156
stanbul Teknik Üniversitesi Vakf Yayn TEMMUZ - EYLÜL 2014 SAYI 65 ÇEVRE Prof. Dr. Mikdat Kado lu / Prof. Dr. Erdo an Yüzer Prof. Dr. Derin Orhon Prof. Dr. Nuran Zeren Gülersoy - Esra Yazc Gökmen Prof. Dr. Tanay Sdk Uyar Prof. Dr. Lüt Akca - Abdurrahman Ulurmak Can Erel / Prof. Dr. lhan Tekeli / Ay e Hasol Erktin Prof. Dr. Leyla Tanaçan Dr. M. Emre Çamlbel - Gülcemal Alhanlo lu - Deniz U urlu brahim Çiftçi / Martin Townsend / Prof. Dr. Ay egül Tank Assoc. Prof. Mohamed Boubekri / Süleyman Akm Doç. Dr. Ahmet Atl A c / Emre Hatemo lu / Prof. Dr. Seval Sözen Prof. Dr. Sinan Mert ener / Duygu Erten

Prof. Dr. Mikdat Kado ù lu / Prof. Dr. Erdoù an Yüzer · itü vakf dergisi 1. 2 itü vakf dergisi TEMMUZ-EYLÜL 2014 | SAYI 65 ... için oluşturduğu büyük riske işaret ederek

  • Upload
    others

  • View
    8

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

stanbul Teknik Üniversitesi Vakf�Yay�n�

TEMMUZ - EYLÜL 2014 SAYI 65

ÇEVREProf. Dr. Mikdat Kad�o lu / Prof. Dr. Erdo an Yüzer

Prof. Dr. Derin Orhon

Prof. Dr. Nuran Zeren Gülersoy - Esra Yaz�c� Gökmen

Prof. Dr. Tanay S�dk� Uyar

Prof. Dr. Lüt� Akca - Abdurrahman Ulu�rmak

Can Erel / Prof. Dr. lhan Tekeli / Ay e Hasol Erktin

Prof. Dr. Leyla Tanaçan

Dr. M. Emre Çaml�bel - Gülcemal Alhanl�o lu - Deniz U urlu

brahim Çiftçi / Martin Townsend / Prof. Dr. Ay egül Tan�k

Assoc. Prof. Mohamed Boubekri / Süleyman Ak�m

Doç. Dr. Ahmet At�l A �c� / Emre Hatemo lu / Prof. Dr. Seval Sözen

Prof. Dr. Sinan Mert ener / Duygu Erten

Kale Mantolama ve Kale Boya, Kalekim markalarıdır.

10numaramantolama.com

/ UstasinaSor Kale Mantolama ve Kale Bo

ma.com

naSor

1itü vakf� dergisi

2 itü vakf� dergisi

TEMMUZ-EYLÜL 2014 | SAYI 65

...........................................................................................................................................................................................................................................

İmtiyaz Sahibi:İTÜ Vakfı adına Prof. Dr. Mehmet Karaca

Yazı İşleri Müdürü: Hatice Yazıcı Şahinli

Yayın Kurulu:Prof. Dr. Yıldız SeyY. Müh. Naci EndemDr. Y. Müh. (Mimar) Doğan HasolProf. Dr. Mete TapanKenan ÇolpanKenan MeteHatice Yazıcı Şahinli

Yayın Koordinatörü:Kenan Mete

Editör:Hatice Yazıcı Şahinli

“Çevre Dosyası” Danışmanı:Mimar, MDS Ayşe Hasol Erktin

Reklam ve Halkla İlişkiler:Fahri Sarrafoğlu

Grafi k Uygulama:Eser Keleş

Katkıda Bulunanlar:Zeynep Şahin Tutuk, Gülşah Seyhan,Osman Keskin, Altan Bal, Arzu Eryılmaz, Gözde Çalışır, Yavuz Dürüst, Engin Yıldırım,Ramazan Küçük

Yönetim Yeri:İTÜ Vakfı MerkeziİTÜ Maçka Yerleşkesi 80394Teşvikiye / İSTANBULTel: 0212 291 34 75 – 230 73 71Faks: 0212 231 46 33

Baskı:Azra MatbaacılıkLitros Yolu 2.Matbaacılar Sitesi E Blok 1.Bodrum No.11 Topkapı Zeytinburnu / İSTANBULTel: 0212 674 10 51 – 612 79 27

Yayın Türü: Yaygın, Süreli

E-posta: [email protected]

Bu dergide yayımlanan imzalı yazılar sahiplerinin görüşünü yansıtmaktadır. Dergiyi ve yayın kurulunu bağlayıcı nitelik taşımaz.

İTÜ Vakıf Dergisi’nde yayımlanan yazı ve fotoğrafl ardan kaynak belirtilmek koşulu ile alıntı yapılabilir.

VAKFI DERGİSİ

İTÜ Yönetiminin Kampus Planlama Anlayışı ve Yeni Planlama UygulamalarıProf. Dr. Sinan Mert Şener

Kampus Sürdürülebilirliğine Entegre Bir YaklaşımDuygu Erten

99103

3itü vakf� dergisiEnka İnşaat ve Sanayi A.Ş. Balmumcu, Zincirlikuyu Yolu No:10 Beşiktaş 34349, İstanbul / Türkiye

phone: +90 212 376 10 00 - fax: +90 212 272 88 69 - e-mail: [email protected] - web site: www.enka.com

4 itü vakf� dergisi

Değerli okuyucularımız,

Dergimizin dosya konusu olarak Üniversitemizde, Türkiye’de, uluslararası ortamlarda ve bilim dünyasında gelişen yeniliklere ve sorunlara açık olmayı ve uzmanların görüşlerine yer vermeyi ilke edinmiş bulunuyoruz. Bu kapsamda Meydanlar, Enerji, Kentsel Dönüşüm, İTÜ ve Gelecek ve diğer sayılarımızla bu ilkemizi sürdürmeye çalıştık. Okurlarımızdan gelen olumlu yansımalar izlediğimiz tutumun doğru olduğuna işaret ediyor. Dünyamızın ve insanlığın yakın gelecekte karşı karşıya kalacağı tehlikenin adı olarak kullanılan “İklim Değişikliği” olgusu son yıllarda çeşitli afetlerle ve beklenmedik doğa olaylarıyla karşımıza çıkıyor. Bilim çevrelerinin araştırmaları bu olaylara karşı alınması gereken önlemleri yayımlayarak ilgilileri uyarıyor. Bu koşullar altında İTÜ Vakfı Dergisi Yayın Kurulu olarak biz de, farklı alanlardan uzmanlara danışarak konu ile ilgili farkındalığımızı artırmayı görev edindik ve 65. sayımızı “ÇEVRE” başlığı altında hazırladık. Konunun, derginin bir sayısı kapsamında kapatılamayacağının bilincinde olarak gelecek sayılarımızda “Çevre” başlığı ile özel sayfalar ayırmayı düşünüyoruz. Derginin ilk iki yazısı olarak Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) 5. Değerlendirme Raporu, iklim değişikliğinin insanlar ve ekosistemler için oluşturduğu büyük riske işaret ederek dünya ölçeğindeki durumunu ortaya koyarken, İklim Risk Yönetimi ve Türkiye yazısı ile ülkelerin ne yapmaları gerektiği konusunu irdeliyor. Birçok ülkenin temel sorunu olan ‘su ve susuzluk’ konusunu çevre koşullarındaki değişmelere bağlı olarak ele alan yazı, geleceğe ilişkin öngörülerle dikkati çekiyor.İstanbul, ekonomik, sosyal , tarihsel ve doğal yapısı ve giderek artan nüfusu ile Türkiye’nin en önemli, fakat en sorunlu kenti. “İstanbul’da Sonun Başlangıcı: Çevrenin Çöküşü” başlıklı yazı, neden tehlike çanlarının çaldığını anlatıyor.Türkiye’de çevre konularındaki sürekli faaliyetleriyle tanınan TEMA Vakfı’nın çalışmalarını anlatan yazı, gönüllülük üzerine kurulan bir organizasyonun başarısını ortaya koyarak, toplumun çevreye sahip çıkabileceğine işaret ediyor.Enerji kaynaklarının, çevre kirlenmesinin ve dolayısıyla iklim değişikliğinin başlıca itici güçleri olduğu artık herkesin farkında olduğu bir gerçek. “ Enerjinin Etkin Kullanımı ve %100 Yenilenebilir Enerji” başlıklı yazı konuya ışık tutarak bizleri aydınlatıyor.

Türkiye’nin Avrupa Birliği Çevre Faslı çalışma sürecinde kabul ettiği kriterler, yetkili yazarlar tarafından “Avrupa Birliği Uyum Sürecinde Çevre Politikaları ve Uygulamalar” adlı yazıda ayrıntılı olarak sunuluyor. Bir başka yazı ise Kyoto Protokolü açısından havacılık endüstrisinin çevreye etkilerini inceleyerek önlemleri ele almaktadır.“Çevre” konusunun öneminin tartışılmaz olduğu alan ise hiç kuşkusuz yapma ve doğal çevrenin sürdürülebilirliğidir. Ekolojik tasarım kavramı, çevrenin sürdürülebilirliğinin sağlanması için kent ölçeğinden yapı elemanına ve yapı malzemesine kadar tasarımın hiyerarşik bir sistem içinde ele alınmasını içermektedir. Uzman yazarlar tarafından sunulan yazılar Ekolojik tasarımın kavramsal düzeydeki irdelemelerinden ekonomi politikalarına, mimarlıkta pasif çözümlerden bütünleşik tasarıma, yapı malzemelerinin yaşam döngüsünden binalarda enerji verimililiğine, eko-şehirlere, yenilenebilir enerji kaynağı olarak atıklara ve hasta bina sendromundan gün ışığının mimarlığa ve sağlığa etkisine kadar geniş bir yelpaze oluşturuyor. Yeşil planlama çalışmalarına ilişkin iki proje, konunun uygulamadaki örnekleri olarak dosyamızı sonlandırıyor: İTÜ’nün kampüs planlama anlayışının temelini oluşturan yeşil kampüs ilkesi ve karbon salınımlı eko kampüs hedefi ile Piri Reis Üniversitesi’nin kampus sürdürülebilirliği için entegre yaklaşımı, ileriye dönük çalışmaların öncülüğünü yapıyor.“Çevre” dosyamızın içeriğinin oluşturulması ve hazırlanması sürecinde değerli fi kirleriyle katkıda bulunan, çalışmamıza gönüllü danışmanlık yapan Sayın Ayşe Hasol Erktin’e teşekkürlerimizi sunarız.Bu sayımızdan itibaren dergimizde ‘SANAT’ başlığı altında bir sayfa açıyoruz. Bu konuya Prof. Dr. Ayla Ödekan’ın “İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ)’nde Bilim-Sanat İlişkisi ve Bilgi Çağı “başlıklı yazısı ile ilk adımı atıyoruz.Her sayımızda olduğu gibi 65. sayıda da Teknokent Dosyası, Tekno-Girişim, İTÜ’den Haberler ve İTÜ Vakfı’ndan Haberler yer alıyor. 66. Sayıda yeniden buluşmak üzere.

BU SAYIDA

Saygılarımızla,Prof. Dr. Yıldız Sey

5itü vakf� dergisi

6 itü vakf� dergisi

7itü vakf� dergisi

www.fastercv.com

0850288 46 36 fastercv

8 itü vakf� dergisi8888888 ititittititititi üüüüü vvvvvvakakakakakakf�f�f�fffff ddddddddddderererererrererrgigggigigigiggiigigggisisisisisissssissi

ÇEVRE

ÇEV

RE

DO

SYA

SI

9itü vakf� dergisi

Türkiye de dâhil olmak üzere IPCC’ye üye bütün ülkelerin üzerinde anlaştığı rapor, net bir gerçekliğin altını çiziyor:

İklim sisteminde yaşanan değişikliler insan ürünü! Bu, tarımdan gıda fi yatlarına, insan sağlığı ve altyapı sistemlerine kadar her alanı etkiliyor. Bir an önce önlem alınması gerekiyor. Yakın zamanda alınacak önlem-ler çok daha etkili ve az maliyetli olacak. Ne kadar geç kalınırsa, maliyetler o kadar yükselecek.İklim Değişikliği 2014: Etkiler, Uyum ve Kı-rılganlık Raporu, küresel iklim değişikliğinin çeşitli sektör ve alanlara etkilerini, iklim de-ğişikliğine uyum politikalarını ve ülkelerin iklim değişikliğine kırılganlıklarını ele alıyor. IPCC Raporu, iklim değişikliğinin yalnızca gıda üretiminde düşüş, su ve gıda kıtlığı, yükselen deniz seviyeleri ve insan sağlığı-na etkilerinden söz etmiyor; aynı zamanda küresel olarak tüm ülkelerin bu etkilere kar-

klim De i ikli i 2014: Etkiler, Uyum ve K�r�lganl�k Raporu

Hükümetleraras� klim De i ikli i Paneli'nin (IPCC) 5. De erlendirme Raporu

klim A �, IPCC'nin ba yazarlar�ndan Greenwich Üniversitesi'nden Prof. Dr. John Morton ve Bo aziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü'nden Doç. Dr. Bar� Karap�nar ile birlikte, Bo aziçi Üniversitesi'nde düzenlenen toplant�da raporu de erlendirdi: “ klim de i ikli i insanlar ve ekosistemler için büyük risk olu turuyor. Bu riskleri yönetmek için acilen, de i en iklim sistemlerine uyumlu politikalar�n olu turulmas� gerekiyor!...

şı ne kadar kırılgan olduğunu ortaya koyu-yor. Rapor, iklim değişikliğinin küresel ve ulusal güvenlik politikaları için büyük önem teşkil ettiği yönünde uyarılar içeriyor.İklim Ağı ve Boğaziçi Üniversitesi tarafın-dan düzenlenen toplantıda konuşan IPCC 5. Değerlendirme Raporu’nun başyazar-larından Prof. Dr. John Morton raporla ilgili şunları söyledi:“İklim değişikliği ürün verimlerini, gıda gü-venliğini ve kırsal geçim kaynaklarını kü-resel ve yerel ölçeklerde tehdit ediyor. Bu riskleri yönetmek için bir an önce hem ik-lim değişikliğine uyum üzerine çalışmamız hem de iklim değişikliğine neden olan sera gazı emisyonlarını azaltmamız gerekiyor.”Raporun başyazarlarından Boğaziçi Üni-versitesi Öğretim Görevlisi Doç. Dr. Barış Karapınar da rapordaki bulguları değerlen-dirdi.Doç. Dr. Barış Karapınar;“70 ülkeden yaklaşık 300 bilim insanının

Fo

toğ

raf:

htt

p:/

/blo

gs.

fco.

go

v.u

k/n

ich

ola

sbri

dg

e/2

01

3/1

0/2

1/c

lima

te-c

ha

ng

e-t

he

-ro

ad

-to

-pa

ris-

20

15

/

10 itü vakf� dergisi

ÇEVRE DOSYASI

binlerce bilimsel çalışmayı değerlendirerek hazırladığı bu rapor, iklim değişikliğinin et-kisiyle su kıtlıklarının ve kuraklıkların arta-cağını, tarımsal verimliliklerin düşeceğini, gıda fi yatlarında dünya genelinde %85’e varan artış gerçekleşebileceğini öngörü-yor. Bu olumsuzluklardan en fazla etkilene-cek toplumsal grupların başında yoksullar, siyasal, sosyal ve ekonomik olarak dışlan-mış sosyal katmanlar, kadınlar ve çocuklar geliyor. İklim değişikliğinin 21. yüzyılın en büyük sosyal adaletsizlik kaynaklarından biri olması bekleniyor. Hükümetlerin bu ra-porda ortaya konan politika önerilerini dik-katle değerlendirip uygulamaya koymaları gerekir” diye konuştu.Dolayısıyla, artık hükümetler ve karar veri-cilerin bu tehdidi göz ardı etmeleri için hiç-bir geçerli mazeretlerinin kalmadığı görü-şündeyiz. Eğer derhal harekete geçersek gidişatı yavaşlatmamız, iklim değişikliğinin yıkıcı etkilerinden kendimizi korumamız mümkün olacaktır.İklim Ağı adına konuşma yapan ve iklim değişikliğine uyumun yanı sıra iklim de-ğişikliği ile mücadele etmemiz gerektiğini de vurgulayan Deniz Ataç: “İklim değişik-liğinin etkilerini azaltmanın tek yolu, iklim değişikliğine uyum sağlamaktan geçmiyor. İklim değişikliğinin nedenlerini ortadan kal-dırmadan ve iklim değişikliği ile mücadele etmeden, uyum politikaları etkisiz kalabilir. Bir taraftan kısa dönemde iklim değişikli-ğine uyum sağlama politikalarımızı oluş-tururken; diğer taraftan da iklim değişikliği ile mücadele politikalarımızı geliştirmemiz gerekiyor” dedi.IPCC süreçlerinde yer alan Türkiye, küresel iklim değişikliği ve getirdiği riskler ile iklim değişikliğiyle mücadelenin önemi ve ivedi-liğini kabul etmiş oluyor. IPCC raporu, tüm ülkeler ile birlikte Türkiye’nin de iklim bili-minin gösterdiği doğrultuda harekete geç-mesi için bir uyarı niteliği taşıyor. İklim Ağı, bugün gelinen noktada Türkiye’nin sera gazı azaltım hedefi belirlemesinin yaşam-sal bir zorunluluk olduğunun bir kez daha altını çiziyor. Küresel çözümün parçası ol-mak için iklim değişikliğine uyum politika-larının geliştirilmesi, ülkemizin başta kömür olmak üzere fosil yakıta dayalı enerji vizyo-nunun ciddiyetle gözden geçirilmesi, enerji verimliliği ve yenilebilir enerji politikalarının etkin bir biçimde uygulanması gerektiğini vurguluyor.

IPCC Değerlendirme Raporunda Öne Çıkan NoktalarIPCC tarafından hazırlanan “İklim Değişik-

liği 2014: Etkiler, Uyum ve Kırılganlık Ra-poru”na göre iklim değişikliğinin küresel ölçekte gözlemlenen etkileri şöyle: İklim değişikliğinin yaşanan etkilerinin ka-

nıtları çok açık ve birçok doğal döngü için kapsamlı bir şekilde ortada. Son birkaç on yıl boyunca, iklim değişikliği, tüm kıtalar ve okyanuslardaki doğal sistemler ve insan türü üzerinde etkilerini gösterdi. Dünyada birçok bölgede değişen yağış

rejimleri veya eriyen kar ve buzul örtüleri hidrolojik sistemleri değiştirdi; su varlıkları-nı miktar ve kalite olarak etkiledi. Karada, tatlı suda ve denizde yaşayan

birçok canlı türünün değişen iklim koşulla-rına bağlı olarak coğrafi yaşam alanları, mevsimsel faaliyetleri, göç alışkanlıkları, sayıları ve türler arası etkileşimleri değişti. Farklı bölgeleri içeren çok sayıda çalış-

maya göre iklim değişikliğinin tarımsal ve-rim üzerindeki olumsuz etkileri, olumlu etki-lerinin üzerinde. İklim değişikliği, buğday ve mısır tohumlarının yetişmesini birçok bölgede olumsuz etkiliyor. Son zamanlarda görülen sıcak hava dal-

gaları, kuraklıklar, seller, siklonlar ve kontrol edilemeyen yangınlar gibi iklim değişikliği-ne bağlı oluşan aşırı hava olaylarının etkile-ri, gerek ekosistemlerin gerekse de beşeri sistemlerin iklim değişikliğine karşı ne den-li kırılgan olduğunu ortaya koyuyor. İklim değişikliğine bağlı aşırı olaylar, ekosistem-lerde değişim, gıda ve su erişilebilirliğinde

sorunlar, altyapı ve yerleşim birimlerinde zarar, hastalık ve ölümlerdeki artış ve zihin-sel hastalıklar ile beraber insan refahını et-kiliyor. İklim değişikliğine karşı ülkelerin kırılgan-

lıkları çoğunlukla iklim dışı etkenler ile farklı kalkınmışlık seviyelerinin sebep olduğu çok boyutlu eşitsizliklerden kaynaklanıyor. Bu nedenle, iklim değişikliğin etkilerine karşı kırılganlık ülkeden ülkeye farklılık gös-teriyor. Dünyanın bazı bölgelerindeki, büyük öl-

çekli şiddet olayları (iç savaş, ayaklanma vb.), iklim değişikliğine olan kırılganlığı artı-rıyor. Altyapı, doğal kaynaklar, sosyal ser-maye ve yaşam alanlarının iklim değişikliği-ne uyumunu tehlikeye atıyor. Gelişmişlik düzeyi ne olursa olsun tüm

ülkelerde iklim değişikliğinin etkileri ve ik-lim değişikliğine ilişkin sektörel hazırlıkların eksikliği arasında tutarlı bir ilişki var.Rapora göre, iklim değişikliğinin gelecekte en az % 95 ihtimalle görülmesi beklenen etkileri şöyledir: Kasırga, sel ve deniz seviyesindeki yük-

selmeye bağlı olarak, Küçük Ada Devletle-ri, diğer küçük adalar ve kıyı bölgelerinde ölüm, yaralanma ve yerleşim yerlerinin za-rar görme riski, Karasal bazı bölgelerde ani sellere bağlı

olarak yerleşim yerlerinin zarar görmesi, şehirlerde yaşayan nüfusun ciddi hastalık tehditleriyle karşı karşıya kalması riski,

11itü vakf� dergisi

Aşırı hava olaylarına bağlı olarak altyapı sistemlerinin büyük ölçüde zarar görmesi ve/veya ortadan kalkmasıyla elektrik ve su temini ile sağlık ve acil yardım hizmetlerinin düzenli sürdürülememesinden kaynakla-nacak sistemik riskler, Sıcak hava dalgalarının yaşanacağı dö-

nemlerde kentsel ve kırsal alanlarda, dışa-rıda çalışanlar ile kentli nüfusun kırılgan kesimlerinde (yaşlılar, solunum zorluğu çe-kenler vb.) ölüm ve hastalık oranlarının art-ması riski, Sıcaklık artışı, kuraklık, seller ve yağış re-

jimindeki değişiklik ve aşırılıklara bağlı ola-rak, özellikle yoksul kesimler için gıda te-min sisteminin işlemez hale gelmesi ve gıda güvenliğinin tehlikeye girmesi riski, İçme ve sulama suyuna yetersiz erişim ve

tarımsal üretimde düşüşe bağlı olarak, özellikle yarı kurak bölgelerde yaşayan ge-çimlik çiftçi ve köylülerin geçim kaynakları-nın azalması riski, Özellikle tropik ve Kuzey Kutup bölgele-

rinde deniz ve kıyı ekosistemleri ile bu sis-temlerin kıyı alanlarında yaşayan nüfusa sağladıkları biyolojik çeşitlilik ve ekosistem hizmetlerinin yok olması riski, Karasal ve tatlı su ekosistemleri ve ile bu

alanlarda yaşayan insanların yararlandıkla-rı biyolojik çeşitlilik ve ekosistem hizmetleri-nin yok olması riski.

IPCC Nedir?Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) 1988 yılında Birleşmiş Milletler’e bağlı olarak faaliyet gösteren iki uzman kuruluş olan Dünya Meteoroloji Örgütü (WMO) ve Birleşmiş Milletler Çevre Prog-ramı (UNEP) tarafından, iklim değişikliği konusunda mevcut bilimsel, teknik ve sos-yoekonomik bilgi ve çalışmaların değer-lendirilmesi, bilimsel çıktılar ışığında iklim değişikliğiyle mücadele ve iklim değişikli-ğine uyum konularında karar vericilere yol göstermek amacıyla kuruldu. IPCC, Birleşmiş Milletler ve Dünya Mete-oroloji Örgütü’ne üye ülkelerden oluşan, Türkiye’nin de içinde olduğu “IPCC üyesi ülkeler” tarafından belirlenmiş bağımsız süreçlere göre çalışmalarını sürdürüyor.Her 5 ila 7 yılda bir, dünyanın iklim sistemi-nin bugün geldiği duruma ilişkin derlenen Değerlendirme Raporları basın ve Her 5 ila 7 yılda bir, dünyanın iklim sisteminin bugün geldiği duruma ilişkin derlenen Değerlen-dirme Raporları basın ve karar vericilerle paylaşılıyor. Bu raporlardan ilki 1990 (FAR), ikincisi 1996 (SAR), üçüncüsü 2001 (TAR) ve dördüncüsü de 2007 (AR4) yılında ya-

yınlandı.IPCC’nin 5. Değerlendirme Raporu, Eylül 2013 ve Eylül 2014 tarihleri arasında par-çalar halinde açıklanıyor. Küresel iklim de-ğişikliğinin bilimsel temelleri ve geleceğe dair ilgili öngörüleri içeren ilk bölümünün (WG1) ardından; iklim değişikliğinin çev-resel, sosyal ve ekonomik etkileri ile iklim değişikliğine uyum için seçeneklerin de-ğerlendirildiği ikinci çalışma grubu raporu (WG2) açıklandı. Üçüncü çalışma grubu-nun raporu (WG3), iklim değişikliğiyle mü-cadele için uygulanabilecek stratejiler, po-litikalar ve araçlara odaklanıyor. Bu raporun ardından, üç çalışma grubunun değerlen-dirmelerini bir araya getiren Sentez Rapor yayınlanacak.IPCC’nin teknik ve idari kadrosu dışında ka-lan tüm IPCC yetkilileri ve raporlara katkıda bulunan yazarlar IPCC’ye gönüllü olarak hizmet veriyor. Söz konusu kişiler hükümet-ler tarafından aday gösteriliyor, son derece zorlu ve şeffaf süreçler sonucunda bilimsel ve akademik niteliklerine göre IPCC sekre-taryası tarafından seçiliyorlar. IPCC rapor-ları, IPCC tarafından yetkilendirilmiş bilim insanlarınca hazırladıktan sonra, bağımsız ve ilgili paydaşlar tarafından atanmış uz-manların revizyonundan geçiyor. Bu reviz-

yonun ardından, IPCC bünyesindeki edi-törler tarafından tekrar gözden geçiriliyor ve Türkiye’nin de üyesi olduğu IPCC üyesi ülkelerin heyetleri tarafından tekrar okuna-rak oylanıyor. Dolayısıyla, IPCC tarafından yayınlanan raporlarda yer verilen bilgiler, hükümetler tarafından da kabul edilmiş ve onaylanmış oluyor.İklim Ağı Hakkında: Türkiye’deki sivil top-lum kuruluşları, iklim değişikliği konusunda ortak kaygılarını ve çözüm önerilerini birlik-te dile getirmek üzere “İklim Ağı”nı kurdu. İnsan kaynaklı iklim değişikliğinin geri dö-nülemez noktaya gelmeden önce durdurul-ması için ortak çalışmalar yürütmeyi amaç-layan “İklim Ağı”, Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği, Doğa Derneği, Doğa Koruma Merkezi,EUROSOLAR Türkiye (Avrupa Yenilenebilir Enerji Birliği Türkiye Bölümü), Greenpeace Akdeniz, Kadıköy Bilim Kültür ve Sanat Dostları Derneği (KA-DOS), TEMA, Türkiye Erozyonla Mücadele, Ağaçlandırma ve Doğal Varlıkları Koruma Vakfı, Yeryüzü Derneği,Yeşil Düşünce Der-neği, Yeşilist, WWF-Türkiye (Doğal Hayatı Koruma Vakfı), 350 Ankara gibi sivil toplum kuruluşlarının katkısı ile kuruldu.www.iklimdegisikligi.org / www.tema.org.tr

12 itü vakf� dergisi

ÇEVRE DOSYASI

klim Risk Yönetimi ve Türkiye (1)

Türkiye’de insan kaynakl� iklim de i ikli ine ba l� olarak sadece büyük ehirlerimizde meydana gelen sel hasarlar�n�n

neden oldu u maddi kay�plar, depreme yakla t�. Sadece y�ld�r�mlar�n yol açt� � can kayb� ise son iki y�lda yüzlerce ki iye ula t�. Dolu hasar� ise tar�m sigortas� ödemelerinde birinci s�raya yerle ti. Böylece son y�llarda Türkiye’de afetlerden dolay� ortaya ç�kan maddi kay�plar h�zla artmakta. Bununla beraber, toplumlar�n refah�n� yükseltmek sürdürülebilir kalk�nmayla mümkündür. Ayr�ca can ve mal güvenli ini sa lamak, temel bir insan ihtiyac� ve toplumun refah� için temel artlardan biridir.

Prof. Dr. Mikdat KADIOĞLUİTÜ Meteoroloji Mühendisliği Bölümü 2

1. yüzyılın sonuna doğru Avrupa ve Orta Asya Bölgesin-

deki ülkelerin beklenen aşırı iklim olaylarına maruz kalma

sırasına bakıldığında (Baetting, vd., 2007); sosyo-ekono-

mik yapısı kadar, ekolojik yapısı da çok hassas ve kırılgan olan

Türkiye’nin aşırı hava olaylarına en çok maruz kalacak ülkeler

listesinde üçüncü sırada olduğu görülür (Şekil 1).

Maalesef şu an ülkemizde iklim değişikliği, kalkınma ve afet risk

yönetimi uzmanları faaliyet gösterdikleri kurumlarında genellikle

farklı farklı kurumsal düzenlemeler, yönelim, öncelikler ve stra-

tejiler kullanmaktadır. Afet yönetimi, iklim değişikliği ve kalkınma

girişimleri için sorumlu kurum ve kuruluşlar farklı ihtiyaçlarına ve

önceliklere cevap vermek için tasarlanmıştır.

Böylece meteorolojik afetler ile mücadele farklı kurumların gün-

demleri, kaynakları ve stratejilerini koordine etmek günümüzün

büyük sorunlardan biridir. Ayrıca, UNFCCC’de görüşmeler iklim

değişikliğine uyum üzerine giderek daha fazla odaklanmaktadır.

Afet risklerini azaltma konusunu ele alan uzmanlar ve kurumlar

13itü vakf� dergisi

Şekil 1

Şekil 2

ise büyük ölçüde risk yönetimi sorunla-

rıyla ilgilenmektedir. Böylece afet yöne-

timi, iklim değişikliği ve sürdürülebilir

kalkınma ile ilgili politika ve tedbirlerde

ulusal ve uluslararası koordinasyon ol-

madığı için farklı uluslararası politik ve

teknik çerçeveler içinde ele alınmakta-

dır. Bu nedenle, meteorolojik afetlerle

mücadele konusuyla ilgili kurum ve uz-

manlar arasında şu an sinerji, bilgi ve

işbirliği minimum seviyededir.

Halbuki ve bilindiği gibi iklim değişikli-

ği tarih boyunca sürüp giden doğal bir

olgu olmasına rağmen, hiçbir dönem

bugünkü kadar hızlı gerçekleşmemiş ve

insanın tespit edilen etkisi de bu kadar

büyük olmamıştır. İklim değişikliği senar-

yolarına göre ortalama hava sıcaklığın-

da görülebilecek bir-iki derecelik artış,

aşırı hava sıcaklıkları ve şiddetli yağış-

larda bir kaç kat artış anlamına geliyor.

Böylece, son yıllarda dünyanın bir çok

bölgesi şiddet, etki, süre ve oluştuğu yer

bakımından eşi ve benzeri olmayan çok

sayıda hidro-meteorolojik afetlere sahne

olmaktadır.

Artan bilimsel çalışmalar sonucu son

yıllarda aşırı hava olayları, iklim deği-

şikliği ve afetler arasındaki olası ilişki

daha iyi anlaşılmıştır. Şe-

kil 2’den de görüldüğü

gibi iklim değişikliği aşı-

rı hava olaylarına, aşırı

hava olayları da sosyo-e-

konomik şartların uygun

olduğu yerlerde afetlere

neden olmaktadır. Bu ne-

denle, “iklim değişikliğine

uyum” çalışmaları aynı

zamanda “afet risklerini

azaltılma”ya; afet riskleri-

ni azaltma çalışmaları da

aynı zamanda iklim deği-

şikliğine uyuma katkıda

bulunabilmektedir. Bütün

bu nedenlerden dolayı da

iklim değişikliğine uyum

ile afet risklerini azaltma

İklim değişikliği senaryolarına göre ortalama hava sıcaklığında görülebilecek bir-iki derecelik artış, aşırı hava sıcaklıkları ve

şiddetli yağışlarda bir kaç kat artış anlamına geliyor. Böylece, son

yıllarda dünyanın bir çok bölgesi şiddet, etki, süre ve oluştuğu yer

bakımından eşi ve benzeri olmayan çok sayıda hidro-meteorolojik

afetlere sahne olmaktadır.

çalışmalarının artık birlikte düşünülmesi

bir zorunluluk haline gelmiştir. (Şekil 2)

Türkiye’de son zamanlarda hızla artan

hava ve iklim olaylarının şiddeti, bun-

lara karşı toplumların zarar görebilirliği

ve daha fazla insanın bu olaylara maruz

kaldığı hidro-meteorolojik afetlere ait

bir çok örnek mevcut. Örneğin, 1950-

2010 yılları arasında Türkiye’de oluşan

hidro-meteorolojik afetlerin yıllık toplam

sayılarının zamanla değişimi Şekil 3’te

gösterilmiştir. Böylece küresel iklim de-

ğişikliğinden dolayı son yıllarda dünyada

ve ülkemizde artan aşırı hava olaylarının

can, mal, çevre, tabi ve doğal kaynaklar,

iş ve hizmet sürekliliği için oluşturduğu

risklerin önümüzdeki yıllarda çok daha

fazla olabileceği konusunda endişe duy-

malıyız. (Şekil 3)

Sonuç olarak, küresel iklim değişikliği

nedeniyle Türkiye’de üst tropiklerde-

ki çöl iklimine benzer sıcak ve kuru bir

14 itü vakf� dergisi

ÇEVRE DOSYASI

iklim hâkim olmaya başladı. Bunun en

önemli nedenlerinden biri, Sahra Çölü

gibi bölgelerdeki yüksek basınç kuşağı-

nın kuzeye Türkiye’ye doğru kaymasıdır.

(Şekil 4)

Şekil 5’te görüldüğü gibi böylece yüksek

basınç merkezlerinin blokajı ile birlikte

soğuk ve sıcak Avrupa kışlarında fırtına

yörüngeleri değişiyor (Dronia, 1991).

Değişen iklimle birlikte yaşadığımız dü-

zensiz, ani ve şiddetli yağışlar ve seller;

heyelanları, erozyonu ve çölleşmeyi ar-

tırıyor. Kuraklıkla birlikte kıtlık, orman

yangınları, sıcak hava dalgaları, çekirge

istilası, kene, sivrisinek vb. haşereler ve

bunlara bağlı olarak yaşanan uzun me-

safeli göçler de artıyor. Artan rüzgâr fırtı-

naları ise şiddetli yağmur, dolu, hortum,

yıldırım, ani sel, şehir selleri gibi afetle-

rin daha sık, daha şiddetli, daha uzun

süreli ve her yede etkili olmasına neden

oluyor.

Böylece Türkiye’de insan kaynaklı iklim

değişikliğine bağlı olarak sadece büyük

şehirlerimizde meydana gelen sel ha-

sarlarının neden olduğu maddi kayıplar,

depreme yaklaştı. Sadece yıldırımların

yol açtığı can kaybı ise son iki yılda yüz-

lerce kişiye ulaştı. Dolu hasarı ise tarım

sigortası ödemelerinde birinci sıraya

yerleşti. Böylece son yıllarda Türkiye’de

afetlerden dolayı ortaya çıkan maddi ka-

yıplar hızla artmakta. Bununla beraber,

toplumların refahını yükseltmek sürdü-

rülebilir kalkınmayla mümkündür. Ayrıca

can ve mal güvenliğini sağlamak, temel

bir insan ihtiyacı ve toplumun refahı te-

mel şartlardan biridir (Şekil 5)

Bu nedenlerden dolayı IPCC, 2012 yılın-

da kısa adı SREX olan “İklim Değişikli-

ğine Uyumu Geliştirmek için Aşırı Olay-

ların Riskini ve Afetleri Yönetmek” adlı

özel bir rapor yayınlamıştır. IPCC SREX’e

göre de 21. yüzyılda Türkiye dahil ol-

mak üzere Güney Avrupa’da daha sık,

şiddetli ve uzun süreli kuraklıklar, sıcak

hava dalgaları ve orman yangınlarının

görülmesi beklenmektedir. Ayrıca, kısa

süreli fakat şiddetli sağanak yağış görü-

len günlerin sayısındaki artış ile beraber,

ani oluşan sellerde de önemli artışların

olması öngörülmektedir. Böylece iklim

değişikliği tarım ve su kaynakları üze-

rinde olumsuz etkilere yol açabilecek ve

hidro-meteorolojik afetlere bağlı can ve

mal kayıplarını da artırabilecektir. SREX

raporunda, dünyanın pek çok yerinde

1950 yılından bu yana toplanan kayıtlara

göre, aşırı hava olaylarının istatistiksel

anlamda önemli miktarda arttığına dair

somut kanıtlar sunulmaktadır. Örneğin,

son 30 yılda küresel ölçekte şiddetli

Değişen iklimle birlikte yaşadığımız düzensiz, ani ve şiddetli yağışlar ve seller; heyelanları, erozyonu

ve çölleşmeyi artırıyor. Kuraklıkla birlikte kıtlık, orman yangınları,

sıcak hava dalgaları, çekirge istilası, kene, sivrisinek vb.

haşereler ve bunlara bağlı olarak yaşanan uzun mesafeli göçler de

artıyor.Şekil 4

Şekil 3

15itü vakf� dergisi

Şekil 7

hava olaylarının neden olduğu sigorta

ödemeleri de 20 kat artmıştır. Diğer bir

deyişle, şiddetli hava olaylarının neden

olduğu kayıpların beklenenden de hızlı

büyüdüğü ortaya konulmuştur. Yine IPCC

SREX’in ortaya koyduğu gibi Akdeniz

Bölgesi’nin güney kuşağında yer alan

Türkiye, tahmini iklim değişikliği etkileri-

ne karşı oldukça savunmasız durumda-

dır. AÇA’na (2004) göre bölgede şiddetli

hava olaylarının artması beklenmektedir.

Ayrıca, Türkiye dahil olmak üzere Güney

Avrupa’daki yağışların azalmasının tarım

ve su kaynakları üzerinde önemli etkilere

yola açarak daha sık yaşanacak kurak-

lıklar gibi ciddi etkileri olabileceği belir-

tilmektedir. Özellikle, 2080 yılı itibarıyla,

kuraklık ve şiddetli yağışların daha sık

görülmesi beklenmektedir. Rapora göre

ayrıca, sıcak hava dalgalarının 21. yüz-

IPCC SREX’e göre 21. yüzyılda Türkiye dahil olmak üzere Güney Avrupa’da daha sık, şiddetli ve

uzun süreli kuraklıklar, sıcak hava dalgaları ve orman yangınlarının

görülmesi beklenmektedir. Ayrıca, kısa süreli fakat şiddetli sağanak

yağış görülen günlerin sayısındaki artış ile beraber, ani oluşan

sellerde de önemli artışların olması öngörülmektedir.

yılda daha sık ve daha yoğun bir şekil-

de ortaya çıkması ve bu sebeple sıcağa

bağlı ölümlerin artması beklenmektedir.

Diğer yandan, kış süresinin kısalması kış

aylarında yaşanan aşırı ölümlerin sayısı-

nı azaltabilecektir. Bununla beraber iklim

değişikliğinin en yüksek ölüm riski taşı-

yan seller başta olmak üzere Türkiye’de-

ki aşırı hava olaylarının sıklığı, şiddeti ve

etkileme sürelerini artırması beklenmek-

tedir.

Böylece iklim değişikliğine bağlı hid-

ro-meteorolojik riskler, diğer doğal afet-

lerin neden olduğu risklere kıyasla daha

büyük olarak değerlendirilmektedir. Ör-

neğin Dünya’da son 50 yılda görülen her

10 doğal afetten dokuzu da şiddetli hava

ve iklim olaylarından kaynaklanmaktadır.

Şekil 6

Şekil 5

Maalesef iklim modelleri, can ve mal

kayıplarının küresel iklim değişikliğiyle

ekstrem hava olaylarının sıklığı, süre-

si ve şiddetindeki artışa paralel olarak

daha da büyüyeceğini öngörmektedir.

Bütün bu nedenlerden dolayı, IPCC

SREX’in tüm dünyaya tavsiye ettiği temel

yaklaşım, artık iklim değişikliği ile müca-

delede iklim değişikliğine uyum ve afet

risk yönetimini ilişkilendirip birleştirmek-

tedir (Şekil 6).

Diğer bir deyişle Şekil 7’de gösteri-

len iklim değişikliğinin ortaya koyduğu

riskleri azaltabilmek için öncelikle sera

gazlarını azaltmakla birlikte aşırı hava

ve iklim olaylarının tahmin sistemlerini

geliştirmek; zarar görebilirliği azaltabil-

mek için maruziyetin, erken uyarı, aşırı

hava şartlarına dayanıklı yerleşimler ve

yerleşimlerin yerlerinin değiştirilmesi ile

birlikte yoksulluğun azaltılması, daha iyi

bir bilinçlendirme ve eğitime ilave olarak

sürdürülebilir kalkınma, vb. ile mümkün-

dür. (Şekil 7)

Zaten büyüklüklerdeki bazı sayısal fark-

lar olmasına rağmen tüm model simü-

16 itü vakf� dergisi

Şekil 8

lasyonları Türkiye’deki bazı değişiklikler

konusunda hemfikirdir. Tüm simülasyon-

lar Türkiye’de 21. yüzyılda sıcaklıklarda-

ki artışta anlaşmaktadır. Simülasyonlar

ayrıca, Türkiye’nin iç ve doğu kesim-

lerinde daha büyük artışlara işaret et-

mektedirler. Hemen tüm simülasyonlar

Türkiye’nin Akdeniz Bölgesi’nde kış ya-

ğışlarında düşüşler olacağında hemfikir-

dir. Bu simülasyonlar birbirleriyle tutarlı

bir şekilde Karadeniz Bölgesi’nde kış

yağışlarında artış tahmin etmektedirler.

Tüm simülasyonlar Doğu Anadolu’da

ilkbahar akışlarında azalma ve kış akış-

larında artış kabul etmektedirler (ÇŞB,

2012).

Türkiye’nin de, artık İklim Değişikliğine

Uyum ve Afet Risk Yönetimi çalışma-

larını İklim Risk Yönetimi kapsamında

öncelikli hedeflerine dayandırarak, bir

bütünün doğru belirlenmiş ve birbirini

tamamlayan parçaları şeklinde yapması

gerekmektedir. Diğer bir deyişle özünde

aynı olan konularda, farklı kurum ve ku-

ruluşlar tarafından kısmen, parça parça

ve eksik çalışmalar artık yapılmamalıdır.

Bütün bunlar yapılırken kullanılabilecek

olan Master Plan anlamındaki bazı yak-

laşımlar Şekil 8’de gösterilmektedir.

(Şekil 8)

Özetle, iklim değişikliğinin hidro-mete-

orolojik afetlerle birlikte ortaya koyduğu

riskleri/afetleri azaltabilmek için önce-

likle sera gazlarını azaltmakla birlikte

aşırı hidrometeorolojik olaylarının tah-

min sistemlerini geliştirmek; hidrome-

teorolojik afetlerden zarar görebilirliği

azaltabilmek için maruziyetin; erken

uyarı, hidrometeorolojik afetlere daya-

nıklı yerleşimler ve yerleşimlerin yerleri-

nin değiştirilmesi ile birlikte yoksulluğun

azaltılması, daha iyi bir bilinçlendirme

ve eğitime ilave olarak sürdürülebilir kal-

kınma, vb. ile mümkündür.

Bunun için de Türkiye’de de “afet risk

yönetimi stratejisi”yle birlikte “iklim de-

ğişimine uyum”, artık tüm politika, plan

ve programlarda “İklim Risk Yönetimi”

adı altında bütünleşik/birleşik bir şekilde

düşünülerek ele alınmalıdır. Diğer bir de-

yişle, kalkınma, iklim değişikliği ve afet

risk yönetimi konularında çalışan kurum

ve uzmanların artık “İklim Risk Yönetimi”

kapsamında birlikte çalışarak kaynakla-

rını bütünleşik ve daha etkin bir şekilde

kullanması gerekmektedir.

Türkiye’de de “afet risk yönetimi stratejisi”yle birlikte “iklim

değişimine uyum”, artık tüm politika, plan ve programlarda

“İklim Risk Yönetimi” adı altında bütünleşik/birleşik bir şekilde düşünülerek ele alınmalıdır.

Kaynakça:

AÇA, 2004: Avrupa’nın değişen ikliminin et-

kileri: Gösterge temelli bir değerlendirme,

Avrupa Çevre Ajansı (AÇA) Raporu, 2/2004,

Kopenhag.

Baetting, M.B., Wild, M., Imboden, D.A.,

2007: A climate change index: Where cli-

mate change may be most prominent in the

21st century. Geophysical Research Let-

ters, Vol. 34, no. 1.

ÇŞB, 2012: Türkiye’nin İklim Değişikliği İkin-

ci-Beşinci Ulusal Bildirimi, T.C. Çevre ve Şe-

hircilik Bakanlığı, Nisan 2012, Ankara.

Dronia, H., 1991: Zum vermehrten Auftre-

ten extremer Tiefdruckgebiete über dem

Nordatlantik in den Wintern 1988/89 bis

1990/91. Die Witterung in Übersee 39, 3,

27.

IPCC, 2012: Summary for Policymakers.

In: Managing the Risks of Extreme Events

and Disasters to Advance Climate Change

Adaptation [Field, C.B., V. Barros, T.F. Sto-

cker, D. Qin, D.J. Dokken, K.L. Ebi, M.D.

Mastrandrea, K.J. Mach, G.-K. Plattner, S.K.

Allen, M. Tignor, and P.M.

Midgley (eds.)]. A Special Report of Wor-

king Groups I and II of the Intergovernmen-

tal Panel on Climate Change. Cambridge

University Press, Cambridge, UK, and New

York, NY, USA, pp. 3-21.

Kadıoğlu, M., 2012: Türkiye’de İklim Deği-

şikliği Risk Yönetimi. Türkiye’nin İklim De-

ğişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması

Projesi Yayını, 172 s.

1Türkiye’nin Birleşmiş Milletler İklim Deği-

şikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne İlişkin İkinci

Ulusal Bildirimi Hazırlık Faaliyetlerinin Des-

teklenmesi Projesi”

Böylece Türkiye’de halkın güvenliği

ve refahı için yaptığımız çalışmalardan

daha yüksek katma değerler üretilme-

si de mümkün olabilecektir. Ayrıca be-

nimsediğimiz uluslararası belgelerdeki

hedeflerimize daha kolay ulaşabilir ve

uluslararası finans kaynaklarından daha

etkin bir şekilde yararlanabiliriz.

17itü vakf� dergisi

Prof. Dr. Erdoğan YÜZERİTÜ Jeoloji Mühendisliği Bölümü

2025 y�l�nda su tüketimi; tar�mda % 17, sanayide

% 20 ve evsel tüketimde % 70 artacakt�r. Su tüketimi çok h�zl� bir ekilde artarken dünyada çevre kirlili i ve sanayile meden dolay� kullan�labilir temiz su kaynaklar� oransal olarak h�zla azalmaktad�r…

Do al Ya am�n Olmazsa Olmaz�

Su Deyince!

18 itü vakf� dergisi

İlksözİnsan yaşamı evrensellik kavramı ile bir-likte değerlendirildiğinde bunlar arasında-ki olmazsa olmaz köprünün ‘Su’ olduğu görülür. Bu nedenle ‘Yaşamın Özü Sudur’ tanımında yeryüzündeki insan varlığının ve oluşan uygarlıkların gelişmesinin ve deva-mının ne denli suya bağlı bulunduğu, ha-yatın vazgeçilmez kaynağı olduğu vurgu-lanmaktadır. Geleneksel uygarlıklarda su aynı zamanda, içerisinde mistik bir arıtma ve temizleme gücü barındıran, safl ığın, sa-deliğin, bilgeliğin de sembolü olmuş, bütün dinlerde kutsal kabul edilmiştir.Denizler, göller, akarsular, yaşamımıza de-ğişik tad ve sağlık katan sıcak ve soğuk su kaynakları, hayranlıkla izlenen mağara olu-şumları, benzersiz görsel zenginlik sunan şelaleler ve buzullar doğa ile suyun gizemli birlikteliklerinin, başka bir deyişle kucak-laşmasının ve Su Deyince! sorgulamasının ilk akla gelenleridir (Şekil 1). Su, özellikle üzerinde yaşadığımız geze-genin doğru kullanılması ve paylaşılması gereken, önemi gittikçe daha duyarlı olarak anlaşılan bir nimetidir. Nitekim, son 50 yıl-da yoğunlaşan uzay araştırmalarının son-rasında yanıtı merakla beklenen ilk soru ‘Su var mı?’ dır. Biliyoruz ki su varsa yaşam ve yaşanabilir bir ortam vardır. Sadece suya özgü bu ‘farklılık’ nedeni ile 2009 yılında İstanbul’da düzenlenen 5. Dünya Su For-mu’nun ana teması, biraz da felsefi , in-sancıl bir yaklaşımla, ‘Fark l ı l ık lar ın Suda Yakınlaşması’ - ‘Su Biraraya Getirir!’ olarak benimsenmiştir. Bu yaklaşımda su-yun hoşgörü kültüründe oynadığı müstes-na rol belirtilmek istenmiştir.

Suyun Yeryuvarındaki ÖyküsüYeryuvarı (dünya), evrenin ‘yaşamın vazge-çilmesi’ olarak nitelendirilen ‘su’ya sahip, ayrıcalıklı tek gezegenidir. Katı, sıvı, gaz fazlarında bulunan su, atmosfer ve yerka-buğu arasında sürekli bir çevirim halinde-dir. Bu sürekli çevirim Hidrolojik Dolaşım olarak bilinmektedir (Şekil 2). Başka bir deyişle gezegenimizdeki yenilenebilir nite-likteki bu zenginliğin miktarı sabit kalmakta, sadece fazları değişmektedir. Yeryüzüne atmosferden yağış (yağmur, kar, dolu v.b) şeklinde düşen meteorolojik kökenli suların bir bölümü yüzeysel akışa geçer, bir bölümü buharlaşır, bir bölümü de yeraltına süzülür. Bu sular, yerkabuğundaki jeolojik ortamın özelliklerine göre yeraltında depolanır (rezervuar) ve değişik süreler-de ‘Su-Kaya etkileşimi’ ile oluşan erimeler sonucunda mineralojik ve kimyasal özellik kazanır.Hidrolojik dolaşımdaki döngü süresi bazen dakikalar içinde tamamlanmakta, bazen de onlarca yıl, hatta termal suların derin dolaşımında olduğu gibi binlerce yıl almak-tadır.Dünyada Su ve SusuzlukDünyadaki su varlığının ancak % 3’ten daha az bir oranının ‘tatlı su’ olduğu, bu oranın % 2 kadarının buzullarda bulun-duğu, dolayısı ile yararlanılabilir yeraltı ve

yerüstü su varlığının % 1 dolayında olduğu bilinmektedir (Şekil 3).% 1 dolayındaki kullanılabilir tatlı su mikta-rının, dünyadaki dağılımında da bir eşitlik olmadığı, nüfus ve sahip olunan su kay-nağı yüzdelerinin birlikte verildiği Çizelge 1’de izlenmektedir.Yukarıdaki açıklamalar kullanılabilir sınırlı miktardaki tatlı suyun yaşamsal önemini bir kez daha ortaya koymaktadır. Dünya banka-sı ve Birleşmiş Milletler Çevre Programında (UNEP) bu sorunun sayısal olarak ifade edil-mesi için yoğun çalışmalar yapılmaktadır. Bu çalışmalarda elde edilen çarpıcı sorun-ların bazılarına aşağıda değinilmiştir: • İçinde bulunduğumuz yıllarda 1900 yılına göre su tüketimi dünyada 10 kat artmıştır. Son 50 yılda dünya nüfusu 2.5 kat, su tüke-timi ise 4.5 kat artmıştır. Önümüzdeki 20-25 yıl içinde birçok ülkede savaşa dönüşebile-cek su krizlerinin doğması beklenmektedir (ŞANLISOY, A., 2006).• Dünya Bankası verilerine göre sağlıklı bir yaşam için yılda kişi başına 36 – 72 m3 suya ihtiyaç vardır. Buna sulama, sanayi ve ener-ji üretimi eklenince insan hayatı için gerekli olan su miktarı kişi başına yılda 1.000 m3’e yükselmektedir.• 2025 yılında su tüketimi; tarımda % 17, sanayide % 20 ve evsel tüketimde % 70 artacaktır. Su tüketimi çok hızlı bir şekilde artarken dünyada çevre kirliliği ve sanayi-leşmeden dolayı kullanılabilir temiz su kay-nakları oransal olarak hızla azalmaktadır.• Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) ‘nın 2002 yılında yayınladığı 3. Küresel Çevre Raporu’na göre dünyada 1,1 milyar insan gü-venli içme suyundan, 2,4 milyar insan ise gü-venli atıksu arıtma hizmetlerinden yoksundur.

Dünyadaki su varlığının ancak % 3’den daha az bir oranının ‘tatlı su’

olduğu, bu oranın % 2 kadarının buzullarda bulunduğu, dolayısı ile yararlanılabilir yeraltı ve yerüstü

su varlığının % 1 dolayında olduğu bilinmektedir.

Şekil 1: Su Deyince! Akla Gelenler Şekil 2. Hidrolojik Dolaşım

ÇEVRE DOSYASI

19itü vakf� dergisi

• Yukarıda anılan, piyasa koşullarının kü-resel ölçekteki siyasi, ekonomik ve sosyal koşullara bu şekilde yön vermesinin devam etmesi halinde 2032 yılı itibariyle dünya nü-fusunun yarıdan fazlasının ciddi su sıkıntısı ile karşılaşabileceğine dikkat çekilmektedir.• Türkiye’nin Su Varlığı ve PaylaşımıÇizelge 2’de Türkiye’deki su varlığı ve bunun kullanım dağılımı izlenmektedir (DSİ verilerin-den derlenerek). Bu veriler Türkiye’de halen kişi başına düşen su tüketiminin 1500m3/yıl dolayında olduğunu, beklenen nüfus artışı ile bu miktarın 2030’lu yıllarda 1000m3/yıl’a kadar ineceğini göstermektedir. Kısaca Tür-kiye’nin su kaynakları açısından su zengini bir ülke olmaktan çok uzakta bulunduğu ve hızla su fakiri ülkeler sınırına yaklaşmakta ol-duğu söylenebilir. Bu tablo ülkemizdeki akıllı su politikaları uygulamalarının ve su tasarru-funa yönelik çalışmaların ne denli önemli ol-duğunu ve bu tasarrufa mutlaka sulamadaki kayıpların azaltılmasına yönelik çalışmalarla başlanmasının kaçınılmazlığını vurgulamak-tadır.

Su Kullanım Kültürü Suyun miktarı ve dağılımı kadar kullanımın-daki alışkanlıkların, zamanla kültüre dönü-şen geleneksel uygulamaların da ayrı bir önemi bulunmaktadır.İnsanoğlu su ihtiyaçlarını kolaylıkla karşıla-yabilmek için önceleri su kaynaklarının bu-lunduğu yakın çevrelere yerleşmeyi tercih etmiş, suyun yetersiz kaldığı veya yerleşim alanlarına uzak olduğu bölgelerde ise, kaynakları çeşitli malzeme kullanarak oluş-turdukları su yapıları ile yerleşim alanları-na taşımışlardır. Bentler inşa ederek suyu biriktirmeyi, bu suyu kemerler ve kanallar ile yerleşim alanlarına taşımayı, su yolları üzerine köprüler inşa etmeyi, sarnıç, çeş-me, sebil, şadırvan, kaplıca, hamam gibi su yapıları’nı gerçekleştirerek insanlar ile suyu kavuşturmayı başarmışlardır. Böylelikle her uygarlığın kendine özgü bir ‘su kültürü’ oluşmuştur Anadolu’daki uygarlıkların çok boyutlu analizinde, eski Yunan’dan Roma’ya, Os-manlı döneminden Türkiye Cumhuriyeti’ne uzanan geçiş sırasında yer alan mane-vi değerler arasında “su kültürü”nün ayrı bir yeri vardır. İlk büyük su uygarlıklarını kurmuş olan Roma İmparatorluğunun bu alandaki gerçek varisi Osmanlı Devletidir. Osmanlılar Romalıların yaptığı su ve sula-ma sistemlerini, köprü, kemer, sarnıç, ark gibi su yapılarını koruyup, geliştirmişlerdir

(ÇEÇEN, K., 2000). Türkiye, içinde bulun-duğu jeolojik kuşağın (Alp-Himalaya Kuşa-ğı) doğal bir sonucu olarak sönmüş genç volkanları ve yoğun tektonizma geçirmiş, kırıklı-faylı yapıların bulunduğu ortamları içerir. Bu ortamlar depremlerin ve çok zen-gin termomineralli suların oluşumu için uy-gun koşullara sahiptir. Belirtilen nedenlerle Türkiye’de sıcaklığı 20 °C den fazla olan 300 ü aşkın termal kaynak, erimiş madde miktarı 1000mg/lt’nin üzerinde olan 200 den fazla maden suyu, 75 kadar içmece kaynak grubu (ŞİMŞEK, Ş., 2000) ve 200 dolayında şişelenmekte olan kaynak suyu (memba) dolum tesisi bulunmaktadır. (Şekil-5)Termomineral kaynaklar, sıcaklıklarına, içerdikleri mineral ve kimyasal madde mik-tarına, debilerine göre sınıfl andırılırlar. Bu

sular, tarihsel dönemler boyunca ısıtma ve temizliğin yanısıra tedavi(şifa) amaçlı olarak da kullanılagelmiştir. Günümüzde doğal sıcak su bilimi (balneoloji) ve sıcak su ile tedavi bilimi (balneoterapi) olarak bi-linen konuların çoğunun kökeni MÖ 400 yıl-larında Hipokrat’ın ortaya koyduğu ilkelere dayanmaktadır.Termomineral sulardan temizlenme ve sağ-lık amaçlı yararlanma, kaynak başına ku-rulmuş basitten (Ilıca) gelişmişe (Kaplıca) kadar değişen Kapalı Mekanlarda olmak-tadır.Tarihsel, özellikle Roma ve Bizans uygar-lıkları dönemlerinde termomineral sulardan yararlanmada hayranlık uyandıran özel bir mekan ve kullanma kültürü gelişmiştir. Bu nedenle günümüzde ‘Kaplıca/Hamam Kül-türü’ olarak da bilinen geleneğin kökeni bu uygarlıkların hüküm sürdüğü yıllara kadar indirilebilir.Ülkemiz sıcak (termal) su kaynaklar açı-sından, dünyanın ilk üç ülkesi arasında-dır. Kaynak, tesis ve kullanım zenginliği açısından Türkiye, Almanya ve Japonya ile birlikte anılmaktadır. Türk halkına özgü geleneksel kaplıca bilgisi ve kullanım kül-türü halen sürmekte, termal kaynakların bulunduğu yörelerimizde çoğu 4-5 yıldızlı ‘termal’ otellere her geçen gün bir yenisi eklenmektedir. Bu yönde, termal su sağlığı ile ilgili bilimsel tıp (balneoloji) çevrelerinin ve yatırımcılarının sıcak su kaynaklarına

1994 yılında İstanbul’a günde yaklaşık 1.0 milyon m3 su verilirken

bu miktar 2013 yılında 2.5 milyon m3 düzeyine yükselmiştir. Halen

900 milyon m3/yıl’a ulaşan bu talebin karşılanmasının il sınırları içinde yeterli yerüstü ve yeraltı su kaynakları kısıtlı olan bir kent için yaşamsal önemi bulunmaktadır. Yaşanan bu sorunda, su isale hatlarındaki önlenemeyen su kayıplarının da rolü önemlidir.

Şekil 3. Dünyadaki Su Varlığının Dağılımı

Okyanuslardaki Tuzlu Su….%97,2

TATLI SU (%2,8)İÇERİĞİ

Buzullar:%2,14……..%77,2

Yeraltısuları: %0,61...%22,1

Yüzey Suları: %0,09….%0,3

Toprak Nemi: %0,05……%0,2’dir.

20 itü vakf� dergisi

Kuzey Amerika

Güney Amerika

Avrupa

Afrika

Asya

Avustralya - Antartika

8

6

13

13

60

1

15

26

8

11

36

5

(termal hidrojeoloji) ilgisinin artması se-vindiricidir. Bu uygulamaların yanı sıra son yıllarda özellikle sıcaklığı 150°C ve üzerin-de olan su-buhar karışımlarında (akışkan) kurulu santrallerle elektrik enerjisi üretimi de gittikçe yaygınlaşmaktadır (yenilenebilir jeotermal enerji). Türkiye, jeolojik olarak Alp-Himalaya dağ kuşağı içinde yer almasının doğal bir so-nucu olarak dünyanın en zengin mineralli ve jeotermal su kaynaklarına sahip ülkeler arasındadır. Bu sular Anadolu’ya yerleşik uygarlıklar tarafından asırlarca tedavi ve şifa amaçlı olarak kullanılmıştır. Gelenek haline gelen bu yaklaşım, Anadolu’ya ilk yerleşen Türklerden itibaren izlenen ha-mam ve kaplıca kültürü olarak bilinmekte-dir.

İstanbul’un Su Sorunu‘Su Deyince!’ başlığı altındaki bu makale-de ilk akla gelen güncel sorulardan biri de kuşkusuz ‘Ne Olacak İstanbul’un Su Soru-nu’ dur.Üç büyük uygarlığa başkentlik yapmış İs-tanbul Kenti için tarihsel dönemler boyun-ca içme ve kullanma suyunun sağlanması

yaşamsal bir sorun olmuştur. Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerinde Istrancalardan başlayarak İstanbul dışındaki membalar ve yüzey suları kemerlerle taşınmış, yeraltı sarnıçlarında biriktirilmiş, çeşmelerle dağı-tılmıştır.İlk kez 1887 yılında Terkos Gölü’ nün suları bir Fransız şirketi (Der saadet) tarafından

ham su olarak şehrin evlerine verilmiştir. Cumhuriyet döneminde, 1926 yılında Ka-ğıthane’de ilk arıtma tesisi kurulmuştur. 1933-1938 yıllarında İstanbul’ un her iki yakasına su veren yabancı şirketler devlet-leştirilerek bu tarihte kurulan İstanbul Sular İdaresine devredilmiştir.İstanbul’un artan nüfusuna çözüm bulmak üzere, 1950’li yıllarda Elmalı I, Elmalı II daha sonra Alibeyköy ve Ömerli Barajları devreye alınarak iki yakanın su ihtiyacı kar-şılanmaya çalışılmıştır. 2000’li yılların başın-da denetlenemeyen nüfus artışı karşısında, il dışındaki komşu illerin kaynaklarının da sistem içine alınması kaçınılmaz olmuştur. Bu anlamda batıda Istrancalardaki derele-rin, doğuda Melen Çayı sularının İstanbul’a taşınması, başka bir deyişle İstanbul İçme Suyu sorununun İthal Su’ ya(!) dayalı olarak çözümü gündeme gelmiş ve uygulamaya geçilmiştir.İstanbul’un nüfusu son 20 yılda 8.5 mil-yondan 14.5 milyona yükselerek yaklaşık % 70 oranında bir artış göstermiştir. Bu artış doğal olarak su ihtiyacını da sürekli yükseltmiştir. 1994 yılında İstanbul’a gün-de yaklaşık 1.0 milyon m3 su verilirken bu miktar 2013 yılında 2.5 milyon m3 düzeyi-ne yükselmiştir. Halen 900 milyon m3/yıl’a ulaşan bu talebin karşılanmasının il sınırları içinde yeterli yerüstü ve yeraltı su kaynak-ları kısıtlı olan bir kent için yaşamsal önemi bulunmaktadır. Yaşanan bu sorunda, su isale hatlarındaki önlenemeyen su kayıp-larının da rolü önemlidir. Resmi kayıtlara göre, kente verilen suyun % 24 oranında kayba uğradığı ifade edilmektedir. Başka bir deyişle, günde yaklaşık 700.000 m3 su şehir şebekesinde kaybolmaktadır. Bu mik-tar yaklaşık 5 milyonluk bir nüfusun gerçek su kullanımını karşılayacak düzeydedir (YÜZER, E., SÖZEN, S., 2014).Günümüzde İstanbul’un su ihtiyacı, Avrupa yakasında Istrancalar’daki 6 baraj, Terkos Gölü, Alibeyköy, Sazlıdere ve B.Çekmece, Anadolu yakasındaki Ömerli ve Darlık Ba-rajlarında depolanan, Melen ve Yeşilçay (İsaköy) regülatörlerinden pompalanan yü-zey suları ile karşılanmaya çalışılmaktadır. Dolayısı ile İstanbul’un su ihtiyacının güve-nilir ve uzun erimli giderilmesinde yapımı süren Melen Barajı ve isale hattının tamam-lanmasının önemi açıktır.Yeraltı sularının İstanbul’un su ihtiyacının karşılanmasındaki katkısı toplam ihtiyacın % 4-5 ‘i kadardır. Bu katkının sınırlı kal-masında, İstanbul batısındaki Bakırköy ve

İstanbul’un su ihtiyacı doğal ve yapay göllerde depolanan

(rezervuar) sulardan sağlanmaktadır. Bu nedenle

göllerin beslenme havzalarındaki kirlenmeye karşı koruma önlemlerinin alınması ve

denetiminin titizlikle ve aralıksız sürdürülmesi kaçınılmazdır.

Nitekim, koruma önlemlerinin alınamadığı Küçükçekmece Gölü

havzasındaki yasadışı yerleşimlerle havzanın tümüyle bu özelliğini kaybedip devre dışı bırakıldığı,

Elmalı Barajı havzasının da yakında bu duruma geleceği bir uyarı

olmalıdır.

Çizelge 2: Türkiye’nin Su Varlığı ve Kullanım Dağılımı

TÜRKİYE’NİN SU VARLIĞI

Yıllık Yağış Ortalaması 642.2 mm

Yıllık Yağış Miktarı 501x10 m3

Yıllık Buharlaşma Miktarı 271x10 m3

Yıllık Yüzeysel Akış 198x10 m3

Yıllık Yeraltı Suyu 41x10 m3

Yabancı Ülkelerden Giren Su 6,9x10 m3

Kullanılabilir Yıllık Yeraltı ve Yerüstü Suyu Miktarı 112x10 m3 (14+98 x10 m3)

Halen Fiili Yıllık Tüketim 40,1x10 m3

Bu miktarın 29,6x10 m3 sulama

6,2x10 m3 içme-kullanma

4,3x10 m3 sanayide kullanılmaktadır.

Kişi Başına Düşen Yıllık Net Su Miktarı 1531 m3

Su Fakiri Ülkelerde Kişi Başına Düşen Yıllık Su Miktarı < 1.000m3

Su Zengini Ülkelerde Kişi Başına Düşen Yıllık Su Miktarı 8.000-10.000 m3

TÜRKİYE SU ZENGİNİ BİR ÜLKE Mİ ?

2030 Yılında Kişi Başına Düşecek Yıllık Su Miktarı ~ 1.000 m3

HAYIR!

Çizelge 1: BM Verilerine Göre Su Kaynaklarının Kıtasal Dağılımı

KITALAR NÜFUS (%) SU KAYNAĞI (%)

ÇEVRE DOSYASI

21itü vakf� dergisi

İTÜ bünyesinde UNESCO desteği ile 1950’li senelerde başlatılan, Rektörlüğe bağlı Hidrojeoloji

Araştırma Enstitüsü’nün zaman içinde Maden Fakültesi’nin

bölümlerinde eritilerek işlevsiz hale gelmesi üzücüdür. İçinde bulunduğumuz yıllarda suyun

tartışılmaz önemini göz önünde bulundurarak İTÜ

çatısı altında yüksek lisans düzeyinde eğitim verecek bir Su Kaynakları Araştırma Enstitüsü’

nün kurulmasını çok yararlı görmekteyiz.

göller arasındaki yeraltısuyu akiferlerinin 1960’lardan sonra, yasadışı açılan ku-yularda aşırı pompajla tüketilmesinin ve yoğun yerleşimlerle yüzeysel beslenme alanlarının azaltılmasının etkisi vardır. Geri dönüşü ekonomik olarak olanaklı görülme-yen bu akiferlerden yararlanma halen gün-dem dışındadır.İçinde bulunduğumuz kurak yılda oldu-ğu gibi, özellikle Marmara Bölgesi’ndeki yağışların azalması, yüzey depolarındaki (barajlar) seviyelerin hızla düşmesini do-ğurmuştur. Bu yıl için umudumuz yağışların yanı sıra Melen ve Sakarya’dan getirilecek suya bağlı görülmektedir. Açıklandığı gibi İstanbul’un su ihtiyacı doğal ve yapay göllerde depolanan (rezervuar) sulardan sağlanmaktadır. Bu nedenle göllerin bes-lenme havzalarındaki kirlenmeye karşı ko-

Kullanılabilir Su Potansiyeli 112x10 m3

Yerüstü Suları 98x10 m3

Yeraltı Suları 14x10 m3

Halen Bu Suyun %36’sına Karşılık Olan Toplam 40,1x10 m3

Su Kullanılmaktadır.

Sulamada 29,6x10 m3 (%74)

İçme-Kullanma 6,2x10 m3 (%16)

Sanayi 4,3x10 m3 (%10)

Mağlova Kemeri Mimar Sinan (1554-1562)

Çizelge 3: Türkiye’nin Su Potansiyeli ve Kullanımındaki Oransal Durum

ruma önlemlerinin alınması ve denetiminin titizlikle ve aralıksız sürdürülmesi kaçınıl-mazdır. Nitekim, koruma önlemlerinin alına-madığı Küçükçekmece Gölü havzasındaki yasadışı yerleşimlerle havzanın tümüyle bu özelliğini kaybedip devre dışı bırakıldı-ğı, Elmalı Barajı havzasının da yakında bu duruma geleceği bir uyarı olmalıdır. İSKİ yönetmeliğinde açıkça belirtilen koruma önlemlerinin alınarak yasadışı yerleşmele-rin ortadan kaldırılması için verilen müca-deleler yerinde ancak çok yetersizdir. Yetki ve güvenlik açısından donatılmış ekiplerin hızla oluşturulması mutlaka gereklidir.Diğer taraftan İstanbul’un su ihtiyacının komşu illerin yüzey suları ile karşılandığı gerçeği göz önünde bulundurularak, bu illerin yönetimleri ile ortak ve adil bir pay-laşım için ‘İller arası Su Yönetimi’ esasla-

rının belirlenmesi ve uygulanması ‘Sosyal Havza Yönetimi’ anlayışının kaçınılmaz bir ilkesi olarak gündeme getirilmelidir.

SonsözHalen Türkiye su kaynaklarının kullanımın-da havzalar arasındaki transfer ve küresel su politikaları ile havza yönetimi gündem-dedir. Örneğin, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuri-yeti’ndeki su sıkıntısının Türkiye’den trans-fer edilecek su kaynakları ile çözülmesi sonuç aşamasındadır. Bu amaçla yapımı süren Anamur yakınındaki Alaköprü Bara-jı’nda depolanacak olan su 80 km’si deniz altından olmak üzere toplam 107km’lik boru hattı ile Kuzey Kıbrıs’taki Geçitköy Barajı’na verilecek oradan da ülke içindeki dağılımı sağlanacaktır. Dünyada yankı uyandıracak bu proje, ileride Türkiye ile Ortadoğu ülke-leri arasında benzeri ‘Su Köprüleri’nin başlangıcı olacak önemdedir.Önümüzdeki on yılların esas savaşı su say-nakları üzerine olacaktır. Bu açıdan bakıl-dığında, Dicle ve Fırat nehirlerinin stratejik önemi ortadadır. Eğitim kurumlarımızda su kaynaklarının çok yönlü olarak araştırılmasına odaklan-

22 itü vakf� dergisi

KEMERLERİN SÜLEYMANİYESİ!

Sinan, hiçbir yapı yapmamış, yalnız Mağlova Kemerini yapmış olsaydı yine devrinin en büyük mühendis ve mimarı olurdu. Süleymaniye, Selimiye ne değerdeyse Mağlova Kemeri de aynı değerdedir.

Prof. Dr. Kazım ÇEÇEN, 2000

mış bir uzman kuruluş bulunmamakta-dır. İTÜ bünyesinde UNESCO desteği ile 1950’li senelerde başlatılan, Rektörlüğe bağlı Hidrojeoloji Araştırma Enstitüsü’nün zaman içinde Maden Fakültesi’nin bö-lümlerinde eritilerek, işlevsiz hale gelmesi üzücüdür. İçinde bulunduğumuz yıllarda suyun tartışılmaz önemini göz önünde bu-lundurarak İTÜ çatısı altında yüksek lisans düzeyinde eğitim verecek bir Su Kaynakla-rı Araştırma Enstitüsü’ nün kurulmasını çok yararlı görmekteyiz. Konunun olgunlaştırıl-ması ve etrafl ıca tartışılması için bir plat-formun oluşturulmasını ve bu amaçla İTÜ

Şekil 4. Kanuni Sultan Süleyman döneminde Mimar Sinan tarafından şehre su getiren Kırkçeşme İsale Hattı’nda yapılan kemerlerden biri

Mağlova Su Kemeri (ÇEÇEN, K., 2000)

Şekil 5. Türkiye’de Genç, Sönmüş Volkanlar ve Tektonik Hatlara Bağlı Olarak Oluşan Sıcak Ve

Mineralli Su Kaynaklarının Dağılımı (ŞİMŞEK, Ş., 2001)

Vakfı Dergisinin önümüzdeki sayılarında bir ‘Su Kaynakları Dosyası’nın açılmasını önemsiyoruz.

Kaynakça

ÇEÇEN, K., (2000): İstanbul’un Osmanlı Dö-

nemi Su Yolları. İBB İSKİ Yayını, İstanbul.

ÇEKİRGE, N. (1982): Kaplıcalardaki Kür ve

Rekreasyon Birimlerinin Planlanması ve Ta-

sarımı İçin Bir Metod. İTÜ, Mimarlık Fakültesi,

Doktora Tezi, İstanbul.

ERGUVANLI, K.,-YÜZER, E. (1973): Yeraltısu-

ları Jeolojisi. İTÜ, İstanbul.

KARAGÜLLE, M., Editör, (2013), Tıbbi Ekoloji

ve Hidroklimatoloji, İ.Ü. İstanbul Tıp Fakültesi

185. Yıl Ders Kitapları Serisi, İstanbul.

MTA (2005): Türkiye Jeotermal Kaynakları En-

vanteri. MTA Envanter Serisi-201, Ankara.

ŞANLISOY, A., (2006), İstanbul’daki Su Top-

lama Havzalarında Yaşanan Sorunlar ve Çö-

züm Önerileri, İTÜ Maden Fakültesi, İstanbul.

ŞENTÜRK, H. (2009): Türkiye Mineralli Su

Potansiyeli ve Sorunlarımız. Türkiye Jeoter-

mal Kaynak Potansiyeli ve Arama Yöntemleri

Sempozyumu, İ.Ü ve TMMOB Jeoloji Müh.

Odası, İstanbul.

ŞİMŞEK, Ş. (2007): Dünya’da ve Türkiye’de

Jeotermal Gelişmeler. Ülkemizde Doğal Kay-

nakların Enerji Üretimindeki Önemi ve Gele-

ceği Sempozyumu, İzmir.

ÜLKER, T., (1988), Türkiye’de Sağlık Turizmi

ve Kaplıca Planlaması, Kültür ve Turizm Ba-

kanlığı Yayınları, No:106, Ankara.

YÜZER, E., (2013), Vuslat, Suların Kayalarla

Kucaklaşması, Baki Canik Yeraltısuları Sem-

pozyumu, Aksaray Üniversitesi, Aksaray.

YÜZER, E., (2014), Termomineralli Suların

Oluşumu ve Dünyadaki Ünlü Kaplıca Şehir-

lerinden Örnekler, XI. Türk Kaplıca Tıbbi ve

Balneoloji Kongresi, Gaziantep.

YÜZER, E.,-SÖZEN, S., (2014), İstanbul’un Su

Sorunu Nasıl Çözülür. Cumhuriyet Gazetesi

Sürdürülebilir Yaşam Özel Sayı 22.03.2014,

İstanbul.

ÇEVRE DOSYASI

23itü vakf� dergisi

Prof. Derin OrhonBilim Akademisi

Istanbul’da Sonun Ba lang�c�:

Çevrenin Çökü ü

Olumsuz geli meleri sadece sorun olarak görmeye çal� mak çok iyimser bir yakla �m olur. Istanbul’da çevre, do al yap�dan kültürel mirasa kadar tüm önemli unsurlar� ile bir çökü sürecine girmi tir. Bu sürecin ba lamas�nda yap�lmayanlar kadar, birtak�m dayatmalarla yap�lan yanl� lar da ayn� ölçüde önemli rol oynam� t�r…

24 itü vakf� dergisi

Istanbul asırlardan beri dünyanın en çeki-ci kentlerinden biri olarak kabul ediliyor. Coğrafi konumu ve eşsiz doğal güzellik-

leri kadar tarihi ve kültürel zenginliklerine borçlu olduğu bu özelliğini günümüzde de korumaya çalışıyor. Ancak, sürekli teş-vik edilerek 14 milyonu aşmış bir nüfus sü-rekli yeşili kemiriyor, kenti bir beton yığınına çeviriyor ve hoyratça doğayı tahrip ediyor. Yaşamın bir sorunlar yumağına dönüşmüş olmasına rağmen, kenti işgal etmiş olan nüfus bundan etkilenmiyor; bir çevresel in-tihar sürecini başlatmış olduğunu cehaleti yüzünden farketmiyor; yönetimin umursa-maz ve çıkarcı yaklaşımına müdahale et-meyi düşünemiyor Doğanın ve çevrenin geleceği açısından, Istanbul 1200’lü yıllardaki Haçlı işgalinde bile günümüzdeki kadar büyük bir tehdit altında kalmamıştı. Kanal Istanbul, 3. Ha-valimanı ve 3. Köprü gerçekten de hiç bir bilimsel temeli olmayan çılgın mega proje-ler; doğrudan kuzey ormanlarının yıkımını hedef alıyorlar. Kuzey ormanları yok olursa kentin nefes alamayacağı kimsenin umu-runda değil!..Belediye yönetimi 2000’li yıllarda, 400 bilim adamını 4 yıl çalıştırarak Istanbul Çevre Dü-zeni Planı yaptırdı; plan oy birliği ile onay-lanarak 2009 yılında yürürlüğe girdi. Bir anlamda Istanbul’un Anayasası!..Planda bu üç proje de yer almıyor. Nasrettin hoca yöntemi ile sormak gerek: Bu üç proje bu kadar gerekliydi de neden Çevre Planı’na dahil edilmemiş? Planda yoksa neden şu anda telaşla uygulanmak isteniyor?

ISTANBUL’ UN BÜYÜK SORUNU MEGA PROJELER

Kanal - Istanbul projesi Proje çevre açısından bir felaketler zinciri: Kanımca, hazırlanmış olan Istanbul Çevre Düzeni Planında yer almamış olmasının nedeni basit: Projenin bilimsel temeli yok; doğaya aykırı; çevre açısından sürdürüle-bilir değil. Bilim adamları başta, Karade-niz’in yüksek oranda kirlilik içeren sularının Marmara’ya boşalacağını; kıyı kesiminden başlayarak çözünmüş oksijen düzeyinin gi-derek düşeceğini ve Marmara’nın, belki de altından kalkamayacağı bir kirlenme soru-nu yaşayacağını ifade ediyor. Muhtemelen Boğazdaki akıntı düzeni de etkilenecek. Tuzlu su bütün kanal boyunca sızarak ye-raltı su kaynaklarını ve belki de orman örtü-sünü etkileyecek. Asıl sorun projenin temel

amacı olduğu anlaşılan ve kanal civarında oluşması planlanan yeni yerleşim alanları ve nüfus patlaması!.. Kötü bir fi lm senaryo-su bile bundan daha iyi kurgulanır. Üçüncü Havalimanı ProjesiBu konuda öncelikle şu soruya cevap ve-rilmeli: Istanbul’da 3. Havalimanının kuzey ormanları içine yapılması gerekli miydi? Kesinlikle değildi...Istanbul Çevre Düzeni Planı 3. Havalimanı için uygun konumun Silivri olduğunu belirlemişti. Neden de-ğiştirildi? Kimse bilmiyor, araştırmıyor!.. Göstermelik ÇED çalışmasının öncelikle bu konum değişikliğini bilimsel gerekçe-lerle açıklaması gerekirdi. Neden dünyada benzeri olmayan 150 milyon yolcu kapasi-tesi seçilmiş, o da belli değil. Neden daha uygun bir alternatif planda tanımlı iken yer değiştirmesi ile doğal yapının ve orman örtüsünün tahrip edilmesi hedefl enmiş? Eğer Istanbul’un geleceğinden sorumlu ise bütün bu soruları Belediye yönetiminin ce-vaplaması gerek...

Üçüncü Köprü Projesi Bu proje Istanbul’un ulaşım sorununu ne öl-çüde hafi fl etecek? Istanbul’a ne getirecek, ne götürecek? Yaygın bilimsel kanıya göre hiçbir şey getirmeyecek, çünkü Istanbul’un asıl ihtiyacı iki yakayı birbirine bağlayacak olan raylı sistemler. Proje, tüm bağlantı yol-ları ve civarında oluşacak yerleşim alanla-rı ile, kuzey ormanlarından ve Istanbul’un doğasından çok şey götürecek. Konunun uzmanları bu projenin doğaya ve su havza-larına vereceği çok ağır tahribat yanında, özellikle çevre yolları etrafında oluşacak kaçak ve çarpık yapılaşmanın yol açacağı kalıcı zararlara da dikkat çekiyor. O halde proje çok belirgin olumsuz etkilerine karşın, ÇED – Çevre Etki Değerlendirmesi – süre-cinden nasıl geçmiş ve onay alabilmiş: Almamış, çünkü, ÇED sürecinden muaf tu-tulmuş. Bu tür bir yaklaşımın çağdaş çevre anlayışıyla kabul edilebilmesi mümkün de-ğildir.

ISTANBUL’UN YEŞİL ALANLARI

Halen yürürlükte olduğunu varsaydığımız Istanbul Çevre Düzeni Planı‘nın vazgeçil-mez ilkelerinin başında Kuzey Ormanla-rı’nın korunması geliyordu, hemen göz ardı edildi. Istanbul’da yaşayan halk tepkisiz kabullendi; yeterince parkı bahçesi vardı da onun için mi tepki göstermedi, hayır... Konunun saptırılmasını engellemek için ak-tif yeşil alanın sadece karşıdan bakılacak değil, içinde yaşanacak yeşil alan olarak tanımlandığını hatırlayalım ve bakalım: Kayıtlara göre, aktif yeşil alan kişi başına New York’ta 29 m2, Londra’da 27 m2, Sto-ckholm’de ise 87 m2; 20 yıl sonra Istan-bul’un geldiği seviye 2 m2 değil. Neden bu

Terkos gölüne deniz suyu basarak, tuzlu suyu şebekeye vermek

ya da Sakarya Nehri’nden kirli suyu getirmek, geçici de olsa

kabul edilemez. Şu anda bizlere dağıtılmakta olan suyun kalitesi hakkında hiçbir bilgi ve belgeye

sahip değiliz. Istanbul halkı, halen kullandığı suların aşırı tuz, ağır metaller, değişik kimyasallar

vb. kirlilik unsurları içerip içermediğini bilmiyor, yazık ki hiç

de umursamıyor!..

ÇEVRE DOSYASI

25itü vakf� dergisi

kadar düşük, çünkü yönetim bulduğu her alanı betonla kaplıyor, residanslar, AVM’ler yükseliyor; başka yer bulamadığı için de otoyolların yamaçlarını türlü desenlerde mevsimlik çiçeklerle kaplıyor; sanki millet oralara tırmanacak ve otoyol yamacında piknik yapacak, çocuk oynatacak. Istan-bullu bu garabete kaç para harcandığını hiç de merak etmeden sadece karşıdan bakmakla yetiniyor!..

ISTANBUL’UN SU SORUNU

Resmi kayıtlara göre Istanbul’un şu anda 14 milyon nüfusun ihtiyacını karşılamak üzere günde 2.5 milyon m3 suya ihtiyacı var; yani yılda yaklaşık 900 milyon m3 su gerek!.. Aslında, Istanbul’un su kaynakları kısıtlı ve yağışlarla oluşan yüzeysel sular-dan oluşuyor. Bu amaçla kullanılan göl ve barajların toplam kapasitesi de 900 milyon m3 civarında. Yani, basitçe izah etmek gerekirse, toplanabilen su aynı yıl içinde tüketiliyor. Sürekli yaşanan su sorununun temel nedeni bu...Su toplama kapasitesini artırmayı beceremiyoruz; bu nedenle yeni kaynak için batıda Istrancalar’a, doğuda da Melen çayına kadar uzanılmış. Bu su-lara o bölgelerin de ihtiyacı var. Kurtarıcı gözüyle bakılan Melen projesinde de su tutulamıyor; planlanan barajın temeli daha birkaç ay önce atıldı. Istanbul’da yaşanan kuraklık aynı ölçüde Melen için de geçerli.. Su mutlaka tasarrufl u kullanılmalıdır. Ancak tasarruf, yerel yönetimin her yıl bıkmadan çözüm olarak sunduğu, telkin ettiği gibi, su sıkıntısının çözümü olamaz. Terkos gölüne deniz suyu basarak, tuzlu suyu şebekeye vermek ya da Sakarya Nehri’nden kirli suyu getirmek, geçici de olsa, kabul edilemez. Şu anda bizlere dağıtılmakta olan suyun kalitesi hakkında hiçbir bilgi ve belgeye sa-hip değiliz. Istanbul halkı, halen kullandık-ları suların aşırı tuz, ağır metaller, değişik kimyasallar vb. kirlilik unsurları içerip içer-mediğini bilmiyor, yazık ki hiç de umursa-mıyor!..

Su Havzalarının Geleceği İstanbul bu yıl olduğu gibi, yakın gelecek-te de ciddi su sıkıntısı çekecek. Çünkü bu gelişme, değişen iklim koşulları ve küresel ısınmanın doğal sonucudur. Daha önemli-si, Istanbul’un su havzaları hoyratça işgal ve tahrip edilmektedir. Temin edilmesi ge-reken suyun miktarı kadar kalitesi de çok önemli.. Kirlenmiş suları arıtarak tekrar kul-

lanılabilir su haline getirmek mevcut arıtma düzeni ile mümkün değil. Barajların ve göl-lerin sayısını artırmak bir yana, önemli bir kaynak olan Küçükçekmece gölünün aşırı kirlenmesine engel olamadık ve kaybettik. Aynı tehlike diğer göller için de geçerli. Havzalar sürekli işgal altında ve bu gidiş engellenemez ise gelecekte Istanbul’un felaketi olacak.Melen’den getirilen su Istanbul’un ihtiyacına katkı sağlamakla birlikte, geleceğe dönük güvenli bir destek olarak görülmemeli, çün-kü, (i) aynı ilkim koşullarından ve kuraklıktan etkilenmekte; (ii) kirlenmeye karşı korunma-sı Istanbul yönetiminin kontrolü altında de-ğil; (iii) bölgedeki arazi kullanımı ve nüfus artışı ile kirlendiğince, mevcut arıtma düzeni ile kullanılabilir evsaf ve kalitenin sağlanma-sı mümkün değil ve (iv) aynı kaynağa yöre-sel talep giderek artacak.Çözüm gözümüzün önündedir: Istanbul’u çevreleyen kıyılarımız ve deniz suyu!... Bu nedenle, Istanbul’un artık çevresindeki de-nizi farkedip, modern teknolojilerle deniz su-yundan da yararlanmayı planlaması zamanı gelmiş, ve hatta çoktan geçmiş durumda...

MARMARA’NIN EN ÖNEMLİ SORUNU - ISTANBUL

Marmara hassas bir iç deniz ve en büyük tehdidi hala atıksularının yüzde 70’inden fazlasını arıtmadan denize vermekte ıs-rar eden Istanbul... Bu tehdidin azalması ve gelecekte ortadan kalkması için Istan-bul’da ileri biyolojik arıtma yaklaşımının uy-gulamaya konması, kıyı şeridini işgal etmiş olan sanayi faaliyetinin etkili bir biçimde kontrol altında tutulması ve Marmara Be-lediyeler Birliği’nin akılcı bir ortak eylem birliği içinde olması gerek. Bütün bunlar sağlanabilir mi? Ülkemizde herşeyin tersi-ne gittiği bir ortamda, Marmara’nın gelece-ğine umutla bakabilmek bilmem ne ölçüde gerçekçi olabilir.Gelişmiş ülkeler arasında, Istanbul halen atıksularını hiç arıtmadan denize vermeye devamda ısrarlı olan tek büyük metropol durumunda: Atıksuların yüzde 72’sini oluş-turan günde toplam 2.2 milyon atıksu, 9 değişik noktadan hiç bir arıtmaya tabi tutul-madan Marmara ve Boğaz’ın alt tabakala-rına boşaltılıyor. Bu şekilde, günde yaklaşık 1100 ton organik maddeyi, 130 ton azotu, 20 ton fosforu ve bunlarla birlikte tonlarca kimyasal ve tehlikeli maddeyi Marmara ve Boğaz’a atıyoruz.Istanbul’da bu tür atıksu deşarjı nerede yapılmamalıdır diye sorulsa herhalde doğru cevabı Boğaz/Marmara karışım bölgesinde yer alan Kadıköy ve Yenikapı olur. Maalesef, şu anda bu iki noktadan toplam 1.2 milyon metreküp atıksu her gün Marmara’nın alt

Temel sorun sürekli artan nüfusun yarattığı baskıdır. Istanbul Çevre

Düzeni Planı’nda Istanbul’un nüfusu için 16 milyon üst limit

olarak öngörülmüştür. Son dönemde önerilen projeler adeta

bu limite meydan okuyarak doğayı kemirmektedir.

26 itü vakf� dergisi

tabakasına boşaltılıyor. Deşarj noktala-rındaki binalarda sadece ızgara ve kum tutucular var. Bunlar sadece büyük par-çaları (taş; bez; kağıt v.b.) ve kum tutu-yor.Yenikapı’da, tarihi yarımadanın dokusu-na aykırı olmasına karşın büyük bir dolgu alanı yapılmış; toplantı alanı olarak kulla-nılacakmış. Resmi ifadelere göre arıtma tesisi bu alanının altına dolgunun içine gömülü olarak yapılacak. ITÜ’de konu-nun uzmanlarına danıştım; dolgu alanı-nın içine gömülü bir tesis için bilimsel esaslara dayalı bir yapılabilirliğin söz konusu olmadığı görüşündeler. Umarım konu Belediye’de daha bilgili bir ekibe tevdi edilmiştir!... Bu suretle, dünyanın en garip ve pahalı arıtma tesisine sahip olacağız. Istanbul gelişmiş bir ülkeye ta-şınabilse idi, bu konunun gündeme gel-mesi ve tartışma konusu olması herhalde hayal bile edilemezdi.Istanbul’un büyük bir kuraklık sorunu ya-şadığı bu dönemde, denize atılmak yeri-ne yeterli ölçüde arıtılarak yeniden kulla-nılabilecek atıksuyun, özellikle civardaki tarım alanlara ne ölçüde büyük bir katkı sağlayacağını dikkate almak gerek.

TEHLİKELİ ATIKLAR

Tehlikeli atıklar günümüzün en ürkütücü çevre sorunlarına neden olur; öldürür, yakar, kanser yapar, zehirler. Değişik kayıtlara göre, Türkiye genelinde yıl-da 2 milyon ton civarında tehlikeli atık oluştuğu öngörülmekte. Istanbul’da ne

kadar? En azından yılda 500.000 ton… Korkunç bir rakam!.. Kentte yaşayanlar, bırakalım miktarını, tehlikeli atık kavra-mının bile farkında değil. Tehlikeli atıklar Istanbul’un suyuna, deresine, havasına, toprağına her gün başıboş atılmakta, ancak, bu konuda ciddiye alınacak hiç bir plan yok. Yapıldığı söylenen hazırlık-lar hiç bir geçerli bilimsel veriye, bulgu-ya, bilgiye dayanmamakta. Bu korkunç tehdit ne zaman farkedilecek, ne zaman gereği yapılacak.. Biz çevreciler merak ve endişe ile bekliyoruz.

TARİHİ VE KÜLTÜREL ÇEVRE

Istanbul, asırlardır kültürel özellikleri ile kendini bir küresel merkez olarak ka-bul ettirmiş olmasına rağmen, şu anda bu eşsiz mirası gözden çıkarmak üzere: Tarihi yarımadanın işgali; kazılarla arke-olojik kalıntıların tahribi; Unesco tarafın-dan Dünya Mimari Mirası listesine alınan Yedikule ve Kara Surlarları’nın kader-lerine terk edilmiş olması ve civarında Kentsel Dönüşüm adı altında yürütülen

yapılaşmalar; restorasyon niyetine para sarfedilerek yapılan tahribat; daha önce bahsettiğimiz Yenikapı dolgusu; Haliç’te tarihi dokuya tamamen aykırı Boynuzlu Köprü son yıllarda göze batan ve tarihi Istanbul’un bize emanet etmiş olduğu değerlerin ne ölçüde tehlikede olduğu-nu gösteren ciddi örneklerden bazıları.Başka bir çarpıcı örnek olarak Istanbul meydanlarına bir göz atalım. Beyazıt, Taksim Üsküdar, Kadiköy, Beşiktaş, Emi-nönü, Aksaray, vb meydanlarını kentin tarihi kimliğindeki imzalar olarak kabul etmek yanlış olmaz. Örneğin, Aksaray meydanı Bizans döneminde kentin en büyük forum alanı, Osmanlı döneminde de saray meydanı olarak ün yapmiş vaz-geçilmez bir simge niteliğinde. Bu mey-danlar günümüzdeki perişan durumları-nı hak ediyorlar mı? 1950’li yıllardan bu yana sürekli keyif alarak geçtiğim, zarif ve çok anlamlı anıtı hep gözlerimi ya-şartmış olan Taksim meydanı: Şu anda bomboş bir beton yığını; tek süsü öbek öbek dilenmek zorunda bırakılan mül-teciler!.. Bir zamanların muhteşem Üs-küdar meydanı: Şu anda o meydanda sadece sağnak yağışlarda vapurlarla minibüsleri birlikte yüzdürmeyi becere-biliyoruz. Bütün bunları Istanbul’un ka-deri olarak kabullenemeyiz, çünkü Istan-bul tarihi ve kültürü bunları hak etmiyor.

SONUÇ

Yazıda ancak bir bölümü özetlenebi-len olumsuz gelişmeleri sadece sorun olarak görmeye çalışmak çok iyimser bir yaklaşım olur. Istanbul’da çevre, do-ğal yapıdan kültürel mirasa kadar tüm önemli unsurları ile bir çöküş sürecine girmiştir. Bu sürecin başlamasında yapıl-mayanlar kadar, birtakım dayatmalarla yapılan yanlışlar da aynı ölçüde önemli rol oynamıştır.Şüphesiz, temel sorun sürekli artan nü-fusun yarattığı baskıdır. Istanbul Çevre Düzeni Planı’nda Istanbul’un nüfusu için 16 milyon üst limit olarak öngörülmüştür. Son dönemde önerilen projeler adeta bu limite meydan okuyarak doğayı kemir-mektedir. Tüm kaynakların yetmediği, yaşanması eziyet veren bir kent yapısı-na doğru hızla sürüklendiğimizi yöneti-cilerimizin ve Istanbul halkının artık fark etme zamanı gelmiştir.

Barajların ve göllerin sayısını artırmak bir yana, önemli bir kaynak olan Küçükçekmece

gölünün aşırı kirlenmesine engel olamadık ve kaybettik. Aynı

tehlike diğer göller için de geçerli. Havzalar sürekli işgal altında ve bu gidiş engellenemez ise gelecekte

Istanbul’un felaketi olacak.

ÇEVRE DOSYASI

27itü vakf� dergisi

Ya am�n süreklili i için gerekli olan su ve havan�n d� �nda toprak da en önemli do al varl�kt�r. Tüm do al varl�klarda oldu u gibi, toprak da insan aktiviteleri sonucunda zarar görebilmektedir. çinde ve üzerindeki canl�lara ya ama imkan� sunan bu de erli varl� a zarar vererek asl�nda insanl� �n gelece i tehlikeye at�lmaktad�r. Erozyon, çölle me, tar�m arazilerinin amaç d� � kullan�m� ve yanl� tar�m uygulamalar�n�n sonuçlar�na h�zl� nüfus art� �n�n da eklenmesi ile birlikte, özellikle gelece in g�da güvenli i ciddi tehdit alt�nda görülmektedir

Prof. Dr. Nuran Zeren Gülersoy TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkan YardımcısıEsra Yazıcı Gökmen TEMA Vakfı Çevre Politikaları Koordinatörü

GİRİŞ

TEMA, Türkiye Erozyonla Mücadele, Ağaçlandırma ve Doğal Varlıkları Koruma Vakfı, Hayrettin Karaca ve

A. Nihat Gökyiğit önderliğinde, erozyon ve çölleşme tehlikesine karşı toplumsal duyarlılığı arttırmak ve bu mücadelenin devlet politikası haline gelmesine katkıda bulunmak üzere 1992 yılında kurulmuş-tur. Kurulduğu yıldan bu yana geçen 22 yıllık sürede TEMA, ülkemizde erozyonla mücadele ve doğal varlıkların korunması konularına özellikle “Türkiye Çöl Olmasın” sloganı ile ilgiyi çeken yönlendirici çalış-malar yapmıştır. Vakıf bugün ülke genelin-de 500.000’i aşkın gönüllüsü, 80 il tem-silcisi, 231 ilçe gönüllü sorumlusu ve 112 üniversitede bulunan Genç TEMA Toplu-luğu ile başta toprak olmak üzere doğal varlıkları korumak amacıyla ülke çapında çalışmalarına devam etmektedir.TEMA’nın kuruluş amacı, “ülke toprakla-rımızı tehdit eden erozyon ve çölleşme tehlikesine dikkat çekmek ve bu mücade-lenin bir devlet politikası haline gelmesine katkı sağlamak; toprakla birlikte dünya üzerindeki ekosistemi oluşturan su, or-man, biyolojik çeşitlilik gibi tüm doğal var-lıkların korunması ve insan kaynaklı iklim

değişikliğine dair politikaların ve toplum-sal bilincin oluşturulması için çalışmak; kendiliğinden yetişen doğal ormanları korumak, ağaçlandırma çalışmaları yapa-rak topluma ağaç sevgisi aşılamak; tarım alanları, çayır ve meraları korumak, geliş-tirmek, amacı dışında kullanılmasını önle-mek; doğal varlıkların korunması ve doğ-ru şekilde yönetilmesi için gerekli yasal düzenlemelerin yapılmasına öncülük et-mek, destek vermek” olarak belirlenmiştir. Belirlenen amaç doğrultusunda TEMA Vakfı’nın temel çalışma alanları; çevre po-litikaları, ağaçlandırma ve kırsal kalkınma, eğitim, saha ve gönüllülük çalışmaları ve uluslararası ilişkilerdir. Tüm bu çalışmalar-da, yaşamın temel unsurlarından biri olan toprak her zaman ana konu olmuştur. Tür-kiye’nin toprak varlığı, erozyon, çölleşme, amaç dışı kullanımlar, yanlış tarım uygula-maları gibi tehditlerle karşı karşıyadır. Bu yüzden de, toprağın korunmasını, sürdü-rülebilir ve akılcı bir şekilde kullanılmasını sağlayacak çalışmalara ihtiyaç duyulmak-tadır. Kuruluş amacı doğrultusunda da, TEMA Vakfı, bu sorunlarla mücadele et-mek, engellemek ve farkındalık yaratmak için çeşitli çalışmalar yürütmektedir.

TÜRKİYE’DE TOPRAK SORUNLARI

Türkiye’de toprak sorunları, başta eroz-yon olmak üzere, çölleşme, amaç dışı kullanım, yanlış tarım uygulamaları olarak tanımlanabilir. Genel bir ifadeyle toprak taşınımı olan erozyon, jeolojik erozyon olarak tanımla-nan doğal etkiler sonucunda ortaya çık-tığında, verimli ovaların da oluşmasına neden olan faydalı bir süreç olarak gö-rülür. İnsan aktiviteleri sonucunda oluşan hızlandırılmış erozyon ise çevresel felaket-lere neden olan bir süreçtir. Türkiye, eroz-yonun her tür ve şiddetinin görüldüğü ül-kelerin başında gelmektedir. Örneğin, her

TEMA’n�n Topra a Yönelik Çal� malar�n�n Çevre Aç�s�ndanDe erlendirilmesi

28 itü vakf� dergisi

yıl akarsularla en az 500 milyon ton verimli toprak denizlere sürüklenerek gitmektedir (Günay, T. 2008). TEMA Vakfı’nın da üyesi olduğu, “9. Beş Yıllık Kalkınma Planı Top-rak ve Su Kaynaklarının Kullanımı ve Yö-netimi Özel İhtisas Komisyonu Raporu”na göre, ülke topraklarının %7,22’sinde hafi f, %20,04’ünde orta, %36,42’sinde şiddetli ve %22,32’sinde çok şiddetli erozyon ya-şanmaktadır (Devlet Planlama Teşkilatı, 2007). Yanlış insan aktiviteleri sonucunda oluşan erozyonun başlıca nedenleri ara-sında ise, yanlış tarım uygulamaları, yanlış arazi kullanımları, ormansızlaşma ve me-raların tahrip edilmesi gelmektedir (Çepel, N., 2000).Çölleşme, bir diğer önemli toprak sorunu-dur. Dünyanın yaklaşık üçte birini oluştu-ran kurak bölgelerin büyük kısmını coğrafi olarak çöller oluşturmaktadır. 100 mm’nin altında yağış alan yerler çöl, 100-300 mm arasında yağış alan yerler ise yarı çöl ola-rak tanımlanmaktadır. Türkiye’de gerçek anlamda çöl bulunmamakla birlikte, Orta ve Güneydoğu Anadolu’da bazı yöreler (Konya-Karapınar gibi) yarı çöl koşullarına oldukça yakındır (Devlet Planlama Teşki-latı, 2007). Çölleşme ise İklimsel etmenler veya insan faaliyetleri sonucunda meyda-na gelen kurak, yarı kurak ve yarı nem-li bölgelerdeki arazi bozulmaları olarak tanımlanmaktadır. Türkiye’deki çölleşme nedenlerinin başında ise, ormansızlaşma, meraların tahrip edilmesi, aşırı yer altı su tüketimi, yanlış tarım uygulamaları, aşırı otlatma gelmektedir.Amaç dışı kullanım, ülkemizde sıkça rast-lanan önemli bir toprak sorunudur. Çeşitli insan faaliyetlerine zemin oluşturan ara-zinin en önemli bileşeni topraktır. Dola-yısıyla, arazi kullanımı ve arazi kullanım-larındaki değişiklikler toprağı doğrudan

etkilemektedir. 10. Beş Yıllık Kalkınma Planı, Tarımsal Yapıda Etkinlik ve Gıda Güvenliği Özel İhtisas Komisyonu Raporu-na göre, işlenen ve uzun ömürlü bitkilerin yetiştirildiği tarım arazisi 2011 yılı itibariyle 23,6 milyon ha olup, bu da toplam arazinin yaklaşık %30’unu oluşturmaktadır (Kalkın-ma Bakanlığı, 2014). Bu miktar ise, tarım arazilerinin amaç dışı kullanımı nedeniyle azalma tehlikesi ile karşı karşıyadır.Yanlış tarım uygulamaları, toprağa zarar veren önemli bir insan aktivitesidir. Tarım-sal faaliyetler gerçekleştirilirken, bilerek veya bilmeyerek yapılan yanlış uygulama-lar çeşitli çevresel sorunlara neden olmak-ta, tarımsal üretimde verimin düşmesine ve kimi zaman da maliyetin artmasına ne-den olmaktadır. Zirai ilaç ve kimyasal güb-re kullanımı, sulama, toprak işleme gibi konulardaki yanlış uygulamalar toprakta, yeraltı ve yerüstü sularında kirlilik, erozyo-na neden olmakta, çevre ve insan sağlığı-nı tehdit etmektedir. Örneğin Güneydoğu Anadolu Bölgesinde, aşırı sulamalar so-nucunda toprakta tuzlanma gibi sorunlara yol açarak verimin de düşmesine neden olmuştur. Tarımsal üretimin sürdürülebilirli-ği için uygun tarım yöntemlerinin uygulan-ması gerekmektedir (Sönmez, İ., Kaplan, M., Sönmez, S., 2008).

TEMA bugün ülke genelinde 500.000’i aşkın gönüllüsü, 80 il temsilcisi, 231 ilçe gönüllü

sorumlusu ve 112 üniversitede bulunan Genç TEMA Topluluğu ile

başta toprak olmak üzere doğal varlıkları korumak amacıyla ülke

çapında çalışmalarına devam etmektedir.

TEMA VAKFI’NIN TOPRAKLA İLGİLİ ÇALIŞMALARI

Türkiye’nin toprak varlığı, doğal nitelik ve yetenekler bakımından sahip olduğu kı-sıtlarla birlikte, yukarıda özetlenen insan kaynaklı tehditlerle de sıklıkla karşı kar-şıya kalmaktadır. TEMA Vakfı, toprak so-runlarına ilişkin yönlendirici çalışmaları ile toplumsal farkındalık yaratmayı ve karar vericileri etkilemeyi amaçlamakta, topra-ğın korunması konusunda örnek projeler yürütmektedir. TEMA Vakfı, Türkiye’de toprakla ilgili so-runlarla mücadele edilmesi ve toprağın korunması amacıyla, çölleşme ile mü-cadele projeleri, ağaçlandırma ve kırsal kalkınma projeleri, çevre politikaları ça-lışmaları, eğitim çalışmaları yürütmekte, yalnız ulusal düzeyde değil, uluslararası düzeyde de çeşitli etkinliklere ve projelere katılmaktadır.

Çölleşme ile Mücadele ProjeleriTürkiye’nin karşı karşıya olduğu en önem-li çevre sorunlarından biri olan çölleşme ile mücadele konuları kapsamında, örnek uygulamalar geliştirme, kapasite artırımı, kamuoyu oluşturma gibi amaçlarla özel projeler gerçekleştirilmiştir. Bu projelerin başında, CROP-MAL ve Drynet Projeleri gelmektedir.

CROP–MAL Marjinal Kurak Alanların Koruması için Rasyonel Fırsatlar Yaratılması ProjesiKonya Karapınar, çölleşme konusundaki duyarlılığı nedeni ile, TEMA Vakfı için her zaman özel bir öneme sahip olmuştur. 2006-2008 yıllarında gerçekleştirilen “Ka-rapınar’dan Dünyaya Çölleşme Çağrısı

Hayrettin Karaca, Nihat GökyiğitİTÜ Taşkışla’da Genç TEMA Toplantısı

ÇEVRE DOSYASI

29itü vakf� dergisi

(I-DESIRE) Projesi” kapsamında, çevresel koşullara, yüzey toprağına, bitki örtüsü-ne, su kalitesine ve bölgeye ait ürünlerin üretim tekniklerine ilişkin veriler ışığında bölge için sürdürülebilir kalkınma mode-li ortaya konmuştur. Bu projenin çıktıları ışığında, 2009-2012 yılları arasında ger-çekleştirilen CROP-MAL (Marjinal Kurak Alanların Korunmasına Yönelik Rasyonel Fırsatların Yaratılması) Projesi kapsamın-da da, Konya Karapınar Mikro Havzası’na odaklanarak sürdürülebilir bir arazi yö-netiminin hayata geçirilmesi için gereken arazi kullanım modeli geliştirilmiştir. Geliş-tirilen modele göre; sulu tarım yerine kuru tarıma odaklanılması, su tüketimi yüksek ürünler yerine kuraklığa dayanıklı ürün-ler seçilmesi, aşırı su tüketiminden vaz-geçilmesi, etkin ve sürdürülebilir sulama tekniklerinin benimsenmesi ve yaygınlaş-tırılması, tarımda gübre ve kimyasal kulla-nımının azaltılması, biyoçeşitliliği korumak için mikro havzada biyorezerv alanlarının oluşturulması, mera alanlarının sürdürüle-bilir yönetiminin sağlanması ve alandaki mevcut geven türlerinin korunması öneril-mektedir

Drynet Projesi2007 yılında başlayan ve 15 ülkede kurak alanlarda çalışan Sivil Toplum Kuruluşları-nın ortağı olduğu Drynet Projesinin ilk aya-ğı (Drynet I) kapsamında, 2007-2009 yıl-ları arasında, yerel ağlar oluşturarak kurak alanlarda çalışan Sivil Toplumun kapasite-sinin geliştirilmesi, kurak alanlarda çalışan

bütün paydaşlarla (kamu/ akademi/ sivil toplum) deneyim/ bilgi paylaşımı ve yerel sorunlara uluslararası gündeme taşınarak savunuculuğunun yapılması amaçlanmış-tır. Drynet II projesi ise, çiftçi kooperatif-leri, sivil yerel gruplar, kadın kuruluşları, sendikalar ve sivil toplum kuruluşlarından oluşan sivil toplum ağlarını doğru bilgiler-le donatıp, gerekli iletişim araçlarını kulla-narak güçlendirmeye ve arazi bozulumu politikalarını etkileyebilir hale gelmelerine yönelik bir proje olarak 2011-2013 yılları arasında gerçekleştirilmiştir.Ağaçlandırma ve Kırsal Kalkınma ProjeleriAğaçlandırma ve Kırsal Kalkınma Projele-ri, TEMA Vakfı’nın en önemli etkinlik ala-nıdır. TEMA Vakfı, kurulduğu günden bu yana Orman ve Su İşleri Bakanlığı işbirliği ile 11,5 milyon fi danı ve 700 milyon meşe tohumunu toprakla buluşturmuştur. Ayrı-ca, gönüllü ve destekçilerin fi dan bağışları ile de Hatıra Ormanları oluşturulmaktadır. Bugüne kadar gerçekleştirilen 182 adet projenin içinde, çölleşme ile mücadele, biyolojik çeşitlilik konularından başka, kırsal kalkınma ve ağaçlandırma projeleri de bulunmaktadır. Erozyon önleme amaç-

lı kırsal kalkınma faaliyetleri kapsamında, toprak ve arazi koruma çalışmaları (mey-vecilik, yem bitkisi, bakliyat vb bitkisel üretim süreçleri) gerçekleştirilmiş, doğru gübre kullanımı ve toprak yönetimi eğitim-leri verilmiştir. Bu kapsamda gerçekleşti-rilen TEMA – BORUSAN Afyonkarahisar Kırsal Kalkınma Projesi ve TEMA-Nestlé Antepfıstığı Üretiminde Verim ve Kalitenin Artırılması Projesi son dönemde gerçek-leştirilen örnek projelerdendir.

TEMA – BORUSAN Afyonkarahisar Kırsal Kalkınma Projesi2010-2014 yılları arasında, Afyonkarahi-sar-Sinanpaşa Güney ve Tokuşlar Belde-leri ile Kınık, Karacaören ve Çobanözü Köylerinde gerçekleştirilen projede, ge-leneksel tarımsal üretim alışkanlıkları yeri-ne, pazardaki ihtiyacı karşılamaya yönelik yeni ve çağdaş bir tarımsal üretim sistemi kurularak, bölgede yaşayan insanların ge-lir düzeyi ve yaşam kalitesini yükseltmek amaçlanmıştır. Proje kapsamında, hay-vancılıkla uğraşan çiftçilere yönelik sür-dürülebilir mera kullanımı ile ilgili teorik ve pratik eğitimler verilmiş, mevcut tarımsal üretimde geleneksel yöntemlerle yapılan tarla tarımının yerine, meyveciliğin geliş-tirilmesiyle, yeni üretim deseni oluşturul-ması amacıyla, yörenin iklimi ve rakımının gerektirdiği koşullara uygun, pazarda sa-tış olanağı olan meyve bahçeleri oluştu-rulmuş, yem bitkileri üreticiliği gerçekleş-tirilmiş, doğru ve yeterli gübre kullanımı uygulamaları yapılmıştır.

Türkiye’nin toprak varlığı, erozyon, çölleşme, amaç dışı kullanımlar,

yanlış tarım uygulamaları gibi tehditlerle karşı karşıyadır. Bu

yüzden de, toprağın korunmasını, sürdürülebilir ve akılcı bir şekilde

kullanılmasını sağlayacak çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır.

Kapama elma bahçesi içerisinde arasında ara tarım olarak brokoli ve kara lahana tarlasından görünüm. TEMA BORUSAN Kırsal Kalkınma Proje Sahası, Afyonkarahisar

Mustafa Kazancı, 2012

Yem bitkisi (slajlık mısır) hasadından görüntü.TEMA BORUSAN Kırsal Kalkınma Proje Sahası, Afyonkarahisar

Mustafa Kazancı, 2013

30 itü vakf� dergisi

TEMA-Nestlé Antepfıstığı Üretiminde Verim ve Kalitenin Artırılması ProjesiAntepfıstığının en uygun yetiştirme havza-sı özelliğine sahip olan Orta Fırat Havza-sı’nda yer alan Gaziantep’te Yavuzeli ve Araban ilçeleri, Şanlıurfa’da Birecik ilçesi, Adıyaman’da ise Besni ilçesinin bulundu-ğu bölgede, 2011-2013 yılları arasında gerçekleştirilen projede, antepfıstığı üreti-minde esas olarak geleneksel tarım uygu-lamalarının yaygın olması nedeniyle, pro-jede bilimsel araştırma sonuçlarına dayalı, iyi ve doğru tarım tekniklerinin üreticilere aktarılması, proje uygulama bahçelerin-de uygulamalarla verim ve kalite artışına ilişkin görsel örneklerin oluşturulması ve uygulama sonuçlarının yaygınlaştırılması hedefl enmiştir. Proje kapsamında, bahçe yönetimi, bitki beslenmesi, bitki hastalık-ları ve zararlılarıyla mücadele, budama, mekanizasyon, sulama, meyve kalite ve hasat uygulamaları ile organik tarım uygu-lamaları konularında teorik ve uygulamalı olarak eğitimler verilmiş, örnek bahçeler oluşturulmuş, eğimli antepfıstığı bahçe-lerinde erozyon önleme ve toprak koruma çalışmaları yapılmıştır (www. tema.org.tr).

Ağaçlandırma ProjeleriErozyonu önleme ve toprak varlığının ko-runması amacıyla ağaçlandırma projeleri gerçekleştirilmektedir. Örneğin, 2008 yı-lında başlayan, 2012 yılı sonu itibariyle dikimleri tamamlanan, 2017 yılı sonuna kadar da bakım, koruma ve tamamlama

TEMA Vakfı Çaldağ Kampanya Afi şleri, 2010

Ekolojik Okur Yazarlık Eğitimi

çalışmaları sürdürülecek olan Türkiye İş Bankası ile birlikte yürüttüğü 81 İlde 81 Orman Projesi kapsamında 1.470 ha or-man alanı tesis edilmesi amaçlanmıştır. Bu ve benzeri projelerin, orman varlığının genişletilerek erozyon ile mücadelede etkili olunması, karbon tutumunun artırıl-ması, ormansızlaşma konusuna toplumun dikkatinin çekilmesi açısından önemi var-dır.

ÇEVRE POLİTİKALARI ÇALIŞMALARI

TEMA Vakfı çevre politikaları çalışmaları-nın amacı; insan faaliyetlerinin doğal var-lıklar üzerindeki olumsuz etkilerini gerçek-leşmeden önlemek-azaltmak-onarmaktır. Bu kapsamda gerçekleştirilen çalışmala-rın başında, toprağın korunması ve sürdü-rülebilir kullanılmasını sağlamak amacıyla, hazırlanmasını ve yazımını gerçekleştirdi-ği “Toprak Koruma ve Arazi Kullanım Ka-nunu”nun 2005 yılında yasalaşması gel-mektedir. Ayrıca, tarım arazilerinin amaç dışı kullanımlarının engellenmesi için hu-kuki çalışmalar da yürütülmektedir.

Çevre politikaları çalışmaları kapsamında

yürütülen kampanyalar da bulunmaktadır.

Örneğin, Manisa Çaldağ’da işletilmesi

planlanan nikel madeninin Türkiye’nin en

verimli ovalarından biri olan Gediz Ova-

sında neden olacağı tahribata yönelik

2010 yılında yürütülen kampanya kapsa-

mında yerelde halkı bilgilendirme toplan-

tıları ve eylemler düzenlenmiş, davalar

açılmış, imza kampanyası düzenlenmiş,

TEMA Vakfı Bilim Kurulu Üyelerince nikel

madeninin doğal varlıklar üzerindeki etki-

lerine yönelik bilimsel rapor hazırlanmıştır

Zirai ilaç ve kimyasal gübre kullanımı, sulama, toprak işleme

gibi konulardaki yanlış uygulamalar toprakta, yeraltı ve yerüstü

sularında kirlilik, erozyona neden olmakta, çevre ve insan sağlığını

tehdit etmektedir.

ÇEVRE DOSYASI

31itü vakf� dergisi

ULUSLARARASI İŞBİRLİĞİATEMA Vakfı uluslararası düzeyde çalışmalar da yürüt-mektedir. Avrupa Çevre Bürosu EEB ve Çevre Kültür ve Sürdürülebilir Kalkınma için Akdeniz Bilgi Ofi si MIO-E-CSDE gibi önemli kuruluşların Yönetim Kurulu üyesi ve Birleşmiş Milletler Ekonomik ve Sosyal Konseyi ECO-SOC’ta danışman STK statüsündedir. Bunların dışında, Dünya Koruma Birliği IUCN, Küresel Çevre Fonu STK Ağı GEF-NGO, Avrupa İklim Eylem Ağı CAN- Europe kuruluşların üyesidir. Ayrıca Birleşmiş Milletler Çölleş-me ile Mücadele Sözleşmesi UNCCD ve İklim Değişik-

liği ile Mücadele Sözleşmesi UNFCCC akredite STK üyesidir (www. tema.org.tr).

KAYNAKLARÇepel, N., 2000. Toprak ile Söyleşi: Tanımı, So-runları ve Korunma Çareleri, TEMA Vakfı Yayın-ları, İstanbul.Çevre ve Orman Bakanlığı, 2005. Çölleşme ile Mücadele Türkiye Ulusal Eylem Programı, An-kara.

EĞİTİM ÇALIŞMALARI

TEMA Vakfı’nın eğitim çalışmalarında

da her zaman toprak ana konu olmuş-

tur. Bu kapsamda, Ekolojik Okuryazarlık

Programı, Minik TEMA Programı ve Yav-

ru TEMA Programları yürütülmektedir.

Türkiye’de bir ilk olan ve Milli Eğitim Ba-

kanlığı işbirliği ile hayata geçirilen Eko-

lojik Okuryazarlık Öğretmen Eğitimi’nde

3 yılda 60 ilden toplam 240 öğretmene

eğitim verilmiştir. Milli Eğitim Bakanlığı

desteği ve Türkiye Okul Öncesi Eğitimini

Geliştirme Derneği işbirliği ile gerçekle-

şen ve çocukların doğayla erken yaşta

tanışmalarının yolunu açan Minik TEMA

Doğa Eğitim Programı ise, 2013 yılında

İstanbul’da 500 okulda 29 bin 500 ço-

cukla, Türkiye genelinde ise bin okulda

69 bin çocukla buluşmuştur. Milli Eğitim

Bakanlığı desteğiyle gerçekleşen Yavru

TEMA Doğa Eğitimi Programı ise 1996

yılından günümüze kadar 1.100 okulda,

yaklaşık 50 bin öğrenciyle uygulanmıştır.

2013-2014 eğitim-öğretim yılında yeni-

lenerek geliştirilen Doğa Eğitim Prog-

ramıyla ortaokul öğrencilerinin ekolo-

jik okur-yazarlıklarınındesteklenmesi

amaçlanmaktadır (www. tema.org.tr).

Tüm bu programlarda, toprağın yaşamı-

mızı sürdürebilmemiz açısından önemi

ile birlikte, özellikleri ve oluşumuna yö-

nelik bilgiler de paylaşılarak, insanların

toprağı tanımaları amaçlanmaktadır.

SONUÇ

Yaşamın sürekliliği için gerekli olan su

ve havanın dışında toprak da en önem-

li doğal varlıktır. Tüm doğal varlıklarda

olduğu gibi, toprak da insan aktivite-

leri sonucunda zarar görebilmektedir.

İçinde ve üzerindeki canlılara yaşama

imkanı sunan bu değerli varlığa zarar

vererek aslında insanlığın geleceği teh-

likeye atılmaktadır. Erozyon, çölleşme,

tarım arazilerinin amaç dışı kullanımı ve

yanlış tarım uygulamalarının sonuçlarına

hızlı nüfus artışının da eklenmesi ile bir-

likte, özellikle geleceğin gıda güvenliği

ciddi tehdit altında görülmektedir. TEMA

Vakfı, yürütmüş olduğu ve yürütmekte

Devlet Planlama Teşkilatı, 2007. Toprak ve Su Kaynaklarının Kullanımı ve Yönetimi Özel İhtisas Komisyonu Raporu, Ankara.Günay, T. 2008. Orman, Ormansızlaşma, Toprak: Erozyon, TEMA Vakfı Yayınları, İstanbul. Kalkınma Bakanlığı, 2014. Tarımsal Yapıda Et-kinlik ve Gıda Güvenliği Özel İhtisas Komisyonu

Raporu, Ankara.Sönmez, İ., Kaplan, M., Sönmez, S., 2008. Kim-yasal Gübrelerin Çevre Kirliliği Üzerine Etkileri ve Çözüm Önerileri, Batı Akdeniz Tarımsal Araş-tırma Enstitüsü Derim Dergisi, 2008,25(2):24-34htpp://www.tema.org.tr

Manisa Çaldağ’da işletilmesi planlanan nikel madeninin

Türkiye’nin en verimli ovalarından biri olan Gediz Ovasında neden olacağı tahribata yönelik 2010 yılında yürütülen kampanya kapsamında yerelde halkı

bilgilendirme toplantıları ve eylemler düzenlenmiş, davalar

açılmış, imza kampanyası düzenlenmiş, TEMA Vakfı Bilim

Kurulu Üyelerince nikel madeninin doğal varlıklar üzerindeki

etkilerine yönelik bilimsel rapor hazırlanmıştır.

olduğu etkinlik ve projelerle toprağın

yaşamsal önemine ilişkin toplumsal bi-

linç sağlama, günümüzde toprağın karşı

karşıya kaldığı tehditlere ilişkin farkında-

lık yaratma, karar vericileri etkileme ve

yönlendirme çalışmalarını 22 yıldır ülke

düzeyinde gönüllülük esası ile sürdür-

mektedir ve sürdürmeye devam edecek-

tir.

32 itü vakf� dergisi

Yenilenebilir enerji yeryüzünde herkese e it olarak ayr�m yapmadan ula t� � için e itlik, merkezi bir otoriteye ba l� olmadan bulundu unuz her yerde kullanabildi iniz için özgürlük, hiç kimseyi öldürmeden yararlanabildi iniz için bar� ve yerli i imkân� sa lad� � için ekonomide çözüm anlam�na da gelmektedir…

Prof. Dr. Tanay Sıdkı UyarMarmara Üniversitesi Enerji Ana Bilim Dalı Başkanı, Dünya Rüzgar Enerjisi Birliği (WWEA) Başkan Yardımcısı, Dünya Biyoenerji Derneği (WBA) Yönetim Kurulu Üyesi, Türkiye Çevre Platformu(TÜRÇEP) Koordinatörü

Enerjide Çözüm için

Enerjinin Etkin Kullan�m� ve Yüzde100 Yenilenebilir Enerji

Yaşamın Enerjisi Güneş ve TürevleriDoğa ile ilişkimiz doğumumuzdan itibaren başlıyor. Var olan oksijeni

soluyoruz ve çevremizde bulduğumuz gı-dalarla beslenmeye başlıyoruz ve doğal yaşamın bir parçası oluyoruz. Atmosfe-rin içinde doğduğumuz yer ve koşullara bağlı olarak yaşamımız kısa veya uzun olabiliyor. Sanayi devriminden sonra hızla genişleyen yerleşim alanları, yollar, sanayi bölgeleri, fabrikalar, barajlar, dev rafi neriler, maden ocakları, hızla genişle-yen tarım alanları benzeri insan etkinlik-leri sonucu doğal çevre tahrip edilmeye başlanmıştır. Dış sıcaklığı eksi 60 derece olan atmos-ferde asıl enerji kaynağı güneştir. Güneş yaşam çevresini ve buna ek olarak rüz-garı oluşturuyor, fotosentez ile biokütleyi üretiyor, güneşle buharlaşan suya potan-siyel enerji kazandırarak canlılara içmek

ve tarım için temiz su sağlıyor. Kömür, petrol ve doğal gaz da güneşin enerjisini verdiği ormanlar ve organik canlıların yer altında fosilleşmesi ile milyonlarca yılda oluşuyor. Güneş insanlığın yaşaması için bir umut. Güneşi küçümsemek ve çok az kullanıl-dığını belirtmek çözümü istemeyenlerin genel yaklaşımı. Aynı yeni doğan bebek gibi. Yeni doğan bebek annesi babası tarafından ufaktır diye yok edilir mi? Edil-mez tabi. Çünkü o ufak bebek asıl yaşa-mı ileriye taşıyacak olandır. Bu nedenle bir şeyi ufaktır diye yok saymak doğru bir yaklaşım değildir. Nasıl yeni doğan bir çocuğun büyümesi engellenemez ise güneş ve türevlerinin dünyanın enerjisi-nin yüzde 100’ünü sağlaması da engel-lenemez.Yenilenebilir enerji yeryüzünde herke-se eşit olarak ayrım yapmadan ulaştığı

ÇEVRE DOSYASI

33itü vakf� dergisi

için eşitlik, merkezi bir otoriteye bağlı olmadan bulunduğunuz her yerde kullanabildiğiniz için özgürlük, hiç kimseyi öldürme-den yararlanabildiğiniz için barış ve yerli iş imkanı sağladığı için ekonomide çözüm anlamına da gelmektedir.Dünyanın merkezinde var olan 6000 derece sıcaklığında mag-ma, toprak sıcaklığımızın orta-lama 15 derece olmasını sağ-lamaktadır. Atmosferden ısı ve ışığını esirgemeyen güneş, çev-resini saran sera gazlarının oluş-turduğu battaniye marifetiyle ve onunla adeta bir iş bölümü yapa-rak atmosferin ortalama sıcaklı-ğını eksi 60 dereceden ortalama artı 16 dereceye getirmektedir.Şu anda kullandığımız gelenek-sel enerji kaynakları ise yaşamı-mız için elverişli ortamı sağlamak üzere marjinal bir destek sağla-maktadır. Örneğin, Erzurum'da sıcaklık eksi 30 dereceye düştü-ğü zaman evimizi artı 20 derece-ye getirmek için ısıtıyoruz. Muğla gibi sıcak bölgelerde sıcaklık artı 40 dereceye ulaşınca evimizin sıcaklığını 20 dereceye klima gibi cihazlarla düşür-meye çalışıyoruz. Bu teferruat kısmını fo-sil yakıtları kullanarak gerçekleştiriyoruz. Kömür, doğalgaz ve petrol enerjinin te-ferruat kısmıdır. Bugün artık bu teferruat kısmını da yüzde 100 yenilenebilir enerji kaynakları ile sağlamak mümkündür ve bu enerjide tek kalıcı çözümdür

Doğal Çevrede İnsan ve Enerjiİnsan, yaşamını doğal çevrede sürdü-rürken ihtiyaçlarını da doğal kaynaklar-dan sağlıyordu. Kurutmayı ve ısınmayı güneşle, un üretimini rüzgarla yapıyor, bir kandilin ışığıyla aydınlanabiliyordu. Nüfus artıp ihtiyaçlar çeşitlenince, "daha çok" ve "daha hızlı"yı isteyen insan, yeni kaynakların arayışına girdi. Önce buharın keşfi nde olduğu gibi kullandığı kaynakla-rı yoğunlaştırarak "daha fazla" enerji elde etti. Güneşin dağınık enerjisini yoğunlaş-tırarak sıcak su, buhar elde etme yerine daha kolay bir yolu seçti. Yakılmasıyla daha fazla enerjiyi açığa çıkaran yakıtla-ra yöneldi. Fakat bu yakıtların çevreye ve

atmosfere verdiği zarar, sağladığı fayda-yı gölgeledi.Çok değil, 100 yıl gibi kısa bir sürede fo-sil yakıtların doğaya ve canlıların sağlığı-na verdiği zararlar etkisini gösterdi. Kö-mür, doğalgaz, petrol gibi binlerce yılda oluşmuş kaynaklar "insanlığın gelişme-si(!)" adına tüketildikçe, atıklarıyla hava, su, toprak da tükenmeye başladı. Fosil yakıtlar olarak adlandırılan kömür, petrol ve doğalgazın yarattığı olumsuzluklar sadece yakın çevreyle sınırlı kalmadı; atmosfere de yayıldı. Sonunda bu kirlilik, iklim değişikliğine yol açmaya ve dünya yaşamını tehdit etmeye başladı. 1972'de Stockholm'de toplanan Birleşmiş Milletler Çevre Konferansı, çevre hakkını bir insan hakkı olarak tanıyan bir bildiriyi kabul etti: “İnsan, onurlu ve iyi bir yaşam sürmeye olanak veren nitelikli bir çevre-

de, özgürlük, eşitlik ve tatmin edici yaşam koşulları temel hak-kına sahiptir…” Buna rağmen bugün fosil yakıtların çevre ve insan sağlığı açısından yarattı-ğı olumsuzluklar her geçen gün katlanarak artıyor. Fosil yakıtlar yakıldığında altı sera gazının açığa çıkmasına neden oluyor. Bunlardan en be-lirleyici olanları karbondioksit (CO2) ve metan. Diğer kirleti-ciler ise kükürt, partikül madde, azotoksit, kurum ve kül. Yanma sırasında ortaya çıkan karbon-monoksit (CO), oksijenden çok daha hızlı bir şekilde kandaki hemoglobine tutunarak vücutta-ki oksijeni bloke ediyor ve baş ağrısı vb. hastalıklara yol açıyor. Kömür ve petrolün yanmasıy-la ortaya çıkan, kükürtdioksit (SO2) ise kokusuyla fark edi-liyor. Sülfürik aside dönüşerek insan sağlığına ve doğal çev-reye onarılmaz zararlar veriyor; kanser ve diğer hastalıklara yol açıyor. Doğalgaz ve diğer fosil yakıtların atmosferde yakılma-

sıyla ortaya çıkan kokusuz ve gözle gö-rülemeyen azotoksit ise güneş altında reaksiyona girerek nitrata dönüşüyor. Ak-ciğerlerin koruma mekanizmasından ge-çen nitrat vücutta nitrik asite dönüşüyor. Bu da bağışıklık sistemini çökerten mad-delerin başında geliyor. 1850’li yıllardan itibaren atmosferde kömür yakarak enerji üretimi nedeniyle tüm insanlık ölümlü kanser vakalarını yaşamaya başlamıştır ve hala yaşamaktadır.1970 deki petrol krizi ile birlikte dünya birinci çözüme yani enerjinin etkin kulla-nımına zorunlu olarak yönelmiştir. Ener-jinin etkin kullanımı daha az enerji ile daha çok iş yapmak anlamına gelmekte-dir. Petrol krizi sonrası ABD başta olmak üzere endüstrileşmiş ülkeler yenilenebilir kaynak ve teknolojilerini gündemlerine aldılar. OECD ülkeleri bir araya geldiler ve enerji bakanlıklarının sağladığı des-tekle güneş, rüzgar, biyokütle ve jeoter-mal enerji teknolojilerini geliştirme ve ulaşımda, konutlarda, sanayide gereksi-nim duyulan proses ısısı ve elektrik ener-jisinin temini AR-GE çalışmalarını başlat-

Tüm dünya ülkelerinin karar vericilerinin 2014 sonunda

Lima’da, ve 2015’te Paris’te yapılacak Tarafl ar Konferanslarında

çözümden yana adım atmalarını bekliyoruz.

34 itü vakf� dergisi

tılar. Merkez kapitalist ülkelerde 1980’li yıllardan itibaren prototipler geliştirilmiş ve çok sayıda ülkede, fosil ve nükleer atık ısı santrallerinin yarattığı sorunlara çözüm olarak güneş, rüzgar, jeotermal ve biokütle kaynaklarından elektrik ve proses ısısı üreten teknolojileri kullanımı, çözümden yana olan karar vericilerin desteği ile, yaygınlaşmıştır.

Fosil Kaynakların İklime Etkisi ve Kirli Teknoloji Transferi Kömür, petrol ve doğal gaz gibi fosil ya-kıtların iklim değişikliğine yol açmasının nedeniyse, yanma sırasında ortaya çıkan CO2 ve metan gibi sera gazlarının bün-yelerinde ısı tutma özelliğine sahip olma-ları. Güneş, gün doğumundan batımına kadar atmosferin içine ısı ve ışığını veri-yor. Doğal döngünün devamı için, bu ısı-nın tekrar uzaya transferi gerekiyor. Oysa fosil yakıtların neden olduğu sera gazları, ısının bir kısmının atmosferde tutulması-na yol açıyor. Böylece dünya, ısınmaya ve iklim değişmeye başlıyor. Küresel ısınma mekanizması esas ola-rak, atmosferin etrafını saran sera gazları ile güneşin dayanışma ve işbirliği halin-de atmosferde insan ve diğer canlıların yaşaması için elverişli ortamı oluştur-masını sağlar. Doğal olarak var olan bu ortam fosil yakıtların atmosferde yakıl-ması ile açığa çıkan ek sera gazlarının

battaniyeyi kalınlaştırması ile bir sorun haline dönüşmekte ve insanlığı tehdit et-mektedir. Kalınlaşan battaniye atmosferi ısıtmakta, kutuplardan ve dağlardan eri-yen karların suları deniz seviyelerini yük-seltmekte, farklı bölgelerde sel felaketleri yaşanmaktadır. Kitlesel ölümler ve salgın hastalıkların dünyayı etkilemesi beklen-mektedir. Sorun insanların binlerce yıl-dır var olan bir küresel dengeyi zorluyor olmalarıdır. Doğa bu dengeyi yeniden sağlayacak güçtedir. İnsanlar ise bu yeni koşullara ayak uydurmada zorlanacak ve kendi kendini yok edecektir. İnsanların başarısı ise doğanın çözümlerine ge-rek kalmadan insan faaliyetlerini doğal dengelere uyumlu olarak sürdürmek ve enerji ve ekonomi sistemlerini tamamıy-la karbonsuzlaştırmaktır. Bu doğaya bir lütuf değil insanların yaşamı için bir zo-runluluktur. 1900’lerden günümüze atmosferin orta-lama sıcaklığı giderek arttı ve iklim de-ğişikliğinin zincirleme sonuçları artık ya-

şamımızı etkiliyor. Su kaynakları kuruyor, çiçekler erken açıyor, erken yağan karlar ürünleri telef ediyor, bitkiler zamansız meyve veriyor ya da hiç vermiyor.Kısa vadede oluşan sonuçlar artık ya-şamımızın bir parçası. Sıcaklık arttıkça buzlar ana kütleden koparak eriyor, çığ olayları artıyor, fazla miktarda su dola-şıma giriyor, sel felaketleri, fırtınalar, ka-sırgalar oluşuyor. Deniz kıyısında yaşa-yan binlerce kişi sel suları altında kalıp ölüyor. Küresel ısınmanın, uzun vadede öngörülen sonuçları daha vahim; ortala-ma sıcaklık artışı bu hızla devam ederse, 2020 yılında deniz seviyesi bir metreye kadar yükselecek. Bu, dünyanın en bü-yük kentlerinin sular altında kalması an-lamına geliyor. 1992’de yapılan Rio Zirvesi nin ardın-dan, gelişmiş ülkeler 1992’de Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Söz-leşmesi’ni imzaya açtılar. Zirveye katılan ülkeler, diğer ülkelerle çözüm bulmak ve sera gazı emisyonlarını 1990 yıllarındaki seviyenin altına çekmek için, ülkelerin uyması gereken kuralları belirlemek üze-re bir dizi Tarafl ar Konferansı (COP-Con-ference of Parties) düzenlediler. Ancak pek çok ülke yine ekolojik dengeleri ya da insan ve çevre sağlığını değil, kendi ekonomik çıkarlarını gözetince anlaşma-da zorlandılar. Türkiye Rio anlaşmasını 2003 yılına kadar onaylamadı. 1997 yı-lında yapılan Kyoto İklim Zirvesinde ise ABD, Kanada, Japonya, Avustralya gibi bazı ülkeler kendi ülkelerinde sera gazı emisyonlarında indirim yapma sorumlu-luğunu üstlenmek istemediler. Bir yandan ulusal ve ekonomik çıkarlar gözetilirken, diğer yandan da nükleer enerji dahil olmak üzere petrol, kömür

Almanya 2050’de yüzde 100 yenilenebilir enerjiye geçeceğini

belirtiyor. Bu hedefi de kolaylaştırmak için elinden gelen

her şeyi yapıyor. Nükleeri kapatma kararı aldı. Çin 2050’de yüzde 70-80 yenilenebilir enerjiye geçme hedefi

koydu.

ÇEVRE DOSYASI

35itü vakf� dergisi

Atmosferde kömür yakıldığı zaman hastane masrafl arımız, yani

toplumsal maliyetlerimiz artıyor. Dünyanın en büyük hastanelerine sahip olmak ya da dünyanın en iyi kanser tedavisinin yapıldığı ülke

olmak övünülecek özellikler değil.

ve doğalgaz gibi fo-sil yakıtların zararını fark edenler, standart dışı ve pazar değeri olmayan çöp tekno-lojileri, bunun farkın-da olmayan ülkelere, aktarmaya başladılar. Bu teknolojileri sata-bilmek için kredi ve-ren ülkeler, geçmişin sorunlu teknolojilerini başka ülkelere de ta-şıdı, taşıyor. Bunu ya-parken de sorunun, iklim değişikliği ve küresel kirlenme gibi sonuçlarla kendilerine döneceğini hesap etmiyorlar. Tüm dünya ülkelerinin karar vericilerinin 2014 sonun-da Lima’da ve 2015’te Paris’de yapıla-cak Tarafl ar Konferanslarında çözümden yana adım atmalarını bekliyoruz.

Dünyada Mevcut Enerji PolitikalarıMevcut enerji planlaması ve politikalarının en sorunlu tarafı, bir ülkede terk edilen sorunlu kirletici çöp teknolojilerle enerji üretiminin diğer ülkelerde sürdürülmesi ve enerji geleceğinin geçmişin kirli teknoloji-leri ile planlanması ve yürütülmesidir.Atmosferi kendilerinin ve diğer canlıların yaşayabileceği bir şekilde korumak yeri-ne, insanlar dünyayı yaşanası olmaktan çıkaracak her türlü etkinlikte bulunuyorlar. Örneğin kömür üretim ve tüketimi maden işçilerinin ölümüne, çıkarılan kömürün ya-kılması ise milyonlarca insanın kanser ol-masına ve küresel ısınmaya neden olmak-tadır. Bu ise, ekonomilerin fosil yakıtlardan kurtarılmasını ve karbonsuzlaştırılmasını ve yenilenebilir enerji kullanımına geçilme-sini zorunlu kılmaktadır.Almanya 2050’de yüzde 100 yenilenebilir enerjiye geçeceğini belirtiyor. Bu hedefi de kolaylaştırmak için elinden gelen her şeyi yapıyor. Nükleeri kapatma kararı aldı. Çin 2050’de yüzde 70-80 yenilenebilir enerjiye geçme hedefi koydu.Dünyada da kullanım azaldığı için kömür fi yatları düştü ve tüm dünyaya daha ucuza satılıyor. Türkiye’de ithal kömür kullanılı-yor. İthalata bağımlılığı düşürmek için teş-vik edilen yerli kömürün önemli bir kısmı vatandaşa dağıtılıyor. Atmosferde kömür

yakıldığı zaman hastane masrafl arımız, yani toplumsal maliyetlerimiz artıyor. Dün-yanın en büyük hastanelerine sahip olmak ya da dünyanın en iyi kanser tedavisinin yapıldığı ülke olmak övünülecek özellikler değil.

Neden Yenilenebilir Enerji?Yenilenebilir enerji, yani rüzgâr, güneş, jeotermal ve biyokütle enerjisi maliyetle-ri açısından ucuz. Hem etrafı kirletmiyor, hem yakıt olarak kimseye bağımlı değil-sin, hem de teknolojisi ucuz. Toplumsal ve ekolojik maliyetler hesaplanmadığı için kömürün ucuz olduğu sanılıyor.Son yıllardaki teknolojik devrimlerle, top-lumsal ve ekolojik maliyetler hesaplan-madan bile, yenilenebilir enerji en ucuz alternatif haline gelmiştir.Merkezi olarak güçlü olmak isteyenler fosil ve nükleer atık ısı santralleri ile tüm toplumu denetim altında tutabilmektedir. Yenilenebilir enerji merkezi otoriteyi za-yıfl atıp yerellere güç katıyor.

Ülkemizde Enerjide Çözümden Yana olan Karar Vericiler Ne yapmalı?Ülkemizin “Ekonomi-Enerji-Ekolojik Ka-rar Destek Modeli” acilen hazırlanıp

uygulamaya sokulmalı ve ülke ekonomi-sinin gelişimi, ekonomik olduğu kadar toplumsal ve ekolojik sürdürülebilirlik ilkeleri etrafında planlanmaya başlan-malıdır.Üyesi olmaya çalıştığımız AB’nin stan-dartlarına ve Kyoto gibi BM kararlarına uyum sağlayacak bir plan yapılmalıdır. Öncelikle AB standartları tüm yeni tesis ve planlamada esas alınmalı, AB stan-dardı altındaki hiçbir yeni yatırım veya uygulamaya izin verilmemelidir. Serbest piyasa adı altında, başka ül-kelerde kullanılmayan standart dışı çöp enerji teknolojilerine sahip fosil ve nükleer atık ısı santrallerinden uzak du-rulması ve en kısa zamanda yüzde100 yenilenebilir enerjiye geçiş için gerekli altyapının oluşturulması ve verimsiz ve kirli teknoloji ithalatının durdurulması gerekir. Yenilenebilir enerjiden dünyada sağ-lanan istihdam 6.5 milyon kişiye ulaş-mıştır. Türkiye’de tüm kömür madenleri kapatılmalı. İşçiler yeşil işlere yerleştiril-meli ve geçiş döneminin tüm masrafları kamu bütçesinden karşılanmalıdır. Fo-sil çağından yenilenebilir enerji çağına geçiş adil bir geçiş olmalı ve işçiler bu geçişin bedelini ödemeden yeşil işlere kavuşturulmalıdır. Ülkemizde ve dünyada yüzde 100 Ye-nilenebilir Enerji hedefine ulaşmak için yeterli kaynak ve teknoloji vardır. Bu amaca ulaşmak için gerekli olan tek şey karar vericilerin sorundan değil, çö-zümden yana davranmasıdır.

36 itü vakf� dergisi

Prof. Dr. Lütfi Akca

Orman ve Su İşleri Bakanlığı MüsteşarıAbdurrahman UluırmakOrman ve Su İşleri Bakanlığı Su Yönetimi Genel Müdürlüğü - Genel Müdür Yardımcısı.

ÇEVRE DOSYASI

I. GİRİŞTürkiye’nin Avrupa Birliği (AB) üyelik sü-reci, Avrupa Ekonomik Topluluğu’nun ku-rulmasından (25.3.1957) çok uzun olma-yan bir süre sonra 31 Temmuz 1959’daki ortaklık müracaatıyla başlamıştır. Bu uzun süreçte, 10-11 Aralık 1999’da Helsinki’de yapılan AB Devlet ya da Hükümet Baş-kanları Zirvesi’nde Türkiye Aday Ülke olarak kabul edilmiştir2. Daha sonra, AB Konseyi tarafından 8 Mart 2001 tarihinde ilk Katılım Ortaklığı Belgesi (KOB) kabul edilmiştir3. Bu belgede katılım kriterlerinin karşılanması yönünde Türkiye’nin kısa, orta ve uzun vadede yapması gerekenler sıralanmaktadır. Türkiye bunun üzerine 19 Mart 2001 tarihinde Avrupa Birliği Mükte-sebatın Üstlenilmesine İlişkin Türkiye Ulu-sal Programı (UP) hazırlamıştır4. Katılım Ortaklığı Belgesi Avrupa Birliği tarafından, 2003, 2005, 2006 ve 2008 yıllarında tekrar gözden geçirilirken, Ulu-sal Program ise, 2003, 2005 ve 2008 yıl-larında güncellenmiştir. Avrupa Birliği'ne üyelik müzakerelerinin açılması için ön şart olan siyasi kriterlerin karşılanmasına yönelik uyum yasası paketleri yoğun bir şekilde Meclisten geçirilmiştir. Temel hak

Avrupa Birli i Uyum SürecindeÇevre Politikalar� ve Uygulamalar�

Ulusal Çevre Stratejisi (UÇES), 2007-2023 döneminde Türkiye’nin, AB üyeli i için ön art olan, AB çevre müktesebat�na uyum sa lamas� ve mevzuat�n etkin bir ekilde uygulanmas� amac�yla ihtiyaç duyulacak teknik ve kurumsal altyap�, gerçekle tirilmesi zorunlu çevresel iyile tirmeler ve düzenlemelerin neler olaca �na ili kin yat�r�mlar da dahil ayr�nt�l� bilgileri içermektedir1. Buna göre, ülkemizde AB’ye uyum kapsam�nda çevre iyile tirilmesi amac�yla endüstri, tar�m ve kentsel altyap�lar� da içerecek

ekilde yap�lmas� gereken yat�r�mlar�n maliyeti 59 milyar Avro'dur. Çevre alan�nda ihtiyaç duyulan yat�r�mlar�n yüzde 80’inin kamu sektörü, yüzde 20’sinin ise özel sektör taraf�ndan yap�lmas� beklenmektedir. Yat�r�m maliyetlerine bak�ld� �nda en fazla paya sahip sektör 33 milyar 969 milyon Avro ile su ve at�ksu sektörüdür…

ve hürriyetlerin kapsamını genişleten, de-mokrasi, hukukun üstünlüğü, düşünce, ifade özgürlüğü ve insan hakları gibi alan-larda mevcut düzenlemeleri güçlendiren ve güvence altına alan reformlara devam edilmiştir. Bu çerçevede 2002-2004 yılla-rı arasında 8 Uyum Paketi, 2001 ve 2004 yıllarında da 2 Anayasa Paketi Meclisten geçirilmiştir5. Bu belgelerde üstlenilmesi gereken mük-tesebat (Acquis Communautaire) başlık-ları yer almaktadır. Bu başlıkların her birisi “Fasıl” (Chapter) olarak adlandırılmakta-dır. İlk belgelerde 29 başlık varken “çevre” 22nci başlık idi. Daha sonra başlık sayısı 33 oldu ve çevre de 27’nci başlıkta yer aldı.Çevre Faslı’nda AB müktesebatı aşağıda-ki sektörler altında sıralanmaktadır:

1. Yatay Mevzuat: ÇED, SÇD, Bilgiye Eri-şim, Avrupa Çevre Ajansı2. Hava Kalitesi3. Atık Yönetimi4. Su Kalitesi5. Doğa Koruma6. Endüstriyel Kirlilik Kontrolü7. Kimyasallar

37itü vakf� dergisi

Hava Kalitesi Değerlendirme ve Yönetimi Yönetmeliği gereğince bazı parametreler için 2014 yılı

itibariyle AB sınır değerleri tolerans payı ile uygulanmaya başlanmış

olup 2024 yılı itibari ile AB değerleri uygulanmaya başlayacaktır. Hava

kalitesi değerlendirilmesine yönelik olarak Ulusal Temiz Hava Eylem

Planı (2010-2013) hazırlanmış olup yerel ölçekte hava kalitesi

durumları risk taşıyan illerin Temiz Hava Eylem Planı hazırlaması

zorunlu tutulmuştur.

8. İklim9. Gürültü6 Ulusal Program’da yukarıda sayılan 7 sek-törün altında yer alan ilgili AB mevzuatı, bunları karşılayacak ulusal mevzuat, so-rumlu kurum ve kuruluşlar ve malî ihtiyaç-lar belirtilmektedir.Bununla birlikte, Türkiye ile AB arasındaki Gümrük Birliği ilişkilerinden dolayı, tica-rete konu mallarla ilgili mevzuat “Malların Serbest Dolaşımı” faslında yer almaktadır.Nihayet, 16-17 Aralık 2004 tarihlerinde AB’nin Brüksel Zirvesi'nde, Türkiye'nin siyasi kriterleri yeteri ölçüde karşıladığı belirtilerek 3 Ekim 2005'te müzakerelere başlanması kararı alınmıştır. 3 Ekim 2005 tarihinde Lüksemburg'da yapılan Hükü-metlerarası Konferans ile Türkiye resmen AB'ye katılım müzakerelerine başlamıştır.

II. ÇEVRE FASLI MÜZAKERELERİ

Çevre faslına ilişkin müzakere sürecinin ilk aşamasını tarama toplantıları oluştur-muştur. Avrupa Komisyonu tarafından “Tarama Sonu Raporu” hazırlanarak Por-tekiz Dönem Başkanlığı’nda 03 Ekim 2007 tarihinde ülkemize iletilmiştir. Sözkonusu raporda, çevre faslının müzakerelere açı-labilmesi için ülkemizin 2 kriteri yerine getirmesi istenmiştir. “Açılış Kriteri” (Ope-ning Benchmark) olarak adlandırılan bu iki kriter şunlardır:1.Ulusal, bölgesel ve yerel seviyede ge-rekli idarî kapasitenin oluşturulması ve gereken fi nansal kaynaklar için planlar da dâhil olmak üzere, bu fasıldaki müktese-batın iyi koordine edilmiş şekilde kademeli olarak uyumlaştırılmasına, uygulanmasına ve uygulamanın etkili hâle getirilmesine yönelik, aşamaların ve zaman çizelgele-rinin de gösterildiği kapsamlı bir strateji sunulması,2. Türkiye’nin, AB-Türkiye Ortaklık Komite-si’nin (Gümrük Birliği kapsamında yer alan AB mevzuatı) kararlarına uygun olarak, il-gili çevre müktesebatının uygulanmasına dair yükümlülüklerini yerine getirmesi.Bundan sonra, Türkiye olarak (Mülga Çevre ve Orman Bakanlığı’nın koordinas-yonunda) her bir sektör için “sektör koor-dinatörü” ve sektörlerin altında yer alan tüzük ve direktifl er için sorumlular belir-lenerek açılış kriterleri yerine getirilmeye başlanmıştır. Birinci açılış kriteri kapsamında, “Strateji Belgesi” hazırlanmış6 ve Avrupa Komis-yonu’na sunulmuştur. İkinci açılış kriterini sağlamak için; AB-Türkiye Ortaklık Komi-tesi Kararları kapsamında ilgili AB Çevre müktesebatının uygulanması doğrultusun-

da Tehlikeli Kimyasallar Direktifi , Deney Hayvanları Direktifi , Ambalaj ve Ambalaj Atıkları Direktifi , Petrol ve Motorin Kalite-sine İlişkin Direktif ve Bazı Sıvı Yakıtların Kükürt İçeriğine İlişkin Direktif için “Uygu-lama Raporları” (Track Records) hazırla-narak Avrupa Komisyonu’na sunulmuştur.Avrupa Komisyonu tarafından, tarafımız-dan hazırlanan “Strateji Belgesi” ve “Uy-gulama Raporları” temel alınarak “Açılış Kriterleri Değerlendirme Raporu” hazır-lanmış ve hazırlanan Rapor Avrupa Kon-seyi Genişleme Grubu’na sunularak onay-lanmıştır.Çevre Faslı, İsveç Dönem Başkanlığı’nda 21 Aralık 2009 tarihinde Brüksel’de ger-çekleşen Hükümetler arası Konferans’ta müzakerelere açılmıştır. Çevre Faslı Avru-pa Birliği Katılım Müzakerelerinde açılan 12. fasıl olmuştur. Açıklanan AB Ortak Müzakere Pozisyon Belgesi’nde 6 adet Kapanış Kriteri belir-lenmiştir. Bunlar:

1. Türkiye’nin Türkiye-AB Ortaklık Anlaş-ması Ek Protokolü’nden kaynaklanan yü-kümlüklerini yerine getirmesi,2. Türkiye’nin AB’nin yatay ve çerçeve çevre müktesebatının aktarımına yönelik mevzuatı sınıraşan hususları da içerecek şekilde kabul etmesi,3. Türkiye’nin AB’nin su kalitesi alanındaki müktesebatının aktarımına yönelik mev-zuatı özellikle Çerçeve Su Koruma Kanu-nu’nu kabul etmesi, Nehir Havzası Koruma Eylem Planlarını oluşturması, ayrıca uygu-lama mevzuatını da kabul ederek sektöre ilişkin yasal uyumlaştırmada kayda değer bir ilerleme sağlaması,4. Türkiye’nin endüstriyel kirlilik ve risk yö-netimi alanındaki AB müktesebatının akta-rımına yönelik mevzuatı kabul etmesi,5. Türkiye’nin faslın geriye kalan sektörle-rinde, doğa koruma ve atık yönetimini de içerecek şekilde, Strateji Belgesi doğrultu-sunda müktesebata uyumu sürdürmesi ve katılım tarihinde AB yükümlüklerinin uygu-lama ve yaptırımının sağlanması yönünde tamamen hazır olduğunu göstermesi,6. Türkiye’nin Strateji Belgesi doğrultu-sunda her düzeyde denetim hizmetlerini de içerecek şekilde idari kapasiteyi geliş-tirmeye devam etmesi, koordinasyonu ge-liştirmeye devam etmesi, bu fasıldaki tüm sektörlerdeki müktesebatın uygulama ve yaptırımını sağlayacak şekilde uygun idari yapıların katılım tarihinden yeterli bir süre önce hazır olduğunu göstermesidir.

III. AB MALÎ YARDIMLARI

III.1. Malî İşbirliği ProgramlarıTürkiye’nin 1999 Aralık ayında AB’ye aday ülke olarak kabul edilmesinden sonra her alanda olduğu gibi çevre alanında

38 itü vakf� dergisi

2013 yılı sonu itibariyle 25 havza için Havza Koruma Eylem Planları hazırlanmıştır. Ayrıca, ülkemiz su

havzalarının ve doğal kaynaklarının korunması, geliştirilmesi ve

sürdürülebilir kullanımı ile ilgili orta ve uzun vadeli kararlara ve yatırım programlarına rehberlik sağlamak maksadıyla Yüksek

Planlama Kurulu’nda kabul edilen “Ulusal Havza Yönetim Stratejisi”

4.7.2014 tarihinde Resmî Gazete’de yayımlanmıştır.

ÇEVRE DOSYASI

da mevzuat uyumlaştırma çalışmaları başlamıştır. İlk dönem projeler, mevzu-at aktarımı (transposition) ve uygulama kapasitesinin (kurumsal, yasal, malî ve teknik) artırılmasına yönelik olmuştur. Bu dönemde yürütülen projeler, “Malî İşbirli-ği Programları”, “LIFE Üçüncü Ülkeler” ve “Hollanda İkili İşbirliği (MATRA/PSO)” gibi malî yardım araçlarından desteklenmiş-lerdir. 2002 - 2006 arasında Mali İşbirliği Programları düzenlenmiş 2006’dan sonra bu programlar Katılım Öncesi Mali Yardım Aracı (Instrument for Pre-Accession – IPA) olarak adlandırılmıştır.

III.2. Katılım Öncesi Mali Yardım Aracı (Instrument for Pre-Accession - IPA)Avrupa Birliği’nde 2007- 2013 yıllarına ait bütçe dönemiyle birlikte aday ve potan-siyel aday ülkelere yapılan mali yardımlar IPA adı altında birleştirilmiştir.Avrupa Birliği 2014-2020 dönemine ilişkin malî yardımların hazırlıkları sürdürülmekte olup, bu dönem IPA-II olarak adlandırıl-maktadır. 2014-2020 yılları arasını kapsa-yacak bu yeni döneme ilişkin hukukî esas-lar henüz şekillendirilme aşamasındadır. 2014-2020 döneminde, ilgili fasıllardan so-rumlu ve süreci ilerletebilecek birer icracı bakanlığın tanımlanması öngörülmektedir. Bu kapsamda “Çevre” faslı ile ilgili icracı Bakanlığın, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı olarak tanımlanacağı düşünülmektedir.Avrupa Komisyonu'nun düzenlediği IPA’nın 2014-2020 yıllarını kapsayacak II. Dönemi ile ilgili düzenlenen IPA Konfe-ransı aday ve potansiyel aday ülkeler ile uluslararası fi nans kuruluşlarının temsilci-lerinin katılımıyla 25 Ocak 2013 tarihinde Brüksel'de gerçekleşmiştir. AB Komisyonu II. Döneme ilişkin yol haritası ve çalışma takvimi aday ülkeler ile paylaşmış, AB Bakanlığı Koordinesinde sektöre ilişkin öncelikleri ve yatırımları içeren Sektörel Operasyonel Programı çalışmaları başla-mıştır7. IPA döneminde fi nanse edilen projeler, daha önceki projelerle mevzuat aktarımı gerçekleştirilmiş sektörlerde uygulamaya dönük ve katı atık ve su altyapı yatırımla-rının fi nansmanı şeklinde yürütülmektedir.Ulusal Çevre Stratejisi (UÇES), 2007-2023 döneminde Türkiye’nin, AB üyeliği için ön şart olan, AB çevre müktesebatına uyum sağlaması ve mevzuatın etkin bir şekilde uygulanması amacıyla ihtiyaç duyulacak teknik ve kurumsal altyapı, gerçekleşti-rilmesi zorunlu çevresel iyileştirmeler ve düzenlemelerin neler olacağına ilişkin ya-tırımlar da dahil ayrıntılı bilgileri içermek-tedir8. Buna göre, ülkemizde AB’ye uyum kapsamında çevre iyileştirilmesi amacıyla

endüstri, tarım ve kentsel altyapıları da içerecek şekilde yapılması gereken yatı-rımların maliyeti 59 milyar Avro'dur. Çevre alanında ihtiyaç duyulan yatırımların yüz-de 80’inin kamu sektörü, yüzde 20’sinin ise özel sektör tarafından yapılması bek-lenmektedir. Yatırım maliyetlerine bakıldı-ğında en fazla paya sahip sektör 33 milyar 969 milyon Avro ile su ve atıksu sektörü-dür9 . UÇES'te, su sektörü (içme suyu ve atık su hizmetleri) için yapılan tahminler ile, 2007-2012 yılları arasında ulusal büt-çeden yapılan IPA harcamaları ve diğer ulusal harcamalar, farklı yılların kurlarına göre karşılaştırıldığında; IPA Fonu’ndan ulusal bütçeye aktarılarak yapılan harca-malarının ihmal edilebilir düzeyde düşük kaldığı ve diğer ulusal harcamaların ise, UÇES’te tahmin edilen harcamalardan önemli ölçüde yüksekte kaldığı görülmek-tedir. Ülkemiz su sektöründe, 2006 Yılı Kuru göre, 2007-2012 yılları arasında, IPA harcamaları da dahil olmak üzere, yapılan

tüm ulusal harcamalar ile UÇES tahmini harcamalarının karşılaştırmasını ve 2013-2023 yılları arasındaki UÇES tahmini har-camalarını birlikte gösteren grafi kler ise aşağıda verilmektedir.

IV. ÇEVRE FASLINDAKİ SEKTÖRLERİN UYUM VE UYGULAMA DURUMU

19.06.2011 tarihli 644 sayılı Kanun Hük-münde Kararname (KHK) ile Çevre ve Şe-hircilik Bakanlığı, 4.7.2011 tarihli ve 645 sayılı KHK ile Orman ve Su İşleri Bakanlı-ğı'nın kurulması neticesinde çevre faslının koordinasyonu Çevre ve Şehircilik Bakan-lığınca yürütülmektedir. Çevre faslının al-tında yer alan su kalitesi ve doğa koruma sektörü ise Orman ve Su İşleri Bakanlığın-ca koordine edilmektedir. Çevre Faslı al-tındaki sektörlerde yer alan AB müktese-batına uyum durumu şu şekildedir.

1.Yatay SektörYatay sektör altındaki en önemli direktif, münferit tesislerin yapımı ve işletilmesi sırasında çevreye olan muhtemel etkileri-nin değerlendirilmesini öngören Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) Direktifi 'dir. 2011/92/EU ile kodifi ye edilen 85/337/EEC simgeli ÇED Direktifi 'nin sınıraşan hususları hariç olmak üzere, ülkemizde 07.02.1993 yılında yürürlüğe giren ve en son 03.10.2013 tarihli ve 28784 sayılı Res-mi Gazete’de yayımlanarak güncellenen ÇED Yönetmeliği tam uyumludur.Bu sektördeki bir diğer önemli direktif de, geniş ölçekli plan ve programların çevre üzerindeki muhtemel etkilerini değerlendi-ren Stratejik Çevresel Değerlendirme Di-

39itü vakf� dergisi

“Kentsel Atıksu Arıtımı Direktifi ” kapsamında yapılan yatırımların artmasıyla birlikte, 2013 yılı sonu

itibariyle belediye nüfusunun % 73,1’inin atıksuları, arıtma

tesislerinde arıtılmaktadır. Diğer taraftan, kanalizasyon şebekesi

ile hizmet verilen nüfusun toplam belediye nüfusuna oranı, 2012 yılında % 92’ye ulaşmıştır.

Kanalizasyon şebekesi ile hizmet verilen nüfusun toplam nüfusa

oranı ise 2012 yılında %78’e yükselmiştir.

rektifi 'dir (SÇD). 2001/42/EC simgeli SÇD Direktifi ile uyumlaştırılarak hazırlanan SÇD Yönetmeliği taslağı hazırlanmıştır. Sözkonusu Taslak, sınıraşan hususlar ha-ricinde Direktif ile tam uyumludur.

2. Hava Kalitesi SektörüSoluduğumuz havada insan sağlığına olumsuz etkileri olan kirleticiler için (SO2, PM10, PM2.5, NO2, O3, ağır metaller) sı-nır değerler getiren Ortam Hava Kalitesi ve Avrupa İçin Daha Temiz Hava Direkti-fi (CAFE-2008/50/EC): Direktife uyum 06 Haziran 2008 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanan Hava Kalitesi Değerlendirme ve Yönetimi Yönetmeliği ile gerçekleşti-rilmiştir. Hava Kalitesi Değerlendirme ve Yönetimi Yönetmeliği gereğince bazı pa-rametreler için 2014 yılı itibariyle AB sınır değerleri tolerans payı ile uygulanmaya başlanmış olup 2024 yılı itibari ile AB de-ğerleri uygulanmaya başlayacaktır. Hava kalitesi değerlendirilmesine yönelik olarak Ulusal Temiz Hava Eylem Planı (2010-2013) hazırlanmış olup yerel ölçekte hava kalitesi durumları risk taşıyan illerin Temiz Hava Eylem Planı hazırlaması zorunlu tu-tulmuştur. Hava kalitesinin iyileştirilmesine dönük bir diğer önemli direktif de, Belirli Atmos-ferik Kirleticiler (SO2, NOx, NH3 ve VOC) İçin Ulusal Emisyon Tavanları Direktifi (2001/81/EC): 2011-2013 yıllarında uyum için bir AB Projesi yürütülmüştür. Proje çıktısı olarak hazırlanan ve Avrupa Çevre Ajansına 2012 yılında raporlanan Hava Kirleticileri Ulusal Emisyon Envanteri, 2013 ve 2014 yıllarında da hazırlanmış ve raporlanmıştır. Hava kirleticileri emisyon kontrolüne yönelik ilgili kurumların işbirli-ğini sağlayacak Başbakanlık Genelgesi ile İklim Değişikliği ve Hava Emisyonları

Koordinasyon Kurulu kurulmuş ve ilk top-lantısını 7 Mayıs 2014 tarihinde gerçekleş-tirmiştir.Bazı Sıvı Yakıtların Kükürt Oranının Azal-tılmasına İlişkin 99/32/EC Sayılı Konsey Direktifi ’ne uyumu sağlayan Yönetmelik de 6/10/2009 tarihli ve 27368 sayılı Resmi Gazete’ de yayımlanmış olup tüm madde-leriyle birlikte 01/01/2012 tarihinde yürür-lüğe girmiştir.Ayrıca, hava kalitesi direktifl eri uyum sü-recinde kurşun ihtiva eden benzin piyasa-dan kaldırılırken, 10 ppm'den fazla kükürt içeren motorinin de kullanılması yasaklan-mıştır.

3. Atık Yönetimi SektörüAmbalaj atıkları, tehlikeli atıklar, düzen-li depolama, atık yağlar, atık elektrik ve elektronik aletlere ilişkin ilgili AB direktifl eri uyumlaştırılmış olup 2008/98/EC sayılı Atık Çerçeve Direktifi uyum çalışmaları kapsa-mında da taslak mevzuat hazırlanmıştır.Atık yönetimine ilişkin AB uyum çalışma-ları çerçevesinde yürütülen çalışmaların

sonuçlarına bakılacak olursa:• 2013 yılında belediye birlikleri eliyle yü-rütülen katı atık düzenli depolama tesisi 69 olup, bu tesisler 903 belediyede 44,5 milyon kişiye hizmet vermektedir. • Tıbbi atıkların bertarafı kapsamında 44 sterilizasyon tesisi ile 79 ile hizmet veril-mektedir.• 2017 yılında belediyelerde yaşayan tüm vatandaşlara katı atık hizmeti verilmesi hedefl enmektedir.• Ambalaj atıkları lisanslı toplama-ayırma tesisi sayısı 402’e, geri dönüşüm tesisi sa-yısı ise 433’ye çıkartılarak, ambalaj atıkla-rının geri kazanılması sağlanmıştır. • Ambalaj atığı toplama çalışmaları bele-diyelerin hazırlamış oldukları ambalaj atığı yönetim planları kapsamında gerçekleşti-rilmiştir. Planı uygun bulunan belediye sa-yısı 455’e, nüfus ise 40 milyona ulaşmıştır.• Sanayi tesislerinde ortaya çıkan tehlikeli atıklar geri kazanılmakta olup, tehlikeli atık geri kazanım tesisi sayısı 2003 yılında 18 iken, bu sayı 2013 yılında 282’ye ulaşmış-tır. Atık yakma beraber yakma tesisi 38’dir. Tehlikeli atık düzenli depolama tesis sayısı ise (1. Sınıf ) 7’dir.

4. Su Kalitesi SektörüSu kalitesi sektörünün en önemli direktifi , suyun nehir havzası esasında yönetimini öngören 2000/60/EC simgeli "Su Çerçe-ve Direktifi "dir (SÇD). Sözkonusu direktife uyum çalışmaları 2011 yılında Orman ve Su İşleri Bakanlığı'nın kurulmasıyla birlikte hız kazanmıştır. Bu süreçte, SÇD'yi önemli öl-çüde uyumlaştıran “Su Havzalarının Korun-ması ve Yönetim Planlarının Hazırlanması Hakkında Yönetmelik” 17 Ekim 2012 tarihi ve 28444 sayısı ile Resmi Gazetede ya-yımlanmıştır. Yönetmeliğin uygulanmasına dönük olarak, su havzalarımızın yerinden ve etkin yönetiminin sağlanması doğrultu-sunda “Havza Yönetim Heyetlerinin Teşek-külü, Görevleri, Çalışma Usul ve Esasları Hakkında Tebliğ” 18 Haziran 2013 tarihli ve 28681 sayılı Resmi Gazete’de yayımlan-mıştır. Havza Yönetim Heyetleri, ülkemizin 25 havzası için ayrı ayrı oluşturulmuştur.Bu çerçevede, 2013 yılı sonu itibariyle 25 havza için Havza Koruma Eylem Planları hazırlanmıştır. Ayrıca, ülkemiz su havza-larının ve doğal kaynaklarının korunması, geliştirilmesi ve sürdürülebilir kullanımı ile ilgili orta ve uzun vadeli kararlara ve yatırım programlarına rehberlik sağlamak maksa-dıyla Yüksek Planlama Kurulu'nda kabul edilen "Ulusal Havza Yönetim Stratejisi" 4.7.2014 tarihinde Resmî Gazete'de ya-yımlanmıştır.

Çizelge -1: UÇES'te belirtilen ve gerçekleşen çevresel harcamalar (Kaynak: Orman ve Su İşleri Bakanlığı)

40 itü vakf� dergisi

ÇEVRE DOSYASI

Ülkemiz sularının kalitesinin korunması ve izlenmesini amaçlayan "Yüzeysel Su Kalitesi Yönetimi Yönetmeliği" 30 Kasım 2012 tarihinde ve "Yüzeysel Sular ve Ye-raltı Sularının İzlenmesine Dair Yönetme-lik" 11.02.2014 tarihinde Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Yeraltı sularının korunması maksadıyla da, "Ye-raltı Sularının Kirlenmeye ve Bozulmaya Karşı Korunması Hakkında Yönetmelik" 07.04.2012 tarihli ve 28257 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.Suların nitrat kirliliğine karşı korunması-nı öngören 91/676/EEC sayılı Direktife "Tarımsal Kaynaklı Nitratın Neden Oldu-ğu Kirliliğe Karsı Suların Korunması Yö-netmeliği" ile uyum sağlanmıştır. İnsani Tüketimi Amaçlı Suyun Kalitesine İlişkin Yönetmelikle 98/83/EC sayılı Direktif'e ve “Yüzme Suyu Kalitesine İlişkin Yönetme-lik” vasıtasıyla da 76/160/EEC sayılı Direk-tif'e uyum sağlanmıştır.Diğer taraftan, “Kentsel Atıksu Arıtımı Di-rektifi " kapsamında yapılan yatırımların artmasıyla birlikte, 2013 yılı sonu itibariyle belediye nüfusunun % 73,1'inin atıksula-rı arıtma tesislerinde arıtılmaktadır. Diğer taraftan, kanalizasyon şebekesi ile hizmet verilen nüfusun toplam belediye nüfusuna oranı, 2012 yılında % 92’ye ulaşmıştır. Ka-nalizasyon şebekesi ile hizmet verilen nü-fusun toplam nüfusa oranı ise 2012 yılında %78’e yükselmiştir.

5. Doğa Koruma SektörüAvrupa Birliği “Doğa koruma” sektörünün temel iki direktifi olan Habitat Direktifi ’nde çıkarılan ilgili mevzuat ile %34, Kuş Direk-

tifi ’nde ise %75 uyum sağlanmıştır. Kuş ve Habitat Direktifl erinin uyumlaştırılmasında önemli bir aşama olan “Tabiatı ve Biyolo-jik Çeşitliliği Koruma Kanunu” yasalaşma sürecinde son aşamada bulunmaktadır.Habitat ve Kuş Direktifi uygulama ve uyumlaştırma çalışmaları kapsamında Natura 2000 Uygulama Stratejisi hazırlan-mıştır ve türlerin ve habitatların izlenmesi-ne altlık teşkil edecek Nuh’un Gemisi veri tabanı kurulmuştur.Ülke Genelindeki Korunan Alan Sayısı 2002 yılında 964 iken bu sayı 2013 yılı iti-bariyle 3049’a çıkmıştır. Korunan alanların Ülke yüzölçümüne oranı %10.11’e ulaş-mıştır.

6. Endüstriyel Kirlilik Kontrolü SektörüKirletici vasfı yüksek büyük sanayi tesis-lerinden kaynaklana kirliğin kontrolünü amaçlayan sektörün en önemli direktifi 2010/75/EU simgeli "Endüstriyel Emisyon-lar Direktifi "dir. Direktife uyum çalışmaları çerçevesinde, 2011-2014 tarihleri ara-sında yürütülen Entegre Kirlilik Önleme ve Kontrol Direktifi nin Uygulanmasının

Desteklenmesi Projesi kapsamında tas-lak yönetmelik hazırlanmış olup, henüz yayımlanmamıştır. Bu sektördeki bir diğer direktif olan, 2001/80/EC simgeli "Büyük Yakma Tesisleri Direktifi "ni uyumlaştıran yönetmelik 08/06/2010 tarihli ve 27605 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. Yönetmelik hükümleri, yeni tesisler için yayım tarihinde, mevcut tesisler için yayım tarihinden dokuz yıl sonra yürürlüğe gire-cektir.Bu sektördeki başka bir direktif de "Büyük Endüstriyel Kazaların Kontrolü Direktifi " veya kısaca "Seveso II Direktifi "dir (96/82/EC). Bu direktifi uyumlaştıran "Büyük En-düstriyel Kazaların Önlenmesi ve Etkileri-nin Azaltılması Hakkında Yönetmelik" 30 Aralık 2013 tarihinde Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı müşterek yürütmekte olduğu yönetmelik gereği şu anda sade-ce yönetmelik kapsamına giren tesisler Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'na bildirimde bulunmaktadır.

7. Kimyasallar SektörüHem insan sağlığının korunmasıyla doğ-rudan ilgili olması hem de ticarete konu ürünler olması hasebiyle, Türkiye ile AB arasında tesis edilmiş olan Gümrük Bir-liği çerçevesinde değerlendirilen kim-yasallar mevzuatının uyumu önem arz etmektedir. bu bakımdan, AB'nin bu sektördeki iki önemli mevzuatından birisi olan 1272/2008/EC simgeli "Sınıfl andırma, Ambalajlama ve Etiketleme Tüzüğü"nü uyumlaştıran "Maddelerin ve Karışım-ların Sınıfl andırılması, Etiketlenmesi ve Ambalajlanması Hakkında Yönetmelik" 11/12/2013 tarihli ve 28848 (Mükerrer) sayılı Resmî Gazete'de yayımlanmıştır. Bu sektördeki diğer önemli mevzuat olan 1907/2006/EC simgeli "Kimyasalların Kay-dı, Değerlendirmesi, İzni ve Kısıtlaması Tüzüğü"nü uyumlaştıran taslak yönetmelik hazırlanmış olup, henüz yayımlanmamıştır.

8.İklim Değişikliği SektörüÜlkemizin de taraf olduğu Birleşmiş Mil-letler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşme-si ve Kyoto Protokolü, Ozon Tabakasının Korunmasına Dair Viyana Sözleşmesi ve Montreal Protokolü ile ilgili AB mevzuatı çerçevesinde yürütülen çalışmalar aşağı-da yer almaktadır:• Sera gazı emisyonlarının kontrolü ve iklim değişikliğine uyuma yönelik olarak toplam 541 eylem içeren ve 2023 yılına kadar uygulanacak olan İklim Değişikliği Eylem Planı (İDEP) 2011 yılında uygula-maya konulmuştur.

Avrupa Birliği “Doğa koruma” sektörünün temel iki direktifi olan Habitat Direktifi ’nde çıkarılan ilgili mevzuat ile %34, Kuş Direktifi ’nde

ise %75 uyum sağlanmıştır. Kuş ve Habitat Direktifl erinin

uyumlaştırılmasında önemli bir aşama olan “Tabiatı ve Biyolojik

Çeşitliliği Koruma Kanunu” yasalaşma sürecinde son aşamada

bulunmaktadır.

41itü vakf� dergisi

Sera gazı emisyonlarının kontrolü ve iklim değişikliğine uyuma

yönelik olarak toplam 541 eylem içeren ve 2023 yılına kadar

uygulanacak olan İklim Değişikliği Eylem Planı (İDEP) 2011 yılında

uygulamaya konulmuştur.

• İDEP’te yer alan eylemlerin uygulan-masının izlenmesi ve değerlendirilmesi faaliyetleri 2013 yılında başlatılmıştır. Bu amaçla oluşturulan internet tabanlı İDEP İzleme Sistemi’ne eylemlerin uygulanma-sından sorumlu kurumların temsilcileri tarafından girilen bilgiler değerlendirile-rek her yıl İDEP İzleme ve Değerlendirme Raporu hazırlanacaktır. 2012 yılına ilişkin İDEP İzleme ve Değerlendirme Raporu-nun hazırlanması çalışmaları tamamlan-mıştır.• Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çer-çeve Sözleşmesi uyarınca İklim Değişik-liği Altıncı Ulusal Bildirimin hazırlanması çalışmaları başlatılmıştır.• 2001/2 sayılı Genelge ile oluşturulan İklim Değişikliği Koordinasyon Kurulu, 2013/11 sayılı Başbakanlık Genelgesi ile yeniden yapılandırılarak Hava Emisyonla-rı Koordinasyon Kurulu ile birleştirilmiş ve İklim Değişikliği ve Hava Yönetimi Koordi-nasyon Kurulu adını almıştır.• 25 Nisan 2012 yılında yayımlanan Sera Gazı Emisyonlarının Takibi Hakkında Yö-netmelik ile 2015 yılından itibaren ülkemi-zin toplam sera gazı emisyonlarının yak-laşık yarısının tesis bazında kayıt altına alınması planlanmaktadır.• Karbon piyasası oluşturulmasına yöne-lik çalışmalara hız verilmiştir. Türkiye’de Gönüllü Karbon Piyasası’nda 300’e yakın emisyon azaltım projesi geliştirilmiştir.• Gönüllü Karbon Piyasası Proje Kayıt Tebliği 09.10.2013 Tarihli ve 28790 Sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Tebliğ ile Ülkemizde sera gazı emisyon azaltımı sağlayan ve karbon ser-tifi kası elde eden projeler kayıt altına alın-maktadır.• Ozon Tabakasını İncelten Maddelerin Azaltılmasına İlişkin Yönetmelik ile Hidrof-loroklorokarbon (HCFC) grubu gazlar için sonlandırma takvimi belirlenmiştir. • HCFC grubu gazlardan köpük sektörün-de kullanılan maddelerin ithalatına 2013 yılı başı itibarı ile son verilirken, soğutma sektöründe ise servis amaçlı hariç 2015 yılı başı itibarı ile sonlandırılacaktır.

9. Gürültü SektörüÇevresel gürültünün kontrol altına alınması maksadıyla, AB "Çevresel Gürültü Direktifi " ile tam uyumlu olan "Çevresel Gürültünün Değer-lendirilmesi ve Yönetimi Yönetmeliği" 4 Haziran 2010 tarihli ve 27601 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Bu Yönetmelik çerçevesinde gürültü sorununu ortaya koymak ve gerekli tedbirlerin alınmasını sağlamak için yerleşim yerleri, ana karayolları, ana demiryol-ları ve ana havalimanları için gürültü haritaları ve eylem planlarının hazırlanacaktır.

V. DENETİM VE YAPTIRIM

Çevre mevzuatının uygulama araçlarından bir tanesi de, mevzuatın yükümlülüklerinin yerine getirilip getirilmediğinin denetlen-mesi ve uygunsuzluk tespit edilmesi hâ-linde de yaptırım uygulanmasıdır. Dene-timler ve müeyyideler "Çevre Kanunu"na göre gerçekleştirilmektedir. Bu konuda ana sorumlu kurum Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'dır. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı 2013 yılında yaptığı 37 bin 467 denetimde çevre kirliliğine sebep olan kurum ve kuru-luşlara 77 milyon 45 bin TL ceza kesilmiş, 174 tesisin ise faaliyeti durdurulmuştur.2014 yılının ilk beş ayında yapılan toplam 16 bin 569 denetimde, Çevre Kanunu’na aykırı faaliyet gösteren ve kirliliğe sebe-biyet veren işletmelere 28 milyon 337 bin 301 TL idari para cezası uygulanmış, 47 tesisin faaliyeti durdurulmuştur.

SONUÇ

1999 Aralık Helsinki Zirvesi'nde aday ülke olarak kabul edilen Türkiye, insan sağlığı ve çevrenin korunmasına yönelik husus-ları içeren nitelik ve nicelik itibariyle fazla olan AB çevre mevzuatının gerekliliklerini yerine getirmeye yönelik çalışmalarını yü-rütmektedir.2002 yılı ile birlikte "Mali İşbirliği", 2007 ile birlikte de IPA fi nansman araçlarından sağlanan fi nansmanlarla, başlangıçta AB mevzuatının Türk ulusal mevzuatına akta-rılması ve kapasitenin artırılmasına yönelik yürütülen projeler, özellikle IPA ile birlikte mevzuatın uygulanmasına ve yatırımların gerçekleştirilmesine matuf yürütülmekte-dir.AB çevre mevzuatı bir kaç yönden kar-maşık yapıya sahiptir. Bunlardan birincisi, çok fazla sayıda ve sürekli güncellenmek-te olmasıdır. İkincisi, aşağıda Türkiye için gerekli miktarın da verildiği gibi, uyum maliyetinin yüksek olması; üçüncüsü de, çevre konusunun çok disiplinli yapısından dolayı pek çok kurumun yetki ve sorumlu-luğunun olmasıdır.Su sektöründe TÜİK verileri dikkate alı-narak Orman ve Su İşleri Bakanlığı olarak genel bir değerlendirme yapılmıştır. An-cak, Çevre Faslı'nın koordinatör kurumu

olan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafın-dan UÇES'in, bugüne kadar yapılan yatı-rımlar ve yeni yatırım ihtiyaçları da dikkate alınmak üzere güncellenmesi gerekmek-tedir. Ayrıca, UÇES’te, yapılan tahminlerin çok üzerindeki bütçelere gereksinim gös-terdiği anlaşılan AB uyum ve katılım süre-cinde, su sektörü ile birlikte diğer sektör-ler için de, günümüze kadar gerçekleşen harcamalar ile cari ve yatırım olmak üzere tüm ihtiyaçlar için yapılması gereken har-camaları da dikkate alarak revize edilmesi gerekmektedir.Ülkemiz, AB çevre mevzuatının neredeyse tamamı, kanun, yönetmelik, tebliğ, genel-ge olarak milli mevzuatımıza aktarılması gerçekleşmiştir. Çoğunlukla yatırımları içeren uygulamaya dönük çalışmalar da merkezî ve mahallî kurumlar ile özel sektör tarafından hızlı bir şekilde yürütülmektedir.

KAYNAKÇA

AB Entegre Çevre Uyum Stratejisi (UÇES)

(2007-2023), Mülga Çevre ve Orman Bakanlığı,

Ankara, 2006.

Avrupa Birliği Bakanlığı internet sayfası http://

www.abgs.gov.tr/index.php?p=111&l=1

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı internet sayfası

http://www.csb.gov.tr/gm/ab/index.php?Sayfa=-

haberdetay&Id=7811.

http://www.abgs.gov.tr/fi les/UlusalProgram/Ulu-

salProgram_2008/Tr/pdf/iv_27_cevre.pdf inter-

net sayfası.

TÜİK Web Sitesi http://tuikapp.tuik.gov.tr/cevre-

dagitimapp/cevreselharcama.zul

İLHAN, Ahmet Rıfat, Türkiye’de Su Sektörüne

İlişkin Finansal Boyut Raporu, Orman ve Su İşle-

ri Bakanlığı, Ankara, 2014

REFERANSLAR

1-UÇES, S:1.

2-AB Entegre Çevre Uyum Stratejisi (UÇES)

(2007-2023), Çevre ve Orman Bakanlığı, Anka-

ra, 2006, s:1.

3-UÇES, s:1.

4-UÇES, s:1.

5-(Avrupa Birliği Bakanlığı internet sayfası)

http://www.abgs.gov.tr/index.php?p=111&l=1

6- İklim daha önce yatay sektörün altındayken

sonradan ayrı bir sektör olmuştur.

7-Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın internet say-

fası http://www.csb.gov.tr/gm/ab/index.php?Say-

fa=haberdetay&Id=7811.

8-UÇES, S:1.

9-UÇES, S:14.

42 itü vakf� dergisi

ÇEVRE DOSYASI

T.B.M.M. AB Uyum Komisyonu'nda, 11 Aralık 1997 tarihinde Japonya'nın Kyoto kentinde imzalanan, Birleşmiş

Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleş-mesi'nin Kyoto Protokolü'ne Türkiye'nin ka-tılmasının uygun bulunduğuna ilişkin kanun tasarısı, bugün (27 Haziran 2008) benim-senmiştir. Kyoto Protokolü, küresel ısınma ve iklim de-ğişikliği ile mücadeleye yönelik bir çerçeve olarak, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi içinde imzalanmıştır. Bu protokol, onaylayan ülkelerin 1990'daki sera gazı salınımlarının yeryüzündeki top-lam emisyonun %55'ini bulması ile yürürlü-ğe girebileceği ön şartını taşımaktadır. Bu nedenle 1997'de imzalanmasına rağmen,

Kyoto Protokolü I � �nda Havac�l�k Çevre Etkileri ve Önlemler

Küresel ölçekte insan kaynakl� CO2 gaz� emisyonunun %2'si havac�l�k kaynakl�d�r ve küresel ula t�rma modlar�nda hacmin % 5 ve de erin % 35 k�sm�n� ta �yan havac�l�k ula t�rmas�, ula t�rmada üretilen CO2 gaz� emisyonunun %12’sinin kayna �d�r. Havac�l� �n üretti i CO2 gaz� emisyonunun %80'lik k�sm� havac�l� �n bir alternati� nin olmad� � 1500 km üzeri menzile sahip hava ula t�rma araçlar�na aittir…

Can ERELUçak Mühendisi, İTÜ’82

Bu makale, havacılığın çevre etkileri ve bu etkilere yönelik mücadele konusunda temel tespit ve değerlendirmeler değişmediği için Uçak Mühendisi mezunumuz Can EREL tarafından T.B.M.M. AB Uyum Komisyonu'nda Kyoto Protokolü'ne Türkiye'nin katılmasının uygun bulunduğuna ilişkin kanun tasarısının benimsenmesi nedeni ile yayımlanmıştı. 27 Haziran 2008’de yayımlanan makaleyi Türkiye'nin, Kyoto Protokolü’ne katılmasının TBMM Genel Kurulunda 5 Şubat 2009 tarihinde kabul edilerek yasalaştığını ve geçen zaman içinde bazı verilere yönelik oluşan farklılıkları belirterek yeniden yayımlıyoruz.

protokol 2005'te yürürlüğe girebilmiştir. Bu protokolü imzalayan ülkeler, sera etkisi yaratan gazların salınımını belirlenen sevi-yelerde azaltmaya veya bunu yapamıyor-larsa salınım ticareti (Emissions Trading) yoluyla haklarını arttırma sorumluluğunu da almış olmaktadır. Bu sorumluluk kapsa-mında; 2008 ile 2012 yılları arasında emis-yonlarını 1990 yılına göre %5,2 düşürme, belirlenen seviyeden fazla salım yapacağı-nı anlayan bir şirketin bir şekilde başka yer-lerden, oluşan karbon borsası ile “Karbon Kredisi” bulma zorunluluğu mevcuttur.Dünyada Kyoto Protokolünün yürürlüğe girmesi sonrası havacılık kaynaklı CO2 emisyonu miktarının protokol kapsamında-ki belirlemelerin üzerinde kalması, konuyu

43itü vakf� dergisi

harı ve karbondioksit vs. gibi sera gazları nedeniyle uzun dalga yansımanın bir kıs-mı tutulmakta ve dünya ortalama sıcaklığı +15°C düzeyine gelmektedir. Atmosferin doğasında olan bir mekanizma olarak sera etkisi gereklidir. Atmosferde sera etkisi olmasaydı, dünya ortalama sı-caklığı -18°C (255K) olurdu. Sera gazlarına sahip atıkları nedeni ile fosil yakıt kullanımındaki artış, sera etkisini ar-tırarak dünya sıcaklığını artırmaktadır. Bu-gün dünyanın ortalama sıcaklığının bu etki ile 0.6°C arttığı tahmin edilmektedir. Bu ne-denle, sera etkisi iklim değişikliği ile birlikte anılır olmuştur [vi].

Karbondioksit (CO2)Yanma reaksiyonlarında maddeler, içer-mekte oldukları elementlerin oksitlerini oluştururlar. Bir fosil, (mineral) yakıt olarak ham petrol hidrokarbon içerir ve yanma so-nucu gaz halde karbondioksit (CO2) ve su (H2O) oluşur. Dolayısıyla içten yanmalı her bir motor CO2 kaynağıdır. Ekonomik gelişim senaryoları ile ham pet-rol ve jet yakıtı fi yatlarına bağlı olarak ya-pılan istatistiki analizler, 1995-2050 yılları arasında CO2 emisyonu miktarının 3-6 kat artacağını göstermektedir [vii]. Yeryüzü Dostları (Friends of the Earth, FoE) kaynaklarına göre her yıl 600 milyon ton CO2 gazı yayan uçaklar nedeni ile hava taşımacılığı bugünlerde sera gazı kaynak-ları arasında en hızlı büyüyeni unvanına sahiptir. Bu miktar Afrika kıtası tarafından yılda yayılan CO2 gazı miktarına eşittir[viii].Havacılıkta kişi başına ortalama CO2 gazı

havacılık ve ilgili endüstrilerin dikkatle in-celemesini gerekli kılmaktadır[i]. Benzer bir değerlendirmenin enerji endüstrisinin benzer teknolojileri kullanan bölümünde de yapılması uygun olacaktır.

HAVACILIK ENDÜSTRİSİ ve ÖNEMİ

Havacılık endüstrisi kullandığı kaynaklar ve etkileri bakımından aynı zamanda ik-lim değişikliği kaynağı kabul edilerek, aynı zamanda en fazla mercek altında olan en-düstrilerden biri olmaktadır. • Havacılık dünya ekonomisinin büyüme-sinde hayati bir rol oynamakta, ekonomide küreselleşme ve turizm talebi artışına da-yalı olarak bu rol, her geçen gün daha da hayati bir önem kazanmaktadır.• Turizm sektöründe 2008 yılında 238 mil-yon insanın (11,9 işten biri) istihdam edil-mesi, yılda 5,89 trilyon doları yaratılarak küresel gayrisafi yurtiçi hâsılaların (GSYİH) %9,9 kısmına ulaşılması ve gelecek yıllar-da büyümenin sürmesi beklenmektedir[ii]. (2013 yılı rakamlarına göre, turizm her 11 işten biri olmuş, küresel gayrisafi yurtiçi hâ-sılaların (GSYİH) % 9 kısmını oluşturmuş-tur)• Turizm sektörü ile ilişkileri nedeni ile bu sektöre paralel gelişme gösteren havacılık endüstrisinde, doğrudan ve dolaylı olarak 28 milyon insan istihdam edilmekte ve yıl-da 1,4 trilyon dolar yaratılmaktadır. Ekono-mistler havacılığın küresel GSYİH katkısının %8 seviyesine çıkabileceğini işaret etmek-tedir[iii]. (ATAG.org Nisan 2014 verilerine göre, havacılık ve ilgili turizm sektöründe 58 milyon insan istihdam edilmekte ve bu-nun % 15’i doğrudan havacılık endüstrisin-de çalışmaktatır. Aynı veri kaynağı, doğru-dan yaratılan 606 milyar dolarlık ekonomik katkısı ile havacılık endüstrisinin GSYİH itibarı ile dünyanın 21’inci ekonomisi olabi-leceğini belirtmekte ve bu katkının 2016 yı-lına kadar 1 trilyon dolar hacmine çıkacağı belirtilmektedir.)• Hava taşımacılığında harcanan her 100 dolar ekonomide 325 dolarlık bir fayda, havacılık endüstrisinde istihdam edilen her 100 kişi diğer endüstrilerde 610 kişilik bir istihdam olanağına kavuşulmasını sağla-maktadır [iv].Çevresel etkilerinin olumsuzluklarına rağ-men insanlar uçma ihiyacındadırlar, uç-mayı istemektedirler… Sağladığı olanak-lar nedeni ile vazgeçilmez olan havacılık endüstrisinde, analitik değerlendirmelerin ışığında mevcut durum tespit edilerek ön-

lemler belirlenmekte, duruma bağlı olarak, bu önlem kalemlerinden oluşan karmaların uygulamaya konulması stratejileri ilgili bir-likler oluşturulmaktadır.

Havacılığın Çevresel Etkileri Hava araçları, doğrudan kullandığı doğal kaynaklar yanında, bu kaynakların kulla-nımlarının sonucunda oluşan su buharı, karbondioksit, azot oksitler gibi sera gaz-ları, bunların karma sonucu olarak radiyatif zorlama ve gürültü yaratmaktadır. Ancak havacılık kaynaklı sera gazları emisyo-nunun % 80’inin 1500 km.den daha faz-la uçuşlar yapan hava araçları nedeni ile oluştuğunun dikkate alınması gereklidir[v]. (ATAG.org Nisan 2014 verilerine göre, Air-bus A380, Boeing 787, ATR-600 ve Bom-bardier C serisi gibi yeni nesil hava araç-larında 100 yolcu-kilometre başına yakıt sarfi yatı, günümüzde 3 litreden düşük bir seviyeye ulaşmıştır.)

Sera GazlarıGüneşten gelen kısa dalga radyasyon, yer yüzeyi tarafından absorbe edilmekte ve yer yüzeyini ısıtmaktadır. Daha sonra uzun dal-ga, radyasyon olarak geri yansımakta ve atmosfer ısınmaktadır. Atmosferde, su bu-

Hava taşımacılığında harcanan her 100 dolar ekonomide 325 dolarlık bir fayda, havacılık endüstrisinde

istihdam edilen her 100 kişi diğer endüstrilerde 610 kişilik bir istihdam olanağına kavuşulmasını

sağlamaktadır.

44 itü vakf� dergisi

ÇEVRE DOSYASI

emisyonu sıralamasında İngiltere 603 kg., İrlanda 434 kg. ve ABD 275 kg. ile ilk üç sı-rayı paylaşmaktadır[ix]. Ancak havacılıkla ilgili yapılan tahminler kısa vadede bu du-rumun değişeceğini, birkaç yıl içinde tüm insanlık tarihinde uçan insan sayısından daha fazla insanın uçuşla tanışarak gökyü-zü ile buluşacağını, bu kitlenin çoğunun da Asya kökenli olacağını göstermektedir[x].Biyoyakıtların hidrokarbon bazlı olmalarına rağmen, atmosferik karbondioksitten elde edilmeleri nedeni ile kullanımları sonucu atmosferdeki net karbondioksit miktarını arttırmazlar. Bu nedenle alternatif yakıt ça-baları çok önemlidir. (ATAG.org Nisan 2014 verilerine göre, küresel ölçekte insan kaynaklı CO2 gazı emisyonunun %2'si havacılık kaynaklıdır ve küresel ulaştırma modlarında hacmin % 5 ve değerin % 35 kısmını taşıyan hava-cılık ulaştırması, ulaştırmada üretilen CO2 gazı emisyonunun %12’sinin kaynağıdır. Havacılığın ürettiği CO2 gazı emisyonunun %80'lik kısmı havacılığın bir alternatifi nin ol-madığı 1500 km. üzeri menzile sahip hava ulaştırma araçlarına aittir.)

Azot Oksitler (NOx)Fosil esaslı yakıt kullanımında yanma so-nucu ortaya çıkan ürünlerden biri de NO2 gazıdır. NOx veya azot oksitleri, değişik oranlarda azot ve oksijen iceren ve yüksek oranda reaktif olan gazların jenerik adıdır. NOx en birincil kaynağı, yanmanın olduğu motorlu araçlar, elektrik üretim tesisleri, ya-kıtın kullanıldığı endüstriyel, ticari ve yerle-

şim bölgeleridir. Hava endüstrisi de sayısı hızla artan hava araçları ve bu araçların yüksek irtifalara çalışarak yayılma ve ser-pintiye ilave etkisi nedeni ile önemli NOx kaynağıdır[xi].Pek çok azot oksit türü, renksiz ve kokusuz olsa da, en çok bilinen çevre kirleticilerin-den azot dioksit, özellikle sanayi yoğun yerleşim bölgeleri üzerinde, kırmızımsı kah-verengi renkte görülür.Azot oksitleri, sera gazları olarak sahip oldukları etki yanında, gaz konsantrasyo-nu ve temas süresine bağlı olarak, insan sağlığına etkileri bakımından; koku algıla-ma sıkıntısı, solunum yolu direnci ve akci-ğer diffüzyon kapasitesi azalması, akciğer fonksiyonlarında değişime sebep olur. Gir-diği reaksiyonlarla sebep olduğu asit yağ-murlarına ve bir sera gazı olarak, küresel ısınmanın artmasına da neden olurlar.

Su Buharı ve Radiyatif ZorlamaHidrokarbon içeren yakıtın yanması sonu-cu ortaya çıkan diğer bir ürün de gaz ha-lindeki sudur.Uçak rotasında yanma sonucu eksozdan çıkan su buharı, yoğuşarak beyaz izler

olarak görülen yapıyı oluşturur; bunlar “su buharı izi” veya “contrail” olarak adlandırılır. Buz kristalleri halinde bulunan su buharı, sera gazları ve partiküllere de sahip cont-railler troposferin[1] üst katmanlarında ya-lıtım kabiliyeti yüksek bir bulut örtüsü kat-manı oluşturur. Bu bulut katmanı, yapısı ve özellikleri nedeni ile yeryüzünden yansıyan uzun dalga boylu radyasyonu bloke edici etkisi ile güneşten yayılan kısa dalga boylu radyasyon geçisi miktarına izafi bir fazlalık kazandırır. Bu durum, radiyatif zorlama ola-rak adlandırılır. [2]Birleşmiş Milletler Örgütü’nün Uluslararası İklim Değişikliği Paneli (IPCC), günümüz şartlarında contrailler nedeni ile uçak kay-naklı emisyonların ısınma etkisinin sadece CO

2 gazı kaynaklı etkilerinin (radiyatif zor-

lama indeksi) 1,9 katı olduğunu belirlemiş-tir [xii]. Artan jet uçağı trafi ği nedeni ile radyatif zorlama, bir iklim değişikliği tehdidi haline gelmiştir [xiii].

GürültüKyoto Protokolü kapsamında olmamasına rağmen, etki alanının çevre olması bakı-mından, gürültünün de dikkate alınması gereklidir.Hava araçlarında gürültünün değişik kay-nakları mevcuttur:• Aerodinamik kaynaklı gürültü, hava akışı ile hava aracının ve aerodinamik yüzeyle-rinin geometrisi, hava akışı ile temas ha-lindeki yüzeylerin deseni ile oluşur. Hava

Her yıl 600 milyon ton CO2 gazı yayan uçaklar nedeni ile hava taşımacılığı bugünlerde sera

gazı kaynakları arasında en hızlı büyüyeni unvanına sahiptir. Bu

miktar Afrika kıtası tarafından yılda yayılan CO2 gazı miktarına eşittir.

45itü vakf� dergisi

akımındaki ayrılma ve kopmalar, bu türün en önemli sebebidir. • Mekanik kaynaklı gürültü, daha çok dön-me ve kayma hareketi ile sistem elemanları arasındaki sürtünmeler nedeni ile oluşur. • Diğer kaynaklara sahip gürültülerin ba-şında da basınçlandırma ve hava kaçakla-rının yarattıkları gelmektedir. Hava araçlarının doğrudan veya dolaylı ya-rattığı gürültünün, insanlar, yabani ve evcil hayvanlar ve diğer çevre varlıkları üzerinde olumsuz etkileri mevcuttur [xiv]. İnsanla-ra yönelik etkiler arasında işitme kayıpla-rı, yüksek tansiyon, bağışıklık sisteminde aksaklıklar, nörodermatit (cilt döküntüleri), astım gibi stres artışına bağlı rahatsızlıklar sayılabilir. Bu etki gürültü yaratan havacılık faaliyetlerine yakınlık ile artış gösterebilir.

ÖNLEMLER

İnsanlık adına ve doğrudan/dolaylı maliyet-lerinin minimize edilmesi açısından havacı-lığın çevre etkilerinin azaltılması konusun-da ilk akla gelenler;• Yönetsel olarak;o Uygulanabilir havacılık çevre etkileri ve önlemleri konusunda planlama ve stan-dartların oluşturulması, o Çevreyi koruma maliyetinin genele yayıl-ması yerine, etkiyi yaratana yansıtılmasına dayalı, kendinden denetim sistemleri oluş-turulması, o Verimlilik çalışmalarının teşvik edilmesi, o ABD’nin, Kyoto Protokolü imzalamasına rağmen anlaşmayı reddeden durumunu analiz ederek, salınım ticareti ile ilgili olası etki ve faaliyet detaylarının belirlenmesi, o Havalimanı, uçuş işletmeleri, bakım mer-kezleri mevcut süreçlerin, kaynakların bu-gün için iyileştirmeler ve yarın için olası ge-lişmeler dikkate alınarak şekillendirilmesi,• Operasyonel olarak;o Doğrudan uçuşu engelleyen sınırlama-ların yeniden incelenerek, doğrudan uçuş rotalarının arttırılması, o Araç fi loların verimliliği, yüksek motorlar kullanacak şekilde modernize edilmesi, o Yakıt kullanım verimliliği yüksek motor kullanan ve işletme maliteleri düşük hava araçlarına yönelim, • Doluluk oranlarına göre bölgesel jetlere geçiş, • Menzile göre (800 km ve altı) nispeten kısa uçuşlarda turboprop uçaklara geçiş,o Yakıt kullanan sistemler yerine, te-miz enerji kaynakları ile çalışan sistemlerin

kullanımının artırılması ve özendirilmesi,• Teknolojik olarak;o Askeri ve sivil havacılık teknolojilerinin ortak kullanımına yönelik planlamalar ya-pılması ve uygulanması, o Bu kapsamda başlayan ve devam eden ; • Clean Air Engine (CLAIRE), • Geared Turbofan (GTF), • Subsonic Fixed-Wing (SFW), • Gelişmiş yanma odası ve türbin, • Az bakım ihtiyacı,gibi bazıları doğrudan motorların termal, tepkisel ve çalışma verimliliğini artıracak uluslararası faaliyetlere (ilgili kurumların, akademik kuruluşların ve endüstri temsil-cilerinin) katılım ve sonuçlarından yararla-nılması, o Havacılık sistemlerinde ünite/parçalar arası, ortam kontrollü tesislerde sızdırmaz-lık çalışmalarının özendirilmesi,şeklinde sıralandırılabilir.Zamanında ve soruna yönelik doğru ön-lemler alınması için hükümet, havacılık en-düstrisi kurum ve kuruluşları, ilgili meslek odaları ve sendikaların katılımı ile topyekun çabalar, yakıt fi yat artışı ile mücadele et-mek için de önerildiği gibi, önem ve anlam arz etmektedir.

Birleşmiş Milletler Örgütü’nün Uluslararası İklim Değişikliği

Paneli (IPCC), günümüz şartlarında contrailler nedeni ile uçak kaynaklı

emisyonların ısınma etkisinin sadece CO2 gazı kaynaklı etkilerinin (radiyatif zorlama indeksi) 1,9 katı olduğunu belirlemiştir. Artan jet uçağı trafi ği nedeni ile radyatif

zorlama, bir iklim değişikliği tehdidi haline gelmiştir.

Referanslar:

[1] Troposfer: Ekvator üzerinde 20 kutuplarda

7 km kalınlığa sahip ve (hava dolaşımı, bu-

lutlar ve fırtınalar gibi) meteorolojik olayların

hepsinin oluştuğu Atmosferin yere en yakın ilk

tabakası. (Troposfer / Stratosfer / Mezosfer /

Ekzosfer)

[2] Radiyatif Zorlama: Belirli bir iklim yapısı

içinde torpoposferdeki yalıtım etkisinin sebep

olduğu, birim alan başına gelen radyasyon

enerjisi ile, giden radyasyon enerjisi farkıdır.

Radiyatif zorlanmanın pozitif değeri (gelenin

fazla olması hali) sistemi ısıtan, negatif değeri

(gidenin fazla olması hali) sistemi soğutan et-

kiye sahiptir.

Kaynakça:

[i] http://www.sciencedirect.com/science?_

ob=ArticleURL&_udi=B6VGP-4281118-2&_

user=10&_rdoc=1&_fmt=&_orig=search&_

sort=d&view=c&_acct=C000050221&_versi-

on=1&_urlVersion=0&_userid=10&md5=42e-

e4a98b60fbe5af8ca36c89fec2ae2

[ii] http://www.wttc.travel/eng/Tourism_Rese-

arch/Tourism_Satellite_Accounting/

[iii] http://edition.cnn.com/2007/WORLD/asi-

apcf/11/05/eco.about.planes/index.htm

[iv] http://economictimes.indiatimes.com/

News/News_By_Industry/Transportation/Airli-

nes__Aviation/Waiting_on_cusp_of_an_expo-

nential_growth/articleshow/1233294.cms

[v] http://www.airbus.com/en/corporate/gmf/

demand-for-air-travel/environmental-

response/

[vi] http://www.meteor.gov.tr/2006/genel/soru-

lar/iklimnedir.pdf

[vii] http://www.sciencedirect.com/science?_

ob=ArticleURL&_udi=B6VGP-4281118-2&_

user=10&_rdoc=1&_fmt=&_orig=search&_

sort=d&view=c&_acct=C000050221&_versi-

on=1&_urlVersion=0&_userid=10&md5=42e-

e4a98b60fbe5af8ca36c89fec2ae2

[viii] http://edition.cnn.com/2007/WORLD/asi-

apcf/11/05/eco.about.planes/index.htm

[ix] http://www.guardian.co.uk/environ-

ment/2007/oct/10/carbonemissions.travel-

news

[x] http://edition.cnn.com/2007/WORLD/asi-

apcf/11/05/eco.about.planes/index.html

[xi] http://www.epa.gov/air/urbanair/nox/

[xii] http://www.campaigncc.org/Howdoesa-

irtravel.doc

[xiii] http://www.iht.com/articles/2006/05/02/

news/rbavpolut.php

[xiv] http://www.wylelabs.com/services/arc/

documentlibrary/federalandlocalguidanceo-

noise/faaane.html

Fotoğraf NASA Maria Werries www.sciencenewsline.com

[email protected]

46 itü vakf� dergisi

nsan�n Tasar�m Kapasitesi Nesne Tasar�m�ndan Çevre Tasar�m�na T�rman�rken

Binalar�n çevreyle ili kisini tek tek ele alarak, bunlar� denetim alt�na almakta, yüksek performans teknolojileri kullan�larak, ak�ll� binalar olarak yap�lan ye il binalar�n sürdürülebilirlik konusundaki yakla �m� ekolojik sistem mant� � aç�s�ndan yetersiz kalmaktad�r. Sürdürülebilirli in sa lanmas�nda bunun ötesine geçilmek istenildi inde ekoloji mant� �n� devreye sokmak gerekir. Binan�n çevreden ald� � yenilenebilir enerjiyle yetinerek, di er girdilerde ise kullan�mdan sonra dönü türülerek tekrar kullan�labilir hale getirmek yoluyla, baz� süreçleri bina içine alarak, bir tür ekosistem olarak tasarlamak gerekir.

Prof. Dr. İlhan Tekeli ODTÜ Mimarlık FakültesiŞehir ve Bölge Planlama Bölümü

ÇEVRE DOSYASI

ww

w.a

rtsfi

eld

.net/ta

g/n

atu

ral-p

lants

47itü vakf� dergisi

Tasarım insan aklının, düşünce, sa-nat, bilim, kuram ve eyleme girişmek gibi farklı ürünlerinden biridir. İnsa-

nın aklının tasarım kapasitesi de, aklın di-ğer kapasiteleri gibi evrimsel bir gelişme içindedir.1 İnsanlığın nesne tasarımı aşa-masından çevre tasarımı aşamasına gele-bilmiş olması böyle bir evrimin sonucudur.Ekolojik tasarımda amaç doğa üzerinde dominant bir kontrol sağlamak için değil doğanın süreçlerine yaratıcı bir katkı için bir müdahale olmalıdır.2 Ekosistem tasa-rımında noosferi biyosferle bütünleşmiş olarak ele almak gerekir. “Noosferin” in-sanın ürettiği kültür tabakası olduğu söy-lenebilir. “Noosferin” biosferin bir parçası olarak görülmesi, biliş ve değerlendirme faaliyetlerini de doğanın bir parçası haline getirmektedir. “Noosfer”in varlığı ise kısa erimli çıkar mantıklarının hakim olduğu or-tamlarda, yarattığı atıklarla, kirletme etki-leriyle, aşırı kaynak kullanımıyla, yarattığı sera gazlarıyla iklim değişikliğine neden olarak, ozon tabakasını eriterek atmosfe-rin koruyucu etkisini azaltarak vb. etkilerle, sürdürülebilirliği tehlikeye atarken, uzun erimli mantıkların egemen olduğu ortam-larda, çevrecilik hareketleri yaratarak, yeni kurumsal düzenlemeler geliştirerek, yeni tüketim ahlakları yaratarak, teknoloji geliş-tirerek sürdürülebilirliği gerçekleştirmeye çalışacaktır. Bu bağlamda noosfer tasarı-mı bir öğrenme süreci olarak biyosfere ka-tılır. Bu da sürekli bir evrim içinde olunması sonucunu doğurur.Ama insanlığın şimdiye kadar bu konudaki performansı çok başarılı değildir. İnsanın doğa üzerinde hakimiyet kurmaya yönel-mesi halinde ortaya çıkan sonuç eko-kriz olmuştur. Ama bu sonuç insanın tasarım kapasitesindeki zafi yetten çok, ekonomik sistemin işleyişi dolayısıyla doğmuştur. Söz konusu olan tasarım şimdiye kadar olanı tersine çevirmek için yapılacaktır. Bi-linçli olarak tasarlanmış ve yönetilmiş eko-sistemler, kent süreçleri ile doğal süreçle-rin simbiosis’ini gerçekleştirir. Bu tasarımı çevreyi denetleme süreci olmaktan çok, bir öğrenme süreci olarak görmek gerekir. Çevre tasarımında3 sürdürülebilir tasa-rım bir paradigma sıçraması olarak or-taya konulmaktadır. Yeni paradigmada sorunlar parçalanmış şekilde tek tek ele alınmamakta, bir konnektivite sistemi ola-rak tasarlanmaktadır.4 Ekolojik tasarım5, bütünleştirici bir tasarım disiplinidir. Yeşil

mimari, permakültür, ekolojik mühendislik, ekolojik restorasyon alanlarındaki değişik ve parça parça olan tasarım çabalarını bir araya getirir. Doğal çevreye bilinçli ve dikkatli bir insan müdahalesidir. Ekolojik tasarımın başarısı, sağlıklı, dayanıklı, adil ve varlıklı bir komünite oluşturmasına bağ-lıdır.Ekolojik tasarım dediğimizde bunu hemen derin ekoloji çizgisine çekmek gerekmez. Bir demokratik toplumda bu çizgiyi izle-mek isteyenler istediklerini uygulamakta özgür bırakılmalıdır. Onların getirdiği de-ğerlere saygı gösterilmelidir. Ama eğer et-kili bir sonuç alınmak isteniyorsa varlığını korumakta olan kapitalist sistem içinde kalarak yapılabilecek olanları da küçüm-sememek gerekir. Unutulmamalı ki, bir mi-lat olarak sık sık anılan 1992 yılında Rio’da toplanan Çevre ve Kalkınma Zirvesi temel-de kapitalist kalkınma içinde sürdürülebi-lirliği sağlamaya yönelmiştir. Gelinen nok-tada, değişik toplum ölçeklerinde, değişik toplumsal aktörler, kendi kavrayışlarının sınırları içinde sürdürülebilirliği sağlamaya çalışıyorlar; bu çeşitlilikten çok yakınmak gerekmiyor. Belli bir duyarlılık oluşmuş bulunuyor. Ge-çen sürede yapılabilecek en önemli katkı-ların ancak varolan yaşam tarzlarını değiş-tirmekten geçtiği de açık hale gelmiştir. Bir tasarımcının bu yönde bir adım atabilmesi için bu konuda bir vizyonun bulunması ge-rekir. Böyle bir vizyonun geliştiği ve geniş toplum kesimlerince benimsendiği henüz söylenemez.

Sürdürülebilirlik Stratejileri Sürdürülebilir bir toplum oluşturmakta iki farklı türde strateji önerilebilir. Bunlardan birincisi, ister birey, ister örgüt, ister yerel ya da merkezi yönetim düzeyinde olsun aktörlerin karar vermelerini geliştirmeye dönük stratejilerdir. Bunlar;• Toplumda karar veren aktörlerin yarar-landıkları bilgi dayanaklarını geliştirmek,• Toplumdaki aktörlerin karar verirken gö-zettiği değerler sistemini zenginleştirmek, başka bir deyişle çevre ahlakını geliştir-mek,• Tüketim kalıplarını değiştirmek ve yaşam kalitesi anlayışını yeniden tanımlamak, • Toplumda eylemlerine karar veren ak-törlerin yararlanacakları, teknolojiyi ge-liştirme ve oluşmuş bulunan teknolojiden yararlanma kapasitesini oluşturmak,• Toplumda değişik kapasite ve sorumlu-lukla yer alanların aktörlerin bir vatandaş olarak birlikte yaşama kültürüne sahip ol-masını sağlayacak çevre/çevrecilik eğiti-mini gerçekleştirmek,• Toplumdaki aktörlerin karar verirken he-saba katacakları ödül/maliyet dengelerini sürdürülebilirliğe katkıda bulunmaya ola-

Binalar konusundaki stratejiler geliştirilirken “ömür çevrimi

değerlendirmesi” (ÖÇD) yoluyla, yani bir binanın çevreye etkisini

hesaplamakta, inşası, kullanımı ve ortadan kaldırılması sırasındaki

etkilerinin toplamı göz önüne alınacaktır.

48 itü vakf� dergisi

nak verecek şekilde kurumsal düzenleme-ler yapmak,olarak sıralanabilir. İkinci türdeki stratejiler değişik toplumsal ölçeklere ilişkin olarak geliştirilecek stratejilerdir. Bunlar en küçük ölçekten en büyük ölçeğe doğru;• Binalar için stratejiler,• Kentsel yerleşmeler için stratejiler,• Toplumsal ve ekonomik ilişkilere dayalı olarak tanımlanan bölgeler için stratejiler,diye sıralanabilir. Ele alınacak Ölçeğe Özgü Birinci Strateji Binalar için olacaktır. Binalar konusunda-ki stratejiler geliştirilirken “ömür çevrimi değerlendirmesi” (ÖÇD) yoluyla, yani bir binanın çevreye etkisini hesaplamakta, inşası, kullanımı ve ortadan kaldırılması sırasındaki etkilerinin toplamı göz önüne alınacaktır. Binalar konusunda izlenecek temel stratejik hedef, binanın çevreye olan etkisini en aza indirgemek olmalıdır.Bu kaygılarla yapılan binalar çevreci ha-reket içinde Yeşil Binalar olarak adlandı-rılmaya başlanmıştır.6 Binalarda yapılabi-lecek tasarrufl arın düzeyi konusunda ABD ekonomisinin bazı sayılarına bakmakta yarar vardır. Binalar ABD’de toplam enerji-nin yüzde 30’unu, elektrik enerjisinin yüz-de 60’ını tüketmektedirler.7 Yapılan bina, içinde yaşayacak olanlara, temiz ve insanın yaşam konforuna uygun sıcaklıkta bir havayı sağlamalı, insanın ya-ralanacağı bir aydınlatmayı, suyu ve atık suyun uzaklaştırılmasını sağlayacak tesi-sat sistemiyle donatılmalıdır. Sakin bir ya-şamın sürdürebilmesi için sese karşı izole edilmiş olmalıdır. Günümüzde yapılacak

binaların gerçekleştirmesi gereken per-formans düzeyleri yapı yönetmelikleriyle belirlenmektedir. Bir binanın yeşil bina niteliği kazanması için gerekli ilk adımlar tasarım aşamasında atılmaya başlana-caktır. İlk adım bina programının saptan-ması aşamasında atılacaktır. İnsanlar aşırı tüketim eğilimini en çok binalarında gös-termektedir. İyi bir programlama ile bina büyüklükleri küçültülebilir. Bu küçülme binanın yaratacağı çevresel yükleri azal-tacaktır.Yeşil bina elde etmekte binanın çevreden aldığı girdiler ve çevreye bıraktığı çıktıla-rın herbirini “check-list mantığıyla” tek,tek azaltmak yaklaşımını başlıca dört konu üzerinde yoğunlaşmaktadır. Bunlar ; enerji kullanımı, su kullanımı ve atık suyun uzak-laştırılması ve yapı malzemeleridir. Ayrıca binalar tasarımında yapıldığı yerin iklim özelliklerinden yararlanmak için iyi yönlen-dirmeyle ya da gerekli önlemler alınarak, yani bina içinde enerji kapanları kurula-rak, çevre üzerindeki ayak izi azaltılabile-cektir.8 Mimarlık tasarımında bu yaklaşım genellikle güneşten pasif yararlanma diye adlandırılmaktadır. Oysa günümüzde bi-nalarda güneş enerjisinden yararlanma denildiğinde çoğunlukla aktif yararlanma anlaşılmaktadır. Kurulan mekanik düze-neklerle güneş enerjisinden yararlanıl-maktadır.9 Yaşam için kaçınılmaz olan su, yenilenebilir kaynak olmasına karşın, gün

geçtikçe kıt kaynak haline gelmekte ve bu nedenle tasarruf edilmesi sürdürülebilirlik açısından kritik bir önem taşımaktadır. Su kullanımındaki tasarruf aynı zamanda atık-su uzaklaştırılmasında da tasarruf yapıl-ması demektir. Su kullanılmasındaki tasar-ruf büyük ölçüde tesisat tasarımı yoluyla sağlanabilmektedir. Yağmur sularının top-lanarak değerlendirilmesi yoluna gitmek de su tüketimini azaltmakta baş vurulan bir yol olabilmektedir. Binaların çevreyle ilişkisini tek tek ele ala-rak, bunları denetim altına almakta, yük-sek performans teknolojileri kullanılarak, akıllı binalar olarak yapılan yeşil binaların sürdürülebilirlik konusundaki yaklaşımı ekolojik sistem mantığı açısından yetersiz kalmaktadır. Sürdürülebilirliğin sağlanma-sında bunun ötesine geçilmek istenildi-ğinde ekoloji mantığını devreye sokmak gerekir. Binanın çevreden aldığı yenilene-bilir enerjiyle yetinerek, diğer girdilerde ise kullanımdan sonra dönüştürülerek tekrar kullanılabilir hale getirmek yoluyla, bazı süreçleri bina içine alarak, bir tür eko-sistem olarak tasarlamak gerekir. Ölçeğe özgü ikinci strateji kentsel yerleşmeler için olacaktır. İnsanlığın buluşlarının en önem-lisinin kent olduğu söylenebilir. İnsanların kentlerde toplu olarak bir arada yaşama-ları, uygarlıkların doğmasını kolaylaştır-mış/sağlamıştır. Buradaki sürdürülebilirlik tartışması bakımından insanın ürünü olan eko-kenti üç aşamada tartışmakta yarar vardır. Birinci aşama sanayi öncesi döne-min eko-kentidir. Bu aşamada kent insan vücudunun kapasitelerine ve taleplerine göre oluşmuştur. Bu bir yayalar kentidir. İlişki kurma hızı, yerleşmenin büyüklüğü, beslenme gereksinmesinin niteliği, içinde yaşayacağı konutun niteliği hep insan vü-cudunun niteliklerine göre oluşmaktadır. Bu dönemde kentler küçük yerleşmeler olduğu için doğadan aldıklarının hacmiy-le, doğaya bıraktığı atıkların hacmi küçük olduğundan bir ekolojik krizin doğmamak-ta, doğal süreçler doğaya bırakılan atıkları dönüştürebilmektedir. Bu insan vücudunun kapasiteleriyle uyumlu olan kentin aşılması sanayi dev-rimiyle gerçekleşmiştir. Bu devrimin getir-dikleri temelde insanlara kendi kararlarını kendi vücudunun kapasitelerinin dışındaki kapasitelerle uygulamaya koyabilme ola-nağını sağlaması olmuştur. Sanayi dev-rimi kent yapısının oluşumu bakımından

Yapılan bazı hesaplar kompakt şehrin karbon emisyonunu % 30, enerji tüketimini % 50 azalttığını

göstermiştir.

ÇEVRE DOSYASI

49itü vakf� dergisi

iki konuda önemli kapasite artışı getirdi. Bundan biri kent içi ulaşımda geliştirilen teknolojiler, insanın kent içindeki yer de-ğiştirme hızını ve yer değiştirme menzilini artırdı. Çok daha uzaklardan, çok daha büyük miktarlarda kaynaklar nakledilebilir hale geldi. İkinci önemli değişiklik tarım dışı üretiminde organik (insan+hayvan gücü) enerji yerine çoğunlukla fosil yakı-ta dayanan inorganik enerji kullanılmaya başladı. Bu kentin doğayla ilişkisini çok değiştirdi ve kapitalist sistemin değerle-riyle bir araya gelince dünyada eko-krizin doğmasına neden oldu. Bu kentler büyük miktarlarda doğal madde, fosil yakıt kul-lanmaya başladı. Tüketilen su miktarları, atık su miktarı, kentin yarattığı katı atık miktarları çok arttı. Kentlerin çevre üze-rindeki ayak izleri büyüdü, bu ayak izleri kentin yakın çevresinde olduğu gibi çok uzaklara da uzanır hale geldi. Sanayi toplumunun ortaya çıkardığı eko-kriz karşısında gelişen çevrecilik hareketi ve sürdürülebilirlik konusunda alınan yol ile dünyanın bilgi toplumuna geçişiyle ar-tan monitoring kapasitesi dolayısıyla, hem kentlerin yapısında, hem de kentlerin sür-dürülebilirliği için alınan önlemlerin man-tığında önemli bir değişme yaşanmıştır. Bu bakımdan dönüm noktası, 1992 yılında Rio’da toplanan Çevre ve Kalkınma Zir-vesi olmuştur. Kentler çok merkezli hale gelerek yeni bir biçim kazanırken, kent içi araçlı yolculuk talebini azaltarak, enerji kullanımını ve olumsuz etkilerini azaltır-ken, aynı zamanda kentin metabolik sis-tem olarak temsilinde doğrusal olmayan geri beslemeli döngülere dayanan bir mantık kullanılmaya başlamıştır. Yeniden kullanım gibi döngüsel ilişkiler ön plana geçince, kentin ayak izini küçültmek için adım atılması kolaylaşmıştır. Bu üçüncü aşamada bir kentin sürdürülebilirlik koşu-lunu sağlamak için altı konuda stratejik ter-cihler yapmak gerekecektir.Bunlar;• Kentin dokusunun kentin ayak izini kü-çültecek şekilde tasarlanması,• Kent içi ulaşım sisteminin düzenlenme-si, fosil enerjiye bağımlılığının ve sera gazı üretiminin azaltılması, • Kent atıklarının bir kaynak olarak değer-lendirilmesi,• Kent ekonomisinin sürdürülebilirliğe kat-kı yapacak şekilde geliştirilmesi,• Kentin beslenmesi ve gıda güvenliğinin

sağlanmasında ayak izinin küçültülmesi, • Kentlinin doğayla doğrudan ilişkisinin açık tutulması (biophilia)diye sıralanabilir.Sürdürülebilirliğe tasarım tercihleri yoluyla yapılabilecek bir katkı da kentteki bina-lar grubunun oluşturduğu kentsel dokuya ilişkin olmaktadır. Avrupa kentsel şartı bu konudaki tercihini kompakt kent olarak yapmıştır.10 Yüksek yoğunluklu yerleşme-ler % 50 daha az arazi kullanıyor, altyapı harcamaları % 45 azalıyor, hava kirlenme-sini % 45, su kullanımını % 35 azaltıyor.11 Yapılan bazı hesaplar kompakt şehrin karbon emisyonunu % 30, enerji tüketimi-ni % 50 azalttığını göstermiştir12. Bu ne-denle ABD’nin düşük yoğunluklu kentleri aradolgu (infi ll) projeleriyle yoğunluklarını artırmaya başlamışlardır.13 Bu projelerle, kentler arazi kullanımlarını yeniden tasar-layarak, işyerlerini, konutları ve hizmetleri artırarak, ayak izlerini küçültmektedirler.Kentte ulaşımın sürdürülebilirliğini artır-mak için ilk aşamada, araçların etkinliğini artıran teknolojik çözümlere yönelinmiş,

Sürdürülebilir bir kent için kent içi ulaşımdaki çözümler, temelde

iki alana yoğunlaşmaktadır. Bunlardan birincisi kent içindeki

yaya yolculuklarında bisiklet kullanımının artırılması, ikincisi ise araçlı yolculuklardaki özel

otomobilin payının düşürülmesi ve kamu ulaşım sistemlerinin payının

yükseltilmesidir.

daha az yakıt kullanan araçlar geliştiril-miştir. Bu konuda küçümsenemeyecek yol alınmıştır. Güneş ve hidrojen enerjisiyle çalışan araçlar tasarlanmaktadır. Ama bu yaklaşım bir bakıma dar kapsamlıdır. Daha sonra, daha entegre çözümler önerilmeye başlanmıştır. Yolculuktaki araç türü tercih-lerinin yönlendirilmesi, ekonomik özendi-ricilerin kullanılması, arazi kullanma ka-rarlarının yeniden düzenlenmesiyle uzun mesafe yolculukların azaltılması, kurum-sal reformlar ve teknolojik yenilikler kulla-nılarak yaklaşılmaya başlanmıştır. Sürdürülebilir bir kent için kent içi ula-şımdaki çözümler, temelde iki alana yo-ğunlaşmaktadır. Bunlardan birincisi kent içindeki yaya yolculuklarında bisiklet kullanımının artırılması, ikincisi ise araç-lı yolculuklardaki özel otomobilin payının düşürülmesi ve kamu ulaşım sistemlerinin payının yükseltilmesidir. Günümüzde bir kent metabolizmasından beklenen, kente gelen doğal kaynak akı-mıyla, bunun kullanım sonrası atıklarının doğaya ne tür bir dönüşüm sonrasında salınacağı, ya da sistem içinde yeniden kullanıma sokulacağını belirlemesidir.14 Atık suyun kentten uzaklaştırılmasın-da atık su artık bir atık diye değil, kay-nak diye değerlendirilmektedir.15 Sanayi toplumunda bu atık sular mekanik ya da kimyasal olarak temizleniyordu. Linear bir mantık hakimdi. Günümüzde doğal dön-gülerden yararlanarak temizleme yoluna başvurulmaktadır. Bir tür kanalizasyon bataklığı içinde dönüştürülmektedir. Artık döngüsel mantık hakim olmaktadır.

50 itü vakf� dergisi

Referanslar:1-Bu konuda bknz. Steven Mithen:Aklın Tarihöncesi,-

Dost Kitabevi,Ankara,1999.

Metin Özbek: Dünden Bugüne İnsan, İmge Kitabevi,

Ankara, Temmuz.2000.

2- John Tillman Lyle:Design for Human Ecosystem, Van

Nostrand Reinhold, New York, 1985,s.16.

3-Raymonda F. Dasmann, John P. Milton, Peter H.Free-

man: Ecological Principles for Economic Development,

John Wiley&Sons Ltd. London, Newyork, 1973.

4-Daniel E. Williams, FAIA: Age, Ch.2

5-Ian L. McHarg:Design with Nature, The Natural His-

tory Press, 1969.

David Orr: Earth in Mind: On Education Environment

and The Human Prospect,Island Press,2004.

Bill Mollisson and David Holmgren:Permaculture-

One Aperrenial Agriculture for Human Setlements,

Transworld, Melbourne,1978.

6-Bu konuda Bknz: Daniel E.Williams, FAIA:Sustainable

Design, Ecology, Architectue and Planning, John Wi-

ley&Sons Inc. New Jersey, 2007, Ch.5.

7-David Eisenberg and Peter Yost:” Sustainability and

Building Codes” from Environmental Building News,

10:9 (2001), Stephan M.Wheeler, Timothy Beatley (edi-

tors):The Sustainable Urban Development,Routledge,

London,2009.

8-Bu konuda Bknz. Çetin Göksu: Anadolu Güneş Uy-

garlığı, İmaj Yayınevi, Ankara,2000.

9-Bu konuda Bknz: Philip Steadman: Energy Environ-

ment Building, Cambridge University Press, London,

1975.

10-Timothy Beatley:”Planning for Sustainability in

European Cities: A review of Practices in Leading Ci-

ties”(2003), Stephan M.Wheeler, Timothy Beatley (edi-

tors):The Sustainable Urban Development,Routledge,

London,2009.

11-Richard Register: Age,ch.4.

12- Douglas Farr: Sustainable Urbanism, Urban Design

with Nature, John Wiley& Sons.Inc, Hoboken: New Jer-

sey, 2008.s.44.

13-Stephen M Wheeler: “Infi ll Development”Smart Infi ll

Creating More Livable Communities in the Bay Area,

(2002), Stephan M.Wheeler, Timothy Beatley (editor-

s):The Sustainable Urban Development,Routledge,

London,2009.

14-Herbert Girardet: “The Metabolism of Cities” from

Creating Sustainable Cities (1999), Stephan M.Whe-

eler, Timothy Beatley (editors):The Sustainable Urban

Development,Routledge, London,2009.

15-John Tillman Lyle: “Waste as a Resource” from

Regenerative Design for Sustainable Development

(1994), Stephan M.Wheeler, Timothy Beatley (editor-

s):The Sustainable Urban Development,Routledge,

London,2009.

16-Ian L.McHarg:” Plight and Prospects”, Design with

Nature (1969)

17-Anne Whiston Spirn:”City and Nature” from Grani-

te Garden:Urban Nature and Human Design (1984),

Stephan M.Wheeler, Timothy Beatley (editors):The Sus-

tainable Urban Development,Routledge, London,2009.

18-Douglas Farr: Age, s.49.

19-Bu konuda Bknz: İlhan Tekeli vd. Dünya’da ve Tür-

kiye’de Biyoçeşitliliği Koruma, Türkiye Bilimler Akade-

misi Raporları, Ankara, Nisan 2006.

Susan Perkoff Bass and Manuel Ruiz Muller (Editors).

Protecting Biodiversity, International Development Re-

search Centre, Ottawa, 2000.

Artık kentin su ile ilişkisinin yeniden kurul-masının düşünülmesi noktasına gelinmiş-tir. Yüzey sularının dinlence ve eğlence için kullanılması, bataklıkların, taşkın ve su depolama bakımından rolünün hesaba katılması, yağışın yeraltı suyu (aquifer) için sızdırılma alanlarının ayrılması, taş-kın için açık alanlar bırakılması vb., kent planlarının lejantlarında yer almaya başla-mıştır.16 Ev ve sanayinin atıklarının kullanımında geri dönüşüm yoluna gidilmesi atık mikta-rını azaltmakta ve bu yolla enerji tasarru-fu bakımından da önemli bir etki yaparak sürdürülebilirliğe yaklaşılmasını kolaylaş-tırmaktadır. Başlangıçta zincirleme kulla-nım düşünülerek yapılacak tasarımlar geri dönüşümü etkinleştirmektedir. Günümüz-de katı atıkları geri dönüştürerek, miktarını azaltan ve düzenli çöp döküm yerlerinde çöplerin ayrışırken oluşturduğu CH4 top-lanarak enerji üretiminde kullanılmaktadır. Ayrıca eski çöplük alanları zaman içinde yeşil alanlar haline getirilmektedir. Günü-müzde katı atık yönetim sistemlerinin et-kinleştirilmesinde önemli yol alınmıştır.Kent ve doğayı bir karşıtlık olarak düşün-mek yerine bir süreklilik olarak da düşüne-biliriz. Bu sürekliliğin bir ucunda kent var-ken diğer ucunda yaban vardır.17 Yabanda ve kentte aynı doğal süreçler yer almakta-dır. Güneş ışığı hem binaları ısıtmakta hem de bitkileri büyütmektedir. Kent doğa dışı değildir. Yabanın insanlar tarafından kendi gereksinmelerini karşılamak için dönüştü-rülmesiyle ortaya çıkmaktadır. Kent, doğal süreçleri gözönünde tutarak tasarlanmalı-dır. MacHarg kentte doğaya ihtiyacımızın kırsal alandaki doğa ihtiyacımızdan az olmadığını söylüyor.Doğadan kopan bir insanın psikolojik sorunlarla karşılaştığı bilinmektedir. Burada söz konusu olan Av-rupa’nın manikürlü kent parklarından farklı

bir şeydir. Yaban hayatını değerli kılan çe-şitlilik düzeyi bitki çeşitliliğiyle orantılıdır. Bu alanların olabildiğince büyük olmasına çalışılır. Bunların arasında yaban hayatı koridorlarının kurulması yaban alanları-nın etkililiğini artıracaktır.18 Ölçeğe özgü üçüncü strateji toplumsal ve ekonomik ilişkilere dayalı olan bölgeler için olacaktır.Burada söz konusu olan nodal bölgelerin kent dışı kesimleri için burada ele alacağı-mız sürdürülebilirlik stratejileri beş konuda yoğunlaşacaktır. Bunlar;• Biyoçeşitliliğin korunması,• Kırsal alanlarda arazi kullanma sorunla-rı,• Biyoçeşitlilik koruma bölgeleri ve sürdü-rülebilir koridorlar oluşturulması,• Dayanıklılığın (resilience) sağlanması,• Kent ve kırsal alan sürdürülebilirliğin bir-likte (co-evolutionary) evrilmesinin koşul-ları, diye sıralanabilir. Bioçeşitliliğin korunması sürdürülebilirlik koşulunun en önemli öğelerinden biri-dir. Biyoçeşitlilik 3,5 milyar yıllık evrimin sonrasında oluşmuş çok değerli bir özel-liktir.19 Bir çevredeki bioçeşitlilik arttıkça eko sistem hizmetleri artar. Bioçeşitlilik-le ekosistemlerin kararlılığı konusunda olumlu bir korelasyon vardır. Dayanıklı bir sistem şoklar karşısında temel işlevlerini koruyarak, dıştan gelen etkilere uyum yapabilecektir. Bu da sistemin self orga-nizasyon kapasitesinin artırılması demek olmaktadır. Sürdürülebilirliğin sağlanması konusunda ölçeğe özgü olan olmayan stratejileri gör-dük. Sürdürülebilirliğin sağlanması için yapılabilecekler çok çeşitli, toplumun tüm aktörlerine bir sorumluluk düşüyor. Bunla-rın her biri bir demokratik görev. Hepimizin bu demokratik görevleri yerine getirerek, sağlıklı bir çevrede yaşamayı hak etme-miz gerekiyor.

ÇEVRE DOSYASI

ww

w.n

ytim

es.

com

, Tw

igite

ctu

re: B

uild

ing

Hum

an N

est

s

51itü vakf� dergisi

TRIAX Headend

TRIAX Headend - TDX

AKILLI VE ESNEK

ENDEM endam

52 itü vakf� dergisi

Önce “Ak�lc�” Bina...

Mimaride Pasif Çözümler

Sürdürülebilir mimarl�k” ço unlukla yaln�zca bir yönüyle ele al�n�yor. Örne in, yaln�zca geri dönü türülebilir malzeme yönünden veya yaln�zca enerji tasarrufu yönünden ya da salt çevreye ve insan sa l� �na etkisi yönünden... Oysa sürdürülebilir tasar�m, bunlar�n bütününü olu turuyor...

Ayşe Hasol ErktinMimar, MDSHAS Mimarlık Ltd.

Hedef: EkosistemNASA’nın uzayda sürdürülebilir ya-şam araştırmaları sırasında geliş-

tirdiği bu sistem, bir karides, yosun ve su içeriyor. Tamamen kapalı, dışarıdan hiçbir katkı almayan sistemin tek girdisi, güneş ışınları... Sistem, hiçbir atık oluşturmuyor. Besin kat-kısına gerek yok. Organizmalardan birinin atığı, diğerinin besini oluyor. Fotosentez yoluyla yosunun ürettiği oksijen, karides ve bakterilerin yaşamasını sağlıyor. Bakteriler, karidesin atıklarını parçalıyor. Bu atıklar, yosun ve bakterileri besliyor. Yosunlar ise karidesin besinini oluşturuyor. Dengeli bir ekokürede yaşam yıllarca devam edebili-yor.Ekoküre, yaşadığımız yerkürenin küçük bir laboratuvar deneyi ... Ekokürede sürdürülebilirlik, • Sıfır atık• Atıkların besin haline dönüştürülmesitemelinde sağlanabiliyor. Bu temelde düşünüldüğünde, sürdürülebi-

lir yaşamı anlamak çok kolaylaşıyor. Örne-ğin, fosil yakıtların atıklarını dü-şünelim. Petrol ürünlerinin veya nükleer atıkların, bırakın yeniden kullanılmasını, atığın kendisinin dahi ölümcül olabilece-ğini biliyoruz. Buna karşılık, güneş, rüzgâr, toprak gibi kaynaklardan elde edilen ener-jiyi dikkate aldığımızda, sürekli bir yaşam döngüsünü izleyebiliyoruz.21. yüzyılda, yaşamın temellerini bu basit ama yaşamsal ilkeye oturtabilirsek, sürdü-rülebilirliği sağlamak mümkün.

Adım Adım Sürdürülebilirlik“Sürdürülebilir mimarlık” çoğunlukla yal-nızca bir yönüyle ele alınıyor. Örneğin, yalnızca geri dönüştürülebilir malzeme yö-nünden veya yalnızca enerji tasarrufu yö-nünden ya da salt çevreye ve insan sağlı-ğına etkisi yönünden... Oysa sürdürülebilir tasarım, bunların bütününü oluşturuyor. Konuyu belki de aşamalar halinde hiyerar-şik bir biçimde tanımlarsak, en basitinden

en karmaşık düzeye dek

yapılabilecekler sıra-lanabilir.

Birinci aşamada, doğaya ve insana zarar vermeyecek şekilde hareket etmek gere-kiyor. Örneğin binanın atıklarını azaltmak, hatta yeniden kullanmak hedefl eniyor. İn-san sağlığına zararlı olan, teneffüs edildi-ğinde zehirli olan malzemeler kullanılmıyor. Binada kullanılan malzemelerin de üretim-leri sırasında doğaya zarar vermemeleri esas alınıyor. Örneğin, bir yapı malzemesi-nin yalnızca doğal veya geri dönüştürüle-bilir olması yeterli olamayabiliyor. O malze-menin üretilirken çevreye etkisi, ne kadar enerjiyle üretildiği, ne kadar fosil yakıt tü-keterek ne kadar uzaktan taşındığı da aynı derecede önemli. İkinci aşamada, doğayla çatışmaya gir-memek gerekiyor. Güneşin ve rüzgarın olumlu etkilerini en üst düzeyde kullanma, olumsuz etkilerden de kaçınma, doğal ay-dınlatmadan yararlanma gibi, atalarımızın benimsediği doğal yapım mantığı öne çı-

Ekoküre, yaşadığımız yerkürenin

küçük bir laboratuvar deneyi.

ÇEVRE DOSYASI

53itü vakf� dergisi

kıyor. “Yeşil” binalar, bol günışığı ve doğal havalandırma alacak şekilde tasarlanıyor. Soğuk iklimlerde rüzgarın soğuk etkisinden kaçınırken, sıcak iklimlerde serinletici etki binanın içine alınabiliyor. Üçüncü aşamada, tasarruf etmek önemli. İlk akla gelen ısı yalıtımı uygulamaları. An-cak binayı yalıtırken herhangi bir şekilde yalıtmış olmayı değil; mümkünse hiç ısıt-ma ihtiyacı olmayacak şekilde yalıtmayı hedefl emek; yani “süper yalıtımlı” binalar yapmak amaç olmalı. Isı geri kazanımlı cihazlar, sayaçlı otomasyon sistemleri, gü-nışığına duyarlı aydınlatma armatürleri ve güneşlikler, su tasarrufl u rezervuar ve mus-luklar gibi teknolojik olanaklar da “yeşil” bi-naların olmazsa olmazları.Son aşamada ise binanın kendi kendisine yetmesi için enerjisini de kendisinin üret-mesi. İşletme maliyetini azaltmaya yönelik olarak, atık suyun geri kazanımı, güneş pa-nelleri, rüzgar türbinleri de dikkate değer.

Yukarıdaki “yeşil bina hiyerarşisinin” son aşamalarındaki karmaşık ve “akıllı bina” sistemlerine yönelmeden önce, ilk iki aşa-mada söz edilen konuların -yani kuşaktan kuşağa aktarılan mimarlık bilincinin- yeni-den hatırlanması gerekiyor. Sayısal enerji hesaplarından önce, güneşe ve rüzgara göre yönlenme, arsa topografyasına uyum, su havzalarının korunması gibi geleneksel mimari öngörüler ele alınmalı. Doğayla ça-tışmayan, inatlaşmayan bu tür tasarım, ba-kım maliyetlerini de azaltıyor.

Bina Formu ve YerleşimiBinayı yerleştirirken, doğanın olumsuzluk-larına karşı önlem alıp, olumlu unsurlara da binayı olabildiğince açmak, yeşil tasarımın ilk ve en önemli adımı... Örneğin, soğuk bir iklimde, cepheleri güneşe olabildiğince açmak; ancak sıcak iklimde de güneşin kavurucu etkisinden olabildiğince kaçın-mak gibi...Olabildiğince toprağa gömülen bina, hem ısıtma ve soğutma harcamalarını en alt dü-zeye indirecek, hem de toprağın eğimine uyumlu, çevresiyle barışık olacaktır. Binayı istenen kota yerleştirmek inadıyla toprağı tutmak için yapılan dayanak duvarları, be-ton setler hem görsel olarak hem de ma-liyet olarak anlamsız. Doğaya karşı değil, doğayla uyumlu bir yerleşim, doğanın da hışmını engelleyecektir.Sıcak iklimlerde, binaların ana cephelerini, günün büyük bir bölümünde sürekli yakıcı güneş alan batıya olabildiğince kapatmak, ana cepheleri, doğuya açmak, soğutma gi-derlerini azaltacaktır. Buna karşılık, soğuk

iklimlerde, bunun tam tersini yaparak, ısıt-ma giderlerini azaltmak mümkün olacaktır. Bina kitlesinin yaygın veya parçalı olması, bina cephelerinden ısı kaybını artıracaktır. Soğuk bölgelerdeki geleneksel yapıların, kompakt ve az pencereli olması, artık unu-tulmaya yüz tutan basit bir kural. Aynı şekil-de, sıcak bölgelerde avlulu ancak kalın du-varlı ve bol gölgelikli binalar da geleneksel mimaride sıkça görülen örnekler.Rüzgarı da gereksinimler doğrultusunda yönlendirmek mümkün. Sıcak iklimlerde, rüzgarın serinletici etkisini çoğaltacak bir yerleşim oluşturmak; soğuk bölgelerde de rüzgara sırtını dönmek mimara kalmış... GünışığıBinaya kontrollu günışığı alınması, hem yapay aydınlatma ve elektrik tüketimini azaltacak, hem de kullanıcıların psikolojik konforunu iyileştirecektir. Bina cephelerin-de uygun yerlere gereken boyutta pence-reler açılması, gerekirse çatı pencereleri kullanılması, binanın orta noktalarına avlu-lar ve ışıklıklarla günışığı alınması, bunlara karşın hala karanlık noktalar varsa, güneş tüpleriyle günışığının taşınması yöntemleri düşünülmeli. Günışığının insan sağlığı üzerindeki olumlu etkileri bilinen bir gerçek. Öte yandan, ya-pılan son araştırmalar, günışığı eksikliğinin, depresyon, D vitamini yetersizliği, uyku düzensizliği ve hatta kansere yol açtığını belirliyor.(1,2) Buna ek olarak, binanın için-den, doğayı algılayabilmenin ve dış meka-nı görebilmenin psikolojik yararları da “yeşil bina” kriterleri arasına girdi.

Doğaya karşı değil, doğayla uyumlu yerleşim. Aegean Hills, Bodrum

Petrol ürünlerinin veya nükleer atıkların, bırakın yeniden

kullanılmasını, atığın kendisinin dahi ölümcül olabileceğini

biliyoruz. Buna karşılık, güneş, rüzgâr, toprak gibi kaynaklardan

elde edilen enerjiyi dikkate aldığımızda, sürekli bir yaşam

döngüsünü izleyebiliyoruz.

Swissotel Grand Efes, İzmir Foto: Cemal Emden

21. yüzyılda, yaşamın temellerini bu basit ama yaşamsal ilkeye

oturtabilirsek, sürdürülebilirliği sağlamak mümkün.

54 itü vakf� dergisi

Binaya kontrollü günışığı alınması, hem yapay aydınlatma ve elektrik tüketimini azaltacak,

hem de kullanıcıların psikolojik konforunu iyileştirecektir.

Anadolu Comfort Hotel . Foto: Serdar Şamlı.

Binanın içinden, doğayı algılayabilmenin ve dış mekanı görebilmenin psikolojik yararları da “yeşil bina” kriterleri arasına girdi. Galatasera.Foto: Cemal Emden.

Öte yandan, binaların elektrik tüketiminin yarıya yakın bölümü aydınlatmadan kay-naklanıyor. Yapay aydınlatma kullanımını en aza indirgeyebildiğimiz takdirde, elektrik tüketiminde önemli bir kazanç sağ-layabileceğiz.Güneş, her zaman gülen yüzünü gösterme-yebiliyor. Kızgın batı ışınlarından korunabil-mek için, öncelikle binayı konumlandırırken olumsuz yönlerden kaçınmak; bu mümkün olmuyorsa, pencereleri olabildiğince diğer yönlere yerleştirmek; bu da olanaksızsa, pencerelerde güneş kırıcılar veya ışınları yönlendirici mimari elemanlar kullanmak önerilebilir. Böylece, günışığı hem olabildi-ğince, hem de kullanıcı kontrolunda isten-diği miktarda içeri alınmış olacaktır.

Yalıtımlı Değil, Süper Yalıtımlı Binalar...Yalıtım, “yeşil tasarım”ın vazgeçilmez koşullarından biri, belki de en önemlisi. Günümüzde, yalıtımı, ısı yalıtım standart-

larında belirtilen değerlerden çok daha ilerisi hedefl enerek detaylandırmak gere-kiyor. Buna göre detaylandırılan duvar ve çatı katmanlarının kalınlıkları toplamda 50 cm.leri bulabiliyor. Yatırımcılar için bu ka-dar kalın duvarlar, alan kaybı anlamına gel-mekte. Alan kaybına karşılık elde edilebi-lecek tasarrufl ar dikkate alınarak optimum noktalara yaklaşılabiliyor. Hedef, “yeşil tasarım”ın diğer unsurlarında olduğu gibi yalıtımda da sıfır enerji ilkesi. Bugün ılıman iklimlerde, özellikle kışın ısıtma enerjisini sıfıra indirmek sorun olmaktan çıktı. Soğuk iklimlerde ise yazın soğutma enerji gereksi-nimi en aza indirgenebiliyor.

Binanın Isı Yaymasını EngellemekBinanın kızgın güneş ışınlarını bünyesinde bi-riktirmesi ve çevresini de ısıtması olgusu da dikkate alınmalı. Bina cephesinde açık renkler kullanmak, çatılarda yansıtıcı kaplamalar seç-mek veya çatı bahçelerine yönelmek, basit ve bedava önlemler.Yeşil çatılar, hak ettikleri yere henüz kavuşa-madılar. Oysa, yeşil çatılar, bir yandan ısı ada-sı etkisini azaltırken diğer yandan ısı yalıtımını artırır. Üstelik dışarıdan gelecek gürültüyü azaltır. Yoğun yağışlarda, yağmur suyunu tu-tarak kent şebekesine daha az yük getirir. Bü-tün bunların dışında, yapay kaplamalar yerine yeşil alan kullanarak -hiç değilse- doğal bitki örtüsünü yerine koyma gayreti gösterir.

Sayısal enerji hesaplarından önce, güneşe ve rüzgara göre

yönlenme, arsa topografyasına uyum, su havzalarının korunması gibi geleneksel mimari öngörüler ele alınmalı. Doğayla çatışmayan,

inatlaşmayan bu tür tasarım, bakım maliyetlerini de azaltıyor.

ÇEVRE DOSYASI

55itü vakf� dergisi

Cephede açık renkler kullanmak, çatılarda yansıtıcı kaplamalar seçmek veya çatı bahçelerine yönelmek. Aegean Hills, Bodrum

Yağmur Suyu KontrolüSu da aynen güneş gibi olumlu özelliklerini kullanıp, olumsuz özelliklerinden kaçınmak için dikkatle yönetilmesi gereken bir “yeşil tasarım” unsuru. Bir yandan suyun boşa gitmesini ve su baskınlarını önlemeye ça-lışırken, diğer yandan da yağmur suyu ve günlük kullanım suyunu depolayıp yeniden kullanma yönüne kafa yormak gerekiyor. Binanın oturduğu arsada sert kaplama-lardan olabildiğince kaçınmak, yağmur suyunun toprak altına engelsiz geçmesini sağlayacak; yeraltı suyu dengesini koru-yacaktır. Sert kaplamalar ayrıca yazın fazla ısınmaya neden olacağından, sert kapla-madan vazgeçilmesiyle, gereksiz yüzey ısınması da önlenmiş olacaktır. Çatıya ve arsaya düşen yağmur suyunun ve mümkünse binanın kullanım suyunun arıtılarak yeniden kullanılması tasarımda ele alınmalı. Bu önlem hem binanın su açı-sından kendi kendine yetmesini sağlaya-cak, hem de ağır yağışlarda kent su şebe-kesine yoğun girişleri engelleyecektir. Bahçede kullanılan bitkilerin de yerel ve sulama gerektirmeyen bitkilerden seçilme-si önemli. Bunun için mümkün olduğunca

mevcut bitki örtüsünü kullanmak; yeni bit-kilendirme için de bakım ve sulama ge-rektirmeyen yerel bitkilerden yararlanmak tasarımda dikkate alınmalı.

Bina “Akıllı” Olduğu Kadar “Akılcı” da OlmalıHedef, “ekoküre” örneğinde olduğu gibi kendi kendine yeten, “sürdürülebilir” bina-lar... Mekanik ve elektronik sistemlere gü-venerek, geleneksel sorumluluklarımızdan kaçmaya hakkımız yok. Doğaldır ki tasar-rufl u elektrik ve su armatürleri kullanmak gerekecek; özellikle büyük binalarda, ener-ji kullanımını optimize etmek için otomas-yon sistemleri kullanılacaktır. Ancak, basit

Binayı yerleştirirken, doğanın olumsuzluklarına karşı önlem

alıp, olumlu unsurlara da binayı olabildiğince açmak, yeşil tasarımın

ilk ve en önemli adımı... Örneğin, soğuk bir iklimde, cepheleri güneşe

olabildiğince açmak; ancak sıcak iklimde de güneşin kavurucu

etkisinden olabildiğince kaçınmak gibi...

Sert kaplamalardan olabildiğince kaçınıp, yağ-mur suyunun toprak altına engelsiz geçmesini

sağlamak gerekiyor, Swissotel Grand Efes, İzmir.

Foto: Cemal Emden

Bitkilerin de yerel ve sulama gerektirmeyen bitkilerden seçilmesi önemli. Ekoyapı/İTÜ

Referanslar1- Boubekri, Mohamed, 2008, Daylighting Archi-

tecture and Health, Elsevier, UK

2- Pechacek, Christopher S., , Andersen, Marily-

ne, Lockley, StevenW., Prospective evaluation of

the Circadian Effi cacy of (Day)Light in Rooms,

LEUKOS – The Journal of the Illuminating Engi-

neering Society of North America, vol. 5, num.

1, p. 1-

ve bedava önlemleri de unutmamak gere-kiyor. Binalar, öncelikle “akılcı”, daha sonra “akıllı” olmalıdır.

56 itü vakf� dergisi

1. GİRİŞ

1992 de Rio’da gerçekleştirilen “Dünya zirvesi”, ya da Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansı, Türkiye’nin de içinde bu-lunduğu 175 ülkenin katılımıyla gerçekleştirilmiştir. Dünyada soğuk savaşın bitmesinin ardından, sermayenin askeri harcamalardan dünyanın fakir ülkelerine yönlendirilmesi konusundaki geniş çapta yapılan baskılar sonunda gerçekleştirilen bu toplantı dünya tarihinin en büyük ve en önemli zirvesidir. Toplantıda biyolojik çeşitlilik, ozon tabakasının delinmesi, dünya or-manlarının yok olması, küresel ısınma ve iklim değişikliği gibi çev-re konuları ele alınmış ve 1993 yılında imzalanmak üzere önemli anlaşmalar yazılmıştır. Sürdürülebilirlik kavramı ilk kez Norveç eski Başkanı Gro Harlem Brundtland tarafından 1986’da basılmış “Our Common Future (Ortak Geleceğimiz) isimli kitapta tanımlanmıştır. 1987’de Brundland Komisyonu olarak da anılan Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu, “Sürdürülebilir Gelişme” yi şöyle tanımlar:“Gelecek nesillerin gereksinmelerini tehlikeye atmadan bugünün gereksinmelerini karşılayan gelişme”.

Yap� Malzemesi Ya am Döngüsü De erlendirmesi

Yap� malzemelerinin ya am döngüsü de erlendirmesini esas alan ürün serti� kalar�n�n olmas�, üreticilerin ürettikleri ürünün pazardaki alternatif ürünler aras�nda hemen fark edilmesini sa lar. Ayr�ca, performans k�yaslamas�na, tedarik zincirinin anla �lmas�na, eksikliklerin ve ürünün çevre etkisinin belirlenerek düzeltilmesine yard�mc� olur. Ürün artnamesi haz�rlayan mimar, uzman ya da tüketicilerin, piyasadaki “ekolojik malzeme” olarak iddia edilen malzemelerin performans�n�, çevre etkisi ve performans� bilinen malzemeden ay�rt edebilmesine olanak sa lar…

Prof. Dr. Leyla TanaçanİTÜ Mimarlık Fakültesi

ÇEVRE DOSYASI

57itü vakf� dergisi

Buna göre, sürdürülebilir gelişme hem çev-renin korunmasını hem de yönetimini içer-mektedir. Young, sürdürülebilirliği üç ayaklı bir tabureye benzetmiş; ekosistem, ekono-mi ve toplum olan bu ayaklardan herhangi birinin eksikliğinde, bu kavramların birbirle-riyle olan karmaşık ilişkisinden ötürü “sür-dürülebilirlik taburesi”nin kararlılığını yitire-bileceğini vurgulamıştır. Sürdürülebilirliğin ölçümünde, çevrenin varlığını sürdürmesi ve aynı zamanda ekonominin gelişmesi ve sosyal gereksinmelerin tatmin edilmesi için mutlaka bireysel ve müşterek faaliyetler birleştirilmelidir. Elkington (1), sürdürülebi-lirliği, kurumsal yapıda ve sürdürülebilir ge-lişme ile bağlantılı olarak kullanılabilecek şekilde sosyal, çevresel ve fi nansal olmak üzere üçlü bir denge içinde ele almıştır. Sürdürülebilirliğin bu üç boyutlu tarifi nden ayrı olarak sürdürülebilir gelişme PICABUE olarak da adlandırılan dört ayrı ilke ile tarif edilmiştir (2): Eşitlik, gelecek, çevre ve hal-kın katılımı. Eşitlik ilkesi, bir nesilde mevcut olan yerel ve küresel ölçekteki fırsat eşitli-ğini; gelecek ilkesi minimum çevresel ser-mayenin dahi gelecek nesiller için korun-masının sağlanarak nesiller arası eşitliği; çevre ilkesi insan yaşamı için gerekli doğal süreçlerin tahrip edilmemesi ve biyolo-jik çeşitliliğin korunması için ekosistemin bütünlüğünün korunmasını; halkın katılı-mı ilkesi ise, halkın kendilerini ilgilendiren kararlarda ve sürdürülebilir gelişme süre-cinde katılımının önemini vurgulamaktadır. Kohler, diğerlerinden farklı olarak sürdürü-lebilir binanın ekolojik, kültürel ve ekonomik sürdürülebilirlik olmak üzere üç boyutunun olduğunu vurgulamıştır. Yani, binaların sür-dürülebilir gelişme çerçevesinde değer-lendirilmesinde belirli bir kültürel beklentiyi ortaya koyması beklenir (3). Görüldüğü gibi, binaların sürdürülebilir ge-lişme açısından değerlendirilmesi konusu çok boyutludur ve farklı yönler içerir. Tasa-rım kararlarında üç boyutlu “sürdürülebilir gelişme” ilkeleri önemli rol oynamaktadır. Bu amaçla çeşitli bina değerlendirme araçları geliştirilmiş olmasına rağmen, tek boyutlu ya da kredi ile ödüllendirme gibi yaklaşımlar binaların sürdürülebilir gelişme ile uyumlu tabiatını değerlendirmede yeter-siz kalabilmektedir. İnşaat sektörü sürdürülebilir gelişme açı-sından ana sektörler arasındadır. Ancak alan kullanımından, malzemelerin doğa-dan çıkarılmasına, enerji tüketimine kadar geniş bir aralıkta çevre ve doğal kaynaklar üzerinde olumsuz etkileri de beraberinde getirmektedir. İsveç’te yapılmış bir araştırmaya göre bina-lar toplumun toplam enerji ihtiyacının %30-40’ını, üretilen toplam malzemenin yaklaşık

%44’ünü kullanmaktadır (4). Avrupa Birliği verilerine göre, inşaat sektörünün çevreye olan etkisi önemli bir paya sahiptir: Avru-pa doğal kaynaklarının %50’den fazlasını tüketmekte, büyük bir atık oluşumuna ne-den olmakta, biyolojik çeşitlilik ve toprağa olumsuz etki yapmaktadır. Bir yapı ürünü olarak binalar Avrupa’da birincil enerji tü-ketiminin %40’ından, karbon ayak izinin %30’undan fazlasından sorumludur (5). Ülkelerin gelişmişlik seviyesine göre de-ğişmekle birlikte OECD ülkelerinde top-lam enerji kullanımının %25-40’ı binalarda gerçekleşmektedir. Ülkemizde de 2010 yılı verilerine göre enerji tüketiminin %32’si (28.3 mTEP) bina ve hizmetler sektöründe gerçekleşmiştir (6). Türkiye İstatik Kurumu (TUİK) verilerine göre, 2013 yılı üçüncü çeyreğinde Gayri Safi Yurtiçi Hasıla geliş-me hızları incelendiğinde inşaat sektörü %8.7 ile en hızlı büyüyen sektör olmuştur. 2010 yılında küresel inşaat hacminin sek-törlere göre dağılımında; konut inşaatları %40 ile ilk sırayı almakta; bunu %32 ile alt yapı ve %28 ile konut dışı binalar izlemek-tedir. Öte yandan binaların çevre olan ile olan ilişkisinde insan sağlığı da önemlidir. Do-layısıyla yapma çevrenin sağlık üzerindeki etkileri gün geçtikçe artan düzeyde önem kazanmaktadır (7). Toplumun “ekolojik” açıdan sürdürülebi-lir gelişmesi, bu etkileri minimize edecek bina tasarım çözümleri ile olanaklı olabilir. Bu amaca yönelik olarak “Yaşam Döngüsü Değerlendirmesi (YDD)” yöntemi geliştiril-miştir. Yaşam Döngüsü Değerlendirmesi yöntemi yapım sektöründe dört sistem se-viyesine adapte edilebilir (Şekil 1): Malze-me, Ürün; Bina; Endüstri. Malzeme ve Ürün seviyesindeki YDD bilgisi mimarlar tarafın-dan malzeme ve ürün seçimi aşamasında kullanılır. Ürün seviyesinde, malzemelerin bir araya getirilmesiyle oluşturulan bileşen-lerin YDD hesabı yapılır. Bu aşamada Gabi,

SimaPro gibi genel amaçlı YDD yazılımları kullanılır. Bina seviyesindeki YDD bilgisini mimar kendisi üretebilir. Bu süreçte, mi-marlar, ürettikleri projenin çevre etkisini or-taya koyabilmek amacıyla binalar için özel olarak hazırlanmış Athena Bees gibi YDD yazılım araçlarını kullanabilirler. Endüstri düzeyinde üretilen YDD bilgisi daha ziya-de kanun koyucu ya da planlamacılar ta-rafından kullanılır. Her bir üst seviye bir alt seviye üzerine kurulmaktadır. Her sistem çekirdekte yer alan malzemeden itibaren genişler.

2. MALZEMEDE YAŞAM DÖNGÜSÜ DEĞERLENDİRMESİ Tasarımcı, tasarlayacağı yapıda kullanaca-ğı yapı malzemelerinin yapının tüm çevresel yüküne etkisini daha ön tasarım evresinde iken tahmin edebilmek için, piyasada mev-cut alternatif yapı malzemelerini/ürünlerini, söz konusu malzemelerin insan sağlığı ve çevre üzerindeki etkilerini göz önünde bu-lundurarak karşılaştırabilmeli ve alternatif-ler arasından en uygununu seçebilmelidir. Bugün malzemeler hakkında daha şeffaf bilgiye sahip olmak pek çok öncü mimarlık fi rmasının önceliği haline gelmiştir. Ancak yapı malzemesi/ürünü seçimine yö-nelik karar alma sürecinde estetik, işlevsel ve ekonomik kriterlerin yanında malzeme-lerin ekolojik özelikleri genellikle yok varsa-yılmakta ya da çok önem verilmemektedir. Bunun nedeni, konunun çok karmaşık ol-masında ve buna bağlı olarak karşılaşılan enformasyon eksikliğinde yatmaktadır. Bu durumda, seçilecek olan yapı malzemesi/ürünü alternatifl erine ilişkin ekolojik özellik-lerin mevcut ve uygulamaya yönelik olarak sunulmuş olması gerekli olmaktadır. Ayrıca, pek çok pilot çalışma ile sınandığı gibi, ekolojik olan bir çözüm aynı zamanda eko-

Şekil 1. YDD yönteminin yapım sektöründe

ele alındığı sistem seviyeleri

Binaların sürdürülebilir gelişme açısından değerlendirilmesi konusu

çok boyutludur ve farklı yönler içerir. Tasarım kararlarında üç

boyutlu “sürdürülebilir gelişme” ilkeleri önemli rol oynamaktadır. Bu amaçla çeşitli bina değerlendirme

araçları geliştirilmiş olmasına rağmen, tek boyutlu ya da kredi ile ödüllendirme gibi yaklaşımlar

binaların sürdürülebilir gelişme ile uyumlu tabiatını değerlendirmede

yetersiz kalabilmektedir.

58 itü vakf� dergisi

nomik de olmaktadır. Malzemelerin ekolo-jik özellikleri ISO 14040 serisi uluslararası standartlarında tanımlanan Yaşam Dön-güsü Değerlendirmesi – YDD (Life-Cycle Assesment – LCA) yöntemine göre belir-lenmektedir. YDD yöntemi, malzemelerin/ürünlerin üretilmesinden yok edilmesine kadar olan yaşam döngüsü süreci içinde, çevre ve sağlık üzerinde neden oldukla-rı farklı etkilerin analizinin yapılmasına ve bu etkilerin miktarının belirlenerek etki de-ğerlendirmesinin tek bir bütünsel çerçeve içinde ele alınmasına yardımcı olmaktadır. Yaşam döngüsü süre-cinin tüm aşamalarını kapsayan bu bütün-leşik yaklaşım, yaşam döngüsü sürecinin herhangi bir aşamasın-da oluşabilecek çevre etkisinin, sürecin di-ğer aşamasını dolaylı olarak etkilememesini sağlamaktadır.ISO 14040 standardı-na göre; YDD yönte-minde döngünün her aşamasında enerji, su ve hammadde tüketilir-ken, karşılığında çevre-ye ısı, gaz, sıvı ve katı atıklar atılır. “Ekolojik gerilim etkeni” denilen bu salımlar farklı sevi-yelerde çevre etkisi oluşturur (CO2 salını-mı, sera gazı etkisi, küresel ısınma, bölge-sel iklim değişikliği gibi) (Şekil 3). Sistem girdilerinin ve çıktılarının miktarı hakkında bilgi toplandığı “Envanter Ana-lizi” sonrasında yapılan etki değerlendir-mesi aşamasında elde edilen veriler in-san sağlığı ve çevre için yarattığı öneme göre değerlendirilir. Örneğin bazı atıkların kanserojen olduğu veya çevre için zehirli olduğu saptanır ya da örneğin atmosfere olan etkinin suya olan etkiden daha önem-li olmadığına karar verilir. Ortaya konacak parametreler için yazılmış standart bir şart-name olmaması, çevre etkisinin her durum için ayrı olarak saptanmasını gerektirmek-tedir. Dünyada yapılan çalışmalarda her bölge, öncelikli çevre etkisini belirlemek-tedir: Etkinin, içinde bulunduğu coğrafi bölgeye göre önemi (küresel/yerel); etkinin sebep olduğu tehlikenin şiddeti (tehdit edi-ci boyutta olması/zararsız olması); etkiye maruz kalma derecesi (sürekli/ara sıra etkili olma) gibi parametrelere göre değerlendir-me yapılabilmektedir. Öte yandan etkinin oluşmasına neden olan üretimde kullanılan

malzeme ve teknolojinin, tüketilen birincil enerji türünün, ürünün/sürecin elde edil-diği bölgenin, iklimin, coğrafyanın, ülke kaynakları ve olanaklarının farklılaşması-nın da malzemenin çevresel performansı üzerinde etkisi olduğu kaçınılmazdır. Bunların dışında, ülkelere ait ekonomik, kül-türel, sosyal ve hukuki altyapıdaki farklılık-lar, ülkeye özgü birincil risk faktörleri, çevre etkisinin boyutunu değiştirebilmektedir.

2.1. YDD Yönteminde Adımlar:YDD yöntemi ISO 14040 standardına göre dört evreden olusmaktadır. Bunlar: Amaç ve kapsamın tanımlanması; Yasam döngü-

sü envanteri (YDE) analizi; Yasam döngüsü etki değerlendirmesi (YDED) ve yorumla-ma evreleridir.

• Amaç ve kapsamın tanımlanması: De-ğerlendirilecek ürün, ürünün hangi işlev-sel birim üzerinden yaşam döngüsünün değerlendirileceği ve detaylandırma de-rinliği tanımlanır. Analiz tipi, değerlendir-mede dikkate alınacak etki kategorileri, ve toplanması gereken bilgiler bu aşamada tanımlanır.

• Envanter Analizi: Bu aşamada ürünün ya-şam döngüsünün tüm evrelerinde kullanılan hammadde ve enerji ile atmosfer, su ve top-rağa atılan salımların miktarı hesaplanır. Böy-lece ürünler ve işlemler envanter analizi ile kı-yaslanabilir ve değer-lendirilebilir. Envanter analizi sonuçları tatmin edici ise bir sonraki aşama olan çevre et-kisi değerlendirmesine gerek kalmaz. Envan-ter analizi aşamasın-da yazılım araçları ve veritabanları önemlidir. Bir ürünün beşikten mezara yaşam döngü-

sü değerlendirmesinin her yapılışında her bir ürünün envanter analizinin yapılması olanaklı değildir. Onun yerine, basit yazı-lım araçları geliştirilmiştir. Örneğin, sadece malzeme miktarlarının girilebildiği tablolar içeren yazılımlar mevcuttur.

• Etki Değerlendirme: Bir üründen çıkan salımların insan ve yeryüzü ekosistemine olan etkisine dönüştürülme aşamasıdır. Bu etkilerin anlaşılabilmesi için, kaynak kulla-nımı ve atılan salımlar gruplandırılır, belirli sayıda kategoriye indirgenir. Bunlar daha sonra önem derecelerine göre ağırlıklandı-rılabilir. Diğer bir deyişle envantter analizin-den gelen veri birinci aşamadaki kapsam doğrultusunda belirlenen etki kategorile-rine atanır. Bu aşamadan çıkan sonuç ya her bir etki kategorisi için ayrı bir değerdir ya da ağırlıklandırma uygulanmış tek bir değerdir. Yaşam döngüsü değerlendirme araçlarının etki değerlendirmeleri farklılık-lar gösterir. Ancak örneğin BEES, etki de-ğerlendirmesinde geniş bir seçenek aralığı sunar ve kullanıcının değer yargısına göre seçmesine olanak tanır. Bu konuda ülkele-rin kendi koşullarını dikkate alan etki de

Toplumun “ekolojik” açıdan sürdürülebilir gelişmesi, bu etkileri

minimize edecek bina tasarım çözümleri ile olanaklı olabilir. Bu

amaca yönelik olarak “Yaşam Döngüsü Değerlendirmesi (YDD)”

yöntemi geliştirilmiştir.

ÇEVRE DOSYASI

Şekil 2. Malzemenin Yaşam Döngüsü: dünya re-

zervlerinden çıkarılan cevher ya da hammadde

malzeme olarak üretilmek üzere işlemden geçiri-

lir. Bunlar, fabrikalarda ürünlere dönüştürülür. Ya-

şamlarının sonunda atılır. Belki bir kısmı yeniden

geri dönüşüme girebilir, diğer bir kısmı yakılabilir

ya da araziye doldurulur. Döngünün her bir aşa-

masında enerji, malzeme ve su tüketilir. Karşılı-

ğında CO2 , SOx, NOx ve diğer salımlar ısı, gaz,

sıvı ve katı atık olarak çevreye atılır. Bunlar Yaşam

Döngüsü Analizi tekniği ile değerlendirilir (8).

59itü vakf� dergisi

ğerlendirme yöntemleri oluşturulmaktadır (9). • Yorumlama: Yaşam döngüsü analizi so-nuçları, bilginin en iyi şekilde aktarılmasını sağlayacak şekilde sunulur. Ürünün veya servislerin çevre etkisini minimize edecek gereksinme ve fırsatları sistemli bir şekil-de değerlendirilir. Bu aşamanın sonucun-da elde edilen bilgi, çevre dostu kararlar alınmasına doğrudan yarar sağlar. Yaşam Döngüsü değerlendirmesi yinelenen bir işlemdir. Sonuç olarak, YDD’nin yorumlan-ması sonucunda önerilen tasarımda de-ğişikliklere gidilebilir ve ikinci aşama olan envanter analizi tekrar edilebilir.

2.2. YDD ile ilgili Zorluklar:Yaşam döngüsü değerlendirmesi yöntemi bir ürünün çevre etkisini analiz etmek için kullanılan en iyi yöntem olmasına rağmen, yöntemin kendisi ve verileri halen gelişme halindedir. Ağırlıklı olarak envanter verileri-nin elde edilebilirliğine, eksiksiz olmasına ve YDD araçlarının kullanılması sırasında malzemenin tablolaştırılmasına dayanan karmaşık bir yöntemdir. Mimar ve YDD kullanıcıları için tüm binanın YDD’sinin performansını ölçmede dört ön-celikli alan zorluk oluşturur. Bunlar: • Veri toplama: Nitelikli envanter eksikliği, kolay kullanım için envanter bilgilerinin top-lanmasının, tablolaştırılmasının gerekliliği.• Veri kalitesi: Bir tek üreticiden toplanan verilerin güvenilir olmaması; verilerin üçün-cü tarafl arca onaylanmasının gerektiği,• Etki değerlendirme yöntemleri: YDD ge-lişmekte olan bir bilimdir. Envanter sonuç-larını çevre etkisine dönüştüren yöntemler etki kategorisine göre değişebilmektedir. • Ağırlıklandırma: Envanter sonuçları fark-lı etki kategorileri için farklı sayılar verir. Ağırlıklandırma kararının verilmesi sıklıkla kullanıcıya bırakılır. Sonuçları tek bir sayı-ya döndürmek tahmin ve genellemelerin yapılmasını gerektirir. Genellikle ağırlıklan-dırma yapılmaz, her bir etki kategorisi için etkiler ayrı ayrı raporlanır. • Binalarınn kıyaslaması: YDD si yapılmış olan projeler arasında performans kıyasla-ması yapılması gerekmektedir. Bu kıyas ya geçmş verilerle, ya endüstrinin belirlediği yerleşik ortalama bir performans ölçütüyle, ya da en iyi örnek ile yapılabilir.

2.3. Eko Etiketleme ve Ürün Bildirimleri:Tasarımcılar, yapı malzemesi üreticileri gibi yapım sektöründe rol alan kişiler satın al-dıkları ürünün çevre etkisi hakkında, karşı-laştırmaya da olanak sağlayacak şekilde belirli formatta bilgiyi talep etmektedirler. Bu amaca yönelik olarak birtakım etiketle-me sistemleri geliştirilmiştir. Çevre Ürün Bil-dirimleri bir ürünün ömrü boyunca çevreye verdiği etkiyi listeler. Bunlar, gıda ürünleri üzerinde verilen besin bilgisine benzemek-tedir. Uygulamayla uyumlu, tarafsız, tahkik edilebilir, kesin bilgi olmalıdır. Bunu sağ-lamak üzere ISO 14020 serisi standartları uyarınca üç tip çevresel etiket ve bildirim geliştirilmiştir (Tablo1). BS EN 15804, tüm yapı malzemeleri ve servisleri için temel bir “Ürün Kategori Kuralı” sağlamaktadır. Ürün Kategori Ku-ralı (ÜKK) bir ürün grubu için hazırlanacak olan Tip 3_Çevre Ürün Bildirimi için gerekli olan bilginin özgün kurallarını ve esaslarını sunar. Binaların çevre performansının de-ğerlendirilmesinde, kullanılan ürünle, uygu-lanmasıyla ilgili ya da binayı kullananların sağlıkları ile doğrudan ilişkili olabilecek en doğru teknik bilgi veya senaryonun oluştu-rulmasını sağlar. Bu sayede alternatif yapı malzemeleri arasında bir karşılaştırma ola-nağı doğar (Şekil 4). Ürün Kategori Kuralı (ÜKK), Yaşam Dön-güsü Değerlendirmesi’ (YDD) nin nasıl ya-pılacağını söyler. Yaşam Döngüsü Değer-lendirmesi, Çevre Ürün Bildirimi ‘nin (ÇÜB) içinde özetlenir. Ürün kategori kuralı, ürün kategorisini be-lirler; üreticinin hangi etkileri paylaşması gerektiğini ortaya koyar; bu etkileri nasıl ölçeceğini detaylandırır. Yaşam Döngü-sü Değerlendirmesi (YDD), bağımsız bir YDD uygulayıcısı tarafından yapılır; ürü-nün nasıl yapıldığını anlatır; her bir çevre etkisini açıklar ve nasıl ölçüldüğünü izah eder. Çevre Ürün Bildirimi (ÇÜB) YDD so-nuçlarını kısa olarak yazarak gösterir; Belirli sınırlar içinde YDD’den gelmeyen verile-ri katabilir; ürünleri kıyaslamaz, ancak kı-yaslama yapmayı kolaylaştırır. Burada her üç aşamada da dikkat edilmesi gereken hususlar vardır: Ürün Kategori kurallarının oluşturulmasında endüstride rol alanların etkisine dikkat etmek gerekir; Yaşam Dön-güsü Değerlendirmesi her zaman Ürün

Şekil 3. Çevre etkisi zinciri.

Kategori Kurallarından gelmeyebilir; Çevre Ürün Bildirimleri, olması gerekenden daha kapsamlı olabilir. BS EN 15804’e göre bir ürünün Çevre Ürün Bildirimi (ÇÜB)’inde YDD’nin her bir aşa-masında verilmesi gereken “Enformasyon Modülleri” bulunur. Bu modüller o ürüne ait “Ürün Kategori Kuralları” ile uyum içinde ol-malıdır. Özellikle yapı malzemelerine ait bir çevre ürün bildirimi binanın yaşam döngü-sünün tüm aşamalarını içinde barındırdığı zaman anlamlı hale gelir (Şekil 5). Beşikten kapıya, beşikten şantiyeye ve beşikten me-zara şeklinde üç tip olarak ele alınan çevre profi llerinde, eğer olanaklı ise en azından olası servis ömrü ve yaşam sonrası se-naryolar oluşturulmalıdır. Genel bir kural olarak bir ürünün Çevre Ürün Bildiriminde “beşikten kapıya” olan ilk aşamada üç yılı geçmeyecek şekilde ürün cinsine ait öz-gün bilginin daha fazla verilesine izin verilir. Daha sonra gelen yaşam döngüsü aşama-ları hakkında verilen bilgi tercihen ayrı ola-rak sunulmalıdır. Bu sayede gelecekte bu bildirimi kullanan kişilerin farklı senaryolar oluşturmasına olanak sağlanmış olur. Bir çevre ürün bildiriminde yaşam döngü-sü değerlendirmesine dayanılarak verilen enformasyon modülleri, kabul edilen çevre profi line göre aşağıdaki gibidir:1. Beşikten-Kapıya çevre profi li kapsamın-da yer alan enformasyon modülleri: A1. Hammadde edinimi ve işlenmesi, ikincil üretim girdilerinin işlenmesi (örn. Geri dö-nüşüm işlemi); A2. Fabrikaya nakil; A3. Üretim. Bu profi lde YDD, birim ürün başına yapılır ve ÇÜB’e yansır.2. Beşikten-Kapıya seçimli: Beşikten-Kapı-ya çevre profi li, ürünün yaşam döngüsün-deki ileri evrelerinden biri veya birkaçını değerlendirmeye dahil edebilir. Bu durum-da profi l “Beşikten Kapıya-seçimli” (Cradle to Gate with optional) olur ve diğer evrele-rin gerektirdiği enformasyon modüllerini de kapsar. Bu profi lde YDD, döngünün diğer aşamalarını da kapsayabileceği için ürü-nün işlevsel birimi başına yapılır ve ÇÜB ona göre oluşturulur. 3. Beşikten-Mezara çevre profi li: Yaşam döngüsü değerlendirmesinde tanımlanan sistem sınırına göre ürün, yapım, kullanım ve yaşam sonrası aşamadan oluşan ve A1’den C4’e kadar tüm enformasyon mo-

60 itü vakf� dergisi

(*) Sahip olduğu ürüne sertifi ka alan şirket ve sertifi ka veren arasındaki bağımsızlık derecesini belirleyen seviyelerdir.

(**) 1. Taraf: Ürün sağlayıcı; 2. Taraf: Satın alan müşteri; 3 Taraf: işle ilgisi olmayan bağımsız kişi ve kuruluşlar.

Tip 1 ve Tip 3 türü etiketleme için Yaşam Döngüsü Değerlendirmesi (YDD) gereklidir.

Avrupa, doğal kaynaklarının %50’den fazlasını tüketmekte,

büyük bir atık oluşumuna neden olmakta, biyolojik çeşitlilik ve

toprağa olumsuz etki yapmaktadır. Bir yapı ürünü olarak binalar

Avrupa’da birincil enerji tüketiminin %40’ından,karbon ayak izinin

%30’undan fazlasından sorumludur.

düllerini zorunlu olarak içeren bu profi lde D modülü seçimli olarak dahil edilir. D mo-dülü ürünün yaşam döngüsünün dışında kalan tamamlayıcı ek bilgiyi sunar (BS EN 15804). Bu profi lde, yaşam döngüsünün tüm evreleri zorunlu olarak değerlendirilir; ürünün işlevsel birimi üzerinde değerlen-dirme yapılır ve çevre ürün bildirimine veri aktarılır.Enformasyon modülleri YDD’nin yapım evresinde A4-A5 (taşıma, yapım/uygula-ma); Kullanım evresinde B1-B7 (kullanım, bakım, onarım, değişim, yenileme, işletme enerjisi kullanımı, işletme suyu kullanımı); Ürünün ömrünü tamamlaması sonrası evresinde ise C1-C4 (Yapı söküm/yıkım, nakliye, atık işleme, bertaraf) enformasyon modüllerini içermelidir. D Modülü, ürünün yeniden kullanım, geri dönüşüm ve yenile-me potansiyelini belirler.

2.4. Sağlık Ürün Bildirimi:Yapı endüstrisi, malzeme seçimi ve şart-namesinin hazırlanması sırasında, sade-ce enerji ve çevre etkisi gibi kriterleri göz önünde bulundurmanın ötesinde tüm teda-rik zinciri sürecinde malzemenin neden ol-duğu canlı sağlığı ve etkilerini göz önünde bulundurma durumuna gelmiştir. Dolayısıy-la endüstrinin, ürettiği malzemelerde yer alan kimyasalların insan sağlığı üzerinde yarattığı etkilerin farkında olması, malzeme kullanıcılarının ise satın aldığı ürünlerin içe-riğini bilinçli bir şekilde kontrol edebilmesi gerekir. USGBC bu konuda, yani malzeme-lerin insan sağlığı ve çevre etkisi konusun-da rehber olabilecek bir kaynak sunmuştur (10). Bilindiği gibi her geçen gün piyasaya git-tikçe artan sayı ve çeşitte farklı kimyasallar sunulmakta ve bu kimyasallar yapı ürünleri içinde de yer almaktadır. Bunların içeriği nedir ve insan sağlığını nasıl etkilemek-tedir? Bu soruların yanıtını bulmak bazen güçtür, çünkü gerek bilimsel bilgi, gerek tedarik zinciri konusunda bilgi eksikliğimiz bulunmaktadır. Bazen yanıt oradadır ancak entelektüel düzeyimiz algılamaya yeterli değildir. Çeşitli organizasyonlar, etiketleme

Tablo 1. Çevre etiketleme ve bildirim türleri.

ÇEVRE DOSYASI

61itü vakf� dergisi

Şekil 4. ÜKK, YDD ve ÇÜB arasındaki ilişki.

programları ya da ilkeleri bu bilgiyi damıt-maya çalışmaktadırlar, ancak sonuçta kar-maşık yapıda pek çok araç, kısaltma orta-ya çıkmaktadır. Bu konuda Green Science Policy Institute, piyasada mevcut en zararlı ya da riskli kimyasalları altı kimyasal aile içinde gruplandırmıştır. Örneğin, Ameri-ka’da piyasada bir kerede kaydedilen 80 bin üzerinde kimyasalın her birini incele-mek yerine, yapı malzemeleri ve tüketim ürünlerinde bulunabilecek en riskli madde-leri bu altı grup içinde incelemektedir. Bu yaklaşım, aynı aileden olan kimyasalların benzer zehirli etkilerinin olabileceği yakla-şımı ile henüz yeterli düzeyde test edilme-miş ve değerlendirilememiş kimyasalların potansiyel sağlık riskini açığa çıkarmaya yaramaktadır. Bu altı kimyasal sınıf üretim-de, satışta, hükümette rol alan karar verici-leri eğitmekte, daha güvenli yeşil kimyanın keşfedilmesini sağlamakta, daha sonradan pişmanlık uyandırabilecek alternatifl erin kullanılmasını engellemektedir (11). Ürüne ilişkin diğer çevre beyanları gibi (örn. Çevresel Ürün Bildirimi) Sağlık Ürün Bildirimi (SÜB) (HPD-Health Product Dec-

laration) (12) ürünün içerdiği kimyasallar ve onların sağlık üzerindeki etkileri hakkında kapsamlı bilgi sunar. Böylece ürünün este-tik ve performansa yönelik ölçütleri yanısıra sağlık konusundaki ölçütlerine de şeffaf bir şekilde ulaşılmış olur.

3. SONUÇ

Malzemeye ilişkin kararların binanın yaşa-mı boyunca neden olduğu çevre etkisi üze-rindeki etkisi ancak bütünsel bir yaklaşımla ele alınan bina ölçeğinde yaşam döngüsü değerlendirmesi ile olanaklıdır. O nedenle YDD, kapsamı, uygulanması, uygulamada kullanılan araçlar ve kapasiteleri gibi bil-gilerin mimarlar tarafından takip edilmesi uygun olacaktır. Binalar ve bu binalarda kullanılan ürünler uzun tedarik zincirleri içeren karmaşık bir yapıdadır. Ancak sürdürülebilirlik ve LEED ya da BREEAM gibi yeşil bina değerlendir-me araçları şeffafl ık için baskı yapmakta; tedarik zincirinde yer alan birimlere gittikçe artan miktarda bilgi sorulmaktadır. Yaşam Döngüsü Değerlendirilmesi ile bu bilginin

gerek tedarik birimleri arasında gerek son tüketiciye yansıması sağlanır.Yapı malzemelerinin yaşam döngüsü de-ğerlendirmesini esas alan ürün sertifi kaları-nın olması, üreticilerin ürettikleri ürünün pa-zardaki alternatif ürünler arasında hemen fark edilmesini sağlar. Ayrıca, performans kıyaslamasına, tedarik zincirinin anlaşılma-sına, eksikliklerin ve ürünün çevre etkisinin belirlenerek düzeltilmesine yardımcı olur; Ürün şartnamesi hazırlayan mimar, uzman ya da tüketicilerin, piyasadaki “ekolojik malzeme” olarak iddia edilen malzemelerin performansını, çevre etkisi ve performan-sı bilinen malzemeden ayırt edebilmesine olanak sağlar.

Şekil 5. Yaşam Döngüsü Değerlendirmesinin farklı evrelerini kapsayan Çevre Profi lleri.

Be ikten mezara: bir binaya tak�lan 1m2 eleman�n 60 y�l ömründeki çevre performans�

KAYNAKLAR

1. Elkington, J., “Cannibals with Forks: The Triple Bottom Line of 21st Century Business, Capstone, Oxford, 1997. 2. Mitchell, G., May, A., McDonald, A., “PICABUE: A met-hodological framework for the development of indicators of sustainable development”, International Journal of Sustainable Development and World Ecology 2, 1995, 104–123.3. Ding, F. C. G., “Sustainable construction—The role of en-vironmental assessment tools”, Journal of Environmental Management 86, 2008, 451–464.4.Erlandsson, M., Borg, M., “Generic LCA-methodology applicable for buildings, constructions and operation ser-vices—today practice and development needs”, Building and Environment 38, 2003, 919 – 938.5.European Commission: Joint Research Center: http://susproc.jrc.ec.europa.eu/activities/emas/construction.html6. TMMOB Makine mühendisleri odası: Dünyada ve Türki-ye’de enerji verimliliği, Oda Raporu, Genişletilmiş 3. Baskı, Nisan 2012, Yayın no: MMO/589: http://www.mmo.org.tr/resimler/dosya_ekler/fa34c3c2eb9b729_ek.pdf7. AIA: http://www.aia.org/practicing/materials/index.htm.8. “CES EduPack 2007-Architecture and the Built Environ-ment Edition”, University of Cambridge, Massachusetts Institute of Technology and Granta Design, Mike Ashby, John Fernandez and Aileen Gray.9. Oztas Karaman S., Tanacan L., “Development of Local Weighting Factors in the Context of LCIA”, International Journal of Advanced Materials Research, Vol. 935, 2014, pp. 293-296. 10. The Green Building Information Gateway: http://insi-ght.gbig.org/standardization-and-classifi cation-two-pie-ces-of-the-safer-materials-puzzle/) (http://www.sixclasses.org) 1.8.2014:11. http://insight.gbig.org/standardization-and-classifi cati-on-two-pieces-of-the-safer-materials-puzzle/ 12. HPD-Health Product Declaration: Health Product Dec-laration Collaborative (HPDC): http://hpdcollaborative.org.

Yapı endüstrisi, malzeme seçimi ve şartnamesinin hazırlanması

sırasında, sadece enerji ve çevre etkisi gibi kriterleri göz önünde

bulundurmanın ötesinde tüm tedarik zinciri sürecinde malzemenin neden

olduğu canlı sağlığı ve etkilerini göz önünde bulundurma durumuna

gelmiştir.

62 itü vakf� dergisi

Dünya Enerji İstatistikleri Raporuna göre yıllık enerji tüketimi 2010’da dünyada % 5.6, OECD ülkelerinde

% 3.5, gelişmekte olan ülkelerde % 7.5 artarken, Türkiye’de % 9.8 artmıştır. Enerji tüketiminde gözlemlenen bu yükselme-nin, gelecek dönemde de artarak devam etmesi beklenmektedir. Buna göre, 2009-2035 döneminde küresel birincil enerji talebinin % 40 artacağı tahmin edilmek-tedir. Türkiye, enerjide büyük ölçüde dışa bağımlı bir ülkedir ve enerji ihtiyacı hızla artmaktadır. Dünya Enerji Konseyi’nin Türk Ulusal Komitesi’ne göre, önümüzdeki on yıl içinde Türkiye’nin yıllık enerji tüketimi-nin iki katından fazla artması beklenmek-tedir. Türkiye’nin 2002 yılında enerji itha-latının toplam ithalatındaki payı %12 iken, bu oran 2009’da %21’e çıkmıştır. Enerji

Türkiye’de Yeni Yap�lacak Konut Projelerinin Enerji Verimlili i le Elde Edilecek Tasarruf ve Bu Tasarrufun Ulusal Enerji htiyac�n� Ne Seviyede Azaltaca �n�n Analizi

Bu makaleye konu çal� man�n amac�; Türkiye’de yeni yap�lacak konut projelerinde enerji verimlili i ile elde edilebilecek tasarrufu ortaya koymak, bu tasarrufun ülkemizin enerji ihtiyac�m�z� ne oranda azaltaca �n� analiz etmektir. Çal� ma kapsam�nda uluslararas� ye il bina serti� kas� LEED Gold aday� olarak enerji verimli tasarlanan gerçek bir konut projesi Enerji Modellemesi ile simüle edilip, baz bir binaya göre elde etti i enerji tasarrufu tespit edilerek bu tasarrufun Türkiye’de üretilecek tüm yeni konutlarda sa lanmas� ile önümüzdeki 10 y�lda ne kadar enerji tasarrufu yap�labilece i hesaplanm� t�r. Elde edilecek toplam tasarruf miktar�n�n ülke enerji ihtiyac�n�n ne kadar�na kar �l�k gelerek ulusal enerji verimlili i hede� mize katk�s� say�sal olarak ortaya konmu tur.

Dr. M. Emre ÇamlıbelSOYAK HoldingGülcemal Alhanlıoğlu-Deniz UğurluSOYAK Yapı

tüketiminde yaklaşık 2/3’ü teşkil eden do-ğalgaz ve petrolde dışa bağımlı olması Türkiye’nin enerji stratejisinin belirlenme-sinde çok önemli bir role sahiptir [1].Türkiye karbondioksit salımı açısından değerlendirildiğinde %1.3’lük payla dün-yada 13. sırada yer almaktadır. 1990 yılın-da atmosfere yıllık olarak 200 milyon ton karbondioksit bırakırken, CO2 salımı 2004 yılında yaklaşık 350 milyon ton, 2010 yı-lında ise 400 milyon tona ulaşmıştır. Bu artış hızıyla, Türkiye OECD ülkeleri ara-sında en yüksek salım artışına sahip ülke durumundadır. Sera etkisine yol açan kar-bondioksit emisyonunun büyük bir kısmı enerji üretimi ve tüketiminde fosil yakıtla-rın kullanılmasından kaynaklanmaktadır. Bu nedenle fosil yakıt kullanımını ve fosil kaynaklar yerine çevreye zarar vermeyen

ÇEVRE DOSYASI

Ulusal Enerji Verimlili i Hedefimize Katk�

63itü vakf� dergisi

yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı ve enerji verimliliği hedefl enmelidir [1].Enerji verimliliği ve CO2 salımı inşaat sek-törü için özellikle önem taşımaktadır. AB ülkelerinde binaların toplam enerji tüke-timinin %40’ından, toplam CO2 salımının ise %36’sından sorumlu oldukları tahmin edilmektedir. Diğer yandan, UNEP (Bir-leşmiş Milletler Çevre Programı) tarafın-dan hazırlanan rapor, dünyadaki toplam enerji tüketiminin üçte birinden fazlasının binalarda tüketildiğini, bunun çoğunlukla ısınma, aydınlatma, havalandırma gibi bi-naların sürekli ihtiyaçlarından kaynaklan-dığını ifade etmektedir. Raporda, inşaat malzemeleri üretimi, inşaat ve bina yıkımı gibi faaliyetlere ayrılan enerjinin binalar tarafından harcanan enerjinin ancak %10-20’sine eşit olduğu vurgulanmaktadır [2].Türkiye’de enerjinin yaklaşık %40’ı bina-larda tüketilmektedir. Binalarda tüketilen enerjinin büyük bir kısmı (yaklaşık %70-80) ısıtma ve soğutma amaçlı, geriye ka-lan kısmı (yaklaşık %20-30) ise aydınlatma ve elektrikli cihazlarda kullanılmaktadır. Benzer şekilde, Türkiye’de tüketilen top-lam elektriğin yaklaşık %43’ü binalarda, %25’i konutlarda kullanılmaktadır ve bina-lar enerji tüketiminde sanayi sektöründen sonra ikinci sırada yer almaktadır [3]. Türkiye’de son yıllarda enerji verimliliği başta olmak üzere iklim değişikliği konu-sunda büyük adımlar atılmıştır. Binalar-da Isı Yalıtım Standardı TS 825 ile 2000 yılında başlayan süreç; Enerji Verimliliği Kanunu (2007), Enerji Kaynaklarının ve Enerjinin Kullanımında Verimliliğin Arttırıl-masına Dair Yönetmelik (2008), Binalarda Isı Yalıtımı Yönetmeliği (2008), Binalarda

Enerji Performansı Yö-netmeliği (2008) gibi yasa ve yönetmeliklerle ivme kazanmıştır. Kyoto Protokolüne katıl-mamızı müteakip 2010 yılında “Ulusal İklim De-ğişikliği Strateji Belgesi 2010-2020” yayınlan-mıştır. 2011 yılında ya-yımlanan, küresel iklim değişikliğinin etkilerini azaltmaya yönelik enerji, binalar, atık, ulaşım, sa-nayi, tarım gibi pek çok

sektörde eylem planları ve hedefl er belir-leyen “İklim Değişikliği Ulusal Eylem Planı 2011-2023”ün bina sektöründeki 2023 he-defi ; binalarda yenilenebilir enerjiyi arttır-mak ve 2017’ye kadar tüm binalara Enerji Kimlik Belgesi verilmesidir.2012 yılında yayınlanan “Enerji Verimliliği Strateji Belgesi 2012-2023”te ise binaların enerji taleplerini ve karbon emisyonlarını azaltmak; yenilenebilir enerji kaynakları kullanan sürdürülebilir çevre dostu bina-ları yaygınlaştırmak, kamu kuruluşlarında enerjiyi etkin ve verimli kullanmak amaç-lanmaktadır. Hedefl erden biri, “2023 yılı-na kadar enerji verimliliği ve yenilenebilir enerji kaynakları alanlarında, yurt içinde gerçekleştirilen AR-GE sonuçlarına daya-narak üretime aktarılmış özgün tasarım ve/veya ürün sayısı en az elli (50) olacaktır” şeklindedir. Ayrıca Enerji Verimliliği Strate-ji Belgesi’nde, 2023’te Türkiye’nin GSYİH başına tüketilen enerji miktarının 2011 yılı değerine göre en az %20 azaltılması he-defl enmektedir. Hedefl erden bir diğeri de, 2010 yılındaki yapı stokunun en az dört-te birinin 2023 yılına kadar, sürdürülebilir yapı haline getirilmesidir.

Devletin öncülüğünde başlamış olan yu-karıdaki gelişmeler, özel sektör ve sivil toplum örgütlerinin de konu ile ilgili ça-lışmalarını hızlandırmasını sağlamıştır. Yasa ve Yönetmeliklerce uyulması zorun-lu sistemlerin yanı sıra uluslararası ye-şil bina sertifi kasyon sistemleri ve Çevre Yönetim Sistemleri (ÇYS) vb. standartlar gibi gönüllü sistemler de hem bina yapım aşamaları süresince hem de bina yaşam ömrü boyunca enerji verimliliği ve çevre konularında uyulması gereken uygula-maların hayata geçmesini sağlamaktadır. Ülkemizde LEED, BREEAM, DGNB baş-ta olmak üzere gönüllü uluslararası yeşil bina sertifi kalarını almaya hak kazanan ve bu sertifi kaları almak üzere kayıt yaptıran bina sayısı her geçen gün artmaktadır. Bugün gelinen noktada ise artık yerli bir sertifi kanın kaçınılmaz olduğu anlaşılmış ve devletin desteği ile Türkiye’ye ait yerel bir Yeşil Bina Sertifi kası oluşturulma çalış-maları başlatılmıştır.

Amaç ve YöntemBu makaleye konu çalışmanın amacı; Tür-kiye’de yeni yapılacak konut projelerinde enerji verimliliği ile elde edilebilecek ta-sarrufu ortaya koymak, bu tasarrufun ül-kemizin enerji ihtiyacımızı ne oranda azal-tacağını analiz etmektir. Çalışma kapsamında uluslararası yeşil bina sertifi kası LEED Gold adayı olarak enerji verimli tasarlanan gerçek bir konut projesi Enerji Modellemesi ile simule edi-lip, baz bir binaya göre elde ettiği ener-ji tasarrufu tespit edilerek bu tasarrufun Türkiye’de üretilecek tüm yeni konutlar-da sağlanması ile önümüzdeki 10 yılda ne kadar enerji tasarrufu yapılabileceği hesaplanmıştır. Elde edilecek toplam ta-sarruf miktarının ülke enerji ihtiyacının ne kadarına karşılık gelerek ulusal enerji ve-rimliliği hedefi mize katkısı sayısal olarak ortaya konmuştur.

Türkiye’de Yeni Yapılacak Konut Projelerinde Enerji Verimliliği ile Elde Edilecek Tasarruf Miktarıİzmir’de yaklaşık 62.691 m2 kapalı alan-da yer alan 814 dairelik bir konut projesi-nin uluslararası yeşil bina sertifi ka sistemi kapsamında enerji performansının ölçüle-bilmesi için Amerikan Binalarda Enerji Ve-rimliliği Standardı ASHRAE Standardı 90.1 – 2007 Ek G’ye göre (Performance Rating

Türkiye karbondioksit salımı açısından değerlendirildiğinde

%1.3’lük payla dünyada 13. sırada yer almaktadır. 1990 yılında

atmosfere yıllık olarak 200 milyon ton karbondioksit bırakırken, CO2 salımı 2004 yılında yaklaşık 350 milyon ton, 2010 yılında ise 400 milyon tona ulaşmıştır. Bu artış hızıyla, Türkiye OECD ülkeleri

arasında en yüksek salım artışına sahip ülke durumundadır.

Resim 1. Binanın temsili termal modeli

64 itü vakf� dergisi

Resim 2. Bina termal modelinin temsili kat planı – 2.-12. Katlar

Method) enerji modellemesi yapılmıştır [4]. Çalışma kapsamında gerçek bina, mimari özelliklerine uygun olarak modelle-nen baz bir bina ile karşılaştırılarak enerji performansı değerlendirilmiştir. Baz bina ASHRAE Standard 90.1 – 2007 Ek G’deki

kriterlere göre modellenmiş, gerçek bina ise tasarım proje ve dokümanlarından hareketle modellenmiştir. Çalışmada yapı-nın üç boyutlu modeli DesignBuilder (v.3) programı ile oluşturulmuş ve daha sonra bu modeller EnergyPlus (v7.1) programı-

na aktarılarak si-mule edilmiş, ger-çek ve baz bina t a s a r ı m l a r ı n ı n analizinde girdi olarak kullanılmış-tır [5] [6]. Projenin mima-ri çizimleri, kat planları, kesitleri ile gerçek ve baz binanın termal modeli gelişti-rilmiştir. Ayrıca binada tasarla-nan aydınlatma ve HVAC (ısıtma, havalandırma ve soğutma) sistem-leri de gerek ger-çek bina gerek de baz bina modelle-melerinde girdi ol-

muştur. Modellerde bina elemanlarının ısı transfer ve ısı depolama yüzeyleri belirle-nerek bunlara ve diğer aydınlatma, HVAC gibi sistemlere bağlı olarak bina termal zonlara ayrılmıştır. EnergyPlus programı ısı dengesini simule ederek hesaplamıştır. Termal modelde bina ölçüleri binanın mi-mari projelerinden alınmıştır, ayrıca cam ve cephe oranları ve büyüklükleri de mi-mari çizimlere göre modellenmiştir. Bina-nın geliştirilen temsili termal modeli aşağı-da yer almaktadır.Gerçek bina ve baz bina için oluşturulan termal modellere diğer tasarım koşulları, set sıcaklığı, hava sızdırmazlığı vb. girile-rek her iki bina için genel birer enerji mo-deli oluşturulmuştur. Buna göre ASHRAE Standardından ve bina tasarımdan gelen model parametreleri Tablo 1’de özetlen-miştir.Amerikan ASHRAE (Amerikan Isırma Ha-valandırma ve Soğutma Mühendisleri Bir-liği) Standard 90.1 – 2007 standardına göre geliştirilen baz bina enerji modeli kabulleri ve gerçek bina enerji modeli girdileri ve ilgili parametreler aşağıda yer almaktadır. 1. Bina Kabuğua. Zemin Üstü Duvarlar

i. Gerçek Bina: %30’luk yansıtıcı yüzey ile U değeri (ısı iletkenlik katsayısı) 0,58 W/m2K dir.ii. Baz Bina: U değeri 0,365 W/m2K dir (Kaynak: Tablo 5.5-3: Building Envelope Requirements of Climate Zone 3ABC of Standard 90.1) b. Zemin Altı Duvarlar

i. Gerçek Bina: U değeri 0,58 W/m2K dir.ii. Baz Bina: Zemin altı duvarlar için Con-ductivity Factor C değeri (Yer altında ka-lan alan ısıl iletkenlik katsayısı) 6,473 W/

2011 yılında yayımlanan, küresel iklim değişikliğinin etkilerini

azaltmaya yönelik enerji, binalar, atık, ulaşım, sanayi, tarım gibi

pek çok sektörde eylem planları ve hedefl er belirleyen “İklim

Değişikliği Ulusal Eylem Planı 2011-2023”ün bina sektöründeki

2023 hedefi ; binalarda yenilenebilir enerjiyi artırmak ve 2017’ye kadar tüm binalara Enerji Kimlik Belgesi

verilmesidir.

ÇEVRE DOSYASI

Termal modeldeki temsili bir kat planı aşağıda yer almaktadır.

Tablo 1. Enerji Modeli Parametreleri

65itü vakf� dergisi

m2K dır. (Kaynak: Tablo 5.5-3: Building Envelope Requirements of Climate Zone 3ABC of Standard 90.1)c. Çatı SRI (Güneş Yansıtıcılık Endeksi)

Değeri

i. Gerçek Bina: SRI değeri 0,30 dur.ii. Baz Bina: SRI değeri 0,30 olarak model-lenmiştir. (Kaynak: Tablo G3.1 Modeling Requirements for Calculating Proposed and Baseline Building Performance Stan-dard 90.1)d. Çatı

i. Gerçek Bina: %30’luk yansıtıcılık ile Çatı U değeri 0,34 W/m2K dir.ii. Baz Bina: U değeri 0,273 W/m2K dir. (Kaynak: Tablo 5.5-3: Building Envelope Requirements of Climate Zone 3ABC & Tablo G3.1 (#5,e) Roof Albedo of Stan-dard 90.1)

2. Pencereler ve Gölgelemea. Dikey Pencere Alanı (Duvar Alanı %’si)

i. Gerçek Bina: Bina cam/cephe ora-nı %26,18 dir. Kuzey cam/cephe oranı %28,06, Batı cam/cephe oranı %19.63, Güney cam/cephe oranı %23.53, Doğu cam/cephe oranı ise %33,76 dır.ii. Baz Bina: Gerçek bina ile aynı olarak modellenmiştir.b. Pencere Tipi

i. Gerçek Bina: Binanın dört yöndeki pen-cere boyutları ve adetleri girilmiştir. Cam-lar çift cam ve low-E kaplamalıdır.ii. Baz Bina: Gerçek binanın dört yöndeki pencere boyutları ve adetleri modellen-miştir. Baz Bina’da gölgeleme olmadığı kabulü yapılarak modellenmiştir. (Kaynak: Tablo 5.5-3 Building Envelop require-ments of Climate Zone 3C ve Tablo G3.1 #5. Pencere tipi kriterleri kabul edilmiştir.)c. Pencere U Değeri

i. Gerçek Bina: Pencere U değeri 2,0 W/m2K dir.ii. Baz Bina: U değeri 3,69 W/m2k dir. (Kaynak: Tablo 5.5-3: Building Envelope Requirements of Climate Zone 3C ve Tab-lo G3.1 #5.)d. Pencere SHGC (Güneş Isısı Kazanım

Katsayısı)

i. Gerçek Bina: Pencereler için SHGC kat-sayısı 0,42 dir. ii. Baz Bina: Tüm yönler için SHGC kat-sayısı 0,25 tir. (Kaynak: Building Envelope Requirements of Climate Zone 3C ve Tab-lo G3.1 #5.)e. Pencere Görsel Işık Geçirimi

i. Gerçek Bina: Pencere Görsel Işık Geçi-rim (VLT) oranı %69’dur.ii. Baz Bina: Pencere Görsel Işık Geçirim (VLT) oranı %50 dir.f. Gölgeleme Elemanları

i. Gerçek Bina: Zemin kat teraslarındaki gölgeleme elemanları modellemeye dahil edilmiştir.ii. Baz Bina: Modellemede gölgeleme ele-manı yer almamaktadır. (Kaynak: Tablo G3.1 #5(c) )g. Binanın Kendini Gölgelemesi

i. Gerçek Bina: Binanın şeklinden dolayı kendini gölgelemesi modellemeye dahil edilmiştir.ii. Baz Bina: Gölgeleme modellenmemiş-tir. (Kaynak: Tablo G3.1 Modeling Requ-irements for Calculating Proposed and Baseline Building Performance Vertical Fenestration. (c.), baseline building per-formance)h. Bina Oryantasyonu ve Şekli

i. Gerçek Bina: Bina oryantasyonu, konu-mu ve şekli ile modellenmiştir.ii. Baz Bina: Bina oryantasyonu 3 kez 90 derecelik açı ile çevrilerek modellenmiştir. (Binanın tüm yönlerdeki performansını de-ğerlendirmek amacı ile modelleme meto-dolojisinde yer almaktadır – ASHRAE 90.1 – 2007 Ek G). Bina şekli Gerçek Bina ile aynı kabul edilmiştir. 3. Aydınlatmaa. İç Ortam Aydınlatma Güç Hesaplama-

ları Metodu

i. Gerçek Bina: Binanın Aydınlatma Plan-ları referans alınmıştır.ii. Baz Bina: Space by Space Metodu ASHRAE 90.1-2007 Aydınlatma Güç Yo-ğunluğu Değerleri (LPD) kullanılmıştır. (Space by Space Metoduna göre LPD de-ğerleri bina ortak alanlarına ve bina tipine özel alanlara göre ayrı ayrı çıkartılmış ve tablolaştırılmıştır.)

b. İç Ortam Aydınlatma Güç Yoğunlukları

(W/m2)

i. Gerçek Bina: Binanın tüm iç ortam alan-ları için gerçek aydınlatma güç yoğunluk-ları modellenmiştir.ii. Baz Bina: Modellemeye dahil edilen ay-dınlatma güç yoğunlukları şu şekildedir:• Konutlar = 12 W/m2

• Koridor = 5 W/m2

• Tuvalet = 10 W/m2

• Merdiven boşluğu = 6 W/m2

• Lobi = 12 W/m2

• Kafeterya = 23 W/m2

• Teknik odalar = 16 W/m2 (Kaynak: Tablo 9.6.1 Lighting Power Densities Using Buil-ding Space by Space Method)c. Cihaz Güç Yoğunlukları (Priz Yükleri)

i. Gerçek Bina: Baz Bina ile aynı kabul edilmiştir.ii. Baz Bina: Toplam bina enerji tüketimini maliyetinin en az %25'i kabul edilmektedir (LEED EAp2 Modeling Guidelines [7]). Bu nedenle gerçek ve baz bina için 595,6 kW kabul edilmiştir.

4. Kullanım Suyu Isıtmasıa. Kullanım Sıcak Suyu Ekipman Tipi

i. Gerçek Bina: Evsel sıcak su sistemi merkezi kazanı ii. Baz Bina: Gerçek Bina’daki gibi kabul edilmiştir.b. Kullanım Sıcak Suyu Depolama Tankı

Kapasitesi

i. Gerçek Bina: Baz Bina’daki gibi kabul edilmiştir.ii. Baz Bina: Ortalama 50 m3 olarak kabul edilmiştir.c. Kullanım Sıcak Suyu Kazan Isıtma

Gücü

i. Gerçek Bina: 100 kW olarak kabul edil-miştir.ii. Baz Bina: 100 kW olarak kabul edilmiş-tir.d. Cihaz Verimliliği

i. Gerçek Bina: Cihaz verimliliği %93’tür.ii. Baz Bina: %80 olarak kabul edilmiştir. (Kaynak: ASHRAE 90.1 – 2007 Tablo 7.8 Performance Requirements for Water He-ating Equipment)

e. Boyler Çıkış Sıcaklığı

i. Gerçek Bina: 54oC olacağı kabul edil-miştir.ii. Baz Bina: 54oC olarak Gerçek Bina de-ğeri alınmıştır.

5. HVAC (Hava kısmı)a. Birincil HVAC Sistem Tipi

i. Gerçek Bina: Isıtma için sıcak su kazanı

814 dairelik bir konut projesinin baz bir binaya göre yılda 1.580.931

kWh tasarruf ederek %20 enerji verimliliği sağladığı ortaya

konmuştur. Buradan hareketle 10 yıl içinde üretilecek 6.635.000

adet konutta yıllık 12,9 milyar kWh (12.886.335.608 kWh) tasarruf

edileceği sonucuna ulaşılabilir.

66 itü vakf� dergisi

Tablo 2. Baz Bina Yıllık Enerji Tüketimi

Aşağıdaki tabloda (Tablo-3) ise EnergyPlus ile simule edilen

Gerçek Bina’nın yıllık enerji tüketimi yer almaktadır.

Tablo 3. Gerçek Bina Yıllık Enerji Tüketimi

(kaskad tipi) ve radyatör sistemi. Soğutmada yüksek verimli değişken hızlı ısı pompalı soğutma üniteleri (klima) yer al-maktadır.ii. Baz Bina: System Type: 1 – PTAC (Paket Tip Klima Siste-mi) (Kaynak: As per TABLE G3.1.1A & G3.1.1B of Standard 90.1.)b. Soğutma Verimliliği

i. Gerçek Bina: Mevsimsel Enerji Verimlilik Oranı (SEER) 16,50 dir.ii. Baz Bina: Performans katsayısı (COP) 2,7 - 3,2 arasında-dır. (Kaynak: TABLE 6.8.1 A Electronically Operated Unitary Air Conditioners and Condensing Units-Minimum Effi ciency Requirements)c. Fan Sistem İşletmesi

i. Gerçek Bina: Baz Bina gibidir.ii. Baz Bina: Mekanlar dolu olduğundan fanların sürekli ça-lışır durumda olduğu ve ısıtma ve soğutlama yüklerini sağ-ladığı kabul edilmiştir.d. Hava Akışı Oranları (Soğutulan Ortamlar için)

i. Gerçek Bina: Maksimum hava akışı 144,60 m3/s dir. ii. Baz Bina: Maksimum hava akışı 119.90 m3/s dir. (Kaynak: Section G3.1.2.8 Design Air Flow Rates.)e. Toplam Sistem Fan Gücü

i. Gerçek Bina: Fan Gücü 91,9 kW dır.ii. Baz Bina: Fan gücü 76.2 kW’dır. (Kaynak: G3.1.2.9 Supply Fan Power, TABLE G3.1.3.15 Part-Load Performance for VAV Fan Sys-tems)

6. HVAC (Su kısmı)Gerçek Bina’da Su Soğutmalı soğutma sistemi (chiller vb.) olmadığından (Soğutucu akışkanı kullanan DX Bataryalı Kli-ma Santrali bulunmaktadır.), HVAC Su kısmı modellemeye dahil edilmemiştir.Yukarıda verilen ASHRAE Standard 90.1 -2007 EK G kri-terlerine uygun olarak oluşturulan Baz Bina farklı oryantas-yonlar için (0, 90, 180 ve 270 derece) simule edilmiştir. Dört sonucun ortalaması hesaplanmış ve Baz Bina’nın enerji performansı olarak ortaya konmuştur. Tablo-2 ‘de EnergyP-lus ile oluşturulan Baz Bina’nın ortalama enerji performansı yer almaktadır. Gerçek Bina ve Baz Bina arasındaki enerji tüketim farkı başka bir deyişle Gerçek Bina’nın Baz Bina’ya göre enerji tasarrufu Tablo-4 ve Grafi k-1’de analiz edilmiştir. Buna göre, Gerçek Bina kendisiyle paralel Baz Bina’ya göre %20 enerji tasarrufl udur.Tablo-4 ve Grafi k-1’de görüldüğü üzere, Gerçek Bina’daki en önemli enerji verimliliği kalemleri şunlardır:• Isıtma ve Soğutma (özellikle bina kabuğu, camlar ve yük-

sek verimli ısıtm/soğutma cihazları nedeni ile)• İç Ortam Aydınlatma (özellikle düşük güç yoğunluklu yüksek ve-rimli aydınlatma armatürleri nedeniyle)• Yüksek verimli kazan (boyler) ve buna bağlı düşük Kullanım Suyu Isıtma Enerjisidir.

Yeni Konut Projelerinde Elde Edilebilecek Tasarruf Miktarının Türkiye için Genellenmesi ve Ulusal Enerji İhtiyacını Karşılama OranıTürkiye’de konut ihtiyacı her yıl iç göç, nüfus artışı, kentleşme, hane-halkı yapısındaki değişimler, kentsel dönüşüm ve yenileme kaynaklı olarak olarak artmaktadır. Bu artışa bağlı olarak Türkiye’de her yıl ortalama 600.000 – 700.000 konut ihtiyacı olduğu gayrimenkul sek-törünce kabul edilmektedir [8].Türkiye’de konut ihtiyacı öngörüleri 2023 yılına kadar ve üç ayrı ihti-yaç temelli olarak hesaplanmaktadır. Bunlar nüfus artışlı kentleşme kaynaklı, kentsel dönüşüm kaynaklı ve yenileme kaynaklı konut ihti-yacıdır. Türkiye’de artan kentleşme oranları, iç göç ve kentli hanehal-kı büyüklüğünün küçülmesi ile kentsel dönüşüm nedeni ve yenileme ile 2023 yılına kadar toplam yaklaşık 6,6 milyon konut ihtiyacı olacağı öngörülmektedir. (Tablo-5)Türkiye’nin konut ihtiyacından hareketle, önümüzdeki 10 yıl boyun-

Binalarda Enerji Performansı Yönetmeliği uyarınca yeni binalar en az C sınıfı olmak zorundadır.

Ancak binalarda enerji verimliliği ile ilgili pek çok mühendislik uygulaması yasa ve yönetmeliklerde tarifl enmesine rağmen uygulamada çoğu zaman

standart sistemler kullanılarak daha yüksek enerji sınıfl arına ulaşılamamaktadır.

ÇEVRE DOSYASI

67itü vakf� dergisi

ca 6.635.000 adet konut üretileceği kabul edilmektedir. Buna göre, yıllara göre üre-tilecek konut adedinin kümülatif tablosu aşağıdaki gibidir. (Tablo-6)Çalışmanın bir önceki kısmında 814 daire-lik bir konut projesinin baz bir binaya göre yılda 1.580.931 kWh tasarruf ederek %20 enerji verimliliği sağladığı ortaya konmuş-tur. Buradan hareketle 10 yıl içinde üreti-lecek 6.635.000 adet konutta yıllık 12,9 milyar kWh (12.886.335.608 kWh) tasarruf

Tablo 4. Gerçek Bina ve Baz Bina Enerji Tüketimi Karşılaştırması

Tablo 5. Önümüzdeki 10 Yılda Toplam

Konut İhtiyacı

Grafi k 1. Gerçek Bina ve Baz Bina Yıllık Enerji

Tüketimleri Farkı (kWh)

Tablo 6. Önümüzdeki 10 Yılda Üretilecek Konut Adedi

edileceği sonucuna ulaşılabilir. T.C. Ener-ji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı ve enerji sektöründen uz-manların yaptığı de-ğerledirmelere göre Türkiye’nin 2013 yılı enerji tüketimi yak-laşık 250 milyar kWh olup, yıllık yaklaşık %6,8 oranında art-maktadır ve bu artış oranı devam ederse

2023 yılında yaklaşık 500 milyar kWh’e ulaşacağı tahmin edilmektedir [9 – 12]Yıllar bazında yeni konutlardan elde edi-lecek enerji tasarrufu miktarı, ülkemizin enerji ihtiyacı ve tasarrufl arın ihtiyacı kar-şılama oranı Tablo-7’de gösterilmektedir.Tablo-7 göstermektedir ki, önümüzdeki 10 yıl boyunca yeni yapılacak konutların enerji verimli üretilmesi ile 2023 yılına gel-diğimizde 12,9 milyar kWh enerji tasarrufu ile ulusal enerji ihtiyacımızın %2,67’sinin karşılanabilme fırsatı bulunmaktadır. Ulu-sal enerji stratejileri ve 2023 hedefl eri göz önüne alındığında, 2023’te Türkiye’nin

GSYİH başına tüke-tilen enerji miktarının 2011 yılı değerine göre en az %20 azal-tılmasının hedefl endi-ği görülmektedir.

Sonuç ve ÖnerilerTürkiye’de yeni yapı-lacak konut projele-rinde enerji verimliliği ile elde edilebilecek tasarrufu ortaya koy-

mak, bu tasarrufun ülkemizde enerji ihtiya-cını ne seviyede karşılayacağını ve ulusal enerji ihtiyacımızı ne oranda azaltacağını analiz etmek amacıyla; uluslararası yeşil bina sertifi kasına Gold seviyesinden aday ve enerji verimli olarak tasarlanan gerçek bir konut projesi Enerji Modellemesi ile si-mule edilip, baz bir binaya göre elde ettiği enerji tasarrufu tespit edilerek bu tasarru-fun Türkiye’de üretilecek tüm yeni konut-larda sağlanması ile önümüzdeki 10 yılda elde edilebilecek enerji tasarrufu hesap-lanmıştır. Elde edilecek toplam tasarruf miktarının ülke enerji ihtiyacının ne kadarı-na karşılık gelerek ulusal enerji verimliliği hedefi mize sağladığı katkı sayısal olarak ortaya konmuştur.814 dairelik bir konut projesinin baz bir binaya göre yılda 1.580.931 kWh tasar-ruf etmesinden hareketle, önümüzdeki 10 yılda Türkiye’de üretilecek 6.635.000 adet yeni konutta yıllık 12,9 milyar kWh (12.886.335.608 kWh) tasarruf edilebile-ceği ve bunun 2023 yılına geldiğimizde yaklaşık 500 milyar kWh olacak enerji ih-tiyacımızın %2,67’sinin karşılanabileceği ortaya konmuştur.Türkiye’nin ulusal enerji verimliliği hedef-leri ile artan enerji ve konut ihtiyacı bir-likte değerlendirildiğinde yeni yapılacak konutları enerji verimli olarak yapmanın gerekliliği ortadadır. Türkiye’nin Avrupa Birlliği standartlarına uyum çalışmaları çerçevesinde hazırlanan Binalarda Enerji Performansı Yönetmeliği binalarda enerji verimliliği ile ilgili AB direktifl eri ile uyumlu olup binalarda enerji verimliliği konusunda ülkemizde atılmış en önemli adımdır. Binalarda Enerji Performansı Yönetmeliği

68 itü vakf� dergisi

Yapılan akademik çalışmalar göstermiştir ki, mevcut binaları

enerji verimli hale getirmek, yeni enerji üretim santrali yapmaktan

bazı durumlarda 6 kat daha verimli olabilmektedir.

nu imar ve kentsel dönüşüm mevzuatların-da da ele alarak ilgili teşvik mekanizma-ları oluşturmalı, fon ayrılmalıdır. Bu fonun kullandırılmasında etkin bir fi nansal model oluşturulmalı ve fonun en doğru şekilde kullanılması sağlanmalıdır.Mevcut bina stokunun fazlalığı ve ener-ji verimsizliği düşünüldüğünde sadece yeni binalarda değil, mevcut binalarda da enerji verimliliği konusuna ivedilikle yatırım yapmak gerekmektedir. İklim De-ğişikliği Ulusal Eylem Planı 2011-2023”ün bina sektöründeki 2023 hedefi ; binalarda yenilenebilir enerjiyi arttırmak ve 2017’ye kadar tüm binalara Enerji Kimlik Belgesi verilmesidir. Ancak bu hedef yeterli ol-mamalıdır, mevcut binalar için de bir an önce enerji kimlik belgesi hazırlanması gerekmektedir. Yapılan akademik çalış-malar göstermiştir ki, mevcut binaları enerji verimli hale getirmek, yeni enerji üretim santrali yapmaktan bazı durum-

Grafi k 2. Yeni Konutlardan Elde Edilecek Enerji Tasarrufu Miktarı ve Ülkemizin Enerji İhtiyacı

Tablo 7. Yeni Konutlarda Yapılacak Enerji Tasarrufunun Enerji İhtiyacını Karşılama Oranı

uyarınca yeni binalar en az C sınıfı olmak zorundadır. Ancak binalarda enerji verim-liliği ile ilgili pek çok mühendislik uygula-ması yasa ve yönetmeliklerde tarifl enme-sine rağmen uygulamada çoğu zaman standart sistemler kullanılarak daha yük-sek enerji sınıfl arına ulaşılamamaktadır.Bu nedenle, bina tasarımcıları, uygulayıcı-lar ve mühendislerin bilinç düzeyi arttırıl-malıdır. Devlet, enerji verimliliğine yönelik mühendislik uygulamalarının hayata daha fazla geçirilebilmesi için destek ve teşvik sağlamalı gerekirse yönlendirme ve kısıt-lamalarda bulunmalıdır.İlaveten devlet, enerji verimliliği konusu-

ÇEVRE DOSYASI

Kaynaklar1. Koç Üniversitesi, 2012. ”Türkiye’nin Enerji Verimliliği Haritası ve Hedefl er”.2.TÜSİAD ve İMSAD, 2012. “İnşaat Sektöründe Sürdürülebilirlik: Yeşil Binalar ve Nanoteknoloji Stratejileri”.3.Alhanlıoğlu, G. ve Çamlıbel, M.E., 2012. ”2023 Yılında Türkiye’de Yeşil Konutlar”. Eko-Yapı Dergisi, Sayı no: 10, Çevre Dostu Yeşil Binalar Derneği.4.https://www.ashrae.org/standards-resear-ch--technology/standards--guidelines5.http://apps1.eere.energy.gov/buildings/ener-gyplus/energyplus_about.cfm6.http://www.designbuilder.co.uk/content/view/144/223/7.http://www.usgbc.org/Docs/Archive/General/Docs5546.pdf8.Gyoder, “2023 Vizyonunda Gayrimenkul Sek-törü”, 2012.9.http://www.enerji.gov.tr/yayinlar_raporlar/Dunyada_ve_Turkiyede_Enerji_Gorunumu.pdf10.http://www.enerji.gov.tr/yayinlar_rapor-lar/2013_faaliyet_raporu.pdf11.http://www.hayat-enerji.com/haberler002.html12.http://www.aksam.com.tr/yazarlar/turkiye-nin-elektrik-tuketimi-2023te-iki-katina-cika-cak-soru-su-enerjimiz-yeter-mi/haber-19928313.Çamlıbel, M.E., 2011. “An Integrated Opti-mization Model Towards Energy Effi ciency For Existing Buildings - A Case Study For Boğaziçi University Kilyos Campus” Doktora Tezi.14.Çamlıbel, M.E. ve Otay, N.E., 2011. “An Integrated Optimization Model Towards Ener-gy Effi ciency For Existing Buildings - A Case Study For Boğaziçi University Kilyos Campus”, 10th International Congress on Advances in Civil Engineering, 17-19 October 2012, Middle East Technical University, Ankara, Turkey.

larda 6 kat daha verimli olabilmektedir [13,14]. Dolayısıyla mevcut binalarda ya-pılabilecek enerji verimliliği iyileştirmeleri bir an önce tespit edilmeli, tespit edilen iyileştirme kalemleri arasından optimizas-yon/önceliklendirme yapılarak maliyet/yatırım dengesi gözetilerek en uygun iyi-leştirmeler, belirlenmiş sürelerde hayata geçirilmelidir. Bu sayede fonlar en etkin şekilde kullanılarak, harcanan tutara kar-şılık mümkün olan en fazla enerji tasarrufu elde edilmelidir. İlaveten, mevcut binalar için de bir enerji sınıfı hedefi verilerek bu enerji hedefe ulaşma konusunda yaptırım için ceza verilmelidir. Mevcut binalarda enerji verimliliği iyileştirme uygulamaları-nın yapılması için teşvik ve fon ayrılmalıdır. Bu fonun kullandırılmasında optimizasyon yapılarak etkin bir fi nansal model oluştu-rulmalı ve fonun en doğru şekilde kullanıl-ması sağlanmalıdır.

69itü vakf� dergisi

TÜRK YE’nin Taraf Oldu u Uluslararas� Çevre Sözle meleri

ANTARKTİKA ANTLAŞMASI

AVRUPA PEYZAJ SÖZLEŞMESİ

AVRUPA'NIN YABAN HAYATI VE YAŞAM ORTAMLARINI KORUMA SÖZLEŞMESİ

AKDENİZ'İN DENİZ ORTAMI VE KIYI BÖLGESİNİN KORUNMASI SÖZLEŞMESİ

BALİNA AVCILIĞININ DÜZENLENMESİ SÖZLEŞMESİ

BİRLEŞMİŞ MİLLETLER BİYOLOJİK ÇEŞİTLİLİK SÖZLEŞMESİ

BİRLEŞMİŞ MİLLETLER İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ SÖZLEŞMESİ

DENİZDE KARA KAYNAKLI KİRLİLİĞİN ÖNLENMESİ SÖZLEŞMESİ

DENİZLERİN GEMİLER TARAFINDAN KİRLETİLMESİNİN ÖNLENMESİNE AİT SÖZLEŞME

DÜNYA KÜLTÜR VE TABİAT MİRASININ KORUNMASI HAKKINDA SÖZLEŞME

GIDA VE TARIM İÇİN BİTKİ GENETİK KAYNAKLARI ULUSLARARASI ANTLAŞMASI

KALICI ORGANİK KİRLETİCİLERE İLİŞKİN STOCKHOLM SÖZLEŞMESİ

KARADENİZİN KİRLİLİĞE KARŞI KORUNMASI SÖZLEŞMESİ

NESLİ TEHLİKE ALTINDA OLAN YABANİ HAYVAN VE BİTKİ TÜRLERİNİN ULUSLARARASI TİCARETİ SÖZLEŞMESİ

OZON TABAKASININ KORUNMASINA DAİR SÖZLEŞME

ÖZELLİKLE AFRİKA’DA CİDDİ KURAKLIK VE/VEYA ÇÖLLEŞMEYE MARUZ ÜLKELERDE ÇÖLLEŞME İLE MÜCADELE İÇİN

BİRLEŞMİŞ MİLLETLER SÖZLEŞMESİ

ÖZELLİKLE SU KUŞLARI YAŞAMA ORTAMI OLARAK ULUSLARARASI ÖNEME SAHİP SULAK ALANLAR HAKKINDA SÖZLEŞME

PETROL KİRLİLİĞİNDEN DOĞAN ZARARIN HUKUKİ SORUMLULUĞU İLE İLGİLİ ULUSLARARASI SÖZLEŞME

PETROL KİRLİLİĞİ ZARARLARININ TAZMİNİ İÇİN BİR FONUN KURULMASIYLA İLGİLİ ULUSLARARASI SÖZLEŞME

TEHLİKELİ ATIKLARIN SINIRÖTESİ TAŞINIMININ VE BERTARAFININ KONTROLÜNE İLİŞKİN SÖZLEŞME

UZUN MENZİLLİ SINIRÖTESİ HAVA KİRLİLİĞİ SÖZLEŞMESİ

Kaynak: T.C. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı

SÖZLEŞME ADI

70 itü vakf� dergisi

İbrahim ÇiftçiFinans Kampanyası SorumlusuGreenpeace Akdeniz

Kaynaklarına göre enerji üretimini kı-yaslamak son yıllarda oldukça me-rak edilen, üzerinde konuşulan an-

cak bir o kadar da zor bir inceleme süreci olmuştur. Özellikle yenilenebilir enerjilerin kıyaslanması; yenilenebilir enerjilerin çalış-ma prensipleri bakımından doğalgaz, kö-mürlü termik, nükleer enerji gibi baz yükü enerji üreten sistemlerden oldukça farklı oluşu nedeniyle zorlaşıyor.Bu yazıda nükleer enerji ile yenilenebilir enerjilerin bir kıyaslamasını yapmaya çalı-şacağız.Kıyaslama yapılırken öncelikli olarak bu sistemlerin çalışma prensiplerine dikkat edilmesi gerekmekte. Bu sebeple incele-meyi üç ana başlıkta toplayabiliriz:Çalışma prensipleriReaktörün İnşa MaliyetiSonuç

Çalışma prensipleriÖncelikle dikkat edilmesi gereken ilk hu-sus bu iki enerji tipinin çalışma prensibi olarak birbirinden farklı sistemler olma-

larıdır. Nükleer enerji, adına “baz yükü” denilen, düzenli enerji üreten bir sistem-dir. Bu sistem sonsuz olmayan bir kaynak kullandığından, yakıt tedariğinde bir sıkıntı yaşanmadığı sürece üretime devam eder. Hele ki fi zyonla çalışan nükleer enerji tek-nolojisinde operatörün ana problemi üretim yapabilmek değil, Fukushima’da olduğu gibi üretimi durdurabilmektir.Rüzgar ve güneş gibi yenilenebilir enerjiler, düzenli olmayan kaynaklardan yararlana-rak enerji ürettiklerinden sürekli çalışmaz-lar. Jeotermal-biyogaz ve bir diğer ‘’ye-nilenebilir ” kaynak olan hidroelektrik ise sürekli olarak çalışabilmektedir .Nükleer enerjinin sabit bir üretimle aralıksız faaliyet gösterme gerekliliği ve “baz yükü” kavramı nükleere ilişkin temel sorunlardan biridir. Her şeyden önce, üretim maliyetle-

ÇEVRE DOSYASI

rini azaltmak amacıyla olabildiğince fazla elektrik üretmek için enerji şebekesindeki asıl ihtiyaçtan bağımsız, kalıcı bir enerji üretim biçimine ihtiyaç duyulur. Bu yüzden “baz yükü” stratejisi teknik olmaktan çok ekonomik bir kavramdır.Elektrik şebekesindeki değişken talebe, saniyeler içinde tepki verebilen modern gaz türbinlerinin aksine nükleer enerji is-tasyonları talep eğrisine tepki vermekten acizdir ve talep, nükleer enerji santralleri-nin işletim yöntemini izlemek zorundadır. Bu durum, elektriğin israf edilmesine yol açar. Kışın ısınma talebi olan neredeyse her ülkede nükleerin enerji karışımındaki payı, verimi çok düşük olan elektrikli ısıtma sistemlerinin yayılımıyla da paraleldir. Ör-neğin ülkenin enerji karışımının % 80’inin nükleerden karşılandığı Fransa’da, 2012

Yenilenebilir enerji kurulum maliyetleri teknolojik ilerlemeler sayesinde eksponansiyel olarak dü mekte, nükleer enerji kurulum maliyetleri ise, yenilenmesi gereken güvenlik sistemleri, uranyum madencili indeki maliyet art� lar� ve benzeri sebeplerle daha pahal� hale gelmektedir. Dünyadaki genel e ilime bakt� �m�zda nükleer enerji sektörünün dü ü te oldu unu görüyoruz…

Nükleer Enerji ve Yenilenebilir Enerjilerin Maliyet Aç�s�ndan K�yaslanmas�

71itü vakf� dergisi

yılı Şubat ayının soğuk geçen bir gününde-ki toplam enerji talebi 101 GW iken, enerji karışımının % 20’si nükleer enerjiden olu-şan Almanya’da, aynı soğuk günün enerji talebi 50GW’ın biraz üstünde olmuştur . Almanya’daki evler çok daha iyi yalıtımlıdır ve elektrikli ısıtma sistemleri çok düşük bir paya sahiptir.

Tesis Kurulum Maliyeti Elektrik enerjisinin maliyetinden bahseder-ken sıklıkla Levelised Cost of Energy(L-COE) kavramı kullanılır. LCOE kavramı üzerine, fi yat değişimlerini inceleyen bir-

çok çalışma bulunmasına rağmen, Citi Grup’un son dönemde yaptığı çalışmalar

Şu anda inşa halinde bulunan ve 2020 yılında işletmeye alınması planlanan 67 reaktör göz önüne

alındığında, bu reaktörlerin yaşlandığı için veya nükleerden çıkış kararı nedeniyle kapatılan

nükleer santrallerin yerini dolduramayacağı ve toplam kurulu

gücün 2020 yılı itibariyle 7,5GW düşeceği söylenebilir.

ilginç sonuçlar vermektedir. Citibank’ın yaptığı çalışmaya göre , yenilenebilir enerji santrallerinin kurulum maliyetleri bu tekno-lojilerin kullanılmaya başlandığı zamandan bugüne eksponansiyel bir düşüş göster-miştir. Önümüzdeki yıllarda özellikle güneş enerjisi teknolojisinin her sene ortalama %11 oranında ucuzlaması bekleniyor. Bu durum 5 yıl içerisinde %45’lik bir düşüşe tekabül ediyor. Güneş panellerinde kullanı-lan modül, polisilikon ve yonga seti fi yatları yıllardır düşüş gösteriyor. Bunun yanında güneş paneli teknolojisindeki ilerlemeler ile panel yüzeyine düşen güneş ışınları git-tikçe artan bir oranda yakalanıyor, böylece aynı kurulu güçten üretilen elektrik mikta-rında da artış yaşanıyor.Rüzgar türbini maliyetleri geçtiğimiz sene içerisinde stabil seyretse de 2008’den bu yana % 25’lik düşüş gösterdi. Özellikle bü-yük rüzgar tarlalarında türbin maliyetlerinin daha düşük olduğu gözlemleniyor. 100 MW üstü tarlalarda türbin maliyetleri 100 MW altı tarlalara göre ~% 11 daha düşük gerçekleşiyor. Sonuç olarak, büyük türbin-lere olan yönelim devam ettikçe fi yatların daha da düşeceği bekleniyor. Ayrıca, en-düstri yenilik getirmeye ve türbin fi yatları-nın ekonomikleşmesi için agresif yatırımlar yapmaya devam ediyor.Nükleer enerji yatırım maliyetleri ise, yeni-lenebilir enerjilerin aksine ters bir öğrenme eğrisi izliyor. Yenilenebilir enerjilerin tekno-lojik öğrenme eğrisindeki gelişmeleri, kul-lanılan malzemelerin teknolojik ilerlemeler sayesinde ucuzlaması belirlerken; tehlikeli bir sistem olan nükleer enerjideki gelişme-ler, teknolojik ilerlemeler ve güvenlik açık-larının daha iyi analiz edilmesi sayesinde mevcut santrallere yahut tasarımlara yeni sistemler eklenmesi şeklinde gerçekleşi-yor. Bu durum haliyle yeni maliyetlerin doğ-ması anlamına geliyor.Aşağıda en fazla nükleer reaktöre sahip iki ülke olan Fransa ve Amerika’da ortalama min./maks. yıllık kurulum maliyetlerinin kü-mülatif kurulu güce göre değişimi görüle-bilir. Grafi kten de görüleceği üzere her iki ülke-de de maliyetler yukarı doğru bir eğri izle-mekte. 2007 öncesinde Amerika’da nükleer tesis kurulumu için $4000/kw fi yat tahmini yaygın iken, Ekim 2007’de Moody’s, yayım-ladığı yatırımcı raporunda nükleer tesisle-rin kurulum maliyetlerinin $5.000 - $6.000/kw şeklinde gerçekleşeceğini öngördü . Aynı sene büyük nükleer şirketlerinden

72 itü vakf� dergisi

ÇEVRE DOSYASI

‘’Florida Power and Light’’, Florida Kamu Kurumlarına toplam 2.200MW kurulu güç-te iki üniteden oluşan yeni nükleer santrali için detaylı maliyet raporunu sundu ve ma-liyetlerin $5.500 – $8.100/kw şeklinde ger-çekleşeceğini öngördü. Aynı sene kurulum sürecine başlanan başka nükleer santraller de “Moody’s”in öngörülerini doğrular nite-likte maliyetlere sahip olduklarını açıkladı-lar.Fransa’da yatırım tutarlarının tarihsel deği-şimine dair veriler her ne kadar ulaşılabilir olmasa da, Arnulf Grubler’in Fransız nük-leer enerji maliyetlerini incelediği çalışma benzer sonuçlar vermektedir .Nükleer enerjiyle kıyaslanması açısından yenilenebilir enerji teknolojilerinin klasik öğrenme eğrileri olduğunu belirtmek ge-rekir. Örneğin aşağıdaki grafi kte güneş enerjisi santrallerinin vat başına maliyetinin yıllara göre değişimi görülebilir :Görüleceği üzere kıyaslanan iki teknolojide öğrenme eğrileri tam ters yönde ilerleme kaydetmektedir.

SonuçYenilenebilir enerji kurulum maliyetleri tek-nolojik ilerlemeler sayesinde eksponansi-yel olarak düşmekte, nükleer enerji kuru-lum maliyetleri ise, yenilenmesi gereken güvenlik sistemleri, uranyum madenciliğin-deki maliyet artışları ve benzeri sebeplerle daha pahalı hale gelmektedir. Dünyadaki genel eğilime baktığımızda nükleer enerji sektörünün düşüşte olduğunu görüyoruz. Temmuz 2013’de dünyanın 31 ülkesinde 364GW kurulu güçte toplam 427 reaktör bulunuyordu. Fukushima kazasından son-ra Japonya’da kapatılan nükleer reaktörler (Temmuz 2012’de işletmeye alınan iki re-

Kaynaklar:

I. “Monitoring / Benchmark Report 2012” Bun-

desnetzagentur für Elektrizitat, Gas, Telekom-

munikation, Bundesnetzagentur.

II. Cost of electricity by source http://en.wikipe-

dia.org/wiki/ , Last accessed 04.08.2014.

III. The Age of Renewables is Beginning – A Le-

velized Cost of Energy Perspective (LCOE) Ci-

tigroup, Mart 2014.

IV. New Nuclear Generation in the United States:

Keeping Options Open vs Addressing An Ine-

vitable Necessity, Moody’s Corporate Finance,

Ekim 2007.

V. Arnulf Grubler, “The costs of the French nuc-

lear scale-up: A case of negative learning by

doing, Energy Policy Volume 38, Issue 9, Aralık

2010.

VI. Solar Technologies Market Report, DOE

NREL, Ocak 2010.

VII. The World Nuclear Industry Status Report

2014, a Mycle Schneider Consulting Project; Pa-

ris, London, Washington, D.C.; July 2014

VIII. The Energy (R)evolution, A sustainable wor-

ld energy outlook, Greenpeace International,

2012.

Referanslar

1.Hidroelektriğin yenilenebilir oluşu tartışmalı bir

konudur.

2.Birçok hidroelektrik santrali-özellikle kanal tipi-

, pik saatlerdeki talebi karşılamak üzere denge-

leme santrali olarak kullanılır ve düzenli üretim

yapmaz, ancak bu stratejik bir karardır.

Yenilenebilir enerjinin en önemli iki kaynağı olan rüzgâr ve güneş

enerjisi, 2000 yılından beri çift rakamlı büyüme oranlarına imza

atarak enerji sektöründe diğer tüm dallardaki gelişimi aşmıştır. Yalnızca

2011 yılında 30GW gücünde yeni rüzgâr ve güneş kapasitesi elektrik

ağına dâhil edilmiştir.

aktörü saymazsak) bir yıldan fazla süredir işletmede değildir. Bunlar “Uzun Dönemli Devre Dışı” nükleer santraller olduğundan Temmuz 2014 itibariyle dünyada 333GW kurulu güçte 388 reaktörün işletmede ol-duğu ortaya çıkmaktadır. Nükleer enerji reaktör sayısı 2002 yılında 458 nükleer reaktör ile en yüksek seviye-sinde bulunmaktaydı. En yüksek nükleer kurulu güç ise 2010 yılında 367GW’a te-kabül etmekteydi. Nükleer enerji üretiminin küresel elektrik üretimindeki payının ise 1996 yılında ulaştığı %17,6 seviyesinden %10,8 seviyesine gerilediğini görüyoruz.Ayrıca, şu anda inşa halinde bulunan ve 2020 yılında işletmeye alınması planlanan 67 reaktör göz önüne alındığında, bu re-aktörlerin yaşlandığı için veya nükleerden çıkış kararı nedeniyle kapatılan nükleer santrallerin yerini dolduramayacağı ve top-lam kurulu gücün 2020 yılı itibariyle 7,5GW düşeceği söylenebilir.Yenilenebilir enerji ise son 25 sene içinde etkileyici bir oranda gelişme kaydetmiştir. Yenilenebilir enerjinin en önemli iki kayna-ğı olan rüzgâr ve güneş enerjisi, 2000 yı-lından beri çift rakamlı büyüme oranlarına imza atarak enerji sektöründe diğer tüm dallardaki gelişimi aşmıştır. Yalnızca 2011 yılında 30GW gücünde yeni rüzgâr ve gü-

neş kapasitesi elektrik ağına dâhil edilmiş-tir. Greenpeace Küresel Enerji Devrimi senar-yosu, yenilenebilir kaynaklardan elde edi-len enerjinin, küresel enerji talebinin 2020 yılına kadar %38’ini, 2050 yılına kadarsa %95’ini karşılayabileceğini gösteriyor.Yenilenebilir enerji, nükleer enerjinin yerini almanın yanı sıra, enerji ve ısınma sektör-lerinde kullanılan fosil yakıtların %90’ından fazlasının 2050 yılına kadar aşamalı olarak kullanımdan kalkmasını sağlayabilir. Ula-şım sektöründeki fosil yakıt kullanımıysa şu andaki %98’lik orandan %30’a indirilebilir.Ülkeler, yenilenebilir enerji kaynaklarına dayalı, yerelde üretilmiş enerji tedarik bi-çimleri yaratabilir ve böylece enerji satın alma masrafl arından tasarruf edebilirler. Yenilenebilir enerjinin yakıt maliyeti bulun-madığından, 2030 yılına kadar yakıt ma-liyetinden elde edilen tasarruf yılda 282 milyar ABD Doları’nı bulabilir ve bu miktar 2030-2050 yılları arasında yaklaşık 964 mil-yar Dolar’a ulaşabilir.

73itü vakf� dergisi

İyi kentsel tasarım uygulamaları hak-kında daha fazla bilgi edindikçe, bu bilgileri kentleşme ile ilgili olumsuz

ekolojik ve sosyal etkileri sıkça şehirlerle bağdaştırılan ekonomik büyüme sorunla-rını çözmek için kullanabiliriz. Kentsel öl-çek dahilinde, kentleşme ile ilgili sorunlar önemlidir. Dünya çapındaki deneyimler göstermiştir ki; şehirler değişim açısın-dan hem esnek, hem de son derece kı-rılgan olabilir. Uluslararası en iyi uygula-malar ve piyasa başarısızlıklarından feyz alarak, enerjik, ekonomik olarak başa-rılı ve yaşanılır sürdürülebilir topluluklar oluşturmak önemlidir.İstanbul Teknik Üniversitesi'nin üç ayda bir yayınlanan dergisi için hazırlanmış bu makale, bu sürdürülebilir toplulukların ve bunları oluşturan esasların, şehir ölçe-ğinde uygulanabilirliğini Düşük Karbon izli Eko-Kentlerin girişiminin oluşumunu izleyerek, mevcut faktörleri dikkate ala-

Dü ük Karbon zli Eko-Kentlerdeki Sorunlara Dikkat Çekmek çin Tümdengelim Yakla �m�

BREEAM standartlar�n�n en önemli hede� erinden biri piyasay� karbon kullan�m�n� dü ürmek üzere bilinçlendirmek, bunun gerektirdi i özeni göstermelerini sa lamak ve dü ük karbon sa lanmas� istenen bölgeye ye il teknoloji getirebilmektir. Bu, sürdürülebilirli in sa lanmas� için çok önemli bir faktördür…

Martin Townsend Direktör (BRE)

rak ve bu girişimin gelişimine olanak tanımak adına bazı sorunları ele alarak değerlendirecektir.Bizler BRE'de uzun bir süredir bu alanı göz önünde bulundurarak, diğer benzer fi kirli imarcılar, şehir belediye başkanları ve toplum grupları ile birlikte nasıl daha etkin bir rol oynayarak, Eko-Kent’e duyu-lan tutku ve potansiyeli tanımlamak üzere yenilikçi, Düşük Karbon izli çözümler su-narak sürdürülebilirliği devreye sokabile-ceğimizi düşünüyoruz. Ben de bu saye-de BREEAM Topluluklar Çerçeve'sini de tanıtmak istiyorum.

Şehirlerin Peyzaj DeğişimiÇevresel yıkım, yetersiz altyapı, yoğun nüfus, sosyal eşitsizlikler ve şehirsel ya-yılma kentleşmenin en büyük sıkıntıları arasında yer almaktadır. Ancak kentsel-leşmenin tarihsel dönemlerinden pek çok şey öğrenebiliriz; özellikle de iyi planla-

74 itü vakf� dergisi

ÇEVRE DOSYASI

ma örnekleri ve yenilikçi ev tasarımları sunan Avrupa'dan. İngiltere'de bulunan Letchworth, 1903 tarihinde bile kentsel gelişimin olumlu vizyonunu sergilediği için iyi bir örnekti. Burada bölgesel çalış-ma fırsatları yaratılmış, çevre bölgelerle doğal ekoloji bağı kurulmuş ve şehir ta-sarımına sürdürülebilirlik prensipleri dahil edilmiştir.Ne var ki günümüzde; kentselleşmenin artan hızı ve ölçeğinden kaynaklanan bir çok ek sıkıntı ortaya çıkmıştır. Büyük şehirlerde sadece daha çok insan ya-şamakla kalmıyor, Birleşmiş Milletler’in tahmini bu küresel eğilimin süreceği ve önümüzdeki 40 yıl içinde beklenen nüfus artışını şehirlerin daha da içine çekeceği yönünde (UN DESA). Bu eğilim giderek sayıları artan "Megaşehirlerin" (yaşayan nüfusu 10 milyonun üzerinde olan şehir-ler) doğmasına sebep olmakta ve ayrıca bu megaşehirlerde yaşayan insanların 2025'e kadar ikiye katlanması bekleniyor (UN DESA, 2012). Bahsi geçen nüfüs ar-tışının neredeyse üçte birinden sorumlu olan Çin ve Hindistan'ın da dahil oldu-ğu bir avuç ülke bu eğilime yön veriyor. Ulusal Çin İstatistik Bürosu 2011'de, Çin tarihinde ilk olarak kentsel nüfusun kırsal nüfustan daha fazla olduğunu bildirdi

(UNDP, 2013). Bu büyümenin bir sonucu olarak, çevresel yıkım son 20 yılda büyü-yen bir sorun haline geldi. Böylelikle rek-lam, eğitim ve uluslararası çevre anlaş-maları aracılığı ile çevre bilincini yayma programlarını desteklemeye daha fazla çaba sarf edilmeye başlandı. Bu da do-ğal kaynakların çevre dostu teknolojilerle birlikte daha etkili biçimde kullanılmasını sağlıyor (Mol ve Carter, 2007: 2). Çin'de, bu taahhütlerden biri Ulusal ve Sosyal Gelişim için 12. Beş Yıllık Planın 2011 se-nesinde açıklanması ile oldu. 2015 yılına kadar enerji kullanımında %16 ve Gay-risafi Milli Hasıla (GSMH) birimi başına karbon emisyonunda %17'lik bir düşüş amaçlanıyordu (Baumler et al, 2013). Şu anda şehirlerin dünya enerji tüketimi-nin %75'inden ve karbon emisyonunun %80'inden sorumlu olduğu tahmin edilir-ken (Nan Zhou, 2012), şehirlerdeki nüfus artışı süphesiz ki en büyük problemler-den birini oluşturuyor.

Düşük Karbon İzli Eko-KentKonseptinin Evrimi Problemlerden fırsatlar doğar. Kentsel alanların büyümesi, şehirlerin nasıl daha az kaynak kullanarak daha ekoloji dostu yollarla işleyebileceğini gösteren bir plat-form oluşmasına sebep oldu. Geçtiğimiz yüzyılda, şehir planlaması taraftarları kentleşmenin ekolojik ve geniş çevre sağ-lığı açısından mutlaka olumsuz sonuçları olmadığını da gösterdi. Kentsel büyüme aynı zamanda kullanılmayan ve kirlenmiş alanların iyileştirme yöntemi ile kullanıma kazandırılmasını da sağlar. Aynı zamanda buna ek olarak, sosyo-ekonomik yararları da vardır. Zenginleşmiş yeni iş sahaları, eğitim ve sağlık hizmetlerinin sağlanma-sı, günlük ihtiyaçlar için uzun mesafelere gitme gereksiniminin ortadan kalkması, ve eğlence amaçlı toplum kaynaklarının sa-yısal ve kalite olarak artırılması bunlardan bazılarıdır. Ancak bu yararların gerçek-leştirilebilmesi için şehirlerin sürdürülebilir yollarla planlanıp tasarlanması gerekmek-tedir.Eko-Kentler girişimi bu tip fırsatları içe-rir. İlk olarak 1987 yılında, şehir ekolo-jisti Richard Register Eko-Kenti "ekolojik olarak sağlıklı" şehir olarak tanımlamıştı. Daha yakın zamanlarda Dünya Bankası

BREEAM Toplulukları, gelişim üzerine konsantre olmuş bir

çerçevedir ve birden fazla etkili yolu bir araya getirerek, en iyi sonucu elde edebilmek üzere

oluşturulmuştur.

75itü vakf� dergisi

Eko-Kentlerleri "doğal sistemler ile uyum-lu olarak işleyen ve kendi ekolojik varlıkla-rına ve hayatımızın bağlı olduğu bölgesel ve küresel ekosistemlere değer veren şe-hirler" olarak tanımladı, yani sonuç olarak bu şehirler "yerel ve global çevreye verilen net zararı çok büyük ölçüde bir şekilde azaltırken aynı zamanda vatandaşlarının ve yerel ekonomisinin genel iyiliğini geliş-tirir" (Suzuki et al, 2010: xvii).1987'de Brutland Komisyonu'nun (Ortak Geleceğimiz) raporu ve onu takip eden 1992'de Birleşmiş Milletler Ekonomi, Çevre ve Kalkınma Konferansı'ndan doğan Gün-dem 21, siyasi arenada sürdürülebilirliğin belirleyicisi oldu. Bu rapor ve konferansın amacı, ekosistemimizin uzun ömürlülü-ğünü sağlamak ve insan yaşamına yerel, ulusal ve küresel seviyelerde sürdürülebi-lir yaklaşımları yerleştirmek ve bu konulara dikkat çekmekti. Sürdürülebilir kalkınma terimi bu süreçle beraber kabul edilip yay-gın olarak kullanılmaya başlandı.Eko-Kent kavramı Gündem 21 sonrasında ortaya çıktı ve sürdürülebilirliğin ekolojik yönlerini vurguladı. Emekleme sürecin-de, konsept büyük ölçüde kavramsaldı ve Roseland tarafından, "kentsel planlama, ulaşım, sağlık, barınma, ekonomik kal-kınma, doğal alanlar, kamusal katılım ve sosyal adalet konusunda fi kir koleksiyo-nu…' (1997: 197) olarak ifade edildi. 90'lı yıllara kadar büyük ölçüde arzu duyulan bu kavramlardan bazıları ancak bu tarih-ten sonra gerçekleşti ve kentsel alanlarda uygulanmaya başladı.Son yıllarda Eko-Kent kavramı, artan kar-bon emisyonu konuları, kaynakların verim-

liliği ve çevre dostu uygulamaların yanı sıra ekonomik büyümeyi engellemeyecek şekilde dikkate alınarak, Düşük Karbon İzli Şehirler konsepti ile birleştirilmiştir:Düşük karbon izli dönüşüm yapma yolun-da olan şehirler daha yaşanabilir, verimli, rekabetçi ve dolayısıyla sürdürülebilir olacaktır. Düşük karbon büyümesi ancak Çin şehirlerindeki hızlı gelişme kaygılarını çözmeye başka acil bir zorunluluk daha ekler“ (Baeumler et al., 212: xxxix)Bu evrim, zorlukları artırır ancak kentsel ölçekteki sürdürülebilirliği daha kollektif yaklaşımlarla entegre ederek, pratik uy-gulamalar ve prensip algılarının kaynaş-masından yola çıkıp küreselleşme ve kent planlama kavramlarını modernize etme ihtiyacını temsil eder.The European Commission’s Eco-City Project (www.ecocity-project.eu), the In-ternational Ecocity Framework and Stan-dards Initiative (www.sustainabledevelop-ment.un.org), The International Eco-Cities Initiative (www.westminster.ac.uk/ecoci-ties) ve The Clinton Climate Cities Prog-ramme (www.clintonfoundation.org) son yıllarda Düşük Karbon İzli Eko-Şehirler üzerine araştırma yapan kamuoyunun iyi tanıdığı örgütler ve akademik kurumlardır.

Büyük Ölçekli Sürdürülebilirliği Destekleyen Bir ÇerçeveSürdürülebilirlik çerçevesi belki de ara-dığımız cevap olabilir. Düşük karbon izli eko-şehirlerle ilgili işlerin çoğunluğu ya enerji, su ve ulaşıma (Nan Zhou, 2012) dayalı göstergeleri ya da girişimleri kap-sayan kategori formülasyonu üzerine odaklanmıştır. Bu bölümde BREEAM Top-lulukları yukarıda vurgulanan sorunları gidermek için alternatif bir sürdürülebilir-lik çerçevesinde, toplu çözüm amacıyla alternatif bir yaklaşım olarak sunulacaktır. BREEAM Toplulukları, büyük ölçekli proje-lerde imar planı aşamasını kapsar ve (aşa-ğıdaki resme bakınız) geniş BREEAM aile-sinin bir parçası olarak var olur. BREEAM, binalar için dünyanın ilk çevre değerlendir-me yöntemi olarak 1990 yılında ortaya çıktı.Binasal seviyedeki başarısının ardından BREEAM Toplulukları, ilkeleri, mahalle öl-çeğine uygun şekilde uyarlanmıştır.Uluslararası sertifi kalı 250.000'den fazla binanın sürdürülebilir yapı ve tasarımını yürütüp, bina seviye düzenleri ardında yer alan sağlam bilimsel Bu çerçeve; sosyal, ekonomik ve çevresel sürdürülebilirllik ve büyük ölçekli kalkınmaların tasarım ve planlaması entegrasyonunu eşit ve bütün-sel olarak destekler. Ayrıca düşük karbon tasarımı ve teknolojilerinin entegrasyonuna olanak tanır. Kirlilik problemlerini ele ala-rak bir bölgenin ekolojisinin tanınmasına, geliştirilmesine yardımcı olur ve bölgenin endüstriyel aktivitelerden zarar görmeme-sini sağlar.Göstergeler ve çerçeveler arasındaki en büyük fark, göstergelerin belirli unsurları tanımlayarak nicelemesidir ve farklı sosyal bağlamlarda uygulaması özellikle zordur; bu durumda bu kentsel sürdürülebilirlik oluyor. Göstergeler detaylı bilgi sağlar ama gerçekten gelişim sağlar mı? Diğer bir ta-raftan çerçeveler, hedefl er ve göstergeleri bütünleştirilmiş bir yaklaşımla ortak bir sü-reçte birleştirir (Joss, 2012). Bu anlamda göstergeler bir nevi tümdengelim yaklaşı-mını desteklerken çerçeveler de tümevarım yaklaşımını destekler.Bu makale, göstergeleri eleştirmek veya Eko-Kent kurmak adına BREEAM Top-luluklarını yüceltmek için yazılmamıştır. Şimdiye kadar bahsettiklerimizden belli olduğu üzere, "mükemmel" Eko-Kenti kur-mak için tek bir yol olmadığını görebiliyo-ruz. Fakat BREEAM Toplulukları, gelişim üzerine konsantre olmuş bir çerçevedir

Son yıllarda Eko-Kentler kavramı, artan karbon emisyonu konuları, kaynakların verimliliği ve çevre dostu uygulamaların yanı sıra ekonomik büyümeyi

engellemeyecek şekilde dikkate alınarak, Düşük Karbon izli şehirler

konsepti ile birleştirilmiştir.

76 itü vakf� dergisi

ve birden fazla etkili yolu bir araya geti-rerek, en iyi sonucu elde edebilmek üze-re oluşturulmuştur. (Kitapçığın elektronik bir kopyası için bakınız www.breeam.org/communities)BREEAM Topluluklarının yaklaşımı, öl-çümü zor olmasıyla nam salmış sosyal konularla ilgili olarak sürdürülebilirliği des-tekler. Ne var ki toplumun sosyal düşün-celerini bir araya getirerek, öncelikleri ve ihtiyaçlarını anlayarak, bu sürece dayalı çerçevede, sosyal uyum ile ekonomik ge-lişmeyi ve çevresel korumayı dengeleyen temeller inşa edebiliriz.Eko-Kentler ve Yeşil Gruplar, Eko-Kent kurabilmek adına 3 önemli faktörün altını çiziyor; yerleşim planlaması, ekonomik zenginlik, iklim değişiklikleri ve kaynak mu-hafazanın göz önünde bulundurulması. Binalardaki "enerji verimi ve yararlılığının" ise en önemli faktörlerden biri olduğunu da ekliyorlar. Verimli Eko-Kentler kurula-mamasının en önemli nedenlerinden biri enerji kullanımının sosyo-ekonomik şartla-ra uygun olmamasından kaynaklanır. Bu (Hongling Liua, 2014) nin de aralarında bulunduğı pek çok yazar tarafından teyit edilmiştir. Ona göre, ekoloji dostu kentsel yapılanmalar için daha bütünsel çalışma-lar yapılması gerekir. Ayrıca Wong and Yuen (2011:140), daha önce değinilme-yen sorunlar ile başa çıkabilmek için yeşil ile dost toplu taşıma ve enerji veriminin doğru sağlandığı binalar ve alt yapıların inşa edilmesinin şart olduğunu belirtmiştir.BREEAM Toplulukları, çerçevesi sadece yukarıda belirtilen amaçlara yönelik ça-lışma yapmaz, kuruluş amacına uygun olarak, bina aşamasında daha büyük sürdürülebilirlik amaçlar. BREEAM Toplu-lukları'nın yararları fark edildikçe, toplulu-ğa olan ilginin de arttığı görülmektedir.BREEAM, düşük karbon seviyeleri adına talebi düşürerek, etkin enerji kullanımı-nı pek çok yönden ele alır. Bunlar; alan planlaması, doğal havalandırma ve rüzgar yönetimi ve en uygun düşük veya sıfır kar-bonlu bir dağıtım sistemidir. Böylelikle BREEAM , düşük karbonlu yaşamı toplu-mun ihtiyacına göre ve alana uygun bir yaşam biçimi haline getirmektedir. Karbon emisyonları ayrıca materyallerde ve ula-şımda bulunan karbon olarak da ele alınır. BREEAM standartlarının en önemli hedef-lerinden biri piyasayı karbon kullanımını düşürmek üzere bilinçlendirmek, bunun gerektirdiği özeni göstermelerini sağla-

Yeşil yaşam ve sağlıklı Eko-Kentler kurabilmek için ne kadar bilinçli olabilirsek, sosyal ve ekonomik

dengeleri bozmadan, hatta geliştirerek o kadar fazla yeşil

yerleşim alanları oluşturabiliriz. Bugün verilmiş bir karar, gelecekte

bütün ülkeler için daha temiz bir yaşamın temelini oluşturacaktır.

Kaynaklar:-Baeumler, A., Ijjasz-Vasquez, E., & Mehndiratta, S. (Eds.).

(2012). Sustainable Low-Carbon City Development in

China. World Bank-free PDF. Available online: http://site-

resources.worldbank.org/EXTNEWSCHINESE/Resour-

ces/3196537-1202098669693/4635541-1335945747603/low_

carbon_city_full_en.pdf

-Baeumler, A., Chen, M., Dastur, A., Zhang, Y., Filewood, R.,

Al-Jamal, K.,. & Pinnoi, N. (2009). Sino-Singapore Tianjin eco-

city: A case study of an emerging eco-city in China. Technical

Assistance Report, World Bank, Washington DC.

-Building4Change (2013). Available online: http://www.buildin-

g4change.com/page.jsp?id=2117. Last accessed 28/01/2014.

-BREEAM Communities (2014). BREEAM Communities Webpa-

ge. Available online: http://www.breeam.org/page.jsp?id=372.

Last accessed 30.01.2014.

-Clinton Climate Initiative. C40-CCI Cities (2014). Available on-

line: http://www.clintonfoundation.org/our-work/clinton-clima-

te-initiative/programs/c40-cci-cities. Last accessed 24/01/2014.

-Eco-City Builders (2014). Available online: http://www.eco-

citybuilders.org/why-ecocities/the-solution/guidelines-for-eco-

city-development/. Last accessed 26.01.2014.

-Hongling Liua, G. Z. (2014). Analysis of sustainable urban de-

velopment approaches in China. Habitat International , 24-32.

-Joss, S. (2009) Eco-cities: a global survey. WIT Transactions on

Ecology and the Environment, 129, pp. 239–250, 2010.

-Joss, S (2011). Eco-cities: the mainstreaming of urban sustaina-

bility; key characteristics and driving factors. International Jour-

nal of Sustainable Development and Planning, 6 (3): 268-285.

-Joss, S., Tomozeiu, D. & Cowley, R. (2012). Eco-city indicators:

governance challenges. WIT Transactions on Ecology and the

Environment, 155: 109-120.

-Joss, S., & Molella, A. (2013). The Eco-City as Urban Techno-

logy: Perspectives on Caofeidian International Eco-City (China).

Journal of Urban Technology, 20 (1): 115-137.

-Joss, S., Kargon, R. & Molella, A. (2013). Eco-Cities in Pan-Asia:

International Discourses, Local Practices. From the Guest Edi-

tors. Journal of Urban Technology, 20 (1): 1-5.

-Joss, S., Cowley, R. & Tomozeiu, D. (2013). Towards the ‘ubiqu-

itous eco-city’: an analysis of the internationalisation of eco-city

policy and practice. Journal of Urban Research & Practice.

-Mol, A. P. J. (2001). Globalization and Environmental Reform:

The Ecological Modernization of the Global Economy. Cambri-

dge: MIT Press.

-Mol, A. P. J. & Carter, N. T. (2007). China’s environmental go-

vernance in transition. In N. T. Carter & A. P. J. Mol (Eds.), Envi-

ronmental governance in China (pp. 1–22). London: Routledge.

-Nan Zhou, G. H. (2012). China’s Development of Low-Carbon

Eco-Cities and Associated Indicator Systems. Berkeley Lab.

-Prudham, S. (2009). Pimping climate change: Richard Branson,

global warming, and the performance of green capitalism. Envi-

ronment and planning. A, 41(7), 1594.

-Roseland, M. (1997). Dimensions of the eco-city. Cities, 14(4),

197-202.

-The CONCERTO Initiative (2014). Available online: http://www.

ecocity-project.eu/TheConcertoInitiative.html. Last accessed

24.01.2014.

-United Nations, Department of Economic and Social Affairs (UN

DESA), Population Division (2012). World Urbanization Prospe-

cts: The 2011 Revision. Available online: http://esa.un.org/unup/

pdf/WUP2011_Highlights.pdf. Last accessed 27.01.2014).

-United Nations Development Programme (UNDP), 2013. Chi-

na National Human Development Report 2013 Sustainable and

Liveable Cities: Toward Ecological Civilization. Available online:

http://www.undp.org/content/dam/china/docs/Publications/

UNDP-CH_2013%20NHDR_EN.pdf. Last accessed 21.01.2014.

-University of Westminster, International Eco-Cities Initiative

(2014). Available online: http://www.westminster.ac.uk/csd/fun-

ded-research/international-eco-cities-initiative. Last accessed

24.01.2014.

-United Nations Sustainable Development Knowledge Platform

(UN SDKP). Available online: http://sustainabledevelopment.

un.org/index.php?page=view&type=1006&menu=1348&nr=66.

Last accessed 24.01.2014.

mak ve düşük karbon sağlanması istenen bölgeye yeşil teknoloji getirebilmektir. Bu sürekliliğin sağlanması için çok önemli bir faktördür.BREEAM Toplulukları, Caofeidian Eko-Şehrinde olduğu gibi toplumu dış dünya ile izole eden bir sistem oluştur-mamıştır. Joss and Molella'ya göre sür-dürülebilir kalkınmaya farklı yaklaşımlar sergileyen Caofeidian ve iç bölgesinde potansiyel bir kopukluk vardı. Sonuç ola-rak çevresel yararlar tamamen gerçekleş-tirilemedi. Bu, Dünya Bankası'nın Tiajin Eko-Kent analizinde de yinelenmiştir. Dün-ya Bankası'ndan Axel Baeumler'e göre, “şehrin sürdürülebilir özelliklerini daha büyük bölgesel ve ekonomik bağlamdan uzak tutarak ve dışardan etkilere kapata-rak izole etmek risk almaktır.” BREEAM toplulukları bu bağlamda en ile-ri görüşlü eko-şehir girşimlerini çevredeki alan ile bağlantısını koparmadan destek-lemek için kullanabilir.

SonuçBu makale, Eko-Kentler bakış açısının ne kadar değiştiğini ve daha verimli Eko-Şe-hirler kurabilmek adına atılması gereken adımların bütünsel olmasının önemini bir kez daha göstermiş oluyor, bu da sür-dürülebilir kalkınmanın çok daha iyi an-laşılmasını sağlar. Önümüzdeki sıkıntılar açıkça ortada; şehirlerin ekonomik büyü-melerini desteklerken, yeşil kentlere dö-nüşebilmeleri adına gereksinimler hızlıca karşılanmalı ve bunun için gerekli teknolo-jileri şehirlere getirebilmeliyiz. Yeşil yaşam ve sağlıklı Eko-Kentler kurabilmek için ne kadar bilinçli olabilirsek, sosyal ve eko-nomik dengeleri bozmadan, hatta gelişti-rerek o kadar fazla yeşil yerleşim alanları oluşturabiliriz. Bugün verilmiş bir karar, gelecekte bütün ülkeler için daha temiz bir yaşamın temelini oluşturacaktır.

İngilizceden çeviren: Ebru Yetiş

ÇEVRE DOSYASI

77itü vakf� dergisi

Hasta Bina Sendromu (HBS), modern ya am�n yeni hastal� � olarak tan�mlanmaktad�r. Çarp�k kentle meyle ba lam� bir çe it psikolojik rahats�zl�kt�r. HBS ki inin çal� ma alan� ile ili kili

ikâyetlerinin bile kesidir. Son teknolojiyle donat�lm� bir binan�n havaland�rmas�n�n yetersiz olmas�yla elektronik cihazlar�n olu turdu u manyetik enerji ve radyasyondan olu an yorgunluk; HBS hastal� � olarak bilinmektedir. Dünya Sa l�k Örgütü'nün (WHO) raporuna göre, dünyada yeni ve tadil edilmi binalar�n % 30'una yak�n�, bu sendromlar� olu turuyor olabilir. Yine ayn� rapora göre, günümüz insan� zaman�n�n ortalama %70’ini i , %20’sini ev ortam�nda olmak üzere toplam %90’�n� kapal� mekânlarda geçiriyor (WHO, 1984). Hasta Bina Sendromlar� genellikle havaland�rma sistemlerindeki kusurlarla ba lant�l�d�r ve d� hava beslemesi oran�n� art�rarak tedavi edilebilmektedir. HBS'nun di er etmenleri, bina yap� malzemelerinden s�zan kirleticiler veya iç ortamda kullan�lan ha� f endüstriyel kimyasallar olarak belirlenmi tir…

Hasta Bina SendromuProf. Dr. Ayşegül TanıkİTÜ Çevre Mühendisliği Bölümü

Hasta Bina Sendromu (HBS) -Sick Building Syndrome (SBS) kavramı 1980’li yıllarda petrol krizi ve enerji

darboğazının gündeme gelmesi ile ortaya çıkmıştır. Bu dönemde enerji tasarrufl arın-dan dolayı iş merkezlerinden hastanelere kadar tüm binalarda iç hava sirkülasyo-nu en az düzeye indirilmiş, yeterli hava-landırma yapılamamıştır. Sağlıksız inşaat malzemesi kullanımı, rutubet ve kötü ha-valandırma sistemi, binaları mikrobiyolo-jik oluşumlara açık hale getirmiştir. Sonuç olarak insanlarda kapalı ortam hava kalite-si ile ilişkili olan ve HBS olarak adlandırılan sağlık sorunları görülmeye başlanmıştır (Barçın, 2005). HBS, modern yaşamın yeni hastalığı olarak tanımlanmaktadır. Çarpık kentleşmeyle başlamış bir çeşit psikolojik rahatsızlıktır. HBS kişinin çalışma alanı ile ilişkili şikayetlerinin bileşkesidir. Son tek-nolojiyle donatılmış bir binanın havalan-dırmasının yetersiz olmasıyla elektronik cihazların oluşturduğu manyetik enerji ve radyasyondan oluşan yorgunluk; HBS has-talığı olarak bilinmektedir. Dünya Sağlık Örgütü'nün (WHO) raporuna göre, dünya-da yeni ve tadil edilmiş binaların % 30'una yakını, bu sendromları oluşturuyor olabilir. Yine aynı rapora göre, günümüz insanı za-manının ortalama %70’ini iş, %20’sini ev or-tamında olmak üzere toplam %90’ını kapalı mekânlarda geçiriyor (WHO, 1984). Hasta

Bina Sendromları genellikle havalandırma sistemlerindeki kusurlarla bağlantılıdır ve dış hava beslemesi oranını arttırarak tedavi edilebilmektedir. HBS'nun diğer etmenleri, bina yapı malzemelerinden sızan kirleticiler veya iç ortamda kullanılan hafi f endüstriyel kimyasallar olarak belirlenmiştir. İstatistikle-re göre her gün % 20 oranında insan bu hastalığa yakalanmaktadır. Hava kirliliği ne-deniyle her geçen 10 yılda astım oranı %50 artmaktadır. Astım yıllık 14,5 milyon kayıp işgücü ve 14 milyon kayıp eğitim gününe neden olmaktadır. Amerika Birleşik Dev-letleri'nde bulunan binaların % 60’ı HBS içermektedir. Bu binalarda çalışanların % 20’si ilgili sendrom nedeniyle iş verimleri-nin azaldığı belirlenmiştir. Çalışanların % 20’si yüksek çalışma potansiyellerini hava kirliliği nedeniyle açığa çıkaramamaktan şikayetçilerdir (Zeydan vd., 2009). Günümüzde Türkiye nüfusunun 2008 yılı istatistiklerine göre % 32’lik bir kısmı 15 yaş ve üzeri işgücü potansiyelidir. Bu iş-gücünün % 19,5’lik kısmı da sanayide çalışmaktadır. Sanayide çalışan nüfusun da günde ortalama 8 saati işyerinde geç-mektedir (Akal, 2013). İşyeri ortamları da tıpkı evler ve diğer iç ortamlarda olduğu gibi (hastane, toplu taşıma, restoran vb., eğlence yerleri vs.) kişilerin temel sağlık gereksinimlerini karşılayacak kalitede ol-malıdır diye belirlenmesine rağmen birçok

78 itü vakf� dergisi

sanayi kuruluşunda, üretilen malzemenin üretim sürecindeki prosesler gereği, kul-lanılan kimyasallar, temizlik malzemeleri, boya malzemeleri, iş makineleri vb. işyeri iç ortam havasını olumsuz etkilemektedir. Dolayısıyla konu ülkemiz açısından da bü-yük önem taşımaktadır.Bu makalede HSB kaynakları, semptomla-rı, HBS’dan korunmak için alınması gere-ken önlemler, yalıtımın etkisi, iç ortam hava kirleticileri ve emisyonları tanıtılarak korun-ma önerilerine değinilecektir.

HBS Kaynakları• Enerji tasarrufu sağlamak için iyi izole edilen ve çok az havalandırılan alanlar,• Pencere ve duvarların izolasyonunda kul-lanılan materyaller, yapıştırıcılar, duvar bo-yaları, halılar,• Havada gaz halinde bulunan bina mater-yalleri,• Halı veya mobilyalardan gelen formalde-hit, toz, kurşun, vs.• Fotokopi makinelerinden veya diğer ofi s makinelerinden havaya yayılan ozon,• Kitaplardan, havalandırma sistemlerin-den, halılardan gelen bakteriler, küfl er.• Radon gibi kokusuz, gözle görülmeyen ve iç ortamlarda doğal olarak oluşan mad-deler, vs.• Bakteriler ve mantarlar gibi mikroorga-nizmalar. Uygun nem, besin ve büyüme koşullarında 1 mikroorganizma 18 saatte 1 milyara ulaşabilir. Evler ve ofi sler mikroor-ganizmaların üremesi için ideal ortamlardır. Varlıklarını koku, tavan ve döşemelerdeki lekelenmeler, halıların bozulması ile göste-rirler (Zeydan vd., 2009).

HBS SemptomlarıYapılan araştırmalarda belirtiler daha çok kadınlarda ve 30–50 yaş arasındaki bi-reylerde görülmektedir. Sendromun teş-hisinde kullanılabilecek bir görüntüleme yöntemi ya da laboratuar testi henüz yok-tur. Solunan hava kuru ise, burun içindeki hafi f ıslak dokular da kurur, kabuklanma ve tıkanıklık hissine yol açar. Bu doku tahriş olur ve aşırı salgı yapmaya başlar. Böylece kaşıntı, akıntı ve tıkanıklık gibi alerjik burun nezlesini düşündüren şikayetler ortaya çı-kar. Burundaki bu değişiklikler, burun ve sinüs bölgelerinde enfeksiyon gelişme ris-kini artırır ve daha önceden sorunları olan hastalarda kendisini sinüzit olarak gösterir. İhmal edilir ve tedavisi aksatılırsa cerrahi operasyona kadar giden sinüzit olgularıyla karşılaşmak mümkündür. Boğaz ve gırtlak dokusunun, solunan hava nedeniyle kuru-ması sonucunda kuruluk, boğazda yaban-

cı cisim hissi, ağrı, ses kısıklığı ve kronik kuru bir öksürük ortaya çıkabilir. Bu reaksiyonlar bazen o kadar ağırlaşabilir ki, her yutkun-mada boğazda yırtılırmışçasına ağrı hissedilir (Kahraman, 2012). Burun, boğaz ve akciğer gibi üst solunum yollarındaki belirtilerden başka deri-cilt problemleri, baş ağrısı ve dönmesi, göz problem-leri, aşırı duyarlılık, yorgunluk hali, histeri ve stres gibi psikolojik be-lirtiler de görülebilir (Özyaral ve Keskin, 2007) HBS’na karşı alınması gereken önlemler Son 10 yıldır gündeme daha çok gelen HBS konusundaki çalışma-lar kesin bir sonuç ortaya koyama-sa da; çalışanlar için en iyi verim, 19-200C 'de alınmaktadır. Alınma-sı gereken önlemler ise aşağıda sıralanmaktadır (Soysal, 2008; Özçimen, vd., 2012).• Duvardan duvara halı kullanımı-nın önlenmelidir.• Camlar açılmıyorsa hava temizleyen alet-lerden yararlanılmalıdır. • Sürekli bilgisayarla çalışan personelin vardiya saatlerinin ayarlanması gibi önlem-ler alınmalıdır.• Duvarlar ve hava, yılda bir kez profesyo-nel olarak temizlenmelidir.• Havalandırma sistemi havanın bina için-de dolaşımını artırmak için temizlenmelidir. Hava fi ltresi kullanılmalı, fi ltre temiz ve kuru olmalıdır. İçeri hava alınan bölge yükleme ya da park alanlarından uzak olmalıdır. Hava fi ltreleri düzenli olarak değiştirilmeli-dir. • Havadaki nem oranı asla % 60'tan fazla olmamalıdır.

• Üreticinin belirttiği direktifl ere tam olarak uyulmalıdır.• Bilgisayarlar her altı ayda bir bilgisayar ve elektronik donanım temizleyicileri tara-fından temizlenmelidir.• Bina içinde sigara içilmesi yasaklanma-lıdır.• Fayanslardaki rutubetli bölgeler değişti-rilmelidir.• Halılar nemden arındırılmalıdır.• Sürekli eğitim verilmelidir.• Ortamda bulunan bireylerle iletişim geliş-tirilmelidir.• Elektronik cihazlar gereken sayıdan fazla olmamalı, satın almada insan sağlığına en uygun olanlar tercih edilmelidir.• Yerleşim planları sağlık koşulları gözetile-rek yapılmalıdır.• İş stresini azaltmaya yönelik önlemler alınmalıdır.

Yalıtımın HBS üzerindeki etkisi• Su Yalıtımı: Sağlıklı yapılmamış bina temelinden, ıslak hacimlerden ve çatıdan gelen su sızıntıları ortam neminin artması-na neden olmaktadır.• Isı Yalıtımı: Binalarda ısı yalıtımının ye-tersiz olması ya da doğru buhar akımının sağlanmadığı ısı yalıtım sistemleri duvarlar-da yoğuşma problemleri yaratmakta, duvar yüzeyindeki yoğuşmanın yarattığı ıslanma-lar nedeniyle nem düzeyi artmaktadır. • Isı Yalıtım Sistemleri: Doğru buhar akı-mının sağlanması yani katmanların buhar difüzyon direnç katsayısının, içeriden dışa

İşyeri ortamları da tıpkı evler ve diğer iç ortamlarda olduğu gibi (hastane, toplu taşıma, restoran vb., eğlence yerleri vs.) kişilerin

temel sağlık gereksinimlerini karşılayacak kalitede olmalıdır

diye belirlenmesine rağmen birçok sanayi kuruluşunda, üretilen

malzemenin üretim sürecindeki prosesler gereği, kullanılan

kimyasallar, temizlik malzemeleri, boya malzemeleri, iş makineleri vb.

işyeri iç ortam havasını olumsuz etkilemektedir.

ÇEVRE DOSYASI

79itü vakf� dergisi

omyces pannorum (%57) ve Sistronema brinkmannii (%51) tutmaktadır (Özyaral ve Keskin, 2007). Stachybotrys’lerin ortamda bulunma oranı %12.8 örneklerde görülme sıklığı ise %4.5 olmasına rağmen diğer bütün küfl erden çok daha büyük risk ve önem taşımaktadır. Stachybotrys selüloz varlığında hızla gelişir. Stachybotrys geli-şimi kadar selülozun varlığı cladosporium, penicillium ve aspergillus türlerinin de ge-lişimini destekler. Stachybotrys’in binalar-daki gelişiminde duvarın kendisi üzerinde penicillium ve Aspergillus versicolor ve ikincil olarak cladosporium gelişimi izlenir. Stachybotrys özellikle boru sistemleri, alçı taşı, cam elyafı ilaveli duvar kağıdı ve alü-minyum folyo üzerinde görülmektedir. Su tarafından hasar görmüş evlerin %30’unda

Stachybotrys’e rastlanmaktadır. Aynı şekil-de Fusarium türlerinin oluşturduğu miko-toksinlerde ortamdan yakalanabilmektedir. Mevsimlere bağlı olarak sene içerisinde pencerelerin açık olduğu süreç içerisinde cladosporium, alternaria, aureobasidium türleri dış ortam havasında bulunan tür-lerle karşılaştırılabilinir. Böyle dönemlerde iç ortamlarda toprak kaynaklı suşlar ile penicillium türlerinin oranında artış izlenir. Toksik mantarlardan P. viridicatum, Tricho-derma viride, P. decumbens ve A. versico-lor önem kazanır. Ev tozlarında, bir odada gerçekleştirilen aktivitelere bağlı olarak iç ortam atmosferinde bulunan küf ve maya miktarında artış görülür. Mantarların oluş-turduğu toksinlerin gelişiminde çok değişik faktörlerin rolü vardır. Yeterli besleyiciler ve gereksinim duyulan şartlar sağlandığı süre

içersinde küfl erin ikincil metabolitleri olan toksin-leri gelişir. Isı, bağıl nem, rutubet ve gelişim için gerekli olan şartlar toksin sentezlenmesini sağlar. Yapının fi ziksel konumu-nun yanısıra ortamda bulunan O2, CO2, çinko ve bakır konsantrasyonu Aspergillus’ların özellikle A. fumigatus ve A. fl avus gelişiminin yanı sıra on-ların afl atoksin üretimini destekler. Havanın tüken-mesi okratoksin oluşumu, belli oranda nitrojen pa-tulin gelişimi, fosfat varlığı ise ergot sentezlenmesi ile doğrudan ilgilidir. A. parasiticus’un oluşturdu-ğu toksinlerin varlığı ise ısı ile bağlantılıdır. Fusarium tricintum’un oluşturduğu toksin miktarını ısı şiddetle etkiler (Özyaral ve Keskin,

2007). Mikotoksinler 15°C’de sentezlenir-ken, daha yüksek ısılarda oluşumda azal-ma görülür. Bina içi ortamında her zaman küfl ere rastlamak mümkündür, çünkü onlar her türlü ortamda gelişebilir ve yayılabilir-ler. Küfl erin kendileri kadar oluşturdukları toksinleri insan sağlığı için bir tehdit yarat-maktadır. Mikotoksin olarak tanımladığımız toksinlerini uygun ortam şartlarında yara-tan küfl er arasında özellikle Stachbotrytis chartarum ciddi sorunlar yaratmaktadır. Ya-şanılan ortam havasında küfl erin bulunma miktarı ile ilgili bir kayıt yoktur, 1 m3’te bu-lunan/ölçülen koloni oluşturan birim (KOB) şeklinde varlıkları saptanır. Solunan hava-

doğru azalacak şekilde düzenlenmele-ri akımı kolaylaştırmakta ve böylece yapı sağlıklı nefes alan dış duvarlara sahip olun-maktadır. İç Ortam Hava Kirleticileri ve Emisyon Kaynakları Bu kaynaklar gazlar ve biyoaerosollar ola-rak ikiye ayrılmaktadır. Bunlara örnekler aşağıda verilmektedir (Zeydan vd., 2009). Gazlar• CO2: Yanma işlemleri, garaj egzozu, si-gara dumanı• CO: Yanma işlemleri (ısıtıcılar, sobalar, şömine), garaj egzozu, sigara dumanı• NO2: Yanma işlemleri, garaj egzozu, si-gara dumanı• O3: Fotokopi makinesi, yazıcı• SO2: Gaz sobaları• Formaldehit: Ahşap mobilyalar, halılar, duvar ve tavan boyaları, izolasyon malzemeleri, reçineler, yapıştırıcılar, la-minant parkeler, döşeme-likler, dezenfektanlar• UOB: Mobilyalar, halı-lar, vernikler, çözücüler, oda parfümleri, deterjan-lar, yapıştırıcılar, yanma işlemleri, boyalar, yer ve duvar kaplamaları, lami-nant parkeler, kuru temiz-leme ile temizlenen elbi-seler, böcek ilaçları• Radon: Topraktan difüz-yon yolu ile. Biyoaerosollar ise,• Alerjenler: Ev tozları, evcil hayvanlar, böcekler, polenler• Mantar sporları: Bitkiler, gıda maddeleri• Bakteriler, virüsler: İn-sanlar, evcil hayvanlar, bitkiler, havalandırma ci-hazları• PAH: Yanma işlemleri ve sigara duma-nı'dır.Rutubetli binalarda küf ve toksik madde oluşumları da HBS'nu tetikleyen önemli etkenlerdir. Bu ortamlar daha kolay küfl e-nir. Rutubet oranının artmasına neden olan kaynaklar, aynı zamanda küf gelişimini destekler. Bazı coğrafi , iklim ve çevresel faktörlerin binalar üzerinde etkili olduğu bir gerçektir. Bu nedenle mimari yapı tarz ve malzeme seçimi bina ile ilgili olarak ru-tubet faktörünü doğrudan bağlamaktadır. Rutubetli binalarda sıklıkla rastlanan küfl er arasında ilk sırayı penicillium (%96), cla-dosporium (%89), ulocladium (%62), Ge-

Rutubetli binalarda küf ve toksik madde oluşumları da HBS'nu tetikleyen önemli etkenlerdir.

Bu ortamlar daha kolay küfl enir. Rutubet oranının artmasına neden olan kaynaklar, aynı zamanda küf gelişimini destekler. Bazı coğrafi ,

iklim ve çevresel faktörlerin binalar üzerinde etkili olduğu bir gerçektir.

Bu nedenle mimari yapı tarz ve malzeme seçimi bina ile ilgili

olarak rutubet faktörünü doğrudan bağlamaktadır.

80 itü vakf� dergisi

nın m3’ünde 106 oranında küfl ere ait organ yapıları bulunduğunda solunum sistemin-de ciddi sorunlar yaratırlar. Bilinen küfl erin hepsi insan için alerjik etkilidir. Herhangi bir şekilde kullanılan dezenfektan ile ortamda-ki küfl erin öldürülmesi yeterli değildir. Canlı olmayan küfl ere ait organ yapıları ile spor-larının solunması aynı şekilde alerjik etki-dedir. Ayrıca toksinlerinin aktivitesi onların ölmesi ile kaybolmaz, etkinliğini korur. Küf-ler HBS’nun tetikleyicileri arasında ilk sıra-da yer almamalarına rağmen ciddi sorunlar yaratırlar.

HBS’den Korunma ÖnerileriAnlaşılması zor ve oldukça karmaşık olan bu sendromun nedenleri araştırılırken has-tadan detaylı bilgi alınmalı ve yaşadığı/çalıştığı ortamın nitelikleri ayrıntılı bir şe-kilde sorgulanmalıdır. Bu sorgulamaların sistematik yapılabilmesi için kontrol listeleri oluşturulmalıdır. Çalışanlara iş ortamına bağlı stresörlerden uzak durulmasını sağ-lamaya yönelik stresle baş etmeye yönelik eğitimler verilmelidir. HBS oldukça komp-leks bir sorun olduğu için çözümü farklı disiplinlerden uzmanların ortak çalışmasını gerektirmektedir. HBS’ye bağlı semptom-ların önlenmesi için mimarlar, mühendis-ler (çevre, makine vb.) ve sağlık personeli (hekim, hemşire, çevre teknikeri) işbirliği halinde çalışmalıdır. Semptomlar bina için-de girildikten belli bir süre sonra başlar ve iç ortamın terk edilmesiyle düzelme eğili-mindedir. HBS’nun nedenleri araştırıldığın-da sorunun oldukça kompleks olduğu ve fi ziksel ortam koşullarıyla, kimyasal ve bi-yolojik iç ortam kirleticileri ile kişisel faktör-lere bağlı olduğu belirtilmiştir. Hasta bina sendromuna bağlı gözlenen semptomların önlenebilmesi için iç ortamda uygun ik-limlendirme koşulları sağlanmalı ve bina içerisinde iç ortam kirleticilerinin emisyon-

Çalışanlara iş ortamına bağlı stresörlerden uzak durulmasını

sağlamaya yönelik stresle baş etmeye yönelik eğitimler

verilmelidir. HBS oldukça kompleks bir sorun olduğu için çözümü

farklı disiplinlerden uzmanların ortak çalışmasını gerektirmektedir.

HBS’ye bağlı semptomların önlenmesi için mimarlar,

mühendisler (çevre, makine vb.) ve sağlık personeli (hekim, hemşire, çevre teknikeri) işbirliği halinde

çalışmalıdır.

Kaynaklar- Ağca, B. (2005). İç Hava Kalitesi ve Hasta Bina Send-romu, TC Dışişleri Bakanlığı, Uluslararası Ekonomik So-runlar Dergisi, Sayı XVI, Ankara.- Akal, D. (2013). İç Ortam Hava Kirliliği ve Çalışanlara Olumsuz Etkisi, TC Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakan-lığı, Çalışma Dünyası Dergisi, Cilt 1(1), s.112-119.- Özyaral, O., Keskin, Y. (2007). Hasta Bina Sendromu, Türkiye Tekstil Sanayi İşverenleri Sendikası, 414 s.

ları azaltılmalıdır. Solunan hava kalitesi için önerilen değerler Tablo 1'de verilmektedir.

Tablo 1. Hava Kalitesi Uygun Aralık Değerleri (Özyaral, 2003)

Parametre

Isı

Bağıl nem (BN)

Önerilen seviye

19-23°C

%40-70

Tabandan ısıtılan elektrostatik şoklama yapılmış halı kaplı binalarda %55’ten daha fazla BN ihtiyaç vardır.

Saatte 4-6 kez hava değişimi

Saniye’de 0.1-0.3 m’dir, <0.1 m/sn havada boğukluk/tıkanıklık yaratır. >0.3 m/sn hava cereyanı yaratır. 0.1 m/sn’lik hava akımı havanın ısısını yükselterek havanın hareketliliğini sağlar.

Genel bir çalışma ortamı için 500 lüks. Detaylı plan çalışmaları, laboratuar, dikim, çizim, pansuman vs. 750 lüks. Küçük cerrahi ameliyatlar için >450 lüks tercih edilir

46 dBA çalışma ortamındaki üst sınırdır.

Havalandırma

Sigara içilmeyen normal bir kapalı ortam için: en az 8 litre/su/kişi

Sigara içilen bir kapalı ortam için: 16 litre/su/kişi

Çok yoğun sigara içilen kapalı ortam için:25 litre/su/kişi

Toplam hava gereksinimi

Havanın hızı

Ses

Işıklandırma

- Özyaral (2003). Hasta Bina Sendromu. http://simad55.tripod.com/kitap2003/02.htm- Zeydan, Z. E., Zeydan, Ö., Yıldırım, Y. (2009). Hasta Bina Sendromu, IX. Ulusal Tesisat Mühendisliği Kong-resi, 06–09 Mayıs 2009, Bildiriler Kitabı, 587–595. - WHO (1984). Indoor Air Quality Research, Euro Re-port and Studies, No:103, 1984.- Özçimen, D., Terzioğlu, P., Yücel, S. (2012). Human Health Effects of Air Conditioners, Journal of Enginee-ring and Natural Sciences, Sigma 30, 56–65. - Kahraman, M. (2012) HBS nedir? www.bilgiustam.com/hasta-bina-sendromuhbs-nedir/- Soysal, F. (2008). HBS, www.hurriyet.com.tr/sag-lik/9027838.asp

ÇEVRE DOSYASI

ww

w.h

ydro

-x.c

o.uk,

Ind

oor

Air Q

ualit

y S

unv

eys

81itü vakf� dergisi

İnşaat Sektöründeki Aydınlatma Standartlarının Mevcut DurumuGörsel performansın uygun aydınlık

seviyelerini belirlemede tek ölçüt ola-rak kullanılması, aydınlatmanın meskun olmayan binalarda yüksek enerji tüketi-mine sebep olmasına ilişkin kaygılar ve daha verimli teknolojilerin geliştirilmesi, önerilen aydınlık seviyelerinin son beş veya altı yıl içerisinde düşmesine yol açmıştır. (IES, 1958; 1980). Bununla be-raber, ne aydınlatma tasarımı prensipleri ne de aydınlık standartları ışık ve binayı kullananlarla ilgili sağlık meselelerini göz önünde bulundurmakta. Halbuki ışığın insan sağlığının bazı yönleriyle ilişkili olduğunu gösteren çok sayıda bilimsel delil mevcut. Mevsimsel duygudurum bozuklukları ve depresyon ile mücadele etmek, fotosentez için gereken ışık sevi-yelerini temin etmek, insan vücudunda D vitamini salgılanmasını kolaylaştırmak gibi amaçlarla kullanımda gereken, yani çeşitli hastalıklar için tedavi edici olarak kabul edilen ışık seviyeleri, iç mekanlar için tavsiye edilen aydınlık seviyelerinin katbekat üzerindedir (Boubekri, 2004).Öncelikle şunu belirtmekte fayda var: Herhangi bir günışığı aydınlatma mevzu-atının etkili olması için sadece belirli bir odada yeterli miktarda günışığı olması şartını koşması yeterli değildir. Buna ila-veten günışığının süresi de mevzuatta belirtilmelidir. Günışığı dinamik ve de-vamlı surette değişkendir. Aydınlatma ile ilgili kural ve şartlar odanın işlevsel ge-reksinimlerine, mevsimsel değişimlere, binanın bulunduğu konumdaki coğrafi ve iklimsel koşullara ve kullanıcıların ihtiyaç-larına uygun olarak belirlenmelidir. İnsanların açık havada yaptıkları aktivi-telerde yeterli derecede güneş ışığına maruz kaldıkları iddia edilebilmektedir; ancak, yapılan çalışmalar bu varsayımın her zaman doğru olmadığını göstermek-tedir. Bir çalışmada, San Diego Kalifor-

Gün� � � Ayd�nlatma Mevzuat� çin Sa l�k Aç�s�ndan Bir ArgümanAssoc. Prof. Mohamed BoubekriIllinois University, Urbana-Champaign

www.thearthole.co.uk/hole/index.php/portfolio/britishmedicaljournal, Illustrator Rob White - Daylight and healt

Günlük ya am�m�zda do ru � � a yeterince maruz kalmaman�n pek çok sa l�k sorununa yol açabilece ini ve � � �n, sa l�k sorunlar�n�n üstesinden gelmek için tedavi amaçl� olarak, hatta belki koruyucu ilaç i levinde dahi kullan�labilece ini gösteren bol miktarda delil mevcuttur. Bu bilgiye ra men, in aat sektörü ve sektördeki düzenleme ve denetleme kurumlar� bu sorunu henüz önemine uygun bir yakla �mla ele almamaktad�r. Bina ayd�nlatma kurallar� � �k-sa l�k ili kisini göz önünde bulundurmamakta, � �kland�rma konusunda temel olarak görsel performans kriteriyle ilgilenmektedir…

82 itü vakf� dergisi

Ofi s binaları için yapılan pek çok kullanım sonrası değerlendirme ve anket, insanların pencereleri olan ortamlarda çalışmayı penceresiz

ortamlarda çalışmaya tercih ettiklerini göstermektedir. Güneş ışıldadığında insanlar kendilerini genel olarak daha enerjik, neşeli

ve iyi bir ruh hali içerisinde hissetmektedir. Aynı şekilde, kapalı

veya bulutlu günlerde insanlar kendilerini keyifsiz hissetmekte,

hatta bazıları depresif dahi olmaktadır.

niya’daki 40 ila 60 yaşlarındaki bir yetişkin popülasyonun günışığına maruziyet de-recesi incelenmiştir. Yapılan bu çalışma, San Diego’lu bu popülasyonun ılıman San Diego ikliminde dahi açık havada günışığı altında çok az zaman geçirdiğini göster-mektedir. (Espiritu, 1994). Espiritu’nun bu verileri, insanların yeterli miktarda günışığı-na maruz kalmadığı iddiasını destekleyen geçmiş araştırmalarla (Campbell ve ark., 1988; Kripke ve ark., 1989; Okudaira ve ark., 1983; Savides ve ark., 1986) paralel sonuçlara işaret etmektedir. İnsanların iç mekanlarda, açık havada geçirdikleri za-mandan çok daha fazlasını geçirdiğinin farkına vardıktan sonra, iç mekanlarda in-sanların yeterli miktarda günışığına maruz kalabilmesi ve binaların bu miktarları sağ-layabilir olması bir olmazsa olmaz haline gelir. Binalarda pencerelerin salt mevcu-diyetinin yeterli günışığını temin edeceğini varsaymak da doğru bir yaklaşım değildir. Zira pencerelerin yeterli miktarda günışığı sağlayıp sağlayamayacağı onların boyut-larına, konumlarına ve günışığı geçirgenlik-lerine bağlıdır.

Işık ve SağlıkGünışığı ile bazı türden hastalıklardan ötü-rü hastanede yatan hastaların iyileşme sü-releri arasında yakın bir bağ bulunduğunu tespit eden çalışmalar bulunmaktadır. Bu çalışmalardan birinde 415 unipolar ve 187 bipolar yatılı depresyon hastasından olu-şan bir örneklemin hastanede kalma süresi takip edilmiştir. (Benedetti ve ark., 2001) Söz konusu çalışmada, doğu yönüne ba-kan odalarda bulunan ve dolayısıyla sabah güneşine maruz kalan bipolar hastaların ortalama hastanede kalma sürelerinin, batı yönüne bakan odalardaki hastalara oranla 3,67 gün daha az olduğu saptan-mıştır. Aynı çalışmada unipolar hastalarda ise hiçbir etki tespit edilmemiştir. Bir baş-ka çalışmada da, bir psikiyatri birimindeki yatılı hastaların yarısı güneş ışığına maruz bırakılırken diğer yarısı ise maruz bırakıl-mamıştır. (Beauchemin ve Hayes, 1996). Bu çalışmaya göre, güneş alan odalarda bulunan hastaların ortalama hastanede ka-lış süresi 16,8, gün ışığı almayan odalarda kalan hastaların ortalama kalış süresi ise 19,5 olmuştur.Ofi s binaları için yapılan pek çok kullanım sonrası değerlendirme ve anket, insanla-rın pencereleri olan ortamlarda çalışmayı penceresiz ortamlarda çalışmaya tercih et-tiklerini göstermektedir. Güneş ışıldadığın-

da insanlar kendilerini genel olarak daha enerjik, neşeli ve iyi bir ruh hali içerisinde hissetmektedir. Aynı şekilde, kapalı veya bulutlu günlerde insanlar kendilerini keyif-siz hissetmekte, hatta bazıları depresif dahi olmaktadır. Genel olarak da insanların günı-şığı koşullarında kendilerini daha iyi hisset-tikleri kabul edilmektedir. İnsanlar genellik-le evlerine çatı pencereleri yaptırarak daha fazla doğal ışık temin etmeye çalışmaktadır. Mimarlar da hem kendi kişisel deneyimleri-ne hem de başka insanların söylediklerine dayanarak, insanlar için günışığının (güneş ışığı) elektrik kaynaklı ışıklara göre daha sağlıklı olduğunu varsayarlar. Henüz doğal

ışığın pozitif veya “iyi hissettiren” etkilerinin tüm psikolojik sebeplerini bilmesek veya anlayamasak da, tıp bilimi ışık ile insan sağlığının bazı fi ziksel yönleri arasındaki nedensel ilişkilere ışık tutan çok sayıda bil-giye ulaşmıştır.

Işık ve D Vitamini SenteziD vitamini, insan vücudunun kalsiyum ve fosfor emilimini ve kullanımını düzenleme-ye yardımcı olur. Bu da hem normal büyü-me hem de kemik ve diş gelişimi için haya-ti önem taşır. Ayrıca bağırsak emilimini ve böbreklerdeki geri emilimi uyarır, kandaki kalsiyum ve fosfor seviyelerinin düzenlen-mesine yardımcı olur. Kalsiyum birikmesini arttırmak suretiyle kemiklerin ve dişlerin sertleşmesini sağlar, bunların yanı sıra kal-siyumun vücut hücre zarları arasındaki ha-reketine de yardımcı olabilmektedir.Cilt, UV-B radyasyonuna maruz kaldığında (290–315 nm dalga boyu), 7-dihidrokoles-terol’ü (ciltte bulunan pro-hormon formu) D vitaminine dönüştürür. Bu bileşik, kara-ciğere gider ve burada depolanma formu olan 25-dihidroksivitamin D’ye (25-OHD) dönüştürülür (Glerup, 2000). 25-OHD, kan serumu içinde bulunur ve vitamin D sevi-yelerini değerlendirmek için test edilen bileşiktir. Değerlendirmelere göre normal koşullarda cilt, vücudun gereksinim duy-duğu D vitamini miktarının %80 ila 100’ünü üretebilmektedir. (Glerup, 2000). Yiyecek-ler ise vücudumuzdaki D vitamini miktarı-na katkıda bulunan ikinci kaynaktır. Günü-müzde D vitamininin Tavsiye Edilen Günlük Alım Miktarı (RDA) günde 5 ug veya 200 IU’dur (uluslararası birimler); bununla be-raber, çok sayıda kişi bu miktarın çok daha yüksek olması gerektiğini düşünmektedir.

ÇEVRE DOSYASI

83itü vakf� dergisi

Pineal bezi, aldığı ışık sinyaline tepki verir ve insanın günlük biyoritmini ışığa göre ayarlar.

Serotonin ve melatonin gibi güçlü hormonlar üretir. Farklı melatonin seviyeleri vücudumuzdaki enerji ve aktivite seviyelerini belirler.

Düşük ışık düzeyleri söz konusu olduğunda melatonin salgılanması artar ve mahmurluk veya uykulu

olma belirtileri ortaya çıkar. Günışığı, melatonin üretimini

baskılar ve serotonin salgılayarak zihnin tetikte olmasını sağlar. Bu hormonal düzenleyicinin

adı suprakiazmatik çekirdektir. İnsanlarda sirkadiyen veya içsel

saati düzenler.

Bu düşük olduğu şüphesi duyulan RDA standardına göre bile, ABD’de yaşayan sağlıklı insanların çoğunluğu D vitamini eksikliği yaşamak-tadır. (Fuller, 2003) Mevcut delillere göre, güneş ışığına sınırlı ölçüde maruz kalan insanların günlük D vitamini alımı 20 ila 25 ug (800–1000 IU) olmalıdır. (Glerup, 2000). Buna ilaveten, insanlar yaş-landıkça D vitaminini daha verimsiz kullanırlar, dolayısıy-la gereken günlük D vitamini alımı seviyeleri yaşla birlikte yükselmelidir.Klinik D vitamini yetersizliği gelişiminin sebebi genellikle günışığına yetersiz miktar-da maruz kalınması ve bes-lenme yoluyla alımın düşük olmasıdır. Çoğu gelişmiş ülkede uzun zamandır bir sorun olmaktan çıkmış olan raşitizm, hala bazı tropik ül-kelerde görülmektedir. Bu-nun sebebi, bu ülkelerde be-beklerin kundağa sarılması ve kadınların eve hapsolmuş durumda olmalarıdır. Hareket edebilmek için kendisine bakan kişinin yardımına ihtiyaç duyan yaşlılar, yatalak hastalar, penceresiz ortamlarda yaşayan veya çalışan insanlar ve çok yoğun alan-larda sınırlı güneş ışığı maruziyetiyle ya-şayan veya çalışan insanlar güneş ışığına yetersiz maruziyet ve D vitamini eksikliği riskleri taşımaktadırlar. Avustralya’daki bir tıbbi araştırmada, Tazmanya bölgesindeki yaşlı ve pek fazla hareket etmeyen hasta-lardan oluşan bir örneklemde mevsim de-ğişikliği, yüksek kalça çatlaması insidansı ve D vitamini seviyeleri arasındaki ilişki in-celenmiştir. (Inderjeeth ve ark., 2002). Bu hastalardan %68’i ya bir kurumda bakım görmekte, ya da hareket etmek için bir bakıcıya bağımlı durumdadır. Bu hasta-lardan %48’i, haftada birden daha az bir sıklıkta dışarı çıkabilmektedir. Araştırmanın sonuçlarına göre söz konusu hastaların D vitamini konsantrasyonları, mevsime bağlı olarak istatistiksel açıdan anlamlı düzey-de değişiklikler göstermemektedir. Bu da hastaların çoğunlukla yatalak veya evden çıkamayan hastalar olması durumuna bağ-lanmaktadır. Bu Avustralya kökenli araştır-

ma, güneş ışığının insan hayatı için mutlak surette zaruri olduğunu vurgulamaktadır. Bu hastaların beslenme alışkanlıkları nasıl olursa olsun, D vitamini eksikliğinin üste-sinden gelmeye yetmemiştir. Bu eksiklik de hastalarda kemik zayıfl ığının sebebini

teşkil etmiştir.İnsan vücudunda D vitami-ni üretimi için güneş ışığının besin takviyelerinden daha etkili olup olmadığına ilişkin tartışma, geçmişte iki fark-lı araştırmada incelenmiştir. Bunlardan birisi ABD’de, di-ğeri ise İsveç’te yapılmıştır. Amerika’da yapılan araştır-manın (Webb ve ark., 1990) sonuçları, Avustralya’da yapılan araştırmanın sonuç-larıyla uyum içerisindedir. Webb’in araştırmasına göre, serum 25 (OH)D konsant-rasyonlarındaki (D vitamini) güneş ışığı maruziyeti kay-naklı mevsimsel değişiklikler, serbest yaşayan hastalarda en yüksek derecede olup, daha az hareketli hastalarda, D vitamini içeren besin tak-viyeleri alımından bağımsız olarak önemli ölçüde azal-maktadır ve bu azalma daha az hareketle orantılı biçimde gerçekleşmektedir. İşveç’te-ki araştırma da (Landin-Wil-helmsen, ve ark., 1995) bu bulguları doğrulamaktadır.

Bu araştırmada belli ölçüde yararlı olsalar da besin takviyelerinin günışığının insan vücudundaki D vitamini seviyelerine etki-sini tamamen ikame edemeyeceği ve in-sanların, özellikle de az hareket edebilen veya açık hava aktiviteleri minimal düzey-de olanların güneş ışığına erişimini teminat altına almaya yönelik yeterli ölçüde tedbir alınması gerektiği sonucuna varılmıştır.D vitamini eksikliği, kemik zayıfl ığının yanı sıra başka ciddi hastalıklarla da bağlan-tılıdır. D vitaminin, kan basıncındaki sert değişimler ve renal osteodistrofi (kronik böbrek yetmezliğinin sebep olduğu bir hastalık) üzerinde doğrudan bir etkisi bu-lunmaktadır. Bir başka çalışma da diyaliz ve böbrek nakli hastaları popülasyonları-nın kan basıncı değişimlerinde mevsimsel düzenlilikler tespit etmiştir (Prasad ve ark., 2001). Hastalarda kan basıncı kışın yaza oranla daha yüksek olmuş ve hastaların günışığına maruz kalma sürelerinin uzun-luğu, kan basıncı seviyelerini anlamlı ölçü-de etkilemiştir. Günışığına daha uzun süre maruz kalındıkça kan basıncı daha normal seviyelerde gerçekleşmektedir.

84 itü vakf� dergisi

Mevcut durumda, hukuken mimarların binalara doğal ışık

sağlama zorunluluğu yoktur. Çoğu oturmaya elverişli binada pencere

bulunması bir zorunluluktur; ancak, bina kurallarında pencere

zorunluluğuna büyük ölçüde yangın güvenliği ve tahliye açısından yer

verilmiş, ortama doğal ışık sağlama kaygısı güdülmemiştir.

Işık ve İnsanlarda Endokrin Sistemiİnsan vücudunun yaşamını sürdürmesini sağlayan işlevlerden çoğu hipotalamus ta-rafından kontrol edilmektedir. Hipotalamus, beynin vücudumuzdaki enerji ve sıvı den-gesi, büyüme ve olgunlaşma, dolaşım ve solunum, duygusal denge, üreme, ısı regü-lasyonu ve aktivitesi ve uyku alışkanlıkları gibi bir takım süreç ve işlemlerden sorumlu olan bir bölgesidir. Hipotalamusta yer alan ve insan endokrin sisteminin bir bileşeni olup, hem metabolizmanın hem de her bir vücut hücresindeki kimyasal reaksiyon-ların fi ziksel ve kimyasal süreçlerini yöne-ten pineal bezinin hormon salgılaması için günışığı bir katalizör görevi yapmaktadır. Pineal bezi, aldığı ışık sinyaline tepki ve-rir ve insanın günlük biyoritmini ışığa göre ayarlar. Serotonin ve melatonin gibi güçlü hormonlar üretir. Farklı melatonin seviyeleri vücudumuzdaki enerji ve aktivite seviyele-rini belirler. Düşük ışık düzeyleri söz konu-su olduğunda melatonin salgılanması artar ve mahmurluk veya uykulu olma belirtileri ortaya çıkar. Günışığı, melatonin üretimini baskılar ve serotonin salgılayarak zihnin tetikte olmasını sağlar. Bu hormonal dü-zenleyicinin adı suprakiazmatik çekirdektir. İnsanlarda sirkadiyen veya içsel saati dü-zenler. Bu döngü, başka şeylerin yanında, isabetli bir şekilde zamanlanmış hormonal ve metabolik değişiklikleri içerir.Sıklıkla kuzey enlemlerinde yaşayan insan-larda görülen ve genellikle Mevsimsel Duy-gudurum Bozukluğu veya MDB (İng.: SAD) olarak adlandırılan mevsimsel depresyon fenomeni, ışığın insanlardaki endokrin sis-temine ilişkin yaygın olarak bilinen etkilerin-den bir başkasıdır. Yaklaşık olarak on mil-yon Amerikalının bu hastalıktan mustarip olduğu tahmin edilmektedir. Araştırmalar, insanların MDB vulnerabiliteleri ile doğal ışığa ve güneş ışığına maruziyetleri arasın-da pozitif bir korelasyon bulunduğunu or-taya koymaktadır. Genel kanıya göre, daha az bir süre güneş ışığına maruz kalmaktan kaynaklanan yüksek melatonin seviyele-ri de bu hastalığa katkıda bulunmaktadır. MDB hastaları, yılın hangi zamanında olur-sa olsun gökyüzünün kapalı olduğu ve/veya iç mekan aydınlatmasının azaldığı zamanlarda depresyonlarının daha da kö-tüye gittiğini belirtmektedir. (Nayyar ve ark., 1996). Kuzey enlemlerinde yaşayan MDB hastaları, kış depresyonlarının kuzeye git-tikçe daha da ciddileştiğini belirtmiştir. (Lam ve ark., 2001).1980 tarihinde ışık terapisi ilk defa MDB te-

davisinde kullanılmıştır (Rosenthal, 1984). Tedavisi yapılan hasta, bahar geldiğinde beklenmedik bir şekilde ortadan kalkan bir kış depresyonundan mustariptir ve bu rahatsızlığın geçmişi 13 yıla dayanmakta-dır. İlk deneysel tedavide öncelikle benim-senen yaklaşım, sabah 6 ile 9 arasında ve akşamüstü 4 ile 7 arasında hastayı parlak ışığa maruz bırakarak kış günlerini “uzat-mak” olmuştur. Bununla beraber, bu ışık tedavisi yalnızca ışık parlak olduğunda et-kili bir antidepresan olabilmiştir; loş ışığın hiç ama hiç etkisi olmamıştır (Rosenthal, 1984). İlk gün ışığı simüle eden tam spekt-rumlu ışık kutusu versiyonları 2500 lux ışık vermekteydi. Bu da insanların iç mekan-larda elektrik kaynaklı ışıklardan aldığı-nın 4 veya 5 katına denk geliyordu. Daha sonraki araştırmalar ışık tedavisinin etkili olmasının sadece ışığın yoğunluğuna de-ğil aynı zamanda da maruziyetin süresine ve ışığın spektral kalitesine bağlı olduğu-nu gösterdi. (Wirz-Justice, 1998, Graw ve ark., 1998). Örneğin, günde iki saatliğine 2500 lux ışık verilerek yapılan bir tedavinin

antidepresan etkisi, günde 30 dakikalığına 10000 lux ışık verilerek yapılan bir tedavi-nin antidepresan etkisine eşit olabilmek-tedir. Işık tedavisi sebebiyle ortaya çıkan serotonerji artışının, hastalara parlak ışık terapisinin iyi gelmesini sağlayan ana me-kanizma olduğu saptanmıştır. (Durlach ve ark., 2002). Şimdilerde bu türden bir teda-vinin MDB hastalarının %80’inde etkili ola-bileceği düşünülmektedir.

Işığın Spektral KalitesiGüneş ışığının sağlığa başka faydaları da bulunmaktadır ve bunların kaynağı güneş ışığının metabolizmamız üzerinde etkili olan karaciğer metabolitine yaptığı etkidir. Doğal ışığa maruziyet, karaciğer metaboli-tinin salgılanmasını uyarır (Neer, 1977); an-cak, doğal günışığının spektral bileşimine sahip olduğu takdirde, yapay olarak simüle edilmiş günışığı da sağlığa bazı olumlu et-kiler yapabilmektedir. Neer’in araştırması, kışın iç mekanlarda tutulan ve yapay ola-rak simüle edilmiş yüksek yoğunluktaki (normalde çoğu binanın içerisinde elek trik kaynaklı aydınlatma ile elde edilenden çok daha yüksek olan 5000 lux’e ulaşan seviyelerde) günışığına maruz bırakılan sağlıklı erkeklerin barsaklarındaki kalsiyum emiliminde artışların görüldüğünü tespit etmiştir.Bu sonuçlar, kesin delil içermeseler de, in-san sağlığına böyle benzersiz bir biçimde katkı yapan şeyin, güneş ışığında bulunan ışık spektrumunun doğası olduğunu gös-termektedir. Çoğu elektrikli ışık kaynağı, güneş ışığının spektrumunu üretemez.

ÇEVRE DOSYASI

85itü vakf� dergisi

Dahası, güneş ışığının spektral bileşimi mevsimlere ve günün bölümlerine göre değişmektedir (Diffey, 2002). Tetikte olma durumunu teşvik veya inhibe eden kimya-sal reaksiyonların yalnızca bir UV eşiği aşıl-dığında gerçekleştiği varsayıldığında, bu değişim döngüsü insanlardaki sirkadiyen ritmin ardında yatan temel sebep olabilir.

Tartışma ve Günışığı Aydınlatma Mevzuatına İlişkin YaklaşımAydınlatmanın tüm psikolojik ve fi zyolojik etkileri üzerine yapılmış tüm araştırmaları kapsamlı bir şekilde özetlemek mümkün olmayabilir; ancak, bu makalede yer aldığı gibi kısa bir özet dahi, gün ışığının binalar-da zaman geçiren insanların sağlıkları üze-rindeki bilinen ve psikolojileri üzerindeki potansiyel etkileri açısından ilginç bir genel değerlendirme sunmaktadır. Örneğin, ışı-ğın ruh halini etkilediği net olarak bilinmek-tedir, ancak bu etkinin mekanizmaları iyi bir şekilde tanımlanamamıştır ve kesinlikle çok boyutludur. Temel psikolojik seviyede bakıldığında, ışık uyarılmayı doğrudan et-kiler; bu şekilde de ruh halinde değişim-lere sebep olur. Aynı zamanda da tetikte olmaya ilişkin hormonal seviyeleri etkileyen sirkadiyen ritmi düzenler. Bu, ruh hali ve duyguların belirleniminde çok önemli bir bileşendir. Günlük yaşamımızda doğru ışı-ğa yeterince maruz kalmamanın pek çok sağlık sorununa yol açabileceğini ve ışığın, sağlık sorunlarının üstesinden gelmek için tedavi amaçlı olarak, hatta belki koruyucu ilaç işlevinde dahi kullanılabileceğini gös-teren bol miktarda delil mevcuttur. Bu bil-giye rağmen, inşaat sektörü ve sektördeki düzenleme ve denetleme kurumları bu so-runu henüz önemine uygun bir yaklaşımla

ele almamaktadır. Bina aydınlatma kuralları ışık-sağlık ilişkisini göz önünde bulundur-mamakta, ışıklandırma konusunda temel olarak görsel performans kriteriyle ilgilen-mektedir.1500 ila 2500 lux ışık melatonin salgılan-masını baskılarken 500 lux ışığın bu etkiyi yapmaması, veya 5000 lux ışığın karaciğer metabolit salgılanmasında iyileştirici teda-vi yöntemi olarak kullanılabilmesi gibi bil-gilerin, bina içlerine ilişkin ışık kuralları ve düzenlemelerinde ciddi oranda göz önün-de bulundurulması gerekmektedir. Buna ilaveten, gün ışığının spektral dağılımına sahip parlak ışık tedavisinin mevsimsel duygudurum bozukluğunu tersine çevire-bileceği bilgisi de, önemli olanın sadece

ışığın yoğunluğu değil, aynı zamanda da spektral özellikleri olduğu görüşünü des-teklemektedir. Günışığı aydınlatmasının önemine ilişkin bu farkındalıklar, özellikle de günışığının sadece bol değil aynı za-manda da “ücretsiz” bir kaynak olduğu göz önüne alındığında, daha da önemli hale gelmektedir. Bununla beraber, bu ko-nuda önerdiğim türden düzenlemelere git-mek, hem mimarların hem de binalarla ilgili mevzuatları belirleyenlerin mekansal plan-lama yapmak suretiyle sağduyulu biçimde ve enine boyuna düşünerek yürütmeleri gereken bir süreçtir.Tedavi amaçlı olarak önerilen aydınlık se-viyeleri, çoğu bina türünde görsel işlem yapabilme performansı için gereken stan-

86 itü vakf� dergisi

dartların birkaç kat üzerindedir. Kış süre-since tekrarlanan bir biçimde parlak ışığa maruz kalmak, sağlıkla ilgili yaşam kalitesi artışında ve psikolojik sıkıntının dindirilme-sinde etkilidir. Kuşkusuz, maliyet ve enerji tüketimi açısından bakıldığında binaların elektrik kaynaklı ışıklarla böylesi yüksek seviyelerde aydınlatılması pek makul de-ğildir. Halbuki doğal ışık, özellikle de mev-cut olduğu zamanlarda güneş ışığı, çoğu mevsimde ve coğrafi konumda bu gereken yüksek aydınlık seviyelerini birkaç saatliği-ne ve neredeyse sıfır maliyetle tedarik ede-bilir. Bununla beraber, yapılan araştırmala-ra göre insanlar her zaman yüksek günışığı aydınlığı seviyelerine gerekli miktarda ma-ruz kalma imkanı bulamamaktadırlar. Üste-lik çoğu insan zamanının yüzde 80 ila 90’ını iç mekânlarda geçirmektedir. [Evans et al., 1998] Dolayısıyla, bina içlerinde gerekli miktarlarda günışığı aydınlatması yapılma-sı bir olmazsa olmaz haline gelmektedir. Bu çalışmanın göstermeye çalıştığı gibi, tıbbi araştırmalar insanların yaşamak için günışığına ve güneş ışığına ihtiyaç duy-duğunu göstermektedir. Günışığı aydınlat-ma mevzuatları, aydınlatma standartlarını belirlerken yalnızca görsel performansa dair gereksinimleri değil, aynı zamanda da sağlık ve genel refah kriterlerini göz önü-ne almalıdır. Mevcut durumda, hukuken mimarların binalara doğal ışık sağlama zo-runluluğu yoktur. Çoğu oturmaya elverişli binada pencere bulunması bir zorunluluk-tur; ancak, bina kurallarında pencere zo-runluluğuna büyük ölçüde yangın güvenli-ği ve tahliye açısından yer verilmiş, ortama doğal ışık sağlama kaygısı güdülmemiştir.Pencerelerle ilgili düzenlemelerde ölçüt, pencerelerin boyutlarından ziyade, odaya ne miktarda ve ne kadarlık bir süre zarfın-da ışık sağladıkları olmalıdır. Günışığının dinamik ve daimi surette değişken olduğu göz önüne alındığında, günışığı seviyeleri-ne maruziyet süresi önemlidir. İklim, mev-

İklim, mevsim, bölge koşulları, pencere düzenlemesi özellikleri ve diğer olası kriterler ışığında,

olması gereken aydınlık seviyelerini karşılayacak bir pencere

düzenlemesi sistemi tasarlamak mimarın inisiyatifi ndedir.

Binalarımızda etkin bir günışığı aydınlatması ancak ve ancak pencereler gerçek anlamda günışığı kaynakları haline

dönüştürüldüğünde yapılabilir.

ÇEVRE DOSYASI

Referanslar-Beauchemin, K. M., Hays, P. (1996) Sunny hospital roomsexpedite recovery from severe and refractory depressions.J. Affective Disorder 40: 49–51.-Benedetti, F., Colombo, C., Barbini, B., Campori, E.,Smeraldi, E. (2001) Morning sunlight reduces length ofhospitalization in bipolar depression. J Affective Disorder62(3): 221–223.-Boubekri, M. (1999) On the issue of Illuminance requirement as a design criterion. J. Human-Environment System 3(1): 71–76.-Boubekri, M. (2004) An overview of current daylightinglegislation. J. Human-Environment System 7(2): 58–63.-Campbell, S. S., Kriptke, D. F., Gillin, J. C., Hrubovcak, J.C. (1988) Exposure to light in healthy elderly subjectsand Alzheimer’ patients. Physiol. Behav. 42: 141–144.-DeMarin, D. I., Melissa, M. Shelton, L., Stankowski, L. F.Jr. (1995) Mutation spectra in Salmonella of sunlight,white fl uorescent light, and light from tanning salonbeds: Induction of tandem mutations and role of DNArepair. Mutation Res. 327: 131–149.-Diffey, B. L. (2002) Sources and measurement of ultraviolet radiation. Methods 28(1): 4–13.-Durlach, J., Pages, N., Bac, P., Bara, M. Cuiet-Bara, A.(2002) Biorhythms and possible central regulation ofmagnesium status phototherapy, darkness therapy andchronological forms of magnesium depletion. Magn.Res. 15: 49–66.-Espiritu, C. R., Kriptke, F. D., Ancoli-Israel, S., Mowen, M.A., Mason, J. W., Fell, L. R., Klauber, R. M., Kaplan, J.O. (1994) Low illumination experienced by San Diego

adults association with atypical depressive symptoms.Biol. Psychiatry 35: 403–407.-Evans, G. W., McCoy, J. M. (1998) When buildings don’twork: The role of architecture in human health. Env.Pschy. 18: 85–94.-Fuller, K. (2003) Sad to the bone. Nursing Homes LongTerm Care Management 44. February.-Graw, P., Hans-Joachim, H., Georg, L., Wirz-Justice, A.(1998) Sleep deprivation response in seasonal affectivedisorder during a 40-h constant routine. J. AffectiveDisorders 48(1): 69–74.-Glerup, H., Mikkelsen, K., Poulsen, L., Hass E., Overbeck,S., Thomsen, J., Charles, P., Eriksen E. F. (2000) Commonlyrecommended daily intake of vitamin D is notsuffi cient if sunlight exposure is limited. J. InternalMedicine 247(2): 260–268.-Illuminating Engineering Society (1958) IES LightingHandbook 53(8): 422.-Illuminating Engineering Society (1980) Selection of Illuminance value for interior lighting design (RQQ reportno. 6).I-lluminating Engineering Society of North America (1999)IESNA Recommended practice of daylighting (RP-5-99).-Inderjeeth, C. A., Barett, T., Al-Lahham, Mulford, J., Nicklason, F., Reberger, C. (2002) Seasonal variation, hipfracture and vitamin D levels in Southern Tasmania.New Zealand Med. 26(1152): 183–185.-Kriptke, D. F., Mullaney, D. J., Savides, T. J., Gillin, J. C.(1989) Phototherapy for nonseasonal major depressivedisorders. In: Seasonal Affective Disorders and Phototherapy, eds. by Rosenthal N. E., Blehar N. C. TheGuilford Press, New York. pp. 342–356.-Lam, R. W., Tam, E. M., Yathan, L. N., Shiah, I. S. (1995)Seasonal depression: the dual vulnerability hypothesisrevisited. J. Affect Discord 63: 123–132.-Landin-Wilhelmsen, K, Wilhelmsen, L, Wilske, J., Lappas,G., Rosen, T., Lindstedt, G., Lundberg, P. A., Bengtsson,B. A. (1995) Sunlight increases serum 25(OH) vitaminD concentration whereas 1,25(OH) 2D3 is unaffected:Results from a genral population study in Goteborg,Sweden (The WHO MONICA Project). Eur. J. Clin.Nutr. 49(6): 400–407.-Nayyar, K., Cochrane, R. (1996) Seasonal changes in affective state measured prospectively and retrospectively. J. Psychiatry 168(5): 627–632.-Neer, R. M. (1977) In: Vitamin D: Biochemical, Chemical,and Clinical Aspects Related to Calcium Metabolism,eds. by Norman, A. W., Schaefer, K., Coburn, J. W.,DeLuca, H. F., Fraser, D., Grigoleit, H., von Herrath, D.Walter de Gruyter, Berlin.-Okudaira, N., Kriptke, D. F., Webster, J. B. (1983) Naturalistic studies of human light exposure. Am. J. Physiol. 245: R613–R615.-Parasad, G. V., Nash, M. M., Zaltman, J. S. (2001) Seasonal variation in outpatient blood pressure in stable renal transplant recipient. Transplantation 72(11): 1792–1794.-Prasko, J., Horaceck, J., Klascha, J., Kossova, J., Ondrackova, I., Sipek, J. (2002) Bright Light Therapy and/or mipramine for inpatients with recurrent non-seasonal depression. Neuroendocrinal Lett. 23(2): 109–113.-Rosenthal, N., Sack, D., Gillin, J. (1984) Seasonal affectivedisorder: A description of the syndrome and preliminaryfi ndings with light therapy. J. General Psychiatry 41:72–80.-Savides, T. J., Messin, S., Senger, C., Kriptke, D. F. (1986)Natural light exposure of young adults. Physiol. Behav.38: 571–574.-Veitch, J. A., McColl, S. L. (2001) A critical examinationof perceptual and cognitive effects attributed to fullspectrum fl uorescent lighting. Ergonomics 44(3): 255–279.-Webb, A. R., Pillbeam, C., Hanafi n, N., Holick M. F.(1990) An evaluation of the relative contribution of exposure to sunlight and of diet to the circulating concentration of 25-hydroxyvitamin D in an elderly nursinghome population in Boston. Am. J. Clin. Nutr. 51(6):1075–1081.-Wirz-Justice, A. (1998) Melatonin: New advances in sleepresearch and treatment. Eur. Neuropsychopharmacol.8(2): S 92.

sim, bölge koşulları, pencere düzenlemesi özellikleri ve diğer olası kriterler ışığında, olması gereken aydınlık seviyelerini karşı-layacak bir pencere düzenlemesi sistemi tasarlamak mimarın inisiyatifi ndedir. Bina-larımızda etkin bir günışığı aydınlatması ancak ve ancak pencereler gerçek an-lamda günışığı kaynakları haline dönüş-türüldüğünde yapılabilir. Günışığı, bina or-tamlarında günışığı yetersizliği sonucunda ortaya çıkabilen çeşitli hastalıklar için uy-gun maliyetli bir koruyucu tıp yöntemi olma potansiyeline kesin olarak sahiptir.

İngilizceden çeviren: Kerem Geçmen

87itü vakf� dergisi

Binalar�n tasar�m a amas�ndan itibaren ömürleri boyunca çevreye vedikleri zararlar�n günümüzde tehlikeli boyutlara ula mas� tüm dünyada az kaynak tüketen, konforlu ve sa l�kl� yüksek performansl� binalar�n yap�m�n� zorunlu k�lan bütünle ik tasar�m sürecini gündeme getirmi tir.

Süleyman AKIM

Akım Mühendislik

Küresel ısınma, susuzluk, çevre kirliliği ve doğal kaynakların hızla tüketilmesi gibi bütün bu sebepler yapı sektöründe çev-re dostu binaların yapılmasını gündeme getirmiştir. Çevre dostu bina tanımıyla yeşil bina olarak tabir edilen yapılar or-taya çıkmıştır. Belli standartlar getirilerek sertifi kalanmakta olan yeşil binalar yapı sektöründe daha değerli, doğaya saygılı, ekolojik, konforlu ve enerji tüketimini azal-tan binalar olarak yeni bir yönelim ortaya çıkarmıştır.Yeşil bina diye tanımlanan binaların ne ka-dar yeşil olduğunu derecelendiren kriter-leri sıralayacak olursak;-Arazinin seçimi; yapılacak yapının çevre-sine olacak etkileri,-Binaya ulaşım, -Malzeme seçimi,-İnşası sırasında çevreye olan etkileri,-Hem şantiye sırasında hem de binadaki yaşam sırasındaki atık yönetimi, -Binanın kullanımı sırasında harcayacağı enerji,-Su tüketimi,-İç hava kalitesi,-Yaşam döngüsü maliyeti, -Devreye alma,-İşletme ve bakım,-Yenilikçilik başlıkları altında sıralanabilir. Farklı disiplinlerin oluşturduğu tasarım ekiplerinin birbirlerine müdahale etmeden kendi konuları ile ilgili en doğru çözümleri bulmaya çalışması şeklinde işleyen gele-

neksel tasarım yöntemiyle böyle bir yapı-nın inşasının ne kadar zor olduğu ortadır. Sertifi ka almasa bile hepimizin sürdürü-lebilir binalarda yaşaması bir zorunluluk haline gelmiştir. Yatırımı yapan, yapıyı üreten ve kullana-cak olan bütün paydaşların tasarım sü-resinde bir arada olmalarına “bütünleşik tasarım” denilebilir. Projeye başladığım ilk yıllarda ozalitçilerin duvarlarında gördü-ğüm sağdaki karikatür, bütünleşik tasarı-mın gerekliliğini çok güzel anlatıyor.

Bütünleşik Tasarım Nedir?Bütünleşik Tasarım; 2012 yılında yapılan TTMD (Türk Tesisat Mühendisleri Derne-ği) nin hazırladığı mimar ve mühendislerin katılımıyla oluşan bir çalıştayda; “ Farklı disiplinlerdeki tasarımcıların bil-gisayar ortamında üç boyutlu bir model üzerinde; Yapının kullanımı sırasında ne kadar enerji tüketeceği, İnşasının nasıl yürütüleceği,Hem şantiye hem de kullanımı sırasında çevresi ve doğa ile olan ilişkisinin nasıl olacağı, Yatırım ve işletme maliyetlerinin ne kadar olacağı, Bakımının nasıl yapılacağı gibi konuların önceden belirlenmesi için yapılan çalış-malardır” şeklinde tanımlanmıştı.Ancak “Bütünleşik Tasarım”a; yatırımcı, uygulamacı, kullanıcı ve işletmeci gibi bina ile ilgili diğer paydaşların da katıl-ması gerektiği daha sonraki çalışmalarda ortaya çıkmıştır. Bir çok yerde yayınlanmış olan aşağıdaki şema, özet olarak anlatmaktadır. Neden Bütünleşik Tasarım?Binaların tasarım aşamasından itibaren ömürleri boyunca çevreye verdikleri za-rarların günümüzde tehlikeli boyutlara ulaşması tüm dünyada az kaynak tüketen, konforlu ve sağlıklı yüksek performanslı binaların yapımını zorunlu kılan bütünleşik tasarım sürecini gündeme getirmiştir. Tasarım sürecinde yapının inşası ile ilgili bütün problemleri görmek, çözüm bul-mak, inşa süresini ve maliyeti azaltmak için bütünleşik tasarım yapmak gereklidir. Aynı zamanda tasarımı en az revizyonla

Bütünle ik Tasar�m

Dünyamız Hasta!Dünyamız hasta! Kendini koru-maya çalışan her organizma gibi

kendine zarar veren canlılardan kurtulmak için ateşi yükseliyor. Bilindiği gibi, fosil ya-kıtlardan enerji üretmek, bu hastalığın en önemli sebeplerinden biri. Doğa dostu enerji üretimi yeteri kadar gelişmediği ve yaygınlaşamadığı için enerjiyi mümkün ol-duğu kadar tasarrufl u kullanmak zorunda olduğumuz herkesin bildiği gerçektir.Üretilen enerjinin % 40’ının binaları ısıt-mak, soğutmak, aydınlatmak için kulla-nıldığını düşünürsek yapı tasarımı yapan-ların ne kadar sorumluluk altında olduğu ortadadır.

88 itü vakf� dergisi

tamamlayarak kendi enerjimizi daha ve-rimli kullanmak için bütünleşik tasarım yapmamız gerekir. Yapı işinin paydaşlarını yatırımcı, tasarım-cı, uygulamacı ve kullanıcı olarak gruplar-sak, tasarım süresince bütün bu grupların birlikte çalışmaları sonucu doğayla uyum içinde, enerji etkin, ihtiyaca uygun, sürdü-rülebilir binalarda yaşamamız mümkün olacaktır. Yapı yapmak için tarım veya orman alan-larına zarar verilmesi, suyun gereksiz tüketimi gibi konular da doğaya karşı so-rumluluklarımızı bir kat daha artırmaktadır. Doğaya mümkün olduğu kadar zarar ver-meden yaşayabilmek için, yaşama alanla-rımızı inşa ederken, çok duyarlı davran-mamız gerektiği ortadadır. Sürdürülebilir, ekolojik, yeşil v.s. binalara ne isim verirsek verelim, yapıları tasar-larken; yatırımcı, kullanıcı, tasarımcı, uy-gulayıcı, malzeme üreticisi, işletmeci v.s. bütün disiplinler mümkün olduğu kadar birbirlerine yakın ve uyumlu çalışmak zo-rundadır. Geleneksel Tasarım Sürecinde, inşaat ruh-satı almak için çizilen mimarilerle başla-yan tasarımlarda, binanın enerji ihtiyacını en aza indirecek çözümler yeteri kadar araştırılmadan tesisat projeleri hazırlan-maktadır. Enerji Sertifi kası için yapılan çalışmalar ise ruhsat projesinin ek bel-gesi olarak düşünülmektedir. Uygulama projeleri safhasında mimariyi etkileyecek öneriler ise çok sınırlı olmaktadır. Ruhsat projesi ayrı uygulama projesi ayrı kavramı ortadan kaldırılmalıdır.

Bütünleşik tasarım nasıl yapılmalı ?Kullanıcıların konforu ve iç hava kalitesin-den ödün vermeden yüksek performanslı bina yapmanın ön şartı, bütünleşik tasa-rım ve yapım sürecinin izlenmesidir.Alman Hoai standartı tasarım için süreçle-rini dokuz adımda tanımlamaktadır. İlk iki adımı projelere başlamadan önceki yatı-rım danışmanlığı hizmetleri veren fi rmalar tarafından hazırlanan raporlar oluştur-maktadır. Tasarımın avan, ruhsat, uygulama ve ihale dosyası aşamalarından sonra şantiyede kontrollük, devreye alma aşamaları ve iş-letmenin ilk yıllarında, sistem düzenli ça-lışıncaya kadar devam eden hizmetleri de kapsamaktadır. Bu uygulamanın ülkemizde de yaygınlaş-

ması ve hak ettiği değeri alması gerektiği-ne inanıyorum.

BIM (Building Information and Modeling)Yapı Bilgi Sistemi, tasarım aşamasından başlayarak yapının ömrünü tamamlayın-caya geçen sürecin modellemesini bil-gisayar ortamında sağlayan bir yazılım sistemidir. Bütünleşik tasarımın çalışma ortamını oluşturmak için geliştirilmektedir. Yazılımların sadece çizim programı olması dönemi kapanmaktadır. Bütün disiplinle-

Yapı işinin paydaşlarını yatırımcı, tasarımcı, uygulamacı ve kullanıcı

olarak gruplarsak, tasarım süresince bütün bu grupların

birlikte çalışmaları sonucu doğayla uyum içinde, enerji etkin, ihtiyaca

uygun, sürdürülebilir binalarda yaşamamız mümkün olacaktır.

rin bir arada çalıştığı bir model oluşturarak tasarım yapmaya yönelik bilgisayar prog-ramlarından, yapının kullanımı sırasında da faydalanılması hedefl enmektedir.Bir çizim programı olmasının yanı sıra, yapı geometrisi, malzemeler, spesifi kasyonlar, yasal gereklilikler, montaj prosedürleri, fi -yatlar, üreticiler, tedarikçiler vb. bilgileri de saklama ve tasarım aşamasında kullanma imkanı verir. Yapıyı tasarlarken, enerji sar-fi yatının, ömür boyu maliyet analizinin de hesaplanabildiği bir modelleme imkanı sağlamaktadır. Bu programların kullanımı yaygınlaştıkça ihtiyaçlara göre çok daha fazla gelişecektir.

Uluslararası Projelerde Rekabet Edebilecek Multi Disiplinli Tasarım Ofi sleri Oluşturmak ve Kümelenme Ülkemizde, mimar, inşaat mühendisi, ma-kina mühendisi, elektrik mühendisi, alt-yapı mühendislerinin bir arada çalıştığı çok disiplinli tasarım ofi slerinin oluşması

ÇEVRE DOSYASI

89itü vakf� dergisi

ihtiyacı vardır. Tasarım koordinasyonu sağ-lanması ve kurumsal bir yapı oluşturması nedeniyle daha kaliteli ve daha az mali-yetli projeler üretmek mümkün olabilecek-tir. Deneyimlerini birleştirerek oluşacak güçle uluslararası bir teknik müşavirlik fi r-ması olarak da dünya ölçeğinde rekabet şansı artacaktır. Türkiye’deki tasarım ofi sleri genel olarak 2-5 kişinin çalıştığı aile şirketleri şeklinde oluşmuştur. 50-60 kişilik ofi sler olsa da çok disiplinli kurumsal fi rmalar oldukları söylenemez.Küçük proje ofi slerinden çok disiplinli tek-nik müşavirlik fi rmaları oluşturmak için çö-zümler bulmalıyız. TTMD nin düzenlediği bir seminerde, farklı disiplinlerdeki bürola-rın ortak olarak kurdukları şirket üzerinden aldıkları işlerin çok daha verimli bir çalış-mayla tamamladıkları örneği üzerinde ko-nuşulmuştu. Bu tip örneklerin çoğalması bütünleşik tasarımı daha da geliştirecektir. Öncelikle mekanik ve elektrik mühendisliği gruplarının birlik-te çalışması teşvik edilmeli ve zamanla diğer disiplinlerin de katılımı sağlanmalıdır.Uluslararası tasarım ofi sleriyle rekabet edebilmek için aynı disiplindeki tasarım ofi sleri de kendi aralarında birleşerek daha kurumsal bir yapıya dö-nüşmelidir. Birlikte davranmak hem pazarı genişletecek hem de daha kaliteli ve maliyeti daha az olan projeler üretile-cektir.

Bütünleşik EğitimMimarlık eğitimi sırasında ya-pılan atölye çalışmalarının mühendislik eğitimi alan öğ-rencilerle birlikte yapılması gerekmektedir. Böylece Mi-mar ve mühendisler okuldan mezun olmadan birlikte nasıl çalışabile-ceklerini öğrenebileceklerdir. Tesisat Mühendisliği açısından durum çok daha üzücüdür. Makina Mühendis-liği eğitimi fabrikada imalatta çalışacak mühendis yetiştirmek üzerine kuruludur. Mekanik tesisat tasarım ofi slerindeki stajı kabul etmeyen üniversiteler vardır. Yapı ve tesisat ile ilgili daha fazla eğitim verilmeli ve mimarlık öğrencileriyle ortak projeler üretilmelidir. Mimari, statik, elektrik, meka-

Ülkemizde, mimar, inşaat mühendisi, makina mühendisi,

elektrik mühendisi, altyapı mühendislerinin bir arada çalıştığı çok disiplinli tasarım ofi slerinin oluşması ihtiyacı vardır. Tasarım

koordinasyonu sağlanması ve kurumsal bir yapı oluşturması

nedeniyle daha kaliteli ve daha az maliyetli projeler üretmek mümkün

olabilecektir.

nik tasarım ofi slerinin nezaretinde atölye çalışmaları yapılmalı. Proje yarışmaları dü-zenlenmeli hatta öğrencilerin, fi rmaların destekleriyle yurtiçi ve dışı teknik gezilere katılmaları sağlanmalıdır.

Yurtdışı pazarlar ve Üniversite Sanayi işbirliği Yapılan son anketlerde, tesisat sektö-ründeki yerli üreticilerin, yurt dışındaki projelerin teknik şartnamelerinde yer ala-mamaları nedeniyle hak ettikleri yere ge-lemedikleri ortaya çıkmıştır.Ekonomi Bakanlığı da bu nedenle, yerli üretimin yurt dışı pazarlarda daha faz-la yer alması ve ülke ekonomisine katkı sağlaması için teknik müşavirlik fi rma-larının desteklenmesi için bazı teşvikler oluşturmuştur. Bu fi rmalar yurtdışına ha-zırladıkları projelerde yerli malzemeyi tek-nik şartnamelerinde yazacakları için Türk malı ürünlere ihracat imkanı doğacaktır.

Teknik müşavirlik kuruluşları yerli üretimi de dünya pazarla-rında saygın bir yere taşıyacak standartları oluşturmaya baş-layacaktır. Üniversite ve sanayi işbirliği de bu noktada önem kazanacaktır. Üniversitelerin üretici ve tasarımcı fi rmaların ih-tiyaçlarına yönelik araştırmalar yaparak üretimi yönlendirme-siyle, hem teknolojik açıdan ül-kemize itibar sağlayacak hem de ekonomik açıdan ciddi bir kazanç olacaktır. Bütünleşik Tasarıma Bir ÖrnekBütünleşik tasarım ve yeşil bina örneği olarak İTÜ kampüsü içerisinde tasarlanan EKOYAPI projesi her ne kadar inşa imkanı bulamamış olsa da Türkiye’de yapılan ilk bütünleşik tasarım

çalışmasıdır.Bu projenin başlangıcından itibaren bütün disiplinler bir arada çalışarak, enerji ana-lizleri yapılmış ve binanın gerek arazideki yerleşimi ve yönü gerekse mimari ve tesi-sat dizaynında değişiklikler yapılarak en ideal tasarıma ulaşılmaya çalışılmıştır.Bütünleşik Tasarımın gelişmesi ve yaygın-laşması için yapılacak çok iş var.

90 itü vakf� dergisi

13 Mayıs 2014’te Soma’da 301 işçinin hayatına mal olan maden faciası hepimizin yüreğini yaktı. Bir daha böyle

acılar yaşamamak için bu faciayı ortaya çıkaran ekonomi politikaları ve kurumsal yapı üzerinde düşünmemiz gerekiyor. Zira, Soma Faciası madenlerdeki çalışma koşullarıyla açıklanamayacak kadar farklı birçok faktörü içinde barındırıyor. Bir ucu giderek kuralsızlaştırılan piyasa ekonomisinin işleyişine, bir tarafı ekonomi ve enerji politikalarına değiyor. Türkiye buradan daha yaşanabilir, daha sürdürülebilir bir yöne evrilecekse değerlendirmelerin daha bütüncül bir bakış açısıyla yapılması gerekiyor. Böylesi bir Türkiye’ye, salt madenlerdeki

Doç. Dr. Ahmet Atıl AşıcıİTÜ İşletme Mühendisliği Bölümü

2003-2009 y�llar� aras�nda h�zlanm� olmas�na sevindi imiz ekonomik büyüme bize daha yüksek cari aç�k, daha çok do al kaynak tahribat� ve kirlilik olarak geri dönmü . Son y�llarda h�zlanan ölümlü i kazalar�nda (ki istatistiklere bakt� �m�zda Türkiye’nin Avrupa’da ilk, dünyada ise 4. s�rada oldu unu biliyoruz) art� �n bir sebebi de büyümeyi s�rtlayan sektörlerden ba �ms�z de il…

çalışma koşullarını iyileştirmek suretiyle ulaşmak mümkün değil. Zira, sürdürülebilir olmayan bu ekonomik yapı içinde emek ve çevre standartlarından feragat etmeden hızlı büyümeyi yakalamak mümkün değil. Böylesi bir büyüme modelinin birtakım maliyetleri var, bunlar Soma’da kaybolan insan hayatı, İstanbul’da kuzey ormanlarının, Karadeniz’de vadilerin yokolması olarak karşımıza çıkıyor. Büyüyor olmak, tüketimin artıyor olması iyi de, bu maliyetleri ne yapacağız, gözardı ederek devam etmek mümkün mü?

Sürdürülebilirliğin Üç BileşeniSürdürülebilirlik, ekonomik, toplumsal ve ekolojik sürdürülebilirlik gibi üç bileşenden

oluşur. Yaşanılan hayatın insanları mutlu edebilmesi için sistemin uyması gereken kriterler olarak da görebiliriz bu unsurları. Bunlardan herhangi birinin eksikliği sürdürülemez bir yapıya işaret eder. Günümüzde giderek popülerliği artmış bir kavram haline gelmiş olan sürdürülebilir kalkınma, birçoğumuzca, büyürken çevrenin korunması anlamına gelse de, bu kadar basit değildir. Büyürken çevrenin korunması, hatta çevre kalitesinin artırılması kadar, toplumsal yapının da sürdürülebilir olması gerekir. Bu da ülke içinde üretilen gelirin ne kadar adil dağıldığı, hangi gelir grubunda doğarsa doğsun fırsatlara ve kamu hizmetlerine erişimin ne kadar eşit olduğuyla ilgilidir.

Ekonomi Politikalar�na Sürdürülebilirlik Aç�s�ndan Bir Bak�

91itü vakf� dergisi

Toplumsal ve ekolojik sürdürülebilirlik de ekonomik sürdürülebilirlikle, dolayısıyla yürütülen ekonomi politikalarıyla çok yakından ilişkilidir1. Yani, Türkiye’deki yapı sürdürülebilir mi? diye sorulduğunda bakılacak ilk yer uygulanan ekonomi politikaları olmalıdır.

Sürdürülebilirliğin Neresindeyiz?Ekonomik sürdürülebilirlik maddi refahın istikrarlı biçimde korunmasına ve yükseltilmesine işaret eder. Yolda kalmak istemeyen şoför nasıl düzenli aralıklarla arabasına bakım için birtakım harcamalar yapmak zorundaysa, ülke GSMH’sını yaratan üretim araçlarının da yenilenmesi, miktarının artırılması gerekir. Bu harcamaları borçlanarak sürdüremezsiniz, kazanılan gelirin bir kısmının tasarruf edilmesi gerekir. Ne yazık ki, Türkiye ekonomisinin son yıllardaki en büyük kırılganlığı tasarruf eksikliğidir. Bunun en büyük sebebi de ekonomik yapının içine girmiş olduğu bozuk yapıdır. Bu bozuk yapı içinde büyümeye çalışmak ancak cari açık vererek mümkün olmakta, öyle ki, açıklanan son verilere göre Türkiye’nin cari açığı GSMH’sının % 7.4’ü gibi 1994 ve 2001 krizleri öncesini aratır bir düzeye gelmiştir. Bu bize ekonomik yapının sürdürülebilir olmadığını gösteriyor. Ekonominin büyürken cari açık verdiren dışa bağımlı yapısının değiştirilmesi gerekiyor. Bu yapı 1980’lerde henüz olgunlaşmamış bir ekonomik yapıdayken geçilen ihracata dayalı büyüme modelinin bir mirası ancak geçen onca zamana, günümüzde uygulanan onca stratejiye rağmen düzeltilebilmiş değil. Ekonomik olarak sürdürülemez bir yapı içinde büyüme inadı toplumsal ve ekolojik sürdürülebilirliğe en büyük zararı vermekte. Nasıl? Katma-değeri düşük, yani 1000 TL’lik üretim için 600 TL’lik hammadde, enerji ithal etmek durumunda kalan sektörler eliyle büyüyorsa ekonomi, sektörel karlılık ancak maliyeti artıran mevcut emek ve çevre standartlarının düşürülmesiyle ya da uygulanmamasına göz yumarak artırılabiliniyor demektir. Türkiye’de, ne kadar eksik olsa da, birtakım çevre ve emek düzenlemeleri var ancak, bunların uygulanmasında sorunlar yaşanıyor. Kaza olmasın diye otobanda hız sınırını 90 km’ye düşürüp radar ve polis kontrolü olmadan sürücülerin kurallara uymasını beklemek ne kadar nafi le ise, denetlenmeyen düzenlemelerden fayda beklemek de o kadar nafi le. Dünya Ekonomik Forumu’nun

her yıl yaptığı bir anket çalışmasının sonuçları Türkiye’deki vahim tabloyu göz önüne seriyor. “Ülkenizde çevresel düzenlemeler ne kadar sıkı?” sorusuna verilen cevaplara göre Türkiye 145 ülke arasında 85. sırada. “Düzenleme tamam da uyulup uyulmadığı ne kadar ciddi denetleniyor?” sorusuna verilen cevaplarda Türkiye bu sefer 67. sırada yer alıyor. Çevre standartları yerlerde sürünürken varolan düzenlemelerin denetimi de orta halli. Emek ve diğer alanlarda durumun daha olumlu olduğunu düşündürecek bir veri de yok elimizde ne yazık ki. Aksine, madenlerde taşeron sisteminin yasak olmasına, onca denetime rağmen bu uygulamanın engellenememesi, iş güvenliğinin en temel şartlarının gözardı edilmiş olması, cihazlar zehirli gazı tespit ederken işçilerin yeraltında çalışmaya devam ettirilebilmiş olması, bırakın Türkiye’nin yıllardır imzalamaya yanaşmadığı ILO 176 no’lu sözleşmeyi, varolan düzenlemelerin bile bu büyüme hırsına nasıl kurban edildiğinin en açık göstergesi.

Buraya nasıl geldik?En baştan beri söylediğimiz, sürdürülemez bir ekonomik yapıda ısrar etmekten. Biraz açalım: Cari açığın bileşenlerine baktığımızda en önemli kalem olarak dışarıdan ithal ettiğimiz enerji ve hammaddeleri görüyoruz. Türkiye enerjide dışa bağımlı, bunu kabul etmemiz gerekiyor denilebilir ancak, işin detayına girdiğinizde bunun bir çaresizlikten çok vizyon eksikliğinden kaynaklanan bir durum olduğunu görüyoruz. Nasıl?1995-2009 yıllarına ait Girdi-Çıktı tablolarına dayanarak 1995-2002 ve 2003-2009 dönemlerini karşılaştırdığım bir çalışmanın sonuçlarına göre son dönemde (2003-2009) Türkiye ekonomisinde büyümeyi sırtlayan sektörlerin ilk döneme göre;• İthalat bağımlıklarının daha yüksek, • Daha çok enerji ve doğal kaynak kullanan,• Daha kirletici (CO2, Nox ve SOx) sektörler olduğunu görüyoruz. Yani, 2003-2009 yılları arasında hızlanmış olmasına sevindiğimiz ekonomik büyüme bize daha yüksek cari açık, daha çok doğal kaynak tahribatı ve kirlilik olarak geri dönmüş. Son yıllarda hızlanan ölümlü iş kazalarında (ki istatistiklere baktığımızda Türkiye’nin Avrupa’da ilk, dünyada ise 4. sırada olduğunu biliyoruz) artışın bir sebebi de büyümeyi sırtlayan sektörlerden bağımsız değil. Bu sektörlerden biri var ki, son dönemde artan can kayıpları ve doğa yıkımı ile oldukça ilgili. Kendi başına ekonomik

Harekete geçirdiği sektörlerle beraber düşünüldüğünde

Türkiye’de inşaat sektörü son 10 yılın parlayan yıldızı. İnşaat için demir-çelik ve çimento, onları

üretmek için oldukça fazla enerji ve hurda demir-çelik gerekiyor. Sadece demir-çelik ve çimento sektörünün Türkiye’de üretilen elektriğin yarısından fazlasını

tükettiğini kaçımız biliyor?

92 itü vakf� dergisi

ÇEVRE DOSYASI

büyümeye katkısı ortalama olsa da, harekete geçirdiği sektörlerle beraber düşünüldüğünde Türkiye’de inşaat sektörü son 10 yılın parlayan yıldızı. İnşaat için demir-çelik ve çimento, onları üretmek için oldukça fazla enerji ve hurda demir-çelik gerekiyor. Sadece demir-çelik ve çimento sektörünün Türkiye’de üretilen elektriğin yarısından fazlasını tükettiğini kaçımız biliyor? Bu enerjinin çoğunu da dışardan aldığımız doğal gaz ve kömürden sağladığımızı bir kenara not edelim. Ancak bununla bitmiyor. Türkiye’de kaliteli demir rezervi bulunmadığından demir-çelik için yurtdışından hurda demir-çelik ithal etmemiz gerekiyor. 2013 yılında 100 milyar dolayında gerçekleşmiş dış ticaret açığının % 56’sı enerji, % 9’u hurda demir-çelik ithalatından kaynaklanmış. Yani, 65 milyar doları, başta inşaat olmak üzere, enerjiyi oldukça hoyrat kullanan bu sektörleri beslemek için yurtdışına aktarmışız. Üstüne, bu inşaatlar için oldukça tartışmalı imar değişiklikleri, doğa yıkımları ve kentsel dönüşüm ile birtakım halk kesimlerini

mağdur etmek pahasına. Türkiye’nin geleceğine ilişkin Vizyon 2023, 10. Kalkınma Planı gibi stratejik belgelere baktığımızda, Türkiye’nin dünyada söz sahibi olmak istediği sektörlerden birinin demir-çelik olarak seçildiğini görmek oldukça kaygı verici. Bu kadar dışa bağımlı olduğumuz bir sektörde dünya liderliğini hedefl emek ne kadar gerçekçi? Ekonomi yönetiminin, bu sorunu Girdi Tedarik Sistemi ve Yeni Teşvik Yasası ile aşmayı düşündüğünü görüyoruz. Bu da bizi Türkiye’nin hesapsız kitapsız enerji politikalarına getiriyor. Enerjide dışa bağımlılığı azaltmak için Soma başta olmak üzere Türkiye’nin çeşitli bölgelerindeki yerli linyit kaynaklarının “değerlendirilmesi” için teşvikler veriliyor. Bu kömürü kullanıp elektrik üretecek termik santraller teşvik ediliyor. Kimsenin aklına ekonomik büyüme için bu kadar elektrik üretmeye ihtiyacımız var mı? diye sormak gelmiyor.

Türkiye’nin elektrik açığı var mı?Sonda söyleyeceğimizi başta söyleyelim. Hayır yok! Sadece ürettiği elektriği daha akıllıca ve verimli kullanmaya ihtiyacı var.Peki Türkiye’nin daha fazla elektiriğe ihtiyacı olduğu savı nereden kaynaklanıyor? Abartılı talep tahminlerinden! Türkiye’nin, gerçekçi bulamadığımız, Vizyon 2023 hedefl eri uyarınca kişi başı 25 dolar gelir düzeyine ulaşmak için yılda ne kadar büyümesi gerektiği, bunun için ne kadar elektriğe ihtiyaç duyacağı hesaplanıyor. Örneğin, 10. Kalkınma Planı, elektrik enerjisi talebinin 2018’de 341 bin GWh’ye çıkacağını, yani 2012’ye göre %41 artacağını, bunun için de elektrik kurulu gücünün 57 bin MW’den 78 bin MW’ye çıkması gerektiğini öngörüyor. Oysa Ümit Şahin’in de belirttiği gibi “bu

tip öngörüler Türkiye tarihinde her zaman abartılı olmuş, yapılan abartılı tahminler de başta kömür ve nükleer olmak üzere gereksiz yeni enerji santrallarının kurulması için gerekçe olarak kullanılmıştır. Örneğin bir önceki, yani 9. Kalkınma Planı’nda 2013 için öngörülen elektrik enerjisi talebi 295,5 bin GWh olduğu halde, 2013’de bu rakam 245 bin GWh olarak gerçekleşmiş, yani tahmin edilenin % 20 altında kalmıştır2.” Devletin kurumu TEİAŞ’ın rakamlarına göre Türkiye mevcut santrallerinde 320 GWh düzeyinde elektrik üretebilecek kurulu kapasiteye sahiptir ki, bu miktar 2018 yılında ulaşacağı beklenen talep tahminine oldukça yakın. 320 GWh kapasiteye rağmen 2013 sonunda gerçekleşen talebin 245 GWh’de kalmış olduğu da eklenirse “Türkiye’nin daha fazla elektriğe ihtiyacı vardır” savının ne kadar gerçek dışı olduğu anlaşılacaktır.Türkiye’de halen kömürle çalışan 22 adet ve yapım aşamasında olan 7 termik santral bulunurken, bu abartılı tahminler gerekçe gösterilerek, bir kısmı ÇED sürecinde olan yaklaşık 80 yeni kömürlü termik santralin

Devletin kurumu TEİAŞ’ın rakamlarına göre Türkiye, mevcut santrallerinde 320 GWh düzeyinde

elektrik üretebilecek kurulu kapasiteye sahiptir ki, bu miktar 2018 yılında ulaşacağı beklenen talep tahminine oldukça yakın.

320 GWh kapasiteye rağmen 2013 sonunda gerçekleşen talebin 245

GWh’de kalmış olduğu da eklenirse “Türkiye’nin daha fazla elektriğe ihtiyacı vardır” savının ne kadar gerçek dışı olduğu anlaşılacaktır.

93itü vakf� dergisi

Referanslar:1-http://risk.gtb.gov.tr/istatistikler/istatistikler/dis-tica-ret-istatistikleri/dis-ticaret-istatistikleri-ozet-tablolari2- Ümit Şahin (2014) Türkiye’nin Kömür Tuzağı, http://www.yesillervesolgelecek.org/belgeler/raporlar/so-ma-raporu#.U8fJ0JSSySo 3- HSBC 2009. A Climate for Recovery. Climate Chan-ge Global. http://www.globaldashboard.org/wp-con-tent/uploads/2009/HSBC_Green_New_Deal.pdf

yapımı planlanmıştır. Mevcut 22 santralin toplam kurulu gücü 13 bin MW iken kurulmak istenen yeni santrallerin toplam kurulu gücü 59 bin MW civarındadır. Türkiye’nin mevcut kurulu gücünün 65 bin MW olduğunu gözönünde tutarsak bunun ne derece gerçekdışı yüksek bir hedef olduğu, bir kere daha, görülecektir.İçine girmeye çalıştığımız en büyük 10 ekonomi, bir birim gelir üretmek için harcanan enerji miktarı olarak tanımlanan, enerji yoğunluklarını hızla düşürmüşken, Türkiye’de yıllar içinde enerji yoğunluğu artmış. Dünyanın gelişmiş ekonomileri daha düşük enerji ve hammadde gerektiren, katma-değeri yüksek ürünlere yöneliyorken Türkiye’nin bunun tersi bir istikamet izleyip aynı grup içine girebilmesi pek gerçekçi görünmüyor. Daha hızlı büyüme için daha çok inşaat, onun için daha çok demir-çelik ve çimento, bunlar için daha çok elektrik üretimi dolayısıyla dışarıya akan milyarlarca dolara çare olarak yerli kömüre ve termik santral inşasını teşvik etmek Türkiye’yi giderek yaşanılmaz kılacak fasit bir dairedir. Peki başta belirttiğimiz piyasa sisteminin işleyişinden kaynaklanan sorunlar resmin neresinde duruyor? Geçtiğimiz son 10 yıl içinde hızlanan özelleştirme sürecinde madencilik ve enerji üretimi hızla özel sektöre devredildi. Soma’daki maden devlete aitken tonu 140 dolara mal edilen kömür, özel sektör elinde tonu 24 dolara çıkarılmaya başlanmıştı. Kullanılan teknolojide gözle görülür bir gelişme olmadığı halde maliyetlerin bu derece düşürülebilmesinin tek bir açıklaması var, o da emeğin ve doğanın haklarının gasp edilmiş olmasıdır. 24 dolara mal edilen kömürün içinde onu içinde barındıran doğanın hakkı, onu çıkaran işçinin hakkı yoktur. Kilosu 10 TL’ye kıyma nasıl olmazsa tonu 24 dolara kömür de olmaz. Sadece kömür değil bugün kullandığımız birçok ürün gerçek maliyetleri yansıtmamakta. Dünyada hızla yaygınlaşan “Adil Ticaret” sistemlerinin yapmaya çalıştıkları şey tam da bu. Eğer doğanın ve emeğin hakkını gaspetmeyeceksek muza, kahveye, t-shirt’e daha fazla ücret ödemeye razı olmalıyız. Bunun yolu da düzenlemelerin daha da sıkılaştırılmasından geçiyor. Doğanın ve emeğin hakkını koruyacak olan, yapacağı düzenlemelerle devlettir. Oysa, başta da belirttiğimiz gibi Türkiye’nin mevcut düzenlemelerinde bırakın bir iyileşmeyi, gideren artan bir geriye gidiş gözlemek

mümkün. Çılgın olarak adlandırılan büyük projelerin ÇED süreçlerinden muaf tutulması, 3. Havalimanı’nın önünde engel olarak görülen Sulak Alanlar Yönetmeliği’nin değiştirilmesi ve buna benzer sayısız örnek Türkiye’nin geleceği için pek bir iyimserlik bırakmıyor.

Başka türlü bir ekonomik büyüme mümkün mü?Büyürken doğayı tahrip etmeyen, işçilerini öldürmeyen, daha fazla istihdam yaratan sektörler eliyle de büyümek mümkün. Bu bir tercih meselesi. Ancak daha çok çalışmayı gerektirdiği de ortada. Ya işin kolayına kaçıp maliyetlerine gözümüzü vicdanımızı kapatacağız, ya da bu çıkmaz yoldan dönüp ekonomik yapıyı dönüştüreceğiz. Bunun için kaynak nereden bulunacak, diye sorulabilinir. Ödediğimiz vergiler tam da bu iş için var. Farkında olsak da olmasak da ödediğimiz vergiler birtakım sektörleri teşvik etmek üzere oldukça cömert biçimde zaten harcanıyor. 2008 küresel krizini izleyen dönemde her ülke gibi Türkiyede ekonomiye verdiği desteği artırmıştı. Açıklanan yedi kurtarma paketi için harcanan miktar yaklaşık 50 milyar dolar olarak hesaplanıyor. Bunun çoğunu otomotiv ve dayanıklı eşya sektörü aldı. Ekonomi canlandı canlanmasına ama işsizlikte kayda değer bir düşüş yaşanmadı. Enerji tüketimi ve kirlilik artmaya devam etti. Oysa aynı yıllarda Güney Kore, açıkladığı

Çevre-emek hakları ve ekonomik büyüme birbirleriyle çatışan

kavramlar değildir. İlk ikisinden feragat etmeden üçüncüsü

sağlamak mümkündür. Çevrenin ve emeğin haklarını koruyan

düzenlemeleri, ekonomik büyümeyi düşüren ve ilk fırsatta değiştirilmesi

gereken engeller olarak görmek oldukça miyopik bir tavırdır.

35 milyar dolarlık paketi yeşil sektörleri desteklemek için kullanmış, 1 milyondan fazla istihdam yaratmanın yanısıra, enerji üretiminden ulaştırma sistemine daha yaşanılabilir bir ülke yaratmayı başarmıştı3. Bugün Güney Kore’nin ihraç ettiği ürünlerin başında gelen akıllı telefonların kilosu 1500 dolarken, Türkiye’nin dünya lideri olma hevesinde olduğu demir-çeliğin kilosu 0.75, çimentonun ise 0.065 dolar olması sanırım bir tesadüf değil.Son söz olarak, çevre-emek hakları ve ekonomik büyüme birbirleriyle çatışan kavramlar değildir. İlk ikisinden feragat etmeden üçüncüsü sağlamak mümkündür. Çevrenin ve emeğin haklarını koruyan düzenlemeleri, ekonomik büyümeyi düşüren ve ilk fırsatta değiştirilmesi gereken engeller olarak görmek oldukça miyopik bir tavırdır. Aksine, standartlar yükseltildikçe özel sektörün önünde yeni fırsatların açılacağını unutmamak gerekir. Oldukça dinamik bir görünüm arzeden Türkiye özel sektörü, kısa vadede maliyetlerini artıracak bu yönelimi fırsata dönüştürebilecek kapasiteye sahiptir. Tercih bizim, mevcut politikalarla devam edip doğamızı tahrip etmeye, işçilerimizi insanlık dışı koşullarda çalıştırmaya devam edebiliriz. Ama, ekonomi büyürken cari açık veren bu yapı altında sürdürülebilir bir gelir artışının mümkün olamayacağını da bir kenara not etmemiz gerekir. Ya da, doğanın ve emeğin kendinden menkul haklarına sahip çıkıp bunları maliyetlere yedireceğiz ve daha yaşanılabilir, her açıdan sürdürülebilir bir Türkiye’ye yöneleceğiz.

94 itü vakf� dergisi

ÇEVRE DOSYASI

Emre HatemoğluGaranti Bankası Proje ve Satınalım Finansmanı Birim Müdürü

Finans Sektöründe

Çevresel ve Sosyal Kredi Politikalar�

Garanti Bankası için sürdürülebilir-lik, çevreye ve topluma yansıyan olumsuz etkileri en aza indirmenin

yanında, paydaşlarımızla uzun vadeli de-ğerleri paylaşarak, gelecek için güçlü ve başarılı bir iş modeli yaratmak anlamına geliyor. Banka olarak fi nans sektörünün, özellikle bizim gibi ticari bankaların, sür-dürülebilir kalkınmanın sağlanması ve toplum genelinde sürdürülebilirlikte iler-leme kaydedilmesi için çok önemli bir sorumluluk taşıdığının farkındayız. Çünkü kredi sağlayıcı kurumların, yarattıkları kal-dıraç etkisi sebebiyle, tüm ekonomik ak-törler üzerinde yaptırım gücü bulunuyor. Bu gücü sorumlu ve doğru kullanmak çok önemli. Bu sebeple sürdürülebilirlik kavramının fi nans sektörünün karar ver-me mekanizmalarına ve iş süreçlerine derinlemesine işleyerek, içselleştirilmesi gerekiyor. Ancak bu şekilde bankacılığı sürdürülebilir kılabilir ve diğer ekonomik

Kredilerin çevresel ve sosyal etki de erlendirmesi konusunda en önemli kurumlardan birisi, üphesiz Dünya Bankas�. Bankan�n bu konudaki politika ve prosedürleri, çevresel ve sosyal etkilerin tespit edilmesini, anla �lmas�n�, önlenmesini veya azalt�lmas�n� kaps�yor. Bu prosedürlere göre projeler risk düzeyine göre A, B, C ve FI (Finansal Kurum) olarak kategorize ediliyor. Önerilen koruma önlemleri ise çevresel, sosyal, hukuki politikalar ile bilgiye eri im olmak üzere 4 ana ba l�kta izleniyor. Al�nmas� gereken önlemler, projenin risk kategorisine göre belirleniyor. Örne in A ve B kategorilerindeki tüm projelerde “halk�n kat�l�m�” zorunlu. A kategorisindeki projelere ise Çevresel ve Sosyal Yönetim Plan� haz�rlanmas� art� bulunuyor...

aktörler üzerindeki etkimizi faydaya dö-nüştürebiliriz. Biz, sürdürülebilir bankacılığa giden yol-da daha sistematik çalışmak amacıyla ilk önemli adımımızı 2010 yılında attık ve Sür-dürülebilirlik Komitesi’ni kurduk. Konuyla ilgili tüm faaliyetlerimizi koordine eden Komite aracılığıyla, attığımız adımları merkezi olarak izleyebiliyor ve yönetebili-yoruz. Komiteye düzenli raporlama yapan tam zamanlı Sürdürülebilirlik Ekibimiz ise alınan kararların uygulamaya geçirilmesi için çalışıyor, sürdürülebilirlik bileşenleri-nin banka operasyonlarına ve karar verme mekanizmalarına entegrasyonu için diğer departmanlarımızla işbirliği yapıyor. Projelere sağladığımız krediler aracılığıyla oluşan çevresel ve sosyal etkileri yönet-mek konusunda duyduğumuz sorumluluk-la; 2011 yılında sistematik bir yaklaşımla Çevresel ve Sosyal Etki Değerlendirme Sistemi’ni kurduk. Sistemi kurarken uz-

95itü vakf� dergisi

gönüllülük esasıyla oluşturduğu Ekvator Prensipleri de bu standartları gözetiyor ve Dünya Bankası’nın uygulamasına benzer bir risk kategorizasyonu sistemiyle, proje-lerin çevresel ve sosyal etkilerinin ölçüm-lenmesini ve yönetimini hedefl iyor. Bankamızın sisteminde, global iyi uygula-ma örneklerine benzer bir dizi düzenleyici ana ilke yer alıyor. Bu ilkeler, Yönetim Ku-rulumuz tarafından onaylanmış Çevresel ve Sosyal Kredi Politikaları kapsamında ele alınıyor. 2011 yılında yürürlüğe giren ve Bankamızın tüm kredilerini kapsayan bu politikalar, bizim açımızdan “olmazsa olmaz” çizgileri belirliyor. Örneğin, fi nan-se ettiğimiz projelerin çevresel ve sosyal faydalarının azami seviyede olmasını gö-zetiyoruz ve biyoçeşitliliğin korunmasını destekliyoruz. Öte yandan bazı kurum ve faaliyetleri kredilendirmiyoruz. Örneğin, insan haklarına aykırı hareket ettiği tespit edilen kişi ve kurumları fi nanse etmiyo-ruz veya Uluslararası Öneme Sahip Sulak Alanlar’da (RAMSAR) yapılan faaliyetleri kredilendirmiyoruz. Politikalarımızın önemli bir unsuru da 20 milyon doların üzerindeki yatırımların fi -nansmanı öncesinde, bu yatırımların Çev-resel ve Sosyal Etki Değerlendirme Mode-li kapsamında incelemeye tabi tutulması.

Sürdürülebilirlik kavramının fi nans sektörünün karar verme

mekanizmalarına ve iş süreçlerine derinlemesine işleyerek,

içselleştirilmesi gerekiyor.

man bağımsız danışman fi rmalarla çalış-tık ve uluslararası iyi uygulama örnekle-rini gözettik. Sistemimiz, Dünya Bankası, International Finance Corporation (IFC), European Bank for Reconstruction and Development (EBRD) gibi sürdürülebilir fi -nans alanında lider kurumların çevresel ve sosyal değerlendirme sistemlerine paralel bir yapı içeriyor. Kredilerin çevresel ve sosyal etki değer-lendirmesi konusunda en önemli kurum-lardan birisi, şüphesiz Dünya Bankası. Bankanın bu konudaki politika ve prose-dürleri, çevresel ve sosyal etkilerin tespit edilmesini, anlaşılmasını, önlenmesini veya azaltılmasını kapsıyor. Bu prosedür-lere göre projeler risk düzeyine göre A, B, C ve FI (Finansal Kurum) olarak kate-gorize ediliyor. Önerilen koruma önlemleri ise çevresel, sosyal, hukuki politikalar ile bilgiye erişim olmak üzere 4 ana başlıkta izleniyor. Alınması gereken önlemler, pro-jenin risk kategorisine göre belirleniyor. Örneğin A ve B kategorilerindeki tüm pro-jelerde “halkın katılımı” zorunlu. A katego-risindeki projelere ise Çevresel ve Sosyal Yönetim Planı hazırlanması şartı bulu-nuyor. Dünya Bankası’nın ayrıca Çevre, Sağlık, Güvenlik Kılavuzları (World Bank Group Environmental, Health, and Safety Guidelines) adlı, konu ve sektör bazında kredi borçlusunun projede alması gere-ken önlemlere yönelik tavsiyeleri içeren yayınları da mevcut. Bu tavsiyeler aynı zamanda, fi nans sektörü için iyi uygulama rehberi niteliği taşıyor. Dünya Bankası grubu üyesi olan ve Türki-ye’de aktif faaliyet gösteren IFC ise sektör açısından ikinci önemli oyuncu. IFC’nin, Dünya Bankası’nın kılavuz önerilerine sa-dık kalacak şekilde, çevresel ve sosyal etki değerlendirme sürecine yönelik de-taylı bir dizi düzenlemesi bulunuyor. IFC Performans Standartları olarak bilinen ve 8 başlıkta toplanan ilkeler bütünü, IFC’nin fi nansman sağladığı projelerde izlenecek çevresel ve sosyal etki değerlendirme sü-recini yönetiyor. IFC Performans Standartları oldukça de-taylı ve kapsamlı düzenlemeler. Gelişen teknoloji, toplumsal beklentiler ve hassa-siyetler, yasal zemin gibi pek çok etkene bağlı olarak sürekli güncelleniyor. Bu ilke-ler IFC’nin doğrudan kredi sağladığı yatı-rımlarda uygulandığı gibi, ticari bankalar açısından da bağlayıcı rol oynuyor, çün-kü IFC aynı zamanda fi nans kurumları-na fonlama sağlayan bir kurum. IFC’den kredi alan bankalar, kendi müşterilerine sağladıkları kredilerde IFC’nin kriterleri-ni gözetmek zorunda. Ticari bankaların

Bu model bize, fi nansman talebinde bulu-nan projelerin çevresel ve sosyal risklerini sistematik şekilde değerlendirme, ölçme ve gerekli önlemleri alma imkânı veriyor. Şöyle ki, uzman ekibimizle projeleri önce-likle niteliksel olarak değerlendirip, bir risk kategorisi belirliyoruz. Modelimiz bize, in-celenen proje için bir risk notu veriyor. Bu kategori ve notun örtüştüğü matrikse göre, projenin ek inceleme ve izleme ihtiyaçları belirleniyor, alınacak önlem önerileri oluş-turuluyor ve kredi komitemize sunuluyor. Bu önlemler, daha sonra kredi sözleşme-lerine de entegre ediliyor. Risk derecelendirme yaklaşımı, Dünya Bankası başta olmak üzere IFC, EBRD gibi uluslararası fi nans kurumları tarafından benimsendiği gibi, uluslararası ticari ban-kaların gönüllülük esasıyla katıldığı Ekva-tor Prensipleri oluşumunun da temelinde yatıyor. Yapılan derecelendirmenin nesnel ve analitik bir yöntemle gerçekleştirilmesi, projelerin riskinin tarafsız ve doğru olarak ortaya konmasını sağladığı için, Ekvator Prensipleri kapsamında ve uluslararası fi nans kurumlarının düzenlemelerinde “iyi uygulama” olarak benimsenmiş bulunu-yor. Yapılan değerlendirmenin sonuçlarının belirli aksiyonlara dönüştürülmesi, hem bi-zim sistemimiz hem de uluslararası uygu-lamalar açısından çok önemli. Dolayısıyla krediye konu işin sektörü, doğan etkinin niteliği ve niceliği, önlemlerin uygulanabi-lirliğine bağlı olarak yatırım öncesi, yatırım dönemi ve faaliyet dönemini kapsayacak

96 itü vakf� dergisi

ÇEVRE DOSYASI

aksiyon planları oluşturulması, sistemimi-zin temel taşlarını oluşturuyor. Değerlen-dirmemiz doğrultusunda; ek çevresel ve sosyal incelemeler, projenin dizaynıyla ilgili değişiklikler ve yatırım döneminde bağımsız danışmanlar tarafından düzenli olarak izlenmeyi talep edebiliyoruz. Örneğin, rüzgar santrallarının kuş göç yol-larına etkisi, önemli bir risk yoğunluk nok-tasını oluşturuyor. Bu sebeple rüzgar sant-ralı projelerinde ornitolojik değerlendirme ve izleme çalışması talep ediyoruz. Öte yandan, hidroelektrik santralı projelerinin, bulundukları havzanın ekosistemine olum-suz etkide bulunmamasına önem veriyo-ruz. Bu olumsuz etki, inşaat döneminde hafriyattan kaynaklanabildiği gibi, operas-yon döneminde nehir yatağına bırakılan cansuyu miktarının yetersizliğinden de doğabiliyor. Dolayısıyla HES projelerinde fi nansman şartı olarak, mutlaka cansu-yu yeterliliğini detaylı olarak inceliyoruz. Projenin dizaynı, ekosistem değerlendir-mesinin öngördüğü asgari cansuyu mik-tarından daha az cansuyunun nehir yata-ğına bırakılmasını gerektiriyorsa, daha az enerji üretimine yol açacak bile olsa, proje dizaynının değiştirilmesini talep ediyoruz. Gözettiğimiz konular ve talep ettiğimiz ön-lemler, sadece enerji projeleriyle sınırlı de-ğil. Tüm projelerimizde mevzuat ve iyi uy-gulama gerekliliklerinin yerine getirildiğini gözetmek amacıyla, uzman mühendisle-rimiz tarafından rutin saha ziyaretleri dü-zenleniyor. Böylece oluşabilecek sorunları önceden tespit etme ve müşterimizi doğru yönlendirme imkânımız da oluyor. İş Sağ-lığı ve Güvenliği (İSG) konusunda, son 1 yıldır sistematik olarak daha kapsamlı de-ğerlendirme ve önlemler talep ediyoruz. Firmalarımızın İSG konusunda yönetim planı oluşturmasını ve uygulamasını teşvik

ediyoruz. Yüksek riskli projelerde, müşte-rimiz tarafından alınan iş sağlığı ve güven-liği önlemlerini, uzman ekiplerimizin dü-zenli saha ziyaretleriyle yerinde izliyoruz. Son dönemde, Çevresel ve Sosyal Etki Değerlendirme Süreci’nin bir adım öte-sine geçerek, doğrudan karbon salımına sebep olan veya ağaç kesimi nedeniy-le iklim değişikliği etkisi doğurabilecek projelerimizde, bu etkinin bertarafı için belirli çarpanlarda ağaç dikilmesini talep etmeye başladık. Bu talebimiz, müşterilerimiz tarafından da memnuniyetle karşıla-nıyor. Örneğin, bir proje-mizde 10 yıl boyunca yılda 1 milyon yeni ağaç dikimi konusunda müşterimizle mutabık kaldık. Öncü rol üstlendiğimiz bu konunun, ulusal ve uluslararası alan-da en iyi uygulamalardan biri olacağına inanıyoruz. Sistemimiz, çevresel ve sosyal konularda olumsuz etkilere yönelik önleyici tedbirler almamıza imkân veriyor. Ancak, özellikle enerji sektöründe, olumsuz etkilerin azal-tılması kadar olumlu gelişmelerin des-teklenmesi de çok önemli. Yerel ve çevre dostu enerji kaynaklarının desteklenme-sini, ülkemizin geleceği ve sürdürülebilir

kalkınması açısından son derece önemli görüyoruz. Bu sebeple, yenilenebilir ener-jinin sektördeki tüm paydaşlar tarafından desteklenmesi gerektiğini düşünüyoruz. Garanti Bankası olarak, Türk bankacılık sektöründe yenilenebilir enerjinin önemi-ni ve potansiyelini gören ilk bankalardan biriyiz. Artan yatırımlarla Türkiye’nin enerji üretiminde pay almaya başlayan rüzgar santrallarının yaklaşık %35’ine fi nansman sağladık. Her 3 rüzgar projesinden birini fi nanse etmiş olmanın gururunu yaşıyoruz. Yenilenebilir enerji projelerine aktardığı-mız toplam kaynak ise 3 milyar doları aştı. 2014 yılında yenilenebilir enerjiye destek için attığımız adımlara bir yenisini ekleye-rek, lisanssız güneş enerjisi yatırımlarının fi nansmanına yönelik kredi ürünümüzü sunduk. Bu ürünle, özellikle KOBİ’lerimi-zin kendi elektriğini üretmesine fi nansman sağlıyoruz. Bina çatılarına bile kurularak elektrik üretebilen güneş panelleri, elektri-ğin daha pahalı olduğu gündüz saatlerin-de üretim yapacağı için, işletmelere ciddi bir tasarruf imkânı sağlayabiliyor. Dolayı-sıyla, özellikle sanayi ve büyük ticaretha-neler açısından cazip bir alternatif oluştu-ruyor. Nisan ayında lansmanını yaptığımız ürünle, KOBİ’lerin lisanssız güneş enerjisi

sistemlerinin kurulumunu destekliyoruz.Türkiye gelişmekte olan bir ülke ve birçok alanda yatı-rıma ihtiyacımız var. Ancak ekonomik büyümenin tek başına yeterli olmadığını ve sürdürülebilir kalkınma-nın bir parçası olması ge-rektiğini hepimiz biliyoruz. İhtiyacımız olan yatırımla-rın çevreye ve topluma du-

yarlı şekilde hayata geçirilmesi çok önem-li. Garanti olarak ana faaliyet konumuz olan kredi sağlanması sürecinde, sürdürü-lebilir kalkınmayı sekteye uğratmayacak, çevreye ve topluma sağladığı kazanım-ları olumsuz etkilerinin ötesine geçirecek proje ve faaliyetlerin desteklenmesini te-mel sorumluluk olarak kabul ediyoruz. Bu sorumluluğumuzu yerine getirirken, müş-terilerimizden çevresel ve sosyal alanda talep ettiğimiz önlem ve iyileştirmelerin, projeyi daha güçlü ve sağlıklı kılacağına inanıyoruz. Çünkü, projenin çevresel ve sosyal etkilerine bağlı olarak ortaya çıka-bilecek olumsuzluklar bankaların ve yatı-rımcının riskini teşkil ediyor. Bu riski ne ka-dar iyi yönetirsek, ülke olarak hem fi nans sektörünü ve yatırımcıyı korumuş, hem de sürdürülebilir kalkınma yönünde önemli bir adım atmış oluruz.

Kredilerin çevresel ve sosyal etki değerlendirmesi konusunda en

önemli kurumlardan birisi, şüphesiz Dünya Bankası. Bankanın bu

konudaki politika ve prosedürleri, çevresel ve sosyal etkilerin

tespit edilmesini, anlaşılmasını, önlenmesini veya azaltılmasını

kapsıyor.

97itü vakf� dergisi

ayak izinin de azaltılmasına yönelik bilimsel ve teknolojik uygulamaların ortaya konmasını gerektirir.

Geri kazanılabilen atıklarEnerji eldesine yönelik olarak potansiyelin-den yararlanılan atıklar genelde evsel katı atıklardır. Evsel katı atıkların bertarafı doğrul-tusunda ülkemizde yaygın olarak kullanılan yöntem düzenli depolamadır. Avrupa Birliği ülkelerinde evsel katı atıkların enerji potan-siyelinin değerlendirilmeden depolama sa-halarına gönderilmesi hususu gerek enerji azlığı gerekse depolama alanlarının arazi gereksiniminin yüksek olması nedeniyle ve-rilen belirli bir takvim dahilinde terk edilmek-tedir. Kişi başına üretilen katı atık miktarının günde yaklaşık 1 kg olduğu öngörüsünden hareketle, Türkiye’de yılda yaklaşık 26 milyon ton katı atık üretildiği söylenebilir. Bu atıkların %50’sinin organik atık olduğu kabul edildi-ğinde önemli miktarda enerji potansiyelinin düzenli depolama sahalarında bertaraf edil-mesi yerine geri kazanılması büyük önem taşımaktadır. Son yıllarda evsel atıksu arıtma tesislerin-den kaynaklanan arıtma çamurlarının da ilgili mevzuatın getirdiği sağlanması mümkün ol-mayan kısıtlar nedeniyle düzenli depolama sahalarına gönderilmesinde sorunlar yaşan-maktadır. Bu nedenle yüksek oranda kurutul-duktan sonra sadece çimento fabrikalarında yakılarak çözüm aranan arıtma çamurları bertaraf sorunu da aynen katı atıklar için ön-

Prof. Dr. Seval SözenİTÜ Çevre Mühendisliği Bölümü

AB mevzuatına uyum sürecinde çevre ve enerji korunmasına yönelik ulusal mevzuat yeniden şekillendirilmiştir.

İlke olarak benimsenen 3R (reduce/recycle/reuse: atık azaltma/geri kazanma/yeniden kullanma) prensibi uyarınca tüm kirletici kaynakların “atık” olarak değil “kaynak” ola-rak değerlendirilmeleri öngörülmektedir. Bu çerçevede kirletici kaynakların öncelikle kay-nağında temiz teknolojiler kullanılarak azaltıl-ması, akım ayrımı yapılarak veya boru ucun-da arıtma uygulamaları ile geri kazanılması veya yeniden kullanılması beklenmektedir. Bu yeni yaklaşım tüm kirletici kaynakların bir Entegre Kaynak Yönetim Sistemi çerçe-vesinde mümkün olabildiğince “sıfır atık” oluşumuna yönelik en uygun çevre ve enerji teknolojilerinin kullanılmasını gerektirmekte-dir. Sıfır atık kavramı sürdürülebilir kalkınma ve temiz üretim kavramlarının bir uzantısıdır, sürdürülebilir yaşam döngüsünde atık üreti-mini azaltan veya önleyen, kaynak ve enerji

Yenilenebilir Enerji Kayna � Olarak At�k

S�f�r at�k prensibi hammadde, enerji ve insan gücü kaynaklar�n� maksimize ederek en yüksek verimle kullan�lmas�n� sa layacak bilimsel ve teknolojik uygulamalar� yönlendirir. Bu yeni yakla �m kirletici kaynaklarda olu an at�klar�n- imdiye kadar uyguland� �ndan farkl� olarak- sadece bertaraf�na yönelik de il, yenilikçi teknoloji uygulamalar� ile kaynak ve/veya enerji olarak de erlendirilmesi yönündedir. Bu yakla �m ayn� zamanda kaynak kullan�m� ayak izi ile birlikte at�k olu umu ayak izinin de azalt�lmas�na yönelik bilimsel ve teknolojik uygulamalar�n ortaya konmas�n� gerektirir…

yönetimini ön plana çıkartan bir yaklaşımdır. Bu yaklaşım bugüne dek uygulanan, atığın üretildikten sonra bertarafını benimseyen atık yönetiminden farklılık göstermektedir. Sıfır atık prensibine yönelik Entegre Kaynak Yönetim Sistemi sürdürülebilir yaşam dön-güsünde çevresel etkileri de ortaya koyacak şekilde evsel/kentsel ve endüstriyel kirletici-ler gibi noktasal kaynakların yanı sıra tarım-sal kullanım, ulaşım ve benzerleri ölçeğinde yayılı kaynakları da kapsayacak şekilde ta-nımlanmalıdır. Bu yönetim sistemi bu kaynak-lara ait atıksu, katı atık, tehlikeli atık, arıtma çamurları, hava kirletici emisyonlar gibi çeşitli kirleticileri sıfır atık prensibi ile mümkün oldu-ğunca enerji üretimine yönelik şekilde kay-nak olarak değerlendirilmesini gerektirir. Atık oluşturan bir faaliyetin ve/veya üretim prose-sinin özellikle daha planlama aşamasında yer seçimi ve arazi kullanımının da dahil ol-duğu bir değerlendirme ile yaşam döngüsü-ne olan çevresel etkilerinin belirlenmesinde bu yaklaşım büyük önem taşımaktadır.Sıfır atık prensibi hammadde, enerji ve in-san gücü kaynaklarını maksimize ederek en yüksek verimle kullanılmasını sağlayacak bi-limsel ve teknolojik uygulamaları yönlendirir. Bu yeni yaklaşım kirletici kaynaklarda oluşan atıkların- şimdiye kadar uygulandığından farklı olarak- sadece bertarafına yönelik de-ğil, yenilikçi teknoloji uygulamaları ile kaynak ve/veya enerji olarak değerlendirilmesi yö-nündedir. Bu yaklaşım aynı zamanda kay-nak kullanımı ayak izi ile birlikte atık oluşumu

98 itü vakf� dergisi

Gerek katı atıklar gerekse atıksular alternatif enerji kaynağı açısından

değerlendirildiğinde potansiyel olarak kişi başına günde 2,5 kWh’lik

enerji üretimi gerçekleştirilebilir. Bu değerler ürettiğimiz atıklarla kullandığımız enerjinin yaklaşık

1/3’ünü geri kazanmadan attığımızı göstermektedir.

fazla oksijen ile islen-mesi prensibine daya-nan yakma yöntemidir. Yakma teknolojisinin en büyük avantajı atığın ağırlıkça ve hacimce büyük oranda azalması ancak en önemli de-zavantajı da oluşan baca gazı emisyonlarının arıtılmasının yüksek maliyetidir. Gazlaştırma da bir yakma işlemi olup, kla-sik yakma işleminden farkı kullanılan oksijen miktarının az olmasıdır. Atıklar 7000C’den daha sıcak ortamda parçalanır, atık hacmi yaklaşık %90 azalır ve nihai ürün syngas ola-rak adlandırılan karbon monoksit ve hidrojen gazından oluşan bir sentetik gaz açığa çıkar. Piroliz, yakma ve gazlaştırmadan farklı ola-rak oksijensiz ortamda termal parçalama işlemidir. Atıklar yüksek sıcaklıklarda ısı ile parçalanır, syngas ve bir miktar katı atık olu-şur. Oluşan sentetik gaz, kojenerasyon ve ısı/elektrik dönüşüm teknolojileri ile enerjiye çevrilmektedir. Yönteminin konvansiyonel yakma yöntemine göre en önemli avantajı di-oksin ve furan emisyonlarının önemli ölçüde azaltılmasıdır. Katı atıklar dışında önemli bir enerji kaynağı da atıksulardır. Oluşan 1 m3 atıksuyun kim-yasal enerji değeri organik madde içeriği do-layısıyla yaklaşık 1700 kcal’dir. Kişi başına bu değer yaklaşık 0,3 kWh/gün olup, kullanılan yöntem ve teknolojiye bağlı olarak bu ener-jiden yararlanma oranı ve biçimi değişebilir. Evsel atıksulardan enerji eldesinin bir diğer yöntemi ısısından yararlanmaktır. Atıksula-rın arıtıldıktan sonra deşarjları öncesinde ısı değiştiriciler vasıtasıyla sıcaklığının yaklaşık 5oC değiştirilmesi öngörüldüğünde 1 m3 atıksudan 5000 kcal eşdeğeri enerji elde edilmesi mümkündür. Bu enerji seviyesi iyi bir kömürle neredeyse eşdeğer olup, kişi

görülen yaklaşım gibi yenilenebilir bir enerji kaynağı olarak değerlendirilmek suretiyle çö-zümlenebilmelidir.

Enerji üretim teknolojileriAtıkların bertaraf edilirken enerji potansiye-linin değerlendirilmesi için biyokimyasal ve termokimyasal yöntemler kapsamında ana-erobik çürütme, yakma, gazlaştırma, piroliz gibi farklı teknolojiler kullanılmaktadır. Biyokimyasal yöntem olarak bilinen anaero-bik çürütme veya biyometanizasyon organik atıklardan anaerobik çürütme neticesinde enerji eldesi yöntemidir. Organik atıkların fer-mentasyonu sonucu kalorifi k değeri yüksek biyogaz (metan gazı) açığa çıkmaktadır. Bu-rada esas olarak evsel katı atıkların organik kısımları ayrılarak enerji elde edilmektedir. Katı atıklar içerisinde yer alan organik mad-de miktarının yaklaşık %50 ve bunun içerisin-deki biyolojik olarak ayrışabilen kısmının %70 olması öngörüsüyle enerji eldesinin mümkün olacağı porsiyon, atık miktarının tamamının yaklaşık %35’i mertebelerindedir. Enerji elde edilebilmesi için kojenerasyon ünitesinde ya-kıt olarak kullanılacak biyogazın ısıl değeri, içeriğindeki metan muhtevasına bağlı olarak değişiklik göstermektedir. Bu değer tipik bir anaerobik çürütücü sonrasında 4700-6000 kcal/m3 biyogaz aralığında yer almakta-dır. Buna göre 1 m3 biyogazın yakılması ile açığa çıkan enerji (kalorifi k değer) ortalama 5500 kcal olarak kabul edilebilir. Evsel katı atıkların düzenli depolama sahala-rında depolanması sırasında da, depolama sahası yaşına bağlı olarak biyolojik ayrışma neticesinde biyogaz üretilir. Ancak katı atık-ların organik kısmının anaerobik çürütmeye tabi tutulmasının, düzenli depolama ile kar-şılaştırıldığında en önemli avantajı, anaerobik çürütme sonucunda ortaya çıkan biyogazın kojenerasyon (birleşik ısı ve güç) teknolojisi ile elektrik ve ısı enerjisine dönüştürülebilme-sidir. Elektrik ve ısı enerjisi toplamı olarak 1 ton organik atık başına 0,60 MWh enerji üre-tilebilmektedir. Dolayısıyla Türkiye genelinde üretilen evsel katı atıkların organik kısımları ayrılarak enerji kazanımı sağlandığında yıl-da yaklaşık 7800 GWh’lik bir üretim söz ko-nusu olacaktır. Ayrıca düzenli depolamaya gönderilen organik katı atıkların ayrılmasıyla gerekli depolama hacminin azalmasının yanı sıra, sızıntı suyu oluşumu da ortadan kalkmış olacaktır. Sızıntı suyu organik atıkların içerdiği yüksek su muhtevasından kaynaklanmakta ve içerdikleri yoğun kirlilik nedeniyle arıtımı çok zor ve maliyetli olmaktadır.Termokimyasal yöntemler esas olarak katı madde içerisindeki organik katı maddelerin oksitlenmesi neticesinde karbondioksit, su ve küle dönüsülmesi temel prensibine da-yanmaktadır. En yaygın olarak kullanılan yön-tem, atığın stokiyometrik oksijen ihtiyacından

ÇEVRE DOSYASI

başına günde yaklaşık 1 kWh enerji üretimi anlamına gelmektedir.

DeğerlendirmeYenilenebilir enerji kaynağı olarak atığın/atık-suyun kullanılması hem nüfus artışına paral-lel olarak artan atık miktarının azaltılması hem de atığın kaynak olarak kullanılarak enerji döngüsüne pozitif katkısı açısından büyük önem taşımaktadır. Atık sorununun etkin bir şekilde çözümlenmesi yeni teknoloji arayış-larını beraberinde getirmektedir. Sözü edilen enerji üretim teknolojilerinden hangisinin, hangi atık türleri için uygulanabileceği detaylı fi zibilite çalışmaları gerektirir.Evsel kullanımlardan kişi başına günde olu-şan 1 kg katı atığın yaklaşık % 50’si enerjisin-den yararlanılabilecek nitelikte organik mad-de içeriğine sahip mutfak atıkları olup, diğer kısım ise ekonomiye kazandırılabilecek şekil-de büyük ölçüde geri dönüştürülebilir / geri kazanılabilir atıklardan oluşur. Sadece mutfak atıklarının ayrı toplanması ile kişi başına 1,2 kWh/gün enerji elde edilebilir. Gerek katı atıklar gerekse atıksular alternatif enerji kaynağı açısından değerlendirildiğin-de potansiyel olarak kişi başına günde 2,5 kWh’lik enerji üretimi gerçekleştirilebilir. Bu değerler ürettiğimiz atıklarla kullandığımız enerjinin yaklaşık 1/3’ünü geri kazanmadan attığımızı göstermektedir. Bugünkü tekno-lojilerle bu enerjinin yaklaşık %30-40’ı kulla-nılabilir enerji olarak geri kazanılabilir. Tek-nolojilerin geliştirilmesi ile kullanılabilir enerji miktarının artırılması mümkün olabilecektir. Örneğin, İstanbul’da yıllık elektrik tüketiminin yaklaşık 40 milyar kWh olduğundan hare-ketle, bu enerjinin en azından %15’inin atık enerjisi ile karşılanması söz konusu olduğun-da yılda 2 milyar TL’lik bir enerji geri kaza-nımı yapılabilmesi olasıdır. Aslında bu geri kazanım kişi başına yılda 140 TL’nin sokağa atılmaması anlamını taşımaktadır.Dolayısıyla iyi bir atık yönetim modeli ile atığı atık olarak uzaklaştırmak yerine ekonomik bir kaynak olarak değerlendirip hem yerel hem ulusal ölçekte katma değere dönüştürmek çevresel sürdürülebilirliğin temel ilkesi olma-lıdır.

99itü vakf� dergisi

İstanbul Teknik Üniversitesi yeni yöneti-minin öncelikli konularından biri olarak; yaşanabilir, çevresi ile de öğrencilerine

öğretici olabilen sağlıklı, huzurlu, doğa ile barışık bir kentsel çevre sunmak hedef ola-rak seçilmiştir.Bu nedenle öncelikli olarak tüm kampüs-lerde yaya ve bisiklet odaklı, engelsiz ve taşıt ulaşımının ikinci plana alındığı, en az karbon salınımlı, enerji etkin binalardan oluşan bir yeşil kampüs ilkesi yeni yönetim döneminin birinci öncelikli konusu olarak seçilmiştir.İstanbul Teknik Üniversitesi Yapı İşleri ve Teknik Daire Başkanlığı’ndan sorumlu

TÜ Yönetiminin Kampus Planlama Anlay� � ve Yeni Planlama Uygulamalar�

Ayaza a’da Prof. K.Ahmet Aru zaman�nda yap�lm� orjinal kampus dokusunun temel ilkelerini bozmadan, onunla ahenkli, onun eksiklerini tamamlayan yeni bir yap�la ma sistemati i, kampuslar�m�z�n planlanmas�n�n temel ilkesi olarak kabul edilmi ve uygulamaya konmu tur. Bu kapsamda temel yap�la ma ilkemiz; varolan yap�lar� strüktürel olarak güçlendirerek onlar� enerji etkin binalar haline getirecek önlemler almak, yeni binalar� da ayn� master planlama anlay� �na uygun olarak in a etmektir. Böylelikle kampustaki yap�lar� y�k�p yeniden yapmaya çal� an ve kampusu dev in aat alanlar� haline getirecek yenileme modelleri yerine, ça da sürdürülebilirlik ilkesini daha fazla gözeten, daha minimalist müdahaleler ile kampus yap�lar�n�n ve genel planlaman�n, enerji etkin ve karbon sal�n�m� dü ük bir örnek yerle keye dönü türülmesi hede� enmektedir…

Prof. Dr. Sinan Mert ŞenerİTÜ Mimarlık Fakültesi DekanıİTÜ Yapı İşleri Koordinatörü

Rektör Danışmanı olarak Ağustos 2012 tarihinde başladığım görevimde ve hali ha-zırda da ‘Yapı İşleri Koordinatörü’ ve Dekan olarak görev yaptığım iki yılı aşkın dönem-de, başlangıçtan beri Rektörümüz tarafın-dan oluşturulan kampus planlama komis-yonu ile bir yandan planlama bir yandan da icra ve yapım kontrollüğü bu koordina-törlük tarafından sürdürülmektedir. Yılda en az iki kere Rektörümüz Başkanlığında kampüslerimizde yaşayan, yürüyen, spor yapan, yerleşkede oturan, lojmanda yaşa-yan, araç kullanan, doğayı gözleyen aka-demisyen, araştırmacı, memur, öğrenci, teknokent kullanıcıları ve dikkatli ve takipçi tüm paydaşlar ile açık toplantılar yaparak

100 itü vakf� dergisi

ÇEVRE DOSYASI

Yeşil kampüs projesi uygulaması ile daha çok yürüyen, bisiklete

binen, engelli bireylerin de kampuslarda engelsiz yaşadığı, geri dönüşüm duyarlılığının üst

düzeye çıktığı, karbon salınımının en aza indirilmeye çalışıldığı İTÜ kampüslerini yakında göreceğiz.

onlarla etkileşim içinde eleştiri ve yol gös-tericiliklerinde planlama ve icraat devam ettirilmektedir. Bu yönetimin, kampus plan-lama anlayışının belki de en önemli ayırde-dici özelliği olarak görülebilir.Ayazağa’da Prof. K. Ahmet Arû zamanında yapılmış orijinal kampus dokusunun temel ilkelerini bozmadan, onunla uyumlu, onun eksiklerini tamamlayan yeni bir yapılaşma sistematiği, kampuslarımızın planlanması-nın temel ilkesi olarak kabul edilmiş ve uy-gulamaya konmuştur. Bu kapsamda temel yapılaşma ilkemiz; varolan yapıları strüktü-rel olarak güçlendirerek onları enerji etkin binalar haline getirecek önlemler almak, yeni binaları da aynı master planlama anla-yışına uygun olarak inşa etmektir. Böylelikle kampustaki yapıları yıkıp yeniden yapma-ya çalışan ve kampusu dev inşaat alanları haline getirecek yenileme modelleri yerine, çağdaş sürdürülebilirlik ilkesini daha fazla gözeten, daha minimalist müdahaleler ile kampus yapılarının ve genel planlamanın, enerji etkin ve karbon salınımı düşük bir örnek yerleşkeye dönüştürülmesi hedef-lenmektedir. Bilindiği gibi İTÜ beş kampusu olan bir üniversitedir. Şehiriçi kampuslarındaki ta-rihi yapıların konservasyonu ve restoras-yonu da yeni kampus planlama anlayışının vazgeçilmez bir parçasıdır. Bu kapsamda Taşkışla Binasının konservasyon ihalesi 2012’de tamamlanarak hızla inşaata baş-lanmıştır. Çalışma önümüzdeki 18 ay için-de bütünü ile tamamlanmış olacaktır. Di-ğer yandan restorasyon ve konservasyon projesi yüksek lisans öğrencilerimiz tara-fından yapılan Maçka Silahhane binasının proje çalışmaları da sürdürülmektedir. Bu yönetim dönemi içinde rölöve, restitüsyon ve restorasyon projelerinin Anıtlar Koruma Kurulu’ndan tasdikini takiben 2015 yılı için-de hızla ihalesinin yapılması planlanmak-tadır. Yürütülmekte olan bu devasa plan-lama sürecinin yönetilmesi dışında; tüm yapısal ve mekânsal gelişimin İTÜ vizyonu-

na uygun şekilde planlamasında kampus-larımızın kentsel tasarım, mimari planlama, ekolojik hesaplamalar, trafi k planlaması, peyzaj tasarımı, konularında bir grup öğre-tim üyemiz özellikle Mimarlık Fakültesi öğ-retim üyeleri ile birlikte sürece aktif destek vermektedir. Bilimsel çalışmalar ve proje bazlı faali-yetlerin yönetimimiz tarafından teşvikinin yanı sıra İTÜ adına yakışır, öncü ve örnek Üniversite kampusu çalışmalarımızın inşa-asına da planlamayla eşgüdümlü olarak hızla devam edilmektedir. Eğitim ve öğre-timde lider bir üniversitenin bu statüsünü koruyabilmesi için unutulmaması gereken hususlardan en önemlisi de kuşkusuz mi-mari ve doğal çevrenin de öğrenciler için

önemli bir eğitim aracı olduğudur. Bu ba-kış açısı ile Türkiye’nin en yüksek bilimsel performanslı öğrencilerini her yıl bünyesine katan İTÜ’nün, kampuslarındaki mekânsal kalite performansının da onların eğitimine katkı sağlayacağı açıktır ve bu konu yö-netimimiz açısından birinci öncelik sırasına alınmıştır.Planlama ve projelendirmedeki bu yeni dönemin önemli çalışmalardan biri olarak Yeşil Kampus Projesi ile İTÜ’lülerin hem doğayı hem bireysel sağlıklarını koruya-cakları bir üniversite yaşamı modelinin uygulamasını yapmaktayız. Yeşil kampüs projesi uygulaması ile daha çok yürüyen, bisiklete binen, engelli bireylerin de kam-puslarda engelsiz yaşadığı, geri dönüşüm duyarlılığının üst düzeye çıktığı, karbon sa-lınımının en aza indirilmeye çalışıldığı İTÜ kampuslarını yakında göreceğiz. Diğer yandan şehir içi tarihsel değere haiz kampuslarımızın restorasyonunun tamam-lanması, Ayazağa ve Tuzla kampusları-mızın ise, “yeşil kampüs – eko kampus” anlayışı ile tamamen, yaya – bisiklet ile eri-şilebilir, elektrikli servis araçları ile güncel teknoloji ile iç içe tasarlanıp uygulanması ve kullanımı ile hayata geçirilmesi hedef-lenmektedir. Böylece “sürdürülebilir”, “ye-şil ve yaya” odaklı, taşıt sirkülasyonundan arındırılmış, yaya taşıt ayrımlarının çağdaş normlarda kurgulandığı, tarihi eserleri ba-kımlı ve sahiplenilmiş, korunmuş kampus-lar yönetimimizin temel hedefl eri arasında-dır. Ülkenin en köklü üniversitesinin, tarihi mirasına sahip çıkmasının bir parçası da kuşkusuz tarihi kampusları sahiplenmek onları yaşatarak korumaktır. Öğrencilerimizin, özellikle yaya sirkülas-yonunun hedefl endiği Ayazağa kampu-sunda sürekli dolaşan elektrik tahrikli me-kik midibüsümüzün hizmete girmesi çok yakındır. Ayrıca Kampus Planlaması ile ilgili en önemli bir yenilik de önümüzdeki yılda Bedri Karafakioğlu Bulvarı ile SDKM Stadyum istikametindeki birbirine dik iki

101itü vakf� dergisi

aksın tamamen yaya öncelikli hale getiri-lerek, günün belirli saatlerinde servis yolu niteliğindeki yaya promenadlarına dönüş-türülmesidir. Diğer yandan trafi k sirkülas-yonunun, içte yayalaştırılmış yeşil ve özgür hareket edilen kampus yeşil iç mekanının dışında biri iç, bir dış çevre yolu üzerinden gerçekleştirildiği nihai planlama kararımız adım adım gerçekleştirilmekte ve uygula-maları da tamamlanmaktadır.Planlama kapsamında bütünü ile yenilenen İTÜ giriş kapılarının yakınlarında planlanan katlı garajlar ile de tüm trafi k yolları kenar-larındaki yasa dışı ve çirkin görünümlü parklanmalar engellenerek, trafi k akışının kampusun derinliklerine fazlaca girmesi önlenecektir.Yaya ulaşımının teşviki için kuşkusuz yaya erişimi ve normu çok önemlidir. Artık yeni yaya yolu normumuz eskiden olduğu gibi 1/5 yükseklikte (yani 5 cm) ve eski kaldı-rımlarımızın eninin 3 misli (yani 320 cm) genişlikte planlanmış ve artık bu şekilde uygulanmaktadır. Tüm İTÜ giriş kapılarının yenilenmesi, sayısal ölçümlere dayalı trafi k modellemeleri pik saatlerdeki ölçümlere göre ve bilimsel verilere dayalı hesaplamalı olarak yapılmıştır. Bu kapsamda Enerji Ka-pısı’nın ihalesi tamamlanarak uygulaması-nın eylül başında bitirilmesi sağlanacak ve yeni yarıyılda hizmete açılması gerçekleş-tirilecektir. Kapılarda da bilimsel ölçümlere göre önce trafi k genişletme ve otomasyonu yapılıp daha sonra İTÜ kimliğini oluştura-cak özgün mimari projeler İTÜ’lü mezunlar tarafından tasarlanarak Yapı İşleri Daire başkanlığı tarafından inşa edilmektedir. Bu kapsamda Akademik yaya giriş kapısı da İTÜ’ye yakışan bir kimliğe uygun form verilerek yakın geçmişte hizmete açılmıştır.Trafi k planlamasındaki bir diğer önemli konu ise bisiklet yollarının Ayazağa kam-

Sürdürülebilir”, “yeşil ve yaya” odaklı, taşıt sirkülasyonundan

arındırılmış, yaya taşıt ayrımlarının çağdaş normlarda kurgulandığı,

tarihi eserleri bakımlı ve sahiplenilmiş, korunmuş kampuslar

yönetimimizin temel hedefl eri arasındadır.

pusunun her noktasına ulaştırılmasına ön-celik verilmesidir. Bu husus da “sıfır karbon salınımlı eco kampus” hedefi nin bir adımı olarak değerlendirilebilir. Kuşkusuz spor yapan, daha sağlıklı bir gençlik için de, bu bisikletli ulaşım teşviki dolaylı ve pratik bir spor teşviki olarak görülmektedir. Diğer yandan, Ayazağa kampusundaki mevcut binaların asansörleri, yangın ka-çışları ve engelli erişimi açısından yeniden güncellenmesi işlerine de hız verilmiştir. Bunlara ek olarak, enerji etkin cephe ye-nileme uygulamalarına da başlanmıştır. Bunun için hesaplamalar yapılarak önce-likle cephelerin güneş kontrolü ve estetik kalitesinin yükseltilmesi için inşaa süreci hızlandırılmıştır. Hiç bir yalıtım endişesi ve güneşlenme kontrolü bugüne kadar düşünülmemiş binalarımızda, cephelerde uygulanmaya başlanan önlemler hep dü-şük karbon salınımı ve enerji etkin kampus hedefi nin birer parçası olarak görülmelidir.Bu kapsamda yeni ve dinamik yapıya ka-vuşturulan Yapı İşleri ve Teknik Daire Baş-kanlığı, üniversitemizin yapım, onarım, alt-yapı ve destek hizmetleri de bu doğrultuda hızla gerçekleştirecek bir yapıya kavuştu-rulmuştur. Yapılacak her türlü harcamanın yaklaşık maliyeti, ihale evraklarının hazır-lanması, işin her türlü kontrolü, hakediş, kabul işlemleri Yapı İşleri ve Teknik Daire Başkanlığı tarafından ve KİK denetimine açık olarak eskisine göre en az iki misli hızda yapılmaktadır.Sonuç olarak çağdaş bir üniversitenin en belirgin göstergesinin, çağdaş kentsel peyzaj ve mimari kaliteye sahip nitelikli bir çevre olduğu görüşü ile Üniversitemizin yönetimi, öğretim üyeleri ve öğrencileri ile birlikte hızla bu kalite artışını sağlamaya çalışmaktadır.

102 itü vakf� dergisi1001010110101111100222 iiiti ü vakakakkakkkkkka f�f�f�f�f�f�f�f�f ddddddergisii

ÇEVRE DOSYASI

Dünya Biyoçeşitlilik Günü için İTÜ Ekoloji Kulübü tarafından düzenlenen fotoğraf ge-zisi, renkli kareler ortaya koydu. Ayrıcalıklı bir yerleşime sahip olan, hem İstanbul’un merkezinde bulunma hem de doğayla bütünleşme niteliğini koruyan İTÜ Ayaza-ğa Yerleşkesindeki bitki ve hayvan varlığı, uzmanlar ve öğrenciler tarafından görüntü-lendi. “Alanın temiz kalması, izole olması, doğal yaşamın korunması, kuşların şehirde sığı-nacakları çok az alanlardan biri olan İTÜ Ayazağa kampusunun önemini artırıyor.” “İTÜ Ayazağa Kampusu Gölet Vadisi do-ğallaşmış yaşam alanı içinde geniş bir bi-yoçeşitlilik içeriyor… Geniş maki toplulukla-rı ve fundalıklar arasında binbir çeşit canlıyı barındıyor.” Gezi sonrası Biyolog Esra Ergin ve Kuş Gözlemcisi İhsan Eroğlu tarafından kaleme alınan yazı şöyle:“İTÜ Ayazağa Kampusu Gölet Vadisi do-ğallaşmış yaşam alanı içinde geniş bir bi-yoçeşitlilik içeriyor… Geniş maki toplulukla-rı ve fundalıklar arasında binbir çeşit canlıyı barındıyor. Alandaki ibreli ağaç türlerinden karaçam, sahil çamı, ladin, ve servi türleri ile eğrelti otları geniş bir topluluk oluşturuyor. Ağaç sınırlarında mavi, beyaz ladenler, sarı çiçekleri ile katır tırnakları, pembe renkleri ile kuşburnu çiçekleri ve beyaz renkleri ile geyik dikenleri alana girerken güzel koku-ları ile karşılıyorlar. İçerilere doğru kıvrıldık-ça biraz daha farklı ağaç türleri çınar, gla-diçya, akçakesme, defneler, kocayemişler çitlembik, menengiç ve dişbudaklar, çeşitli akasya türleri, palmiye ağacı göze çarpıyor. Bodur ağaçlar kermes meşeleri, fundalar, fındık diğer çalı ve bu türlerin altında otsu türler kekik ve karabaş otları, baklagiller ailesinin üyeleri, hardalgiller ve buğdaygil-lerden birçok tür karşımıza çıkıyor. Özellikle nemli ve gölgelik alanları seven orkideler yol kenarında, ağaçların altında gösterişli çiçekleri ile hemen dikkat çekiyorlar.Gölete doğru inerken kılcal bir su akıntısı etrafında yükselen kuzukulağı, pazı otları, çeşitli hardal otları ve böğürtlenlerin oluş-turduğu bariyer ile koridorların ardından ilerde kamışlar, hasır otları ve sazlıklarla bir-leşiyor. Sazlıklardan aşağı doğru kavak ve söğütlerin eşliğinde gölete ulaşılıyor.Alanın sahip olduğu her bir bitki türü, top-rak ve kaya yapısı diğer canlıların dağılımını belirlerken her biri için de yiyecek ve barı-nak oluyor. Gölet vadisindeki kuş ve kele-bek türleri de ayrıca dikkat çeken canlılar.

YEŞİL KAMPUS İTÜ’DE DÜNYA BİYOÇEŞİTLİLİK GÜNÜ

Doğa gezileri sırasında karşılaştığımız kuş türleri arasında yeşil papağan, iskender pa-pağanı, erguvani, ak gövdeli ebabil, saksa-ğan, kırlangıç ve daha bir çokları yer alıyor. Şu ana kaydedilen 82 kuş türünde ötücüler geniş yer kaplıyor. Düzenli yapılacak göz-lemlerle bu sayının 100’ü aşacağı kesin. Barındırdığı bitki çeşitliliği ve göl, kuş çeşitli-liğini de artırıyor. Alanın temiz kalması, izole olması, doğal yaşamın korunması, kuşların

şehirde sığınacakları çok az alanlardan biri olan İTÜ Ayazağ kampusunun önemini ar-tırıyor. Yeşil papağan, çıtkuşu, saksağan, bülbül gibi üreyen türlerin yanı sıra ilkbahar ve sonbahar aylarında yoğun ötücü göçüne rastlanıyor. Ayrıca kampus üzerinden yırtıcı ve leylekleri de bu zamanlarda gözlemle-mek mümkün. Sinekkapanlar, ötleğenler, ispinozgiller, balıkçıllar, doğanlar ve atmaca görülen türlerden bazıları…”

Fotoğraf: Nurgül Tekeli

Fotoğraf: İhsan Eroğlu

103itü vakf� dergisi

YE

L K

AM

PÜSKampus Sürdürülebilirli ine

Entegre Bir Yakla �m:

Piri Reis Üniversitesi

Türkiye’nin ilk ve tek denizcilik ihtisas üniversitesi olan Piri Reis Üniversitesi kampüs binaları, 2011 yılında BREEAM International Bespoke 2008 kriterleri doğrultusunda değerlendirilerek entegre tasarım süreciyle yapıldı.

Üniversite kampusleri Türkiye’de ve dünyada artık birer şehir gibi yöne-tilmeye ihtiyaç duyar hale geldiler

ve kampuste yapılan her aktivite direk ola-rak çevreyi etkiliyor. Eğer bundan böyle, kampusler planlanırken organizasyonel ve teknik önlemleri sürdürülebilirlik kriterleri gözeterek alırsak, çevre kirliliği, enerji ve malzeme tüketimi, eğitim ve araştırma ak-tivitelerinin sonucu olan karbon salımını da azaltmış olacağız. Ancak bu çalışmaların sistemli ve sadece kampus içi değil kam-pusün bulunduğu bölgelere entegre olarak yapılması gereklidir. Bu nedenle çevre yö-netim sistemleri başta olmak üzere, yerel halkın katılımcılığı, sosyal sorumluluk ve çevre sertifi kalarının uygun olarak yaşa-masına özen gösterecek bir yönetim şekli benimsenmelidir.PİRİ REİS Projesi, Türkiye’de ilk defa bir üniversite kampusünün sürdürülebilirlik

Dr. Duygu Erten Piri Reis Kampüsü Sürdürülebilirlik / BREEAM Danışmanı

çabalarını güçlendirme maksadıyla tasar-lanıp inşaa edilmiş ve öğrenciler, okul idari personeli ve öğretim görevlilerinin görüşleri de alınarak planlanan bir üniversite kam-pusüdür. Binaların doğal çevre, ekonomi, sağlık ve verimlilik üzerinde derin etkileri vardır. Son yıllarda giderek üzerinde du-rulan yeşil binalar alanında, bu binalarda kullanılan teknolojiler ve işletimi konuların-da da devrimsel bir değişime tanık olun-maktadır. Planlanan bu kampuste, tasarım-cılar ve kullanıcılar binaların hem kurulum ve kullanımda ekonomiyi, hem de çevresel performans faktörünü en üst düzeye çıkar-ma olanağı bulacak yaklaşımlar ve teknolo-jiler kullanılmıştır.Dünyada bina ve yapım sektörünün, bina işletiminin sürdürülebilirlik açısından dü-zenlenmesi amacıyla değerlendirme sis-temlerini kullanma yaklaşımları son yıllarda giderek artmaktadır. İngiltere’de BREEAM

104 itü vakf� dergisi

(Building Research Establishment Environ-mental Assessment Method / Bina Araştır-ma Kurumu Çevresel Değerlendirme Yön-temi) denilen bir değerlendirme sistemi geliştirilmiştir. Söz konusu sistem dinamik-tir ve zamanla geliştirilen stratejilere bağlı olarak yeni versiyonları oluşturulmaktadır. Bunun yanı sıra sistemler, aynı binada ge-liştirmeler yaparak tekrar değerlendirmeye alınmasına olanak vermektedir. İşte, Piri Reis Üniversitesini başarılı kılan master planın ilk aşamasında enerji verimliliği, makro pasif tasarım ve güneşe açıklık gibi konuların yanısıra malzeme seçimi, atık azaltma ve ayrıştırma gibi konularda sür-dürülebilirlik danışmanı liderliğinde BREE-AM kriterleri doğrultusunda günlerce süren BREEAM Charratte toplantılarıyla tartışma-ya açılmıştır.

BREEAM Sertifi ka Süreci Türkiye’nin ilk ve tek denizcilik ihtisas üni-versitesi olan Piri Reis Üniversitesi kampus binaları, 2011 yılında BREEAM Internatio-nal Bespoke 2008 kriterleri doğrultusunda değerlendirilerek entegre tasarım süreciyle yapıldı. Bütünsel bir düşünce kurgusuyla yapılaşmanın kaçınılmaz bir parçası olan yaklaşım, işverenin de sürekli işin içinde olmasını gerektiriyor. Tasarım ve inşaat tamamlandığında ‘Very Good’ sertifi kası alarak Türkiye’de ilk çevreye duyarlı yeşil kampus özelliği taşıyan üniversite olan Piri Reis Üniversitesi kampus blokları; malze-me, enerji, su, sağlık ve konfor, arazi kul-lanımı ve ekoloji, atık yönetimi ve ulaşım kriterlerine göre değerlendirilmiştir. Yine yeşil kampuslerin vazgeçilmez parçası olan yürüme ve bisiklet yolları kampuste karbon ayak izini azaltan bir ulaştırma ağı sağlamaktadır.Bu doğrultuda yapılan çalışmalar aşağıda yer almaktadır.

Toplu taşıma hizmetlerine yakın olması ve çalışan ve öğrencilerin alternatif ulaşım araçlarından yararlanabilmeleri için sağla-nan 175 adet bisiklet park yerleri ve bunla-

ra uygun sayıda hazılanan duş ve soyun-ma odaları ile ulaşımdan kaynaklanan CO2 salımının azalması amaçlanmıştır.

Bina ısıtma ve soğutma enerji ihtiyacı, tri-jenerasyon sistemi ile karşılanmaktadır.

‘Absorbsiyonlu chiller’, ‘heat pump chil-ler’ ve trijen gaz motorları için gerekli kon-denser suyu, klasik soğutma kuleleri ile değil, doğrudan denizden alınan su ile te-min edilmektedir. Böylelikle elektrik ihtiya-cından % 40 tasarruf elde edilmektedir.

Domestik soğuk su, ‘Reverse osmos’ ve gerekli arıtma işlemlerinden geçirilen deniz suyundan sağlanmaktadır.

Sıcak suyun temini güneş kollektörleri ile sağlanmaktadır. Böylelikle enerjiden %12 tasarruf elde edilmektedir.

Binada bulunan tüm lavabo, duş teknesi, duş teknelerinden toplanan gri su, yerinde arıtma ile rezervuarlarda kullanılmaktadır. Böylelikle gri suyun yeniden kullanımı sağ-lanmaktadır.

Çatı yağmur suları toplanıp arıtma işlem-lerinden geçirilerek bahçe sulamada kulla-nılmaktadır.

Üniversitenin gün ışığından maximum se-viyede yararlanması amaçlanmıştır. Aydın-latma seviyeleri, tasarrufl u bir biçimde en iyi görsel performans ve konforu sağlaya-cak şekilde standartlara uygun olarak ta-sarlanmıştır.

Uygulanan çevresel / sürdürülebilir satın

alma politikası ile zararlı uçucu organik bi-leşik içermeyen malzemelerin kullanılma-sıyla sağlıklı ve konforlu çalışma ortamları sağlanmıştır.

Enerji ve su tüketimleri Bina Yönetim Sis-temi ile izlenip kaydedilerek bu doğrultuda tasarruf çalışmaları yapılmaktadır.

Geri dönüştürülebilir atıkların ayrı topla-nıp depolanması ile bu atıkların döküm sa-hasına veya yakılmaya gönderilmesi önlen-miştir.

Düşük seviyede su tüketimi sağlayan ürünlerin kullanılması ile suyun verimli kul-lanılması sağlanmıştır.Bloklara ait BREEAM skorları aşağıda sıra-lanmıştır:

A Blok: %68,89 Very Good B Blok: %64,46 Very Good C Blok: %62,37 Very Good UDEM: %67,22 Very Good

SONUÇ: Sürdürülebilir kampus planlamasında üni-versitenin çevre yönetimi, yeşil binalar, ye-şil taşıtlar ve ulaştırma gibi konularındaki duyarlılığının yanında, engellilere hareket kabililiyeti ve eşitlik gibi sosyal adalet ve öğretim malzemelerinin içeriğine de sür-dürülebilirlik teması oturmuştur. Bu üni-versite, sürdürülebilir olmak için çevreyi koruyan, ekonomik büyümeyi tetikleyen ve yerel kalkınmayı destekleyen bir zihniyetle kurulmuştur.

105itü vakf� dergisi

İTÜ’nün sanatla ilişkisinin yeni olmadığını görüyoruz.

1950’lerde İTÜ’de Sanat1920-30’larda okumuş mühendislerin o dö-nemin okulunu anlatırken şöyle dediklerini anımsıyorum: “Okulda yatılıydık. Hayatı-mız orada geçerdi. Dersler zaten çok yo-ğundu. Derslerin bitiminde kafamız hayli yorgun olurdu. Akşamüstüne doğru çıkar, Gümüşsuyu’ndan Beyoğlu’na yürürdük. Orada dolaşmak, sinemaya, tiyatroya, ser-gilere, kitapçıya gitmek bizi dinlendirirdi. Ne de olsa Beyoğlu kentin kültür, sanat merkeziydi. Hatta tekti. Kentteki, hatta ül-kedeki her şey orada oluşur, orada sergile-nirdi.” Tabii bu Mühendis Mektepli, Teknik

SA

NA

T stanbul Teknik Üniversitesi ( TÜ)’nde:

Bilim-Sanat li kisi ve Bilgi Ça �

Bu yıl İTÜ Güzel Sanatlar Bölümü (GSB), 30. yılını 13. Mayıs’ta bir top-lantı düzenleyerek kutladı. Bölüm’e

katkıları olmuş kişileri bir araya getirerek belleği tazelemenin yanısıra, kanımca Bö-lüm’ün İTÜ’ndeki misyonunu gözden geçi-rerek eğitim açısından değerlendirmesini yapmak için fırsat yaratmış oldular. Yüksek Öğretim Kanunu’nun üniversite öğrencile-rinin güzel sanatlar alanında ilgi ve beceri-lerini geliştirme amacını taşıyan 5.1 mad-desi uyarınca 6 Kasım 1981’de kurulmuş olan GSB, öğretime 1983-1984 Akademik Yılında başlamıştır ve Türkiye’de bu alan-daki ilk bölüm olma özelliğini taşımaktadır. Bölümde Resim, Seramik, Özgün Baskı, Tiyatro, Fotoğraf, Müzik gibi uygulamalı

Prof. Dr. Ayla ÖdekanİTÜ Güzel Sanatlar Bölümü

derslerle Sanat Felsefesi, Sanat Sosyolojisi gibi kuramsal dersler programa alınmış-tır. 1995-1996 ders yılında 14 adet dersle 3725 öğrencinin sanatla buluşması sağ-lanmıştır. 1997 yılında “Teknik Olmayan Seçime Bağlı Ders“ bölümden kaldırılmış, 1997-2000 yılları arasında 2 kredilik ders alması gereken öğrenciler dışında öğrenci kalmamıştır. 2000-2001 ders yılından itiba-ren “Mühendislik Tasarımı ve İnsan Toplum Bilimleri Seçme Ders “ kategorisinde 3 kre-dili dersler verilmeye başlanmıştır.Bir teknik eğitim kurumu olarak İTÜ’nün ya-sayı uygulamada öncü olmasının nedenini kuşkusuz bilim-sanat ilişkisi açısından belli bir geleneğe sahip olmasında aramak ge-rekir. Geçmişe şöyle bir baktığımız zaman

Bilim de sanat da aynı gerçeklikle uğraşır, ancak yöntemleri farklıdır. Sanat gerçeği estetik imgelerle betimler ve sergiler, doğanın sırlarını sezdirir, bilim ise açıklar. Akıl yoluyla anlatmaya çalışır ve bunu ispatlar. Bilim de sanat da gerçeğe aynı noktada varmaya çalışır. Sanat ve bilim birbirini tanımlayan etkinliklerdir. Bilim kavramsal yorumlar, sanat sezgisel yorumlar. Gerçeği daha iyi ve çok boyutlu görmemize katkıda bulunurlar…

Res. 1 Kültür kavramı ana öğeler ve kültür haritası (Güvenç, 1970:107)

106 itü vakf� dergisi

Üniversiteli gençlerin kültüre ve sanata sağlam bir açılım kazanmalarını sağlamıştı.Bu ortamın zamanla yarat-tığı birikimin, 1950’lere doğru öğrencileri izle-yici olmanın daha da ötesine, etken ve ya-pıcı biçimde sanat ve kültür olayları için kol sıvamaya götürdüğü-nü görüyoruz. İkin-ci Dünya Savaşı’nın sıkıntılı ve kısıtlayıcı ortamı bitmiştir artık. Ülke rahatlamıştır. Tür-kiye toplumu hızla değiş-mektedir. Bir dinamizm gel-miştir. Bu değişim de en fazla gençler arasında gözlenmektedir. Ve tabii, İTÜ öğrencilerinde.Gençler 1950’nin ilk yıllarında üniversite idaresinden bağımsız, yalnızca öğrenci girişimine dayanan, okul idaresinden yal-nızca mekân talebinde bulunmakla yetinen bir Sanat Kulübü kurarlar. Kültür ve sanatın çeşitli dallarını kucaklayan bir dernek. Gü-müşsuyu’ndaki konferans salonu konserle-re, konuşmalara, tartışma toplantılarına ev sahipliği yapmaya başlar. Kulüp piyasada da satılan ve “Diyelim” adını taşıyan bir sa-nat ve düşün dergisi yayımlamaya başlar. Yazarların çoğu öğrencilerdir, ama ülkenin tanınmış imzaları da görünür bu yayında.Kulüp 1955’te İstanbul kültür yaşamında önemli bir iz bırakan, yalnızca öğrencilerin yürüttüğü bir tiyatro da kurar. Bunda bazı önemli yazarların ülkede bilinmeyen oyun-ları oynanır. İstanbullu kültürsevenler ve aydınlar bu gösterimleri merakla izlerler. Bir sinema kulübü de faaliyete geçer. Taşkış-la’nın koridorlarında keman çalınır, haftanın bir günü klasik müzik dinletileri düzenlenir. Gümüşsuyu ve Taşkışla bu yıllarda Beyoğ-lu’nun kültür merkezlerinden biri gibidir.Öğrenciler arasında, üniversitenin dersle-rinden buldukları fırsatlardan yararlanarak İstanbul konservatuvarında tiyatro ders-lerini takip edenler olur. Hatta gene kon-servatuvarda şan dersleri alıp daha sonra operacı olan kişiler de görülür. Bu hızlı ve dinamik gelişmeyi bazı öğretim üyeleri yadırgasalar da, “Bunların mühen-dislikle ne ilgisi var?” deseler de, genelde gençlerin bu yan çabaları üniversite içinde destek bulur. Kamuoyunda “Mühendis de-diğin, teknik kişi bildiğin adam kuru, tek boyutlu, rakamlardan başka bir şey bilme-yen kişidir.” yargısı hızla silinir.Eğitim programında da Mimarlık Fakülte-si’nde tasarıma katkı açısından uygulamalı

resim ve heykel çalışmalarına önem veri-lirdi. 1950’lerde dönemin önemli sanatçı-ları Ercüment Kalmık ve Şadan Bezeyiş, Rudolf Belling ve Yavuz Görey resim ve heykel derslerine giriyorlardı. 1970’lerde de Tezcan Sağlam ve Teoman Südor grafi k ve resim derslerine katıldılar. Sanat alanın-da hareketli bu yıllara ait değerli bir belge de kuzey-batı kulesinin merdiven duvarın-da Nurullah Berk ve Abdurrahman Öztop-rak’ın imzasını taşıyan duvar resmidir. Bu

Bir teknik eğitim kurumu olarak İTÜ’nün yasayı uygulamada öncü

olmasının nedenini kuşkusuz bilim-sanat ilişkisi açısından belli

bir geleneğe sahip olmasında aramak gerekir. Geçmişe şöyle bir baktığımız zaman İTÜ’nün

sanatla ilişkisinin yeni olmadığını görüyoruz.

Res. 3 Kitsou Dubois, Gravity Zero (httpwww.jbf.dial.pipex.comart_tech_ec_fi leskitsou_du-

bois.htm)

Res. 2 (httpwww.brainpickings.orgindex.php20120425e-o-wilson-on-art)

duvar resminde sanatçılar mühendislik mesleğini sanatlarıyla yorumlamış-

lardır. Uygulamalı dersler dışın-da, kültürel bilgi kazandırmak

amacıyla sanat tarihi ders-lerinin programda ağırlı-ğı vardı ve Sabahattin Eyüboğlu’nun Anadolu Kültürleriyle ilgili ders-lerini öğrenciler büyük bir ilgiyle izlerlerdi. Ku-ramsal dersler Anadolu gezileriyle desteklenirdi.

Tüm bu kıpırdanışların etkilerini o yılların öğren-

cilerinin mezuniyet sonrası yaşamlarında da izlemek ola-

sı. Kimileri, üniversitede ama-törce başladıkları tiyatro, sinema,

karikatür, fotoğraf, resim, heykel, müzik vb. alanlarda sanatsal meraklarını profes-yonel olarak seçmiş, kimileri de, meslek-lerini profesyonel olarak sürdürürken, ilgi duydukları sanat alanını bir yan uğraş ola-rak uygulamışlar ve başarılı sonuçlar elde etmişlerdir.

Bilgi Çağı1950’li yıllarda, hem Avrupa’da hem de Amerika’da bilim ve sanat ilişkisinde önemli gelişmelerle karşılaşırız. Bu geliş-melerin sonucunda, 1910’ları olduğu gibi, 1960’ları da sanatta bir geçiş dönemi ola-rak nitelemek doğru olur. Sanatın yeniden sorgulandığı ve sanatçıların ‘sınırları aşma’ çabası içinde oldukları ve yeni söylem, yeni malzeme ve biçimlerle geleceğe dö-nük ipuçlarının arandığı bir dönemdir.Teknoloji ve bilimsel araştırma giderek sağ-lık, iletişim, yönetim, ev yaşantısı, eğitim, eğlence gibi gündelik yaşamın her alanı-na yayılıyor. Ticaret ve endüstri yenileniyor, yeni yaşam alanları geliştiriliyor. Zaman, uzaklık ve mekân kavramları değişiyor. İle-tişim teknolojisi eski düşünceleri sarsıyor. Evren ve insan davranışları hakkında yeni bilgiler üretildiğini izliyoruz. Bilgi, moder-nitenin sunduğu ‘gerçek reçetesi’yle ilgili kuşku yaratıyor.Bilgisayar teknolojisi yirminci yüzyılda bü-yük bir devrim gerçekleştirdi; yeni bir çağ açtı, bilgi çağı yarattı; ardından biyolojideki hızlı gelişmeler geldi. Kimilerine göre or-ganik dünyaya açılmamızı sağlayan yirmi birinci yüzyıl biyoloji çağı olacak. İnsanın varlığı ve biyolojik yapının ifade alanları gibi kimi sorular ve bunların kültürel boyutları yanıt bekliyor. DNA gibi yapılar estetik bi-çimler ya da organizmaların yaşam süreç-leri açısından ilgi alanı.Gelecek yaşamın genetik temeli genom

TܛDE SANAT

107itü vakf� dergisi

ruhu ve araştırmaya ve sorun çözmeye yaklaşımı geçmiş sanat anlayışından daha fazla bilimsel olmalıdır.Yirminci yüzyılın ikinci yarısında kültür ala-nındaki çalışmalar yeni yorumların geliş-mesine neden oldu. Sanat, sosyal konular ve bilimin ayrı ayrı incelenmesine karşı gö-rüşler gelişti; yüksek kültür, popüler kültür, ideoloji, sosyal sınıfl ar, gerçeklik, ırk, cinsi-yet, kimlik ve gövde kavramları tartışmaya açıldı, sınırların kırmızı çizgileri belirsizleşti. İnsanın bilgi dağarcığı derinlemesine ge-nişledi. Bu ortamda sanatçı bilgisayar, in-ternet, ve başka bilimsel/teknolojik geliş-meleri göz önüne almadan sınırlı malzeme ve ifade ilişkileriyle yetinebilir mi sorusu önem kazandı. Sanat bunlardan nasıl ayrı kalabilir? Bilim ve teknolojinin giderek de-ğer kazandığı ve günlük yaşantımızın her anını olumlu ve olumsuz etkileyecek düze-ye vardığı bir ortamda sanatın amacı, anla-mı ve değeri aynı kalabilir mi? Doğa yeterli olabilir mi?Yeni açılımlar sanatçının mühendislerle ve teknik insanlarla ilişkiye girmelerini zorunlu kıldı ve giderek disiplinlerarası yakınlaşma ve işbirliğine zemin oluştu. Sanatçılar çev-re, mekân, kamu alanı gibi kavramlarla ilgili yeni ilişkiler içine girdi. Sanat yapıtının bir nesne değil, bir sistem analizinde olduğu gibi, birbirleriyle ilişkili parçalardan kurulu bir bütün olduğu düşüncesi egemen oldu. Gerçeği tekillikten çıkarıp ilişkiler içinde kavrama düşüncesi yaygınlaştı ve Informa-tion Art, Sciart gibi sanat akımları oluşmaya başladı. Sanat, kabaca ister bireysel ister toplumsal insana yaşam konusunda bir fi kir vermekte ve insanı bilgilendirmektedir. Sanat bir bil-gi üretme sürecidir diyebiliriz. (Res. 2) Bu özelliğiyle bilimle ilintilidir. Bilim de sanat ta aynı gerçeklikle uğraşır ancak yöntem-leri farklıdır. Sanat gerçeği estetik imgelerle betimler ve sergiler, doğanın sırlarını sez-dirir, bilim ise açıklar. Akıl yoluyla anlatma-ya çalışır ve bunu ispatlar. Bilim de sanat da gerçeğe aynı noktada varmaya çalışır. Sanat ve bilim birbirini tanımlayan etkin-liklerdir. Bilim kavramsal yorumlar, sanat sezgisel yorumlar. Gerçeği daha iyi ve çok boyutlu görmemize katkıda bulunurlar. İn-san denen varlık tanımlarından biri “İnsan bilen varlıktır” dır.Sanat çağdaş eğitimin temel taşlarından biri. Bireysel yeteneğin her boyutta geliş-mesi, köklü ve tutarlı bir sanat eğitimi, ya-ratıcılık yolunu açabilir. Bu yüzyılda düşü-nüyle, bilimiyle, teknolojisiyle ve sanatıyla kendini yenileyen bir kültür oluşturulmaya çalışılmaktadır.

haritası, genetik mühendislik, genetik işa-retleri kodlamada aranıyor. Kişilik, kader, yaratıcılık, gövdenin sınırları, cinsel güç, zekâ gibi kavramlar yeniden tanım bekli-yor. İnsanın dünyasının dışında bilinmeyen dünyaların içine dalınıyor. Örneğin bakteri ve virüslerin dünyasıyla karşılaşılıyor. Bu iki dünyanın ilişkisinin kurulmasına çalışılıyor. Önce insanın gözüydü yaşam mekânını tanımlayan, sonra mikroskop görme alanını açtı; hücre ve atom dünyasının gizemleri çözümlendi. Mikroskobu daha sonra bir-çok teknolojik araç izledi ve bu alan gi-derek genişledi. Günümüzde ise, insanın gözünün yetersizliği bir gerçek, mekân sonsuzluğa açılıyor.İlaç, beyin, üreme, mikrop, protez ve dirim-kurgu konularında bilim/teknolojide ilerle-meler yeni kültürel sorunlar yarattı. Erkek/dişi, yaşam/ölüm, doğal/yapay, ben/öteki, özerk/tutsak, canlı/cansız gibi karşıtlıklar arasında sınırlar giderek belirsizleşti. Acı, açlık, cinsel tatmin, yorgunluk, hastalık gibi kavramlar gerçeklikten uzaklaştı, kültürel olgulara dayanan düş ürünlerine dönüştü.1950’lerda bilim ve teknoloji alanındaki ilerlemelerle birlikte eş zamanlı olarak sos-yal bilimlerde de tartışmalar sürmekteydi. 1959 yılında İngiliz fi zikçi ve roman yazarı C.P. Snow (1905-1980) Cambridge’de ver-diği “The Two Cultures/İki Kültür” adlı kon-feransında modern toplumda fen bilimleri ve sosyal bilimler arasındaki iletişim yoklu-ğunun dünyadaki belirli soruların çözümü

için önemli bir engel olduğu görüşünü tar-tışmaya açtı. Snow’a göre, bilim insanları kendi alanları dışında kültürü oluşturan çe-şitli birimler hakkında bilgiden yoksundur; örneğin bilim insanları Charles Dickens’ı okumamıştır, sanatçı aydınlar da bilimsel konulardan habersizdir. ‘İki Kültür’ kavramı sosyal bilimlerde 60’ların ilgi odağı oldu.Bu gelişmeler sanatta da yansımasını bul-du. Susanne Sontag “One Culture and the New Sensibility/Bir Kültür ve Yeni Duyarlı-lık” (1966) adlı makalesinde Snow’un bilim ve teknolojinin dinamik, sanatın ise statik olduğu görüşüne karşı çıkıyor ve sanatın işlevinin değişmesi gerektiğini vurguluyor-du. Ona göre kültürün her bir öğesi birbi-rine yansır ve birbirini etkiler; sonuçta ay-rışmaz, birlikte değişir. (Res.1) Bu nedenle, Sontag’a göre, günün sanatının doğruluk

Eğitim programında da Mimarlık Fakültesi’nde tasarıma katkı

açısından uygulamalı resim ve heykel çalışmalarına önem verilirdi.

1950’lerde dönemin önemli sanatçıları Ercüment Kalmık ve Şadan Bezeyiş, Rudolf Belling

ve Yavuz Görey resim ve heykel derslerine giriyorlardı. 1970’lerde

de Tezcan Sağlam ve Teoman Südor grafi k ve resim derslerine

katıldılar.

Res. 4 Karl Sims, Galapagos (httpen.wikipedia.orgwikiKarl_Sims (Galapagos)Kitsou Dubois, Gravity Zero (httpwww.jbf.dial.pipex.comart_tech_ec_fi leskitsou_dubois.htm)

108 itü vakf� dergisi

Sanat;1.Düşünmeyi öğrenmeyi2. Kişiliğin gelişmesini3.Kişinin yaratıcılık yolunun açılmasını sağ-layan en önemli etmenDüşünce üretme sürecinde duyu organları-nın geri plana atılmaması gerek. Düşünme ve algılama akıl ve duyular karşılıklı alış-veriş içinde belleğe işlenmelidir. Duyuları eğitilmemiş olan çevreye duyarsız kalır. Bakar görmez, işitir duymaz. Duyular ara-sında önce bizi dünyaya tanıtan göz gelir. Göz ve beyin birlikteliğine elin katılmasıyla örneğin tasarımda yaratıcılığın ufku geniş-ler. Her ne kadar bilgisayar tasarım alanına egemen olsa da desen aracılığıyla göz, beyin ve el senkronizasyonuna gereksinim vardır. Eğitimde amacın, ezbere dayalı bilgi depolamak değil, algı ve düşünme edimle-rini birleştirmeyi öğretmek olmuştur. Vurgu, düşünceyle bütünlenmiş görmeyi elde et-mektedir.

Sanata Yansımalar1950 sonrası sanat ve bilimin birlikteliği konusunda gelişmeler sanatçıları yeni de-neyimlere yönlendirdi ve bir bilim adamı yaklaşımıyla ürünlerini çözümlediler. Bir-likteliğin ürünleri özellikle görsel sanatlarda çarpıcı ürünler vermekte. (Res. 3, 4, 5, 6) Örneğin, Kitsou Dubois, koreografi lerinde gövdenin yer çekimiyle olan ilişkisini sor-guluyor. Yer çekimi olmayan bir mekânda dans ederken insan hareketinin sınırlarını inceliyor. Çalışmalarını dans, anatomi, fi z-yoloji, psikoloji ve mekân bilimi araştırma-ları sonucunda gerçekleştiriyor. Algoritma değişik uygulamalarda sanatçıların baş-vurdukları bir sanat üretim aracı. Karl Sims, Galapagos’ta izleyiciler monitörlerin önün-de yerde duran fare altlıklarına basarak beğendikleri grafi kleri seçiyorlar ve geliş-melerini istedikleri grafi k biçimlere katkıda bulunuyorlar. Proje Darwin’in Galapagos Adaları’ndaki mistik yaratıklarına gönder-me yapıyor. Yves Amu Klein, canlı heykeller üzerine çalışıyor, Octofungi’de olduğu gibi. Sinirsel ağ sistemine bağlı sekizgen bir poliüretan heykel tasarlamış. Çevreyi tarayacak, an-layacak ve ona göre gelişecek bir sanal varlık yaratmak istiyor. Sistem çevredeki değişiklikleri algılıyor ve ona göre davrana-rak hareket ediyor. Hubert Duprat, doğa, bilim ve sanat birlik-teliğiyle melez nesneler yaratmayı deniyor. Larvayı altın, inci ve değerli taşlardan oluş-muş koza içine yerleştirerek yeni yaratılar oluşturmakta. Bu işi yapabilmesi için böce-ğin yaşam sürecini bilimsel olarak incele-mesi gerekiyor.

Yeni açılımlar sanatçının mühendislerle ve teknik insanlarla

ilişkiye girmelerini zorunlu kıldı ve giderek disiplinlerarası yakınlaşma ve işbirliğine zemin oluştu. Sanatçılar çevre, mekân, kamu alanı gibi kavramlarla ilgili

yeni ilişkiler içine girdi. Sanat yapıtının bir nesne değil, bir sistem analizinde olduğu gibi, birbirleriyle ilişkili parçalardan kurulu bir bütün

olduğu düşüncesi egemen oldu.

İTÜ’de Güncelleşme “Çağdaş bir araştırma üniversitesi olarak ulusal ve uluslararası düzeyde bilim, tek-noloji ve sanatta önder çalışmaların odağı olmalı özgörüşü”nü benimsemiş bir üni-versite olan İTÜ’nde, “araştırmacı müzik uzmanları yetiştirmek, müzikal araştırma-lar gerçekleştirmek ve sonuçlarını yaymak amacıyla” İleri Müzik Araştırmaları Merkezi (MİAM)’ın 1999 yılında kurulmasıyla çağ-daş bilim-sanat birlikteliğini kurmada ve

Res. 6 Hubert Duprat, Caddisfl y (httpwww.leonardo.infogallerygallery314duprat.html)

Res. 5 Yves Amu Klein, Octofungi(www.livingsculpture.comworksoctofungi)

TܛDE SANAT

bütünselliğini geliştirmede önemli bir adım atılmış oldu. Görsel sanatlarda, İTÜ Maslak Yerleşke-si’nde Mehmet Aksoy’un “ Bilimin ışığında yükselen ‘bin fenli’ Hezarfen’ heykeli çağ-daş bir yapıt olarak İTÜ’de bilim-sanat bu-luşmasını simgelemektedir (heykelin açılı-şı: (23 Mayıs 2014) . Sanat eğitiminde de yeni arayışlara girilmiştir. 1983 yılında İTÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü (SBE)’üne bağlı olarak GSB elemanlarının katılımıyla Görsel ve Çevresel Sanatlar Anabilim Dalı kurul-muş ve 1999 yılına değin eğitim sürdürül-müştür. 2000 yılında GSB’nde lisans ders programında ‘computer art’ ve ‘photoshop’ dersleri açılmış ve ayrıca küreselleşmeye uyum sağlamaya çalışan ülkemizde ‘Hy-per-Media-Kimlik ve Sunum’ tezsiz yüksek lisans programı kurma çalışmaları yürütül-müştür. 30. Yıl toplantısında ise, Bölüm’ün bilim-teknoloji-sanat yüksek lisans progra-mının açılmasının önerildiği açıklanmıştır. Bu girişim gerçekleştiğinde, bilgi çağının birikimleri ve güncel bilgisayar teknikle-riyle donatılmış uygulamalarla ülkemizde sanatsal üretim, kuşkusuz, yeni bir boyut kazanacaktır.

109itü vakf� dergisi

io Çevre Çözümleri Ltd.

Çevreye ve nsana Sayg�l� Ak�ll� Çözümler

io Çevre Çözümleri Araştırma Geliştirme Ltd. Şti., konusunda lider uzmanların bilgi birikimlerini ve tecrübelerini değerlendire-rek çevre teknolojileri konularında doğru, çağdaş ve bilimsel, çevreye ve insana say-gılı çözümler üretmektir. Su-atıksu yönetimi, kentsel altyapı sistemleri, atık yönetimi, ik-lim değişikliğinin çevresel değerlendirme-si, koku yönetimi, hava kalitesi yönetimi, enerji-çevre yönetimi ve çevresel durum değerlendirmesi üzerine uzmanlaşan ça-lışma gruplarına sahiptir.

Çevreye Pozitif KatkıProblemin tanımlanmasından çözüm üre-timine giden tüm adımlarda io Çevre Çö-zümleri, disiplinler arası koordinasyon sağ-layarak akıllı çözümler bulmayı hedefl eyen, üniversitenin bilgi birikimini, deneyimini ve altyapı olanaklarını ihtiyaç sahibine taşıya-rak teknoloji transferini sağlayan bağımsız ve güvenilir bir araştırma şirketidir. Bilgiyi, bilimi ve teknolojiyi müşterilerimizin mem-

Üniversite-Sanayi arakesitinde yer alan bir Ar-Ge fi rması olan İo Çevre Çözümleri Ltd., İTÜ Çevre Mühendisliği Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Ethem Görgün tarafından 2004 yılında kurulmuş. Firma, su-atıksu yönetimi, kentsel altyapı sistemleri, atık yönetimi, iklim değişikliğinin çevresel değerlendirmesi, koku yönetimi, hava kalitesi yönetimi, enerji-çevre yönetimi ve çevresel durum değerlendirmesi üzerine uzmanlaşan çalışma grupları ile, İTÜ ARI Teknokent’inde çevre için yararlı çözümler üretiyor…

TEK

NO

KEN

T D

OSY

ASI

110 itü vakf� dergisi

nuniyeti için birleştirip akıllı çevre çözümleri sunarak çevreye pozitif katkılar sağlamak ve dinamik, genç, gelişime açık yapımız ile yenilikleri bir adım önden takip etmek sektörde farklılık yarattığımız yönlerimizden biridir.Üniversite-sanayi ara kesitinde yer alan bir Ar-Ge fi rması olarak; yenilikçi fi kirleri iş planlarına dönüştürme, bilgiyi, tecrübeyi ve teknolojiyi kullanarak çevre için yararlı çö-zümler üretme ve probleme özel çözümler geliştirme çabalarımız ve katkılarımız sek-törde farklılık yaratmaktadır. Teknik üniver-site kadrosuna ve altyapı imkanlarına daimi erişim sayesinde, akademi ile özel sektör arasında köprü kurabilmekte ve teori ile pratiği harmanlayabilmekteyiz.

Sürdürülebilir Çevre YaklaşımıBakanlıklarda, belediyelerde, organize sa-nayi bölgelerinde ve özel fi rmalarda sür-dürülebilir çevre yaklaşımı doğrultusunda atıksu ve atık yönetimi konusunda danış-manlık hizmeti sunmaktadır. Geri kazanım ve tekrar kullanım yaklaşımı ile teknolojik gelişmeler takip edilmekte ve müşterile-rimize yenilikçi sistemler önerilmekteyiz. Müşterilere sunulan danışmanlık hizmeti ile kaynak kullanımında sürdürülebilirlik ve verimlilik, geri kazanım/yeniden kullanım olanağı yaratılarak kaynak ve işletme gideri tasarrufu sağlanmaktadır. Tesislerden kaynaklanan katı, sıvı ve gaz emisyonlarının yürürlükte olan ulusal ve uluslar arası mevzuat çerçevesinde de-ğerlendirilmesi yapılmakta ve çevre kirlili-ğinin kontrolü için mevcut en iyi teknolojiler

(BAT) araştırılmaktadır. Tesislerde işletme giderlerinde, kaynak kullanımında ve enerji harcamalarında tasarruf sağlanması için özellikle atıksu arıtma tesisleri optimizas-yon ve rehabilitasyon çalışmaları yürü-tülmektedir. Tesislerde oluşan atıksuların kirlilik karakterizasyonu yapılarak, uygun proses seçimi için arıtma alternatifl eri su-nulmaktadır. Tesislerde oluşan atıkları geri kazanma alternatifl eri araştırılmaktadır. Buna ek olarak, arıtma çamurlarının, ener-ji üretim potansiyelinin değerlendirilmesi

üzerine danışmanlık hizmeti io Çevre Çö-zümleri tarafından sunulmaktadır.

Yurtdışı Faaliyetlerio Çevre Çözümleri olarak Türkiye dışında yurtdışında da faaliyet göstermek için ulus-lar arası proje ihalelerini takip etmekteyiz. Irak’ta içme suyu arıtma tesisi tasarım kont-rolü ve projelendirilmesi konusunda danış-manlık hizmeti verilmiştir. Nahcivan’daki 7 Rayona ait altyapı tesislerinin uygulama projeleri tarafımızca hazırlanmıştır. Kuzey Kıbrıs’ta su ve atıksu yönetimi projeleri ta-sarlanmıştır. Tükmenistan’da 2014 yılında başlayan altyapı optimizasyon projemiz devam etmektedir.Ayrıca geçtiğimiz yılın son çeyreğinden bu yana uluslar arası fi nansmanlı projeleri yakından takip etmekte olup konsorsiyum, ortaklık gibi oluşumlar içerisinde bulunarak birçok IPA, Dünya Bankası, Avrupa Yatırım Bankası, vb. projelerinde gerek ön yeterlik gerekse teklif aşamasında çok verimli ça-lışmalarımız oldu ve halen devam etmekte-dir. Bu tip projelerde hedefi miz uluslar arası “know-how”ın ülkemize gelmesine katkıda bulunmak ve yabancı menşei fi rmalarla bilgi alışverişimizi arttırarak kapasitemizi güçlendirmektir.

İTÜ ARI Teknokent’in Kolaylaştırıcı Rolü ve İTÜ’nün Araştırma Altyapısından YararlanmaİTÜ ARI Teknokent, İTÜ öğretim elemanla-rı tarafından Ar-Ge şirketi kurulmasına ve Üniversite Yönetim Kurulu onayı alınarak üniversite öğretim üyelerinin ticari Ar-Ge faaliyetlerinde yer almasına olanak sağla-maktadır. İTÜ Çevre Mühendisliği bölümü öğretim üyesi olan Prof. Dr. Erdem Görgün tarafından 2004 yılında kurulan io Çevre Çözümleri, farklı branşlarda uzmanlaşan İTÜ Akademik kadrosunu Ar-Ge faaliyet-leri yürütmek için bir araya getirmektedir. Teknokent’in kampüs içinde yer alması İTÜ akademik kadrosu ile irtibata geçilmesini kolaylaştırmakta ve İTÜ laboratuvarların-dan ve diğer altyapı imkanlarından fayda-lanmada erişim kolaylığı sağlamaktadır.İTÜ çeşitli mühendislik konularındaki yet-kin akademik kadrosuyla, fakültelere ait akredite ve donanımlı laboratuvarlarda Ar-Ge çalışmaları yürütebilmekte ve yenilikçi fi kirleri hayata geçirebilmektedir. İTÜ kü-tüphanesi ulusal ve uluslar arası bilimsel yayınlara ulaşım kolaylığı sağlamaktadır. io Çevre Çözümleri, mevcut kadrosunda bulunan İTÜ öğretim görevlileri vasıtasıyla İTÜ’ye ait çeşitli imkanlardan yararlanabil-me ayrıcalığına sahiptir. Çevre Mühendis-liği, İnşaat Mühendisliği, Kimya Mühendis-liği, Meteoroloji Mühendisliği ve Geomatik

TEKNOKENT DOSYASI

111itü vakf� dergisi

Mühendisliği bölümleri ve Enerji Enstitüsü başta olmak üzere İTÜ akademik kadrosu vasıtasıyla disiplinler arası koordinasyonu sağlayarak, ihtiyaç sahiplerine üniversi-tenin bilgi, tecrübe ve altyapı kaynaklarını sunmaktadır.

İTÜ Öğretim Üyeleri ve Öğrencileriyle İşbirliğiio Çevre Çözümleri toplam 40 kişilik kad-rosunda 7’si İTÜ’den mezun toplam 16 çevre mühendisi, İTÜ’den mezun 2 me-teoroloji mühendisi, 2’si İTÜ’den mezun 3 inşaat mühendisi, İTÜ’den mezun 1 elektrik mühendisi olmak üzere 22 mühendis, İTÜ Çevre Mühendisliği Bölümü’nde olan 6 öğ-

retim üyesi, İTÜ’de Hidrolik Bölümü’nden 1 öğretim üyesi, İTÜ’de Geomatik Mühendis-liği Bölümü’nden 2 öğretim üyesi, İTÜ’de Meteoroloji Mühendisliği Bölümü’nden 3 öğretim üyesi olmak üzere toplam 13 öğ-retim üyesi bulunmaktadır. İTÜ öğretim üyeleri ve öğrencileriyle proje bazlı olarak işbirliği yapılmaktadır. İş birliği çalışmaları ile proje kalitesi arttırılarak, katma değeri yüksek bilimsel bir temele oturan projelerin ortaya çıkması sağlamaktadır.Özellikle Çevre Mühendisliği bölümünde okuyan öğrencilere staj yapma ve başarıy-la mezun olan Ar-Ge projelerine ilgi duyan çevre mühendislerine ise iş olanağı sunul-maktadır.

Yeni Hedefl er, ProjelerTürkiye’nin, öncelikli Avrupa Birliği ve tüm dünya ile bütünleşmesi sürecinde çevre teknolojilerinde gereksinim duyduğu bi-limsel ve teknolojik araştırma – geliştirme faaliyetlerinde önderlik etmek ana hedefi -mizdir.Horizon 2020 2014-2015 çağrılarına sun-mak üzere çalışmakta olduğumuz olgun-laşma çağında farklı fi kirlerimiz mevcuttur. Bu fi kirlerin gerçek birer projeye dönüştü-rüp sonuçlarını görebilmek için H2020 ça-tısı altında uluslar arası konsorsiyumlarda yer almak istiyoruz. Sadece bizim fi kirle-rimiz değil uluslararası fi rma ve araştırma kurumlarının proje fi kirleri içerisinde yer alıp bilgi dağarcığımızı hem paylaşmak hem de arttırmayı hedefl iyoruz.Mevcut durumda şirketimiz farklı yaban-cı fonlar için uluslarası konsorsiyumlarda kendisine yer edinmekte ve H2020 altında yer almak önümüzdeki 2 senenin hedefl e-rinden en önde gelenler arasındadır.Fikir aşamasında olan projelerimizden ba-zılarının ana başlıklarını şöyle listeleyebili-riz:• İklim değişikliğinin su kaynakları üzerine etkisinin modellenmesi• Gri Su Kullanım Potansiyelinin ve Ekono-misinin modellenmesi• Ekolojik Açıdan Minimum Su Kotunun Be-lirlenmesi İçin Model Çalışması Projesi• Sektörel Su Ayak İzlerinin Belirlenmesi için Model Çalışmaları• Su kalitesi modelleme çalışmaları• Entegre katı atık yönetimi çalışmaları• Geleceğin şehirleri için inovatif alt-yapı sistemlerinin geliştirilmesi ve tasar-lanması

io’nun mitolojik anlamı: io Anadolu mito-lojisinde nehir tanrısı İnahos'un kızıdır. Bir hikayeye göre; io’dan hoşlanan Zeus, onu eşinden gizlemek amacı ile bulutlar arasına saklar, fakat Hera şüpheleri sebebiyle olay yerine gelir. io’yu Hera’dan korumak iste-yen Zeus kendisini beyaz bir buluta io’yu ise bir ineğe çevirir.

Fakat Hera buna aldanmaz ve ineğe dö-nüşmüş olan io’yu sürekli rahatsız etmesi için bir sinek yollar. io kaçıp İstanbul Boğa-zı’nı geçerken buraya buzağılar geçidi an-lamına gelen “Bosphorus” adını vermiştir. Bu sırada Hera’nın peşine taktığı sinekten rahatsız olduğu için kafasını hızla sallar ve boynuzu İstanbul boğazının çıkışında kara-ya saplanır. Burada açılan boşluğa sular ve güneşte sırtları altın gibi parıldayan pala-mut balıkları dolar. Bu nedenle bu boşluk o günden sonra “Altın Boynuz” olarak anılır.

112 itü vakf� dergisi

TEKNOKENT DOSYASI

Çevrenin ‘enerjik’ ad�

ENVIS

Atık üreten üretim prosesi sahibi tüm sektörlere yönelik projeleri ile çevre ve enerji pazarında örnek teşkil eden Envis, 2008 yılından bu yana İTÜ ARI Teknokent’te faaliyetlerini sürdüren akademik bir fi rma. Kurucuları Prof. Dr. Derin Orhon ve Prof. Dr. Seval Sözen, Envis’in en önemli amacını, “gelecek nesillere daha güzel bir dünya bırakmak için şu anda kullandığımız enerjiyi yenileyebilmek ve bu enerjinin sürdürülebilirliğini sağlamak” olarak ifade ediyorlar…

Çevre ve enerji, sadece Türkiye’nin değil tüm dünyanın en fazla yoğunlaştığı konu-lardan. Gelecek nesillere daha güzel bir dünya bırakmak anlamında şu anda kullan-dığımız enerjiyi yenileyebilmek ve bu ener-jinin sürdürülebilirliğini sağlamak İTÜ ARI Teknokent’de faaliyet gösteren ENVIS’in en önemli amaçlarından. Projeleriyle çevreyi korumayı ilke edinen ENVIS, bünyesinde bulunan öğrencilere de önemli fırsatlar sunuyor. Ürettiği projelerle çevre bilincini yerleştirmeyi, çevre denetim ve yönetimi-ni yaymayı amaçlayan ve insan sağlığını da yakından ilgilendiren hayati konularda önemli adımlar atan ENVIS, çalışmalarını ‘temiz enerji’ sloganıyla sürdürüyor.

Çevre ve Enerji Pazarında Fark Yaratan ÇözümlerENVIS Çevre ve Enerji Sistemleri Ar-Ge Ltd. Şti. olarak çevre ve enerji teknolojileri ala-nında çözüm üretmeye yönelik AR-GE pro-

jeleri geliştiriyor ve uyguluyor, üniversitenin uzman görüşü, bilgi birikimi ve deneyimin-den hareketle teknolojik fi kirleri hayata ge-çiriyoruz. Çalışma alanlarımız içerisinde; kaynak geri kazanımı ve tekrar kullanımı, yenilikçi teknolojiler, deneysel analiz ve arıtılabilirlik, endüstriyel kirlenme kontrolü ve arıtma tesisi iyileştirilmesi, atık ve arıtma çamurlarının yönetimi, çevresel etkilerin belirlenmesi ve risk değerlendirmesi, atık-su yönetimi ve arıtma tesisi tasarımı, arıtma tesisi yönetimi, işletmesi ve bakımı, karbon envanteri ve enerji yönetimi, çevresel de-netim ve yönetim bulunmaktadır.Ürettiğimiz bilginin endüstri ve sanayi işbir-liği ile teknoloji ve ekonomik değere dönüş-mesi temel ilkemiz. AR-GE fi rması olarak ortaya koyduğumuz teknolojik çözümler ile gerek kamu sektörü gerekse özel sektör ile ortaklık içerisinde sürdürülebilir çevre poli-tikaları uyarınca yenilikçi yaklaşımlar ortaya koyuyoruz. Zengin portföyümüz ve

113itü vakf� dergisi

endüstri deneyimine sahip uzman ekibi-miz ile müşterilerimize sorunlarını yerin-de çözme imkanı sunuyoruz. Son yıllarda AB mevzuatına uyum sürecinde çevre ve enerji alanında ulusal mevzuatın yeniden şekillenmesi ile ilke olarak benimsenen 3R (reduce/recycle/reuse; atık azaltma/geri kazanma/yeniden kullanma) prensibi uya-rınca tüm kirletici kaynakların atık olarak değil kaynak olarak değerlendirilmeleri ön-görülmektedir. Biz de bu yaklaşım doğrul-tusunda, ENVIS olarak, gerek membran ve ileri oksidasyon teknolojileri ile hammadde ve su geri kazanımınına; gerekse yakma, anaerobik çürütme, gazifi kasyon, piroliz ve benzeri yöntemler ile organik atıklarından (arıtma çamurları, katı atık, hayvan atıkla-rı) enerji geri kazanımına yönelik sıfır atık prensibine dayalı araştırma geliştirme ça-lışmalarımız ile sektörde fark yaratıyoruz.Projelerimizin hedef kitlesi atık üreten üre-tim prosesi sahibi tüm sektörlerdir. Her bir atık kaynağı için spesifi k olarak getirilecek çözüm diğer atık kaynakları için de çekici bir alternatif olarak ortaya çıktığından her bir proje sonucu ülke genelinde yaygın kul-lanım alanı bulmaktadır. Dolayısıyla, proje çıktılarımız ile çevre ve enerji pazarında ör-nek teşkil etmekteyiz.

İTÜ ARI Teknokent ve İTÜ Araştırma Alt-yapısının Kolaylaştırıcı RolüENVIS, 2008 yılından bu yana İTÜ ARI Tek-nokent bünyesinde faaliyetlerini sürdüren akademik bir fi rmadır. Tüm projelerimizi İTÜ’nün akademik kadroları ile birlikte alt-yapı olanaklarını da kullanarak gerçek-leştiriyoruz. Bu yapı bir ARGE fi rması için bulunmaz bir şans. Üniversite bünyesinde yer alan bir fi rma olmamız bize üniversite ve sanayi arasında köprü olma sorumlulu-ğunu da yüklüyor. Teknokentin sunduğu bu

kolaylaştırıcı yapı ile sorumluluğumuzu en iyi şekilde yerine getirmeye gayret göste-riyoruz.İTÜ’nün ileri gelen üniversitelerden biri ol-ması, araştırma olanakları ve kaynaklarının çok geniş bir yelpazeye sahip olması, bize çalışmalarımız kapsamında gerekli araş-tırma-geliştirme imkanlarını sağladı. İTÜ, araştırma altyapısı ve bilimsel birikimi ile Türkiye’nin AR-GE potansiyeline ve tekno-loji üretebilme yeteneğine katkıda bulunan öncü üniversitelerden biridir. Uluslararası ölçekte pek az üniversitede bulunabilen donanım ve deneyime sahip İTÜ Çevre Mühendisliği laboratuvarının tüm imkanla-rını kullanabilmekteyiz. ENVIS olarak üni-versite-sanayi işbirliğini sürdürülebilir kı-larak üniversitenin araştırma altyapısını ve bilgi birikimini yeterince ekonomik değere dönüştürebildiğimizi düşünüyoruz. Bunun-la birlikte AB projeleri, TÜBİTAK, TEYDEB projeleri ve çeşitli kalkınma ajanslarından elde edilen destekler ile üniversite labo-ratuvarlarındaki sarf malzemesi, makine teçhizat gibi eksiklikleri gidererek iki yönlü destekle projelerimizi sürdürülebilir hale getiriyoruz.

Öğretim Üyeleri ve Öğrencilerle İşbirliğiProjenin gerektirdiği uzmanlık alanlarına bağlı olarak İTÜ öğretim üyeleri ile işbirliği yapıyoruz. Projelerin büyük bir kısmına öğ-rencileri de dahil ederek çalışma gruplarını genişletiyoruz. Böylece yürütülen konu ve kapsama bağlı olarak farklı disiplinlerden bir çok uzmanı bir araya getirerek öğretim üyelerimizin gerek birbirleri ile beyin fırtı-nası yapmalarına gerekse yaratıcı fi kirleri-ni ortaya koyarak katma değer yaratacak proje ortaya koymalarına fırsat tanıyoruz. Bu da çalışma gruplarında yer alan öğren-cilerimize bir AR-GE projesinin fi kir-uygu-

Prof. Dr. Derin Orhon Prof. Dr. Seval Sözen

lama sürecinin tüm adımlarını gözlemleme ve dahil alma fırsatı veriyor. Çalışılan sektör ve yürütülen projeler da-hilinde öğrencilere staj imkanı sağlıyoruz. Faaliyet gösterdiğimiz alanlar ile ilgili ola-rak mühendislik bölümlerinde okuyan 3. ve 4. sınıf öğrencilerini tercih ediyoruz. Öğrencilere kariyerlerini yapılandırmaları için gelişim fırsatı sunmakla birlikte bitirme ödevlerini, yüksek lisans ve doktora tezle-rini bizimle işbirliği içerisinde tamamlama şansı tanıyoruz. Bu sayede öğrencilerimiz, sadece teorik olarak değil uygulama ala-nında da deneyim kazanmaya başlıyorlar. Staj olanaklarının yanı sıra öğrencilerimiz bizimle yarı zamanlı veya tam zamanlı ola-rak çalışabiliyorlar. Böylece henüz öğretim hayatı devam ederken sektörü tanıma ve mesleki tecrübe edinme ayrıcalığına sahip olabiliyorlar.

Yeni Hedefl er ve ProjelerSanayici çevre ve enerji projelerini hayata geçirmek istemiyor. Firmaların çevre ya-tırımlarına yönelik maliyeti yüksek ancak getirisi olmayan yatırım algısı, uzun vade-de kendilerine sağlayacakları kazançları öngörmekten kaçınmalarına sebep oluyor. Şirketimiz, atığa yönelik “bertaraf etmekle yükümlü olunan, işe yaramaz malzeme” yaklaşımını, “ekonomik değer haline getire-bilecekleri kaynak” felsefesi ile değiştirme temel hedefi ni benimseyerek çalışmalarını sürdürmektedir. Bu hedef doğrultusun-da gerek kamu kuruluşlarında gerekse özel sektörde bu felsefeyi yaygınlaştırıcı yeni projeler geliştirmek istiyoruz. Bunun yanı sıra işletmelerde üretim prosesleri ve arıtma tesislerinin uzman bakış açısıyla incelenmesinin verimliliğin arttırılması açı-sından önemi konusunda işletmecileri bi-linçlendirmeyi amaçlıyoruz.

114 itü vakf� dergisi

TEKNOKENT DOSYASI

AİM Enerji, Kasım 2011’de, İTÜ Arı Bün-yesinde Teknokent’de kurulmuştur. AİM Enerji; yeni ve yenilenebilir enerji teknoloji-leri konusunda ürün ve teknoloji geliştirmek üzere çalışmaktadır. Şirketimizin Ar-Ge ça-lışma konuları olan batarya yönetim sistem-leri tasarımı ve buna bağlı enerji depolama teknolojileri alanında yapılan çalışmalar Türk Ar-Ge fi rmaları arasında da yeni çalış-maya başlanılmış konular olup tasarlanan prototiplerin çıktıları yerli üretim için önemli katkılar sağlayacaktır. Şirketimiz kurulduğu günden beri İTÜ Enerji Enstitüsü ile yaptığı çalışmaları ile farklı platformlarda yürüttüğü birçok projede iş birlikleri gerçekleştirmiş ve devam etmektedir. Yapılan iş birlikleri sonucu fi rmamızda İTÜ’de Y..Lisans ve

A M Enerji’den Yerli Üretime Katk�

Enerji Depolama Teknolojileri

Yeni ve yenilenebilir enerji teknolojileri konusunda ürün ve teknoloji geliştirmek üzere çalışmakta olan AİM Enerji’nin, Ar-Ge çalışma konuları olan batarya yönetim sistemleri tasarımı ve buna bağlı enerji depolama teknolojileri alanında yaptığı çalışmalar, Türk Ar-Ge fi rmaları arasında da yeni çalışmaya başlanılmış konular olup tasarlanan prototiplerin çıktıları yerli üretim için önemli katkılar sağlayacaktır.

Doktora öğrencisi olan birçok arkadaşımız şirket personeli olarak görev almakta olup bu öğrenciler İTÜ içerisinde yeni oluştu-rulmuş bir çalışan modeli olarak “Endüstri Destekli Araştırma Görevlisi” konumu ile şirketimizin projelerinde görev almaktadır-lar. Ayrıca fi rmamızın çalışma alanına uy-gun olarak İTÜ Elektrik Elektronik bölümü 3. ve 4. Sınıf lisans öğrencileri içinden uzun dönem stajyerleri fi rma bünyemizde çalış-tırmaktayız. İTÜ Arı Teknokent içerisinde fi rmamızı kurmuş olmamızdan dolayı hem bilgiye, hem de bilgili personele hızlı şekil-de ulaşabilmekteyiz. Bu bağlamda yapılan iş birliklerini İTÜ Arı Teknokent’in de des-tekleyici oluşu yeni kurulmuş şirketler için önemli bir destek niteliği sağlamaktadır.

Batarya Sistemi ProjeleriÖncelikli olarak enerji depolama teknoloji-lerine odaklanan AİM Enerji 2012 yılı ba-şında, Tofaş-Fiat’dan alınan “LFP (Lityum Ferrit Fosfat) batarya tabanlı elektrikli araç batarya izleme ve dengeleme sistemi” proje tasarımına katkılarda bulunmuş olup proje 2012 Temmuz ayında tamamlanarak çıktıları Tofaş-Fiat’a teslim edilmiştir.

LFP Araça Batarya İzleme Devresi

AİM Enerji ayrıca 2012 yılında başladığı “LFP tabanlı 48V DC Telekom tipi batarya sistemi” projesinin tasarımını KOSGEB’in

115itü vakf� dergisi

miştir. Bu kapsamda 1. Reklam fi lminde bisiklete binen öğrencilerin ürettikleri elekt-rik enerjisinin akülerde depolanması ve bu enerji ile reklam fi lminin çekilmesi projesi 2012 yılında gerçekleştirilmiştir. 2013 yılın-da çekilmiş olan 2. Reklam fi lminde de çi-kolatanın “piroliz reaksiyonu” çerçevesinde hidrokarbonlarına ayrılarak bir yakıta dö-nüştürülmesi sonucu bu yakıtla gidebilecek bir motorsiklet tasarımı gerçekleştirilmiştir.

Metro enerji Testi -1 Metro enerji Testi -2

Firmamızın yakın hedefl erinden bahsede-cek olursak AİM Enerji, İTÜ Enerji Ensti-tüsü'nde bulunan, Triga Mark-II Nükleer Eğitim ve Araştırma Reaktörü’nün Elektro-nik ve Elektromekanik kontrol sistemlerinin modernizasyonunu kapsayan ve 36 ay sürmesi planlanan proje ihalesinin ilk fazını kazanmış bulunmaktadır. İTÜ TRIGA Mark-II Reaktörü, 11 Mart 1979 tarihinde devre-ye alınmış (kritik yapılmış) ve Dünya’daki TRIGA reaktörlerinin 54'üncüsü olarak iş-letmeye açılmıştır. Reaktör yıllar içerisinde çeşitli modernizasyon revizyonları geçir-mekle birlikte özellikle elektronik ölçüm ve kontrol altyapısı modern elektronik imkan-larına göre eski model kalmış yapılacak iyi-leştirmelerle kullanım ömrünün uzatılması hedefl enmektedir.

Ar-Ge İnovasyon desteğini de almak su-retiyle Şubat 2014'de başarı ile tamamla-mıştır. Tasarlanmış olan 48V tabanlı lityum demir fosfat batarya sisteminin öncelikli pazarı GSM operatörleri olmakla birlikte, güneş enerjili saha uygulamalarında enerji depolama sistemi olarak veya dizel jenera-tör kullanılan elektrik hattının çekilemediği sahalarda yakıt tasarufuna yönelik tampon enerji depolama sistemi olarak kullanım uygulamaları vardır.

Batt-Lion 48V/100Ah LiFePO4 Batarya Paketi

AİM Telekom Batarya Yönetim Sistemi

Solar/LED LİTYUM BATARYALI Flaş Sinyal

Lambaları

Şirketin enerji depolama alanındaki edin-miş olduğu tecrübeden yararlanarak GSM operatörlerine yönelik kurşun asit aküler için batarya yönetim sistemi tasarlanmış saha uygulamalarına geçilmiştir. Tasar-lanan kurşun asit akü yönetim sistemi ile GSM baz istasyonlarında kullanılan kurşun asit akülerin kullanım ömürleri uzatılabil-mekte olup ve bu sayede sahada akülerin sık değiştirilme gerekliliği sonucu oluşan kurşun atıkların azaltılmasında fayda sağ-lanmaktadır. Tasarlanan akü yönetim siste-mi ile kurşun asit akülerin daha az değiş-tirilmesi sonucu GSM operatörlerinin saha işletim giderlerinde kayda değer tasarruf sağlandığı yapılan projeksiyonlarla görül-müş, ürün ile ilgili yeni siparişler alınmıştır. 2013 yılı başında TÜBİTAK TEYDEB 1511 programı tarafından desteklenmeye baş-layan "Hibrit ve Elektrikli Otomobiller İçin

Lityum İyon Tabanlı Enerji Depolama Sis-temlerine Aktif Dengelemeli Batarya Yö-netim Sisteminin Tasarımı" projesi devam etmektedir.Bununla birlikte, Lityum tabanlı enerji de-polama sistemleri ile güneş enerjili aydın-latma ve fl aşör sistemlerinin birleştirildiği bir enerji yönetim sistemi tasarımı alanın-daki çalışmalar 2013 yılı içersinde başla-tılmış, bu bağlamda yurt içinden İSBAK fi rması ile işbirliği yürütülmekte olup tasar-lanmakda olan sistemler, onların bazı uy-gulamaları için de test edilmektedir.

İTÜ Enerji Enstitüsü ile İşbirliği ProjeleriAyrıca fi rmamızın alt yüklenici olarak ta-mamlamış olduğu bir diğer proje de güneş enerjili sokak aydınlatma sistemi projesidir. Bu projede güneş panellerinden üretilmiş olan enerji 24V’luk Lityum akülerde depo-lanmış, sonrasında gece olduğunda yine kendi tasarımımız olan LED armatürleri beslemekte kullanılmıştır. Örnek prototipler İTÜ Enerji Enstitüsü bahçesine konumlan-dırılmış durumdadır.

Güneş Enerjili Sokak Aydınlatma Sistemi

Bu projelerle birlikte Ülker Metro Çikolata reklam fi lmleri olan Metro Enerji Testi 1 ve 2’de kullanılan enerji üreteç veya depolam a sistemlerinin teknik alt yapı tasarımı pro-jelerini de fi rmamız İTÜ Enerji Enstitüsü ile yaptığı işbirliği çerçevesinde gerçekleştir-

İTÜ’de Y.Lisans ve Doktora öğrencisi olan birçok arkadaşımız

şirket personeli olarak görev almakta olup bu öğrenciler İTÜ içerisinde yeni oluşturulmuş bir çalışan modeli olarak “Endüstri Destekli Araştırma Görevlisi”

konumu ile şirketimizin projelerinde görev almaktadırlar.

116 itü vakf� dergisi

2012 yılından itibaren İstanbul Teknik Üniversitesi Teknogirişim Atölyesi’n-de faaliyet gösteren Boylam Mühen-

dislik; kamu ve sanayi sektöründeki çevre yatırımlarının tasarımı, projelendirilmesi, işletilmesi ile tesislerin çevresel değerlen-dirmesi konusunda danışmanlık hizmeti vermektedir. Çevre kirliliğini oluşturan kaynakların çö-zümlenmesi, kontrol edilmesi ve oluşan kirliliğin arıtılması, çok yönlü bir planlama konusudur. İTÜ Çevre Mühendisliği Lisans ve Çevre Biyoteknolojisi Yüksek Lisans mezunu olan Burak Erginbaş tarafından kurulan Boylam Mühendislik, ülkemizdeki çevre sorunlarının çözümünde ve çevre mevzuatı gereklerinin yerine getirilmesinde ihtiyaç duyulacak mühendislik çalışma-larına yenilikçi katkılar sunarak bu alanda kalıcı bir yer edinmeyi hedefl emektedir. Bu doğrultuda Belediyelerin ve özel işletmele-rin başta atıksu ve katı atık yönetimiyle ilgili olmak üzere tüm çevresel yükümlüklerinin yerine getirilmesine yönelik birçok proje geliştirilmiştir.Bu projelere örnek olarak “Endüstriyel Atık-sulardan Renk Giderimine Yönelik Özgün Arıtma Modellerinin Geliştirilmesi Projesi” Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’ndan Teknogirişim Sermaye Desteği almıştır. Bu-

TEK

NO

GR

M Boylam Mühendislik:

Çevresel Yükümlülüklere Yenilikçi Katk�

İTÜ Teknogirişim Atölyesi’nde faaliyetlerini sürdüren Boylam Mühendislik, ülkemizdeki çevre sorunlarının çözümünde ve çevre mevzuatı gereklerinin yerine getirilmesinde ihtiyaç duyulacak mühendislik çalışmalarına yenilikçi katkılar sunarak bu alanda kalıcı bir yer edinmeyi hedefl emektedir.

nun dışında özellikle atık yönetimi alanın-da Bölgesel Kalkınma Ajansları tarafından desteklenen projeleri başarıyla yürütmüş-tür. Örnek olarak Doğu Akdeniz Kalkınma Ajansı tarafından desteklenen Osmani-ye’de Katı Atık Aktarma Merkezlerinin Fizi-bilite Etütleri ve Hatay Samandağ’da Katı Atık Toplama ve Geri Kazanım Sisteminin İyileştirilmesi projeleri gerçekleştirilmiştir. Ülkemizde fırsata dönüştürülebilecek atık türlerinden olan hayvansal atıklardan biyo-gaz ve enerji elde edilmesi konusunda ise Ardahan’da bir fi zibilite çalışması gerçek-leştirilmiş ve bu proje de Serhat Kalkınma Ajansı tarafından desteklenmiştir.

“Endüstriyel Atıksulardan Renk Giderimine Yönelik Özgün Arıtma

Modellerinin Geliştirilmesi Projesi” Bilim, Sanayi ve Teknoloji

Bakanlığı’ndan Teknogirişim Sermaye Desteği alan Boylan

Mühendislik, özellikle atık yönetimi alanında Bölgesel Kalkınma

Ajansları tarafından desteklenen projeleri başarıyla yürütmüştür.

Bunların dışında Atıksu Arıtma ve Entegre Katı Atık Geri Kazanım ve Bertaraf Tesisle-rinin tasarımı ve projelendirilmesine yönelik hizmetler de sunan Boylam Mühendislik, Trabzon ve Osmaniye Katı Atık Bertaraf Te-sislerinin yanı sıra Sivas Atıksu Arıtma Ça-muru Bertaraf Tesisini de projelendirmiştir.İTÜ kökenli bir fi rma olarak İTÜ’de yaratılan bilgi birikimini Türkiye’nin her bölgesinde uygulamaya geçirme hedefi yle hareket ediyoruz. Projelerimizi yürütürken özellikle İTÜ Çevre Mühendisliği Laboratuvarı ile iş-birliğine özel önem veriyoruz. Bölgesel ola-rak edindiğimiz tecrübeleri de genellikle İTÜ bünyesindeki bilimsel kongrelerde su-narak, bilgi akışı döngüsünü kartopu misali sürekli büyütmeye çalışıyoruz.

Saha Numune LaboratuvarDeneyim Haritası

117itü vakf� dergisi

118 itü vakf� dergisi

Sanayi ve Tek-noloji Bakanlığı Teknogi r iş im Sermaye Des-teği kapsamın-da geliştirilen Hidrojen ya-kıt pili modül prototipi “YPM01” ilk ve tek yerli üretim, kullanıcı dostu modüler yazılım, kolay en-tegrasyon, sessiz çalışma, yüksek verim (%93 H2 verimi, tam yükte 66 g/kWh H2 tüketimi), 0.45 kW - 3.6 kW arasında de-ğişen güç seçenekleri ve geleneksel fosil yakıtlı jeneratörler ile karşılaştırıldığında sı-fır karbon salınımı özellikleriyle çevreci tek-nolojiler alanında ülkemize hidrojen çağına doğru büyük bir ivme kazandıracak temiz, sessiz ve kesintisiz bir güç modülüdür. En-bia Enerji satışa hazırladığı bir diğer ürünü YPM LAB KIT hidrojen teknolojileri eğitim modülünü üniversite ve liselerin hizmetine sunmak üzere geliştirme çalışmalarını ara-lıksız sürdürmektedir. Enbia Enerji tecrübe-li kadrosuyla hidrojen, güneş ve batarya teknolojileri üzerine deniz, kara (otomobil, forklift), hava (İHA) araçları ve telekomü-nikasyon güç sistemleri için entegrasyon hizmetleri sunmaktadır. market.enbia.com.tr e-ticaret sayfasını hayata geçirmeye ha-

Enbia Enerji:

Yenilenebilir Enerji ve Çevreci Teknolojiler

Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı Teknogirişim Sermaye Desteği ile kurulan Enbia Enerji, Hidrojen Yakıt Pilleri başta olmak üzere yenilenebilir enerji ve çevreci teknolojiler alanında sahip olduğu bilgi birikimini, takım ruhuyla harmanlayarak yüksek teknoloji transferi adına ülkemize katma değer kazandırmaya çalışmaktadır.

Enbia Enerji, 2012 yılında İTÜ Kontrol Mühendisliği Bölümü mezunu Mu-rat Boyar tarafından Bilim, Sanayi ve

Teknoloji Bakanlığı Teknogirişim Sermaye Desteği ile kurulmuştur. Enbia Enerji eki-bi, Hidrojen Yakıt Pilleri başta olmak üzere yenilenebilir enerji ve çevreci teknolojiler alanında sahip olduğu bilgi birikimini ta-kım ruhuyla harmanlayarak yüksek tekno-loji transferi adına ülkemize katma değer kazandırmaya çalışmaktadır. Enbia Enerji ekibi, Hidrojen teknolojileri üzerine çeşitli üniversite ve TÜBİTAK projelerinde görev ve sorumluluk almış mühendislerden oluş-maktadır. Firma danışmanı İTÜ Elektrik Mü-hendisliği Bölümü mezunu ve YTÜ Elektrik Mühendisliği Bölümü’nde Araştırma Gö-revlisi Enes Uğur proje AR-GE süreçlerine aktif destek sunmaktadır. Enbia Enerji, İTÜ TGA içerisinde yer alan AR-GE ofi sinde İTÜ’lü olmanın avantajla-rını yaşama motivasyonuyla okulumuzun değerli akademisyen ve öğrencileri ile geleceğe dönük yoğun bir etkileşim he-defl emektedir. Bununla beraber her biri kendi alanında yenilikçi iş fi kirlerini hayata geçirmek üzere faaliyet gösteren İTÜ TGA bünyesindeki diğer fi rmalar ile ortak çalış-ma ve projelerde rol almayı planlamaktadır.Ticari ürün olarak lanse edilecek Bilim,

Hidrojen yakıt pili modül prototipi “YPM01”, ilk ve tek yerli üretim, kullanıcı dostu modüler yazılım,

kolay entegrasyon, sessiz çalışma, yüksek verim (%93 H2 verimi,

tam yükte 66 g/kWh H2 tüketimi), 0.45 kW - 3.6 kW arasında değişen

güç seçenekleri ve geleneksel fosil yakıtlı jeneratörler ile

karşılaştırıldığında, sıfır karbon salınımı özellikleriyle çevreci teknolojiler alanında ülkemize

hidrojen çağına doğru büyük bir ivme kaza ndıracak temiz, sessiz ve

kesintisiz bir güç modülüdür.

zırlanan Enbia Enerji bu girişimi ile üniver-site ve enstitü laboratuvarlarının ölçme ve test aletleri ihtiyaçlarını geniş çaplı teknik destek ile birlikte tek adresten sağlamayı planlıyor.Enbia Enerji; Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı Teknogirişim Sermaye Deste-ği Programı çerçevesinde 1 yıllık proje kapsamında kullanılan 100.000 TL hibeyi İTÜ TGA ofi sinde kurduğu atölye altyapısı ve prototip üretimi için en verimli şekilde kullanarak 2013 yılı sonunda İstanbul’da gerçekleştirilen 3. Teknogirişim Zirvesi’ne katılımcı olarak yer almıştır ve Teknogirişim başarı hikayeleri arasına adını İTÜ me-zunları olarak yazdırmış olmanın haklı gu-rurunu yaşamaktadır.

TEKNOG R M

119itü vakf� dergisi

TÜ Y

ERLE

KEL

ER

Kuzey K�br�s Türk Cumhuriyeti’nin Gazima usa

ehir merkezinde konumlanan ve 2010 y�l�nda e itim faaliyetlerine ba layan TÜ-KKTC E itim Ara t�rma Yerle keleri; Gemi n aat� ve Gemi Makineleri Mühendisli i, Gemi Makineleri letme Mühendisli i ile Deniz Ula t�rma letme Mühendisli i olmak üzere toplam 3 lisans program�nda e itim vermektedir.

240 yılı aşkın eğitim-öğretim tecrü-besine sahip olan İstanbul Teknik Üniversitesi’nin (İTÜ) uzantısı olan

İTÜ-KKTC Eğitim Araştırma Yerleşkeleri, modern, çağdaş ve yenilikçi eğitim vizyo-nu ile İTÜ’nün geleneksel yapısını öğrenci-lerine bir arada sunmayı hedefl eyen özel yasa ile kurulmuş bir devlet üniversitesidir.Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin Gazi-mağusa şehir merkezinde konumlanmış ve 2010 yılından itibaren eğitim faaliyetle-rine başlayan İTÜ-KKTC Eğitim Araştırma Yerleşkeleri, üç program ile öğrenci kabu-lüne başlamış bulunmakta, ileriki yıllarda birçok programda lisans eğitimi vermeyi amaçlamaktadır. İTÜ-KKTC Eğitim Araştırma Yerleşkeleri; Gemi İnşaatı ve Gemi Makineleri Mühen-

“Gelenekten gelece e…”

TÜ-Kuzey K�br�s E itim Ara t�rma Yerle keleri

disliği, Gemi Makineleri İşletme Mühen-disliği ile Deniz Ulaştırma İşletme Mü-hendisliği olmak üzere toplam 3 lisans programında eğitim vermektedir.1 yıl Yabancı Diller Okulu ve 4 yıl lisans eğitiminden oluşan lisans programlarında kullanılan eğitim dili İngilizce’dir. Öğrenci-lerimiz, İTÜ merkez kampustaki öğrenci-lere sağlanan tüm ulusal ve uluslararası imkanlara sahip olup, mezun öğrencile-rimiz ise tüm hak ve yetkileri ile İstanbul Teknik Üniversitesi diplomasına denk olan İTÜ-KKTC Eğitim Araştırma Yerleşkele-ri’ne ait diploma alacaklardır.Üniversitemizin TAM BURSLU (%100) kontenjanlarına yerleştirilen öğrenciler, 1 yıl Yabancı Diller Okulu ve 4 yıl lisans eği-timi olmak üzere toplam 5 yıl öğretim

ücreti ödemeyeceklerdir. %50 BURSLU kontenjanlara yerleştirilen öğrenciler ise bu oranda öğrenim ücretinden muaf tu-tulacaktır. Burssuz kontenjanla üniversi-temize kabul edilen öğrenciler için eğitim ücretlidir.Üniversitemizde, öğrencilerin kişisel yete-nek ve becerilerini desteklemek, mesleki gelişimlerine katkıda bulunacak her türlü sanatsal, kültürel etkinlikleri organize et-mek ve yürütmek için çeşitli öğrenci ku-lüpleri kurulmuştur.Gazimağusa Yerleşkesi’ne 10 dakika yü-rüyüş mesafesinde olan 3 adet özel öğ-renci yurdu bulunmaktadır. Kentin diğer bölgelerinde yer alan yurtlarda konakla-yan öğrencilerimiz için ücretsiz otobüs servisimiz mevcuttur.

120 itü vakf� dergisi

LİSANS PROGRAMLARI

GEMİ İNŞAATI VE GEMİ MAKİNELERİ MÜHENDİSLİĞİGemi İnşaatı ve Gemi Makineleri Mühen-disliği Programı’nda 1 yıl İngilizce Hazırlık ve 4 yıl lisans eğitimini takiben mezunlar, İTÜ-KKTC Gemi İnşaatı ve Gemi Makine-leri Mühendisliği Lisans Diploması alma-ya hak kazanırlar. Gemi İnşaatı ve Gemi Makineleri Mühendisliği mezunları temel matematik ve mühendislik formasyonu ile güncel dizayn ve üretim tekniklerini veren, sürekli gelişim prensibine dayalı bir eğitim programı ile gemi inşaatı ve gemi makine-leri eğitimine katkı sağlayacaktır.Öğrenciler ek olarak alacakları Eğitim-Öğ-retim (Gemiadamları Yönetmeliği’nde be-lirtilen Sözleşmenin öngördüğü A-III/1 müfredat programı) ve gereken koşulları sağlamaları durumunda Uzakyol Vardiya Mühendisi sınavlarına girmeye hak kazan-maktadır.

GEMİ MAKİNELERİ İŞLETME MÜHENDİSLİĞİGemi Makineleri İşletme Mühendisliği Programı’nda 1 yıl İngilizce Hazırlık ve 4 yıl lisans eğitimini takiben mezunlar, İTÜ-KK-TC Gemi Makineleri İşletme Mühendisliği Lisans Diploması almaya hak kazanırlar.Eğitim, Gemiadamları Yönetmeliği’nde belirtilen Sözleşmenin öngördüğü A-III/1 ile A-III/2 müfredat programlarını içer-mektedir. Ulusal ve uluslararası düzey-de denizcilik sektöründe ihtiyaç duyulan Uzakyol Vardiya Mühendisi - Uzakyol Başmühendis için gereken koşullarda eği-tim-öğretim verilmektedir. Program öğren-cileri 4 yıl teorik ve uygulamalı eğitimlerine ek olarak, 12 ay süreli uygulamalı deniz eğitimi alarak; TC Ulaştırma, Denizcilik

ve Haberleşme Bakanlığı Gemiadamları Sınav Merkezi'nce düzenlenen "Uzakyol Vardiya Mühendisi" sınavına girmeye hak kazanmaktadır.Bu programdan mezun olanlar, Türk ve Yabancı Bayraklı gemileri, tersanelerde, denizcilik işletmeleri ve fabrikalarda görev alabilirler.

DENİZ ULAŞTIRMA İŞLETME MÜHENDİSLİĞİDeniz Ulaştırma İşletme Mühendisliği Programı’nda 1 yıl İngilizce Hazırlık ve 4 yıl lisans eğitimini takiben mezunlar, İTÜ-KK-TC Deniz Ulaştırma İşletme Mühendisliği Lisans Diploması almaya hak kazanırlar.Eğitim-Öğretim, Gemiadamları Yönetme-liği’nde belirtilen sözleşmenin öngördü-ğü A-II/1 ile A-II/2 müfredat programlarını içermektedir. Ulusal ve uluslararası dü-zeyde denizcilik sektöründe ihtiyaç du-yulan Uzakyol Vardiya Zabiti - Uzakyol Kaptanı için gereken koşullarda eğitim verilmektedir.Program öğrencileri 4 yıl teorik ve uygu-lamalı eğitimlerine ek olarak, 12 ay süreli uygulamalı deniz eğitimi alarak; Gemia-

damları Sınav Merkezi'nce düzenlenen "Uzakyol Vardiya Zabiti" sınavlarına girme-ye hak kazanmaktadırlar.Bu programdan mezun olanlar, Türk ve Ya-bancı Bayraklı gemilerde, tersanelerde ve denizcilik işletmelerinde görev alabilirler.

İTÜ-KKTC YABANCI DİLLER HAZIRLIK OKULUİTÜ-KKTC Eğitim Araştırma Yerleşkeleri 2011-2012 Akademik Yılı’ndan itibaren deneyimli akademik kadrosu, uluslarara-sı standartlarda eğitim veren üniversiteler ile eşdeğer İngilizce dil eğitim seviyesi ve tam zamanlı ders programı ile öğrencileri-ni, tercih ettikleri lisans programlarına en iyi şekilde hazırlamaktadır.Her akademik yılın başında gerçekleşti-rilen İngilizce yeterlilik sınavında başarılı olan veya denklik komisyonunun onay-layacağı eşdeğerliliği kabul edilmiş bir sınavdan yeterli puan alan öğrenciler, ka-zanmış oldukları programın 1. sınıfına ka-yıt yaptırabilmektedir.Bir yıllık İngilizce Hazırlık Programı'nı ta-mamlayıp yeterlilik sınavında başarılı olan öğrenciler programların birinci sınıfına başlama hakkı kazanmaktadır. Fakülte eğitimi sırasında öğrencilerimize Yabancı Diller Yüksekokulu tarafından kredili İngi-lizce dersleri de verilmektedir.1 yıl Yabancı Diller Okulu ve 4 yıl lisans eğitiminden oluşan lisans programlarında kullanılan eğitim dili İngilizce’dir. Öğrenci-lerimiz, İTÜ merkez kampustaki öğrenci-lere sağlanan tüm ulusal ve uluslararası imkanlara sahip olup, mezun öğrencile-rimiz ise tüm hak ve yetkileri ile İstanbul Teknik Üniversitesi diplomasına denk olan İTÜ-KKTC Eğitim Araştırma Yerleşkele-ri’ne ait diploma alacaklardır.

�TÜ YERLE�KELER�

121itü vakf� dergisi

İTÜ’nün 241. Kuruluş yılı, Ayazağa Yerleşkesinde düzenlenen ve iki gün süren Geleneksel İTÜ Günü etkinlikleriyle kutlandı. İTÜ Günü’nde meslekte 40. 50. ve 60. yılını geride bırakan mezunlarla, İTÜ’de 30. 40. ve 50. Hizmet yılını tamamlayan akademik ve idari personele plaket verildi; İTÜ’ye destek veren kişi ve kuruluşlara Altın Arı ve Gümüş Arı ödülleri sunuldu.

TÜ’D

EN H

ABER

LER TÜ’nün 241. Y�l

Gururu

Üniversitemizin geleneksel etkinliklerinden olan, meslekte ve İTÜ’de belirli süreleri

dolduran mezun ve mensupları bir araya ge-tiren “İTÜ Günü” kutlamaları 23-24 Mayıs’ta Ayazağa Yerleşkesinde gerçekleştirildi.Süleyman Demirel Kültür Merkezi’nde düzen-lenen iki ayrı törenle, meslekte 40, 50 ve 60. yılını geride bırakan mezunlarımız ile İTÜ’de 30. 40. ve 50. hizmet yılını tamamlayan aka-demik ve idari personelimize plaketleri verildi. Ayrıca, İTÜ’ye destek veren kişi ve kuruluş-lara, teşekkürün simgesi olarak Altın Arı ve Gümüş Arı ödülleri verildi. Törende, İTÜ Türk Musikisi Devlet Konser-vatuvarı Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Sinem Özdemir bir konser verdi. Ardından mezun-larımıza hitap eden Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca, “Sadece İTÜ Rektörü olarak değil, bir İTÜ mezunu olarak üniversiteme duyduğum sevgi ve bağlılık, her gün heyecanımın taze-

lenmesini ve yeni başarılara imza atma gü-cünü kendimde bulmamı sağlıyor” dedi. Ka-raca, İTÜ’nün geleceğe yönelik hedefl erini anlatırken,ancak bununla yetinmiyor; kültür, sanat, spor ve sosyal sorumluluk üzerine dikkat çeken adımlar atıyoruz” diye konuştu.

‘İTÜ’ye çok şey borçluyuz’İTÜ’de yapılan ve yapılması planlanan yakın ve orta vadeli çalışmalar hakkında bilgi ve-ren Karaca, mezunlarımızdan üniversitede daha çok zaman geçirmelerini de istedi:“Son on yıllardaki mezunlarımızın üniversite-leri ile zayıfl ayan bağlarını yeniden kuvvet-lendirmek hepimizin elinde. Hatırlamamız gereken tek şey ise üniversite sıralarında geçen günlerimiz ve İTÜ’ye aslında ne ka-dar çok şey borçlu olduğumuz... Dünyanın en iyi üniversitelerine bakın, mutlaka kuvvetli bir mezun bağı ve üniversitelerinden fi ziken

122 itü vakf� dergisi

kopmamış mezunlar göreceksiniz. İTÜ’lü olan birinin ruhen İTÜ’den kopması müm-kün değil; bunu çok iyi biliyoruz. Ancak biz fi ziken de İTÜ’den kopmamanızı istiyoruz. En büyük dileğim, İTÜ’lü gençlerle İTÜ’nün her yaştan mezunlarının bir arada olduğu; mezunlarımızın gençlerin bakış açısından ve enerjisinden, öğrencilerimizin de mezun-larımızın deneyimlerinden ve bilgilerinden yararlandığı bir üniversite ortamı inşa ede-bilmek. İTÜ’lülük bir kültürdür; nesilden ne-sile zenginleşerek aktarılan bir kültür… Bu kültürü yeni kuşaklara benimsetmek, İTÜ’lü olmanın ayrıcalığını anlatmak için sizlerin rol model olduğunuzu düşünüyor; bu bilincin aşılanmasında sorumluluk almanız gerekti-

ğine inanıyorum. Bunun için İTÜ mezunlarını üniversitelerini sık sık ziyaret etmeye, ortak yaşam alanlarını kullanmaya, gençlerle bir arada olmaya davet ediyorum. Üniversiteni-zin kapıları sizlere her zaman açık. Gelin ve lütfen kütüphanelerimizi, spor alanlarımızı kullanın, yerleşkelerimizi gezin. Tüm bunları yaparken, İTÜ’nün zamanı ne kadar iyi kul-landığını, değişerek güzelleştiğini fark edin. Kampüslerimizin çevre düzenlemesinde doğa dostu, engelli dostu, sağlıklı yaşam dostu bir yaklaşımın benimsendiğini gör-dükçe gurur duyacağınızdan şüphem yok.”Karaca, İTÜ’lülerin Türkiye’nin dününde ve bugününde olduğu gibi geleceğinde söz sahibi olacağını belirterek, “Mezunlarımızın

Rekör Karaca: “İTÜ artık 250. yaşına doğru geri sayıma

geçen ve önüne büyük hedefl er koyan bir üniversite. İTÜ’yü,

İTÜ adına ve ayrıcalığına yakışır yüksek başarılarla 250. yılına ulaştırmak en büyük gayemiz. Bu gayeyi gerçekleştirebilmek için de güçlü adımlar atıyoruz. Tarihimizdeki ilklere ve teklere

yenilerini eklemek için çalışıyor, bilimin merkezi, tekniğin ve

teknolojinin üssü olma niteliğimizi pekiştiriyoruz.”

TÜ,DEN HABERLER

123itü vakf� dergisi

Gökyüzünden Soma’ya Selam İTÜ Günü her yıl olduğu gibi geleneksel Uçurtma Şenliği ile sona erdi. 7’den 70’e İTÜ’lüleri buluşturan şenlikte, aileler güzel havanın tadını çıkardı. Ülkemizin her köşesinde acısı hissedilen Soma’daki facia da unutulmadı. Soma’da yaşamını yitiren madencilerimiz anısına 301 siyah balon ve siyah bir uçurtma gökyüzüne bırakıldı.

İTÜ’nün geleneksel hale gelen Altın Arı 2014 Ödülünün sahi-bi İstanbul Büyükşehir Belediyesi oldu; İBB Park, Bahçe ve Yeşil Alanlar Daire Başkanlığı Birimlerine İTÜ’nün Yeşil Kam-püs Projesine sağladığı katılarından dolayı teşekkür plaketi sunuldu.Gümüş Arı Ödüllerini ise mezunumuz Dr. Y. Mak. Müh. Keskin Keser, Birkökler Vakfı, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, İTÜ Vakfı Sosyal ve Kültürel Hizmetler Komitesi, Mega Da-nışmanlık Temsilcilik Dış Tic. A.Ş., Sabancı Vakfı, Türk Eğitim Vakfı, Ufuk Güldemir Gazetecilik Eğitim, Kültür ve Doğa Vakfı ile Vehbi Koç Vakfı aldı.

Altın Arı ve Gümüş Arı Ödülleri

öğrencilik yıllarından başlayan ve bilim sevgisiyle yurt sevgisini bir-leştiren azimkâr uğraşları hem üniversitemizi hem de ülkemizi dai-ma ileriye taşımıştır. Ülkemizin dört bir yanında, değerli olan, kalıcı olan, güzel olan ne varsa orada mutlaka bir İTÜ’lünün eli vardır... Öncülük eden, örnek alınan sayısız işe baktığımızda hepimizin duy-duğu gurur aynıdır; çünkü orada mutlaka bir İTÜ’lünün adı vardır…” diye konuştu.

‘Mühendis olarak insanların hayatını kolaylaştırdık’Mezunlar adına konuşma yapan İTÜ’54 İnşaat Mezunu Yüksek Mü-hendis Nurhan Motugan İTÜ’deki anılarından kesitler de paylaştı. Mühendis kökenli müteahhitlerin başarısından bahseden Motugan “Hayata geldiğimizde hepimizin görevi insanlığa yardım etmektir. Bizler mühendis olarak insanların hayatını kolaylaştırarak yardımda bulunduk” dedi. Motugan, bir ülkedeki kalkınmanın eğitimle baş-layacağını, bu bağlamda üniversitelere maddi ve manevi destek olmanın öneminin altını çizdi. Plaketlerin takdiminin ardından me-zunlar otobüsle yerleşke turu yaparak, hem anılarını yad etti hem de yerleşkede yapılan çalışmalar hakkında bilgi edindi.İTÜ Gününün vazgeçilmezleri arasında yer alan mezun yemeği Sü-leyman Demirel Kültür Merkezinde (SDKM) Petek Restoranda ve 75. Yıl Yemekhanesinde verildi.

124 itü vakf� dergisi

Üniversitemizin Ayazağa Yerleşkesinde yer alan ve uzun soluklu bir çalışma sonucu ta-mamlanan Hezarfen Ahmet Çelebi Heyke-linin açılışı 23 Mayıs günü, 241. İTÜ Günü etkinlikleri kapsamında gerçekleştirildi.Açılış törenine, Rektör Prof. Dr. Mehmet Ka-raca, önceki Rektörlerimizden Prof. Dr. Fa-ruk Karadoğan, Heykeltraş Mehmet Aksoy ve üniversitemiz mensupları ile mezunları katıldı.

Aksoy: “O benim kahramanımdı”Hezarfen Ahmet Çelebi Heykelinin açılışın-da konuşan eserin sahibi heykeltraş Meh-met Aksoy, sözlerine uzun bir aradan sonra heykelin açılmasına vesile olan Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca’ya teşekkür ederek başladı. Hezarfen Ahmet Çelebi’nin kendi-sini bilime, ilime adamış ve bu yolda haya-tını riske etmiş bir isim olduğunu, heykelini yaparken bizzat kendisinden ilham aldığını söyledi. Aksoy, “O benim kahramanımdır. Bu heykel, bilimin ışığında yükselen ‘bin fenli’ Hezarfen için yapıldı. Tarihsel süreç-ten günümüze kadar Hezarfen’in onuru iade edilmemiştir. Bu heykel ile belki bura-da sağlanmış olacak” dedi.Heykelin bağışçısı olan mezunumuz Yük-sek Makine Mühendisi Keskin Keser de eserin İTÜ’ye kazandırmasındaki süreçten bahsetti. 2006 yılının sonunda başlayan heykelin yapım sürecinin tamamlanmasının 7,5 yılı bulduğunu söyleyen Keser, eserin üniversitemize kazandırılmasında rolü olan önceki dönem Rektörlerimizden Prof. Dr. Faruk Karadoğan ile Prof. Dr. Muhammed Şahin’e ve Rektör Prof. Dr. Mehmet Kara-caya bu sürece sundukları katkıdan dolayı teşekkür etti.

Hezarfen Heykeli en çok İTÜ’ye yakışırdıRektör Prof.Dr. Mehmet Karaca da konuş-masında İTÜ’nün ana yerleşkesinin sa-natla buluşmasının önemli simgelerinden birinin açılışının gerçekleştirildiğini belir-terek, “Gördüğünüz bu eser uzun soluklu bir çalışmanın ürünü olarak üniversitemize seçkin bir sanat eseri olarak kazandırıldı. Bu eserin tamamlanması bize nasip oldu-ğu için kendimi şanslı hissediyorum” dedi. Karaca, şunları kaydetti:“Hezarfen Ahmet Çelebi, uçmayı başaran ilk Türk insanıdır. Bu vizyon ve başarıya sa-hip bilim insanına ithafen yapılan bir heyke-le sahip olmak da en çok İTÜ’ye yakışırdı. 241 yıldır öncü ve örnek olan üniversitemiz bilimin, tekniğin ve teknolojinin uluslararası

HEZARFEN AHMET ÇELEBİ HEYKELİ AÇILDI

merkezlerinden biridir. Böylesi anlamlı bir eserin üniversitemize kazandırılmasında pay sahibi olan bağışçımız Keskin Ke-ser’e,eserin sahibi Mehmet Aksoy’a, çalış-maya destek sunan önceki dönem rektör-lerimize ve Genel Sekreterliğimize teşekkür ediyorum.”

Hezarfen Ahmed Çelebi17. Yüzyılda Osmanlı’da yaşamış Müs-lüman Türk bilgin. Kendi geliştirdiği tak-ma kanatlarla uçmayı başaran ilk in-san oldu. 1623-1640 yılları arasında, uçma tasarısını gerçekleştirmesinden ve geniş bilgisinden ötürü halk arasın-da, “bin fenli” yani “çok şey bilen” ma-nasına gelen Hezarfen adıyla anıldı.

Dr. Y. Müh. Keskin Keser

�TÜ,DEN HABERLER

Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca, Mehmet Aksoy’a teşekkür plaketi sundu.

125itü vakf� dergisi

İstanbul Teknik Üniversitesi 2013-2014 Aka-demik Yılı Doktora, Sanatta Yeterlik ve Yük-sek Lisans Mezuniyet Törenleri Süleyman Demirel Kültür Merkezi’nde düzenlenen törenle gerçekleştirildi. Üniversitemizden bu yıl 156 öğrenci doktora derecesini, 943 yüksek lisans öğrencisini mezun ederek yeni yaşamlarına uğurladı.Doktora ve Sanatta Yeterlilik Diploma Töreni Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca’nın konuş-ması ile başladı. Rektör Karaca, 250. yaşına doğru ilerleyen bir üniversite olarak İTÜ’nün ana hedefi ni “bilginin, bilimin ve teknolojinin uluslararası merkezi” olmak diye tanımladı. Bu hedefe ulaşmayı sağlayacak en önemli belirleyicilerden birinin lisansüstü eğitimde nicelik ve nitelik açısından yüksek bir çıta-yı yakalamak olduğunu söyleyen Karaca “ İTÜ gerek yüksek lisans gerekse doktora programları ile markalaşmış bir kurum. Açtı-ğımız ve açmayı planladığımız programlarla bu marka değerini giderek artırıyoruz. Siz İTÜ mezunları, alacağınız diplomalarla bu değeri yükseltme görevini de edinmiş ola-caksınız. İTÜ’lü olmanın farkını ve aldığınız güçlü eğitimi göstereceğinizden eminim.” dedi. Farklı disiplinlerde çalışmış olsanız da İTÜ çatısı altında lisansüstü eğitim gör-menin sizlere sağladığı vizyon ve donanım ortak paydanız olsun diyen Karaca sözlerini şöyle noktaladı: İTÜ’lü olmak bir ömür boyu taşınacak gururdur. Bu gururu edinen siz-leri, verdiğiniz emek nedeniyle kutluyorum. Başarılarla dolu bir kariyer diliyor, hepinizi sevgiyle selamlıyorum. Törene davetli konuşmacı olarak katılan İTÜ’84 Endüstri Mühendisliği Mezunu Tek-fen Holding Başkan Yardımcısı Doç. Dr. Reha Yolalan, ise yeni mezunlarla tecrü-belerini paylaştı. Yolalan, “ Bugün sizler iki çok önemli ve ayrıcalıklı günü bir arada yaşarken bizler de bu çok özel ve güzel güne tanıklık etme şansına, mutluluğuna sahip olduk. Bu heyecanlardan birincisi varlık nedenini bilim, teknoloji ve sanatta bilginin sınırlarını genişletmek ve uygulama-larıyla toplumun ihtiyaçlarına cevap vermeyi misyon edinmiş her geçen gün sanatla da bütünleşen 241 yıllık çok ama çok köklü bir kurumsal yapı olan İstanbul Teknik Üniver-sitesi’nden mezun olmak ayrıcalığıdır. Türk bilim, iş, siyaset ve sanat hayatına sayısız değer yetiştiren daha da ötesi Türkiye’nin her köşesine gelişim yönünde dokunuşu olan bu yüce kurumun mezunu olmak emin olun ki hayatınız boyunca en çok gurur du-yacağınız özelliklerinizden biri olacaktır. Bu-

DOKTORA, SANATTA YETERLİK VE YÜKSEK LİSANS DİPLOMA TÖRENİ

gün yaşadığınız ikinci ayrıcalık doktora ve sanatta yeterlilik dip-loması almaya hak ka-zanmış olmanızdır. Bu diploma sizin yaklaşık 25 yıllık bir öğrencilik döneminizi tamamla-dığınızın belgesidir. Şuanda öğrencilik döneminizin zirvesine ulaşmış durumdası-nız.” diye konuştu.Rektör Prof. Dr. Meh-met Karaca, Reha Yolalan’a konuşması anısına bir teşekkür plaketi verdi. Doktora töreni 2013 Yılı En Başarılı Tez Ödüllerinin verilmesi ile devam etti. Dr. Sevil Yazıcı, Dr. Perihan Sel-can Güngör Özkerim, Dr. Ali Erçin Ersundu, Dr. Ertuğrul Başar, Dr. Çiğdem Karataş, Dr. Gamze Toydemir, Dr. Berk Onat ve Dr. Deniz Bozkurt “En Başarılı Tez Ödüllerinin ”sahibi oldu. Doktora mezun-ları adına Dr. Akif Kut-lu bir konuşma yaptı. Doktora çalışması sürecinde bağımsız bir şekilde araştırma yapabilme, bilimsel ko-nuları derinlemesine inceleyip yorum yapa-bilme ve yeni sonuçlar elde edebilmek için kendilerini yetiştirmeye çalıştıklarını ifade eden Kutlu şöyle devam etti. “Bugün burada teslim alınacak diplomalar aslında yalnızca bizlerin değil, tüm hocalarımızın, ailelerimi-zin, üniversitemizin her kademesindeki idari ve teknik elemanlarında gayret ve başarısı-nı ifade etmektedir. Bizleri bu uzun ve zorlu yolda yalnız bırakmayan, başta ailelerimiz olmak üzere, arkadaşlarımıza ve İTÜ men-subu olan tüm çalışanlara, araştırmacılara, göstermiş oldukları sabır ve güler yüz için gönülden teşekkür ediyorum.Enstitü Müdürleri adına konuşma yapan Fen Bilimleri Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. İsmail Yılmaz, “Ülkemizin lisansüstü öğrenci sayısı gelişmiş ülkelerle kıyaslandığında beklenen seviyede olmadığını önümüzdeki dönemde doktoralı mezun sayılarının ciddi oranda ar-tırılması gerektiğini söyledi.

Türk Musikisi Devlet Konservatuarı Solisti Yrd. Doç. Dr. Ayşegül Aral Altıok’un bir konserle ayrı bir renk kattığı tören, diplomaların verile-rek toplu fotoğraf çekilmesiyle sona erdi.

Yüksek Lisans Mezuniyet TöreniYüksek Lisans Mezuniyet Töreni, Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca’nın konuşması ile başladı. Karaca, bugünün dünyasının ala-nında uzmanlaşmayı zorunlu kıldığını, bu nedenle lisansüstü eğitimin akademik kari-yer hedefi nin parçası olmaktan öte anlam taşıdığını ifade etti. İTÜ’nün gerek yüksek li-sans gerekse doktora programları ile otorite kabul edilen bir kurum olduğunu söyleyen Karaca, “Açtığımız ve açmayı planladığı-mız programlarla da bu değerimizi giderek artırıyoruz, sizler de İTÜ’nün yüksek lisans mezunları olarak, alacağınız diplomalarla bu değeri yükseltme görevini edinmiş ola-caksınız. İTÜ’lü olmanın prestijini ve aldığı-nız güçlü eğitimi yansıtacağınızdan eminim. Farklı disiplinlerde çalışıyor olsanız da İTÜ çatısı altında lisansüstü eğitim görmenin

126 itü vakf� dergisi

İTÜ Denizcilik Fakültesi 2013-2014 Akade-mik Yılı Mezuniyet Töreni, 1 Temmuz Deniz-cilik ve Kabotaj Bayramında gerçekleştirildi. İTÜ’nün yeni mezunları, beyazla mavinin buluştuğu ve gurur veren görüntülere sahne olan bir törenle uğurlandı.İTÜ Tuzla Yerleşkesinde yapılan törene, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Ba-kanlığı Deniz ve İç Sular Genel Müdürü Cemalettin Şevli, Deniz Ticaret Odası Baş-

kanı Metin Kalkavan, SUNY Maritime Col-lage'den Kathy Olszewski, denizci sivil toplum kuruluş temsilcileri, İTÜ Öğretim Üyeleri ve mezunlarımızın aileleri katıldı.Fakülte Dekanı Prof. Dr. Nil Güler’in milli mücadele ve deniz şehitleri anısına Tuzla sahilinden çelenk bırakması ile başlayan törende, Dekan Güler ile Deniz ve İç Sular Düzenleme Genel Müdürü Cemalettin Şevli birer konuşma yaptı.

Konuşmaların ardın-dan yemin törenine geçildi. Deniz Ulaş-tırma ve İşletme Mü-hendisliği Bölümün-de Bölüm Başkanı Yrd. Doç. Dr. Cemil Yurtören, Gemi Makineleri İşletme Mühendisliği Bölü-münde ise Bölüm Başkan Yardımcısı Doç. Dr. Metin Çelik tarafından yeminler

okutuldu. Flama devir teslim merasiminden sonra fakülteyi birincilikle bitiren Hüseyin Kılçık yaş kütüğüne anı plaketi çaktı. Fakülte, Deniz Ulaştırma İşletme Mühen-disi Bölümünden 68 (9’u uluslararası ortak lisans programı), Gemi Makinaları İşletme Mühendisliğinden 51 (4’ü uluslararası ortak lisans programı) olmak üzere 119 öğrenci mezun oldu.

sizlere sağladığı vizyon ve yüksek donanım, ortak paydanız olsun” diye konuştu.Yüksek lisans eğitimi, uzmanlık sağla-masının yanı sıra çalışılan alanda dar bir çerçeveye hapsolmayı ve rutinleşmeyi en-gellemesi açısından önemli diyen Karaca, ülkemizin ve dünyanın günümüzde ortaya çıkan ihtiyaçlarına yönelik İTÜ’nün yaptığı çalışmaları ise şöyle sıraladı: “Dünyada raylı ulaşım eğiliminin artması ve ülkemizde bu alanda yapılan yatırımlara ağırlık verilme-sine paralel olarak Raylı Sistemler Mühen-disliği Yüksek Lisans Programımızı açtık. Havacılık alanındaki yeni yatırımlar ve bu alanda uzmanlaşmış işgücüne duyulan ihti-yaç nedeniyle Hava Taşımacılığı Yüksek Li-sans Programını, THY ve Boeing işbirliğiyle hayata geçirdik.” Törene davetli konuşmacı olarak katılan Sosyal Bilimler Enstitüsü 2012 yılı mezunla-rımızdan İstanbul Avrupa Korosu Şefi Burak

Onur Erdem, yüksek lisansın bir gönül işi olduğunu ve kendini adamayı gerektirdiğini vurguladı. REZONANS isimli koronun kuru-cusu olan Burak Onur Erdem, dünya stan-dartlarında bir koro olabilmek için planlar yaptıklarını ve Türkiye’de koro müziğini en kaliteli biçimde yaşatmak üzere Koro Kültü-rü Derneği’ni kurarak ülkemizin koro müzi-ğini uluslararası koro dünyasıyla birleştiren bir platform olduğunu belirtti. Türk Musikisi Devlet Konservatuarı tarafından icra edilen mini konserin ardından yüksek lisans me-zunları adına konuşma yapan İkbal Bozka-ya ise İTÜ’nün sosyal bilimler alanında hızla yükselen bir ivmeye sahip olduğunu belirte-rek akademiyi hem gaye hem iş edindikleri-ni ifade etti. Bozkaya “Bu yolculukta bizlere sonsuz destek olan ailelerimize, İTÜ’yü İTÜ yapan değerli birikimlerini ve tecrübelerini bizlere aktaran hocalarımıza, eğitimimize, eğitim aldığımız ortama, ilimi ve hayatı bir-

leştirip dengeleyebilmemize katkıda bulun-muş olan İTÜ’nün öğretim, yönetim ve çalı-şan kadrosuna teşekkür ederim. ”dedi.Törende enstitü müdürleri adına Bilişim Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Ertuğrul Karaçu-ha genç araştırmacılarla tecrübelerini pay-laştı. Sağlık, ekonomi, ulaşım ve hareketlilik, güvenlik ve yerellik gibi alanların şu anda üzerinde yoğun bir şekilde çalışıldığının ve yakın gelecekte de çalışılacağının altını çizen Karaçuha, Ar-Ge için insan gücü ve kaynak kullanımını seferber ederek, her za-man gündeme getirilen “üniversite-sanayi işbirliğini” fi ili olarak hayata geçirilmesi ge-rektiğini belirtti.Konuşmaların ardından yüksek lisans me-zunlarına belgeleri verildi. Tören mezunların hep birlikte keplerini havaya fırlatarak mezu-niyet sevincini arkadaşları, aileleri ve akade-misyenlerle paylaşmaları ile sona erdi.

DENİZCİLİK FAKÜLTESİ MEZUNİYET TÖRENİ

Prof. Dr. İsmail Yılmaz Burak Onur Erdem Prof. Dr. Ertuğrul Karaçuha

TÜ,DEN HABERLER

127itü vakf� dergisi

İTÜ’nün 2013-2014 Akademik Yılı mezunları, 20 Temmuz Pazar günü Ülker Sports Are-na’da gerçekleştirilen görkemli törenle dip-loma aldı. Fakültelerin kuruluş sırasına göre anons edildiği ve mezunların salonu selam-ladığı törende, yeni mezunlar için sürpriz olarak hazırlanan fi lm izlendi. İTÜ’nün kuru-luş ve gelişim aşamalarının aktarıldığı ve 241 yaşında bir bir bilim yuvası olarak mezunlara seslenilen fi lm büyük beğeniyle izlendi. Törende, İTÜ öğrencileri adına İşletme Mü-hendisliği Bölümü Mezunu Deniz Oker bir konuşma yaptı. Ardından Rektör Prof. Dr.

Mehmet Karaca mezunlara seslendi. Tüm bölümlerden dereceyle mezun olan öğren-cilerin takdim edildiği törende, çok sayıda kurum, kuruluş ve kişilerden başarılı öğren-cilere ödül ve hediyeler verildi. İTÜ Vakfı her yıl olduğu gibi tüm bölüm birin-cilerine ödül verdi. Derece ile mezun olan öğrencilerin takdimini takiben, İnşaat, Mimarlık, Makine, Elektrik-E-lektronik, Maden, Kimya-Metalurji, İşletme, Gemi İnşaatı ve Deniz Bilimleri, Fen-Ede-biyat, Uçak ve Uzay Bilimleri, Denizcilik, Tekstil Teknolojileri ve Tasarım, Bilgisayar

ve Bilişim Fakülteleri ile Türk Musikisi Dev-let Konservatuvarı’nın tüm bölümleri; fakülte dekanı, bölüm başkanı, öğretim üyeleri ve öğrencileriyle birlikte sahneye davet edildi. Renkli görüntülere sahne olan bölümlerin takdiminde, öğrenciler gururu ve mutluluğu birlikte yaşadı.Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Ali Fuat Aydın’ın okuduğu Mezuniyet Yeminini eden öğren-cilerin coşkuyla keplerini havaya fırlattılar. Mezunlarımıza mutlu ve başarılı bir gelecek dileriz.

2013-2014 AKADEMİK YILI’NDA 1830 MEZUN DİPLOMA ALDI

TÜ,DEN HABERLER

128 itü vakf� dergisi

İTÜ’nün Sevgili Mezunları ve Onların Kıymetli Aileleri,Değerli Öğretim Üyelerimiz,Yaşayan 100 binden fazla mezuna sahip çok büyük bir aileye, bugün yeni bireyler katılacak. İTÜ’deki yolculuğunu başarıyla ta-mamlayarak, yeni bir hayata ve yeni başlangıçlara adım atacak binlerce ışıldayan göz, gülümseyen yüz görüyorum. Mutluluğu-nuzun, başarınızın daim olması dileğiyle sizleri selamlıyorum. Üniversitemizin 2013-2014 Akademik Yılı Lisans Mezuniyet Tö-renine hepiniz hoş geldiniz…Değerli İTÜ’lüler,Bugün yeni bir başlangıç; artık birer üniversite mezunusunuz ve meslek sahibi bireylersiniz. Elinizde bir lise diploması, aklınızda onlarca hayalle girdiğiniz tarihi kapıdan, ideallerine doğru emin adımlarla ilerleyen birer ışık parçası olarak ayrılıyorsunuz. Her yeni parça ışıkla daha da parlayan İTÜ güneşine katılmaya doğ-ru yola çıkıyorsunuz. Öyle bir güneş ki 241 yıldır dünyayı bilimle aydınlatıyor.Karanlıkta kalmış zihinler, Platon’un mağarasındaki gibi suretleri asıl zannederek yaşamaya mahkumdur. Sırtını güneşe dönmüş gölgeleri izleyen ve duydu-ğu sesleri gölgelerin sesi zannedenler, aslına ulaş-ma çabasını göstermeyen-ler, hapsoldukları tek bo-yutlu dünyada yaşarlar. Siz karanlıkta oturmanın ra-hatlığını tercih edenlerden olmayın. Bilim, çalışkanlık ve dürüstlük rehberiniz olsun. Bugün kazandığı-nız ışığı yitirmeyin, daha fazla parlayın, aydınlanın ve aydınlatın… Çünkü siz İTÜ’lüsünüz…Üniversite kurumunun kökleri binlerce asır öteye dayanır. O günden bugüne korunan gerçek ise üniver-sitelerin özgür aklın yuvası oluşudur. Farklılıklar üniversite çatısı altında buluşur, kendini ifade etme olanağı bulur ve kaynaşır. Eği-timiniz süresince kazandığınız tüm değerleri kendi değerlerinizle harmanlarsanız, üniversite sadece meslek eğitimi aldığınız yer olmaktan çıkar.Değerli İTÜ’lüler,10 yıl sonra hanginiz nerede olacaksınız, bugünü, üniversitenizi, İTÜ’de geçen yıllarınızı nasıl hatırlayacaksınız bilinmez. Steve Jobs’un dediği gibi hayatımızdaki noktaları geriye doğru birleşti-rebiliriz, ileriye doğru birleşmez ancak yaşadıkça görürüz. Siz de 10 yıl sonra hayatınızdaki noktaları geriye doğru birleştirdiğinizde, eğer İTÜ’ye adım attığınız günü yaptığınız en iyi şey olarak hatır-larsanız, burası size bir diplomadan çok daha fazlasını kazandır-mış demektir…Hiçbir zaman ne kadar önemli bir kültürün parçası olduğunuzu unutmayın. Sizler teknik üniversitelisiniz… Baktığınız her yerde bir izini, bir işaretini göreceğiniz 241 yıllık uzun bir yürüyüşün yeni

üyelerisiniz. En önde, 1773’te Haliç kıyılarında çağdaş mühendis-lik eğitimi almaya başlayan Mühendishane-i Bahr-i Hümayun’un mezunları var… O yürüyüşte; cumhurbaşkanları, başbakanlar, efsane basketbolcular, büyük sanatçılar, tasarımcılar, iş adamla-rı, bürokratlar var… Aranızda daha niceleri oturuyor, biliyorum. Bugün keplerini coşkuyla havaya fırlatacak olanların, yarın ülke-sinde hatta dünyada söz sahibi olacağına, İTÜ’ye yeni gururlar kazandıracağına inanıyorum… Ben sizlere güveniyorum, çünkü sizler İTÜ’lüsünüz…Sevgili Mezunlar,Sıradanlaşmayı kendiniz için en büyük tehlike olarak görün. Ye-niyi denemekten, farklı olanı düşünmekten korkmayın. Karl Dun-cker’ın ünlü mum deneyi aklınızın bir köşesinde olsun. Size su-nulanı sunulduğu gibi kabullenmek en kolayı fakat en vasatıdır. Daha yararlısını, daha iyisini, daha başarılısını nasıl yapabilece-ğinizi düşünmek ise emek gerektirir. Hata yapabilirsiniz, yanılabi-lirsiniz; bundan sakın çekinmeyin. Hatalarınız en iyi öğretmeniniz olabilir, çünkü yanıldıklarınızdan öğrendiklerinizi unutmazsınız. Sabırla ve emekle çalışın; kendiniz için, mesleğiniz için, idealle-

riniz için, ülkeniz için ve ayrım gözetmeksiniz tüm insanlık için… Size küçük görünen kim bilir nerede, nasıl büyük bir adımın itici gücü olur; bunu düşünün… Hayal gücünüzün kısırlaşmasına izin vermeyin aksine büyütün, besleyin. İde-alist olmak yalnızca gerçek-çilikten geçmez. Önce hayal ederek başlayın. Sınırları ger-çekte yok etmek zordur ama hayal gücünüzün sınırlarını çizecek kalem yalnızca siz-dedir. O kalemi hiç kullanma-mak, sınırlar koymadan üret-meye çalışmak da yine sizin elinizdedir. Özgür düşünmek ve yaratıcılık en çok size ya-

kışır, çünkü siz İTÜ’lüsünüz…Sevgili Gençler,Siz ülkemizin ilk mühendislerini yetiştiren bir okulun mezunları-sınız. Adı başarıyla anılanların, unutulmaz eserler bırakanların çatısı altında yetiştiniz.İTÜ bir ekoldür... İTÜ bir çınardır… İTÜ bir dünyadır...Her yeni mezunla daha da gençleşir, yaş alır ama yaşlanmaz, her yeniyle yenilenir…Böyle bir dünyanın parçası olduğunuz, emeğiniz ve başarınızla daimi üyesi olmaya hak kazandığınız için aileleriniz ve bizler si-zinle gurur duyuyoruz. Siz de kendinizle gurur duymalısınız…Nice başarılarla, nice güzel günler görmeniz, mutlu bir ömür sür-meniz dileğiyle; hepinizi yürekten kutluyor, sevgiyle selamlıyo-rum…

Prof. Dr. Mehmet KaracaRektör

REKTÖR PROF. DR. MEHMET KARACA'NIN2013-2014 AKADEMİK YILI LİSANS MEZUNLARINA MESAJI

129itü vakf� dergisi

Intel Türkiye, bilim kurgu olduğu düşünülen teknolojileri Türkiye’de gerçeğe çevirmek üzere önemli bir yatırıma imza attı.

• Intel Türkiye Ar-Ge Merkezi nesnelerin inter-neti, giyilebilir teknolojiler ve eğitim teknoloji-leri alanlarına odaklanacak.• Ar-Ge Merkezi yenilikçi açık Ar-Ge modeli ile sektör iş ortakları, üniversiteler, kamu ku-rum ve kuruluşları ile birlikte çalışacak.• Ar-Ge Merkezi, Türkiye’nin kendi fi krî mülki-yet projelerini yaratmasında ve dünyaya tek-noloji ihraç etmesinde önemli rol oynayacak. • Intel, Türkiye Ar-Ge Merkezi ile 5 yıl içinde 40 Milyon Amerikan Doları değerinde yatırım planlıyor.Intel, Türkiye’deki yüksek teknoloji yatırım-ları kapsamında ilk Ar-Ge Merkezi’ni İTÜ Arı Teknokent’te hizmete açtı. Ar-Ge Merkezi, Türkiye, Ortadoğu ve Afrika Bölgesi’nin önde gelen araştırma merkezlerinden biri olacak. Ülkemize yüksek teknoloji tasarımına yeni bir yaklaşım getiren merkez, Türkiye’nin ilk “kreatif Ar-Ge merkezi” olma özelliğini taşıyor. Dünya üzerindeki 7 milyar insanın 7 milyar farklı beklentisini karşılayacak ürünler sunma amacıyla hareket eden Intel, bu girişimiyle Türkiye’de ilk defa “Kullanıcı deneyimi odak-lı Ar-Ge” faaliyetlerinin gerçekleştirilmesini sağlayacak.Günümüzde ülkelerin ekonomik kalkınmasın-da Ar-Ge faaliyetlerinin büyük önemi oldu-ğunu hatırlatan Intel Türkiye Genel Müdürü Burak Aydın, yeni açılan Ar-Ge Merkezi ile hedefl erinin Türkiye’nin dünyada önemli bir teknoloji üssüne dönüşmesine katkıda bu-lunmak olduğunu vurguladı. Aydın, “Intel, yeni Ar-Ge Merkezi ile yüksek teknoloji ge-

INTEL’İN TÜRKİYE’DEKİ İLK AR-GE MERKEZİ İTÜ ARI TEKNOKENT’TE AÇILDI

liştirme alanında global deneyim ve birikimini Türk ekosistemi ile paylaşmayı, Türkiye’den dünyaya teknoloji transferinin artmasına kat-kıda bulunmayı amaçlıyor. Intel Türkiye Ar-Ge Merkezi yenilikçi açık Ar-Ge modeli ile sek-tördeki iş ortakları, üniversiteler, kamu kurum ve kuruluşlarıyla ortak Ar-Ge çalışmalarını ha-yata geçirecek. Merkezde sosyal bilimciler, tasarımcılar, uygulama geliştiriciler gibi farklı disiplinlerden uzmanlar bir arada çalışacak, kullanıcı deneyimi odaklı projeler gerçekleşti-recekler. Türkiye’nin kendi fi krî mülkiyet proje-lerini yaratmasına ve ülkemizin patent sayısın artırılmasına katkıda bulunmak, AB fonların-dan daha fazla yararlanabilmesini sağlamak öncelikli hedefl er arasında” şeklinde konuştu. Nesnelerin İnterneti’nde Türkiye önemli sıçrama yapacakIntel Ar-Ge Merkezi’nin önemli odak nokta-larından biri, “Nesnelerin İnterneti” olacak. Intel Labs Avrupa’nın yürüttüğü “Nesnele-rin İnterneti Laboratuarı” projesinin önemli bir ayağını oluşturan merkez, Türkiye’de bu alanda teknolojilerin üretilmesine ciddi bir ivme kazandıracak. Giyilebilir Teknolojileri hedefl eyen Galileo ve Edison platformları üzerinde geliştirmeler yapan Intel Ar-Ge Mer-kezi, bu kapsamda ilk etapta 32 üniversite ve 1000’in üzerinde geliştirme platformuyla çalışmalar başlatacak ve hızla liselere de ge-nişletiyor olacak. Aynı zamanda eğitim tekno-lojileri alanına odaklanan dünyadaki tek Intel laboratuarı olan Intel Ar-Ge Merkezi, insan hareketlerini algılayan ve kullanıcıyla daha

doğal iletişim kurmaya olanak tanıyan “Intel RealSense™ teknolojisi”ne dayanan gele-ceğin öğrenme ortamı (Adaptive Learning Environment) projesi üzerinde de çalışmalar sürdürecek. Bunun yanı sıra, Fatih Projesinin Ar-Ge yatırım ihtiyaçları için de öncü niteliği taşıyan merkezde, proje kapsamında silikon tasarımına dokunan ve Türkiye’de fi krî mül-kiyet hakkı geliştirilmesine yönelik eğitimde yüksek teknoloji Ar-Ge çalışmaları da yapıl-ması planlanıyor.İTÜ’de kapılarını açan Intel Türkiye Ar-Ge Merkezi’nin, 5 yıl içinde iş ortakları ile başarılı projeler gerçekleştirerek 40 Milyon Amerikan Doları değerinde yatırıma ulaşması hedefl e-niyor.Intel Labs Avrupa Başkan Yardımcısı Brian Quinn, “Teknolojik inovasyon ülkeler için önemli bir rekabet avantajı sağlıyor. Ame-rika Birleşik Devletleri’nde 1945 yılından bu yana ülke büyümesinin %75’i teknolojik ino-vasyondan geliyor. Son dönemde, dünyanın en büyük teknoloji şirketlerinin ekosistem ile hareket ettiği ve açık inovasyona yöneldiği önemli bir gerçek. Bu nedenle Türkiye Ar-Ge Merkezi’nde de açık inovasyon modelini benimseyerek yerel ekosistemi destekleme-yi, Türkiye’den global oyuncular çıkmasına yardımcı olmayı amaçlıyoruz. Türkiye genç nüfusu, yetenekli mühendisleri ve yaratıcı iş ortakları ile çok önemli bir ülke. Türkiye uzun zamandır Intel’in Orta Doğu, Türkiye ve Afrika Bölgesinin merkezi durumunda iken, bugün-den itibaren bölge için önemli bir açık Ar-Ge Merkezi konumuna da geldi.” diye konuştu.

Açılış törenine Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca, INTEL Türkiye Genel Müdürü Burak Aydın, ARI Tekno-kent Genel Müdürü Kenan Çolpan ile INTEL’den yetkililer ve İTÜ’lü akademisyenler katıldı.

130 itü vakf� dergisi

İstanbul Kalkınma Ajansı’nı ziyaret eden Cenevre Kalkınma Enstitüsü Kalkınma Programı yüksek lisans öğrencileri ve öğre-tim üyeleri, İTÜ'ye konuk oldu. İSTKA tarafından desteklenen “Kovanımı İz-liyorum” projesi hakkında bilgi almak üzere üniversitemizi ziyaret eden heyet için, Kimya Metalurji Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölü-mü “Arı Platformu”nda tanıtım toplantısı dü-zenlendi. Toplantıda, öğrencilere ve öğretim üyelerine, proje yönetimi, gelinen aşamalar ve fi nansal konularda bilgilendirme yapıldı, deneyimler paylaşıldı. Konuk heyet, top-lantının ardından proje yürütücüsü öğretim üyeleri eşliğinde, Ayazağa Yerleşkesindeki İTÜ Arıcılık Araştırma Geliştirme Merkezini ziyaret etti.

CENEVRE KALKINMA ENSTİTÜSÜ ARAŞTIRMACILARI İTÜ’DE

Maden Fakültesi Petrol ve Doğal Gaz Mü-hendisliği Bölümü tarafından her yıl düzen-lenmekte olan “İTÜ Petrol ve Doğalgaz Se-mineri” bu yıl 24. kez gerçekleştirildi. İhsan Ketin Konferans Salonunda düzenlenen seminer, uzmanları bir araya getirdi. Seminere, Rektör Prof.Dr. Mehmet Karaca, Maden Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Fatma Arslan, Petrol ve Doğal Gaz Mühendisliği Bölüm Başkanı Prof. Dr. Abdurrahman Sat-man, TMMOB PMO Başkanı Mehmet Kul, MTA Genel Müdürü Mehmet Uzer, öğren-ciler, mezunlar ile enerji alanında faaliyet gösteren kamu ve özel sektör temsilcileri katıldı. Petrol, doğal gaz ve jeotermal ener-jinin endüstri–üniversite ilişkileri çerçeve-sinde ele alındığı seminerde, sektördeki yenilikler ve üniversite bünyesinde yapılan ar-ge çalışmaları masaya yatırıldı. Sergide ise sektörün önde gelen fi rmaları açtıkları stantlarda öğrencilere çalışma alanları ve staj olanakları hakkında bilgiler verdi.Seminerin açılış konuşmasını yapan Rek-tör Prof. Dr. Mehmet Karaca, İTÜ’nün id-dialı olduğu alanların “malzeme, havacılık ve enerji” olduğunu, bu alanlarda önemli adımlar atıldığını bunlardan birinin Enerji Teknokenti kurulması olduğunu söyledi. Bölümün en büyük sorununun kontenjan

İTÜ PETROL VE DOĞALGAZ SEMİNERİ

sayısının fazlalığı olduğunu belirten Kara-ca, petrol ve doğalgaz sektöründe hızlı bir gelişim olduğunu, mezun olan öğrencilerin sektör tarafından istihdam edilmesi nede-niyle öğretim üyesi kadrosunun yetersiz olduğunu vurguladı. Karaca, konuyu YÖK ile görüştüklerini ve kontenjan küçültme ta-lebinde bulunduklarını ifade etti.Maden Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Fatma Arslan ise enerjinin elde edilebilirliğinin zor bir süreç olduğunu belirterek, kısa süre önce Soma’da yaşanan maden faciasını hatırlattı. Petrolün ülkelerin sınırlarını değiş-tirecek öneme sahip bir kaynak olduğunu vurgulayan Arslan “Ülkemizin konumu pet-rol kaynaklarına yakın bir mesafede Türki Cumhuriyetler, Ortadoğu tüm bu bölgeye mühendis yetiştiriyoruz. O açıdan bizim verdiğimiz eğitimin çok önemli olduğunu düşünüyorum” dedi.Petrol ve Doğal Gaz Mühendisliği Bölüm Başkanı Prof. Dr. Abdurrahman Satman da

dünyada ve Türkiye’de petrol ve doğal gaz sektörünün gelişmekte olduğunu belirte-rek, İTÜ Petrol ve Doğal Gaz Mühendisliği Bölümü hakkında bilgi verdi. Satman, pet-rol ve doğal gaz sektörünün üniversite-en-düstri-devlet üçgeninde ilerlemesi gerek-tiğinin altını çizerken, sektör temsilcilerine daha fazla destek çağrısı yaptı.Petrol Mühendisleri Odası PMO Başkanı Mehmet Kul, 1982 yılında İTÜ Petrol Mü-hendisliği Bölümünden mezun olduğunu ifade ederek üniversite sanayi arasındaki işbirliği için PMO olarak her zaman çalış-maya hazır olduklarından söz etti. İki gün süren, 16 farklı kuruluştan 18 konuş-macının katıldığı seminer kapsamında, 25 yıl önce Petrol ve Doğal Gaz Mühendisli-ği Bölümünde eğitim hayatına başlayan İTÜ’lülere anı plaketi sunuldu.

TÜ,DEN HABERLER

131itü vakf� dergisi

Yenilikçi fi kirlerin hayat bulmasını destek-lemek, girişimcilik ruhunu güçlendirmek ve yaymak amacıyla üniversitemize kazandırı-lan İTÜ Girişimcilik ve İnovasyon Uygulama Araştırma Merkezi’nin (İTÜ GİNOVA) açılışı Ayazağa Yerleşkesi Mustafa İnan Kütüpha-nesi’nde düzenlenen törenle gerçekleştiril-di.Merkezin açılış programına, Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca, Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Mehmet Sabri Çelik, Genel Sekreter Doç. Dr. Tayfun Kındap, 1963 Yılı İTÜ Mezunu ve Beyaz Nokta Vakfı Kurucusu Tınaz Titiz, İTÜ’lü öğretim üyeleri ve öğrenciler katıldı.Açılışta konuşan İTÜ GİNOVA Yönetim Ku-rulu Başkanı Prof. Dr. Şebnem Burnaz, İşlet-me Mühendisliği Bölümü öğretim üyelerinin bilgi birikimleriyle uzmanlık ve deneyimleri-nin İTÜ GİNOVA’nın kurulması fi krinin orta-ya çıkmasında en önemli etken olduğunu belirtti. Bu birikimin İTÜ’nün girişimciliğe ve yenilikçiliğe verdiği artan önem ve değerle örtüşmesinin İTÜ GİNOVA’nın hayata geç-mesini sağladığını vurgulayan Prof. Burnaz, “Öncelikli hedefi miz kampüs içerisinde inovasyona dayalı girişimcilik kültürünü ge-liştirmek ve yaygınlaştırmak. Uzun vadede ise İTÜ’deki inovasyona dayalı girişimcilik eko sistemimizde bizce eksik gördüğümüz kampüs içi halkayı oluşturmayı hedefl iyo-ruz.” dedi. Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca ise “241 yıllık bir üniversite olarak birçok siyaset-çi, sanatçı akademisyen ve bilim adamı yetiştirdik. Fakat bu kadar büyük potan-siyele sahip olmamıza rağmen girişimci mezunlarımız nispeten daha az sayıda. Bu açıdan böyle bir merkezin bizim için öne-mi büyük.” şeklinde konuştu. Prof. Karaca, İTÜ GİNOVA’nın faaliyete geçmesinde pay sahibi olan akademisyenlere teşekkür etti. Programa, davetli konuşmacı Tınaz Titiz ta-rafından verilen “Girişimcilik ve İnovasyon-

‘YENİLİKÇİ FİKİRLER’ İTÜ GİNOVA’DA HAYAT BULACAK

İTÜ Ginova Hakkında:İTÜ-GİNOVA Girişimcilik ve İnovasyon Uygulama ve Araştırma Merkezi, İTÜ’de girişimcilik kültürünü yaymak; yenilikçilik, yaratıcılık

ve teknolojiye dayalı girişimler kurmaları için İTÜ öğrencilerini ve akademisyenlerini cesaretlendirmek, beceri ve yetkinliklerini geliş-

tirmek ve girişimlerinin başarılı olması için gerekli bağlantıları sağlamak; bunları gerçekleştirirken bir yandan girişimcilik ve inovasyon

konularında bilginin sınırlarını geliştirecek araştırmalar yapmak için vardır. İTÜ’de girişimcilik ve inovasyona ilgi duyan kitleyi bir araya

getirmek aynı zamanda bu kitlenin sayısını da artırmayı hedefl eyen merkezin bir diğer amacı ise İTÜ’de bölümler arası etkileşimi

artırarak farklı alanlarda öğretim gören öğrencilerin birbirlerini bulmalarına ve birlikte fi kirler geliştirip bu fi kirleri hayata aktarmaya

destek olmaktır.

da Öğrenme Ortamı Olarak Üniversite” ko-nulu seminer ile devam edildi. Girişimcilik ve inovasyonun Türkiye’nin kalkınması için önemine değinen Titiz üniversitelerin bu alanda yapacağı çalışmaların büyük önem taşıdığını ifade etti. Seminerin ardından

Rektör Karaca, Tınaz Titiz’e plaket sundu.Açılışın ardından davetliler, İşletme Fakültesi öğrencilerinin inovatif proje-lerinin sergilendiği stantları ve Musta-fa İnan Kütüphanesi giriş katında açı-lan İTÜ GİNOVA ofisini ziyaret ettiler.

132 itü vakf� dergisi

HARVARD UNİVERSİTESİ BİRİNCİSİ ‘TÜRK DAHİ’

Mezunumuz Oğuz Alpöge’nin oğlu Levent Alpöge, dünyanın en önemli okullarından biri olarak kabul edilen Harvard Üniver-sitesi’nden 4 üzerinden 4 not ortalaması alarak ‘Valedectorian’ derecesiyle mezun oldu. Başarısı ile Harvard Üniversitesi tari-hine adını yazdıran Alpöge, Cambridge’de yüksek lisans, Princeton’da doktora yapa-cağını belirtiyor.Dünyanın en prestijli okullarından Harvard Üniversitesi’nin 2014 yılı birincisi Levent Alpöge (22), aynı anda fi zik ve matematik dallarından 4 üzerinden 4 puanla mezun oldu. Başarılarla dolu bir öğrenim hayatına sa-hip Alpöge, 2010’da henüz lise son sınıf öğrencisiyken ABD çapında adayların katılımı ile gerçekleştirilen Intel Bilim Ye-tenekleri Yarışması’ndaki başarısı ile, ABD Başkanı Barack Obama ve senatörler ta-rafından kutlanan 40 genç fi nalist arasına girdi. Bu başarı sonucunda, “Ivy League” olarak ve akademik mükemmelliği ile ta-nınmış ABD’nin en iyi sekiz üniversitesi tarafından kabul edildi. Alpöge, bu üniver-siteler arasında Harvard’ın matematik ve fi zik bölümlerini seçti.

Sayısız ödülü varSayısız prestijli ödülü ve bursu bulunan Alpöge; American Mathematical Monthly, Journal of Combinatorial Theory, Journal of Number Theory, International Mathematics Research Notices dergilerine yazılar yazı-yor; Harvard College Mathematics Review

İTÜ geleneği ile yetişmiş bir ailenin üyesi Levent Alpöge, Yüksek Mühendis Mektebi 1931 mezunu Rıfat Alpöge’nin torunu, İTÜ Elektrik Elektronik Fakültesi mezunu Oğuz Alpöge’nin oğlu, İTÜ inşaat Fakültesi mezunu Atila Alpöge ile İTÜ Mimarlık Fakültesi emekli öğretim üyesi Prof. Dr. Ayla Ödekan’ın ise yeğeni. Fotoğrafta, Levent Alpöge mezuniyet töreninde annesi Simay ve babası Oğuz Alpöge ile.

dergisinin de editörluğünü sürdürüyor.Alpöge, Winston Churchill bursu ile İngil-tere’deki Cambridge Üniversitesi’nde ma-tematik alanında yapacağı yüksek lisans için hazırlıklarını sürdürüyor. Daha sonra yine Ivy League okullarından gelen dokto-

Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) tara-fından verilen Telif ve Çeviri Eser Ödülü (TEÇEP) bu yıl 2013 ve 2014 yılları için bir seferde ilan edildi. Mühendislik Bilimleri alanında İTÜ öğretim üyeleri Prof. Dr. Meh-met Omurtag ve Prof. Dr. İsmail Toröz’ün kitapları ödül aldı. Prof. Dr. Mehmet H. Omurtag, "Dinamik-Mü-hendislik Mekaniği, 2. Baskı 2013" ve "Di-namik Çözümlü Problemleri-Mühendislik Mekaniği, 2. Baskı 2013" adlı eserleri ile ödüle değer görüldü. Prof. Dr. Omurtag, 4. kez TÜBA Telif ve Çeviri Eser Ödülü’nün sahibi oldu.Editörlüğünü Çevre Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. İsmail Toröz’ün

TÜBA'DAN ÖĞRETİM ÜYELERİMİZE ÖDÜL

yaptığı “Çevre Kimyasında Temel Kavram-lar: Problemler ve Çözüm Notları İlaveli, 2013” adlı eser de ödüle değer bulundu. Prof. Dr. Toröz’ün editörlüğünü yaptığı bir başka eser “Çevre Mühendisliğine Giriş” ise 2012 Yılı Kayda Değer Eser olarak Mansiyon’a layık görülmüştü.

ra kabullerinin içinden Princeton’ı seçerek öğrenimine devam edecek. Alpöge ailesi ile birlikte New York eyaletinin Long Island bölgesinde yaşıyor. Akademik başarılarının yanı sıra maratonlara katılan Alpöge koyu bir Beşiktaş hayranı.

TÜ,DEN HABERLER

133itü vakf� dergisi

İTÜ ENGELSİZ TEKSTİL PROJESİ’NE “KIRMIZI ÖDÜLLER”

2003 yılından bu yana basın reklamlarında yaratıcılığın artırılma-sını özendirmek ve ödüllendirmek amacıyla düzenlenen "Hürri-yet Kırmızı Ödülleri", 11. kez sahiplerini buldu. İTÜ'nün "Engelsiz Tekstil" projesi, "En İyi Mobil Uygulama" ve "En Başarılı Dergi Uy-gulaması" olmak üzere 2 kategoride ödül aldı. Uygulamalar, Alice BBDO tarafından hazırlanmıştı. "Engelsiz Tekstil" projesi, "Engelsiz İTÜ" çalışmalarının önemli parçalarından biri.

İTÜ Maden Fakültesi Petrol ve Doğalgaz Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyelerinden Prof.Dr. Mustafa ONUR, Uluslararası Pet-rol Mühendisleri Cemiyeti SPE tarafından 2014 Uluslararası SPE Distiguished Membership Award’a layık görülmüştür. Kendisini kutlar, başarılı çalışmalarının devamını dileriz.

2014 SPE INTERNATIONAL AWARD ELECTION

İTÜ Maden Fakültesi Maden Mühendisliği Bölüm Başkanı ve 22 Eylül 2003’ten beri Benin Cumhuriyeti Fahri Konsolosluğu göre-vinde bulunan Prof. Dr. Orhan KURAL’a, 24 Haziran 2014 tarihin-de Benin Cotonou kentinde Benin Devlet Nişanı merasimle tak-dim edildi. Kendisini kutlarız.

PROF.DR.ORHAN KURAL'A BENİN DEVLET NİŞANI

TÜBİTAK 2241/B Sanayi Odaklı Lisans Bitirme Projeleri Yarış-ması” BİRİNCİLİK ödülünü Ma-den Fakültesi Maden Mühen-disliği Bölümü öğrencisi Merve Bulut aldı. TÜBİTAK Bilim İnsanı Destekleme Daire Başkanlığı (BİDEB) tarafından düzenlenen, 1007 proje başvurusu alınan ve ön değerlendirme sonucu fi nale kalan 105 proje ile 23-25 Haziran tarihleri arasında ATO Congresi-um Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı Ankara’da gerçekleştirilen “2241/B Sanayi Odaklı Lisans Bitirme Projeleri Yarışması” nda Ma-den ve Doğal Kaynaklar Kategorisi’nde İstanbul Teknik Üniversitesi Maden Fakültesi Maden Mühendisliği Bölümü öğrencisi Merve Bu-lut BİRİNCİLİK ödülü almıştır. Çalışmanın akademik danışmanlığı Doç. Dr. Ömür ACAROĞLU ERGÜN ve sanayi danışmanlığı Atlas Copco Kaya Delici Sarf Malzemeler Bölüm Müdürü Bahadır ERGE-NER tarafından gerçekleştirilmiştir. Projede optimum sondaj matkabı seçimi ile başta sahada çalışma yapan fi rmalar ve sondaj matkabı üreten şirketler olmak üzere sek-töre katkıda bulunması amaçlanmıştır. Sondaj makinalarıyla delik delme işleminde en fazla sarfi yat kayaçla sürekli kontak halinde olan matkaplarda olduğu görülmektedir. Sondaj matkapları genel-likle yurtdışından getirilmekte olup, dönem dönem maliyetlerinin çok fazla arttığı gözlemlenmektedir. Yapılan proje çalışmasında op-timum sondaj matkabı seçimi ile efektif kazı yapabilen, uzun süre dayanabilirlik özelliğine sahip matkapların seçilmesine ve maliyet-lerin doğrudan azaltılmasına katkı sağlanabilmektedir.

MADEN MÜHENDİSLİĞİ ÖĞRENCİSİ MERVE BULUT’A TÜBİTAK’TAN BİTİRME PROJESİ ÖDÜLÜ

134 itü vakf� dergisi

TÜ,DEN HABERLER

TÜBİTAK, Türkiye Teknoloji Geliştirme Vakfı (TTGV) ve TÜSİAD işbirliğiyle düzenlenen “Türkiye Teknoloji Ödülleri ve Kongresi” bu yıl 11. kez gerçekleştirildi. Teknoloji alanın-daki seçkin organizasyonlar arasında yer alan ve aday kabul edilmenin dahi önem-li olduğu yarışmada, İTÜ ARI Teknokent bünyesindeki fi rmalar 2 dalda ödül kaza-narak büyük bir başarıya imza attı.Greenway Güneş Sistemleri Enerji Üretim Sanayi Tic. A.Ş., Büyük Ölçekli Firma Sü-reç Kategorisi Ödülünü, “Kule Tipi Yoğun-laştırılmış Güneş Enerjisi Sistemi” projesi ile aldı. Akış Isı ve Yanma Teknolojileri Tic. ise “Endüstriyel Seri Üretimlerde Uygula-nan Nitrürleme Sürecinin İyileştirilmesi” projesi ile Mikro Ölçekli Firma Süreç Kate-gorisi Ödülünü kazandı.Türkiye’nin teknoloji geliştiren ülkeler ara-sında yer almasını sağlamak ve yenilikçi ürünleri teşvik etmek amacıyla yapılan ya-rışma, bu yıl 198 başvuru ile tarihindeki en yüksek katılıma ulaştı. Projelerden 150’si değerlendirmeye alınırken, 29’u fi nale kal-dı ve bunlardan 7 tanesi ödüllendirildi.

Teknoloji Ödülleri kapsamında fi nale kalan 29 proje arasından ödül alanlar:Teknoloji Büyük Ödülü – Aselsan Elektro-nik San. A.Ş. / Avcı Kaska Entegre Kuman-da Sistemi

ARI TEKNOKENT’E 2 ÖDÜL

Büyük Ölçekli Firma Ürün Kategorisi Ödülü – Durmazlar Makine Sanayi ve Ticaret A.Ş. / Raylı Toplu Taşıma Sistemi Tasarımı ve İma-latıBüyük Ölçekli Firma Süreç Kategorisi Ödülü – Greenway Güneş Sistemleri Enerji Üretim Sanayi Tic. A.Ş. / Kule Tipi Yoğunlaştırılmış Güneş Enerjisi SistemiOrta Ölçekli Firma Ürün Kategorisi Ödülü - Arkel Elektrik Tic. LTD. ŞTİ/ ARCODE Bütün-leşik Asansör Kontrol SistemiKüçük Ölçekli Firma Ürün Kategorisi Ödülü

İTÜ ARISAT Model Uydu Takımı, Ameri-ka’da düzenlenen “CanSat Competition”-da Dünya Birincisi oldu. Farklı ülkelerden 59 takımın yer aldığı yarışmada, bu yıl ken-di enerjisini kendi üretebilen uydular yarıştı. İTÜ, 2011 ve 2012’de de yarışmadan birin-cilikle dönmüştü.CanSat Competition, Amerika Astronomi Topluluğu (AAS), Amerika Havacılık ve Uzay Bilimleri Enstitüsü (AIAA), NASA gibi hava-cılık ve uzay bilimleri alanında dünyanın en güçlü kuruluşlarının ve şirketlerinin işbirliği ile düzenleniyor. Bu yıl 16. kez gerçekleşti-rilen yarışmaya, 8’i Türkiye’den olmak üzere 59 takım katıldı. İTÜ ARISAT’ın sponsorluğu-nu Turkcell Superonline üstlendi.

Kendi Enerjisini Üreten UyduCanSat Competition, gerçek uydu sistem-

– Elmed Elektronik ve Medikal Sanayi ve Ti-caret A.Ş. / Fleksible Üreteroskopi İle Böbrek Taşı Kırma RobotuMikro Ölçekli Firma Ürün Kategorisi Ödülü – Novitas Yapı Tekn. Müh. ARGE Bilişim Yazı-lım Taah. ve Tic. Ltd. Şti. / Jeodezik Afet Evi Tasarımı ( Jeodezik Kubbe ve Serbest Form-lu Yapı Sistemleri).Mikro Ölçekli Firma Süreç Kategorisi Ödülü – Akış Isı ve Yanma Teknolojileri Tic. / Endüst-riyel Seri Üretimlerde Uygulanan Nitrürleme Sürecinin İyileştirilmesi

İTÜ’LÜ MODEL UYDU ARISAT DÜNYA BİRİNCİSİ

lerinin yapım prosedürlerinin aynen uygu-landığı model uydular tasarlanmasını he-defl iyor. 2014 için yarışmaya yeni bir koşul eklenerek, takımların kendi enerjisini ürete-bilen uydu tasarlaması istendi.

ARISAT Model Uydu Nasıl Yarıştı?Uydu yaklaşık 670 metreden serbest bıra-kılarak paraşüt ile yavaşlatıldı ve hızı sani-yede 12 metreye düşürüldü. 500 metreye geldiğinde iki parçaya ayrılan uyduda ikinci parça, pasif bir yavaşlama sistemi ol-maksızın saniyede 10 metrenin altında bir hızda tutuldu. Aynı zamanda kendi ener-jisini üretmeye başlarken, iniş sırasında basınç değerini, sıcaklığı ve ürettiği voltaj değerini paket veri olarak yer istasyonuna iletti.

135itü vakf� dergisi

DÜNYACA ÜNLÜ BİLİM İNSANI PAUL WEISS İTÜ’DEYDİ

Nano-bilim alanında dünyaca tanınan bilim insanı UCLA (University of California, Los Angeles) Öğretim Üyesi Prof. Dr. Paul S. Weiss, İTÜ’ye konuk oldu. Weiss, Remzi Ülker Konferans Salonunda, "The Ultimate Limits of Miniaturization: Exploring and Controlling the Nanoscale World in Science, Engineering and Medicine" konulu seminer verdi.Üniversitemizin Bilim, Sanat ve Teknoloji Seminerleri serisi kapsamında İTÜ’ye gelen Paul Weiss’in seminerine İTÜ’lü genç araştırmacılar, öğretim üyeleri ve öğrenciler katıldı. İzleyiciler, Atomik Kuvvet Mikroskopu (AFM) ve Taramalı Tünel Mikroskopu (STM) kullanımı ile malzeme yüzeylerinin özgün ve yeni özelliklerin kullanımı konusunda güncel bilgilere ulaşma imkânı buldu. Weiss atomların ve moleküllerin kimyasal bağ mesafesinden biraz daha uzak olma durumlarında nasıl etkileşimlerde bulunduğu konusunda bilgi verdi. Özellikle, SAM (self-assembled monolayer) organik moleküllerin kullanılması sonucunda tekil moleküllerin izolasyonu ile elektron iletiminin incelenmesi ve bu yaklaşımın geliştirilmiş nanoüretimde kullanılmasından bahsetti. Soru cevap şeklinde geçen ve İTÜ’lü öğretim üyelerinin katkılarıyla zenginleşen oturumlar, meslektaşlar arası fi kir alışverişi niteliği taşıdı.

Dr. Weiss, seminer sonrası ITU-Nano Ar-Ge Merkezini ve Dr. Orhan Öcalgiray Moleküler Biyoloji-Biyoteknoloji ve Genetik Araştırmalar Merkezini gezdi, çalışmalar hakkında bilgi aldı.

Prof.Dr. Paul S. Weiss: Nano-bilim alanında dünyaca tanınan saygın bilim insanlarından biri olan Paul Weiss, UCLA’da atomik-ölçekte yüzey kimyası ve fi ziği, moleküler aygıtlar/sistemler, nano-lithografi , biofi zik ve nörobilim konularında çalışma yürütüyor.

California Nanosistemler Enstitüsü Müdürlüğü yapan Weiss, Fred Kavli NanoSistem Bilimleri Kürsü sahibi. Kariyeri boyunca çok farklı ödüller alan bilim adamı, ABD Ulusal Bilim Vakfı Genç Araştırmacı Ödülünün de sahibi. Weiss American Vacuum Society, IEEE, American Physical Society, American Chemical Society, ve American Academy of Arts and Sciences gibi çok seçkin bilim topluluklarında “fellow” ünvanına sahip.

İTÜ, araştırmacılar için önemli bir veritabanı olan Eurostat nezdinde araştırma kurumu olarak resmen tanındı. Birey ve kurumlar düzeyinde sosyal ve ekonomik mikroverilerin bulunduğu Avrupa Birliği'ne ait Eurostat veri tabanı, özellikle bu alanlarda çalışanlar için araştırma zenginliği ve derinliği açısından büyük öneme sahip. Mikroveriler, çoğu teorinin daha hassas test edilmesi için önemli olurken, bazı teoriler ise sadece mikroverilerle test edilebiliyor.Eurostat nezdinde araştırma kurumu olarak tanınmayan kurumlardaki araştırmacıların, bu veri tabanına erişimi 8 Temmuz 2013'ten itibaren kaldırıldığı için, resmi araştırma

İTÜ, EUROSTAT ARAŞTIRMA KURUMU OLDU

kurumu olarak tanınmak ayrıca önem taşıyor.Akreditasyon sürecinde, İTÜ hakkında ve üniversitemizin bilgi işlem altyapısının güvenliğine ilişkin detaylı bir bilgilendirme yapıldı. Ekonomi Bölümümüzde yürütülen “HM-PP” projesi çerçevesinde, tüm süreç Doç. Dr. Sencer Ecer ile proje asistanı Mine Durmaz tarafından koordine edildi. İTÜ Rektörlüğü, Bilgi İşlem Daire Başkanlığı, Avrupa Birliği Proje Ofi si, Stratejik Planlama ve Geliştirme Daire Başkanlığı da sürece katkı sağladı. Mikroverilere erişim için İTÜ’lü tüm araştırmacılar projelerini sunarak başvuruda bulunabiliyor.

İTÜ, Türkiye’de bu akreditasyona sahip iki üniversiteden biri.

136 itü vakf� dergisi

Kalkınma Bakanlığı’nın koordinasyonunda İstanbul Kalkınma Ajansı’nın 2012 Yılı 2. Dönem ‘Kâr Amacı Gütmeyen Kuruluşlara Yönelik Bilgi ve İletişim Teknolojileri Odaklı Ekonomik Kalkınma’ mali destek programı kapsamında desteklenen Gemisyon ‘Gemi Kaynaklı Hava Kirliliği ve Kontrolü’ konu-sunda verilen eğitimler sona erdi. Gemi İnşaatı ve Deniz Bilimleri Fakülte-si’nde, 21 Nisan ve 6 Mayıs 2014 tarihle-ri arasında düzenlenen 2 günlük 4 eğitim programına, Ulaştırma Denizcilik ve Ha-berleşme Bakanlığı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı gibi değişik bakanlıklar ile İstan-bul Büyükşehir Belediyesi, Liman Başkan-lıkları, Klas kuruluşları gibi değişik kamu ve özel sektör kuruluşları ve değişik üniversi-telerden yaklaşık 100 kişi katıldı.Gemi Kaynaklı Hava Kirliliği Mevzuatı, Gemi Kaynaklı Emisyonların Oluşumu, Gemi Kaynaklı Emisyonların Çevreye ve İn-san Sağlığına Etkileri, Gemilerde Emisyon Azaltım Metodları, Gemi Kaynaklı Emis-yonların Kontrol ve Denetimi ve Gemilerde

GEMİSYON PROJESİ EĞİTİMLERİ

Emisyon Ölçüm Metodları başlıca eğitim konuları arasında yer aldı. Ayrıca, Gemis-yon Projesi ile İSTKA Gemi Emisyonları La-boratuvarı’nın Emisyon Ölçüm yetenekleri

de sunuldu. Eğitim programı sonunda Proje Koordinatörü Prof. Dr. Selma Ergin tarafın-dan katılımcılara Gemison Projesi ‘Katılım Belgesi’ verildi.

Risk analizi ve yönetimi konusundaki en prestijli etkinliklerden biri olan “Society for Risk Analysis – Europe Conferance”, İTÜ’de gerçekleştirildi.Bugüne kadar Avrupa’da farklı kentlerin ev sahipliği yaptığı ve risk alanında çalışan bilim insanlarını, genç araştırmacıları ve sektör profesyonellerini bir araya getiren “Society for Risk Analysis – Europe Konfe-ransları” serisinin 2014 yılı toplantısına İTÜ Mimarlık Fakültesi ev sahipliği yaptı. Doç.Dr. Seda Kundak başkanlığında Taşkışla Yerleşkesinde gerçekleştirilen konferans, risk analizi, yönetimi, algısı ve iletişimi ko-nularında akademi, kamu ve özel sektör temsilcilerinin buluşturan bir tartışma ve paylaşım ortamı sundu. Bu yıl “Sınırların Ötesine Geçebilen Risklerin Analizi ve Yö-netimi” olarak belirlenen uluslararası kon-feransa, farklı ülkelerden yaklaşık 250 kişi katıldı.

Her Yönüyle Riskİstanbul Valiliği İl Afet Acil Durum Müdür-lüğü, İstanbul Proje Koordinasyon Birimi, TÜBİTAK ve DASK’ın destek verdiği dört günlük konferansta, şu konular ele alındı:“Kapsayıcı Risk Yönetimi İçin Dayanıklılık,

RİSKİN UZMANLARI İTÜ’DE BULUŞTU

Toplumun İklim Değişik-liği Algısı, Artan ya da Yavaş Gelişen Katast-rofi k Risklerin Yönetimi, Riskler Temel Kavram-lardan Avrupa Risk Radarına - Yeni Tek-nolojilere Bağlı Riskler Üzerinde Uygulamalar, Küçük Adalar, Büyük Riskler, Risk İletişimi ve Siber Güvenlik, Risk Te-melli Güvenlik Politika-ları, Etkin Kriz Yönetimi Stratejileri Temelinde Veri Analizi, ABD ve Almanya’da Enerji Dönüşümünün Yöneti-mi: Yönetişim, Altyapı Planlaması ve Top-lumsal Kabul.”

Uzmanlar Bir AradaYayınladığı çok sayıda kitapla riskin anla-şılmasında ve değerlendirmesinde öncü rol üstlenen Prof. Dr. Ortwin Renn, risk ala-nında sistem yaklaşımının öncülerinden Prof. Dr. Louise K. Comfort, doğal ve tek-nolojik risklerin kentler üzerindeki etkileri ve zarar azaltımı konularında önemli projelere imza atan Prof. Dr. Scira Menoni, deprem

mühendisliği ve deprem riski konularında sadece Türkiye’de değil, dünyada da önde gelen bilim insanları arasında yer alan Prof. Dr. Mustafa Erdik, yapmış olduğu çalışma-larla, risk algılamada bugün tartışılan ko-nuların ve araştırma yöntemlerinin temelini hazırlayan Prof. Dr. Richard Eiser, bölgesel ölçekteki doğal riskler kapsamında, küre-sel iklim değişikliği, risk bilgi sistemleri ve iletişim bilimi konularında uzman Dr. Juer-gen Weichselgartner'ın açılış konuşmala-rını yaptığı konferans, Türkiye’de risk azal-tılması konusunda geliştirilmiş yöntemlerin ve en iyi uygulamaların tanıtımına da katkı sağladı.

TÜ,DEN HABERLER

137itü vakf� dergisi

İTÜ Bilim, Mühendislik ve Teknolojide Kadın Araştırmaları ve Uygu-lama Merkezi ev sahipliğinde ‘Hukuksal Boyutlarıyla Üniversitede Cinsel Taciz ve Mobbing’ konulu bir seminer düzenlendi. Seminer, İTÜ’de uzun yıllar görev yapan Hacettepe Üniversitesi öğretim üye-si Prof. Dr. Kadriye Bakırcı tarafından verildi. Türkiye’de ‘İş Yerinde Cinsel Taciz’ konusunda çalışmalara öncülük eden Bakırcı’nın bu alanda yazılmış kitapları da ilk olma özelliği taşıyor. İTÜ BMT-KAUM Müdürü Prof. Dr. Fatma Arslan’ın tanıtım konuşma-sıyla başlayan seminerde Kadriye Bakırcı, İşyerinde cinsel taciz ve mobbingin iş yaşamının tarihçesi kadar eski olgular olmasına rağ-men, dünyada işyerinde cinsel tacizin 1970’lerden, mobbingin ise 1980’lerden bu yana konuşulmaya başlandığını, Türkiye’de ise bu konulardan daha yakın tarihlerde söz edilmeye başlandığını ifade etti.Bakırcı, “Rızaya dayalı olmayan, kişiyi rahatsız edecek davranışlar cinsel tacizin konusunu oluşturur, burada ki kritik nokta rızadır, rıza-ya dayalı davranışlar taciz oluşturmazlar. Yapılan bazı çalışmalar kadınların ve erkeklerin taciz algısının farklı olduğunu ortaya koyu-yor. Kadınların mini etek giymesi erkekler açısından taciz olarak algılanırken kadınlar kendilerine yönelik rahatsız edici davranışları taciz olarak tanımlamaktadır.” diye ekledi.Üniversitede cinsel taciz ve mobbinge, maruz kalanın kişilik hakları-nın, eğitim hakkının, çalışma hak ve özgürlüğünün ve eşit muamele görme hakkının ihlalini oluşturduğunu söyleyen Bakırcı, olayın özel-liğine göre yetkinin kötüye kullanımını oluşturabileceğini, cinsel ta-ciz ve mobbingin, maruz kalanın psikolojik ve fi ziki sağlığı, toplum-sal ilişkileri, işteki verimliliği, mesleki yükselmesi, ekonomik yaşamı üzerinde olumsuz etkileri olabileceğini belirtti.Hukuksal açıdan üniversitede cinsel taciz ve mobbingin Türk Ceza Kanunu açısından suç oluşturduğu gibi, Yükseköğretim Kurumları Öğrenci Disiplin Yönetmeliği ve Yükseköğretim Kurumları Yönetici, Öğretim Elemanı ve Memurları Disiplin Yönetmeliği uyarınca öğ-

HUKUKSAL BOYUTLARIYLA ÜNİVERSİTEDE CİNSEL TACİZ VE MOBBİNG

renci ve personel açısından disiplin suçu da oluşturdu-ğunu belirten Bakırcı, bu tür davranışların ayrıca kişilik haklarının ihlali bağlamında tazminat taleplerine de yol açabileceğini ifade etti.Geniş katılımlı seminer, İstan-bul Kültür Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Sıddıka Semahat Demir, Sa-bancı Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Sondan Durukanoğlu Feyiz, dekanlar, BMT-KAUM danışma kurulu üyeleri, daire başkan-ları, öğretim üyeleri, idari personel, İTÜ güvenlik birimi çalışanları ve farklı okullardan lise öğrencilerinin de katılımıyla Maden Fakülte-si İhsan Ketin Konferans Salonunda gerçekleştirildi.

Prof. Dr. Kadriye BAKIRCILisans, yüksek lisans ve doktorasını İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde tamamlamış olan Prof. Dr. Kadriye Bakırcı, şu anda Hacettepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde İş ve Sosyal Güvenlik Hukuku Anabilim Dalı Başkanı, Özel Hukuk Bölüm Başkanı, Ha-cettepe Üniversitesi İş Sağlığı ve Güvenliği Meslek Hastalıkları Uygulama ve Araştırma Merkezi, Kadın Araştırmaları ve Uygulama Merkezi Yönetim Kurulu üyesi, Engelliler Araştırma ve Uygulama Merkezi Danışma Kurulu üyesidir.Londra Üniversitesi, Cambridge Üniversitesi ve Stockholm Üniver-sitesi’nde öğrenci ve misafi r öğretim üyesi olarak bulunmuştur.Yayımlandığında oldukça ses getirmiş ve yasal değişikliklere kay-naklık etmiş çok sayıda kitabı, ulusal ve uluslararası makale ve bil-dirileri mevcuttur.1988-2012 yılları arasında İTÜ İşletme Fakültesi Hukuk Anabilim Dalı’nda öğretim üyesi olarak görev yapmıştır. İTÜ BMT-KAUM ku-rucu üyesi ve danışma kurulu üyesidir.

SATRANÇ TAKIMININ İSTANBUL DERECESİ

İTÜ Satranç Takımı, “İstanbul Üniversiteler Arası Satranç Turnuvası"nda 2. oldu. Takımımız, FMV Işık Okulları 9. Satranç Takım Turnuvasında ise üniversiteler kategorisinde 5.'lik elde etti. Spor-cularımız Emre Hasgüleç ve Egemen Karakaş ise masa derecesi yaptı.

Kimya Mühendisliği Bölümü Araştırma Görevlisi Sadiye Halitoğlu, 20-25 Temmuz 2014 tarihleri arasında Çin - Suzhou'da gerçekleştirilen “The 10th International Congress on Membranes and Membrane Processes (ICOM2014)” kongresinde ödül aldı. Halitoğlu, "Prediction of Plasticization Resistance of Polyimide Membranes Via Molecular Simulation" başlıklı bildirisi ile "En İyi Poster Sunum" kategorisinde ödüle değer görüldü.Halitoğlu, doktora çalışmasını Prof. Dr. Birgül Tantekin Ersolmaz danışmanlığı ve Doç. Dr. Göktuğ Ahunbay eş-danışmanlığında Kimya Mühendisliği Bölümünde sürdürüyor.

ARAŞTIRMA GÖREVLİSİ SADİYE HALİTOĞLU’NA ÇİN’DEN ÖDÜL

138 itü vakf� dergisi

olarak görev yaptığım dö-nemde Sanat (SNT) kodlu dersin zorunlu kılınması ile gerçekleşti. Öğrencilerimiz zaten yetenekli ama biz-ler bu radikal değişimlerle estetik ve sanat kaygısı taşıyan mezunlar vermeyi hedefl edik” diye konuştu. Karaca, ilerleyen günlerde İTÜ bünyesin de “Oğuz Atay Bilim ve Sanat Merke-zi”nin açılacağı haberini de konuklarla paylaştı.

“Hedefi miz, Uluslararası Sanat Tasarım Ağı kurmak”GSB Başkanı Doç. Dr. Yüksel Demir, “Geçti-ğimiz yıl sanatın nabzının üniversitede atma-sı için periyodik ve nitelikli ekinlikler yapmayı hedefl emiştik. Bu kapsamda Bilim Kültür ve Sanat Komisyonunun önderliğinde bu yıl ilk kez İTÜ SANAT etkinliklerini düzenledik. Önümüzdeki dönemlerde de İTÜ SANAT’ı periyodik olarak tekrarlamayı düşünüyoruz” dedi. Kısa vadede lisans öğrencileri için di-siplinler arası bilim ve sanat programı başlat-

İTÜ GÜZEL SANATLAR BÖLÜMÜ 30 YAŞINDA İTÜ Güzel Sanatlar Bölümünün (GSB) 30. kuruluş yıldönümü, Taşkışla Yerleşkesinde gerçekleştirilen bir dizi etkinlikle kutlandı.1984-1985 Akademik Yılında eğitim ve öğretime başlayan İTÜ GSB’nin yeni yaşı, İTÜ yönetimi, Güzel Sanatlar Bölümü yöne-timi bölüm akademisyenleri, idari personeli ile çok sayıda öğrenciyi bir araya getirdi. Tarihi Taşkışla Binasında gerçekleştirilen kutlama programı, İTÜ TMDK Öğretim Gö-revlisi Bahar Büyükgönenç’in keman dinle-tisi ile başladı. Programın açılış konuşmasını GSB’nin 1999 - 2006 Dönemi Başkanı Prof.Dr. Ayla Ödekan yaptı. Ödekan, konuş-masında İTÜ’de sanatın tarihsel sürecine, GSB’deki çalışmalara ışık tuttu.

Oğuz Atay Bilim ve Sanat Merkezi kuruluyorRektör Prof. Dr. Mehmet Karaca İTÜ’de rek-törlerin her dönem sanata çok önem verdiği-ni, bazı dönemlerde ise radikal dönüşümler yaşandığını söyledi. Karaca, “Bu dönüşüm-lerden ilki 1996 yılında değerli hocamız Prof. Dr. Gülsün Sağlamer döneminde İnsan ve Toplum Bilimleri (İTB) derslerinin zorunlu kılınması ile yaşandı. İkinci dönüşüm ise 2009 yılında da benim de Rektör Yardımcısı

mayı düşündüklerini, 2007 yılından bu yana çalışmalarını sürdürdüklerini söyleyen Demir, uzun vadedeki hedefl erini ise “Ulusal/Ulusla-rarası Sanat Tasarım Ağı (USTA) kurmak isti-yoruz. Bu ağ öğretim üyesi ve öğrenci deği-şim programlarını içeren bir sistemi içeriyor” sözleriyle anlattı.30. yıl kutlama etkinlikleri kapsamında öğren-cilerin ve akademisyenlerin çalışmalarından oluşan karma sergi de açıldı. Öğrencilerin sanat heyecanını ve yeteneklerini teşvik et-meyi amaçlayan sergi, 31 Mayıs’a kadar açık kalarak ziyaretçilerden oldukça ilgi gördü.

Tüm ülkemizi olduğu gibi İTÜ ailesini de derinden üzen Soma’daki maden faciasında yitirdiğimiz madencilerimizin yürek-lerimizi yakan acısı hiç silinmeyecek. İTÜ olarak, bu acıyı unutmadan gerek akademik gerekse maddi ve manevi destek adına üzerimize düşeni yapma konusundaki sorumlulu-ğumuzu hep hissediyoruz. Bu amaçla, 26 Mayıs Pazartesi günü gerçekleştirilen Justin Timberlake konserinden İTÜ Vakfı aracılığıy-la sağlanan gelirin, zorunlu masrafl ar karşılandıktan sonra kalan önemli bir bölümünün, “Soma Bursu” adıyla yeni bir fon oluştu-rulması için kullanılması kararı alınmıştır. Bu burstan, babasını Soma’da ya da ülkemizin bir başka yerindeki maden kazasında yitiren ve İTÜ’yü kazanarak üniversitemizin öğrencisi olacak genç-lerimiz yararlanacaktır. Ayrıca bu acıyı yaşamış öğrencilerimize yurt tahsisi konusunda özel kontenjan ayrılması kararı da alınmıştır. Soma’daki acının yaralarının sarılması adına İTÜ Ailesi olarak üze-rimize düşeni yapmaya devam edeceğimizin bilinmesini istiyor, yitirdiğimiz madencilerimizi bir kez daha rahmetle anıyoruz.

JUSTIN TIMBERLAKE KONSER GELİRİ İLE “SOMA BURSU”

DENİZCİLİK FAKÜLTESİ’NDEN ULUSLARARASI BAŞARI

Sailing Training Internatio-nal tarafından düzenlenen ve Karadeniz’de Varna limanından hareketle No-vorossiysk limanına yel-kenle gidilmesini kapsa-yan 440 millik “SCF Black Sea Tall Ships Regatta 2014” yarışında, ülkemizi İTÜ Denizcilik Fakültesi öğrencileri temsil etti. 29 Nisan 2014 tarihinde, ”STS BODRUM” yelkenli eğitim gemisi ile fakülteden hareket eden öğrencilerimiz, 30 Nisan’da Varna Limanına ulaştı. Organizasyon kapsamında düzenlenen bir-çok etkinliğe katılan takımımız, Crew Parade tören kıtası geçişlerinde ise Birincilik Ödülünün sahibi oldu. 3 Mayıs 2014’te Varna’dan yarışa başlayan takımımız, 7 Mayıs’ta Novorossiysk Limanına kendi kate-gorisinde 2. olarak giriş yaptı ve kupasını burada aldı. Takımımız ayrıca, 12 Mayıs’ta Novorossiysk Limanından Sochi’ye düzenlenen dostluk seyrinde de yer aldı. Sochi’de düzenlenen et-kinliğe Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin de katılarak, dereceye giren öğrencileri kutladı ve başarı dileklerini iletti.

TÜ,DEN HABERLER

139itü vakf� dergisi

İTÜ’nün, sayısı 5 bini bulan nadir eserlerinden özel bir seçki, iki hafta boyunca İTÜ RSG’de sergilendi. İTÜ’nün ilk Başhocaları Hüseyin Rıfkı Tamani ile İshak Efendi'nin ve ünlü Türk bilgini Ali Kuşçu’nun el yazması eserleri sergide yer aldı.

İTÜ Rektörlük Sanat Galerisi (İTÜ RSG), yılın 5. sergisinde ziyaretçileri yüzyıllar öncesinin nadide eserlerine götürdü. Zamana meydan okuyan kitap sayfalarının, dergilerin ve çizimlerin yer aldığı “İTÜ Nadir Eserler Koleksiyonu Sergisi”nde, yüzyıllar öncesine ait eserler sergilendi.

İTÜ Mustafa İnan Kütüphanesi’nde bulunan Nadir Eserler Koleksiyonu’ndan seçkiler Haziran ayında İTÜ RSG’de ziyarete açıldı. İTÜ’nün 5 bin parçadan oluşan nadir eserler koleksiyonundan uzman bir heyet tarafından seçilen 68’i kitap olmak üzere yaklaşık 100 eser, meraklılarıyla buluştu. Özel bir iklimlendirme ile saklanan eserlerin zarar görmemesi için sergi süresi iki hafta ile sınırlandırıldı.

Sekiz Farklı Dilden EserlerOsmanlıca, Arapça, Farsça, İngilizce, Fransızca, Almanca, İtalyanca ve Latince olmak üzere sekiz ayrı dilde yazılan eserlerin yer aldığı sergideki parçalar belirlenirken, eser içeriklerinin yanı sıra ciltleme metotları, yan kağıtları gibi kriterler de gözönüne alındı. Ceylan derisine yazılmış Ruzname, ünlü Türk bilginlerinden Ali Kuşçu’ya ait el yazması eserler, 1909 -1928 arasında İTÜ öğrencileri ile hocaları tarafından çıkarılan ve o zamanın fi kri ve kültürel zenginliğini yansıtması bakımından önem taşıyan el yazması Şaka Dergisi gibi birbirinden önemli nadir eser tarih meraklılarıyla buluştu.

İTÜ’nün BaşhocalarıMühendishâne'nin iki Başhocası, Hüseyin Rıfkı Tamânî ve İshak Efendi'ye ait eserler de sergileniyor. Kendisine Başhocalık ünvanı verilen ilk insan olan Hüseyin Rıfkı Tamânî, 26 Temmuz 1806 tarihinde getirildiği bu görevi 1817 yılında vefatına kadar sürdürdü. Osmanlı’nın en önemli matematikçilerinden biri olan Tamani’nin sergide yer alan eserleri şöyle:“El-Ferîdetü'l-Münîre fî 'İlmü'l-Küre (El yazması), İmtihânü'l-Mühendisîn (1802), Usûl-i Hendese (1806), Mecmuatü'l-Mühendisîn (1830 ve 1844), Usûl-i İnşa-ı Tarîk (1871).”1830 yılı sonunda Mühendishâne-i Berrî-i Hümâyûn Başhocalığına getirilen, 1834 yılına kadar bu görevi sürdüren ve modern bilimlerin öncü isimlerinden biri kabul edilen İshak Efendi’ye ait eserler de sergilendi. Özellikle mühendislik literatürünün oluşmasındaki katkısı, o güne kadar eğitimi yapılmayan bazı bilim dallarında ilk defa ders kitabı hazırlaması ve yeni bilimsel terimlerin türetilmesindeki öncülüğü nedeniyle eserleri ayrıca önemli olan İshak Efendi’ye ait “Mecmua-i Ulum-i Riyaziye (El yazması ve matbu 4 Cilt, 1831-1834), Aksü'l-Merâyâ fi Ahzi'z-Zevâyâ (1835), Kavâid-i Ressâmiye (El yazması) ve Usûl-i İstihkâmât” da sergide yer aldı.

İTÜ’nün Köklü Tarihinden MirasOsmanlı döneminde Mühendishâne-i Berri-i Hümayun adıyla askerî bir okul olarak kurulan, daha sonra Hendese-i Mülkiye Mektebi adını alan İTÜ, 1909 yılında sivil yönetime dönüştürülerek Mühendis Mekteb-i Alîsi, 1928’de ise Yüksek Mühendis Mektebi adını aldı. Gerek İTÜ’nün köklü tarihi gerekse ülkemizin ilk, dünyanın ise en eski mühendislik üniversitelerinden biri olması nedeniyle sahip olduğu konum, çok sayıda kıymetli eseri barındırmasını sağladı. Sadece Osmanlı kaynaklı eserler değil, Avrupa kaynaklı çok sayıda eser koleksiyonda yer alıyor. İTÜ’nün tarihi 241 yıl öncesine uzanıyor ancak nadir eserler varlığının tarihi 668 yıl önceye kadar

dayanıyor. Mühendishane öğrencilerinin eğitiminde kullanılması amacıyla dönemin padişahları III. Selim, Sultan II. Mahmut ve Sultan Abdulmecit tarafından yurt dışından getirilen çok sayıda eser de koleksiyonda yer alıyor. Nadir eser varlığıyla Türkiye’nin en zengin 2. üniversite kütüphanesine sahip olan Mustafa İnan Kütüphanesi’nde, şu kategoride nadir eserler yer alıyor:- Tahrir Defterleri (El yazması ve mühendislik ağırlıklı)- Teknik Eserler (Mühendislik ve mimarlık konularını içerir )- İnşaat ve Fenni Bilimler Matbu Eserleri (Mühendishane hocaları tarafından yazılmış fen ağırlıklı teknik ve bilimsel çalışmalar)- Mimari çizim ve şekilleri içeren eserler (Genellikle Osmanlıca ve Fransızca teknik çizimler)- Evrak ve haritalar (siyasi, kültürel, ekonomik vb.)- Kütüphanelerde bulunan fen ya da sosyal bilimlere ait kitaplar (Felsefe, tıp, tarih, coğrafya, astronomi vb.)

İTÜ RGS’DE TARİHE YOLCULUK

140 itü vakf� dergisi

TÜ,DEN HABERLER

Üniversiteyle okul arasındaki duvarın yıkıl-ması, down sendromlu öğrencilere yeni bir dünyanın kapısını açtı.İTÜ’nün Maslak’taki ana yerleşkesinde, Tür-kiye’nin ilk üniversite down kafesi açılıdı. “Engelsiz İTÜ” projesinin en önemli parça-larından biri olarak hayata geçirilen çalışma ile örnek bir adım atıldı.İTÜ merkez yerleşkesinde Fanfan adıy-la açılan ve mutfağında da servisinde de down sendromlu öğrencilerin çalıştığı kafe-nin açılışına İTÜ Rektörü Prof. Dr. Mehmet Karaca, İTÜ’lü akademisyenler ve öğrenci-ler, down sendromlu öğrenciler, aileleri ve öğretmenleri ile konuklar katıldı. Törende, down kafe projesinin birlikte yürütüldüğü Sarıyer Şehit Üsteğmen Ali Büyükdicle Özel Eğitim İş Uygulama Okulu öğrencile-rinin temsili karne töreni de yapıldı. Down sendromlu öğrencilerin hazırladığı “gülen yüz keki” de konuklara ikram edildi.

Eğitimde İyi Örnek ÖdülüSarıyer Şehit Üsteğmen Ali Büyükdicle Özel Eğitim İş Uygulama Okulu tarafından yürütülen “Ben de Çalışabilirim” projesi ile öğrenciler becerilerine uygun alanlar-da profesyonel çalışma hayatının parçası oluyor. İTÜ’nün okul ile işbirliği de bu proje üzerinden gelişti. Proje, 2014 yılında Eği-timde İyi Örnekler Konferansı kapsamında, “Özel Eğitim” kategorisinde ödüle değer bulundu.

İTÜ’DEN YAYILAN KOCAMAN GÜLÜMSEME

Bir Kapıyla Başlayan DeğişimSarıyer Şehit Üsteğmen Ali Büyükdicle Özel Eğitim İş Uygulama Okulu, İTÜ’nün Ayaza-ğa Yerleşkesi ile bitişik konumda bulunuyor. Aradaki duvar ile ayrılan ve 10 yıldır hiçbir iletişimin kurulmadığı okul, 1,5 yıl önce kar-deş okul ilan edildi. İTÜ Rektörlüğünün ka-rarıyla da önce duvar yıkılarak okul ile kam-püsün bağlantısını sağlayan bir kapı açıldı. Kapının açılmasıyla birlikte, okul için de adeta yeni bir dönem başladı. İTÜ’nün spor tesislerinden ücretsiz olarak yararlanma hakkı verilen öğrenciler, yürüme mesafesin-deki bu tesisleri kullanmaya başladı. Deva-mında ise spor turnuvalarına katılım ve farklı branşlarda kazanılan madalyalar geldi. İTÜ öğrenci kulüplerinin neredeyse her gün zi-yaret ettiği ve down sendromlu öğrencilerle etkinlikler gerçekleştirdiği bir bağ kuruldu. Duyarlılık sadece üniversite öğrencileriyle sınırlı kalmadı. Üniversite yerleşkesi içinde yer alan İTÜ Geliştirme Vakfı Okullarından öğrenciler de okulu ziyaret etmeye ve gö-nüllü etkinlikler gerçekleştirmeye başladı.

‘Özellikle gülen yüz keki istiyorlar’Fanfan Kafe açılırken, İTÜ Rektörlüğü ta-rafından down sendromlu öğrencilerin is-tihdam edilmesi önkoşul olarak getirildi. Birçok yatırımcı bu önkoşulu riskli görüp çekilirken, Ayça Pars özellikle bu nedenle işletmeci olmayı tercih etti. “Ben de bir an-neyim” diyen Fanfan Kafe’nin sahibi Ayça Hanım, bunu bir yatırımdan öte vatandaş

olarak taşıdığı sosyal sorumluluk bilincinin somut sonucu olarak gördüğünü söyledi. Pars, “İTÜ gibi bir markanın bünyesinde, İTÜ öğrencileriyle bir arada olmak fi kri za-ten çok güzeldi. İTÜ her an üreten ve yaşa-yan bir yer, öğrencilerle birlikte olmayı çok seviyorum. Buranın bir down kafe olarak hizmet vermesinin istenmesi ise bu işe duy-duğum heyecanı, isteği kat kat artırdı.

‘Önce kantinde eğitim aldılar’Sarıyer Şehit Üsteğmen Ali Büyükdicle Özel Eğitim İş Uygulama Okulu Müdürü Can Da-ğaşan ise engelli gruplarının 4’e ayrıldığına ve istihdam oranın en düşük olduğu grubun zihinsel engelliler olduğuna dikkat çekti. “Ben de Çalışabilirim” projesini bu yüzden çok önemsediklerini, İTÜ’nün duyarlılığıyla birlikte hayata geçirdikleri down cafenin ise örnek olmasını dilediğini söyledi.

İTÜ Tekstil Teknolojileri ve Tasarımı Fakül-tesi Moda Tasarımı Programı ve New York Fashion Institute of Technology (FIT) ortak programının 7. yıl mezunlarının hazırladığı ta-sarımlardan oluşan İTÜ Fashion Show 2014 gerçekleştirildi. İTÜ’lü genç modacılarının tasarımlarının yarıştığı görkemli organizasyo-nun jürisi, moda ve tekstil sektöründen otorite isimlerini bir araya getirdi.Banu Noyan’ın koreografi si ve Deniz Akka-ya'nın sunumuyla Divan Otel’de gerçekleşti-rilen İTÜ Fashion Show 2014’te, 25 manken podyuma çıktı. Genç tasarımcıların, “Bağlılı-ğın Doğası” temasıyla hazırladıkları 2015 İlk-bahar – Yaz koleksiyonu, profesyonellerden ve davetlilerden tam not aldı. Yarışmanın bi-rinciliğini Merve San, ikinciliğini Naz Sağır ve üçüncülüğünü Ceylin Türkkan kazandı.

İTÜ’NÜN GENÇ TASARIMCILARINDAN 2015 MODASI

Gecenin açılışında konuşan İTÜ Genel Sek-reteri Doç. Dr. Tayfun Kındap, moda tasarım-cılarının çok önemli bir iş yaptığını, kişilerin hayatını güzelleştirmeye katkı sunduklarına işaret etti. Kişinin severek aldığı bir kıyafeti giydiğindeki mutluluğu tasarımcıların hediye ettiğini belirten Kındap, İTÜ’nün yetiştirdiği öğrencilerin başarısıyla gurur duyduklarının altını çizdi. FIT’ın moda tasarımı eğitimi ala-nında dünyanın en önemli kurumu olduğu-na işaret ederek, İTÜ-FIT işbirliği sayesinde uluslararası çalışmalar yapabilecek dona-nımda mezunlar yetiştirdiklerini vurguladı.

İTÜ-FIT Moda Tasarımı Programı İTÜ-FIT Moda Tasarımı Programı, İstanbul Teknik Üniversitesi ile New York Devlet Üni-versitesi bünyesinde bulunan Fashion Institu-

te of Technology (FIT) arasında 2004 yılında yapılan akademik işbirliği ile hayata geçirildi. Dünyanın en iyi moda okullarından biri olarak gösterilen FIT, ortak çift diploma programını sadece İTÜ ile yürütüyor. FIT’ın uzmanlığı-nı köklü akademik varlığıyla birleştiren İTÜ, adından söz ettiren başarılı tasarımcılar ye-tiştiriyor. Program mezunları, uluslararası ça-lışmalarıyla dikkat çekiyor.

141itü vakf� dergisi

İTÜ mezunu Uçak Mühendisi Can EREL’in, dergimizin önceki sayısında tanıttığımız ve kısa sürede ikinci baskısı yapılan “Can’Ca Türkiye’de, Endüstrinin Gelişiminde İz Bıra-kanlar” kitabının getirisi ile Uçak Mühendisli-ği alanında öğrenim gören öğrencilere burs desteği sağlanacak. İTÜ Rektörlüğü ve İTÜ Uçak ve Uzay Bilimleri Fakültesi (UUBF) De-kanlığı arasında düzenlenen “Can’Ca Başarı Bursu Protokolü” 241.Yıl İTÜ Günü ‘nde İTÜ Uçak-Uzay Bilimleri Fakültesi’nde gerçek-leştirilen mezunlar buluşmasında imzalandı. “Can’Ca Türkiye’de, Endüstrinin Gelişimin-de İz Bırakanlar” kitabı getirisi ile oluş-turulacak maddi kaynakla, 2014-2015 eğitim-öğretim yılında İTÜ UUBF Uçak Mühendisliği Bölümünü kazananlar ara-sında belirlenecek ve lisans öğrenim ha-yatı boyunca:-Her dersten tam notun % 70 seviyesinde geçer not alacak,-Sömestr başarı ortalaması en az % 75 olacak,-Bir sonraki akademik yıla ders bırakmayacak,

Can’Ca Türkiye’de, Endüstrinin Geli iminde z B�rakanlar kitab� geliri ile “CAN’CA BAŞARI BURSU”

Ulusal Ajans, 2014-2015 Akademik Yılı Erasmus değişim programı hibe dağılımı-nı açıkladı. İTÜ, en yüksek hibeyi almaya hak kazanan üniversite oldu. Toplam 1 mil-yon 100 bin 750 Euro destek alan İTÜ’nün birinci sıraya yerleşmesinde, istikrarla ve başarıyla yürütülen Erasmus programı uy-gulamasının payı büyük.İTÜ, Erasmus değişim programını uygu-lamaya başlayan ilk üniversitelerden biri. 11 yıldır başarıyla ve doğru planlamalar-la yürütülen program, İTÜ öğrencilerine Avrupa’nın en seçkin üniversitelerinin ka-pısını açıyor. Ulusal Ajans tarafından ilan edilen hibe oranlarında, bu yıl en büyük bütçe İTÜ’ye ayrıldı. Bu başarının ardın-da ise hibe miktarının belirlenmesinde dikkate alınan ölçütler açısından İTÜ’nün yakaladığı başarı yatıyor. Üniversitelerin

Kyoto Institute of Technology’de gerçek-leştirilen “CAADRIA 2014 - 19th Interna-tional Conference of the Association for Computer-Aided Architectural Design Re-search in Asia” konferansında, 3 araştırma görevlimiz ödül aldı. Fen Bilimleri Ensti-tüsü, Mimari Tasarımda Bilişim Doktora Programı Öğrencisi Araş. Gör. Sibel Yase-

-Uyumlu ve örnek öğrenci kişiliği olacak,-Uçak mühendisliği ile ilgili en az bir öğrenci kulübünde üye olarak çalışmalara katılım sağ-layacak,bir kız öğrenci her akademik yılda aylık “Burs” ve yılda bir defa “Kitap-Kırtasiye Desteği” adı ile madde destek alacak.Seçilecek kız öğrenci, ayrıca maddi deste-ğin çok ötesinde “Öğrenci-Mesleki Gelişim Rehberlik-Tavsiye Desteği” de alacak.İTÜ Burs Ofi si ve İTÜ UUBF Burs Komisyo-

nu tarafından hazırlanacak “Akademik Yıl Başarı ve Disiplin Raporu”na göre mesleki etkinliklere katılım ve stajlar konusunda reh-berlik, bu etkinliklere katılımın uygun şartlar-da yapılması konusunda tavsiyelerde bulu-nulmasını kapsayan destek, bizzat mesleki bilgi, deneyim ve iletişim-ilişki ağı ile Uçak Mühendisi Can EREL tarafından verilecek. …Ve “Can’Ca Başarı Bursu” etkisi ve ben-zer başarı kriterleri ile oluşturulan “Ayça&-Nahsan ŞİMŞEK Başarı Bursu” da cinsiyet

şartı olmaksızın ve “Öğrenci-Mesleki Gelişim Rehberlik&Tavsiye Desteği” hariç maddi destek içeriğine sahip ola-rak 2014-2015 eğitim-öğretim yılında İTÜ UUBF Uçak Mühendisliğini kazanan bir öğrenciye yönelik olarak başlatılacak. Kitap için detaylı bilgi: http://canerel.com.tr/v2/index.php/kitap: Ada Kitap, Toplu satış: Hensuma [email protected] ulaşmak için [email protected].

ERASMUS’TA EN BÜYÜK DESTEK İTÜ’YEplanlamalarıyla hedefl erinin tutarlılığı hibe miktarlarının dağıtımında önemli rol oyna-yan etmenler arasında yer alıyor. İTÜ’de 2003-2004 Akademik Yılında pilot uygu-lamanın başladığı Erasmus programında, ilk yıldan bugüne hedef-gerçekleşme ora-nındaki başarı oldukça yüksek. Programın uygulanmasındaki önemli başarılardan bir diğeri ise derslerin karşılıklı sayılması. Bir-çok üniversitenin birkaç yıldır yerleştirme-ye çalıştığı İTÜ’nün ise 2005-2006 Akade-mik Yılından bu yana uyguladığı sistemle, öğrencinin Erasmus programı boyunca aldığı tüm dersler dönem dersleri arasın-da sayılıyor. Bu sayede öğrenciler normal eğitim süresinde kayıp yaşamaksızın yük-seköğretimlerinin bir dönemini Avrupa’da geçiriyor. İTÜ’nün gelen-giden öğrenci ha-reketliliğindeki rakamların dengesi de dik-

kat çekiyor. Av r u p a ’ ya g ö n d e r i -len öğrenci s a y ı s ı n ı n yüksekliği, İTÜ’ye ge-len yabancı öğrenci sa-yısı için de geçerli.İTÜ’den 2012-2013 Akademik Yılında 468 öğrenci Erasmus programıyla Avrupa’ya gitti, 340 öğrenci ise İTÜ’ye geldi. 2013-2014 Akademik Yılı değişim programı ha-len devam ediyor. İTÜ’nün Norveç ve İzlan-da hariç tüm Avrupa ile Erasmus değişim anlaşması bulunuyor. Yürütülen anlaşma sayısı ise 900’ün üzerinde.

ULUSLARARASI KONFERANSTA

3 ARAŞTIRMA GÖREVLİMİZE ÖDÜLmin Özgan “Playing by the Rules” başlıklı bildirisi ile “Young Caadria Award”, Araş. Gör. Sema Alaçam ve Zeynep Bacınoğlu ise “A Context Based Approach to Digital Architectural Modelling Education” başlıklı bildirisi ile “En İyi Bildiri Sunumu” ödülüne değer görüldü.

142 itü vakf� dergisi

Savaş Çekirge Klasik Gitar Eğitim ve Araş-tırma Birimi (Gitar Merkezi), İTÜ Maden Fakültesi bünyesinde 5 Ekim 2004’de kurul-du. Gitar Merkezi’nin kuruluş amacı, Gitar Müziğinin ve Klasik Gitarın Ülkemizde ta-nınması, yaygınlaşması ve geliştirilmesi ola-rak belirlenmişti. 10 yıllık sürede bu amaç doğrultusunda Gitar Merkezimizde çeşitli çalışmalar yapılmış, etkinlikler düzenlen-miştir. Üniversitemizde klasik gitarla ilgili ilk çalışmalar 1992 yılında Kültür ve Sanat Birliği’nde ve İTÜ Vakfı’nda Savaş Çekirge tarafından başlatılmış ve O’nun aramızdan ayrıldığı 1998 yılına kadar devam etmiştir. Savaş Çekirge İTÜ İnşaat Fakültesi mezu-nuydu. Müziğin Savaş Çekirge’nin yaşa-mında önemli bir yeri olmuş ve bunun sonu-cu olarak Türkiye’de klasik gitarın yayılması, gitar repertuarının geliştirilmesi ve gençlerin klasik gitar konusunda eğitilmesi için büyük çaba göstermiştir. Savaş Çekirge mühen-dislik yaşamı ile müzik yaşamının birlikte, başarı ile sürdürülebileceği konusunda iyi bir örnek olmuştur. Gitar Merkezimizde öncelikle “Gitar Eğitimi” verilmektedir. Geçen 10 yıllık sürede, çeşitli yaş gruplarında 500’e yaklaşan öğrencimiz gitarla tanışmış veya mevcut gitar bilgilerini geliştirme olanağı bulmuşlardır. Bu öğrenci-lerimizden bazıları Uluslar arası Gitar Günle-ri’nde performanslarını sergileyebilecek dü-zeye erişmişlerdir. Gerçekleştirilen “Ulusal ve Uluslararası Gitar Etkinlikleri” kapsamın-da, “Gitar Konserleri ve Atölye Çalışmaları (Workshop)” düzenlenmiştir. Öğrencilerimiz görmüş oldukları gitar öğrenimlerinin sonuç-larını “Yılsonu Konserleri” ile sergileme ola-

Kurulu unun 10. y�l�ndaİTÜ MADEN FAKÜLTESİ SAVAŞ ÇEKİRGE KLASİK GİTAR EĞİTİM VE ARAŞTIRMA BİRİMİ

Prof. Dr. Nevin ÇekirgeGitar Merkezi Müdürü

nağı bulmuşlardır. Merkezimizin pe-riyodik yayını ve Türkiye’deki ba-sılı tek klasik gitar dergisi olan, “İTÜ Gitar Dergisi” ile tüm gitar severle-re ulaşılmaya ça-lışılmıştır.Gitar Merkezimi-zin diğer önemli etkinliği ise baş-latmış olduğumuz “Sosyal Sorumlu-luk Projeleri” dir. Bu bağlamda ci-var köylerde yaşa-yan yetenekli lise ve ortaokul öğrencilerinin gitar kurslarımız-dan ve etkinliklerimizden ücretsiz yararlan-maları sağlanmaktadır. Gitar Merkezimizin organize ettiği Ulusal ve Uluslar arası tüm etkinlikler ile İTÜ Gitar Dergimizin ücretsiz olması ise sosyal sorumluluk anlayışımızın diğer uygulamalarıdır.

Ünlü Gitarist Tilman Hoppstock’tan10. Yıl Konseri ve Master Class Çalışması Gitar Merkezimizin 10. kuruluş yılını, Ekim 2014 de başlayacak olan çeşitli etkinliklerle kutlayacağız. Bu bağlamda “İTÜ Gitar Fes-tivali”ni düzenliyoruz. Yurtdışı ve yurtiçinden ünlü gitaristlerin katılımıyla gerçekleşecek olan festivalde, gitar müziğinin çeşitli per-formanslarına yer verilecektir. Ünlü Alman Gitarist ve Eğitimci Tilman Hoppstock’un

vereceği açılış konser ile Festivalimiz baş-layacak. Hoppstock, gitaristler için master class çalışmasını da gerçekleştirecek. Gi-tarist Erkan Oğur, Gitar Merkezimizin açılış konserinde olduğu gibi bir kez daha Sa-vaş ağabeysi için çalacak. Reina Flamen-co Grubu, fl amenco müziği eşliğinde dans gösterisi sergileyecek. Erdem Sökmen- Ha-san Meten İkilisi caz, folklorik gitar ve mo-dern müzik parçalarını sunacaklar. Genç gitaristleri temsilen Alp Ozan Bursalıoğlu ve İTÜ Savaş Çekirge Gitaristleri’nin per-formanslarını gitarseverler izleyecekler. İTÜ Gitar Festivali ve Gitar Merkezimiz ile ilgili ayrıntılı bilgilere web sayfamızda ayrıca yer verilmektedir (www.klasikgitar.itu.edu.tr).Bilim ve Sanatın bütünleştiği ortamlarda gençlerin yetiştirilmesini, öğrencilerimiz ve Üniversitemiz için önemli bir gereksinim olarak görmekteyiz. İTÜ Maden Fakültesi Savaş Çekirge Klasik Gitar Eğitim ve Araş-tırma Birimi’nin kuruluşu, bu gereksinimi karşılama ve başka sanatsal oluşumlara ör-nek olabilme açısından, şüphesiz önemli bir adım olmuştur.

TÜ,DEN HABERLER

143itü vakf� dergisi

Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı (TMDK) Türk Halk Oyunları Bölümü, Rus-ya Federasyonu Dağıstan Cumhuriyeti’nin başkenti Mahaçkale’de düzenlenen 6. Gortsı Festivali’ne katıldı. TMDK Türk Halk Oyunları Bölüm Başkanı Prof. Nihal Ötken yönetimindeki 24 kişilik topluluk, sergiledikleri dans gösterileri ile büyük beğeni topladı. Festivalde; Fransa, Slovakya, Azerbaycan, Kazakistan gibi farklı coğrafyalardan 17 ülkenin ekipleri, halk dansları gösterileri sunmanın yanı sıra, ülkelerinin geleneksel kıyafetlerini giyerek kültürel öğelerin tanıtı-mını da yaptı. Etkinliklerde ülkemizi ve üniversitemizi ba-şarı ile temsil eden İTÜ TMDK Halk Oyun-ları Bölümü, Dağıstan Cumhurbaşkanlığı, Dağıstan Kültür Bakanlığı ve Mahaçkale Belediye Başkanlığı tarafından teşekkürle uğurlandı.

HALK OYUNLARI BÖLÜMÜ RUSYA’DA SAHNE ALDI

Türk yapı sektörü Ekim ve Kasım aylarında iki dev fuarla bir araya geliyor!

Bölgelerinin en büyük fuarları olan 27. Yapı Fuarı – Turkeybuild Ankara 23 - 26 Ekim tarihlerinde Congresium - ATO Kongre ve Sergi Sarayı’nda, hemen ardından düzen-lenecek olan 20. Yapı Fuarı – Turkeybuild İzmir ise 6 - 9 Kasım tarihleri arasında İz-mir Uluslararası Fuar Alanı’nda sektör pro-fesyonellerini bir araya getirecek.YEM Fuarcılık tarafından Türk yapı sektö-rünün en köklü ve en görkemli organizas-yonlarından olan Yapı Fuarı – Turkeybuild Ankara Ekim ayında 27. kez, Yapı Fuarı - Turkeybuild İzmir ise Kasım ayında 20. kez

YAPI FUARLARI - TURKEYBUILD

SEKTÖR HABERLER

ziyaretçileri ile buluşacak.Yapı sektörü profesyonellerine sağladığı faydayı düzenli olarak arttırdığını, yıldan yıla gerçekleştirdiği büyüme ile ispat etmiş olan Yapı Fuarları – Turkeybuild, gerek katılımcıla-rına gerekse ziyaretçilerine sunduğu fırsatlar ile dikkat çekiyor.Türkiye ekonomisinin yükselen değeri yapı sektöründe, yılın en önemli iki buluşması olan bu fuarların uluslararası boyutuna da dikkat çeken YEM Fuarcılık Genel Müdürü Burcu Başer şunları söyledi: “Yapı sektö-ründe yılın ilk buluşması olan 37. Yapı Fu-arı – Turkeybuild İstanbul, 12 salon ve açık alanda, 25 ülkeden 1.150 katılımcı fi rmanın katılımıyla gerçekleşti. 17.600 ürün, 3.540 markanın sergilendiği fuarı 106.537 kişi ziya-ret etti. Dünyadaki beş büyük yapı fuarından biri olan Yapı Fuarı – Turkeybuild İstanbul’un fuar alanını 2015’te büyütüyoruz, alanımız 19.000 m2 daha büyüyerek 100.000 m2’ye ulaşacak. Ardından, Ekim ayında Ankara’da, Kasım ayında ise İzmir’de düzenleyeceğimiz iki dev buluşma ile sektörümüz için heyecan dolu bir dönem bizi bekliyor. 37 yıllık tecrü-beyle, başarı çıtasını her geçen yıl artırmayı

başaran fuarlarımızın bu yıl da yaratacağı yeni iş ve işbirliği olanakları ile öncelikle düzenlendikleri bölgenin ekonomisine, sonrasında ülke ekonomisine büyük kat-kı sağlayacağına inanıyoruz. Tüm sektör profesyonellerini bu önemli buluşmalarda yerlerini almaya ve sektörün heyecanına ortak olmaya davet ediyoruz.”Katılımcılara eşsiz iş fırsatları sunan Yapı Fuarları – Turkeybuild, ziyaretçiler için de farklı seçenekleri bir arada bulabilecek-leri özel bir platform oluşturuyor. Sektöre henüz girmemiş yatırımcılar da yapı dün-yasındaki yenilik ve teknolojilerin sektör kullanıcılarına sağladığı tüm imkânları sergileyen fuarı yakından takip ediyor.Yapı Fuarları – Turkeybuild, ulusal veya global fi rmaların yanı sıra, mesleki platformları, STK’ları, resmi veya yerel yönetim temsil-cilerini, akademisyenleri hatta öğrencileri bir araya getirerek, sektöre değer katanla-rın yanında yerini alıyor.

144 itü vakf� dergisi

TÜ V

AK

FI› N

DA

N H

ABER

LER

İTÜ Vakfı Sosyal ve Kültürel Hizmetler Ko-mitesi, İTÜ’ye yaptığı burs katkıları nede-niyle aldığı Gümüş Arı ödülüyle Vakfımızı gururlandırdı. Üniversitemizin 241. kuruluş yılı nedeniy-le gerçekleştirilen Geleneksel İTÜ Günü etkinlikleri kapsamında düzenlenen ve İs-tanbul Teknik Üniversitesi’ne en fazla ba-ğışta bulunan kişi ve kuruluşlara verilen “Gümüş Arı Ödülü”nü, İTÜ Vakfı Sosyal ve Kültürel Hizmetler Komitesi dördüncü defa Vakfımıza getirdi. İTÜ Senatosu, Burs Pro-jesine ve Üniversitemize yaptığı katkıları değerlendirerek, İTÜ Vakfı Sosyal ve Kül-türel Hizmetler Komitesi’ni 2014 yılında da “Gümüş Arı Ödülü”ne layık gördü. Ödülü, 2014 İTÜ Günü töreninde Komite’yi temsi-len kurucu üyelerden Kamuran Aköz aldı.1984 yılında, üniversitemizi desteklemek üzere kurulan İTÜ Vakfı, kuruluş yılından itibaren hizmete açtığı işletmelerden sağ-ladığı gelirlerini İTÜ öğrencilerine burs, yurt imkanı ve üniversiteye katkı olarak su-nuyor. Burs ve yurt olanaklarının dışında, Vakfımız bütçesinden ve şartlı bağışlar-dan har yıl İTÜ’ye önemli miktarda doğ-rudan katkı sağlanıyor. Aynı amaçlarla ve

Vakfımıza güç katmak üzere 1989 yılında gönüllü üyelerin bir araya gelerek kurduğu Sosyal ve Kültürel Hizmetler Komitesi de, yıllardır aynı heyecan ve özverili çabalarla çok sayıda etkinlik gerçekleştirerek sağla-dığı gelirler ve bağışlarla öğrencilere burs veriyor. Komitenin düzenlediği bu etkinlik-ler arasında dünyaca ünlü solist ve grupla-rın katıldığı klasik müzik konserleri, yurtiçi ve yurtdışı geziler, briç ders ve turnuvaları, yoga, resim kursları, söyleşi ve konferans-lar yer alıyor. Günümüze kadar binlerce İTÜ öğrencisinin yararlandığı bu karşılıksız eğitim bursları ile Üniversitemize önemli bir katkı sağlanıyor. Bu katkılar nedeniyle İTÜ Vakfı 2004 yılın-da Altın Arı, Sosyal ve Kültürel Hizmetler Komitesi ise, 2003 yılında Gümüş Plaket, 2010 yılında Gümüş Arı, 2011 yılında Al-tın Arı, 2013 ve 2014 yıllarında Gümüş Arı Ödülü’ne layık görüldü.

Komite’nin Yıl Sonu ToplantısıSosyal ve Kültürel Hizmetler Komitesi, 2013-2014 çalışma dönemini Şadiye Karadoğan başkanlığında geleneksel yıl sonu yemekli toplantısı ile tamamladı. Ha-

Sosyal ve Kültürel Hizmetler Komitesi’ne “Gümü Ar� Ödülü”

ziran ayında yapılan toplantıda çalışma dö-neminde gerçekleştirilen etkinlikler değer-lendirildi, Ekim 2014’te başlayacak yeni dönem etkinlikleri için yol haritası çizildi. Kamuran Aköz’ün, Komite adına aldığı “Gümüş Arı Ödülü”nü sunduğu toplantıda, üyeler, bu gururu bir kez daha yaşamanın sevincini paylaştı.

Sosyal ve Kültürel Hizmetler Komitesi’nin yıllardır her Salı-Perşembe İTÜ Maçka Sos-yal Tesislerinde sürdürdüğü ve giderek bir kulüp kimliğine bürünen Briç ders ve turnu-vaları etkinliği, 2013-2014 dönemini ku-pa-madalya töreni ile bir dönemi daha ge-ride bıraktı.Haziran ayında yapılan dönem sonu turnu-vasında briç tutkunlarının kupa ve madalya sevincini yaşadığı Yıllık Klasman Sıralaması şu şekilde oldu:

Salı Günü Sıralaması: Yıllık Ortalama1. Ülkü Kalyon 60,312. Betül Eskişar 60,1023. Yasemin Suner 59,64

Perşembe Günü Sıralaması Yıllık Ortalama 1. Zeynep Başaran 59,7692. Gönül Karabeyoğlu 58,9523. Nuran Tokyay 58,952

Briç Dönem SonuKupa Töreni

Rektör Mehmet Karaca, komite üyesi Kamuran Aköz’e gümüş arı ödülünü verirken.

İTÜ, farklı disiplinlerden binlerce me-zununu daha hayata uğurladı. İTÜ Vakfı, her yıl olduğu gibi, 2013-2014 Akademik Yılı’nda da, İTÜ Fakülteleri ile İTÜ Türk Musikisi Devlet Konserva-tuvarı bölümlerinden, bölüm birinciliği derecesi ile mezun olan tüm öğrenci-lere ödül olarak birer altın hediye etti. Vakfımızın, geleneksel altın ödülü, 20 Temmuz’da Ülker Sports Arena’da gerçekleştirilen mezuniyet töreni sıra-sında bölüm birincilerine sunuldu.

Bölüm Birincisi Mezunlara TÜ Vakf� Ödülü

145itü vakf� dergisi 145itü vakf� dergisi

Geleceğimizin yapı taşları gençlerimizin büyük bir kısmı maddi imkansızlıklar içinde öğrenimlerini sürdürüyorlar. İTÜ Vakfı, kuruluş yılı olan 1984’ten beri gerek bütçesinden ayırdığı burs fonu, gerekse mezunlarımız, mensuplarımız ve İTÜ dostlarının verdiği desteklerle bugüne kadar on binlerce öğ-rencimiz için umut oldu. İTÜ Vakfı Sosyal ve Kültürel HizmetlerKomitesi ise, gönüllü üyelerinin yıllardır sergilediği örnek dayanışma ile, gerçekleştirmekte olduğu etkinliklerden elde ettiği gelirin tümünü burs fonuna aktarıyor. Bütün bu çabaların sonucu olarak, 2013-2014 akademik yılında da yüzlerce İTÜ öğrencisine karşılıksız burs verilerek eğitim giderlerine katkı sağlandı. Geleceğimizi şekillendirecek gençlerimiz adına yapılan küçük-büyük her katkı öğrencilerimiz için bir dayanak oluyor, üniversitemize ise güç katıyor. Nakdi ve ayni bağışlarla, "Burs" çalışmalarımıza katkıda bulunan, destek veren tüm kişi ve kuruluşlara en içten teşekkürlerimizi sunuyoruz.

İTÜ VAKFI BAĞIŞÇILARIA.Ener PELİNAltok KURŞUNASKAYNAKAtaç SOYSALAysel KARASCavit ÇITAKElif KAYA OKFahriye - Şule GÜNDÜZFatma Sema OKTUĞF. Feriha BAYSANGazanfer SanlıtopHas MİMARLIKHawlett ParckartHüseyin İNAN (Mustafa İNAN Bursu)İsmail KARASİTÜ VAKFI Sosyal ve Kültürel Hizmetler KomitesiKesken Keser -Hatice KeserMAS POMPAMehmet ÇAĞIL - Çağıl MakinaMehmet ÇAPAMetin ÇELİKNaci ENDEMNafi s ÇUBUKÇUNahit KİTAPÇIOĞLUODAK Baskılı Devre San. Tic. Ltd. Şti.OKİDA Elk. Tic.Ltd.Önder HIZVER / İzmit Süt ÜrünleriÖmer HANECİOĞLUProf. Dr. Öner ARICI (Nesrin ARICI ÖNER)Recep TORUNOĞLURemzi KAYAHANRuhi KAFESÇİOĞLUSEMA YAZAR Gençlik Vakfı- (Mehmet Yazar)Servet – Ata TURŞUCUSuna ALTUĞSevket Sevgen YAĞLISüheyl AKMANTalat SİVRİOĞLU

Tahsin DEMİRCİOĞLUTalha DİNİBÜTÜNTuğrul E RSAVAŞ- Konsan Kontrol CihazlarıTurhan TUNATürkmenoğlu İnşaatVasıf ERKUTERVecihi BAŞARYıldız GÖNCÜYüksel MENE

İTÜ VAKFI SOSYAL VE KÜLTÜREL HİZMETLER KOMİTESİ BAĞIŞÇILARIAli Haydar & Gülten KAZGANBelkıs ERYÜKSELBerrak ÖZCANBetül EROZAN ve ArkadaşlarıBetül ESKİŞARCansel KOCAMANELKON Elevatör Konveyör ve Makine San. Tic. A.Ş.Emel UZCANEmine AĞAREmine YAĞCIErtan DOĞANErten ERSUErzen ONUREsen ATLIFiliz BİLENGROUPMGönül KARAGÖZGülçin GÜVENSOYGülsün GÜRSELGüven ÖNALGüzin KARACAİrem VARDARKamuran AKÖZKamuran EKENLERKevser ARSANLeman ŞENGİRGİNMesut GÜLFİDAN (71 Makine Mezunları)Münevver MELEKOĞLUNaci KOLOĞLU

Necla BİLGENersin ŞATIROĞLUNevin OSMANOĞLUNezihe ÖZELGİNNuran AKAYNuran ÖZBİLÖmer İZGİNReyyan AKSELSacide BİLGÜNSalim BİLGÜNSevgi KARAKADIOĞLUSevim ÜLGENSuna ATAKSüha ÇİLMİŞerife ÖZKAYNAKTülin GEDİKTAŞÜlkü KALYON61 İnşaat Mezunları EşleriYetkinler Orman Ürünleri

Kitap Telifi BağışçılarıAli ALKUMRUAlinur BÜYÜKAKSOYAyşe PEKER DOBİEGökhan UZGÖRENHüseyin İNAN (Mustafa İNAN adına)Mithat İDEMEN

Ayni KatkılarAhmet PURA (Colgate Palmolive A.Ş.)Azize YILDIRIM (Banat Fırça ve Plastik San. A.Ş.)Esnan Diş KliniğiEvyapHacı Bekir Lokum ve Şekerli Mamüller A.Ş.Kadir GÜMÜŞNurtekin EROL (Cafer Erol Şekercisi)Simpaş HoldingZiylan Ayakkabı

2013-2014 Akademik Y�l� Burs Ba���ç�lar�

Gelece�imizin Yap� Ta�lar�Gençlerimize Katk�

146 itü vakf� dergisi

THEORY AND PRACTICE OF SHIP HANDLING

Bu kitap, İTÜ mühendislik ve mimarlık öğ-rencilerinin İngilizce öğrenimlerinde kulla-nılmak üzere hazırlanmıştır. İki bölümden oluşan kitabın birinci bölümünde sade-leştirilmiş metinler kullanılarak öğrencile-rin bilimsel ve teknik kelime hazinelerini zenginleştirmeleri ve bilimsel yazılardaki cümle yapılarını öğrenmeleri düşünülmüş; ikinci bölümde ise ders kitaplarından ve bilimsel dergilerden öğrencilerin ilgisini çekeceği düşüncesiyle alınan orijinal me-tinler bulunmaktadır.

Kullanılan kelimeler ve cümle yapıları

bakımından oldukça basit görünen ilk

bölümlerden sonra daha zor metinlere

Gemi kullanma işiyle uğraşan herkesin rüzgar, dalgalar veya akıntılar gibi çevre koşullarına dair zorluklarla baş edip optimum gemi kullanımı performansı gösterebilmek için yüzerlik/batmazlık (buoyancy), stabilite, manevra kabiliyeti, denize elverişlilik ve gemiyi kumanda etmenin statik ve dinamik özellikleri ile ilgili temel bilimsel bilgiler konusunda uzmanlaşmış olması gerekmektedir. Başka bir deyişle, gemi kullanma işiyle uğraşan bir kişiden beklenen, ampirik deneyim ve başarılardan elde ettiği uzmanlığı bilimsel bilgiyle destekleyerek akla uygun biçimde

geçilerek karmaşık cümle yapılarına yer

verilmiştir. Kelimelerin seçiminde dengeli

davranılmış, özellikle bilimsel yayınlarda

yaygın şekilde kullanılan kelimelerin me-

tinlerde yer almasına çalışılmıştır. İngilizce

kelimelerin Türkçe karşılıkları sadece me-

tindeki anlamları esas alınarak verilmiştir.

Öğrencilerin bilinen bir kökten türetilmiş

kelimeleri tanıyabilmeleri için kelime yapısı

konusunda kitaba bazı kısımlar ilave edil-

miştir. Alıştırmalar, bir yandan öğrencilere

alışılmış cümle yapılarını kolaylıkla tanıma

yeteneği kazandıracak, diğer yandan öğ-

rencileri benzer cümleleri kurmaları için

teşvik edecek şekilde düzenlenmiştir.

Kinzo Inoue –Professor Emeritus, Kobe University

328 Sayfa, 18x 26 cm

İTÜ Vakfı Yayınları, 2014

İngilizce Orijinal

Pamela Edis

180 Sayfa, 16.6x23.5 cm

İTÜ Vakfı Yayınları, 2014 – 5. Baskı

uygulamasıdır. Söz konusu kitap, bu

anlamda hem doğrudan gemi kullanma

işiyle uğraşan kişiler için, hem de aynı

zamanda temel bilimsel bilgileri mümkün

olduğunca teorik bir biçimde ele almak

suretiyle, gemi kullanma alanını sıfırdan

başlayarak öğrenmek isteyenler için

hazırlanmıştır.

Bunların yanı sıra elinizdeki kitap, olguları

açıklayan çok sayıda girift denklem içerse

de, bunlara boğulmadan sadece belirli bir

geminin hareketlerini çalışmak isteyenlere

de hitap edebilecek şekilde tasarlanmıştır.

TEKNİK İNGİLİZCE

YA

YIN

LAR

Gemi Kullanma Teorisi ve Pratiği

147itü vakf� dergisi

Matematik I Çözümlü ProblemleriY.Doç.Dr.Ayşe Peker Dobie6. Baskı

Matematik ITeoremler, İspatlar,ProblemlerY. Doç. Dr.Mehmet Ali Karaca2. Baskı

Ord. Prof. Ata Nutku Türk Gemi İnşaatı Endüstrisi veMühendislik EğitimininÖnderiY. Müh. Aydın Esen

MimarlıktaDeğerlendirmeProf. Dr. Mete Tapan

KompleksDeğişkenliFonksiyonlar TeorisiProf. Dr. Mithat İdemen2. Baskı

İstanbul Teknik Üniversitesi ve Mühendislik TarihimizEditör: Prof. Dr. MehmetKaraca2. Baskı

ElektromagnetikAlan TeorisininTemelleriProf. Dr. Mithat İdemen3. Baskı

Lineer CebirÇözümlü Problemleri Y. Doç. Dr Mehmet Ali Karaca2. Baskı

Genel JeolojiProf. Dr. İhsan Ketin8. Baskı

Yazıları veRölöveleriyleSedat ÇetintaşProf. Dr. Ayla Ödekan

Muallim İsmail HakkıBey ve Musiki TekâmülDersleriProf. Nermin Kaygusuz

5. Essentials of Research PaperWritingDilek Vidana TavaşoğluSuzan ArımanSüeda Albayrak - 2. Baskı

DiferansiyelDenklemlerProf. Dr. Faruk Güngör4. Baskı

Planlamada Sayısal YöntemlerProf. Dr. Vedia Dökmeci

İTÜ VAKFI YAYINLARI SATIŞ YERLERİ:İTÜ Vakfı (İTÜ Maçka Yerleşkesi), Çantaylar Kitabevi (İTÜ Ayazağa Yerleşkesi), YEM Kitapevi,

Pandora, EDGE Akademi (Ankara)Ayrıntılı bilgi için: www.ituyayinlari.com.tr Sipariş: [email protected]

Hikmet BarutçugilThe Marble Face of Ebru/100th Solo Exhibition251 Sayfa, 30x30 cmİTÜ Vakfı Yayınları

YAYINLAR

148 itü vakf� dergisi

İstanbul Teknik Üniversitesi ve Mühendislik Tarihimiz - 2. baskı, 2013

Theory and Practice of Ship Handling

Genel Jeoloji - 2008, 8. Baskı

Teknik İngilizce

Mimarlıkta Değerlendirme - 2004 Yüksek Matematik

Ord. Prof. Ata Nutku-Türk Gemi İnşaatı Endüstrisi ve Mühendislik Eğitiminin Önderi - 1.baskı, 2013

Gemi Formunun Hidrodinamik Dizaynı

Dalga Kırınımında Analitik Yöntemler Cilt:I-II - 2011 Nükleer Çağın İlk 40 Yılı

Lineer Cebir Çözümlü Problemleri - 2009 İTÜ Tarihçesi

Writing Research Papers - 2.baskı, 2006 Flotasyon

Diferansiyel Denklemler - 2010 İTÜ’den 50 Yıllık Anılar

Elektromanyetik Alan Teorisi Çözümlü Problemleri Cilt:I-II - 2009

Fizik 1

Yazıları ve Rölöveleriyle Sedat Çetintaş - 2004

Mimarlıkta Estetik Değerlendirme

Matematik 1 Teoremler, İspatlar, Problemler - 2008 Analiz

Planlamada Sayısal Yöntemler - 2005 Genel Fizik Deneyleri

Essentials Of Research Paper Writing - 2.baskı, 2013

Ebrunun Mermer Yüzü

Kompleks Değişkenli Fonksiyonlar Teorisi - 2008

Üniversitelerimiz Nereden Nereye Getirildi

Uçuşun Yüzüncü Yılında Modern Aerodinamiğin Temelleri - 2006

Sözlü Yazılı ve Bilimsel Anlatım Teknikleri

Matematik I Çözümlü Problemleri - 6. Baskı, 2013 Plaser Yataklar

Elektromanyetik Alan Teorisinin Temelleri - 2006

İstanbul Boğazı Güneyi ve Haliç›in Geçe Kuvaterner Dip Tortulları

Yaşamın Evrimi Fikrinin Darwin Döneminin Sonuna Kadarki Kısa Tarihi - 2004

Müzikoloji ve Kaynakları -2006

Cisimlerin Mukavemeti 2014 (9. Baskı çok yakında kitabelerinde)

Muallim İsmail Hakkı Bey ve Musiki Tekamül Dersleri -2006

İstanbul Teknik Üniversitesi ve Mühendislik Tarihimiz - 2. baskı, 2013

Kinzo Inoue

İhsan Ketin

Pamela Edis

Mete Tapan Cevdet Koçak

Aydın Esen

Kemal Kafalı

Alinur Büyükaksoy,Gökhan Uzgören, Ali Alkumru

Nezihi Özden

Mehmet Ali Karaca Kazım Çeçen

Editörler: Dilek Vidana Tavaşoğlu, Süeda Albayrak, Suzan Arıman

Suna Atak

Faruk Güngör Kemal Kafalı

Gökhan Uzgören, Alinur Büyükaksoy, Ali Alkumru Hüseyin Güven v.d.

Editör: Ayla Ödekan Mete Tapan

Mehmet Ali Karaca Ratıp Berker

Vedia Dökmeci Mustafa Çetin

Editörler: Dilek Vidana Tavaşoğlu, Süeda Albayrak, Suzan Arıman

Hikmet Barutçugil

Mithat İdemen Kemal Kafalı

Ülgen Gülçat Ö.Bayramıçlılar, N.Ak

Ayşe Peker Dobie Atilla Aykol, Ali H. Gültekin

Mithat İdemen Engin Meriç

A.M. Celal Şengör Yrd. Doç. Dr. Recep USLU

Mustafa İnan Nermin Kaygusuz

150 TL 50 TL

25 TL 10 TL

10 TL 10 TL

50 TL 15 TL

25 TL 10 TL

15 TL 10 TL

15 TL 10 TL

25 TL 10 TL

18 TL 8 TL

150 TL 10 TL

25 TL 10 TL

10 TL 8 TL

17 TL 150 TL

15 TL 10 TL

17 TL 8 TL

22 TL 8 TL

11 TL 10 TL

15 TL 10 TL

10 TL

İTÜ VAKFI YAYINLARI

149itü vakf� dergisi

Bir spor eğitimcisinin en başta yapması gereken özeleştiridir. Yaptığı işi önem-seyen disiplinli bir öğretici misiniz?

Sporcuların öğrenmeye yakın oldukları anı yakalamakta usta mısınız? 15 dakikadan fazla dayanma gücü olmayan, bu sürenin sonunda duygusal dalgalanmalar yaşayan insanlar iyi bir eğitimci olabilirler mi? Eğer söylediklerinizin yarısı anlaşılmıyorsa, hindi gibi homurdanan bir yapıya sahipseniz öğreticilik gibi çocukların, gençlerin yaşamı-na yön veren, onların yaşam mücadelesinde doğru yolu bulmasına yardım eden eğitimcilik gibi önemli bir işe kalkışmamanız gerekmek-tedir. Eğer bir eğiticinin yeterli öğretme ye-teneği yok ise, sporcularının öğrenimi eksik kalacaktır. Genç sporcular sporsal becerileri öğrenmek için çok heveslidirler, bunun için öğretmen-lerinin gözünün içine bakarlar. Bu bağlamda spor eğitimcisinin görevi, karşısındaki heves-li sporcu adaylarının yeteneklerinin ortaya çıkmasına yardımcı olmak, onların genetik şifreleriyle getirdikleri yeteneklerinin farkına varmalarını sağlamaktır. Bu anlamda olabil-diği kadar en iyi öğretmen olabilmek için eli-nizden geleni yapabilmelisiniz. İyi bir sporcu olmak öğreticiliğinize yardım eder ancak iyi bir sporcu olmakla, iyi bir öğretmen olmak arasında büyük bir fark vardır. Örneğin, fut-

Metin Tükenmez

İyi bir sporcu olmak öğreticiliğinize yardım eder ancak iyi bir sporcu olmakla, iyi bir öğretmen olmak arasında büyük bir fark vardır. Örneğin, futbol oynamak başka, futbolu başkalarına öğretmek ise bambaşka yetenekler ister…

Sportif Becerilerin Ö retim Yöntemleri

bol oynamak başka, futbolu başkalarına öğ-retmek ise bambaşka yetenekler ister. Deneyimler göstermiştir ki geçmişte başarı-lı olan bazı sporcular, yıllar önce öğrendiği temel bilgileri öğretmekte oldukça zorlan-mışlardır. Şunu yadsımamak gerekir; hangi sporla ilgili olursa olsun bir becerinin başka-larına öğretilmesi ya da başkasında var olan becerilerin ortaya çıkartılıp geliştirilmesi başlı başına bir yetenektir. Sporsal becerilerin öğretimini dört ana başlık altında toplayıp, inceleyebiliriz. Konuyu açık-lamak, uygulayarak göstermek, ekip olarak uygulamaya geçmek ve yanlışları moral des-tek vererek düzeltmek.

Konuyu AçıklamakÖğretilecek beceriye ilişkin açıklamalar ya-pılırken gerek hareketler gerekse sözler şevk ve heyecan verici olmalı. Dikkatlerin dağıl-masına ya da başka yöne odaklanılmasına izin verilmemeli ve kullanılan dilin kırıcı, argo olmamasına özen gösterilmelidir. Açık, anla-şılır, bazı terminolojik terimleri, genç sporcu-ların anlayacağı düzeye indirerek konuşul-malı. Kısa anlatımlar kullanılmalı. Açıklamalar üç dakikayı aşmayacak şekilde yapılmalı.Spor eğitimcisi çalışmayı başlatırken her za-manki yerini alır; sporcuların toplanması, bir araya gelmesi için sesle ya da hareketlerle

SPO

R

uyarıda bulunur. Konuşurken yüzü sporcula-ra dönük olur. Sporcularla göz iletişimi kuru-larak örneğin “evet başlama zamanı geldi, dikkatinizi verir misiniz lütfen” gibi bir anla-tımla çalışmaya başlanılmalı. Ciddi, nazik bir anlatımla normal yaşamdaki konuşmanın bi-raz üzerinde bir ses tonu ile sporculara ses-lenilmeli. Sporcuların dikkatlerini çekmenin etkin bir yolu, onların bir hareketini övmek, gerektiğinde kutlamaktır.Sporcular arasında henüz dikkatini toplama-yanlar varsa direkt olarak onlara bakıp, isim sorarak dikkatlerini toplamaya çalışılmalı. Bu da yeterli olmazsa onlar çalışmayı olumsuz etkilemeyecekleri bir yere oturtulmalı. Ça-lışmanın olanak verdiği bir anda ya da so-nunda onlarla konuşulabilir. Bu durumda eği-timci özdenetimine dikkat etmeli. Çalışmaya başlarken yapılacak anlatımda şöyle denile-bilir: “Bugünkü basketbol antrenmanında çift elle göğüs pası çalışacağız.”Beceri Uygulayarak GösterilmeliBir hareket onu en iyi yapan kişi tarafından gösterilmelidir. Eğer özel bir çalışmayı uygu-layabilecek durumda değilseniz, ya kendini-zi geliştirmeye çalışın ya da o hareketi en iyi uygulayacak birini bulun. Bir diğer seçenek ise uygulamaları fi lm ya da video ile göster-mektir. Şöyle bir anlatımla sporcuların dikkati çalışma üzerine yoğunlaştırılabilir: “Bu çalış-

150 itü vakf� dergisi

Yanlışlığın nedeninden, onun nasıl düzeltile-ceğinden emin değilseniz öneride bulunma-dan önce biraz daha düşünün. Yanlış, etkisiz öneriler, zaman içerisinde size olan güveni sarsar. Sporcuların yanlışlarının düzeltilme-sinde öncelikli olana eğitimci karar vermelidir. Çünkü yapılan bir yanlış diğer becerilerin bo-zulmasına da neden olabilir. Böyle bir durum söz konusu ise, sporcunuza öncelikle gider-mesi gereken yanlışı gösterin. Eğer yanlışlar birbiriyle ilişkisiz görünüyorsa, bu durumda gene en iyi sonucu verecek öneriyi sporcuya vermek zorundasınız. Göstereceksiniz ki, bu gelişme onu isteklendirecek (motive edecek) ve diğer sorunlarını da ortadan kaldıracaktır. Öte yandan çalışma anında yapılan iyi hare-ketler övülerek “olumlu yöntem” kullanılmalı, övgülerde içten olunmalı. Sporculara aşırı bilgi verilmemeli. Yanlışını düzeltecek kadar bilgi verip zamana bırakılmalı. Sporcuya ve-rilen taktiğin anlaşıldığından emin olunmalı. Taktik uygulanamıyorsa dayanç (sabır) için-de yeniden fırsat verilmeli. Sporcu başarı için desteklenmeli, hemen başarı edinilemiyorsa arzusu kırılmamalı. Zamanlaması iyi yapıla-mayan moral desteği, amacı ortadan kaldıra-cağı gibi sporcunun çalışmaya yine yanlışlıkla devam etmesine neden olacaktır. Sporcuya uygun seçilmiş ve zamanında verilecek des-tek başarımgücünü artırmak için ona güç ve-recek, öğrenme süreci hızlanacaktır.

mayı biliyorsanız şimdi tam olarak en iyisini yapmaya çalışalım. Lütfen her biriniz dikkati-nizi buraya verin.”Sporsal beceri öğretilirken ön açıklama asla yadsınmamalı. Böylece sporculardan ne beklediğinizi daha iyi bileceklerdir. Örneğin şöyle söyleyebilirsiniz: “Önce size bu hare-ketin nasıl olduğunu göstereceğim, birkaç kez yineleyeceğim, her yinelemede değişik konumda(pozisyonda)uygulayarak hareketin nasıl yapıldığını görmenizi sağlayacağım.” Her uygulamadan önce önemli noktalarda hareketin yapılışındaki incelikleri belirtmeyi yadsımayın. Eğer hareket karmaşık (komp-leks) görünüyorsa yinelenilmeli, daha yavaş uygulanmalı. Hareket uygulanarak göste-rildikten sonra, bu hareketin daha önce öğ-renilmiş olanlarla ilişkilerini anlamaları için sporcular uyarılmalı. Hareketleri uygulama-dan önce ya da uygulama sırasında sorusu olanların sorularını herkesin duyabileceği şekilde yanıtlamalı, sorular salt uygulanan konuya ilişkin olmalı.

Ekip Olarak UygulamaBir sporsal becerinin çalışılması sırasında yapılacak uygulamalar kolay anlaşılır, öğret-meye yönelik olmalıdır. Genç sporcular bu hareketleri başarmayı, öğrenmeyi kendi iç is-teklenmelerinde(motivasyon) ararlar. Eğer bu yoksa görünen nedenleri, fi ziksel sakatlıklar, başarısızlık korkusu, zevk almama korkusu olabilir. Yapılan hareketin tehlikesi ya da ris-ki varsa bunu en aza indirmenin, başarısız-lık korkusunun bir yana bırakılmasının yolları öğretilmelidir. Takım hareketi çalışmaya baş-ladığında, hareketin tam olarak yapılıp yapıl-madığına dikkat edilmeli. Eğer yapılmıyorsa durdurulup gerekli düzeltmeler yapılmalıdır.Sporcuların büyük bir çoğunluğu hareketi yapamıyorsa çalışma durdurulmalı, hareket yeniden gösterilmeli, gerekli çalışmalar yine-lendikten sonra devam edilmeli. Gerektiğin-de tümüyle birlikte teker teker hareketler eği-timci ile birlikte yapılmalı. Sporsal becerinin öğretilmesi anında her adım için bir anahtar sözcük belirlenebilir. Herkes beceriyi öğre-ninceye değin bu şekilde çalışma sürdürül-meli.

Eğer bir beceri yine de yeterince yapılamıyorsa diretilmemeli, bir diğerine geçilmeli. Daha sonraki çalışmalarda başarılamayan hare-ketler sporcularla ve yardımcı çalış-tırıcılarla tartışılmalı. Bu tartışmalar hareketin neden yapılamadığı ko-nusunda çalıştırıcılara bir fi kir verir. Öğretilmeye çalışılan hareketler sporcuların yaşına göre karmaşık olabilir. Ayrıca teknik adamlar da doğru öğretemiyor olabilir.Sporcular hareketi öğrenmekte faz-la zorlanıyorlarsa, hareketi parçala-

ra ayırarak öğrenim kolaylaştırılabilir, her par-ça tüm sporcular tarafından öğrenilinceye değin yinelenebilir. Daha sonra tüm parçalar birbirine eklenerek hareketin öğrenilmesi sağlanır.Buna karşın yanlışların sürüp sürmediğine dikkat edilmeli ya da yeniden ortaya çıkıp çıkmadığı gözlenmeli. Bir ya da daha fazla kusur görüldüğünde çalışma durdurulmalı. Genel yanlışlar düzeltildikten sonra hareket-le ilgili, sporcuların başarımgücünü (perfor-mans) tek tek süzgeçten geçirmeli. Sporcu-larla çalışırken biriyle ya da bazılarıyla daha çok ilgilenmek, iyi sonuçlar vermeyecektir. Ayrıca çocuklarla çalışırken iyi durumda olanla uğraşmaktansa bu zamanı başkaları-na harcamak daha akıllıca olabilir.

Yanlışları Moral Destek Vererek Düzeltmek Bir sporsal becerinin öğretilmesi için salt çalışmak yetmez. Çalışmanın sonuç ver-mesi için, sporcuların kendi form durumları konusunda bilgi sahibi olmalarını sağlayan moral desteğe gereksinimleri olur. Bunun için sporcuların yapması gereken ile yaptıklarını karşılaştırarak başarımgücünü incelemek ve değerlendirmek gerekir. Yanlış bulunduğun-da, neyin neden olduğu araştırılmalı, hangi önerinin yararlı olacağı bulunmalı.

Bir sporsal becerinin öğretilmesi için salt çalışmak yetmez. Çalışmanın sonuç vermesi için, sporcuların kendi form

durumları konusunda bilgi sahibi olmalarını sağlayan moral desteğe

gereksinimleri olur. Bunun için sporcuların yapması gereken ile yaptıklarını karşılaştırarak başarımgücünü incelemek ve

değerlendirmek gerekir.

Eskrim Takımımız, Konya' da düzenlenen Türkiye Üniversiteler Arası Eskrim Şampiyonasından 3 madalya ile döndü. Flöre Erkek Takımı 2.'lik, Epe Erkek Takımı 3.'lük elde etti. Bireysel müsabakalarda ise Erkek Flöre branşında öğrencimiz Erdinç Özdemir Türkiye 3.'sü oldu.Takımımızı kutluyor, nice başarılar diliyoruz.

ESKRİM ŞAMPİYONASINDA İTÜ'YE 3 MADALYA

151itü vakf� dergisi

KALİTA KANDEMİR NOWOSODZKİ KOLATA

Batı Kuzey Doğu Güney

- - - 3 Karo

3NT 4 Karo 4 Kör Pas

Pas Pas

AV42

Q6543

A7

83

T983

9

QVT9843

4

RD5

AV

R5

RD9765

76

R10872

62

AV102

K

G

----- DB -----

Trefl 4’lü atağını elden alan Doğu, kör as yere geçti ve yerden kör valesini oynayarak elden ruayla ezdi.

Tekrar kör oynarken yerden 1 adet pik kaçtı, Kandemir bu eli al-madı ve tekrar oynanan diğer körü alınca,

Kendisi de son körü oynadı. Bu esnada yerden hangi kağıdı atar-sa atsın oyun artık 1 batmaktan kurtulamıyordu.

Kandemir 1 el bekleyip, sonra alarak ve son körü de oynayarak yeri squeeze etmişti. Kartlar şöyle idi:

\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\

Hazırlayan : Süleyman Kolata

52. AVRUPA TAKIM ŞAMPİYONALARI52. Avrupa takım şampiyonaları 21 Haziran-1 Temmuz tarihleri arasında Hırvatistan'ın Opatija kentinde yapıldı. 3 branşta yarışan TÜRKİYE şu sonuçları aldı.

OPEN TEAM:1- İsrail 214.802-Monaco 213.293-İngiltere 209.6512-Türkiye 168.75

LADİES TEAM:1-Hollanda 298.452-İngiltere 296.743-Fransa 294.24 7-Türkiye 259.54

SENİORS TEAM:1-İngiltere 132,412-İsveç 119.803-Polonya 114.75

Türkiye B grubunda 82.54 puanla 8. oldu.Açıklarda 36 takım, kadınlarda 23 takım, senyörlerde 26 takım katıldı. SPINGOLD TURNUVASI19-28 tarihleri arasında Amerika'ın Las Vegas şehrinde yapı-lan SPINGOLD turnuvasında mücadele eden TEAM ASSAEL takımı büyük başarı gösterek 4. oldu. Takım aşağıdaki oyun-culardan oluştu:Mustafa Cem Tokay, Antonio Sementa, Alexander Smirnov, Josep Piekarek.

52. Avrupa Şampiyonası Türkiye-Polonya maçından bir el:

El no=19,Dağıtan güney,E/W zonsuz.

Türk takımları toplu halde

152 itü vakf� dergisi

KALİTA KANDEMİR NOWOSODZKİ KOLATA

Batı Kuzey Doğu Güney

-------- pas pas NT

pas 3 karo pas 3NT

pas pas pas ----

Bu esnada 3 kişi kağıtlarını vermiş durumdadır, yerden ne yerse yesin artık batmaktan kurtulamıyordu.Briçde zor gözüken, defansın yeri squeeze ettiği ellere güzel bir örnek oldu.

52. Avrupa Şampiyonası Türkiye-Polonya maçından birel daha:

El no=29,Dağıtan kuzey, Herkes zonda.

3 KARO= 5-5 minör, minimum zon oynayacak el demek.

Kör atağını alan doğu, kör döndü. Bu eli alan Kolata karo oy-nayıp yerden onlu koydu. As ile alan doğu tekrar kör dönerek, bir tane kör sağladı. Bu arada oynanan körlere yerden 2 kere trefl atıldı, eli alan dekleran karo oynayıp vale koydu. Karonun kötü dağılımını gören Kolata pik empası yaptı. Ruası ile alan batı son körü tahsil edip pik dönerek eli oynayana teslim etti. Defans şu ana kadar 4 el almış durumda idi. Kalan eller şöyle idi:

Piki alan dekla ran, karo ruasını tahsil eder ve trefl as ile ele gelerek son piki oynadığı zaman artık trefl damının yeri önemli değildir, batı karosunu tutmak zorunda olduğu için trefl atmak zorundadır. Oynayan artık önemi kalmayan son karoyu yerden atınca, doğuda son piki tutmak zorunda kaldığı için (daha önce trefl yemişti) AS, RUA trefl çekildi ve 3 NT tam oldu. Bu oyun tarzı briçte Double Squeeze diye adlandırılır..

AV42

-----

A7

3

1098

-----

QV98

-----

RD

----

R5

RD97

76

-----

62

AV2

K

G

----- DB -----

42

V

RV1065

RV632

AQV8

RD54

873

A7

R10

7632

Q942

985

97653

A1098

A

Q104

K

G

----- DB -----

-------

-------

5

RV6

A8

-------

-------

A7

-------

-------

Q

985

97

-------

-------

Q10

K

G

----- DB -----

\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\

S A L A M B A N K A C I L I K