜZERİNE DUYGUSAL Bİ

GEA KÖŞESİ

BAŞKA BİR TATİL MÜMKÜN

UÇURUMLARDA HAYAL KURMAK

ŞİİRLE SOHBET

AYNI YAĞMUR 36

TARİH VE FELSEFE ARAŞ

ABSTRACT ON JOSEPH STRAYER ON THE MEDIEVAL ORIGI

THE MODERN STATE

3

LER

NEDEN BU YOLDASIN DEDİ? 16

NDROU MÜZİKLERİ

NE DUYGUSAL BİR DENEME 29

İL MÜMKÜN 32

UÇURUMLARDA HAYAL KURMAK 35

36

H VE FELSEFE ARAŞTIRMALARI YAZI DİZİSİ

CT ON JOSEPH STRAYER ON THE MEDIEVAL ORIGI

THE MODERN STATE 37

CT ON JOSEPH STRAYER ON THE MEDIEVAL ORIGINS OF

Page 4: Patika Sayı 2

4

Güzel bir, suya ve doğaya yolculuk tatilinden, küçük bir ülkenin

güney kıyılarından getirdiğim sakinliğimle ve hüznümle evimden çıkıyor

İstanbul Osmanbey metro durağından kendimi iş dünyasına ulaşmak için

kalabalığa bırakıyorum. Uzun gün bitip de aynı yoldan eve döndüğümde

yılgınım biraz, sıcak İstanbul’da yaşamı daha çok zorluyor. Telefonum

çalıyor tezi yazarken, arayan eski bir dost uzun zamandır görmediğim, gel

diyorum ilköğretim sıralarından başlayan dostluğa. Laf lafı açıyor güzel

müzik bardağa bardak muhabbete karışıyor, birden diyor ki, “Tuğçe

derginizi okudum, çok güzel bir iş çıkmış, tebrik ederim. ” Şaşırıyorum.

Gözlerimin içi gülüyor, heyecanlanıyorum. Dergimiz 20 yıllık

arkadaşlıklara tek bir kelime etmeden habersizce ulaşıyor.

Evet, patikanın ilk sayısı çok güzel geri dönütler aldı. Hiç

ummadığımız yerlere ulaşarak köprüler oluşturdu. Emek, yüreklerimize

sevgi ve onurla geri döndü. Böylelikle patika kokuşmuş kaosun

karanlığında yanan ışıklardan biri haline geldi. 2. Sayıyla birlikte Patika

bizim heyecanımızın ve üretmenin tarifsiz aşkının temsilcisi oldu. Eski

üyelerimize ulaştı, fikirlerine dokundu. Çok da fazla okuma çabası içinde

yer almayı sevmediğini söyleyen insanların ellerine değdi, okundu.

Bu sayımız da oldukça yoğun ve sevgi dolu. İlk sayının

motivasyonuyla çok güzel işler çıktı ortaya. Yine bize sabrıyla eşlik eden

kimseler var. Bu sayıda da Sercan Sülün’e ve Filip Kisic’e tüm yardımları

için çok teşekkür etmek gerek. Sonra da Şube şefimiz Fatih Ayhan’a... Hiç

bitmeyen motivasyonu ve enerjisi için teşekkürler. Ve her zaman ki gibi

yine bir dolu teşekkür de Eray Öztürk’e. Hem ruhunun güzelliği hem de

ellerinin güzelliği için.

Herkese teşekkürler... Patika konuşmaya devam ediyor...

Son olarak değerli okuyucu, son zamanlardaki gözlemlerim sebebiyle ve öncelerinde aynı şeyleri hissetmiş biri olarak sana izninle kısa bir metin yazmak isterim. Bilirsin ki;

Page 5: Patika Sayı 2

5

Bazı toplumların insanları vardır ki, onlar diğer toplumların insanlarıyla

karşılaştırıldıklarında daha mücadeleci olmak zorundadırlar. Böyle

toplumlarda ekonomi, döviz bürolarının sık değişen rakamlarından, ay

sonunun nasıl getirileceğine dair yapılan matematik hesaplarında; sağlık

acil odalarında bulunamayan sedyelerde, eğitim boş geçen derslerde ve iş arama sitelerinin ümitsizliğinde kendini gösterebilir. Politika ağır bir

buhran olarak aptal bir kutunun içinden gazetelere, metrolara ve tek odalı

evlerin salonlarından insanların üzerine leş bir yiyici olarak çökebilir. Bu

toplumların insanları kendilerini kalabalığın içinde “herkes” gibi

hissederek sorgulamanın güzel ve bir o kadar da sıkıntılı kapılarını

açmaktan kaçınıyor olabilirler. Memur odalarına yolu düşenler ideal

insanın nasıl bir şey olduğunuza dair tüm pozitif düşüncelerini

kaybedebilir. Bu toplumların kişi başına düşen kitap sayısından biraz daha

fazla kitap okuyan insanları kendilerini ağır bir kayboluş veya nihilist

felsefe veyahut boş vermişlik içinde bulabilir. Bağnazlaşmış gelenek

pratiklerinin nefesini her an ensede hissediyor ve aidiyetsizlik problemi

yaşıyor olabilir. Bu insanlar daha yaşanabilir toplumlarda bulunmuşlarsa

çekişmeyi daha derin hissedebilir ve bir türlü gelemeyecek olan adalete

saplantılı bir şekilde kafayı takmış olabilirler. Sevgili okuyucu böyle

zamanlarda tutunma derdine düşüp kendini unutma. Sevmenin ve birlikte

bir şeyler başarmanın, üretmenin tadına var. Var gücünle kendini

tanımanın, keşfetmenin ve birlikte olmanın izinden yürümeye çalış. Yılma

ve erdemlerine giden yolu takip et bak ne diyor John Donne, Ernest

Hemingway’inde ön sözlerinden birinden konuşarak;

Ada değildir insan, bütün hiç değildir bir başına, anakaranın bir

parçasıdır bir damladır okyanusta, bir toprak tanesini alıp götürse

deniz, küçülür Avrupa... Sanki yiten bir burunmuş dostlarının ya da

senin bir yurtluğunmuş gibi… Ölünce bir insan, eksilirim ben, çünkü

insanoğlunun bir parçasıyım işte... Bundandır ki sorup durma

çanların kimin için çaldığını... Senin için çalıyor.

Tuğçe KAYA

Page 6: Patika Sayı 2

6

GÖNÜLLÜLÜK

Gönüllülük çeşitli tanımlamalar

ve yorumlara açık, oldukça

genç ama bir o kadar da yaşlı bir kelimedir. Bir proje olarak

veya toplumsal çapta

gerçekleştirildiğinde adını sıkça

duyurur ve gücünü insanlara

daha hızlı gösterir. Bazen kendi

rızası alınmadan bir yere

sıkıştırılır ve bırakılır. Kimi

zaman da zaten ben hep

burdaydım dercesine gösterir

kendini büyük bir tevazuyla.

Nedir gönüllülük? Peki, kimdir

gönüllü?

Gönüllülük, sadece bir

yöntem ve yol değildir. Var

olması için, kurumsal çevrelere

ihtiyacı yoktur. Ekonomik tamlık

ve hâkimiyetten sonra gelmez.

Sosyal statünün gölgesi veya

yansıması

değildir.

Her

şeyden

önce bir

sevgi

biçimidir

gönüllülük. Cömertçe sunma ve

verme yoludur. Bir insanın kendi

özgür iradesiyle, kendi

potansiyelleri oranında, yalnızca

kendisini düşünmeden, hayata

katılma ve katkıda bulunma

formudur. Gönüllülük bir hareket

halidir. Herkes doğal olarak verme

ihtiyacı içindedir: ilişkilerde bir

akış vardır, iş yerlerimizde bir

takas vardır, düşüncelerimizde bir

devinim söz konusudur. Gönüllü

eylemleri ise insanın iyi ve adil

olan taraflarıyla iş birliği içindedir. Gönüllü faaliyetlerin

hiçbirinde birilerine ya da bir

şeylere zarar verme fikri yoktur;

aksine kişi, kendindeki en iyi

tarafı açığa çıkarmaya ve

aktarmaya çalışır. Kendi seçimiyle

gerçekleştirdiği gönüllü faaliyetler

Page 7: Patika Sayı 2

kişide bir mutluluk hali

bırakmaktadır. Bu mutluluk hali

aslında iç huzur, şkahramanca eylemde bulunmaktan

oluşan bir harmandır. İbunların analizini yapmaz; zaten

yapmasa daha iyidir fakat bu

harman gönüllerde bir iz bırakır.

İşte bu izi gönüllerde taş“gönüllü” denir.

Aristo “Bütün insanlar do

olarak bilmek ister.” der.

Gönüllülük, kendini bilmeye ve

tanımaya götüren yoldur. Çünkü

birey kendi gücünü tanımadan ve

bilmeden, sunacağı ve cömertçe

vereceği şeyin ne olduğöğrenemeyecektir. Tam bu

noktada kişi cömertçe vermeyi ve

katkıda bulunmayı denemedikçe

asla kendi potansiyellerinin neler

olduğunun farkına varmayacaktır.

Her ne kadar gönüllülük bir insan

davranışıdır gibi görünse de,

aslında insanlar gönüllülük fikrine

ve haline varmaya çalışgönüllüğün hizmetinde oldukça

7

ide bir mutluluk hali

bırakmaktadır. Bu mutluluk hali

şeref ve

kahramanca eylemde bulunmaktan

an bir harmandır. İnsan tüm

bunların analizini yapmaz; zaten

yapmasa daha iyidir fakat bu

n gönüllerde bir iz bırakır.

te bu izi gönüllerde taşıyanlara

Aristo “Bütün insanlar doğal

olarak bilmek ister.” der.

Gönüllülük, kendini bilmeye ve

tanımaya götüren yoldur. Çünkü

birey kendi gücünü tanımadan ve

ğı ve cömertçe

eyin ne olduğunu asla

renemeyecektir. Tam bu

tçe vermeyi ve

katkıda bulunmayı denemedikçe

asla kendi potansiyellerinin neler

unun farkına varmayacaktır.

Her ne kadar gönüllülük bir insan

ıdır gibi görünse de,

aslında insanlar gönüllülük fikrine

ve haline varmaya çalışır. İnsan

hizmetinde oldukça

kendi potansiyellerini tanıyarak

onların bir adım ötesine gidebilir.

İnsan, bu yolla çözümün bir

parçası olduğunu ve birey olmanın

ne demek olduğİnsan, birşeyleri bilmekten öte,

eyleme geçmenin de

ihtiyacını görür

Kendine ve başkalarına de

katmanın muhteşem bir

gönüllük. Bu yüzden gönüllülük,

gönül koymadan

zenginleştirilmesi ve

zamanda yüceleştirilmesidir. Her

birimize hayatlarımızda gönüllü

yer açmamızı diliyorum.

kendi potansiyellerini tanıyarak

onların bir adım ötesine gidebilir.

nsan, bu yolla çözümün bir

ğunu ve birey olmanın

ne demek olduğunu öğrenir.

şeyleri bilmekten öte,

eyleme geçmenin değerini ve

ihtiyacını görür her yerde.

Kendine ve başkalarına değer

şem bir şeklidir

gönüllük. Bu yüzden gönüllülük,

gönül koymadan, gönlün

tirilmesi ve aynı

ştirilmesidir. Her

birimize hayatlarımızda gönüllüğe

yer açmamızı diliyorum.

Eray Öztürk

Page 8: Patika Sayı 2

8

KARINCA HİKAYESİ

Sabah ofise geldiğimde,

masamın üzerinin karıncalarla

dolu olduğunu gördüm.

Bilgisayar, dosyalar,

çekmecelerim, her yeri karınca

sarmıştı. Çevreyi inceleyip

nereden geldiklerini tespit etmeye

çalışırken, pencerenin ahşap

pimapeninin dibindeki nokta

kadar yerde küçük bir delik

olduğunu ve buradan karıncaların

çift yönlü şekilde bir sirkülasyon

sağladığını gördüm. İki şeritli bir

yol biçiminde, bir grup içeriye bir

grup dışarıya, adeta akın

ediyorlardı. Aylardır, ofiste böyle

bir şeyle karşılaşmamıştım. İlk

önce, bir yerde gıda veya tatlı bir

madde kalmış olabilir mi sorusu

geldi aklıma. Öyle bir şey tespit

edemediğimden, sonrasında her

dünyevi, modern(!) insanın aklına

gelen ilk şey olan ‘onları ortadan kaldırmak’ geldi aklıma.

Ofisten çıkıp, yakınlardaki

bir eczanede aldım soluğu. ‘Ofisi karıncalar bastı, inanamazsınız’ dedim modern(!),

konformist insan ses tonuna

yakışır bir edayla… Sanki, tüm

dünyanın derdi buymuşçasına…

Page 9: Patika Sayı 2

9

Eczacı kadın reyonlara yaklaşıp,

karınca yok etme yöntemleriyle

ilgili olan ve ellerinde bulunan 5-6

çeşit ilaç ve malzemeyi büyük bir

enerjiyle bana tanıttı. Spreyler,

tabletler, karınca yem ve tuzakları,

adını unuttuğum farklı metodlar

vs… Kadın anlattıkça, anlatıyor,

coştukça coşuyordu…

En sonunda, kadın şu

cümleyi kurarken gözlerinin

parladığını gördüm;

‘bununla, bırakın oradaki karıncaları, kolonilerini bile kurutursunuz!’

Bingo!

Tüm ilaç sektörü ve bilim

adamları, karıncaların kolonilerini

kurutmak için muazzam bir

şekilde çalışmıştı ve bu ürünü

mükemmel(!) şekilde halka

arzetmek de yine bilim adamı olan

eczacı bir kadına düşmüştü. Bütün

kapitalist kurallar iyi bir şekilde

işlemekteydi ve son raddede

benim yapmam gereken de gerçek

bir tüketici ve konformist yaşam

için her şeyi göze alabilen bir

modern(!) insan  modeli olarak,

karşımdaki eczacı kadın gibi

gözlerimin içi gülerek, ‘çok iyi, aradığım şey, tam da  bu,

istiyorum bunu’ diyerek ürünü satın almamdı.

Kadının, ilaçları tanıtırken

gösterdiği bu etkileyici(!)

performans, tarafımda tam tersi

bir etki yaratmıştı ve eczaneden 

‘oldu olacak, topla tüfekle girişeyim karıncalara’ 

şeklinde bir laf ederek ayrılmama

vesile olacaktı.

Çıkınca, uzun bir müddet

düşündüm. Aslında, olay çok

basitti. Mevsim, karınca

mevsimiydi ve toprağın altında

yaşayan o canlılar, sıcak yaz

aylarıyla birlikte yer yüzüne

çıkıyor, hayatta kalmak için

gerekli olan yiyecek stoklarını

ikmal ediyorlardı. Onlar için

çalışma ve icraat zamanıydı.

Sadece, doğalarına uygun şekilde

hareket ediyorlardı.

Karıncalar, asla ve doğrudan

insanlara zarar veren yaratıklar

değillerdir. İnsanla hiçbir işleri

olmaz hatta sadece gitmek istediği yere gitmek ve yiyecek bulmak

için bazen yolları sizin yollarınızla

kesişebilir ve emin olalım ilk önce

buranın kimin güzergahı olduğu

sorusu muazzam bir sorudur.

Page 10: Patika Sayı 2

10

8800 ayrı türü olduğu

bilinen karıncaları hepimiz

sözelde takdir eder, herkese

karınca gibi çalışmayı öğütleriz,

karşımıza çıktıkları ilk anda ise

onları derhal ortadan kaldırmanın

yollarını ararız. Ofise elim ilaçsız

bir şekilde dönüp, masamda cirit

atan karıncaları izlemeye

koyuldum. Oda arkadaşıma, neden

elim boş döndüğümü açıkladıktan

sonra karıncaları izlemeye devam

ettim.

Ne kadar senkronize ve

sistemli bir şekilde hareket

ettiklerini görmek hayranlık

vericiydi. İrade ve çabaları, insan

egosunun ne kadar da

uzağındaydı. Bunu yaparken de,

sırf insana ait akıl(!) kavramından

yoksun olup, masamızda dolaşma

cüretini(!) gösterdikleri için,

tarafımızca hor görülüp

cezalandırılma hakkı kendimizde

görülüyordu. İnsanoğlunun,

canlılara ve hatta şeylere yaklaşma

biçimi ne kadar da gaflet

doluydu. Sonrasında, biraz

internette araştırma yaptım

ve ‘karıncaları küstürmek için neler yapmalı? Karıncalardan nasıl kurtulurum kadınlar kulübü, karıncalara yollarını şaşırtmanın yolları’ gibi yazılar

ve internet siteleri gördüm.

Bunları görünce, ufkum iki katına

çıktı ve insanoğlunun bir olayın

doğasını anlamak ve gözlemlemek

yerine, her şeye kendince

çözümler getirerek rahatını

maksimize etme çabasını bir kez

daha ibretle tecrübe ettim.

İstedikçe daha çok istiyor, tüm

doğa ve nimetleri bizim

hizmetimizde olsun, hoşumuza

gitmeyen hiçbir şey var olmasın

istiyorduk.

Page 11: Patika Sayı 2

11

Karıncalar ne mi yapıyorlar

şu an? Yukarıda bahsettiğim azim

ve iradeyle, bir yerden bir yere bir

şeyler taşımaya devam ediyorlar.

Masamın bir bölümünü, bir süre

kullanmadan yaşayabilirim ve

hatta ara sıra kollarımı

kaşındırmalarına da tahammül

gösterebilirim. Eminim, onları

sabırla izledikçe onlardan çokça

şey öğreneceğim ve onlar da

uygun şekilde zamanı geldiğinde

burayı terk edecekler.

Belki de şöyle denilebilir;

karıncalar sadece ve sadece ‘yolda olmayı’ seviyorlardır ve sonunu

düşünmeden içlerindeki aşkla,

patikaları ve yolları

arşınlıyorlardır. Onlar için, zafer

ve yemek garantisi yok. Ancak,

çıktıkları bu yolda küçücük

bedenleriyle, insanoğlunun

zekasına ve egosuna meydan

okurcasına, inandıkları şeyi

yapmaya devam ediyorlar. Hem

de, tam da hayatımızın ortasına

kurulup… Cesaret ve yürek işi…

‘İnandığın uğurda, coşkun eksik olmasın karınca kardeş! Masaya acayip gözlerle bakıp, hem seni hem de masanın sahibini anlamayanların alaycı bakışları ise sizi hiç rahatsız etmesin. Yaptığın şeyden duyduğunuz

eminlik hissi, seni ve masanın sahibini güvenle sarsın ve birbirinize bu şekilde gülümsemeye devam edin. Doğa, devinmeye; canlılarsa birbirine saygı duymaya devam etsin…’

Ali Onur Günçel

Page 12: Patika Sayı 2

12

CESARET ÜZERİNE

Cesaret Nedir? Korkmamak

mı, riskleri hesaplayabilmek mi,

sonucu düşünmemek mi,

korkmana rağmen yürümeye

devam etmek mi? Bunların hepsi

ve biraz daha fazlası.

Hayat bilinmezlerle dolu. Sürekli karar almamız gerekiyor ama karar alabilmek için yeterli bilgiye çoğu zaman sahip değiliz. Hiçbir olay, kişi, durum bir başkası ile aynı değil. Her bir kişinin başına gelen her bir olay benzersiz, en azından olayın içinde bulunan ve karar vermesi gereken kişi açısından öyle. Okudukların sana yardımcı olmuyor, genel bilgiyi kendi durumuna uyarlayabilmelisin. Diğerlerinin tecrübesi kendilerine ait, senin durumuna uymuyor, uysa bile başkalarının önyargıları ile dolular. Kendi tecrübelerin de sağlam bir kaynak değil, içinde bolca tutkular ve zaaflarla

perdelenmiş, hakikatin saptırılma-ları ile dolu. Tüm bu bilinmezlerin karşısında bir karar vermek zorundasın. Eğer doğrunun ne olduğunu biliyorsan ortada bir karar yoktur, doğrunun uygulanması vardır. Sonuçların ne olacağını bilmediğin durumlarda her ne olacaksa olsun bir karar alırsın. İşte cesaret bu noktada karşımıza çıkar. Ne yapacağını bilmiyorken, nasıl yapacağını bilmiyorken, sonucu kestiremiyorken “ben varım” demektir cesaret. Mitolojilerde karşımıza çıkan ejderha ile savaşmak figürü cesaretin çok güzel bir sembolüdür. Ejderha bir insanın boyutundan çok daha büyüktür, derisine kılıç işlemez, ağzından ateş püskürtür, kanatları ile uçabilir. Bunun karşısında bir insanın hiçbir şansı yok, elindeki silahlar ile ejderhaya müdahale edemiyor. Ejderha için bambaşka silahlara ihtiyacı vardır ama kahraman o silahların ne olduğunu bilmez, nerede bulabileceğini de. Kahramanın bildiği tek bir şey vardır, o da ejderha ile mücadele etmesi gerektiği. Ortada bir sorun var ve bir kahraman sorun varken gözünü kapatamaz, bir şekilde o

Page 13: Patika Sayı 2

sorunu çözmek zorunda oldubilir. Evinde otururken sorunu çözemeyeceğine İhtiyacı olan silahları elde edemeyeceğine göre bu koda ejderhanın üzerine doğru bir yolculuğa çıkar. Mitolojiyi okurken bize çok saçma gelir, elinde kılıç ile ejderhanın karşısına dikilmek. Evet sübjektif akıl ile saçmadır da, zaten cesaret hiçbir zaman rasyonel aklın bir sonucu olmamıştır. O ruhun bir taşkınlığıdır, imkansızı istemektir, yerinde duramamak ve gözlerini yıldızlara dikmektir. İlki en üstün yetimiz rasyonel aklımız debizi gökyüzüne doğru çeken ruhun itkilerine sahibiz, ilki cesur erkek ve kadınlarımız var. Bu sayede ejderhalarla mücadele edebiliyoruz ve evet yeniyoruz. Günümüzde cesaretin anlamı ne, artık ejderhalar yok, kahramanlar da. Rasyonel bir dünyada hepimiz üretiyor ve tüketiyoruz. Sorunları çözmek için daha çok rasyonel akla, bilime

13

sorunu çözmek zorunda olduğunu bilir. Evinde otururken

ve olan silahları elde

bu koşulda o

akıl ile saçmadır da, zaten cesaret hiçbir zaman rasyonel aklın bir sonucu

tır. O ruhun bir istemektir,

yerinde duramamak ve gözlerini İlki en üstün

yetimiz rasyonel aklımız değil, ğru çeken ruhun

itkilerine sahibiz, ilki cesur erkek

Bu sayede ejderhalarla mücadele bazen de

Günümüzde cesaretin anlamı ne, artık ejderhalar yok, kahramanlar da. Rasyonel bir dünyada hepimiz üretiyor ve

Sorunları çözmek için daha çok rasyonel akla, bilime

ihtiyacımız var, cesarete deHayır, kesinlikle böylinanmıyorum. Hepimizin şikâyetçibir sistemin içinde ya

sistem çoprobleme çözüm üretemiyor ve sistemin kendisi

yaratmaya devam ediyor. Bu sistemi

değ şbilmiyoruz, sistemin

sahibinin kim bilmiyoruz, değiştirip yerine neyi koyabileceğimizi de bilmiyoruz. Tek bildiğimiz bu sistemin yeni ve daha iyisi ile degerekliliği. Evet açık bir ejderha ortadadır, peki tüm bu bilinmezlerin karşısında yolculuçıkma cesareti gösterecek kahramanlarımız yok mu? Olduklarını biliyorum veben onlarcası ile tanıbildiğim başka bir şher zaman, ejderhalar ne kadar güçlü olsa da, cesaretlerinden başka hiçbir şeyleri olmayan kahramanlar kazanacaktır.

ihtiyacımız var, cesarete değil. Hayır, kesinlikle böyle olduğuna

şikâyetçi olduğu bir sistemin içinde yaşıyoruz. Bu

sistem çoğu probleme çözüm üretemiyor ve sistemin kendisi

problemleri yaratmaya devam ediyor. Bu sistemi

nasıl değiştireceğimizi

bilmiyoruz, sistemin sahibinin kim olduğunu

ğ ştirip yerine neyi ğimizi de bilmiyoruz. ğimiz bu sistemin yeni ve

daha iyisi ile değişmesinin

açık bir şekilde ejderha ortadadır, peki tüm bu

şısında yolculuğa ti gösterecek

kahramanlarımız yok mu?

Olduklarını biliyorum ve ile tanıştım. Ve şka bir şey daha var;

her zaman, ejderhalar ne kadar güçlü olsa da, cesaretlerinden

şeyleri olmayan kahramanlar kazanacaktır.

Fatih Ayhan

Page 14: Patika Sayı 2

KABUL ETMEK

İnsanoğlunun varoluşyaşadığı hayatta birçok kuvvetin, değerin, yaşam savaşdesteklediğini görüyoruz.birçoklarının da zayıflattığ Her bir birey kendi içerisinde sonsuz güç kaynaolan değerler yani erdemlere sahiptir. Bu erdemler bize yaşadığımız hayat içerisinde karşılaştığımız türlü karşısında kapılar açarak yolda kalmamızı ve ilerlememizi sağlarlar. Örneğin bir yakınımıkaybettiğimizde metanet bize ayakta kalma ve kaldıyerden devam etme gücünü verir. Ya da sevgi ve samimiyetle oluşturduğumuz çevremiz birlik olmuş kocaordunun yenilemezliği gibi hayat içerisinde bizi hep destekler. Aynı şekilde bu erdemlyoksunluğumuz da bizi zayıflatır. 21. yy insanının unuttubüyük değerlerden bir tanesi de ‘Kabul etmek’tir. Tüketimin ve üretimin boyutunun çılgınca arttığı, istenilen her şedilmesinin mutluluk kapılarını açacağı zihniyetinin hükümsürdüğü bu çağda kabul etmek yani kabulleniş anahtarlarımızdan bir tanesi olabilir.

14

KABUL ETMEK

varoluşunda, birçok kuvvetin,

am savaşında onu ini görüyoruz. Ve yine

birçoklarının da zayıflattığını.

Her bir birey kendi içerisinde sonsuz güç kaynağı

erler yani erdemlere sahiptir. Bu erdemler bize

ımız hayat içerisinde türlü güçlükler

ısında kapılar açarak yolda kalmamızı ve ilerlememizi

ğin bir yakınımızı imizde metanet bize

ayakta kalma ve kaldığımız yerden devam etme gücünü verir.

sevgi ve samimiyetle umuz çevremiz sanki

koca bir gibi hayat

içerisinde bizi hep destekler. Aynı ekilde bu erdemlerden

umuz da bizi

21. yy insanının unuttuğu en erlerden bir tanesi de

. Tüketimin ve üretimin boyutunun çılgınca

ı, istenilen her şeyin elde edilmesinin mutluluk kapılarını

ı zihniyetinin hüküm ğda kabul etmek ş anahtarlarımızdan

Günden güne yetiçocuklarımıza ‘Hayatta ne istiyorsun?’, ‘Sevdiyaparsan mutlu olursun.’soruları sorup, fikirleri aAncak çoğu zaman unutuyoruz ki her istediğimiz şÜstelik istediğimiz konusunda çok çabalasak bile olmuyor. Yani istenilen olmasının ötesinde, elimizde olmayan etkenler yahayat içerisinde bulunuyor.derin bir gözlem yapmaya kalkarsak bu düşüncelerin madde açgözlülüğümüzün zihinsel formlarından başolmadığını görüyoruz. ‘Futbol oyuncusu olmak istiyorum.’ veya ‘Öğretmen olmak istiyorum.’ gibi istekler yine içimizdeki ‘BEN’den yani içeriden seslenen

Günden güne yetiştirdiğimiz çocuklarımıza ‘Hayatta ne olmak

?’, ‘Sevdiğin işi yaparsan mutlu olursun.’ gibi

fikirleri aşılıyoruz. aman unutuyoruz ki

ğimiz şey olmuyor. Üstelik istediğimiz şeyler konusunda çok çabalasak

Yani istenilen şeyin olmasının ötesinde, elimizde olmayan etkenler yaşadığımız hayat içerisinde bulunuyor. Daha derin bir gözlem yapmaya

şüncelerin madde ğümüzün zihinsel

formlarından başka bir şey ını görüyoruz. ‘Futbol

oyuncusu olmak istiyorum.’ veya retmen olmak istiyorum.’ gibi

istekler yine içimizdeki içeriden seslenen

Page 15: Patika Sayı 2

egodan gelmektedir. Aradmutluluğun yine istediğdurumda olduğunu düşünüyoruz.Ancak hocalar ve öğretiler bize tam tersini işaret ediyor. Elinde olan ne ise onunla yetinmek ve kabul etmek insanı ihtiyaç olmayan arzu yükünden kurtarır. Ahilik teşbaktığımızda bir çocuğustanın yanına çırak olarak girmesi ve usta olana kadar kalması makbul görülür, değişiklik istendiğinde hokarşılanmazmış. Veya anne babalarımıza baktığımızda çok azının istediği yerlerde olduve Tanrıya verdiği nimetlerdeötürü şükrettiklerini ve zorlukları nasıl aştıklarını görüyoruz. Aslında hayatımızdaki zorlukları ve durumları ne kadar kabul edersek bir kamış gibi dayanıklı oluyoruz. Ne kadar bir

15

egodan gelmektedir. Aradığımız un yine istediğimiz bir

ğ şünüyoruz. ğretiler bize

aret ediyor. Elinde olan ne ise onunla yetinmek ve kabul etmek insanı

olmayan arzu yükünden Ahilik teşkilatına

ımızda bir çocuğun bir ustanın yanına çırak olarak girmesi ve usta olana kadar kalması makbul görülür,

ğinde hoş ş. Veya anne

ğımızda çok i yerlerde olduğunu

ği nimetlerden ve zorlukları

görüyoruz. Aslında hayatımızdaki zorlukları ve durumları ne kadar kabul

esnek ve oluyoruz. Ne kadar bir

şeyleri istersek ve mevcudu reddedersek o kadar sert ve kırılgan hale geliyoruz. Belki de yaşadığımız bu zamanda bu kadar acı çekmemizin sebeplerinden birisi de budur. Kabul etmek, büyük filozof Sokrates’in öğretisinin temeli olan, Delphi’deki Apollonğı’nın kapısının üzerinde yazan ‘Kendini Tanı’ vecizesinibaşlangıcıdır aslında. Egelişmek, olgunlaşmak, dönüistiyor ise önce kendisini tanımalıdır ki ne yönde dönügerektiğini anlayabilsin. Bunun içinde dürüst ve saşekilde kendisine bakmalı ve kabul etmelidir. Bu anlamda da kabul etmek bizi birçok mutsuz eden unsurdan arındıracaktır. Sonuç olarak güçlüklerle dolu bir hayatı yamutluluğu arıyoruz. Ve aradışeyi Albert Einstein’ın igibi güçlüklerimizi abulabiliriz. “Sınırlarımızı, ancak onlarıkabullendiğimizde aş

Umur Akkoyun

ve mevcudu o kadar sert ve

n hale geliyoruz. Belki de ımız bu zamanda bu kadar

acı çekmemizin sebeplerinden

Kabul etmek, büyük filozof ğretisinin temeli

Apollon Tapına-ı’nın kapısının üzerinde yazan

‘Kendini Tanı’ vecizesinin langıcıdır aslında. Eğer insan

mek, olgunlaşmak, dönüşmek istiyor ise önce kendisini tanımalıdır ki ne yönde dönüşmesi

ini anlayabilsin. Bunun içinde dürüst ve sağduyulu bir ekilde kendisine bakmalı ve

kabul etmelidir. Bu anlamda da l etmek bizi birçok mutsuz

eden unsurdan arındıracaktır.

Sonuç olarak güçlüklerle dolu bir hayatı yaşıyoruz ve

u arıyoruz. Ve aradığımız eyi Albert Einstein’ın işaret ettiği

gibi güçlüklerimizi aşarak

“Sınırlarımızı, ancak onları imizde aşabiliriz…” 

Umur Akkoyun

Page 16: Patika Sayı 2

16

YOLCULUK Gecenin 4’ünde bahşedilen uykusuzlukla elime aldım kitabı. Kitap Jose Saramago’nun o harika Bilinmeyen Adanın Öyküsü adlı kitabı. 60 sayfalık olsa da yarısı resimli eder aşağı yukarı 30 sayfa. Yazılar zaten büyük puntolu, adeta bir çocuk kitabı. Kitabı alırken ki niyetim neden Nobel Edebiyat Ödülü aldığını anlamaktı. Zira klasik ya da ödüllü fark etmez film ya da kitap ya da bir heykel hepsi ilk bakışta neden bu kadar gözde olduklarını ele vermezler ancak üzerine düşündükçe derinleşen anlamlar, simgeler fark edilir. Bu eserleri klasikleştirenler, bir klasik olmasına karar verenler kimse bilge insanlar bana kalırsa. Çünkü bir eseri derinlemesine ele almak yazarın yazma amacını sezmek, zamansız olanı anlamak bunu önyargısız yapmak bilgeliktir. Yoksa Don Kişot değirmenlere saldıran salak bir adam figüründen Raskolnikov da çok düşünen bir katilden öte bir şey olmayacaktı biz acelesi olanlar için. Tüketmek için okuyacaktık sadece bir görevi tamamlar gibi. “Bilinmeyen Adanın Öyküsü” bir zamanda, bir krallıkta, bir adamın kralından bilinmeyen adaları keşfetmek üzere bir gemi istemesi ile başlıyor. İlk başta

uzun prosedürlere tabi tutulsa da, kimse kendisinin bu fikrine itibar etmese de (zira tüm adaların keşfedildiği düşünülüyor) bir takım hadiselerin sonunda gemiyi alıyor ve peşine kralın temizlikçisi de katılıyor. Ancak kitabın kahramanı ne gemi kullanmaktan anlıyor ne de adanın yerini biliyor. Sadece keşfetmek ülküsüne sahip. Temizlikçi her kahramanın ihtiyacı olan yavere dönüşüyor ve gemi ile ilgili ne yapması gerektiğini anlatmaya başlıyor, denizcilik iki ustadan öğrenilir diyor deniz ve tekne. Kendilerine yardımcı olacak denizciler ararlar ancak bulamazlar herkes keşfedilmeyen ada kalmadığı tüm adaların bilindiği konusunda hem fikirdir. Üstelik kimisi gemiyi bu iş için uygun bulmaz kimisi kahramanlarımızı beğenmez.

Page 17: Patika Sayı 2

17

En umutsuz anlarında birbirlerini fark ederler, bütünleşirler. Ve geminin adını beyaz boyalarla

pruvaya yazıp yola çıkarlar. Geminin adı Bilinmeyen Ada’dır ve kendini aramak amacıyla denize açılır.

60 sayfalık bol resimli çocuk kitabı aslolanın varış değil yol ve yolculuk olduğunu hatırlatarak bitiyor ellerimde. İnsan ulaşmak için değil yolda olmak için yaşamalıdır.

Her an kendine sorması gereken şey aslında ben hedefe yaklaşıyor muyum, varıyor muyum değil yürüyor muyum olmalıdır. Şahsi Nobel ödülümü verebileceğim bir diğer fikir ise anlam arayışında olanlar için olsun, hayata şeylere anlam kılan bizim onu nasıl yaşadığımızdır. Kusur ya da anlamsızlık bunu bulmak isteyen her göz için aşikârdır. Oysa kıymet verenler, inananlar anlamlarını kendileri inşa ederler. En temel anlam insanın kendisini sevmesiyle gelir, neyi neden yaptığını bilmesiyle. Bilmiyorsa; aramasıyla. Keşfetmek için yola çıkmasıyla. Keşfe çıkmak dileğiyle…

Damla Aktaş

Page 18: Patika Sayı 2

18

NEDEN BU YOLDASIN DEDİ? Korkularımız var. Bu

korkular her yeri siyaha

boyamaya çalışıyorlar.

Ve değiştiremeyeceğimiz şeyler…

Değiştiremeyeceğimiz şeylerin

engellerine çarpan biz. Bazen bir

şeylerin altında eziliyor gibiyiz.

Politikanın, aile bağlarının,

ilişkilerin, aşkın, dostlukların ve

cinselliğin… Sokaklar yığınlar

tarafından ele geçirilmiş gibi…

İnsanlarla diğer insanlar,

hayvanlar ve bitkiler arasında

sınırlar var. Sonra soluduğumuz

hava tam bir leş, değişmiyor bu…

Büyüdüğünü sandıkça daha da

beter küçülüyorsun aslında…

Bazen ne yaptığımı bende

bilmiyorum. Bazen herkes gibi

bende kaybolmuş hissediyorum.

Sayfalarca yazsam da tatmin

olmuyorum. Hatta ne kadar

yazarsam açık o kadar çok

büyüyor. Sanki hepimiz mutsuz

ebeveynlerin buhranlı çocukları

olarak doğuyoruz.

Arada bir soruyorsun

kendine bunca çırpınma ne diye

bunca olmaya çalışma ne diye?

tüm çabalar düzene çarpıp şekil

değiştirmiyorlar mı? Değerlerimiz

örneğin bize mi aitler yoksa bize

mi kazandırıldılar? Hatta bazen

uzayın bir köşesindeki bu küçücük

gezegende bu küçücük gezegenin

küçücük bir kısmında ve bu kısım

dışında pek az başka kısmı

görebilen insan türü olarak

diyorsun ki boşver…

Evet, uzun ve sonu olmayan

bir mücadeledeyiz. Bizi zorla

hırsız, uyumsuz ya da deli

yaptıkları çağ. Evet sevgi nedir

bu çağda ondan da emin değiliz.

Neye kimin için ne kadar

dayanmalıyız… Belki de bu

Page 19: Patika Sayı 2

soruların cevaplarını hiçbir zaman

bilemeyeceğiz. Çetrefilli u

yolculuklardan sonra bir

yerlerdeyiz fakat bilgimiz ki

tecrübelerimizin ötesine çok az

değiyor. Yorgunuz, yorgunum

Nereden

vurduğu belli

olmayan çağ

hepimizi

yoruyor.

Evet, sonunda

nereye

varacağımız

da muamma.

Bütün bunları biliyorum.

biliyoruz… koşuşturmaca hiç

durmadan devam edecek. Sonu

yok, gelmiyor gelmeyecek. Hep

yolda olma hali varya o duygu

hiçbir zaman gitmeyecek.

Yazılanlar ve anlatılanlar hep bir

noktayı işaret ediyor hep

bulunması zor olan o noktayı. O

noktaya belki de hiç

varılamayacak. O senin için belki

de sorudan ibaret kalacak. Belki

de o nokta senin için hiçbir zaman

bir cevap olmayacak.

gezegenimiz dağınık kirlenmi

hırpalanmış katledilmiş ve kenara

atılmış. Evet, yorgun hissetmenin

sonu yok, sırtlarımız omuzlarımız

19

hiçbir zaman

Çetrefilli uzun

yolculuklardan sonra bir

yerlerdeyiz fakat bilgimiz kişisel

tecrübelerimizin ötesine çok az

Yorgunuz, yorgunum.

Bütün bunları biliyorum...

ş şturmaca hiç

edecek. Sonu

gelmiyor gelmeyecek. Hep

yolda olma hali varya o duygu

hiçbir zaman gitmeyecek.

Yazılanlar ve anlatılanlar hep bir

aret ediyor hep

bulunması zor olan o noktayı. O

noktaya belki de hiç

varılamayacak. O senin için belki

de sorudan ibaret kalacak. Belki

de o nokta senin için hiçbir zaman

bir cevap olmayacak. Evet,

ğınık kirlenmiş katledilmiş ve kenara

yorgun hissetmenin

sonu yok, sırtlarımız omuzlarımız

her geçen gün daha çok a

Evet, bazen sen ve ben yapmak

zorunda bırakıldığboğuşup durmaktan dolayı

soluksuz kalıyoruz, evet nefesler

gittikçe azalıyor şiirler kayboluyor

dolayı yaşanamaz olunan

coğrafyalarımızda hayvanların

neslini hiç sorunsuz tüketmeye

devam ediyoruz. Evet,

ve bayraklarıyla gurur duyan

insanlardan geçilmiyor ortalık.

Evet, Daha çok paranın b

ifade ettiği günlerde ve daha az

insanlığın değerli oldu

zamanlarda yaşıyoruz

ayak uydurmamız bekleniyor.

Farklı olanı sömürü anlayı

bencilce yaşam hiç durmak

bilmeden devam ediyor.

Psikolojik savaş ve hayatta kalma

çabası her yerde.

bunları biliyorum, bütün bunları

hep birlikte yaşıyoruz.

her geçen gün daha çok ağrıyor.

bazen sen ve ben yapmak

zorunda bırakıldığımız şeylerle

up durmaktan dolayı

soluksuz kalıyoruz, evet nefesler

şiirler kayboluyor

seslilik her

yere

yayılıyor.

Evet,

Egoların

şişkinliğinden

şanamaz olunan

rafyalarımızda hayvanların

neslini hiç sorunsuz tüketmeye

Evet, ülkeleriyle

ve bayraklarıyla gurur duyan

insanlardan geçilmiyor ortalık.

Daha çok paranın bir şey

ği günlerde ve daha az

ın değerli olduğu

şıyoruz ve buna

ayak uydurmamız bekleniyor.

Farklı olanı sömürü anlayışı ve

şam hiç durmak

bilmeden devam ediyor.

ş ve hayatta kalma

çabası her yerde. Evet, bütün

bunları biliyorum, bütün bunları

şıyoruz.

Page 20: Patika Sayı 2

20

Evet, garip olabilir, ama

benim içimde bir umut var, sanki

çok derinlerde bir şey konuşuyor,

çok sessiz ama duyabiliyorum ve

ben onu dinlemek istiyorum. Bu

yüzden çıktım bilgeliğin yoluna.

Tüm korkulara inat. Tüm

kayboluşlara inat o sesi dinlemek

istiyorum… Tüm sorgulamalara

inat ben beni keşfetmek istiyorum.

Aslında biliyor musun ben

kaybolmak istemiyorum. Ben

erdemli olabilmek, saygıyı ve

sevgiyi karşılıksız güveni tatmak

istiyorum. Ben benin neler

yapabileceğini görmek istiyorum.

Pes etmek istemiyorum. Neden

çıktın bu yola deme. Ne politika

ne ekonomi ne toplum ne ülke ne

aile ne cinsiyet benim

seçebileceğim şeyler değiller.

Benim değiştiremeyeceğim

şeylerin engellerine çarpıp pes

etmemi bekleme. Bil ki, her şey

bir algılayış. Hayat hep nereden

baktığına göre değişir. Ben öteye

bakmak istiyorum. söylenip

şikayet etmekten ötesini yapmak

istiyorum… Denemek istiyorum.

Bu bir Yolda olma hali…

Tarifsiz bir aşk... Öğrenmeye dair

ama bu Öğrenmek başka bir

Öğrenmek… Bu Öğrenmek

kendini tanımak demek,

gözlemlemek demek, bir Şeyler

almak vermek demek... bu

Öğrenmek özümsemek, değişmek

demek… Bu öğrenmek bir ideale

ulaşmaya çalışmak demek… Evet,

artık sorunsuz geçmesi zordur

gecelerin biliyorum var oluş derdine düştüğümüzdendir zordur

hayat ama göğüs geriyoruz

patikaya yağan dikenlere… aşkla

sabırla ve inatla… çünkü içimizde

büyük bir aşk var. İdeale ve

hocalarımıza doğru akan…

Tuğçe Kaya

Page 21: Patika Sayı 2

21

Küçücük mumun ışınları nerelere kadar ulaşıyor!

İşte bu kötü dünyada da iyi bir iş böyle parlar.

Shakespeare, 134

VENEDİK TACİRİ

Eserin konusundan bahsedecek olursak, oyun Venedikli Hıristiyan bir tacir olan Antonio’nun beklediği mallar için endişelendiğini göstererek başlıyor. Arkadaşları onu teselli etmeye çalıyorlar:

“Dünyayı fazla önemsiyorsun.

Aldığın şeyin bedelini dertle

ödediyse kaybettin gitti demektir.”

(Shakespeare, 22)

“şu şöhret denen minik balık

için Melankoli yemiyle

avlanmaktan

vazgeç”(Shakespeare,23)

O sırada Antonio’nun çok yakın arkadaşı Bassanio da Belmont’taki âşık olduğu Portia’yı görmek için Antonio’dan para istemeye gelir. Antonio ise çok sevdiği bu arkadaşına, gemileri henüz dönmediği için para veremeyeceğini ancak Venedik’te bu borç parayı onun adına verebilecek birini bulmasını ister.

Bu sırada Bermont’ta Bassanio’nun âşık olduğu Portia’ya pek çok talip

çıkmaktadır. Portia bu durumdan çok sıkılmış durumdadır. Onun da bir yardımcısı Nerissa vardır. Kimin kendisi için daha iyi olacağına karar vermesi için Portia’ya yardımcı olmaya çalışmaktadır. Ancak Portia her talip için bir kusur bulur ve “O şöyle biri, bu da öyle biri…” diye sayar döker. Nerissa bunun üzerine Portia’nın babasının vasiyet ettiği eleme testinin kendisi için hayırlı olan kısmeti ortaya çıkaracağı

Page 22: Patika Sayı 2

konusunda Onu teselli etmeye çalışır.

Bu test şöyle bir testtir: biri bakır, biri gümüş, biri altından olan 3 tane sandıktan doğru sandığ(doğru sandığın altında Portia’nınresmi vardır.), Portia’nın da gönlünü kazanmak şartıyla Portia’yı kazanacaktır. Yok, eğer seçemezse de kimseyle bir daha evlenmeyeceğine dair yemin edecektir.

22

konusunda Onu teselli etmeye

öyle bir testtir: biri bakır, , biri altından olan 3 tane

ğru sandığı seçen ın altında Portia’nın

resmi vardır.), Portia’nın da şartıyla Portia’yı ğer seçemezse

mseyle bir daha dair yemin

Daha önceden Bassanio’yu görmüolan Nerissa bu testi onun geçeceğini umduğunu, aslında onun kendisine en layık olan kiolduğunu söyler. Portia da aslında içten içe Bassanio’yu sevmektedir ve Nerissa’ya katılır bu konuda.

Bassanio ise Venedik’te Portia’nın talipleri arasına karışyetecek kadar para bulmayaçalışmaktadır, Yahudi Shylotanışır. Antonio’nun kefil olmasıyla ondan üçbin duka istemektedir.

Ancak bu sırada öüzere Antonio, Shylock’u hep aşağılamış ve onu farklı dinden olduğu için hor görmüzamanda faiz almasına karçıkmıştır:

“Signior Antoniotefeciliğim yüzünden Rialto’da beni az horlamadınız. Ama ben hep omuz silkip geçtim, ses çıkarmadım; Acı çekmek halkımın kaderinde var çünkü İmansız dediniz bana, insafsız köpek dediniz Ve giysilerime tükürdünüz…”

Daha önceden Bassanio’yu görmüş olan Nerissa bu testi onun

ğunu, aslında onun endisine en layık olan kişi

unu söyler. Portia da aslında içten içe Bassanio’yu sevmektedir ve Nerissa’ya katılır bu konuda.

Bassanio ise Venedik’te Portia’nın talipleri arasına karışabilmek için yetecek kadar para bulmaya

maktadır, Yahudi Shylock ile ır. Antonio’nun kefil olmasıyla

ondan üçbin duka istemektedir. Ancak bu sırada öğrendiğimiz üzere Antonio, Shylock’u hep

ş ve onu farklı dinden u için hor görmüş ve aynı

zamanda faiz almasına karşı

“Signior Antonio, paralarım ve im yüzünden Rialto’da

beni az horlamadınız. Ama ben silkip geçtim, ses

çıkarmadım; Acı çekmek halkımın kaderinde var çünkü mansız dediniz bana, insafsız

dediniz Ve Yahudi giysilerime tükürdünüz…”

Page 23: Patika Sayı 2

23

Buna karşılık Shylock intikam almak ister. Faizsiz bir şekilde borç vermeyi kabul eder ama gününde parasını ödemezse Antonio’nun etinden(vücudundan) yarım kilo parça alacaktır. Bu konuda sözleşme imzalanır. Antonio da gemilerinden gelecek paraya güvenerek söz verir.

Bu esnada Shylock’un uşağı Launcelot efendisinin ona çok hor davranmasından şikâyetçi, Bassanio’nun hizmetine girmek için evden kaçar. Bassanio da zengin bir yahudinin elinden çıkıp kendisi gibi birinin hizmetine girmek istemesine şaşmaktadır.

Aynı zamanda Shylock’un kızı Jessica da, Bassanio’nun arkadaşı Lorenzo ile evden kaçmaya karar verir ve babasının bütün parasını alıp kaçar. Shylock’un elinde ne uşağı, ne kızı, ne de parası kalmıştır.

Bu sırada Bassanio’nun arkadaşı Gratiano, onunla beraber Belmont’a gelmek ister, nedenini de sormasını istemez. Belmont’ta Portia’nın kısmetleri bir bir sıraya girmiştir. Öncelikle Altın sandığı seçecek olan Fas prensi sunar kendini Portia’ya. Altın sandık üstünde şu sözler yazılıdır:

“beni seçen çok kişinin istediğini kazanacak.”

Ancak Portia’nın resmi bu sandık içinde değildir. Sırada Arragon prensi bulunmaktadır, o ise

üstünde şu sözler yazılı olan gümüş sandığı seçer: “beni seçen neye layıksa onu elde eder.” Ancak Portia’nın resmi bu sandıkta da değildir.

En sonunda Bassanio gelir ve doğru sandık olan bakır sandığı seçer:

“seçimini yaparken görünüşe

kanmıyorsun. Bahtın her zaman

açık, seçimin hep doğru olsun

Talih kuşu başına konduğuna

göre, Aramayı bırak artık razı ol

kaderine. Yaptığın seçim hoşuna

gittiyse Kısmetin seni mutlu ettiyse

Eşin nerdeyse git yanına şimdi Ve

onu öperek göster

sevdiğini”(Shakespeare, 85)

Portia neşeyle bu aşkı kabul eder. Gratiano da Nerissa’ya âşıktır ve aşkını o an itiraf eder, Nerissa da bu durumu neşeyle kabul eder.

Kendi kısmetlerine kavuşmuş olan iki taraf için de artık tek sorun Antonio’yu derdinden kurtarmak olacaktır. Çünkü malları zamanında gelmeyen Antonio, borcunu da Shylock’a zamanında ödeyemez. Bu durum karşısında Shylock sözleşmede imzaladıkları şekilde Antonio’nun vücudundan bir parça istemektedir.

Dava için Bassanio ve Gratiano yola koyulurlar. Bu sırada Portia ve Nerissa da bir plan yapıp Antonio’yu ve kocalarını bu dertten kurtarmak isterler.

Page 24: Patika Sayı 2

24

Bu nedenle kılık değiştirirler. Nerissa, avukat kâtibi kılığına, Portia ise Hukuk doktoru kılığına girerek davaya katılırlar.

Bu sırada Portia kıvrak ve akıllı davranarak davayı Antonio’nun lehine çevirir. Bunu nasıl mı başarır? Bir bakalım:

Shylock, sadece “yasa”yı uygulayın demektedir ve başka hiçbir şey dinlememektedir. Ona verilecek olan hiçbir parayı kabul etmez; borç gecikmiştir ve aynen anlaştıkları gibi Antonio’nun etinden bir parça istemektedir.

Buna karşın Hukuk doktoru kılığındaki Portia, madem yalnızca yasa ne diyorsa onu istiyor, o halde anlaşmalarına uygun olarak Antonio’nun etinden tam yarım kilo almasını ama kan dökmemesini ister, çünkü anlaşmada kan ve et dememektedir, sadece et denmektedir. Etinden fazla ya da az alırsa da anlaşma uygulanmış olmayacaktır, o halde bir hamlede hiç kan dökmeden tam tamına yarım kilo eti Antonio’nun vücudundan alması için Shylock’a bıçak uzatılır.

Tabi ki bu durum karşısında Shylock ne yapacağını şaşırır, paramı alıp gideyim der; ancak bu et yerine para alması da anlaşmada yoktur, o halde onu da geri alamaz. Üstüne üstlük birinin canına kıymayı niyet ettiği için de

yasa ayrıca bir ceza daha ona yüklemek zorundadır ki bu ceza sonunda Shylock’un tüm mirasının öldükten sonra Lorenzo’ya bırakması ve Hıristiyan olması kararı çıkar.

Shylock’un yıkılışı ve Antonio’nun mutluluğuyla devam eden bu oyunda sıra kılık değiştirmiş Portia ve Nerissa’nın oyununa gelir, kocalarına bir oyun oynayarak kâtip ve doktor kılığındayken yaptıkları iyilik karşılığında Bassanio’nun ve Gratiano’nun yüzüğünü( eşlerinin verdikleri yüzüğü) isterler. Vefa borcu hissederek bağlılık yüzüklerini veren Bassanio ve Gratiano’ya Portia ve Nerissa yapmacıktan çok kızarlar. Kocalarının gerçekten pişman olduklarını anlayınca da durumu açıklarlar ve gerçek ortaya çıkınca Bassanio ve Gratiano kesinlikle bir daha bu yüzükleri kimselere vermeyeceklerine söz verirler. Oyun sona erer.

ANALİZ

“eğer iyi olanı bilmek yapmak

kadar kolay olsaydı, Köy kilisesi

katedrale, yoksulun kulübesi de

kral sarayına dönerdi”

Shakespeare, 27

Bu eser pek çok açıdan incelenebilir ve her bir açıdan çok değerlidir. Sadece diline bakarak, edebi güzelliğine hayran kalabiliriz. Bu esere bakıp 16. Yy.

Page 25: Patika Sayı 2

25

İngilteresi’ndeki çarpıklıkları değerlendirebiliriz (din, cinsiyet ve sosyal sınıf ayrımları gibi), ya da bu esere bakıp, eserdeki ahlaki bakış açısını algılamaya çalışabiliriz: Shakespeare “Venedik Taciri” adlı eserinde okuyucuya ya da izleyiciye ne anlatmak istemiştir? “Komedi” olarak değerlendirilen bu oyun gerçekte sadece güldürücü niteliği olan bir komedi midir? Öyleyse, bu eseri bugünlere taşıyan ve onu klasikleştiren, üniversitelerde edebiyat sınıflarında okutturan ve bugünün tiyatrosunda hala sahnelenen bu evrensel eseri bu derece önemli kılan nedir? Şüphesiz, Shakespeare bu eseri ile insanları görünüşüne göre yargılayan bir dünyaya eleştirel bir ayna tutuyor ve bunu usta dili ve mizah duygusu ile başarıyor.

Yahudi olduğu için, tefecilik yaptığı için, faiz istediği ve gaddar bir efendi ve paragöz biri olduğu için “hak ettiğini bulmuş” gibi görünen Shylock da aslında her kimliğinin ötesinde bir insan değil midir? 16.yy İngilteresi’nin din ayrımına karşın şöyle konuşuyor Shylock, Shakespeare’in kaleminden:

“Beni aşağıladı, yarım milyondan

etti, zararlarıma güldü,

kazancımla alay etti, halkımı hor

gördü, işlerimi köstekledi,

dostlarımı soğuttu, düşmanlarımı

kızıştırdı-neden yaptı bunları

peki? Ben Yahudiyim de ondan.

Yahudi’nin gözü yok mu?

Yahudi’nin elleri yok mu;

organları, boy posu, duyuları,

heyecanları yok mu? Aynı

yiyecekle beslenmiyor mu, aynı

silahla yaralanmıyor mu, aynı

hastalıklara yakalanmıyor mu,

aynı yollarla iyileşmiyor mu, aynı

kışın ve yazın üşüyüp ısınmıyor

mu? Farkı ne Hıristiyan

insandan? Etimizi kesince bizim

de kanımız akmaz mı?

Gıdıklanınca gülmez miyiz?

Zehirlenirsek ölmez miyiz? …”

(Shakespeare, 77)

Her türlü dini kimliğin ötesinde insan insan değil midir, o halde herkes aynı candan değil midir? Bu kadar karamsar bir portre içerisinde canlandırılan Shylock karakterine Antonio ya da diğer “Hıristiyan” karakterlerden daha kötü bir karakter diyebilir miyiz? Aslında bunu ortaya koymak çok da mümkün değildir. Antonio’nun etinden bir parça almayı hiçbir parayla değişmeyecek olan Shylock sonuçta sürekli farklı bir dinden olan kesim tarafından zulüm görmüş zavallı bir insan değil midir? Bu durumda paragöz, acımasız Shylock bir anda gözümüz önünde merhamet uyandıran bir karakter haline gelmemekte midir? Onun sonu, oyunu Komedi olmaktan çıkarıp bir Tragedya’ya dönüştürmemekte midir? 16.yy’ın Venedik’i, koyduğu yasalar gereği

Page 26: Patika Sayı 2

26

Yahudilere ticaretten başka hiçbir meslek hakkı tanımıyordu ve sonra da bu tefeciliği aşağılayıp ahlaksız buluyordu: bu zamanın koşullarını da gözler önüne aldığımızda aslında Shakespeare insanların dinin peçesi altından bakan gözlerini bir an için bile olsa başka yöne çevirmiyor mu? Her ayrımın ötesinde herkesin aynı etten ve candan olduğunu kavratmayı ve o ana kadar nefret duymayı öğrenmiş duygulara bir parça da olsa merhamet yerleştirmeyi başarmıyor mu? O halde bu dış görünüşler perdesini kaldırmak ve öyle bakmak değil midir?

Buna karşın 16.yy’da “merhamet ve sevgi”nin temsilcisi tek din olarak “görülen” Hıristiyanlığa daha objektif bir bakış da sunuyor oyununda.

Portia eşlerini seçerken okuyucuyu en rahatsız eden tutumu doğru sandığı seçemeyenin aslında bir daha kimseyle de bir evlik yaşayamayacak oluşudur. Ve buna karşın Portia’nın da herkeste bir kusur buluşu… Yani “hem onun istemediği hem de zaten onun olamayacak olan kimsenin de olmamalı”. O halde burada adalet ve merhamet bulmak zaten yeterince zor değil midir? Acımasızlığın gözümüze ilk bakışta çarpabilmesi için Shylock gibi bir karaktere ihtiyacımız

yoktur: Portia da yeterince acımasızdır. Üstelik kendisi merhametten ve sevgiden sürekli bahsedip, bunun iyi bir hıristiyanda bulunması gereken vasıflar olduğunu vurgulamasına rağmen:

“Dünyasal gücün Tanrısal güce en yakın hali, Adaletle merhametin uzlaşmasıyla ortaya çıkar” diyen Portia sonunda Shylock’a yapabileceği en merhametsiz cezayı vermiyor mu? Shylock’un yasayı kelimesi kelimesine uygulamak istemesi merhametsizce oluyor da Portia’nın bu konuda daha da ileri gidip Shylock’un din değiştirmesine zorlaması ne kadar merhametlice oluyor?

“Ona gösterecek merhametin var mı Antonio?” (Shakespeare, 123) sözüne karşın Antonio’nun malının yarısı benim olmasın madem ama buna karşın Hıristiyan olsun gibi bir yaklaşım göstermesi aslında çok daha acımasızcadır. Kişinin parasını

Page 27: Patika Sayı 2

27

almak, dinini almaktan daha mı merhametlice bir cezadır? Bunu bu şekilde değerlendiren kişi, aslında parayı daha fazla önemsediğini göstermiş oluyor (www.sparknotes.com). Ki bu da dönemin kendi ahlaki değerlerini sorgulatan bir yaklaşım oluyor. Hiçbir kimse göründüğü gibi değildir, gerçek görünen maskenin çok daha ötesindedir. Yani başka bir deyişle önemli olan ruhun güzelliğidir. Bununla ilgili çok güzel bir sembol oluyor Portia’nın takiplerini elemek için kullanılan o üç sandık: bakır, gümüş ve altın…

Altını seçen kaybediyor ve içinden şöyle bir yazı çıkıyor:

“Her parıldayanı altın sanma;

Kim söylese de bunu sakın

inanma. Az değil dış görünüşüme

kanan Ve aldanıp sonunda

canından olan. Yaldızlı mezar

görünce gözün kamaşır; Bilmezsin

ki içinde kurtlar kaynaşır. Aklın

da olsaydı eğer yüreğin

olduğunca Kafaca yaşlı olsaydın,

bedence genç olsan da. Dürülmüş bulmazdın bu cevabı karşında.

Umudun soğudu artık Hadi sana

elveda.” (Shakespeare, 65)

Bakır sandık içinse şöyle diyor yazı:

“Dışı gümüş kaplı soytarı boldur

dışarıda, anlaşılan bir tanesi de

işte şimdi burada” . (Shakespeare,

71)

Asıl sandık olan bakır sandıkta ise daha önce de bahsettiğimiz gibi: “seçimini yaparken görünüşe kanmıyorsun” diye yazıyordu. Yani tüm bu sandıklar yine görünüşlerin aldatıcılığıyla ilişkili birer semboldürler. Bu oyun bile komedi gibi görünen bir trajedidir zaten! Merhametli gibi görünen Hıristiyanlar en acımasız şekilde Shylock’a çektiriyorlar, En acımasız görünen Shylock’un acımasızlığı bile Antonio’nunkinin yanında daha “haklı” kalıyor.

Oyundaki kılık değiştirme de “görünüşlere aldanmamak” gerektiği ile ilişkili Shakespeare’in kullandığı başka bir motiftir. O zamanın bayanlarını düşünürsek, sessiz, sakin ve çok da söz hakkı yok gibi görünen bayanlara karşın aslında kıvrak zekâlı, ince fikirli, cesur, konuşkan, atılgan bayanlar görüyoruz bu oyunda ve tüm bunlar tek bir kılık değiştirme sayesinde oluyor: erkek kılığına girmek. O halde Shakespeare bizi bu oyunla sadece dinlerin ötesinde bir gerçeğe değil, cinsiyetlerin ötesinde de olan bir gerçeğe taşıyor. Zamanının kadına bakış açısını bir anda farklı yöne çekecek bir portre çiziyor: cinsiyetlerin de ötesinde insan aynı insan. Seven bir erkek de kadın da olsa “sadık”tır ve seven hangi yürek olursa olsun ”cesurdur”. Evde oturup eşlerinin

Page 28: Patika Sayı 2

28

mahkemeden dönmesini izleyen bir bayan portresi görmüyoruz, aksine aşkları için “adaleti” arayan cesur bayan tipleri görüyoruz, Portia, Nerissa ve Jessica’da.

Erkeklerin kadınlarla karıştığı, dinlerin şaşırtıcı yanlarıyla gözler önüne serildiği ve para hırsının, açgözlülüğün, intikamın işlendiği bu eser, komedi gibi görünen bir tragedya sayılabilir. Kadın ya da erkek, Yahudi ya da Hıristiyan, tüccar ya da tefeci olmanın, kısacası tüm görüntülerin ötesinde insan insandır, tutkuları, kusurları ve aynı anda erdemleriyle de… İntikam bakıyoruz, hangi dinden olursa olsun her karakterde bu hırs var: Antonio’nun Shylock’u aşağılamalarında ve sonunda onu düşürdüğü durumda; Shylock içinse Antonio’nun etinden bir parçayı hınçla istemesinde gizli.

“İçinde müzik olmayan Ya da tatlı

seslerin uyumundan

duygulanmayan insandan Her

türlü hainlik, dolap düzen,

gaddarlık beklenir” (Shakespeare,

133)

Sonuçta insan tüm kusurlarıyla insandır ve bu kusurlar din, cinsiyet, ırk ayırmıyor:

“dışarıdan bakıldığında iyi yanı

bulunmayacak kötülük yoktur

yeryüzünde.” (83)

Buna karşın, sadece erkeğe yakıştırdığımız “cesaret”, sevince her bayan yüreğinin

derinliklerinde var: Jessica’nın evden kaçışında, Nerissa’nın kılık değiştirmesinde, Portia’nın kıvrak zekâsıyla Antonio’yu kurtaran kişi olmasında gizli.

Ama gerçek sevgi ve merhamet tüm bu kılıkların ötesinde gizli: Nerissa’nın Portia’ya sadakatinde, Bassanio’nun Antonio için canını vermeye hazır oluşunda, Bassanio’nun görünüşlere aldanmayıp bakır sandığı seçişinde…

Shakespeare bu eseriyle de yüzyıllar sonra bile okuyucunun yüreğini titretiyor.

“Merhamet zorla olmaz Gökten

süzülen yağmur gibidir İki yönden

kutsaldır: Hem vereni kutsal kılar

hem alanı. En ulu kişilerde en

güçlü olur, Tahtında oturan

hükümdara Tacından daha çok

yaraşır.”

Shakespeare, 113

Elif Öztürk

Kaynaklar :

Shakespeare, William. Venedik Taciri. Remzi Kitabevi: İstanbul, 2008

www.sparknotes.com

Işıl Baş ‘ın “Shakespeare” dersi notları

Page 29: Patika Sayı 2

29

Eleni Karaindrou Müzikleri Üzerine Duygusal Bir Deneme

Bazen insanın yüreğinin en diplerine kadar hükmeden, tınılarıyla içte bir şeyleri ele geçiren müzikleri yapan insanlar vardır. Bu insanların müziğiyle tanıştığınızda her şey bambaşkalaşır. Onların müziği yüreğinize dokunmaya başlar, vücudunuzda yürür her bir nota. İşte böyle güzel bir tattır Eleni dinlemek. Müzikleri önce parçalar her şeyi, sonra da parçalayarak öğretir. Biri benim duygularımı nasıl bu kadar güzel yerden yakalayabilir diye sorarsın kendine. Cevap, Eleni’nin müziğindedir. Eleni Karaindrou Yunanlı bir bestecidir. Çağımızın en iyilerinden… Eleni Karaindrou en

çok Theodoros Angelopoulos filmleriyle tanınır. Ben de ken-disiye bu yolla tanıştım. O hayranlık duyulacak en sevdiğim yönetmenlerden biri sayesinde… Onun o müthiş filmlere vurucu etkiyi veren kişi Eleni’dir ve Angelopoulos müzikleri öyle sahnelerde işleyişe dahil eder ki, birden tüm algıyalış, hüzün sizi bulur. Filmlerin o ağır beyine ve yüreğe oturan sahneleri müzikle beraber ruha kazınır. Filmlerdeki müzikleri çoğunlukla hüzün, yitip gitmişlik ve acı koksa da film ve müzik bir araya geldiğinde insanın en karşı konulamaz yitişinin farkındalığına bir kapı aralar. Ağır aksak ve uzun ilerleyen keman girişleri vardır örneğin Eleni’nin… Vurucudur… Koşturmaz Eleni müzikleri… Duyguyu sana yavaşça

Page 30: Patika Sayı 2

özümseterek verir. Eleni müzikleri bireysel dinlendiklerinde baverirler. Filmin kurgusu içinde başka… Angelopoulos’unsorgulamaları sanki müziişlemiştir. Çağımızın yaşayan en önemli müzisyenlerinden biridir. Büyük bir şans gerçekten… Filmler kültürel, politik, mitolojik izler bırakırken, filmin o uzun saatler arasında barındırdğı Eleni’nin müziği acı kokar amüzikleri böyle değidir. Çok çeşitlidir Eleni. Bitmeyecek bir su kaynağı gibi.

30

özümseterek verir. Eleni müzikleri bireysel dinlendiklerinde başka tat verirler. Filmin kurgusu içinde

ka… Angelopoulos’un ağır sorgulamaları sanki müziğe de

şayan en önemli syenlerinden biridir. Büyük

ans gerçekten… Filmler kültürel, politik, mitolojik izler bırakırken, filmin o uzun saatler

ğı Eleni’nin i acı kokar ama tüm

müzikleri böyle değidir. Çok meyecek bir su

By the Sea, Eternity a Day

Umut ışılayan, içeride bir baştan yaratan tınılar.

Waltz By the River, The Weeping

Meadow… Ulyses Gaze, Elegy of the Uprooting…. getirilebileceklerden…

O müziklerdeki kaybetme hisAyna duygusu… Tecrübelerle yüzleşmek… Coğrafi yakınlık… İyi müzik, iyi bir klasik, iyi bir piano tınısı “onarıcıdır”. Eleni de tüm bunların içinde kaybolunup tekrar kegüzelliğini barındırıyor içinde.

By the Sea, Eternity a Day …

ılayan, içeride bir şeyleri tan yaratan tınılar.

Waltz By the River, The Weeping

Meadow… Ulyses Gaze, Elegy of En çok dile

bileceklerden…

O müziklerdeki kaybetme hissi. Ayna duygusu… Tecrübelerle

ğrafi yakınlık… yi müzik, iyi bir klasik, iyi bir pia-

no tınısı “onarıcıdır”.

Eleni de tüm bunların içinde kaybolunup tekrar keşfetmenin

ini barındırıyor içinde.

Tuğçe Kaya

Page 31: Patika Sayı 2

31

GEA KÖŞESİ

GEA Levent şubesi olarak ilk saha çalışmamızı ve ilk büyük tatbikatımızı tamamladık. Çok da güzel tecrübelerle geri döndük. Çalışmanın akabinde

bir araya gelip kendimizi ve kampı hocamızla beraber değerlendirme imkanı bulduk. Hem kendimizi tanımak, hem de birlikte olmayı öğrenmek

adına çok güzel bir tecrübeydi. Hocamız Ali Onur Günçel’e tüm motivasyonu ve çabası için tekrar tekrar teşekkürler ediyoruz.

Page 32: Patika Sayı 2

32

Başka bir Tatil Mümkün

Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği tarafından yürütülen “Ekolojik Çiftliklerde Tarım Turizmi ve Gönüllü Bilgi, Tecrübe Takası” projesi, kısa adıyla TaTuTa, Türkiye’de ekolojik tarımla geçinen çiftçi ailelerine mali, gönüllü iş gücü ve/veya bilgi desteği sağlayarak ekolojik tarımı teşvik etmeyi ve sürdürülebilirliğini sağlamayı amaçlıyor. Gönüllü, iş gücü, bilgi ve/veya tecrübe desteği sağlayarak çiftlikte gönüllü olarak çalışan kişidir. Çalışma karşılığında gönüllünün konaklama ve yemek ihtiyaçları çiftlik tarafından karşılanır. Konuk ise konaklama ve aldığı hizmetlerle ilgili mali desteğini aracısız olarak çiftliğe veren kişidir. Çiftlikte çalışma zorunluluğu yoktur. 2003’de yirmi beş çiftlikte başlayan proje, bugün 94’ten fazla çiftlikle devam ediyor.

Ben de bu yaz Fethiye’nin Yanıklar Köyü’ndeki Pastoral Vadi Ekolojik Yaşam Çiftliği’nde iki hafta gönüllü olarak bulundum. İki hafta boyunca tarla ve mutfak olmak üzere iki ayrı bölümde çalışma imkanım oldu. Her gün üçer saatlik iki vardiya şeklinde

çalıştık. Tarlada 06.00-09.00 ve 17.00-20.00 olmak üzere iki vardiya, mutfakta ise 07.00dan 22.00a kadar üçer saatlik beş vardiya var. Kişiler, diğer gönüllülerle anlaşarak istediği şekilde vardiyalarını ayarlayabiliyorlar. Haftada bir gün ise izin kullanılıyor.

Çiftlik, kırk iki dönümlük bir arazide Kargı Çayı’nın yanında yer alıyor. Çiftlikte konukların kullanımına ayrılmış taş, kerpiç ve ahşap evler bulunuyor. İsteyenler çadırda da kalabiliyor. Yetiştirilen

Page 33: Patika Sayı 2

33

Valencia tipi portakal ağaçları, çiftliğe ayrı bir güzellik katıyor. Aynı şekilde, kendi şaraplarını ürettikleri üzüm korusundan yürümek de ayrı bir keyif. Bunun dışında hayvansal ürün ve gübre ihtiyacını karşılamak için tavuk, ördek ve ağılda koyun ve keçiler var. Rüzgar isimli at, tarlayı sürmek için kullanılıyor. Organik tarım yöntemleri kullanılarak domates, biber, patlıcan, enginar, marul, soğan, fasulye gibi sebzeler ve meyveler yetiştiriliyor. Ancak çiftlik kapasitesinden daha fazla konuk kabul ettiği için ihtiyacı karşılayamıyor ve civar köylerden bazı ürünleri satın alıyor.

Page 34: Patika Sayı 2

Benim beklentim, kendi kendine yetebilen bir çiftlikti. Bu anlamda hayal kırıklığına uğsöylemeliyim.

İlk günlerimde çoğorakla ot biçip bu otları hayvanlara verdik. Mutfaktan çıkan organik atıklar ise tavuk ve ördeklere veriliyor. Bunu zararlı otlardan tarlayı arındırmak takip etti. Sevimli oğlakları aBenim için en zoru, saban koşulmuş atla tarlayı sürmeyi denemek oldu. Ne yazık ki pek başarılı olamadım. Kürek ve çapa kullanarak arıklar açtık ve tarlayı ekim için hazırladık. Daha sonra açtığımız arıklara patlıcan fidelerini diktik. Domates ve biber tohumlarını gübre karıştırılmış toprak döktüğümüz viyollere ektik. Bu viyoller serada tutuluyor ve fide haline geldiklerinde tarlaya dikmek için hazır oluyorlar. Patlıcanların sarı yapraklarını temizledik çünkü bu hastalık demek, bitkiye zarar veriyor. Çiftlikte gündüçalışanlar civar köylerde oturuyorlar ve hanımlar mutfak ve temizlikte çalışırken erkekler tamirat ve tarla işleri yapıyorlar. Gönüllülere ne yapacaklarını

34

Benim beklentim, kendi kendine yetebilen bir çiftlikti. Bu anlamda

a uğradığımı

lk günlerimde çoğunlukla orakla ot biçip bu otları hayvanlara verdik. Mutfaktan çıkan organik atıklar ise tavuk ve ördeklere veriliyor. Bunu zararlı otlardan tarlayı arındırmak takip

ğlakları aşıladık. in en zoru, saban

atla tarlayı sürmeyi denemek oldu. Ne yazık ki pek

arılı olamadım. Kürek ve çapa kullanarak arıklar açtık ve tarlayı

serada tutuluyor ve fide haline geldiklerinde tarlaya dikmek için hazır oluyorlar. Patlıcanların sarı yapraklarını temizledik çünkü bu hastalık demek, bitkiye zarar veriyor. Çiftlikte gündüz

anlar civar köylerde oturuyorlar ve hanımlar mutfak ve

şırken erkekler şleri yapıyorlar.

Gönüllülere ne yapacaklarını

anlatanlar da bu kişaynı zamanda stajyerleri ediyor. Ben oradayken dört organik tarım öğrencisi ve birturizm öğrencisi staj yapmaktaydı.

Çiftlikte günler sakin ama bir o kadar güzel geçiyor. Çalışmadığınız zaman kitabınızı alıp bir köşeye çekilebilir, hamakta şekerleme yapabilir, havuzda yüzebilir ya da oradaki köylüler ve gönüllülerle sohbet edip birbirinizden bir çok öğrenebilirsiniz. Gönüllüler arasında çiftlikte gönüllü

çalışmayı yabiçimi halgetirmişvardı. YediTürkiye’de ve yurt

bizlerle paylagünlerimde ve vardiyam olmadızamanlarda Ölüdeniz, Kelebekler Vadisi, Saklıkent, Patara, Kayaköy ve civar koyları görme şansım oldu.

anlatanlar da bu kişiler. Çiftlik, aynı zamanda stajyerleri de kabul ediyor. Ben oradayken dört

ganik tarım öğrencisi ve bir rencisi staj yapmaktaydı.

Çiftlikte günler sakin ama bir o kadar güzel geçiyor.

ğınız zaman kitabınızı şeye çekilebilir,

şekerleme yapabilir, havuzda yüzebilir ya da oradaki

nüllülerle sohbet edip birbirinizden bir çok şey

renebilirsiniz. Gönüllüler arasında çiftlikte gönüllü

çalışmayı yaşam biçimi haline getirmiş bir abimiz vardı. Yedi sene Türkiye’de ve yurt

dışındaki çiftliklerde çalışırken

biriktirdiği deneyimleri

le paylaştı. İzin günlerimde ve vardiyam olmadığı zamanlarda Ölüdeniz, Kelebekler Vadisi, Saklıkent, Patara, Kayaköy ve civar koyları görme

Gizem İyigün

Page 35: Patika Sayı 2

UÇURUMLARDA DÜ Bazen, hayatı kucaklamak istersin.

Ve altında yatılmamış tek bir yıldız kalmasın istersin.

Gökyüzünü yorgan,

Toprağı döşek yaparsın da yine de sı

Bir yağmur yağsa da içimden

Doğaya ve onun cömertliğOna uygun yaşayıp, ondan ö

Can, durmak istemez bedende ve co

Güçlü idealler için, güçlü olma yolunda rehberimizdir do

Ve bizler, şükranlarımızı sunarız do

Sen!

Saatlerce aralıksız şekilde enkazda arama yapan Yüksektepeli karde

Aradığın şey, aslında kendindir!

En çok da, kendi içinde bulacaksın aradı

Lazım olan coşku, tam da kalbindedir!

Leonidas şahidimiz olsun ki, biz

‘ Hayatın en ulu orta yerinde kanunlara itaat eden Yüksektepeliler vardır’

35

UÇURUMLARDA DÜŞ KURMAK

kucaklamak istersin.

ş tek bir yıldız kalmasın istersin.

ek yaparsın da yine de sığmaz yüreğin bulutlara…

sa da içimden şehirler akıp gitse dersin…

aya ve onun cömertliğine karşı hayranlık duymamak zordur.

ayıp, ondan öğrenmekse ehil ruhların işidir.

Can, durmak istemez bedende ve coşkuyla açılır yüreğin yelkenleri…

Güçlü idealler için, güçlü olma yolunda rehberimizdir doğa…

ükranlarımızı sunarız doğa anaya…

şekilde enkazda arama yapan Yüksektepeli karde

ey, aslında kendindir!

En çok da, kendi içinde bulacaksın aradığını…

ku, tam da kalbindedir!

ahidimiz olsun ki, biz şunu söyleriz;

yerinde kanunlara itaat eden Yüksektepeliler vardır’

Ali Onur Günçel

Ş KURMAK

lara…

duymamak zordur.

ğin yelkenleri…

ğa…

ekilde enkazda arama yapan Yüksektepeli kardeşim,

yerinde kanunlara itaat eden Yüksektepeliler vardır’

Ali Onur Günçel

Page 36: Patika Sayı 2

36

ŞİİRLE SOHBET

Aynı Yağmur

Yağmur yağıyordu, Islanıyorduk hep birlikte. Aynı yağmurdu ıslatan, Hepimiz ıslanıveriyorduk. Hepimiz ıslaktık. Aynı ay gökyüzündeydi. Aynı soğuk, aynı karanlık, aynı hava… Yağmur yağıyordu işte, ıslanıveriyorduk Farklı hatıralar, Benzer öyküler vardı kafamızda. Üşüyorduk hep birlikte. Yağmur yağıyordu, Bizler açtık o yağmurun altında. Doymamıştık, doyamamıştık bir türlü. Doymamıştık ve hep birlikte yağmurdan kaçmaya çalışıyorduk. Hâlbuki yine de ıslanıyorduk. Evet, her birimiz aç insanlardık yağmurun altında Sahte yüzlerle bakıyorduk birbirimize Farklı hatıralar ve benzer öykülerle Birbirimizi ertelemeye ve sormamaya devam ediyorduk.

Tuğçe Kaya

Page 37: Patika Sayı 2

37

Tarih ve Felsefe Araştırmaları Yazı Dizisi

Abstract on Joseph Strayer, On the Medieval Origins of the Modern State

Joseph Strayer is questioning the relationship of the individual to the state in his book. How much do we need to “state” formed by the individual? When we eliminate the states or gov-ernments can individual find a living place? Today it may be preferable to live without family, religion and traditions and somehow society also can accept

that but eventually this individual will need a state. How can in-dividual live without rights, salvation or security in this age? Well, his answer is no. He/she can’t. Strayer is questioning that has been like that in all history ? His answer is again no. When people didn’t care there is a state or not; without any citizenship, family or leader, without belonging to any community or religious mechanisms people could live or survive as a slave or servant. Strayer thinks that this community ‘s value was much more than ours. Because life was consisted of family, leader, community or religion not by governments but on the other hand this community life wasn’t strong as much as what we have now. According to Strayer if we can’t escape from the governments it’s very important to understand some points about it. This understanding will also help to give the meaning to history studies and for that; it’s very

Page 38: Patika Sayı 2

38

important to see different types of states and origins of the goverment forms. Studies about origins of modern Europe can make clearness for what are our problems now and can also show why some states (or formations) are different than the others. With all these thoughts Strayer asks that what is the definition of the state and I also think that it is a perfect question. According to Strayer, it is really important question but at the same time we do not have a satisfying answer for that and I agree with him. He says that that’s why we should focus on some of the signs. They can show us the existence of states and maybe can help us. According to him, obvious sign is; large of people can come together in a particular area, creat new generations and develop the patterns of or-ganizitions. For instance, Ancient Greek city states. So is this the origin of the modern

states?

Strayer says; neither Ancient Greek city states nor the coalitions for Pers’ attacks can be origin of the modern states. Because even if coalitions or olympic games couldn’t make separate governments from the city states. According to Strayer best sign and

most important one is; foun-dations institutions. Ongoing institutions for many years can have a name as a “state”. Because in the past people saw that these institutions have nothing to do with personal things but they do make organizing for community (also population was getting increase) and it had been continued for many years and then individuals started to get used to that idea. Strayer says we can say origins of the moderns states started to establish in 1100-1600 time period. For example Strayer thinks that feudalism which is appeared in middle ages was so complicated. Feudalism was considering on public matters and

Page 39: Patika Sayı 2

39

it had a law system for that. İt was grazed from personal mat-ters.People were dying but Feudalism continued and church was the one that has responsibilities of the system con-trol. Church was responsible for justice. Community had allegiance to church and this created “allegiance of state”. Strayer says that feudalism was destroyed by Frankish Empire but it has not been destroyed by social-political changes wrought by that Empire. According to Strayer, politics in 1300 was the best but after 1300s, two centuries were really hard. Europe gave an exam with population, technology and marketing and end of the 15th century political atmosphere has changed. After 1450s we can

clearly see the improvement.Of course at the same time we should consider about monarchies and hundred years’ war.Also Strayer thinks that secretary of state was one of the most important thing for the middle age. İn his opinion Western Europe developed in 1700s. Even if in that date we can’t talk about democratic systems but it doesn’t mean that systems were despotic ,we can’t say that either.Strayer thinks that England is a bad example for origin of state. Because England belonged to France but on the other hand in this case we can say “state became a necessary thing” in this time period.

Tuğçe Kaya

Page 40: Patika Sayı 2

40

Tuğçe Kaya