124
ZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ M. HALUK NURAY UFUK ÜNLÜ EK 1: Yargıtay Kararları EK 2: “Amerikan Sanayi Hareketi” Bildirisi ve Strateji Özeti YEŞİL EKONOMİ GÜMRÜK BİRLİĞİ VE STA’LAR CİLT 51 • SAYI 3 • MAYIS - HAZİRAN 2013 REFİK BAYDUR MEHMET BÜYÜKEKŞİ B. BURAK UYGUNER PROF. DR. NEVZAT SAYGILIOĞLU ÜMİT DENİZ EFENDİOĞLU AV. BAŞAR AY PROF. DR. EMİN ÇARIKCI PROF. DR. EMİN ERTÜRK YARD. DOÇ. DR. CEYDA ÖZSOY S. MEHMET KELEŞ

±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

  • Upload
    others

  • View
    5

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

ZAFER ÇAĞLAYAN

MUHARREM YILMAZ

NECDET BUZBAŞ

PROF. DR. TANKUT CENTEL

PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ

PROF. DR. ERCAN TEZER

PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK

MEHMET BAŞ

M. HALUK NURAY

UFUK ÜNLÜ

| CİLT 51 • SA

YI 3 • MA

YIS - HA

ZIRAN

2013

TÜRKİYE AĞAÇ SANAYİİ İŞVERENLERİ SENDİKASI • TÜRK AĞIR SANAYİİ VE HİZMET SEKTÖRÜ KAMU İŞVERENLERİ SENDİKASI (TÜHİS) • TÜRK ARMATÖRLERİ İŞVERENLERİ SENDİKASI • TÜRKİYE CAM, ÇİMENTO VE TOPRAK SANAYİİ İŞVERENLERİ SENDİKASI • ÇİMENTO ENDÜSTRİSİ İŞVERENLERİ SENDİKASI (ÇEİS) • TÜRKİYE DERİ SANAYİİ İŞVERENLERİ SENDİKASI • TÜRKİYE GIDA SANAYİİ İŞVERENLERİ SENDİKASI (TÜGİS) • İLAÇ ENDÜSTRİSİ İŞVERENLER SENDİKASI (İEİS) • TÜRKİYE İNŞAAT SANAYİCİLERİ İŞVEREN SENDİKASI (İNTES) • KAMU İŞLETMELERİ İŞVERENLERİ SENDİKASI (KAMU-İŞ) • TÜRKİYE KİMYA, PETROL, LASTİK VE PLASTİK SANAYİİ İŞVERENLERİ SENDİKASI (KİPLAS) • MAHALLİ İDARELER KAMU İŞVEREN SENDİKASI (MİKSEN) • MAHALLİ İDARELER İŞVERENLERİ SENDİKASI (MİS) • TÜRKİYE METAL SANAYİCİLERİ SENDİKASI (MESS) • PETROL ÜRÜNLERİ İŞVERENLER SENDİKASI (PÜİS) • TÜRKİYE SAĞLIK ENDÜSTRİSİ İŞVERENLERİ SENDİKASI (SEİS) • TÜRKİYE SELÜLOZ, KAĞIT VE KAĞIT MAMULLERİ SANAYİİ İŞVERENLERİ SENDİKASI • TÜRKİYE ŞEKER SANAYİİ İŞVERENLERİ SENDİKASI • TÜRKİYE TEKSTİL SANAYİİ İŞVERENLERİ SENDİKASI • TÜRKİYE TOPRAK, SERAMİK, ÇİMENTO VE CAM SANAYİİ İŞVERENLERİ SENDİKASI • TURİZM ENDÜSTRİSİ İŞVERENLERİ SENDİKASI • TÜM ÖZEL EĞİTİM KURUMLARI İŞVERENLERİ SENDİKASI (TEKİS)

EK 1: Yargıtay KararlarıEK 2: “Amerikan Sanayi Hareketi” Bildirisi ve Strateji Özeti

YEŞİL EKONOMİ

GÜMRÜK BİRLİĞİ VE STA’LAR

CİLT 51 • SAYI 3 • MAYIS - HAZİRAN 2013

REFİK BAYDUR

MEHMET BÜYÜKEKŞİ

B. BURAK UYGUNER

PROF. DR. NEVZAT SAYGILIOĞLU

ÜMİT DENİZ EFENDİOĞLU

AV. BAŞAR AY

PROF. DR. EMİN ÇARIKCI

PROF. DR. EMİN ERTÜRK

YARD. DOÇ. DR. CEYDA ÖZSOY

S. MEHMET KELEŞ

Page 2: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

12 Temmuz 1985 tarihinde, Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu, Konfederasyona Üye İşveren Sendikaları ve Türk İş Cam iasının önde gelen şirketleri tarafından kurulan TİSK Mikrocerrahi ve Rekonstrüksiyon Vakfı web sitesi 16 Mayıs 2013 tarihi itibariyle açıldı.Siteye www.tiskmcv.org.tr adresinden ulaşılabilir.

TİSK Mikrocerrahi ve Rekonstrüksiyon VakfıÇubuklu Mah. Yakut Sokak Eryılmaz Plaza K:2 No:223 Kavacık / İstanbul Tel: 0216 537 00 00 / 2320

Türkiye İşveren Sendikaları Konfede-rasyonu (TİSK) Yönetim Kurulu’nca 5 Hazi-ran 2013 tarihinde yayımlanan Basın Bil-dirisi ile kamuoyuna şu görüşler açıklandı:

“Türkiye İşveren Sendikaları Konfede-rasyonu olarak Ülkemizde cereyan eden toplumsal olayları ilgi ve endişe ile izle-mekteyiz.

Demokrasilerde herkesin ve her ke-simin düşüncesini açıkça ifade etme, bu doğrultuda eleştiri ve önerilerde bulunma hakkı bulunduğu bizim temel inancımız-dır. Demokrasilerde eleştiriden muaf kişi

ve kurum yoktur. Taksim Gezi Parkı’nda başlatılan ve çeşitli illerimize yayılan gös-terilere karşı polisin sert davranması tep-kileri artırmış ve marjinal grupların çeşitli şiddet olaylarına girişmesine neden olma-ya başlamıştır.

Bu tür davranışlardan hepimizin ve bir bütün olarak vatanımızın zarar görmesi kaçınılmazdır. Bu nedenle Türk İşveren-leri olarak bu aşamada herkesi itidal ve sağduyuya davet etmenin bir vatandaşlık görevi olduğuna yürekten inanmaktayız. Burada hepimize; her birey, kurum, ku-ruluş ve toplumsal kesime görevler düş-

mektedir. Polisin aşırı güç kullanmasının önüne geçilmesi ve toplumsal gerilimin gi-derilmesi konusunda Hükümetimizin ala-cağı her tedbirin destekçisi olacağız.

Anayasa’da da güvence altına alınan düşünce ve ifade özgürlüklerimizi sonu-na kadar kullanalım ve Ülkemize, Cum-huriyetimize, demokrasimize ve özellikle yarınımızı şekillendirecek gençlerimize sahip çıkalım. Fakat bunu yaparken, asla tahriklere kapılmayalım ve hukuk zemini-nin dışına çıkmayalım. Aksi davranışların aziz vatanımıza ve milletimize ciddi zarar-lar verebileceğini asla unutmayalım.”

TİSK: “Ülkemize, Gençlerimize ve Demokrasimize Sahip Çıkalım”

TİSK Yönetim Kurulu Başkanı Kudatgobilik Çalışanların 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü’nü Kutladı

Türkiye İşveren Sendikaları Konfederas-yonu (TİSK) Yönetim Kurulu Başkanı Tuğrul Kudatgobilik tüm işçilerin ve memurların 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü’nü kutladı.

Kudatgobilik’in 1 Mayıs Emek ve Daya-nışma Günü dolayısıyla yayınladığımesajda şu ifadeler yer aldı:

“Türkiye İşveren Sendikaları Konfe-derasyonu adına tüm çalışan kardeş-

lerimizin 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü’nü kutlarım.

İşçi ve işverenlerimizin hep birlikte oluşturduğu karşılıklı özveri, diyalog ve işbirliği sayesinde ülkemiz son yıllarda ekonomik ve sosyal kalkınma alanında önemli başarılar sağlamıştır.

Bu uzlaşı ve diyalog ortamının ko-runması ve sürekliliğinin sağlanması,

ekonomik ve sosyal hızlı değişimlere uğ-rayan küresel şartlar içinde Türkiye’nin en önemli güvencesi olacaktır.

Ülkemizin endüstri ilişkileri gelene-ğinde önemli yeri bulunan 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü’nü tüm çalışanları-mızın barış ve esenlik içinde kutlamala-rını dilerim.”

(TİSK Haber Bülteni; 30 Nisan 2013)

TİSK: “Ülkemizin Kritik Süreçten Geçtiği Bir Dönemde Gerçekleştirilen Hain ve İnsanlık Dışı Saldırıyı Lanetle Kınıyoruz”

Türkiye İşveren Sendikaları Konfederas-yonu tarafından 12 Mayıs 2013 tarihinde yapılan açıklamada şöyle denildi:

“İşveren Camiası olarak, Hatay’ın Rey-hanlı ilçesinde 11 Mayıs 2013 tarihinde yaşanan iki ayrı patlamada, 43 kişinin öl-düğünü, çok sayıda vatandaşımızın yara-landığını derin bir üzüntü ile öğrenmiş bu-

lunuyoruz. Ülkemizin kritik süreçten geçtiği bir dönemde masum vatandaşlarımızı he-def alan bu hain ve insanlık dışı saldırıyı ve temsil ettikleri düşünceyi lanetle kınıyoruz.

Ülkemizin, demokratik yapısına ve istik-rarına, Türk insanının sağduyusuna yönelik bu tarz saldırılar, ülkemizin birlik ve bera-berliğini bozamayacaktır. Vahşi saldırının

gerçekleştiği bölge ve zamanlaması bizle-rin, daha uyanık ve dikkatli olması gerekti-ğini ortaya koymaktadır.

TİSK Yönetim Kurulu olarak, hain saldı-rıda hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, yakınlarına ve Yüce Mille-timize başsağlığı, yaralılarımıza acil şifalar diliyoruz.”

Page 3: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 2013 1

Tuğrul KUDATGOBİLİKTürkiye İşveren Sendikaları

Konfederasyonu Adına SahibiBülent PİRLER

Sorumlu Yayın Müdürüİdare Yeri

Hoşdere Caddesi Reşat Nuri Sok.No: 108 06540 Çankaya - ANKARA

Tel: (312) 439 77 17 /PbxFaks: (312) 439 75 92-93-94

Web: www.tisk.org.trE-posta: [email protected]

Dergide yayınlanan bütün yazılarkaynak adı gösterilerek iktibas

edilebilir.Dergide yayınlanan yazılar yazarların kişisel görüşüdür, Konfederasyonu bağlamaz.

İŞVEREN BASIN MESLEK İLKELERİNEUYMAYA SÖZ VERMİŞTİR.

Baskı Tarihi15.06.2013

Editöryel Hazırlık ve TasarımKS Medya

Çetin Emeç Bulvarı 1322. Cad. 64/3Öveçler / ANKARA

Tel: (312) 472 86 12Tel&Faks: (312) 472 86 23

Baskı ve CiltDumat Ofset Matbaacılık

Bahçekapı Mah. 2477 Sk. No: 6Şaşmaz / ANKARA

Tel: (312) 278 82 00Fax: (312) 278 82 30ISSN: 1303-0418

Yayın TürüYerel Süreli Yayın

CİLT 51 • SAYI 3 • MAYIS - HAZİRAN 2013

ZAFER ÇAĞLAYAN

MUHARREM YILMAZ

NECDET BUZBAŞ

PROF.DR.TANKUT CENTEL

PROF.DR.EKREM PAKDEMİRLİ

PROF.DR.ERCAN TEZER

PROF.DR.RIDVAN KARLUK

MEHMET BAŞ

M.HALUK NURAY

UFUK ÜNLÜ

| CİLT 51 • SA

YI 3 • MA

YIS - HA

ZIRAN

2013

TÜRKİYE AĞAÇ SANAYİİ İŞVERENLERİ SENDİKASI • TÜRK AĞIR SANAYİİ VE HİZMET SEKTÖRÜ KAMU İŞVERENLERİ SENDİKASI (TÜHİS) • TÜRK ARMATÖRLERİ İŞVERENLERİ SENDİKASI • TÜRKİYE CAM, ÇİMENTO VE TOPRAK SANAYİİ İŞVERENLERİ SENDİKASI • ÇİMENTO ENDÜSTRİSİ İŞVERENLERİ SENDİKASI (ÇEİS) • TÜRKİYE DERİ SANAYİİ İŞVERENLERİ SENDİKASI • TÜRKİYE GIDA SANAYİİ İŞVERENLERİ SENDİKASI (TÜGİS) • İLAÇ ENDÜSTRİSİ İŞVERENLER SENDİKASI (İEİS) • TÜRKİYE İNŞAAT SANAYİCİLERİ İŞVEREN SENDİKASI (İNTES) • KAMU İŞLETMELERİ İŞVERENLERİ SENDİKASI (KAMU-İŞ) • TÜRKİYE KİMYA, PETROL, LASTİK VE PLASTİK SANAYİİ İŞVERENLERİ SENDİKASI (KİPLAS) • MAHALLİ İDARELER KAMU İŞVEREN SENDİKASI (MİKSEN) • MAHALLİ İDARELER İŞVERENLERİ SENDİKASI (MİS) • TÜRKİYE METAL SANAYİCİLERİ SENDİKASI (MESS) • PETROL ÜRÜNLERİ İŞVERENLER SENDİKASI (PÜİS) • TÜRKİYE SAĞLIK ENDÜSTRİSİ İŞVERENLERİ SENDİKASI (SEİS) • TÜRKİYE SELÜLOZ, KAĞIT VE KAĞIT MAMULLERİ SANAYİİ İŞVERENLERİ SENDİKASI • TÜRKİYE ŞEKER SANAYİİ İŞVERENLERİ SENDİKASI • TÜRKİYE TEKSTİL SANAYİİ İŞVERENLERİ SENDİKASI • TÜRKİYE TOPRAK, SERAMİK, ÇİMENTO VE CAM SANAYİİ İŞVERENLERİ SENDİKASI • TURİZM ENDÜSTRİSİ İŞVERENLERİ SENDİKASI • TÜM ÖZEL EĞİTİM KURUMLARI İŞVERENLERİ SENDİKASI (TEKİS)

EK 1: Yargıtay KararlarıEK 2: “Amerikan Sanayi Hareketi” Bildirisi ve Strateji Özeti

YEŞİL EKONOMİ

GÜMRÜK BİRLİĞİ VE STA’LAR

CİLT 51 • SAYI 3 • MAYIS - HAZİRAN 2013

REFİK BAYDUR

MEHMET BÜYÜKEKŞİ

B.BURAK UYGUNER

PROF.DR.NEVZAT SAYGILIOĞLU

ÜMİT DENİZ EFENDİOĞLU

AV.BAŞAR AY

PROF.DR.EMİN ÇARIKCI

PROF.DR. EMİN ERTÜRK

YARD.DOÇ.DR.CEYDA ÖZSOY

S.MEHMET KELEŞ Gelecek sayıda buluşmak üzere…

Bu SayımızdaDeğerli Okuyucularımız, İŞVEREN’in bu sayısında Gümrük Birliği ve STA’lar ile Yeşil Eko-

nomi konularını ele aldık.T.C. Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, Gümrük Birliği’nin, ülkemizin has-

sasiyetlerinin dikkate alındığı bir yapıya kavuşturulması gerektiğini, özellikle STAların AB ile paralel olarak imzalanarak yürürlüğe sokulmasına imkân tanıyacak bir mekanizmanın tesisinin büyük önem taşıdığını belirtti.

TÜSİAD Başkanı Muharrem Yılmaz, Gümrük Birliği’nde yaşanan sorunla-rın çözümünün, hızla AB üyeliği yolunda ilerlemekten geçtiğini açıkladı.

TİM Başkanı Mehmet Büyükekşi, ABD ile AB arasında yapılacak bir ser-best ticaret anlaşmasının Türkiye’ye olabilecek etkisiyle ilgili bir etki analiz çalışması başlattıklarını ve etkilerin analiz edilerek somut verilerle ortaya ko-nulacağını söyledi.

TÜGİS Yönetim Kurulu Başkanı Necdet Buzbaş, iki ülke arasında en azın-dan tarım ve gıda ürünleri için anlaşmanın şimdilik çok uzaklarda olduğunu söyledi.

T. Deri Sanayii İşverenleri Sendikası Yönetim Kurulu Başkanı Burak Uy-guner, Türkiye’nin ABD-AB STA’sının dışında kalmasının felaket olacağını kaydetti.

T.Tekstil Sanayii İşverenleri Sendikası Genel Sekreteri Av. Başar Ay, Türkiye’nin ABD ile STA imzalayamaması durumunda, ABD pazarında AB’li üreticilerle eşit şartlarda mücadele edemeyeceğini, ABD pazarında pazar kayıplarına uğrayabileceğini, ABD yatırımlarının doğuracağı politik ve eko-nomik zeminden mahrum kalarak ticaret sapması yaşayabileceğine dikkat-leri çekti.

İKV Brüksel Daimi Temsilcisi M.Haluk Nuray STA sorununu fırsata dönüş-türmenin mümkün olup olamayacağını yazısında açıklıyor.

Konuyla ilgili OSD Genel Sekreteri Prof.Dr.Ercan Tezer, Prof.Dr.Rıdvan Karluk, Prof.Dr.Emin Çarıkcı görüş ve değerlendirmelerini bizlerle paylaşıyor.

Yeşil Ekonomi konusunda ILO Türkiye Direktörü Ümit Deniz Efendioğlu, Yeşil Ekonomide İnsana Yakışır İşler projesi kapsamında yürütülmekte olan araştırma çalışmaları hakkında bilgi verdi.

T.C. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Çevre Yönetimi Genel Müdürü Mehmet Baş, Yeşil Büyüme Stratejisi kriterleri ve Türkiye İklim Değişikliği Eylem Planı konusunda açıklamalarda bulundu.

Anadolu Üniversitesi Öğretim Üyesi Yard. Doç. Dr. Ceyda Özsoy, ”Yeşil Ekonominin İstihdama Olası Etkileri” konulu makalesinde görüşlerini bizlerle paylaştı.

Farklı gündem konularını İŞVEREN’in bu sayısında da bulacaksınız. Timu-çin Onan ile gerçekleştirilen Sanat Söyleşimizi; Kadınlar ve Gençler, Arkeo-gezi, TİSK ve Avrupa haberleri ile diğer makaleleri beğeniyle okuyacağınızı umuyoruz.

Page 4: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 20132

8 45 81TÜRK İŞ DÜNYASININ DUAYENİ HALİT NARİN

GÜMRÜK BİRLİĞİ VE STA’LAR

YEŞİL EKONOMİ

• BAŞKANDAN İtidal ve Sağduyuya İhtiyacımız Var 4 • EDİTÖRDEN Sosyal Diyalog ve Çalışma Meclisi 6 • ZOOM Halit Narin ve Sendikacılık REFİK BAYDUR TİSK ONURSAL BAŞKANI VE YÖNETİM KURULU ÜYESİ KİPLAS YÖNETİM KURULU BAŞKANI 9 • ZOOM “Halit Narin” İçin Bugüne Kadar Söyleyemediklerim… PROF. DR. NEVZAT SAYGILIOĞLU 10 • ZOOM Tanıdığım Halit Narin PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ 11 • ZOOM Türkiye’de Sendikacılığın Gelişimi HALİT NARİN TİSK ONURSAL BAŞKANI 12 • NELER OLUYOR TÜRKİYE 19 • GÖRÜŞ “İşbirliği Protokolü”: İşvereni Bağlamayacak Belge PROF. DR. TANKUT CENTEL KOÇ ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ 43 • ZOOM “Gümrük Birliği’nin, Ülkemizin Hassasiyetlerinin Dikkate Alındığı Bir Yapıya Kavuşturulması Esastır” ZAFER ÇAĞLAYAN T.C. EKONOMİ BAKANI 46 • ZOOM “Gümrük Birliği’nde Yaşanan Sorunların Çözümü, Hızla AB Üyeliği Yolunda İlerlemekten Geçmektedir” MUHARREM YILMAZ TÜRK SANAYİCİLERİ VE İŞADAMLARI DERNEĞİ (TÜSİAD) YÖNETİM KURULU BAŞKANI 50 • ZOOM AB’nin İmzaladığı STA’ların Türkiye-AB Gümrük Birliği Üzerindeki Etkileri MEHMET BÜYÜKEKŞİ TÜRKİYE İHRACATÇILAR MECLİSİ (TİM) BAŞKANI 52 • ZOOM Transatlantik Serbest Ticaret Anlaşması ve Türkiye NECDET BUZBAŞ TÜGİS YÖNETİM KURULU BAŞKANI VE TİSK YÖNETİM KURULU ÜYESİ 53 • ZOOM “Türkiye’nin ABD-AB STA’sının Dışında Kalması Felaket Olur” B. BURAK UYGUNER TÜRKİYE DERİ SANAYİİ İŞVERENLERİ SENDİKASI YÖNETİM KURULU BAŞKANI 55 • ZOOM AB-Türkiye Gümrük Birliği Anlaşması ve AB-STA Müzakereleri AV. BAŞAR AY TÜRKİYE TEKSTİL SANAYİİ İŞVERENLERİ SENDİKASI GENEL SEKRETERİ 57 • ZOOM Türk Otomotiv Sanayii’nin Avrupa Birliği İçindeki Yeri PROF. DR. ERCAN TEZER OTOMOTİV SANAYİCİLERİ DERNEĞİ(OSD) GENEL SEKRETERİ 59 • ZOOM Türkiye-AB İlişkilerinin Dünü, Bugünü ve Yarını PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK ANADOLU ÜNİVERSİTESİ İİBF İKTİSAT BÖLÜMÜ ÖĞRETİM ÜYESİ 64 • ZOOM Türkiye-AB Gümrük Birliği’nin İşleyişi ve Ekonomik Etkileri PROF. DR. EMİN ÇARIKCI ÇANKAYA ÜNİVERSİTESİ İİBF ULUSLARARASI TİCARET BÖLÜMÜ ÖĞRETİM ÜYESİ 71 • ZOOM STA Sorunu Biçim Değiştiriyor - Fırsata Dönüştürmek Mümkün mü? M. HALUK NURAY İKTİSADİ KALKINMA VAKFI (İKV) BRÜKSEL DAİMİ TEMSİLCİSİ 78 • ZOOM “Yeşil Ekonomide İnsana Yakışır İşler” Projesi ÜMİT DENİZ EFENDİOĞLU ILO TÜRKİYE DİREKTÖRÜ 82 • ZOOM Yeşil Büyüme ve Türkiye MEHMET BAŞ T.C. ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANLIĞI ÇEVRE YÖNETİMİ GENEL MÜDÜRÜ 84 • ZOOM Yeşil Ekonominin İstihdama Olası Etkileri YRD. DOÇ. DR. CEYDA ÖZSOY ANADOLU ÜNİVERSİTESİ İİBF İKTİSAT BÖLÜMÜ ÖĞRETİM ÜYESİ 87 • KADINLAR VE GENÇLER 90 • TİSK HABERLER 94 • GÖRÜŞ Yürürlüğe Giren Aktif İşgücü Hizmetleri Yönetmeliği Kapsamında “İşbaşı Eğitim Programı” UFUK ÜNLÜ T.C. BAŞBAKANLIK MÜFETTİŞİ 98 • İNCELEME 6331 Sayılı Kanun İle İş Kazası ve Meslek Hastalığı Bildirimlerinde Yapılan Değişiklik Sonrası İşverenler ve Sağlık Hizmeti Sunucularının Yükümlülükleri S. MEHMET KELEŞ SOSYAL GÜVENLİK DENETMENİ MANİSA SOSYAL GÜVENLİK İL MÜDÜR YRD. V. İŞLETME BİLİM UZMANI 101 • GÖRÜŞ Sürdürülebilir Enerji Açığı PROF. DR. EMİN ERTÜRK ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ İİBF İKTİSAT BÖLÜMÜ ÖĞRETİM ÜYESİ 103 • SANAT 108 • AVRUPA AVRUPA 111 • ARKEOGEZİ 115 • İSTATİSTİK 118 • YENİ YAYINLAR 120

Page 5: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 20132

8 45 81TÜRK İŞ DÜNYASININ DUAYENİ HALİT NARİN

GÜMRÜK BİRLİĞİ VE STA’LAR

YEŞİL EKONOMİ

• BAŞKANDAN İtidal ve Sağduyuya İhtiyacımız Var 4 • EDİTÖRDEN Sosyal Diyalog ve Çalışma Meclisi 6 • ZOOM Halit Narin ve Sendikacılık REFİK BAYDUR TİSK ONURSAL BAŞKANI VE YÖNETİM KURULU ÜYESİ KİPLAS YÖNETİM KURULU BAŞKANI 9 • ZOOM “Halit Narin” İçin Bugüne Kadar Söyleyemediklerim… PROF. DR. NEVZAT SAYGILIOĞLU 10 • ZOOM Tanıdığım Halit Narin PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ 11 • ZOOM Türkiye’de Sendikacılığın Gelişimi HALİT NARİN TİSK ONURSAL BAŞKANI 12 • NELER OLUYOR TÜRKİYE 19 • GÖRÜŞ “İşbirliği Protokolü”: İşvereni Bağlamayacak Belge PROF. DR. TANKUT CENTEL KOÇ ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ 43 • ZOOM “Gümrük Birliği’nin, Ülkemizin Hassasiyetlerinin Dikkate Alındığı Bir Yapıya Kavuşturulması Esastır” ZAFER ÇAĞLAYAN T.C. EKONOMİ BAKANI 46 • ZOOM “Gümrük Birliği’nde Yaşanan Sorunların Çözümü, Hızla AB Üyeliği Yolunda İlerlemekten Geçmektedir” MUHARREM YILMAZ TÜRK SANAYİCİLERİ VE İŞADAMLARI DERNEĞİ (TÜSİAD) YÖNETİM KURULU BAŞKANI 50 • ZOOM AB’nin İmzaladığı STA’ların Türkiye-AB Gümrük Birliği Üzerindeki Etkileri MEHMET BÜYÜKEKŞİ TÜRKİYE İHRACATÇILAR MECLİSİ (TİM) BAŞKANI 52 • ZOOM Transatlantik Serbest Ticaret Anlaşması ve Türkiye NECDET BUZBAŞ TÜGİS YÖNETİM KURULU BAŞKANI VE TİSK YÖNETİM KURULU ÜYESİ 53 • ZOOM “Türkiye’nin ABD-AB STA’sının Dışında Kalması Felaket Olur” B. BURAK UYGUNER TÜRKİYE DERİ SANAYİİ İŞVERENLERİ SENDİKASI YÖNETİM KURULU BAŞKANI 55 • ZOOM AB-Türkiye Gümrük Birliği Anlaşması ve AB-STA Müzakereleri AV. BAŞAR AY TÜRKİYE TEKSTİL SANAYİİ İŞVERENLERİ SENDİKASI GENEL SEKRETERİ 57 • ZOOM Türk Otomotiv Sanayii’nin Avrupa Birliği İçindeki Yeri PROF. DR. ERCAN TEZER OTOMOTİV SANAYİCİLERİ DERNEĞİ(OSD) GENEL SEKRETERİ 59 • ZOOM Türkiye-AB İlişkilerinin Dünü, Bugünü ve Yarını PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK ANADOLU ÜNİVERSİTESİ İİBF İKTİSAT BÖLÜMÜ ÖĞRETİM ÜYESİ 64 • ZOOM Türkiye-AB Gümrük Birliği’nin İşleyişi ve Ekonomik Etkileri PROF. DR. EMİN ÇARIKCI ÇANKAYA ÜNİVERSİTESİ İİBF ULUSLARARASI TİCARET BÖLÜMÜ ÖĞRETİM ÜYESİ 71 • ZOOM STA Sorunu Biçim Değiştiriyor - Fırsata Dönüştürmek Mümkün mü? M. HALUK NURAY İKTİSADİ KALKINMA VAKFI (İKV) BRÜKSEL DAİMİ TEMSİLCİSİ 78 • ZOOM “Yeşil Ekonomide İnsana Yakışır İşler” Projesi ÜMİT DENİZ EFENDİOĞLU ILO TÜRKİYE DİREKTÖRÜ 82 • ZOOM Yeşil Büyüme ve Türkiye MEHMET BAŞ T.C. ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANLIĞI ÇEVRE YÖNETİMİ GENEL MÜDÜRÜ 84 • ZOOM Yeşil Ekonominin İstihdama Olası Etkileri YRD. DOÇ. DR. CEYDA ÖZSOY ANADOLU ÜNİVERSİTESİ İİBF İKTİSAT BÖLÜMÜ ÖĞRETİM ÜYESİ 87 • KADINLAR VE GENÇLER 90 • TİSK HABERLER 94 • GÖRÜŞ Yürürlüğe Giren Aktif İşgücü Hizmetleri Yönetmeliği Kapsamında “İşbaşı Eğitim Programı” UFUK ÜNLÜ T.C. BAŞBAKANLIK MÜFETTİŞİ 98 • İNCELEME 6331 Sayılı Kanun İle İş Kazası ve Meslek Hastalığı Bildirimlerinde Yapılan Değişiklik Sonrası İşverenler ve Sağlık Hizmeti Sunucularının Yükümlülükleri S. MEHMET KELEŞ SOSYAL GÜVENLİK DENETMENİ MANİSA SOSYAL GÜVENLİK İL MÜDÜR YRD. V. İŞLETME BİLİM UZMANI 101 • GÖRÜŞ Sürdürülebilir Enerji Açığı PROF. DR. EMİN ERTÜRK ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ İİBF İKTİSAT BÖLÜMÜ ÖĞRETİM ÜYESİ 103 • SANAT 108 • AVRUPA AVRUPA 111 • ARKEOGEZİ 115 • İSTATİSTİK 118 • YENİ YAYINLAR 120

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 2013

Timurtaş Onan: “Fotoğraf, Sanatçının Kendini İfade Biçimidir”

108

Uluslararası Çalışma Teşkilatı 9. Avrupa Bölge Konferansı

32

Avrupa Komisyonu Üyesi Laszlo Andor Türkiye’yi Ziyaret Etti

28

TİSK Dünyadaki Tüm İşverenler İçin “Kurumsal Sosyal Sorumluluk Modeli” Oluşturuyor

24

Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu Seminerleri Serisinin 7’ncisi Bursa’da Yapıldı

30

115

Herakleia Pontike

Page 6: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 20134

Tuğr

ul K

UD

ATG

OBİ

LİK

başkandanTu

ğrul

KU

DA

TGO

BİLİK

Tuğr

ul K

UD

ATG

OBİ

LİK

Yaklaşık son 10 gündür İstanbul, An-kara, İzmir başta olmak üzere çeşitli bü-yük şehirlerimizde cereyan eden olaylar toplum olarak ne kadar çok itidal ve sağ-duyuya ihtiyacımız olduğunu bir kez daha ortaya koymuş bulunuyor. Bugün Cumhu-riyetimize, demokrasimize ve özellikle gençlerimize sahip çıkmanın yolu itidal, sağduyu ve diyalogdan geçmektedir. Bu aşamada sevgili gençlerimizin davranış ve protestolarını anlamaya çalışmak, on-larla bol bol konuşup görüşmek ve onları aşırı grupların yıkıcı davranışları dışında tutmak konusunda hepimize ciddi görev-ler düşmektedir. Gençler, toplumların ge-leceğe yönelik en önemli beşeri kaynağı-dır. Onları ne kadar iyi eğitir ve iş sahibi yaparsak geleceğimizi o denli güvence

altına almış oluruz.Aslında bugün şu son olaylar ötesinde

iyimser olmak için bir hayli nedene sahi-biz. Ülkemizde ekonomik istikrar büyük öl-çüde sağlanmıştır. Düşen enflasyon ve faiz oranları bunun işaretini vermektedir. Kredi derecelendirme kuruluşları adeta birbirle-riyle Türkiye’nin kredi notunu artırma ya-rışına girmiş görünmektedir. Uzun yıllar sonra IMF’ye olan borcumuz sıfırlanmıştır. OECD Genel Sekreteri Gurria, 23 Mayıs tarihinde Hürriyet Daily News gazetesinin yaptığı röportajda büyük bölümü ekono-mik durgunluk, hatta resesyon içinde bu-lunan ülkeler arasında Türkiye’nin bu yıl %5 civarında büyüyeceğini tahmin ettiğini açıklamıştır. OECD-FAO’nun 2013-2022 Görünüm Raporu verilerine göre gelecek

on yılda Türkiye’nin %4,3’ün üzerinde bir artışla OECD ülkeleri arasında en güç-lü büyümeye sahip ülke olacağı tahmin edilmektedir. Financial Times gazetesinin 5 Haziran tarihli nüshasında yer verilen yeni bir rapora göre Türkiye 2002-2007 yılları arasında küresel büyümeye en çok katkı yapan 10 ülkeden biri olduğu gibi, 2012-2017 yılları arasında da bu konu-munu koruyacaktır. Bu dönemde ülkemiz yanında yer alacak diğer 9 ülke şunlardır: Çin, ABD, Hindistan, Brezilya, Rusya, En-donezya, G.Kore, Meksika ve Japonya. Ekonomik gelişmeler ötesinde, bugün ül-kemizde ulaştığımız sosyal diyalog sevi-yesi birçok ülkeyi imrendirecek boyutlara varmış bulunmaktadır. Bunun son örneğini “Sosyal Politika ve İstihdam” faslının açılı-

İtidal ve Sağduyuya İhtiyacımız Var

Page 7: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 20134

Tuğr

ul K

UD

ATG

OBİ

LİK

başkandan

Tuğr

ul K

UD

ATG

OBİ

LİKTu

ğrul

KU

DA

TGO

BİLİK

Yaklaşık son 10 gündür İstanbul, An-kara, İzmir başta olmak üzere çeşitli bü-yük şehirlerimizde cereyan eden olaylar toplum olarak ne kadar çok itidal ve sağ-duyuya ihtiyacımız olduğunu bir kez daha ortaya koymuş bulunuyor. Bugün Cumhu-riyetimize, demokrasimize ve özellikle gençlerimize sahip çıkmanın yolu itidal, sağduyu ve diyalogdan geçmektedir. Bu aşamada sevgili gençlerimizin davranış ve protestolarını anlamaya çalışmak, on-larla bol bol konuşup görüşmek ve onları aşırı grupların yıkıcı davranışları dışında tutmak konusunda hepimize ciddi görev-ler düşmektedir. Gençler, toplumların ge-leceğe yönelik en önemli beşeri kaynağı-dır. Onları ne kadar iyi eğitir ve iş sahibi yaparsak geleceğimizi o denli güvence

altına almış oluruz.Aslında bugün şu son olaylar ötesinde

iyimser olmak için bir hayli nedene sahi-biz. Ülkemizde ekonomik istikrar büyük öl-çüde sağlanmıştır. Düşen enflasyon ve faiz oranları bunun işaretini vermektedir. Kredi derecelendirme kuruluşları adeta birbirle-riyle Türkiye’nin kredi notunu artırma ya-rışına girmiş görünmektedir. Uzun yıllar sonra IMF’ye olan borcumuz sıfırlanmıştır. OECD Genel Sekreteri Gurria, 23 Mayıs tarihinde Hürriyet Daily News gazetesinin yaptığı röportajda büyük bölümü ekono-mik durgunluk, hatta resesyon içinde bu-lunan ülkeler arasında Türkiye’nin bu yıl %5 civarında büyüyeceğini tahmin ettiğini açıklamıştır. OECD-FAO’nun 2013-2022 Görünüm Raporu verilerine göre gelecek

on yılda Türkiye’nin %4,3’ün üzerinde bir artışla OECD ülkeleri arasında en güç-lü büyümeye sahip ülke olacağı tahmin edilmektedir. Financial Times gazetesinin 5 Haziran tarihli nüshasında yer verilen yeni bir rapora göre Türkiye 2002-2007 yılları arasında küresel büyümeye en çok katkı yapan 10 ülkeden biri olduğu gibi, 2012-2017 yılları arasında da bu konu-munu koruyacaktır. Bu dönemde ülkemiz yanında yer alacak diğer 9 ülke şunlardır: Çin, ABD, Hindistan, Brezilya, Rusya, En-donezya, G.Kore, Meksika ve Japonya. Ekonomik gelişmeler ötesinde, bugün ül-kemizde ulaştığımız sosyal diyalog sevi-yesi birçok ülkeyi imrendirecek boyutlara varmış bulunmaktadır. Bunun son örneğini “Sosyal Politika ve İstihdam” faslının açılı-

İtidal ve Sağduyuya İhtiyacımız Var

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 2013 5

şı için Hükümet, İşçi ve İşveren temsilcileri olarak Brüksel’de yaptığımız görüşmeler-de ve imzaladığımız Ortak Bildiri’de or-taya koyduk.

Söz sosyal diyalogdan açılmışken, ül-kemizde sosyal diyaloğun gelişmesine ve bugünkü düzeylere erişmesine büyük katkı yapmış olan Sayın Halit Narin’i bir kez daha şükranla anmadan geçemeyeceğiz. Halen Onursal Başkanımız olan, 1974-1989 yılları arasında TİSK Yönetim Kuru-lu Başkanlığı görevini büyük bir dirayetle yürüten, Türk İşveren Sendikacılığının unu-tulmaz ismi, “patronların patronu” Halit Narin üstadımız 41 yıldır sürdürdüğü Tür-kiye Tekstil Sanayii İşverenleri Sendikamız Yönetim Kurulu Başkanlığı görevini değer-li meslektaşımız Muharrem Kayhan’a dev-retmiş bulunuyor. Bu vesileyle kendisine bir kez daha şükran ve teşekkürlerimizi su-nuyor, sağlıklı ve uzun bir ömür diliyoruz.

***Avrupa Birliği ile olan ilişkilerimiz ve

müzakere sürecimiz maalesef aksamaya devam ediyor. Geçen yıl açıklanan “pozi-tif gündem” çerçevesinde bazı olumlu be-lirtilerin ortaya çıkmış ve aralarında bizim için büyük önem taşıyan “Sosyal Politika ve İstihdam” faslının da yer aldığı bazı fasılların müzakereye açılması olasılığının belirmiş olmasına karşın, sürecin gelmiş olduğu nokta gerçekten iç karartıcıdır. Biz Türk işverenleri olarak bu konudaki büyük sorumluluğun AB tarafına -özellikle Fransa, Almanya, Avusturya, Hollanda, Yunanistan, Güney Kıbrıs gibi üye ülkele-re- düştüğüne inanıyoruz.

Ayrıca, 1996 yılından bu yana işlerli-ğini sürdüren ve ekonomimize, sanayimi-ze ciddi katkılar sağladığını hiçbir zaman inkar etmediğimiz Türkiye-AB Gümrük Birliği’nin işin başından bu yana karşı karşıya kaldığı vize, kota, serbest ticaret anlaşmaları gibi ciddi sorunların bir türlü çözüme kavuşturulamaması, ilişkilerimizi adeta baltalamakta ve Gümrük Birliği’ni ve onun ötesinde Türkiye-AB ilişkilerini Türk kamuoyunda, siyasi, ekonomik ve akademik çevrelerde tartışılır hale getirmiş bulunmaktadır.

Dünyanın iki ekonomik devi konumun-da bulunan ABD ile AB’nin aralarında bir serbest ticaret anlaşması (STA) imzalamak üzere müzakere masasına oturmaya karar vermeleri Türkiye’deki tartışmaları iyice alevlendirmiştir. Çünkü, eğer Türkiye bu kapsamda müzakerelere dahil edilmez ve ABD ile olan ticaretini serbest zemine oturt-mayı başaramazsa, ABD-AB STA’sından büyük zararlar görebilecektir. Konunun önemine binaen, biz de İŞVEREN’in bu sayısını büyük ölçüde Türkiye-AB ilişkile-rine ve AB’nin imzaladığı serbest ticaret anlaşmalarının bu ilişkiler üzerindeki etki-lerine ayırdık. Bu vesileyle konuya ilişkin görüş, yorum ve önerilerini bizimle ve okurlarımızla paylaşma lütfunda bulunan değerli siyaset, iş ve bilim dünyası temsil-cilerine ve uzmanlara teşekkür ediyoruz.

İngilizce sözcüklerin baş harflerinden yapılan kısaltma ile TAFTA (Transatlantik Serbest Ticaret Anlaşması ya da Alanı) diye anılan ve önümüzdeki yılsonunda imzalanması beklenen ABD-AB STA’sının yıllık bazda AB için 119 milyar, ABD için de 95 milyar euro düzeyinde genel eko-nomik kazanç, dünya üretiminde yaklaşık 100 milyar euro düzeyinde artış sağlaya-cağı tahmin edilmektedir. TAFTA, sadece gümrük tariflerinin değil, tarife dışı engel-lerin de büyük ölçüde kaldırılmasına da-yalı, mallar dışında hizmetleri, yatırımları, rekabeti, kamu alımlarını fikri mülkiyet haklarını da içeren çok kapsamlı bir “yeni nesil” STA olacaktır.

Böyle kapsamlı ve dünya ekonomisini olumlu etkilemesi beklenen önemli bir an-laşmadan zarar görebilecek tek ülke ise –anlaşma kapsamına alınmadığı takdirde- maalesef Türkiye olabilecek gibi görün-mektedir. Resmi çevrelerin bu zararı ifade için yıllık 20 milyar dolar gibi rakamlar ortaya koymaları konunun önemini açık-lıkla gözler önüne sermektedir.

Türkiye-AB Gümrük Birliği’ni düzenle-yen 1/95 sayılı Ortaklık Konseyi Kararla-rına göre, Türkiye, diğer konular yanında, AB’nin Ortak Ticaret Politikası’na uymayı kabul etmiştir. Bunun anlamı, Türkiye’nin AB’nin üçüncü ülkelerle imzaladığı tercih-

li ya da serbest ticaret anlaşmalarına da uyması demektir. Fakat AB bugüne kadar imzaladığı bu tür anlaşmalara Türkiye’yi taraf ülke olarak katmadığı gibi, bunlara karşı tarafın Türkiye ile de benzer anlaş-malar yapması gerektiği yolunda bir şart (clause) ilave etmemiştir. Bu durumda iş Türkiye’ye düşmektedir. Fakat AB ile an-laşma yapan üçüncü ülkeler bu konuya her zaman sıcak bakmamaktadır. Çünkü AB ile imzaladıkları STA çerçevesinde bunların malları AB’ye girişte bir engelle karşılaşmayacağı gibi, Türkiye-AB Güm-rük Birliği gereği ülkemize de elini kolunu sallayarak gelebileceklerdir. Oysa bizim mallarımız bu ülkelere girerken onların gümrük tarifelerine göre vergilendirilecek-tir.

Bugün AB’nin çok sayıda ülke ve ülke grubu ile, STA’sı bulunmaktadır. Bunların birçok yenileri de müzakere aşamasında-dır. Biz ise sadece 19 ülke ile STA imza-lamış durumdayız. Halen müzakereleri devam eden ya da müzakere girişiminde bulunduğumuz çeşitli STA’ların bitirilmesi ve yürürlüğe girmesi elbette zaman ala-caktır.

Şimdi karşılaştığımız TAFTA Anlaşması ise STA’ların Türkiye-AB Gümrük Birliği’ne verdiği zararları katlayacak bir önem ve kapsamda olacaktır. Bunun önüne geç-mek Türkiye’nin ABD ile eşzamanlı bir STA imzalaması ya da TAFTA’ya dahil edilmesi ile mümkün olabilir. Bu konuda Türkiye hem ABD, hem de AB nezdinde elindeki bütün kozları oynamak zorunda-dır. Gümrük Birliği’nden vazgeçilmesi, onun bir STA’ya dönüştürülmesi yolları ise 50 yıldır sürdürdüğümüz tam üyelik hede-finden vazgeçmemiz anlamına gelecektir ve dolayısıyla bizce şu anda ön plana çıkarılması gereken alternatifler değildir.

***Sanırız şu kısaca özetlemeye çalıştığı-

mız TAFTA ve AB ile ilişkiler sorunlarımız bile bugün toplum olarak ne kadar birlik ve beraberliğe, bunun için de itidal ve sağduyuya ihtiyacımız olduğunu ortaya koymakta ve yazımızın başlığını doğrula-maktadır.

Page 8: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 2013

1974-1989 yılları arasında Kon-federasyonumuz Yönetim Kurulu Başkanlığı’nı yapan, halen Onursal Başkanımız olan Sayın Halit Narin’e İŞVEREN’in bu sayısında özel bir bölüm ayırdık. Sayın Halit Narin yarım asra ulaşan sendikacılık yaşamında Türki-ye’deki işçi-işveren ilişkilerinin en çetin dönemleri dahil, içinde bulunmuş, da-hası liderlik yapmış değerli büyüğümüz olarak bizleri her zaman aydınlattı ve yol gösterdi; işçi-işveren ilişkilerinde sos-yal diyaloğa özel bir önem verdi.

Biz de kendisinden aldığımız ilham ile Konfederasyon olarak sosyal diya-log mekanizmalarını, işçi ve işveren üst örgütlerinin temsilcilerinin diğer sosyal taraf temsilcileriyle birlikte temel ekono-mik ve sosyal politikaların belirlenmesi ve uygulanması süreçlerine katılımları-nın sağlanması aracı olarak görmekte

ve savunmaktayız. Böyle de devam ede-ceğimizden kimsenin kaygısı olmaması gerekir.

Artık 41 yıldır sürdürdüğü Türkiye Tekstil Sanayii İşverenleri Sendikası Sen-dikamız Yönetim Kurulu Başkanlığı göre-vini de bırakmış olan değerli büyüğümü-ze bir kez daha şükranlarımızı sunuyor, sağlıklı ve uzun bir ömür diliyoruz.

Sosyal diyalogdan söz açılmışken, bazı işçi örgütlerinin kıdem tazminatı, alt işverenlik, esnek çalışma, özel istih-dam büroları kanalıyla geçici iş ilişkisi gibi konularda çözüme yönelik herhangi bir katkı sağlamama; bu konularla ilgi-li yapılan toplantılara katılmama; hatta engelleme gibi sadece kendi menfaat ve bakış açılarına uygun duruş sergiledik-lerini de belirtelim. Bu konu bizi kaygı-landırmaktadır. Çünkü biz ülkemizdeki

sosyal diyalog mekanizmalarıyla işve-ren ve işçi kesimleri başta olmak üzere toplumsal kesimlerin ülkenin ekonomik ve sosyal gelişimine katkı sağlamaları gerektiğine yürekten inanmaktayız.

Bugün gelişmiş ülkelerde, hükümet, işveren ve işçi kesimleri arasında sos-yal diyaloğun, karşılıklı görüşme ve danışmaların da ötesine geçerek, belli hedefler üzerinde uzlaşmaya dayalı üçlü anlaşmalara dönüştüğü görülüyor. “Toplumsal Anlaşma”, “Endüstriyel İliş-kiler Anlaşması”, “Ortaklık Anlaşması”, “Çerçeve Anlaşma” gibi çeşitli adlar altında yapılan ve çoğu kez periyodik aralıklarla yenilenen bu tür anlaşmalar, ülkelerin kalkınmasına yön vermekte ve temel ekonomik ve sosyal sorunların çö-zümüne hizmet etmektedir. Söz konusu anlaşmalar, aynı zamanda sosyal barı-şın temini açısından da büyük önem ta-

6

editördenTİSK Genel Sekreteri

Bülent PİRLER

Sosyal Diyalog ve Çalışma Meclisi

Page 9: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 2013

1974-1989 yılları arasında Kon-federasyonumuz Yönetim Kurulu Başkanlığı’nı yapan, halen Onursal Başkanımız olan Sayın Halit Narin’e İŞVEREN’in bu sayısında özel bir bölüm ayırdık. Sayın Halit Narin yarım asra ulaşan sendikacılık yaşamında Türki-ye’deki işçi-işveren ilişkilerinin en çetin dönemleri dahil, içinde bulunmuş, da-hası liderlik yapmış değerli büyüğümüz olarak bizleri her zaman aydınlattı ve yol gösterdi; işçi-işveren ilişkilerinde sos-yal diyaloğa özel bir önem verdi.

Biz de kendisinden aldığımız ilham ile Konfederasyon olarak sosyal diya-log mekanizmalarını, işçi ve işveren üst örgütlerinin temsilcilerinin diğer sosyal taraf temsilcileriyle birlikte temel ekono-mik ve sosyal politikaların belirlenmesi ve uygulanması süreçlerine katılımları-nın sağlanması aracı olarak görmekte

ve savunmaktayız. Böyle de devam ede-ceğimizden kimsenin kaygısı olmaması gerekir.

Artık 41 yıldır sürdürdüğü Türkiye Tekstil Sanayii İşverenleri Sendikası Sen-dikamız Yönetim Kurulu Başkanlığı göre-vini de bırakmış olan değerli büyüğümü-ze bir kez daha şükranlarımızı sunuyor, sağlıklı ve uzun bir ömür diliyoruz.

Sosyal diyalogdan söz açılmışken, bazı işçi örgütlerinin kıdem tazminatı, alt işverenlik, esnek çalışma, özel istih-dam büroları kanalıyla geçici iş ilişkisi gibi konularda çözüme yönelik herhangi bir katkı sağlamama; bu konularla ilgi-li yapılan toplantılara katılmama; hatta engelleme gibi sadece kendi menfaat ve bakış açılarına uygun duruş sergiledik-lerini de belirtelim. Bu konu bizi kaygı-landırmaktadır. Çünkü biz ülkemizdeki

sosyal diyalog mekanizmalarıyla işve-ren ve işçi kesimleri başta olmak üzere toplumsal kesimlerin ülkenin ekonomik ve sosyal gelişimine katkı sağlamaları gerektiğine yürekten inanmaktayız.

Bugün gelişmiş ülkelerde, hükümet, işveren ve işçi kesimleri arasında sos-yal diyaloğun, karşılıklı görüşme ve danışmaların da ötesine geçerek, belli hedefler üzerinde uzlaşmaya dayalı üçlü anlaşmalara dönüştüğü görülüyor. “Toplumsal Anlaşma”, “Endüstriyel İliş-kiler Anlaşması”, “Ortaklık Anlaşması”, “Çerçeve Anlaşma” gibi çeşitli adlar altında yapılan ve çoğu kez periyodik aralıklarla yenilenen bu tür anlaşmalar, ülkelerin kalkınmasına yön vermekte ve temel ekonomik ve sosyal sorunların çö-zümüne hizmet etmektedir. Söz konusu anlaşmalar, aynı zamanda sosyal barı-şın temini açısından da büyük önem ta-

6

editördenTİSK Genel Sekreteri

Bülent PİRLER

Sosyal Diyalog ve Çalışma Meclisi

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 2013 7

şımakta ve sağlıklı bir endüstri ilişkileri sistemine katkıda bulunmaktadır.

Bu çerçevede en son 2004 yılında toplanan Çalışma Meclisinin bu yıl Eylül ya da Ekim ayında Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca toplantıya çağrıl-ması kararını çok gecikmeli de olsa ye-rinde buluyor ve destekliyoruz.

Çalışma Meclisine ilişkin düzenleme 3146 sayılı Çalışma ve sosyal Güvenlik Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hak-kında Kanun’un 26. maddesinde yer almıştır. Söz konusu maddede Çalışma Meclisi’nin bugün olduğu gibi 9-10 yıl-da bir değil, her yıl en az bir defa top-lanması gerektiği belirtilmektedir.

Çalışma Meclisi toplantılarına Ba-kanlık ve sosyal taraf temsilcileri, kamu görevlileri sendikaları konfederasyon-ları, kamu ve özel kurum kuruluşları ile

meslek odaları ve sivil toplum örgütü temsilcileri gibi kuruluşlar davet edil-mektedir.

Kanun gereğince Çalışma Meclisi Ba-kanlıkça tespit edilen tarih ve gündeme göre toplanmakta, gündemdeki konular hakkında inceleme yapmakta ve ilgili taraflarca görüş ve öneriler bildirilmek-tedir.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakan-lığınca 16-17 Mayıs 2013 tarihlerinde Çalışma Meclisi hazırlık toplantılarına TİSK olarak biz de katıldık. Hazırlık top-lantılarında Bakanlıkça belirlenen alt iş-verenlik, kıdem tazminatı, özel istihdam büroları aracılığıyla geçici iş ilişkisi, 6356 sayılı Kanun çerçevesinde sendikal örgütlenme, 6331 sayılı Kanun çerçeve-sinde iş sağlığı ve güvenliği uygulaması ve istihdam politikaları konu başlıkları

çerçevesinde oluşturulan 6 Çalışma Gru-bu iki gün boyunca faaliyet gösterdi.

Söz konusu Çalışma Gruplarınca ger-çekleştirilen hazırlık toplantılarının kurgu-su ve toplantı düzeni konusunda bazı ak-saklıklar yaşanması, toplantılarda bazı grupların baskın olma girişimleri esas konuların yeterince tartışılamamasına neden olmuş görünse de biz bu girişimi TİSK olarak desteklemeye ve belirlenen konular çerçevesinde çalışmalarımızı sür-dürmeye devam edeceğiz.

Bu doğrultuda, Ülkemizde sosyal di-yalog mekanizmalarının işletilmesi bakı-mından Konfederasyonumuzca önemse-nen Çalışma Meclisi ile ilgili hazırlıkların, yaklaşık dört yıldır toplantıya çağrılma-yan Ekonomik ve Sosyal Konsey açısın-dan da örnek teşkil etmesi gerektiğini de düşünmekteyiz.

Page 10: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 20138

TÜRK İŞ DÜNYASININ DUAYENİHALİT NARİN

Page 11: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 20138

TÜRK İŞ DÜNYASININ DUAYENİHALİT NARİN

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 2013 9

Refik

BA

YDU

R

TİSK Onursal Başkanı ve Yönetim Kurulu Üyesi KİPLAS Yönetim Kurulu Başkanı

İşveren sendikalarının kurulduğu 1962 yılından buyana aralıksız hizmetleriyle ve bu hizmetleri Türkiye’nin Solcular ve Ma-ocularla çalkalandığı yıllarda eğilmeden yürüten bir kişiliğe sahip, Tekstil İşveren Sendikası’nın başkanı, Halit Narin’in ay-rıldığı bu görevden sonra da, sağlıklı ve onurlu yaşamının devamını dilerim.

Halit Narin, Atatürk ilkeleri ve ulusal devlet inancından hiç ödün vermeden, uzun yıllar bu savaşın eğilmeyenleri ara-sında yer almıştır, bu direnişten, çok zarar gördüğü de bir gerçektir.

Halit Narin’i sert ve kırıcı bulanlar da vardır elbet, ama bu varsayım tüm yönleri ile doğru değildir. Narin, soyadı kadar ince ve zarif değildir ama, onda hissettir-meden ve duygusallığa kaçmadan engin

bir insan sevgisi ve dostluk anlayışı vardır. İnsanlara takılması bazen işi şirazesinden çıkaran şakaları bile, sevgi doludur.

Uzun yıllar Maocuların, şeddeli komü-nistlerin, bağnaz tarikatçıların acımasız hücumlarına muhatap olmuş ve zaman za-man da kasıtlı sendikacılarla ters düşmüş-tür. Ama O, yolunu değiştirmeden ilkeleri ve Atatürk sevgisiyle yoluna devam etmiş ve edecektir.

Tekstil İşveren Sendikası’nın en güçlü sendikalar arasında yer alması ve konfe-derasyonun en güçlü mali ve idari deste-ğini sağlamasında Narin’in büyük katkısı olmuştur. Güçlü bir irade ve sabrı ile, sa-nayici olarak, Tekstil’e ve TİSK’e başarılı ve saygın hizmetler vermiştir.

Bu görevler hepimiz için gelip geçici

bir inanç hizmetidir. O da yıllarca inancı-na ve iş koluna inkar edilemeyecek değer-li hizmetler vermiştir.

Sonuç ne olursa olsun, Narin’in Tekstil İşveren Sendikası’na ve İşveren Konfederasyonu’na verdiği değerli hiz-metler, çalışma hayatımızda saygın bir yer işgal edecektir. İşveren sendikalarımız arasında uzun hizmeti ile sayılır başkan-lardan biri olan Narin, bu defteri kapatır-ken, yine memleketine ve ilkelerine hizme-te devam edecektir.

Yararlı hizmetler, ömürle biter, onun için sana uzun ömürler diliyorum sevgili Narin...

Yolun açık, gönlün açık, bahtın açık ol-sun kardeşim Narin, seni hep sevgi ve say-gıyla anacağız…

Halit Narin ve Sendikacılık

“Onda hissettirmeden ve duygusallığa kaçmadan engin bir insan sevgisi ve dostluk anlayışı vardır. İnsanlara takılması, bazen işi şirazesinden çıkaran şakaları bile, sevgi doludur.”

Page 12: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

Prof

. Dr.

Nev

zat S

AYG

ILIO

ĞLU

Türkiye Tekstil İşverenleri Sendikası’nın 41 yıldan beri Yönetim Kurulu Başkanlığı-nı yürüten Sayın Halit Narin, ilk kez sürp-riz yaptı (!) ve beklenmedik bir şekilde bu görevi bıraktı. Aslında kendisinin “dalya” demesini bekliyorduk. Böyle bir sürprizle karşılaştık.

Her şey bir tarafa, “41 kere maşallah” diyelim.

Sayın Halit Narin’i tanımam en az bir çeyrek yüzyıl geriye gidiyor. 1980’li yılla-rın ikinci yarısından itibaren tanışıklığım ve ilişkim devam ediyor. Açıkçası, Gelirler Genel Müdürlüğü’ndeki Daire Başkanlığım günlerinden başlayıp tüm bürokrasi hayatım boyunca devam eden ve sonrasında da bu-güne uzanan bir yol ve dostluk hikayesi.

Şimdi geliyorum asıl söylemek istedikle-rime…

Bugüne kadar söyleyemediklerimi artık söylemek ve rahatlamak istiyorum. Bir baş-ka ifadeyle bende kalanları, O’nun sevenle-ri ve dostlarıyla paylaşmayı arzu ediyorum.

Malum… Halit beyin soyadı “Narin”. Peki “Narin” soyadı, Halit beyin fiziksel ve işsel yönüyle uyuşuyor muydu? Yani; Halit bey ile “Narin” soyadı birbirine uyumlu muydu?

Bence “hayır”!... Halit bey hiç de “narin” değildi; tam ak-

sine oldukça “kavi” idi.“Kavi” deyince aklıma geldi. Şimdi bu-

rada bir parantez açalım dilerseniz. Sanki çok sevgili ve saygıdeğer dostum Hüsamet-

tin Kavi”nin soyadı Halit beyin, Halit beyin ki de Hüsamettin beyin olmalıymış. Yani Hü-samettin “Narin” ve Halit “Kavi”.

Bu benzetmeyi veya fanteziyi bir tarafa bırakalım ve bu parantezi kapatalım.

Peki, Halit bey niçin “narin” değil? Ne-dir bizi bu yargıya iten konu? Fiziksel ve işsel yönüyle uyuşmayan ne?

İşte size cevapları… Üstelik bu cevaplar, gözlemlere ve kanıtlara dayanıyor.

Cevaplardan ilki, Halit beyin fiziksel yö-nüyle ilgili. Şöyle ki; Halit bey ile el tema-sında bulunan bir insanın vay haline. Yani Halit bey ile tokalaşan yandı. Zira; ona elini verdiğinde sanki elin mengeneye sıkışmış gibi hissediyorsun. Şimdi soruyorum: narin-lik bunun neresinde?...

Gelelim ikinci cevaba… O da Halit be-yin işiyle ilgili.

Halit bey, işinde de hiç “narin” değil!Sağlam, kavi, duruşlu bir tavrı var işle-

rinde. Yani; işini yaparken tam bir “kavi”. Hele de Başkanı ve mensubu olduğu

meslek örgütünün camiaya yönelik işlerinde çok kavi. TİSK Başkanı olduğu 1980 öncesi dönemde, zamanın Hükümetlerine ve özel-likle de İşçi Sendikalarına karşı takındığı ta-vır hala belleklerde. Şimdi yine soruyorum: Böylesine kararlı ve sert duruş karşısında narinlik bunun neresinde?...

Şimdi artık rahatlamış olarak bir iki şey daha söyleyebilirim.

Sayın Halit Narin;

İyi ve sağlam tipik bir Kayseri’li,Güçlü bir Cemiyet mensubu,Muhteşem bir tenis ustası,Keyifli bir “yaşdaş” ve her yaşdan dost-

ları olan bir dost,Pratik ve sonuç odaklı bir patron,Herkesin düşüncesini alan, ama sonun-

da kendi düşüncesini benimseten bir yöne-tici,

Çok yönlü ve çok renkli bir insan.Kısacası bir “vazgeçilmez”…Türkiye Tekstil İşverenleri Sendikası Baş-

kanı olarak Halit Narin ile mesleki konular-da çok kez bir araya geldik. Gerek kendi mensuplarına yönelik ve gerekse dışarıya yönelik pek çok toplantısına katıldık. Kimile-rinde konuşmacı olduk, kimilerinde toplantı yönettik. Ama hep sonunda olumlu sonuçlar elde ettik.

Sayın Halit Narin’in Başkanlığını yü-rüttüğü Türkiye Tekstil İşverenleri Sendikası adına çok güzel araştırmalara imza attık. Sektöre yönelik veya dış dünyayı anlatan çalışmalar yaptık. Dolayısıyla Sendika’nın yakın tarihinde biz de yerimizi aldık.

Yazılı ve görsel basında, mesleki çalış-malarda yazılarıyla, mesajlarıyla, fotoğraf-larıyla yerini alan Sayın Halit Narin, gönül-lerimizde de taht kurdu.

Bugüne kadarki yaşamında kendi öz-gün kimliğini ve tavrını işlerine ve ilişkilerine yansıtan Sayın Narin’e bundan sonra narin yaşam diliyorum.

“Halit Narin” İçin Bugüne Kadar Söyleyemediklerim…

“Türkiye Tekstil Sanayii İşverenleri Sendikası Başkanı olarak Halit Narin ile mesleki konularda çok kez bir araya geldik.

Gerek kendi mensuplarına yönelik ve gerekse dışarıya yönelik pek çok toplantısına katıldık. Kimilerinde konuşmacı

olduk, kimilerinde toplantı yönettik. Ama hep sonunda olumlu sonuçlar elde ettik.”

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 201310

Page 13: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

Prof

. Dr.

Nev

zat S

AYG

ILIO

ĞLU

Türkiye Tekstil İşverenleri Sendikası’nın 41 yıldan beri Yönetim Kurulu Başkanlığı-nı yürüten Sayın Halit Narin, ilk kez sürp-riz yaptı (!) ve beklenmedik bir şekilde bu görevi bıraktı. Aslında kendisinin “dalya” demesini bekliyorduk. Böyle bir sürprizle karşılaştık.

Her şey bir tarafa, “41 kere maşallah” diyelim.

Sayın Halit Narin’i tanımam en az bir çeyrek yüzyıl geriye gidiyor. 1980’li yılla-rın ikinci yarısından itibaren tanışıklığım ve ilişkim devam ediyor. Açıkçası, Gelirler Genel Müdürlüğü’ndeki Daire Başkanlığım günlerinden başlayıp tüm bürokrasi hayatım boyunca devam eden ve sonrasında da bu-güne uzanan bir yol ve dostluk hikayesi.

Şimdi geliyorum asıl söylemek istedikle-rime…

Bugüne kadar söyleyemediklerimi artık söylemek ve rahatlamak istiyorum. Bir baş-ka ifadeyle bende kalanları, O’nun sevenle-ri ve dostlarıyla paylaşmayı arzu ediyorum.

Malum… Halit beyin soyadı “Narin”. Peki “Narin” soyadı, Halit beyin fiziksel ve işsel yönüyle uyuşuyor muydu? Yani; Halit bey ile “Narin” soyadı birbirine uyumlu muydu?

Bence “hayır”!... Halit bey hiç de “narin” değildi; tam ak-

sine oldukça “kavi” idi.“Kavi” deyince aklıma geldi. Şimdi bu-

rada bir parantez açalım dilerseniz. Sanki çok sevgili ve saygıdeğer dostum Hüsamet-

tin Kavi”nin soyadı Halit beyin, Halit beyin ki de Hüsamettin beyin olmalıymış. Yani Hü-samettin “Narin” ve Halit “Kavi”.

Bu benzetmeyi veya fanteziyi bir tarafa bırakalım ve bu parantezi kapatalım.

Peki, Halit bey niçin “narin” değil? Ne-dir bizi bu yargıya iten konu? Fiziksel ve işsel yönüyle uyuşmayan ne?

İşte size cevapları… Üstelik bu cevaplar, gözlemlere ve kanıtlara dayanıyor.

Cevaplardan ilki, Halit beyin fiziksel yö-nüyle ilgili. Şöyle ki; Halit bey ile el tema-sında bulunan bir insanın vay haline. Yani Halit bey ile tokalaşan yandı. Zira; ona elini verdiğinde sanki elin mengeneye sıkışmış gibi hissediyorsun. Şimdi soruyorum: narin-lik bunun neresinde?...

Gelelim ikinci cevaba… O da Halit be-yin işiyle ilgili.

Halit bey, işinde de hiç “narin” değil!Sağlam, kavi, duruşlu bir tavrı var işle-

rinde. Yani; işini yaparken tam bir “kavi”. Hele de Başkanı ve mensubu olduğu

meslek örgütünün camiaya yönelik işlerinde çok kavi. TİSK Başkanı olduğu 1980 öncesi dönemde, zamanın Hükümetlerine ve özel-likle de İşçi Sendikalarına karşı takındığı ta-vır hala belleklerde. Şimdi yine soruyorum: Böylesine kararlı ve sert duruş karşısında narinlik bunun neresinde?...

Şimdi artık rahatlamış olarak bir iki şey daha söyleyebilirim.

Sayın Halit Narin;

İyi ve sağlam tipik bir Kayseri’li,Güçlü bir Cemiyet mensubu,Muhteşem bir tenis ustası,Keyifli bir “yaşdaş” ve her yaşdan dost-

ları olan bir dost,Pratik ve sonuç odaklı bir patron,Herkesin düşüncesini alan, ama sonun-

da kendi düşüncesini benimseten bir yöne-tici,

Çok yönlü ve çok renkli bir insan.Kısacası bir “vazgeçilmez”…Türkiye Tekstil İşverenleri Sendikası Baş-

kanı olarak Halit Narin ile mesleki konular-da çok kez bir araya geldik. Gerek kendi mensuplarına yönelik ve gerekse dışarıya yönelik pek çok toplantısına katıldık. Kimile-rinde konuşmacı olduk, kimilerinde toplantı yönettik. Ama hep sonunda olumlu sonuçlar elde ettik.

Sayın Halit Narin’in Başkanlığını yü-rüttüğü Türkiye Tekstil İşverenleri Sendikası adına çok güzel araştırmalara imza attık. Sektöre yönelik veya dış dünyayı anlatan çalışmalar yaptık. Dolayısıyla Sendika’nın yakın tarihinde biz de yerimizi aldık.

Yazılı ve görsel basında, mesleki çalış-malarda yazılarıyla, mesajlarıyla, fotoğraf-larıyla yerini alan Sayın Halit Narin, gönül-lerimizde de taht kurdu.

Bugüne kadarki yaşamında kendi öz-gün kimliğini ve tavrını işlerine ve ilişkilerine yansıtan Sayın Narin’e bundan sonra narin yaşam diliyorum.

“Halit Narin” İçin Bugüne Kadar Söyleyemediklerim…

“Türkiye Tekstil Sanayii İşverenleri Sendikası Başkanı olarak Halit Narin ile mesleki konularda çok kez bir araya geldik.

Gerek kendi mensuplarına yönelik ve gerekse dışarıya yönelik pek çok toplantısına katıldık. Kimilerinde konuşmacı

olduk, kimilerinde toplantı yönettik. Ama hep sonunda olumlu sonuçlar elde ettik.”

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 201310 İŞVEREN / Mayıs - Haziran 2013 11

Prof

. Dr.

Ekre

m P

AKD

EMİR

Halit Narin adı altmışlı yılların sonların-da sık sık duyulur olmuştu. Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu Başkanlığı’nın yanında Türkiye Tekstil Sanayii İşverenleri Sendika Başkanlığı’nı yürütüyordu. Görevi icabı hükümetlerle iyi diyalog kurması kaçı-nılmazdı. Öyle de yaptı. Başbakanları ziya-ret ediyor, toplu sözleşme görüşmelerine en üst perdeden yön veriyordu. İşçi sendikaları ile diyaloğu koparmıyordu.

Halit Narin ile 1979 yılı sonunda yakın bir iş ilişkim oldu ve bugünlere kadar de-vam etti. Teşvik Uygulama Başkanı olarak, ihracat kredileri, yatırım kredileri, yatırım ve ihracat döviz tahsisi yapıyor, gümrük ver-gileri, resim harç istisnası tanıyan belgeleri özel sektöre veriyorduk. İhracat seferberliği başlatmıştık. Çünkü döviz bulamıyor, nor-mal ithalatımızı yapamıyor, dış borçlarımı-zı ödeyemiyorduk. İhracatımızı büyütmek hayat memat meselesi idi. Bir nevi ihracat seferberliği gerekiyordu. Halit Narin bu se-ferberliğe gönülden inanırdı . Tekstil sektörü-nün ihracatta lokomotif olabileceğini söyler dururdu. Onun ısrarı ile, ithalat rejimimize “kullanılmış konfeksiyon makine ithalatını” koyarak, ihracata yönelik irili ufaklı birçok konfeksiyon atölyenin çok çabuk kurulması-nı sağladık. Bu politikalar meyvesini verdi ve sektör ülkemiz ihracatında bir numaraya yerleşti.

Halit Bey’i hemen herkes tanır ama tanı-mayanlar için söyleyeyim, soyadına aldan-mayın. Elini sıktığında parmak kemikleriniz çatlayabilir. Özü sözü bir olan bir sanayici-miz. Bana göre her zaman doğru söyleyen, sorulmadığında dahi doğruları ifade eden bir kimse.

Kendisi tekstili ve iş hayatını çok iyi bilir. ABD ile tekstil kotalarını müzakere ederken Türk tarafın özel sektör temsilcilerinin başı olarak görüşmelere iştirak etmiş ve karşı tarafa adeta kök söktürmüştür. Cenevre’de yapılan kota görüşmelerinde, ABD tarafı heyette Halit Narin varsa biz yokuz diret-mesini zor aştık. Kendisini ve arkadaşları-nı görüşme yaptığımız binanın bir odasına koyarak, danışacağımız zaman gidip gidip kendilerinin görüşlerini alıyorduk.

Halit Narin beni pek sevmezdi. El sı-kışmada rakiptim. Kendisi de biliyordu ki ondan daha hızlı silah çekerim, daha hızlı koşarım. Dediğim dedik bir yapıya sahip olduğumu düşünürdü. Birkaç defa rahmetli Özal’a çıkıp beni görevden almasını iste-mişti. Özal ona nasihat edip yolcu etmişti. Bu isteklerini bana söylerdi rahmetli Özal. Halit Bey’in istediğinden hiç kırılmadım, onun fikri samimi idi. Zaten bana da söy-lüyordu. Açık konuşandan çok hoşlanırım. Bir anımı paylaşmak isterim. Ben 2002 yılı sonunda siyaseti bıraktıktan sonra ülkemizin önde gelen on sanayiciye danıştım. Konu, ben mühendisliğimin yanında Yeminli Mali Müşavirdim, bir firma kursam iş bulabilir miyim sorusuna cevap arıyordum. Dokuzu “Hocam böyle bir firma kurarsan kazana-cağın paranın haddi hesabı olmaz” dedi-ler. Halit Bey, “sakın kurma hiçbir iş adamı defterlerini eski bir maliye bakanına teslim etmez ben de vermem” dedi. Ben onu dinle-medim, şirketi kurdum, hiçbir iş adamı bana iş vermedi. Halit bey haklı çıktı. Dokuzu akıl-larınca siyaset yapıyor ve doğruyu söylemi-yorlardı.

Halit Beyin bana göre iki talihsizliği var-dı. Birincisi, altmışlı yılların ortasında seksen

ihtilaline kadar ülkede yaşadığımız fırtınalı ortamda onun TİSK ve TTSİS Başkanı olarak büyük yükleri omuzlayarak kendi işlerini ihmal etmesidir. Eğer böyle bir yük ile yük-lenmeseydi, Narin İmparatorluğu bugün en önlerde olurdu. İkinci talihsizliği, çok genç yaştaki kızını kaybederek, evlat acısı ile uzun müddet kendine gelememesidir. Allah kimseye evlat acısı yaşatmasın duasından başka bir şey diyemiyoruz.

Halit bey çevreyi iyi gözlemler ve tutarlı yorumlar yapma kabiliyetine sahip bir kişi-liktedir. 2002 yılında Antalya ilimizde bir ekonomik değerlendirme toplantısında “Ben çevreyi değerlendirdiğimde bizim fert başı-na milli gelirimizin 2600 dolar olmadığını görüyorum, bu hesaplamada bir yanlışlık var” dedi. Benden bir araştırma yapmamı istedi. Araştırmayı bir ekip ile yaptık gördük ki, Devlet İstatistik Enstitüsü birçok ürün ve hizmeti hesaplamalara katmıyordu. Biz fert başına milli geliri 2003 yılı için 3375 $ ye-rine 6034 $ bulduk. Halit bey haklı çıkmıştı. Daha sonra D.İ.E hesap tarzları ve kapsamı genişleterek bizim projeksiyonlara çok ya-kın değerler buldu.

Halit Narin iş hayatında olduğu gibi sosyal hayatta da otoriter bir kimse idi. Bir toplantıda, “İyi ki Hitler döneminde yaşa-madın yoksa sen onun sağ kolu olurdun” latifesini yapmıştım, sendika başkan yar-dımcısı Ekrem bey “yanılıyorsun, Halit bey olsaydı Hitler ortaya çıkamazdı” deyince epey gülüşmüştük.

Bendeniz, Halit beye ikinci baharında sağlıklı uzun ömür diliyor kendinden sonra yönetimdeki iki “Emre” ye daha çok yetki vermesi dileklerimi iletiyorum.

Tanıdığım Halit Narin

“Özü sözü bir olan bir sanayicimiz. Bana göre her zaman doğru söyleyen, sorulmadığında dahi doğruları ifade eden

bir kimse.”

Page 14: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

Halit NARİNTİSK Onursal Başkanı

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 201312

Page 15: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

Halit NARİNTİSK Onursal Başkanı

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 201312

Patronların Patronu Halit Narin

Türk iş ve siyaset dünyası onu hâlâ bu unvanla tanıyor… 41 yıldır Türkiye Tekstil Sanayii İşverenleri Sendikası Yö-netim Kurulu Başkanı olan Halit Narin, ülkedeki siyasi konjonktür nedeniyle işçi-işveren ilişkilerinin en sancılı, sendikacı-lığın ise en güçlü döneminin yaşandığı yıllarda 1974’ten 1989’a kadar, 15 yıl boyunca üstlendiği Türkiye İşveren Sen-dikaları Konfederasyonu (TİSK) Başkan-lığı görevi ile “Patronların Patronu” de-nildiğinde akla gelen tek isim olmuştur.

Batı’da sendikacılığın uzun bir mazi-si vardır. Türkiye’de ise uygulamaya gir-diğinde işçi sendikacılığının sağlıklı bir geçmişi yoktu. İngiltere’de başlayarak, Fransa, Almanya, İtalya ve öteki Avrupa ülkelerinde, işçi hareketleri ve sendika-cılık, kahırlı, zorlu ve sosyal hayatı de-rinden sarsan olaylarla gelişti. Hükümet-lerden, siyasi ve ekonomik güçlerden hakkını alabilmek, haklarını kabul ettirip yasalaştırmak için bir asrı kapsayan mücadeleler verdiler. Çok sancılı yıllar geçirdiler. Sonunda, sermaye ve emek, kendi toplumlarının yararına ortak bir noktada birleşti.

Halit Narin, Türkiye’de sendikacı-lığın gelişim evrelerini bize şu sözlerle anlatıyor:

“Türkiye’de ise böyle olmadı. 1960’larda bir yasa ile ve hiçbir ön hazırlık yapılmadan sendikacılık olayı iş hayatımıza girdi. İşçi-işveren ilişkisini hükümetler yasalarla düzenlediler. Belki de öyle olması gerektiğini zannettiler. Ama bu mücadelesiz, belirli tecrübe-lerden geçmeden kazanılan, işçilere sunulan yasal haklar kısa sürede kötüye kullanıldı. Özellikle ülkede siyasi kamp-laşmanın arttığı günlerde işçi sendikacı-lığı bir politik ve ideolojik güç gösterisi-ne dönüştürüldü.

Türkiye, ancak 1970’lerden sonra yavaş yavaş sendikacılığın kurallarını ve işçi-işveren arasında uyulması gereken, konuşma, görüşme ve müzakere adabı-nı, bunun her iki taraf için de nasıl el-zem olduğunu öğrenebildi. Bilmediğin, nasıl işlemesi, nasıl uygulanması gerek-tiği konusunda hiçbir fikrin olmayan bir şeyi tepeden indirip, buyurun tepe tepe kullanın, dersen ne kadar iyi niyetle yap-mış olursan ol, sonuç alamazsın. İşveren hazır değil, işçi hazır değil, millet hazır değil. O zaman bu yasayı getirip acele

ile çıkaranlar, ben yaptım oldu, dediler. Hatta olayın derinliğini, sosyal ve eko-nomik uzantılarını düşünemeden, bir an-lamda kendi fantezilerini tatmin için bu işe ön ayak oldular.

Şimdi her şey çok güzel değerlendiri-liyor, ama o zaman böyle değildi. Yan-lış sendikacılık, yanlış sendikacılar orta-ya çıktı. Biliyorsunuz, 1980’den önce 6 ay, 8 ay süren, zorbalıkla, maddi ve manevi tahribatla geçen büyük grevler yapıldı. Olayların temelinde ciddi ve çözücü bir mantık olmayınca hükümetler de aciz kaldı. Allah’a şükür bu dönem, daha ağır sosyal patlamalara yol açma-dan, zorunlu bir geçiş dönemi olarak atlatıldı.

Ve şunu zannediyorum; işçi de iş-veren de anladı. Büyük Atatürk’ün bize hedef gösterdiği Batı uygarlık düzeyine ulaşacaksak, hürriyetçi parlamenter de-mokratik rejime ve Türk hür teşebbüsüne sahip çıkmalıyız. Zira nerede hür teşeb-büs varsa orada yatırım vardır, orada istihdam imkânı vardır.

Nerede hür teşebbüs varsa orada kalkınma ve refah vardır. Nerede hür teşebbüs varsa orada gerçek hürriyet vardır.

Türkiye’de sendikacılığın gelişimi

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 2013 13

“TİSK’İN 50’NCİ YILINA ARMAĞAN” KİTABINDAN:

TİSK’in X. Genel Kurulu’nda Başbakan Bülent Ecevit İle - 19 Nisan 1974

Page 16: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

Tekstil’den TİSK’e Uzanan Süreç

Sendikacılığın ilk yıllarında İstanbul’da, tekstil işkolundaki işveren sendikasında genç bir sanayici olarak hizmet veren Halit Narin, Konfederas-yonun Yürütme Komitesi’nde de Başkan Yardımcısı olarak görev yapmaktadır. 1970’li yıllar sosyal demokrasi içindeki aşırı sol uçların sendikaları baskı altında tuttuğu ve toplu sözleşme düzenini an-lamsız taleplerle çarpıttığı zor yıllardır. İşçi-işveren arasındaki dengeyi kurmak, çalışma barışını bozmadan üretime de-vam etmeyi sağlamak, Ankara’da işçi konfederasyonları, hükümet ve Çalışma Bakanlığı ile işveren camiası arasındaki ahengi yakalamak büyük ölçüde Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu’na ve onun yöneticilerine düşmektedir. Böyle bir ortamda 4 yıllık bir Başkan Vekilliği tecrübesinden sonra Halit Na-rin, Konfederasyonun 10. kuruluş yılını idrak ettiği Genel Kurul Toplantısının akabinde Yönetim Kurulu’nca Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu Başkanlığı’na seçilmiştir. Kişilik yapısı itibarıyla hürriyetçi demokrasiye, Ata-türk Cumhuriyeti’ne ve hür teşebbüse bağlılığı ile bilinen Halit Narin, üstlendi-ği başkanlık görevinde her şeyden önce hürriyetçi parlamenter demokratik reji-me sahip çıkmış ve kamuoyuna verdiği bütün demeçlerde bu inancını ısrarla iş-lemiştir. Halit Narin, bu siyasi anlayışın o gün de bugün de devamlı sözcüsü ve savunucusu olmuştur.

Kendisini TİSK Başkanlığı’na taşıyan süreci bir de Türkiye’deki işçi ve işveren sendikacılığının en yakın ve en doğru tanığı Halit Narin’in kendisinden dinle-yelim:

“Bir gün Sendika’ya gittim. Kenarda oturuyorum. Daha bizim toplantı başla-mamış. Bekliyoruz. Odada bir eski ka-nepe var. Bir ucunda ben oturuyorum, öteki ucunda tanımadığım, o güne ka-dar hiç görmediğim bir adam oturuyor. Karşılıklı, nasılsınız, iyi misiniz, diyoruz.

İçerdekiler de, birkaç kişi var, beni tanımıyorlar. Yeniyim ya, ben de hiçbi-rini tanımıyorum. Konuşuluyor. Derken benim yanımdaki adam ciyak ciyak ba-ğırmaya başladı. Bir şikâyet, bir şikâyet ki sorma. Halit Narin denilen bir adam varmış. Bu adam ne haltlar karıştırıyor-

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 201314

Page 17: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

Tekstil’den TİSK’e Uzanan Süreç

Sendikacılığın ilk yıllarında İstanbul’da, tekstil işkolundaki işveren sendikasında genç bir sanayici olarak hizmet veren Halit Narin, Konfederas-yonun Yürütme Komitesi’nde de Başkan Yardımcısı olarak görev yapmaktadır. 1970’li yıllar sosyal demokrasi içindeki aşırı sol uçların sendikaları baskı altında tuttuğu ve toplu sözleşme düzenini an-lamsız taleplerle çarpıttığı zor yıllardır. İşçi-işveren arasındaki dengeyi kurmak, çalışma barışını bozmadan üretime de-vam etmeyi sağlamak, Ankara’da işçi konfederasyonları, hükümet ve Çalışma Bakanlığı ile işveren camiası arasındaki ahengi yakalamak büyük ölçüde Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu’na ve onun yöneticilerine düşmektedir. Böyle bir ortamda 4 yıllık bir Başkan Vekilliği tecrübesinden sonra Halit Na-rin, Konfederasyonun 10. kuruluş yılını idrak ettiği Genel Kurul Toplantısının akabinde Yönetim Kurulu’nca Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu Başkanlığı’na seçilmiştir. Kişilik yapısı itibarıyla hürriyetçi demokrasiye, Ata-türk Cumhuriyeti’ne ve hür teşebbüse bağlılığı ile bilinen Halit Narin, üstlendi-ği başkanlık görevinde her şeyden önce hürriyetçi parlamenter demokratik reji-me sahip çıkmış ve kamuoyuna verdiği bütün demeçlerde bu inancını ısrarla iş-lemiştir. Halit Narin, bu siyasi anlayışın o gün de bugün de devamlı sözcüsü ve savunucusu olmuştur.

Kendisini TİSK Başkanlığı’na taşıyan süreci bir de Türkiye’deki işçi ve işveren sendikacılığının en yakın ve en doğru tanığı Halit Narin’in kendisinden dinle-yelim:

“Bir gün Sendika’ya gittim. Kenarda oturuyorum. Daha bizim toplantı başla-mamış. Bekliyoruz. Odada bir eski ka-nepe var. Bir ucunda ben oturuyorum, öteki ucunda tanımadığım, o güne ka-dar hiç görmediğim bir adam oturuyor. Karşılıklı, nasılsınız, iyi misiniz, diyoruz.

İçerdekiler de, birkaç kişi var, beni tanımıyorlar. Yeniyim ya, ben de hiçbi-rini tanımıyorum. Konuşuluyor. Derken benim yanımdaki adam ciyak ciyak ba-ğırmaya başladı. Bir şikâyet, bir şikâyet ki sorma. Halit Narin denilen bir adam varmış. Bu adam ne haltlar karıştırıyor-

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 201314

muş ki, işçi sendikaları, işveren temsilci-si olarak hep onu istiyorlarmış. Müzake-relerde hep onların tarafını tutuyormuş. Açtı ağzını, yumdu gözünü, Ver yansın, bre Allah. Ben tanıtmadım kendimi, o yarım saat bağırdı, ben de yarım saat sustum. Nasıl sustum, bilmiyorum. Hayatta böyle susmam ya… O sırada başkaları da içeri girdi. O da herhal-de yoruldu ki, sustu, geldi kanepede yanımdaki yerine oturdu. “Tanışmadık, sen kimsin?” dedi bana. Bendeniz Halit Narin, deyince kapıya kendini zor atıp bir kaçışı var ki, hiç unutamıyorum. Bir daha da sendikaya uğramadı. Bunları niye anlatıyorum; çünkü eskiden işveren-ler birbirini tanımazdı ki, işçiler birbirini tanısın. O yıllar böyle kavgalarla geçti.

Ben, niye Konfederasyon Başkanı oldum? Ben, sessiz sedasız bir başkan-dım. Yani, sendikanın başında sesliydim de konfederasyonda sessizdim. Bir tuğla fabrikasının ortağı, Muzaffer Berberoğ-lu, diye bir arkadaşımız vardı. Ben seya-hatteyken, “Konfederasyon başkanı ille de ben olacağım” diye tutturmuş. Ona başkanlığı yakıştıramadım. Kalktım gel-dim. Önce meseleyi bir iyi öğreneyim dedim. Doğruymuş. Konuştum onunla. Senin konfederasyon başkanlığına talip olacak hiçbir vasfın yok bana göre, de-dim. Bana gelince, yeni sendika başka-nıyım. Yani cıbılım.

Çıktım ortaya. Başkanınız ben ola-cağım, dedim. Sen nasıl başkan olursun birader, dediler. Senin arkan yok, sağın yok, solun yok, ne düşünürsün bilmeyiz, dediler. Olurdu, olmazdı. İçeri girdim, genel kurula, ben başkanlığa adayım, dedim. Ve ben, o genel kuruldan baş-kan olarak çıktım. Bu kadar basit. Yani ben Muzaffer’e kızmasaydım, konfede-rasyon başkanı olamazdım.

Seçim böyle oldu ama, şimdi anlıyo-rum ki ben, Konfederasyonun özelliklerini çok kimseden daha iyi anlıyor ve değer-lendiriyormuşum. Çünkü o zaman Türkiye, sendikacılığı bilmiyordu. Konfederasyon kendi gücünü, ilerde hangi oranda daha fazla güçleneceğini bilmiyordu. Normal-dir. Başka ülkelerde, hatta bazı komşu ülkelerde bile en az 3-4 tane holding var-ken, bizde sadece 2 tane idi. Koç Grubu ve Eczacıbaşı Grubu. O zaman daha Sa-bancı Grubu bile ortalarda yoktu. Bir de hafiften Kula Mensucat’ın ağırlığı var. Tür-

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 2013 15

Page 18: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

kiye böyle basit bir kısır döngü içindeydi. Küçük bir ekonomik potansiyel.”

Dış Dünya İle İlişkilerTİSK Başkanı Halit Narin tarafından

Ankara’da yapılan önemli bir temsil gö-revi de yabancı büyükelçiler nezdinde temaslar ve ziyaretlerdir. Bu temaslar Konfederasyonun yurtdışı çalışmalarında çok faydalı olurdu. Avrupa Topluluğu’na üyelik girişimlerimiz sırasında AT, zaman zaman sivil toplum örgütlerinin de görüş-lerini alır ve Konfederasyon temsilcileri de bu toplantılara davet edilirdi. Her yıl ya-pılan Uluslararası Çalışma Konferansı’nın Cenevre’deki toplantılarında, diğer ülke-lerden gelen delegeler arasında o ülkenin Ankara’daki büyükelçisi ile kurulmuş bulu-

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 201316

Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in TİSK’i Ziyareti - 10 Şubat 1988

I. Avrupa İşverenleri Zirvesi’nde Fıransa Cumhurbaşkanı François Mitterand ile - 13 Aralık 1988

Page 19: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

kiye böyle basit bir kısır döngü içindeydi. Küçük bir ekonomik potansiyel.”

Dış Dünya İle İlişkilerTİSK Başkanı Halit Narin tarafından

Ankara’da yapılan önemli bir temsil gö-revi de yabancı büyükelçiler nezdinde temaslar ve ziyaretlerdir. Bu temaslar Konfederasyonun yurtdışı çalışmalarında çok faydalı olurdu. Avrupa Topluluğu’na üyelik girişimlerimiz sırasında AT, zaman zaman sivil toplum örgütlerinin de görüş-lerini alır ve Konfederasyon temsilcileri de bu toplantılara davet edilirdi. Her yıl ya-pılan Uluslararası Çalışma Konferansı’nın Cenevre’deki toplantılarında, diğer ülke-lerden gelen delegeler arasında o ülkenin Ankara’daki büyükelçisi ile kurulmuş bulu-

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 201316

Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in TİSK’i Ziyareti - 10 Şubat 1988

I. Avrupa İşverenleri Zirvesi’nde Fıransa Cumhurbaşkanı François Mitterand ile - 13 Aralık 1988

nan ilişkiler adeta bir dostluk bağı görevi-ni yapardı. Bu da Konferansın, özellikle Aplikasyon Komisyonunda ülkemizin başı-nı ağrıtan bazı konuların ılımlı geçmesine yardımcı olurdu.

Konfederasyon, Halit Narin dönemin-de Avrupa Topluluğu’na üye ülkelerin işveren kuruluşlarının meydana getirdiği UNICE adı verilen Teşkilatın üyeliğine 01.01.1988 tarihinde yeniden kabul edil-miştir. Konfederasyonun dış ülkelere ver-diği önem, 1989 yılının başında OECD nezdinde Ticaret ve Sanayi İstişare Komi-tesi olan BIAC’a üyeliği ile teyit edilmiştir.

“İşçiye Hakkını Teri Kurmadan Vereceksin”

Halit Narin, hiçbir zaman işçi mese-lelerine, ülkesinin sosyal dengelerinin geliştirilmesi ve sosyal barışın sağlıklı

bir zemine oturtulması düşüncesine uzak kalmadı. Türk sanayiciliğinin, dengeli bir işçi-işveren ortamına oturması ha-linde gelişip büyüyeceğini, işveren ke-simine en önce kabul ettiren kişi olan Narin, bir müteşebbisin önce kendi ma-nevi dünyasından bazı uyarılara kulak vermesi gerektiğini şu sözlerle anlatıyor:

“Ben, insana hizmeti daha fazla ya-pacak ve yaptıracak şekilde yetiştim. Halit Narin’in bütün vazifesi insana hiz-mettir. Çünkü ben de o insanların için-deyim, onlardan biriyim. Ben, onlardan ayrı değilim ki. Ben, o kültürü, o terbi-yeyi ailemden aldım. İşçiye hakkını teri kurumadan veriniz. Emir böyle… Ben insana hizmet ettiğim zaman, bir an-lamda kendime de hizmet ediyorum. Ne yazık ki bu düşünceyi şimdilerde herkes paylaşmıyor. Paraya hükmetmeyi, ona hâkim olmayı anlarım. Ama paraya, in-

sana hizmet etmek için hükmetmiyorsan, işte bunu anlamam.”

Türkiye’nin Önü Sonsuza Kadar Açıktır

15 yıl Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu Yönetim Kurulu Başkan-lığı yapan, 41 yıldan beri de Türkiye Tekstil Sanayii İşverenleri Sendikası’nın Yönetim Kurulu Başkanlığı görevini sür-düren, Türk sendikal hayatının efsane başkanı Halit Narin, Konfederasyonun 50. yılını kutlarken, tüm iş camiasına yine birlik ve beraberlik mesajı veriyor:

“İşveren ve işçi temsilcisi olarak bizler, milliyetçi ve yapıcı insanlarız. Hakka ve hukuka bağlıyız. Birbirimize saygımızı ve sevgimizi kaybetmiyoruz. Türkiye, bence dünyada en iyi işçi-işve-ren ilişkisini başlatan bu grup ile iftihar

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 2013 17

Page 20: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

etmelidir. Bu kadar senedir en güzel kavgaları yaptık. Grev de yapsak, lo-kavt da yapsak, anlaşma da yapsak, bi-zim çalışmalarımız aynen devam eder. Birbirimize karşı hep saygılı davranırız. Türkiye’nin istikbali yatırımdan, üretim-den ve istihdamdan geçer.

Hiç kimse, ister bilim adamı, ister iş ve siyaset adamı olsun, hatta sanatkâr olsun, kendisini çevresinden, ülkesinden ve insanından soyutlamamalı. Tarihin-den ve kültüründen, toplumun öncelikle-rinden ve yaşama biçiminden, yüzlerce seneden süzülüp gelmiş milli değerle-rinden kopmamalı. Ben bir işadamıyım. Sanayici, yatırımcı ve ihracatçıyım. Eko-

nominin ilk muhatabı insandır. Ben bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olduğu-ma göre, muhatabım bu ülkenin insan-larıdır. Bu devlet varsa, toplum üretiyor, tüketiyor, çalışıyor, vergi veriyor, hür demokratik bir toplum olarak Atatürk ilkelerinin ışığında yaşama standardını daha ileriye götürmek istiyorsa, ben de onun bu özlemlerini bilmek ve ona göre hareket etmek durumundayım.

Eğer hür teşebbüse dayalı demokra-tik parlamenter rejimimizi her geçen gün biraz daha güçlendirirsek, eğer Atatürk ilkelerinden, onun manevi liderliğinden ve yol göstericiliğinden ayrılmazsak, eğer çocuklarımızın eğitimine çağdaş

disiplinler içinde daha çok önem verir, daha çok imkânlar yaratırsak, laiklik prensibinden asla taviz vermezsek, milli değerlere sahip çıkmada, toplum olarak karşılıklı saygı ve sevgide kusur etmez-sek, Türkiye’nin önü sonsuza kadar açık-tır.

Bu duygular ile 1974-1989 yılları arasında Yönetim Kurulu Başkanlığı’nı yaptığım, halen Onursal Başkanı ola-rak mensubu bulunmaktan mutluluk duyduğum Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu’nun 50. Kuruluş Yıldö-nümünü kutlar, Türk iş dünyasına ve sen-dikal yaşamına daha uzun yıllar hizmet etmesini temenni ederiz.”

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 201318

Page 21: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

etmelidir. Bu kadar senedir en güzel kavgaları yaptık. Grev de yapsak, lo-kavt da yapsak, anlaşma da yapsak, bi-zim çalışmalarımız aynen devam eder. Birbirimize karşı hep saygılı davranırız. Türkiye’nin istikbali yatırımdan, üretim-den ve istihdamdan geçer.

Hiç kimse, ister bilim adamı, ister iş ve siyaset adamı olsun, hatta sanatkâr olsun, kendisini çevresinden, ülkesinden ve insanından soyutlamamalı. Tarihin-den ve kültüründen, toplumun öncelikle-rinden ve yaşama biçiminden, yüzlerce seneden süzülüp gelmiş milli değerle-rinden kopmamalı. Ben bir işadamıyım. Sanayici, yatırımcı ve ihracatçıyım. Eko-

nominin ilk muhatabı insandır. Ben bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olduğu-ma göre, muhatabım bu ülkenin insan-larıdır. Bu devlet varsa, toplum üretiyor, tüketiyor, çalışıyor, vergi veriyor, hür demokratik bir toplum olarak Atatürk ilkelerinin ışığında yaşama standardını daha ileriye götürmek istiyorsa, ben de onun bu özlemlerini bilmek ve ona göre hareket etmek durumundayım.

Eğer hür teşebbüse dayalı demokra-tik parlamenter rejimimizi her geçen gün biraz daha güçlendirirsek, eğer Atatürk ilkelerinden, onun manevi liderliğinden ve yol göstericiliğinden ayrılmazsak, eğer çocuklarımızın eğitimine çağdaş

disiplinler içinde daha çok önem verir, daha çok imkânlar yaratırsak, laiklik prensibinden asla taviz vermezsek, milli değerlere sahip çıkmada, toplum olarak karşılıklı saygı ve sevgide kusur etmez-sek, Türkiye’nin önü sonsuza kadar açık-tır.

Bu duygular ile 1974-1989 yılları arasında Yönetim Kurulu Başkanlığı’nı yaptığım, halen Onursal Başkanı ola-rak mensubu bulunmaktan mutluluk duyduğum Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu’nun 50. Kuruluş Yıldö-nümünü kutlar, Türk iş dünyasına ve sen-dikal yaşamına daha uzun yıllar hizmet etmesini temenni ederiz.”

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 201318 İŞVEREN / Mayıs - Haziran 2013 19

Dünya Ekonomisi:Avrupa Birliği’ne üye ülkelerin Ma-

yıs başında açıklanan yılın ilk çeyre-ğine ilişkin iktisadi verileri umulandan daha kötü gelmiştir. Söz konusu verilere göre Avrupa Birliği’nde GSYH, 2013 yılının ilk çeyreğinde, 2012’nin ilk çey-reğine göre % 0,7; bir önceki çeyrek döneme (2012’nin son çeyreği) göre % 0,1 oranında küçülmüştür. GSYH’daki düşüş Avro Alanında daha da fazla olmuş; GSYH bu yılın ilk çeyrek döne-minde, geçen yılın aynı dönemine göre % 1,0, 2012 yılın son çeyreğine göre de % 0,2 oranında azalmıştır. Kriz sü-resince AB’yi ayakta tutan Almanya bile 2013 yılının ilk çeyreğinde, 2012 yılı-nın ilk çeyreğine göre % 0,3 oranında gerilemiştir. AB’nin diğer güçlü ekono-misi Fransa’da ise GSYH aynı dönem-de %0,4 oranında azalmıştır. Derin bir borç krizi yaşayan İtalya, 2013’ün ilk çeyreğinde % 2,3 gibi oldukça yüksek

bir oranda küçülmüştür. Dört büyük ekonomiden biri olan İngiltere’nin ise ancak % 0,6 büyüyebildiği dikkati çek-mektedir.

Avrupa Birliği’nde ekonomideki da-ralma eğiliminin devam etmesi aslında şaşırtıcı değildir; makro ekonomiye ilişkin diğer veriler de büyüme oranı-nı olumsuz yönde etkilendiğini ifade etmektedir. Örneğin perakende satış-lar Mart 2013’de bir önceki yılın aynı ayına göre AB’de % 0,2, Avro Bölge-sinde % 0,1 oranında azalmıştır. Yine bu dönemde perakende satış endeksi de AB’de % 1,6; Avro Bölgesinde % 2,4 oranında düşmüştür. Mart ayında perakende satışların en yüksek oranda talep kaybeden sektörü dayanıklı tüke-tim malları sektörü olmuştur. Bu sektör Mart ayında AB’de % 0,6, Avro Bölge-sinde % 0,5 satış kaybına uğramıştır. Üye ülkeler içinde perakende satışların en fazla düştüğü ülke ise % 3 ile Porte-

kiz olurken, AB’nin dört büyüklerinden Almanya % 0,5, İngiltere % 0,6 satış kaybına uğratmış; Fransa’da perakende satışlar % 0,7 oranında artabilmiştir.

Makro ekonomiye ilişkin bir başka olumsuz veri de işsizlik rakamlarından gelmiştir. Açıklanan verilere göre işsiz-lik oranı AB 27’de % 10,9, Avro Ala-nında % 12,1 olmuştur. İşsizlik oranı en yüksek ülke % 27,2 ile Yunanistan olur-ken, bu ülkeyi % 26,7 ile İspanya ve % 17,5 ile Portekiz izlemiştir.

Avrupa Birliği’nde büyüme oranının yanı sıra fiyatlar da düşmektedir. Üretici fiyatları Mart 2013’de önceki yılın aynı

TİSK AYLIK EKONOMİ BÜLTENİMAYIS 2013 (SAYI: 51)

GENEL DEĞERLENDİRME“Türkiye’de işsizlik artışını önlemek için işletmelerin maliyetlerini aşağıya

çekecek ve istihdamı özendirecek politikalar uygulanmalı”• Yılın ilk çeyreğine ait veriler, AB27

ve Avro Alanı’ndaki ekonomik daral-mayı gözler önüne serdi. Yıllık baz-da AB %0,7; Avro Alanı %1 küçüldü. AB-27’de Mart 2013 işsizlik oranı % 10,9 olarak ölçüldü. AB’deki görüş ayrılıklarının resesyon sürecini uzata-cağı tahmin ediliyor.

• Sanayi Üretim Endeksi Mart 2013’te yıllık bazda %0,2 artabildi. Takvim Etkisinden Arındırılmış Sanayi Endek-si ise yıllık bazda % 1,4 yükseldi.

• Sanayi Ciro Endeksi yıllık bazda %2 arttı, enerjide ve dayanıklı tüketim malı imalatında ciro azalışı sırasıyla % 15,2 ve % 11,5 oldu.

• Şubat 2013 döneminde klasik işsiz-lik oranı 0,1 puan artışla %10,5’e;

işsiz sayısı 163 bin artışla 2 milyon 884 bine yükseldi. Sanayinin toplam istihdamdaki payı azalmaya devam etti.

• Türkiye’nin ekonomik büyüme ora-nının 2013’te ve belki de 2014’te yetersiz kalacağı anlaşılıyor. Bu nedenle işsizlik artışını önlemek ve istihdamı geliştirmek için işletmele-rin maliyetlerini aşağıya çekecek ve istihdamı özendirecek politikalar uy-gulanmalı.

• Mart 2013’te yıllık ihracat %0,3, it-halat % 0,6 azaldı. İlk çeyrekte dış ticaret açığı 21,7 milyar dolar oldu. Çin, ithalatta ilk sırayı Rusya’dan aldı. AB’ye yapılan ihracat %2,4 azaldı.

• İlk çeyrekte cari açık azalarak 15,9 milyar dolara indi.

• Yabancıların doğrudan yatırımları yıllık bazda 2,5 milyar dolar azalır-ken, portföy yatırımları arttı.

• Merkezi Yönetim Bütçesi Nisan’da 595 milyon TL fazla verdi. Bütçe, yılın ilk dört ayında mali istikrar ser-giledi. Faiz dışı fazla 17,9 milyar TL’ye çıktı; faiz giderleri 18,2 milyar TL’ye indi.

• Nisan 2013’de yıllık bazda TÜFE %6,13; ÜFE % 1,70 arttı.

• TCMB Mayısta faiz oranlarını yeni-den düşürdü. Buna rağmen Türkiye, faiz oranının yüksekliğinde dünyada 6’ncı sırada.

Yılın ilk çeyreğine ait ve-riler, AB27 ve Avro Ala-nı’ndaki ekonomik daral-mayı gözler önüne serdi. Yıllık bazda AB %0,7; Avro Alanı %1 küçüldü.

Page 22: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 201320

ayına göre AB27 ve Avro Bölgesinde % 0,2 oranında azalmıştır. Tüketici fi-yatları endeksi kullanılarak hesaplanan yıllık enflasyon oranı Nisan 2013’de AB27’de % 1,4’e, Avro Bölgesinde % 1,2’ye gerilemiştir.

Nisan 2013 itibariyle AB’de bir taraf-tan enflasyon oranı düşerken, diğer taraf-tan ekonomide GSYH azalmakta, yani büyüme yerini küçülmeye bırakmaktadır. İktisatçıların söylemi ile “bir ekonomide fiyatlar düşerken, GSYH da düşüyor ise, bunun adı resesyondur”. Bu söylemden yola çıkarak AB’nin resesyondan çıkma programı uygulaması gerekirken, AB tam aksine istikrar programı uygulamaktadır. Görünen o ki, bu program geri tepmiştir; bu konuda Fransa ve İtalya benzer fikir-dedirler. Ancak Almanya istikrar progra-mından sapılmasını istememekte, bu da AB’deki resesyonun süresini uzatacak gibi görünmektedir.

Türkiye Ekonomisi:

Sanayi Üretimi ve Ciro Endeksleri:

Mart 2013 Sanayi Üretim Endeksi ge-çen yılın aynı ayına göre % 0,2 artarken, bir önceki aya göre (Şubat 2013) % 11 oranında yükselmiştir. TÜİK, 2013 Mart ayı sonuçlarını belirttiği 8 Mayıs 2013 tarihli Haber Bülteni ile birlikte, “arındırıl-mış” endeksleri ön plana çıkararak açık-lama yapmaya başlamıştır. Mevsim ve Takvim Etkisinden Arındırılmış Sanayi Üre-tim Endeksi ise Şubat ayına göre binde 9 oranında düşmüştür. Mevsim ve takvim etkisinden arındırılmış üretim endeksi alt sektörlerde farklı eğilimler izlemiştir. Ma-dencilik ve taşocakçılığı alt sektör endeksi % 1,0 ve elektrik, gaz, buhar ve iklimlen-dirme üretim ve dağıtımı alt sektör endeksi % 1,9 artarken, imalat sanayi alt sektörü endeksi % 1,4 azalmıştır.

Ana sanayi gruplarında ise en yüksek üretim artışı % 6,2 ile dayanıklı tüketim malı imalatında olmuş, bunu % 0,6 ile enerji sektörü takip etmiştir. En yüksek üre-

tim kaybı % 5,7 ile sermaye malı imala-tında yaşanırken, onu % 0,4 ile ara malı imalatı ve % 0,3 ile dayanıksız tüketim malı imalatı izlemiştir.

Takvim Etkisinden Arındırılmış Sanayi Üretim Endeksine bakıldığında, üretimin bir önceki yılın aynı ayına göre % 1,4 oranında yükseldiği görülmektedir. Alt sektörlerde ise, madencilik ve taşocakçı-lığında % 2,6; elektrik, gaz, buhar ve ik-limlendirme üretimi ve dağıtımında % 4,0 oranında üretim azalışı, imalat sanayinde % 2,5 oranında üretim artışı dikkati çek-mektedir.

Sanayi Ciro Endeksi Mart 2013’te bir önceki yılın aynı ayına göre % 2,0 yüksel-miştir. Alt sektörlerde, imalat sanayi ciro endeksi % 2,1 artarken, madencilik ve ta-şocakçılığı ciro endeksi ise değişmemiştir.

Ana sanayi grupları sınıflamasına göre en yüksek ciro artışı % 5,5 ile serma-ye malı imalatı alt sektöründe görülmüş, bunu % 4,5 ile ara malı imalatı ve yüzde 3,3 ile dayanıksız tüketim malı imalatı iz-lemiştir. Enerjide ve dayanıklı tüketim malı imalatında ise ciro sırasıyla % 15,2 ve %11,5 azalmıştır.

İstihdam ve İşsizlik:Şubat 2013 döneminde işgücüne ka-

tılma oranı Şubat 2012’ye göre 1,7 puan artarak % 49,6 olmuştur. Erkeklerde işgü-cüne katılma oranı % 1,2 puan artarak % 70,3, kadınlarda ise 2,2 puan artışla % 29,6 olarak gerçekleşmiştir.

Bu dönemde işsiz sayısı 2012 yılının aynı dönemine göre 163 bin kişilik artış-la 2 milyon 884 bin kişiye; klasik işsizlik oranı da 0,1 puan artışla % 10,5 düze-yine ulaşmıştır. Genç işsizliği oranı daha da hızlı artmış; 2,1 puanlık büyüme ile % 20,4 düzeyine çıkmıştır.

İşsizlik oranı ile birlikte istihdam ora-nı da artmıştır. Şubat 2013 döneminde 2012 yılının Şubat dönemine göre istih-dam edilenlerin sayısı 1 milyon 208 bin kişi artmış ve 24 milyon 546 bin kişi dü-zeyine ulaşmıştır. İstihdamdaki bu artışın 104 bin; tarım sektöründen, 1 milyon 104 bini ise tarım dışı sektörlerden kaynak-lanmıştır. Sanayi sektöründe çalışanların sayısı bir önceki yılın aynı döneminde 4 milyon 684 bin iken, 4 milyon 886 bine yükseldi ise de, toplam istihdamda sanayi sektörünün payı % 20,1’den % 19,9’a ge-rilemiştir. Bu dönemde inşaatın payı 0,6

puan artarak % 6,2’ye; hizmetlerin payı 0,2 puan artarak % 51,3’e çıkmıştır.

Türkiye’nin ekonomik büyüme oranının 2013’te ve belki de 2014’te yetersiz ka-lacağı anlaşılmaktadır. Bu nedenle işsizlik oranının yükselmesini önlemek ve istihda-mı artırmak için işletmelerin maliyetlerini aşağıya çekecek ve istihdamı özendirecek politikalar uygulanmalıdır.

Ödemeler Dengesi:Mart 2013 döneminde dış ticaret hac-

mi beklentilerin altında kalmış; 2012’nin Mart ayına göre ihracat % 0,3, ithalat % 0,6 gerilemiştir. Böylece 2013 Mart ayı ihracatı 13 milyar 175 milyon, ithalat 20 milyar 560 milyon dolar düzeyinde kal-mıştır. Bu gelişme neticesinde ihracatın ithalatı karşılama oranı 2012 Mart ayın-da % 63,9 iken, 2013 Mart ayında % 64,1’e yükselmiş, dış ticaret açığı da % 1,1’lik azalışla 7 milyar 385 milyon do-lara gerilemiştir. Takvim etkisinden arındı-rılmış seriye göre dış ticaret verileri daha olumlu bir seyir göstermektedir. Buna göre 2013 yılı Mart ayında bir önceki yılın aynı ayına göre ihracat % 2,8, ithalat % 3,2 yükselmiştir. Mevsim ve takvim etkile-rinden arındırılmış seriye göre de bir geri-leme eğilimi görülmektedir. Bu seriye göre 2013 Mart ayında bir önceki aya göre ihracat % 3,5, ithalat % 5,8 azalmıştır.

Ülkeler ve ülke gruplarına göre ihra-cat incelendiğinde göze ilk çarpan, Av-rupa Birliği’ne ihracatın % 2,4 azalarak 5 milyar 368 milyon dolara gerilemiş olmasıdır. Böylece Avrupa Birliği’nin ih-racatımızdaki payı 2012 Mart ayında % 41,6 iken, 2013 Mart ayında % 40,7’ye inmiştir. Ülke gruplarına göre ihracatta ikinci sırayı % 23,8’lik pay ile Yakın ve Ortadoğu Ülkeleri almıştır. Ülke bazında ise en fazla ihracat geçen yılın Mart ayı-na göre % 9,5’lik düşüşe rağmen 1 milyar

Sanayi Üretim Endeksi Mart 2013’te yıllık bazda %0,2 artabildi. Takvim Et-kisinden Arındırılmış Sana-yi Endeksi ise yıllık bazda % 1,4 yükseldi.

Türkiye’nin ekonomik bü-yüme oranının 2013’te ve belki de 2014’te yetersiz kalacağı anlaşılıyor. Bu ne-denle işsizlik oranını azalt-mak ve istihdamı artırmak için işletmelerin maliyetleri-ni aşağıya çekecek ve istih-damı özendirecek politika-lar uygulanmalı.

Page 23: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 201320

ayına göre AB27 ve Avro Bölgesinde % 0,2 oranında azalmıştır. Tüketici fi-yatları endeksi kullanılarak hesaplanan yıllık enflasyon oranı Nisan 2013’de AB27’de % 1,4’e, Avro Bölgesinde % 1,2’ye gerilemiştir.

Nisan 2013 itibariyle AB’de bir taraf-tan enflasyon oranı düşerken, diğer taraf-tan ekonomide GSYH azalmakta, yani büyüme yerini küçülmeye bırakmaktadır. İktisatçıların söylemi ile “bir ekonomide fiyatlar düşerken, GSYH da düşüyor ise, bunun adı resesyondur”. Bu söylemden yola çıkarak AB’nin resesyondan çıkma programı uygulaması gerekirken, AB tam aksine istikrar programı uygulamaktadır. Görünen o ki, bu program geri tepmiştir; bu konuda Fransa ve İtalya benzer fikir-dedirler. Ancak Almanya istikrar progra-mından sapılmasını istememekte, bu da AB’deki resesyonun süresini uzatacak gibi görünmektedir.

Türkiye Ekonomisi:

Sanayi Üretimi ve Ciro Endeksleri:

Mart 2013 Sanayi Üretim Endeksi ge-çen yılın aynı ayına göre % 0,2 artarken, bir önceki aya göre (Şubat 2013) % 11 oranında yükselmiştir. TÜİK, 2013 Mart ayı sonuçlarını belirttiği 8 Mayıs 2013 tarihli Haber Bülteni ile birlikte, “arındırıl-mış” endeksleri ön plana çıkararak açık-lama yapmaya başlamıştır. Mevsim ve Takvim Etkisinden Arındırılmış Sanayi Üre-tim Endeksi ise Şubat ayına göre binde 9 oranında düşmüştür. Mevsim ve takvim etkisinden arındırılmış üretim endeksi alt sektörlerde farklı eğilimler izlemiştir. Ma-dencilik ve taşocakçılığı alt sektör endeksi % 1,0 ve elektrik, gaz, buhar ve iklimlen-dirme üretim ve dağıtımı alt sektör endeksi % 1,9 artarken, imalat sanayi alt sektörü endeksi % 1,4 azalmıştır.

Ana sanayi gruplarında ise en yüksek üretim artışı % 6,2 ile dayanıklı tüketim malı imalatında olmuş, bunu % 0,6 ile enerji sektörü takip etmiştir. En yüksek üre-

tim kaybı % 5,7 ile sermaye malı imala-tında yaşanırken, onu % 0,4 ile ara malı imalatı ve % 0,3 ile dayanıksız tüketim malı imalatı izlemiştir.

Takvim Etkisinden Arındırılmış Sanayi Üretim Endeksine bakıldığında, üretimin bir önceki yılın aynı ayına göre % 1,4 oranında yükseldiği görülmektedir. Alt sektörlerde ise, madencilik ve taşocakçı-lığında % 2,6; elektrik, gaz, buhar ve ik-limlendirme üretimi ve dağıtımında % 4,0 oranında üretim azalışı, imalat sanayinde % 2,5 oranında üretim artışı dikkati çek-mektedir.

Sanayi Ciro Endeksi Mart 2013’te bir önceki yılın aynı ayına göre % 2,0 yüksel-miştir. Alt sektörlerde, imalat sanayi ciro endeksi % 2,1 artarken, madencilik ve ta-şocakçılığı ciro endeksi ise değişmemiştir.

Ana sanayi grupları sınıflamasına göre en yüksek ciro artışı % 5,5 ile serma-ye malı imalatı alt sektöründe görülmüş, bunu % 4,5 ile ara malı imalatı ve yüzde 3,3 ile dayanıksız tüketim malı imalatı iz-lemiştir. Enerjide ve dayanıklı tüketim malı imalatında ise ciro sırasıyla % 15,2 ve %11,5 azalmıştır.

İstihdam ve İşsizlik:Şubat 2013 döneminde işgücüne ka-

tılma oranı Şubat 2012’ye göre 1,7 puan artarak % 49,6 olmuştur. Erkeklerde işgü-cüne katılma oranı % 1,2 puan artarak % 70,3, kadınlarda ise 2,2 puan artışla % 29,6 olarak gerçekleşmiştir.

Bu dönemde işsiz sayısı 2012 yılının aynı dönemine göre 163 bin kişilik artış-la 2 milyon 884 bin kişiye; klasik işsizlik oranı da 0,1 puan artışla % 10,5 düze-yine ulaşmıştır. Genç işsizliği oranı daha da hızlı artmış; 2,1 puanlık büyüme ile % 20,4 düzeyine çıkmıştır.

İşsizlik oranı ile birlikte istihdam ora-nı da artmıştır. Şubat 2013 döneminde 2012 yılının Şubat dönemine göre istih-dam edilenlerin sayısı 1 milyon 208 bin kişi artmış ve 24 milyon 546 bin kişi dü-zeyine ulaşmıştır. İstihdamdaki bu artışın 104 bin; tarım sektöründen, 1 milyon 104 bini ise tarım dışı sektörlerden kaynak-lanmıştır. Sanayi sektöründe çalışanların sayısı bir önceki yılın aynı döneminde 4 milyon 684 bin iken, 4 milyon 886 bine yükseldi ise de, toplam istihdamda sanayi sektörünün payı % 20,1’den % 19,9’a ge-rilemiştir. Bu dönemde inşaatın payı 0,6

puan artarak % 6,2’ye; hizmetlerin payı 0,2 puan artarak % 51,3’e çıkmıştır.

Türkiye’nin ekonomik büyüme oranının 2013’te ve belki de 2014’te yetersiz ka-lacağı anlaşılmaktadır. Bu nedenle işsizlik oranının yükselmesini önlemek ve istihda-mı artırmak için işletmelerin maliyetlerini aşağıya çekecek ve istihdamı özendirecek politikalar uygulanmalıdır.

Ödemeler Dengesi:Mart 2013 döneminde dış ticaret hac-

mi beklentilerin altında kalmış; 2012’nin Mart ayına göre ihracat % 0,3, ithalat % 0,6 gerilemiştir. Böylece 2013 Mart ayı ihracatı 13 milyar 175 milyon, ithalat 20 milyar 560 milyon dolar düzeyinde kal-mıştır. Bu gelişme neticesinde ihracatın ithalatı karşılama oranı 2012 Mart ayın-da % 63,9 iken, 2013 Mart ayında % 64,1’e yükselmiş, dış ticaret açığı da % 1,1’lik azalışla 7 milyar 385 milyon do-lara gerilemiştir. Takvim etkisinden arındı-rılmış seriye göre dış ticaret verileri daha olumlu bir seyir göstermektedir. Buna göre 2013 yılı Mart ayında bir önceki yılın aynı ayına göre ihracat % 2,8, ithalat % 3,2 yükselmiştir. Mevsim ve takvim etkile-rinden arındırılmış seriye göre de bir geri-leme eğilimi görülmektedir. Bu seriye göre 2013 Mart ayında bir önceki aya göre ihracat % 3,5, ithalat % 5,8 azalmıştır.

Ülkeler ve ülke gruplarına göre ihra-cat incelendiğinde göze ilk çarpan, Av-rupa Birliği’ne ihracatın % 2,4 azalarak 5 milyar 368 milyon dolara gerilemiş olmasıdır. Böylece Avrupa Birliği’nin ih-racatımızdaki payı 2012 Mart ayında % 41,6 iken, 2013 Mart ayında % 40,7’ye inmiştir. Ülke gruplarına göre ihracatta ikinci sırayı % 23,8’lik pay ile Yakın ve Ortadoğu Ülkeleri almıştır. Ülke bazında ise en fazla ihracat geçen yılın Mart ayı-na göre % 9,5’lik düşüşe rağmen 1 milyar

Sanayi Üretim Endeksi Mart 2013’te yıllık bazda %0,2 artabildi. Takvim Et-kisinden Arındırılmış Sana-yi Endeksi ise yıllık bazda % 1,4 yükseldi.

Türkiye’nin ekonomik bü-yüme oranının 2013’te ve belki de 2014’te yetersiz kalacağı anlaşılıyor. Bu ne-denle işsizlik oranını azalt-mak ve istihdamı artırmak için işletmelerin maliyetleri-ni aşağıya çekecek ve istih-damı özendirecek politika-lar uygulanmalı.

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 2013 21

154 milyon dolar ile Almanya’ya yapıl-mıştır. Bunu sırasıyla 932 milyon dolar ile Irak, 657 milyon dolar ile İngiltere ve 590 milyon dolar ile İtalya izlemiştir. Fasıllara göre ihracatta 1 milyar 515 milyon dolar ile motorlu kara taşıtları ve bunların aksam parçaları ilk sırayı alırken, bunu 1 milyar 122 milyon dolar ile kazanlar, makinalar, mekanik cihazlar ve aletler, bunların ak-sam ve parçaları, 1 milyar 75 milyon do-lar ile demir ve çelik ve 791 milyon dolar ile örme giyim eşyası ve aksesuarları takip etmiştir.

Ülkelere göre ithalatta Mart ayında uzun zamandır süren Rusya egemenliği sona ermiş, Çin, yakaladığı % 18,4’lük artış ve 2 milyar 45 milyon dolar ile ilk sırayı almıştır. Bunu 2 milyar 35 milyon dolar ile Almanya, 1 milyar 955 milyon dolar ile Rusya ve 1 milyon 377 milyon dolar ile ABD izlemiştir.

Mineral yakıtlar ve yağlar yine en faz-la ithalat yapılan fasıl olmuştur. Mart ayın-da bu fasıldan yapılan ithalat 4 milyar 312 milyon dolar düzeyinde gerçekleş-miştir. Bunu 2 milyar 426 milyon dolar ile kazanlar, makinalar, mekanik cihazlar ve aletler, aksam ve parçaları, 1 milyar 557 milyon dolar ile demir ve çelik ve 1 milyar 467 milyon dolar ile motorlu kara taşıtları ve bunların aksam parçaları takip etmiştir.

Dış ticaretteki bu gelişmeler doğal ola-rak ödemeler bilançosuna da yansımıştır. Nitekim dış ticaret açığının geçen yılın sa-dece 264 milyon dolar düzeyinde kalma-sı ile birlikte hizmetler dengesinin % 349 oranında artarak 2 milyar 873 milyon do-lar düzeyine kadar yükselmesi, geçen yıla göre yılın ilk çeyreğinde cari işlemler açı-ğının azalmasını, 15 milyar 917 milyon dolar düzeyinde kalmasını sağlamıştır. Hizmetler dengesindeki bu olumlu artışın kaynağı, turizm gelirlerinin 2012 yılı ilk çeyreğine göre 1 milyar 146 milyon do-lar artarak, 4 milyar 124 milyon dolara ulaşmasıdır. Turizm gelirlerindeki bu hızlı artışta Suriye’den gelen mültecilerin turist statüsünde tutulmasının önemli bir payı bu-lunmaktadır.

Yılın ilk çeyreğinde yabancıların doğ-rudan yatırım şeklindeki sermaye girişi-

nin azaldığını görmekteyiz. Yabancıların yaptıkları net doğrudan yatırımlar 2012 yılının ilk çeyreğine göre 2 milyar 519 milyon dolar azalarak 2 milyar 43 milyon dolar olmuştur.

Yabancılar doğrudan yatırımlar konu-sunda çekingen davranırken, portföy ya-tırımlarında özellikle devlet iç borçlanma senetlerine yatırımda oldukça atak dav-ranmıştır. Nitekim yabancılar BIST hisse senedi piyasasından Mart ayında 511 milyon dolarlık, yılın ilk üç çeyreğinde 393 milyon dolarlık net alım yapmıştır. Yabancılar yine BIST tahvil piyasasından Mart ayında 1 milyar 647 milyon dolarlık, ilk çeyrekte de 4 milyar 52 milyon dolarlık alım yapmıştır. Bu gelişmeler neticesinde Mayıs itibariyle yabancılar 71 milyar 818 milyon doları bulan bir DİBS stoku tutar hale gelmiştir.

Yabancılar kamu borçlanma kağıtla-rına olduğu kadar, bankacılık sektörünün ihraç ettiği tahvillere de ilgi gösterdiğin-den, Bankalar Mart ayında 670 milyon dolar, ilk üç aylık dönemde de 2 milyar 642 milyon dolara ulaşan borçlanmayı kolayca gerçekleştirmiştir. Diğer yandan bankacılık sektörü 2012 yılının ilk çeyre-ğinde 406 milyon dolar net geri ödeme yaparken, bu yılın aynı döneminde 6 mil-yar 805 milyon doları bulan bir kaynak kullanımına gitmiştir.

Reel sektörün net kredi kullanımı ise, bir önceki yılın aynı dönemine göre 1 mil-yar 752 milyon dolar azalarak 169 mil-yon dolara gerilemiştir. Yılın ilk üç aylık döneminde Türkiye’den kaynağı belirsiz şekilde 3 milyar 626 milyon dolar tutarın-da bir döviz çıkışı gerçekleşmiştir. Buna rağmen yılın ilk üç ayında TCMB’nin dö-viz rezervi 7 milyar 24 milyon dolar artar-ken, Mart 2013 sonu itibariyle TCMB’nin rezerv stoku da 126 milyar 603 milyon dolara çıkmıştır.

Para ve Maliye Politikası:2012 Nisan ayında 1 milyar 412 mil-

yon TL fazla veren Merkezi Yönetim Bütçe-si 2013 Nisan ayında 595 milyon TL fazla vermiştir. Nisan ayında faiz dışı bütçe faz-lası ise 3,7 milyar TL düzeyinde gerçekleş-miştir. Bütçe gelirleri bir önceki yılın aynı ayına göre % 4,7 oranında artarak 30,5 milyar TL düzeyine ulaşmış; bütçe gider-leri ise % 7,8 oranında yükselerek 29,9 milyar TL olmuştur. Faiz hariç bütçe gider-

leri % 16,2 oranında artarak 26,8 milyar TL düzeyine yükselmiştir. Buna karşılık faiz giderleri geçen yılın aynı ayına göre % 33,8 oranında azalarak 3 milyar 76 mil-yon TL’ye gerilemiştir. Nisan 2013’te de bütçe giderleri içinde en önemli pay cari transferlere ayrılmıştır. Nisan ayında cari transferler geçen yılın aynı ayına göre % 19,5 oranında artmış ve 11 milyar 716 milyon TL düzeyine çıkmıştır. 2013 yılı Ni-san ayında geçen yılın aynı ayına göre; özel tüketim vergisi % 23,7, ithalde alınan katma değer vergisi % 21.3, dahilde alı-nan katma değer vergisi % 19.1, kurum-lar vergisi % 15.3, gelir vergisi % 13.2, banka ve sigorta muameleleri vergisi % 7 oranında arttı.

Merkezi yönetim bütçesi yılın ilk dört ayında (Ocak-Nisan) geçen yıla göre ciddi ölçüde mali istikrarın sağlandığı bir bütçe görünümündedir. Nitekim merkezi yönetim bütçesi 2012 yılının ilk dört ayın-da 5 milyar 19 milyon TL açık verirken, 2013 yılın aynı döneminde 302 milyon TL açık vermiştir. Böylece 2012 yılı Ocak-Ni-san döneminde 16 milyar 949 milyon TL faiz dışı fazla verilmiş iken, bu yılın aynı döneminde faiz dışı fazla 17 milyar 922 milyon TL düzeyine kadar çıkmıştır. Bütçe fazlasını yukarı çeken etkenlerin başında bu dönemde faiz giderlerinin geçen yılın aynı dönemine göre % 17 oranında aza-larak 18 milyar 224 milyon TL’ye gerile-mesi gelmektedir. 2013 yılı Ocak-Nisan döneminde cari transferler geçen yılın aynı dönemine göre % 18 oranında ar-tarak 49 milyar 652 milyon TL düzeyine yükselmiştir. Diğer yandan bu dönemde sağlık, emeklilik ve sosyal yardım gider-leri için geçen yılın aynı dönemine göre % 15,7 oranında artışla 25 milyar 630 milyon TL’ye ulaşan bir transfer harcama-sı yapılmıştır. 2013 yılı Ocak-Nisan dö-neminde vergi türleri itibarıyla 2013 yılı Ocak-Nisan dönemine göre yapısal bir değişiklik olmamıştır. Bu dönemde ithal-de alınan katma değer vergisi % 32,2, özel tüketim vergisi % 28, dahilde alınan katma değer vergisi % 17,6, banka ve

Hizmetler dengesi % 349 oranında arttı; bunda tu-rizm gelirlerinin 4,1 milyar dolara çıkması etkili oldu.

Bütçe, yılın ilk dört ayın-da mali istikrar görünümü verdi. Faiz dışı fazla 17,9 milyar TL’ye çıktı; faiz gi-derleri 18,2 milyar TL’ye indi.

Page 24: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 201322

sigorta muameleleri vergisi % 12.4, gelir vergisi % 10.2, kurumlar vergisi % 6,4 oranında artmıştır.

Hükümetimiz bütçe istikrarına sıkı sıkı-ya sarılırken, TCMB para politikasının ba-şarısının temel ölçütü olan enflasyon oranı konusunda endişeli görünmektedir. Bunun ana nedeni, TCMB’nin Tüketici Fiyatları Endeksi’ndeki (TÜFE) değişime tamamen hakim olamamasıdır. Nitekim TÜFE 2013 Nisan ayında bir önceki aya göre % 0,42, bir önceki yılın Aralık ayına göre % 3,06, bir önceki yılın aynı ayına göre % 6,13 ve on iki aylık ortalamalara göre % 7,66 oranında artmıştır. Yıllık bazda en yüksek fiyat artışı % 16,25 ile alkollü içecekler ve tütün grubunda görülmüş; bunu % 8,97 ile lokanta ve oteller, % 6,85 ile haberleşme ve % 6,83 ile gıda ve alkolsüz içecekler grubu izlemiştir. Nisan 2013’te TÜFE’nin kapsadığı 437 maddenin 63’ünde ortala-

ma fiyatlar aynı kalmış, 247 maddenin or-talama fiyatları yükselmiş, 127 maddenin ortalama fiyatları ise düşmüştür.

2013 Nisan ayında Üretici Fiyatları Endeksi (ÜFE) ise bir önceki aya göre % 0,51, bir önceki yılın Aralık ayına göre % 0,01 düşerken, bir önceki yılın aynı ayına göre % 1,70 ve on iki aylık ortalamalara göre % 3,74 oranında yükselmiştir. Nisan ayında aylık bazda ÜFE tarım sektöründe % 2,23, sanayi sektöründe % 0,18 azal-mıştır. Sanayi sektörünün üç alt sektöründe fiyatlar bir önceki aya göre madencilik ve taşocakçılığı sektöründe % 0,76 artarken, imalat sanayi sektöründe % 0,12, elektrik, gaz ve su sektöründe % 1,14 oranında azalmıştır. ÜFE’de kapsamında yer alan 788 maddenin 184’ünde ortalama fiyat-lar aynı kalırken, 286 maddenin ortalama fiyatları yükselmiş, 318 maddenin ortala-ma fiyatları ise düşmüştür.

TCMB Mayıs ayında faiz oranlarını yeniden düşürmüştür. Buna rağmen Türki-ye belli başlı ülkeler içerisinde en yüksek faiz oranına sahip altıncı ülke konumun-

dadır. Bu durum bir taraftan yabancıların Türkiye’ye gelip, DİBS ve Hisse Senedi pi-yasalarına girip alıcı olmasını sağlamak-ta, yani kısa vadeli sermaye akımına ne-den olmakta; diğer taraftan da bankaların döviz cinsinden borçlanıp, TL cinsinden kredi vermesinin (plase etmesini) yolunu açmaktadır. Söz konusu bu yapılanma TCMB’yi iki yönden zora sokmaktadır; birincisi bu faiz oranlarına rağmen serma-ye girişi devam etmekte ve ülkemizin dö-viz riskini yukarı çekmektedir; ikincisi ise bankaların kredi plasmanına getirilen % 15’lik sınırın aşılmasına neden olmaktadır ki, bu da hedef enflasyon oranına ulaş-mayı engelleyen en önemli unsurlardan biridir. Ortaya çıkan bu ikilem çözülebil-diğinde, TCMB’nin de reel sektörün de rahatlayacağı düşünülmektedir.

Nisan 2013’de yıllık baz-da TÜFE %6,13; ÜFE % 1,70 arttı.

TCMB Mayıs’ta faiz oranla-rını yeniden düşürdü. Buna rağmen Türkiye, faiz oranı-nın yüksekliğinde dünyada 6’ncı sırada.

Grafik: AB27, Avro Alanı ve ABD’de Bir Önceki Yılın Aynı Dönemine Göre GSYH Büyüme Oranı (%)

Kaynak: Eurostat, http://epp.eurostat.ec.europa.eu/cache/ITY_PUBLIC/2-15052013-AP/EN/2-15052013-AP-EN.PDF.

Page 25: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 201322

sigorta muameleleri vergisi % 12.4, gelir vergisi % 10.2, kurumlar vergisi % 6,4 oranında artmıştır.

Hükümetimiz bütçe istikrarına sıkı sıkı-ya sarılırken, TCMB para politikasının ba-şarısının temel ölçütü olan enflasyon oranı konusunda endişeli görünmektedir. Bunun ana nedeni, TCMB’nin Tüketici Fiyatları Endeksi’ndeki (TÜFE) değişime tamamen hakim olamamasıdır. Nitekim TÜFE 2013 Nisan ayında bir önceki aya göre % 0,42, bir önceki yılın Aralık ayına göre % 3,06, bir önceki yılın aynı ayına göre % 6,13 ve on iki aylık ortalamalara göre % 7,66 oranında artmıştır. Yıllık bazda en yüksek fiyat artışı % 16,25 ile alkollü içecekler ve tütün grubunda görülmüş; bunu % 8,97 ile lokanta ve oteller, % 6,85 ile haberleşme ve % 6,83 ile gıda ve alkolsüz içecekler grubu izlemiştir. Nisan 2013’te TÜFE’nin kapsadığı 437 maddenin 63’ünde ortala-

ma fiyatlar aynı kalmış, 247 maddenin or-talama fiyatları yükselmiş, 127 maddenin ortalama fiyatları ise düşmüştür.

2013 Nisan ayında Üretici Fiyatları Endeksi (ÜFE) ise bir önceki aya göre % 0,51, bir önceki yılın Aralık ayına göre % 0,01 düşerken, bir önceki yılın aynı ayına göre % 1,70 ve on iki aylık ortalamalara göre % 3,74 oranında yükselmiştir. Nisan ayında aylık bazda ÜFE tarım sektöründe % 2,23, sanayi sektöründe % 0,18 azal-mıştır. Sanayi sektörünün üç alt sektöründe fiyatlar bir önceki aya göre madencilik ve taşocakçılığı sektöründe % 0,76 artarken, imalat sanayi sektöründe % 0,12, elektrik, gaz ve su sektöründe % 1,14 oranında azalmıştır. ÜFE’de kapsamında yer alan 788 maddenin 184’ünde ortalama fiyat-lar aynı kalırken, 286 maddenin ortalama fiyatları yükselmiş, 318 maddenin ortala-ma fiyatları ise düşmüştür.

TCMB Mayıs ayında faiz oranlarını yeniden düşürmüştür. Buna rağmen Türki-ye belli başlı ülkeler içerisinde en yüksek faiz oranına sahip altıncı ülke konumun-

dadır. Bu durum bir taraftan yabancıların Türkiye’ye gelip, DİBS ve Hisse Senedi pi-yasalarına girip alıcı olmasını sağlamak-ta, yani kısa vadeli sermaye akımına ne-den olmakta; diğer taraftan da bankaların döviz cinsinden borçlanıp, TL cinsinden kredi vermesinin (plase etmesini) yolunu açmaktadır. Söz konusu bu yapılanma TCMB’yi iki yönden zora sokmaktadır; birincisi bu faiz oranlarına rağmen serma-ye girişi devam etmekte ve ülkemizin dö-viz riskini yukarı çekmektedir; ikincisi ise bankaların kredi plasmanına getirilen % 15’lik sınırın aşılmasına neden olmaktadır ki, bu da hedef enflasyon oranına ulaş-mayı engelleyen en önemli unsurlardan biridir. Ortaya çıkan bu ikilem çözülebil-diğinde, TCMB’nin de reel sektörün de rahatlayacağı düşünülmektedir.

Nisan 2013’de yıllık baz-da TÜFE %6,13; ÜFE % 1,70 arttı.

TCMB Mayıs’ta faiz oranla-rını yeniden düşürdü. Buna rağmen Türkiye, faiz oranı-nın yüksekliğinde dünyada 6’ncı sırada.

Grafik: AB27, Avro Alanı ve ABD’de Bir Önceki Yılın Aynı Dönemine Göre GSYH Büyüme Oranı (%)

Kaynak: Eurostat, http://epp.eurostat.ec.europa.eu/cache/ITY_PUBLIC/2-15052013-AP/EN/2-15052013-AP-EN.PDF.

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 2013 23

G20 Ülkelerinin Sherpaları İle Yapılan Toplantıda Dünya İşverenlerini TİSK Temsil Etti

2013 yılında Rusya Dönem Başkanlığın-ca yürütülen çalışmalar kapsamında, G20 Sherpaları* toplantısı 11-12 Mayıs 2013 tarihlerinde St. Petersburg’da gerçekleşti-riliyor. Geleneksel olarak kapalı biçimde gerçekleştirilen Sherpalar Toplantıları, G20 süreci içerisinde ilk defa B20 (İşveren 20), L20 (İşçi 20) ve C20 (STK 20) temsilcilerinin de katılımı ile düzenleniyor.

Toplantıya “B20 İş Yaratma ve İnsan Sermayesine Yatırım” Görev Gücü adına dünya işverenlerini temsilen TİSK Dış İlişkiler Komisyonu Üyesi ve SantaFarma İlaç Sa-nayii A.Ş’nin Yönetim Kurulu Başkanı Erol Kiresepi katıldı.

Kiresepi toplantıda, sadece G20 üyesi ülkelerin değil, aynı zamanda G20 üyesi olmayan ülkelerin de işveren kesimlerini temsilen “B20 İş Yaratma ve İnsan Sermaye-sine Yatırım” Görev Gücü tarafından G20 Zirvesi’ne sunulmak üzere hazırlanan tavsi-yeleri G20 Sherpalarına sunmak üzere bir konuşma gerçekleştirdi.

Kiresepi konuşmasında aşağıdaki husus-lara değindi:

“B20’nin istihdam politikaları alanında-ki çalışma organı olarak, temel öncelikleri-mizi bir taraftan kişilerin iş bulmalarını ve potansiyellerini tam olarak kullanmalarını sağlamak, diğer taraftan işletmelerin büyü-mesini ve istihdam yaratmalarını mümkün kılmak üzere fırsatlar yaratmaya odakla-

mış bulunuyoruz. Bu çerçevede söz konusu Görev Gücü, tavsiyelerini üç ana politika alanında belirlemiş bulunmaktadır. Bunlar; istihdam edilebilirliğin artırılması, işletmeler ve girişimcilik için uygun ortamın yaratılması ve demografik sorunlarla başa çıkılmasıdır.

İstihdamı artırmayı hedefleyen her stra-teji eğitim sistemlerine dayanmalıdır. Bu çerçevede Hükümetlerin görevi, zorunlu eği-time katılımın artırılması ve yüksek kalitede eğitim sistemlerinin oluşturulması için aktif tedbirler almak olmalıdır. Mesleki eğitim ve üniversite eğitiminin işgücü piyasasının ge-reklilikleri ile uyumlaştırılması da ivedilikle ele alınması gereken bir konudur. Bu çerçe-vede, vergi politikaları ve sübvansiyonlarla desteklenmiş işbaşında öğrenme sistemle-rini mümkün kılan düzenleyici çerçevelerin oluşturulması, iş dünyası ve eğitim kurumları arasında müfredat geliştirilmesi konusunda işbirliğinin artırılması ile çıraklık ve dual eği-tim gibi mevcut uygulamaların yeni meslek-lerin gerektirdiği ihtiyaçlara cevap vermesi, Hükümetlerin acilen faaliyete geçmeleri ge-reken alanlardır.

İstihdamı yaratanlar işletmelerdir ve sürdürülebilir işletmeler sürdürülebilir işlerin anahtarıdır. Bu çerçevede işletmelere istik-rarlı ve çekici bir iş yapma ortamının sağ-lanması elzemdir. Esnek işgücü piyasaları ve iş sözleşmelerinde çeşitlilik sağlanması işletmelerin piyasa değişikliklerine hızlı bi-çimde yanıt vermesini ve iş yaratmasını ko-

laylaştırmaktadır. Özel sigorta sistemlerinin geliştirilmesi

yoluyla sürdürülebilir sosyal sigorta sistem-lerinin yaratılması ve göçmen politikalarının işgücü piyasalarının ihtiyaçlarına göre dü-zenlenmesi, demografik değişimle başa çık-mak için Hükümetlerin kullanacağı önemli enstrümanlardır.

Nihayet, bugüne kadar G20 Zirvelerin-de alınan kararların ülkeler bazında uygu-lamasının takip edilmesi ve G20 Devlet ve Hükümet Başkanlarının söz konusu ülke uy-gulamaları konusunda her G20 Zirvesi’nde geri bildirimde bulunmaları sürecin etkinliği açısından kritik önem taşımaktadır.”

TİSK, 20-21 Haziran 2013 tarihlerinde yapılacak “St. Petersburg Uluslararası Eko-nomi Forumu ve B20 Zirvesi” ile 5-6 Eylül 2013 tarihlerinde yapılacak “G20 Zirvesi” başta olmak üzere sürece ilişkin toplantılara Yönetim Kurulu Başkanı ve “B20 İş Yaratma ve İnsan Sermayesine Yatırım” Görev Gücü Eş Başkanı Tuğrul Kudatgobilik başkanlığın-daki üst düzey heyetler ile katılmaya ve poli-tikaları yönlendirmeye devam edecek.

DİPNOT*Sherpa (Şerpa): G20 üyesi ülkelerin Devlet ve Hükümet Başkanlarının Temsilcisi

(TİSK Haber Bülteni; 11 Mayıs 2013)

Türkiye’nin IMF’ye Borcu KalmadıUluslararası Para Fonu (IMF)

Türkiye Daimi Temsilcisi Mark Lewis yaptığı açıklamada, Türkiye’nin IMF’ye olan borcunun son taksitini ödediğini belirtti. “IMF ve IMF An-kara Ofisi, 1947 yılından bu yana IMF’nin üyesi olan Türkiye ile iş-birliğinin önümüzdeki dönemde de devamını beklemektedir” diyen Lewis, özellikle tüm üyelerle eko-nomik ve finansal politikalar üze-rine düzenli şekilde sürdürdükleri görüşmelerin, araştırma ve diğer

projelerdeki işbirliğinin, eğitim ve teknik konulardaki desteğin önü-müzdeki dönemde de devamını beklediklerini dile getirdi. Lewis, “Türkiye’nin IMF’de giderek daha etkin bir rol alması ile birlikte mev-cut küresel ekonomik zorlukların çözümüne yönelik uluslararası düzeydeki yakın çalışmalarımızın önümüzdeki dönemde de devam edeceğini umuyoruz” dedi.

(ANKA; 15.05.2013)

Page 26: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 201324

Türkiye’nin ekonomideki başarısı kredi derecelendirme kuruluşlarının da gözünden kaçmadı ve ülkenin kredi notu birçok kuruluş tarafından art arda “yatırım yapılabilir” se-viyeye yükseltildi. Yapılan değerlendirmeye göre, ekonomi kurmayları yıllar sonra gelen bu başarının tesadüf olmadığı noktasında birleşirken, güçlü ekonomi, sürdürülebilir büyüme beklentileri, istikrarlı kamu maliyesi,

olumlu borç göstergeleri, güçlü ve derinle-şen finansal sistem gibi faktörlerin temel des-tekleyici olduğu belirtiliyor.

Not artırımının dış ayağında ise Türkiye’nin yumuşak karnı olarak gösteri-len enerji güvenliği açısından büyük önem taşıyan Irak’la yakın ilişkilerin kurulması, İsrail’in Türkiye’den özür dilemesinin ardın-dan ilişkilerin yeni boyut kazanmasının ve bölgedeki artan stratejik öneminin rol oyna-dığı dile getiriliyor.

Türkiye ilk olarak Fitch’in, 5 Kasım 2012’de ülkenin uzun vadeli yabancı para cinsinden kredi notu “BB “dan “BBB-”ye çıkarmasıyla “yatırım yapılabilir” seviyeye yükseltilirken, Moody’s 16 Mayıs 2013’te ülkenin “Ba1” yabancı para cinsinden uzun vadeli kredi notunu bir basamak artırarak “Baa3” yapmıştı. Böylece Türkiye 1992 yılından beri ilk defa iki uluslararası kredi derecelendirme kuruluşundan “yatırım yapı-labilir” kredi notuna sahip olmuştu.

Japon Kredi Derecelendirme Kurulu-şunun da (JCR), 23 Mayıs’ta Türkiye’nin kredi notunu iki basamak artırarak yatırım yapılabilir seviye olan “BBB-”ye yükseltme-si piyasalarda yeni bir heyecan oluşturur-ken, ekonomi dünyasına son müjdeli ha-ber de Kanada merkezli uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Dominion Bond Rating Services’den (DBRS) geldi. Kurulu-şun, Türkiye’nin uzun vadeli yabancı para cinsinden kredi notunu “BBB-” ile “yatırım” seviyesine çıkarmasıyla piyasalarda adeta bahar havası esmeye başladı.

Türkiye için gözler şimdi de Standard and Poor’s’a (S&P) çevrildi. Kuruluş, 27 Mart 2013’te Türkiye’nin kredi notunu ‘’BB’’den ‘’BB ‘’ya yükseltmiş, ancak yatırım yapılabilir seviyenin bir basamak altında bırakmıştı. Ekonomistlerin ortak görüşü ise S&P’nin de piyasalarda oluşan bahar hava-sına kayıtsız kalamayacağı yönünde.

(ANKA; 27.05.2013)

Kredi Derecelendirme Kurumlarının Gözdesi Olduk

TİSK Dünyadaki Tüm İşverenler İçin“Kurumsal Sosyal Sorumluluk Modeli” Oluşturuyor

Türkiye İşveren Sendikaları Konfede-rasyonu (TİSK) liderliğinde ve Uluslara-rası İşverenler Teşkilatı (IOE), Hırvatistan İşverenler Birliği (HUP-CEA), Karadağ İşverenler Federasyonu (UPCG/MEF), Makedonya İşverenler Konfederasyonu (BCM) ve Romanya Küçük ve Orta Öl-çekli Özel Sektör İşletmeleri Ulusal Kon-seyi (CNIPMMR) ortaklığında yürütülen “Herkes İçin Kurumsal Sosyal Sorumlu-luk” Projesi’nin Başlangıç Konferansı 18 Nisan 2013 tarihinde Ankara’da gerçek-leştirildi.

TİSK ile Avrupa Komisyonu’nun Brük-sel Merkezi arasında 30 Kasım 2012 tarihinde imzalanan sözleşme ile faali-yetlerine başlayan Proje 24 ay sürecek.

Konferans’ın açılış konuşmaları TİSK Yönetim Kurulu Başkanı Tuğrul Kudatgo-bilik, Türkiye Avrupa Birliği Delegasyonu Başkan Yardımcısı Bela Szombati ve Ça-lışma ve Sosyal Güvenlik Bakan Yardım-

cısı Halil Etyemez tarafından gerçekleş-tirildi.

TİSK Başkanı Kudatgobilik, söz konusu Proje ile Güney Doğu Avrupa Böl-gesi ülkelerinde kurumsal sosyal sorumluluk

Page 27: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 201324

Türkiye’nin ekonomideki başarısı kredi derecelendirme kuruluşlarının da gözünden kaçmadı ve ülkenin kredi notu birçok kuruluş tarafından art arda “yatırım yapılabilir” se-viyeye yükseltildi. Yapılan değerlendirmeye göre, ekonomi kurmayları yıllar sonra gelen bu başarının tesadüf olmadığı noktasında birleşirken, güçlü ekonomi, sürdürülebilir büyüme beklentileri, istikrarlı kamu maliyesi,

olumlu borç göstergeleri, güçlü ve derinle-şen finansal sistem gibi faktörlerin temel des-tekleyici olduğu belirtiliyor.

Not artırımının dış ayağında ise Türkiye’nin yumuşak karnı olarak gösteri-len enerji güvenliği açısından büyük önem taşıyan Irak’la yakın ilişkilerin kurulması, İsrail’in Türkiye’den özür dilemesinin ardın-dan ilişkilerin yeni boyut kazanmasının ve bölgedeki artan stratejik öneminin rol oyna-dığı dile getiriliyor.

Türkiye ilk olarak Fitch’in, 5 Kasım 2012’de ülkenin uzun vadeli yabancı para cinsinden kredi notu “BB “dan “BBB-”ye çıkarmasıyla “yatırım yapılabilir” seviyeye yükseltilirken, Moody’s 16 Mayıs 2013’te ülkenin “Ba1” yabancı para cinsinden uzun vadeli kredi notunu bir basamak artırarak “Baa3” yapmıştı. Böylece Türkiye 1992 yılından beri ilk defa iki uluslararası kredi derecelendirme kuruluşundan “yatırım yapı-labilir” kredi notuna sahip olmuştu.

Japon Kredi Derecelendirme Kurulu-şunun da (JCR), 23 Mayıs’ta Türkiye’nin kredi notunu iki basamak artırarak yatırım yapılabilir seviye olan “BBB-”ye yükseltme-si piyasalarda yeni bir heyecan oluşturur-ken, ekonomi dünyasına son müjdeli ha-ber de Kanada merkezli uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Dominion Bond Rating Services’den (DBRS) geldi. Kurulu-şun, Türkiye’nin uzun vadeli yabancı para cinsinden kredi notunu “BBB-” ile “yatırım” seviyesine çıkarmasıyla piyasalarda adeta bahar havası esmeye başladı.

Türkiye için gözler şimdi de Standard and Poor’s’a (S&P) çevrildi. Kuruluş, 27 Mart 2013’te Türkiye’nin kredi notunu ‘’BB’’den ‘’BB ‘’ya yükseltmiş, ancak yatırım yapılabilir seviyenin bir basamak altında bırakmıştı. Ekonomistlerin ortak görüşü ise S&P’nin de piyasalarda oluşan bahar hava-sına kayıtsız kalamayacağı yönünde.

(ANKA; 27.05.2013)

Kredi Derecelendirme Kurumlarının Gözdesi Olduk

TİSK Dünyadaki Tüm İşverenler İçin“Kurumsal Sosyal Sorumluluk Modeli” Oluşturuyor

Türkiye İşveren Sendikaları Konfede-rasyonu (TİSK) liderliğinde ve Uluslara-rası İşverenler Teşkilatı (IOE), Hırvatistan İşverenler Birliği (HUP-CEA), Karadağ İşverenler Federasyonu (UPCG/MEF), Makedonya İşverenler Konfederasyonu (BCM) ve Romanya Küçük ve Orta Öl-çekli Özel Sektör İşletmeleri Ulusal Kon-seyi (CNIPMMR) ortaklığında yürütülen “Herkes İçin Kurumsal Sosyal Sorumlu-luk” Projesi’nin Başlangıç Konferansı 18 Nisan 2013 tarihinde Ankara’da gerçek-leştirildi.

TİSK ile Avrupa Komisyonu’nun Brük-sel Merkezi arasında 30 Kasım 2012 tarihinde imzalanan sözleşme ile faali-yetlerine başlayan Proje 24 ay sürecek.

Konferans’ın açılış konuşmaları TİSK Yönetim Kurulu Başkanı Tuğrul Kudatgo-bilik, Türkiye Avrupa Birliği Delegasyonu Başkan Yardımcısı Bela Szombati ve Ça-lışma ve Sosyal Güvenlik Bakan Yardım-

cısı Halil Etyemez tarafından gerçekleş-tirildi.

TİSK Başkanı Kudatgobilik, söz konusu Proje ile Güney Doğu Avrupa Böl-gesi ülkelerinde kurumsal sosyal sorumluluk

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 2013 25

konusunda başta işveren örgütlerinin ve iş-letmelerin kapasitelerinin güçlendirileceğini ve geliştirilecek modelin, dünyadaki tüm işveren teşkilatlarına, üyelerinin kurumsal sosyal sorumluluk faaliyetlerine rehberlik yapmaları için yol göstereceğini söyledi.

Kurumsal sosyal sorumluluk uygulamala-rının; bir şirketin yasal yükümlülükleri yerine getirmekle yetinmeyerek, toplumun refahını artıracak, ilerleme sağlayacak ve fayda doğuracak eylemlerde bulunmasını ifade etmesi gerektiğini söyleyen Kudatgobilik, iş-veren kesimi açısından sosyal sorumluluğun “gönüllü” bir girişim olduğunu, yasal zorun-lulukların ötesine geçen faaliyetleri içerdiği-ni, bununla birlikte, işletmelerin, hükümetin sahip olması gereken rolü ikame edecek aktörler olmadıklarını ve sosyal sorumlulu-ğun mevzuata bir alternatif teşkil etmediğini belirtti.

Kudatgobilik, sosyal sorumluluğun farklı özellikler taşıyan işletmeler için tek bir reçe-te halinde sunulamayacağını, işletmelerin sosyal sorumluluk ile sürekli değişen dünya koşullarına cevap verdiğini ve sosyal sorum-luluğun sosyal, ekonomik ve çevresel gibi birçok boyutu içerdiğini belirterek, işletme-lerin yenilikçi yaklaşımlarını sürdürebilmek için esnekliğe ihtiyaç duyduğunu kaydetti.

Türkiye Avrupa Birliği Delegasyonu Başkan Yardımcısı Bela Szombati, özel sek-törde kurumsal sosyal sorumluluk anlayışı benimsenmeden sürdürülebilir büyümenin sağlanamayacağını ve kurumsal sosyal so-rumluluğun, ilgili paydaşların katılımıyla ge-liştirilebilecek bir alan olduğunu belirterek,

bu anlamda Proje’yi çok önemli gördüğünü vurguladı.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakan Yar-dımcısı Halil Etyemez, Ülkemiz ekonomisinin büyük bir sıçrayış yaşadığını, bu gelişmede bütün vatandaşların, işletmelerin, kurumların ve hükümetin katkısı olduğunu söyleyerek, sağduyulu işverenlerin önemini vurgula-dı. Etyemez, sosyal sorumluluk anlayışına bütün dünyada hayati önem verildiğini ve Bakanlığın, TİSK’in yürüttüğü Proje’yi destek-lediğini söyledi.

Proje’nin Koordinatörü Nil Mit, Proje’nin uygulama yapısı ve faaliyetlerini anlatarak, Proje çalışmaları hakkında bilgi verdi.

Konferans’ın “Kurumsal Sosyal Sorum-luluğun Bugünü ve Geleceği” konulu Panel bölümüne başkanlık eden TİSK Genel Sekre-ter Yardımcısı Ferhat İlter, kurumsal sosyal sorumluluğun dünyada hızla gelişen ve bek-lentilerin yüksek olduğu popüler bir konu ol-duğunu söyleyerek, sürecin, toplumun elde edeceği faydayı azami kılacak şekilde yön-lendirilmesi gerektiğini, TİSK’in bu nedenle Güney Doğu Avrupa Bölgesi’nde yürütülen Proje’yi meydana getirdiğini, çocuk işçilikle mücadele modelinden sonra, bu konuda da dünyadaki tüm işveren teşkilatlarına ikinci bir model sunmak istediğini belirtti.

Koç Holding Dış İlişkiler ve KSS Koordi-natörü Aylin Gezgüç, kurumsal sosyal so-rumluluğun kuralların ve vicdanın bir arada bulunduğu bir yolculuk olduğunu, sürdürü-lebilir büyümeye dayanan kurumsal sos-yal sorumluluğun ancak, mevcut nesillerin ihtiyaçlarının, gelecek nesillerin ihtiyaçları sömürülmeden karşılandığı ölçüde gerçekle-şeceğini söyledi.

Kurumsal sosyal sorumluluğun dünya-daki önemine değinen TİSK Üyesi Çimento Endüstrisi İşverenleri Sendikası’nın Genel Sekreteri Dr. Serdar Şardan, çimento sek-töründe sürdürülebilir büyümenin unsurları olan çevre, eğitim, kültür ve sağlık alanların-da yürütülen çeşitli kurumsal sosyal sorumlu-luk faaliyetleri hakkında bilgi verdi.

Keymen İlaç Sanayii Genel Müdürü Dr. Mutlu Topal, kurumsal sosyal sorumluluğun, sürdürülebilir büyümenin ayrılmaz bir par-çası olduğunu, daha kaliteli bir hayatın ka-pılarını açtığını söyledi.

Sabancı Üniversitesi Yönetim Bilimle-ri Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Melsa Ararat, hükümetin zorunlu görevleri ile sos-yal sorumluluğun birbirine karıştırılmaması gerektiğini, kurumsal sosyal sorumluluğun şirketlerin kârlılıklarını sürdürecek bir faa-liyet ve iş stratejisi olduğunu, küreselleşme sürecinde ulus devletlerin gücünü kaybetme-sinden doğan boşlukta şirketlerin muhatap hale geldiğini, öte yandan vatandaşların hükümetlerden taleplerini büyük şirketlerin dile getirmeye başladığını ifade etti.

Kurumsal Sosyal Sorumluluk Derneği Ankara Temsilcisi Berkay Orhaner, Ülkemi-zin zengin doğal kaynaklara sahip olduğu-nu, kaynakların sürdürülebilir büyüme için kullanılması gerektiğini ve kurumsal sosyal sorumluluğun bu anlamda önemli bir daya-nak teşkil ettiğini belirtti. Orhaner, kurumsal sosyal sorumluluğun sadece büyük şirketleri ilgilendiren bir konu olmadığını, küçük ve orta ölçekli işletmelerin de kurumsal sosyal sorumluluk için kapasitelerini geliştirmeleri gerektiğini vurguladı.

Konferans, soru-cevap bölümünün ardın-dan sona erdi.

Page 28: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 201326

Türkiye, 2013’te Küresel Rekabet Gücü Sıralamasında Bir Basamak Yükseldi Ancak 1997’deki Konumunun Gerisinde

En prestijli uluslararası rekabet gücü rating kuruluşlarından, İsviçre merkezli IMD’nin (Uluslararası Yönetim Geliştirme Enstitüsü) “Dünya Rekabet Gücü Yıllığı 2013” sonuçları 29.05.2013 tarihinde açıklandı.

Türkiye ekonomisi, değerlendirilen 60 ülke ekonomisi içinde 2012’de 38’inci sıra-da iken, 2013’te 37’nciliğe yükseldi. (Bkz. Tablo)

IMD’den yapılan açıklamada, dünya-da rekabet gücü en yüksek ülkenin 2’nci sıradan birinciliğe çıkan ABD olduğu; bu sonucun teknolojik inovasyon gücüne, mali sektördeki toparlanmaya ve şirketlerin başa-rısına dayandığı bildirildi. ABD’yi sırasıyla İsviçre, Hong Kong, İsveç, Singapur ve Nor-veç izledi.

Bir önceki yıla göre 2013’te Çin ve Ja-ponya da rekabet güçlerini artırdı. Açıkla-mada, bu ülke ekonomilerinin dinamizmini Abenomics’in (Japon Başbakanı Abe’den

mülhem, para basılarak finanse edilen mali gevşeme politikası) etkilediği belirtilirken, Avrupa’nın en rekabetçi ülkelerinden İsviç-re, İsveç ve Almanya’nın ihracat güdümlü sanayi, ekonomide çeşitlilik, güçlü KOBİ’ler ve mali disiplin dolayısıyla olumlu sonuç al-dıkları kaydedildi.

BRICS Ülkeleri kapsamında Çin ve Rus-ya rekabet gücünde yükselirken, Brezilya ve Güney Afrika kayba uğradı.

15 Yıllık BilançoIMD, yaptığı açıklamada 2013’teki sıra-

lamayı 1997’ye göre de değerlendirdi.1997 yılında 35’inci sırada yer alan

Türkiye, aradan geçen 15 yılda, son yıllar-daki yükselişlere rağmen 2013’te 37’nci olabildi.

Pazarlara hakim olmak için süren küre-sel rekabet gücü yarışında ABD’nin konumu değişmedi; 1997’de de birinci sırada geli-yordu.

Yarışta 5 ve daha çok sıra atlayan “Ka-zananlar” şu ülkeler oldu: Çin, Almanya, İs-rail, Kore, Meksika, Polonya, İsveç, İsviçre, Tayvan.

Buna karşılık, son 15 yılda 5 ve daha çok sıra düşen “Kaybedenler” ise şu ülkeler:

Arjantin, Brezilya, Şili, Finlandiya, Fran-sa, Yunanistan, Macaristan, İzlanda, İrlan-da, İtalya, Japonya, Lüksemburg, Hollanda, Yeni Zelanda, Filipinler, Portekiz, Güney Afrika, İspanya, İngiltere ve Venezuela.

Açıklamada, rekabet gücünün “altın kurallarının” sanayi, çeşitlilik, ihracat, altya-pıya yatırım, eğitim, KOBİ’leri destekleme, mali disiplin ve her şeyin üzerinde toplumsal uyum olduğu belirtildi.

(TİSK Haber Bülteni;31.05.2013)

Page 29: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 201326

Türkiye, 2013’te Küresel Rekabet Gücü Sıralamasında Bir Basamak Yükseldi Ancak 1997’deki Konumunun Gerisinde

En prestijli uluslararası rekabet gücü rating kuruluşlarından, İsviçre merkezli IMD’nin (Uluslararası Yönetim Geliştirme Enstitüsü) “Dünya Rekabet Gücü Yıllığı 2013” sonuçları 29.05.2013 tarihinde açıklandı.

Türkiye ekonomisi, değerlendirilen 60 ülke ekonomisi içinde 2012’de 38’inci sıra-da iken, 2013’te 37’nciliğe yükseldi. (Bkz. Tablo)

IMD’den yapılan açıklamada, dünya-da rekabet gücü en yüksek ülkenin 2’nci sıradan birinciliğe çıkan ABD olduğu; bu sonucun teknolojik inovasyon gücüne, mali sektördeki toparlanmaya ve şirketlerin başa-rısına dayandığı bildirildi. ABD’yi sırasıyla İsviçre, Hong Kong, İsveç, Singapur ve Nor-veç izledi.

Bir önceki yıla göre 2013’te Çin ve Ja-ponya da rekabet güçlerini artırdı. Açıkla-mada, bu ülke ekonomilerinin dinamizmini Abenomics’in (Japon Başbakanı Abe’den

mülhem, para basılarak finanse edilen mali gevşeme politikası) etkilediği belirtilirken, Avrupa’nın en rekabetçi ülkelerinden İsviç-re, İsveç ve Almanya’nın ihracat güdümlü sanayi, ekonomide çeşitlilik, güçlü KOBİ’ler ve mali disiplin dolayısıyla olumlu sonuç al-dıkları kaydedildi.

BRICS Ülkeleri kapsamında Çin ve Rus-ya rekabet gücünde yükselirken, Brezilya ve Güney Afrika kayba uğradı.

15 Yıllık BilançoIMD, yaptığı açıklamada 2013’teki sıra-

lamayı 1997’ye göre de değerlendirdi.1997 yılında 35’inci sırada yer alan

Türkiye, aradan geçen 15 yılda, son yıllar-daki yükselişlere rağmen 2013’te 37’nci olabildi.

Pazarlara hakim olmak için süren küre-sel rekabet gücü yarışında ABD’nin konumu değişmedi; 1997’de de birinci sırada geli-yordu.

Yarışta 5 ve daha çok sıra atlayan “Ka-zananlar” şu ülkeler oldu: Çin, Almanya, İs-rail, Kore, Meksika, Polonya, İsveç, İsviçre, Tayvan.

Buna karşılık, son 15 yılda 5 ve daha çok sıra düşen “Kaybedenler” ise şu ülkeler:

Arjantin, Brezilya, Şili, Finlandiya, Fran-sa, Yunanistan, Macaristan, İzlanda, İrlan-da, İtalya, Japonya, Lüksemburg, Hollanda, Yeni Zelanda, Filipinler, Portekiz, Güney Afrika, İspanya, İngiltere ve Venezuela.

Açıklamada, rekabet gücünün “altın kurallarının” sanayi, çeşitlilik, ihracat, altya-pıya yatırım, eğitim, KOBİ’leri destekleme, mali disiplin ve her şeyin üzerinde toplumsal uyum olduğu belirtildi.

(TİSK Haber Bülteni;31.05.2013)

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 2013 27

Sıra Sıra

Ülke 2013 2012 1997 Ülke 2013 2012 1997

ABD 1 2 1 Litvanya 31 36 -

İsviçre 2 3 12 Meksika 32 37 40

Hong Kong 3 1 3 Polonya 33 34 43

İsveç 4 5 19 Kazakistan 34 32 -

Singapur 5 4 2 Çek Cumhuriyeti 35 33 33

Norveç 6 8 5 Estonya 36 31 -

Kanada 7 6 6 Türkiye 37 38 35

BAE 8 16 - Filipinler 38 43 29

Almanya 9 9 16 Endonezya 39 42 38

Katar 10 10 - Hindistan 40 35 41

Tayvan 11 7 18 Letonya 41 - -

Danimarka 12 3 13 Rusya 42 48 46

Lüksemburg 13 12 8 Peru 43 44 -

Hollanda 14 11 4 İtalya 44 40 39

Malezya 15 14 14 İspanya 45 39 26

Avustralya 16 15 15 Portekiz 46 41 32

İrlanda 17 20 10 Slovak Cumhuriyeti 47 47 -

İngiltere 18 18 9 Kolombiya 48 52 45

İsrail 19 19 25 Ukrayna 49 56 -

Finlandiya 20 17 7 Macaristan 50 45 37

Çin 21 23 27 Brezilya 51 46 34

Kore 22 22 30 Slovenya 52 51 -

Avusturya 23 21 20 Güney Afrika 53 50 42

Japonya 24 27 17 Yunanistan 54 58 36

Yeni Zelanda 25 24 11 Romanya 55 53 -

Belçika 26 25 23 Ürdün 56 49 -

Tayland 27 30 31 Bulgaristan 57 54 -

Fransa 28 29 22 Hırvatistan 58 57 -

İzlanda 29 26 21 Arjantin 59 55 28

Şili 30 28 24 Venezuela 60 59 44

Tablo: Dünya Rekabet Gücü Sıralaması

Kaynak: IMD, Dünya Rekabet Gücü Yıllığı

Page 30: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 201328

Avrupa Komisyonu Üyesi Laszlo Andor Türkiye’yi Ziyaret Etti

Avrupa Komisyonu’nun İstihdam, Sos-yal İşler ve Sosyal İçerme konularından sorumlu Üyesi Laszlo Andor, 8-10 Mayıs tarihlerinde Ankara ve İstanbul’a üç gün-lük bir resmi ziyarette bulundu.

Komisyon Üyesi Türk makamları ile Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne katılım sü-recine ilişkin görüşmelerde bulundu. Gö-rüşmelerde, Türkiye’nin katılım perspekti-finin Aralık ayında AB tarafından tekrar teyit edilmesi ve yılbaşından bu yana katılım sürecinde gözlemlenen yeni ivme sonrasında, özellikle sosyal politika ve istihdam alanında atılacak yeni adımlar gündeme geldi.

Komisyon Üyesi Andor, AB Bakanı ve Baş Müzakereci Sayın Egemen Bağış ile temaslarında AB’nin Türkiye ile katılım sürecini hızlandırma konusundaki karar-

lılığının altını çizdi, Bakan Bağış da Sos-yal Politika ve İstihdam faslının (19.fasıl) önümüzdeki aylarda ilerleme kaydedile-bilecek bir alan olduğunu ifade etti. Ko-misyon Üyesi ayrıca önümüzdeki ay böl-gesel politika ve yapısal fonlar (22. fasıl) alanında müzakerelerin başlatılmasına verdiği desteği dile getirdi.

Komisyon Üyesi Andor, 19. Faslın müzakerelere açılmasına ilişkin çalış-malar bağlamında Çalışma ve Sosyal Politikalar Bakanı Sayın Faruk Çelik ile Türkiye’nin sendikalar mevzuatının de-taylarını görüştü. Türkiye tarafından kay-dedilmiş olan ilerlemeyi takdirle karşıla-dığını ifade eden Andor 9 Mayıs günü sosyal ortaklarla bir araya geldi. Andor ile görüşmeye Türk İşveren kesimini tem-silen TİSK ve MESS Başkanı Tuğrul Ku-

datgobilik ve TİSK Genel Sekreteri Bülent Pirler katıldı. Andor’un sosyal ortaklarla yaptığı görüşmede Tuğrul Kudatgobilik, 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Söz-leşmesi Kanunu’nun yapım sürecinde işletilen sosyal diyaloğun örnek nitelikte olduğuna dikkat çekerek, kanunun mad-delerinin % 95’inin sosyal ortakların kon-sensüsüne dayalı olduğunun altını çizdi ve artık bu konunun Türkiye’nin AB üyelik müzakerelerinde bir engel olarak yan-sıtılmasından vazgeçilmesi gerektiğini vurguladı. Kudatgobilik, AB düzeyindeki sosyal ortakların yaptıkları anlaşmala-rın AB tarafından resmi şekilde tanın-ması uygulamasından örnekler vererek Türkiye’de sendikal mevzuat konusunda sosyal taraflar arasında varılan uzlaşma-ya da saygı duyulması gereğini belirtti.

Çalışma Meclisi Hazırlık Toplantıları YapıldıÇalışma Meclisi’nin Eylül ya da Ekim

ayı içinde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından toplantıya çağrıla-cak olması nedeniyle 16-17 Mayıs 2013 tarihlerinde altı ayrı Çalışma Grubu bün-yesinde hazırlık toplantıları yapıldı.

Çalışma Grupları aşağıdaki gibi oluşturuldu:1) Alt İşverenlik2) Kıdem Tazminatı

3) Özel İstihdam Büroları Aracılığıyla Geçici İş İlişkisi

4) 6356 Sayılı Kanun Çerçevesinde Sendikal Örgütlenme

5) 6331 Sayılı Kanun Çerçevesinde İş Sağlığı ve Güvenliği Uygulaması

6) İstihdam PolitikalarıSöz konusu Çalışma Grupları’nın ta-

mamına TİSK temsilcileri katıldı ve TİSK

görüşleri sözlü ve yazılı olarak bildirildi.3146 sayılı Çalışma ve Sosyal Gü-

venlik Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkındaki Kanun’un 26’ncı maddesin-de Çalışma Meclisinin yılda bir toplan-ması hükmü yer alıyor.

Son Çalışma Meclisi 2004 yılında is-tihdamın artırılması, kayıtdışı istihdamın önlenmesi ve kıdem tazminatı fonu gün-demi ile toplanmıştı.

Page 31: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 201328

Avrupa Komisyonu Üyesi Laszlo Andor Türkiye’yi Ziyaret Etti

Avrupa Komisyonu’nun İstihdam, Sos-yal İşler ve Sosyal İçerme konularından sorumlu Üyesi Laszlo Andor, 8-10 Mayıs tarihlerinde Ankara ve İstanbul’a üç gün-lük bir resmi ziyarette bulundu.

Komisyon Üyesi Türk makamları ile Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne katılım sü-recine ilişkin görüşmelerde bulundu. Gö-rüşmelerde, Türkiye’nin katılım perspekti-finin Aralık ayında AB tarafından tekrar teyit edilmesi ve yılbaşından bu yana katılım sürecinde gözlemlenen yeni ivme sonrasında, özellikle sosyal politika ve istihdam alanında atılacak yeni adımlar gündeme geldi.

Komisyon Üyesi Andor, AB Bakanı ve Baş Müzakereci Sayın Egemen Bağış ile temaslarında AB’nin Türkiye ile katılım sürecini hızlandırma konusundaki karar-

lılığının altını çizdi, Bakan Bağış da Sos-yal Politika ve İstihdam faslının (19.fasıl) önümüzdeki aylarda ilerleme kaydedile-bilecek bir alan olduğunu ifade etti. Ko-misyon Üyesi ayrıca önümüzdeki ay böl-gesel politika ve yapısal fonlar (22. fasıl) alanında müzakerelerin başlatılmasına verdiği desteği dile getirdi.

Komisyon Üyesi Andor, 19. Faslın müzakerelere açılmasına ilişkin çalış-malar bağlamında Çalışma ve Sosyal Politikalar Bakanı Sayın Faruk Çelik ile Türkiye’nin sendikalar mevzuatının de-taylarını görüştü. Türkiye tarafından kay-dedilmiş olan ilerlemeyi takdirle karşıla-dığını ifade eden Andor 9 Mayıs günü sosyal ortaklarla bir araya geldi. Andor ile görüşmeye Türk İşveren kesimini tem-silen TİSK ve MESS Başkanı Tuğrul Ku-

datgobilik ve TİSK Genel Sekreteri Bülent Pirler katıldı. Andor’un sosyal ortaklarla yaptığı görüşmede Tuğrul Kudatgobilik, 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Söz-leşmesi Kanunu’nun yapım sürecinde işletilen sosyal diyaloğun örnek nitelikte olduğuna dikkat çekerek, kanunun mad-delerinin % 95’inin sosyal ortakların kon-sensüsüne dayalı olduğunun altını çizdi ve artık bu konunun Türkiye’nin AB üyelik müzakerelerinde bir engel olarak yan-sıtılmasından vazgeçilmesi gerektiğini vurguladı. Kudatgobilik, AB düzeyindeki sosyal ortakların yaptıkları anlaşmala-rın AB tarafından resmi şekilde tanın-ması uygulamasından örnekler vererek Türkiye’de sendikal mevzuat konusunda sosyal taraflar arasında varılan uzlaşma-ya da saygı duyulması gereğini belirtti.

Çalışma Meclisi Hazırlık Toplantıları YapıldıÇalışma Meclisi’nin Eylül ya da Ekim

ayı içinde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından toplantıya çağrıla-cak olması nedeniyle 16-17 Mayıs 2013 tarihlerinde altı ayrı Çalışma Grubu bün-yesinde hazırlık toplantıları yapıldı.

Çalışma Grupları aşağıdaki gibi oluşturuldu:1) Alt İşverenlik2) Kıdem Tazminatı

3) Özel İstihdam Büroları Aracılığıyla Geçici İş İlişkisi

4) 6356 Sayılı Kanun Çerçevesinde Sendikal Örgütlenme

5) 6331 Sayılı Kanun Çerçevesinde İş Sağlığı ve Güvenliği Uygulaması

6) İstihdam PolitikalarıSöz konusu Çalışma Grupları’nın ta-

mamına TİSK temsilcileri katıldı ve TİSK

görüşleri sözlü ve yazılı olarak bildirildi.3146 sayılı Çalışma ve Sosyal Gü-

venlik Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkındaki Kanun’un 26’ncı maddesin-de Çalışma Meclisinin yılda bir toplan-ması hükmü yer alıyor.

Son Çalışma Meclisi 2004 yılında is-tihdamın artırılması, kayıtdışı istihdamın önlenmesi ve kıdem tazminatı fonu gün-demi ile toplanmıştı.

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 2013 29

İŞKUR, 65 Bin İşyerini Ziyaret Edecek, İhtiyaç Duyulan Meslekleri Tespit Edecek

Türkiye İş Kurumu (İŞKUR) Genel Mü-dürü Dr. Nusret Yazıcı, 81 ilde 65 bin işyerini ziyaret ederek, işgücü piyasa-

sında ihtiyaç duyulan meslekleri tespit edeceklerini söyledi.

Yazıcı yaptığı açıklamada, işgücü pi-yasasında ihtiyaç duyulan meslekleri tes-pit etmek amacıyla 15 Mayıs-30 Hazi-ran 2013 tarihleri arasında kapsamlı bir araştırma gerçekleştireceklerini söyledi. 10 ve daha fazla kişi istihdam eden işverenlerle yüz yüze görüşeceklerini belirten Yazıcı, “4 bin iş ve meslek da-nışmanımız 74 ilde 10+ istihdamlı tüm işyerleri, 7 ilde ise örneklem yöntemi ile belirlenen işyerleri olmak üzere toplam 65 bin işvereni ziyaret edecek” dedi.

Araştırma neticesinde tüm illerin iş-gücü piyasasının fotoğrafının çekilerek açık iş oranlarının hesaplanacağına dik-kat çeken Yazıcı, il ve sektör düzeyinde en fazla ihtiyaç duyulan meslekleri tespit edeceklerini bildirdi.

“İhtiyaç duyulan meslekler için kurslar düzenleyeceğiz”

Araştırmanın tamamlanmasının ar-dından hazırlanacak “Türkiye Raporu” ile 2013 yılı sonunda ve 2014 yılı orta-sında işgücü piyasasında mesleki deği-şim beklentilerine ilişkin bilgilerin derle-neceğini açıklayan Yazıcı, elde edilecek verileri baz alarak aktif işgücü program-ları kapsamında çalışma başlatacakları-nı kaydetti. Yazıcı, şunları söyledi:

“İŞKUR tarafından Cumhuriyet tari-hinde ilk kez 2012 yılında gerçekleştiri-len işgücü piyasası talep araştırmalarına devam ediyoruz. 2013 yılının 1. döne-mini kapsayan bu araştırma sonucunda ise hem 81 il düzeyinde hem de Türkiye geneliyle ilgili hazırlayacağımız rapor-da işgücünün yapısı, sektörler bazında çalışanların mesleklere ve cinsiyete göre dağılımları, ihtiyaç duyulan işgücü için talep edilen eğitim ve beceri durumları, temininde güçlük çekilen meslekler ve teminde güçlük çekme nedenlerini tes-pit edeceğiz. İllerin işgücü piyasalarını arz ve talep yönüyle ele alarak işgücü piyasa yapılarını ve işgücü piyasala-rının ihtiyaçlarını belirleyeceğiz. Tüm bu verilerden yola çıkarak aktif işgücü programlarından özellikle işgücü yetiş-tirme kurslarını tespit edilen ihtiyaçlara göre açacağız. Her yıl en az iki defa bu yönde ve bu kapsamda araştırmalar yapmayı hedefliyoruz.”

Yazıcı ayrıca, 2013 Yılı 1. Dönem Türkiye İşgücü Piyasası Talep Araştır-ması ile 81 il düzeyinde sektörel ola-rak üretilecek istatistiksel verilerin ilgili kamu kurum ve kuruluşlarına, çalışma hayatının tüm aktörlerine, sivil toplum kuruluşlarına, üniversitelere, bu alanda araştırma yapan kişilere ve tüm kamuo-yuna faydalı olacağını belirtti.

(ANKA; 10.05.2013)

‘2023 Hedeflerine Ulaşmak İçin Yeni Model Gerekiyor’Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan,

Türkiye’nin mevcut sistemlerle 2023 he-define ulaşamayacağını belirterek, yeni bir modelle yola devam etmeleri gerek-tiğini söyledi.

Ekonomi Bakanlığı ve Türkiye İhra-catçılar Meclisi’nce (TİM) Sapanca’da düzenlenen “2023 Hedefi Yolunda Türkiye Markası Çalıştayı”nda konuşan Çağlayan, 2023’te muasır medeniyetler seviyesine gelmek istediklerini anlattı.

Çağlayan, muasırlık ve milliyetçilik anlayışının kişi başı milli geliri artan, Avrupa’nın master kriterlerine uygun ve ekonomisi güçlü Türkiye olduğunu dile getirerek, “Böyle bir ortamda mevcut sistemler, bizi 2023’e götürmez. Gele-bileceğimiz yere kadar geldik. Buraya kadar geldik. Bundan sonra artık yeni bir modelle yol gitmemiz gerekiyor. Yeni bir anlayışla gitmemiz lazım “ ifa-desini kullandı.

(DÜNYA; 22.04.2013)

Page 32: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 201330

Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu Seminerleri Serisinin 7’ncisi Bursa’da Yapıldı

TİSK tarafından düzenlenen “Sendi-kalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu Bil-gilendirme Seminerleri” serisinin yedin-cisi Bursa Ticaret ve Sanayi Odası’nın, işbirliği ile 29 Mayıs 2013 tarihinde Bursa Ticaret ve Sanayi Odası Konfe-rans Salonu’nda gerçekleştirildi.

Seminerin açılış konuşmasını yapan Bursa Ticaret ve Sanayi Odası Yönetim Kurulu Başkan Yardım-cısı Ferudun Kahraman, işçi ve işveren ilişkilerinde tarafların karşılıklı memnuniyetlerinin ve verimlilik artışı getirecek çalışmaların geliştirilmesinin önem taşıdığını, dünya ve Türkiye’nin yaşadığı değişim sürecinden dersler alınarak sorumlu sendikacılık anlayışı-nın geliştirilmesi ihtiyacı bulunduğunu, yüzde 10‘larda seyreden sendikalaşma oranının AB ülkelerinde yüzde 23 oldu-ğunu, sendikalaşma oranıyla refah olgu-sunun gelişmiş ülkelerde paralel gittiği-ni, Türkiye’nin önündeki büyük hedeflere iş ve çalışma yaşamındaki uyumla, işçi ve işverenin elini beraberce taşın altına koyması ile ulaşılabileceğini ifade etti.

TİSK Yönetim Kurulu Üyesi Cenk Yöney ise konuşmasında, 6356 sayılı Kanunun sosyal tarafların büyük

ölçüde mutabakatı ile çıkarıldığını, sosyal tarafların bu dayanışma ve uz-laşmasının Kanunun AB’ne anlatılması noktasında da devam ettiğini, Bakan Bağış ve Bakan Çelik’le birlikte TİSK, Türk-İş, Hak-İş ve TOBB Başkanlarının Sosyal Politika ve İstihdam başlıklı 19 No’lu Faslının açılmasına yönelik ortak kararlılığı belirten bir bildirinin Nisan ayında yapılan Brüksel ziyareti sırasın-da imzalandığını, Türkiye’nin bu konu-da üzerine düşeni yaptığını ve AB’den de samimiyetini ortaya koyacak bir yaklaşım beklendiğini, Kanun ile geti-rilen E-devlet kapısı üzerinden üyelik sisteminde tüm bilgilerin Bakanlıkta top-lanması ve yetki sisteminin bu kayıtlara dayalı hale gelmiş olmasının Bakanlığın sorumluluğunu artırdığını, oluşturulacak yazılım sisteminin, sistemin kullanımının ve güvenliğinin sağlanmasının endüstri ilişkileri sistemimizin geleceği açısın-dan kritik nitelikte olduğunu, iç ve dış piyasalarda giderek zorlaşan şartlar dikkate alınarak, ülkemiz firmalarının rekabet gücünün korunması ve güçlen-dirilmesinin yapılacak yasal düzenle-melerde göz önünde bulundurulmasının zorunlu olduğunu belirtti.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik

Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Ali Kemal Sayın, TİSK’in düzenlendiği seminerlerle Kanunun ülkenin tümüne tanıtılması ve tarafların bilgilendirilmesi noktasında önemli bir rol üstlendiğini, Kanunla endüstriyel ilişkiler sistemin-de çalışma hayatının tüm aktörlerinin diyalogunun arttığı ve çalışma düzeninin uluslararası normlara kavuşacağı yeni bir dönemin başladığını ifade etti.

Açılış konuşmalarının ardından baş-layan Seminerin Oturum Başkanlığı’nı TİSK Yönetim Kurulu Üyesi Sol-maz Coşkun yaptı. Seminerin ilk konuşmacısı Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Ali Kemal Sayın, Ka-nun tasarısının hazırlık çalışmaların-da ILO ve AB düzenlemeleri, İlerleme Raporları, AB Komisyonu’nun görüşleri, son Anayasa değişiklikleri, yargı kararları ve ülkenin içinde bulunduğu koşulların dikkate alındığını, kısa, sade ve özgürlükçü bir yaklaşımın temel alındığını, kanunla ilgili ikincil mevzuat hazırlık çalışmalarının devam etmekte olduğunu, bu çalışmalarda da sosyal tarafların görüşlerini aldıklarını belirterek, hazırlanan Yönetmelikler hak-kında bilgi verdi.

İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Gülsevil Alpagut “Sendikala-ra Üyelik, Aidatlar, İşkolları Sistemi ve Sendikal Güvencelerde Yapılan Deği-şiklikler” hakkında bilgi verdi. Alpagut konuşmasında, sendika kuruculuğunda aranan şartlar arasından Türk vatan-daşı olma, Türkçe okur yazar olma ve sendikanın kurulacağı işkolunda fiilen çalışır olma ve devlet aleyhine işlenen suçların çıkarıldığını, yeni Kanun’da ku-rucu olmak için fiil ehliyetine sahip, fii-len çalışır olma ve parasal nitelikli yüz kızartıcı suçlardan mahkum olmama koşullarının arandığını, işyerinin girdiği işkolunun tespitinin Bakanlıkça yapıla-cağını, işkolu değişikliğinin yürürlükteki toplu iş sözleşmesini etkilemeyeceğini belirtti ve sendika üyeliğinde noter ara-cılığının kalktığını, sendika yöneticiliği,

Page 33: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 201330

Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu Seminerleri Serisinin 7’ncisi Bursa’da Yapıldı

TİSK tarafından düzenlenen “Sendi-kalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu Bil-gilendirme Seminerleri” serisinin yedin-cisi Bursa Ticaret ve Sanayi Odası’nın, işbirliği ile 29 Mayıs 2013 tarihinde Bursa Ticaret ve Sanayi Odası Konfe-rans Salonu’nda gerçekleştirildi.

Seminerin açılış konuşmasını yapan Bursa Ticaret ve Sanayi Odası Yönetim Kurulu Başkan Yardım-cısı Ferudun Kahraman, işçi ve işveren ilişkilerinde tarafların karşılıklı memnuniyetlerinin ve verimlilik artışı getirecek çalışmaların geliştirilmesinin önem taşıdığını, dünya ve Türkiye’nin yaşadığı değişim sürecinden dersler alınarak sorumlu sendikacılık anlayışı-nın geliştirilmesi ihtiyacı bulunduğunu, yüzde 10‘larda seyreden sendikalaşma oranının AB ülkelerinde yüzde 23 oldu-ğunu, sendikalaşma oranıyla refah olgu-sunun gelişmiş ülkelerde paralel gittiği-ni, Türkiye’nin önündeki büyük hedeflere iş ve çalışma yaşamındaki uyumla, işçi ve işverenin elini beraberce taşın altına koyması ile ulaşılabileceğini ifade etti.

TİSK Yönetim Kurulu Üyesi Cenk Yöney ise konuşmasında, 6356 sayılı Kanunun sosyal tarafların büyük

ölçüde mutabakatı ile çıkarıldığını, sosyal tarafların bu dayanışma ve uz-laşmasının Kanunun AB’ne anlatılması noktasında da devam ettiğini, Bakan Bağış ve Bakan Çelik’le birlikte TİSK, Türk-İş, Hak-İş ve TOBB Başkanlarının Sosyal Politika ve İstihdam başlıklı 19 No’lu Faslının açılmasına yönelik ortak kararlılığı belirten bir bildirinin Nisan ayında yapılan Brüksel ziyareti sırasın-da imzalandığını, Türkiye’nin bu konu-da üzerine düşeni yaptığını ve AB’den de samimiyetini ortaya koyacak bir yaklaşım beklendiğini, Kanun ile geti-rilen E-devlet kapısı üzerinden üyelik sisteminde tüm bilgilerin Bakanlıkta top-lanması ve yetki sisteminin bu kayıtlara dayalı hale gelmiş olmasının Bakanlığın sorumluluğunu artırdığını, oluşturulacak yazılım sisteminin, sistemin kullanımının ve güvenliğinin sağlanmasının endüstri ilişkileri sistemimizin geleceği açısın-dan kritik nitelikte olduğunu, iç ve dış piyasalarda giderek zorlaşan şartlar dikkate alınarak, ülkemiz firmalarının rekabet gücünün korunması ve güçlen-dirilmesinin yapılacak yasal düzenle-melerde göz önünde bulundurulmasının zorunlu olduğunu belirtti.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik

Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Ali Kemal Sayın, TİSK’in düzenlendiği seminerlerle Kanunun ülkenin tümüne tanıtılması ve tarafların bilgilendirilmesi noktasında önemli bir rol üstlendiğini, Kanunla endüstriyel ilişkiler sistemin-de çalışma hayatının tüm aktörlerinin diyalogunun arttığı ve çalışma düzeninin uluslararası normlara kavuşacağı yeni bir dönemin başladığını ifade etti.

Açılış konuşmalarının ardından baş-layan Seminerin Oturum Başkanlığı’nı TİSK Yönetim Kurulu Üyesi Sol-maz Coşkun yaptı. Seminerin ilk konuşmacısı Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Ali Kemal Sayın, Ka-nun tasarısının hazırlık çalışmaların-da ILO ve AB düzenlemeleri, İlerleme Raporları, AB Komisyonu’nun görüşleri, son Anayasa değişiklikleri, yargı kararları ve ülkenin içinde bulunduğu koşulların dikkate alındığını, kısa, sade ve özgürlükçü bir yaklaşımın temel alındığını, kanunla ilgili ikincil mevzuat hazırlık çalışmalarının devam etmekte olduğunu, bu çalışmalarda da sosyal tarafların görüşlerini aldıklarını belirterek, hazırlanan Yönetmelikler hak-kında bilgi verdi.

İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Gülsevil Alpagut “Sendikala-ra Üyelik, Aidatlar, İşkolları Sistemi ve Sendikal Güvencelerde Yapılan Deği-şiklikler” hakkında bilgi verdi. Alpagut konuşmasında, sendika kuruculuğunda aranan şartlar arasından Türk vatan-daşı olma, Türkçe okur yazar olma ve sendikanın kurulacağı işkolunda fiilen çalışır olma ve devlet aleyhine işlenen suçların çıkarıldığını, yeni Kanun’da ku-rucu olmak için fiil ehliyetine sahip, fii-len çalışır olma ve parasal nitelikli yüz kızartıcı suçlardan mahkum olmama koşullarının arandığını, işyerinin girdiği işkolunun tespitinin Bakanlıkça yapıla-cağını, işkolu değişikliğinin yürürlükteki toplu iş sözleşmesini etkilemeyeceğini belirtti ve sendika üyeliğinde noter ara-cılığının kalktığını, sendika yöneticiliği,

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 2013 31

işyeri sendika temsilciliğinin güvencesi ve sendika özgürlüğünün güvencesi ko-nularında önemli değişikler yapıldığını açıkladı.

İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Fevzi Şahlanan “Toplu İş

Sözleşmesinde Yetki Prosedürü, Genel Esasları ve Uyuşmazlıkların Çözüm Yolları” konusunda yeni Kanunla geti-rilen değişiklikler hakkında bilgi verdi. Çerçeve sözleşme ve grup toplu iş sözleş-mesinin kanunda ilk kez düzenlendiğini belirten Şahlanan, işkolu barajı sorunu-nun Kanun’un çıkmasını geciktiren temel

konuların başında geldiğini, bu konuda ILO’nun eleştirilerine rağmen kendisinin ülkemiz için barajın gerekliliğine inandı-ğını, e-Devlet sistemi üzerinden yürütüle-cek üyelik sisteminin sağlıklı işletilmesinin büyük önem kazandığını, sendikaların üye sayısı ile işyerinde çalışanların sayı-sının sağlıklı biçimde belirlenmesinin sis-temin temelini oluşturduğunu, kanuni grev olarak tanımlama yapabilmek için kanu-nun aradığı şartların gerçekleşmiş olma-sının gerektiğini, işi durdurma şeklindeki bir eylemin kanundan çıkarılmış olmasına rağmen müeyyidesiz kalamayacağını ve bu durumun iş görme borcuna aykırılık teşkil edeceğini belirterek yeni Kanunda uyuşmazlıkların çözümüne ilişkin yapılan düzenlemeleri anlattı.

Seminer, katılımcıların Kanun’la ilgili soru ve yorumlarına tebliğ sahiplerince verilen cevaplarla son buldu.

Güçlü Enerji Politikasında 44. Sıradayız

Dünya Ekonomik Forumu, uluslarara-sı yönetim danışmanlığı, teknoloji ve dış kaynak hizmetleri alanlarında profesyonel hizmet sunan Accenture işbirliğiyle Küresel

Enerji Mimarisi Performans İndeksi 2013 Raporu yayınlandı. Rapor, ülkelerin enerji sistemlerindeki belirgin farklılıkları da or-taya çıkardı. Yüksek gelirli ülkelerin yeni

bir enerji yapısına geçişte öncülük ettiğini ancak yine de çevresel sürdürülebilirlik ko-nusunda katedilmesi gereken çok yol oldu-ğunu ortaya koyan raporda, pahalı yenile-bilir yükümlülükleri ve karbon hedefleri gibi konuların yeniden gözden geçirilmesi çağ-rısında da bulunuluyor. Rapora göre güçlü enerji politikasında Norveç ilk sırada yer alı-yor. İlk 10’da diğer Avrupa ülkelerinin yanı sıra, Yeni Zelanda 5., Kolombiya 6.sırada, Türkiye ise indekste, yüzde 0,51 ekonomik büyüme ve gelişme, 0,53’lük çevresel sürdü-rülebilirlik, 0,70’lik enerji erişimi ve güvenli-ği ile genel ortalamada yüzde 0,58 ile 44. sırada yer alıyor.

(Mart 2013- EKOIQ)

Page 34: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 201332

Uluslararası Çalışma Teşkilatı 9. Avrupa Bölge Konferansı

Uluslararası Çalışma Teşkilatı (ILO) 9. Avrupa Bölge Konferansı Norveç’in başkenti Oslo’da 8 – 11 Nisan 2013 ta-rihlerinde gerçekleştirildi. Dört yılda bir gerçekleştirilen Konferans’a 51 ülkeden hükümet, işveren ve işçi delegeleri katıl-dı. Konferans kapsamında ağırlıklı olarak ekonomi ve işgücü piyasasında yaşanan kriz ile sosyal diyalog alanındaki gelişme-ler tartışıldı.

Konferans’ın ilk gününde katılımcılara hitap eden Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, yaşanan krizin, yaşlı dünyanın yaşadığı ne ilk ne de son kriz olduğunu belirterek, bu krizin de sona ereceğine herkesin inanması ve buna göre hareket etmesi gerektiğini belirtti. Çelik, Türkiye’nin son on yıldır siyasi is-tikrarla beraber her alanda uygulanan etkili politikalarla dünyada krizden en az

etkilenen ülkeler arasında yer almayı ba-şardığını ifade etti. Türkiye’de istihdamla ilgili yapılan çalışmalar hakkında bilgi ve-ren Çelik, işgücü piyasasını canlandırmak için istihdam teşvik paketlerinin uygulama-ya konulduğunu, gençlerin ve kadınların istihdamını artırmaya yönelik teşviklerin uygulandığını, bu teşviklerden halen 220 bin kişinin yararlandığını kaydetti.

Çelik, ayrıca örgütlenmenin önünü açan Anayasa değişikliği, Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu, memurlara toplu sözleşme hakkı getiren kanun gibi birçok düzenlemeyi, yapıcı ve uzlaşmacı sosyal diyalog anlayışıyla yürürlüğe koy-duklarını vurguladı.

Konferans kapsamında gerçekleştirilen “Finansal Krizin Olumsuz Sonuçları Nasıl Giderilir?”, “Krizden Çıkış Yolları”, “İs-tihdamı Artıran Büyüme ve Kaliteli İşler”,

“İstihdamı Artıran Büyüme Konusundaki Politikaların Şekillendirilmesi”, “Kalite-li İşlerin Etkin Sosyal Diyalog ve Toplu Sözleşme Yoluyla Geliştirilmesi”, “Genç İstihdamı Krizi ve Yaşlanan Toplumun So-runları İle Başa Çıkmak” ile “Avrupa ve Orta Asya’da Uluslararası Çalışma Stan-dartlarını ve Politikaların Uyumunu Geliş-tirme” başlıklı panellerde sosyal taraflar ve uluslararası kuruluşlardan temsilciler krizin etkileri, sorunlar ve çözüm önerileri hakkında bilgi verdiler. Konferans çerçe-vesinde ayrıca Avrupa Gayri Resmi Ça-lışma Bakanları toplantısı gerçekleştirildi.

11 Nisan 2013 tarihinde yayınlanan Konferans Sonuç Bildirisinde kriz nedeniyle bireylerin yaşadığı güven kaybı ve gelecek kaygısının giderilmesinin zorunlu olduğu ve ILO’nun krizle mücadele konusunda yeni politikalar üretmesi gerektiği vurgulandı.

Page 35: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 201332

Uluslararası Çalışma Teşkilatı 9. Avrupa Bölge Konferansı

Uluslararası Çalışma Teşkilatı (ILO) 9. Avrupa Bölge Konferansı Norveç’in başkenti Oslo’da 8 – 11 Nisan 2013 ta-rihlerinde gerçekleştirildi. Dört yılda bir gerçekleştirilen Konferans’a 51 ülkeden hükümet, işveren ve işçi delegeleri katıl-dı. Konferans kapsamında ağırlıklı olarak ekonomi ve işgücü piyasasında yaşanan kriz ile sosyal diyalog alanındaki gelişme-ler tartışıldı.

Konferans’ın ilk gününde katılımcılara hitap eden Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, yaşanan krizin, yaşlı dünyanın yaşadığı ne ilk ne de son kriz olduğunu belirterek, bu krizin de sona ereceğine herkesin inanması ve buna göre hareket etmesi gerektiğini belirtti. Çelik, Türkiye’nin son on yıldır siyasi is-tikrarla beraber her alanda uygulanan etkili politikalarla dünyada krizden en az

etkilenen ülkeler arasında yer almayı ba-şardığını ifade etti. Türkiye’de istihdamla ilgili yapılan çalışmalar hakkında bilgi ve-ren Çelik, işgücü piyasasını canlandırmak için istihdam teşvik paketlerinin uygulama-ya konulduğunu, gençlerin ve kadınların istihdamını artırmaya yönelik teşviklerin uygulandığını, bu teşviklerden halen 220 bin kişinin yararlandığını kaydetti.

Çelik, ayrıca örgütlenmenin önünü açan Anayasa değişikliği, Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu, memurlara toplu sözleşme hakkı getiren kanun gibi birçok düzenlemeyi, yapıcı ve uzlaşmacı sosyal diyalog anlayışıyla yürürlüğe koy-duklarını vurguladı.

Konferans kapsamında gerçekleştirilen “Finansal Krizin Olumsuz Sonuçları Nasıl Giderilir?”, “Krizden Çıkış Yolları”, “İs-tihdamı Artıran Büyüme ve Kaliteli İşler”,

“İstihdamı Artıran Büyüme Konusundaki Politikaların Şekillendirilmesi”, “Kalite-li İşlerin Etkin Sosyal Diyalog ve Toplu Sözleşme Yoluyla Geliştirilmesi”, “Genç İstihdamı Krizi ve Yaşlanan Toplumun So-runları İle Başa Çıkmak” ile “Avrupa ve Orta Asya’da Uluslararası Çalışma Stan-dartlarını ve Politikaların Uyumunu Geliş-tirme” başlıklı panellerde sosyal taraflar ve uluslararası kuruluşlardan temsilciler krizin etkileri, sorunlar ve çözüm önerileri hakkında bilgi verdiler. Konferans çerçe-vesinde ayrıca Avrupa Gayri Resmi Ça-lışma Bakanları toplantısı gerçekleştirildi.

11 Nisan 2013 tarihinde yayınlanan Konferans Sonuç Bildirisinde kriz nedeniyle bireylerin yaşadığı güven kaybı ve gelecek kaygısının giderilmesinin zorunlu olduğu ve ILO’nun krizle mücadele konusunda yeni politikalar üretmesi gerektiği vurgulandı.

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 2013 33

27. İş Sağlığı ve Güvenliği Haftası

27. İş Sağlığı ve Güvenliği Haftası et-kinlikleri, 7 – 8 Mayıs 2013 tarihlerinde İzmir’de gerçekleştirildi. Haftanın açılış konuşmalarını, İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürü Kasım Özer, MEMUR-SEN Genel Mevzuat ve Toplu Sözleşme Sekreteri Hacı Bayram Tombul, Türk-İş Ge-nel Eğitim Sekreteri Ramazan Ağar, TİSK Yönetim Kurulu Başkan Vekili Dr. Tando-ğan Tokgöz, Uluslararası Çalışma Örgütü Türkiye Direktörü Ümit Deniz Efendioğlu, İzmir Valisi Mustafa Cahit Kıraç ile Çalış-ma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik yaptı.

TİSK Yönetim Kurulu Başkan Vekili Dr. Tandoğan Tokgöz konuşmasında 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nun yayımlanmasının önemli bir aşama oldu-ğunu, Kanun’un daha önce iş sağlığı ve güvenliği açısından düzenleme bulunma-yan birçok işyerini ilk kez kapsama aldığı-nı, 6331 sayılı Kanun ile risk değerlendir-mesi, acil durum, tahliye planları ve büyük endüstriyel kazalar gibi konularda yeni düzenlemeler yapıldığını belirtti.

Tokgöz, kapsam açısından büyük bir genişleme olmakla birlikte, uygulamadaki insan kaynağı ve teknik altyapı yetersiz-liğini giderecek mekanizmalara Kanunda

yer verilmemesinin uygulama açısından sakıncalı olduğunu, risk değerlendirmesi yapılmamış olması nedeniyle maden, me-tal, inşaat ve kimya sektörlerindeki işyerle-rinde işin durdurulması yahut çalışan tem-silcisinin önerilerine uyulmamasının idari para cezasına yol açması gibi sorunların da işletmeler açısından olumsuzluk yara-tacağını, Kanunla ilgili kamuoyunun bü-yük bir bilgi kirliliğine maruz kaldığını ve sadece cezalar ile yaptırımlar konusunda farkındalık olduğunu, ancak iş sağlığı ve güvenliğinin temelini teşkil eden “güven-lik kültürü” konusunda olumlu bir mesafe alınamadığını, uygulamacıların konuya yönelik bilgi seviyesi ve farkındalığı artı-rılmadıkça söz konusu normların, pratik-te önleyici etki doğurmayacağını, başta KOBİ’ler olmak üzere, tüm işyerlerine daha fazla destek verilmesi gerektiğini vurguladı.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik Türkiye’de iş kazalarının bü-yük bir sorun olduğunu, 2002 yılında yüz bin işçide 17 işçinin iş kazasında hayatını kaybettiğini, bugün bu rakamın yüz bin işçide 9’a düştüğünü ancak bu rakamı da Avrupa’daki gibi bir veya iki kişi seviyesi-ne çekmeyi planladıklarını belirtti.

Bakan Çelik, İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu konusunda geç kalındığını, iki ay içinde ikincil mevzuatı tamamlayıp yürür-lüğe koymayı planladıklarını, işçi, işveren ve kamunun dayanışma içinde iş kazaları ve meslek hastalıklarını azaltabileceğini, sosyal diyalog çerçevesinde sorunları çözmeyi planladıklarını, bir ay çalışan işçilere bile kıdem tazminatı verilmesin-den yana olduklarını ancak bu konudaki taleplerini tartışacak sendika bile bulama-dıklarını, kayıtdışılığın %52’den %36 se-viyesine gerilediğini, iş kazası ve meslek hastalıklarının bildiriminde yeni bir siste-me geçildiğini, bu konuda istatistiklerin sağlıklı şekilde oluşturulacağını ifade etti.

Hafta etkinlikleri çerçevesinde düzen-lenen “İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu Öncesi ve Sonrası”, “İş Kazalarından Ko-runma Yollar” ile “Meslek Hastalıklarının Önlenmesi” konulu üç panelde, yerli ve yabancı uzmanlar tarafından ilgili konu-lar hakkında katılımcılara güncel bilgiler aktarıldı.

Hafta etkinlikleri kapsamında Konfe-derasyonumuz Üyesi Çimento Endüstrisi İşverenleri Sendikası(ÇEİS) tarafından ÇEİS yayınlarının tanıtıldığı bir stant açıldı.

Page 36: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 201334

UN Global Compact Ulusal Ağlar toplantısının 11’ncisi bu sene Cenevre’de düzenlendi; toplantıya dünyanın dört bir yanından 56 yerel ağ katılım sağladı. Toplantıda Global Compact Türkiye’yi Yerel Ağ Başkanı Dr. Yılmaz Argüden ile Yönetim Kurulu Üyeleri TÜSİAD ve TİSK temsil etti.

Geçen sene gerçekleştirilen Ulusal Ağlar toplantısında, UN Global Compact Ofisine rehberlik etmek ve yerel ağlar ara-sındaki ilişkileri artırmak üzere bir Danış-ma Kurulu kurulmasına karar verilmişti. Bu sene söz konusu Danışma Kurulu kuruldu ve Global Compact Türkiye Başkanı Dr.

Yılmaz Argüden Doğu Avrupa Yerel Ağ-larını temsilen Danışma Kurulu’na seçildi.

UN Global Compact (Birleşmiş Mil-letler Küresel İlkeler Sözleşmesi), sürekli rekabet içindeki iş dünyasında ortak bir kalkınma kültürü oluşturmak üzere evren-sel ilkeler öneren yenilikçi bir kurumsal sorumluluk yaklaşımıdır. Vizyonu, “sür-dürülebilir ve kapsamlı küresel ekonomi” olan Sözleşme’ye taraf olmak tamamen gönüllülük esasına dayanmaktadır.

Bu kapsamda, insan hakları, çalışma koşulları, çevre koruma ve yolsuzlukla mücadele başlıklarında 10 temel prensip belirlenmiştir.

Bugün, dünyanın en geniş gönüllü plat-formunu oluşturan binlerce şirket, sendika ve sivil toplum örgütü, bu evrensel ilkeleri; iş stratejilerinin, operasyonlarının ve kül-türlerinin bir parçası haline getireceklerini ilan ederek UN Global Compact’e katıl-maktadır.

Türkiye’den 250’yi aşkın kurum sözleş-meyi imzalamıştır. UN Global Compact, Türkiye’de de kurumsal sürdürülebilirlik kavram ve fikrinin yayılması ve kalkınma hedefine yönelik olarak iş dünyasıyla iş-birliği yapılması açısından önemli katkılar sağlamıştır.

UN Global Compact Türkiye Ağı geliş-tirdiği yenilikçi Sektörel Yayılım Stratejisi ile dünyadaki diğer ulusal ağlara örnek gösterilmiştir.

UN Global Compact Türkiye Yönetim Kurulu’nda Akkök, Anadolu Efes, ARGE Danışmanlık, Bilim İlaç, Borusan Hol-ding, Coca Cola İçecek, Doğuş Otomo-tiv, IMKB, Koç Holding, Sabancı Holding, TİSK, TSKB, TÜSİAD, Yüksel Holding, ZED

Tanıtım ve Zorlu Holding’in temsilcileri yer almaktadır.

UN Global Compact Hakkında

BM Küresel İlkeler Sözleşmesi, sürek-li rekabet içindeki iş dünyasına ortak bir kalkınma kültürü oluşturmak üzere evren-sel ilkeler öneren yenilikçi bir kurumsal sorumluluk yaklaşımıdır. Vizyonu, “Sür-dürülebilir ve kapsamlı küresel ekonomi” olan Sözleşme’ye taraf olmak tamamen gönüllülük esasına dayanıyor.

UN Global Compact üyeliği şirketlere ne tür avantajlar sağlıyor?

Küresel İlkeler Sözleşmesi’ni benimse-yen işletmeler, ister büyük boyutlu çokulus-lu şirketler olsun, ister KOBİ olsun, daha güçlü örgütsel yapıya kavuşmak ve ulus-lararası iş piyasasında yeni gelişen bir kültürün üyesi olmanın ayrıcalıklarını ya-şayacaklar. Bu iş ortamını destekleyecek iletişim ağının kurulması, özel tasarlanmış eğitim modüllerine erişim, uluslararası et-kinliklerle bağlantı gibi BM tarafından des-teklenen somut olanaklar aracılığıyla da, bu kültür giderek yayılıyor. Sözleşme’ye taraf olan şirketler orta vadede ekonomik kazançlarını arttırırken, kısa vadede de toplumsal sorumluluklarını en bilinçli ve en yararlı şekilde yerine getirmenin prestij ve onurunu yaşıyorlar.

Küresel İlkeler Sözleşmesi özel sektör işletmelerini, 10 temel evrensel ilkeye uy-maya çağırıyor. Dünyanın her yerinde bu evrensel ilkelerin iş stratejilerinin, operas-yonlarının ve kültürünün bir parçası haline gelmesi için çalışıyor.

UN Global Compact Türkiye Başkanı Dr. Yılmaz Argüden’e Küresel Rol

24-26 Nisan’da Cenevre’de gerçekleştirilen UN Global Compact Ulusal Ağlar toplantısında 110 ülkenin Ulusal Yerel Ağını temsil etmek üzere 7 kişilik Danışma Kurulu oluşturuldu.

UN Global Compact Türkiye Başkanı Dr. Yılmaz Argüden ilk kez kurulan UN Global Compact Ulusal Ağlar Dünya Danışma Kuruluna seçildi.

Dr. Argüden, Ulusal Ağlar Danışma Kurulunda Azerbeycan, Belarus, Bosna Hersek, Bulgaristan, Ermenistan, Makedonya, Polonya, Rusya, Sırbistan,Ukrayna ve Türkiye Ulusal Ağlarından oluşan Doğu Avrupa ülkelerini temsil edecek.

Page 37: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 201334

UN Global Compact Ulusal Ağlar toplantısının 11’ncisi bu sene Cenevre’de düzenlendi; toplantıya dünyanın dört bir yanından 56 yerel ağ katılım sağladı. Toplantıda Global Compact Türkiye’yi Yerel Ağ Başkanı Dr. Yılmaz Argüden ile Yönetim Kurulu Üyeleri TÜSİAD ve TİSK temsil etti.

Geçen sene gerçekleştirilen Ulusal Ağlar toplantısında, UN Global Compact Ofisine rehberlik etmek ve yerel ağlar ara-sındaki ilişkileri artırmak üzere bir Danış-ma Kurulu kurulmasına karar verilmişti. Bu sene söz konusu Danışma Kurulu kuruldu ve Global Compact Türkiye Başkanı Dr.

Yılmaz Argüden Doğu Avrupa Yerel Ağ-larını temsilen Danışma Kurulu’na seçildi.

UN Global Compact (Birleşmiş Mil-letler Küresel İlkeler Sözleşmesi), sürekli rekabet içindeki iş dünyasında ortak bir kalkınma kültürü oluşturmak üzere evren-sel ilkeler öneren yenilikçi bir kurumsal sorumluluk yaklaşımıdır. Vizyonu, “sür-dürülebilir ve kapsamlı küresel ekonomi” olan Sözleşme’ye taraf olmak tamamen gönüllülük esasına dayanmaktadır.

Bu kapsamda, insan hakları, çalışma koşulları, çevre koruma ve yolsuzlukla mücadele başlıklarında 10 temel prensip belirlenmiştir.

Bugün, dünyanın en geniş gönüllü plat-formunu oluşturan binlerce şirket, sendika ve sivil toplum örgütü, bu evrensel ilkeleri; iş stratejilerinin, operasyonlarının ve kül-türlerinin bir parçası haline getireceklerini ilan ederek UN Global Compact’e katıl-maktadır.

Türkiye’den 250’yi aşkın kurum sözleş-meyi imzalamıştır. UN Global Compact, Türkiye’de de kurumsal sürdürülebilirlik kavram ve fikrinin yayılması ve kalkınma hedefine yönelik olarak iş dünyasıyla iş-birliği yapılması açısından önemli katkılar sağlamıştır.

UN Global Compact Türkiye Ağı geliş-tirdiği yenilikçi Sektörel Yayılım Stratejisi ile dünyadaki diğer ulusal ağlara örnek gösterilmiştir.

UN Global Compact Türkiye Yönetim Kurulu’nda Akkök, Anadolu Efes, ARGE Danışmanlık, Bilim İlaç, Borusan Hol-ding, Coca Cola İçecek, Doğuş Otomo-tiv, IMKB, Koç Holding, Sabancı Holding, TİSK, TSKB, TÜSİAD, Yüksel Holding, ZED

Tanıtım ve Zorlu Holding’in temsilcileri yer almaktadır.

UN Global Compact Hakkında

BM Küresel İlkeler Sözleşmesi, sürek-li rekabet içindeki iş dünyasına ortak bir kalkınma kültürü oluşturmak üzere evren-sel ilkeler öneren yenilikçi bir kurumsal sorumluluk yaklaşımıdır. Vizyonu, “Sür-dürülebilir ve kapsamlı küresel ekonomi” olan Sözleşme’ye taraf olmak tamamen gönüllülük esasına dayanıyor.

UN Global Compact üyeliği şirketlere ne tür avantajlar sağlıyor?

Küresel İlkeler Sözleşmesi’ni benimse-yen işletmeler, ister büyük boyutlu çokulus-lu şirketler olsun, ister KOBİ olsun, daha güçlü örgütsel yapıya kavuşmak ve ulus-lararası iş piyasasında yeni gelişen bir kültürün üyesi olmanın ayrıcalıklarını ya-şayacaklar. Bu iş ortamını destekleyecek iletişim ağının kurulması, özel tasarlanmış eğitim modüllerine erişim, uluslararası et-kinliklerle bağlantı gibi BM tarafından des-teklenen somut olanaklar aracılığıyla da, bu kültür giderek yayılıyor. Sözleşme’ye taraf olan şirketler orta vadede ekonomik kazançlarını arttırırken, kısa vadede de toplumsal sorumluluklarını en bilinçli ve en yararlı şekilde yerine getirmenin prestij ve onurunu yaşıyorlar.

Küresel İlkeler Sözleşmesi özel sektör işletmelerini, 10 temel evrensel ilkeye uy-maya çağırıyor. Dünyanın her yerinde bu evrensel ilkelerin iş stratejilerinin, operas-yonlarının ve kültürünün bir parçası haline gelmesi için çalışıyor.

UN Global Compact Türkiye Başkanı Dr. Yılmaz Argüden’e Küresel Rol

24-26 Nisan’da Cenevre’de gerçekleştirilen UN Global Compact Ulusal Ağlar toplantısında 110 ülkenin Ulusal Yerel Ağını temsil etmek üzere 7 kişilik Danışma Kurulu oluşturuldu.

UN Global Compact Türkiye Başkanı Dr. Yılmaz Argüden ilk kez kurulan UN Global Compact Ulusal Ağlar Dünya Danışma Kuruluna seçildi.

Dr. Argüden, Ulusal Ağlar Danışma Kurulunda Azerbeycan, Belarus, Bosna Hersek, Bulgaristan, Ermenistan, Makedonya, Polonya, Rusya, Sırbistan,Ukrayna ve Türkiye Ulusal Ağlarından oluşan Doğu Avrupa ülkelerini temsil edecek.

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 2013 35

Küresel İlkeler Sözleşmesinin içeriği ve maddeleri şunlardır:İnsan Hakları

İlke 1: İşletmeler uluslararası geçerliliğe sahip insan haklarına destek olmalı ve saygı göstermelidir.İlke 2: İşletmeler insan hakları suçlarına ortak olmamak için gerekli tüm tedbirleri almalıdır.

İşgücüİlke 3: İşletmeler sendika ve toplu iş sözleşmesi özgürlüğüne;İlke 4: Zorla çalıştırma ve zorunlu çalıştırmanın her türünün ortadan kaldırılmasına;İlke 5: Çocuk istihdamının tamamen ortadan kaldırılmasına;İlke 6: İşe alma ve meslek konusundaki ayrımcılığın ortadan kaldırılmasına azami önem vermelidir.

Çevreİlke 7: İşletmeler çevresel zorluklarla ilgili olarak temkinli desteklemeli; İlke 8: Daha yüksek çevresel sorumluluğu teşvik etmek için gerekli girişimlerde bulunmalı ;İlke 9: Çevre dostu teknolojilerin gelişmesi ve yaygınlaştırılmasını teşvik etmelidir.

Yolsuzlukla Mücadeleİlke 10: İşletmeler rüşvet ve haraç dahil her türlü yolsuzlukla mücadele etmelidir.

UN Global Compact’e üye olmak için ne yapmak gerekiyor?BM Küresel İlkeler Sözleşmesi’ne üye olmak son derece kolay. Bu ilkeleri benimsediğinize inanıyorsanız, şirketinizin en üst düzey

yöneticisinin imzasıyla, BM Genel Sekreteri Ban Ki-Moon’a bir mektup yollamanız yeterli. İnternet üzerinde www.unglobalcompact.org adresinden bilgi alabilir, ya da sekreteryayı yürüten TİSK veya TÜSİAD ile bağlantıya geçebilirsiniz.

Yeni uygulama ile Küresel İlkeler Sözleşmesini on-line olarak da imzalamak ve üye olmak da mümkün.

Çin’de İmalat Maliyeti 2015’te ABD’ye Eşit OlurÇin artık eskisi kadar düşük maliyetli de-

ğil. ABD’de yapılan son bir çalışmaya göre Çin’in imalat maliyeti 2015’te ABD’ninkine eşit olacak. Amerikalı danışmanlık şirketi AlixPartners’ın çalışmasına göre Amerikalı şirketlerin Çin’deki imalatının maliyeti 2015 itibariyle, ABD’de üretmeleri ile aynı seviye-de olacak. Alix’in yönetici direktörü Steve Maurer, Çin’in imalat maliyeti avantajının son birkaç yılda ciddi boyutta aşındığını söyledi.Maurer durumu “2005’e geri gi-derseniz, Çin’deki son teslim alma maliyeti, ABD’dekinin yüzde 25-30 altındaydı. Anali-zimize göre, an itibariyle bu açığın üçte ikisi kapandı” sözleriyle ifade etti.

Çin’deki imalat maliyetlerinin artışındaki en büyük faktörler ücretlerdeki yükseliş, yua-nın değerlenmesi ve Çin’den diğer ülkelere giden ürünlerin taşıma maliyetlerindeki artış şeklinde öne çıkıyor.

Caterpillar gibi temel sanayi şirketlerine parça tedarik eden Prince Industries’in 10 yıl önce Şanghay’da bir fabrika açmasın-dan bu yana yuan yüzde 25 değerlendi, ücretler ise yıllık bazda yüzde 12 yükseldi.

‘Beklediğimizden hızlı gerçekleşti’

Uluslararası sanayi grubu Prince Industries’in CEO’su Mark Miller, “Bu, Çin’e

gittiğimizde gerçekleşmesini beklediğimiz bir şeydi. Sadece bunun ne kadar çabuk gerçekleşeceğini bilmiyorduk” dedi. Prince Industries şirketi 10 yıl önce Şanghay’da fabrikasını açtığından bu yana maaşlar yıllık ortalama yüzde 12 arttı. Çin’in para birimi yuanın değeri ise ABD doları karşısında yüz-de 25 arttı. Yuanın değerinin artması bekle-niyordu ve bu artış Çin’de üretilen malların taşıma maliyetini yükseltti. Bu arada Çin’de asgari ücretin artmasına bağlı olarak saatlik maaşlar da düzenli olarak yükselirken, reka-bet şirketlerin kalifiye işgücünü çekmek için ücretleri yükseltmesine yol açtı. ABD’li şirket-

lerin bir kısmı Çin’deki üretim maliyetlerinin artmasından ötürü tesislerini kendi ülkeleri-ne geri taşıdı. Bununla beraber az çevre ya-bancı üreticilerin Çin’den büyük ölçekli çıkış bekliyor. Yatırım danışmanlık şirketi Boston Consulting Group’tan Hal Sirkin, “Bence şir-ketler Çin’den çıkmayacaklar. Çünkü Çin’in yurt içi talebi yılda yüzde 8 ila 10 oranında artıyor. Şirketler Çin’deki ihracat tesislerini çekmeye karar verseler bile, bunları aslında Çin iç tüketimi için dönüştürecekler. Çünkü büyüme düşünüldüğünde Çin’de büyük bir Pazar var” dedi.

(DÜNYA; 22.04.2013)

Page 38: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 201336

Dünya Bankası ve T.C. Kalkınma Bakanlığı: Daha Esnek, Etkin ve Güvenli Bir İşgücü Piyasası Gerekli

Dünya Bankası ve T.C. Kalkınma Bakan-lığı tarafından ortaklaşa olarak hazırlanan ve Mayıs 2013’te kamuoyuna tanıtımı yapı-lan “Türkiye: Ekonomik Dalgalanma Boyun-ca İşgücü Piyasalarının Yönetimi” Raporu, son ekonomik kriz ve sonrasındaki topar-lanma sürecinde işgücü piyasasında neler olduğunu incelemekte ve Türkiye’deki uzun vadeli, yapısal istihdam zorluklarını aşmaya ve gelecekteki krizlere müdahale etme gücü-nü geliştirmeye yönelik öneriler sunmaktadır.

Rapor’da yer alan önemli tespitlerden bazıları şunlardır:• Türk ekonomisi, küresel ekonomik kriz-

den ağır biçimde etkilenmiş, ancak hızlı ve güçlü bir biçimde düzelmiştir. Bununla birlikte, özellikle kadınlar ve gençler ara-sındaki kalıcı düşük istihdam oranları ile düşük işgücü verimliliği Türk işgücü piya-sasının özellikleri olmayı sürdürmektedir.

• Türkiye’de istihdam zorluklarının temelin-de; devam eden yapısal dönüşümler (ça-lışma çağındaki nüfus artışı, devam eden kentleşme ve tarımdaki işgücü çözülmesi) ve büyük miktardaki “düşük becerili işçi stoku” yer almaktadır.

• Kriz döneminde yaşanan iş kayıpları, kayıtlı çalışanları vurmuş; kayıtdışı sektör ise işini kaybedenler ve işgücü piyasası-na yeni girenler için tampon işlevi gör-müştür. Krizden sonra kayıtlı sektördeki ücretli işler güçlü bir biçimde düzelmiştir.

• Asgari ücretteki artış, kriz sırasında ka-yıtlı sektördeki ücretler genel seviyesini ve toplam kazançları yukarıya çekmiş; kayıtdışı çalışanlar ise daha düşük ücret-ler almıştır. 2009 yılındaki asgari ücret, ortalama ücretin %71’i ile OECD’deki en yüksek düzeydir ve bu durum, işlet-

melerin krize ayak uydurmak için işten çıkarmalara daha fazla başvurmalarına yol açmış olabilir.

• Ücret dışı işgücü maliyetlerini azaltan ve aktif işgücü piyasası programlarının genişletilmesi için temel oluşturan işgücü piyasası reformu, kriz sırasındaki işten çıkarmaları önlemiş ve muhtemelen, kriz sonrasındaki istihdam büyümesinin yük-sek hızına katkıda bulunan başlıca etken-lerden biri olmuştur.

• Türkiye krize, katı işgücü piyasası düzen-lemeleri ve işsizler için sınırlı koruma ile girmiştir.

• Kriz sonrasında uygulamaya konulan bir dizi politika önlemi (aktif işgücü piyasası programlarının iyileştirilmesi, Ulusal İstih-dam Stratejisi’nin hazırlanması, yeni bir Bütünleşik Sosyal Yardım Bilgi Sisteminin uygulanmaya konması gibi), gelecekteki krizlere müdahale etme gücünü geliştire-cek ve yeni işler yaratılmasına katkıda bulunacaktır.Rapor’da Türkiye’nin krizlere daha ha-

zırlıklı olmak, daha iyi müdahale edebilmek ve verimli istihdamı artırmak için alabileceği önlemler de şu şekilde sıralanmaktadır:

Sosyal sigortayı, sosyal yardımları, aktif işgücü piyasası politikalarını ve işgücü düzenlemelerini biraraya getiren bir sis-teme kademeli olarak geçiş yapılması,

İşsizlik sigortası dahil olmak üzere, sos-yal sigorta kapsamının kademeli şekilde artırılması,

Gelir koruma politikalarının güçlendiril-mesi (işsizlik sigortası yoluyla korumanın artırılması),

İşgücü piyasalarının daha esnek hale getirilmesi,

Ekonomik dalgalanma boyunca işgücü

piyasalarını etkin bir biçimde yönetmek için politikaların, krizin işçiler ve aileleri üzerindeki etkilerini en aza indirgemeyi ve ekonomik düzelmenin yeni işlerin ya-ratılması üzerindeki etkisini en üst düze-ye çıkarmayı amaçlaması,

Ekonomik gerilimler sırasında, işlerini kaybetme ya da kazançlarının azalması riski en yüksek olan işçilerin korunmasına odaklanılması,

Bireylerin faaliyete geçirilmesine ve yeni işler yaratmanın kolaylaştırılmasına odaklanılması,

İstihdamla ilgili politikaların istikrarlı bir makroekonomik ortama dayanması,

Çalışma, girişimcilik ve yenilik becerileri-nin oluşturulması,

Çalışma hayatı boyunca becerilerin ge-liştirilmesi için olanaklar sağlanması (ya-şam boyu öğrenme),

Kırılgan grupların becerilerinin geliştiril-mesi ve İŞKUR hizmetlerinin bu gruplara doğru yeniden yönlendirilmesi,

Becerilerin verimli bir biçimde kullanı-labilmesi için uygun işgücü piyasasının sağlanması (daha esnek, etkin ve gü-venli işgücü piyasalarına doğru geçiş yapmak),

Mevcut esnek sözleşmeler önündeki en-gellerin azaltılması (belirli süreli sözleş-melerin bir kez koşulsuz yenilenmesine izin vermek, geçici istihdam acenteleri-nin tüm sektörlerde/mesleklerde çalışma-sına izin vermek, deneme süresini 4 aya çıkarmak),

İstihdam hizmetlerinin, etkinleştirme ça-balarının önünde ve merkezinde yer al-ması,

Kayıtlı istihdama yönelik teşviklerin güç-lendirilmesi.

Türkiye, ŞİÖ’nün “Diyalog Ortağı”Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) Genel

Sekreteri Rus diplomat Dmitri Mezentsev, Türkiye’nin örgüte resmen “diyalog ortağı” olarak alınma kararının onaylandığını açık-ladı.

Mezntsev, ŞİÖ ile Türkiye arasında or-taklık anlaşması memorandumunun Türk

tarafıyla belirlenecek tarihte Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile imzalanacağını duyur-du.

ABD’nin New York kentindeki BM bi-nasındaki basın toplantısında Mezentsev, “Türkiye’nin ŞİÖ’ya ortak olmasıyla ilgili prensip kararı geçen yıl Pekin zirvesi sıra-

sında alınmıştı. Ancak bu karar resmileşme-mişti” dedi. ŞİÖ’ye Rusya, Çin, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan ve Özbekistan üye. Hindistan, İran ve Moğolistan’ın ise gözlem-ci statüsü bulunuyor. Türkiye’nin yanı sıra “diyalog ortağı” statüsü bulunan diğer ülke-ler ise Belarus ve Sri Lanka.

(Atmosfer Bülten; Mart-Nisan 2013)

Page 39: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 201336

Dünya Bankası ve T.C. Kalkınma Bakanlığı: Daha Esnek, Etkin ve Güvenli Bir İşgücü Piyasası Gerekli

Dünya Bankası ve T.C. Kalkınma Bakan-lığı tarafından ortaklaşa olarak hazırlanan ve Mayıs 2013’te kamuoyuna tanıtımı yapı-lan “Türkiye: Ekonomik Dalgalanma Boyun-ca İşgücü Piyasalarının Yönetimi” Raporu, son ekonomik kriz ve sonrasındaki topar-lanma sürecinde işgücü piyasasında neler olduğunu incelemekte ve Türkiye’deki uzun vadeli, yapısal istihdam zorluklarını aşmaya ve gelecekteki krizlere müdahale etme gücü-nü geliştirmeye yönelik öneriler sunmaktadır.

Rapor’da yer alan önemli tespitlerden bazıları şunlardır:• Türk ekonomisi, küresel ekonomik kriz-

den ağır biçimde etkilenmiş, ancak hızlı ve güçlü bir biçimde düzelmiştir. Bununla birlikte, özellikle kadınlar ve gençler ara-sındaki kalıcı düşük istihdam oranları ile düşük işgücü verimliliği Türk işgücü piya-sasının özellikleri olmayı sürdürmektedir.

• Türkiye’de istihdam zorluklarının temelin-de; devam eden yapısal dönüşümler (ça-lışma çağındaki nüfus artışı, devam eden kentleşme ve tarımdaki işgücü çözülmesi) ve büyük miktardaki “düşük becerili işçi stoku” yer almaktadır.

• Kriz döneminde yaşanan iş kayıpları, kayıtlı çalışanları vurmuş; kayıtdışı sektör ise işini kaybedenler ve işgücü piyasası-na yeni girenler için tampon işlevi gör-müştür. Krizden sonra kayıtlı sektördeki ücretli işler güçlü bir biçimde düzelmiştir.

• Asgari ücretteki artış, kriz sırasında ka-yıtlı sektördeki ücretler genel seviyesini ve toplam kazançları yukarıya çekmiş; kayıtdışı çalışanlar ise daha düşük ücret-ler almıştır. 2009 yılındaki asgari ücret, ortalama ücretin %71’i ile OECD’deki en yüksek düzeydir ve bu durum, işlet-

melerin krize ayak uydurmak için işten çıkarmalara daha fazla başvurmalarına yol açmış olabilir.

• Ücret dışı işgücü maliyetlerini azaltan ve aktif işgücü piyasası programlarının genişletilmesi için temel oluşturan işgücü piyasası reformu, kriz sırasındaki işten çıkarmaları önlemiş ve muhtemelen, kriz sonrasındaki istihdam büyümesinin yük-sek hızına katkıda bulunan başlıca etken-lerden biri olmuştur.

• Türkiye krize, katı işgücü piyasası düzen-lemeleri ve işsizler için sınırlı koruma ile girmiştir.

• Kriz sonrasında uygulamaya konulan bir dizi politika önlemi (aktif işgücü piyasası programlarının iyileştirilmesi, Ulusal İstih-dam Stratejisi’nin hazırlanması, yeni bir Bütünleşik Sosyal Yardım Bilgi Sisteminin uygulanmaya konması gibi), gelecekteki krizlere müdahale etme gücünü geliştire-cek ve yeni işler yaratılmasına katkıda bulunacaktır.Rapor’da Türkiye’nin krizlere daha ha-

zırlıklı olmak, daha iyi müdahale edebilmek ve verimli istihdamı artırmak için alabileceği önlemler de şu şekilde sıralanmaktadır:

Sosyal sigortayı, sosyal yardımları, aktif işgücü piyasası politikalarını ve işgücü düzenlemelerini biraraya getiren bir sis-teme kademeli olarak geçiş yapılması,

İşsizlik sigortası dahil olmak üzere, sos-yal sigorta kapsamının kademeli şekilde artırılması,

Gelir koruma politikalarının güçlendiril-mesi (işsizlik sigortası yoluyla korumanın artırılması),

İşgücü piyasalarının daha esnek hale getirilmesi,

Ekonomik dalgalanma boyunca işgücü

piyasalarını etkin bir biçimde yönetmek için politikaların, krizin işçiler ve aileleri üzerindeki etkilerini en aza indirgemeyi ve ekonomik düzelmenin yeni işlerin ya-ratılması üzerindeki etkisini en üst düze-ye çıkarmayı amaçlaması,

Ekonomik gerilimler sırasında, işlerini kaybetme ya da kazançlarının azalması riski en yüksek olan işçilerin korunmasına odaklanılması,

Bireylerin faaliyete geçirilmesine ve yeni işler yaratmanın kolaylaştırılmasına odaklanılması,

İstihdamla ilgili politikaların istikrarlı bir makroekonomik ortama dayanması,

Çalışma, girişimcilik ve yenilik becerileri-nin oluşturulması,

Çalışma hayatı boyunca becerilerin ge-liştirilmesi için olanaklar sağlanması (ya-şam boyu öğrenme),

Kırılgan grupların becerilerinin geliştiril-mesi ve İŞKUR hizmetlerinin bu gruplara doğru yeniden yönlendirilmesi,

Becerilerin verimli bir biçimde kullanı-labilmesi için uygun işgücü piyasasının sağlanması (daha esnek, etkin ve gü-venli işgücü piyasalarına doğru geçiş yapmak),

Mevcut esnek sözleşmeler önündeki en-gellerin azaltılması (belirli süreli sözleş-melerin bir kez koşulsuz yenilenmesine izin vermek, geçici istihdam acenteleri-nin tüm sektörlerde/mesleklerde çalışma-sına izin vermek, deneme süresini 4 aya çıkarmak),

İstihdam hizmetlerinin, etkinleştirme ça-balarının önünde ve merkezinde yer al-ması,

Kayıtlı istihdama yönelik teşviklerin güç-lendirilmesi.

Türkiye, ŞİÖ’nün “Diyalog Ortağı”Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) Genel

Sekreteri Rus diplomat Dmitri Mezentsev, Türkiye’nin örgüte resmen “diyalog ortağı” olarak alınma kararının onaylandığını açık-ladı.

Mezntsev, ŞİÖ ile Türkiye arasında or-taklık anlaşması memorandumunun Türk

tarafıyla belirlenecek tarihte Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile imzalanacağını duyur-du.

ABD’nin New York kentindeki BM bi-nasındaki basın toplantısında Mezentsev, “Türkiye’nin ŞİÖ’ya ortak olmasıyla ilgili prensip kararı geçen yıl Pekin zirvesi sıra-

sında alınmıştı. Ancak bu karar resmileşme-mişti” dedi. ŞİÖ’ye Rusya, Çin, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan ve Özbekistan üye. Hindistan, İran ve Moğolistan’ın ise gözlem-ci statüsü bulunuyor. Türkiye’nin yanı sıra “diyalog ortağı” statüsü bulunan diğer ülke-ler ise Belarus ve Sri Lanka.

(Atmosfer Bülten; Mart-Nisan 2013)

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 2013 37

İnsan İçin Yedek ParçaGülhane Askeri Tıp Akademisi’nde bir

ilke imza atıldı. “Vücut Yedek Parçaları” üretilmeye başlandı.

Devrim Niteliğinde GATA Medikal Tasarım Yönetim

Merkezi’nde (METÜM) Başkan Yardım-cısı Diş Tabip Albay Hasan Suat Gökçe, vücut yedek parçalarının devrim diye ni-telendirilen üç boyutlu yazıcıyla tasarlan-dığını açıkladı. Medikal Tasarım Yönetim Merkezi’nde üretilen parçayla eksik kemik dokusunun bulunduğu bölüm, tıpkı yap-boz gibi birbirine bütünleşiyor. Merkez’de aynı zamanda tanı ve tedaviye yardımcı olacak organ modelleri de yapılıyor.

Gülhane Askeri Tıp Akademisi’nde (GATA), “devrim” olarak nitelenen 3 bo-

yutlu yazıcı teknolojiyle Türkiye’de tıp ala-nında bir ilke imza atılarak “vücut yedek parçaları” üretiliyor.

GATA Medikal Tasarım Yönetim Merkezi’nde (METÜM) kafatası, göğüs ve çene gibi kemik yapılarında kaza ya da silahla yaralanma gibi nedenlerle kay-bedilen parçalar, özel tekniklerle aslına bire bir uygun üretilip hastanın vücudu-na takılabiliyor. Merkezin çalışmalarıyla ilgili bilgi veren METÜM Başkan Yardım-cısı Diş Tabip Albay Hasan Suat Gökçe, Türkiye’de sadece merkezlerinde bulundu-ğunu söyledi.

Gökçe uygulamalarla ilgili şunları an-lattı:

“ABD Başkanı Obama’nın ‘devrim’

diye nitelendirdiği 3 boyutlu yazıcı tekno-lojisi, tedavide en fazla ‘vücudun yedek parçası’ diyebileceğimiz parçalanan, kaybedilen ya da çıkarılan kemiklerin yerine konulmasında kullanılıyor. Bugüne kadar iki ayrı hastaya, kaybettikleri kemik dokularının yerine merkezimizde üretilen parçalar takıldı. Ekleme yapılacak vücut parçası MR ve tomografi gibi tıbbi görün-tüleme yöntemleriyle elde ediliyor. Bu gö-rüntüye göre yapılacak parçanın ilk ola-rak plastikten daha sonra da titanyumdan üretimi yapılıyor.”

Merkezde sadece eksik kemik dokusu için parça üretilmediğini, aynı zamanda tanı ve tedaviye yardımcı olacak organ modelleri de yapılıyor.

(HABERTÜRK; 30.05.2013)

Özel Sektörün Sabit Sermaye Yatırımları Azalmaya Devam Ediyor

TÜİK 2013 yılının ilk çeyreğine ait GSYH verilerini açıkladı. Buna göre ilk çey-rekte GSYH reel olarak bir önceki yılın aynı dönemine göre % 3 arttı.

Devlet harcamalarının ve yurt içi tüketi-min artış hızı nedeniyle elde edilen sonuç öngörülerin üzerinde oldu.

Tarım, inşaat, banka – sigorta, gayri-

menkul, eğitim, kamu yönetimi, sağlık sek-törleri % 3’ün üzerinde büyürken, madenci-lik, imalat sanayii, enerji, ticaret, ulaştırma, konut sektörleri ortalamanın altında kaldı.

İmalat sanayiinde büyüme oranı % 2,8 olarak tespit edildi.

Özel sektörün toplam sabit sermaye ya-tırımları bu yılın ilk çeyreğinde yıllık bazda

% 9,1 oranında küçüldü. 2012 yılında bu küçülme ortalama % 4,5 olmuştu.

Özel sektörün toplam sabit sermaye ya-tırımları içinde makine-teçhizat yatırımları ise % 7,1 oranında geriledi. Bu alandaki küçülme süreci altı çeyrektir devam ediyor.

Cari Açığa Karşı Nükleer Enerji

Sinop ve Mersin’de kurulacak nükleer santrallar, enerjisinin yüzde 71’ini ithal eden Türkiye’nin cari açığına merhem olacak. İki santral devreye alındığında yılda yaklaşık

80 milyar kilovatsaat elektrik üretilecek. Bu miktardaki elektriği doğalgaz santralından elde etmek için 16 milyar metreküplük gaz ithalatı yapılması gerekiyor. Bu da yıllık 7.2 milyar dolarlık fatura anlamına geliyor. Yani nükleer santrallar devreye girdiğinde gaza ödenen para bu miktar kadar azalmış olacak. Bu da 2012 rakamlarına göre cari açığı yüzde 15 düşürecek.

Merkez Bankası’nın geçen yılki Ödeme-ler Dengesi Bilançosu dikkate alınarak yapı-lan hesaplamalara göre, enerji faturasının 7.2 milyar dolar azalması toplam ithalatı 228.9 milyar dolardan 221.7 milyara in-direcek. İthalat içinde en yüksek paya sa-hip olan enerjideki düşüş dış ticaret açığına yansıyacak. Dış açık 65.7 milyar dolardan 58.5 milyar dolara düşürecek. Bu da oto-

matik olarak cari açığı azaltacak. Geçen yıl 47.4 milyar dolar olan açık 40.3 milyar dolara inecek. Böylece cari açık yaklaşık yüzde 15 daha az çıkacak.

Dünya genelinde 435 nükleer santral üretimde. Bunların 104’ü ABD, 58’i Fran-sa, 50’si Japonya, 33’ü Rusya, 23’ü Gü-ney Kore, 19’u ise Kanada’da bulunuyor. Fransa elektriğinin yüzde 77’sini, Belçika ve Slovakya yüzde 54’ünü, Ukrayna yüzde 47’sini, Macaristan ise yüzde 43’ünü nükle-er enerjiden temin ediyor. İran, Bulgaristan ve Ermenistan da enerji ihtiyacını nükleer-den karşılıyor. Dünya genelinde inşası de-vam eden 65 nükleer santral projesi bulu-nuyor. Bunun 29’u Çin, 10’u Rusya, 7’si ise Hindistan’da hayata geçiriliyor.

(SABAH; 05.05.2013)

Page 40: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 201338

TİSK’in “Türkiye’nin Büyüme Stratejisi: Yapısal Analiz ve Politikalar” Araştırmasından: Yeni Büyüme Stratejisi’nde belirli alanlarda “özel programlara” odaklanılmalı

Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu’nun (TİSK) kuruluşunun 50. Yıldönümü etkinlikleri çerçevesinde hazırla-dığı “Türkiye’nin Büyüme Stratejisi: Yapısal Analiz ve Politikalar” başlıklı araştırmada, Türkiye’nin yeni bir Büyüme Stratejisi’ne ihtiyacı olduğu belirtilerek, ener-ji, yeşil ekonomi, geleceğin teknolojilerine yatırım, ulaşım ve kentiçi ulaşım gibi alanlar-da özel programlar uygulanması önerildi.

Prof. Dr. Osman Aydoğuş, Prof. Dr. Ömer Faruk Çolak ve Doç. Dr. Aykut Len-ger tarafından gerçekleştirilen Araştırmada “Yeni Büyüme Stratejisinin Temel Araçları” başlığı altında aşağıdaki öneriler yer aldı:1. Yeni Büyüme Stratejisi’nin merkezinde,

belli ölçütlere göre titizlikle belirlenecek alanlarda uygulanacak özel programlar yer almalıdır. Alan kavramı, sektör veya endüstri kavramından farklı olarak, tek bir ürünü, bir ürün grubunu veya eko-

nominin daha geniş bir bölümünü kap-sayabileceği gibi, teknoloji geliştirmeye yönelik özel bir uygulamayı da ifade edebilir.

a) Dışa açık büyüme döneminde, özellikle 2000’li yıllarda ortaya çıkan ve kro-nik hale gelmiş olan yapısal sorunları gidermeye yönelik alan. Bu sorunların başlıcaları arasında esasında birbir-leriyle sıkı sıkıya bağlantılı cari açık, tasarruf-yatırım açığı, enerji açığı, vb. sayılabilir. Örneğin, enerji alanında uy-gulanacak özel programla bir yandan yerli enerji kaynakları harekete geçirilip özellikle elektrik enerjisinde doğrudan ithal ikamesi sağlanırken, bir yandan da yerli enerji üretiminde kullanılacak makine, teçhizat vb. yatırım (sermaye) mallarını üretecek bir yerli enerji en-düstrisi kurarak (veya mevcut endüstriyi geliştirerek) sermaye malları üretiminde de dolaylı ithal ikamesi sağlanacaktır. Kuşkusuz, özel programın bir boyutu hem yerli enerji kaynaklarının geliştiril-mesinde hem de yerli enerji endüstri-sinde teknoloji geliştirilmesini sağlamak olacaktır.Özel program alanlarından bir diğeri, gelecek için büyük önem taşı-yan “yeşil ekonomi” alanıdır. Başka bir örnek alan ise teknolojik gelişimi göre-ce geri kalmış ya da geleceğin teknolo-jilerine yatırım yapılması gereken ima-lat sanayi sektörleridir. Biyo-Info-Nano teknolojiler değerlendirilerek imalat sa-nayinin dünya ihracat piyasalarındaki payı artırılmalıdır.

b) Devlet-sanayi-üniversite işbirliğiyle bi-limsel araştırmaların ticarileştirilmesi, büyüme açısından anahtar bir olgudur. Nanoteknoloji, biyoteknoloji, genetik, havacılık ve uzay teknolojileri, ekolojik tarım, ICT, robotik vb. sanayinin gelişti-rilmesi açısından hayati nitelikte görül-mesi gereken özel alanlardır.

c) Gelişmiş ülkelerle aramızdaki teknolo-

jik açığı kapamaya yönelik olarak, bir yandan yapısal sorunları gidermeye yönelik özel programlarla teknolojik gelişme sağlamaya yönelik önlemler alınırken, bir yandan da henüz belki gündemde bile olmayan geleceğin yük-selen alanlarında yepyeni teknolojiler geliştirmeyi amaçlayan özel teknoloji geliştirme programları tasarlanmalı ve uygulamaya konulmalıdır.

2. Seçilmiş özel alanlarda uygulanacak programlar özel girişim (yerli ve yaban-cı) eliyle yürütü lmelidir. Kamu girişimi ancak istisnai olarak özel girişimcile-rin girmekten kaçındıkları sınırlı sayıda alanda kamu-özel ortaklığı şeklinde dev-reye girmelidir.

3. Özel programların uygulanacağı alan-ların belirlenmesinde ve düzenlemelerin yapılmasında katılımcı yöntemler esas olmalıdır. Yönetim/uygulamada ise kamunun işlevi sadece düzenlemeleri yapmak ve izlemekle (monitoring) sınırlı olmalıdır.

4. Özel programlarda kurulması/gelişti-rilmesi öngörülen endüstrilerin sadece yurtiçi pazarı değil, dünya pazarlarını hedef alması ölçek ekonomileri açısın-dan çok önemlidir.

5. Özel programların uygulanacağı alan-lar için halen uygulanmakta olan genel teşvik sisteminden farklı olarak, bu alan-larda yatırım ve üretim yapmayı kârlı/cazip hale getirecek farklılaştırılmış bir teşvik sistemi getirilmelidir.

6. Özel programların gerektireceği nite-likli işgücü (bilim adamı, araştırmacı, uzman, mühendis, vb.) gereksiniminin karşılanmasında TÜBİTAK, YÖK ve üni-versiteler arasında işbirliği ve eşgüdüm sağlanmalıdır. Nitelikli işgücü gereksini-mi özellikle teknoloji geliştirme program-larında ayrıntılı şekilde planlanmalıdır. YÖK ve TÜBİTAK’ın yurtdışı doktora

Page 41: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 201338

TİSK’in “Türkiye’nin Büyüme Stratejisi: Yapısal Analiz ve Politikalar” Araştırmasından: Yeni Büyüme Stratejisi’nde belirli alanlarda “özel programlara” odaklanılmalı

Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu’nun (TİSK) kuruluşunun 50. Yıldönümü etkinlikleri çerçevesinde hazırla-dığı “Türkiye’nin Büyüme Stratejisi: Yapısal Analiz ve Politikalar” başlıklı araştırmada, Türkiye’nin yeni bir Büyüme Stratejisi’ne ihtiyacı olduğu belirtilerek, ener-ji, yeşil ekonomi, geleceğin teknolojilerine yatırım, ulaşım ve kentiçi ulaşım gibi alanlar-da özel programlar uygulanması önerildi.

Prof. Dr. Osman Aydoğuş, Prof. Dr. Ömer Faruk Çolak ve Doç. Dr. Aykut Len-ger tarafından gerçekleştirilen Araştırmada “Yeni Büyüme Stratejisinin Temel Araçları” başlığı altında aşağıdaki öneriler yer aldı:1. Yeni Büyüme Stratejisi’nin merkezinde,

belli ölçütlere göre titizlikle belirlenecek alanlarda uygulanacak özel programlar yer almalıdır. Alan kavramı, sektör veya endüstri kavramından farklı olarak, tek bir ürünü, bir ürün grubunu veya eko-

nominin daha geniş bir bölümünü kap-sayabileceği gibi, teknoloji geliştirmeye yönelik özel bir uygulamayı da ifade edebilir.

a) Dışa açık büyüme döneminde, özellikle 2000’li yıllarda ortaya çıkan ve kro-nik hale gelmiş olan yapısal sorunları gidermeye yönelik alan. Bu sorunların başlıcaları arasında esasında birbir-leriyle sıkı sıkıya bağlantılı cari açık, tasarruf-yatırım açığı, enerji açığı, vb. sayılabilir. Örneğin, enerji alanında uy-gulanacak özel programla bir yandan yerli enerji kaynakları harekete geçirilip özellikle elektrik enerjisinde doğrudan ithal ikamesi sağlanırken, bir yandan da yerli enerji üretiminde kullanılacak makine, teçhizat vb. yatırım (sermaye) mallarını üretecek bir yerli enerji en-düstrisi kurarak (veya mevcut endüstriyi geliştirerek) sermaye malları üretiminde de dolaylı ithal ikamesi sağlanacaktır. Kuşkusuz, özel programın bir boyutu hem yerli enerji kaynaklarının geliştiril-mesinde hem de yerli enerji endüstri-sinde teknoloji geliştirilmesini sağlamak olacaktır.Özel program alanlarından bir diğeri, gelecek için büyük önem taşı-yan “yeşil ekonomi” alanıdır. Başka bir örnek alan ise teknolojik gelişimi göre-ce geri kalmış ya da geleceğin teknolo-jilerine yatırım yapılması gereken ima-lat sanayi sektörleridir. Biyo-Info-Nano teknolojiler değerlendirilerek imalat sa-nayinin dünya ihracat piyasalarındaki payı artırılmalıdır.

b) Devlet-sanayi-üniversite işbirliğiyle bi-limsel araştırmaların ticarileştirilmesi, büyüme açısından anahtar bir olgudur. Nanoteknoloji, biyoteknoloji, genetik, havacılık ve uzay teknolojileri, ekolojik tarım, ICT, robotik vb. sanayinin gelişti-rilmesi açısından hayati nitelikte görül-mesi gereken özel alanlardır.

c) Gelişmiş ülkelerle aramızdaki teknolo-

jik açığı kapamaya yönelik olarak, bir yandan yapısal sorunları gidermeye yönelik özel programlarla teknolojik gelişme sağlamaya yönelik önlemler alınırken, bir yandan da henüz belki gündemde bile olmayan geleceğin yük-selen alanlarında yepyeni teknolojiler geliştirmeyi amaçlayan özel teknoloji geliştirme programları tasarlanmalı ve uygulamaya konulmalıdır.

2. Seçilmiş özel alanlarda uygulanacak programlar özel girişim (yerli ve yaban-cı) eliyle yürütü lmelidir. Kamu girişimi ancak istisnai olarak özel girişimcile-rin girmekten kaçındıkları sınırlı sayıda alanda kamu-özel ortaklığı şeklinde dev-reye girmelidir.

3. Özel programların uygulanacağı alan-ların belirlenmesinde ve düzenlemelerin yapılmasında katılımcı yöntemler esas olmalıdır. Yönetim/uygulamada ise kamunun işlevi sadece düzenlemeleri yapmak ve izlemekle (monitoring) sınırlı olmalıdır.

4. Özel programlarda kurulması/gelişti-rilmesi öngörülen endüstrilerin sadece yurtiçi pazarı değil, dünya pazarlarını hedef alması ölçek ekonomileri açısın-dan çok önemlidir.

5. Özel programların uygulanacağı alan-lar için halen uygulanmakta olan genel teşvik sisteminden farklı olarak, bu alan-larda yatırım ve üretim yapmayı kârlı/cazip hale getirecek farklılaştırılmış bir teşvik sistemi getirilmelidir.

6. Özel programların gerektireceği nite-likli işgücü (bilim adamı, araştırmacı, uzman, mühendis, vb.) gereksiniminin karşılanmasında TÜBİTAK, YÖK ve üni-versiteler arasında işbirliği ve eşgüdüm sağlanmalıdır. Nitelikli işgücü gereksini-mi özellikle teknoloji geliştirme program-larında ayrıntılı şekilde planlanmalıdır. YÖK ve TÜBİTAK’ın yurtdışı doktora

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 2013 39

programları bu gereksinim çerçevesinde yeniden yapılandırılarak, seçilmiş özel alanlarda dünyanın önde gelen üniver-site ve araştırma kuruluşlarına önceden belirlenmiş hedeflere yönelik olarak öğ-renci-araştırmacı gönderilmelidir.

7. Özel programların uygulanacağı alan-larda özellikle haksız dış rekabete karşı korumacı dış ticaret politikaları uygulan-malıdır. Kamu alımlarında ve kamu pro-jelerinde, özel alanlarda faaliyet göste-ren girişimlere mümkün olan en yüksek ayrıcalık sağlanmalıdır.

8. Uzun vadeli yatırım, teşvik, teknoloji, dış ticaret, Ar-Ge ve inovasyon, eğitim ve sanayileşme politikaları ile özel prog-ramlar arasında uyum sağlanmalıdır. Bu politikaların belirlenmesinde ve uygulan-masında özel programlara öncelik veril-melidir.

ÖZEL ALAN ÖNERİLERİ:

1. Enerji AlanıAna yapısal sorunlardan biri olarak kar-

şımıza çıkan dış ticaret açığının en önemli kaynağı enerji ithalatıdır. Enerji temel bir girdidir ve ne kadar pahalı olursa olsun it-hal edilme zorunluluğu vardır. Bu nedenle hem dış ticaret açığının hem de enerjide dışa bağımlılığın azaltılmasına yönelik bir özel enerji programı oluşturulması yerinde olacaktır. Bu özel program rüzgar, jeoter-mal, su ve güneş enerjisi gibi yenilenebilir enerji kaynakları başta olmak üzere lin-yit de dahil olmak üzere yerli enerji kay-naklarının geliştirilmesini hedeflemelidir. Nükleer enerji alternatifi kategorik olarak dışlanmamalı, hem kurulmasında hem de işletilmesinde yerli bileşenleri azami ölçü-de tutulmak kaydıyla gündemde olmalıdır. Böylece, özellikle elektrik üretiminde önemli bir ithal ikamesi gerçekleştirilebilecektir. Bu özel program, bütüncül bir yaklaşımla, yerli enerjinin üretilmesinde kullanılacak makine, teçhizat ve tesislerin de büyük ölçüde yurti-çinde üretilmesini sağlayacak politikaları da kapsamalıdır.

Ayrıca, küresel bir dünyada sadece yurtiçi değil ihraç pazarları da dikkate alın-malıdır. Söz gelimi rüzgar/su/termik ener-ji sanayii kurulurken, üretilecek türbinlerin dünya pazarına da arz edilmesi planlanma-lıdır. Kuşkusuz, enerji sanayiini kurmayı ve geliştirmeyi hedefleyen böylesi bir program ciddi kaynak gerektirecektir. O nedenle,

kamu tasarruflarını artırmayı ve kamu harca-malarını bu tür programlara yönlendirmeyi hedefleyen vergi ve harcama politikaları da eş zamanlı olarak devreye sokulmalıdır.

2. Biyo-İnfo-Nano Teknolojilerle İmalat Sanayinin Geliştirilmesi Alanı

Yükselen teknolojilerde, özellikle biyo-in-fo-nano teknolojilerde Türkiye’yi bir yatırım ve üretim merkezi haline getirecek bir yakla-şımı etkili bir hacimde uygulamak gereklidir. Bu alanda yerli sanayiler yaratılırken, orta- yüksek ve yüksek teknolojili yabancı imalat sanayi yatırımlarını da Türkiye’ye çekmek amaçlanmalı ve yatırım cazibesi oluşturul-malıdır.

Bu amaçla üniversitelerin bünyesinde teknoparkların etkin biçimde kullanılması sağlanmalıdır. Diğer yandan YÖK’ün mev-cut uygulamasında geri plana itilen temel bilim

alanlarına (kimya, fizik, biyoloji ve ge-netik) daha fazla kaynak aktarılmalıdır. Bu alanda çalışan araştırmacıların sayısı artırılmalı ve özel sektörle işbirliği alanları açılmalıdır.

3. Yeşil Üretim AlanıMevcut büyüme yöntemleri geri dönüşü

olmayan bir şekilde artan su kıtlığı, kaynak darboğazları, hava ve su kirliliği, iklim deği-şikliği ve biyo çeşitliliğin yitirilmesine neden olmaktadır. Yeşil büyüme, iktisadi büyüme ve sosyal kalkınmayı doğal varlıkları/kay-nakları koruyarak hedeflemektedir. Dolayı-sıyla çevre dostu bir büyümenin sağlanması ve sürdürülebilmesi için yeni stratejiler üretil-mek zorundadır.

Bir ekonominin çevre dostu büyüme yolu politik ve kurumsal ortama, kalkınma düze-yine, sahip olunan kaynaklara ve belli çev-resel baskı noktalarına bağlıdır. Büyümeyi yeşertmek, çevresel baskıları en aza indir-mek için kaynakların çok daha verimli kul-lanılmasını gerektirir. Çevre dostu büyüme sürdürülebilir kalkınmanın yerine geçen bir strateji değil, daha çok onun bir alt kümesi olarak düşünülmelidir.

Çevre dostu (yeşil) büyüme strateji-leri firmaları ve tüketicileri çevre dostu davranmaya özendirmeli; işlerin, serma-yenin ve teknolojinin daha çevre dostu faaliyetler doğrultusunda yeniden dağı-

tımını kolaylaştırmalı ve yeşil inovasyo-na yeterli teşvik ve desteği sağlamalıdır. Çevre dostu büyüme, ortaya çıkacak yeşil yenilikçi faaliyetlerdeki vasıflı işler dahil yeni iş olanaklarının yaratılmasını öngörür.

4. Ulaşım AlanıKarayolu taşımacılığına dayalı ula-

şım, petrol fiyatlarındaki artışlara bağlı olarak özellikle yük taşımacılığında ta-şıma maliyetlerinde büyük artışlara yol açmaktadır. Bu ise üretim maliyeti artışı, fiyat artışı ve hem iç piyasada hem de dünya pazarında rekabet gücü kaybı anlamına gelmektedir. Taşımacılığın karayolundan demiryoluna kaydırılması için uzun vadeli bir plan yapılarak bu plan çerçevesinde demiryolu ağının ge-nişletilmesini ve modernizasyonunu sağ-lamaya yönelik özel program geliştiril-melidir. Bu özel program aynı zamanda yurtiçi demiryolu endüstrisinin kurulması-nı/geliştirilmesi amaçlamalıdır.

5. Kentiçi Ulaşım Alanıİç göç süreci kentleşmenin yükselme-

sine ve kentsel nüfusun hızla artmasına yol açmaktadır. Bu süreçte nüfusu belli bir büyüklüğü aşan şehirlerin sayısı da hızla artıracaktır. Halen 16 olan büyükşehir sayısının yakın zamanda otuzun üzerine çıkması beklenmelidir. Bu şehirlerde kent içi ulaşım tarzında köklü değişiklik ve ras-yonelleşme sağlamaya yönelik olarak bir kentsel ulaşım özel alanı tasarlanmalıdır. Kentsel ulaşım alanı için geliştirilecek özel program uzun vadeli bir yaklaşımla toplu ulaşımın raylı ulaşım sistemlerine (metro, hafif raylı sistemler, vb.) kaydırılmasını he-deflemelidir. Bu program aynı zamanda kentiçi raylı ulaşım sistemlerinin en önemli bileşenlerinin (lokomotif, elektro-mekanik, sinyalizasyon, vb.) olabildiği ölçüde yur-tiçinde üretilmesini amaçlayan endüstrinin de kurulmasını/ geliştirilmesini de hedef-lemelidir. Bu alanda ileri teknoloji gelişti-rilmesi de programın hedefleri arasında olmalıdır. Programın ortakları arasında bu konuda halen faaliyet gösteren özel gi-rişimlerin yanında yerel yönetimler de yer almalıdır. Kuşkusuz bu zor ve pahalı bir iştir; ancak, kentsel ulaşım maliyetlerinin (yakıt, zaman, vb.) düşürülmesi, karbondi-oksit salımının azaltılması ve yaşanabilir kentler oluşturulması için isabetli bir tercih olacaktır.

Page 42: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 201340

6486 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Resmi Gazete’de Yayımlandı

6486 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ile Bazı Kanunlar-da Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun 29 Mart 2013 tarih ve 28661 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır.

Kanun ile özel sektör tarafından Türkiye’den yurt dışına götürülen sigortalılar için sosyal güvenlik primi teşviki, yurt içinde ve yurtdışında edinilen ancak kayıt altına alınmamış gelirlerle ilgili varlık barışı, bazı yapı ve tesislerin Çevresel Etki Değerlendir-mesi kapsamı dışına çıkarılması, 5 puanlık sosyal güvenlik primi teşvikinin Bakanlar Ku-rulu tarafından bölgesel gelişmişlik dikkate alınarak 6 puan artırılabilmesine yetki tanın-ması gibi çeşitli değişiklikler yapılmaktadır.

6486 sayılı Kanun’un; • Özel sektör tarafından Türkiye›den yurt

dışına götürülen sigortalılar için sosyal güvenlik primi teşviki ile ilgili düzenle-mesi Kanun’un yayımını takip eden ayın başında;

• 5 puanlık sosyal güvenlik primi teşviki-nin Bakanlar Kurulu tarafından bölge-sel gelişmişlik dikkate alınarak 6 puan artırılabilmesine ilişkin hükmü ile kamu görevlileri için fazla çalışma ücretlerini düzenleyen 11. maddesinin 1/1/2013 tarihinden geçerli olmak üzere yayımı tarihinde;

• Diğer hükümlerinin ise yayımı tarihinde,yürürlüğe girmesi öngörülmüştür.

Kanun ile getirilen diğer düzenlemeler konusunda özet bilgiye aşağıda yer verilmiştir.• Genel Sağlık Sigortası kapsamı yeniden

düzenlenerek genel sağlık sigortalılığı ya da bakmakla yükümlü olduğu kişi bu-lunmayan Türk vatandaşlarından 18 ya-şını doldurmamış çocukların gelir tespiti yapılmaksızın sigortalı sayılması hükme bağlanmakta;

• Ana ve babası olmayan Türk vatandaş-larından 18 yaşını doldurmamış çocuk-lar Genel Sağlık Sigortası kapsamına alınmakta;

• Ülkemizde öğrenim gören yabancı uy-ruklu öğrencilerin genel sağlık sigorta-sından yararlanma şartlarında değişiklik yapılmakta;

• Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şid-detin Önlenmesine Dair Kanun hüküm-lerine göre hakkında koruyucu tedbir kararı verilen kişilerden genel sağlık sigortalısı olmayan ve genel sağlık si-gortalısının bakmakla yükümlü olduğu kişi kapsamına da girmeyen veya genel sağlık sigortası kapsamında olup sağlık yardımlarından yararlanamayanlar Ge-nel Sağlık Sigortası kapsamına alınmak-ta;

• Türkiye’de oturma izni almış yabancı ülke vatandaşları ve Ülkemizde öğrenim gören yabancı uyruklu öğrencilerin ge-nel sağlık sigortasının sona ermesi konu-sunda 5510 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanacağı hükme bağlanmakta;

• Sağlık Hizmetleri Fiyatlandırma

Komisyonu’na üniversite ve özel sektör sağlık hizmeti sunucularından da temsil-cilerin katılımı sağlanmakta;

• Üniversite hastanelerinde, kişilerin tercihiyle mesai saati dışında sağlık hizmeti sunan öğretim üyesine Kurumca belirlenmiş sağlık hizmetinin bedelinin, poliklinik hizmetlerine bir katını, diğer hizmetlerde yüzde 50’sini geçmemek üzere ve bir defada asgari ücretin iki katını geçmemek kaydıyla üniversite yönetim kurulu kararıyla öğretim üye-lerinin unvanları itibarıyla belirlenen miktarda ilave ücret verilmesi hükme bağlanmakta;

• İlgili işverenlerin, aylık prim ve hizmet belgelerini yasal süresi içinde SGK›ya vermeleri, sigorta primi tutarlarının Ha-zine tarafından karşılanmayan kısmının yasal süresi içinde işverenlerce ödenmiş olması ve SGK›ya prim, idari para ceza-sı ve bunlara ilişkin gecikme cezası ve gecikme zammı borcunun bulunmaması

Page 43: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 201340

6486 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Resmi Gazete’de Yayımlandı

6486 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ile Bazı Kanunlar-da Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun 29 Mart 2013 tarih ve 28661 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır.

Kanun ile özel sektör tarafından Türkiye’den yurt dışına götürülen sigortalılar için sosyal güvenlik primi teşviki, yurt içinde ve yurtdışında edinilen ancak kayıt altına alınmamış gelirlerle ilgili varlık barışı, bazı yapı ve tesislerin Çevresel Etki Değerlendir-mesi kapsamı dışına çıkarılması, 5 puanlık sosyal güvenlik primi teşvikinin Bakanlar Ku-rulu tarafından bölgesel gelişmişlik dikkate alınarak 6 puan artırılabilmesine yetki tanın-ması gibi çeşitli değişiklikler yapılmaktadır.

6486 sayılı Kanun’un; • Özel sektör tarafından Türkiye›den yurt

dışına götürülen sigortalılar için sosyal güvenlik primi teşviki ile ilgili düzenle-mesi Kanun’un yayımını takip eden ayın başında;

• 5 puanlık sosyal güvenlik primi teşviki-nin Bakanlar Kurulu tarafından bölge-sel gelişmişlik dikkate alınarak 6 puan artırılabilmesine ilişkin hükmü ile kamu görevlileri için fazla çalışma ücretlerini düzenleyen 11. maddesinin 1/1/2013 tarihinden geçerli olmak üzere yayımı tarihinde;

• Diğer hükümlerinin ise yayımı tarihinde,yürürlüğe girmesi öngörülmüştür.

Kanun ile getirilen diğer düzenlemeler konusunda özet bilgiye aşağıda yer verilmiştir.• Genel Sağlık Sigortası kapsamı yeniden

düzenlenerek genel sağlık sigortalılığı ya da bakmakla yükümlü olduğu kişi bu-lunmayan Türk vatandaşlarından 18 ya-şını doldurmamış çocukların gelir tespiti yapılmaksızın sigortalı sayılması hükme bağlanmakta;

• Ana ve babası olmayan Türk vatandaş-larından 18 yaşını doldurmamış çocuk-lar Genel Sağlık Sigortası kapsamına alınmakta;

• Ülkemizde öğrenim gören yabancı uy-ruklu öğrencilerin genel sağlık sigorta-sından yararlanma şartlarında değişiklik yapılmakta;

• Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şid-detin Önlenmesine Dair Kanun hüküm-lerine göre hakkında koruyucu tedbir kararı verilen kişilerden genel sağlık sigortalısı olmayan ve genel sağlık si-gortalısının bakmakla yükümlü olduğu kişi kapsamına da girmeyen veya genel sağlık sigortası kapsamında olup sağlık yardımlarından yararlanamayanlar Ge-nel Sağlık Sigortası kapsamına alınmak-ta;

• Türkiye’de oturma izni almış yabancı ülke vatandaşları ve Ülkemizde öğrenim gören yabancı uyruklu öğrencilerin ge-nel sağlık sigortasının sona ermesi konu-sunda 5510 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanacağı hükme bağlanmakta;

• Sağlık Hizmetleri Fiyatlandırma

Komisyonu’na üniversite ve özel sektör sağlık hizmeti sunucularından da temsil-cilerin katılımı sağlanmakta;

• Üniversite hastanelerinde, kişilerin tercihiyle mesai saati dışında sağlık hizmeti sunan öğretim üyesine Kurumca belirlenmiş sağlık hizmetinin bedelinin, poliklinik hizmetlerine bir katını, diğer hizmetlerde yüzde 50’sini geçmemek üzere ve bir defada asgari ücretin iki katını geçmemek kaydıyla üniversite yönetim kurulu kararıyla öğretim üye-lerinin unvanları itibarıyla belirlenen miktarda ilave ücret verilmesi hükme bağlanmakta;

• İlgili işverenlerin, aylık prim ve hizmet belgelerini yasal süresi içinde SGK›ya vermeleri, sigorta primi tutarlarının Ha-zine tarafından karşılanmayan kısmının yasal süresi içinde işverenlerce ödenmiş olması ve SGK›ya prim, idari para ceza-sı ve bunlara ilişkin gecikme cezası ve gecikme zammı borcunun bulunmaması

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 2013 41

TİSK’in Uzun Süreli İşgücü Gözlemleri(İKTİBAS / OSMAN EROLAT,DÜNYA GAZETESİ; 06 Mayıs 2013)

TİSK’in 47 yıllık çalışma istatistikleriyle ilgili araştırması ve “İşgücü Piyasası” analizi çalışması ülkemizde emeğin ücreti ve veri-mindeki gelişmeleri, dünyada, OECD ülke-lerinde bulunduğu konumu ortaya koyuyor. Sınırlı bir alan araştırmasına dayanmasına karşın, emek piyasasında yıllara göre geliş-meyi ortaya koyarak bizlere bir fikir veriyor.

Türkiye İşveren Sendikası Konferedasyo-nu (TİSK) 47 yıldır “Çalışma İstatistikleri”yle ilgili araştırmalar düzenleyip yayınlıyor. 2011 yılında 15 işkolunda 374 işletmede yürüttüğü çalışma sonuçları geçende açık-landı. Önemli bazı sonuçlar ortaya koyuyor:

- Araştırmaya göre araştırmada yer alan işletmelerde ortalama kıdem 9 yıl. Sendika-laşma oranı Türkiye ortalamasının üzerinde ve yüzde 73. Çalışanlar içerisinde kadın oranı ise yüzde 11 gibi düşük. Günlük işçilik

maliyeti sadece yüzde 36’sı çıplak ücret ol-mak üzere 142 lira.

- Reel işgücü maliyeti 1985 yılında 100 iken, 2011 sonunda 164 puana yükselmiş durumda. Ancak bu sayı, işçi ücretlerinin ta-van yaptığı 1993 yılının 228 puanının altın-da, buna karşılık 2003 yılında 158 puana kadar gerilemiş olan puanın ise az da olsa üzerinde. Tablonun ortaya çıkardığı gerçek normal zamanda yatay seyir izleyen ücretler kriz dönemlerinde geriliyor.

- Türkiye’de verimlilik ücrete göre düşük. OECD ülkeleri işgücü verimlilik sıralamasın-da 20. sırada. İlk sırada yer alan Lüksem-burg işçisinin verimliliği 281, buna karşın Türk işçisinin verimliliği 100. Bu oranla Po-lonya, Çek işçilerinden daha düşük verim-liliğe sahibiz. Hollanda’nın 254 puanla ilk sırada yer aldığı ücretler sıralamasında ise 100 puanla 16. sırada yer alıyoruz.

- İşgücünün sosyal yapısına baktığımızda yüzde 79’unun evli, yüzde 54’ünün 1-2 ço-cuklu oluğunu çekirdek aile yapısının hakim olduğunu görüyoruz. Çalışanların yüzde 53’ünün meslek lisesi mezunu olması son yıl-larda daha nitelikli bir emek gücünün ortaya çıktığını olumlu bir gelişmeyi gösteriyor.

- Buna karşılık kıdem yılının 10 yılın altın-da olmasının yanı sıra her yıl 6 çalışandan birinin işini kaybetmesi işgücü devir oranının yüksekliğini gösteren bir olumsuzluk olarak karşımıza çıkıyor.

- Buna karşılık eski mahkum ve engellile-rin istihdamının toplam içersinde yüzde 7’ler seviyesinde olması ise son yılların olumlu gelişmesi.

- Kıdem tazminatı konusunda 20 yıllık hizmete karşılık 86 haftalık ücret ödenmesi Türkiye’deki çalışanlardan kıdem tazminatı alabilenleri dünyadan avantajlı hale getiri-yor. AB ülkelerinde 10-86 hafta arasında kı-dem tazminatı söz konusu iken ABD, Japon-ya ve İsveç’te kıdem tazminatı bulunmuyor. Ancak o ülkelerde işçilerin başka avantajları söz konusu olduğu gibi Türkiye’de de kıdem tazminatı alarak emekli olanların oranı yüz-de 10’ların altında kalıyor.

TİSK’in “İşgücü Piyasası” analizinde daha güncel veriler yer alıyor. Buna göre 2012 Ocak ayına göre Nisan 2013’te iş-gücü yaklaşık bir kat artarken, yüzde 75’i istihdam edilebildi. İşgücüne katılımda nisbi artış göstermesine karşın kadınların katılımı yüzde 29’da kaldı. Genç nüfus katılım oranı ise yüzde 37 olurken, onların işsizliği yüzde 21 gibi yüksek oranda kalıyor.

TİSK’in bu araştırmaları her ne kadar dar alanda belli sayıda işletmeyi kapsasa da sü-rekliliği nedeniyle önemli bir fotoğrafı ortaya koyuyor. Doğaldır ki işgününün gerçek resmi bu çalışmanın başka çalışmalarla birleştiril-mesi ile ortaya çıkacaktır.

şartıyla özel sektörde, Türkiye›den yurt dışına götürülen sigortalılar için ödene-cek primin işveren hissesinin 5 puanlık kısmına isabet eden tutarın Hazine tara-fından karşılanması öngörülmekte;

• On ve üzerinde sigortalı çalıştıran işyer-lerine uygulanmak üzere, beş puanlık uzun vadeli sigorta kolları primi işveren hissesi teşvikine, prime esas kazanç alt sınırı üzerinden altı puana kadar ilave puan eklemek, sosyo-ekonomik geliş-mişlik endeksini dikkate almak suretiyle ilave puan uygulanacak illeri ve uygu-lama süresini belirlemek için Bakanlar Kurulu’na yetki verilmekte;

• Yükseköğretim kurumlarının ikinci öğre-tim yapan birimlerinde, mesai saatleri

dışında fazla çalışma yapan personele fazla çalışma ücreti ödenmesi hükme bağlanmakta;

• KİT sözleşmeli personeline fazla çalışma ücreti ödenmesini temin etmek için 2013 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu’nda düzenleme yapılmakta;

• 23 Haziran 1997 tarihinden önce ya-tırım programına alınmış olup, düzenle-menin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla planlama aşaması geçmiş ve ihale süre-ci başlamış olan, üretim veya işletmeye başlamış olan projelerle bunların gerçek-leştirilmesi için zorunlu olan yapı ve tesis-lerin Çevresel Etki Değerlendirmesi’nin (ÇED) kapsamı dışına çıkarılması hükme bağlanmakta;

• Tam mükellefiyete tabi gerçek kişiler ile kurumlara ait; kanuni ve iş merkezi Türkiye’de bulunmayan kurumlara iliş-kin iştirak hisselerinin satışından do-ğan kazançların, kanuni ve iş merkezi Türkiye’de bulunmayan kurumlardan elde ettikleri iştirak kazançlarının, yurt dışında bulunan iş yeri ve daimi temsilcileri aracılığıyla elde ettikleri ticari kazançların, 31 Ekim 2013 ta-rihine kadar elde edilenler de dahil olmak üzere, Kanun’un yürürlüğe gir-diği tarihten itibaren 31 Aralık 2013 tarihine kadar Türkiye’ye transfer edil-mesi kaydıyla, gelir veya kurumlar vergisinden müstesna olması hükme bağlanmaktadır.

Page 44: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 201342

Ülkemizde mesleki ve teknik eğitimin niteliğinin artırılması, endüstriyel otomasyon ve robot teknolojileri konularında lise ve yükseköğretimde öğrenim gören mesleki ve teknik eğitim öğrencilerinin yaptıkları çalışmaların tanıtılması ve tasarım prototip-lerinin sergilenmesi amacıyla 2001 yılında İzmir’de yerel düzeyde başlayan Robot Ya-rışması, 2007 yılından itibaren her yıl lise ve üniversite öğrencilerinin katılımıyla JICA ve Milli Eğitim Bakanlığı tarafından ulusal bir yarışma olarak yapılandırılmıştır.

2012-2013 eğitim-öğretim yılında yedincisi düzenlenen Yarışma, ilk defa ulus-lararası nitelikli olarak, 2-4 Mayıs 2013 tarihleri arasında İstanbul Ataköy Sinan Erdem Spor Salonu’nda gerçekleştirildi. Ya-

rışmaya Azerbaycan, Özbekistan, Tacikis-tan, Kırgızistan, Kazakistan Makedonya ve İtalya’dan yarışmacılar katıldı.

Temalı, Çizgi İzleyen, Sumo, Mini Sumo ve Hareketli Robotlar (Robotino) ol-mak üzere beş kategoride gerçekleştirilen Yarışma’nın konusu, UNESCO’nun 2013 yılını Piri Reis Haritasının 500. Yılı olarak kutlama programına alması sebebi ile ‘Piri Reis’, sloganı ise ‘Ahican Keşifte’ olarak be-lirlendi.

7. ULUSLARARASI ROBOT YARIŞMASI SONUÇLARI

TEMALI KATEGORİSİ:BİRİNCİ : Ankara Yenimahalle Tek.

Ve E.M.L. – Enes Koçak, Oktay Kızıl (Robot Kaşif)

İKİNCİ: Konya Adil Karaağaç Tek. Ve E.M.L. – Ahmet Gelir, Nazırcan Aladağ (Robot Kaşif)

ÜÇÜNCÜ: Yozgat Yerköy Tek. Ve E.M.L. – M.Fahri Gülhan, Ömer Uyan (Robot Çelikler2)

SUMO KATEGORİSİ:BİRİNCİ: Karabük Üniversitesi – İbra-

him Karabakan, Olcay İşleyen (Robot Hır-çın)

İKİNCİ: İstanbul Haydarpaşa Tek. Ve E.M.L. – Doğukan C. Özeren, Berke Can Durmuş (Robot Hellom)

ÜÇÜNCÜ: Karabük Üniversitesi – İb-rahim Karabakan, Olcay İşleyen (Robot Neşter)

MİNİ SUMO KATEGORİSİ:BİRİNCİ: Konya Adil Karaağaç Tek. Ve

E.M.L.- Melihcan Sağbili, Nazırcan Aladağ (Robot Gaflet)

İKİNCİ: Konya Adil Karaağaç Tek. Ve E.M.L.- Hasan Başkürkçü, Talha M. Topçu (Robot Hedef final)

ÜÇÜNCÜ: Kocaeli Sabancı Tek. ve E.M.L.- Zuhal Aladağ, Ömer Aygün (Robot Alasmo)

ÇİZGİ İZLEYEN KATEGORİSİ:BİRİNCİ: Yozgat Yerköy Tek. ve E.M.L.

– İbrahimcan Tunç, Harun Topuz (Robot Beyçelik)

İKİNCİ: Yozgat Yerköy Tek. ve E.M.L. –M.Fahri Gülhan, Ömer Uyar (Robot Ayhan Çelik2)

ÜÇÜNCÜ: Yozgat Yerköy Tek. ve E.M.L. –Resul Akyürek, Kemal Çıtak (Robot Emir)

ROBOTİNO (HAREKETLİ ROBOTLAR):

BİRİNCİ: İstanbul İSOV Dinçkök Tek. ve EML.- Sefer Yavuz Çalım, Hasan Asilcan Yaman (Robot Nofear)

İKİNCİ: Adana Türk Teks.Vak.Mes.ve Tek.Eğt Mrk, KML.- Hakan Coşar,Y.Emre Gürsoy (Robot Fetih01)

ÜÇÜNCÜ: Ordu Tek. ve EML.- Yasin Şensoy, Samet Kotan (Robot Robotürk)

JÜRİ ÖZEL ÖDÜLÜ :TEMALI: Konya Adil Karaağaç Tek. Ve

E.M.L.- Melihcan Sağbili, Seyit Ali Soyyiğit (Robot Piri)

SUMO: İstanbul Teknik Üniversitesi – Fırat Dede, Mert Kahyaoğlu (Robot JSumo)

MİNİ SUMO: Kocaeli Bahçecik Tek. ve EML. – Bilal GÜR, Hüseyin Kaval (Robot Niobyum)

ÇİZGİ İZLEYEN: İstanbul Pendik Tek. ve EML. Özkan İrdem, Recep Anıl SELLER (Robot Petml_2)

ROBOTİNO: İstanbul İMMİB Erkan Avcı Tek. ve EML.- Mücahit Şahin, N.Hikmet Korkusuz (Robot immibin01)

EN İYİ TASARIM ÖDÜLÜ:TEMALI: Kocaeli Atatürk Tek. ve EML. –

Kerem Kakıcı, Recep T. Acar (Robot Doruk)

MEB 7. Uluslararası Robot Yarışması Sonuçlandı

Page 45: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 201342

Ülkemizde mesleki ve teknik eğitimin niteliğinin artırılması, endüstriyel otomasyon ve robot teknolojileri konularında lise ve yükseköğretimde öğrenim gören mesleki ve teknik eğitim öğrencilerinin yaptıkları çalışmaların tanıtılması ve tasarım prototip-lerinin sergilenmesi amacıyla 2001 yılında İzmir’de yerel düzeyde başlayan Robot Ya-rışması, 2007 yılından itibaren her yıl lise ve üniversite öğrencilerinin katılımıyla JICA ve Milli Eğitim Bakanlığı tarafından ulusal bir yarışma olarak yapılandırılmıştır.

2012-2013 eğitim-öğretim yılında yedincisi düzenlenen Yarışma, ilk defa ulus-lararası nitelikli olarak, 2-4 Mayıs 2013 tarihleri arasında İstanbul Ataköy Sinan Erdem Spor Salonu’nda gerçekleştirildi. Ya-

rışmaya Azerbaycan, Özbekistan, Tacikis-tan, Kırgızistan, Kazakistan Makedonya ve İtalya’dan yarışmacılar katıldı.

Temalı, Çizgi İzleyen, Sumo, Mini Sumo ve Hareketli Robotlar (Robotino) ol-mak üzere beş kategoride gerçekleştirilen Yarışma’nın konusu, UNESCO’nun 2013 yılını Piri Reis Haritasının 500. Yılı olarak kutlama programına alması sebebi ile ‘Piri Reis’, sloganı ise ‘Ahican Keşifte’ olarak be-lirlendi.

7. ULUSLARARASI ROBOT YARIŞMASI SONUÇLARI

TEMALI KATEGORİSİ:BİRİNCİ : Ankara Yenimahalle Tek.

Ve E.M.L. – Enes Koçak, Oktay Kızıl (Robot Kaşif)

İKİNCİ: Konya Adil Karaağaç Tek. Ve E.M.L. – Ahmet Gelir, Nazırcan Aladağ (Robot Kaşif)

ÜÇÜNCÜ: Yozgat Yerköy Tek. Ve E.M.L. – M.Fahri Gülhan, Ömer Uyan (Robot Çelikler2)

SUMO KATEGORİSİ:BİRİNCİ: Karabük Üniversitesi – İbra-

him Karabakan, Olcay İşleyen (Robot Hır-çın)

İKİNCİ: İstanbul Haydarpaşa Tek. Ve E.M.L. – Doğukan C. Özeren, Berke Can Durmuş (Robot Hellom)

ÜÇÜNCÜ: Karabük Üniversitesi – İb-rahim Karabakan, Olcay İşleyen (Robot Neşter)

MİNİ SUMO KATEGORİSİ:BİRİNCİ: Konya Adil Karaağaç Tek. Ve

E.M.L.- Melihcan Sağbili, Nazırcan Aladağ (Robot Gaflet)

İKİNCİ: Konya Adil Karaağaç Tek. Ve E.M.L.- Hasan Başkürkçü, Talha M. Topçu (Robot Hedef final)

ÜÇÜNCÜ: Kocaeli Sabancı Tek. ve E.M.L.- Zuhal Aladağ, Ömer Aygün (Robot Alasmo)

ÇİZGİ İZLEYEN KATEGORİSİ:BİRİNCİ: Yozgat Yerköy Tek. ve E.M.L.

– İbrahimcan Tunç, Harun Topuz (Robot Beyçelik)

İKİNCİ: Yozgat Yerköy Tek. ve E.M.L. –M.Fahri Gülhan, Ömer Uyar (Robot Ayhan Çelik2)

ÜÇÜNCÜ: Yozgat Yerköy Tek. ve E.M.L. –Resul Akyürek, Kemal Çıtak (Robot Emir)

ROBOTİNO (HAREKETLİ ROBOTLAR):

BİRİNCİ: İstanbul İSOV Dinçkök Tek. ve EML.- Sefer Yavuz Çalım, Hasan Asilcan Yaman (Robot Nofear)

İKİNCİ: Adana Türk Teks.Vak.Mes.ve Tek.Eğt Mrk, KML.- Hakan Coşar,Y.Emre Gürsoy (Robot Fetih01)

ÜÇÜNCÜ: Ordu Tek. ve EML.- Yasin Şensoy, Samet Kotan (Robot Robotürk)

JÜRİ ÖZEL ÖDÜLÜ :TEMALI: Konya Adil Karaağaç Tek. Ve

E.M.L.- Melihcan Sağbili, Seyit Ali Soyyiğit (Robot Piri)

SUMO: İstanbul Teknik Üniversitesi – Fırat Dede, Mert Kahyaoğlu (Robot JSumo)

MİNİ SUMO: Kocaeli Bahçecik Tek. ve EML. – Bilal GÜR, Hüseyin Kaval (Robot Niobyum)

ÇİZGİ İZLEYEN: İstanbul Pendik Tek. ve EML. Özkan İrdem, Recep Anıl SELLER (Robot Petml_2)

ROBOTİNO: İstanbul İMMİB Erkan Avcı Tek. ve EML.- Mücahit Şahin, N.Hikmet Korkusuz (Robot immibin01)

EN İYİ TASARIM ÖDÜLÜ:TEMALI: Kocaeli Atatürk Tek. ve EML. –

Kerem Kakıcı, Recep T. Acar (Robot Doruk)

MEB 7. Uluslararası Robot Yarışması Sonuçlandı

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 2013 4343

görüşPr

of. D

r. Ta

nkut

CEN

TEL

Koç Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi

I. GirişSosyal Güvenlik Kurumu (SGK) ile

Türkiye Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) arasında, 31.7.2012 tarihinde “İşbirliği Protokolü” adıyla bir belge imzalanmıştır. Bu bağlamda, bazı mühendis odaları, işyerlerine anılan pro-tokol hükümlerine atıfta bulunan yazılar göndererek; sosyal sigorta primlerine esas olacak asgari kazanç miktarlarının belirlendiğinden bahisle, belirtilen mik-tardan daha düşük ücretle mensupları-nın çalıştırılmamasını bildirmektedir.

Benzer bir uygulama, daha önce Türk Tabipler Birliği (TTB) tarafından asgari ücret tarifesiyle saptanan miktar-ların altında çalışan işyeri hekimleriyle ilgili olarak ortaya çıkan uyuşmazlıklar sırasında yaşanmıştır. Bu bakımdan, gü-nümüzde meslek kuruluşlarının, mensup-larını korumak amacıyla da olsa, asgari ücret veya kazanç miktarlarını saptama-ya yetkili olup olmadıkları ya da buna ilişkin kuralların, işyerleri bakımından ne derecede hukuken bağlayıcı oldukla-rı, sorun olarak karşımıza çıkmaktadır.

Buna göre, aşağıda ilkin, asgari ka-

zanç miktarının tespitine ilişkin olarak Türk hukuk sisteminin benimsediği sis-tem üzerinde kısaca durulacak ve daha sonra da, anılan protokol hükümlerinin hukuken geçerliliği sorunu irdelenmeye çalışılacaktır.

II. Asgari Kazanç Miktarının Tespit Usulü

Sosyal sigorta prim ve ödeneklerinin hesabına esas alınacak kazançların alt ve üst sınırları, 5510 sayılı Sosyal Sigor-talar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu (SSGSSK.) m. 82/I’de gösterilmiştir. Buna göre, “bu Kanun gereğince alına-cak prim ve verilecek ödeneklerin he-sabına esas tutulan kazancın alt sınırı, sigortalıların yaşlarına uygun asgari üc-retin otuzda biri, üst sınırı ise 16 yaşın-dan büyük sigortalıların günlük kazanç alt sınırının 6.5 katıdır”. Söz konusu hükmün yollamada bulunduğu yasal as-gari ücret miktarına gelince; bu da, İş K. m. 39/I uyarınca, “Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca Asgari Ücret Tes-pit Komisyonu aracılığıyla .. en geç iki yılda bir” belirlenen miktardır1.

SSGSSK. m. 82 ile İş K. m. 39’un yukarıda belirtilen hükümlerinden çıkan temel sonuç, sosyal sigorta prim ve öde-nekleri ile ücretin alt sınırını tespit yetkisi-nin, kişi veya kurumlar arasında yapıla-cak sözleşme veya protokol hükümlerine bırakılamayacak olmasıdır. Buna göre, asgari ücreti belirleme yetkisi, Asgari Ücret Tespit Komisyonu aracılığıyla Ça-lışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na tanınmış, münhasır bir yetkidir. Bu ba-

“İşbirliği Protokolü”: İşvereni Bağlamayacak BelgeGeçmişte TTB’nin asgari üc-ret tarifelerini saptamaları olayında olduğu gibi, şimdi de TMMOB’nin aynı sürece girdiği görülmektedir. Ni-tekim, Yargıtay Hukuk Ge-nel Kurulu; geçmişte verdi-ği kararıyla, TTB’nce işyeri hekimleri için saptanan as-gari ücret tarifelerinin işve-ren bakımından zorunlu ve bağlayıcı bir kural olmadı-ğını kabul etmiştir.

Page 46: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 20134444

görüşkımdan, kamu hukuku niteliği itibariyle söz konusu yetkinin başka birine geçme-si veya geçirilmesi ya da başka birine tanınması, hukuken söz konusu değildir. Belirtilen esasa uymayacak kararlaştır-malar, yani sözleşme veya anlaşmalar (protokol) ise, hukuken hükümsüz olup, bunların hukuken geçerlilik kazanmaları söz konusu değildir.

Bunun gibi, giderek, sosyal sigorta prim ve ödeneklerinin hesabına esas olacak asgari kazancı belirleme yetki-si, mevcut sistemde yasakoyucunundur. Yasakoyucu da, bu konudaki yetkisini SSGSSK. m. 82/I hükmünü getirmek su-retiyle kullanmış ve yasal asgari ücretin geçerli olması esasını benimsemiştir. Bu bağlamda, asgari kazanç miktarları-nın, SSGSSK. m. 82/I hükmü bertaraf edilmek suretiyle, kişi ve kuruluşlar tara-fından ve bunlar arasındaki kararlaştır-malara dayanılarak tespiti, hukuken söz konusu değildir. Buna göre, bu tür ka-rarlaştırmaların, işyerlerini ve işverenleri hukuken bağlaması düşünülemez.

III. “İşbirliği Protokolü”nün Kapsam ve İçeriği

SGK ile TMMOB arasında imzalan-mış olan protokol metni, kendi anlatı-mıyla, “.. sosyal güvenliğin toplumun tüm bireyleri için temel bir hak olduğu gerçeğinden hareketle, sosyal güvenlik hakkından yoksun bırakan kayıt dışı istihdam ve emeklilik haklarının eksik tesisine etki eden ücretlerin SGK’ya ek-sik bildirimini önlemek, sosyal güven-lik kavramının temel bir hak olduğunu toplumun tüm bireyleri tarafından bilin-mesini ve bu hakkı koruyan kurumların tanıtılmasını sağlamak, vatandaşlarımızı yeni düzenlemeler ile ortaya çıkan hak ve yükümlülükler konusunda bilgilendir-mek, toplumda sosyal güvenlik bilincinin oluşmasını sağlamak” üzere işbirliği ya-pılmasını amaçlamaktadır (m. 2/II).

Ancak, söz konusu metin, bilgilen-dirme ve bilinç yaratmayla sınırlı kalma-makta ve kendisine yasayla tanınmamış olan konularda, üçüncü kişileri (işveren-leri) bağlayıcı kural getirmeye çalışmak-tadır. Şöyle ki; anılan metin uyarınca, “TMMOB, ücretlerin eksik bildirilmesini önlemek amacıyla mühendislik, mimar-lık ve şehir planlama alanlarında mes-

lek icra eden disiplinlere ilişkin olarak yıllık bazda asgari ücret seviyeleri be-lirleyerek SGK’ya iletecek”tir (m. 4/I). Bu anlamda, SGK da; “.. mühendis ve mimarların ücretlerinin, TMMOB tarafın-dan belirlenerek kuruma iletilen asgari ücretlerin altında olmaması için gerekli tedbirleri almayı” kabul ve taahhüt et-mektedir (m. 5). Bunun ise, yasal daya-naktan yoksun olduğu görülmektedir.

Gerçekten, SGK ile TMMOB arasın-da düzenlenmiş protokolde hukuki daya-nak olarak, SSGSSK. m. 100 ile SGK Kanunu m. 13/bent g ve 14/bent d hükümleri gösterilmektedir (m. 3). Oysa, bunlardan SSGSSK. m. 100, Kurumun bilgi ve belge isteme hakkı ile söz ko-nusu bilgi ve belgelerin verilme usulünü düzenlemektedir. Bunun gibi; SGK Ka-nunu m. 13/bent g, “sigortalı ve hak sa-hiplerini sosyal güvenlik mevzuatından doğan hakları ve ödevleri konusunda bilgilendirme”yi Emeklilik Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nün ve SGK Kanunu m. 14/bent d de “Başkan tarafından ve-rilecek benzer nitelikteki diğer görevleri yapma”yı Genel Sağlık Sigortası Genel Müdürlüğü’nün görevleri arasında sa-yan hükümlerdir.

Dayanak yapılan söz konusu dü-zenlemeler ise, açıkça görüldüğü üze-re, taraflara asgari kazanç miktarlarını belirlemeye veya bu yolda düzenleme yapmaya yetki tanıyan hükümler değil-dir. Bu itibarla, bilgilendirme adı altında asgari günlük kazanç miktarını belirle-meye yönelik olan prokotol hükümleri,

SGK ile TMMOB’nin yetkili olmadıkları bir alana düzenleme getirmeye kalkış-malarından öteye gitmemektedir. Kaldı ki, daha önce2 yapılan açıklamalar da, asgari kazancı belirleme yetkisinin an-laşmalara bırakılamayacağını göstermiş bulunuyor.

IV. Değerlendirme ve Sonuç

Kapsam ve içeriği yukarıda açıkla-nan “İşbirliği Protokolü”, kanunen yetkili olmayan kişi ve kuruluşların oluşturduk-ları ve bu yüzden de, işveren kesimi için hukuken bağlayıcılığı olmayan bir metin niteliğini taşımaktadır.

Geçmişte TTB’nin asgari ücret tari-felerini saptamaları olayında olduğu gibi, şimdi de TMMOB’nin aynı sürece girdiği görülmektedir. Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu; geçmişte verdiği kararıyla3, TTB’nce işyeri hekimleri için saptanan asgari ücret tarifelerinin işve-ren bakımından zorunlu ve bağlayıcı bir kural olmadığını kabul etmiştir. Bu iti-barla, önümüzdeki süreçte Yargıtay’ın, büyük bir olasılıkla TMMOB ve SGK için de verecek olmasına, şimdiden şaşırma-mak gerekiyor.

DİPNOTLAR1 Daha önceki usul için bkz. A. R. Okur, “Sosyal Sigorta Primine Esas Olacak Kazanç Sınırları”, Yeni İş Dünyası, 62 (Aralık 1984), 23 vd.2 Bkz. yukarıda II.3 YHGK., 2.2.2005-2004-9-753/12.

Page 47: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 20134444

görüşkımdan, kamu hukuku niteliği itibariyle söz konusu yetkinin başka birine geçme-si veya geçirilmesi ya da başka birine tanınması, hukuken söz konusu değildir. Belirtilen esasa uymayacak kararlaştır-malar, yani sözleşme veya anlaşmalar (protokol) ise, hukuken hükümsüz olup, bunların hukuken geçerlilik kazanmaları söz konusu değildir.

Bunun gibi, giderek, sosyal sigorta prim ve ödeneklerinin hesabına esas olacak asgari kazancı belirleme yetki-si, mevcut sistemde yasakoyucunundur. Yasakoyucu da, bu konudaki yetkisini SSGSSK. m. 82/I hükmünü getirmek su-retiyle kullanmış ve yasal asgari ücretin geçerli olması esasını benimsemiştir. Bu bağlamda, asgari kazanç miktarları-nın, SSGSSK. m. 82/I hükmü bertaraf edilmek suretiyle, kişi ve kuruluşlar tara-fından ve bunlar arasındaki kararlaştır-malara dayanılarak tespiti, hukuken söz konusu değildir. Buna göre, bu tür ka-rarlaştırmaların, işyerlerini ve işverenleri hukuken bağlaması düşünülemez.

III. “İşbirliği Protokolü”nün Kapsam ve İçeriği

SGK ile TMMOB arasında imzalan-mış olan protokol metni, kendi anlatı-mıyla, “.. sosyal güvenliğin toplumun tüm bireyleri için temel bir hak olduğu gerçeğinden hareketle, sosyal güvenlik hakkından yoksun bırakan kayıt dışı istihdam ve emeklilik haklarının eksik tesisine etki eden ücretlerin SGK’ya ek-sik bildirimini önlemek, sosyal güven-lik kavramının temel bir hak olduğunu toplumun tüm bireyleri tarafından bilin-mesini ve bu hakkı koruyan kurumların tanıtılmasını sağlamak, vatandaşlarımızı yeni düzenlemeler ile ortaya çıkan hak ve yükümlülükler konusunda bilgilendir-mek, toplumda sosyal güvenlik bilincinin oluşmasını sağlamak” üzere işbirliği ya-pılmasını amaçlamaktadır (m. 2/II).

Ancak, söz konusu metin, bilgilen-dirme ve bilinç yaratmayla sınırlı kalma-makta ve kendisine yasayla tanınmamış olan konularda, üçüncü kişileri (işveren-leri) bağlayıcı kural getirmeye çalışmak-tadır. Şöyle ki; anılan metin uyarınca, “TMMOB, ücretlerin eksik bildirilmesini önlemek amacıyla mühendislik, mimar-lık ve şehir planlama alanlarında mes-

lek icra eden disiplinlere ilişkin olarak yıllık bazda asgari ücret seviyeleri be-lirleyerek SGK’ya iletecek”tir (m. 4/I). Bu anlamda, SGK da; “.. mühendis ve mimarların ücretlerinin, TMMOB tarafın-dan belirlenerek kuruma iletilen asgari ücretlerin altında olmaması için gerekli tedbirleri almayı” kabul ve taahhüt et-mektedir (m. 5). Bunun ise, yasal daya-naktan yoksun olduğu görülmektedir.

Gerçekten, SGK ile TMMOB arasın-da düzenlenmiş protokolde hukuki daya-nak olarak, SSGSSK. m. 100 ile SGK Kanunu m. 13/bent g ve 14/bent d hükümleri gösterilmektedir (m. 3). Oysa, bunlardan SSGSSK. m. 100, Kurumun bilgi ve belge isteme hakkı ile söz ko-nusu bilgi ve belgelerin verilme usulünü düzenlemektedir. Bunun gibi; SGK Ka-nunu m. 13/bent g, “sigortalı ve hak sa-hiplerini sosyal güvenlik mevzuatından doğan hakları ve ödevleri konusunda bilgilendirme”yi Emeklilik Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nün ve SGK Kanunu m. 14/bent d de “Başkan tarafından ve-rilecek benzer nitelikteki diğer görevleri yapma”yı Genel Sağlık Sigortası Genel Müdürlüğü’nün görevleri arasında sa-yan hükümlerdir.

Dayanak yapılan söz konusu dü-zenlemeler ise, açıkça görüldüğü üze-re, taraflara asgari kazanç miktarlarını belirlemeye veya bu yolda düzenleme yapmaya yetki tanıyan hükümler değil-dir. Bu itibarla, bilgilendirme adı altında asgari günlük kazanç miktarını belirle-meye yönelik olan prokotol hükümleri,

SGK ile TMMOB’nin yetkili olmadıkları bir alana düzenleme getirmeye kalkış-malarından öteye gitmemektedir. Kaldı ki, daha önce2 yapılan açıklamalar da, asgari kazancı belirleme yetkisinin an-laşmalara bırakılamayacağını göstermiş bulunuyor.

IV. Değerlendirme ve Sonuç

Kapsam ve içeriği yukarıda açıkla-nan “İşbirliği Protokolü”, kanunen yetkili olmayan kişi ve kuruluşların oluşturduk-ları ve bu yüzden de, işveren kesimi için hukuken bağlayıcılığı olmayan bir metin niteliğini taşımaktadır.

Geçmişte TTB’nin asgari ücret tari-felerini saptamaları olayında olduğu gibi, şimdi de TMMOB’nin aynı sürece girdiği görülmektedir. Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu; geçmişte verdiği kararıyla3, TTB’nce işyeri hekimleri için saptanan asgari ücret tarifelerinin işve-ren bakımından zorunlu ve bağlayıcı bir kural olmadığını kabul etmiştir. Bu iti-barla, önümüzdeki süreçte Yargıtay’ın, büyük bir olasılıkla TMMOB ve SGK için de verecek olmasına, şimdiden şaşırma-mak gerekiyor.

DİPNOTLAR1 Daha önceki usul için bkz. A. R. Okur, “Sosyal Sigorta Primine Esas Olacak Kazanç Sınırları”, Yeni İş Dünyası, 62 (Aralık 1984), 23 vd.2 Bkz. yukarıda II.3 YHGK., 2.2.2005-2004-9-753/12.

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 2013 45

GÜMRÜK BİRLİĞİ VE STA’LAR

Page 48: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 201346

Bölgesel entegrasyon ve ser-best ticaret anlaşmalarının tüm kıtalarda giderek arttığı günü-müzde, Türkiye-AB ilişkilerine ve özellikle Gümrük Birliği’nin işle-yişine ilişkin bir genel değerlen-dirme yapabilir misiniz?

Dünya Ticaret Örgütü bünyesinde yü-rütülen çok taraflı müzakerelerde uzun süreden beri kayda değer bir ilerleme sağlanamaması bölgesel entegrasyon modellerinin alternatif pazara giriş me-kanizmaları olarak önemini arttırmıştır. 2008 yılından bu yana dünya ekono-milerini esir alan küresel ekonomik kri-zi aşmaya yönelik çabalar da Serbest Ticaret Anlaşmalarının sayısının ivme kazanan bir hızda artmasıyla sonuçlan-mıştır.

Türkiye ise, AB ile 1995 yılında tesis edilen Gümrük Birliği yükümlülüklerimiz ile birlikte ülkesel çıkarların gerektirdiği şekilde üçüncü ülkelerle Serbest Ticaret Anlaşması müzakereleri yürütmektedir.

Ülkemiz ile AB arasında kurulan Gümrük Birliği, STA’lardan farklı ola-rak, taraflar arasında malların serbest dolaşımının sağlanmasının ötesinde Or-tak Ticaret Politikası izlenmesini ve mev-zuat uyumunu öngören daha derin bir entegrasyon modelidir.

Gümrük Birliği, Türkiye-AB Ortaklık ilişkilerinin bir parçası ve tam üyelik ön-cesi son aşaması olarak tesis edilmiştir. Ancak, AB’ye tam üyelik perspektifi ile hazırlanan ve imzalanan Gümrük Birli-ği, ülkemizin AB müktesebatını üstlen-mesini öngören asimetrik bir yapıya sa-hip olması nedeniyle, ülkemiz aleyhine bazı dengesizlikler içermektedir. Ülke-mizin AB üyeliğinin Gümrük Birliği’nin tesis edildiği tarihte öngörülen kısa va-dede gerçekleşmemiş olması da, ülke-miz aleyhine ortaya çıkan olumsuzluk-ların daha da belirginleşmesine neden olmuştur.

Ülkemizin Gümrük Birliği ile doğrudan ilgili alanlarda AB’nin

danışma ve karar alma mekanizmalarına katılım sağlayamaması bahse konu dengesizliklerin başında gelmekte ve Gümrük Birliği’nin işleyişinde karşılaşılan sorunların temelini oluşturmaktadır. Bu sorunun en önemli

Zafe

r ÇA

ĞLA

YAN

T.C. Ekonomi Bakanı

“Gümrük Birliği’nin, Ülkemizin Hassasiyetlerinin Dikkate Alındığı Bir Yapıya Kavuşturulması Esastır”

İmzalanan Gümrük Birliği, ülkemizin AB mükteseba-tını üstlenmesini öngören asimetrik bir yapıya sahip olması nedeniyle, ülkemiz aleyhine bazı dengesizlik-ler içermektedir. Ülkemi-zin AB üyeliğinin Gümrük Birliği’nin tesis edildiği ta-rihte öngörülen kısa vade-de gerçekleşmemiş olması da, ülkemiz aleyhine orta-ya çıkan olumsuzlukların daha da belirginleşmesine neden olmuştur.

Page 49: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 201346

Bölgesel entegrasyon ve ser-best ticaret anlaşmalarının tüm kıtalarda giderek arttığı günü-müzde, Türkiye-AB ilişkilerine ve özellikle Gümrük Birliği’nin işle-yişine ilişkin bir genel değerlen-dirme yapabilir misiniz?

Dünya Ticaret Örgütü bünyesinde yü-rütülen çok taraflı müzakerelerde uzun süreden beri kayda değer bir ilerleme sağlanamaması bölgesel entegrasyon modellerinin alternatif pazara giriş me-kanizmaları olarak önemini arttırmıştır. 2008 yılından bu yana dünya ekono-milerini esir alan küresel ekonomik kri-zi aşmaya yönelik çabalar da Serbest Ticaret Anlaşmalarının sayısının ivme kazanan bir hızda artmasıyla sonuçlan-mıştır.

Türkiye ise, AB ile 1995 yılında tesis edilen Gümrük Birliği yükümlülüklerimiz ile birlikte ülkesel çıkarların gerektirdiği şekilde üçüncü ülkelerle Serbest Ticaret Anlaşması müzakereleri yürütmektedir.

Ülkemiz ile AB arasında kurulan Gümrük Birliği, STA’lardan farklı ola-rak, taraflar arasında malların serbest dolaşımının sağlanmasının ötesinde Or-tak Ticaret Politikası izlenmesini ve mev-zuat uyumunu öngören daha derin bir entegrasyon modelidir.

Gümrük Birliği, Türkiye-AB Ortaklık ilişkilerinin bir parçası ve tam üyelik ön-cesi son aşaması olarak tesis edilmiştir. Ancak, AB’ye tam üyelik perspektifi ile hazırlanan ve imzalanan Gümrük Birli-ği, ülkemizin AB müktesebatını üstlen-mesini öngören asimetrik bir yapıya sa-hip olması nedeniyle, ülkemiz aleyhine bazı dengesizlikler içermektedir. Ülke-mizin AB üyeliğinin Gümrük Birliği’nin tesis edildiği tarihte öngörülen kısa va-dede gerçekleşmemiş olması da, ülke-miz aleyhine ortaya çıkan olumsuzluk-ların daha da belirginleşmesine neden olmuştur.

Ülkemizin Gümrük Birliği ile doğrudan ilgili alanlarda AB’nin

danışma ve karar alma mekanizmalarına katılım sağlayamaması bahse konu dengesizliklerin başında gelmekte ve Gümrük Birliği’nin işleyişinde karşılaşılan sorunların temelini oluşturmaktadır. Bu sorunun en önemli

Zafe

r ÇA

ĞLA

YAN

T.C. Ekonomi Bakanı

“Gümrük Birliği’nin, Ülkemizin Hassasiyetlerinin Dikkate Alındığı Bir Yapıya Kavuşturulması Esastır”

İmzalanan Gümrük Birliği, ülkemizin AB mükteseba-tını üstlenmesini öngören asimetrik bir yapıya sahip olması nedeniyle, ülkemiz aleyhine bazı dengesizlik-ler içermektedir. Ülkemi-zin AB üyeliğinin Gümrük Birliği’nin tesis edildiği ta-rihte öngörülen kısa vade-de gerçekleşmemiş olması da, ülkemiz aleyhine orta-ya çıkan olumsuzlukların daha da belirginleşmesine neden olmuştur.

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 2013 47

ve güncel örneği, ülkemiz tarafından AB’nin Serbest Ticaret Anlaşmalarının üstlenilmesi sürecinde karşılaşılan problemlerdir. AB’nin Ortak Ticaret Politikasına uyum yükümlülüğümüze rağmen, ülkemiz AB’nin Ortak Ticaret Politikasının şekillendirilmesi sürecinde yer alamamakta ve bu durum ülkemiz önceliklerinin Ortak Ticaret Politikasına yansıtılmasını engellemektedir. Özellikle AB’nin üçüncü ülkeler ile imzaladığı Serbest Ticaret Anlaşmaları neticesinde, AB’li firmalar üçüncü ülke pazarlarına vergisiz giriş imkânı elde ederken, ül-kemizin AB’ye paralel olarak STA’lar akdetmesine imkân verecek bir sistemin tesis edilememiş olması Gümrük Birliği kapsamında karşı karşıya olduğumuz en önemli sorunlardan birini teşkil et-mektedir.

Gümrük Birliği kapsamında uzun süredir çözüm bulunmayan sorunlar-dan bir diğeri, Türk işadamlarına AB ülkelerine girişte uygulanan katı vize rejimidir. Bu nedenle, işadamlarımız fuarlara katılmakta, iş bağlantıları kur-makta sıkıntı çekmektedir. Benzer bir uygulama ile karayolu taşımacılığında karşılaşılmaktadır. İhraç mallarımızı AB’ye taşıyan ülkemizde kayıtlı kara-yolu taşıtlarına, AB üyesi ülkelerce kota uygulanmaktadır. Gümrük Birliği’nin te-mel prensibi “malların serbest dolaşımı” olmasına rağmen, serbest dolaşımdaki malları pazarlayacak ülkemiz işadam-larının vize engeline takılması ya da serbest dolaşımdaki malları taşıyacak

taşıtlara kota uygulanması kabul edile-bilir bir durum değildir.

Maalesef bütün bu sorunların te-mel nedeni, Türkiye’nin tam üyeliğinin Gümrük Birliği’nin tesis edildiği tarihte öngörülen kısa vadede gerçekleşmemiş olmasıdır. Gümrük Birliği’nin 17 yıllık uygulama döneminde karşılaşılan sis-temik sorunlar da, Gümrük Birliği’nin mevcut asimetrik yapısı ile sürdürülebilir olmadığını göstermiştir.

Özellikle, AB’nin çeşitli ülke-lerle imzaladığı serbest ticaret anlaşmalarının bunların otoma-tik olarak Türkiye’yi içermemesi nedeniyle, Gümrük Birliği’nin iş-leyişi açısından ülkemiz aleyhine çeşitli olumsuzluklar getirdiği bi-liniyor. Bunlarla ilgili görüşlerini-zi öğrenebilir miyiz?

Gümrük Birliği kapsamında, ülkemiz AB ile Ortak Ticaret Politikası izlemesi gerekmesine rağmen, Türkiye ile AB’nin paralel olarak serbest ticaret anlaşmala-rı akdetmesine imkân verecek bir sistem tesis edilmemiştir. Bu durum, üçüncü ülkelerle STA müzakereleri başlatıla-mamasına ve ihracatçılarımızın dünya pazarlarındaki yoğun rekabette rakiple-rinin gerisinde kalmasına sebep olmak-tadır. AB’nin STA akdettiği Meksika, Cezayir, Güney Afrika ve Peru başta ol-mak üzere çok sayıda ülke ile ülkemizin STA müzakerelerini tamamlayamaması nedeniyle, 700 milyar doları aşkın itha-lat pazarına ülkemiz ihracatçıları AB ih-racatçıları ile eşit şartlar altında erişim imkânı yakalayamamaktadır.

STA’ların akdedilmesi sürecinde ya-şanan sorunlar nedeniyle, AB’nin STA akdettiği ülkelerde ihracatçılarımızın yaşadığı potansiyel pazar kayıpları-nın yanı sıra, ihracatçılarımız ucuz hammaddelere erişim olanaklarından faydalanamamakta ve dolayısıyla AB üreticilerine karşı dezavantajlı duruma gelmektedir. Buna karşılık, AB’nin STA ortakları Gümrük Birliğinin malların serbest dolaşımı ilkesinden yararlana-rak ürünlerini ülkemize AB üzerinden gümrük vergisiz satma imkânına sahip olmakta ve ticarette trafik sapması riski doğmaktadır.

Dünyada değişen ekonomik şartlar ve Türkiye’nin geldiği konum dikkate

alındığında yeni pazarlara hızlı bir şe-kilde girme ihtiyacında olan ülkemiz için mevcut haliyle Gümrük Birliği sürdürü-lebilir bir model olmaktan uzaklaşmak-tadır. Bu sebeple, Gümrük Birliği’nin ülkemizin önünü açan, küreselleşmenin gereklerine uygun olarak dünya ülkeleri ile ekonomik ve ticari entegrasyonumu-za daha fazla hizmet edecek bir anla-yışla gözden geçirilmesi gerekmektedir. Özellikle STA’ların AB ile paralel ola-rak imzalanarak yürürlüğe sokulmasına imkân tanıyacak bir mekanizmanın tesi-si büyük önem taşımaktadır.

Son günlerde gündeme gelen AB-ABD Transatlantik Serbest Ti-caret Anlaşması (TAFTA) sonucu imzalanması beklenen STA’nın Türkiye üzerindeki muhtemel olumsuz etkileri sizce neler olabilir?

Ülkemiz ile AB arasındaki Gümrük Birliği’nin mevcut yapısı ve işleyişi dik-kate alındığında, muhtemel bir AB-ABD Anlaşması, ülkemiz açısından doğru-dan ticari ve hukuki sonuçlar yaratma potansiyeline sahiptir.

Bilindiği üzere, ülkemiz Gümrük Bir-liği Kararı uyarınca, Gümrük Birliği’nin düzgün işleyebilmesini teminen AB’nin STA süreçlerini yakından takip ederek, AB ile STA’sı mevcut ya da AB’nin STA perspektifi bulunan üçüncü ülkelerle kar-şılıklı çıkar temelinde STA müzakereleri yürütmektedir. Aksi takdirde, Türkiye’nin STA sürecinde AB’nin gerisinde kalma-sı, Gümrük Birliği’nin düzgün işleyişinin bozulması ve ilgili üçüncü ülke pazar-larında ihracatçılarımızın rekabet im-kanları açısından AB’nin ihracatçı fir-malarının gerisinde kalması sonucunu doğurmaktadır.

Türkiye’nin, AB ile paralel olarak ABD ile STA akdetmemesi durumunda da ABD pazarında AB üreticileri/ihra-catçıları ile eşit koşullarda rekabet ede-meme, AB’nin STA vesilesiyle ABD’de daha da geliştireceği pazar payının gerisinde kalınması, ABD kaynaklı doğ-rudan yatırımların geliştirilmesine ivme verebilecek STA gibi bir imkândan yok-sun kalınması ve ABD kaynaklı ihracatın AB üzerinden Türkiye’ye serbest dola-şım kapsamında Gümrük Birliğine dahil olan ürünler itibariyle tavizli tarifelerle

Gümrük Birliği’nin ülke-mizin önünü açan, küre-selleşmenin gereklerine uygun olarak dünya ülke-leri ile ekonomik ve ticari entegrasyonumuza daha fazla hizmet edecek bir an-layışla gözden geçirilmesi gerekmektedir. Özellik-le STA’ların AB ile paralel olarak imzalanarak yürür-lüğe sokulmasına imkân tanıyacak bir mekanizma-nın tesisi büyük önem taşı-maktadır.

Page 50: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 201348

sevk edilmesi sonucu ticaret sapması gibi sorunlar gündeme gelebilecektir.

Bu itibarla, AB ile eş zamanlı olarak STA akdedememiz nedeniyle yaşadığı-mız sorunlar kapsamında AB’ye yöne-lik son derece haklı eleştirilerimiz ve AB’den beklentilerimiz, bugüne kadar her platformda ve düzeyde AB’deki mu-hataplarımıza iletilmiştir. Bu hususlar, ABD STA’sı özelinde de gündeme ge-tirilmiş olup, bu konudaki girişimlerimiz sonuç alınıncaya kadar devam edecek-tir.

Diğer taraftan, AB-ABD müzakerele-rine paralel olarak ülkemiz ile ABD ara-sında STA müzakerelerinin başlatılması hedefiyle ABD makamları nezdindeki girişimlerimiz de en üst düzeyde ve ar-tan bir ivmeyle sürdürülmektedir.

Bu doğrultuda, AB-ABD Anlaşmasına paralel olarak, ülkemiz ile ABD arasın-da da STA müzakerelerinin başlatılması yönündeki talebimiz Sayın Başbaka-

nımızın Mayıs ayında gerçekleştirilen ABD ziyareti sırasında da öncelikli gün-dem maddeleri arasında yer almıştır.

Nitekim, Sayın Başbakanımız ile ABD Başkanı Obama’nın, 16 Mayıs 2013 tarihli görüşmesi sonrasında ger-çekleştirdiği basın toplantısında, TTYO sürecinin Gümrük Birliği nedeniyle ülkemiz üzerinde de etkileri olacağına atfen, Türkiye ve ABD arasında ticaretin serbestleştirilmesi ve mevcut ekonomik ilişkilerimizin derinleştirilmesi hedefiyle, Türkiye adına Bakanlığımız; ABD adına ise ABD Ticaret Temsilciliği’nin önderlik etmesi öngörülen bir “Yüksek Düzeyli Komite” kurulacağı yönündeki siyasi irade ortaya konulmuştur.

Söz konusu mutabakat, ülkemiz ile ABD arasında bir STA tesis edilmesi hedefi açısından son derece önemli bir adımdır.

Yüksek Düzeyli Komite’nin, iki ülke arasında ticaretin derinleştirilmesi için

STA’nın yarar ve etkilerinin değerlendi-rilerek, siyasi iradeye raporlanacağı bir platform olarak kurulması hedeflenmek-tedir.

AB-ABD Yüksek Düzeyli Çalışma Grubu için izlenen yönteme benzer şekilde, ülkemiz ile ABD arasında tesis edilen Komite’nin, kurulma amacı ve işleyiş esasları ile birlikte STA’nın ikili ticaretin derinleştirilmesine katkıları ko-nularında yürüteceği çalışmaların takvi-minin en kısa zamanda ortaya konulma-sı hedeflenmektedir.

Bu çerçevede, ABD’nin yeni Ticaret Temsilcisi’nin atanmasını takiben Yük-sek Düzeyli Komitenin çalışmalarına başlaması öngörülmektedir.

Bununla birlikte, halihazırda yapılan çalışmalarda ülkemiz ile ABD arasında benzer bir STA’nın yokluğunda karşıla-şılacak sonuçların incelenmesine değil, muhtemel bir Türkiye-ABD STA’sının etki ve kazançlarının hesaplanmasına

Page 51: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 201348

sevk edilmesi sonucu ticaret sapması gibi sorunlar gündeme gelebilecektir.

Bu itibarla, AB ile eş zamanlı olarak STA akdedememiz nedeniyle yaşadığı-mız sorunlar kapsamında AB’ye yöne-lik son derece haklı eleştirilerimiz ve AB’den beklentilerimiz, bugüne kadar her platformda ve düzeyde AB’deki mu-hataplarımıza iletilmiştir. Bu hususlar, ABD STA’sı özelinde de gündeme ge-tirilmiş olup, bu konudaki girişimlerimiz sonuç alınıncaya kadar devam edecek-tir.

Diğer taraftan, AB-ABD müzakerele-rine paralel olarak ülkemiz ile ABD ara-sında STA müzakerelerinin başlatılması hedefiyle ABD makamları nezdindeki girişimlerimiz de en üst düzeyde ve ar-tan bir ivmeyle sürdürülmektedir.

Bu doğrultuda, AB-ABD Anlaşmasına paralel olarak, ülkemiz ile ABD arasın-da da STA müzakerelerinin başlatılması yönündeki talebimiz Sayın Başbaka-

nımızın Mayıs ayında gerçekleştirilen ABD ziyareti sırasında da öncelikli gün-dem maddeleri arasında yer almıştır.

Nitekim, Sayın Başbakanımız ile ABD Başkanı Obama’nın, 16 Mayıs 2013 tarihli görüşmesi sonrasında ger-çekleştirdiği basın toplantısında, TTYO sürecinin Gümrük Birliği nedeniyle ülkemiz üzerinde de etkileri olacağına atfen, Türkiye ve ABD arasında ticaretin serbestleştirilmesi ve mevcut ekonomik ilişkilerimizin derinleştirilmesi hedefiyle, Türkiye adına Bakanlığımız; ABD adına ise ABD Ticaret Temsilciliği’nin önderlik etmesi öngörülen bir “Yüksek Düzeyli Komite” kurulacağı yönündeki siyasi irade ortaya konulmuştur.

Söz konusu mutabakat, ülkemiz ile ABD arasında bir STA tesis edilmesi hedefi açısından son derece önemli bir adımdır.

Yüksek Düzeyli Komite’nin, iki ülke arasında ticaretin derinleştirilmesi için

STA’nın yarar ve etkilerinin değerlendi-rilerek, siyasi iradeye raporlanacağı bir platform olarak kurulması hedeflenmek-tedir.

AB-ABD Yüksek Düzeyli Çalışma Grubu için izlenen yönteme benzer şekilde, ülkemiz ile ABD arasında tesis edilen Komite’nin, kurulma amacı ve işleyiş esasları ile birlikte STA’nın ikili ticaretin derinleştirilmesine katkıları ko-nularında yürüteceği çalışmaların takvi-minin en kısa zamanda ortaya konulma-sı hedeflenmektedir.

Bu çerçevede, ABD’nin yeni Ticaret Temsilcisi’nin atanmasını takiben Yük-sek Düzeyli Komitenin çalışmalarına başlaması öngörülmektedir.

Bununla birlikte, halihazırda yapılan çalışmalarda ülkemiz ile ABD arasında benzer bir STA’nın yokluğunda karşıla-şılacak sonuçların incelenmesine değil, muhtemel bir Türkiye-ABD STA’sının etki ve kazançlarının hesaplanmasına

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 2013 49

öncelik verilmektedir. Zira, yukarıda da ifade edildiği üzere, halihazırdaki tüm girişimlerimiz Türkiye-ABD STA mü-zakerelerinin AB-ABD müzakerelerine mümkün olduğunca paralel bir zaman-lama ile başlatılması ve tamamlanması yönündedir.

Bu kapsamda, AB-ABD Anlaşması’nın Türkiye ile ABD arasında benzer bir Anlaşma ya da bir STA akdedilmesini tetikleyecek bir gelişme, bu yöndeki sü-rece temel oluşturacak bir fırsat olarak değerlendirilmesi ülkemiz bakımından daha büyük önem arz etmektedir. ABD, Türk dış politikasının yöneldiği en temel aktörlerden birisidir ve taraflar arasında bugüne dek daha çok siyasi ve askeri alanda yoğunlaşan ilişkilerin ekonomik ve ticari anlamda da güçlendirilerek gerçek kapasitesine ulaştırılması ve bu ilişkilerin kurumsal bir yapıya kavuş-turulması bakımından Türkiye ile ABD arasında akdedilecek bir STA son dere-ce önemli bir yapı taşı olacaktır.

Nitekim, son dönemde ETSİÇ gibi bir mekanizmanın hayata geçirilmiş olması, taraflar arasında ekonomik ve ticari ilişkilerin geliştirilmesi yönünde bir iradenin bulunduğunu göstermekte-dir. Dolayısıyla, muhtemel bir Türkiye-ABD STA’sı bu iradeyi teyit ederek so-mutlaştıracak ve ABD ile ekonomik ve ticari ilişkilerde daha ileri düzeyde bir yakınlaşmayı/bütünleşmeyi hayata ge-çirme kapasitesine sahip bir enstrüman olacaktır.

Ayrıca, AB ile ABD arasındaki mü-zakerelerin başlatılması yönünde alınan karar, AB’nin ABD’ye yönelik STA pers-pektifini teyit eden bir gelişme olmuş-tur. Ülkemizin üçüncü ülkeler ile STA süreçlerinde AB’nin STA perspektifinin önemli (Gümrük Birliği kapsamında hu-kuki) bir parametre olduğu bilinmekte-dir. Dolayısıyla, AB-ABD müzakereleri ülkemizin de ABD ile benzer/paralel müzakereleri başlatma yönündeki ta-leplerinin gerek AB gerekse ABD’ye ile-tilmesi bakımından somut ve hukuki bir zemin oluşturmuştur.

Bu doğrultuda, AB-ABD Anlaş-ması kapsamında yapılan analiz ve çalışmalar, benzer bir Anlaşmanın yok-luğu durumundaki olumsuz etkilere de-ğil muhtemel bir Türkiye-ABD STA’sının

sonuçlarını değerlendirmeye yönelik ol-maktadır.

Bu bağlamda, alınması gerek-li tedbirler ve yapılması gereken işler nelerdir? Bu açıdan Türkiye-AB Gümrük Birliği’nin gözden geçirilmesi ve hatta bir serbest ticaret anlaşmasına dönüştürül-mesi konusundaki görüşlerinizi lütfedip bizimle paylaşır mısınız?

Gümrük Birliği’nin bir Serbest Ticaret Anlaşması’na dönüştürülmesi durumun-da, AB’nin Ortak Gümrük Tarifesi’ne (OGT) uyum yükümlülüğü kalkacak ve üçüncü ülkelere karşı uygulanan gümrük vergisi oranları, ekonomik ihtiyaçlar ve sektörlerden gelen talepler doğrultusun-da Türkiye’nin DTÖ’ye bildirdiği bağ-lı tarifelere kadar yükseltilebilecektir. Böylelikle, özellikle Çin ve Uzak Doğu menşeli ürünler başta olmak üzere kali-tesiz ve ucuz üçüncü ülke menşeli sana-yi ürünlerinin ithalatının azalması sağ-lanabilecektir. Aynı şekilde, ekonomik ihtiyaçlar ve sektörlerden gelen talepler doğrultusunda önemli girdiler için güm-rük vergi oranlarının OGT seviyesinin altına indirilmesi imkânı elde edilecek-tir.

Bu kapsamda, Ortak Ticaret Politi-kasına uyum yükümlülüğü de sona ere-cektir. Türkiye’ye yakınlığı ve büyüklüğü açısından önem arz eden üçüncü ülke-lerle serbest ticaret anlaşması yapılması kararı AB’den bağımsız olarak doğru-dan ülkemiz stratejileri kapsamına alı-nabilecektir. AB’de serbest dolaşıma girmiş AB’nin STA imzalayıp Türkiye’nin imzalayamadığı ülkelerden Türkiye’ye vergisiz gelen ürünlerin önüne geçilebi-lecek, bir diğer deyişle ticarette trafik sapması sorunu ortadan kalkacaktır. Böylece, ülkemizle STA imzalamak iste-meyen ülke mallarının gerek AB üzerin-den ülkemiz pazarına girememesi ge-rekse söz konusu ülkelere uygulanacak gümrük vergilerinin artırılabilmesi, söz konusu ülkelerin STA imzalamaya ikna edilmesi açısından önemli rol oynaya-caktır.

Bununla birlikte, Gümrük Birliği’nin STA’ya dönüştürülmesi, Türkiye-AB ticari ilişkileri üzerinde kaçınılmaz olumsuz etkileri de olacaktır. Gümrük Birliği kapsamında, ticarette menşe

kazanma şartı aranmamakta, dolayısıyla üçüncü ülkelerden temin edilen girdi ile üretilen ürün menşe kazanma şartına bakılmaksızın serbest dolaşıma konu olmaktadır. Gümrük Birliği’nin sona erdirilmesi durumunda taraflar arasındaki ticarette menşe şartı aranacaktır. Bu durumda, üçüncü ülke menşeli girdiler kullanılarak üretilen ürünlerde menşe kriterini karşılamak çoğu zaman mümkün olamayabilecek ve bu ürünlerin AB’ye ithali OGT seviyesinde vergiye tabi olacaktır. Bu durumun, AB’ye olan ihracatımıza olumsuz yansımaları olabilecektir.

Bu açıklamalar sonrasında altını çizerek belirtmeliyim ki, biz, Gümrük Birliği’nden yukarıda açıklamaya çalış-tığım asimetrik yapı itibariyle, mevcut işleyiş biçimiyle şikâyet etmekteyiz. Bu çerçevede amacımız, Avrupa Birliği’ne üye 27 ülke arasında olduğu gibi, Güm-rük Birliği’ni gümrük vergilerinin ve ter-cihli ticaret rejiminin Türkiye’nin azami katılımıyla belirlendiği, ülkemiz hassasi-yetlerinin AB üyesi ülkelerle aynı dere-cede dikkate alındığı ve firmalarımızın tüm dünyada AB’li rakipleri ile eşit şart-larda pazara giriş imkânının sağlandığı bir yapıya kavuşturmaktır.

Gümrük Birliği, taraflar arasında Ortaklık yaratan Ankara Anlaşması ve Katma Protokol ile öngörüldüğü üzere, ülkemizin üyelik sürecinin bir aşaması olarak kabul edilmiştir. Bazı AB üyele-rinin olumsuz görüşüne rağmen ülke-miz tam üyelik hedefinden vazgeçmiş değildir. Bugün yaşadığımız sorunlar, bu geçiş süresinin beklenenden çok fazla bir şekilde uzaması ve ülkemizin normal şartlarda üye ülke olarak sahip olması gereken haklardan gümrük birli-ği kapsamında yararlanamaması nede-niyle yaşanmaktadır. Bu anlamda, tam üyeliğin bir aşaması olarak başlatılan Gümrük Birliği’ni sona erdirmek yerine, Gümrük Birliği’nin ülkemizin hassasi-yetlerinin dikkate alındığı bir yapıya kavuşturulması öncelikli hedefimizdir. Bunun mümkün olmadığını noktada ise Gümrük Birliği’ni sorgulamamız ve bu sorgulama sonucunda gerekli görülen tedbirleri almamız kaçınılmaz olacaktır.

Page 52: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 201350

Muh

arre

m Y

ILMA

Z

Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD)Yönetim Kurulu Başkanı

Son günlerde özellikle mü-zakeresine başlanan ABD-AB Serbest Ticaret Anlaşması’nın Türkiye-AB Gümrük Birliği’nin işleyişi üzerine yapacağı muhte-mel olumsuz etkiler bağlamında Türkiye-AB ilişkilerinin ve özellik-le Gümrük Birliği’nin geleceğinin tartışıldığına tanık oluyoruz. Bu konudaki görüşlerinizi ve özellik-le atılacak adımların muhtemel etkilerine ilişkin düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz?

Bu yılın ilk çeyreğinde müzakerele-rine başlanılmasına karar verilen Tran-satlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı An-laşması (TTIP) Transatlantik Ortaklık’ta sadece yeni bir aşamadır. Son dönem-de iş dünyası gündeminde önemli bir tartışma konusu olan TTIP, aslında 1998 yılında Londra’da düzenlenen AB-ABD zirvesinde hayata geçirilen Transatlantik Ekonomik Ortaklık projesinin son halka-sıdır. TÜSİAD, sürecin başladığı 1998 yılından bu yana süreci yakından takip

etmiş, aynı yıl hizmete başlayan TÜSİAD Washington Temsilciliği’nin açılışında da konunun önemine dikkat çekmiştir.

2008 ekonomik krizinin ardından iki ekonomik bloğun krize çözüm arayış sü-reci Transatlantik ortaklık çalışmalarını da hızlandırmıştır. Bu sürecin sonunda, bu yılın ilk çeyreğinde hem AB, hem de ABD tarafı TTIP için müzakereleri başlat-ma niyetlerini açıklamışlardır.

Bu gelişmeler de Türkiye’nin dışarıda kalacağı bir senaryoda Gümrük Birliği tartışmasını tetiklemiştir. Gümrük Bir-liği esasen, tam üyelik öncesi bir aşa-ma olarak tasarlanmıştır. Bu dönemde Türkiye’nin AB politikaları ve mevzuatı-na uyum sağlarken, karar sürecine ka-tılmaması geçici bir sorun olarak “idare edilebilinir” düzeyde görülmekteydi. Fakat tam üyelik uzadıkça Türkiye’nin AB karar sistemi dışında olmasından kaynaklanan sorunlar önemli boyutlara ulaşmıştır.

Türkiye’nin AB ile Gümrük Birliği

bağlamında gündeme getirdiği sorun-lar meşrudur. AB’nin üçüncü ülkeler ile yaptığı serbest ticaret anlaşmalarının etkileri ve vize sorunundan son derece haklı olarak rahatsızız. Nitekim TÜSİAD olarak bu konudaki görüşlerimizi AB iş dünyası, AB yetkilileri ve AB üyesi ülke-lerin en üst düzeydeki temsilcilerine her fırsatta dile getirmekteyiz.

Bununla birlikte, büyük tabloya bakıl-dığında, Türk ekonomisinin uluslararası rekabet gücünün Gümrük Birliği’nden ge-nel olarak olumlu etkilendiği görülmekte-

“Gümrük Birliği’nde Yaşanan Sorunların Çözümü, Hızla AB Üyeliği Yolunda İlerlemekten Geçmektedir”

Gümrük Birliği’ni serbest ticaret anlaşmasına dönüş-türmek, Türk ekonomisinin uluslararası açılımları ba-kımından son derece olum-suz sonuçlar doğurmasının yanısıra, AB hedefinden bir sapma sinyali olarak de-ğerlendirilecektir.

Page 53: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 201350

Muh

arre

m Y

ILMA

Z

Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD)Yönetim Kurulu Başkanı

Son günlerde özellikle mü-zakeresine başlanan ABD-AB Serbest Ticaret Anlaşması’nın Türkiye-AB Gümrük Birliği’nin işleyişi üzerine yapacağı muhte-mel olumsuz etkiler bağlamında Türkiye-AB ilişkilerinin ve özellik-le Gümrük Birliği’nin geleceğinin tartışıldığına tanık oluyoruz. Bu konudaki görüşlerinizi ve özellik-le atılacak adımların muhtemel etkilerine ilişkin düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz?

Bu yılın ilk çeyreğinde müzakerele-rine başlanılmasına karar verilen Tran-satlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı An-laşması (TTIP) Transatlantik Ortaklık’ta sadece yeni bir aşamadır. Son dönem-de iş dünyası gündeminde önemli bir tartışma konusu olan TTIP, aslında 1998 yılında Londra’da düzenlenen AB-ABD zirvesinde hayata geçirilen Transatlantik Ekonomik Ortaklık projesinin son halka-sıdır. TÜSİAD, sürecin başladığı 1998 yılından bu yana süreci yakından takip

etmiş, aynı yıl hizmete başlayan TÜSİAD Washington Temsilciliği’nin açılışında da konunun önemine dikkat çekmiştir.

2008 ekonomik krizinin ardından iki ekonomik bloğun krize çözüm arayış sü-reci Transatlantik ortaklık çalışmalarını da hızlandırmıştır. Bu sürecin sonunda, bu yılın ilk çeyreğinde hem AB, hem de ABD tarafı TTIP için müzakereleri başlat-ma niyetlerini açıklamışlardır.

Bu gelişmeler de Türkiye’nin dışarıda kalacağı bir senaryoda Gümrük Birliği tartışmasını tetiklemiştir. Gümrük Bir-liği esasen, tam üyelik öncesi bir aşa-ma olarak tasarlanmıştır. Bu dönemde Türkiye’nin AB politikaları ve mevzuatı-na uyum sağlarken, karar sürecine ka-tılmaması geçici bir sorun olarak “idare edilebilinir” düzeyde görülmekteydi. Fakat tam üyelik uzadıkça Türkiye’nin AB karar sistemi dışında olmasından kaynaklanan sorunlar önemli boyutlara ulaşmıştır.

Türkiye’nin AB ile Gümrük Birliği

bağlamında gündeme getirdiği sorun-lar meşrudur. AB’nin üçüncü ülkeler ile yaptığı serbest ticaret anlaşmalarının etkileri ve vize sorunundan son derece haklı olarak rahatsızız. Nitekim TÜSİAD olarak bu konudaki görüşlerimizi AB iş dünyası, AB yetkilileri ve AB üyesi ülke-lerin en üst düzeydeki temsilcilerine her fırsatta dile getirmekteyiz.

Bununla birlikte, büyük tabloya bakıl-dığında, Türk ekonomisinin uluslararası rekabet gücünün Gümrük Birliği’nden ge-nel olarak olumlu etkilendiği görülmekte-

“Gümrük Birliği’nde Yaşanan Sorunların Çözümü, Hızla AB Üyeliği Yolunda İlerlemekten Geçmektedir”

Gümrük Birliği’ni serbest ticaret anlaşmasına dönüş-türmek, Türk ekonomisinin uluslararası açılımları ba-kımından son derece olum-suz sonuçlar doğurmasının yanısıra, AB hedefinden bir sapma sinyali olarak de-ğerlendirilecektir.

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 2013 51

dir: Türkiye, daha çok kalemde daha çok ihracat yapan, daha çok yatırım çeken, toplumuna daha kaliteli ürün ve hizmet sunan, uluslararası açılımları daha etkili, dış kriz dalgalarına karşı direnci yüksek, daha güvenilir bir ekonomi olmuştur. Gümrük Birliği ile standartları, uluslara-rası itibarı ve dolayısı ile rekabet gücü artan Türk sanayisinin uluslararası kriz-ler karşısındaki konumu da güçlenmiştir.

Gümrük Birliği’nin AB üyeliği yolun-daki önemi düşünüldüğünde, Türkiye açısından sadece ekonomik getirile-ri olan bir işbirliği (yabancı sermaye, ihracat, standartlar) olmadığı görüle-cektir. Buna alternatif olarak bazen Gümrük Birliği yerine Serbest Ticaret Anlaşması yapılsın gibi ifadeler duyu-yoruz. Ancak, Gümrük Birliği’ni serbest ticaret anlaşmasına dönüştürmek, Türk ekonomisinin uluslararası açılımları ba-kımından son derece olumsuz sonuçlar doğurmasının yanısıra, AB hedefinden bir sapma sinyali olarak değerlendirile-cektir.

Gümrük Birliği’nde yaşanan sorunların çözümü, hızla AB üye-liği yolunda ilerlemekten geç-mektedir. AB’ye tam üyelik ve Gümrük Birliği konusunda yaşanan sorunların çözümü aynı zamanda mümkündür.

Transatlantik süreciyle ilgili olarak bakıldığında ise Türkiye’nin önünde yeni bir süreç göze çarpıyor. AB’nin STA im-zaladığı ülkelerle Türkiye de aynı STA’yı imzalamak için girişimde bulunduğunda Türkiye’nin karşısına çıkan en büyük so-run, söz konusu ülkenin Türkiye’nin AB üyesi olmadığını belirterek imzalamaya yanaşmaması idi. AB de aynı gerekçe ile Türkiye için karşı tarafa yeterince baskı yapmıyordu. Şimdi ise karşı ka-natta Türkiye’nin AB üyesi olmasını her zaman destekleyen ABD var. Bu durum-da, olayların gelişimi Türkiye’nin önceki STA girişimlerinden farklı olabilir.

Türkiye dünyanın 17. Avrupa’nın ise 6. büyük ekonomisidir. Türkiye’nin can-lı ekonomisi, pek çok Avrupalı kurum ile olan bütünleşmesi ve G20 üyeliği, Türkiye’yi olağan bir ortak yapmaktadır.

Türkiye’yi Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı’na dahil etmek Tran-satlantik ekonomiyi güçlendirecek, G20 içerisindeki politik yakınsama imkanını artıracak ve Türkiye’nin AB’ye üyelik umutlarını besleyecektir.

Son 15 yıldır hem Türkiye’deki ilgili resmi makamlar hem de AB iş dünya-sı ve siyasileriyle olan temaslarımızda Türkiye’nin bu sürece dahil edilmesinin gerekliliğini sıkça gündeme getirdik.

Diğer taraftan, buna paralel ola-rak, Türkiye’nin ABD ile ayrı bir STA yapmasının sağlanması konusunda ka-musal alanda yapılan girişimlere özel sektör olarak elimizden geldiğince des-tek olmaya çalışacağız. Nihai anlaşma-da Türkiye’nin beklentilerini karşılayabi-lecek bir formül bulunması konusunda esnek bir yaklaşım sergilenmesi gerekti-ğini düşünüyoruz.

Bir diğer önemli husus olarak, Tran-satlantik Ortaklık’ın sadece TTIP’den ibaret olmadığını, uluslararası standart-ların ve düzenlemelerin yeniden şekil-lenmesine kadar gidecek muazzam bir yapının oluştuğunun farkına varmalıyız. Transatlantik Ekonomi Konseyi (TEC) adlı Konsey kapsamında özellikle yeni gelişen sektörler ve teknolojilere ilişkin

mevzuat ve standart düzenlemeleri ile ortak projeler geliştirilmektedir. Dolayı-sıyla, Türkiye olarak sadece TTIP değil, TEC çatısı altında da yer almamız için gerekli adımların atılması gerektiğini düşünüyoruz.

TÜSİAD olarak Türk iş dünyasını ve ilgili tüm çevreleri TTIP konusunda bil-gilendirmek ve konuyla ilgili görüşlerini almak amacıyla Mayıs ayında “Tran-satlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı ve Türkiye’ye Etkileri” başlıklı bir seminer düzenledik. Seminerde TTIP ile ilgili AB’de yapılan etki analizlerinin sonuçla-rı ve Türkiye’ye olası etkilerini değerlen-dirdik. Bir sonraki semineri ise Türkiye özelinde bir etki analizinin tamamlan-masının ardından bu yılın sonuna doğru gerçekleştirmeyi planlıyoruz.

Türkiye dünyanın 17. Avrupa’nın ise 6. büyük ekonomisidir. Türkiye’nin canlı ekonomisi, pek çok Avrupalı kurum ile olan bü-tünleşmesi ve G20 üyeliği, Türkiye’yi olağan bir ortak yapmaktadır.

Transatlantik Ekonomi Konseyi (TEC) adlı Konsey kapsamında özellikle yeni gelişen sektörler ve tekno-lojilere ilişkin mevzuat ve standart düzenlemeleri ile ortak projeler geliştirilmek-tedir. Dolayısıyla, Türkiye olarak sadece TTIP değil, TEC çatısı altında da yer al-mamız için gerekli adımla-rın atılması gerektiğini dü-şünüyoruz.

Page 54: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 201352

Meh

met

YÜKE

KŞİ

Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) Başkanı

AB, gelişmekte olan ekonomiler baş-ta olmak üzere birçok ülke ile ikili ticaret anlaşması için çalışmalar yürütmektedir. AB’nin üçüncü ülkelerle imzaladığı ser-best ticaret anlaşmaları, AB’ye henüz üye olmamasına rağmen topluluk ile Gümrük Birliği anlaşması bulunan Türkiye’yi de yakından ilgilendirmektedir, zira serbest ticaret anlaşmalarının Türkiye ile de para-lel olarak müzakere edilmesi ve yürürlüğe girmesi tam rekabet koşullan açısından büyük önem taşımaktadır.

Gümrük Birliği içerisinde yer alan Türkiye’nin de AB’nin STA imzaladığı üçüncü ülkelerle benzer bir anlaşma im-zalaması gerekmesine rağmen üçüncü ül-keler AB’ye verdiği tavizleri bize tanımak istememektedir ve Türkiye o ülkeye ihra-catta farklı bir muameleye maruz kalmak-tadır. Türkiye İhracatçılar Meclisi olarak ihracatçı firmalarımızın mevcut koşullar-dan olumsuz etkilenmemesi için bu konu-ya gereken önemi vermekte ve çalışmalar yapmaktayız.

AB son zamanlarda sadece malların serbest dolaşımını değil hizmet, tarife dışı engeller, yatırımlar, fikri mülkiyet hakları, devlet sübvansiyonlarının denetlenmesi,

anti-damping ve rekabet gibi birçok alanı da kapsayan “Yeni Nesil Ticaret Anlaşma-ları” için çalışmalar yapmaktadır. Bu doğ-rultuda, tam üyelik müzakerelerine devam edilmesi koşulu ile, Gümrük Birliği’nin de günümüz koşullarına uyularak genişletil-mesi hizmetler ve tarım ürünleri ticareti gibi yeni alanları kapsayacak şekilde daha ileri götürülmesi Türkiye açısından önem arz etmektedir.

AB ve ABD arasında önümüzdeki günlerde müzakerelerine başlanması planlanan Serbest Ticaret Anlaşması Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan ve Tür-kiye İhracatçılar Meclisi Başkam Mehmet Büyükekşi’nin de katıldığı Başbakan Re-cep Tayyip Erdoğan’ın ABD gezisinde önemle üzerinde durduğu gündem mad-delerindendi. Başbakan Erdoğan ve ABD Başkanı Sayın Barack Obama’nın görüş-meleri sonucunda ABD ile Türkiye arasın-da Yüksek Düzeyli Çalışma Komitesi’nin kurulacağı konusunda mutabakat sağ-landı. Komite’nin ABD ile AB arasındaki Transatlantik Ticaret ve Yatırım İşbirliği Anlaşması’nın, AB’yle Gümrük Birliği Anlaşması bulunması dolayısıyla Türkiye üzerinde etkilerinin değerlendirmesi, ABD

ile Türkiye arasındaki ekonomik ilişkilerin daha da derinleştirilmesi ve ticaretin ser-bestleştirilmesi amacına yönelik çalışması hedeflenmektedir.

57 bin ihracatçının temsilcisi olarak Türkiye İhracatçılar Meclisi de ABD ile AB arasında yapılacak bir serbest ticaret an-laşmasının Türkiye’ye olabilecek etkisiyle ilgili bir etki analiz çalışması başlatmış ve çalışmayla ilgili küresel danışmanlık firma-larından teklif alınmıştır. Ekonomi Bakan-lığı koordinasyonunda gerçekleştirilecek çalışma ile söz konusu ticaret anlaşması-nın Türkiye üzerindeki ekonomik ve sosyal etkileri analiz edilecek ve somut verilerle ortaya konulacaktır.

AB’nin İmzaladığı STA’ların Türkiye-AB Gümrük Birliği Üzerindeki Etkileri

Gümrük Birliği içerisin-de yer alan Türkiye’nin de AB’nin STA imzaladığı üçüncü ülkelerle benzer bir anlaşma imzalaması ge-rekmesine rağmen üçüncü ülkeler AB’ye verdiği taviz-leri bize tanımak isteme-mektedir

Page 55: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 201352

Meh

met

YÜKE

KŞİ

Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) Başkanı

AB, gelişmekte olan ekonomiler baş-ta olmak üzere birçok ülke ile ikili ticaret anlaşması için çalışmalar yürütmektedir. AB’nin üçüncü ülkelerle imzaladığı ser-best ticaret anlaşmaları, AB’ye henüz üye olmamasına rağmen topluluk ile Gümrük Birliği anlaşması bulunan Türkiye’yi de yakından ilgilendirmektedir, zira serbest ticaret anlaşmalarının Türkiye ile de para-lel olarak müzakere edilmesi ve yürürlüğe girmesi tam rekabet koşullan açısından büyük önem taşımaktadır.

Gümrük Birliği içerisinde yer alan Türkiye’nin de AB’nin STA imzaladığı üçüncü ülkelerle benzer bir anlaşma im-zalaması gerekmesine rağmen üçüncü ül-keler AB’ye verdiği tavizleri bize tanımak istememektedir ve Türkiye o ülkeye ihra-catta farklı bir muameleye maruz kalmak-tadır. Türkiye İhracatçılar Meclisi olarak ihracatçı firmalarımızın mevcut koşullar-dan olumsuz etkilenmemesi için bu konu-ya gereken önemi vermekte ve çalışmalar yapmaktayız.

AB son zamanlarda sadece malların serbest dolaşımını değil hizmet, tarife dışı engeller, yatırımlar, fikri mülkiyet hakları, devlet sübvansiyonlarının denetlenmesi,

anti-damping ve rekabet gibi birçok alanı da kapsayan “Yeni Nesil Ticaret Anlaşma-ları” için çalışmalar yapmaktadır. Bu doğ-rultuda, tam üyelik müzakerelerine devam edilmesi koşulu ile, Gümrük Birliği’nin de günümüz koşullarına uyularak genişletil-mesi hizmetler ve tarım ürünleri ticareti gibi yeni alanları kapsayacak şekilde daha ileri götürülmesi Türkiye açısından önem arz etmektedir.

AB ve ABD arasında önümüzdeki günlerde müzakerelerine başlanması planlanan Serbest Ticaret Anlaşması Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan ve Tür-kiye İhracatçılar Meclisi Başkam Mehmet Büyükekşi’nin de katıldığı Başbakan Re-cep Tayyip Erdoğan’ın ABD gezisinde önemle üzerinde durduğu gündem mad-delerindendi. Başbakan Erdoğan ve ABD Başkanı Sayın Barack Obama’nın görüş-meleri sonucunda ABD ile Türkiye arasın-da Yüksek Düzeyli Çalışma Komitesi’nin kurulacağı konusunda mutabakat sağ-landı. Komite’nin ABD ile AB arasındaki Transatlantik Ticaret ve Yatırım İşbirliği Anlaşması’nın, AB’yle Gümrük Birliği Anlaşması bulunması dolayısıyla Türkiye üzerinde etkilerinin değerlendirmesi, ABD

ile Türkiye arasındaki ekonomik ilişkilerin daha da derinleştirilmesi ve ticaretin ser-bestleştirilmesi amacına yönelik çalışması hedeflenmektedir.

57 bin ihracatçının temsilcisi olarak Türkiye İhracatçılar Meclisi de ABD ile AB arasında yapılacak bir serbest ticaret an-laşmasının Türkiye’ye olabilecek etkisiyle ilgili bir etki analiz çalışması başlatmış ve çalışmayla ilgili küresel danışmanlık firma-larından teklif alınmıştır. Ekonomi Bakan-lığı koordinasyonunda gerçekleştirilecek çalışma ile söz konusu ticaret anlaşması-nın Türkiye üzerindeki ekonomik ve sosyal etkileri analiz edilecek ve somut verilerle ortaya konulacaktır.

AB’nin İmzaladığı STA’ların Türkiye-AB Gümrük Birliği Üzerindeki Etkileri

Gümrük Birliği içerisin-de yer alan Türkiye’nin de AB’nin STA imzaladığı üçüncü ülkelerle benzer bir anlaşma imzalaması ge-rekmesine rağmen üçüncü ülkeler AB’ye verdiği taviz-leri bize tanımak isteme-mektedir

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 2013 53

Nec

det B

UZB

TÜGİS Yönetim Kurulu Başkanı veTİSK Yönetim Kurulu Üyesi

[email protected]

Sayın Başbakan’ın geçen ay ABD’ye yaptığı ziyaretin gündem konularından bi-risi de ABD ile AB arasındaki Transatlantik Serbest Ticaret Anlaşması’ydı.

Eskisi kadar olmasa da, eğilimler Asya’nın yükselişini teyid etse de, halen en önemli ekonomik ve siyasal eksen ola-rak transatlantik ilişkiler küreselleşmenin motoru.

Küresel düzenin temel direğini tran-satlantik ilişkiler oluşturuyor. Atlantik Okyanusu’nun bir yakasında ABD, Kana-da ve Meksika’dan oluşan Kuzey Ame-rika Serbest Ticaret Bölgesi (NAFTA) ve öteki tarafta Avrupa Kıtası “Transatlantik İlişkiler” kavramı daha somut bir deyişle, ABD ile AB arasında düzenlenmiş olan ku-rumsal ilişkileri tanımlıyor.

Bu yapının temellerini oluşturan ekono-mik gerçekler, dünyamızın siyasal ve eko-nomik haritasını şekillendirmekte; a) AB ve ABD birlikte dünyada nüfusun

yüzde 10’u, ticaretin yüzde 40’ı ve toplam gelirin yüzde 60’ına sahip,

b) AB ve ABD arasında yılda toplam 630 milyar Euro civarında bir mal ve hiz-met ticaret hacmi var. Bu, Atlantiğin iki kıyısı arasında günde 1,7 milyar Euro’dan fazla mal ve hizmet ticareti anlamına geliyor.

c) Her iki taraf dünyada birbirinin en önemli yabancı yatırım kaynağı duru-munda. Toplam yatırım birikimi 4 tril-yon Euro civarında. Bunun yarısından biraz fazlası ABD’nin Avrupa’daki ya-tırımları.

d) Yatırım demek istihdam demek, siya-sal etki demek. Her iki tarafta toplam 15 milyon civarında çalışanın geçim kaynağı transatlantik ilişkilerle doğru-dan bağlantılı. Dolaylı olarak ise, çok daha geniş kitleler söz konusu. Son yirmi yılda Asya-Pasifik bölgesi-

nin hızla yükseldiğini de gözlemliyoruz. Hindistan ve Çin elli yıl içinde dünya eko-nomisinin yarısını oluşturacak bir evrim içindeler. Çin artık bir dünya süper gücü, kendi başına bir güç ekseni. Asya ülkele-

ri, dünyanın her tarafından yıllardır geniş bir yatırım hacmi çekmekte. Amerika ve Avrupa şirketleri Japonlarla birlikte bu yönde öncü rol oynuyor. Bununla birlikte halen ABD ile AB arasındaki yatırım bağ-ları uzak ara önde gidiyor. Amerika ve Avrupa’nın Asya’daki toplam ekonomik varlığının üç katı büyüklük burada söz konusu. 2010 yılı verilerine göre birkaç örnekle buna teyid edelim: a) ABD’nin Avrupa’daki yatırımları, tüm

Asya yatırımlarının dört katı. b) ABD’nin Belçika’daki yatırımları,

Çin’deki yatırımlarının dört katı. c) Almanya’daki ABD yatırımları

Çin’dekilerin dört buçuk katı. d) ABD’nin İtalya’daki yatırımları, Çin ve

Hindistan’daki toplam yatırımlarından daha fazla.

e) Benzer eğilimler Fransa, Hollanda, İr-landa ve genelde tüm AB için geçerli.

f) AB yatırımları için de Amerika önemli çekim merkezi.

Transatlantik Serbest Ticaret Anlaşması ve Türkiye

Page 56: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 201354

Yalnızca Teksas eyaletindeki Avrupa yatırımları, ABD’nin Japonya ve Hindis-tan’daki toplam yatırımlarından fazla.

ABD ile Türkiye’nin politika ve sa-vunma alanındaki ilişkilerinin son de-rece güçlü olmasına karşın ekonomik ve ticari ilişkilerinin daha fazla destek-lenmeye ihtiyaç duyması, ABD ile AB arasında görüşmeleri başlayan Transat-lantik Serbest Ticaret Anlaşmasını çok önemli hale getiriyor.

Türkiye AB Ortaklık Konseyi 1/95 sayılı Kararı gereği, 1.1.1996 tarihin-den bu yana Gümrük Birliği’nin tam üyesi olarak çalışmaktadır. Avrupa Birliği ile arasındaki Gümrük Birliği ilişkileri uyarınca, AB’nin Ortak Tica-ret Politikası’nı üstlenme yükümlülü-ğü bulunmakta olup, üçüncü ülkelere yönelik olarak AB’nin tercihli ticaret sistemi üstlenilmektedir. Nitekim 1/95 sayılı Kararın 16’ncı maddesinde bu husus “bu kapsamda üçüncü ülkelere tanınacak tarife tavizlerine uygulanacak menşe kuralları, AB’nin söz konusu ülkelere tanıdığı tavizlere uygulanan menşe kuralları ile aynı olacaktır”, şeklinde ifade bulmaktadır.

Gümrük Birliği taraflar arasındaki ti-carette mevcut Gümrük vergileri, eş etki-li vergiler ve miktar kısıtlamalarıyla, her türlü eş etkili tedbirin kaldırıldığı ve ay-rıca Birlik dışında kalan üçüncü ülkelere yönelik olarak da, ortak gümrük tarifesi-nin uygulandığı bir ekonomik entegras-yon modelidir. Ayrıca, Serbest Ticaret Anlaşmalarında ortak ticaret politikala-rı ve ortak rekabet kuralları uygulama zorunluluğu bulunmadığı gibi, taraflar üçüncü ülkelere karşı kendi gümrük ta-rifelerini uygulamaktadırlar.

Bu çerçevede, Serbest Ticaret Anlaş-maları (STA) komşu ve çevre ülkelerle dış ticaretimizin geliştirilmesi, ihraca-tımızın dış pazarlarda rakipleri ile eşit şartlarda rekabet edebilmesinin temini bakımından önem taşımaktadır. Bu kap-samda, ülkemizin AB tarafından imza-lanmış STA’ların içeriğini aynen kabul etme yükümlülüğü bulunmamaktadır. Yapılacak müzakerelerde sanayi ve ticaret politikası önceliklerimiz ile ülke-miz hassasiyetleri göz önüne alınmak-tadır.

AB’nin ABD ile imzalamayı düşün-düğü ve görüşmelerine başladığı Tran-

satlantik Serbest Ticaret Anlaşması, AB ile var olan Gümrük Birliği Anlaşması nedeniyle Türkiye’yi olumsuz etkileye-cektir. Her iki ülke arasındaki, biyotek-nolojideki farklı yaklaşımlar en azından tarım ve gıda ürünleri için anlaşma-nın şimdilik çok uzaklarda olduğunu söylemektedir. Bu konuda yapılan etki analizleri de dikkate alındığında belki hiç olmayacaktır tahmininde bulunmak kehanet sayılmayacaktır.

Gıda maddeleri ayrı tutulduğun-da bile gerçekleşen anlaşmadan Türkiye’nin ya eşit haklarda yararlan-ması ve/veya paralel serbest ticaret anlaşması yapılması sağlanmalıdır. Bu konuda politik irade oluşturulduğunda teknik engeller kolaylıkla halledilebile-cektir.

KAYNAK: Akın Hakan, Yeni İşimiz Dış Ticaret, İstanbul 9. Baskı 2013, T.C. Başbakanlık Dış Ticaret Müsteşarlığı, Avrupa Birliği ve Türkiye, ANKARA 6. Baskı 2007, Kaleağası Bahadır, G-20 Gezegeni, İstanbul 2011

Page 57: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 201354

Yalnızca Teksas eyaletindeki Avrupa yatırımları, ABD’nin Japonya ve Hindis-tan’daki toplam yatırımlarından fazla.

ABD ile Türkiye’nin politika ve sa-vunma alanındaki ilişkilerinin son de-rece güçlü olmasına karşın ekonomik ve ticari ilişkilerinin daha fazla destek-lenmeye ihtiyaç duyması, ABD ile AB arasında görüşmeleri başlayan Transat-lantik Serbest Ticaret Anlaşmasını çok önemli hale getiriyor.

Türkiye AB Ortaklık Konseyi 1/95 sayılı Kararı gereği, 1.1.1996 tarihin-den bu yana Gümrük Birliği’nin tam üyesi olarak çalışmaktadır. Avrupa Birliği ile arasındaki Gümrük Birliği ilişkileri uyarınca, AB’nin Ortak Tica-ret Politikası’nı üstlenme yükümlülü-ğü bulunmakta olup, üçüncü ülkelere yönelik olarak AB’nin tercihli ticaret sistemi üstlenilmektedir. Nitekim 1/95 sayılı Kararın 16’ncı maddesinde bu husus “bu kapsamda üçüncü ülkelere tanınacak tarife tavizlerine uygulanacak menşe kuralları, AB’nin söz konusu ülkelere tanıdığı tavizlere uygulanan menşe kuralları ile aynı olacaktır”, şeklinde ifade bulmaktadır.

Gümrük Birliği taraflar arasındaki ti-carette mevcut Gümrük vergileri, eş etki-li vergiler ve miktar kısıtlamalarıyla, her türlü eş etkili tedbirin kaldırıldığı ve ay-rıca Birlik dışında kalan üçüncü ülkelere yönelik olarak da, ortak gümrük tarifesi-nin uygulandığı bir ekonomik entegras-yon modelidir. Ayrıca, Serbest Ticaret Anlaşmalarında ortak ticaret politikala-rı ve ortak rekabet kuralları uygulama zorunluluğu bulunmadığı gibi, taraflar üçüncü ülkelere karşı kendi gümrük ta-rifelerini uygulamaktadırlar.

Bu çerçevede, Serbest Ticaret Anlaş-maları (STA) komşu ve çevre ülkelerle dış ticaretimizin geliştirilmesi, ihraca-tımızın dış pazarlarda rakipleri ile eşit şartlarda rekabet edebilmesinin temini bakımından önem taşımaktadır. Bu kap-samda, ülkemizin AB tarafından imza-lanmış STA’ların içeriğini aynen kabul etme yükümlülüğü bulunmamaktadır. Yapılacak müzakerelerde sanayi ve ticaret politikası önceliklerimiz ile ülke-miz hassasiyetleri göz önüne alınmak-tadır.

AB’nin ABD ile imzalamayı düşün-düğü ve görüşmelerine başladığı Tran-

satlantik Serbest Ticaret Anlaşması, AB ile var olan Gümrük Birliği Anlaşması nedeniyle Türkiye’yi olumsuz etkileye-cektir. Her iki ülke arasındaki, biyotek-nolojideki farklı yaklaşımlar en azından tarım ve gıda ürünleri için anlaşma-nın şimdilik çok uzaklarda olduğunu söylemektedir. Bu konuda yapılan etki analizleri de dikkate alındığında belki hiç olmayacaktır tahmininde bulunmak kehanet sayılmayacaktır.

Gıda maddeleri ayrı tutulduğun-da bile gerçekleşen anlaşmadan Türkiye’nin ya eşit haklarda yararlan-ması ve/veya paralel serbest ticaret anlaşması yapılması sağlanmalıdır. Bu konuda politik irade oluşturulduğunda teknik engeller kolaylıkla halledilebile-cektir.

KAYNAK: Akın Hakan, Yeni İşimiz Dış Ticaret, İstanbul 9. Baskı 2013, T.C. Başbakanlık Dış Ticaret Müsteşarlığı, Avrupa Birliği ve Türkiye, ANKARA 6. Baskı 2007, Kaleağası Bahadır, G-20 Gezegeni, İstanbul 2011

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 2013 55

1 Ocak 1996 tarihinden bu yana yü-rürlükte olan Türkiye-AB Gümrük Birliği uyarınca, ülkemiz, Gümrük Birliği kap-samındaki malların ithalatında AB’nin ortak gümrük tarifelerini uygulama ve ayrıca AB’nin üçüncü ülkelere yönelik dış ticaret politikalarını üstlenme ve uy-gulama yükümlülüğü altındadır.

AB süreci ve Gümrük Birliği ile re-kabet artmıştır. Gümrük Birliği’nin ar-dından talepte de değişiklik olmuş bazı yerli imalatçılar değişen talebe teknik olarak cevap vermekte yetersiz kalmış ve oluşan yeni pazarlarda aktif rol al-makta geri kalmışlardır. Bugün faaliyet gösteren kuruluşlar rekabet güçlerini artırabilmek için yeni teknolojileri ya-kından takip etmekte, otomasyon rasyo-nalizasyon verimlilik ve modernizasyon çalışmalarını yoğunlaştırmakta ve uygu-lama geliştirme laboratuarları faaliyet-lerine ağırlık vermektedirler. AR-GE’ye daha fazla ağırlık verilmektedir.

Türk deri sektörü ihracatçı olduğu

kadar hammadde yönünden önemli bir ithalat hacmine sahiptir. Bununla birlikte üçüncü ülkelerden gelen sübvansiyonlu ve kalitesiz malların girişi hem sektörde kalite problemlerine neden olmakta hem de sübvansiyonlu fiyatlarla ithal edildik-lerinden haksız rekabete neden olmak-tadır. Uzakdoğu’dan özellikle ayakkabı ve saraciye ürünleri ithalatında bir artış gözleniyor. Diğer taraftan haksız reka-bete hassasiyetle yaklaşan AB Uzakdo-ğu ülkelerinden yapılan sübvansiyonlu ve düşük fiyatlı malların girişine kayıt-sız kalmaktadır. AB’nin haksız rekabet yaratan bu ürünlere karşı herhangi bir önlem alma yoluna gitmemesi Gümrük Birliği ile birlikte uygulamaya geçilen serbest dolaşım nedeniyle Türkiye’deki deri üreticilerini zor durumda bırakmak-tadır.

Avrupa Birliğ i ülkeleri, dünya deri üretimi ve ticaretinde önemli bir role sahiptir. Dünya deri üretiminin yaklaş ık %25’ini gerçekleş tiren ve deri ürünlerinde en dinamik pazar olma

özelliğ ini taş ıyan AB’de, sektörde fa-aliyet gösteren 18.000 civarında fir-ma, yılda 22,5 milyar Euro tutarında bir ciroya ulaş ırken, 160.000 kiş iye doğ rudan istihdam sağ lıyor. Buna, deri ve deri ürünleri kullanıcısı endüstriler de dahil edildiğ inde söz konusu rakamlar; toplam 47.000 firmaya, yılda yaklaş ık 50 milyar Euro’luk bir ciro hacmine ve 600.000 kiş ilik istihdama karş ılık geli-yor.

Sektördeki iş letmelerin önemli bir bölümünü KOBİ ’lerin oluş turduğ u AB ülkelerinde, geleneksel aile iş letmelerinin

Üçüncü ülkelerden gelen sübvansiyonlu ve kalitesiz malların girişi hem sektör-de kalite problemlerine ne-den olmakta hem de süb-vansiyonlu fiyatlarla ithal edildiklerinden haksız re-kabete neden olmaktadır.

B. B

urak

UYG

UN

ER

Türkiye Deri Sanayii İşverenleri SendikasıYönetim Kurulu Başkanı

“Türkiye’nin ABD-AB STA’sının Dışında Kalması Felaket Olur”

Page 58: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 201356

yanı sıra, modern teknolojilere sahip, ar-ge ve tasarım odaklı çok sayıda firma da bulunuyor. Emek yoğun bir sanayi olan deri ve deri ürünleri sektöründe, özellikle de ham deri işlemeciliğinde, Avrupa’da işgücü maliyetlerinin yüksek oluşu, hammadde temininde yaşanan zorluklar ve sektörün giderek daha sıkı çevre kuralları ile düzenlenmesi gibi ne-denlerle son yıllarda üretimin Asya ve Güney Amerika’ya doğru kaydığı göz-leniyor. Ancak, başta Çin olmak üzere Hong Kong, Vietnam, Hindistan, Endo-nezya, Brezilya, Arjantin gibi bol ham-madde ve ucuz işgücüne sahip ülkelerin, sektörde önemli aktörler haline gelmele-rinin yarattığı rekabet baskısına karşın, Avrupa deri sanayii, yüksek kalite stan-dartları, inovasyon ve tasarım avantajla-rı ile uluslararası alanda rekabet gücünü korumayı sürdürüyor.

Türkiye’de, ağırlıklı olarak Marmara ve Ege bölgelerinde yoğunlaşan deri ve deri ürünleri sanayiinde, önemli bir bö-lümü KOBİ’lerden oluşan üretim kapasi-tesi, alt yapısı ve ihracat potansiyeli ile önde gelen sektörler arasında yer alıyor.

Ham deri üretiminin yeterli olmama-sı nedeniyle, ham ve yarı işlenmis deri ihtiyacını büyük ölçüde ithalat yoluyla karşılayan sektör, katma değeri yüksek ürünlerin üretimine ve ihracata yöneli-yor. 1990’lı yılların sonlarından itibaren

çevre dostu üretim teknikleri kullanımına yönelen işletmeler, kendi arıtma sistemle-rini kurmak ya da arıtma sistemine sahip organize sanayi bölgelerine taşınmak suretiyle, üretimlerinin % 80‘ni çevreye duyarlı yöntemlerle gerçekleştiriyor.

Türkiye’nin deri ve deri ürünleri dış ticaretinde AB ülkeleri önemli paya sa-hip. 2012 yılı verilerine göre, 1.6 mil-yar $ civarında gerçekleşen toplam ih-racatının % 33 ü AB’dir.

Malumunuz Türkiye bugüne kadar 19 ülke ile STA imzaladı. Halen 21 ülke ile görüşmeler sürüyor. Türkiye, Gümrük Birliği üyelerinden biri olarak üçüncü ülkelere ithalat ve ihracatta AB’nin ter-cihli ticaret anlayışını uygulamakta. Ay-rıca Avrupa’nın STA ortakları ile menfa-ate dayalı anlaşmalar parafe ediyor.

Ekonomi Bakanlığı verilerine göre Türkiye’nin, STA ülkeleri ile dış ticareti-nin artış oranı, genel dış ticaretin artış oranını aşıyor. 2000-2011 döneminde genel dış ticarette artış oranı yüzde 357 olurken, STA ülkeleri ile dış ticaretin artış oranı yüzde 413’ü buldu. Bunlar ile ticaret 2000’de 4.9 milyar dolardı, 2011’de ise 25.8 milyar dolara yüksel-di. Serbest ticaret anlaşmaları, ülke dışı müteahhitlik yatırımlarını da tetikledi.

Son günlerde çok sık tartıştığımız konu ise ABD ile AB arasında görüşme-

leri süren Serbest Ticaret Anlaşmasıdır.Bununla ilgili görüşlerimiz şöyle oluş-maktadır : İlk söylemek istediğim Güm-rük Birliği üyesi olmamız sebebi AB’nin imza attığı her STA’’na dahil olmamız gerekmektedir.

Ülkemiz, ABD ile AB’nin imzalayaca-ğı serbest ticaret anlaşmasının dışında kaldığı takdirde sonuçları içaçıcı olma-yacağı kanaatindeyim.Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın geçti-ğimiz hafta Amerika ile serbest ticaret görüşmelerini gündeme getirmesi çok olumludur.

AB’nin hesaplamalarına göre Kuzey Atlantik’in iki yakası arasında ticaretin serbestleştirilmesi 2027 yılına kadar AB’nin gayri safi yurt içi hasılasını yüz-de 0.5 ve ABD’ninkini yüzde 0.4 artı-racak. Serbest ticaretin AB ekonomisine katkısı 116 milyar dolar ve ABD ekono-misine katkısı 88 milyar dolar olacak.

Peki, AB ile ABD serbest ticaret an-laşması (STA) imzalarsa, bu Türkiye’yi nasıl etkiler? Bu soruya bugün verilen tek cevap var: “Türkiye için felaket olur.” Çünkü ABD ile AB, STA imzalarsa Gümrük Birliği gereği Türkiye de uymak zorunda. Böyle olunca da Amerika men-şeeli ürünler Türkiye’ye gümrüksüz gire-cek, bizim ürünlerimizden yine gümrük alınacak.

Page 59: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 201356

yanı sıra, modern teknolojilere sahip, ar-ge ve tasarım odaklı çok sayıda firma da bulunuyor. Emek yoğun bir sanayi olan deri ve deri ürünleri sektöründe, özellikle de ham deri işlemeciliğinde, Avrupa’da işgücü maliyetlerinin yüksek oluşu, hammadde temininde yaşanan zorluklar ve sektörün giderek daha sıkı çevre kuralları ile düzenlenmesi gibi ne-denlerle son yıllarda üretimin Asya ve Güney Amerika’ya doğru kaydığı göz-leniyor. Ancak, başta Çin olmak üzere Hong Kong, Vietnam, Hindistan, Endo-nezya, Brezilya, Arjantin gibi bol ham-madde ve ucuz işgücüne sahip ülkelerin, sektörde önemli aktörler haline gelmele-rinin yarattığı rekabet baskısına karşın, Avrupa deri sanayii, yüksek kalite stan-dartları, inovasyon ve tasarım avantajla-rı ile uluslararası alanda rekabet gücünü korumayı sürdürüyor.

Türkiye’de, ağırlıklı olarak Marmara ve Ege bölgelerinde yoğunlaşan deri ve deri ürünleri sanayiinde, önemli bir bö-lümü KOBİ’lerden oluşan üretim kapasi-tesi, alt yapısı ve ihracat potansiyeli ile önde gelen sektörler arasında yer alıyor.

Ham deri üretiminin yeterli olmama-sı nedeniyle, ham ve yarı işlenmis deri ihtiyacını büyük ölçüde ithalat yoluyla karşılayan sektör, katma değeri yüksek ürünlerin üretimine ve ihracata yöneli-yor. 1990’lı yılların sonlarından itibaren

çevre dostu üretim teknikleri kullanımına yönelen işletmeler, kendi arıtma sistemle-rini kurmak ya da arıtma sistemine sahip organize sanayi bölgelerine taşınmak suretiyle, üretimlerinin % 80‘ni çevreye duyarlı yöntemlerle gerçekleştiriyor.

Türkiye’nin deri ve deri ürünleri dış ticaretinde AB ülkeleri önemli paya sa-hip. 2012 yılı verilerine göre, 1.6 mil-yar $ civarında gerçekleşen toplam ih-racatının % 33 ü AB’dir.

Malumunuz Türkiye bugüne kadar 19 ülke ile STA imzaladı. Halen 21 ülke ile görüşmeler sürüyor. Türkiye, Gümrük Birliği üyelerinden biri olarak üçüncü ülkelere ithalat ve ihracatta AB’nin ter-cihli ticaret anlayışını uygulamakta. Ay-rıca Avrupa’nın STA ortakları ile menfa-ate dayalı anlaşmalar parafe ediyor.

Ekonomi Bakanlığı verilerine göre Türkiye’nin, STA ülkeleri ile dış ticareti-nin artış oranı, genel dış ticaretin artış oranını aşıyor. 2000-2011 döneminde genel dış ticarette artış oranı yüzde 357 olurken, STA ülkeleri ile dış ticaretin artış oranı yüzde 413’ü buldu. Bunlar ile ticaret 2000’de 4.9 milyar dolardı, 2011’de ise 25.8 milyar dolara yüksel-di. Serbest ticaret anlaşmaları, ülke dışı müteahhitlik yatırımlarını da tetikledi.

Son günlerde çok sık tartıştığımız konu ise ABD ile AB arasında görüşme-

leri süren Serbest Ticaret Anlaşmasıdır.Bununla ilgili görüşlerimiz şöyle oluş-maktadır : İlk söylemek istediğim Güm-rük Birliği üyesi olmamız sebebi AB’nin imza attığı her STA’’na dahil olmamız gerekmektedir.

Ülkemiz, ABD ile AB’nin imzalayaca-ğı serbest ticaret anlaşmasının dışında kaldığı takdirde sonuçları içaçıcı olma-yacağı kanaatindeyim.Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın geçti-ğimiz hafta Amerika ile serbest ticaret görüşmelerini gündeme getirmesi çok olumludur.

AB’nin hesaplamalarına göre Kuzey Atlantik’in iki yakası arasında ticaretin serbestleştirilmesi 2027 yılına kadar AB’nin gayri safi yurt içi hasılasını yüz-de 0.5 ve ABD’ninkini yüzde 0.4 artı-racak. Serbest ticaretin AB ekonomisine katkısı 116 milyar dolar ve ABD ekono-misine katkısı 88 milyar dolar olacak.

Peki, AB ile ABD serbest ticaret an-laşması (STA) imzalarsa, bu Türkiye’yi nasıl etkiler? Bu soruya bugün verilen tek cevap var: “Türkiye için felaket olur.” Çünkü ABD ile AB, STA imzalarsa Gümrük Birliği gereği Türkiye de uymak zorunda. Böyle olunca da Amerika men-şeeli ürünler Türkiye’ye gümrüksüz gire-cek, bizim ürünlerimizden yine gümrük alınacak.

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 2013 57

Av.

Baş

ar A

Y

Türkiye Tekstil Sanayii İşverenleri SendikasıGenel Sekreteri

AB-Türkiye Gümrük Birliği anlaşmasının 1996 yılında yürürlüğe girmesi ertesinde AB ve Türk menşeli sanayi ürünleri her iki pazarda gümrüksüz ve miktar kısıtlaması ol-maksızın serbestçe dolaşıma girebilmiş, Tür-kiye tam üye olmamasına rağmen AB’nin dış ticaret politikalarına tam uyum sağlamış bunun yanısıra üçüncü ülke ürünlerine de tek taraflı olarak çok düşük AB ortak gümrük tarifelerini uygulamak zorunda kalmıştır.

Bu süreçte-Türk sanayi, hizmet, finans ve turizm sektörlerinin rekabet gücü ve ve-rimliği artmış, alt yapı ve yönetim süreçleri geliştirilmiş, teknoloji, AR-GE ve markalaş-ma alanlarında önemli atılımlar yapılmıştır. Bu gelişmelerin sonucunda üçüncü ülke ve AB ülkelerine yönelik ihracatımız artmış bu artış tekstil sektöründe de önemli ölçüde fark edilmiştir.

AB Gümrük Birliği anlaşması Türk eko-nomisinin uluslararası pazarlara hızlı en-tegrasyonu, güven ortamının yaratılması ve devamı açısından son derece yararlı olmuş olsa da AB’nin tek taraflı dış ticaret stratejisinin olumsuz etkileri. Türkiye’nin AB

müktesebatına uyum noktasında yaptığı düzenlemeler ve Türkiye’nin AB dış ticaret politikalarına uyum zorunluluğu, sonuçları itibariyle Türk imalat sanayini ciddi olarak sıkıntıya sokmuştur. Nitekim anlaşmanın yü-rürlüğe girdiği ilk günden beri Türkiye AB ile olan dış ticaret dengesinde sürekli olarak açık vermiştir, Anlaşmanın yürürlüğe girdiği ilk yıllarda yaklaşık 10 milyar $ civarında seyreden cari dengesizlik, özellikle son dö-nemlerde hızla artış göstermiştir. Özellikle, Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) bünyesinde sürdürülen Doha müzakerelerinin başarılı olamaması ertesinde AB’nin uygulamaya koyduğu yeni dış ticaret politikaları kapsa-mında AB’nin ikili ticaret anlaşmalarını yü-rürlüğe koymasının da etkisiyle bu açık yıllık bazda 20 milyar Ş civarlarına yükselmiştir. Bugün gelinen noktada bu artış Türk ekono-misi açısından sürdürülemez, büyük bir teh-dit oluşturmaya başlamıştır.

Türkiye, AB dış ticaret politikaları, AB müktesebatı ve AB iş normlarına uyum nok-tasındaki tüm çabaları ve düzenlemelerine rağmen AB pazarında üçüncü ülkelerin haksız rekabetiyle karşı karşıya kalmak-

tadır. Nitekim Türkiye AB Gümrük Birliği anlaşması çerçevesinde dünyanın en libe-ral vergi oranlarını uygulamasına rağmen, rekabet halinde olduğu ülke pazarlarına aynı rahatlık ve kolaylıkla ulaşamamakta, yüksek vergi hadleri veya muhtelif tarife dışı engellerle karşı karşıya kalmaktadır.

Tekstil sektörü Türkiye’nin AB ile gerçek-leştirilen dış ticarette cari fazla veren ender sektörlerinden biri olsa da, 2005 yılında Tekstil Konfeksiyon Anlaşmasının etkisiyle Uzak Doğu kökenli ithalat baskısı tüm sa-nayi sektörlerini olduğu gibi tekstil ve hazır

AB-Türkiye Gümrük Birliği Anlaşması ve AB-STA Müzakereleri

Türkiye, AB dış ticaret po-litikaları, AB müktesebatı ve AB iş normlarına uyum noktasındaki tüm çabala-rı ve düzenlemelerine rağ-men AB pazarında üçüncü ülkelerin haksız rekabetiy-le karşı karşıya kalmakta-dır.

Page 60: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 201358

giyim sektörlerini de olumsuz etkilemiştir. Türk tekstil ve konfeksiyon sektörü tüm bu olumsuzluklara ve haksız rekabete rağmen AB pazarındaki payını korumayı başarabil-miştir.

Avrupa Birliği, çok taraflı (multilateral) ticaret müzakerelerinin istenen şekilde son-landırılamaması üzerine tamamen değişik bir ticaret politikası olan ikili Serbest Ticaret Anlaşmalarına (STA) yönelmiş ve yeni nesil STA olarak da adlandırılan bu görüşmeler kapsamında önemli girişimlerde bulunmuş-tur. AB yeni politikası çerçevesinde ara-larında Güney Kore, ASEAN, Hindistan gibi ülkelerin de olduğu birçok ülkeyle eş anlı olarak STA görüşmelerine başlamış ve önemli gelişmeler kaydetmiştir.

AB’nin yeni nesil STA’lar yoluyla yaptığı anlaşmalar, AB üyeliğine kabul edilmeden Gümrük Birliği Anlaşması imzalamış olan Türkiye açısından kritik sonuçlar doğurmak-tadır. Türkiye’nin Gümrük Birliği kapsamın-da sunduğu fırsatlar Türkiye’nin aleyhine tek taraflı ilerlemektedir.

Bu gelişmeler Türkiye açısından kritiktir. Gümrük Birliği Anlaşması nedeniyle AB dış ticaret politikasına uyum sağlamak zorunda olan Türkiye, pek tabiki bu anlaşmalara ta-raf olmak üzere AB ile veya AB’nin STA mü-zakeresi yürüttüğü ülkeler ile benzer bir STA yapmak üzere temasa geçmiş ama ne yazık kî bundan herhangi bir sonuç alamamıştır. Bu durum ülke pazarlarına giriş olanakları bakımından Türkiye’nin AB’nin gerisinde kalmasına, bu ülkelerin mallarının AB üze-rinden ülkemize gümrüksüz girmesine, do-layısıyla Türkiye, AB ve üçüncü ülkeler ara-sında haksız rekabet koşulları oluşmasına sebep olmaktadır. AB’nin bu tek taraflı Dış Ticaret politikasının devam etmesi halinde sürekli olarak Türkiye aleyhine işleyen AB - Türkiye dış ticaret dengesizliği katlanarak artacak ve telafisi mümkün olmayan sonuç-lar doğurabilecektir.

Türkiye ve özelinde Türk tekstil nazır gi-yim sektörü AB pazarındaki etkin konumunu

devam ettirmek istiyorsa öncelikli olarak AB ile gerçekleştirilen Gümrük Birliği anlaşması çerçevesinde sağlanmış olan gümrük vergisi avantajını üçüncü ülkelere karşı AB Komis-yonu nezdinde koruyabilmelidir. AB’nin ya-pacağı yeni STA’larda Türkiye’nin hakları mutlaka gözetilmen, STA müzakerelerine Türkiye’nin de dahil olması sağlanmalı, böy-lece üçüncü ülkelerin hem AB pazarı hem de Türkiye içinde haksız talep ve rekabetine karşı mücadele edilmelidir. Yine STA müza-kereleri kapsamında sürekli olarak üçüncü ülkeler tarafından gündeme getirilen tekstil ve hazır giyimdeki mevcut menşe kuralları-nın tek taraflı olarak üçüncü ülkeler lehine değiştirilmesine izin verilmemelidir.

Hiç şüphesiz ki AB’nin yürütmekte oldu-ğu Vietnam, Hindistan ve yeni gündeme ge-len ABD Transatlantik müzakereleri önümüz-deki dönemin en yakından takip edilmesi gereken hususlarından biri olacaktır. Söz-konusu bu müzakereler ve AB’nin gündeme alacağı yeni STA’lar, Türk ekonomisinin geleceği için belirleyici bir rol oynayacaktır.

AB-ABD Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı Müzakereleri

Hiç şüphesiz ki son dönemin en önemli ekonomik gelişmesi belki de Dünya ticareti-nin yeniden şekillenmesine yol açacak olan AB-ABD Transatlantik Ticaret ve Yatırım Or-taklığı Müzakerelerinin başlatılmasıdır. Gö-rüşmelerin başlayacak olması tüm dünya’da dahi önemli etkiler yaratmış, dünyanın iki en büyük pazarının gerçekleştireceği anlaşma-nın olası ekonomik etkileri üzerine yoğun bir gündem oluşmuştur.

Büyüklüğü ve olası etkileri açısından ol-dukça önemli bir anlaşma olması beklenen söz konusu anlaşma müzakereleri tüm dün-ya ülkeleri tarafından da yakın şekilde takip edilecektir.

AB-ABD arasında gerçekleşmesi muhte-mel Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı nın hayata geçirilmesi durumunda Türkiye açısından da önemli ekonomik etkileri ola-caktır. Anlaşma ertesinde ABD malları AB üzerinden Türkiye’ye rahatlıkla girebilecek fakat Türkiye ABD’ye mal ihraç ederken vergilere maruz kalacaktır. Yine Türkiye ABD pazarında AB’li üreticilere karşı haksız rekabete maruz kalacak belki de ABD pa-zarına ihracat yapmak isteyen girişimciler yatırımları AB ülkelerine kaydıracaklardır. Bu durum AB ile eşit rekabet koşullarında ticaret yapma stratejisi taşıyan Türkiye için kabul edilebilir bir durum değildir. Haziran

2013 tarihinde resmen başlatılması öngö-rülen müzakerelerin 2 yıllık bir dönem so-nunda sonuçlandırılması beklenmektedir. Yapılan değerlendirmeler ertesinde özellik-le gümrük vergi oranlarının sıfırlanmasıyla AB GSYİH’sında %0.5. ABD GSYİH’sında ise %0,4’lük artışlar beklenmektedir. AB ve ABD arasında artacak ticaret hacminin hiç şüphesiz ki anlaşma dışında kalacak ülkeler açısından olumsuz etkileri olacaktır. Eko-nomi Bakanlığı verilerine göre Türkiye’nin ABD’ye ihracatı 2012 yılında %22,3 ar-tış ile 5.6 milyar dolar, ithalatı ise %11,9 azalış ile 14,1 milyar dolar olmuş, Türkiye aleyhine 8.5 Milyar civarında bir dış ticaret açığı oluşmuştur. 2002-2012 yılları arasın-da Türk firmaları ABD’de toplam 1,1 milyar dolar yatırım yapmışlardır. ABD’nin 2012 yılında tekstil ürünleri (50-60 ve 63. fasıl) ithalatı 27 milyar dolar olup, Türkiye 678 Milyon $ ile 7. sırada yer almaktadır. Ha-zır Giyim alanında ise ABD’nin toplam 81 Milyar Ş’lık ithalatının sadece 237 Milyon $’ı Türkiye’den karşılanmaktadır, Görülüyor ki Türkiye’nin ABD ile ticaret potansiyelinin güçlendirilmesi gerekmektedir. Bu sebeple AB-ABD STA’sına paralel olarak Türkiye’nin de zaman kaybetmeden ABD ile STA mü-zakerelerine başlaması gerekmektedir. Aksi takdirde, Türkiye ABD pazarında AB üretici-leri/ihracatçıları ile eşit koşullarda rekabet edilememe; ABD kaynaklı doğrudan yatı-rımların önünün kesilmesi ve ticaret sapması gibi sorunlarla karşı karşıya kalacaktır.

ABD ile Türkiye’nin STA yapması için hukuki, siyasi ve ekonomik zemin oldukça olumludur ABD ve Türkiye askeri ve siyasi alan da dâhil olmak üzere birçok alanda ortak çalışmalar yürütmekte ancak ekono-mik anlamdaki işbirlikleri istenen seviyelere gelememektedir.

Türkiye’nin AB ile paralel olarak ABD ile STA imzalayamaması durumunda, ABD pa-zarında AB’li üreticilerle eşit şartlarda mü-cadele edemeyecek, ABD pazarında pazar kayıplarına uğrayabilecek, ABD’nin doğru-dan yatırımlarının artması için oluşacak poli-tik ve ekonomik zeminden mahrum kalacak, ticaret sapmasına maruz kalabilecektir.

Türkiye ekonomisinin geleceği açısın-dan oldukça büyük önem taşıyan Transat-lantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı hükümet ve ilgili tüm kesimler tarafından yakın şekil-de takip edilmeli, Türkiye’nin de söz konusu anlaşmaya paralel olacak şekilde anlaşma yapmasına yönelik her türlü girişimde bulun-malıdır.

STA müzakereleri kap-samında sürekli olarak üçüncü ülkeler tarafından gündeme getirilen tekstil ve hazır giyimdeki mevcut menşe kurallarının tek ta-raflı olarak üçüncü ülkeler lehine değiştirilmesine izin verilmemelidir.

Page 61: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 201358

giyim sektörlerini de olumsuz etkilemiştir. Türk tekstil ve konfeksiyon sektörü tüm bu olumsuzluklara ve haksız rekabete rağmen AB pazarındaki payını korumayı başarabil-miştir.

Avrupa Birliği, çok taraflı (multilateral) ticaret müzakerelerinin istenen şekilde son-landırılamaması üzerine tamamen değişik bir ticaret politikası olan ikili Serbest Ticaret Anlaşmalarına (STA) yönelmiş ve yeni nesil STA olarak da adlandırılan bu görüşmeler kapsamında önemli girişimlerde bulunmuş-tur. AB yeni politikası çerçevesinde ara-larında Güney Kore, ASEAN, Hindistan gibi ülkelerin de olduğu birçok ülkeyle eş anlı olarak STA görüşmelerine başlamış ve önemli gelişmeler kaydetmiştir.

AB’nin yeni nesil STA’lar yoluyla yaptığı anlaşmalar, AB üyeliğine kabul edilmeden Gümrük Birliği Anlaşması imzalamış olan Türkiye açısından kritik sonuçlar doğurmak-tadır. Türkiye’nin Gümrük Birliği kapsamın-da sunduğu fırsatlar Türkiye’nin aleyhine tek taraflı ilerlemektedir.

Bu gelişmeler Türkiye açısından kritiktir. Gümrük Birliği Anlaşması nedeniyle AB dış ticaret politikasına uyum sağlamak zorunda olan Türkiye, pek tabiki bu anlaşmalara ta-raf olmak üzere AB ile veya AB’nin STA mü-zakeresi yürüttüğü ülkeler ile benzer bir STA yapmak üzere temasa geçmiş ama ne yazık kî bundan herhangi bir sonuç alamamıştır. Bu durum ülke pazarlarına giriş olanakları bakımından Türkiye’nin AB’nin gerisinde kalmasına, bu ülkelerin mallarının AB üze-rinden ülkemize gümrüksüz girmesine, do-layısıyla Türkiye, AB ve üçüncü ülkeler ara-sında haksız rekabet koşulları oluşmasına sebep olmaktadır. AB’nin bu tek taraflı Dış Ticaret politikasının devam etmesi halinde sürekli olarak Türkiye aleyhine işleyen AB - Türkiye dış ticaret dengesizliği katlanarak artacak ve telafisi mümkün olmayan sonuç-lar doğurabilecektir.

Türkiye ve özelinde Türk tekstil nazır gi-yim sektörü AB pazarındaki etkin konumunu

devam ettirmek istiyorsa öncelikli olarak AB ile gerçekleştirilen Gümrük Birliği anlaşması çerçevesinde sağlanmış olan gümrük vergisi avantajını üçüncü ülkelere karşı AB Komis-yonu nezdinde koruyabilmelidir. AB’nin ya-pacağı yeni STA’larda Türkiye’nin hakları mutlaka gözetilmen, STA müzakerelerine Türkiye’nin de dahil olması sağlanmalı, böy-lece üçüncü ülkelerin hem AB pazarı hem de Türkiye içinde haksız talep ve rekabetine karşı mücadele edilmelidir. Yine STA müza-kereleri kapsamında sürekli olarak üçüncü ülkeler tarafından gündeme getirilen tekstil ve hazır giyimdeki mevcut menşe kuralları-nın tek taraflı olarak üçüncü ülkeler lehine değiştirilmesine izin verilmemelidir.

Hiç şüphesiz ki AB’nin yürütmekte oldu-ğu Vietnam, Hindistan ve yeni gündeme ge-len ABD Transatlantik müzakereleri önümüz-deki dönemin en yakından takip edilmesi gereken hususlarından biri olacaktır. Söz-konusu bu müzakereler ve AB’nin gündeme alacağı yeni STA’lar, Türk ekonomisinin geleceği için belirleyici bir rol oynayacaktır.

AB-ABD Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı Müzakereleri

Hiç şüphesiz ki son dönemin en önemli ekonomik gelişmesi belki de Dünya ticareti-nin yeniden şekillenmesine yol açacak olan AB-ABD Transatlantik Ticaret ve Yatırım Or-taklığı Müzakerelerinin başlatılmasıdır. Gö-rüşmelerin başlayacak olması tüm dünya’da dahi önemli etkiler yaratmış, dünyanın iki en büyük pazarının gerçekleştireceği anlaşma-nın olası ekonomik etkileri üzerine yoğun bir gündem oluşmuştur.

Büyüklüğü ve olası etkileri açısından ol-dukça önemli bir anlaşma olması beklenen söz konusu anlaşma müzakereleri tüm dün-ya ülkeleri tarafından da yakın şekilde takip edilecektir.

AB-ABD arasında gerçekleşmesi muhte-mel Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı nın hayata geçirilmesi durumunda Türkiye açısından da önemli ekonomik etkileri ola-caktır. Anlaşma ertesinde ABD malları AB üzerinden Türkiye’ye rahatlıkla girebilecek fakat Türkiye ABD’ye mal ihraç ederken vergilere maruz kalacaktır. Yine Türkiye ABD pazarında AB’li üreticilere karşı haksız rekabete maruz kalacak belki de ABD pa-zarına ihracat yapmak isteyen girişimciler yatırımları AB ülkelerine kaydıracaklardır. Bu durum AB ile eşit rekabet koşullarında ticaret yapma stratejisi taşıyan Türkiye için kabul edilebilir bir durum değildir. Haziran

2013 tarihinde resmen başlatılması öngö-rülen müzakerelerin 2 yıllık bir dönem so-nunda sonuçlandırılması beklenmektedir. Yapılan değerlendirmeler ertesinde özellik-le gümrük vergi oranlarının sıfırlanmasıyla AB GSYİH’sında %0.5. ABD GSYİH’sında ise %0,4’lük artışlar beklenmektedir. AB ve ABD arasında artacak ticaret hacminin hiç şüphesiz ki anlaşma dışında kalacak ülkeler açısından olumsuz etkileri olacaktır. Eko-nomi Bakanlığı verilerine göre Türkiye’nin ABD’ye ihracatı 2012 yılında %22,3 ar-tış ile 5.6 milyar dolar, ithalatı ise %11,9 azalış ile 14,1 milyar dolar olmuş, Türkiye aleyhine 8.5 Milyar civarında bir dış ticaret açığı oluşmuştur. 2002-2012 yılları arasın-da Türk firmaları ABD’de toplam 1,1 milyar dolar yatırım yapmışlardır. ABD’nin 2012 yılında tekstil ürünleri (50-60 ve 63. fasıl) ithalatı 27 milyar dolar olup, Türkiye 678 Milyon $ ile 7. sırada yer almaktadır. Ha-zır Giyim alanında ise ABD’nin toplam 81 Milyar Ş’lık ithalatının sadece 237 Milyon $’ı Türkiye’den karşılanmaktadır, Görülüyor ki Türkiye’nin ABD ile ticaret potansiyelinin güçlendirilmesi gerekmektedir. Bu sebeple AB-ABD STA’sına paralel olarak Türkiye’nin de zaman kaybetmeden ABD ile STA mü-zakerelerine başlaması gerekmektedir. Aksi takdirde, Türkiye ABD pazarında AB üretici-leri/ihracatçıları ile eşit koşullarda rekabet edilememe; ABD kaynaklı doğrudan yatı-rımların önünün kesilmesi ve ticaret sapması gibi sorunlarla karşı karşıya kalacaktır.

ABD ile Türkiye’nin STA yapması için hukuki, siyasi ve ekonomik zemin oldukça olumludur ABD ve Türkiye askeri ve siyasi alan da dâhil olmak üzere birçok alanda ortak çalışmalar yürütmekte ancak ekono-mik anlamdaki işbirlikleri istenen seviyelere gelememektedir.

Türkiye’nin AB ile paralel olarak ABD ile STA imzalayamaması durumunda, ABD pa-zarında AB’li üreticilerle eşit şartlarda mü-cadele edemeyecek, ABD pazarında pazar kayıplarına uğrayabilecek, ABD’nin doğru-dan yatırımlarının artması için oluşacak poli-tik ve ekonomik zeminden mahrum kalacak, ticaret sapmasına maruz kalabilecektir.

Türkiye ekonomisinin geleceği açısın-dan oldukça büyük önem taşıyan Transat-lantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı hükümet ve ilgili tüm kesimler tarafından yakın şekil-de takip edilmeli, Türkiye’nin de söz konusu anlaşmaya paralel olacak şekilde anlaşma yapmasına yönelik her türlü girişimde bulun-malıdır.

STA müzakereleri kap-samında sürekli olarak üçüncü ülkeler tarafından gündeme getirilen tekstil ve hazır giyimdeki mevcut menşe kurallarının tek ta-raflı olarak üçüncü ülkeler lehine değiştirilmesine izin verilmemelidir.

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 2013 59

Prof

. Dr.

Erca

n TE

ZER

Otomotiv Sanayicileri Derneği(OSD)Genel Sekreteri

Türkiye bulunduğu coğrafi bölgede küresel pazarlara rekabetçi otomotiv ürünleri üreten bir sanayiye sahip olan tek ülkedir. 1996 yılında Topluluk ile Türkiye arasında tesis edilen Gümrük Birliği’nin son döneminin de yürürlüğe girmesi ile Türkiye’deki bu sanayi yeni bir boyut kazanmıştır. Bu suretle başlangıçta İthal İkamesi politikalarla ve yüksek koruma al-tında kuruluşu yapılan ve daha sonra 80 li yıllardan sonra ihracata dönük sanayile-şeme ile gelişmesi devam eden sanayimiz bu süreçte tam rekabet koşullarına uygun bir yapılanmaya girmiştir. Gümrük Birliği Kararı’na göre özetle:• Sanayi Mallarının serbest dolaşımı için

tarife ve tarife dışı engeller kaldırılmış, üçüncü ülkelere karşı Ortak Gümrük Tarifesi (OGT) ve Ortak Ticaret Politi-kaları (OTCP) uygulanarak Türk sana-yi ürünleri Topluluk ürünleri ile tam ve üçüncü ülke ürünleri ile Topluluk düze-yinde bir rekabete açılmış,

• Gümrük vergileri, eş etkili vergiler,

miktar kısıtlamaları ve eş etkili tedbir-ler kaldırılmış,

• AB teknik mevzuatına, ortak ticaret politikasına, ortak gümrük tarifesine, tercihli rejime, gümrük ve rekabet mev-zuatına uyum sağlanmış,

• Fikri, sınai ve ticari mülkiyetin korun-ması ile ilgili gerekli yasal düzenleme-ler yapılmıştırOtomotiv sanayimizin geçmişi birkaç

evrede özetlenebilir:1960’lı yıllarda “İthal İkamesi” ama-

cı ile kurulan ve başlangıçta iç pazarda tarım ve taşımacılık sektörlerinin ihtiyaçla-rına dönük olarak traktör ile yük taşıyan ticari araçların üretimini gerçekleştiren Türkiye’deki otomotiv sanayii hızlı bir ge-lişme sürecine girmiştir.

1970’li yıllarda üretim lisans alarak “Teknik İşbirliği” ile başlatılmış, 1980’li yılların ortasında giderek artan yabancı sermaye katılımı ile entegrasyon “Eko-nomik İşbirliği” ne dönüşmüştür. 1990’lı yıllarda ve özellikle AB ile gerçekleştirilen

Gümrük Birliği ile otomotiv sektörü, tam rekabet ortamına geçmiştir. Bu dönemde kapasite artışı, teknoloji yenileme ve yeni model yatırımları ile Ar-Ge ve ürün tasarı-mı çalışmaları büyük hız kazanmıştır.

Çağdaş üretim teknikleri yoğun eğitim programları ile uygulamaya geçirilmiş ve özellikle kalite yönetim sistemleri kurul-muştur. Bunun sonucunda yabancı ortak-lar Türkiye’deki tesislerini, kendi küresel stratejik gelişme projeleri içine almıştır. “Tam Entegrasyon” olarak adlandırılan bu süreçte, Türkiye’deki tesisler kalite ve maliyet/verimlilik açısından dünya pazar-larına üretim yapar konumuna ulaşmıştır. Sanayimiz “Küresel Mükemmeliyet Mer-kezi” olma yolunda çalışmalarına devam etmektedir.

Karayolu taşıt araçları kapsamında-ki çekici, büyük kamyon, küçük kamyon, kamyonet, otomobil, otobüs, minibüs, mi-dibüs üreten otomotiv sanayi sektöründe halen 13 kuruluş faaliyetini sürdürmekte-dir. Taşıt aracı üretimi yapan 13 firmanın

Türk Otomotiv Sanayii’nin Avrupa Birliği İçindeki Yeri

Page 62: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 201360

12’si yabancı sermayelidir. AB menşeili firmalar ile ortaklığı bulunan firmalar top-lam üretimin yüzde 82 sini sağlanmak-tadır. Türkiye küresel şirketlerin üretim yaptığı 60 ülkeden birisi konumunda bu-lunmaktadır.

1990’lı yılların başında, AB ile tam entegrasyon süreciyle, dünya özellikle Av-

rupa ülkeleri için üretim yapar durumuna gelen otomotiv sektörü, hızla artan yatı-rımlara bağlı olarak 2003 yılı itibariyle AB ülkelerine yaptığı motorlu taşıt aracı ihracatını arttırmıştır.

2012 yılında toplam motorlu taşıt ih-racatında da AB ülkeleri yüzde 68 gibi önemli bir paya sahiptir. İhracatın üretim-

deki payı 2002-2012 döneminde yüzde 61 ile yüzde 79 arasında değişiklik gös-termiştir. Ancak AB’ndeki daralma nedeni ile bu pay 2008 yılından itibaren azalmış-tır.

Toplam pazarda ithalat Gümrük Bir-liği ile artmış ve yüzde 60 lar düzeyine çıkmıştır. Bu oran otomobil pazarında yüzde 70 seviyesinde iken 2012 yılının son çeyreğinden bu yana sürekli artarak Nisan 2013 de yüzde 80 ler düzeyine yükselmiştir.

AB’nin pazar payı sürekli 1966 yı-lından bu yana sürekli artış göstermiştir. Ancak otomotiv ürünlerin de küresel reka-bete uygun yapılanma sonucu önemli bir ihracat ürünü haline dönüşmüştür.

Serbest Ticaret AnlaşmalarıSerbest ticaret anlaşması (STA), iki

ya da daha fazla ülke arasında, ticare-ti etkileyen tarife ve tarife dışı engellerin kaldırılarak, taraflar arasında bir serbest ticaret alanı oluşturulmasını sağlayan, an-cak taraf ülkelerin üçüncü ülkeler ile tica-retlerinde mevcut ulusal düzenlemelerini

Fiat JVFord JVLand Rover LMan Türkiye JV-FDIMercedes-Benz Türk JVPeugeot LRenault JVAnadolu Isuzu JVHonda Türkiye JV-FDIHyundai JVMitsubishi LToyata JV-FDI

Yerli Firma BMC

AB Menşeli Firmalar (2012 Yılı Üretiminin % 82'si)

AB Dışı Firmalar (2012 Yılı Üretiminin % 18'i)

AB Menşeli Firmalar

AB Dışı Firmalar

Page 63: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 201360

12’si yabancı sermayelidir. AB menşeili firmalar ile ortaklığı bulunan firmalar top-lam üretimin yüzde 82 sini sağlanmak-tadır. Türkiye küresel şirketlerin üretim yaptığı 60 ülkeden birisi konumunda bu-lunmaktadır.

1990’lı yılların başında, AB ile tam entegrasyon süreciyle, dünya özellikle Av-

rupa ülkeleri için üretim yapar durumuna gelen otomotiv sektörü, hızla artan yatı-rımlara bağlı olarak 2003 yılı itibariyle AB ülkelerine yaptığı motorlu taşıt aracı ihracatını arttırmıştır.

2012 yılında toplam motorlu taşıt ih-racatında da AB ülkeleri yüzde 68 gibi önemli bir paya sahiptir. İhracatın üretim-

deki payı 2002-2012 döneminde yüzde 61 ile yüzde 79 arasında değişiklik gös-termiştir. Ancak AB’ndeki daralma nedeni ile bu pay 2008 yılından itibaren azalmış-tır.

Toplam pazarda ithalat Gümrük Bir-liği ile artmış ve yüzde 60 lar düzeyine çıkmıştır. Bu oran otomobil pazarında yüzde 70 seviyesinde iken 2012 yılının son çeyreğinden bu yana sürekli artarak Nisan 2013 de yüzde 80 ler düzeyine yükselmiştir.

AB’nin pazar payı sürekli 1966 yı-lından bu yana sürekli artış göstermiştir. Ancak otomotiv ürünlerin de küresel reka-bete uygun yapılanma sonucu önemli bir ihracat ürünü haline dönüşmüştür.

Serbest Ticaret AnlaşmalarıSerbest ticaret anlaşması (STA), iki

ya da daha fazla ülke arasında, ticare-ti etkileyen tarife ve tarife dışı engellerin kaldırılarak, taraflar arasında bir serbest ticaret alanı oluşturulmasını sağlayan, an-cak taraf ülkelerin üçüncü ülkeler ile tica-retlerinde mevcut ulusal düzenlemelerini

Fiat JVFord JVLand Rover LMan Türkiye JV-FDIMercedes-Benz Türk JVPeugeot LRenault JVAnadolu Isuzu JVHonda Türkiye JV-FDIHyundai JVMitsubishi LToyata JV-FDI

Yerli Firma BMC

AB Menşeli Firmalar (2012 Yılı Üretiminin % 82'si)

AB Dışı Firmalar (2012 Yılı Üretiminin % 18'i)

AB Menşeli Firmalar

AB Dışı Firmalar

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 2013 61

sürdürmesine izin veren anlaşmalardır.Serbest ticaret anlaşmasında gümrük

birliğinden farklı olarak üçüncü ülkelere ortak bir gümrük tarifesi uygulanmamak-tadır. Ayrıca gümrük birliğinde serbest do-laşım ilkesi geçerli iken STA’da ise menşe kuralları uygulanmaktadır.

Türkiye’nin, 22 Aralık 1995 tarih ve 1/95 sayılı Türkiye ile Avrupa Birliği (AB) Arasında Gümrük Birliği Kurulmasına İliş-kin Ortaklık Konseyi Kararı’nın 16. Mad-desi çerçevesinde AB’nin Ortak Ticaret Politikasını üstlenme yükümlülüğü bulun-maktadır.

16. madde:1. Türkiye, ticaret politikası-

nı Topluluğun Ticaret Politikasına uyumlu hale getirmek amacıyla

bu Kararın yürürlüğe girmesinden itibaren beş yıl içinde Topluluğun tercihli gümrük rejimine aşama-lı olarak uyum sağlar. Bu uyum, hem otonom rejimleri hem de üçüncü ülkelerle tercihli anlaşma-ları kapsar.

2. Birinci fıkrada anılan durum-ların her birinde bu tarife tercih-lerinin tanınması, Topluluğun söz konusu tercihlerin tanınmasını düzenleyen menşe hükümleriyle aynı hükümlere uyulması şartına bağlıdır.” hükümlerini amirdir.

Bu esaslara göre, ülkemizin AB tarafın-dan imzalanmış STA’ların içeriğini aynen kabul etme yükümlülüğü bulunmamakta-dır. Müzakerelerde sanayi ve ticaret poli-

tikası önceliklerimiz ile ülkemiz hassasiyet-ler göz önüne alınmaktadır.

Bugüne kadar, AB üyelikleri nedeni ile STA’ları feshedilen 10 adet Merkezi ve Doğu Avrupa ülkesi hariç, 19 ülke ile STA imzalanmıştır. Lübnan ve Morityus ile imzalanan Anlaşmalar dışındaki 17 ülke serbest ticaret anlaşmaları yürürlüktedir. Lübnan ve Morityus Anlaşmaları ise ta-raflarca iç onay sürecinin tamamlanması-nın ardından yürürlüğe girecektir. Güney Kore ile imzalanan STA ise 1 Mayıs 2013 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

Öte yandan, üçüncü ülkelerle STA ak-dedilmesine yönelik çabalar yoğun bir şe-kilde sürdürülmektedir:• Bu çerçevede, 14 ülke ile (Ukrayna,

Kolombiya, Ekvator, Malezya, Koso-va, Moldova, Kongo Demokratik Cum-huriyeti, Gana, Kamerun, Seyşeller, Körfez İşbirliği Konseyi, Libya, MER-COSUR ve Faroe Adaları STA müza-kereleri devam etmektedir.

• 12 ülke ile de ABD, Kanada, Japonya, Hindistan, Endonezya, Vietnam, Peru, Orta Amerika Topluluğu, diğer Afrika Karayıp Pasifik Ülkeleri, Cezayir, Mek-sika ve Güney Afrika Cumhuriyeti STA müzakerelerine başlama girişiminde bulunulmuştur.

STA’ların Ekonomiye Etkileri

Ticaret Anlaşmalarının sağladığı pa-zara giriş imkânları değerlendirildiğinde, 2000-2012 döneminde, genel ihracat artış oranımız yüzde 446 iken STA ülke-lerine ihracatımızın artış oranının yüzde 551’dir.

STA yapılan ülkelere ihracatımız 2000 yılındaki 2,2 milyar dolar seviyesinden, 2012 yılında 14,5 milyar dolar seviyesi-ne yükselmiştir.

Diğer taraftan, aynı dönem için, genel ithalat artış oranımız yüzde 340 olarak gerçekleşirken, STA ülkelerinden ithalatı-mızın artış oranı yüzde 280 olmuştur. STA yapılan ülkelerden ithalatımız 2000 yılın-daki 2,8 milyar dolar seviyesinden, 2012 yılında 10,7 milyar dolar seviyesine yük-selmiştir.

2012 yılında 14,5 milyar dolarlık ih-racatımıza karşılık 10,7 milyar dolarlık ithalatımızla ticaret fazlası verilmiştir. STA ülkeleri ile ticaretimiz, ihracatımızın yüzde

Page 64: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 201362

9,5’ini, ithalatımızın ise yüzde 4,5’ini teş-kil etmektedir.

2011-2012 verileri incelendiğinde, en fazla ihracat artışı kaydedilen STA or-taklarımızın Ürdün, Mısır ve EFTA ülkeleri olmuştur. 2012 yılı ihracatımızdaki ilk kırk ülke içerisinde STA imzaladığımız 7 ülke (Mısır, İsrail, İsviçre, Gürcistan, Fas, Lüb-nan ve Tunus) bulunmaktadır.

STA ülkeleri ile olan ticaretimizde mal grupları bazında, en fazla ihracatı yapı-lan fasıllar; gemiler, motorlu kara taşıtları, mobilyalar, elektriksiz makineler, örme giyim eşyası, demir veya çelikten eşya, plastik ürünleridir.

Bu ülkelerden yapılan ithalata bakıl-dığında ise, inciler, kıymetli taş ve metal mamulleri, elektriksiz makineler, mineral yakıtlar, demir ve çelik, elektrikli makine ve cihazlar fasılları öne çıkmaktadır.

Sonuç ve DeğerlendirmelerSTA’lar ile maliyet düşüşü yaşanmak-

ta, kaynak verimliliği sağlamakta, dışa açık rekabetçi bir ekonomik altyapıyı tesis edilmekte, ülkenin uluslararası rekabet gü-cünü arttırmakta, milli geliri ve toplumsal refahı yükselmektedir. Ayrıca karşılıklı ya-tırımların artırılması yönünde daha uygun bir ortamın tesisini sağlamaktadır.

Ancak AB’nin tercihli rejimlerini üst-lenme konusunda büyük gayret sarf eden ülkemiz yüksek koruma oranları ile kendi pazarlarını koruyan ülkelere karşı zorlan-maktadır. Avrupa Birliği ile serbest ticaret anlaşması imzalayan Cezayir, Güney Af-rika ve Meksika, Türkiye ile ticari anlaşma imzalamaya yanaşmamaktadır. Bu durum Türkiye’yi haksız rekabet ile karşı karşıya bırakmaktadır.

Ortaklık Konseyi’nin 6 Mart 1995 ta-rihinde yapılan 36. toplantısında alınan “Gümrük Birliği Kararı” Gümrük Birliği’nin son döneminin uygulamaya konulmasına ilişkin koşulları belirlemektedir. Böylece, Katma Protokol’de öngörülen 22 yıllık Geçiş Dönemi, 1.1.1996 tarihi itibarıyla son bulmuş ve Türkiye’nin AB’ye katılımı yolunda “Son Dönem”e girilmiştir.

Bu nedenle tam üyelik yolunda son aşa-ma olan “Müzakere Sürecindeki Ülke” ol-mamız gerçeği temel alınarak, Türkiye’nin bu ülkelerle yapılacak müzakerelerde ta-raf kabul edilmesinin sağlanması gerekli bulunmaktadır. Avrupa Birliği’nin üçüncü ülkelerle akdettiği serbest ticaret anlaşma-larında ‘Türkiye Maddesi’ bağlayıcı etkisi güçlendirilmelidir.

Burada dış ticaret tekniği açısından tartışılması gereken önemli bir alan bulun-

maktadır. Bilindiği gibi AB ile Gümrük Bir-liği Kararı sanayi mallarını kapsamakta-dır, tarım ve hizmetler sektörü bu Karar’ın dışındadır. Ancak AB nin 3 üncü ülkelerle yaptığı STA lar ise tüm ekonomik faaliyet-leri kapsamaktadır ve bu nedenle daha dengelidir. Diğer deyişle STA nın toplam getirisi içinde, sektörler arasında uygula-nan STA dan olumsuz etkilenen alanlar olabilir. Özellikle tarım sektörünün duru-mu özel bir önem taşımaktadır.

Türkiye’nin Ankara Anlaşması ile hu-kuken tanımlanmış bulunan tam üyelik yolunda “müzakere süre” içinde olmasına rağmen bu süreçte zamanlama belirsizlik içindedir. Türkiye’de tarım sektörünün tam rekabete açılması ise ancak Tam Üyelik ile bu sektöre AB kaynaklarından sağlana-cak ek kaynaklarla mümkün olabilecektir. Bu durumda tam üye olmadan ve Türk ta-rım sektörüne de gerekli destekler verilme-den AB nin tüm sektörleri kapsayan STA larına bir AB üyesi gibi taraf olmakla ilgili sonuçların ayrıntılı olarak değerlendirilme-si gerekli bulunmaktadır.

Konunun diğer tarafı da AB ile STA imzalamış ülke mallarının AB de menşe kazandıktan sonra Türkiye’ye serbest do-laşım altında girebilmesidir. STA kapsa-mında Ortak Gümrük Tarifesi altında AB

Page 65: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 201362

9,5’ini, ithalatımızın ise yüzde 4,5’ini teş-kil etmektedir.

2011-2012 verileri incelendiğinde, en fazla ihracat artışı kaydedilen STA or-taklarımızın Ürdün, Mısır ve EFTA ülkeleri olmuştur. 2012 yılı ihracatımızdaki ilk kırk ülke içerisinde STA imzaladığımız 7 ülke (Mısır, İsrail, İsviçre, Gürcistan, Fas, Lüb-nan ve Tunus) bulunmaktadır.

STA ülkeleri ile olan ticaretimizde mal grupları bazında, en fazla ihracatı yapı-lan fasıllar; gemiler, motorlu kara taşıtları, mobilyalar, elektriksiz makineler, örme giyim eşyası, demir veya çelikten eşya, plastik ürünleridir.

Bu ülkelerden yapılan ithalata bakıl-dığında ise, inciler, kıymetli taş ve metal mamulleri, elektriksiz makineler, mineral yakıtlar, demir ve çelik, elektrikli makine ve cihazlar fasılları öne çıkmaktadır.

Sonuç ve DeğerlendirmelerSTA’lar ile maliyet düşüşü yaşanmak-

ta, kaynak verimliliği sağlamakta, dışa açık rekabetçi bir ekonomik altyapıyı tesis edilmekte, ülkenin uluslararası rekabet gü-cünü arttırmakta, milli geliri ve toplumsal refahı yükselmektedir. Ayrıca karşılıklı ya-tırımların artırılması yönünde daha uygun bir ortamın tesisini sağlamaktadır.

Ancak AB’nin tercihli rejimlerini üst-lenme konusunda büyük gayret sarf eden ülkemiz yüksek koruma oranları ile kendi pazarlarını koruyan ülkelere karşı zorlan-maktadır. Avrupa Birliği ile serbest ticaret anlaşması imzalayan Cezayir, Güney Af-rika ve Meksika, Türkiye ile ticari anlaşma imzalamaya yanaşmamaktadır. Bu durum Türkiye’yi haksız rekabet ile karşı karşıya bırakmaktadır.

Ortaklık Konseyi’nin 6 Mart 1995 ta-rihinde yapılan 36. toplantısında alınan “Gümrük Birliği Kararı” Gümrük Birliği’nin son döneminin uygulamaya konulmasına ilişkin koşulları belirlemektedir. Böylece, Katma Protokol’de öngörülen 22 yıllık Geçiş Dönemi, 1.1.1996 tarihi itibarıyla son bulmuş ve Türkiye’nin AB’ye katılımı yolunda “Son Dönem”e girilmiştir.

Bu nedenle tam üyelik yolunda son aşa-ma olan “Müzakere Sürecindeki Ülke” ol-mamız gerçeği temel alınarak, Türkiye’nin bu ülkelerle yapılacak müzakerelerde ta-raf kabul edilmesinin sağlanması gerekli bulunmaktadır. Avrupa Birliği’nin üçüncü ülkelerle akdettiği serbest ticaret anlaşma-larında ‘Türkiye Maddesi’ bağlayıcı etkisi güçlendirilmelidir.

Burada dış ticaret tekniği açısından tartışılması gereken önemli bir alan bulun-

maktadır. Bilindiği gibi AB ile Gümrük Bir-liği Kararı sanayi mallarını kapsamakta-dır, tarım ve hizmetler sektörü bu Karar’ın dışındadır. Ancak AB nin 3 üncü ülkelerle yaptığı STA lar ise tüm ekonomik faaliyet-leri kapsamaktadır ve bu nedenle daha dengelidir. Diğer deyişle STA nın toplam getirisi içinde, sektörler arasında uygula-nan STA dan olumsuz etkilenen alanlar olabilir. Özellikle tarım sektörünün duru-mu özel bir önem taşımaktadır.

Türkiye’nin Ankara Anlaşması ile hu-kuken tanımlanmış bulunan tam üyelik yolunda “müzakere süre” içinde olmasına rağmen bu süreçte zamanlama belirsizlik içindedir. Türkiye’de tarım sektörünün tam rekabete açılması ise ancak Tam Üyelik ile bu sektöre AB kaynaklarından sağlana-cak ek kaynaklarla mümkün olabilecektir. Bu durumda tam üye olmadan ve Türk ta-rım sektörüne de gerekli destekler verilme-den AB nin tüm sektörleri kapsayan STA larına bir AB üyesi gibi taraf olmakla ilgili sonuçların ayrıntılı olarak değerlendirilme-si gerekli bulunmaktadır.

Konunun diğer tarafı da AB ile STA imzalamış ülke mallarının AB de menşe kazandıktan sonra Türkiye’ye serbest do-laşım altında girebilmesidir. STA kapsa-mında Ortak Gümrük Tarifesi altında AB

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 2013 63

ye girecek bu mallar bir “Trafik Sapması” yaratacaktır. Buna ilişkin Gümrük Birliği Kararı’nın ilgili 16. Maddede bu gibi hal-lerde telafi edici vergi uygulanacağı hük-mü vardır.

Madde 16 Türkiye, ticaret politikasını Topluluğun

Ticaret Politikasına uyumlu hale getirmek amacıyla bu Kararın yürürlüğe girme-sinden itibaren beş yıl içinde Topluluğun tercihli gümrük rejimine aşamalı olarak uyum sağlar. Bu uyum, hem otonom re-jimleri hem de üçüncü ülkelerle tercihli anlaşmaları kapsar. Bu amaçla, Türkiye gerekli önlemleri alır ve ilgili ülkelerle karşılıklı yarar temeline dayanan anlaş-maları müzakere eder. Ortaklık Konseyi, kaydedilen gelişmeleri düzenli aralıklarla inceler.

Birinci fıkrada anılan durumların her birinde bu tarife tercihlerinin tanınması, Topluluğun söz konusu tercihlerin tanın-ması düzenleyen menşe hükümleriyle aynı hükümlere uyulması şartına bağlıdır.

1. fıkrada sözü edilen süre içinde Türkiye’nin Topluluk’ tan farklı bir tarife politikası uygulaması durumunda, üçüncü ülkelerden Topluluğa menşe veya ihracat-çı ülkeler bakımdan tercihli olarak ithal edilen ve serbest dolaşıma giren ürünler Türkiye’ye ithal edilirken, aşağıdaki hal-lerde telafi edici vergiye tabi tutulur: • Türkiye’nin aynı tercihli tarifeyi tanı-

madığı ülkelerden ithal edilmişlerse; ve

• Bu ülkelerden ithal edilmiş oldukları saptanabiliyorsa; ve

• Türkiye’de ödenecek vergi Topluluk-ta uygulanan vergiden en az yüzde 5 puan daha fazlaysa ve bu mallarla ilgili önemli bir trafik sapması gözlen-mişse. Gümrük Birliği Ortak Komitesi, telafi

edici vergi uygulanacak ürünleri ve telafi edici verginin miktarını gösteren bir liste hazırlar.

Ancak bu maddenin uygulanması için “önemli bir trafik sapması” varlığı-nın tespiti de gereklidir. Bunun tespitinde de pratik güçlükler bulunmaktadır.

Bu durumda AB nin düzenlediği STA lara Türkiye’nin dahil edilmesi tartışmasın-da, Gümrük Birliği yükümlükleri çerçeve-sinin dikkate alınması kaçınılmazdır. Bu amaçla da Türkiye’ye bazı ayrıcalıklar tanınması gerekebilecektir.

Not:(1) EFTA ülkeleri Norveç, İsviçre, Lihtenştayn ve İzlanda’dan oluşmaktadır.(2) G.Kore ile STA 01 Mayıs 2013 tarihinde yürürlüğe girmiştir.(3) Suriye ile yürürlükte olan anlaşma askıya alınmıştır.(4) KİK ülkeleri Suudi Arabistan, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, Kuveyt, Umman ve Bahreyn’den oluşmaktadır.(5) MERCOSUR ülkeleri Arjantin, Brezilya, Paraguay ve Uruguay’dan oluşmaktadır. Venezuela’nın üyeliği üye ülkeler tarafından henüz onaylanma-mıştır.(6) AKP Benin, Burkina Faso, Burundi, Cape Verde, Cibuti, Kongo (Brazzaville), Kongo (Kinşasa), Ekvator Ginesi, Eritre, Etiyopya, Fildişi, Sahili, Gabon, Gambiya, Gana, Gine, Gine-Bissau, Kamerun, Kenya, Liberya, Madagaskar, Malavi, Mauritius, Mali, Nijer, Nijerya, Orta Afrika Cumhuri-yeti, Ruanda, Sao Tome ve Principe, Senegal, Seyşeller, Sierra Leone, Sudan, Togo, Uganda, Zambiya, Zimbabve ülkelerinden oluşmaktadır.(7) ASEAN ülkeleri Singapur, Endonezya, Malezya, Filipinler, Brunei, Laos, Vietnam, Tayland, Kamboçya ve Myanmar’dan oluşmaktadır.

Page 66: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 201364

Prof

. Dr.

S. R

ıdva

n KA

RLU

K

Anadolu Üniversitesi İİBFİktisat Bölümü Öğretim Üyesi

Türkiye, Tanzimat’tan bu yana Batı’ya yönelmiş dünyadaki tek Müslü-man ülkedir. Ayrıca Türkiye, laik ve de-mokratik ilkeleri benimsemiş, Batı dün-yası ile ortak sınıra sahip ve ona komşu, AB ülkeleri ile tarihi ilişkileri bulunan, dünya üzerinde mevcut 57 İslam ülkesi arasında ekonomik, politik, sosyal, kül-türel ve sportif alanlarda en gelişmişler arasında yer alan, hayat tarzı olarak kendi kültürel değerlerini koruyarak Batı’yı seçmiş bir ülkedir.

Uluslararası ekonomik ve siyasi iliş-kilerde ülkelerin birbirlerini nasıl algıla-dıkları çok önemlidir. Bu algı, tarafların birbirlerine karşı tarihsel imaj ve kültürel birikimlerin etkisinden geçerek oluşur. Algılar bazen peşin yargılardan etkilenir ama algıların varlığı maddi gerçekliğin küçümsenmesi anlamına gelmez. Mad-di gerçekliğe anlam kazandıran ise, o gerçekliğe taraflarca verilen önemdir. Günümüzün küresel dünyasında algılar hızla değişebilmektedir. Tarafların ey-lemleri algıları doğurduğu için eylem

değişince algı da değişebilir.Türkiye’nin gösterdiği ekonomik

performans ve izlediği aktif dış politi-ka, ülkemizin Batı dünyasındaki algı-sının değişmesine yol açmıştır. Türkiye değişirken, Batı’nın Türk dış politikası algısı da değişmektedir. NATO üyeli-ğinden sonra Türkiye, Batı Dünyası’nın önemli bir müttefiki olarak algılanmıştır. Türkiye’nin dış politikada belli ilkeler be-lirleyerek bunları uygulamaya koyması, son yıllarda ABD ve Avrupa Birliği’nde farklı değerlendirmelere yol açmıştır.

Bu gelişmeler, Türkiye’de eksen kayması olduğu ve Türkiye’nin Avrupa Birliği’nden uzaklaştığı anlamına gel-memektedir. Çünkü, 1958 yılında Roma Anlaşması ile o zamanki ismiyle Avrupa Ekonomik Topluluğu kurulduktan sonra kurulan 38 Cumhuriyet hükümetinin ikisi hariç tamamında Avrupa Birliği ile bü-tünleşme hedefi vardır.

Türkiye’nin Avrupalılığı konusunda süregelen tartışmalar yeni değildir. Bu

olgu son 150 yıldır Avrupa’da devam etmektedir. Paris Anlaşması, 30 Mart 1856 tarihinde Rusya ile Kırım Savaşı’nı kazanan Osmanlı İmparatorluğu, Birle-şik Krallık ve Fransa arasında imzalan-mış bir barış anlaşmasıdır. Paris Barış Anlaşması’nın en önemli maddelerinden biri, Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa devletler topluluğunun bir üyesi olarak kabul edilmesidir. Aradan 157 yıl geç-mesine rağmen, Türkiye’nin Avrupalı olup olmadığını bazı Avrupalılar tartış-maya devam etmektedir.

Lucius Annaeus Seneca, “Hangi ka-pıya yöneldiğini bilmeyen hiçbir zaman uygun esen rüzgarı bulamaz” demiştir. Türkiye bu rüzgarı yakalamak için ner-deyse iki asırdır çaba harcamaktadır. Büyük Önder Atatürk’ün ifade ettiği gibi Türkler, Batı’ya yönelmiş bir mil-lettir. Atatürk, 29 Ekim 1923 tarihinde bu konudaki tercihini şöyle açıklamıştır: “Memleketimizi asrileştirmek istiyoruz. Bütün çalışmamız Türkiye’de asri bina-enaleyh batılı bir hükümet vücuda getir-

Türkiye-AB İlişkilerinin Dünü, Bugünü ve Yarını

Page 67: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 201364

Prof

. Dr.

S. R

ıdva

n KA

RLU

K

Anadolu Üniversitesi İİBFİktisat Bölümü Öğretim Üyesi

Türkiye, Tanzimat’tan bu yana Batı’ya yönelmiş dünyadaki tek Müslü-man ülkedir. Ayrıca Türkiye, laik ve de-mokratik ilkeleri benimsemiş, Batı dün-yası ile ortak sınıra sahip ve ona komşu, AB ülkeleri ile tarihi ilişkileri bulunan, dünya üzerinde mevcut 57 İslam ülkesi arasında ekonomik, politik, sosyal, kül-türel ve sportif alanlarda en gelişmişler arasında yer alan, hayat tarzı olarak kendi kültürel değerlerini koruyarak Batı’yı seçmiş bir ülkedir.

Uluslararası ekonomik ve siyasi iliş-kilerde ülkelerin birbirlerini nasıl algıla-dıkları çok önemlidir. Bu algı, tarafların birbirlerine karşı tarihsel imaj ve kültürel birikimlerin etkisinden geçerek oluşur. Algılar bazen peşin yargılardan etkilenir ama algıların varlığı maddi gerçekliğin küçümsenmesi anlamına gelmez. Mad-di gerçekliğe anlam kazandıran ise, o gerçekliğe taraflarca verilen önemdir. Günümüzün küresel dünyasında algılar hızla değişebilmektedir. Tarafların ey-lemleri algıları doğurduğu için eylem

değişince algı da değişebilir.Türkiye’nin gösterdiği ekonomik

performans ve izlediği aktif dış politi-ka, ülkemizin Batı dünyasındaki algı-sının değişmesine yol açmıştır. Türkiye değişirken, Batı’nın Türk dış politikası algısı da değişmektedir. NATO üyeli-ğinden sonra Türkiye, Batı Dünyası’nın önemli bir müttefiki olarak algılanmıştır. Türkiye’nin dış politikada belli ilkeler be-lirleyerek bunları uygulamaya koyması, son yıllarda ABD ve Avrupa Birliği’nde farklı değerlendirmelere yol açmıştır.

Bu gelişmeler, Türkiye’de eksen kayması olduğu ve Türkiye’nin Avrupa Birliği’nden uzaklaştığı anlamına gel-memektedir. Çünkü, 1958 yılında Roma Anlaşması ile o zamanki ismiyle Avrupa Ekonomik Topluluğu kurulduktan sonra kurulan 38 Cumhuriyet hükümetinin ikisi hariç tamamında Avrupa Birliği ile bü-tünleşme hedefi vardır.

Türkiye’nin Avrupalılığı konusunda süregelen tartışmalar yeni değildir. Bu

olgu son 150 yıldır Avrupa’da devam etmektedir. Paris Anlaşması, 30 Mart 1856 tarihinde Rusya ile Kırım Savaşı’nı kazanan Osmanlı İmparatorluğu, Birle-şik Krallık ve Fransa arasında imzalan-mış bir barış anlaşmasıdır. Paris Barış Anlaşması’nın en önemli maddelerinden biri, Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa devletler topluluğunun bir üyesi olarak kabul edilmesidir. Aradan 157 yıl geç-mesine rağmen, Türkiye’nin Avrupalı olup olmadığını bazı Avrupalılar tartış-maya devam etmektedir.

Lucius Annaeus Seneca, “Hangi ka-pıya yöneldiğini bilmeyen hiçbir zaman uygun esen rüzgarı bulamaz” demiştir. Türkiye bu rüzgarı yakalamak için ner-deyse iki asırdır çaba harcamaktadır. Büyük Önder Atatürk’ün ifade ettiği gibi Türkler, Batı’ya yönelmiş bir mil-lettir. Atatürk, 29 Ekim 1923 tarihinde bu konudaki tercihini şöyle açıklamıştır: “Memleketimizi asrileştirmek istiyoruz. Bütün çalışmamız Türkiye’de asri bina-enaleyh batılı bir hükümet vücuda getir-

Türkiye-AB İlişkilerinin Dünü, Bugünü ve Yarını

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 2013 65

mektir. Medeniyete girmek arzu edipte Batı’ya yönelmemiş millet hangisidir?”

Atatürk 1923 yılında “Yüzyıllardan beri düşmanlarımız, Avrupa kavimleri arasında Türklere karşı kin ve düşman-lık fikirleri aşılamışlardır. Batı fikirlerine yerleşmiş olan bu fikirler, özel bir an-layış yaratmışlardır. Bu zihniyet hâlâ vardır. Avrupa’da hâlâ Türkün her türlü gelişmeye, ilerlemeye düşman bir adam olduğu sanılmaktadır. Bu büyük bir ya-nılgıdır” derken çok haklıdır. (1)

Dışişleri eski Bakanı ve TBMM eski Başkanı Hikmet Çetin İktisadi Kalkınma Vakfı’nda 7 Mayıs 2013 tarihinde ver-diği konferansta, Ankara Anlaşması’nın 1963 yılında imzalanmasında Başba-kan olan İsmet İnönü’nün TBMM’de yaptığı konuşmasında, “Bugün imzala-dığımız anlaşma bizi sonsuza dek bağ-lamıştır. Bu birlik tarihi ve coğrafi gerek-lere dayanır” dediğini söylemiştir. (2)

Türkiye’yi AET’ye “ortak üye” yapan, taraflar arasında bir gümrük birliğine dayanan ve ileride tam üyeliği öngören 12 Eylül 1963 tarihli Ankara Anlaşma-sı, Roma Anlaşması’nın 238’nci mad-desine dayanmakta, Türkiye-Topluluk ortaklığının temel ilkelerini belirlemekte-dir. AET Komisyonu’nun ilk Başkanı Al-man Profesör Walter Hallstein, Ankara Anlaşması’nın imzalanması dolayısıyla Ankara’daki törende yaptığı konuşma-da, “belli bir geçiş döneminden sonra Türkiye’nin AET’ye tam üye olarak kabul edilmesi gerektiği”ni özellikle vurgula-mıştır.

Anlaşma, Topluluk (AET) ile imza-landığı için Topluluk içinde doğrudan uygulanan bir Topluluk hukuk belgesi, Topluluk üyesi ülkelerce imzaladığı için de uluslararası hukuk belgesidir. Bu sebeple Ankara Anlaşması ve Katma Protokol, birincil Topluluk hukukudur.

Ankara Anlaşması’nda taraflara fesih hakkı tanınmamış, yürürlük süresi de ön-görülmemiştir. Bu sebeple, Anlaşma’nın amaçları gerçekleşene kadar yürürlükte kalması gerekir.

Ankara Anlaşması’nın 28’nci mad-desi, Türkiye’nin Roma Anlaşması’ndan doğan yükümlülüklerinin tamamının üstlenebileceği bir duruma geldiği-ni göstermesi durumunda, akit taraf-ların “tam üyeliği” görüşebileceğini öngörmüştür. Son dönem, 1 Ocak 1973 tarihinde yürürlüğe giren Katma Protokol’deki yükümlülüklerin Türkiye tarafından takvime uygun olarak yerine getirilmesiyle 1 Ocak 1996 tarihinde başlamıştır. Son dönem, hiçbir zaman sonsuz dönem olmamalıdır. Çünkü her başlangıcın bir sonu vardır. Katma Protokol, Ankara Anlaşması’nın 4’ncü, Geçici Protokol’ün 1’nci maddesine dayanılarak hazırlanmış bir Ön Katılım Anlaşması’dır. (preadhesion)

Ankara Anlaşması ile Türkiye, AT’ye “ortak üye” (associate-member) olmuş-tur. (Roma Anlaşması, Md. 238) Anlaş-ma, aşamalı bir “ön ortaklık” yaratmıştır. Çünkü ortak üyelikte, Topluluk organları-na katılım gereklidir. Topluluğun karar alma mekanizmasının dışında kalan Türkiye, 1972 yılı Ekim’inde Topluluğun siyasi danışma mekanizmasına ve yapı-lacak AT Zirvelerine “gözlemci” olarak katılma talebinde bulunmuştur. Fakat her iki talep de, Topluluklara tam üye olun-madan katılmanın mümkün olamayaca-ğı gerekçesi ile kabul edilmemiştir.

Ankara Anlaşması ve Katma Proto-kol gereğince gerçekleştirilen Türkiye-AB Gümrük Birliği, salt bir ekonomik entegrasyon modeli olmanın ötesinde, Türkiye’nin AB ile bütünleşme hede-fine yönelik ortaklık ilişkisinin önemli bir aşamasını oluşturmaktadır. Anka-ra Anlaşması’nın 28’nci maddesinde, yukarıda da belirtildiği gibi ortaklığın nihai hedefi, Türkiye’nin üyeliği olarak belirlenmiştir. (3)

Türkiye’nin AB üyeliği uluslarara-sı hukuk açısından bir “ahdi yükümlü-lük” olmasına rağmen Kasım 2005’te Almanya’da iktidara gelen Şansölye Angela Merkel’in Türkiye için “imtiyazlı bir ortaklığı” önermesi ve ardından da Mayıs 2007’de Fransa’da Cumhurbaş-kanı seçilen Nicolas Sarkozy tarafından

da imtiyazlı ortaklığın önce seçim kam-panyası sırasında sonra da Cumhurbaş-kanlığı görevinde gündeme getirilmesi, Avrupa Birliği’nde Türkiye’nin üyeliğine verilen desteğin düşmesinde önemli rol oynamıştır.

Merkel ve geçmişte Sarkozy, ulusla-rarası hukukta geçerli olan “ahde vefa” (pacta sund servanda) kuralını yok say-mışlardır. Sarkozy artık iktidarda de-ğildir ama yeni Fransa Cumhurbaşkanı Hollande’da Türkiye’nin müzakere süre-cindeki vetoları henüz kaldırmamıştır.

Ankara Anlaşması ve Katma Protokol’de, “imtiyazlı ortaklık“ şeklin-de bir tanımlama yoktur. Topluluk hu-kukunda olmayan bir statüyü Merkel Türkiye’ye zorla kabul ettiremez. Türkiye zaten AB ile gümrük birliğini gerçekleş-tirdiği için bir anlamda “imtiyazlı ortak” statüsündedir. AB’ye sonradan katılan ülkeler arasında Yunanistan hariç hiç-biri önce gümrük birliğine girerek üye olmamıştır.

Hıristiyan Demokrat Birlik ile Bavye-ra Hıristiyan Sosyal Birlik Partileri’nden oluşan Hıristiyan Birlik, 2004 yılında Türkiye’nin AB üyeliğine ilişkin olarak aldığı “İmtiyazlı Ortaklık: Türkiye İçin Avrupa Perspektifi” kararında, 2004 yılındaki genişleme sürecinin AB için sıkıntılı olduğu, bu sebeple Türkiye’ye imtiyazlı ortaklık teklif edilmesi gerektiği açıklanmıştır. (4)

Bu kapsamda dış politika, güvenlik, sivil toplum, çevre, eğitim, sağlık gibi konularda Türkiye ile işbirliği geliştiri-lerek derinleştirilecek, Türkiye AB’nin kurumlarında temsil edilmeyecek, Türk vatandaşları AB içerisinde serbest dola-şım özgürlüğünden mahrum kalacaktır. Aslında AB mevzuatına aykırı bir şekil-de Türkiye’ye imtiyazlı ortaklık statüsü verilmesi söz konusu olacak olursa, Liz-bon ve Ankara Anlaşmaları ile Katma Protokol’ün değiştirilmesi bir hukuki zo-runluluk olarak ortaya çıkar. (5) Daha da önemlisi, o zaman rahmetli İsmet İnönü’nün dediği gibi “Yeni bir dünya kurulur, Türkiye de orda yerini alır.”

AB’nin Avrupa Komşuluk Politikası kapsamındaki imtiyazlı ortaklık, İsrail ve Ukrayna gibi ülkeler için geçerli olabilir. AB mevzuatında imtiyazlı ortaklık res-men tanımlanmamış olmakla birlikte te-orik olarak imtiyazlı ortaklık, bir ülke ile

Türkiye zaten AB ile güm-rük birliğini gerçekleştirdi-ği için bir anlamda “imti-yazlı ortak” statüsündedir. AB’ye sonradan katılan ül-keler arasında Yunanistan hariç hiçbiri önce gümrük birliğine girerek üye olma-mıştır.

Page 68: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 201366

AB arasında mal, hizmet ve sermayenin serbest dolaşımını garanti altına alan or-tak pazar temelinde bir ilişki modelidir. Bu tip bir ortaklıkta AB’nin ortak politi-kalarına ve AB’nin karar mekanizmala-rına katılım ile işgücünün serbest dolaşı-mı söz konusu değildir. Bu statü ile AB üyeliği karşılaştırıldığında, Türkiye’nin imtiyazlı ortaklığı kabul etmesi mümkün değildir. Çünkü Türkiye zaten bugün im-tiyazlı ortak durumundadır.

Merkel, ”AB’nin kendi mevzuatında değişiklik yapma hakkı var. Doğal ola-rak, ortaklık müzakereleri de buna göre yeniden biçimlendirilecek. Bu değişiklik-ler Türkiye için ortaklığı olanaksız (ya da anlamsız) hale getirebilir. Türkiye, belki de ayrıcalıklı ortak olma fırsatını bile kaçırabilir” derken uluslararası hu-kuku göz ardı etmekte, fakat anlaşma-lara uyulmalıdır ilkesine bağlı olduğunu söyleyerek de büyük bir çelişkiye düş-mektedir.

Merkel’in Kıbrıs konusunda Türkiye’ye yaptığı baskılar, (6) Türkiye’ye ısrarla önerdiği imtiyazlı or-taklık ve Türkiye’ye karşı uyguladığı Bo-bon kriterleri (Bo: Bizden Olanlar, Bon: Bizden OlmayaNlar) sebebiyle Türk kamuoyunda Almanya’ya ve de Avrupa Birliğine karşı doğan tepki giderek art-makta olmasına rağmen Türkiye doğru bildiği yolda ilerlemeye devam etmekte-dir. (7)

Türkiye’nin adaylığının devamlı sor-gulanışı, Türkiye’de AB hakkındaki ön-yargıları güçlendirmekten başka bir işe yaramamaktadır. Avrupa Birliği üyeliği-nin AB hükümetleri ve de üye ülke vatan-daşları arasında bölünmelere yol açan konulardan biri olarak ortaya çıkması, hem AB ve hem de Türkiye açısından ilişkileri kopma noktasına getirmektedir. Nitekim Başbakan Erdoğan bu duruma tepki olarak Türkiye’nin Şanghay İşbir-liği Örgütü üyeliğinden söz edebilmek-tedir. (8)

Başbakan 3-6 Şubat 2013 tarihle-rinde Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Slovakya’yı kapsayan Orta Avrupa turu öncesinde havalimanında kendisine so-

rulan bir soru üzerine şu cevabı vermiş-tir: “Şanghay Beşlisi, AB ile alternatif kuruluşlar değildir. Yani birine girdiğin-de birini terk etme; terk edersin de ayrı konu. Biz şu anda diyalog ortaklığı un-vanını Şanghay Beşlisi’nde almış ülkeyiz … AB sürecinde kalmak kalmamak ola-yında ben milletime ve size bir soru yö-neltmek istiyorum. 50 yıl AB kapısında bekletilen bir ülke sonunda bir karar vermek durumunda olmaz mı? Böyle 50 yıl, 40 yıl 30 yıl bekleyen bir ülke yok. Böyle uygulamayı Türkiye’ye karşı yapı-yorlar.” (9)

Başbakan Bratislava’da 7 Şu-bat 2013 tarihinde Türkiye-Slovak-ya İş Forumu’nda yaptığı konuşmada Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne fiili olarak 1959 yılında (ortak üyelik başvurusu), resmi olarak ise 1963 yılında (tam üye-lik başvurusu) müracaat ettiğini dile ge-tirerek, “50 yıldır Türkiye Avrupa Birli-ği kapısında bekletilmektedir. Tabi biz bunu samimi bir duruş olarak görmüyo-ruz. Avrupa Birliği burada ahde vefa ilkelerini ayaklar altına almıştır. Avrupa Birliği müktesebatına uygun olarak ha-reket etmemektedir” diyerek çok önemli bir mesaj vermiştir. Türkiye’nin Avrupa

Birliği’ne katılım müzakerelerine 2005 yılında başladığını hatırlatan Erdoğan, “Millet olarak çok büyük bir heyecanla, büyük bir coşkuyla aynı zamanda da kararlılıkla başladığımız müzakereler ne yazık ki Avrupa Birliği tarafının önümü-ze çıkardığı yapay engeller nedeniyle son derece yavaş ilerliyor. Önümüze çı-karılan engellerin teknik olmaktan öte si-yasi engeller olması bu noktadaki şevki-mizi de ciddi şekilde örseliyor” demiştir.

Türkiye’nin Avrupa Birliği üyelik sürecine destek veren Portekiz Cum-hurbaşkanı Anibal Cavaco Silva, Cum-hurbaşkanı Abdullah Gül’ün Portekiz’i ziyareti öncesinde Türkiye’ye AB üyeliği konusunda “Türkiye, Avrupa için strate-jik bir değer. Çok sürmeden AB’de de ortak olacağımızı umuyorum” demiş, bazı ülkelerin Türkiye’nin potansiyelin-den dolayı AB içindeki güçler dengesini ve etkisini kaybetmekten korktuğu söy-lenebilir mi?” sorusunu ise şöyle cevap-landırmıştır: “Düşündüğümüz bu ülkeler Türkiye’den ileri bir ekonomik gelişmeye erişmiş durumdalar. Ama Konsey’deki oylar açısından bu olabilir.”(10)

Türkiye’de eksen tartışmalarının doğ-

Türk kamuoyu artık Türkiye’nin bir gün AB üyesi olacağına inanma-maktadır.

Page 69: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 201366

AB arasında mal, hizmet ve sermayenin serbest dolaşımını garanti altına alan or-tak pazar temelinde bir ilişki modelidir. Bu tip bir ortaklıkta AB’nin ortak politi-kalarına ve AB’nin karar mekanizmala-rına katılım ile işgücünün serbest dolaşı-mı söz konusu değildir. Bu statü ile AB üyeliği karşılaştırıldığında, Türkiye’nin imtiyazlı ortaklığı kabul etmesi mümkün değildir. Çünkü Türkiye zaten bugün im-tiyazlı ortak durumundadır.

Merkel, ”AB’nin kendi mevzuatında değişiklik yapma hakkı var. Doğal ola-rak, ortaklık müzakereleri de buna göre yeniden biçimlendirilecek. Bu değişiklik-ler Türkiye için ortaklığı olanaksız (ya da anlamsız) hale getirebilir. Türkiye, belki de ayrıcalıklı ortak olma fırsatını bile kaçırabilir” derken uluslararası hu-kuku göz ardı etmekte, fakat anlaşma-lara uyulmalıdır ilkesine bağlı olduğunu söyleyerek de büyük bir çelişkiye düş-mektedir.

Merkel’in Kıbrıs konusunda Türkiye’ye yaptığı baskılar, (6) Türkiye’ye ısrarla önerdiği imtiyazlı or-taklık ve Türkiye’ye karşı uyguladığı Bo-bon kriterleri (Bo: Bizden Olanlar, Bon: Bizden OlmayaNlar) sebebiyle Türk kamuoyunda Almanya’ya ve de Avrupa Birliğine karşı doğan tepki giderek art-makta olmasına rağmen Türkiye doğru bildiği yolda ilerlemeye devam etmekte-dir. (7)

Türkiye’nin adaylığının devamlı sor-gulanışı, Türkiye’de AB hakkındaki ön-yargıları güçlendirmekten başka bir işe yaramamaktadır. Avrupa Birliği üyeliği-nin AB hükümetleri ve de üye ülke vatan-daşları arasında bölünmelere yol açan konulardan biri olarak ortaya çıkması, hem AB ve hem de Türkiye açısından ilişkileri kopma noktasına getirmektedir. Nitekim Başbakan Erdoğan bu duruma tepki olarak Türkiye’nin Şanghay İşbir-liği Örgütü üyeliğinden söz edebilmek-tedir. (8)

Başbakan 3-6 Şubat 2013 tarihle-rinde Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Slovakya’yı kapsayan Orta Avrupa turu öncesinde havalimanında kendisine so-

rulan bir soru üzerine şu cevabı vermiş-tir: “Şanghay Beşlisi, AB ile alternatif kuruluşlar değildir. Yani birine girdiğin-de birini terk etme; terk edersin de ayrı konu. Biz şu anda diyalog ortaklığı un-vanını Şanghay Beşlisi’nde almış ülkeyiz … AB sürecinde kalmak kalmamak ola-yında ben milletime ve size bir soru yö-neltmek istiyorum. 50 yıl AB kapısında bekletilen bir ülke sonunda bir karar vermek durumunda olmaz mı? Böyle 50 yıl, 40 yıl 30 yıl bekleyen bir ülke yok. Böyle uygulamayı Türkiye’ye karşı yapı-yorlar.” (9)

Başbakan Bratislava’da 7 Şu-bat 2013 tarihinde Türkiye-Slovak-ya İş Forumu’nda yaptığı konuşmada Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne fiili olarak 1959 yılında (ortak üyelik başvurusu), resmi olarak ise 1963 yılında (tam üye-lik başvurusu) müracaat ettiğini dile ge-tirerek, “50 yıldır Türkiye Avrupa Birli-ği kapısında bekletilmektedir. Tabi biz bunu samimi bir duruş olarak görmüyo-ruz. Avrupa Birliği burada ahde vefa ilkelerini ayaklar altına almıştır. Avrupa Birliği müktesebatına uygun olarak ha-reket etmemektedir” diyerek çok önemli bir mesaj vermiştir. Türkiye’nin Avrupa

Birliği’ne katılım müzakerelerine 2005 yılında başladığını hatırlatan Erdoğan, “Millet olarak çok büyük bir heyecanla, büyük bir coşkuyla aynı zamanda da kararlılıkla başladığımız müzakereler ne yazık ki Avrupa Birliği tarafının önümü-ze çıkardığı yapay engeller nedeniyle son derece yavaş ilerliyor. Önümüze çı-karılan engellerin teknik olmaktan öte si-yasi engeller olması bu noktadaki şevki-mizi de ciddi şekilde örseliyor” demiştir.

Türkiye’nin Avrupa Birliği üyelik sürecine destek veren Portekiz Cum-hurbaşkanı Anibal Cavaco Silva, Cum-hurbaşkanı Abdullah Gül’ün Portekiz’i ziyareti öncesinde Türkiye’ye AB üyeliği konusunda “Türkiye, Avrupa için strate-jik bir değer. Çok sürmeden AB’de de ortak olacağımızı umuyorum” demiş, bazı ülkelerin Türkiye’nin potansiyelin-den dolayı AB içindeki güçler dengesini ve etkisini kaybetmekten korktuğu söy-lenebilir mi?” sorusunu ise şöyle cevap-landırmıştır: “Düşündüğümüz bu ülkeler Türkiye’den ileri bir ekonomik gelişmeye erişmiş durumdalar. Ama Konsey’deki oylar açısından bu olabilir.”(10)

Türkiye’de eksen tartışmalarının doğ-

Türk kamuoyu artık Türkiye’nin bir gün AB üyesi olacağına inanma-maktadır.

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 2013 67

masına zemin hazırlayan bu gelişmeler, Türkiye - AB ilişkilerinin bir çıkmaz soka-ğa girmesinin doğal bir sonucudur. Türk kamuoyu artık Türkiye’nin bir gün AB üyesi olacağına inanmamaktadır. Devlet Bakanı ve Baş müzakereci Egemen Ba-ğış pek çok AB vatandaşının Türkiye’ye karşı saldırgan ve olumsuz tavrından, Türkiye’ye karşı reddedici tutumla iç politikada puan toplamak isteyen siya-setçileri sorumlu tutmaktadır. Bağış, zi-yaret ettiği Malta´da Türkiye´nin AB´ye entegrasyon sürecinin yüzde 60´nın tamamladığını, siyasi engeller olmazsa 2-3 yıl içinde kolayca üye olabileceğini vurgulamıştır ama bu üyelik uzak bir ihtimaldir. Tıpkı eski Başbakan Tansu Çiller’in 7 Mayıs 1995 tarihli Hürriyet Gazetesi’ne verdiği “En geç 1998’de Avrupa Birliği’ne üyeyiz” demecindeki gibi. (11)

Türkiye’ye karşı uygulanan bir çif-te standart (12) olan Bobon kriterle-ri sebebiyle Türk kamuoyunda AB’ye verilen destek daha da düşerse, ile-ride bazı alternatifler gündeme gele-bilecektir. Çünkü, kamuoyu desteği olmadan Türkiye Cumhuriyeti’nde hiçbir hükümet AB’ye üyelik konusunda istekli olmayacak, bu durumda Türkiye ile Batı dünyası arasındaki ilişkiler zayıflayacak ve Türkiye’de bir eksen kayması bu durumda olabilecektir.

Ankara Üniversitesi, Avrupa Top-lulukları Araştırma ve Uygulama Merkezi’nin 2010 yılında yaptığı an-kete göre, Türk halkının yüzde 32,8´i AB üyeliğinin hiçbir zaman gerçekleş-meyeceğini düşünmekte, yüzde 83,9´u ise AB’nin Türkiye’ye karşı güvenilir ve samimi davranmadığına inanmaktadır. ABD’li düşünce kuruluşu Alman Mars-hall Fonu’nun (The German Marshall Fund of the United States) 2-27 Haziran 2012 tarihleri arasında yapılan Tran-

satlantik Eğilimler 2012 araştırması 12 Eylül 2012 tarihinde açıklanmıştır. Tran-satlantik Eğilimler 2012 araştırması so-nuçlarına göre Türklerin sadece yüzde 38’i “AB üyeliği iyidir” görüşündedir. Transatlantik Eğilimler’in 2004’te yap-tığı benzer araştırmada Türk insanının AB üyeliğine verdiği destek yüzde 73 olmuştu. Bu destek düşerse, Türkiye baş-ka alternatifler aramak zorunda kalabi-lecektir.

TOBB Başkanı ve Eurochambres Başkan Yardımcısı Rifat Hisarcıklıoğlu 23 Şubat 2010 tarihinde, “AB tarafın-da katılım sürecimiz, adeta ‘yavaş çe-kim bir film’ gibi yönlendiriliyor” diye-rek müzakerelerde siyasi yaklaşımlarla Türkiye’nin hak ettiği katılım hızına bir türlü ulaşamadığına dikkati çekmiş ve Türkiye’ye çıkarılan engelleri şöyle açıklamıştır: “Bütün mal alım, satımları serbest diyeceksiniz ama bunu satmak isteyen veya buradan mal almak isteyen insanlara vize uygulayacaksınız. Bunu anlamak mümkün değil. Bir başka nok-ta, yine bütün mal alım, satımı serbest diyeceksiniz ama bu malları taşımak istediğinizde bir nakliye problemiyle karşı karşıya kalacaksınız. Bunu da an-lamak mümkün değil. Bu nasıl Gümrük Birliğidir ki malların hareketleri serbest olacaktır ama bir taraftan bunu alan, satanlara vize uygulayacaksınız ve bu malları taşıyan kamyonlara kota uygula-yacaksınız? “

Avrupa Birliği, ilişkilerin canlandırıl-maması durumunda Türkiye’de bir ek-sen kayması olabileceği düşüncesinde-dir. Bu sebeple Komisyon Üyesi Füle şu açıklamayı yapma ihtiyacını hissetmiştir: “Amacımız, katılım sürecini canlı tutmak ve bir süredir devam eden ve her iki ta-rafta da hayal kırıklığına yol açan dur-gunluğun ardından bu süreci, yeniden rayına oturtabilmektir… Yeniden enerji kazanmış Avrupa-Türkiye dinamizmine giden yolu bulmak ve ilişkilerimize yeni bir ivme kazandırmak üzere, ortak ba-şarılarımız ve ortak stratejik menfaatle-rimizden yola çıkarak somut bir çalışma başlatıyoruz.” (13)

Eksen tartışmaları konusunda Baş-bakan 12 Ağustos 2010 tarihinde An-kara’daki büyükelçilere vermiş olduğu iftar yemeğinde “Türkiye’nin dış politi-ka ekseni değişmemiştir” dese de (14)

önümüzdeki 50 yıl içinde dünyada, bölgemizde ve Avrupa’da büyük değişikler olacaktır. Aslında eksen zaten Batı’dan Doğu’ya kaymak üzeredir. Bu gerçeği görerek Türkiye yeni bir strateji belirlemek zorundadır.

63 yıl önce NATO kurulduğunda hiç kimse 1989 yılında Sovyetler Birliği’nin çökeceğini, Avrupa’nın iki bloklu ya-pısının ortadan kalkacağını, Varşova Paktı’nın 1 Temmuz 1991’de dağılaca-ğını ve böylece Savaş sonrası Avrupa’sı-nın iki kutuplu yapısının askeri bakım-dan tarihe karışacağını, Polonya, Çek ve Slovak Cumhuriyetleri, Slovenya, Macaristan, Estonya, Letonya, Litvanya, Romanya ve Bulgaristan gibi eski sosya-list ülkelerin bir gün Türkiye’den önce Avrupa Birliği üyesi olacaklarını tahmin etmiyordu.

Avrupa Birliği’nden kaynaklanan bu olumsuz gelişmeler, Türkiye’de AB’ye güvenin düşmesine yol açmıştır. Insight Turkey dergisinin yıllık konferanslarının üçüncüsü “Türkiye ve AB: Kopuş mu?” başlığıyla Brüksel’de Mart 2013 tari-hinde gerçekleştirilmiştir. Konferansta konuşan Thomas Diez Avrupa kamu-oyunun Türkiye ile İslam kavramlarını aynı çerçevede değerlendirdiği için Türkiye’nin üyeliğine karşı çıktığını, bu durumun da siyasetçilerin Türkiye’nin üyeliğine yönelik yaklaşımlarını etkiledi-ğini açıklamıştır.

Hakan Yılmaz ise ilki 2003 ikincisi ise 2012 yılında yapılan Türkiye’deki Avrupa/AB Algısı ile ilgili çalışmalarda, 2012 yılının göstergelerinin 2003 yı-lına oranla daha olumsuz bir tabloya işaret ettiğini ifade ederken, bu sürede Türk kamuoyunun AB üyeliğine sunduğu desteğin ciddi bir düşüş yaşadığını be-lirtmiştir. (15)

Avrupa Birliği’nde Türkiye’nin üyeli-ğini destekleyen az sayıda devlet ada-mından biri olan Avrupa Birliği’nin Tür-kiye ile müzakereleri başlattığı 3 Ekim 2005 tarihinde Avusturyalıların direnişi-ni kıran İşçi Patisi milletvekili ve döne-min İngiliz Dışişleri Bakanı Jack Straw, 2013 yılında yayınlanan 456 sayfalık kitabının (Last Man Standing: Memoirs of a Political Survivor) 18’nci bölümünü “Avrupa Birliği ve Türkiye”ye ayırmıştır.

Hasta Adam Karşılık Veriyor: Avrupa ve Türkiye başlıklı bölümde Straw, müza-

Transatlantik Eğilimler’in 2004’te yaptığı araştır-mada Türk insanının AB üyeliğine verdiği destek yüzde 73 olmuştu. Bu des-tek düşerse, Türkiye baş-ka alternatifler aramak zorunda kalabilecektir.

Page 70: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 201368

kere sürecinin başlamasından bu yana, Angela Merkel ve Nicolas Sarkozy gibi Avrupalı siyasetçilerin Türkiye›nin AB üyeliğine karşı çıktığını hatırlatarak bu iki siyasetçinin Türkiye’nin üyeliğini ar-zulamamasını, Türkiye’nin Müslüman bir ülke olmasına bağlamaktadır.

ABHaber’e göre (14.04.2012) De-utsche Welle, Türkiye´nin tam üyelik başvurusuna bulunduğu tarihten bu yana 25 yıl geçtiğini, bu zamanda mutsuzluğun ön plana çıktığını belir-terek Yeşiller Partisinin AP Milletvekili Reinhard Bütikofer’un “AB bir Hıristiyan Kulubü ise Türkiye dışarda demektir” görüşünü dile getirmiştir. AP Milletvekili Alman CDU´lu Elmar Brok ise, “Bence AB mevcut haliyle Türkiye gibi büyük bir ülkeyi kaldıramaz. Bu, AB’nin fazla ge-nişlemesi anlamına gelir” görüşündedir.

Jack Straw’ın Türkiye’nin AB üyeliği ile ilgili görüşü şöyledir: “33 müzakere başlığının, 17’si engellenmiş durumda. Hiçbir aday ülkeye böyle davranılma-mıştır. Acil sorun Kıbrıs’tır. Bu sorun, Fransa, Almanya ve İngiltere tek ses olursa çözülebilir. Türkiye’nin AB üyeli-ğinin engellenmesinin arkasındaki asıl tatsız neden, Müslüman bir ülke olma-sıdır. Fransa’nın eski Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, ‘Avrupa’nın kendisine sınır çizmesi gerektiğini’ söylediğinde, coğrafi sınırları kastetmemişti. Öyle ol-saydı, Malta veya Güney Kıbrıs’ın alın-maması gerekirdi. Kastettiği dini sınırlar-dı. Tüm bunda kaybedecek olan AB’dir, Türkiye değil. Türkiye’nin AB’ye duydu-ğu ihtiyaçtan çok, AB’nin Türkiye’ye şu anda ihtiyacı vardır.” (16)

Aslında AB’nin geleceğinin ne olaca-ğı da belli değildir. İngiltere Başbaka-nı David Cameron Londra’da 23 Ocak 2013 tarihinde yaptığı açıklamada, İngiltere’nin AB’den çıkabileceği sinyalini vermiştir: “2015’teki yeni Mu-hafazakar Parti manifestosunda Britan-ya halkından, Avrupalı partnerlerimiz

ile yeni bir düzenlemeyi müzakere etmek için yetki isteyeceğim. Bu yeni düzenlemeyi müzakere ettikten sonra, AB’de kalmak ya da çıkmak tercihinin yapılacağı referandum düzenlenecek. Ulusal çıkarımızın hangi yönde oldu-ğunu çok dikkatli bir şekilde tartmamız gerekecek.”

İskoçya›da gelecek yıl yapılacak halk oylamasından çıkacak sonuç, Avrupa Birliği’ni olduğu kadar Türkiye’yi doğru-dan etkileyecektir. Bu, bir çeşit etki ana-lizidir. Bu halk oylaması Britanya’nın, AB’nin ve İskoçya’nın kaderini değişti-receği gibi Türkiye’nin de kaderini etki-leyecektir. İskoçya, dünyanın en güçlü federal yapılarından olan Britanya’dan koptuğunda, Türkiye’nin federal sisteme geçmesi konusunda tereddütler ortaya çıkacaktır. İskoçya halk oylaması, Türki-ye üzerinden Ortadoğu ve Kafkasya’yı etkileyebilecektir.

Eurobarometre’in yaptığı son anke-te (2013) göre, kıta çapında Avrupa Birliği’ne olan güven AB tarihinin en düşük seviyesine inmiştir. Anket, Alman-ya, İngiltere, Fransa, İtalya, İspanya ve Polonya’da yapılmış, bu ülkelerde AB’ye güvenmeyenlerin oranının AB’ye güve-nenlere oranla çok daha yüksek olduğu ortaya çıkmıştır. 2007’deki benzer anket-le karşılaştırıldığında AB’ye güven bu dö-nemde en fazla İspanyollarda düşmüştür.

Araştırmaya göre İspanyolla-rın 2007’de yüzde 23’ü Birliğe güvenmezken, bu oran 2013’de yüzde 72’ye çıkmıştır. 2007’de Almanların yüzde 56’sı AB’ye güvenme eğilimin-deyken günümüzde yüzde 59’u güven-meme eğilimindedir. Araştırmayı 24 Ni-san 2013 tarihinde yayınlayan İngiliz Guardian gazetesi, (17) AB’ye girme-sinin üzerinden daha 10 yıl geçmemiş olan ve bugüne kadar Brüksel’den ciddi mali destek aldığı bilinen Polonya’da bile AB’ye güvenin yüzde 68’den yüzde 48’e düşüşünün çarpıcı olduğunun altını çizmiştir.

Türkiye AB ilişkilerinin gelişmesi-nin önündeki en büyük engel Kıbrıs’tır. Bir zamanlar eski Başbakan Mesut Yılmaz’ın ifade ettiği gibi AB üyeliğinin yolu Diyarbakır’dan geçmemektedir. Mesut Yılmaz, 16 Aralık 1999 tarihin-de Başbakan Yardımcısı olarak gittiği Diyarbakır´da “Avrupa Birliği´ne üyeli-ğimize giden yolun Diyarbakır´dan geç-tiğine inanıyorum” demişti. (18) Kıbrıs sorunu çözülmeden Türkiye’nin AB üyesi olması mümkün değildir. Çünkü, Türkiye 2012 Yılı İlerleme Raporu’nda bu durum açık bir şekilde ortaya konmuştur: “Kon-sey ve Komisyon’un müteaddit çağrıları-na rağmen, Türkiye, Avrupa Topluluğu ve Topluluğa üye devletler tarafından 21 Eylül 2005’de yapılan deklarasyon-

Kıbrıs sorunu çözülmeden Türkiye’nin AB üyesi olma-sı mümkün değildir. Çünkü, Türkiye 2012 Yılı İlerleme Raporu’nda bu durum açık bir şekilde ortaya konmuş-tur.

Page 71: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 201368

kere sürecinin başlamasından bu yana, Angela Merkel ve Nicolas Sarkozy gibi Avrupalı siyasetçilerin Türkiye›nin AB üyeliğine karşı çıktığını hatırlatarak bu iki siyasetçinin Türkiye’nin üyeliğini ar-zulamamasını, Türkiye’nin Müslüman bir ülke olmasına bağlamaktadır.

ABHaber’e göre (14.04.2012) De-utsche Welle, Türkiye´nin tam üyelik başvurusuna bulunduğu tarihten bu yana 25 yıl geçtiğini, bu zamanda mutsuzluğun ön plana çıktığını belir-terek Yeşiller Partisinin AP Milletvekili Reinhard Bütikofer’un “AB bir Hıristiyan Kulubü ise Türkiye dışarda demektir” görüşünü dile getirmiştir. AP Milletvekili Alman CDU´lu Elmar Brok ise, “Bence AB mevcut haliyle Türkiye gibi büyük bir ülkeyi kaldıramaz. Bu, AB’nin fazla ge-nişlemesi anlamına gelir” görüşündedir.

Jack Straw’ın Türkiye’nin AB üyeliği ile ilgili görüşü şöyledir: “33 müzakere başlığının, 17’si engellenmiş durumda. Hiçbir aday ülkeye böyle davranılma-mıştır. Acil sorun Kıbrıs’tır. Bu sorun, Fransa, Almanya ve İngiltere tek ses olursa çözülebilir. Türkiye’nin AB üyeli-ğinin engellenmesinin arkasındaki asıl tatsız neden, Müslüman bir ülke olma-sıdır. Fransa’nın eski Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, ‘Avrupa’nın kendisine sınır çizmesi gerektiğini’ söylediğinde, coğrafi sınırları kastetmemişti. Öyle ol-saydı, Malta veya Güney Kıbrıs’ın alın-maması gerekirdi. Kastettiği dini sınırlar-dı. Tüm bunda kaybedecek olan AB’dir, Türkiye değil. Türkiye’nin AB’ye duydu-ğu ihtiyaçtan çok, AB’nin Türkiye’ye şu anda ihtiyacı vardır.” (16)

Aslında AB’nin geleceğinin ne olaca-ğı da belli değildir. İngiltere Başbaka-nı David Cameron Londra’da 23 Ocak 2013 tarihinde yaptığı açıklamada, İngiltere’nin AB’den çıkabileceği sinyalini vermiştir: “2015’teki yeni Mu-hafazakar Parti manifestosunda Britan-ya halkından, Avrupalı partnerlerimiz

ile yeni bir düzenlemeyi müzakere etmek için yetki isteyeceğim. Bu yeni düzenlemeyi müzakere ettikten sonra, AB’de kalmak ya da çıkmak tercihinin yapılacağı referandum düzenlenecek. Ulusal çıkarımızın hangi yönde oldu-ğunu çok dikkatli bir şekilde tartmamız gerekecek.”

İskoçya›da gelecek yıl yapılacak halk oylamasından çıkacak sonuç, Avrupa Birliği’ni olduğu kadar Türkiye’yi doğru-dan etkileyecektir. Bu, bir çeşit etki ana-lizidir. Bu halk oylaması Britanya’nın, AB’nin ve İskoçya’nın kaderini değişti-receği gibi Türkiye’nin de kaderini etki-leyecektir. İskoçya, dünyanın en güçlü federal yapılarından olan Britanya’dan koptuğunda, Türkiye’nin federal sisteme geçmesi konusunda tereddütler ortaya çıkacaktır. İskoçya halk oylaması, Türki-ye üzerinden Ortadoğu ve Kafkasya’yı etkileyebilecektir.

Eurobarometre’in yaptığı son anke-te (2013) göre, kıta çapında Avrupa Birliği’ne olan güven AB tarihinin en düşük seviyesine inmiştir. Anket, Alman-ya, İngiltere, Fransa, İtalya, İspanya ve Polonya’da yapılmış, bu ülkelerde AB’ye güvenmeyenlerin oranının AB’ye güve-nenlere oranla çok daha yüksek olduğu ortaya çıkmıştır. 2007’deki benzer anket-le karşılaştırıldığında AB’ye güven bu dö-nemde en fazla İspanyollarda düşmüştür.

Araştırmaya göre İspanyolla-rın 2007’de yüzde 23’ü Birliğe güvenmezken, bu oran 2013’de yüzde 72’ye çıkmıştır. 2007’de Almanların yüzde 56’sı AB’ye güvenme eğilimin-deyken günümüzde yüzde 59’u güven-meme eğilimindedir. Araştırmayı 24 Ni-san 2013 tarihinde yayınlayan İngiliz Guardian gazetesi, (17) AB’ye girme-sinin üzerinden daha 10 yıl geçmemiş olan ve bugüne kadar Brüksel’den ciddi mali destek aldığı bilinen Polonya’da bile AB’ye güvenin yüzde 68’den yüzde 48’e düşüşünün çarpıcı olduğunun altını çizmiştir.

Türkiye AB ilişkilerinin gelişmesi-nin önündeki en büyük engel Kıbrıs’tır. Bir zamanlar eski Başbakan Mesut Yılmaz’ın ifade ettiği gibi AB üyeliğinin yolu Diyarbakır’dan geçmemektedir. Mesut Yılmaz, 16 Aralık 1999 tarihin-de Başbakan Yardımcısı olarak gittiği Diyarbakır´da “Avrupa Birliği´ne üyeli-ğimize giden yolun Diyarbakır´dan geç-tiğine inanıyorum” demişti. (18) Kıbrıs sorunu çözülmeden Türkiye’nin AB üyesi olması mümkün değildir. Çünkü, Türkiye 2012 Yılı İlerleme Raporu’nda bu durum açık bir şekilde ortaya konmuştur: “Kon-sey ve Komisyon’un müteaddit çağrıları-na rağmen, Türkiye, Avrupa Topluluğu ve Topluluğa üye devletler tarafından 21 Eylül 2005’de yapılan deklarasyon-

Kıbrıs sorunu çözülmeden Türkiye’nin AB üyesi olma-sı mümkün değildir. Çünkü, Türkiye 2012 Yılı İlerleme Raporu’nda bu durum açık bir şekilde ortaya konmuş-tur.

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 2013 69

3 Ekim 2005 tarihinde başlayan AB ile olan ka-tılım müzakerelerinde bir arpa boyu yol alınama-ması, 35 başlıktan sadece 13 başlığın açılıp, sadece birinin geçici kapatılması, Güney Kıbrıs Rum Yöneti-mi ile Fransa’nın toplam-da 13 başlığı dondurması, Türkiye’nin AB’ye girme umudunu neredeyse sön-dürmüştür. da ve Aralık 2006 ile Aralık 2010 tarih-li olanlar da dâhil, Zirve sonuçlarında belirtilen yükümlülüklerini hâlâ yerine getirmemiştir.” (s.35-36)

Türkiye 35 başlığın müzakere süre-cini tamamlasa da, AB üyeliği garanti değildir. Önce Güney Kıbrıs Rum Yö-netimi, ardından Fransa Türkiye’nin üyeliğini veto edebilir. Ayrıca Avrupa Parlamentosu da Türkiye’nin üyeliği-ne onay vermeyebilir. Çünkü Avrupa Parlamentosu’nun sözde Ermeni soykırı-mını kabul etmeyen Türkiye’nin AB üyesi olamayacağına ilişkin ilki 1987 yılında ve sonrasında kabul ettiği 4 kararı bu-lunmaktadır.

Oysa Türkiye’nin AB üyeliği, hem Fransa’ya ve hem de Almanya’ya kat-kı sağlayacaktır. Fransa ve Almanya, AB’yi kuran ve de ekonomileri güçlü, lokomotif ülkeler olarak Türkiye’nin böl-gesel güç olmasından çekinmektedirler. Ayrıca Almanya, Türkiye AB üyesi oldu-ğunda AB’deki oylamalardaki etkinliğini kaybedecektir. Yapılan bir araştırmada, Türkiye’nin AB üyesi olması durumunda oylama gücü indeksinde en çok düşüş yüzde 17,62 ile Almanya’ da olmuştur. Diğer bir deyişle Türkiye’nin AB’ ye katıl-ması olumsuz yönde en çok Almanya’yı etkilemiştir. (19)

2023 yılında dünyanın en büyük 10 ekonomisi içinde yer alma hedefi biraz iddialı olsa da, bazı araştırmalar Türkiye’nin ekonomik büyüklük (GSMH) açısından dünyanın ilk yirmi ekonomisi (12’nci büyük ekonomi) arasında olacağı tahmininde bulunmaktadır. (20 )

Günümüzde Türkiye’nin kendini is-

pata ihtiyacı kalmamıştır. İhtiyacı olan Avrupa Birliği’dir. Standard and Poor’s geçen yıl Euro Bölgesi’nin 17 ülkesin-den 9 ülkenin kredi notunu düşürmüş-tür. İtalya, İspanya, Portekiz ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi›nin notu 2 kademe, Fransa, Avusturya, Malta, Slovakya ve Slovenya›nın notları ise birer kademe düşürülmüştür. İtalya’nın A olan notu BBB’ye çekilmiş, Portekiz’in notu ise çöp olarak nitelenen Yunanistan’la aynı sevi-yeye gerilemiş, Fransa ve Avusturya’nın notları ise AAA’dan AA’ya indirilmiştir. (21)

Standard and Poor’s 2002 yılından bu yana en büyük kredi notunu artışla-rının Türkiye ve Rusya’da göründüğünü belirlemiş, Türkiye’nin 4, Rusya ve Çek Cumhuriyeti’nin ise 3 basamak yükseldi-ğine dikkati çekmiştir. Bu dönemde en büyük düşüşler Yunanistan ve Portekiz’de gerçekleşmiştir. Yunanistan’ın kredi notu 15 basamak düşerek A’dan CC’ye, Portekiz’in notu 8, İrlanda’nın notu ise 7 basamak gerilemiştir. Not düşürmenin altında yatan sebep, borç krizine yöne-lik Avrupalı yöneticilerin aldığı önlemle-rin yetersizliğidir. Not düşürme sonrası Euro Bölgesi’nde notu AAA olan 4 ülke şunlardır: Almanya, Finlandiya, Hollan-da ve Lüksemburg.

Türkiye’nin kredi notu 2002 yılında B- iken 2007 yılında BB-, 2012 ise BB olarak 2002 - 2012 döneminde 4 ba-samak yükselmiştir. Son olarak 2013 yılı başından bu yana Türkiye’nin kredi notunu 4 kredi derecelendirme kurulu-şu birden artırmıştır. Kredi derecelen-dirme kuruluşu Fitch (5 Kasım 2012) Moody’s’in (16 Mayıs 2013) not arttır-malarının ardından Japon kredi kuruluşu JCR’de Türkiye’nin uzun vadeli kredi no-tunu 23 Mayıs 2013 tarihinde BB’den BBB- seviyesine yükseltmiş ve görünümü durağan olarak belirlemiştir.

Üç kuruluşun ardından 24 Mayıs’ta Kanada merkezli uluslararası kredi dere-celendirme kuruluşu Dominion Bond Ra-ting Services (DBRS) de Türkiye’nin uzun vadeli yabancı para birimi cinsinden kre-di notunu BBB- ‘yatırım yapılabilir’ seviye-sine yükseltmiştir.

Almanya Başbakanı Merkel’in, Türkiye’yi Ankara Anlaşması ve Katma Protokol’ün açık hükümlerine rağmen AB dışında tutma politikasını eleştiren

Alman kökenli AB bürokratları da var-dır. Bunlardan Avrupa Komisyonu’nun Enerji Komiseri Günther Oettinger, Merkel’in 25 Şubat 2013 tarihinde Tür-kiye ziyareti öncesi Brüksel’de Konrad Adenauer Vakfı’nın düzenlediği toplan-tısında, Türkiye’nin üyeliği için Almanya ve Fransa’nın yalvaracağını söyleyerek Merkel’e önemli bir mesaj vermiştir.

Oettinger, Şubat ayında söylediği an-cak daha sonra çarpıtıldığını iddia etti-ği, “Önümüzdeki on yıl içinde Alman ve Fransız başbakanları dizleri üzerinde sü-rünerek gidecekleri Ankara’da, Türklere ‘dostlarımız, bize gelin’ diye yalvaracak-larına bahse girerim” ifadelerini daha sonra kabul etmiştir. Avrupa Parlamento-su üyelerinin konuyu soru önergeleri ile gündeme getirmesi üzerine Oettinger ya-zılı bir açıklama yaparak, bu defa sözle-rinin arkasında durmuş ve söylediklerinin “şahsî kanaatleri” olduğunu söylemiştir.

AB Komisyonu’nun en son yayınladı-ğı Strateji Belgesi’ni hatırlatarak, AB’nin Türkiye’yi “dinamik ekonomisi, stratejik konumu ve bölgesel rolü dolayısıyla AB için kilit ülke” olarak tanımladığına dik-kat çeken Enerji Komiseri, Türkiye-AB ilişkilerinin Brüksel’in taahhütlerine sahip çıkması ve inandırıcı bir müzakere süre-ci ile mümkün olabileceğini vurgulayan Komisyon pozisyonuna da atıf yaparak, Komisyon’un Türkiye ile müzakerelerin hızlandırılmasını talep ettiğini vurgula-mıştır. (22)

Türkiye’nin üyeliğine karşı çıkan lider-ler, tıpkı yıkılan Berlin Duvarı’nın altında kalan komünist liderler gibi, büyük bir fır-satı kaçıracaklardır. Bu liderleri gelecek nesiller, Avrupa bütünleşmesine engel olan kişiler olarak anacaklardır.

Bu durumun ortaya çıkmaması için Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100. yılı olan 2023’ün Türkiye’ye üyelik tarihi olarak belirlenmesi gerekir. Çünkü AB’de 2014-2020 bütçe döneminde, Türkiye’nin üyeliğini dikkate alan bir büt-çe planlaması yapılmamış, açıkçası Av-rupalılar Türkiye’yi 2014-2020 arasında üye olarak görmemişlerdir.

Türkiye için zaman zaman “Batıya giden gemide Doğuya koşan ülke” ben-zetmesi de yapılmıştır ama bunun doğru olmadığı Türkiye’nin üye olduğu Avrupalı ekonomik, askeri ve siyasi kuruluşlar ta-rafından ispatlanmıştır.

Page 72: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 201370

Türkiye’nin AB’ye ortak üyelik için yaptığı başvurusunun (31.07.1959) üzerinden 54, 14 Nisan 1987 tarihin-de o dönemki adıyla Avrupa Ekonomik Topluluğu’na üyelik başvurusu üzerinden 26, gümrük birliğinin gerçekleşmesinin (31.12.1995) üzerinden 17, adaylık statüsü kazanmasının (12.12.1999) üzerinden 14, müzakerelerin başlaması-nın (3 Ekim 2005) üzerinden 8 yıl geç-miştir.

3 Ekim 2005 tarihinde başlayan AB ile olan katılım müzakerelerinde bir arpa boyu yol alınamaması, 35 başlık-tan sadece 13 başlığın açılıp, sadece birinin geçici kapatılması, Güney Kıb-rıs Rum Yönetimi ile Fransa’nın toplam-da 13 başlığı dondurması, Türkiye’nin AB’ye girme umudunu neredeyse sön-dürmüştür.

Avrupa Birliği üye sayısı Hırvatistan’ın 1 Temmuz 2013 tarihinde AB’ye katılı-mıyla 28’e çıkacaktır. Sırada Sırbistan dahil Balkan ülkeleri ve İzlanda vardır ama Türkiye yoktur.

Deutsche Welle İnternet sitesinde 13 Nisan 2012 tarihinde yayınlanan ve Ralf Bosen tarafından kaleme alınan “25 Yıl Mutsuzluk: Türkiye ve AB” baş-lıklı yorum, AB’nin Türkiye’ye bakışını çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır: “Yeşiller partisinin Avrupa Milletvekili Reinhard Bütikofer, ‘Avrupa Hırisiyan kulübü mü? O takdirde Türkler bunun dışında demektir. Ama Avrupa İslam ta-rihini önemsiyorsa o takdirde aday ülke Türkiye’yi de dikkate almalıyız’ diyor. Ancak Brüksel’in itiraflarına rağmen Türkiye’nin AB üyeliğini destekleyen isimleri bulmak o kadar da kolay değil.” (23)

Bu yoruma rağmen Türkiye, Paris Anlaşması’ndan bu yana yüzünü dön-düğü Batı dünyasından kopmayacak, genişleme sürecinde hiçbir aday ülkeye uygulanmayan çifte standartlara bir süre daha tahammül ederek doğru bildiği yolda ilerlemeye devam edecektir.

DİPNOTLAR(1) Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt III, 2. Baskı, Ankara, 1961, s. 64; S. Rıdvan Karluk, Avrupa Birliği, Beta Basım A.Ş., İstanbul, 2011, s. iii.(2) Hikmet Çetin, http://www.ikv.org.tr/icerik.asp?konu=haberler&baslik=

(3) S. Rıdvan Karluk, Avrupa Birliği ve Türkiye, 9. Basım, Beta Basım A. Ş., İstanbul, 2007, s.691-693. ( 4) http://www.cdu.de/doc/pdf/03_08_04-beschluss-tuerkei.pdf( 5) S. Rıdvan Karluk, “Merkel’e Cevap: Ucu Açık Müzakere Olmaz”, Sakarya, 04.03.2013. http://www.sakaryagazetesi.com.tr/(6) S. Rıdvan Karluk, “Merkel’in Limanların Açılması Israrı Büyük Yanlıştır,” ABHaber, 05.04.2010.(7) S. Rıdvan Karluk, “Türkiye Kendi İlerleme Raporu’nu Yayınladı,” Sakarya, 07.01.2013. http://www.sakaryagazetesi.info/yazarlar.php?sayfa=detay&oku=57078.(8) Melih Özsöz, “Unutulan AB Gündemi-ne Can Suyu: AB Aday Ülkesi Türkiye’nin Şanghay Beşlisi Tartışması,” İKV Dergisi, Şubat 2013, s. 36-45.http://www.ikv.org.tr/images/upload/data/files/degerlendirmenotusubat2013.pdf; S. Rıdvan Karluk, Uluslararası Kuruluşlar, Beta Basım, İstanbul, 2007, s. 606. (9) http://www.haberturk.com/gundem/haber/816889-basbakandan-avrupaya-rest(10) http://www.zaman.com.tr/dunya_bazi-ab-ulkeleri-turkiyeyi-istemiyor-cunku_2086056.html. (11) S. Rıdvan Karluk, Avrupa Birliği ve Türki-ye, s. 693.( 12) 18 Ekim 2012 tarinde yayınlanan Emiliano Alessandri ile Nora Fisher Onar’ın ortaklaşa kaleme aldıkları “Turkey’s Trans-formation and Its Future Influence: A Critical Link” yazısında bu çifte standarda dikkat çekilmiştir: “Frustration at the EU’s double standards notwithstanding…” http://www.gmfus.org/wp content/blogs.dir/1/files_mf/1350600595Alessandri_Onar_Turkeys-Transformation_Oct12.pdf. Avrupa Parlamen-tosu Türkiye Raportörü Hollandalı Hıristiyan Demokrat Ria Oomen-Ruijten tarafından kaleme alınan Türkiye karar taslağının AP Dış İlişkiler Komisyonu’na 29 Ocak 2010 tarihinde 11 çekimser oya karşı 60 oyla kabul edilen metninde katılım ve tam üyelik ifadeleri yer almamıştır: “A. whereas accession negotiations with Turkey were opened on 3 October 2005 after approval by the Council of the Negotia-ting Framework, and whereas the opening of those negotiations was the starting-point for a long-lasting and open-ended process.” (13) http://www.abhaber.com/ozelhaber.php?id=13985(14) http://www.akparti.org.tr/site/haberler/turkiyenin-dis-politika-ekseni-degismemistir/6641(15 ) http://setav.org/tr/turkiye-ab-iliskileri-brukselde-tartisildi/haber/4601. (16) Jack Straw, Last Man Standing: Memoirs of a Political Survivor, Pan Macmillan, March 2013, Chapter 18.

(17 ) http://www.guardian.co.uk/world/2013/apr/24/trust-eu-falls-record-low(18 ) S. Rıdvan Karluk, Avrupa Birliği ve Türki-ye, s. 693.(19) H. B. Eskici, Türkiye’nin AB Üyeliğinin Oylama Gücü Dağılımına Etkisi, Yüksek Lisans Tezi, Hacettepe Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Ankara, 2011. Avrupa Parlamentosu Bütçe Raportörü Polonyalı Boguslaw Liberadz-ki, Türkiye’nin diğer aday ülkeler gibi üyelik statüsünü korumasını ve müstakbel üye ülke olmasını istediklerini vurgularken “Biz, Polonya olarak Türkiye’ye imtiyazlı ortaklık teklifine karşıyız. Türkiye’ye karşı AB’de büyük oyun oynanıyor” demiş ve “Türkiye AB üyesi oldu-ğunda AB karar alma mekanizmalarında etkin söz sahibi olacağı endişesi var. Bu konuda AB içinde bazı üye ülkelerde rahatsızlık var” diyerek bir gerçeği açıklamıştır. http://www.milliyet.com.tr/ap-butce-raportoru-turkiye-ye-karsi-ab-de-buyuk-oyun-oynaniyor/ekonomi/sondakika/12.04.2010/1223995/default.htm(20) http://www.cepii.fr/anglaisgraph/bdd/baseline.htm; EU ISS, Global Trends 2030,s.64; TÜSİAD, Vizyon 2050 Türkiye Raporu, 27 Eylül 2011. http://www.tusiad.org/bilgi-merkezi/vizyon-2050-turkiye(21) Anka Haber Ajansı, 17.01.2012(22) http://www.zaman.com.tr/dunya_evet-ab-turkiyeye-yalvaracak_2087254.html. Fakat Avrupa Parlamentosu üyelerinin eğilimi Oettinger’in görüşünün aksinedir. Avrasya Kamuoyu Araştırmaları Merkezi´nin 2009 yılında yaptığı bir araştırmaya göre (Avrupalı Milletvekillerinin Türkiye Algısı, Türkiye´ye Yönelik Beklentileri ve Tahminleri Araştırması) milletvekillerinin yüzde 57,1´i Türkiye´nin AB üyeliğini desteklerken, yüzde 42.9´u destek-lemediğini açıklamıştır. AB´ye üyeliği destek-lemeyenler buna gerekçe olarak Türkiye´nin nüfusu ile Türkiye´deki yüksek işsizliği gerekçe göstermiştir. AB´ye üye 8 ülkeden, 28 değişik partiye mensup, 315 milletvekili ile yaptığı bir araştırma, Almanya´dan 63, Fransa´dan 44, İngiltere´den 49, İtalya´dan 42, Yunanistan´dan 42, Hollanda´dan 16, Avusturya´dan 29, İspanya´dan da 30 olmak üzere toplam 315 milletvekili ile yapılmıştır. Araştırmaya göre, katılımcıların yüzde 64,2´si “Türkiye´ye ve Türk halkına nasıl bakıyorsu-nuz?” sorusuna, “olumlu” derken, vekillerin yüzde 35,8´i ise “olumsuz” cevap vermiştir. Milletvekillerinin yüzde 67,5´i Türkiye´nin Avrupa ülkesi olduğuna ise inanmamakta-dır. S. Rıdvan Karluk, “Avrupa Parlamentosu Milletvekillerine Göre Türkiye’ nin AB Üyesi Olması Bir Hayal,” Sakarya, 28.12.2009. www.sakaryagazetesi.info/yazarlar.php?sayfa=detay&oku=11688(23) http://www.byegm.gov.tr/dis-basinda-turkiye.aspx?act=1&ahid=53833#.

Page 73: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 201370

Türkiye’nin AB’ye ortak üyelik için yaptığı başvurusunun (31.07.1959) üzerinden 54, 14 Nisan 1987 tarihin-de o dönemki adıyla Avrupa Ekonomik Topluluğu’na üyelik başvurusu üzerinden 26, gümrük birliğinin gerçekleşmesinin (31.12.1995) üzerinden 17, adaylık statüsü kazanmasının (12.12.1999) üzerinden 14, müzakerelerin başlaması-nın (3 Ekim 2005) üzerinden 8 yıl geç-miştir.

3 Ekim 2005 tarihinde başlayan AB ile olan katılım müzakerelerinde bir arpa boyu yol alınamaması, 35 başlık-tan sadece 13 başlığın açılıp, sadece birinin geçici kapatılması, Güney Kıb-rıs Rum Yönetimi ile Fransa’nın toplam-da 13 başlığı dondurması, Türkiye’nin AB’ye girme umudunu neredeyse sön-dürmüştür.

Avrupa Birliği üye sayısı Hırvatistan’ın 1 Temmuz 2013 tarihinde AB’ye katılı-mıyla 28’e çıkacaktır. Sırada Sırbistan dahil Balkan ülkeleri ve İzlanda vardır ama Türkiye yoktur.

Deutsche Welle İnternet sitesinde 13 Nisan 2012 tarihinde yayınlanan ve Ralf Bosen tarafından kaleme alınan “25 Yıl Mutsuzluk: Türkiye ve AB” baş-lıklı yorum, AB’nin Türkiye’ye bakışını çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır: “Yeşiller partisinin Avrupa Milletvekili Reinhard Bütikofer, ‘Avrupa Hırisiyan kulübü mü? O takdirde Türkler bunun dışında demektir. Ama Avrupa İslam ta-rihini önemsiyorsa o takdirde aday ülke Türkiye’yi de dikkate almalıyız’ diyor. Ancak Brüksel’in itiraflarına rağmen Türkiye’nin AB üyeliğini destekleyen isimleri bulmak o kadar da kolay değil.” (23)

Bu yoruma rağmen Türkiye, Paris Anlaşması’ndan bu yana yüzünü dön-düğü Batı dünyasından kopmayacak, genişleme sürecinde hiçbir aday ülkeye uygulanmayan çifte standartlara bir süre daha tahammül ederek doğru bildiği yolda ilerlemeye devam edecektir.

DİPNOTLAR(1) Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt III, 2. Baskı, Ankara, 1961, s. 64; S. Rıdvan Karluk, Avrupa Birliği, Beta Basım A.Ş., İstanbul, 2011, s. iii.(2) Hikmet Çetin, http://www.ikv.org.tr/icerik.asp?konu=haberler&baslik=

(3) S. Rıdvan Karluk, Avrupa Birliği ve Türkiye, 9. Basım, Beta Basım A. Ş., İstanbul, 2007, s.691-693. ( 4) http://www.cdu.de/doc/pdf/03_08_04-beschluss-tuerkei.pdf( 5) S. Rıdvan Karluk, “Merkel’e Cevap: Ucu Açık Müzakere Olmaz”, Sakarya, 04.03.2013. http://www.sakaryagazetesi.com.tr/(6) S. Rıdvan Karluk, “Merkel’in Limanların Açılması Israrı Büyük Yanlıştır,” ABHaber, 05.04.2010.(7) S. Rıdvan Karluk, “Türkiye Kendi İlerleme Raporu’nu Yayınladı,” Sakarya, 07.01.2013. http://www.sakaryagazetesi.info/yazarlar.php?sayfa=detay&oku=57078.(8) Melih Özsöz, “Unutulan AB Gündemi-ne Can Suyu: AB Aday Ülkesi Türkiye’nin Şanghay Beşlisi Tartışması,” İKV Dergisi, Şubat 2013, s. 36-45.http://www.ikv.org.tr/images/upload/data/files/degerlendirmenotusubat2013.pdf; S. Rıdvan Karluk, Uluslararası Kuruluşlar, Beta Basım, İstanbul, 2007, s. 606. (9) http://www.haberturk.com/gundem/haber/816889-basbakandan-avrupaya-rest(10) http://www.zaman.com.tr/dunya_bazi-ab-ulkeleri-turkiyeyi-istemiyor-cunku_2086056.html. (11) S. Rıdvan Karluk, Avrupa Birliği ve Türki-ye, s. 693.( 12) 18 Ekim 2012 tarinde yayınlanan Emiliano Alessandri ile Nora Fisher Onar’ın ortaklaşa kaleme aldıkları “Turkey’s Trans-formation and Its Future Influence: A Critical Link” yazısında bu çifte standarda dikkat çekilmiştir: “Frustration at the EU’s double standards notwithstanding…” http://www.gmfus.org/wp content/blogs.dir/1/files_mf/1350600595Alessandri_Onar_Turkeys-Transformation_Oct12.pdf. Avrupa Parlamen-tosu Türkiye Raportörü Hollandalı Hıristiyan Demokrat Ria Oomen-Ruijten tarafından kaleme alınan Türkiye karar taslağının AP Dış İlişkiler Komisyonu’na 29 Ocak 2010 tarihinde 11 çekimser oya karşı 60 oyla kabul edilen metninde katılım ve tam üyelik ifadeleri yer almamıştır: “A. whereas accession negotiations with Turkey were opened on 3 October 2005 after approval by the Council of the Negotia-ting Framework, and whereas the opening of those negotiations was the starting-point for a long-lasting and open-ended process.” (13) http://www.abhaber.com/ozelhaber.php?id=13985(14) http://www.akparti.org.tr/site/haberler/turkiyenin-dis-politika-ekseni-degismemistir/6641(15 ) http://setav.org/tr/turkiye-ab-iliskileri-brukselde-tartisildi/haber/4601. (16) Jack Straw, Last Man Standing: Memoirs of a Political Survivor, Pan Macmillan, March 2013, Chapter 18.

(17 ) http://www.guardian.co.uk/world/2013/apr/24/trust-eu-falls-record-low(18 ) S. Rıdvan Karluk, Avrupa Birliği ve Türki-ye, s. 693.(19) H. B. Eskici, Türkiye’nin AB Üyeliğinin Oylama Gücü Dağılımına Etkisi, Yüksek Lisans Tezi, Hacettepe Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Ankara, 2011. Avrupa Parlamentosu Bütçe Raportörü Polonyalı Boguslaw Liberadz-ki, Türkiye’nin diğer aday ülkeler gibi üyelik statüsünü korumasını ve müstakbel üye ülke olmasını istediklerini vurgularken “Biz, Polonya olarak Türkiye’ye imtiyazlı ortaklık teklifine karşıyız. Türkiye’ye karşı AB’de büyük oyun oynanıyor” demiş ve “Türkiye AB üyesi oldu-ğunda AB karar alma mekanizmalarında etkin söz sahibi olacağı endişesi var. Bu konuda AB içinde bazı üye ülkelerde rahatsızlık var” diyerek bir gerçeği açıklamıştır. http://www.milliyet.com.tr/ap-butce-raportoru-turkiye-ye-karsi-ab-de-buyuk-oyun-oynaniyor/ekonomi/sondakika/12.04.2010/1223995/default.htm(20) http://www.cepii.fr/anglaisgraph/bdd/baseline.htm; EU ISS, Global Trends 2030,s.64; TÜSİAD, Vizyon 2050 Türkiye Raporu, 27 Eylül 2011. http://www.tusiad.org/bilgi-merkezi/vizyon-2050-turkiye(21) Anka Haber Ajansı, 17.01.2012(22) http://www.zaman.com.tr/dunya_evet-ab-turkiyeye-yalvaracak_2087254.html. Fakat Avrupa Parlamentosu üyelerinin eğilimi Oettinger’in görüşünün aksinedir. Avrasya Kamuoyu Araştırmaları Merkezi´nin 2009 yılında yaptığı bir araştırmaya göre (Avrupalı Milletvekillerinin Türkiye Algısı, Türkiye´ye Yönelik Beklentileri ve Tahminleri Araştırması) milletvekillerinin yüzde 57,1´i Türkiye´nin AB üyeliğini desteklerken, yüzde 42.9´u destek-lemediğini açıklamıştır. AB´ye üyeliği destek-lemeyenler buna gerekçe olarak Türkiye´nin nüfusu ile Türkiye´deki yüksek işsizliği gerekçe göstermiştir. AB´ye üye 8 ülkeden, 28 değişik partiye mensup, 315 milletvekili ile yaptığı bir araştırma, Almanya´dan 63, Fransa´dan 44, İngiltere´den 49, İtalya´dan 42, Yunanistan´dan 42, Hollanda´dan 16, Avusturya´dan 29, İspanya´dan da 30 olmak üzere toplam 315 milletvekili ile yapılmıştır. Araştırmaya göre, katılımcıların yüzde 64,2´si “Türkiye´ye ve Türk halkına nasıl bakıyorsu-nuz?” sorusuna, “olumlu” derken, vekillerin yüzde 35,8´i ise “olumsuz” cevap vermiştir. Milletvekillerinin yüzde 67,5´i Türkiye´nin Avrupa ülkesi olduğuna ise inanmamakta-dır. S. Rıdvan Karluk, “Avrupa Parlamentosu Milletvekillerine Göre Türkiye’ nin AB Üyesi Olması Bir Hayal,” Sakarya, 28.12.2009. www.sakaryagazetesi.info/yazarlar.php?sayfa=detay&oku=11688(23) http://www.byegm.gov.tr/dis-basinda-turkiye.aspx?act=1&ahid=53833#.

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 2013 71

Prof

. Dr.

Emin

ÇA

RIKC

I

Çankaya Üniversitesi İİBFUluslararası Ticaret Bölümü Öğretim Üyesi

Giriş:Gümrük Birliği (GB) öncesi ve sonrası

yıllardır ciddi bir araştırma yapılmadan GB konusunda çok çelişkili yanlış rakamlar ve iddialar öne sürüldü. Bu makalenin amacı, önce Türkiye – AB ilişkilerinin kısa bir ta-rihçesini, ekonomik entegrasyon çeşitlerini, GB’nin işleyişini ve GB konusundaki slo-ganlar, ekonomik etkilerini 1995 – 2012 dönemine ait istatistiki verilere dayanarak değerlendirmek ve 1996’dan 2006’ya toplam sanayi malları ihracat değerini ve adetlerini ülkelere göre de belirtmektir.

1957 yılında imzalanan Roma Anlaşması’na dayanarak, 6 ülke (Batı Al-manya, Fransa, İtalya, Belçika, Hollanda ve Lüksemburg) 1958’de Avrupa Ekono-mik Topluluğu’nu (AET’yi) kurdu. Türkiye 1959’da, AET’ye ortaklık başvurusunda bulundu. Türkiye ile AET arasında 12 Eylül 1963’te imzalanan ANKARA ANLAŞMA-SI 1 Aralık 1964’te yürürlüğe girdiğinde Türkiye AET’ye ortak üye oldu. Nihai hedef tam üyelik olmakla birlikte, önce kademeli

olarak Gümrük Birliği (GB) kurulacaktı. Ni-hayet, Türkiye 1996 yılında AB ile GB’ ye girmiş oldu.

23 Kasım 1970’te imzalanan ve 1 Ocak 1973’te yürürlüğe girmiş olan KAT-MA PROTOKOL ile Eylül 1971’den itiba-ren Türk Sanayi Ürünleri AET’ye gümrüksüz girmeye başladı. Alınan bu tavizin karşılı-ğında Türkiye de 1973’ten itibaren Toplu-luğun sanayi ürünlerinden aldığı Gümrük Vergilerini (GV) 22 yılda sıfırlamayı taah-hüt etmişti.

1963 Ankara Anlaşması ve Katma Pro-tokol iki tarafın parlamentolarında da onay-landığı için Türkiye’nin Avrupa Birliği ile GB’ye girmesi ve AB’ye gelecekte tam üye olması tarafların devlet taahhüdü idi. Maa-lesef biz 40 yılı aşkın bir süredir, Türkiye-AB ilişkilerini ve GB’yi iç politika malzemesi yaptık ve yapmaya da devam ediyoruz.

Son yıllarda AB ile GB’nin zararı, dış ticaret açığı ve gümrük vergisi (GV) kaybı olarak sık sık gündeme getirildi. Fakat hiç kimse ve Türk Sanayi Ürünleri’nin AB’ye

GB’den önce GV’siz girmesinin Türkiye’nin sanayileşmesine ne kadar müspet etki et-tiğinden ve AB’nin Eylül 1971’den itiba-ren yıllık GV kaybından hiç bahsetmedi. GB’nin zararı, 12 yıl önce 45-50 milyar Dolardan başlanarak ve her yıl 10’ar mil-yar Dolar zam yapılarak, 5-6 yıl önce 100 milyar Dolara kadar çıkarıldı. Hesaplama ise şöyle yapıldı: GB’den bu yana Türkiye AB ile dış ticaretinde (X milyar Dolar) Dış Ticaret (DT) açığı vermiş, ilaveten 15-20 milyar Dolar da GV kaybı = GB’nin zararı!

Ekonomik Entegrasyon Çeşitleri

Serbest Ticaret Bölgeleri (STB): Üye ülke-ler arasındaki malların dış ticaretinde ticari engelleri kaldırmakla birlikte, birliğe üye olmayan ülkeler (3. ülkelere) karşı kendi politikalarını (kotaları ve gümrük tarifelerini) uygulamaktadırlar. Kısaca Gümrük Vergisi = GV= 0 ve Ortak Gümrük Tarifesi (OGT) yoktur.

Türkiye-AB Gümrük Birliği’nin İşleyişi ve Ekonomik Etkileri

Page 74: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 201372

Gümrük Birliği (GB): Üye ülkeler ara-sındaki ticaret’de kotaları, gümrük ver-gileri ve diğer eş etkili vergiler (Türkiye konut fonu gibi) ve diğer dış ticaret engel-lerini kaldırmakta, ayrıca 3. ülkelere karşı OGT uygulanmaktadır (GV=0+OGT var).

Ortak Pazar (OP): GB’deki şartlara ilaveten üyeler arasında emek ve serma-ye gibi üretim faktörlerinin ve teknolojinin serbest dolaşımına izin vermektedir (GB + Emek, Sermaye ve Teknolojinin serbest dolaşımı).

Ekonomik Birlik(EB): Mal ve hizmetle-rin ve üretim faktörlerinin serbest dolaşı-mına ilaveten üye ülkeler arasında ülke-lerin para, maliyet ve sosyal politikaları da uyumlu hale getirilmektedir. EB’ nin en gelişmiş aşaması ise bugünkü Avrupa Bir-liği ‘ nde (AB’ de) parasal ve siyasal birlik aşamalarına yaklaşılmış olmasıdır ( AB = EB + parasal birlik + siyasi birlik hedefi).

GB’nin İşleyişi: Türkiye-AB Gümrük Birliği Kararı

Türkiye ile AB arasında en yüksek ka-rar organı Türkiye-AB Ortaklık Konseyi’dir (OK’dir). 6 Mart 1995’te Brüksel’de 36’ncı dönem Türkiye-AB OK toplantı-sında taraflar üç belgeye imza atmışlar. Bunlar;• Gümrük Birliği’nin (GB’nin) tamamlan-

masına ilişkin karar (GB KARARI)• Ortaklığın diğer alanlarda (sanayi,

trans-Avrupa şebekeleri, enerji, ulaş-tırma, telekomünikasyon, tarım çevre, bilim, istatistik, adalet, içişleri ve sos-yal alanda vs. ) geliştirilmesine dair TAVSİYE KARARI,

• Malî işbirliğini yeniden baş-latılmasına ilişkin TOPLULUK DEKLARASYONU’dur. 6 Mart 1995’te imzalanan GB kararı bir anlaşma de-ğil, sadece Türkiye’nin GB’ye girişinin onaylanmasıdır. Türkiye, GB kararı sonrası toplam 22

yıl sürecek olan “Geçiş Dönemi” ile güm-rük vergilerini kademeli olarak indirmeye başlamıştır. 1996 başından itibaren de Türkiye, AB ile Gümrük Birliği’ne girdiği (GB sürecini tamamladığı) için AB’den yapılan ithalat da;• Gümrük vergilerini sıfırlamış,• Gümrük vergilerine eş etkili vergileri

(fonlar, harçlar, vs. ) kaldırmış,

• İthalat yasakları, kota gibi miktar kısıt-lamalarını ve bunlara eş etkili tedbirle-ri (ticari-teknik engeller, idari engeller, standart engelleri) kaldırmıştır. Ayrıca, AB’nin talep ettiği Tüketiciyi

Koruma Kanunu ve Anti-Tekel Kanunu’nu (Rekabetin Korunması Hakkında Ka-nun) sırasıyla 8 Mart 1995 ve 13 Mart 1994’te çıkartarak Temmuz 1997’de de Rekabet Kurulu’nu oluşturmuştur. Diğer taraftan Türkiye, AB dışındaki ülkeler-den (3. Ülkelerden) yaptığı ithalatta da AB’nin OGT’sini, bazı istisnalar dışında uygulamaya koymuştur.

Hassas Ürünlerde Uyum Süreleri

Hassas ürünler: Türkiye’nin üçüncü ül-kelerden ithal ettiği ve rekabet gücü zayıf olan bazı petrol yağları, deri ve kösele, çanta, bavul ve kılıflar, ayakkabı, ve ayakkabı aksamı, porselen ve seramikten yapılmış mutfak eşyası, bazı traktör, mi-dibüs, minibüs ve binek otomobilleri gibi

mallara uygulayacağı gümrük vergileri, Topluluğun OGT hadleri üzerinde olma-ya 5 yıl süreyle devam edecektir. Diğer bir ifadeyle, Türkiye hassas ürünlerin ithalatında OGT’ye, kademeli olarak, 1.1.2001 tarihinde uyum sağlamıştır.

1 Ocak 1996’dan 1 Ocak 2001’e gelinip OGT’ye uyum sağladığında bazı hassas ürünlerin vergi oranları seviyesi; bavul ve valizler ile deri ve köselelerde yüzde 22’den yüzde 3-9.7’ye, ayakka-bılarda yüzde 29.2’den yüzde 5-8’e, porselenden yapılmış sofra ve mutfak eşyasında yüzde 37’den yüzde 12’ye, minibüste yüzde 27.9’dan yüzde 16’ya, binek otomobillerde yüzde 32’den yüzde 10’a, kullanılmış otomobillerde ise yüzde 30.3’ten yüzde 22’ye inmiştir.

AB ve GB ile İlgili Sloganlar ve Gerçekler:

GB sonucu “Gümrük Vergisi kaybının zarar hanesine yazılması” ise çok abar-tılı ve abesle iştigaldir. Çünkü, 1995’te

Page 75: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 201372

Gümrük Birliği (GB): Üye ülkeler ara-sındaki ticaret’de kotaları, gümrük ver-gileri ve diğer eş etkili vergiler (Türkiye konut fonu gibi) ve diğer dış ticaret engel-lerini kaldırmakta, ayrıca 3. ülkelere karşı OGT uygulanmaktadır (GV=0+OGT var).

Ortak Pazar (OP): GB’deki şartlara ilaveten üyeler arasında emek ve serma-ye gibi üretim faktörlerinin ve teknolojinin serbest dolaşımına izin vermektedir (GB + Emek, Sermaye ve Teknolojinin serbest dolaşımı).

Ekonomik Birlik(EB): Mal ve hizmetle-rin ve üretim faktörlerinin serbest dolaşı-mına ilaveten üye ülkeler arasında ülke-lerin para, maliyet ve sosyal politikaları da uyumlu hale getirilmektedir. EB’ nin en gelişmiş aşaması ise bugünkü Avrupa Bir-liği ‘ nde (AB’ de) parasal ve siyasal birlik aşamalarına yaklaşılmış olmasıdır ( AB = EB + parasal birlik + siyasi birlik hedefi).

GB’nin İşleyişi: Türkiye-AB Gümrük Birliği Kararı

Türkiye ile AB arasında en yüksek ka-rar organı Türkiye-AB Ortaklık Konseyi’dir (OK’dir). 6 Mart 1995’te Brüksel’de 36’ncı dönem Türkiye-AB OK toplantı-sında taraflar üç belgeye imza atmışlar. Bunlar;• Gümrük Birliği’nin (GB’nin) tamamlan-

masına ilişkin karar (GB KARARI)• Ortaklığın diğer alanlarda (sanayi,

trans-Avrupa şebekeleri, enerji, ulaş-tırma, telekomünikasyon, tarım çevre, bilim, istatistik, adalet, içişleri ve sos-yal alanda vs. ) geliştirilmesine dair TAVSİYE KARARI,

• Malî işbirliğini yeniden baş-latılmasına ilişkin TOPLULUK DEKLARASYONU’dur. 6 Mart 1995’te imzalanan GB kararı bir anlaşma de-ğil, sadece Türkiye’nin GB’ye girişinin onaylanmasıdır. Türkiye, GB kararı sonrası toplam 22

yıl sürecek olan “Geçiş Dönemi” ile güm-rük vergilerini kademeli olarak indirmeye başlamıştır. 1996 başından itibaren de Türkiye, AB ile Gümrük Birliği’ne girdiği (GB sürecini tamamladığı) için AB’den yapılan ithalat da;• Gümrük vergilerini sıfırlamış,• Gümrük vergilerine eş etkili vergileri

(fonlar, harçlar, vs. ) kaldırmış,

• İthalat yasakları, kota gibi miktar kısıt-lamalarını ve bunlara eş etkili tedbirle-ri (ticari-teknik engeller, idari engeller, standart engelleri) kaldırmıştır. Ayrıca, AB’nin talep ettiği Tüketiciyi

Koruma Kanunu ve Anti-Tekel Kanunu’nu (Rekabetin Korunması Hakkında Ka-nun) sırasıyla 8 Mart 1995 ve 13 Mart 1994’te çıkartarak Temmuz 1997’de de Rekabet Kurulu’nu oluşturmuştur. Diğer taraftan Türkiye, AB dışındaki ülkeler-den (3. Ülkelerden) yaptığı ithalatta da AB’nin OGT’sini, bazı istisnalar dışında uygulamaya koymuştur.

Hassas Ürünlerde Uyum Süreleri

Hassas ürünler: Türkiye’nin üçüncü ül-kelerden ithal ettiği ve rekabet gücü zayıf olan bazı petrol yağları, deri ve kösele, çanta, bavul ve kılıflar, ayakkabı, ve ayakkabı aksamı, porselen ve seramikten yapılmış mutfak eşyası, bazı traktör, mi-dibüs, minibüs ve binek otomobilleri gibi

mallara uygulayacağı gümrük vergileri, Topluluğun OGT hadleri üzerinde olma-ya 5 yıl süreyle devam edecektir. Diğer bir ifadeyle, Türkiye hassas ürünlerin ithalatında OGT’ye, kademeli olarak, 1.1.2001 tarihinde uyum sağlamıştır.

1 Ocak 1996’dan 1 Ocak 2001’e gelinip OGT’ye uyum sağladığında bazı hassas ürünlerin vergi oranları seviyesi; bavul ve valizler ile deri ve köselelerde yüzde 22’den yüzde 3-9.7’ye, ayakka-bılarda yüzde 29.2’den yüzde 5-8’e, porselenden yapılmış sofra ve mutfak eşyasında yüzde 37’den yüzde 12’ye, minibüste yüzde 27.9’dan yüzde 16’ya, binek otomobillerde yüzde 32’den yüzde 10’a, kullanılmış otomobillerde ise yüzde 30.3’ten yüzde 22’ye inmiştir.

AB ve GB ile İlgili Sloganlar ve Gerçekler:

GB sonucu “Gümrük Vergisi kaybının zarar hanesine yazılması” ise çok abar-tılı ve abesle iştigaldir. Çünkü, 1995’te

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 2013 73

AB ülkelerine karşı koruma oranı sadece %5.47 olup, bu oran 1996’da %1.34’e inmiştir (DPT, Kasım 2004, sayfa 23). Ayrıca GB’den bu yana son 17 yıllık dö-nemde AB’den ithalatın yaklaşık %90’ı yatırım ve üretim ile ilgili olduğuna göre, eğer Türk iş alemi kendi devletine bu kadar vergi vermemiş ise, bunun olumlu etkilerinden de söz etmek gerekir. Veril-meyen gümrük vergisi sayesinde Türk iş-vereninin maliyetleri düşmüş ve neticede dış rekabet gücü artmış, iç piyasada ise daha düşük fiyatlarla mal alma imkanına kavuşan tüketicilerimizin refah düzeyi art-mıştır.

Diğer iddia da “GB ile AB’nin Ortak Gümrük Tarifesi’ne (OGT), girildiği için DT açığı artmıştır”. Ayrıca, bilinmesi gere-ken gerçekler ise; a) GB öncesi 1995’de bile, yıllık ihracatımız sadece 21,6 mil-yar $ iken, Türkiye’nin DT açığı -14,1 milyar $ değil miydi? (Bknz: Tablo-1). b) Türkiye’nin Ödemeler Dengesi yapısı sürekli olarak DT açığı vermek zorunda-dır. Çünkü, ithalatın yaklaşık %88’i ham-madde, ara malı ve yatırım malıdır. İla-veten, Türkiye ihracat gelirlerine ilaveten son yıllarda (4-5 yıldır) bavul ticareti ve başta turizm gelirleri olmak üzere hizmet gelirlerinden her yıl 40 - 44 milyar dolar-lık (hizmet giderleri de 16 - 20 milyar $) bir döviz geliri elde etmektedir. Önemli olan, bu dövizleri de yatırım, üretim ve ihracat artışına dönüştürebilmektir. Bunun yolu da ithalat artışı ve DT açıklarından geçmektedir.

GB’ nin zararı olarak, “OGT yüzün-den 3. (diğer) ülkelerle DT açığı artmıştır” iddiası ileri sürülmekte ise de, bu iddia da yeterince doğru değildir. Çünkü, Türki-ye AB dışı ülkeler ile yapılan sanayi mal-ları ithalatında OGT ile ilgili 1996’dan 2001’ e kadar istisnalar elde etmiş, ayrı-ca Türkiye dahil bütün ülkelerde son yıllar-da dünyada sanayi malları ithalatından alınan ortalama gümrük vergisi oranları büyük ölçüde tek haneli rakamlara indiği için, OGT’ ye girmekle dış ticaretimizde önemli bir zarara yol açmamıştır. Zaten GB’ den önce 1995’ de Türkiye’ nin AB’ den ithal ettiği sanayi mallarından alınan ortalama gümrük vergisi oranı sadece %9 idi. Eğer GB ile Türk sanayi çökecek olsaydı %10’ luk bir devalüasyonla GB öncesi korumayı da sağlayabilirdik.

50 yıllık bir mazisi olan “Onlar ortak

biz pazar” sloganına gelince: 1995’den 2007’e AB’nin ihracatında Türkiye’nin it-halatının payı %0.9’dan sadece %1.5’e çıkmıştır. AB ülkelerinin dış ticaretlerinin yaklaşık %60’ını kendi aralarında yaptı-ğı hesaba katılırsa, bu ülkelerin AB dışı ihracatı içinde Türkiye’nin ithalatının payı da %3 dolayında seyretmektedir. Demek ki, sadece dış ticaret açısından bakıldı-ğında, AB için Türkiye’nin önemi, bizim için (dış ticaret açısından) Mısır ve Suudi Arabistan’ın önemi kadardır. Çünkü bi-zim ihracatımızda da yukarıdaki ülkelerin payı sırasıyla %2-3 arasında seyretmek-tedir.

GB’nin Zararı: GB’ye girdiğimiz 1996 yılından bu yana medyamızda GB’den dolayı iflas ettiğini iddia eden hiçbir firma sahibine rastlanmamıştır. Yıllardır firmalar açılıp-kapanmaktadır. GB’den bu yana giderek artan iç ve dış rekabete ayak uyduramayıp kapanan firmalar ise, sadece onları daha verimli çalıştırabilecek olan ehil ellere geçmiştir.

GB’ye Girilince Elde Edilen Avantajlar:

Tekstil kotaları: GB sayesinde Türk tekstil ve hazır giyim ürünlerine Avrupa Birliği’nde (AB’de) kotalar 1996’da kalk-tığı için, bu mallarda Türkiye AB paza-rında Çin’in ardından, 4.lükten 2.liğe yükselmiş idi. 2004’de Türkiye’nin top-lam tekstil ve hazır giyim ihracatı 17,7 milyar $ olup, bu ihracatın %73’ü AB ülkelerinedir. AB pazarında, 2004’te Türkiye’nin payı tekstilde %13, hazır gi-yimde %9 iken, Çin’in payı sırasıyla %10 ve %18’idi.

STA’lar avantajı: Türkiye’nin AB ile Gümrük Birliği’ne girmesi sonucu Merke-zi ve Doğu Avrupa ülkeleri (MDAU), Bal-tık Ülkeleri, Balkan ülkeleri, Kuzey Afrika ve bazı Orta Doğu Ülkeleri ile Serbest Ticaret Anlaşmaları (STA) yapma imkanı ortaya çıkmıştır. Nitekim, Türkiye’nin bu ülkeler ile STA’lar kurması Türkiye’nin menfaatinedir. Çünkü, 1990’lı yılların sonlarında Türkiye bu ülkelere karşı sa-nayi malları ticaretinde mukayeseli üstün-lüğe sahipti. İkinci olarak AB ülkeleri bu ülkelerde daha önce STA’lar yaptığı için AB ülkelerinden ithal edilen sanayi mal-ları adı geçen ülkelere gümrüksüz olarak gitmekteydi. Türkiye’nin yapmış olduğu STA’lar AB’nin bu ülkelerdeki haksız re-

kabetini ortadan kaldırmış ve neticede özellikle MDAU ülkelerine yaptığımız ih-racat, 2001-2004 döneminde, ortalama yıllık ihracat artışımızın iki katına yaklaş-mıştır.

Dinamik Etkiler: GB’nin rakamsal olarak ölçülemeyen dinamik etkileri de çok önemlidir. Türkiye’nin AB ile GB’ye girmesi yerli üreticileri geri dönülmez bir şekilde uluslararası rekabete açmış, böy-lece eksik rekabetçi ve korumacı lobilerin güçlerinin azalmasına önemli katkılarda bulunmuştur. Neticede, düşük verimle, pahalı mal üreten firmalarımız, reorgani-zasyona zorlanarak kaliteli ve ucuz mal üretmeye, üretimi artırmaya ve ihracata zorlanmışlardır. Türk tekstil ve hazır gi-yim, otomotiv ve elektronik sanayileri bunun en güzel örneklerindendir. Oysa, otomotiv sektörünün işçi-işveren sendika-ları 1995 yılında Bursa’da GB aleyhine ortaklaşa büyük bir protesto mitingi dü-zenlemişlerdir. Bugün ihracatta en başa-rılı sektör ise otomotiv sektörüdür.

AB STA’larının SakıncalarıGB kararına göre, AB 3. ülkelerle STA

imzaladığında, hem bu ülkelerin ve hem de Türkiye’nin karşılıklı STA Anlaşması yapma hakkı ve sorumluluğu vardır. An-cak, bu STA Anlaşmaları ve uygulamaya konması AB’nin yaptığı STA’lar ile aynı anda otomatik olarak devreye girme-mektedir. AB ile STA imzalamış 3.ülke-ler Türkiye ile bu anlaşmayı genellikle geciktirmektedir. Çünkü, AB ile STA’ları yürürlüğe girdiği anda bu ülkelerin sana-yi malları Türkiye’ye gümrüksüz girmeye başlamakta olup, Türkiye bu ülkelerle STA uygulamasına kadar önemli mali kayıpla-ra uğramaktadır. GB kararının tek sakın-calı tarafı ve düzeltilmesi gereken tarafı budur.

GB’nin Ekonomik Etkileri ve Dış Ticaret Açığı Sorunumuzda AB’nin Yeri

Son 50 yıldır Türkiye’nin AB ülkeleriy-le dış ticaret açığının arttığı ve bu görüş 1996’dan bu yana Gümrük Birliği (GB) aleyhine öne sürülen iddialardan biridir. Oysa Türkiye’nin esas Dış Ticaret Açığı sorunu, Tablo-3’te görüldüğü gibi AB dışı ülkelerledir.

2012’de ihracat 152,5 milyar $ (%13,0 artış), ithalat ise -236,5 milyar $

Page 76: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 201374

(%-1.8 azalış), DT açığı da -84,0 milyar $, ve ihracatın ithalatı karşılama oranı (X / M) ise %64,5’dir. Bölgeler itibarıyla, Toplam DT açığının (M – X = milyar $):• %40,4’ü (-39,0=49,6-10,6) Orta-

doğu dışındaki Uzak Doğu ve Diğer Asya ülkeleriyle ve ihracatın ithalatı

karşılama oranı X/M=%21,4, • %27,0’ı (-22,7= 41,5-18,8) KEİ (Ka-

radeniz Ekonomik İşbirliği) ülkeleriyle, X/M =%45,3 ve

• sadece %33,7’si (-28,3=87,3-59,2) AB (Avrupa Birliği) ülkeleriyle ve X / M = %67,7’dir.

2012’de toplam DT açığımız –84,0 milyar $ iken, bu açığın sadece % 33,7’si (-28,3 milyar $) AB ile ve X/M=%67,7; %45,7’si ise (-38,4 milyar $) yanlız Rus-ya ve Çin iledir. Rusya ile –19,9 milyar $ (26,6- 6,7) ve X/M=%25,2; Çin ile –18,5 milyar $ (21,3- 2,8) ve X/M=

1995 1996 2000 2001 2005 2008 2009 2010 2011 2012

GSYH (Milyar$) 210,8 240,0 265,4 196,7 483,9 741,8 617.6 734,9 774,0 786,3

GSYH (%) 8,0 7,1 6,8 - 5,7 8,4 0,7 -4.7 9,2 8,8 2,2

İthalat (M) - 35,7 - 43,6 -54,5 - 41,4 - 116 -202,0 -140.9 -185,5 -240,8 -236,5

İhracat (X) 21,6 23,2 27,8 31,3 73,1 132,0 102.1 134,9 134,9 152,5

X/M (1) %’si 60,5 53,2 51,0 75,7 62,9 65,3 72.5 61,4 56,0 64,5

DT (2) Açığı -14,1 -20,4 -26,7 -10,1 - 42,9 -70,0 -38.8 -71,7 -105,9 -84,0

CİD (3) Açığı -2,3 -2,4 -9,8 +3,4 - 23,4 -42,0 -14,0 -46,7 -77,1 -48,9

1996-2012 Dönemi Toplam DT Açığı 654 Milyar $ (ithalat 1964,5 – ihracat 1310,5)AVRUPA BİRLİĞİ (AB) İLE DIŞ TİCARETİMİZ (4)

İthalat (M) - 16,9 - 23,1 -26,6 -18,3 - 49,0 -74,8 -56,5 -72,2 -91,1 - 87,5

İhracat (X) 11,0 11,5 14,3 16,1 38,3 63,4 47,0 52,7 62,4 59,2

X/M %’si 65,1 49,8 53,8 88,0 78,2 84,8 83,2 73,0 68,5 67,7

DT Açığı (M-X) -5,9 -11,6 -12,3 -2,2 -10,7 -11,4 -9,5 -19,5 -28,7 -28,3

Toplam DT Açığı AB %’si 41,8 56,9 46,1 21,8 24,9 16,3 24,6 27,0 27,1 33,7

1996-2012 Dönemi AB ile Toplam DT Açığı 206,3 Milyar $ (654’ün %31,5’i), AB Dışı Ülkelerle 447,7 Milyar $ (654’ün %68,5’i)

M’de AB %’si 46,2 53 49 44 42.0 37,0 40,1 38,9 37,8 37,0

X’da AB %’si 51 50 52 51 52.4 48,0 46,0 46,3 46,2 38,8

(1) X/M = İhracatın İthalatı karşılama oranı. (2) DT = Dış Ticaret; (3) CİD = Cari İşlemler Dengesi; (4) AB’ye üye sayısı 2004’de 25’e ve 2007’de 27ye çıkmıştır.

Tablo 1: Türkiye’nin Toplam ve AB İle Dış Ticareti (Milyar $):1995-2012

Kaynak: DPT, Türkiye’nin üyeliğinin AB’ye Muhtemel Etkileri, Kasım 2004, s.26; TUİK, Haber Bültenleri, 1996-Mayıs 2013. Derleyen: Prof. Dr. Emin ÇARIKCI, Çankaya Üniversitesi

Page 77: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 201374

(%-1.8 azalış), DT açığı da -84,0 milyar $, ve ihracatın ithalatı karşılama oranı (X / M) ise %64,5’dir. Bölgeler itibarıyla, Toplam DT açığının (M – X = milyar $):• %40,4’ü (-39,0=49,6-10,6) Orta-

doğu dışındaki Uzak Doğu ve Diğer Asya ülkeleriyle ve ihracatın ithalatı

karşılama oranı X/M=%21,4, • %27,0’ı (-22,7= 41,5-18,8) KEİ (Ka-

radeniz Ekonomik İşbirliği) ülkeleriyle, X/M =%45,3 ve

• sadece %33,7’si (-28,3=87,3-59,2) AB (Avrupa Birliği) ülkeleriyle ve X / M = %67,7’dir.

2012’de toplam DT açığımız –84,0 milyar $ iken, bu açığın sadece % 33,7’si (-28,3 milyar $) AB ile ve X/M=%67,7; %45,7’si ise (-38,4 milyar $) yanlız Rus-ya ve Çin iledir. Rusya ile –19,9 milyar $ (26,6- 6,7) ve X/M=%25,2; Çin ile –18,5 milyar $ (21,3- 2,8) ve X/M=

1995 1996 2000 2001 2005 2008 2009 2010 2011 2012

GSYH (Milyar$) 210,8 240,0 265,4 196,7 483,9 741,8 617.6 734,9 774,0 786,3

GSYH (%) 8,0 7,1 6,8 - 5,7 8,4 0,7 -4.7 9,2 8,8 2,2

İthalat (M) - 35,7 - 43,6 -54,5 - 41,4 - 116 -202,0 -140.9 -185,5 -240,8 -236,5

İhracat (X) 21,6 23,2 27,8 31,3 73,1 132,0 102.1 134,9 134,9 152,5

X/M (1) %’si 60,5 53,2 51,0 75,7 62,9 65,3 72.5 61,4 56,0 64,5

DT (2) Açığı -14,1 -20,4 -26,7 -10,1 - 42,9 -70,0 -38.8 -71,7 -105,9 -84,0

CİD (3) Açığı -2,3 -2,4 -9,8 +3,4 - 23,4 -42,0 -14,0 -46,7 -77,1 -48,9

1996-2012 Dönemi Toplam DT Açığı 654 Milyar $ (ithalat 1964,5 – ihracat 1310,5)AVRUPA BİRLİĞİ (AB) İLE DIŞ TİCARETİMİZ (4)

İthalat (M) - 16,9 - 23,1 -26,6 -18,3 - 49,0 -74,8 -56,5 -72,2 -91,1 - 87,5

İhracat (X) 11,0 11,5 14,3 16,1 38,3 63,4 47,0 52,7 62,4 59,2

X/M %’si 65,1 49,8 53,8 88,0 78,2 84,8 83,2 73,0 68,5 67,7

DT Açığı (M-X) -5,9 -11,6 -12,3 -2,2 -10,7 -11,4 -9,5 -19,5 -28,7 -28,3

Toplam DT Açığı AB %’si 41,8 56,9 46,1 21,8 24,9 16,3 24,6 27,0 27,1 33,7

1996-2012 Dönemi AB ile Toplam DT Açığı 206,3 Milyar $ (654’ün %31,5’i), AB Dışı Ülkelerle 447,7 Milyar $ (654’ün %68,5’i)

M’de AB %’si 46,2 53 49 44 42.0 37,0 40,1 38,9 37,8 37,0

X’da AB %’si 51 50 52 51 52.4 48,0 46,0 46,3 46,2 38,8

(1) X/M = İhracatın İthalatı karşılama oranı. (2) DT = Dış Ticaret; (3) CİD = Cari İşlemler Dengesi; (4) AB’ye üye sayısı 2004’de 25’e ve 2007’de 27ye çıkmıştır.

Tablo 1: Türkiye’nin Toplam ve AB İle Dış Ticareti (Milyar $):1995-2012

Kaynak: DPT, Türkiye’nin üyeliğinin AB’ye Muhtemel Etkileri, Kasım 2004, s.26; TUİK, Haber Bültenleri, 1996-Mayıs 2013. Derleyen: Prof. Dr. Emin ÇARIKCI, Çankaya Üniversitesi

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 2013 75

%13,2’dir. Üstelik, Uzakdoğu ülkelerin-den ithal edilen malların yaklaşık %90’ı dayanıklı tüketim mallarından oluşurken, AB’den yapılan ithalatın ise en az %80’i yatırım ve üretim mallarından oluşmak-tadır. 2009’da AB ile DT açığnın düşük olması,2010 ve 2011’de yüksek olması bu tespitimizi doğrulamaktadır. Bu ger-çekler körü körüne AB’ye karşı olanlara ithaf olunur.

GB’den bu yana 1996’dan 2012’ye Türkiye’nin toplam dış ticaret açığı 654 milyar $ ve bu açığının sadece %31,5’i (206 milyar $) AB ülkeleri ile, %68,5’i de (447,7 milyar $) AB dışı ülkeler ile-dir. Diğer taraftan 1995’den 2011’e Türkiye’de toplamda ihracat / ithalat %’si %60,5’den %56’ya gerilediği halde, bu oran AB ülkeleri ile %65,1’den %68,5’e çıkmıştır.Büyüme hızı 2008’de % 0,7, 2009’da % -4,7 olduğu için, bu oran %80’i aşmıştır.(Bakınız Tablo-1‘in 2.Bö-lümü)

Özetlersek, GB’den bu yana, 1995’den 2012’ye; • GSYH 210,8 milyar $’dan 786,3 mil-

yar $’a (3,7 kat artış),• İthalat 35,7 milyardan 236,5 milyar

$’a (6,6 kat artış), • İhracat ise 21,6 milyardan 152,5 mil-

yar $’a (7,1 kat artış), • AB’den ithalat 16,9 milyardan 87,5

milyar $’a (4,5 kat artış), • AB’ye ihracat ise, 11 milyardan 59,2

milyar $’a (5,4 kat artış),• Türkiye’nin ithalatında AB’nin payı

%47’den %37’ye ve,

• İhracatımızda AB’nin payı ise, %51’den %38,8’e inmiştir.

• AB ile, ihracatın ithalatı karşılama oranı (X/M) %65’den %67,7’ye çık-mıştır.

• Toplam DT açığında AB’nin payı ise %41,8’den %33,7’ye gerilemiştir (Ba-kınız Tablo 3).2012’de, Türkiye’nin M-X=DT açı-

ğı verdiği (milyar $) diğer ülkeler ve bu ülkelerle X/M oranları sırasıyla; ABD -8,5(14,1-5,6) ve %39,7; Almanya -8,3(21,4-13,1) ve %61,2; İran -2,1(13,3-10,4) ve %82,5; İtalya -2,9(13,3-10,4)ve %78,2; Hindistan -4,8(5,8-1)ve % 17,2; G.Kore -4,7(5,7-1) ve %17,5; Japonya -2,6(3,6-1)ve %28,0; Fransa -2,4(8,6-6,2) ve %72’dir. Dış ticaret fazlamız olan ülkeler ise (X-M): Irak 8,8 milyar$ (10,8-2) ve %540, İngiltere 3,1 milyar$ (8,7-5,6) ve %155,4, BAE 4,6 milyar$ (8,2 –3,6) ve %228’dir.

Özet olarak, 2007-2012 döneminde Türkiye’nin AB’ye ihracatı 354 milyar $, AB’den ithalatı ise 451 milyar $, AB dışı ülkelere ihracatı 398 milyar $ ve bu ülke-nin ithalatı ise 724 milyar $’dır. Netice-de, son 6 yıllık dönemde, Türkiye’nin dış ticaretinde, ihracatın / ithalatı karşılama oranı (X/M) AB ülkeleriyle %75 iken, bu oran AB dışı ülkelerle %55 gibi çok düşük düzeyde kalmıştır. Bu dönemde toplam dış ticarette ise, X/M oranı %63,2’dir. Türkiye’de büyüme hızı 2001’de % -5,7, 2008’de 0,7 ve 2009’da %-4,7 olduğu için, AB ile X/M oranları, sırasıyla %88, %84,8 ve %83,2’ye sıçramıştır (DTM Şu-bat 2013, s.43 ve 84’ten).

İhracat’ta Bölgesel Değişmeler 2004-2012:

2004’ten – 2012’ye, Türkiye’nin ihra-catında:• OECD (1) ülkelerinin payı %64,1’den,

%43,5’e inmiş,• AB ülkelerinin payı %54,7’den

%38,8’e gerilemiş,• Orta ve Yakın Doğu ülkelerinin payı

%12,5’den %27,8’e,• KEİ ülkelerinin payı %10,7’den

%12,3’e,• Afrika ülkelerinin payı %5,2’den

%8,8’e,• İslam ülkelerinin (2) payı %17,3’den

% 36,2’ye,• Türk Cumhuriyetleri’nin payı da

%2,2’den %3,8’e çıkmıştır. Ekonomik kriz OECD ülkelerinde

daha derin hissedildiği ve bu ülkelerin toplam ihracatımızdaki payının gerile-mesi, krizin Orta Doğu ülkelerinde daha az hissedildiği ve bu ülke grubunun ih-racatımızdaki payının giderek artması 2009-2012 yıllarında ihracat açısından olumsuz beklentileri bir ölçüde azaltmış ve dış talep yönünden Türkiye’de krizin daha hafif atlatılmasına yol açmıştır. IMF’ye göre, AB’de Büyüme hızı, % ola-rak, 2009’da –4,4, 2010’da 2, 2011’de 1,6, 2012’de - 0,2 iken, 2013’te %0 ve 2014’te 1,1 olacaktır. (Bakınız, NOT- 1 Makale no.2).

SANAYİ ÜRÜNÜ1996 Yılıİhracat(Adet)

1996 Yılıİhracat(Dolar)

2000 Yılıİhracat(Adet)

2000 Yılıİhracat(Dolar)

2006 Yılıİhracat(Adet)

2006 Yılıİhracat(Dolar)

Televizyon 1.2 Milyon 217 Milyon 7.3 Milyon 840 Milyon 16.4 Milyon 2.8 MilyarBuzdolabı 645 Bin 103 Milyon 929 Bin 142 Milyon 4.2 Milyon 765 MilyonÇamaşır makinesi 49 Bin 11 Milyon 275 Bin 42 Milyon 3.4 Milyon 582 MilyonOtomobil 26 Bin 200 Milyon 83 Bin 619 Milyon 441 Bin 5.7 MilyarOtobüs-Minibüs 3.2 Bin 258 Milyon 6.4 Bin 281 Milyon 11 Bin 836 Milyon

Tablo 2: Başlıca Sanayi Malları İhracatı (Milyon $) ve Adedi, 1996, 2000, 2006.

Kaynak: DTM Dokümanları, Haziran 2005. Tablo’da yer alan verilerin çıkartılmasını sağlayan DTM Ekonomik Araştırmalar Genel Müdürü Sn. Gazi Bilgin’e ve bu verilerin derlenmesi için 10 gün çalışan Uzman Sn. Argun Şit’e çok teşekkür ederim.

Page 78: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 201376

Ürünlere ve Ülkelere Göre Başlıca Sanayi Malları İhracat Değeri ve Adedi: 1996-2006

(Türkiye’de ilk defa)2007 yılında daha detaylı olarak İş-

veren Dergisi’nde yayımlanmış olan bu bölümün amacı ise, Türkiye’de ilk defa sanayi ürünlerimizin, ihracat adetlerini ve ülkelere göre dağılımı özetini tekrar kamuoyuna sunmaktır. Böylece Gümrük Birliği (GB) öncesi “GB ile Türk sanayi batar” iddiasında bulunanlara cevabım rakamlarla olacaktır. Tablo-2’de görüldü-ğü gibi, 1996’dan 2000’e ve 2006’ya ihracatımızda başlıca dayanıklı tüketim ve sanayi ürünleri miktarı, adet olarak (parantez içinde milyon $), Tablo-2’de görüldüğü gibi;• Televizyon 1.2 milyondan (217)

7.3 milyon (840) ve 16.4 milyona (2,800),

• Buzdolabı 645 binden (103) 929 bin (142) ve 4.2 milyona (765),

• Çamaşır makinesi 49 binden (11) 275 bin (42) ve 3.4 milyona (582),

• Otomobil 26 binden (200) 83 bin (619) ve 441 bine (5,700),

• Otobüs-Minibüs 3.2 binden (258) 6.4 bin’e (281) ve 6.4 bine (556),

• Traktör 943’den (7,7) 4.9 bin (45) ve 11 bin (836) adede fırlamıştır.1996’dan 2006’ya ÜLKELER BAZIN-

DA, başlıca sanayi malları İHRACATI-MIZ, adet olarak;• Televizyon: İngiltere’ye 167 binden

3.0 milyona, Almanya’ya 428 binden 2.8 milyona, İtalya’ya 21.7 binden 1.5 milyona, İspanya’ya 42 binden 1.9 milyona, Fransa’ya 76 binden 1.6 milyona, Romanya’ya 14,8 bin-den 733 bine, Yunanistan’a 23 bin-den 514 bine, İsveç’e 10 binden 331 bine, Rusya’ya 8.6 binden 292 bine, Avusturya’ya 36 binden 172 bine fır-lamıştır.

• Buzdolabı: İngiltere’ye 153 binden 743 bine, Fransa’ya 149 binden 604 bine, Irak’a birkaç yüzden 256 bine, Almanya’ya 41.6 binden 370 bine, İtalya’ya 9.5 binden 306 bine, Cezayir’e 2 binden 176 bine, İsrail’e 21 binden 59 bine, İspanya’ya 11.5

binden 324 bine sıçramıştır.• Çamaşır Makinesi: Almanya’ya

16.8 binden 447 bine, İngiltere’ye 726’dan 283 bine, Fransa’ya 4 bin-den 470 bine, Rusya’ya 1.3 binden 157 bine, İspanya’ya 310’adet den 304 bine, Romanya’ya 5.2 binden 130 bine çıkmıştır.

• Otomobil: Fransa’ya 473 adetten 69.6 bine, Almanya’ya 18 adetten 28.8 bine, İtalya’ya 10.8 binden 66.7 bine, İspanya’ya 8 binden 19.5 bine, Rusya’ya 893 adetten 42.2 bine, İsrail’e sıfırdan 14.3 bine, Cezayir’e 1 adet 8.8 bine, İngiltere’ye 3 adetten 8.2 bine, Polonya’ya 1 adetten 7.9 bine, Finlandiya’ya sıfırdan 9.9 bin adede fırlamıştır. Görüldüğü gibi, 2006 sonu itibarıy-

la milyonlarca İngiliz, Fransız, Alman ve İtalyan vatandaşı evlerinde Türk malı te-levizyon, buzdolabı ve çamaşır makinesi kullanmaktadır. Demek ki, Türk Sanayi ürünleri AB’ye girmiş bile... Çünkü, 2006 yılında Türk özel sektörünün ürettiği 18.3 milyon adet televizyonun %89.6’sı (16.4 milyon TV), 6.2 milyon adet buzdolabının %67.7’si, 5.4 milyon adet çamaşır maki-nesinin %63’ü, 756 bin adet otomobilin %58.3’ü ihraç edilmiştir.

Sonuç2012’de AB ülkelerinin Türkiye’nin ih-

racatında %39’luk bir paya sahip olma-sı ve 2007-2012 döneminde, ihracatın / ithalatı karşılama oranı AB ülkeleri ile %75 ve AB dışı ülkeler ile %55 olduğuna göre, Türkiye için, sadece dış ekonomik ilişkiler açısından bakıldığında bile, AB çok önemlidir. Önemli olan, Türkiye’nin müzakere sürecinde AB vizyonunu ve mo-tivasyonunu kaybetmemesidir. Çünkü, AB projesi, sadece ticari bir olay değil, 35 fasılda (başlıkta) ve binlerce altbaşlıkta, Türkiye’nin ekonomisi, hayat standar-dı, demokratikleşmesi, hukuk sisteminin batılılaşması ve modernleşmesi yolunda itici bir güçtür. Yapılması gereken bu sü-recin ( AB ile müzakere sürecinin ) asla Türkiye’nin kendi iradesiyle kesintiye uğ-ramasına müsaade edilmemesidir. Aksi halde, AB yolunda harcanan 54 yıllık mücadeleye, emeğe ve kazanımlara ya-zık olur.

AB’nin 50 yıllık taahhütlerine rağ-men, Türkiye’ nin tam üyelik hedefinin

AB tarafından sabote edilmesinin mali-yetleri; Türkiye açısından: belli bir süre a) Türkiye’nin dış ekonomik itibarı (kre-dibilitesi) gerileyecek, b) Doğrudan Ya-bancı Sermaye (DYS) girişleri azalacak, c) faiz ve döviz fiyatları ile enflasyon artış eğilimine girecek, d) borsa inişini sürdürecek, e) başta Avrasya bölgesinde olmak üzere Türkiye’nin siyasi prestiji ve ağırlığı zedelenecek,ayrıca f) ülkede bir siyasi dalgalanmaya da yol açabilecek-tir. AB açısından: a) İslam Alemi ile Hrıs-tiyan Alemi arasında uzlaşma ümidi sona erecek, b) medeniyetler çatışması devam edecek; c) AB’ nin ABD karşısında ve dün-ya ölçeğinde siyasi ve askeri sahalarda cüce bir güç olmaktan kurtulamayacaktır. Neticede, AB ile müzakere sürecinin bir şekilde askıya alınmasının hem Türkiye ve hem de AB bakımından maliyetinin gayet ağır olacağını göstermektedir.

Belirtmek gerekir ki her şeye rağmen, 12 Haziran 2006’da Bilim ve Araştırma faslında müzakerelerin açılıp-kapanması ve Ekim 2006 itibarı ile 35 fasılda ta-rama sürecinin tamamlanması, bügüne kadar toplam 13 faslın müzakereye açıl-ması, Türkiye-AB ilişkilerinde çok önemli bir aşama olup, Türkiye’ nin tam üyelik yolunda, 45 yıl bekletildikten sonra, AB trenine binmesinin tescilidir.

DİPNOTLAR(1) OECD ülkeleri = AB ve diğer Avrupa ülke-leri dahil,ABD, Kanada, Japonya, Avustralya, Yeni Zelanda ve Türkiye’yi kapsamaktadır. (2) İslam ülkeleri = Orta ve Yakın Doğu Asya ül-keleri, Endonezya ve Malezya ile Afrika ülkeleri dahil 56 İslam ülkesini kapsamaktadır.

Not: Mayıs 2006’da sonuç bölümüne katkıla-rından dolayı, halen Türkiye’nin Washington Bü-yükelçisi olan, Sayın Namık TAN’a çok teşekkür ederim. Ekonomik Gelişmeler ve Türkiye-AB İliş-kileri konularında daha fazla bilgi için, bakınız: NOT-1’deki 2- 4 No’lu makaleler.Not-1: Prof. Dr. Emin ÇARIKCI’nın (1),”Öğren-cilere Ekonomik Tavsiyeler” (11 Eylül 2009); (2),”Türkiye’de Ekonomik Gelişmeler: 2009-2013 ve Ekonomik Hedefler:2013-2015” (24 Mayıs 2013); Bu makale Mayıs ve Ekim ayla-rında güncelleştirilmektedir. (3),”AB ile İlişkiler ve Gümrük Birliği’nin Zararı” (29 Nisan 2009); (4),”AB ile Müzakereler ve Beklentiler” (12 Mayıs 2009); (5),”Türk Dünyası’ndaki Ekonomik Gelişmeler: 1994-2012” (1 Kasım 2012) konu-lu 60 sayfayı aşan makaleleri ve Yazarın Hayat Mücadelesi (TRT AVAZ’da, 32 dakika) Çankaya Üniversitesi’ndeki Web sayfasında yayımlan-maktadır. Bakınız: http://carikci.cankaya.edu.tr

Page 79: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 201376

Ürünlere ve Ülkelere Göre Başlıca Sanayi Malları İhracat Değeri ve Adedi: 1996-2006

(Türkiye’de ilk defa)2007 yılında daha detaylı olarak İş-

veren Dergisi’nde yayımlanmış olan bu bölümün amacı ise, Türkiye’de ilk defa sanayi ürünlerimizin, ihracat adetlerini ve ülkelere göre dağılımı özetini tekrar kamuoyuna sunmaktır. Böylece Gümrük Birliği (GB) öncesi “GB ile Türk sanayi batar” iddiasında bulunanlara cevabım rakamlarla olacaktır. Tablo-2’de görüldü-ğü gibi, 1996’dan 2000’e ve 2006’ya ihracatımızda başlıca dayanıklı tüketim ve sanayi ürünleri miktarı, adet olarak (parantez içinde milyon $), Tablo-2’de görüldüğü gibi;• Televizyon 1.2 milyondan (217)

7.3 milyon (840) ve 16.4 milyona (2,800),

• Buzdolabı 645 binden (103) 929 bin (142) ve 4.2 milyona (765),

• Çamaşır makinesi 49 binden (11) 275 bin (42) ve 3.4 milyona (582),

• Otomobil 26 binden (200) 83 bin (619) ve 441 bine (5,700),

• Otobüs-Minibüs 3.2 binden (258) 6.4 bin’e (281) ve 6.4 bine (556),

• Traktör 943’den (7,7) 4.9 bin (45) ve 11 bin (836) adede fırlamıştır.1996’dan 2006’ya ÜLKELER BAZIN-

DA, başlıca sanayi malları İHRACATI-MIZ, adet olarak;• Televizyon: İngiltere’ye 167 binden

3.0 milyona, Almanya’ya 428 binden 2.8 milyona, İtalya’ya 21.7 binden 1.5 milyona, İspanya’ya 42 binden 1.9 milyona, Fransa’ya 76 binden 1.6 milyona, Romanya’ya 14,8 bin-den 733 bine, Yunanistan’a 23 bin-den 514 bine, İsveç’e 10 binden 331 bine, Rusya’ya 8.6 binden 292 bine, Avusturya’ya 36 binden 172 bine fır-lamıştır.

• Buzdolabı: İngiltere’ye 153 binden 743 bine, Fransa’ya 149 binden 604 bine, Irak’a birkaç yüzden 256 bine, Almanya’ya 41.6 binden 370 bine, İtalya’ya 9.5 binden 306 bine, Cezayir’e 2 binden 176 bine, İsrail’e 21 binden 59 bine, İspanya’ya 11.5

binden 324 bine sıçramıştır.• Çamaşır Makinesi: Almanya’ya

16.8 binden 447 bine, İngiltere’ye 726’dan 283 bine, Fransa’ya 4 bin-den 470 bine, Rusya’ya 1.3 binden 157 bine, İspanya’ya 310’adet den 304 bine, Romanya’ya 5.2 binden 130 bine çıkmıştır.

• Otomobil: Fransa’ya 473 adetten 69.6 bine, Almanya’ya 18 adetten 28.8 bine, İtalya’ya 10.8 binden 66.7 bine, İspanya’ya 8 binden 19.5 bine, Rusya’ya 893 adetten 42.2 bine, İsrail’e sıfırdan 14.3 bine, Cezayir’e 1 adet 8.8 bine, İngiltere’ye 3 adetten 8.2 bine, Polonya’ya 1 adetten 7.9 bine, Finlandiya’ya sıfırdan 9.9 bin adede fırlamıştır. Görüldüğü gibi, 2006 sonu itibarıy-

la milyonlarca İngiliz, Fransız, Alman ve İtalyan vatandaşı evlerinde Türk malı te-levizyon, buzdolabı ve çamaşır makinesi kullanmaktadır. Demek ki, Türk Sanayi ürünleri AB’ye girmiş bile... Çünkü, 2006 yılında Türk özel sektörünün ürettiği 18.3 milyon adet televizyonun %89.6’sı (16.4 milyon TV), 6.2 milyon adet buzdolabının %67.7’si, 5.4 milyon adet çamaşır maki-nesinin %63’ü, 756 bin adet otomobilin %58.3’ü ihraç edilmiştir.

Sonuç2012’de AB ülkelerinin Türkiye’nin ih-

racatında %39’luk bir paya sahip olma-sı ve 2007-2012 döneminde, ihracatın / ithalatı karşılama oranı AB ülkeleri ile %75 ve AB dışı ülkeler ile %55 olduğuna göre, Türkiye için, sadece dış ekonomik ilişkiler açısından bakıldığında bile, AB çok önemlidir. Önemli olan, Türkiye’nin müzakere sürecinde AB vizyonunu ve mo-tivasyonunu kaybetmemesidir. Çünkü, AB projesi, sadece ticari bir olay değil, 35 fasılda (başlıkta) ve binlerce altbaşlıkta, Türkiye’nin ekonomisi, hayat standar-dı, demokratikleşmesi, hukuk sisteminin batılılaşması ve modernleşmesi yolunda itici bir güçtür. Yapılması gereken bu sü-recin ( AB ile müzakere sürecinin ) asla Türkiye’nin kendi iradesiyle kesintiye uğ-ramasına müsaade edilmemesidir. Aksi halde, AB yolunda harcanan 54 yıllık mücadeleye, emeğe ve kazanımlara ya-zık olur.

AB’nin 50 yıllık taahhütlerine rağ-men, Türkiye’ nin tam üyelik hedefinin

AB tarafından sabote edilmesinin mali-yetleri; Türkiye açısından: belli bir süre a) Türkiye’nin dış ekonomik itibarı (kre-dibilitesi) gerileyecek, b) Doğrudan Ya-bancı Sermaye (DYS) girişleri azalacak, c) faiz ve döviz fiyatları ile enflasyon artış eğilimine girecek, d) borsa inişini sürdürecek, e) başta Avrasya bölgesinde olmak üzere Türkiye’nin siyasi prestiji ve ağırlığı zedelenecek,ayrıca f) ülkede bir siyasi dalgalanmaya da yol açabilecek-tir. AB açısından: a) İslam Alemi ile Hrıs-tiyan Alemi arasında uzlaşma ümidi sona erecek, b) medeniyetler çatışması devam edecek; c) AB’ nin ABD karşısında ve dün-ya ölçeğinde siyasi ve askeri sahalarda cüce bir güç olmaktan kurtulamayacaktır. Neticede, AB ile müzakere sürecinin bir şekilde askıya alınmasının hem Türkiye ve hem de AB bakımından maliyetinin gayet ağır olacağını göstermektedir.

Belirtmek gerekir ki her şeye rağmen, 12 Haziran 2006’da Bilim ve Araştırma faslında müzakerelerin açılıp-kapanması ve Ekim 2006 itibarı ile 35 fasılda ta-rama sürecinin tamamlanması, bügüne kadar toplam 13 faslın müzakereye açıl-ması, Türkiye-AB ilişkilerinde çok önemli bir aşama olup, Türkiye’ nin tam üyelik yolunda, 45 yıl bekletildikten sonra, AB trenine binmesinin tescilidir.

DİPNOTLAR(1) OECD ülkeleri = AB ve diğer Avrupa ülke-leri dahil,ABD, Kanada, Japonya, Avustralya, Yeni Zelanda ve Türkiye’yi kapsamaktadır. (2) İslam ülkeleri = Orta ve Yakın Doğu Asya ül-keleri, Endonezya ve Malezya ile Afrika ülkeleri dahil 56 İslam ülkesini kapsamaktadır.

Not: Mayıs 2006’da sonuç bölümüne katkıla-rından dolayı, halen Türkiye’nin Washington Bü-yükelçisi olan, Sayın Namık TAN’a çok teşekkür ederim. Ekonomik Gelişmeler ve Türkiye-AB İliş-kileri konularında daha fazla bilgi için, bakınız: NOT-1’deki 2- 4 No’lu makaleler.Not-1: Prof. Dr. Emin ÇARIKCI’nın (1),”Öğren-cilere Ekonomik Tavsiyeler” (11 Eylül 2009); (2),”Türkiye’de Ekonomik Gelişmeler: 2009-2013 ve Ekonomik Hedefler:2013-2015” (24 Mayıs 2013); Bu makale Mayıs ve Ekim ayla-rında güncelleştirilmektedir. (3),”AB ile İlişkiler ve Gümrük Birliği’nin Zararı” (29 Nisan 2009); (4),”AB ile Müzakereler ve Beklentiler” (12 Mayıs 2009); (5),”Türk Dünyası’ndaki Ekonomik Gelişmeler: 1994-2012” (1 Kasım 2012) konu-lu 60 sayfayı aşan makaleleri ve Yazarın Hayat Mücadelesi (TRT AVAZ’da, 32 dakika) Çankaya Üniversitesi’ndeki Web sayfasında yayımlan-maktadır. Bakınız: http://carikci.cankaya.edu.tr

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 2013 77

BUSINESSEUROPE, Avrupa Hizmet-ler Forumu, Avrupa Esnaf, Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeler Birliği, Transat-lantik İş Konseyi, Transatlantik Politika Ağı, AB’deki Amerikan Ticaret Odası, Avrupa AmChams ve ABD Ticaret Oda-sı Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı İttifakı’nın (TTIP) oluşturul-duğunu duyurdu.

BUSINESSEUROPE Başkanı Jürgen R. Thumann konuyla ilgili açıklamasın-da “İttifak, müzakereler boyunca hükü-metlere destek verecek ve anlaşmanın gerçekleştirilmesi için ne gerekiyorsa yapacaktır. Önümüzde engeller bulun-

makta ancak ekonominin toparlanması ve Atlantik’in iki tarafında da istihdam yaratmak için birlikte çalışacağız” dedi.

EUROCHAMBERS Başkanı Alessand-ro Barberis yaptığı açıklamada “Avrupa iş dünyası, ABD ile yapılacak tarihi an-laşmayı tümüyle desteklemektedir ve her ölçekte işletmelerimiz için büyüme ve vatandaşlarımız için istihdam sağlamak amacıyla tüm gayretlerimizi birleştiriyo-ruz” dedi.

BUSINESSEUROPE tarafından yapı-lan açıklamada, İttifak altında birleşen iş dünyası kuruluşları, iddialı ve kapsam-lı bir Transatlantik Ticaret ve Yatırım An-

laşması gerçekleştirmek ve yeni pazar-lar açmak amacıyla yenilikçi çözümler sunarak katkı sağlayacaktır. Anlaşma AB’ye 119 milyar Euro ve ABD’ye 95 milyar Euro olmak üzere önemli eko-nomik faydalar getireceği; istihdam ve ekonomik büyüme için ticaret ve yatırı-mın anahtar konumda olduğu, dolayı-sıyla TTIP’nin, her iki kıtada ve dünya çapında ekonomileri canlandırmak için eşsiz bir fırsat sunduğu belirtilerek, ABD-AB Serbest Ticaret Anlaşması ile işletme-lerin rekabet gücünün artacağı, büyüme artışı ve en önemlisi istihdam artışı sağ-lanacağı bildirildi.

İş Dünyası, Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı İttifakının Kurulduğunu Duyurdu

Page 80: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 201378

M. H

aluk

NU

RAY

İktisadi Kalkınma Vakfı (İKV)Brüksel Daimi Temsilcisi

Bundan onsekiz yıl önce, 6 Mart 1995 tarihinde, Strasburg’da, Türkiye ile AB arasında Gümrük Birliği yaratan Ortaklık Konseyi kararı Avrupa Parlamentosu ta-rafından onaylandığında, toplum olarak nasıl da sevinmiştik. Bu karar ile, yirmi iki yıllık bir sürecin sonunda tarafların yükümlülüklerini yerine getirdiği kayda geçiriliyor ve Türkiye ekonomisinin Avru-pa Birliği ekonomileri ile aynı koşullarda rekabet etme gücüne eriştiği tüm dünyaya ilan ediliyordu. O zaman tam farkında değildik ama bu onayı almak için yapı-lan mevzuat değişiklikleri ve reformlar sanayimizde ciddi yapısal değişiklikleri tetiklemiş; Gümrük Birliği, Türkiye’nin, bir kaç yıl sonra başlayacak olan “Globali-zasyon” dalgasına karşı daha dayanıklı hale gelmesinde önemli bir rol oynamaya daha o aşamada başlamıştı bile.

O günden bu yana köprülerin altından çok sular aktı, başka etmenler devreye gir-di ama Gümrük Birliği’nin Türk ekonomisini bugünkü durumuna getiren faktörlerin en önemlilerinden birisi olduğu; sanayimize,

yeni pazarlara açılma ve globalizasyonun getirmek üzere olduğu zorluklarla başa çık-ma kapasitesi kazandırdığı gerçeği değiş-medi. Bu gerçeği inkâr edemeyiz. Gümrük Birliği olmasaydı, Türkiye ekonomisi bugün olduğundan çok farklı bir yapıda olurdu. Daha iyi mi yoksa daha kötü mü olurdu bile-meyiz ama kesinlikle “farklı” olurdu.

Ancak, o dönemde büyük iş gören Güm-rük Birliği de zamanın acımasız etkilerinden kaçamamış, yıpranmıştır; potansiyeli tama-men kullanılmış, içinde geleceğe yönelik yeni unsur kalmamıştır. O günün Türk eko-nomisinin çok önemli ihtiyaçlarına cevap veren, Gümrük Birliği, o günden çok farklı olan günümüz Türkiye ekonomisinin ihtiyaç-larına cevap vermekte yetersiz kalmakta, hatta zaman zaman bir “yük” olarak algı-lanmaktadır. Gümrük Birliği’nin olumlu etki-lerini çoktan içselleştiren ekonomimizin çok değerli aktörleri ise bugün Gümrük Birliğini daha ziyade olumsuz yönleri ile anmakta-dır.

Şikayetlerin temelinde ise altmışdört

maddelik Gümrük Birliği kararının tek bir maddesinden, Madde 16’dan kaynakla-nan, Türkiye’nin, “Topluluğun tercihli güm-rük rejimine uyum sağlaması” yükümlülüğü yatmaktadır. Bu yükümlülük çerçevesinde Türkiye Avrupa Birliği’nin üçüncü ülkelerle imzaladığı serbest ticaret anlaşmaları (STA) ile verilen tarife tavizlerini otomatik olarak üstlenmek zorunda kalmaktadır. Buna kar-şılık, AB tarafından alınan karşı tavizlerden yararlanması otomatik olarak gerçekleşme-mekte, Türkiye ancak ilgili ülke ile kendi STA’sını imzaladığı noktada bu hakkı elde etmektedir.

STA Sorunu Biçim Değiştiriyor - Fırsata Dönüştürmek Mümkün mü?

AB tarafının şikayetleri daha çok uygulama ile il-gilidir yani operasyoneldir, GB sistemi içinde, mevcut kurallarda veya uygulama-larımızda küçük değişiklik-ler yapılarak bu şikayetler ortadan kaldırılabilir.

Page 81: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 201378

M. H

aluk

NU

RAY

İktisadi Kalkınma Vakfı (İKV)Brüksel Daimi Temsilcisi

Bundan onsekiz yıl önce, 6 Mart 1995 tarihinde, Strasburg’da, Türkiye ile AB arasında Gümrük Birliği yaratan Ortaklık Konseyi kararı Avrupa Parlamentosu ta-rafından onaylandığında, toplum olarak nasıl da sevinmiştik. Bu karar ile, yirmi iki yıllık bir sürecin sonunda tarafların yükümlülüklerini yerine getirdiği kayda geçiriliyor ve Türkiye ekonomisinin Avru-pa Birliği ekonomileri ile aynı koşullarda rekabet etme gücüne eriştiği tüm dünyaya ilan ediliyordu. O zaman tam farkında değildik ama bu onayı almak için yapı-lan mevzuat değişiklikleri ve reformlar sanayimizde ciddi yapısal değişiklikleri tetiklemiş; Gümrük Birliği, Türkiye’nin, bir kaç yıl sonra başlayacak olan “Globali-zasyon” dalgasına karşı daha dayanıklı hale gelmesinde önemli bir rol oynamaya daha o aşamada başlamıştı bile.

O günden bu yana köprülerin altından çok sular aktı, başka etmenler devreye gir-di ama Gümrük Birliği’nin Türk ekonomisini bugünkü durumuna getiren faktörlerin en önemlilerinden birisi olduğu; sanayimize,

yeni pazarlara açılma ve globalizasyonun getirmek üzere olduğu zorluklarla başa çık-ma kapasitesi kazandırdığı gerçeği değiş-medi. Bu gerçeği inkâr edemeyiz. Gümrük Birliği olmasaydı, Türkiye ekonomisi bugün olduğundan çok farklı bir yapıda olurdu. Daha iyi mi yoksa daha kötü mü olurdu bile-meyiz ama kesinlikle “farklı” olurdu.

Ancak, o dönemde büyük iş gören Güm-rük Birliği de zamanın acımasız etkilerinden kaçamamış, yıpranmıştır; potansiyeli tama-men kullanılmış, içinde geleceğe yönelik yeni unsur kalmamıştır. O günün Türk eko-nomisinin çok önemli ihtiyaçlarına cevap veren, Gümrük Birliği, o günden çok farklı olan günümüz Türkiye ekonomisinin ihtiyaç-larına cevap vermekte yetersiz kalmakta, hatta zaman zaman bir “yük” olarak algı-lanmaktadır. Gümrük Birliği’nin olumlu etki-lerini çoktan içselleştiren ekonomimizin çok değerli aktörleri ise bugün Gümrük Birliğini daha ziyade olumsuz yönleri ile anmakta-dır.

Şikayetlerin temelinde ise altmışdört

maddelik Gümrük Birliği kararının tek bir maddesinden, Madde 16’dan kaynakla-nan, Türkiye’nin, “Topluluğun tercihli güm-rük rejimine uyum sağlaması” yükümlülüğü yatmaktadır. Bu yükümlülük çerçevesinde Türkiye Avrupa Birliği’nin üçüncü ülkelerle imzaladığı serbest ticaret anlaşmaları (STA) ile verilen tarife tavizlerini otomatik olarak üstlenmek zorunda kalmaktadır. Buna kar-şılık, AB tarafından alınan karşı tavizlerden yararlanması otomatik olarak gerçekleşme-mekte, Türkiye ancak ilgili ülke ile kendi STA’sını imzaladığı noktada bu hakkı elde etmektedir.

STA Sorunu Biçim Değiştiriyor - Fırsata Dönüştürmek Mümkün mü?

AB tarafının şikayetleri daha çok uygulama ile il-gilidir yani operasyoneldir, GB sistemi içinde, mevcut kurallarda veya uygulama-larımızda küçük değişiklik-ler yapılarak bu şikayetler ortadan kaldırılabilir.

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 2013 79

İşte bu paralel olmayan yükümlülük ekonomimizde olumsuz etkiler yarat-makta ve sanayicilerimizin şikayetleri-ne sebep olmaktadır. Yoksa, hiç kimse Gümrük Birliği’nin AB Tek Pazarı’na sıfır gümrük vergisi ile, kotasız, basit belge düzeniyle sanayi malları ihracatı yapa-bilmemizi sağlayan hükümlerinden şika-yet etmemektedir.

Serbest Ticaret Anlaşmaları neden ekonomimizi olumsuz etkiliyor?

Şu an itibarıyla, AB’nin imzalamış olduğu STA’ların olumsuz etkileri beş farklı yolla kendisini hissettirmektedir: 1) Biz tarife indirimlerini hemen uygu-ladığımız için karşı ülkenin malları pa-zarımıza daha ucuza girebilmektedir; 2) biz AB’nin aldığı tarife indirimlerini alamadığımız için AB firmaları o ülkenin

pazarlarına Türk firmalarına nazaran daha avantajlı koşullarla girebilmekte-dir; 3) biz daha sonra söz konusu ülke ile STA yapasak dahi, hem aradan geçen sürede zararlarımız pekişmekte hem de AB’nin STA’sı ile bizim STA’mız arasındaki kapsam farkı olabilmektedir; 4) STA’lar, tarife etkisinin ötesinde bir ekonomi psikolojisi etkisi yaratmakta, tarafların ilgisi, iş yapma arzuları ve ya-tırımları birbirine yönelmekte, bu da bi-zim biraz daha kenarda kalmamıza yol açabilmektedir; 5) nihayet, bu madde ile bizim, AB’nin STA imzalamadığı ül-kelerle STA yapma imkanımız elimizden alınmış olduğu için, AB’nin ilgi alanında olmayan ancak bizim ticaret politikamız açısından avantaj yaratacak ülkelerle tarife kolaylığı anlaşmaları yapılama-maktadır.

STA’larla ilgili sorunlar Gümrük Birliği kararı hazırlanırken öngörülemez miydi?

Herşeyden önce şunu kabul etmemiz gerek: Ortak Gümrük Tarifesi’ne (OGT) uyum gümrük birliğinin olmazsa olmaz kuralıdır. Eğer bu hüküm çıkarılırsa o eko-nomik entegrasyon modelin Gümrük Birli-ği olarak adlandırılması mümkün olmaz. Üstelik o dönemde AB’nin tercihli ticaret anlaşması imzalaması planlanan az sayı-da ülke vardı. Gümrük Birliği karaının 10 numaralı ekinde bu ülkeler sıralanmıştır*. O dönemde, bu ülkeler arasında imzala-nacak çapraz anlaşmalarla Avrupa’da yeni bir “menşe kümülasyonu sistemi” ya-ratılmakta olduğu endişesiyle hareket edil-miş, ayrıca, söz konusu ülkelerden gelecek tehditlerle sanayimizin başa çıkabileceği hesaplanmıştır.

Yine de, sorun onaltıncı maddenin varlığından değil sürecin çok uzmasından kaynaklanmaktadır. Gümrük Birliği Kara-rı’ndaki bir çok hüküm beş ilâ on yıllık bir dönem sonunda tam üyeliğimizin gerçekle-şeceği varsayımına dayanmaktadır; hatta varsayımdan da öte, o dönemde böyle bir imana kararların alındığı ortama hakim ol-muştur.

Gerçi, eğer şu an tam üye olsaydık dahi AB’nin imzaladığı tercihli anlaşmalardan şikayet ediyor olabilirdik. Çünkü halen AB üyesi olan ülkelerin bazı sektör ve firma-larının da AB’nin imzaladığı STA’lardan

şikayetleri vardır; onlar da verilen taviz-lerden zarar görebilmektedir. Ancak eğer üye olsaydık konuyu bambaşka bir zemin-de tartışıyor olacaktık, zararlarımızı telafi edebilmek için elimiz daha güçlü olacaktı.

Sürecin çok uzamasının bir başka etkisi de dünya ticaretindeki hızlı, adeta inanıl-maz düzeydeki değişime yakalanmış olma-mızdır. Çok kısa bir zaman diliminde Çin, G. Kore, Meksika gibi rakibimiz olabilecek ülkelerin AB ile serbest ticaret imzalama noktasına gelecekleri hesabedilememiştir.

Şikayetlerimize çözüm bulmanın bir yolu yok mu?

STA’lar konusunda AB tarafı da (en azından teknik servisler düzeyinde) hak-lılığımızı bir ölçüde kabul etmekte oldu-ğundan çözüm için bazı girişimlerde bulunulmuş; bu güne dek bir takım kısıtlı iyileşmeler sağlanmış ancak mevcut me-kanizmalar dahilinde ne yazık ki duruma özellikle sektörlerimiz açısından tatmin edi-ci bir nihai çözüm henüz bulunamamıştır. Bulunamayacaktır da! Çünkü aradığı-mız çözüm Türkiye›nin AB karar alma mekanizmalarına katılmasında daha da doğrusu tam üyeliktedir...

Bilindiği gibi, Türkiye’nin STA görüşme-lerinde AB ile aynı masada olmasının hu-kuken mümkün olmadığı anlaşılınca, buna alternatif olarak danışma ve bilgilendirme mekanizmalarında iyileşme yapılması yolu-na gidilmiş, daha sonra da AB’nin üçüncü ülkelerle yaptığı anlaşmalara, Türkiye ile de benzer bir anlaşma yapması gerektiği-ni hatırlatan “Türkiye maddesi” eklenmeye başlamıştır..

Ancak, danışma mekanizması ne ka-dar geliştirilirse geliştirilsin, Türkiye mad-desi nasıl kaleme alınırsa alınsın sektör-lerimizin şikayetleri sona ermeyecektir. Hatta STA’ları AB ile aynı anda imzalama-mızın başka bir yolu bulunsa da sorunlar bitmeyecektir. Çünkü bu yollarla “AB’nin akdettiği STA’lara uyumumuz esnasında, ülkemizin -en azından- olmazsa olmaz ta-leplerinin anlaşmaya yansıtılabilmesi” kısa-ca “menfaatlerinin korunabilmesi” mümkün değildir.

Sorun sadece STA’lar arasındaki za-man farklılığından kaynaklanmamaktadır ki. Bir de kapsamdan kaynaklanan sorun-lar vardır. AB’nin Ortak Gümrük Tarifesi (OGT) zaten düşük olduğundan STA’larda başka türlü tavizler verilmesi söz konusudur

Türkiye’nin GB yükümlü-lükleri nedeniyle, AB’nin imzaladığı tercihli ticaret anlaşmalarından kaynak-lanan ve “STA sorunu” olarak adlandırdığımız, bir sorunu vardır ve ne yazık ki bu sorunun kısa vadede, kolay, kesin bir çözümü de bulunmamak-tadır.

Page 82: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 201380

(tarım tavizleri, sanayi ürünlerinde hassas ürün listeleri oluşturulması ya da menşe ku-rallarının esnekleştirilmesi gibi). Nispeten küçük ekonomilere sahip ülkelerle yapılan STA’ların uygulanması dahi sektörlerimizin şikayetlerine yol açarken rakibimiz olan ülkelerle yapılan ya da yapılacak anlaşma-larda verilecek bu tür tavizler, AB sektörleri tarafından arzu edilir ya da katlanılabilir olsa dahi, ülkemiz sektörleri açısından za-rar verici nitelikte olabilir.

Böyle bir durumda, ne kadar gelişmiş olursa olsun danışma ve bilgilendirme mekanizmaları yoluyla, hatta aynı masa-da değil ama yan odada oturmak olarak ifade edilen paralel müzakere formülüyle dahi isteklerimizi masaya yeterince yan-sıtamayız. Üye ülkelerin bir bölümü dahi isteklerini tam olarak bu anlaşmalara yan-sıtamamaktadır.

Zarar gören sektörlerimizi kesin biçim-de saptayıp zararı ölçebildiğimiz durum-larda geçici olarak karşı önlemler almak mümkündür ama adı üzerinde bu çözüm “geçici” olacaktır. Üstelik bu tür önlemlerin sayısı ve kapsamı artarsa Gümrük Birliği gümrük birliği olmaktan çıkar.

Şikayetlerimize çözüm bulunmasını talep ederken unutmamamız gereken bir husus AB tarafının da şikayetleri olduğudur. Onlar da bazı şeylerin değişmesini istemek-tedir. Ne yazık ki bu noktada da bir eşitsiz-lik mevcuttur. AB tarafının şikayetleri daha çok uygulama ile ilgilidir yani operasyonel-dir, GB sistemi içinde, mevcut kurallarda veya uygulamalarımızda küçük değişik-likler yapılarak bu şikayetler ortadan kal-dırılabilir. Hatta, AB tarafı Dünya Ticaret Örgütü nezdine panele giderek kazanabi-lir de (ama bu yolu tercih etmemektedir). Oysa Türk tarafının şikayetleri sistemik ve yapısaldır. Ortadan kaldırılabilmesi için de yapısal değişiklikler gerekir. Üstelik GB’nin yapısının değil AB’nin yapısının değişmesi gerekir ki bu da şu an için imkansızdır.

Gümrük Birliği kararının değiştirilme-sinden, revizyonundan, modernizasyonun-dan bahsedilmektedir. Bu konuda Dünya Bankası da Eylül sonunda açıklanması beklenen bir çalışma yapmaktadır. Değişik çözüm önerileri tartışılmaktadır. Kanaatim-ce, GB’nin revizyonunun katılım müzake-releri ile ilişkilendirilmesine yönelik çözüm önerileri ne yazık ki çalışmayacaktır. Mü-zakere sürecini, vize açılımını durma nok-tasına getiren dinamikler bu girişimleri de

durduracaktır. Siyasi irade noksanlığı GB Kararı’nın iyi niyetle değiştirilmesini de en-gelleyecektir.

Kısaca, Türkiye’nin GB yükümlülükleri nedeniyle, AB’nin imzaladığı tercihli tica-ret anlaşmalarından kaynaklanan ve “STA sorunu” olarak adlandırdığımız, kapsamı yukarıda açıklanan bir sorunu vardır ve ne yazık ki bu sorunun kısa vadede, kolay, ke-sin bir çözümü de bulunmamaktadır.

Yakın gelecek ise, kapsamı daha da genişlemiş, çapı büyümüş, başa çıkması daha zor “yeni bir STA sorununa” gebedir. Öyle bir sorun ki, önce sisteme girmeye ça-lışırken zorluk yaşayacağız; eğer sistemin dışında kalsak kaçan fırsatlara yanacağız; eğer sistemin içine girme imkanı kazanır-sak elimizdeki fırsatları iyi kullanabilmeniz zorluklarını hissedeceğiz.

STA’larla ilgili asıl tehdit başka bir yerde: Yeni Nesil, Kapsamlı Serbest Ticaret Anlaşmaları

AB, ABD, Kanada ve Japonya imzala-maya başladıkları yeni nesil, derin ve kap-samlı serbest ticaret ve yatırım anlaşmaları yoluyla, hizmetler sektörünü de kapsayan; katılanların katılmayanlara göre avantajlı olacağı yeni bir ekonomik alan ve sistem yaratıyorlar (Transatlantic Trade and In-vestment Partnership - TTIP). Türkiye geçen defa, GB sayesinde, serbestleşen global ticaret alanına erken girenlerden biri olmuş ve bunun avantajlarından yararlanmıştı. O gün öncüydük, bugün ise geri kalabiliriz. Batı, yükselen Asya’ya karşı yeni bir ticaret ve iş düzeni oluşturuyor; yeni bir oyun pla-nı çiziliyor; sistem yeniden formatlanıyor; Türkiye bunun dışında kalamaz, kalmama-lıdır.

Türkiye bu sisteme -hem de en başın-dan itibaren- dahil olmalıdır çünkü AB ile çok özel ve yakın bir ilişkisi vardır. Yeni yapının dışında kalanlar mutlaka olumsuz etkilere maruz kalacaklardır ama Türkiye bu özel ilişkisi nedeniyle diğer üçüncü ülke-lere nazaran çok daha fazla etkilenecektir. Öte yandan, bu “özel ilişki” neden bizim sisteme girişimizin anahtarı olmasın?

Evet, Türkiye de çok sayıda STA imzalı-yor ama ne yazık ki bunlar “sığ” anlaşma-lar, sadece mal ticareti ve tarife indirimle-rine odaklanan bu tür anlaşmaların “2023 yılında 500 milyon dolarlık ihracat” gibi

iddialı hedefler koyan Türkiye’ye istenen ivmeyi yaratmaları mümkün değil.

Bu anlamda, yeni nesil STA’lar bizim mevcut “STA sorunumuzu” da kökünden değiştirecektir. Yeni anlaşmalarda asıl so-run kapsamdan kaynaklanacaktır. Türkiye ABD’yi AB-ABD müzakerelerine paralel mü-zakerelere başlamaya ikna ederek önemli bir adım atmıştır ama bu kafi değildir. Hem kamu hem de sektörlerimiz açısından zor-luk asıl bu noktada başlayacaktır. Hizmet-ler ve kamu alımlarını da içeren yeni nesil STA’lar alışık olduğumuz, mal ticaretini ve tarifeleri kapsayan eski STA’lardan çok farklı dinamikler içermektedir. Bu sektörle-rin doğası ve ülke kalkınmasındaki rolü, hizmet müzakerelerini ticaret diplomasisi-nin en zorlu ve karmaşık alanlarından birisi haline getirmekte, bu alanlarda müzakere etmeyi son derece zorlaştırmaktadır.

Müzakereler tamamlanıp hizmet sek-törlerinde serbestleştirme sağlansa dahi sorunlar bitmeyecektir. Bu defa da karşı tarafın açılan piyasalarına uluslararası standartta, rekabet edebilir şartlarla ürün sunulması için gayret göstermek gereke-cektir. Hazırlık aşamasında da, müzakere aşamasında da, uygulama aşamasında da başarılı olmanın tek yolu spesifik bir “özel sektör kapasitesi” yaratmaktan geçmekte-dir.

İŞVEREN dergisinin, zamanlaması mü-kemmel bu özel sayısının, sektörlerimize “yeni nesil STA’lar” ve “biçim değiştirmekte olan STA sorunumuz” konusunda düşünme ve tartışma imkanı yaratacağını; sektörleri-mizin, bir an önce, bu yeni duruma uygun bir “özel” hazırlık içine girmelerine katkıda bulunacağını umuyorum. Sektörlerimizin bilgi ve ilgileri arttığı ölçüde, sektörlerimiz konuya sahip çıktığı ölçüde yakın gelece-ğin bu potansiyel sorununu muhteşem bir fırsata dönüştürmek mümkün olacaktır. Bu vesileyle gerçekleştirilecek reformlar ve de-ğişim, ülkemizin orta gelir tuzağını atlatıp, bir seviye daha atlamasına, hem de kısa vadede, çok önemli katkı yapacaktır.

DİPNOT* Macaristan, Polonya, Çek ve Slovak Cumhuri-yetleri, İsrail, Romanya, Bulgaristan, Estonya, Lat-viya, Letonya, Fas, Tunus ve Mısır, Feroe Adaları, Cezayir, Mısır, Ürdün, Lübnan, Suriye, İsviçre, Lihteştayn ve AEA. Türkiye, öngörülen 5 yıllık uyum döneminde bu ülkelerden onuna öncelik vereceğini bir mektupla Komisyon’a bildirmiştir.

Page 83: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 201380

(tarım tavizleri, sanayi ürünlerinde hassas ürün listeleri oluşturulması ya da menşe ku-rallarının esnekleştirilmesi gibi). Nispeten küçük ekonomilere sahip ülkelerle yapılan STA’ların uygulanması dahi sektörlerimizin şikayetlerine yol açarken rakibimiz olan ülkelerle yapılan ya da yapılacak anlaşma-larda verilecek bu tür tavizler, AB sektörleri tarafından arzu edilir ya da katlanılabilir olsa dahi, ülkemiz sektörleri açısından za-rar verici nitelikte olabilir.

Böyle bir durumda, ne kadar gelişmiş olursa olsun danışma ve bilgilendirme mekanizmaları yoluyla, hatta aynı masa-da değil ama yan odada oturmak olarak ifade edilen paralel müzakere formülüyle dahi isteklerimizi masaya yeterince yan-sıtamayız. Üye ülkelerin bir bölümü dahi isteklerini tam olarak bu anlaşmalara yan-sıtamamaktadır.

Zarar gören sektörlerimizi kesin biçim-de saptayıp zararı ölçebildiğimiz durum-larda geçici olarak karşı önlemler almak mümkündür ama adı üzerinde bu çözüm “geçici” olacaktır. Üstelik bu tür önlemlerin sayısı ve kapsamı artarsa Gümrük Birliği gümrük birliği olmaktan çıkar.

Şikayetlerimize çözüm bulunmasını talep ederken unutmamamız gereken bir husus AB tarafının da şikayetleri olduğudur. Onlar da bazı şeylerin değişmesini istemek-tedir. Ne yazık ki bu noktada da bir eşitsiz-lik mevcuttur. AB tarafının şikayetleri daha çok uygulama ile ilgilidir yani operasyonel-dir, GB sistemi içinde, mevcut kurallarda veya uygulamalarımızda küçük değişik-likler yapılarak bu şikayetler ortadan kal-dırılabilir. Hatta, AB tarafı Dünya Ticaret Örgütü nezdine panele giderek kazanabi-lir de (ama bu yolu tercih etmemektedir). Oysa Türk tarafının şikayetleri sistemik ve yapısaldır. Ortadan kaldırılabilmesi için de yapısal değişiklikler gerekir. Üstelik GB’nin yapısının değil AB’nin yapısının değişmesi gerekir ki bu da şu an için imkansızdır.

Gümrük Birliği kararının değiştirilme-sinden, revizyonundan, modernizasyonun-dan bahsedilmektedir. Bu konuda Dünya Bankası da Eylül sonunda açıklanması beklenen bir çalışma yapmaktadır. Değişik çözüm önerileri tartışılmaktadır. Kanaatim-ce, GB’nin revizyonunun katılım müzake-releri ile ilişkilendirilmesine yönelik çözüm önerileri ne yazık ki çalışmayacaktır. Mü-zakere sürecini, vize açılımını durma nok-tasına getiren dinamikler bu girişimleri de

durduracaktır. Siyasi irade noksanlığı GB Kararı’nın iyi niyetle değiştirilmesini de en-gelleyecektir.

Kısaca, Türkiye’nin GB yükümlülükleri nedeniyle, AB’nin imzaladığı tercihli tica-ret anlaşmalarından kaynaklanan ve “STA sorunu” olarak adlandırdığımız, kapsamı yukarıda açıklanan bir sorunu vardır ve ne yazık ki bu sorunun kısa vadede, kolay, ke-sin bir çözümü de bulunmamaktadır.

Yakın gelecek ise, kapsamı daha da genişlemiş, çapı büyümüş, başa çıkması daha zor “yeni bir STA sorununa” gebedir. Öyle bir sorun ki, önce sisteme girmeye ça-lışırken zorluk yaşayacağız; eğer sistemin dışında kalsak kaçan fırsatlara yanacağız; eğer sistemin içine girme imkanı kazanır-sak elimizdeki fırsatları iyi kullanabilmeniz zorluklarını hissedeceğiz.

STA’larla ilgili asıl tehdit başka bir yerde: Yeni Nesil, Kapsamlı Serbest Ticaret Anlaşmaları

AB, ABD, Kanada ve Japonya imzala-maya başladıkları yeni nesil, derin ve kap-samlı serbest ticaret ve yatırım anlaşmaları yoluyla, hizmetler sektörünü de kapsayan; katılanların katılmayanlara göre avantajlı olacağı yeni bir ekonomik alan ve sistem yaratıyorlar (Transatlantic Trade and In-vestment Partnership - TTIP). Türkiye geçen defa, GB sayesinde, serbestleşen global ticaret alanına erken girenlerden biri olmuş ve bunun avantajlarından yararlanmıştı. O gün öncüydük, bugün ise geri kalabiliriz. Batı, yükselen Asya’ya karşı yeni bir ticaret ve iş düzeni oluşturuyor; yeni bir oyun pla-nı çiziliyor; sistem yeniden formatlanıyor; Türkiye bunun dışında kalamaz, kalmama-lıdır.

Türkiye bu sisteme -hem de en başın-dan itibaren- dahil olmalıdır çünkü AB ile çok özel ve yakın bir ilişkisi vardır. Yeni yapının dışında kalanlar mutlaka olumsuz etkilere maruz kalacaklardır ama Türkiye bu özel ilişkisi nedeniyle diğer üçüncü ülke-lere nazaran çok daha fazla etkilenecektir. Öte yandan, bu “özel ilişki” neden bizim sisteme girişimizin anahtarı olmasın?

Evet, Türkiye de çok sayıda STA imzalı-yor ama ne yazık ki bunlar “sığ” anlaşma-lar, sadece mal ticareti ve tarife indirimle-rine odaklanan bu tür anlaşmaların “2023 yılında 500 milyon dolarlık ihracat” gibi

iddialı hedefler koyan Türkiye’ye istenen ivmeyi yaratmaları mümkün değil.

Bu anlamda, yeni nesil STA’lar bizim mevcut “STA sorunumuzu” da kökünden değiştirecektir. Yeni anlaşmalarda asıl so-run kapsamdan kaynaklanacaktır. Türkiye ABD’yi AB-ABD müzakerelerine paralel mü-zakerelere başlamaya ikna ederek önemli bir adım atmıştır ama bu kafi değildir. Hem kamu hem de sektörlerimiz açısından zor-luk asıl bu noktada başlayacaktır. Hizmet-ler ve kamu alımlarını da içeren yeni nesil STA’lar alışık olduğumuz, mal ticaretini ve tarifeleri kapsayan eski STA’lardan çok farklı dinamikler içermektedir. Bu sektörle-rin doğası ve ülke kalkınmasındaki rolü, hizmet müzakerelerini ticaret diplomasisi-nin en zorlu ve karmaşık alanlarından birisi haline getirmekte, bu alanlarda müzakere etmeyi son derece zorlaştırmaktadır.

Müzakereler tamamlanıp hizmet sek-törlerinde serbestleştirme sağlansa dahi sorunlar bitmeyecektir. Bu defa da karşı tarafın açılan piyasalarına uluslararası standartta, rekabet edebilir şartlarla ürün sunulması için gayret göstermek gereke-cektir. Hazırlık aşamasında da, müzakere aşamasında da, uygulama aşamasında da başarılı olmanın tek yolu spesifik bir “özel sektör kapasitesi” yaratmaktan geçmekte-dir.

İŞVEREN dergisinin, zamanlaması mü-kemmel bu özel sayısının, sektörlerimize “yeni nesil STA’lar” ve “biçim değiştirmekte olan STA sorunumuz” konusunda düşünme ve tartışma imkanı yaratacağını; sektörleri-mizin, bir an önce, bu yeni duruma uygun bir “özel” hazırlık içine girmelerine katkıda bulunacağını umuyorum. Sektörlerimizin bilgi ve ilgileri arttığı ölçüde, sektörlerimiz konuya sahip çıktığı ölçüde yakın gelece-ğin bu potansiyel sorununu muhteşem bir fırsata dönüştürmek mümkün olacaktır. Bu vesileyle gerçekleştirilecek reformlar ve de-ğişim, ülkemizin orta gelir tuzağını atlatıp, bir seviye daha atlamasına, hem de kısa vadede, çok önemli katkı yapacaktır.

DİPNOT* Macaristan, Polonya, Çek ve Slovak Cumhuri-yetleri, İsrail, Romanya, Bulgaristan, Estonya, Lat-viya, Letonya, Fas, Tunus ve Mısır, Feroe Adaları, Cezayir, Mısır, Ürdün, Lübnan, Suriye, İsviçre, Lihteştayn ve AEA. Türkiye, öngörülen 5 yıllık uyum döneminde bu ülkelerden onuna öncelik vereceğini bir mektupla Komisyon’a bildirmiştir.

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 2013 81

YEŞİL EKONOMİ

Page 84: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 201382

Üm

it D

eniz

EFE

ND

İOĞ

LU

ILO Türkiye Direktörü

[email protected]

İklim Değişikliği ile Mücadele ve Daha Sürdürülebilir Kalkınmaya Geçiş Sürecinde Yeşil İşler

İklim değişikliği ve kısıtlı doğal kaynakların aşırı kullanımı, tüm ülkeler için daha sürdürülebilir bir kalkınmaya ve daha yeşil bir ekonomiye geçişi artık zorun-lu kılmaktadır. Küresel iklim değişikliğinin yaratmakta olduğu ve yaratacağı olumsuz sonuçların ekonomik ve sosyal etkilerine, küresel çapta yapılan birçok çalışmada dikkat çekilmektedir. Örneğin, Nicholas Stern’in 2006’da yayınlanan ve dünya-da geniş yankı uyandıran raporu, eğer harekete geçilmezse, iklim değişikliğinin risklerinden ve toplam maliyetinden dolayı gerçekleşecek ekonomik kaybın yıllık küresel Gayri Safi Yurtiçi Hasılanın %5’i ile %20’si arasında olacağını çarpıcı bir şekilde vurgulamıştır. (Stern, 2006). Yine aynı raporda, iklim değişikliğinin en kötü etkilerinden kaçınmak amacıyla sera gazı salınımlarını azaltmaya yönelik tedbirlerin

maliyetinin yıllık küresel Gayri Safi Yurtiçi Hasılanın sadece %1’i civarında olacağı öngörülmektedir. Diğer bir çalışmada ise, iklim değişikliğinin etkilerini azaltmak için harekete geçilmemesinin küresel tüketimde 2050 yılında kişi başına %14’lük sürekli bir kayba neden olacağı hesaplanmaktadır (OECD, 2012).

Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) ve Bir-leşmiş Milletler Çevre Programı’nın (UNEP) 2012 yılında yayınladığı bir ortak rapora göre ise, “Küresel Ekonomik Bağlantılar” (Global Economic Linkages) modelinin Mevcut İş Yapma Modeli (Business as Usu-al) senaryosuna göre, iklim değişikliğinin olumsuz etkilerinden dolayı 2030’daki ve 2050’deki verimlilik düzeylerinin bugüne göre sırasıyla %2.4 ve %7.2 daha düşük olması beklenmektedir (Green Jobs Initiati-ve, 2012). İklim değişikliği ile mücadelenin yanı sıra, 1.3 milyonu aşkın insanı yoksul-luktan kurtarma ve gelecek 10 yıl içerisinde işgücü piyasasına girecek 500-600 milyon gence insana yakışır işler sunma gereksini-mi de hem küresel hem de ulusal düzeyde yeşil ekonomiye ve daha sürdürülebilir kal-

kınmaya geçiş çabalarını bir öncelik olarak toplumların karşısına çıkarmaktadır.

Küresel iklim değişikliği ile mücadelede ve daha sürdürülebilir bir kalkınmaya geçiş sürecinde sosyal, ekonomik ve çevresel poli-tikalar arasındaki bütünlüğün ve uyumun ge-rekliliğine dikkat çekmek ve ülkelere ihtiyaç duydukları teknik destekleri sağlamak üze-re ILO, Birleşmiş Milletler Çevre Programı

“Yeşil Ekonomide İnsana Yakışır İşler” ProjesiILO, Birleşmiş Milletler Çev-re Programı (UNEP), Ulus-lararası İşçi Sendikaları Konfederasyonu (ITUC) ve Türkiye İşveren Sendika-ları Konfederasyonu’nun (TİSK) da üyesi olduğu Uluslararası İşveren Teş-kilatı (IOE) 2007 yılın-da “Yeşil İşler İnisiyati-fi” (Green Jobs Initiative) başlatmıştır.

Page 85: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 201382

Üm

it D

eniz

EFE

ND

İOĞ

LU

ILO Türkiye Direktörü

[email protected]

İklim Değişikliği ile Mücadele ve Daha Sürdürülebilir Kalkınmaya Geçiş Sürecinde Yeşil İşler

İklim değişikliği ve kısıtlı doğal kaynakların aşırı kullanımı, tüm ülkeler için daha sürdürülebilir bir kalkınmaya ve daha yeşil bir ekonomiye geçişi artık zorun-lu kılmaktadır. Küresel iklim değişikliğinin yaratmakta olduğu ve yaratacağı olumsuz sonuçların ekonomik ve sosyal etkilerine, küresel çapta yapılan birçok çalışmada dikkat çekilmektedir. Örneğin, Nicholas Stern’in 2006’da yayınlanan ve dünya-da geniş yankı uyandıran raporu, eğer harekete geçilmezse, iklim değişikliğinin risklerinden ve toplam maliyetinden dolayı gerçekleşecek ekonomik kaybın yıllık küresel Gayri Safi Yurtiçi Hasılanın %5’i ile %20’si arasında olacağını çarpıcı bir şekilde vurgulamıştır. (Stern, 2006). Yine aynı raporda, iklim değişikliğinin en kötü etkilerinden kaçınmak amacıyla sera gazı salınımlarını azaltmaya yönelik tedbirlerin

maliyetinin yıllık küresel Gayri Safi Yurtiçi Hasılanın sadece %1’i civarında olacağı öngörülmektedir. Diğer bir çalışmada ise, iklim değişikliğinin etkilerini azaltmak için harekete geçilmemesinin küresel tüketimde 2050 yılında kişi başına %14’lük sürekli bir kayba neden olacağı hesaplanmaktadır (OECD, 2012).

Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) ve Bir-leşmiş Milletler Çevre Programı’nın (UNEP) 2012 yılında yayınladığı bir ortak rapora göre ise, “Küresel Ekonomik Bağlantılar” (Global Economic Linkages) modelinin Mevcut İş Yapma Modeli (Business as Usu-al) senaryosuna göre, iklim değişikliğinin olumsuz etkilerinden dolayı 2030’daki ve 2050’deki verimlilik düzeylerinin bugüne göre sırasıyla %2.4 ve %7.2 daha düşük olması beklenmektedir (Green Jobs Initiati-ve, 2012). İklim değişikliği ile mücadelenin yanı sıra, 1.3 milyonu aşkın insanı yoksul-luktan kurtarma ve gelecek 10 yıl içerisinde işgücü piyasasına girecek 500-600 milyon gence insana yakışır işler sunma gereksini-mi de hem küresel hem de ulusal düzeyde yeşil ekonomiye ve daha sürdürülebilir kal-

kınmaya geçiş çabalarını bir öncelik olarak toplumların karşısına çıkarmaktadır.

Küresel iklim değişikliği ile mücadelede ve daha sürdürülebilir bir kalkınmaya geçiş sürecinde sosyal, ekonomik ve çevresel poli-tikalar arasındaki bütünlüğün ve uyumun ge-rekliliğine dikkat çekmek ve ülkelere ihtiyaç duydukları teknik destekleri sağlamak üze-re ILO, Birleşmiş Milletler Çevre Programı

“Yeşil Ekonomide İnsana Yakışır İşler” ProjesiILO, Birleşmiş Milletler Çev-re Programı (UNEP), Ulus-lararası İşçi Sendikaları Konfederasyonu (ITUC) ve Türkiye İşveren Sendika-ları Konfederasyonu’nun (TİSK) da üyesi olduğu Uluslararası İşveren Teş-kilatı (IOE) 2007 yılın-da “Yeşil İşler İnisiyati-fi” (Green Jobs Initiative) başlatmıştır.

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 2013 83

(UNEP), Uluslararası İşçi Sendikaları Konfe-derasyonu (ITUC) ve Türkiye İşveren Sendi-kaları Konfederasyonu’nun (TİSK) da üyesi olduğu Uluslararası İşveren Teşkilatı (IOE) işbirliğinde 2007 yılında “Yeşil İşler İnisiya-tifi” (Green Jobs Initiative) başlatılmıştır. Bu inisiyatif, “Yeşil İşler”in (Green Jobs) daha sürdürülebilir bir kalkınmaya ve daha yeşil bir ekonomiye geçişte oldukça önemli bir rol oynayabileceğine işaret etmektedir.

Hala gelişmekte olan bir kavram olan yeşil işler, ham madde ve kaynakların kullanımını asgari düzeye indiren, ekosis-temleri koruyup iyileştiren, atık ve kirlilik ile sera gazı emisyonlarını azaltan ve aynı zamanda “insana yakışır işler” sunan, yani, sosyal korumaya sahip yeterli bir ge-lir sağlayan, çalışanların haklarına saygı duyan ve işçi, işveren ve hükümetler ara-sında sosyal diyalog zemini sağlayan işler olarak tanımlanmaktadır. Yeşil işlerin 8 ana sektörde yoğunlaştığı ve bu sektörlerdeki is-tihdamda önemli dönüşümler sağlayacağı çeşitli araştırmalarda belirtilmiştir (ILO ve diğerleri, 2012). Bu sektörler; tarım, balıkçı-lık, ormancılık, enerji, kaynak yoğun imalat, geri dönüşüm, binalar ve ulaştırma olarak sınıflandırılmaktadır.

“Yeşil Ekonomide İnsana Yakışır İşler” Projesi

Yukarıda kısaca özetlenen olgulardan ve daha yeşil bir ekonomiye ve sürdürüle-bilir bir kalkınmaya geçiş için ortak çaba gösterme gereksiniminden yola çıkarak ILO tarafından 1 Ocak 2013’te başlatılan “Yeşil Ekonomide İnsana Yakışır İşler” (De-cent Work in the Green Economy) projesi, ülkelerin yeşil ekonomiye geçiş çabalarında kaliteli istihdam boyutuna odaklanmaktadır.

Ülke düzeyinde Çin, Meksika ve Türkiye’de yürütülmekte olan bu projenin küresel ayağında ise yeşil işler üzerine ana-litik çalışmaların yapılması, yayınlanması ve ülkeler ile uluslararası kuruluşlar arasında işbirliği ve ağların güçlendirilmesi hedeflen-mektedir.

Türkiye’de ILO Türkiye Ofisi tarafından ILO Yeşil İşler Programı ile işbirliğinde bir yıl boyunca uygulanacak bu projenin başlan-

gıç ve ilk Görev Gücü toplantısı ilgili kamu kuruluşları, sosyal taraflar ve özel sektör temsilcilerinin katılımıyla 25 Nisan 2013’te Ankara’da gerçekleştirilmiştir. Projenin 3 ana bileşeni şunlardan oluşmaktadır:• Türkiye’ye ilişkin bir “Yeşil İşler

Araştırması”nın (Green Jobs Assessment Study) hazırlanması;

• İlgili kamu kurumları ve sosyal tarafların temsilcilerinden oluşacak çok paydaşlı bir “Görev Gücü”nün kurulması ve “Görev Gücü” üyelerine yönelik yeşil işler konusunda çeşitli teknik desteklerin sağlanması; ve

• Görev Gücü tarafından Türkiye için ye-şil işler strateji ve politika önerilerinin geliştirilmesi. Geçtiğimiz yıl Haziran ayında

Brezilya’nın Rio de Janeiro şehrinde dü-zenlenen Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Konferansı öncesi Kalkınma Ba-kanlığı koordinasyonunda Türkiye Cum-huriyeti tarafından hazırlanan “Türkiye Sürdürülebilir Kalkınma Raporu: Geleceği Sahiplenmek” adlı ulusal rapor, Türkiye’nin “gelişmekte olan bir ülke olarak sürdürülebilir kalkınma yolunda sos-yal faydaları artırarak ve çevreyle uyumlu ekonomik ve sosyal politikalar geliştirerek büyümesini sürdüreceğini” vurgulamaktadır (Kalkınma Bakanlığı, 2012). ILO Türkiye Ofisi tarafından çok paydaşlı bir yaklaşım-la başta Kalkınma Bakanlığı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ve sosyal taraflar olmak üzere, ilgili kurumların değerli destek-leriyle yürütülmekte olan “Yeşil Ekonomide İnsana Yakışır İşler” projesinin sonuçları, Türkiye’nin yukarıda belirtilen sürdürülebilir kalkınma vizyonunun hayata geçirilmesi ça-balarına önemli bir katkı sunacaktır.

Türkiye’de yeşil işlerin ne niteliklere sa-hip olduğu, hangi sektörlerde yoğunlaştığı ve hayata geçirilmekte ve geçirilecek olan sürdürülebilir kalkınma ve yeşil büyüme odaklı politikalar sonucunda ortaya çıkacak yeşil işlerin nasıl işler olduğu (ücret, sosyal güvenlik, toplumsal cinsiyet eşitliği, çalışma süreleri vb. bakımından) konusunda kap-samlı araştırmaların yapılmasına ihtiyaç duyulmaktadır. Proje1 kapsamında Türkiye İstatistik Kurumu, Kalkınma Bakanlığı, Çalış-ma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile Türkiye İş Kurumu’nun çok değerli uzman desteğiyle yürütülmekte olan “Yeşil İşler Araştırma Ça-lışması”, Türkiye’de bir ilk olması itibariyle, bu süreçte bir mihenk taşı niteliği taşıyacak ve araştırmanın bulguları yeşil işler üzerine farklı araştırmaların yapılmasına ve kanıta

dayalı yeşil işler politikalarının geliştirilmesi-ne önemli bir katkı sunacaktır.

Görev Gücü üyelerine yeşil işler ve ye-şil işler politikaları konusunda teknik destek sağlamak ve farklı kurumlar arasında bil-gi ve deneyim paylaşımını kolaylaştırmak amacıyla Haziran 2013 sonunda ILO Ye-şil İşler Programı ve ILO Uluslararası Eğitim Merkezi ITC işbirliğinde 3 günlük bir eğitim semineri düzenlenecektir. Ayrıca, Görev Gücü üyelerinin düzenli bir şekilde biraraya gelerek Türkiye için yeşil işler strateji ve po-litika önerileri geliştirmeleri sürecinde ILO, gerekli teknik ve lojistik destekleri sağlaya-rak, kolaylaştırıcı bir rol oynayacaktır.

Yeşil Ekonomide İnsana Yakışır İşler projesi kapsamında yürütülmekte olan araş-tırma çalışmasının yanı sıra, gelecekte yapı-lacak olan farklı araştırmalar doğrultusunda kanıta dayalı yeşil işler ve beceri geliştirme politikalarının hayata geçirilmesi, özellikle Türkiye işgücü piyasasında özel ilgi gerekti-ren genç ve kadınlar için ciddi istihdam ola-nakları sunabilecek, beceri açığı problemini ortadan kaldırmaya katkı sunacak, sosyal adaleti güçlendirecek, işgücü piyasasında yer alanların beceri ve yetkinliklerinin art-masını sağlayarak daha yeşil bir ekonomi-ye geçişte Türkiye özel sektörüne ve daha genel olarak Türkiye ekonomisine küresel ve bölgesel düzlemde ciddi bir rekabet gücü kazandıracaktır.

DİPNOTLAR1 Proje hakkında daha detaylı bilgi almak için: Ozan Çakmak, Ulusal Proje Koordinatörü, ILO Türkiye OfisiE-posta: [email protected]: +90 312 491 98 90

REFERANSLARILO (2012), Working towards sustainable deve-lopment: opportunities for decent work and social inclusion in a green economy. Geneva: ILO.Kalkınma Bakanlığı (2012), Türkiye Sürdürülebilir Kalkınma Raporu: Geleceği Sahiplenmek. Ankara.OECD (2012), “What Green Growth means for Workers and Labour Market Policies: An Initial Assessment”, in OECD Employment Outlook 2012, Paris: OECD.OECD/Martinez-Fernandez. C, Hinojosa C, Mi-randa G. (2010), “Green jobs and skills: the local labour market implications of addressing climate change”, 8 February 2010, working document, CFE/LEED, Paris: OECD.Stern, N. (2006). Stern Review: The Economics of Climate Change. Cambridge: Cambridge Univer-sity Press.

Yeşil işlerin 8 ana sektörde yoğunlaştığı ve bu sektör-lerdeki istihdamda önemli dönüşümler sağlayacağı çeşitli araştırmalarda belir-tilmiştir

Page 86: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 201384

Meh

met

BA

Ş

T.C. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Çevre Yönetimi Genel Müdürü

Endüstri ve teknoloji alanında mey-dana gelen hızlı gelişmeler, bir yandan insanın doğa üzerindeki egemenliğini artırarak yaşam düzeyinin yükselmesini sağlarken diğer yandan artan nüfus ve hızlı kentleşme ile birlikte doğal dengele-rin giderek bozulmasına sebep olmakta-dır. Buna bağlı olarak, bu gelişmeler tüm canlıları tehdit edecek boyutlara varan hava, su ve toprak kirlenmesine sebebiyet vermektedir. Bu nedenle, daha önceleri ortaya çıkan çevre sorunları için kısa va-deli çözümler geliştirilirken bugün çevre, doğal, ekonomik, sosyal ve kültürel değer-lerin bütünü olarak görülmeye başlamıştır. Bu gelişmeyi belirleyen en önemli faktör de sosyal ve ekonomik kalkınmanın ger-çekleştirilmesinde kullanılan kaynakların hızlı ve geri dönülmez bir şekilde tahrip edilmesidir.

Bu gerçeğin anlaşılması, beraberinde geleneksel kalkınma modellerinin terk edil-mesi ve yeni model arayışlarını gündeme getirmiştir. Böylece geleneksel sınırsız kal-kınma ve sınırsız tüketim modelleri yerini

sürdürülebilir ve dengeli kalkınma model-leri olan yeşil ekonomi ve yeşil politikalara bırakmaya başlamış, yeşil ekonomi, yeşil büyüme yeni bir küresel ekonomi vizyonu haline gelmiştir.

Yeşil Büyüme, çevre ve doğal kaynak-lar üzerindeki baskıyı en aza indirirken, üretimde enerji ve su sarfiyatlarının en az seviyede tutularak, en üst düzeyde faydanın elde edilmesini öngören, iklim değişikliğine neden olan sera gazlarının azaltılarak kontrol altına alınmasını sağla-yan, küresel finansman kaynakları ve teş-vik mekanizmaları oluşturarak yoksulluk ile mücadele eden, tüketim modellerinde ve ürünlerdeki ekolojik verimliliği yüksel-ten ekonomik bir modeldir. Bu bağlamda ekonominin bakış açısına yeni bir güncel-leme getiren Yeşil Büyüme, yüksek kaliteli kalkınma modelidir.

Ekonomik faaliyetlerin daha çevreci hale getirilmesi mantığıyla oluşturulan sürdürülebilir kalkınma modelindeki konu-ların bir kısmını şu şekilde sıralayabiliriz:

• Doğal kaynakların verimli kullanımı, • Eko verimlilik, • Düşük karbonlu kalkınma, • İklim değişikliğine uyum, • Sürdürülebilir kent yönetimi,• Yenilikçi istihdam alanlarının oluşturul-

ması-Yeşil İstihdam,• Sürdürülebilir atık yönetimi,• Çevreci Ar-Ge çalışmalarının teşvik

edilmesi,• Ekolojik binalar,• Eko vergi-yeşil bütçe reformları,• Cinsiyet ayrımcılığının giderilmesi,• Sürdürülebilir ulaşım,• Gıda güvenliği ve sürdürülebilir tarım,

Yeşil Büyüme ve TürkiyeTürkiye, sürdürülebilir kal-kınma ilkesi çerçevesinde sosyal ve ekonomik kal-kınmasını hızla sürdürmek-te kararlı olan bir ülkedir.

Page 87: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 201384

Meh

met

BA

Ş

T.C. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Çevre Yönetimi Genel Müdürü

Endüstri ve teknoloji alanında mey-dana gelen hızlı gelişmeler, bir yandan insanın doğa üzerindeki egemenliğini artırarak yaşam düzeyinin yükselmesini sağlarken diğer yandan artan nüfus ve hızlı kentleşme ile birlikte doğal dengele-rin giderek bozulmasına sebep olmakta-dır. Buna bağlı olarak, bu gelişmeler tüm canlıları tehdit edecek boyutlara varan hava, su ve toprak kirlenmesine sebebiyet vermektedir. Bu nedenle, daha önceleri ortaya çıkan çevre sorunları için kısa va-deli çözümler geliştirilirken bugün çevre, doğal, ekonomik, sosyal ve kültürel değer-lerin bütünü olarak görülmeye başlamıştır. Bu gelişmeyi belirleyen en önemli faktör de sosyal ve ekonomik kalkınmanın ger-çekleştirilmesinde kullanılan kaynakların hızlı ve geri dönülmez bir şekilde tahrip edilmesidir.

Bu gerçeğin anlaşılması, beraberinde geleneksel kalkınma modellerinin terk edil-mesi ve yeni model arayışlarını gündeme getirmiştir. Böylece geleneksel sınırsız kal-kınma ve sınırsız tüketim modelleri yerini

sürdürülebilir ve dengeli kalkınma model-leri olan yeşil ekonomi ve yeşil politikalara bırakmaya başlamış, yeşil ekonomi, yeşil büyüme yeni bir küresel ekonomi vizyonu haline gelmiştir.

Yeşil Büyüme, çevre ve doğal kaynak-lar üzerindeki baskıyı en aza indirirken, üretimde enerji ve su sarfiyatlarının en az seviyede tutularak, en üst düzeyde faydanın elde edilmesini öngören, iklim değişikliğine neden olan sera gazlarının azaltılarak kontrol altına alınmasını sağla-yan, küresel finansman kaynakları ve teş-vik mekanizmaları oluşturarak yoksulluk ile mücadele eden, tüketim modellerinde ve ürünlerdeki ekolojik verimliliği yüksel-ten ekonomik bir modeldir. Bu bağlamda ekonominin bakış açısına yeni bir güncel-leme getiren Yeşil Büyüme, yüksek kaliteli kalkınma modelidir.

Ekonomik faaliyetlerin daha çevreci hale getirilmesi mantığıyla oluşturulan sürdürülebilir kalkınma modelindeki konu-ların bir kısmını şu şekilde sıralayabiliriz:

• Doğal kaynakların verimli kullanımı, • Eko verimlilik, • Düşük karbonlu kalkınma, • İklim değişikliğine uyum, • Sürdürülebilir kent yönetimi,• Yenilikçi istihdam alanlarının oluşturul-

ması-Yeşil İstihdam,• Sürdürülebilir atık yönetimi,• Çevreci Ar-Ge çalışmalarının teşvik

edilmesi,• Ekolojik binalar,• Eko vergi-yeşil bütçe reformları,• Cinsiyet ayrımcılığının giderilmesi,• Sürdürülebilir ulaşım,• Gıda güvenliği ve sürdürülebilir tarım,

Yeşil Büyüme ve TürkiyeTürkiye, sürdürülebilir kal-kınma ilkesi çerçevesinde sosyal ve ekonomik kal-kınmasını hızla sürdürmek-te kararlı olan bir ülkedir.

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 2013 85

YEŞİL BÜYÜME STRATEJİSİ KRİTERLERİ İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ EYLEM PLANI

YENİLENEBİLİR ENERJİ

(hidroelektrik, güneş ve rüzgar enerjisi, vs.)

Hidroelektrik enerji teknik ve ekonomik potansiyelinin tamamının, ekonomik, çevresel ve sosyal koşullar göz önünde bulundurularak havza bazında değerlendirilmesi

Biyoyakıtlar için enerji katkısı göz önüne alınarak yeni araştırmalara hız verilmesi

Biyokütle yol haritası çıkarılması Güneş enerjisi kullanımının yaygınlaştırılması amacıyla

yasal düzenlemeler yapılması ve uygulamaya geçirilmesi

Denizlerde rüzgâr enerjisi konusunda yol haritası hazırlanması ve finansman modelinin geliştirilmesi

ENERJİ VERİMLİLİĞİ

Enerji verimliliği uygulamaları için ETKB tarafından verilen teşvik miktarının 2015 yılına kadar %100 artırılması,

Enerji verimliliği danışmanlık şirketlerinin (EVD’ler) etkinliğinin artırılması amacıyla mevcut mevzuatın gözden geçirilmesi, EVD’lerin desteklenmesi ve sayısının artırılması

Binalarda enerji verimliliğinin artırılması için eylem planı geliştirilmesi

SANAYİ

(Emisyonlar ve Atık)

2023 yılına kadar sanayi sektöründe sera gazı emisyonlarının sınırlandırılmasına yönelik yeni teknolojilerin geliştirilmesi ve kullanılması

Ambalaj atıkları yönetim planının tamamlanması, Geri kazanım tesislerinin kurulması

MOBİLİTE

(hava emisyonları, gürültü)

Trafik yoğunluğuna bağlı gürültü ve hava kirliliğinin önlenmesi Kent merkezlerine otomobil girişini sınırlandırılmasına yönelik

uygulamalarının değerlendirilmesi

İNOVASYON

2014 yılına kadar temiz üretime yönelik Ar-Ge ve inovasyon kapasitesinin güçlendirilmesi

Enerji ve Sanayi sektörlerinde sera gazı emisyonlarının sınırlandırılmasına yönelik Teknoloji İhtiyaç Analizlerinin yapılması

ÇEVRESEL ETKİ DEĞERLENDİRME/ STRATEJİK ÇEVRESEL DEĞERLENDİRME

Kentiçi ulaşım planlarının her ölçekteki imar planları ve çevre düzeni planlarıyla bütünleşik olarak hazırlanmasını ve2012-2014 onanmasını zorunlu kılacak yasal düzenleme yapılması

ŞİRKETLERİN SOSYAL SORUMLULUKLARI Özel sektörün sosyal sorumluluk faaliyetleri çerçevesinde

kamuoyunun emisyon sınırlandırma ve iklim uyum konularında bilinçlendirilmesi

YASAL DÜZENLEMELER

Sera gazı emisyonlarının sınırlandırılmasına ve enerji verimliliğine yönelik olarak yeni yasal düzenlemeler yapılması

2023 yılına kadar alternatif yakıt ve temiz araç kullanımını arttırmaya yönelik yasal düzenlemelerin yapılması

Temiz kömür uygulaması teknik kriterlerine yönelik yasal düzenlemelerin yapılması

Tablo: Yeşil Büyüme Stratejisi Kriterleri- Türkiye İklim Değişikliği Eylem Planı Mukayesesi

Page 88: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 201386

• Sosyal projeler-uygulamalar.Avrupa Birliği hedefleri doğrultusunda

çalışmalarını hızla devam ettiren ülkemi-ze baktığımızda, Türkiye, temiz bir enerji dünyasına geçiş yapmanın 21. yüzyıldaki en büyük ekonomik fırsat olduğu düşünce-sinden hareketle; ulusal, bölgesel ya da uluslararası ölçekte serbest rekabet-ticaret ortamının dengesini etkileyecek kriterlerin kalkınmanın temel yapıtaşları olan Ekono-mik Güvenlik, Enerji Güvenliği ve Ekolojik Güvenlik üçlüsü olduğunun farkındadır ve sürdürülebilir kalkınma ilkesi çerçevesin-de sosyal ve ekonomik kalkınmasını hızla sürdürmekte olan gelişmekte olan bir ül-kedir, kalkınmasını yeşil büyüme temeline dayandırmaktadır.

Türkiye, bu alanda kapsamlı bir İklim Değişikliği Eylem Planı (İDEP) hazırlaya-rak ve bu planı 2011 yılı Temmuz ayında yayınlayarak iklim değişikliği alanındaki uluslararası çabalara sunduğu katkı bağ-lamında gelişme kaydetmiştir. Bu belge aynı zamanda yeşil büyüme çerçevesinde hazırlanmış Türkiye’nin ilk stratejisidir. İk-lim Değişikliği Eylem Planı’nın genel ama-cı sera gazı emisyonlarını sınırlandırmaya yönelik ulusal koşullara uygun eylemler belirleyerek iklim değişikliği ile mücadele edilmesi, iklim değişikliğinin etkilerinin yö-netilerek dayanıklılığın artırılması ve iklim

değişikliğine uyumun teşvik edilmesidir. Bunun yanında, enerji, ulaştırma, atık yö-netimi, sanayi, binalar ve tarım ve orman-cılık sektörleri çevre, ekonomi ve ekoloji boyutları bir arada ele alınmıştır. Uzun va-deli olarak 2023 yılını öngörerek hazırla-nılan bu eylem planı ile “gelişmekte olan çevreci bir ülke” şuuruyla yoluna devam eden Türkiye’nin kalkınma ve çevre ile il-gili gelecek hedeflerinin entegrasyonunun kesintisiz bir şekilde hızla devam etmesi planlanmaktadır. Yeşil büyüme stratejileri kapsamında ele alınan uluslararası kriter-ler ile Türkiye İklim Değişikliği Eylem Planı (İDEP)’nın karşılaştırılması tabloda göste-rilmektedir.(Tablo)

Türkiye, hazırlanan bu iklim değişikliği eylem planı ile sadece yeşil büyüme kriter-leriyle yetinmeyip, sürdürülebilir şehircilik, sürdürülebilir gıda üretimi, sürdürülebilir tarım ve hayvancılık, doğal afet risk yö-netimi, ekosistem hizmetleri, biyolojik çeşitliliğin korunması ve ormancılık faali-yetlerindeki çalışmaları ile yeşil istihdam olanaklarının arttırılmasını hedeflemekte-dir.

Türkiye, sürdürülebilir kalkınma ilkesi çerçevesinde sosyal ve ekonomik kalkın-masını hızla sürdürmekte kararlı olan bir ülkedir. Ekonomik gelişme ve istihdama yönelik fırsatlarını yenilenebilir enerji kay-

naklarının ve temiz teknolojinin genişletil-mesi ile arttırma isteğindedir. Son on yıl süresince; su, rüzgar ve jeotermal enerji potansiyelimizden verimli bir şekilde fay-dalanılmaktadır. Türkiye, 2023 yılında toplam enerji üretim içerisinde yenilene-bilir enerji üretim payını %30 seviyesine çıkartmayı hedeflemektedir. Özelikle ulaş-tırma alanında toplu taşımayı özendirici yatırımlar, hızlı tren uygulamaları, yakıt kalitesi iyileştirmeleri ve biodizel kullanı-mının yaygınlaştırılması gibi politikalar benimsenmektedir.

Türkiye için yeşil büyüme politikası oluşturmak, ekonomik, çevresel ve sos-yal sürdürülebilir esaslarının uyumlu bir şekilde birleştirilmesini sağlayacaktır. Bu nedenle kalkınmanın bu üç boyut üzerin-den düşünülmesi gereklidir. Geleceğin ajandasında ortaya çıkabilmesi kuvvetle muhtemel sorunların önceden öngörü-lerek, şimdiden bunlara yönelik çözüm altyapılarının hazırlanması, enerji ve sa-nayi üretimi ile çevresel değerleri çatışan alanlar olarak değil, insanlığın refahı ve kaliteli hayat standartlarının oluşması için; enerjinin üretilmesi ve bu aşamalarda çev-renin korunması temelinde bir bütüncül yaklaşımla ele alınması gereken konular olarak görülmesi gereklidir.

Page 89: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 201386

• Sosyal projeler-uygulamalar.Avrupa Birliği hedefleri doğrultusunda

çalışmalarını hızla devam ettiren ülkemi-ze baktığımızda, Türkiye, temiz bir enerji dünyasına geçiş yapmanın 21. yüzyıldaki en büyük ekonomik fırsat olduğu düşünce-sinden hareketle; ulusal, bölgesel ya da uluslararası ölçekte serbest rekabet-ticaret ortamının dengesini etkileyecek kriterlerin kalkınmanın temel yapıtaşları olan Ekono-mik Güvenlik, Enerji Güvenliği ve Ekolojik Güvenlik üçlüsü olduğunun farkındadır ve sürdürülebilir kalkınma ilkesi çerçevesin-de sosyal ve ekonomik kalkınmasını hızla sürdürmekte olan gelişmekte olan bir ül-kedir, kalkınmasını yeşil büyüme temeline dayandırmaktadır.

Türkiye, bu alanda kapsamlı bir İklim Değişikliği Eylem Planı (İDEP) hazırlaya-rak ve bu planı 2011 yılı Temmuz ayında yayınlayarak iklim değişikliği alanındaki uluslararası çabalara sunduğu katkı bağ-lamında gelişme kaydetmiştir. Bu belge aynı zamanda yeşil büyüme çerçevesinde hazırlanmış Türkiye’nin ilk stratejisidir. İk-lim Değişikliği Eylem Planı’nın genel ama-cı sera gazı emisyonlarını sınırlandırmaya yönelik ulusal koşullara uygun eylemler belirleyerek iklim değişikliği ile mücadele edilmesi, iklim değişikliğinin etkilerinin yö-netilerek dayanıklılığın artırılması ve iklim

değişikliğine uyumun teşvik edilmesidir. Bunun yanında, enerji, ulaştırma, atık yö-netimi, sanayi, binalar ve tarım ve orman-cılık sektörleri çevre, ekonomi ve ekoloji boyutları bir arada ele alınmıştır. Uzun va-deli olarak 2023 yılını öngörerek hazırla-nılan bu eylem planı ile “gelişmekte olan çevreci bir ülke” şuuruyla yoluna devam eden Türkiye’nin kalkınma ve çevre ile il-gili gelecek hedeflerinin entegrasyonunun kesintisiz bir şekilde hızla devam etmesi planlanmaktadır. Yeşil büyüme stratejileri kapsamında ele alınan uluslararası kriter-ler ile Türkiye İklim Değişikliği Eylem Planı (İDEP)’nın karşılaştırılması tabloda göste-rilmektedir.(Tablo)

Türkiye, hazırlanan bu iklim değişikliği eylem planı ile sadece yeşil büyüme kriter-leriyle yetinmeyip, sürdürülebilir şehircilik, sürdürülebilir gıda üretimi, sürdürülebilir tarım ve hayvancılık, doğal afet risk yö-netimi, ekosistem hizmetleri, biyolojik çeşitliliğin korunması ve ormancılık faali-yetlerindeki çalışmaları ile yeşil istihdam olanaklarının arttırılmasını hedeflemekte-dir.

Türkiye, sürdürülebilir kalkınma ilkesi çerçevesinde sosyal ve ekonomik kalkın-masını hızla sürdürmekte kararlı olan bir ülkedir. Ekonomik gelişme ve istihdama yönelik fırsatlarını yenilenebilir enerji kay-

naklarının ve temiz teknolojinin genişletil-mesi ile arttırma isteğindedir. Son on yıl süresince; su, rüzgar ve jeotermal enerji potansiyelimizden verimli bir şekilde fay-dalanılmaktadır. Türkiye, 2023 yılında toplam enerji üretim içerisinde yenilene-bilir enerji üretim payını %30 seviyesine çıkartmayı hedeflemektedir. Özelikle ulaş-tırma alanında toplu taşımayı özendirici yatırımlar, hızlı tren uygulamaları, yakıt kalitesi iyileştirmeleri ve biodizel kullanı-mının yaygınlaştırılması gibi politikalar benimsenmektedir.

Türkiye için yeşil büyüme politikası oluşturmak, ekonomik, çevresel ve sos-yal sürdürülebilir esaslarının uyumlu bir şekilde birleştirilmesini sağlayacaktır. Bu nedenle kalkınmanın bu üç boyut üzerin-den düşünülmesi gereklidir. Geleceğin ajandasında ortaya çıkabilmesi kuvvetle muhtemel sorunların önceden öngörü-lerek, şimdiden bunlara yönelik çözüm altyapılarının hazırlanması, enerji ve sa-nayi üretimi ile çevresel değerleri çatışan alanlar olarak değil, insanlığın refahı ve kaliteli hayat standartlarının oluşması için; enerjinin üretilmesi ve bu aşamalarda çev-renin korunması temelinde bir bütüncül yaklaşımla ele alınması gereken konular olarak görülmesi gereklidir.

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 2013 87

Yrd.

Doç

. Dr.

Cey

da Ö

ZSO

Y

Anadolu Üniversitesi İİBFİktisat Bölümü Öğretim Üyesi

Yeşil Ekonomi (Green Economy), bütün insanları ve bütün ülkeleri içine alan, sadece bugünkü kuşağı değil; gelecek nesil-ler için de çevreyi korumayı amaçlayan, daha adil, daha sürdürülebilir bir ekonomi ve toplumu simgeleyen bir fikir olarak tanım-lanabilir. Yeşil ekonomi başka bir tanımla-mayla su, hava ve toprakla ilgili çevresel zararları ve bunların yanı sıra atık, gürültü ve eko-sistemle ilgili sorunları ölçmeyi, önle-meyi, sınırlamayı, minimize etmeyi ve gider-meyi amaçlayan her türlü temiz teknolojili mal ve hizmet üretim faaliyetlerinden olu-şan düşük karbon ekonomisi (low carbon economy)’dir.

Yeşil ekonomi, sektörlerin kendi içinde ve sektörler arası ilişkilerde bazı kayıplar ve kazançlar yaratmak suretiyle, ülkenin üretim ve istihdam yapısında önemli bir değişime yol açacaktır. Dönüşüm sürecinin henüz başlangıç aşamasında bulunduğumuz bu dönemde, yeşil ekonominin çeşitli açılardan yaratabileceği olumlu1 ve olumsuz2 etkiler yoğun bir tartışma alanı yaratmaktadır.

Olumlu bakış açısına göre, yeşil ürün-

Yeşil Ekonominin İstihdama Olası Etkileri

Yeşil Sektörler

Yenilenebilir enerji (rüzgar enerjisi, güneş

enerjisi)

Enerji etkin yapılar, sanayi

ve ulaşım

Toplu taşıma

Geri dönüşüm ve atık

yönetimi

Sürdürülebilir tarım ve

ormancılık

Çevresel mal ve hizmet

üretimi

YEŞİL EKONOMİNİN İSTİHDAMA OLASI ETKİLERİ

Yrd. Doç. Dr. Ceyda ÖZSOYAnadolu Üniversitesi İİBF Fakültesi

Yeşil Ekonomi (Green Economy), bütün insanları ve bütün ülkeleri içine alan, sadece bugünkü kuşağı değil; gelecek nesiller için de çevreyi korumayı amaçlayan, daha adil, daha sürdürülebilir bir ekonomi ve toplumu simgeleyen bir fikir olarak tanımlanabilir. Yeşil ekonomi başka bir tanımlamayla su, hava ve toprakla ilgili çevresel zararları ve bunların yanı sıra atık, gürültü ve eko-sistemle ilgili sorunları ölçmeyi, önlemeyi, sınırlamayı, minimize etmeyi ve gidermeyi amaçlayan her türlü temiz teknolojili mal ve hizmet üretim faaliyetlerinden oluşan düşük karbon ekonomisi (low carbon economy)’dir.

Yeşil ekonomi, sektörlerin kendi içinde ve sektörler arası ilişkilerde bazı kayıplar ve kazançlar yaratmak suretiyle, ülkenin üretim ve istihdam yapısında önemli bir değişime yol açacaktır. Dönüşüm sürecinin henüz başlangıç aşamasında bulunduğumuz bu dönemde, yeşil ekonominin çeşitli açılardan yaratabileceği olumlu1 ve olumsuz2 etkiler yoğun bir tartışma alanı yaratmaktadır.

Olumlu bakış açısına göre, yeşil ürünlere ve hizmetlere aynı zamanda bunların üretiminde kullanılan altyapı ve donanıma yönelik artan talep ve yatırımlar bazı sanayilerin ve girişimlerin gelişmesine yol açacaktır. Bu durum özellikle yeşil sektörlerde daha yüksek işgücü talebi ve iş yaratımına (doğrudan etki) dönüşecektir. Ayrıca gelişen sektörlerin diğer sektörlerle kurduğu girdi-çıktı ilişkisi nedeniyle bu sektörlere girdi temin eden diğer sektörlerde ek bir istihdam yaratımı (dolaylı etki) ortaya çıkacaktır. Yeşil bina sayısının artması nedeniyle gelişen inşaat sektörünün yüksek yalıtımlı cam ve çimento talebini, rüzgârtürbinlerinin kanatları ve kuleleri için çelik ve karbon fiber kullanımını artırmaları bu durumaörnek olarak gösterilebilir. Bu artan ekonomik faaliyet düzeyi nedeniyle yaratılan gelir, gerek tüketim gerekse yatırım harcamalarını arttıracağından ekonomi genelinde gelirin yeniden dağılımı sonucunda doğrudan ve dolaylı olarak yaratılan işlere ek olarak daha fazla istihdam (uyarılmış etki) yaratılacaktır.

1 UNEP’e göre (2008b: 10) enerji alternatiflerine olan ilginin artması sonucunda, 2030 yılına kadar rüzgar enerjisi üretiminde 2.1 milyon, güneşten elektrik üretiminde 6.3 milyon ve bio (organik) yakıt enerjisi ile ilgili tarım ve sanayi türlerinde 12 milyon olmak üzere toplam 20 milyonun üzerinde iş yaratılacağı tahmin edilmektedir. Avrupa Yenilenebilir Enerji Konseyi, Avrupa’da 2020 yılına kadar yenilenebilir enerji payının yüzde 20 artmasının 2 milyondan fazla iş potansiyeli yaratacağını öne sürmektedir (Renner ve diğerleri, 2009: 10). Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO, 2012:163) ise yeşil sektörlerde dünya genelinde net 15-60 milyon iş yaratımının olabileceğini tahmin etmektedir. 2 Arias (2009: 154)’a göre de, yeşil işler net istihdam artışı yaratamayacaktır. Çünkü yaratılan her dört yeşil iş, dokuz alışılagelmiş işin kaybedilmesine yol açmış ve yeşil işlerin sadece yüzde 10’u kalıcı olabilmiştir.

Page 90: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 201388

lere ve hizmetlere aynı zamanda bunların üretiminde kullanılan altyapı ve donanıma yönelik artan talep ve yatırımlar bazı sana-yilerin ve girişimlerin gelişmesine yol aça-caktır. Bu durum özellikle yeşil sektörlerde daha yüksek işgücü talebi ve iş yaratımına (doğrudan etki) dönüşecektir. Ayrıca gelişen sektörlerin diğer sektörlerle kurdu-ğu girdi-çıktı ilişkisi nedeniyle bu sektörlere girdi temin eden diğer sektörlerde ek bir istihdam yaratımı (dolaylı etki) ortaya çıkacaktır. Yeşil bina sayısının artması ne-deniyle gelişen inşaat sektörünün yüksek yalıtımlı cam ve çimento talebini, rüzgâr türbinlerinin kanatları ve kuleleri için çelik ve karbon fiber kullanımını artırmaları bu duruma örnek olarak gösterilebilir. Bu ar-tan ekonomik faaliyet düzeyi nedeniyle ya-ratılan gelir, gerek tüketim gerekse yatırım harcamalarını arttıracağından ekonomi ge-nelinde gelirin yeniden dağılımı sonucunda doğrudan ve dolaylı olarak yaratılan işlere ek olarak daha fazla istihdam (uyarılmış etki) yaratılacaktır.

Yeşil ekonomi sürecinin her aşamasında yaratılan işlerin sayısı;• Tüketim (C) ve yatırım (I) düzeyinin (ta-

lep),• Ticaret hacminin (artan yurtiçi talep ve

bununla ilişkili istihdamı elde edebilmek

için yurtiçi talep ve ihracat büyüklükle-rinin toplamından yeşil ürünlerin kendi-sine ya da kullanılan girdilere yönelik ithalatı çıkartmak gerekir.)

• istihdam esnekliğinin3 (talep birimi başı-na düşen iş yaratımı) bir fonksiyonudur.Diğer bir istihdam etkisi bütçe etkisi-

dir. Eğer yeşil mal ve hizmetler ikamelerine oranla daha pahalı ise, girişimciler ve hane halkları diğer mal ve hizmetlere daha az kaynak ayıracaktır. Negatif bütçe etki-si örneğin yenilenebilir enerji kullanımıyla ilişkilendirilebilir. Enerji üretiminde yenilene-bilir kaynakların kullanım maliyetleri hızla düşmekte ve giderek daha rekabetçi olmak-la birlikte, başlangıçta (geçici olarak da olsa) tüketicilere oldukça önemli maliyetler yüklemektedir. Tersine, örneğin, enerji ve-rimliliği ve daha geniş kaynak verimliliği ile oluşan maliyet-etkin yatırımlar nedeniyle pozitif bütçe etkileri de ortaya çıkarabilir. Talebin işgücü esnekliğinin düşük olduğu enerji tüketiminden, esnekliğin daha yüksek olduğu mal ve hizmetlere kaymasına bağ-lı olarak elde edilen kazanımlar da değiş-kenlik gösterecek, zamanla birikimli bir hal alacaktır4. Böylece potansiyel iş yaratımı belli sanayi dalları ile sınırlı kalmayarak, yaratacakları taşma etkileriyle (spill-over effect) ekonomi geneline yayılabilir. Bu du-

rumda istihdamda brüt kazanımlar ortaya çıkabilir.

Ancak olumsuz bakış açısına sahip olan-lara göre bu mekanizmanın tersine işlemesi olasılığı da vardır. Yeşil mal ve hizmetlerin, daha az yeşil olanların yerine geçmesi ne-deniyle ortaya çıkan her bir iş kaybı, istih-damı (ve geliri) olumsuz yönde etkileyebilir. Örneğin yenilenebilir enerji kullanımının artması, fosil yakıtlara olan talebi azaltır ve dolayısıyla kömür madenciliği sektörünün arzını etkiler. Bu şekilde doğrudan ve do-laylı olarak ortaya çıkabilecek kayıplar istih-damdaki brüt kayba eklenmelidir.

Brüt ve net istihdam etkilerinin her ikisi de önemlidir. Birlikte ele alındığın-da, brüt kazanç ve kayıplar iş değiştirmek zorunda kalacak işçi sayısına eşdeğerdir. Bu etkiler işgücü piyasasında meydana gelecek dönüşümün boyutları ile ilgili bir göstergedir. Doğrudan ve dolaylı kazanç ve kayıplar aynı zamanda işçilerin aynı sektör içerisinde mi, yoksa sektörler arasında mı geçiş yapmak zorunda olduğunu açıklama-ya yardımcı olur. Net istihdam etkisi ise ye-şil ekonominin daha fazla iş yaratımına mı, yoksa iş kaybına mı yol açtığını göstermesi açısından aynı derecede önemlidir.

Belirtilen istihdam etkilerine ek olarak, yeşil ekonomik dönüşüm gelir düzeyini ve gelir dağılımını etkileyerek yoksulluğun azal-tılmasına destek olabilir. Ayrıca yeşil ekono-minin yarattığı yeni teknolojiler ve yenilikler (innovations) yatırım olanaklarında artış ve büyüme fırsatı yaratacaktır. Düşük karbon teknolojisinin Ar-Ge çalışmalarını artırması sonucunda zamanla yeni yatırımlar yapı-lacak ve daha fazla iş yaratımı mümkün olacaktır. Böylesi bir dönüşüm, ekonomik büyüme ve yeniden yapılanmanın sağlana-bilmesinde yenilik ve teknolojik değişimin pozitif etkisini açıkça gözler önüne sermek-tedir. Zira yeni (içsel) büyüme teorileri de yenilik ve teknolojik değişimin ekonomik büyümenin temel kaynağı olduğunu ifade etmektedir. Yeni teknolojilere uyum sağlama ihtiyacı sektörleri ikinci bir yenilik dalgasına güdüleyecektir. Bazı sektörlerin kendi spe-sifik gereklilikleri olduğundan teknolojileri kendilerine adapte etmeleri gerekir. Zaman içerisinde bu yaratıcı yıkım (creative destruc-tion) süreci ekonomide verimliliği artıracak-tır. Uzun bir zaman alacak bu süreçte vasıflı işgücüne olan talep de artacaktır. Bu durum, yeşil ekonomik gelişimin sonucunda artan teknoloji ve yeniliğe ayak uydurabilecek yüksek vasıflı ve nitelikli işgücü kapasitesine de ihtiyaç duyulacağı anlamına gelmek-

Yeşil Ekonominin İşgücü Hacmine Etkileri

Yeşil ekonomi sürecinin her aşamasında yaratılan işlerin sayısı;• Tüketim (C) ve yatırım (I) düzeyinin (talep),• ticaret hacminin (artan yurtiçi talep ve bununla ilişkili istihdamı elde edebilmek için

yurtiçi talep ve ihracat büyüklüklerinin toplamından yeşil ürünlerin kendisine ya da kullanılan girdilere yönelik ithalatı çıkartmak gerekir.)

• istihdam esnekliğinin3 (talep birimi başına düşen iş yaratımı) bir fonksiyonudur.

Yeşil Ekonominin İşgücü Hacmine Etkileri

Kaynak: ILO (2012), Working Towards Sustainable Development: Opportunities for decent work and social inclusion in a green economy.

Diğer bir istihdam etkisi bütçe etkisidir. Eğer yeşil mal ve hizmetler ikamelerine oranla daha pahalı ise, girişimciler ve hane halkları diğer mal ve hizmetlere daha az kaynak ayıracaktır. Negatif bütçe etkisi örneğin yenilenebilir enerji kullanımıyla ilişkilendirilebilir. Enerji üretiminde yenilenebilir kaynakların kullanım maliyetleri hızla düşmekte ve giderek daha rekabetçi olmakla birlikte, başlangıçta (geçici olarak da olsa) tüketicilere oldukça önemli maliyetler yüklemektedir. Tersine, örneğin, enerji verimliliği ve daha geniş kaynak verimliliği ile oluşan maliyet-etkin yatırımlar nedeniyle pozitif bütçe etkileri de ortaya çıkarabilir.Talebin işgücü esnekliğinin düşük olduğu enerji tüketiminden, esnekliğin daha yüksek olduğu mal ve hizmetlere kaymasına bağlı olarak elde edilen kazanımlar da değişkenlik gösterecek,

3 Yeşil mal ve hizmetlere yönelik talebin istihdam esnekliği ortalama talep ve özellikle de kaynak ve enerji yoğun mallara yönelik taleple kıyaslandığında daha esnektir. Kammen ve diğerleri (2004: 1-2)’ne göre, yenilenebilir enerji sektörü, fosil yakıt tabanlı enerji sektörüne göre enerji birimi başına daha çok iş yaratmaktadır (örneğin ortalama MW başına).

Talep (C+I) +/- Ticaret x İstihdam Esnekliği

=Sektörde doğrudan iş yaratımı -Yer değiştirmeler

=Net doğrudan etki

+/- Ticaret

+ Tedarik zincirinde dolaylı iş yaratımı +Dolaylı kayıplar =Net dolaylı etki

=Brüt değişim İş yaratımı-Kayıplar =Net değer zinciri

Bütçe etkileri (fiyatlar)

Uyarılmış Etkiler =Net uyarılmış Etki

Gelir çarpanı Uyarılmış Etkiler = Net uyarılmış etki

+

+ +

+

Brüt Etkiler Net Etkiler

=Toplam Net Etki

Kaynak: ILO (2012), Working Towards Sustainable Development: Opportunities for decent work and social inclusion in a green economy.

Page 91: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 201388

lere ve hizmetlere aynı zamanda bunların üretiminde kullanılan altyapı ve donanıma yönelik artan talep ve yatırımlar bazı sana-yilerin ve girişimlerin gelişmesine yol aça-caktır. Bu durum özellikle yeşil sektörlerde daha yüksek işgücü talebi ve iş yaratımına (doğrudan etki) dönüşecektir. Ayrıca gelişen sektörlerin diğer sektörlerle kurdu-ğu girdi-çıktı ilişkisi nedeniyle bu sektörlere girdi temin eden diğer sektörlerde ek bir istihdam yaratımı (dolaylı etki) ortaya çıkacaktır. Yeşil bina sayısının artması ne-deniyle gelişen inşaat sektörünün yüksek yalıtımlı cam ve çimento talebini, rüzgâr türbinlerinin kanatları ve kuleleri için çelik ve karbon fiber kullanımını artırmaları bu duruma örnek olarak gösterilebilir. Bu ar-tan ekonomik faaliyet düzeyi nedeniyle ya-ratılan gelir, gerek tüketim gerekse yatırım harcamalarını arttıracağından ekonomi ge-nelinde gelirin yeniden dağılımı sonucunda doğrudan ve dolaylı olarak yaratılan işlere ek olarak daha fazla istihdam (uyarılmış etki) yaratılacaktır.

Yeşil ekonomi sürecinin her aşamasında yaratılan işlerin sayısı;• Tüketim (C) ve yatırım (I) düzeyinin (ta-

lep),• Ticaret hacminin (artan yurtiçi talep ve

bununla ilişkili istihdamı elde edebilmek

için yurtiçi talep ve ihracat büyüklükle-rinin toplamından yeşil ürünlerin kendi-sine ya da kullanılan girdilere yönelik ithalatı çıkartmak gerekir.)

• istihdam esnekliğinin3 (talep birimi başı-na düşen iş yaratımı) bir fonksiyonudur.Diğer bir istihdam etkisi bütçe etkisi-

dir. Eğer yeşil mal ve hizmetler ikamelerine oranla daha pahalı ise, girişimciler ve hane halkları diğer mal ve hizmetlere daha az kaynak ayıracaktır. Negatif bütçe etki-si örneğin yenilenebilir enerji kullanımıyla ilişkilendirilebilir. Enerji üretiminde yenilene-bilir kaynakların kullanım maliyetleri hızla düşmekte ve giderek daha rekabetçi olmak-la birlikte, başlangıçta (geçici olarak da olsa) tüketicilere oldukça önemli maliyetler yüklemektedir. Tersine, örneğin, enerji ve-rimliliği ve daha geniş kaynak verimliliği ile oluşan maliyet-etkin yatırımlar nedeniyle pozitif bütçe etkileri de ortaya çıkarabilir. Talebin işgücü esnekliğinin düşük olduğu enerji tüketiminden, esnekliğin daha yüksek olduğu mal ve hizmetlere kaymasına bağ-lı olarak elde edilen kazanımlar da değiş-kenlik gösterecek, zamanla birikimli bir hal alacaktır4. Böylece potansiyel iş yaratımı belli sanayi dalları ile sınırlı kalmayarak, yaratacakları taşma etkileriyle (spill-over effect) ekonomi geneline yayılabilir. Bu du-

rumda istihdamda brüt kazanımlar ortaya çıkabilir.

Ancak olumsuz bakış açısına sahip olan-lara göre bu mekanizmanın tersine işlemesi olasılığı da vardır. Yeşil mal ve hizmetlerin, daha az yeşil olanların yerine geçmesi ne-deniyle ortaya çıkan her bir iş kaybı, istih-damı (ve geliri) olumsuz yönde etkileyebilir. Örneğin yenilenebilir enerji kullanımının artması, fosil yakıtlara olan talebi azaltır ve dolayısıyla kömür madenciliği sektörünün arzını etkiler. Bu şekilde doğrudan ve do-laylı olarak ortaya çıkabilecek kayıplar istih-damdaki brüt kayba eklenmelidir.

Brüt ve net istihdam etkilerinin her ikisi de önemlidir. Birlikte ele alındığın-da, brüt kazanç ve kayıplar iş değiştirmek zorunda kalacak işçi sayısına eşdeğerdir. Bu etkiler işgücü piyasasında meydana gelecek dönüşümün boyutları ile ilgili bir göstergedir. Doğrudan ve dolaylı kazanç ve kayıplar aynı zamanda işçilerin aynı sektör içerisinde mi, yoksa sektörler arasında mı geçiş yapmak zorunda olduğunu açıklama-ya yardımcı olur. Net istihdam etkisi ise ye-şil ekonominin daha fazla iş yaratımına mı, yoksa iş kaybına mı yol açtığını göstermesi açısından aynı derecede önemlidir.

Belirtilen istihdam etkilerine ek olarak, yeşil ekonomik dönüşüm gelir düzeyini ve gelir dağılımını etkileyerek yoksulluğun azal-tılmasına destek olabilir. Ayrıca yeşil ekono-minin yarattığı yeni teknolojiler ve yenilikler (innovations) yatırım olanaklarında artış ve büyüme fırsatı yaratacaktır. Düşük karbon teknolojisinin Ar-Ge çalışmalarını artırması sonucunda zamanla yeni yatırımlar yapı-lacak ve daha fazla iş yaratımı mümkün olacaktır. Böylesi bir dönüşüm, ekonomik büyüme ve yeniden yapılanmanın sağlana-bilmesinde yenilik ve teknolojik değişimin pozitif etkisini açıkça gözler önüne sermek-tedir. Zira yeni (içsel) büyüme teorileri de yenilik ve teknolojik değişimin ekonomik büyümenin temel kaynağı olduğunu ifade etmektedir. Yeni teknolojilere uyum sağlama ihtiyacı sektörleri ikinci bir yenilik dalgasına güdüleyecektir. Bazı sektörlerin kendi spe-sifik gereklilikleri olduğundan teknolojileri kendilerine adapte etmeleri gerekir. Zaman içerisinde bu yaratıcı yıkım (creative destruc-tion) süreci ekonomide verimliliği artıracak-tır. Uzun bir zaman alacak bu süreçte vasıflı işgücüne olan talep de artacaktır. Bu durum, yeşil ekonomik gelişimin sonucunda artan teknoloji ve yeniliğe ayak uydurabilecek yüksek vasıflı ve nitelikli işgücü kapasitesine de ihtiyaç duyulacağı anlamına gelmek-

Yeşil Ekonominin İşgücü Hacmine Etkileri

Yeşil ekonomi sürecinin her aşamasında yaratılan işlerin sayısı;• Tüketim (C) ve yatırım (I) düzeyinin (talep),• ticaret hacminin (artan yurtiçi talep ve bununla ilişkili istihdamı elde edebilmek için

yurtiçi talep ve ihracat büyüklüklerinin toplamından yeşil ürünlerin kendisine ya da kullanılan girdilere yönelik ithalatı çıkartmak gerekir.)

• istihdam esnekliğinin3 (talep birimi başına düşen iş yaratımı) bir fonksiyonudur.

Yeşil Ekonominin İşgücü Hacmine Etkileri

Kaynak: ILO (2012), Working Towards Sustainable Development: Opportunities for decent work and social inclusion in a green economy.

Diğer bir istihdam etkisi bütçe etkisidir. Eğer yeşil mal ve hizmetler ikamelerine oranla daha pahalı ise, girişimciler ve hane halkları diğer mal ve hizmetlere daha az kaynak ayıracaktır. Negatif bütçe etkisi örneğin yenilenebilir enerji kullanımıyla ilişkilendirilebilir. Enerji üretiminde yenilenebilir kaynakların kullanım maliyetleri hızla düşmekte ve giderek daha rekabetçi olmakla birlikte, başlangıçta (geçici olarak da olsa) tüketicilere oldukça önemli maliyetler yüklemektedir. Tersine, örneğin, enerji verimliliği ve daha geniş kaynak verimliliği ile oluşan maliyet-etkin yatırımlar nedeniyle pozitif bütçe etkileri de ortaya çıkarabilir.Talebin işgücü esnekliğinin düşük olduğu enerji tüketiminden, esnekliğin daha yüksek olduğu mal ve hizmetlere kaymasına bağlı olarak elde edilen kazanımlar da değişkenlik gösterecek,

3 Yeşil mal ve hizmetlere yönelik talebin istihdam esnekliği ortalama talep ve özellikle de kaynak ve enerji yoğun mallara yönelik taleple kıyaslandığında daha esnektir. Kammen ve diğerleri (2004: 1-2)’ne göre, yenilenebilir enerji sektörü, fosil yakıt tabanlı enerji sektörüne göre enerji birimi başına daha çok iş yaratmaktadır (örneğin ortalama MW başına).

Talep (C+I) +/- Ticaret x İstihdam Esnekliği

=Sektörde doğrudan iş yaratımı -Yer değiştirmeler

=Net doğrudan etki

+/- Ticaret

+ Tedarik zincirinde dolaylı iş yaratımı +Dolaylı kayıplar =Net dolaylı etki

=Brüt değişim İş yaratımı-Kayıplar =Net değer zinciri

Bütçe etkileri (fiyatlar)

Uyarılmış Etkiler =Net uyarılmış Etki

Gelir çarpanı Uyarılmış Etkiler = Net uyarılmış etki

+

+ +

+

Brüt Etkiler Net Etkiler

=Toplam Net Etki

Kaynak: ILO (2012), Working Towards Sustainable Development: Opportunities for decent work and social inclusion in a green economy.

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 2013 89

tedir. Sonuç olarak yeşil ekonominin uzun dönemde yok edilenden çok daha fazla iş yaratma potansiyeli bulunmaktadır.

DİPNOTLAR1 UNEP’e göre (2008b: 10) enerji alternatiflerine olan ilginin artması sonucunda, 2030 yılına kadar rüzgar enerjisi üretiminde 2.1 milyon, güneşten elektrik üretiminde 6.3 milyon ve bio (organik) yakıt enerjisi ile ilgili tarım ve sanayi türlerinde 12 milyon olmak üzere toplam 20 milyonun üzerinde iş yara-tılacağı tahmin edilmektedir. Avrupa Yenilenebilir Enerji Konseyi, Avrupa’da 2020 yılına kadar yenilenebilir enerji payının yüzde 20 artmasının 2 milyondan fazla iş potansiyeli yaratacağını öne sürmektedir (Renner ve diğerleri, 2009: 10). Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO, 2012:163) ise yeşil sektörlerde dünya genelinde net 15-60 milyon iş yaratımının olabileceğini tahmin etmektedir.2 Arias (2009: 154)’a göre de, yeşil işler net istihdam artışı yaratamayacaktır. Çünkü yaratılan her dört yeşil iş, dokuz alışılagelmiş işin kaybedil-mesine yol açmış ve yeşil işlerin sadece yüzde 10’u kalıcı olabilmiştir.3 Yeşil mal ve hizmetlere yönelik talebin istihdam esnekliği ortalama talep ve özellikle de kaynak ve enerji yoğun mallara yönelik taleple kıyaslandı-ğında daha esnektir. Kammen ve diğerleri (2004: 1-2)’ne göre, yenilenebilir enerji sektörü, fosil yakıt tabanlı enerji sektörüne göre enerji birimi başına daha çok iş yaratmaktadır (örneğin ortalama MW başına).4 Çevre ile ilgili mal ve hizmet üreten sektörlerde üretim genel olarak geleneksel sektörlere oranla daha emek-yoğundur (Martinez-Fernandez ve diğerleri, 2010: 14). Uluslararası Enerji Ajansının ifade ettiği gibi, bu sektörler (özellikle de yenile-nebilir enerji sektöründe) henüz maliyet etkin (cost-

effective) değildir. Bu faaliyetler veri çıktı miktarı için daha yüksek miktarda girdi (emek ve sermaye) gerektirmektedir. İş yaratımı için kısa vadede bu durum avantaj sağlamaktadır. Uluslararası Enerji Ajansı OECD ülkelerinde temiz enerji teknolojisinde her bir milyar dolarlık yatırımın 30.000 yeni iş yaratacağını, hatta ortalama ücret düzeyinin daha düşük olduğu ülkelerde, bu sayının üzerinde bir istihdam artışı sağlanacağını tahmin etmektedir (IEA, 2009: 20-21).

YARARLANILAN KAYNAKLAR:ARIAS, C. (2009), “Going Green to Make Green Hiring and Looking for Sustainable Jobs at Colleges and Corporations”, Mary Ann Liebert, Inc., Vol. 2, No. 3, June 2009.ATLAMA S. ve C. ÖZSOY (2009), “Environmental Regulations: A New Process or A New Unemp-loyment Problem?”, Challenges for Analysis of the Economy, the Businesses, and Social Progress Inter-national Scientific Conference, Szeged/Hungary.ATLAMA, S. ve C. ÖZSOY (2011), “Possible Ef-fects of Green Economy on Employment”, ECONA-nadolu 2011: Anadolu International Conference in Economics II, Eskişehir.EVANS-KLOCK, C. ve P. POSCHEN (2008), “ILO Green Jobs Initiative and Implications for Skills De-velopment” Paper presented at Cedefop workshop ‘Future Skill Needs for The Green Economy’, held in Thessaloniki, October 2008.FANKHAUSER, S., F. SEHEILER ve N. STERN (2008), “Climate Change, Innovation and Jobs”, Climate Policy, Vol. 8 (http://www.cccep.ac.uk/Publications/research-articles/Docs/climate-change-innovation-jobs.pdf)IEA (2009), “Ensuring Green Growth in a Time of Crisis; The Role of Energy Technology”, (www.iea.org/Papers/2009/ensuring_green_growth.pdf)

ILO (2012), “Working Towards Sustainable Deve-lopment: Opportunities for decent work and social inclusion in a green economy”. (http://www.ilo.org/wcmsp5/groups/public/---dgreports/---dcomm/---publ/documents/publication/wcms_181836.pdf)MARTINEZ-FERNANDEZ, C., C. HINOJOSA ve G. MIRANDA (2010), “Green Jobs and Skills: The Local Labor Market Implication of Addressing Climate Change”, Working Decument, CFE/LEED, OECD, (http://www.oecd.org/datao-ecd/54/43/44683169.pdf)OECD (1999), “The Environmental Goods & Services Industry Manual For Data Collection And Analysis”, Environment & Sustainable Develop-ment, vol. 1999, no. 7, pp. 1 – 64.OECD (2004), “Environment and Employment: An Assessment”, Working Party on National Environ-mental Policy, Environment Policy Committee, May 2004, OECD, Paris. (http://www.oecd.org/datao-ecd/13/44/31951962.pdf)ÖZSOY, C (2011), “Yeşil Ekonominin Dinamikleri: Yeşil işler ve Beceriler”, Finans Politik ve Ekonomik Yorumlar, Yıl: 48, Sayı: 562, ss. 19-32.RENNER, M., M. GHANI-ENELAND ve A. CHAW-LA; (2009), “Low-Carbon Jobs for Europe: Current Opportunities and Future Prospects”, June 2009, World Wide Fund for Nature, Brussels.UNEP (2008a), “Green Jobs: Towards Decent Work in a Sustainable Low-Carbon World, Policy messages and Main Findings for Decision Makers”, (http://www.unep.org/labour_environment/PDFs/Greenjobs/UNEP-Green-Jobs-Towards-Sustainable-Summary.pdf)UNEP (2008b), “Background Paper on Green Jobs”, (http://www.unep.org/labour_environ-ment/pdfs/green-jobs-background-paper-18-01-08.pdf)

Olası Etkiler Gözlem

Olumlu ve Olumsuzİstihdam Etkileri

• Çevreyi korumaya ve iyileştirmeye yönelik düzenlemeler yeni işler yaratabilir ya da mevcut işleri koruyabilir.• Diğer taraftan çevre programları, fabrikaların kapanmasına neden olabilir. Çevre programları fiyatların artması-

na ve böylelikle talebin, üretimin ve istihdamın azalmasına yol açabilir. Ayrıca firmaların yeni üretim kapasitele-rini kirlilik kontrolü yönetmeliklerinin daha gevşek uygulandığı yabancı ülkelere kaydırmasına da neden olabilir.

Doğrudan ve Dolaylı İstih-dam Etkileri

• Doğrudan istihdam etkisi, artan çevre koruma harcamaları ile tetiklenen artan talep, üretim ve istihdamda ortaya çıkan ilk tur etkilerdir.

• Dolaylı istihdam etkisi ise çevresel harcamalara diğer çevresel olmayan harcamaların dâhil olmasıyla ortaya çıkan ikinci ve üçüncü tur etkilerdir.

• Dolaylı istihdam etkileri şu şekilde ortaya çıkar:- çevresel harcamaların tetiklediği aramalı ve hizmet talebi- artan talep ve istihdamın yarattığı ücret artışlarından kaynaklanan çarpan etkisi;- nispi ücret ve fiyat etkileri ve- kirlilik kontrolü yatırımlarının düzenli yatırımların yerine geçmesi nedeniyle ortaya çıkan yer değiştirme etkileri

Kısa ve Uzun Dönem İstih-dam Etkileri

• Talebin artması gibi doğrudan etkilerin çoğu nispeten hızlı bir biçimde ortaya çıkmaktadır. • Dolaylı etkilerin ekonomiyi etkilemesi daha çok zaman almaktadır. Örneğin sermayenin kirlilik sığınaklarına

(pollution havens) doğru yer değiştirmesi uzun dönemde olumsuz bir istihdam etkisi yaratmaktadır.

Brüt ve Net İstihdam Etkileri• Brüt istihdam etkisi yeni istihdamın yaratılması ve mevcut istihdamın korunmasını içeren bir büyüklüktür.• Net istihdam etkileri ise pozitif ve negatif, doğrudan ve dolaylı, kısa ve uzun dönem istihdam etkileri ulusal bir

bilançoda hazırlandığında belirlenebilir.

Yeşil Ekonominin İstihdama Olası Etkileri

Kaynak: OECD (2004), “Environment and Employment: An Assessment”, Working Party on National Environmental Policy, Environment Policy Commit-tee, May 2004, OECD, Paris, s. 9-10.

Page 92: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 2013

kadınlar ve gençler

9090

ILO’nun Gençler İçin Küresel İstihdam Eğilimleri 2013 “Risk Altında Bir Nesil” Raporu

Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) tarafından hazırlanan Gençler İçin Küresel İstihdam Eğilimleri 2013 başlıklı Rapor, işgücü piyasasındaki kri-ze ve genç işgücü piyasasındaki yapısal konulara odaklanarak, dünyadaki gün-cel gelişmeleri değerlendirmektedir.

Genç İşsizliğine Genel Bakış:• Günümüzde işgücü piyasasın-

da genç olmak kolay değildir.2013 yılında küresel genç işsizli-

ği oranının % 12,6 ile kriz zirvesine (2009’da %12,7 idi) yaklaştığı ve 73 milyon gencin işsiz olduğu tahmin edil-mektedir. Aynı zamanda, kayıt dışı genç istihdamının yaygınlığı devam etmekte ve düzgün işlere geçiş yavaş ve zor olmak-tadır.

İşsizlik, uzun dönemli işsizlik, iş bul-maktan ümidini kesmişlik ve gençler ara-sında yaygınlaşan düşük kaliteli işlerin ekonomik ve sosyal maliyetleri artmaya devam etmekte, bu durum ekonominin büyüme potansiyelini baltalamaktadır.• Genç istihdamı krizine beceri

uyumsuzluğu eklenmektedir.

Genç işgücü piyasasında beceri uyumsuzluğu kalıcı ve artan bir eğilim ha-line gelmiştir. Gençlerin yaptıkları iş için aşırı nitelikli olmaları, toplumun değerli becerilerini kaybetmesine ve gençlerin uygun nitelikli işlerde istihdam edilmeleri halinde elde edilecek güçlü bir verimlilik artışının ortaya çıkmamasına neden ol-maktadır.

• Küresel genç nüfusun % 90’ının yaşadığı gelişmekte olan ülkelerde kaliteli istihdam yok-tur.Gelişmekte olan ülkeler, gençler için

mevcut işlerin kalitesi ile ilgili temel zor-luklarla yüz yüzedir. Rapor, işgücü piya-sası kurumlarının ve sosyal korumanın zayıf olduğu gelişmekte olan ekonomiler-

ÇSGB Cinsiyet Eşitliği Ödülü VerdiÇalışma ve Sosyal Güvenlik

Bakanlığı’nca yürütülen “Çalışma Haya-tında Toplumsal Cinsiyet Eşitliğinin Geliş-tirilmesi” başlıklı AB eşleştirme projesinin farkındalık artırma bileşeni kapsamında, çalışma hayatında cinsiyet eşitliği ile ilgili konulara dair bilinç ve duyarlılığın artırıl-ması, iyi uygulama örneklerinin duyurul-ması ve teşvik edilmesi için her yıl “Çalış-ma Hayatında Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Ödülü” verilecek.

2013 yılındaki ilk ödül uygulamasında ÇSGB’ye başvuruda bulunan işletmeler arasından işveren (TİSK), işçi, üniversite ve kamu kesimi temsilcilerinden oluşturu-lan jürinin yaptığı değerlendirme sonucun-da ödül, plaket ve teşekküre layık görülen

işyerleri belirlendi.Değerlendirme; bilgilendirme çalışma-

ları, cinsiyet eşitliğini geliştirmeye yönelik taahhüt ve yöneticilerin eğitimi, ayrımcılık karşıtı mekanizmalar, işe alım, kariyer planlaması, terfi süreci, iş-yaşam denge-si ve eşit ücret kriterleri dikkate alınarak yapıldı.

Seçilen işletmeler şunlar oldu:Ödül Alan İşletmeler• SIEMENS Sanayi ve Ticaret A.Ş.• FORD Otomotiv Sanayi A.Ş.Plaket Alan İşletmeler• Eczacıbaşı Holding A.Ş.• Mercedes-Benz Türk A.Ş.

Teşekkür Belgesi Alan İşletmeler• Acıbadem Sağlık Hizmetleri ve Ticaret

A.Ş.• AKBANK T.A.Ş.• Ejder Kimya Danışmanlık Sanayi ve

Ticaret Ltd. Şti.• Keymen İlaç Sanayi ve Ticaret Limited

Şirketi• Sanofi Aventis İlaçları Ltd.Şti.• Vodafone Telekomünikasyon A.Ş.• Yaşar Holding A.Ş.

Ödül, plaket ve teşekkür belgelerini 26 Nisan 2013 tarihinde düzenlenen tö-rende ÇSGB Bakan Yardımcısı Halil Etye-mez verdi.

Page 93: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 2013

kadınlar ve gençler

9090

ILO’nun Gençler İçin Küresel İstihdam Eğilimleri 2013 “Risk Altında Bir Nesil” Raporu

Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) tarafından hazırlanan Gençler İçin Küresel İstihdam Eğilimleri 2013 başlıklı Rapor, işgücü piyasasındaki kri-ze ve genç işgücü piyasasındaki yapısal konulara odaklanarak, dünyadaki gün-cel gelişmeleri değerlendirmektedir.

Genç İşsizliğine Genel Bakış:• Günümüzde işgücü piyasasın-

da genç olmak kolay değildir.2013 yılında küresel genç işsizli-

ği oranının % 12,6 ile kriz zirvesine (2009’da %12,7 idi) yaklaştığı ve 73 milyon gencin işsiz olduğu tahmin edil-mektedir. Aynı zamanda, kayıt dışı genç istihdamının yaygınlığı devam etmekte ve düzgün işlere geçiş yavaş ve zor olmak-tadır.

İşsizlik, uzun dönemli işsizlik, iş bul-maktan ümidini kesmişlik ve gençler ara-sında yaygınlaşan düşük kaliteli işlerin ekonomik ve sosyal maliyetleri artmaya devam etmekte, bu durum ekonominin büyüme potansiyelini baltalamaktadır.• Genç istihdamı krizine beceri

uyumsuzluğu eklenmektedir.

Genç işgücü piyasasında beceri uyumsuzluğu kalıcı ve artan bir eğilim ha-line gelmiştir. Gençlerin yaptıkları iş için aşırı nitelikli olmaları, toplumun değerli becerilerini kaybetmesine ve gençlerin uygun nitelikli işlerde istihdam edilmeleri halinde elde edilecek güçlü bir verimlilik artışının ortaya çıkmamasına neden ol-maktadır.

• Küresel genç nüfusun % 90’ının yaşadığı gelişmekte olan ülkelerde kaliteli istihdam yok-tur.Gelişmekte olan ülkeler, gençler için

mevcut işlerin kalitesi ile ilgili temel zor-luklarla yüz yüzedir. Rapor, işgücü piya-sası kurumlarının ve sosyal korumanın zayıf olduğu gelişmekte olan ekonomiler-

ÇSGB Cinsiyet Eşitliği Ödülü VerdiÇalışma ve Sosyal Güvenlik

Bakanlığı’nca yürütülen “Çalışma Haya-tında Toplumsal Cinsiyet Eşitliğinin Geliş-tirilmesi” başlıklı AB eşleştirme projesinin farkındalık artırma bileşeni kapsamında, çalışma hayatında cinsiyet eşitliği ile ilgili konulara dair bilinç ve duyarlılığın artırıl-ması, iyi uygulama örneklerinin duyurul-ması ve teşvik edilmesi için her yıl “Çalış-ma Hayatında Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Ödülü” verilecek.

2013 yılındaki ilk ödül uygulamasında ÇSGB’ye başvuruda bulunan işletmeler arasından işveren (TİSK), işçi, üniversite ve kamu kesimi temsilcilerinden oluşturu-lan jürinin yaptığı değerlendirme sonucun-da ödül, plaket ve teşekküre layık görülen

işyerleri belirlendi.Değerlendirme; bilgilendirme çalışma-

ları, cinsiyet eşitliğini geliştirmeye yönelik taahhüt ve yöneticilerin eğitimi, ayrımcılık karşıtı mekanizmalar, işe alım, kariyer planlaması, terfi süreci, iş-yaşam denge-si ve eşit ücret kriterleri dikkate alınarak yapıldı.

Seçilen işletmeler şunlar oldu:Ödül Alan İşletmeler• SIEMENS Sanayi ve Ticaret A.Ş.• FORD Otomotiv Sanayi A.Ş.Plaket Alan İşletmeler• Eczacıbaşı Holding A.Ş.• Mercedes-Benz Türk A.Ş.

Teşekkür Belgesi Alan İşletmeler• Acıbadem Sağlık Hizmetleri ve Ticaret

A.Ş.• AKBANK T.A.Ş.• Ejder Kimya Danışmanlık Sanayi ve

Ticaret Ltd. Şti.• Keymen İlaç Sanayi ve Ticaret Limited

Şirketi• Sanofi Aventis İlaçları Ltd.Şti.• Vodafone Telekomünikasyon A.Ş.• Yaşar Holding A.Ş.

Ödül, plaket ve teşekkür belgelerini 26 Nisan 2013 tarihinde düzenlenen tö-rende ÇSGB Bakan Yardımcısı Halil Etye-mez verdi.

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 2013

kadınlar ve gençler

9191

de, gençlerin büyük çoğunluğunun ka-yıtdışı istihdamla karşılaşmaya devam edeceğini doğrulamaktadır.• Gelişmiş ekonomilerde uzun

dönemli işsizlik, genç nesil üzerinde beklenmeyen bir yük haline gelmiştir. Genç işsizliği ve iz bırakan etkileri,

özellikle Gelişmiş Ekonomiler ve Avrupa Birliği, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da yaygındır. Söz konusu bölgelerde genç işsizliği oranları 2008 yılından beri hız-la yükselmektedir. Tahminlere göre, Ge-lişmiş Ekonomiler ve Avrupa Birliği’nde genç işsizliği oranı, 2016’dan önce % 17’nin altına düşmeyecektir.• Yaratıcı ve geniş kapsamlı po-

litika çözümleri gerekmekte-dir.Gençlerin düzgün işlere geçişleri-

nin sağlanması konusuna özel vurgu yapan işgücü piyasası analizleri, ülke bazındaki ihtiyaçların belirlenmesi ile politika ve programların hazırlanması açısından hayati öneme sahiptir.

ILO Eylem Çağrısı (Call for Action) tarafından hazırlanan küresel hareket-te, milyonlarca genci eğitim dışında bırakan, verimsiz istihdama ve fakirliğe maruz bırakan kısır döngünün kırılması istenmektedir.

Rapor’un Temel Bulguları:

1-Küresel Eğilimler2009 yılında %12,7’den 2011’de

%12,3’e düşen küresel genç işsizliği oranı, 2012’de tekrar %12,4’e yüksel-miş ve 2013 yılında %12,6’ya çıkmıştır. Bu oran, kriz öncesi seviyenin 1.1 puan üstündedir (2007’de %11,5 idi).

2018 yılı itibariyle küresel genç iş-sizliği oranının %12,8’e yükselmesi bek-lenmektedir.

Genç işsizliği, yetişkin işsizliğinden üç kat fazladır ve küresel işsizlikteki artış eğilimi, gençleri vurmaya devam etmek-tedir.

2-Gelişmiş Ekonomilerdeki Eğilimler

Gelişmiş Ekonomiler ve Avrupa Birliği’nde 2009 yılından beri genç iş-sizliğini azaltma konusunda çok az ge-lişme yaşanmıştır. 2012 yılı için %18,1

olarak tahmin edilen genç işsizliği ora-nı, söz konusu bölgede son yirmi yılın en yüksek oranıdır.

Genç işsizliği oranının 2015’e ka-dar %17’nin üzerinde seyretmesi ve 2018 yılında %15,9’a düşmesi beklen-mektedir.

2008-2010 yılları arasında istihdam-da ve eğitimde olmayan (NEET) genç-lerin oranı 2.1 puan artarak %15,8 ol-muştur. Bu, her altı gençten birinin hem istihdamdan, hem de eğitim ve öğretim-den dışlandığı anlamına gelmektedir.

Avrupa’da gençlerin büyük çoğunlu-ğu, geçici istihdam, kısmi süreli istihdam gibi atipik işlerde çalışmaktadır. Toplam genç istihdamının içinde kısmi süreli çalışanların oranı 2011 yılında %25 olmuş, gençlerin %40,5’i ise geçici iş-lerde çalışmıştır.

3-Gelişmekte Olan Ülkelerdeki Eğilimler

2012 yılında genç işsizliği oranlarının dünyada en yüksek olduğu bölgeler Orta Doğu (%28,3) ve Kuzey Afrika (%23,7); en düşük olduğu bölgeler ise Doğu Asya (%9,5) ve Güney Asya (%9,3) olmuştur.

2011 ve 2012 yılları arasında bölge-sel genç işsizliği oranları Orta ve Güney Doğu Avrupa (AB-dışı) ve Bağımsız Dev-letler Topluluğu, Latin Amerika ve Kara-yipler, Güney Doğu Asya ve Pasifik ha-riç, bütün bölgelerde artmıştır.

Rapor’da Türkiye, Orta ve Güney Doğu Avrupa (AB-dışı) ve Bağımsız Dev-letler Topluluğu grubunda incelenmiştir.

Türkiye’de 2007 yılında %20, 2009’da %25,3 olan genç işsizliği ora-nı, 2012 yılında %17,5’e düşerek olumlu bir seyir izlemiştir. 2012’nin ikinci çeyre-ğinde Türkiye’de %15,7 olan genç işsiz-liği oranı, Avro Bölgesi ve Avrupa Birliği (%22,6) ile OECD (%16,2) ortalamaları-nın altında kalmıştır (Şekil 1).

Gençlikte hem istihdamdan, hem de eğitimden dışlanmışlık durumunun top-lumdaki yaygınlık derecesini ifade eden atalet oranına (NEET) bakıldığında, 2010 yılında Türkiye’deki 15-29 yaş gru-bundaki gençlerin %36,6’sının atıl oldu-ğu görülmektedir (Şekil 2). Türkiye bu oranla 32 OECD Ülkesi içinde ilk sırada gelerek, gençlerin potansiyelini en az kullanan ülke olmuştur.

4-Beceri UyumsuzluğuRapor’da iki çeşit beceri uyumsuz-

luğu incelenmiştir; birincisi, becerilerin arz ve talebi arasındaki uyumsuzluktur ve çalışanlarla işsizlerin eğitim kazanım-larının kıyaslanmasına dayanmaktadır. İkincisi ise gençlerin sahip oldukları be-ceriler ile işin gerektirdikleri arasındaki uyumsuzluktur.

Çalışmalar göstermektedir ki, gelişmiş ekonomilerde eğitim piramidinin en altında yer alanlar, yüksek becerililere kıyasla uyumsuzluğa maruz kalma konusunda daha fazla risk altındadırlar. Bu çeşit uyumsuzluklar, 2010 ve 2011 yıllarında artmıştır.

Gelişmiş ekonomiler, gençlerin (15-29 yaş) muhtemel işe göre “fazla eğitimli” olma ihtimalinin, 30 yaş ve üstündekilere kıyasla daha yüksek oldu-ğunu göstermektedir. Son iki yılda çalış-tıkları işin gerektirdiğinden daha fazla eğitimli (nitelikli) olan gençlerdeki hızlı artış (1.4 puan), ekonomik krizin diğer bir sonucuna işaret etmektedir; yüksek eğitimli gençler, gittikçe artan oranda, sahip olduklarından daha düşük nitelik gerektiren işlerde çalışmaktadırlar.

5-Okuldan İşe GeçişGelişmekte olan ülkelerdeki

gençlerde istihdamın düzensiz yapısı ve eğitimi erken terk eğilimi, söz konusu ekonomileri gelişmiş ekonomilerden ayı-ran temel özelliklerdir.

Gelişmekte olan ülkelerdeki gençle-rin %60’ı hem istidamdan hem de eği-timden dışlanmış durumdadır. Diğer bir ifadeyle, gençlerin yaklaşık üçte ikisinin potansiyeli kullanılamamaktadır.

Araştırma kapsamındaki on geliş-mekte olan ülkenin (Ermenistan, Kam-boçya, Mısır, Makedonya, Ürdün, Li-berya, Malavi, Peru, Rusya ve Togo) durumuna bakıldığında, genç erkeklerin eğitimden sağlam ve tatmin edici istih-dama geçiş yapma ihtimali genç kadın-lara kıyasla daha yüksektir. Hanehalkı refahı, eğitime yatırım ve şehirli köken gibi unsurlar, gençlerin iş piyasasına geçişleri için avantaj sağlamaktadır. İşgücü piyasası fırsatları az olduğunda, gençler, kalitesine bakmaksızın mevcut işlerinde kalma eğilimlerindedir.

Page 94: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 2013

kadınlar ve gençler

9292

Kaynak: OECD’den aktaran ILO, Global Employment Trends For Youth 2013; düzenleyen TİSK

6-Gençler İçin Düzgün İş Yaratma Politikaları

Haziran 2012 tarihinde gerçekleştirilen Uluslararası Çalışma Konferansı’nda 185 ILO Üyesi Ülke tarafından beş anahtar po-litika alanı belirlenmiştir:

-Toplam talebi ve finansa erişimi artır-mak için istihdam ve ekonomi politika-ları

-Okuldan işe geçişi kolaylaştırmak ve işgücü piyasasındaki beceri uyumsuz-luklarını önlemek için eğitim ve öğretim

-Dezavantajlı gençlerin istihdamını he-

defleyen işgücü piyasası politikaları -Potansiyel genç girişimcileri destekle-

mek için girişimcilik ve kendi işinde ça-lışma

-Gençlerin eşit muamele görmelerini sağlamak için uluslararası çalışma stan-dartlarına dayalı haklar.

Şekil 1: Genç İşsizliği Oranı (%) 2012 İkinci Çeyrek

Page 95: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 2013

kadınlar ve gençler

9292

Kaynak: OECD’den aktaran ILO, Global Employment Trends For Youth 2013; düzenleyen TİSK

6-Gençler İçin Düzgün İş Yaratma Politikaları

Haziran 2012 tarihinde gerçekleştirilen Uluslararası Çalışma Konferansı’nda 185 ILO Üyesi Ülke tarafından beş anahtar po-litika alanı belirlenmiştir:

-Toplam talebi ve finansa erişimi artır-mak için istihdam ve ekonomi politika-ları

-Okuldan işe geçişi kolaylaştırmak ve işgücü piyasasındaki beceri uyumsuz-luklarını önlemek için eğitim ve öğretim

-Dezavantajlı gençlerin istihdamını he-

defleyen işgücü piyasası politikaları -Potansiyel genç girişimcileri destekle-

mek için girişimcilik ve kendi işinde ça-lışma

-Gençlerin eşit muamele görmelerini sağlamak için uluslararası çalışma stan-dartlarına dayalı haklar.

Şekil 1: Genç İşsizliği Oranı (%) 2012 İkinci Çeyrek

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 2013

kadınlar ve gençler

9393

(*) Atalet (NEET) Oranı: Hem istihdamdan, hem de eğitimden dışlanmış genç sayısının çağ nüfusuna oranı(**) 2009Kaynak: OECD’den aktaran ILO, Global Employment Trends For Youth 2013; düzenleyen TİSK

Şekil 2: OECD Ülkelerinde 15-29 Yaş Grubundaki Gençlerin Atalet (NEET)(*) Oranı, 2010 (%)

Page 96: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 20139494

haberler

Sosyal Güvenlik Kurumu Üst Düzey Yetkililerinin TİSK’i Ziyareti

13-19 Mayıs 2013 tarihlerinde ülke düzeyinde kutlanan Sosyal Güvenlik Haftası nedeniyle 13 Mayıs 2013 tari-hinde Sosyal Güvenlik Kurumu üst düzey yetkililerinden oluşan bir heyet Konfede-rasyonumuzu ziyaret etti.

Ziyarette Konfederasyonumuz Genel Sekreteri Bülent Pirler başkanlığındaki heyet ile, Sosyal Güvenlik Kurumundan Başkan Yardımcısı Mustafa Kuruca, Daire Başkanları Gökhan Tuna, Gülten

Özden, Yakup Süngü, Adnan Köse, Mehmet Öztürk, Yavuz Selim Ayaz’dan oluşan heyet biraraya geldi.

Sosyal Güvenlik Kurumu yetkilileri ziyarette, Sosyal Güvenlik Kurumunu paydaşlarına tanıtmak, sosyal güvenlik reformunu anlatmak, sosyal güvenlik kavramının toplumun tüm bireyleri ta-rafından bilinmesini sağlamak, vatan-daşları hak ve yükümlülükler konusunda bilgilendirmek, toplumda sosyal güven-

lik bilinci yaratılmasına katkı sağlamak amacıyla her yıl tüm yurtta 16 Mayıs’ı içine alan haftanın “SOSYAL GÜVENLİK HAFTASI” olarak kutlandığını belirttiler.

TİSK Genel Sekreteri Pirler ise top-lantıda yaptığı konuşmada Konfederas-yonumuzun sosyal güvenlik konusundaki görüş ve önerilerini özetleyerek, işveren kesiminin güncel sorunlarını dile getirdi.

Page 97: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 20139494

haberler

Sosyal Güvenlik Kurumu Üst Düzey Yetkililerinin TİSK’i Ziyareti

13-19 Mayıs 2013 tarihlerinde ülke düzeyinde kutlanan Sosyal Güvenlik Haftası nedeniyle 13 Mayıs 2013 tari-hinde Sosyal Güvenlik Kurumu üst düzey yetkililerinden oluşan bir heyet Konfede-rasyonumuzu ziyaret etti.

Ziyarette Konfederasyonumuz Genel Sekreteri Bülent Pirler başkanlığındaki heyet ile, Sosyal Güvenlik Kurumundan Başkan Yardımcısı Mustafa Kuruca, Daire Başkanları Gökhan Tuna, Gülten

Özden, Yakup Süngü, Adnan Köse, Mehmet Öztürk, Yavuz Selim Ayaz’dan oluşan heyet biraraya geldi.

Sosyal Güvenlik Kurumu yetkilileri ziyarette, Sosyal Güvenlik Kurumunu paydaşlarına tanıtmak, sosyal güvenlik reformunu anlatmak, sosyal güvenlik kavramının toplumun tüm bireyleri ta-rafından bilinmesini sağlamak, vatan-daşları hak ve yükümlülükler konusunda bilgilendirmek, toplumda sosyal güven-

lik bilinci yaratılmasına katkı sağlamak amacıyla her yıl tüm yurtta 16 Mayıs’ı içine alan haftanın “SOSYAL GÜVENLİK HAFTASI” olarak kutlandığını belirttiler.

TİSK Genel Sekreteri Pirler ise top-lantıda yaptığı konuşmada Konfederas-yonumuzun sosyal güvenlik konusundaki görüş ve önerilerini özetleyerek, işveren kesiminin güncel sorunlarını dile getirdi.

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 2013 9595

haberler

Bangladeş Yurtdışı İstihdam Bakanı Khandker Mosharraf Hossain ve beraberin-deki heyet, 22 Nisan 2013 tarihinde Konfe-derasyonumuzu ziyaret etti.

Genel Sekreter Bülent Pirler ile görüşen heyete, Konfederasyonumuzun yapısı, işle-yişi ve faaliyetleri hakkında bilgi verildi.

Yurtdışında çalışan Bangladeşli işçilere

dair bilgi veren Hossain, Bangladeş’teki nüfus baskısı neticesinde 8.5 milyon kişinin 157 ülkede çalıştığını, Bangladeşli işgücü-nün kalifiye ve kolay eğitilebilir nitelikte ol-duğunu ve işgücünün serbest dolaşımının işverenlere önemli faydalar sağladığını söy-ledi.

Bangladeş’ten işgücü temin edilmesi konusunda Ülkemiz ile işbirliği yapmak iste-diklerini ve Çalışma Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik ile görüştüklerini belirten Hos-sain, işçilerin serbest dolaşımı için iki ülke arasında anlaşma imzalanması konusunda Bakan’ın olumlu görüş verdiğini, sürecin hız-lanması için Konfederasyonumuzun desteği-ni beklediklerini ifade etti.

Pirler, genç nüfusun eğitiminin önem-li olduğunu belirterek, eğitim ile istihdam arasında ilişki kurulması konusunda Konfe-derasyonumuz ve Üye İşveren Sendikaları tarafından yürütülen faaliyetler hakkında bilgi verdi. Konfederasyonumuzun işbirliği yapmaya hazır olduğunu kaydeden Pirler, söz konusu ikili anlaşma imzalandıktan son-ra Bangladeş’i ziyaret etmek istediklerini söyledi.

Bangladeş Yurtdışı İstihdam Bakanı’nın TİSK’i Ziyareti

TİSK Eğitim Komisyonu’nun beşinci toplantısı 28 Mayıs 2013 tarihinde TİSK Yönetim Kurulu Üyesi Cenk Yöney’in başkanlığında Türkiye Metal Sanayicile-ri Sendikası’nın (MESS) ev sahipliğiyle İstanbul’da gerçekleştirildi.

Toplantıda, Mesleki ve Teknik Eğitim Strateji Belgesi ve Eylem Planı Taslağı, Türkiye’de Hayat Boyu Öğrenmenin Ge-liştirilmesi Projesi Taslak Politika Belgesi ve ÇSGB’nin Tehlikeli ve Çok Tehlikeli İşlerde Çalıştırılacak İşçilerin Mesleki Eğitimlerine Dair Yönetmelik Hazırlığı paralelinde TİSK ile MEB arasında im-zalanacak İşbirliği Protokol Taslağı ko-nularında görüşme ve değerlendirmeler yapıldı.

TİSK Eğitim Komisyonu Toplandı

Page 98: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 20139696

haberler

Konfederasyonumuza Üye T.Tekstil Sanayii İşverenleri Sendikası’nın 27-28 Nisan 2013 tarihlerinde yapılan Olağan Genel Kurul toplantısında Sendika organlarına seçilen üyelikler aşağıdaki isimlerden oluştu:

YÖNETİM KURULU; Muharrem Hilmi Kayhan (Başkan), Yakup Güngör (2.Başkan), Ahmet Hamdi Topbaş (2.Başkan), M.Fatih Karamancı (2.Başkan), Özcan Özenbay, Nevzat Seyok, Yaşar Küçükçalık, Cengiz Taş, Ali Osman Kilitçioğlu.

DENETLEME KURULU; O.Tuğrul İnaçer, M.Erdoğan Özer, Aydın Fethi Baytan.DİSİPLİN KURULU; Nuri Akın, Aslan Badi, Hayim Vitali Kohen.

Konfederasyonumuza Üye Türkiye Metal Sanayicileri Sendikası (MESS)’nın 42. Genel Kurul toplantısı sonunda yapılan seçimlerde, Sendika’nın yeni Yönetim, Denetleme ve Disiplin Kurulu Üyeleri aşağıdaki isimlerden oluştu:

YÖNETİM KURULU; Tuğrul Kudatgobilik (Başkan), Cenk Yöney (Başkan Vekili), Mehmet Betil (Başkan Vekili), Yağız Eyüboğlu, Haluk Özyavuz, Özcan Aydilek, M.Kamil Eser, Oğuz Nuri Özgen, Mehmet Demirpençe.

DİSİPLİN KURULU; Jak Kamhi, Asım Kibar, Ahmet Bayraktar, Bedirhan Çelik, İbrahim Orhan. DENETLEME KURULU; Nurettin Acar, Dr.Fatih Kemal Ebiçlioğlu, Muhittin Kızıler.

Sendikalarımızın Genel Kurulları YapıldıTürkiye Tekstil Sanayii İşverenleri Sendikası Genel Kurulu

Türkiye Metal Sanayicileri Sendikası (MESS) Genel Kurulu

Üyemiz Türkiye Metal Sanayicileri Sen-dikası (MESS) Genel Sekreterliği görevine Av. Hakan Yıldırımoğlu atandı.

1975 yılında Ankara’da doğan Yıldırı-moğlu, TED Ankara Koleji’ni takiben 1996 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. İstanbul Üniversitesi Sos-yal Bilimler Enstitüsü’nde Endüstri İlişkileri ve İnsan Kaynakları alanında “Avrupa Birliği ve Türkiye’de Mukayeseli Grev Yasakları” konulu tezi ile yüksek lisansını tamamladı. Hakan Yıldırımoğlu meslek hayatına 1995

yılında stajyer avukat olarak adım attığı Koloğlu Hukuk Bürosu’nda, 1997 yılına kadar avukatlık yaptı. Yıldırımoğlu daha sonra; 1997-2003 yıllarında Ren Holding A.Ş/de Hukuk Müşaviri- Endüstri İlişkileri ve Personel Müdürlüğü, Türkiye Şişe ve Cam Fabrikaları A.Ş/de 2003-2007 yıllarında Endüstri İlişkileri Müdür Yardımcılığı, 2007-2010 yıllarında Endüstri İlişkileri Müdürlü-ğü, 2010-2012 yılları arasında ise Koç Hol-ding A.Ş. Endüstri İlişkileri Koordinatörlüğü görevlerinde bulundu.

1 Mayıs 2012’de Genel Sekreter Baş Yardımcısı olarak MESS’de göreve başlayan Yıldırımoğlu 21 Mayıs 2013 tarihinde Genel Sekreter olarak atandı. 10 farklı işkolunda (metal, bankacılık, tekstil, cam, kağıt, petrol ve kimya, ma-den, deniz taşımacılığı, gemi inşa, gıda) işçi sendikalarıyla toplu sözleşme müza-kereleri yürüten, çalıştığı kurumlar adına pekçok seminer ve toplantıya konuşmacı olarak iştirak eden Yıldırımoğlu’nun, iş hukuku ve endüstri ilişkileri konusunda çeşitli yazı ve makaleleri yayımlandı. Söz konusu görevleriyle eş zamanlı olarak; 2000-2003 yıllarında Tekstil İşverenleri Sendikası Danışma Kurulu Üyeliği, 2007-2010 yıllarında Cam İş-verenleri Sendikası Yönetim Kurulu Üye-liği ile Genel Sekreterliği, 2010-2012 yıllarında Koç Holding Emekli ve Yar-dım Sandığı Vakfı Yönetim Kurulu Üye-liği, 2011 yılından beri MESS Eğitim Vakfı Mütevelli Heyeti Üyeliği ve 2013 yılından beri MESS Eğitim Vakfı Yönetim Kurulu Üyeliği görevlerini deruhte etti. İs-tanbul Barosu ve PERYÖN’e de üye olan Yıldırımoğlu, evli ve bir çocuk babasıdır.

İŞVEREN Dergisi olarak Sayın Hakan Yıldırımoğlu’nu kutlar, yeni görevinde başarılar dileriz.

Av. Hakan YILDIRIMOĞLU MESS Genel Sekreteri Oldu

Page 99: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 20139696

haberler

Konfederasyonumuza Üye T.Tekstil Sanayii İşverenleri Sendikası’nın 27-28 Nisan 2013 tarihlerinde yapılan Olağan Genel Kurul toplantısında Sendika organlarına seçilen üyelikler aşağıdaki isimlerden oluştu:

YÖNETİM KURULU; Muharrem Hilmi Kayhan (Başkan), Yakup Güngör (2.Başkan), Ahmet Hamdi Topbaş (2.Başkan), M.Fatih Karamancı (2.Başkan), Özcan Özenbay, Nevzat Seyok, Yaşar Küçükçalık, Cengiz Taş, Ali Osman Kilitçioğlu.

DENETLEME KURULU; O.Tuğrul İnaçer, M.Erdoğan Özer, Aydın Fethi Baytan.DİSİPLİN KURULU; Nuri Akın, Aslan Badi, Hayim Vitali Kohen.

Konfederasyonumuza Üye Türkiye Metal Sanayicileri Sendikası (MESS)’nın 42. Genel Kurul toplantısı sonunda yapılan seçimlerde, Sendika’nın yeni Yönetim, Denetleme ve Disiplin Kurulu Üyeleri aşağıdaki isimlerden oluştu:

YÖNETİM KURULU; Tuğrul Kudatgobilik (Başkan), Cenk Yöney (Başkan Vekili), Mehmet Betil (Başkan Vekili), Yağız Eyüboğlu, Haluk Özyavuz, Özcan Aydilek, M.Kamil Eser, Oğuz Nuri Özgen, Mehmet Demirpençe.

DİSİPLİN KURULU; Jak Kamhi, Asım Kibar, Ahmet Bayraktar, Bedirhan Çelik, İbrahim Orhan. DENETLEME KURULU; Nurettin Acar, Dr.Fatih Kemal Ebiçlioğlu, Muhittin Kızıler.

Sendikalarımızın Genel Kurulları YapıldıTürkiye Tekstil Sanayii İşverenleri Sendikası Genel Kurulu

Türkiye Metal Sanayicileri Sendikası (MESS) Genel Kurulu

Üyemiz Türkiye Metal Sanayicileri Sen-dikası (MESS) Genel Sekreterliği görevine Av. Hakan Yıldırımoğlu atandı.

1975 yılında Ankara’da doğan Yıldırı-moğlu, TED Ankara Koleji’ni takiben 1996 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. İstanbul Üniversitesi Sos-yal Bilimler Enstitüsü’nde Endüstri İlişkileri ve İnsan Kaynakları alanında “Avrupa Birliği ve Türkiye’de Mukayeseli Grev Yasakları” konulu tezi ile yüksek lisansını tamamladı. Hakan Yıldırımoğlu meslek hayatına 1995

yılında stajyer avukat olarak adım attığı Koloğlu Hukuk Bürosu’nda, 1997 yılına kadar avukatlık yaptı. Yıldırımoğlu daha sonra; 1997-2003 yıllarında Ren Holding A.Ş/de Hukuk Müşaviri- Endüstri İlişkileri ve Personel Müdürlüğü, Türkiye Şişe ve Cam Fabrikaları A.Ş/de 2003-2007 yıllarında Endüstri İlişkileri Müdür Yardımcılığı, 2007-2010 yıllarında Endüstri İlişkileri Müdürlü-ğü, 2010-2012 yılları arasında ise Koç Hol-ding A.Ş. Endüstri İlişkileri Koordinatörlüğü görevlerinde bulundu.

1 Mayıs 2012’de Genel Sekreter Baş Yardımcısı olarak MESS’de göreve başlayan Yıldırımoğlu 21 Mayıs 2013 tarihinde Genel Sekreter olarak atandı. 10 farklı işkolunda (metal, bankacılık, tekstil, cam, kağıt, petrol ve kimya, ma-den, deniz taşımacılığı, gemi inşa, gıda) işçi sendikalarıyla toplu sözleşme müza-kereleri yürüten, çalıştığı kurumlar adına pekçok seminer ve toplantıya konuşmacı olarak iştirak eden Yıldırımoğlu’nun, iş hukuku ve endüstri ilişkileri konusunda çeşitli yazı ve makaleleri yayımlandı. Söz konusu görevleriyle eş zamanlı olarak; 2000-2003 yıllarında Tekstil İşverenleri Sendikası Danışma Kurulu Üyeliği, 2007-2010 yıllarında Cam İş-verenleri Sendikası Yönetim Kurulu Üye-liği ile Genel Sekreterliği, 2010-2012 yıllarında Koç Holding Emekli ve Yar-dım Sandığı Vakfı Yönetim Kurulu Üye-liği, 2011 yılından beri MESS Eğitim Vakfı Mütevelli Heyeti Üyeliği ve 2013 yılından beri MESS Eğitim Vakfı Yönetim Kurulu Üyeliği görevlerini deruhte etti. İs-tanbul Barosu ve PERYÖN’e de üye olan Yıldırımoğlu, evli ve bir çocuk babasıdır.

İŞVEREN Dergisi olarak Sayın Hakan Yıldırımoğlu’nu kutlar, yeni görevinde başarılar dileriz.

Av. Hakan YILDIRIMOĞLU MESS Genel Sekreteri Oldu

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 2013 9797

haberler

Üyemiz Cam İşverenleri Sendikası, üyesi fabrikalarda ‘İş Sağlığı ve Güvenliği (ISG)’ haftası olan 6-10 Mayıs tarihleri ara-sında çeşitli etkinlikler düzenlendi.

Bu çerçevede Trakya Cam San. A.Ş. Trakya Fabrikası ve Paşabahçe Cam San. Tic. A.Ş. Eskişehir Fabrikasında tiyatro gösterimi yapıldı. Profesyonel tiyatro ekibi tarafından sergilenen İSG Kültürü, önemi ve davranışları konulu komedi oyununda verilen mesajlar çalışanların dikkatini çekti.

Cam İşveren Sendikası Başkanı Dr. Er-tan İren ile Kristal-İş Sendikası Başkanı Bilal Çetintaş ve sendika temsilcileri Paşabahçe Cam San. Tic. A.Ş. Kırklareli Fabrikası yö-neticileri birarada.

Paşabahçe Cam San. Tic. A.Ş. Kırk-lareli Fabrikası ve Camiş Ambalaj San. A.Ş. Eskişehir Fabrikası’nda ‘İş Sağlığı ve Güvenliği’ bilinçlendirme anketleri yapıldı. Tüm çalışanlar cevapladıkları anket sonra-sı çarkıfelek oyununa katıldı. Oyunda 3M firmasının sürpriz hediyelerini kazanan ça-lışanların, oyuna katılabilmek için doldur-dukları anketlerle bir kez daha temel İSG kurallarını hatırlamış oldu.

Tüm etkinliklere Kristal-İş Sendikası

Şube başkanı ve temsilcileri ile Selüloz-İş Sendikası Şube Temsilcileri katıldı. Etkin-liklerde açılış konuşması yapan Cam İş-verenleri Sendikası başkanı Dr. Ertan İren ile Kristal-İş Sendika Başkanı Bilal Çetintaş iş kazalarının kader olmadığını, koruyucu malzemeler kullanılarak ve kurallara uya-rak önlenebileceğinin altını çizerek, iş gü-venliğinin işyerindeki herkesin sorumluluğu olduğunu, iş kazalarının işçi işveren ve sen-dika ile birlikte elele yapılacak çalışmalar-

la önlenebileceğini belirttiler. Anadolu Cam Yenişehir San. A.Ş. ve

Trakya Yenişehir Cam San. A.Ş. fabrikala-rında 6-12 yaş arası çocuklara yönelik resim yarışması düzenlendi. Saat ücretli çalışanla-rın çocuklarının katıldığı resim yarışmasının birincisine Tablet PC, ikincisine PSP Oyun konsolu, üçüncüsüne ise 100 TL değerinde hediye çeki verildi. Ayrıca tüm katılımcılara sürpriz hediyeler ve sertifika takdim edilerek ve katılan resimler fabrikalarda sergilendi.

Cam Fabrikalarında İş Sağlığı ve Güvenliği Haftası Çeşitli Etkinliklerle Kutlandı

Page 100: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 20139898

görüş

I. GİRİŞİşgücü piyasasının ihtiyaçları doğrultu-

sunda Türkiye İş Kurumu tarafından; mesleki eğitim kursları, işbaşı eğitim programları, girişimcilik eğitim programları, toplum yara-rına programlar ile iş ve meslek danışman-lığı faaliyetleri gerçekleştirilmektedir. Anılan Kurumca gerçekleştirilen bu faaliyetler aktif işgücü hizmetleri olarak adlandırılmaktadır. Bir başka ifadeyle aktif iş gücü hizmetleri, istihdamın korunmasına ve artırılmasına, iş-sizlerin mesleki niteliklerinin geliştirilmesine, işsizliğin azaltılmasına ve özel politika ge-rektiren grupların işgücü piyasasına kazan-dırılmasına yardımcı olmak üzere yapılan faaliyetlerdir.

Türkiye İş Kurumu tarafından düzenlenen aktif işgücü hizmetlerinin yürütülmesine iliş-kin usul ve esaslarının belirlenmesi amacıyla 12/03/2013 tarih ve 28585 sayılı Resmi Gazete’de “Aktif İşgücü Hizmetleri Yönetme-liği” yayımlanmıştır.

Bu çalışmada, yukarıda belirtilen tarihte yürürlüğe giren Aktif İşgücü Hizmetleri Yö-netmeliği kapsamında gerçekleştirilen işbaşı

eğitim programı hakkında bilgi verilecektir. Anılan programa katılım şartları, programın düzenleneceği alanlar, uygulanacak işyerle-ri, işverenin yükümlülükleri ve benzeri konu-lar ele alınacaktır.

II. İŞBAŞI EĞİTİM PROGRAMIA. Genel OlarakAktif İşgücü Hizmetleri Yönetmeliğine

göre işbaşı eğitim programı, katılımcılara mesleki deneyim kazandırmak üzere, Tür-kiye İş Kurumu tarafından belirlenen asgari şartları taşıyan işyerlerinde işbaşında verilen eğitimi ifade etmektedir. Bu program daha önce deneyimi olmayan çalışanlara tecrübe kazandırmak amacıyla gerçekleştirilen bir eğitimdir. Okulundan yeni mezun olan yahut farklı bir alanda çalışmak isteyip tecrübesi olmayan kişilerin işe adapte olabilmeleri ve tecrübe kazanmalarını sağlamaları açısın-dan işbaşı eğitim programı oldukça önemli bir proje ve programdır.

İşbaşı eğitim programı, işgücü piyasa-sı araştırma sonuçları, iş ve meslek danış-manlarının işyeri ziyaretleri sırasında veya

işsizlerle yapılan görüşmelerde tespit edilen ihtiyaçlar, işyerlerinden veya katılımcı aday-larından gelen talepler doğrultusunda yazı-mızın ilerleyen bölümlerinde açıklanacak şartlara uyulması kaydıyla düzenlenebilecek bir programdır.

İşbaşı eğitim programlarından yarar-lanacak olan işyeri ile katılımcı arasında işbaşı eğitim sözleşmesi imzalanır. Ancak iş-başı eğitim sözleşmesinin Türkiye İş Kurumu yönünden hüküm ifade etmesi Çalışma ve İş Kurumu İl Müdürlüğünün onayına bağlıdır. Sözleşmenin içeriği, şartları ve şekli Türkiye İş Kurumu tarafından belirlenir. Taraflar söz-leşmede belirtilen hususlara uymakla yüküm-lüdür. İşbaşı eğitim programı katılımcılarına, katıldıkları programa ilişkin bilgileri gösterir katılım belgesi verilir.

B. İşbaşı Eğitim Programı Katılım Şartları

İşbaşı eğitim programına katılmak için;a) Türkiye İş Kurumuna kayıtlı işsiz ol-

mak,b) 15 yaşını tamamlamış olmak,

Yürürlüğe Giren Aktif İşgücü Hizmetleri Yönetmeliği Kapsamında “İşbaşı Eğitim Programı”

Ufu

k Ü

NLÜ

T.C. Başbakanlık Müfettişi

[email protected]

Page 101: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 20139898

görüş

I. GİRİŞİşgücü piyasasının ihtiyaçları doğrultu-

sunda Türkiye İş Kurumu tarafından; mesleki eğitim kursları, işbaşı eğitim programları, girişimcilik eğitim programları, toplum yara-rına programlar ile iş ve meslek danışman-lığı faaliyetleri gerçekleştirilmektedir. Anılan Kurumca gerçekleştirilen bu faaliyetler aktif işgücü hizmetleri olarak adlandırılmaktadır. Bir başka ifadeyle aktif iş gücü hizmetleri, istihdamın korunmasına ve artırılmasına, iş-sizlerin mesleki niteliklerinin geliştirilmesine, işsizliğin azaltılmasına ve özel politika ge-rektiren grupların işgücü piyasasına kazan-dırılmasına yardımcı olmak üzere yapılan faaliyetlerdir.

Türkiye İş Kurumu tarafından düzenlenen aktif işgücü hizmetlerinin yürütülmesine iliş-kin usul ve esaslarının belirlenmesi amacıyla 12/03/2013 tarih ve 28585 sayılı Resmi Gazete’de “Aktif İşgücü Hizmetleri Yönetme-liği” yayımlanmıştır.

Bu çalışmada, yukarıda belirtilen tarihte yürürlüğe giren Aktif İşgücü Hizmetleri Yö-netmeliği kapsamında gerçekleştirilen işbaşı

eğitim programı hakkında bilgi verilecektir. Anılan programa katılım şartları, programın düzenleneceği alanlar, uygulanacak işyerle-ri, işverenin yükümlülükleri ve benzeri konu-lar ele alınacaktır.

II. İŞBAŞI EĞİTİM PROGRAMIA. Genel OlarakAktif İşgücü Hizmetleri Yönetmeliğine

göre işbaşı eğitim programı, katılımcılara mesleki deneyim kazandırmak üzere, Tür-kiye İş Kurumu tarafından belirlenen asgari şartları taşıyan işyerlerinde işbaşında verilen eğitimi ifade etmektedir. Bu program daha önce deneyimi olmayan çalışanlara tecrübe kazandırmak amacıyla gerçekleştirilen bir eğitimdir. Okulundan yeni mezun olan yahut farklı bir alanda çalışmak isteyip tecrübesi olmayan kişilerin işe adapte olabilmeleri ve tecrübe kazanmalarını sağlamaları açısın-dan işbaşı eğitim programı oldukça önemli bir proje ve programdır.

İşbaşı eğitim programı, işgücü piyasa-sı araştırma sonuçları, iş ve meslek danış-manlarının işyeri ziyaretleri sırasında veya

işsizlerle yapılan görüşmelerde tespit edilen ihtiyaçlar, işyerlerinden veya katılımcı aday-larından gelen talepler doğrultusunda yazı-mızın ilerleyen bölümlerinde açıklanacak şartlara uyulması kaydıyla düzenlenebilecek bir programdır.

İşbaşı eğitim programlarından yarar-lanacak olan işyeri ile katılımcı arasında işbaşı eğitim sözleşmesi imzalanır. Ancak iş-başı eğitim sözleşmesinin Türkiye İş Kurumu yönünden hüküm ifade etmesi Çalışma ve İş Kurumu İl Müdürlüğünün onayına bağlıdır. Sözleşmenin içeriği, şartları ve şekli Türkiye İş Kurumu tarafından belirlenir. Taraflar söz-leşmede belirtilen hususlara uymakla yüküm-lüdür. İşbaşı eğitim programı katılımcılarına, katıldıkları programa ilişkin bilgileri gösterir katılım belgesi verilir.

B. İşbaşı Eğitim Programı Katılım Şartları

İşbaşı eğitim programına katılmak için;a) Türkiye İş Kurumuna kayıtlı işsiz ol-

mak,b) 15 yaşını tamamlamış olmak,

Yürürlüğe Giren Aktif İşgücü Hizmetleri Yönetmeliği Kapsamında “İşbaşı Eğitim Programı”

Ufu

k Ü

NLÜ

T.C. Başbakanlık Müfettişi

[email protected]

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 2013 9999

görüşc) İşverenin birinci veya ikinci derece kan

hısmı olmamak,şartları aranır.

Programa katılabilmek için bu 3 şartın mevcut olması gerekir. Bunların haricinde aşağıda yer alan birtakım şartlar ve dikkat edilmesi gereken hususlarında katılımcı tara-fından sağlanmış ve yerine getirilmiş olması beklenir. • İşbaşı eğitim programından yararlana-

cakların, programın başlama tarihinden önceki üç aylık dönemde; programın yapılacağı işyerinin sigortalı hizmet liste-sinde kayıtlı veya kayıtdışı çalışanı olma-ması gerekir.

• Mezuniyet sonrasındaki iş deneyimi ek-sikliğinin giderilmesine katkı sağlamak ve teorik bilgilerinin uygulamasını gör-meleri amaçları ile programa katılmala-rına ve program sonunda da istihdam edilmelerine engel durumları bulunmadı-ğı Çalışma ve İş Kurumu İl Müdürlüğün-ce uygun görülen ikinci öğretim ve açık öğretimdeki öğrenciler ile yükseköğretim öğrencileri işbaşı eğitim programına ka-tılabilirler.

• Programlardan yararlanacakların iş ve meslek danışmanlığı hizmetlerinden fay-dalanarak, danışmanın uygun görüşünü almaları gereklidir.

• Çalışma yaşı ve çalıştırma yasağına ilişkin özel düzenlemeler çerçevesinde çalıştırılmaları yasaklananlar ile ağır ve tehlikeli işlerde çalıştırılması yasaklanan kişiler bu kapsamda yer alan meslekler-deki programlara katılamazlar.

• Kurslardan mezun olan kişiler, aynı meslekte kursun bitiminden itibaren bir ay içerisinde başlamak kaydıyla işbaşı eğitim programına katılabilirler. Bu du-rumda, kurs ve işbaşı eğitim programının toplam süresi fiili olarak yüz altmış günü geçemez.

• İşsizlik ödeneği alan kişiler de katılımcı olabilirler. Ancak bu kişiler işsizlik öde-neği aldıkları süre boyunca işten ayrılma bildirgesinin tarafı olan işyerinde katılım-cı olamazlar. Aynı zamanda kısa çalış-ma ödeneğinden yararlanan işyerleri, bu ödenekten yararlandıkları dönemde katılımcı talebinde bulunamazlar.

• Emekliler programa katılamaz.• Katılımcılar, yirmi dört ay içinde en fazla

yüz altmış fiili gün işbaşı eğitim progra-mından yararlanabilirler.

• İşverenin birinci ve ikinci derece kan hıs-

mı olan kişilerin veya bu maddenin ikinci fıkrası kapsamında sigortalı hizmet liste-sinde kayıtlı veya kayıtdışı çalışanlarının katılımcı olduklarının tespiti halinde, bu durumdaki katılımcılara yapılan ödeme-ler yasal faizi ile birlikte işverenden geri alınır.C. Katılımcı Sayısının Belirlenmesiİşbaşı eğitim programına katılımcıların

belirlenmesinde o işyeri çalışanların sayısı önemlidir. • İşyerlerinden iki ile on arasında çalışanı

bulunanlar bir, • İşyerlerinden on bir ve üzerinde çalışanı

olanlar ise mevcut çalışan sigortalı sayısı-nın onda biri kadar İşbaşı eğitim programı katılımcısı talep

edebilir. Katılımcının, işyerine ait sigortalı hizmet

listesinde bildirilen sigortalı sayısının geriye dönük son üç aylık ortalamasına ilave olması gerekir. Özel politika gerektiren grupların iş-başı eğitim programından faydalanmalarını artırmak amacı ile Türkiye İş Kurumu Genel Müdürlüğünce katılımcı sayısının belirlenme-si ile ilgili özel düzenleme yapılabilir.

Ortalama çalışan sayısı, program başla-ma tarihinden geriye dönük olarak, başvu-ru yapılan ay hariç işyerinde son üç aylık sigortalı hizmet listesinde belirtilen toplam sigortalı sayısının üçe bölünmesi sonucu bulunur. Bu sayının belirlenmesinde çalışma gün sayısına bakılmaksızın, ilgili aylara ait sigortalı hizmet listesinde yer alan sigortalı sayısı kullanılır. Ortalama çalışan sayısının hesaplanmasında yarım ve üzeri kesirler tama; kontenjan hesaplamasında ise tüm kesirler tama iblağ olunur.

İşbaşı Eğitim Programının devamı sıra-sında işyerindeki sigortalı sayısının bir aylık süre içinde başlangıçtaki çalışan sayısına ulaşması esastır. İşveren, azalan çalışan sayısını, sırasıyla işbaşı eğitim programı ka-tılımcıları, Kuruma kayıtlı aynı veya benzer meslek sahibi işsizler veya diğer işsizlerden istihdam ederek tamamlanması gerekir. Programın devamı sırasında işyerinde sigor-talı çalışan sayısının azalması durumunda, azalmanın takip eden beş işgünü içinde il müdürlüğüne bildirilmesi ve çalışan sayısının bir ay içerisinde başlangıçtaki çalışan sayısı-na ulaşmaması durumunda; azalan çalışan sayısı kadar katılımcının programı işveren tarafından sonlandırılır ve üç işgünü içinde durum il müdürlüğüne bildirilir. Hangi katı-lımcının programdan çıkarılacağına işveren karar verir.

Aynı ay içinde işbaşı eğitim programına başlamış olan katılımcıların en az yüzde el-lisinin programın sona ermesinden itibaren işverenin kendi işyerinde veya başka işye-rinde aynı meslekte en az altmış gün süre ile istihdam edileceği yönünde işveren ta-rafından programın başlangıcında taahhüt verilmesi halinde; başlangıçtaki sigortalı sayısının, işverenin iradesi dışında emeklilik, askerlik, tutukluluk veya gözaltı, kamu göre-vine atanma, başka şehre ikametgah deği-şikliği, hamilelik veya doğum ve uzun süreli hastalık gibi nedenlerle azalması durumun-da azalan çalışan sayısı kadar katılımcının çalışmasına son verilmez. Bu taahhüdün ye-rine getirilmediğinin tespiti halinde, katılımcı için ödenen katılımcı zaruri gideri ve sigorta prim giderleri toplamının iki katı işverenden tahsil edilir, varsa devam eden programlar sonlandırılır ve on iki ay süresince işveren ile işbaşı eğitim programı düzenlenmez.

Türkiye İş Kurumuna yapılması gereken bildirimin yapılmaması ya da süresinden sonra yapılması ve çalışan sayısındaki azal-manın süresi içinde tamamlanmaması halin-de; katılımcının çıkarılması gereken tarihten bu durumun tespit edildiği tarihe kadarki sü-rede Türkiye İş Kurumu tarafından katılımcı için ödenen katılımcı zaruri gideri ve sigorta prim giderleri toplamının iki katı işverenden tahsil edilir, varsa devam eden programlar sonlandırılır ve on iki ay süresince işveren ile işbaşı eğitim programı düzenlenmez.

İşverenin yeni katılımcı talebinde bulun-ma hakkı da vardır. Katılımcıların bir kısmını veya tamamını işe alan ve/veya katılımcı sayısında azalma olan ve/veya talep ede-bileceği katılımcı sayısından daha az katı-lımcıyla program başlatan işveren, devam eden programın her safhasında yeni katı-lımcı talebinde bulunabilir. Yeni talep değer-lendirilerek varsa mevcut katılımcılar hariç geriye kalan kontenjan kadar katılımcı ile iş-başı eğitim programı düzenlenebilir. Ayrıca işbaşı eğitim programı için yapılan başvuru ile program başlangıcının aynı ayda olma-ması ve program başlama tarihinin sonraki aya veya aylara sarkması halinde başvuru yapılan tarihteki duruma göre değil, içinde bulunulan aya göre işlem yapılır.

D. İşbaşı Eğitim Programının Düzenleneceği Alanlar, Uygulana-cak İşyerleri Ve İşverenin Yükümlü-lükleri

İşbaşı eğitim programı, katılımcının mesleki deneyim kazanmasını sağlaya-cak alanlarda düzenlenir. Zira programın amacı da budur. Bununla birlikte, beden

Page 102: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 2013100100

görüşişçisi, temizlik görevlisi, taşıma işçisi, çay-cı ve benzerleri gibi herhangi bir mesleki deneyim ve vasıf gerektirmeyen alanlar-da işbaşı eğitim programı düzenlenmez. Başvuru tarihi itibari ile son altı ay içinde işbaşı eğitim programı kapsamında baş-vurulan meslekte çalışmış kişiler, söz ko-nusu meslekte işbaşı eğitim programlarına katılamazlar. Kişilerin durumları, sözleş-me imzalanmadan önce Çalışma ve İş Ku-rumu İl Müdürlüğünce Türkiye İş Kurumu ve SGK kayıtları üzerinden kontrol edilir.

Diğer taraftan, işbaşı eğitim programı, 4857 sayılı İş Kanunu’na ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlı Sigorta-sı Kanunu’nun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendine1 tabi olarak en az iki çalışanı bulunan ve Türkiye İş Kuru-muna kayıtlı işyerlerinde ve kamu kurum veya kuruluşlarının payının yüzde ellinin altında olduğu iktisadi teşekküllerde uygu-lanabilir.

Bununla beraber, 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunun eki I, II, III ve IV sayılı cetvellerde yer alan kurum ve kuruluşlar ile belediyeler ve il özel ida-relerinde ve Türkiye İş Kurumunca Aktif İş-gücü Hizmetleri Yönetmeliği kapsamında yaptırım uygulanan işyerlerinde yaptırım süresince işbaşı eğitim programı düzen-lenmez.

Ayrıca işveren, işyerini veya bir bölü-münü iştiraki olan veya diğer işverenlere devrettiğinde, devam etmekte olan işbaşı eğitim programı ve istihdam yükümlülüğü de o işyeri veya ilgili bölümü yönünden, devralan işverene aktarılır. Dahası, işbaşı eğitim programlarının düzenlendiği işve-renden hiçbir surette vergi, SGK prim ve prime ilişkin borcu ile SGK’ca kesilmiş idari para cezası olmadığına dair belge istenmez.

İşverenin program kapsamında yerine getirmesi gereken birtakım sorumlulukları vardır. İşverenin, katılımcının programa katıldığı mesleğe yönelik işbaşı eğitimini fiilen sağlaması ve Türkiye İş Kurumu ile imzalanan işbaşı eğitim sözleşmesinde belirtilen görev, sorumluluk ve yükümlülük-lere uyması gerekir. İşbaşı eğitim progra-mı düzenlenecek işyeri tarafından, katılım-cının işbaşı eğitim programından usulüne uygun şekilde yararlanmasını ve deneyim sahibi olmasını sağlamak üzere gerekli mesleki bilgiye ve deneyime sahip en az bir sorumlu belirlenir.

E. İşbaşı Eğitim Programın Süre-si ve Devam Zorunluluğu

İşbaşı eğitim programının süresinin sınırları söz konusu yönetmelikle kesin olarak belirlenmiştir. Yönetmeliğe göre program süresi, günlük en az beş en fazla sekiz saat olmak üzere, haftalık kırk beş saatten ve toplamda yüz altmış fiili gün-den fazla olamaz. Çalışma saatleri, de-netim imkanları dikkate alınarak ve söz-leşmede belirtilmek şartları ile Çalışma ve İş Kurumu İl Müdürlüğünce belirlenebilir. Engelliler için işbaşı eğitim programının süresi yirmi dört ay içerisinde üç yüz yirmi fiili gün olarak uygulanabilir. Bu durumda ikinci yüz altmış güne ait ödemeler, 4857 sayılı İş Kanunu’nun 30 uncu maddesi2 gereğince kurulan Komisyon kararı ile ceza paralarından karşılanabilir.

Katılımcıların işbaşı eğitim programına devam etmeleri zorunludur. Kabul edilebi-lir mazereti olan katılımcılara, işveren ya da işveren vekili tarafından, mazeret izni verilebilir. Bu izinler, katılımcıların devam çizelgelerine yazılır. Ancak, bu izin sürele-rinin toplamı, doktor raporu ile tevsik edi-lebilen en fazla beş günlük sağlık izni dı-şında, hangi sebeple olursa olsun toplam program süresinin onda birini aşamaz. Bu sürenin aşımı halinde, katılımcıların programla ilişikleri kesilir. Beş günü aşan sağlık izinleri onda birlik izin süresinden düşülür. Sözleşmenin işverenden dolayı feshedilmesi durumunda, il müdürlüğünün uygun görmesi halinde katılımcılar yeni bir işyerinde işbaşı eğitimine katılabilirler. Ancak devam edilecek işbaşı eğitim prog-ramı ile yapılan işbaşı eğitim programının toplam süresi yirmi dört ay içinde en fazla yüz altmış fiili gün olabilir.

İşveren tarafından programın başlan-gıcından bitişine kadar olan süre içeri-sinde katılımcıların devam durumlarının haftalık olarak en geç cumartesi saat 23:59’a kadar sisteme girilmesi gerekir. Devam durumlarının sisteme girilmemesin-den dolayı ortaya çıkabilecek zararlardan işveren sorumludur. Çalışma ve İş Kurumu İl Müdürlüğü, işverenin bu yükümlülüğünü yerine getirip getirmediğini kontrol eder. Giriş yapılmayan günler il müdürlüğünce tamamlanır.

F. İmzalanan Sözleşmenin Sona Ermesi ve Feshi

Taraflar arasında imzalanan sözleş-me, sözleşmede belirtilen sürenin bitimi, katılımcıların işe alınması veya sözleşme-nin feshi ile sona erer. Taraflar, 4857 sa-yılı Kanunun 24 ve 25 inci maddelerini kıyasen uygulamak suretiyle sözleşmeyi

fesih yetkisine sahiptir. Sözleşmenin fesh edilebilmesi için; durumun fesih kararı alan tarafça aynı gün içinde yazılı ola-rak ve gerekçeleriyle birlikte sözleşmenin diğer tarafına ve en geç üç işgünü için-de Çalışma ve İş Kurumu İl Müdürlüğüne bildirmesi gerekmektedir. Fesih kararı, il müdürlüğünce uygun görülmesi halinde, fesih kararının alındığı tarih itibari ile geçerlilik kazanır ve bu tarih aralığında katılımcıya herhangi bir ödeme yapılmaz veya yapılmış ödemeler geri alınır. Ayrı-ca, il müdürlüğü, sözleşmede belirtilen hususlara uyulmaması, gerçeğe aykırı beyanda bulunulmasının tespiti nedenleri ile sözleşmeyi feshedebilir ve bu durumda fesih kararını aynı gün içinde yazılı olarak taraflara bildirir.

III. SONUÇİşbaşı eğitim programı, katılımcılara

mesleki deneyim kazandırmak üzere, Tür-kiye İş Kurumu tarafından belirlenen asga-ri şartları taşıyan işyerlerinde işbaşında verilen eğitimdir. Programın amacı, daha önce iş tecrübesi olmayan çalışanlara de-neyim kazandırmaktır. Programa katılmak isteyenlerin ve program dahilinde çalışan-ların iş tecrübelerine katkıda bulunmak isteyen işverenlerin yukarıda ayrıntılarıyla açıklanan ve Aktif İşgücü Hizmetleri Yö-netmeliğinde düzenlenen hükümlere ria-yet etmeleri zorunludur.

DİPNOTLAR1 Sigortalı sayılanlar MADDE 4- (Değişik: 17/4/2008-5754/2 md.) Bu Kanunun kısa ve uzun vadeli sigorta kolları uygulaması bakımından; a) Hizmet akdi ile bir veya birden fazla işveren tarafından çalıştırılanlar…2 Özürlü ve eski hükümlü çalıştırma zorunluluğuMadde 30 – (Değişik : 15/5/2008-5763/2 md.)… Bu maddeye aykırılık hallerinde 101 inci madde uyarınca tahsil edilecek cezalar, özürlülerin ve eski hükümlülerin kendi işini kurmaları, özürlünün iş bulmasını sağlayacak destek teknolojileri, özürlünün işe yerleştirilmesi, işe ve işyerine uyumunun sağlanması ve bu gibi projelerde kullanılır. Tahsil edilen cezaların kullanımına ilişkin hususlar, Türkiye İş Kurumu-nun koordinatörlüğünde, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Çalışma Genel Müdürlüğü ile İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürlüğü, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Özürlü ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü, Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü, en çok işçi ve işvereni temsil eden üst kuruluşların ve en çok özürlüyü temsil eden üst kuruluşun birer temsilcisinden oluşan komisyon tarafından karara bağlanır…

Page 103: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 2013100100

görüşişçisi, temizlik görevlisi, taşıma işçisi, çay-cı ve benzerleri gibi herhangi bir mesleki deneyim ve vasıf gerektirmeyen alanlar-da işbaşı eğitim programı düzenlenmez. Başvuru tarihi itibari ile son altı ay içinde işbaşı eğitim programı kapsamında baş-vurulan meslekte çalışmış kişiler, söz ko-nusu meslekte işbaşı eğitim programlarına katılamazlar. Kişilerin durumları, sözleş-me imzalanmadan önce Çalışma ve İş Ku-rumu İl Müdürlüğünce Türkiye İş Kurumu ve SGK kayıtları üzerinden kontrol edilir.

Diğer taraftan, işbaşı eğitim programı, 4857 sayılı İş Kanunu’na ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlı Sigorta-sı Kanunu’nun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendine1 tabi olarak en az iki çalışanı bulunan ve Türkiye İş Kuru-muna kayıtlı işyerlerinde ve kamu kurum veya kuruluşlarının payının yüzde ellinin altında olduğu iktisadi teşekküllerde uygu-lanabilir.

Bununla beraber, 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunun eki I, II, III ve IV sayılı cetvellerde yer alan kurum ve kuruluşlar ile belediyeler ve il özel ida-relerinde ve Türkiye İş Kurumunca Aktif İş-gücü Hizmetleri Yönetmeliği kapsamında yaptırım uygulanan işyerlerinde yaptırım süresince işbaşı eğitim programı düzen-lenmez.

Ayrıca işveren, işyerini veya bir bölü-münü iştiraki olan veya diğer işverenlere devrettiğinde, devam etmekte olan işbaşı eğitim programı ve istihdam yükümlülüğü de o işyeri veya ilgili bölümü yönünden, devralan işverene aktarılır. Dahası, işbaşı eğitim programlarının düzenlendiği işve-renden hiçbir surette vergi, SGK prim ve prime ilişkin borcu ile SGK’ca kesilmiş idari para cezası olmadığına dair belge istenmez.

İşverenin program kapsamında yerine getirmesi gereken birtakım sorumlulukları vardır. İşverenin, katılımcının programa katıldığı mesleğe yönelik işbaşı eğitimini fiilen sağlaması ve Türkiye İş Kurumu ile imzalanan işbaşı eğitim sözleşmesinde belirtilen görev, sorumluluk ve yükümlülük-lere uyması gerekir. İşbaşı eğitim progra-mı düzenlenecek işyeri tarafından, katılım-cının işbaşı eğitim programından usulüne uygun şekilde yararlanmasını ve deneyim sahibi olmasını sağlamak üzere gerekli mesleki bilgiye ve deneyime sahip en az bir sorumlu belirlenir.

E. İşbaşı Eğitim Programın Süre-si ve Devam Zorunluluğu

İşbaşı eğitim programının süresinin sınırları söz konusu yönetmelikle kesin olarak belirlenmiştir. Yönetmeliğe göre program süresi, günlük en az beş en fazla sekiz saat olmak üzere, haftalık kırk beş saatten ve toplamda yüz altmış fiili gün-den fazla olamaz. Çalışma saatleri, de-netim imkanları dikkate alınarak ve söz-leşmede belirtilmek şartları ile Çalışma ve İş Kurumu İl Müdürlüğünce belirlenebilir. Engelliler için işbaşı eğitim programının süresi yirmi dört ay içerisinde üç yüz yirmi fiili gün olarak uygulanabilir. Bu durumda ikinci yüz altmış güne ait ödemeler, 4857 sayılı İş Kanunu’nun 30 uncu maddesi2 gereğince kurulan Komisyon kararı ile ceza paralarından karşılanabilir.

Katılımcıların işbaşı eğitim programına devam etmeleri zorunludur. Kabul edilebi-lir mazereti olan katılımcılara, işveren ya da işveren vekili tarafından, mazeret izni verilebilir. Bu izinler, katılımcıların devam çizelgelerine yazılır. Ancak, bu izin sürele-rinin toplamı, doktor raporu ile tevsik edi-lebilen en fazla beş günlük sağlık izni dı-şında, hangi sebeple olursa olsun toplam program süresinin onda birini aşamaz. Bu sürenin aşımı halinde, katılımcıların programla ilişikleri kesilir. Beş günü aşan sağlık izinleri onda birlik izin süresinden düşülür. Sözleşmenin işverenden dolayı feshedilmesi durumunda, il müdürlüğünün uygun görmesi halinde katılımcılar yeni bir işyerinde işbaşı eğitimine katılabilirler. Ancak devam edilecek işbaşı eğitim prog-ramı ile yapılan işbaşı eğitim programının toplam süresi yirmi dört ay içinde en fazla yüz altmış fiili gün olabilir.

İşveren tarafından programın başlan-gıcından bitişine kadar olan süre içeri-sinde katılımcıların devam durumlarının haftalık olarak en geç cumartesi saat 23:59’a kadar sisteme girilmesi gerekir. Devam durumlarının sisteme girilmemesin-den dolayı ortaya çıkabilecek zararlardan işveren sorumludur. Çalışma ve İş Kurumu İl Müdürlüğü, işverenin bu yükümlülüğünü yerine getirip getirmediğini kontrol eder. Giriş yapılmayan günler il müdürlüğünce tamamlanır.

F. İmzalanan Sözleşmenin Sona Ermesi ve Feshi

Taraflar arasında imzalanan sözleş-me, sözleşmede belirtilen sürenin bitimi, katılımcıların işe alınması veya sözleşme-nin feshi ile sona erer. Taraflar, 4857 sa-yılı Kanunun 24 ve 25 inci maddelerini kıyasen uygulamak suretiyle sözleşmeyi

fesih yetkisine sahiptir. Sözleşmenin fesh edilebilmesi için; durumun fesih kararı alan tarafça aynı gün içinde yazılı ola-rak ve gerekçeleriyle birlikte sözleşmenin diğer tarafına ve en geç üç işgünü için-de Çalışma ve İş Kurumu İl Müdürlüğüne bildirmesi gerekmektedir. Fesih kararı, il müdürlüğünce uygun görülmesi halinde, fesih kararının alındığı tarih itibari ile geçerlilik kazanır ve bu tarih aralığında katılımcıya herhangi bir ödeme yapılmaz veya yapılmış ödemeler geri alınır. Ayrı-ca, il müdürlüğü, sözleşmede belirtilen hususlara uyulmaması, gerçeğe aykırı beyanda bulunulmasının tespiti nedenleri ile sözleşmeyi feshedebilir ve bu durumda fesih kararını aynı gün içinde yazılı olarak taraflara bildirir.

III. SONUÇİşbaşı eğitim programı, katılımcılara

mesleki deneyim kazandırmak üzere, Tür-kiye İş Kurumu tarafından belirlenen asga-ri şartları taşıyan işyerlerinde işbaşında verilen eğitimdir. Programın amacı, daha önce iş tecrübesi olmayan çalışanlara de-neyim kazandırmaktır. Programa katılmak isteyenlerin ve program dahilinde çalışan-ların iş tecrübelerine katkıda bulunmak isteyen işverenlerin yukarıda ayrıntılarıyla açıklanan ve Aktif İşgücü Hizmetleri Yö-netmeliğinde düzenlenen hükümlere ria-yet etmeleri zorunludur.

DİPNOTLAR1 Sigortalı sayılanlar MADDE 4- (Değişik: 17/4/2008-5754/2 md.) Bu Kanunun kısa ve uzun vadeli sigorta kolları uygulaması bakımından; a) Hizmet akdi ile bir veya birden fazla işveren tarafından çalıştırılanlar…2 Özürlü ve eski hükümlü çalıştırma zorunluluğuMadde 30 – (Değişik : 15/5/2008-5763/2 md.)… Bu maddeye aykırılık hallerinde 101 inci madde uyarınca tahsil edilecek cezalar, özürlülerin ve eski hükümlülerin kendi işini kurmaları, özürlünün iş bulmasını sağlayacak destek teknolojileri, özürlünün işe yerleştirilmesi, işe ve işyerine uyumunun sağlanması ve bu gibi projelerde kullanılır. Tahsil edilen cezaların kullanımına ilişkin hususlar, Türkiye İş Kurumu-nun koordinatörlüğünde, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Çalışma Genel Müdürlüğü ile İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürlüğü, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Özürlü ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü, Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü, en çok işçi ve işvereni temsil eden üst kuruluşların ve en çok özürlüyü temsil eden üst kuruluşun birer temsilcisinden oluşan komisyon tarafından karara bağlanır…

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 2013 101101

inceleme

1. GİRİŞİş kazası ve meslek hastalığı olayları

hem Sosyal Güvenlik Kurumuna hem de Çalışma ve İş Kurumu Müdürlüklerine bildirilmekte idi. Her iki kuruma yapılan bildirimlerde süre yönünden farklılıklar bulunmaktadır. 20.06.2012 tarihli ve 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanu-nu(1) ile İş kazası ve Meslek hastalıklarına ilişkin yapılan bildirimlerde değişiklik yapılmıştır.

Makalede iş kazası ve meslek has-talığına ilişkin işverenlerce ve sağlık tesislerince yapılacak bildirimler ile bu bildirimlerin yapılmaması durumunda uygulanacak idari para cezaları incele-necektir.

2. ESKİ UYGULAMAİş kazası ve meslek hastalığına iliş-

kin işverenlerce yapılması gereken bil-dirimler ve süreleri, 5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun(2) 13 ve 14 üncü maddele-

rinde, 4857 sayılı İş Kanunu’nun(3) ise 77 nci maddesinde düzenlenmiştir.

4857 sayılı iş kanunun 77 nci maddesine göre, işverenler, işyerinde meydana gelen iş kazasını ve tespit edilecek meslek hastalığını en geç iki iş günü içinde yazı ile Çalışma ve İş Kurumu İl Müdürlüğüne bildirmek zorundadır. Bununla birlikte 5510 sayılı yasanın yukarıdaki maddeleri gereği üç iş günü içinde de SGK’ya bildirmek zo-rundadırlar. SGK’ya yapılan bildirimler İş kazası ve Meslek Hastalığı bildirim formu ile e-sigorta üzerinden yapılmak-tadır.(4)

İş kazası ve meslek hastalığının süre-si içinde Çalışma ve İş Kurumu İl Müdür-lüğüne bildirilmemesi halinde bin Türk Lirası idari para cezası(5) uygulanmakta idi. Sosyal Güvenlik Kurumuna bildirim-de bulunulmaması halinde ise bildirim yapılan tarihe kadar sigortalıya ödenen geçici işgörmezlik ödenekleri işveren-den tahsil edilmektedir.(6)

3. 30.12.2012 TARİHİNDEN SONRAKİ YENİ DÖNEM

6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu ile İş kazası ve Meslek Hastalık-larına ilişkin olarak yapılması gereken bildirimlerde işverenler lehine düzenle-me yapılmıştır. Yasanın konuyu düzen-leyen 14 üncü maddesi 30.12.2012 tarihinde yürürlüğe girmiştir. 14 üncü maddeye göre işveren,• - İş kazalarını kazadan sonraki üç iş

günü içinde.• - Sağlık hizmeti sunucuları veya işye-

ri hekimi tarafından kendisine bildi-rilen meslek hastalıklarını, öğrendiği tarihten itibaren üç iş günü içinde.Sosyal Güvenlik Kurumuna bildirim-

de bulunur. Bu madde ile eskiden üç iş günü için-

de SGK’ya yapılan bildirimin dışında ayrıca iki iş günü içinde de Çalışma ve İş Kurumuna yapılan bildirime son veri-

6331 Sayılı Kanun İle İş Kazası ve Meslek Hastalığı Bildirimlerinde Yapılan Değişiklik Sonrası İşverenler ve Sağlık Hizmeti Sunucularının Yükümlülükleri

S. M

ehm

et K

ELEŞ

Sosyal Güvenlik DenetmeniManisa Sosyal Güvenlik İl Müdür Yrd. V.İşletme Bilim Uzmanı

Page 104: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 2013102102

incelemelerek bildirimin sadece SGK’ya yapılma-sı yeterli olarak kabul edilmiştir. Ayrıca bir kuruma iki iş günü diğer kuruma üç iş günü içinde yapılan bildirim karmaşası da ortadan kaldırılmıştır.

Bununla birlikte belirtilen sürede bil-dirimde bulunulmaması durumunda işve-rene Çalışma ve İş Kurumu İl Müdürlüğü tarafından uygulanan ceza miktarı artı-rılmış ve uygulanacak ceza tutarı 2.000 TL olarak belirlenmiştir.

6331 sayılı yasa ile sağlık hizmeti sunucularına da yükümlülük getirilmiş-tir. Buna göre aynı maddenin üçüncü fıkrası ile işyeri hekimi ve sağlık hizmeti sunucularına meslek hastalığı ön tanısı koydukları vakaları, Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından yetkilendirilen(7) sağ-lık hizmeti sunucularına sevk etme so-rumluluğu yüklenmiştir.

Yine aynı maddenin dördüncü fıkrası ile sağlık hizmeti sunucuları kendilerine intikal eden iş kazalarını, yetkilendirilen sağlık hizmeti sunucuları ise meslek has-talığı tanısı koydukları vakaları en geç on gün içinde Sosyal Güvenlik Kurumu-

na bildirmekle yükümlü tutulmuştur. Bu bildirim yükümlülüğüne uymayan sağ-lık hizmeti sunucularına Çalışma ve İş Kurumu İl Müdürlüğü tarafından 2.000 TL idari para cezası uygulanacaktır.

4. SONUÇ6331 sayılı İş sağlığı ve Güvenliği

kanunu ile önceden iki kuruma yapılan bildirim tekleştirilmiş, iş kazası ve mes-lek hastalığı vakasının sadece SGK’ya bildirilmesi yeterli görülmüştür. Bildirim süresi de SGK’ya bildirimde bulunulma-sı gereken süre ile eşitlenmiş iki iş günü olan süre üç iş gününe çıkarılmıştır. Bu-nunla birlikte süresi içinde bildirimde bulunmayan işverenlere 2.000 TL idari para cezası uygulanacağı hüküm altına alınmıştır.

Aynı zamanda sağlık hizmeti sunu-cularına da kendilerine intikal eden iş kazası ve meslek hastalığı vakalarını SGK’ya bildirme yükümlülüğü getirilmiş-tir. Bu yükümlülüğü yerine getirmeyen sağlık hizmeti sunucularına da 2.000 TL idari para cezası uygulanacaktır.

İşverenlerin İş kazası ve meslek

hastalığı olaylarını SGK’ya e-sigorta üzerinden bildirmede daha titiz davran-maları yararlarına olacaktır.

Bildirimde herhangi bir sınırlama ko-nulmadığından iş kazası sonucu sigortalı istirahat kullanmamış olsa dahi bunun da SGK’ya bildirilmesi gerekmektedir.

DİPNOTLAR1. 30.06.2012 tarihli 28339 sayılı resmi gazetede yayınlanmıştır.2. 31.05.2006 tarihli 26200 sayılı resmi gazetede yayınlanmıştır.3. 10.06.2003 tarihli 25134 sayılı resmi gazetede yayınlanmıştır.4. SGK 2012/13 sayılı genelgesi ile bildiri-me ilişkin ayrıntıları açıklamıştır. Genelgeye ww.sgk.gov.tr adresinden “Mevzuat – Genel-geler” bölümünden ulaşılabilir.5. 4857 sayılı yasanın 105 inci maddesi hükmüdür.6. 5510 sayılı yasanın 21 inci maddesinin ikinci fıkrası hükmüdür.7. T.C. Sağlık Bakanlığının Ankara, İstanbul ve Zonguldak’ta bulunan Meslek Hastalıkları Hastaneleri ile Devlet Üniversite Hastaneleri SGK tarafından Meslek hastalığı tespiti ile yetkilendirilmiştir.

Page 105: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 2013102102

incelemelerek bildirimin sadece SGK’ya yapılma-sı yeterli olarak kabul edilmiştir. Ayrıca bir kuruma iki iş günü diğer kuruma üç iş günü içinde yapılan bildirim karmaşası da ortadan kaldırılmıştır.

Bununla birlikte belirtilen sürede bil-dirimde bulunulmaması durumunda işve-rene Çalışma ve İş Kurumu İl Müdürlüğü tarafından uygulanan ceza miktarı artı-rılmış ve uygulanacak ceza tutarı 2.000 TL olarak belirlenmiştir.

6331 sayılı yasa ile sağlık hizmeti sunucularına da yükümlülük getirilmiş-tir. Buna göre aynı maddenin üçüncü fıkrası ile işyeri hekimi ve sağlık hizmeti sunucularına meslek hastalığı ön tanısı koydukları vakaları, Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından yetkilendirilen(7) sağ-lık hizmeti sunucularına sevk etme so-rumluluğu yüklenmiştir.

Yine aynı maddenin dördüncü fıkrası ile sağlık hizmeti sunucuları kendilerine intikal eden iş kazalarını, yetkilendirilen sağlık hizmeti sunucuları ise meslek has-talığı tanısı koydukları vakaları en geç on gün içinde Sosyal Güvenlik Kurumu-

na bildirmekle yükümlü tutulmuştur. Bu bildirim yükümlülüğüne uymayan sağ-lık hizmeti sunucularına Çalışma ve İş Kurumu İl Müdürlüğü tarafından 2.000 TL idari para cezası uygulanacaktır.

4. SONUÇ6331 sayılı İş sağlığı ve Güvenliği

kanunu ile önceden iki kuruma yapılan bildirim tekleştirilmiş, iş kazası ve mes-lek hastalığı vakasının sadece SGK’ya bildirilmesi yeterli görülmüştür. Bildirim süresi de SGK’ya bildirimde bulunulma-sı gereken süre ile eşitlenmiş iki iş günü olan süre üç iş gününe çıkarılmıştır. Bu-nunla birlikte süresi içinde bildirimde bulunmayan işverenlere 2.000 TL idari para cezası uygulanacağı hüküm altına alınmıştır.

Aynı zamanda sağlık hizmeti sunu-cularına da kendilerine intikal eden iş kazası ve meslek hastalığı vakalarını SGK’ya bildirme yükümlülüğü getirilmiş-tir. Bu yükümlülüğü yerine getirmeyen sağlık hizmeti sunucularına da 2.000 TL idari para cezası uygulanacaktır.

İşverenlerin İş kazası ve meslek

hastalığı olaylarını SGK’ya e-sigorta üzerinden bildirmede daha titiz davran-maları yararlarına olacaktır.

Bildirimde herhangi bir sınırlama ko-nulmadığından iş kazası sonucu sigortalı istirahat kullanmamış olsa dahi bunun da SGK’ya bildirilmesi gerekmektedir.

DİPNOTLAR1. 30.06.2012 tarihli 28339 sayılı resmi gazetede yayınlanmıştır.2. 31.05.2006 tarihli 26200 sayılı resmi gazetede yayınlanmıştır.3. 10.06.2003 tarihli 25134 sayılı resmi gazetede yayınlanmıştır.4. SGK 2012/13 sayılı genelgesi ile bildiri-me ilişkin ayrıntıları açıklamıştır. Genelgeye ww.sgk.gov.tr adresinden “Mevzuat – Genel-geler” bölümünden ulaşılabilir.5. 4857 sayılı yasanın 105 inci maddesi hükmüdür.6. 5510 sayılı yasanın 21 inci maddesinin ikinci fıkrası hükmüdür.7. T.C. Sağlık Bakanlığının Ankara, İstanbul ve Zonguldak’ta bulunan Meslek Hastalıkları Hastaneleri ile Devlet Üniversite Hastaneleri SGK tarafından Meslek hastalığı tespiti ile yetkilendirilmiştir.

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 2013 103103

görüş

Türkiye’nin en önemli ekonomik dar-boğazlarından biri, belki de en önemlisi enerji açığıdır. Açığın kapatılması sadece ithalatın azalmasına veya ihracatın art-masına değil, aynı zamanda kurulması gereken doğru ilişkilere bağımlıdır. Dış politikanın güdülme bağlantılarını da büyük ölçüde etkilediği için uluslararası ekonomi politiğin de temel belirleyicilerin-den biridir. Bu kadar zorunlu bir kaynağa boşa geçirilen yıllar sebebiyle kavuşa-mamış olan ekonomimizin bundan son-ra yapması gereken, meseleye stratejik olarak bakmak, ekonominin ihtiyacı olan enerjiyi zamanında ve ucuz olarak ekono-minin emrine vermektir. Enerji darboğazı yaşayan bir ekonominin büyümesi müm-kün değildir. Türkiye kurduğu ilişkilerle, bulunduğu coğrafyanın da avantajlarını kullanarak kolayca enerji ihtiyacını kar-şılayabiliyor olsa da artan talebin enerji açığını sürekli büyütmesi, başlıkta da ifa-desini bulan sürdürülebilirlik problemini gündeme getirmektedir. Dünyada enerji açığı veren tek ülke Türkiye değildir. Ener-

ji ithalatı ihtiyacı bizden daha fazla olan ülkeler vardır. Verilerine ulaşabildiğimiz 60 civarında ülkenin pek çoğu enerjide dışa bağımlıdır. Ancak bütün dünya dik-kate alındığında enerjide üretim fazlası gerçekleştirilebilmektedir (1) (2).

Enerji açığı veren ülkelerin başvurdu-ğu enerji üretimi yöntemlerinden biri nük-leer enerji kaynaklarına yönelmek olmuş-tur. Halen dünyada 437’si faaliyette olan nükleer santrale ilave 64 nükleer santral inşa sürecindedir. Uluslararası Atom Ener-jisi Ajansı verilerine göre dünya enerjisi-nin %13,5’i nükleerden sağlanmaktadır. Kömürün payı %41, gazın payı %21,3, petrolün payı %5,5, hidroelektriğin payı ise %15,9’dur. Avrupa’nın petrol ve do-ğalgaza %90 düzeyinde bağımlı olması, elektrik enerjisinde nükleer enerjiye ağırlık vermelerine ve elektriğin %33’ünü nükleer alandan sağlamalarına zorlamıştır. Nük-leer santrallerin %24’ü ABD, %12’si Ja-ponya, %13’ü Fransa, %7’si Rusya, %5’i Güney Kore, %4’er olmak üzere Alman-ya, Kanada, Hindistan ve İngiltere, %3’er

olmak üzere Çin ve Ukrayna kaynaklıdır.Türkiye dünya ülkeleri arasında bi-

rincil enerji tüketiminde 21., petrol tüke-timinde 26., doğalgaz tüketiminde20., kömür tüketiminde 14., elektrik tüketimin-de 20.; kömür rezervinde 17., en fazla kömür üreten 13., elektrik üretiminde 20., jeotermal kapasitede 12., güneş enerjisi kapasitesinde 27., rüzgar enerjisi kapasi-tesinde 16. ülke konumundadır. Yani yerli kaynakla yönelme halinde, bu alanda ya-pılabilecekler vardır.

1.Enerji Üretimi ve Tüketimi

19. yy.’da enerji kaynakları keşfedil-meye başlanınca Osmanlı’nın elinden üretilebilecek enerji kaynaklarının çıkması ve 20. yy.da Türkiye Cumhuriyeti sınırları dışında kalması nedeniyle enerji kaynak-larına ulaşmak maliyetli hale gelmiştir. Türkiye hem petrolü hem de doğalgazı ülke dışından ithal etmektedir. Kullandı-ğımız doğalgazın %2,5’i, petrolün ise

Sürdürülebilir Enerji Açığı

Prof

. Dr.

Emin

ERT

ÜRK

Uludağ Üniversitesi İİBF İktisat Bölümü Öğretim Üyesi

Page 106: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 2013104104

görüş

%7’si yerli imkanlarla üretilmektedir. Bu durum bizim enerjide dışa bağımlılığımı-zı dünyanın en yüksek bağımlılıklarından biri haline getirmiştir. Enerjide toplam dışa bağımlılığımız aşağıdaki tablodadır. Tablodaki veriler bin ton eşdeğer petrol olarak verilmektedir.

Tablo.1’in incelenmesinden şunla-rı okuyabiliriz. Toplam enerji üretimi % 33,8 artmasına rağmen toplam enerji tüketiminde artış %40 olmuştur. Arada 7 puanlık bir fark vardır. Üretimde ortalama yıllık artış oranı %3,2 olmasına rağmen ortalama tüketim artış oranı %4,33 olmuş-tur. Yani açığı kapatacak gelişmeler he-nüz ufukta yoktur.

2002 yılında tüketilen enerjinin sek-törel dağılımı şöyledir: %23,5’i konutta, %31,6’sı sanayide, %13,28’i ulaştırma-da, %3,86’sı tarımda, %22,5’i çevrim sektöründe, %2,3’ü enerji dışı sektörlerde kullanılırken; 2010’da %26,41’i konutta, %28’i sanayide, %14’ü ulaştırmada kul-lanılmıştır. Konutta ve ulaştırmada kulla-nılan enerjinin payının arttığı, sanayide kullanılan enerjinin ise pay olarak azal-dığı görülmektedir. Çevrimde kullanılan enerjinin payı da artmıştır.

2011 yılındaki toplam talebin %31’ini kömür, %32’sini doğalgaz, %27’sini pet-rol, %4’ünü hidrolik, %6’sını ise yenilene-bilir enerji oluşturmuştur. Santral sayısı ise 743’tür. Türkiye’nin 2012 Ekim itibariyle kurulu gücü 55785 MW’tır. Bu rakam 2002’deki 31846 MW’lık güce göre %75 artış demektir. 2012 Eylül itibariyle

Türkiye 182 milyar kWh elektrik üretmek-tedir. Bunun %41’i doğalgaz, %27’si kö-mür, %25,9’u hidrolikten üretilmektedir.

Yukarıdaki verilerden anlaşılabildi-ğine göre üretimle tüketim arasında or-taya çıkan açık bir yerden karşılanmak-tadır, o da ithalattır. 2012 ithalatının % 25,41’, enerji ithalatıdır. Bu rakam Türkiye’nin 2012’de verdiği ticaret açığı-nın %68,3’ünü oluşturmaktadır. Bu büyük bir açıktır. Toplam açıkta enerjinin payı büyüktür ama bu açıkta diğer sektörler-den kaynaklanan %32 pay da az değil-dir. Meseleyi Türkiye ve Almanya için şemalaştırabilir ve formüle edebiliriz. X ihracatı, M ithalatı, X-M toplam açık veya fazlayı, EA enerji açığını, EDA enerji dışı açığı, EDF enerji dışı fazlayı göstermek üzere durumu formüle edersek, Türkiye için:

X-M=Toplam Açık=EA+EDAAlmanya için ise:X-M=Toplam Fazla=EDA-EA’dır.Şimdi aşağıda mukayeseli olarak

enerjide dışa bağımlılığımız verilecektir (2).

2.Türkiye ve AB Ülkelerinin Enerji Açığı ve Bağımlılık Oranları

Türkiye enerji açığı olan tek ülke değil-dir. Avrupa’da enerji açığı olmayan ülke çok azdır. Aşağıdaki Tablo.2’de AB ülke-lerinde tüketilen enerjinin yüzde kaçının ithal edildiği gösterilmektedir.

Tablo2’den de görüldüğü gibi Euro bölgesinin enerjide dışa bağımlılığı %62 oranında olmasına rağmen Türkiye’nin bağımlılık oranı %71’dir. Enerjide dışa bağımlılığı Türkiye’den fazla olan AB ül-keleri de vardır. İspanya, Belçika, İrlan-da, İtalya, Portekiz gibi..

İktisadi gelişmeye bağlı olarak fert ba-şına enerji tüketiminin önce Euro bölgesi ortalamasına, yani yılda 3763 kg pet-rol eşdeğerine ulaşmasına bağlı olarak Türkiye’nin enerji ihtiyacının, bugünkünün 2,82 kat daha fazlası olacağını düşü-nürsek, enerji ihtiyacımızın ne boyutlara varacağını tahayyül etmemiz mümkün-dür. Türkiye’nin hızlı büyümesini tökezle-tecek bir gelişme olmazsa, önümüzdeki 10 yılda ortalama (yaklaşık) %5 büyüme gerçekleştirmemiz durumunda kümülatif büyüme %71 olacaktır. Enerji ihtiyacında artış ise aynı zaman diliminde, kümülatif olarak %100 artacaktır. Aradaki açık sür-dürülebilir bir açık mıdır? (3)

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın

Yıllar Üretim Artış Oranı(%) Tüketim Artış Oranı(%)

2002 24282 -1.2 78331 3.882003 23783 -2 83826 72004 24332 2.3 87818 4.762005 24549 0.9 91074 3.642006 26580 8.2 99642 9.42007 27455 3.3 107627 82008 29209 6.38 106421 -1.122009 30328 3.83 106138 -0.022010 31492 7.13 109266 2.942011 32228 -0.08 116215 6.4

Kaynak: Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı

Tablo 1: Toplam Enerji Üretim, Tüketim ve Artış Oranları (bin ton eşdeğer petrol)

Page 107: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 2013104104

görüş

%7’si yerli imkanlarla üretilmektedir. Bu durum bizim enerjide dışa bağımlılığımı-zı dünyanın en yüksek bağımlılıklarından biri haline getirmiştir. Enerjide toplam dışa bağımlılığımız aşağıdaki tablodadır. Tablodaki veriler bin ton eşdeğer petrol olarak verilmektedir.

Tablo.1’in incelenmesinden şunla-rı okuyabiliriz. Toplam enerji üretimi % 33,8 artmasına rağmen toplam enerji tüketiminde artış %40 olmuştur. Arada 7 puanlık bir fark vardır. Üretimde ortalama yıllık artış oranı %3,2 olmasına rağmen ortalama tüketim artış oranı %4,33 olmuş-tur. Yani açığı kapatacak gelişmeler he-nüz ufukta yoktur.

2002 yılında tüketilen enerjinin sek-törel dağılımı şöyledir: %23,5’i konutta, %31,6’sı sanayide, %13,28’i ulaştırma-da, %3,86’sı tarımda, %22,5’i çevrim sektöründe, %2,3’ü enerji dışı sektörlerde kullanılırken; 2010’da %26,41’i konutta, %28’i sanayide, %14’ü ulaştırmada kul-lanılmıştır. Konutta ve ulaştırmada kulla-nılan enerjinin payının arttığı, sanayide kullanılan enerjinin ise pay olarak azal-dığı görülmektedir. Çevrimde kullanılan enerjinin payı da artmıştır.

2011 yılındaki toplam talebin %31’ini kömür, %32’sini doğalgaz, %27’sini pet-rol, %4’ünü hidrolik, %6’sını ise yenilene-bilir enerji oluşturmuştur. Santral sayısı ise 743’tür. Türkiye’nin 2012 Ekim itibariyle kurulu gücü 55785 MW’tır. Bu rakam 2002’deki 31846 MW’lık güce göre %75 artış demektir. 2012 Eylül itibariyle

Türkiye 182 milyar kWh elektrik üretmek-tedir. Bunun %41’i doğalgaz, %27’si kö-mür, %25,9’u hidrolikten üretilmektedir.

Yukarıdaki verilerden anlaşılabildi-ğine göre üretimle tüketim arasında or-taya çıkan açık bir yerden karşılanmak-tadır, o da ithalattır. 2012 ithalatının % 25,41’, enerji ithalatıdır. Bu rakam Türkiye’nin 2012’de verdiği ticaret açığı-nın %68,3’ünü oluşturmaktadır. Bu büyük bir açıktır. Toplam açıkta enerjinin payı büyüktür ama bu açıkta diğer sektörler-den kaynaklanan %32 pay da az değil-dir. Meseleyi Türkiye ve Almanya için şemalaştırabilir ve formüle edebiliriz. X ihracatı, M ithalatı, X-M toplam açık veya fazlayı, EA enerji açığını, EDA enerji dışı açığı, EDF enerji dışı fazlayı göstermek üzere durumu formüle edersek, Türkiye için:

X-M=Toplam Açık=EA+EDAAlmanya için ise:X-M=Toplam Fazla=EDA-EA’dır.Şimdi aşağıda mukayeseli olarak

enerjide dışa bağımlılığımız verilecektir (2).

2.Türkiye ve AB Ülkelerinin Enerji Açığı ve Bağımlılık Oranları

Türkiye enerji açığı olan tek ülke değil-dir. Avrupa’da enerji açığı olmayan ülke çok azdır. Aşağıdaki Tablo.2’de AB ülke-lerinde tüketilen enerjinin yüzde kaçının ithal edildiği gösterilmektedir.

Tablo2’den de görüldüğü gibi Euro bölgesinin enerjide dışa bağımlılığı %62 oranında olmasına rağmen Türkiye’nin bağımlılık oranı %71’dir. Enerjide dışa bağımlılığı Türkiye’den fazla olan AB ül-keleri de vardır. İspanya, Belçika, İrlan-da, İtalya, Portekiz gibi..

İktisadi gelişmeye bağlı olarak fert ba-şına enerji tüketiminin önce Euro bölgesi ortalamasına, yani yılda 3763 kg pet-rol eşdeğerine ulaşmasına bağlı olarak Türkiye’nin enerji ihtiyacının, bugünkünün 2,82 kat daha fazlası olacağını düşü-nürsek, enerji ihtiyacımızın ne boyutlara varacağını tahayyül etmemiz mümkün-dür. Türkiye’nin hızlı büyümesini tökezle-tecek bir gelişme olmazsa, önümüzdeki 10 yılda ortalama (yaklaşık) %5 büyüme gerçekleştirmemiz durumunda kümülatif büyüme %71 olacaktır. Enerji ihtiyacında artış ise aynı zaman diliminde, kümülatif olarak %100 artacaktır. Aradaki açık sür-dürülebilir bir açık mıdır? (3)

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın

Yıllar Üretim Artış Oranı(%) Tüketim Artış Oranı(%)

2002 24282 -1.2 78331 3.882003 23783 -2 83826 72004 24332 2.3 87818 4.762005 24549 0.9 91074 3.642006 26580 8.2 99642 9.42007 27455 3.3 107627 82008 29209 6.38 106421 -1.122009 30328 3.83 106138 -0.022010 31492 7.13 109266 2.942011 32228 -0.08 116215 6.4

Kaynak: Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı

Tablo 1: Toplam Enerji Üretim, Tüketim ve Artış Oranları (bin ton eşdeğer petrol)

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 2013 105105

görüş

yaptığı projeksiyonla 2012’de 209 mil-yar kWh olan elektrik enerjisi talebimiz 2019’da 390 milyar kWh’a 2023’te ise 2012’nin iki katına, yani yaklaşık 400 milyar kWh’e çıkacaktır. Ekonominin bü-yümesi, o tarihte iki katına çıkmasa bile enerji talebi ithalat yoluyla karşılanma-ya devam edilecektir. 2023’te hizmete alınacak planlanmış nükleer santrallerin devreye girmesi halinde ihtiyacın %16’sı nükleer santrallerden karşılanacaktır. An-cak açık oranında bir değişme işareti gö-rülmemektedir.

Nükleer alandan enerji üretiminde Türkiye’nin geç kalmış olması başlı başına sorgulanması gereken bir meseledir (öteki imkanlar da değerlendirilmiş sayılmaz). Halbuki dünyada bilinen Toryum yatakla-rının en büyüklerinden biri Türkiye’dedir. Etrafımızdaki ülkelerden Ermenistan, Uk-rayna, Bulgaristan, Romanya, Rusya nük-

leer enerji üreten ülkelerdir. Bütün Avrupa ülkelerinde nükleer enerji santralleri var-dır. Nükleer santrallerin ekonomik ömrü 40 yıldır. Ömrünü dolduran santral devre dışı kalmaktadır.

Özel sektör de son yıllarda enerji üre-timi alanına el atmış bulunmaktadır. 2012 itibariyle özel sektörün kurulu gücü 16 milyar kWh’tir.

Tablo.3’ten de görülebildiği gibi üre-tim/talep tahmin rakamlarında hiç oyna-ma olmuyor ve 2012-2020 yılları arasın-da %30 civarında kalıyor. Demek ki bu sektörde üretime daha erkenden ve daha yoğun asılmış olmamız gerekiyordu. Bu konuda gerekli altyapıyı kurma konusun-da çok gecikilmiştir(4).

Avrupa’nın da bizimki kadar olmasa da enerjide dışa bağımlı olduğunu gör-dük. Ancak pek çok AB ülkesi dış tica-retinde fazla vermektedir. Yani sürdürü-

lemez bir enerji açıkları yoktur. Nitekim Almanya, Fransa, İtalya, Hollanda enerji bağımlısı olsa da ticaret fazlalarıyla bu açığın önemini azaltmaktadırlar. Ancak Türkiye’nin dış ticaret açığı GSYH’nin %11,53’üdür. Bunun azaltılması için ima-lat sanayilerinde hızlı bir ticaret fazlası programına ihtiyaç vardır. O zaman me-seleye stratejik bakmak gerekir. Ya enerji dışı fazlayı enerjide ortaya çıkan ihtiyacı ortadan kaldıracak düzeyde arttırmak, ya da enerji üretiminde artış hızını enerjide açık artış hızının üzerine çıkartmak gere-kir (5).

Tablo.4 enerji açığının sürdürülebi-lir olması bakımından bize bazı ipuçları vermektedir. Hem cari açık/GDP oranı yüksek, hem de X/M oranı yüksek olan ülkelerin enerji açığını sürdürebilmeleri zordur. Tablonun en kötü ülkelerinin, Bul-garistan, Yunanistan, Portekiz, Romanya,

Üretim Talep Üretim/Talep(%)2012 42828 142861 302013 44888 150890 29.72014 49552 160211 30.92015 54124 170154 31.82016 56244 178455 31.52017 58634 187923 31.22018 61599 198911 30.92019 63774 210236 30.32020 65704 222424 29.5

Euro Bölgesi 62 Macaristan 60Avusturya 67 İrlanda 90Belçika 75 İtalya 85Bulgaristan 48 Letonya 60Çek 26 Litvanya 58Estonya 22 Hollanda 16Finlandiya 53 Polonya 27Fransa 49 Portekiz 83Almanya 60 Romanya 27Yunanistan 68 Slovakya 65İspanya 78 Slovenya 53İsviçre 52 İsveç 33ABD 25 İngiltere 20 Dünya -4

Tablo 2: Enerji Tüketiminde İthalatın Payı (%)

Kaynak: The Economist Pocket World in Figures, 2012’den derlenmiştir.

Tablo 3: Tahmini Üretim ve Talep Projeksiyonu (bin ton eşdeğer petrol)

Kaynak: Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı

Page 108: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 2013106106

görüş

İspanya ve Türkiye olduğu açıkça görül-mektedir. 2009’un kriz yılı olduğunu dü-şünürsek, enerji talebinin dibe vurduğu bir yılda durum bu kadar kötü ise, hızlı büyümeye geçilen yıllarda durumun daha da vahim olacağı açıktır. Nitekim Türkiye dışında kriz durumları hala devam eden bu ülkeler bir yana Türkiye 2009’dan sonra hızlı büyüme yaşamış, cari açığının GDP’ye oranı %10’a yaklaşmıştır. X/M oranı ise %63’e düşmüştür. Sıcak paraya “rüşvet” verilmesinin sebebi de budur. Va-tandaşın hazine kağıtlarından elde ettiği geliri %10 ile vergilendirip, yabancıların hazine kağıtlarına yatırımından hiç vergi almamak Türkiye’yi sıcak para cennetine dönüştürmüş, milli para nisbi olarak de-ğerli tutulmuştur. Kısaca Türkiye bu politi-kaya kilitlenmiştir.

3.Sürdürülebilirlik SorunuSürdürülebilir enerji açığından an-

lamamız gereken, ülkenin gittikçe artan ölçüde enerji ithalatına olan ihtiyacının uzun vadede azalması, orta vadede ise enerji açığının kolayca finanse edilmesi-dir. Ancak bu finansmanın enerji dışı mal ticaretinde rekabet gücünün uluslar arası düzeyde artması yoluyla karşılanması, kısa vadede ise cari işlemlerin risksiz fi-nanse edilmesidir. İhtiyaç sebebiyle orta-ya çıkan açığın kolayca finanse edilmesi, cari açığın sermaye ve finans hesabı faz-lasıyla karşılanmasıdır.

Ödemeler bilançosuna baktığımızda Türkiye’nin cari açığının yüksek oran or-talaması (-5,4) göstermesine rağmen ko-layca finanse edilmektedir. Hem genel olarak ekonominin hem de özel olarak dış ticaretin döviz ihtiyacını karşılamada

bir sorunu görülmemektedir. Fakat açık oranı yüksektir. Bu yüksek açık oranı ağır-lıklı olarak sıcak parayla ve özel sektörün dış borçlanma yükünün artmasıyla karşı-lanmaktadır. Sıcak para, acımasızdır ve döviz kanamasına sebep olur. İkincisi ise özel sektörün (bankaların ve reel sektörün borç yükünün artması demektir). Buna şimdilik göz yumsak bile dikkatli olmak gerektiği açıktır.

Öyleyse ikinci kritere bakmak gerekir. O da ihracatın ithalatı karşılama oranıdır. Türkiye’nin son 11 yıl ortalaması (X/M)’de %63,6’dır. ve AB ülkelerinin en kötülerin-den biridir.Türkiye enerji sektörü dışında da açık vermektedir. Halbuki yapılması gereken enerji dışında fazla vermek ve enerji açığını kolayca finanse etmektir. Bunun için öteki mal sektörlerinde rekabet gücünü arttıracak, ihracatı geliştirecek,

ÜLKELER Ortalama Cari Açık Oranı (2002-2012)

Ortalama İhracatın İthalatı Karşılama Oranı

(2002-2012)

Ortalama Mal ve Hizmet İhracatının İthalatı Karşılama

Oranı (2002-2012)

Avusturya 2.59 0.97 1.06Belçika 1.28 1.05 1.07Bulgaristan -9.27 0.7 0.8Kıbrıs -7.63 0.18 98Çek Cum. -3.77 1.04 1.05Danimarka 3.9 1.14 1.14Estonya -6.9 0.81 0.9Finlandiya 3.04 1.09 1.1Fransa -0.76 0.87 0.91Almanya 5.27 1.22 1.13Yunanistan -9.09 0.34 0.72Macaristan -4.27 0.97 1İrlanda -1.18 0.98 1.24İtalya -1.45 1.78 0.93 Letonya -8.18 0.63 0.77Litvanya -5.9 0.77 0.84Lüksemburg 8.59 0.8 1.31Malta -4.18 0.7 0.95Hollanda 7.63 1.12 0.93Polonya -4.22 0.83 0.88Portekiz -9.54 0.63 0.8Romanya -7.7 0.7 0.77Slovakya -5 0.97 0.96Slovenya -1.9 0.98 1.02İapanya -5.59 0.69 0.85İsveç 7 1.16 1.15İngiltere -2 0.7 0.88Türkiye -5.4 0.63 0.78

Tablo 4:AB ve Türkiye’nin Sürdürülebilirlik Karşılaştırması

Kaynak: WTO ve IMF Direction Trade Statistics verilerinden kendi hesaplamalarımız

Page 109: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 2013106106

görüş

İspanya ve Türkiye olduğu açıkça görül-mektedir. 2009’un kriz yılı olduğunu dü-şünürsek, enerji talebinin dibe vurduğu bir yılda durum bu kadar kötü ise, hızlı büyümeye geçilen yıllarda durumun daha da vahim olacağı açıktır. Nitekim Türkiye dışında kriz durumları hala devam eden bu ülkeler bir yana Türkiye 2009’dan sonra hızlı büyüme yaşamış, cari açığının GDP’ye oranı %10’a yaklaşmıştır. X/M oranı ise %63’e düşmüştür. Sıcak paraya “rüşvet” verilmesinin sebebi de budur. Va-tandaşın hazine kağıtlarından elde ettiği geliri %10 ile vergilendirip, yabancıların hazine kağıtlarına yatırımından hiç vergi almamak Türkiye’yi sıcak para cennetine dönüştürmüş, milli para nisbi olarak de-ğerli tutulmuştur. Kısaca Türkiye bu politi-kaya kilitlenmiştir.

3.Sürdürülebilirlik SorunuSürdürülebilir enerji açığından an-

lamamız gereken, ülkenin gittikçe artan ölçüde enerji ithalatına olan ihtiyacının uzun vadede azalması, orta vadede ise enerji açığının kolayca finanse edilmesi-dir. Ancak bu finansmanın enerji dışı mal ticaretinde rekabet gücünün uluslar arası düzeyde artması yoluyla karşılanması, kısa vadede ise cari işlemlerin risksiz fi-nanse edilmesidir. İhtiyaç sebebiyle orta-ya çıkan açığın kolayca finanse edilmesi, cari açığın sermaye ve finans hesabı faz-lasıyla karşılanmasıdır.

Ödemeler bilançosuna baktığımızda Türkiye’nin cari açığının yüksek oran or-talaması (-5,4) göstermesine rağmen ko-layca finanse edilmektedir. Hem genel olarak ekonominin hem de özel olarak dış ticaretin döviz ihtiyacını karşılamada

bir sorunu görülmemektedir. Fakat açık oranı yüksektir. Bu yüksek açık oranı ağır-lıklı olarak sıcak parayla ve özel sektörün dış borçlanma yükünün artmasıyla karşı-lanmaktadır. Sıcak para, acımasızdır ve döviz kanamasına sebep olur. İkincisi ise özel sektörün (bankaların ve reel sektörün borç yükünün artması demektir). Buna şimdilik göz yumsak bile dikkatli olmak gerektiği açıktır.

Öyleyse ikinci kritere bakmak gerekir. O da ihracatın ithalatı karşılama oranıdır. Türkiye’nin son 11 yıl ortalaması (X/M)’de %63,6’dır. ve AB ülkelerinin en kötülerin-den biridir.Türkiye enerji sektörü dışında da açık vermektedir. Halbuki yapılması gereken enerji dışında fazla vermek ve enerji açığını kolayca finanse etmektir. Bunun için öteki mal sektörlerinde rekabet gücünü arttıracak, ihracatı geliştirecek,

ÜLKELER Ortalama Cari Açık Oranı (2002-2012)

Ortalama İhracatın İthalatı Karşılama Oranı

(2002-2012)

Ortalama Mal ve Hizmet İhracatının İthalatı Karşılama

Oranı (2002-2012)

Avusturya 2.59 0.97 1.06Belçika 1.28 1.05 1.07Bulgaristan -9.27 0.7 0.8Kıbrıs -7.63 0.18 98Çek Cum. -3.77 1.04 1.05Danimarka 3.9 1.14 1.14Estonya -6.9 0.81 0.9Finlandiya 3.04 1.09 1.1Fransa -0.76 0.87 0.91Almanya 5.27 1.22 1.13Yunanistan -9.09 0.34 0.72Macaristan -4.27 0.97 1İrlanda -1.18 0.98 1.24İtalya -1.45 1.78 0.93 Letonya -8.18 0.63 0.77Litvanya -5.9 0.77 0.84Lüksemburg 8.59 0.8 1.31Malta -4.18 0.7 0.95Hollanda 7.63 1.12 0.93Polonya -4.22 0.83 0.88Portekiz -9.54 0.63 0.8Romanya -7.7 0.7 0.77Slovakya -5 0.97 0.96Slovenya -1.9 0.98 1.02İapanya -5.59 0.69 0.85İsveç 7 1.16 1.15İngiltere -2 0.7 0.88Türkiye -5.4 0.63 0.78

Tablo 4:AB ve Türkiye’nin Sürdürülebilirlik Karşılaştırması

Kaynak: WTO ve IMF Direction Trade Statistics verilerinden kendi hesaplamalarımız

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 2013 107107

görüşhamlelere ihtiyaç vardır.

Fakat Türkiye’nin bütün sektörlerde ortalama ithalat bağımlılığı %63’tür. Ya-kın gelecekte bu bağımlılığı azaltacak gelişmeler ufukta yoktur. Öyleyse enerji açığı sürdürülebilir değildir. Biraz da bu nedenle 2011’de -%9,7’ye tırmanan cari açık oranı ancak ekonominin büyüme hızı 2012’de %2,2’ye çekilerek, -%5,4’e düşürülebilmiştir. Bizim kadar açmazda olan AB ülkeleri, 2008 kriziyle durumu kötüleşen ülkelerdir. Portekiz, Romanya, Slovakya, İspanya, Polonya, Yunanis-tan, Estonya, Bulgaristan ve Kıbrıs gibi.. Sürdürülebilir %3 cari açık sınırından bu ülkeler çok uzaklaşmışlardır. Türkiye, AB üyeliğiyle aynı cari açık sınırıyla muhatap olacaktır.

Bir başka kriter de mal ve hizmet ih-racatının ithalatı karşılama oranıdır. Yine Tablo.4’ten verilere baktığımızda son 11 yılın ortalaması Türkiye için ancak -%78’dir. ve AB ülkeleri arasında en kötü dördüncü orandır. Durumu Türkiye’den kötü olan ülkeler Romanya, Letonya ve Yunanistan’dır. İspanya ve Portekiz bile Türkiye’den daha iyi durumdadır. Söz-konusu ülkelerin yaşadığı krizi Türkiye yaşamış olsaydı, durumun ne olacağının hayali bile rahatsız edicidir.

Öyleyse Türkiye iki stratejik hamleden birinde öngörülebilir gelecekte, ya enerji kaynaklarını yerlileştirip enerji ithalatını azaltacak ve enerjide bağımlılığı %20’lere önümüzdeki 15 yılda indirecek, ya da enerji dışı alanda enerjide dışa bağım-lı AB ülkeleri gibi fazla yaratmanın yolunu bulacaktır. Çünkü enerji alanı çok stratejik bir alandır. Enerjide dışa bağımlılığımızın yaşadığımız coğrafya itibariyle düşürül-mesi öncelik taşımaktadır.

4.Enerji Güvenliği Bilinen petrol rezervlerinin %60’ı Orta

Doğu İslam coğrafyasındadır. Halen alter-natifi sınırlı olduğundan, dünya petrolü-nün %60-75’i ulaşım sektöründe kullanıl-maktadır (6).

Dünya bilinen doğalgaz rezervlerinin yine %40’ı Orta Doğu İslam coğrafya-sında, %26’sı Rusya’dadır. Dünya kö-mür rezervlerinin ise %27’si ABD, %14’ü Avrasya, %33’ü ise Çin, Hindistan ve Avustralya’da bulunmaktadır.

Orta Doğu İslam coğrafyasının neden bütün dünyanın en jeostratejik alanların-

dan biri olduğunun temel sebebi enerji yataklarındaki ağırlığıdır. Coğrafyanın jeopolitiğinin çok karmaşık denklemlerle tanımlanması da bu yüzdendir. Kim kimin dostu, kim kimin düşmanı belli değildir. İslam, bu coğrafyanın halklarını ve devlet-lerini aynı hedefler etrafında toplayama-maktadır. Bu durum enerji güvenliğini ve enerji koridorlarının belirlenmesini etkile-mektedir.

ABD’nin Orta Doğu’da sergilediği politika Batı için enerji güvenliği sağlasa da, Türkiye’nin bu politikaya fazla bel bağlaması doğru değildir. Bölge ülkele-riyle Batı koridor güvenliği konusunda Türkiye’nin alternatifler geliştirmeye çalış-ması bundandır. Uzak dost ile yakın kom-şu paradoksunu aşmak bir zorunluluktur. Sevindirici olan Türkiye güvenilir bir stra-tejik ortak ve dost olarak Doğu-Batı enerji hatlarının bu coğrafyadan geçmesine dı-şarıdan muhalefeti sınırlamış olmasıdır. Ancak Türkiye ithal edeceği enerji bakı-mından güvende olsa da, sürdürülebilir enerji açığı bakımından güvende değildir (7).

Enerjide uzun vadeli ve sağlam kay-naklara dayanma ihtiyacı açıktır. O ne-denle bir yandan sanayi ve ticaret poli-tikalarında stratejik davranarak uluslar arası dinamik mukayeseli üstünlük alanları geliştirme çabası içinde olmak ve bu yolla enerji dışı alanlarda fazla yaratmak, öte yandan yerli enerji kaynaklarını olabildi-ğince geliştirerek, enerjide dışa bağımlı-lığı en aza indirme çabası içinde olmak gerekir. Bu konuda çok geciktiğimiz için daha çok gayret içinde olmamız elzem fa-aliyet olarak görünmektedir. Ateş çembe-rindeki Türkiye için hangi kaynak sahibi ülkeye ne kadar ve hangi oranda bağımlı kalabiliriz sorusunun çemberin içindeki yangını ifade ettiği akıldan çıkarılmama-lıdır. Enerji bağımlılığımızın azalması, iktisat politikalarımızı daha kolay yap-mamızı da sağlayacaktır. O taktirde dı-şarıdan enflasyon ithal edilmeyecek, para politikası alanı rahatlayacaktır. Bilindiği gibi enerji fiyatlarında (petrol,doğalgaz) artış, iğneden ipliğe her şeyin fiyatının artması halinde bile genel bir enflasyonist tazyikin yaşanmasıyla sonuçlanmaktadır. Merkez bankası ihtiyaç olmasına rağmen genişletici para politikası yapamayacak hale gelmektedir.

SonuçTürkiye enerjide dünyanın en dışa ba-

ğımlı ülkelerinden biridir. Bu bağımlılık Türkiye’yi ve Türkiye ekonomisini sıkıntıya sokmaktadır. Bu durumda dış politika yap-mak da zorlaşmaktadır. Açığın azaltılması ya da bütünüyle ortadan kaldırılabilmesi için, ya açık hedeflenerek yerli imkanlardan yararlanmaya ağırlık verilecek, ya da dina-mik mukayeseli üstünlük alanlarında fazla verme yolunu seçerek o alanlarda enerji açığında yapamadıklarımızı yaparak enerji açığı kendi içinde finanse edilecektir. Enerji güvenliğinin ön planda olduğu durumlarda, açığı yerli kaynaklardan karşılamak daha doğru bir seçim gibi görünmektedir. Alman-ya ve Japonya’nın yaptığı gibi enerji açığını enerji dışı fazla (EDF) vererek finanse etmek ekonominin tercihi olabilir. Enerji güvenliği açısından olduğu kadar, dirayetli dış politi-ka açısından da doğru seçim birincidir.

Dipnot ve Referanslar1 Brent Sosley ”Turkey’s Energy Politics in the

Post-Cold War Era”, Middle East Review of Inter-national Affairs, Vol.2,No:2, December 1998.

2 “İran Doğalgazı Kesti” Radikal 4.1.2007 ve yine aynı kesinti haberi bir sene sonra “İran Doğalgazı Kesti” Hürriyet 7.1.2008. Bu tehditle-rin hem doğudan hem de kuzeyden sarih ya da gizli her zaman geldiğini biliyoruz.

3 Doğalgaz ihtiyacımızı kuzeyden Batı Hattı ve Mavi Akım ile, Azerbaycandan sağlıyoruz. Doğudan İran’dan aldığımız doğalgaza ABD sürekli muhalefet ediyor. Fakat Türkiye direniyor, “ABD daha kolay bir imkan sağlasın o zaman konuşalım” diyor. (Enerji Bakanı Taner Yıldız’ın basına açılaması Nisan 2013).

4 Doğalgaz ve petrolün sadece enerji kaynağı olarak değil, aynı zamanda aramalı üretimin-de de önemli kaynak olduklarını biliyoruz. Bu konuda bknz. Emin Ertürk “Dünya’da Petrokimya Sanayiinin Gelişimi”, Türk-İnşa I ve II, 1988.

5. Taner Yıldız’ın SETA’nın düzenlediği Enerji Güvenliği panelindeki konuşması, Mart 2013.

6. Kuzey Irak’ın doğalgaz ve petrol kaynakla-rından Türkiye’nin yararlanması ABD’nin hoşuna gitmemektedir. Oradaki yönetimle Türkiye arasın-daki iyi ilişkileri, Irak’ın bölünmesine sebeplerden saymaktadır. Halbuki yıllarca Kuzey Irak’ı uçuşa yasak bölge ilan edip merkezi Irak’tan koparma-ya çalışan aynı ABD idi. Tam bir paradoks.

7 Enerji kaynaklarıyla, enerjiye muhtaçlar ara-sında konumlanan Türkiye’nin, enerji güvenliğin-deki rolü büyüktür. Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattı yanında Samsun-Ceyhan by-pass boru hattına da Türkiye destek vermektedir. Doğalgazda ise BAKÜ-Tiflis-Erzurum doğalgaz boru hattı, Türkiye-Yunanistan-İtalya Enterkonektörü yanında, Trans Anadolu Boru Hattı Projesi (TANAP) üzerinde mutabakat zaptı imzalanmıştır.

8 Cenk Sevim, “Küresel Enerji Jeopolitiği”, Journal of Yaşar University, 26(7), 2012s.4378-4391

Page 110: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 2013108108

sanat

Timurtaş Onan: “Fotoğraf, Sanatçının Kendini İfade Biçimidir”

Öncelikle sizi tanıyabilir mi-yiz?

İstanbul’da doğdum. İlk fotoğrafları-mı 13 yaşında babamın aldığı Kodak Retinette 1A fotoğraf makinesi ile çek-tim. 25 yıldır profesyonel olarak çalış-maktayım. Ayrıca birçok sanat projesi gerçekleştirdim. Yurt içi ve yurt dışında sergiler açtım söyleşiler gerçekleştirdim. Kısa belgesel filmler çektim. Yayınlan-mış dört kitabım bulunmaktadır.

Türk Fotoğrafçıları Kütüphanesi pro-jesinin küratörlüğünü ve genel yayın yö-netmenliğini yaptım.

Uluslararası sanatçılarla, düzenle-diği projeksiyon çalışmaları ve enste-lasyonlarla “Positions and Directions”, “Triangle” “Nekropolis” ve “Cultural heritage and Contemporary Art” adlı çağdaş sanat etkinliklerine katıldım.

2005 yılında Beyoğlu Geceleri adlı ilk kitabım yayınlandı.

2006 yılında Fransız Kültür Merke-zinde gerçekleştirdiğim Beyoğlu Ge-celeri adlı audio visual – Enstalasyonu daha sonra Brünsbüttel Stadt gallery de ve Athens month of photography kapsa-mında Atinada Artower Clio gallery de sundum.

Fransa’nın Rennes şehrinde gerçek-leştirilen yedi Türk fotoğraf sanatçısının eserlerinden oluşan “Türkiye Kavşağı” ve beş Türk ve beş Yunanlı sanatçının katılımıyla gerçekleştirilen ‘Birlikte Varo-luş’ adlı serginin küratörlüğünü yaptım.

2007 yılında, üç ödüllü ilk belgesel filmi Sokak Çocukları’nı çektim. Yine aynı yıl ünlü ingiliz heykeltraş David Cregeen ile birlikte “Eternal Image” adlı Heykel - Fotoğraf Sergisini

The Royal Geographical Society, Londra’da gerçekleştirdik.

2009 yılında Yunanistan Kültür Vakfının düzenlediği “Balkanlarda Işık ve Gölgeler” adlı sergide diğer Bal-kan ülkelerinden 7 sanatçı ile birlikte Türkiye’yi temsilen yer aldım.

2010 yılında Dortmund Kültür ve Sanat Tarihi Müzesi’nde Beyoğlu Neoc-lassic adlı sergisini açtım. İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti ile Boğaziçi Üniversitesi’nin ortak etkinliği olan “Kül-tür Nehri İstanbul” projesi kapsamında Tarihi Yarımada/Yansımalar adlı belge-sel film ve kitabı ile üniversite öğrencile-riyle gerekleştirdiği “Tarihi Yarımadaya Genç Bakış” adlı sergi ve kitap projele-rini gerçekleştirmiştirdim.

2011 yılında Alman sanatçı Horst Hamann ile birlikte Beyoğlu Looks

Page 111: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 2013108108

sanat

Timurtaş Onan: “Fotoğraf, Sanatçının Kendini İfade Biçimidir”

Öncelikle sizi tanıyabilir mi-yiz?

İstanbul’da doğdum. İlk fotoğrafları-mı 13 yaşında babamın aldığı Kodak Retinette 1A fotoğraf makinesi ile çek-tim. 25 yıldır profesyonel olarak çalış-maktayım. Ayrıca birçok sanat projesi gerçekleştirdim. Yurt içi ve yurt dışında sergiler açtım söyleşiler gerçekleştirdim. Kısa belgesel filmler çektim. Yayınlan-mış dört kitabım bulunmaktadır.

Türk Fotoğrafçıları Kütüphanesi pro-jesinin küratörlüğünü ve genel yayın yö-netmenliğini yaptım.

Uluslararası sanatçılarla, düzenle-diği projeksiyon çalışmaları ve enste-lasyonlarla “Positions and Directions”, “Triangle” “Nekropolis” ve “Cultural heritage and Contemporary Art” adlı çağdaş sanat etkinliklerine katıldım.

2005 yılında Beyoğlu Geceleri adlı ilk kitabım yayınlandı.

2006 yılında Fransız Kültür Merke-zinde gerçekleştirdiğim Beyoğlu Ge-celeri adlı audio visual – Enstalasyonu daha sonra Brünsbüttel Stadt gallery de ve Athens month of photography kapsa-mında Atinada Artower Clio gallery de sundum.

Fransa’nın Rennes şehrinde gerçek-leştirilen yedi Türk fotoğraf sanatçısının eserlerinden oluşan “Türkiye Kavşağı” ve beş Türk ve beş Yunanlı sanatçının katılımıyla gerçekleştirilen ‘Birlikte Varo-luş’ adlı serginin küratörlüğünü yaptım.

2007 yılında, üç ödüllü ilk belgesel filmi Sokak Çocukları’nı çektim. Yine aynı yıl ünlü ingiliz heykeltraş David Cregeen ile birlikte “Eternal Image” adlı Heykel - Fotoğraf Sergisini

The Royal Geographical Society, Londra’da gerçekleştirdik.

2009 yılında Yunanistan Kültür Vakfının düzenlediği “Balkanlarda Işık ve Gölgeler” adlı sergide diğer Bal-kan ülkelerinden 7 sanatçı ile birlikte Türkiye’yi temsilen yer aldım.

2010 yılında Dortmund Kültür ve Sanat Tarihi Müzesi’nde Beyoğlu Neoc-lassic adlı sergisini açtım. İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti ile Boğaziçi Üniversitesi’nin ortak etkinliği olan “Kül-tür Nehri İstanbul” projesi kapsamında Tarihi Yarımada/Yansımalar adlı belge-sel film ve kitabı ile üniversite öğrencile-riyle gerekleştirdiği “Tarihi Yarımadaya Genç Bakış” adlı sergi ve kitap projele-rini gerçekleştirmiştirdim.

2011 yılında Alman sanatçı Horst Hamann ile birlikte Beyoğlu Looks

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 2013 109109

sanat

Mannheim-Mannheim Looks Beyoğlu, adlı sergiyi Mannheim Stadt Gallery de, 2013 yılında İstanbul “City of Light & Shadows” adlı sergiyi Place Guillaume, Luxembourg da açtım.

Fotoğraf çekmeye filmli ma-kinelerle öğrenen birisi ile dijital makine ile öğrenmeye başlayan birisi arasında bakış olarak ne gibi algı farklılıkları yaşanıyor?

Makineyi öğrenmek bu sürecin çok küçük bir bölümüdür. Analog ve dijital fotoğraf makine arasındaki teknik fark sadece görüntünün kaydedildiği y erdir. Onun dışında obtüratör, diyafram gibi temel parçalar aynıdır.Daha sonra kom-pozisyon bilgisi, renk ve ışık bilgisi dev-reye girer. Fotoğrafı insan çeker, maki-neler sadece araçtır.

Fotoğrafa dijital makine ile başlıyan-lar analog dönemi bilmeselerde, fotoğ-rafı işleme aşamasında teknik ve estetik donanımları varsa photoshop ve benze-ri programları bilinçli olarak kullanacak

ve aynı usta bir karanlık odacı gibi fo-toğraflarını işliyecektir.

Takipçisi olduğunuz fotoğraf sanatçıları var mı?

Bir Robert Doisneau ve Eugene Atget hayranıyım. Bugünlerde çalışmalarını ta-kip ettiğim ve bazı projelerde birlikte bu-lunduğumuz arkadaşım var Stanko Abad-zic. Ayrıca Türkiyeden İbrahim Zaman, Ara Güler, İzzet Keribar, Sabit Kalfagil, Nadir Ede gibi fotoğrafçılar her zaman örnek olmuşlardır fotoğrafa olan ateşli tut-kularıyla.

Sergilerinizdeki fotoğraflar ve projeleriniz hakkında bize biraz bilgi verebilir misiniz? Bu süreç nasıl işler?

Sergilerimdeki fotoğraflar farklı proje-lere aittir. Üzerinde çalışacağım konuyu projelendirirken gözlem sürecinden sonra-ki aşamada kullanacağım teknik ve estetik yapı konusunda karar alırım.

Projelerin gerçekleşmesi oldukça uzun

sürer. Bazen iki projeyi birden yürütürüm.Bazı fotoğraf sanatçıları fotoğ-

rafa yapılan dijital müdahale için (photoshop) bu fotoğraf yapmak-tır çekmek değil derken, diğer bir kesim bunun tam tersini savunu-yor. Bu konu hakkında ne düşü-nüyorsunuz?

Bu konuda büyük bir yanlış anlama olduğunu düşünüyorum.Fotoğrafın her aşamasında manuplasyon vardır, fotoğraf kendini ifade etme biçimidir ve arkasın-da bir insanın dünyası vardır. Fotoğrafa müdahale deneysel fotoğraf veya kreatif fotoğraf adı altında çeşitli tekniklerle bil-dim bileli yapılıyordu ve photoshop da bunlardan biridir.

Örneğin karanlık odada maskeleme tekniği ve farklı teknikler her zaman var-dı, benzeri müdahaleleri photoshopda to-ol’larla ve layerlarla yapabiliyoruz.

Manuel veya photoshop, müdahale müdahaledir. Önemli olan sonuçta çıka-cak eserdir.

Page 112: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 2013110110

sanat

Daha önce belirttiğim gibi gerekli teknik ve estetik donanımlara sahip kişi yaratma sürecinde doğru adımları ata-caktır.

Son olarak fotoğraf çekme-ye yeni başlayan ve bu konuda kendini geliştirmek isteyen okur-larımız için ne gibi tavsiyelerde bulunabilirsiniz?

Fotoğraf öğrenmeye başlayanların farklı hedefleri ve farklı yetenekleri var-dır. Kimi sanat fotoğrafı çekmeyi hedef-ler kimi ticari fotoğrafçı kimi her ikisini birden. Kimi iyi bir jurnalist olmak ister kimide iyi bir travel fotoğrafçısı veya doğa fotoğrafçısı. Bu çeşitlilik saymakla bitmez.

Herkesin yapısı ve ilgi alanları fark-lıdır. Daha sonraki aşamalarda kişiliği-niz ve onu oluşturan şeyler devreye gi-recektir. Entellektüel birikiminiz, teknik yeteneğiniz hatta yaşanmışlıklarınız ve geçmişteki travmalarınız bile seçiminizi etkiler.

Fotoğrafçılığın birçok dallarında iyi teknik bilgi, disiplinli bir çalışma ile ba-şarılı olunabilir yeteneği de unutmamak lazım. Konu sanat fotoğrafı üretmek ya da fotoğraf yoluyla kendini ifade etmek olunca iş farklılaşır. Bu kişi fotoğrafçı ol-maktan öte bir yorumcudur. Salt belge-selci üsluptan çıkıp plastik bir alt yapıyı barındıran bazen kuralcı bazen de ay-kırı tutumuyla bir tarz yaratma yolunda-dır. Fotoğraflarında daima özel bir şey aramaktadır.

Karar anı veya kurmaca, hepsi kişi-nin gözlem gücü, yaşanmışlıklar ve fark-lı disiplinlerdeki birikimine bağlıdır.

Bir de bugünlerde yarışma fotoğraf-çılığı diye bir şey var. Yarışmalardaki başarılar sizin fotoğraf sanatındaki ye-riniz konusunda kriter oluşturmaz. Yarış-malara katılın ama hırs basmasın fazlası zararlıdır.

Teşekkür ederiz.

Page 113: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 2013110110

sanat

Daha önce belirttiğim gibi gerekli teknik ve estetik donanımlara sahip kişi yaratma sürecinde doğru adımları ata-caktır.

Son olarak fotoğraf çekme-ye yeni başlayan ve bu konuda kendini geliştirmek isteyen okur-larımız için ne gibi tavsiyelerde bulunabilirsiniz?

Fotoğraf öğrenmeye başlayanların farklı hedefleri ve farklı yetenekleri var-dır. Kimi sanat fotoğrafı çekmeyi hedef-ler kimi ticari fotoğrafçı kimi her ikisini birden. Kimi iyi bir jurnalist olmak ister kimide iyi bir travel fotoğrafçısı veya doğa fotoğrafçısı. Bu çeşitlilik saymakla bitmez.

Herkesin yapısı ve ilgi alanları fark-lıdır. Daha sonraki aşamalarda kişiliği-niz ve onu oluşturan şeyler devreye gi-recektir. Entellektüel birikiminiz, teknik yeteneğiniz hatta yaşanmışlıklarınız ve geçmişteki travmalarınız bile seçiminizi etkiler.

Fotoğrafçılığın birçok dallarında iyi teknik bilgi, disiplinli bir çalışma ile ba-şarılı olunabilir yeteneği de unutmamak lazım. Konu sanat fotoğrafı üretmek ya da fotoğraf yoluyla kendini ifade etmek olunca iş farklılaşır. Bu kişi fotoğrafçı ol-maktan öte bir yorumcudur. Salt belge-selci üsluptan çıkıp plastik bir alt yapıyı barındıran bazen kuralcı bazen de ay-kırı tutumuyla bir tarz yaratma yolunda-dır. Fotoğraflarında daima özel bir şey aramaktadır.

Karar anı veya kurmaca, hepsi kişi-nin gözlem gücü, yaşanmışlıklar ve fark-lı disiplinlerdeki birikimine bağlıdır.

Bir de bugünlerde yarışma fotoğraf-çılığı diye bir şey var. Yarışmalardaki başarılar sizin fotoğraf sanatındaki ye-riniz konusunda kriter oluşturmaz. Yarış-malara katılın ama hırs basmasın fazlası zararlıdır.

Teşekkür ederiz.

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 2013 111

avrupa avrupa

- AB Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik Brüksel ziyaretleri sırasında Ge-nişleme ve Komşuluk Politikasından Sorumlu AB Komiseri Stefan Füle, İstihdam ve Sosyal İşlerden sorumlu AB Komiseri Laszlo Andor ve Bölgesel Politikalardan sorumlu Komiser Johannes Hahn ile buluştu. Görüşmelerde Sosyal Politika ve İstihdam faslının açılması yönünde kaydedilen mesafe ve önümüzdeki dönemde atılması gereken adımlar gözden geçirildi. Füle ve Andor 2012’de TBMM tarafından kabul edilen yasalarla birlik-te kamu ve özel sektörde sendikal haklar yönünde sağlanan ilerlemelerin memnuni-yetle karşılandığını dile getirdiler. Taraflar arasında önümüzdeki dönemde bu alanda AB mevzuatıyla tam uyum sağlanması ve Sosyal Politika ve İstihdam faslının açılması üzerine ön gerekliliklerin yerine getirilmesi için Türk yasalarında gerekli değişikliklerin

yapılması yönünde yakın işbirliğinin devamı konusunda anlaşmaya varıldığı kaydedildi.

Egemen Bağış ayrıca, AB Dönem Baş-kanı İrlanda’nın Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Eamon Gilmore ile görü-şerek, takiben yaptığı açıklamada yakında müzakerelere açılması beklenen “Bölgesel Politika ve Yapısal Araçların Koordinasyo-nu” başlıklı 22. Başlığın yanı sıra 19. başlık olan Sosyal Politika ve İstihdam” başlığını da İrlandalı Bakan ile konuştuklarını dile getirdi. Bağış, 22. Başlıkla ilgili olarak Bölgesel Politikalardan sorumlu AB Komi-seri Johannes Hahn ile de bir araya geldi. Hahn, bu faslın mümkün olan en kısa sürede açılması için gerekli teknik altyapı ve ilke-sel zeminin hazır olduğunu dile getirirken, Egemen Bağış önümüzdeki aylarda 22. Müzakere başlığının açılması için sürecin başlatıldığını belirtti.

AB Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış Brüksel ziyareti kapsamında Avrupa Politikalar Merkezi (EPC) tarafından düzen-lenen konferansa konuşmacı olarak katıldı ve Türkiye’nin AB’ye üyelik süreci ve “barış süreci” ile ilgili bilgiler verdi.

- AB – Türkiye 51. Ortaklık Konseyi 27 Mayıs 2013 tarihinde gerçekleştirildi. Top-lantı sonrası yapılan ortak basın toplantısın-da Genişleme Politikası’ndan sorumlu AB Komiseri Stefan Füle, Türkiye’nin müzakere başlıkları ile ilgili açılış kriterleri başta ol-mak üzere AB reformlarını yerine getirmesi gerektiğini belirterek, AB ülkelerine de mü-zakere başlıklarının açılması çağrısında bu-lundu. Toplantıda Türkiye’yi Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, AB’yi Dönem Başkanı İrlanda’nın Başbakan Yardımcısı, Dışişleri ve Ticaret Bakanı Eamon Gilmore ve Stefan Füle temsil etti.

Türkiye-AB İlişkileri

Avrupa’nın yeniden büyümesini sağla-yarak istihdam yaratmak gerekmektedir. Sanayinin, kısa ve uzun vadede sürdürü-lebilir büyüme sağlayabilmesi ve istihdam yaratabilmesi için küresel düzeyde ve Tek Pazar içinde etkin biçimde rekabet ede-bilir olması gerekmektedir. Bunun için AB politikalarının, sanayinin rekabet gücünü destekleyecek biçimde yeniden düzenlen-mesine ihtiyaç vardır.

BUSINESSEUROPE, endüstriyel bü-yüme ortamı yaratmak amacıyla somut politika önerileri içeren sanayi politikası stratejisi oluşturmuştur.

Sanayinin rekabet gücünü desteklemek amacıyla BUSINESSEUROPE’un 5 tavsiyesi:1. Enerji politikasında yeni bir

yaklaşım benimsenmeliAB, enerji konusundaki yaklaşımını ye-

niden değerlendirmelidir. ABD’deki kaya gazı devrimini ve küresel iklim tartışmala-

rındaki sınırlı ilerlemeleri dikkate alarak mevcut AB politikalarının yüksek maliyet-lerinden ders çıkarılması gerekmektedir. Enerji politikası maliyet etkin olmalıdır; aksi halde sanayinin GSYH’daki payını 2020’ye kadar %20’ye yükseltme hede-fine ulaşamayacak ve sanayi Avrupa’dan uzaklaşacaktır.2. Açık küresel pazarlar

Büyüme ve istihdam için iddialı ve re-kabet gücünü esas alan iş ve dış ticaret politikası öncelikli olmalıdır. Mevcut ve gelişmekte olan ticaret ortaklarını hedef-leyen, iddialı nitelikteki AB serbest ticaret gündeminin ana amacı dış pazarlara açıl-mak olmalıdır.3. Geleceğe yönelik sanayi büyü-

mesinin finansmanıSanayi işletmeleri ve ekonomik büyü-

me için finansmana erişim hayati öneme sahiptir. Avrupa finansal piyasa reform-ları, kaynaklar üzerinde gereksiz yükler oluşturmadan işletmelerin finansman ihti-yacı ile mali istikrarın korunması arasın-

daki dengeyi kurmak zorundadır.4. Uygun fiyatlarda hammadde

arzının güvenceye alınması Avrupa neredeyse tüm sanayi ham-

maddelerinde ithalata bağımlıdır; dolayı-sıyla küresel düzeyde serbest ticaretin ve açık pazarların mevcudiyetini sağlamak gerekmektedir. Kaynak bulunduran bazı ülkelerin uyguladığı ihracat kısıtlarının azaltılması ve AB çevre ve diğer alanlar-daki mevzuatının, Avrupa’ya yapılan bi-rincil veya ikincil hammadde ithalatı mali-yetini artırmaması çok önemlidir.5. Becerilerin istihdama dönüştü-

rülmesiAvrupa, verimliliği artırmak amacıy-

la eğitime yatırım yapmalıdır. Özellikle bilim, teknoloji, mühendislik ve matema-tik (STEM) alanlarındaki nitelikli işgücü, sanayinin rekabet gücünü ve yenilikçiliği artırmak için çok önemlidir.

DİPNOT(*) AB’de işveren kesimini temsil eden BUSINESSEUROPE’un 23.05.2013 tarihli Bülteni’nden alınmıştır.

BUSINESSEUROPE’un Sanayi Yoluyla Büyüme Önerisi

Page 114: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 2013112

avrupa avrupaBasın açıklaması sırasında Dönem

Başkanı’nı temsilen Eamon Gilmore AB’nin Türkiye ile ilişkilere büyük önem verdiğini, önümüzdeki günlerde yeni bir başlığın mü-zakerelere açılacağını belirtti.

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ise 1963 başlayan süreçte yarım yüzyıl geç-tiğini, Türkiye için AB ile ilişkilerin stratejik önem taşıdığını ve Türkiye’nin tam üyelik istediğini, içinde Türkiye’nin bulunduğu bir AB’nin daha güçlü olacağını, sadece bir başlığın müzakerelere açılmasının yeterli olmadığını, onyedi başlığın siyasi nedenler-den ötürü askıya alınmış olduğunu, müza-kerelerin bitmesi için bir elli yılın daha bek-lenemeyeceğini vurguladı. AB ve Türkiye arasındaki ilişkilerde yeni bir perspektif ge-rektiğine işaret eden Davutoğlu, Türkiye’nin AB üyeliği uluslararası topluma önemli bir mesaj olacağının altını çizdi.

Türk vatandaşlarına yönelik vize uygulaması ile ilgili olarak Eamon Gil-more Türkiye’nin öncelikle Geri Kabul Anlaşması’nı imzalaması gerektiğini, bunun sürece yeni bir dinamizm kazandıracağını ve vize serbestisinin daha sonra gündeme geleceğini belirtirken Ahmet Davutoğlu ise taraflar arasında vize müzakerelerinin 2009’da başladığını hatırlatarak, sürecin bir an önce sona ermesi gerektiğini, bunun için Geri Kabul Anlaşması imzalanırken, AB’nin de Türk vatandaşlarına uyguladığı vizeyi kaldırması gerektiğini belirtti.

- Türkiye ile Avrupa Birliği (AB) arasında 1996’dan beri yürürlükte olan ve Gümrük Birliği anlaşması 17 yıl sonra ilk kez somut bir şekilde sonra ilk kez somut bir şekilde masaya yatırıldı. AB ile ABD arasında imzalanması planlanan Serbest Ticaret Anlaşması nedeniyle çok daha kritik bir noktaya gelen Gümrük Birliği konusunda AB’nin Ankara Temsilcisi Büyükelçi Jean – Maurice Ripert, 2012 sonunda Ankara ile Brüksel arasında varılan mutabakat gereği Dünya Bankası’nın uygulamaları araştır-maya başladığını açıkladı. Ocak ayında Washington’da konuyla ilgili bir heyet oluş-turulurken, söz konusu heyetin bir iki hafta içinde Ankara’ya geleceği belirtildi.

Ripert’in verdiği bilgilere göre, Türkiye’nin bir süredir yakındığı Gümrük Bir-liği konusunda AB’nin de yakınmaları var ve taraflar anlaşarak Dünya Bankası’nın ba-ğımsız bir heyet olarak Gümrük Birliği’nin aksayan yönlerini araştırmasını istemiş. Ça-lışmanın ABD ile AB arasında serbest ticaret

anlaşması görüşmeleriyle ilgili olmadığını ve daha önce başladığını anımsatan Ripert, şu bilgileri verdi: “İki tarafta da ‘Gümrük Bir-liği iyi işlemiyor’ şikayeti vardı. Geçen yılın sonunda birlikte oturup karar aldık. Güm-rük Birliği’nin yararlarını, zararlarını tespit etmek için tarafsız ve bağımsız bir kuruluş olan Dünya Bankası’na başvurduk. Onlar da Ocak’ta çalışma başlattı. Çalışmanın so-nuçları sonbaharda belli olacak. O zaman neler yapılabileceğine bakılacak.”

AB-ABD İlişkileri- Avrupa Parlamentosu (AP) üyeleri AB

ile ABD arasında müzakere edilecek olan kapsamlı serbest ticaret ve yatırım anlaş-ması kapsamına Avrupa kültür sektörünün dâhil edilip edilmemesi konusunda görüş birliğine ulaşamadı. AP’nin Uluslararası Ti-caret Komisyonu’nda 25Nisan’da gerçek-leşen oylamada Portekizli milletvekili Vital Moreira tarafından hazırlanan rapor 5 oya karşılık 23 oyla kabul edilirken, komisyon üyesi milletvekilleri AB ve ABD arasında müzakere edilecek anlaşmada hangi ko-nuların kapsam dışı bırakılması konusunda uzlaşı sağlayamadı. Görüşmeler sırasında milletvekilleri AB’nin müzakere planında kamu mal alımları ve mali hizmetler sektö-rünün mutlaka yer alması gerektiğini savun-du. Bununla birlikte kültürel ve görsel işitsel medya hizmetlerinin müzakere kapsamı dışında bırakılması gerektiği yönündeki bir değişiklik önerisi ise oylamada kabul edi-lerek, AB’nin müzakere çerçeve belgesine ışık tutmak amacıyla hazırlanmış olan AP raporuna dâhil edilmiş oldu. Raportör ve aynı zamanda AP Uluslararası Ticaret Ko-misyonu Başkanı Portekizli milletvekili Vital Moreira, müzakereler henüz başlamadan bazı sektörlerin kapsam dışı bırakılmasının AB-ABD arasında ilerleyecek olan müzake-releri olumsuz etkileyebileceğine, bu gibi yaklaşımların AB’nin müzakere alanını da-raltacağına işaret etti. Moreiara rapora da-hil edilen bu değişikliğin Strazburg’da yapı-lacak Genel Kurul oylamasında rapor dışı bırakılabileceğini vurguladı. Vital Moreira, Transatlantik ticaret anlaşması müzakerele-rinin büyüme ve istihdam açısından geniş potansiyel içerdiğini, müzakere ekibinin ön-celikli olarak pazarlara erişim ve yatırımlar konusuna öncelik vermesi gerektiğini belirtti.

AB ve ABD arasında imzalanmak üzere müzakere edilecek anlaşma ile ilgili hazır-lıklar sürerken bazı üye ülkeler de kendi çı-karları açısından önemli konuları gündeme

getirerek, müzakerelerin kapsamını belirle-meye çalışıyorlar. Örneğin Fransız hükümeti AB’nin savunma ve kültür sektörünü müza-kere kapsamından çıkarması gerektiğini iddia eden açıklamalarda bulunmuştu. AB Komisyonu tarafından CEPR isimli düşünce kuruluşuna hazırlatılan raporda herhangi bir sektörün anlaşma kapsamı dışında bı-rakılmasının anlaşamadan elde edilecek yararları sınırlandıracağı belirtilmişti.

AP Uluslararası Ticaret Komisyonu üye-leri ABD ile yapılacak her müzakere turu öncesi ve sonrasında ilerlemeler hakkında en ayrıntılı şekilde bilgilendirilmeyi istiyor. AB’nin müzakere çerçeve belgesinin Hazi-ran ayı içerisinde onaylanması öngörülüyor.

- AB Dönem Başkanlığı’nı 30 Haziran 2013’e kadar yürütecek olan İrlanda’nın iş dünyasını temsil eden BUSINESSEU-ROPE üyesi IBEC tarafından AB-ABD İş Dünyası Liderleri Yuvarlak Masa Toplantısı gerçekleştirildi. Toplantıda bir konuşma yapan ticaretten sorumlu AB Komiseri Karel de Gucht Atlantik’in iki yakasındaki büyük güçlerin geniş kapsamlı serbest ticaret ve yatırım anlaşmasına ulaşması durumunda dış ticarette daha korumacı tutum izleyen di-eğr ülkelere ekonomilerini daha çok açma-ları mesajı verilmiş olacağını söyledi.

AB-ABD müzakerelerinde AB’nin çözü-me yönelik ve esnek bir yaklaşım izleyeceği-ni söyleyen de Gucht bazı sektörlerde karşı-lıklı tanıma yolunun izleneceğini, sektörlere özel yaklaşımın yanı sıra genel yaklaşım izlenecek alanlar da olacağını belirtti. Ka-rel de Gucht AB’nin özellikle hizmet ticare-ti alanında her iki taraf arasındaki mevcut açık uygulamaların devam etmesinin yanı sıra yeni alanlar açacak bir yaklaşım içinde olunmasını beklediğini ifade etti.

AB – ABD arasındaki ticarete uygula-nan gümrük vergilerinin ortalamasının %4 ile düşük bir oranda olduğunu ancak, bu oranın da ticareti olumsuz etkilediğini, ta-rifelerin tamamen sıfırlanmasının aradaki ticarette artış sağlayacağını vurguladı. Özelikle yasal çerçeve ve standartların her iki tarafta da farklı olması konusunun ara-daki ticaretin artmasını engellediğine işaret eden de Gucht, bu noktalarda uyum sağ-lanması halinde aradaki ticaretin %10-20 arasında artmasına katkıda bulunacağını vurguladı. Karel de Gucht kamu mal alım-larının Avrupa iş dünyası için çok önemli bir konu olduğunu, kamu mal alımlarının AB GSYH’nın %25’ini oluşturduğunu ve 31

Page 115: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 2013112

avrupa avrupaBasın açıklaması sırasında Dönem

Başkanı’nı temsilen Eamon Gilmore AB’nin Türkiye ile ilişkilere büyük önem verdiğini, önümüzdeki günlerde yeni bir başlığın mü-zakerelere açılacağını belirtti.

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ise 1963 başlayan süreçte yarım yüzyıl geç-tiğini, Türkiye için AB ile ilişkilerin stratejik önem taşıdığını ve Türkiye’nin tam üyelik istediğini, içinde Türkiye’nin bulunduğu bir AB’nin daha güçlü olacağını, sadece bir başlığın müzakerelere açılmasının yeterli olmadığını, onyedi başlığın siyasi nedenler-den ötürü askıya alınmış olduğunu, müza-kerelerin bitmesi için bir elli yılın daha bek-lenemeyeceğini vurguladı. AB ve Türkiye arasındaki ilişkilerde yeni bir perspektif ge-rektiğine işaret eden Davutoğlu, Türkiye’nin AB üyeliği uluslararası topluma önemli bir mesaj olacağının altını çizdi.

Türk vatandaşlarına yönelik vize uygulaması ile ilgili olarak Eamon Gil-more Türkiye’nin öncelikle Geri Kabul Anlaşması’nı imzalaması gerektiğini, bunun sürece yeni bir dinamizm kazandıracağını ve vize serbestisinin daha sonra gündeme geleceğini belirtirken Ahmet Davutoğlu ise taraflar arasında vize müzakerelerinin 2009’da başladığını hatırlatarak, sürecin bir an önce sona ermesi gerektiğini, bunun için Geri Kabul Anlaşması imzalanırken, AB’nin de Türk vatandaşlarına uyguladığı vizeyi kaldırması gerektiğini belirtti.

- Türkiye ile Avrupa Birliği (AB) arasında 1996’dan beri yürürlükte olan ve Gümrük Birliği anlaşması 17 yıl sonra ilk kez somut bir şekilde sonra ilk kez somut bir şekilde masaya yatırıldı. AB ile ABD arasında imzalanması planlanan Serbest Ticaret Anlaşması nedeniyle çok daha kritik bir noktaya gelen Gümrük Birliği konusunda AB’nin Ankara Temsilcisi Büyükelçi Jean – Maurice Ripert, 2012 sonunda Ankara ile Brüksel arasında varılan mutabakat gereği Dünya Bankası’nın uygulamaları araştır-maya başladığını açıkladı. Ocak ayında Washington’da konuyla ilgili bir heyet oluş-turulurken, söz konusu heyetin bir iki hafta içinde Ankara’ya geleceği belirtildi.

Ripert’in verdiği bilgilere göre, Türkiye’nin bir süredir yakındığı Gümrük Bir-liği konusunda AB’nin de yakınmaları var ve taraflar anlaşarak Dünya Bankası’nın ba-ğımsız bir heyet olarak Gümrük Birliği’nin aksayan yönlerini araştırmasını istemiş. Ça-lışmanın ABD ile AB arasında serbest ticaret

anlaşması görüşmeleriyle ilgili olmadığını ve daha önce başladığını anımsatan Ripert, şu bilgileri verdi: “İki tarafta da ‘Gümrük Bir-liği iyi işlemiyor’ şikayeti vardı. Geçen yılın sonunda birlikte oturup karar aldık. Güm-rük Birliği’nin yararlarını, zararlarını tespit etmek için tarafsız ve bağımsız bir kuruluş olan Dünya Bankası’na başvurduk. Onlar da Ocak’ta çalışma başlattı. Çalışmanın so-nuçları sonbaharda belli olacak. O zaman neler yapılabileceğine bakılacak.”

AB-ABD İlişkileri- Avrupa Parlamentosu (AP) üyeleri AB

ile ABD arasında müzakere edilecek olan kapsamlı serbest ticaret ve yatırım anlaş-ması kapsamına Avrupa kültür sektörünün dâhil edilip edilmemesi konusunda görüş birliğine ulaşamadı. AP’nin Uluslararası Ti-caret Komisyonu’nda 25Nisan’da gerçek-leşen oylamada Portekizli milletvekili Vital Moreira tarafından hazırlanan rapor 5 oya karşılık 23 oyla kabul edilirken, komisyon üyesi milletvekilleri AB ve ABD arasında müzakere edilecek anlaşmada hangi ko-nuların kapsam dışı bırakılması konusunda uzlaşı sağlayamadı. Görüşmeler sırasında milletvekilleri AB’nin müzakere planında kamu mal alımları ve mali hizmetler sektö-rünün mutlaka yer alması gerektiğini savun-du. Bununla birlikte kültürel ve görsel işitsel medya hizmetlerinin müzakere kapsamı dışında bırakılması gerektiği yönündeki bir değişiklik önerisi ise oylamada kabul edi-lerek, AB’nin müzakere çerçeve belgesine ışık tutmak amacıyla hazırlanmış olan AP raporuna dâhil edilmiş oldu. Raportör ve aynı zamanda AP Uluslararası Ticaret Ko-misyonu Başkanı Portekizli milletvekili Vital Moreira, müzakereler henüz başlamadan bazı sektörlerin kapsam dışı bırakılmasının AB-ABD arasında ilerleyecek olan müzake-releri olumsuz etkileyebileceğine, bu gibi yaklaşımların AB’nin müzakere alanını da-raltacağına işaret etti. Moreiara rapora da-hil edilen bu değişikliğin Strazburg’da yapı-lacak Genel Kurul oylamasında rapor dışı bırakılabileceğini vurguladı. Vital Moreira, Transatlantik ticaret anlaşması müzakerele-rinin büyüme ve istihdam açısından geniş potansiyel içerdiğini, müzakere ekibinin ön-celikli olarak pazarlara erişim ve yatırımlar konusuna öncelik vermesi gerektiğini belirtti.

AB ve ABD arasında imzalanmak üzere müzakere edilecek anlaşma ile ilgili hazır-lıklar sürerken bazı üye ülkeler de kendi çı-karları açısından önemli konuları gündeme

getirerek, müzakerelerin kapsamını belirle-meye çalışıyorlar. Örneğin Fransız hükümeti AB’nin savunma ve kültür sektörünü müza-kere kapsamından çıkarması gerektiğini iddia eden açıklamalarda bulunmuştu. AB Komisyonu tarafından CEPR isimli düşünce kuruluşuna hazırlatılan raporda herhangi bir sektörün anlaşma kapsamı dışında bı-rakılmasının anlaşamadan elde edilecek yararları sınırlandıracağı belirtilmişti.

AP Uluslararası Ticaret Komisyonu üye-leri ABD ile yapılacak her müzakere turu öncesi ve sonrasında ilerlemeler hakkında en ayrıntılı şekilde bilgilendirilmeyi istiyor. AB’nin müzakere çerçeve belgesinin Hazi-ran ayı içerisinde onaylanması öngörülüyor.

- AB Dönem Başkanlığı’nı 30 Haziran 2013’e kadar yürütecek olan İrlanda’nın iş dünyasını temsil eden BUSINESSEU-ROPE üyesi IBEC tarafından AB-ABD İş Dünyası Liderleri Yuvarlak Masa Toplantısı gerçekleştirildi. Toplantıda bir konuşma yapan ticaretten sorumlu AB Komiseri Karel de Gucht Atlantik’in iki yakasındaki büyük güçlerin geniş kapsamlı serbest ticaret ve yatırım anlaşmasına ulaşması durumunda dış ticarette daha korumacı tutum izleyen di-eğr ülkelere ekonomilerini daha çok açma-ları mesajı verilmiş olacağını söyledi.

AB-ABD müzakerelerinde AB’nin çözü-me yönelik ve esnek bir yaklaşım izleyeceği-ni söyleyen de Gucht bazı sektörlerde karşı-lıklı tanıma yolunun izleneceğini, sektörlere özel yaklaşımın yanı sıra genel yaklaşım izlenecek alanlar da olacağını belirtti. Ka-rel de Gucht AB’nin özellikle hizmet ticare-ti alanında her iki taraf arasındaki mevcut açık uygulamaların devam etmesinin yanı sıra yeni alanlar açacak bir yaklaşım içinde olunmasını beklediğini ifade etti.

AB – ABD arasındaki ticarete uygula-nan gümrük vergilerinin ortalamasının %4 ile düşük bir oranda olduğunu ancak, bu oranın da ticareti olumsuz etkilediğini, ta-rifelerin tamamen sıfırlanmasının aradaki ticarette artış sağlayacağını vurguladı. Özelikle yasal çerçeve ve standartların her iki tarafta da farklı olması konusunun ara-daki ticaretin artmasını engellediğine işaret eden de Gucht, bu noktalarda uyum sağ-lanması halinde aradaki ticaretin %10-20 arasında artmasına katkıda bulunacağını vurguladı. Karel de Gucht kamu mal alım-larının Avrupa iş dünyası için çok önemli bir konu olduğunu, kamu mal alımlarının AB GSYH’nın %25’ini oluşturduğunu ve 31

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 2013 113

avrupa avrupamilyon kişiye istihdam sağladığını hatırlat-tı. Bu noktada ABD’de bazı eyaletlerde ve bazı konularda da ABD genelinde kamu mal alımlarına Avrupalı şirketlerin katılımı-nı engelleyen düzenlemeler bulunduğunu, anlaşma müzakereleri kapsamında bu ko-nunun ele alınacağını vurguladı.

- Avrupa Parlamentosu ABD ve AB ara-sındaki Serbest Ticaret ve Yatırım Anlaşması müzakereleri hakkında AB Komisyonu’nun kendilerine sürekli olarak bildirim yapması-nı istedi. 23 Mayıs’ta AP’de yapılan oyla-mada AB-ABD arasında müzakere edilecek anlaşmaya güçlü bir destek veren Avrupa Parlamentosu milletvekilleri, Avrupa şirket-lerinin ABD kamu mal alımları pazarına girişinin sağlanması ve AB’nin kültür, gör-sel ve işitsel pazarını koruması çağrısında bulundu. Vital Moreira tarafından kaleme alınan rapor Avrupa Parlamentosu Genel Kurulu’nda 105 oya karşılık 460 oy ile ka-bul edildi. 28 milletvekili de “çekimser” oy kullanmayı tercih etti.

AB Komisyonu’nun müzakere görev belgesine katkı sağlayacak olan Avrupa Parlamentosu raporu yazarı Portekizli millet-vekili Vital Moreira, AB ve ABD arasında geniş kapsamlı bir anlaşmanın her iki tara-fın ekonomisine olumlu katkılar sağlayaca-ğını vurguladı. Lizbon Antlaşması Avrupa Parlamentosu’nun AB’nin imzaladığı ulusla-

rarası anlaşmaları onaylama yetkisi veriyor. AP bu anlaşmaları kabul ya da red etme yetkisine sahip bulunuyor. Ancak AP’nin onaylaması sonrasında üye ülkelerde de tek tek onaylandıktan sonra uluslararası anlaş-malar yürürlüğe girerek tüm AB’de geçerli hale gelebiliyor.

Milletvekilleri AB ve ABD arasındaki an-laşma ile başta KOBİ’ler olmak üzere Avru-palı şirketlere ABD içinde yeni alanlarda iş fırsatları sağlanmasını istiyor. Milletvekilleri AB Komisyonu’nun kamu mal alımları paza-rının açılmasını ve Avrupalı hava ve deniz taşımacılığı şirketlerine yönelik sınırlandır-maların kaldırılmasını istiyor.

AB-Japonya İlişkileri- AB –Japonya arasında Serbest Ticaret

Anlaşması (STA) müzakereleri resmi ola-rak başladı. Amaç mal, hizmet ve yatırım alanlarında, gümrük tarifelerini ve tarife dışı engelleri ortadan kaldıran ve kamu alımları, yasal düzenlemeler, rekabet ve sürdürülebi-lir kalkınma gibi ticaretle ilgili diğer konuları ele alan kapsamlı bir anlaşma gerçekleştir-mek. Mayıs 2011’de gerçekleşen AB –Ja-ponya Zirvesi’nde taraflar STA ile siyasi çerçeve anlaşması üzerine hazırlıkların başlatılması yönünde anlaşmaya varmışlar-dı. Aynı zamanda ortak kapsam belirleme çalışmasının başarıyla tamamlanması so-

nucunda AB Komisyonu’nun müzakerelerin başlatılması için gerekli yetkiyi almak üzere Konsey’e başvuracağı belirtilmişti. Müzake-relerin ilk turu 15 –19 Nisan tarihleri arasın-da Brüksel’de gerçekleşecek.

Halihazırda Japonya, AB’nin küre-sel alanda yedinci en büyük, Asya’da ise Çin’den sonra ikinci en büyük ticaret or-tağı. AB ise Japonya’nın Çin ve ABD’den sonra üçüncü en büyük ticaret ortağı. AB ve Japonya birlikte dünya GSYİH’sının 3’te 1’inden fazlasını oluşturuyor. 2011 yılında AB’nin Japonya’ya ihracatı ağırlıklı olarak makine ve taşıma araçları ve ekipmanı, kimyasal ürünler ve tarım ürünleri olmak üzere 49 milyar € seviyesine ulaştı. Aynı yıl, AB’nin Japonya’dan olan ithalatı ise ağırlıklı olarak makine ve taşıma araçları ve ekipmanı, kimyasal ürünler olmak üzere 67,5 milyar € değerindeydi. 2011 yılında AB’nin Japonya’dan ticari hizmet ithalatı 15,9 milyar €, Japonya’ya ihracatı ise 21,8 milyar € değerinde gerçekleşti. Japonya aynı zamanda AB’nin önemli yatırımcıla-rından. 2011 yılında AB’ye yönelen Japon Doğrudan Yabancı Yatırım (DYY) stokunun 144,2 milyar € seviyesine ulaştığı açıkla-nıyor. Japonya’ya yönelen AB DYY’si ise 1990’ların ortasından bu yana önemli artış göstermiş olmakla birlikte, hala diğer Eko-nomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD) ülkelerine kıyasla oldukça düşük olduğu be-lirtiliyor (2011 yılında 85,5 milyar € değe-rinde).

İki ekonomik dev arasında yapılacak anlaşmayla AB GSYİH’sında %0,6 ile % 0,8 arasında bir artış sağlanması bekleni-yor. Ayrıca anlaşmanın sağlayacağı büyü-me ile AB’de 400.000 yeni istihdam yara-tılması öngörülüyor. Aynı zamanda AB’nin Japonya’ya ihracatında %32,7oranında, Japonya’nın AB’ye ihracatında ise %23,5 oranında artış olması beklendiği belirtiliyor. Japonya ile müzakereler çerçevesinde tarife dışı engeller ve Japon kamu alımı pazarının daha açık hale getirilmesi dâhil olmaküzere AB açısından önemli bir dizi konu ele alı-nacak. Müzakere çerçevesi AB ve Japonya tarafından Mayıs 2012’de tamamlanan ortak kapsam belirleme çalışmasının sonuç-ları esas alınarak belirleniyor. Bu çalışma bağlamında tarafların ticarette iddialı bir serbestleştirme gündemi için gerekli istek ve iradeye sahip olduklarını gösterdikleri be-lirtiliyor. Ayni zamanda AB Komisyonu ve Japonya’nın müzakere kapsamında tarife dışı engellerin kaldırılması ile demiryolu taşı-

Page 116: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 2013114

avrupa avrupamacılığı ve kentsel ulaşım alanlarında kamu alımlarının serbestleştirilmesi hususlarında özel yol haritaları üzerinde anlaşmaya var-dıkları vurgulanıyor.

Konsey tarafından benimsenen müza-kere yönergelerinin tarife dışı engellerin kaldırılmasının Avrupalı şirketlere Japon pa-zarında eşit şartların sağlanması açısından önemi düşünülerek, Japonya’ya yönelik AB gümrük vergilerinin ve tarife dışı engellerin kaldırılması yönünde koşutluk ilkesinin iz-lenmesini öngördüğü belirtiliyor. Yönerge-ler aynı zamanda Japonya’nın tarife dışı engellerin kaldırılması üzerine taahhüdünü yerine getirmemesi durumunda 1 yıl sonra müzakerelerin askıya alınması yönünde yet-ki veriyor. Ayrıca hassas AB sektörlerinin ko-runması amacıyla da bir koruma maddesi bulunuyor.

- AB ve Japonya arasındaki serbest ti-caret anlaşması müzakerelerinin ilk turu başarıyla sonuçlandı. Brüksel’de gerçekleş-tirilen müzakerelerin ilk tur görüşmelerinde AB tarafını Ticaret Genel Müdürlüğü’nden Mauro Petriccione, Japonya’yı ise Büyükel-çi Jun Yokota temsil etti. Görüşmeler son-rasında bir basın açıklaması yapan Mau-ro Petriccione müzakere konularının güç konular olmakla birlikte ilk tur görüşmelerin olumlu bir başlangıç olduğunu, önümüzdeki aylar süresince daha fazla ilerleme sağlanacağına inandığını belirtti. AB –Japonya müzakerelerinde Mayıs 2012’de gerçekleştirilen kapsam belirleme çalışmalarında belirlenen noktalar ele alınacak. Her iki taraf da müzakereler kapsamında aradaki ticaretin ileri düzeyde serbestleştirilmesini hedeflediklerini açıklamışlardı. AB Komisyonu uyguladığı tarife dışı engelleri de önemli ölçüde kaldırması konusunda Japonya ile anlaşmaya varmıştı. Ayrıca Japonya’da demiryolu ve şehir taşımacılığı pazarı ile ilgili kamu mal alımlarını açması da AB’nin en büyük beklentileri arasında yer alıyor.

Sosyal Diyalog- AB Komisyonu tarafından yayımlanan

rapor AB’de sürmekte olan ekonomi krizi işçi ve işveren temsilcileriyle hükümet ara-sındaki diyaloğun sağlıklı bir şekilde devam etmesini giderek güçleştirdiğini ortaya koyu-yor. Rapor AB hükümetlerinin son dönemde gerçekleştirdiği reformların etkin bir sosyal diyalog çerçevesinde oluşturulmadığına ve bu durumun da endüstriyel ilişkiler alanında

bazı sorunlara yol açtığına işaret ediyor.Kamu sektörü üzerine yoğunlaşan rapor-

da kamu yönetimi, eğitim ve sağlık sektörleri inceleniyor. Raporda yer alan bazı bulgular şunlardır:

Hükümetler kamu sektöründe verimlilik sağlayarak kazanım elde etmeyi hedefle-mektedir.• Bazı ülkelerde sendikalar ve idare ara-

sındaki görüşmeler sonunda üzerinde anlaşılan çözümler benimsenmişken, bazı ülkelerde sosyal diyalog yöntem-lerini dışlayan bir model uygulanmıştır. IMF ve AB’den mali destek alan üye ülkelerin dışındaki bazı üyelerde de bu eğilim mevcuttur.

• Birçok üye ülkede vergi artışları ve hükü-met harcamalarında kesinti endüstriyel ilişkilerde sorunlar ortaya çıkmasına ne-den olmuştur.

• Slovenya dışındaki Doğu ve Orta Avru-pa ülkelerinde farklı uygulamalar mev-cuttur. Bazı hükümet reformları sosyal Slovenya’da sanayi ilişkileri kurumları zayıf düzeydedir.

Ekonomi- Bahar 2013 tahminlerine göre 2012

yılına damgasını vuran ekonomik durgunluk dönemini takiben, 2013’ün ilk çeyreğinde AB ekonomisinin yeniden istikrar kazanaca-ğı belirtiliyor. İç talep ise derin mali krizler-den sonra beklenen bir seri engel sebebiyle düşük seyrederken, dış talebin 2013 yılında büyümeyi destekleyen temel unsur olacağı belirtiliyor. AB GSYIH’sinin yılın ikinci yarı-sında kademeli olarak büyüme yakalayaca-ğı ve takiben 2014’de büyümenin hız kaza-nacağı tahmin ediliyor.

Özel tüketim ve yatırımlarda yaşanan dalgalanmaların kademeli olarak azalması beklenirken, bu gelişmenin önümüzdeki yıl mütevazı bir iç toparlanma sürecinin yolunu açacağı tahmin ediliyor. Bu tahminlerin de-vam eden politika uygulamalarının dış borç krizinin yeniden yoğunlaşmasını engelleye-ceği varsayımına dayalı olduğu vurgulanı-yor.

2013 yılı için tahmini yıllık GSYIH büyü-mesi AB geneli için% -0,1, Euro Alanı içinse %0,4. 2014 yılında ise ekonomik aktivite-nin AB genelinde %1,4’lük, Euro Alanında ise %1,2’lik artış göstermesi öngörülüyor. Bazı ülkelerdeki bilanço düzeltmeleri, kredi tahsisi kısıtlamaları, kar ve gelir seviyeleri

üzerine düşük beklentiler ve ekonomik görü-nüm ile ilgili yüksek düzeydeki belirsizlikler sebebiyle iç yatırım ve tüketimde düzelme yavaş seyrederken, finans piyasalarının kayda değer gelişme kaydettiği, ancak bu gelişmelerin henüz reel ekonomiye yansıma-dığı vurgulanıyor.

Ekonomik aktivitedeki toparlanmanın işsizlik sorununa çözüm oluşturmak için yeterli güçte olmayacağı da belirtiliyor. İşsizlik oranının 2013 yılında AB genelinde %11’e, Euro Alanı’nda ise %12’ye ulaşması bekleniyor. Bu değerlerin 2014 yılında büyük değişiklik göstermeyeceği ve üye ülkeler arasındaki büyük farklılıkların durumunu koruyacağı belirtiliyor. Ancak 2014 yılında GSYIH’deki artışın hızlanması ile istihdamda iyileşmenin başlayacağı bek-lenmekte.

Enflasyon oranlarındaki kademeli düşü-şünse yıl içerisinde devam etmesi bekleni-yor. Enflasyon oranlarının 2013 yılında AB genelinde %1,8, Euro Alanı’nda ise %1,6 olması öngörülüyor. 2014 yılında ise AB genelinde %1,7, Euro Alanı’ndaysa %1,5 olması bekleniyor.

Devlet açıklarındaki azalmanın devam edeceği tahmin ediliyor. 2013 yılında mali açığın AB genelinde %3,4 ve Euro Alanı’nda %2,9 oranında düşeceği ön-görülüyor. Yapısal bütçe dengelerindeki konsolidasyon hızının 2013 yılı içerisinde 2012’ye kıyasla düşmesi bekleniyor. Eko-nomik aktivitenin zayıf olması sebebiyle, borcun GSYIH’ye oranının AB genelinde %89,8, Euro Alanı’nda ise %95,5 olacağı tahmin ediliyor.

Geçtiğimiz yazdan itibaren uygulan-makta olan politika kararları ve uygulamala-rını takiben risklerin ekonomik görünüm üze-rindeki etkisinin dengelenmesi beklenirken, aşağı doğru risklerin geçerliliğini koruduğu kaydediliyor. Öte yandan bazı üye ülkeler-de önemini koruyan aşırı düzeydeki işsizlik oranlarının sosyal uyum üzerinde olumsuz etkilerinin hissedilmeye devam edeceği ve bu durumun reform çalışmaları devam et-mez ise kalıcı hale gelebileceğine dikkat çekiliyor. Aynı zamanda Ekonomik ve Para-sal Birliğin yapısına yönelik uyum tedbir ve politikalarının etkin olarak uygulanmasının mali piyasalardaki dengenin korunması için şart olduğu vurgulanıyor.

Page 117: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 2013114

avrupa avrupamacılığı ve kentsel ulaşım alanlarında kamu alımlarının serbestleştirilmesi hususlarında özel yol haritaları üzerinde anlaşmaya var-dıkları vurgulanıyor.

Konsey tarafından benimsenen müza-kere yönergelerinin tarife dışı engellerin kaldırılmasının Avrupalı şirketlere Japon pa-zarında eşit şartların sağlanması açısından önemi düşünülerek, Japonya’ya yönelik AB gümrük vergilerinin ve tarife dışı engellerin kaldırılması yönünde koşutluk ilkesinin iz-lenmesini öngördüğü belirtiliyor. Yönerge-ler aynı zamanda Japonya’nın tarife dışı engellerin kaldırılması üzerine taahhüdünü yerine getirmemesi durumunda 1 yıl sonra müzakerelerin askıya alınması yönünde yet-ki veriyor. Ayrıca hassas AB sektörlerinin ko-runması amacıyla da bir koruma maddesi bulunuyor.

- AB ve Japonya arasındaki serbest ti-caret anlaşması müzakerelerinin ilk turu başarıyla sonuçlandı. Brüksel’de gerçekleş-tirilen müzakerelerin ilk tur görüşmelerinde AB tarafını Ticaret Genel Müdürlüğü’nden Mauro Petriccione, Japonya’yı ise Büyükel-çi Jun Yokota temsil etti. Görüşmeler son-rasında bir basın açıklaması yapan Mau-ro Petriccione müzakere konularının güç konular olmakla birlikte ilk tur görüşmelerin olumlu bir başlangıç olduğunu, önümüzdeki aylar süresince daha fazla ilerleme sağlanacağına inandığını belirtti. AB –Japonya müzakerelerinde Mayıs 2012’de gerçekleştirilen kapsam belirleme çalışmalarında belirlenen noktalar ele alınacak. Her iki taraf da müzakereler kapsamında aradaki ticaretin ileri düzeyde serbestleştirilmesini hedeflediklerini açıklamışlardı. AB Komisyonu uyguladığı tarife dışı engelleri de önemli ölçüde kaldırması konusunda Japonya ile anlaşmaya varmıştı. Ayrıca Japonya’da demiryolu ve şehir taşımacılığı pazarı ile ilgili kamu mal alımlarını açması da AB’nin en büyük beklentileri arasında yer alıyor.

Sosyal Diyalog- AB Komisyonu tarafından yayımlanan

rapor AB’de sürmekte olan ekonomi krizi işçi ve işveren temsilcileriyle hükümet ara-sındaki diyaloğun sağlıklı bir şekilde devam etmesini giderek güçleştirdiğini ortaya koyu-yor. Rapor AB hükümetlerinin son dönemde gerçekleştirdiği reformların etkin bir sosyal diyalog çerçevesinde oluşturulmadığına ve bu durumun da endüstriyel ilişkiler alanında

bazı sorunlara yol açtığına işaret ediyor.Kamu sektörü üzerine yoğunlaşan rapor-

da kamu yönetimi, eğitim ve sağlık sektörleri inceleniyor. Raporda yer alan bazı bulgular şunlardır:

Hükümetler kamu sektöründe verimlilik sağlayarak kazanım elde etmeyi hedefle-mektedir.• Bazı ülkelerde sendikalar ve idare ara-

sındaki görüşmeler sonunda üzerinde anlaşılan çözümler benimsenmişken, bazı ülkelerde sosyal diyalog yöntem-lerini dışlayan bir model uygulanmıştır. IMF ve AB’den mali destek alan üye ülkelerin dışındaki bazı üyelerde de bu eğilim mevcuttur.

• Birçok üye ülkede vergi artışları ve hükü-met harcamalarında kesinti endüstriyel ilişkilerde sorunlar ortaya çıkmasına ne-den olmuştur.

• Slovenya dışındaki Doğu ve Orta Avru-pa ülkelerinde farklı uygulamalar mev-cuttur. Bazı hükümet reformları sosyal Slovenya’da sanayi ilişkileri kurumları zayıf düzeydedir.

Ekonomi- Bahar 2013 tahminlerine göre 2012

yılına damgasını vuran ekonomik durgunluk dönemini takiben, 2013’ün ilk çeyreğinde AB ekonomisinin yeniden istikrar kazanaca-ğı belirtiliyor. İç talep ise derin mali krizler-den sonra beklenen bir seri engel sebebiyle düşük seyrederken, dış talebin 2013 yılında büyümeyi destekleyen temel unsur olacağı belirtiliyor. AB GSYIH’sinin yılın ikinci yarı-sında kademeli olarak büyüme yakalayaca-ğı ve takiben 2014’de büyümenin hız kaza-nacağı tahmin ediliyor.

Özel tüketim ve yatırımlarda yaşanan dalgalanmaların kademeli olarak azalması beklenirken, bu gelişmenin önümüzdeki yıl mütevazı bir iç toparlanma sürecinin yolunu açacağı tahmin ediliyor. Bu tahminlerin de-vam eden politika uygulamalarının dış borç krizinin yeniden yoğunlaşmasını engelleye-ceği varsayımına dayalı olduğu vurgulanı-yor.

2013 yılı için tahmini yıllık GSYIH büyü-mesi AB geneli için% -0,1, Euro Alanı içinse %0,4. 2014 yılında ise ekonomik aktivite-nin AB genelinde %1,4’lük, Euro Alanında ise %1,2’lik artış göstermesi öngörülüyor. Bazı ülkelerdeki bilanço düzeltmeleri, kredi tahsisi kısıtlamaları, kar ve gelir seviyeleri

üzerine düşük beklentiler ve ekonomik görü-nüm ile ilgili yüksek düzeydeki belirsizlikler sebebiyle iç yatırım ve tüketimde düzelme yavaş seyrederken, finans piyasalarının kayda değer gelişme kaydettiği, ancak bu gelişmelerin henüz reel ekonomiye yansıma-dığı vurgulanıyor.

Ekonomik aktivitedeki toparlanmanın işsizlik sorununa çözüm oluşturmak için yeterli güçte olmayacağı da belirtiliyor. İşsizlik oranının 2013 yılında AB genelinde %11’e, Euro Alanı’nda ise %12’ye ulaşması bekleniyor. Bu değerlerin 2014 yılında büyük değişiklik göstermeyeceği ve üye ülkeler arasındaki büyük farklılıkların durumunu koruyacağı belirtiliyor. Ancak 2014 yılında GSYIH’deki artışın hızlanması ile istihdamda iyileşmenin başlayacağı bek-lenmekte.

Enflasyon oranlarındaki kademeli düşü-şünse yıl içerisinde devam etmesi bekleni-yor. Enflasyon oranlarının 2013 yılında AB genelinde %1,8, Euro Alanı’nda ise %1,6 olması öngörülüyor. 2014 yılında ise AB genelinde %1,7, Euro Alanı’ndaysa %1,5 olması bekleniyor.

Devlet açıklarındaki azalmanın devam edeceği tahmin ediliyor. 2013 yılında mali açığın AB genelinde %3,4 ve Euro Alanı’nda %2,9 oranında düşeceği ön-görülüyor. Yapısal bütçe dengelerindeki konsolidasyon hızının 2013 yılı içerisinde 2012’ye kıyasla düşmesi bekleniyor. Eko-nomik aktivitenin zayıf olması sebebiyle, borcun GSYIH’ye oranının AB genelinde %89,8, Euro Alanı’nda ise %95,5 olacağı tahmin ediliyor.

Geçtiğimiz yazdan itibaren uygulan-makta olan politika kararları ve uygulamala-rını takiben risklerin ekonomik görünüm üze-rindeki etkisinin dengelenmesi beklenirken, aşağı doğru risklerin geçerliliğini koruduğu kaydediliyor. Öte yandan bazı üye ülkeler-de önemini koruyan aşırı düzeydeki işsizlik oranlarının sosyal uyum üzerinde olumsuz etkilerinin hissedilmeye devam edeceği ve bu durumun reform çalışmaları devam et-mez ise kalıcı hale gelebileceğine dikkat çekiliyor. Aynı zamanda Ekonomik ve Para-sal Birliğin yapısına yönelik uyum tedbir ve politikalarının etkin olarak uygulanmasının mali piyasalardaki dengenin korunması için şart olduğu vurgulanıyor.

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 2013 115

arkeogezi

Tarihi kayıtlarda ve eski çağ tarih yazar-larının ve gezginlerinin yazılarında, Kara-deniz Ereğli’den Heracleia Pontike olarak bahsedilmektedir. Birçok tarihçi tarafından Heracleia Pontike’nin kuruluşu M.Ö. 550 yılı olarak belirtilse de günümüzde Yunanlı göçmenlerin kenti yerli halktan aldıkları ke-sinlik kazanmıştır.

İlk yerleşmelerin hangi dönemde olduğu kesin olarak bilinmese de son gerçekleşen arkeolojik kazıda M.Ö. 2500’lü yıllarda Karadeniz Ereğli’de bazı kabilelerin bulun-duğu ortaya çıkmıştır. Bu tarih Anadolu tari-hi içinde Tunç çağının ilk dönemine ve Hitit öncesi döneme rastlamaktadır.

Yazının henüz kullanılmadığı M.Ö. 2500’lü yıllarda tarihi buluş olarak kabul edilen çömlek icat edilmiş ve çömlek imalatı-na başlanılmıştır. 1800’lü yıllarda Avrupalı

araştırmacılar tarafından Anadolu’da bulu-nan Hitit kalıntıları hem dünya hem Anado-lu tarihini önemli ölçüde etkilemiştir. Binler-ce tabletten oluşan Hitit devlet arşivlerinin okunması ve tam anlamıyla çözümlenmesi 1930’lu yıllarda gerçekleşince, Anadolu’da yeni uygarlıklar ortaya çıktı. Hitit Tabletlerin-de, Anadolu’nun kuzeybatısında Palaca ko-nuşan Pala halklarından bahsedilmektedir. Bununla birlikte Hitit arşivlerinde kuzeyden gelerek, sürekli Hititler ile savaş içerisinde olan Kaşka adlı halklardan da bahsedi-lir 2000 yılında Karadeniz Ereğli’ye 24 kilometre uzaklıktaki Zoroğlu Köyü’ndeki Yassıkaya’da yapılan arkeolojik kazılarda; Karadeniz Ereğli tarihi ile birlikte Türkiye tarihini de önemli ölçüde etkileyecek birçok tarihi eser ortaya çıkarılmıştır.

Karadeniz Ereğli’de faaliyet gösteren bir

fotoğraf kulübü ekibi tarafından doğa gezisi sırasında tesadüfen bulunan mağaralarda kazı çalışmalarının yapılmasıyla Karadeniz Ereğli tarihinin M.Ö. 2500 - 2200 yıllarına kadar uzandığı belirlenmiştir.

Antikçağ’ın Yunanlı anlatımcıları, Herac-leia Pontike’den bahsederlerken yerli halk olarak Mariandynoi gibi bir halktan söz ederler. Bu halkın M.Ö. 1200’lü yıllarda Karadeniz Ereğli’de yaşadığını belirtirler. Helenler, Karadeniz Ereğli yerli halkından Mariandynoi olarak bahsederlerken bu keli-menin Helen dilinde herhangi bir anlamının bulunmadığı ve ekler yapılarak Helenleştiril-diği görülür. Mariandynoi isminin Hitit uy-garlığının içinde yer alan Luwi’lere ait Luwi dilindeki anlamına bakıldığında, “Yüce Ma’ya tapan halkın yurdu” olarak çevirisi yapılmaktadır. (Ma, ana tanrıça olarak ka-

Herakleia Pontike

Page 118: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 2013116

arkeogezi

bul edilir.) Yine Karadeniz Ereğli’de Helen-ler tarafından kullanılan yer adlarının Helen dilinde bir anlamının bulunmaması ve Hitit-ler tarafından kullanılan Luwi etkisinde oluş-turulmuş adlar olması, Karadeniz Ereğli’de ve çevresinde Hititler döneminde yerleşme-ler olduğunu gündeme getirmektedir

Antik tarihçiler, Filyos (Teion) Irmağı’ndan itibaren Kaukon denen ancak Homeros ve Strabon döneminde kimliğini kaybetmiş yerli halktan bahsederler. Dolayı-sıyla arkeolojik buluntuların ışığında değer-lendirme yapıldığında, Karadeniz Ereğli’de ilk yerleşmenin M.Ö. 550 yılında başlama-dığı, M.Ö. 2500 - 2200 yılları arasında bölgede yaşayan yerli halkların bulunduğu ortaya çıkar.

Antik Yunan’da Karadeniz Ereğli

Anadolu’ya M.Ö. 1000 yıllarında gel-meye başlayan Yunan boyları önce Marma-ra ve Ege’de koloniler kurarlarken bundan 500 yıl sonra, M.Ö. 550 yılında Karadeniz Ereğli’ye ulaşmışlardır. Bu nedenle M.Ö. 550 tarihi kentin kuruluş tarihi olarak kul-lanılmaya başlanmıştır. (Yunanlılar gittikle-ri bölgelerde toprak iddia etmek için kent ve yer isimlerini Helenleştirme ideolojisini uygulamışlardır.) Karadeniz Ereğli’nin bu tarihlerde Heracleia Pontike olarak adlan-dırıldığını görmekteyiz. Yunanistan’dan, Çanakkale üzerinden gelen Megaralı ve

Boitalı Dor göçmenler kentin güç kazanma-sını sağlamışlardır.

Ksenophon liderliğindeki Yunan ordusu-nun (onbinler) yolculuklarının son dönemin-de gemilerle birlikte Heracleia Pontike’ye uğramaları (M.Ö 400), Heracleia için bir dönüm noktası olmuştur. Gemilerden inip Heracleia halkından gıda yardımı isteyen Onbinler ordusu arasında anlaşmazlıklar çı-kınca ordu 3’e bölünür. 1. bölüm denizden yolculuğuna devam eder, kalanlar ise kara-dan yolculuklarını sürdürmeye karar verirler. Ancak Heracleia’da kaldıkları 6 günlük süre içerisinde Heracleia’yı yağmalarlar ve kent-te, sonraki dönemlerde tiranlara karşı ayak-lanmaların başlamasına neden olurlar.

Bizans Devri’nde Karadeniz Ereğli

Roma İmparatorluğu’nun M.S. 395 yılında Bizans ve Roma olarak ikiye ay-rılmasıyla Bizans hakimiyetinin başladığı Heracleia’da, Bizans İmparatoru II. Theo-dosios (M.S. 408 - 450) döneminde Hristi-yanlar zafer kazanırlar. Bu tarihlerde kentin büyük bir deprem yaşadığı ve Bizans İmpa-ratoru II. Theodosios’un kente gelerek yeni-den inşası konusunda gerekli desteği ver-diği bilinmektedir. M.S. 8. yüzyılda Arap akınları İznik’e ulaşmış ancak Heracleia, bu akınların dışında kalmıştır.

Türklerin 1071 yılından itibaren Anadolu’ya girmesiyle Heracleia Türk ku-

şatmalarına sahne olmuş ancak Türkler başarılı olamamışlardır. Bu tarihlerde dini yapılaşmanın yoğun olduğu Heracleia, Bolu’nun (Klaudiopolis) Piskoposluk merkezi olmasıyla, İmparatorluk tarafından Bolu’ya bağlanmıştır. Ancak Bolu’nun Türkler tara-fından alınması sonucunda kent yeniden önem kazanmış tekrar Metropolis olmuştur. 1204 yılında Kommenos Hanedanından David’in Heracleia’yı hakimiyeti altına aldı-ğı görülür. Heracleia bu dönemde Trabzon İmparatorluğu’nun batı kalesi olarak kulla-nılmıştır.

1204 - 1205 yıllarında şehrin surları yenilenmiştir. Karadeniz Ereğli’de bulun-muş bir kitabede (kitabenin yeri bugün bi-linmemektedir) kentin yeniden yapılanması konusunda şunlar yazılır; Kızıl yeşil Yunan meşalesini yakan Büyükbabası hükümdar Andronikos, o ıslak temel üzerine yeni bir fe-ner yaptı. Zamanın yıktığı şeyi yeniden yap-tı. Muhteşem bir sanatla bütün Heracleia’yı yaptı (1206). Kommenos Hanedanı’ndan David, Kommenos Devleti’nin Hükümdarı Andronikos’un küçük torunudur.

David, Heracleia’da yaptıklarının dedesine ithaf etmiş görünmektedir. İz-nik İmparatoru Theodoros 1214 yılında Heracleia’ya saldırarak David’den kenti almış ve Sinop’a kadar olan tüm bölge İz-nik İmparatorluğu’nun hâkimiyetine girmiş-tir. 1261’de İznik İmparatorluğu İstanbul’u yeniden Latinlerden geri alınca, Heracleia tekrar Bizans İmparatorluğu sınırlarına da-hil olmuştur. Gittikçe kan kaybeden Bizans İmparatorluğu, Karadeniz’deki hâkimiyetini korumak için Cenevizliler’e bazı ticari avan-tajlar sağlamış, anlaşmalar imzalamıştır (1261). Bu dönemden sonra Heracleia, Cenevizliler’in kontrolü altına girer ve Cene-viz kolonisi olur. Selçukluların Anadolu üze-rindeki baskısı Moğollar tarafından kırılmış ancak bu kez de 1269 yılında Heracleia’yı Moğollar kuşatmışlardır. Ne var ki Moğol-lar, tüm saldırılarına rağmen şehri ele geçi-rememişlerdir. Osmanlılar, Anadolu’da ge-nişlemeye başlarken ve Türkler Anadolu’nun birçok kentine hakim olurlarken, Heracleia, kendini diğer Bizans kentlerine göre uzun bir süre Osmanlılara karşı koruyabilmiştir.

Türkler Döneminde Karadeniz Ereğli

Osmanlılar’ın yükselişi ile birlikte, Bi-zans egemenliğindeki Heracleia’nın da bağlı olduğu İznik kenti 1337 yılında Türk hakimiyetine girmiştir. Şehir, 1337 yılında Gazi Çelebi tarafından ele geçirilmiş ancak

Page 119: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 2013116

arkeogezi

bul edilir.) Yine Karadeniz Ereğli’de Helen-ler tarafından kullanılan yer adlarının Helen dilinde bir anlamının bulunmaması ve Hitit-ler tarafından kullanılan Luwi etkisinde oluş-turulmuş adlar olması, Karadeniz Ereğli’de ve çevresinde Hititler döneminde yerleşme-ler olduğunu gündeme getirmektedir

Antik tarihçiler, Filyos (Teion) Irmağı’ndan itibaren Kaukon denen ancak Homeros ve Strabon döneminde kimliğini kaybetmiş yerli halktan bahsederler. Dolayı-sıyla arkeolojik buluntuların ışığında değer-lendirme yapıldığında, Karadeniz Ereğli’de ilk yerleşmenin M.Ö. 550 yılında başlama-dığı, M.Ö. 2500 - 2200 yılları arasında bölgede yaşayan yerli halkların bulunduğu ortaya çıkar.

Antik Yunan’da Karadeniz Ereğli

Anadolu’ya M.Ö. 1000 yıllarında gel-meye başlayan Yunan boyları önce Marma-ra ve Ege’de koloniler kurarlarken bundan 500 yıl sonra, M.Ö. 550 yılında Karadeniz Ereğli’ye ulaşmışlardır. Bu nedenle M.Ö. 550 tarihi kentin kuruluş tarihi olarak kul-lanılmaya başlanmıştır. (Yunanlılar gittikle-ri bölgelerde toprak iddia etmek için kent ve yer isimlerini Helenleştirme ideolojisini uygulamışlardır.) Karadeniz Ereğli’nin bu tarihlerde Heracleia Pontike olarak adlan-dırıldığını görmekteyiz. Yunanistan’dan, Çanakkale üzerinden gelen Megaralı ve

Boitalı Dor göçmenler kentin güç kazanma-sını sağlamışlardır.

Ksenophon liderliğindeki Yunan ordusu-nun (onbinler) yolculuklarının son dönemin-de gemilerle birlikte Heracleia Pontike’ye uğramaları (M.Ö 400), Heracleia için bir dönüm noktası olmuştur. Gemilerden inip Heracleia halkından gıda yardımı isteyen Onbinler ordusu arasında anlaşmazlıklar çı-kınca ordu 3’e bölünür. 1. bölüm denizden yolculuğuna devam eder, kalanlar ise kara-dan yolculuklarını sürdürmeye karar verirler. Ancak Heracleia’da kaldıkları 6 günlük süre içerisinde Heracleia’yı yağmalarlar ve kent-te, sonraki dönemlerde tiranlara karşı ayak-lanmaların başlamasına neden olurlar.

Bizans Devri’nde Karadeniz Ereğli

Roma İmparatorluğu’nun M.S. 395 yılında Bizans ve Roma olarak ikiye ay-rılmasıyla Bizans hakimiyetinin başladığı Heracleia’da, Bizans İmparatoru II. Theo-dosios (M.S. 408 - 450) döneminde Hristi-yanlar zafer kazanırlar. Bu tarihlerde kentin büyük bir deprem yaşadığı ve Bizans İmpa-ratoru II. Theodosios’un kente gelerek yeni-den inşası konusunda gerekli desteği ver-diği bilinmektedir. M.S. 8. yüzyılda Arap akınları İznik’e ulaşmış ancak Heracleia, bu akınların dışında kalmıştır.

Türklerin 1071 yılından itibaren Anadolu’ya girmesiyle Heracleia Türk ku-

şatmalarına sahne olmuş ancak Türkler başarılı olamamışlardır. Bu tarihlerde dini yapılaşmanın yoğun olduğu Heracleia, Bolu’nun (Klaudiopolis) Piskoposluk merkezi olmasıyla, İmparatorluk tarafından Bolu’ya bağlanmıştır. Ancak Bolu’nun Türkler tara-fından alınması sonucunda kent yeniden önem kazanmış tekrar Metropolis olmuştur. 1204 yılında Kommenos Hanedanından David’in Heracleia’yı hakimiyeti altına aldı-ğı görülür. Heracleia bu dönemde Trabzon İmparatorluğu’nun batı kalesi olarak kulla-nılmıştır.

1204 - 1205 yıllarında şehrin surları yenilenmiştir. Karadeniz Ereğli’de bulun-muş bir kitabede (kitabenin yeri bugün bi-linmemektedir) kentin yeniden yapılanması konusunda şunlar yazılır; Kızıl yeşil Yunan meşalesini yakan Büyükbabası hükümdar Andronikos, o ıslak temel üzerine yeni bir fe-ner yaptı. Zamanın yıktığı şeyi yeniden yap-tı. Muhteşem bir sanatla bütün Heracleia’yı yaptı (1206). Kommenos Hanedanı’ndan David, Kommenos Devleti’nin Hükümdarı Andronikos’un küçük torunudur.

David, Heracleia’da yaptıklarının dedesine ithaf etmiş görünmektedir. İz-nik İmparatoru Theodoros 1214 yılında Heracleia’ya saldırarak David’den kenti almış ve Sinop’a kadar olan tüm bölge İz-nik İmparatorluğu’nun hâkimiyetine girmiş-tir. 1261’de İznik İmparatorluğu İstanbul’u yeniden Latinlerden geri alınca, Heracleia tekrar Bizans İmparatorluğu sınırlarına da-hil olmuştur. Gittikçe kan kaybeden Bizans İmparatorluğu, Karadeniz’deki hâkimiyetini korumak için Cenevizliler’e bazı ticari avan-tajlar sağlamış, anlaşmalar imzalamıştır (1261). Bu dönemden sonra Heracleia, Cenevizliler’in kontrolü altına girer ve Cene-viz kolonisi olur. Selçukluların Anadolu üze-rindeki baskısı Moğollar tarafından kırılmış ancak bu kez de 1269 yılında Heracleia’yı Moğollar kuşatmışlardır. Ne var ki Moğol-lar, tüm saldırılarına rağmen şehri ele geçi-rememişlerdir. Osmanlılar, Anadolu’da ge-nişlemeye başlarken ve Türkler Anadolu’nun birçok kentine hakim olurlarken, Heracleia, kendini diğer Bizans kentlerine göre uzun bir süre Osmanlılara karşı koruyabilmiştir.

Türkler Döneminde Karadeniz Ereğli

Osmanlılar’ın yükselişi ile birlikte, Bi-zans egemenliğindeki Heracleia’nın da bağlı olduğu İznik kenti 1337 yılında Türk hakimiyetine girmiştir. Şehir, 1337 yılında Gazi Çelebi tarafından ele geçirilmiş ancak

İŞVEREN / Mayıs - Haziran 2013 117

arkeogezi

kısa bir süre yeniden Cenevizliler’in kontro-lüne girmiştir. Cenevizliler 60 yıla yakın bir süre kentin hakimiyetini sürdürmeyi başar-mışlardır.1404 yılında Heracleia’ya gelen Clavijo adlı gezgin, şehrin Bizans İmparato-ru II. Manuel tarafından 1393 yılında para karşılığı Yıldırım Beyazıt’a satıldığını anlatır. Bu tarihten sonra Karadeniz Ereğli’de hız-lı bir Türkleşme dönemi başlar.1402’deki Ankara Savaşı’nın ardından Karadeniz Ereğli, Süleyman Çelebi’nin kontrolüne ge-çer.1654 yılında Don Kazakları Karadeniz kıyılarını yağmalamaya başlar. Karadeniz Ereğli de bundan nasibini alır. Kazakların yağmasından kurtulmak isteyen Osmanlılar, Yeniçerileri Karadeniz Ereğli’ye gönderiri-ler. Ancak kent bu kez Yeniçeriler tarafın-dan, Kazakları aratır şekilde yağmalanır. 1829 yılında Karadeniz Ereğli’de yeni bir dönem başlayacaktır. Karadeniz Ereğli’nin Kestaneci Köyü’nden Uzun Mehmet adlı bir köylü gezinti yaptığı sırada taş kömürünü bulacak ve Osmanlı sarayını bu buluştan haberdar edecektir. 1848 yılında Abdül-mecit zamanında kömür ocakları işletmeye açılır.

Karadeniz Ereğli’de İnanışlar (Kültler) ve Hristiyanlık

Mitolojik kaynaklara göre Karadeniz Ereğli, Delf Hatifi (Şükran İfadesi) kehaneti ve emriyle kurulur. Altın Post’u aramak için Karadeniz’e gelen Argonatlar’ın Karadeniz Ereğli’ye uğramaları kentin ününü ortaya çıkaran ilk etkendir. Karadeniz Ereğli’deki

Cehennemağzı Mağaraları, Hades’in ül-kesine (ölüler ülkesi) giriş yollarından biri olup, Apollon, Heracleia, Orhheus ve Sera-pis inanışlarının içinde değerlendirilmiş ve yüzyıllar sonra Hıristiyanların ilk gizli ibadet bölgelerinden biri olmuştur.

Antikçağın kehanet merkezlerinden biri olan mağaralar, Heracles’in Kerberos ile mücadelesine de ev sahipliği yapmıştır. Dor kavimlerinin ulusal kahramanı yarı tanrı Heracles, Kerberos’u etkisiz hale getirince şehrin adı başarısından dolayı Heracleia Pontika olarak anılmaya başlar. Heracles’e adanmış kentlerin ortak adı olan Heracleia kavramı; Attike, Sikla, Syros, Kaş ve Agiron gibi birçok Anadolu kentinde, Heracles adı-na kutlanan bayramların da ortak adı olmuş ve Heracleia inanışının oluşmasını sağlamış-tır.

M.S. 100 yıllarında Hristiyanlık, Ana-dolu’daki ilk örgütlenmelerine Heracleia Pontika ve Heracleia Pontike tarafından kurulan Amastris ve Tielum kentlerinde baş-lar. Romalılar, Hristiyanlara karşı hoşgörü ile yaklaşmayıp kendi düzenledikleri resmi ayinlere katılmayan Hristiyanları yakala-yarak öldürdüler ve eziyetler yaptılar. Bu nedenle Hristiyanlar ibadetlerini gözlerden uzak mağaralarda inlerde yapmaya başla-dılar. Bu aynı zamanda Hz. Meryem’in Hz. İsa’yı bir mağarada dünyaya getirmesi ile de bağlantılıdır. Dolayısıyla Hristiyanlar ma-ğara kiliseleri kurmaya önem vermişlerdir.

Roma İmparatoru Trainaus döneminde (M.S. 98 - 117) Bitinya valisi olarak görev yapan Plinius, imparatora yazdığı mektup-larda Karadeniz Ereğli’deki Hristiyanlık hareketlerinden bahseder ve bölge hak-kında bilgiler verir. Yuhanna İncili’ne göre Hz. İsa’nın 12 Havarisinden biri olan ve ilk havari olarak kabul edilen Aziz Andreaos, Heracleia’da misyonerlik yapmaya başlar. Hıristiyanlığın gelişimi ile birlikte Heracleia, Bizans İmparatorluğu döneminde yapılan dinsel toplantılarda metropolis ve metropolit olarak temsil edilmiştir. Ve bugün bulunan mağaralardan sadece bir tanesi Kilise Ma-ğara olarak tanınmakta ve katakomp oldu-ğu bilinmektedir.

Mağaranın içerisinde kilise motifleri, ta-ban mozaikleri, mezar taşları, erken hristi-yanlık dönemine ait sütun ve başlıklar halen durmaktadır. Karadeniz Ereğli’de Osmanlı egemenliği döneminde Türkleşme süreci ile birlikte İslami yapılaşma da artar. Osmanlı-lardan önce yıkılan birçok Bizans dönemine ait kilise onarılır ve cami olarak kullanılma-ya başlanır.

Page 120: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

istatistik

Kaynak: ÇSGB*30.09.2012 itibariyle

TOPLU İŞ SÖZLEŞMELERİ

LOKAVTLARGREVLERYILLAR LOKAVT

SAYISILOKAVTA DAHİL

İŞÇİ SAYISIKAYBOLAN

İŞGÜNÜ SAYISI

1993 9 1 437 286 789

1994 4 552 104 869

1995 5 4 047 162 512

1996 3 3 761 160 368

1997 4 4 083 62 236

1998 2 500 5 284

1999 4 931 76 470

2000 2 2 483 32 760

2001 - - -

2002 - - -

2003 2 888 110 415

2004 1 801 2 082

2005 1 118 59

2006 1 66 3 894

2007 - - -

2008 1 1256 16 328

2009 - - -

2010 - - -

2011 - - -

2012* - - -

YILLAR AKDEDİLENSÖZLEŞME SAYISI

İŞYERİ SAYISI

İŞÇİ SAYISI

1993 3 809 16 699 1 068 289

1994 1 513 6770 227 880

1995 2 357 11 274 765 928

1996 1 871 10 290 515 840

1997 2 056 12 966 841 518

1998 1 867 7 047 219 434

1999 2 286 12 373 828 458

2000 1 646 6 844 208 595

2001 4 454 14 211 775 478

2002 1 773 7 453 255 059

2003 1 607 7 806 629 240

2004 1 479 7 913 325 189

2005 3 977 14 388 587 456

2006 1 705 5 456 304 392

2007 1 972 9 734 459 449

2008 1 704 9 623 262 786

2009 1 995 11 544 504 796

2010 1 662 9 033 338 671

2011 1 939 14 057 422 584

2012* 1 255 4 488 172 948

YILLAR GREV SAYISI

KATILAN İŞÇİ SAYISI

KAYBOLAN İŞGÜNÜ SAYISI

1993 49 6 908 574 741

1994 36 4 782 242 589

1995 120 199 867 4 838 241

1996 38 5 461 274 322

1997 37 7 045 181 913

1998 44 11 482 282 638

1999 34 3 263 229 825

2000 52 18 705 368 475

2001 35 9 911 286 015

2002 27 4 618 43 885

2003 23 1 535 144 772

2004 30 3 557 93 161

2005 34 3 529 176 824

2006 26 2 061 165 666

2007 15 25 920 1 353 558

2008 15 5 040 145 725

2009 13 3 101 209 913

2010 11 808 37 762

2011 9 557 13 273

2012* 7 582 27 697

118118 İŞVEREN / Mayıs - Haziran 2013

Page 121: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

istatistik

Kaynak: ÇSGB*30.09.2012 itibariyle

TOPLU İŞ SÖZLEŞMELERİ

LOKAVTLARGREVLERYILLAR LOKAVT

SAYISILOKAVTA DAHİL

İŞÇİ SAYISIKAYBOLAN

İŞGÜNÜ SAYISI

1993 9 1 437 286 789

1994 4 552 104 869

1995 5 4 047 162 512

1996 3 3 761 160 368

1997 4 4 083 62 236

1998 2 500 5 284

1999 4 931 76 470

2000 2 2 483 32 760

2001 - - -

2002 - - -

2003 2 888 110 415

2004 1 801 2 082

2005 1 118 59

2006 1 66 3 894

2007 - - -

2008 1 1256 16 328

2009 - - -

2010 - - -

2011 - - -

2012* - - -

YILLAR AKDEDİLENSÖZLEŞME SAYISI

İŞYERİ SAYISI

İŞÇİ SAYISI

1993 3 809 16 699 1 068 289

1994 1 513 6770 227 880

1995 2 357 11 274 765 928

1996 1 871 10 290 515 840

1997 2 056 12 966 841 518

1998 1 867 7 047 219 434

1999 2 286 12 373 828 458

2000 1 646 6 844 208 595

2001 4 454 14 211 775 478

2002 1 773 7 453 255 059

2003 1 607 7 806 629 240

2004 1 479 7 913 325 189

2005 3 977 14 388 587 456

2006 1 705 5 456 304 392

2007 1 972 9 734 459 449

2008 1 704 9 623 262 786

2009 1 995 11 544 504 796

2010 1 662 9 033 338 671

2011 1 939 14 057 422 584

2012* 1 255 4 488 172 948

YILLAR GREV SAYISI

KATILAN İŞÇİ SAYISI

KAYBOLAN İŞGÜNÜ SAYISI

1993 49 6 908 574 741

1994 36 4 782 242 589

1995 120 199 867 4 838 241

1996 38 5 461 274 322

1997 37 7 045 181 913

1998 44 11 482 282 638

1999 34 3 263 229 825

2000 52 18 705 368 475

2001 35 9 911 286 015

2002 27 4 618 43 885

2003 23 1 535 144 772

2004 30 3 557 93 161

2005 34 3 529 176 824

2006 26 2 061 165 666

2007 15 25 920 1 353 558

2008 15 5 040 145 725

2009 13 3 101 209 913

2010 11 808 37 762

2011 9 557 13 273

2012* 7 582 27 697

118118 İŞVEREN / Mayıs - Haziran 2013 119119İŞVEREN / Mayıs - Haziran 2013

istatistik

Uluslararası Yönetim Geliştirme Enstitüsü (IMD) tarafından yayınlanan Dünya Rekabet Gücü Yıllığı’nın yeni güncellenen verilerine göre Türkiye, yeşil teknolojileri rekabetçi avantaja dönüştürmek konusunda rakiplerinin gerisinde kalıyor.

Güneş ve rüzgâr enerjisi gibi yenilenebilir teknolojilerin kullanımında Türkiye 60 ülke arasında 42. sırada bulunurken, Danimarka, İzlanda ve İsveç bu alandaki dünya liderliğini üstleniyor.

Sürdürülebilir kalkınmanın öneminin her geçen gün arttığı günümüz dünyasında, yeşil teknolojilerden daha fazla faydalanabilmek için gerekli yatırımların yapılması önem taşıyor.

Türkiye Yeşil Teknolojiden Yeterince Yararlanamıyor

YEŞİL TEKNOLOJİ ÇÖZÜMLERİ 2013Yenilenebilir teknolojiler (güneş enerjisi, rüzgar tirbünleri) rekabetçi avantaja

kolaylıkla dönüştürülüyor mu?

Kaynak: IMD, World Competitiveness Online 1995-2013

Page 122: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

120 İŞVEREN / Mayıs - Haziran 2013

İş Hukukunun Esasları

Prof.Dr.Kenan Tunçomağ-Prof.Dr.Tankut CentelProf.Dr.Kenan Tunçomağ ve Prof.Dr.Tankut Centel’in birlikte kaleme aldıkları kitabın

bu 6. basısı, güncellenen yasal değişiklikleri ve önceki basılardan bu yana öğreti ile yargı kararlarında yaşanan gelişmeleri yansıtmaktadır.

Öğrenciler ve uygulamacılar için bir el kitabı niteliği taşıyan Kitabın kullanıcılara yararlı olmasını diliyoruz.

İSTEME ADRESİ: BETA Basım Yayım Dağıtım A.Ş. - Narlıbahçe Sok. Damga Binası No:11Cağaloğlu-İSTANBULTel: (212) 511 54 32 www.betayayincilik.com

Türk Sosyal Güvenlik Sistemi ve Sosyal Sigortalar Hukuku

Prof.Dr.Yusuf AlperKitabın bu 5. Baskısı, lisans eğitimi sırasında sosyal güvenlik hukuku dersi veya

bu içerikte benzer dersleri alan İİBF öğrencilerinin mevzuat karmaşasına düşmeden olabilecek en sade ve anlaşılabilir bir dille, sosyal güvenlik hukukuna hakim olmalarını sağlamak amacıyla yazılmıştır.

Öğrencilere faydalı olmasını diliyoruz.İSTEME ADRESİ: Dora Basım-Yayın Dağıtım.Ltd.Şti.Altıparmak Mah.Bozkurt Cad. Avdan Apt. 10/1 Osmangazi/BURSATel: (224) 221 38 39 • Faks:(224) 220 36 [email protected]

İşyerlerinde İş Sağlığı ve Güvenliği

Doç.Dr.Aydın BaşbuğKitapta, 6331 sayılı yeni İş Sağlığı ve Güvenliği Kanununun işyerlerinde öngördüğü

iş sağlığı ve güvenliği organizasyonu ve yükümlülükleri ele alınmaktadır. Üç bölümden oluşan çalışmanın birinci bölümünde iş sağlığı ve güvenliği, hukuki

niteliği ile kamusal yükümlülükleri açısından ele alınmaya çalışılmaktadır. İkinci Bölüm, Kanunun getirdiği hükümler etrafında işyerlerinde iş sağlığı ve güvenliği tesisinin hukuki yönünü değerlendirmektedir. Üçüncü bölümde ise idari, hukuki ve cezai sorumluluklar üzerinde durulmaktadır.

İlgililere faydalı olmasını dileriz.İSTEME ADRESİ: Türkiye Şeker Sanayii İşverenleri SendikasıKaranfil Sok. No:59 Bakanlıklar-ANKARATel: (312) 418 42 73 • Faks:(312) 425 92 [email protected]

Prof. Dr. Cihangir Akın’a Armağan

T.C. Sakarya Üniversitesi YayınıProf.Dr.Cihangir Akın’ın emekliliğe ayrılması anısına çıkarılmış bulunan bu arma-

ğan kitabına çok sayıda öğretim üyesi, araştırmacı ve öğretim elemanı yazı ve görüşleri ile katkıda bulundular.

Page 123: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

12 Temmuz 1985 tarihinde, Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu, Konfederasyona Üye İşveren Sendikaları ve Türk İş Cam iasının önde gelen şirketleri tarafından kurulan TİSK Mikrocerrahi ve Rekonstrüksiyon Vakfı web sitesi 16 Mayıs 2013 tarihi itibariyle açıldı.Siteye www.tiskmcv.org.tr adresinden ulaşılabilir.

TİSK Mikrocerrahi ve Rekonstrüksiyon VakfıÇubuklu Mah. Yakut Sokak Eryılmaz Plaza K:2 No:223 Kavacık / İstanbul Tel: 0216 537 00 00 / 2320

Türkiye İşveren Sendikaları Konfede-rasyonu (TİSK) Yönetim Kurulu’nca 5 Hazi-ran 2013 tarihinde yayımlanan Basın Bil-dirisi ile kamuoyuna şu görüşler açıklandı:

“Türkiye İşveren Sendikaları Konfede-rasyonu olarak Ülkemizde cereyan eden toplumsal olayları ilgi ve endişe ile izle-mekteyiz.

Demokrasilerde herkesin ve her ke-simin düşüncesini açıkça ifade etme, bu doğrultuda eleştiri ve önerilerde bulunma hakkı bulunduğu bizim temel inancımız-dır. Demokrasilerde eleştiriden muaf kişi

ve kurum yoktur. Taksim Gezi Parkı’nda başlatılan ve çeşitli illerimize yayılan gös-terilere karşı polisin sert davranması tep-kileri artırmış ve marjinal grupların çeşitli şiddet olaylarına girişmesine neden olma-ya başlamıştır.

Bu tür davranışlardan hepimizin ve bir bütün olarak vatanımızın zarar görmesi kaçınılmazdır. Bu nedenle Türk İşveren-leri olarak bu aşamada herkesi itidal ve sağduyuya davet etmenin bir vatandaşlık görevi olduğuna yürekten inanmaktayız. Burada hepimize; her birey, kurum, ku-ruluş ve toplumsal kesime görevler düş-

mektedir. Polisin aşırı güç kullanmasının önüne geçilmesi ve toplumsal gerilimin gi-derilmesi konusunda Hükümetimizin ala-cağı her tedbirin destekçisi olacağız.

Anayasa’da da güvence altına alınan düşünce ve ifade özgürlüklerimizi sonu-na kadar kullanalım ve Ülkemize, Cum-huriyetimize, demokrasimize ve özellikle yarınımızı şekillendirecek gençlerimize sahip çıkalım. Fakat bunu yaparken, asla tahriklere kapılmayalım ve hukuk zemini-nin dışına çıkmayalım. Aksi davranışların aziz vatanımıza ve milletimize ciddi zarar-lar verebileceğini asla unutmayalım.”

TİSK: “Ülkemize, Gençlerimize ve Demokrasimize Sahip Çıkalım”

TİSK Yönetim Kurulu Başkanı Kudatgobilik Çalışanların 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü’nü Kutladı

Türkiye İşveren Sendikaları Konfederas-yonu (TİSK) Yönetim Kurulu Başkanı Tuğrul Kudatgobilik tüm işçilerin ve memurların 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü’nü kutladı.

Kudatgobilik’in 1 Mayıs Emek ve Daya-nışma Günü dolayısıyla yayınladığımesajda şu ifadeler yer aldı:

“Türkiye İşveren Sendikaları Konfe-derasyonu adına tüm çalışan kardeş-

lerimizin 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü’nü kutlarım.

İşçi ve işverenlerimizin hep birlikte oluşturduğu karşılıklı özveri, diyalog ve işbirliği sayesinde ülkemiz son yıllarda ekonomik ve sosyal kalkınma alanında önemli başarılar sağlamıştır.

Bu uzlaşı ve diyalog ortamının ko-runması ve sürekliliğinin sağlanması,

ekonomik ve sosyal hızlı değişimlere uğ-rayan küresel şartlar içinde Türkiye’nin en önemli güvencesi olacaktır.

Ülkemizin endüstri ilişkileri gelene-ğinde önemli yeri bulunan 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü’nü tüm çalışanları-mızın barış ve esenlik içinde kutlamala-rını dilerim.”

(TİSK Haber Bülteni; 30 Nisan 2013)

TİSK: “Ülkemizin Kritik Süreçten Geçtiği Bir Dönemde Gerçekleştirilen Hain ve İnsanlık Dışı Saldırıyı Lanetle Kınıyoruz”

Türkiye İşveren Sendikaları Konfederas-yonu tarafından 12 Mayıs 2013 tarihinde yapılan açıklamada şöyle denildi:

“İşveren Camiası olarak, Hatay’ın Rey-hanlı ilçesinde 11 Mayıs 2013 tarihinde yaşanan iki ayrı patlamada, 43 kişinin öl-düğünü, çok sayıda vatandaşımızın yara-landığını derin bir üzüntü ile öğrenmiş bu-

lunuyoruz. Ülkemizin kritik süreçten geçtiği bir dönemde masum vatandaşlarımızı he-def alan bu hain ve insanlık dışı saldırıyı ve temsil ettikleri düşünceyi lanetle kınıyoruz.

Ülkemizin, demokratik yapısına ve istik-rarına, Türk insanının sağduyusuna yönelik bu tarz saldırılar, ülkemizin birlik ve bera-berliğini bozamayacaktır. Vahşi saldırının

gerçekleştiği bölge ve zamanlaması bizle-rin, daha uyanık ve dikkatli olması gerekti-ğini ortaya koymaktadır.

TİSK Yönetim Kurulu olarak, hain saldı-rıda hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, yakınlarına ve Yüce Mille-timize başsağlığı, yaralılarımıza acil şifalar diliyoruz.”

Page 124: ±s-Haziran-2013.pdfZAFER ÇAĞLAYAN MUHARREM YILMAZ NECDET BUZBAŞ PROF. DR. TANKUT CENTEL PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ PROF. DR. ERCAN TEZER PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK MEHMET BAŞ

ZAFER ÇAĞLAYAN

MUHARREM YILMAZ

NECDET BUZBAŞ

PROF. DR. TANKUT CENTEL

PROF. DR. EKREM PAKDEMİRLİ

PROF. DR. ERCAN TEZER

PROF. DR. S. RIDVAN KARLUK

MEHMET BAŞ

M. HALUK NURAY

UFUK ÜNLÜ

| CİLT 51 • SA

YI 3 • MA

YIS - HA

ZIRAN

2013

TÜRKİYE AĞAÇ SANAYİİ İŞVERENLERİ SENDİKASI • TÜRK AĞIR SANAYİİ VE HİZMET SEKTÖRÜ KAMU İŞVERENLERİ SENDİKASI (TÜHİS) • TÜRK ARMATÖRLERİ İŞVERENLERİ SENDİKASI • TÜRKİYE CAM, ÇİMENTO VE TOPRAK SANAYİİ İŞVERENLERİ SENDİKASI • ÇİMENTO ENDÜSTRİSİ İŞVERENLERİ SENDİKASI (ÇEİS) • TÜRKİYE DERİ SANAYİİ İŞVERENLERİ SENDİKASI • TÜRKİYE GIDA SANAYİİ İŞVERENLERİ SENDİKASI (TÜGİS) • İLAÇ ENDÜSTRİSİ İŞVERENLER SENDİKASI (İEİS) • TÜRKİYE İNŞAAT SANAYİCİLERİ İŞVEREN SENDİKASI (İNTES) • KAMU İŞLETMELERİ İŞVERENLERİ SENDİKASI (KAMU-İŞ) • TÜRKİYE KİMYA, PETROL, LASTİK VE PLASTİK SANAYİİ İŞVERENLERİ SENDİKASI (KİPLAS) • MAHALLİ İDARELER KAMU İŞVEREN SENDİKASI (MİKSEN) • MAHALLİ İDARELER İŞVERENLERİ SENDİKASI (MİS) • TÜRKİYE METAL SANAYİCİLERİ SENDİKASI (MESS) • PETROL ÜRÜNLERİ İŞVERENLER SENDİKASI (PÜİS) • TÜRKİYE SAĞLIK ENDÜSTRİSİ İŞVERENLERİ SENDİKASI (SEİS) • TÜRKİYE SELÜLOZ, KAĞIT VE KAĞIT MAMULLERİ SANAYİİ İŞVERENLERİ SENDİKASI • TÜRKİYE ŞEKER SANAYİİ İŞVERENLERİ SENDİKASI • TÜRKİYE TEKSTİL SANAYİİ İŞVERENLERİ SENDİKASI • TÜRKİYE TOPRAK, SERAMİK, ÇİMENTO VE CAM SANAYİİ İŞVERENLERİ SENDİKASI • TURİZM ENDÜSTRİSİ İŞVERENLERİ SENDİKASI • TÜM ÖZEL EĞİTİM KURUMLARI İŞVERENLERİ SENDİKASI (TEKİS)

EK 1: Yargıtay KararlarıEK 2: “Amerikan Sanayi Hareketi” Bildirisi ve Strateji Özeti

YEŞİL EKONOMİ

GÜMRÜK BİRLİĞİ VE STA’LAR

CİLT 51 • SAYI 3 • MAYIS - HAZİRAN 2013

REFİK BAYDUR

MEHMET BÜYÜKEKŞİ

B. BURAK UYGUNER

PROF. DR. NEVZAT SAYGILIOĞLU

ÜMİT DENİZ EFENDİOĞLU

AV. BAŞAR AY

PROF. DR. EMİN ÇARIKCI

PROF. DR. EMİN ERTÜRK

YARD. DOÇ. DR. CEYDA ÖZSOY

S. MEHMET KELEŞ