32

Sİ Kızıl Bayrak 11-26

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak 2011-26 / Temmuz

Citation preview

Page 1: Sİ Kızıl Bayrak 11-26
Page 2: Sİ Kızıl Bayrak 11-26

2 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak

İÇİNDEKİLERİçeride efelik taslayanlar dışarıda

uşaklıkta sınır tanımıyor... . . . . . . . . . . . 3

Emperyalizmin uşaklarından

halklara dost olmaz!... . . . . . . . . . . . . . . 4

Düzenin siyasal krizi ve Kürt sorunu . . . 5

Aktif uşaklık çizgisinde

tam yol ileri!. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 6

Katil devlet 18 yıl sonra yine

işbaşındaydı! . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 7

Madımak'ta insanlık 2. kez utandı... . . 8

Katliam ülkenin dört bir yanında

lanetlendi... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 9

BDSP’nin 2 Temmuz anmalarından... . 10

PTT direnişi büyüyor . . . . . . . . . . . . . . 11

“Direniyorum öyleyse varım!”. . . . . . . 12

KESK Genel Kurulu sona erdi . . . . . . . 13

Demokratik ve mücadeleci bir

sendikal hareket için… . . . . . . . . . . . . 14

On sendikadan güçbirliği! . . . . . . . . . . 15

Tunus-Mısır

dersleri - H. Fırat… . . . . . . . . . . 16-19

Suriye’de durum

karmaşıklığını koruyor.. . . . . . . . . . . . . 20

Lübnan direnişini silahsızlandırma

planı tutmayacak! . . . . . . . . . . . . . . . . . 21

“Sosyalist Enternasyonal” Atina’da

toplandı..... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 22

Emekçiler ‘grev’ dedi….. . . . . . . . . . . . 23

İşte kapitalizmin futbolu:

Para-mafya-şike!... . . . . . . . . . . . . . 24-25

Burdur Cezaevi’ndeki katliam girişiminin

Gerillalar sonsuzluğa uğurlandı...... . . . 26

Çorum’u devlet hazırladı itirafı … . . . 27

Nükleer santraller ölümdür,

izin vermeyelim!. . . . . . . . . . . . . . . . . . 28

Rakamlar kadının ezilmişliğine . . . . . . 29

Zilan: Kürt halkının

mücadele ateşi!... . . . . . . . . . . . . . . . . . 30

Mücadele Postası . . . . . . . . . . . . . . . . . 31

Kızıl BayrakHaftalık Sosyalist Siyasal Gazete

Yönetim Adresi:Eksen Yayıncılık Molla Şeref Mahallesi,

Simsar Sokak, No: 5, D: 3 Fatih / İstanbulTlf. No: (0212) 621 74 52

e-mail: [email protected]: http://www.kizilbayrak.org

http://www.kizilbayrak.net

Baskı: SM MatbaacılıkÇobançeşme Mh. Sanayi Cd. Altay Sk. No 10 A Blok

Yenibosna / Bahçelievler / İSTANBUL / Tel: 0 (212) 654 94 18

Sayı: 2011/26 * 08 Temmuz 2011Fiyatı: 1 YTL

Sahibi ve Y. İşl. Md.: Ayten ÖZDOĞANEKSEN Basım Yayın Ltd. Şti.

Yayın türü: Süreli Yaygın

CMYK

Kızıl Bayrak’tan...Kızıl Bayrak’tan...

Kızıl Bayrak’tan... Sayı: 2011/26 * 08 Temmuz 2011

Sivas katliamı, başta Sivas olmak üzere birçokkentte lanetlendi. Sayfalarımızda bu amaçla yapılaneylem ve etkinliklerin tablosunu vermeye çalıştık.

Sermaye devletinin bu eylem ve etkinliklersırasında sergilediği tutum ise bir kez daha katliamcıkimliğini ayyuka çıkardı. Alevi emekçilerin “utançmüzesi olsun” talebini görmezden gelen devlet,Madımak Oteli'ni “bilim ve kültür merkezi” yaptı veüstüne de bu “merkezde” katillerine özel bir köşe yaptı.Böylelikle bir yandan katliamın izlerini silmeyeçalışırken diğer yandan ise katliama arka çıktı. Dahasıbu oyunlara prim vermeyen emekçilerin Sivas'tayapacağı anmaya yasak koydu, olmayınca kentegirişleri zorbalıkla engellemeye çalıştı. Engelolamayınca ise bu kez Madımak Oteli'nin önünde gazbombasına sarıldı. 18 yıl önce onlarca can yakılırkenkılını kıpırdatmayan devlet, aynı yerde katliamılanetlemek isteyenlere yapmadığını bırakmadı. İşteböylelikle bir kez daha suçüstü yakalandı.

Bu devlet işçinin, emekçinin, Kürdün, Alevinindüşmanıdır. Milyonları işsiz ve aç bırakan, dillerini vekültürlerini inkar edip asimilasyon cenderesi içindeboğmaya çalışan, yetmediğinde zorbalıkla iradesiniçiğneyen odur. Hiçbir makyaj onun bu karanlık vekatliamcı yüzünü saklamaya yetmez. Sivas katliamınınyıldönümünde bu yüz her haliyle sırıtmıştır.

***

Ülkede gaz bombasına boğulmadık toprakbırakmayan sermaye devleti, emperyalist efendilerikarşısında ise uşaklıkta sınır tanımıyor. “Aktif dışpolitika” gibi söylemlerle cilalanmaya çalışılsa da sefiluşaklık tablosu gizlenemiyor. Sayfalarımızda bu uşaktakımının yaptıklarını ele almaya çalıştık. Kuşkusuzortada duran veriler, gerçekte olan bitenin çok sınırlı birkısmıdır. Emperyalist stratejiler, karanlık planlar, sefilpazarlıklar ve üstlenilen rollerin ne olduğu konusu yinede büyük ölçüde karanlıktadır. Ancak ne olursa olsunişin özü değişmeyecektir. AKP'nin icracısı olduğusermaye iktidarı, emperyalizmin ve siyonizminhizmetinde emekçilere ve kardeş halklara karşı gemi

azıya almıştır.Bu tablo ülkenin ilerici ve devrimci güçlerine büyük

sorumluluklar yüklemektedir. Bu sorumluluk en başta,emperyalizme ve suç ortaklarına karşı mücadeleyiyükseltmek demektir. Bunun önümüzdeki ilk adımı ise,15-16 Temmuz tarihinde İstanbul'da biraraya gelecekolan emperyalistlerle uşaklarının karşısınaçıkabilmektir. Bu amaçla hazırlıklarımızı yapmalıyız.

***

Bu sayımızdan itibaren “Ortadoğu'da halkhareketleri/Tunus-Mısır dersleri” başlıklı yazı dizisininyayınına başlıyoruz. Yazı dizisi H. Fırat tarafından 19Şubat 2011 tarihinde verilmiş bir konferansınkayıtlarından oluşuyor. Mısır ve Tunus'daki halkayaklanmalarını, devrimci-marksist bir perspektifle elealan konferans metinleri, güncelliğinden hiçbir şeykaybetmeden bugüne ve geleceğe ışık tutuyor. Okur veyoldaşlarımızın ilgiyle takip edeceğini umuyoruz.

Sosyalizm Yolunda

KKiittaappççııllaarrddaa.. .. ..

Page 3: Sİ Kızıl Bayrak 11-26

Kapak Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak* 3Sayı: 2011/26 * 08 Temmuz 2011

Kürt hareketinin meclisi boykot etmesi veardından da CHP’nin aldığı “yemin etmeme” tavrı,düzeni siyasal bir krizle yüzyüze bırakırken, AKPyönetimi ise ilk anda ara bir çözüm olanağına dikkatçekerek gerilimi düşürmeye çalışırken daha sonrasaldırgan bir üslup takındı. Özellikle CHP sözkonusuolduğunda tehditkar bir dille sopa göstermek yolunagitti. “Tükürdüklerini yalayacaklar”, “Paşa paşagelecekler”, “Milletvekilliklerini düşürürüz” türüsöylemleri birbirini izledi. Kuşkusuz AKP böyleliklebir yandan CHP’yi hizaya çekmeye ve daha çok daCHP’nin bu krizden güçlenerek çıkmasının önünegeçmeye çalışmaktadır.

Gerilimin tırmandığı bu koşullarda AKP’nin“devamsızlık” gerekçesiyle CHP ve BDPmilletvekilliklerini düşüreceği ve arkasındanyapılacak ara seçimler yoluyla anayasayı değiştirmekiçin gerekli sayıya ulaşacağı ihtimali üzerinde dedurulmaktadır. Kuşkusuz bu sözkonusu güçleriburjuva siyaset alanından uzaklaştırmaya yönelikoldukça sert bir müdahale olur ki, siyasal kriziderinleştirmekten başka bir sonuç vermez. Eğerdinci-gerici parti böyle bir planda karar kılmışsa, çokaçıktır ki tam bir gözü dönmüşlükle hareketetmektedir. Çünkü bu durumda burjuva siyasal sistemtam olarak tıkanacak, toplumun geniş kesimleri desistemin dışına itilecektir. Bunun düzenin bekasıüzerinde yaratacağı büyük tehdit ortadadır.

Düzenin efendisi konumunda olan emperyalistlerve tekelci burjuvazi böyle bir tehditin doğmasına izinverir mi, bu konuda bugünden kesin şeylersöylenemez. Ancak şurası da açıktır ki AKP’ninsistemin bekasını zora düşürmek pahasına birhoyratlıkla saldırmasının gerisinde emperyalistlerle,somutta ABD emperyalizmiyle kurduğu ilişkiler roloynamaktadır. Dolayısıyla siyasal kriz karşısındaalacağı tutumun seyrinde de bu ilişkilerin geleceğibelirleyici olacaktır.

Öyle ki içeride burjuva siyasal yaşamınkilitlenmesine yol açan bir krizle yüzyüze bulunanAKP’nin dış politika alanında içerisine girdiği yoğunve çarpıcı hareketlilik dikkat çekmektedir. Dahası bualandaki hareketlilik, içerideki siyasal krizkoşullarıyla belirgin tezatlık oluşturmaktadır. Ortadahenüz yeni hükümet kurulmamıştır, ancak AKP’ninşefleri ABD ve İsrail ile olan ilişkilerinigeliştirmekte, emperyalist-siyonist stratejilerinihtiyaçlarına yanıt vermek üzere bir dizi adımıgeciktirmeden atmakta, “aktif dış politika” denilenaktif uşaklık çizgisinde tam yol ilerlemektedirler.“İstikrar”ın egemenler payına ne anlama geldiği deböylelikle daha açık biçimde görülmektedir.

Ahmet Davutoğlu’nun Libya seferi ve üstüneKaddafi yönetimine ait bir bankaya el konulması gibigelişmelerle Libya’da daha aktif işbirliğiyapılacağının alanen gösterilmesi, Suriye’de Esadyönetimine yönelik açıktan askeri saldırı tehditlerininsavrulması, mecliste ilk iş olarak Lübnan tezkeresiningeçirilmesi, tüm bunların üstüne İsrail ile ilişkilerdekibariz “ısınma”… AKP’nin yeni döneminde dışpolitikadaki stratejik eksenini belirleyen bu sonuncuolgu, bugün ABD emperyalizmiyle ilişkisinin de anagündemini oluşturmaktadır. Öyle ki büyük efendi

ABD, Ortadoğu’daki iki ana silahı durumundakiİsrail ile Türkiye arasındaki ilişkileri eski düzeninesokmak üzere seferber durumdadır. Bu, Obama ileErdoğan’ın yakın zamanda yaptıkları telefonkonuşmalarının da ana konusuydu. Bugünlerdepeşisıra Ankara’ya gelen ABD heyetlerinin de ziyaretnedeni de temelde budur. Son olarak ABDBüyükelçisi bu kapsamda yaşananların genelçerçevesini ortaya koyan açıklamalar yaptı.Gazetecilerin İsrail-Türkiye arasındaki ilişkilereyönelik ABD’nin müdahalesi olup olmadığı sorusunakaçamak yanıtlar veren Büyükelçi, amaçlarınınTürkiye ile İsrail arasında bir süredir bozulanilişkileri tamir etmek ve ileriye yönelik buişbirliğinden azami ölçüde yararlanmak olduğunuteyit etti.

Bu, ABD-İsrail-Türkiye gerici saldırganlıkmihverinin yeniden sağlamlaştırılması demektir ki, şuhaliyle bu doğrultuda bir hayli mesafe aldıklarıortadadır. Siyonistler AKP’nin seçimlerde “oneminute” gibi efelenmelerin siyasal rantını tepe tepeoya çevirmesine göz yumarken bu tür bir gelecekbeklentisiyle hareket ediyorlardı kuşkusuz. AKP deseçimlerin hemen ardından, daha “balkonkonuşması”ndan itibaren bu yardımın diyetiniödemeye başlamış (Elbette emperyalistler vesiyonistlerle ilişkilerdeki ısınma seçimlerinöncesinden, füze kalkanının ülke topraklarındakurulmasına izin vermek, Libya işgalinde suçortaklığı gibi uşaklık örnekleriyle başlamıştır),ilişkileri “ısındırmak” çerçevesinde bir dizi “jest”tebulunmuştur. Bu “jestler” içerisinde ikinci GazzeFilosu ile hareket etmeye hazırlanan Mavi Marmaragemisinin seferden alıkonulması da vardır. Öyle ki buadım hem AKP’nin hem de Filistin konusunualabildiğine istismar eden dinci gericiliğin maskesiniindirecek türden bir uşaklık-düşkünlük örneğidir.“Tükürdüğünü yalamak” deyimi de tam olarak da butürden bir durumu anlatmaktadır.

Yeri gelmişken değinelim ki, dinci-gerici-yandaşbasın, ekonomisi iflas ettikten sonra tüm ipleriniemperyalistlere bırakan Yunanistan devletinin GazzeFilosu’nu engellemesine karşı demediğinibırakmazken Mavi Marmara sözkonusu olduğundasusmakta, dahası AKP’nin tutumuna mazaretuydurmaktadır. Bu adi ikiyüzlülüğe ne kadar lanet

okunsa o kadar azdır. Tüm bunlardan sonra belirtmek gerekir ki

ABD’nin siyasal kriz karşısındaki görünürdekikayıtsızlığının nedeni, AKP’nin dışarıdaki aktifuşaklık çizgisinde görülmemiş ataklığıdır. Yani aktifuşaklığın karşılığı burjuva siyasal yaşamda AKP’ninelinin serbest bırakılması olmaktadır. İşte AKPşeflerinin son günlerde içeride sergilediği hoyratlığıngerisinde ABD desteği durmaktadır. Büyük ölçüde budesteğe dayanılarak içeride efelenilmektedir.Kuşkusuz ABD de AKP’nin iplerini daha sıkıkavramak ve onu bölgesel planlarında daha etkinbiçimde kullanmak için bunu bir fırsat olarakdeğerlendirmektedir.

İç politika ile dış politikanın bu türden bir iç içegeçmişliği yeni bir olgu değildir. Fakat böylelikle,Ortadoğu’daki halk isyanlarını bastırmak ve bölgeyiemperyalist-siyonist amaçlar doğrultusunda yenidendüzenlemek için atılan sistematik adımlar dikkatealındığında ülke yönetenlerinin altına girdikleriuğursuz rolün sonuçlarının ne denli ağır olduğuaşikardır. Emekçilerin ve ezilen halklarınbugünkünden de beter bir kölelik düzenine maruzbırakılması tüm bu çabanın gelip dayandığı amaçdurumundadır.

İşte bu nedenle ilerici-devrimci güçler ile Kürthareketi, günün iç politikaya ait güncel gelişmelerinibu çerçevede ele almalı, değerlendirmeli ve politikgörevlerini de yine bu çerçevede tanımlamalıdırlar.Bu, düzen güçlerinin içerideki çok yönlü saldırılarınakarşı verilecek sosyal ve siyasal hak mücadelesininemperyalizme ve emperyalist uşaklığa karşı birpolitik perspektifle sürdürülmesi demektir.

Bunun somut karşılığı, baskıya, eşitsizliğe ve hertürden köleliğe karşı etkili ve güçlü bir mücadelecephesini oluşturmak, hedefine de emperyalizmi veuşaklarını koymak demektir. Böylelikle deemperyalizmin Ortadoğu’ya yönelik gerici planlarınave amaçlarına karşı, ezilen emekçi halklarınmücadelesine güçlü bir destek verilebilir,Türkiye’den güçlü bir mevzi açılabilir. Bu bakımdanilk sınav 15-16 Temmuz’da İstanbul’da yapılacakLibya Temas Grubu toplantısıdır. Emperyalisthaydutlar ile uşaklarının üst düzeyde yanyanagelecekleri bu toplantı karşısında güçlü bir anti-emperyalist ses yükseltmek günün görevidir.

İçeride efelik taslayanlar dışarıda uşaklıkta sınır tanımıyor...

Emperyalizme ve uşaklarına karşımücadeleyi yükseltelim!

Page 4: Sİ Kızıl Bayrak 11-26

Gündem4 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2011/26 * 08 Temmuz 2011

Ankara-Washington/Ankara-Tel Aviv hatlarındakiuğursuz trafik, son günlerde yeniden yoğunlaştı. Halkhareketlerinin Arap dünyasını boydan boya kapladığıbir dönemde ABD emperyalizmi ve siyonist İsrail’leişbirliğini daha da pekiştiren sermaye iktidarı ile AKPhükümetinin, bölge halklarına karşı yürütülenemperyalist saldırı planlarında aktif roller üstlenmeeğiliminde olduğu gözleniyor.

Vurgulamak gerekiyor ki, Ankara’daki Amerikancıiktidarın emperyalist/siyonist güçlerle ilişkilerinde bazıpürüzler çıksa da, temel alanlarda işbirliği ve suçortaklığı devam etti. Ne ticari ilişkilerde bir gerilemeoldu ne silah ihaleleri iptal edildi ne de temel sorunlaradair Ankara ile Washington-Tel Aviv ikilisinin tutumlarıarasında kayda değer farklar oluştu…

Dinci gericilik odağı AKP’nin şefi TayyipErdoğan’ın Davos’ta yanı başına oturduğu İsrailCumhurbaşkanı Şimon Peres’i “terslemesi” ilehissedilen gerilim, İsrail ordusunun Mavi Marmaragemisine yaptığı saldırı ve katliamla doruğa çıkmıştı.Gerçekte ne siyonist şefler ne Tayyip Erdoğan’lamüritleri sorunun ciddi boyutlara ulaşmasını arzuediyordu. Ancak İsrail’in küstahlığı ile AKP’nin iç vedış politika hesapları, yaşanan gerilimi kaçınılmazkılmıştı. Bu gerilimin istenmeyen bir boyuta vardığı,Washington’daki efendinin müdahalesi ile Ankara-TelAviv ilişkilerinin hızla “ısınmaya” başlamasından daanlaşılıyor.

Emir Washington’dan gelince…

“Müjdeli” haberi Amerikan sermayesinin sözcüsüolan ultra sağcı Wall Street Journal (WSJ) gazetesiverdi. “Son dönemde ABD-İsrail ile Türkiye arasındakiilişkilerde bariz bir ‘ısınma’ yaşanıyor” tespitini yapangazete, “Suriye krizinin İsrail ile Türkiye arasındakiilişkilerde yumuşama yönünde ilk belirtileri ortayakoyduğunu” vurgulayarak, bu gelişmelerden duyduğumemnuniyeti dile getirdi.

İsrail’de yayın yapan Ynet haber sitesi ise,Washington ve İsrail’deki kaynaklara dayandırdığıhaberinde, “Amerikan yönetiminin, her iki tarafa daaralarındaki gerilimi sona erdirmek için baskıuyguladığı, bunun sonucunda Türkiye ile İsrail’in ‘gizlipazarlıklara’ başladığı” belirtildi.

Washington’dan emir geldiğini doğrulayan bir diğergelişme, 1 Temmuz’da Türkiye’ye gelen üç senatördenoluşan bir ABD heyetinin, Başbakan Tayyip Erdoğan’lagörüşmesi ve bu görüşmeden duyulan memnuniyetinbasın önünde ilan edilmesi oldu.

Başbakanlık Resmi Konutu’nda yapılan görüşmeninardından açıklamalarda bulunan Amerikan heyetindeJohn McCain (Bush’un cumhuriyetçi partisinin başkanadayı), Joe Lieberman ve Lindsey Graham, TayyipErdoğan’ın yaklaşımlarından duydukları memnuniyetinaltını çizdiler.

“İsrail-Filistin arasındaki barış görüşmeleri, Libya,Suriye ve Türk-Amerikan ilişkileri”ni konuştuklarınıaçıklayan heyet, Tayyip Erdoğan’ın ve Türk devletininAfganistan ve Irak’ta oynadığı rolden dolayı özellikle“minnettar” olduklarını belirttiler.

Bu gelişmelerin yansıra basına yansıtılmayan gizligörüşme ve pazarlıkların da yapıldığını tahmin etmekzor değil.

Sermaye iktidarı ve AKP hükümeti için utanç vericiolan bu gelişmeler, “bölgenin ektin gücü ve dünyadevleti olacağız” söyleminin kofluğunu da ortayakoydu. Ne kadar hevesli olsalar da, Ankara’dakiişbirlikçilere, henüz ABD’nin bölgesel çıkarlarıylauyumlu “etkin taşeronluk” dışında bir görev biçilmiyor.Washington’dan gelen emirle, hızla İsrail’le arayıdüzeltmeleri, bir kez daha bu alçaltıcı misyonu gözlerönüne sermiştir.

İlkeleri değil sefil çıkarları var…

Tayyip Erdoğan’la önde gelen bazı müritlerininİsrail’e karşı esip gürlemeleri hafızalardadır. İsrail’ekarşı ağır ithamlarda bulunan AKP şeflerinin gelinenyerde ırkçı-siyonistlerle arayı düzeltmek için gizligörüşmelere başlamaları, dahası bunun için utanç vericitavizler vermeleri, kapitalist sınıflar adına siyasetyapanların temel ilkelere göre değil, iğrenç çıkarlaragöre hareket ettiklerini bir kez daha kanıtlanmıştır.

Mavi Marmara gemisinin “2. Gazze’ye özgürlükfilosu”na katılmasının engellenmesi, seçimlerinardından siyonist şeflerin Tayyip Erdoğan’ı tebrik edenmesajları, ABD ile İsrail’in Türk devleti ve AKPhükümetinin Ortadoğu halklarına karşı sürdürülenkarşı-devrim saldırısına verdiği kapsamlı desteği takdiretmeleri, basına son yansıyan haberlerde ise, MaviMarmara katliamından dolayı Türkiye’nin İsrail’denözür talep etmeyeceğinin ortaya çıkması… Tüm bunlar,AKP hükümeti ile şefi Tayyip Erdoğan’ınemperyalist/siyonist güçlerle ilişkileri pekiştirmek içinuygun fırsat kolladıklarını da gösteriyor.

Belirtelim ki, AKP hükümeti, İsrail’le anlaşmanınşartı olarak Mavi Marmara saldırısı için özür, ölenleriçin ise tazminat talep ediyordu. Ne var ki, ABDemredince, talepler çıtası yere doğru inmek zorundakalmıştır.

Bu gelişmelerin seçimlerin hemen ardındangündeme gelmesi de tesadüf değil. Zira seçimlerdeFilistin davasını da istismar eden dinci gerici güçler,Mavi Marmara’nın ne pahasına olursa olsun Gazze’yegideceğini sık sık vurguladılar. Oysa İsrail’le gizligörüşmelere başlayan AKP hükümeti, çok öncedenMavi Marmara’nın Gazze’ye gitmesini önleme kararıalmış, bunu ilan etmek için seçimlerin geçmesinibeklemiştir. Bu tutum, AKP’nin dini istismar etmeklekalmadığını, Filistin halkının acılarını bile siyasi ranta

çevirecek kadar ahlak yoksunu olduğunu da gözlerönüne sermiştir.

Gerici güçlerden ezilen haklara yarar gelmez…

Davos’taki çıkış ve Mavi Marmara saldırısınınardından Tayyip Erdoğan’ın İsrail’e karşı takındığı“sert” tutum, Arap halkları nezdinde belli bir yankıuyandırmıştı. Tayyip Erdoğan’ı “kahraman” ilan edenArap medyasının bunda önemli bir payı olsa da,Türkiye başbakanının “küstah siyonistleri hedef alması”da, doğal olarak yankı uyandırmıştı. Buna karşın Arapmedyasındaki ilerici kalemler tarafından, Türkiye’dekidinci gerici güçlerle Tayyip Erdoğan hakkında beslenenumutların temelden yoksun olduğu, Türk devletinin iseNATO üyesi ve ABD-İsrail işbirlikçisi olduğu da dilegetirildi. Fakat ilerici seslerin azlığı, tersi yönde yazıpçizenlerin ise belirgin bir çoğunluk oluşturmaları,“İslamcı AKP ve şefi Tayyip Erdoğan Filistindavasından yana” safsatasının ciddiye alınmasındaetkili oldu.

Bu yanılsama uzun ömürlü olamazdı. NitekimTayyip Erdoğan’la müritlerinin Arap dünyasındaki halkisyanları karşısında takındıkları tutumun Washington’laparalel olması gözlerden kaçmadı. Öyle ki, sefilçıkarlara göre alınan tutum, “Tayyip Erdoğan’la AKP,Osmanlı İmparatorluğu’nu diriltmek istiyor” türündendeğerlendirmelere vesile oldu.

Mavi Marmara’nın Gazze’ye Özgürlük Filosu’ndançekilmesi ve ABD-İsrail’le ilişkilerin pekiştirilmesi,“kahraman Tayyip efsanesi”nin safsatadan ibaretolduğunu gözler önüne serecektir. Vurgulamakgerekiyor ki, Tayyip Erdoğan’la müritleri Filistindavasını istismar etmek için demagojik söyleme devamedecekler. Hatta İsrail’e dil uzatma ihtimalleri de var.Dinci gerici medyadaki görevli kalemşör takımının ise,AKP-İsrail-ABD yakınlaşmasını gerekçelendirmek içinher türden şaklabanlığa başvuracağından da kuşkuduymamak gerek. Ancak bu türden sahte çıkışların artıkArap halkları nezdinde kaydadeğer bir etki yaratması damümkün olmayacaktır.

Dinci gerici AKP’nin bir çırpıda Filistin halkınısatması, bir tesadüf değil. Zira Filistin’e destek ilkeleredeğil sefil çıkarlara dayalı olduğu için, kısa ömürlüolmaya mahkûmdur. Bu örnek, gerici güçlerden ezilenhalklara yarar gelmeyeceğini bir kez daha kanıtlamıştır.

Filistin halkını bir çırpıda sattılar...

Emperyalizmin uşaklarından halklara dost olmaz!

Page 5: Sİ Kızıl Bayrak 11-26

Gündem Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 5Sayı: 2011/26 * 08 Temmuz 2011

Hatip Dicle’nin milletvekilliğinin düşürülmesi ileKCK davası tutuklusu olan seçilmiş vekillerin tahliyeedilmemesi “yemin krizi” adı verilen siyasal krizintemeli oldu. BDP’nin, Hatip Dicle ve KCK tutuklusuvekiller için birçok hukuki girişimde bulunmasınarağmen şimdiye kadar hiçbirinden sonuç alabilmişdeğil. Bunun için Kürt hareketinin tüm siyasalözneleri Hatip Dicle’nin gaspedilen vekilliği iadeedilene ve diğer KCK tutuklusu vekillerin meclisegirmesinin yolu açılana kadar meclisi boykot etmektekararlı.

Kürt hareketi haklı olarak Hatip Dicle ve diğerKCK tutuklusu vekillere yönelik yasağı, bir türterbiye operasyonu olarak değerlendirmekte ve bunakarşı büyük bir öfke duymaktadır. Daha büyük biröfke ise bizzat Kürt halkı şahsında açığa çıkmaktadır.

Düzen cephesinde ise BDP’li vekillerle ilgiliyasağın kaldırılmasına ilişkin belirgin birvurdumduymazlık hakimdir. Şu sıralar çatışmanınöne çıkan gündemi CHP’nin yemin etmemetutumudur. AKP tıpkı BDP’ye olduğu gibi CHP’ye de“önce parlamentoya gelin ondan sonra bakarız” dedi.Arkasından karşılıklı restleşmeler gündeme geldi veişler iyice içinden çıkılmaz bir hal almaya doğrugiderken Cemil Çiçek’in meclis başkanlığı içinvarılan uzlaşma, ilişkileri bir parça da olsayumuşatmış görünüyor. Fakat karşılıklı çekilen buncarestten sonra nasıl bir orta yol bulacaklar henüz bellideğil. CHP’nin “diz çöktürdük ve zafer kazandık”,AKP’nin ise “bak burnunuzu sürttük, tükürdüğünüzüyaladınız” diyemeyeceği bir çözüm yoluaranmaktadır. Fakat aranan bu yolun ne zamanbulunabileceği ise meçhuldür.

BDP’li vekillerin durumuna ilişkin AKP ve devletcephesindeki vurdumduymazlık tablosu biraz da şusıralarda CHP ile uğraşılıyor olmasından kaynaklıdır.Fakat düzenin siyasal krizinin temelinde Kürt siyasalhareketinin aldığı tutum ve izlediği çizgibulunmaktadır. CHP ile AKP arasındaki kavgaya vebunun yarattığı siyasal belirsizliğe rağmen tümtaraflar sorunun esas ağırlık merkezinde BDP ve Kürthalkının yer aldığı konusunda mutabıktır. Fakat bumutabakata rağmen BDP’li vekillerin durumunailişkin ne atılmış bir adım ne de söylenmiş bir sözvardır.

Son dönemde gözle görünür hale gelen Kürthalkının mücadele kararlılığı ve seçimlerde ortayakonulan irade düzen tarafından ezilmek isteniyor.Tüm yasak ve engellemelere rağmen BDP’nin ısrarlaparlamentoya çağrılması Kürt hareketinin ve halkınınaçıkça iradesini yok saymak demektir. Yanısıra burunsürtüp hizaya çekmeye çalışmak demektir.Görülebileceği gibi bugün için devlet açısındanöncelikli olan Kürt milletvekilleri üzerindeki yasağınkaldırılıp kaldırılamayacağı ya da Kürt sorunununanayasal çözümünün gerçekleşip gerçekleşmeyeceğideğil, Kürt halkının iradesinin nasıl kırılacağıdır. Buböyle olduğu ölçüde önümüzdeki günlerde Kürthalkının mücadelesine karşı kapsamlı ve azgın terörtırmandırılacaktır.

Geçtiğimiz hafta Diyarbakır’da gerçekleşenBDP’nin ilk grup toplantısında Selahattin Demirtaş;“sorunun çözümünü mecliste görüyoruz, ancakdevletin kölesi de değiliz” dedi. Bu açıklama biryandan belli güvenceler verildiği ölçüde meclisedönebileceklerini anlatırken bir yandan da devletinçizdiği sınırların ötesine geçmekteki kararlılık ortayakonmaktadır. Demirtaş’ın açıklamalarına paralel biraçıklama da Demokratik Toplum Kongresi’nden

geldi. DTK da bu ay sonu genişletilmiş kongreyapacağını, bunun için Kürdistan şehirlerinde delegeseçimi için sandık kuracağını ve toplanacak kongredeözerkliğe karar vereceğini açıkladı. Yapılan buaçıklamalar Kürt siyasal hareketinin de devletkarşısında kolayından geri adım atmayacağınıgöstermektedir.

Mevcut gelişmeler ışığında ifade edilecek olursaKürt hareketi devlet karşısında tok bir tutumtakınmakta ve artık düzenin kimi oyalamamanevralarına itibar da etmemektedir. Fakat bunarağmen stratejisini düzen siyasetinden ve düzenkanallarından dışında kurabilmiş de değildir.

Her ne kadar Kürt siyasal hareketi Kürt sorunununanayasal çözümü çerçevesinde düzen içi bir politikçizgi izlese de bu tutum her defasında (ve bugünolduğu gibi) devletin geleneksel imha ve inkaradayalı kırmızı çizgilerini karşısında bulmaktadır.Tersinden ise özellikle son yıllarda Kürt hareketininkazandığı güç ve mücadele kararlılığı devletingeleneksel çizgisini boşa çıkarmaktadır. Düzen ileKürt hareketi arasında yıllardır karşılıklı bir denge vekilitlenmenin ifadesi olan tablo bugünkü biçimiyledevam etmektedir. Fakat bir farkla ki Kürt halkınınmücadelesi nesnel olarak düzen sınırlarını aşmışbulunmaktadır. Kürt siyasal hareketi de buna paralelbir biçimde ve devleti açmaza alarak yeni mevzilerelde etmektedir. Kürt halkı kazanıp kullandığı herbirhakkını dişe diş bir mücadelenin ürünü olarak söküpalmaktadır. Sivil itaatsizlik ve çadır eylemleri,katledilen gerillaların cenazelerine sahip çıkılmasındave kendi vekillerini sahiplenme tutumunda da açığaçıktığı gibi mücadelenin gücü düzen hukukunu vekurumlarını fiilen bir tarafa itmiştir.

Kürt hareketinin attığı her ileri adım ve tok tutumKürt halk kitleleri tarafından çok daha ileri birdüzeyde sahiplenme konusu olmaktadır. Buyönleriyle Kürt halkı ulusal kimliğine ve değerlerinesahip çıkmakta, bunu düşünsel ve duygusal plandakalsa bile giderek belirginleşen düzenden kopmaeğilimiyle tamamlamaktadır.

Kuşkusuz son dönemlerde belli bir kararlılıklayürünmesi ve ulusal talepler planında daha esnekbaşka adımların atılması ciddi bazı yeni olanaklar dayarattı. Kürt hareketinin sınıf ayrımı gözetmeksizinher düzeyde ulusal birlik politikası gelinen aşamadabelli bir olgunluk kazanmış durumdadır. PKK vesilahlı direniş karşısında konumlanmış burjuvaşahsiyetlerle sağlanan işbirliği, dini eğilimlerlebuluşma çizgisi, korucu aşiretlerle barışma girişimlerive diğer parçalardaki Kürtlerle bağlar bir hayligüçlenmiş durumdadır. Bu ilişkilerin sağladığıimkanlar aynı zamanda kurumsal örgütlenmelerbiçiminde kalıcılaştırılmaya çalışılmaktadır.

Ortaya koyulan hedefler içinde dört parçanın yanyana gelmesi ve ortak hareket zemini yaratmasıbakımından en önemlisi kuşkusuz sonbahar aylarındadüzenlenmesi planlanan “Ulusal Birlik Kongresi”olacaktır. “Ulusal Birlik Kongresi” Kürt hareketiaçısından yeni bir sıçrama tahtası olarakplanlanmaktadır.

Bütün bunlar düzenin yüz yıllık inkar veasimilasyon çizgisinin yıkılması, Kürt halkının ulusalkimlik ve kültürünü pekiştirmesi bakımından yeni birdüzeyi işaretlemektedir. Fakat yine de bütün bunlarKürt halkının ve Kürt siyasal hareketininmücadelesinin bir başarısı olmasına rağmen stratejigeride kalmaktadır. Kürt halkının bugünkü objektifkonum ve tutumuyla Kürt hareketinin esas

yönelimleri arasında belirgin bir açı bulunmaktadır.Kürt halk kitleleri nesnel tutum itibariyle düzen dışıve devrimci bir konumda mücadele etmektedir.

Bu mesafe daha doğru bir ifadeyle çelişki, yamevcut güç ve olanakların düzen kanallarında birçözüm için kanalize edilmesiyle ya da Kürt siyasalhareketinin düzenden tam kopma rotasına girmesiyleaşılabilir. Kürt hareketinin bugünkü beklentilerinerağmen düzenin geleneksel çizgisinde ısrarınısürdürdüğü ve tam teslimiyeti dayattığı bir tablodadüzenden kopma seçeneği çok daha olanaklıdır. ZiraKürt siyasal hareketi şimdiki güç ve olanaklarınıdüzeni açmaza alma ve sorunun çözümüne zorlamayönünde kullansa da bunun Kürt halk kitleleriüzerinde bıraktığı sonuç bambaşkadır.

Son gelişmelerle doğrulandığı gibi devlet cephesiKürt halkının meşru militan mücadelesiyleTürkiye’nin siyasal ve toplumsal yaşamında ağırlığınıkoymasına kesin olarak karşıdır. Bu tutumuyla Kürthalkına mutlak bir teslimiyetle ve düzen çerçevesiiçine girmeyi dayatmaktadır. Bu dayatmanın fiilenparçalanıp aşılması Kürt halkıyla dayanışma halindeolan güçlü bir sınıf hareketinin yaratılması ölçüsündemümkün olabilir. Bu ise işçi sınıfı ve emekçilersafında Kürt halkıyla samimi bir dayanışmanınörgütlenmesi ve devrimci bir mücadele ortaklığıdemektir. Kürt halkının bugünkü nesnel devrimcipratiğinin ve mücadele kapasitesinin böylesi devrimciamaçlar doğrultusunda değerlendirilmesi de düzen içikanalların aksine bir başka imkanın varlığınıgöstermektedir.

Eğer güncel planda ve yaşam içerisindepratikleştirilebildiği ölçüde bu imkanlar bir değertaşımaktadır. Bu çizgide atılan her adım, alınan hermesafe, kazanılan her başarı düzen karşısında Kürthalkının mücadelesiyle emekçilerin mücadelesiniortaklaştırabilecek zeminleri yaratacaktır. Temel veköklü sorunlar çürümüş burjuva siyaset zemini olanmecliste ya da yasalarla değil, gerçek fiili güçilişkileri içerisinde ve mücadeleyleçözülebilmektedir. Kürt sorununun köklü ve kalıcıçözümü de buradan geçmektedir.

Düzenin siyasal krizi ve Kürt sorunu

Page 6: Sİ Kızıl Bayrak 11-26

Güncel6 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2011/26 * 08 Temmuz 2011

19 Mart gününden bu yana Libya halkınınüzerine bombalar yağdırmayı sürdüren emperyalisthaydutların saldırganlıkları tüm hızıyla sürürken,dinci-gerici partinin başını çektiği Türk sermayedevleti de aktif taşeronluk misyonunu pekiştirmekiçin adımlarını hızlandırıyor.

Libya işgalinin koordinasyonunu sağlamakamacıyla emperyalistlerin ve işbirlikçilerininbiraraya gelerek oluşturdukları “Libya TemasGrubu” toplantısının dördüncüsüne ev sahipliğiyapmaya hazırlanan Türk sermaye devleti, 5Temmuz günü de Ankara’da Libya gündemli birhazırlık toplantısına ev sahipliği yaptı. TemasGrubu’na hazırlık olarak değerlendirilen toplantıya,Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, BM GenelSekreteri Ban Ki-mun’un Libya Özel TemsilcisiAbdelilah El Hatip, Libya Ulusal Geçiş KonseyiBaşkanı Mahmut Cibril ve Birleşik ArapEmirlikleri (BAE) Dışişleri Bakanı Şeyh Abdullahbin Zeyd El Nahyan katıldı.

Toplantı sonrası Davutoğlu ve El Nahyangörüşmeye ilişkin ortak basın toplantısı düzenledi.

İstanbul'daki Libya Temas Grubu toplantısına ElNahyan ile birlikte eşbaşkanlık yapacaklarını dilegetiren Davutoğlu, emperyalist saldırganlığın aracıolan Libya Temas Grubu'na güzellemeler yaptı."Libya Temas Grubu, dost ve kardeş Libya'nıngeleceği açısından uluslararası topluluğunkararlılığını gösteren son derece önemli birforumdur" diyerek, İstanbul toplantısınıngündemini ve alacakları kararları gözdengeçirdiklerini ifade etti.

Yalan ve ikiyüzlülükte sınır yok!

Türk devleti adına “şova” dönüştürülmeyeçalışılan Bingazi ziyaretine değinen ve “bölgeyigözlemleme imkanı bulduklarını” dile getirenDavutoğlu, bir kez daha büyük bir ikiyüzlülükleNATO saldırganlığının “sivilleri korumaya dönükbir operasyon olduğunu” söyledi. Davutoğlu,“Önümüzde Libya açısından atılacak çok ciddiadımlar var. Her şeyden önce Libya’da akan kanındurması, sivil kayıpların artık olmayacağı bir geçiş

sürecinin yaşanması için sivillerin korunmasınayönelik sürdürülen NATO harekatının yanındasiyasal çözümle ilgili de adımlar atılması büyükönem taşıyor” şeklinde konuştu.

Geçtiğimiz hafta, Kaddafi muhalifi isyancılarınoluşturduğu Ulusal Geçiş Konseyi’ni resmi olaraktanıyan, Kaddafi ve destekçilerinin bankahesaplarını dondurarak ülkeye girişleriniyasaklayan Türk devleti, bu kararın hemenardından Dışişleri Bakanı Davutoğlu aracılığıylaisyancıların elindeki Bingazi şehrine giderek benzereksende görüşmelerde bulunmuştu. Türk devletiTemas Grubu’nun BAE’de yapılan üçüncütoplantısında, Libya Ulusal Geçiş Konseyi’ne 100milyon dolar yardım yapma kararı aldığını daaçıklamıştı.

Emperyalistler ve işbirlikçileri İstanbul’a geliyor

Emperyalistler ve işbirlikçileri, NATOşemsiyesine aldıkları Libya işgaline ilişkin 29 Martgünü Londra’da gerçekleştirdikleri UluslararasıLibya Konferası’nda “Libya Temas Grubu” adıaltında bir birliktelik oluşturdular. “Libya TemasGrubu”, Kaddafi muhalifi isyancı güçlere baştapara ve silah olmak üzere geniş çaplı yardım yapmakararı alırken, işgalin çok yönlü koordinasyonunuda sağlama görevi üstlendi.

AKP hükümeti eliyle emperyalist saldırganlığaaktif taşeronluk etmek için her türlü adımı atanTürk sermaye devleti, 15-16 Temmuz günlerindeİstanbul’da Libya Temas Grubu toplantısınındördüncüsüne ev sahipliği yapacak. Toplantıya,NATO, BM, AB, Arap Birliği, Afrika Birliğitemsilcileri ile ABD, Fransa, İngiltere, Almanya,İtalya, BAE, Ürdün, Fas, Katar ve Türkiye’dendışişleri bakanları düzeyinde temsilciler katılacak.

Emperyalistler ve işbirlikçileri böylelikle birkez daha Libya ve Ortadoğu halklarına dönüksaldırı ve yıkım planlarını masaya yatıracaklar.Fakat bu saldırı planlarına engel olmayı hedefleyenanti-emperyalistler ise aynı günlerde sokaklardaolmaya hazırlanıyorlar.

Dış politikada “ustalık” dönemi...

Aktif uşaklık çizgisinde

tam yol ileri!

BDP:­­“Ya­36­ya­hiç!”­

Diyarbakır’da onbinler buluştuBDP’nin Diyarbakır’da düzenlediği “Kürt sorununa

anayasal demokratik çözüm” mitingine onbinlerce kişikatıldı.

İstasyon Meydanı’nda yapılan mitingde konuşan DTKEşbaşkanı ve Mardin Bağımsız Milletvekili Ahmet Türk ileBDP Eş Genel Başkanı Filiz Koçali, Tayyip Erdoğan’ın“Meclis’e paşa paşa dönecekler” sözlerine yanıt verdiler.

Tayyip Erdoğan’ın “Meclis’e paşa paşa dönecekler”sözlerine atıfta bulunan Türk şunları söyledi: “Bu halkişkenceler, faili meçhuller, zulüm, baskı gördü. Tehdidinizpara etseydi, bu halk bugün Amed’te olmazdı. Tehditlerinizancak bizlere güç verir”

DTK’nin büyük bir iddiayla yola çıktığını söyleyen Türk,Kürdistan Meclisi’ni oluşturacaklarını duyurdu. “KürdistanMeclisi’nin oluşturulması için herkese büyük sorumlulukdüşüyor” dedi.

Koçali, Erdoğan’ın “Paşa paşa Meclis’e gelirler” sözlerinede “Paşa paşa gelmeyiz. Ya 36 ya hiç” diyerek tepki gösterdi.

Cezaevine taş yağmuru 29 Haziran’da Dersim’de katledilen Mazlum Erenci’nin

TMK’den yargılandığı süreçte tutuklu bulunduğu DiyarbakırE Tipi Cezaevi’ne yürüyen kitle, cezaevini taş yağmurunatuttu. Cezaevinin önünde bulunan subaylara ait araçlartahrip edildi. Eylemi sürdüren kitleye polis saldırdı.

Viranşehir’de meşaleli yürüyüşUrfa’nın Viranşehir ilçesinde Hatip Dicle ve KCK

tutuklusu milletvekillerinin serbest bırakılması talebiyle 4Temmuz akşamı gerçekleştirilen yürüyüşe polis saldırdı.

Vatan Caddesi üzerinde toplanan BDP’liler meşaleliyürüyüş gerçekleştirdi. Aralarında Viranşehir BelediyeBaşkan Yardımcısı Naif Aslan, BDP ilçe Başkanı FerzendeAta’nın da bulunduğu kitle ilçe merkezine yürümek istedi.Tutuklu milletvekillerinin serbest bırakılması talebiyleslogan atan kitle polislerin zırhlı araçlar ile barikat kurmasıüzerine yürüyüş güzergahını değiştirdi. Ara sokaklardan ilçemerkezine çıkmak isteyen kitlenin önü ikinci kez polistarafından kesildi.

Kitlenin yürüme kararlılığını sürdürmesi üzerine poliskalabalığa gaz bombası ve basınçlı su ile saldırdı. Arasokaklarda yaşanan kısa süreli çatışmalarda polise taşlarlakarşılık verildi. Kitlenin dağılmasıyla eylem sona erdi.

‘Sivil cuma’larda Dicle tepkisi1 Temmuz günü Van, Hakkari, Yüksekova, Doğubeyazıt,

Varto, Bulanık, Malazgirt, Patnos, Tatvan, İstanbul, Adana,Mersin, Şırnak, Silopi, Kurtalan, Derik, Nusaybin, Urfa,Ceylanpınar, Suruç, Viranşehir, Diyarbakır, Kızıltepe, Bismil,Ergani, Silvan, Cizre, Batman, Beytüşşebap, Siirt’te kılınannamazlarda binlerce kişi saf tuttu.

Vaazlarda ve okunan hutbelerde AKP’nin haksızlık ve hileyoluyla Hatip Dicle’nin vekilliğini çaldığı ifade edildi. ‘Sivilcuma’ların Kürt halkını birleştirici bir rol oynadığısöylenirken Kürtlerin haksızlık ve hukuksuzlukları hiçbirşekilde kabul etmeyeceği söylendi.

Bazı kentlerde namazdan sonra YSK kararını protestoeden eylemler gerçekleştirildi.

Page 7: Sİ Kızıl Bayrak 11-26

Sivas katliamı, üzerinden 18 yıl geçmesine rağmenunutulmadı, unutturulmadı. 2 Temmuz günü binlerceemekçi 33 şehidini anmak için Sivas’taydı. Diğertaraftan ise devletin 2 Temmuz’da sergilediği bir dizitutum ise onun katliamcı kimliğini olduğu gibi ortayakoydu, tüm vahşiliğiyle anımsanmasını sağladı. Hemanlayış hem de pratik tutumları itibariylekatliamcılıktan ve alevi düşmanlığından şaşmadığınıtescilledi.

AKP hükümeti 2 Temmuz hazırlıklarına, “bilim vekültür merkezi” haline getirdiği Madımak Oteli’ninaçılışını yaparak başladı. Ardından da başka birskandala daha imza attı. “Bilim ve kültür merkezi”ndehazırlanan sözde anma köşesine Sivas şehitlerininisimlerinin yanısıra katillerin isimlerini de yazdı.

Sivas Valisi ise iki katilin isminin Madımakşehitlerinin yanına yazılmasına yönelik tepkileri haksızbularak katilleri korumaya kalktı. “Vefat eden 37 kişininde adını yazdık. Yazılan 2 kişi provokatördü diyorlar.Ben ne bileyim katil miydi, yakan mıydı? Biz kim yaktıbakmıyoruz, insanı merkeze alıyoruz” diyerek devletin“insancıllığı”nı gösterdi. Üstüne de Madımak Oteliönünde yapılacak anmaya yasak koymaya kalktı.

Alevi emekçileri ve ilerici-devrimci güçler tümbunlara rağmen Sivas’a gitme kararlılığı gösterince isebu kez kent ablukaya alındı. Giriş çıkışlarda aramalaryapıldı, kente girişler geciktirildi. Katliam sırasındakatil sürülerinin il dışından nasıl getiren devletböylelikle kuş uçurmuyordu(!)

Akabinde de Sivas’ta toplanan binlerce emekçiyesaldırarak gerçek yüzünü gösterdi. Saldırı sırasındaatılan gaz bombalarından alanda bulunan tüm kitlepayını aldı. Sivas şehitlerinin ailelerinden deyaralananlar oldu. 18 yıldır katliama dair gerçekleriörtbas etmek için tüm maharetini sergileyen sermayeninfaşist devleti, tüm bu çabasına rağmen sonuçalamamasını saldırarak telafi etmeye çalıştı. Katliamıönlemek için kılını kıpırdatmayan devlet, 18 yıl aradansonra polis ordusuyla kenti ablukaya aldı.

Böylelikle bir kez daha görülmüştür ki, günümüzünHızır paşalarının amacı Alevilerin hak ve özgürlüklerinigenişletmek değil sömürü düzeninin devamınısağlamaktır. Bunun için düzenin ihtiyaç duyduğu şey,kendi ihtiyacına uygun Alevilik anlayışını hakimkılmaktır. Sivas anmasında yaşananlar Alevilerinsermaye düzeninden, sorunlarının çözümüne dair enufak bir adım atmasını beklememesi gerektiğinin enaçık kanıtıdır. Bir kez daha görülmüştür ki tek yolmücadele ateşini büyütmektir.

2 Temmuz Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 7Sayı: 2011/26 * 08 Temmuz 2011

Katil devlet 18 yıl sonra yine işbaşındaydı!

Sivas­anmasına­soruşturma

Katliamın 18. yıldönümünde Madımak Oteli önünde gerçekleştirilen anmada kitleye gaz bombalarıylasaldıran sermaye devleti, tertip komitesine soruşturma açtı.

Soruşturmaya gerekçe olarak anma etkinliğinin 2911 Sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunukapsamında kamu binası önünde, Valilik tarafından yasaklanan bir alanda yapılması gösterildi.

Tertip komitesi üyeleri hakkında 1.5 yıldan 3 yıla kadar hapis istemi ve 15 bin ile 30 bin liraya kadar ağırpara cezasıyla yargılanmalarının talep edileceği öğrenildi.

Katliamı lanetleyenlere soruşturma açılırken Sivas’ın firari sanıkları “bulunamıyor”, dava zamanaşımıkapsamına alınmaya çalışıyor, katiller ise ödül gibi cezalarla kollanıyor.

Hamburg’da­2­Temmuz­anması

Hamburg’da 2 Temmuz Sivas katliamını anmak için Alevi Kültür Derneği tarafından şehrin en işlekcaddesi olan Mörgerberg Caddesi üzerinde stant açıldı. Standın üzerine Sivas’ta şehit düşenlerin resimlerikonularak üzeri kırmızı gül ve karanfilerle süslendi. Katliamı anlatan Almanca bildiriler dağıtıldı. Yaklaşık 4saat süren stant çalışmasının ardından anma etkinliğine geçildi.

BİR-KAR’ın da yer aldığı anmada “Sivas’ın katili sermaye devletidir!” başlıklı bildiriler dağıtıldı, KızılBayrak satışı yapıldı.

Anmanın ardından Hamburg YEK-KOM tarafından Altona’da 2 Temmuz Katliamını lanetlemek ve Kürtlerüzerindeki baskıları protesto etmek için bir miting yapıldı. Miting için Markoda önünde toplanıldı. “Sivas-Madımak katliamını unutmadık, unutmayacağız” ve “Bizi insan olarak görmenizi istiyoruz, Kürt olarakdeğil” pankratlarıyla Hatip Dicle’nin fotoğrafları taşındı. YEK-KOM tarafından yapılan konuşmanın ardındanDie Linke milletvekili olan Mehmet Yıldız Almanya’da yaşanan güncel siyasal konular üzerine bir konuşmayaptı.

Konuşmaların ardından halaylar çekildi. Mitinge DIDIF, ATIK, ADHK’de de katıldı.BİR-KAR “Sivas’ın katili sermaya devletidir” ve “Kürt halkıyla eylemli dayanışmaya!” başlıklı bildirilerin

dağıtımını gerçekleştirdi.BİR-KAR / Hamburg

AnkaraSivas’ta katledilen aydın ve sanatçılar 6

Temmuz günü Ankara Karşıyaka Mezarlığı’ndagerçekleştirilen eylemle anıldı.

Anma için 1 Nolu kapıdan Sivas şehitleri anıtmezarına yürüyüş gerçekleştirildi. Eylemde“Madımak utanç müzesi olacak; unutmadık,unutturmayacağız / PSAKD” pankartı ve Sivas’tayakılan aydınların fotoğrafları taşındı. Anıtmezara gelindiğinde saygı duruşu gerçekleştirildi.Ardından PSAKD Genel Başkan YardımcısıMustafa Özarslan bir konuşma yaptı. SivasValisini Hızır Paşa’ya benzeterek “Yürü bre HızırPaşa senin de çarkın kırılır. Güvendiğin padişahıno da bir gün devrilir” dedi. Konuşması sırasındaağlayan anaları gösterip “Anaların öfkesi, gözyaşıkatilleri boğacaktır!” diyerek Madımak’ın utançmüzesi yapılması talebini yineledi.

Açıklamanın ardından Denizlerin ve MahirÇayan’ın mezarları ziyaret edilerek Denizleriasanın, Mahirleri katledenin Sivas’ta yakanlarlaaynı güç olduğunu vurgulayan konuşmalar yapıldı.Daha sonra “Devrim şehitleri ölümsüzdür!”sloganlarıyla eylem son buldu.

İstanbulİstanbul’da Pir Sultan Abdal Kültür Derneği

(PSAKD) öncülüğünde gerçekleştirilen anmaetkinlikleri 30 Haziran günü Asım Bezirci’ninZincirlikuyu Mezarlığı’ndaki mezarı başındadüzenlenen etkinlikle başladı.

Buradaki mezar anmasının ardından KadıköyTepe Nautilus önüne geçen kitle ilerici vedevrimci kurumlarla buluşarak Sivas şehitlerindenNesimi Çimen’in mezarının bulunduğuKaracahmet Mezarlığı’na yürüdü.

Yürüyüşün en önünde PSAKD imzalı“Madımak utanç müzesi olacak! Unutmadık,unutturmayacağız” pankartı taşındı. Yaklaşık 400kişinin katıldığı yürüyüşte Sivas şehitlerininfotoğraflarının yer aldığı 50 metre uzunluğundabir şerit pankart da taşındı.

BDSP’nin “Maraş, Çorum, Sivas, Gazi...Katliamların hesabını soracağız” pankartıylakatıldığı yürüyüşte TKP, Halkevleri, DevrimciAlevi Komitesi, SODAP ve Kaldıraç da yeraldılar.

İlerici ve devrimci güçler Nesimi Çimen’inmezarı başında gerçekleştirilen anmanın ardındaneylemlerine son verdiler.

Kızıl Bayrak / Ankara - İstanbul

Sivas­şehitleri­mezarları­başında­anıldı

6 Temmuz 2011 / Ankara

Page 8: Sİ Kızıl Bayrak 11-26

Sivas katliamının 18. yıldönümünde binlerce kişikatliamı lanetlemek ve 2 Temmuz şehitlerini anmakiçin Sivas’ta toplandı.

Başta Alevi örgütleri olmak üzere; sendikalar,meslek örgütleri ile ilerici ve devrimci güçlerin dekatıldığı Sivas’taki buluşma öncesinde SivasValiliği’nin talimatıyla kent ablukaya alındı.

Genel olarak kitlenin coşkusu eyleme yansıdı.Fakat gerek otel önündeki uzun bekleyişte, gerekotobüslerin daha şehre girişlerinde polis tarafındanengellenmesi girişiminde sorumlu dernekyöneticilerinin pasif tutumu eylemin coşkusunuazalttı. Bu sebeple eylem daha bitmeden birçokkortej dağılmaya başladı.

Polis engellemesi aşıldı

Pir Sultan Abdal Kültür Derneği ile AleviBektaşi Federasyonu (ABF) tarafından organize edileneyleme katılmak için, Cuma akşamı Türkiye’nin dörtbir yanından Sivas’a hareket eden araçlar kentgirişinde durdurularak saatlere bekletildi.

Ayrıca, eski Madımak Oteli’ne asılması planlanan“Utanç Müzesi” tabelasına polis tarafından el konuldu.Binlerce kişinin bu keyfi uygulamaya tepki göstermesiüzerine tabela geri verildi.

Madımak’a yürüyüş

Ekrem Bey Parkı’nda toplanan Alevi örgütleri ilediğer güçler katliamın yaşandığı Madımak Oteli’ninönüne doğru yürüyüşe geçti. Sivas Katliamı’ndahayatını kaybedenlerin yakınlarının ellerindekifotoğraflarla ön saflarda yer aldıkları yürüyüşte, sıksık “Madımak utanç müzesi olacak!” sloganı atıldı.Yürüyüşte “Madımak müze olsun!”, “Katliamınsorumluları yazılsın” yazılı dev pankartlar taşındı.

Kortejlerde Sivas şehitlerinin fotoğrafları dataşındı. Yürüyüşe PSAKD şubeleri başta olmak üzerearalarında BDSP’nin de olduğu ilerici ve devrimcigüçler yer aldı.

BDSP ise “Sivas’ın katili sermaye devleti” yazılıpankartını taşıdı. Kızıl flamalarla yürüyen BDSP’lilerkatliamı lanetleyen ve hesap sorma çağrısı yapansloganlar attılar. Kortej çevredekiler tarafından ilgiyle

karşılandı.

Madımak önünde polis saldırdı

Otele çıkan bütün sokaklar yoğun polis ablukası iletutulurken, yürüyüş kolu Madımak Oteli’ne yaklaşıncapolis barikatı ile karşılaştı. Kortejin en önündebulunan şehit aileleri, barikat açılarak içeri alındıktansonra kitlenin geçişine izin verilmedi. Şehit aileleriotelin önüne çelenk bıraktılar ve “Madımak Utançmüzesi olsun” tabelasını astılar.

Bir süre sonra ön taraftaki kitle barikata yüklendi.Polis yoğun biber gazı kullanarak kitleye saldırdı. Birsüre dağılan kitle ardından “Katil devlet hesapverecek!”, “Sivas’ın hesabı sorulacak!”, “Faşizmekarşı omuz omuza!” sloganlarıyla tekrardan toplanıldıve barikatın önünde beklenildi.

Devletin oteli, bilim ve kültür merkezi olarakmeşrulaştırma çabası şehit ailelerinin içeriye davetedilmesiyle devam etti. Aileler ise bu daveti kabuletmedi. Otelin utanç müzesi olması gerektiğinibelirterek içeri girmeyi reddeddiler. Otelin önünekaranfiller bırakan aileler “Utanç müzesi” tabelasınıda alarak çıktılar.

Anma boyunca alanda bulunan kitlenin sayısıyaklaşık onbine ulaştı.

Kızıl Bayrak / Sivas

2 Temmuz8 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2011/26 * 08 Temmuz 2011

Madımak'ta insanlık 2. kez utandı...

Binler devlet terörüne rağmenSivas'ta buluştu...

İstanbul’da­anmalar...

SarıgaziAKA-DER, BDSP, DHF, Partizan, TKP, ÖDP,

UİD-DER, Sarıgazi Pir Sultan Abdal Derneği Girişimitarafından örgütlenen yürüyüşe ESP, DevrimciDönüşüm, Hacı Bektaş-ı Veli Derneği ve TaşdelenCem Evi destek verdi. Oldukça coşkulu geçen eylememekçiler tarafından ilgiyle izlendi.

Vatan İlköğretim Okulu’nun önünde başlayarakNazım Hikmet Parkı’na kadar gerçekleştirilenyürüyüşe 600 kişi katıldı.

Nazım Hikmet Parkı’na gelindiğinde bir dakikalıksaygı duruşu gerçekleştirildi. Ardından yapılankonuşmada Sivas Katliamı lanetlendi, devletinkatliamlarını sürdürdüğü ve Kürt halkına yönelikbaskıların da bunun bir yönü olduğu vurgulandı.Müzik dinletisi ve semah gösterisinden sonra eylemsona erdi.

BDSP, “Maraş, Çorum, Gazi, Sivas... Katliamlarınhesabını soracağız!” pankartıyla ve kızıl bayraklarlaeyleme katılım sağladı.

Kartal30 Haziran akşamı Ahmet Şimşek Koleji önünde

toplanan kitle “Madımak Utanç Müzesi Olacak”,“Katil Devlet Hesap Verecek” pankartlarıyla KartalMeydanı’na yürüdü. Eylem basın açıklamasınınokunmasından sonra atılan sloganlarla son buldu.

150 kişinin katıldığı eylemi BDSP, Partizan,Halkevleri, ESP, PDD, PSAKD, EMEP, TKPörgütledi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

2 Temmuz 2011 / Sivas

3 Temmuz 2011 / Sivas

30 Haziran 2011 / Kartal

Page 9: Sİ Kızıl Bayrak 11-26

2 Temmuz Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 9Sayı: 2011/26 * 08 Temmuz 2011

İzmirAlevi Bektaşi Federasyonu ve İzmir Yöre

Dernekleri’nin (İYD) çağrısıyla gerçekleşen mitingiçin Cumhuriyet Meydanı’nda toplanan kitle buradanGündoğdu Meydanı’na yürüdü. Yürüyüş sırasında enönde Alevi Bektaşi Federasyonu ve İzmir YöreDernekleri “2 Temmuz Katliamı’nı unutmadık,unutturmayacağız” pankartıyla yer alırken, arkalarındaAlevi örgütleri pankartlarıyla sıralandılar.

İlerici ve devrimci kurumlarla emek ve meslekörgülerinin de yer adığı yürüyüşe BDSP’liler de kızılflamalarıyla katıldılar.

Alana girildiğinde kürsüye Sivas şehitlerininresimlerinin olduğu ve “Unutmadık,unutturmayacağız” şiarlı pankart asıldı. İlk olarakSivas şehitlerinin isimlerinin okundu ve birer kişiresimleri taşıyarak sahneye çıktı. Temsili olarak PirSultan Abdal’ın da sahneye çıktığı kurguda, kitle,isimleri “yaşıyor” sloganlarıyla karşıladı. Şehitlerinresimleriyle birlikte semah gösterisi yapıldıktan sonrasaygı duruşuna geçildi.

ABF ve İYD adına basın açıklamasınınokunmasının ardından İzmir İHD Şube BaşkanıMustafa Rollas ile DİSK Ege Bölge Temsilcisi AliÇeltek birer konuşma yaptılar. Pir Sultan Abdal KültürDerneği Müzik Grubu da kısa bir dinleti sundu. Dahasonra KESK Şubeler Platformu sözcüsü Duran Sınacıile Alevi Yol Kültür Derneği adına Halil Aksu da birerkonuşma yaptılar. Tüm konuşmalarda yaşanankatliamlara karşı ortak mücadele edilmesiningerekliliğine vurgu yapıldı.

Miting alanında Kızıl Bayrak gazetesi satışı dayapıldı.

Ankara2 Temmuz günü Toros Sokak’ta kitlenin

toplanmasıyla başlayan eylem, Kolej Meydanı’nayapılan yürüyüşle devam etti.

Birçok sendika, meslek odası, köy derneği ileilerici ve devrimci kurumun katılım sağladığı eylemde,en önde Sivas şehitlerinin aileleri yürüdü. Ailelerinarkasında PSAKD, DİSK, KESK, TMMOB vedernekler pankartlarıyla yer aldılar.

BDSP’liler mitinge “Faşist katliamların hesabınıişçi-emekçiler soracak/ BDSP” ve “Pir Sultan’danMadımak’a asan da yakan da devlettir/ MİKE” yazılı

pankartlar ve kızıl flamalar ile katıldılar.Miting saygı duruşu ile başladı. Sivas’ta yakılan 33

aydın ve sanatçının isimleri tek tek okunarak hep birağızdan “yaşıyor” sloganı haykırıldı. Kürsüye ilkolarak Sivas şehitlerinden Sehergül Ateş’in amcasıSüleyman Ateş davet edildi. Sivas davasınınavukatlığını da yapan Ateş, hukuksal süreciözetledikten sonra katillerin yargılanmadığını belirtti.Konuşmasının ileri bölümlerinde duygusallaşan Ateş,havanın da etkisiyle fenalaştı.

Daha sonra sözü tertip komitesi adına PSAKDGenel Başkan Yardımcısı Mustafa Özarslan aldı.Özarslan, katliamın unutulmadığını ve Madımak utançmüzesi oluncaya ve katiller yargılanıncaya kadarmücadelenin devam edeceğini vurguladı. “Unutursakhatırlatırlar” ifadelerini de kullanan Özarslan, Gazi’yi,Ulucanlar’ı ve 19 Aralık’ı örnek vererek toplumsalbelleği diri tutma çağrısı yaptı.

Tertip komitesi adına yapılan konuşma politikiçerik olarak oldukça iyi olmasına rağmen, alana girendüzen partisi CHP, ADD ve Çankaya belediyesibaşkanı Bülent tanık’ın kürsüden selamlanması birçokemekçinin ve devrimci kurumların tepkisini çekti.

Yaklaşık 5 bin emekçinin katıldığı miting KardeşTürküler’ in söylediği ezgilerin ardından son buldu.

Ontex direnişinin sesinin taşındığı mitingdeBDSP’liler Kızıl Bayrak gazetesi satışı dagerçekleştirdiler.

Bursa2 Temmuz günü yapılan miting Kent

Meydanı’ndan Fomara Meydanı’na yapılan yürüyüşlebaşladı. Saygı duruşu ile başlayan anmada kurumlaradına hazırlanan basın açıklaması okundu.

Basın açıklamasının ardından Sivas’ta yaşamınıyitirenlerin isimleri tek tek okunarak “yaşıyor” diyehaykırıldı.

Grup Liberta’nın seslendirdiği türkü ve marşlarınardından anma sona erdi.

Yaklaşık 300 kişinin katıldığı eylemde aralarındaBDSP, DİSK Marmara Bölge Temsilciliği, BirleşikMetal İş Sendikası, TÜMTİS, ÇHD Bursa Şubesi,BDP, ÖDP, Partizan’ın da bulunduğu birçok sendika,meslek örgütü, ilerici ve devrimci kurum yer aldı.

DidimMiting Hacı Bektaş-i Veli Derneği, Eğitim-Sen,

BDP, CHP, ÖDP tarafından oluşturulan Didim 2Temmuz Platformu tarafından örgütlendi.

Miting için Didim Cemevi önünde toplanan kitleYeni Mahalle Parkı’na yürüyüş gerçekleştirdi.

Mitingde yapılan konuşmalarda Madımak Oteli’nin“bilim ve kültür merkezi” olarak açılıp dalgageçercesine katliamcılarla katledilenlerin isimlerininyanyana yazılmasına tepki gösterildi.

Mitinge Sanatçı Ferhat Tunç’un da aralarındabulunduğu yaklaşık 700 kişi katıldı.

Adana 1 Temmuz günü Pir Sultan Abdal Kültür Derneği

önünde toplanılmasının ardından başlayan yürüyüşteSivas şehitlerinin fotograflarının yanısra “Unutmadık,unutturmayacağız” pankartı taşındı.

Yaklaşık 60 kişinin katıldığı eylemde basın metniniPSAKD Adana Şube Başkanı Mikdat Öztürk okudu.Öztürk, Madımak utanç müzesi olana kadarmücadeleye devam edileceği belirtilerek açıklama

bitirildi. Eyleme BDSP’de destek verdi.

Manisa Manisa Alevi Kültür Dernekleri basın açıklaması

yaparak 2 Temmuz şehitlerini andı. 1 Temmuz günüManolya Meydanı’nda buluşan emekçiler attıklarısloganlarla Madımak Katliamı’nı lanetledi.

Eyleme KESK’e bağlı sendikaların temsilcileri ilesiyasi parti temsilcileri de destek verdi.

Kızıl Bayrak / İzmir – Ankara – Bursa – Didim –Adana - Manisa

Katliam ülkenin dört bir yanında lanetlendi...

Unutursak hatırlatırlar!..

İzmir’de­anmalar...

GüzeltepeUğur Mumcu Parkı’nda toplanan kitle üzerinde

Sivas şehitlerinin fotoğraflarının olduğu “Unutmadık,unutturmayacağız” pankartı ile Güzeltepe Alevi YolDerneği önüne meşaleli yürüyüş gerçekleştirdi.Yürüyüşte katledilen aydınların fotoğrafları dataşındı. Çevredeki emekçiler de alkış ve ıslıklarlaeyleme destek verdi.

Saygı duruşunun ardından yapılan açıklamada“Yakanlar hala iktidardadır. Sivas Katliamı’nın

üzerinden 18 yıl geçmesine rağmen ne katillerle ne

de katliamcı gerici-faşist zihniyetle hesaplanılabilmiş

durumda” denildi.Açıklamadan sonra Umuda Yolculuk Tiyatro

Topluluğu’nun hazırladığı “Bir uyanıştır Sivas” adlıoyun oynandı. Bunu Alevi Yol Derneği’nin Semah vebağlama grubu izledi. Etkinlik “Sivas katliamı”belgeselinin gösterimi ile bitirildi.

Anmayı İşçi Kültür Sanat Evi Derneği, GüzeltepeAlevi Yol Derneği ve Çiğli Halkevi birlikte örgütledi.

Eyleme Mücadele Birliği Platformu destek verdi.

Gültepeİzmir’de emekçi mahallelerinde örgütlenen

eylemlerden biri de Gültepe gerçekleştirildi. GültepeHalkevleri, Alevi Kültür Derneği ve Ege KarsDemokrat Dernekler Federasyonu tarafındanörgütlenen anma yürüyüşAlevi Kültür Derneği’ninönünde son buldu.

KarşıyakaAlevi ve Bektaşi kurumları Sivas katliamının 18.

yıldönümünde İzmir Karşıyaka’da meşaleli yürüyüşgerçekleştirdi.

29 Haziran Çarşamba akşamı gerçekleştirilenyürüyüş Karşıyaka minibüs duraklarından başladı.Ardından meşaleler ve pankartlar eşliğinde çarşıboyunca yürünerek İş Bankası önüne gelindi. En önde“Katiller halka hesap verecek!” şiarlı Çiğli PSAKD ve“Aleviyiz haklıyız kazanacağız!” şiarlı PSAKD İzmirŞubeleri pankartları taşındı. Farklı kurumlar dapankart ve flamalarıyla eylemde yer aldılar.

İş Bankası önüne gelindiğinde basın açıklamasınageçildi. Açıklamada Sivas katliamının hesabınınsorulacağı vurgulanarak Sivas’ta düzenlenecekmerkezi mitinge çağrı yapıldı. Ayrıca MadımakOteli’nin müze yapılması talebi de yinelendi.

Eyleme BDSP’de katıldı.Kızıl Bayrak / İzmir

2 Temmuz 2011 / Izir

Page 10: Sİ Kızıl Bayrak 11-26

Esenyurt2 Temmuz akşamı Esenyurt Depo Durağı’nda

yürüyüş ve etkinlik yapıldı.Kapalı Cadde’de başlayan yürüyüşte “Sivas’ın

hesabını emekçiler soracak! / BDSP” pankartı ve kızılflamalar taşındı. Kotejin önünde ise Sivas şehitlerininresimlerini taşıyan semah ekibi yer aldı.

Yürüyüşe canlı ve coşkulu bir hava hâkimdi.Sloganlar hiç susmadı. Hep bir ağızdan katil devleteolan öfke haykırıldı. Yürüyüş, çevredeki esnaflar veinsanlar tarafından alkışlarla, ıslıklarla desteklendi.Çevrede toplananlar, balkonlarda yürüyüşü izleyenlersloganlara eşlik etti. Kitle caddenin sonuna geldiğinde“Türküler yanmaz” isimli türkü ile karşılanırken coşkuburada katlandı. Alkışlar, ıslıklar susmadı.

Kitlenin selamlanmasının ardından saygı duruşugerçekleştirildi ve Sivas katliamının iç yüzünü anlatanbir konuşma yapıldı. Erenler Cem Evi Semah ekibininhazırladığı semah gösterisinin ardından gösterilensinevizyon ara ara atılan sloganlarla kesildi.Gösterimin ardından bir şiir dinletisi ve işçilerinhazırladığı müzik dinletisi sunuldu.

Yürüyüş ve etkinliğin sonuna kadar anmayacoşkulu ve canlı bir hava hakimdi. Yürüyüşe 180’iaşkın kişi katılırken, etkinlik alanında sayı 400’eyaklaştı.

Kazım Karabekir 4 Temmuz akşamı İstanbul Kazım Karabekir

Mahallesi’nde düzenlenen etkinlikle Sivas’ta katledilenaydın ve sanatçılar anıldı. Açık havada yapılan etkinlikbaşından sonuna kadar coşkulu bir atmosferde geçti.Etkinliğe yaklaşık 300 emekçi katıldı.

“Karanlığa meşale olanlar küllerinden yenidendoğar” şiarıyla örgütlenen etkinlik saygı duruşuylabaşladı. Sonrasında BDSP adına konuşma yapıldı.Konuşmada Sivas katliamının nasıl gerçekleştirildiğianlatılarak “Sivas katliamının hesabını patronlarındevleti soramaz, Sivas katliamının hesabını patronlarınhukuku, mahkemeleri ve yargıçları soramaz. Sivas’ınhesabını ancak birbirine kenetlenmiş işçi ve emekçilersorabilir” denildi.

Ardından Pınar Sağ sahneye çıktı. TürküleriyleSivas katliamını lanetleyen sanatçı, konuşmalarıyla dadevletin katliamcı yüzünü anlattı ve emekçilerihaksızlıklara boyun eğmemeye çağırdı. BDSP’yeteşekkür eden sanatçı, 1 saat müzik dinletisi sundu.

Program, Sivas’ta katledilen şairler Metin Altınokve Behçet Aysan şiirlerinden oluşan şiir dinletisi ile

devam etti. Son olarak sinevizyon gösterimi yapıldı.

Başaran30 Haziran akşamı İstanbul Sultanbeyli’re Başaran

Mahallesi’nde etkinlik ve yürüyüş gerçekleştirildi.Etkinlik, sermaye devletinin Sivas Katliamı’nılanetleyen açılış konuşması ile başladı ve ardındansaygı duruşu gerçekleştirildi.

Sivas Katliamını anlatan belgesel, BaşaranMahallesi emekçileri tarafından ilgiyle izlendi.Sinevizyon gösteriminin ardından, BDSP adına yapılanbasın açıklamasında, Sivas katliamının tıpkı Maraş,Çorum, Gazi, Ulucanlar ve 19 Aralık katliamları gibi,sermaye devletinin işçi sınıfı ve ezilenlerinmücadelesini bastırmak amacıyla gerçekleştirdiği birkatliam olduğu vurgulandı. Devlet eliyle, gerici

güruha işletilen Sivas katliamı gibi, tüm katliamlarınhesabını sormak için emekçiler mücadeleye çağırıldı.

Basın açıklamasının ardından; Sivas’ta yaşamınıyitiren Metin Altıok ve Behçet Aysan’ın şiirleriemekçilerle paylaşıldı. Şiirler emekçilerin coşkulualkışları ile karşılandı. Etkinliğin ardından yapılanyürüyüşte; “Maraş, Çorum, Gazi, Sivas… Katliamlarınhesabını soracağız!” pankartı taşındı. Yürüyüş, BaşaranMahallesi emekçileri tarafından ilgiyle karşılandı. Pekçok emekçi, alkışlarla ve sloganlara eşlik ederekeylemi selamladı.

Çayırova Emek Mahallesi29 Haziran akşamı Çayırova’da gerçekleştirilen

etkinliğe yaklaşık 300 kişi katıldı. Mahalledeki yerelgüçler anmaya etkin ve inisiyatifli destek vererekanmayı güçlendirdiler.

Etkinlik açılış konuşmasıyla başladı. Konuşmadabaşta Sivas Katliamı olmak üzere Maraş’ta, Çorum’da,Gazi’de hayata geçirilen katliamların failinin de devletolduğu belirtildi.

Konuşmanın ardından Sivas katliamının sonrasındayazılan “Gün tutuşur” şiiri okundu. Program Alevideyişleri ve semah gösterimi ile devam etti. Büyük birilgiyle izlenen semah gösteriminin ardından saygıduruşu gerçekleştirildi.

Can Dündar’ın Sivas katliamını anlatan “O gün”adlı belgesel gösterimi gerçekleştirilirken, belgeselbüyük beğeni topladı, bitiminde “Sivas’ın hesabısorulacak!” sloganları atıldı. Kapanış konuşmasında isekatliamlarda şehit düşenlerin anısını yaşatmanınyolunun sosyalizm mücadelesini yükseltmekten geçtiğiifade edildi.

Etkinliğin yapıldığı alana üzerinde Sivasşehitlerinin fotoğraflarının bulunduğu “Unutmadık,unutturmayacağız!” yazılı ozalit ve “Sivas’ın katilisermaye devleti! / BDSP” ve “ Bağımsız DevrimciSınıf Platformu” pankartları asıldı.

Mahalledeki yerel güçler anmaya etkin veinisiyatifli destek vererek anmayı güçlendirdiler.

MamakMamak İşçi Kültür Evi’nin gerçekleştirdiği 2

Temmuz etkinliği yüzlerce işçi ve emekçinin katılımıile 30 Haziran akşamı devrimci bir atmosferdegerçekleştirildi.

“Pir Sultan’dan Madımak’a, asan da yakan dadevlettir” şiarı ile örgütlenen etkinlik TekmezarParkı’nda yapıldı. Etkinlik alanına “Pir Sultan’danMadımak’a, asan da yakan da devlettir” ve“Katliamların hesabını işçi emekçiler soracak”

pankartları asıldı.Etkinlik alanına Ontex/Canbebe işçilerinin sesi de

taşındı. Ontex ürünlerini boykot etme çağrısı yapanyüzlerce bildiri dağıtıldı. Kızıl Bayrak’ın da emekçilereulaştırıldığı etkinlikte Mamaklı emekçilerle İşçi KültürEvi ve çalışmaları üzerine anket yapıldı.

Etkinlik saygı duruşu ile başladı. Saygı duruşununbitimi ile Sivas şehitlerinin isimleri okunarak “yaşıyor”sloganı atıldı.

Mamak İşçi Kültür Evi adına yapılan konuşmadadevletin katliamcı yüzü teşhir edilirken, emekçilerdevletin kültürel dejenerasyonuna karşı örgütlümücadeleye çağırıldı.

MİKE konuşmasının ardından şiir atölyesi sahnealdı. Başarılı bir sunum yapan şiir atölyesi beğeni ileizlendi. Dinleti “Ey Halk” şiiri ile son buldu.

Şiir dinletisini Av. Selçuk Kozağaçlı’nınkonuşması izledi. Şehitlerin anılmasının öneminedeğinen Kozağaçlı, saygı duruşu esnasında dahaöncesinden tanıdığı bir çok devrim şehidinin gözlerininönüne geldiğini belirtti. Kozağaçlı son olarakdevrimcilerin katledilmemesi için onlarla beraberyargılanmanın göze alınması gerektiğini belirterekkonuşmasını sonlandırdı.

Ardından Umut Yurdusar ve Yeter Sarıateş sahnealdı ve Türkçe ve Kürtçe ezgileri ile emekçilereseslendi.

2 Temmuz Sivas Katliamı’ndan sağ kurtulan ŞairZerrin Taşpınar sahneye çıkarak duygu vedüşüncelerini aktardı. Bu katliamın kendisine bir çokşey öğrettiğini belirten Taşpınar, paylaşmayı vedirenmeyi gördüğünü belirtti.

Programın devamında Mamak İşçi Kültür EviMüzik Topluluğu sahne aldı. Türkü ve semahlarlasahne alan topluluk üyeleri de katil devletten vegünümüz Hızır paşalarından hesap sorma çağrısınıezgileri ile dile getirdiler. Mamaklı emekçilersemahlarını döndüler.

Adana Sanayi İşçileri Derneği’nde 3 Temmuz Pazar günü

Sivas Katliamı ile ilgili bir etkinlik gerçekleştirildi.Saat 14.00’te başlayan etkinlikte Sivas katliamını konualan bir sinevizyon izlendi.

Gösterimden önce kısa bir konuşma yapılaraksermaye devletinin katliamcı geleneği teşhir edildi.Devletin Sivas’ta, Çorum’da, Maraş’ta, Gazi’de,hapishanelerde gerçekleştirdiği katliamlara değinilerekkatliamları unutturmama ve örgtülü mücadele çağrısıyapıldı.

Kızıl Bayrak / İstanbul – Ankara – Gebze - Adana

2 Temmuz10 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2011/26 * 08 Temmuz 2011

BDSP’nin 2 Temmuz anmalarından...

Sivas’ın faili sermaye devleti!

2 Temmuz 2011 / Esenyurt

30 Haziran 2011 / Mamak

Page 11: Sİ Kızıl Bayrak 11-26

Direnişçi PTT taşeron işçileri, kölece çalışmaanlamına gelen taşeronlaştırmaya karşı mücadelelerineçeşitli eylem ve etkinliklerle devam ediyor. İşçilerTBMM önüne çadır kurarak taleplerini dile getirecekler.

Direnişçi işçiler, taşeron köleliğine karşı mücadele

araçları, yöntemleri ve programını tartışmak için farklısektörlerde çalışan işçilerle birlikte bir sempozyumhazırlığına da başladı. Bununla beraber sesleriniduyurmak için eylemlerine de devam ediyorlar.

TBMM önünde çadır kurulacak

Direnişçi işçiler, Sirkeci PTT önündegerçekleştirdikleri bir günlük oturma eylemininardından direnişlerinin sesini Ankara’ya taşıyacaklar.

11 Temmuz Pazartesi Ankara PTT Genel Müdürlüğü önünde 1 günlük

oturma eylemi Toplanma yeri: Şehit Teğmen Kalmaz CD. No:2

06101 Ulus / Ankara Saat: 11.30

12 Temmuz Salı TBMM önünde 1 günlük oturma eylemi Toplanma yeri: TBMM 06540 Devlet Mh. Çankaya

Ankara Saat.:11.00

Sınıf hareketi Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 11Sayı: 2011/26 * 08 Temmuz 2011

PTT direnişi büyüyor

TEKEL direnişiyle dayanışma amacıyla 4 Şubat2010’da gerçekleştirilen 1 günlük iş bırakmaeylemine katıldığı için TÜBİTAK’ta işten atılan Tez-Koop-İş Sendikası üyesi Aynur Çamalan işe geridönüyor.

8 Mart 2010 tarihinde direnişe başlayanÇamalan’ın 2010’un Aralık ayından bu yanaYargıtay’da bekleyen işe iade davası sonuçlandı. Yargıtay 9. Hukuk Dairesi Çamalan’ı haklı bularak işeiadesine karar verdi. Taraflara gönderilmek üzereAnkara 13. İş Mahkemesi’ne gönderilen işe iadekararının ilgili taraflara 10 gün içinde tebliğ edilmesigerekiyor.

İşe iade sürecinin bundan sonraki aşamasındaise Çamalan’ın en geç 30 gün içinde TÜBİTAK’tatekrar işbaşı yaptırılması gerekiyor. TÜBİTAKönündeki direnişini 228 gün boyunca sürdürenÇamalan ise TÜBİTAK’ın bir kamu kurumu olmasınedeniyle işe iade kararının büyük bir olasılıklauygulanacağını ifade ediyor.

Çamalan, işe iade kararına ilişkin gazetemizeyaptığı açıklamada, onurlu mücadelesinin yargıkanalıyla da haklı bulunmasından duyduğumutluluğu dile getiriyor. Türkiye’deki yargısüreçlerinin işçiler lehine yavaş işletildiğieleştirisinde bulunuyor.

Çamalan­TÜBİTAK’a­dönüyor

Toros Tarım A.Ş’nin Adana ve Mersin’dekifabrikalarında çalışan Petrol-İş üyesi 217 işçiyikapsayan toplu sözleşme görüşmeleri greve saatlerkala anlaşmayla sonuçlandı.Bir önceki toplu iş sözleşmesi döneminde 32 güngrevde kalan Toros Tarım işçileri son toplu sözleşmesürecinde de grev kararlılığını ortaya koydular.

Grev kararlılığı

İlk 1 yıl için 300 TL seyyanen zam ve 1300TL’nin altında maaş alan işçiler için de 100 TLiyileştirme isteyen Petrol-İş Sendikası, ilkgörüşmelerde patronun 0 zam dayatmasıylakarşılaştı. Görüşmelerin uzaması ve işçilerin grevkararlılığının da etkisiyle patron ilk önce 85 TLardından ise 135 TL zam önerisini getirdi. 5 Temmuzgünü gece geç saatlere kadar süren görüşmelersonucu Toros Tarım patronu ilk 1 yıl için 200 TLseyyanen zam ve sosyal haklarda %7 iyileştirmeyapılacağını açıkladı. Patronun geri adım atması

üzerine Toros Tarım işçileri grev kararındanvazgeçtiler.

İşe yeni giren 11 işçinin maaşlarına ise 36 TL’likek bir artış sağlandı. 31 Aralık 2010 tarihindenitibaren hesaplanan işçi maaşları 1 Ocak 2011tarihine çekilerek işe yeni giren işçiler 36 TL’likasgari ücret artışından yararlanmaya hak kazandılar.Böylelikle, Toros Tarım’daki en düşük işçi maaşı996 TL’ye yükseldi.

“İşçiler memnun”

İmzalanan toplu sözleşmeyi gazetemizedeğerlendiren Toros Tarım (Mersin) İşyeri TemsilcisiAli Dönmez, TİS sonucunu “iyi bir sözleşme”olarak nitelendirdi. İşçiler arasında genel birmemnuniyet olduğunu belirten Dönmez,sözleşmeyle beraber sağlanan ücret artışınınortalama olarak yüzde 12’ye tekabül ettiği bilgisiniverdi.

Kızıl Bayrak / Mersin

Toros­Tarım’da­anlaşma­

Boykot­çağrısıSincan’da

Metal İşçileri Birliği (MİB), Ontex işçileri iledayanışmayı büyütme çağrısını Sincanlı işçi veemekçilere taşıdı.

Ontex direnişiyle dayanışmaya çağıran bildirilerişçi servislerine etkili bir şekilde ulaştırıldı. İşçilerlesohbet edilerek yapılan bildiri dağıtımı sırasında,birçok işçi kendi sorunlarının da olduğunu vepatronların buna karşı hiçbir şey yapmadığınıbelirterek sıkıntılarını anlattı.

Bir kadın işçinin “Ben dün Canbebe aldımçocuğuma ama bundan sonra almayacağım”demesi ise sınıf dayanışması adına olumlu biryerde duruyordu.

Dağıtım sırasında toplam 1000 adet bildirikullanıldı.

Kızıl Bayrak / Sincan

Frankfurt’ta­Burger­Kingönünde­eylem

Almanya’nın Frankfurt şehrinde Ontexişçileriyle dayanışma eylemi gerçekleştirildi.Türkiyeli devrimci gruplarla “PazartesiEylemcileri”nin (Montags Demo) birliktedüzenledikleri eylem, 4 Temmuz günü yapıldı.

Eylemde Ontex direnişine ilişkin son gelişmeleride kapsayan bir bilgilendirme yapıldı. Daha sonraise Burger King’in önüne yüründü. Burada da teşhirkonuşmaları yapıldı. Hem konuşmalar ve hem detaşınan dövizler çevredeki insanlar tarafındanilgiyle izlendi, alkışlarla desteklendi.

Eylem bitirildikten sonra tekrar MontagsDemo’nun yapıldığı alana gelindi. Burger Kingpatronunun ihbarı üzerine eylem yapılan alanapolis geldi. Polis Burger King önündeki eyleminizinli olup olmadığını sordu. Eylemin spontanebiçimde gerçekleştirildiği söylenince, oradabulunanlardan birinin kimlik bilgilerini alarak alanıterketti.

Kızıl Bayrak / Frankfurt

Kayseri’de­bültendağıtımı...

İşçileri; sigortasız, güvencesiz çalışmaya karşıTemmuz ayı içinde gerçekleştirilecek kampanyayadestek vermeye çağıran Kayseri İşçi Bülteni işçiservislerinde ajitasyon konuşmaları eşliğindedağıtıldı.

Eskişehir Bağları’nda organize sanayi işçilerininservis güzergahlarında yapılan dağıtımınsonrasında Belsin semtinde bulunan işçiduraklarında da toplam 1000 adet bülten dağıtıldı.Dağıtım sırasında güvencesiz, sigortasız çalışmayakarşı mücadeleyi içeren sohbetler gerçekleştirildi.Kayseri İşçi

Kızıl Bayrak / Kayseri

Page 12: Sİ Kızıl Bayrak 11-26

Sınıf hareketi12 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2011/26 * 08 Temmuz 2011

Tuzla Deri Sanayi Sitesi’nde bulunanKubatoğlu/Fıratpen fabrikası önündeki direnişinisürdüren Cafer Timtik, eylemli bir süreci deyoğunlaştırıyor. Kaleme aldığı bir mektupla direnişsüreci hakkında bilgilendirmede bulunanKubatoğlu/Fıratpen işçisi, “Direniyorum öyleysevarım!” diyor.

Merhaba,Ben Cafer Timtik.Tuzla Deri Sanayi Sitesinde yer alan Kubatoğlu -

Fıratpen fabrikasında çalışırken haksızlıklara karşıkoyduğum için işten atıldım. Bu mektupla nedenbaşka bir iş aramak yerine kapı önünde direndiğimianlatmak istiyorum. Çünkü bugün biz işçileresöylenen bu; haksızlığa uğradın mı başka yere git,mahkemede hakkını ara! İnsanlar başka yerin dahaiyi olması hayaliyle boşa kürek sallayıp duruyor.Çünkü hiçbir işyerinde patronlar işçilerin koşullarınıyüksek tutarak kar elde edemez. Ancak biröncekinden iyi bir sonrakinden kötü koşullararasında dolanıp duruyoruz. Bugün dönüpbaktığımda ilk çalıştığım fabrikanın bu fabrikadançok iyi olduğunu görüyorum. Yemekleri iyiydi,maaşlar ve sigorta düzgün yatırılıyordu. Ama buiyilik benim sömürüldüğüm patronun benim hakkımıyediği gerçeğini değiştirmiyor. İşte bu gerçeğinüzerine bu fabrikadan çıkarken başka bir yeregitmeden burada bir şeyleri değiştirmeye kararverdim. Ancak bu yola alışılageleni değiştirmeşansımız olduğunu düşünüyorum. Böyle bir yollahak almanın tüm işçiler için anlam kazanacağınıdüşünüyorum.

Kubatoğlu’nda direnişe gelinmesini önceleyensüreci kısaca anlatmam gerekirse söze önemligördüğüm sigorta sorunundan başlamak isterim. 7 ayçalıştığım sürenin 4 ayı sigortasız geçti. Öğrendim kibu fabrikanın rutini buymuş! Sigortasız çalışmayıbitirdiğini söyleyenlerle kol kola patronlar halasigortasız işçi çalıştırıyor. Hem de iş kazalarının çokyaşandığı böylesi sektörlerde bile. 4 ayın sonundasigortamın yapılması ise kolumun kırılmasısonrasında kavga dövüş verildi. İşte Kubatoğlufabrikasında haksızlıklar ve buna karşı tepkimin ilkbaşlangıcı buydu.

Çalışma koşullarının olabilecek en kötü halleriyle

burada karşılaştım. Düşük ücretlerin standart olduğuTuzla havzasında artık işçiler bu durumukabullenmektedir. Fakat bu fabrikada aldığımız ikikuruş para da bölünüp yarısı elden yarısı bankadanverilmektedir. Nasıl olsa devlet bu konuda patronlarayeterince açık kapı bırakıyor. Böylece sömürününyükü iki kat artıyor. Ücretlerle ilgili en büyüksorunumuzsa fazla mesai ücretlerinde ortaya çıkıyor.Fazla mesaiye ne kadar kalırsan kal aldığın ücretçalışma saatine denk olmuyor. Hesap kitap bir türlütutmuyor. Fazla mesai ücreti değil %50 zamlı,normal mesai ücretinin dahi altında kalıyor. İşte bukadar açıktan ve pervasızca emeğimizin karşılığıgasp ediliyor. Ki bu fabrikada fazla mesai, yerigeldiğinde sabahlamalar zorunludur. Bu çalıştığım 7ay içerisinde mesaisiz yada sabahlamasız haftageçirdiğim neredeyse hiç olmadı. Üstüne üstlük fazlamesailerde yemek yerine ekmek arası veriliyor. 3çeşit yemek bile fazla görülüyor.

Fabrikada çalıştığım süreçte öğrendiğim diğer birdurumsa fabrikanın üretim yapısıydı. Kubatoğlufabrikası Fıratpen’in ana üreticilerinden biri. Bundandolayı esasen siparişe dayalı olarak çalışıyor. Fakatbu iş yapmadığı anlamına gelmesin. Onlarca ülkeyeithalat yapan, kendi satış ofisleri olan ve Anadoluyakasında birçok bayiinin sipariş verdiği bir fabrika.Gün içinde hem Kubatoğlu’nun hem diğer şirketlerinkamyonları gelip mal alıyor. Fakat patron siparişlerazaldığında “gereksiz yüklerinden” kurtulmayı ihmaletmiyor. Sipariş azaldığında işçi çıkarırken siparişgeldiğinde işçi alımı başlıyor. Böylece ucuz iş gücümasraf olmaktan çıkıyor. Dönemsel olarak busiparişlerin düzeni değiştiği için işçi çıkarmalar dadönemsel olarak değişiyor. Ben girdikten sonraböyle bir sipariş düşüşü yaşanmış ve 6 işçiçıkarılmıştı. Ve Mayıs’ın sonuna gelindiğinde yinesiparişlerin azaldığı açıklanarak 21 kişininçıkarılacağı söylendi. İlk dört kişi olarak ben veengelli işçi kontenjanından giren 3 işçi sıralandık.Bu artık bardağı taşıran son damlaydı. Önümdeduran iki yol vardı. Ya ceketimi alıp başka birfabrikaya gidecektim ya da burada sonuna kadarhakkımızı savunacaktım. Bu olayın yaşandığısürecin birkaç gün öncesinde akşam servislerinkalkmasını bekliyorduk. Bizim fabrikada serviskalkış saatleri yeri geldiğinde yarım saati aşıyordu.

Yan fabrikada çalışan birkaç işçiyle sohbet etmeyebaşladık. Birisi bana “sizin fabrikaya beni işealdırabilir misin?” dedi. İşte bu olay bana aslında nekadar çaresiz sürüklendiğimizi gösterdi.

Şimdi fabrikada yaşanan bu yoğun saldırılarkarşısında bir set çekmeye çalışıyoruz. Kapıönündeki direniş keyfi işten çıkarmaları biraz daolsun kırdı. Ama içerideki çalışma koşulları halaaynı. Şimdi buna karşı mücadeleyi büyütmeyeçalışıyoruz. Fazla mesailerin hak edilen ücrettenödenmesini, fazla mesaide düzgün yemekverilmesini, ücretlerin yükseltilmesini sağlamak içindireniyorum. Bu da direnişin sahiplenilmesi vefabrikada birliğin sağlanmasıyla kazanılacak birmücadele süreci gerektirir.

Patronun karşısına işçiler olarak birlikteyaratılmış bir mücadeleyle çıkma şansım olmadığınagöre yapabileceğim tek şey ilk adım olarak direnişiseçmekti. Daha önce Tuzla tersanelerindeBETESAN işçisi Zeynel’in tek başına direnişegeçmesi ve bizim fabrikanın iki sokak ötesindesendika hakkı için direnen Kampana Deri işçilerininolması benim de direnişi seçmemin diğer birsebebidir. Ben çalışırken Kampana Deri direnişinemümkün olduğunca işçi arkadaşlarımla gitmeyeçalışıyordum. Onların mücadelesinin bize de umutverdiğini biliyordum. Şimdi aynı sorumlulukla bende direnişteyim. Tuzla Havzasında işçi direnişleriyleörgütsüz fabrikalardaki işçilere tek başına da olsanbir yol var demek gerekiyor. Şimdi havzada ikidirenişle bu ses dünden daha güçlü yükseliyor.

Bu örneklerle bu bölgedeki işçilerinmücadelesinin bir parçası olan bir direnişi başlatmışbulunuyorum. Çünkü Tuzla Deri sanayide olsunMermerciler’de olsun yan sanayide olsun koşullarhep birbirine benzerdir. Ve hepsinde işçilerinörgütsüzlüğü sayesinde patronlar pervasızca hareketetmektedir. Direnişler arttıkça, işçiler haklarınısavundukça bu cendere kırılacaktır. Bunun içindireniş tek başına Kubatoğlu-Fıratpen işçisinin değilbölgedeki tüm işçilerin haklarını savunmak için debir halkadır. Zaten direnişimle birlikte diğerdirenişlerle ortak hareket edebilmek için deçalışmalara başladım. İlk olarak Ontex ve PTTişçilerinin her cumartesi Taksim’de yaptıklarıeylemlere katılmaya başladım. Diğer yandan uzunsüredir var olan diğer direnişlerle görüşmeye onlarlayan yana gelmeye çalıştım. Bu süreçte diğerdirenişçi işçilerle birlikte bir platform tartışmalarınınzeminini hazırladık. Şimdi İstanbul merkezli birdireniş birliği yaratma noktasında yol kat ediyoruz.Direnişe çıktığım ilk günden itibaren ifade ettiğimtemel mesele buydu. İşçiler olarak kendidirenişlerimize sahip çıkmak demek kendihaklarımız için mücadele etmek demektir. Bireyselçözümlerle ancak gerçeklerden kaçılır. Bunun içinhem olduğumuz fabrikada, işçi havzasında hem deişçilerin olduğu her yerde mücadeleyiortaklaştırmakla yüz yüzeyiz. Dün mücadelede 15-16 Haziran direnişleri vardı. Kavel kablo direnişlerivardı. Bugün o mücadele kendini TEKELdirenişlerinde, Metal İşçilerinin Grev iradesindegösteriyor. Emine Arslan’dan Türkan Albayrak’aZeynel Kızılaslan’dansa bana tek kişilik direnişlerdeışık taşımaya devam ediyor. Bu mektupla birliktedireniş kararlılığını dostun düşmanın önünde bir kezdaha ifade etmek istedim. Direniyorum öyleysevarım!

Dostça selamlar…

“Direniyorum öyleyse varım!”

Page 13: Sİ Kızıl Bayrak 11-26

Sınıf hareketi Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 13Sayı: 2011/26 * 08 Temmuz 2011

1 Temmuz günü başlayan Kamu EmekçileriSendikaları Konfederasyonu (KESK) 4. Olağan GenelKurulu 3 Temmuz günü yapılan seçimlerle sona erdi.Emek Hareketi’nin ayrı bir listeyle girdiği seçimlerdeDSD, DEMEP, SB, DMH ittifakı yönetime geldi.

Karayolları Genel Müdürlüğü salonunda toplanangenel kurulun ilk gününde konuk konuşmalarına yerverildi. DİSK Genel Sekreteri Tayfun Görgün,TMMOB Başkanı Mehmet Soğancı, TTB BaşkanıEriş Bilaloğlu’nun da aralarında bulunduğu birçokkurum temsilcisinin katıldığı açılışta Yunanistan,İspanya, Portekiz ve İzlanda’da emekçilerin krizinfaturasını ödememek için yürüttükleri mücadeleselamlandı. Genel kurulun ikinci gününde ise delegeler söz aldı. 3Temmuz günü yapılan seçimlerde 406 delege oykullanırken, bunlardan 402’si geçerli 4’ü ise geçersizsayıldı. Oyların sayılmasının ardından 7 kişilik yeniMerkez Yürütme Kurulu (MYK), Lami Özgen, Canan

Çalağan, İsmail Hakkı Tombul, Baki Çınar, Ali Kılıç,Ali Berberoğlu ve Akman Şimşek’ten oluştu.

Devrimci Sendikal Dayanışma’dan (DSD) 3,Demokratik Emek Hareketi’nden (DEMEP) 2,Sendikal Birlik ve Devrimci Memur Hareketi’nden(DMH) birer kişi yönetimde yer aldı.

Genel Kurulda DSD ve DEMEP’in gündemetaşıdığı tüzük değişikliği önerisi kabul edildi. Yenitüzüksel değişiklikle birlikte oluşturulan KESK GenelMeclisi karar organı haline getirilerek 50 kişilikmeclisin üyeleri belirlendi. Merkez YönetimKurulu’nun da, Yürütme Kurulu haline getirildiğigenel kurulda KESK Meclisi’nin oluşturulma biçimidikkat çekti.

DEMEP ve DSD’nin, KESK MYK’sı vekonfederasyona bağlı sendikaların genel başkanlarınındışında KESK Meclisi’nde yer alacak 50 kişi için 45kişilik blok liste hazırlaması “yeni” meclisin işlevihakkında fikir vermeye yetti.

KESK Genel Kurulu sona erdi

Toplu sözleşme sürecinde patronun düşük zamdayatmasına karşı eylemlere başlayan Birleşik Metal-İş üyesi Ejot Tezmak işçileri geçtiğimiz hafta boyuncaçeşitli eylemler yaptılar.

30 Haziran günü fabrika önüne yürüyen işçiler“Patronlara köle olmayacağız” pankartını taşıdılar.Fabrika önünde yaptığı konuşmada süreçle ilgilibilgilendirmede bulunan Şube Başkanı YılmazBayram, geçtiğimiz günlerde başlattıkları yemekboykotu ve sakal bırakma eylemlerini hatırlattı.

1 Temmuz günü saat 15.00’te fabrika bahçesindeyürüyüşe başlayan işçiler Almanca olarak yazılmış“İşçilerin birliği halkların kardeşliği” ve “Bizi Türkçeanlamadınız şimdi Almanca yazıyoruz” dövizlerini

taşıyarak, Alman sermayeli Ejot Tezmak’ın tutumunuprotesto ettiler.

Eylem rahatsız etti

Vuvuzelalar ve ıslıklarla süren yürüyüşle fabrikabahçesinde turlayan işçiler, giriş kapısına gelerekyaklaşık yarım saat boyunca oturma eylemi yaptılar.Vardiya giriş-çıkış saatinde yaklaşık 40 işçininkatıldığı eylem fabrika yönetiminin yanısıra Ejot’unhemen yanındaki Vateks isimli tekstil fabrikasınınyöneticilerini de rahatsız etti. Öz İplik-İş Sendikası’nınörgütlü olduğu ve Ejot Tezmak’ta yüzde 5’lik birhissesi olan Vateks’in patronu, işçilerin eylemleriniengellemeye çalıştı. Yönetim binasının tam karşısındasüren oturma eylemi, patronun adamları tarafındangörüntülenmek istendi.

Oturma eyleminin ardından fabrika içerisindeeylemlerini sürdüren işçiler kapı fabrika giriş kapısınatekrar gelerek eylemlerini noktaladılar.

Dünyanın çeşitli ülkelerinde kurulu fabrikalarındatoplam 2600 çalışanı bulunan Ejot, beyaz eşya, çelikve otomotiv fabrikalarına vida üretiyor.Elmabahçesi’nde kurulu fabrikadaki toplu sözleşmegörüşmeleri geçtiğimiz Nisan ayından bu yana devamediyor. Resmi arabulucu raporu aşamasının geridekaldığı TİS sürecinde sendikanın yıllık yüzde 25’likzam talebine karşılık Ejot patronu yüzde 9,5 zamöneriyor. Ejot’taki TİS görüşmeleri Birleşik Metal-İşüyesi 84 işçiyi kapsıyor.

Kızıl Bayrak / Gaziosmanpaşa

İşbir’de­direniş­başladıBalıkesir’de kurulu İşbir Sentetik Dokuma Sanayi

fabrikasında kölelik koşullarına karşı TEKSİF’teörgütlenen işçiler işten atıldı. Sendikal örgütlenmenedeniyle işten atılan işçilerden 40’ı fabrika önündedireniş başlattı.

Fabrikanın önünde toplanan işçiler fabrikayönetimini protesto ettiler. Eylemde konuşan TEKSİFŞube Başkanı Hüseyin Akyüz, İşbir ana fabrikadaki 300işçinin sendika üyesi olduklarını ancak OSB’dekisentetik dokuma atölyelerinde çalıştırılan yaklaşık bin500 işçinin ise sendikalı olmalarının önlenmeye

çalışıldığını, işçilerin işten atıldıklarını söyledi.

‘Huzuru’­bozulduSendikaları DİSK/Birleşik Metal-İş Gebze Şubeleri

tarafından ortada bırakılan direnişçi Legrand işçileriSelcan Binnetoğlu ve Aysel Oral, 1 Temmuz sabahıfabrika önüne gelen polisler tarafından ifadelerialınmak üzere karakola götürüldüler. Kolluk güçleri,Legrand patronunun işçiler hakkında şikayettebulunduğunu ve ifadelerini almak üzere karakolagötürmeleri gerektiğini belirtti.

İşçilerin kapı önündeki direnişini hazmedemeyenpatron, “fabrika önündeki düdüklü protestoyu, sloganatılmasını, çimlere basılmasını ve içeride çalışanişçilerin huzurunu kaçırmaları”nı şikayet gerekçesiyaptı.

Kızıl Bayrak / Gebze

Madende­direniş­sürüyorZonguldak’ta TTK Kozlu Müesese Müdürlüğü

bünyesinde, Star İnşaat adlı şirkete bağlı olarak çalışanmaden işçilerinin direnişi sürüyor. Maaşların düzenliödenmesi ve çalışma koşullarının iyileştirilmesitalepleriyle başlayan direnişe 150 işçi katılıyor. İşçilertalepleri kabul edilmezse açlık grevine başlayacaklarınıifade ediyorlar.

4 Temmuz günü işçileri Zonguldak’taki çeşitli partitemsilcileriyle sanatçılar ziyaret etti.

Ziyaret sırasında konuşan işçiler taşeron şirkete veTTK’ya tepkilerini gösterdiler. Yeraltında çalışmalarınarağmen 2004’ten beri düzenli maaş ve yıllık izinparalarını alamadıklarını belirten işçiler, “sonuna kadarmücadele edeceğiz” mesajı verdiler.

Yüksek sıcaklar nedeniyle şantiye içerisindekiağaçlık bölgeye giren işçiler şirket yönetimi tarafındanşantiye dışına çıkarılırken işçilerin tepkisi daha dabüyüdü.

Samsun’da­işten­atmalarSamsun Gazi Devlet Hastanesi’nde sendikalaşma

mücadelesi verdikleri için işten atılan Dev Sağlık-İşüyesi taşeron işçilerin direnişi sürerken, taşeron firmave başhekimlik işbirliği içerisinde 3 işçi daha işten atıldı.

30 Haziran günü biri Dev Sağlık-İş İşyeri Temsilcisiolmak üzere 3 sendikalı işçi “liste fazlası” olduklarıgerekçesiyle işten atıldı.

Bu keyfi uyugulama karşısında işyeri temsilcisiYüksel Arslan ile Songül Akın ve Selma Yılmaz Arslan dasürmekte olan direnişe katılacaklarını duyurdular.

1 Temmuz 2011 / GOP

Ejot­işçisi­köle­olmuyor­

Page 14: Sİ Kızıl Bayrak 11-26

Sınıf hareketi14 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2011/26 * 08 Temmuz 2011

Artık, sınıf hareketi içerisinde bir taraf olup dasendikal hareketin yaşadığı krizden bahsetmeyenneredeyse hiçkimse kalmadı. Bugün, sendikal vesiyasal anlamda her kurumsal yapı sınıf hareketiüzerine konuşurken öncelikle bu tespiti yapıyor vekendisince çözüm önerilerini dile getiriyor.

Ne var ki sınıf hareketinde yaşanan tıkanmayayanıt üretmek üzere yapılan tartışmalarınbirçoğunun tutarlı sınıf bakışı ve pratiğindenyoksun olduğunu baştan söylemeliyiz. Bugün butartışmayı yürütenlerin önemli bir bölümü yamevcut durumu açıklayabilmek adına işçi sınıfınınyapısının değiştiğine dair gerçek hayattan kopukteorilere sarılıyor, ya da soruna çözüm bulabilmekadına sorunun derinleşmesinin baş mimarlarındanolan sendika bürokratlarına görev ve misyonlaryüklüyor.

Biz burada bu iki yaklaşımdan güncel olanikincisi üzerinde duracak ve Türk-İş’e bağlı onsendikanın geçtiğimiz hafta açıkladığı deklarasyonuele alacağız.

Aynası iştir kişinin lafa bakılmaz

Türk-İş’e bağlı on sendikanın* altına imza attığıdeklarasyonun başlığı “Demokratik Mücadeleci veGüçlü Yeni Bir Sendikal Hareket İçin Bir ArayaGeldik, Yola Çıkıyoruz”  biçiminde. Yani budeklarasyonla birlikte ortak hareket etmekararlılıklarını kamuoyuna açıklayan sendikabaşkanları öncelikli olarak sendikalardaki içdemokrasi sorununa ve mücadeleye vurgu yapıyorlar.Bu vurguların sendikal yaşam açısından anlamı veönemi yeterince açık. Fakat asıl önemli olan bunlarınaltının nasıl doldurulduğu, bu iddiaları ortayakoyanların mücadelesinde bu ilkelerin nasıl hayatageçtiğidir. Zira bugün hangi sendikacıya sendikalhareketin yaşadığı sorunları sorsanız alacağınızcevap kendisini dışında bırakmak kaydıyla busorunlar oluyor. İşte mevcut deklarasyona imza atan10 sendikanın genel başkanları için de sorun buradabaşlıyor.

Aralarında istisna oluşturan bir-iki örnek olsa dabu on sendikanın birçoğu bugün yakındıkları butemel sorunların doğrudan kaynağında duruyorlar.Tek-Gıda İş yöneticilerinin mücadeleyi sürdürmekararlılığındaki TEKEL işçileri karşısındakitutumları hala da hafızalardadır. Ya da Belediye-İş,Hava-İş gibi sendikalarda gelişen iç muhalefetlerekarşı sendika yönetimlerinin takındıkları otoriter vebürokratik tutumlara ne demeli? Yine daha yakın birörnek olmak üzere bu on sendikanın yöneticilerininneredeyse tamamı, daha demokratik ve mücadelecibir sendika için patronlarına ve sendika ağalarınakarşı aylardır kararlılıkla direnen Ontex işçilerininmücadelesi ile aralarına bilinçli bir tutumla mesafekoymaya devam etmekte, bu direnişi açıktansahiplenecek bir cesaret ve iradeyi ortayakoyamamaktadır.

Bu tablo mevcut deklarasyona imza atan sendikayöneticilerinin samimiyetlerini de tartışmalı halegetirmektedir. Kaldı ki deklarasyon açıklamasını birgövde gösterisine dönüştürmek için düzenlenentoplantı da, ilerici-öncü işçilerin katılımları vesordukları sorularla samimiyetlerinin sorgulandığıbir kürsüye dönüşmüştür. Bu kürsüde sorulansorulara karşı verdikleri cevaplar ve takındıklarıtutumlar ise eleştirdikleri sendikal pratikten bir

nebze farklılıklarının olmadığını kanıtlamıştırsadece.

Örneğin açıklanan deklarasyonda emekten yanabir siyasetin önemi vurgulanırken toplantı sırasındabu kapsamda bir soruya verdikleri yanıt sendikalarınsiyasetten bağımsız olması gerektiği biçimindedir. Yada Hava-İş Genel Başkanı Atilay Ayçin’in 20 yıllıksaltanatı sorgulandığında tercihleri bu konununsendika içi bir mesele olduğunu söyleyerekgeçiştirmek olmuştur. Yani bu beyler aslındainanmadıkları bir metnin altına imza atmışlar,inanmadıkları bir mücadele için yola çıkmışlardır.Şimdiye kadar verdiğimiz sınırlı örnekler bir tarafamevcut deklarasyonun imzacı sendikaların tabanındadahi tartışılmadan genel merkez yöneticilerininimzaları ile yayınlanması bile aslında bu gerçeğiortaya koymaya yeterlidir.

Peki ama neden?

Peki, bu sendikacıları inanmadıkları bir metninaltına imza attıran nedir? Sendikal hareketin veözellikle Türk-İş’in tablosunda yıllardır önemli birdeğişiklik yokken bu beyler niçin şimdi böyle birdeklarasyon yayınlama, Türk-İş yönetimine karşıaçıktan bir muhalefet örgütleme ihtiyacıhissediyorlar?

Bu sorunun yanıtlarından biri girişte ifadeettiğimiz beklentide ve deklarasyona rengini verenreformist zeminde ifadesini bulmaktadır.Deklarasyon daha çok sınıf hareketinin sendikalalanda yaşadığı tıkanmaya bir yanıt arayışında olsada araya serpiştirilmiş “demokratik anayasa” ve“‘yeni’ rejime karşı mücadele” gibi ifadeleri ilesosyal reformizmin politik platformunu ifadeetmektedir. Reformizmin Türk-İş içindeki kimisendikalarda tuttuğu yer ile birlikte “en büyükkonfederasyon”a duyduğu sarsılmaz inanç nedeniylebu sonuç hiç de şaşırtıcı değildir. Dahası bir süredirişçi kurultayları vb. girişimlerle sendikal hareketinsorunlarını tartışmaya açan ve buralarda “iyi niyetlisendikacıları” göreve çağıran da reformizmdir.

Diğer bir neden ise Türk-İş’in yaklaşan genelkurul sürecidir. Sözkonusu sendika bürokratlarınınyıllardır dile getirilen bu beklentiye bugün yanıtvermek zorunda kalmalarının arkasında da gerçektebu vardır. Yani birçok sendikada defalarca yaşandığıgibi bugün de Türk-İş içerisinde genel kurulhesapları devreye girmiş, bürokrasiden veuzlaşmadan başka bir şey bilmeyen birçok sendikacıkeskin mücadele söylemleri ile meydana çıkmıştır.

Çözüm bağımsız taban inisiyatifleridir

Sendika bürokratları hangi masalları anlatırlarsaanlatsınlar sınıf hareketinin ve bugün onun önemlibir parçası olan sendikal hareketin yaşadığı sorunlarıaşmasının yolu sınıfın bağımsız tabaninisiyatiflerinin güçlendirilmesinde yatıyor. İşçisınıfı fabrika zemininden başlayarak kendi kaderinieline almadığı ve bu mücadele içinde sınıf bilincinive kimliğini geliştirmediği sürece bu sorunları aşmakda mümkün olmayacaktır. Dolayısıyla bu sorunlarıaşma iradesi olduğunu iddia edenlerin öncelikligörevi de işçi sınıfının bu ihtiyacına yanıtverebilmekten geçiyor.

Ancak bu mücadeleyi verirken açıklanandeklarasyonu ve dile getirilen söylemleri de birkenara atmamak gerekiyor. Deklarasyonun imzacısıolan sendikacıların sendikal anlayışları ve pratiklerine olursa olsun atılan imzalar işçi sınıfının örgütleriadına atılmış durumdadır. Öyleyse görevimiz dedeklarasyonunun içeriğinin de sınıfın ihtiyaçlarınagöre yeniden düzenlenmesini sağlayarak gereklerininyerine getirilmesi için bu sendikalarızorlayabilmektir. Bu, böyle bir deklarasyonungereklerinin mevcut sendikacılar tarafından yerinegetirilmesini sağlayamasa bile ileri-öncü işçileringerçekten demokratik ve mücadeleci sendikaları inşaetme çabasının önemli bir dayanağı olacaktır.

* Deklarasyona imzacı olan sendikalar: Basın-İş, Belediye-İş, Deri-İş, Hava-İş, Kristal-İş, Petrol-İş, Tek Gıda-İş, Tez Koop-İş, TGS ve TÜMTİS

Demokratik ve mücadeleci bir sendikal hareket için…

Sınıfın bağımsız inisiyatifini yükseltelim!

Page 15: Sİ Kızıl Bayrak 11-26

Türk-İş üyesi on sendika “Demokratik, mücadelecive güçlü yeni bir sendikal hareket için” şiarıylagüçbirliği yaptı. Güçbirliği kararı Taksim TramvayDurağı’nda yapılan açıklama ile ilan edildi. Basınaçıklamasının ardından ise Taksim Hill Otel’degerçekleştirilen toplantı ile güçbirliği tartışmaya açıldı.

Basın açıklamasına güçbirliğini oluşturan Basın-İş,Belediye-İş, Deri-İş, Hava-İş, Kristal-İş, Petrol-İş,Tek Gıda-İş, Tez Koop-İş, TGS ve TÜMTİSsendikalarının genel başkanları ve üyeleri katıldı.

İlke ve hedeflerini açıkladılar

Hava-İş Genel Başkanı Atilay Ayçin okuduğuaçıklamada Türkiye’de sendikal hareketin ciddi birtıkanıklık içinde olduğu, işçi sınıfının hakları veçıkarları tahrip edilirken sendikaların bu saldırıyamüdahale etme ve tersine çevirme kapasitesindenuzaklaştığı belirtildi. Türkiye’nin en büyük emekörgütü Türk-İş yönetiminin ise bu tabloyu değiştirmeknoktasında isteksiz ve inançsız olduğu, yönetimin bututumu nedeniyle Türk-İş’in “temsil ettiği sınıftanuzaklaştığı” anlatıldı. Bu koşullarda “yüzü sınıfadönük, mücadeleci, birleşik bir sendikal hareketiyaratmak” için yola çıkıldığı ifade edilerek,güçbirliğinin ilke ve hedefleri açıklandı.

Açıklamanın sonunda, Legrand direnişçisi iki kadınişçinin patronun talimatı ile karakola götürüldükleriduyuruldu. Bu sırada eylemde olan Kampana, Ontex,PTT, Kubatoğlu ve Burger King Çağrı Merkezi işçileride Legrand işçilerinin yanında olduklarını duyurdular.

Açıklamanın ardından kitle güçbirliğinideğerlendirmek için Taksim Hill Otel’e geçtiler.

Güçbirliğinin ilkeleri tartışmaya açıldı

Yapılan toplantının divanında Belediye-İş dışındakisendikaların genel başkanları yer aldı. ToplantıyıPetrol-İş Genel Başkanı Mustafa Öztaşkın yönetti.

Yapılan açılış konuşmasının ardından salondabulunan basın ve katılımcıların soru ve düşüncelerialındı.

Salondan gelen ilk sorular platformun iç işleyişi vedönemsel hedefleriyle ilgili oldu. Birlikteliğin genelkuruldan sonraki hedefleri sorgulandı. Bunun yanısıraTürk-İş’in platforma yaklaşımı ve benzer yaklaşımlarasahip sendikaların platforma katılımı soruldu.

“Güçlü bir dayanışma hattı öreceğiz”

Sendikalar adına sorulan sorulara yanıt veren

Petrol-İş Genel Başkanı Öztaşkın, kariyer peşindekoşmadıklarını yüzlerini mücadeleye döndülerini,bundan böyle herhangi bir sendikanın yapacağıaçıklamanın tüm bileşenleri bağladığını ifade etti.Türk-İş Genel Kurulu’nun birlikteliklerinin sadece biryönü olduğunu açıkladı. Genel kurulda bir alternatifoluşturacaklarını ve yönetime de talip olacaklarınıbelirterek, her sendikanın genel başkanı ile eşitdüzeyde temsil edileceğini ifade etti.

Sendikal demokrasi konusundaki bir soruya ise,sendika içi demokrasiyi esas almayan bir hareketinbaşarısız olmaya mahkum olacağını ifade etti. İşçileriçin tam seçme ve seçilme hakkının şart olduğunubelirterek, bu esaslar üzerinden ise DİSK, KESK,Türk-İş hatta Hak-İş içinden ortak bakışa sahip öznelerile de biraraya gelebileceklerini vurguladı.

Sendika yöneticilerine eleştiriler Verilen cevapların ardından salondan söz alan bir

işçi, sendika yöneticilerini “ücretli kölelik”protokolleri imzalamakla itham etti. İşçi sınıfınınmilliyetçilik bayrağından kurtulmadan gerçek rolünüoynayamayacağını belirten işçi, sınıfın gerçekçıkarlarına yönelmek gerektiğini vurguladı. İşçisınıfının partisinin önemine vurgu yapan işçi,sendikaları mücadeleyi ekonomik talepler sınırındatuttukları gerekçesi ile eleştirdi.

Türk-İş yönetimine alternatif olma iddiasında olansendika yöneticileri, “aynı zihniyetin bir başka yüzüolmakla” da eleştirildiler. Söz alan bir işçi, Hava-İşgenel başkanına yönelik “20 yıldır başkansınız, 20yılda bu konuma gelebilecek bir kişi yetiştiremedinizmi? Bu nasıl bir sendikal işleyiş?” diye sordu.

Gelen eleştiriler üzerine kendilerine siyasi birpartinin rolünü biçmediklerini belirten platformbileşeni sendika başkanları, sendikaların sömürüyükısıtlamak için mücadele verdiklerini anlattılar.

Samimiyetleri sorgulandı

Bir TEKEL işçisi ise platformun oluşumunda geçkalınıp kalınmadığını sorarak sözüne başladı ve“Ankara’daki direniş sırasında platform olsaydı dahaiyi olmaz mıydı” diyerek platformun samimiyetinisorguladı.

Bir Ontex Direnişi “Bütün suç Türk-İş yönetimininmi? 33 sendikadan sadece 10’u burada diğer 23’ünerede?” diye sorarak sözüne başladı ve “Tek Gıda-İştaşeronlaşmaya karşıyım diyor, ancak kendibinalarında taşeron işçiler çalışıyor. Samimibulmuyorum” dedi.

Belediye-İş Bakırköy Belediyesi İşyeri Temsilcisiciddi bir saldırının kendilerini beklediğini ve divandaoturan 10 sendikanın da bir dizi sorun yaşadığını ifadeetti. Platform bileşeni sendika yönetimlerinin kendi darihtiyaçları temelinde hareket edip etmediğini, sınıfınihtiyaçlarını göz önüne alıp almadığını sorguladı.

Söz alan bir başka Ontex direnişçisi ise demokratiksendika için çıktıkları yolda işten atıldıklarını, 30 günübulan direnişlerinde sendikalardan da somut bir destekgörmediklerini belirtti. Güçbirliği yapan on sendikanın“direnişlere destek” diyerek somutta ne yapacaklarınıve hedeflerini sordu. Direnişlerle dayanışmanın maddiyardım olarak mı, yoksa işe iade için kararlı birmücadele hattı mı olacağını soran Ontex işçisi,taşeronlaşmaya karşı somut bir mücadele hattınınortaya konması gerekliliğini vurguladı.

Tek Gıda-İş üyesi bir Ev-Kur işçisi ise, sendikayönetimlerinin de sendikal demokrasi istediğini, ancakburada bir terslik olduğunu, bir genel başkana ikidönemden fazla görev yapılmaması ile ilgili öneridebulunduğunu, ancak terslendiğini belirtti.

Toplantıya 150’ye yakın kişi katıldı. Kızıl Bayrak / İstanbul

Sınıf hareketiSayı: 2011/26 * 08 Temmuz 2011.

Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 15

On sendikadan güçbirliği!

Tek Gıda-İş Sendikası yönetimi işçidüşmanlığında sınır tanımıyor. Sendika yönetimison olarak 18 yıllık çalışan Uğur Doğan’ı iştenatarken, Doğan’ın hukuki mücadelesi karşısında dapatronlardan eksik kalmayan yöntemlere başvurdu.Sendika yönetiminin oyunlarına ve saldırılarınakarşı direnişe başlayan Doğan’ın İstanbul 4.Levent’te bulunan sendika binası önündekibekleyişi sürüyor.

Sendika yöneticileri, 27 Mayıs 2009’da“Sendikanın mali durumu kötü, sen de zatenemekliliğe hak kazanmışsın” diyerek Doğan’ı iştençıkardı. Kendisine yönelik bu haksızlığa karşımahkemeye başvuran Doğan işe iade davası açtı.Dava 18 Kasım 2009’da işe iade kararıylasonuçlanırken, sendikanın temyiz başvurusunuYargıtay reddetti ve işe iadenin yapılmamasıdurumunda Doğan’a 10 aylık ücreti tutarındatazminatın ödenmesini karara bağladı.

Mahkeme kararının tebliğ edilmesi üzerinesendika Doğan’a bir yazıyla işe geri dönebileceğinibildirdi. Bunun üzerine işe başlamak üzere 9 Mayısgünü sendikaya giden Doğan, burada ummadığı birtutumla karşılaştı. Doğan yaşadıklarını şöyleanlatıyor: “Sendikaya gittiğimde idare amiri banayöneticiler gelene kadar biraz beklememi söyledi. Osırada sendika başkanı Mustafa Türkel geldi. Beni

kapıda gördü ve ‘Kim aldı bunu içeri, çıkarın buüçkâğıtçıyı dışarı’ diye bağırdı. Ben de onamahkeme kararı olduğunu ve işbaşı yapmak içingeldiğimi söyledim. Bana hakaretler etti, bununüzerine korumalar beni dışarı çıkardılar. Ben de 155polisi aradım, daha sonra da karakola giderekhakkında şikâyetçi oldum.”

Doğan 12 Mayıs günü bu kez sendika önünde birbasın açıklaması yaparken sendika yönetimi dehaber göndererek “16 Mayıs Pazartesi günü gel işebaşla” dedi. Fakat Uğur Doğan bu tarihte işbaşıyapmak için sendikaya gittiğinde Türkel’in aynıtutumuyla karşılaştı. “Çıkarın bunu dışarı, sensendikanın içine giremezsin, tuvalete bilegidemezsin” diye konuşan Türkel’in bu tutumukarşısında Doğan sendikadan ayrıldı.

Ancak günler sonra, 28 Mayıs’ta nasıl bir oyunlakarşı karşıya olduğunu anladı. Sendika yönetimi 28Mayıs’ta Doğan’ın hesabına 12 bin 200 TLyatırırken, bir gün sonra da “Üç gün üst üstegelmediğiniz için iş akdiniz feshedilmiştir” yazılıbir kağıt gönderdi. Yani sendika oyuna başvurarakDoğan’ı işe başlatmış gibi gösterirken, sendikadankovarak işe gelmediği yönünde hukuksal birdayanak yaratmış oldu. Hem de mahkeme kararınıngerektirdiği 10 aylık ücret yerine 4 aylık ücretödedi.

Tek­Gıda-İş’te­oyun­çok!

Page 16: Sİ Kızıl Bayrak 11-26

Mısır’daki görkemli kitle hareketinin doruğunaçıktığı bir sırada, 19 Şubat 2011 tarihinde verilmiş birkonferansın kayıtlarıdır... İlgiyi duyan okurlar buradasunulan metni Tunus ve Mısır: Devrim İçin Dersler(Ekim, Sayı: 271, Nisan 2011) başlıklı değerlendirmeile birlikte ele alabilirler...

-I-

Yeri geldikçe atıfta bulunduğumuz yıllar öncesine(Mart 1991) ait temel önemde bir tespitimiz var.Sözkonusu olan Ekim 1. Genel Konferansı’nın“Dünyada durum” konulu değerlendirmesinin(Bugünün Dünyası: Süreçler ve Eğilimler...) bitişbölümündeki vurgulu düşüncedir. Söylenen basitçeşudur: Sistem propagandasının “tarihin sonu”nu ilanetmiş olması dayanaksız bir boş iddiadan ibarettir; ‘89çöküşüyle dünya tarihinde yalnızca bir dönemkapanmış, ama böylece de yeni bir tarihi dönemegirilmiştir; bu, insanlık tarihine yeni bir devrimlerdönemi olarak geçecektir. (Bkz., H. Fırat, DünyaOrtadoğu ve Türkiye, Eksen Yayıncılık, 203, s. 9-46)

Kısa bir paragraftan oluşan bu düşünce, sözkonusumetnin uzun bir tarihi dönem içerisinde sistemiirdeleyen bir değerlendirmesinin son sözlerinioluşturmaktadır. Dolayısıyla söylenenler de bu teorik-tarihsel değerlendirmenin içinde bir anlamkazanmaktadır. Bugünün Dünyası: Süreçler veEğilimler başlıklı değerlendirmede, kapitalist dünyasistemi çeşitli açılardan; emperyalist hegemonya veemperyalistler arası ilişkiler, dünya ekonomisinintarihsel seyri ve ekonomik bunalımlar, devrimsüreçleri, emperyalizmin temel çelişmeleri vb.açılardan inceleniyor. Böylece kapanmakta olan tarihidönemin bir bilançosu çıkarılıyor. İşte bu bilançoüzerinden dile getiriliyor o kısa bitiş sözleri.

20. yüzyılın, bu yoğun ve hareketli yüzyılın ilk üçteikilik döneminin ne türden devrimci olay ve sarsıntılarasahne olduğunun toplu bir dökümü var, sözkonusudeğerlendirmenin girişinde. Bugün “tarihin sonu”nu,dolayısıyla kapitalizmin mutlak zaferini ilan edenler,daha henüz ‘50’li yıllarda sistemin çöküşü konusundabüyük korkular ve kaygılar içerisindeydiler, ki bu ‘70’liyılların ortasına kadar da devam etti, deniliyor ilgilimetinde. Kapitalizmin bir parça nefes alabildiği dönem,1975 Vietnam Devrimi’nin zaferi üzerinden ele alırsak,ki bu dünya ölçüsünde devrim dalgasının hızlıdüşüşünü de işaretlemektedir, şu son on-onbeş yıllık birevredir (elbette metnin yazıldığı tarih üzerinden,sözkonusu metin ‘91 yılı başına aittir). Dolayısıyla‘70’li yılların ortasından alırsak arada yalnızca onbeşyıl, hatta daha da az bir zaman dilimi var. Zira Vietnam

Devrimi’nin ardından dalganın düşmesi ve dünyaölçüsünde karşı saldırının gündeme gelmesi, ‘80’liyılların başını buluyor. Arada 1979’da birbirlerinibirkaç ay arayla izleyen İran ve Nikaragua devrimlerivar, devrimci dalganın son artçı sarsıntıları olarak.Böyle olunca, kapitalist dünya sisteminin bir parçasoluklandığı evre, kabaca 1980-1990 arasındaki şu onyıllık dönemdir işin aslında, diyor Ekİm 1. GenelKonferansı’nın ilgili değerlendirmesi.

Tüm bunlardan çıkarılan sonuç, söze başlarkenözetlediğim o bitiş ifadelerinde özetleniyor: “Sonuçolarak; burjuva ideologların büyük spekülasyonlarakonu ettiği 1989, tarihin değil yalnızca bir döneminsonunu işaretliyor. İnsanlık yeni bir döneme girmiştir.Yeni dönem yeni bir devrimler dönemi olarak tarihegeçecektir; nesnel olgular buna işaret ediyor, belirtilerbunu gösteriyor.”

Peki neye dayanıyordu bu değerlendirme?Kapitalist dünya sistemine ilişkin yapılmış bu geneltarihi dökümün bilançosuna ve kısmen de ‘89 çöküşüsonrasını irdeleyen dönemsel bir tahlile. Bir sistem elealınıyor ve bağrında taşıdığı başlıca çelişmelerin son150-200 yıllık tarihi dönem içindeki seyri özetleniyor.Bu çelişmelerin tarihi seyir içerisinde aldığı biçimler,yarattığı sonuçlar irdeleniyor. Bundan güç alan bir tarihbilinci ve bunun sağladığı bir teorik bilinç açıklığıüzerinden, sistemin yeni tarihi dönemdeki seyrihakkında bir hükme varılıyor. Bu karşıt sınıflara,dolayısıyla onulmaz toplumsal çelişmelere dayalı birsistemdir. Bu nedenle hareket üretmesi, bunun sosyalçatışma ve sınıf mücadeleleri olarak kendini ortayakoyması, giderek de devrimlere yolaçmasıkaçınılmazdır. Toplumların gelişiminde hareket, sınıflarmücadelesi üzerinden kendini gösterir, asli ifadesiniburada bulur. Sınıflar mücadelesinin keskinleştiğiaşamalarda ise bu tarihi hareket isyanlar veayaklanmalar halini alır, giderek de devrimler düzeyineçıkar. Düşünce temelde buna, kapitalist-emperyalistsistemin temel gerçeklerine dayanıyor, sözkonusudeğerlendirmenin kendi sınırları içerisinde.

İlgili metnin sınırları dışına çıkarsanız, evet, odönem Doğu Avrupa’daki sistem gürültülü bir şekildeçökmüş bulunuyor. Dünya gericiliği bunu büyük birideolojik ve psikolojik savaşa çeviriyor; devrimlerdöneminin kapandığı, tarihin bittiği, sosyalizmingeçersizliğinin kanıtlandığı eksenine oturan birpropagandaya dayanak olarak kullanıyor olup biteni.İşin böyle bir yanı var.

Ama öte yandan, tam da o çöküşün yaşandığıdönemde, ‘80’li yılların hemen başında gündeme gelenneo-liberal saldırının ilk on yılı var. Amerika’daReagan ve Büyük Britanya’da Teatcher ile başlamış,Almanya’da Kohl ile kuvvet almış, Japonya’da ve tüm

öteki metropol emperyalist merkezlerde uygulanmış,doğal olarak etki ve sonuçları dünyanın geri kalanınaçok daha ağır bir biçimde yansımış bulunan on yıllıkbir sosyal yıkım saldırısı da var orta yerde. Aradabağımlı ülkelerin kanını emen büyük borç krizleri var.Tam da aynı çöküş günlerinde bir de böyle bir on yılınyarattığı ekonomik-sosyal sorunlar birikimi var.

Daha bir de dünya ekonomisinin tümünü içine alangenel bir ekonomik bunalım var ve ‘70’li yıllarınortasından itibaren genel ekonomik durgunluküzerinden kendini gösteriyor. Nitekim neo-liberalsaldırı sistemin buna bir yanıtı ve çözümü olarakgündeme geliyor. Sonradan krize dönüşen o büyük borçolayı da bunun bir parçası. Karlılığı azalan, karlıyatırım alanları bulamayan sermaye fazlasının, soygunmekanizmaları üzerinden bağımlı ülkelereaktarılmasından başka bir şey değil sözkonusu olan.Fakat neo-liberal saldırı, ekonomik bunalımınfaturasını sistemli biçimde işçi sınıfına, emekçilere veezilen halklara aktarsa bile, bunun hiç de sorunuçözmediğini bize daha o dönemlerde gündeme gelenbüyük borsa çöküşleri gösteriyor. Özetle o günlerdesistemin bir de genel durgunluk hali olarak seyreden vearada çöküş sinyalleri de veren bir genel ekonomikbunalım sorunu var.

“Tarihin sonu” işte böyle bir tarihi ortamda,ekonomik-sosyal sorunların bu sistemli yığılışıortamında ilan ediliyor.

‘90’lı yılların başında dünya gericiliğinin “tarihinsonu”nu ilan etmesi, sınıf mücadelelerinin bitmesinedeğil, fakat Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa’dakiyozlaşmış bürokratik rejimlerin çürüyüp çökmesinedayandırılıyordu. Bu çerçevede tümüyle ideolojik vepsikolojik bir saldırı niteliğinde idi. Gerçekte ise sınıfçelişkileri tüm gücüyle varlığını koruyor, dahası tam daaynı dönemde giderek keskinleşiyor. Tam da aynıdönemde neoliberal saldırı boyutlandırılıyor. Böylecerüzgar ekiliyor sürekli bir biçimde ve sonuçlarıgelecekte kesinlikle fırtına olarak biçilecek. Döneminsağlam devrimcilerinin olup bitene ve geleceğe bakışıbuydu.

Sınıflar mücadelesi tarihi-toplumsal bir olgudur vesosyo-ekonomik ilişkiler nesnel zeminine dayanır.Komünist Manifesto üzerinden alırsanız, bilimselsosyalizmin 150 yıllık bir tarihi var. Ama sınıflarmücadelesi gerçekte sınıflı toplumla yaşıt. Demekoluyor ki mücadelenin varlığının bilimsel sosyalizmle,marksist düşünceyle bir alakası yok. Marksist düşünce,bu çatışmanın modern kapitalizm çağında ve işçi sınıfıbakış açısından teorik ifadesi oluyor yalnızca.Mücadele tarihin her döneminde var ve somut koşullaragöre de her dönemde kendine özgü ideolojik biçimlerkazanmış. Ortaçağ’da çoğu durumda dinsel, modern

CMYK

Ortadoğu’da halk hareketleri-1

Tunus-Mıs

Tunus-Mıs 16 * Kızıl Bayrak * Sayı: 2011/26 * 08 Temmuz 2011

Page 17: Sİ Kızıl Bayrak 11-26

zamanlarda ise genellikle sosyalist biçimler kazanmasıgibi. Ama sınıflar mücadelesinin kendisi nesnel bir olguve tarih içinde kesintisiz bir süreçtir. Dolayısıyla“tarihin sonu” iddiaları idealist safsatadan öte bir anlamtaşımamaktadır.

Kuşkusuz çok geçmeden ciddiyetini yitirmiş vehızla gündemden düşmüş bu şarlatanca iddia ile fazlazaman kaybetmemiz gerekmiyor. Ama burada geriyedönerek, ‘90’lı yılların başına ait bir değerlendirmedenhareket ettiğim için, ister istemez buna değinmişoldum.

Neden konuya sözkonusu değerlendirmemizdenhareketle girdim? Şunun için: Dünyanın şu veya buyöresindeki sınıf mücadelelerini, kitle hareketlerini,halk isyanlarını, ayaklanmaları ele alıp irdelerken,dolayısıyla anlamaya ve anlamlandırmaya çalışırken,öncelikle içinden geçmekte olduğumuz tarihi dönemebakmak durumundayız. Olup bitenleri tarihi döneminçerçevesi içinde bir yere oturtmak durumundayız.Demek oluyor ki tarihsel bir perspektifle ve teorik birbilinçle. Mutlaka teorik bir bakışımız olacak ve olayıtarihsel bir çerçevede ele alacağız. Gündelik olarakbakarsanız bazen dizleriniz titreyebilir, umutsuzluğakapılabilirsiniz. Ama toplumsal olaylar tarihi çerçevedegündeme gelirler ve tarihi ölçülerle bakılır onlara. Üçbeş günle, üç beş ayla, üç beş yılla, hatta bazen birkaçon yılla ele alınmaz onlar.

Bugün Tunus ve Mısır üzerinden yaşanan

sarsıntıları da tarihsel bir dönem içinde, daha somutolarak da son otuz yılın birikimi üzerinden ele alırsanızeğer, onları tam olarak anlayabilir ve doğru bir biçimdeanlamlandırabilirsiniz.

1997 yılı başında kaleme alınmış bir başkadeğerlendirmemize geçiyorum, başlığı şöyle: ProleterHareketin ve Halk İsyanlarının Yeni Dönemi. İlkcümlesinde de başlıktaki düşünce bir tespit halindeyineleniyor: “Dünya ölçüsünde proleter kitlehareketinin büyüyeceği ve isyanlara varan halkhareketlerinin çoğalacağı bir tarihi döneme girmişbulunuyoruz.”

Bu bir tespit ve 1997 yılının Mart ayına ait. Derinsezgilere değil, dönemin somut olgularına dayanıyor.Derin sezgilerle bu tür tespitler yapılmaz, tespitinbirtakım maddi verilere dayanıyor olması lazım.Proleter kitle hareketlerinden ve halk isyanlarındansözediliyor. O zaman buna ilişkin verilerden hareketediliyor olabilmesi lazım. Bunlar sınıf mücadelesine,daha somut olarak kitle hareketlerine ve halkisyanlarına ilişkin somut veriler olmalı.

Neler o halde bunlar? Metnin kendisindenaktarıyorum, önce proleter kitle hareketleri:

“‘90’lı yıllara ‘tarihin sonu’ üzerine gürültülü biremperyalist propaganda ile girmiştik. Oysa dahabirkaç yıl sonra, 1994 yılının ilk günü Chiapas’tapatlak veren halk isyanı, tarihin yeni bir sayfasınınaçılmakta olduğunun ilk işaretlerin vermişti bize.

Avrupa’nın dönek solcu aydınlarının ‘ElvedaProletarya’ dedikleri günlerde, Türkiye işçi sınıfıtarihinin en kitlesel eylemlerini yaşamaktaydı.Arjantin’den Hindistan’a dünyanın birçok ülkesindeişçi sınıfının ardı arkası kesilmeyen eylem dalgalarıvardı. Bunun geri ve bağımlı ülkelere özgü olduğu,emperyalist metropollerde sınıf hareketinin gerçektenbittiğinin sanılabileceği bir sırada ise, Almanya’da,İtalya’da, Belçika’da, İspanya’da, Yunanistan’da yeniproleter kitle hareketinin, yaygın grev hareketlerininönemli örnekleri peşpeşe ortaya çıkmaya başlamıştı.

“İtalyan işçi sınıfının 1994 sonbaharında haftalarboyu süren büyük eylem dalgası, İtalya’da parlatılan‘yeni politikacı tipi’ Berlusconi’yi daha bir yılı biledolmadan politik yaşamdan sildi. Derken Fransa’daişçi sınıfının ‘95 yılının son aylarını kaplayan büyükeylem dalgası, kapitalist düzenin sözcülerine bileproleter kitle hareketinin yeni ve sarsıcı bir çıkışıolarak göründü. Fransız proletaryasının verdiğiörneğin ardından Alman işçileri eylem ve direnişlerindeyaygın olarak ‘Fransız işçilerinin yürüdüğü yoldan!’anlamına gelen şiarları attılar. Ve Almanmadencilerinin geride kalan günlerdeki militan eylemdalgası, bunun hiç de boş bir iddia olmadığını gösterdi.Alman madencilerinin eylemlerine İkinci DünyaSavaşı’ndan bu yana Almanya’da örneği görülmemişbir militan kararlılık egemendi. Bir Almanmadencisinin ‘Bonn’u başlarına yıkarız!’ sözününsembolik değerini tam olarak değerlendirebilmek için,Alman işçi hareketinin geride kalan onyıllardaki ılımlıve barışçıl karakterini gözönünde bulundurmakgerekir.”

“Emperyalist metropollerde ‘sosyal devlet’lebirlikte ‘sosyal barış’ dönemi de artık bitmiştir.Ekonomik bunalım ve keskinleşen uluslararası rekabetortamında ‘reform’, ‘uyum’ ya da ‘yeniden yapılanma’adı altında işçi sınıfına ve emekçilere yöneltilensaldırılar çelişkileri keskinleştirmekte, hoşnutsuzluklarıderinleştirmektedir. Bunun bugünkü meyvesiemperyalist metropollerdeki proleter kitle hareketiningünden güne büyüyüp yaygınlaşmasıdır. ”

“Sermayenin dünya çapındaki saldırılarınıniktisadi, sosyal ve siyasal sonuçlarını çok daha ağır birbiçimde yaşayan bağımlı ülkelerde durumun neolduğuna en taze örnek ise Güney Kore işçilerininayağa kalkmasıdır. ‘60’lı ve ‘70’li yıllarda kapitalizmekölece uyum örneği sayılan Güney Kore proletaryası,bugün militan, kararlı ve disiplinli bir proleter kitledirenişinin örneği durumundadır. Latin Amerika’daArjantin’den Ekvator’a, grevsiz gün ve genel grevsiz yılgeçmiyor. Rusya ve Ukrayna başta olmak üzere DoğuAvrupa ülkeleri yıllardır işçilerin grev, direniş vegösterilerine sahne oluyor. ” (H. Fırat, Dünya,

CMYK

sır dersleriH. Fırat

sır dersleri Sayı: 2011/26 * 08 Temmuz 2011 * Kızıl Bayrak * 17

Page 18: Sİ Kızıl Bayrak 11-26

Tunus-Mısır dersleri18 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2011/26 * 08 Temmuz 2011

Ortadoğu ve Türkiye, Eksen Yay., s.409-410)Buraya kadar aktarılan bölüm “proleter kitle

hareketleri”ne ilişkindi. Şimdi de “halk isyanları”nailişkin olarak söylenenlere bakalım:

“Halk isyanlarına gelince; ‘94 yılına Chiapas’takiköylü isyanı ile giren dünya, ‘97 yılını Arnavutluk’takisilahlı halk ayaklanması ile karşıladı. Aradaki dönemiÜrdün’deki ‘ekmek isyanı’, 30 yıllık suskunluktan sonraEndonezya’daki kitle başkaldırıları türünden birçokirili ufaklı örnekler kaplamaktadır. Halklar her yerdeİMF ve Dünya Bankası’nın hayatı çekilmez hale getirenpolitikalarına, bu politikaların uygulayıcısıdurumundaki hain ve işbirlikçi diktatörlük rejimlerineçeşitli biçimlerde başkaldırıyorlar. Bu satırların kalemealındığı sırada Pasifik’teki Papua Yeni Gine’de halkınisyan ettiği ve mağazaları yağmaladığı haberlerigeliyordu. Açlığa ve sefalete mahkum edilen ezilen halkyığınlarının öfkesinin artık dizginlenemediğine son birörnektir bu.” (s.411)

Onyılları bulan bir birkimin ürünü olan bütün buhareketler, dünya ölçüsünde daha yaygın bir toplumsalhareketlenmenin de ilk belirtileri olarak ele alınıyor. Buhareketler henüz açık bir politik doğrultudan,dolayısıyla devrimci bir politik önderlikten yoksunlar,bunlar henüz sistemin bizzat kendisine yönelmişörgütlü hareketler değil, diyor sözkonusudeğerlendirme; ama bu, bu aşamada beklenebilecek birşey de değil, diye de ekliyor. Bu aşamada buhareketliliğin bizzat kendisi önemli, proleter kitlelerin,ezilen halkların ayağa kalkması önemli, bunun etkisiylegericilik atmosferinin dağılması, geleceğe yönelikumutların ve devrimci iyimserliğin güçlenmesi önemli,bunlar vurgulanıyor metinde.

‘97 yılı başına ait bu değerlendirme, o gündenbugüne bir dizi başka proleter kitle hareketi ve halkisyanıyla doğrulandı. Latin Amerika kıtasal düzeyde birtoplumsal çalkantı içine girdi. Bolivya’da sonugelmeyen kitle hareketleri ve isyanlar yaşandı. 2001krizi sonrasında aylar boyunca Arjantin’i birbirinizleyen isyan dalgaları sardı, ardarda devlet başkanlarıve hükümetler devrildi. Ekvador’da bir dizi isyangerçekleşti. Başta Arjantin olmak üzere bir dizi ülkedegrevler, genel grevler gerçekleşti. Venezuella halkıamerikancı darbeyi 48 saatte püsküttü ve Chavez’iyeniden başa geçirdi. Tüm bu hareketlilikler yıldan yılagüç kazandı ve her bir ülkenin kendi özgün koşullarıiçinde bugünkü sol hükümetler Latin Amerika’sınıyarattı. Latin Amerika ile ilgili değerlendirmelerimizdevar, bu kıtada sol hükümetlerin birbirini izlemesi işçihareketleri ve halk isyanlarına sıkı sıkıya bağlı, dahaaçık bir ifade ile bunların dolaysız bir ürünü. Buhükümetlerin hepsi bir proleter kitle hareketliliğidalgasından güç alarak, bir halk isyanları dizisininardından, onların yarattığı toplumsal atmosfer içinde,onların yaratıp büyüttüğü oy desteği ile bu parlamenterbaşarıları elde ettiler. Konuya ilişkindeğerlendirmelerimizde bunlar var.

Özetle dünya ölçüsünde yeni bir proleter kitlehareketliliği ve halk isyanları dönemine girdiğimiz artıkapaçık bir olgudur ve daha ‘90’lı yılların ikinciyarısından itibaren böyledir.

-II-

Tarih akıyor, yeni safhalarla, yeni biçimlerkazanarak... Ve böylece 2000’li yıllarda ek bir durumlakarşılaşıyoruz. Neyle karşılaşıyoruz? Daha 2000’liyılların başında 11 Eylül var. Dünya halklarına karşıbüyük bir savaş ilanı var. ABD’nin o zamanki başkanıoğul Bush, halklara açık bir savaş ilanın da bulunuyorve bunu yüzyıl sürecek bir savaşlar dizisi olarakniteliyor. Nedir olayın esası, bu savaş ilanının gerçekanlamı?

Amerikan emperyalizmi, ‘90’lı yılların başındaSovyetler Birliği’nin temsil ettiği blokun çöküpdağılmasıyla birlikte, rakipsiz bir dünya imparatorluğu

kurmak istiyordu. Ve daha 1992 yılında,değerlendirmelerimizde çokça atıfta bulunulmuş birgizli strateji belgesini gündeme getiriyordu. Bubelgenin en önemli stratejik hedefi, kendisineemperyalist rakip tanımamak, geleceğe yönelik olarakbu potansyeli taşıyanları zamanında denetim altınaalmak, onları ABD ile rekabeti akıllarından bilegeçiremeyecekleri bir duruma düşürmek... ABDemperyalizminin yeni stratejisinin temel hedefi buydu.Bu hedefin ‘90’lı yıllar içindeki seyrini bir yanabırakıyorum. Çeşitli olaylar var bu çerçevede. Daha‘90’lı yılların başlangıcında, 1991 yılı başında, Irak’ayönelik emperyalist savaş, Birinci Körfez Savaşı var.Ardından Yugoslavya’ya müdahale var, ‘90’lı yıllarınikinci yarısında, somut olarak 1998’de. Sonra Nisan‘99’da, NATO’nun 50. kuruluş yılında gerçekleşenPrag Konferansı üzerinden bu emperyalist saldırı vesavaş örgütünün dünya polisi haline getirilmesi var.Bilindiği gibi NATO demek fiilen ABD demektir.Sovyetleri Birliği ile eski dönemden kalma balistikfüzelere ilişkin anlaşmaların artık geçersiz ilan edilmesivar. Füze Kalkanı projesini gündeme getirmek vedolayısıyla nükleer dengeyi belirgin biçinde kendilehine değiştirmek girişimleri var. Ve daha bir dizibaşka şey...

Bütün bunların ardından 2000’li yıllara geliyoruz.2000’li yılların başında Afganistan’a ve bu ülkeüzerinden iç Asya’ya emperyalist müdahale var, savaşve ardından işgal var. Bunun ardından Irak’a yönelikemperyalist savaş ve onu izleyen işgal var. Bütünbunlar birarada yeni bir savaşlar yüzyılını başlatmaktır.Yeni savaşlar dönemi ‘91 yılında, Sovyetler Birliği’ninyıkılışıyla aynı sırada başlamıştı, ardından Balkanlar’dasürdü ve 11 Eylül olayları bahane edilerek 2000’liyıllarda bir topyekün savaş ilanı ve uygulamasıgündeme getirildi. ABD emperyalizmi militaristaygıtını buna uygun olarak harekete geçirdi. ABD’ninyıllık savaş bütçesi yarım trilyon doları aştı, 600 milyardolara dayandı, resmen görünen rakam olarak.

Bu nedir? Bugün çok daha net olarak görüyoruz.Hegemonyası çözülmekte olan bir emperyalist güç,konumunu korumak için çıkış üzerine çıkış yapıyor,henüz rakipleri hazır değilken. Kendisine ileride rakipolma potansiyeli taşıyan öteki emperyalist güçler henüzyeterli hazırlığa, iddiaya ulaşmamışken, inisiyatifi elealarak dünya güç dengelerine müdahale ediyor. İç Asyaüzerinden petrol ve doğal gaz kaynakları ile bunlarıniletim hatlarını denetimi altına almaya çalışıyor. Irak’ael koyarak böylece Ortadoğu’da bir başka önemli petrolülkesini ele geçirmek, bu arada İran’ı kıskaca almak,giderek Avrupa’yı ve Japonya’yı besleyen petrolkaynaklarını kendi denetimine almak, dolayısıylaAvrupa ve Japonya’yı kendi denetimi altında tutmakgirişimiyle ortaya çıkıyor.

Bu, emperyalist nüfuz alanları ve dünya egemenliğiuğruna mücadele dediğimiz şeyin ta kendisidir, bunayönelik ilk ataklardır bunlar. Bu, ABD ile Irak halkı, yada ABD ile mazlum Afgan halkı arasındaki bir sorundeğil işin esasında. Onlar üzerinden, Afganistan, Irakve öteki mazlum halkların yıkımı üzerinden, ABDkendi emperyalist hegemonyasını korumaya,güçlendirmeye, bundaki kaçınılmaz çözülmeyigeciktirmeye bakıyor. Gelecekte rakip olma potansiyelitaşıyan öteki emperyalist güçleri denetim altındatutmaya bakıyor. Bu, dünya egemenliği uğruna biremperyalist hegemonya ve nüfuz mücadelesidir.Pazarlar, hammadde kaynakları, petrol ve doğalkaynakları üzerine bir mücadeledir sözkonusu olan.

Bu çatışma, bu mücadele savaş boyutuna ulaştı mı,savaşı ve zorbaca el koymak demek olan işgaligündeme getirdi mi, biliniz ki artık emperyalist dünyasavaşı tarihi bir dönem olarak fiili bir durumdur, butekil ya da bölgesel savaşlar şahsında. Bugün ortada biremperyalist dünya savaşının olmaması yanıltıcıolmamalıdır. Duruma göre genel bir emperyalist dünyasavaşına da götürebilecek dinamikler harekete geçmiş

bulunmaktadır, ki önemli olan da budur. Emperyalistdünya savaşları her zaman kısmi savaşlarla başlıyor.Bunu her iki dünya savaşı üzerinden de somut olarakgörüyoruz. Örneğin İkinci Dünya Savaşı öncesindeJaponya’nın Mançurya’yı işgali var, yıl 1931.İtalya’nın Habeşistan’ı işgal var, yıl 1936. FaşistAlmanya ve İtalya’nın İspanya iç savaşına dolaysızmüdahalesi var, yıl 1936-39. Hitler Almanya’sının önceAvusturya’yı ve ardından Çekoslovakya’yı işgali var,yıl 1938. Ve nihayet bunları Polonya’yı işgal izleyince,Eylül 1939, emperyalist dünya savaşı da resmenbaşlamış oldu.

Bütün bunlar büyük emperyalist savaşların tam dakısmi emperyalist savaşlar üzerinden geliştiğinigösteriyor. Buna şimdi de tanıklık ediyoruz. Tarihiölçülerle aldığımızda ve mevcut kısmi savaşlar serisinebaktığımızda, artık bir emperyalist savaşlar döneminegirdiğimizi görüyoruz. Emperyalist dünya egemenliğiuğruna süren bir savaşlar dönemine... Bu, içindengeçmekte olduğumuz tarihi dönemin temel özelliklerinisaptarken önemle gözönünde bulundurmamız gerekenilk temel önemde olgudur.

2000’li yıllarda karşı karşıya kaldığımız bir başkatemel önemde olgu ise kapitalist dünya sisteminintemelinde ekonomik kriz bulunan çok yönlü krizidir.Sistem 30-35 yıldır genel durgunluk içinde seyreden birekonomik kriz içindeydi zaten. 1970’lerin ortasındanberi sürmekte olan, kendini bazen kısmi bir toparlanma,bazen de kısmi ya da genel çöküş sinyalleri üzerindengösteren bir genel ekonomik kriz bu. Arada bazıülkelerin durumu çok kötüleşirken, öteki bazıları kısmibir toparlanma ve canlanma gösterdi. ÖrneğinClinton’lu dönemler, ‘90’lı yıllar, ABD ekonomisininnispeten canlandığı bir dönem oldu. Oysa bu aynıdönemde Alman ekonomisinin ciddi zorluklaryaşadığını, Japonya’nın soluksuz kaldığını, Rusya’da,uzak Asya’da ve Latin Amerika’da çöküntülerinyaşandığını biliyoruz.

2000’li yıllara bakıyoruz... 2002 tarihli birdeğerlendirmemizde, Amerikan ekonomisinin hızladurgunluğa girdiğinden sözediliyor. Amerikanekonomisi dünya ekonomisinin motor gücü olduğu içinbunun büyük kaygılara yolaçtığı belirtiliyor. Arkasınıbiliyoruz; tüm kapitalist dünyayı vuran 2008 krizi tamda sistemin merkezinde, ABD üzerinden patlak verdi.Kriz hala sürüyor, genel çöküş tehlikesi hala daatlatılmış değil. Bakıyorsunuz bu arada Almanekonomisi nispi açıdan iyi bir durumda. Öyle oluyorzaten; arada bazılarında durum nispeten iyileşiyor,öteki bazılarında ise durum kötüleşiyor, zaman zamançöküş tehlikesi sinyalleri kendini gösteriyor.

Kapitalist dünya ekonomisinin geneldurgunluğunda ifadesini bulan ekonomik kriz son 30

Page 19: Sİ Kızıl Bayrak 11-26

Tunus-Mısır dersleri Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak* 19Sayı: 2011/26 * 08 Temmuz 2011

yıldır var. 1974-75’te patlak veren kriz, 1980-82’de birkez daha ağırlaşıyor. ‘89 yılında bir “kara Pazartesi”var, borsaların çöktüğü ve büyük kaygılar yaratan birolay. ‘94’te büyük yıkıcı etkisini özellikle Meksikaüzerinden gösteren bir kriz var. ‘97 yılında bu kezGüney Doğu Asya krizi var, Japonya’yı da etkisi altınaalan. Ardından Rusya’ya, ardından Brezilya üzerindenLatin Amerika’ya yayılan... 2001 yılında Türkiye,Arjantin vb. ülkeleri çökerten büyük bir yeni kriz var.Kriz böyle yoklaya yoklaya, organik bir bütünoluşturan kapitalist dünya sisteminin değişiknoktalarında dolaşıyor. 2008 yılında sistemin kalbineulaştığında ise büyük bir genel sarsıntıya dönüşüyor.Kapitalist dünya hala da bu sarsıntının içinde.

Bütün bunlar kapitalist dünya ekonomisinin bir kriziçinde debelenmekte olduğu anlamına geliyor. Ve buetki ve sonuçlarını sosyal, siyasal, kültürel, çevresel vb.alanlarda, demek oluyor ki yaşamın tüm ötekialanlarında gösteriyor. Ekonomik bunalım tümbiçimleriyle toplumsal bunalımın da temelinioluşturuyor. Büyük bir sosyal yıkım ve dolayısıylabüyük bir sosyal bunalım var. Biz daha 2007-2008yılında otuz ülkede açlık isyanları gördük, dünya gıdakrizine bağlı olarak ortaya çıkan. Açlığa karşı ekmekisyanları bunlar. Otuz ülke, dile kolay! Öyle bugünOrtadoğu’da görülen türden bir domino etkisi de değilbu, dünyanın çok değişik yerlerinde ve çok farklıkoşullara sahip bu isyanları yaşayan ülkeler. Bir ucundaHindistan ve Bangladeş gibi Asya ülkeleri, bir ucundabaşta Mısır olmak üzeri bazı Afrika ülkeleri var, birucunda başta Haiti olmak üzere bazı Latin Amerikaülkeleri var. 2007-2008 yıllarında, otuz ülkede, gıdafiyatlarının ani artışına karşı toplumsal bir tepkiolarak...

1970’li yıllarda patlak veren ekonomik bunalım‘80’li yıllarda neo-liberalizm, ‘90’lı yıllardaküreselleşme biçimi üzerinden kendini gösteren sosyalyıkım saldırısının temelini oluşturmuştu. Bunukeyiflerinden yapmıyorlardı. Kapitalizm genişlemeyaşadığı dönemlerde hiç değilse metropollerde kitleleretavizler veriyor, sosyal devlet, kamusal sorumluluklarvb. bunun ürünü oluyordu. Kendini genel durgunlukbiçiminde gösteren ekonomik bunalım ile bunutamamlayan sert rekabet koşulları gelip çatınca,kapitalist dünya neo-liberal politikalara dayalı saldırılarile kendine bir çıkış aradı. Özelleştirmeler,kuralsızlaştırmalar, taşeronlaştırmalar, vb. bir dizi yollamaliyeti düşürmeyi, karı çoğaltmayı, sömürüyükatmerleştirmeyi ve böylece sistemin işleyişinisürdürmeyi denedi. Bunun artık sınırlarına vardığınıbiliyoruz. Neo-liberal ideoloji çöktü. Küreselleşmeideolojisi yerlerde sürünüyor, tüm inandırıcılığınıyitirdi. Buna dayalı söylemlerin büyük sosyalyıkımların ideolojik kılıfı olduğu açığa çıktı. Artık birküreselleşme övgüsü duymuyoruz, değil mi?Ekonomik-sosyal olaylar bunun içyüzünü açığa çıkarttıve çökertti.

Ekonomik-mali temele dayalı büyük bunalımlar,beraberinde zamanla emperyalist savaşlar ve sosyaldevrimler getiriyor. 20. yüzyılı önceleyen ve izleyenolaylar serisi de bunu açıkça gösteriyor. 20. yüzyılınhemen öncesinde, 1870’lerden 1890’lara kadar uzananuzun bir durgunluk dönemi var. Kapitalizmin gelişmetarihi içerisinde ilk defa yaşanıyor bu denli uzun birdurgunluk dönemi. Ardından 20. yüzyıla giriliyor, birdizi bölgesel emperyalist savaş eşliğinde. Daha1898’de Küba üzerine süren bir ABD-İspanya savaşıvar. Ardından 1900 yılındaki Boxer ayaklanmasınıbahane eden sekiz emperyalist devletin Çin’emüdahalesi ve onu kölece koşullara mahkum etmesivar. 1904’te Rusya-Japonya savaşı var. 1911-12’deİtalya’nın Libya’ya müdahalesiyle patlak verenTrablusgarp savaşı var. Bunu 1912’de birinci BalkanSavaşı izliyor. Liste uzatılabilir, ama belirginleşenolguyu görebilmek için bu kadarı yeterli. Ekonomik-sosyal bunalımları emperyalist paylaşım mücadeleleri

ve bunun ürünü savaşlar izliyor. Bütün bunları doludizgin bir silahlanma, kudurgan bir militarizm veelbette büyük emperyalist dünya savaşına hazırlıktamamlıyor. Çok geçmeden bu savaşın patlak verdiğinibiliyoruz.

Ve bakıyoruz, yüzyılın daha ilk yıllarından itibarenyoğun bir sömürgecilik ve militarizm tartışması var, II.Enternasyonal’in kongrelerinin gündemleri üzerindenbelirgin biçimde yansıyor bu. 1907 Stuttgart Kongresisömürgeciliği, militarizmi ve savaşı tartışıyor. 1910Kopenhag Kongresi aynı konular üzerine tartışmalarlageçiyor. 1912’de Basel’de toplanan olağanüstükongrede bir kez daha savaş, üstelik bu kez somut veyaklaşan acil bir tehlike olarak, tartışılıyor veyaklaşmakta olan emperyalist savaşa karşı tavırbelirleniyor, o ünlü kararlar alınıyor. Demek kisözkonusu dönem bunalımlar ve savaşlar dönemi,dönemin uluslararası sosyalist hareketi bunu algılıyor,döne döne tartışıyor ve Basel Kongresi kararlarıüzerinden de yansıdığı gibi, savaşı toplumsal devrimlegöğüslemek gündeme geliyor.

Tam aynı dönemde, 1909 yılında, bakıyoruzKautsky Lenin’in övgüyle bahsettiği İktidar Yolukitabını çıkarıyor. Lenin’in aktarma ve yorumlarıüzerinden biliyoruz, Kautsky bu kitabında, yeni birdevrimler döneminin yaklaşmakta olduğunu saptıyorve izlenmesi gereken devrimci çizginin sorunlarınıtartışıyor. 1912 Basel Kongresi, savaşı sınıf mücadelesiyoluyla durdurmak, eğer durdurulamazsa, savaşınyaratacağı bunalımdan yararlanarak kapitalizme karşıtoplumsal devrimi gündeme getirmek kararı alıyor.

Fakat bunlardan da önemli olan, aynı dönemdedevrimlerin bizzat gündeme gelmiş olmasıdır. 1905’teRusya’da başarısızlığa uğrayan ama gerçekte EkimDevrimi’nin başarısını hazırlayan bir önemli devrimvar. Bunu 1905 sonunda patlak veren ve ancak 1909’dabastırılabilen İran Devrimi, 1908 yılında Jön Türkdevrimi, 1911 yılında Sun Yat Sen önderliğindeki Çindevrimi izliyor. Bütün bu olaylar bir devrimlerdöneminin de başlamış bulunduğunu duyuruyor.Nitekim 1914’te birinci emperyalist dünya savaşı,1917’de Büyük Sosyalist Ekim Devrimi, ardından daAvrupa’daki o büyük devrimci sarsıntılar var, ancak1923’de durulabilen. Bunu ise 1924’ten itibaren yenibir ivme kazanan Çin Devrimi izliyor.

Özetle; ekonomik ve sosyal bunalımlara kısmisavaşlar ile şu veya bu ülkede devrimlerin eşlik ettiğinigörüyoruz, çok geçmeden bunları birinci emperyalistdünya savaşı ile ardından Büyük Sosyalist EkimDevrimi’nin izlediğini, Ekim Devrimi’nin büyük birdevrimci çalkantılar çağı başlattığını biliyoruz.

Demek ki, bunalımlar, savaşlar ve devrimler, aynıdönemin temel toplumsal olguları olarak birarada,birbirlerine bağlı olarak ve birbirlerini izleyerek sökünediyorlar. Bu bütünlük çok önemli ve çok öğretici.Kapitalizmin tarihinde demek ki bunalımlar, savaşlarve devrimler birbirinden besleniyor, birbirini besliyor,birbirini izliyor ve tamamlıyor. Bunlar emperyalistkapitalizmin temel çelişkilerinin ürünü, onlarınhareketinin ifadesi süreçlerin beslediği tarihi olaylar.

Ve şimdi insanlık yeniden böyle bir tarihi evreyegirmiş bulunuyor. Bunalımlar gözümüzün önündeseyrediyor ve şu yıllarda bunun ekonomik-maliboyutuyla ABD merkezli olarak ve dünya ölçüsündeağırlaştığını biliyoruz.

Savaşlar, emperyalist kısmi savaşlar/bölgeselsavaşlar olarak son yirmi yıldır gündemde. 1991’debirinci Körfez Savaşı, 1998’de Yugoslavya savaşı,2001’de Afganistan savaşı, 2003’te Irak savaşı, tümüde emperyalist saldırı ve müdahalelerin ürünü olarakgündeme gelmiş bulunuyor. Dünya genelinde büyük birsilahlanma yarışı ve bir kez daha kudurgan birmilitarizm var. Tarihin hiçbir döneminde silahlanmayave savaş hazırlıklarına bu kadar yüklü kaynaklarayrılmadı.

Tıpkı 20. yüzyılın başında olduğu gibi bugün de biremperyalist hegemonya krizi var bu arada. Her savaşınöncesinde bir de hegemonya krizi vardır. Birinciemperyalist savaş öncesinde İngiliz hegemonyasıkrizdeydi, karşısında yükselen emperyalist güç olarakAlmanya vardı ve yeni bir emperyalist paylaşımmücadelesi dayatıyordu. Bu bugün de var, daha özgünbir biçimde de olsa. Özgünlük şurada. Sert biremperyalist nüfuz mücadelesi halen hegemonyasıçözülmekte olan güç tarafından, yani ABD tarafındandayatılıyor. Zira onu yeni bir paylaşıma zorlayacakgüçler henüz yeterince hazır değil ve ABD bunu fırsatbilerek çözülmekte olan hegemonyasının ömrünüuzatmaya çalışıyor.

Bütün bu olguları şuraya bağlamak istiyorum. Birazönce sizlere proleter kitle hareketlerinin ve halkisyanlarının yeni döneminden sözetmiştim. Buna ilişkin‘97 yılına ait değerlendirmeden bölümler okumuştum...1998 sonbaharında partimiz kuruldu ve Kuruluşbildirisinde şu görüşlere yer verdi:

“Dünyada ve Türkiye’de yıkıcı yenilgilerlesonuçlanan bir tarihi dönemle devrimci hesaplaşmanınürünü olan Türkiye Komünist İşçi Partisi, bu konumuve kimliği ile yeni dönemi kucaklama iddiasındadır.Yeni dönem, ikibinli yıllar, dünyada ve Türkiye’de yenidevrim dalgalarına sahne olacaktır. Bu salt devrimciiyimserliğe dayalı bir kehanet değildir. Dünyaölçüsünde işçi sınıfının ve ezilen halk kitlelerinin yenibir mücadele dönemine girdiklerinin, proleter hareketinve halk isyanlarının yeni bir tarihi evresininbaşladığının şimdiden çok sayıda somut göstergesimevcuttur. Partimizin kuruluşu bu yeni dönemin,geleceğin yeni devrimler dalgasının kendicoğrafyamızdan başarılı bir önderliklekucaklanabilmesine bir ilk hazırlıktır.”

Parti, kendi kuruluşunu, tarihi ve devrimci birbakışaçısıyla gerekçelendirmeye çalışıyor. Ama bugerekçelendirmeyi yaparken, insanlığın yeni birdöneme, yeni bir devrimler dönemine girmişbulunduğunu ve bu yeni dönemin de kendini proleterkitle hareketlerinin ve halk isyanlarının ilk örnekleriyledışa vurduğunu saptıyor.

Bu saptamalar sistemin gidişinden çıkarılıyor, bunutekrarlıyorum. Sistemin ekonomik, sosyal ve siyasalgidişinden çıkarılıyor. Bu savaşlar, militarizm,hegemonya krizi, hegemonya mücadelesi, buna dayalıverilerden çıkıyor. Ve artı, bunların beslediği sosyalhareketliliklerden, proleter kitle hareketlerinden, halkisyanlarından, giderek halk ayaklanmalarından çıkıyor.Bunlar birbirini tamamlıyor. Bunalım, savaş ve devrim!

(Devam edecek...)(tkip.org sitesinden alınmıştır....)

Page 20: Sİ Kızıl Bayrak 11-26

Baas yönetimine karşı Mart ayı ortalarındabaşlayan eylemler, son günlerde kitlesel boyutlarkazanmaya başladı. Geçen Cuma günü Hama kentindegerçekleştirilen eyleme 150 bini aşkın kişininkatıldığına dair haberler, devlet terörünün kitleleriyıldırmaya yetmediğini kanıtlamaktadır. Zira sadeceHama ile sınırlı kalsa da, eylemlere katılımınyüzbinlere ulaşması, rejim karşıtı hareketin güçlenmeeğilimine işaret ediyor.

“Parça parça ezme” taktiği tutmadı

Geçen Cuma, Hama’nın yanısıra başkent Şam veHalep dahil birçok kentte eylemleringerçekleştirilmesi, rejimin hareketi denetim altına almakonusundaki aczini ortaya koydu. Hareketin güçlüolduğu kentleri hedef seçen Baas yönetimi, eylemlereöncülük edenleri hapse atarak kitle hareketini pasifizeetme taktiği izliyor. Suriye ordusunun Cuma günündensonra Hama kentine yönelmesi, Beşar Esad rejiminin“parça parça ezme” taktiğini uygulamaya devamettiğini gösteriyor.

Daha önce Dera, Benyas vb. kentlerde uygulananbu taktiğin ilk sonuçları rejim lehine sonuçlar yaratmışgibi görünse de, hareketin hem kitlesellik hemyaygınlık bakımından gelişmesi, sonucun tersiolduğuna işaret ediyor. Baas rejiminin bu zorba taktiği,aynı anda birçok kentte kitlesel eylemleringerçekleşmesinin önüne geçmesine olanak tanısa da,bu kadarı derdine çare olmaya yetmiyor. Korkuduvarları yıkıldıktan sonra zorbalığın öfkeyibüyütmekten başka bir işe yaramadığı dikkatealındığında, Baas rejiminin bu taktikle sorun çözmesiolası görünmüyor.

Rejim bu taktiğin barışçı eylem yapanlara değil,silahlı güçlere karşı uygulandığını savunuyor. Ancakkökten dinci silahlı güçlere karşı saldırıya geçenkolluk kuvvetleri, rejim karşıtı eylemlere katılangençleri de hedef alıyorlar. Yani silahlı güçlerinvarlığını gerekçe gösteren Esad yönetimi, bunu, kitlehareketini bastırmanın olanağına çevirmek istiyor;ancak başaramıyor.

“Reformlar” artık bir değer taşımıyor

Beşar Esad, birçok alanda reform sözü vermiş,sıkıyönetimi kaldırmış, bazı yasal değişikliklere

gitmiş, içerideki muhalefetin Şam’da toplantılaryapmasına izin vermiş, muhalefetle görüşmelerebaşlamak istediğini açıklamış, siyasi tutsakları dakapsayan af çıkarmış, seçim tarihi ilan etmiş vb.vb...

Baas yönetiminin bu tavizleri vermek zorundakalması, reform heveslisi olmasından değil, tüm baskıve zorbalığa rağmen devam eden kitle hareketininyarattığı basınçtan kaynaklanıyor. Bununla birlikte,Esad dahil Baas şefleri de işlerin eskisi gibi devamedemeyeceğini idrak etmiş görünüyorlar. Yani reformvaatleri tümüyle sahte değil. Ancak yüzlerceeylemcinin katledilmesinden sonra bu noktaya gelmekzorunda kalmış olması, dahası devlet terörünün aynışekilde devam etmesi, reform vaatlerini sokaklaraçıkan gençlerle emekçiler nezdinde değersizleştiriyor.Hatta Baas yönetiminin reform çıtasını yükseltmesinerağmen, “halk rejimin yıkılmasını istiyor” şiarı giderekyaygınlaşıyor.

Göründüğü kadarıyla kolluk kuvvetlerininzorbalığına eşlik eden reformlar da, kitle eylemlerinipasifize etme gücünden yoksundur.

Rejimi reforme etme arayışı…

Suriye’nin içteki geleneksel muhalefetini oluşturansol/sosyalist, ulusalcı, liberal parti ve güçler Baasyönetiminin ciddi bir reforma ihtiyaç duyduğunu dilegetirerek ekonomik, siyasal, sosyal alanlardareformlar, yeni bir anayasa, kitle eylemlerine karşışiddet uygulanmasına son verilmesi gibi taleplerformül ediyorlar.

Demokratik, sivil yönetime geçiş için farklıgüçlerin katılımıyla bir “geçiş süreci hükümeti”kurulması gerektiğini de savunan muhalif güçler, Baasyönetiminin bu yönde somut adımlar atmasını talepediyorlar. Çok sayıda parti ve hareketten oluşan bugüçleri temsil eden ortak bir platform bulunmuyor.Ülke içinde ve dışında görüşmelerde bulunan bugüçler, henüz ortak bir tutum belirlemiş değiller.

Suriye’de tanınan aydın, sanatçı, yazar, gazeteci,akademisyen vb. şahsiyetler de benzer talepler ilerisürüyor. Bu kesim, reformlarla ülkenin içindebulunduğu krizden çıkarılabileceğini savunuyor.

Şam’ın merkezinde iki toplantı gerçekleştirenmuhalif güçlerin en zayıf noktaları, kitle hareketiyleciddi bir organik bağ kurmaktan yoksun olmalarıdır.Düzen sınırlarını aşamayan siyasal programları,

rejimden çekinmeleri ve kökten dincilerin kendini bellieden varlığından dolayı, eyleme geçen kitlelerleorganik bağ kurmaktan kaçınan muhalif güçlerin, verilikoşullarda süreci ne ölçüde etkileyebileceği belli değil.

Emperyalist güçlerinmüdahaleleri sürüyor…

Suriye’deki olaylarla ilgili olarak neredeyse hergün açıklama yapan Washington ve Brüksel’deki savaşbaronları, “sivil halkı savunuyoruz” görüntüsü altında,durumu istismar etmeye çalışıyorlar.

Sivil halka karşı şiddete başvurmaması konusundaBeşar Esad’ı uyaran emperyalist zorbalar, Arapdünyasındaki halk isyanlarını yozlaştırıp kontrol altınaalabilme derdindeler. Emperyalist/siyonist planlarakarşı direnişi kırmak, İran’ı kuşatma altına almak,Hamas ve Lübnan Hizbullahı ile Suriye arasındakiişbirliğini baltalamak, böylece ırkçı-siyonist İsrail’inetrafındaki ablukayı kırmak gibi hedefleri de bulunanABD-AB emperyalistleri, bu emellerine ulaşmak içinuğraşıyorlar.

Bu arada yurtdışındaki bazı Suriyeli “muhalifler”de, şimdiden batılı güçlerin müdahalesini talep etmeyebaşladılar. Beşar Esad’ın Kaddafi ile aynı kefeyekonması gerektiğini savunan bu düşkünler takımı,NATO’nun savaş uçaklarıyla Şam’a gitme hayallerikuruyorlar.

Emekçilerin direnme kararlılığı gericihesaplar arasında boğuluyor

Hareketi başlatan ve aylardır devam etmesinisağlayan temel dinamikler, sistemin geleceksizliğemahkûm ettiği genç kuşaklarla emekçilerdir. Köktendincilerin veya Müslüman Kardeşler örgütünün sürecebir yerde dahil olmaları bu gerçeği değiştirmiyor.

Bu arada dinci gerici güçlerin kitle hareketiüzerindeki etkisinin boyutu hakkında henüz somutverilere ulaşmak mümkün olmadı. Buna karşınharekete geçen kitlelerin azımsanmayacak birkesiminin hiçbir parti veya örgütle bağlantısınınolmadığına dair veriler mevcuttur.

Kuşkusuz ki, devrimci siyasal önderliktenyoksunluk, kitle hareketinin en büyük zaafıdır. Buzaaf, emekçi dinamiklerin gerici güçler tarafındanyönlendirilmesini kolaylaştırır. Bu ise şu veya buburjuva akımın peşinden sürüklenmek anlamına gelirki, bunun ağır bedel ödeyen emekçilere kalıcıkazanımlar sağlaması mümkün değil. Suriye gibi birülkede kökten dincilerin hareket üzerinde inisiyatifkurabilmeleri ise, tam bir felaket olurdu. Buna karşınhareketin gelişim seyri, bunun pek kolay olmadığınaişaret ediyor. Zira ayağa kalkan genç kuşaklarlaemekçilerin talepleri ile dinci gerici akımlarınhedefleri hiçbir noktada çakışmamaktadır. Buakımların dinsel/mezhepsel çatışmayı kışkırtabilecekzihniyete sahip oldukları dikkate alındığında, gençkuşakların inisiyatifi dinci gerici güçler lehineyitirmeleri son derece vahim sonuçlara yol açabilir.

Görünen o ki, Suriye’deki kitle hareketi Baasrejiminin baskıları, kökten dincilerin hedef saptırıcımüdahaleleri ve emperyalist/siyonist güçlerin kirliplanları arasına sıkışmış durumda. Hal böyleykenhareketin siyasal önderlik ve devrimci programdanyoksun olması, sorunları daha da karmaşık bir halegetiriyor. Fakat her şeye rağmen Suriye’de gerçekleşenve gerçekleşecek olan gelişmelerin önünü bu hareketaçmaktadır.

Ortadoğu20 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2011/26 * 08 Temmuz 2011

Suriye’de durum karmaşıklığını koruyor

Page 21: Sİ Kızıl Bayrak 11-26

Lübnan Eski Başbakanı Refik Hariri’ninöldürülmesiyle ilgili kurulan BM destekli UluslararasıLübnan Özel Mahkemesi’nin resmi olarakaçıklanmayan, ancak kısmen basına sızdırılan kararıbelli oldu. Emperyalist/siyonist güçlerin güdümündeçalışan mahkemenin, Hizbullah’ın lider kadrolarındandördü hakkında tutuklama kararı aldığı ortaya çıktı. Bukarar Lübnan’daki kırılgan havayı iyice bozdu.

“14 Mart Güçleri” olarak adlandırılan SünniMüslüman/Hıristiyan burjuvazisi ittifakı, mahkemekararına balıklama atladı. Zira ABD, Fransa, SuudiArabistan hatta İsrail gibi gerici güç merkezlerinesırtını dayayan 14 Martçılar, CIA-MOSSAD tarafındanyönlendirilen mahkemenin kararını, Necip Mikatibaşkanlığındaki hükümete yüklenmek için “bulunmazfırsat” sayıyorlar.

Esas hedef ise hükümet değil Hizbullah, daha özelplanda ise hareketin silahlı direniş kanadıdır. Aylarcasüren siyasi krizden sonra kurulan Mikati hükümetininhedef alınması da, Hizbullah’ın bu hükümet üzerindekiağırlığından kaynaklanıyor.

14 Martçılarla arkalarında duran gerici güçmerkezleri, yıllardan beri Lübnan’daki silahlı direnişitasfiye etmeye çalışıyor, ancak başaramıyorlar. Zira buhareket emperyalist/siyonistlerle Suudi Arabistan gibigerici güçlerin sırtındaki çıban gibidir. 14 Martçılarise, Lübnan’daki iktidar ve ranttan daha büyük payalmak ve emperyalist efendilerine yaranmak içinHizbullah’ı silahsızlandırma isteğiyle yanıptutuşuyorlar.

Direnişi silahsızlandırmak gibi zor bir meseleyiçürük bir mahkeme kararına dayanarak yapmakmümkün değil elbette. Zira sözkonusu mahkemeninhakla/hukukla bir alakasının olmadığını herkes biliyor.Nitekim mahkeme kararının açıklanmasının hemenardından televizyona çıkan Hizbullah lideri HasanNasrallah, mahkeme başkanı ve üyelerinin CIA veMOSSAD’la işbirliği yaptıklarını belgeleriyleaçıklayarak, kirli sicillerini ortaya koydu. Nasrallahhaklı olarak bunun mahkeme değil,emperyalist/siyonist güçlere hizmet eden siyasi biroluşum olduğunu vurguladı.

Mahkeme adı verilen bu oluşum, daha önce deHariri’nin öldürülmesinden Suriye yönetimini sorumlututmuş, dört Suriyeli subayı yıllarca hapse kapatmış,ardından ise “beraat ettiniz” diyerek salıvermişti. Kezabu mahkemenin dolandırıcı sahtekar kişilerden parakarşılığı ifade aldığı da yıllar önce kanıtlanmıştı.Wikileaks belgeleri ise, soruşturmayı yürüten savcınınABD büyükelçiliğine başvurarak, itham edilenlereyönelteceği soru listesi istediğini ortaya koymuştu…

İşte mahkeme adı verilen bu oluşum, şimdiHizbullah mensubu dört kişinin 30 gün içindeyakalanmasını buyuruyor. Bu oluşumun kararınıgerekçe gösteren 14 Martçılar ise, Mikati’ye “yamahkeme kararını uygula ya da istifa et” türündenaçıklamalarla saldırmaya başladılar. Mahkemeheyetinin sicilini ortaya koyan konuşmasında 14Martçıların söylemlerine atıfta bulunan Nasrallah, “30gün değil, 30 yıl değil hatta 300 yıl geçse bile hiçbirLübnan hükümeti adı geçen dört kişiye ulaşamaz”diyerek meydan okudu.

Bu arada, mahkeme kararının tartışıldığı gerilimlitoplantıya sahne olan Lübnan meclisinde kozlar henüzpaylaşılmış değil. 14 Martçıların saldırgan üslubu,Lübnan direnişini tasfiye etmek amacıyla başlatılan

saldırının emperyalist/siyonist merkezlerle koordineliyürütüldüğü kanısını güçlendiriyor. Zira hukuksalaçıdan ciddiye alınacak hiçbir tarafı bulunmayan biroluşumun kararını gerekçe göstererek Lübnan’dakikırılgan havayı zehirleme çabasını başka türlü izahetmek mümkün değil.

Lübnan’ı dizayn etmeyi, Ortadoğu’yu dizaynetmenin ilk adımı olarak değerlendirenemperyalist/siyonist güçler, bu emellerine ulaşabilmekiçin her vahşete başvurmaya hazırlar. İsrail ordusununTemmuz 2006’da Lübnan’a düzenlediği vahşisaldırıyı, dönemin ABD dışişleri bakanı CondoleezzaRice ağzıyla, “yeni Ortadoğu’nun doğum sancısı”olarak ilan etmeleri bunun göstergesidir. Zira 36 günsüren ve İsrail savaş aygıtının utanç verici bir şekildegeri çekilmesiyle sonuçlanan saldırıda yüzlercesiçocuk, kadın ve yaşlılardan oluşan 1500’ü aşkın sivilLübnanlı siyonist cellatlar tarafından katledilmişti.

Belirtmek gerekiyor ki, ABD-AB onaylı/destekliİsrail’in vahşi saldırısına, Suudi Arabistan başta olmaküzere hiçbir Amerikancı Arap rejiminden itirazgelmemiştir. Yani direnişin ezilmesi amacıyla GüneyLübnan’ın İsrail ordusu eliyle tahrip edilmesi vesivillerin katledilmesi dinci gerici Amerikancılartarafından da desteklenmişti.

Emperyalist/siyonist güçlerle bölgedekiişbirlikçilerinin halk isyanlarınıyozlaştırma/hedefinden saptırma saldırısının ivmekazandığı günlerde, CIA-MOSSAD güdümündekioluşumun Hizbullah’ı hedef alan kararını açıklaması,bir tesadüf değil elbet. Suriye’deki olayların karmaşıkbir hal alması, Hizbullah’ın ise, Beşar Esadyönetimiyle işbirliği içinde olması, Lübnan direnişinesaldırmak için uygun bir fırsat olarak görülüyor. Enazından 14 Martçılarla onların arkasındaki gerici güçodaklarının durumu bu şekilde değerlendirdiği ortada.

Zira hukuksal açıdan beş paralık değeri bileolmayan bir karar için, 14 Martçılar tarafından fırtınakopartılması, olağan bir durum değil. Belli ki, 14 Martoluşumu ile arkasındaki gerici güç odakları, BeşarEsad yönetimini sıkıştırıp Hizbullah’ı zayıflatmayı,Hizbullah’ın silahlı kanadını tasfiye edip Esadüzerindeki basıncı daha da arttırmayı hedefliyorlar. Buiki gücün etkisizleştirilmesi ise, İran’ı temelmüttefiklerinden yoksun bırakmak anlamına geliyor ki,

sözkonusu plan ABD-İsrail-Suudi Arabistanmihverinin ilk maddesidir.

Emperyalist/siyonist güçlerle işbirlikçilerininhedefleri belli. Ancak bu uğursuz planın hayatageçirilmesi hiç de kolay değil. Zira 14 Martçılarıdestekleyenler dahil, Lübnan halkının büyükçoğunluğu söz konusu gerici plana şüpheyle bakıyor.Mecliste kıyamet koparken sokakların sakin olmasıbununla ilgilidir. Belirtmek gerekiyor ki, onlarca yıldırgerici çatışmalardan dolayı ağır bedeller ödeyenLübnan halkları, emperyalist/siyonist güçlerleişbirlikçilerinin iğrenç planlarının kendi hayırlarınaolmadığının farkındalar. Elbette gerici güçlerin desokaklara dökebileceği belli bir kitle mevcut, ancakkitlelerin, Lübnan halkının parasıyla çalışan kirli biroluşumun kararından dolayı buna pek hevesli olmadığıda gözleniyor.

Gerici planın önündeki asıl engel ise, kuşkusuz kidirenişçi güçlerin kendisidir. Zira Suriye’deki olaylarHizbullah’ı kısmen sıkıştırsa da, bu hareket öyle kolaysilahsızlandırılabilecek bir durumda değil. NitekimHasan Nasrallah’ın mahkeme kararına soğukkanlı birşekilde meydan okuması, özgüvenin ifadesiydi aynızamanda. Kaldı ki bu koşullarda silahsızlanmanınHizbullah ve destekçisi güçlerin imhası anlamınageleceği herkesin malumudur. Hal böyleyken direnişdeneyimi ve birikimine yaslanan Hizbullah’ınsilahsızlanmayı savaşsız kabul etmesi mümkündeğildir.

Lübnan’daki tüm taraflar silahlıdır; her partininkendine göre bir silahlı gücü bulunuyor. Ancak hiçbiriHizbullah’la kıyaslanabilecek durumda değil. Yine deLübnanlı güçler arasında silahlı çatışmanın yenidenbaşlaması, bu küçük ülke, hatta bölge için tam birfelaket olur. Nitekim bunun farkında olan Hizbullahlideri, anılan açıklamasında, mahkeme kararının Şii-Sünni veya Müslüman-Hıristiyan çatışmasıyaratmasına izin vermeyeceklerini özellikle vurguladı.

Lübnan ve bölge hakları açısından durum bu iken,emperyalist/siyonist güçlerle işbirlikçilerinin niyetlerifarklıdır. 2006 saldırısı bu gerici güçlerin halklarınkanını akıtmaktan geri durmayacaklarını kanıtlamıştır.Bunları durdurabilecek yegane güç direnişin kararlılığıve Lübnan halklarının gerici egemenlerin sefilçıkarlarına alet olmayı reddetmeleridir.

Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 21Sayı: 2011/26 * 08 Temmuz 2011

Lübnan direnişini silahsızlandırma planı tutmayacak!

Ortadoğu

Page 22: Sİ Kızıl Bayrak 11-26

Dünyanın çeşitli ülkelerinden burjuva sol partilerinkatıldığı “Sosyalist Enternasyonal”, 1-2 Temmuztarihlerinde yıllık olağan konsey toplantısınıgerçekleştirdi. Konsey toplantısı şu aralar sert sınıfçatışmalarına sahne olan Yunanistan’da yapılırkentoplantının başkanlığını PASOK lideri ve YunanistanBaşbakanı Yorgo Papandreu yaptı.

İşçi sınıfına ihanetin tarihi!

İlk olarak, bugün adına “Sosyalist Enternasyonal”denen platformun sosyalizmin tarihsel belleğindekienternasyonallerle bir ilgisi olmadığını belirtelim.Bugünün “Sosyalist Enternasyonali” ne Marks veEngels’in kuruculuğunu yaptığı BirinciEnternasyonal’in ne de Lenin öncülüğünde toplananÜçüncü Enternasyonal’in mirasçısıdır. EsasındaBirinci Paylaşım Savaşı’nda işçi sınıfının sosyalistmücadelesine ihanete eden İkinci Enternasyonalpartilerinin mirasını devralan, hatta bu ihaneti daha daileri taşıyan bir politik platformdur.

Bu politik platformun ise ne sosyalistlikle ne deenternasyonalizm düşüncesiyle bir ilgisi vardır. Öyleki tarihinde, Birinci Paylaşım Savaşı sırasında kendiülkelerinin burjuvazilerinin yanında yer alarak işçisınıfına ihanet etmek, nice sömürge savaşınınsorumlularından olmak ve Hitler faşizminin yarattığıyıkımın yolunu açmak gibi örnekler yazılıdır.Sonrasında ise burjuvaziye hizmette bir sınır yoktur.“Sosyalist Enternasyonal” partilerinin emekçi düşmanıpolitikaları uygulamakta diğer burjuva partilerindenherhangi bir farkları yoktur. Dahası solculuk iddialarınedeniyle emekçileri aldatmakta çok dahayeteneklidirler.

Sosyal-demokrasi İkinci Paylaşım Savaşı’nda daaynı suçlara imza atmış, soğuk savaş dönemi boyuncakomünizm düşmanlığı yapmıştır. Kısacası başlangıçtaişçi sınıfının sosyalist özlemlerinin bir ifadesi olarakkurulan sosyal-demokrat partiler ve bu partileredayanan İkinci Enternasyonal, sosyalizme ve işçisınıfına karşı ihanet çizgisine varmıştır. Değişikdönemlerde farklı ülkelerde ortaya konulan devrimcikalkışmalarda açıkça karşı-devrimci rol oynamıştır.

Bugün “Sosyalist Enternasyonal” olarak ifadeedilen platform ise bu mirasın taşıyıcısıdır. İkinciPaylaşım Savaşı sonrasında dünya emekçi halklarınezdinde prestij kazanan sosyalist kampın önünüalabilmek için ihanetçi sosyal-demokrasininuluslararası ölçekte örgütlenmesinin ifadesidir. İlkolarak 1946’da İngiltere’de toplanan uluslararasıkonferansta bir haberleşme ve irtibat bürosu kurulmuş,bu büro ertesi yıl daha ileri götürülerek bir danışmaorganına dönüştürülmüş ve Uluslararası SosyalistKonferans Komitesi (COMISCO) adını almıştı.1951’de toplanan komite “Enternasyonal’i yenidenkurma” kararı almış, bu karar doğrultusunda da1951’in Temmuz ayında Frankfurt am Main’da“Sosyalist Enternasyonal” kurulmuştur.

İkinci Paylaşım Savaşı sonrasında yükselen ulusalkurtuluş hareketlerinin yüzünü SSCB’ye dönmesiüzerine, emperyalist güçler “Sosyalist Enternasyonal”ikullanma yoluna gittiler. Özellikle ‘60’lı ve ‘70’liyıllarda azgelişmiş ülkelerde emekçilerin sosyalistözlemlerini istismar etmek üzere sosyal-demokrat

partileri oluşturma girişimleri yoğunlaştı. Buçerçevede kurulan ya da yeniden yapılandırılan sosyal-demokrat partiler “Sosyalist Enternasyonal” bünyesinealındılar.

Anlaşılacağı üzere, sosyal-demokrasi ve onunuluslararası örgütlülüğü olan “SosyalistEnternasyonal” işçi sınıfı ve emekçilerin mücadelesinidüzen sınırları içerisinde tutmak, devrim ve sosyalizmdavası ile buluşmasını engellemek ile görevlendirilmişburjuva bir akımdır. Bunun için kısaca “düzen solu”olarak tanımlanmaktadır.

Hepsi emekçi düşmanı, hepsiemperyalizmin uşağı

“Sosyalist Enternasyonal”in işlevini anlamak içintoplantıya katılan partilere bakmak bile yeterlidir.Toplantının ev sahipliği yapan PASOK ise bunun enbelirgin örneklerinden biridir. Daha kısa bir süre önce

bu parti tüm tepkilere rağmen emekçi düşmanı birprogramı meclisten geçirmişti. PASOK lideri veYunanistan Başbakanı olan Papandreu aynı zamanda“Sosyalist Enternasyonal”in dönem başkanlığını dayapmaktadır.

Toplantının açılış konuşmasını yapan Papandreu“Sizleri Yunan hükümeti ve PASOK adınaselamlıyoruz. Zor zamanlarda zor adımlar attık.Ülkemizi kurtarmak için vatansever kararlar aldık. Bukararlar, işçiler ve emeklilerin maaşları ve KOBİ’leriçin sosyal olarak gerekli kararlardı. Acı vericikararlardı fakat bu bize, ülkemizdeki derindeğişiklikler yapmak için bir fırsat ve umut verdi”dedi. Oysa biz Papandreu’nun “umut verici” dediğikararların gerçekte ne olduğunu iyi biliyoruz. Bukararlar işçi ve emekçilerin çalışma ve yaşamkoşullarının köleliğe bir adım daha yaklaştırılmasıdemekti. “Kemer sıkma” politikası olarak bilinen vegerçekte kapitalizmin yapısal buhranların faturasınınişçi ve emekçilere ödetilmesi demekti. Zira bupolitikalar Yunanistan işçi ve emekçileri tarafındanöfkeyle karşılanmış, büyük bir patlamaya nedenolmuştu.

Başka bir örnek de toplantıda yer alan İngiltere İşçiPartisi’dir. Dünya halkları bu partiyi ABD’ninemperyalist savaş ve işgallerine verdiği tam destek ileyakından tanımaktadır. Sayısız emekçi düşmanı, savaşpartisi de yine bu sözde enternasyonalin üyesidir.Bilindiği gibi “Sosyalist Enternasyonal”inTürkiye’deki tek üyesi CHP nin de tarihi ve kimliğiortadadır.

Toplantıda kapitalizmin dünya ölçeğinde girdiğikrizin yarattığı problemler, Yunanistan’ın durumu,spekülatif saldırılara karşı ülkelerin savunmamekanizması olarak atacağı adımlar, Arapdünyasındaki gelişmeler, hak ve özgürlükler,Ortadoğu’da barışın sağlanması ile nükleer enerjikonuları da ele alındı.

Ancak toplantı hiçbir şekilde işçi ve emekçilerlehinde sonuçlar yaratmamıştır. Tersinden emekçikitlelerin düzene yönelen öfkelerinidizginleyebilmenin, sınırlandırabilmenin vesosyalizmin devrimci çizgisiyle buluşmasınıengelleyebilmenin bir aracı olarak kullanılmayaçalışılmıştır

Dünya22 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2011/26 * 08 Temmuz 2011

“Sosyalist Enternasyonal” Atina’da toplandı...

“Sosyalizm” maskesi altındasınıfa düşmanlık, burjuvaziye uşaklık

Yunanistan’ın iflas etmesi ve yenidensömürgeleştirilmesinin ardından, gözler zincirindiğer zayıf ülkelerine çevrildi. İlk sinyalleri verenülke ise Portekiz oldu. Kredi derecelendirmekuruluşu Moody’s Portekiz’in borçlarını ‘değersiz’statüsüne düşürdü.

Kurumdan yapılan açıklamada, Portekiz’in malipiyasalarda yeniden borçlanmaya başlamadan önce,ikinci bir kurtarma programına ihtiyacı olabileceğibelirtildi. Bütçe açığını kapamak için uygulanacakönlemler kapsamında vergiler artırılırkenözelleştirmeye hız verilecek.

İlave özelleştirme programlarının

uygulanmasının yanı sıra, 1500 euronun üzerindekiemekli maaşlarında kesintiye gidilecek ve bazıürünlerin satış vergisi artacak. Portekiz’in borçlarınıoransal olarak bu yıl gayri safi milli hasılanın yüzde5,9’una, 2012’de yüzde 4,5’ine ve 2013’de yüzde2’sine indirmesi öngörülüyor. Hedef, Portekiz’inbütçe açığının gayri safi yurtiçi hasılaya oranını2013 yılına kadar yüzde 9,1’den euro bölgesi limitiolan yüzde 3’e düşürmek.

Portekiz’in komşusu İspanya’nın da kurtarmapaketine muhtaç kalması durumunda, AvrupaBirliği’nin bu mali yükün altından kalkamayacağıifade ediliyor.

Sıra Portekiz’de mi?

Page 23: Sİ Kızıl Bayrak 11-26

İngiltere’de emekçiler hükümetin emeklilikhaklarını gaspetmek için hazırladığı yasaya karşı 30Haziran günü greve çıktı. Kamuda örgütlü sendikalartarafından düzenlenen 24 saatlik grev nedeniyleokulların üçte biri kapanırken, toplu taşıma vehavaalanlarında ciddi aksamalar oldu. Binlerceemekçi Londra merkezindeki parlamento binasınayürüyüş düzenlerken, ülkenin birçok yerinde deprotesto gösterileri yapıldı.

Konuyla ilgili açıklamalarda bulunan Kamu veTicari Hizmetler Sendikası (PCS) lideri MarkSerwotka, grevin sendikanın tarihindeki en önemligrev olduğunu söylerken, Sendikalar KonfedarasyonuBaşkanı Brendan Barber ise “Hükümetin kamusektöründeki kesintileri göz önüne alındığında, grevin

sürpriz olduğunu söylemek zor” açıklamasındabulundu.

Başbakan David Cameron ise grevden bir günönce yaptığı açıklamada, greve gitmek için güçlü birneden olmadığıına inandığını söyledi. Cameron bunagerekçe olarak da süren müzakereleri ve grevin azsayıdaki sendika tarafından alınmış olmasını gösterdi.

Başbakan’ın böyle konuşmasının nedeni ise İşçiPartisi’ne bağlı sendikaların greve gitmemesi oldu.İşçi Partisi etkisi altındaki 4 sendikayı grevden uzaktutarken böylelikle burjuvaziye büyük bir hizmettedaha bulundu.

İngiltere’de genel grev yasakken, kamuemekçilerinin eşgüdüm halinde yürüttüğü bu grevaynı zamanda yasağı da delmek anlamına geliyor.

Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 23Sayı: 2011/26 * 08 Temmuz 2011

Emekçiler ‘grev’ dediDünya

Endonezya’da grevDünyanın en büyük altın ve bakır şirketlerinden ABD

merkezli Freeport-McMoRan’ın Endonezya’nın Papuaeyaletinde kurulu üretim tesislerinde işçiler 4 Temmuzgünü greve çıktılar.

Yaklaşık 8 bin işçinin çalıştığı tesislerde işçiler dahayüksek ücret talebi için mücadele ediyorlar. İşçilerortalama saat ücretlerine 3 dolar zam istiyorlar. Grevin11 Temmuz’a kadar sürmesi bekleniyor.

Şirket yönetimi ile işçi temsilcileri arasındagörüşmeler de devam etti. İşyerinde örgütlü işçisendikası yetkilisi Basak Solossa ise, grev öncesinde tamkapasite çalışan işyerinde üretimin tamamendurduğunu açıkladı.

Madenciler grevehazırlanıyor

Şili Bakır İşçileri Federasyonu’ndan yapılanaçıklamada devlete ait bakır işletmelerininözelleştirilmesine karşı 11 Temmuz günü grev yapılacağıbelirtildi.

Federasyon adına açıklama yapan RaimundoEspinoza, dünyadaki en büyük bakır üreticisikonumunda olan Codelco’nun yönetim tarafındanözelleştirilmeye hazırlandığını belirtti. Espinoza, Şililibakır işçilerinin bu kararı kesinlikle kabuletmeyeceklerini söyledi.

Codelco’da çalışan 16 bin işçinin iş bırakacağı grevin,1970-73 yılları arasında iktidarda bulunan SalvadorAllende yönetiminin tüm maden işletmelerininkamulaştırıldığını açıkladığı tarihin 40. yıldönümünegelmesi de ayrı bir anlam taşıyor.

Allende hükümetini devirerek başa gelen Pinochetdiktatörlüğü kamulaştırma adımlarını geriye çevirereközelleştirmelere hız vermişti. Bugün Şili’deki madenlerin%70’i yabancı sermayenin elinde bulunuyor.

Bakır işçileri ise mücadelelerini sadeceözelleştirmelere karşı olarak tanımlamıyor, özelleştirilenişletmelerin kamulaştırılmasını da savunuyor.

197 göçmen boğulduEmperyalistlerin savaşa, sefalete ve açlığa mahkum

ettiği Afrika halkları ölümü göze alarak çıktıklarıyolculuklarda hayatlarını kaybediyor. Son olarak 5Temmuz günü Kızıldeniz’den Suudi Arabistan’a gidengöçmen teknesinin yanarak batması sonucu 197 kişihayatını kaybetti.

Çad, Nijerya, Somali ve Eritre’den Suudi Arabistan’agöçmen taşıyan bir tekne çıkan yangın nedeniyle Sudanaçıklarında battı. Teknede bulunan 193 kişi ölürkensadece 3 kişi kurtulmayı başardı.

Afrika’nın doğu bölgesinde son 60 yılın en büyükkuraklığı yaşanıyor. 12 milyondan fazla kişi açlıkla karşıkarşıya. Açlık başta olmak üzere bir dizi sorunla boğuşanonbinlerce kişinin yaşama kaygısı, Kızıldeniz üzerindenSuudi Arabistan ve Yemen’e göç dalgasında sonzamanlarda büyük artış meydana gelmesine neden oldu.

Geçtiğimiz aylarda da Libya’dan kaçan mültecileritaşıyan bir teknedeki 72 kişiden 61’i açlık ve susuzluktanölmüştü. NATO’nun askeri helikopterleri gemiyi farketmiş fakat yardım etmeyerek göçmenlerin ölmesine gözyummuştu.

Mısır’da halk isyanının merkezi olanKahire’deki Tahrir Meydanı yine gençkesimlerin ve emekçi halkın eylemine sahneoluyor.

3 Temmuz günü meydanda kamp kurangençler ile Mübarek yanlıları arasındakiçatışmalarda 1 kişi ölmüş, 8’i ağır 350 kişiyaralanmıştı.

4 Temmuz günü ise, halk ayaklanmasısırasında 17 kişinin ölümünden sorumlu tutulan

7 polisin kefaletle serbest bırakılmasıkatledilenlerin yakınları ile muhalif gençlikörgütlerinin sert tepkisine neden oldu. Kararardından mahkeme güvenlikçileriyle çatışangöstericiler, Suez anayolunu işgal etti. Gösterilerfarklı bölgelere de sıçradı. Menyel semtinde ise,polisin bir genci ateş açarak öldürmesi üzerinehalk semt karakolunu bastı. Çıkan çatışmalardaçok sayıda kişi yaralandı. Çatışmalar kentingenelinde gece boyunca sürdü.

İran rejiminin eski muhaliflerinden MansureBekhiş, 20 Haziran’da Tahran’da gözaltına alındı.

54 yaşında olan Mansure Behkiş, İran işçisınıfı özgürlüğü yolunda mücadeleye devam ettive ilk kez 1981 yılında tutuklandı. 3 ay hücredekaldıktan sonra, bebeğini doğurmak amacıyla kısabir süre dışarıya çıkma izni aldı ve bu süredekaçmayı başardı. 7 yıl gizli yaşayarak mücadeleyedevam etti. Irak-İran savaşından sonra, İrandevleti tarafından katledilen muhaliflerin vekomünistlerin aileleri ile birlikte onları anmak vekatliamalara karşı karşı çıkmak amacıylagerçekleşen eylem ve basın açıklamalarının içindeyer aldı ve mücadelenin öncülerinden biri oldu.Haveran Anneleri denilen, komünist şehitlerinaileleri halen bu mücadeleyi sürdürüyorlar.

Haveran, Tahran’a 1 saatlik mesafede olan

açık bir alandır. Toplu kurşuna dizilen, işkencealtında öldürülen ya da idam edilen 5 binkomünist ve muhalifin devlet tarafındanmüslümanların mezarına gömülmesine izinverilmedi ve şehir dışına çıkarıldılar. MansureBehkiş’in ailesinden de 6 kişi bu mezarlıktagizlice toprağa verildi.

Her yıl, bu katliamın yıldönümü olan yazın 3.ayında, Haveran aileleleri tarafından anma yapılır.Mansure Bekhiş bu mücadelede önemli bir yeresahip olduğu için, her sene bu aya yakın gözaltınaalınmaktadır. Ciddi anlamda iç ve dış sorunlarlaboğuşan İran devleti, 2011 yılının yazınayaklaşınca Mansure Bekhiş’i gizlice gözaltınaaldı. Bekhiş’in zindanda işkence altında olduğunadair haberler geliyor.

İran’dan Kızıl Bayrak okuru

Mısır yine ayakta!

Mansure Bekhiş gözaltında

Page 24: Sİ Kızıl Bayrak 11-26

Güncel24 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2011/26 * 08 Temmuz 2011

Neredeyse kapitalizmle birlikte gelişen modernfutbol diğer spor dallarından farklı bir gelişimgöstermiştir. Bir sektör olarak hızla büyüyen futbol,milyarları etkileyen bir görsel şov olmayı başarmış,dahası bir spor olmanın ötesine geçmiştir. Dünyayısarsan I. Emperyalist Paylaşım Savaşı sırasında İngilizsiperlerinden Alman siperlerine doğru atılan futboltopu 50 bin insanın öldüğü bir çatışmayı başlatırken,futbolun gücü Hitler’den Mussolini’ye, Salazar’danFranco’ya kadar birçok diktatörün ilgisini çekti.Hitler’in ari ırkın üstünlüğüne dair düşlerini DinamoKiev’in Bolşevik futbolcuları kabusa çevirdi,Mussolini’nin mirası olan stadın adı, tribünlerine -Roma’da inşa edilen stada Faşist Parti adı verilmişti-A.S Roma taraftarları tarafından asılan Che posteriyleparçalandı. İktidarların futbolun kitlelerde yarattığıetkileri kullanma ihtirasları her seferinde bir şekildeboşa düşmesine karşın futbol da kapitalizme yenik

düştü.Adına “endüstriyel futbol” denen ve

televizyonlarda izlemeye mahkûm edildiğimizşarlatanlık sistemin çarklarından birine dönüşmüşdurumda. Bir yanıyla televizyon yayınlarından, formasatışlarına, futbolcu borsasından reklam gelirlerine,maçlar üzerine oynanan bahislere kadar devasa birsektöre dönüşen futbol diğer yandan kitleleri uyuşturanideolojik bir saldırı aracıdır. Futbolun içinedüşürüldüğü bu cendere bizzat burjuvazi tarafındanalkışlanırken Türkiye’de yaşananlar burjuvazinin“pisliğe” nasıl da battığını bir kez daha gözler önünesermiştir. Şike iddiaları arasında milyonların heyecanlaizlediği Türkiye Süper Ligi’nin nasıl bir pisliğe bulaşıkolduğu açıkça görülmektedir.

Taraftarların “ölümüne” gittikleri maçların birerikişer satıldığı, mafyanın en popüler isimlerinden faşisttetikçi Sedat Peker’in futbol sektöründe önemli yer

tuttuğu, taraftarların gözyaşları arasında izlediğimaçların sonuçlarının önceden belli olduğu, hattaşampiyonun bile “para” ile belirlendiği, ikincinin iseparasının yetmediği için “verimli” şike yapamadığıiddialar arasında yer alıyor.

İddiaların doğruluğu bir kenara futbola bulaşanpislik hemen her kesimce kabul edilmiş gerçeklikolduğu için mevcut durum yadırganmıyor. Açıktır kiparanın girdiği her alan gibi futbolun kirlenmesibeklenmeyen bir durum değil. Üstelik bu durum saltçeteler cenneti Türkiye’ye özgü değildir. Futbolunetkisinin geniş olduğu tüm ülkeler açısından durumbenzer. Birkaç sene önce İtalya’da ortaya çıkan şikeskandalı, Almanya’daki bahis skandalı futbolundüştüğü global garabeti ortaya koymaktadır. Bununtemel nedeni ise futbolun milyarlarca dolarlık rantınyaratılıp paylaşıldığı ekonomik bir sektöredönüşmesidir.

İşte kapitalizmin futbolu:Para-mafya-şike!

- Futbol sektöründe gerçekleştirilen “şikeoperasyonuna” ilişkin gelişmeleri nasıldeğerlendiriyorsunuz?

- Spor alanı zaten çok kirli bir alan. Birincisi, bualan uluslararası ilişkiler boyutu açısından oldukça kirlibir alan. İkincisi ise, Türkiye’deki siyasi ilişkiler, şirketilişkileri, borsa ilişkileri ve finans sektörü açısındankirli ilişkiler var. Ayrıca spor endüstrisi diğersektörlerden farklı olarak birçok sektörü şu ya buşekilde etkileyen, onlarla içiçeleşmiş bir sektördür.Bunun yarattığı karmaşık ilişkiler ağı var. Bir de bunaiçinde yaşadığımız sınıflı, kar merkezli sisteminkarakterini de eklediğimizde bu iş içinden çıkılmazhale geliyor. Bizler bunun farkındayız. Spor alanındada sendikalaşma kararı verdiğimizde bunu dilegetirerek karar vermeye çalıştık. Bu kadar büyükparaların döndüğü bir alanda kirlenmemek mümkündeğil.

Şu anda AKP iktidarının, en mahalli kurumu bilekendine bağımlı kılmaya çalışan tutumunu da görmekgerekiyor. Futbol Federasyonu başkanlık seçimindenönce Aziz Yıldırım ile mevcut iktidarın arasından susızmazken Futbol Federasyonu seçimlerinden sonrabirden kılıçlar çekildi. Bu iş nereye gider belli olmazama biz şöyle bakmaya çalışıyoruz. Sonuçta buradataraflar uzlaşabilirler ya da taraflardan biri geri adımatabilir. Bunun spor alanı açısından bu tür sonuçlarıveya hukuksal sonuçları olabilir. Çok ciddi şeylerdillendiriliyor. Şampiyon olmuş bir takımın kümedüşürülmesi olasılığından söz ediliyor. Bir yandan dabu işin ne kadar dibe vurduğunu görüyorsunuz.Sormak lazım. Bundan bir ay önce bu bulgular elinizdeyok muydu? Niye seçimi beklediniz ve seçimden sonraböyle bir operasyon yaptınız?

Bizi asıl olarak, bu çatışmanın spor emekçilerineyansıyacak boyutu ilgilendiriyor. Bu alan zatenistikrarlı bir örgütlülüğün olmadığı bir alandır. Yaklaşıkiki yıldır süren kamuoyuna açık bir sendikalaşmafaaliyeti var. Daha çok bireysel hukuk ve sözleşmelerüzerine faaliyet yürütülüyor. Son derece popülerize

edilmiş bir alan. Bir sürü hukuksuzluk ve güvencesizlikvar. Bu alanda her şeyden önce bir yasa boşluğu sözkonusu. Açıklamamızda da vurguladık, bu sorunlarınçözümü “Spor İş Yasası”nın çıkartılmasından geçiyor.Bir de, dünyada kalkmış olan amatör-profesyonalayrımının süratle yok edilmesi gerekiyor. Profesyonelsporcuların bile bugün güvenceleri yok. İnsanlar 30-33yaşında işsiz kalabiliyorlar. Ya da 18-20 yaşındaki birinsan sakatlandığında bırakın spor yaşamını belki dehayatı bitiyor ve ailesinin bakımına muhtaç kalabiliyor.

“Kara para futbol üzerinden temizleniyor”

Şike konusu da yeni bir konu değil. “Gelişmiş” diyetabir edilen ülkelerde şike olayları yaşanıyor. Bundan3-4 yıl önce OECD ülkelerinin Avrupa Birliği’ne bağlıülkelerde yaptığı araştırma var. O araştırma yaklaşık 2yıl sürmüş. Almanya, İngiltere, Fransa gibi ülkeleri vedaha sonra AB’ye katılan doğu ülkelerini kapsayan biraraştırma. Orada çok net biçimde, kara paranın futbolüzerinden temizlenmesi sürecine engel koyamıyorlar.Çünkü bu alanda büyük karlar var. Avrupa ülkelerindebile futbol takımlarında başkanlık yapanların yüzde70’ten fazlası genelde inşaat alanında da şirketleriolan patronlar. Olayın boyutlarını böyle koyduğunuzdaişin gerçeği açığa çıkıyor.

- Gelişmelere spor emekçilerinin durumuüzerinden bakarsak neler söyleyebiliriz?

- “Bu sistemde bir şey yapılmaz” deyip bırakmakda bence emek güçlerinin en büyük eksikliğidir. Sporadönük bizler çok eleştiri yaptık ama bu alanınsorunlarına dönük örgütlenme faaliyeti veya hakmücadelesi geliştiremedik. Bu da emek güçlerinineksikliğidir. Spor Sen’in sahaya çıkmasıyla birlikte bualandaki eksiklik giderilmeye çalışılıyor. Bu ülkedeçocukların ve gençlerin eşit ve özgür biçimde sporsahalarından, oyun alanlarından yararlandırılmasıgerekiyor. Bu konuda belediye yasaları olmasınarağmen bunları dahi uygulatamaz durumdayız.

Ayrıca spor alanı, taraftarlaşma kültürü üzerindenyatay-dikey bölünme de gerçekleştiriyor.

Öbür taraftan, taraftarların önemli bir bölümü buülkenin emekçileridir. Onların güncel sorunları doğalolarak stadlara ve sahalara da yansıyor. Birbirindenkopartamıyorsunuz. Bunu şiddet yasalarıylaengelleme şansınız da yok. Sadece tarafsızlaştırılmışve seyircisizleştirilmiş statlar yaratılmaya çalışılacak.

“AKP iktidarı futbol alanınınpolitize olmasını istemiyor”

- Açıklamalarınızda şike operasyonuyla TürkTelekom Arena Stadı’nın açılışı sırasında gerçekleşenErdoğan protestosunun bağını kuruyorsunuz. Budurumu biraz açabilir misiniz?

- Sadece AKP iktidarı açısından değil genel olarakson 30 yıldır Türkiye’deki iktidarların hiçbiri herhangibir muhalif duruş istemiyor. AKP bu açıdan gemi azıyaalmış durumda. AKP’nin devletleşme süreci olarak dabu durumu tarif edebiliriz. Gücü eline geçirdikçekendine karşıt güçleri yok etme, köşeye sıkıştırmayönünde yöntemler izlemeye çalışıyor. Tabi ki bununöncesi var. Arena’da yaşanan olaylar AKP’nin son 7-8yıllık uygulamalarına duyulan tepkinin spor alanındandışa vurulması. İnsanların bu kadar uyutulduğu vetaraflaştığı bir alanın politize olmasını iktidaristemiyor. O yüzden de bu alana dönük yatırımlaryapmaya çalışıyor. “Sporda Şiddet Yasası”nınseçimden hemen önce çıkmasının nedeni bu. Sporseyircisini karşılarına almayı göze alarak bunuuygulamaya çalıştılar. İki yönü var. Spor seyircisinikarşınıza almadan “Sporda Şiddet Yasası”nınçıkartıyorsunuz. Futbol Federasyonu başkanlıkseçiminin hemen sonrasında, şampiyon takımınbaşkanını da içine alan şike operasyonubaşlatıyorsunuz. Sadece bu iki olayı bile yan yanagetirdiğinizde iktidarın yönetme mantığı açığa çıkıyordiye düşünüyorum.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Spor Sen Genel Sekreteri İbrahim Akseloğlu ile şike operosyonu üzerine konuştuk...

“Sınıflı ve kar merkezli sistemin gerçekleri yansıyor...”

Page 25: Sİ Kızıl Bayrak 11-26

Güncel Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 25Sayı: 2011/26 * 08 Temmuz 2011..

Kapitalizmin şikeyle kirlettiği futbolun bu

günlerde anlatılan hikâyelerinden başka çok

anlatılmayan ama unutulmaz hikâyeleri de vardır.

Elbette bu hikâyelerin yaratıcıları da işçi sınıfı ve

onun mücadelesini omuzlayanlardan başkaları

değildir.

Naziler II. Dünya Savaşı boyunca uyguladıklarıyıldırım saldırı taktiği ile Sovyetler Birliği topraklarınakimsenin beklemediği bir anda saldırarak kolay birişgal gerçekleştirir. Ukrayna topraklarına iyiceyerleşen Alman ordularının uyguladığı terör vebaskılar Kiev halkının hayatını zindana çevirirken,işgal günleri boyunca 180 bin Kievli acımasızca ölümkamplarına gönderilir. Tüm bunlar sürerken Almanfaşizminin en büyük zevklerinden biri haline gelen veAri ırkın üstünlüğünü ispatlanmayı amaçlayan spororganizasyonları da düzenlenir. İşte böyle bir maçişgal altındaki Kiev’de Sovyet ve Nazi futbolculararasında düzenlenir.

Almanlar, Ukrayna çevresindeki birliklerden en iyioyuncuları topladıkları takımlarına yenilmez gözüylebakarken, Kiev’in takımı çoğunluğu savaş öncesindeAvrupa’nın en iyi takımı olarak gösterilen ancaksavaşta çok sayıda oyuncusunu kaybederek kapanmanoktasına gelen Dinamo Kiev takımına, Lokomotifgibi takımlardan alınan oyuncular takviye edilerekoluşturulur. Almanlar kurdukları takıma “Luftwaffe”(Alman Hava Kuvvetlerine verilen ad) adını verirkenKiev takımı da Dinamo Kiev’in kaptanı NikolaiTrusevich’in önerisiyle yeni bir başlangıcısimgelemesi için “FC Start” adını alır.

9 Ağustos günü saat 17.00’de maç başlar. Maçüst düzey Nazi komutanları tarafından izlenirkenAdolf Hitler de gelecek galibiyet haberinibeklemektedir. Kievliler ise kalabalıklar halinde stadaakarken üzerlerine doğrulan silahlar nedeniyletezahürat yapamazlar. Bu maç herkes için Almanfaşizmi ve sosyalizm arasında geçen bir maçolacaktır.

Maçın nasıl geçeceği başta yapılan seromonidede ortaya çıkar. Alman futbolcular “Heil Hitler”diyerek sağ elleriyle selam verirken herkes aynıhareketi Sovyet futbolculardan beklerken onlaryumruklarını havaya kaldırır ve statlar da Sovyetbağlılığını simgeleyen “fizcultura” (fizik kültür) diyebağırarak selam verirler.

Hemen her şey FC Start futbolcularına karşıdır.Alman futbolcular düzenli idmanlar sayesinde fizikolarak çok üstündürler, Alman takımının yedekkulübesinde bir takım daha çıkaracak kadar dahaoyuncu vardır. Oysa Kiev takımının yedekkulübesinin bankında teknik direktör GrigoryOsinyuk tek başına oturmaktır. Daha da önemlisi,maçın hakemi bir SS subayıdır. Yokluklar içindesahaya çıkan Kievli oyuncuların üzerinde ağustosunyakıcı sıcağına rağmen kışlık yün formaları varkenAlman futbolcular sahaya en yeni formalarıylaçıkmıştır.

Maçın başlaması ile birlikte Almanlar hakemleriyardımıyla atak yapmaya başlar. Maç giderek Kievlifutbolcular için dayak yeme seansına döner. Öyle kiAlmanların ilk golü geldiğinde, kaleci Trusevichkafasına aldığı bir darbeyle yerde baygın bir haldeyatmaktadır. Tüm bunlar FC Start ilk yarıyı, SSCB’ninen iyi forvetlerinden bir olan Kusmenko veGoncharenko’nun iki golüyle 3-1 önde kapar. Bütüntribünler coşmuştur, sessizlik yırtılmış, zafer şarkılarıve marşlar söylenmeye başlar. Tabi ki sonuç,sinirlenen Alman askerlerinin tribünlere saldırmasıolur. Ama ne sahadakiler ne de tribündekilervazgeçmeye niyetli değildirler.

Devre arasında FC Start soyunma odasına gelen“kibar” bir SS subayı, maçı kazanmayıdüşünmemelerini öğütlemesine rağmen futbolcularve teknik direktör son bir toplantı yaparlar ve boyuneğmemeye karar verirler. O sırada şehirdeki teksomut direniş alanı maçın yapıldığı stat haline gelir.Futbolcular aldıkları kararın etkisiyle ikinci yarıya çokrahat çıkarlar ve son maçlarını 5-3 kazanırlar.Almanlar çıldırır. Hele ikinci yarıda, takımın en gencialtın çocuk lakaplı defans oyuncusu Klimenko,defanstan aldığı bir topla tüm Alman takımını geçerve sonra kale çizgisinde durur ve yüzünde alaycıifade ile topu kaleye atmak yerine sahanın içinevurur, bu Almanları deliye döndürür.

Maçın sonunda işgal altındaki Kiev büyük birzafer duygusu ve gurur yaşamaktadır. Öyle kiAlmanlar genel bir ayaklanmadan korktuklarından FCStart oyuncularına saldırmaya cesaret edemezler.Maçı takip eden günlerde bir fırında işçi olarakçalışan takım oyuncuları Gestapo tarafından fırındangözaltına alınırlar. Sahadan sonra faşizminzindanlarında da tam bir direniş gösterirler. 20 günboyunca işkence yapılarak sabotaj ya da hırsızlık gibisuçlar üzerlerine yıkılmaya çalışılır. Amaç futbolcularıidam etmektir. Ancak futbolcular gene bir takımhalinde işkenceden başları dik çıkar. Bunun üzerinetoplama kamplarından en korkunçlarından biri olanSiretz’e gönderilirler. Açlık susuzluk, işkence ve ağırçalışma koşulları altında takım tek bir kayıpvermeden 6 ay boyunca direnir. Takım Almanlaraonların istediklerini, yani teslim olduklarınıgöstermemeye kararlıydı.

24 Şubat 1943 sabahı kamp komutanı PaulRadomsky takımı tek sıra halinde dizer. Devriyegezen bir Alman aracının bombalanmasınınintikamını alacağını söyleyen Radomsky önce büyükgolcü Kusmenko’yu, daha sonra altın çocukKlimenko’yu, kafalarına tek bir kurşun sıkaraköldürür. Sıranın kendisine geldiğini gören kaptanTrusevich yumruğunu kaldırır ve haykırır: “Krasny

sport ne umriot!” (Kızıl sporu aslaöldüremeyeceksiniz!) İdama karşı direnen Trusevicharkadaşları ile aynı akibeti paylaşır ve cansız bedeniyere yığılır. Öldüğünde üzerinde 9 Ağustos 1942’deoynadığı son maçta giydiği “1” numaralı eşofmanı

Sektörün büyüklüğü öylesine iştah açıcıdır ki“milyon” sıradan bir para niceliği gibi telaffuzedilmektedir. Ancak kapitalizmin tüm sektörlerindeolduğu bu sektörde de sınıf çelişkilerinin acımasızkuralları geçerlidir. Vitrindekilerin gerisinde duran,devasa bir sömürü alanı ve hayal kırıklığıdır. Sosyaltesislerde, stadlarda hizmet sunan binlerce emekçi vefutbolun popülerliğini insanlara yaymakla görevli basınemekçileri, bu sektörün yan ürünlerini üreten –forma,top, bayrak, ayakkabı vs- işçiler bu parıltılı hayatınmutfağında çalışıyor. Yıldız olma hevesiyle menajerlerinelinde oyuncak olan, zor şartlar altında alt liglerdeoynayan binlerce futbolcu ve onların hayal kırıklıkları isemadalyonun öbür yüzünü oluşturmaktadır. Endüstriyelfutbol tek başına milyonlar, şöhret ve eğlence değildir.Endüstriyel futbol acımasız bir sömürü, artı-değer vehayal kırıklığı demektir.

Bu nesnel durum karşısında dar kafalı aydın takımınatekrar en içlisinden “bir topun peşinde koşan 22 adam…”türküsünü söylemeye başladığını şimdiden duymayabaşladık. Futbolu hedef tahtasına oturtanlar bilerek veyabilmeyerek kapitalizmin çürümüşlüğünü aklamaktadır.Kurban olan futbolu katil ilan etmek, toplumdakiçürümüşlüğe aymazlığa dayanak saymak sebep vesonucu karıştırmak anlamına gelecektir. Popüler sporlararasında en kalabalık şekilde oynanan, tıpkı bir orkestragibi bireysel yetenekle kolektif takım oyununubirleştirerek işbirliği ve rekabeti dengeleyen işçi sınıfınınsporunu kirleten burjuvazi ve onun kokuşmuş düzenidir.Futbolun sahibi olan işçi sınıfı ona kendinden kattıklarıile bu oyunu böylesine etkileyici kılmıştır. Onunbüyüsüne cevap arayan sosyologların çözemediği budenklemin içinde doğrudan işçi sınıfı bulunmaktadır.Burjuvazinin ilk zamanlarda futbolu aşağılaması vefutbolun anavatanı İngiltere’de tüm köklü futboltakımlarının işçi takımı olması da bundandır. Onunpopülaritesi de bu sebeplerden dolayı bir tesadüf değildir.

Tüm bunlara karşın her örgütlenme gibi futbolörgütlenmelerinin -taraftar gruplarının- bir araya getirdiğimilyonlarca insan açısından futbol tek birleştirici nedendeğildir. Özellikle son dönemlerde geneldemilliyetçiliğin hakim olduğu tribünlerde sol taraftarörgütlenmeleri dikkat çekmektedir. Bunların enbilinenlerinden Livorno taraftarlarına dünyanın pekçokyerinden insanlar katılmakta olduğu somut bir durumdur.

Futbolu rekabete boğan ve onu seyirlik bir haledönüştüren sistem bunca yıldır futbolun gücünüdizginlemeyi başarabilmiş değildir. Kirli elleriyle ona herdokunduğunda kirlettiği aslında futbol değil onunkapitalist bir imitasyonu olan “endüstriyel futboldur”.Gerçek futbol hala çocukların elinde sokaklarda iki taş,eskimiş bir topla aynı amatörlükte küreselleşen dünyayameydan okumaya devam etmektedir. Bu hikaye başladığıyerde işçi sınıfının ellerinde mutlu sona ulaşacaktır.Futbol da tıpkı işçi sınıfı gibi kendini kirletmeyekandırmaya çalışanlara inat olduğu yerde parlamaktadır.

Bir futbol hikayesi

Page 26: Sİ Kızıl Bayrak 11-26

Dersim’in Çemişgezek ilçesinde 29 Hazirangünü çıkan çatışmada yaşamını yitiren HPGgerillası Mazlum Erenci’nin (Yılmaz Pılıng)cenazesini binlerce kişi toprağa verdi. Aynı zamandaTMK mağduru olan Erenci’nin tabutunu yine TMKmağdurları taşıdı. Yürüyüşte askeri operasyonlara

öfke, yaşanan kayıplar nedeniyle büyük bir hüzünhakimdi.

Cenaze törenine Emek, Demokrasi ve ÖzgürlükBloğu Diyarbakır milletvekilleri Emine Ayna veNursel Aydoğan, Büyükşehir Belediye BaşkanıOsman Baydemir de katılırken, TMK kapsamındabir süre Diyarbakır E Tipi Cezaevi’nde kalanErenci’nin TMK mağduru arkadaşları da törendeyer aldı.

Cenaze konvoyunu Yeniköy Mezarlığı girişindeyüzlerce kişi karşıladı. Cenaze aracında bulunanErenci’nin annesi Remziye Erenci’nin, bir elindeoğlunun fotoğrafını taşırken, diğer eliyle de zaferişareti yapması ve “Şehîd namirin” sloganını atmasıduygulu anlar yaşanmasına neden oldu.

Erenci, yakın tarihlerde yaşamını yitirenHPG’lilerin mezarlarının yanına defnedildi. Definişlemlerinin ardından saygı duruşu gerçekleştirildi.Saygı duruşu “Şehîd namirin” sloganı iletamamlanırken ardından “Çerxa şoreşê” marşıokundu. Yapılan konuşmaların ardından kitle Erenciiçin açılan taziye çadırına geçti.

27 Haziran Pazartesi günü Dersim’in Ovacıkilçesinde katledilen Maoist Komünist Partisi’ne(MKP) bağlı Halk Kurtuluş Ordusu (HKO) gerillaları30 Haziran’da sonsuzluğa uğurlandı. Dersim’degerçekleştirilen kitlesel anmaların ardındanMKP/HKO şehitleri defnedildi.

Dersim Cemevi’ne getirilen Ozan Derman, İsmailPerktaş ve Abidin Demir, Orak-çekiçli kızıl bayraklarasarılarak anmanın yapılacağı yere götürüldü. “HalkSavaşçıları ölümsüzdür” pankartının açıldığı anmasaygı duruşu ile başladı. Ardından Yeni DemokrasiAileleri Birliği adına bir açıklama yapıldı. Açıklamadaşehit düşen gerillalar anlatıldı.

Tören sırasında MKP militanları da gerillalar içinbir açıklama yaptı.

Törenin ardından katledilen gerillalar yüzlercearacın oluşturduğu konvoy eşliğinde köylerinegönderildi. Ovacık yolu güzergahı üzerindeMKP/HKO imzalı “Ozan, İsmail, Abidinölümsüzdür”, “Meral’den Ozan’a sürecek bu kavga”pankartlarının asılması dikkat çekti.

MKP şehitleri Aşağı Tornova Köyü’nde binlercekişi tarafından alkış ve sloganlarla karşılandı. Yaklaşık

250 araçlık konvoy oluşturularak, Ovacık merkezehareket edildi. Ovacık esnafı kepenk kapatarakgerillaları selamlarken, törene kitlesel bir katılımsağlandı.

Yaklaşık 4 bin kişi Konak Köyü girişinde “Halksavaşçıları ölümsüzdür” pankartı arkasında toplanarakmezarlığa yürüdü.

Törende Yeni Demokrasi Aileleri Birliği vePartizan tarafından açıklamalar yapıldı.

Açıklamaların ardından Derman ve Perktaş, marşve sloganlarla sonsuzluğa uğurlandı.

Abidin Demir’in cenazesi ise Dersim merkezdeyapılan anma töreninin ardından yüzlerce araçlıkkonvoy oluşturularak, Mazgirt’e bağlı Basi(Güneşdere) Köyü’ne getirildi.

Cenaze köy meydanında karşılandıktan sonra“Halk savaşçıları ölümsüzdür” pankartı arkasındamezarlığa götürüldü.

Abidin Demir’in şahsında devrim ve komünizmşehitleri için saygı duruşuyla başlayan törende YeniDemokrasi Aileleri Birliği ve Partizan adınaaçıklamalar yapıldı. Abidin Demir marşlar ve şiirlerledefnedildi.

Devrim şehitleri26 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2011/26 * 08 Temmuz 2011

Gerillalar sonsuzluğa uğurlandı

Gazi’dekitlesel anma 

27 Haziran günü Dersim’in Ovacık ilçesindekatledilen Maoist Komünist Partisi Halk KurtuluşOrdusu (MKP-HKO) gerillaları Ozan Derman, İsmailPerktaş ve Abidin Demir, 29 Haziran günü Dersim’inÇemişgezek ilçesinde katledilen HPG gerillası MazlumErenci ile TKP/ML TİKKO gerillası Yordal Yıldırım;İstanbul Gazi Mahallesi’nde gerçekleştirilen kitlesel vecoşkulu yürüyüşle anıldı.

2 Temmuz günü Yeni Demokrasi Aile Birliği’nin(YDAB) çağrısıyla yapılan anmada katilamcı devletedönük öfke öne çıktı. Gazi Mahallesi Eski KarakolDurağı’nda toplanan yaklaşık bin kişilik kitle, buradanGazi Cemevi önüne yürüyüş gerçekleştirdi.

Kortejin en önünde Marks, Engels, Lenin, Stalin,Mao ve İbrahim Kaypakkaya’nın resimlerininbulunduğu büyük boy flamalar taşınırken, hemenarkasında HKO gerillaları Ozan Derman, İsmail Perktaşve Abidin Demir’in resimlerinin bulunduğu “Halksavaşçıları ölümsüzdür!/YDAB” şiarlı pankartı açıldı.Kaypakkaya ve Mao resimli kızıl flamalar eşliğindegerçekleştirilen yürüyüşte, HPG gerillası Mazlum Erenciile TKP/ML TİKKO gerillası Yordal Yıldırım’ın da resimleritaşındı.

Şair Abay Lisesi önüne gelindiğinde, MKPmilitanları “MKP şehitleri ölümsüzdür! / MKP-HKO”pankartı açarak kitleyi selamladılar. Bir süre kortejininen önünde yer alan MKP militanları, daha sonrapankartlarını yürüyüş güzergahına astılar.

Yürüyüş sırasında TKP/ML TİKKO militanları dakitleyi sloganlarıyla selamladılar.

Yürüyüş güzergahına MKP ve TKP/ML TİKKOmilitanlarınca yazılamalar yapıldı.

BDSP, Partizan, Halk Cephesi, BDP, DevrimciKomünistler ve Alınteri’nin destek verdiği eylemde,konuşmalarda ve sloganlarda devrimci dayanışmavurgusu da öne çıktı. Çevrede bulunan emekçiler deeyleme alkışlarıyla destek verdiler.

Yürüyüş’ün ardından Gazi Cemevi önünde anmaprogramına geçildi. Saygı duruşunun ardından YDABtarafından basın açıklaması yapıldı. Açıklamayı şehitdüşen HKO gerillası İsmail Perktaş’ın dayısı Idır Saburyaptı.

Anma programının sonlanmasıyla birlikte, MKPmilitanları caddeye barikatlar kurarak sloganlareşliğinde Gazi Polis Karakolu’na doğru yürüyüşegeçtiler. Bir süre sonra polisler gaz bombaları vetazyikli su ile saldırdı.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Dersim MKP/HKO gerillalarını sahiplendi

2 Temmuz 2011 / Gazi

2 Temmuz 2011 / Diyarbakır

Binler Mazlum’u uğurladı

Page 27: Sİ Kızıl Bayrak 11-26

Çorum Katliamı 31. yılında Çorum’dagerçekleştirilen yürüyüşle lanetlendi.

Alevi örgütleri, emek ve meslek örgütleri iledevrimci ve ilerici kurumlardan oluşan kitle eylemiçin Bahabey Caddesi’nde toplanarak Gazi Caddesiüzerinden kent merkezinde bulunan Saat Kulesiönüne yürüdüler.

Eylemde “29 Mayıs – 4 Temmuz 1980Unutmadık, unutmayacağız” şiarlı pankartı açıldı.Saat Kulesi önüne gerçekleştirilen saygı duruşununardından Çorum Alevi Kültür Derneği BaşkanıNurettin Aksoy tarafından bir konuşma yapılarak,Çorum’u kana bulayanların açığa çıkarılmasınıtalep edildi.

Daha sonra bileşenler adına ortak açıklamayıKESK Çorum Şubeler Platformu Dönem Sözcüsüve Eğitim Sen Çorum Şube Başkanı MehmetÖztürk okudu. Öztürk, “Bu etkinliğin amacı kabukbağlamış yaraları değil, bu katliamların neden vesonuçlarını her kesimin gözünden ortaya koyarakbir daha benzer olayları tezgahlamaya çalışanlarınheveslerini kursaklarında bırakmaktır” dedi.

Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı BaşkanıErcan Geçmez, Avrupa Alevi BirlikleriFederasyonu Başkanı Turgut Öker ve Alevi KültürDernekleri Genel Başkanı Selahattin Özel’inkonuşmalarının ardından eylem sloganlarla sonaerdi.

Haziran ve Temmuz aylarında 57 kişinin yaşamınıyitirmesiyle sonuçlanan Çorum Katliamı’nın sermayedevletinin bilgisi ve yönlendirmesi dahilindeolduğunu gösteren itiraf, 1976-1981 arasındaÇorum’da başsavcı olarak görev yapan ErtemTürker’den geldi.

Devlet katliamı hazırladı

Devletin kanlı katliamlarının şablonu aynıtemellere dayanıyor. Sivas’ta, Hrant Dink cinayetindeve daha pekçok katliamda olduğu gibi devletkatliamın gerçekleşmesi için gerekli zeminihazırlıyor. Yetkililer ya katliama seyirci kalarak ya daörtbas ederek, katilleri koruyarak sonuca gidiyor.

“Devlet aymazlık içindeydi” diyen Türker deyeterince önlem alınmadığını söylüyor.

“Birkaç gün önce Ankara’da Bakan Gün Sazaköldürülmüştü. Olaylar ‘Çorum’a geliyorum’ diyebağırıyordu. Çorum Valisi’ni uyardım. Vali, emniyetmüdürüne sordu. Emniyet müdürü, ‘Korkmayıntedbirinini aldık’ dedi. Olayların ‘Geliyorum’ dediğidönemde, biz atış eğitimi ve talim yapıyorduk, kimatış yapacak da akşam yemeği alacak diye. Bu büyükbir aymazlıktı” diyerek devletin koşullarınıhazırladığı katliamın gerçekleşmesini beklediğiniifade etmiş oluyor.

“Polisler yanlıydı”

Türker açıklamalarında dönemin başbakanıDemirel’in “Bana sağcılar cinayet işliyordedirtemezsiniz” sözlerini hatırlattı. Türker’inpolislerin iktidarın tarafında olduğunu vurgulayanifadeleri polisin arkasına devleti alarak cinayetişlemekten sakınmadığını gösteriyor. “Onlara göre,Aleviyseniz peşinen komünistsiniz, komünistsenizSovyetler’densiniz, düşmansınız demekti” diyerekbazı polisler Alevilere ve solculara karşı çatıştığınıbelirtiyor. Türker şunları söylüyor: “Polis korumamEkrem Bağna üç polisle birlikte cinayetten hükümgiydi. Korumalığımdan ayrıldıktan hemen sonraolaylarda yanlı hareketleri olmuş ve mahkûmolmuştur. Cinayetten... (Ekrem Bağna Çorum’daServet Yıldırım isimli bir kişiyi dört polisle birlikteöldürmekten 36 yıl hapis cezasına mahkûm oldu.)”

Katiller ödüllendirildi

Katliamı hazırlayan devletin katillerini nasılkoruduğunu ise Türker’in şu ifadeleri özetliyor:“Çorum davaları 3. Ordu Sıkıyönetim AskeriMahkemesi’nde, Erzincan’da görüldü. Davalar ayrıayrı; sıradan öldürme, yaralama ve hakaret davasıgibi muamele gördü. Oysa hepsi irtibatlıydı.Davaların sağlıklı sonuçladığına inanmam”

Devlet terörü Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 27Sayı: 2011/26 * 08 Temmuz 2011

Çorum’u devlet hazırladı itirafı Savcıdan keyfisoruşturma

Hopa’da Metin Lokumcu’nun polis tarafındankatledilmesini protesto edenlere yönelik keyfibaskılar sürüyor.

Ankara’da Eski Devlet Güvenlik Mahkemeleri(DGM) Savcısı Nuh Mete Yüksel, Hopa’daki polisterörünü protesto etmek için eylem yapan sendikayöneticileri ve demokratik kitle örgütü temsilcilerihakkında soruşturma başlattı.

KESK Eski Genel Başkanı Döndü Taka Çınar, BESGenel Başkanı Osman Biçer, Eğitim Sen GenelBaşkanı Ünsal Yıldız, ESM Başkanı Mustafa Şenoğlu,ÇHD Genel Başkanı Selçuk Kozağaçlı ile İHD GenelBaşkanı Türkdoğan da soruşturma kapsamındaifadeye çağrıldı.

Basına muhbirlikdayatması

Hopa Cumhuriyet Başsavcılığı tüm basın yayınkuruluşlarına bir yazı gönderdi. Erdoğan’ın Hopamitingi öncesi, esnası ve sonrasında meydana gelenolaylar ile Metin Lokumcu’nun cenaze törenineilişkin yayınlanmış ve yayınlanmamış tüm görüntüve fotoğrafların kendilerine gönderilmesini istedi.

Savcılığa 10 gün içinde cevap vermenin zorunluolduğunun belirtildiği yazıda eğer bu süre içindeistenen bilgilerin verilmesi imkansız ise sebebi veen geç hangi tarihte cevap verilebileceğininbelirtilmesi gerektiği bildirildi. Aksi haldesorumlular hakkında Türk Ceza Kanunu’nun 257.maddesine aykırılıktan adli işlem yapılacağıduyuruldu.

Çağdaş Gazeteciler Derneği (ÇGD) ve TürkiyeGazeteciler Cemiyeti (TGC) bu talebe tepkigöstererek Basın Yasası’na göre gazetcilerin böylebir zorunluluğunun olmadığını belirttiler.

Çorlu’da polisprovokasyonu

Çorlu’da 2 Temmuz akşamı gerçekleştirilen ikifarklı etkinlik de kolluk güçleri tarafındanengellenmek istendi.

Halk Kıraathanesi önünde Sivas katliamı ile ilgilibir anma etkinliği gerçekleştiren TKP’liler programsırasında polisler tarafından taciz edildiler. Etkinlikboyunca kamerayla görüntü alan sivil ve resmipolisler, etkinliğin ardından 6 TKP’liyi gözaltına aldı.Etraftaki insanlar ve anmaya katılanlar da polisinkeyfi tutumuna tepki gösterdi. Gözaltına alınan 6kişi 3 Temmuz günü serbest bırakıldı.

Akşam aynı saatlerde Ergene Platformu’nunbaşlattığı kampanya kapsamında imza toplandı.Çevrede yaşayan insanlara “sanayi atıklarınındereye boşaltılmasına son verilmesi”, “derenintemizlenip arıtılması”, “başta deri sektörü olmaküzere bölgedeki tüm emekçiler için işçi sağlığı vegüvenliği önlemlerinin alınması” için seferber olmaçağrısı yapıldı. Faaliyet sonlandırıldığı esnada,faaliyete destek veren BDSP’lilerin önü sivil giyimlibir polis tarafından kesildi.

İmzaların valiliğe dönük toplandığı gösterildi vene bu ne de başka bir çalışma için izin alınmayacağısöylendi. Polis komünistlerin çalışmayı sahiplenennet tutumu karşısında “ekip çağırıyorum,ayrılmayın” tehdidinde bulundu. Öncedevrimcilerin ayrılmasını engellemeye çalışsa dakısa süre bu tutumundan vazgeçmek zorunda kaldı.

Kızıl Bayrak / Çorlu

Çorum Katliamı unutulmadı

Page 28: Sİ Kızıl Bayrak 11-26

Emperyalist-kapitalist dünyanın efendilerininnükleer santrallerdeki ısrarı çevre ve insan sağlığınıtehdit ediyor. Geçtiğimiz Mart ayında Japonya’dagerçekleşen deprem sonrası Fukuşima santralindeyaşanan sızıntıya rağmen, kazanın şimdilik bilinenetkileri bile oldukça vahimken şirket yetkilileri nükleersantral konusunda ısrar ediyorlar. Kazadan sonragöstermelik olarak özür diledikten sonra, arsızcaJaponya halkına “sizi öldürmeye devam edeceğiz”diyorlar.

Dünya üzerinde 30 ülkede şu an 439 nükleer santralbulunmakta, 48 tanesi de yapım aşamasında. Bu,dünyanın saatli bomba üzerinde durması demektir.

Türk devleti ise nükleer santral konusunda oldukçahevesli. Geçtiğimiz yıl Mersin Akkuyu’da nükleersantral için Rusya ile anlaşma imzalanmıştı. Sinop içinde Japonlarla görüşmeler sürüyor. AKP hükümeti 10 yıliçerisinde nükleer santralleri faaliyete geçirmehevesinde.

Japonya depremi sonrası yapılan tartışmalarkarşısında ise, başbakanından enerji bakanına kadar tümhükümet sözcüleri, nükleer santral borazancılığı yaparakyanıt veriyorlar. Tayyip Erdoğan, Fukuşima faciasısonrasında “Riski var patlayabilir, diye biz tüp gazkullanmayacak mıyız? Nükleerden korkuyorsanız, tüpgaz ve doğalgaz da kullanmayın” deme pişkinliğinigöstermişti. Gerçi böylesi pişkinliklerin bir devletgeleneği haline geldiği ortada. Hatırlanırsa Çernobilfaciasının ardından dönemin Sanayi Bakanı Cahit Araltelevizyonda çay içmiş, yine dönemin darbeciCumhurbaşkanı Kenan Evren “Biraz radyasyonkemiklere iyi gelir” diyebilmişti.

Çevre örgütlerince yapılan araştırma sonuçlarınagöre, Türkiye’nin yüzde 64’ü nükleere hayır diyor veyüzde 86’sı nükleer santrale yakın bir yerde yaşamakistemiyor. Ancak kapitalistlerin çıkarı uğruna nükleersantrallerde ısrar ediliyor. Akkuyu’da nükleer santralyapılacak bölgenin hareketli fay hatları üzerindebulunması ise sermaye hükümeti sözcülerini zerreceilgilendirmiyor.

Hatta Enerji Bakanı Taner Yıldız nükleer santralleriancak 2071 yılında kapatacaklarını söyleyerektartışmaların önünü kesmeye çalışıyor. Recep TayyipErdoğan da nükleer karşıtlarını hedef alarak “Eğer bizbu insanların mantığıyla hareket edecek olursakelektriksiz yaşamamız lazım, mumla veya gaz yağılambasıyla yaşamamız lazım veyahut da çayda çıraoynar gibi onlarla yaşamamız lazım” diyerekdemagojiye başvuruyor.

Kuşkusuz bu yöntemi, yani gerçekleri karartmayönetimini tüm egemenler kullanıyor. Sadece hükümetdüzeyinde değil sözde bilimsel kuruluşlar da bu amaçladevreye giriyor. Örneğin Türkiye Atom EnerjisiKurumu (TAEK) yetkilileri, Çernobil kazasıgerçekleştiğinde kazanın Türkiye üzerindeki etkilerinigizlemeye çalışmıştı.

Aynı şey emperyalist metropollerde de yaşanıyor. Bubakımdan en çarpıcı örneklerden birini İngiliz hükümetivermişti. Olay The Guardian gazetesinin hükümetleşirket yetkilileri arasında yapılan elektronik postagörüşmelerini ele geçirmesi sonucu ortaya çıkmıştır.İngiliz hükümeti Japonya’daki depremin ardındanFukuşima’da yaşanan nükleer felaketin boyutlarınıküçük göstermek için bir plan hazırlayıp, kazadan ikigün sonra nükleer enerji şirketlerini toplayarak

kamuoyuna nasıl açıklamalar yapılması gerektiğinianlatmıştır. Amaç İngiltere hükümetinin nükleer tesiskurma planlarına yönelik toplumsal muhalefetingelişmesini önlemektir. Çünkü İngiltere de 8 yeninükleer tesis kurma hevesindedir. Ortaya çıkan buyazışmalarda bir hükümet yetkilisi, “Bu [mesele] tümdünyada nükleer endüstrisini geriletme potansiyelinesahip. Nükleer karşıtı delikanlı ve genç kızların bundanfaydalanmalarını önlemek zorundayız. Burayı işgaletmeli ve elde tutmalıyız. Kesinlikle nükleeringüvenilirliğini göstermeliyiz” demektedir.

Görülmektedir ki nükleer santralden çıkarı olanlaryalan ve demagojiye başvurmaktan çekinmemektedir.

Çernobil ve Fukuşima gibi örnekler nükleersantrallerin ne olduğunu gözler önüne sermektedir.Ayrıca Çernobil’den bu yana resmi olarak yaklaşık 800dikkate değer kaza Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’narapor edilmiştir. Bu da nükleer santrallerin“güvenilirlik” iddialarının hiçbir karşılığı olmadığınıgöstermektedir.

Çernobil’de gerçekleşen sızıntının Fukuşima’dakininsadece yüzde 25’i olduğu belirtilmektedir. Çernobil’dekipatlamada Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan bombaların

100 katı kadar radyasyonun havaya karıştığınıdüşünürsek, Fukuşima’nın bedelini yıllarda artan kanservakaları, sakat doğumlar, ölümler, kirlenen topraklar,kıtlık, açlık vb. sonuçlarıyla emekçi halk ödeyecektir.Bu boş bir korku değil, dünyanın Hiroşima’dan,Çernobil’den edindiği acı deneyimlerin ortaya çıkardığıbir sonuçtur.

Nükleer santraller, geri dönülemez sonuçları veetkileri olan büyük bir felaket kaynaklarıdır.Radyasyonun zararlı etkileri ortadayken ve nükleerenerjinin en pahalı enerji türü olduğu biliniyorken tercihedilmesinin tek nedeni, bu riskli işten sadece, nükleersantral yatırımcısı bir avuç kapitalistin kazançlı çıkacakolmasıdır. Sermaye hükümetleri de insan ve çevresağlığını ipotek altına alan bu pazardannemalanmaktadır.

Nükleer santrallere karşı mücadelenin önemi veaciliyeti ortadadır. Nükleer santrallere karşı mücadelebir bütün olarak sistemi, yani kapitalizmi hedefalmalıdır. Çünkü insanca bir yaşamın tek çözümükapitalizme karşı sosyalizmdedir. Temiz bir çevre,doğayla barışık bir toplum ve güvenli bir geleceksosyalizmle mümkündür.

Çevre28 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2011/26 * 08 Temmuz 2011

Bir avuç kapitalistin çıkarı uğruna insan ve çevre sağlığı tehdit altında...

Nükleer santraller ölümdür, izin vermeyelim!

Mersin NKP Dönem Sözcüsü Sebahat Arslan ilenükleer santral karşıtı mücadele ve platformunçalışmaları üzerine konuştuk.

- Platform çalışmalarına nasıl başladınız?- Sebahat Arslan: 90’lı yıllarda Ankara’da birkaç

aydının girişimiyle nükleer karşıtı bir çalışma başladı.Bu yıllarda bir yapı oluştu. Bu arkadaşlar MersinAkkuyu’da da çalışmalar yürüttüler ve bir duyarlılıkoluştu. İllerde Nükleer Karşıtı Platformlar kuruldu. 90’lıyılların başından itibaren hareketli olan NKP’defaaliyet yürütüyorum. 2008’den itibaren NKP dönemsözcülüğü yapıyorum. Birçok demokratik kitle örgütü,sivil toplum kuruluşu, ilerici ve devrimciler, siyasipartiler nükleer çalışmalarında yer alıyorlar. NKPyürütmesi EMO, ÇMO, Serbest Muhasebeciler ve MaliMüşavirler Odası, Tabip Odası, ÇHD, Baro, ÇağdaşYaşamı Destekleme Derneği’nden oluşuyor.

- Bugüne kadarki süreçte ne gibi çalışmalaryürüttünüz?

- Son 3 yıldır yoğunlaşan bir eylem çizgimiz var. 26Haziran 2010’da Mersin’de miting yaptık. Aynı yılAnamur’da miting yaptık. Bunun dışında her yılAkkuyu’da miting yapıyoruz. Basın açıklaması,yürüyüşler, 17 Nisan’da insan zinciri eylemi yaptık. 9Nisan’da Ankara’da çevre mitingine katıldık. 24Nisan’da İstanbul’da nükleer karşıtı mitinge katıldık. 15Mayıs’ta Ankara’da TMMOB’nin mitingine katıldık.

- Rus araştırmacıların Akkuyu’ya gelmesiylenükleer sorunu tekrar gündeme geldi. Platformunbuna yönelik ne gibi çalışmaları olacak?

- Yeni dönemde çalışmalarımız Akkuyu ağırlıklıyürüyecek. Temmuz ayı içinde Akkuyu’da bir çadırkentkurmayı planlıyoruz. Ağustos’ta ise artık

gelenekselleşen Akkuyu etkinliklerini yapacağız. Rusşirketin çalışmalarını engellemek için elimizden geleniyapacağız.

- Sizce nükleer karşıtı mücadelede şimdiye kadarkullanılan yöntemler yeterli mi, başka ne gibi araçlarkullanılabilir, çalışma hangi eksende yürümelidir?

- Yürütülen mücadele bundan sonra daha daetkinleştirilmeli. Akkuyu Mersin’in değil tümTürkiye’nin sorunu. Mersin halkının çabasının amacınaulaşması için tüm Türkiye’nin desteği lazım. Dişe dişmücadele etmezsek, yaşam alanlarımızı korumazsak,yaşam hakkımızın gaspına dur demezsek HES’lere,nükleer santrallere karşı durmazsak hep birlikte yokolup gideceğiz. Artık sokakta mücadele etmeninzamanı. Son yıllarda da birçok örnekte olduğu gibiyalnızca sokakta mücadele edenler kazanıyor.

- Son olarak ne söylemek istersiniz?Mücadelemiz devam edecek. Nükleer santral

kurma kararı geri alınıncaya kadar mücadele edeceğiz.Toplumun tüm duyarlı kesimlerini ,yaşam hakkınısahiplenmeye çağırıyorum.

Kızıl Bayrak / Mersin

Mersin NKP Dönem Sözcüsü Sebahat Arslan ile konuştuk...

“Mücadelemiz devam edecek”

Page 29: Sİ Kızıl Bayrak 11-26

Nesin’i saygıylaanıyoruz...

Boyun eğmeyen duruşu ve muhalif kimliğinedeniyle yaşamı boyunca düzenin baskılarınakesintisiz maruz kalan Aziz Nesin’in ölümüüzerinden 15 yıl geçti.

6 Temmuz 1995’te yaşamını yitiren Aziz Nesin,yaşamı boyunca düzenin baskı ve tehditlerinehedef oldu. Düzen güçlerinin Sivas katliamınagerekçe yapmaya çalıştığı Aziz Nesin dikduruşundan asla ödün vermedi. Toplumsalyaşamın her alanında, düşüncelerini sakınmadandile getirdi. Bu yüzden birçok kitabı toplatılan veyasaklanan Aziz Nesin, düzen mahkemeleritarafından defalarca kez hapis cezalarınaçarptırıldı, tutsak edildi, hedef gösterildi.

Sanat yaşamına; şiirler, gerçekçi hikayeler ilebaşlayan ve dünyaca tanınan bir yazar konumunaulaşan Aziz Nesin, mizah öykücülüğünün yanısıraroman, anı, masal, taşlama, fıkra, gezi ve tiyatrodallarında da sayısız eser bıraktı.

1946’da Sabahattin Ali’yle birlikte çıkardığıMarko Paşa isimli mizah gazetesi büyük ses getirdi.Dergi, dönemin politikacılarını ve tiplemelerinisözünü esirgemeden eleştirmesi nedeniylebaskıların hedefi haline geldi. Defalarcakapatılmasının getirdiği zor koşullara rağmen dergibüyük ilgi gördü. 1947’de Bursa’ya sürgün edilerekgözaltında tutulan Nesin, 1948’de ikinci kitabı olan“Azizname” adlı taşlama kitabını çıkardı. Bu kitapgerekçe gösterilerek İstanbul 2. Ağır CezaMahkemesi’nde hakkında dava açıldı. Bu davadandolayı 4 ay tutuklu kaldı.

1949’da İngiltere Prensesi Elizabeth, İran ŞahıRıza Pehlevi ve Mısır Kralı Faruk Ankara’dakielçilikleri aracılığıyla Türkiye Dışişleri Bakanlığı’naresmen başvurarak, bir yazısında kendileriniaşağıladığı savıyla aleyhine dava açtılar. Davasonucunda 6 ay hapis cezasına çarptırılarak bir kezdaha zindana atıldı.

Ateist kimliği ve din hakkındaki görüşlerinedeniyle türlü baskılar ve tehditlerle karşı karşıyakalan Aziz Nesin, 1955’te kontrgerilla tarafındanörgütlenen 6-7 Eylül Olayları’ndan sonraSıkıyönetim tarafından tutuklandı.

Nesin 2 Temmuz 1993’te Pir Sultan Abdaletkinliklerine katılmak üzere Sivas’a gitti. Yanındabulunan 33 aydın ve sanatçının yaşamını yitirdiğikatliama tanıklık eden Nesin, katliamdan 3 yılsonra yaşamını yitirdi.

Ölümünün 15. yılında düzenin baskılarınarağmen onurundan ve muhalif aydın kimliğindenödün vermeyen Aziz Nesin’i saygıyla anıyoruz.

Geçtiğimiz günlerde Başbakanlık Kadının StatüsüGenel Müdürlüğü tarafından “Türkiye’de KadınınDurumu” başlıklı bir rapor yayınlandı. Rapor ülkedekadının ezilmişliği ve kadın-erkek eşitsizliği tablosunaışık tuttu. Bir yerde de malumun ilanı oldu. Malumunbaşbakanlık bünyesindeki bir kurum tarafından dilegetirilmesi ise tam bir ikiyüzlülük örneğiydi. Çünküsermaye uşağı AKP döneminde kadınların ezilmişliğinindaha da arttığı aşikardır.

Başbakanlık raporuna göre, Türkiye’de okuma yazmabilmeyenler, nüfusun yaklaşık olarak yüzde 8’inioluşturuyor. 3 milyon 825 bin 644 kişi okuma yazmabilmiyor, okuma yazma bilmeyenlerin 3 milyon 125 bin244’ünü ise kadınlar oluşturuyor. Yani okuma yazmabilmeyenlerin yüzde 82’si kadınlardır. 2009 yılında ise buoran 75,5’ti.

Türkiye’de kadın sorunu gerçeğine rakamların diliylebakmaya devam edersek vahim tabloyu daha iyi görürüz.

2010 yılında Dünya Ekonomik Forumu’nunyayınladığı ‘Küresel Cinsiyet Eşitsizliği’ raporuna göreise Türkiye, kadın erkek eşitliği konusunda 134 ülkeiçinde 126. sıradadır. Türkiye’de kadınların istihdamoranı ise yüzde 22,3’tür. Dört kadından yalnızca biriişgücüne katılıyor. İşsiz kadınların iş arama süresi deişsiz erkeklerin iş arama süresinden daha uzundur.Tarımda istihdam edilen kadınların yüzde 96,2’siherhangi bir sosyal güvenlik kuruluşuna kayıtlıbulunmamaktadır. Kırdaki 100 kadından 84’ü tarımkesiminde istihdam edilmekte ve bunların yüzde 78’iherhangi bir ücret almaksızın ücretsiz aile işçisi olarakçalışmaktadır.

Yanısıra Türkiye’de her 10 kadından 4’ü fizikselşiddete maruz kalmaktadır. Her 4 kadından 1’i yaşadığışiddet sonucunda yaralanmıştır. Kadınların yüzde 15’icinsel şiddete maruz kalırken, her 10 kadından 1’igebeliği sırasında fiziksel şiddete maruz kalmıştır. AyrıcaTürkiye çocuk gelin oranında da yüzde 14 ile dünyagenelinde 2. sırada yer almaktadır. İlk sıradaki ülke iseyüzde 17 oranı ile Gürcistan’dır.

AKP’nin hükümet olduğu, 2002 yılından 2009 yılına

kadar kadın cinayetleri yüzde bin 400 artmıştır. Her ayortalama 30 kadın öldürülmektedir. Bu şaşırtıcıgelmemelidir, çünkü Türkiye, kadın cinayetlerinimünferit sayan bir kadın devlet bakanına ve “medyaabartıyor” diyen bir başbakana sahip bir ülkedir.

Başbakanın kadınlara her fırsatta 3 çocukdoğurmalarını öğütlediği bir ülkede rakamlar bir başkagerçeğe daha ışık tutmaktadır. Türkiye’de her 10kadından 1’i hamileliği boyunca doğum öncesi bakımhizmeti alamamaktadır. Her 100 kadından 15’i de doğumsonrası bakım hizmeti alamamaktadır. Her 10 doğumdan1’i herhangi bir sağlık personeli yardımı olmaksızıngerçekleşmektedir vs.

Türkiye’de tüm kurumlarıyla birlikte çürüyen birdüzende kadına yönelik şiddetin en beter örnekleriyaşanmaktadır. Örneğin Antalya Kaş’ta geçen yıl 16yaşındaki kız öğrenciye tecavüz edilmesiyle ilgili ibretlikbir dava görülürken, duruşma öncesinde adliye binasıönünde basın açıklaması yapan demokratik kitleörgütlerinin kadın temsilcileri hakkında soruşturmabaşlatılmıştır. Tecavüzcülerin kısa sürede tahliye edildiğibu ülkede, tecavüze hayır diyenler hakkında “yargı”işletilmektedir.

Bir başka örnek ise Trabzon’dan. Trabzon Valiliği İlÖzel İdaresi’nin bünyesinde taşeronda çalışan bir kadınemekçi, Valilik Özel Kalem Müdürü tarafından tacizeuğramış, ancak yaşadığı mağduriyeti savcılığa suçduyurusunda bulunarak şikâyet ettiği için, işten atılmıştır.

Örnekler çoğaltılabilir ancak bunlar bile, mağdur olankadının değil, tacizci ve tecavüzcülerin korunduğu,kollandığı çürüyen düzen gerçeğini gözler önünesermektedir.

Rakamlara yansıyan, bu kapitalist düzende kadınlarınmaruz kaldığı çifte sömürü, baskı ve eşitsizlik tablosudur.Bu rakamların devlet tarafından ilan edilmesi ise hiçbirşekilde onu aklamaya yetmez.

Kapitalist düzene karşı mücadele edilmedikçe,kadınlar için bir kurtuluştan söz edilemez. Emekçikadınlar kapitalizmde yaşadıkları çifte sömürü, baskı veeşitsizliğe ancak sosyalizmde çözüm bulabilirler.

Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 29Sayı: 2011/26 * 08 Temmuz 2011 Emekçi kadın

Rakamlar kadının ezilmişliğine ayna tutuyor...

Adana Emekçi Kadın Komisyonu, Sanayiİşçileri Derneği’nde 3 Temmuz günü bir filmgösterimi gerçekleştirdi.

Kadın sorununu gündemde tutmak ve bu konudaemekçi kadınları bilinçlendirmek için önüne çeşitlietkinlikler koyan Adana EKK, Meksika’da kadın

işçilerin maruz kaldığı tecavüz ve cinayeti konualan “Sınır Ötesi” adlı filmin gösterimini düzenledi.

Adana EKK kadın sorunu gündemli seminerlerve film gösterimleriyle çalışmalarına devamedecek.

Kızıl Bayrak / Adana

Adana EKK’dan film gösterimi

Page 30: Sİ Kızıl Bayrak 11-26

Güncel30 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2011/26 * 08 Temmuz 2011

Zilan: Kürt halkının mücadele ateşi!

Cumartesi AnneleriSivas’ı andı

Galatasaray Lisesi önünde 327. kez toplananCumartesi Anneleri, Sivas Katliamı’nda yaşamınıyitiren 33 aydın ve sanatçının yanısıra yine 2 Temmuzgünü hayatını kaybeden Hasan Ocak’ın babası BabaOcak’ı andı. Eylemde Toplumsal BellekPlatformu’ndan Arat Dink, Özge Mumcu, CüneytCebenoyan ile gazeteci Oral Çalışlar ve oyuncu NurSürer de yer aldı.

Eylem Sivas’ta katledilen Behçet Aysan’ın Plaza deMayo Anneleri için yazdığı şiirin okunmasıyla başladı.Şiiri Metin Altıok’un kızı Zeynep Altıok okudu.

Şiiri Eren Aysan’ın yerine okuduğunu dile getirenAltıok “Behçet Aysan yaşıyor olsaydı eminimCumartesi Anneleri için de şiirler yazacaktı” dedi.Cumartesi Annelerinin mücadelesini hepsahiplendiklerini dile getiren Altıok, 2 Temmuz’dayaşamını yitirenlerin aileleri olarak GalatasarayMeydanı’nda olduklarını ifade etti.

Eylemde, 1994 yılında kaybedilen MürselZeyrek’in hikayesi aktarıldı. Ardından İHD GözaltındaKayıplara Karşı Komisyon adına Yıldız Uyguntarafından basın açıklaması gerçekletirildi. Ergenekondavası tutuklusu Emekli üsteğmen Av. SerdarÖztürk’ün 1993 yılında Şırnak Silopi’nin ÇalışkanKöyü’nde bölük komutanlığı yaptığını belirterek, 26Haziran 1994 yılında çağrıldığı askeri birlikte gözaltına

alındıktan sonra kendisinden bir daha haberalınamayan Mürsel Zeyrek’in kaybedilmesinden desorumlu olduğunu belirtti.

20 yaşındaki Mürsil Zeyrek’in nasıl kaybedildiği şuifadelerle anlatıldı:

“28 Haziran’da askere gidecek olan Zeyrek 26Haziran 1994’te ağabeyi İslam ile birlikte koyunlarıotlatırken yanlarına gelen askerler iki kardeşin bölükkomutanı Kenan Topçu’yu görmelerini ister. Ertesigünü İslam, kardeşi Mürsel Zeyrek ile birlikte HaburSınır Jandarma Bölük Komutanlığı’na gitti. KomutanTopçu, kardeşleri ayrı odalara aldı. İslam, kardeşiMürsel’i bir daha görmedi. 14 gün boyunca her günbölüğe giderek kardeşini sordu. 15. gün komutanKenan Topçu tarafından ‘Kardeşin elimizden çıktı,artık buraya uğrayıp gelme, bir daha gelirsen farklıolur’ sözleriyle tehdit etti. Mürsel’den bir daha haberalınamadı.”

İHD’den Kırbayır dosyası

İHD İzmir Şubesi’nin gözaltında kayıplar içinCumartesi günleri yaptığı eylemlerin bu haftakikonusu, 2 Eylül 1980’de gözaltındayken kaybolanCemil Kırbayır’dı.

Eski Sümerbank önünde toplanan İHD üyeleri“Kayıplar belli, failler nerede? / İHD İzmir Şubesi”pankartı açtı.

“31 senedir kapımı kilitlemedim, oğlum gelirsegirsin diye” diyen Berfo Ana 31 yıl sonra oğlu CemilKırbayır’ın gözaltında katledildiğini öğrendi. “Oğlumubulmadan ölmem” diyen Berfo ananın bu sözlerineatfen, İHD İzmir şubesi gerçekleştirdiği basınaçıklamasıyla “Sen bin yıl yaşa Berfo ana” dedi. İHDadına basın açıklamasını okuyan İsmail Gerçek şunlarısöyledi: “Cumartesi anaları 16 yıldır sesleriniduyurmak için uğraşıyorlar. Kayıplarını sorguluyorlar.Devletin bu sorgulamaya açık olması zorunludur.Berfo ana bunu beklemektedir…Sen insanlığınonurusun.”

Gerçek’in ardından sözü İzmir TİHV adına CoşkunÜsterci aldı. Açıklama oturma eylemiyle sona erdi.

Kızıl Bayrak / İzmir

Adını onurla zikrettiğimiz “Zilan”a son bir haftadırburjuva medyanın kirli kalemlerince hunharcasaldırılıyor.

Gerillaların cansız bedenlerine dahi işkenceyapabilecek kadar korkularının esiri olanların Zilan’ave Zilan şahsında onun temsil ettiği mücadeleyesaldırmaları, bunu da en bayağısından söylemlerlegerçekleştirmeleri bizler için şaşırtıcı değil. Bu ülkededevrimciler, ezilen halklar sayısız katliama ve direnişetanıklık etti. Dişe diş süren bu savaşımın her zamanideolojik bir boyutu oldu. Zilan’ı hedef alan saldırılarda bu kapsamda değerlendirilmelidir.

Sebahat Tuncel’in Zilan’ın anmasında dile getirdiğigerçekler düzenin efendilerini rahatsız ettiği içinideolojik saldırı silahları devreye sokuldu. Eski birPKK’linin Radikal gazetesinin genel yayınyönetmenine yazdığı mektup, burjuva kalemşörlerincedevrimcilere, adanmış ömürlere saldırının dayanağı

yapıldı.

Bir soru, iki cevap: Zilan kimdir?

Burjuva medya bu soruyu sıkça sordu. Zilankimdir? Cevabı da kendileri verdiler: Zilan, zorlakamplarda tutulan, sıcak bir yuva özlemi kurarkenintihara itilen, 8 askerin ölümüne sebep olan azılı birterörist, bir canlı bombadır... Bu da PKK gerçeğininkendisiymiş!

Onlar bu şekilde tarifledi Zilan’ı. Kendi sınıfsal-siyasal çıkarları bunu gerektirdi çünkü. TC’nin tarihiKürt halkının imha ve inkâr tarihidir. Burjuvazininkalemşörleri de, temsil ettikleri sınıfın ihtiyaçlarıdoğrultusunda zehirlerini kusmuş, halklar arasıdüşmanlık tohumları ekmişlerdir. Bunun için düzeninkalemşörlerinin bugün de Zilan’a, onun mücadelesinesaldırmaları olağan gazeteciliklerinin bir gereğidir.

Onların sorusuna bizim de yanıtımız var. İşçisınıfının sosyalist dünya görüşünün ışığında ezilenhalkların onurlu mücadelesini sahiplenerek diyoruz ki;Zilan Kürt halkının mücadele ateşidir! Zilan; Kürthalkının on yıllardır maruz kaldığı katliamlara, baskıyakarşı isyanın ve özgürlüğün sesidir. Kavganın tamortasında atan onurlu bir yürektir.

Zilan’ın özlemi çocukların kurşunlanmadığı, huzuriçinde uyudukları sıcak yuvalara kavuşmalarıdır.Zilan’ın özlemi eşit, özgür bir dünyada yaşamak veyaşatmaktır. İşte Zilan tüm bunlar için mücadelenintam ortasında ölümsüzleşti. İşte bu yüzden biz de çokiyi tanıyoruz Zilan’ı. Zira onun özgür eşit bir dünyaözlemini paylaşıyoruz!

Elbette ki Zilan, ne ilkti ne de son olacak! Hiçbirşey boşluktan doğmaz. İnsanlık tarihinin birikimlerininüzerinde ilerliyoruz. Sınıflı toplumların tarihiyle eşittirsavaşımımızın tarihi. Zilan bir sıra neferiydi,devraldığı bayrağı kendinden sonrakilere onurlabıraktı!

Zilan’ın devrimci anısı önünde saygıyla eğiliyoruz!

İnsanlığın mücadelesi, ne katliamlarla, ne dedeğerlerimize uzattıkları bu çirkin söylemlerleengellenebilir. Savaşımımız ancak sınıflı toplumunyerini sınıfların ve sınırların ortadan kalktığıkomünizmde son bulacaktır. Bunun bilincinde olansınıf devrimcileri, sınıf savaşımını yükseltmek içinçalışmakla birlikte ezilen halkların kurtuluşunun dasınıf savaşımından geçtiğini bir an olsununutmayacaktır.

Zilan şahsında onurlu yaşamı seçen ve bu uğurdaölümsüzleşen tüm devrim şehitleri önünde saygıylaeğiliyoruz!

Tanya

1 Temmuz 2011 / Izmir

Page 31: Sİ Kızıl Bayrak 11-26

İşçilere ve Kürt halkına dönük son dönemde dahada arttırılan saldırılarla ilgili düşüncelerimi ifade etmekistiyorum. Bugün baktığımızda fabrikalarda her güninsanlar ölüyor. Sabahtan akşama kadar işçiler evineekmek götürmek için alınteri dökerken patronlar göbekşişirerek devletle kol kola verip bu ölümlere seyircikalıyorlar. Özellikle de doğudan gelen Kürt işçileriucuza çalıştırıp insan yerine koymaksızın haklarınıgaspediyorlar. Kürt işçilerin ucuz işgücü olmasebeplerinden kendilerine yaşadıkları yerde işimkanının sağlanmaması. Üretimin olmadığı yerdesefalet olur. Sefaletin olduğu yerde de patronlar çoğalır.

Bu sorunlar sadece doğuda yaşanmıyor tabi ki.Karadeniz bölgesinde, Samsun’da 2 yaşındaki bir çocukaçlıktan öldü. Aynısı Diyarbakır’da da yaşandı. Eveekmek götüremediği için bir işçi intihar etti.

Dış ülkede kömür işçileri 72 gün göçük altındakaldıktan sonra kurtulabildiler. Fakat bizde önlemleralınmadığı için madenlerde insanlar ölüyor, üstelikcesetleri aylarca çıkarılamıyor. Patron çocukları zevkiçin uyuşturucu kullanıp ölürler, yoksul halk ise evineekmek götüremediği için intihar ediyor.

Bu coğrafyada tarih boyunca devam eden birsavaş var. Bu savaşın her iki tarafı da kaybediyor.Çünkü her iki taraf da bu toprakların evlatlarıdır. Biranayı düşünelim, iki evladı var. Biri asker, biri gerilla.Hangisinin ölümüne sevinebilir ki? Ama sistemingetirdiği ve medyanın halka dayattığı, asker annelerinin“İntikam!” sesiyle haykırması, gerilla annesinin ise“Barış!” diye inlemesi…Bunun sorumlusu ise bugüniçin AKP hükümetidir.

Örneğin YSK’nın veto kararı AKP’nin iradesiyleverilmiş bir karardır ve bugün Hatip Dicle’ninmilletvekilliğinin düşürülmesi AKP’lilerin verdiğidilekçeyle olmuştur. İşte AKP zihniyeti! “Halkiradesine saygı duyuyorum” diyen AKP,Diyarbakır’daki Kürt halkının iradesine neden saygıduymuyor? Bu, oyların gaspı değil de nedir? “Açılım”diyenler ve buna “evet ama yetmez” diyenler neden şuanda seyirci kalıyorlar? Kardeşçe yaşamak için daha ne

kadar bedel ödemek gerekir?Açılım deyip 3 bin - 4 bin arkadaşımızı içeri

attılar. Kanıt olarak telefonda anadilde konuşmasınıgösterdiler. Anadilde savunma talebi bile reddedildi veapar topar mahkeme salonlarından dışarı attılar.Örneğin halkların kendisini en iyi anlatacağı alanlardadevlet terör estiriyor. Örneğin Hatip Dicle’ninmilletvekilliğinin düşürülmesi kararının geri alınmasıve tutuklu milletvekillerinin serbest kalması içinŞişli’de yürüyüş yapılmıştı. Devlet terörü eskidenolduğu gibi o gün de Şişli’de öldürücü gazbombalarıyla kendini gösterdi. Halkın üzerine sankisavaşta gibi gaz bombası attılar. Halkın iradesi sayınmilletvekillerimiz Sebahat Tuncel, Levent Tüzel, SırrıSüreyya Önder, Ertuğrul Kürkçü tekme tokat, gözlerinegaz sıkılarak saldırıya uğradılar. Bu da Kürdistan’daSebahat Tuncel’in bir eylem esnasında polise tokatatmasına karşılık bir misillemeydi sanki. Bunun başaktörü de “polisim işini bilir” diyen Recep TayyipErdoğan’dır. Ben de o gün o halkın içinde Kürt biremekçi olarak irademin mecliste olmasını istediğim içinalanlara çıkmıştım. Karşılığı ise gaz bombası, tekme,tokat oldu. Çoluk-çocuk, genç-yaşlı demeden çoğuarkadaşlarımız darp edildi.

İşçilerin ve Kürt halkının yaşadığı sorunlarıntemelinde emperyalist güçler ve şu anki devletinişbirliği yatıyor. Ortadoğu’da olan savaşların tamdestekçisi Türkiye devleti ABD’yi mutlu etmek içinLibya’ya, Tunus’a, Mısır’a, Irak’a, Suriye’ye güya“özgürlük” sağlıyor; fakat tam aksine halklarınözgürlüklerini ellerinden alan, kardeşi kardeşevurdurtan emperyalist güçlerin himayesi altındaki birülkede yaşıyoruz. Şimdiye kadar kamu mallarınınözelleştirilmesi bu işbirliğinin bir göstergesidir.

Bizlerin bu sorunlara karşı tek yapması gerekensosyalizm için; halkların kardeşliği temelinde, işçilerinhalklarının yüksek olduğu, patronların olmadığı birdünya için mücadele etmektir. Çünkü “Sosyalizmdeısrar, insan olmakta ısrardır!”

Sarıgazi’den Kürt bir işçi

Sınıfın, devrimin ve sosyalizmin sesiKızıl Bayrak 17. mücadele yılında Çorluluişçilere ulaştırıldı. Çorlu’da çevrefabrikalarda çalışan işçiler Kızıl Bayrakgazetesini ilgiyle karşıladılar.

İlk defa dağıtım yapılan semtte, eldekigazeteler kısa süre içerisinde tükenirken liseöğrencisi ve emekçilerle tanışma olanağıyakalandı. İleriki haftalarda da gazetedağıtımları sistemli biçimde sürecek.

Kızıl Bayrak / Çorlu

CMYK

Mücadele Postası

EKSEN Yayıncılık Büroları

Kemalpaşa Mh. Otel Asya yanı Vural Apt. No:2 D:3İzmit / KOCAELİ

Sönmez İş Sarayı Kat: 3 No: 220 Heykel/BURSATel: 0 (224) 220 84 92

Cemal Gürsel Cd. Shell Karşısı Vakıf İşhanı Kat: 3 No: 306 ADANA Tel: 0 (322) 363 19 94

“Sosyalizmde ısrar insan olmakta ısrardır!”

Kızıl Bayrakişçilerle buluştu

İstanbul’da 2009 yılında Pameks adlıfabrikada, servis için kullanılan kapalı biraraçta hayatlarını kaybeden 8 işçiyle ilgiliaçılan dava 5 Temmuz günü görüldü. DavanınBakırköy 4. Ağır Ceza Mahkemesi’ndegörülen duruşmaya, “bilirkişi”nin suçu“doğa”ya atan raporu damgasını vurdu.

Üçüncü kez hazırlanan raporda “bilirkişi”,“kusuru” doğada görürken, işçileri malzemearacında taşıyan patronun kusurunun ise “tali”olduğunu iddia etti. Duruşmada mahkemebaşkanı, dosyaya giren 3. raporda, işçilerinölümünde doğal afetin 8’de 4, işyeri sahibinin8’de 3, İdare Müdürü Ferit Göncü’nün ise 8’de1 oranında kusurlu olduğunun bildirildiğiniaçıkladı.

Arkasından esas hakkındaki mütaalasındaSavcı, Pameks Tekstil’in sahibi MehmetCevdet Karahasanoğlu ve İdare MüdürüGöncü’nün, olayın oluşumunu engellemekamacıyla önlem almadıkları gerekçesiyle“taksirle adam öldürmek’’ suçundancezalandırılmalarını isterken, mahkemeheyetine de bilirkişi raporunun etkisinde kalmayükümlülüğünün olmadığını hatırlattı.“Mahkeme heyetinin adalet ve hakkaniyetölçüleri içinde, kamu vicdanını rahatsızetmeyecek şekilde karar vermesi gerektiğini”bildirdi.

Duruşma sanıkların son savunmalarınıhazırlamaları için ileri bir tarihe ertelendi.

8 işçinin ölümünden sorumlu tutulan 3sanığın 15’er yıla kadar hapsi isteniyor.

Suçlu “doğa”ymış!

Page 32: Sİ Kızıl Bayrak 11-26