32

Sİ Kızıl Bayrak 10-41

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak 2010-41 / Ekim

Citation preview

Page 1: Sİ Kızıl Bayrak 10-41
Page 2: Sİ Kızıl Bayrak 10-41

2 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak

İÇİNDEKİLERÇürümüş burjuva cumhuriyeti “ılımlı islam” kimliğine bürünürken… . 3Sermaye devleti ABD’ye “kalkan” olmaya hazırlanıyor! . . . . . . . 4Irkçı-inkârcı çizgide ısrarın büyüttüğü açmaz . . . . . . . . . . . . . . . . . . 5KCK davası politik mücadelenin sahnesi oluyor…. . . . . . . . . . . . . . . . . . . 6“Büyük birader” bizi izliyor! . . . . . . . . . 7Metal toplu sözleşmelerinde kritik aşamaya girildi… . . . . . . . . . . . . . 8Metal İşçileri Birliği sokağa çağırıyor.. . 9BMİS Genel Sekreter Yardımcısı Mehmet Beşeli ile konuştuk... . . . . . . . 10Sermayenin vurucu gücü MESS 51. yılında . . . . . . . . . . . . . . . . . 11İşçi ve emekçi hareketinden.. . . . . . . . . 12Emekli Sen Buca Şubesi Örg. SekreteriOrhan Saygınar’la konuştuk... ! . . . . . . 13Meşaleler sendikal bürokrasiye karşı yakıldı!... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 14BETESAN direnişi Tuzla tersanelerinde odak oldu .. . . . . . . . . . . 15Sendikalar sorunu ve sendikalbürokrasiye karşı mücadele görevleri . . . . . . . . . . . . 16-17İGDAŞ ve İDO özelleştirme kıskacındasendika ağaları susuyor!. . . . . . . . . . . . 18Türban tartışmaları ve genç komünistlerin tutumu. . . . . . . . . . 19YÖK’e ve düzenine karşı 6 Kasım’daAnkara’dayız!... . . . . . . . . . . . . . . . . . . 20Soruşturma-ceza terörüne karşı mücadelesürüyor! .... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 21Emekçilerin öfkesi Fransa’yı sarsıyor!.... . . . . . . . . . . . . . . 22Sınıf hareketinin yeni odağı: Akdeniz Havzası - Volkan Yaraşır... 23-24Kapitalizm kirletir, yozlaştırır ve öldürür! . . . . . . . . . . . 25-26Boyalı basının radikalliği ya daRadikal’in peynir devrimi - Z.Us . . . . 27Bir şey çıkabilir miydi?M. Can Yüce…. . . . . . . . . . . . . . . . . . . 28ÇHD İstanbul Şubesi Alaattin Karadağ Dava TakipKomisyonu’nun çağrısı....…. . . . . . . . . 29Kapitalizm kadın erkekeşitsizliğini büyütüyor… . . . . . . . . . . . 30Mücadele Postası . . . . . . . . . . . . . . . . . 31

Kızıl BayrakHaftalık Sosyalist Siyasal Gazete

Yönetim Adresi:Eksen Yayıncılık Molla Şeref Mahallesi,

Simsar Sokak, No: 5, D: 3 Fatih / İstanbulTlf. No: (0212) 621 74 52

e-mail: [email protected]: http://www.kizilbayrak.org

http://www.kizilbayrak.net

Baskı: SM MatbaacılıkÇobançeşme Mh. Sanayi Cd. Aytay Sk. No 10 A Blok

Yenibosna / Bahçelievler / İSTANBUL / Tel: 0 (212) 654 94 18

Sayı: 2010/41 * 22 Ekim 2010Fiyatı: 1 YTL

Sahibi ve Y. İşl. Md.: Ayten ÖZDOĞANEKSEN Basım Yayın Ltd. Şti.

Yayın türü: Süreli Yaygın

CMYK

Kızıl Bayrak’tan...Kızıl Bayrak’tan...

Kızıl Bayrak’tan... Sayı: 2010/41 * 22 Ekim 2010

Önümüzde her bakımdan yoğun bir mücadelegündemi var. Bu gündemi etkili bir çalışmaya konuederek dönemi kazanabilmeliyiz.

Kürt halkıyla eylemli dayanışmayı yükseltmekgünün hala öncelikli görevlerinden biri. Çünküdevletin Kürt halkı üzerindeki baskı ve terörüartmaya devam ediyor. Geçtiğimiz hafta içerisindebaşlayan KCK davası da bu kapsamdadır. Kürthalkını siyasal bakımdan soluk alamaz bir halegetirmek isteyen sermaye deveti, yüzlerce Kürtsiyasetçisini tutuklayıp yargılamaya çalışıyor.

Bir diğer mücadele gündemi ise metal grup TİSsürecidir. Sayfalarımızda çeşitli yönleriyle elealdığımız bu konu, işçi sınıfı açısından çok önemli birsınav haline gelmiştir. Çünkü metal işçilerinin MESSkarşısında kazanması, hem sınıf mücadelesindekidengeleri, hem de siyasal atmosferi olumlu yöndedeğiştirecektir. Veriler MESS ve Türk Metal çetesininbir oldu bittiye hazırlandığını gösteriyor. İşkolundaöncü ve devrimci metal işçileri bir eylem sürecibaşlatmış bulunuyor. Fakat henüz bu mücadeleoldukça cılız. Sınıf hareketinin önümüzdeki dönemseyri bakımından son derece hayati bir önem taşıyanbu sürece yüklenmek büyük önem taşıyor.

Bir başka önemli gündem konusunu ise AlaattinKaradağ yoldaşın katledilmesiyle ilgili açılan davanınikinci duruşması oluşturuyor. 9 Kasım’da, bir polisingöstermelik olarak yargılandığı davanın görüldüğüBakırköy Adliyesi önünde olunacak. Konuyla ilgilietkinlikler 30 Ekim’de yapılacak basın toplantısıylabaşlıyor. Duruşmanın hemen ardından 19 Kasım günüise katliamın yıldönümü. Bu tarihte Alaattin’inkatledildiği yer ve mezarı başta olmak üzere anmaetkinlikleri düzenlenecek. Yoldaşımızı hakettiğibiçimde anmak için hazırlıklarımıza şimdidenbaşlamalıyız.

Bu aynı günlerde Ekim Devrimi’nin 93.yıldönümü ile Parti’nin 13. mücadele yılınıkutlayacağız. Kuşkusuz bu büyük tarihsel olaylarısadece kutlamakla sınırlı kalmayacağız. Bu tarihselgünleri, aynı zamanda bugünkü mücadele görevlerini

kavramak ve bu vesileyle güncel sorunlare tarihselbir perspektiften çözümler göstermek içindeğerlendireceğiz. Bu anlayışla bir dizi kentte “EkimDevrimi ve Ulusal Sorun” başlıklı panellerdüzenlenecek. Bu panellere etkin bir katılımsağlayarak ulusal sorunda devrimci çözüm yolunugüçlü biçimde gündeme sokmalıyız.

***Ekim Gençliği ve Liselilerin Sesi’nin Ekim

sayıları çıktı. Bürolarımızdan ve kitapçılardan teminedebilirsiniz.

Sosyalizm İçin

KKiittaappççııllaarrddaa.. .. ..

Page 3: Sİ Kızıl Bayrak 10-41

Kapak Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak* 3Sayı: 2010/41 * 22 Ekim 2010

Referandumun ardından dinsel gericilikcephesinden devlet üzerinde elde edilen yenimevzilerin pekiştirileceği ve bunlara yenilerininekleneceği kesindi. Nitekim kısa bir süre içerisindeAKP hükümeti üst üste bu yönde adımlar atmayabaşladı.

Devletin gizli ama gerçek anayasası olan MilliGüvenlik Siyaset Belgesi’nden daha önce hep içtehdit olarak görülen “irtica”nın çıkarılması buadımlardan ilkiydi. Anayasa değişikliği yapılarakaçılan yoldan esasa ilişkin adımları atma zamanıgelmişti. MGSB’deki bu değişiklik, düzen güçleriarasındaki güç ve iktidar ilişkilerinde yeni dengeleritescil ve ilan etmek anlamına geliyordu. Bu nedenlebu sembolik ancak politik değeri yüksek bir adımdı.

Fakat AKP’nin asıl önemli hedefi yüksek yargınınamacına uygun biçimde düzenlenmesi ve denetimaltına alınmasıydı. Anayasa değişiklik paketinin enönemli başlığını da bu kapsamdaki düzenlemeleroluşturuyordu. Geçtiğimiz günlerde bu süreç debüyük ölçüde tamamlanmış oldu. Mevcut HSYKüyeleri baskılar altında istifa ettirildi ve her açıdantartışmalı seçimlerle yerlerine blok olarak AKP’ninistediği isimler geçirildi. Bu adımlarla birlikte AKPyargıyı da büyük ölçüde iktidarının sağlam bir kalesiolarak eline geçirmiş oldu.

Bu adımı türban konusunda atılan adımlar izledi.Zaten referandumun hemen ardından türban konusuCHP’nin de katkısıyla gündeme getirilmiş veüniversiteler cephesinde YÖK üzerinden birtakım fiiliadımlar atılmıştı. Fakat HSYK seçimlerinin ardındankonu artık üniversiteleri aşan bir kapsamda, “kamusalalan” kavramı altında, devletin içerisine taşınmasıyönüyle ele alınmaya başlandı. Bu doğrultuda ençarpıcı adım ise Çankaya’da atıldı. Gül’ün türbanlıeşi ilk kez resmi bir törende askeri birlikleriselamladı. Böylece, burjuva cumhuriyetinin kimlikdeğişiminde önemli bir mesafe alındığı, giderek“ılımlı-islamcı” bir kimliğe büründüğü tescillenmişoldu.

Bu noktaya gelinmesinde dinci parti karşısındalaik kesilen düzen güçlerinin de önemli bir roloynadığı, buna zemin hazırladığı belirtilmelidir.Çünkü ne kadar Kemalist ve laik bir kimlikyaratmaya çalışsa da, burjuva sınıf iktidarı her zamandinsel ideolojiyi ve bir siyasal akım olarak dinselgericiliği işçi sınıfı ve emekçileri denetim altındatutmanın ve yönetmenin temel bir aracı olarakkullanmış, bunun için dini bizzat devlet içerisindekurumsallaştırmış, devlet bütçesinin en büyükdilimlerinden birini de ona tahsis etmiştir.

Devlete laik bir kimlik vermeye çalışırken dinidevlet içerisinde kurumsallaştırmak ve bizzat toplumiçerisinde örgütlemek kuşkusuz bir çelişkiydi.Özellikle 12 Eylül sonrasında dinsel gericiliğidevrimci mücadeleye karşı bir dalgakıran olarakkullanma politikası ise bu çelişkiyi daha daderinleştirdi. ABD’nin “ılımlı islam” projesiçerçevesinde önü açılan dinsel gericilik bundan en iyibir biçimde yararlandı. Devlete hakim tekelciburjuvazi karşısında ortaya çıkan rakip tekelciburjuva kesim bu çelişkiyi devlete ve topluma hakimolmanın bir olanağı haline getirdi. Devlet iktidarınıelinde tutan geleneksel tekelci burjuvazi tarafındantoplumu yönetmenin bir aracı olarak kullanılan dinselgericilik, iktidarı isteyen bu yeni burjuva kesimlerin

elinde toplumu da arkasına alarak, devlet üzerindekigüç ve etkinliğini artırmanın, giderek egemenolmanın bir imkanı haline getirildi.

Tekelci burjuvazi ve yıllarca onun adına ülkeyiyöneten asker ve sivil bürokratlar, ezilen milyonlarıyönetme yeteneklerini yitirdikleri ölçüde, bu yenidinci gerici burjuva akıma sırtlarını dönememişler,onu kontrol altında tutup terbiye ederek kullanmanınyollarını aramışlardır. 28 Şubat operasyonu veRP’den AKP’nin çıkarılması bu çerçevedekimüdahalelerin ürünüdür.

Fakat sorun sadece bir dinsel siyasal hareketingüçlenmesi değil, iktidarı ele geçirmek isteyen biryeni tekelci burjuva kesimin gücüne uygun biregemenlik arayışıdır. Bu nedenle bu terbiyeoperasyonları dinsel gericiliğin ve rakip burjuvagüçlerin yükselişini önleyememiş, aksine onlarınyolunu daha da düzlemiştir.

Öte yandan, düzen siyasetinin çivisi çıkmıştı vetekelci burjuvazinin en acil ihtiyacı “istikrar”dı. 28Şubat operasyonunun ardından burjuva siyasetsahnesi düzenlenmiş, fakat ardından tüm koalisyonortakları 2002 seçimlerinde siyaseten silinirken, AKPtek başına hükümet kuracak siyasal üstünlüğeulaşmıştı. Tüm alternatif yaratma çabalarına karşın,tekelci burjuvazinin ihtiyaç duyduğu “istikrar”ıAKP’den başka sağlayabilecek bir parti yoktu ortadave hala da yok. Bu nedenle, tüm risklere karşınAKP’nin önü kesilmemiş, ondan yararlanma yolututulmuştur.

Tekelci burjuvazi bu hesaplarında yanılmamıştırda. AKP dayandığı burjuva kesimi kayırsa da, tekelciburjuvazinin geleneksel kesimlerinin çıkar veihtiyaçlarına da fazlasıyla yanıt vermiştir. Bir taraftanÇalıklar palazlandırılırken, öte yandan Koçlar’aözelleştirme yağmasından büyük paylar verilmiştir.TÜSİAD burjuvazisinin özellikle önde gelenleri budönemde belirgin bir büyüme yaşamış, bazılarıvarlıklarını ve karlarını birkaç kat katlamışlardır.

Ancak bu süreçte hem bir iktidar gücü olarak AKPdevlet içerisindeki konumunu pekiştirmiş, yenimevziler kazanmış, hem de arkasındaki burjuvakesimler önemli bir gelişme düzeyine ulaşmışlardır.Sonuçta tümüyle gerici sınıf çıkarları için kullanılanAKP, bir noktadan sonra artık üzerinde denetimkurulamaz bir güç haline gelmiştir. Bu bakımdan

önemli eşiklerden biri Cumhurbaşkanlığıseçimleriydi. En önemli hamle ise Ergenekon kodluoperasyonlar ile ordunun ve ulusalcı muhalefetinetkisizleştirilmesi oldu. Son gelişmelerle birlikte deburjuva cumhuriyeti giderek “ılımlı İslamcumhuriyeti” kisvesine bürünmekte, bu doğrultudakiadımları biribirini izlemektedir.

Dinci gericilik cephesinin egemen iktidar gücüolması ve devlete yeni bir kimlik kazandırmasıkarşısında tekelci burjuvazinin geleneksel kesimlerirahatsız olmakla birlikte, başka seçenekleri olmadığıölçüde, daha çok ekonomik bakımdankoparacaklarının hesabıyla hareket etmektedirler.Ayrıca dinin toplumun yönetiminde etkili bir biçimdekullanılmasından da memnuniyet duymaktadırlar.

Burjuva cumhuriyetinin kurucu partisi olmaklaövünen CHP ise artık laiklik vb. ikiyüzlülükleri biryana bırakarak, kendisini AKP karşısında bir siyasalalternatif haline getirebilecek manevralar yapmakta,türbanı bile kendi yönünden istismar etmeyeçalışmaktadır.

İşçi ve emekçiler için asıl sorun, basitçe burjuvacumhuriyetin islami bir kimliğe bürünmesi değil,dinsel gericiliğin tüm toplumun üzerine bir karabasangibi çökmesidir. Din burjuva cumhuriyetinkuruluşundan bu yana işçi ve emekçileri düzenebağlamak üzere sistematik biçimde kullanılmıştır.Fakat yeni dönemde bunun yaratacağı sonuçlar çokdaha ağır olacaktır. Kapitalist düzenin derinleşenkrizinin her geçen gün daha fazla umutsuzluğa veçaresizliğe ittiği daha geniş emekçi yığınlar, devletiktidarında etkin bir konum kazanmanın olanaklarınıçok daha etkili bir biçimde kullanacak olan dinselgericilik tarafından koyu bir karanlığın içineçekilmeye çalışılacaktır.

Dolayısıyla, dinci gericilik cephesinin toplumçapında yaygınlaştırmaya çalıştığı bu modernizeedilmiş ortaçağ karanlığına karşı etkin bir mücadelebüyük bir önem taşımaktadır ve günün en temelgörevlerinden biridir. Bu mücadele ancak devrimcisınıf mücadelesinin geliştirilmesi, emekçi yığınlariçindeki çaresizilik ve umutsuzluk duygusununeylemli bir mücadele süreci içinde adım adımaşılması, böylece dinsel gericiliğin beslendiğizeminin temelden kurutulmasıyla başarıyaulaşabilecektir.

Çürümüş burjuva cumhuriyeti “ılımlı islam” kimliğine bürünürken…

Page 4: Sİ Kızıl Bayrak 10-41

ABD, “füze kalkanı sistemi” kurma hazırlığınabirkaç yıl önce başlamıştı. Pengaton’daki savaşbaronlarının basıncıyla gündeme getirilen bu proje,ilkin doğu Avrupa ülkeleri için planlanmıştı. AncakRusya’nın gösterdiği sert tepki, ABD şeflerinin geriadım atmasına neden olunca, gözler Türkiye’yeçevrildi.

Dinci gericiliğin şefi Tayyip Erdoğan ile müritleri,savaş baronlarıyla yürüttükleri pazarlıkları uzun süretoplumdan sakladılar. Ancak bir Pentagon yetkilisininaçıklamaları, Washington-Ankara arasında devameden kirli pazarlıkları örten perdenin açılmasına nedenoldu. Kısacası pazarlıklar, bu sistemin Türkiyetopraklarında kurulmasına odaklanmış bulunuyor.

Füze kalkanı sistemi “etkin taşeronluk” için “bulunmaz nimet…”

Vahşi emek sömürüsü sayesinde palazlanan Türkburjuvazisi ve onun devleti, emperyalistleringüdümünde icra edilecek “etkin taşeronluk” rolünehazır olduğunu her fırsatta dile getiriyor. Bu yöndebazı fiili adımlar da atan sermaye iktidarı, bu uğursuzmisyonu resmiyete dökmek için de çaba sarf ediyor.ABD emperyalizminin bölgesel politikalarına uygun,ancak belli inisiyatif alanları da içeren bir role talipolan işbirlikçi burjuvazi, bu sayede hem ekonomikhem siyasi etkisini daha da yaygınlaştırmayıhedefliyor.

Bu açıdan bakıldığında, füze kalkanı sistemininTürkiye topraklarında kurulması, sermaye iktidarını,“bölgenin vazgeçilmez tetikçisi” mertebesinetaşıyacaktır. Gerçi Ankara’daki Amerikancı rejim 60yıldan beri emperyalist/siyonist güçler adına tetikçilikyapıyordu ama, füze kalkanı sisteminin kurulması,tetikçilikte yeni bir evreye işaret edecektir.

Pentagon adına konuşan görevlilerin ifadelerinebakıldığında, Türk sermaye devletinin söz konususistemin kurulmasıyla ilgili pazarlıklara sıkı birşekilde devam ettiği görülüyor. Açıklamalardananlaşıldığı kadarıyla, meseleyi teknik boyutuna kadartartışan AKP şefleri ile diğer devlet görevlileri, füzekalkanı sisteminin Türkiye topraklarına kurulmasınarazı olmuş görünüyorlar.

Örneğin ABD Savunma Bakanlığı’nın (Pengaton)Avrupa ve NATO politikasından sorumlu yetkilisi JimTownsend’in açıklamaları, kirli pazarlıkların hızladevam ettiğini kanıtlıyor.

“Türkiye, NATO içinde en başından beri çok güçlüve çok aktif bir müttefik oldu ve dolayısıyla Türkiye ileçalışmak bizim için çok doğal bir şey” şeklindekonuşan Pentagon şefi, Ankara’daki işbirlikçiler içinşu çerçeveyi çiziyor:“Türkiye ile çok iyi, deringörüşmelerimiz oldu. Şimdi Ankara bir karar verecek,hem Türkiye’nin rolü konusunda, hem de özellikle,İttifak içinde, füze savunma sistemini bir NATOkapasitesi olarak üstlenmeye dair siyasi kararla ilgilioylama olduğunda Türkiye’nin nerede duracağınoktasında…”

Düzen kalemşörlerinin belirttiğine göre, sermayeiktidarı adına Pentagon şefleriyle görüşen görevliler şukonularda pazarlık yapmaktadırlar: “Radar ve füzebataryalarının ikisi de Türkiye’de mi olacak? Yoksasadece radar Türkiye’de, füze bataryası Bulgaristanveya Romanya’da mı olacak? Bu durumda ‘kalkan’Türk devletinin elinde, ‘kılıç’ başkalarının elinde miolacak? Vur emrini kim verecek? GenelkurmayBaşkanlığı mı, NATO mu, tetik kimin elinde olacak?Vb. …”

Buna göre Ankara’daki işbirlikçi takımı, sisteminTürkiye topraklarına kurulmasına onay vermiş, ancakteknik meselelerde pazarlığa devam etmektedir.

Washington-Ankara hattındaki uğursuz trafiktekiyoğunluk ve İngiliz yayın kuruluşu BBC’yeaçıklamalarda bulunan ABD Dışişleri Bakanı HillaryClinton’ın, Ankara’daki işbirlikçi rejime dizdiğimethiyeler, kirli pazarlıklarda önemli bir ilerlemesağlandığı kanısını güçlendiriyor.

Bu aralar Washington’da başlayan Amerikan-TürkKonseyi’nin 29. yıllık konferansına Devlet Bakanı veBaşbakan Yardımcısı Ali Babacan, Milli SavunmaBakanı Vecdi Gönül, Devlet Bakanı Zafer Çağlayangibi AKP’nin etkin şeflerinin de katılması dikkatçekiyor. Amerikan tarafından ise Savunma BakanıRobert Gates ile Ulusal Güvenlik Danışmanı JamesJones’ın katılması da, füze savunma sistemiyle ilgiliüst düzey pazarlıkların devamına işaret ediyor.

Yine düzen kalemşörlerinin diplomatik

kaynaklardan devşirdikleri bilgiye göre, DışişleriBakanı Ahmet Davutoğlu ile Milli Savunma BakanıVecdi Gönül’ün ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clintonve Savunma Bakanı Robert Gates’le yaptıklarıgörüşmelerde de, füze savunma sistemi, temel gündemmaddesi olmuş.

Görünen o ki, Tayyip Erdoğan’la müritleri için teksorun, bölge halklarını tehdit edecek bu sistemin,bölge ülkeleriyle kurulan çok yönlü ilişkilerizedeleyecek olmasıdır; özellikle de İran’la… Zira hemkomşularla “sıfır sorun” politikasını sürdürmek hemfüze kalkanı sistemini kurmak aynı anda olacak şeylerdeğildir. Bundan dolayı, bir yandan savaş baronlarıylapazarlıklar sürdürülüyor öte yandan bu açmazı aşmakiçin uygun bir formül aranıyor.

Emperyalist zorbalarla düşküntetikçilerinin riyakârlığı

Füze kalkanı sistemi, güya savaş aygıtı NATOüyesi devletleri hedef alacak balistik füze saldırılarınıönlemek için kuruluyor. Oysa dünyadaki savaş,çatışma ve işgallere bakıldığında, halkları tehdit edenhâlihazırdaki en vahşi gücün emperyalist güçlerleonların savaş aygıtı NATO olduğu açıkça görülür.

Afrika halklarını birbirine kırdıranlar,Yoguslavya’yı paramparça edip halkları birbirineboğazlatanlar, Afganistan’ı işgal edenler, Irak’a karşıon yılda iki savaş ve vahşi bir abluka uygulayarakmilyonlarca insanı katledenler, kural ve yasatanımayan bir güç olan siyonist İsrail’e “özel koruma”sağlayanlar, emperyalist güçler ve onların vurucu gücüNATO’dan başkası değildir.

Görüldüğü üzere NATO üyesi devletler tehditaltında değil, tam tersine saldırgan konumdadırlar. Tekbahaneleri ise, Usame Bin Ladin tarafındanplanlandığı iddia edilen bazı eylemlerdir. Bilindiğiüzere Bin Ladin ve örgütü El Kaide de emperyalistlertarafından imal edilmiştir.

Vurgulamak geriyor ki, Ankara’daki işbirlikçitakımı, emperyalistlerin insanlığa karşı işlediği bu ağırsuçların çoğuna ortak olmuştur/olmaktadır. Füzekalkanı projesi de bu suç ortaklığının daha üst birboyuta taşınmasından başka bir şey değildir.

NATO ve ABD üslerinin kapatılmasımücadelesi yeniden yükseltilmelidir

Var olan ABD ve NATO üsleri yetmiyormuş gibi,sermaye iktidarının emperyalistler adına tetikçiliğiyeni bir boyuta taşıyan bir proje için pazarlığaoturması, pervasızlığın doruk noktası sayılmalıdır.Egemenler, sınıf hareketi ve anti-emperyalistmücadelenin zayıflığından yararlanarak bu uğrusuzadımları atabiliyorlar.

İşçi sınıfı, emekçiler ve bu toplum kesimlerininsiyasi temsilcisi olan ilerici ve devrimci güçler, bupervasızlığa dur demek için, zaman geçirmedenharekete geçmelidirler. Türkiye dahil tüm bölgehalklarının geleceğini tehdit eden bu girişimiengellemek için mücadele yükseltilmeli, emperyalistgüçlerle işbirlikçilerinin suç ortaklığı teşhir edilmeli,tüm NATO ve Amerikan üslerinin kapatılması şiarıgür bir şekilde yükseltilmelidir.

Gündem4 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2010/41 * 22 Ekim 2010

Sermaye devleti ABD’ye “kalkan” olmaya hazırlanıyor!

Page 5: Sİ Kızıl Bayrak 10-41

18 Ekim’de başlayan 151 sanıklı KCK davasınınhukuksal değil siyasal bir süreç olduğu konusunda birfikir birliği mevcut. İlk duruşmanın tutuklamalardan 18ay sonra yapılması bile, bu davanın, devletin Kürthareketine karşı geliştirdiği siyasi bir manevra olduğunugöstermeye yetiyor. Tartışma ve beklentiler de, bu siyasidavadan nasıl bir sonucun çıkacağına odaklanmışbulunuyor.

Hem Kürt hareketinin liderleri hem de “artık yeter,bu sorun çözülsün” diyen burjuva liberallerininbeklentisi, tutuklu bulunan 103 sanığın serbestbırakılması yönündedir. Buna göre devletin bu “jesti”ateşkesin 31 Ekim sonrasında da devam etmesinisağlayacaktır, ki barış yönünde ciddi adımlarınatılabilmesi için silahların susması büyük bir önemtaşımaktadır.

Sanık sayısının fazlalığı, iddianamenin binlercesayfa tutması, dava sürecinin uzamasını kaçınılmazkılıyor. Ancak davanın ilk iki gününden yansıyanlar,ırkçı-inkârcı politikada ısrar eden sermaye iktidarı ileicra kolu AKP’nin “jest” yapmak gibi bir dertlerininbulunmadığını gözler önüne serdi. Bu yönüyle, Kürthareketi ile burjuva liberallerinin beklentilerinin suyadüştüğünü söylemek mümkün.

Irkçı-inkârcı zihniyet

Savunma adına açıklama yapan eski DEPmilletvekili Hatip Dicle, savunmayı anadilde yapmakistediklerini beyan etti. Bu isteği reddeden mahkeme,duruşmalarda anadilin kullanılmasına bile tahammüledemedi. Sermayenin hukuksal alandaki temsilcilerininsergilediği bu tutum, ırkçı-inkarcı zihniyetin devletintüm katlarında ne denli köklü olduğunun bir başkakanıtıdır. Kürt sorununa “çözüm” arayışlarınınhızlandığı bir dönemde sergilenen bu tutum,Amerikancı rejimin Kürt sorununa çözüm üretmenoktasındaki aczinin de yeni bir örneğidir.

Amerikancı rejim saldırı dozunu arttırdı

KCK duruşmasının Diyarbakır’da devam ettiğigünlerde hem ordu hem hükümet tarafından atılanadımlar, PKK ve onun şahsında Kürt halkını hedef alansaldırıların dozunun arttırılacağını haber veriyordu.

Özel kuvvetler eşliğinde saldırı başlatan Türkordusu, binlerce askeri halen “saldırmazlık”pozisyonunda bulunan PKK gerillalarının üstüne saldı.Savaşı tırmandıran bu saldırıya, yüzlerce komandonunİran sınırını aştıkları haberleri eşlik etti. Kapalı kapılarardında “terör zirvesi” düzenleyen, sınır ötesi saldırılaraizin veren tezkereyi bir yıl uzatan sermaye iktidarının,“ez ve çöz” noktasındaki ısrarını sürdürdüğü buörnekler üzerinden de açıkça görülüyor.

Ordu saldırı dozunu arttırırken, AKP hükümetininşefleri de kin kusan açıklamalarının üslubunusertleştirdiler. Hem Erdoğan hem müritlerinin benzeraçıklamalarda bulunması, Amerikancı rejimin “önce ezsonra çöz” şeklinde özetlenen resmi çizgisinin devamettiğine işaret ediyor.

Kürt hareketine kin kusan Erdoğan BDP’ye silahbırakması çağrısında bulunarak, ırkçı-inkarcızihniyetten taviz vermeye hazır olmadığını gösterirken,müritleri de ondan geri kalmadı. Erdoğan’ınBaşdanışmanı Yalçın Akdoğan’ın, “Açılım var diye

PKK illegal faaliyetlerini, şehir çalışmalarını, baskı vetehdidi sona erdirmediğine göre, devlet de gerekengüvenlik çalışmalarını yapmak durumundadır. Açılımbir kısım yasadışılıklara göz yummak, tolere etmekanlamına gelmiyor” şeklindeki açıklaması, dinci gericişeflerin ruh halini ortaya koyuyor. Elbette bu, AKP’ninötesinde, resmi devlet çizgisidir aynı zamanda.

Devlet çatışmaları tırmandıracak adımlar atıyor!

Devletin KCK davasında sergileyeceği tutumuyakından izleyen Kürt hareketi, her şeye rağmen bellibeklentiler içindeydi. Tutuklu bulunan Kürt liderlerinserbest bırakılması, yumuşama ve çözüm yönündeatılacak önemli bir adım olarak değerlendiriliyordu.Zira Abdullah Öcalan’la görüşen devletin, meşruzeminde politika yapan Kürt liderleri tutuklamasınıngörünürde mantıklı bir nedeni yoktu.

Umudunu kesmese de, devletin ırkçı-inkârcı resmiçizgisini yakından tanıyan Kürt hareketi yine de ihtiyatlıbir bekleyiş içindeydi. Gerçi düzen içi çözümeendekslenen bir hareketin beklentilerini korumasıkaçınılmazdır, ama bu nokta aynı zamanda açmazın dabaşladığı yerdir. Zira düzen iğreti bir çözüm üretmegücünü ortaya koymaktan acizdir; dolayısıyla buyöndeki beklentileri boşa düşürmeye de devamedecektir.

Öcalan’ın, “31 Ekim’e kadar çözüm yönünde adımatılmazsa, kellem gitse de çekileceğim” şeklindekiaçıklaması, Tayyip Erdoğan’ın BDP’yi doğrudan hedefgösteren saldırgan sözleri, Selahattin Demirtaş’ınTayyip Erdoğan’a verdiği sert yanıt… Tüm bunlar,önümüzdeki günlerde düzen cephesinde bir

yumuşamanın sözkonusu olmadığını gösteriyor. Yine de devlet taktik olarak bazı Kürt siyasetçilerini

serbest bırakabilir. Ahmet Türk’ün, PKK’nın 30Ekim’de sona erecek olan “eylemsizlik” döneminiuzatmasında KCK davasındaki tahliyelerin roloynayacağına işaret eden açıklaması, devleti böyle birtaktik izlemeye zorlayabilir. Zira Kürt halkınındüzenden tamamen umut kesmesini önlemek için bu türmanevralar gerekiyor.

Ancak böyle bir manevra yapılsa bile, rejiminsaldırgan çizgi izleyeceğine dair güçlü kanıtlar yerliyerinde duruyor. Abdullah Öcalan’ın “yeşil komplo”şeklinde tarif ettiği, diğer Kürt liderlerin ise “çatışmalarıkışkırtan adımlar” diye tanımladığı resmi devletçizgisinin en azından bir süre daha aynı katılıktasürdürüleceği görülüyor.

Kürt halkının direnme kararlılığını kırmagirişimi boşa düşecektir

Kürt halkının ulusal eşitlik ve özgülük özlemlerinesaygı duyduğundan değil, ABD ile büyük sermayeistediği için “Kürt açılımı”nı başlatan sermaye iktidarı,bazı kırıntı tavizler vermeden önce Kürt hareketinitasfiye etmek istiyor. Masaya oturduğunda kolu kanadıkırılmış, yaptırım gücü asgariye indirilmiş olmalı ki,sınırlı çözümler üretme noktasında dahi kaygı veaçmazlarla yüzyüze olan rejim bazı adımlar atabilsin.

Hem Öcalan’la pazarlık hem saldırgan politikadaısrar, hem açılım hem de Kürt halkına kin kusmak… Zıtgibi görünen bu taktikler, devletin açmazını da eleveriyor. Zira ne soruna düzen içi bir çözüm üretebiliyorne Kürt halkının direnme iradesini kırabiliyor.Amerikancı rejimin bu açmazı, düzenden çözümbekleyenlerin neden döne döne hayal kırıklığınauğradıklarını da anlatmaktadır.

Kürt halkının direnme iradesinin çözüm gücünekavuşması, Türkiye işçi sınıfı ve emekçileriyle birleşikmücadelede buluşabilmesiyle mümkündür. Türkiye işçisınıfı ve emekçileri Kürt halkıyla eylemli dayanışmayıyükseltmeyi başardıklarında, birleşik mücadeledoğrultusunda önemli adımlar atılmış olacaktır. Güç veolanaklar bu birleşik mücadelenin zemininigüçlendirmek için seferber edilmelidir.

Kürt sorunu Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak * 5Sayı: 2010/41 * 22 Ekim 2010

Irkçı-inkârcı çizgide ısrarın büyüttüğü açmaz

AKP’nin Kürt sorunundaki çözüm reçetesi bellioldu. Buna göre “çözüm” için Diyanet İşleri Başkanlığıvaaz hazırlayacak, Kuran kurslarıyla imam-hatipliselerinin sayıları arttırılacak.

AKP’nin Kızılcahamam kampı sırasında Beşir Atalaytarafından ifade edildi bu çözüm reçetesi. Atalay,milletvekili Osman Kılıç’ın “teröre karşı maneviönlemler arttırılsın” talebine karşılık olarak “maneviönlemlerin zaten alınmakta olduğunu” söyledi.

Konuşmasında, Diyanet İşleri Başkanlığı’nınvaazlar üzerinde çalıştığını, vaazlarda birlik vekardeşliğe vurgu yaptığını söylerken, ayrıca bölgedeimam-hatip liseleriyle Kuran kurslarının sayılarınınarttırılması yönünde çalışmaların da sürdüğünüanlattı.

Bunun, tam da AKP’nin meşrebine uygun birçözüm planı olduğu açık. Ancak bu tür uygulamaların

AKP’ye özgü olmadığı da biliniyor. Cumhuriyet tarihiboyunca bu uygulamalar devletin hem Kürt halkına vehem de genel olarak işçi ve emekçilere yönelikkullandığı silahlar oldu. Özellikle 12 Eylül darbecileritarafından etkili biçimde kullanıldı. Zaten AKP gücünüve siyasal varlığını büyük ölçüde bu sürece borçludur.

Bu arada belirtelim ki, Kürt halkına yönelik dincikuşatma sadece Atalay’ın söylediklerinden ibaretdeğildir. Fethullahçılar da bir süredir etkin biçimdebölgede çalışıyorlar. Kürtçe dini TV ve okullar buamaçla yakın zamanda devreye sokuldu. BöylelikleKürt halkının mücadele değerlerini çökertmeye, onyılları bulan mücadeleyle darbelenen geri-feodalsiyasal ve kültürel değerler sistemini onarmayaçalışıyorlar.

Tüm bunlar bir kez daha kurulu düzen zeminindeherhangi bir çözümün, Kürt halkına eşitlik ve özgürlük

Kürt sorununda AKP reçetesi

Page 6: Sİ Kızıl Bayrak 10-41

Kürt sorunu6 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2010/41 * 22 Ekim 2010

104’ü tutuklu toplam 151 Kürt siyasetçisi ve aydın,18 Ekim günü ilk kez hakim karşısına çıkarıldılar.Duruşmalar haftasonu ve Mahkeme Heyetinin ertelediğigünler hariç, her gün devam edecek. Diyarbakır 6. AğırCeza Mahkemesi’nde görülen duruşmalara Kürtsiyasetçilerin, avukatların ve basın mensuplarınınyanısıra sayıları 80’i bulan sınırlı sayıda izleyicialınıyor.

Adliye çevresinde yoğun polis ablukası

Adliye çevresi ve girişleri, sermaye devletinin‘güvenlik önlemi’ adı altında yoğun polis ablukasınaalınmış durumda. Duruşma için Diyarbakır EmniyetMüdürlüğü tarafından 2 binin üzerinde polisingörevlendirildiği belirtildi.

Ring aracıyla adliyeye getirilen KCK sanıkları,aileleri tarafından alkış, zılgıt ve zafer işaretleriylekarşılandı.

BDP’den adliye önünde ‘barış nöbeti’

Birçok ilerici, devrimci kurum ve demokratik kitleörgütü temsilcisinin de takip ettiği duruşma için BDPtarafından adliye binası yakınına ‘Barış nöbeti’ çadırlarıkuruldu. Duruşmalar boyunca bekleyiş burada sürüyor.

Mahkeme politik bir mücadele sahası

Duruşmayı yaklaşık 300 avukat takip ederken,kimlik tespiti sırasında Kürt siyasetçiler hakimeyanıtlarını Kürtçe “Amade me” ve “Ez li virim”(Buradayım) şeklinde veriyorlar.

Sanıkların Kürtçe savunma yapma talebininreddedildiği 2. duruşmada mahkeme heyeti devletiniradesini yansıttığı kararını açıklarken bin dereden sugetirdi. Mahkeme başkanı gerekçelendirmesinde, AİHMiçtihatlarına göre, anadilde savunma talebiyle ilgiliolarak mahkemenin sanıklara ücretsiz tercüman tayinetmesi gerektiğini söyledikten sonra, “Sanıklarınbugüne kadar sorgu ve soruşturma aşamasında Türkçekonuştukları, eğitim ve sosyal durumları, Türkçebildiklerini gösterdiği, bu nedenle AHİM’in 6/E maddesiile CMK’nın 202/1 maddelerindeki gerekçelerikarşılamadıklarını, ayrımcılık olacağı ve yargılamanınuzayacağı gözönüne alınarak, sanıkların Kürtçesavunma talebi oy birliğiyle reddedilmiştir” dedi.

Mahkemenin gerekçesinde “ayrımcılık olacağı”ifadesi dikkat çekiyor. Anadilde savunma yapma talebigibi meşru bir talep karşısında ayrımcılık iddiasını önesürmek akla ve mantığa zarar bir gerekçelendirme. Bu,mahkeme heyetinin politik bir karar aldığını gösteriyor.Böyle bir gerekçelendirmeyle de bu kararına hukukigörüntüsü vermeye çalışmıştır.

Bu karardan da görüleceği üzere, mahkeme birpolitik mücadele arenası haline gelmiştir.

Sermaye devleti bu davayı açarak Kürt hareketininboynuna bir pranga takacağını hesaplamıştı. Ancakmahkeme süreci Kürt siyasetçilerin Kürt halkının haklıtaleplerini savunmasıyla farklı bir seyir kazanmış oldu.Zira böylelikle devletin hesapları da büyük ölçüdebozulmuş oldu.

Burjuva medyaya yansıyan birçok yorumda dabundan duyulan tedirginlik göze çarpıyor. Bu

yorumlarda, yargılananların mahkemeyi siyasal birkürsü haline getirerek bunun da yeni bir Habur olayınayolaçabileceği vurgusu dikkat çekiyor. Böylelikle Kürthalkı korkutulmaya çalışılıyor.

Duruşmaların 2. ve 3. gününde iddianamenin özetiokundu. İddianame hakkında ise müdafi avukatlarındanSelçuk Kozağaçlı hukuki bir evrak niteliği taşımadığını,mahkemenin iddianameyi yok sayarak iade etmesinitalep ederek “Delil toplama işlemi ve tutuklanmalarhürriyeti tehdit, yağma ve şantajdır” dedi.

3. duruşmada keyfi tutumlar

Duruşmanın öğleden sonraki oturumunda sanıkavukatları, kolluk kuvvetlerinin sanıklar ile aralarınagüvenlik kordonu oluşturmasına bu yolla sözlü ve fizikitemasın engellemesine tepki gösterdi. Savunmaavukatları, uygulamanın Cumhuriyet Savcılığıtalimatıyla yapılıp yapılmadığını öğrenmek içinmüzakere yazılmasını isterken Mahkeme Başkanıgüvenlik sorununu gerekçe göstererek konunun kendibilgileri dahilinde olduğunu belirtti. Savunma avukatlarıCMK’da bunu gerektirecek ibarelerin olmadığını,dolayısıyla teması engellemenin yasal olmadığınıbelirterek, kordonun kaldırılmasını talep etti. MahkemeBaşkanı’nın, “Öyle devam edeceğiz” şeklindeki cevabıüzerine Av. Sezgin Tanrıkulu, “Yani kısıtlıyormusunuz?” sorusunu sordu. Mahkeme Başkanı, “Evetkısıtlıyoruz” dedi.

Ardından söz alan savunma avukatlarından Av.Metin Yeliz’in sanık ve avukatların yan yana oturmasıtalebi de reddedildi. Mahkeme Başkanı “Güvenlikzafiyeti” oluşturacağı gerekçesini öne sürdü. Savunmaavukatlarının “güvenlik zafiyetinin” tanımlanmasıtalebini yanıtsız bırakan Mahkeme Başkanı ise“Tamam” diyerek, keyfi bir biçimde tanımlamayıyapmadan iddianamenin okunması talimatını verdi.

Yargılama devletin aczini gösteriyor

Kuşkusuz bu çabalar nafiledir. Çünkü binlerce Kürtsiyasetçisini yargılamakla devlet aslında Kürt halkınıyargılamaya kalktı. Fakat bir halkın dilini, kimliğini,ulusal haklarını yargılamaya kalkanlar, gerçekte nasıl biracz içerisinde olduklarını gösteriyorlar sadece.

Mahkeme sürecinin mevcut seyri bu gerçeği teyitediyor.

KCK davası politik mücadeleninsahnesi oluyor….

Kürt halkına yönelikyargı terörüne son!

Yargılama durdurulsun,tutuklular serbest

bırakılsın!

Yüzlerce Kürt aydını, belediye başkanı vesiyasetçinin yargılandığı ‘KCK davası’görülmeye başlandı.

Bu dava, Kürt halkını teslim almaya yönelikkapsamlı planın bir parçasıdır. Öncü ve ilericibirikimi biçilerek Kürt halkının mücadele azmive cesareti kırılmaya çalışılmaktadır.

Bu dava ile Kürt halkının onuru yaralanmayaçalışılmaktadır. Tutuklananların, Nazileriaratmayan bir muameleye maruz bırakılmasıbunun içindir. Böylelikle aynı zamanda Kürthalkına “ya imha ya da teslimiyet”dayatılmaktadır.

Böylesine bir saldırganlık “açılım” adı altındaKürt sorununda düzen içi çözüm beklentilerininbüyütüldüğü bir dönemde gerçekleşmiştir.Kuşkusuz bu bir rastlantı değildir. Düzen güçleri“çözüm” adı altında Kürt halkına tasfiyeyidayatmaktadır. Yalanla, dolanla, yetmediğinde isebaskı ve terörle sonuca gitmeye çalışmaktadır.

Ancak ne yaparlarsa yapsınlar, bu dayatma vesaldırılar geçmişte olduğu gibi Kürt halkınınmücadele direncine çarpmıştır, çarpacaktır. Ne binlerce Kürt siyasetçisinin tutuklanması, nede baskı ve terör Kürt halkının onurunu teslimalabilir, mücadele azmini kırabilir. Baskı veoperasyonlar, düzmece yargılamalar sermayedevletinin Kürt sorununu çözmekteki acizliğinigöstermekten başka bir işe yaratmayacaktır.

Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu (BDSP),bu anlayışla Kürt halkının yanında, sermayedevleti ve faşist terörünün karşısındadır. Tüm işçive emekçileri de Kürt halkının yanında saftutmaya çağırmaktadır.

Sermaye devleti Kürt halkına yönelik baskı veterörünü durdurmalı, yargı terörüne son vermelive tutukluları derhal serbest bırakmalıdır.

Kürt halkına yönelik her türlü baskı veteröre son!

Eşitlik, özgürlük, gönüllü birlik!Yaşasın işçilerin birliği, halkların

kardeşliği!Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu (BDSP)

18 Ekim 2010

Page 7: Sİ Kızıl Bayrak 10-41

Devlet terörü Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak * 7Sayı: 2010/41 * 22 Ekim 2010

Bugün gündeme düşen yeni bazı veriler,toplumsal-siyasal hayatın devlet tarafından nasılizlendiğini gözler önüne serdi. Bu bilgilere bakılırsa şuan mahkeme kararları yoluyla “usulüne göre” 75 bin538 kişi dinleniyor. Ayrıca devletin istihbarat aygıtları“ortam dinlemesi” adı altında hiçbir sınır gözetmedendinleme yapıyor. Fakat devlet bu kadarla dayetinmiyor. Devletin bilimsel kurumları harıl harılyeni teknik icatlar ve yöntemler geliştirmeninpeşindeler.

Dinlemenin “Dijital kale”si

Devletin dinlemeler için kullandığı kurumAnkara’da kurulu bulunan Telekomünikasyon İletişimBaşkanlığı, kısa adıyla TİB. Ülkedeki bütün iletişimaltyapısı bu kurum tarafından kontrol ediliyor veizleniyor. Bu kuruma girişler sıkı biçimde kontrolediliyor. Özellikle kayıtların tutulduğu odalara sınırlısayıda insan, parmak izine dayalı kontrolsistemlerinden geçerek girebiliyor. Bundan dolayıdevlet içerisinde bu kurum “Dijital Kale” olarakadlandırılıyor.

Devletin istihbarat kurumları ve kolluk güçleridinlemek istedikleri kişiler ve kurumlar hakkındamahkeme kararları çıkarttıktan sonra özel bir hattan bukuruma anında taleplerini iletiyorlar.

TİB tarafından verilen rakamlar, bu kurumun heran nasıl yoğun bir dinleme ve izleme faaliyetiiçerisinde olduğunu gösteriyor. Buna göre şu antoplam 75 bin 538 kişi dinleniyor. Konuşmaları kayıtaltına alınıyor. Kaydedilen veriler arasındakonuşmalar, kısa mesajlar ve fakslar ile elektronikmesajlar da var.

Dinlemelerin çoğu ise siyasal nedenlerle yapılıyor.Ağırlıklı bölümünün sol harekete ve Kürt hareketineolduğuna kuşku duymuyoruz. Verilen bilgiye göre,halihazırda dinleme kararlarının 6 bin 538’i adlisoruşturmalar kapsamında, 8 bin 352’si ise “terör veörgütlü suçlarla mücadele” kapsamında bulunuyor.

“Ortam dinlemesi”yle herkes gözaltında!

Konuyla ilgili özel haber yapan RadikalGazetesi’nin bildirdiğine göre iki türlü mahkemekararı geliyor. Bunlardan ilki konuşmaların veyazışmaların içeriğiyle ilgili, diğeri ise kimin kiminlene zaman ve nerede konuştuğuyla ilgili “iletişimintespiti” kararları.

Gazetenin TİB yetkililerinden aldığı bilgiye göre

genel olarak dinlemeler “adli, istihbari, iletişimintespiti ve ortam dinlemesi” olmak üzere dört ayrıbiçimde yapılıyor. Bu yöntemlerden üçü hakkında şubilgiler veriliyor:

Adli dinleme: Kuvvetli suç şüphesi ve başkasuretle delil elde edilmesi imkânı olmaması halindeadli dinleme kararı alınabiliyor. Karar en çok üç aylıkalınıyor ve bir defa uzatılabiliyor. Örgütsoruşturmasında hâkim bir seferde bir aydan fazlaolmamak üzere istediği kadar süre uzatabiliyor. İstihbari dinleme: Suçu önlemek amacıyla istihbaratkuruluşlarınca yapılıyor. Bu yolla yapılan kayıtlar adlisoruşturmalarda kullanılamıyor.İletişimin tespiti: İki cihaz arasında kurulan iletişimintrafik bilgilerinin toplanması. Numara, süre, yer gibidetayları içeriyor.

“Ortam dinlemesi” yöntemi ise dinleme ve izlemefaaliyetlerinin kapsamını gösteriyor. Çünkü “ortamdinlemesi” için TİB’e ihtiyaç duyulmuyor. Verilenbilgiye göre ortam dinlemesi teknik cihazlarla yapılanizleme, görüntü ve dinleme faaliyetlerinden oluşuyor.Polis ve jandarma tarafından mahkemede kararalındıktan sonra yapılabiliyor. Fakat gerçekuygulamada genelde mahkemeye ihtiyaç duyulmuyor.Polis, jandarma ve diğer istihbarat kurumlarıellerindeki teknik cihazlarla istedikleri alanlardaistedikleri herkesi dinliyor ve gözetliyorlar.

“İnsanların attığı her adımı izlemek için”yeni hazırlıklar…

Akşam gazetesinde yayınlanan bir haber isedurumun başka bir boyutuna ışık tutuyor. Gazetehaberiyle kolluk güçlerine müjde veriliyor. Zirayazının başlığı şöyle: Takibi boşver… Kredi kartınıizle, ensele!

Habere göre bilimsel araştırma kurumu TÜBİTAKizleme faaliyetleri için güvenlik güçlerine yeni birimkan hazırlıyor. Buna göre kredi kartlarından, e-pasaport gibi kişisel verilerin yüklü olduğu tümeşyalar “uzaktan okuma sistemiyle” kişi takibi yapmakiçin kullanılabiliyor. “RFID” adı verilen bu yöntemlesözkonusu manyetik kartlar ya da çipler radar gibiizlenebiliyor.

Gazetenin konuyla ilgili olarak konuştuğuTÜBİTAK’a bağlı Ulusal Elektronik ve KriptolojiAraştırma Enstitüsü’nde görevli uzmanın verdiğibilgiye göre, bu yöntem aracılığıyla insanların attığıher adım izlenebilecek.

Bu uzman, kolluk güçlerinin sevincini kursağındabırakacak şu bilgiyi sözlerine ekliyor: Türkiye’de şuanda uzaktan okuma yapılmıyor. Ama gerekli altyapıhazırlanırsa bu teknoloji 2015 yılında devreyegirebilir.

Belirtmek gerekir ki bu haber aynı zamanda,düzenin bilimsel araştırma yaftalı kurumlarınınçalışma amacına ışık tutuyor.

“Büyük birader” gerçek oldu

Bu tablo Orwell’in “1984” adlı romanında tasvirettiği düzeyde bir izleme ve dinleme faaliyetininolduğunu gösteriyor. Devlet, geleceğinden duyduğukorkuyla tüm olanaklarını, milyonların öfkesindenkendisini korumak için kullanıyor. Böylelikle de hergeçen gün “1984”deki devlete daha çok benziyor.Ancak ne yaparsa yapsın, ne kadar büyük kaleler inşaederse etsin bu öfkenin şiddetinden kurtulamayacaktır.

“Büyük birader” bizi izliyor!

Dersim’de jandarma-korucu işbirliğinde saldırı

Dersim’in Mazgirt İlçesi Akpazar Beldesi’ndeeski bir polisin lise öğrencilerine hakaret etmesiüzerine başlayan olaylar öğrencilerin gözaltınaalınması ve öğrencilere destek olmak isteyenEğitim Sen üyelerinin korucular tarafındandövülmesiyle sonuçlandı. Jandarma ve korucularınişbirliğiyle gerçekleştirilen saldırıda iki Eğitim Senüyesi darp edildi.

Süleymanpaşa Lisesi Müdürü Aslı Aşkan’ınpolislikten atılan eşi Nurettin Üzün’ün uzun sürediröğretmenleri ve öğrencileri taciz ve tehdit etmesi15 Ekim günü yapılan son saldırıyla yeni bir boyutataşındı. Üzün, okulun bahçesinde karşılaştığıöğrencilere, “Geleceğin PKK’lıları gidin dağa çıkın.Burada ne işiniz var” dedi. Öğrencilerin, “Bize böylelaf söylemezsin, her gün gelip okulun huzursuzlukçıkarıyorsun. Okuldan gidin sizi istemiyoruz”sözleriyle karşılık vermesi üzerine Tüzünöğrencilere hakaret etti. “Okul müdürü benim eşimistediğim zaman gelirim. Çekilin etrafımdanPKK’nın p....çleri” dedi.

Bu sözler üzerine Tüzün ve öğrenciler arasındaarbede yaşandı ve jandarma 8 öğrenciyi gözaltınaaldı. Beldede öğrencilerin gözaltına alınmasıtepkiye neden oldu. Bunun üzerine öğrencilerifadeleri alınarak serbest bırakılmak zorunda kaldı.

Öğrencilerle görüşmek için Tunceli Eğitim SenŞube Başkanı Mehmet Ali Arslan, bir heyetlebeldeye geldi. Ancak, Tüzün’ün haber vermesiylekarakola gelen ve öğrencileri tehdit eden geçiciköy korucusu 25 kişilik bir grup, heyete saldırdı.Kadın öğretmenlere hakaret ve küfür edenkorucular sendika yöneticisi Erkan Eslek ile HasanTaşkın’ı darp etti. Ayrıca Karakol komutanının gözüönünde gerçekleşen saldırıda, Eğitim Sen TunceliŞube Örgütlenme Sekreteri Hasan Taşkın daölümle tehdit edildi.

Saldırının ardından Eğitim Sen Şube BaşkanıArslan, öğrenciler, veliler ve öğretmenlerin dekatıldığı bir basın açıklaması yaptı. Arslan,Jandarma Karakol Komutanı, geçici köy korucularıhakkında Cumhuriyet Savcılığı’na suç duyurusundabulunacaklarını söyledi.

Arslan, karakol komutanının kendileriylegörüşmediğini, öğrencilerle degörüştürülmediklerini dile getirerek şunlarısöyledi:

“Olayın nasıl geliştiğini anlatan komutanıifadeleri saatlerce sürdürerek bir provokasyon dahazırladı. Bu esnada koruculardan bir tanesikarakola gidiyor komutan ya da başka biriylegörüşüyor. Görüşmeden sonra dışarı çıkarakkorucuları topluyor ve Nurettin Üzen’i kaçırmak içinkorucuları öğrenci ve öğretmenlere saldırtıyor.”diyen Arslan, bu saldırıların yeni olmadığını belirtti.

BDP Dersim Milletvekili Şerafettin Halis, TayyipErdoğan’ın yanıtlaması istemiyle meclis genelbaşkanlığına yazılı soru önergesi vererek Süleyman

Page 8: Sİ Kızıl Bayrak 10-41

Sınıf hareketi8 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2010/41 * 22 Ekim 2010

Geride bıraktığımız hafta içinde hem Türk Metalçetesi, hem de Birleşik Metal-İş Sendikası MESS ilebirer görüşme gerçekleştirdiler. Bu görüşmelerden deanlaşıldığı üzere, grup toplu sözleşmeleri oldukça kritikbir evreye girmiş bulunuyor.

Türk Metal’den yeni bir bayram sürprizi mi?

Türk Metal çetesi MESS ile 3 Eylül’de başlattığıgörüşme sürecinde, 18 Ekim tarihinde 5. toplantıyıgerçekleştirdi. Taslaklar üzerindeki görüşmelerde iseüçüncüsü yapılan bu toplantılar ile ilgili hiçbir bilgidışarıya sızdırılmış değil. MESS ile Türk Metalarasında gerçekleştirilen görüşmeler büyük bir gizlilikiçinde devam ediyor. Bu ise taslakların açıklanması ilebirlikte fabrikalarda açığa çıkan tepkilerin de büyüttüğükorkunun düzeyini gösteriyor. Hazırladığı ihanettaslağını savunacak gücü olmayan, taslaktanesneyemeyeceğini söyleyerek tepkileri yatıştırmatelaşında olan Türk Metal ağaları, görüşmelerisıklaştırarak ve hiçbir bilginin dışarı sızmasına izinvermeyerek yeni bir “bayram hediyesine” hazırlanıyorgibi görünüyor. Eğer Türk Metal-MESSgörüşmelerinde bu hızlı süreç devam ederse 9 günlükbayram tatilinde açıklanacak sürpriz bir ihanet hiç deşaşırtıcı olmayacaktır.

Bilindiği gibi metal işçileri, MESS-Türk Metalortaklığının “bayram sürprizlerine” hiç yabancı değil.Bir önceki toplu sözleşme dönemini saymazsak (kiburada da kriz koşulları ihanet için bulunmaz bir fırsatolmuştu) son birkaç dönemdir tutulan uyuşmazlıklarınardından 9 günlük bayram tatillerinde sözleşmelerimzalanmıştı. Bu kirli ittifak, işçilerin fabrikalardan vebirbirlerinden uzak olduğu bu dönemleri değerlendirmeyolunu tutmuştu. Bugüne kadar belli bir başarı ilehayata geçirilmiş olması ihanet taslağına karşıtepkilerin yoğunlaştığı şu günlerde bu taktiğin, yenidendevreye sokulma ihtimalini güçlendiriyor.

Bu olmasa bile MESS-Türk Metal ortaklığınınşimdilerde metal işçilerinin tepkilerini dizginlemeninyollarını aradığından kuşku duymamak gerekir. Buyanıyla bu suç ortaklarının görüşmelerinin elde olantaslak üzerinden yürüyen bir pazarlık değil, tabandabiriken öfkenin nasıl bertaraf edileceği üzerine yapılantartışmalardan ibaret olduğunu düşünebiliriz.

Birleşik Metal yönetimi baskı altında!

Birleşik Metal İş’in yürüttüğü toplu sözleşmegörüşmelerinin ise belli bir gerilim altında devam ettiğigörülüyor. Özellikle MESS’in, esnek çalışmayıyaygınlaştırıp derinleştirme, kıdem tazminatının veçeşitli sosyal hakların gaspı gibi hedefleri orta yerdeduruyorken Birleşik Metal’in taslağında sınırlılığınarağmen bu girişimleri önleyecek bir dizi maddebulunması gerilimin temel nedenini oluşturuyor.

Birleşik Metal şu ana kadar taslak maddeleriüzerinde 2 görüşme yapmış durumda. Bu görüşmelerdehalen temel maddelere ilişkin kapsamlı müzakereleryapılmış değil. Ancak bilindiği kadarıyla MESS, dahaen baştan, Birleşik Metal’in taslağındaki ileri maddeleri“kesinlikle” kabul etmeyeceğini deklare etti.Anlaşılıyor ki MESS, Türk Metal ile yürüttüğügörüşmeleri belli bir aşamaya getirdikten ve tabandakiöfkeyi dizginlemenin yolunu bulduktan sonra geçmiş

deneyimlerde olduğu gibi Birleşik Metal’i de benzer birtoplu sözleşmeyi imzalaması için yoğun bir baskı altınaalmayı amaçlıyor.

Süreç hakkındaki tablonun daha net görülebildiğibir diğer alan da MESS’in bölgelerde kendi üyeleri ilegerçekleştirdiği bilgilendirme toplantıları. MESS,Ankara, Bursa ve İzmir’in ardından geçtiğimizgünlerde İstanbul’da da bu tür bir toplantıgerçekleştirdi. Yansıdığı kadarıyla bu toplantılarıntemel eksenini, Birleşik Metal’in hazırladığı taslak ileesnek çalışma uygulamalarının geliştirilmesioluşturuyor.

Bugün ortaya çıkan görüntü MESS’in kapsamlısaldırı hazırlığından hiçbir koşulda taviz vermekistemeyeceğini gösteriyor. Türk Metal çetesinin de buaçıdan MESS’in elini rahatlatan adımlarıdüşünüldüğünde Birleşik Metal’i ve öncü metalişçilerini fazlası ile zorlu ve çetin bir süreç bekliyor.

Temel görev grev kararlılığını yükseltmek!

Birleşik Metal’in önünde halen taslağını metalişçilerinin meşru hak ve çıkarlarını gözeterek yenidenrevize etme görevi durmakla birlikte artık sorunun asılkapsamını MESS’in saldırı dalgasına karşı mücadelebarikatlarının vakit geçirilmeden kurulması görevioluşturuyor.

Metal işçilerinin toplu sözleşme sürecine ilgilerininoldukça geç bir evrede yoğunlaşmaya başlaması, eylemsürecine dair Birleşik Metal cephesindeki belirsizliğinbugüne kadar devam etmesine neden olmuş görünüyor.Oysa, metal patronlarının kriz sürecinde elde ettiklerikazanımlarını pekiştirmek için hazırlık yaptıkları çokönceden belliydi. Bu durumda yapılması gereken dahaerken bir evrede tabandaki kararlılığı bileyecek etkin

bir süreç işletmek, grev kararlılığını tüm açıklığı iledeklare etmek, grev hedefine bağlanmış eylemli birsüreci uyuşmazlık aşamasını ya da Türk Metal-MESSortaklığının yol almasını beklemeden hayatageçirmekti. Bugün özellikle varolan tablo, grevkararlılığının yükseltilmesi ve eylemli sürecin MESS’ive Türk Metal’i köşeye sıkıştıracak biçimlerde hızlahayata geçirilmesini gerektiriyor.

2010-2012 Grup Toplu Sözleşmeleri, Birleşik Metalyönetimi için tarihlerinin en önemli sınavlarındanbiridir. Sermaye sınıfının kapsamlı saldırı hazırlıklarıyaptığı bu dönemde MESS’in de gemiyi azıya almasınedeniyle artık ufku düzen sınırlarını aşmayan birsendikacılığın yaşama şansı bulunmuyor. Bu yanıylaBirleşik Metal yönetiminin artık dalga geçilen “ÖnceTürk Metal imzaladı, sonra biz imzalamak zorundakaldık” gibi bir bahanenin arkasına saklanma şansı dabulunmuyor. Zira toplu sözleşmelerde böyle bir bahaneile atılacak imza tek başına metal işçilerinin değil, işçisınıfının geleceğini belirleyecek bir imza olacaktır.

Bu ise sadece uzlaşmacı sendikacılık anlayışınınyıkımı anlamına gelmeyecek, aynı zamanda BirleşikMetal’in örgütsel olarak da tasfiye olma riskiniberaberinde getirecektir. Hiç kuşkusuz ki MESS’in budönemki pervasızlığının temel nedenlerinden biri de butehlikeyi bir tehdit gibi kullanarak işkolundakimücadeleci dinamikten bütünüyle kurtulmaktır. Buaçıdan Birleşik Metal yöneticileri, kadroları vetemsilcileri tek başına kendi üyelerine değil, bir bütünolarak işçi sınıfına karşı büyük bir sorumlulukiçerisindedir.

İçinden geçtiğimiz dönem öncü metal işçilerininomuzlarına da oldukça büyük sorumluluklaryüklemektedir. Bu sorumluluğun en temel yanınıfabrikalardan başlayarak MESS’e karşı tabaninisiyatifine dayalı mücadeleyi örgütlemekoluşturmaktadır. Diğer yandan Türk Metal çetesinintaslağını geri çekmeye ve MESS’le yürüttüğü toplusözleşme görüşmelerinin içeriğini açıklamayazorlanması ile birlikte Birleşik Metal cephesindeönümüzdeki günlerde yoğunlaşacak olan eylemlisürecin güçlendirilmesi ve grev kararlılığınıngösterilmesi gerekmektedir.

MESS’in saldırı planları ile ihanet çetesiningirişimlerini engellemenin yolu tabandaki öfkeyiörgütlü bir kanala akıtmaktan geçmektedir. Öncü vedevrimci işçiler bunun için mücadeleyi büyütmelidir.

Komünist Metal İşçileri

Metal toplu sözleşmelerinde kritik aşamaya girildi…

MESS’e ve ihanete karşı grev kararlılığı!

Grup toplu iş sözleşmesi görüşmelerinde MESS ilebiraraya gelen Birleşik Metal-İş Sendikası 19 Ekimgünü ikinci görüşmesini gerçekleştirdi.

Teklif maddelerinin görüşülmeye devam edildiğiikinci toplantıda 28 madde üzerinde duruldu. Bumaddelerden 17.’si sendika teklifi gibi kabul edilirken,11 madde ise ertelendi. Taraflar 2 Kasım 2010tarihinde 3. toplantıyı yapacaklar.

Ertelenen maddeler şöyle: Çalışılmış SayılanSüreler, Fazla Çalışmanın Düzenlenmesi, Hafta Tatili,İş Sözleşmelerinin Toplu İş Sözleşmesi ile İlişkileri,Toplu İşçi Çıkarma, Çıkarılan İşçilerin İşe Çağrılması,Hükümlü ve Tutukluluk Hali, Yıllık Ücretli İznin TopluKullanımı, Yıllık Ücretli İzin Kurulu, Mazeret İzni, İşçiSağlığı.

Metal işçileri Kocaeli’de yürüdüBirleşik Metal-İş Kocaeli Şube üyesi işçiler 18 Ekim

günü bir kez daha eylemdeydi. Yahyakaptan‘datoplanan işçiler şehir merkezine yürüdü. BirleşikMetal-İş üyeleri “Kuralsız güvencesiz çalışmaya hayır”,“Türk Metal teklifini geri çek”, “Metal işçileri insancayaşam için ortak mücadeleye” pankartlarını taşıdılar.Meşaleler taşıyan işçiler Sabri Yalım Parkı’nda basınaçıklaması yaptılar.

Basın açıklamasını okuyan Birleşik Metal-İşSendikası Genel Sekreteri Selçuk Göktaş, TürkMetal’in hazırladığı teklifin metal işçilerinin hak veözgürlük mücadalesini baltalayacağını söyledi.

Metalde ikinci tur görüşmeleri yapıldı

Page 9: Sİ Kızıl Bayrak 10-41

Metal işkolunda MESS ile yetkili sendikalar arasındaTİS görüşmeleri devam ederken, Metal İşçileriBirliği’nin (MİB) faaliyetleri sürüyor.

Türk Metal önünde eylemMetal İşçileri Birliği 20 Ekim günü ihanetçi Türk

Metal Sendikası’nın İstanbul Şubesi önündeydi. Metalişçilerinin haklı ve meşru taleplerini yansıtmayan TİStaslaklarını reddettiklerini açıklayan MİB üyeleri, yenibir ihanete hazırlanan Türk Metal çetesine “Taslağınıgeri çek!” çağrısında bulundu.

Şirinevler Meydanı’nda buluşan metal işçileri,“Sözleşmeyi imzalamak ihanettir! Türk Metal: Toplusözleşme taslağını geri çek!” pankartı açarak Türk Metalİstanbul Şubesi önüne yürüdü.

Bina önüne birkaç metre kala çevik kuvvet polisleriMİB üyelerinin önüne barikat kurdu. Polis, Türk Metalçetesini korumaya aldı.

Coşkulu sloganlarına polis barikatı önünde de aravermeyen MİB üyeleri, Binanın önünde basın açıklamasıgerçekleştirdiler.

Açıklamada, metal patronları kapsamlı saldırıhazırlığı içerisindeyken, toplu sözleşme masasına oturansendika yöneticilerinin işçilerin çıkarlarınısavunmadıkları dile getirildi. Genel Başkan PevrulKavlak öncülüğündeki Türk Metal çetesinin de, sunduğuTİS taslağı ile MESS’e uşaklık yapmayı sürdürdüğünedikkat çekilen açıklamada, “Türk Metal sendikasınabaktığımızda taslağın bir satış sözleşmesi olduğuücretlere yapılan zam teklifinden bile açıkça görülebilir.Geçmişi metal işçilerine ihanetle dolu olan bu sendikasözde enflasyon rakamlarına bakarak yüzde 5 artı 25kuruşluk bir zam teklifi istemektedir” denildi. TürkMetal çetesine, MESS’e sunduğu taslağı geri çekmeçağrısında bulunuldu.

Açıklamada metal işçilerinin 2010-2012 grup toplusözleşme sürecindeki mücadele talepleri de sıralandı.

Sendika yöneticilerine ihanet taslaklarını geri çekerekmetal işçilerinin gerçek taleplerini içeren yeni taslaklarıhazırlama çağrısının yapıldığı açıklama, dişe dişmücadele çağrısıyla sonlandırıldı.

Basın açıklamasının ardından Şirinevler Meydanı’nayürüyen MİB üyeleri, eylemlerini burada sonlandırdı.

İzmir’de TİS paneliMetal İşçileri Birliği (MİB) 17 Ekim günü İzmir İşçi

Kültür Sanat Evi Derneği’nde “Toplu sözleşme süreci vemetal işçilerinin görevleri” başlıklı bir panelgerçekleştirdi. Panele sendikalaşma haklarının tanınmasıiçin fabrika işgali gerçekleştiren ÇEL-MER işçileri adınabir işçi de katıldı.

Panel, MİB Merkez Yürütme Kurulu’nun süreceilişkin değerlendirmelerinin aktarımı ile başladı.Konuşmada, 2010-2012 Metal TİS sürecine krizdöneminin ağırlaştırdığı koşullarla birlikte girildiğibelirtilerek, bu dönemin tekstilde ve kamu sektöründekitoplu sözleşme süreciyle parallelik taşıdığına işaretedildi. Ulusal İstihdam stratejisi, asgari ücret zamları vekıdem tazminat hakkının gaspının tartışıldığı günlerdegerçekleşen Metal TİS görüşmelerinin önemi vurgulandı.

Türk Metal ile Birleşik Metal-İş’in hazırladığıtaslakların değerlendirildiği konuşmada, Türk Metal’inyeni bir ihanete hazırlandığı, BMİS’in ise gerçekçilikadına icazetçilik yaptığı vurgulandı.

Ardından sözü ÇEL-MER işçisi aldı. İlk olarak,neden sendikaya üye olduklarını anlatan ÇEL-MERişçisi, sendikalaşma sürecinde karşılaştıkları saldırılarıanlatarak örgütlenme deneyimlerini katılımcılarla

paylaştı. Fabrika işgal eylemi ile birleşen direnişsürecinden de bahseden ÇEL-MER işçisi, tabanörgütlenmeleri olan komitenin ve bunu tamamlayan fiili-meşru mücadele çizgisinin önemine vurgu yaptı.Sendikanın bu süreçteki rolüne de değinen ÇEL-MERişçisi, “Önlüğü giyiyor musun? O zaman sendikasensin!” diyerek, işçilere en atıl sendikayı bile aktif halegetirmenin yöntemlerini anlattı.

Direniş sürecinde yaratılan kamuoyu ve ailedesteğinin önemine değinen ÇEL-MER işçisi,mücadelenin bu vesileyle öteki fabrikalara ve diğerdireniş, eylem alanlarına taşınmasının öneminivurguladı.

ÇEL-MER direnişçisinin ardından MİB İzmirYürütmesi adına konuşma gerçekleştirildi. Konuşmada,MESS kapsamındaki fabrikalar sayılarak İzmir’dekimetal işçilerinin çalışma koşulları ve yaşadığı sorunlaradeğinildi. MİB’in çalışmalarına dair aktarımların dayapıldığı konuşmada, TİS taslaklarının fabrikalardanyansıyan tablosu aktarılarak işçilere mücadele çağrısıyapıldı.

Panelin ikinci bölümünde demir-çelik fabrikalarındanbir metal işçisi söz aldı. Türk Metal ‘in örgütlü olduğudemir-çelik fabrikalarından TİS adına birşeyyansımadığını söyledi.

Panelin soru-cevap kısmında ÇEL-MER işçisine,mücadele sürecinin kendisini nasıl değiştirdiği vekendisine neler kattığı üzerine sorular soruldu. Direnişdeneyimlerine ve TİS sürecine ilişkin soruların veyürütülen canlı tartışmaların ardından panel sona erdi.

MİB’den Ümraniye’de TİSçalışması...

Metal İşçileri Birliği, satışın göstergesi olan TİStaslağını geri çekmesi için Türk Metal Sendikası’nıgöreve çağırdı. Türk Metal’in bu ihanet hazırlığınıdurdurmak hedefiyle hareket eden Metal İşçileri Birliği,Türk Metal Sendikası’nın OSB’de örgütlü olduğufabrikaların servis güzergahlarına, İMES-Kadosançevresine ozalitler yaptı.

Ozalitte “sözleşmeyi imzalamak ihanettir, TürkMetal; toplu sözleşme taslağını geri çek!” ifadesi yeraldı.

Kızıl Bayrak / İstanbul - İzmir

Sınıf hareketi Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak * 9Sayı: 2010/41 * 22 Ekim 2010

Metal İşçileri Birliği sokağa çağırıyor

Habaş işçileri ihanetkokusu alıyor...

Bakırçay Havzası’ndaki sömürü cehennemiolan Habaş’tan işçiler satış beklentisi içerisindeolduklarını ifade ediyorlar.

1. işçi: Bizler Habaş’ta normal zamanlarda datemsilcierimizi bulamazdık. TİS döneminde iseyine değişen bir şey olmuyor. Ortalıklardagöremiyoruz. Olur da bir yerlerde yakalarsak bilgialmaya çalışıyoruz. Onu da kaçamak cevaplarlageçiştirmeye çalışıyorlar. Daha TİS masasınaoturmadan önce hepimizde bir rahatlık vardı.Pevrul Kavlak yeni başkan olmuştu ve bu ilksözleşmesi olacaktı. Bu da görüşmelerden iyi birsonuçla çıkılacağını getiriyordu aklımıza. Hattatemsilciler bile böyle diyordu. Ama çok kısa birzaman geçti ki gerçekler hiç de beklediğimiz gibiçıkmadı.

% 5 + 25 kuruşluk bir zam teklifiyle masayaoturan bir zihniyetin oradan kazanımla çıkmasıbeklenemez. Oradan ancak % 3’le çıkabilir.Patronların istediği de bu zaten. Düşük maaşlayoğun sömürü. Zaten Türk Metal’ den bizimadımıza iyi bir şey beklemek hayalcilik olur.Bunları yaşadıklarımızdan görüyoruz. Daha yakınbir zamanda sendikalı bir arkadaşımız haksızgerekçelerle işten çıkartıldı. Ama sendikamız,kılını bile kıpırdatmadı. Hukuksuzluk diz boyu. TİSdöneminde burada böyle bir şeyle karşılaşmakhepimizi tedirgin ediyor. Akıllara bu işte patronve sendikanın ortaklaşa davrandığı hissiniuyandırıyor. Hal böyle olunca da sendikamızaolan güven tümden gidiyor. Bize sahip çıkmasıbizim için mücadele etmesi gereken sendikaHabaş’ ta kılını kıpırdatmıyorsa patron örgütüMESS’e karşı ne yapabilir ki.

2. işçi: TİS aslında Türk-Metal ile MESSarasında çok önceden imzalanmıştır. Sonuçta busendika yönetimi MESS’le ortak iş yapmayı çok iyibir marifetmiş gibi gösteriyor. Bunu sendikadergisinden rahatlıkla görebilirsiniz. İşçi-işverensendikasının böyle bir ortaklaşmasından ancakişveren lehine bir sonuç çıkar. Ben hakkım için,geleceğim ve emeğim için bütün sonuçlarakatlanırım diyorum ama maalesef birçokarkadaşımız böyle düşünemiyor. Bundan kaynaklıda her seferinde bizleri rahatından satabiliyorlar.Yanımızda olması gereken bir sendikakarşımızdakiyle birklikte ortaklaşabiliyorsa nebeklenebilir ki! Bunun böyle olmasında payımızbüyük. Biz baş kaldıramıyoruz vekaldıramadığımız sürece de kimbilir kaçsözleşmede daha ihanete uğrayacağız.

Page 10: Sİ Kızıl Bayrak 10-41

- BMİS taslağındaki taleplerin metal işçilerininmeşru hak ve çıkarlarını yeterince temsil ettiğinisöylemek zor görünüyor. Sizce metal işçilerinininsanca çalışma ve yaşam koşulları için sahipçıkması gereken taleplerin toplu sözleşmelerdegündeme gelmesi nasıl sağlanabilir?

- Bu sizin yorumunuz ve doğru değil. Bu teklif çokuzun bir hazırlık sürecinden sonra 1000 kişiden oluşantoplu sözleşme kurulları ile 2 tur olarak yapılantoplantılar sonucunda hazırlandı. Örgütün tümkurulları sadece bir kez değil defalarca teklif taslağınıtartışarak bu sürece katıldı ve teklifi benimsedi. Sizyayın organınızda Birleşik Metal-İş için “icazetçi”sıfatını kullanıyorsunuz. Evet biz icazeti metalişçilerinden, Birleşik Metal-İş örgütünden,kurullarından aldık ve onlar dışında da kimseyesormaya niyetimiz yok. Keşke herkes bizim gibiicazetçi olsa…

Her neyse! Bizim teklifimiz sadece Birleşik Metalİş üyelerinin değil, sendikalı sendikasız tüm metalişçilerinin sermaye karşısındaki mücadele talepleriniortaya koyan bir tekliftir ve tüm metal işçileri buteklifin etrafında mücadele etmelidir. Tekrarsöylüyorum teklifimizin özü “İnsan OnurunaYakışan Çalışma ve Yaşama Koşulları”dır.

- TİS süreci için Birleşik Metal’in öngördüğü birmücadele süreci var mı? Geride kalan süreci nasılbir mücadele ekseninde ele almayı planlıyorsunuz?

- Bu dönem geçtiğimiz dönemlerden farklı.Geçtiğimiz dönemlerde uyuşmazlık süreciyle birliktebaşlayan bir eylemlilik süreci varken bu dönem MESSve Türk Metal işbirliğinin girişimleri nedeniyle eylemve etkinliklerimizi müzakereler sürecindebaşlatıyoruz. Türk Metal vermiş olduğu teklifle metalişçilerinin mücadele sürecini daha başındanbaltalayacağını ilan etmiştir. Teklif ortaya çıktığıandan itibaren, teklifin geri çekilmesi çağrıları yapıldı,Türk Metal’in şube binalarının kapılarında hattayetkili olduğu işyerlerinin içlerinde pullamalaryapıldığı yönünde bilgilerimiz var.

Metal işçilerinin ana gövdesinin bir oldu bittiylesözleşme sürecinin dışına çıkarılması ihtimali giderekartıyor. Bu nedenle, öncelikle Türk Metal üyelerininuyarılması gerekiyor ve bu süreçte bunayoğunlaşacağız.

- BMİS’in TİS hazırlıkları kapsamında yaptığı birortak mücadele çağrısı var? Sizce bu ortakmücadelenin kapsamı nasıl ele alınmalıdır? Buçerçevede kapsam dışı ve sendikasız metal işçilerininbu sürece katılımı sağlanmalı mıdır? Bu işçilere vesektör dışındaki ilerici sendikacılara MESS GrupTİS’lerinde ne gibi görevler düşmektedir?

- Bu bir yanlış anlaşılma. Bizim çağrımız diğersendikalara ortak mücadele edelim çağrısı değil.Dönemin özelliklerini ve önemi ortaya koyan ve bizimsendika olarak hangi başlıklarda mücadeleedeceğimizi açıklayan ve diğer sendikaların da bubaşlıklar altında mücadele sorumlulukları olduğunuhatırlatıyoruz. Yoksa gelin birlikte mücadele edelimdiye bir çağrımız yok. O çağrıda şu ifadeler yer alıyor:“Bu sözleşme döneminde belki de son 30 yıllık

tarihin, işçi sınıfımız ve metal işçileri açısından enkritik ve zorlu dönemi yaşanacaktır. Metal işçilerininortak çıkarlarını savunmak tüm sendikaların birincigörevidir. Bu tarihsel dönem herkesin omuzlarınabüyük sorumluluk yüklemektedir. Tüm gelişmelerikamuoyuyla paylaşmak ve bu doğrultuda metalişçilerinin ortak mücadele etmelerini sağlamakamacıyla bu çağrıyı yapıyoruz.” Söylediğimiz açıktır:Ey sendikalar sorumluluğunuzu yerine getirin vebizim yürüttüğümüz mücadele gibi mücadele edin. Bizonlara sorumluluklarını hatırlatıyoruz aynı zamandafarklı sendikalara üye olan metal işçilerini de kendisendikalarını mücadele etmeye zorlamaya çağırıyoruz.

- İşkolunda bir Türk Metal gerçeği var. Buçetenin Özbek hanedanlığının devrilmesininardından kısmen söylem değiştirdiğini ancak işçisınıfına karşı daha da saldırganlaştığını görüyoruz.Keza metal işçilerinin bir kısmında bu açıdan belirenboş umutlar da Türk Metal tarafından hazırlanantaslakla boşa çıkmış durumda. Sizce bu durum toplusözleşmeleri nasıl etkileyecektir?

- Daha önce de belirttiğim gibi, Türk Metal’inteklifi metal işçilerinin mücadelesini daha başındanbaltalayan, sermaye ile işbirliğini gizleme ihtiyacı bileduymadığını ortaya koyan bir tekliftir. Bizdekibilgilere göre bu teklifi Temmuz ayından önce,muhtemelen Mayıs-Haziran aylarında hazırladılar.Bildiğiniz gibi bu yıl sözleşme yetkileri oldukça geçgeldi. Beyler yetkilerin gecikeceğini hesaba katmadanyılın ilk yarısında yaptıkları hazırlığı hiçdeğiştirmeden MESS’e verdiler. Oysa metal işçisininsözleşmeye yaklaşımı özellikle Temmuz ayı ile birliktedeğişmeye, ilgi ve beklenti yükselmeye başladı.Teklifi yeniden gözden geçirmeye gerek görmedikleriiçin aslında teklif ellerinde patladı. Büyük işyerlerindeçok ciddi tepkiler var. Bunların sadece bir kısmıbasına yansıdı. Buzdağının görünmeyen kısmınabakmak lazım.

Teklif niye tepki alıyor bunu iyi anlamak lazım.Türk Metal üyelerinin yarısı belki de yarısından

fazlası düşük ücretlilerden oluşuyor. Yüzdeli ve maktuzam istemek demek, düşük ücretlilere düşük zamistemek demektir. Türk Metal ücret ortalamasınınMESS’in ücret ortalamasının altında olduğu birgerçektir. Dolayısıyla üyelerinin büyük bir bölümünedüşük miktarlarda zam isteyerek, daha az sayıdayüksek ücretli işçinin desteğini almaya çalışmaktadır.Bu büyük bir aymazlıktır ve Türk Metal’in süreçiçinde sıkışmasına neden olacaktır.

İkinci sıkışma noktası da şudur: Pevrul Kavlak, ilkgrup sözleşmesini yürütmektedir. Sendikal itibarını vegeleceğini düşünüyorsa buradan başarılı bir sınavvererek çıkmak zorundadır. Bir yandan düşükücretlilerin tepkisi, diğer taraftan da bu basınç kısmifelç durumuna neden olabilir.

Bu noktada iş MESS’e düşüyor. Türk Metal’in sondönem halkla ilişkiler bürosu işlevini üstlenen MESS,bu durumdan Türk Metal’i kurtarma çabası içindeolacaktır. Bu konuda daha fazla yorum yapmak metalişçilerinin mücadelesine stratejik anlamda zararvereceği için şimdilik bu kadarla yetinelim.

- Bosch ve Renault işçilerinin taslaklar ilkaçıklandığı süreçte verdikleri tepkileri nasıldeğerlendiriyorsunuz?

- Kolay değil bu saltanatı yıkmak ancak koşullarınher geçen gün daha da olgunlaştığını söylemekmümkün. Birkaç örnek vereyim: Biliyorsunuz biz“Toplu İş Sözleşmeleri” adında bir web sitesini yayınasoktuk. Buraya bizim üyelerimizden çok Türk Metalüyeleri yorum yazıyorlar. Türk Metal’le ilgili haberlerokunma ve ziyaret rekorları kırıyor. Bu ciddi birkaynamanın işareti. İkincisi, son referandumdaoldukça yanlış biçimde “iki sendikaya üyelik serbestoldu” algısı oluştu. Bu algı özellikle Türk Metal’inyetkili olduğu işyerlerinde her geçen gün daha dayayılıyor. Bizi arayıp, iki sendikaya üyelik serbestoldu biz Birleşik Metal’e üye olacağız, diyen çoksayıda işyeri var. Bunun anlamı şu; faşist rejiminsendikal yasalarının gevşemesi algısı bile işçilerihareketlendirmeye yetiyor ise, bir de gerçektengevşediği durumu hayal etmek bile istemeyeceklerdir.

- Son olarak krizin ilk yıkıcı etkilerinin geridekalması ile birlikte metal sektöründe örgütlenmeeğilimi ve direnişlerin yeniden yoğunlaşmayabaşladığını görüyoruz. Ayrıca 1 Mayıs Taksim çıkışıve TEKEL direnişi gibi sınıf hareketi için önemligelişmelerin yaşandığı bir süreçten geçiyoruz. Sizcebu süreçler bu dönemki toplu sözleşmeler üzerindenasıl bir etkide bulunur?

- Grup toplu sözleşmesi bizim çok yoğunlaştığımızbir süreç. Dışımızda nasıl algılandığını açıkçası tamolarak gözlemleyemiyoruz. Ancak bu sözleşmeninsadece işkolunu değil, sendikalı sendikasızişyerlerindeki durumu da etkilediğinin farkındayız.İşkolunda kısmi bir hareketliliğin olduğu doğru. Buhareketlilik bir bütün olarak işçi sınıfınınhoşnutsuzluğunun ve tepkisinin göstergesidir. Başındada söylediğim gibi geçtiğimiz sözleşme sürecinintersine başında durgun olan şimdi dalgalı halegelmiştir. Dalga boyunun ne olacağını ise önümüzdekigünler gösterecek.

Röportaj10 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2010/41 * 22 Ekim 2010

Birleşik Metal-İş Sendikası Genel Sekreter Yardımcısı Mehmet Beşeli ile konuştuk...

“Nereden saldırı alacaksak oraya yığınak yaptık” / 2

Page 11: Sİ Kızıl Bayrak 10-41

Metal sektöründe tüm işçi sınıfını yakındanilgilendiren grup toplu sözleşme süreci devam ederkenMESS de kuruluş yıldönümünü kutladı. İşçi sınıfınakarşı sayısız suçla geçen bir tarihi olan MESS, 51. yılıdolayısıyla yayınladığı açıklamada “çalışma dünyasınıneko-sistemine damga vurmakla” övünüyordu. Kuşkusuzövünmekte haksız da değil. Çünkü bu 51 yıllık tarih işçisınıfına karşı sermayenin vurucu gücü olarak geçmiş birtarihtir.

MESS’in kirli tarihi

MESS, geçtiğimiz sene 50. yıl vesilesiyle yaptığıaçıklamalarda da ifade ettiği üzere daha dar hedeflerlekurulmuştu. İşçi sendikaları karşısında bir işverensendikası kurma özentisi ile üyelerine ithalat güçlüklerikarşısında ithal malı hammadde, malzeme ve yedekparça tedarik etmek amacıyla kurulmuştu. Yani aslındadaha çok metal işkolunda kartelleşmeye hizmetediyordu. Ancak zamanla güçlenen sınıf mücadeleleriMESS’in Türkiye sınıf mücadeleleri tarihinde bu küçükamaçların çok ötesinde bir rol oynamasına yol açtı.

MESS’in gücünü pekiştirdiği asıl ortam 70’lerdesınıf mücadelesinin yükseliş dönemidir. Bu dönemdefabrikalarda işçi sınıfının kararlı ve militan direnişleri ilebaş edemeyen metal patronları birlikte hareket etmerefleksi ile soluğu MESS’de almışlardır. Ortaya çıkan butablo siyasi planda MESS’in sermaye sınıfı içerisindekiağırlığını arttırmıştır. Toplu sözleşmelerin tüm MESSüyelerini kapsayacak şekilde tek elden yürütülmesi debu hedefe ulaşabilmek adına 1976 yılında atılan biradımdır. 1976 yılında MESS’in 20. Genel Kurulu’ndaalınan bir kararla tek tek patronlarda olan toplu sözleşmeyapma yetkisi MESS’in elinde toplanmış, böylece hemtek tek patronların alacağı bağımsız tutumların önünegeçilmesi, hem de işçi sınıfının karşısına tek bir güçolarak çıkılması hedeflenmiştir.

Ancak MESS’in bu adımının bir diğer sonucuyüzbinlerce metal işçisinin ortak bir mücadele süreciiçerisine girmesi olmuştur. O dönem işkolunun örgütlüen büyük sendikası olan Maden-İş’i aynı anda birçokyerde grevlere zorlayarak ekonomik olarak bitirmeyihedefleyen MESS, ’77-’80 büyük grevleri ile attığıadımın sadece kendi gücünü değil, işçi sınıfının dabirleşik mücadele zeminini güçlendirdiğini bizzatyaşayarak öğrenmiştir.

Bu dönem MESS’in metal işçilerinin yoğunlaşanmücadeleleri karşısında savunmada kaldığı, ama aynızamanda oldukça önemli deneyimler biriktirdiği ve üyesayısını da arttırdığı bir dönemdir.

12 Eylül ve sonrası dönem ise MESS’insermaye sınıfı içinde taşıdığı özel rolü çok açık birşekilde ortaya çıkarmıştır. 24 Ocak kararlarınınmimarı ve darbe sonrası uygulayıcısı olan TurgutÖzal ’79 yılında MESS’in başkanlığını yapmıştır.Bu tablo MESS’in sermaye sınıfının ihtiyaçlarınıve çözüm yöntemini belirlemede geldiği aşamayıgöstermesi açısından oldukça önemlidir.

Savunmadan saldırıya geçiş

12 Eylül sonrası siyasal alanda da ağırlığınıarttıran MESS’in sınıf mücadeleleri açısındanasıl önemli girişimleri sömürüyü katmerleştirenüretim yöntemlerinin geliştirilmesinde ve sınıfişbirliği çizgisinin gelişimindeki çabalarıolmuştur. Zira 12 Eylül’le birlikte sınıf işbirliğipolitikasının işçi sınıfına empoze edilmesi özelbir uğraş haline gelmiştir. Bu açıdan TürkMetal çetesinin bugün sahip olduğu üyekitlesinde MESS’in bilinçli yönlendirmesi dikkatedeğerdir. Keza, Türk Metal ile ortak olarak yürütüleneğitim projeleri ve “Biz Bize” gibi yayınlar bu açıdanatılan adımların kesintisiz bir şekilde devam ettiğinigöstermektedir.

Ancak ulaştığı düzeyde sermaye sınıfının önemliaktörlerinden biri haline gelen MESS’in bu yenidönemdeki temel hedefi üretim teknikleriningeliştirilmesi, esnek üretim biçimlerinin yasal güvencealtına alınarak kâr ve dolayısıyla sömürü oranlarınınarttırılmasıdır. Zira 12 Eylül’den sonra MESS artıksavunma pozisyonundan çıkarak saldırı pozisyonunageçmiştir.

MESS, bu doğrultuda girdiği yönelimde 1994yılından beri ise sistematik bir çabanın içerisindedir. Biryandan her grup toplu sözleşme döneminde esneküretimi geliştirecek maddeleri sendikaların önünesürerken bir yandan da sermaye hükümetleri nezdindekietkinliği üzerinden ilgili yasaların çıkması içinçabalamaktadır.

Bu kısa özet, MESS’in Türkiye kapitalizmi içerisindeoynadığı çok özel rolü açık bir şekilde göstermeklekalmamakta, bu rolünün bilincinde olarak kendisini nasılgeliştirdiğini de göstermektedir. MESS, bu rolününfarkında olduğunu en son olarak 51. kuruluş yıldönümüvesilesiyle bir kez daha dile getirmiş, altını çizmiştir.MESS, yaptığı açıklamada kendini yeni gelişmelereuyarlayarak büyük deneyimler biriktirdiğini dilegetirmekte, bu birikimin ise “yalnızca işçi sendikalarıile işveren örgütleri arasındaki çelişkili ilişkiyi, karşılıklıyarar sağlayan bir işbirliği-diyalog-uzlaşma ilişkisinedönüştürme deneyimiyle sınırlı” olmadığını, aynızamanda “çalışma yaşamının bütün ekosistemindeetkin olma çabasının zengin tecrübe ve kazanımlarınıda içerdiği”ni söylemektedir.

MESS, 51. kuruluş yıldönümünü kutladığıbugünlerde Türkiye kapitalizmi içinde sahip olduğu özelrolün bilinci ve özellikle Türk Metal çetesi eliylegeliştirdiği sınıf işbirliği çizgisinin rahatlığı ile metalişçilerine ve tüm işçi sınıfına karşı yeni bir saldırıdalgasına hazırlanmaktadır. Ancak MESS’in büyükdeneyimler biriktirmesine vesile olan bu tarihsel süreçtemetal işçileri de oldukça önemli deneyimlerbiriktirmişlerdir. Metal işçileri, bu deneyimlerden aldığıderslerle birlikte insanca çalışma ve yaşam koşulları içinmücadeleyi büyütecek, MESS’in saltanatına sonvereceklerdir.

Sınıf hareketi Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak * 11Sayı: 2010/41 * 22 Ekim 2010

Sermayenin vurucu gücü MESS 51. yılında

Bu saltanat yıkılacak!

Mutaş işçisi yalnız değil

Mutaş patronunun baskılarına ve iştenatma saldırısına karşı direnişlerini sürdürenBirleşik Metal-İş Sendikası üyesi Mutaşişçilerinin direnişi sürüyor.

BETESAN direnişçisindenziyaret

Direnişlerinin 49. gününde Mutaş işçilerini,Tuzla tersanelerinde işten atma saldırısınakarşı direnişe geçen ve kararlı direnişinisürdüren BETESAN direnişçisi Zeynel Kızılaslanziyaret etti. Dayanışma ziyaretinde Mutaş veBETESAN direnişi üzerine sohbetlergerçekleştirildi. BETESAN direnişi ile birlikteTuzla tersanelerinde hareketlenmeleryaşandığına dikkat çekildi. Mutaş direnişininkısmi zayıflığından söz edilerek, direnişinbaşarıya ulaşması için gerekli inisiyatifingösterilmesi gerektiği vurgulandı. Sermayeninsaldırılarına karşı devam eden direnişlerinbaşarıya ulaşması için sınıf dayanışmasınınönemine değinildi.

Kızılaslan’ın ziyaretinin ardından BirleşikMetal-İş Gebze Şubesi’nin örgütlüolduğu Dostel, Makina Takım, Kroman Çelik,Akkardan, Bossal Mimaysan, Yücel Boru,Sarkuysan ve Kürüm Demirfabrikalarından işyeri temsilcileri Mutaşişçilerini ziyaret etti.

Ziyaret sırasında “Direne direnekazanacağız!”, “Burası fabrika, karakol değil!”,“Hainler dışarı!”, “Mutaş işçisi yalnız değildir!”,“Davamız ekmek kavgasıdır!” sloganları atıldı.

Direnişin 49. günü, Mutaş yöneticileri vedireniş kırıcı işçilerin fabrikadan çıkışlarısırasında yuhalanmalarıyla son buldu.

Kızıl Bayrak / Gebze

Page 12: Sİ Kızıl Bayrak 10-41

Sınıf hareketi12 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2010/41 * 22 Ekim 2010

İleri Elektrokimya işçisi direnişte!Gebze Organize Sanayi Bölgesi’nde kurulu İleri

Elektrokimya’da, hiçbir gerekçe gösterilmeden iştenatılan Saim Karaçay, patronun işten atma saldırısına karşıfabrika önünde direnişe başladı.

6 Ekim Çarşamba gününden itibaren çalıştığıfabrikanın önünde direnişe başlayan İleri Elektrokimyaişçisi Saim Karaçay, 13 Ekim Çarşamba günü gazetemizebilgilendirmede bulundu. Haksız yere işten atıldığını,geriye dönük tüm haklarını alana kadar mücadelesinisürdüreceğini ifade etti. Sözleşmeli olarak işe başladığınıbelirten Karaçay, aynı zamanda sözleşmeli çalıştırmanında kaldırılmasını talep ediyor.

6 Ekim Çarşamba günü fabrika önünde direnişebaşladığında jandarma tarafından gözaltına alındığınıbelirten Saim Karaçay, jandarma ekipleri ile yapılantartışmanın ardından kendisine desteğe gelen 2 UİD-DERüyesi işçiyle birlikte zorla jandarma aracınabindirildiklerini söyledi.

Fatura işçiye kesildiÇelik-İş ve Türk Metal çetesinin KARDEMİR AŞ’de

yetki mücadelesi adı altında sürdürdüğü rant kavgasındaşimdiye kadar 100 işçi işten atıldı.

Kardemir yönetimi, Eylül ayında 10’u tazminatsızolmak üzere 27 işçinin daha sözleşmesini feshetti. Ekimayında da iş akti fesihlerini devam ettiren Kardemiryönetimi şimdiye kadar 100 işçiyi işten attı.

Kardemir’de “iş kazası”Kardemir’de 18 Ekim günü yaşanan “iş kazası” kok

fabrikalarındaki benzol tankında yapılan kaynak sırasındayaşandı. Burada meydana gelen patlama sonucu tankıniçinde bulunan iki işçi yaralandı. Yahya Kapucu (28)isimli işçinin ellerinde yanıklar oluşurken, Cengiz Uzun(27) isimli işçinin vücudunda ağır yanıklar meydanageldi.

Paşabahçe direnişi 100 günü devirdiTaşeron sağlık işçisi Türkan Albayrak’ın direnişi 100.

gününü geride bıraktı. İstanbul Beykoz’da bulunanPaşabahçe Devlet Hastanesi’nde yönetim tarafından iştenatılan Albayrak, 17 Ekim Pazar günü direnişinin 100.günündeydi. 3 ayı aşkın süredir hastane bahçesindekidirenişine geceli-gündüzlü devam eden Albayrak içinetkinlik gerçekleştirildi.

Direnişin 100. gününde ilerici, devrimci güçlerinyanısıra sanatçılar ve çeşitli sendikaların yöneticileri

Albayrak’ın yanındaydı.

Fatih Belediyesi’nde parmak iziuygulaması

Tüm Bel Senİstanbul 1 No’lu Şube yaptığı yazılıaçıklama ile Fatih Belediyesi’nde süregiden baskıcı veanti-demokratik uygulamalara bir yenisinin eklendiğinibelirtti. Belediye çalışanlarına parmak izi uygulamasınındayatıldığını bildiren sendika, bu uygulamanın insanhaklarına ve temel çalışma normlarına aykırı olduğunuifade etti.

Tüm hukuki yollara başvuracağını belirten Tüm BelSen, bu baskıları, sürgünleri, haksız uygulamalarıyaşamın her alanında açığa çıkararak teşhir edeceğinibelirtiyor.

UPS’ye taraftarlardan destekİstanbul’da taraftar gruplarının Taksim yürüyüşünde

sendikalar, meslek odaları, ilerici ve devrimci kurumlarda yer aldı. Eyleme Tek Gıda-İş önünde bekleyişlerinisürdüren TEKEL işçileri de katıldı.

Galatasaray Lisesi önünde bir araya gelen kitle“UPS’de sendikal nedenle işten çıkarılan işçiler gerialınsın / TÜMTİS” pankartı açarak Taksim TramvayDurağına yürüdü. Yürüyüşte sık sık “UPS işçisi yalnızdeğildir!”, “Zafer direnen emekçinin olacak!”, “BeşiktaşÇarşı faşizme karşı!”, “UPS’ye sendika girecek başkayolu yok!”sloganları atıldı.

Ayrıca eylemde, “Atılan hiçbir şut emekçi kalesinegirmeyecek - UPS işçileri kazanacak / Spor EmekçileriSendikası” pankartı göze çarptı.

Taksim Tramvay Durağı’nda basın açıklamasınıokuyan TÜMTİS Genel Başkanı Kenan Öztürk, sorununçözümü için patronların somut bir adım atmadıklarınıbelirtti.

Forza Livorno, Halkın Takımı, Tekyumruk,FenerbahCHE, Altay, İstanbul Tayfası, Sakaryasportaraftarları, Beleştepe (Beşiktaş), Ìnadına (Bursaspor),Boranlar (Kartalspor) isimli taraftar grupları adına ayrıayrı yapılan konuşmalarla UPS direnişi selamlandı.Konuşmalarda endüstriyel futbola karşı sürdürülenmücadeleye değinilirken, UPS işçisinin mücadeleçağrısının yanıtsız bırakılmayacağı belirtildi.

Spor-Sen eski başkanı Metin Kurt da söz alarakdirenişi selamladı ve “Tarihi maç başlamıştır ve bu maçtaUPS’de yerini almıştır” diyerek konuşmasını sonlandırdı.

BDSP’nin aralarında yer aldığı ilerici ve devrimcikurumların da destek verdiği eylem yapılan konuşmalarınardından sona erdi.

İzmir’de coşkulu yürüyüşUPS işçilerinin her cumartesi yaptıkları eylem UPS

aktarma merkezi önünde başladı. UPS giriş-çıkış kapısınagerçekleştirilen yürüyüşte Buca ve Bornova Emekli-SenŞubeleri ile bir grup Altay taraftarı da yer aldı. Taraftarlar,“Karanlık yolun sonunda doğacak güneş” ve “Zaferbizim olacak / YSKA” pankartlarını açtılar ve UPSişçileriyle dayanışma içerikli dövizler taşıdılar.

Yürüyüşün sonunda TÜMTİS Şube Başkanı ŞükrüGünseli kısa bir konuşma yaptı.

Mücadeleye ilk başladıkları günlerde UPS patronununTÜMTİS hakkında karalama kampanyaları başlattığınıbelirtti.

Günseli’nin konuşmasının ardından sözü Emekli-Senüyesi aldı.

Eyleme desteğe gelen Altay taraftarları da direnişiselamlayan kısa bir konuşma yaptı.

Kızıl Bayrak / İstanbul - İzmir

İşçi ve emekçi hareketinden

Yıldızlar ve İstanbulMatbaası’nda hak gasbı

İstanbul Topkapı’da kurulu Yıldızlar veİstanbul matbaalarında çalışan işçiler bir süreönce, uğradıkları hak gasplarına karşı işbıraktılar. İslamoğlu Ailesi’ne ait matbaalardaçalışan işçiler uğradıkları hak gaspına karşıTopkapı İşçi Derneği’ne başvurdular.

Matbaalarda, sigorta hakkının gasbedilmesi,sigorta primlerinin eksik yatırılması, fazla mesaive ücretlerin geç ödenmesi gibi bir dizi hak gaspıtespit eden Topkapı İşçi Derneği yöneticileri işbırakma eyleminden bir gün sonra Yıldızlar veİstanbul Matbaası patronuyla gerçekleştirdiklerigörüşmede yaşanan sorunları aktardılar.Matbaada yaşanan sorunların çözüleceği sözünüalan dernek yöneticileri yapılan görüşmelerdeYıldızlar ve İstanbul matbaacılık işçileri adına işsözleşmesi hazırlama sürecinin başlatılmasınıistediler. İşçilerle beraber hazırlanan işsözleşmesi taslağını patron vekillerine iletendernek yöneticileri daha sonra gerçekleşen songörüşmede ise Yıldızlar ve İstanbulMatbaacılık’ın da içerisinde yer aldığı Adım YayınGrubu Genel Koordinatörü İsmail R. Kıdeyş ile biraraya geldiler.

Görüşmede, işçilerle aralarındaki sorunlarıçözdüklerini ifade eden yetkili, hiçbir sorunkalmadığını iddia ederek dernek yöneticilerinibaşından savmaya çalıştı.Patron vekilinin, işçilerin sözleşme gibi bir talebiolmadığını ifade etmesi üzerine dernekyöneticileri tarafından üretim alanına inme veişçilerle görüşme teklifi ise patron tarafındankabul edilmedi.

Bunun üzerine işyeri yetkilisi 3 ustabaşınıçağırarak fikirlerini sordu. Söz alan ustabaşınınsözleşme talebini onaylaması üzerinedemagojiye sarılan yetkili, işçilerle yapılmışsözleşmeler olduğunu iddia etti.

Yıldızlar ve İstanbul Matbaacılık işçileri iseböyle bir sözleşme imzalamadıklarını ifadeettiler. Yaşanan tartışmalar üzerine patronlayapılan görüşmede uzlaşma sağlanamadı.

Dernek, yaşanan hak ihlalleri giderilene kadarYıldızlar Matbaacılık, İstanbul Matbaacılık işçilerive Topkapı İşçi Derneği olarak fiili ve hukukimücadelenin süreceğini duyurdu.

Kızıl Bayrak / Topkapı

16 Ekim 2010 / Taksim

Page 13: Sİ Kızıl Bayrak 10-41

Röportaj Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak * 13Sayı: 2010/41 * 22 Ekim 2010

- Hükümet emekli maaşlarına yapılan zamlarıaçıkladı. Krizin ardından sefalete mahkûm olanemeklileri bu yeni zamlarla neler bekliyor?

Orhan Saygınar: Sendika olarak, yüzdelik zamlarakarşıyız. Bu yüzdelik zamların emeklilerin genelsorunlarını çözmediğini, çözemediğini biliyoruz.Yaşadığımız onca deneyim bunu göstermiştir.Emeklilere verilen %21.7 zamdır. Yani bu 60 TL’yetekabül ediyor. Bu bile kimi kesimler tarafındanözellikle burjuva medya tarafından emeklilere işte şukadar zam yapıldı, maaşları işte şu kadar iyileştirildidenilerek sunuluyor.

Bir kez daha bu sözlerin ne kadar aldatıcı olduğunuanlamış olduk. Aslında bilindiği gibi 371 TL maaş alanBAĞ-KUR emeklilerine %21.7 zam yapıldı. Bu%21,7’lik zam aynı zamanda 2011 Ocak ve 2011Temmuz kamu zamları olarak açıklandı. Yani bir yılsonraki zamlar açıklanmış oluyor. Realiteye baktığımızzaman zam gerçekte % 4’tür. Ama burjuva medya buzamları %21,7 gibi gösteriyor ve emeklilerin aklınıçelmeye çalışılıyor. Önümüzde seçimler var.Önümüzdeki seçimlerde AKP hükümeti referandumdanaldığı güçle de 9 milyonluk emekli kitlesini, kendisineyedeklemeye çalışıyor. Özeti bu.

- Emekli Sen Buca Şubesi olarak bu saldırılarakarşı nasıl bir mücadele hattı izliyorsunuz?

- Şimdi bu dinci hükümetin bir programı var. Buprogram için başta TÜSİAD olmak üzere diğer sermayegruplarının onayını almış. Bundan hareketle sermayegruplarına hizmet etmeye devam edecektir.Önümüzdeki Kasım ayında bütçe görüşmeleriyapılacak. Göreceğiz.

Burjuva medyanın zam oranlarını bu kadarsulandırmasının diğer bir nedeni de emeklileri gerçeksorunlarından uzaklaştırmak, örgütlülüğün vemücadelenin önünü kesmektir. Bugün yine Buca şubesiolarak yapmış olduğumuz toplantıda bu konugündemimizdeydi. Görüşlerimizi ortaya koyduk. Bunakarşı neler yapabiliriz. Nasıl bir mücadele programıhazırlayacağız, ortaya koyacağız. Bunun üzerine kafayorduk, beyin jimnastiği yaptık. Bir taslak çıkardık.

Bunları da üyelerimizle yapacağımız bir toplantıdapaylaşacağız. Yani sermaye hükümetinin izlediği yolkarşısında biz emekliler nasıl bir yol izleyeceğiz oradakonuşacağız.

- Son olarak Türkiye’deki emeklilerin yaşamkoşullarını nasıl değerlendiriyorsunuz!

- Türkiye’de emeklilere 21 çeşit kademe maaşyatırılıyor. Bu 21 çeşit maaşta en düşük 371 TL enyüksek 2000 TL civarında. Genele baktığımızda emeklimaaşlarının açlık sınırının çok gerisinde olduğunugörüyoruz. Görmekle kalmıyor biz bunu yaşıyoruz. 9milyon emekli kitlesinin büyük bir bölümünü işçiemeklileri oluşturuyor. İşçi emeklilerinin aldığı emeklimaaşı 720 TL civarında. Yani açlık sınırının altında.Emekli kitlesinin büyük kısmı yaklaşık 7 milyon işçiemeklisinin durumu bu! En mağdur olanlar BAĞKURemeklileri. BAĞKUR emeklilerinin 371 TL aylıklarıvar.

Yapılan zamlarla birlikte değişen birşey yok. Yanigenelde baktığımız zaman insanca yaşamaya yetecekmaaş aldığımız söylenemez. Bizim çocuklarımız var.Bizim torunlarımız var. Bıraktık onlara bakmayı, kişiselihtiyaçlarımızı bile karşılayacak durumda değildir bumaaş. Fakat biz emekliler hiçbir zaman içimizekapanmayacağız. Mücadelemizi devam ettireceğiz. Bugirdabı aşmak için sendikal mücadeleye diğeremeklileri de çağırıyoruz. Ve kendi sınırlarımızın dışınaçıkıyoruz. Emekliler olarak bir işçi eylemi olsun,dayanışma eylemi olsun desteğe gidiyoruz. Onlarınsorunları bizim sorunlarımızdır. Nerede bir hak ihlalivarsa, hak gasbı varsa orada kendimizi ifade ediyoruz.Bundan sonra da ifade etmeye devam edeceğiz.

Şimdi biz Emekli-Sen olarak 15 yıllık bir örgütüz.Fakat kapatılma durumu söz konusuydu. AİHM’e gitti.AİHM’den döndü. Şu anda anayasal bir hak olarakgörülen sendikalaşma hakkı bile var olan hükümettarafından uygulanmıyor. Buna bile tahammülleri yok.Diğer yandan Genç-Sen, Çiftçi-Sen gibi sendikalar dasistem tarafından kapatılmak isteniyor. Beraberindeişçiler sendikalaştıkları için saldırıya uğruyorlar.Sermayenin işçi sınıfına ve onun örgütlülükleri olansendikalara karşı saldırıları karşısında, işçilerin yanındaolmaya çalışıyoruz. Bundan sonra da desteklerimizisürdüreceğiz. Bununla da kalmayıp son yapmışolduğumuz toplantıda (Emekli-Sen Buca ŞubesiYürütme Kurulu Toplantısı) diğer emek örgütleriyleberaber neler yapabiliriz, mücadeleyi nasılortaklaştırabiliriz diye tartıştık. Önümüzde genel kurulvar. Bunun hazırlığı içindeyiz.

- Son olarak Kızıl Bayrak okurlarına nelersöylemek istersiniz?

- Ben de işçi emeklisiyim. Biz AKP’den salt dahaiyi zam oranları istemiyoruz. Biz hakkımız olanıistiyoruz! Türkiye’de emeklilerin insanca yaşamayayetecek ücret almasını istiyoruz. Mücadelemizisürdüreceğiz! Hak mücadelesinden emekliolunmayacağını dosta düşmana göstereceğiz! Teşekkürederim.

Kızıl Bayrak / İzmir

Emekli Sen Buca Şubesi Örgütlenme Sekreteri Orhan Saygınar’laemekli maaş zamları üzerine konuştuk...

“İnsanca yaşamaya yetecek ücret istiyoruz!”

Emeklilerdenmücadele programı

Emekli-Sen, emeklilerin karşı karşıya kaldığısorunları gündeme taşımak amacıyla bir eylemtakvimi hazırladı. 14 Ekim günü Emekli-Sen GenelMerkezi’nde yapılan basın toplantısında, Emekli-Sen Genel Başkanı Veli Beysülen,gerçekleştirecekleri eylemler hakkında bilgi verdi.

Emekli maaşlarına yapılan zamma değinenBeysülen, Erdoğan’ın kamuoyunu aldattığınıbelirtti.

9 bölgede yaptıkları toplantılarda bu sorunlarıtartıştıklarını ifade eden Beysülen, MYK olarak bireylem programı hazırladıklarını ifade etti.Kampanyalarını afişleme, basın açıklamaları, imzakampanyaları, yürüyüşler şeklindesürdüreceklerini belirtti.

20 Ekim günü Ankara’da Emniyet Parkı’nda biraraya gelen Emekli-Sen üyeleri İçişleriBakanlığı’na yürümek istedi. Kolluk kuvvetlerininizin vermemesi üzerine basın açıklaması AtatürkMeydanı’nda yapıldı. Emekli-Sen Genel BaşkanıVeli Beysülen yaptığı açıklamada, sendikanınönüne idari ve hukuki engeller çıkarıldığını,sendikanın kapatılması için davalar açıldığını dilegetirdi.

Elif Öğretmen için eylem

Eğitim Sen İstanbul Şubeleri, beyninde tümöroluştuğu içn 30 günlük rapor alması üzerinesözleşmesi feshedilen Elif Aybaç’a destek eylemigerçekleştirdi.

16 Ekim günü Taksim Tramvay Durağı’nda biraraya gelen Eğitim Sen üyeleri “Elif öğretmen işegeri alınsın. Mesleğimize, iş güvencemize,onurumuza sahip çıkıyoruz / Eğitim-Sen İstanbulŞubeleri” pankartı arkasında Galatasaray Lisesi’neyürüdü.

Burada Eğitim Sen İstanbul 7 No’lu ŞubeBaşkanı Azim Şamiloğlu tarafından yapılanaçıklamada, güvencesiz çalışma biçimlerininyaygınlaşmasıyla sözleşmeli öğretmenlerin dahada acımasız uygulamalara maruz kaldığı söylendi.

Eğitimi de içine alacak biçimde birçok alandasözleşmeli, güvencesiz, esnek çalışma biçimlerininyaygınlaştırıldığını ifade eden Şamiloğlu, sosyalgüvenlik sisteminin sermayenin ve piyasanıninsafına terk edildiğini dile getirdi. Bu noktada ElifÖğretmen’in verdiği yaşam mücadelesinin,güvencesiz çalışma biçimlerinin insanlık dışıolduğunu gösterdiğini ifade etti.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Page 14: Sİ Kızıl Bayrak 10-41

78 günlük Ankara direnişinin ardından Tek Gıda-İş ağalarının ihanetine uğrayan TEKEL işçileri 17Ekim akşamı Taksim’de meşalelerle yürüdü.İstanbul’da Tek Gıda-İş Sendikası Genel Merkeziönünde sürdürdükleri süresiz oturma eyleminin 14.gününde sokağa çıkan işçilere sanatçılar, yazarlar veçeşitli sendikaların temsilcilerinin yanısıraPaşabahçe Devlet Hastanesi önünde direnişte olanTürkan Albayrak da destek verdi. BDSP, PDD,Kaldıraç, DDSB, Halk Cephesi ve ESP de eylemekatıldı.

Galatasaray Lisesi önünde bir araya gelen işçiler“İş ve güvenceli iş ortamı için 4-C’ ye hayır!/ Tekelİşçileri” pankartı açtılar. “İşimizi istiyoruz 4/C’ yehayır” önlükleri giyen işçiler “Türkel evine, poliskarakoluna, işçi sendikasına”, “Safınızı seçin TEKELişçileri mi, sendika ağaları mı?”, “İşçiyiz haklıyızkazanacağız” dövizleri ve meşalelerle TaksimTramvay Durağı’na yürüdüler. Eyleme destek verenkurumlar da kendi dövizlerini açtılar. Durağagelindiğinde oturma eylemi yapılarak destek verensanatçı, yazar ve sendikacılara söz verildi.

İlk sözü alan Türkan Albayrak, TEKEL işçilerini

örnek aldığını vurguladı. Sendika bürokrasisini tehşireden Albayrak, bu mücadelenin içinde, TEKELişçileriyle birlikte olmaktan mutlu olduğunu ifadeederek konuşmasını bitirdi. Sanatçılar ve sendikayöneticilerinin de söz aldığı eylemde basınaçıklamasını İzmir TEKEL işçisi Arzu Güneşokudu.

Hükümetin 4/C dayatmasından vazgeçmediğini,hala işsiz, sağlık ve sigorta hakkından yoksunolduklarını belirten Güneş, TEKEL işçisinin işgüvencesi, sendika hakkı ve insanca yaşayacak birücret istediğni ifade etti. Güneş, sendikanın mücadeleetmek isteyen işçileri “provokatör, eşkiya” diyesuçladığını, sendikaya işçilerin girişinin polisleryardımıyla engellendiğini sözlerine ekledi.

Güneş, sendikanın mücadeleden kaçtığı ve yarıyolda bırakıldıkları için öfkeli ve kızgın olduklarınıbelirtti. Basın açıklaması şu sözlerle son buldu:“Hakalıcı işçi hareketi için, işçilerin örgütlenmesini,sendikalaşmasını çoğaltalım, sendikaların başındakibürokratları kovalım, birleşik mücadeleyiörgütleyelim”

Kızıl Bayrak / İstanbul

THY A.O işletmesinde 150 üyesi işten atılan Hava-İş Sendikası, 13 Ekim günü THY Genel Müdürlüğüönünde basın açıklaması gerçekleştirdi. Eyleme,Hava-İş yönetiminin tutumunu protesto edenGökkuşağı Hareketi üyeleri ve TEKEL işçileri dekatıldı.

Eylemin ardından yazılı açıklama yapan Tek Gıda-İş Sendikası Genel Yönetim Kurulu, Hava-İşSendikası’na destek verme adı altında TEKELişçilerinin eylemini karalamaya kalktı. 13 Ekim günügerçekleştirilen protesto gösterisine katılanların“TEKEL işçisini temsil etmediği”ni iddia eden

sendika, “TEKEL işçisinin ve eylemlerininkirletilmesine müsaade edilmeyeceği”ni ilan etti. TekGıda-İş ve Hava-İş’in açıklamalarına TEKELişçilerinden yanıt geldi. TEKEL işçileri Tek Gıda-İşSendikası’na “TEKEL işçilerini temsil etmeyen kim?”başlığı altında 10 soru yöneltti.

“Biz TEKEL işçisiyiz ve 78 günlük mücadeleiçinde de, bugün de mücadele eden TEKELİŞÇİLERİNİN VİCDANIYIZ, ÖFKESİYİZ,TEMSİLCİSİYİZ” ifadelerine yer verilen açıklamadaTek Gıda-İş yönetiminin, sorulan sorulara cevapvermesi istendi.

Sınıf hareketi14 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2010/41 * 22 Ekim 2010

Meşaleler sendikalbürokrasiye karşı yakıldı!

Çizmeci Gıda’da Tek Gıda-İş klasiği

Çizmeci Gıda’da, Tek Gıda-İş Sendikası’ndaörgütlendikleri için işten atılan 33 işçinin 5 Ekimgünü fabrika önünde başlattığı direniş 20 Ekimgünü sona erdi. TEKEL’deki direniş sürecini ortadabırakan Tek Gıda-İş Sendikası, “mücadeleyialanlarda sürdüreceğiz” söylemi altında fabrikaönündeki direnişi sonlandırdı.

Dün sabah saatlerinden öğle saatine kadargeçen süre içinde yaklaşık 50 kişinin fabrikayagelerek iş başvurusunda bulunmasının ardından,Tek Gıda-İş Sendikası yöneticileri aldıkları karargereği 16 gündür fabrika önünde sürdürdükleridirenişlerine son verdiklerini açıkladılar.

Saat 15.00’te fabrikada 07.00-15.00vardiyasında çalışan işçilerin çıkış saatinde konuyailişkin açıklama gerçekleştiren Tek Gıda-İş SendikasıGenel Merkez Örgütlenme Daire Başkanı GökselŞengün, 16 gündür fabrika önünde sürdürdükleridirenişlerini sonlandırdıklarını, mücadelelerininbundan sonraki sürecini alanlarda yürütecekleriniifade etti.

İşten atılan işçilerin sahipsiz olmadığını, işçilerinbundan sonraki mücadelelerini fabrika önündesürdürmeyeceğini belirten Şengün, “İşçiler bundansonra Gebze’de, İstanbul’da, tüm Türkiye’deolacaklar. Mahalle, mahalle, semt, semt ve sanayibölgelerini dolaşarak, Çizmeci patronununtutumunu deşifre edecekler” dedi. Fabrikayaonlarca kişiyi alarak işçilerin direnişini kırmayaçalışan Çizmeci patronuna seslenen Şengün,“Bundan sonraki süreci sen belirleyeceksin? Bizimsabrımızı taşırma, buradaki yolsuzlukları,ahlaksızlıkları sokak sokak anlatacağız. Senin 40yılda yaptıklarını 2 günde yıkarlar” dedi.

Fabrikaya iş başvurusunda bulunmak içingelenlere de seslenen Şengün, “Bunu yapmayın,bugün ekmeğinden, aşından olan sen, kardeşin,baban da olabilirdi. Bu işçiler anayasal haklarınıkullandıkları için işten atıldılar” dedi.

Gün boyunca slogan atan işçiler, alkış, ıslık vedüdük sesleriyle Çizmeci Gıda patronunu protestoettiler. Fabrika önünde sürdürülen direnişin 16.günü, işçilerin çadırı toplaması ve sendikayöneticileriyle vedalaşmasının ardından sona erdi.

Kızıl Bayrak / Gebze

Çizmeci’de Kuran’lı baskıGebze’de Güzeller Organize Sanayi Bölgesi’nde

kurulu Çizmeci Gıda’da işçilerin verdiği bilgiler, kanemici patronların, daha fazla sömürü için dini nasılkullandıklarını da gösteriyor. Çizmeci Gıda’da iştenatılan Osman adlı işçi, işten atıldığı gün genelmüdür yardımcısı tarafından sendikaya üye olupolmadığı yönünde sorguya çekildiğini, kendisinden,Kur’an-ı Kerim üstüne yemin etmesinin istendiğinisöyledi.

Tek Gıda-İş’ten karalama kampanyası

Page 15: Sİ Kızıl Bayrak 10-41

BETESAN direnişçisi Zeynel Kızılaslan, direnişçadırının Tuzla tersanelerinde bir odak haline geldiğinisöylüyor. BETESAN’daki direniş Kızılaslan’ınkaleminden okurlarımızla paylaşılıyor.

64. gün...(...) Bizleri kavgaya davet eden patronlar sınıfına

her sabah davetlerinin karşılığını göstereceğiz. Bir işçigeldi çadıra referandum sürecinde tartışmıştık. Bizetavır almış konuşmuyordu, Tayyip’i protesto ettiğimiziizleyince “helal olsun size!” diyor. (...)

Tüm-Bel-Sen bize çadır ayarlamış. Çadırı almakiçin çadırdan ayrılıyorum. Eskiyen çadır havanın sertkoşullarına karşı zor dayanıyordu. Yeni çadırı getirdik.Dayanıklı ve güzel bir çadır. (...)

Sohbet ediyoruz işçilerle, direniş sürecinianlatıyorum. Siz burda durmakla bir şey elde ediyormusunuz diye soruyorlar. Çok şey kazandığımızıanlatıyorum. Proletaryanın disipliniyle anlatmaya,değiştirmeye devam edeceğiz, bizim için başkakurtuluş yok.

(...) Yaşanan iş kazalarından konuşuyoruz,muhakkak her işçinin bir anısı var iş kazasıylaTuzla’da. Üretimin yoğun olduğu dönemde AydınlıKöyü’nde de blok üretimi yapılıyordu. Orada tanıkolduğu iş kazasının üzerini kapatmak için herkesinseferber olduğuna tanık olmuş. Devlet yetkilileri işkazasının üzerini örtmek için farklı yerde tutanaktutuyorlar diyor. Bizim değiştirecek gücümüz yok herşey onlardan yana diye sitem ediyor. Birliğimizdebirleşmemiz gerek diyorum.(...)

65. gün…(...) Tuzla Gemi’nin önüne vardığımızda

yükümüzün ağırlığından dilimiz dışarıdaydı. Yağmurha bire yağıyor. Bu yağmurun altında çadırı kurmayaçalışıyoruz. Güçlükle, biraz da acemice çadırıkuruyoruz. (...) Dahası içimizden birileri yağmur içindoğaya savaş açmamış mıydı: (Sıkıysa yağmasınyağmur) al sana yağmur. Çok sıkıntılı değilim tabi,hiçbirimiz de sıkıntılı değiliz. Biz daha kötü havalardakızak üstünde fazlasıyla çalıştık.

(...) Yağmur dinmek bilmiyor. Zaten sel debekleniyormuş. Antenler öyle söyledi. Sel olunca dabizi vuruyor. İşçiler çadırın önündeki göletteıslanırken. Aynı yoldan lüks cipler geçiyor. Emekçisemtlerini yağmur ve sel vururken, saraylara vevillalara hiçbir şey olmuyor. Her şey onlar için…Yağmur bile…

(...) Daha önce davasını aldığımız ve iş kazasıgeçirmiş bir işçi arıyor. Dava üzerine bilgi veriyoruz.O da çok zor durumda. Ayak parmaklarını kaybetti.Tersanede çalışamıyor. Gebze’de bir fabrikadaangarya işlerde oldukça cüzi bir ücretle çalışıyor.

Haydar abim geldi. Sıklıkla uğruyor. Beraberyemek yedik. Öğle yemeğimi ısmarladı. Uzun uzadıyasohbet ettik. Beraber çay içtik. Ondan sonra arabasıylabizi Gebze’ye bıraktı. Mutaş işçilerinin yanına gittimbir yoldaşla beraber. Oturduk onlarla beraberdirenişler üzerine sohbet ettik. Sendikacılar TİB-DER’lileri sevmiyor. İşçilerle sohbetimiziengellemeye çalışıyorlar her fırsatta. İşçilerlekonuşurken bardaktan boşanırcasına yağmur başladı.

(...) Sabah sırılsıklam başlattığımız direnişi, akşamaynı ıslaklıkla bitiriyoruz. Sırılsıklam bir direniş bu.Galiba hasta olacağız. Herkesi çadırımıza bekliyoruz.Islanmaya karşı iyi bir çadırımız var artık. Çayımız davar kimse üşümez.

66. günIssız sokaklarda kuş uçmuyor. Sağanak halde

yağan yağmurun altında direniş çadırına doğruilerliyoruz. Derneğe vardığımızda sırılsıklam olmuşuz.Çadırı kurmaya başlıyoruz. İşçiler yağan yağmurdaıslanmadan şemsiyeleri ile geçiyorlar, tam o sıradaarabaların göletten geçmesiyle korunduklarıyağmurdan bir anda sırılsıklam oluyorlar.

Sırılsıklam su içinde kaldık. Yoldaşlar üzerlerinikurutmak için derneğe gittiler. BETESAN işçileri ilesohbet ediyoruz. Tersane işçileri çadırı görünceherhalde yerleşeceksiniz buraya diye takılıyorlar. Biryerlere yerleşmeyi düşünüyoruz ama bilinçlereyerleşmeyi düşünüyoruz.

(...) OSİM-DER’den arkadaşlarımız direniş nöbetitutmak için geldiler. Sınıf dayanışmasının en anlamlıörneği. Herkese ders veriyorlar bu konuda.

(...) Çadırdan erken çıktım biraz. Harita veKadastro Mühendisleri Odası’nın düzenlediği,Geleceksizliğe, güvencesizliğe, taşeronlaştırmayakarşı mücadele deneyimleri konulu söyleşiye katıldım.Yaşanan sorunlara karşı her alanda yapılan toplantı,söyleşi, panel gibi etkinlikleri çok anlamlı buluyorum.Sınıfın katmanlarını birleştirici bir güç olacaktır.Gayet anlamlı ve verimli bir söyleşi oldu. Mutlaka bizkazanacağız her yerde, haklı olan biziz çünkü.

67. gün(...) Sessiz sakin bir gün Tuzla’da. Türkan Abla

arıyor 100. gün için yapacakları etkinliğe davet ediyor.BETESAN’dan işçi arkadaşlarla sohbet ediyoruz.Hurda işi yapan bir işçi arkadaşla süreç üzerine sohbetediyoruz. Sabahın sessizliği gün içinde de devamediyor. Gebze BDSP’den bir arkadaşımız geliyor. Biziyalnız bırakmıyor hiçbir zaman Gebze’deki

direnişlerden haber alıyoruz. Liseli bir arkadaş buradane yaptığımızı soruyor. Buraların durumunu vedirenişi anlatıyorum. Marksizm üzerine araştırmayapıyormuş. Sohbet ettik, ROTA’nın son sayısınıverdim. Sonra arayacağını söyledi.Esenyurt İşçi Kültür Evi’nden “Tanyeri Şiir Gubu”direnişimizi ziyarete geldi.

Tanyeri şiir topluluğu işçilerden oluşan bir şiirgrubu, arkadaşlar ziyarete gelmek için işyerlerindenizin almışlar. Sanatın gerçek sahipleri tarafındanyapılması ve işçilere yapılması gerçekten çok anlamlıbir şey. Bizim sanatımızı biz yapacağız, kendiyaşamımızdan ve deneyimlerimizden. (...)

69. gün(...) BETESAN’dan işçi arkadaşlar arıyorlar.

Yapılan yazılamalarla ilgili dava açacakmışBETESAN patronu bana. Durum üzerine sohbetediyoruz. Öğle paydosunda iki işçi arkadaş çadırauğruyorlar. Haksız bir durumla karşı karşıya kalmışlar.

(...) Direniş çadırı her türlü haksızlığa uğrayanişçinin uğrak yeri oluyor. Kartal’dan BDSP’liarkadaşlar direnişi ziyarete geldiler. (...)Desantersanesinde işgal yapan işçi arkadaşlardan biri geldiçadıra. Yalova’da çalışıyormuş uzun bir zamandırTuzla tarafına uğramadığı için “Haberim yoktu”direnişten diyor.

(...) Dinçer hoca ziyaretimize geldi. Sohbet ettikgenel bir çerçevede, bizi yalnız bırakmıyor, sağolsun.Akrabalar geldiler burada bir işleri varmış.Televizyondan görüntüleri izlemişler, “her zamanyanındayız” diyorlar. Sohbet ettikten sonra herkeskalkıyor.

Bir gemi inşaatı mühendisi arkadaş direnişimiziziyarete geldi. Günceler üzerinden takip ediyormuşdirenişi “Kızakaltı’’ ile bir bağı olup olmadığınısorduk, yokmuş. Yaşanan olayları tersanenin içindeolduğu için zaten biliyor. Direniş sürecinden birazbahsettim. Mühendislerin yaşadığı sorunların aslındaişçilerin yaşadığı sorunlardan çok farkı olmadığınısöylüyor. (...)

Sınıf hareketiSayı: 2010/41 * 22 Ekim 2010.

Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak * 15

BETESAN direnişi Tuzla tersanelerinde odak oldu

Page 16: Sİ Kızıl Bayrak 10-41

Bugünkü sınıf mücadelesinin en önemlisorunlarından birinin “sendikal hareketin mevcutdurumu” olduğu konusunda geniş bir mutabakat var.Türkiye’de sendikalar kan kaybediyorlar. İşçi sınıfınıngüvenini yitireli ise epey uzun bir zaman oluyor. Doğalolarak sınıf hareketi ile ilgili birçok kişi ve kurum budurumu ve nedenlerini tartışıyor.

“Ne oldu da sendikalar sınıf mücadelesinin önündebir engelle dönüştü?” sorusuna farklı ideolojik-politikyaklaşımlardan beslenen birçok çevre farklı yanıtlarveriyor. Ağırlığını akademik çevrelerin ya da onlarınbakışından beslenen siyasal yapıların oluşturduğu birkesim, sorunun esas kaynağının kapitalizmin yaşadığı içevrim olduğunu, sendikaların bu evrime uygun birdeğişim geçiremediğini söylüyor.

Birbirlerinden çok farklı “özgün” kavram ve terimlerkullansalar da bu kesimlerin temel argümanlarını şöyleözetlemek mümkün:

Mevcut sendikalar Keynesçi ekonomiye, Fordist-Taylorist döneme özgü bir yapılanma içindedirler. Oysakorumacı devlet yapısına ve kalabalık üretim birimlerinedayanan bu dönem sona ermiştir. Küresel piyasa veneoliberal politikalar emeği ve sınıfı parçalamıştır.Korumacı politikalardan kaynaklanan ve bugününsendikalarının da içinde serpildiği ılıman iklim sonbulmuştur. Bu durumun ürünü olan yeni iktisadipolitikalar, çalışma biçimleri, yeni çalışan katmanlarortaya çıkmış, klasik sendikalar bu kesimlerin ihtiyacınayanıt veremediği ölçüde fiziken ve politik olarakönlenemez bir erime sürecinin içine girmişlerdir.

Değişik ideolojik-politik yaklaşımlara sahip olan bugörüş sahipleri sendikal bürokrasinin bozucu etkisinigenel olarak reddetmeseler de, bunu sözkonusu sürecindolaylı bir sonucu olarak ele almakta, çözümü“sendikaların kapitalizm eski özelliklerine dayalı yapı vezihniyetinde yaşanacak köklü değişiklikler”degörmektedirler. “Sendikaların dar işçi örgütleri olmaktançıkarılması”, “ezilen ve yeni proleterleşen kesimlerikapsayacak bir biçime dönüştürülmesi”, “temel yaşamsalve insani haklar üzerinden ve bunlardan en çok mahrumbırakılan kesimleri” (bunlar en çok ezilenler, işsizler veyeni proleterleşenler kesimler oluyor) temel alacakşekilde yeniden örgütlenmesi, bu yaklaşımın ortakçözüm platformudur. Buna sendikaların artık işyerimerkezli mücadele ve örgütlenme üzerinden kendilerinivaredemeyecekleri, neoliberal politikalara karşı gelişentoplumsal mücadelenin bir parçası-öncüsü olarakkonumlanmaları gerektiği fikirleri de eklenebilir.“Toplumsal sendikacılık” üst başlığında toplanabilecek(her ne kadar bu tanımlamaya sözkonusu çevrelerin birkısmı itiraz etseler de, bu itirazlar belli ki buisimlendirmenin yarattığı siyasal angajmantedirginliğinden kaynaklanmaktadır) bu yaklaşımlarınsahiplerinin esas konumuz olan sendikal bürokrasiyekarşı mücadeleyi gündemlerinin önemli bir maddesiolarak görmemeleri, bu düşünce sistematiği ileuyumludur. Ne de olsa sorun sendikaların mevcut

“arkaik yapısıdır”. Yaşanmakta olan da, bu yapının karşıkarşıya kaldığı kaçınılmaz krizdir. Bu yapıdeğişmedikten sonra sendikaların kimler tarafından,nasıl, hangi idelojik-politik çizgi doğrultusundayönetildiğinin esasa ilişkin bir önemi yoktur.

Düşünsel planda daha homojen bir başka görüş,sendikaların içinde bulunduğu durumun mevcutyasalardan kaynaklandığı, anti-demokratik mevzuat veuygulamalarla sendikaların elinin kolunun bağlandığı, butabloya sınıf mücadelesinin genel geriliği ve solunsiyasal etkisizliği de eklenince sendikaların güçkaybettiğidir. EMEP gibi reformist partilerden AB’ciaydınlara, üst bürokrasiye mensup olanlar dahilsendikacılardan “ilerici” bazı şube başkanlarına kadargeniş bir yelpazede bulunan bu unsurların, sınıfmücadelesinin mevcut geriliğinin “yapılabilecekleribugün için sınırladığı”nı açıktan ya da üstü kapalı olaraksavundukları görülmektedir.

Bunların bir kısmının sendikal bürokrasi gibi birsorunu zaten yoktur. EMEP gibi sorunu en azındandillendirenlerin ise sendikal bürokrasiye karşıkonumlanmaları, onunla mücadele etmekten çok onayön ve akıl vermek biçimindedir. Bürokrasiyi en üstkademeye çöreklenmiş üç-beş ağadan ibaret saymak,sendikaların iç demokrasisindeki çarpıklıkları yamevzuat sorunu olarak ele almak ya da işçilerinsendikaları denetlememesi sorununa sıkıştırmak,sendikaların mevcut mücadele düzeyi eleştirilirken“verili geri koşulların varlığını gözetmeyi” vaaz etmekve tüm bunları yapmayı sendikalara önem vermekleaçıklamak, bu kesimin karakteristik davranış biçimidir.

Üçüncü bir kesimi, sendikal bürokrasiyi ve onunyaratığı tahribatı mevcut durumun esas sorumlusu olarakgörenler oluşturmaktadır. Bu düşüncenin en gözlegörünür savunucuları halkçı devrimci demokratyapılardır. Ancak bu yapıların da sendikal bürokrasiyekarşı mücadelede etkin bir pratik tutum içerisindeolduğunu söylemek mümkün değildir. Devrimcihareketin genel güçsüzlüğü ve sınıftan uzaklığıdüşünüldüğünde bu zaten kaçınılmaz bir durumdur.Ancak sorun sadece güç ve imkan meselesi ile sınırlıdeğildir.

İlkesel yaklaşımlarını her geçen gün biraz dahakaybeden halkçı devrimci demokrat hareketin bualandaki pratiği de pragmatisttir. Bugün için karşıtlığınpratik nedeni bürokratik kastın saldırgan tutumudur. Bututumdaki her türlü esneme devrimci demokrasininbürokrasiye karşı yaklaşımlarında bir zayıflama olarakkendini göstermektedir. Tersi durumlarda ise iş,sendikaların mevcut önemini ve işlevini reddeden birvurdumduymazlığa ya da düşmanlığa kadarvardırılabilmektedir.

Meselenin başka bir yönü ise, sendikaların sınıfmücadelesindeki yeri ve mevcut bürokratik yapınınkendisine dair açık ideolojik yaklaşımlara sahipolunamamasıdır. Hal böyle olunca da, sendikalbürokrasiye karşı mücadele görevleri

somutlanamamakta, mesele birtakım ortak platformlardaya da gerçekleşen eylemlerde sendikalarla girişileninisiyatif savaşına indirgenmektedir.

“Gerçek her zaman somuttur”

Bugün yalnız sendikal hareketin değil süregiden sınıfmücadelesinin en önemli sorunlarından biri sendikalbürokrasinin yarattığı tahribattır. Sınıf hareketicephesinde ortaya çıkan büyük küçük her bir mücadeleeğilimi sendikal bürokrasi tarafından kontrol edilmekte,dizginlenmekte ya da boşa çıkarılmaktadır. Bu kastakarşı etkin, sistematik ve çok yönlü bir mücadeleyürütmeden, ne sendikaları düştüğü çukurdan çıkarmakmümkündür, ne de sınıf hareketini ileriye taşımak...

Böyle bir mücadeleyi yürütmek, sendikalarınsüregiden sınıf mücadelesindeki yeri ve sendikalbürokrasinin misyonu noktasında tam bir açıklığa sahipolmakla mümkündür.

Sendikalar halihazırda işçi sınıfının tek kitlesel sınıförgütüdür. Sendikalarda örgütlü işçi sayısının genel işçikitlesi ile karşılaştırıldığında fazlası ile sınırlı kalması budurumu değiştirmemektedir. Sorun sayılarda değildir.Yaşanan açık ihanetlere ve sendikal bürokrasinin tümengelleyici tutumlarına rağmen, işçi sınıfı mücadele veörgütlenme arayışını döne döne sendikal planda ifadeetmekte, toplumsal gündemlere müdahalesi dahi dahaçok sendikal formlar üzerinden gerçekleşmektedir.Bunda politizasyon düzeyindeki düşüklüğün, devrimciönderlik planındaki boşluğun, sermayenin çok yönlüideolojik-politik saldırılarının püskürtülemiyor oluşununtabii ki rolü vardır. Ancak kitle hareketinin politikleştiği,hatta önemli ölçüde devrimcileştiği dönemlerde dahisendikaların işçi sınıfı üzerinde özel bir etkisi vedenetimi olmuştur, olacaktır. (Örneğin kitle hareketinindevrimcileştiği ‘70’lerin ikinci yarısında sendikalar işçihareketi üzerindeki belirgin etkisini sürdürmüştür.Siyasal yapıların etkisi ise doğrudan olmaktan çoksendikalardaki etkileri üzerinden şekillenmiştir. )

Sendikaların sınıf mücadelesindeki önemininülkemize özgü bu türden yanları elbette vardır. Bu, sınıfhareketinin ve devrimci hareketin gelişim sürecininkendine has özelliklerinden kaynaklanmaktadır. Amamesele hiç de bize özgü yanlarla sınırlı değildir.Sendikalar sınıf mücadelesinin üç temel alanından biriolan iktisadi mücadelenin temel örgütleridir. Ve sınıfmücadelesi tarihi doğrulamaktadır ki, “dünyanın hiçbiryerinde proletaryanın gelişmesi, sendikalar olmadan,sendikaların ve işçi sınıfının partisinin karşılıklı eylemiolmadan gerçekleşmemiştir ve gerçekleşemez. ” (Lenin)

Sınıf hareketini geliştirme iddiası taşıyan hiç kimsesendikalara gereken önemi vermeden bunu yerinegetiremez. Bugün için bu önemin somut karşılığı,sendikalara çöreklenmiş, böylece işçi sınıfının temel birmücadele kanalını tıkamış olan bürokratik kasta karşıetkin bir mücadele yürütmektir. Bu kast ortaya çıkanarayışları heba etmekte, böylece hareketin kitlesel bir

CMYK

Sendikalar sorunu ve sendikal bürokrasiye karşı mü

Sendikalar ve sendikal

Sendikalar sorunu ve sendikal bür 16 * Kızıl Bayrak *Sayı: 2010/41 * 22 Ekim 2010

Page 17: Sİ Kızıl Bayrak 10-41

CMYK

ücadele görevleri

l bürokrasi tartışmaları

rokrasiye karşı mücadele görevleri Sayı: 2010/41 * 22 Ekim 2010 * Kızıl Bayrak * 17

taban kazanıp yaygınlaşmasını engellemektedir. Son 30 yılda yaşanan her süreç döne döne

sendikal bürokrasinin sınıf hareketinin gelişmesininasıl engellediğini, sendikaları ve dolasıyla işçisınıfını nasıl güçsüz düşürdüğünü ortayakoymaktadır. Görmek isteyenler için TEKELDirenişi ve onun ürünü olan genel grev eylemleridahi yeterince aydınlatıcıdır. Bu tabloyugörmezlikten gelerek dikkatleri başka tartışmalarayönlendirenlerin ya da bu tablonun temel sorumlususendikal bürokrasiye karşı açık, etkin ve cepheden birtutum almayanların sınıf hareketine verebilecekleriyarardan çok zarar olacaktır.

Birinci gruptakiler kapitalizmin yaşadığıöngörülebilir bir değişim sürecini, gözünü “ırakcoğrafyalar”dan alamadan değerlendirmekte, ne oradayaşananların somut seyrine ne de bu ülkedeki sendikalhareketin kendine has gelişim sürecine gereğincebakabilmektedirler. İktisadi mücadele, politik mücadele,sendikalar gibi konularda kafası fazlasıyla karışıkgörünen bu kesimin “değişen üretim ilişkileri” ve“değişen işçi sınıfı” tartışmalarından dolaylı olaraketkilendiği görülmektedir. Konumuz bu olmadığı için,bize “derinlikli ve yeni olanı anlamayı” vaat eden bugörüşlerin pek de yeni olmayan ideolojik kaynaklarını veyaşanılanları anlatmaktan çok kendi kafa karışıklıklarınıanlatan kavramlaştırmalarını şimdilik bir yana koyalım,kendimizi konumuzla sınırlayalım.

İşçi hareketi olduğu kadarı ile kendini iktisadi-sendikal bir zeminde ortaya koyarken ve bu zemindeyaşanan her çıkış sendikal bürokrasi tarafındanboğulurken, sorunu başka bir yerde, “klasik sendikalhareketin krizinde” aramak, her şey bir yana yaşanangerçeklikten kopmaktır. Sorun sadece gerçekliktenkopmak da değildir.

İstihdam biçimindeki değişikliklerin, üretimbirimindeki bölünmenin ya da mücadele ve örgütlenmeyizora sokan başka bir gelişmenin yarattığı zorluklarınaşılamamasına neden olarak “klasik sendikalarınınmevcut yapısını” işaret etmek, sendikalara yön verenpolitik çizgiyi, bu çizginin temel dayanağı bürokratikkastı ve onun bugünkü pratiğini mazur gösteripaklamaktır. Bu görüşleri dillendirenlerin kendilerini sıksık sendikal bürokrasi ile aynı kulvarda bulabilmeleri buaçıdan şaşırtıcı da değildir. Nitekim bürokratlarınağırlıklı bir kısmı da, değişen dünyanın yeni üretimilişkilerinden bahsetmekte, işçi sınıfınıörgütleyememelerinde bu değişen ilişkilerin önemli birrol oynadığından yakınmakta, sendikaların üstlenmesigereken yeni görevleri saymaktadırlar.

Klasik sendikal anlayıştan kökten bir kopuşiddiasında olan bu görüş sahipleri, her ne hikmetsesınıfla ilişkilerini (olduğu kadarı ile) gene de ısrarla“artık iflas etmiş” bu “klasik sendikal formlar” üzerindenkurabilmektedirler. Bugün temel alınması gerektiğinisöyledikleri yeni toplumsal hareketler ve bunlarınörgütleri ise “başka ülkelerin deneyimleri” olarak ya

kürsü anlatımlarını süslemekte ya da kağıt üstündekalmaktadır.

İkinci kesime gelince, bunların sendikaların sınıfmücadelesindeki önemi noktasında asgari bir açıklığasahip olduğu söylenebilir. Yasaların, mevzuatların, fiiliuygulamaların sendikal mücadeleyi zorlaştırdığı, hattayer yer sendikaların elini kolunu bağladığı bir gerçektir.Mevcut bilincin ürünü olarak işçi sınıfının sendikalarıyeterince denetlemediği-denetleyemediği, sendika içimevzuatların da demokratik olmadığı açıktır. İşçihareketinin geriliğinin sendikaları etkilediği, genel olaraksolun etkisizliğinin de önemli bir handikap olduğureddedilemez. Ama sorun tüm bunların hepsindesendikal bürokrasinin oynadığı rolün ne olduğukonusunda ne söylendiğidir.

Türkiye’de sendikal bürokrasi kurulu düzenin enönemli dayanaklarından biridir. Daha baştanprofesyonelleşme yolu ile çok yönlü ayrıcalıklarladonatılmış, özel ilişkiler, iktisadi ve siyasi bağlar vemafyatik yöntemlerle kurumsallaştırılmıştır. Avrupa’dakigibi kendine dayanak olabilecek aristokrat bir tabakabizde bulunmadığı için, özel ayrıcalıklarla donatılmış birişleyiş çarkının sınıfın belli kesimlerinde yarattığıçürümeyi kendine dayanak yapmış, işyeri temsilcilerinekadar ulaşan bir sistem kurarak kendi varlığınısürdürmeye çalışmıştır.

Bunlar bilinmesine, hatta bu kesim tarafından da dilegetirilmesine rağmen, bu ikinci grubu oluşturanlarınsendikal bürokrasiye tavsiyelerde bulunarak yönvermeye çalışmaları, iki de bir onları “namuslu dürüstsendikacılar” olmaya çağırmaları, sendikal bürokrasiyedöne döne olmadık misyonlar biçmeleri kuşkusuz ki körbir iyiniyetin ürünü değildir.

Sınıfın tabandan gelecek eyleminden, onundönüştürücü gücünden ümidi kesmiş olmak, sendikacılardışında bir güç ve dinamik görememek, sendikalarlakendi görevleri arasındaki bağı ve farkı doğru ortayakoyamamak, temel sorundur. Hakimiyetini işyeritemsilcilerine kadar ulaştırmış bir sendikal çarkıngörmezlikten gelinmesi, bürokrasinin dar bir yöneticitabaka ile sınırlanması da bu sorunların ürünü politiktercihtir. Bu kesimdekiler eğer henüz bu çarkın doğrudan

parçası değilseler, kendi geleceklerini sendikalbürokrasinin reforme edilmesine ve biraz dahamücadele görevlerine sahip çıkan bir hattaçekilmesine endekslemiş durumdadırlar. Söylemdesendikal bürokrasi sorununu dile getirmeleri ya databan sözünü dillerinden düşürmemeleri bu gerçekliğideğiştirmez.

Sendikal bürokrasiye karşı daha etkin bir mücadele

Türkiye’de burjuva partiler sınıf kitlelerini belliölçüde etkileseler de, sınıf hareketi üzerinde belirginbir etkiye sahip değildirler. Sınıf hareketini denetimaltına alan, onu manüple eden hep sendikal bürokrasi

olmuştur. Burjuva partilerin bu hareketle ilişkilenişi onuiç siyaset malzemesi olarak kullanmaktan öteyegeçmemektedir. Bu açıdan sendikal bürokrasi sorunu,bugün için çok önemli olan “mücadele arayışlarının bukast tarafından boğulması” meselesinden de öte birsorundur. Sendikal bürokrasi düzenin temeldayanaklarından biridir.

Sendikal bürokrasiye karşı mücadele bu açıdan çokyönlü bir mücadele olmak zorundadır. Tabii ki sendikalbürokrasinin panzehiri, tüm engelleri aşarak tabandangelen birleşik devrimci bir siyasal sınıf hareketiyaratmayı başarabilmektedir. Fakat sendikal bürokrasiyekarşı mücadele sınıf mücadelesinin bu genelgerekliliğinin yerine getirilmesi çabası ile sınırlanamaz.Sendikal bürokrasiye karşı bir yandan esas olaraktabandan işyeri işyeri, sendika sendika, eylem eylem birmücadele yürütürken, öte yandan bunun ayrılmaz birparçası olarak genel bir politik mücadele yürütmek şartır.

Komünistler her dönem sendikal bürokrasininmevcut sınıf mücadelesindeki uğursuz rolü noktasındatam bir açıklık içinde oldular. Sınıf hareketinidevrimcileştirme sorunu ile sendikaların bu satılmışlarçetesinden kurtarılması arasındaki ilişkiyi hepönemsediler. Bugüne kadar bir yandan tabandan işçihareketini geliştirme çabasını esas alırken, öte yandansendikal bürokrasiye karşı politik mücadele yürütmegörevinin gereklerini yerine getirmeye çalıştılar. Ancak,yalnızca sınıf hareketinin içinde bulunduğu geri tablonunürünü olarak değil aynı zamanda bu tabloyudeğiştirmekle görevli olanların yaşadığı kafakarışıklıklarının ya da kaba pragmatist davranışlarınsonucu olarak da sık sık yalnız kaldılar.

Halihazırda bu çabamız önemli eksiklik veyetersizlikler barındırmaktadır. Ama aynı zamanda bueksiklikleri aşmamızı kolaylaştıracak anlamlı bir birikimde yaratılmış durumdadır. Önümüzdeki sayılardasendikal bürokrasiye karşı mücadelenin pratiksorunlarını ve kendi deneyimlerimizi ele alarak buönemli konuya devam edeceğiz.

(EKİM, Sayı: 268, Ekim 2010)(www.tkip.org sitesinden alınmıştır...)

Page 18: Sİ Kızıl Bayrak 10-41

Geçtiğimiz günlerde İstanbul Büyükşehir BelediyeMeclisi tarafından İstanbul Deniz Otobüsleri A.Ş(İDO) ve İstanbul Gaz Dağıtım A.Ş (İGDAŞ)hisselerinin blok satış yöntemiyle özelleştirilmesi oyçokluğuyla kabul edildi. Büyükşehir’in en“kıymetlileri” olarak belirtilen bu iki şirketin satışınınönü de böylece açılmış oldu.

İGDAŞ ve İDO iki büyük karlı şirket olarakdoğallığında uluslararası sermayenin iştahınıkabartmaktadır. Kadir Topbaş bu satışlardan üçte ikisiİGDAŞ, üçte biri de İDO’ dan elde edilmek suretiyle10 milyar dolar beklediği ifade etmektedir Oysa yerelseçimler öncesi katıldığı bir TV programındaİGDAŞ’ın satışından vazgeçildiğini açıklayan yineKadir Topbaş’ın kendisiydi.

Büyük sermaye sahiplerinin iştahını kabartan buözelleştirme için danışman bile tutulmuştur. İGDAŞözelleştirmesinin danışmanı Citigrup-EFG İstanbulMenkul Değerler-AK Menkul Değerler Konsorsiyumuile İDO’nun özelleştirilmesine danışmanlık yapanFinans Yatırım-Arup Konsorsiyumu belediyenin üstdüzey yöneticilerine sunum yapmıştır. Yani, satış içingerekli hukuki, finansal ve teknik çalışmalarkonusunda önemli bir mesafe alınmıştır.

1986 yılında kurulan İGDAŞ’ın bugün 4 milyon400 bin abonesi ve toplam 14 bin kilometreyi aşandoğalgaz altyapı yatırımı bulunmaktadır ve bu haliyledünyanın sayılı şirketlerinden biridir. İGDAŞ’ın aylıknakit gelirinin 252 milyon TLolduğu ve nakit akışı enyüksek şirketler arasında yer aldığı belirtiliyor.İGDAŞ’a Rus Gazprom, Gaz de France, İtalyan Eni,Merrill Lynch, Credit Suisse ve Kuveytli yatırım fonuSt. Martins Property’nin aralarında bulunduğuyabancı şirketlerin yanısıra Koç, Limak, Aksa, Akfen,Zorlu, Oyak ve Yıldızlar Holding gibi yerli şirketlerinde yer aldığı 20’yi aşkın dev şirket talip.

İDO alanında dünyanın en büyüğü ve bir numarasıolarak niteleniyor. İDO’ ya yerli ve yabancı 12 şirkettalip oldu. Geçen yıl 400 milyon TL gelir elde edenşirket 2009’da 80 milyon TL de yatırım gerçekleştirdi.1987’de kurulan İDO, Şubat 2005’te BüyükşehirBelediye Başkanlığı’nın Şehir Hatları İşletmesi’nidevralmasının ardından İstanbul’da deniz ulaşımındansorumlu tek otorite olmuştu. Şirket, 19 hatta 25 denizotobüsü, 10 hızlı feribot, 17 araba vapuru ile 31noktaya hizmet götürüyor.

Özelleştirme saldırısının işçi ve emekçiler için hiçde “hayırlı” bir şey olmadığı yaşanan buncaözelleştirme deneyiminden rahatlıkla görülmektedir.Bunun içinde düzen siyasetçileri tartışmalarısaptırmaya çalışıyorlar. Tartışmaların yönüözelleştirme olayının kendisine değil de yöntemineçevriliyor. İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi AKPGrup Başkanvekili Ergün Turan, İDO ve İGDAŞ’ınihalesi için “blok satış” yönteminin seçilmesineilişkin, “Halkın malı olan bu şirketlerin 1 kuruş dahafazlaya satılması imkânı varsa, buna uğraşıyoruz”diyerek özelleştirmeden sanki halkın bir çıkarı varmışgibi konuşuyor. Bu özelleştirme sonucunda, karlışirketleri alan, ya da satılmasında aracılık yapanlarınçıkarı olduğu apaçık ortadayken bu söylemler işçi veemekçilerle alay etmekle eşdeğerdir.

CHP grubu da, özelleştirmenin kedisine değil,özelleştirme yöntemine ve iki şirketin satışına itirazda

bulundu. Bu özelleştirme vesilesiyle bir kez daha,özünde AKP’nin ve CHP’nin birbirinden farkıolmadığı, ikisinin de sermayenin hizmetindekidüzen partileri oldukları görülmüş oldu.

Özelleştirmenin hem özelleştirilen kurumçalışanları açısından hem de hizmet ettiği alandanyararlanan emekçi halk açısından olumsuzsonuçlar yarattığı ortadadır. Özelleştirme sonucuişçileri işsizlik tehdidi ya da en kötüsünden ağırkoşullarda, düşük ücretler karşılığında güvencesizçalışma beklemektedir. Özelleştirme ticarileşmeyigetireceği için de işçi ve emekçiler giderekpahalılaşan bu hizmetten yararlanamayacak halegelecektir. Bunun farkında olarak İGDAŞ işçilerikurumun özelleştirilmesini protesto ederek tepkileriniifade ediyorlar.

İşçiler eylemdeyken sendikal bürokrasi ne yapıyor?

Tes-İş üyesi işçiler kendilerini bekleyen akıbetigörerek eyleme geçiyorlar ancak hem Tes-İş GenelBaşkanı ve hem de Türk-İş Genel Başkanı sıfatınıtaşıyan Mustafa Kumlu’dan hiçbir ses çıkmıyor.Özelleştirme süreçlerinde şimdiye kadar sendikabürokratlarının ne yaptıkları bilindiğinden bundansonra nasıl davranacakları bellidir. Sınıfı ilgilendirenher konuda Mustafa Kumlu gibileri her daim sermayesahiplerinin yanında saf tutmuştur.

O kadar çok örneği olmasına rağmen son TEKELdireniş süreci bu sendika ağalarının nasıl bir ihanetiçinde olduklarını net biçimde gözler önüne sermişti.İşçi ve emekçiler Mustafa Kumlu’yu TEKELişçilerinin direnişine açıktan ihanet etmesi nedeniyleartık daha yakından tanıyorlar.

Mustafa Kumlu’nun sınıfa ihanet anlamına gelenpek çok “görevi” layıkıyla yerine getirdiğibilinmektedir. Mustafa Kumlu sermayeye hizmettekusur etmediğini defalarca kez kanıtlamıştır. Son

süreçlerde TEKEL direnişinden de gördüğümüz gibialtına imza attığı iş durdurma kararlarının hiçbirineuymamıştır.

Mustafa Kumlu AKP ile birlikte anılan bir isimdir.Bu açıdan da hükümetinin sermayeye hizmette kusuretmemesi için elinden geleni yapmıştır ve yapmaya dadevam etmektedir. Örneğin, 2008 yılı asgari ücretininbelirlenmesi görüşmelerinde işçi tarafı adınakatıldığını “unutarak”, uzun yıllardır ilk kez hükümetve işveren örgütüyle aynı yönde oy kullanmıştır. 2009yılı kamu toplu sözleşmeleri sürecinde de işçilereylem yaparken o Türk-İş Başkanı sıfatıyla protokolüimzalayan bir sendika ağasıdır.

AKP’nin kuruluş çalışmaları sırasında, MustafaKumlu’nun sendikası Tes-İş’in misafirhanesiAKP’lilere tahsis edilmiş, Genel Merkez’deki toplantısalonunda kuruluş toplantıları yapılmıştı. OysaTEKEL işçilerine Türk-İş kapıları kapanmış,karşılarına polis barikatı kurulmuştu.

Sendikaların başına çöreklenmiş bu ağalar işçisınıfına ihanette sınır tanımamaktadır. Mustafa Kumluişçilerin aidatlarıyla palazlanmak konusunda da“örnek” gösterilebilir. Tes-İş Sendikası’nın 2008 yılıAralık ayında Olağanüstü Genel Kurulu’nda, MustafaKumlu aleyhinde ciddi yolsuzluk iddialarıgündemdeydi.

Özelleştirmelerin durdurulması için işçi veemekçiler bağımsız sınıf çıkarları etrafında birleşmeli,taban örgütlenmelerini kurmalı, sendikaların başınaçöreklenmiş bu ağalardan kurtulmalıdır.

Sınıf hareketi18 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2010/41 * 22 Ekim 2010

İGDAŞ ve İDO özelleştirmekıskacında sendika ağaları susuyor!

İGDAŞ işçilerindenözelleştirme protestosu

Tes-İş üyesi İGDAŞ işçileri 14 Ekim günügerçekleştirdikleri eylemle İGDAŞ’ın özelleştirilmekistenmesini protesto etti. İstanbul’un farklısemtlerinden gelen Tes-İş üyesi işçilerSaraçhane’deki İstanbul Büyükşehir Belediyesiönünde toplandı. Bu uygulamayı protesto etmekiçin bir saat iş bırakan işçiler Topbaş’ı uyardı.

Eylemde belediye önündeki polis ablukası dikkatçekti. Eylemin sona ermesinin ardından işçilerarasından seçilen temsilciler Belediye Meclisitoplantısını izlemek için içeri girdi.

Page 19: Sİ Kızıl Bayrak 10-41

Referandum sürecinden başarıyla çıkan AKPhükümeti, bundan da güç alarak türban tartışmalarınıbaşlattı. Ana muhalefetten de “çözüme” yöneliksinyaller alan hükümet, bu sorun karşısında pratikadımlar atmaya başladı.

Bir süre önce İstanbul Üniversitesi’nde dersetürbanla giren bir öğrencinin öğretim görevlisitarafından dersten çıkarılması ve YÖK’ün bu olayüzerine üniversite yönetimine gönderdiği yazı,tartışmaların yoğunlaşmasına yol açtı. YÖK buyazısında, “hiçbir öğrencinin disiplin gerekçesiyledersten çıkarılamayacağı, böylesi durumlardaöğretim görevlisinin yalnızca tutanak tutabileceği”buyruğunu veriyordu.

Türban üzerinden yaşanan tartışmalar, hemdüzenin dini ve dinsel simgeleri kullanma amacını,hem de solun düzen içi tartışmalar karşısındayaşadığı kafa karışıklığını bir kez daha ortaya koydu.Bu nedenle bu soruna ilişkin tutumumuzu ortayakoymak bir ihtiyaç haline geldi.

Türban, masumane bir istekle takılan bir örtüdeğil, dinsel gericiliğin önemli bir simgesidir. Düzeniçi kliklerin bu konuda yaşadığı kutuplaşma daburadan kaynaklanmaktadır. Bugün hükümet olandinci parti, türban özgürlüğü üzerinden egemenliğinipekiştirmeye çalışırken, ulusalcı-kemalist kesim dedinci gericilik ile girdiği egemenlik savaşında birmevzi daha kaybetmemeye çalışmaktadır.

Dinci gericilik tarafından sorun bir “özgürlük”meselesiymiş gibi gösterilmeye çalışılmakta, dersleretürbanlarıyla giremeyen öğrencilerin eğitim hakkıhatırlatılarak mağduriyet edebiyatı yapılmaktadır.Ancak, “özgürlük”, “eğitim hakkının gaspedilmesi”gibi söylemleri diline pelesenk edenler, eşit, parasız,bilimsel ve anadilde eğitim için mücadele verenöğrenciler üzerinde soruşturma ve ceza terörüestirmektedirler.

Ulusalcı-kemalist kesim de laiklik adı altındatürbanın üniversiteye girmesine karşı çıkıp,üniversiteler ve “bilim”in türban ve onu takip edecekyeni hamlelerle gericiliğin egemenliği altına gireceğiyönlü tehlikeler konusunda uyarılarda bulunmaktadır.Ancak, üniversitelerdeki soruşturma ve ceza terörükarşısında ses çıkarmamakta, kamera ve parmak izigibi uygulamalarla tüm öğrencilere potansiyel suçlumuamelesi yapılmasına karşı çıkmamakta,üniversitelerin tümüyle polis karakoluna çevrilmesinekarşı sessiz kalmaktadır. Aynı ikiyüzlü tutumu onlarda sergilemektedir.

Türban tartışmaları üzerinden sol hareketinufkunun düzen içi sınırlılığı da bir kez daha kendinigöstermektedir. Kimi sol siyasal gençlik örgütleri,sorunu bir özgürlük meselesi olarak tartışmayaaçmakta, “özgürlük” kavramını bireysel özgürlüklereindirgeyebilmektedir. “İnsanların istediğini giyinmeözgürlüğü olduğu ve kimsenin bu özgürlüğünükullanmasından dolayı eğitim hakkından mahrumedilemeyeceği” gerekçesiyle dinsel gericiliklemücadeleye uzak durulabilmekte, onun yedeğinedüşülmektedir. Türbana karşı tutum ortaya koyansiyasal gençlik özneleri de, düzen içi çatışmada birtaraf olmanın dışına çıkamamaktadırlar.

Oysa, türban eksenli tartışmalar öğrenci gençliksaflarında yapay bir taraflaşma yaratmakta, dikkatler

gerçek sorunlardan uzaklaştır”maktadır. Dolayısıyla,“türbana evet ya da hayır” diyerek, düzen içitartışmada bir taraf olmak bizim sorunumuz değildir.

Türbanı “hoşgörüyle” karşılamadığımızı ise birkez daha yineliyoruz. Zira bizim açımızdan sorunhiçbir biçimde “özgürlük sorunu“ değildir. Çünkütürbanın kendisi kadının köleliğinin en çarpıcısembollerinden biridir. Fakat kafalardaki türbanıçekip almanın da ancak, kadınları türbana esir edendüzene ve dinsel gericiliğe temel oluşturan zeminekarşı mücadelede mesafe almak ölçüsünde mümkün

olduğunu biliyoruz. Dinci gericiliğe ve onu üreten/kullanan devlete

karşı mücadeleyi büyütmek, devrimci mücadeleyigüçlü bir seçenek haline getirmek üzere enerjimiziyoğunlaştıracağız. Düzene karşı mücadeleyibüyüterek hem ikiyüzlü burjuva politikacılarınmaskesini indireceğiz, hem de dinsel akımlar ve onungençlik içerisindeki köklerini kurutmayıhedefleyeceğiz.

Genç komünistler

Gençlik hareketi Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak * 19Sayı: 2010/41 * 22 Ekim 2010

Türban tartışmaları ve genç komünistlerin tutumu

Marmara Üniversitesi’nde faşistler 15 Ekim günüilerici ve devrimci öğrencilere saldırdı. Nişantaşı’ndabulunan Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesiönünde yaşanan saldırıda Yunus Keleş isimli öğrenciülkücü-faşistler tarafından bıçaklandı.

Vücudunun çeşitli yerlerinden yaralanan öğrenci,Amerikan Hastanesi’ne kaldırıldı. Saldırıyı duyanYunus Keleş’in arkadaşları da hastane önüne gelerekolaya tepki gösterdi. Burada öğrencilerle polisarasında arbede yaşandı.

Saldırıyı gerçekleştiren faşistlerden gözaltınaalınan olmazken, polis ilerici ve devrimci öğrencilerigözaltına aldı. Polisin tutumuna direnen öğrenciyeyönelik sert tepki dikkat çekti. Öğrenciyikelepçeleyerek yere yatıran polis, gözüne de bibergazı sıktı. Öğrenciler ”Arkadaşımızı bıçaklıyorlar, amabizi gözaltına alıyorlar” diyerek tepkilerini dilegetirdiler.

10 öğrenci gözaltına alınırken,Amerikan Hastanesi’nde ilk müdahalesi yapılan yaralıYunus Keleş daha sonra Çapa Tıp Fakültesi’nekaldırıldı.

Baro seçimleriniboykot çağrısı

Hukuk Bürosu Çalışanları Dayanışma Ağı, 7 Kasım2010 tarihinde yapılacak İstanbul Barosu seçimleriniboykot etme çağrısında bulundu. İşçi avukatlar,yaşadıkları sorunlara karşı somut projeler üreten vecepheden bir karşı duruş sergileyen herhangi birgrup/aday olmamasından kaynaklı seçimlerde oykullanmayacaklarını basın ve kamuoyuna duyurdular.

Faşistler bir öğrenciyibıçakladı

15 Ekim 2010 / Nisantası

Page 20: Sİ Kızıl Bayrak 10-41

Gençlik hareketi20 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2010/41 * 22 Ekim 2010

6 Kasım yaklaşırken sermaye devletiningençliğe yönelik yeni saldırıları da artıyor.

YÖK eliyle yürütülen saldırılarla gençliğingeleceği ve özgürlüğü yokediliyor.Bir yandanBologna Süreci eksenli ortaya çıkangeleceksizleştirme, eğitimin ticarileşmesi vb.saldırılar yaşanırken, diğer yandan “özgür vegüvenli üniversite” yamasıyla baskı ve teröryoğunlaştırılıyor.

Öğrenci gençlik ise bu yoğun saldırı sürecinekarşı güçlü bir yanıt üretebilmiş değil. Ancak şugünlerde, çeşitli taşra üniversiteleri de dahil olmaküzere, üniversite kampüslerinden yükselenmücadele yine de gelecek açısından umut veriyor.Ancak bu kadarı henüz çok zayıf ve parçalı birtabloyu ifade ediyor.

Gençlik hareketindeki bu parçalı ve zayıftabloyu aşmak günün öncelikli görevidir. Bununiçin öncelikle gençliğin en ileri güçlerindenbaşlayarak safları toparlamak ve sermayenintahakkümüne karşı güçlü bir çıkış yapmak sonderece önemlidir. İşte 6 Kasım’a bu bakışlayaklaşıyor, çalışma ve eylem hattımızı bu çerçevedeşekillendiriyoruz.

6 Kasım eylemini Ekim Gençliği olarak Genç-Sen, YDG, PDG, Kaldıraç ve TÜM-İGD ile birlikte“Geleceğimiz ve özgürlüğümüz için YÖK’e hayır!”şiarıyla birlikte örgütlüyoruz. 6 Kasım’da gençliğinkarşı karşıya kaldığı saldırılara karşı güçlü bir yanıt

vermeyi hedefliyoruz. Amacımız olabildiğincekitlesel ve tok bir 6 Kasım eylemiyle sermayedevletine ve YÖK’e karşı gençliğin sözünüsöylemektir. Eğer istediğimiz düzeyde bir 6Kasım’ı örgütleyebilirsek bu gençlik hareketininyeni bir çıkış yapabilmesi için anlamlı bir başlangıçnoktası olacaktır.

Fakat bu düzeyde bir 6 Kasım’ın ise ancakyerellerde derinleşen çalışmalar üzerinden mümkünolabileceğini biliyoruz. Özellikle gençlikhareketinin dağınık ve üniversitelerle bağlarınınzayıf olduğu düşünüldüğünde, yerel çalışma veeylemlerin önemi de artıyor. Bunun için yerelçalışma ve eylem süreçlerini ihmal etmeyeceğiz.Ankara mitingi yerel eylemlerle tamamlandığında,yerel eylem süreçleri Ankara mitinginebağlandığında istediğimiz sonuçlara ulaşabileceğiz.Yerel eylemlerden alınan güçle örgütlenmişmerkezi bir 6 Kasım mitingi gençlik mücadelesibakımından işlevini yerine getirmiş olacaktır.

Ekim Gençliği olarak “YÖK’ü dağıtacağız,düzenini yıkacağız! Gelecek ve özgürlüksosyalizmde!”şiarıyla Kasım Ankara mitingindeyerimizi alacağız.

Tüm güçlerimizi 6 Kasım için hazırlıklarıyoğunlaştırmaya, öğrenci gençliği de geleceğine veözgürlüğüne sahip çıkmak üzere 6 Kasım Ankaramitingine katılmaya çağırıyoruz.

Ekim Gençliği

Yüksek Öğrenim Kurumu kısa adıyla YÖK, 6Kasım 1981’de kuruldu. Darbenin üniversitelerdekipostalı olarak çalıştı. Üniversiteleri kışlaya çevirdi.Binlerce öğrenci ve öğretim görevlisi YÖKteröründen nasibini aldı. YÖK aynı zamandaeğitimin paralı hale getirilmesini iş edindi.Üniversitelerin kapılarını emekçi çocuklarınakapattı.

YÖK ve düzeni bugün de sürüyor.YÖK müşteri haline getirilen öğrencilerin her

gün daha fazla soyulmasını sağlıyor. Muhaliföğrencileri ise eğitim hakkının gaspına varacak

şekilde cezalandırıyor! Siyasal faaliyeti terörgenelgeleriyle yasaklamaya çalışıyor.

Biz liseli gençliğin geleceğini çalanlar, eğitimingerici müfredatını şekillendirenler de YÖKdüzeninin liselerdeki uzantılarıdır.

Bugün gençliği gelecekten umutsuz kılanlar,sınavlarla yarış atına çevirenler, intiharasürükleyenler, anadilde eğitim ve zorunlu dindersinin kaldırılması taleplerine kulak tıkayanlarYÖK ve düzenidir. Bu düzenin arkasında ise asalaksermaye sınıfı duruyor.

YÖK’ün kuruluş yıldönümü olan 6 Kasım’daher yıl öğrenci gençlik alanlara çıkıyor. YÖK’e veYÖK düzenine karşı öfkesini haykırıyor. Gelecek veözgürlük istiyor.

Biz de liseli gençlik olarak 6 Kasım’da alanlardayerimizi almalıyız. Eşit, parasız, anadilde,demokratik, bilimsel eğitim hakkı talebiniyükseltemeliyiz. Öğrenciyi müşteri görenlere, keyfikurallarla istediği cezayı kesenlere karşı sesimiziyükseltmeli, üniversiteli kardeşlerimizle alanlardabirleşmeliyiz!

Tüm liselileri 6 Kasım’da Devrimci LiselilerBirliği safına çağırıyoruz.

Devrimci Liseliler Birliği

YÖK’e ve düzenine karşı6 Kasım’da Ankara’dayız!

YÖK “YOK” olsun diye…

Geleceğimizi karartanlara karşı 6 Kasım’da alanlara!

Zorunlu din dersikaldırılsın!

Bu yıl eğitim döneminin açılışına anadilde eğitim hakkıiçin yapılan okul boykotu damgasını vurdu. Eğitim yılının butartışmayla başlaması başka sorunları da tekrar tartışılırhale getirdi. On yılların baskıcı-gerici eğitim zihniyetine karşıdaha tok sesler yükselmeye başladı.

Bunlardan biri de zorunlu din dersine karşı yürütülenmuhalefet. Özellikle Alevilerin yoğun muhalefetiylekarşılanan zorunlu din dersi başta Pir Sultan Abdal KültürDerneği ve Alevi Bektaşi Federasyonu olmak üzere birçokgrup tarafından protestolara konu oldu. Özellikle sondönemde yargı alanından alınan sonuçların artması bumeşru talebin dillendirilmesini de artırdı. Daha genişkesimin gündemine soktu. Önce Danıştay’ın kararı, dahasonrasında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nden gelenkararlara rağmen somut değişimlerin yapılmaması isetepkileri büyüten bir diğer etmen oldu.

Zorunlu din dersi tartışmasında hükümetin yaklaşımınıDevlet Bakanı Faruk Çelik şu sözlerle dile getirdi: “Din dersikalksın’ diyorlar. Ne derdiniz var din dersiyle, niye kalksındin? Din ile bu salondaki insanların, bu milletin bir problemiyok ki. Şahsen, açık ve net söylüyorum, bu yaklaşım bizimiktidar olarak doğru bulmadığımız bir yaklaşımdır.” İşteböyle bir çarpıtmayla savunulan eğitim sistemi aslında tümsavunmalara rağmen ayrımcılığın ve “ötekileri” yoksaymanın adıdır.

Birbirinden farklı birçok halkı, dini ve mezhebi içindebulunduran bu topraklarda devletin eğitimi köleleştirmekampı olarak ele alması bir tercihin ürünüdür. Egemendüşüncesi, farklılıkların özgürlüğünü değil, sadece birineuyumu esas alır. Diğer tüm farklılıklar ise bu süreçte ötekilerdiyerek yok sayılır, aşağılanır ve mümkünse asimile edilir.Devlet için amaç, eğitim ve bilimden önce yönlendirme,kimliksizleştirme, düzene itaattir. Böyle bir algı yapısı daedebiyat, tarih, din, milli güvenlik dersleri başta olmaküzere tüm eğitim müfredatı ve mantığını ehlileşmiş bireyyetiştirmeye odaklar. Osmanlı’nın kahramanlığı ve “komşuülkelerin düşmanlıkları”ndan ibaret tarihten, ünlüedebiyatçıların unutulduğu edebiyat dersinden Aleviliğebirkaç sayfa ayırmayı eşitlik sayan din dersine her dersbaşka bir aldatmacanın, çarpıtmanın ürünüdür.

Zorunlu din dersiyle ilgili şu soru günceldir; “Laik olduğuiddia edilen eğitim sisteminde din dersinin ne işi olur?” Busorumuzun yanıtı aslında din dersinin olmadığı, Din Kültürüve Ahlak Bilgisi dersinin var olduğudur. Dua ezberletilen,İslam’ın Sünni mezhebiyle ilgili anlatımların %90’ınıoluşturduğu bir ders! Düzen, üstü örtülemez bu gerçekliğerağmen bu baskı ve asimilasyon mekanizmasındanvazgeçmek istememektedir. Tüm açılım aldatmacalarınarağmen zorunlu din dersinde ısrarın nedeni budur.

Son dönemde bu baskı mekanizmasına karşı yükselenses oldukça önemlidir. Artık ezilen halkların, mezhepleringençleri eşit eğitim hakkını istemektedir. Doğal olarakbugünün sınırlarında tepkileri sadece kendilerine yönelikbaskı ve gerici bakışa yönelmektedir. Bize düşen, bunu birbütün olarak eğitim sistemi ve düzene karşı evriltmektir.Esas olan tüm işçi-emekçi çocuklarına yönelik bir saldırıolduğunun altını çizmektir. Anadilde eğitimi reddedenler,zorunlu din dersini savunanlar milli güvenlik dersinikarşımıza koyanlardır. Milli güvenlik dersi bu açıdan ortakhedef olarak gösterilebilir. Düzenin bizzat subaylar eliyleverdiği bu ders, egemen düşüncenin okullardaki postallısavunuculuğudur. Üniformalı subayların karşısında liseligençliğe darbe günlerinin disiplini dayatılmaktadır.

Eğitim sisteminin bu dayatmacı politikalarına karşızorunlu din dersinin kaldırılması talebi ile birlikte milligüvenlik dersinin kaldırılması, anadilde eğitim hakkınınverilmesi taleplerini yükseltmeliyiz.

Devrimci Liseliler Birliği

Page 21: Sİ Kızıl Bayrak 10-41

“YÖK dağıtılacak!”Genç-Sen, Anadolu Üniversitesi’nde her hafta

yaptığı “Sınavlar kalkacak YÖK dağıtılacak” eyleminiEskişehir merkeze taşıdı.

14 Ekim günü İl Sağlık Müdürlüğü önündetoplanan Genç-Sen üyeleri Adalar Migros önüneyürüdü. Basın açıklamasında ise gençliğe dayatılangeleceksizliğin ve güvencesizliğin kader olmadığı,okullarda soruşturmalar ve cezalarla mücadeleninüniversitelerden uzaklaştırılmaya çalışılarak okullarınsivil polislerle doldurulduğu ifade edildi.

Gençlik 6 Kasım’ı tartıştıİstanbul Ekim Gençliği 6 Kasım sürecinin

tartışıldığı bir toplantı gerçekleştirdi. 6 Kasım’ı

örgütleme süreci ve yeni dönemdeki gençlikgündemlerinin masaya yatırıldığı toplantının açılışkonuşmasında, gençlik hareketinin tablosu vegençliğin karşı karşıya kaldığı saldırılar ortayakonuldu.

Mücadele görevlerinin de konuşulduğu toplantıdabu seneki 6 Kasım sürecinin tartışmaları aktarıldı.Sürece ve gündemlere dair anlatımların sonrasındaYÖK’ün son genelgesi, 6 Kasım’ın ayrışmagerekçeleri ve Ekim Gençliği cephesinden Ankaraeylemi tercihinin nedenlerine dair tartışmalaryürütüldü.

Toplantıda, 6 Kasım sürecinde genç komünistlerinhazırlıkları güçlendirmesi ve YÖK düzenine karşı birpolitik söylemle gençliğe gitmek gerektiği vurgulandı.

Ekim Gençliği / Eskişehir -İstanbul

Gençlik hareketi Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak * 21Sayı: 2010/41 * 22 Ekim 2010

6 Kasım’da alanlara!

Soruşturma ve ceza terörüne karşı EskişehirAnadolu Üniversitesi ve İstanbul Yıldız TeknikÜniversitesi’nde direnişler sürüyor. Eğitim haklarıgasbedilen öğrenciler üniversitelerinin kapısı önündegerçekleştirdikleri faaliyetlerle üniversiteyönetimlerinin baskıcı ve anti-demokratikuygulamalarını teşhir ediyorlar. Direnişi kapı önündensokaklara taşıyan öğrenciler sendikaların, ilerici vedevrimci kurumların da desteğiyle bu saldırıya karşıkamuoyunda duyarlılık oluşturmaya çalışıyorlar.

AÜ’de direnişe devam AÜ direnişinin 8. gününde (14 Ekim), polis

tarafından katledilen Şerzan Kurt’un davasına dikkatçekildi.

Üniversite girişine pankartların asıldığı 8. gündebildiri dağıtımı gerçekleştirildi.

Ayrıca 15 Ekim’de Eskişehir’de görülen ŞerzanKurt davasına dikkat çeken “Polis terörüne son!Şerzan Kurt ölümsüzdür!” ozaliti de kampüs girişineasılarak öğrencilere duyarlılık çağrısında bulunuldu.

YTÜ direnişinde 6 Kasım çağrısıYTÜ direnişinin 23. gününde (19 Ekim), afiş ve

pankartların asılmasının ardından YÖK ve YÖKdüzenini teşhir eden afişlerle 6 Kasım’da mücadelealanlarına çağrı yapıldı. Dağıtım sırasında üniversiteöğrencileri, rektörlüğün bu haksız tutumuna karşı

direnişin doğru bir yol olduğuna dair yorumlar yaptı.Bildiri dağıtımı sonrası direnişçi öğrenci, Genç-Sen’liöğrencilerle beraber KAMPÜS gazetesini öğrencilereulaştırdı.

24. günde de çeşitli materyallerle 6 Kasım çağrısıyinelendi.

YTÜ direnişçisiyle dayanışma amacıylagerçekleştirilecek eylemin çağrısı yapıldı. Üniversiteyönetiminin keyfi uygulamalarından biri olan ‘ziyaretçiyasağının’ 20 Ekim günü de uygulanması, direnişin birdiğer gündemi oldu. Bu konuda okula gelenziyaretçilerle sohbet edildi. Yapılan sohbetlerdeüniversite yönetiminin keyfi tutumu teşhir edildi.

Eğitim Sen’den protestoEskişehir Eğitim Sen 17 Ekim günü gerçekleştirdiği

eylemle soruşturma ve ceza terörünü protesto etti.Hamamyolu Yediler Parkı’nda toplanan kitle

“Üniversite Öğrencileri Yalnız Değildir / Soruşturmalarve Cezalar Geri Alınsın! / Eskişehir Eğitim Sen”pankartı arkasında Adalar Migros önüne yürüdü.Yapılan ajitasyon konuşmalarında üniversitelerin yarıaçık hapishaneye döndürülmek istendiğine vurguyapıldı. Öğrencilerin aldıkları cezalara ilişkinmahkeme tarafından ‘yürütmeyi durdurma’ kararıverildiği söylenerek yaşanan hukuksuzluğa da dikkatçekildi.

Yürüyüşün sonunda basın açıklamasıgerçekleştirildi. Bilim yuvası olması gerekenüniversitelerin soruşturmalarla ve cezalarla, sivilpolisin okulun içine yerleştirilmesiyle ve en ufak birhak arama mücadelesinin bile baskıyla karşılanmasıylabirlikte kışlaya dönüştürüldüğüne vurgu yapıldı.

Basın açıklamasının ardından uzaklaştırma almışöğrencilerin velileri söz aldı. Veliler, parasız eğitimisteyenlerin, halkların kardeşliğini savunanlarınokuldan uzaklaştırıldığını ifade etti.

200’ü aşkın kişinin katıldığı eyleme Ekim Gençliği,DGH, EHP Gençliği, EHP, Öğrenci Kolektifleri,Halkevleri, ÖDP, Gençlik Muhalefeti, KurtuluşYolunda Dev-Genç ve Genç-Sen örgütleyici, GençlikDerneği, EMEP ve TKP ise destekleyici olarak katıldı.

Ekim Gençliği AÜ - YTÜ

Soruşturma-ceza terörünekarşı mücadele sürüyor!

İzmir’de öğrencilerhaklarını istiyor

DEÜ’de ulaşım eylemiİzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Tınaztepe Kampüsü

içerisinde ücretsiz ulaşımı sağlayan “YERLEŞKE”otobüsü paralı hale getirildi. Buna tepki olarak 13

Ekim günü sorunlarını rektör yardımcısının katıldığıbir toplantıda dile getiren öğrenciler “Sizpalavracısınız, yalan söylüyorsunuz” suçlamalarıylakarşılaştı. Bunun üzerine öğrenciler anfileri toplucaterk ederek kampüs içerisindeki yol kesmeeylemlerine devam ettiler. Topluca ana kapıyayürüyüş düzenlendi.

15 Ekim Cuma günü de öğrenciler sabah anakapıda bir araya geldi. Öğrenciler, kampüs içi ulaşımısağlayan yerleşke otobüsüne ücretsiz bindiler. Sabahbaşlayan eylemde kampüsün ana girişinden yaklaşıkolarak 300 metre ilerisinde yol kesildi ve hiçbiraracın geçmesine izin verilmedi. Bunun üzerineüniversite yönetimi araçları kampüsün diğergirişlerine yönlendirdi. Öğrencilerle görüşmeyegelen genel sekreter öğrencilerden temsilci isteyerekbelediye yöneticileriyle yapılacak görüşmeye davetetti.

Bunun üzerine iki öğrenci temsilci olarakgörüşmeye gitti. Fakat orada yapılan görüşmedebelediye yetkilileri öğrenci temsilcilerinin toplantıyaalınmamasını sağladı. Bunun üzerine kampüsedönen temsilciler durumu aktardı. Ortak kararalınarak eylemli bir biçimde kampüs içerisindebulunan bütün fakültelere gidilerek destek çağrısıyapıldı. Belediye ve rektörlüğün tutumu teşhir edildi.

Son olarak topluca Fen-Edebiyat Fakültesi’ndetoplanılarak bundan sonraki süreç tartışıldı.

EÜ’de formasyon mücadelesi Ege Üniversitesi’nde formasyon hakkının gaspına

karşı koşulsuz formasyon talebiyle kurulan‘Formasyon Mağdurları Platformu’ her haftagerçekleştirecekleri eylemlerine 14 Ekim Perşembegünü başladı.

Eylem, Edebiyat Fakültesi önünden “KoşulsuzFormasyon İstiyoruz / Formasyon MağdurlarıPlatformu” pankartının açılmasıyla başladı. Buradanhazırlık binası önüne yüründü. Hazırlık öğrencilerineformasyon hakkının öğrencilerin elinden alınmasısürecini anlatan ve onları da mücadeleye çağıran birajitasyon konuşması yapıldı. Hazırlık binasındanöğrenci çarşısına yapılan yürüyüşün ardından basınaçıklaması gerçekleştirildi.

Basın açıklamasından sonra Fen Fakültesi’ndekiTaş Kafe’nin önüne yürüyüş düzenlenerek buradakiöğrencilere, formasyon sorununun Fen Fakültesiöğrencilerini de ilgilendirdiği ve dolayısıyla birliktemücadele edilmesi gerektiği anlatıldı. FenFakültesi’nden Edebiyat Fakültesi’nin önüneyürünmesinin ardından eylem son buldu.

Page 22: Sİ Kızıl Bayrak 10-41

Dünya22 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2010/41 * 22 Ekim 2010

Fransa burjuvazisinin emeklilik reformu saldırısınakarşı 16 ve 19 Ekim tarihlerinde gerçekleştirilen genelgrevler hayatı felç etti. 12 Ekim’de yapılan genel grevinardından bazı sektörlerde süren süresiz grevler ve liseöğrencilerinin eylemleriyle beraber son iki genel grev,reform paketini sokakta parçalamak için Fransasokaklarını dolduran milyonlarca emekçinin mücadelekararlılığını gösterdi.

Fransa’yı sarsan genel grev ve sokak eylemleriFransız burjuvazisini terdirgin etti. Fransa Senatosu’ndaoylanması beklenen reform paketinin haftasonunadoğru Senato’nun gündemine geleceği açıklandı. Bunarağmen sokak eylemleri ve grevler hız kesmedendevam etti.

16 Ekim: Fransa’da sokaklaremekçilerin

Emekçiler 16 Ekim günü eylül ayı başından bu yanabeşinci kez sokağa çıktı. Ülke genelinde düzenlenen230’u aşkın gösteriye 3 milyona yakın kişi katıldı.Fransa hükümeti ise eylemlere katılım sayılarını,çarpıtarak kamuoyuna duyurdu. Geçmiş eylemlerde debenzer bir tutum sergileyen İçişleri Bakanlığı, sayıyı825 bin olarak verdi. En büyük gösteriler, Paris,Marsilya, Toulouse, Bordeaux ve Lyon kentlerindegerçekleşti. Paris’te 310 bin kişi yürüyüşe katıldı.

Çeşitli alanlarda grev süresiz olarak devam ederkenözelikle demiryolu ve petrol rafinerisi çalışanlarınıngrevleri Fransa burjuvazisine sıkıntılı günler yaşattı.Petrol rafineri ve depolarının büyük kısmı kapanmışdurumda.

Demiryolu işçilerinin ve havaalanlarında yerhizmetlerinde çalışanların grevi nedeniyle ulaşımın ülkegenelinde olumsuz etkilendiği bildirildi. Günlerdirlimanlarda da devam eden grevden en fazla Marsilyaetkilendi. Tüm faaliyetlerin durması nedeniyle 63 gemidenizde kaldı. Bunların 28’i petrol, 5’i kimyasalmaddeler ve 8’i gaz taşıyan gemilerden oluşuyor.

Ülke genelindeki 12 rafineride çalışanlar greve tamkatılım sağladı. 12 Ekim’den bu yana süren grevnedeniyle petrol sıkıntısı başladı. Havaalanlarına yakıtgönderilemezken, Paris’teki iki havaalanının stoklarıtükenmek üzere. Ayrıca ülke genelinde onlarca petrolistasyonu petrolün kesilmesi nedeniyle kapandı.

12 Ekim’de gerçekleştirilen genel grevle beraberalanlarda boy gösteren lise öğrencilerinin katılımıdikkat çekti. Lise boykotlarıyla grev sürecindeüzerlerine düşeni yapan öğrenciler, ülkenin her yanındaişçi ve kamu emekçileriyle beraber sokaklara çıktı.

19 Ekim: Eylemler sertleşiyor19 Ekim günü gerçekleştirilen genel grev nedeniyle

bir kez daha hayat dururken rafineri grevi nedeniylebaşlayan yakıt krizi de derinleşti. Petrol rafinerisiişçilerinin son 1 haftadır sürdürdüğü grev nedeniyleyakıtsız kalan benzin istasyonu sayısı 2 bin 500’e çıktı.

Grev ve eylemler nedeniyle ülkede hayat durdu.Başta Paris olmak üzere Rennes, Orléans, Toulouse, LeHavre, Caen, Bordeaux, Chartres, Pau, Rouen, Lyon,Marsilya, Chalons gibi birçok kentte gösterilerdüzenlendi. Eylemlere azgınca saldıran Fransız polisiyüzlerce kişiyi gözaltına aldı. Göstericilerle polisarasında sert çatışmalar yaşandı. İçişleri Bakanlığı,163’ü bugün olmak üzere son bir haftada 1158 kişiningözaltına alındığını bildirdi.

Ülke genelinde 266 gösteri düzenlenirkensendikalara göre Paris’te 330 bin kişi, Marsilya’da 240

bin, Toulouse’ta 155 bin, Bordeaux’da 140 bin,Rouen’de 60 bin, Havres’da 60 bin, Caen’de 60 bin,Rennes’de 50 bin kişi eylemlere katıldı. Bugünkügrevler nedeniyle ulaşım felç oldu. Fransa UlusalDemiryolları Kuruluşu’nda, şirket idaresine göre grevekatılım yüzde 30.4, CGT sendikasına göre ise yüzde42.68 oranında gerçekleşti. Paris ve bölgesindeki toplutaşımada da grev etkisini gösterdi. Marsilya’da 23’üncügününe giren grev nedeniyle 64 gemi ve 4 kayıkdenizde kaldı. Özel sektörde de grevler yaşandı.

Sabah saatlerinden itibaren eylemlere başlayanöğrenciler Paris’teki büyük Republique Meydanı’ndaçöp konteynırları ve inşaat malzemeleri ile barikatlarkurarak trafiği felç etti. Lyon, Comble la Ville veözellikle Paris’in banliyölerinden Nanterre kentindeliseli öğrencilerle polis birimleri arasında çatışmalaryaşandı. Nanterre’de, polisin saldırdığı gençlere PabloPicasso adlı hassas bir bölgeden banliyö gençliğinin deliselilere destek vermesiyle çatışmalar sertleşti. Gençler5 araba yakıp, sokaklardan kopardıkları parçalarla, şişe,tornavida ve demirlerle polise karşılık verdi. Liseliöğrenciler de eylemlere katılım sağladı. Liseliöğrencilerin ikinci büyük sendikası FIDL bin 200 lisedeeylem yaşandığını duyurdu. Bunların 850’sinin blokeedildiği kaydedildi. Ülke genelindeki 83 üniversiteden10’u bugün öğrenciler tarafından bloke edildi. Bazıüniversiteler kapandı.

Hükümet, grev nedeniyle kapısına kilit vuran 3 anarafineriyi açmak için polis ordusunu göndermekzorunda kaldı. Grev nedeniyle yakıtsız kalan benzinistasyonu sayısı 2 bin 500’e çıktı. Rafineri işçileriözellikle tüm Paris ve banliyölerine benzin veren Seineet Marne giriş kuyusunu tıkadılar.

Lorient’teki eylem CGT, CFDT, FSU, Solidaires,Unsa, CFTC, CFE-CGC, Unef sendikalarından oluşanortak komite tarafından düzenlendi.

Sendika evlerinin önünde toplanıldıktan sonra birbasın açıklaması yapıldı. Basın açıklamasının ardındanyürüyüş başladı. Yürüyüşte CGT’nin korteji kitleselliğive canlılığıyla dikkat çekiyordu. Şehir merkezine doğruyürüyen kitle burada bir tur attıktan sonra, Lorient’inpetrol depolarına gidip buraları bloke etti. Bununüzerine polis gaz bombalarıyla saldırıya geçerek kitleyidağıttı. Lorient şehrine gelen ana yollar sabah 7’densaat 10’a kadar kilitlendi ve otoban tümüyle kapatıldı.Eyleme 20 binin üzerinde bir katılım oldu.

Petrol taşıyan tanker ve ağır vasıta sürücüleri 18Ekim sabahı kamyonlarıyla Essone bölgesindeki A-1otoyolunu “salyangoz operasyonu” ile 3 saat boyuncatıkayarak trafiği kilitlediler. Exxon Mobil petrol şirketiise durumu “kritik” olarak nitelendirdi. Şirketin birsözcüsü başkent Paris ya da Nantes bölgesinde dizelyakıt bulmanın kolay olmadığı itirafında bulundu.Ülkenin kuzey-batı bölgelerinde de ciddi yakıtsıkıntısının baş gösterdiği açıklanırken, UluslararasıEnerji Ajansı, Fransa’nın acil durumlar için tuttuğupetrol rezervlerini kullanmaya başladığını duyurdu

Fransa’da 7 milyon kullanıcısı olan demiryollarıçalışanları da grevi sürdürünce kara ulaşımı, özellikebaşkent Paris’te tümüyle felç oldu. Grevler, baştabaşkent Paris’te olmak üzere ülke genelinde havaulaşımını etkiledi.

20 Ekim: Oylama ertelendi eylemlersürüyor

Fransa’da Senato’nun, reform planlarını 20 Ekimgünü oylaması planlanıyordu, ancak daha sonra

oylamanınhaftasonuna doğru yapılacağı açıklandı.

Grevler nedeniyle 4 bin benzin istasyonu işlemezhale gelirken gösterilerde protestocularla polis arasındasert çatışmalar yaşandı. Başta Paris’te olmak üzere ülkegenelinde hava ulaşımı da etkilendi.

Tasarıya karşı çıkan petrol rafinerilerindeki işçilerinbaşlattığı grev, ülkede yakıt sıkıntısına yol açarken, yinedemiryolları işçilerinin grevi ulaşımı sekteye uğratıyor.

Öğrenci temsilcileri de emeklilik reformuna ilişkinoylama öncesi daha fazla protesto gösterisidüzenlenmesi çağrısında bulundu. Lyon’da bazıdükkanlar tahrip edilirken Paris banliyölerinde dearaçlar ateşe verildi.

Fransız polisi grev kırıcılığına soyundu

Fransız devleti yükselen mücadele ve radikalleşeneylemlere azgınca saldırdı. Fransız polisi, Batıbölgelerindeki üç rafineride süren işgal eylemini sonaerdirmek için grev kırıcılığına soyundu. Rafinerilereoperasyon düzenledi. Fransa İçişleri Bakanlığırafinerilere yönelik operasyonların devam edeceğinibildirdi. Bakanlık ayrıca son iki gündür çıkan olaylardabin 500 kişinin gözaltına alındığını da açıkladı.

Sendikaların verdiği rakamlara göre Fransa’da soniki ayda gerçekleşen 6 genel greve katılımlar şöyle:

19 Ekim : 3,5 milyon 16 Ekim : 3 milyon 12 Ekim : 3,5 milyon 02 Ekim : 3 milyon 23 Eylül : 3 milyon 07 Eylül : 2,7 milyon

Emekçilerin öfkesi Fransa’yı sarsıyor!

16 Ekim 2010 / Fransa

19 Ekim 2010 / Fransa

Page 23: Sİ Kızıl Bayrak 10-41

Dünya Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak * 23Sayı: 2010/41 * 22 Ekim 2010

Fransa işçi sınıfı Eylül ayının başından beri sonyılların en büyük işçi eylemlerini gerçekleştirdi.Finans kapitalin emeklilik yaşını 60’tan 62’ye, tamemeklilik yaşını 65’ten 67’ye çıkarma saldırısına, işçisınıfı genel grev dalgalarıyla cevap verdi. İki aylık birdönemde 6 genel grev yaptı ve her genel greve katılımiki buçuk, üç milyon kişiyi buldu. Fransız işçi sınıfımuazzam bir kitle mobilizasyonu gerçekleştirdi.

“Mezarda emeklilik” taslağı, aslında sistematiksosyal yıkım saldırılarının mızrak ucu işlevinigörüyor. Fransa işçi sınıfı, öğrenci gençliğin aktifkatılımıyla saldırılara kitlesel barikat oluşturarak,büyük bir direnç gösteriyor. Genel grev silahıyla,finans kapitale açık ve net yanıt üretiyor.

Uluslararası işçi hareketinin büyüksalınımı: Akdeniz Havzası

Fransa’da genel grev dalgası AkdenizHavzası’ndaki büyük işçi hareketliliğinin birgöstergesi olarak dikkat çekiyor. Bu dalganın ilktetikleyicisi Yunanistan işçi sınıfıydı. Yunanistan’dayaşanan mali kriz, AB’nin Yunanistan’ın yenidensömürgeleştirilmesini hedefleyen adımlar atmasınayol açtı. Yunanistan’a dayatılan politikalar bir karşıdevrim niteliği taşıdı. Yunanistan işçi sınıfı, finanskapitalin saldırıları karşısında, 2010 yılının Şubatayından beri bir dizi genel grev ve yaygın sektörelgrevlerle ayağa kalktı. “Avrupa halklarını isyanaçağırdı”.

Yunanistan’da yaşanan mali kriz, kapitalist krizinikinci evresini simgeledi. Krizin birinci evresindebankalar, tekeller, büyük sigorta şirketleri batmıştı.Kapitalist devlet hem kapitalist işleyişten, hem definans kapitalin egemenliğinden sorumlu bir aparat/aygıt olarak, hemen harekete geçti ve borçlarıkamusallaştırdı. Bu süreç devlet bütçelerindeki açığıderinleştirdi. Ayrıca kapitalist krizin yarattığıolumsuzluklar sorunu daha da büyüttü. Ve kapitalistkrizlerde yaşanan bir döngü kendini dışa vurdu.Kısaca krize müdahale daha derin bir krizindoğmasına yol açtı. Finans krizi, devletlerin mali kriziya da borç krizine dönüştü. Önce Dubai, sonraYunanistan’da yaşananlar bu gelişmenin birparçasıydı. Krizin birinci evresinde bankalar, şirketlerve tekeller batmıştı. İkinci evresinde ise devletler iflasediyor, batıyordu.

Yunanistan’daki mali kriz önce AB tarafındanlokal bir gelişme olarak değerlendirildi. Fakat krizinözellikle AB’nin periferisini (yani AB’nin dominantülkelerinin dışındaki tüm bölgeyi) sarma riskininortaya çıkması AB’yi harekete geçirdi. AB MerkezBankası ve IMF, Yunanistan’a 110 milyar Avro’yufinansal “destek” olarak verdiğini ve ayrıca 750milyar Avro’yu AB ülkelerinde yaşanacak sorunlariçin rezervde tuttuğunu açıkladı. Ve ardındanYunanistan’a ülkenin yeniden sömürgeleştirilmesiniiçeren programlar dayattı. İşçi sınıfına karşı devrimcitaktiklerle saldırdı. Aynı politikalar bugün Avrupa’nıngenelinde finans kapitalin izlediği program olarakhayata geçirilmeye çalışılıyor.

Yunanistan işçi sınıfı bu karşı devrimci saldırıya,

büyük bir direnç gösterdi. Genel grevler, grevler, kitlegösterileri özellikle Akdeniz Havzası’nda büyük işçihareketlerinin doğmasını tetikledi. Yunanistan işçisınıfı bir öncü müfreze gibi bir taraftan Avrupa işçisınıfına yönelik saldırıların ön barikatı oldu, diğertaraftan Avrupa işçi sınıfına izleyeceği yolu gösterdi.

Yunanistan’da dışa vuran mali krizin, senkronizebir şekilde İtalya, Fransa, Portekiz, İspanya, İngiltere,İrlanda’da yaşanma olasılığı özellikle AkdenizHavzası’nı öne çıkardı. Havzada olası bir mali krizsenkronizasyonu sonucu çok ciddi gelişmeleryaşanabilir. OECD ülkelerinin 34 trilyon dolar bütçeaçığının, AB ülkelerinin 16 trilyon dolar bütçeaçığının olduğu koşullarda, tek bir ülkede yaşanacakmali kriz bile sarsıcı sonuçlar doğurabilir.

Bugün yaşadığımız büyük bunalım niteliğindekikapitalist kriz, artık krizlerin lokalizasyonunu inceltti.Özellikle Akdeniz Havzası’nda yeni bir mali krizin yada borç krizinin patlaması, beraberindesenkronizasyon etkisi yaratabilir. Yunanistan krizibunun bir pratiği oldu. Özellikle önümüzdekidönemde son derece yıkıcı bir mali krizin İspanya’yısarması olasıdır. Arjantin krizine benzetilen böylesinebir kriz Akdeniz Havzası’nda büyük sarsıntılardoğurabilir. Senkronizasyonu tetikleyebilir.Sarsıntının şiddeti bütün kıtada hissedilebilir.

AB’nin periferisinde yaşanan büyük işçihareketlerinin AB’nin emperyalist çekirdeklerinietkilememesi düşünülemez. Fransa’daki gelişmebunun göstergelerinden biridir. Aynı gelişmeninAlmanya’ya yansıması (mali kriz senkronizasyonuylabirlikte) olasıdır.

Finans kapital bu süreci bir taraftan kontroletmeye çalışırken, diğer taraftan AB’nin yenidenyapılanması ya da dizaynı doğrultusunda adımlaratıyor. AB’nin dominant ülkelerinin dışında bütünçevrenin Çinleştirilmesi, Avrupa’nın Çin’i halinegetirilmesi amaçlanıyor.

Bunun anlamı, küresel bir karşı devrim

stratejisidir. Sınıfın tarihsel haklarının gaspı, sınıfasosyal yıkım programlarının dayatılması, sınıfınköleleştirilmesi ve boyunduruk altına alınmasıdır.Bugün kıta düzeyinde yaşananlar bu sürecinbaşladığını işaretliyor. Finans kapital Avrupa işçisınıfına son derece soğukkanlı ve rafine bir şekildehazırlanmış sosyal yıkım programları dayatıyor. Amabu saldırılara işçi sınıfı geçit vermiyor.

Yunanistan’dan İtalya’ya, İspanya’dan Portekiz’ekadar sınıfın ayağa kalkması, 21. yüzyılın en önemlisınıf hareketlerinden biri olarak değerlendirilebilir.Fransa işçi sınıfının Yunanistan işçi sınıfının yolundanyürümeye devam etmesi, önümüzdeki günlerin sertsınıf mücadelelerine sahne olacağını gösteriyor.

“Bu bir sınıf savaşıdır”Yukarıdaki başlık Fransa’daki genel grevde

taşınan bir pankarttan alınmadır. Evet, kapitalist krizçeyrek asırlık neo-liberal hegemonyayı kırarak,“unutulmuş” kavramları ve güçleri, metropoller dahil,yeniden toplumsal mücadelenin içinden ortayaçıkardı.

Fransa işçi sınıfı, yaptığı eylemlerle sınıfsavaşındaki yerini ve safını aldı. Ve dünya işçisınıfına güç verdi.

Fransa işçi sınıfı, tarihsel köklerine dayanaraksiyasal literatüre girmiş bir kavramla, “Fransızcakonuşuyor”. Yani pratiğiyle, gerçekleştirdiğieylemlerle ontolojisini yeniden kuruyor. Fransa işçisınıfına 1968 Mayıs’ı yol gösteriyor. Fransa işçi sınıfı1968 Mayıs’ında tarihin en büyük genel grevinigerçekleştirmişti. Yine işçi sınıfı muhteşemyaratıcılıklarıyla fordizmin krizini açığa çıkarmıştı.Bugün yapılan genel grevler için sermayenin vedevletin 1968’e gönderme yapması boşuna değil.Yakın dönemde finans kapitalin bir dizi saldırısı(1995, 2003, 2006) bertaraf edilmişti. İşçi sınıfınınkolektif aksiyonu finans kapitali geriletmişti. Bubirikimler ülkedeki devrimci, sosyalist gelenek ve işçisınıfının faşizme karşı direnişi Fransa işçi sınıfının

Fransa’da genel grev senkronizasyonu

Sınıf hareketinin yeni odağı: Akdeniz Havzası

Volkan Yaraşır

Page 24: Sİ Kızıl Bayrak 10-41

ruhunu besliyor ve şekillendiriyor. 7 Eylül’den bugüne kadar gerçekleşen genel

grevler sınıfın sosyal yıkım politikalarına karşı aktifdirenişini gösterdi. Ayrıca öğrenci gençliğin, dahaönceki yıllarda yaptığı gibi safını sınıfın yanındabelirlemesi ve genel grevlere aktif ve militancakatılması da önemli oldu. Özellikle liseli gençlikyüzlerce okul blokajıyla eğitimi fiilen engelledi.Öğrenci sendikaları UNEF, FIDL ve UNL bu sürecison derece iyi örgütledi.

“Hep birlikte genel greve” şiarıyla oluşturulansendikal birlikte, genel grevlerin etkili, yaygın vekitlesel olmasında belirleyici işlev gördü. Özellikle 7Eylül’de yapılan genel grevden sonra, 23 Eylül’detekrarlanan genel grev için hükümetin katılımın azolduğu yönündeki manipülasyonları boşa çıkarıldı.Sınıf hareketinin görkemi karşısında hükümet vesermaye çevreleri genel greve katılımın zayıflığıüzerine politikalar geliştirdi. Ama bu taktik sökmedi.Sınıfın her genel grevi daha güçlü ve daha yaygınörgütlendi. Bu başarıda sendikal birliğin önemli rolüoldu.

Genel grevler CGT, CFDT, FO, SUD, CFE/CGC,UNSA ve Solidaries tarafından örgütlendi. Yoğunkatılım sağlandı. Sosyalist Parti, FKP, Lutte Quvrier,Yeni Anti-Kapitalist Parti genel grevlere aktifkatıldı.

Hükümet oluşan sendikal birliği parçalama vedağıtma taktikleri izledi ama başaramadı. Eyleminkendisi ve patlama şeklinde yayılması bugüne kadarsendikal yapıların ayrı hareket etmesini engelledi.Bu süreç derinleştikçe sendikal birliğin zaafiyetgöstermesinin önüne geçilebilir. Ne var kihükümetin bu birliğin bozulması yönündefaaliyetlerine devam edeceği aşikardır. Ayrıca finanskapitalin, devletin ideolojik aygıtlarının vehükümetin sınıfın moralini bozmaya ve bilinçbulandırmaya yönelik çabaları yoğunlaşacaktır.

Fakat eylemlerin, hükümet ve kapitalizmkarşıtlığı önemli birikimler sağlamıştır. Daha öncekitasarıların 1995, 2003, 2006 pratikleriyleengellenmesi, sınıfa moral ve güç vermektedir. Butasarının geri çekilmesi, yaşanan konjonktürün deetkisiyle, salt Fransa işçi sınıfına değil, baştaAkdeniz Havzası’ndaki ülkelerin ve diğer Avrupaülkelerinin işçi sınıfına yol gösterecektir. Yaniburadaki başarı finans kapitalin küresel karşıdevrimci saldırısına karşı önemli bir zafer olacaktır.Öte yandan “mezarda emeklilik” taslağı son derecekapsamlı sosyal yıkım saldırılarının başlangıcıdır.Sınıfın alacağı yenilgi ise, finans kapitali kıtadüzeyinde saldırganlaştıracaktır.

Fransa işçi sınıfı Yunanistan işçi sınıfının

barikatını tahkim etti. İtalyan işçi sınıfınıngerçekleştirdiği genel grev de aynı mahiyette oldu.Portekiz işçi sınıfı da aynı yoldan yürüyor. Çünküfinans kapitalin bu saldırısının boşa çıkarılması,ardısıra gelecek saldırılara karşı sınıfa müthiş moralve güç verecek.

Yunanistan işçi sınıfının Şubat 2010 sonrasındagerçekleştirdiği bir dizi genel grev, Fransa işçisınıfının bir buçuk-iki ay gibi kısa zamandagerçekleştirdiği güçlü ve dalgasal grevler, İtalya’dayapılan genel grev ve kıtayı saran (ETUC’ungerçekleştirdiği 29 Eylül gibi) büyük kitle eylemlerive gösterileri Avrupa işçi hareketinin yeni birmomente, yeni bir döneme girişini göstermektedir.

Bu süreç bir yandan enternasyonal birörgütlenmenin ihtiyacını yakıcı olarakhissettirmekte, diğer yandan Fransa, Yunanistan,İtalya, İspanya, Portekiz dahil, işçi sınıfınınmücadelesini bir mecrada toplayacak, onu siyasal vebağımsız bir güç haline getirecek, devrimcikimyasını açığa çıkaracak siyasal öncü ihtiyacınıortaya koymaktadır.

Akdeniz Havzası’ndaki işçi hareketinin bu büyüksalınımı, sınıfın nesnel ve öznel şekillenmesinisağladığı gibi, sınıf savaşları da yukarıdabelirttiğimiz ihtiyaçlara yanıtlar üretecekzenginliktedir.

Önümüzdeki dönem sert sınıf savaşlarınasahnedir. Finans kapitalin küresel karşı devrimcisaldırılarına karşı, sınıf ayaktadır. Ve yaşadığımızkonjonktürde inanılmaz imkanlar açığa çıkmaktadır.

Özellikle Akdeniz Havzası önümüzdeki dönemdesınıf hareketi açısından odak coğrafyadır.Unutulmasın bu coğrafyanın devamı Anadolutopraklarıdır. Akdeniz Havzası’ndan gelecek büyükişçi salınımlarının Anadolu coğrafyasını sarsıpetkileyeceği gibi, Anadolu topraklarındayaratacağımız pratikler ve deneyimlerin bu havzayıetkilemesi de kaçınılmazdır.

Burjuva kozmopolitizm, paradoksi bir şekildeenternasyonalizmin zeminlerini iyice genişletti.Ayrıca kapitalist kriz lokalizasyonları inceltti. Artıkhiç beklenmeyen, hesaplanmayan küçük bir atak,gelişme, yani yeni ÇEL-MER’ler, olası havzagrevleri, kent grevleri fay hatlarını kırabilir, o büyükgücü harekete geçirebilir. Yani militan diyalektikişliyor. Hayat ve sınıf savaşları diyalektiğe güçveriyor. Sorun bu diyalektiğin parçası olabilmektir.Yani her atölyede, fabrikada, organize sanayibölgesinde, işçi havzasında sınıfın yıkıcı gücünü,devrimci enerjisini biriktirebilmek ve açığaçıkarabilmektir. Çünkü kıtayı harekete geçirecekzemberek doluyor.

Dünya24 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2010/41 * 22 Ekim 2010

Dünyadan...Akropolis işçilerine saldırı

Yunan polisi grevde bulunan Akropolis işçilerine gazbombalarıyla saldırdı. 14 Ekim sabahı Akrapolis’in girişkapısına gelen polisler, işçilerin üzerine gaz bombalarıatarak içeriye girmeye çalıştı. İşçiler polise pankartsopalarıyla karşı koymaya çalışırken, yaşanan çatışmadaçok sayıda işçi yaralandı.

Grevlerin eksik olmadığı Yunanistan’da, Akropolisişçileri 2 yıllık maaşlarının ödenmesini ve 320 geçiciişçinin işine son verilmesi yönündeki kararın geriçekilmesini istiyorlar.

İtalya’da onbinler yürüdüİtalya’nın başkenti Roma’da on binlerce kişi

metalürji sektöründeki çalışma koşullarınıniyileştirilmesi için alanlara çıktı. İtalya hükümetininpolitikalarının protesto edildiği eylemde, metalsektöründe çalışanların koşullarının iyileştirilmesiistendi.

16 Ekim Cumartesi günü gerçekleştirilen eylemFiom-Cgil’ın (İtalya Genel Emek Konfederasyonu Metalİşçileri Örgütü) çağrısıyla yapıldı. Eylemde, üniversiteöğrencileri ve siyasi partiler de yer aldı.

Eylemde, hükümetin otomotiv sektöründeuygulanan politikaları değiştirmesi talebi öne çıktı.Eylemde Fiom-Cgil ve CGIL flamaları taşınırken, giyilenkımızı kıyafetler de dikkat çekti.

Belçika’da demiryolu greviBelçika’da demiryolu işçileri çalışma koşullarının

iyileştirilmesi talebiyle bir günlük uyarı grevigerçekleştirildi. 17 Ekim günü saat 22.00’de başlayan24 saatlik grev, Avrupa demiryolu ulaşımını felç etti. 24saatlik grev boyunca Londra-Brüksel hattı çalışmazkenLille ve Brüksel kentleri arasındaki hatta sınırlı sayıdasefer yapıldı.

Almanya işçi sınıfı sokağa çıkacak!Alman devletinin 80 milyar Euro’luk tasarruf

paketine, taşeron işçi sistemine, sağlık sistemindekisaldırılara ve emeklilik yaşının 67’ye çıkarılmasına karşıkasım ayında ülke genelinde eylemler düzenlenecek.

Almanya’nın Bavyera eyaletinde metal sendikası IGMetall ve Sendika Konfederasyonu DGB tarafındanörgütlenecek eylemlerin ilki 5 Kasım 2010 tarihinde veiş bırakma eylemi şeklinde olacak.

13 Kasım 2010’da ise Bavyera eyaletinden metalişçileri Nürnberg’e gelecekler. Yapılacak yürüyüş vemitingle birlikte protesto edilecek.

MAN işçileri ise Nürnberg’in en büyük fabrikasındaiş bırakarak eyleme destek katılım sağlayacaklar.

İngiltere’de kapsamlı saldırı hazırlığıİngiltere’de kapitalistlerin yarattığı rekor seviyedeki

bütçe açığını kapamak için hazırlanan saldırıprogramının, İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’ndansonraki en büyük kemer sıkma programı olacağıbelirtiliyor. 130 milyar dolara varan kesintiler, kamuemekçilerine işten atma saldırısı olarak yansıyacak.Yaklaşık yarım milyon kişinin işten çıkarılmasıbekleniyor. Eğitimden sosyal yardımlara, ulaşımdangüvenliğe birçok alanda kısıtlamalara gidilecek.

Madenlerde işçi katliamıÇin’de devlete ait Pingyu Kömür ve Elektrik AŞ

bünyesindeki bir kömür madeninde meydana gelenpatlamada 20 madenci öldü. 17 madenci ise yerinaltında mahsur kaldı. Ekvador’da ise bir altınmadeninde tünelin çökmesi sonucu 4 madenci öldü.

Page 25: Sİ Kızıl Bayrak 10-41

Dünyanın öbür ucunda, 69 gün boyunca yerin 632metre altında mahsur kalan 33 madenci, ancak yüksekbütçeli Amerikan filmlerinde görülebilecek biroperasyon sonucunda kurtarıldı. Türkiye’de benzeridurumlarda işçilerin cesetlerine bile ulaşılamazkenŞili’de madencilerin aylar sonra canlı kurtarılmasıkuşkusuz ki tüm toplumu ilgilendiren bir gelişmeydive binlerce madencinin üç kuruş için göz göre göreölüme gittiği bir ülkede infial yaratmak için fazlasıylayeterliydi.

Ama ne maden işçileri ses çıkardı, ne de bugünekadar katledilen işçilerin yakınları. Bu trajedidengeriye, AKP’li bakanın dalga geçen açıklamalarıylaboyalı basının kurtarılan işçileri konu alan magazinelhaberleri dışında bir şey kalmadı. Medya kurtarılanişçileri ölmekten beter ederken, çıkan az sayıda çatlakses bu gümbürtünün arasında kaybolup gitti.

Türkiyeli işçilerin kaderi ölüm!

Şili’de yaşanan kazaya ve başarılı kurtarmayagelmeden önce Türkiye’nin geçmişten beri işcinayetleri ile fazlasıyla içiçe yaşayan bir ülkeolduğunu hatırlamakta fayda var. Güvenlikönlemlerinin adının dahi anılmadığı, kuralsızçalışmanın kural olduğu pek çok sektörde ölümler veyaralanmalar istatistiksel veriler olarak kanıksanmışdurumda. Özellikle tersaneler ve madenler karoranlarında olduğu gibi cinayet sıralamasında da başıçekmekte.

Basit önlemler ile engellenebilecek kazaların dahiölümle sonuçlandığı, sermayenin üç kuruş için işçilerifeda ettiği barbarlık düzeninde devletin de rol sahibiolduğunu unutmamak gerekli. Dün, ölen tersaneişçilerini cahillikle suçlayanlarla bugün madencileringüzel öldüğünü söyleyen, kaderde ölüm de vardiyenler aynı sistemin sözcülerinden başkası değil.

Son iki buçuk yıl içerisinde sadece madenlerde180 kişinin öldüğü Maden Mühendisleri Odası’nınyayınladığı istatistiklerde görülüyor. Kayda geçmeyentekil kazalar ve cinayetler de düşünüldüğünde busayının daha da yüksek olduğunu tahmin etmek zordeğil. Birkaç ayda bir yeni bir maden cinayeti-grizupatlaması haberi medyaya düşüyor. ÜlkeninBaşbakanı kaderden bahsediyor, bakanı güzel öldülerdiyor. Birkaç günün ardından ulaşılan cenazelerdefnediliyor ve bir başka kazaya kadar konukapatılıyor. Ne alınmayan güvenlik önlemleri, nekaçak maden ocaklarının tablosu, ne taşeronuygulamaları, ne denetim yetersizlikleri... Bunlarınhiçbiri bir anlam ifade etmiyor, işçiler beşer onarölmeye devam ediyor.

Şilili madencilerin “yazgısı”nda kurtarılmak mı var?

Şili’de yaşanan kaza ve kurtarma operasyonu iseBursa, Balıkesir, Kütahya ve Zonguldak’ta katledilenişçilerle Şili’deki işçilerin “kaderleri”nin pek de ortakolmadığını gösteriyor. Hatta Zonguldak’ta 5 aydırişçilerin cesetlerine dahi ulaşılamazken Şili’de

kazazedeler 632 metre derinlikte 3 ay boyunca sağkaldı ve sonunda kurtarıldı. Hayli can sıkıcı olan buduruma düzen cephesinin tepkisi ise bürokratlar vemedya olmak üzere iki boyutlu oldu.

İlk olarak Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı TanerYıldız iki kazanın karşılaştırılmaması gerektiğinisöyleyerek “Birisi bakır, birisi kömür madeni...” gibibir savunma yapmaya çalıştı. Ardından ise 17 Mayıs2010’da yaşanan toplu işçi katliamının ardındanyaşamını yitiren madenciler için “güzel öldüler”ifadelerini kullanan Çalışma ve Sosyal GüvenlikBakanı Ömer Dinçer sahneye çıktı ve “Şili’deki göçükbizde olsa 3 günde çıkarırdık” diyerek işi yüzsüzlüğevurdu.

Bakan arsızlığını şu sözlerle sürdürdü:“İşçilerimizi 560 metreden 3 günde çıkarırdık. Biz çokdaha iyiyiz. Şimdi siz, madenin bir köşesinde göçükolmuşken öbür tarafta güvenli bir yerde bekleyeninsanları görüp ‘Bizde niye böyle değil!’ derseniz,bize haksızlık edersiniz.”

Karadon maden ocağında gerçekleşen kazanınüzerinden geçen 5 aya rağmen işçilere ulaşmak içinbir kazma bile vurulmadığı biliniyor. İşi yapacaktaşeronu bulmak için açılan ihale sonuçlanmadığı için,işçileri düştükleri tahmin edilen kuyudan çıkarmakiçin 5 aydır herhangi bir çalışma yapılmıyor.

Yine bakanların arsızlığını görmek için Şili’demaden işçilerinin sağ kalınmasının sebebine bakmakdahi yeterli. İşçilerin hayatta kalmasını sağlayan enönemli faktör madende bulunan sığınma odaları.İşçiler bu sayede hayatta kaldılar ve ardından dakurtarılabildiler. Türkiye’deki tablo ise bu açıdan daiçler acısı. Türkiye’de sadece 4 madende sığınmaodası bulunuyor. Bunlar da 29 işçinin 55 saat boyuncahayatta kalabileceği odalar.

Bu somut durumun yanı sıra Maden MühendisleriOdası ve Dev Maden-Sen’in açıklamaları, başbakanın“kader” açıklamasının aksine madenlerde yaşanan iş

cinayetlerinin % 98 oranında önlenebilir olduğunusöylüyor. Sayılan temel sebepler ise taşeronlaşma,özelleştirme, sendikal engeller, resmi ve meslekidenetim eksikliği, acil önlem planlarınınbulunmaması, işçi sağlığı ve iş güvenliğiyatırımlarının yapılmaması, kaza sonrasıplanlamalarının yetersizliği...

Medya kepazelikte sınırları zorlarken...

Resmi ağızların birbiri ardına yaptıklarıaçıklamalarla operasyonu hafife almaya çalıştıklarınıve böylece ellerindeki işçi kanını gizlemeyeuğraştıklarını gördük. Ancak bu süreçte boyalı basınınrolü, bürokratlardan bile daha rezil ve aşağılıktı.Madenlerin dibine plazalardan bakmaya çalışanlar,kurtarma haberlerini yaparken en aşağılık bir dilkullandılar, kazanın kendisini ve yaşanan trajediyigörmezden gelerek konuyu kof bir magazin olayınadönüştürmeye çabaladılar. Yerli medya bu konudauluslararası medya tekellerindeki abilerinin yolundangitti. Onların servis ettiği haberleri bolca abartarak vesüsleyerek ekranlara ve sayfalara taşıdı.

İlk başta basın operasyonda kullanılan teknolojiyehaklı olarak ilgi gösterdi ve kapsülün ebatları,kurtarma çalışmalarının yöntemi ayrıntısıyla sunuldu.Ancak işçiler çıkmaya ve açıklamalar yapmayabaşladıkça haberlerin merkezi de değişti. Heraçıklamadan binbir anlam çıkarılmaya, işçilerin özelhayatları deşilmeye, cımbızlanan cümleler üzerindenmanşetler atılmaya, hatta işçilerin aşağıda neleryaptıklarına dair rezil senaryolar üretilmeye başlandı.

Bir işçinin karısını bırakıp sevgilisini yanınaçağırması, bir başkasının enkaz altındayken karısınınkendisi ölürse başka birini bulacağını düşünmesi,işçilerin şov programlarına ve sinema filmindeoynamaya davet edilmesi gibi uydurma hikayelerdöne döne servis edildi. Yine kurtarılan işçilerin

Güncel Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak * 25Sayı: 2010/41 * 22 Ekim 2010..

Şili’deki kurtarma operasyonunun düşündürdükleri…

Kapitalizm kirletir, yozlaştırır ve öldürür!

Page 26: Sİ Kızıl Bayrak 10-41

“şükürayini” yapacak olması boyalı basının temelgündemlerinden oldu. Ancak bunlar arasında ikihaber medyanın ne kadar soysuzlaştığını vedüşkünleştiğini gösteriyordu.

Bazı yayın kuruluşları “Adrıana Barrıentos Şililimadenciler için striptiz yapacak” başlıklı haberisözkonusu kişinin fotoğrafları eşliğinde servis ettiler.Bazı ajanslar ise en hastalıklı beyinlerin ancakdüşünebileceği, burada anmanın bile insanın içinibulandırdığı böylesi haberler, rahatça gazetelerden,TV’lerden ve portallardan geçerek beyinlerimizeulaştı.

Bu bilgi kirliliği arasında yaşanan trajedininboyutu, Türkiye’de yaşanan benzeri cinayetler,hükümetin pervasız açıklamaları medyada pek az yerbulabildi. Ne de olsa maden kazasından magazinhaber çıkarmak hem daha kolaydı, hem de alıcısıdaha fazlaydı.

İşçiler gerçekten kurtuldu mu?

Şili’de maden işçilerinin hayata dönmelerikuşkusuz ki büyük önem taşıyor. Ancak bu“mucize”yi okurken başka gerçekleri de gözardıetmemek gerekiyor. Güvenlik önlemleri daha yüksektutulan Şili’de işçiler hayatta kalmayı başardı ancakburada da koşullar hiç içaçıcı değil. Taşeronuygulamasının yaygınlığı, sıklıkla iş kazalarınınyaşandığı, sendikalaşmanın düşük olduğu ve hattakurtarılan işçilerin de sendikasız çalıştığı bilinmekte.Tüm bunlar Şili gibi emperyalizmin laboratuarıolarak anılan, kapitalist dünyanın parçası olan birülke için şaşırtıcı da değil. Ancak bu olumsuzluklararağmen böylesi bir kurtarma operasyonugerçekleştirilebiliyor.

Oysa dünyanın geri kalanı bu kadar şanslı değil.Türkiye’nin iş cinayetlerinde ön sıralarda olduğudünyanın heryerinde iş cinayetleri yaşanıyor ve pekçok işçi hayatını kaybediyor. ILO verilerine göreyılda 337 milyon iş kazası gerçekleşiyor, her gün 6bin 300 kişi bu nedenle hayatını kaybediyor. Ölümcüliş kazalarının %8’i ise madenlerde gerçekleşiyor.Şili’deki kurtarma operasyonu ile aynı günlerde Çin,Ekvador ve Kolombiya’dan gelen haberler ise birçokişçinin madenlerde hayatını kaybettiği kazalarıbildiriyor.

Tüm bu veriler aslında tek bir gerçeğin altınıçiziyor. O da kapitalizmin işçiler için ölümden başkabir anlamı olmadığı. Birbirine kıyasla az ya da çokolsa da sermayedarların işçi kanıyla beslendiği, karhırsının doğal sonucunun yetersiz güvenlik önlemi veölüm olduğu görülüyor. Şili’deki olumlu örnek iseburadan bakıldığında “İstenildiğinde yapılabilirmiş”ve “kader değilmiş” dışında bir anlam taşımıyor.

Dünyadan26 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2010/41 * 22 Ekim 2010

Paralı askerlik şirketine karşı Basel’ de yürüyüş

Dünya çapında ölümlerle milyarlarca Euro kazançsağlayan İngiltere’nin paralı asker şirketlerinden AEGİS,yakın bir tarihte merkezini Londra’dan Basel’e kaydırdı.

İsviçreli ve Türkiyeli ilerici-devrimci güçler “SavaşKarşıtı Birlik” platformu oluşturarak 16 Ekim günü bireylem örgütledi. Yürüyüşün örgütlenmesi için haftalar önceçalışmalar başlatıldı. Ortak bildiri, afiş ve basın açıklamasıhazırlandı. Platformun bileşeni olan kurumlar Basel’ibölgelere ayırarak afiş çalışması ve bildiri dağıtımıgerçekleştirdi.

İşçi ve emekçilerin gündelik yaşamında önemli bir yertutmayan ve dar bir politik gündem olan bir sorunhakkında yapılacak olan etkinlik ve yürüyüşlerin katılımbakımında belli bir zayıflık taşıyacağı biliniyordu vebunu gözeten bir çalışma örgütlemek özel bir önemtaşıyordu. Yürüyüşün pratik örgütlenmesi deayrıntılarına kadar platformda tartışıldı.

16 Ekim günü kitle Claraplatz Meydanı’nda toplandı.Platform adına ortak metnin okunmasının ardından “Emperyalist savaşa hayır,AEGIS her yerde defolsun” ortak pankartı ardında yürüyüş başladı. Ortak pankartın ardında platform bileşeniyapılar kendi pankart ve flamalarıyla kortej oluşturdu. Yürüyüş, bitene kadar kitle canlılığını korudu. Binlercekişinin yürüyüşe ilgisi dikkate değerdi.

Ortak konuşma metni dışında, platform tarafından önceden saptanan üç merkezi alanda platform üyesi üçyapı farklı temalar işleyen konuşmalar yaptı. Marktplatz’da BİR-KAR adına yapılan konuşmada paralı askerlikşirketleri ve emperyalist savaş teşhir edildi, yeni bir ekonomik bunalımla birlikte emperyalist savaş vesaldırganlık dönemine girildiğine ve sosyalizmin her zamankinden daha yakıcı bir ihtiyaç haline gelindiğinevurgu yapıldı. Güzergah boyunca müzik ve canlı sloganlarla, konuşmalarla coşkusu zayıflamayan ve binlercekişinin yanısıra medyanın da ilgisini çeken yürüyüşte, şirket binasının önüne gelindiğinde öfkeli sloganlaryükseldi. Yapılan ortak konuşmanın ardında eylem sonlandırıldı.

BİR-KAR / Basel

Nürnberg’de işçi toplantısıAlmanya’nın Nürnberg şehrinde “Kapitalist kriz” üzerine Araştırmacı-Yazar Volkan Yaraşır’ın katılımıyla

toplantı gerçekleştirildi. 17 Ekim Pazar günü düzenlenen ve 50’ye yakın işçinin katıldığı toplantı oldukçabaşarılı geçti.

Dört bölüm halinde yapılan sunumlarda krizin nedenleri ile bolluk içinde işsizlik, yoksulluk gibi sonuçları veAvrupa’daki faşist hareketin gelişimi ve görevler üzerinde duruldu.

Yanısıra ‘sendikalar ve sınırları’, ‘örgütlenmenin önemi’ ve ‘kapitalizmde yabancılaşma’ gibi konular elealındı.

Ayrıca toplu iş sözleşmeleri ve önemi ile taban örgütlenmeleri üzerine konuşuldu. Toplantıya Federal Mogul,Leıstrıtz, Bosch, Schöller, Devlet Demir yolları, Eski AEG’den, MAN gibi fabrikalardan işçiler katıldı.

IG Metall Nürnberg Göçmenler Kurulu ve MAN Sendika Temsilcilliği’nden işçiler

İsrail: Taş atan çocuk ailesindenalınacak!

İsrail’in Filistin halkına yönelik faşist uygulamalarına yeni bir tanesi daha ekleniyor. İsrail parlamentosundahazırlıkları süren yeni bir yasa tasarısına göre İsrail askerlerine taş atan Filistinli çocuklar ailelerindenalınacak!

Bu yasa hazırlığı, Doğu Kudüs’ün en yoksul mahallelerinden Silvan’da yaşanan bir gerginlik bahaneedilerek başlatıldı. 60 bin Filistinli’ye karşılık 500 Yahudi yerleşimcinin yaşadığı mahallede, bir Filistinli’ninöldürülmesiyle başlayan gerilim sırasında bir Filistinli ölmüştü.

Bu olayı bahane eden İsrail milletvekilleri çocukların taş atmasını parlamentoya getirdi. Parlamentoyabağlı “çocuk hakları komitesi”(!) adı verilen bir komitede görüşülen yasa tasarısı üzerine konuşan Likud Partisimilletvekili Danny Dannon yasa hazırlığı konusunda şunları söyledi: “Küçük çocukların İsrail’deki masumvatandaşlara taş atması kabul edilemez, bu çocukların anne ve babaları çocuklarına bakamıyorlarsa o zamanhükümetin müdahale etmesi ve o çocukları evlerinden uzaklaştırması gerekiyor.”

Siyonist rejimin sayısız icraatından biri olan bu uygulama aslında Türkiye’ye yabancı değil. Türkiye’de dekolluğun terörü karşısında taş atarak direnen Kürt çocukları karşısında devlet cephesinden benzergirişimlerde bulunulmuştu. Örneğin 10 Aralık 2009’da konuşan Adana Valisi, “polise taş atan çocuklar yuvayaverilebilir” demişti. Aynı vali çocukların ailelerini yeşil kartlarını almakla da tehdit etmişti.

Bu benzerlik kuşkusuz şaşırtıcı değil. Çünkü ikisi de on yıllardır aynı bölgede kıyıcı bir kirli savaşsürdürüyorlar. Aynı zamanda da aralarında derin bir ortaklık ilişkisi var.

16 Ekim 2010 / Basel

Page 27: Sİ Kızıl Bayrak 10-41

Medyanın kapitalizmin temel bir bileşeni halinegelmesi ve toplumu kontrol etmenin etkili bir aracıolması üzerine sayfalar dolusu kitap ve makale bulmakmümkün. Bilinen ve hayli kapsamlı biçimlerde elealınan gerçekleri yinelemeye gerek yok. Ancak uzunzamandır sol tandanslı haberciliği ile bilinen Radikalgazetesinin “Radikal devrim” başlığı ile başlattığıdeğişim kampanyası üzerine birkaç söz etmek ve buvesileyle medyayı bir kez daha masaya yatırmakyerinde olacak.

Tabii Radikal gazetesinin devrim olarakadlandırdığı dönüşümü ele alırken sadece medyanınuğursuz rolüne değil “devrim” kelimesini istismarınave soldan aşırılan kavramların böylesiyozlaştırılmasına da değinmeden geçmemek gerekiyor.

Değerlerin aşırılması ve aşındırılması

Soğuk savaş yılları sola dair tüm kavramların vedeğerlerin büyük bir titizlikle ele alındığı bir dönemolmuştur. Bu dönemde Che tişörtü giymek, Marks’tanalıntı yapmak, devrimden bahsetmek başlı başına takipedilme, tahkikata uğrama sebebidir. Başta CIA olmaküzere uluslararası istihbarat servisleri eliyle tüm dünyasoğuk savaş kurallarıyla biçimlendirilmiştir.

Ancak Doğu Bloğu’nun çöküşü ve “kızıl tehdit”inalt edilmesinin ardından emperyalizm de soğuk savaşkurallarını revize etmek durumunda kalmıştır. O günekadar yasaklanan kavramlar bu kez piyasalaştırılmayave bilinen tanımıyla içi boşaltılmaya başlanmıştır.Burada komünizm tehdidinin yakın vadeli olarakgörülmemesi de etkili olmuş ve Che figürleri, devrimsöylemleri bonkörce kullanılmaya başlanmış,Sovyetler Birliği’nin dünyayı ele geçirip Avrupa veAmerika’nın tozunu attırdığı bilgisayar oyunlarıpiyasada dolanmaya başlamıştır.

Doğu Almanya’nın yıkılışını konu alan “ElvedaLenin” filminde, yıkılışın ardından ortaya çıkan biruydu anteni firmasının kırmızı zemin üzerine sarıçanak anten çizimi ile pazarladığı antenler, bu kavramaşırma sürecini çarpıcı biçimde göstermekte. Buradada görüldüğü gibi amaç bir yandan sempati duyulankavramı ticari malzeme haline getirirken, bir yandanda kavramın içini boşaltmak ve gerçek anlamını tahripetmek, onu karşıtına dönüştürmektir. Kapitalizmi yoketmeyi amaçlayan bir ideolojinin amblemi manidarbiçimde uydu anteni pazarlamak için kullanılmıştır.

Türkiye’de de bu yöntemle sıklıkla karşılaşıyoruz.Özellikle “solcu dizi” furyası bunun ilk akla gelenörneği. Yine birkaç ay önce dönmeye başlayan birreklâm, değerlerin aşırılmasını ve aşındırılmasınıanlatıyor. Firmaya ait peynirler, kızıl ordu marşınıfazlasıyla hatırlatan bir ezgi eşliğinde “yaşasın peynirdevrimi” marşını söylüyor. Dövizler, sloganlar hattayazı karakterleri bile devrimci değerleri ve özellikleEkim Devrimi’ni ayağa düşürmek için seçilmiş.

Radikal’in solculuğu

Konuyu fazla dağıtmadan malum gazeteyedönmekte fayda var. Radikal gazetesi yayın hayatınabaşladığı 1996 yılından bu yana sola meyilli bir gazete

olarakbiliniyor. Özellikle 96’lardaki devrimci hareketliliğinde etkisiyle, ilerici denilebilecek bir ekip tarafındanhazırlanmaya başlanan gazete, Doğan Grubun’a bağlıolmasına rağmen diğer burjuva gazetelerde yeralmayan haberleri sayfalarına taşımayı, hatta kaynakve imkânlarının da gücüyle bu bakımdan yer yer ilericive devrimci basını dahi geride bırakmayı başarmıştır.Ancak bunu yaparkenki amacı hiç de ilerici kaygılariçermemektedir.

Edward Said ana akım medyanın otorite havasınagirdiğini, profesyonel yazarlardan ve okurlardanoluşan bir gruptan çok daha büyük bir topluluklaözdeşleştiği duygusu yaratmaya çalıştığını söyleyerekNew York Times’ı örnek verir: “Times sadece bir avuçinsanın görüşlerini değil, aynı zamanda bütün birulusun hakikatını o ulus adına yansıttığı varsayılanköşe yazılarıyla, ulusal gazete olma özlemindedir”(Edward Said, Entelektüel, syf 40)

Radikal gazetesi de tam buradan yola çıkar ve asılamacı ana akım medya ile özdeşleşen çoğunluğundışında kalan sesleri, muhalefeti bir biçimde kendine,yani düzene bağlamak, onların sesi olduğuyanılsamasını yaratmaktır. Bu haliyle içerisinde yeralan gerçekten ilerici insanlara rağmen kirli birprojenin parçasıdır.

Tabi Radikal’in radikalliğinin sınırları da esasitibariyle diğer yayınlardan çok farklı değildir. Sonyıllarda görülen en büyük sansür dalgasının yaşandığı19 Aralık (2000) sürecinde o da tüm “Radikal”liği ilesansüre katılır ve sessizliğe bürünmekten geri durmaz.Zaman geçtikçe gazete sınırlı özerkliğini de yitirmeyebaşlandı. Önce haber havuzu Doğan Grubu’nun diğeryayınlarıyla ortaklaştı ve birkaç muhabiri dışındaözgünlüğünü yitirdi.

Ardından ise pek çok ilerici kişiyi bünyesindenuzaklaştırırken gerici ve milliyetçi kalemleritoplamaya başladı. Bugün “Radikal devrim”inigerçekleştirmeden önce gazete liberal ve temkinli bir

çizginin temsilcisi haline gelmişti. Yine çeşitli solsoslu haberleri yayınlar durumda olmasına ve çeşitli“değerli” kalemler barındırmasına rağmen sözderadikalliği bile hayli yumuşamıştı.

Radikal’in peynir devrimi

Radikal gazetesinin kendi ifadesiyle devrim olaraknitelendirdiği dönüşüm bir süredir gündemdeydi.Özellikle Zaman gazetesi çıkışlı, Fethullahmüritlerinden Eyüp Can’ın Radikal’in başına geçeceğive gazetede yeni bir çizginin hakim kılınacağı, Can’ınaçıklamalarıyla da duyurulmuştu. Can “Yeni gazete,Taraf ile Cumhuriyet’in arasında olacak. Bir nevi,Türkiye’nin içinde bulunduğu sıkışıklığı aşacak”diyerek büyük iddialarda bulunmuştu.

Gazete sözde radikalliğini tamamlamak için olsagerek “Radikal Devrim” gibi iddialı bir slogan ileduyuruldu. Üstelik Eyüp Can Hürriyet’e yazdığı vedayazısında “Ekim 17’de siz de Radikal olmayı deneyin”diyerek devrim denilince ilk akla gelen 1917 EkimDevrimi’ne de üstü kapalı gönderme yapmadanduramadı. Böylesi manidar bir tarihte çıkan (17 Ekim)ve iddialı sözlerle duyurulan gazete ise rahat birmizanpaj dışında fazla bir yenilik sunmaktan uzak.

Gazetenin en büyük yeniliği, Referans ve Radikalgazetelerinin birleşerek tabloid ebatlarda çıkmayabaşlaması. Radikal gazetesinin eski çizgisine az öncedeğindik. Referans’ın ise Doğan Grubu’na ait düşüktirajlı ekonomi gazetesi olduğunu söylemek yeterli.Tabii bu gazetenin burjuvazinin gündemini vesermayenin hareketlerini ele aldığı, ekonomiden bunuanladığını hatırlatmaya gerek bile yok.

Birleşmenin dışında gazetenin yeni şekli sözdedevrimin en önemli göstergesi. Tabloid gazetelerindaha kolay okunduğu bilinen bir gerçek ama bunadevrim demek hayli anlamsız. Üstelik yeni mizanpajınZaman gazetesine fazlasıyla benziyor olması dahayatın bir ironisi olsa gerek...

Gazete, gençlere söz hakkı vermek ve hitap etmek,sokak yazarlığı adı altında köşe yazarlarını sahayasürmek, kadına yönelik pozitif ayrımcılık gibi pek çokiddiayı da ortaya koyuyor. Ancak bugüne kadarkiçizgisini bilenler için bunlar çok da inandırıcı değil.Gençlikten bahseden Radikal’in paralı eğitim karşıtımücadeleye ne kadar yer ayırdığı, sokağa inecekyazarların hangi çizgiyi savunduğu, kadın sorunundanbahsedenlerin TÜSİAD’ın kadın açılımınagüzellemelerle sayfalarını doldurduğu biliniyor.

Gazetenin çizgisindeki değişimin ise hükümetcephesi ile arasını daha iyi tutmak olacağı, gerek EyüpCan’ın kimliğinden ve kökeninden, gerekse daha ilksayısını Cumhurbaşkanı Gül’e götürmesinden anlamakzor değil.

Tüm bu sayılanlar ve değinemediklerimizdüşünüldüğünde ortada ne “Radikal” bir gazete ne debir “Devrim” olmadığı açık. Radikal çok laf edip solkavramları aşırarak kendine solcu havası vermeye,ilerici duyarlılıkları da liberal bir ufka sıkıştırmayaçabalıyor. Bunu yaparken de düşük tirajını yükseltmeyiumuyor. Bu haliyle bahsettiği “devrim”in malumfirmanın “peynir devrimi”nden bir farkı kalmıyor.

Yorum Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak * 27Sayı: 2010/41 * 22 Ekim 2010

Boyalı basının radikalliği ya daRadikal’in peynir devrimi

Z.Us

Page 28: Sİ Kızıl Bayrak 10-41

Bir ara “umutlar” tavan yapar gibi oldu. Ancak bu,fazla sürmedi, ham hayaller yerini katı gerçeklerebırakmaya başladı. Kuşkusuz bu şaşırtıcı değildi.Elbette herkes için değil, TC gerçekliğinin bilincindeolanlar için bu böyleydi. Ama hayallerini gerçekliğinyerine koymak isteyenler, bunu neredeyse bir düşünüşve siyaset tarzı haline getirenler için yaşanan güncelgerçeklik, hayal kırıklığı olmaktadır.

“Barış turları” başlamıştı, İmralı, siyaset ve “çözümmerkezi” olmuştu, bölge ülkelerine, GüneyKürdistan’a diplomatik trafik alabildiğine artmıştı.“Eylemsizlik kararı” uzatılmıştı, bununsüreklileştirileceğinden söz edilmişti. Bütün bunlar,“barış ve çözüm” hayalini görenler için çok olumluişaretlerdi ve bundan geri dönüş olamazdı,olabilemezdi…

Kuşkusuz TC, Kürdistan ve Kürt sorununda ciddibir açmazı yaşıyor. Bugüne dek uyguladığı tümpolitikalar ve uygulamalar sonuçsuz kalmıştır. Aslındadenemedik bir yöntem, yol ve araç da kalmamıştır.Gelinen noktanın kendisi için bir çıkmaz ve açmazolduğu bilinmektedir, geçen her günün faturayı dahada ağırlaştıracağı, yine kendi “Akil adamları”tarafından dile getirilmektedir. Ama öyle de olsaaçmazda ısrar etmekte, bunu utanmaz bir psikolojikpropaganda savaşı eşliğinde yapmakta bir beisgörmemektedirler.

Kürtlerin en sıradan istemlerini pervasızca inkâretme ve bastırma konusunda da “eski” ve gelenekselçizgi ve söylemi tekrarlamakta, bu konudaki“kararlılıklarını” vurgulamaktadırlar.

Güneye saldırı ve askeri harekât düzenlemeyetkisini yenileyen tezkereyi meclislerinden geçirdiler.Hem de bir “Gizli Oturumda”… Bu gizli oturumda nekonuştular, hangi politika ve kirli ilişkilerden sözettiler? Bunların ayrıntılarını bilmek, elbette mümkündeğildir. Ancak halkımız açısından hiç de “Hayırlı” biroturum yapmadıkları çok açıktır!

Ortadoğu’da diğer sömürgeci devletlerlegeliştirdikleri “anti-Kürt ve anti-Kürdistan”politikasını güncelleme ve dönemin ihtiyaçlarına yanıtverecek bir düzeye getirme peşinde olduklarıbilinmektedir. Yine bu bağlamda Irak’taki hükümetioluşturma çalışmalarına etkin olarak müdahale ettikleriaçıkça yazılıp çizilmektedir. Bölge çapında geliştirilenbu ilişkiler salt “bölgesel etkinlik arayışları” ileaçıklanmaz! Elbette bu var, ancak bu çabalarınekseninde Kürdistan sorunu ve bu konuda ortak birpolitika izleme isteminin olduğu çok açıktır!

Almanya’daki Türkler için “Anadilde eğitimhakkını” isteyen R.T. Erdoğan, asimilasyonu insanlıksuçu olarak değerlendiren TC Başbakanı, Kürtlersözkonusu olduğunda tam bir pişkinlikle tam karşıt birtutum sergilemekte beis görmemektedir. Bu noktadakiikiyüzlülük, “çifte standart”, pişkinlik şaşırtıcıdeğildir; bu, TC yetkilileri açısından bir “ilk” değildir!Hepsinin tekrarlaya geldikleri bir tutumdur.

Dün başlayan KCK Davası da TC’nin bugünküduruşunu anlamak açısından çok önemli birgöstergedir. 151 tutuklusu bulunan bu davada 10Belediye başkanı yargılanmaktadır. “Açılım” laflarınındolaştığı, etrafa “iyimserlik” havasının pompalandığıbir dönemde gündeme getirilen toplu tutuklamalar, 12Eylül günlerini aratmayan elleri kelepçelenmiş ve teksıraya dizilmiş tutsakların duruşu, çok net bir biçimdeTC’nin Kürt çizgisini bir kez daha özetliyor ve herkese

anlatılıyordu. Açıkça vurgulamak gerekir ki;-Bu dava ile yargılanmak istenen, Kürt halkının

kendisi, özgürlük ve ulusal kimlik istemleridir. Bu,yasal zemine yansıyan Kürt ulusal dinamizmininbastırılacağının ve bu alandaki gelişmelere yaşamhakkı tanınmayacağının net bir biçimde sömürgeci zorile anlatılmasından başka bir şey değildir!

Yoksa yargılanmak istenen, İmralı’da formüleedilen çizginin kendisi değildir. Yargılanmak istenen,İmralı’ya, bu düzenin, sömürgeci sistemin kendisinesığmayan Kürdistan devrimci dinamizminin kendisi,onun yasal zeminde kazandığı meşruiyet zemini vemevzilerinin kendisidir!

Hiç kuşkusuz bu, tam anlamıyla bir devletpolitikasıdır; AKP eliyle uygulanan devletpolitikasıdır.

Çok iyi bilinmektedir ki, “toplu davalar” her

dönemde topyekûn bastırma, korkutma, sindirme vecezalandırma hareketinin tamamlayıcı unsurlarıdır.Kürdistan’da aralıksız uygulanan askerioperasyonların, Güney’e saldırı tezkeresinin politiközü neyse, Diyarbakır’da başlayan toplu KCKyargılaması da aynı politik öz ve hedefe sahiptir. Budavada sergilenen tutum, TC’nin Kürtler karşısındakiözü ve özeti niteliğindedir. Bu, aslında yargılananlarınkişiliklerinden, güncel olarak savundukları düşünce vetezlerden bağımsız bir olgudur!

Yargılamaların başlamasından bir gün önce TCBaşbakanı’nın BDP ve yasal Kürt siyasetçileresaldırması, kamuoyunu bu doğrultuda şartlandırmayaçalışması boşuna değildir. Demokrasi, hak, hukuklaflarını ağzından düşürmeyenlerin, Kürtler sözkonusuolduğunda nasıl hiçbir kural, ölçü ve ahlaki değertanımadıkları bir kez daha ortaya çıktı ve kanıtlandı.

Aslında bu kaba ve yalın gerçekler Kürtler için birsır değil, belirsiz de değildir. Ancak bu düzen ve devlethakkında ham hayaller yayanlar, “barış” konusundagerçekleri zorlayanlar, Kürtlerin bilinçlerinibulandırmaya çalışıyorlar… Bununla hem kendilerine,hem de halkın kendisine zarar veriyorlar.

Devlet ise Kürtlerin en sıradan kimlik taleplerinireddederken, en sıradan direnişlerini her yol veyöntemle bastırma yoluna giderken, kendi gerçekliğinibütün yalın, kaba ve acımasız gerçekliğiyle dışavuruyor ve yayılan ham hayalleri tuz buz ediyor.

Açık ki bu gerçeklik zemininde eksik olan devrimciçizginin kendisidir. Üstesinden gelinmesi gerekensorun da bundan başkası değildir!

19 Ekim 2010

Yorum28 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2010/41 * 22 Ekim 2010

Bir şey çıkabilir miydi?M. Can Yüce

“Önce geçmişle yüzleşin!”

Cumartesi Anneleri, oturma eylemlerinin 290.haftasında Galatasaray Lisesi önünde bir araya gelerek, 19Ekim 1995 yılında İstanbul’un Avcılar İlçesi’nde gözaltınaalınan ve bir daha kendisinden haber alınamayan FehmiTosun’un akıbetini sordu.

Fehmi Tosun’un eşi Hanım Tosun tarafından Kürtçeyapılan konuşmada, Diyarbakır’ın Lice ilçesinde köyüyakıldığı için İstanbul’a göçen ve 19 Ekim 1995 yılındaAvcılar’da sivil giyimli, telsizli kişiler tarafındangötürüldükten sonra kendisinden bir daha haberalınamayan Fehmi Tosun’un akıbeti soruldu. Yıllardırmücadele ettiğini dile getiren Tosun şunları söyledi:“Yabancı ülkelerden heyetler geldiğinde, BaşbakanErdoğan çıkıp ‘üzgün’ olduğunu söylüyor. Ama onlargittikten sonra bize kör ve sağır oluyor. Bu ülkeninvicdanı bu ülkenin başbakanının vicdanı varsa şumeydandakilerin hikâyelerine bir bakar. Acıdan başkabir şey yok burada”

Basın açıklamasını gerçekleştiren Fehmi Tosun’un avukatı Eren Keskin,Fehmi Tosun’un kaybedilmesinin üzerinden 15 yıl geçtiğini belirtti. Tosun Ailesi’nin çalmadık kapıbırakmadığını ifade eden Keskin, 1999 yılında gözaltına alınan Fehmi Tosun’un kardeşine, ‘seni de ağabeyingibi öldürülelim mi?’ dendiğini söyledi. Kesin “Tüm kayıp vakalarında olduğu gibi hiçbir yasal girişimden sonuçalınamadı. İç hukuk yolları tükenince AİHM’e taşınan davada soruşturmanın eksik yapılması ve Avrupa İnsanHakları Sözleşmesi’nin 2. maddesinin ihlali nedeniyle Türkiye mahkûm oldu. AİHM’e verdiği savunmadaTürkiye Fehmi Tosun’u kaybettiğini kabul etti” dedi.

Keskin “Kayıplarımızın akıbetini açıklayın ve sorumluların üzerindeki devlet mührünü kaldırın” diyerekfaillerin derhal yargı önüne çıkarılmasını istedi. Mücadeleyi bırakmayacaklarını belirtti.

Eyleme TEKEL işçileri de destek verdi. Kızıl Bayrak / İstanbul

16 Kasım 2010 / Taksim

Page 29: Sİ Kızıl Bayrak 10-41

ÜYE VE MESLEKTAŞLARIMIZA

YARGISIZ İNFAZIN YARGILANMASINADEVAM EDİLİYOR

Alaattin Karadağ 19 Kasım 2009’da polistarafından vurularak öldürüldü!

19 Kasım 2009’da Esenyurt-SaadetdereMevkii’nde Alaattin Karadağ isimli bir devrimci polistarafından infaz edildi. Hem bacağında, hem degöğsünde kurşun girişleri bulunan Karadağ’ınölümünün ardından yapılan açıklamalarda önce durihtarına uymadığı ileri sürüldü, ardından ise ölümorucu direnişine katıldığına ve devrimci oluşuna dikkatçekilerek, “öldürülmeyi hak etti” mesajı verilmekistendi.

Bu ülkede Karadağ’dan önce de onlarca devrimciaynı şekilde katledildi. Ve bugüne kadar bu infazlarhep aynı senaryolarla perdelenmek istendi. PolisSelahiyatları Kanunu’nda yapılan değişikliklerle ivmekazanan polis terörü ile bu tür infazlar hem sayıca arttı,hem de kapsamı toplumun örgütlü-örgütsüz bütünkesimlerini hedef alır bir biçimde genişledi.

Türkiye’de durmaksızın yargısız infazlar yaşandı,yaşanıyor! Ve maalesef bu infazlar ya tümden cezasızkalıyor ya da etkisiz cezalarla geçiştiriliyor. Yargımekanizması, yargısız infazları aklama mekanizmasıgibi işliyor. Yargısız infazlara karşı yürütülecek adaletmücadelesinin yanında saf tutulmazsa bundan sonra dafarklı bir sonuç elde edilmeyecektir. Şimdi aynımücadeleyi yargısız infazlara karşı yürütmekgerekmektedir. Zira yargısız infaz yaşama hakkınakarşı işlenmiş en ağır suçlardan biridir ve bu infazlarkarşısında yargı mekanizmasının işletilmemesi ise busuça iştiraktan başka bir anlama gelmemektedir.

9 Kasım 2010 tarihinde bir yargısız infazınyargılanmasına devam ediliyor. Bu sefer yargılamanın“usulen” yapılmaması için, Karadağ’ın yaşama hakkınısavunmak için ve adalet için; Baroları, hukukörgütlerini, tüm hukukçuları, demokratik kitleörgütlerini ve yargısız infaza karşı olan, yaşamahakkını savunan herkesi 9 Kasım 2010 tarihindeBakırköy 9. Ağır Ceza Mahkemesi’nde devam edenyargılamaya müdahil olmaya çağırıyoruz.

Çağdaş Hukukçular Derneği İstanbul ŞubesiAlaattin Karadağ Dava Takip Komisyonu

Tarih: 9 Kasım 2010Saat: 10.00Yer: Bakırköy 9. Ağır Ceza Mahkemesi

Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak * 29Sayı: 2010/41 * 22 Ekim 2010

ÇHD İstanbul Şubesi Alaattin Karadağ Dava Takip Komisyonu’nun çağrısı...

“Yargılamaya müdahil olmaya çağırıyoruz!”

Devlet terörü

11 Mayıs günü Muğla’da polis kurşunu ile ile katledilen yurtsever öğrenci Şerzan Kurt’un ölümündensorumlu olanlar hakkında açılan dava 15 Ekim günü Eskişehir 1’inci Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü.Duruşma öncesinde adliye binası önünde bir araya gelen kurumlar gerçekleştirdikleri eylemle davanıntakipçisi olacaklarını bir kez daha ifade ettiler.

Polis adliye binasını ve çevresini abluka altına aldı ve adliyeye girenler tek tek arandı. Duruşmadan önceyapılan basın açıklamasında BDP milletvekilleri Akın Birdal, Ayla Akat Ata, Bengi Yıldız, Hamit Geylani,Pervin Buldan ile Şerzan Kurt’un babası Ömer Kurt ve annesi Necla Kurt da yer aldı.

BDSP’nin de destek verdiği eylem, BDP, DHF, EMEP, ESP, Halkevleri, ÖDP, SDP, TKP ve TÖP tarafındanörgütlendi.Eylem Muğla Üniversitesi Öğrencileri, Muğla Demokratik Yurtsever Gençlik Meclisi, Şerzan İçinAdalet ve Kardeşlik İnisiyatifi’nin sloganlarla mahkeme önüne gelmesi ile başladı.

Basın açıklamasını okuyan Gürkan Çelik, Uğur Kaymaz davasında katilleri ödüllendiren mahkemenin budavada da görevlendirildiğini belirterek şunları söyledi: “Kaymaz davasının ardından Şerzan Kurt davasınınbugün burada, kentimizde görülecek olması son derece manidardır. Yetkililere soruyoruz. Eskişehir hangikirli oyunun bir parçası yapılmaya çalışılıyor? Şehrimiz, siyasi cinayetlerin aklandığı bir pilot bölge olarakmı seçilmiştir?”

Basın açıklamasının ardından İzmir Şerzan İçin Adalet ve Kardeşlik İnisiyatifi adına yapılan konuşmadaPVSK ile kendini meşru kılan polis terörünün son dönemde arttığına vurgu yapıldı. Sokak ortasında poliskurşunuyla, gözaltında darp edilerek, dur ihtarına uyulmaması gibi gerekçelerle katledilenlerin her geçengün çoğaldığı belirtildi. Bu cinayetleri gerçekleştirenlerin devlet tarafından korunarak aklandığı, Şerzan Kurtdavasının Eskişehir’e alınmasının arkasında da aynı fikrin saklı olduğu dile getirildi. Katil polisinaklanmasına izin verilmeyeceği söylendi.

Duruşmanın başlaması ile birlikte Şerzan Kurt’un ailesi, avukatlar ve BDP milletvekilleri adliyeye girdi.Duruşma boyunca kitle adliye önünde bekleyişini sürdürdü. Yaklaşık 350 kişinin katıldığı eylem duruşmabitene kadar adliye önünde sloganlarla devam etti.

Duruşmada, Muğla Cumhuriyet Savcısı Tarık Tuna’nın hazırladığı iddianame okundu. İddianamedeGültekin Şahin’in göstericileri dağıtmak için önce havaya, ardından ise göstericilere isabet edecek şekildeateş ettiği ve Şerzan Kurt’un ölümüne neden olduğunu belirtildi. Yakındaki bir pastanenin güvenlikkamerasının tabancayla ateş edilme anını görüntülediği söylendi.

Kurt ailesinin avukatları ise dava dosyasının naklinin Eskişehir’e yapılmasının anayasaya aykırı olduğunuifade ettiler. Avukatların bu naklin doğal yargıç ilkesine aykırı olduğu ve hak arama özgürlüğünü ihlalettiğini söylemelerine rağmen mahkeme avukatların talebini reddetti.

Gültekin Şahin’in tutukluluk halinin devamına karar veren mahkeme duruşmayı 8 Aralık 2010 tarihineerteledi. Kararda ayrıca Şerzan Kurt’un vurulduğu yerde keşif yapılacağı belirtildi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Şerzan Kurt davası duruşması görüldü...

Katil polis aklanmaya çalışılıyor!

Page 30: Sİ Kızıl Bayrak 10-41

Dünya Ekonomik Forumu’nun “KüreselCinsiyet Eşitliği 2009” başlıklı yıllık raporugeçtiğimiz günlerde yayınlandı. “Kadınların sağlık,eğitim, ekonomik güç ve siyasi temsil gibialanlarda erkekler karşısındaki durumunu elealmayı” amaçlayan raporda toplam 134 ülkearasında sıralama yapılmış. Buna göre Türkiyelistenin ancak 125’inci sırasında kendine yerbulabilmiştir.

Listede ön sıralarda yer alan Kuzey Avrupaülkeleri, “annelik ve babalık izinleri, yüksek eğitimstandartları ve devletin sübvanse ettiği çocukbakımı” vb. alanlarda dünyadaki en gelişmişülkeler olma özelliğini taşıyorlar. Buna göreİzlanda’nın birinci olduğu sıralamada, Norveç,Finlandiya ve İsveç ilk 10 ülke arasına girmişbulunuyor. İngiltere’nin 15’inci, ABD’nin19’uncu, Fransa’nın 46’ncı olduğu listede Türkiye125’inci sırada yer alırken sağlık alanında 61’inci,siyasette 99’uncu, ekonomik katılım ve fırsateşitliği konusunda 131’inci, eğitim konusunda ise109’uncu sırada.

Türkiye’nin gerisinde kalan ülkeler Fas, Benin,Suudi Arabistan, Fildişi Sahilleri, Çad ve listeninsonundaki Yemen.

Raporda yer alan ülkelerin kadın erkek

eşitsizliğindeki en düşük seviyesinin sağlık veeğitim alanında olduğu belirtiliyor. Ekonomikfaaliyete katılım ve fırsat eşitliği bakımındanayrımcılık ise en uç noktalarda bulunuyor. Türkiyetüm bu alanlarda birçok Afrika ve Asya ülkesindendaha geri bir konumda bulunuyor.

Gelişmiş kapitalist ülkelerde kadına yöneliksistematik hak gasplarının yaşandığı bu dönemdeTürk devleti de daha beter uygulamalara imzaatıyor. “Kadın erkek eşitliğine inanmıyorum” diyenT. Erdoğan böylece sahip olduğu zihniyeti açıkçaortaya koymuştur.

Türkiye’de, artan hak gasplarıyla eşzamanda,işçi ve emekçi kadınların sosyal, siyasal veekonomik hakları tırpanlanmış, sağlıkta yıkımauğramışlardır. Hem üretim alanları hem de dışınaitildikleri alanlarda uysal köleler halinegetirilmişlerdir. Yasa ve kanunlar önünde erkekegemen anlayışla yüz yüze bırakılmış, toplumsalhayatın pek çok alanından dışlanarak evlerehapsedilmiştir.

Kapitalist dünya düzeninin kuruluşlarından biriolan Dünya Ekonomik Forumu’nun bu raporu,sermaye düzeninin nasıl da döne döne kadınlarüzerinde baskı ve eşitsizlik üreten bir düzenolduğunun itirafıdır.

Kadına yönelik şiddet Türkiye’de kaygı vericiboyutlarda. Durmaksızın artan şiddetyaygınlaşmakta ve son süreçte özellikle tecavüzşeklinde olmaktadır. Bir insanlık suçu olantecavüzün toplum ölçeğinde yaygınlık kazanmasıyozlaşmanın vardığı tehlikeli boyutlara işaretetmektedir. Hemen eklemek gerekir ki, sermayedevleti ve onun bilumum kurum ve kuruluşları isekıllarını dahi kıpırdatmamakta, dahası son derecebilinçli tutum ve davranışlarla sürekli olarak butürden suçların işlenmesinin yolunu açmaktadırlar.Dehşet verici yozlaşmanın öncelikli kurbanı kızçocukları olurken giderek onların bulundukları heralana (sığınmaevleri, okul, mahalle, sokak ve evekadar) taşmaktadır. Bunun yanısıra tecavüzügerçekleştirenlerin bir kısmı asker, polis veyadevlet görevlisi olmakta, bu ise tecavüzlerin örtbasedilmesine ya da tecavüzcülerin devlet tarafındankorunmasına yol açmaktadır.

Öncesi bir yana yalnızca üç dört örnek bileşiddetin boyutlarını yeterli açıklıkta sunmaktadır.Burada dikkat çekici bir başka nokta şiddetibelgelemesi gereken kurumların bunu yapmayarakörtbas etmesi, şiddetin adeta bu alanlardasürdürücüsü işlevini görmesidir. Özellikle demahkeme ve Adli Tıp Kurumu’nun işbirliği içindeher defasında yaptığı tamı tamına bu olmaktadır.Bu türden örnekler genellikle bazı durumlardakamuoyuna yansımakta ve ancak yeni bir istismarkonusu olduğu ölçüde boyalı basına konuolmaktadır.

İşte bunların son süreçte öne çıkanörneklerinden biri de 7 yılın sonunda geçtiğimizgünlerde sonuçlanan N.Ç’nin davasıdır. N.Ç

memleketi Mardin’de, 2003’te, 12 yaşındayken 31kişinin toplu halde tecavüzüne uğramıştı.Aralarında yüzbaşından, kaymakamlık yazıişlerimüdürüne, ilkokul müdür yardımcısından, mahallemuhtarına kadar 31 kişinin bulunduğu sanıklardan28’ine, 7 yılın sonunda 4 beraat olmak üzere, 8 ayile 9 yıl arasında ceza verilerek dosya kapatıldı.Geri kalanlara ise 7 yıl boyunca ulaşılamadı!

Bu tür davalarda sık yaşanan utanç vericitablolar bu kez de görülmüştür. Davanıngörüldüğü Mardin Ağır Ceza Mahkemesi, 12yaşındaki N.Ç’nin kemik tespiti için Adli TıpKurumu’na başvurdu. ATK mahkemeyegönderdiği raporda N.Ç’nin kemik yaşının 15olduğunu belgeleyince, sanıklar hakkında cezaindirimleri yapıldı. Böylelikle mahkeme ve ATK,tecavüzcüleri aklamakla kalmamış, tecavüzüN.Ç’nin yaşını büyüterek meşrulaştırmayaçalışmıştır.

N.Ç’nin maruz kaldığı insanlık suçu bununlada kalmadı. İlerleyen süreçte götürüldüğü İstanbulÇocuk Esirgeme Kurumu’ndan iki yıl önce 18yaşına geldiği gerekçesiyle çıkarıldı. 2 yıldırnerede olduğu bilinmiyor. Böylece devlet onu,kimsesinin olmadığı bu kentte bir başına sokağaatarak fuhuş tüccarlarının ağına itti.

Son süreçte çoğalan böylesi örneklere özellikleKürdistan’da daha çok rastlanmaktadır. Geçtiğimizaylarda Siirt’te bir yatılı okulda yaşanan toplutecavüz örneği bunun benzeri olmuştur. Burada datecavüzcüler Mardin’de olduğu gibi devletinçalışanlarıydı.

Bu örnekler de gösteriyor ki kadına yönelikşiddet devletin teşviki ve yardımıyla artmaktadır.

Emekçi kadın30 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2010/41 * 22 Ekim 2010

Kapitalizm kadın erkekeşitsizliğini büyütüyor

Zindanlarda baskı veölüm var!

Tekirdağ F Tipi’nde tutsaklara saldırıTekirdağ F Tipi’ndeki siyasi tutsaklar, tek kişilik

hücrelerde tutulan tutsakların koşullarının düzeltilmesi vebaskıların son bulması için 14 Ekim’de eyleme geçtiler. Bukapsamda her gün saat 11.00’de kapı dövme eylemigerçekleştirilirken buna müdahale eden cezaevi yönetimitutsakların üzerine işkenceci gardiyanları saldı.Gardiyanlar sopa ve coplarla tutsakları darp ederken busaldırılar sonucunda 7 tutsak yaralandı. Yaralananlar isetedavi olmaları engellenerek hücrelerinde tutuldular.

Fiili saldırının ardından koğuşlarda arama yapancezaevi yönetimi, tutsakların kitaplarına el koydu vehavalandırma kapılarını kapattı.

İHD’den hak ihlallerine karşı açıklamaİHD İstanbul Şubesi Cezaevi Komisyonu, cezaevlerinde

artan hak ihlallerine karşı 19 Ekim günü basın açıklamasıgerçekleştirdi. Açıklamanın ardından “sayın yetkilihapishanelerde neler yaşandığını biliyor musunuz?”başlıklı mektup yetkililere gönderildi.

Galatasaray Lisesi önünde bir araya gelen İHD üyeleri“Hapishanelerde tecrit, işkence, keyfi uygulamalara vehak gasplarına son” pankartı ve dövizler taşıdılar. Basınaçıklamasını okuyan Ümit Efe, son günlerde Edirne,Kandıra ve Tekirdağ F Tipi cezaevlerinde işkence vebaskıların artarak devam ettiğini belirtti.

Tecrit işkencesine karşı eylemİHD İstanbul Şubesi, F Tipi cezaevlerinde bulunan tek

kişilik hücrelere karşı 16 Ekim günü GalatasarayMeydanı’nda temsili hücre eylemi yaptı.

Galatasaray Lisesinin önünde “Tecrit işkencesineson” yazılı pankart açan İHD üyeleri, temsili olarakoluşturdukları 8 metre karelik hücre üzerine “1 saathavalandırma hakkı kullanmıştır”, “Yaşam 8 metre

kareye sığar mı?”, “Hücre insanlık suçudur” yazılı dövizlerastı. Eyleme, Yazar Cezmi Ersöz, oyuncu Nur Sürer dekatıldı.

Cezmi Ersöz, hücrelerin sindirme politikası olduğunuifade etti.

Basın açıklamasını okuyan sinema sanatçısı Nur Sürer,birçok cezaevi ve özelde F Tipi cezaevlerinde uygulananhak ihlallerine, baskı ve işkencelere karşı yetkilileriuyarmak için bir araya geldiklerini belirtti. Cezaevlerinin,olumsuzluklarla, işkencelerle, hak ihlalleri ve ölümlerlegündeme geldiğini söyleyen Sürer, “Son günlerde baştaTekirdağ, Kandıra, Edirne F tipleri olmak üzere ve diğercezaevlerinden edindiğimiz bilgilere göre hak ihlalleri,işkence ve baskılar artarak devam etmektedir” dedi.

ATK önüne ‘beyaz kefen’ bırakıldı Adana’da hasta tutsakların serbest bırakılması

talebiyle 16 Ekim günü İnönü Parkı’nda eylem yapıldı.“Hasta tutsaklar serbest bırakılsın - Tecrite son” pankartıaçılarak sloganlarla Adana Adli Tıp Kurumu önüneyüründü. Yürüyüş sırasında eylemcilerin bir kısmıhapishanelerdeki ölümlere dikkat çekmek için ‘beyazkefen’ giydi.

Yürüyüş sonunda basın açıklaması gerçekleştirildi.Daha önce iki defa Adli Tıp Kurumu (ATK) kapısından gerigönderilen, doktorların 6 ay ömür biçtiği lenf kanseriNurettin Soysal’ın durumuna dikkat çekildi.

Açıklamadan sonra oturma eylemi yapıldı ve ‘beyazkefenler’ ATK kapısına bırakıldı.

Eylem, BDP, BDSP, Devrimci Proletarya, ESP, HalkCephesi, İHD, Odak, TUHAY-DER ve Tunceliler Derneğitarafından örgütlendi.

Devlet kadına yönelik

şiddetin sorumlusudur!

Page 31: Sİ Kızıl Bayrak 10-41

CMYK

MücadelePostası

EKSEN Yayıncılık Büroları

Aleviler boykota hazırlanıyorZorunlu din derslerinin kaldırılması

talebiyle 9 Ekim günü Ankara’da buluşan ve24 saatlik oturma eylemi gerçekleştirenAleviler eğitim-öğretim yılının ikincidöneminde zorunlu din dersini boykot etmeyiplanlıyor.

Ankara’daki oturma eyleminin birbenzerini Ankara, İstanbul, İzmir, Tunceli veSivas gibi büyük kentlerde hayata geçirmeyihedefleyen PSAKD, diğer Alevi vakıf vedernekleri ile Eğitim Sen’in de eyleme destekvereceğini duyurdu.

Zorunlu din derslerini boykot kararınailişkin açıklamalarda bulunan PSAKD GenelBaşkanı Fevzi Gümüş, boykotun, Alevilerinyoğun olarak yaşadığı bölgelerindeki okullardahayata geçirileceğini söyledi. Eylemi bir haftave din dersi ile sınırlı tutacaklarını vurguladı.

AİHM kararını örnek gösteren Gümüş,AKP hükümetinin, mevzuatın değişmesikonusunda adım atmadığını dile getirdi.

Hükümetin tutumunu Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’ne şikayet ettiklerini belirten Gümüş şöylekonuştu:

“Bakanlar Komitesi bu işi izliyor ama AKP hükümeti burayı da yanıltıyor. 3 yıldır ‘bu değişikliğiyapıyoruz’ diyerek oyalıyor. Bu nedenle haklı bir zeminde olduğumuzu düşünüyoruz. Öğrencilerindevamsızlık sorununu düşünerek eylemi bir hafta ve din dersi ile sınırlı tutacağız”

Eylemle ilgili öğrenci velilerini bilgilendireceklerini ifade eden Gümüş, bugüne kadar Aleviçocuklarının okullarda yoğun baskı altında eğitimini sürdürdüğünü ve bu nedenle velilerin “fişlenir”korkusuyla çocukları eylemden uzak tutmak isteyebileceğini belirtti.

“Fotoğraf”ın dili...İstanbul Fotoğraf ve Sinema Amatörleri Derneği’nde “Toplumsal Olaylar”ı fotoğraflamaya çalışan

amatör bir fotoğrafçıyım. Yakın bir zamanda emekliliğe hak kazanacak olan bir çalışan olarak iş hayatımadevam etmekteyim. Fotoğraf makinesini elime aldığım ilk günden beri tersanelerin önünden geçerken,hayalimde, çalışan işçileri fotoğraflıyordum. Tersanelerdeki devasa gemiler, mavi gökyüzünde geometrikçizgilercesine uzanan vinçler ile bu devasa görüntülere ve yaptıkları büyük işlere oranla küçücükbedenleriyle çalışan işçiler...

Çalışan işçilere neler oluyordu. Bu tavanı gökyüzüyle kaplı, çevresi demir kapılarla kapalı alanlardantrajik ölüm haberleri gazete sayfalarına ve televizyon ekranlarına birkaç cümleyle çıkıp yok oluyordukarabataklar gibi. Orada neler oluyordu, bu her yaştan erkekler niye ölüyorlar, neden sağlıklı girip sakat vehastalıklı olarak çıkıyorlardı. Çok zor koşullarda çalışılan ve önemli bir sermayenin var olduğu bu sektördeçalışan; seçilmiş sağlıklı genç erkekler neden halen yoksullar diye düşünürken fotoğraf çekmeyi öğrenmeyebaşladım. İlk deneyimlerimi toz, çamur demeden lastik çizmelerimi giyip, şantiye patronunun izni vegözetiminde (patron oldukça yardımcı oldu bana fotoğraflayabilmem için ve işçileriyle arkadaş gibigörünüyordu) bir şantiyede fotoğraf çekmeye başladım. Kepçenin altında kürekle kumu yayan işçiyifotoğraflamaya çalışırken denize düşecektim neredeyse. Risk altında bir çalışanın fotoğrafını çekerkensoğukkanlı olmak, kendini kontrol etmek ve fotoğraf çekebilmek için gereken bütün ortamı iyi bir gözlemlekontrol altına alıp teknik ve estetik anlamda en kritik anı yakalamanın denize düşme tehlikesi yaşayarak nekadar zor olduğunu anlamıştım.

Pankartlarda ve sloganlarda dileklerini, şikayetlerini ve eleştirilerini dile getiren gruplarla karşılaştım.Sanki yaşadığım şehre yeni gelmiştim. Öylesine ki, fotoğraf makinesinin göz deliğinden bakarak yenidoğmuş biri gibi şaşkınlıkla gözlüyor ve kendimce en ilginç anda da fotoğraflıyordum. Bir gün TürkanAlbayrak’ın direniş haberini aldım ve atölye grup arkadaşlarımdan Faik Başaran ile onu fotoğraflamayagittim. Aradan bir hafta geçtikten sonra Faik Başaran’dan bir mail geldi. Zeynel diye biri daha çadırdirenişindeymiş ve ona da gidelim ama yeri Tuzla’da gitmek zor olur derken bir müddet geçtikten sonraTürkiye Mimar ve Mühendis Odaları Birliği, Makina Mühendisleri Odası ile birlikte bir minibüslegidebileceğimizi müjdeledi Faik Bey. Zeyneller ve iki arkadaşı bizleri çadırda ağırladılar. Zeynel’i görünceoğlum aklıma gelmişti. Genç biriydi. Sakin ve naif bir görünümü vardı. Aklıma ilk gelen, bu ağır koşullardabu ince vücut nasıl da zorlanır derken inançlı biriyse zorlanmaz dedim kendi kendime. Gözleri kançanağıydı. Sordum, neden böyle diye. Toza allerjisi olduğunu söyledi. Ben de “sen buralarda değil deplazalardaki ofislerde çalışacak birisin” deyince gülüşmeler başladı hepimizde. Sordum nedenlerini çadırdirenişinin, anlattı iç yüzünü gazete haberlerinin. Ölümlerin sebeplerini tek tek olaylarıyla anlattıkçagözümün yaşı, heyecanım durmadı. Ben bir anneydim tam 25 yıldır hayatı sorgulamakta olan bir erkekevlada. Kolay mı ölümü genç bir delikanlının göz göre göre. Kaza olsa katlanılır ama ihmal ve tedbirsizlikise acısı zor paylaşılır. Üç kuruşluk masrafından kaçıp ölüme göz yuman insanlık trajedisinin fotoğrafınıçekip göstermek, yaymak, buna sebep olanlara insanca yaşamayı ve paylaşmayı hatırlatmak isterim.

İnsanlara olanları aktaracak olan en iyi görsel gösterge “fotoğraf”tır. Fotoğrafın dili gözdür ve gözgördüğünü inkar edemez. Gerçeği ondan kaçanlara, saklayanlara göstermenin en iyi yoludur. Bu nedenledirki elinde fotoğraf makinesi olan kişi silahlı gibidir, fotoğraf makinesini iyi kullanan bir fotoğrafçınınkarşısında gizlenebilecek gerçek kalmaz.

Fotoğraf emekçisi Nurçehre Elver

Devletin ajanlaştırmasaldırısı protesto edildi!

İzmir Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu (BDSP)15 Ekim günü İnsan Hakları Derneği (İHD) İzmir Şubebinasında, devletin ajanlık teklif ettiği Cafer Çelik içinbasın toplantısı düzenledi.

Toplantıda BDSP adına yapılan açıklamada,Çiğli’nin Güzeltepe Mahallesi’nde oturan ve demokratkimliği ile tanınan Cafer Çelik’e, ajanlık teklifindebulunulduğu ifade edildi. İş görüşmesi adı altındaderneklere gidip kendilerine bilgi vermesi karşılığındapara, iş, odun-kömür sağlanması vaadinde bulunulanÇelik’in, kendisine yapılan bu onursuz teklifi reddettiğibelirtildi.

BDSP temsilcisi, bu onursuz yöntemlerin sonuçvermeyeceğini söyledi. Açıklamada ayrıca Çelik’inajanlığı reddetmesi nedeniyle başına gelebileceklerdendevletin sorumlu olacağı vurgulandı.

Toplantıda söz alan Cafer Çelik ise devrimcilerle vedemokratik kurumlarla bağından kaynaklı hedefseçildiğini söyledi.

İHD Yönetim Kurulu adına Ahmet Alagöz ise,devlet ve polis tarafından yapılan ajanlık tekliflerininyeni bir durum olmadığını, liselerde, üniversitelerde vemahallelerde ajanlaştırma çalışmalarının arttığını dilegetirdi. Cumhuriyet Savcılığı’na suç duyurusundabulunacaklarını söyledi.

Toplantıda söz alan Çağdaş Hukukçular Derneği(ÇHD) üyesi Av. İmdat Ataş, düzenin korktuğunu,korktukça saldırganlığını arttırdığını bu kapsamdayapılan saldırılardan birinin de ajanlaştırma olduğunuvurguladı. Yasal olarak da ajanlaştırma teklifinin suçolduğunu ancak ajanlaştırma uygulamasının devamettiğini belirtti.

Kızıl Bayrak / İzmir

Sönmez İş Sarayı Kat: 3 No: 220 Heykel/BURSATel: 0 (224) 220 84 92

Cemal Gürsel Cd. Shell Karşısı Vakıf İşhanı Kat: 3 No: 306 ADANA Tel: 0 (322) 363 19 94

Kemalpaşa Mh. Otel Asya yanı Vural Apt. No:2 D:3İzmit / KOCAELİ

Page 32: Sİ Kızıl Bayrak 10-41