Upload
phunghanh
View
231
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
ROMANTİZMİN ALMAN MİLLİYETÇİLİĞİNE ETKİLERİ
XVIII. yy. sonundan itibaren İngiltere ve Almanya’da ardından Fransa, İtalya ve
İspanya’da, duygunun akıl, hayal gücünün de eleştirel çözümleme karşısında üstünlüğünü
savunan düşünce hareketlerinin tümüne romantizm adı verilmiştir.
Alman romantizminin kaynakları XVIII. Yy’.a kadar uzanır. Klopstock ve Lessing,
Almanya’daki yenilenmenin öncüleriydiler; “Sturm und Drang” hareketinin (akla ve
gerçeklikten yoksun her şeye karşı duygu ve doğa) kökeninde de bir ölçüde onların etkisi
duyulur. 1
Edebiyat ve güzel sanatların tümüne sirayet eden romantizm toplumbilimlerini de
etkilemiştir. Romantik sosyoloji (toplumbilim‐içtimaiyyat), ırkçı toplumbilim… Hayalciliğinden
ötürü bu adla da anılır. XIX. yy.’ın ortalarında İngiltere ve Almanya’da ortaya çıkmıştır. Hitler
canavarlığının ideolojik temelini oluşturan bu akım başta Gobineau ve Lapouge olma üzere
Günther, Krieck, Rosenberg vb. gibi toplumbilimcilerce oluşturulmuştur. Romantik
toplumbilimcilere göre en üstün ırk arya ırkıdır ve bu ırk bütün insanlığa egemen olmalıdır.
Çünkü insanlık toplumu ancak onların egemenliği ile gelişebilir. Romantik toplumbilim
burjuva demokrasisini de yadsır, faşist diktatörlüğü önerir. Dilimizde coşumculuk deyimiyle
özdeşleştirilen romantizm (Fr. Romantisme, Al. Romantismus, İng. Romanticism) 1789
Fransız devriminin yarattığı boşluk duygusunun ürünüdür. Katolik feodalizme duyulan özlemi
de içerir. Halk dilinde haklı olarak hayalcilik anlamında kullanılır. İlkin Fransız yazarı
Stendhal’in önerisiyle romantisizm biçiminde kullanılmaktaydı ( Bu deyim, İngilizce’de hala
kullanılmaktadır). Başlıca temsilcileri felsefe alanında Schelling ve Schleiermarcher; edebiyat
alanında Byron, Hugo ve Sand; resim alanında Gericault ve Delacroix, müzik alanında
Schubert, Schuman, Chopin, Berloiz ve Liszt’tir. Temelde geriye özlemin ürünü olmakla
beraber, ütopik bir anlayışla da olsa burjuva toplumunun çelişkilerini sergilemek ve halk
yığınlarının yaşamına ilgi duymakla ilerici bir yan da taşımıştır. Edebiyat tarihçileri
romantizmde altı ıra saptamışlardır:2
a. Hıristiyanlık duygusu
b. Duygu
c. Öznellik
d. Gönül üzgünlüğü (hüzün)
e. Doğa
f. Özgürlük
Aynı milletin fertleri arasındaki duygu ortaklığından doğan başka bir halk inancı da,
yabancılara düşman olan nasyonalizm (milliyetçilik) şeklini alıyordu. Bu duygu Almanya’da,
bir kavmin ırkı ile dili arasındaki iltibas üzerine dayanan ve bir kavmi bir dil adıyla gösteren
güya ilmi bir doktrinle sağlamlaştırılmıştı. Romantik bir Fransız yazarının muhayyilesi de bu
doktrine şöyle bir fikir eklemişti: Cermen ırkı saf “ari” olarak kalan ve aşağı cinsten ırklarla
birleşme sonucunda meydana gelen bütün öteki aşağı ırklardan üstün terk ırktı. Almanya’da
www.etari
h.com
yayılan bu duygu artık Yahudilerin dinlerine değil de, “sami” olan ırklarına yöneltilen anti‐
semitizm (Yahudi aleyhtarlığı) halini aldı. Yahudi kavmine beslenen hıncı artırdı.3
Alman romantizminin önemli temsilcilerinden Klopstock ve Lessing yenilenmenin
öncüleridirler. "Sturm und Drang" hareketinin kökeninde de onların etkisi hissedilir.
Herder'in yanı sıra Goethe ve Schiller de bu hareketin içindedirler. Romantizm, Hödlerlin ve
Jean‐Paul gibi sonraki kuşağın temsilcilerinde daha belirgindir. Son romantikler arasında
Eichendorff, Ludwig Uhland, Mörike ile romantizmden etkilenmekle kalmayıp bu hareketin
tüm özlemlerini paylaşmayan Heine sayılabilir.
Frederic Schiller Gotthold Ephraim Lessing
Johann Wolfgang von Goethe
Joseph Freiherr von Eichendorff
Eduard Mörike
Johann Christoph Friedrich von Schiller (doğum: 10 Kasım 1759 ‐ Marbach am Neckar,
ölüm: 9 Mayıs 1805 ‐ Weimar) şair, filozof, tarihçi ve en önemli Alman dram yazarıdır. Yazdığı
çoğu tiyatro eseri Alman tiyatrosunda başyapıt niteliğindedir. Schiller doğa tasvirli şiirlerin
şairi olarak da gayet başarılı olmuştur, ancak asıl alanı düşünsel/didaktik şiirdir, çoğu yazara
ilham olmuştur ve dramatik şiirleri en sevilen Alman balatları arasındadır. Schiller; Wieland,
Herder ve Goethe ile Weimar Klasiğinin en önemli dört yazarından biridir.
Gotthold Ephraim Lessing (22 Ocak, 1729 ‐ 15 Şubat, 1781) yazar, filozof, gazeteci ve
Alman Edebiyatının ilk önemli eleştirmenidir. Aydınlanma Çağı'nın önde gelen
temsilcilerindendir. Antik Yunan ve Roma eserlerini taklit etmek yerine, William
Shakespeare'nin eserlerini temel alarak, özellikle drama üzerine yoğunlaşmış ve 1779 yılında,
son büyük dramı olan, Haçlı Seferleri sırasında Kudüs'te geçen olayda Musevilik, Hristiyanlık
ve İslam'ı simgeleyen "üç halka" konusunu ele aldığı, dinsel bir sorgulama niteliğindeki Bilge
Nathan'ı (Nathan der Weise) yazarak; güçlü bir savunucusu olduğu aydınlanma felsefesini,
aklın kullanılmasını etkili bir biçimde ifade etmiştir. Bıraktığı eserlerle, "Milli Alman
Edebiyatı"nın gelişimini hızlandıracak bir zemin oluşturmuştur.
Johann Wolfgang von Goethe (d. 28 Ağustos 1749, Frankfurt – ö. 22 Mart 1832,
Weimar), Alman edebiyatçı. Aynı zamanda çeşitli doğa bilimleri alanlarında araştırmalar
yapmış ve yayınlar çıkarmıştır. 1776 yılından itibaren, Weimar dukalığının bakanı olarak
çeşitli idari ve siyasi görevlerde bulunmuştur. Goethe, şiir, drama, hikâye (düzyazı ve dörtlük
www.etari
h.com
şeklinde), otobiyografik, estetik, sanat ve edebiyat teorisi, ayrıca doğa bilimleri olmak üzere
birçok esere imza atmıştır. Bununla birlikte, zengin bir içeriğe sahip olan mektup çeşidi,
önemli edebi eserlerindendir. ‘Fırtına ve Coşku’ (Sturm und Drang) döneminin en önemli
öncüsü ve temsilcisi olmuştur. 1774 yılında ‘Genç Werther’in Acıları’ adlı eseri ile bütün
Avrupa’da ün yapmıştır. Daha sonra, 1790 yılından itibaren, Friedrich Schiller ile birlikte ortak
ve dönüşümlü bir şekilde, içeriksel ve biçimsel olarak, Antik kültür anlayışı üzerinde
yoğunlaşarak, Weimar Klasik’in en önemli temsilcisi olmuştur. Goethe, aynı zamanda,
yurtdışında da Alman edebiyatı’nın temsilcisi olarak kabul edilmiştir.
Eduard Mörike (d. 8 Eylül 1804 Ludwigsburg ‐ ö. 4 Haziran 1875 Stuttgart) Romantik
dönem Alman yazar, şairlerindendir. "Stuttgart Cücesi" ve "Mozart Prag Yolunda" kitapları ile
bilinir. Dünyadan kopuk, sessiz bir yaşamın ürünleri olan yalın dizelerinde halk şarkıları ile
romantik dönemin doğanın derinliklerinde kendini bulma eğilimi, Goethe'nin biçim ve ölçü
alanındaki ustalığını bir araya getirmiş, tüm benliğiyle algıladığı doğayı dizelerinde
şiirleştirmiştir. "Bir Lamba İçin" adlı eserinde olduğu gibi küçük ayrıntıları anlattığı şiirlerinin
yanı sıra korku ile zevk, sevinçle üzüntü, istek ile isteksizlik arasında bir denge kurmaya
çalışarak kendi iç dünyasındaki duyguları dile getirdi. "Mummel Gölü Kıyısındaki Hayaletler"
adlı masal ve mitoslara dayanan baladları ile "Terkedilmiş Kız" gibi halk şarkıları en beğenilen
yapıtları arasındadır.
Joseph Karl Benedikt von Eichendorff (d. 10 Mart 1788 Ratibor; ö. 26 Kasım 1788
Neisse) hukuk okudu ve yolculukları sırasında Brentano, Arnim, F.Schlegel gibi kişilerle
dostluk kurdu. Lützow'un gönüllü alayına yazıldı 1813, müttefik kuvvetlerle birlikte Paris'e
girdi 1815. Prusya devleti yüksek memurlarından olan eichendoff, bütün yaşamı boyunca,
Lubowitz Şatosu'nda geçirdiği çocukluk yıllarının özlemini çekti. Koyu katolikliğin ona aşıladığı
son derece keskin inançlar, yapıtlarında romantizme özgü bunalımlı ve ölümcül yanların yer
almasını önlemekle birlikte, alman romantiklerinin özelliğini oluşturan gizemci bir eğilimin
gelişmesine yol açtı. Schleiermacher ve Görres'in etkileri, ondaki bu eğilimi büsbütün
güçlendirdi ve böylece Eichendoff, "romantik okulun son şövalyesi" unvanını aldı.4
Alman milli edebiyatının ve romantizmin önemli temsilcileri yaşamış oldukları dönem
itibari ile Alman milliyetçiliğinin oluşumuna önemli katkılar sağladılar. Yazıları, romanları,
drama ve tiyatro eserleri ile kitleleri etkilemeyi başarmışlardır. 1871 de Alman siyasal
birliğinin sağlanmasına kültürel katkıları yadsınamaz. Alman romantizmi 19. yy.’ın sonunda
ise Romantik milliyetçilik akımının doğmasına da öncülük etmiştir.
Romantik milliyetçiliğin temel karakteristik özellikleri, akla değil duygulara önem
vermeleri, mensup oldukları milletin mistik ve gizemli bir "ruh"a sahip olduğunu iddia
etmeleri ve bu ruhun o milleti diğerlerine üstün hale getirdiğini savunmaları şeklinde
sıralanabilir. Bu görüşün yayılmasında Paul Lagarde ve Julius Langbehn gibi Alman yazarların
yanında “okült” gibi mistik derneklerin faaliyetleri de etkili olmuştur.5
www.etari
h.com
Faşizm her şeyden önce, 19. yy.’ın ikinci yarısına dayanan medeniyet buhranının en
yalın dışa vuruşudur. Bu dönemde olgunluk çağını yaşayan sanayi devrimi, toplum ruhunu,
sanatkârlığı, meslekler arasındaki dayanışmayı, dinî yaşamı yok ederek geleneksel toplumlar
üzerinde yıkıcı oldu. Niteliksizleşen meslek sahipleri basit iş gücüne dönüştüler. Bu iş
gücünün, sahibi olmadığı ve kontrol edemediği makinaların etrafında fabrikalarda
yoğunlaşması, şehre göçün sağlıksız bir şekilde yapılması, geleneksel toplumun yapısını
bozduğu gibi sosyal dokuda yeni bir entegrasyon arayışı içinde olan ve yalnız bireylerden
oluşan kitle toplumunun öne çıkmasına da neden oldu.6 Kitlelerin düşmüş olduğu açmazı
dönemin önde gelen filozofları güç, yağma, iktidar ve savaş gibi kavramlarla çözümlemeye
çalışmaktadırlar. Friedrich Nietzsche, durumu ‐İyi ve Kötü’nün Ötesi‐ adlı eserinde şöyle açıklıyor:
“Yağmalamak aslında yabancı ve zayıf olan her şeyi yağmalamak, zarar vermek, tahakküm etmektir. Onu
baskı altında tutup kendi şeklini ona dayatmaktır, onu içine almak, az veya çok ondan çıkar sağlamaktır
{...} Günümüzde her konu hakkında, sömürgenin var olmayacağı toplumların geleceği hakkında
heyecanlanıyoruz. Böyle kelimeler, benim kulaklarıma gönüllü olarak bütün organik işlevlerinden feragat
eden yeni bir yaşam tarzının icad edilmesinin söz verilmesi gibi geliyor. Çıkar sağlamak, sefih bir topluma
ya da mükemmel olmayan ve ilkel bir topluma has değildir: Önceliğini oluşturduğu hayatın ayrılmaz
parçası. Tam olarak yaşamında iradesi olan güç isteğinden çıkıyor.”
Nietzsche, Alman ırkçılığına “üstün insan” söylemini kazandıran düşünür olma özelliğine de
sahiptir. Üstinsan sözcüğünü ilk olarak teolog ve yazar
Heinrich Miller, 17. yy'da yazdığı Geistlichen
Erquickstunden adlı eserinde kullanmış olsa da
Nietzsche, bu kavramı olgunlaştırarak ırkçılığın temel
söylemi haline dönüştürmüştür. “Böyle Buyurdu
Zerdüşt” adlı eserinin farklı bölümlerinde “…İnsan bir
iptir ki hayvanla üstinsan arasına gerilmiştir.
Uçurumun üstünde bir ip. Tehlikeli bir geçiş, tehlikeli
bir yolculuk, tehlikeli bir geriye bakış, tehlikeli bir
ürperiş ve duraksayış…Çünkü insanlar eşit değildirler.
Gerçek budur. Ve benim istediğim şeyi onlar
istemezler… İddia ederim ki benim üstinsan dediğime,
siz şeytan diyeceksiniz… üstinsan sert olmalıdır…
Panayırda kimse üstinsanlara inanmaz. Orada
konuşmak isterseniz halk tabakası göz kırpar ve "Biz
hep eşitiz" der… Haydi haydi, ey üstinsanlar! Ancak
şimdi insan, geleceğin doğum sancısındadır. Tanrı
öldü, şimdi dileriz ki üstinsan yaşasın… Ey üstinsanlar,
içten adamlar, açık kalpliler; güvensiz olun!
Derinliklerinizi gizli tutun; çünkü bugün halk
tabakasının günüdür…”7 benzer ifadelerle üstün insan vurgusunu sıkça yapmakta, adeta kendisini
üstün insanın habercisi ilan etmektedir.
Alman ırkçılığının en açık tarifi konuşmaları Nietzsche’den alıntılarla dolu olan Adolf
Hitler tarafından yapılmaktadır: “ırkçı anlayış, insanlığın farklı ilkel ırk değerlerinin yerini
alıyor. Prensip olarak devleti, sadece insan ırkının mevcudiyetini canlı tutan bir amaç olarak
görüyor. Irkçı anlayış hiçbir şekilde ırkların eşitliğine inanmaz, aksine onların farklılıklarına, az
Alman toplumunda işsizliğin ve Nazilerin
Yükselişi
www.etari
h.com
ya da daha çok değerli olduklarına inanır. Bu bilgi ona, en iyinin ve en güçlünün zaferinin
desteklenmesi, kötülerin ve zayıfların elenmesi zorunluluğunu gösteriyor. Irkçı anlayış böylece
doğanın aristokratlık prensibine hakkını veriyor ve varlıkların seviyelerinin son derecesine
kadar bu kanuna inanıyor. Sadece ırk değerleri arasındaki farklılıkları görmüyor aynı
zamanda birey değerlerinin farklılıklarını da görüyor. Irkçı anlayış için, kitlelerden soyutlanan
insan, yıkıcı Marksizmin yanında düzenleyici bir güç olarak hareket ediyor. İnsanlığa bir ideal
atfetmenin gerekliliğine inanıyor. Zira ona göre bu, insanlığın mevcudiyeti için ilk şart. Irkçı
anlayış kendinden daha üstün bir ırkın yaşamı için tehlike oluşturan başka bir ırkın var olma
hakkını tanıyamaz. Zira kölelerin torunları tarafından işgal edilmiş, melezleştirilmiş dünyada,
bütün insani güzellik, soyluluk kavramları ve insanlığın ideal geleceğe olan tüm umutları
tamamen kaybolacaktır. Kültür ve medeniyet, bu kıtada, ayrılmaz bir şekilde Arî ırkının
mevcudiyetine bağlıdır. Arî ırkının kaybolması ya da azalması bu dünyaya barbarlığın
gölgesini getirecektir.” .
Alman milliyetçiliğinin 20. yy. başlarında ırkçı yönünün ağır basması ve faşist kimliğe
bürünmesinde sadece romantiklerin etkisinin olduğunu iddia etmek hem eksik hem de yersiz
olur. 19. yy.’son çeğreği ile 20. Yy.’ın ilk çeğreği siyasi, ekonomik ve toplumsal açıdan
buhranlar, savaşlar ve kaosun adeta küresel boyutlara ulaştığı bir dönemdir. İlk dünya
savaşının da bu dönemde yaşandığı göz önünde bulundurulmalıdır. Bu durumda romantikler
Alman faşizmine zemin hazırlayan etkenlerden sadece bir bölümünü oluşturmaktadır.
Bunalımlı dönemde I. Dünya Savaşı’nın 1918 yılında Versay Antlaşması ile Almanya’nın
aleyhine sonuçlanması ve uzun yıllar süren savaşlar; toplumdan ekonomiye, siyasetten
sanata hayatın tüm alanlarını etkilemiştir. Romantiklerin temelini attığı milliyetçilik; siyasi,
ekonomik ve toplumsal buhranla birleşip propaganda ile geniş kitlelere ulaştığında Nazilerin
iktidarına zemin hazırlamıştır.
1“Romantizm”, Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi, c.19, s.9900 2Orhan Hançerlioğlu, “Romantik Toplumbilim”, Toplumbilim Sözlüğü, s. 329 3 Charles Seignobos, Çev: Samih Tiryakioğlu, Avrupalı Milletlerin Mukayeseli Tarihi, s. 401 4 www.wikipedia.org 5 Michael Howard, The Occult Conspiracy: The Secret History of Mystics, Templars, Masons and Occult Societies, 1.b., London: Rider, 1989, s. 106 6 Georges Langlois, 20. Yüzyıl Tarihi, s.157 7 Friedrich Nietzsche, Böyle Buyurdu Zerdüşt, s.13‐268
www.etari
h.com