32
Sosyalizm İçin Sayı: 2009/24 26 Haziran 2009 1 TL Faşist baskı ve terör sökmedi, sökmeyecek! Katliamların hesabını işçi ve emekçiler soracak!

Sİ Kızıl Bayrak 2009-24

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı 2009-24 / Haziran

Citation preview

Page 1: Sİ Kızıl Bayrak 2009-24

Sosyalizm İçin

Sayı: 2009/24 26 Haziran 2009 1 TL

Faşist baskı ve terör sökmedi, sökmeyecek!

Katliamların hesabını işçi ve emekçiler soracak!

Page 2: Sİ Kızıl Bayrak 2009-24

2 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak

İÇİNDEKİLERİran’daki siyasal durum üzerine... . . . . . 3

Irak’taki işgalci güçler Türkiye üzerinden

geri çekilmeye hazırlanıyor... . . . . . . . . . 4

Konya Üssü savaş aygıtı NATO

uçaklarına açıldı… . . . . . . . . . . . . . . . . . 5

Haramilerin saltanatını

koruyan tetikçiler . . . . . . . . . . . . . . . . . . 6

“Devrim için çok nedenimiz var!” . . . . . 7

Mafyalaşan tekstil sektörü,

sektöre dönüşen mafya çeteleri….. . . . . 8

Eli kanlı bir haraminin portresi:

Sabri Sami Yılmaz.. . . . . . . . . . . . . . . . . 9

Sabra saldırısı ve sonrası üzerine

avukatlarla kouştuk... . . . . . . . . . . . . . . 10

“TİS yoksa grev” örgütlenmelidir!... . . 11

Sabra saldırısı lanetleniyor... . . . . . . . . 12

Entes direniş güncesi...... . . . . . . . . . . . 13

İşçi ve emekçi hareketinden........ . . 14-15

Sivas katliamının hesabını sormak için

birleşik, kitlesel devrimci mücadeleyi

yükseltelim! . . . . . . . . . . . . . . . . . . 16-18

Emine Arslan ile kazanımla sonuçlanan

DESA direnişi üzerine konuştuk..... . . . 19

İTO Genel Sekreteri Dr. Hüseyin

Demirdizen’le Sağlıkta Dönüşüm

Programı ve “Tam Gün” Yasa Tasarısı

üzerine konuştuk... . . . . . . . . . . . . . 20-21

Almanya’da yüz binlerce öğrenci eğitim

hakkı için alanlardaydı! . . . . . . . . . 22-23

İran’da halk hareketi

sınırlarını zorluyor . . . . . . . . . . . . . . . . 24

İsrail, Filistin halkına barış adına kölelik

dayatıyor!… . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 25

İran halkı ve devrimci partileri

‘79 deneyinden öğrenecektir!. . . . . . . . 26

Kapitalist-emperyalist sistemin

kısa bir suç dosyası... . . . . . . . . . . . . . . 27

Yargı gereğini yaptı! Uğur’un katilleri

beraat etti….. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 28

Bir burjuva liberalinin

saçmalamaları üzerine... . . . . . . . . . 29-30

Mücadele postası . . . . . . . . . . . . . . . . . 31

Kızıl BayrakHaftalık Sosyalist Siyasal Gazete

Yönetim Adresi:

Eksen Yayıncılık Mollaşeref Mh. Turgut Özal Cd.(Millet Cd.) No: 50/10 İstanbul

Tel: 0 (212) 621 74 52e-mail: [email protected]

Web: http://www.kizilbayrak.orghttp://www.kizilbayrak.net

Baskı: Gün MatbaacılıkBeşyol Mah. Telsizler Mevkii Akasya Sk. No. 23/A

İSTANBUL / Tel: 0 (212) 426 63 30

Sayı: 2009/24 l 26 Haziran 2009Fiyatı: 1 YTL

Sahibi ve Y. İşl. Md.: Gülcan CEYRAN EKİNCİEKSEN Basım Yayın Ltd. Şti.

Yayın türü: Süreli Yaygın

CMYK

Kızıl Bayrak’tanKızıl Bayrak’tan

Kızıl Bayrak’tan... Sayı: 2009/24 H 26 Haziran 2009

Sermaye devletinin tarihi katliamlar tarihidir. Butarihi sayısız katliama tanıklık etmektedir.Sömürücü-sömürgeci sermaye devletinin tarihi aynızamanda Alevi işçi ve emekçilere yönelik kanlıkatliamların da tarihidir. Sermaye devleti katliamcıbir geleneğe ve kimliğe sahiptir. Daha kuruluşaşamasından itibaren bu kimlik sermaye devletinintemelini oluşturmuştur. Kuruluş anından itibaren bukimlik farklı aşamalardan geçerek bugünkü halinialmıştır.

Bu topraklarda binlerce kontrgerilla operasyonugerçekleştirildi. Maraş, Çorum, Gazi, Ulucanlar, 19Aralık vb. cezaevleri katliamlarında yüzlerce işçi veemekçi, ilerici-devrimci yaşamını yitirdi. Bukatliamlar bugün de tüm şiddetiyle sürüyor. Kürthalkının haklı ve meşru taleplere dayalı mücadelesikatliamlarla ezilmeye, işçi ve emekçilerin hak veözgürlük talepleri zorbalıkla boğulmaya çalışılıyor.İlerici-devrimci güçler üzerinde uygulanan dizginsizbaskı ve terörle devrimci mücadeleetkisizleştirilmek isteniyor.

Sermaye devleti bir taraftan kanlı katliamlarlaişçi ve emekçilerin mücadelesini boğmayaçalışırken, öte taraftan da Alevi-Sunni, Türk-Kürtvb. sahte ayrımlarla emekçileri ve halkları bölerekbirbirine kırdırıyor. Sermaye düzeni sömürdüğü vebaskı altında tuttuğu milyonlarca işçi ve emekçininuyanmasından, kanlı ve sömürücü düzenlerini yerlebir etmesinden korkuyor. Onun için her türlü kirliyöntemi devreye sokuyor. Katliamlargerçekleştiriyor, kontrgerilla aygıtını tahkim ediyor,gizli-açık operasyonlarını kesintisiz olaraksürdürüyor. Aynı zamanda dinci gericiliği kitleleridüzene bağlamanın ve dizginlemenin etkili bir aracıolarak kullanmaya devam ediyor.

* * *2 Temmuz Sivas katliamının üzerinden 16. yıl

geçti. Bu 2 Temmuz’da da Sivas katliamı

gerçekleştirilecek çeşitli eylem ve etkinliklerlelanetlenecek ve katliamın sorumlulardan hesapsorulacak ve aynı zamanda Sivas’ta katledilenleranılacak. Ancak unutulmamalıdır ki bugün Sivas’takatledilenleri anmak, onları unutturmamaktangeçiyor. Sermaye devleti bir taraftan katlederken,diğer taraftan da katliamdaki sorumluluğunuunutturmaya çalışmakta. Ancak buna izinverilmemelidir.

Sermaye düzeninin başvurduğu tüm bu kirlioperasyonlar, kitlesel katliamlar, provokasyonlarişçi ve emekçilerin mücadelesinin önünü kesmekiçindir. Baskı ve sömürü üzerine kurulu sermayedüzenini ayakta tutmak için başvurulan tüm bumanevraları ve hesapları boşa çıkaralım. Sivaskatliamı ve diğer tüm katliamların hesabını sormakiçin birleşik-kitlesel devrimci mücadeleyiyükseltelim!

KKii ttaappççıı vvee bbaayyii ii lleerrddee.. .. ..

Sosyalizm İçin

Page 3: Sİ Kızıl Bayrak 2009-24

Kapak Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 3Sayı: 2009/24 H 26 Haziran 2009

İran’da siyasal yaşamın temel bir olgusu olarakuzun yıllardır var olan “reformcu-muhafazakar”gerilimi, en sonunda devlet başkanlığı seçimleriüzerinden bir siyasal çatışma boyutuna ulaştı. Buaşamada siyasal sahnede çatışma halinde bulunanrakip odaklar vardı. Bu güçler, mevcut düzeniçerisindeki konumlarını güçlendirmek ve birbirlerineüstünlük kurmak üzere zaman zaman sertleşen, zamanzaman da tansiyonu düşen bir mücadeleyürütüyorlardı. Bu güçlerden “Muhafazakar” olarakkodlananları, rejimin geleneksel kurumlarını ellerindebulundurdukları ölçüde mevcut olanı savunmakonumunda bulunuyorlardı. İslamcı rejimin kendinikorumak üzere oluşturduğu mekanizmalara ve silahlıgüçlere yaslanıyorlardı. “Reformcular” olarakadlandırılan diğerleri ise, kurulu rejimi özü itibariylesavunmak konusunda “muhafazakarlar” ile aynıçizgide bulunmakla birlikte, rejimi emperyalistdünyayla bütünleştirmek üzere aşırı yönlerinitörpülemeyi hedefleyen bir siyasal çizgiyibenimsiyorlardı. Bu çerçevede yürüyen siyasalmücadele, geçtiğimiz günlerde yapılan devletbaşkanlığı seçimleriyle birlikte bir hesaplaşmayadönüştü ve “reformcular”ın “renkli devrimler”denesinlenerek olsa gerek seçimlere hile karıştırıldığıiddiasıyla halkı sokağa çağırmasıyla birlikte, giderekbir halk ayaklanması boyutlarına ulaşan olayların fitiliateşlendi.

Bu aşamadan sonra sahneye emekçi halk çıktı.Başlangıçta gençliğin ve kentli orta sınıflardankitlelerin alana çıktığı görüldü. Bu sırada“Reformcular” kitle gösterilerine hakimgörünmekteydiler, inisiyatifi ellerinde tutuyor ve“Muhafazakarlar”ı kitle gösterilerinin gücüyleseçimleri yenilemeye zorluyorlardı. Fakat kısa bir süresonra sahneye çıkan güçlerin sınıfsal bileşimi,değişmeye başladı. Emekçilerin alt tabakalarıylabirlikte işçi sınıfı belirgin biçimde gösterilerde yeralmaya başladı. Böylelikle gösterilerin rengi dedeğişmeye başladı. Rejimin temellerini oluşturandevlet kurumlarını hedef alan militan kitle gösterileridalga dalga yayıldı. Eylemler mitinglerden sokakçatışmalarına ve oradan da grevlere doğru bir gelişmegösterdi.

Sahnenin işçi sınıfı ve emekçiler tarafından bubiçimde doldurulması karşısında “Reformcular” dagiderek inisiyatiflerini kaybettiler. Zira, onların kurulurejimi aşırılıklarını törpülemekten ibaret olan siyasalhedeflerine kitlelerin kontrollü tepkisini kullanarakvarmak biçimindeki siyasal eylem kurguları,gelişmekte olan işçi sınıfı ve emekçi halk hareketitarafından kısa bir zamanda aşıldı. İslamcı rejimin onyıllardır baskı altında tuttuğu işçi ve emekçiler,egemenlerin iç çatışmasının açtığı yoldan alanlara birkez çıktıktan sonra, yılların bastırılmış öfkesini dışavurdular ve siyasal sahnenin merkezine doğruilerlemeye başladılar. Bu noktadan sonra da“reformcular”ın da durduramadığı ve kurulu düzenikorumak için hareketin önüne geçmek zorundakaldıkları bir aşamaya varılmış oldu. Bu aşamadasiyasal tartışma ve ilginin konusu artık, “reformcu-muhafazakar” çatışması ve bu çatışmanın unsurlarıdeğil, işçi sınıfı ve emekçi halkın kontrol edilemeyenöfkesi oldu. Öyle ki, sınıf mücadelesi-halk isyanları-devrim gibi kavramların yeminli düşmanı olan burjuvayorumcular bile İran’daki gelişmeleri değerlendirirken

bu kavramlara başvurmak zorunda kalıyorlar.Burjuvazi cephesinden bile durumun bu biçimde

değerlendiriliyor olmasının birçok nedeni var.Bunlardan birisi, yaşananların geçmiş devrimleridoğuran siyasal olayların akışına uygun olarakgelişmesidir. Devrimleri genel olarak, yaygın sosyalhoşnutsuzluklar, egemenler arasında büyüyençatlaklar, basitten karmaşığa-yerelden genele doğrugelişen, küçük kıvılcımların büyük yangınlaradöndüğü, reform taleplerinin yerini düzeni değiştirmeisteğine bıraktığı, toplumun her bakımdan büyüksarsıntılar yaşadığı, kurulu düzenin temellerindençatırdadığı, siyasal ve ahlaki varlık koşullarını yitirdiğidönemler öncelemiştir. Bu aşamadan sonra ezilenyığınlar kurulu düzeni ve iktidarını hedef alan sertmücadelelerin içerisine girerek düzeni değiştirmeyemuktedir olabilmişlerdir.

İran’daki olayların akışı, toplumu sarsan ve büyükdeğişimlerin habercisi böyle bir “devrimci durum”unişaretleriyle doludur. Yani, yönetenlerin eskisi gibiyönetemediği, yönetilenlerin ise eskisi gibi yönetilmekistemediği, bu isteğin yaygın ve giderek sertleşenmücadeleler biçiminde dışa vurduğu siyasal vetoplumsal koşullardan söz ediyoruz. Fakat bukoşulların varlığı tek başına bir devrimci durumunolgunlaşarak devrimleri doğurması için yeterlideğildir. Zira bu kadarı henüz devrimin nesnelimkanlarını oluşturmaktadır. Bu imkanlar ancak öznelkoşullar tarafından değerlendirildiğinde, yanitoplumsal mücadele devrimci bir program ve devrimcibir örgütle, yani devrimci bir partinin bayrağı altındayürütüldüğü koşullarda devrim ufukta görünür. Aksihalde tarihte sayısız deneyimden de görüldüğü üzeredevrimin nesnel koşullarının şu ya da bu biçimdeezilmesi kaçınılmaz olur. Yolunu bulamayan, kendibağımsız çıkarları üzerine hareketini geliştiremeyenişçi sınıfı ve emekçilerin öfkesi, düzenin çatlaklarıiçerisinde yitip gider.

Burjuvazi cephesinden İran’daki olayların sosyalbir devrim tehlikesini akıllara getirmesi, kuşkusuzaynı zamanda tarihsel deneyimlerinden ama özellikleİran’daki devrim deneyiminden dolayıdır. Bugünküİslamcı diktatörlüğün kurulmasıyla sakatlanan ’79Devrimi deneyimi, hala da hem İran halkının hem deburjuva dünyasının zihinlerinde tazeliğinikorumaktadır. Bu nedenle İslamcı rejimin örgütlenmehaklarından yoksun bırakıp bağımsız siyasalörgütlenmeleri biçmesine karşın sokaklara dökülenİran işçi ve emekçileri, ‘79’un deneyimiyle hareketetmektedirler. Ayrıca rejimin ezici baskısına karşınmodern sınıf ilişkilerinin hakim olduğu İran’da işçi

sınıfı ve emekçiler kolektif mücadele yeteneklerinesahiptirler, ya da hareket içerisinde hızla buzayıflıklarını gidermektedirler. Bunun için “reformcu-muhafazakar” burjuvazi, bir bütün olarak varlıkkoşullarını, ‘79 Devrimi’nin temel dinamiklerininezilmesi ölçüsünde kurumsallaştırılan gerici İslamcırejimde bulmuşlardır. Bunun için buldukları çatlağıbüyüterek hızla bağımsız bir yöne doğru uzanan işçive emekçi hareketi karşısında büyük bir korkuyakapılıyorlar.

Bununla birlikte İran’da en önemli sorun, işçi sınıfıve emekçilerin öfkesini devrimci bir mecrayataşıyacak devrimci bir partinin olmamasıdır. İran işçisınıfı ve emekçiler, ‘79 Devrimi sırasında böyle birpartiye sahip olmamanın bedelini ağır biçimdeödemişlerdi. Dönemin komünist sıfatı taşıyan en güçlüpartisi olan TUDEH’in bağımsız bir hareketiörgütleyecek devrimci bir programa ve kimliğe sahipolmaması, İran Devrimi’nin mollaların ellerine teslimedilmesine yol açmıştı. İşte bu aynı TUDEH, bugünbir kez daha işçi sınıfı ve emekçileri Musavi’yedesteğe çağırarak, büyük bir devrimci imkanınyitirilmesine neden olan acı tarihsel deneyimin dahiküçük-burjuva çizgisinde bir değişime yol açmadığınıgöstermiştir. Oysa İran’da ‘79 Devrimi’nin temeltoplumsal gücünü işçi sınıfı oluşturmuştu. Bugün demevcut toplumsal hareket içerisinde işçi sınıfınınbelirgin bir ağırlığı bulunmaktadır ve bu ağırlığı hergeçen gün daha da güçlü biçimde hissedilmektedir.Fakat siyasal alanda işçi sınıfını temsil edecek,devrimci bir programa, sınıf eksenli bir siyasalanlayışa ve devrimci bir örgüte sahip bir partigörünmemektedir. Bunun için İran’da olaylarınmevcut seyrinin devrimci bir yön kazanması oldukçagüçtür.

Fakat bu açıdan mevcut durum ne olursa olsun,yaşananların politik anlamı ve önemi unutulmamalıdır.Zira, İran’da işçi sınıfı ve emekçiler bugün için düzenekarşı bağımsız bir çıkış yolu bulamasalar da, bununkoşulları da bu süreç içerisinde oluşturulmaktadır-oluşturulacaktır. İran’daki durum, geleceğin işçisınıfında ve sosyalizmde olduğunu bir kez dahagöstermiştir. Devrimci sınıf partisinin varlığının hayatiönemine bir kez daha işaret etmiştir. Unutmamakgerekir ki köklü tarihsel-kültürel bağları ile coğrafiyakınlıklarıyla İran ve Türkiye devrimlerinin geleceğibirbirlerine sıkı sıkıya bağlıdır. Bizler, Türkiye’nindevrimci geleceğini temsil eden komünistler olarakİran’daki gelişmelere böyle bir tarihsel bakış vesorumluluk bilinciyle yaklaşıyor, İran proletaryasınıngücüne büyük bir inanç duyuyoruz.

İran’daki siyasal durum üzerine...

Page 4: Sİ Kızıl Bayrak 2009-24

1 Mart tezkeresinin kazaya uğramasına rağmenişbirlikçi Türk sermaye devleti, Irak’ı işgal edenemperyalist ordulara aralıksız hizmet etmiştir. Komşuhalkları kıyıma uğratan, Irak’ı yakıp yıkan işgalcilerinemrinde çalışan Ankara’daki Amerikancılar, bualçaltıcı suç ortaklığını halen varlık nedenlerindenbiri saymaktadırlar.

Ortadoğu politikalarını istisnalar dışında ABD’ninihtiyaçlarını gözeterek saptayan Türk egemen sınıflarıile onların devleti, işgal boyunca Amerikan savaşmakinesine hizmet ederek Irak halklarının karşısındasaf tuttular. Bu süre boyunca İncirlik Üssü’nünyanısıra ülkenin kara, hava, deniz üslerini dePentagon’daki savaş baronlarının hizmetine sundular.Hatta bununla övünebildiler.

Türk sermaye devletinin hizmet ettiğiPentagon’daki savaş baronları, Irak’ı işgal eden ABDordusuna komuta ediyorlar. Bu vahşi ordunun 6 yılıaşan işgali boyunca Irak halklarına karşı işlediğisuçlar en genel hatlarıyla şöyle sıralanabilir:

1.5 milyon Iraklı’yı katletmek, milyonlarcasınıyaralayıp sakatlamak, 4 milyon Iraklı’yı mültecidurumuna düşürmek, insanlığın en zengin tarihieserlerinin toplandığı müzeleri talan etmek, ülkeninüretici güçlerinin önemli bir kısmını tahrip ederekçalışabilir nüfusun yaklaşık yarısını işsiz bırakmak,kadınları ortaçağ karanlığına sürüklemek, ülkenindoğal zenginliklerini yağmalamak, halkları birbirinekırdırtmak… İşte ABD savaş makinesine hizmet edenAnkara’daki işbirlikçiler, komşu halklara karşıişlenen tüm bu barbarlıkların suç ortağı oldular.

Bu suç ortaklığı yeni değil elbet. 60 yıldır ABDemperyalizmi adına tetikçilik yapan Türk sermayedevleti, bölge halklarına karşı üstlendiği uğursuzroller gereği Washington’daki efendilere hizmetetmeyi sürdürüyor. Irak işgali bunun son, amasonuncu olmayacağı malum olan örneğidir. Nitekim,direniş karşısında Irak bataklığına saplanan işgalciorduların geri çekilmek için Türkiye topraklarınıkullanacak olmaları, Ankara’daki işbirlikçi takımınınkomşu halkların cellatlarıyla suç ortaklığına yeni birhalka eklemeye hazırlandığını gözler önüne seriyor.

NTV’de canlı yayına katılarak soruları yanıtlayanABD’nin Ankara Büyükelçisi James Jeffrey, işgalordularının Türkiye üzerinden geri çekileceklerini

doğruladı. Bu görevli, geri çekilmenin teknikboyutunun Ankara-Washington tarafındangörüşüldüğünü belirtti.

ABD büyükelçisi konuyla ilgili soruya şu yanıtıveriyor: “Sürekli irtibat halindeyiz, somut bir planlaortaya çıkmadık henüz. Ülkede çok fazla teçhizat var.Önümüzdeki yıl bunların bir kısmı Irak’ta kalacak, birkısmı Afganistan’a nakledilecek, bir kısmı gerigötürülecek. Özellikle geri çekilirken Türkiye ile bazıanlaşmalarımız söz konusu. Burada Türkiye ilepaylaştığımız alanlar var o bölge içinde ve ne gibiolasılıklar söz konusu olacak, tabi ki konuyu daha iyibir şekilde ele alacağız. Özellikle büyük teçhizatlaraçısından.”

Açıklamalarına “Aslında müzakere resmi bir terimoldu. Bunlar müzakereden ziyade teknik görüşmelerolarak ifade edilmeli. Ve Türk yetkilileri ile bu konuyaistinaden tartışmalar yürütüyoruz” ifadeleriniekleyen James Jeffrey, müzakere sürecinin bittiğini,halihazırda teknik işlerin görüşüldüğünü teyitetmiştir.

Yansıyan bilgilere göre işgalci ABD askerlerininçekilmesi sırasında Mersin, İskenderun limanları ileİncirlik Üssü ön planda olacak. Çekilecek askersayısına bağlı olarak Diyarbakır ve Malatyahavaalanlarının kullanılması da gündeme gelebilecek.Karayolu ile çekilecek ağır silahlar, zırhlı araçlar veaskeri personelin güvenliğini sağlamak gerekçesiyle,Habur-İskenderun veya Habur-Mersin güzergâhıüzerinde geçici üsler oluşturulması da öngörülüyor.

Uzun süreli suç ortaklığının yeni halkasınıoluşturan bu hazırlık, Türk devletinin Ortadoğu’daABD’nin bölgesel politikalarına payandalık ettiğininyeni bir kanıtıdır. Belirtmek gerekiyor ki,Pentagon’daki savaş baronlarının hizmetine koşmakhükümetleri aşan bir devlet politikasıdır. Nitekimyenilenen devletin “Gizli Anayasası” Milli GüvenlikSiyaset Belgesi’nde yer alan “ABD ile ilişkilertarihseldir ve çok yönlüdür”, “Türkiye’nin ABD ileilişkileri stratejiktir…”, “NATO’daki rolümüzükorumalıyız. NATO’nun farklılaşan siyasetindeyerimiz olmalı”, “Türkiye’nin ABD ile ilişkileri OrtaAsya, Balkanlar, Güney Kafkasya, Ortadoğupolitikaları bakımından stratejiktir. Bu konulardaişbirliği, dayanışma Türkiye’nin çıkarınadır”

türünden ifadeler, halklara karşı ABD emperyalizmiadına tetikçiliğin devlet politikası olduğunubelgelemektedir.

Vurgulamak gerekiyor ki, iktidar ve rant uğrunabirbiriyle çatışan Türk egemen sınıflarının hem “laikmilliyetçi” hem “dinci milliyetçi” kesimleri Amerikansavaş makinesine hizmet etmek için birbiriyleyarışıyor. İç politikada işçi sınıfına, Kürt halkına,ilerici-devrimci güçlere karşı birleşenler, dışpolitikada ise ABD savaş makinesine hizmet etmenoktasında tam bir uyum içindeler.

Hem komşu halkların cellatlarının ülkemizintopraklarını kirletmelerini engellemek hememperyalist işgalcilerle Ankara’daki suç ortaklarınıteşhir etmek için mücadeleyi yükseltmek zorunludur.Tüm tutarlı ilerici-devrimci güçler, emperyalizme vegericiliğe karşı birleşik mücadelenin geliştirilmesiuğruna çaba harcamakla yükümlüdür.

Amerikan emperyalizmi yenilecek!4 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/24 H 26 Haziran 2009

Irak’taki işgalci güçler Türkiye üzerinden geri çekilmeye hazırlanıyor...

Bir kez daha ABD savaş makinesinin hizmetinde!

Page 5: Sİ Kızıl Bayrak 2009-24

Emperyalist köleliğe son! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 5Sayı: 2009/24 H 26 Haziran 2009

Afganistan’da bulunan NATO uçaklarınınKonya’da eğitim yapacakları iddiası DışişleriBakanlığı sözcüsü tarafından resmi bir açıklama iledoğrulandı. Dışişleri Başkanlığı, Afganistan’da 8yıldır katliamlarda kullanılan NATO’ya ait Awacsuçaklarının Konya Üssü’nü kullanmasına izinverildiğini şu sözlerle açıkladı: “Gerek ISAFoperasyonuna yaptığımız kapsamlı katkılarçerçevesinde, gerek dost ve kardeş Afganistan’ın havatrafik hizmetlerine yardım amacıyla, Awacsuçaklarının belirli bir süre Konya Hava Üssü’nükullanmaları ülkemizce uygun bulunmuştur.“

Bugüne kadar askeri eğitim ve öğrenimkurumlarında yüzlerce askeri personele eğitim verildi.İki ülke hava kuvvetleri arasında Alçak İrtifa UçuşEğitimi, Elektronik Harp Eğitimi ve Anadolu KartalıEğitimi yapıldı. Savunma sanayi alanında çok önemliişbirliği örnekleri gerçekleştirildi. F-4 ve F-5 uçaklarıile M-60 tanklarının modernizasyonu ve “MALE” tipiinsansız hava aracı birlikte üretildi. Tüm buanlaşmaların altında dinci partinin kurduğuhükümetin ve sermaye devletinin imzası var.

Siyonist İsrail’in katil uçak ve pilotlarına eğitimalanı olarak kullandırılan Konya Hava Üssü, şimdi deNATO’nun Afganistan halkının kanını döken silahlarıve bombaları taşıyan uçaklarına hizmet edecek. Buaçıklama, sermaye devletinin Filistin’den sonraAfganistan’da da gerçekleşen katliamlara hem onayhem de destek verdiğinin açık itirafıdır.

Türkiye NATO üsleriyle dolduruldu.Diyarbakır’dan Konya’ya, Malatya’ya kadar NATOüsleri kuruldu, bölge halklarına tehdit gücü olarakkullanıldı. Kağıt üzerinde NATO’ya ait gözüken üsler,gerçekte ABD’nin çıkarlarının bekçiliğiniyapmaktadır. Irak halkının başına bu üslerdenhavalanan Amerikan uçakları bomba yağdırmakta,kardeş halklar topraklarımızdan kalkan uçaklarıntaşıdığı ölüm kusan silahlarla katledilmektdir.

NATO, devletleri ve ordularını denetime alarakonları yönlendiren bir güçtür. Bu ordular, NATOaracılığıyla ABD’nin hizmetkarı ordular halinegeldiler. Türk ordusu bugün tam da bu durumdadır.Amerika adına bölgede jandarmalık yaptı. Amerikaadına Yugoslavya’ya, Somali’ye, Afganistan’a buülkenin çocuklarını gönderdi. Şimdi de Amerikaemperyalizminin menfaatleri çerçevesinde NATO’yaKonya Üssü’nü kullandırıyor.

Dinci parti, Konya Üssü’nü ABD’ye peşkeş çekiyor…

Dinci partinin Konya’da bulunan hava üssüNATO’nun, aynı zamanda ABD’nin emrine vermesiilk icraatı değildir. Daha önce de benzer icraatlardabulunmuştur. Konya Üssü daha önce, dinci partininönerisi ile İsrail’in de hizmetine açılmıştı. Filistin’iyıkıp yakan, çocukları, kadınları, masum sivillerikatleden İsrail pilotları, Konya Üssü’nde eğitimgördüler.

Dinci parti, Davos türünden sözde İsrail karşıtıçıkışlar yaptı. Öte yandan İsrail ile süren hiçbir askerive ticari anlaşmayı iptal etmedi. İptal etmek bir yana,tam 15 yeni anlaşma imzaladı. Bu anlaşmalarçerçevesinde ortak askeri harekatlar yapıldı ve halende yapılmaktadır. Örneğin bölge halklarının üstünebomba yağdıran İsrailli pilotlar Konya Ovası’nda

deneyim kazanırken, sınır ötesi saldırıları sürdürenTürk ordusu, İsrail’in insansız hava araçlarıyla eldeedilen bilgilerle saptanan hedefleri bombalamaktadır.

Konya Üssü’nün NATO hizmetine sunulması,özelde dinci partinin genelde sermaye devletininBüyük Ortadoğu Projesi’ne verdiği desteğin yeni birörneğidir. Zira hem dinci parti hem de sermayedevleti, BOP’u “kendi projesi” gibi sahipleniyor,savunuyor. İşbirlikçilikte sınır tanımıyor. Türkiye’ninboydan boya emperyalizmin bölge halklarına karşısaldırı ve tehdit amaçlı olarak kullanılması için vargücüyle çalışıyor. Dinci kimliğini, ABD ve İsrail’eyönelik Türkiye halklarının dizginlenmesiçerçevesinde kullanıyor. Dinci parti Ortadoğu’daABD’nin güç olması için var gücüyle çalışmaktadır.Hiç kuşkusuz Konya Ovası’nın Afganistan’ı kanaboğan uçakların emrine verilmesi tam da bu uşakçatutumun ifadesidir.

Amerikan emperyalizminin Ortadoğu’ya kalıcıolarak yerleşmesi, yeraltı-yerüstü zenginliklerinisömürmesi, enerji yollarını kontrol altında tutması,ülkelerin pazarlarını emperyalist kapitalizmin sömürüağına dahil etmesi, tüm bunlar için işgal, tehdit, tecritve ambargo dahil her yola başvurması; BOP denilenprojenin temellerini oluşturmaktadır. Bir başkadeyişle, BOP Amerikan emperyalizminin dünyaegemenliğinin bir parçasıdır. ABD ve NATO üsleri debu amaç için kullanılmaktadır.

Konya Üssü’nden kalkan uçaklar, Ortadoğuhalklarının kanını dökecek silah ve bombalarınnakliyesinde kullanılacaktır. Genelde sermaye devleti,özelde dinci parti bu suçu bilerek, isteyerek,çıkarlarını korumak için işliyor. ABD’ye daha fazlayaranmak için işbirlikçilikte, emperyalist çıkarlarataşeronlukta sınır tanımıyor.

İncirlik’ten Sinop’a, Malatya’dan Diyarbakır’a,Konya’ya kadar onlarca alana yayılmış bulunanABD-NATO üsleri, yıllardır Ortadoğu halklarınakarşı kullanılıyor. 1991 Körfez Savaşı’nda da “Musulve Kerkük’ü ele geçirme” hesapları yapan sermayedevleti, Ortadoğu halklarına karşı ABD’yle aynı saftayer almıştı. O dönemde hükümette ANAP vardı. 1996yılında İsrail’le yapılan “Askeri İşbirliği ve EğitimAnlaşması”, Ortadoğu halklarına karşı, siyonistlerleişbirliğinin daha kapsamlı ve pervasız hale getirilmesiaçısından bir dönüm noktasıydı. Bu anlaşmanınaltında milli görüşçü Erbakan ile Çiller’inoluşturduğu Refah-yol hükümetinin imzası vardı. 12Ocak ‘98’de Akdeniz’de yapılan, Türkiye-İsrail-ABDdeniz tatbikatı, Ortadoğu halklarına karşı açık bir

tehdit ve gözdağı idi.

Üslerin kapatılması ve NATO’dan çıkılması için mücadeleye!

Yıllardır NATO üslerinden kalkan uçaklar,Ortadoğu halklarına karşı suç işliyor. Sermaye devletive hükümetleri tüm bu suçlara yardım ve yataklıkyapıyor. Üslerden kalkan Amerikan uçakları, Irak’ı veAfganistan’ı yüzlerce kez bombaladı. Bu saldırılarnedeniyle yüzlerce kişi yaşamını yitirdi. Ve şimdi,ABD’nin Afganistan’a yönelik katliamlarında yine buüsler kullanılacak.

Sermaye devleti yıllardır, Afganistan ve Irakhalklarının katledilmesine suç ortaklığı yapıyor. Budoğrultuda tetikçilik yapıyor. İsrail’in suç ortağıolmaktan geri durmuyor. Bunun için İran halklarıhedefe çakılıyor. Ortadoğu halklarına gözdağıverilmek isteniyor.

NATO’da olmak Amerika emperyalizminin ucuzaskeri olmaya rıza göstermektir. NATO ülkeleriarasında en ucuz maliyetli asker Türkiye’ninkidir.Kore’de işçi ve emekçi çocuklarının kanını satmakarşılığında sermaye devleti NATO üyesi olabildi.Hala da NATO kararları çerçevesinde yüzlerce işçi veemekçi çocuğu, Afganistan vb. çatışma alanlarınasürülüyor.

NATO’da kalmak ABD emperyalizmine karşıçıktığı için cezalandırılmak istenen kardeş halklarınkanına girmek demektir. NATO’da kalmak, ABD’yegönüllü askerlik yapmak demektir. Ya Türkiye’yesaldırı olursa yalanı artık hiç kimseyi kandıramaz.NATO’ya girerken de böyle bir “tehlike” yoktu,bugün de yoktur. Aksine NATO’da kalmakTürkiye’nin halkların gözünde bir düşman halinegelmesi demektir.

Üslerin kapatılması, Ortadoğu halklarınınkatledilmesinde “suç ortağı” olmamak için gereklidir.ABD’nin saldırganlığının şemsiyesi haline gelen“NATO’dan derhal çıkılsın” talebi ile birlikte“Emperyalist savaşa hayır!”, “NATO’ya hayır!”,“NATO üsleri kapatılsın!” talepleri ile mücadeleyükseltmelidir. Üslerin kapatılması için yürütülenmücadele, geniş işçi ve emekçi kesimlerle hareketetmenin zeminini güçlendirecektir. Ancak eşit,sınırsız ve sınıfsız özgür bir gelecek mücadelesi,emperyalist-kapitalist düzenin sonunu getirecektir.İşte o zaman dünya halkları artık kan ve gözyaşıdökmeyecektir. Devrimciler ve komünistler, buayrımı yapmalı ve mücadeleyi yükseltmelidir.

Konya Üssü savaş aygıtı NATO uçaklarına açıldı…

“NATO ve ABD üsleri kapatılsın!”

Page 6: Sİ Kızıl Bayrak 2009-24

Haramilerin saltanatını yıkacağız!6 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/24 H 26 Haziran 2009

Haramilerin saltanatını koruyan tetikçiler

İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah’ınOsmaniye’ye vali olarak atanmasının ardından, boşkalan koltuğa İzmir Emniyet Müdürü Hüseyin

Çapkın atandı. Cerrah’ın Osmaniye’ye gidişinin terfimi yoksa sürgün mü olduğu çokça tartışıldı. Kezaakabinde, Vali Muammer Güler’in durumu da burjuvamedyanın köşe yazarlarının merak konusu oldu.

Cerrah ve Güler ikilisinin ne kadar uyumluçalıştıklarının örneklerini işçi ve emekçiler çokyakından bilmekteydiler. Şimdi, hiç kuşkusuz ki Gülerve Çapkın da sermayenin sömürüsünü daha kolaygerçekleştirebileceği, “asayişi berkemal” bir İstanbulyaratmak için canla başla çalışacaklardır. İşçi veemekçilerin sırtına inen coplar tozlanmayacak,devrimcilere, hatta dur ihtarına uymayan sıradaninsanlara sıkılan kurşunların çıktığı silahlarınnamluları soğumayacaktır. Her şeyden önce bu yeniikilinin yan yana gelişleri de bir ilk değildir. Dahaönce Antep’te sermayenin huzurunu korumak için icraettikleri görev burjuvazinin böyle bir tercihyapmasının teminatı olmuştur.

Yine Celalettin Cerrah’ın insan hakları ihlallerisıralamasının en başına yerleştirdiği İstanbul’u,Hüseyin Çapkın’ın Emniyet Müdürlüğü’nü yaptığıİzmir’in takip ediyor olması, bu değiş tokuşun aslındanamluyu tutan elin değişmesinden ibaret olduğunu dagöstermektedir.

Bu ikilinin Antep’teki uyumuna geçmeden önceÇapkın’ın geldiği İzmir’den de birkaç örnek vermekgerekir. İzmir Emniyet Müdürlüğü’ne 10 Mayıs2006’da getirilen Çapkın’ın hak ihlallerindeki hızını,2007 Haziranı’nda Polis Vazife ve SalahiyetleriKanunu’nda (PVSK) yapılan değişiklik artırdı.

İşte Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) raporunada giren bu örneklerden bazıları:

23 Ekim 2007: Emrah Gider Konak’ta bir polistarafından, “görevli memura direndiği” gerekçesiylekarnına sıkılan kurşunla öldürüldü.

24 Kasım 2007: 20 yaşındaki Baran TursunKarşıyaka’da, “dur ihtarına uymadığı” gerekçesiylebaşından vurularak öldürüldü. 2 yıl süren yargılamanınsonucunda devlet terörü hukuk terörüyle devam etti.Tutuksuz yargılanan Polis Oral Emre Atar yalnızca 2yıl 1 ay ceza aldı.

9 Eylül 2007: İzmir Fuarı’nda gözaltına alınangençlerin avukatları, müvekkillerini görmek için ısraredince polis tarafından dövülerek gözaltına alındı.

8 Ocak 2008: Hasan Köse, kendisinden kimliksoran fakat kimliklerini göstermeyen sivil polislerleçıkan tartışma sonucu vuruldu ve hastaneye kaldırıldı.

23 Mart 2008: Gündoğdu Meydanı’nda yapılmakistenen Newroz kutlamasına saldıran polis yüzlercekişiyi döverek gözaltına aldı. 2 kişi bu saldırılardasakatlandı.

5 Mayıs 2008: Doktor Deniz Yazıcı, yanındakiarkadaşı hakkında “arama kararı” olduğu gerekçesiyledövülerek ekip aracına bindirildi, boş arazide vekarakolda da dövüldü. Yazıcı ve arkadaşı, polislerin“Baran Tursun’u vuranlara ne oldu ki bizlere de birşey olsun” dediklerini söyledi.

9 Mayıs 2008: Çiğli Güzeltepe’de D.Ö. (17), V.Ö.(15) ve K.K. (15) adlı 3 çocuk, “polise küfrettikleri”ileri sürülerek gözaltına alındılar. GötürüldükleriGüzeltepe Karakolu’nda ve daha sonra götürüldüklerikarakolda da işkence gördüler.

3 Temmuz 2008: Konak’ta bir işyerinde hırsızlık

yaptığı iddia edilen Uğur Olukkaya, yine “durihtarına” uymadığı gerekçesiyle vuruldu.

29 Ağustos 2008: Narlıdere’de Saygı Sönmez,parkta tanık olduğu kavgayı ayırmak isterkengözaltına alındı. Karakolda gördüğü işkence sonucuelmacık kemiği çöktü, çenesinde iki kemik kırıldı.

6 Şubat 2009: S.K. (16) ve S.K. (19) adlı ikikardeş, F.Ç. adlı sivil polisin kızına “laf attıkları”gerekçesiyle götürüldükleri Enes Bediz Karakolu’ndadövüldü, birinin kulak zarı patladı.

30 Ocak 2009: Cahit İldeniz, Cahit Bayık, MiranBilgin, Ramazan İldeniz ve Hamza Öztürk gözaltınaalındıkları Işıkkent Karakolu’nda önce işkenceyemaruz kaldılar, ardından karakolu temizlemeyezorlandılar.

Hüseyin Çapkın’ın İzmir Emniyeti’ninbaşındayken imza attığı kanlı icraatlar bunlar. 1994 ve1998 yılları arasında Antep’te sermayenin huzurunubirlikte sağlayan Hüseyin Çapkın ile Muammer Gülerikilisinin bazı icraatları ise şöyle:

Çapkın, Antep’e 1993’te atanır. Güler ise,Çapkın’dan bir yıl sonra, 1994’te Antep Valiliği’negetirilir. Gözaltında kayıpların günlük olağan halegeldiği dönemlerde Antep’te de kayda girmeyenbirçok kayıp ve “faili meçhul” cinayetleryaşanmaktaydı.

Yılmaz Özdemir ve Mehmet Doğan 1995’te,1997’de de Vakkas Sabancı kaçırılıp kaybedileninsanlara sadece birkaç örnektir. 1996’da DiyarbakırCezaevi’nde gerçekleşen katliamdan sonraGaziantep’e sevk edilenler arasında olan Ali Yermeise, tedavi gördüğü Gaziantep Devlet Hastanesi’ndeişkence gören kişilerden yalnızca biridir.

30 Aralık 1997’de Adana’dan Gaziantep’e giden28 yaşındaki Esma Aslanboğan, Nurdağı ilçesindeverilen molada otobüsten iner. Gaziantep polisitarafından kaçırılan ve sürekli kaybedilmekle tehditedilen Arslanboğan, Adana TEM’e teslim edilir ve 5gün boyunca işkence görür.

1996 Haziranı’nda ise Gaziantep Üniversitesi’ninkarşısında bulunan Karataş bölgesinde öğlesaatlerinde, polis bir grup üzerine ateş açar. Bir kişiağır yaralanırken, yaralı olarak kurtulan iki kişi de

gözaltına alınır.Bu ikilinin, işçi ve emekçilerin hak arama

mücadelesindeki tutumlarına en iyi örnek Antep’tegerçekleşen Ünaldı Dokuma işçilerinin mücadelesinegösterdikleri tahammülsüzlüktür. Ünaldı Dokumaişçileri 1996’nın Temmuz ayında hakları için direnişegeçerler. 1 ay boyunca talepleri için mücadele eden,sokağa çıkan dokuma işçileri direnişleri süresincepolis baskısına maruz kalırlar. Bu süre zarfında sık sıkişçilerin örgütlü olduğu Dokuma İşçileri Derneği polistarafından dağıtılır, eşyaları kırılır, topladıkları yardımparalarına el konulur. Bölgeye her gün yeni polislergönderilir, baskı sürer. Haklı talepleri için mücadeleeden dokuma işçilerine Vali Güler “Derneğin işçiyigreve götürme yetkisi yoktur. Dernek gerekirsekapatılacaktır. Tüm işçiler üç-beş baldırı çıplağıntehditlerine boyun eğmeden işbaşı yapsın” demektedir.Ancak ne emniyet müdürü Çapkın, ne de Vali Gülerdokuma işçilerinin mücadelesini engellemeyibaşaramamış, dokuma işçileri mücadeleden kazanımlaçıkmışlardır. Vali Güler’in “baldırı çıplaklardan”korkusu ise Taksim 1 Mayısı üzerinden de kolaycagöründüğü gibi devam etmektedir.

Sermaye iktidarının attığı bu atama adımının nasılbir hesaba dayandığını anlamak zor değildir. İşçi veemekçileri insanca yaşama olanağından mahrumbırakarak, geleceğinden endişeli, güvencesiz, huzursuzbir ortam yaratan sermaye, kendi huzuru vesaltanatının güvencesi için elbette bu ikiliden de çokşey beklemektedir. Haramilerin; saraylarında,malikânelerinde gözlerini rahatça kapatıp uykuyadalacakları bir İstanbul hasreti taşıdıklarından kuşkuyoktur. İstanbul’un kaldırımlarına emekçilerinsırtından elde edilen milyarları ekip, “lale devri”yaşayanlar iyi bilmelidir ki kavganın başkentinde, işçive emekçilerin huzurunu kaçıranlar asla huzurbulamayacaklardır.

Onlar kendilerini saraylarının içinde geçen İstanbulmasallarıyla avuta dursunlar, İstanbul, haramilerinsaltanatının yıkılacağı, sosyalizmin kurulacağı günüözlemle beklemektedir. Sınıf devrimcileri İstanbul’ubu “görkemli bayrama” hazırlamaktadır.

Page 7: Sİ Kızıl Bayrak 2009-24

Gelecek her yerde sosyalizme aittir! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 7Sayı: 2009/24 H 26 Haziran 2009

Bu toz duman içerisinde, kopartılan buncagürültünün ve patırtının ortasında değişmeyen şeylerde var elbette. Sermaye sınıfının emek üzerindekisömürüsünü hiçbir “olağanüstü” yeni gelişmeetkilememektedir. İnsanlık tarihinde yaşanmış enahlaksızca hırsızlık vakası olan bu sömürü sistemikendi kurallarıyla işlemeye devam etmektedir. Çıkarodaklarının siyasi temsilcileri, bu rant paylaşımındakozlarını bir takım “belgelere” dayanarak daha açıkoynarken, gürültüye giden de çok şey olmaktadır.

Bunlara bir örnek AKP’den ayrılan AbdüllatifŞener’in söyledikleridir. Şener, her suç ortağınınyaptığı gibi bildiklerini kirli ortaklık bozuluncasöylemektedir. Fakat bu durum söylediklerininönemini azaltmamaktadır. Şener’in itirafına görebugün mecliste 300 milletvekilinin suç dosyası“dokunulmazlık” zırhı nedeniyle bekletilmektedir. Vebu dosyalardan 260’ı ismini “ak”la makyajlayıpaklandığını sanan AKP’ye aittir. Şener’in bu itirafı,maskesi çoktan düşen AKP’yi hedeflese de sorununesas kaynağının haksız kazanç sağlamanın adı olankapitalist sistem ve bu sistemin savunucusu düzenpartileri olduğunu yeniden göstermektedir. AKP’ninmakyaj hilelerinin arkasında saklanan bu sistemgerçeğidir. Yine Şener’in kendisi de sermayeninelindeki bir başka makyaj malzemesidir.

Bu sürece denk gelen bir başka gerçek deasalakça bir yaşama bünyelerini çoktan alıştırmışolanların, insani duygularını da aynı süreç zarfındabünyelerinden atmış olduklarıdır. Geçtiğimiz birkaçgün içerisinde resmi plakayla işlenen bir cinayet vedevamı tüyler ürpertecek, insanın kanını donduracakcinstendir. Olayın gelişimi şöyledir:

18 Haziran günü Mersin’in Erdemli İlçesi’nebağlı Limonlu Beldesi’nde motosikletli 32 yaşındakiHasan Boz’a çarpan MHP Mersin Milletvekili KadirUral Boz’un ölümüne neden oldu. Yapılanincelemeler Hasan Boz’a çarpan aracın sahibininMHP’li vekil olduğunu ortaya çıkarmaktadır.

Medyaya yansıdığı kadarıyla Boz’un ailesi deMHP’li vekilden şikâyetçidir. Kazada yaşamınıyitiren asansör tamircisi Hasan Boz’un eşi 2 çocukannesi Sümeyra Boz şunları söylemiş: “Eşimin

ölümünden milletvekili Kadir Ural sorumludur. Eşim

yaptığı bisiklet kazasından sonra yerde yatarken,

araç ezip ölümüne neden olup kaçmış. Olay yerinde

durup eşime yardım etmesi gereken milletvekilin

kaza yerinden kaçmasını ona yakıştıramadık.” BabaMustafa Boz ise “En aşağı yüz metre oğlumusürüklemiş, o şekil bırakmış. 200-300 metremesafede arabasını gizlemiş. Sonuna kadardavacıyım. Avukat tuttuk, şikâyetçiyiz” diyekonuştu. Anne Ayşe Boz ise “Çarpmış niye kaçmış?Niye haberini bize vermemiş? Niye bizim ileolmamış? Hiç vicdan yok mu bu adamda, çarpıpniye kaçıyor, niye gelip acımızı paylaşmıyor? Hemçarptı da hem kaçtı. Bir an evvel bu adamın cezasınıçekmesini istiyorum” demektedir.

Düşünün ki sermaye sınıfının işçi ve emekçilerinsırtından asalakça bir yaşamı devam ettirebilmesiiçin yeni yasaların, paketlerin çıkarılması yetmezmişgibi… Kriz geçiren bir sistem gerçeğini cinnetgeçiren bir toplumun takip etmesi yetmezmiş gibi…Her talihsiz ölümde tabutların emekçi evlerindenkaldırılıyor olması bir kadermiş gibi… Önlenebilirhastalıklar nedeniyle birçok insanımızın göz göre

göre hayatını kaybetmesi normalmiş gibi… Otomotivtekellerinin kârına kurban edilen trafik kazalarıolağan bir durummuş gibi… Geliyorum diyendepremlere karşı alınmayan önlemler ortadayken…Sistem savunucularının doğrudan sebep olduklarıölümler karşısında sergilenen bu ve benzeritutumların affedilir bir tarafı olabilir mi?

Hatırlayın! Daha yeni Bursa’daki bir hastanede,ucuza kaçmak için alınmayan önlemler sonucu çıkanyangında hayatını kaybeden insanların ölümü SağlıkBakanı tarafından nasıl bir yüzsüzlükle karşılanmıştı:“zaten yoğun bakımda ölmek üzere olan hastalardı.”

Bizler, burjuvaziye ve hizmetkârlarına göre vaktigelince ölmesi gereken bir sınıfın mensuplarıyız.Ölümümüzün doğal olup olmamasının onlar içinhiçbir önemi yoktur. Katlimize sebep, ya bir kurşunlaya da bu örnekte yaşandığı gibi bir trafik kazasıylaolsa da sonuç değişmemektedir. Bunca haksızlığın,bunca vurdumduymazlığın, bunca utanmazlığıngerisinde bu vardır.

Hayatta kalmayı başardığımızda emeğimizigaspedenler, tepemizde uçuşan bu akbabalardan

başkası değildir. Marks’ın deyimiyle “gölgesini bilesatamadığı ağacı kesmekte tereddüt etmeyenler” içinyeri geldiğinde ölülerimiz bile yalanları için birsermayedir. “Kutsal vatan toprakları” da çekdefterleri, banka hesaplarıdır.

Ölü soyucuları ellerini kanla yıkarken, gözleri,akmakta olan kanın biriken bir öfkenin damarındangeldiğini göremeyecek kadar da körelmiştir. İşte ogözlerden, sadece kameralar karşısında“gözyaşlarının” aktığı medyatik ayinler düzenlenerekoyun ustaca dramatize edilir. Verdikleri sadakalarımilyonlara izlettirenler, iyiliklerin söylenmeyeceğierdeminin çok uzağındadırlar. Çünkü kalpleri parapara diye çarpanların tenlerinde insandan eser bulmakimkânsızdır.

Haksız kazançlarla başları dönenler, bu son trafikkazasında da görüldüğü gibi sebebi oldukları birölüm karşısında da bu kadar rahatdavranabilmektedirler. Gerçekte bunda şaşılacak birtaraf da yoktur. Tüm bunların gösterdiği tek gerçekise, bizim devrim için ne kadar çok nedenimizinolduğudur.

12 Eylül’de ağır bir yenilgi alan devrimci hareketiçin asıl sınav faşist cuntanın zindanlarındayaşanacaktı. Türlü işkencelerle, tecavüzlerle,katliamlarla toplumsal hareketi boğmaya çalışan faşistaskeri cunta da bunun farkındaydı. Gözaltına alınarakve tutuklanarak zindanlara doldurulan devrimcilerinönce örgütsel ilişkileri deşifre edilmeye bununlaparalel olarak da devrimci kimlikleri ve inançlarıkırılmaya çalışılıyordu.

Sermaye devleti ‘80 öncesinin devrimciyükselişinin yarattığı devrimci değerleri tasfiye etmekiçin tüm gücünü kullanıyordu. Bu savaşın mevzisi iseartık fabrikalar, sokaklar ya da meydanlardan öncezindanlardı. Çünkü devrimci hareketin ilerikadrolarının büyük bölümü tutsak düşmüştü. Aldığıkolay yenilginin şokunu üzerinden atamayan ve sınırlıdirenişler dışında olumsuz bir sınav veren devrimciharekete karşı vurulması planlanan prangalarınbaşında ise Tek Tip Elbise dayatmasıydı.

Kimliksizleştirmenin temel adımlarından biri olanTTE dayatması öncesinde 14 Ağustos ‘83’te devletdevrimci tutsaklara yönelik kapsamlı bir saldırıbaşlatmış ve o güne kadar sınırlı direnişlerlekazanılan hakları da gaspetmişti. Cezaevi yönetimikoğuşlardaki kitap, defter, kalem ve TV gibi eşyalarıtopladı ve ince arama uygulamasını getirdi. Avukat yada aile görüşlerine, havalandırmaya, mahkemeye,revire götürülürken mahkumlar çırılçıplak soyularakaranıyordu. 14 Ocak ‘84’te yeni bir operasyongerçekleştirilerek koğuşlardaki pantolon, kazak,gömlek, ceket gibi giysilere el konuldu. MahkumlarıTTE’ye zorlamak için yapılan bu saldırıya karşıdevrimci tutsaklar çarşaf ve nevresimlerden diktiklerigiysileri giymeye başladılar.

TTE dayatması devrimci güçler tarafından 13Nisan’da Metris ve Sağmalcılar Cezaevleri’ndebaşlatılan Ölüm Oruçları ile yanıtlandı. Tek tip elbisedayatmasının kaldırılması, siyasi mahkum statüsününtanınması, işkencenin son bulması gibi taleplerle yolaçıkan devrimciler, hem cuntaya hem de zindanlardadevrimci ideallerini kaybederek teslimiyeti seçenlerekarşı direniş bayrağını yükseltti.

Sermaye devleti direnişi bastırmak için türlüyöntemlere başvurdu. Önce direnişçileri tecrit etti,ardından “gizli gizli yiyorlar” türü yalanlarlakamuoyunun tepkisini engellemeye çalıştı. Direnişinilerleyen günlerinde bedenleri zayıf düşmüş tutsaklaraişkence yapmak için türlü bahaneler bulunuyor,koğuşlar gürültü ile aranıyor, eşyalar dağıtılıyor vetutsaklar ayağa kaldırılarak sayım vermeyezorlanıyorlardı. Tek tip elbise giymeyi reddedentutsaklar havalandırmaya çıkarılırken ya damahkemeye götürülürken çırılçıplak soyuluyor,TTE’yi reddettikleri için de iç çamaşırları ilegötürülüyorlardı.

Sermaye devletinin tüm bu uygulamalarınarağmen devrimci tutsaklar direnişi 75 gün boyuncakararlılıkla sürdürdüler. Direnişte TİKB önderkadrolarından Fatih Öktülmüş ile Devrimci Soltutsaklarından Abdullah Meral, Haydar Başbağ veHasan Telci şehit düştüler. 75 günün ardından 26Haziran günü direnişçiler gerçekleşen görüşmelerdeTTE dayatmasını kabul etmeyeceklerini ve verilenelbiseleri giymeyeceklerini belirterek eylemlerine sonverdiler. ‘84 Ölüm Oruçları düzenin saldırılarına 12Eylül zindanlarından verilmiş tok bir yanıt olurkenTek Tip Elbise uygulamasının geri çekilmesimücadelesinde de kilit bir rol oynadı.

“Devrim için çok nedenimiz var!”

12 Eylül zindanlarından faşist cuntaya

verilen tok yanıt: ‘84 Ölüm Oruçları

Page 8: Sİ Kızıl Bayrak 2009-24

Sınıfa karşı sınıf!8 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/24 H 26 Haziran 2009

Mafyalaşan tekstil sektörü,

sektöre dönüşen mafya çeteleri…Bilindiği gibi sınıf devrimcilerinin Sabra

Tekstil’de dağıttığı Esenyurt Tekstil İşçileri Kurultaybildirilerine karşılık Sabra patronu önce saldırmış,sonra silahlı köpekleri aracılığıyla kurşun sıkmıştır.Gözleri dönen bu leş kargaları, ayağında kurşun-yaralıhalde yerde yatan devrimci işçiye bir kurşun dahasıkmakla kalmamış, tekmelerle darp etmişlerdir. Tümbunlar yetmemiş, ardından devletin kolluk ve yargıgüçlerinin terörü devreye girmiştir. Bu saldırılarıprotesto eden üçü kadın dört sınıf devrimcisitutuklanarak tabutluklara gönderilmiştir. Bu olaymafya-patron, polis ve yargıç üçgeninin bu sömürüdüzeni kapitalizmin özünün nasıl işlediğini bir kezdaha gösteriyor.

Sınıf çalışmamız esnasında bu saldırılarla dahaönce de “bu boyutta olmasa” da Ravelli’de, MertÇelik’te, Günkar Tekstil’de de karşı karşıya kaldık.Bu saldırılara karşı yanıtımız Sabra Tekstil asalağınaverdiğimiz yanıttan farklı olmamıştır/olmayacaktır.Fakat esas sorun geçmişte başta bu fabrikalardaçalışan işçiler olmak üzere gerek bölgemizdeki sayısızfabrikada, gerek Türkiye’nin birçok yerindekifabrikalarda hak talep eden işçilerin darp edilmiş,tehdit edilmiş ve intihara sürüklenmiş olmalarıdır.Sabra Tekstil şahsında işçi sınıfına dönük olan busaldırılar ilk olmamıştır. Kriz içinde debelenen asalakpatronların bu saldırıları asıl önümüzdeki süreçteartarak devam edecektir. Sınıfın bilinçlenmesi, bunakarşı savunma ve karşı saldırı mekanizmalarınıoluşturması hayati bir önem taşımaktadır.

Mafya yasadışı kapitalizm,

kapitalizm de yasal mafyadır!

Türkiye’de başta perakende, tekstil, inşaat vesağlık olmak üzere birçok sektörün mafya ile içli dışlıolduğu, genel olarak bilinen bir gerçektir. İşçi sınıfınıve emekçileri semirdikçe daha da çok kazanan,palazlandıkça daha da çok semiren bu asalaklar devholdinglere dönüştükçe, kirli ellerini her yöneatıyorlar; “para gelsin de nereden gelirse gelsin!”Uyuşturucudan kadın ve insan ticaretine, tefeciliktentetikçiliğe, spordan siyasete, sahtecilikten silah-otokara para ve her türlü malın kaçakçılığına kadar hertürlü kirli işi yapmaktan geri durmuyorlar.Emekçilerin cesetleri üzerinden palazlanan bu leşkargaları kısa sürede bu ülkenin “saygın işadamları”unvanına şayan oluyorlar.

Bu kirli işlerin, patronlarla mafyanın içli-dışlıolması bu düşkünlerin tercihinden çok, bir sistemolarak kapitalizmin özünü oluşturuyor. Onlar da busayede kapitalizmin sömürü çarkını döndürüyor.Kapitalizmin özünü oluşturduğu için de, içli dışlı olaneli kanlı katilleri, asalak patronları, çeteleri vemafyayı dönüp dolaşıp yeniden üretiyor. Nasıl kibataklık sürekli sinek üretiyorsa!

Mafya ne Türkiye’de, ne de dünyada istisnai ya daarızi bir olgudur. Bir dünya sistemi olan kapitalizmkendi bağrında taşıdığı mafyatik özü her yeregötürmüştür. Mafya dünyanın her yerindeburjuvazinin koltukaltı değneği olmuştur. Kimikapitalist ülkelerde sistemi denetleyen özel biraygıttır. Mafya, başta Latin Amerika ülkeleri olmaküzere bütün dünyada komünist, halk ve gerillahareketlerine karşı burjuvazinin tetikçiliğini yapmakla

kalmadı. Aynı zamanda tüm dünyada işçilerin, ilericisendikacıların ve çiftçi hareketlerinin öncülerinikatleden vurucu timi olagelmiştir. Emperyalizminbaşta silah tekelleri olmak üzere Cocacola, Cargill,Mc Donald’s gibi tekellerin çıkarları için son yıllardaLatin Amerika ülkelerinde mücadele eden işçileri, işçitemsilcilerini ve çiftçileri katlettikleri bilinen birgerçektir.

Kapitalizm spekülatif sermayesini, her türlü kirliparasını kumarhaneleri olan büyük bankalar veborsalar üzerinden tüm dünyada dolaştırmaktadır.Bankalar ve borsalar aracılığıyla hem yüksekkomisyonlar karşılığı kara para aklanıyor, hem de buyolla elde edilen gelirlerle mafya örgütlerini finanseediyor. Kara para bankacılık sisteminde aklanarakdolaşıyor ve hem “yasal” faaliyetlere, hem de yineyeraltının finansmanına akıyor. Kara paranın yatırımaraçları arasında devlet tahvilleri ve hazine bonolarıda bulunuyor. Pek çok ülkede mafya örgütleridevletlerin önemli borç kaynağı durumunda veböylesi araçlar vesilesiyle hükümetlerin ekonomik vesosyal politikalarını belirlemede dahi etkili oluyorlar.

Bir mafya cumhuriyeti olarak

Türkiye sermaye devleti!

Kan deryası üzerine kurulu olan Türkiyekapitalizmi daha kurulurken çetelerle, mafyalarla vetetikçilerle içli-dışlı olarak kurulmuştur.Kuruluşundan itibaren başta Kürt halkı ve azınlıkhalklara, işçi sınıfına, aydınlara ve devrimcilere karşıkanlı katliamlar yapmaktan geri kalmamıştır. İçerdekanlı katliamlar yapmakla kalmamış, dışarıda kardeşhalklara karşı Amerikan ve Alman emperyalizminintetikçiliğini, ileri karakol görevini üstlenmiştir.

Birleşmiş Milletler’in 1997 yılında yayınladığı“Dünya Uyuşturucu Raporu”nda, Türkiye’nin“uyuşturucu merkezi” olduğu ifade edilmektedir.Uyuşturucu güzergâhı, çoğunluğu müslüman olan,doğunun en yoksul ülkelerinin üzerinden geçtiğibelirtilmektedir. Buna gelinen aşamada Türkiyekapitalizminin mafyalaşan ve her yönüyle çürüyenyapısını eklemek gerekiyor. Polisinden ordusuna,yargısından patronuna kadar her yönüyle, her yerdençeteleşen ve mafya cumhuriyetine dönüşen yapısınıeklemek gerekiyor.

Türkiye sermaye devletinin Kürt halkına, devrimcihareketlere ve işçi sınıfına karşı yürüttüğü imhasavaşında tetikçilik yapan karşı-devrimci güçlerini,uyuşturucu ve kara para ticaretinin ve emperyalizmeuşaklığın bedeli elde edilen gelirlerle finanse ettiğigerçeği genel olarak biliniyor. Başbakanlığın örtülüödeneğinden trilyonlarca liranın kimseye hesap

verilmeksizin aktarıldığı kontrgerilla içinde görevalmış ülkücü faşistlerin, uyuşturucu trafiğinde köşebaşlarını tuttukları herkesin malumudur. Bir kısmıKürt halkına karşı kontrgerilla faaliyeti finansmanındakullanılmak bir kısmı da şahsi hesaplara geçmeküzere, mafyatik ekonomik ilişkilerle sağlanan gelirlerdevletin koruyucu kanatları altında elde edilmiştir.

Mafya cumhuriyetinde

mafyalaşan tekstil sektörü!

Dünya çapında kapitalizmin yarattığı krizi fırsatadönüştüren, kara para aklamanın, silah ve uyuşturucukaçaklığın döndüğü sektörlerin başında tekstil sektörübulunuyor. Yüzde 90’ı kayıtdışı olan bu sektörde çoğuyerde küçük işletme ya da fabrika görüntüsü altındabu kirli işler yürütülmektedir.

Sabra Tekstil şahsında gündeme gelen bu kirliilişkileri ve işçilere dönük saldırıları kamuoyu Ravellive Günkar ile İstanbul/Güneşli’de olan Makro veKaan Tekstil’den hatırlayacaktır. Aslında bu kanlısömürü çarkı sadece bu fabrikalarda dönmemektedir.Aylarca ücretsiz çalıştırdıktan sonra bir gecedemakineleri alıp ortalıktan kaçan… Kaçamayınca daişçileri dayakla, silahla, ölümle tehdit eden bu elikanlı katiller ülkenin dört bir tarafında zorbalıklarınıyapmakta, sermaye devleti de çanak tutmaktadır.Bütün mahkemeler bu eli kanlı katillere çalışmakta,kazanılan davaların gerekleri yerinegetirilmemektedir. Düzenin bekçi köpekleri haklarıiçin direnen işçilere azgınca saldırırken, eli kanlıkatilleri sonuna kadar korumaktadırlar.

Esnek çalışma, ücretsiz izin uygulaması,sendikasızlaştırma, düşük ücret, sendikasız vesigortasız çalıştırmayı kural haline getiren…İstanbul’dan İzmir’e, Uşak’’tan Diyarbakır’a kadarülkenin dört bir yanında “ya kölelik ya da işsizlik”cehennemi dayatan bu kan emicilere bu dayetmemektedir. İstiyorlar ki bu sömürü çarkıdönerken çarkın dişlileri arasında öğütülsün amakimse sesini çıkarmasın. İstiyorlar ki kanlı çarklarıdönerken işçi sınıfı makinenin bir parçası haline gelirve nesneye dönüşen köleler yığını olsun!

Bu işçi sınıfına yapılmış bir savaş çağrısıdır;davetleri kabulümüzdür! Yanıtımız, tarihin bağrındankoparak gelen Lyon’dan Silezyalı dokumaişçilerine… 8 Mart’lardan, 1 Mayıs lara, 15-16Haziran’lardan Tariş direnişlerine… tüm savaşkanişçilerin haykırışı olacaktır. Yanıtımız; “Saraylarasavaş, kulübelere barış”tır. Yanıtımız: “Çalışarakyaşamak ya da savaşarak ölmek”tir! Yanıtımız:“Sınıfa karşı sınıf, düzene karşı devrim, kapitalizmekarşı sosyalizm!” olacaktır.

Page 9: Sİ Kızıl Bayrak 2009-24

Sabra patronu Sabri Yılmaz sermaye düzeninintipik bir temsilcisi. Sabri Yılmaz’ın geçmişte de devrimcifaaliyeti engellemeye dönük benzer girişimleri olduğubiliniyor. İşçilere katıksız sömürü sunan bu asalak patron,mafyavari kirli ve karanlık ilişkileriyle tanınıyor.Yöneten sınıfa mensup olmanın tüm imkanlarınıcömertçe kullanan Sabra Tekstil patronu“Haramidere’nin haramisi” sıfatının en çok yakıştığıpatronlardan biri.

Bu asalak burjuvanın, işçileri patronların düzeniniyıkmaya çağıran bir faaliyeti kabullenmesi ve sessizkalması tabii ki beklenemez. Hele ki “krizi fırsatadönüştürme” çağrılarının ortada dolaştığı, krizin tümyükü işçilere yıkılmaya çalışılırken en küçük bir çatlakses bile patronların yüreğine büyük korku salıyor.

Sabra Tekstil büyük ölçekli bir fabrika. Fabrikadaişçiler 450 TL gibi sefalet ücretleriyle, sigortasızçalıştırılıyorlar. Üstelik bu ücretlerin ödenmesi dahigeciktiriliyor. Yoğun ve pervasız sömürünün yaşandığıSabra’da işçiler işten atılma korkusuyla sindirilmişdurumda. İşte Sabri Yılmaz ve çetesinin tahammüledemediği de bu sömürü çarkına çomak sokulması.

Çünkü Sabri Sami Yılmaz tüm servetini bu sömürüçarkına borçludur. Hürriyet gazetesine verdiği birröportajda, tekstil sektörüne Adıyaman’da ortaokuldadüğme dikip ütü yaparak girdiğini anlatan SabriYılmaz’ın nasıl bu hallere geldiğini bir de sömürdüğüişçilere sorun. İşçilerin sömürü ve yokluktan başkaanlatacakları bir şey bulamazsınız. Sabra patronu işçileriüç kuruşa çalıştırarak, sigortasız çalışmayı işyerinde

kural haline getirerek semirmiştir. Sabri Yılmaz’ınfabrikada silahlı adamlarla dolaşması bu sömürücehennemini korumak kaygısındandır. Öyle ki, itirazeden işçilere karşı zorbalığı bir gelenek haline getirmiştir.

Sabri Yılmaz servetini kirli işlerine borçludur. Öyleki, bu harami hakkında uyuşturucu ve silah kaçakçılığıyaptığı gibi iddialar bulunmaktadır.

Sabri Sami Yılmaz, haramiliğini tekstil patronlarınınörgütü İstanbul Hazır Giyim ve Konfeksiyonİhracaatçıları Birliği’nin (İHKİB) yönetimine gelerektaçlandırmıştır. O bununla da kalmayıp burjuvasiyasetinde bir yer tutmak için önemli hamleler deyapmıştır. Öyle ki, Sabra Tekstil’in ortaklarından veSabri Yılmaz’ın akrabalarından Zeynel Abidin Yılmaz‘94 yılında CHP’den Eminönü Belediye Başkan adayıolmuştur. Böylelikle diğer haramiler gibi kendine“muteber işadamı” süsü takıp burjuva sofralarında yeraçmaya çalışmaktadır.

Sabra patronu işçilerin sırtından kurduğu sömürüimparatorluğunu, yurtdışına da taşımıştır. Öyle ki, SabraTekstil’in sahibi bulunduğu mağazaların büyük bölümüPolonya’nın başkenti Varşova’dadır.

Sabri Yılmaz, içeride dışarıda ışıltılı mağazalarındasömürü ve kan satan bir haramidir.

Sabri Yılmaz, sigortasız, asgari ücretin altındaçalıştırdığı işçiler üzerinden semiren bir sömürücüasalaktır.

Sabri Yılmaz, fabrikasının önünde yasaların da birhak olarak tanıdığı bildiri dağıtımını yapan devrimciişçilere kurşun sıkan bir şehir eşkiyasıdır.

Eli kanlı Sabra patronu hesap verecek! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 9Sayı: 2009/24 H 26 Haziran 2009

Emperyalist-kapitalist krizin derinleştiğifaturanın işçi ve emekçilere ödetilmeye çalışıldığıbu süreçte, devrimci sınıf çalışması sermayeninhaklarımıza yönelik saldırılarını püskürtmede entemel yerde duruyor.

Biz sınıf devrimcileri çalışma yürüttüğümüzalanlarda işçi ve emekçileri politikleştirmeye vedevrimci bir kanala akıtmaya çalışıyoruz. Sınıfçalışmamızdaki bu ısrar ve süreklilik hem sermayesınıfını ve hem de onun devletinin epeyce rahatsızediyor.

9 Haziran günü, 28 Haziran ‘09 tarihindegerçekleştireceğimiz Esenyurt Tekstil İşçileriKurultayı için bastığımız çağrı bildirilerini, SabraTekstil fabrikasının önünde sabah saatlerindedağıtmaya başladık. Bildiriyi dağıtmayabaşladıktan sonra fabrikanın güvenlik amiri veyanındaki şahıslar müdahalede bulundular. Bununüzerine bildirilerin yasal olduğunu, başkafabrikalara da dağıttığımızı söyledik. Ancak buaçıklamalarımıza rağmen bize saldırarak silahınıçekti ve hedef alarak ateş etmeye başladı.

İlk ateş esnasında sol bacağımın diz kapakaltından vuruldum. Bunun üzerine o bölgedenuzaklaşmaya çalıştık. Arkamızdan peşpeşe ateşetmeye başladılar. Bu ateşler sırasında yine solbacağımdan, bu kez ilk kurşunun biraz dahaüstünden vuruldum. İkinci kurşunla yere düştüm.Diğer yoldaşların da arkasından ateş ettiler. Benyaralı halde yerde yatarken yaklaşık 10-15 kişitekme ve sopalarla yine saldırdı. Olay yerinepolisin gelmesi ile bu şahıslar içeri girdi. Ben dehastaneye kaldırıldım.

Bu saldırı sermayenin işçilerin örgütlümücadelesinden duyduğu korkunun ifadesidir.Olayın sonrasında gözaltına alınan güvenlik amiriZeki Tekin serbest bırakılmıştır. Patronlarındevleti, polisiyle, mahkemesiyle ve yasalarıyla birkez daha kendi sınıfsal kimliğini açığa vurmuştur.

Siyasal bir hareket olarak, mücadele sahnesineçıktığımız ilk andan itibaren işçi sınıfı içindeçalışma yürütmüş, hem devletin kolluk güçlerinin,hem de patronların uşak tayfası tarafındandefalarca saldırıya uğramış, ancak hiçbir saldırısınıf çalışmamızdaki ısrardan ve kararlılıktanbizleri geri durduramamıştır. Sermaye devletininher saldırısı, işçi sınıfının gerçekleştireceğidevrimi bu günden görmesinden ileri geliyor.Varsın onlar saldırsınlar, her saldırıdan daha güçlüçelikleşmiş olarak çıkacağız. Onların korkularınıgerçeğe dönüştüreceğiz.

T. Alıcı

Devrimci sınıfçalışmamızı hiçbir

saldırı engelleyemez!

Eli kanlı bir haraminin portresi: Sabri Sami Yılmaz

Sendika ağalarının işçi aidatları ile sürdürdükleridilledsaltanatları Hak-İş Başkanı Salim Uslu içinsatın alınan 340 bin TL’lik makam aracıyla bir kezdaha görüldü.

Hak-İş’e bağlı bir sendika, Uslu’ya 340 binTL’lik Mercedes 320 S model makam arabası satınaldı.

İşçi sınıfının mücadelesinden ziyade sermayenindirektiflerini uygulamakla ilgilenen Hak-İş bürokratı

Uslu, 340 bin TL’lik araba alınmasına karşı yükseleneleştirilere verdiği cevapla da şaşırtmadı.

“Konfederasyonumuza bağlı bir sendika bana bu

arabayı hediye olarak almış. Güvenli arabaya

binmek benim de hakkım. Bu kimi niye ilgilendiriyor

hiç anlamıyorum” diyerek işçi aidatlarıylasürdürdüğü saltanatını arsızlıkla savunan Uslu hangisınıfın yaşam ve anlayış tarzını benimsediğini birkez daha gösterdi.

İşçi aidatıyla saltanat

Page 10: Sİ Kızıl Bayrak 2009-24

Yasalar eşit uygulanmıyor, devrimciler adil yargılanmıyor...10 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/24 H 26 Haziran 2009

Sabra Tekstil Fabrikası önünde yaşanan silahlı

saldırıda yaralanan işçilerin ve ardından düzenlenen

protestoda gözaltına alınarak tutuklanan 4 BDSP’linin

avukatları olan Meryem Asıl ve Şerife Ceren Uysal ile

hukuksal sürece dair konuştuk...

- Sizler yaralanan işçilerin hastanede alınanifadelerinden başlayarak hukuki süreci takip ettiniz.Öncelikle bu kısma ilişkin bilgi verir misiniz?

Av. Ş. Ceren Uysal: 9 Haziran günü sabahsaatlerinde iki devrimci işçinin bildiri dağıtımısırasında silahla yaralandığını öğrendik ve hastaneyedoğru yola çıktık. Öncelikle Bakırköy DevletHastanesi’nde acil servise kaldırılan Tahsin Alıcı’nınyanına gittik ve ifadesi sırasında hazır bulunduk.Tahsin’e iki kurşun isabet etmişti, ayrıca bacağındakırıklar da vardı. İlk müdahalenin ardından EsenyurtPolis Karakolu’ndan gelinerek Tahsin’in ifadesi alındı.Alıcı, ifadesinde bütün olan biteni anlattı. İfadeişleminin bitmesinin ardından saldırı olayına tanıklıketmiş kişilerin de hastanede hazır bulunduğunu veonların da tanıklığına başvurulmasını istediğimizibelirttik. Buradaki amacımız soruşturma kapsamınınderinleştirilmesini zorlamak ve olayın hasıraltıedilmesinin olanaklarını daraltmaktı. Ancakbaşlangıçta tanık dinlemeye gönüllü olan polismemurları, birkaç telefon görüşmesinin ardındantanıkları dinlemeden hastaneden ayrıldılar.

Bu tür olaylarda hukuki süreçlerin üstün körüyürütüldüğünü ve genellikle de olayın üstününkapatılmaya çalışıldığını geçmiş deneyimlerimizden debildiğimiz için aynı gün başka bir avukat arkadaşımızaracılığı ile Büyükçekmece Adliyesi’nin o günkünöbetçi savcısı ile de iletişime geçtik. Olay yerindenyalnızca Zeki Tekin isimli güvenlik görevlisiningözaltına alındığını da bu yolla öğrenmiş olduk.

Av. Meryem Asıl: Bu nokta esaslı bir soruna işaretediyor. Tahsin de, Mehmet de olaya 10-15 kişininkarıştığını ve kendilerine en azından 3-4 ayrı kişitarafından silah çekildiğini ifadelerinde belirttiler.Dahası Tahsin olay yerinde daha uzun kaldığı vedoğrudan hastaneye kaldırıldığı için saldıranlarınfabrika içerisine kaçtıklarını da görmüş ve bunu daifadesinde de belirtti. Ancak bütün bu beyanlararağmen olay yerinden yalnızca bir kişi gözaltına

alındı. O da zaten güvenlik görevlisi ve silah taşımaruhsatı var. Yani 10-15 kişi ile düzenlenen pervasız birşehir eşkiyalığı örneğini bir güvenlik görevlisineyıkmak, olayı da “güvenlik görevlisi fabrikayı korumagörevini yaparken heyecanlanıvermiş” gibi saçmasapan bir kapsama daraltmak niyeti olduğu daha baştanbelliydi. Zeki Tekin’in mahkemece serbest bırakılmasıda başlangıçtaki izlenimimizi haklı çıkardı.

- Yaralanan işçilerin ifadeleri sırasında bir sorunyaşandı mı?

Av. Meryem Asıl: İfadeler sırasında hukuki yahutfiili bir sorun olmadı. Yani yaralıları hırpalamayakalkışmadılar yahut söylenenleri tutanağageçirmemezlik etmediler. Ancak zaten mesele bukısımdan sonrası. Yaşanan basit bir adli vaka olsaydı,şu an saldırganların büyük çoğunluğunun tutukluyargılanıyor olmaları yüksek bir olasılıktı. Ancak

ortada devrimciler olunca, doğal olarak sorgununiçeriği de “siz ne yaptınız kimbilir” eksenine sıkışıyor.“Fabrikaya mı girmeye çalıştınız?”, “Sopanız mıvardı?” gibi sorularla devrimcilere yönelen şiddetinkendisini meşrulaştıracak bir zemin yaratma çabasıdaha ilk ifadeler kısmında harcanmaya başlanıyor.

- Basın açıklaması ve gözaltı sürecini hukukennasıl değerlendiriyorsunuz?

Av. Ş. Ceren Uysal: Polisin basın açıklamasınayönelik müdahalesini hukuken değerlendirmeyi gerekligörmüyoruz. Bu kısımda açıklanacak bir şey yok. Nasılki 1 Mayıs’ta Taksim’e çıkış çabaları polis terörü ileengellenmeye çalışıldıysa, yahut daha geçtiğimiz haftaiçerisinde gerek ATV-Sabah direnişçilerine, gerekseKESK’lilere barikat kurulduysa, bu da onların birbenzeri... Basın açıklaması yasal bir hak. Ancak benzersaldırılarla hemen her gün karşılaşıyoruz. Bu hak,düzenlenen açıklamanın içeriğine ve özellikle deetkisine göre keyfi bir biçimde engellenebiliyor.

Av. Meryem Asıl: Gözaltı süreci ise üzerindeözellikle durulacak bir konu. Daha baştan gerek bize,gerekse müvekkillerimize karşı ciddi anlamdasaldırgan bir tavır söz konusuydu. Başta salt kabadavranmak sınırında olan bu tavırlar,müvekkillerimizin ince aramaya karşı çıkması, bizimde “arama” adı altında yapılmaya çalışılan bu taciz veaşağılamayı engelleme çabamızla birlikte sertleşti vegerginliğe dönüştü. Bayağı bir bağırış-çağırış yaşandı.Müvekkillerimiz, sonradan öğrendiğimize görekelepçelenerek ve darp edilerek aranmış. Ennihayetinde gerilim ÇHD’nin ve Baro bünyesindefaaliyet gösteren Avukat Hakları Merkezi’nin devreyegirmesi ile engellenebilmiş oldu. Bu müdahalelerolmasaydı muhtemelen daha sıkıntılı sonuçlar ortayaçıkacaktı.

Sonuçta müvekkillerimiz, birçok başka örneklekıyaslandığında ciddi bir darba maruz kalmadılar.Ancak karakola geç gitseydik yahut farklımerkezlerden karakola telefon açılarak basınçyaratılmamış olsaydı sonuç nasıl olurdu, bu konuda birşey söylemek mümkün değil.

- Tutuklamaları nasıl değerlendiriyorsunuz?Av. Meryem Asıl: Müvekkillerimiz polise

mukavemet suçundan ötürü mahkemeye sevk edildiler.Tutuklamalar da temel olarak, yaralandıklarını sağlıkraporu ile belgeleyen 4 polis memurununmüvekkillerimizi teşhit etmesinden ileri geliyor. Ancakbu teşhisin kendisi başlı başına hukuka aykırı. Teşhisesasında şüpheli kişinin şüpheli olmayan ve sivil başkakişilerle birlikte şikayetçiye gösterilmesi biçimindegerçekleştirilmeliyken, burada müvekkillerimiz tek tekgösteriliyorlar. Doğal olarak polis memurları daeylemden gözaltına alınmış 4 kişiyi “teşhis ediyor”. Buarada daha da ilginci teşhiste bulunan 2 polis memuruaynı zamanda teşhis tutanağını düzenleyenlerin dearasında yer alıyor. Ancak mahkeme bunların hiçbirinidikkate almadı. Esasında bir önleyici tedbir olaraktutuklamanın şartlarına bakıldığında olayda bu şartlarınhemen hemen hiçbiri bulunmuyor. Ne delillerikarartma şüphesi / olanağı var, ne de kaçma... Ancakpolis memurlarının almış olduğu 1-2 günlük istirahatraporları mahkemeyi doğrudan etkilemiş oldu.

Burada asıl çarpıcı olan müvekkillerimizintutuklanması değil, sonuçta bu noktada mahkemeninbir inisiyatifi söz konusu. Çarpıcı nokta, mahkemeninuyguladığı çifte standart. Müvekkillerin sorgusundanhemen sonra, silahla yaralama şüphesiyle Zeki Tekinsorguya çıkartıldı ve aynı nöbetçi mahkemece Tekin’intutuksuz yargılanmasına karar verildi. Mahkeme bunagerekçe olarak “yaralıların üzerindeki kurşunların

Zeki Tekin’in silahından çıkıp çıkmadığının henüz

tespit edilememesini” gösterdi. Aynı mahkeme aslındamüvekkillerimizin de taş atıp atmadıklarını, sopakullanıp kullanmadıklarını tespit edememişti. Vemüvekkillerimize isnat edilen suç ile Zeki Tekin’e isnatedilen suçun cezası arasında da dağlar kadar fark vardı.Birbiri ile bağlı iki olay karşısında mahkemeninbirbiriyle çelişkili iki ayrı hüküm kurmuş olması hukuksisteminin özünü açığa çıkartır nitelikte.

Av. Ş. Ceren Uysal: Yapılan sorgular adetaformalite niteliği taşıyor. Yalnız bu olayda değil, birçokolayda da böyle. Hukuk kitaplarında mahkemeleringerçeği ortaya çıkartmaya çalıştıkları ile ilgili süslücümleler görürsünüz. Ancak bu süslü cümlelerinuygulamadaki karşılığı hemen hemen yok denecekkadar azdır. Zeki Tekin sorgusunda havaya “ateş açtım,benim dışımda ateş açan başkaları da vardı” demesinerağmen, sorgu hakiminin her nedense aklına “başkakim ateş açtı?” diye sormak gelmiyor. Bu sorunun hernasılsa atlanması/unutulması, soruşturmanın ilerleyenaşamasına da şimdiden ışık tutan bir nitelikte.

- Bundan sonraki aşamada ne olacak?Av. Meryem Asıl: Müvekkillerimizin

tutukluluğuna itirazda bulunduk. Ancak serbestbırakılmaları yönlü bir sonuç alacağımızızannetmiyoruz. Duruşma gününün gelmesinibekleyeceğiz. Yine Zeki Tekin’in serbest bırakılmasınada itiraz edeceğiz ve tanıklarımızın dinlenmesi içinyeniden girişimde bulunacağız. Tabii bunların yanındaek başka gündemlerimiz de söz konusu. Tutuklananmüvekkillerimizden Deniz Edemir MetrisCezaevi’nde ve burada tecritte tutuluyor. Cezaeviidaresi müvekkilimize ayakta sayım vermedayatmasında bulunuyor. Önümüzdeki günlerdeEdemir’in cezaevinde karşılaştığı baskı koşulları ileilgili gerekli hukuki işlemleri yapacağız ve kamuoyunuda bu konuda bilgilendireceğiz.

- Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?Av. Ş. Ceren Uysal: Son olarak şunları söyleyelim,

esasında bugün karşı karşıya kaldığımız bu hukuksuzuygulamalar yığını, ısrarla kamuoyundan gizlenmeyeçalışılan gerçekleri bir kez daha açığa çıkartıyor. Bugerçeklerin başlıcaları şöyle; yasalar eşit uygulanmıyor,devrimciler adil yargılanmıyor, polisin yargı üzerindeçok ciddi düzeyde etkisi var, polislerin yetkilerininartırılmasının sonucu şiddetin artması oluyor, savunmahakkı avukatlara dönük saldırgan tutumlarlaengellenmeye çalışılıyor ve elbette cezaevlerindebugün ciddi bir baskı ve keyfiyet hüküm sürüyor...Sabra Tekstil’in önünde başlayıp bugüne dek devameden sürece karşı gerek hukuki, gerekse fiili olarakmücadele etmek de bu yüzden özel olarak önemtaşıyor.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Sabra saldırısı ve sonrası üzerine avukatlarla kouştuk...

“Yasalar eşit uygulanmıyor, devrimciler adilyargılanmıyor, savunma hakkı engelleniyor!”

Page 11: Sİ Kızıl Bayrak 2009-24

KESK, Mayıs ayında Danışma Meclisi ve DanışmaKurulu’nu toplayarak TİS süreciyle ilgili bir takımkararlar aldı. 20 Mayıs tarihinden itibaren KESK’ebağlı sendikaların TİS talepleri ekseninde işyerlerindeörgütlenme çalışmaları başlatarak, yine işyerlerindeTİS talepleriyle ilgili eylem ve etkinlikler planlamasıgerektiğini ifade etti. Eylül ayına uzanan, bir dizieylem ve etkinlik içeren bir program ilan etti.

KESK’in TİS sürecine ilişkin hazırlık yapmayabaşladığı bu süreçte sermaye iktidarı da boş durmadı.Haziran ayında KESK’e, sendikalarına, yöneticilerineve üyelerine yönelik keyfi baskınları, gözaltıları vetutuklama terörünü devreye soktu. Tam da böylesi birsüreçte yapılması gereken bir yandan KESK şahsındakamu emekçilerine yönelik devlet terörüne karşımilitan bir karşı koyuşu tabandan doğru örgütlemek veKESK’e yönelik saldırıları TİS süreciyle birlikteişlemekti.

Ancak KESK’in hem saldırılar karşısındasergilediği tutum, hem de TİS sürecine yönelik ilanettiği eylem takvimi önümüzdeki sürecin ihtiyacınayanıt vermekten uzaktır. Baskı ve tutuklama terörünekarşı kitlesel ve militan eylemlerle sürecinörgütlenmesi gerekirken, KESK suya sabunadokunmayan eylemlerle süreci geçiştirmeye, zayıfancak yaygın eylemlerle devletin terörüne yanıtvermeye çalıştı. 29 Mayıs günü İstanbul ve Ankara’dagerçekleştirilen eylemde olduğu gibi devletin kollukgüçleri kamu emekçilerine barikat kurarak eylemleriengellemeye çalıştı. Ancak İstanbul eylemindegörüldüğü gibi kamu emekçilerine kurulan barikatsadece kolluk güçleriyle sınırlı değildi. Taksim’desaldırılara karşı sokağa çıkan öfkeli emekçilerinönündeki asıl barikat KESK yönetimindeki icazetçi,uzlaşmacı sendikal anlayışlar oldu. Emekçilerin haklıtepki ve öfkesini barikat önünde 3-4 saat süren oturmaeylemiyle dindirmeye ve dizginlemeye çalışan KESKiçindeki reformist anlayışlar eylemi basınaçıklamasıyla geçiştirdi.

Devletin bugüne kadar her türden baskı ve terörlegeriletmeye çalıştığı KESK, ne yazık ki bugüne kadargerçekleştirilen saldırılar karşısında iyi bir sınavveremedi. KESK, artan saldırılar karşısında devletindümen suyunda hareket ederek bir kez daha sınıftakaldı. En son 20 Haziran Ankara eylemi için sadecearaç sayısını ve böylece katılımı sınırlayarak değilsaldırının kapsamına uygun kitlesel ve militaneylemlilikler örgütlemekten uzak durarak aslındaböylesi bir sürecin önünü açmayı engellemiş oldu.KESK MYK’sı 20 Haziran eylemi için “malisorunları” bahane ederek ülke genelinde kaldırılacakaraç sayısına kota koydu.

KESK reformistlerinin TİS sürecine yönelik geçenyılları aşmayan eylem takvimi ve devletin sonsaldırıları karşısındaki tutumu bir kez daha fiili-meşrueylemlerle sürece yüklenmeyeceklerini, tabanıharekete geçirmek için ciddiyetle davranmayacaklarınıgöstermektedir.

TİS süreciyle bağlantısı içinde KESK’e yönelik sonsaldırıların ardından komünistlerin yaptığıdeğerlendirme KESK içindeki devrimci, öncü kamuemekçilerine düşen görevi bir kez dahatanımlamaktadır:

“Ancak esas olarak önümüzdeki sürecin kamuemekçilerine yönelik saldırılarla bağı içerisindeKESK’e yönelik saldırıların içiçe işlendiği, işyerlerinineylem alanına çevrildiği, hak alıcı eylem biçimlerinin

devreye sokularak mücadelenin tabandan örüldüğüuzun soluklu bir dönem olarak kavranması, eylemprogramının buna uygun hazırlanması, tüm güçlerinbuna uygun konumlandırılması, araç, yol veyöntemlerin buna hizmet etmesi gerekmektedir.

Bunun için uygun bir zemin ve güç vardır. Herşeyden önce sermaye devletinin kamu emekçilerineyönelik saldırıları bunun için uygun bir zeminyaratmaktadır. Diğer önemli bir faktör de sürecineylemli ve dinamik bir tarzda tabana dayalıörgütlenmesi için KESK içerisinde yeralan mücadeleciunsurlardır. Devrimciler, yurtseverler, ilerici tümdinamikler bu sürecin aktif bir militanı olarakçalışmaya hazırlardır.

Her şeyden önce KESK, bağlı sendikalar ve şubelerhızla bir araya gelmeli, aktif tüm üyelerine açık birçağrı yapmalıdır. Kamu emekçilerine ve KESK’eyönelik saldırıların aşılmasının yolunun tabana veişyerlerine dönmekten, geniş emekçi kesimleri hareketegeçirmekten, militan bir mücadele süreciniörgütlemekten geçtiğini anlatmalıdırlar. Geçmişsüreçte yapılan hata ve zaafların özeleştirisininardından bu eksikliğin hızla giderilmesi için tümgüçlere ciddi sorumluluklar düştüğünü hatırlatmalı vetam bir seferberlik hali ilan etmelidirler. Halihazırdakitüm umutsuzluklarına rağmen, KESK içerisindefaaliyet yürüten, mücadelenin tüm yükünü omuzlayandinamiklerin kendine gelmesi, mücadeleye ve KESK’egüven duyması için böylesi bir iç hesaplaşma sürecininyaşanması gerekmektedir. Geçmişin özeleştireldeğerlendirmesi, hataların bilince çıkarılmasındansonra, önümüzdeki uzun dönemi kapsayacak, birbiriniaşan ve güçlendiren, kamu emekçilerinin hizmetüretiminden gelen gücünün harekete geçirilmesinihedefleyen bir mücadele programı oluşturulmalıdır.

Taleplerin oluşturulması için uzun, sancılı veyorucu bir sürecin işletilmesine gerek yoktur.Milyonlarca kamu emekçisinin yaşadığı ve yaşamaktaolduğu tüm sorunlar taleplerin neler olması gerektiğinigöstermektedir. Herkese iş ve işgüvencesi, parasızeğitim ve sağlık hakkı, örgütlenme hakkı, grevli veTİS’li sendika hakkı, sosyal güvenlik ve emeklilikhakkı, SSGSS’nin iptali, Kamu Personeli KanunuTaslağı’nın geri çekilmesi, ücretli, sözleşmeli, taşeronistihdamın yasaklanması, esnek üretiminyasaklanması, insanca yaşamaya yetecek ücret ve bunaeklenebilecek güncel ve acil taleplerdir.

Ardından KESK’in tabanla bağını yeniden ve daha

güçlü bir şekilde kurmak, işyerlerini harekete geçirmekiçin tüm şubelerde komisyonlar, komiteler vb.oluşturulmalıdır. Bu komite ya da komisyonlar şubeyebağlı tüm işyerlerini gezmek, kamu emekçilerine veKESK’e yönelik saldırıları anlatmak, sermayedevletinin KESK’e pervasızca saldırmasının özündekamu emekçilere saldırması anlamına geldiğini ifadeetmek, militan bir mücadele sürecinin örülmesiihtiyacının zorunlu olduğunu emekçilere kavratmakmisyonuyla davranmalıdırlar. Grev ve direnişkomiteleri şeklinde işlemesi gereken bu tabanörgütlülükleri militan ve hak alıcı bir mücadelesürecinin örgütlenmesinde temel taşlar olmalıdırlar.

Emekçilere güven vermenin esas yolu mücadeleprogramı ve eylem takviminin açık, net ve hak alıcı birtarzda oluşturulması ise, diğer yanı da bununkamuoyuna ilan edilmesi ve işyerlerinde canlı, dinamikve eylemli bir tarzda örülmesidir. İşyerindeki emekçileryaptıkları tüm eylem ve etkinliklerin, tarihi, taleplerive amacı önden ilan edilmiş bir grev ya da süresiz işbırakma eylemine bağlanacağını, tüm eylemlerin greviörgütleyen bir süreç olarak işleyeceğini bilmeli, bunagöre konumlanmalıdır.

Tabanı harekete geçirmeyi hedefleyen tabanörgütlülükleri kadar önemli olan ve emekçilere güvenverecek bir diğer mekanizma da, bugünden grev vedireniş fonunun oluşturulması olacaktır. Sahte sendikayasasının yasaklarıyla kendini sınırlayan KESK, neyazık ki bugüne kadar grev ve direniş fonuoluşturmamıştır. Bu eksiklik fiilen aşılmalı ve grev fonuoluşturulmalıdır.”(Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak, Sayı:2009/21, 5 Haziran ‘09)

TİS yoksa, grev var! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 11Sayı: 2009/24 H 26 Haziran 2009

“TİS yoksa grev” örgütlenmelidir!

31 Ocak 2008’de 21 kişinin öldüğü, 117 kişininyaralandığı Davutpaşa katliamında yaşamınıyitirenlerin aileleri, katliamı unutturmamak vesorumluların yargılanması talebini yükseltmekamacıyla her Cumartesi Taksim’de olacaklarınıduyurdular.

Aileler ilk eylemlerini 20 Haziran günü Taksimtramvay durağı’nda gerçekleştirdiler.

Aileler adına yapılan basın açıklamasınıkatliamda yaşamını yitiren Kadir Cesur’un eşi ArzuCesur gerçekleştirdi. Cesur yaptığı açıklamada,patlama sonrasında içinde bulundukları durumunsuistimal edildiğini belirterek yeterli dayanışmanıngösterilmediğini söyledi.

15 aile olarak, Ankara’ya gittiklerini söyleyenCesur, Cumhurbaşkanlığına, Başbakanlığa, AdaletBakanlığı ile Hakimler ve Savcılar YüksekKurulu’ndan yetkililere dosyalarını sunduklarınısöyledi. TBMM’de bulunan siyasi partileri ziyaretederek bilgi verdiklerini ve davanın zaman aşımınauğratılmasından endişe duyduklarını ilettiklerinisöyledi.

“Bir daha Davutpaşalar olmasın” diyen Cesur,açıklamanın sonunda, bu acıların bir dahayaşanmaması ve yeni canların yanmaması içindavaların takipçisi olacaklarını ifade etti.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Davutpaşa katliamı unutulmayacak!

Page 12: Sİ Kızıl Bayrak 2009-24

Patron-polis-mahkeme terörü lanetleniyor...12 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/24 H 26 Haziran 2009

Haramilerin ininde sabra protestosuEsenyurt İşçi Plaformu ve Bağımsız Devrimci

Sınıf Platformu (BDSP), 19 Haziran günü, Sabrapatronu Sabri Sami Yılmaz’ın da yönetim kuruluüyesi olduğu İstanbul Tekstil ve Konfeksiyonİhracatçıları Birliği (İTKİB) önünde bir eylemgerçekleştirerek patron-polis-yargı terörünü kınadı.Tutuklananların derhal serbest bırakılmasını istedi.

Saat 13.30’da Çobançeşme benzin istasyonuönünde toplanan Esenyrut İşçi Platformu’ndan işçilerve BDSP’liler, “İşte tesktil haramilerinin düzeni:Sigortasız çalışma, düşük ücretler, keyfi işten atmalar,örgütsüzleştirme! / BDSP” ve “Tutuklu devrimcilerserbest bırakılsın! Eli kanlı Sabra patronu yargılansın/ Esenyurt İşçi Platformu” pankartlarını açtılar. Öfkelisloganlarla yolun tek şeridini trafiğe kapatarak tekstil

patronlarının inlerine kadar yürüdüler.

Yapılan açıklamada birçok tekstil fabrikasındaişçilere yönelik düşük ücret, sigortasız çalışma, uzunçalışma saatleri, zorunlu mesailer dayatan tekstilpatronlarının tüm bunlar yetmezmiş gibi bir deişçilere hakaret, şiddet, taciz ve fiziki saldırılardabulundukları ifade edildi.

Sabri Yılmaz’ın da Sabra Tekstil fabrikasındaişçileri 450 TL’ye sigortasız, ağır çalışmakoşullarında çalıştıran bir emek hırsızı olduğuvurgulandı. Fabrikaları, yurtdışı ve yurtiçindemağazaları bulunan bu kapitalistin sadece işçilerinalınterini çalarak değil aynı zamanda uyuşturucu vesilah kaçakçılığıyla da servetini büyüttüğü ifadeedildi.

Eylemde polisin İTKİB binası önüne yaptığıyığınak dikkat çekti. Sivil, resmi, yunus, özelgüvenlikten oluşan bir ordu patronları korumaya aldı.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Ümraniye’de Sabra protestosuÜmraniye BDSP, 23 Haziran Salı akşamı

Sarıgazi - Sancaktepe Demokrasi Caddesi üzerindegerçekleştirdiği eylemle patron-polis-yargı terörünüprotesto etti. Tutuklu devrimcilerin derhal serbestbırakılmasını istedi.

Saat 19.30’da Sarıgazi Sancaktepe Kaymakamlığıönünde toplanan BDSP’liler, “Devrimci faaliyetengellenemez! Patron kurşunladı, polis terör estirdi,yargıçlar tutukladı... Kahrolsun sermaye düzeni! /

BDSP” pankartı açıp, kızıl bayraklar taşıyarak öfkelisloganlarla Demokrasi Caddesi üzerinden SarıgaziMeydanı’na yürüdü.

Meydanda ajitasyon konuşmalarıyla patron, polis,mahkeme terörünü teşhir eden BDSP’liler,sermayenin planlı ve kapsamlı saldırılarına karşıSarıgazi emekçilerini mücadeleye çağırdı.

Basın açıklamasının ardından OSB-İMES İşçileriDerneği Başkanı M. Ali Karabulut tarafındankonuya ilişkin bir konuşma yapıldı. Karabulutsermayenin saldırılarına karşı işçi ve emekçileribilinçlendirmeye ve sınıf mücadelesini yükseltmeyeçalıştıklarını söyledi.

Sarıgazili emekçilerin ilgi gösterdiği ve yer yeralkışlarla desteklediği eyleme, Sarıgazi’dekidevrimci-demokrat kurumlar da katıldılar.

Açıklamanın ardından Demokrasi Caddesiüzerinde ajitasyon konuşmalarıyla “Sermaye sınıfıtopyekün saldırıyor... Tutuklanan üyelerimiz ve tümdevrimciler serbest bırakılsın!” şiarlı OSB-İMESİşçileri Derneği imzalı bildirinin dağıtımı yapıldı.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Ümraniye’de gözaltı terörü24 Haziran sabahı patron-polis-mahkeme terörünü

İMES’teki işçi ve emekçilere teşhir etmek üzere“Patron kurşunladı polis terör estirdi, mahkemetutukladı... Sabra Tekstil patronu hesap verecek!”şiarlı afişleri yapan sınıf devrimcileri sermayeninkolluk kuvvetlerinin müdahalesiyle karşılaştı.Faaliyetin engellenmesini gözaltı terörü izledi.

Baskılar sınıf devrimcilerini yıldıramayacak,devrimci sınıf faaliyeti engellenemeyecektir.

Ümraniye BDSP

Sabra teşhirine gözaltı...Sefaköy İnönü Mahallesi’nde, Esenyurt’ta sınıf

devrimcilerinin karşı karşıya kaldığı tutuklamasaldırısını teşhir eden BDSP’liler gözaltına alındı.

21 Haziran günü “Patron kurşunladı, polis terörestirdi, mahkeme tutukladı! Sabra patronu hesapverecek! / Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu”afişlerini asan 3 BDSP’li gözaltına alınarak SefaköyPolis Karakolu’na götürüldü. BDSP’liler aynı günakşam saatlerinde serbest bırakıldı.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Sabra saldırısı lanetleniyor...

Sabra Tekstil patronu hesap verecek! Ümraniye’de 15-16 Haziran

etkinliği15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi Ümraniye

BDSP tarafından düzenlenen etkinlikle selamlandı.İşçi sınıfının kurtuluş mücadelesinde şehit

düşenlerin anısına yapılan saygı duruşuyla başlayanetkinlik 15-16 Haziran direniş sürecini anlatansinevizyonla devam etti.

15-16 Haziran Direnişi üzerine konuşan BDSPtemsilcisi direnişin işçi sınıfına yürünmesi gerekenyolu gösterdiğini belirtti. Tarihsel önemine vurguyaptı.

Etkinlikte söz alan Entes direnişçisi GülistanKobatan da direnişin anlamı ve güncelliği üzerinekonuştu.

Soru cevap biçüiminde gerçekleştirilen canlıtartışmanın ardından 4 BDSP’liye yöneliktutuklama saldırısı üzerine konuşuldu.

Kızıl Bayrak / Ümraniye

GOP İşçi Platformu’ndan 15-16Haziran pikniği

GOP İşçi Platformu 21 Haziran’da piknikgerçekleştirdi.

Piknik programı GOP İşçi Platformutemsilcisinin güncel gelişmeler ve işçi sınıfınınörgütlenmesi üzerine yaptığı konuşmayla başladı.Platform temsilcisi konuşmasında, sermaye sınıfınınkapsamlı saldırılarını püskürtmek için her yerdeişgal, grev, direniş ateşini yakmanın ve yeni 15- 16Haziranlar yaratmanın önemine vurgu yaptı.

Şiir dinletisi, bilgi yarışması ve türkülerinsöylenip halayların çekilmesinin ardından serbestkürsü oluşturuldu. Serbest kürsüde ilk olarak Mehaişçisi söz aldı ve işçi sınıfının örgütlü hareketetmekten başka şansı olmadığını ifade etti.

Kadın bir işçi ise söz alarak yaşadığısorunlardan bahsetti, günde 12 saat sigortasız,düşük ücretle çalıştığını ifade eden kadın işçi,örgütlenmenin her zamankinden daha fazla ihtiyaçolduğuna vurgu yaptı.

Ardından metal işkolu, PTT ve tekstilde çalışanişçiler söz aldılar. Konuşmalarda yeni 15-16Haziranlar yaratmak için mücadeleyi yükseltmeçağrısı yapıldı.

Son olarak Topkapı İşçi Derneği müziktopluluğu müzik dinletisi gerçekleştirdi.

Topkapı İşçi Derneği pikniğe destek verdi.Kızıl Bayrak / GOP

15-16 Haziran

etkinlikleri...

Page 13: Sİ Kızıl Bayrak 2009-24

Entes direnişinden... Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 13Sayı: 2009/24 H 26 Haziran 2009

Direnişte 34. gün... (...) Taksim’de Sabra Tekstil’de yaşanan saldırıyla

ilgili Çağdaş Hukuçular Derneği’nin gerçekleştirdiğibasın açıklamasına katıldım.

Eylem Galatasaray Lisesi önünde yapıldı. Ağırlıklıolarak avukatların katıldığı eylemde Sabra Tekstil vekolluk kuvvetlerinin terörüyle birlikte mahkemeninadaletsizliğini teşhir eden bir açıklama yapıldı. Dahasonra yine akşam saatlerinde Gazi Mahallesi’nde SabraTekstil’de yaşanan saldırıyı protesto eden bir açıklamavardı.

Burada mahalle içinde yürüyüş gerçekleştirildi.Yürüyüş esnasında hem mahalle sakinlerinekonuşmalarla seslenilip olay anlatıldı hem de bildiridağıtıldı.

Direnişte 35.gün...Sabah direniş yerime geldikten bir müddet sonra

Sinter’den bir işçi kardeşim geldi. Onunla Ankara’dayaptıkları eylem üzerine konuştuk. (15-16 Haziran’ınyıldönümü vesilesiyle yapılan eylem). (...)

Direnişinde 36. gün..Sinter Metal direnişinden iki işçi ziyaretime geldi.

Bana “sen tazminatını da almışsın boşuna bekleme”diyorlar. Ben de onlara “asıl derdimin para veyatazminat olmadığını, işçileri böyle kolayçıkaramayacaklarını patronlara göstermek gerektiğini”anlattım. “Korktuklarından dolayı artık işçiçıkaramıyorlar. Benimki bireysel çıkar değil sınıfsalçıkar” dedim. Diğer yandan bir başka ziyaret ise Parotişçisi tarafından gerçekleştirildi. ...

(...) Çıkış saatinde Entes’teki işçilere hazırlamışolduğumuz “Entes’te Direnişin Sesi” adlı bültenimizindağıtımını gerçekleştirdik. Fabrika güvenliği vefabrikanın ortaklarından olduğunu düşündüğümüz biritarafından engellemeyle karşılaştık. Bizleri resimçekerek korkutmaya ve bahçeden çıkarmaya çalışanEntes yalakalarına bizim cevabımız tok bir şekilde“istediğinizi yapın bizler dağıtıma devam edeceğiz”oldu. Nitekim de dağıtımımızı gerçekleştirdik. (...)

Direnişin 37. günü...(...) UİD-DER’li bir işçi arkadaş ziyaretime geldi.

Hem direniş üzerine hem de Pazar günü 15-16 Haziranile ilgili hazırlamış oldukları tiyatro gösterimi üzerinesohbet gerçekleştirdik.

(...) (BDSP’nin 15-16 Haziran ile ilgiligerçekleştirdiği etkinlik) Etkinlikte ise 15-16 Hazirangörüntülerinin bulunduğu ve o tarihi günün aktarıldığısinevizyonu izledik. BDSP temsilcisi arkadaş 15-16Haziran’ın biz işçi sınıfı için önemine dikkat çekti.Özellikle milyona yakın işçinin işsiz kaldığı bir ortamda15-16 Haziran’dan çıkarılması gereken derslerinolduğunu vurgulayarak sözü bana bıraktı. Ben de Entesdirenişini 15-16 Haziran’la ilişki kurarak anlattım.

Biz öncü işçilere daha çok görev düştüğünü ve asılyapmamız gerekenin işçi inisiyatifine dayalı tabanörgütlülükleri kurmak olduğunu dillendirdim. Ayrıcaburjuvazinin Entes’te olduğu gibi kapı önünde tek kişidirense bile geri adım atacağını ve patronların ne kadarçok korktuklarını anlattım. Entes işçisi bir arkadaşfabrika önünde en son yapılan bülten dağıtımınınetkisini aktararak “dışarıda ne kadar basınç olursaiçeride de o kadar karşılık buluyor” dedi.

Direnişin ve yapılan çalışmanın anlamına değindi.Entes patronunun korkusunu anlatarak güvenlikkamerasından bütün gün Ahmet Tarık Uzunkaya’nınbeni izlediğini aktardı. (...)

Direnişin 38. günü(...) Desa işçisi Emine Arslan direnişinin 351. günü

olan 20 Haziran’da, yasal sürecin kazanımlasonuçlanmasıyla birlikte fabrika önündeki direnişinisonlandırmış oldu. Emine Ablanın eşinin ahtı varmışdireniş bitince köçek oynatacağım diye. Evet direnişbitti ve aynen dediği gibi de yaptı. Davul ve zurnaeşliğinde köçek oynattı. Dosta düşmana direnişininkazanımla sonuçlandığını ilan etti. “Direniş bitti amamücadele bitmedi” dedi. Eşi ise bana, “Senin direnişide bir gün böyle kutlayacağız” dedi. Onlar hala şenliğedevam ederken oradan ayrıldık ve “DirenişteyizPlatformu” nun da bir parçası olduğu ATV-Sabah grevikapsamında gerçekleşen Cumartesi yürüyüşünekatıldık. (...)

Direnişin 39. günü 21 Haziran günü Taksim MMO’da, Devrimci

Demokratik Sendikal Birlik’in gerçekleştirdiğikurultaya katıldım. Kurultaya, direnişini sonlandıranDesa işçisi Emine Abla da katılmıştı. Açılış konuşmasıve 15- 16 Haziran ile ilgili sinevizyon gösterimininardından sözü bana verdiler. Yaşanan süreci aktarıpyöneltilen soruları cevapladıktan sonra UİD-DER’ denişçilerin hazırlamış olduğu 15- 16 Haziran ile ilgilitiyatroyu seyrettik.

(...) Tiyatronun ardından UİD-DER’den arkadaşlarlaoturup Entes üzerine sohbet ettik. Entes işçilerinihareketlendirmek için neler yapılabileceğini tartıştık...

Direnişin 40. gün...(...) Eski Gürsaş işçisi olan ve sendikalaşma

yüzünden işten çıkarıldıkları için fabrika önünde bellibir süre direnen işçi arkadaşlar ziyaretime geldiler...

Gürsaş’taki arkadaşım “Bugün artık çok sıkıldımsoluğu sizin yanınızda aldım” dedi. Biz de onugördüğümüze çok sevindik. Onunla direniş sayesindetanışmıştık ve direniş bitmesine rağmen hala bizigörmeye gelmesi umut verici bir şey. Onların ardındanziyaretime E-Kart işçisi dört arkadaş geldi. Direnişler

üzerine kısa bir sohbetten ve fotoğraf çekimiyapılmasının ardından direniş yerinden ayrıldılar. Ayrıcabugün yaşanan bir diğer önemli gelişme ise Entes’teçalışmaya devam eden bir arkadaşımın, Entes işçilerinindireniş güncesini okuduklarını söylemesi oldu. ...

Direnişin 41. günBu hafta Entes işçilerinin bir kısmı ücretli bir kısmı

ise ücretsiz izne ayrıldılar. O yüzden kimseyigöremiyorum. ...

(...) Entes’e staj görmeye gelen öğrencilere nedenbeklediğimi anlattım.

Direnişin 42. günİlk işim işsizlik maaşını alıp almayacağımın

sonucunu öğrenmek için Ümraniye İşkur’a gitmek oldu.Henüz sonuçlanmaması üzerine direniş yerine gitmekiçin yola koyuldum. ...

(...) Fabrika önündeki bekleyişim sırasında Genel-İşsendikasından emek dostları ziyaretime geldiler. Yapmışoldukları ikinci ziyaret ile gerçekten de işçiden emektenyana olduklarını göstermiş oldular.

(...) İstanbul Üniversitesi öğrencilerine yapılan faşistsaldırıları kınamak ve yanlarında olduğumuzu belirtmekiçin “Direniş Platformu” olarak “faşizme karşı omuzomuza” yazılı pankartımızla birlikte eyleme katıldık.(...)

Entes direnişçisi Gülistan Kobatan

Entes direniş güncesi...

Çiğli İşçi Kültür Evi Emekçi Kadın Komisyonu,Gülistan Kobatan’la dayanışma amacıyla 24 Hazirangünü Çiğli Belediyesi önünde basın açıklamasıgerçekleştirdi. Eylemde “Direnen Entes işçisi emekçikadınlara yol gösteriyor! Gülistan Kobatan yalnızdeğildir! / İşçi Kültür Sanat Evi Emekçi KadınKomisyonu” şiarlı pankart açıldı.

Sloganlarla başlayan eylemde Emekçi KadınKomisyonu’nun Entes işçisi Kobatan şahsındakapitalizmin dayattığı baskı ve sömürüye karşıyükselen haykırışa ses katmak için, sınıfdayanışmasını örmek amacıyla hareket ettiği ifadeedildi. Krizin faturasını ödemeyi reddeden Entesdirenişçisi Gülistan Kobatan’ın, DESA direnişçisiEmine Arslan’ın yaktığı kıvılcımı büyütmeyeçalıştığı söylendi.

Entes direnişçisi Kobatan’ın işten atılma vedirenişe geçme süreci anlatıldıktan sonra patronlarınsınıf bilinçli, örgütlü işçilere ve sınıf devrimcilerineyönelik saldırılarına değinildi. Patronların butahammülsüzlüğünün son örneği olarak da SabraTekstil patronu tarafından gerçekleştirilen silahlısaldırı anlatıldı.

Açıklama şu sözlerle son buldu:

“Bizler İşçi Kültür Sanat Evi Emekçi KadınKomisyonu olarak Gülistan Kobatan’ın direnişini vemücadelesini selamlıyoruz. Bulunduğumuz alandabaşta Entes işçisi olmak üzere direnen tüm işçilerleetkin bir dayanışma sergileyeceğimizi ilan ediyoruz.”

Kızıl Bayrak / İzmir

Çiğli’de Kobatan’la dayanışma!

Page 14: Sİ Kızıl Bayrak 2009-24

Sınıfa karşı sınıf!14 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/24 H 26 Haziran 2009

IBM’de plaza eylemi…Tez-Koop-İş Sendikası İstanbul 2 No’lu Şube,

“IBM’de sendikal haklara saygı istiyoruz!” talebiyle18 Haziran günü Levent Yapı Kredi Plaza önünde bireylem gerçekleştirdi.

Kamudaki TİS sürecine süren grev ve direnişleredeğinilen basın açıklamasında E-Kart ve ATV-Sabah

greviyle dayanışmayı yükseltme çağrısı yapıldı.EMO İstanbul Şubesi ve T. Harb-İş Sendikası

Anadolu Yakası Şubesi eyleme destek verdi.EMO İstanbul Şube Başkanı Erhan Karaçay

IBM’deki örgütlenmenin her zaman destekçisiolacaklarını belirtti.

Ardından IBM emekçileri adına ElvanDemircioğlu basın açıklamasını okudu. Tez Koop-İş’in IBM’deki örgütlenme sürecini anlatanDemircioğlu krizle beraber yaşanan işten atmalaradeğindi.

İstanbul çapındaki grev ve direnişlerle dayanışma

çağrısının yapıldığı açıklama kıdem tazminatınıngaspedilmesine karşı tek yolun genel grev olduğuvurgusuyla son buldu.

Kızıl Bayrak / İstanbul

DESA işçilerinin işe iade kararıonandı!

Sendikaya üye oldukları için DESA’da işten atılanişçilerin, işe iade davaları işçiler lehine sonuçlandı.

Yerel mahkeme, 24 Aralık 2008 tarihinde Sefaköyve Düzce DESA fabrikalarında işten çıkarılan işçilerinişten atılma sebebinin “sendikal neden” olduğunubelirtmiş ve işçilerin işe iadesini karara bağlamıştı.Bundan sonra DESA işvereni karara itiraz ederekdavayı temyize götürmüştü. Ancak Yargıtay tarafındanda bu karar onaylanarak işçilerin “sendikal nedenle”işten atıldıkları kesinleşti.

Yargıtay’ın onama kararıyla beraber işçiler işlerinegeri dönebilecek ya da 12 aylık sendikal tazminat ile 4

ay boşa geçen süre dahil tüm alacakları DESA patronutarafından hesaplarına yatırılacak.

DESA’da direniş kazandı!DESA Deri’nin Sefaköy’deki fabrikasında işten

atılan Emine Arslan, 20 Haziran günü direnişinin 352.gününde fabrika önünde gerçekleştirilen basınaçıklamasıyla fabrika önündeki bekleyişini noktaladı.

Küçükçekmece İşçi Platformu çalışanları, “DirenenDESA işçisi kazandı! Yaşasın sınıf dayanışması /Küçükçekmece İşçi Platformu” pankartı açarakaçıklamaya destek verdi. Yolun tek şeridini kapatılaraksloganlarla fabrika önüne yüründü.

T. Deri-İş Sendikası Genel Teşkilatlanma SekreteriGürsel Menteşe bir konuşma yaparak DESA işçilerininDüzce’de 418 gün, Sefaköy’de 352 gündürdirendiklerini ifade etti ve DESA patronununDüzce’de 41 sendika üyesini ve Sefaköy’de EmineArslan’ı işten attığını, patronun işçilere direnişibırakmaları için para ve iş teklifinde bulunduğunu,üyelerini istifaya zorlayarak işten atmakla tehditettiğini vurguladı.

İşe iade kararının ardından DESA patronunungöstermelik olarak 3 işçiyi işe geri aldığını, 15 işçininde tazminatlarını ödediğini söyledi.

Ardından Emine Arslan söz alarak mahkemeninkazanıldığını ancak işverenin kendilerini işe gerialmaya yanaşmadığını belirtti. Para için değil sendikaiçin mücadele ettiklerini sözlerine ekleyereksürdürdükleri direnişin burada bitmediğini,mücadelenin süreceğini vurguladı.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Hava-İş, Sabiha Gökçen’deörgütlendi

İstanbul Sabiha Gökçen Uluslararası HavalimanıYer Hizmetleri AŞ çalışanları Hava-İş Sendikası’ndaörgütlendi.

ISG bünyesinde çalışan 700’e yakın işçininçoğunluğunu üye yaparak 19 Haziran günü, Çalışmave Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na yetki tespitbaşvurusunda bulunan Hava-İş, ISG bünyesindeçalışan 2 üyesinin işten atılmasını protesto etti.

Hava-İş Sendikası yöneticileri toplu sözleşmeninkaçınılmaz olduğunu belirtti.

Hava-İş Sendikası Genel Başkanı Atilay Ayçin,“Sizler artık büyük Hava-İş ailesinin birer ferdisiniz,bundan sonra sonuna kadar hep birlikte hareketederek haklarımızı birer birer alacağız” dedi.

Cumartesi yürüyüşlerine polisbarikatı

20 Hazian günü ATV-Sabah grevcileri ve destekveren kurumların gerçekleştirmek istediği Cumartesiyürüyüşü polis barikatıyla engellendi. Polisin tutumuoturma eylemi ile protesto edildi.

Basın açıklamasını TGS Genel Sekreteri SergülKeskin gerçekleştirdi. Sergül yaptığı açıklamada,geçen hafta grevdeki basın emekçileri ile birlikteTBMM’de grubu bulunan siyasi partileri ziyaretettiklerini söyledi ve yapılan görüşmelere ilişkinbilgilendirmede bulundu. Ayrıca toplu sözleşmegörüşmeleri uyuşmazlıkla sonuçlanan Halk TV’de, 3’üsendikalı olmak üzere 4 kişinin iş akitlerininfeshedilmiş olduğunu söyledi. Sendikal örgütlenmeninolduğu bir işyerinde hangi gerekçe ile olursa olsun

İşçi ve emekçi hareketinden...

“Tam Gün” Yasa Tasarısı’na karşı eylem kararıalan Türk Tabipleri Birliği ve Tabip OdalarıTürkiye’de üniversite hastanelerinin bulunduğuillerde eylemdeydi.

24 Haziran günü İstanbul, Ankara ve Adana’daeylemler gerçekleştiren hekimler özlük haklarınınkaybına izin vermeyeceklerini duyurdular.

Hekimler İstanbul’da yürüdüİTO üyeleri Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nden

Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne yürüdüler.Pekçok kurumun destekçisi olduğu yürüyüş TTB

Merkez Konseyi üyesi Ali Çerkezoğlu’nunCerrahpaşa Tıp Fakültesi bahçesinde yaptığıkonuşmayla başladı.

Çerkezoğlu hastanelerin işletme halineçevrilmesine izin vermeyeceklerini söyledi.Konuşmada, Sağlık Bakanlığı ve hükümet protestoedildi.

Eylemde, “Sağlık hakkı, mesleki bağımsızlık, cangüvenliği, iş ve ücret güvencesi için birleşikmücadeleye” şiarlı ortak pankart ve “Sağlık mal,emeğimiz maliyet unsuru değildir / İstanbul TabipOdası” pankartı taşıdındı.

Yürüyüşün ardından Haseki Eğitim ve AraştırmaHastanesi önüne gelen kitleye İTO Genel SekreteriHüseyin Demirdizen seslendi. Hükümetin hekimlerintaleplerini ve itirazlarını dikkate almaması halindeyeni mücadele kararları alacaklarını belirtti. Eylemeyaklaşık 400 kişi katıldı.

Ankara’da hekimler eylemde...ATO üyesi hekimler de “Tam Gün” Yasa

Tasarısı’nın geri çekilmesi talebiyle Gazi Hastanesiönünde basın açıklaması yaptılar.

Açıklamayı okuyan ATO Başkanı Gülriz Ersöz“Tam Gün” ve “Kamu Hastane Birlikleri” yasatasarılarının, hekimlerin özlük haklarının kaybı,eğitim için azalan zaman, hekim niteliğinin düşmesi,sağlık hakkının gözden çıkarılması ve çalışanların

sağlığının daha da bozulmasına yol açacağını söyledi.

Adana’da “Tam Gün” eylemi...Çukurova Devlet Hastanesi önünde

gerçekleştirilen basın açıklamasında son dönemdesağlık alanında gündeme gelen bir dizi değişikliğinsonucu olarak sağlık alanının hızla taşeronlaştığı vepiyasalaştığı ifade edilerek bunun sonucunda dahalkın sağlık hakkının hızla yok edildiği ve sağlığınfinansmanının halkın omuzlarına yüklendiğisöylendi.

Adana Tabip Odası Başkanı Rıza Mete tarafındanokunan basın metninde hükümetin yasadeğişikliklerini meclis gündemine taşıyarak sağlıkhizmetlerini piyasalaştırma noktasındaki kararlılığınıgösterdiğini, IMF politikalarından biri olan buuygulamaların krizin de etkisiyle ivmelendiğini ifadeetti.

Kızıl Bayrak / İstanbul-Ankara-Adana

Hekimler “Tam Gün” Yasa Tasarısı’na karşı alanlarda!

Page 15: Sİ Kızıl Bayrak 2009-24

arkadaşlarının işten atılmasını kınadı. Belediye-İş adına yapılan konuşmada ise polis

barikatı kınandı. Eylemde, “ATV Grevi sürüyor dayanışma

büyüyor” pankartı taşındı.Kızıl Bayrak / İstanbul

Direnişteki Kent A.Ş. işçilerine polissaldırısı...

Kent A.Ş. işçilerinin Karşıyaka ÖrnekköyŞantiyesi’nde devam eden direnişlerine 22 Hazirangünü polis saldırdı.

Kent A.Ş. işçilerinin beklediği şantiyeye yığınakyapan çevik kuvvet saat 05.00 sularında direnişçiişçilere müdahale etti.

İşçiler, şirket yetkililerinin şantiyeyi boşaltmagirişimine araçların önüne yatarak engel oldu.

Polis saldırısı sırasında yaklaşık 30 kişininbulunduğu belirtilirken polis saldırısını haber alandiğer işçiler de şantiyeye geldiler.

İşçilerin bir kısmı da CHP İzmir İl Binası’na gitti.Sendika yöneticileri ve işçi temsilcilerinin yaptığıgörüşmeden sonuç alınamadı.

İşçilerin aileleriyle birlikte bekleyişi sırasındaCHP’li belediye başkanı Cevat Durak atılansloganlarla protesto edildi.

Kızıl Bayrak / İzmir

Tıp fakültesi öğretim üyelerindenaçıklama

Tıp fakültelerinde çalışan öğretim üyeleri, 23Haziran günü İstanbul Tabip Odası’ndagerçekleştirdikleri basın toplantısıyla, tıp fakülteleriniilgilendiren güncel sorunlara ve “Tam Gün” YasaTasarısı’na ilişkin başlattıkları imza kampanyasınıkamuoyuna duyurdu.

Öğretim üyeleri, hak ettikleri, emeğinin karşılığıolan, emekliliğe yansıyacak gelirle tam günçalışmaktan yana olduklarını, çalışma yaşamlarını,mesleklerinin bir öğesi olmayan performans puanlarıtoplamaya çalışarak geçirmek istemediklerinisöylediler.

Öğretim üyeleri, hazırladıkları ve ilk imzacı olarak316 öğretim üyesinin imzaladığı metni kamuoyunasunarak imza kampanyası başlattıklarını, kampanyanınwww.tıpfakultelerininsesi.net sitesi üzerindenyürütüleceğini, toplanan imzaların TBMM Başkanlığıve diğer ilgili kurumlara sunulacağını duyurdular.

Kızıl Bayrak / İstanbul

SES: “Sürgün kararı geri alınsın!”SES Şişli Şube Başkanı Rabia Tuncer ve Şube

Sekreteri Akife Aktaş’ın şube sınırları dışına sürgünedilmesine ilişkin SES, Okmeydanı Eğitim veAraştırma Hastanesi Başhekimlik önünde 23 Hazirangünü basın açıklaması gerçekleştirdi.

“SES Şişli Şube” pankartının açıldığı eylemde,basın açıklamasını SES Genel Başkanı Bedriye Yorgunyaptı. Yorgun, AKP hükümetinin 6 yılı aşkın süredir.Sağlıkta Dönüşüm Programı adı altında sürdürdüğü vehalen yasal hazırlıklarını yürüttüğü özelleştirme-piyaslaştırma uygulamalarının devam ettiğini belirtti.

Yorgun, sürgünün hukuksuz olduğunu belirterek,şube yöneticilerinin, yürüttükleri çalışmalar nedeni ilesürüldüklerini söyledi.

Açıklamanın ardından İTO Genel SekreteriHüseyin Demirdizen, Haber-İş 1 Nolu Şube BaşkanıLevent Dokuyucu ve KESK Genel Başkanı SamiEvren birer konuşma yaptı.

Kızıl Bayrak / İstanbul

ATV-Sabah’ta mahkeme günü...Turkuvaz Grubu’na bağlı gazete, dergi ve

televizyonlarda grevde olan basın emekçileri 24Haziran günü Turkuvaz Radyo TelevizyonHaberleşme ve Yayıncılık A.Ş Yönetim Kurulu üyeleriile yetkilileri hakkında sendikal haklarınkullanılmasının engellenmesi gerekçesiyle suçduyurusunda bulundular.

TGS üyeleri, şüpheliler hakkında belirtilen tümdelillerin değerlendirilerek gerekli soruşturmanın

yapılmasını ve sorumluların cezalandırılmaları içinhaklarında kamu davası açılmasını talep ettiler.

Ardından ATV-Sabah emekçisi Ender Ergün’ünSirkeci 8. İş Mahkemesi’nde görülen “işe iadedavası”na geçildi.

Duruşmada, Ender Ergün’ün davayı kazandığıaçıklandı.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Sınıfa karşı sınıf! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 15Sayı: 2009/24 H 26 Haziran 2009

Sağlık emekçileri: “Emekçiye değilpatronlara vergi!”

SES “üst vergi dilimine girdikleri” gerekçesiylesağlık emekçilerinin maaşlarından kesilmek istenenvergi ödemelerine karşı “Emekçiye değil patronlaravergi” sloganıyla 19 Haziran günü Samatya Eğitim veAraştırma Hastanesi önünde basın açıklamasıgerçekleştirdi..

SES Aksaray Şubesi adına basın açıklamasınıokuyan Sibel Can, Maliye Bakanlığı tarafındanbaşlatılan inceleme hakkında bilgi verirkenhükümetin sağlık emekçilerinin cebinden eliniçekmesini istedi.

Eyleme hasta yakınları da alkışlarla destekverirken açıklamanın ardından söz alan SES AksarayŞube Başkanı Songül Beydilli; uzman doktor,hemşire-teknisyen, memur-hizmetli ve asistanlarınaldığı sefalet ücretine dikkat çekti.

Hükümetin sermayeden vergi keserken sağlıkemekçilerine yeni vergiler yüklemesini kabuletmeyeceklerini belirten Beydilli, Sağlıkta DönüşümProgramı’yla da niteliksiz sağlık hizmetiuygulamasının yaygınlaştırıldığını hatırlattı.

Kızıl Bayrak / İstanbul

SES Sağlık Bakanlığı önündeSES üyeleri 19 Haziran günü Sağlık Bakanlığı

önünde gerçekleştirdikleri basın açıklamasıylahükümete toplu sözleşme çağrısı yaptı.

Açıklamada, paran kadar sağlık anlayışı ve KamuHastane Birlikleri Yasa Tasarısı ile hastanelerinticarethaneye dönüştürülmek istenmesi protesto edildive KESK’e yönelik saldırılar kınandı.

Ardından KESK Genel Başkanı Sami Evren birkonuşma yaptı. Evren konuşmasında IMFprogramları ile sağlık hakkının gaspedilmesinedeğindi. Hükümeti TİS’e çağırdı.

Kızıl Bayrak / Ankara

Tüm Bel-Sen TİS hakkı içinAnkara’daydı!

Tüm Bel-Sen’in TİS hakkı için başlattığı yürüyüş19 Haziran günü Ankara’da gerçekleşen eylemlesonlandı. Farklı illerden gelen Tüm Bel-Sen’liemekçiler Demirtepe’deki Tüm Bel-Sen Genel

Merkezi önünde toplanarak Başbakanlık’a doğruGMK bulvarı üzerinden yürüyüşe geçti.

Kızılay Meydanı’nın panzerlerle kapatılmasıüzerine “Emekçiye değil, çetelere barikat!” sloganıatıldı.

Bakanlıklar önüne gelindiğinde Tüm Bel-SenGenel Başkanı Vicdan Baykara tarafından yapılanaçıklamada KESK’e yönelik saldırılar kınandı.

Belediye yönetimlerini ve hükümeti TİS hakkınıtanımaya ve gereken düzenlemeleri yapmaya çağıranBaykara taleplerini sıraladı.

Açıklamasının ardından KESK Genel BaşkanıSami Evren Tüm Bel-Sen’in toplu sözleşme hakkınıngaspedilmeye çalışıldığını belirtti.

Konuşmaların ardından bir heyet İçişleriBakanlığı ile görüşmeye ve TİS’e ilişkin hazırlanandosyayı sunmaya gitti.

Kızıl Bayrak / Ankara

KESK TİS hakkı için yürüdü...Türkiye’nin dört bir yanından gelen KESK üyeleri

TİS hakkı için 20 Haziran günü Ankara’da buluştu.KESK’li emekçiler Maltepe’de buluşup GMK

Bulvarı üzerinden Başbakanlığa doğru yürüyüşegeçti.

En önde talepleri içeren KESK pankartıtaşınırken, pankartın arkasında üzerlerinde tutuklanansendika üyelerinin isimlerinin yazılı olduğu dövizlertaşıyan sendika yöneticileri yürüdü. Kortejindevamında Diyarbakır, Ağrı, Muş, Batman, İstanbul,Van, Edirne vb. birçok ilden gelen KESK’liler kendipankartlarıyla yürüdü. KESK kortejlerininarkasındaysa eyleme katılan örgütler yer aldı.

Bakanlıklar önünde tutuklanan sendikacılaraselam gönderildi.

KESK Genel Başkanı Sami Evren, siyasi iktidarınbugüne kadar emekçilere işsizlikten ve adaletsizliktenbaşka bir şey vermediğini söyledi. AKP’nin krizinfaturasını ödemeye itiraz edenlere, emeğini veözgürlüğünü savunanlara karşı faşizan uygulamalarıreva gördüğü hatırlatıldı. Tüm bunların bilincindeolan ve mücadele eden bir sendika olmasından dolayıKESK’in hedef seçildiği belirtildi. Hükümet TİSmasasına oturmaya çağrıldı. Evren son olarak “TİSyoksa grev var!” dedi.

Açıklamanın ardından tutuklu sendika üyelerininselamları iletildi.

Kızıl Bayrak / Ankara

Kamu emekçilerinden TİS eylemleri

Page 16: Sİ Kızıl Bayrak 2009-24

Sivas’ın ateşi 16 H Kızıl Bayrak H Sayı: 2009/24 H 26 Haziran 2009

CMYK

Günler öncesinden planlanan katliam, 2 Temmuz1993’te Sivas Madımak Oteli’nde sahneye konuldu.Oteli saran devlet güdümlü dinci ve faşist katillerinkuşatması tam 8 saat sürdü. Sermaye devleti 35 aydınlıkyüzlü insanın katledilmesini neden oldu.

O gün Sivas’ta devlete rağmen değil, bizzat devletingözetiminde bir katliam yaşandı. Dinci-faşist örgütlergünler öncesinden katliam çağrısı yapan bildirilerdağıtırken devlet oradaydı ve olacaklardan haberdardı.Gerici yerel basın Aziz Nesin’i ve Pir Sultan AbdalŞenlikleri’ni hedef gösteren kışkırtıcı yayınlar yaparkendevlet oradaydı. Kur’an kurslarından devşirme bir kısmıçevre illerden getirilmiş çoğu çocuk yaştaki göstericigüruhu saldırılara başlarken devlet orada, görevininbaşındaydı. Öğlen saatlerinde gösterilerle başlayıpetkinliklere saldırılarla süren, 8 saat sonra MadımakOteli’nin ateşe verilmesiyle doruğuna çıkan olaylaryaşanırken polisiyle, askeriyle, resmi ve sivil tümgüçleriyle devlet oradaydı. Tüm devlet yetkilileri, çevreillerin valilikleri ve emniyet güçleri olaydan haberliydi.

Olaylar adım adım tırmanırken, en üst kademesinekadar devlet yetkilileri (Cumhurbaşkanı SüleymanDemirel, Başbakan Tansu Çiller, Başbakan YardımcısıErdal İnönü, Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş,İçişleri Bakanı Mehmet Gazioğlu ve diğerleri)gelişmelerden an be an haberdar edilmişlerdi. Fakatnedense talep edilen yardım gelmediği gibi, oradabulunan kolluk kuvvetlerine gösterici güruha karşı güçkullanılmaması talimatı verilmişti.

Tanıkların anlatımına göre, kentin hiçbir yerindekaldırım çalışmasına rastlanmazken, o günlerde yalnızcaotelin etrafındaki sokaklarda yığınlar halinde kaldırımtaşları vardır. Bu taşlar oteli taşlamak için öndenhazırlanmıştır.

Sözde kalabalığı yatıştırmak için bir konuşmayapmak üzere otel önüne getirilen RP’li BelediyeBaşkanı Temel Karamollaoğlu, “Bir defa şöyle bir fatihaokuyalım. Şunların ruhuna el fatiha” diyerek kıvılcımıçakmıştır. Bu şahıs olayları perde arkasında yönlendirenbaş provokatörlerden biri olarak, yargılanmamıştır bile.

Yangını söndürmek için gelen itfaiye, otel yanıptutuştuktan sonra harekete geçirilmiştir.

Sermaye devletinin kolluk güçleri, katliam içinsaatler öncesinden harekete geçen bırakalım dinsel gericive faşist güruhun önünü kesmeyi, onların etrafındagüvenlik şeridi oluşturdular. Sivas’ta 8 saat boyuncakatliamı izlemekle yetinen, katliam haberi ülkenin hertarafına ulaştığında Sultanahmet’te katliamı protestoetmek isteyen kitleyi yürütmeyen, en küçük eylemlerişiddetle bastıran aynı kolluk güçleriydi. Katliamcılarınsayıları her geçen saat daha da artarken, Sivas TugayKomutanı asker takviyesi istenmesine olumsuz yanıtverdi. Madımak Oteli yakılmadan kısa bir süre önce“içeride asker var mı? İçeride polis var mı?” diyerek,katliam öncesinde son kontrolleri yapanlar, Sivas’tagörev yapan polis ve asker yöneticileriydi.

Dinci-faşist güruh Madımak Oteli’ni taşladığı esnadapolis telsizinde gerçekleşen şu diyalog gerçeğe yeterinceışık tutuyor. Polis telsizinden bir anons:

“- Taş atıyorlar, ne yapalım?” Cevap veriliyor: “-Anlaşıldı. Müdahale etmeyin.” Sermaye devletinin

katliamcı politikasının özü özeti, işte bu iki sözcüktedir:“Müdahale etmeyin!“

Tüm düzen güçleri katliamı ve katliamcıları sahiplendi!

Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel,ortada yakılarak katledilen 35 cansız beden varken,büyük bir utanmazlıkla “halktan kimseye bir şey olmadı,meseleyi büyütmeyin” der. Katliamın ardındanBaşbakan Çiller’in yaptığı açıklama neyin kaygısınınduyulduğunun ibret verici bir belgesidir: “Çok şükür,otelin dışındaki vatandaşlarımızın burnu bilekanamamıştır”! 35 cana karşılık gerici güruhtankimsenin burnunun kanamamış olmasından duyulansevinç asıl suçluları ele vermiyor mu?

Dönemin İçişleri Bakanı Mehmet Gazioğlu, katillersürüsüyle kolluk güçlerinin karşı karşıya gelmemesini,“halk ve güvenlik güçleri karşı karşıya getirilmedi“diyerek sevinçle karşılar.

Dönemin Başbakan Yardımcısı ve SHP GenelBaşkanı Erdal İnönü, aydınların yardım çığlıklarına“devlete güvenin” diyerek yanıt verir ve insanlaryakılırken koltuğunda pişkince oturmaya devam eder.

Burjuva medya ertesi gün sayfalarına aynı içeriktemanşetler attı: “Sivas’ta Aziz Nesin İsyanı: 35 Ölü”(Hürriyet), “Kanlı Cuma: Aziz Nesin’i protestogösterileri katliama dönüştü...” (Sabah), “Sivas’ta Kanlıİsyan” (Milliyet). İki-üç gün sonra ise, bu kez gerici birtakım isimleri hedef olarak gösteren tekelci medya, birtaraftan da güvenlik güçlerinin Aziz Nesin’i nasılkurtardığı yalanlarıyla sayfalarını süslüyordu. Oysa,daha sonra Lütfi Kaleli, itfaiye erlerinin “hayvan o,öldürün onu” diyerek Aziz Nesin’i aşağıda bekleyengözü dönmüş kalabalığın içine attığını, aralarındapolislerin de bulunduğu kişilerce hırpalanan AzizNesin’in canını zor bela kurtardığını açıkladı.

Bazı yaralılarda ölü katılığı oluşmadığı, vücutlarıhala soğumadığı halde saatlerce müdahale edilmedi.Bazıları ise ölüp ölmediği doğru dürüst kontroledilmeden ölenlerle birlikte morga kaldırıldı. Daha sonrahayata döndürülen öykücü-yazar Lütfiye Aydınbunlardan biridir.

Katledenler el birliğiyle olayları Alevi-Sünniçatışması, Aziz Nesin’in neden olduğu bir provokasyonolarak göstermeye çalıştılar.

Sivas katliamı davasının amacı, devleti aklamaktan ibaretti!

Katliamdan sonra görülen Sivas davası, devletinaklanması, düzenin temel ihtiyacı olan kitle desteğininalınması temelinde şekillendirilir. Sivas katliamı “laikdevleti yıkmayı amaçlayan bir eylem” olaraktanımlanarak, katliamın sorumlusu olan devlet katliammağduru olarak gösterilmeye çalışılır. Sermaye devleti,Sivas davasında verilen cezalar ile sorumlusu olduğukatliamın faturasını çapulcu sürüsüne keserek katliamcıyüzünü gizlemeye çalışır. Kitlelerin, “ordunundestekçisi” ve “Cumhuriyetin bekçisi” konumunaçekilmesi için yoğun bir çab sarfedilir. Alevi işçi ve

Sivas katliamı

birleşik, kitlesel dev

Page 17: Sİ Kızıl Bayrak 2009-24

sönmeyecek! Sayı: 2009/24 H 26 Haziran 2009 H Kızıl Bayrak H 17

CMYK

emekçilerin birikmiş öfkesi, “laik-antilaik” ikilemiüzerinden düzen kanallarına akıtılmak istenir. Aynıyöndeki çaba bugün de sürmektedir.

Başta Alevi kökenli işçi ve emekçiler olmak üzere tümöncü işçi ve emekçiler bu gerici manevralar konusundauyanık olmalı, her soruna “sınıfa karşı sınıf”perspektifinden bakmalıdırlar. Komünist ve devrimcigüçler de, düzen güçlerinin aldatıcı manevralarını teşhirederek, işçi sınıfı ve emekçileri burjuva gericiliğininyedeğine düşmeme konusunda tekrar tekraruyarmalıdırlar.

Dinsel gericilik, sermaye devletinin

vazgeçilmez silahıdır!

Burjuvazi, sınıfsal iktidarına yönelmeye başlayantehditlere karşı din olgusuna yeniden sarılarak, tıpkıkendisinden önceki mülk sahibi egemen sınıflar gibi dini,kitleleri düzene bağlamanın bir aracı olarak kullanacaktır.Burjuvazi, kurulu düzeninin temellerini sarsacak ya datümüyle ortadan kaldırabilecek devrimci yükselişdönemlerinde, diğer yöntemlerin yanısıra dinsel gericiliğibizzat kendi eliyle palazlandırır. Sermaye düzeni vedevletini yıkmak için ayağa kalkmış emekçi kitlelerimezhep ayrımları, dinsel farklılıklar gibi yapay ayrımlarekseninde bölmeyi hedefler. Çürümüş kapitalizmkoşullarında, burjuvazi ve onun adına ülkeyi yönetenlerin“laiklik” iddiaları kaba bir ikiyüzlülükten ibarettir. Bununörnekleri döne döne yaşanmıştır ve yaşanmaya devametmektedir. Sivas katliamı sonrasında ortaya çıkangerçekler, Osmanlı dönemi politikalarının tartışmagötürmez bir mirasçısı olan sermaye devletinin dinselgericiliğin arkasına gizlenerek oynadığı rolü bir kez dahagözler önüne sermiştir. Bu hiç de AKP dönemiyle sınırlıbir olgu da değildir.

Kuşkusuz ki, sermaye iktidarı ayakta kaldıkça, dinikullanmaya, işçi ve emekçilerin dinsel duygularınıistismar etmeye devam edecektir. Bugün kimi Alevikurumlarının başında bulunan Alevi bezirgânları, Sünnilikgibi Aleviliğin de dinsel gericiliğin daha etkin bir aracıolarak kullanılması noktasında “eşitlik” istiyorlar. Buyaklaşım Alevi işçi ve emekçilerinin değil, Aleviburjuvalarının politik tutumunun ifadesidir. Aleviburjuvazisi, Alevi inancının dinsel gericiliğin bir aracıolarak kullanılması için çabalıyor. Bu yolla, Alevi işçi veemekçileri daha güçlü bağlarla düzene bağlamak istiyor.

Unutulmasın ki, tarihini unutanlar geleceğini göremezve dostunu düşmandan ayıramazlar! Aynı hataları veyenilgileri döne döne yaşamaktan kendilerinikurtaramazlar! İşçi sınıfı, emekçiler, Kürt ve Alevi halkınayönelik katliamların önüne ancak bütün bunların temelinioluşturan sermaye düzenine son verildiğindegeçilebilecektir. Unutulmasın ki, tüm bu vahşet, kirlioperasyonlar, kitlesel katliamlar, provokasyonlar, işçilerinve emekçilerin birleşik mücadelesinin önünü kesmekiçindir. Bu baskı ve kölelik düzenini yaşatabilmek içinölüm kusan sermaye devletinin hesaplarını ve oyunlarınıboşa çıkaralım. Sivas katliamı ve diğer tüm katliamlarınhesabını sormak için birleşik, kitlesel devrimcimücadeleyi yükseltelim!

nın hesabını sormak için

vrimci mücadeleyi yükseltelim!

Sivas katliamı ilk değildi. Sömürücü egemensınıfların tarihi, Alevi işçi ve emekçilere yönelikkanlı katliamlarla doludur. Bu ülkede binlercekontrgerilla operasyonu yapıldı. Çorum, Maraş,Sivas, Gazi ve Ulucanlar, 19 Aralık vb. cezaevikatliamlarında yüzlerce emekçi ve devrimcihayatını kaybetti. Bu katliamlar, halen hızındanhiçbir şey kaybetmeden Kürt halkına yöneliksürüyor. Sivas, bu katliamlar zincirinin özel birhalkasıdır sadece.

12 Eylül askeri faşist darbesine zeminhazırlamanın birer aracı olarak CİA, MİT,kontrgerilla tarafından planlanarak gerçekleştirilenÇorum ve Maraş katliamları da, çeşitlimilliyetlerden ve mezheplerden işçi ve emekçilerindevrimci mücadelesini, toplumu Alevi-Sünni yapayayrımı temelinde kışkırtıp bölerek engellemenin,ilerici, devrimci politik kesimlere gözdağıvermenin bir aracı olarak kullanıldı. Böylecesermaye devleti kendi varlık temellerineyönelmekte olan tehlikeyi savuşturmayıhedeflemişti.

Her birinde devletin gizli güçleri katliamlarıntertipleyicisi, açık güçleri (hükümet, ordu, emniyet)ise katliamların seyircisi veya aktif bileşenikonumundaydı. “Alevi-Sünni çatışması” olarakgösterilmek istenen bu kitle katliamlarında MHPüzerinden devletin eli, CİA-MİT ve kontrgerillanınörgütleyici rolü, daha sonra çeşitli itiraflarla,belgelerle, tanıklarla, bağlantılarla su yüzüne çıktı.Ama hiçbiri soruşturma konusu edilmedi. Açığaçıkan gerçekler örtbas edildi. Davaların hiçbiritetikçilere verilen göstermelik cezaların ötesinegitmedi. Bütün bu katliamlar serisinde katillerinkorunması için gereken her şey yapıldı. Şemdinliörneğinde olduğu gibi, “iyi çocuklar“ denilereksahiplenildi.

Sermaye sınıfı, sömürdüğü ve baskı altındatuttuğu emekçilerin uyanmasından, düzeninyıkılmasından korkuyor. İşçi ve emekçilerin ayağakalkmasını engellemek, kafalardaki korkuduvarlarını büyütmek için her türlü kirli yöntemidevreye sokuyor. Katliamlar düzenliyor.Kontrgerilla aygıtını sürekli tahkim ediyor.Katliamcı kontrgerilla çeteleri hala iş başındalar.Operasyonlar gizli-açık bir tarzda kesintisizsürüyor.

Kuşkusuz, burjuva devletin sahip olduğu bukatliamcı gelenek sadece yaşadığımız topraklarlasınırlı değildir. Tüm burjuva devletler için durumaynıdır. Modern burjuva devletlerden binlerce yıl

öncesinin köleci toplumlarına kadar her devlet tipikendine özgü baskı aygıtlarına sahip olmuştur.

Sınıflı toplumların bir ürünü olan devlet, tarihinher döneminde egemen sınıfın toplumun gerikalanı üzerindeki egemenliğini kurmasını vesürdürmesini sağlayan bir baskı ve zor aracıolmuştur. Bu işlevini yerine getirebilmek için sahipolduğu düzenli ordu, polis, mahkemeler,hapishaneler gibi kurumlar devletin asli vevazgeçilmez unsurlarıdır. Devlet, örgütlü şiddet vezor tekelidir. Modern çağın kapitalist devletleri, heraçıdan olduğu gibi, şiddetin ve zorun toplumunsindirilmesi amacıyla kullanılması yönünden dekendinden önceki örneklere nazaran çok dahagelişkin ve karmaşık aygıtlara sahiptir. Burjuvazi,iktidarını korumak uğruna bu aygıtlarıkullanmaktan ve gerektiğinde en insanlık dışıyöntemlerle en kanlı, en zalimane katliamlaragirişmekten hiçbir zaman çekinmemiştir.

Burjuvazi, düzeninin iktisadi ve siyasi açıdanzora girdiği dönemlerde ise, elinin altında tuttuğubu baskı aygıtlarına yenilerini ekleyerek ve hertürden faşist ve gerici örgütlenmeleri de devreyesokarak düzenini korumak için işçi sınıfına, tümezilenlere ve devrimci harekete açıktan savaş ilaneder. Adına bugünlerde Ergenekon denenkontrgerilla örgütleri veya kapının önündetasmasıyla bağlı duran faşist köpeklerinoluşturduğu ülkücü ve Hizbullah türü dinci çetelersermaye devletinin vazgeçilmez tamamlayıcıunsurlarıdırlar.

Sermaye devletinin sahip olduğu her türdenaçık ve gizli baskı aygıtından, işçi sınıfına veezilen halklara uyguladığı baskı ve terörden,katliamlardan kurtulmanın tek yolu, sosyalizminönünü açacak bir proleter devrim yoluna girmek vesermaye devletinin kendisini ortadan kaldırmaktır.

Sermaye devletinin tarihikatliamlar tarihidir!

Page 18: Sİ Kızıl Bayrak 2009-24

Bugün Sivas’ta katledilenleri anmanın bir yanınıda onları katledenleri unutturmamak oluşturuyor.Sermaye devleti katlediyor ve katliamdakisorumluluğunu unutturmaya çalışıyor. Devletin vedüzen güçlerinin Sivas katliamının sorumluluğundankendini kurtarmasına izin verilmemelidir. Katliamıngerçek sorumlularının, sorumluluklarını örtbasetmelerine, kendilerini gizlemelerine yardımcı olmakişçi ve emekçi kitlelere ve Alevi halkına karşıyapılabilecek en büyük kötülüklerden birisi olacaktır.Dolayısıyla Sivas’ta katledilenleri anmanın bir yanınıda onları katl edenleri unutturmamak oluşturmalıdır.Sivas’ın katillerinin gerçek yüzlerini ortaya sermeli,dahası onların sadece katliamlardaki rollerini değil,Alevi halkını yedeklemek için izledikleri diğermanevraları da teşhir etmeliyiz.

Son birkaç yıldır basında yeralan bazı haber vetartışmalar, sermaye devletinin AKP hükümeti eliyleAleviler’e dönük yeni bir takım hesaplar peşindeolduğunu gösteriyor. Burjuva medya, “Alevi açılımı”adı altında ileri sürülenlerin, yüzyıllardır baskı altındayaşayan, hemen her dönemde aşağılanan, katliamlarauğrayan Aleviler’in temel sorunlarını çözeceğiyalanını dile getiriyor.

“Alevi açılımı”nın esas amacı, Aleviler’i veAleviliği devlet denetimi altına almaktır. Sermayedevleti, bu sayede bir taşla birçok kuş vuracağınıhesaplamaktadır. Her şeyden önce bu sayede Alevilikde tıpkı diğer dinsel inançlar gibi sermayenin gericiçıkarlarının hizmetine koşulmuş olacaktır. SermayeSünni inancına mensup emekçileri baskı ve denetimaltında tutmak için dinsel temalardan nasılfaydalanıyorsa, aynı şey bu kez Alevilik üzerindenAlevi emekçileri kontrol altına tutmak için deyapılacaktır.

İkincisi devlet denetimi altına alınan Aleviliğiniçini boşaltmak, kendine özgü değerler sistemini yoketmek ve dinsel gericiliğin sıradan bir kolu halinegetirmektir. Yüzyıllardır baskı ve zorbalıkla yapılmakistenen şey bu kez para ve rüşvetle, devlet katındamakam mevki dağıtmakla yapılmak istenmektedir.Yani, işin özünde değişen hiçbir şey yoktur.

Kısacası sermayenin derdi, kendi çıkarlarınauygun bir Alevilik inşa etmek ve bunu Alevi emekçiyığınlarını denetim altında tutmanın etkili bir aracıolarak kullanmaktır. Böylece o, Alevi emekçilerinindevrimci akımlarla ilişkisini zayıflatabileceğiniummaktadır.

Elbette, Aleviliğin ve Aleviler’in denetim altınaalınması sorunu bugün ortaya çıkmış değildir. Busorun şimdiye kadar inkar ve baskıyla çözülmeyeçalışılmıştır. Başta CHP olmak üzere düzen solundakipartilerin de Aleviler’i devlete bağlamak konusundaönemli hizmetleri olmuş fakat bunlar kalıcı sonuçlarüretememiştir. Yani Aleviler’i denetim altına almasorunu bir bakıma aciliyet kazanmıştır.

İşte AKP, sermaye düzeninin bu konudakiihtiyacına yanıt verme peşindedir. Dini duygularınistismarına dayalı siyaset üzerinden sermayeyehizmet konusundaki rüştünü hükümet olduğu yıllariçinde ispatlayan AKP, şimdi aynı şeyi Aleviemekçilerini inançları üzerinden istismar ederekdüzene bağlama konusunda da sergilemekgayretindedir.

Kuşkusuz işin bir başka boyutu da AKP’nin kendipayına da bu işten siyasal kazanç elde etmehayalleridir. AKP “Alevi açılımı” manevraları ile

bugüne kadar kendisine mesafeli duran Aleviyığınları ile yakınlaşmak, bu sayede de şimdiye kadaresas olarak CHP ve DSP vb. sol maskeli düzenpartilerinin oy deposu durumundaki yığınları kendinebağlamak istemektedir. Elbette, diğer düzen partilerigibi, AKP’nin de Alevi emekçilerinin demokratikistemlerine yanıt vermek gibi bir sorunubulunmamaktadır.

İstisnasız tüm düzen partilerine göre, Aleviler hemasimile edilmesi hem de oy deposu olarak dakullanılması gereken bir kesimdir. Aleviliği bugünekadar daha çok CHP gibi partiler oy deposu olarakkullandılar. Ancak AKP ve MHP de şimdi bupotansiyele göz dikmiştir. Bugün tüm düzengüçlerinin Aleviler’e yönelik politikaları birçoknoktada kesişmekle birlikte, kullandıkları söylemler,araçlar farklılık göstermektedir. Kimisi politikasınıntemeline doğrudan yok saymayı oturturken, birbaşkası “Aleviler’in hakları tanınsın” gibi kulağa hoşgelen, fakat içeriği boş bir yaklaşımlaçıkabilmektedir.

Tüm bu düzen güçlerinin ortak yanları ise, Alevikültürünün gericileştirilmesi, Aleviler’in ilericiniteliğinin yok edilmesidir. Sermaye devletiAleviler’i her zaman potansiyel tehlike ve düşmanolarak görmüştür. Alevi emekçilerin toplumsalmücadele ve devrimci harekete yakınlığı bununbaşlıca nedenidir.

Bugüne kadar en küçük demokratik hakkı biletanımaktan ödü kopan sermaye düzeni ve onunpartilerinin Aleviler’e özgürlük alanları açmasımümkün değildir. Bugün var olduğu iddia edilenlaiklik de özde değil, sözde bir laikliktir. Bu “laiklik”bugüne kadar Aleviler’in herhangi bir yarasınamerhem olmamıştır. Aksine, ihtiyaç duyduğundadinsel farklılıkları kaşıyarak faşist sürüleri Aleviler’inüzerlerine sürmüştür. Hiç şüphe duyulmasın, bundansonra da ihtiyaç duyulduğunda Aleviler’e karşıprovokasyon ve katliamlar düzenlemekten geridurulmayacaktır.

Özcesi, uzun bir tarihsel süreç boyunca Sünniİslam ile ezilmiş olmanın getirdiği kaygılarnedeniyle, buna karşıymış gibi görünen düzengüçlerinin peşinde sürüklenen Alevi emekçilerinkendi yaşadıklarından öğrenmeleri gereken çok şey

var.

Katliamların hesabını işçi ve emekçiler soracak!18 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/24 H 26 Haziran 2009

Sivas katliamının 16. yıl dönümünde MamakBDSP, “Pir Sultan’dan Madımak’a asan da yakan dadevlettir” şiarıyla katliamın sorumlularından hesapsormaya çağıran faaliyet yürütüyor.

Mamak İşçi Kültür Evi, “Yine türküler söylüyor,yine semahlar dönüyoruz” seslenişi ile 27 Haziran’dagerçekleştireceği etkinliğe hazırlanıyor. Tek MezarHacı Bektaşi-ı Veli Parkı’nda bu yıl dördüncüsüdüzenlenecek olan anma etkinliği, faşist devletterörünün arttığı bu süreçte çürüyen düzen, çeteleşendevlet gerçekliğini tüm açıklığıyla teşhir eden birşekilde işleniyor.

Aynı zamanda devrimci güçlerin ortak olarakdüzenlediği ve 1 Temmuz’da bölgede yapılacak olanyürüyüş ve anmanın hazırlıkları da sürüyor. BDSP,DHF, Partizan, Alınteri, Devrimci Alevi Hareketi,

Odak tarafından örgütlenen 1 Temmuz yürüyüşü veanma eylemi katil devletten hesap sorma bakışı ileörgütleniyor.

1 Temmuz günü Tek Mezar Parkı’nda toplanılarak19.00’da NATO yolu üzerinde başlayacak olanyürüyüş Tuzluçayır Meydanı’nda sona erecek.

Provokasyona geçit yok!

2 Temmuz gündemli faaliyetimiz gerici faşistodakların da tepkisini çekiyor. Bir trafoya yapılan 2Temmuz afişlerinin gece sökülmesi üzerine aynı yere“Sivas’ın hesabını soracağız, katil devlet hesapverecek / BDSP” yazılaması yapıldı. Müdahale etmeyeçalışan gericiler ve gece afişi indiren polisinpovokasyon girişimleri de ajitasyon konuşmalarıylaboşa düşürüldü.

Mamak BDSP

Katliamcı devlet gerçekleri maskeleyemez!

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, SivasKatliamı’nın yıldönümü yaklaşırken AKP’nin “Aleviaçılımı” politikasına uygun olarak Madımak Oteli’ninkamulaştırılabileceğinden bahsetti.

Günay sermaye devletini aklamak için şu sözleri sarfetti:

“Boşalttığımız yere bir anı evi kurma konusunda

talip olduk. Fakat sahibi bütününü satışa çıkardı.

Bütününü satışa çıkarmakta ısrar ederse belki bizim

orayı kamulaştırmamız söz konusu olacak. Ben anı evi

düzenlemesinin önümüzdeki 2 Temmuz’a

yetişebileceğini hayal ediyordum, fakat bunu

gerçekleştiremedik. Bu dönem için kebapçının oradan

çıkarılmasını sağlamış olduk. Ama sanıyorum, gelecek

yıldan önce o binanın, kısmen müze, kısmen kültür

merkezine dönüşmesi konusunda yılların getirdiği o

tortuyu giderecek bir adım atacağız. Bu konuyla ilgili

diğer bakan arkadaşlarımızın da dikkatli bir yaklaşımı

var”

Evet, Sivas’ta 35 can alan bir katliamgerçekleştirildi. Ve tüm bunlar olup biterken, polisiyle,askeriyle, itfaiyesiyle, tüm resmi-sivil güçleriyle devletoradaydı. Devlet, katliamın gerçekleştirilmesiniseyretmiş dahası planlamış, yönlendirmişti.

Bugüne kadarki hükümetler gibi AKP de, devletinkatliamcı geleneğinin taşıyıcısıdır. Kendi hükümetliğidöneminde Kürt halkına yönelik icraatları bunu en açıkbiçimde göstermiştir. Bugün Alevilere verilen vaatler bugerçeğin üstünü örtemez.

Düzen güçlerinin Alevi emekçilerine dönük manevraları

Mamak’ta 2 Temmuz faaliyetleri

Page 19: Sİ Kızıl Bayrak 2009-24

- DESA sürecinin nasıl başladığını bizlerekısaca aktarır mısınız?

Emine Arslan : Hep söylediğim gibi, tek suçum sendikaya üye olmak. Onlar öyle dediler. Sendikayaüye olmamdan dolayı patronlar bağırıp çağırdılar.Yaka kasması sorunu vardı. Bunun üzerine 2 ihtarverdiler. Akşamüstü de çıkışımı verdiler. Paramıistediğimde ise “DESA’nın tazminat verdiğigörülmüş mü?” dediler. Sendikamı aradım. Çıktıkve sendika geldi. Bana aynı zamanda DESAtarafından kağıt imzalatmaya kalktılar amaimzalamadım. Bunun üzerine de “Ben de işime gerialınana kadar bu kapıdan ayrılmayacağım!” dedim.

- Direnişe başlamaya karar verdiğiniz andanitibaren bildiğimiz üzere ciddi tepkiler aldınız. İştençıkartma saldırısına karşı başlattığınız direnişinizinkırılması için sermaye patronu size hangi şekillerdesaldırdı? Mücadelenizi karalamak, direnişinizi boşadüşürmek için ne tür yollar denedi? Rüşvet teklifi,kolluk gücü zoru, vb. şeyler sözkonusu oldu mu?

Emine Arslan: İlk günden itibaren polis 6otobüs çevik kuvvet getirdi. Zabıta “Kamu yerinezarar veriyorsun!” diye uyardı; ardından kaldırımişgal cezası kestiler. Polis “100 TL sana, 100 TLeşine ceza keseceğiz!” şeklinde tehdit etti. “Bütünbunlar sicilinize işler ve hiçbir hastanede muayeneolamazsınız!” dediler. 2. gün beni fabrikanıniçerisine çağırdılar. Patron “8 yılına karşılık 8milyar, gerisini de sen söyle” diyerek benimlerüşvet pazarlığına girişti. Ben de “o zamanverseydiniz. Ben sizden iş istedim. Ama şimdialamam çünkü siz bana dediniz ki ‘Yarın öbürarkadaşlarınızla (Düzce’deki işçi kardeşler)görüşeceğim.’Çünkü sudan bahanelerle onları daişten atacaklardı. Ben de ‘Arkadaşlarıma vesendikama ihanet etmiyorum!’ dedim.” İşvereninavukatları ve adamları bana rüşvet önerdiler. Kabuletmeyince beni tehdit ettiler. Ve ertesi günçocuğumu kaçırmaya kalktılar. Onların bütün amacıdirenişi kırmaktı. Ama cesaretli ve onurlu birşekilde durunca başaramadılar.

- Mücadeleniz süresince tutumunuzdan birnebze olsun geri adım atmadınız. Bu süreçteyaşadığınız deneyimler üzerinden neleröğrendiğinizi kısaca bizimle de paylaşabilirmisiniz?

Emine Arslan: İşveren işçiyi kesinliklekayırmaz. Sen kendini sağlama alacaksın.Örgütlenebilirsen örgütleneceksin. Biz kesinliklekendi haklarımızı bilmiyoruz.

- Direnişiniz boyunca eylemliliğinizisürdürdüğünüz DESA fabrikası önündeminibüsünüz ile hatırlanıyorsunuz. Bu minibüsünziyaretçileri kimler oldu? Mücadelenizde kimlersizin yanınızda oldu ve destek çıktı?

Emine Arslan: Emekçiden yana olan herkesgeldi. Ben çalışırken böyle duyarlı insanlarolduğunu bilmiyordum. Yediden yetmişe hepsigeldi. Biz işçiler içeride işe kapanmışız. Hiçbirsosyal ortamımız yok. Kafesteki kuş gibi hiçbirşeyden haberimiz yok. Oysa bizim bir sürühakkımız, emekten yana olan insanlarımız var.Haklı olup da haksız duruma düşen insanın peşindebir sürü savunanı var.

- Bu bülteni okuyan yüzlerce örgütsüz işçi veemekçi var. Fabrika ve işyerlerinde patronun türlüsaldırılarına maruz kalıyorlar. Buna karşı daörgütlü durmak zorundalar. Buradan onlaraçalıştıkları işyerleri üzerinden ne türlü tavsiyeler veuyarılarda bulunabilirsiniz?

Emine Arslan: Kesinlikle örgütlensinler.Patronun hakaretlerine maruz kalmasınlar. Patronakesinlikle boyun eğmesinler. Patronu ‘patron’ yapanbiz işçileriz!

- Yaşadığımız kriz koşullarında işçi sınıfınınönünde duran görevler nelerdir? Biz bugün yeni15-16 Haziran işçi ayaklanmalarını yaratmaktanbahsediyoruz. Bu nedenle o günlerin de ötesinegeçen adımlar biz işçi sınıfı tarafından nasılatılabilir?

Emine Arslan: Aynı 15-16 Haziranlartekrarlanmalı. Hak alınır, verilmez. Çünkü yıllaröncesi bu hakları alana kadar ne kadar insan ölmüş!Kolay mı bütün bunlar? O insanların kemiklerisızlar. Haklarımıza sahip çıkmak bizlerin, işçi sınıfıolarak elimizde. El birlik olup hakkımıza sahipçıkacağız! Dürüst ve haklı olduğumuz sürecekazanamayacağımız şey yok!

- DESA’daki gelinen durum ile ilgili son olarakbizi bilgilendirebilir misiniz?

Emine Arslan: Gelinen süreçte her halukardakazanmış durumdayız. Yapılan görüşmeler sonundabeni işe geri alınmayacağım söylese de diğerarkadaşlarımın işe geri alınacağı söylendi. 3’ü işegeri döndü zaten. 8 ila 10 işçinin de alınacağısöylendi. Sendikayı da böylece kabul etmiş oldular.DESA patronu benim işe geri iademi kabul etmedi.DESA patronu “O beni mahvetti, dünyaya reziletti!” diyormuş.

Emekçinin Gündemi / Küçükçekmece

Direnen DESA işçişi kazandı! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 19Sayı: 2009/24 H 26 Haziran 2009

KESK’liler tutuklama terörüne karşı alanlarda...

KESK ve bağlı sendikalara yönelik 16 Haziran sabahıbaşlatılan ikinci tutuklama dalgası 17 Haziran günügerçekleştirilen eylemlerle protesto edildi.

İstanbul’da Galatasaray Lisesi’neyürüyüş...

Taksim Tramvay Durağı’ndan Galatasaray Lisesi’neyürüyerek burada oturma eylemi gerçekleştirenKESK’liler tutuklu sendikacıların serbest bırakılmasınıistediler.

Galatasaray Lisesi önünde devam eden oturmaeyleminde kitleye seslenen KESK İstanbul ŞubelerPlatformu dönem sözcüsü Feyzullah Coşkun, KESK üyeve yöneticileri serbest bırakılıncaya kadar eylemlerininsüreceğini duyurdu.

Ankara’da faks çekme eylemi veyürüyüş

KESK üyeleri Adalet Bakanlığı önünde toplandılar.Bakanlık hakkında suç duyurusunda bulunan kamuemekçileri saldırıları ve hukuksuzluğu protesto ettiler.

Saat 18.00’de ise Mithatpaşa Postanesi önünde buluşanKESK’liler Başbakanlık’a, tutuklanan sendika üyelerininserbest bırakılması talebini içeren bir faks metniyleberaber tutuklanan sendikacılara dayanışma kartlarıgönderdiler.

Ardından Yüksel Caddesi boyunca yürüyüşgerçekleştiren kamu emekçileri Yüksel Caddesi’negeldiklerinde basın açıklaması yaptılar.

KESK Genel Sekreteri Emirali Şimşek’in yaptığıaçıklamada KESK’e yönelik saldırılar “faşizm” olaraktanımlandı.

İzmir’de Bayraklı Adliyesi önünde...Tutuklamaların ardından Bayraklı Adliyesi önünde

toplanan KESK’liler tutukluların serbest bırakılmasınıistedi.

KESK Genel Başkanı Sami Evren tutuklamalara sessizkalmayacaklarını belirtti.

Kızıl Bayrak / İstanbul-Ankara-İzmir

Ankara Kadın Platformu’ndanKESK’e destek

Ankara Kadın Platformu 18 Haziran günü yaptığıbasın açıklamasıyla KESK’li kadınların tutuklanmasınıprotesto etti.

Açıklamada, yapılan son operasyonlarda KESK üyesikadınların tutuklandığına dikkat çekilerek onlarınözgürlük ve emek mücadelesi verdikleri içintutuklandıklarına vurgu yapıldı.

AKP hükümetinin baskı politikalarıyla kadınlarıkorkutmaya, sindirmeye çalıştığı, kadınların sokaklardan,mücadeleden evlerine yönlendirilmeye çalışıldığısöylendi.

Kızıl Bayrak / Ankara

Emine Arslan ile kazanımla sonuçlanan DESA direnişi üzerine konuştuk...

“DESA’da kazandık, yeni DESA’larda dakazanacağız!”

Page 20: Sİ Kızıl Bayrak 2009-24

“Tam Gün” Yasa Tasarısı üzerine...20 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/24 H 26 Haziran 2009

- Sağlık alanında yaşanan saldırılarla eş zamanlı

olarak son dönemde gündemde olan “Tam Gün”

Yasa Tasarısı da hekimlerin özlük haklarını hedef

alıyor. Sağlıkta Dönüşüm Programı’yla birlikte ele

alındığında bu saldırının arka planı nasıl ifade

edilebilir?

- Genel kamuoyu, sadece “hekimler tam günçalışsın-çalışmasın” diye yürütülen tartışmayıizlemesine rağmen Sağlık Bakanlığı, hükümet vehatta hükümete bu programı dayatan küreselsermayenin uluslararası para örgütleri (IMF, DünyaBankası raporları) “Tam Gün” Yasa Tasarısı’nı

Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın önemli bir yasasıolarak görmektedir. Sağlıkta Dönüşüm Programıtamamlandığında neyi öngörüyor? Sağlıkta DönüşümProgramı nedir?

Sağlıkta Dönüşüm Programı, sağlık hizmetlerininpiyasa koşullarında sunulmasıdır. Yani piyasada diğermal ve hizmetler nasıl sunuluyorsa; beyaz eşya,ayakkabı nasıl üretiliyorsa öyle üretilmesi, onlar nasılsatılıyorsa öyle satılmasıdır.

Dolayısıyla hükümet, bir taraftan piyasalaşansağlık ortamı için sağlık kuruluşlarını düzenliyor;örneğin Aile Hekimliği ile birinci basamağıözelleştiriyor, Kamu Hastaneleri Birlikleri ileikinci, üçüncü basamağı işletme haline getiriyor vehizmet satın alma, taşeronlaştırma yoluyla da özelsektörü teşvik eden programlar uyguluyor.

İkinci olarak, sağlık hizmetlerinin finans yapısınıdeğiştiriyor. Türkiye bugüne kadar karma ekonomidediğimiz; içinde genel bütçe katkıları, sağlıkhizmetleri ve sosyal güvenlikten toplanan primler vevatandaşların değişik oranlardaki ödemelerindenoluşan karma sosyal hizmetlerle yönetildi.

Hizmetin sunumu da, örneğin SSK’da olduğu gibikendi sağlık kuruluşlarından ya da SağlıkBakanlığı’nın hizmet sunumunda olduğu gibi kamusağlık kuruluşlarından yapılıyordu.

Burada da bir değişikliğe gidildi. Genel Sağlık

Sigortası adı altında tek çatı örgütü oluşturuldu. Dolayısıyla tek bir patron ve özel ya da kamu

işletmesi haline gelmiş olan sağlık şirketlerindenhizmet satın alma hedefleniyor.

Bunun için birtakım düzenlemeler yapılıyor. Buhizmetin hangi koşullarda satın alınacağını, hangihizmetin geri ödeme kapsamı içinde olacağnıı yanihangi hizmetin bedelinin Sosyal Güvenlik Kurumutarafından ödeneceğini, hangi sağlık hizmetlerininsigorta kapsamı içine alınacağını ve yakın zamandasigortalı olsalar bile vatandaşların muayenedentahlillere, yatan hasta hizmetlerinden ilaçlara ve tıbbimalzemelere kadar değişik bölümlerde katkı vekatılım payları olacağını söylüyor.

Üçüncü bölümde; işletme haline getirilmiş, piyasakoşullarında sağlık hizmeti sunan ve hizmet satıcıolarak Genel Sağlık Sigortası aracılığıyla piyasayıdüzenledikten sonra üçüncü bölüme geliyoruz.Burada, hizmet sunan insanların çalışma biçimi...

“Tam Gün” Yasası denilen yasa zaten buradaanlam kazanıyor. Dolayısıyla piyasa koşullarındasağlık hizmetinin sunulmasını hedefleyen hükümet,

çalışanların da piyasa koşullarında çalışmasınıöngörüyor. Ne demek bu? Piyasa bulabildiği kadar iş,yapabildiği kadar iş, kazanabildiği kadar paraanlamına geliyor. Hekimleri bu koşullardaçalıştırmak istiyor.

Örneğin “Aile Doktorluğu Yasası”nda hekimleri1000-4000 nüfusa bakacak biçimde, sözleşmeliolarak tanımlamıştı.

Bu sözleşme koşullarını da örneğin asgarisi 40saat olmak üzere mesai saati dışında da hizmetvermek üzere genişletti. Biz buna 7 gün 24 saatdiyoruz. Çalışanın, 7x24 saat karşılığında alabileceğiüst tavanı belirledi. Örneğin askere gitmesidurumunda, 20 günü geçen hastalık raporununalınması ve hamile kalınması durumunda ya dasözleşmeyi yapacak kurumun sözleşmesini tek taraflıolarak feshetmesi durumunda, nüfusunun binin altınadüşmesi gibi kendisine bağlı olmayan pek çoknedenle sözleşmenin feshedilebileceğini,feshedildikten sonra ancak uygun görülürse yeni birbaşvuru yapıp uygun pozisyon varsa burayabaşlayacağını söyledi.

Dolayısıyla birbiriyle rekabet eden hasta sayısınıarttırmak ve maliyeti düşürmek için hizmetinniteliğini aşağıya çekmek durumunda kalan, kendimuayenehanesinin masraflarını karşılayabilmek içinkazancının önemli bir kısmını buralara aktarmakzorunda kalan, eğer biraz rahat etmek istiyorsa veyanında insan çalıştıracaksa bunun parasını kendiödemesi gereken tam bir piyasa...

Bundan iki-üç yıl önce sağlık hizmeti olmayanhizmetler için taşeron yoluyla hizmet satın almamodeli getirilmişti. Sonra sağlık hizmetleri dahiloldu, ücretleri döner sermayeden ödenmek üzerehekim dışı sağlık personeli dahil oldu.

Sonra buna, birtakım hizmet ünitelerinin(laboratuvar, röntgen, yoğun bakım) taşeronlarahavale edilmesi yoluyla piyasanın öteki argümanlarıdevreye sokulması eklendi.

Yine de üniversite ve eğitim hastaneleri baştaolmak üzere sağlık piyasasında, piyasa değeri yüksekolan işgücü, kariyer yapısı, buralardaki hastayönetimi ve listesi gibi özellikler nedeniyle buralardaolan ve muayenehaneleri aracılığıyla sağlık pastasınaortak olan hekimlerin durumunu değiştirmeye kararverdi.

Öncelikle özlük hakkı olarak bir esnek çalışmagetiriyor. “Daha çok gelir istiyorsan daha çokçalışmalısın” diyor. İkincisi “çalışmak yetmez,

kurumun kâr ederse sen prim alabilirsin” diyor.Üçüncüsü, “kendi çalıştığın kurum bir kamuişletmesi ise her ne kadar ben tam gün diyorsam dakamu işletmelerine bağlı diğer işletmelerde ikinciveya üçüncü işler yapabilirsin. Ya da özel bir yerdeçalışıyorsan özel şirketlerin zincirlerinde yine ikinci,üçüncü işlerde çalışabilirsin. Ama kendi adınaçalışamazsın!” diyor. Bankacılık ve gıda sektöründegördüğümüz piyasalaşmadan sonraki ikinci aşamanınyasalarıdır bunlar. Onlar de tekelleşme yasalarıdır.

Çünkü o büyük gıda tekelleri karşısındabakkalların, marketlerin ortalıkta dolaşmasıistenmiyor. Kendi adına çalışabilecek ve pastaya birmiktar ortak olabilecek pozisyonda hekimlerbarındırmak istemiyor. Aynı zamanda Kamu HastaneBirlikleri ile beraber güvenceli çalıştırmak istemiyor.Dolayısıyla “Tam Gün” Yasası’nı değişen sağlıkortamıyla beraber değerlendirdiğimizde hekimler içingüvencesiz, esnek çalışma, çalışabildiği kadar gelir,gelirini arttırabilmek için daha uzun süre çalışmanınönünü açan, ancak kendi adına çalışmayı da ortadankaldıran bir düzenlemeye gidilmek isteniyor.

“Tam Gün”le beraber, “emeğini kamu patronunaya da özel patrona satabilirsen sağlık ortamındakalabilirsin” denilerek neredeyse asgarisini belirleyipazamisini açık tuttuğu çalışma süresi boyunca daherhangi bir güvenceli ücret tahattüt etmeyen (şuanda aldığı maaş dahil olmak üzere) bir sistemgetiriyor.

Kamu Hastane Birlikleri Yasası çıktığında iseartık maaş denilen yani sabit gelirle döner sermayeüzerinden performans gelirleriyle ödeneceğinden özelveya kamu işletmesinin zarar etmesi durumundatemel maaşlar da dahil, hekimler performansödemelerini zamanında alamıyor.

Burada, hem çalışma süresi açısından bir özlükhakkı kaybı sözkonusu. Hem çalışma ve gelirgüvencesi açısından hem de hekimlerin meslekiözerkliği açısından bir statü kaybı söz konusudur.Böylelikle hekimlerin yüzlerce yıldır kendimuayenehanelerini açarak hizmet vermeleri fiilenortadan kaldırılmış oluyor.

Çünkü hekimlere muayenehane açma durumundaçalışabileceği tek yer Sosyal Güvenlik Kurumu’ylasözleşme yapıp yapmamış olan özel hastane ya dapolikliniklerle birlikte çalışma gösteriliyor.

Bu, özellikle cerrahi branşlar veya hastasınıyatırmak isteyen hekimler için bu yolun kapalıolduğu anlamına geliyor. Türk Tabipleri Birliği ve

İTO Genel Sekreteri Dr. Hüseyin Demirdizen’le Sağlıkta Dönüşüm Programı ve “Tam Gün”Yasa Tasarısı üzerine konuştuk...

“Mücadelenin başarılı olabilmesi içinsaldırılar karşısında ortak duruş!”

Page 21: Sİ Kızıl Bayrak 2009-24

“Tam Gün” Yasa Tasarısı üzerine... Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 21Sayı: 2009/24 H 26 Haziran 2009

Tabip Odaları için tek sorun üyelerimizin özlükhakları ve mesleki etik değerler değil aynı zamandatoplum sağlığı ve bireylere sunulacak sağlıkhizmetinin niteliğidir.

- Kamuoyunda Tam Gün Yasası tek başına,

“Hekimler daha az kazanacak” biçiminde

yorumlanarak önemsenmiyor... Bu konuyu açabilir

misiniz?

- Kısmen bu doğru olabilir. Hekimler içerisindede çok fazla kazanan %3-%5’lik bir grup vardır vebunlar için gelirlerinin azalması veya kendipozisyonlarını korumaları olarak gözükebilir amahekimlerin %95’i için bu geçerli değildir.

Piyasa, herhangi bir malı veya hizmeti sunacağızaman bu hizmetin sunumundan, bu malın satışındankâr etmek ister. Dolayısıyla hangi alanı kârlı olarakgörüyorsa o alana yatırım yapar. Sağlıkta DönüşümProgramı’nın kendisi zaten insanların bedenlerini vesağlıklarını ticaret konusu yaptığı için bütün ötekiyasalardan bağımsız olarak Sağlıkta DönüşümProgramı’nın kendisi, hastanın daha iyi bir sağlıkhizmeti alması için yapılmamaktadır.

Sağlık ortamında daha çok piyasalaşma vehastalıklardan daha çok para kazanılması-kazandırılması ihtiyacıyla yapılmaktadır.

Tam Gün Yasası, Sağlıkta Dönüşüm Programı’nınönemli bir yasası olduğu için, bu yasayı çıkarmanıngerekçesi de vatandaşlara daha iyi bir sağlık hizmetideğil, işletmelerin ve kuruluşların karlılık durumunudeğiştirmeye dönüktür. Bu yönüyle de vatandaşınyararına olamaz.

Vatandaş, hastanelerde ve öteki sağlıkkuruluşlarında her aşamada para vermektedir. Bugiderek artacaktır. Sağlıkta Dönüşüm Programı’nınkendisi tamamlandığında aşağı yukarı her 2 TL’nin 1TL’si vatandaşın cebinden çıkacaktır. SağlıktaDönüşüm Programı’nın bundan sonraki yasalarınında çıkmasıyla bu programın nihai hedefi olan sağlıkhizmetlerinin piyasalaştırılması, vatandaşın sağlıkhizmetine ulaşması için cebinden daha fazla paraçıkmasına ulaşılacaktır.

Bugün için bizim çağrımız, vatandaşların buprogramın bundan sonraki yasalarına da (sadecehekimleri ilgilendiriyor diye değil) sağlıklarınıilgilendiren yasalar olarak bakmasıdır. Nasıl ki dahaönce Genel Sağlık Sigortası’nda olduğu gibi hekimlerkendilerini çok ilgilendirmemesine rağmen bu süreceaktif olarak müdahale etmişlerse öteki örgütlerin debu yasaya Sağlıkta Dönüşüm Programı üzerindenbakıp bu yönde tutum alması gerekir.

Bu nedenle “Tam Gün” adı altında hekimlerinsadece özel tekellerin, hastane ya da sağlıkkuruluşlarına, kamu şirketlerinin sağlık kuruluşlarınahapsedilmesi sadece bir hekim mağduriyeti değil aynızamanda tekelci ortamda sağlık hizmetlerineulaşmanın önündeki engellerin artması anlamınageliyor. Hastalık eksenli, ilaç ve teknolojiharcamalarının artması dolayısıyla vatandaşınsağlığının korunmasına dönük kaynakların da ilacave teknolojiye gitmesi nedeniyle vatandaş daha çokhastalanmak ve mağdur olmak durumunda kalıyor.Bu sorunların üstesinden gelebilmek için de daha çoködeme yapmak durumunda ki zaten hükümet TamGün Yasası’nın içerisine sağlık çalışanları için birsigorta koydu. Çünkü bu ortamda hekimlerin dahaçok ve piyasa koşullarına açık çalışacağını öngörerekböyle bir sigorta yaptırıyor.

Hükümetin zaman zaman telaffuz ettiği bir başkasigorta da “Tamamlayıcı Sigorta” adı altında GenelSağlık Sigortası kapsamının dışındaki hizmetler içinsigorta poliçeleri satın alma yönünde vatandaşlarıteşvik etmesidir. Kamu çalışanlarını prim olarakvergilerinin azaltılması yönünde özel sigortayageçme yönünde teşvik etmektedir.

Gerek tamamlayıcı sigorta poliçesi satın

alabilecek kadar geliri olan vatandaş gerekse dealamayacak durumda olan -ki Türkiye’de her ikikişiden birinin işsiz olduğunu ya da gelirlerinin başkaşeyleri ödemeye yetmeyeceğini kabul edersek- büyükçoğunluk için sağlık hizmetlerine ulaşmak bugünekadar olduğu gibi kısmen ücretli olan sağlıkocaklarının varlığına ve pek çok sorununa rağmendevlet hastanelerinin korunup geliştirilmesinebağlıdır. Yoksa piyasalaştırılmış şirketleştirilmişsağlık kuruluşlarından bugün itibariyle işsiz yoksulhatta aç olan vatandaşların sağlık hizmetlerineulaşabilmeleri mümkün değildir. Böyle olduğu içinAmerika’da 60 milyon insan hastanelerin kapısındaniçeri girememektedir. Bunun anlamı, SağlıktaDönüşüm Programı’ndan vazgeçilerek birincibasamak sağlık hizmetlerinin sağlık ocakları temelliolarak tüm topluma, burada sadece hekim üzerindendeğil, hekimle birlikte bu kapsamlı hizmetinsunumunda orada bulundurulması diğer sağlıkçalışanlarının hatta sağlık sektörüyle de sınırlıkalmadan kentin ulaşımından trafiğine, içmesuyundan temizliğine kadar iyileştirme gereklidir.Sağlık hizmetlerinin korunması; tersane işçilerinin,kot işçilerinin, Petkim işçilerinin vb. sürekli hastalıkve ölüm üreten ortamlarının iyileştirilmesiylemümkündür.

Eğer bir insan açsa ötekine göre daha çok hastaolacaktır. Daha zor iyileşecek ve hastalıkları başkasorunlara yol açacak demektir. İşsizse daha çok hastaolacak demektir. İşsiz kalmanın yoksullaştırıcıözelliğiyle ve işsiz kalmanın yarattığı sosyal vepsikolojik nedenlerle sağlık hizmetlerine daha zorulaşacaktır. Dolayısıyla koruyucu sağlıkhizmetlerinin değiştirilmesi demek bugünkü sağlıkhizmet modelinin tersine çevrilmesi demektir.Yoksulluğu, gelir düşüklüğü, işsizliği nedeniyleprimlerini ödeyemeyen ve ek hizmet almak için ekkaynak sağlayamayan toplumun %60-%70’i için;genel bütçeyle garanti altına alınmış, finanse edilmiş,kendi kaynağını ilaç ve tıbbi teknoloji gibiuluslararası tekellere ayırarak tüketme sevdasınınpeşine düşmemiş, Türkiye’yi bir teknoloji çöplüğüneve ucuz işgücü cennetine dönüştürmek gibi niteliksizsağlık hizmetini de beraberinde getirebilecekprogramlardan vazgeçmesi demektir.

Bugün böyle olursa, 4500-5000 olan tıp fakültesikontenjanları sanki ilkokul açar gibi (orasını bileaçmak kolay değildir, okul için öğretmen gerekir) ikiyıl içinde iki katına çıkarılacak bir politikayla karşıkarşıya kalınmaz. Bugüne baktığımız zaman niteliklive ucuz işgücü olan sağlık personeli, birkaç adımsonra niteliksiz ucuz işgücü olacaktır. Tıp eğitimininbozulan kalitesi ve buradaki sorunlar aynı zamandatıp eğitiminin sorgulanmasına neden olacaktır.

Vatandaşların kafasında bu konuda ciddi endişelervardı. Yapılanlar gerçekten kendi sağlığıyla mıilgilidir, yoksa o hizmetten performans kazananhekimin beklentileriyle mi ilgilidir. Zaman zamankamuoyunun gündemine geldiği gibi suistimaledilmekte midir? Gerçekten gerekli olmayan birtakımmüdahaleler hastalara yapılmakta mıdır gibipiyasadan kaynaklanan pek çok soruna bir dehekimlerin iyi yetişemeyebileceğine ilişkin endişeeklendiğinde kaotik bir ortam oluşacaktır. Busermayenin istediği bir şeydir. Kuralsız, niteliksiz vetek kuralın paranın gücü olduğu bir ortamda nehastalarımızın, ne toplumun ne de çalışanlarımızınkendileri için daha iyi bir hizmet alabilme ve yaşamsürdürebilme şansı yoktur. Bugün dünyanın da içindebulunduğu en önemli sorun budur.

Sadece gücün ve otoritenin kurallarının etkinolduğu bir dünyada yaşıyoruz. Dünyanın birçok yeribölgesel savaşlar ve çatışmalarla, bulaşıcıhastalıklarla, yoksulluğun açlığın ortaya çıkardığıdramlarla boğuşmaktadır. Küresel krizin korunmasız

sosyal politikalardan uzaklaştırılmış sağlık hizmeti yada diğer hizmet sunumlarında vatandaşların yıkıcıtahrip edici saldırgan etkileriyle başbaşa bırakılmasıönümüzdeki dönemde hem bireyler hem detoplumlar için sorunlar ortaya çıkaracaktır.Buradan hareketle adı “Tam Gün” veya “KamuHastane Birlikleri” gibi olsa da bir bütün olarakSağlıkta Dönüşüm Programı karşısında yoksulve çalışan kesimlerin ortak talepleriyle birlikteortak mücadele yürütülmelidir. 1,5-2 yıldırTürkiye’nin değişik yerlerinde ilerlemeyeçalışan Herkese Sağlık Güvenlik Gelecek

Platformları buna örnektir.Bu programlarla birlikte saldırının hedefi ve

kapsamı dikkate alındığında, bu programlarkarşısında mücadele edecek kesimin de durumunfarkında olarak mücadele etmesi gerekir. Bizimşimdiye kadar gördüğümüz şey; bu saldırı adım adımilerlerken henüz saldırının ucunun kendisinedeğmeyen ya da önemli ölçüde etkilenmeyen toplumkesimlerinin seyrediyor olması bu programlarıuygulayanların elini kolaylaştırmaktadır.

Çünkü daha küçük ve direngen odaklar ezilipgeçilmektedir. Toplumun büyük çoğunluğu budurumun farkına vardığında elindeki olanaklarınbüyük bir kısmını da kaybetmiş oluyor. Türkiye içinbu durum henüz geç değildir. Türkiye, SağlıktaDönüşüm Programı’na en uzun soluklu direnenülkelerden biridir. Burada TTB’nin, sağlık alanındakisendikaların ve birlikte hareket edilen diğer emek-meslek örgütlerinin önemli bir rolü vardır. Ancak buyeterli değildir. Mutlaka, geniş işsiz kitlelerinin,kentlerde ve diğer yerlerdeki yoksul yurttaşlarınkendi öz organizasyonları aracılığıyla mücadeleniniçerisine girmesi gerekiyor. Ellerindeki örgütselolanaklar neyse bu platformların içerisinde dinamikolarak yer alması gerekiyor. Sadece çalışanlarınözlük haklarını ilgilendiren süreçler olarakbakmamak gerekiyor. Bir bölümü onu ilgilendiriröbür bölümü onu ilgilendirir. Mücadelenin başarılıolabilmesi, farklı kanallardan yapılan saldırılarkarşısında ortak bir duruş sağlanmasına bağlıdır.Bunun yapılabildiği zamanlarda ve ülkelerde buprogramlar püskürtülmektedir. Latin Amerikaülkeleri örneğin böyledir. Örneğin, Türkiye’deolduğu gibi yavaşlatılabilmektedir. Toplumun büyükçoğunluğunu kapsayan ve geri dönüştürülen birbiçimde kaynaklar, sağlığın korunması vegeliştirilmesine aktarılabilir.

Çalışanların insanca hizmet koşullarında, gelecekkaygısı taşımaksızın, hastalarını bir ticaret unsuruolarak görmeksizin kendi mesleğini ve bilgisinionların yararına kullanan insanların olduğu bir ortamyaratmak mümkündür ve yürütülecek mücadelebunları içermelidir.

Aynı zamanda sosyal güvenlik alanı önemli birtahribat içerisindedir. Emeklilik yaşının artması, primgün sayısının azaltılması, esnek çalışma nedeniyle osürelere hemen hemen hiç ulaşamama olasılığınınolması gibi pek çok sorun bu alandaki sorunlarıarttırmaktadır. Örgütlenilemediği sürece çalışmakoşulları, üretimin maliyetini düşürme adı altındadaha da kötüleşmektedir. Bu da ikinci kez sağlıksorunlarının ortaya çıkmasına ya da varolansorunların artmasına yolaçmaktadır. Güvencesizlikinsan sağlığı açısından başlı başına bir tehlikedir.Bugünün Türkiye’sinde sosyal güvenlik için ayağakalkması gereken işsiz kesim, kayıtdışı çalışanlar veyanısıra tüm dünyada olduğu gibi bu süreçleriönceden farketmiş olan örgütlü kesimlerdir.Sendikalar ve siyasi yapılar üzerlerine düşensorumluluğun gereğini yerine getirmelidirler. Olupbitenlere sadece çalışanların hükümetle sorunu gibibakmamalıdırlar.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Page 22: Sİ Kızıl Bayrak 2009-24

Bankalara değil, eğitime kaynak!22 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/24 H 26 Haziran 2009

15 Haziran günü ülke genelinde başlayan öğrenciboykotları 17 Haziran günü doruğa ulaştı. 80 kentte250 bin üniversite ve ortaöğretim öğrencisi eğitimkoşullarını protesto etmek için sokaklara döküldü.Öğrenciler, eğitim harçları, iki aşamalı eğitim sistemive kısalan lise öğrenim süresini protesto etti.

Gösterilere Stuttgart’ta 15 bin, Münster,Düsseldorf, Köln, Bonn, Münster, Göttingen veAachen kentlerinde ise 10 binden fazla öğrenci katıldı.Heidelberg’de 8 bin kişi gösteri yaptı. Berlin’de 30bin, Hamburg’da ise 13 bin kişi alanlardaydı.Münih’te Luisengymnasium Lisesi önünde 5 binöğrenci okul müdürünün öğrencilerin yürüyüşekatılmasını yasaklaması üzerine oturma eylemine gitti.Heidelberg, Münster ve Frankfurt’ta bazı liselerdemüdürler kapıları kilitleyerek öğrencilerin gösterilerekatılmasını engellemeye çalıştı.

Birçok kentte sokaklar ve alanlara barikatlarkuruldu. Dresden’de Eğitim ve Sanat Bakanlığıboykot nedeniyle öğrenciler tarafından işgal edildi.Magdeburg Üniversitesi Göttingen’de başbakanlık veDarmstadt Teknik Üniversitesi de öğrencilerin işgalineuğradı. Bilelefeld’te şehir merkezinde bazımetrodeposu ve şehir merkezinde barikat kurulmasınedeniyle trafik altüst oldu. Maniz’da kısa süreliğineeyalet parlamentosu işgal edildi. Burada öğrencilerbinayı taleplerinin okunmasından sonra terkettiler.

Ülke genelinde süren eğitim boykotu ileortadereceli okul ve üniversite öğrencilerinin yanısıraçıraklar da protesto gösterilerinde yerlerini alıyorlar.

Son günlerde yaşanan yoğun ve kitlesel eylemlererağmen kültür bakanları konferansında eğitimdensorumlu bakan lise ve üniversite öğrenciler ile,çırakların taleplerini dile getirmekten uzaktı. FederalEğitim Bakanı Annette Schavan, protestoları ‘çağdışı’olarak niteledi. İki aşamalı eğitim sistemi Bachelor- veMaster (bakalorya-master) sisteminin kaldırılmasıtaleplerini eleştirerek “bizim Avrupa eğitim sistemininparçası olduğumuzu unutuyorlar, Bologna sürecialternatifsizdir” dedi.

Lise ve üniversite öğrencileri hükümetin bankalarve şirketlere yaptıkları yardımlar yerine eğitime dahafazla pay ayırmasını da talep ediyorlar.

Üniversite öğrencileri iki aşamadan oluşanBachelor- ve Master eğitim sisteminindeğiştirilmesini, dönemlik eğitim harçları ile tıp,işletme gibi bölümlerdeki kota uygulamasınınkaldırılmasını talep ediyorlar.

Lise öğrencileri de sekiz yıla indirilen liseöğrenimi süresinin kısıtlanmasına karşı çıkıyorlar ve“Abitur” olarak adlandırılan merkezi lise bitirmesınavlarını protesto ediyor.

18 Haziran: Sivil itaatsizlik günü...Eğitim boykotu 18 Haziran günü sivil itaatsizlik

eylemleri ile sürdü. Bu çerçevede sembolik bankasoygunları ve işgalleri gerçekleştirildi

Öğrenciler Hamburg’da 9, Freiburg’da 3 bankaşubesini sembolük olarak işgal ettiler. Berlin’dekiöğrenciler banka şubelerine eğitim çeki olarak 104milyar euroluk çekler getirerek bozdurmak istediler.Deutschen Bank Şubesi 1000 öğrenci tarafındanbasıldı. 70 öğrenci polis tarafından saatlerce alıkondu.Hamburg’daki sembolik banka soygununda iseöğrenciler bankayı terkederken çevrede toplanan halk

tarafından alkışlandılar.18 Haziran günü Berlin’de toplanan kültür

bakanları konferansında bakanlar 6 kişilik bir öğrencigrubunu kabul etmek ve taleplerini dinlemek zorundakaldı. Konferansın başkanı Bologna sürecininbaşarısızlıkla sonuçlanmadığını, ama doğruişlemediğini kabul etmek zorunda kaldı. Sorunlarınüniversiteler ve eyaletler çerçevesinde ele alınması vetartışılması gerektiğini de vurguladı.

19 Haziran günü ise eğitim senatörünün bürosu500 öğrenci tarafından bir süreliğine işgal edildi.

Eğitim boykotu süresince lise ve üniversiteöğrencileri taleplerinin başarıya ulaşması için ne türstrateji uygulamaları gerektiği üzerine tartışmalaryürüttüler. Talepler kataloğu hazırlayarak rektörler vepolitikacılarla tartıştılar.

Bugünlerde birçok kentte öğrenciler eylemlerinnasıl sürdürülmesi gerektiği üzerine tartışmalaryürütüyor. Üniversite işgallerinin 15 Temmuz’dabaşlayacak sömestr tatiline değin sürmesi de tartışılankonular arasında. Tartışma konularından biri de lise veüniversite öğrencileri ile sendikaların eğitim boykotuiçin kurdukları birliğin korunup korunamayacağı.Eğitim boykotu boyunca sendikalar birliktelikte yeralmalarına rağmen üyelerinin eylemlere aktif birşekilde katılması konusunda üzerlerine düşen göreviyerine getirmediler. Özellikle büyük kentlerdesendikaların desteği çok cılız kaldı.

Düsseldorf’ta coşkulu eylem...20 Haziran günü yapılan eylemlerden biri de,

Kuzey Ren Westfalya eyaletinin başkenti olanDüsseldorf’ta gerçekleşti. Eylem, eyalet çapındaolmasına ve Düsseldorf’u çevreleyen Köln, Duisburg,Essen, Bochum, Bielefeld, Bonn, Münster gibişehirlerden katılım olmasına rağmen bekleneninaltında bir katılımla gercekleşti. Eyleme 5 bin kişikatıldı.

“Herkese eşit ve parasız eğitim!” sloganı, bueylemin de en çok atılan sloganı oldu. Gerçekleşenyürüyüş sırasında sık sık kısa süreli oturma eylemleriyapıldı.

BİR-KAR Gençliği de NRW’deki gençlikgüçleriyle eyleme katıldı ve broşür dağıtımıgerçekleştirdi.

Yürüyüş, Düsseldorf sahilindeki bir meydandayapılan mitingle sona erdi.

Hafta içinde yerellerde yapılaneylemlerde olduğu gibi, bu eyleme de ortaöğreniminisürdüren ve çalışan gençlik yoğun bir katılımgerçekleştirdi. Üniversitelilerin katılımı ise bekleneninoldukça altında kaldı.

Merkezi eyleme katılımdaki zayıflık ise birkaçsebepten kaynaklanmaktadır.

Birincisi, yerellerde yapılan eylemlere hiç olmadığıkadar ortaöğrenim gençliğinin yüksek katılımı oldu.Fakat bu öğrencilerin örgütlülük ve bilinç düzeylerihenüz oldukça geri. Bundan dolayı bu kesimi, merkezieylemlere taşımak noktasında sıkıntı çekilmektedir.

İkinci ve en önemli sebeplerden biri ise AstA veFachschaft olarak adlandırılan öğrencitemsilciliklerinin tutumudur. Zira bu temsilciliklerhalihazırda üniversite gençliğinin tek kitlesel örgütleridurumundadır. Bir süreden beri yönetimleri hızlasağcılaşan bu örgütler, bazı yerlerdeki istisnalardışında eylemleri örgütleme ve öğrencileri mobilizeetme konusunda hiçbir ciddi çaba ortayakoymamışlardır.

Üçüncü sebep olarak ise, yerellerde hafta boyuncayaşanan yoğun eylemlilik sürecinin yarattığıdoygunluk ve bunun merkezi eyleme olan ilgiyiazaltması olarak gösterilebilir.

Haftasonu yapılan eylemler, yaşanan bir haftalıkyaygın, kitlesel ve yoğun eylemlilik sürecinin finalioldu.

Bundan sonrası bir durgunluk dönemi olacaktır.Çünkü okullar tatile girmektedir. Yeni öğrenim yılınabaşlarken nelerin olacağını ise, ögrencilerin ortayakoyacakları çaba belirleyecektir. Bu da üniversitelisi,

Almanya’da yüz binlerce öğrenci eğitimhakkı için alanlardaydı!

21 Haziran 2009 / Düsseldorf

Page 23: Sİ Kızıl Bayrak 2009-24

Bankalara değil, eğitime kaynak! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 23Sayı: 2009/24 H 26 Haziran 2009

çalışanı ve ortaöğrenim ögrencileriyle bu eylemleriörgütleyen kitlenin önümüzdeki süreçteki tutumlarına,gençliğin örgütlülük, bilinç düzeyi, izlenecek eylemstratejisi ve bu eylemlerde gösterilecek kararlılığabağlı olacaktır.

Şimdiye kadar ortaya konan çabalar, hükümete,paralı eğitim konusundaki uygulamalarında geri adımattırmaya yetmemektedir. Zira eylemlerin bütünkitleselliğine rağmen, bunun kendiliğinden bir kitlehareketi olduğu söylenebilir. Evet Almanya’da gençlikbazı bakımlardan oldukça örgütlüdür. Öyle ki, bazıüniversitelerde eylem komitesi 30-40 örgüttenoluşabilmektedir. Fakat ne var ki, bu örgütlerinçoğunluğu reformist niteliktedir.

Almanya’da halihazırdaki gençlik hareketinin enzayıf noktası, güçlü, devrimci siyasal gençlikörgütlerinden yoksun olmasıdır. Bu eksiklikgiderilemediği sürece de hareketi, gençliğipolitikleştirmek ve sonuç alıcı kazanımlar elde etmekzor olacaktır. Fransız, Yunan ve İtalyan gençliğininfarkı ve avantajı da buradadır.

Ama her şeye rağmen bu eylemlilik sürecigençliğin bilinç ve örgütlülüğünü geliştirmede birbasamak rolü oynamış, ileride arzu edilen düzeyiyakalamada yeni bir adım olmuştur.

BİR-KAR Gençliği / NRW

Öğrenciler bakanlık zirvesini bastı!Almanya eyaletlerinde bulunan kültür bakanları 19

Haziran 2009 tarihinde Berlin’de Kültür BakanlarıKonferansı gerçekleştireceklerdi. Kuşkusuz bukonferans Almanya’nın eğitim politikası üzerine birkonferans olacaktı. Eğitim politikası tartışılacak veçeşitli kararlar verilecekti. Grevdeki öğrencilerinçağrısı üzerine bu konferansa katılma kararı alındı.

Öğrenciler konferansı düzenleyen eğitimbakanlığına bir mektup yazarak konferansta 2 saatlikbir konuşma hakkı istediler. Bakanlığın bu başvuruyaverdiği cevap “bu tip sorunlar için vaktimiz yok” oldu.

Bunun üzerine konferansın yapılacağı yerde mitingyapma kararı alındı. 1500’ün üzerinde öğrenci mitingalanına geldi. Miting saat 12.00’de başladı. ÖncelikleEğitim Bakanlığı’nın, konferansı iptal ettiği açıklandı.Sorumlu bakanın nerede olduğunun bilinmediği,ulaşılmak istendiği halde bir türlü somut bilgiverilmediği belirtildi.

Mitingde öğrenci temsilcileri, öğretim görevlileriçeşitli konuşmalar yaptılar. Eğitim sistemininsorunlarını dile getirdiler, kapitalist sistemi eleştirdiler.Eski Doğu Almanya’yla kıyaslama yaparak bugünün odönemden daha kötü olduğunu vurguladılar.

Yaklaşık 1 saat süren mitingden sonra finansbakanlığına yürüme kararı alındı ve 14.30’da bakanlıkbinası önüne gelindi. Finans Bakanlığı binasının polisablukasına alınması üzerine kitle finans bakanınınoraya gelmesini haykırdı. Yaklaşık 20 dakika sonrabakan korumalarıyla birlikte aşağı gelerekeylemcilerin sorularını yanıtladı.

Bakanın söyledikleri bu döneme kadarki bildikaçıklamaların ötesine geçemedi ve bakan birçoksomut soruya gereken cevabı veremedi. Yaklaşık 10dakika kalan bakan apar topar geri gitti. Mitingbakanın gitmesinin ardından sona erdi.

BİR-KAR Gençliği / Berlin

Köln’de öğrenciler ayakta!Hafta başından bu yana süren eylemlere, 40 bin

nüfusu ile, Almanya’nın en büyük üniversitelerindenbiri olan Köln Üniversitesi de katıldı. Köln’dekiöğrenciler de, planladıkları çeşitli etkinliklerle, hergünü ve her yeri eylem alanına çevirdiler.

Öğrenciler, merkezi olarak planlanan ve yerellerinkatkılarıyla zenginleştirilen, blokajlar, oturmaeylemleri, derslik işgalleri, paneller, alternatif dersler,kitlesel yürüyüş ve mitingler, sembolik banka

soygunları vb. gibi çok çeşitli ve yaratıcı eylem veetkinliklerle tepkilerini ortaya koyup, taleplerinihaykırdılar.

Köln Üniversitesi’nin haftalık eylem takvimi iseşöyle işledi:

Pazartesi: Önce 500 kişinin katıldığı kitleseltoplantı yapıldı, tartışmaların ardından bütün bir haftagün gün planlanarak bir eylem takvimi oluşturuldu.Ardından 100 kişilik bir grup bir dersliği işgal etti.Yine kimi dersliklerde “alternatif dersler” yapıldı.

Salı: Bir meydanda kurulan pazarda, çevredekilerebedava kitap dağıtıldı. Alternatif dersler Salı günü dedevam etti.

Çarşamba: Her yerde olduğu gibi, Köln’de de enkitlesel eylem bugün gerçekleştirildi. Üniversitelerlebirlikte, çalışan öğrenciler ve orta öğrenim gençliğininde yer aldığı eyleme 5 bin kişi katıldı. Üniversiteyeyakın bir yerde toplanan binlerce öğrenci taleplerininyazılı olduğu çok sayıda pankart, döviz eşliğinde,sloganlar ve hiç susmayan düdük sesleriyle merkeziistasyona yakın bir yere kadar yürüyerek, burada birmiting gerçekleştirdi.

Perşembe: Sembolik olarak “banka soygunu”gerçekleştirildi. Merkezdeki bir Kommerzbankşubesinin önüne giden 50-60 kişilik bir öğrenci grubu,ellerindeki muzlarla bankanın içerisine kadar girerek,megafonla “Herkese eşit ve parasız eğitim”,“buradayız sesimizi yükseltiyoruz, çünkü eğitimhakkımız çalınıyor!” gibi sloganlar attı. Bankamüşterilerine ve personele bildiri dağıtarak,propaganda yapan eylemciler, devletin baştaKommerzbank olmak üzere, bankalara verdiği 480milyar €’dan eğitime de pay ayırması gerektiğinisöyleyerek, hazırladıkları imza föylerini de bankayöneticilerine imzalattırdılar.

Köln’deki eylemlere katılım beklenenin altındakaldı. Öyle ki, daha küçük üniversiteler çok dahakalabalık eylemler gerçekleştirebildiler.Konuştuğumuz öğrenciler bunu, daha çok sosyaldemokrat ve sağ eğilimden öğrencilerin yönetimdeolduğu, AstA olarak adlandırılan öğrencitemsilciliğinin çalışmamasından ve pasiftutumlarından kaynaklanmasına bağladılar.

BİR-KAR / Köln

Essen’de öğrenci eylemi...Almanya’nın her yerinde büyük gösterilere sahne

olan “Öğrenci Grevleri” Essen kentinde de coşkulu birşekilde gerçekleştirildi. Essen’de belirlenen buluşmanoktasında, beklediğimizden fazla öğrencinin olmasışaşırtıcıydı.

Şehir merkezi ortaokul, lise ve üniversiteöğrencileri ile doluydu. BİR-KAR Gençliği olarak“İşyerinde köle, okullarda müşteri ve savaşlarda askerolmayacağız!” yazılı pankartımızla eyleme katıldık.Pankartımız oldukça ilgi çekti. Eyleme katılanöğrenciler yer yer pankartımızı taşıdılar.

Üniversiteye geldiğimizde ise bütün anfileri,seminer odalarını ve kütüphaneleri dolaşıp binayıboşaltmayı hedefliyorduk. Slogan atmaya devam edipÜniversitelileri bize katılmaları için motive edipharekete geçirmeye çalıştık ve bunu başardık.

Protesto eylemine katılan ortaokul, lise ve

üniversite öğrencileri, hükümet tarafından yapılaneğitimdeki saldırılarla ilgili konuşmalar yaptı. BİR-KAR Gençliği adına da bir konuşma gerçekleştirildi.

Yapılan gösterilere 10 bin civarında öğrenci katıldı.

BİR-KAR Gençliği / Essen

Bielefeld’te coşkulu eğitim boykotu!“Eğitim Grevi” Bielefeld’te oldukça coşkulu ve

militan bir şekilde gerçekleştirildi.Greve giden öğrenciler, belirlenen dört farklı

noktada buluşarak, yürüyüşe başladı. Lise ve ortaokulöğrencileri okulların içine girerek, öğrencilere boykotçağrısı yaptılar. Üniversite öğrencileri ise anfilerdeaynı şeyi yaptılar. Dört farklı noktadan katıldığımızgreve, “Eğitim satılamaz, herkese eşit, parasızeğitim!” başlıklı bildirilerimizi kullanarak katıldık.

Toplanma alanına yaklaştığımızda, şehrinmerkezindeki cadde öğrenciler tarafından trafiğekapandı. Eylem programında böyle bir şeyolmamasına ve bu durumun eylem komitesidesteklenmemesine rağmen ana caddede oturmaeylemi yapıldı. Yavaş yavaş dağılan kitlenin ardından300 kişilik kitle oturmaya devam etti. Polis,öğrencileri sürükleyerek caddeden çıkarmak istese de,polisin elinden kurtulan öğrenciler tekrar oturmaeylemine başladılar. Çaresiz kalan polis, geri çekilmekzorunda kaldı.

Yaklaşık 5 saat süren oturma eyleminiengelleyemeyen polis, robokopların desteğini aldı.Öğrenciler şiddet kullanılarak ana caddeden çıkarıldı.Bir tarafta bunlar yaşanırken, diğer tarafta daöğrenciler metroları işgal etti. Metrolardaki tünelleregirerek, tramvayları durduran öğrencilere saldıranpolis, biber gazı kullanarak çok sayıda öğrenciyigözaltına aldı.

Oldukça coşkulu ve militan geçen eylemlereağırlıklı olarak lise ve ortaokul öğrencileri katıldı.Üniversitelilerin sayısının beklenenden az olmasıdikkat çekti. 2000 kişinin katılımının beklendiğieyleme yaklaşık 5000 kişi katıldı.

BİR-KAR Gençliği / Bielefeld

Berlin’de görkemli öğrenci eylemi!Berlin’de eğitim alanındaki sorunları protesto

etmek için 17 Haziran günü gerçekleşen yürüyüşeyaklaşık 30 bin kişi katıldı.

Alexanderplatzda saat 11.00’de başlayan mitingdeöncelikle öğrenci temsilcileri söz alarak ortaokul, liseve üniversitedeki sorunlarını dile getirdiler.

Üniversite temsilcilerinin yaptığı konuşmalardaeğitimin parasız ve herkese eşit şekilde verilmesigerektiği vurgulandı.

Eğitim sendikası temsilcisinin yaptığı konuşmadaise öğrencilerin yaptığı eylemin haklılığı ifade edildi.

Yapılan tüm konuşmalar, eğitim alanında yaşananbu sorunlar karşı mücadeleye çağrıyla bitirildi.

Humbold Üniversitesi’nin önünde yapılan mitingleeylem sona erdi.

BİR-KAR Gençliği olarak eylemde broşür dağıtımıgerçekleştirdik.

BİR-KAR Gençliği / Berlin

Page 24: Sİ Kızıl Bayrak 2009-24

İran’da öfke büyüyor...24 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/24 H 26 Haziran 2009

İran’da cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ardındanbaşlayan kitlesel eylemler, kısa sürede sıçramagerçekleştirerek halk hareketine dönüştü. Öyle ki,hareketin gelişim hızı, başlama gerekçesi olan seçimsonuçlarıyla ilgili tartışmaları bile ikinci plana itmişbulunuyor. Egemenler arası iktidar çatışmasınıntetiklediği hareket hem militanlığı hem kitleselliğiylegerici molla rejimini sarsacak bir güce ulaşmışgörünüyor.

Beklenmeyen bir hızla halk hareketi görünümünebürünen olayların açığa çıkarttığı toplumsaldinamikler, sadece molla rejiminin şeflerini değil,emperyalist güç odaklarıyla bölgedeki gericirejimlerin efendilerini de kaygılandırmaya başladı.Zira kitleleri “güdülecek sürü” gören gerici zihniyetitemsil eden gerici güç odakları için İran’daegemenlerin denetiminden çıkmış bir halk hareketininvarlığı, tam bir kabustur. “İran’da ikinci devrim”mi?tartışmalarının başlamış olması, gerici güç odaklarınınkaygılarının yersiz olmadığını gösteriyor.

Dini liderin tehditlerini boşa düşüren eşik!

Görünen o ki, “reformcu” kanadın lideri MirHüseyin Musavi dahil İranlı liderlerin hiçbiri hareketinhızla bu noktaya sıçramasını beklemiyordu. Nitekimyer yer denetimden çıkan hareketin teskin edilmesineMusavi’nin bizzat katılmak durumunda kalması,yaşanan gelişmenin sarsıcı boyutunu gösteriyor. Dini,bürokratik ve militarist kurumların şefleri de aynışaşkınlık içinde görünüyor. İran yönetiminin en üstkurumu kabul edilen dini lider Ayetullah AliHameney’in Cuma namazı kıldırıp, MahmudAhmedinecad lehine hutbe vermesi, egemenlerdekitedirginliğin göstergesi oldu. Zira konumu gereğiHamaney, en azından görüntü itibarıyla taraflara eşitmesafede durmakla mükelleftir. Hamaney’in bu ilkeyigözardı etmek zorunda kalması, egemenlerin halkhareketinden duydukları korkuya işaret ediyor.

Basın önünde verdiği hutbede Ahmedinecad’ıaçıktan desteklemekle yetinmeyen Hameney,sokaklara çıkan kitleleri de pervasızca tehdit etti.Nitekim eylemlere saldıran kolluk kuvvetleri onlarca

eylemciyi katledip, yüzlercesini yaraladı. Ancak nedini liderin tehditleri, ne azgın devlet terörü kitlelerinsokaklara çıkmasını önleyebildi. Bu gelişme diniliderin otoritesini sarsmakla kalmadı, kitlelerin ölümkorkusunu yendiğini de gösterdi. Kitle hareketlerindekritik önem taşıyan bu eşiğin kısa sürede aşılması,halk kitlelerinin zorba molla rejime ve kapitalist krizinyıkıcı sonuçlarına karşı biriktirdiği öfkenin derinliğinigözler önüne serdi.

İran işçi sınıfı da harekete katılıyor!

Molla rejimin zorbalığına rağmen belli çıkışlaryapan İran işçi sınıfının örgütlü kesimleri de, halkhareketine dönüşen eylemlere destek vereceğini ilanetti. 18 Haziran’da Otobüs Şoförleri Sendikası(Vahed), hareketi desteklediğini açıklayan bir bildiriyayınladı.

Seçimlerden önce hiçbir adayın İran işçi sınıfınınhaklarını savunmadığını açıklayan Vahed, sınıfın enmilitan kesimlerinden birini oluşturuyor. Devletterörüne rağmen uzun soluklu mücadeleler yürütenOtobüs Şoförleri Sendikası’nın harekete geçme kararı,önemli bir gelişme kabul ediliyor.

Bünyesinde 100 bin işçi çalıştıran Ortadoğu’nun enbüyük otomotiv şirketi Hodro işletmeleri işçileri de,halk hareketini desteklemek için, günün bellisaatlerinde greve çıkacaklarını açıkladılar.

İran işçi sınıfının en militan kesimleri kabul edilenbu sınıf bölüklerinin eyleme katılma kararı, halkhareketinin gelişimine ivme katacak niteliktedir.Hareket, devlet terörü veya başka bir sebeplerdendolayı geri çekilmezse, İran’da sınıf hareketinin önünüaçabilir. Bu ise, halk hareketinin farklı bir evreyesıçraması için önemli bir avantaj olur. Nitekim faşistşah rejiminin yıkılmasında da İran petrol işçileriningrevinin önemli bir etkisi olmuştu.

Düzen içi önderlik halk hareketinintaleplerini karşılayamaz!

Başlangıç itibarıyla hareket, İran burjuvazisinin birkanadını temsil eden Musavi’nin önderliği altındaydı.

Yani egemenler arası iktidar çatışmasında bir tarafkonumundaydı. Kuşkusuz ki, belli yönleriyle halen deöyledir. Ancak hareketin gelişimi kısa sürede bugörüntüyü değiştirdi. Kitlelerin öfkesi egemenler arasıçatlaktan sızmakla kalmamış, hem bu çatlağıbüyütmüş (zira Musavi, alttan gelen basınçla bellialanlarda sınırlarını aşmak zorunda kalmıştır), hemkendi mecrasını yaratmaya başlamıştır. Hareket, fiiliduruşu ve talepleriyle rejimin diğer şefleriyle birlikteMusavi’yi de ürkütecek noktaya doğru yol almaktadır.

Orta sınıfların önemli rolü olmakla birlikte,harekete katılan genç erkek ve kadınlarınazımsanmayacak bir kısmının eğitimli işsizlerdenoluşması, hareketin dinamik kesimini oluşturan bugençlerin taleplerinin Musavi tarafındankarşılanmasını imkansız kılıyor. Orta sınıflarıntalepleriyle genç işsizlerin talepleri demokratik hak veözgürlüklerin kazanılması noktasında belli bir çakışmaiçinde olsa da, sosyal talepler söz konusu olduğundaayrı yerde durmaktadır. Hal böyleyken hareketedinamizmini veren bu kesimlerin taleplerinin -hele deişçi sınıfının da katılması halinde-, düzenin şu veya bukanadı tarafından karşılanmasını imkansız kılmaktadır.Bu ise, hareketin belli bir aşamada ayrışma eğilimindeolacağına da işaret ediyor.

Batılı emperyalistlerin “renkli devrim”beklentisi kursaklarında kalacak!

Halk kitlelerini “güdülecek sürü” ya da “renklidevrimler”in “dolgu malzemesi” gören batılıemperyalistler, İran’daki halk hareketini de bu kalıbadökme hevesindeler. Bu yaklaşım olanı değil, olmasıistenileni yansıtmaktadır. Gerçeğin kaba bir biçimdesaptırılması, ezilen halkların hem gerici rejimlere hememperyalistlere karşı tutum alamayacağı safsatasınadayandırılmaktadır. Oysa gerçek halk hareketleri herzaman bu gerici güçlere karşı mücadele içinde gelişir.

Kapitalist düzenin efendilerinin zihniyetini orayaseren bu yaklaşım, farklı bir boyutta İranlıegemenlerin açıklamalarından da yansıyor. ÖrneğinMahmud Ahmedinecad’la diğer İranlı yöneticiler, halkhareketinden ABD ile Britanya’yı sorumlu tuttuklarını

Ortadoğu’da gerici rejimlerin işi eskisi kadar kolay olmayacak...

İran’da halk hareketi sınırlarını zorluyor!

Page 25: Sİ Kızıl Bayrak 2009-24

Barack Obama’nın Kahire vaazında Filistindevletinin kurulması gerektiği tezini savunması, bazıçevrelerin,“ABD, Filistin sorununun çözümü içinİsrail’e baskı yapmaya başlayacak” türünden yorumlaryapılmasına vesile oldu. Oysa Obama, daha önce“İsrail’in güvenliğini sağlamak temel önceliklerimizarasındadır” açıklamasını yaparak safını net bir şekildebelirlemişti. Buna rağmen Obama’nın, Filistinsorununa iğreti bir çözüm bulmaya muhtaç olduğunusöylemek de mümkün. Ancak kendine siyonist rejimingüvenliğini sağlama misyonunu biçen ABDbaşkanının, Filistin sorununun çözümüne dairsöylediği sözler havada kalıyor.

Nitekim “iki devletli çözüm” diye yutturulamayaçalışılan planın temel amaçlarından biri, bölge halklarınezdinde ABD emperyalizminin yıpranan imajınıdüzeltmekse, diğeri de siyonist İsrail’i güvenceyealabilmektir. Eğer bu iki temel noktada başarısağlanabilirse, ABD’nin bataklığa saplanan Ortadoğupolitikasının farklı araçlarla sürdürülebileceği varsayılıyor. Görüldüğü üzere burada Filistin sorununaiğreti çözüm üretmek bile tali plandadır.

ABD başkanının söylemleri, somut adımlardanyoksun, temennilerle sınırlı kaldığı halde, ırkçı-siyonist rejimin şeflerini pek memnun etmişgörünmüyor. Tel Aviv’den yapılan açıklamalar, İsrailrejiminin düzen içi iğreti bir çözüme bile tahammületmek istemediğini kanıtlar niteliktedir. Filistin halkına“kıyım ya da diz çökmek” dışında seçenek bırakmakistemeyen ırkçı-siyonistler, toprak gaspından bilevazgeçmek niyetinde değiller. Tel-Aviv’deki ırkçı-faşist hükümetin şefi Benyamin Netanyahu’nun“çözüm”e dair açıklaması ise, siyonist şeflerin nekadar küstahlaştığının belgesi niteliğindedir.

İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu, siyonistrejimin soruna dair politikasını açıklarken ordusu,güvenlik gücü, egemenliği olmayan bir Filistindevletinin kurulabileceğini söyledi. Nükleer silahdeposu İsrail’in yanında “silahsız Filistin devleti”öneren ırkçı-faşist şef, İsrail’in Doğu Kudüs’tençekilmeyeceğini, Batı Şeria’daki Yahudiyerleşimlerinin boşaltılmayacağını, ırkçı-duvarınyıkılmayacağını, Filistin halkının İsrail’i “Yahudidevleti” olarak kabul etmesi gerektiğini, 5 milyonayakın Filistinli mültecinin dönüş sorununa İsraildışında bir çözüm bulunması gerektiğini söyledi.

Bu açıklama, ırkçı-siyonistlerin küstahlaşmaktasınır tanımadıklarını bir kez daha gözler önünesermektedir. Filistin halkının temel sorunlarını yoksayan bu faşist zihniyet, direnişin sembolü olan buhalka üstü açık bir hapishanede onursuzca bir yaşamdayatmayı “barış planı” diye pazarlamaya kalkışıyor.

Irkçı konuşmayı doğru ve cesur bir adım olaraknitelendiren İsrail’in işçi partili Cumhurbaşkanı ŞimonPeres ise, çizilen çerçevenin “İsrail-Filistin barışınınyanısıra bölge barışına yönelik doğrudan görüşmeleriçin de bir fırsat oluşturduğunu” öne sürdü. Bu konudasergilenen ortak tutum, tüm siyonist akımların ırkçı-faşist bir zihniyet taşıdığını kanıtlamaktadır.

Filistin topraklarını gaspeden siyonistlerinböylesine ırkçı, böylesine küstahça tasarlanmış bir plan

sunmalarında şaşılacak bir şey yoktur elbet. Zira barışadair ne kadar vaaz verilirse verilsin, ırkçı-siyonizminnihai amacı Filistin’i Araplar’dan arındırmaktır.Nitekim yaptıkları her eylemin geri planında, “safYahudi devleti” kurma iğrenç emelleri sırıtır.

İsrail başbakanının ırkçı planına ABD ile AB şefleritarafından destek verilmesi ise, bu iki gerici güçodağının Filistin halkına düşmanlığının bir kez dahatescil edilmesine vesile olmuştur.

Konuyla ilgili açıklama yapan Beyaz Saray sözcüsüRobert Gibbs, Obama’nın iki halkın tarihselvatanlarında Yahudi İsrail devleti ve bağımsız Filistindevleti olarak iki devletli çözümden yana olduğunuvurguladı. Beyaz Saray sözcüsü, “Obama’nın, buçözümün, hem İsrail’in güvenliğini, hem de Filistin’inyaşayabilecek bir devlete ilişkin meşru emelleriningerçekleşmesini sağlayabileceğine ve sağlamasıgerektiğine inandığını, Netanyahu’nun bu hedefionaylamasını memnuniyetle karşıladığını” bildirdi.

ABD başkanı adına yapılan bu açıklama,Ortadoğu’ya barış vaat eden Barack Obama’nınikiyüzlülüğünü tartışmaya yer bırakmayacak şekildegözler önüne sermiştir. İsrail başbakanının açıklaması,Obama’nın erken bir zamanda yüzündeki maskedensoyunmasına vesile olmuştur.

İsrail başbakanının konuşması, ABD’den medetuman Mahmut Abbas yönetimini bile hayal kırıklığınauğrattı. Abbas yönetiminin sözcüsü Nebil EbuRudeyna’ın, “Netanyahu’nun sözleri, yapılan tümçabaları ve girişimleri baltalıyor ve Filistin, Arap,Amerikan tutumlarına meydan okuyor” şeklindeyorumladığı açıklamaya destek sunan Obama, kiminsafında olduğunu yeniden teyit etmiştir.

Bu gelişme, emperyalist güç merkezlerindensorunlarına çözüm bekleyen ezilen halkların açmazınıgösteren güncel bir örnektir. Bir kez daha vurgulamakgerekiyor ki ezilen halklar, ancak sömürü, egemenlik,yağma peşinde koşan emperyalizme ve işbirlikçilerinekarşı birleşik direnişi yükseltebildikleri zamanözgürlüğe ulaşmanın yollarını açabilir.

Direnen halklar kazanacak! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 25Sayı: 2009/24 H 26 Haziran 2009

İsrail, Filistin halkına barış adına kölelik dayatıyor!

Küstah ırkçı-siyonistlere

ABD-AB desteği!

açıkladılar. Ahmedinecad’ın bu zırvaları sadecekitleleri küçümsediğini göstermiyor, aynı zamanhalk hareketini devlet terörünün meşru hedefiolarak göstermek de istiyor.

Hem molla rejiminin hem emperyalist güçodaklarının halk hareketini amacından saptırmakiçin oyun çevirdiklerinden kuşku duyulamaz.Ancak 30 yıl önce faşist şah rejimini devrimleyerle bir eden İran halklarını kandırmak da kolaybir iş değildir. Bu durumda İran rejimi ileemperyalist güçlerin halk hareketini şu veya bugerici güç odağının dolgu malzemesi sınırlarınaçekme girişimlerinin fiyaskoyla sonuçlanmaihtimali yüksektir. Molla rejiminin hareketi şiddetleezme girişimleri de, hareketi ehlileştirmekonusundaki aczinin göstergesidir.

İran’da iç dinamiklere dayalı halkhareketinin başarısı

Ortadoğu halklarına örnek olacaktır!

Sovyetler Birliği’nin çöküşü ve devrimci-sosyalist akımların devlet terörüyle ezilmesi,Ortadoğu’da direnişin önderlik değiştirmesinezemin hazırladı. ‘80’li yıllarla birlikte daha belirginolmaya başlayan Filistin, Kürdistan veLübnan’daki direniş odakları, esas olarak ulusalbaskıya karşı gelişmiştir. Filistin ve Lübnandirenişlerinin önderliği 1980’li yıllarla birliktedinci akımların inisiyatifine geçerken, Kürthareketi ise İmralı teslimiyet süreciyle düzen içi birçizgiye kaymıştır. Var olan ilerici-devrimci akımlarise, yazık ki halen kitlesellikten uzaktır.

Bu şartlarda iç dinamiklere dayanarak gelişenİran’daki halk hareketi, apayrı bir önem taşıyor.Molla rejimine karşı gelişen, emperyalist güçodaklarına ise yüz vermeyen bu hareket, yakıngelecekte siyasal önderlik alanındaki eksikliğinigiderebilirse, Ortadoğu halkları için yeni bir ufukaçabilir. Burada İran işçi sınıfı ile onun siyasaltemsilcisi olma iddiasındaki akım veya akımlarınoynayacağı rol kritik olacaktır.

Yakın geçmişte devrim gerçekleştirmiş olmanınyanısıra, kitlelerin inatçı mücadele deneyim vebirikimi, İran’daki halk hareketinin önemliavantajlarıdır. Ancak bu hareketin gelişmesi devletaygıtını tahkim etmiş, gerici, zorba bir rejimlehesaplaşmak gibi zorlu engellerle çatışmayıgerekecektir. Verili koşullarda hareket, kuşkusuz kibu düzeyin gerisindedir. Ancak kitle hareketiningelişim diyalektiği, halk hareketinin hızlagüçlenmesine doğru ilerleyebilir de. Nitekim ikihafta öncesine kadar İran’da güçlü bir halkhareketinin gelişeceğinden kimse söz etmiyordu.

Halk hareketi hangi hızla gelişirse gelişsin,sadece İran’da değil, artık tüm Ortadoğu’daegemenlerin işinin eskisi kadar kolay olmayacağınıvurgulamak gerekiyor…

Page 26: Sİ Kızıl Bayrak 2009-24

Uzun yıllardır siyasal islamın baskısı altındatutulan İran halkı son seçimlerden sonra bir öfkepatlaması yaşadı. Sokaklar göstericilerin bitmeyenöfkesine tanıklık ediyor. Mollalar rejimi lanetleniyor.Gösteriler Mahmud Ahmedinecad’a karşı eskibaşbakanlardan Mir Hüseyin Musavi’nintaraftarlarının gösterisi olmaktan çıkmaya başladı. Buiki klik arasındaki çekişme gösterilerin başlamasında,görünüşte fitili tutuşturan kıvılcım olsa da, giderekhalk hereketi rejimin bu iki gediklisini aşan bir rotayakayıyor...

30 yıl önce Şah rejimine karşı başlayan devrimcihalk haraketi, Şah’ın faşist diktatörlüğünün yıkılmasısürecinde, Humeyni’nin denetimine girerek bir karşı-devrime doğru evrilmişti. Dönemin halkçı-devrimcive revizyonist parti ve örgütlerinin yanlış politikaları,Humeyni yandaşlarının halkın geleneksel inançlarınıkendi iktidar mücadelelerinde bir manivelayadönüştürme çabalarıyla birleşince, Humeynici kliğinhalk hareketini denetimi altına almasını kolaylaştırdı.Humeyni bir yandan kendine bağlı mollalar aracılığıile camiler üzerinden halkı kendisine bağlarken, diğeryandan Şahlık rejiminin bürokratik güçlerini dedevrim korkusuyla yedekleyerek, iktidara geldi.Şahlık rejimine karşı verilen onlarca yılın ağır yükünüomuzlarında taşıyan halkçı-devrimci hareketiyenilgiye uğratarak onları tasfiye etti.

Sokakları yeniden protesto gösterileriyle dolduranİran’ın emekçi halkları ve devrimci partileriyaşadıkları bu acı deneyden öğrenmek zorundadırlar.Burada komşumuz İran halkının devrimci enerji vebaşkaldırısının başarısı için Türkiyeli komünist vedevrimcilere de önemli görevler düşüyor. İran’ınhalkçı-devrimci ve revizyonist partileri kadar,ülkemizin dönemin devrimci ve revizyonist partileride Humeynici kanlı diktatörlüğün İran halkının başınabela olmasında azımsanmayacak hataları olduğunu vebizlerin de bu kanlı tarihten öğreneceğimiz çok şeyinolduğunun altını çizmeliyiz. Öncelikle, 30 yıl öncekihataların ve kuyrukçu yaklaşımların zuhur etmemesiiçin İran halkının bu devrimci deneyini devrimcieleştirinin konusu yapmalıyız.

Dinci gericiliği altedebiliriz...

Siyasal gericilik bölgemiz devrimci hareketi içindün olduğu gibi bugün de ciddi bir tehlikedir. Emekçi

halklarımızın geleneksel dini inançlarını kendi gericisiyasal iktidar mücadelelerinin kaldıracı olarakkullanıyorlar. Camileri kendi gerici örgütlenmelerinin“doğal” alanlarına çeviriyorlar. Gerici siyasal islamcıhareketin bu aracını onların elinden almamız ne yazıkki mümkün değil. Ancak bununla birlikte bu gericiakımın ileri sürdüğü siyasal ve ekonomik programıdevrimci eleştirinin ve pratiğin konusu yaparak,emekçi kesimlerden bu akımı yalıtabiliriz, bumümkün. Gerek İran’daki ‘79 devrimci halkayaklanması deneyi ve gerekse ülkemizdeki ‘70devrimci hareketi deneyi bunun olanaklı olduğunubizlere yeterli açılıkta gösteriyor. Bu devrimci tarihinortaya koyduğu bir başka devrimci ders ise, devrimyapma iddiaasında olan parti ve örgütlerin devrimibaşarmadaki yeteneksizlikleridir.

Devrimin başarısı için doğru devrimciprogram-strateji ve

taktikler ön güvencedir...

Humeyni rejimi başa geçip kendi karşı-devrimcive gerici programını uygulamaya başlamasına karşındönemin devrimci partileri, Humeyni rejiminidesteklemeyi öngören, oportünist-kuyrukçupolitikalarına gerekçe uyduruyorlardı. Oysa Şahlıkrejimi yıkılıp, Humeyni iktidaıi ele geçirmeyeyöneldiği andan itibaren, Humeynici mollalar rejimidevrimin direk hedefi olmak zorundaydı. Bu karşı-devrimcilerle ittifakı, ne adına olursa olsun savunmakdevrime ihanetti ve kaçınılmaz olarak devrimin eldenkaymasını birlikte getirdi. ‘79 devrimi, devrimci partive örgütlerin bu oportünist politikaları sonucu olarakkarşı-devrime doğru bir kırılma yaşadı.

İran’da yükselen halk hareketine işçi sınıfı da katılmaya başlıyor

“İran halkının hareketiyle dayanışma içerisindeolduğumuzu ilan ediyoruz.

Bugün yapılanları, halkın sağduyusuna veoylarına bir hakaret olarak değerlendiriyoruz.Hükümet anayasal ilkelerle alay ediyor. Halkhareketiyle birleşmek bizim görevimizdir.

Bugün, 18 Haziran Perşembe günü, biz Hodroişçileri, kadınlara, işçilere ve öğrencilere yapılan

baskıyı protesto etmek için yarım saat süreyle işbırakacağız: Gündüz saat 10.00’dan 10.30’a, gecesaat 03.00’den 03.30’a kadar.

İran Hodro işçileri.” Bir bütün olarak emekçi sınıflar hareketteki

yerlerini alıyorlar...Eksik olan ne? Dünyanın bütünülkelerinde olduğu gibi komşumuz İran’da da,geçmişin hata ve başarılarından öğrenen güçlü birkomünist partisinin yokluğudur. Ancak yükselenkavga kaçınılmaz olarak kendi araçlarını dayaratacaktır.

Günün yakıcı görevi: Yeni bir devrimci sürecin

devrimci görevlerine hazırlıklı olmak

Geçen yılın sonlarında Yunanistan’da, Mısır’da,Fransa’da...şimdi de İran’da yükselen ve giderekdevletle açık çatışmaya doğru evrilen sokakhareketleri, krizin derinleşerek sürmesinin verdiğietkiyle de birleşerek, işçi sınıfı ve emekçi halklarınkapitalist dünyanın ideolojik ve politik etkisindençıkmaya başladığının işaretlerini veriyorlar. Burjuvadevletler hangi biçime bürünürse bürünsün, İran’daolduğu gibi islami veya Yunanistan’da olduğu gibi“demokratik” biçimde olsun işçi sınıfı ve emekçihalkları aldatmaya yetmiyorlar. KomşumuzYunanistan’da ve şimdi de İran’da işçi sınıfı veemekçi halkların sokak gösterileri, devletlerin acımazsaldırı ve cinayetleri mücadelenin keskinleşerekyükseleceğinin işaretlerini veriyor. Komünistler,özellikle bölge komünist ve devrimci güçleri budevrimci süreci başarıyla yönetebilmek için kendiaralarında sıkı bir bağ yaratmak zorundadırlar.

Hiç kimsenin beklemediği(!) kitlesel sokakgösterileri komşumuz Yunanistan’dan başlayıp İran’ageçti....Sıra hangi ülkede? Türkiye işçi sınıfı veemekçi halkları şoven-ırkçı zinciri parçalamak içinhangi “bahaneyi”i bekliyor. Göreceğiz...

Aslolan bu devrimci süreçleri örgütleyipyönetmektir. Komünist ve devrimci partiler sağlambir program, strateji, taktik ve örgütlenmeyle busüreci karşılamazlarsa devrimci olanakları bir kezdaha elimizden kaçıracağımız açıktır. ‘79’un devrimcideneylerinden öğrenmenin zamanıdır.

K. Ali

Yaşasın enternasyonel dayanışma!26 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/24 H 26 Haziran 2009

İran halkı ve devrimci partileri

‘79 deneyinden öğrenecektir!

Page 27: Sİ Kızıl Bayrak 2009-24

Ya barbarlık, ya sosyalizm! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 27Sayı: 2009/24 H 26 Haziran 2009

Kapitalist-emperyalist sistemin kısa bir suç dosyası...

Haber ajanslarına üstüste düşen haberler,kapitalist-emperyalist dünyanın suçlarını gözler önüneseriyor. Ne ki; bu haberler mümkün oldukça kısa vegöze batmayacak bir şekilde veriliyor. Sosyalist vedevrimci basınımız da arka planını yeterinceirdelemeyince haberler akıllarda kalmıyor. Yitipgidiyorlar... Oysa bu haberlerin alt alta yazılması bilekapitalist dünyanın suçlarını ve kapitalizmin ne demekolduğunu gözler önüne sermeye yetiyor.

Dünyada 1.02 milyar aç insan var

Kapitalizmin yoksulluk ve açlık demek olduğunuBirleşmiş Milletler’in açıkladığı raporda somut olarakgörüyoruz. Raporda, global ekonomik krizin dünyadaaç insanların sayısını rekor seviye olan 1.02 milyaraçıkarttığı söyleniyor. Bu, dünyada her altı kişidenbirinin aç olduğu anlamına geliyor. Geçen yıl burakam 915 milyondu.

53 milyon çocuk tehlikeli işlerde

çalıştırılıyor... Bunların 20 milyonu

12 yaşın altında...

Haberlerle devam ediyoruz. Uluslararası ÇalışmaÖrgütü’nün (ILO) 12 Haziran Çocuk Emeğine KarşıDünya Günü için hazırladığı rapor, ekonomik krizinen çok kız çocuklarını tehdit ettiğini vurguluyor.Raporda, “Son on yılda çocuk emeğinin

kullanılmasında azalma var. Ama krizle birlikte aileler

daha derin bir yoksulluğa itildikçe, yeniden artış

görülebilir” diyor.ILO rakamlarına göre, dünyada çalıştırılan çocuk

sayısı 2000’lerin başında 245 milyonken şimdi, 218milyona düşmüş. Bunların 100 milyonu kız çocuğu.53 milyonu tehlikeli işlerde çalıştırılıyor. 20 milyonise 12 yaşın altında.

Birleşmiş Milletler (BM) istatistiklerine görebirçok ülkede 100 erkek çocuğa karşılık yalnızca 80kız çocuğu ilköğretim öğrenimi görüyor. Dünyadahâlâ ilkokula gönderilmeyen 55 milyon çocuğunyüzde 55’i kız çocukları.

Kapitalist-emperyalist dünyada açlık 1 milyarıaşmış, çeyrek milyardan fazla çocuk okula gitmekyerine, emeğini bir hiç karşılığında kapitalist pazaraçıkarmış. Kayıtlara geçmeyenleri bir yana bırakırsakbile bunların 20 milyonu 12 yaşın altında. İstanbul vb.şehirlerin sokaklarında hergün karşılaştığımız çocukişçiler bu rakamlara dahil değildir. Ve yine ilkokulagönderilmeyen çocuk sayısı 55 milyon. Kayıt

dışıçalışan çocuklar bu rakamlara dahil değil...2008 yılı sonunda 42 milyon insan zorla,

yaşadıkları yerlerden çıkarıldılar...

“Dünyada 2008 yılı sonunda 42 milyon insan

zorunlu olarak yer değiştirmek durumunda kalmıştır.

Bunun 15,2 milyonu mülteci, 827,000’i sığınmacı ve

26 milyonu ülkesi içinde yerinden edilmiş kişi

konumundadır.

2008 yılı verilerine göre Afgan ve Iraklı mülteciler

dünya çapında BMMYK’nın ilgi alanındaki

mültecilerin yaklaşık yarısını oluşturmaktadır.

Sayıları 2.8 milyonu bulan Afgan mülteciler 69 farklı

sığınma ülkesinde yerleşiktir ve en kalabalık gruptur.

Iraklılar ise ikinci en büyük grup olup 1.9 milyon

civarındadır. Mülteci ve sığınmacıların yüzde 44’ü ise

18 yaş altındaki sığınmacı ve mülteci çocuklardır...”

Emperyalist-kapitalist devletlerin askeri

harcamalarında yeni rekor

1 trilyon 464 milyar!

Stockholm Uluslararası Barış AraştırmalarıEnstitüsü Sipri’ye göre geçen yıl dünyada askeriharcamalar %4 artarak 1 trilyon 464 milyar dolara

ulaştı.Son 10 yıldaki harcama artışlarının %58’inden ise

ABD sorumlu tutuluyor.Dört ana başlıkta topladığımız haberler kapitalist

dünyanın,vitrin arkasını yansıtmaktadır. “Dünyada

1.02 milyar aç insan var”, “53 milyon çocuk tehlikeli

işlerde çalıştırılıyor. Bunların 20 milyonu 12 yaşın

altında”, “2008 yılı sonunda 42 milyon insan zorla,

yaşadıkları yerlerinden çıkarıldılar”, “Emperyalist-

kapitalist devletlerin askeri harcamalarında yeni

rekor:1 trilyon 464 milyar”...

Tüm bunlar çok şey anlatıyor. Kapitalist dünyanınsuç dosyası yalnız bunlardan ibaret değildir. Tekbaşına bu rakamlar bile, kapitalizmin insan ve doğayıönemsemediğini ortaya koymaya yetiyor.Kapitalizmin temel yasasının azami kar olduğugerçeği, birkez daha olgularla doğrulanıyor.

Bu tablodan çıkan bir tek sonuç var; kapitalizmartık insanlık ve doğa için bir yüktür ve yıkım aracınadönüşmüştür. Savaş endüstrisinden beslenenkapitalizm her gün daha fazla militarist karakterebürünerek, insanlık ve doğanın geleceğini tehditediyor. İnsanlık ve doğa, yüzyıl önce Polonyalıkomünist R. Lüksemburg’un söylediği yol ayrımınaçok daha fazla yaklaşmıştır: Ya barbarlık, yasosyalizm!

Berlin İşçi ve Gençlik Kültür Merkezi olarak, heryıl 15-16 Haziran Direnişi’nin yıl dönümünde birpiknik gerçekleştiriyoruz. Bu yılki pikniğimizi 21Haziran 2009 tarihinde yaptık.

Pikniğimizin amacı Türkiye işçi sınıfı tarihindeçok özel ve önemli bir yer tutan, belleklerdensilinmeyen 15-16 Haziran Direnişi’ni anmak,günümüzdeki sosyal-siyasal gelişmelere işaret etmek,çevremizle olan bağlarımızı daha da güçlendirmekti .

Bu amaç çerçevesinde piknik ön hazırlıklarınabaşladık. Öncelikle pikniğimize çağrı niteliği taşıyanbir el ilanı çıkardık. Piknik çağrılarımızı iki haftaönce gerçekleştirdiğimiz nitelikli ve başarılı NazımHikmet anmasında tüm dostlarımıza ulaştırdık.Bunun yanısıra kendimize yakın gördüğümüzarkadaşlarımıza ulaşma çabası içerisine girdik.

Etkinlik günü ise çağırdığımız insanlarınetkinliğimizden memnun ayrılmaları içinhazırlıklarımızı tamamlamıştık. Yemek ve içeceklerin

yanısıra müzik ve halaylar için teknik altyapı, çeşitliyarışmalar ve sportif aktiviteler için her türlühazırlığımızı yapmıştık.

200’ü aşkın bir katılımın olduğu etkinliğimiz tambir şenlik havasında ve başarıyla gerçekleşti. Birarkadaşımızın yaptığı kısa bir konuşmanın ardındanhalaylar çekildi ve değişik yarışmalarla geç saatekadar pikniğimiz devam etti.

Berlin İşçi ve Gençlik Kültür Merkezi

Berlin’de 15-16 Haziran pikniği...

Page 28: Sİ Kızıl Bayrak 2009-24

Şemse, Necla, Kadriye, Güldünya… Namuscinayetlerine kurban giden kadınlardan sadecebirkaçı… Ve ne yazık ki her geçen gün bu listeye yeniisimler ekleniyor. Buna rağmen Tayyip Erdoğan’ın eşiEmine Erdoğan 18 Haziran günü katıldığı bir törende“namus cinayetleri Türkiye’nin umumi manzarasıdeğil” açıklaması yaptı. Emine Erdoğan yaptığıkonuşmada şunları söyledi: “Türkiye bu tür

cinayetlerin sıkça rastlandığı bir ülke değildir.

Televizyonların, gazetelerin ve internetin kontrolsüz

şekilde yaydığı bu manzaralar, Türkiye’ nin umumi

manzarası elbette değildir.” Oysa Başbakanlık İnsanHakları Başkanlığı tarafından hazırlanan ‘Töre veNamus Cinayeti Raporu’nda ortaya konulan veriler,gerçekliğin hiç de Emine Erdoğan’ın dediği gibiolmadığını göstermektedir. Rapor namus cinayetlerinibu ülkenin “umumi” manzarasını yansıtmaktadır.

2008 yılında yayınlanan bu rapor, bu alandayapılan en kapsamlı çalışma olarak ifade edilmektedir.Raporun verilerine göre, son 5 yılda “töre” ve “namus”cinayetlerinden 1091 kadın yaşamını yitirmiş. Bunlarresmi kayıtlara geçen olaylardır, bir de bunlara“intihar” görüntüsü verilen ölümleri de eklemekgerekiyor. Çoğu kadın bu şekilde ölümezorlanmaktadır. Ölümle sona ermeyen “vakalar”da ise,kadınlar yoğun işkenceye maruz kalıyorlar. Yinerapora göre, “namusa leke gelmesin” denilerekkadınlar eve kapatılıyor, intihara zorlanıyor, burunlarıve kulakları kesiliyor, tehdit ediliyor ve dayak yiyor…Araştırma sonuçlarının ortaya koyduğu en ürkütücüveri ise araştırma kapsamında görüşülen katillerinpişmanlık duymamaları ve cezaevinde bir kahramangibi karşılanmalarıdır. Bu, topluma egemen gericikültürün ürkütücü boyutlarda olduğunugöstermektedir.

Ülkede kadına yönelik şiddetin ve özelde “namus”cinayetlerinin oranı rakamların diliyle apaçıkortadayken, Emine Erdoğan bunu yadsıyarak ve suçumedyanın üzerine atarak kurulu düzeni aklamanınbeyhude çabası içindedir. Emine Erdoğan temsil ettiğisınıfın zihniyetini özetlemiştir. Kuşkusuz sermayesınıfına mensup bir kadından başka bir tutumaçıklaması da beklenemez. Çünkü temsil ettiğisermaye sınıfı sorunu sınırlı da olsa çözemez. Tamtersine tüm kurumlarıyla birlikte bu gericiliğindevamından bizzat sorumludur. Düzenin gerici,ataerkil kültürü eğitim kurumlarından, yargısına vekolluk güçlerine kadar her yerdedir.

Özellikle kolluk güçlerinin ve yargı mensuplarınındavranışları namus cinayetlerini toplumda meşrugösterecek şekildedir. Namus ya da töre adı altındaişlenen çoğu şiddet olayının “aile içi” olduğugerekçesiyle üzeri örtülmektedir. Yargıya gittiğinde debenzer bir anlayışla karşılanmakta, çoğu zaman da“namus” adı altında olduğu için yargı indirimineuğramaktadır.

Her ne kadar sermaye sınıfı, Emine Erdoğan’ınağzından, namus cinayetleri sonucu ölen bini aşkınkadını görmezden geldiğini ifade etse de, kadınayönelik şiddet toplumsal yaşamın en önemlisorunlarından biridir. Ve bu şiddetin en vahşi örnekleri“töre ve namus” adı altında işlenen cinayetlerdegörülmektedir. Mevcut düzen koşulları altında kadınayönelik her türden şiddete ve gericiliğe karşı mücadeleedilmesi ve acil demokratik istemlerin yükseltilmesiönemlidir. Ancak gerçek ve kalıcı çözüm için tümkurumlarıyla çürümüş mevcut düzenin toplumsal birdevrimle yıkılması gerekmektedir. İşçi ve emekçikadınlar bu bilinçle örgütlenmeli, mücadele etmelidir.

Katil devlet hesap verecek!28 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/24 H 26 Haziran 2009

Türkiye’nin umumi manzarası: Namus cinayetleri!

İşte yine beklenen oldu. Katliamların,işkencelerin, yargısız infazların ülkesi Türkiye’degelenek devam etti; yargı gereğini yaptı! 12 yaşındakatledilen Uğur Kaymaz’ın katilleri beraat etti.

21 Kasım 2004 tarihinde Mardin Kızıltepe’deUğur Kaymaz babası Ahmet Kaymaz ile birlikteevlerinin önünde katledilmişti. Uğur sırtından 9kurşun almıştı. Babasına da 4 kurşun isabet etmişti.Evlerinin önünde ayaklarında terlik ile katledilenbaba ve oğlun katliamına kılıf hemen o akşamMardin Valiliği’nce resmi bir açıklama ileuydurulmuştu. “İki terörist ölü olarak ele geçirildi.”Senaryo hazırdı; Ahmet ve Uğur Kaymaz’ın evindesilahlar bulunduğu, bu silahların daha önce 4 polismemurunun yaralandığı başka bir çatışmadakullanıldığı ileri sürüldü. Ve eylem hazırlığı içindeolduğu bilgisine ulaştıkları için eve operasyongeçekleştirildi vs., vs...

Polisin “yanlış ihbar ve istihbarat üzerineyargısız infaz yaptığı” iddiaları kamuoyundayaygınlaşınca, operasyonda silah kullananpolislerden Mehmet Karaca, Yaşefettin Açıksöz,Seydi Ahmet Töngel ve Salih Ayaz hakkında,Mardin Ağır Ceza Mahkemesi’nde “meşru müdafaasınırlarını aşarak faili belli olmayacak şekilde adamöldürmek”ten 12’şer yıla kadar hapis cezasıistemiyle dava açıldı. Dava, güvenlik gerekçesiyleEskişehir Ağır Ceza’ya gönderildi. Ancak yargı,12yaşındaki Uğur ve babası Ahmet Kaymaz’ ınpolisler tarafından öldürülmesini, “meşru müdafaa”sınırları içinde saydı. Yargıtay 1’inci Ceza Dairesi,“terörist ihbarı” üzerine yapılan baskında, baba ileoğlunu “yasal sınırları aşarak öldürdükleri”iddiasıyla yargılanan 4 polis hakkındaki beraatkararını onayladı.

Kuşkusuz bu ve benzeri kararlar bu düzende neilktir, ne de son olacaktır. Ancak bu karar nezdindebir kez daha sermaye devletinin Kürt halkınayönelik imha ve inkâr politikası tüm açıklığı ile

görülmüştür. Kürt halkının haklı ve meşrumücadelesine karşı yürütülen bu kirli savaşta TayyipErdoğan’ın ifadesiyle “kadın da olsa çocuk da olsagereği yapılmalıdır!” Bu nedenle bu ülkegerçekliğini bilenler için Uğur’un ve babasınınkatillerinin beraat etmesi şaşırtıcı değildir. Sermayedevleti uyguladığı tüm kirli ve kanlı yöntemleriniçocuklardan da esirgemeyeceğini her defasındagöstermektedir.

Uğur “yasal sınırlar” içinde katledilmiştir. YineUğur gibi yaşları 12-15 arası olan çocuklar 90’lıyıllarda Mardin’de, Diyarbakır’da, Şırnak’ta “yasalsınırlar” içinde gözaltına alındılar, işkence gördüler,küçük yaşlarda Filistin askısını tanıdılar vekaybedildiler. Kaybedilenler listesinde Davut,Seyhan, İlyas, Çayan, Ahmet, Daham olarak yeraldılar. En son örnek ise Kürt çocuklarına yönelikuygulanan yargı terörüdür. Çocukları da “terörlemücadele” kapsamına alan devlet, son üç yıldayüzlerce çocuğu bir eyleme katıldıkları ya dapropaganda yaptıkları iddiasıyla tutuklayıpcezaevine göndermiştir. Ve yine geçtiğimiz 23Nisan’da, “çocuk bayramında”, Hakkari’de kollukgüçlerinin çocuklara gaz bombaları ve zırhlıaraçlarıyla saldırması sonucu bir çocuk hayatınıkaybetmiş, 14 yaşındaki bir çocuğun kafası isevahşice parçalanmıştır. Tabii ki bu da “yasalsınırlar” içinde yapılmıştır!

Sermaye devletinin kirli yöntemlerinin çocuklarıda hedef alması ise ne kadar acizleştiğini gözlerönüne sermektedir. Sömürücü zorbaların korktuklarıgerçek şudur ki, ne silahları ne işkenceleri ne deyasaları Kürt halkının mücadelesini bitirmeyeyetmemiştir. Kürt halkı kadınıyla-erkeğiyle zalimekarşı her daim direnmiş ve bunu çocuklarına daöğretmiştir. Kuşkusuz düzen sahipleri korkmaktahaklıdır. Çünkü bu çocuklar, Uğur ve diğerleri, bucoğrafyanın özgür ve aydınlık geleceğinisimgelemektedir.

Yargı gereğini yaptı! Uğur’un katilleri beraat etti…

Katillerden hesabı emekçiler soracak!

Page 29: Sİ Kızıl Bayrak 2009-24

Bir burjuva liberalinin saçmalamaları üzerine... Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 29Sayı: 2009/24 H 26 Haziran 2009

İşçi sınıfının gelişim korkusu her dönem sermayesınıfının uykularını kaçıran bir olgudur. Çünkükapitalizm ilk ortaya çıkış süreciyle beraber kendimezar kazıcısı olan işçi sınıfını yaratmıştır. Budurumun farkındalığını zihninden atamayan sermayesınıfı buna karşılık çeşitli zor yollarının yanısıra onusürekli denetim altında tutmayı başarabilecek kuklaiktidarlar ya da sınıfa yakınmış gibi görünen bir takımakımlarla onu uyutmaya çalışır, mücadeleden uzaktutmaya çalışır. Bunu da kendini ya dinci ya ulusalcımilliyetçi ya da sol halkçı söylemler kullanan iktidarya da akımlar üzerinden yapar. Bunu belirleyentoplumun ya da emekçi katmanların o anki dinamikleriolur.

Türkiye’de 1960’lı yıllarda başlayan ve 1980askeri faşist cuntasına kadar gelen süreç işçi sınıfıbaşta olmak üzere emekçi katmanların mücadelesahnesine atıldığı sermaye sınıfının uykularını kaçırandönemdir. Bu döneme bakıldığında sermaye işçi veemekçilerin başkaldırısına karşı her ne kadar baskı vedirenç göstermişse de bunların yanısıra bir takım ayakoyunları da düzenlememiş değildir. O dönemde tekrarparlatılan CHP gerçekliği tam da bunun üzerineoturmaktadır. Yükselen ve sertleşen mücadeleninkarşısına o dönem CHP bir dalgakıran işlevi görmesiitibariyle öne sürülmüş ve bunda da başarılıolunmuştur. Sol ve halkçı söylemler karşısındakitlelerin yanısıra o dönem devrimci iddia taşıyan kimiakım ve partiler de bundan nasibini almıştır. Kuşkusuzsüreci tek başına bununla izah etmek mümkündeğildir. O dönemki mücadelenin karakteri işçisınıfının gelişim düzeyi ve devrimci akımların iktidarufku da bunda belirleyici bir rol oynamıştır. Bununyanısıra milliyetçi ve dinci akımların dapalazlandırılarak sınıfı gerici bir cendereye almagirişimleri de bir etkendir.

1980 sonrası dönemde de bunlara rastlamakmümkün tabii ki. 80’den günümüze doğru tarihebakıldığı zaman bunun örnekleri fazlasıyla mevcuttur.Tek farkla artık CHP şahsında düzen solculuğusermaye tarafından ihtiyaç olarak görülmemiş ve rafakaldırılmıştır.

Bu durum her zaman beslendiği sınıf itibarıylakitlelerde bilinç bulanıklığı yaratmak adına bir takımpolitikacıları da karşımıza çıkarmıştır. Bunun en sonörneği SHP’nin başına oturan Hüseyin Ergün şahsındakarşımıza çıkmaktadır. Hüseyin Ergün’ün Tarafgazetesinin 15-16 Haziran günlerinde Neşe Düzel ileyaptığı röportajı tam da söylenmek istenenin üzerineoturmaktadır. Ergün’ün argümanlarına göz atıldığızaman eskiye oranla daha geniş bir yelpazede düzensiyaseti adına solculuk kisvesinin nasıl tam dakitlelerin bilincini dumura uğratmak adına uygulandığıgörülmektedir.

Ergün röportajında öncelikle Avrupa’da yaşananson gelişmeler üzerine sol adına bir takım zırvalıklaröne çıkarmaktadır. Son dönemde AvrupaParlementosu’nda sağcı partilerin yaptığı atağıdeğerlendiren Ergün, burada belirleyici olanın krizolduğunu ve her kriz döneminde kitlelerin daha damuhafazakar ve milliyetçileştiğini vurgularken sonucuşu ilginç “tahlil”le ortaya koyuyor: “İşçiler iştençıkarılmalarının sorumlusu olarak göçmenleri,

yabancı işçileri sorumlu tutuyor.” Ergün’e görekitlelerin sağa kaymasının ana maddelerinden biri bu.Kriz dönemlerinin kitleleri gericiliğin pençesine ittiğidoğrudur. Fakat tam tersi kitlelerin başkaldırdığı veiktidarları aldığı dönemler de yine bu krizdönemleridir. Burada asıl ayrıntı bu gericiliğin kimlertarafından organize edildiği ve kitlelere aşılanmayaçalışıldığıdır. Sistem özellikle kriz dönemlerinde işçisınıfı ve emekçi katmanların hoşnutsuzluğununsisteme karşı olası bir başkaldırıya ya da devrimeolanak vermemesi için kitleleri gericiliğin kıskacınaalır. Buradan doğru enerjisini tam tersine devrimekarşı kullanması için azami çaba sarfeder. Ergünburada gericiliğin nedenini karartarak sadecesonuçlardan birini öne çıkararak kitleleri aldatmamisyonunu icra etmektedir.

Ergün’ün ikinci bir orjinal tespiti ise şöyledir: “...üretim araçlarının kamulaştırılması, merkeziplanlama, işçi sınıfının iktidarı gibi tanımlar pekanlamlı değildir. Çünkü işçi sınıfı demokratik birsınıftır ama ilerici değildir.

İşçi sınıfı demokratiktir, çünkü her zaman bir takımhaklar talep eder. Fakat işçi sınıfı ilerici değildir.Çünkü işçi sınıfı üretim güçlerini geliştirme peşindekoşmaz. Aksine bu bakımdan muhafazakârdır. Meselahiçbir sendikanın üretim güçlerini geliştirme diye birtalebi yoktur. Bilgisayarın üretim sürecine girmesiniistemez!” Bu zat-i muhterem ki ya hiç sopa yememişya da gerçekten sınıfa dair birtakım ezberesöylemlerin dışında bir şey bilmemektedir. İlk olarakbu sermaye temsilcisi şahıs tarafından “üretimaraçlarının kamulaştırılması, merkezi planlama ve işçisınıfının iktidarı” demek kendi varlık koşullarınıyaratan zeminin yani kapitalist sömürü düzenininortadan kalkması demektir. Zaten beslendiği bataklığabakıldığı zaman aksini düşünmek saçma olur. İkinciolarak ancak bu kadar budalaca bir söylem bu gibiağızlardan çıkabilir. “İşçi sınıfı demokratiktir fakatilerici değildir.” Aymazlığın bu kadarı görülmemiştir.Koca bir Sovyet deneyimi karşımızda durmaktadır.İşçi sınıfının iktidarı koşullarında sosyalistdemokrasinin yanısıra üretim ilişkilerinde vegüçlerindeki muazzam gelişmelere nail olmak için1925-30 yılları arası Sovyetler’in gelişim düzeyinebakmak yetecektir. Kapitalizm koşullarında üretimgüçlerinin yani araçlarının gelişimi demek işsizlikkoşullarının derinleşmesi ve sınıfın bir o kadarköleleştirilmesi demektir. Aksine üretimin vedağılımın toplumsallaştığı koşullarda üretimgüçlerinin gelişimine karşı çıkmak yerine kitlelerinonu daha da geliştirmek için nasıl çaba harcadığı dayine Sovyet tarihinden bilinir. O dönemdegerçekleştirilen gönüllü sosyalist yarışmalara ve busayede yaratılan devasa birikime dönüp bakılabilir.Ergün’ün bahsettiği karşıtlık buradan gelmektedir. Tekfarkla Ergün meselenin bu yanını yine karartmayaçalışmaktadır.

Tabii Ergün’ün işçi sınıfına değinmişkenSovyetler’e de laf etmeden geçmesi eşyanın tabiatınaaykırı olurdu. Nitekim Ergün’e göre “işçi sınıfınınözgürlükçü olamayacağı özellikle sosyalist ülkelerdeortaya çıktı. Zaten Sovyet sistemi milliyetçiliği,devletçiliği pompalayan bir sistem”di.. Konu

derinleştikçe saldırının ve çirkefliğin boyutu bir okadar genişlemektedir. İşte burada yatan tüm gerçeksermaye adına sol kanattan konuşan bu bayın işçisınıfının iktidarından duyduğu korkunun açığaçıkmasıdır. Ergün’ün nacizane söylemleri kuşkusuzbunlarla sınırlı değildir. Ona göre iktisadın temelkuramı piyasa ekonomisi sosyalizm tarafından yoksayılıyor ve yerine merkezi planlama getirilerekekonominin doğal ortamda işleyen mekanizmasıortadan kaldırılıyor. Kalitenin ve çeşitliliğin hiçhesaba katılmadığı uydurma bir mekanizma ortayakonuluyor. Ergün’e göre adına sosyalizm denilen busistemin dünyada iflas etmesinin nedeni bundanibarettir. Sovyetler’de millliyetçiliğin aksine o dönemekadar ismi dahi anılmayan o dönemin halklarhaphisanesi olarak nitelendirilen Çarlık Rusyası’ndayok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalan etnikyapıların dahi kendini nasıl temsil hakkını kazandığıaçık bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır.Devletçilikten kastı da üretim araçlarının ve ülkeyönetiminin Sovyetler aracılığı ile tüm toplumamaledilmesidir ki beyimiz aynı korkuyla buraya dasaldırmaktadır.

Aslında Ergün burada geçmişte diğer sol düzenpartilerinin açıkça dile getiremedikleri bir itirafıkitlelerle paylaşıyor. Çünkü geleneksel olarak her solparti iktidara gelebilmek için kitlelere özelleştirmekarşıtlığı ve sosyal devlet yalanını yumurtlamış IMFve diğer emperyalist kuruluşlara ateşler püskürürpozlar takınmıştır. Zaten röportajın ilerleyen kısmındabu duruma dair özellikle CHP üzerinden bu dilegetirilmektedir. Demek oluyor ki bu bay tarafındanartık buna ihtiyaç duyulmamaktadır. Çünkü artıkiktidara gelebilmek için sermaye ve onun tabi olduğukapitalist-emperyalist sistemin jargonlarını kullanmakdaha öncelikli bir durumdur. Nitekim Ergün buduruma dair de laf söylemektedir ve hükümet yolunudüzlemenin zeminlerini yaratarak sermayeye gözkırpmaktadır.

Bir yandan Türkiye’deki emperyalizm karşıtlığınataş atan Ergün, öte yandan küreselleşme yandaşıolduğunu da şu ifadelerle gerekçelendirmektedir. Onagöre “Türkiye’de emperyalist bir güç yok! YaniTürkiye’yi sömüren yabancı bir güç yok!” bu nedenleülkede antiemperyalist bir bakış olmasının gereği deyok... Memleketteki bütün meselelerin sebebiniemperyalizme bağlamak da mantıksız... Ergün bir

Bir burjuva liberalinin saçmalamaları üzerine...

Page 30: Sİ Kızıl Bayrak 2009-24

yandan bunları dile getiriken öte yandan sömürününnimetlerinden de bahsetmekten geri durmayarakpişkinliğin sınırlarını son derece zorlamaktadır. YineErgün’e göre emperyalizm tarafından sömürüldüğüiçin geri kalan hiçbir ülke yoktur! Aksinesömürülmediği için geri kalan ülkeler vardır! İşininsanı oturduğu yerde çılgına çeviren yanı ise bu bayınbu söylemlerini Marks ile gerekçelendirmeyeçalışmasıdır. Marks’tan emperyalizm için “en barbarulusları medeniyet seline kattı” alıntısını yapan bumüzmin burjuva aklınca işin içine Marks girince karşısöylemlerin önünü tıkayabileceğini düşünmektedir.

Türkiye’nin emperyalizmle ilişkilerindeki heraçıdan kölece bağımlılık artık beşikteki bebektarafından dahi bilinmektedir. Türkiye’nin ABDemperyalizmi adına bölgede oynamaya çalıştığıuğursuz rol ayan beyan ortadadır. İMF ile ilişkilerinboyutu da yine ayan beyan ortadadır. Avrupa Birliğiile ilişkiler yine orta yerde durmaktadır. Bu böyle varolduğu sürece nasıl kapitalizme karşı mücadeleyürütülüyorsa emperyalizme karşı da mücadele tümsertliği ile devam edecektir. Varsın bu ve bunun gibibaylar bunun mantıksızlığına dair veryansın etmeyedevam etsinler.

Marks’tan yapılan alıntıya gelince Marks’ın buradabahsettiği şeyin hiç de sömürünün gerekçelendirilmesiolmadığı aksine sermayenin uluslararası tekelleşmesisonucunda asıl barbarlığın sermaye sınıfı tarafındanbu uluslara nasıl uygulandığının açık bir şekilde ifadeedilişidir ki bu bay tarafından da çok iyi bilinmektedir.

Buraya kadar Ergün’ün tam bir kapitalist sınıfbilinci ile bugüne kadar yaratılan devrimci teorikdeğerlere yönelik tahrifatına tanık olduk. Bunundevamı olarak Ergün, ülkede devrimci değerleryaratan 1970’li yılların öncü devrimcilerine yönelikçamur atmalarla devam etmektedir. Bu çokbilmiş bayagöre o dönem iktidara gelmek adına sol askerleişbirliği içine girmiştir. Evet, bir dönemin siyasalakımları bu bakış açısıyla hareket etmiştir (MDD veYÖN). Fakat burada bahsettiğimiz hiç de Ergün’ünifade ettiği gibi devrimci akımlar değildir. Zaten odönemdeki programlarına ve değerlendirmelerinebakıldığı zaman devrimci olmadıkları açıkçagörülebilmektedir. Herhalde bu çarpıtmalara karşı‘70’li yıllardaki liberal parlamenterizmden devrimcikopuş ve sosyalist bilinç adına bu darbeci akımlarınçok fazla yaşam bulamamaları başlı başına cevapniteliğindedir. O döneme bilinçli bir tarzda hiçdeğinmeyen Ergün, bu defa kişileri hedef alarak dahada küstahlaşmaktadır. Bahsi geçen o dönem FKF’deyer alan Mahir Çayan gibi düzenin tüm baskı vezorbalıklarına rağmen devrim davasından zerre kadarödün vermemiş bir kişiliktir. O dönem Yusuf Küpeliile Mahir Çayan arasında geçen bir diyaloğu öne sürenErgün buradan hareketle Çayan’a dönük kitlelerde birbilinç bulanıklığı ve aynı zamanda şüphe yaratmayaçalışmaktadır. Güya Küpeli ile Çayan arasında “-Bizbaştan sona kullanıldık. MİT bizim içimizde. Neoluyoruz?-Elbette MİT bizimle ilişki kuracak. Bizgüçlü bir siyasi hareketiz’ şeklinde bir diyaloggelişmektedir. Burada yani Çayan tarafından MİT’inhareketin içerisinde yer alması olumlanıyormuş gibigösterilerek acaba Çayan ile MİT arasında bir bağ varmıydı? diye kitlelerde şüphe uyandırılmakistenmektedir. Hâlbuki her aklıselim insan şayet budiyalog yalan değilse dahi burada bir siyasal hareketingüçlenmesinden ve doğallığında MİT tarafından yakıntakibe alınacağından bahsedildiğini farkedebilir. Amatabii ki amaç çamur atmak olunca neden söylemlerüzerinde oynanılmasın ki...

Tabii dikkat çekilmesi gereken en önemlinoktalardan biri de bu bayın hangi gazetede buröportajı yaptığıdır. Artık derin bağlantıları olduğunadair kafalarda bir soru işaretinin kalmadığı birgazetede devrimci değerlere saldırılması ve bununbüyük bir iştahla o gazete tarafından yazı dizisi

halinde yayınlanması pek rastlantı gibidurmamaktadır. İktidar arası çatışmalardan nemalananbir gazete düşünün ki her kalemşörü sermayeyikutsayan ve bu bağlamda sürekli emperyalizme vekapitalizme methiyeler dizen bir gazete...

Toplumsal hareketin durgunluğu ve bununlaberaber devrimci hareketin de zayıflığını fırsat bilerekher türden aymazlığı gösteren bu odakların karşısına

işçi sınıfının devrimci programını daha ileridenkuşanmak tüm sınıf devrimcilerinin boynununborcudur. Kitlelerin bu palavralara karşı derhaluyarılması ve bu argumanların işçi sınıfının yanısırailerici kesimlerde de yaratacağı tahrifatınönlenebilmesi daha istikrarlı ve sistematik birdevrimci çalışmanın ürünü olabilir ancak.

S. Kurtuluş

Selam...Haramidere Sabra Tekstil’in önüne gittiğimizde

vurulan işçi arkadaşlarımızın yalnız olmadığını veSabra patronunun aldığı tutumu yüzüne vurmak içingittiğimizde bu sefer de sermaye devletinin kollukgüçleri ile karşı karşıya geldik. Çıkan olaylarda dörtarkadaş gözaltına alındık. Bizi takviye olarak gelençevik kuvvetin aracına aldılar. Sabra Tekstil’inbahçesini gören bir yere aracı çektiler. Yirmiye yakıneli sopalı adam olduğunu gördük. Muhtemelenpatronun adamları (korumaları) idi. Araca gelenkolluk güçleri sözlü tacizde bulunarak, tartaklamayaçalışarak baskı kurmaya çalıştılar.

Emniyete getirildiğimizde sanki işaretbekliyorlardı. Hepsi ters ters bakıyor sanki birindenkomut gelmesini bekliyorlardı. Bekletildiğimiz yerdeotururken biri bas bas bağırıyordu. Acı çektiğibelliydi. İlk gözaltım olmasından dolayı biraztedirgindim. O bağırtılarla tedirgin olmamak mümkünolmazdı sanırım. Hiç yaşamadığım şeyleriyaşıyordum. Aramaya direndiğimde kadın polis“erkek polislerin gözünün önünde ararım” diyerektehdit etti.

Baskı ve şiddet uygulayarak bizi sindirmeyeçalıştılar. Nereye götürüldüysek ters kelepçe takılarakgötürüldük. Kelepçeler sıkı ve rahatsız ediciydi. Suiçmemize ve lavaboya gitmemize izin verilmedi.Ellerimizde kelepçeler ile iki-üç saat hakimingelmesini bekledik. O bekleyiş sırasında kollukgüçlerinin komiseri bir adli kişi ile konuşuyormuşgibi bize bakarak “daima yaralı olan haklıdır” diye

bir söylemde bulundu. Hakim karşısına çıkarıldığımızda “tutuklu

yargılanacaksınız” dendiğinde çok şaşırdım. Sonraapar topar cezaevine getirildik. İki gün boyuncagökyüzünü göremedim, su bulamadık. Geçici koğuştaaltı kişiydik. Çok değişik insanlar tanıdım. Biraz güçbela oldu ama siyasi tutsakların bulunduğu koğuşageçme talebiyle siyasi tutsakların bulunduğu koğuşageçerek rahat bir nefes aldık.

Yaşanan olaylardan gördüğüm üzere, işçileribilinçlendirmek amacıyla dağıtılan bildiri vebültenlere patronlar o kadar karşılarki, karşılarındabilinçli işçi görmekten korkuyorlar rahatsömüremeyeceğini, haklarını bu kadar rahatgaspedemeyeceğini biliyorlar. Haklarını arayan ve buuğurda mücadele eden işçi ve emekçi istemiyorlar.İşçilerin bilinçlenmesi ve sınıf bilincine ulaştırmakiçin verilen mücadele sonuçsuz kalmayacak. İşçilerinbilinçlenmesinden o kadar korkuyorlar ki 9 Hazirantarihinde iki arkadaşımızı kurşunlayarak yaralıyorlar.Basın açıklaması için gittiğimizde bu sefersermayenin uşaklığını yapanlar karşımıza dikiliyor.Kimin kimi koruduğu çok açık ve net. Baskılar,şiddetler, kulağımızın dibinde atılan kurşunlar biziyıldıramaz ve yıldırmayacak!

Kahrolsun ücretli kölelik düzeni!

Melek CanBakırköy Kadın Kapalı Hapishanesi B/4

Bakırköy / İstanbul17 Haziran 2009

Bir burjuva liberalinin saçmalamaları üzerine...30 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/24 H 26 Haziran 2009

“Baskı, şiddet, kulağımızın dibinde atılan kurşunlarbizi yıldıramaz ve yıldırmayacak!”

Adana Karataş Hapishanesi’nde 14 yıldır tutuklubulunan Güler Zere bir süredir yayılmacı bir kanserhastalığı ile savaşıyor. Adana Karataş KadınHapishanesi’nde kalmakta olan Zere’nin tedaviBalcalı Araştırma Hastanesi’nin mahkûm koğuşundasürüyor.

Adana’da basın açıklaması...TAYAD’lı Aileler Gülistan Zere’nin serbest

bırakılması talebiyle 19 Haziran Cuma günü Adanaİnönü Parkı’nda basın açıklaması gerçekleştirdi.

Basın açıklamasında Gülistan Zere’nin hastalığıve bugüne kadar gelişin süreç anlatıldıktan sonra,hastalığın giderek yayıldığı ve hapishaneyönetiminin Güler Zere’nin yaşam koşullarını dahada ağırlaştırdığı ifade edildi.

Güler Zere’yi serbest bırakmamanın onu ölüme

terk etmek anlamına geldiği söylendi.Yaklaşık 100 kişinin katıldığı eyleme Adana’daki

devrimci demokrat kurumlar da destek verdi. EylemGüler Zere’nin serbest bırakılmasını isteyensloganlarla sona erdi.

İstanbul: “Güler Zere’yeözgürlük!”

TAYAD’lı Aileler, Güler Zere için SultanahmetAdliyesi önünde basın açıklaması gerçekleştirdi veGüler Zere’nin sağlık durumunun bu aşamayagelmesinde sorumluluğu olanlar hakkında suçduyurusunda bulunuldu.

“Tecrit öldürüyor Güler Zere serbest bırakılsın /TAYAD’lı Aileler” pankartının açıldığı eylemdeGüler Zere’nin resimleri de taşındı. Basınaçıklamasında Güler Zere’nin hapishanelerde kaldığı14 yıl boyunca saldırılara maruz kaldığı belirtilerek,19 Aralık 2000’de silahla, kurşun ve bombalarlaGüler Zere’yi öldüremeyenlerin “sessiz imha” ileöldürmeye çalışıldığı söylendi.

Eylemde TAYAD’lılar Adana C. Başsavcılığı’nagönderilmek üzere İstanbul C. Başsavcılığı’na suçduyurusunda bulundular ve kimlikleri belirtilenşüphelilerin cezlandırılması istendi.

Kızıl Bayrak / Adana / İstanbul

“Güler Zere serbest bırakılsın!”

Page 31: Sİ Kızıl Bayrak 2009-24

Tacize Hayır Kadın Platformu, Sine-Sen’detacize uğrayan ve işten çıkarılan kadın çalışan için,Sine-Sen’in Beyoğlu’ndaki binası önünde basınaçıklaması gerçekleştirdi.

23 Haziran günü gerçekleştirilen basınaçıklamasını sendikada yaşanan taciz olayına tepkigöstererek istifasını veren sendika çalışanı EzgiNazan Karlık okudu.

Karlık yaptığı açıklamada, sendika çalışanı veüyesi bir kadının, sendikanın eski genel sekreteritarafından taciz edildiğini ifade etti. Sonrasındasendikanın yönetim kurulu tarafından tacizeuğrayan kadının, işten çıkartılarak mağduredildiğini söyledi. Sendika yönetiminin bu

tutumunu kınadıklarını söyleyen Karlıkaçıklamanın devamında şunları belirtti:“Suçluluğunu itiraf edip, istifasını veren tacizci eski

genel sekreter, hemen akabinde suçsuz olduğu ve

siyasi bir komploya kurban gittiği iddiasını

yaymaya başlamış, yetinmeyip kadın arkadaşımız

hakkında da çirkin ifadeler kullanarak karalama

kampanyası başlatmıştır.”

Açıklama şu sözlerle son buldu: “Bu uğraşımız, erkek egemenliğine dayalı

zihniyetin yaşam alanlarımızdan silinmesi

mücadelesinin bir parçasıdır. Kamuoyunu bu

çabamıza destek ve taraf olmaya davet ediyoruz.”

Kızıl Bayrak / İstanbul

Kayıp yakınları Galatasaray Lisesi önünde buhafta 221. kez yaptıkları oturma eyleminde, 29Ekim 1995 tarihinde Mardin-Dargeçit’teki evlerineyapılan baskın sonrası gözaltında kaybedilen 13yaşındaki Seyhan Doğan’ın akıbetini sordu,sorumluların yargılanmasını istedi.

Basın açıklamasını gerçekleştiren Filiz Gökay,

Seyhan Doğan’ın 29 Ekim 1995 tarihinde geceyarısı 6 kişiyle birlikte gözaltına alındığını vekendisinden bir daha haber alınamadığını ifade etti.

Eylemde Seyhan Doğan’ın yeğeni ve kardeşi debirer konuşma yaparken babasının, gördüğüişkenceler nedeniyle konuşamadığı söylendi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Entes direnişçisi Gülistan Kobatan sadecefabrika önündeki bekleyişiyle değil krize karşıyaptığı mücadele çağrısıyla da işçilere sesleniyor.

Kobatan’ın yönetim kurulu üyeliği görevinisürdürdüğü OSİM-DER de, direnişi sınıfın diğerbölüklerine taşımaya çalışıyor.

Bu amaçla çıkarılan “Entes’te Direnişin Sesi”isimli bültenle, Kobatan’ın direnişi işçileretaşınıyor.

Bültende, krizin bedelini patronlara ödetmek

için direniş ateşini yükseltme ve Entes direnişiyledayanışma çağırısı yapılıyor. Kobatan’ınkamuoyuna seslendiği “Direniyorum, çünkü sınıfbilinçli, örgütlü bir kadın işçiyim!” başlıklımektubu da bültende yer alıyor.

Kobatan’ın kaleme aldığı direniş güncelerindenalıntılara da yer verilen bültende Emekçi KadınKomisyonları, Toplumcu Mühendis, Mimar veŞehir Plancıları, BİR-KAR ve Sincan İşçiDerneği’nin mesaj ve açıklamalarına yer veriliyor.

CMYK

MücadelePostası

Hacı Ali Bey Mah., Çelikel Sok., Sakarya İş Hanı Kat: 5No: 58 ESKİŞEHİR

Sönmez İş Sarayı Kat: 3 No: 220 Heykel/BURSATel: 0 (224) 220 84 92

EKSEN Yayıncılık Büroları Gazetene sahip çık! Abone ol! Abone bul!Adı : ........................................................................Soyadı :........................................................................Adresi : ........................................................................

.........................................................................Tel : ........................................................................

6 Aylık Yurt içi 60.000 000 TL Yurt dışı 100 Euro 1 Yıllık Yurt içi 120.000 000 TL Yurt dışı 200 Euro

Gülcan Ceyran adına,* TL için : Yapı Kredi Bankası İstanbul/Aksaray Şb. 0097680-3* Euro için : İş Bankası İstanbul/Aksaray Şb. 10021127094No’lu hesaba yatırdım. Makbuzun fotokopisi ektedir.

Cemal Gürsel Cd. Shell Karşısı Vakıf İşhanı Kat: 3 No: 306 ADANA Tel: 0 (322) 363 19 94

853. Sok. Bilen İşhanı No: 27/710Konak/İZMİR Tel-Fax: 0 (232) 489 31 23

8 Haziran günü Sabra Tekstil’de patron veardından kolluk kuvvetlerinin saldırısına uğrayanişçilerle dayanışma amacıyla bulunduğumuzbölgede bir kampanya başlattık.

Geleneksel hale gelen Pazartesi Eylemleri’neSabra patronunun tetikçileri ile kollukkuvvetlerinin saldırısı sonucu yaralananarkadaşlarımızın durumunu anlatan bir basınaçıklaması gerçekleştirerek alanda bulunanlardandestek talep ettik.

Sermaye sınıfının militan işçi hareketine dönükbu acımasız saldırısı hiç kuşkusuz karşılıksızkalmayacaktır. İçine girdiği krizin faturasını biz işçive emekçilere ödetmekten başka alternatifiolmayan bu asalak sınıfa karşı sınıf kardeşlerimizledayanışmayı büyütmek, bulunduğumuz tümalanlarda bu saldırıya karşı militan bir tutum alan

yoldaşlarımıza sahip çıkmak ertelenemez bir görevolarak önümüzde durmaktadır.

Özellikle günümüzde bu türden lokaldirenişlerin sınıf hareketinin öncül dalgaları olduğubilinciyle hareket etmeli ve bu türden direnişlerinyurtdışındaki bir parçası olduğumuzuunutmamalıyız. Gerçekleştirdiğimiz basınaçıklamasıyla bunun altını bir kez daha çizdik vetaraftarlarımıza yaptığımız çağrı ile daha fazlasorumluluk ve fedakarlık talep ettik.

Bölgemizde bulunan arkadaşlar ile PazartesiEylemi’ne katılan kitlenin yaptığı yaklaşık 400Euro tutarındaki katkısını Tekstil İşçileriKurultayı’nı gerçekleştirecek arkadaşlaragönderiyor ve o militan direnişi bir kez dahaselamlıyoruz.

Essen BİR-KAR

Saldırılara karşı dayanışmayı büyütelim!

Kayıp eylemlerinde 221. hafta...

Cinsel taciz protesto edildi

Entes’te Direnişin Sesi

Devrimci Demokratik Sendikal Birlik (DDSB),yeni programını 21 Haziran 2009 tarihinde MakineMühendisleri Odası İstanbul Şubesi’nde gerçekleştirdiğikurultayla duyurdu.

DDSB adına açılış konuşması yapan Hasan Gülüm,DDSB programının hangi ihtiyacın ürünü olduğunadeğindi, program tartışmaları esnasında verimlitartışmaların yaşandığını belirtti. İşçi ve emekçilerinsorunlarını öğrenmeyi ve “Ne yapmalıyız?” sorusununcevabının verilmesi gerektiğini ifade etti.

Açılış konuşmasının ardından “demokrasi ve devrimşehitleri” anısına yapılan saygı duruşuyla ilerleyenkurultay programı 15-16 Haziran sinevizyonununizlenmesiyle devam etti.

Kurultay’da Entes direnişçisi Gülistan Kobatan,DESA direnişçisi Emine Arslan, ATV-Sabah grevcisiUğur Güç birer konuşma yaptı.

Sunum bölümünde “Emperyalist politikalar, kriz veişçi sınıfı ve emekçilere etkileri”, “İşsizlik ve sonuçları”,“İşsizlerin örgütlenmesi üzerine”, “İşçi sınıfınınörgütlenmesi ve sendikaların önemi”, “Sendikalarındurumu üzerine”, “İşçi sınıfının örgütlenmesinde yaşamalanlarının (emekçi mahallerinin) önemi” başlıklısunumlar gerçekleştirildi.

Volkan Yaraşır, YDG ve ATİK-YDG’ninmesajlarının da okunduğu kurultayda T. Deri-İş GenelMerkez Yöneticisi ve Genel-İş Sendikası İstanbul 1No’lu Şube Başkanı Şahan İlseven birer konuşma yaptıl.

Kurultay programın son halinin okunmasıyla sonbuldu.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Kayseri’de yürütülen devrimci sınıf faaliyetinin yenibir aracı olan Kayseri İşçi Bülteni’nin ilk sayısınındağıtımı 22 Haziran günü organize sanayi bölgesindegerçekleştirildi. Sabah ve akşam yapılan dağıtımlardaişçilerin servis noktalarına gidildi.

Bültenin ulaştırıldığı işçilerin önemli bir kısmındanolumlu tepkiler alındı ve işçilerden bültene katkıdabulunmaları istendi.

İşçiler, Kayseri İşçi Kültür Evi’ne davet edildi.Kayseri İşçi Bülteni çalışanları

DDSB’den programkurultayı...

Kayseri’de bültendağıtımı

Page 32: Sİ Kızıl Bayrak 2009-24

M. F

atih

Ökt

ülm

üş, A

bdul

lah

Mer

al, H

ayda

r B

aşba

ğ, H

asan

Tel

ci...

84’t

e fa

şizm

in z

inda

nlar

ında

öl

ümsü

zleş

tile

r...

Dir

eniş

gel

eneğ

ini y

aşat

anla

sela

mlıy

oruz

...