175

Sabir Risalesi

Embed Size (px)

DESCRIPTION

awesome

Citation preview

Page 1: Sabir Risalesi
Page 2: Sabir Risalesi

RİSALE-İ NUR KÜLLİYATINDAN

SABIR RİSALESİ

Bediüzzaman Said Nursî

Page 3: Sabir Risalesi

NESİL YAYINLARI

Sanayi Cad. Bilge Sk. No: 2 Yenibosna-Bahçelievler / İstanbul Tel: (0212) 551 32 25 pbx ■ Fax: (0212) 551 26 59 www.nesil.com.tr www.nesilyayinlari.com www.erisale.com www.risaleinur.com.tr www.bediuzzaman.net www.sozbasimyayin.com e-posta: [email protected] © Bu Eserin Yayın Hakkı Nesil Basım Yayın Gıda Tic. ve San. A.Ş.’ye aittir. ISBN: 978-975-269-983-0 Baskı: Nesil Matbaacılık Beymer San. Sit. 2. Cad. No: 23 Yakuplu-Beylikdüzü / İstanbul Tel: (0212) 876 38 68 İstanbul – Temmuz 2011

Page 4: Sabir Risalesi

İÇİNDEKİLER

Birinci Lem’a ..............................................9 İkinci Lem’a..............................................20 Hâtime......................................................44 İkinci Lem’a hakkında Bediüzzaman’a

gönderilen bir mektup ...........................47 Ey sabırsız nefsim! ....................................49 Sabrın çeşitleri ..........................................53 Sabır ve dua .............................................63 Belâ ve musibetler geçicidir ......................65 Mesnevî-i Nuriye, Habbe’den...................68 Sabır içinde şükür.....................................71 Sekizinci Söz’den......................................88 On Üçüncü Söz’ün İkinci Makamı’ndan...89 On İkinci Şuâ’dan.....................................90 Yirmi Dördüncü Mektup, Birinci

Makam’dan ...........................................90 Otuz İkinci Söz, 3. Mevkıf’tan ...................96

Page 5: Sabir Risalesi

6 Sabır Risalesi

Bediüzzaman’ın hayatından sabır örnekleri ................................................98

Yirmi Sekizinci Mektup, 4. Risale Olan 4. Mesele’den ..................................... 105 İhtiyarlar Risalesi’nden........................... 109 Meyve Risalesi, Sekizinci Mesele’den .... 112 Emirdağ Lâhikası, 148. Mektup’tan ...... 114 İmanla gelen sabır ................................. 118 Bakara Sûresi, 14-15, Münafıklar

Hakkında............................................ 119 Barla Lâhikası, 172. Mektup’tan............ 120 Barla Lâhikası, 214. Mektup’tan............ 122 Barla Lâhikası, 255. Mektup’tan............ 123 Barla Lâhikası, 48. Mektup’tan.............. 125 Kastamonu Lâhikası, 8. Mektup’tan ...... 128 Kastamonu Lâhikası, 84. Mektup’tan.... 129 Sabrın hikmetleri ve meyveleri .............. 131 Kastamonu Lâhikası, 95. Mektup’tan.... 133 Kastamonu Lâhikası, 119. Mektup’tan.. 137 Kastamonu Lâhikası, 138. Mektup’tan.. 139 Emirdağ Lâhikası, 15. Mektup’tan......... 141 Emirdağ Lâhikası, 123. Mektup’tan ...... 141 Sünûhat, Rüyada Bir Hitabe’den .......... 144 Hutuvat-ı Sitte’den ................................ 146 Hakikat Çekirdekleri’nden..................... 148

Page 6: Sabir Risalesi

İçindekiler 7

Sabırsızlığın ilâcı......................................149 Bediüzzaman’dan sabır tavsiyeleri..........150 On Dördüncü Şuâ’dan...........................157 Münâzarat’tan.........................................158 İşârât’tan.................................................160 Kastamonu Lâhikası, 7. Mektup’tan.......160 Kastamonu Lâhikası, 120. Mektup’tan...162 Emirdağ Lâhikası II, 100. Mektup’tan ....164 Umum Nur talebelerine Üstad Bediüz-

zaman’ın vefatından önce vermiş olduğu en son derstir ...........................165 İndeksler .................................................167

Page 7: Sabir Risalesi
Page 8: Sabir Risalesi

Birinci Lem’a

HAZRET-İ YUNUS ibni Mettâ Alâ Nebiy-yinâ ve Aleyhissalâtü Vesselâmın münâcâ-tı, en azîm bir münâcâttır ve en mühim bir vesile-i icabe-i duadır.1

Hazret-i Yunus Aleyhisselâmın kıssa-i meş-huresinin hülâsası:

Denize atılmış, büyük bir balık onu yut-muş.2 Deniz fırtınalı ve gece dağdağalı ve ——————————— 1 Tirmizî, Deavât: 81; Müsned, 1:170. 2 Bk. et-Taberî, Câmiu’l-Beyân: 17:79-81.

alâ nebiyyinâ ve aleyhissalâtü vesselâm: pey-gamberimize ve ona salât ve se-lâm olsun

aleyhisselâm: Al-lah’ın selâmı onun üzerine olsun

azîm: büyük dağdağa: karışıklık

Hazret-i Yunus: so-yu, Hz. Yusuf’un kardeşi Bünyamin vasıtasıyla Hz. Ya-kup’a ve onunla Hz. İbrahim’e da-yanan ve Kur'ân'-da kıssası anlatı-lan peygamberler-den biri

hülâsa: özet

ibn: oğul kıssa-i meşhure: meşhur kıssa

Mettâ: Hz. Yu-nus’un (a.s.) ba-basının adı

münâcât: Allah’a yalvarış, duâ

vesile-i icabe-i dua: duanın ka-bulüne vesile

Page 9: Sabir Risalesi

10 Sabır Risalesi

karanlık ve her taraftan ümit kesik bir vazi-yette,

ك ا 1 ا ت ا ه ا ا مطېەئیخبخت ا ن ا ڦت

münâcâtı, ona sür’aten vasıta-i necat ol-muştur. Şu münâcâtın sırr-ı azîmi şudur ki: O vaziyette esbab bilkülliye sukut etti.

Çünkü o halde ona necat verecek öyle bir Zat lâzım ki, hükmü hem balığa, hem de-nize, hem geceye, hem cevv-i semâya ge-çebilsin. Çünkü onun aleyhinde gece, de-niz ve hût ittifak etmişler. Bu üçünü birden emrine musahhar eden bir Zat onu sahil-i selâmete çıkarabilir. Eğer bütün halk onun hizmetkârı ve yardımcısı olsaydılar, yine ——————————— 1 “Senden başka ilâh yoktur. Seni her türlü noksandan ten-

zih ederim. Gerçekten ben kendine zulmedenlerden ol-dum.” Enbiyâ Sûresi, 21:87.

bilkülliye: bütü-nüyle

cevv-i semâ: gök-yüzü, hava boşlu-ğu

esbab: sebepler hût: büyük balık ittifak: anlaşma,

birlik musahhar eden: boyun eğdiren

münâcât: Allah’a yalvarış, duâ

necat: kurtuluş sahil-i selâmet: kurtuluş sahili

sırr-ı azîm: büyük sır

sukut etmek: düş-mek; hükümsüz hâle gelmek

sür’aten: hızlıca vasıta-i necat: kurtuluş aracı

Page 10: Sabir Risalesi

Birinci Lem’a 11

beş para faydaları olmazdı.1 Demek esba-bın tesiri yok. Müsebbibü’l-Esbabdan baş-ka bir melce olamadığını aynelyakin gör-düğünden, sırr-ı ehadiyet, nur-u tevhid için-de inkişaf ettiği için, şu münâcât birden bi-re geceyi, denizi ve hûtu musahhar etmiş-tir. O nur-u tevhid ile hûtun karnını bir tah-telbahir gemisi hükmüne getirip ve zelzeleli dağvâri emvac dehşeti içinde, denizi, o nur-u tevhid ile emniyetli bir sahrâ, bir mey-dan-ı cevelân ve tenezzühgâhı olarak o nur ile semâ yüzünü bulutlardan süpürüp, kameri bir lâmba gibi başı üstünde bulun-——————————— 1 Bk. En’âm Sûresi, 6:17; Yûnus Sûresi, 10:107; Fâtır Sûre-

si, 35:2.

aynelyakin: gözle görerek kesin bil-gi edinme

dağvâri: dağ gibi emvac: dalgalar esbab: sebepler hût: büyük balık inkişaf etme: orta-ya çıkma

kamer: ay melce: sığınak meydan-ı cevelân: gezinti alanı

musahhar eden: boyun eğdiren

münâcât: Allah’a yalvarış, duâ

Müsebbibü’l-Es-bab: bütün sebep-leri ve sebeplerin sonucunu yaratan Allah

nur-u tevhid: her şeyin bir olan Al lah’a ait olduğuna ve Onun yaptığı-

na inanmaktan doğan nur

sahrâ: geniş düz-lük alan

semâ: gökyüzü sırr-ı ehadiyet: Al-lah’ın her bir var-lıkta birliğinin gö-rülmesinin sırrı

tahtelbahir: deni-zaltı

tenezzühgâh: se-yir ve gezinti yeri

Page 11: Sabir Risalesi

12 Sabır Risalesi

durdu. Her taraftan onu tehdit ve tazyik eden o mahlûkat, her cihette ona dostluk yüzünü gösterdiler. Tâ sahil-i selâmete çık-tı, şecere-i yaktîn1 altında o lûtf-u Rabbâ-nîyi müşahede etti. İşte, Hazret-i Yunus Aleyhisselâmın bi-

rinci vaziyetinden yüz derece daha müthiş bir vaziyetteyiz. Gecemiz istikbaldir. İstikba-limiz, nazar-ı gafletle, onun gecesinden yüz derece daha karanlık ve dehşetlidir. Deni-zimiz, şu sergerdan küre-i zeminimizdir. Bu denizin her mevcinde binler cenaze bulu-nuyor; onun denizinden bin derece daha korkuludur. Bizim hevâ-yı nefsimiz, hûtu-——————————— 1 Bk. Saffât Sûresi, 37:146.

aleyhisselâm: Al-lah’ın selâmı onun üzerine olsun

cihet: yön, taraf Hazret-i Yunus: so-yu, Hz. Yusuf’un kardeşi Bünyamin vasıtasıyla Hz. Ya-kup’a ve onunla Hz. İbrahim’e da-yanan ve Kur'ân'-da kıssası anla-tılan peygamber-

lerden biri hevâ-yı nefis: nef-sin yasak arzu ve istekleri

istikbal: gelecek küre-i zemin: yer-yüzü

lûtf-u Rabbânî: Allah’ın lûtfu

mahlûkat: varlık-lar

mevc: dalga müşahede etmek:

gözlemlemek nazar-ı gaflet: bir şeyin mânâsını anlamadan bak-mak

sahil-i selâmet: kurtuluş sahili

sergerdan: şaş-kın, başı dönük şecere-i yaktîn: kabak ağacı

tazyik: baskı

Page 12: Sabir Risalesi

Birinci Lem’a 13

muzdur; hayat-ı ebediyemizi sıkıp mahvı-na çalışıyor.1 Bu hut, onun hûtundan bin derece daha muzırdır. Çünkü onun hûtu yüz senelik bir hayatı mahveder. Bizim hû-tumuz ise, yüz milyon seneler hayatın mah-vına çalışıyor.

Madem hakikî vaziyetimiz budur. Biz de, Hazret-i Yunus Aleyhisselâma iktidaen, umum esbabdan yüzümüzü çevirip, doğ-rudan doğruya, Müsebbibü’l-Esbab olan Rabbimize iltica edip

2 ه ا ا ك ا ا ت مطېەئیخبخت ا ا ن ا ڦت ——————————— 1 Bk. Yusuf Sûresi, 12:53. 2 “Senden başka ilâh yoktur. Seni her türlü noksandan ten-

zih ederim. Gerçekten ben kendine zulmedenlerden ol-dum.” Enbiyâ Sûresi, 21:87.

aleyhisselâm: Al-lah’ın selâmı onun üzerine olsun

esbab: sebepler hakikî: gerçek, doğru

hayat-ı ebediye: sonsuz hayat, âhi-ret hayatı

Hazret-i Yunus: so-yu, Hz. Yusuf’un kardeşi Bünyamin vasıtasıyla Hz. Ya-

kup’a ve onunla Hz. İbrahim’e da-yanan ve Kur'ân'-da kıssası anlatı-lan peygamber-lerden biri

hût: büyük balık iktidaen: uyarak iltica etme: sığınma mahv: yok olma muzır: zararlı Müsebbibü’l-Es-

bab: bütün sebep-leri ve sebeplerin neticesini yaratan Allah

Rab: her bir varlı-ğa muhtaç olduğu şeyleri veren, on-ları terbiye edip idaresi ve ege-menliği altında bulunduran Allah

umum: bütün

Page 13: Sabir Risalesi

14 Sabır Risalesi

demeliyiz ve aynelyakin anlamalıyız ki, gaflet ve dalâletimiz sebebiyle aleyhimize ittifak eden istikbal, dünya ve hevâ-yı nef-sin zararlarını def edecek yalnız o Zat ola-bilir ki, istikbal taht-ı emrinde, dünya taht-ı hükmünde, nefsimiz taht-ı idaresindedir. Acaba Hâlık-ı Semâvat ve Arzdan başka hangi sebep var ki, en ince ve en gizli hâtı-rât-ı kalbimizi bilecek? Ve bizim için istik-bali, âhiretin icadıyla ışıklandıracak ve dün-yanın yüz bin boğucu emvâcından kurta-racak-hâşâ-Zat-ı Vâcibü’l-Vücuddan başka hiçbir şey, hiçbir cihette, Onun izin ve iradesi

âhiret: öldükten sonraki sonsuz hayat

aynelyakin: gözle görerek kesin bil-gi edinme

cihet: yön, taraf dalâlet: hak yol-dan sapkınlık, inançsızlık

emvâc: dalgalar gaflet: duyarsızlık, umursamazlık

Hâlık-ı Semâvat ve Arz: göklerin

ve yerin yaratıcısı olan Allah

hâşâ: asla hâtırât-ı kalb: kalb-den geçenler

hevâ-yı nefis: nef-sin yasak arzu ve hevesleri

icad: var etme irade: istek, arzu istikbal: gelecek ittifak: anlaşma, birlik

nefis: can, kişinin

kendisi taht-ı emir: emir altında

taht-ı hüküm: hü-küm altında

taht-ı idare: idare-si altında

Zat-ı Vâcibü’l-Vü-cud: varlığı zo-runlu olan ve var-lığının devamı için hiçbir sebebe muhtaç olmayan Zat, Allah

Page 14: Sabir Risalesi

Birinci Lem’a 15

olmadan imdad edemez ve halâskâr ola-maz.1

Madem hakikat-i hal böyledir. Nasıl ki Hazret-i Yunus Aleyhisselâma o münâcâ-tın neticesinde hûtu ona bir merkûb, bir tahtelbahir ve denizi bir güzel sahrâ ve ge-ce mehtaplı bir lâtif suret aldı. Biz dahi o münâcâtın sırrıyla

ه ا ك ا ا ا ت مطېەئیخبخت ا ا ن ا ڦت

demeliyiz. 2 ه ا ا ت -cümlesiyle istikbali ا

mize, 3 ك ا kelimesiyle dünyamıza, ——————————— 1 Bk. Kehf Sûresi, 18:23-24; İnsan Sûresi, 76:30; Tekvîr

Sûresi, 81:29; Hac Sûresi, 22:65. 2 Senden başka ilâh yoktur. 3 Sen her noksandan münezzehsin.

aleyhisselâm: Al-lah’ın selâmı onun üzerine olsun

hakikat-i hal: o andaki durumu-nun gerçeği, me-selenin iç yüzü

halâskâr: kurtarıcı Hazret-i Yunus: so-yu, Hz. Yusuf’un kardeşi Bünyamin

vasıtasıyla Hz. Ya-kup’a ve onunla Hz. İbrahim’e da-yanan ve Kur'ân'-da kıssası anlatı-lan peygamber-lerden biri

hût: büyük balık imdad: yardım istikbal: gelecek

lâtif: güzel, hoş mehtap: ay ışığı, ay merkûb: binek münâcât: Allah’a yalvarış, duâ

sahrâ: geniş düz-lük alan

suret: şekil, biçim tahtelbahir: deni-zaltı

Page 15: Sabir Risalesi

16 Sabır Risalesi

1 مطېەئیخبخت ا ا ن ا fıkrasıyla nefsimize ڦت

nazar-ı merhametini celb etmeliyiz.2 Tâ ki, nur-u iman ile ve Kur’ân’ın mehtabıyla is-tikbalimiz tenevvür etsin ve o gecemizin dehşet ve vahşeti, ünsiyet ve tenezzühe in-kılâp etsin. Ve mütemadiyen mevt ve ha-yatın değişmesiyle seneler ve karnlar em-vâcı üstünde hadsiz cenazeler binip ademe atılan dünyamız ve zeminimizde, Kur’ân-ı Hakîmin tezgâhında yapılan bir sefine-i mâneviye hükmüne geçen hakikat-i İslâ-miyet içine girip, selâmetle o denizin üs-——————————— 1 Gerçekten ben kendine zulmedenlerden oldum. 2 Bk. Buhârî, Ezan: 149, Tevhid, 9; Müslim, Zikr: 47-48, Hu-

dûd: 23. adem: yokluk celb etmek: çek-mek

emvâc: dalgalar fıkra: bölüm, kısım hadsiz: sayısız hakikat-i İslâmiyet: İslâmiyet gerçeği

inkılâp: dönüşme istikbal: gelecek karn: asır, çağ Kur’ân-ı Hakîm: sonsuz hikmetler-

le dolu Kur’ân mehtap: ay ışığı, ay mevt: ölüm mütemadiyen: sü-rekli olarak

nazar-ı merhamet: merhamet bakışı

nefis: can, kişinin kendisi

nur-u iman: iman aydınlığı

sefine-i mânevi-

ye: mânevî gemi selâmet: kötülük-lerden kurtulma, esenlik

tenevvür etme: aydınlanma

tenezzüh: gezinti ünsiyet: canaya-kınlık

vahşet: ürküntü, yabanîlik

zemin: yeryüzü

Page 16: Sabir Risalesi

Birinci Lem’a 17

tünde gezip, tâ sahil-i selâmete çıkarak ha-yatımızın vazifesi bitsin. O denizin fırtınaları ve zelzeleleri, sinema perdeleri gibi tenez-zühün manzaralarını tazelendirmekle, vah-şet ve dehşet yerine, nazar-ı ibret ve tefek-kürü keyiflendirerek okşayıp ışıklandırsın. Hem o sırr-ı Kur’ân’la, o terbiye-i Furkani-ye ile, nefsimiz bize binmeyecek, merkû-bumuz olup, bizi ona bindirip, hayat-ı ebe-diyemizin kazanmasına kuvvetli bir vasıta-mız olsun.

Elhasıl: Madem insan, mahiyetinin câmii-yeti itibarıyla, sıtmadan müteellim olduğu gibi, arzın zelzele ve ihtizâzâtından ve kâi-natın kıyamet hengâmında zelzele-i kübrâ-

arz: yeryüzü câmiiyet: geniş, kapsamlı oluş

ebedî: sonsuz elhasıl: kısaca, özetle

hayat-ı ebediye: sonsuz hayat, âhi-ret hayatı

hengâmında: sı-rasında

ihtizâzât: sarsıntı-lar

mahiyet: öz nite-lik, özellik

merkûb: binek müteellim: acı çe-ken

nazar-ı ibret: ibret gözüyle bakış

nefis: insanı lez-zetlere, maddî menfaatlere sevk eden duygu

sahil-i selâmet: güvenli yer

sırr-ı Kur’ân: Kur’-ân’ın sırrı

tefekkür: düşün-me

tenezzüh: gezinti terbiye-i Furkani-ye: doğru ile yan-lışı birbirinden ayıran Kur’ân’ın verdiği eğitim

vahşet: ürküntü, yabanîlik

zelzele: deprem

Page 17: Sabir Risalesi

18 Sabır Risalesi

sından müteellim oluyor. Ve nasıl ki hur-debinî bir mikroptan korkar, ecrâm-ı ulvi-yeden zuhur eden kuyruklu yıldızdan dahi korkar. Hem nasıl ki hanesini sever, koca dünyayı da öyle sever. Hem nasıl ki küçük bahçesini sever; öyle de, hadsiz ebedî Cen-neti dahi müştakane sever. Elbette, böyle bir insanın Mâbudu, Rabbi, melcei, ha-lâskârı, maksudu öyle bir Zat olabilir ki, umum kâinat Onun kabza-i tasarrufunda, zerrat ve seyyârat dahi taht-ı emrindedir.1 Elbette öyle bir insan daima Yunusvâri (a.s.) ——————————— 1 Bk. Âl-i İmrân Sûresi, 3:180; Zümer Sûresi, 39:63; Şûrâ

Sûresi, 42:12; Hadîd Sûresi, 57:10.

ebedî: sonsuz ecrâm-ı ulviye: gök cisimleri

hadsiz: sayısız halâskâr: kurtarıcı hane: ev hurdebinî: mikros-kobik

kabza-i tasarruf: hüküm ve idare eden el

mâbud: kendisine ibadet edilen

maksud: kastedi-

len, hedef alınan şey

melce: sığınak müştakane: şevk-le, çok isteyerek

müteellim: acı çe-ken

Rab: her bir varlı-ğa muhtaç olduğu şeyleri veren, on-ları terbiye edip idaresi ve ege-menliği altında bulunduran Allah

seyyârat: geze-genler

taht-ı emir: emrin-de, emri altında

umum: bütün Yunusvâri: Yunus gibi

zelzele-i kübrâ: büyük deprem, kı-yamet

zerrat: zerreler zuhur etme: ortaya çıkma, görünme

Page 18: Sabir Risalesi

Birinci Lem’a 19

1 ا ت ا ه ا ا مطېەئیخبخت ك ا ا ن ا ڦت

demeye muhtaçtır. م ك ا ا ا ڈڈا ا ت ا ك ا م ا

ې نت2 م ا

——————————— 1 “Senden başka ilâh yoktur. Seni her türlü noksandan ten-

zih ederim. Gerçekten ben kendine zulmedenlerden ol-dum.” Enbiyâ Sûresi, 21:87.

2 “Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğretti-ğinden başka bilgimiz yoktur. Muhakkak ki Sen, ilmi ve hik-meti herşeyi kuşatan Alîm-i Hakîmsin.” Bakara Sûresi, 2:32.

Page 19: Sabir Risalesi

İkinci Lem’a

اد اذ ه یخبخت ا ى ر ت ار ر وا ى ا مط ا ر 1 ڦم ا

SABIR KAHRAMANI Hazret-i Eyyub Aley-hisselâmın şu münâcâtı, hem mücerreb, hem tesirlidir.2 Fakat, âyetten iktibas sure-tinde, bizler münâcâtımızda

مطڦ 3 ا ر م ا ت ار ر وا ى ا خت .demeliyiz ر ىئحسمنحن ا یخب——————————— 1 “Eyyub’u da hatırla ki, Rabbine şöyle niyaz etmişti: ‘Bana

gerçekten zarar dokundu. Sen ise merhametlilerin en mer-hametlisisin.’” Enbiyâ Sûresi, 21:83.

2 Bk. Enbiyâ Sûresi; 21:84. 3 Ey Rabbim! Bana gerçekten zarar dokundu. Sen ise mer-

hametlilerin en merhametlisisin. aleyhisselâm: Al-lah’ın selâmı onun üzerine olsun

âyet: Kur’ân’ın her bir cümlesi

Hazret-i Eyyub: Hz.

İshak’ın torunu olan ve Kur’ân-ı Kerimde adı ge-çen peygamber-lerden biri

iktibas: alıntı

lem’a: parıltımücerreb: denen-miş

münâcât: Allah’a yalvarış, duâ

suret: şekil, biçim

Page 20: Sabir Risalesi

İkinci Lem’a 21

Hazret-i Eyyub Aleyhisselâmın meşhur kıssasının hülâsası şudur ki:1

Pek çok yara, bere içinde epey müddet kaldığı halde, o hastalığın azîm mükâfâtını düşünerek, kemâl-i sabırla tahammül edip kalmış. Sonra, yaralarından tevellüt eden kurtlar kalbine ve diline iliştiği zaman, zikir ve marifet-i İlâhiyenin mahalleri olan kalb ve lisanına iliştikleri için,2 o vazife-i ubudi-yete halel gelir düşüncesiyle, kendi istira-hati için değil, belki ubudiyet-i İlâhiye için demiş: “Yâ Rab, zarar bana dokundu. Li-sanen zikrime ve kalben ubudiyetime halel ——————————— 1 Bk. et-Taberî, Câmiu’l-Beyân: 17:71-72; İbn-i Hacer, Fethü’l-

Bârî: 6:421; İbnü’l-Mübarek, ez-Zühd: s.49. 2 Bk. Ebnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târîh: 1:98-100

aleyhisselâm: Al-lah’ın selâmı onun üzerine olsun

azîm: büyük halel: zarar Hazret-i Eyyub: Hz. İshak’ın torunu olan ve Kur’ân-ı Kerimde adı ge-çen peygamber-lerden biri

hülâsa: özet kemâl-i sabır: tam

sabır lisan: dil mahal: yer marifet-i İlâhiye: Allah’ı tanıma

müddet: süre mükâfât: ödül Rab: her bir varlı-ğa muhtaç olduğu şeyleri veren, on-ları terbiye edip idaresi ve egemen-

liği altında bulun-duran Allah

tahammül etme: dayanma

tevellüt eden: kaynaklanan

ubudiyet: kulluk ubudiyet-i İlâhiye: Allah’a kulluk

vazife-i ubudiyet: kulluk görevi

zikir: Allah’ı anma

Page 21: Sabir Risalesi

22 Sabır Risalesi

veriyor” diye münâcât edip, Cenâb-ı Hak o hâlis ve sâfi, garazsız, lillâh için o münâ-câtı gayet harika bir surette kabul etmiş, kemâl-i âfiyetini ihsan edip envâ-ı merha-metine mazhar eylemiş.1 İşte bu Lem’ada Beş Nükte var.

BİRİNCİ NÜKTE

Hazret-i Eyyub Aleyhisselâmın zâhirî ya-ra hastalıklarının mukabili, bizim bâtınî ve ruhî ve kalbî hastalıklarımız vardır. İç dışa, dış içe bir çevrilsek, Hazret-i Eyyub’dan daha ziyade yaralı ve hastalıklı görünece-ğiz. Çünkü işlediğimiz herbir günah, kafa-——————————— 1 Bk. Enbiyâ Sûresi, 21:84; Sâd Sûresi, 38:42-43. Ayrıca bk. Bu-

hârî, Gusül: 20, Tevhid: 35; Müsned: 2:314.

aleyhisselâm: Al-lah’ın selâmı onun üzerine olsun

bâtınî: iç Cenâb-ı Hak: Hak-kın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah

envâ-ı merhamet: merhamet türleri

garazsız: başka bir niyet taşımak-sızın

hâlis: saf Hazret-i Eyyub: Hz. İshak’ın torunu olan ve Kur’ân-ı Kerimde adı ge-çen peygamber-lerden biri

ihsan: bağış kemâl-i âfiyet: tam anlamıyla sağlıklı olma

lem’a: parıltı lillâh için: Allah

için mazhar etmek: eriştirmek

mukabil: karşılık münâcât: Allah’a yalvarış, duâ

nükte: derin ve ince anlamlı söz

ruhî: ruhla ilgili sâfi: temiz, arınmış suret: şekil, biçim zâhirî: görünürde ziyade: çok, fazla

Page 22: Sabir Risalesi

İkinci Lem’a 23

mıza giren herbir şüphe, kalb ve ruhumu-za yaralar açar.

Hazret-i Eyyub Aleyhisselâmın yaraları, kısacık hayat-ı dünyeviyesini tehdit ediyor-du. Bizim mânevî yaralarımız, pek uzun olan hayat-ı ebediyemizi tehdit ediyor. O münâcât-ı Eyyubiyeye, o hazretten bin de-fa daha ziyade muhtacız.

Bahusus, nasıl ki o hazretin yaralarından neş’et eden kurtlar kalb ve lisanına ilişmiş-ler. Öyle de, bizleri, günahlardan gelen ya-ralar ve yaralardan hasıl olan vesveseler, şüpheler—neûzu billâh—mahall-i iman olan bâtın-ı kalbe ilişip imanı zedeler ve imanın tercümanı olan lisanın zevk-i ruhanîsine ili-

aleyhisselâm: Al-lah’ın selâmı onun üzerine olsun

bahusus: özellikle bâtın-ı kalb: kal-bin içi

hasıl olan: ortaya çıkan

hayat-ı dünyevi-ye: dünya hayatı

hayat-ı ebediye: sonsuz hayat

hazret: hürmet için kullanılan ün-van

Hazret-i Eyyub: Hz. İshak’ın torunu olan ve Kur’ân-ı Kerimde adı ge-çen peygamber-lerden biri

lisan: dil mahall-i iman: ima-nın yeri

münâcât-ı Eyyu-biye: Eyyub pey-gamberin duası

neş’et etmek: or-taya çıkmak, mey-dana gelmek

neûzu billâh: Al-lah’a sığınırız

vesvese: kuruntu zevk-i ruhanî: ru-hun aldığı zevk

ziyade: çok, fazla

Page 23: Sabir Risalesi

24 Sabır Risalesi

şip zikirden nefretkârâne uzaklaştırarak sus-turuyorlar.1

Evet, günah kalbe işleyip, siyahlandıra si-yahlandıra, tâ nur-u imanı çıkarıncaya ka-dar katılaştırıyor.2 Herbir günah içinde küf-re gidecek bir yol var. O günah, istiğfarla çabuk imha edilmezse, kurt değil, belki kü-çük bir mânevî yılan olarak kalbi ısırıyor.

Meselâ, utandıracak bir günahı gizli işle-yen bir adam, başkasının ıttılaından çok hicap ettiği zaman, melâike ve ruhaniyâtın vücudu ona çok ağır geliyor. Küçük bir emâre ile onları inkâr etmek arzu ediyor.

Hem meselâ, Cehennem azabını intaç eden büyük bir günahı işleyen bir adam, Cehennemin tehdidâtını işittikçe istiğfarla ——————————— 1 Bk. Tâhâ Sûresi, 20:124; Zuhruf Sûresi, 43:36. 2 Bk. Tirmizî, Tefsîru Sûre: 83:1; İbni Mâce, Züht: 29; Mu-

vattâ, Kelâm: 18; Müsned, 2:297.

emâre: belirti, işaret hicap etme: utan-ma ıttıla: haberdar olma intaç eden: netice veren

istiğfar: Allah’tan bağışlanma dile-

mek küfür: inkâr mazhar: görünme ve yansıma yeri

melâike: melekler nefretkârâne: nef-ret edercesine

nur-u iman: ima-

nın aydınlığı ruhaniyât: maddî yapısı olmayan ruhanî varlıklar

tehdidât: tehditler vücud: varlık zikir: Allah’ı anma

Page 24: Sabir Risalesi

İkinci Lem’a 25

ona karşı siper almazsa, bütün ruhuyla Ce-hennemin ademini arzu ettiğinden, küçük bir emâre ve bir şüphe, Cehennemin inkâ-rına cesaret veriyor.

Hem meselâ, farz namazını kılmayan ve vazife-i ubudiyeti yerine getirmeyen bir ada-mın, küçük bir âmirinden küçük bir vazife-sizlik yüzünden aldığı tekdirden müteessir olan o adam, Sultan-ı Ezel ve Ebedin mü-kerrer emirlerine karşı farzında yaptığı bir tembellik, büyük bir sıkıntı veriyor. Ve o sı-kıntıdan arzu ediyor ve mânen diyor ki, keş-ke o vazife-i ubudiyeti bulunmasaydı! Ve bu arzudan, bir mânevî adâvet-i İlâhiyeyi işmam eden bir inkâr arzusu uyanır. Bir şüphe, vücud-u İlâhiyeye dair kalbe gelse, kat’î bir delil gibi ona yapışmaya meyle-

adâvet-i İlâhiye: Allah’a düşmanlık

adem: hiçlik, yok-luk

emâre: belirti, işa-ret

farz: Allah’ın ke-sinlikle yapılması-nı emrettiği şey

işmam etme: his-

settirme mânen: mânevî olarak

mükerrer: tekrar-lanan

müteessir: etkile-nen, üzülen

Sultan-ı Ezel ve Ebed: başlangıç ve sonu olmaksı-

zın, hüküm ve saltanatı ezelden ebede devam eden Sultan, Al-lah

tekdir: azarlama vazife-i ubudiyet: kulluk görevi

vücud-u İlâhiye: Allah’ın varlığı

Page 25: Sabir Risalesi

26 Sabır Risalesi

der; büyük bir helâket kapısı ona açılır. O bedbaht bilmiyor ki, inkâr vasıtasıyla, ga-yet cüz’î bir sıkıntı vazife-i ubudiyetten gel-meye mukabil, inkârda milyonlarla o sıkın-tıdan daha müthiş mânevî sıkıntılara ken-dini hedef eder.1 Sineğin ısırmasından ka-çıp yılanın ısırmasını kabul eder.

Ve hâkezâ, bu üç misale kıyas edilsin ki,

ل ران 2 م مب و sırrı anlaşılsın.

İKİNCİ NÜKTE Yirmi Altıncı Sözde sırr-ı kadere dair be-

yan edildiği gibi, musibet ve hastalıklarda in-sanların şekvâya üç vecihle hakları yoktur.

BİRİNCİ VECİH: Cenâb-ı Hak, insana giydirdiği vücut libasını san’atına mazhar ——————————— 1 Bk. Nûr Sûresi, 24:39; Hac Sûresi, 22:31. 2 “Kazandıkları günahlar, kalblerini kaplayıp karartmıştır.”

Mutaffifîn Sûresi, 83:14.

bedbaht: talihsiz, bahtsız

beyan etme: açık-lama

Cenâb-ı Hak: Hak-kın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah

cüz’î: ferdî, az, kü-çük

hâkezâ: bunun gibi helâket: mahvolma libas: elbise mukabil: karşılık musibet: belâ, bü-

yük sıkıntı sırr-ı kader: kader sırrı şekvâ: şikâyet vazife-i ubudiyet: kulluk görevi

vecih: yön

Page 26: Sabir Risalesi

İkinci Lem’a 27

ediyor. İnsanı bir model yapmış; o vücut libasını o model üstünde keser, biçer, teb-dil eder, tağyir eder, muhtelif esmâsının cil-vesini gösterir. Şâfî ismi hastalığı istediği gibi, Rezzak ismi de açlığı iktiza ediyor, ve hâkezâ...

ف ر ك ك ا ا اء fiخت ف ېوئه نت1 İKİNCİ VECİH: Hayat musibetlerle, has-

talıklarla tasaffi eder,2 kemal bulur, kuvvet bulur, terakki eder, netice verir, tekemmül eder, vazife-i hayatiyeyi yapar.3 Yeknesak ——————————— 1 Mülkün mâliki, mülkünde dilediği gibi tasarruf eder. 2 Bk. Müslim, Birr: 52; Ebû Dâvud, Cenâiz: 1; el-Hâkim, el-

Müstedrek: 1:1500. 3 Bk. Buhârî, Merdâ: 1; Müslim, Birr: 52; Tirmizî, Zühd: 57;

Muvatta’, Cenâiz: 40. cilve: görüntü, yansıma

esmâ: isimler hâkezâ: bunun gibi iktiza etmek: ge-rektirmek

kemâl: olgunluk, mükemmellik

libas: elbise mazhar etmek: ayna yapmak

muhtelif: çeşitli

musibet: belâ, bü-yük sıkıntı

Rezzak: bütün var-lıkların rızıklarını veren Allah Şâfî: yarattıklarına şifa verip iyileşti-ren Allah

tağyir etmek: de-ğiştirmek

tasaffi etmek: saf hâle gelmek, te-

mizlenmek tebdil etmek: de-ğiştirmek

tekemmül etme: mükemmelleşme

terakki etme: ge-lişme

vazife-i hayat: ha-yat görevi

vecih: yön yeknesak: tekdü-ze, monoton

Page 27: Sabir Risalesi

28 Sabır Risalesi

istirahat döşeğindeki hayat, hayr-ı mahz olan vücuttan ziyade, şerr-i mahz olan ade-me yakındır ve ona gider.

ÜÇÜNCÜ VECİH: Şu dâr-ı dünya, mey-dan-ı imtihandır1 ve dâr-ı hizmettir.2 Lezzet ve ücret ve mükâfat yeri değildir. Madem dâr-ı hizmettir ve mahall-i ubudiyettir.3 Has-talıklar ve musibetler, dinî olmamak ve sab-retmek şartıyla,4 o hizmete ve o ubudiyete çok muvafık oluyor ve kuvvet veriyor. Ve herbir saati bir gün ibadet hükmüne getir-diğinden,5 şekvâ değil, şükretmek gerektir. ——————————— 1 Bk. Bakara Sûresi, 2:155; Âl-i İmrân Sûresi, 3:154, 186;

Mâide Sûresi, 5:48; En’âm Sûresi, 6:165. 2 Bk. Tevbe Sûresi, 9:105; Necm Sûresi, 53:39. 3 Bk. Bakara Sûresi, 2:21; Necm Sûresi, 53:36. 4 Bk. Tirmizî, Deavât: 79; Nesâî, es-Sünenü’l-Kübrâ: 6:106. 5 Bk. Dârimî, Rikak: 56; Müsned: 2:159, 194, 198, 3:148,

238, 258.

adem: hiçlik, yok-luk

dâr-ı dünya: dün-ya yurdu

dâr-ı hizmet: hiz-met yeri

hayr-ı mahz: sırf hayırdan ibaret

mahall-i ubudi-

yet: kulluğun ya-pılacağı yer

meydan-ı imtihan: imtihan meydanı

musibet: belâ, bü-yük sıkıntı

muvafık: uygun mükâfât: ödül

şekvâ: şikâyet şerr-i mahz: ta-mamıyla şer ve kötü

ubudiyet: kulluk vecih: yön vücut: varlık ziyade: çok, fazla

Page 28: Sabir Risalesi

İkinci Lem’a 29

Evet, ibadet iki kısımdır: bir kısmı müs-bet, diğeri menfi. Müsbet kısmı malûmdur. Menfi kısmı ise, hastalıklar ve musibetler-le, musibetzede zaafını ve aczini hissedip, Rabb-i Rahîmine ilticâkârâne teveccüh edip, Onu düşünüp, Ona yalvarıp hâlis bir ubu-diyet yapar. Bu ubudiyete riyâ giremez, hâlistir. Eğer sabretse, musibetin mükâfâtı-nı düşünse, şükretse, o vakit herbir saati bir gün ibadet hükmüne geçer. Kısacık öm-rü uzun bir ömür olur. Hattâ bir kısmı var ki, bir dakikası bir gün ibadet hükmüne ge-çer. Hattâ bir âhiret kardeşim, Muhacir Ha-fız Ahmed isminde bir zatın müthiş bir has-talığına ziyade merak ettim. Kalbime ihtar

acz: acizlik, güç-süzlük

âhiret: öldükten sonraki sonsuz hayat

hâlis: içten ilticâkârâne: sığı-narak

menfi (ibadet): hastalık gibi insan iradesi dışında gerçekleşen ve sabırla ibadet

hükmüne geçen tecelliler

musibet: belâ, bü-yük sıkıntı

musibetzede: be-lâya uğrayan

mükâfât: ödül müsbet (ibadet): insan iradesiyle yapılan ve yapıl-masının zorunlu-luğu şer’î delille ispatlanmış, kesin

ve sabit olan; na-maz ve oruç gibi

Rabb-i Rahîm: ya-rattığı herbir varlı-ğa sonsuz şefka-tini gösteren Rab

riyâ: gösteriş teveccüh etme: yönelme

ubudiyet: kulluk zat: kişi ziyade: çok, fazla

Page 29: Sabir Risalesi

30 Sabır Risalesi

edildi: “Onu tebrik et. Herbir dakikası bir gün ibadet hükmüne geçiyor.” Zaten o zat sabır içinde şükrediyordu.

ÜÇÜNCÜ NÜKTE

Bir iki Sözde beyan ettiğimiz gibi, her insan geçmiş hayatını düşünse, kalbine ve lisanına ya “ah” veya “oh” gelir. Yani, ya teessüf eder, ya “Elhamdülillâh” der.

Teessüfü dedirten, eski zamanın lezâizi-nin zeval ve firakından neş’et eden mâne-vî elemlerdir. Çünkü zevâl-i lezzet elemdir. Bazan muvakkat bir lezzet daimî elem ve-rir. Düşünmek ise o elemi deşiyor, teessüf akıtıyor.

Eski hayatında geçirdiği muvakkat âlâ-mın zevâlinden neş’et eden mânevî ve dai-mî lezzet, “Elhamdülillâh” dedirtir. Bu fıtrî

âlâm: elemler, acı-lar

beyan etmek: açık-lamak

elem: üzüntü elhamdülillâh: hamd ve şükür yalnızca Allah’a mahsustur

fıtrî: doğuştan, ya-ratılıştan

firak: ayrılık ihtar edildi: hatır-latıldı

lezâiz: lezzetler lisan: dil muvakkat: gelip geçici

neş’et eden: kay-naklanan

teessüf etmek: üzülmek

zevâl: geçip gitme, yok olma

zevâl-i lezzet: lez-zetin bitmesi

Page 30: Sabir Risalesi

İkinci Lem’a 31

hâletle beraber, musibetlerin neticesi olan sevap ve mükâfât-ı uhreviye ve kısa ömrü musibet vasıtasıyla uzun bir ömür hükmü-ne geçmesini düşünse, sabırdan ziyade, şük-reder,

د ا ـ مب وى ا ال ـل ر وا نت1 ل demesi iktiza eder. Meşhur bir söz var ki, “Musibet zamanı uzundur.” Evet, musibet zamanı uzundur. Fakat örf-ü nâsta zanne-dildiği gibi sıkıntılı olduğundan uzun değil, belki uzun bir ömür gibi hayatî neticeler verdiği için uzundur.

DÖRDÜNCÜ NÜKTE

Yirmi Birinci Sözün Birinci Makamında beyan edildiği gibi, Cenâb-ı Hakkın insana ——————————— 1 Küfür ve dalâletten başka her türlü hal için Allah’a hamd

olsun. Ayrıca bk. Tirmizî, Deavât: 45; İbni Mâce, Mukad-dime: 23; Dua: 2.

beyan: açıklama Cenâb-ı Hak: Hak-kın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah

hâlet: vaziyet, du-rum

iktiza etmek: ge-rektirmek

musibet: belâ, bü-yük sıkıntı

mükâfât-ı uhrevi-ye: âhirete ait ödüller

örf-ü nâs: insanlar arasında kabul görmüş, gelenek haline gelmiş hu-suslar

ziyade: çok, fazla

Page 31: Sabir Risalesi

32 Sabır Risalesi

verdiği sabır kuvvetini evham yolunda da-ğıtmazsa, her musibete karşı kâfi gelebilir. Fakat vehmin tahakkümüyle ve insanın gafletiyle ve fâni hayatı bâki tevehhüm et-mesiyle, sabır kuvvetini mazi ve müstakbe-le dağıtıp, halihazırdaki musibete karşı sab-rı kâfi gelmez, şekvâya başlar. Adeta—hâ-şâ—Cenâb-ı Hakkı insanlara şekvâ eder. Hem çok haksız bir surette ve divanecesi-ne şekvâ edip sabırsızlık gösterir.

Çünkü, geçmiş herbir gün, musibet ise zahmeti gitmiş, rahatı kalmış; elemi gitmiş, zevâlindeki lezzet kalmış; sıkıntısı geçmiş, sevabı kalmış. Bundan şekvâ değil, belki mütelezzizâne şükretmek lâzım gelir. Onla-

bâki: devamlı ve kalıcı

Cenâb-ı Hak: Hak-kın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah

divanece: akılsız-ca

evham: kuruntu-lar, şüpheler

fâni: gelip geçici gaflet: dikkatsizlik, umursamazlık;

âhirete ve Allah’ın emir ve yasakla-rına duyarsızlık hâli

halihazır: şimdiki zaman

hâşâ: asla kâfi: yeterli mazi: geçmiş za-man

musibet: belâ, bü-yük sıkıntı

müstakbel: gele-

cek zaman mütelezzizâne: lezzet alarak

suret: biçim, şekil şekvâ: şikâyet tahakküm: baskı, zorbalık

tevehhüm etme: kuruntuya kapıl-ma

vehim: kuruntu zevâl: gelip geçici-lik, yokluk

Page 32: Sabir Risalesi

İkinci Lem’a 33

ra küsmek değil, bilâkis muhabbet etmek gerektir. Onun o geçmiş fâni ömrü, musi-bet vasıtasıyla bâki ve mes’ut bir nevi ömür hükmüne geçer. Onlardaki âlâmı vehimle düşünüp bir kısım sabrını onlara karşı da-ğıtmak divaneliktir.

Amma gelecek günler ise, madem daha gelmemişler, içlerinde çekeceği hastalık ve-ya musibeti şimdiden düşünüp sabırsızlık göstermek, şekvâ etmek, ahmaklıktır. “Ya-rın, öbür gün aç olacağım, susuz olacağım” diye bugün mütemadiyen su içmek, ek-mek yemek ne kadar ahmakçasına bir di-vaneliktir. Öyle de, gelecek günlerdeki, şim-di adem olan musibet ve hastalıkları düşü-nüp, şimdiden onlardan müteellim olmak, sabırsızlık göstermek, hiçbir mecburiyet ol-madan kendi kendine zulmetmek öyle bir

adem: yokluk, hiç-lik

âlâm: elemler, acı-lar

bâki: devamlı ve kalıcı

bilâkis: aksine, tersine

divanelik: akılsız-lık

fâni: gelip geçici mes’ut: mutlu musibet: belâ, bü-yük sıkıntı

müteellim: acı çe-ken

mütemadiyen: sü-rekli olarak

nevi: tür şekvâ: şikâyet vasıtasıyla: aracı-lığıyla

vehim: kuruntu

Page 33: Sabir Risalesi

34 Sabır Risalesi

belâhettir ki, hakkında şefkat ve merhamet liyakatini selb ediyor.

Elhasıl, nasıl şükür nimeti ziyadeleştiriyor;1 öyle de, şekvâ musibeti ziyadeleştirir. Hem merhamete liyakati selb eder.

Birinci Harb-i Umumînin birinci senesin-de, Erzurum’da mübarek bir zat müthiş bir hastalığa giriftar olmuştu. Yanına gittim. Ba-na dedi:

“Yüz gecedir ben başımı yastığa koyup yatamadım” diye acı bir şikâyet etti.

Ben çok acıdım. Birden hatırıma geldi ve dedim:

“Kardeşim, geçmiş sıkıntılı yüz günün, şimdi sürurlu yüz gün hükmündedir. Onla-rı düşünüp şekvâ etme. Onlara bakıp şük-ret. Gelecek günler ise, madem daha gel-——————————— 1 Bk. İbrahim Sûresi, 14:7.

belâhet: aptallık elhasıl: kısaca, özetle

giriftar olma: tu-tulma

harb-i umumî: dün-ya savaşı

liyakat: lâyık olma musibet: belâ, bü-yük sıkıntı

mübarek: hayırlı selb etmek: orta-dan kaldırmak

sürurlu: mutlu, se-

vinçli şekvâ: şikâyet şükür: Allah’a kar-şı minnet duyma, teşekkür etme

zat: kişi, şahıs ziyade: çok, fazla

Page 34: Sabir Risalesi

İkinci Lem’a 35

memişler; Rabbin olan Rahmânü’r-Rahî-min rahmetine itimad edip, dövülmeden ağlama, hiçten korkma, ademe vücut ren-gi verme. Bu saati düşün. Sendeki sabır kuvveti bu saate kâfi gelir. Divane bir ku-mandan gibi yapma ki, sol cenah düşman kuvveti onun sağ cenahına iltihak edip ona taze bir kuvvet olduğu halde, sol ce-nahındaki düşmanın sağ cenahı daha gel-mediği vakitte, o tutar, merkez kuvvetini sa-ğa sola dağıtıp, merkezi zayıf bırakıp, düş-man ednâ bir kuvvetle merkezi harap eder.”

Dedim: “Kardeşim, sen bunun gibi yap-ma. Bütün kuvvetini bu saate karşı tahşid et. Rahmet-i İlâhiyeyi ve mükâfât-ı uhrevi-

cenah: taraf divane: akılsız ednâ: en küçük, en ufak

harap etme: yok etme

iltihak etmek: ka-tılmak

kâfi: yeterli mükâfât-ı uhrevi-ye: âhirete ait ödül

Rab: her bir varlı-ğa muhtaç olduğu şeyleri veren, on-ları terbiye edip idaresi ve ege-menliği altında bulunduran Allah

Rahmânü’r-Ra-hîm: rahmeti bü-tün kâinatı kuşat-tığı gibi her bir varlığa da özel

rahmet tecellisi olan Allah

rahmet: İlâhî şef-kat, merhamet

Rahmet-i İlâhiye: Allah’ın herşeyi kuşatan sonsuz rahmeti

tahşid etmek: desteklemek, odaklanmak

Page 35: Sabir Risalesi

36 Sabır Risalesi

yeyi ve fâni ve kısa ömrünü uzun ve bâki bir surete çevirdiğini düşün. Bu acı şekvâ yerinde ferahlı bir şükret.”

O da tamamıyla bir ferah alarak, “El-hamdülillâh,” dedi, “hastalığım ondan bire indi.”

BEŞİNCİ NÜKTE

Üç Meseledir. BİRİNCİ MESELE: Asıl musibet ve muzır

musibet, dine gelen musibettir. Musibet-i diniyeden her vakit dergâh-ı İlâhiyeye ilti-ca edip feryad etmek gerektir.1

Fakat dinî olmayan musibetler, hakikat noktasında musibet değildirler. Bir kısmı ih-tar-ı Rahmânîdir. Nasıl ki çoban, gayrın tar-lasına tecavüz eden koyunlarına taş atıp, onlar o taştan hissederler ki, zararlı işten ——————————— 1 Bk. Tirmizî, Deavât: 79; Nesâi, es-Sünenü’l-Kübrâ: 6:106.

bâki: kalıcı, daimi dergâh-ı İlâhiye: Allah’ın yüce katı

elhamdülillâh: hamd, şükür ve minnet yalnızca Allah’a mahsustur

feryad: bağırıp

çağırma gayr: başka hakikat: doğru ger-çek

ihtar-ı Rahmânî: Allah’ın şefkât ve merhametle yap-tığı uyarılar

iltica etmek: sığın-mak

musibet: belâ, bü-yük sıkıntı

musibet-i diniye: dine gelen belâ

suret: şekil şekvâ: şikâyet

Page 36: Sabir Risalesi

İkinci Lem’a 37

kurtarmak için bir ihtardır, memnunâne dönerler.1 Öyle de, çok zâhirî musibetler var ki, İlâhî birer ihtar, birer ikazdır. Ve bir kısmı keffâretü’z-zünubdur.2 Ve bir kısmı, gafleti dağıtıp, beşerî olan aczini ve zaafını bildirerek bir nevi huzur vermektir. Musi-betin hastalık olan nev’i, sabıkan geçtiği gibi, o kısım, musibet değil, belki bir iltifat-ı Rabbânîdir, bir tathirdir.3

Rivayette vardır ki, “Ermiş bir ağacı silk-mekle nasıl meyveleri düşüyor; sıtmanın titremesinden günahlar öyle dökülüyor.”4 ——————————— 1 Bk. Buhâri, Îman: 39, Büyû’: 2; Müslim, Müsâkât: 107; Ebu

Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ: 1:11. 2 Bk. Tirmizî, Tefsîr-u Sûre: 4:24; Müsned, 2:303, 335, 402. 3 Bk. Müslim, Birr: 52; Ebû Dâvud, Cenâiz: 1; ed-Deylemî, el-

Müsned: 1:123; el-Hakîm et-Tirmizî, Nevâdiru’l-Usûl: 1:286. 4 Buharî, Merdâ: 3, 13, 16; Müslim, Birr: 45; İbni Mâce, Edeb:

56; Dârimî, Rikâk: 57; Müsned, 1:381, 441, 455, 3:152.

acz: acizlik, güç-süzlük

beşerî: insanî gaflet: dikkatsizlik, umursamazlık; âhirete ve Allah’ın emir ve yasakları-na duyarsızlık hâli

ihtar: uyarı İlâhî: Allah tarafın-

dan olan iltifat-ı Rabbânî: Allah’ın lütfu

keffâretü’z-zünub: günahların bağış-lanmasına vesile

memnunâne: memnun kalarak

musibet: belâ, bü-

yük sıkıntı nevi: çeşit rivayet: bir sözü nakletme; Hadis-i Şerifin nakledil-mesi

tathir: temizleme zaaf: zayıflık zâhirî: görünürde

Page 37: Sabir Risalesi

38 Sabır Risalesi

Hazret-i Eyyub Aleyhisselâm, münâcâtın-da, istirahat-i nefis için dua etmemiş. Belki zikr-i lisanî ve tefekkür-ü kalbîye mâni ol-duğu zaman, ubudiyet için şifa talep eyle-miş. Biz, o münâcâtla birinci maksadımız, günahlardan gelen mânevî, ruhî yaraları-mızın şifasını niyet etmeliyiz. Maddî hasta-lıklar için, ubudiyete mâni olduğu zaman iltica edebiliriz. Fakat muterizâne, müşteki-yâne bir surette değil, belki mütezellilâne ve istimdatkârâne iltica edilmeli. Madem Onun rububiyetine razıyız; o rububiyeti nok-tasında verdiği şeye rıza lâzım. Kazâ ve ka-

aleyhisselâm: Al-lah’ın selâmı onun üzerine olsun

Hazret-i Eyyub: Hz. İshak’ın torunu olan ve Kur’ân-ı Kerimde adı ge-çen peygamber-lerden biri

iltica etmek: sı-ğınmak

istimdatkârâne: medet ve yardım istercesine

istirahat-i nefis: kişinin rahat et-

mesi kazâ: olacağı Al-lah tarafından bili-nen ve takdir olu-nan şeylerin za-manı gelince ya-ratılması

muterizâne: itiraz eder şekilde

münâcât: Allah’a yalvarış, duâ

müştekiyâne: şi-kâyet eder gibi

mütezellilâne: ku-sur ve güçsüzlü-ğünü anlayarak

rıza: hoşnut olma, kabullenme

rububiyet: Allah’ın bütün varlık âle-mini kuşatan ege-menliği, yaratıcılı-ğı, idaresi ve ter-biyesi

suret: şekil, biçim tefekkür-ü kalbî-ye: kalp ile yapı-lan tefekkür

ubudiyet: kulluk zikr-i lisanî: Allah’ı dille anmak

Page 38: Sabir Risalesi

İkinci Lem’a 39

derine itirazı işmam eder bir tarzda ah, of edip şekvâ etmek, bir nevi kaderi tenkittir, rahîmiyetini ittihamdır. Kaderi tenkit eden, başını örse vurur, kırar. Rahmeti ittiham eden, rahmetten mahrum kalır. Kırılmış el-le intikam almak için o eli istimal etmek nasıl kırılmasını tezyid ediyor; öyle de, mu-sibete giriftar olan adam, itirazkârâne şek-vâ ve merakla onu karşılamak, musibeti iki-leştiriyor. İKİNCİ MESELE: Maddî musibetleri bü-

yük gördükçe büyür, küçük gördükçe kü-çülür. Meselâ, gecelerde insanın gözüne bir hayal ilişir. Ona ehemmiyet verdikçe şi-şer, ehemmiyet verilmezse kaybolur. Hü-cum eden arılara iliştikçe fazla tehacüm

ehemmiyet: değer, önem

giriftar olma: tutul-ma, girme

istimal etme: kul-lanma

işmam etmek: his-settirmek

itirazkârâne: itiraz eder gibi

ittiham etmek: suç-lamak

kader: Allah’ın eze-lî ilmi ile kâinatta olacak herşeyi bi-lip takdir etmesi

musibet: belâ, bü-yük sıkıntı

nevi: çeşit örs: üzerinde de-mir ve benzeri ma-denler dövülen çe-lik yüzeyli, kalın ve bir tarafı sivri

alet rahîmiyet: herbir varlığa rahmetiyle özel tecelli ediciliği

rahmet: İlâhî şef-kat, merhamet şekvâ: şikâyet tehacüm: hücum etme

tenkit etmek: eleş-tirmek

tezyid etme: arttırma

Page 39: Sabir Risalesi

40 Sabır Risalesi

göstermeleri, lâkayt kaldıkça dağılmaları gi-bi, maddî musibetlere de büyük nazarıyla, ehemmiyetle baktıkça büyür. Merak vası-tasıyla o musibet cesetten geçerek kalbde de kökleşir, bir mânevî musibeti dahi neti-ce verir, ona istinad eder, devam eder. Ne vakit o merakı, kazâya rıza ve tevekkül va-sıtasıyla izale etse, bir ağacın kökü kesil-mesi gibi, maddî musibet hafifleşe hafifle-şe, kökü kesilmiş ağaç gibi kurur, gider. Bu hakikati ifade için bir vakit böyle demiştim:

Bırak ey bîçare feryadı belâdan kıl tevekkül,

Zira feryat belâ ender hatâ en-der belâdır bil.

Eğer belâ vereni buldunsa, safâ ender atâ ender belâdır bil.

atâ ender: bolluk ve lûtuf içinde

belâ ender: belâ içinde

bîçare: çaresiz ehemmiyet: de-ğer, önem

hakikat: doğru gerçek

hatâ ender: hatâ içinde

istinad etme: da-yanma

izale etme: gider-me, ortadan kal-dırma

kazâ: olacağı Al-lah tarafından bili-nen ve takdir olu-nan şeylerin za-manı gelince ya-ratılması

lâkayt: ilgisiz musibet: belâ, bü-yük sıkıntı

nazar: bakış rıza: hoşnut olma, kabullenme

safâ ender: huzur ve rahatlık içinde

tevekkül: Allah’a dayanma ve gü-venme

Page 40: Sabir Risalesi

İkinci Lem’a 41

Eğer bulmazsan, bütün dünya cefâ ender fenâ ender belâdır bil.

Cihan dolu belâ başında var-ken, ne bağırırsın küçük bir belâ-dan? Gel, tevekkül kıl.

Tevekkülle belâ yüzünde gül, tâ o da gülsün. O güldükçe küçülür, eder tebeddül.

Nasıl ki mübarezede müthiş bir hasma karşı gülmekle, adâvet musalâhaya, husu-met şakaya döner, adâvet küçülür, mah-volur,1 tevekkül ile musibete karşı çıkmak dahi öyledir.

ÜÇÜNCÜ MESELE: Her zamanın bir hükmü var.2 Şu gaflet zamanında musibet şeklini değiştirmiş. Bazı zamanda ve bazı ——————————— 1 Bk. Fussilet Sûresi, 41:34. 2 Bk. Beyhâkî, Şuabü’l-Îmân: 4:263; Hâtîb el-Bağdâdî, el-

Cami’ li Ahlâki’r-Râvî ve Âdâbi’s-Sâmî’: 1:212, 407.

adâvet: düşmanlık cefâ ender: işken-ce içinde, sıkıntılı

cihan: âlem fenâ ender: yok-luk içinde

gaflet: sorumsuz-luk, âhiretten ve

Allah’ın emir ve yasaklarından ha-bersiz davranma

hasım: düşman husumet: düş-manlık

musalâha: barışma musibet: belâ, bü-

yük sıkıntı mübareze: karşı-lıklı mücadele, çatışma

tebeddül: değişme tevekkül: Allah’a dayanma ve gü-venme

Page 41: Sabir Risalesi

42 Sabır Risalesi

eşhasta belâ, belâ değil, belki bir lûtf-u İlâ-hîdir. Ben şu zamandaki hastalıklı sair mu-sibetzedeleri—fakat musibet dine dokun-mamak şartıyla—bahtiyar gördüğümden, hastalık ve musibet aleyhtarı bulunmak hususunda bana bir fikir vermiyor. Ve ba-na, onlara acımak hissini iras etmiyor. Çün-kü, hangi bir genç hasta yanıma gelmişse, görüyorum, emsallerine nisbeten bir dere-ce vazife-i diniyeye ve âhirete karşı mer-butiyeti var. Ondan anlıyorum ki, öyleler hakkında o nevi hastalıklar musibet değil, bir nevi nimet-i İlâhiyedir. Çünkü, çendan o hastalık onun dünyevî, fâni, kısacık ha-yatına bir zahmet iras ediyor, fakat onun ebedî hayatına faydası dokunuyor. Bir ne-vi ibadet hükmüne geçiyor. Eğer sıhhat bul-

âhiret: öldükten sonraki sonsuz hayat

bahtiyar: talihli, mutlu

çendan: gerçi ebedî: sonsuz emsal: benzer eşhas: kişiler fâni: gelip geçici,

ölümlü iras etmek: ver-mek, bırakmak

lûtf-u İlâhî: Allah’ın lütuf ve ikramı

merbutiyet: bağlı-lık

musibet: belâ, bü-yük sıkıntı

musibetzede: mu-

sibete uğrayan nevi: tür, çeşit nimet-i İlâhiye: Allah’ın nimeti

nisbeten: kıyasla sair: diğer sıhhat: sağlık, sağ-lamlık

vazife-i diniye: di-ni görev

Page 42: Sabir Risalesi

İkinci Lem’a 43

sa, gençlik sarhoşluğuyla ve zamanın se-fahetiyle, elbette hastalık hâletini muhafa-za edemeyecek, belki sefahete atılacak.

hâlet: durum, hâl muhafaza: koruma

sefahet: yasak zevk ve eğlence-

ye düşkünlük

Page 43: Sabir Risalesi

Hâtime

Cenâb-ı Hak, hadsiz kudret ve nihayetsiz rahmetini göstermek için, insanda hadsiz bir acz, nihayetsiz bir fakr derc eylemiştir. Hem hadsiz nukuş-u esmâsını göstermek için insanı öyle bir surette halk etmiş ki, hadsiz cihetlerle elemler aldığı gibi, hadsiz cihetlerle de lezzetler alabilir bir makine hükmünde yaratmış.

Ve o makine-i insaniyede yüzer âlet var. Herbirinin elemi ayrı, lezzeti ayrı, vazifesi ayrı, mükâfâtı ayrıdır. Adeta insan-ı ekber

acz: acizlik, güç-süzlük

Cenâb-ı Hak: Hak-kın ta kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah

cihet: yön derc etme: yerleş-tirme

elem: keder, üzüntü

fakr: muhtaçlık hadsiz: sonsuz hâtime: sonuç, son söz

insan-ı ekber: bü-yük insan

kudret: güç, iktidar makine-i insani-ye: bir makine hükmünde olan

insanın beden ve cihazları

mükâfât: ödül nihayetsiz: sınırsız nukuş-u esmâ: İlâhî isimlerin na-kışları

rahmet: İlâhî şef-kat, merhamet

suret: biçim, şekil

Page 44: Sabir Risalesi

İkinci Lem’a/Hâtime 45

olan âlemde tecellî eden bütün esmâ-i İlâ-hiye, bir âlem-i asgar olan insanda dahi o esmânın umumiyetle cilveleri var. Bunda sıhhat ve âfiyet ve lezâiz gibi nâfi emirler nasıl şükrü dedirtir, o makineyi çok cihet-lerle vazifelerine sevk eder, insan da bir şükür fabrikası gibi olur. Öyle de, musibet-lerle, hastalıklarla, âlâm ile, sair müheyyiç ve muharrik ârızalarla, o makinenin diğer çarklarını harekete getirir, tehyiç eder. Ma-hiyet-i insaniyede münderiç olan acz ve zaaf ve fakr madenini işlettiriyor. Bir lisan-la değil, belki herbir âzânın lisanıyla bir ilti-ca, bir istimdat vaziyeti verir. Güya insan o

acz: acizlik, güç-süzlük

âlâm: elemler, acı-lar

âlem: dünya; kâinat âlem-i asgar: en küçük âlem

ârıza: aksama âzâ: uzuvlar, or-ganlar

cihet: yön cilve: görüntü, yan-sıma

esmâ: isimler esmâ-i İlâhi: Al-

lah’ın isimleri fakr: muhtaçlık iltica: sığınma istimdat: yardım isteme

lezâiz: lezzetler lisan: dil mahiyet-i insani-ye: insanın temel özelliği

muharrik: hareke-te geçirici

musibet: belâ, bü-yük sıkıntı

müheyyiç: heye-

can verici münderiç: yerleş-tirilmiş

nâfi: faydalı sair: başka sevk etme: gönder-me, yönlendirme

tecellî: görünüm, yansıma

tehyiç etme: he-yecanlandırma

umumiyetle: ge-nellikle

zaaf: zayıflık, güç-süzlük

Page 45: Sabir Risalesi

46 Sabır Risalesi

ârızalarla, ayrı ayrı binler kalemi tazammun eden müteharrik bir kalem olur, sahife-i hayatında veyahut levh-i misalîde mukad-derât-ı hayatını yazar, esmâ-i İlâhiyeye bir ilânnâme yapar ve bir kaside-i manzume-i Sübhâniye hükmüne geçip, vazife-i fıtratı-nı ifa eder.

ârıza: aksama esmâ-i İlâhi: Al-lah’ın isimleri

ifa etme: yerine getirme

ilânnâme: duyuru kaside-i manzu-me-i Sübhâniye: bütün noksanlık-lardan uzak olan Allah’ın hassas

ölçülerle düzenli bir şekilde yazdığı kaside

levh-i misâlî: mad-dî âlemdeki olay-ların ve varlıkların üzerinde yansıdı-ğı mânevî levha

mukadderât-ı ha-yat: kader kale-miyle yazılmış ha-

yat programları müteharrik: hare-ketli

sahife-i hayat: ha-yat sayfası

tazammun eden: içeren

vazife-i fıtrat: ya-ratılıştan gelen görev

Page 46: Sabir Risalesi

İkinci Lem’a hakkında Bediüzzaman’a gönderilen

bir mektup

(Barla Lâhikası, 172. Mektup’tan)

(...) Bu defa mânevî mahrumiyetin uza-

ması, beni cidden müteessir etmişti. Sabra gayret ettim; fakat gariptir ki, bu mübarek mektubun bura postahanesine vürudu gü-

nünün sabahında 1 ن ر ا ع ا ان ا emr-i

celîlinin kuvvetine dayanarak tahammül etmekte olduğumu, fakat meraktan da hasbe’l-beşeriye kurtulamadığımı nâtık kü-çük bir mektubu, uhrevî kardeşimiz Hakkı Efendiye göndermiştim. ——————————— 1 “Şüphesiz ki Allah sabredenlerle beraberdir.” Bakara Sû-

resi, 2:153.

emr-i celîl: sonsuz derecede haşmet, heybet ve görkem sahibi Allah’ın emri

hasbe’l-beşeriye: insanlık icabı ola-

rak mübarek: bereket-li, değerli

müteessir etmek: etkilemek, üzmek

nâtık: konuşan,

söyleyen tahammül: katlan-ma, dayanma

uhrevî: âhirete da-ir, yönelik

vürud: geliş, gelme

Page 47: Sabir Risalesi

48 Sabır Risalesi

Bu nurlu mektubun başını işgal eden beş nükteli İkinci Lem’a, başıma tokmak vura-rak: Ey bîçare, sabırdan bahsetmek sana yakışır mı? Gözünü aç da Hazret-i Eyyub Aleyhisselâmın sabrına bak! Aklın varsa, o Peygamber-i Zîşânın (a.s.) sabırdaki kahra-manlığını taklide çalış. Ve korkunç manevî yaralarından kurtulmak için

مطڦ 1 ا ر م ا ت ار ر وا ى ا -duası رب ا یختيب

nı vird-i zebân et, diye tenbih ve ikazda bu-lunduğuna yakîn hâsıl ettim. Elhamdülillâh dedim.

Hulusi

——————————— 1 “Ey Rabbim! Bana gerçekten zarar dokundu. Sen merha-

metlilerin en merhametlisisin.” Enbiya Sûresi, 21:83’ten alınma bir dua.

Aleyhisselâm: Al-lah’ın selâmı onun üzerine olsun

bîçare: çaresiz elhamdülillâh: Al-lah’a hamd olsun

hasıl etme: mey-dana getirme

Hazret-i Eyyub: Hz. İshak’ın torunu olan ve Kur’ân-ı Kerimde adı ge-çen peygamber-lerden biri

nükteli: ince ve derin anlamlı

Peygamber-i Zîşân: şanlı peygamber; Hz. Eyyub (a.s.)

tenbih: ikaz, uyarı vird-i zebân: de-vamlı yapılan zikir

yakîn: kesin ve doğru bilgi

Page 48: Sabir Risalesi

Ey sabırsız nefsim!

(Yirmi Birinci Söz, Birinci Makam’dan)

ÜÇÜNCÜ İKAZ

Ey sabırsız nefsim! Acaba geçmiş günler-deki ibadet külfetini ve namazın meşakka-tini ve musibet zahmetini bugün düşünüp muzdarip olmak; hem gelecek günlerdeki ibadet vazifesini ve namaz hizmetini ve musibet elemini bugün tasavvur edip sa-bırsızlık göstermek hiç kâr-ı akıl mıdır? Şu sabırsızlıkta misalin şöyle bir sersem

kumandana benzer ki: Düşmanın sağ ce-nah kuvveti onun sağındaki kuvvetine ilti-hak etmiş ve ona taze bir kuvvet olduğu halde, o tutar, mühim bir kuvvetini sağ ce-naha gönderir, merkezi zayıflaştırır. Hem

cenah: kanat, yön elem: acı, sıkıntı iltihak etmek: ka-tılmak

kâr-ı akıl: akıl kârı külfet: yük, zorluk

meşakkat: güçlük, sıkıntı

muztarip olmak: ıztırap çekmek

nefis: kişinin ken-disi; insanı daima

kötülüğe, yasak zevk ve isteklere teşvik eden duygu

tasavvur: zihinde şekillendirme, ta-sarlama

Page 49: Sabir Risalesi

50 Sabır Risalesi

sol cenahta düşmanın askeri yokken ve daha gelmeden, büyük bir kuvvet gönde-rir, “Ateş et” emrini verir, merkezi bütün bütün kuvvetten düşürtür. Düşman işi an-lar, merkeze hücum eder, târümâr eder.

Evet, buna benzersin. Çünkü geçmiş gün-lerin zahmeti, bugün rahmete kalb olmuş. Elemi gitmiş, lezzeti kalmış. Külfeti, kera-mete iltihak; ve meşakkati, sevaba inkılâb etmiş. Öyle ise, ondan usanç almak değil, belki yeni bir şevk, taze bir zevk ve deva-ma ciddî bir gayret almak lâzım gelir. Ge-lecek günler ise madem gelmemişler; şim-diden düşünüp usanmak ve fütur getirmek, aynen o günlerde açlığı ve susuzluğu ile bu-gün düşünüp bağırıp çağırmak gibi bir di-vaneliktir.

Madem hakikat böyledir. Âkıl isen, ibadet

âkıl: akıllı cenah: kanat, yön divanelik: akılsız-lık

elem: acı, sıkıntı fütur: usanç iltihak etmek: ka-tılmak

inkılâb etmek: dö-nüşmek

kalb olmak: dö-nüşmek

külfet: yük, zorluk meşakkat: güçlük, sıkıntı

rahmet: şefkat, merhamet şevk: şiddetli arzu ve istek

târumâr etmek: da-ğıtmak

ulvî: yüce

Page 50: Sabir Risalesi

Yirmi Birinci Söz/1. Makam’dan 51

cihetinde yalnız bugünü düşün. Ve “Onun bir saatini, ücreti pek büyük, külfeti pek az, hoş ve güzel ve ulvî bir hizmete sarf ediyo-rum” de. O vakit senin acı bir füturun, tatlı bir gayrete inkılâb eder. İşte, ey sabırsız nefsim! Sen üç sabırla mü-

kellefsin. Birisi, taat üstünde sabırdır. Bi-risi, mâsiyetten sabırdır. Diğeri, musibete karşı sabırdır. Aklın varsa, şu Üçüncü İkaz-daki temsilde görünen hakikati rehber tut, merdâne “Yâ Sabûr” de, üç sabrı omuzu-na al. Cenâb-ı Hakkın sana verdiği sabır kuvvetini eğer yanlış yolda dağıtmazsan, her meşakkate ve her musibete kâfi gelebi-lir; ve o kuvvetle dayan.

Cenâb-ı Hak: Hak-kın tâ kendisi olan yüce Allah

cihet: yön fütur: usanç hakikat: gerçek, doğru

inkılâb etmek: dö-nüşmek

kâfi: yeterli külfet: yük, zorluk

mâsiyet: günah, isyan

merdâne: mertçe meşakkat: güçlük, sıkıntı

musibet: belâ, fe-laket

mükellef: mükem-mel şekilde hazır-lanmış

Sabûr: günahkâr-

lara ve isyan edenlere ceza vermekte acele etmeyen ve kulla-rına sabır gücü ihsan eden Allah

sarf etmek: harca-mak

taat: itaat, Allah’ın emirlerine uyma

ulvî: yüce

Page 51: Sabir Risalesi

Sabrın çeşitleri

(Yirmi Üçüncü Mektup’tan)

ه ا ا نت1ه

ن وان ىء ح ا ده نت2م ـ ا ة ۀ ور ه ا ا ر دا و دد ا

رات ا ق د رك ا ات ودك وذر نت3وAZİZ, gayretli, ciddî, hakikatli, hâlis, di-

rayetli kardeşim, Bizim gibi hakikat ve âhiret kardeşlerin,

ihtilâf-ı zaman ve mekân, sohbetlerine ve ——————————— 1 Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah’ın adıyla. 2 “Hiçbir şey yoktur ki Allah’ı hamd ile tesbih etmesin.” İsrâ

Sûresi, 17:44. 3 Ömrünün dakikalarının âşireleri ve vücudunun zerreleri

adedince, Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.

âhiret: öldükten sonraki sonsuz hayat

aziz: izzetli, değerli

dirayet: bilgi ve kuvvetli tecrübe sahibi olma

hakikat: gerçek

hâlis: içten, samimi ihtilâf-ı zaman ve mekân: yer ve zaman farklılığı

Page 52: Sabir Risalesi

Yirmi Üçüncü Mektup’tan 53

ünsiyetlerine bir mâni teşkil etmez. Biri şarkta, biri garpta, biri mazide, biri müs-takbelde, biri dünyada, biri âhirette olsa da, beraber sayılabilirler ve sohbet edebi-lirler. Hususan bir tek maksat için bir tek vazifede bulunanlar, birbirinin aynı hük-mündedirler. Sizi her sabah yanımda ta-savvur edip, kazancımın bir kısmını, bir sü-lüsünü—Allah kabul etsin—size veriyorum. Duada, Abdülmecid ve Abdurrahman ile berabersiniz. İnşaallah her vakit hissenizi alırsınız.

Sizin dünyaca bazı müşkülâtınız, senin hesabına beni bir parça müteessir etti. Fa-kat madem dünya bâki değil ve musibetle-rinde bir nevi hayır vardır; senin bedeline “Yâ Hû bu da geçer” kalbime geldi.

âhiret: öldükten sonraki sonsuz hayat

bâki: kalıcı, daimî garp: batı Hû: O, Allah (c.c.) hususan: özellikle hüküm: kesin bir karara varma

maksat: amaç

mâni: engel mazi: geçmiş zaman

musibet: belâ müstakbel: gele-cek zaman

müşkülât: zorluk-lar, sorunlar

müteessir: etkile-nen, etkilenmiş

nevi: tür, çeşit sülüs: üçte bir şark: doğu tasavvur etme: düşünme, hayal etme

teşkil etme: oluş-turma

ünsiyet: dostluk, alışkanlık

Page 53: Sabir Risalesi

54 Sabır Risalesi

1 ش ش ا رة ا düşündüm.

ان 2 ر ع ا ا ن ا okudum.

3 ا ا ه اوا ون ا dedim. Senin yerine را

teselli buldum. Cenâb-ı Hak bir abdini se-verse, dünyayı ona küstürür, çirkin göste-rir.4 İnşaallah sen de o sevgililerin sınıfın-dansın. Sözlerin neşrine mânilerin çoğal-ması sizi müteessir etmesin. İnşaallah, neş-rettiğin miktar bir rahmete mazhar olduğu ——————————— 1 “Gerçek hayat, ancak âhiret hayatıdır.” Buharî, Rikak: 1;

Cihad: 33, 110; Menâkıbu’l-Ensâr: 9; Mağâzî: 29; Müslim, Cihad: 126, 129; Tirmizî, Menâkıb: 55; İbni Mâce, Mesâ-cid: 3; Müsned, 2:381; 3:172, 180, 216, 276; 5:332.

2 “Şüphesiz, Allah sabredenlerle beraberdir.” Bakara Sûre-si, 2:153; Enfâl Sûresi, 8:46.

3 “Muhakkak ki biz Allah’ın kullarıyız ve Ona döneceğiz.” Bakara Sûresi, 2:156.

4 Tirmizî, Tıb, 1; Müsned, 5:427; Müstedrek, 4:207; Mec-meu’z-Zevâid, 10:285; Kenzü’l-Ummal, 3:204.

abd: kul Cenâb-ı Hak: Hak-kın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah

inşaallah: Allah’ın izniyle

mâni: engel mazhar olma: eriş-me, nail olma

müteessir etme: üzme, etkileme

neşr: yayma rahmet: merhamet ve şefkat

Page 54: Sabir Risalesi

Yirmi Üçüncü Mektup’tan 55

zaman, pek bereketli bir surette o nurlu çe-kirdekler, kesretli çiçekler açacaklar.

(...) DÖRDÜNCÜ SUALİNİZ:

ان 1 ر ع ا ا ن ا de hikmet ve gaye ne-

dir? Elcevap: Cenâb-ı Hak, Hakîm ismi muk-

tezası olarak, vücud-u eşyada, bir merdi-venin basamakları gibi bir tertip vaz etmiş. Sabırsız adam, teennî ile hareket etmediği için, basamakları ya atlar düşer veya nok-san bırakır, maksut damına çıkamaz. Onun için hırs mahrumiyete sebeptir. Sabır ise, müşkülâtın anahtarıdır ki, ——————————— 1 “Şüphesiz, Allah sabredenlerle beraberdir.” Bakara Sûre-

si, 2:153; Enfâl Sûresi, 8:46.

Cenâb-ı Hak: Hak-kın tâ kendisi olan, şeref ve yücelik sahibi Allah

Hakîm: herşeyi hikmetle yaratan Allah

hikmet: herşeyin anlamlı ve bir ga-yeye yönelik ola-

rak tam yerli ye-rinde yaratılması

kesretli: çok sayı-da

mahrumiyet: yok-sun kalma

maksut: istek, ar-zu

mukteza: gerekli-lik

müşkülat: zorluk-lar

suret: biçim, şekil teennî: tedbirli ve akıllıca hareket

tertip: düzen vaz etme: koyma, yerleştirme

vücud-u eşya: var-lıkların yaratılması

Page 55: Sabir Risalesi

56 Sabır Risalesi

ر ص ا ب ر ا ا نت 1 اح ر وا رج 2 اdurub-u emsal hükmüne geçmiştir. Demek, Cenâb-ı Hakkın inâyet ve tevfiki, sabırlı adamlarla beraberdir. Çünkü sabır üçtür:

Biri: Mâsiyetten kendini çekip sabretmek-tir. Şu sabır takvâdır;

ان 3 ع ا ڦمطا sırrına mazhar eder.

İkincisi: Musibetlere karşı sabırdır ki, te-vekkül ve teslimdir.

ن 5 ر ا ب ا نت وا مطڦ 4 و ب ا ان ا——————————— 1 “Hırslı olan kimsenin ümidi boşa çıkar ve hüsrâna uğrar.” 2 “Sabır, ferahlık ve genişliğin anahtarıdır.” Aclûnî, Keşfü’l-

Hafâ, 2:21. 3 “Allah takvâ sahipleriyle beraberdir.” Bakara Sûresi, 2:194. 4 “Muhakkak ki Allah tevekkül edenleri sever.” Âl-i İmrân

Sûresi, 3:159. 5 “Allah sabredenleri sever.” Âl-i İmrân Sûresi, 3:146.

Cenâb-ı Hak: Hak-kın tâ kendisi olan, şeref ve yücelik sahibi Allah

durub-u emsal: atasözleri

inâyet: Allah’tan

gelen yardım mâsiyet: günah mazhar etmek: kavuşturmak

musibet: belâ, bü-yük sıkıntı

takvâ: Allah’ın

emirlerini tutup, günahlardan sa-kınma

tevekkül: Allah’a güvenme ve Onu vekil kabul etme

tevfik: yardım

Page 56: Sabir Risalesi

Yirmi Üçüncü Mektup’tan 57

şerefine mazhar ediyor. Ve sabırsızlık ise Allah’tan şikâyeti tazammun eder. Ve ef’â-lini tenkit ve rahmetini ittiham ve hikme-tini beğenmemek çıkar.

Evet, musibetin darbesine karşı şekvâ su-retiyle elbette âciz ve zayıf insan ağlar. Fa-kat şekvâ Ona olmalı; Ondan olmamalı. Hazret-i Yakup Aleyhisselâmın

1 ز یخت ا زبزث ا ى و وا ا ا -demesi gibi ol ا

malı. Yani, musibeti Allah’a şekvâ etmeli; yoksa Allah’ı insanlara şekvâ eder gibi “Ey-vah! Of!” deyip “Ben ne ettim ki bu başı-ma geldi?” diyerek âciz insanların rikkatini tahrik etmek zarardır, mânâsızdır. ——————————— 1 “Ben derdimi de, üzüntümü de ancak Allah’a şikâyet ede-

rim’ dedi.” Yusuf Sûresi, 12:86. âciz: zayıf, güçsüz aleyhisselâm: Al-lah’ın selâmı onun üzerine olsun

ef’âl: fiiler, işler Hazret-i Yakup: Kur’ân’da bahsi geçen peygam-berlerden olan Hz. Yakup, Hz. İs-hak’ın oğlu olup,

İsrail lâkabıyla anılmıştır

hikmet: sebep, gaye

ittiham: suçlama mazhar etmek: ka-vuşturmak

musibet: belâ, bü-yük sıkıntı

rahmet: merhamet

ve şefkat rikkat: acıma, yuf-ka yüreklilik

suret: biçim, şekil şekva: şikayet tahrik: harekete geçirme

tazammun etme: kapsama, içerme

tenkit: eleştiri

Page 57: Sabir Risalesi

58 Sabır Risalesi

Üçüncü sabır: İbadet üzerine sabırdır ki, şu sabır onu makam-ı mahbubiyete kadar çıkarıyor, en büyük makam olan ubûdiyet-i kâmile cânibine sevk ediyor.

(On Yedinci Lem’a, Beşinci Nota’dan)

Ey insan! Senin elinde bulunan nefis ve malın senin mülkün değil, belki sana ema-nettir. O emanetin mâliki herşeye kadîr, herşeyi bilir bir Rahîm-i Kerîmdir. O senin yanındaki mülkünü senden satın almak is-tiyor—tâ senin için muhafaza etsin, zayi olmasın. İleride mühim bir fiyat sana vere-cek. Sen muvazzaf ve memur bir askersin.

cânib: taraf, yön kadîr: gücü yeten iktidar sahibi

makâm-ı mahbû-biyet: Allah’ın sevgisini kazan-ma makamı, de-recesi

mâlik: her şeyin hakikî sahibi olan

Allah muhafaza etmek: korumak

muvazzaf: görevli mühim: önemli mülk: sahip olu-nan şey

nefis: kişinin ken-disi

Rahîm-i Kerîm:

sonsuz şefkat ve merhamet sahibi olan ve sınırsız bir cömertliği olan

sevk etme: gön-derme

ubûdiyet-i kâmi-le: mükemmel kulluk vazifesi

zayi: zarar, kayıp

Page 58: Sabir Risalesi

On Yedinci Lem’a/5. Nota’dan 59

Onun namıyla çalış ve hesabıyla amel et. Odur ki, muhtaç olduğun şeyleri sana rızık olarak gönderiyor ve senin takatin yetme-diği şeylerden seni muhafaza eder. Senin şu hayatının gayesi, neticesi, o Mâlikin es-mâsına ve şuûnâtına bir mazhariyettir. Sa-na bir musibet geldiği vakit, de:

1 ا ا ون ه را ا ا -Yani, “Ben Mâliki وا

min hizmetindeyim. Ey musibet! Eğer Onun izin ve rızasıyla geldinse, merhaba, safâ geldin. Çünkü, elbette bir vakit Ona döne-ceğiz ve Onun huzuruna gideceğiz ve Ona müştâkız. Madem herhalde bir zaman bizi hayatın tekâlifinden âzâd edecektir. Hay-di, ey musibet, o terhis ve o âzâd etmek ——————————— 1 “Biz Allah’ın kullarıyız; dönüşümüz de ancak Onadır.” Ba-

kara Sûresi, 2:156.

âzâd etmek: ser-best bırakmak, hürriyetine kavuş-turmak

esmâ: isimler mâlik: her şeyin hakikî sahibi olan Allah

mazhariyet: elde

etme, edinme muhafaza etmek: korumak

musibet: belâ, bü-yük sıkıntı

müştâk: düşkün, aşık

safâ geldin: hoş geldin

şuûnât: fiiller, işler takat: güç, kuvvet tekâlif: yükümlü-lükler, ağır görev-ler

terhis: göreve son verme, serbest bı-rakma

Page 59: Sabir Risalesi

60 Sabır Risalesi

senin elinle olsun, razıyım. Eğer benim emanet muhafazasında ve vazifeperverliği-mi tecrübe suretinde sana emir ve irade et-miş, fakat sana teslim olmaklığıma izin ve rı-zası olmazsa, benim takatim yettikçe, emin olmayana, Mâlikimin emanetini teslim et-mem” der. İşte, binden bir nümune olarak, dehâ-yı

felsefînin ve hüdâ-yı Kur’ânînin verdikleri derslerin derecelerine bak. Evet, iki tarafın hakikat-i hali, sabıkan beyan edilen tarzla gidiyor. Fakat hidayet ve dalâlette insanla-rın dereceleri mütefavittir, gafletin merte-beleri de muhteliftir. Herkes her mertebe-

beyan edilen: açık-lanan

dalâlet: hak yol-dan ayrılma, sap-kınlık

dehâ-yı felsefî: fel-sefeden güç alan yüksek akıl

gaflet: Allah’ın emir ve yasaklarına du-yarsız davranma hâli

hakikat-i hâl: bir durumun ardında

gizlenen gerçek hidayet: Allah’ın gösterdiği doğru ve hak yol, İslâmi-yet

hüdâ-yı Kur’ânî: Kur’ân’ın göster-diği hak ve hida-yet yolu

irade etmek: iste-mek, dilemek

mâlik: her şeyin hakikî sahibi olan Allah

muhtelif: çeşitli mütefavit: çeşitli, farklı

nümune: örnek rıza: memnuniyet, hoşnutluk

sabıkan: bundan önce

suret: biçim, şekil takat: güç, kuvvet vazifeperver: va-zifesini seven, işi-ne düşkün

Page 60: Sabir Risalesi

On Yedinci Lem’a/5. Nota’dan 61

de bu hakikati tamamıyla hissedemez. Çün-kü gaflet, hissi iptal ediyor. Ve bu zaman-da öyle bir derecede iptal-i his etmiş ki, bu elîm elemin acısını ehl-i medeniyet hisset-miyorlar. Fakat hassasiyet-i ilmiyenin teza-yüdüyle ve her günde otuz bin cenazeyi gösteren mevtin ikazatıyla o gaflet perdesi parçalanıyor. Ecnebîlerin tâğutlarıyla ve fü-nun-u tabiiyeleriyle dalâlete gidenlere ve onları körü körüne taklit edip ittibâ edenle-re binler nefrin ve teessüfler!1

Ey bu vatan gençleri! Frenkleri taklide çalışmayınız. Âyâ, Avrupa’nın size ettikleri ——————————— 1 Bk. Âl-i İmran Sûresi, 3:100.

âyâ: acaba dalâlet: hak yol-dan ayrılma, sap-kınlık

ecnebî: yabancı ehl-i medeniyet: dünyaya yalnız maddî zevk ve menfaatleri için bakanlar

elem: acı, keder elîm: acı ve sıkıntı veren

Frenk: Avrupalı

fünun-u tabiiye: tabiatın dış görü-nüşüyle ilgilenen ilim dalları

gaflet: Allah’ın emir ve yasakları-na duyarsız dav-ranma hâli

hakikat: gerçek, doğru

hassasiyet-i ilmi-ye: ilmî duyarlılık

ikazat: uyarılar

iptal-i his: duygu-yu etkisizleştirme, uyuşturma

ittibâ etmek: tabi olmak, uymak

mevt: ölüm nefrin: beddua tâğut: ibadet edi-len bâtıl şey, put

teessüf etme: üzül-me, esef duyma

tezayüd: ziyade-leşme, artma

Page 61: Sabir Risalesi

62 Sabır Risalesi

hadsiz zulüm ve adâvetten sonra, hangi akılla onların sefahet ve bâtıl efkârlarına it-tibâ edip emniyet ediyorsunuz? Yok, yok! Sefihâne taklit edenler, ittibâ değil, belki şuursuz olarak onların safına iltihak edip kendi kendinizi ve kardeşlerinizi idam edi-yorsunuz. Âgâh olunuz ki, siz ahlâksızcası-na ittibâ ettikçe, hamiyet dâvâsında yalan-cılık ediyorsunuz. Çünkü şu surette ittibâı-nız, milliyetinize karşı bir istihfaftır ve mille-te bir istihzâdır.

اېەئد وا مزبزث ا ۀـا ا راط ا نت1ڤ ا

——————————— 1 Allah bizi de, sizi de sırat-ı müstakime eriştirsin. adâvet: düşmanlık âgâh: uyanık, aklı başında

bâtıl: hak olmayan efkâr: fikirler, dü-şünceler

hadsiz: sınırsız, sayısız

hamiyet: din ve

vatan gibi mukad-des değerleri ko-ruma gayreti

iltihak etmek: ka-tılmak

istihfaf: hafife al-ma

istihzâ: alay etme ittibâ etmek: tabi

olmak, uymak sefahet: zevk ve eğlenceye düş-künlük

sefihâne: zevk ve yasak şeylere düşkün olarak

suret: biçim, şekil zulüm: haksızlık

Page 62: Sabir Risalesi

Sabır ve dua

(Mesnevî-i Nuriye, Lasiyyemalar’dan)

... Bu âlemin Sâni’inde pek rahîmâne bir şefkat vardır. Zira görüyoruz ki, bu âlemde yardım isteyen bir musibetzedeye kemâl-i sür’atle yardım ediliyor. Dergâh-ı izzete il-tica eden kurtuluyor. Sual eden sâillerin is-tekleri veriliyor. En âdi bir zîhayatın sesi işitiliyor ve hâceti kabul ediliyor. İşte böyle bir şefkat sahibi, nev-i beşerin en büyük, en lâzım, en zarurî, şedit bir hâceti hakkında, bütün insanlar namına yaptığı duada iste-diği Cenneti ve saadet-i ebediyeyi ve ba’-

âdi: basit, sıradan âlem: dünya; kâi-nat

dergâh-ı izzet: Al-lah’ın üstünlük, yücelik kapısı

hâcet: ihtiyaç iltica etmek: sı-ğınmak

kemâl-i sür'at: çok hızlı bir şekilde

musibetzede: be-

lâya, sıkıntıya düş-müş olan kimse

namına: adına nev-i beşer: insan-lar, insanlık türü

rahîmâne: çok mer-hametli ve şefkatli bir şekilde

saadet-i ebediye: sonsuz mutluluk

sâil: dileyen, iste-yen

Sâni’: herşeyi mükemmel bir san’atla yaratan Allah

sual etmek: iste-mek şedit: şiddetli şefkat: merhamet zarurî: zorunlu zîhayat: canlı, ha-yat sahibi

zîra: çünkü

Page 63: Sabir Risalesi

64 Sabır Risalesi

sü ba’del mevti yapacaktır. Bilhassa, o re-is-i muhteremin şu umumî duasına, bütün zevilhayat, bütün mahlûkat “Âmin! Âmin!” diyorlar.

âmin: kabul eyle, ey Allahım

ba’sü ba’del mevt: öldükten sonra âhirette tekrar di-riltilme

bilhassa: özellikle

mahlûkat: yaratıl-mış varlıklar

namına: adına reis-i muhterem: hürmet ve saygı-ya lâyık olan ön-der

saadet-i ebediye: sonsuz mutluluk

umumî: genel, her-kese ait

zevilhayat: canlı-lar

Page 64: Sabir Risalesi

Belâ ve musibetler geçicidir

(On Üçüncü Söz’ün İkinci Makamı’ndan)

İkinci nokta: Zevâl-i lezzet elem olduğu

gibi, zevâl-i elem dahi lezzettir. Evet, her-kes geçmiş lezzetli, safalı günlerini düşün-se, teessüf ve tahassür elem-i mânevîsini hissedip “Eyvah” der. Ve geçmiş musibet-li, elemli günlerini tahattur etse, zevâlinden bir mânevî lezzet hisseder ki, “Elhamdülil-lâh, şükür, o belâ sevabını bıraktı, gitti” der, ferahla teneffüs eder. Demek bir saat muvakkat elem, ruhta bir mânevî lezzet bı-rakır ve lezzetli saat, bilâkis, elem bırakır.

bilâkis: aksine, tersine

elem: acı, keder, sıkıntı

elem-i mânevî: mâ-nevî elem, acı

elhamdülillâh: ezelden ebede her türlü hamd ve öv-gü, şükür ve min-

net Allah’a mah-sustur

musibet: belâ, fe-laket, dert

muvakkat: geçici safa: zevk, keyif tahassür: özlem, hasret çekme

tahattur: hatırlama teessüf: eseflen-

me, üzülme teneffüs: nefes al-ma, nefeslenme

zevâl: geçip gitme zevâl-i elem: acı ve kederin sona ermesi

zevâl-i lezzet: lez-zetin sona ermesi

Page 65: Sabir Risalesi

66 Sabır Risalesi

Madem hakikat budur. Ve madem geç-miş musibet saatleri, elemleriyle beraber mâdum ve yok olmuş; ve gelecek belâ gün-leri, şimdi mâdum ve yoktur. Ve yoktan elem yok ve mâdumdan elem gelmez. Me-selâ, birkaç gün sonra aç ve susuz olmak ihtimalinden, bugün o niyetle mütemadi-yen ekmek yese ve su içse, ne derece di-vaneliktir.

Aynen öyle de, geçmiş ve gelecek elemli saatleri—ki hiç ve mâdum ve yok olmuş-lar—şimdi düşünüp sabırsızlık göstermek ve kusurlu nefsini bırakıp Allah’tan şekvâ etmek gibi “Of, of” etmek divaneliktir. Eğer sağa sola, yani geçmiş ve geleceklere sabır kuvvetini dağıtmazsa ve hazır saate ve gü-ne karşı tutsa, tam kâfi gelir; sıkıntı ondan bire iner. Hattâ, şekvâ olmasın, ben bu üçüncü medrese-i Yusufiyede, birkaç gün

divanelik: delilik, akılsızlık

elem: acı, keder, sıkıntı

hakikat: gerçek, doğru

kâfi: yeterli mâdum: yok

medrese-i Yusufi-ye: Hz. Yusuf’un (a.s.) hapiste kal-masına benzetile-rek, iman ve Kur’-ân hizmetinden dolayı tutuklanan-ların hapsedildiği

yer mânâsında hapishane

musibet: belâ, fe-laket, dert

mütemadiyen: sü-rekli olarak şekva: şikayet

Page 66: Sabir Risalesi

On Üçüncü Söz/2. Makam’dan 67

zarfında, hiç ömrümde görmediğim maddî ve mânevî sıkıntılı, hastalıklı musibetimde, hususan Nurun hizmetinden mahrumiye-timden gelen meyusiyet ve kalbî ve ruhî sı-kıntılar beni ezdiği sırada, inâyet-i İlâhiye bu mezkûr hakikati gösterdi. Ben de sıkın-tılı hastalığımdan ve hapsimden razı ol-dum. “Çünkü benim gibi kabir kapısında bir bîçareye, gafletle geçebilir bir saatini on adet ibadet saatleri yapmak büyük kâr-dır” diye şükreyledim.

bîçare: çaresiz gaflet: umursa-mazlık, âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davran-ma

hakikat: gerçek, doğru

hususan: özellikle inâyet-i İlâhiye: Al-lah’ın yardımı

mahrumiyet: yok-sunluk

meyusiyet: ümit-sizlik

mezkûr: sözü ge-çen

musibet: belâ, bü-yük sıkıntı

zarfında: içinde

Page 67: Sabir Risalesi

68 Sabır Risalesi

(Mesnevî-i Nuriye, Habbe’den)

Vücut zaten senin mülkün değildir. Onun

mâliki ancak Mâlikü’l-Mülktür. Ve senden daha ziyade senin vücuduna şefkatlidir. Bi-naenaleyh, Mâlik-i Hakikînin daire-i emrin-den hariç o vücuda karıştığın zaman zarar vermiş olursun: ümitsizliği intaç eden hırs gibi.

Biri de belâ ve musibetlerdir. Bunlar zâil-dir, devamları yoktur. Zevalleri düşünülür-se, zıtları zihne gelir, lezzet verir.

Biri de, sen burada misafirsin. Ve bura-dan da diğer bir yere gideceksin. Misafir olan kimse, beraberce getiremediği birşeye kalbini bağlamaz. Bu menzilden ayrıldığın gibi, bu şehirden de çıkacaksın. Ve keza,

binaenaleyh: bun-dan dolayı

daire-i emir: emir dairesi, alanı

intaç etmek: neti-ce, sonuç vermek

keza: bunun gibi mâlik: sahip Mâlik-i Hakikî: her-

şeyin gerçek sa-hibi olan Allah

Mâlikü’l-Mülk: bü-tün mülkün gerçek sahibi olan Allah

menzil: yer, mekân musibet: belâ, bü-yük sıkıntı

mülk: sahip olu-nan şey şefkat: merhamet vücud: beden zâil: geçip gidici, yok olucu

zeval: geçici olma ziyade: çok, fazla

Page 68: Sabir Risalesi

Mesnevî-i Nuriye/Habbe’den 69

bu fâni dünyadan da çıkacaksın. Öyle ise, aziz olarak çıkmaya çalış. Vücudunu Mûci-dine feda et. Mukabilinde büyük bir fiyat alacaksın. Çünkü, feda etmediğin takdirde, ya bâd-ı hevâ zâil olur, gider, veya Onun malı olduğundan, yine Ona rücû eder.

(...) İ’lem eyyühe’l-aziz! Mer’ayı tecavüz

eden koyun sürüsünü çevirtmek için çoba-nın attığı taşlara musâb olan bir koyun, li-san-ı haliyle, “Biz çobanın emri altındayız. O bizden daha ziyade faidemizi düşünür. Madem onun rızası yoktur, dönelim” diye kendisi döner, sürü de döner.

Ey nefis! Sen o koyundan fazla âsi ve dâll

âsi: isyan eden aziz: çok değerli, izzetli

bâd-ı hevâ: karşı-lıksız; boş, boşu boşuna

dâll: hak yoldan sapan

fâni: geçici olan, ölümlü

i’lem eyyühe’l-aziz: “Bil ey aziz, saygı-değer kardeşim!”

mânâsında mu-hatabı uyarmak ve dikkatini çek-mek için kullanı-lan bir söz

lisan-ı hâl: hâl, davranış ve be-den dili

mer’a: hayvanların otladığı yer, otlak, çayır

Mûcid: icad eden, varlıklara vücut

verip yaratan Al-lah

mukabilinde: kar-şılığında

musâb olan: isâ-bet alan; vurulan

rıza: hoşnutluk rücû etmek: dön-mek, geri dönmek

vücud: beden zâil: geçip gidici, yok olucu

ziyade: çok, fazla

Page 69: Sabir Risalesi

70 Sabır Risalesi

değilsin. Kaderden sana atılan bir musibet taşına mâruz kaldığın zaman,

1 ون ا ه را ا ا وا -söyle ve merci-i hakikî ا

ye dön, imana gel, mükedder olma. O se-ni senden daha ziyade düşünür.

——————————— 1 “Biz Allah’ın kullarıyız; sonunda yine Ona döneceğiz.” Ba-

kara Sûresi, 2:156.

mâruz kalmak: uğ-ramak, bir şeyin tesirinde kalmak

merci-i hakikî: ger-

çek başvurulacak, sığınılacak yer

musibet: belâ, bü-yük sıkıntı

mükedder olmak: dertli, üzüntülü, kederli olmak

ziyade: çok, fazla

Page 70: Sabir Risalesi

Sabır içinde şükür

(Hastalar Risalesi’nden)

İKİNCİ DEVÂ

Ey sabırsız hasta! Sabret, belki şükret. Senin bu hastalığın, ömür dakikalarını bi-rer saat ibadet hükmüne getirebilir. Çünkü ibadet iki kısımdır. Biri müsbet ibadettir ki, namaz, niyaz gibi malûm ibadetlerdir. Di-ğeri menfi ibadetlerdir ki, hastalıklar, musi-betler vasıtasıyla musibetzede aczini, zaafı-nı hisseder, Hâlık-ı Rahîmine iltica eder, yal-varır. Hâlis, riyâsız, mânevî bir ibadete maz-har olur.

Evet, hastalıkla geçen bir ömür, Allah’tan

acz: güçsüzlük devâ: ilâç, çare Hâlık-ı Rahîm: sı-nırsız rahmet sa-hibi ve bütün var-lıkların yaratıcısı olan Allah

hâlis: samimi iltica etmek: sı-

ğınmak malûm: bilinen mazhar olmak: erişmek, sahip ol-mak

menfi: olumsuz, negatif

musibetzede: be-lâya, sıkıntıya düş-

müş olan kimse müsbet: olumlu, pozitif

niyaz: dua, yalvar-ma

riyâ: gösteriş, baş-kalarına iyi görün-me

zaaf: zayıflık

Page 71: Sabir Risalesi

72 Sabır Risalesi

şekvâ etmemek şartıyla, mü’min için iba-det sayıldığına rivâyât-ı sahiha vardır.1 Hat-tâ bazı sâbir ve şâkir hastaların bir dakika-lık hastalığı, bir saat ibadet hükmüne geçti-ği ve bazı kâmillerin bir dakikası bir gün ibadet hükmüne geçtiği, rivâyât-ı sahiha ve keşfiyat-ı sadıka ile sabittir. Senin bir da-kika ömrünü bin dakika hükmüne getirip, sana uzun ömrü kazandıran hastalıktan te-şekkî değil, teşekkür et.

ÜÇÜNCÜ DEVÂ

Ey tahammülsüz hasta! İnsan bu dünya-ya keyif sürmek ve lezzet almak için gel-mediğine, mütemadiyen gelenlerin gitmesi ve gençlerin ihtiyarlaşması ve mütemadi-yen zeval ve firakta yuvarlanması şahittir. ——————————— 1 el-Elbânî, Sahîhu Câmii’s-Sağîr, 256.

devâ: ilâç, çarefirak: ayrılık kâmil: mânevî mer-tebelerde yükse-lip olgunlaşan

keşfiyat-ı sadıka: doğru keşifler; ma-nevî âlemlerde bazı olayları ve hakikatleri görme

mü’min: Allah’a ve Ondan gelen herşeye inanan

mütemadiyen: sü-rekli olarak

rivâyât-ı sahiha: Peygamber Efen-dimize (a.s.m.) ait olduğu kesin ola-rak bilinen rivayet,

hadissâbir: sabreden şâkir: şükreden şekvâ: şikâyet tahammülsüz: da-yanıksız

teşekkî: şikayet etmek

zeval: gelip geçici olma

Page 72: Sabir Risalesi

Hastalar Risalesi’nden 73

Hem insan, zîhayatın en mükemmeli, en yükseği ve cihazatça en zengini, belki zîha-yatların sultanı hükmünde iken, geçmiş lez-zetleri ve gelecek belâları düşünmek vası-tasıyla, hayvana nisbeten en ednâ bir de-recede, ancak kederli, meşakkatli bir hayat geçiriyor. Demek insan bu dünyaya yalnız güzel yaşamak için ve rahatla ve safâ ile ömür geçirmek için gelmemiştir. Belki azîm bir sermaye elinde bulunan insan, burada ticaret ile, ebedî, daimî bir hayatın saadeti-ne çalışmak için gelmiştir. Onun eline veri-len sermaye de ömürdür.

Eğer hastalık olmazsa, sıhhat ve âfiyet gaflet verir, dünyayı hoş gösterir, âhireti unutturur. Kabri ve ölümü hatırına getir-mek istemiyor. Sermaye-i ömrünü bâd-ı heva boş yere sarf ettiriyor. Hastalık ise,

bâd-ı hevâ: boşu boşuna

belâ: büyük sıkıntı cihazat: cihazlar, donanımlar

ebedî: sonu olma-yan, sonsuz

ednâ: en aşağı gaflet: sorumsuz-

luk, âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından ha-bersiz davranma

meşakkat: güçlük, zorluk

nisbeten: kıyasla saadet: mutluluk safâ: rahat ve huzur

sarf etmek: harca-mak

sermaye: servet, varlık

sermaye-i ömür: ömür sermayesi

vasıtasıyla: aracı-lığıyla

zîhayat: canlı

Page 73: Sabir Risalesi

74 Sabır Risalesi

birden gözünü açtırır. Vücuduna ve cese-dine der ki: “Lâyemut değilsin, başıboş de-ğilsin, bir vazifen var. Gururu bırak, seni Yaratanı düşün, kabre gideceğini bil, öyle hazırlan.” İşte hastalık bu nokta-i nazardan hiç al-

datmaz bir nâsih ve ikaz edici bir mürşid-dir. Ondan şekvâ değil, belki bu cihette ona teşekkür etmek, eğer fazla ağır gelse sabır istemek gerektir.

DÖRDÜNCÜ DEVÂ Ey şekvâcı hasta! Senin hakkın şekvâ de-ğil, şükürdür, sabırdır. Çünkü senin vücu-dun ve âzâ ve cihazatın, senin mülkün de-ğildir. Sen onları yapmamışsın, başka tez-gâhlardan satın almamışsın. Demek baş-kasının mülküdür. Onların mâliki, mülkün-de istediği gibi tasarruf eder.

âzâ: uzuvlar, or-ganlar

cihazat: cihazlar, organlar

cihet: yön ikaz edici: uyarıcı lâyemut: ölümsüz mâlik: sahip

mülk: sahip olunan şey

mürşid: irşad edici, doğru yol gösteren

nâsih: nasihat edennokta-i nazar: ba-kış açısı şekvâ: şikâyet

şükür: Allah’a kar-şı minnet duyma, teşekkür etme

tasarruf etmek: di-lediği gibi kullan-mak ve yönetmek

tezgâh: satış yapı-lan yer

Page 74: Sabir Risalesi

Hastalar Risalesi’nden 75

Yirmi Altıncı Sözde denildiği gibi, meselâ gayet zengin, gayet mâhir bir san’atkâr, güzel san’atını, kıymettar servetini göster-mek için, miskin bir adama modellik vazi-fesini gördürmek maksadıyla, bir ücrete mu-kabil, bir saatçik zamanda, murassâ ve ga-yet san’atlı diktiği bir gömleği, bir hulleyi o fakire giydirir. Onun üstünde işler ve va-ziyetler verir. Harika envâ-ı san’atını gös-termek için keser, değiştirir, uzaltır, kısaltır. Acaba şu ücretli miskin adam, o zata dese: “Bana zahmet veriyorsun, eğilip kalkmak-la verdiğin vaziyetten bana sıkıntı veriyor-sun. Beni güzelleştiren bu gömleği kesip kı-saltmakla güzelliğimi bozuyorsun” demeye hak kazanabilir mi? “Merhametsizlik, insaf-sızlık ettin” diyebilir mi? İşte, aynen bu misal gibi, Sâni-i Zülcelâl

envâ-i san’at: san’at türleri

hulle: elbise insafsızlık: vicdan-sızlık

kıymettar: değerli mâhir: hünerli, san’atkâr

maksat: amaç,

gaye merhamet: acıma, şefkat

miskin: fakir, zavallı mukabil: karşılık murassâ: yaldız-lanmış, süslenmiş

san’atkâr: sanat-çı, usta

Sâni-i Zülcelâl: bü-yüklük ve haşmet sahibi olan ve her şeyi san’atlı bir şe-kilde yaratan Al-lah

servet: zenginlik vaziyet: durum, hâl zat: kişi

Page 75: Sabir Risalesi

76 Sabır Risalesi

sana, ey hasta, göz, kulak, akıl, kalb gibi nuranî duygularla murassâ olarak giydirdi-ği cisim gömleğini, Esmâ-i Hüsnâsının na-kışlarını göstermek için, çok hâlât içinde seni çevirir ve çok vaziyetlerde seni değiş-tirir. Sen açlıkla onun Rezzâk ismini tanıdı-ğın gibi, Şâfî ismini de hastalığınla bil. Elemler, musibetler bir kısım esmâsının ah-kâmını gösterdikleri için, onlarda hikmet-ten lem’alar ve rahmetten şuâlar ve o şuâ-ât içinde çok güzellikler bulunuyor. Eğer perde açılsa, tevahhuş ve nefret ettiğin has-talık perdesi arkasında sevimli, güzel mâ-nâları bulursun.

(...)

ahkâm: hükümler, esaslar

cisim: beden elem: acı, keder esmâ: Allah’ın isimleri

esmâ-i hüsnâ: Al-lah’ın sınırsız gü-zellikteki isimleri

hâlât: durumlar, hâller

hikmet: bir gaye ve faydaya yöne-lik olarak, tam

yerli yerinde olma lem’a: parıltı murassâ: yaldız-lanmış, süslenmiş

musibet: belâ, bü-yük sıkıntı

nakış: işleme, süs-leme

nuranî: nurlu, par-lak

rahmet: İlâhî şef-kat, merhamet

Rezzâk: bütün var-lıkların rızıklarını

bol bir şekilde tek-rar tekrar veren ve ihtiyaçlarını karşılayan Allah Şâfî: yarattıklarına şifa verip iyileşti-ren Allah şuâ: ışık, parıltı şuâât: şuâlar, ışık-lar, parıltılar

tevahhuş etmek: korkmak, ürkmek

vaziyet: durum, hâl

Page 76: Sabir Risalesi

Hastalar Risalesi’nden 77

ON BİRİNCİ DEVÂ

Ey sabırsız hasta kardeş! Hastalık, hazır bir elemi sana vermekle beraber, evvelki hastalığından bugüne kadar, o hastalığın zevâlindeki bir lezzet-i mâneviye ve seva-bındaki bir lezzet-i ruhiye veriyor. Bugün-den, belki bu saatten sonraki zamanda has-talık yok; elbette yoktan elem yok. Elem olmazsa teessür olamaz. Sen yanlış bir su-rette tevehhüm ettiğin için sabırsızlık geli-yor. Çünkü, bugünden evvel bütün hasta-lık zamanının maddîsi gitmekle elemi de beraber gitmiş, kendindeki sevabı ve zevâ-lindeki lezzet kalmış. Sana kâr ve sürur ver-mek lâzım gelirken, onları düşünüp müte-ellim olmak ve sabırsızlık etmek divanelik-tir. Gelecek günler daha gelmemişler. On-ları şimdiden düşünüp, yok bir günde, yok olan bir hastalıktan, yok olan bir elemden

divanelik: akılsızlık elem: acı, keder evvel: önce lezzet-i mânevi-ye: mânevî lezzet

lezzet-i ruhiye: ru-

hun lezzet alması müteellim: acı çeken, üzülen

suret: biçim, şekil sürur: mutluluk, sevinç

teessür: üzüntü tevehhüm etmek: sanmak, zannet-mek, kuruntu

zevâl: yok olma, sona erme

Page 77: Sabir Risalesi

78 Sabır Risalesi

tevehhüm ile düşünüp müteellim olmak, sabırsızlık göstermekle, üç mertebe yok yo-ğa vücut rengi vermek divanelik değil de nedir?

Madem bu saatten evvelki hastalık za-manları ise sürur veriyor. Ve madem, yine bu saatten sonraki zaman mâdum, hasta-lık mâdum, elem mâdumdur. Sen, Cenâb-ı Hakkın sana verdiği bütün sabır kuvvetini böyle sağa sola dağıtma, bu saatteki ele-me karşı tahşid et, “Yâ Sabûr” de, dayan.

(...)

ON ÜÇÜNCÜ DEVÂ Ey hastalıktan şekvâ eden bîçare adam!

Hastalık bazılara ehemmiyetli bir definedir, gayet kıymettar bir hediye-i İlâhiyedir. Her

bîçare: çaresiz, zavallı

Cenâb-ı Hak: Hak-kın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah

divanelik: akılsızlık ehemmiyet: değer, önem

elem: keder, üzüntü evvel: önce

hediye-i İlâhiye: Al-lah’ın hediyesi

kıymettar: değerli mâdum: yok müteellim: acı çe-ken, üzülen

Sabûr: kullarına sabır gücü ihsan eden Allah

sürur: mutluluk, sevinç

şekvâ: şikâyet tahşid etmek: öne-minden dolayı bir şeyin üzerinde fazla durmak

tevehhüm etmek: sanmak, zannet-mek, kuruntu

vücut rengi vermek: olmayan bir şeyi var kabul etmek

Page 78: Sabir Risalesi

Hastalar Risalesi’nden 79

hasta, kendi hastalığını o neviden tasavvur edebilir.

Madem ecel vakti muayyen değil; Cenâb-ı Hak, insanı ye’s-i mutlak ve gaflet-i mut-laktan kurtarmak için, havf ve recâ orta-sında ve hem dünya ve hem âhireti muha-faza etmek noktasında tutmak için, hikme-tiyle eceli gizlemiş. Madem her vakit ecel gelebilir; eğer insanı gaflet içinde yakalasa, ebedî hayatına çok zarar verebilir. Hastalık gafleti dağıtır, âhireti düşündürür, ölümü ta-hattur ettirir, öylece hazırlanır. Bazı öyle bir kazancı olur ki, yirmi senede kazanamadı-ğı bir mertebeyi yirmi günde kazanıyor.

âhiret: öldükten sonra yaşanacak olan sonsuz ha-yat

Cenâb-ı Hak: Hak-kın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah

ebedî: sonsuz ecel: ölüm vakti gaflet: sorumsuz-luk, âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından ha-

bersiz davranma gaflet-i mutlaka: bütünüyle umur-samazlık, âhiret-ten ve Allah’ın emir ve yasakla-rından habersiz davranma

havf ve recâ: kor-ku ve ümit

hikmet: bir gaye ve faydaya yöne-lik olarak, tam yerli yerinde olma

muayyen: belirli, bilinen

muhafaza etmek: korumak, sakla-mak

nevi: tür tahattur etmek: ha-tırlamak

tasavvur etmek: düşünme, hayal etme

ye’s-i mutlak: tam bir ümitsizlik

Page 79: Sabir Risalesi

80 Sabır Risalesi

Ezcümle, arkadaşlarımızdan—Allah rah-met etsin—iki genç vardı: Biri İlâmalı Sab-ri, diğeri İslâmköylü Vezirzâde Mustafa. Bu iki zat, talebelerim içinde kalemsiz oldukla-rı halde, samimiyette ve iman hizmetinde en ileri safta olduklarını hayretle görüyor-dum. Hikmetini bilmedim. Vefatlarından sonra anladım ki, her ikisinde de ehemmi-yetli bir hastalık vardı. O hastalık irşadıyla, sair gafil ve ferâizi terk eden gençlere be-del, en mühim bir takvâ ve en kıymettar bir hizmette ve âhirete nâfi bir vaziyette bulundular. İnşaallah, iki senelik hastalık zahmeti, milyonlar sene hayat-ı ebediye-nin saadetine medar oldu. Ben onların sıh-hati için bazı ettiğim duayı, şimdi anlıyo-

âhiret: öldükten sonra yaşanacak olan sonsuz ha-yat

bedel: karşılık ehemmiyetli: önemli

ezcümle: örneğin ferâiz: farzlar, Al-lah’ın kesin emir-leri

gafil: Allah’ı dü-

şünmeyen ve so-rumluluklarından habersiz

hayat-ı ebediye: sonsuz hayat, âhi-ret hayatı

hikmet: sebep, gaye

irşad: doğru yolu gösterme, uyarma

kıymettar: değerli medar olmak: se-

bep olmak, vesile olmak

mühim: önemli nâfi: faydalı saadet: mutluluk sair: diğer, başka sıhhat: sağlık takvâ: Allah’ın emir-lerini tutup, günah-lardan sakınmak

vaziyet: durum, hâl zat: kişi

Page 80: Sabir Risalesi

Hastalar Risalesi’nden 81

rum, dünya itibarıyla beddua olmuş. İnşa-allah, o duam, sıhhat-i uhreviye için kabul olunmuştur. İşte bu iki zat, benim itikadımca, on se-

nelik bir takvâ ile elde edilecek bir kazanç kadar bir kâr buldular. Eğer ikisi, bir kısım gençler gibi sıhhat ve gençliğine güvenip gaflet ve sefahete atılsaydılar, ölüm de on-ları tarassut edip tam günahlarının pislikle-ri içinde yakalasaydı, o nurlar definesi ye-rine, kabirlerini akrepler ve yılanlar yuvası yapacaklardı.

Madem hastalıkların böyle menfaati var. Ondan şekvâ değil, tevekkül, sabır ile, belki şükredip rahmet-i İlâhiyeye itimad etmektir.

(...)

beddua: kötü dua define: hazine gaflet: sorumsuz-luk, âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından ha-bersiz davranma

inşaallah: Allah izin verirse

itikat: inanç itimad etme: gü-venme, dayanma

menfaat: fayda, yarar

rahmet-i İlâhiye: Allah’ın herşeyi kuşatan sonsuz rahmeti

sefahet: yasak zevk ve eğlence-ye düşkünlük

sıhhat: sağlık sıhhat-i uhreviye: ahiret hayatında

sağlıklı olma şekvâ: şikayet, ya-kınma

takvâ: Allah’ın emir-lerini tutup, günah-lardan sakınmak

tarassut etmek: gözetlemek

tevekkül: Allah’a dayanma ve gü-venme

zat: kişi

Page 81: Sabir Risalesi

82 Sabır Risalesi

ON BEŞİNCİ DEVÂ

Ey âh ü enîn eden hasta! Hastalığın su-retine bakıp ah eyleme; mânâsına bak, oh de. Eğer hastalığın mânâsı güzel birşey ol-masaydı, Hâlık-ı Rahîm en sevdiği ibâdına hastalıkları vermezdi. Halbuki, hadis-i sa-hihte vardır ki,

اس د ا ا ل ء ا م ا اء، و م ا اء ل نت1 ا

(ev kemâ kàl). Yani, “En ziyade musibet ve meşakkate giriftar olanlar, insanların en ——————————— 1 el-Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, 1:519, no: 1056; el-Hâkim, el-

Müstedrek, 3:343; Buharî, Merdâ: 3; Tirmizî, Zühd: 57; İbni Mâce, Fiten: 23; Dârimî, Rikâk: 67; Müsned, 1:172, 174, 180, 185, 6:369.

âh ü enîn eden: âh çekip inleyen

ev kemâ kàl: veya buna benzer şe-kilde buyurmuş-lardır

giriftar olan: tutu-lan

hadis-i sahih: sa-hih hadis; Pey-

gamber Efendimi-ze (a.s.m.) ait ol-duğu kesin bilinen ve doğru sened ve güçlü râvîlerle rivâyet edilen ha-dis

Hâlık-ı Rahîm: sı-nırsız rahmet sa-hibi ve bütün var-

lıkların yaratıcısı olan Allah

ibâd: kullar meşakkat: güçlük, zorluk

musibet: belâ, büyük sıkıntı

suret: biçim, görünüş

ziyade: çok, fazla

Page 82: Sabir Risalesi

Hastalar Risalesi’nden 83

iyisi, en kâmilleridir.” Başta Hazret-i Ey-yub Aleyhisselâm, enbiyalar, sonra evliya-lar ve sonra ehl-i salâhat, çektikleri hasta-lıklara birer ibadet-i hâlisa, birer hediye-i Rahmâniye nazarıyla bakmışlar, sabır için-de şükretmişler, Hâlık-ı Rahîmin rahmetin-den gelen bir ameliyat-ı cerrahiye nev’in-den görmüşler.

Sen, ey âh ü fîzâr eden hasta! Bu nuranî kafileye iltihak etmek istersen, sabır içinde şükret. Yoksa şekvâ etsen, onlar seni kafi-

âh ü fîzâr eden: âh çekip ağlayan

Aleyhisselâm: Al-lah’ın selâmı onun üzerine olsun

ameliyat-ı cerrahi-ye: cerrahî ameli-yat

ehl-i salâhat: din-darlıkta çok ileri olanlar

enbiya: nebiler, peygamberler

evliya: Allah dost-ları

Hâlık-ı Rahîm: sonsuz merhamet ve şefkat sahibi

olan ve herşeyi yaratan Allah

Hazret-i Eyyub: Hz. İshak’ın torunu olan ve Kur’ân-ı Kerimde adı ge-çen peygamber-lerden biri

hediye-i Rahmâ-niye: sonsuz rah-met sahibi Allah’ın hediyesi

ibadet-i hâlisa: sa-mimiyetle, içten-likle yapılan iba-det

iltihak etmek: ka-tılmak

kafile: grup, toplu-luk

kâmil insan: mâne-vî mertebelerde yükselip olgunla-şan, fazilet sahibi insan

nazar: bakış, görüş nev’: tür nuranî: nurlu, ay-dınlık

rahmet: İlâhî şef-kat, merhamet şekvâ: şikâyet şükretmek: Allah’a karşı minnet duy-mak, teşekkür et-mek

Page 83: Sabir Risalesi

84 Sabır Risalesi

lelerine almayacaklar. Ehl-i gafletin çukurla-rına düşersin. Karanlıklı bir yolda gideceksin.

Evet, hastalıkların bir kısmı var ki, eğer ölümle neticelense, mânevî şehid hükmün-de, şehadet gibi bir velâyet derecesine se-bebiyet verir. Ezcümle, çocuk doğurmak-tan gelen hastalıklarHAŞİYE ve karın sancı-sıyla, gark ve hark ve tâun ile vefat eden şehid-i mânevî olduğu gibi, çok mübarek hastalıklar var ki, velâyet derecesini ölümle kazandırır. Hem hastalık, dünya aşkını ve alâkasını hafifleştirdiğinden, vefat ile dün-yadan, ehl-i dünya için gayet elîm ve acı olan mufarakati tahfif eder, bazan da sev-dirir. ——————————— HAŞİYE Bu hastalığın mânevî şehadeti kazandırması, lohu-

sa zamanı olan kırk güne kadardır.

ehl-i dünya: sade-ce dünya ile ilgile-nen, ahireti dü-şünmeyen kişiler

ehl-i gaflet: âhire-te, Allah’ın emir ve yasaklarına karşı duyarsız olanlar

elîm: acı ve sıkıntı

veren ezcümle: örneğin gark: suda boğulma hark: yanma haşiye: dipnot mânevî şehadet: mânevî şehitlik

mufarakat: ayrılık mübarek: uğurlu, hayırlı

sebebiyet vermek: sebep olmak şehadet: şehitlik şehid-i mânevî: mânevî olarak şe-hit sayılan

tahfif etmek: hafif-letmek

tâun: veba hastalığı velâyet: velilik

Page 84: Sabir Risalesi

Hastalar Risalesi’nden 85

ON SEKİZİNCİ DEVÂ

Ey şükrü bırakıp şekvâya giren hasta! Şekvâ bir haktan gelir. Senin bir hakkın zayi olmamış ki şekvâ ediyorsun. Belki se-nin üstünde hak olan çok şükürler var, yapmadın. Cenâb-ı Hakkın hakkını verme-den, haksız bir surette hak istiyorsun gibi şekvâ ediyorsun. Sen, kendinden yukarı mertebelerdeki sıhhatli olanlara bakıp şek-vâ edemezsin. Belki sen, kendinden sıhhat noktasında aşağı derecelerde bulunan bî-çare hastalara bakıp şükretmekle mükellef-sin. Senin elin kırık ise, kesilmiş ellere bak. Bir gözün yoksa, iki gözü de olmayan âmâ-lara bak, Allah’a şükret.

Evet, nimette kendinden yukarıya bakıp şekvâ etmeye hiç kimsenin hakkı yoktur. Ve musibette herkesin hakkı, kendinden

âmâ: kör bîçare: çaresiz Cenâb-ı Hak: Hak-kın tâ kendisi olan, şeref ve yücelik sahibi Allah

devâ: ilâç, çare musibet: belâ, bü-

yük sıkıntı mükellef: yükümlü nimet: iyilik, lütuf, ihsan

sıhhat: sağlık surette: şekilde şekvâ: şikayet, ya-kınma

şükretmek: Allah’a karşı minnet duy-mak, teşekkür et-mek şükür: Allah’a karşı minnet duyma, te-şekkür etme

zayi: kayıp

Page 85: Sabir Risalesi

86 Sabır Risalesi

musibet noktasında daha yukarı olanlara bakmaktır ki, şükretsin. Bu sır bazı risaleler-de bir temsille izah edilmiş. İcmâli şudur ki:

Bir zat, bir bîçareyi bir minarenin başına çıkarıyor. Minarenin her basamağında ayrı ayrı birer ihsan, birer hediye veriyor. Tam minarenin başında da en büyük bir hedi-yeyi veriyor. O mütenevvi hediyelere karşı ondan teşekkür ve minnettarlık istediği hal-de, o hırçın adam, bütün o basamaklarda gördüğü hediyeleri unutup veyahut hiçe sa-yıp, şükretmeyerek, yukarıya bakar. “Keş-ke bu minare daha uzun olsaydı, daha yu-karıya çıksaydım! Niçin o dağ gibi veyahut öteki minare gibi çok yüksek değil?” deyip şekvâya başlarsa, ne kadar bir küfran-ı ni-mettir, bir haksızlıktır. Öyle de, bir insan

bîçare: çaresiz icmâl: özet ihsan: iyilik, bağış, lütuf

izah etmek: açık-lamak

küfran-ı nimet: ni-mete karşı nan-körlük

minnettarlık: şük-ran duygusu

musibet: belâ, bü-yük sıkıntı

mütenevvi: çeşit çeşit

risale: Risale-i Nur’u oluşturan bölümlerden her birisi şekvâ: şikayet, ya-kınma

şükretmek: Allah’a karşı minnet duy-mak, teşekkür et-mek şükür: Allah’a karşı minnet duyma, te-şekkür etme

temsil: benzetme, örnek

zat: kişi, şahıs

Page 86: Sabir Risalesi

Hastalar Risalesi’nden 87

hiçlikten vücuda gelip, taş olmayarak, ağaç olmayıp, hayvan kalmayarak, insan olup, Müslüman olarak, çok zaman sıhhat ve âfiyet görüp yüksek bir derece-i nimet ka-zandığı halde, bazı arızalarla, sıhhat ve âfi-yet gibi bazı nimetlere lâyık olmadığı veya sû-i ihtiyarıyla veya sû-i istimaliyle elinden kaçırdığı veyahut eli yetişmediği için şekvâ etmek, sabırsızlık göstermek, “Aman, ne yaptım böyle başıma geldi?” diye rububiyet-i İlâhiyeyi tenkit etmek gibi bir hâlet, maddî hastalıktan daha musibetli, mânevî bir has-talıktır. Kırılmış elle döğüşmek gibi, şikâye-tiyle hastalığını ziyadeleştirir. Âkıl odur ki,

ن اذ ذ اا ا ة م ا ا وا ا ون اوا ا ه را 1 ا——————————— 1 “O kimseler ki, başlarına bir musibet geldiğinde ‘Biz Al-

lah’ın kullarıyız; dönüşümüz de ancak Onadır’ derler.” Ba-kara Sûresi, 2:156.

âfiyet: sağlıkderece-i nimet: ni-met derecesi

hâlet: durum, hâl musibet: belâ, bü-yük sıkıntı

rububiyet-i İlâhi-ye: Allah’ın bütün varlık âlemini ku-

şatan hakimiyeti, yaratıcılığı ve ter-biyesi

sıhhat: sağlamlık, sağlık

sû-i ihtiyar: iradeyi kötüye kullanma

sû-i istimal: kötü-ye kullanma

şekvâ: şikayet, ya-kınma

tenkit etmek: eleş-tirmek

vücuda gelme: var olma, ortaya çıkma

ziyadeleştirmek: artırmak, fazlalaş-tırmak

Page 87: Sabir Risalesi

88 Sabır Risalesi

sırrıyla teslim olup sabretsin, tâ o hastalık vazifesini bitirsin, gitsin.

(Sekizinci Söz’den) Elhasıl: Her kim hayat-ı fâniyeyi esas mak-

sat yapsa, zahiren bir cennet içinde olsa da, mânen cehennemdedir. Ve her kim ha-yat-ı bâkıyeye ciddî müteveccih ise, saa-det-i dâreyne mazhardır. Dünyası ne ka-dar fena ve sıkıntılı olsa da, dünyasını Cen-netin intizar salonu hükmünde gördüğü için hoş görür, tahammül eder, sabır için-de şükreder.

hayat-ı bâkiye: ka-lıcı, sürekli âhiret hayatı

hayat-ı fâniye: ge-çici, ölümlü dünya hayatı

intizar: bekleme

maksat: gaye mânen: mânevî yönden

mazhar: erişme, nail olma

müteveccih: yö-nelmiş

saadet-i dareyn: dünya ve âhiret mutluluğu

tahammül: katlan-ma, dayanma

zahiren: görünüşte

Page 88: Sabir Risalesi

(On Üçüncü Söz’ün İkinci Makamı’ndan)

Madem ölüm ölmüyor. Ve ecel gizlidir,

her vakit gelebilir. Ve madem kabir kapan-mıyor; kafile kafile arkasında gelenler ora-ya girip kayboluyorlar. Ve madem ölüm, ehl-i iman hakkında idam-ı ebedîden terhis tezkeresine çevrildiği, hakikat-i Kur’âniye ile gösterilmiş; ve ehl-i dalâlet ve sefahet hakkında, gözle göründüğü gibi, bir idam-ı ebedîdir, bütün mahbubâtından ve mev-cudattan bir firâk-ı lâyezâlîdir. Elbette ve elbette, hiç şüphe kalmaz ki, en bahtiyar odur ki, sabır içinde şükretmek ve hapis müddetinden tam istifade ederek Nurların

bahtiyar: talihli ecel: ölüm vakti ehl-i dalâlet ve se-fahet: doğru ve hak yoldan sapan, inançsız kimseler ve zevk, eğlence ve yasak şeylere düşkün olanlar

ehl-i iman: iman

edenler, mü’min-ler

firâk-ı lâyezâlî: so-nu olmayan ayrılık

hakikat-ı Kur’âni-ye: Kur’ân’ın ger-çeği

idam-ı ebedî: diril-memek üzere son-suz yok oluş

istifade etmek: fay-dalanmak, yarar-lanmak

kafile: grup mahbubât: sevilen-ler, sevgililer

mevcudât: varlıklar terhis: göreve son verme

tezkere: belge

Page 89: Sabir Risalesi

90 Sabır Risalesi

dersini alarak istikamet dairesinde imanına ve Kur’ân’a hizmete çalışmaktır.

(On İkinci Şuâ’dan)

Hem madem herşey geçici ve fânidir ve ölüm ölmüyor ve kabir kapısı kapanmıyor. Ve zahmet ise rahmete kalb oluyor. Elbet-te biz sabır ve şükürle tevekkül edip sükût ederiz.

(Yirmi Dördüncü Mektup, Birinci Makam’dan)

BİRİNCİ REMİZ Yirmi Altıncı Sözün hâtimelerinde denil-

diği gibi, nasıl ki bir mahir san’atkâr, kıy-

fâni: geçici hâtime: sonuç, son istikamet: doğrulukkalb olma: dönüş-me

mahir: becerikli

rahmet: merha-met, şefkat, ihsan

remiz: işaret san’atkâr: sanat-çı, usta

sükût: sessiz kal-

ma, susma tevekkül: Allah’a dayanma ve gü-venme, sebeplere sarılıp neticeyi Al-lah’a havale etme

Page 90: Sabir Risalesi

Yirmi Dördüncü Mektup/1. Makam’dan 91

mettar bir elbiseyi murassâ ve münakkaş surette yapmak için, bir miskin adamı, lâ-yık olduğu bir ücrete mukàbil model yapa-rak, kendi san’at ve maharetini göstermek için, o elbiseyi o miskin adam üstünde bi-çer, keser, kısaltır, uzatır; o adamı da otur-tur, kaldırır, muhtelif vaziyetler verir. Şu miskin adamın hiçbir hakkı var mıdır ki, o san’atkâra desin: “Beni güzelleştiren bu el-biseye neden ilişip tebdil ve tağyir ediyor-sun ve beni kaldırıp oturtup meşakkatle benim istirahatimi bozuyorsun?”

Aynen öyle de, Sâni-i Zülcelâl, herbir ne-vi mevcudatın mahiyetini birer model itti-haz ederek ve nukuş-u esmâsıyla kemâlât-ı

istirahat: rahat etme

ittihaz etme: edin-me, alma

kıymettar: değerli maharet: beceri, ustalık

mahiyet: nitelik, özellik

meşakkat: güçlük, zorluk

mevcudat: varlık-lar

miskin: zavallı muhtelif: değişik, farklı

mukabil: karşılık murassâ: süslen-miş, süslü

münakkaş: nakış-lanmış, süslen-miş

nevi: tür, çeşit nukuş-u esmâ: isimlerin nakışları

san’atkâr: sanatçı, usta

Sâni-i Zülcelâl: son-suz yücelik ve haş-met sahibi ve her-şeyi san’atla yara-tan Allah

suret: biçim, şekil tağyir: değiştirme, başkalaştırma

tebdil etme: değiş-tirme

Page 91: Sabir Risalesi

92 Sabır Risalesi

san’atını göstermek için, herbir şeye, husu-san zîhayata, duygularla murassâ bir vücut libasını giydirerek, üstünde kalem-i kazâ ve kaderle nakışlar yapar, cilve-i esmâsını gösterir. Herbir mevcuda dahi, ona lâyık bir tarzda bir ücret olarak, bir kemâl, bir lez-zet, bir feyiz veriyor.

اء 1 ف ه ى ف ر ك ك ا ا sır-rına mazhar olan o Sâni-i Zülcelâle karşı hiçbir şeyin hakkı var mıdır ki, desin, “Ba-na zahmet veriyorsun, benim istirahatimi bozuyorsun.” Hâşâ!

Evet, mevcudatın hiçbir cihette Vâcibü’l-——————————— 1 Mülkün sahibi, mülkünde nasıl dilerse öyle tasarruf eder.

cihet: yön, taraf cilve-i esmâ: Al-lah’ın isimlerinin varlıklardaki yan-sıması, görüntüsü

feyiz: mânevî gıda hâşâ: asla hususan: özellikle istirahat: rahat etme

kalem-i kazâ ve kader: Allah’ın olacak hadiseleri

olmadan önce bi-lip takdir etmesi ve bu bilinen ve takdir olunan ha-diseleri zamanı gelince meydana getirmesi

kemâl: kusursuz-luk

kemâlât-ı san’at: san’attaki mükem-mellikler

libas: elbise

mazhar: erişme, nail olma

mevcud: varlık mevcudat: varlıklar murassâ: süslen-miş, süslü

Sâni-i Zülcelâl: son-suz yücelik ve haş-met sahibi ve her-şeyi san’atla yara-tan Allah

vücut: varlık zîhayat: canlı

Page 92: Sabir Risalesi

Yirmi Dördüncü Mektup/1. Makam’dan 93

Vücuda karşı hakları yoktur ve hak dâvâ edemezler. Belki hakları daima şükür ve hamd ile, verdiği vücut mertebelerinin hak-kını edâ etmektir. Çünkü verilen bütün vü-cut mertebeleri vukuattır, birer illet ister. Fakat verilmeyen mertebeler imkânâttır. İmkânât ise ademdir, hem nihayetsizdir. Ademler ise illet istemezler. Nihayetsize il-let olamaz.

Meselâ madenler diyemezler: “Niçin ne-bâtî olmadık?” Şekvâ edemezler; belki vü-cud-u madenîye mazhar oldukları için, hak-ları Fâtırına şükrandır.

Nebâtat, “Niçin hayvan olmadım?” deyip şekvâ edemez. Belki, vücut ile beraber, ha-yata mazhar olduğu için, hakkı şükrandır.

adem: yokluk, hiçlik edâ etmek: yerine getirmek

Fâtır: herşeyi ben-zersiz olarak, ha-rika, üstün san’a-tıyla yaratan Allah

hamd: teşekkür ve övgü

illet: esas sebep imkânat: olabilir-likler; varlığı ile

yokluğu imkân dahilinde olanlar

mazhar olma: eriş-me, kavuşma

mertebe: derece nebâtat: bitkiler nebâtî: bitkisel nihayetsiz: sonsuz şekva: şikâyet şükran: teşekkür etme şükür: Allah’a kar-

şı minnet duyma, teşekkür etme

Vâcibü’l-Vücud: var-lığı zorunlu olan, var olmak için hiç-bir sebebe ihtiyacı bulunmayan Allah

vukuat: meydana gelmiş olaylar

vücud-u madenî: madenî varlık

vücut: varlık

Page 93: Sabir Risalesi

94 Sabır Risalesi

Hayvan ise, “Niçin insan olmadım?” di-ye şikâyet edemez. Belki, hayat ve vücut ile beraber, kıymettar bir ruh cevheri ona verildiği için, onun üstündeki hakkı, şük-randır. Ve hâkezâ, kıyas et.

Ey insan-ı müştekî! Sen mâdum kalma-dın, vücut nimetini giydin, hayatı tattın, câmid kalmadın, hayvan olmadın, İslâmi-yet nimetini buldun, dalâlette kalmadın, sıhhat ve selâmet nimetini gördün, ve hâ-kezâ... Ey nankör! Daha sen nerede hak kazanıyorsun ki, Cenâb-ı Hakkın sana ver-diği mahz-ı nimet olan vücut mertebeleri-ne mukàbil şükretmeyerek, imkânât ve ade-miyat nev’inde ve senin eline geçmediği

ademiyat: yokluk-lar, hiçlikler

câmid: cansız Cenâb-ı Hak: Hak-kın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah

cevher: değerli şey, öz

dalâlet: hak yoldan sapkınlık, inanç-sızlık

hâkezâ: bunun gibi

imkânat: olabilir-likler; varlığı ile yokluğu imkân dahilinde olanlar

insan-ı müşteki: şikâyet eden in-san

kıyas: karşılaştırma kıymettar: değerli mâdum: yok, hiçli-ğe mahkum olan

mahz-ı nimet: ni-metin tâ kendisi

mertebe: derece, makam

mukàbil: karşılık nev’i: tür, çeşit selâmet: esenlik, güven

sıhhat: sağlık şükran: teşekkür etme şükür: Allah’a karşı minnet duyma, te-şekkür etme

vücut: varlık

Page 94: Sabir Risalesi

Yirmi Dördüncü Mektup/1. Makam’dan 95

ve sen lâyık olmadığın yüksek nimetlerin sana verilmediğinden, bâtıl bir hırsla Ce-nâb-ı Haktan şekvâ ediyorsun ve küfrân-ı nimet ediyorsun?

Acaba bir adam, minare başına çıkmak gibi âli derecatlı bir mertebeye çıksın, bü-yük makam bulsun, her basamakta büyük bir nimet görsün; o nimetleri verene şük-retmesin ve desin: “Niçin o minareden da-ha yükseğine çıkamadım?” diye şekvâ ede-rek ağlayıp sızlasın—ne kadar haksızlık eder ve ne kadar küfrân-ı nimete düşer, ne kadar büyük divanelik eder; divaneler da-hi anlar.

Ey kanaatsiz, hırslı ve iktisatsız, israflı ve haksız, şekvâlı, gafil insan! Kat’iyen bil ki, kanaat, ticaretli bir şükrandır; hırs, hasâret-

âli: yüce bâtıl: hakka uyma-yan

Cenâb-ı Hak: Hak-kın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah

derecat: dereceler divane: akılsız, deli gafil: duyarsız, so-rumsuz

hırs: aç gözlülük iktisat: tutumluluk israf: savurganlık kanaat: Allah’ın nasip ettiği rızka razı olma, yetinme

kat’iyen: kesin ola-rak

küfrân-ı nimet: ni-mete karşı nan-

körlük makam: konum mertebe: derece, makam şekva: şikâyet şükran: teşekkür etme şükür: Allah’a karşı minnet duyma, teşekkür etme

Page 95: Sabir Risalesi

96 Sabır Risalesi

li bir küfrandır. Ve iktisat, nimete güzel ve menfaatli bir ihtiramdır. İsraf ise, nimete çirkin ve zararlı bir istihfaftır. Eğer aklın varsa kanaate alış ve rızaya çalış. Taham-mül etmezsen, “Yâ Sabûr” de ve sabır iste, hakkına razı ol, teşekkî etme. Kimden ki-me şekvâ ettiğini bil, sus. Herhalde şekvâ etmek istersen, nefsini Cenâb-ı Hakka şek-vâ et; çünkü kusur ondadır.

(Otuz İkinci Söz, 3. Mevkıf’tan)

İKİNCİ NÜKTE: (…)

Evlâtlarını, o Zat-ı Rahîm-i Kerîmin hedi-yeleri olduğu için kemâl-i şefkat ve merha-

Cenâb-ı Hak: Hak-kın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah

hasâret: zarara uğrama, ziyan

ihtiram: saygı gös-terme

iktisat: tutumluluk israf: savurganlık istihfaf: hafife alma kanaat: Allah’ın

nasip ettiği rızka razı olma, yetinme

kemâl-i şefkat ve merhamet: tam bir şefkat ve mer-hamet

küfran: nankörlük nefis: insanı daima kötülüğe, yasak zevk ve isteklere sevk eden duygu

Sabûr: kullarına sabır gücü ihsan eden Allah şekva: şikâyet tahammül: dayan-ma, katlanma

teşekkî: şikâyet Zat-ı Rahîm-i Ke-rîm: sonsuz rah-met ve ikram sahi-bi olan Zat, Allah

Page 96: Sabir Risalesi

Otuz İkinci Söz/3. Mevkıf’tan 97

metle onları sevmek ve muhafaza etmek, yine Hakka aittir. Ve o muhabbet ise, Ce-nâb-ı Hakkın hesabına olduğunu gösteren alâmet ise, vefatlarında sabır ile şükürdür, meyusâne feryad etmemektir.1 “Hâlıkımın, benim nezaretime verdiği sevimli bir mah-lûku idi, bir memlûkü idi. Şimdi hikmeti iktiza etti, benden aldı, daha iyi bir yere götürdü. Benim o memlûkte bir zâhirî his-sem varsa, hakikî bin hisse onun Hâlıkına

aittir. 2 ـ ۀ ا deyip teslim olmaktır.

——————————— 1 Bk. Bakara Sûresi, 2:156. 2 “Hüküm (yetki ve karar) Allah’ındır.” Mü’min Sûresi, 40:12.

alâmet: belirti, işa-ret

Cenâb-ı Hak: Hak-kın ta kendisi olan, şeref ve azamet sahibi yüce Allah

feryad: bağırıp ça-ğırma

Hak: varlığı hak olan ve her hakkın

sahibi olan Allah hakikî: gerçek, doğru

Hâlık: herşeyi ya-ratan Allah

hikmet: yaratılış-taki İlâhî gaye, fayda ve tanzim

iktiza: gerektirme mahlûk: yaratık

memlûk: köle, kul meyusâne: ümitsiz-cesine

muhabbet: sevgi muhafaza: koruma nezaret: gözetim şükür: Allah’a karşı minnet duyma, te-şekkür etme

zâhirî: görünürde

Page 97: Sabir Risalesi

Bediüzzaman’ın hayatından sabır örnekleri

(On Altıncı Mektup’tan)

ÜÇÜNCÜ NOKTA Halimi, istirahatimi düşünen ve her mu-

sibete karşı sabırla sükûtumu istiğrap eden dostlarımın şöyle bir sualleri var ki: “Sana gelen zahmetlere, sıkıntılara nasıl taham-mül ediyorsun? Halbuki eskiden çok hid-detli ve izzetli idin; ednâ bir tahkire taham-mül edemezdin.”

Elcevap: İki küçük hâdiseyi ve hikâyeyi dinleyiniz, cevabını alınız.

Birinci hikâye: İki sene evvel benim hak-kımda bir müdür sebepsiz, gıyabımda tez-yifkârâne, hakaretli sözler söylemişti. Son-ra bana söylediler. Bir saat kadar Eski Said

ednâ: en basit, en küçük

gıyap: hazır ve mevcut bulunma-ma, yokluk

istiğrap: şaşırma,

hayret etme izzet: değer, kıymet, şeref, yücelik

musibet: belâ, bü-yük sıkıntı

sükût: sessizlik

tahammül: dayan-ma, katlanma

tahkir: hakaret et-me, aşağılama

tezyifkârâne: kü-çük düşürürcesine

Page 98: Sabir Risalesi

On Altıncı Mektup’tan 99

damarıyla müteessir oldum. Sonra, Ce-nâb-ı Hakkın rahmetiyle şöyle bir hakikat kalbe geldi, sıkıntıyı izale edip o adamı da bana helâl ettirdi. O hakikat şudur:

Nefsime dedim: Eğer onun tahkiri ve beyan ettiği kusurlar şahsıma ve nefsime ait ise, Allah ondan razı olsun ki, benim nefsimin ayıplarını söyler. Eğer doğru söy-lemişse, beni nefsimin terbiyesine sevk eder ve gururdan beni kurtarmaya yardımdır. Eğer yalan söylemişse, beni riyadan ve ri-yanın esası olan şöhret-i kâzibeden kurtar-maya yardımdır. Evet, ben nefsimle musa-lâha etmemişim. Çünkü terbiye etmemi-şim. Benim boynumda veya koynumda bir akrep bulunduğunu biri söylese veya gös-terse, ondan darılmak değil, belki mem-nun olmak lâzım gelir.

beyan: açıklama Cenâb-ı Hak: Hak-kın ta kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah

hakikat: gerçek, esas

izale etme: gider-me

musalâha etmek: barışmak

müteessir: etki-lenme, üzülme

nefis: kişinin ken-disi; insanı zevk ve isteklere sevk eden kuvvet

rahmet: şefkat,

merhamet riya: gösteriş sevk etmek: yö-neltmek şöhret-i kâzibe: yalancı şöhret

tahkir: hakaret et-me, aşağılama

Page 99: Sabir Risalesi

100 Sabır Risalesi

Eğer o adamın tahkiratı, benim imana ve Kur’ân’a hizmetkârlığım sıfatıma ait ise, o bana ait değil. O adamı, beni istihdam eden Sahib-i Kur’ân‘a havale ediyorum. O Azîzdir, Hakîmdir.

Eğer sırf beni sövmek, tahkir etmek, çü-rütmek nev’inden ise, o da bana ait değil. Ben menfi ve esir ve garip ve elim bağlı ol-duğundan, haysiyetimi kendi elimle dü-zeltmeye çalışmak bana düşmez. Belki mi-safir olduğum ve bana nezaret eden şu kö-ye, sonra kazaya, sonra vilâyete hükmeden-lere aittir. Bir insanın elindeki esirini tahkir etmek, sahibine aittir; o müdafaa eder.

Madem hakikat budur. Kalbim istirahat

Azîz: izzet, şeref ve haysiyet sahibi Allah

hakikat: gerçek, esas

Hakîm: herşeyi hikmetle, belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde ya-ratan Allah

haysiyet: itibar, şeref

hizmetkârlık: hiz-metçilik

istihdam: çalıştır-ma

istirahat etme: ra-hatlama, dinlen-me

menfi: sürgün edil-miş

müdafaa: savun-

ma nev’i: tür, çeşit nezaret etme: gö-zaltında tutma

Sahib-i Kur’ân: Kur’ân’ın sahibi olan Allah

tahkir: hakaret et-me, aşağılama

tahkirat: hakaretler, aşağılamalar

vilâyet: il

Page 100: Sabir Risalesi

On Altıncı Mektup’tan 101

etti, 1 اد ا ر ان ا رى ا زبزث ا ض ا و -de وا

dim. O vakıayı olmamış gibi saydım, unut-tum. Fakat maatteessüf sonra anlaşıldı ki, Kur’ân onu helâl etmemiş. İkinci hikâye: Şu senede işittim ki, bir hâ-

dise olmuş. O hâdisenin vukuundan son-ra, yalnız icmâlen vukuunu işittiğim halde, o vakıa ile ciddî alâkadarmışım gibi bir muamele gördüm. Zaten muhabere etmi-yordum; etsem de, pek nadir olarak bir mesele-i imaniyeyi bir dostuma yazardım. Hattâ dört senede kardeşime bir tek mek-tup yazdım. Ve ihtilâttan hem ben kendimi men ediyordum, hem de ehl-i dünya beni men ediyordu. Yalnız bir iki ahbapla haf-——————————— 1 “Ben işimi Allah’a havale ediyorum. Muhakkak ki Allah

kullarını hakkıyla görür.” Mü’min Sûresi, 40:44. ahbap: sevilenler, dostlar

alâkadar: alâkalı, ilgili

ehl-i dünya: dün-yaya dalıp, âhireti düşünmeyenler

hâdise: olay icmâlen: kısaca,

özetle ihtilât: karışıp gö-rüşme, insanlarla bir arada bulun-ma

maatteessüf: ne yazık ki

men etme: yasak-lama

mesele-i imaniye: imana dair mesele

muamele: davranış muhabere: haber-leşme

vakıa: olay vuku: meydana gelme

Page 101: Sabir Risalesi

102 Sabır Risalesi

tada bir defa görüşebiliyordum. Köye ge-len misafirler ise, ayda bir ikisi, bazı bir iki dakika, bir mesele-i âhirete dair benimle görüşüyordu. Bu gurbet halimde, garip, yalnız, kimsesiz, nafaka için çalışmaya be-nim gibilere muvafık olmayan bir köyde, herşeyden, herkesten men edildim. Hattâ, dört sene evvel, harap olmuş bir camii ta-mir ettirdim. Memleketimde imamlık ve va-izlik vesikam elimde olduğundan, o cami-de dört senedir—Allah kabul etsin—imam-lık ettiğim halde, şu mübarek geçen Rama-zan’da mescide gidemedim. Bazan yalnız namazımı kıldım, cemaatle kılınan nama-zın yirmi beş sevabından ve hayrından mahrum kaldım. İşte, başıma gelen bu iki hâdiseye karşı,

aynen iki sene evvel o memurun bana kar-şı muamelesine gösterdiğim sabır ve taham-mülü gösterdim. İnşaallah devam da etti-

evvel: önce hâdise: olay hayır: iyilik mahrum: yoksun menetme: yasak-lama

mesele-i âhiret:ahiretle ilgili me-sele

muamele: davranışmuvafık: uygun mübarek: bereket-

li, hayırlı nafaka: geçim için gerekli olan şey

vaiz: nasihat eden, öğüt veren

vesika: belge

Page 102: Sabir Risalesi

On Altıncı Mektup’tan 103

receğim. Şöyle de düşünüyorum ve diyo-rum ki:

Eğer ehl-i dünya tarafından başıma ge-len şu eziyet, şu sıkıntı, şu tazyik, ayıplı ve kusurlu nefsim için ise, helâl ediyorum. Be-nim nefsim belki bununla ıslah-ı hal eder; hem ona keffâretüzzünub olur. Dünya mi-safirhanesinin safâsını çok gördüm. Azıcık cefâsını görsem, yine şükrederim.

Eğer imana ve Kur’ân’a hizmetkârlığım cihetiyle ehl-i dünya beni tazyik ediyorsa, onun müdafaası bana ait değil. Onu, Azîz-i Cebbâra havale ediyorum.

Eğer asılsız ve riyaya sebep ve ihlâsı kı-racak bir şöhret-i kâzibeyi kırmak için te-

Azîz-i Cebbâr: di-lediği herşeyi ya-pabilecek kudrete sahip olan, herşe-yi ve herkesi ister istemez kudretine boyun eğdiren, iz-zet ve yücelik sa-hibi Allah

cefâ: eziyet, sıkıntı cihet: yön, taraf ehl-i dünya: dün-yaya dalıp, âhireti düşünmeyenler

hizmetkârlık: hiz-metçilik ıslah-ı hal: kendi halini ıslah etme, düzeltme

ihlâs: samimiyet; ibadet ve davra-nışlarda sadece Allah’ın rızasını gözetme

keffâretüzzünub: günahlara keffâ-ret, bağışlanmaya

vesile müdafaa: savunma nefis: kişinin kendi-si; insanı zevk ve isteklere sevk eden kuvvet

riya: gösteriş safâ: rahat ve huzur şöhret-i kâzibe: ya-lancı şöhret

tahammül: dayan-ma, katlanma

tazyik: baskı, şiddet

Page 103: Sabir Risalesi

104 Sabır Risalesi

veccüh-ü âmmeyi hakkımda bozmak mu-rad ise, onlara rahmet! Çünkü teveccüh-ü âmmeye mazhar olmak ve halkların naza-rında şöhret kazanmak, benim gibi adam-lara zarardır zannederim. Benimle temas edenler beni bilirler ki, şahsıma karşı hür-met istemiyorum, belki nefret ediyorum. Hattâ kıymettar mühim bir dostumu, fazla hürmeti için belki elli defa tekdir etmişim.

Eğer beni çürütmek ve efkâr-ı âmmeden düşürtmek, iskat ettirmekten muradları, ter-cümanlık ettiğim hakaik-i imaniye ve Kur’â-niyeye ait ise, beyhudedir. Zira Kur’ân yıl-dızlarına perde çekilmez. Gözünü kapayan, yalnız kendi görmez; başkasına gece yapa-maz.

beyhude: boşu boşuna

efkâr-ı âmme: ka-muoyu

hakaik-i imaniye ve Kur’âniye: iman ve Kur’ân hakikatleri, esas-

ları iskat: düşürme kıymettar: kıymet-li, değerli

mazhar: erişme, nail olma

murad: kastedilen, istenen

mühim: önemli rahmet: şefkat, mer-hamet

tekdir: azarlama, uyarma

teveccüh-ü âmme: halkın ilgisi, sevgisi

Page 104: Sabir Risalesi

(Yirmi Sekizinci Mektup,

4. Risale Olan 4. Mesele’den)

DÖRDÜNCÜ NOKTA Bana karşı bu yedi senedeki muamele-

ler, sırf keyfî ve fevkalkanundur. Çünkü, menfîlerin ve esirlerin ve zindandakilerin kanunları meydandadır. Onlar kanunen ak-rabasıyla görüşürler, ihtilâttan men olun-mazlar. Her millet ve devlette ibadet ve taat, tecavüzden masundur. Benim emsal-lerim, şehirlerde akrabalarıyla ve ahbapla-rıyla beraber kaldılar. Ne ihtilâttan, ne mu-habereden ve ne de gezmekten men olun-madılar. Ben men olundum. Ve hattâ ca-miime ve ibadetime tecavüz edildi. Şâfiî-

ahbap: dostlar, sevgililer

emsal: benzerler, örnekler

fevkalkanun: ka-nun üstü, kanun dışı

ihtilât: insanlarla görüşme, bir ara-

ya gelme masun: dokunul-maz, korunan, ko-runmuş

menfi: sürgün menolunma: ya-saklanma

muamele: davra-nış

muhabere: haber-leşme

taat: itaat, Allah’ın emirlerine uyup yasaklarından ka-çınma

tecavüz: sınırı geç-me, haddi aşma

Page 105: Sabir Risalesi

106 Sabır Risalesi

lerce, tesbihat içinde kelime-i tevhidin tek-rarı sünnet iken, bana terk ettirilmeye çalı-şıldı.

Hattâ Burdur’da eski muhacirlerden Şe-bab isminde ümmî bir zat, kayınvalidesiyle beraber tebdil-i hava için buraya gelmiş; hemşehrilik itibarıyla benim yanıma geldi. Üç müsellâh jandarma ile camiden istenil-di. O memur, hilâf-ı kanun yaptığı hatayı setretmeye çalışıp, “Afedersiniz, gücenme-yiniz; vazifedir” demiş, sonra “Haydi, git” diyerek ruhsat vermiş.

Bu vakıaya sair şeyler ve muameleler kı-yas edilse anlaşılır ki, bana karşı sırf keyfî muameledir ki, yılanları, köpekleri bana

hilâf-ı kanun: ka-nuna zıt, kanun dışı

itibarıyla: özelli-ğiyle

kelime-i tevhid: “Lâ ilâhe illallah, Muhammedün Resûlullah”

kıyas etme: karşı-laştırma

muamele: davranışmuhacir: göçmen

müsellâh: silâhlı ruhsat: izin sair: diğer, başka setretme: örtbas etme, gizleme Şafiî: Şafiî mezhe-bine uyan Şebab: Bediüzza-manı Burdur’da zorunlu ikâmet-teyken bulunduğu sırada kayınvali-desiyle birlikte zi-

yarete gelen kişi tebdil-i hava: hava değişimi

tesbihat: Allah’ı her türlü kusurdan yü-ce tutarak şanına lâyık ifadelerle an-ma

ümmî: okuma yaz-ma bilmeyen, tah-sil görmemiş

vakıa: olay zat: kişi

Page 106: Sabir Risalesi

Yirmi Sekizinci Mektup’tan 107

musallat ediyorlar. Ben de tenezzül etmi-yorum ki onlarla uğraşayım. O muzırların şerlerini def etmek için, Cenâb-ı Hakka ha-vale ediyorum.

Zaten sebeb-i tehcir olan hâdiseyi çıka-ranlar, şimdi memleketlerindedirler. Ve kuv-vetli rüesalar, aşâirlerin başındadırlar. Her-kes terhis edildi. Başlarını yesin, dünya-larıyla alâkam olmadığı halde, beni ve iki zat-ı âhari müstesna bıraktılar. Buna da pe-ki dedim. Fakat o zatlardan birisi bir yere müftü nasb olunmuş; memleketinden baş-ka her tarafı geziyor ve Ankara’ya da gidi-yor. Diğeri, İstanbul’da kırk binler hemşeh-rileri içinde ve herkesle görüşebilir bir va-ziyette bırakılmış. Halbuki bu iki zat, be-nim gibi kimsesiz, yalnız değiller; maşâal-lah büyük nüfuzları var. Hem... Hem...

aşâir: aşîretler, ka-bileler

Cenâb-ı Hak: Hak-kın tâ kendisi olan, şeref ve yücelik sahibi Allah

hâdise: olay musallat etme: sa-taştırma, baskı yaptırma

muzır: zararlımüstesna: hariç naspolunma: atan-ma, tâyin edilme

nüfuz: etki, tesir rüesa: reisler, baş-kanlar

sebeb-i tehcir: sürgün sebebi,

uzaklaştırma se-bebi

tenezzül etmek: inmek, alçalmak

terhis: serbest bıra-kılma, salıverilme

zat: kişi zat-ı âhar: diğer, başka zat

Page 107: Sabir Risalesi

108 Sabır Risalesi

Halbuki, beni bir köye sokmuşlar, en vic-dansız insanlarla beni sıkıştırmışlar. Yirmi dakikalık bir köye altı senede iki defa gide-bildiğim gibi, o köye gitmek ve birkaç gün tebdil-i hava için ruhsat verilmediği bir de-recede beni, muzaaf bir istibdat altında eziyorlar. Halbuki, bir hükûmet ne şekilde olursa olsun, kanunu bir olur. Köyler ve şahıslara göre ayrı ayrı kanun olmaz. De-mek hakkımdaki kanun, kanunsuzluktur. Buradaki memurlar, nüfuz-u hükûmeti, ağ-râz-ı şahsiyede istimal ediyorlar. Fakat Ce-nâb-ı Erhamürrâhimîne yüz binler şükredi-yorum ve tahdis-i nimet suretinde derim ki:

Bütün onların bu tazyikat ve istibdatları, envâr-ı Kur’âniyeyi ışıklandıran gayret ve himmet ateşine odun parçaları hükmüne

ağrâz-ı şahsiye: şahsî, kötü mak-sat ve gayeler

Cenâb-ı Erhamür-râhimîn: merha-metlilerin en mer-hametlisi olan şe-ref ve azamet sa-hibi yüce Allah

envâr-ı Kur’âniye: Kur’ân’ın nurları

himmet: yardım istibdat: baskı, zulüm

istimal: kullanma muzaaf: katmerli, kat kat

nüfuz-u hükûmet:

hükûmetin etkisi ruhsat: izin suret: biçim, şekil tahdis-i nimet: İlâ-hî nimeti şükrede-rek anlatma

tazyik: baskı tebdil-i hava: hava değişimi

Page 108: Sabir Risalesi

İhtiyarlar Risalesi’nden 109

geçiyor, iş’âl ediyor, parlatıyor. Ve o taz-yikleri gören ve gayretin hararetiyle inbisat eden o envâr-ı Kur’âniye, Barla yerine bu vilâyeti, belki ekser memleketi bir medrese hükmüne getirdi. Onlar beni bir köyde mah-pus zannediyor. Zındıkların rağmına ola-rak, bilâkis, Barla kürsî-i ders olup, Isparta gibi çok yerler medrese hükmüne geçti.

د ا ل ر ن ذا 1ى

(İhtiyarlar Risalesi’nden)

ON BEŞİNCİ RİCA: (...) İhtiyarlığımın sergüzeştliğinden gelen ağrı-

lara ve meyusiyetlere, imandan ve Kur’ân’-——————————— 1 Rabbimin bu fazlından dolayı Allah’a hamdolsun.

bilâkis: aksine, tersine

ekser: pekçok envâr-ı Kur’âniye: Kur’ân’ın nurları

hararet: sıcaklık inbisat etme: ge-nişleme, yayılma

iş’al etmek: tutuş-turmak, alevlen-dirmek

kürsî-i ders: ders kürsüsü

mahpus: hapsedil-miş

medrese: eğitim

yapılan müessese, okul

rağmına: zıddına, inadına

rica: ümit tazyik: baskı zındık: dinsiz

Page 109: Sabir Risalesi

110 Sabır Risalesi

dan imdada yetişen kudsî tesellilerle bu ih-tiyarlığımın en sıkıntılı bir senesini, gençli-ğimin en ferahlı on senesine değiştirmem. Hususan hapiste farz namazını kılan ve tev-be edenin herbir saati on saat ibadet hük-müne geçmesiyle ve hastalıkta ve mazlu-miyette dahi herbir fâni gün, sevap cihe-tinde on gün bâki bir ömrü kazandırmasıy-la, benim gibi kabir kapısında nöbetini bekleyen bir adama ne kadar medar-ı şük-randır, o mânevî ihtardan bildim, “Hadsiz şükür Rabbime” dedim, ihtiyarlığıma sevin-dim ve hapsime razı oldum. Çünkü ömür durmuyor, çabuk gidiyor. Lezzetle, ferahla gitse, lezzetin zevâli elem olmasından, hem

bâki: devamlı ve kalıcı olan, sonsuz

cihet: taraf, yön elem: acı, keder fâni: geçici olan, ölümlü

farz: Allah’ın kesin-likle yapılmasını emrettiği şey

ferah: rahatlık hadsiz: sayısız hususan: özellikle ibadet: Allah’a kul-

luk etme ihtar: hatırlatma imdat: yardım kudsî: kutsal, her türlü kusur ve nok-sandan uzak

mazlumiyet: zul-me uğramışlık

medar-ı şükran: teşekkürün, şük-rün kaynağı, se-bebi

meyusiyet: ümit-

sizlik Rab: Her bir varlı-ğın her türlü ihtiya-cını karşılayan, onları terbiye ve idare edip egemen-liği altında tutan Allah

sergüzeşt: bir kim-senin başından ge-çen hâl ve olaylar

zevâl: geçicilik, yokluk

Page 110: Sabir Risalesi

İhtiyarlar Risalesi’nden 111

teessüf, hem şükürsüzlükle, gafletle, bazı günahları yerinde bırakır, fâni olur, gider. Eğer hapis ve zahmetli gitse, zevâl-i elem bir mânevî lezzet olmasından, hem bir ne-vi ibadet sayıldığından, bir cihette bâki ka-lır ve hayırlı meyveleriyle bâki bir ömrü kazandırır. Geçmiş günahlara ve hapse se-bebiyet veren hatalara kefaret olur, onları temizler. Bu nokta-i nazardan, mahpuslar-dan farzı kılanlar, sabır içinde şükretmeli-dirler. (...)

ON ALTINCI RİCA: (...) ... Madem İmam-ı Âzam gibi eâzım-ı müç-

tehidîn hapis çekmiş ve İmam-ı Ahmed ibni

bâki: devamlı ve kalıcı olan, sonsuz

cihet: taraf, yön eâzım-ı müçtehi-dîn: âyet ve ha-disler başta olmak üzere, diğer dinî delillerden hüküm çıkarma bilgi ve kabiliyetine sahip olan büyük İslâm âlimleri

fâni: geçici olan, ölümlü

farz: Allah’ın kesin-likle yapılmasını emrettiği şey

gaflet: Allah’ın emir ve yasakları-na duyarsız dav-ranma hâli

ibadet: Allah’a kul-luk etme İmam-ı Âzam: İmâm-ı Âzam Ebu Hanife

kefaret: günahlar-dan ve hatalardan

arınma vasıtası mahpus: tutuklu nevi: çeşit, tür nokta-i nazar: ba-kış açısı

rica: ümit şükür: Allah’a karşı minnet duyma, te-şekkür etme

teessüf etmek: üzül-mek

zevâl-i elem: acının bitmesi

Page 111: Sabir Risalesi

112 Sabır Risalesi

Hanbel gibi bir mücahid-i ekber, Kur’ân’ın birtek meselesi için hapiste pek çok azap verilmiş ve şekvâ etmeyerek, kemâl-i sa-bırla sebat edip o meselelerde sükût etme-miş. Ve pek çok imamlar ve allâmeler, siz-lerden pek çok ziyade azap verildiği halde, kemâl-i sabır içinde şükredip sarsılmamış-lar. Elbette sizler, Kur’ân’ın müteaddit ha-kikatleri için pek büyük sevap ve kazanç aldığınız halde pek az zahmet çektiğinize binler teşekkür etmek borcunuzdur.

(Meyve Risalesi,

Sekizinci Mesele’den)

... Benim ve bir kısım kardeşlerimin bu sebepsiz hapsimizde ve dehşetli musibeti-

allâme: büyük âlim dehşetli: korkunç, ürkütücü

hakikat: gerçek, esas

kemâl-i sabır: tam bir sabır

musibet: belâ, dert, felâket

mücahid-i ekber: en büyük mücahit

müteaddit: birçok sebat etmek: ka-rarlı olmak

sükût etme: susma şekvâ: şikâyet şükür: teşekkür et-me, Allah’a karşı minnet duyma

ziyade: çok, fazla

Page 112: Sabir Risalesi

Meyve Risalesi/8. Mesele’den 113

mizde, eğer iman-ı âhiret yardım etmesey-di, bir gün dayanmak, ölüm kadar tesir edip bizi hayattan istifa etmeye sevk ede-cekti. Fakat hadsiz şükür olsun, benim ca-nım kadar sevdiğim pek çok kardeşlerimin bu musibetten gelen elemlerini de çektiğim ve gözüm kadar sevdiğim binler Risale-i Nur risaleleri ve benim yaldızlı ve süslü ve çok kıymettar kitaplarımın ziyaları ve ağla-malarından teessüflerini çektiğim ve eski-den beri az bir ihaneti ve tahakkümü kal-dıramadığım halde; sizi kasemle temin ede-rim ki, iman-ı bi’l-âhiret nuru ve kuvveti bana öyle bir sabır ve tahammül ve tesellî ve metanet, belki mücahidâne, kârlı bir imtihan dersinde daha büyük mükâfatı ka-zanmak için bir şevk verdi ki, ben bu risa-lenin başında dediğim gibi, kendimi med-

elem: acı, keder hadsiz: sayısız, sınırsız

iman-ı âhiret: âhi-rete iman

iman-ı bil’âhiret: âhiret gününe iman

kasem: yemin

kıymettar: kıymet-li, değerli

metanet: sağlam-lık, kararlılık

musibet: belâ, dert, felâket

mücahidâne: ci-had edercesine

mükâfat: ödül tahakküm: baskı, zorbalık

tahammül: dayan-ma, katlanma

teessüf: eseflenme, üzülme

ziya: ışık

Page 113: Sabir Risalesi

114 Sabır Risalesi

rese-i Yusufiye ünvanına lâyık bir güzel ve hayırlı medresede biliyorum.

(Emirdağ Lâhikası, 148. Mektup’tan)

Bu sıkıntılı zamanda nefsim sa-

bırsızlıkla beni tâciz ederken, bu fıkra onu tam susturdu, şükrettir-di. Size de fâidesi olur diye leffen takdim edilen bu fıkra, başımın ya-nında asılı duruyor.

1. Ey nefsim! Yetmiş üç sene, yüzde dok-san adamdan ziyade zevklerden hisseni al-mışsın. Daha hakkın kalmadı.

fıkra: bölüm; kısa yazı

leffen: ekli, bitişik medrese-i Yusufi-ye: Hz. Yusuf’un (a.s.) hapiste kal-masına benzetile-rek, iman ve Kur’-ân hizmetinden dolayı tutuklanan-

ların hapsedildiği yer mânâsında ha-pishaneye verilen ad

nefis: bir kimsenin kendisi; insanı daima kötülüğe, maddî zevk ve is-teklere sevk eden duygu

şükrettirme: Allah’a karşı minnet du-yurma, teşekkür ettirme

tâciz etmek: rahat-sız etmek

takdim edilen: su-nulan

ziyade: çok, fazla

Page 114: Sabir Risalesi

Emirdağ Lâhikası/148. Mektup’tan 115

2. Sen, âni ve fâni zevklerin bekasını arı-yorsun. Onun için, onun zevaliyle ağlama-ya başlıyorsun. Kör hissiyatınla bu yanlışı-nın tam tokadını yersin. Bir dakika gülme-ye bedel on saat ağlıyorsun.

3. Senin başına gelen zulümler ve musi-betlerin altında kaderin adaleti var. İnsan-lar, senin yapmadığın bir işle sana zulme-diyorlar. Fakat kader, senin gizli hatalarına binaen, o musibet eliyle seni hem terbiye, hem hatana kefaret ediyor.

4. Hem yüzer tecrübenle, ey sabırsız nef-sim, kat’î kanaatin gelmiş ki, zahirî musi-betler altında ve neticesinde inayet-i İlâhi-yenin çok tatlı neticeleri var.

bedel: karşılık beka: devamlılık ve kalıcılık, son-suzluk

binaen: dayana-rak, dolayı

fâni: gelip geçici hissiyat: duygular, hisler

inayet-i İlâhiye: Al-lah’ın inâyeti, yar-

dımı kanaati gelmek: tatmin olmak, bir hükme varmak

kat’î: kesin olarak kefaret: günahın bağışlanmasına vesile olan şey

musibet: belâ, dert, felâket

nefis: bir kimsenin kendisi; insanı daima kötülüğe, maddî zevk ve is-teklere sevk eden duygu

zahirî: görünürde olan

zeval: geçip gitme, sona erme

Page 115: Sabir Risalesi

116 Sabır Risalesi

1 ېۇئ ېەئى ان ر و ا و وا çok م ر

kat’î bir hakikatı ders veriyor. O dersi dai-ma hatıra getir.

Hem, feleğin çarkını çeviren kanun-u İlâ-hî, senin hatırın için o pek geniş kanun-u kaderî değiştirilmez.

5. 2 ن ېەئا ن ا ن در ا ا ن در kudsî düs-

turunu kendine rehber et. Hevesli akılsız çocuklar gibi, muvakkat, ehemmiyetsiz lez-zetlerin peşinde koşma. Düşün ki, fâni zevkler, sana mânevî elemler, teessüfler bı-rakıyor. Sıkıntılar, elemler ise, bilâkis, mâ-nevî lezzetler ve uhrevî sevaplar veriyor. ——————————— 1 “Birşey sizin için hayırlı olduğu halde, olur ki siz ondan tik-

sinebilirsiniz.” Bakara Sûresi, 2:216. 2 “Kadere iman eden, kederden emin olur.” ed-Deylemî, el-

Müsned 1:113; el-Müsavî, Feyzu’l-Kadîr 3:187; Ali el-Müttakî, Kenzü’l-Ummâl 1:106.

bilâkis: aksine, tersine

düstur: kural, pren-sip

elem: acı, keder, sıkıntı

fâni: geçici hakikat: gerçek

kanun-u İlâhî: Al-lah’ın koyduğu kanun

kanun-u kaderî: Allah’ın takdiri ile tespit edilmiş ka-der kanunu

kat’î: kesin olarak

kudsî: kutsal, mu-kaddes, yüce

muvakkat: geçici teessüf: hayıflan-ma, üzülme

uhrevî: âhirete dair

Page 116: Sabir Risalesi

Emirdağ Lâhikası/148. Mektup’tan 117

Sen divane olmazsan, muvakkat lezzeti yal-nız şükür için arayabilirsin. Zaten lezzetler şükür için verilmiş.

Said Nursî

divane: akılsız, deli

muvakkat: geçici şükür: Allah’a kar-

şı minnet duyma, teşekkür etme

Page 117: Sabir Risalesi

İmanla gelen sabır

(İşârâtü’l-İ’câz, Bakara Sûresi Gayba İman’dan)

İman, Sa’d-ı Taftazanî’nin tefsirine göre;

“Cenâb-ı Hakkın, istediği kulunun kalbine, cüz-i ihtiyarının sarfından sonra ilka ettiği bir nurdur” denilmiştir. Öyleyse, iman, Şems-i Ezelîden vicdan-ı beşere ihsan edilen bir nur ve bir şuadır ki, vicdanın içyüzünü ta-mamıyla ışıklandırır. Ve bu sayede, bütün kâinatla bir ünsiyet, bir emniyet peyda olur ve her şeyle kesb-i muarefe eder. Ve

Cenâb-ı Hak: Hak-kın ta kendisi olan, sonsuz şeref ve azamet sahibi yü-ce Allah

cüz-i ihtiyar: in-sandaki çok az seçim gücü, irade

ihsan etmek: ba-ğışlamak, lütfet-mek, ikram etmek

ilka etmek: ver-mek, atmak

kâinat: evren, bü-

tün yaratılmışlar kesb-i muarefe et-mek: tanışmak, ta-nışıklık kazanmak

peydâ etme: mey-dana gelme

sarf: harcamak, kullanmak Şems-i Ezelî: Ezelî güneş; ezelden beri var olan, za-manla kayıtlı ol-mayan ve bütün tecellilerin kayna-

ğı olan Allah şua: ışın, güçlü ve ince ışık hüzmesi

tefsir: açıklama, izah

ünsiyet: alışkanlık, dostluk

vicdan: kalbe ait hislerin mazharı, aynası

vicdan-ı beşer: kal-bî hislerin mazharı ve aynası olan in-san vicdanı

Page 118: Sabir Risalesi

İşârâtü’l-İ’câz/Bakara Sûresi, 14-15 119

insanın kalbinde öyle bir kuvve-i mânevi-ye husule gelir ki, insan, o kuvvetle her musibete, her hadiseye karşı mukavemet edebilir. Ve öyle bir vüs’at ve genişlik verir ki, insan o vüs’atle geçmiş ve gelecek za-manları yutabilir.

(İşârâtü’l-İ’câz, Bakara Sûresi, 14-15, Münafıklar Hakkında)

İnsanın musibet ve elemlere karşı nokta-i

istinadı ve ihtiyaç ve emellerini tesviye için nokta-i istimdadı olan imanın üç hassası vardır.

Birincisi: Nokta-i istinadından neş’et eden

elem: acı, keder, sıkıntı

emel: arzu, istek hadise: olay hassa: özellik, ni-telik

husule gelmek: oluşmak, meyda-na gelmek

kuvve-i mânevi-ye: mânevi güç,

kuvvet mukavemet: da-yanıklılık, direnç

musibet: belâ, sı-kıntı

neş’et etme: doğ-ma, meydana gel-me

nokta-i istimdad: yardım dileme

noktası, imdat noktası

nokta-i istinad: dayanak dileme noktası

tesviye: düzenle-me; gerçekleştir-me, yoluna koy-ma

vüs’at: genişlik

Page 119: Sabir Risalesi

120 Sabır Risalesi

izzet-i nefistir. İzzet-i nefsi olan, başkalarına kendisini zelil göstermeye tenezzül etmez. İkincisi: Şefkattir. Şefkati olan, kimseyi tah-

kir ve tezlil etmez. Üçüncüsü: Hakikatlere ihtiram etmek ve

yüksek şeylerin kıymetini bilmekle istihfaf etmemektir.

(Barla Lâhikası, 172. Mektup’tan)

(...) Bu defa mânevî mahrumiyetin uza-ması, beni cidden müteessir etmişti. Sabra gayret ettim; fakat gariptir ki, bu mübarek mektubun bura postahanesine vürudu gü-

hakikat: asıl, ger-çek

ihtiram etmek: saygı göstermek

istihfaf: hafife al-ma, küçümseme

izzet-i nefis: insa-nın vakar, şeref ve haysiyetini ko-ruma duygusu

mübarek: bereket-li, değerli

müteessir etmek: etkilemek, üzmek şefkat: içten ve karşılık bekleme-den duyulan mer-hamet, sevgi

tahkir: aşağılama, hakaret etme, kü-

çümseme tenezzül etmek: inmek, alçalmak

tezlil etmek: aşağı-lamak, hor ve hakir görmek

vürud: geliş, gelme zelil gösterme: aşa-ğılama, hor, hakir görme

Page 120: Sabir Risalesi

Barla Lâhikası/172. Mektup’tan 121

nünün sabahında 1 ن ر ا ع ا ان ا emr-i

celîlinin kuvvetine dayanarak tahammül et-mekte olduğumu, fakat meraktan da has-belbeşeriye kurtulamadığımı nâtık küçük bir mektubu, uhrevî kardeşimiz Hakkı Efendi-ye göndermiştim.

Bu nurlu mektubun başını işgal eden beş nükteli İkinci Lem’a, başıma tokmak vura-rak: Ey bîçare, sabırdan bahsetmek sana yakışır mı? Gözünü aç da Hazret-i Eyyub Aleyhisselâmın sabrına bak! Aklın varsa, o Peygamber-i Zîşânın (a.s.) sabırdaki kahra-manlığını taklide çalış. Ve korkunç manevî yaralarından kurtulmak için ——————————— 1 “Şüphesiz ki Allah sabredenlerle beraberdir.” Bakara Sû-

resi, 2:153.

aleyhisselâm: Al-lah’ın selâmı onun üzerine olsun

bîçare: çaresiz emr-i celîl: son-suz derecede haşmet, heybet ve görkem sahibi Allah’ın emri

hasbelbeşeriye: in-

sanlık icabı olarakHazret-i Eyyub: Hz. İshak’ın torunu olan ve Kur’ân-ı Kerimde adı ge-çen peygamber-lerden biri

nâtık: konuşan, söyleyen

nükteli: ince ve

derin anlamlı Peygamber-i Zî-şân: şanlı pey-gamber; Hz. Ey-yub (a.s.)

tahammül: dayan-ma, katlanma, sabretme

uhrevî: âhirete dair, yönelik

Page 121: Sabir Risalesi

122 Sabır Risalesi

مطڦ 1 ا ر م ا ت ار ر وا ى ا -duası رب ا یختيب

nı vird-i zebân et, diye tenbih ve ikazda bu-lunduğuna yakîn hasıl ettim. Elhamdülil-lâh dedim.

Hulûsi

(Barla Lâhikası, 214. Mektup’tan)

Sizin gibi hakikate yetişmiş ve hakikatte-ki hakikî tesellî ve esaslı sevinci bulmuş zatlara, envâr-ı imaniyenin ve esrar-ı Kur’â-niyenin neşirlerine karşı—ehl-i dalâletin ve ——————————— 1 “Ey Rabbim! Bana gerçekten zarar dokundu. Sen merha-

metlilerin en merhametlisisin.” Enbiya Sûresi, 21:83’ten alınma bir dua.

ehl-i dalâlet: doğ-ru ve hak yoldan sapanlar, inanç-sız kimseler

elhamdülillâh: Al-lah’a hamd olsun

envâr-ı imaniye: iman nurları

esaslı: köklü esrar-ı Kur’âniye: Kur’ân’ın sırları

hakikat: gerçek hakikî: asıl, ger-çek

hasıl etme: mey-dana getirme

neşir: yayma, du-yurma

tenbih: ikaz, uyarı vird-i zebân: de-vamlı yapılan zikir

yakîn: kesin ve doğru bilgi

zat: kişi

Page 122: Sabir Risalesi

Barla Lâhikası/255. Mektup’tan 123

şeytanların desâisle tehacümünden neşet eden müşkülât ve gam ve kedere karşı sa-bır ve metanet et ve hüzün ve merak et-me—demeye ihtiyaç hissetmem.

Said Nursî

(Barla Lâhikası, 255. Mektup’tan)

Aziz, sıddık, gayyûr kardeşim, Süleyman Efendiden anladım ki, bazı hu-

susî müşkülâta mâruz oluyorsun. Sizin gibi metin insanlara sabır tavsiyesi zâiddir. Hiz-metin kudsiyeti ve o hizmetteki zevk ve gayretindeki şevk, o acı hususî müşkülâta karşı gelir ve galebe eder tahmin ediyo-

aziz: çok değerli, izzetli

desâis: hileler, al-datmacalar

galebe etme: ga-lip gelme, yenme

gayyûr: gayretli, hamiyetli, çalış-

kan hususî: özel kudsiyet: kutsallık mâruz olma: tesiri altında kalma

metanet: sağlam-lık, kararlılık

müşkülât: zorluk-

lar, güçlükler neşet eden: kay-naklanan

sıddık: çok doğru ve bağlı

tehacüm: hücum etme

zâid: fazlalık, fazla

Page 123: Sabir Risalesi

124 Sabır Risalesi

rum. Mümkün olduğu kadar aldırmamalı-sın. Kıymettar, kusursuz bir malın dükkân-cısı müşterilere yalvarmaya muhtaç değil. Müşterinin aklı varsa o yalvarsın.

1 ا ز ور ا ر ا sırrınca, azîm hayırların

müşkülâtı çok oluyor. Müşkülât çoğaldıkça ehl-i himmet fütur değil, gayret ve sebatını ziyadeleştirir. İnşaallah siz de öyle metîn ve sebatkârlardansınız.

ا اىئخت ا و ا ىئختKardeşiniz Said Nursî

——————————— 1 “İşlerin en hayırlısı zorlu olanıdır.” el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ,

1:55

azîm: büyük ehl-i himmet: him-met ve gayret sa-hipleri

fütur: usanç, gev-şeklik

kıymettar: kıymet-li, değerli

metin: sağlam, kuvvetli

müşkülât: zorluk-lar, güçlükler

sebat: kararlılık sebatkâr: sebat eden, kararlı

ziyadeleştirme: artırma, fazlalaş-tırma

Page 124: Sabir Risalesi

(Barla Lâhikası, 48. Mektup’tan)

Hamd ve şükürler olsun, mü’miniz. Ha-

yatta tesadüf edeceğimiz binlerle musibet

ve acılara 1 ن ا در ن ا ن در ا ا ن gibi

çok müessir devamız var. Yine idrak edi-yoruz ki, burada vazifeleri nihayet bulanlar için, ebedî mev’ûd bir hayat başlıyor. Biz de bu yolun yolcusu, bu hanın misafiri, bu fabrikanın muvakkat bir amelesi olduğu-muz için, er geç o kafileye iltihak edeceğiz. Kısa, müz’iç, dağdağalı, elemli, hüzünlü, fi-raklı ve ancak o sermedî hayatın mezraası ——————————— 1 Kadere imân eden kederden kurtulur.

amele: işçi dağdağalı: gürül-tülü, dehşet verici

ebedî: sonsuz, so-nu olmayan

elemli: acı veren, üzücü

firak: ayrılık hamd: övgü, teşek-kür

idrak etmek: anla-mak, kavramak

iltihak etmek: ka-

tılmak kafile: grup, toplu-luk

mev’ûd: vaad edil-miş

mezraa: tarla musibet: belâ, sı-kıntı

muvakkat: geçici mü’min: iman eden, Allah’a ve Onun gönderdiği

şeylere inanan müessir: etkili müz’iç: rahatsız eden, sıkıntı veren

nihayet bulma: sona erme, son bulma

sermedî: daimi, sürekli şükür: Allah’a kar-şı minnet duyma, teşekkür etme

Page 125: Sabir Risalesi

126 Sabır Risalesi

olan bu fanî ve kararsız âlemde başlayan garazsız, ivazsız, pürüzsüz ve kimsenin ar-zusuna tâbi olmadan, sırf hasbî ve ciddî, hâlis ve muhlis arkadaşlığımızın meyvesini ve her türlü saadeti câmi hayatta idrak edeceğiz.

Ümit ve iman gibi pek âli sermayemiz var. Hoca Efendi Hazretlerinin âli tavsiye-leri: Beş vakit namazını tâdil-i erkânla kıl. Yani, başka ibadete gücün yetmez. Nama-zın nihayetindeki tesbihleri yap. Yani, baş-ka zikri yapamadım diye teessüf etme. Ye-di kebâiri terk et. Çünkü sagairi arayacak zamanda değiliz. İttibâ-ı sünnet et. Zira bu

âlem: dünya, kâi-nat

âli: yüce câmi: içine alan, kapsayan

fâni: geçici olan, ölümlü

garazsız: iyi niyetli hâlis: içten hasbî: karşılıksız; sırf Allah rızası için

idrak etmek: an-lamak, kavramak

ittibâ-ı sünnet:

Peygamberimizin sünnetine uyma; onun gösterdiği yoldan gitme

ivazsız: bedelsiz, karşılıksız

kebâir: büyük gü-nahlar

muhlis: samimi, ihlâslı; ibadet ve davranışlarda sa-dece Allah’ın rıza-sını gözeten

nihayet: son

saadet: mutluluk sagair: küçük gü-nahlar

sermaye: servet tâdil-i erkân: na-mazı, rükünlerini birbirinden ayıra-cak şekilde, tertip ve düzenin hak-kını vererek kılma

teessüf etme: üzülme

zikir: Allah’ı anma zira: çünkü

Page 126: Sabir Risalesi

Barla Lâhikası/48. Mektup’tan 127

zamanda arkasında gidilecek ve harekâtı taklide değer, saf, hâlis ve muhlis bir hâ-di—ki, o da seni yine bu yola götürecek-tir—maalesef bulamayacaksın. Belki bu yola çıkaracaklar vardır; fakat kömürle el-ması kim fark edecek? Öyleyse, sen çalış, ondan daha iyi kılavuz bulamazsın. Ders-lerinden birinde ki, her vakit zikrettiğim

در 1 ن ا ن در ا ا ن ن ا şifâbahş vecizesi

hatırımızda varken, şüphesiz her musibet ve her elem hoş karşılanacaktır.

Hulûsi

——————————— 1 Kadere imân eden kederden kurtulur. elem: acı, keder hâdi: doğru yolu gösteren

hâlis: içten harekât: hareket-ler

muhlis: samimi, ihlâslı; ibadet ve davranışlarda sa-dece Allah’ın rıza-sını gözeten

musibet: belâ,

dert, felâket şifâbahş: şifâ bah-şeden, şifâ veren

vecize: kısa ve öz-lü söz

zikir: Allah’ı anma

Page 127: Sabir Risalesi

(Kastamonu Lâhikası, 8. Mektup’tan)

Aziz kardeşlerim, Bilmukabele bayramınızı tebrik ederim. Sıhhatimi soruyorsunuz. Buranın çok şid-

detli kışı ve odamın çok soğuğu ve üç ha-zin gurbetin tesiri ve üç asabî hastalığın sı-kıntısı ve bütün bütün yalnızlıkla kabil-i ta-hammül olmayacak çok zahmetlere maruz olduğum halde, Hâlıkıma hadsiz şükrede-rim ki, her derdin en kudsî dermanı olan îmanı ve îman-ı bilkaderden, ka-zâya rıza ilâcını imdadıma gönderdi, tam sabır içinde şükrettirdi.

asabî: sinirle ilgili; sinirsel

aziz: izzetli, çok değerli, saygın

bilmukabele: kar-şılıklı olarak

hadsiz: sınırsız Hâlık: herşeyin ya-ratıcısı olan Allah

hazin: hüzün ve-ren, acıklı

iman-ı bilkader: kadere iman

imdad: yardım kabil-i tahammül olma: tahamül edilebilme

kaza: olacağı Allah tarafından bilinen ve takdir olunan şeylerin zamanı gelince yaratılması

kudsî: her türlü ku-sur ve noksandan uzak, kutsal

maruz olma: başa gelme, uğrama

rıza: memnuniyet sıhhat: sağlık şükür: nimetlere karşı memnunluk gösterme, Allah’a teşekkür etme

Page 128: Sabir Risalesi

(Kastamonu Lâhikası, 84. Mektup’tan)

Ben tahmin ediyorum ki, bütün küre-i ar-

zın bu yangınında ve fırtınalarında selâ-met-i kalbini ve istirahat-ı ruhunu muhafa-za eden ve kurtaran yalnız hakikî ehl-i iman ve ehl-i tevekkül ve rızadır. Bunların içinde de en ziyade kendini kurtaranlar, Risale-i Nur’un dairesine sadakatle girenlerdir.

Çünkü bunlar, Risale-i Nur’dan aldıkları iman-ı tahkikî derslerinin nuruyla ve gö-züyle, herşeyde rahmet-i İlâhiyenin izini, özünü, yüzünü görüp herşeyde kemâl-i hik-metini, cemâl-i adaletini müşahede ettikle-

cemâl-i adalet: adalet güzelliği

ehl-i iman: Allah’a ve Allah’tan gelen herşeye inanan kimseler, mü’min-ler

ehl-i tevekkül: Al-lah’a tevekkül için-de olanlar

hakikî: asıl, gerçek iman-ı tahkîki:

inandığı şeylerin aslını, esâsını bi-lerek inanma; sar-sılmaz iman

istirahat-i ruh: ru-hun dinlenmesi

kemâl-i hikmet: eksiksiz, tam ve mükemmel bir hikmet

küre-i arz: yer küre, dünya

muhafaza: koruma müşahede: gözle-me, gözlem

rahmet-i İlâhiye: Al-lah’ın herşeyi kuşa-tan sonsuz rahmeti

sadakat: bağlılık, doğruluk

selâmet-i kalb: kalp huzuru, rahatlığı

ziyade: çok

Page 129: Sabir Risalesi

130 Sabır Risalesi

rinden, kemâl-i teslimiyet ve rızayla, rubu-biyet-i İlâhiyenin icraatından olan musibet-lere karşı teslimiyetle, gülerek karşılıyorlar, rıza gösteriyorlar. Ve merhamet-i İlâhiye-den daha ileri şefkatlerini sürmüyorlar ki, elem ve azap çeksinler. İşte buna binaen, değil yalnız hayat-ı uh-

reviyenin, belki dünyadaki hayatın dahi saadet ve lezzetini isteyenler, hadsiz tecrü-beleriyle, Risale-i Nur’un imanî ve Kur’ânî derslerinde bulabilirler ve buluyorlar.

azap: acı, sıkıntı, ceza

binaen: -dayanarak elem: acı, sıkıntı, üzüntü

hadsiz: sonsuz, sınırsız

hayat-ı uhreviye: âhiret hayatı

icraat: faaliyet, iş yapma

imanî: imana ait kemâl-i teslimi-

yet: tam bir tesli-miyet

Kur’ânî: Kur’ân’a ait

merhamet-i İlâhi-ye: Allah’ın mer-hameti

musibet: belâ, fe-laket, sıkıntı

rıza: hoşnut olma, kabullenme

rububiyet-i İlâhi-ye: Allah’ın herbir

varlığa yaratılış gayelerine ulaşma-ları için muhtaç ol-duğu şeyleri ver-mesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması şefkat: acıma, mer-hamet

teslimiyet: bağlılık, kendini Allah’ın iradesine bırakma

Page 130: Sabir Risalesi

Sabrın hikmetleri ve meyveleri

(Kastamonu Lâhikası, 3. Mektup’tan)

Sabri kardeş, Sabırlı ol; ehemmiyetsiz ve zararsız olan

vehmî ve asabî hastalığına ehemmiyet ver-me. Şifaya dua edilmekle beraber, zarar-sız, hatarsızdır. Çünkü, eğer hatarat, seyyie ise, nasıl ki âyinede temessül eden pislik, pis değil; ve âyinedeki yılan sureti ısırmaz ve ateşin timsali yakmaz. Öyle de, kalbin ve hayalin âyinelerinde rızasız, ihtiyarsız ge-len pis ve çirkin ve küfrî hatıralar zarar ver-mezler. Çünkü ilm-i usulde tasavvur-u kü-für, küfür değil; ve tahayyül-ü şetm, şetm olmaz. Hasene ise, nuranî olduğundan, ta-

asabî: sinirle ilgili hasene: iyilik, sevaphatar: tehlike hatarat: akla gelen fikirler

ihtiyarsız: irade dışı, istemeden

ilm-i usul: bir işin nasıl yapılacağını gösteren ilim; me-todoloji

küfrî: inkârcılığa

ait; inkâr ve inanç-sızlığa sebep olan iş, söz

nuranî: nurlu, ay-dınlık

seyyie: günah, kö-tülük şetm: çirkin söz, kötü düşünce

tahayyül-ü şetm: çirkin ve kötü şey-leri hayal etme

tasavvur-u küfür: küfrü düşünme, hayal etme

temessül eden: görüntü şeklinde yansıyan

timsal: aynadaki görüntü; akis

vehmî: olmayan bir şeyi var gibi kabul etme

Page 131: Sabir Risalesi

132 Sabır Risalesi

savvur ve tahayyülü dahi hasenedir. Çün-kü âyinede nuranînin timsali ziya verir, hâ-siyeti var; kesifin misali ölüdür, hayatsızdır, tesiri yoktur. Eğer sair teellümât-ı ruhaniye ise, sabra, mücahedeye alıştırmak için Rab-banî bir kamçıdır. Çünkü, emn ve ye’sin vartasına düşmemek hikmetiyle, havf ve reca muvazenesinde sabır ve şükürde bu-lunmak için kabz—bast hâletleri celâl ve cemal tecellîsinden intibah ehline gelmesi, ehl-i hakikatçe medâr-ı terakki bir düstur-u meşhurdur.

celâl: büyüklük, azamet, haşmet

cemâl: güzellik düstur-u meşhur: meşhur düstur, kural

ehl-i hakikat: doğ-ru ve hak yolda olan kimseler

emn: eminlik, güven hâsiyet: özellik, hususiyet

havf: korku hikmet: sebep, sır, gaye

intibah ehli: uya-nık olanlar; hak

ve hakikati anla-yıp yanlıştan dö-nenler

kabz-bast hâleti: kalbin bir açılıp genişlemesi, bir kapanıp kısırlaş-ması hâlleri

kesif: yoğun, katı medâr-ı terakki: yükselme, ilerle-me sebebi

muvazene: denge, ölçü

mücahede: cihad etme; mücadele etme

nuranî: nurlu, ay-dınlık

Rabbanî: Rab olan Allah’a ait

recâ: ümit sair: diğer, başka tahayyül: hayale getirme

tasavvur: düşünme teellümât-ı ruhani-ye: ruhun çektiği elemler, acılar

varta: tehlike, ba-taklığa düşme

ye’s: ümitsizlik ziya: ışık, parlaklık

Page 132: Sabir Risalesi

(Kastamonu Lâhikası, 95. Mektup’tan)

Endişeli sual: Bu âhirzaman fitnesinde aç-

lık, ehemmiyetli bir rol oynayacak. Onunla ehl-i dalâlet, bîçare aç ehl-i imanı, derd-i maişet içinde boğdurup, hissiyat-ı diniyeyi ya unutturup ya ikinci, üçüncü derecede bırakmaya çalışacak diye, rivayetlerden an-laşılıyor. Acaba, herşeyde hattâ kaht azâbın-da ehl-i iman ve mâsumlar için bir veçh-i rahmet ve kader-i İlâhî cihetinde adalet ol-duğu, bunda ne tarzda olur? Ve ehl-i iman, hususan Risale-i Nur talebeleri bu musibe-

âhirzaman: dünya hayatının kıyame-te yakın son dev-resi

bîçare: çaresiz derd-i maişet: ge-çim derdi

ehl-i dalâlet: doğ-ru ve hak yoldan sapanlar

ehl-i iman: Allah’a ve Allah’tan gelen herşeye inanan kimseler, mü’min-

ler fitne: ahlâkta ve toplum düzeninde azgınlık ve boz-gunculuk

hissiyat-ı diniye: dinî duygular

hususan: bilhas-sa, özellikle

kader-i İlâhî: Al-lah’ın meydana gelecek hâdiseleri olmadan önce tak-dir etmesi, plânla-

ması kaht: kıtlık, kurak-lık, kıtlık sebebiy-le meydana gelen açlık

mâsum: günahsız, suçsuz

rivâyet: Peygam-berimizden duyu-lan ve görülen şeylerin nakledil-mesi

vech-i rahmet: rahmet yönü

Page 133: Sabir Risalesi

134 Sabır Risalesi

te karşı iman ve âhiret hesabına ne cihetle istifade edip nasıl davranacaklar ve muka-vemet edecekler?

Elcevap: Şu musibetin en ehemmiyetli se-bebi, küfran-ı nimet ve şükürsüzlük ve ni-met-i ilâhiyenin kıymetini takdir etmemek-likten gelen bir isyan olduğundan, Âdil-i Hakîm, nimetinin, hususan gıda kısmının, hususan hayat noktasında en büyük nimet olan ekmeğin hakikî lezzetini ve çok ehem-miyetli kıymetini ve nimetiyet noktasında fevkalâde derecesini göstermekle, hakikî şükre sevk etmek hikmetiyle, Ramazan gi-bi riyazet-i diniyeye riayet etmeyen şükür-süz insanlara bu musibeti verip, aynı hik-met için adalet etmiş.

Âdil-i Hakîm: her-şeyi hikmetle ya-pan, sonsuz ada-let sahibi Allah

cihet: yön, taraf elcevap: cevap olarak

fevkalâde: olağa-nüstü, çok güzel

hakikî: asıl, gerçek hikmet: sebep, ga-ye, maksat

hususan: bilhas-sa, özellikle

istifade: faydalan-ma, yararlanma

küfran-ı nimet: ni-mete karşı nan-körlük, nimete saygısızlık

mukavemet: di-renç, dayanıklılık

musibet: belâ, fe-laket, sıkıntı

nimet-i İlâhiye: Al-lah’ın nimeti

nimetiyet: nimet olma

riyazet-i diniye: dinî riyazet, az gı-da almak suretiy-le nefsi terbiyeye çalışma

takdir etme: be-ğendiğini dile ge-tirme

Page 134: Sabir Risalesi

Kastamonu Lâhikası/95. Mektup’tan 135

Ehl-i iman, ehl-i hakikat, hususan Risale-i Nur talebelerinin vazifesi, bu musibetli aç-lığı, Ramazan riyazet-i diniyesinin tarzın-daki açlık, gibi vesile-i iltica ve nedamet ve teslimat yapmaya çalışmaktır. Ve zaruret ba-hanesiyle dilenciliğe ve hırsızlığa ve anar-şiliğe yol açmasına meydan vermemektir. Ve aç fakirlere acımayan bir kısım zengin ve bazı ehl-i maaş dahi Risale-i Nur’u din-leyip, bu mecburî açlık, hissiyle açlara mer-hamete gelip, zekâtla yardımlarına koş-maktır. Ve nefsini güzel yemeklerle şımar-tan, serkeş eden ve hevesat-ı rezile ve tuğ-yanlara sevk edip sarhoş eden gençler da-

anarşilik: karga-şa, otoriteye kaşı gelme

ehl-i hakikat: ha-kikat ehli, doğru ve hak yolda olanlar

ehl-i iman: Allah’a ve Allah’tan gelen herşeye inanan kimseler, mü’min-ler

ehl-i maaş: maaş-la geçinenler

hevesât-ı rezile:

rezilce hevesler, günah ve çirkin olan arzular

hususan: bilhas-sa, özellikle

musibet: belâ, fe-laket, sıkıntı

nedamet: pişman-lık

riyazet-i diniye: dinî riyazet, az gı-da almak suretiy-le nefsi terbiyeye çalışma

serkeş: başkaldı-ran, isyan eden

sevk: gönderme; sürme

teslimat: emanet-lerin asıl sahibine teslim edilmesi

tuğyan: azgınlık, taşkınlık

vesile-i iltica: sı-ğınma vesilesi, sebebi

zaruret: zorunlu-luk, mecburiyet

Page 135: Sabir Risalesi

136 Sabır Risalesi

hi, Risale-i Nur’un irşadıyla, bu hâdiseden merdane istifade ederek, fuhşiyat ve gü-nahlardan ellerini bir derece çektiği ve ne-fislerinin zevklerini ve pisliklere karşı gale-yanlarını kırdığı vesilesiyle taate ve hayra-ta girip, o hâdiseyi kendi aleyhlerinden çı-karıp lehlerinde istimal etmektir.

Ve ehl-i ibadet ve salâhat dahi, ekser in-sanların aç kaldığı bu zamanda ve çok ka-rışmış ve haram ve helâl fark edilmeyecek bir tarzda gelmiş ve şüpheli mal hükmün-de ve mânen müşterek olan erzak-ı umu-miyeden helâl olmak için miktar-ı zaruret derecesine kanaat ediyorum diye bu mec-burî belâya bir riyazet-i şer’iye nazarıyla

ehl-i ibadet: iba-det edenler

ekser: pekçok erzak-ı umumiye: umumî, herkese ait erzaklar, rızık-lar

fuhşiyat: çok çir-kin, aşağılık, helâl olmayan işler

galeyan: coşup taşma, azgınlık

hayrat: hayırlar,

iyilikler irşad: doğru yolu gösterme, uyarma

istimâl: kullanma kader-i İlâhî: Al-lah’ın meydana gelecek hâdiseleri olmadan önce tak-dir etmesi, plân-laması

merdâne: mertçe miktar-ı zaruret: zorunlu olan miktar

müşterek: ortak nazar: bakış, görüş riyazet-i şer’iye: az gıda almak suretiy-le nefsi terbiyeye çalışma

salâhat: dindarlıkta çok ileri olma hâli, günahsız ve temiz oluş

taat: Allah’ın emir-lerine uyma, yasak-larından kaçınma

Page 136: Sabir Risalesi

Kastamonu Lâhikası/119. Mektup’tan 137

bakmaktır. Kader-i İlâhîye karşı şekvayla değil, rızayla karşılamaktır.

(Kastamonu Lâhikası, 119. Mektup’tan)

“Bir hâdisede hem insan eli, hem kader müdahalesi olduğundan, insan, zâhirî se-bebe bakıp, bazan haksız hükmedip zulme-der. Kader, o musibetin gizli sebebine bak-tığı için adalet eder” diye, Risale-i Nur’da bir kaide-i esasiyedir.

(…) İkinci nokta: Bu dehşetli ihtikârdan çıkan

kaht ve galâ ve açlık, ve zaruret, yaşamak damarını şiddetiyle yaralandırıyor. Bu ya-

galâ: pahalılık, kıt-lık

hâdise: olay ihtikâr: vurguncu-luk; fazladan ka-zanç sağlamak amacıyla, hayat için zaruri olan ih-tiyaç maddelerini satın alıp fiyatı

artsın diye bir sü-re saklama

kader/kader-i İlâ-hî: Allah’ın mey-dana gelecek hâ-diseleri olmadan önce bilmesi, tak-dir etmesi, plânla-ması

kaht: kıtlık

kaide-i esasiye: esas kaide, temel kural

musibet: belâ, fe-laket şekvâ: şikayet zahirî: görünürde, dış görünüşte

zaruret: zorunlu-luk, mecburiyet

Page 137: Sabir Risalesi

138 Sabır Risalesi

ra, hissiyat-ı ulviye-i diniyeyi bir derece sus-turmaya vesile olup, ehl-i dalâlete yardım ediyor. Herkes midesini düşünmeye başlı-yor. Kalb, hakikatten ziyade ekmeği düşü-nüp hayata, yaşamaya, yardıma koşup va-zife-i hakikiyesini ikinci derecede bırakır. Buna karşı Risale-i Nur’un şakirtleri bir uzun Ramazan nazarıyla bakıp, keffaretü’z-zü-nûb ve bir riyazet-i şer’iyeye çevirebilirler. Alenen nakz-ı sıyamla Ramazan’ın hürme-tini kıran bedbahtlara gelen o musibet, mâ-sumları da incitir. Fakat Risale-i Nur şakirt-leri ve mâsumları, o musibeti lehlerine dön-dürüp, hayırlı bir riyazete kalb ederler, ka-naat ve iktisatla karşılarlar.

alenen: açıktan bedbaht: kötü bahtlı, tahlihsiz

ehl-i dalâlet: doğ-ru ve hak yoldan sapanlar

hissiyat-ı ulviye-i diniye: dinden gelen yüksek his-ler, yüce duygular

iktisat: tutumluluk kalb etme: dönüş-türme

kanaat: hırs gös-

termeyip kısmeti-ne razı olma

keffâretü’z-zünub: günahlara keffaret, günahların bağış-lanmasına vesile

musibet: belâ, bü-yük sıkıntı

nakz-ı sıyam: oru-cu bozmak

nazar: bakış, görüş riyâzet: gelip geçi-ci şeylerden nefsi çekerek, kanaat

içinde yaşama; ilim, ibadet ve fi-kirle meşgul olma

riyazet-i şer’iye: şer’î riyazet, az gıda almak sure-tiyle nefsi terbiye-ye çalışma şakirt: talebe, öğ-renci

vazife-i hakikiye: asıl vazife

ziyade: çok, fazla

Page 138: Sabir Risalesi

(Kastamonu Lâhikası, 138. Mektup’tan)

Aziz, sıddık kardeşlerim, Bu şiddetli kışta ve mânevî, dehşetli, ayrı

tarz bir kışta ve nev-i beşer ictimaî haya-tında müthiş kanlı diğer tarz bir kışta, çırpı-nan bîçarelere rikkat-i cinsiye ve şefkat-i neviye cihetinden gayet derecede bir hü-zün ve elem hissettim. Çok yerlerde beyan ettiğim gibi, yine Erhamürrâhimîn ve Ah-kemülhâkimîn olan onların Hâlık-ı Kerîm ve Rahîmin hikmet ve rahmeti, benim kal-bimin imdadına yetişti. Mânen denildi ki:

Ahkemülhâkimîn: hâkimlerin hâkimi olan Allah

aziz: izzetli, şerefli, çok değerli

beyan etme: açık-lama, izah

bîçare: çaresiz elem: acı, sıkıntı, üzüntü

Erhamürrâhimîn: merhametlilerin en merhametlisi olan Allah

Hâlık-ı Kerîm ve Rahîm: sonsuz cömertlik ve mer-hamet sahibi ve her şeyi yaratan Allah

hikmet: fayda, ga-ye; herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, fay-dalı ve tam yerli ye-rinde yaratılması

ictimaî hayat: top-lumsal hayat

nev-i beşer: insan-lar

rahmet: şefkat, mer-hamet ve ihsan

rikkat-i cinsiye: kendi cinsinden olana karşı duyu-lan acıma hissi

sıddık: çok doğru ve bağlı şefkat-i neviye: kendi nevinden olana duyulan şefkat, acıma

Page 139: Sabir Risalesi

140 Sabır Risalesi

“Senin bu şiddet-i teessürün, o Hakîm ve Rahîmin hikmetini, rahmetini bir nevi ten-kit hükmüne geçer. Rahmet-i İlâhiyeden ile-ri şefkat olunmaz. Hikmet-i Rabbaniyeden daha ekmel hikmet, dâire-i imkânda ola-maz. Âsiler, cezalarını; mâsumlar, mazlum-lar, zahmetlerinden on derece ziyade mükâ-fatlarını alacaklarını düşün. Senin daire-i ik-tidarının haricinde olan hâdisâta, Onun mer-hamet ve hikmet ve adaleti ve rububiyeti

âsi: isyan eden, başkaldıran

daire-i iktidar: ik-tidar dairesi

daire-i imkân: var-lığı da yokluğu da eşit olan daire; kâinat

ekmel: en mükem-mel

hâdisât: olaylar Hakîm: herşeyi belirli maksat ve faydalara uygun ve tam yerli yerin-de yaratan, hik-met sahibi Allah

hikmet: fayda, ga-ye; herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı,

faydalı ve tam yer-li yerinde yaratıl-ması

hikmet-i Rabbâni-ye: kâinatın Rab-bi tarafından her-şeyin belirli gaye-lere yönelik olarak anlamlı, faydalı ve tam yerli yerin-de yaratılması

mâsum: suçsuz, günahsız

mazlum: zulme, haksızlığa uğrayan

mükâfat: ödül nevi: çeşit, tür Rahîm: rahmeti her şeyi kuşatmak-la birlikte, dilediği varlıklara çok özel

ihsanı ve hususi rahmet tecellîsi olan Allah

rahmet-i İlâhiye: Allah’ın sonsuz rahmeti, şefkat ve merhameti

rububiyet: Rablık; Cenâb-ı Hakkın herbir varlığa ya-ratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemen-liği altında bulun-durması şiddet-i teessür: şiddetli üzüntü

ziyade: çok, fazla

Page 140: Sabir Risalesi

Emirdağ Lâhikası/15. Mektup’tan 141

noktasında bakmalısın.” Ben de o lüzum-suz şiddetli elem-i şefkatten kurtuldum.

(Emirdağ Lâhikası, 15. Mektup’tan)

Bu hizmet-i Nuriyede şimdiye kadar ba-şımıza gelen belâlar yüz derece ziyade olsa yine ucuzdur; biz kazanıyoruz. O belâlar, ehemmiyetsiz fâni şişelerimizi ve cam par-çalarımızı kırmalarıyla, bâki ve uhrevî el-masları bize kazandırıyorlar diye sabır için-de şükretmeliyiz ve sevinmeliyiz bildim.

(Emirdağ Lâhikası, 123. Mektup’tan)

Aziz, sıddık kardeşlerim, Evvelâ: Isparta’nın acip yangınında mu-

acip: acayip, şa-şırtıcı

aziz: çok değerli, izzetli

bâki: devamlı ve

kalıcı olan elem-i şefkat: şef-kat acısı

fâni: geçici hizmet-i Nuriye: Ri-

sale-i Nur hizmeti sıddık: çok doğru ve sadık

uhrevî: âhirete ait ziyade: çok, fazla

Page 141: Sabir Risalesi

142 Sabır Risalesi

sibetzedelerin elemlerine ben cidden işti-rak ediyorum. Çünkü müteaddit vecihle ben Ispartalı olduğum gibi, o mübarek şe-hir, taşıyla, toprağıyla nazarımda çok ehem-miyeti var; ve Nurların Câmiü’l-Ezheri ve Medresetü’z-Zehrasının merkezi hükmün-dedir.

Benim tarafımdan o musibetzedelere de-yiniz ki: “Nass-ı hadisle, böyle musibetler-de, ehl-i imanın zâyi olan malları tam sa-daka hükmündedir. Hususan bu zaman-da, yüz sadaka kadar o fâni malları, bâki ve daha çok ebedî mallara inkılâp ederler.

bâki: devamlı, ka-lıcı, ölümsüz

Câmiü’l-Ezher: Mısır’ın başkenti olan Kahire’de bulunan ve bin yıldan fazla bir süreden beri hiz-met veren İslâm dünyasının en es-ki üniversitesi

ebedî: sonu olma-yan sonsuz

ehl-i iman: Allah’a inananlar, mü’-

minler elem: sıkıntı, üzüntü fâni: geçici, yok olucu

hususan: bilhassa, özellikle

inkılâp: değişim, dönüşüm

iştirak etmek: or-tak olma, katılma

Medresetü’z-Zehra: Bediüzzaman’ın doğu illerinde kur-mayı hayal ettiği üniversite; Risale-i

Nur talebelerinin oluşturduğu mâ-nevî üniversite

musibetzede: be-lâya, sıkıntıya düş-müş olan kimse

müteaddit: bir çok, çeşitli

nass-ı hadis: ha-disin hükmü

nazar: bakış, gö-rüş, düşünce

vecih: şekil, tarz zâyi: elden çıkan, kaybolan

Page 142: Sabir Risalesi

Emirdağ Lâhikası/123. Mektup’tan 143

Onun için, sabır içinde bir cihette şükret-mek gerektir. İnşaallah, dünyada dahi o kef-fâretü’z-zünub olan zayiatın yerine Erha-mürrâhimîn ihsan eder. Geçmiş olsun, ba-şınız sağ olsun, fâidesiz merak etmeyiniz” deyiniz.

Saniyen: Bu çeşit kazaların bir sebebi: Be-şerin çirkin bir hatası bulunmasından, bu Ramazan-ı Şerifin hürmetini ve kıymetini muhafaza etmek ve Nurları himaye etme-ye, her yerden ziyade Nurların menbaı ve medresesi olan Isparta borçludur ve vazife-sidir. Ve sefahetlere karşı şeair-i İslâmiyeyi muhafaza etmekle mükelleftir.

Erhamürrâhimîn: merhametlilerin en merhametlisi olan Allah

himaye etmek: korumak

ihsan etmek: ik-ram etmek, ba-ğışlamak

keffâretü’z-zü-nub: günahlara

kefaret, günahla-rın bağışlanması-na vesile

menba: kaynak muhafaza etmek: korumak

mükellef: yüküm-lü, sorumlu

saniyen: ikinci olarak

sefahet: helâl ol-

mayan zevk ve eğlenceye düş-künlük, beyinsizlik şeair-i İslâmiye: İslâma sembol ol-muş iş ve ibâdet-ler

zayiat: kayıplar, zararlar

ziyade: çok, fazla

Page 143: Sabir Risalesi

144 Sabır Risalesi

(Sünûhat, Rüyada Bir Hitabe’den)

Bir Cuma gecesinde nevm ile âlem-i mi-

sâle girdim. Biri geldi, dedi: “Mukadderat-ı İslâm için teşekkül eden

bir meclis-i muhteşem seni istiyor.” Gittim, gördüm ki, münevver, emsalini

dünyada görmediğim, Selef-i Salihînden ve a’sârın meb’uslarından her asrın meb’us-ları içinde bulunur bir meclis gördüm. Hi-cap edip kapıda durdum. Onlardan bir zat dedi ki:

“Ey felâket, helâket asrının adamı, senin de reyin var. Fikrini beyan et!”

Ayakta durup dedim:

a’sâr: asırlar âlem-i misâl: bü-tün varlıkların ve olayların görüntü-lerinin yansıdığı madde ötesi âlem

beyan et!: açıkla! emsal: benzer felâket: belâ, mu-sibet

helâket: yıkımlar, tahripler

hicap etme: utan-ma, çekinme

meb’us: temsilci, vekil

meclis-i muhte-şem: muhteşem, görkemli meclis

mukadderat-ı İs-lâm: İslâm ve Müslümanların içinde bulunduk-ları durum; yaşa-

nan hâdiseler münevver: nurlu, aydın

nevm: uyku rey: fikir, görüş Selef-i Salihîn: İs-lâmın ilk asırların-da yaşayan Ehl-i Sünnet âlimleri

teşekkül eden: kurulan, meydana getirilen

Page 144: Sabir Risalesi

Sünûhat/Rüyada Bir Hitabe’den 145

“Sorun, cevap vereyim.” Biri dedi: “Bu mağlûbiyetin neticesi ne

olacak; galibiyette ne olurdu?” Dedim: “Musibet şerr-i mahz olmadığı

için, bazan saadette felâket olduğu gibi, fe-lâketten dahi saadet çıkar. Eskiden beri i’lâ-yı kelimetullah ve bekâ-yı istiklâliyet-i İs-lâm için, farz-ı kifaye-i cihadı deruhte ile kendini yekvücut olan âlem-i İslâma feda-ya vazifedar ve hilâfete bayraktar görmüş olan bu devlet-i İslâmiyenin felâketi, âlem-i İslâmın saadet-i müstakbelesiyle telâfi edi-

âlem-i İslâm: İslâm dünyası

bekâ-yı istiklâliyet-i İslâm: İslâmın ve Müslümanların ba-ğımsızlığının deva-mı, kalıcı olması

deruhte: yerine getirme, üstlenme

devlet-i İslâmiye: İslâm devleti, Os-manlı Devleti

farz-ı kifaye-i cihad: Müslümanların bir kısmının mutlaka yapması gereken cihat görevi

felâket: belâ, mu-sibet

galibiyet: yengi, yenme

hilâfet: hâlifelik makamı; Peygam-ber Efendimizin (a.s.m.) vekili ola-rak Müslümanla-rın din ve dünya işlerinin tedbirini gören genel baş-kanlık görevi

i’lâ-yı kelimetul-lah: Allah’ın adını yüceltme; Allah adına, iman ve İs-lâm hakikatlerini yaymaya çalışma

mağlûbiyet: yenil-gi, yenilme

musibet: belâ, bü-yük sıkıntı, felâket

saadet: mutluluk saadet-i müstak-bele: gelecekte gerçekleşecek olan mutluluk ve huzur şerr-i mahz: her yönüyle şer ve kötü olan

telâfi edilme: kay-bın ve zararın karşılanması

vazifedar: görevli yekvücut: tek vü-cut, tek bir insan gibi birlik ve bü-tünlük içinde

Page 145: Sabir Risalesi

146 Sabır Risalesi

lecektir. Zira, şu musibet, maye-i hayatımız ve âb-ı hayatımız olan uhuvvet-i İslâmiye-nin inkişaf ve ihtizazını hârikulâde tacil etti.”

(...)

(Hutuvat-ı Sitte’den)

BİRİNCİ HATVESİ: Der veya dedirir:

“Siz kendiniz de dersiniz ki: Musibete müs-tehak oldunuz. Kader zâlim değil, adalet eder. Öyleyse, size karşı muameleme razı olunuz.” Şu vesveseye karşı demeliyiz: Kader-i İlâ-

hi isyanımız için musibet verir. Ona rızadâ-

âb-ı hayat: hayat suyu

hârikulâde: olağa-nüstü, şaşırtıcı derecede

hatve: basamak, mertebe

inkişaf: gizli şeyle-rin ortaya çıkması ve gelişmesi

kader/Kader-i İlâhi:

Allah’ın meydana gelecek hâdiseleri olmadan önce tak-dir etmesi, plânla-ması

maye-i hayat: ha-yatın mayası, ha-yat için gerekli olan unsur

muamele: davranışmusibet: belâ, bü-

yük sıkıntı müstehak: hak eden, lâyık

tacil etme: hızlan-dırma, çabuklaş-tırma

uhuvvet-i İslâmiye: İslâm kardeşliği

vesvese: kuruntu, şüphe

Page 146: Sabir Risalesi

Hutuvat-ı Sitte’den 147

de olmak, o günahtan tevbe demektir. Sen ey mel’un! Günahımız için değil, İslâmiye-timiz için zulmettin ve ediyorsun. Ona rıza veya ihtiyarla inkıyad etmek—neûzü bil-lâh—İslâmiyetten nedamet ve yüz çevir-mek demektir.

Evet aynı şeyi—hem musibettir—Allah verir, adalet eder. Çünkü günahımıza, şer-rimize zecren ondan vazgeçirmek için ve-rir. O şeyi aynı zamanda beşer verir, zul-meder. Çünkü, başka sebebe binaen ceza verir. Nasıl ki düşman-ı İslâm, aynı şeyi bi-ze icra ediyor. Çünkü Müslümanız.

binaen: -dayana-rak

düşman-ı İslâm: İslâm düşmanı

icra etmek: tatbik etmek, uygula-mak

ihtiyar: dileme, is-tek, irade

inkıyad etmek: bo-

yun eğmek, itaat etmek

mel'un: lânetlen-miş

musibet: belâ, bü-yük sıkıntı

nedamet: pişman-lık

neûzü billâh: Al-lah korusun

rızadâde: kabul eden şer: kötülük, fena-lık

zecren: sakındır-ma, yasaklama

zulmet: karanlık zulmetmek: hak-sız yere kötülük etmek

Page 147: Sabir Risalesi

148 Sabır Risalesi

(Hakikat Çekirdekleri’nden)

62. Musibet-i âmme, ekseriyetin hatasın-

dan terettüp eder. Musibet, cinayetin neti-cesi, mükâfâtın mukaddimesidir.

ekseriyet: çoğun-luk

mukaddime: baş-langıç, giriş

musibet: belâ, bü-yük sıkıntı

musibet-i âmme: büyük ve genel

musibet terettüp etmek: sonuç olarak orta-ya çıkmak

Page 148: Sabir Risalesi

Sabırsızlığın ilâcı

(Yirmi Dokuzuncu Mektup, 2. Risale Olan 2. Kısım, 8. Nükte’den)

(...) İnsanın ekseriyet-i mutlakası açlığa

çok defa müptelâ olur. Sabır ve tahammül için bir idman veren açlık, riyazete muh-taçtır. Ramazan-ı Şerifteki oruç, on beş sa-at, sahursuz ise yirmi dört saat devam eden bir müddet-i açlığa sabır ve taham-mül ve bir riyazettir ve bir idmandır. De-mek, beşerin musibetini ikileştiren sabır-sızlığın ve tahammülsüzlüğün bir ilacı da oruçtur.

beşer: insan ekseriyet-i mutla-ka: genel çoğun-luk

musibet: belâ, bü-yük sıkıntı

müddet-i açlık: açlık müddeti

müptelâ: bağımlı, düşkün

Ramazan-ı Şerif: şerefli Ramazan ayı

riyâzet: gelip geçi-ci şeylerden nefsi

çekerek, kanaat içinde yaşama; ilim, ibadet ve fi-kirle meşgul olma

tahammül: dayan-ma, katlanma, sab-retme

Page 149: Sabir Risalesi

Bediüzzaman’dan sabır tavsiyeleri

(On Üçüncü Şuâ’dan)

Tahmin ederim, şimdi küre-i arzda Risa-

le-i Nur şakirtlerinden, kalben ve ruhen ve fikren daha az sıkıntı çeken yoktur. Çünkü kalb ve ruh ve akılları iman-ı tahkikî nurla-rıyla sıkıntı çekmezler. Maddî zahmetler ise, Risale-i Nur dersiyle hem geçici, hem sevaplı, hem ehemmiyetsiz, hem hizmet-i imaniyenin başka bir mecrâda inkişafına vesile olmasını bilerek şükür ve sabırla kar-şılıyorlar. İman-ı tahkikî dünyada dahi me-dar-ı saadettir diye halleriyle ispat ediyor-lar. Evet, “Mevlâ görelim neyler, neylerse güzel eyler” deyip, metinâne bu fâni zah-

fâni: geçici, ölümlühizmet-i imâniye: iman hizmeti

iman-ı tahkîki: inandığı şeylerin aslını, esâsını bi-lerek inanma; sar-

sılmaz iman inkişaf: açığa çık-ma, açılma

küre-i arz: yerkü-re, dünya

mecrâ: kanal, bir işin gidiş şekli

medar-ı saadet: mutluluk sebebi

metinâne: sağlam ve kuvvetli bir şe-kilde şakirt: talebe, öğ-renci

Page 150: Sabir Risalesi

On Üçüncü Şuâ’dan 151

metleri bâki rahmetlere tebdile çalışıyor-lar.

Cenâb-ı Erhamürrâhimîn, onların emsal-lerini çoğaltsın, bu vatana medar-ı şeref ve saadet yapsın ve onları da Cennetü’l-Fir-devste saadet-i ebediyeye mazhar eylesin. Âmin.

Evet, Cennet ucuz değil. İki hayatı imha

eden küfr-ü mutlaktan kurtarmak, bu za-manda pek çok ehemmiyetlidir. Bir parça meşakkat olsa da şevk ve şükür ve sabırla karşılamalı. Madem bizi çalıştıran Hâlıkımız

âmin: Allahım ka-bul eyle

bâki: devamlı, ka-lıcı

Cenâb-ı Erhamür-râhimîn: merha-metlilerin en mer-hametlisi olan şe-ref ve azamet sa-hibi yüce Allah

Cennetü’l-Firdevs: Firdevs Cenneti; Cennetin en yük-

sek yeri emsal: benzerler, örnekler

Hâlık: her şeyi ya-ratan Allah

imha etmek: yıkıp yok etmek

küfr-ü mutlak: tam bir küfür, inkâr ve inançsızlık; hiçbir kutsal değere inanmama tarzın-da dinsizlik

mazhar eylemek: eriştirmek, kavuş-turmak

medar-ı şeref: şe-ref sebebi

meşakkat: güçlük rahmet: İlâhî şef-kat, merhamet ve ihsan

saadet: mutluluk saadet-i ebediye: sonsuz mutluluk

tebdil: değiştirme

Page 151: Sabir Risalesi

152 Sabır Risalesi

Rahîm ve Hakîmdir; başa gelen herşeyi rı-za ile, sevinçle, rahmetine, hikmetine itimat-la karşılamalıyız.

Aziz kardeşlerim, Ben, bu sabah tesbihatta Hâfız Tevfik’e

acıdım. Bu iki defadır zahmet çekiyor ta-hattur ettim. Birden hatıra geldi: Onu teb-rik et. O, kendini faidesiz bir ihtiyatla Risa-le-i Nur’daki çok ehemmiyetli makamın-dan ve büyük hissesinden bir derece çek-

aziz: çok değerli, izzetli

Hafız Tevfik: (1889-1965) Risale-i Nur’un kâtiplerin-den olan Hafız Tevfik Göksu, Bar-la’da cami imam-lığı yapmıştır

Hakîm: hikmet sa-hibi; herşeyi hik-metle, belirli ga-yelere yönelik ola-rak, mânâlı, fay-dalı ve tam yerli yerinde yaratan

Allah hikmet: fayda, ga-ye; herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yer-li yerinde yaratıl-ması

ihtiyat: önlem al-ma, tedbirli hare-ket etme

itimat: güven, gü-venme

Rahîm: merhamet-li; rahmetinin çok

özel tecellîleri olan ve sonsuz şefkat ve merha-met sahibi Allah

rahmet: İlâhî şef-kat, merhamet ve ihsan

tahattur etmek: hatırlamak, hatıra gelmek

tesbihat: Allah’ı her türlü kusur-dan yüce tutarak şanına lâyık ifa-delerle anma

Page 152: Sabir Risalesi

On Üçüncü Şuâ’dan 153

mek isterdi. Fakat hizmetinin kudsiyeti ve azameti, onu yine o büyük hisseye ve pek büyük sevaba muvaffak eyledi. Az bir sı-kıntı ve geçici bir küçük zahmetle böyle bir şeref-i mânevîden geri kalmamak gerektir.

Evet, kardeşlerim, madem herşey gidi-yor; ve gittikten sonra eğer lezzet ve keyif ise, boşu boşuna gider, bir hasret kalır! Eğer sıkıntı ve zahmet ise hem dünyevî ve uhrevî, hem böyle bir kudsî hizmet nokta-sında öyle bir lezzetli faideler var ki, o zah-meti hiçe indirir. İçinizde biri müstesna, en ihtiyarı ve en ziyade başına sıkıntılar topla-nan benim. Sizi temin ederim, tam bir sa-bır ve şükür ve tahammülle halimden mem-nunum. Musibete şükür ise, musibetteki se-vap ve uhrevî ve dünyevî faideleri içindir.

azamet: büyüklük, yücelik

kudsî: mukaddes, kutsal

kudsiyet: mukad-des olma, kutsallık

musibet: belâ,

dert, felâket muvaffak eylemek: başarılı kılmak

müstesna: dışında şeref-i mânevî: mâ-nevî şeref, rütbe

uhrevî: âhirete ait

ziyade: çok tahammül: katlan-ma, dayanma şükür: Allah’a kar-şı minnet duyma, teşekkür etme

Page 153: Sabir Risalesi

154 Sabır Risalesi

Kardeşlerim, Gerçi yeriniz çok dardır; fakat kalbinizin

genişliği o sıkıntıya aldırmaz. Hem yerleri-mize nisbeten daha serbesttir. Biliniz, en esaslı kuvvetimiz ve nokta-i istinadımız te-sanüddür. Sakın, sakın bu musibetlerin ver-diği asabîlik cihetiyle birbirinizin kusuruna bakmayınız. Kısmet ve kadere itiraz hük-münde olan şekvâlar ve “Böyle olmasaydı şöyle olmazdı” diye birbirinizden gücen-meyiniz. Ben anladım ki, bunların hücu-mundan kurtulmak çaremiz yoktu. Ne yap-saydık onlar hücumu yapacaktılar. Biz sa-bır ve şükür ve kazâya rıza ve kadere tes-limle mukabele ederek tâ inayet-i İlâhiye imdadımıza gelinceye kadar, az zamanda ve az amelde pekçok sevap ve hayrat ka-zanmaya çalışmalıyız.

asabîlik: sinirlilik hayrat: hayırlar, iyilikler

inâyet-i İlâhiye: Allah’ın şefkati, yardımı

kaza: olacağı Allah

tarafından bilinen ve takdir olunan şeylerin zamanı ge-lince yaratılması

mukabele etmek: karşılık vermek

musibet: belâ,

dert, felâket nisbeten: kıyasla, oranla

nokta-i istinad: dayanak noktası şekvâ: şikayet tesanüd: dayanışma

Page 154: Sabir Risalesi

On Üçüncü Şuâ’dan 155

Madem biz kadere teslim olup bu sıkıntı-

ları, 1 ا ز ور ا ر ا sırrıyla, ziyade se-

vap kazanmak cihetiyle mânevî bir nimet biliyoruz. Madem geçici, dünyevî musibet-lerin sonları ekseriyetle ferahlı ve hayırlı oluyor. Ve madem hakkalyakîn derecesin-de yakînî bir kat’î kanaatımız var ki, biz öyle bir hakikate hayatımızı vakfetmişiz ki, güneşten daha parlak ve Cennet gibi güzel ve saadet-i ebediye gibi şirindir. Elbette biz bu sıkıntılı hallerle müftehirâne, müteşek-kirâne bir mücahede-i mâneviye yapıyo-ruz diye, şekvâ etmemek lâzımdır.

——————————— 1 “İşlerin en hayırlısı zorlu olanıdır.” el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ:

1:55. ekseriyet: çoğun-luk

hakikat: asıl, ger-çek, doğru

hakkalyakin: biz-zat yaşayarak, kuşkuya yer bı-rakmayacak şe-kilde elde edilen kesin bilgi

kader: Allah’ın mey-dana gelecek hâ-

diseleri olmadan önce bilmesi, tak-dir etmesi, plânla-ması

kat’î: kesin musibet: belâ, dert, felâket

mücahede-i mâ-neviye: mânevî mücadele

müftehirâne: övü-nerek, gurur duya-

rakmüteşekkirâne: teşekkür ederek

saadet-i ebediye: sonu olmayan, sonsuz mutluluk şekvâ: şikâyet vakfetmek: bağış-lamak

yakînî: kesin, şüp-hesiz

ziyade: çok

Page 155: Sabir Risalesi

156 Sabır Risalesi

(...)

Elbette bize lâzım: Kemâl-i teslimiyetle sa-bır ve temkinde bulunmak ve bilhassa in-kisar-ı hayale düşmemek ve bazen ümidin hilâf-ı zuhuruyla meyus olmamak ve mu-vakkat fırtınalarla sarsılmamak.

Evet, gerçi inkisar-ı hayal, ehl-i dünyada kuvve-i mâneviyelerini ve şevklerini kırar; fakat meşakkat ve mücahede ve sıkıntıla-rın altında inayet ve rahmetin iltifatlarını gö-ren Risale-i Nur şakirtlerine inkisar-ı hayal, gayretlerini ve ileri atılmasını ve ciddiyetle-rini takviye etmek lâzım geliyor.

ehl-i dünya: dün-yaya dalıp, âhireti düşünmeyenler

hilâf-ı zuhur: aksi durumun ortaya çıkması

inayet: yardım, ih-san, lütuf

inkisar-ı hayal: hayal kırıklığı

kemâl-i teslimi-yet: tam bir tesli-

miyet kuvve-i mânevi-ye: mânevî kuv-vet, moral gücü

meşakkat: güçlük meyus: ümitsiz muvakkat: geçici mücahede: cihad etme, din uğrun-da çaba harcama

rahmet: İlâhî şef-

kat, merhamet ve ihsan şakirt: talebe, öğ-renci şevk: şiddetli arzu, istek

takviye etme: des-tekleme, güçlen-dirme

temkin: ihtiyatlı hareket etme

Page 156: Sabir Risalesi

(On Dördüncü Şuâ’dan)

Salisen: Meşakkat derecesinde sevabın

ziyadeleşmesi cihetinde, bu şiddetli hale şükretmeliyiz. Vazifemiz olan hizmet-i ima-niyeyi ihlâsla yapmaya çalışmalı, vazife-i İlâhiye olan muvaffakiyet ve hayırlı netice-leri vermek cihetine karışmamalıyız.

ا 1 ز ور ا ر ا deyip bu çilehanedeki

sıkıntılara sabır içinde şükretmeliyiz. Ame-limizin makbuliyetine bir alâmet ve kudsî mücahedemizin imtihanında tam bir şeha-detnâme almamıza bir emâredir bilmeliyiz.

(…) ——————————— 1 “İşlerin en hayırlısı zorlu olanıdır.”

alâmet: belirti, işaret amel: iş, fiil cihet: şekil, yön çilehane: çile yeri, nefsi terbiye hüc-resi

emâre: belirti, işaret hizmet-i imâniye: iman hizmeti

ihlâs: samimiyet, ibadet ve davra-

nışlarda sadece Allah rızasını gö-zetme

kudsî: kutsal, mu-kaddes

makbuliyet: kabul edilmiş olma

meşakkat: güçlük, sıkıntı

muvaffakiyet: ba-şarı

mücahede: cihad etme, din uğrun-da çaba harcama

salisen: üçüncü olarak şehadetnâme: şa-hitlik belgesi

vazife-i İlâhiye: Al-lah’a ait olan iş

ziyadeleşme: faz-lalaşma, artma

Page 157: Sabir Risalesi

158 Sabır Risalesi

Biz küçücük sıkıntılarımızı “kinin” gibi bir acı ilâç bilip sabır ve şükretmeliyiz, “Yâhu bu da geçer” demeliyiz.

(Münâzarat’tan)

Sual: Zindan-ı atâlete düştüğümüzün se-bebi nedir?

Cevap: Hayat bir faaliyet ve harekettir. Şevk ise matiyyesidir. İşte, himmetiniz şev-ke binip mübareze-i hayat meydanına çık-tığı vakit, en evvel düşman-ı şedîd olan yeis rastgelir. Kuvve-i mâneviyesini kırar. Siz o

düşman-ı şedît: şiddetli ve kor-kunç düşman

himmet: ciddî ça-ba ve gayret

kinin: ateşli hasta-lıkların ve özellik-le sıtmanın teda-visinde kullanılan bir tür bitki

kuvve-i mânevi-ye: mânevî kuv-

vet, moral gücü matiyye: binek hay-vanı

mübareze: karşı koyma, çarpışma

mübareze-i hayat: hayat mücâdelesi

sabır: acıya ve zorluğa katlanma şevk: çok istek ve arzu, coşku şükür: Allah’ın

(c.c.) nimetlerine karşı memnunluk gösterme; Allah’a teşekkür etme

yeis: ümitsizlik zindan-ı atâlet: zindan gibi toplu-mu mânevî hapis-te yaşatan tem-bellik ve faaliyet-sizlik

Page 158: Sabir Risalesi

Münâzarat’tan 159

düşmana karşı 1 وا kılıncını istimal

ediniz. Sonra müzahemetsiz olan hakkın hizme-

tinin yerini zapteden meylüttefevvuk istib-dadı hücuma başlar. Himmetin başına vu-

rur, atından düşürttürür. Siz 2 وا -ha ېەئو

kikatini o düşmana gönderiniz. Sonra da ilel-i müteselsiledeki terettübü

atlamakla müşevveş eden aculiyet çıkar, himmetin ayağını kaydırır. Siz,

3 وا روا ورا ا روا و (...) .yu siper ediniz’ ا——————————— 1 “Ümidinizi kesmeyin.” Zümer Sûresi, 39:53. 2 Allah için olunuz. 3 “İbadette, musibette ve günahtan kaçınmakta sabırlı olun;

sabır yarışında düşmanlarınızı geride bırakın; her an cihada hazırlıklı bulunun ve murabıt olun.” Âl-i İmrân Sûresi, 3:200.

aculiyet: aceleci-lik, sabırsızlık

hakikat: asıl, ger-çek, doğru

himmet: ciddî ça-ba ve gayret

ilel-i müteselsile: zincir gibi birbirine bağlı olup devam eden sebepler, il-

letleristibdat: baskı ve zulüm

istimal etme: kul-lanma

meyl’üt-tefevvuk: başkalarına nis-betle üstünlük el-de etme meyli, eğilimi

müşevveş: dağınık, karışık, düzensiz

müzahemetsiz: zahmet ve zorlu-ğu olmayan

terettüb: birbiriyle bağlantılı olarak sıralanma

zaptetmek: ele ge-çirmek

Page 159: Sabir Risalesi

160 Sabır Risalesi

(İşârât’tan)

Nisyan bir nimettir, yalnız her günün âlâ-

mını çektirir, müterakimi unutturur. (...) Derecat-ı hararet gibi, her musibette bir

derece-i nimet vardır. Daha büyüğünü dü-şünüp, küçükteki derece-i nimeti görüp, Allah’a şükretmeli. Yoksa isti’zam ile üflen-se şişer, merak edilse ikileşir. Kalbdeki mi-sâli, hakikate inkılâp eder.

(Kastamonu Lâhikası, 7. Mektup’tan)

Salisen: Hulûsi’nin bir gailesi var diye his-

sediyorum. Merak etmesin, Risale-i Nur’un

âlâm: elemler, acı-lar

derecat-ı hararet: sıcaklık dereceleri

derece-i nimet: ni-met derecesi

gaile: sıkıntı, dert

hakikat: doğru, ger-çek

inkılâp etmek: dö-nüşmek

isti’zâm: büyütme misâl: benzer, ör-nek

musibet: belâ, bü-yük sıkıntı

müterâkim: birik-miş, yığılmış

nisyan: unutkanlık salisen: üçüncü olarak

Page 160: Sabir Risalesi

Kastamonu Lâhikası/7. Mektup’tan 161

şakirtlerine inâyet ve rahmet, nezaret ve hi-mayet ederler. Dünyanın meşakkatleri ma-dem sevap verir, geçerler; o musibetlere karşı sabır içinde şükürle, metanetle muka-bele edilmek gerektir. Hem o, hem sizler bütün dualarımda ve kazançlarımda benim-le berabersiniz.

Rabian: Risaletü’n-Nur, kendi kendine Kur’ân’ın himayeti ve hıfz-ı Rabbânî altın-da intişar ediyor. İmâm-ı Ali (r.a.) iki defa sırren, sırren demesi işaret eder ki, perde altında daha ziyade feyiz ve nur verir. Si-zin gibi kardeşlerim, zamanın sarsıntılı hâ-disâtına karşı—şimdiye kadar gibi—yine tam mukavemet eder ümidindeyim.

feyiz: bolluk, bere-ket

hâdisât: hâdiseler, olaylar

hıfz-ı Rabbânî: her-bir varlığa yaratılış gayelerine ulaş-maları için muh-taç olduğu şeyleri veren, onları ter-biye edip idaresi ve egemenliği al-tında bulunduran Allah’ın koruması

himayet: korumaİmâm-ı Ali: Hz. Ali (r.a.)

inâyet: Allah’ın yardımı

intişar etme: ya-yılma

meşakkat: güçlük, zorluk

metanet: sağlam duruş, kararlılık

mukabele edilmek: karşılık verilmek

mukavemet etme:

direnme, dayanma musibet: belâ, fe-laket, sıkıntı

nezaret etme: ba-kıcılık yapma

rabian: dördüncü olarak

rahmet: İlâhî ih-san, bağış

sırren: gizli olarak, gizlice şakirt: talebe, öğ-renci

ziyade: çok, fazla

Page 161: Sabir Risalesi

162 Sabır Risalesi

1 ن ېەئا ن ا ن در ا ا ن düsturumuz در

olmalı.

(Kastamonu Lâhikası, 120. Mektup’tan)

Evet kardeşlerim; bu zamanda öyle deh-şetli cereyanlar ve hayatı ve cihanı sarsa-cak hâdiseler içinde hadsiz bir metanet ve itidal-i dem ve nihayetsiz bir fedakârlık ta-şımak gerektir.

2 ون ا ا د رت وة ا رة ا âyetinin

sırr-ı işarîsiyle, âhireti bildikleri ve iman et-tikleri halde dünyayı âhirete severek tercih ——————————— 1 Kadere iman eden, kederden emin olur. 2 “Onlar dünya hayatını seve seve âhirete tercih ederler.” İbrahim Sûresi, 14:3.

âhiret: öteki dün-ya, öldükten son-raki ebedî hayat

cereyan: hareket, akım

cihan: dünya düstur: genel kâi-

de, kural hissiyat: hisler, duy-gular

itidâl-i dem: kızgın-lığa mağlup olma-yış, soğukkanlılık

metanet: sağlam-lık, kararlılık

nihayetsiz: sınırsız, sonsuz

sırr-ı işarî: işaret edilen sır

Page 162: Sabir Risalesi

Kastamonu Lâhikası/120. Mektup’tan 163

etmek ve kırılacak şişeyi bâki bir elmasa bilerek rıza ve sevinçle tercih etmek ve âkı-beti görmeyen kör hissiyatın hükmüyle, ha-zır bir dirhem zehirli lezzeti, ileride bir bat-man sâfi lezzete tercih etmek, bu zamanın dehşetli bir marazı, bir musibetidir. O mu-sibet sırrıyla, hakikî mü’minler dahi bazan ehl-i dalâlete taraftar olmak gibi dehşetli hatada bulunuyorlar. Cenâb-ı Hak, ehl-i imanı ve Risale-i Nur şakirtlerini bu musi-betlerin şerrinden muhafaza eylesin. Âmin.

akıbet: netice, son âmin: Allah’ım ka-bul eyle

bâki: devamlı, ka-lıcı, ölümsüz

batman: eskiden kullanılan ve 8 ki-loluk ağırlığa kar-şılık gelen bir ölçü birimi

Cenâb-ı Hak: Hak-kın ta kendisi olan, sonsuz şeref ve azamet sahibi yü-

ce Allah dirhem: eskiden kullanılan ve yak-laşık 3 gramlık ağırlığa karşılık gelen bir ölçü bi-rimi

ehl-i dalâlet: doğ-ru ve hak yoldan sapanlar

ehl-i iman: Allah’a ve Onun bildirdiği her şeye inanan

kimseler hakikî: asıl, ger-çek

hissiyat: duygular, hisler

maraz: hastalık muhafaza: koruma musibet: belâ, fe-laket

sâfi: arınmış, temiz şakirt: talebe, öğ-renci şer: kötülük

Page 163: Sabir Risalesi

164 Sabır Risalesi

(Emirdağ Lâhikası II, 100. Mektup’tan)

Hakikî ihlâslı Nurcular, menfaat-i maddi-

yeye ehemmiyet vermedikleri gibi, bir kıs-mı, âzamî iktisat ve kanaatle ve fakirü’l-hal olmalarıyla beraber, sabır ve insanlardan is-tiğna ile ve hizmet-i Kur’âniyede hakikî bir ihlâs ve fedakârlıkla; ve çok kesretli ve şid-detli ehl-i dalâlete karşı mağlûp olmamak için ve muhtaçları hakikate ve ihlâsa davet etmekte bir şüphe bırakmamak için ve rı-za-yı İlâhîden başka o hizmet-i kudsiyeyi hiç-birşeye âlet etmemek için, bir cihette ha-yat-ı içtimaiye fâidelerinden çekiniyorlar.

âzamî: en fazla, en büyük

cihet: taraf, yön ehl-i dalâlet: doğ-ru ve hak yoldan sapanlar

fakirü’l-hal olma: muhtaç durumda olma

hakikat: gerçek hakikî: asıl, gerçek

hayat-ı içtimaiye: sosyal hayat

hizmet-i kudsiye: kutsal hizmet

hizmet-i Kur’âni-ye: Kur’ân haki-katlerini yayma görevi

ihlâs: ibadet ve davranışlarda sa-dece Allah’ın rıza-

sını gözetme iktisat: tutumluluk istiğna: ihtiyaç duy-mama, kaçınma

kanaat: yetinme kesret: çokluk menfaat-i maddi-ye: maddî fayda

rıza-yı İlâhî: Allah’ın rızası, memnuni-yeti

Page 164: Sabir Risalesi

Umum Nur talebelerine Üstad Bediüzzaman’ın vefatından önce vermiş olduğu en son derstir

(Emirdağ Lâhikası II, 151. Mektup’tan)

Aziz kardeşlerim, Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir.

Menfî hareket değildir. Rıza-yı İlâhîye göre sırf hizmet-i imaniyeyi yapmaktır, vazife-i İlâhiyeye karışmamaktır. Bizler âsâyişi mu-hafazayı netice veren müsbet iman hizmeti içinde herbir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz.

Meselâ, kendimi misal alarak derim: Ben eskiden beri tahakküme ve terzile karşı bo-

âsâyiş: bir yerin düzen ve güvenlik içinde bulunması durumu, güvenlik

aziz: izzetli, şerefli, çok değerli

hizmet-i imaniye: iman hizmeti

menfî hareket: yıkmak, yakmak, saptırmak, inkâr etmek vs. gibi

olumsuz ve yıkıcı hareket, davranış

misal: örnek muhafaza: koruma mükellef: sorum-lu, yükümlü

müsbet hareket: yapmak, yol gös-termek, yardım etmek vs. gibi olumlu ve yapıcı hareket, davranış

müsbet: olumlu, yapıcı

rıza-yı İlâhî: Allah’ın rızası, memnuni-yeti

tahakküm: baskı, zorbalık

terzil: rezil ve al-çak gösterme

vazife-i İlâhiye: Al-lah’a ait olan iş

Page 165: Sabir Risalesi

166 Sabır Risalesi

yun eğmemişim. Hayatımda tahakkümü kaldırmadığım, birçok hâdiselerle sabit ol-muş. Meselâ, Rusya’da kumandana ayağa kalkmamak, divan-ı harb-i örfîde idam teh-didine karşı mahkemedeki paşaların sual-lerine beş para ehemmiyet vermediğim gi-bi, dört kumandanlara karşı bu tavrım, ta-hakkümlere boyun eğmediğimi gösteriyor. Fakat bu otuz senedir müsbet hareket et-mek, menfî hareket etmemek ve vazife-i İlâhiyeye karışmamak hakikati için, bana karşı yapılan muamelelere sabırla, rıza ile mukabele ettim. Cercis Aleyhisselâm gibi ve Bedir, Uhud muharebelerinde çok cefa çekenler gibi, sabır ve rıza ile karşıladım.

aleyhisselâm: Al-lah’ın selâmı onun üzerine olsun

Bedir muharebe-si: Bedir Savaşı

Cercis: zalim hü-kümdara karşı çıktığı ve Allah’ın birliğini anlattığı için uzun süre ağır işkencelere maruz bırakılan ama me-tanetinden ödün vermeyerek şehit

olan peygamberdivan-ı harb-i örfî: sıkı yönetim mah-kemesi

hakikat: doğru ger-çek

menfî hareket: yıkmak, yakmak, saptırmak, inkâr etmek vs. gibi olumsuz ve yıkıcı hareket, davranış

mukabele etmek: karşılık vermek

müsbet hareket: yapmak, yol gös-termek, yardım etmek vs. gibi olumlu ve yapıcı hareket, davranış

rıza: hoşnut olma tahakküm: baskı, zorbalık

Uhud muharebe-si: Uhud Savaşı

vazife-i İlâhiye: Al-lah’a ait olan iş

Page 166: Sabir Risalesi

İndeksler — Konu İndeksi — Esmâ-i İlâhiye İndeksi — Şahıs İndeksi — Mekân İndeksi

Page 167: Sabir Risalesi
Page 168: Sabir Risalesi

Konu İndeksi aculiyet, 159 acz, 29, 37, 44, 45, 71 açlık, 133, 135, 137 adalet, 140 âhiret, 79, 80 âhirzaman fitnesi, 133 asayiş, 165 atâlet, 158 ba'sü ba'de'l-mevt, 64 belâ, 40, 41, 42 Cehennem, 24, 25 cemal ve celâl, 132 Cennet, 63, 151 cihad, 145 çile, 157 dehâ ve hüdâ, 62 dilencilik, 135 dünyanın faniliği, 53–54 ecel, 79 emanet, 58, 60

emaneti sahibine satmak, 58–59

esbab, 10, 11, 13 esmâ-i İlâhiye, 27, 45, 46,

76 faaliyet, 158

fakr, 44, 45 fen, 60 gaflet, 79, 81, 84 gark, 84 gençlik, 135 günah, 22, 111

küfür ve günah, 24–26 hapis, 67, 89, 110, 111 haram, 136 Harb-i Umumî, 34 hareket, 158 hark, 84 hasenat, 131–32

tezauf, 157 hastalık, 22, 26, 27, 28, 29,

33, 37, 38, 42, 43, 45, 71, 72, 73, 74, 76, 77, 78, 80, 82, 83, 84, 87, 88

esmânın tecelliyatı, 74–76

ibadet, 71–72 ihsan-ı İlâhî, 78, 83

havf ve recâ, 79 hayal, 131 hayat, 27, 28, 30, 93–94

Page 169: Sabir Risalesi

170 Sabır Risalesi

hevâ, 12, 14, 16 hırs, 95 hikmet, 139, 140, 152 himmet, 158 hissiyat, 115 hüdâ ve dehâ, 62 i’lâ-yı kelimetullah, 145 ibadet (menfî ibadet), 29–

30, 71, 109–11 ihlâs, 157, 165 iktisat, 96 iman-ı tahkikî, 129 imkân, 92–95 imtihan, 28 insan

esmâ ve sıfâta aynadar-lığı, 44–46, 58–59, 75–76

hayatının gayesi, 59 iptal-i his, 61 İslâmiyet, 16, 94–95

istikbal ve İslâmiyet, 145 israf, 96 istibdat, 159 istiğfar, 24 istikbal, 12–17 izzet-i nefis, 119–20 kabir, 73, 74, 81, 90, 110 kabz-ı bast, 132 kader, 39, 92, 154, 155

adalet ve kader, 115 kaderi tenkit, 39

kâinat iman ve dalâlet gözüyle,

62 kalb, 20–24, 68

bâtın-ı kalb, 23 kanaat, 95

kanun, 116 kaza, 38, 40, 92, 154 kebair, 126 kefaret, 37, 111, 138, 143 Kur’ân, 16, 17, 103, 104,

109 Kur'ân ve felsefe, 62

küfrân-ı nimet, 95 küfür

Allah'a düşmanlık, 25 günah ve küfür, 24–26 küfr-ü mutlak, 151 tasavvur-u küfür, 131

lezzet, 92 lohusa, 84 mahbubiyet, 58 maişet, 133 mazi ve müstakbel, 32 medrese-i Yusufiye, 114 Medresetü’z-Zehrâ, 142 mekan, 52 milliyet, 62 model, 27, 75, 90–92 musibet, 26–46, 53, 51–

58, 59, 65, 66, 67, 68, 70, 71, 85, 86, 87, 26–46, 148, 153, 154, 155

dine gelen musibet, 36 kâmiller ve musibet, 82–

83 merak ve musibet, 39–

40, 160 musibet ve mâsumlar,

82–83 sebepleri, 134

münacat Hz. Eyyub'un münacatı,

20

Page 170: Sabir Risalesi

İndeksler 171

namaz, 110, 126 namaz tesbihatı, 126 namazın terki, 25

nefis, 12, 14, 58 nimet

küfrân-ı nimet, 95, 134 nimet mertebeleri, 90–96

nisyan, 160 ölüm, 59–60, 73, 79, 81,

84, 89, 90 ömür, 71, 73, 110 rahmet, 76, 80, 81, 152

rahmeti itham, 39, 140 rıza, 38, 40, 137, 152 rızık, 76 Risale-i Nur

emniyet ve asayiş, 90 sadakat, 129 sebat, 124, 156 telifi, 54–55 tesanüd, 154

riyazet, 134, 135, 136, 138 rububiyet, 87, 140 ruh, 23, 94 saadet-i ebediye, 63 sabır, 19–46, 58, 66, 71,

74, 77, 78, 81, 83, 89, 96, 97, 111, 112, 131, 132, 150, 151, 154, 158, 159

sadaka, 142 Selef, 144 sıhhat, 85, 87 sünnet, 126 şeair, 143 şefkat, 63, 120

suiistimali, 139–40 şehidlik

manevî şehid, 84 şekvâ, 26, 28, 32, 33, 34,

36, 39, 74, 78, 81, 85, 87, 93, 112, 154

şetim, 131 şevk, 151, 158 şöhret, 103–4 şuunat, 59 şükür, 74, 83, 85, 95, 110,

111, 150, 151, 153, 154, 158

şüphe, 23 şüpheli mal, 136–37 tabiat, 61 tâdil-i erkân, 126 tağut, 61 tahayyül, 131 tâun, 84 tefevvuk

meyl-i tefevvuk, 159 teslim, 56 tevbe, 110, 147 tevekkül, 40, 41, 56, 81 uhuvvet, 146

âhiret kardeşliği, 52 ücret, 28 vesvese, 131 vücut mertebeleri, 92–95 yaktîn, 12 yangın, 141 yeis, 132, 158 zaman, 52 zaruret, 135, 136, 137 zekât, 135 zeval, 30–31, 68, 115

zeval-i lezzet ve elem, 77–78, 110–11

zikir, 24

Page 171: Sabir Risalesi

172 Sabır Risalesi

Esmâ-i İlâhiye İndeksi Âdil-i Hakîm, 134 Ahkemü'l-Hâkimîn, 139 Allah, 53, 57, 66, 99, 102 Azîz, 100 Azîz-i Cebbâr, 103 Cenâb-ı Erhamürrâhimîn,

108, 151 Cenâb-ı Hak, 26, 51, 54,

55, 56, 78, 79, 85, 94, 95, 96, 97, 99, 107, 118, 163

Erhamürrâhimîn, 139 Fâtır, 93 Hakîm, 55, 100, 140, 152 Hâlık, 14, 71, 82, 83, 97,

128, 151 Hâlık-ı Kerîm ve Rahîm,

139 Hâlık-ı Rahîm, 71, 82, 83 Hâlık-ı Semâvat ve Arz, 14 Kerîm, 58

Mâlik, 59, 60 Mâlik-i Hakikî, 68 Mâlikü'l-Mülk, 68 Mûcid, 69 Müsebbibü’l-Esbab, 11, 13 Rab, 13 Rahîm, 58, 71, 82, 83,

140, 152 Rahîm-i Kerîm, 58 Rezzâk, 27, 76 Sabûr, 51, 78, 96 Sahib-i Kur’ân, 100 Sânii, 63, 75 Sâni-i Zülcelâl, 75, 91, 92 Şâfî, 27, 76 Şems-i Ezelî, 118 Vâcibü’l-Vücud, 14, 93 Zât-ı Rahîm-i Kerîm, 96 Zât-ı Vâcibü’l-Vücud, 14 Zülcelâl, 75

Şahıs İndeksi Abdurrahman (Biraderzâ-

de), 53 Ahmed ibni Hanbel, 112 Ali (r.a.), 161 Bediüzzaman Said Nursî

asayişe hizmeti, 165 gurbet ve nefiy, 101–2

şefkat ve rikkat-i cinsiye, 139

tazyikler, 109 Eyyub (a.s.), 20, 21, 22, 23,

38, 48, 83, 121 Hulûsi (İbrahim Hulusi Efen-

di), 160

Page 172: Sabir Risalesi

İndeksler 173

İmam-ı Âzam (Ebu Hanife), 111

Muhacır Hafız Ahmed, 29 Nursî, Abdülmecid, 53 Sa’d-ı Taftazanî, 118 Sabri (Arseven, santral,

Nur iskele memuru, sıddık, hoca), 131

Sabri (İlemalı), 80 Süleyman (Kervancı, Bar-

lalı Süleyman Efendi, Sıddık), 123

Şamlı Hafız Tevfik, 152 Vezirzâde Küçük Mustafa,

80 Yunus (a.s.), 9, 12, 13

Mekân İndeksi Ankara, 107 Avrupa, 61 Isparta, 141, 142, 143

İstanbul, 107 Rusya, 166

Page 173: Sabir Risalesi
Page 174: Sabir Risalesi
Page 175: Sabir Risalesi