342

archive.org · Siyer Yayınları: 32 Siyer: 22 Eser Adı Büyük Fetih Müslümanları ve Rivayetleri (Hz. Muaviye ve Hadisçiliği) Yazar Doç.Dr. Abdullah Yıldız Son Okuma Hüseyin

  • Upload
    others

  • View
    13

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

  • BÜYÜK FETİH MÜSLÜMANLARI VERİVAYETLERİ

    (HZ. MUAVİYE VE HADİSÇİLİĞİ)

    Derleyen: Doç.Dr. Abdullah Yıldız

  • Siyer Yayınları: 32Siyer: 22

    Eser AdıBüyük Fetih Müslümanları ve Rivayetleri

    (Hz. Muaviye ve Hadisçiliği)

    YazarDoç.Dr. Abdullah Yıldız

    Son OkumaHüseyin YILDIRIM

    KapakMehmet Emrullah İNCEARIK

    İç TasarımMuhammed Ali Alioğlu

    ISBN978-605-4620-83-8

    Nişanca Mah. Zekai Dede Sk. No: 22 Eyüp/İstanbulTel & Fax: (0212) 544 76 96 – (0212) 544 58 46

    Gsm: (0554) 930 07 04 Web: www.siyeryayinlari.com

    Bu eserin e-kitap çevrimi SaveAs Bilişim tarafından yapılmıştır.www.saveas.com.tr

  • KISALTMALAR

    A.Ü.İ.F.D. : Ankara Üniversitesi İlahiyat Fak. Dergisia.g.e : Adı geçen esera.g.y : Adı geçen yera.y. : Aynı yera.g.m. : Adı geçen makalea.g.mad. :Adı geçen maddeb. : İbn (oğlu)bkz. : Bakınızbt. : bint (kızı)çev. : ÇevirenD.İ.A. : Diyânet İslâm Ansiklopedisih. : HicrîHz. : Hazretikrş. : Karşılaştırınızm. : Milâdîmad. : Maddemlf. : Müellifnşr. : Neşredenö. : Ölüm tarihir. : Radıyallahü anhü veya anhâ(s) : Sallallahu aleyhi ve selems : Sayfathk. : Tahkik edentc. : Terceme edents. : Tarihsiz, Basım tarihi yokvb. : ve benzeri, ve benzerlerivd. : ve diğerleri ve devamıy.y. : Basım yeri yokyay. : Yayınları

  • ÖNSÖZ

    Dün olduğu gibi bu gün de iyi bir Müslüman olmak için birinci derecede önemli olan, Kur’ân’ıanlamaktır. Kur’ân’ın anlaşılması ihtiyacı da, Kur’ân’ın Rasûlullah (s) tarafından yaşanmış veaçıklanmış şekli olan sahîh sünneti öğrenme ve anlamayı gerektirmektedir. Bu durumda sünnetibilmeyen ve sünnet bilincine ermeyen bir Müslüman iyi bir Müslüman olamamaktadır. Bununiçindir ki Müslüman âlimler sahîh sünneti tespit etmek için olağanüstü çaba sarfetmişler, buyönde sarfedilen çaba ve gayreti gayretlerin en güzeli saymışlardır. Bu doğrultuda âlimler, sahîhsünneti tespitte en önemli unsurun mü’min kimseler olarak Hz. Peygamber’le karşılaşan, onunlasohbet eden, ondan ilim alan ve o iman üzere ölen sahâbeyi[1] tanımak, onların sünnet verivâyetle olan ilgilerini incelemek ve tespit etmek olduğunu kabûl ve itiraf etmişlerdir.

    Hakîki bir mü’min için elzem olan hususlardan biri, Saâdet Asrı’nın iman erleri ve İslâmmedeniyetinin ilk kurucu nesli, altın nesil ashâb-ı kirâmı, özellikle Hz. Peygamber’in vefâtındansonra dindeki samîmiyetlerini, din uğrundaki olağanüstü çaba ve performanslarını kaybetmiş,aldatan, yalan söyleyen, aralarında anlaşmazlığa düştüklerinde birbirlerine karşı söven, dövüşen,savaşan, birbirlerini öldüren vb. çirkin söz ve eylemlerle şâibeli, sıradan insanlar olarakgörmenin yanlış ve tehlikeli olduğuna inanmasıdır. Gerçek bir mü’min için elzem olanhususlardan diğeri de, onları günahsız, suç ve günah işlemeyen, affolmuş ve artık günahişlemeyecek beşerüstü kimseler olarak görmesi ve onlar hakkında masumiyet iddiasındabulunması ve buna inanmış olmasıdır. Çünkü bu telakkîlerden ilki onların Allah ve Rasûlütarafından imtiyazlı ve özellikli bir nesil olarak kabullerini ve bu konuda Kur’ân ve sahîhsünnetin onlar hakkındaki betimleme ve tavsiflerini tanımamak anlamına gelir. En az bununkadar yanlış ve tehlikeli olan diğer telakkî de, olduklarından fazla değer yükleyerek onlarıfevkalbeşer varlıklar olan (melekler) veya Peygamberler konumuna çıkarmaktır.

    Aslolan onların beşerî tabîat ve özelliklerinin gereği günah ve hataları olabilen, hata venisyanla ma’lûl, yanılıp şaşırabilen, buna mukâbil sibâgu’l İslâm olma, Rasûlullah’ın (s) yanındaolma, sohbetin hakikatine erme, Allah ve din için kardeş olma bu uğurda gerektiğinde mallarınıve canlarını fedâ edebilme samîmmiyet ve çabasını gösterdikleri için, Allah ve Rasûlü tarafındanövüldüklerine, bu performanslarını devam ettirdikleri sürece de övülmeye, sevilmeye, mü’minleriçin hidâyet ve saâdet öncüleri, örneklik ve irşadda etkin şahsiyetler olarak kalacaklarınainanmaktır.

    Rasûlullah (s) ile sohbetin hakîkatıne ve sünnet bilincine ermiş olan ümmetin en güzîde nesli,sünneti yaşama ve geleceğe aktarmada en etkin ve yetkin, ışık ve nûr kaynağı ashâbı, özellikleonlardan sayıları 1300 kadar olduğu sanılan rivâyet sâhiplerini, yeraldığı tabakaya göre (12tabakayı esas alarak), menâkıblarıyla (kimlik, kişilik ve hayat tarzlarıyla) ve varsa rivâyetleriylebütünleştirerek örnek hayat tarzlarını bilim dünyasına ve Müslümanların ameline sunmakgerekmektedir. Onların rivâyetlerini tespit, tahlil ve analiz bir tarafa, çağımızın bilim, bilişim veteknoloji imkanlarından yararlanarak ve değerli bilim insanlarımızın emsalsiz gayretleriyle 50cilde ulaşmak üzere tamamlanmakta olan Türkiye Diyânet Vakfı İslâm Ansiklopedisi’nde dahidaha bir çok sahâbe menâkıbının eksikliği, bu alanda daha çok samîmî gayret ve çalışmayaihtiyâç olduğunu, yapılacak çok iş bulunduğunu bize göstermektedir.

    Kur’ân’da insanlık adına çıkarılmış ümmetin en hayırlıları, insanların şâhidleri (örnekleri,mu’tedil ve dengeleri) ve hidâyet yıldızı olarak tanıtılan ve hadislerin ilk râvileri olan ashâbhakkında ümmetin ön kabulü, kuşkusuz “sahâbenin tamamı udûldür” anlayışıdır. Udûlolmalarının hata ve yanılmalarına mani olmadığı, bile bile Hz. Peygmber’e yalan isnâd

  • etmedikleri genel kabulü ile birlikte, beşerî za’fiyetleri gereği kendilerinden hatalar sudûredebileceği, rivâyetlerinde kasıtsız hatalar olabileceği düşüncesiyle, interdisipliner değil sadecehadis disiplini içinde, sistematik olarak (örneğin ülemâ tarafından tespit edilmiş olan sahâbetabakalarını esas alarak), onlardan rivayeti olanların hayatlarını (kimlik, kişilik ve hayattarzlarını) ve rivâyetlerini (bahse konu her bir sahâbîye isnâd edilen rivâyetleri tespit, tahrîç,tahlîl, rivâyetler arası mukâyese yaparak ve güncelleyerek), onların alt râvilerini ve rivâyetilişkilerini çağımızın elektronik bilim veri tabanları ve teknolojik imkânlarından da yararlanarakyeniden incelemek gerektiği kanâatindeyim.

    Orijinal adı “Tulakâ Râviler ve Rivâyetleri” olan elinizdeki bu çalışma, Hz. Peygamber’inözellikle Mekkke’nin Fethi sırasında Müslüman olan sahâbîlere kullandığı “Tulakâ”isimlendirmesiyle özel bir anlam ve statü kazanan sahâbîlerin biyografi ve rivâyetleriniiçermektedir. Çalışma, metodik olarak Hadis Edebiyatının Müsned ve Musannef türlerinibirleştiren nitelikte olup “Büyük Fetih Müslümanları ve Rivâyetleri (Hz. Muaviye veHadisçiliği)” adıyla yeniden neşre hazırlanmıştır. Hatadan hali olması imkansız olan çalışmanın,sünnetin geleceğe intikalinde ilk nesil olan sahâbe biyografileri, onların kişilik vemeşguliyetlerinin rivâyetlerine tesiri, tâbiinle olan rivâyet ilişkileri, rivâyetlerde bağlam tespiti vebağlam bütünlüğü… konularında hadis çalışanlarına katkı sağlamasını umarım.

    Son olarak akademik hayatımın her aşamasında katkılarını benden esirgemeyen, çalışmamsırasında değerli fikirlerinden yararlandığım, düşüncelerini benimle paylaşan hocalarım vemeslekdaşlarıma; kütüphânesini bana açarak kaynak eser temininde bana yardımcı olan mesâîarkadaşlarıma; çalışmam sırasında karşılaştığım meşakkatlere benimle birlikte katlanan, daimabana desteğini esirgemeyen fedâkâr eşime ve aile bireylerime teşekkür etmeyi borç ve minnetbilirim.

    DOÇ. DR. ABDULLAH YILDIZŞanlıurfa/2014

    [1] Hatîb el-Bağdâdî, Ebû Bekr b. Ali, Kitâbü’l-kifâye fî ılmi’r-rivâye, s. 50-51; İbnü’l-Cevzî,Ebu’l-ferec Cemâluddin Abdurrahmân b. Ali (thk. Ali Hasen), Telkîh-u fuhûm-i ehli’l eser fîuyûni’t-târîhi ve’s-siyer, s. 101; İbn Hacer, Şihâbuddin Ahmed b. Ali b. Hacer el-Askalânî, el-Isâbe fî temyîzi’s-sahâbe, I, 7; Nüzhetü’n-nazar, s. 109; Koçyiğit, Talat, Hadis Tarihi, s. 69-70.

  • GİRİŞ

    A- Konunun Önemi ve Amacıİslâm’ın iki temel kaynağından ikincisi konumundaki sünnetin daha sonraki nesillere naklinde

    ilk ve altun nesil, güzide insanlar sahâbîlerin en önemli role sahip oldukları muhakkaktır.Genelde irşâd ve eğitim amaçlı, kimlik ve kişilikleri, İslam’daki öncelikleri ve İslâm’ınyayılmasında gösterdikleri fedâkarlıkları ve performanslarıyla bütüncül olarak ashâbı anlatan“tabakât”, “ma’rifetü’s-sahâbe”, “hayâtü’s-sahâbe”, “müsned” ve “mu’cem” türündeneserler, tarih, siyer ve meğâzî kitapları bulunmasına rağmen, hadisleri nakildeki rolleri, râvilikvasıfları ve rivâyetleriyle onları tabakalarına (12 tabakaya) göre ele alan müstakil eserlerbulunmamaktadır.

    Bu türden mütevâzî müstakil bir çalışmanın özgün olduğunu; böyle bir çalışmanın, rivâyetlerinkaynağında bulunan sahâbîlerin kişilik profillerini çözmeye, rivâyetlerini tespite ve kişiliklerininrivâyetlerine yasımasını tanımaya ışık tutacağını; özellikle zabt vasıfları ve hadis ilmineehliyetleri cihetleriyle onları daha iyi tanımayı sağlayacağını; özellikle rivâyetin kaynağındabulunan sahâbe ve tâbiîni bu mülâhazanın (senet ricâlini tanıma düşüncesinin) içinde tutmanın,Rasûlullah’dan gelen rivâyetleri sağlıklı anlamaya, rivâyetlerdeki tarihsel bağlamı ve temelrâviler (sahâbe, tâbiîn, tebeu’t-tâbiîn) arasındaki kronolojik ilişki ve ilintileri gerçekçi ve sağlıklışekilde tespite imkan vereceğini; râvilik vasfı açısından sahâbenin udullüğünün sağlamasınıyapıp doğrulayacağını ve böylece bu konuda bazı mezhep ve ekol mensuplarındaki kuşkularıgidereceğini düşündük.

    Bu doğrultuda duyulan ihtiyaç üzerine sahâbe nesli içerisinde bir ayrıcalığı ve özel bir yeriolan, Mekke’nin fethi sırasında Müslüman olup esir iken serbest bırakılan, özellikle Hz. Ömer’inkendi şûra heyetine yaptığı: “Elbette bu iş yani şûrâ işi, Tulakâ için uygun değildir; onlarınçocukları için de uygun değildir. Bir konuda ihtilafa düştüğünüzde Abdullah b. Ebû Rabîa’nınbundan gâfil (habersiz) olduğunu sanmayın. Bir konuda ihtilafa düştüğünüzde Şam’dan Muâviyeb. Ebî Süfyân ve hemen ondan sonra Yemen’den Abdullah b. Ebî Rabîa sizin üzerinize girerler,önünüze geçmenin dışında sizin yararınıza görüş serdetmezler (başkasına görüş hakkıtanımazlar).[2] konuşmasından, Hz Aişe’ye el-Esved tarafından (Muâviye kastedilerek) sorulan:“Tulakâ’dan bir adamın, hilâfet konusunda Muhammed’in ashâbıyla nizâ etmesini garipgörmüyor musun? Sorusuna. Bunda şaşılacak ne var? Bu (halifelik) Allah’ın saltanatıdır; onuitâatlı olana da verir fâcire de (iyi kuluna da verir, kötüye de). Nitekim O (Allah), Firavun’uMısır’a 400 sene melik yaptı ya.”[3] şeklindeki cevabından, Abdullah b. Abbâs’ın Muâviye’yegönderiği mektupda: “Elbette hilâfet, şûrâdan olmayan, Hz. Ömer’in adını söylediği kimselerdenbirisi olmayan için uygun değildir; işte bu nedenle sen hilâfete uygun değilsin. Sen talîku’l-İslâm’sın yani Fetih günü İslâm’ın serbest bıraktığı Tulakâ’dansın ve hızbin başının oğlusun,ciğer çiğneyenin oğlusun…”[4] şeklindeki hakâretli ve itham içerikli sözlerinden mülhem,genelde ashâbın yönetim ve istişârede kendilerine ihtiyatlı yaklaştığı ve onlara karşı insanlarıuyardığı, İslâm ülemâsının bir kısmının da râvilik vasfı açısından haklarında tereddüt ettiği[5]Tulakâ’yı, Mekke’nin fethi sırasında ve sonrasında Müslüman olan sahâbîlerden rivâyetiolanları neseb ve kişilikleri cihetiyle kısaca tanıtmayı, onların rivâyetlerini tahriç ve tespit

  • etmeyi, rivâyetlerini sıhhat ve illet cihetiyle analiz etmeyi hedefledik. Söz konusu çalışmayıyaparken bahse konu olan Tulakâ râvileri rivâyetleriyle tanımak için, herbirini aşağıdaki metodikhususlara riâyetle üç alt başlık halinde ele almaya çalıştık.

    B- Araştırmanın Planı ve MetoduÖncelikle belirtmeliyim ki, sahâbe neslinden belirli bir dönem ve kişilere, onların rivâyetlerine

    yönelik Tulakâ’yı da içine alan “Sahâbetü’r-rüvât ve merviyyâtühüm alâ tabakâtihim”(Tabakalarına Göre Sahâbe Râviler ve Rivâyetleri) şeklinde daha önce yapılmış müstakil birçalışma bulunmamaktadır. Bu nedenle biz, üzerinde daha evvel tespit ettiğimiz Tulakâ veMekke’nin fethi sırasında Müslüman olup rivâyeti olan kimselerin[6] biyografilerini tespit,rivâyetlerini tahriç ve râvilik vasıfları itibarı ile onları değerlendirme şeklinde bilimsel ve nesnelçalışmaların, bilime katkı sağlayacağı; Nebevî terbiye ikliminde yetişmiş, sohbetin hakikatineermiş, ilk ve en hayırlı nesil, ümmetin güzîdeleri olan, hayat tarzlarıyla Müslümanların irşad veeğitiminde etkin rol oynayan sahâbîleri kişilik ve yaşantılarıyla orijinal kaynaklardan tanımada,onların bir kısmı hakkındaki kapalılık ve tereddütleri gidermede ve özellikle İslâm ülemâsınınformüle ettiği “Sahâbenin tamamı udûldür.” anlayışına haklılık ve açıklık getirmede yardımcıolacağı kanâatindeyiz.

    Daha önceki çalışmamızda tanımladığımız ve rivâyetleri olanları ismen tespit edebildiğimizüzere Tulakâ isimlendirmesinin Kureyş’den olanlara verilmesini, kasd-ı ekseriyete hamlederek[7]Kureyş’in dışında da Tulakâ olduğunu düşündük ve çalışmamızı iki bölüm halinde planladık. Buplanlamada: “Tulakâ” kelimesinin kavramsal çerçevesini ve çoğunluğu Kureyş’den olan Tulakârâvileri I. Bölümde; Kureyş dışındakileri ise II. Bölümde kendi aralarında alfabetik olaraksıraladık.

    Herbir bölümde:İlgili râvinin kimlik ve kişiliği hadisde râvilik vasfını ilgilendirdiğinden, “Hayatı ve Şahsiyeti”

    başlığında onun nesebi ve kişiliği hakkında kısaca bilgi verdik.Bu sahâbîlerin rivâyetlerini ve râvilerini, “Rivâyetleri ve Râvileri” başlığında tespit edip

    anlamlarını parentez içerisinde italik yazıyla verdik. İlgili hadisin diğer tahrîç kaynakları dipnottaverilmekle beraber, râvi tanıtımında sadece tercümeye esas alınan hadisin (çalışmada tercemesiyapılan hadisin) râvilerini kimlik ve râvilik vasıflarıyla (adâlet ve zabt cihetleriyle) kısacadipnotta tanıttık. Bu tanıtımı yaparken uzatmama ve sâdelik adına, varsa Tulakâ dışındaki sahâbîrâvileri ve ilgili rivâyete kaynak teşkil eden eserlerin müelliflerini ve onlardan bizlere nakledenrâvilerini tanıtım dışında tuttuk Örneğin Tulakâ’dan olan Hz. Muâviye’den hadis nakleden veyahadisi paylaşan bir başka sahâbî İbn Abbâs vb. sahâbî’yi, müellif olarak İmam Mâlik’i ve eserinibize nakleden râvilerini Yahyâ b. Ubeydullah ve Ubeydullah b. Yahyâ’yı veya Ahmed b.Hanbel’i ve bize eserini aktaran oğlu Abdullah’ı ve Katî’î tanıtmaya gerek duymadık.

    Tespit edebildiğimiz Tulakâ râvilerin bizzat Rasûlullah’dan (s) rivâyetleri, başka rivâyetleriçinde bulunan rivâyetleri, kendi söz ve davranışlarını tespit ve tahrîc ederken, tasnif veyate’lifdeki önceliğini değil, içerdikleri hadislerin sıhhatlarına göre ulemâ tarafından tabakalanmış(derecelenmiş) olan hadis kaynağı eserlerini (beş tabakayı) esas aldık ve bunları Tulakâ râvilerinher birinde kronolojik olarak vermeye çalıştık.

    Çalışmamızın hacmını artırmamak için, “Râvileri ve Riâyetleri” başlığında bahse konurivâyetlerin orijinal metnini (Arapçalarını) yazmaktan ve isnâd şemâlarını vermekten kaçındık.Bunun yerine ilgili metinlerin anlamlarını lafızlarına birebir uygun verebilmekle yetindik; ilgilihadislerin senetlerinde en çok kullanılan isnâd lafızlarından “kavl” lafzını, hadis metninde geçen

  • kip ve yapısına uygun olarak dedi-der, söyledi-söyler, buyurdu-buyurur, şeklinde; “tahdîs”lafzını nakletti-nakleder, anlattı-anlatır şeklinde; “ihbâr” lafzını da haber verdi-haber verirşeklinde anlamlandırdık. Varsa rivâyetler arasındaki kelime ve cümle şeklindeki lafızfarklılıklarını lafız ve anlamlarıyla italik ve boldlu yazıyla belirttik.

    İlgili rivâyetlerin senedindeki râvileri müntehâsından (sahâbîden) başlayarak ibtidâsına(müellife) doğru kronolojik olarak sıraladık.

    Bu sıralamayı belirtirken farklı dönem râviler arasına (+), değişik kaynaklardan da olsa aynıdönemin râvileri arasına (/) işâretlerini, senedindeki değişim yerlerine (H) harfini koyduk.

    Senet tahkîkinde, cerh ve ta’dil açısından senetteki her bir râvinin durumunu (kimliğ verâviliğini) dipnotta kısaca inceledik ve kısaca kaynağını belirttik. Çalışmamız içinde geçenrâvilerden tekrarı gerekenler için, hadis numarasını ve dipnot sıra no’sunu vererek göndermeyaptık.

    Çalışmamız, müstakil bir metin ve senet tahlilinden ziyâde bir tespit, tahrîç ve değerlendirmeçalışması olduğundan, farklı kaynaklardaki rivâyetler arasındaki metin ve senet farklılıkarınıharfî ve edatsal farklılıktan ziyâde cümle, tamlama ve kelime boyutundaki farklılıklarıyla elealdık; bu farkları da italik ve boldlu yazarak belirttik. Ayrıca bahis konusu olan hadis, eğer sarîhve anlaşılabilir değilse (gerekiyorsa) kısaca açıklamayı ve hadisin amel edilebilirliğini, tahrîçedilen rivâyetlerin şâhid ve mütâbilerinin bulunup bulunmadığını, rivâyeti çok olan râvilerdeherbir rivâyetinin sonunda; rivâyeti az olanlarda ise kendi menâkıbının sonunda “Rivâyetleriyleİlgili Değerlendirme” başlığında kısaca belirtmeye çalıştık.

    Bu araştırma esnasında; önce sahâbeye mahsûs tabakât kitapları ve biyografik eserler, konularıiçinde onların İslâmiyet uğrunda gösterdikleri performans ve aktivitelerini ele alan sîret vemeğâzî kitapları, sahâbenin hayatını ve rivâyetlerini konu edinen hayâtü’s-sahâbe, ma’rifetü’s-sahâbe, müsned ve mu’cem türü eserler, musannefler, kütüb-ü sitte ve diğer sünenler, ricâlkitapları ve şerhler, hadis usûlü vb. musannefât metinleri taranmıştır. Bu çalışmamız esnasında,imkanın kısıtlı olduğu çevremizde bulamadığımız eserler ve konu ile ilgili el yazmalarıkonusunda “Mektebetü’ş-şâmile” programıyla yetinilmiştir. Her bir bölümün içeriği yukarıdaverilmiş olan iki bölümlük bu araştırma, sonuç değerlendirmesi ve değerlendirme cetveli iletamamlanmaktadır.

    [2] İbn Sa’d, et-Tabakâtü’l-Kübrâ (thk. Abdulaziz Abdullah es-Selîmî), XII, s. 339; Belâzurî,Ensâb, V, 115; Aliyyü’l-müttekî, Alâuddin el-Hindî “Kenzü’l-ummâl, V, 735 (14256, 14257).

    [3] Zehebî, A’lâmi-n-nübelâ, III, 143.[4] Belâzurî, Ensâb, V, 115.[5] İbn Sa’d, a.g.e., XII, 339; Aliyyü’l-müttekî, a.g.e.,, V, 735 (14256-14257); Bkz. Yıldız, A,

    “Rivâyetleri Açısından Bazı Sahâbîlerin Tartışılabilirliği” (I), Hrü. İlahiyat Fakültesi Dergisi(Hakemli), s. 20-44, sayı: VI, Temmuz- Aralık, 2003, Şanlıurfa.

    [6] Yıldız, A.,a.g.m.[7] Rivâyeti olan Tulakâ Râviler için bkz. Yıldız, A, “Tulakâ Sahâbîler ve Hadis Rivâyeti

    Olanlar” (II), s. 80-83, Hrü. İlâhiyat Fakültesi Dergisi, sayı: 20, Temmuz-Aralık, 2008, Şanlıurfa.

  • BİRİNCİ BÖLÜM: TULAKÂ’ KELİMESİNİN

    KAVRAMSAL ÇERÇEVESİ KUREYŞ’TEN OLAN TULAKÂ’ RAVİLER VE RİVÂYETLERİ

  • TULAKÂ’ KELİMESİNİN KAVRAMSAL ÇERÇEVESİ

    A-Tulakâ’nın TanımıTulakâ, “ talîk” kelimesinin çoğuludur. Genel olarak lüğatta: “bent ve bağından kurtulan, azâd

    edilen ve esâretten serbest bırakılan, salıverilen esir” anlamlarına gelmektedir.[8] Hadislerde“talîk” ve çoğulu “tulakâ” kelimeleri: Esir iken serbest bırakılan, güler yüzlü, eli açık vecivânmert, dili açık, belîğ ve fasîh konuşan, başkalarına hayır ve ihsanda bulunan kimseler içinsıfat; Mekke’nin fethi sırasında Müslüman olup esirler iken, Rasûlullah (s) tarafından kendilerineesir muamelesi yapılmayıp serbest bırakılan, hatta iltifat ve ihsanda bulunulan ve çoğunluğuMekke müşriklerinden olan azadlılar için özel bir ad olarak kullanıldığı görülmektedir.[9]

    Hz. Peygamber, fetih günü, muzaffer bir komutan olarak Ka’be’nin etrafında bulunan yüksekbir yere çıkarak Allah’a hamd ve senâdan sonra Mekke halkına hitâben: “ Ey Mekke ahâlisi!Bugün size ne yapacağım konusunda ne dersiniz ve benden ne beklersiniz? diye sordu. Onlar dahep bir ağızdan: “Hayır” bekleriz; çünkü sen, kerim bir kardeşin oğlusun.” dediler. Bununüzerine Rasûlüllah (s) onlara: “İzhebû fe-entümü’t-Tulakâ” (Haydi gidiniz! Bugün sizserbestsiniz, hürsünüz!) buyurdu, onları azâd etti ve onlara esir muamelesi yapmadı, işte bunedenle o günkü Mekkeliler “Tulakâ” diye isimlendirildi.[10] Bir başka rivâyette : “Ben sizeYusuf’un (s) kardeşlerine dediğini diyorum:” Bugün size kınama yoktur, Allah sizibağışlayacaktır…”[11] buyurarak o gün onları serbest bıraktı, onlar da kabirden çıkar gibi ortayaçıktılar ve İslâm’a girdiler.[12] Bu sebepten esarete müstahak oldukları halde fetih günüMüslüman olup böyle serbest bırakılan çoğunluğu Kureyşli kimselere, “azâd edilenler”anlamında “Tulakâ” denmiştir. Esâsen, pek az eserde adı geçen birkaç sahâbenin dışında,[13]erişebildiğimiz eserlerde ileride isimlerini vereceğimiz bu kişilerin hiçbirisinin biyografisindedoğrudan “Bu kişi Tulakâ’dandır” ifadesine rastlanmamaktadır. Ancak Tulakâ’nın tarifi,Mekke’nin fethi sırasında bu şahısların özel pozisyonları ve hemen “Tulakâ” kelimesinin siyâkve sibâkında (önünde ve devamında) yer almaları, onların niteliklerinden bahseden rivayetlerdenelde ettiğimiz bilgilere dayalı olarak yani karine yoluyla bu kişilerin “Tulakâ”’dan olduklarıkanâatine varmış bulunmaktayız.

    Rivâyetlerde görüldüğü üzere “Tulakâ”, Mekke’nin fethi günü esir alınan ve Müslüman olan,Rasûlüllah’ın (s) kendilerine emân verdiği, kendilerine hüsnü muamelede bulunduğu ve Huneynsavaşında İslâm ordusuna katılmaları sonucunda Muhacirlerle beraber Rasûlüllah’ın (s)kendilerine ganîmet verdiği Kureyş’li müşriklerdir.[14] Görüldüğü üzere lüğatlar, hadisler vetarihi rivayetlerdeki Tulakâ’dan murat, Mekke fethedildiği gün Müslüman olan ve serbestbırakılan Mekkelilerdir. Kendilerine “azadlılar, serbest bırakılanlar” anlamında “Tulakâ”denilmesi, o gün Kureyş’den bazı kimselere Hz. Peygamber’in iyilikte bulunaraksalıvermesinden dolayıdır. Bu kişiler Mekke halkındandı ve Müslümanlıkları zayıftı. Hatta busebeple Huneyn savaşında Hz. Ümmü Süleym onları müşrik saymış; geçmişte Rasûlüllah(s) ilesavaşmaları, bozgunculukları ve benzer birtakım suçları nedeniyle ölümü hak ettiklerine inanaraköldürülmelerini istemiş; Rasûlüllah (s) da onu bu düşüncesinden vazgeçirmiş ve onlara karşı

  • hüsnü muamelede bulunmuştur.[15]Hz. Ömer, Tulakâ’yı idâreciliğe ve şûrâya ehil görmezdi; onlar hakkında şûrâ heyetine şöyle

    derdi: “ Eğer bir konuda ihtilâfa düşerseniz aranıza Şam’dan Muaviye b. Ebî Süfyân veYemen’den Abdullah b. Ebî Rabîa girerse, kendileri ileri geçip sizleri geride bırakmanın dışındabir şey yapmazlar (size bir hak vermezler) ve başka bir görüş de tanımazlar.” Bir başka sözündeHz. Ömer, onlar hakkında Şûrâ’ya şunları söylemiştir: “ Elbette bu iş yani şûrâ işi, Tulakâ içinuygun değildir; onların çocukları için de uygun değildir. Eğer bu konuda aranızda ihtilâfadüşerseniz iyi bilin ki sizin bu ihtilafınızdan Abdullah b. Ebî Rabîa habersiz değildir.”[16]

    Tulakâ’nın sayısıyla ile ilgili olarak her ne kadar Buhârî’nin râvilerinden Kuşmeyhenî(389/999), Enes b. Mâlik’ten gelen ilgili hadis metnini verirken arada “atıf vav’ı” olmaksızın“mine’t-Tulakâ” şeklindeki ibare ile, sayılarının on bin olduğundan bahsetse de şarih Aynî(855/1451), Tulakâ’nın sayısının bu kadara ulaşmadığını belirterek böyle bir rivâyeti hatalı,verilen rakamı da abartılı bulmaktadır.[17]

    Görüldüğü üzere “Tulakâ” ile ilgili verilerde: Onların Kureyş’li olmaları, müşrik olmaları veMekke’nin fethi günü kerhen (istemiyerek) Müslüman olmaları, o gün esir edilmeyi hak ettiklerihalde serbest bırakılmaları ve kendilerine esir muamelesi yapılmaması, Huneyn savaşınakatılmaları, müellefe-i kulûb’den sayılmaları ve ğanimetlerden yararlanmaları öne çıkanniteliklerdir.[18] Nitekim Hz. Peygamber (s): “Tulakâ” Kureyş’tendir; “Utekâ” (Kureyş kabilesidışındaki azâd edilenler) ise Sakîf’tendir; onlar dünyada da âhirette de birbirlerinindostlarıdır.”[19] Buyurarak onların Kureyş’li olduklarını belirtmişlerdir.[20]

    Rivâyetlerdeki bu nitelemelere göre sanki ekseriyeti kastederek Rasûlüllah (s), “Tulakâ”kelimesini, Mekke’nin fethi günü kerhen (istemeyerek) Müslüman olan ve kendilerine kölemuamelesi yapılmayarak serbest bırakılan ve müellefe-i kulûbden sayılan Kureyş’li müşriktutsaklara has kılmaktadır. Bu durumda Kureyşli olan “Tulakâ”, Sakîf’li “utekâ” dan ayrı ve dahaimtiyazlı bir durumda bulunmaktadırlar.[21]

    B-Tulakâ Kimlerdir?Câhiliyye devri Arap toplumunda bireyler ve toplumlar arası ilişkiler, yüce İslâm Dini’nin

    belirlediği ve benimsediği Kur’ân’a dayalı bir toplumun aksine kana ve kabileciliğedayanmaktaydı. Bir kimse varlığını ve hayatını kabilesi arasında ve ancak onların desteğiylesürdürebilirdi. Medine’ye hicretten hemen sonra kurulmaya başlanan, Kur’ân’a dayalı kardeşliğiesas alan İslâm devletinin gerçek oluşum ve gelişimi ise ancak Mekke’nin fethiyle (8/630)gerçekleşmiş oluyordu.

    Barış amaçlı Mekke fethinin kan dökülmeden gerçekleşmesi, bu esnada Kureyş liderleri vebüyüklerinin statülerinin korunması ve akabinde Mekke hükümetinin oluşumu, Tulakâ denilenve Mekke eşrâfından ve Kureyşli olan bu yeni Müslümanların Rasûlullah (s) tarafındanMüellefe-i kulûb’den sayılarak iltifatlandırılması, Mekkelilerin kitleler halinde Medine devletinekatılmalarını sağladı. Böylece o zamana kadar Muhâcir ve Ensâr’dan oluşan devlet, Ümeyyeoğulları’nın ilan edilmemiş liderliğinde hızla Müslüman Kureyş devletine dönüştü. Bilindiğiüzere o günlerde Mekke’nin en saygın ve etkin kabilesi olan Kureyş, Abdülmenâf’da birleşenHâşimoğulları ve Ümeyyeoğulları’ndan oluşmaktaydı. İslâm’ın zuhuru sırasında Mekkedöneminde Hâşimoğulları’ndan Müslüman olanların sayısı, Ümeyyeoğullarından daha fazlaydı.Hatta o günlerde Hâşimoğullarından Müslüman olmayanlar bile Rasûlüllah’ı (s) korumayaçalışıyorlardı.[22]

    O günün Mekke Kureyş’lileri, Allah’a inanmakla beraber putlarını ona aracı edinen müşrik

  • kimselerdi. Onlardan bir kısmı makâm, mevki ve nüfûz sahibi, bazıları, zındık[23] ve dehri(ataist) idi. Ümeyyeoğullarından Ebû Süfyân b. Harb, yine aynı batından olan ve Rasûlullah’a ençok eziyet eden Ukbe b. Ebu Muayt, Übeyy b. Halef el-Cumâhî, Nadr b. Hâris, el-Haccâc es-Sehmiyân’ın iki oğlu Münebbih ve Nebih, As b.Vâil es-Sehmî, Velîd b. Muğîre el-Mahzûmî debunlardandı.

    Aslında bunların hepsi de Muhammedî davetin ve devletin büyük düşmanlarındandı. Onlardansadece Ebû Süfyân Mekke’nin fethi sırasında Müslüman olmuştu.[24] Birbirlerine akraba olan,zaman zaman ve özellikle de panayırlar ve Ka’be’ye hizmet hususlarında aralarında rekâbetbulunan bu iki kabileyi, İslâm’dan önce gelişen birtakım olaylar birbirlerine düşman halegetirmişti. Hz. Muhammed’in Peygamberliğinden Mekke’nin fethine kadar olan süreçte vukû’bulan bazı olaylar da bu düşmanlığı artırmıştı. Zira sözkonusu dönemde Mekke’deHâşimoğulları, Ümeyyeoğullarından daha etkin ve baskındı. Mekke’nin fethiyle birlikte bu ikiakraba kabile arasındaki gergin atmosfer yumuşamaya, müsbet yönde değişmeye başladı.Kuşkusuz bu değişimde Hz. Peygamber’in, Kur’ân bağını kan bağına, din ve iman bağınıkabileciliğe tercih eden tavır ve uygulamalarının önemli etkisi vardı. Hz. Peygamber’den sonrakiüç halife (Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osmân) dönemlerinde hâdiselerin Ümeyyeoğulları’nınlehine Hâşimoğulları’nın aleyhine geliştiğini söylemek mümkündür. Hz. Ebû Bekir’in halifeseçildiği sırada Hâşimoğulları’nın lideri konumunda olan Hz. Ali ve Abbâs’ın bu gelişmelerdışında kalması ve kırılmaları, Ümeyyeoğulları’nın kısa sürede yeni gelişmelere uyumsağlamalarına ve fetih hareketlerinde ileri çıkmalarında önemli rol oynadı. Bu durum yanihalifenin Haşimoğullarından seçilmemesi, başlarda olmasa bile bir süre sonra Ümeyyeoğullarınıyeni iktidar nezdinde önemli konuma getirdi. Bu duruma Suriye bölgesindeki fetihlerdeTulakâ’dan Ebû Süfyân’ın iki oğlu Muaviye ve Yezid’in rol üstlenmeleri örnek verilebilir. İşteÜmeyyeoğulları bu dönemden başlayarak Suriye bölgesinde etkilerini artırmışlardır. Halbuki budönemde Hâşimoğulları Medine’de kalmayı tercih etmişlerdir. İlk Müslümanlardan Hz.Osman’ın hilafete gelmesiyle ve oniki yıl hilâfette kalmasıyla (23-35/644-655) deÜmeyyeoğulları’nın devlet hâkimiyeti ve yönetimindeki etkileri pekişmiş oldu. Çünkü Hz.Osman, yönetimde daha çok akrabalarına güveniyor ve onları tercih ediyordu.[25] GerçekteÜmeyyeoğulları, Mekke’nin fethiyle birlikte Müslümanlara karşı düşmanca tavır takınmalarınınanlamsız ve imkansız olduğunu anlamışlardı. Belki de bu sebeple fetihden sonraÜmeyyeoğulları’nın büyük bir kısmı zoraki (gönülsüzce) Müslüman olmuştu. Bunlardan birçoğugerçekten inandığı için değil, başka çareleri kalmadığı için İslam’ı kabul etmişlerdi.[26] Ancakakılda tutulması gereken ve ilginç olan şey, çağımız bilim adamlarından Tabatabâî ve Câbirî’ninde belirttikleri üzere genel olarak fetih sırasında bedevîlerin, Medine’de kendilerine nifâk isnâdedilen bazı kimselerin, Kureyşin ileri gelenlerinden, “Tulakâ” denilen birtakım zevâtın veSakif’ten birçok kimsenin Müslüman olmasıdır. O sırada, Huneyn savaşının başlarında,Hevâzinli düşmanların saldırısı ve ilk karşılaşma sırasında, Tulakâ’dan olan bazı kimseleringerisin geriye kaçarak Rasûlüllah’ı (s) yalnız bırakmaları ve daha başka görülen olumsuzdavranışları, Müslümanlar aleyhine sarfettikleri küçümseyici ve moral bozucu sözleri, sankionların irâdî ve samîmî Müslüman olmaktan daha çok siyâsî Müslüman olduklarını bize işâretetmektedir.[27]

    Şöyle ki, Mekke’nin fethinden hemen sonra ticâret alanında Kureyş’le rekâbet halinde olanHevâzin ve Sakîf kabileleri, İslâm fetih ordusuna saldırmak için Mekke yakınındaki “Evtâs”denilen yerde bir araya geldiler. Onlar, Mekke’nin fethi sırasında İslâm ordularının savaşıbilmeyen ve savaş yeteneği olmayan bir toplulukla savaştığını ileri sürerek Müslümanlarlasavaşmayı göze aldılar. Bu durum karşısında Hz. Peygamber, Ebû Süfyân da dahil olmak üzere,

  • Safvân b.Ümeyye ile Süheyl b. Amr gibi 80 kadar müşrikin de aralarında bulunduğu Mekkehalkından ve Tulakâ’dan oluşan 2000 kişiyi mevcut fetih ordusuna katarak 12000 veya 14000kişilik bir orduyla yola çıktı. İslâm ordusu Mekke ile Tâif arasında “Huneyn” denilen yerdeHevâzin ve Gatafân kabileleriyle karşılaştılar.[28] Resûlüllah (s) ile beraber olan Tulakâ’danbazıları düşmanı görünce gerisin geri kaçıverdiler ve onu yalnız bıraktılar. Başlangıçta savaşdüşmanın lehinde ve İslam ordusu zor ve kritik durumda iken, daha sonra Hz. Peygamber’indağılmakta olan askerleri özellikle de Ensârı savaşmaya daveti ve onları motive etmesi sonucudurum Müslümanların lehine döndü.[29] Vukû’ bulduğu yere istinâden Huneyn savaşı denilen busavaşta Müslümanlar, çok sayıda (6000) kadın ve çocuk, 12000 deve ve çok sayıda davartüründen ğanîmete eriştiler.[30] Hz. Peygamber, yenilgiye uğrayanlara çocukları ve kadınları ilemalları arasında bir tercih yapmalarını önerdi. Onlar da çocuk ve kadınlarını tercih ettiler. Bununüzerine İslâm askerleri ganîmetlerin kendilerine dağıtılması üzerinde ısrâr ettiler. Rasûlüllah(s)da “Ci’râne” denilen yerde onlara ğanîmetleri dağıttı. Allah’ın Elçisi, ganimetlerin çoğunu“Müellefe-i kulûb”’e[31] olmak üzere, Allah ve kendisi adına ayrılan beşte birlik ğanîmetten,Arap eşrâfı olan Ümeyyeoğullarından ve Tulakâ’dan Ebû Süfyân’a 100 veya 300 deve, oğullarıMuâviye ve Yezîd’e 100’er deve verdi.[32]

    Müellefe-i kulûb’den olan bazı kişilerin, İslâm tarihinde dünyevî çıkarı ön plana aldıkları birvâkıadır. Bu durumda onların zayıf imanlarının madde ile takviye edilmesi gerekmekte, böyleceonlar hem arzu ettikleri tatmine kavuşmakta, hem de eski câhiliyye hallerine dönmeleri önlenmişolmaktadır. Daha sonra bunlardan rivâyetleri olan bir kısmını tanıtacağımız üzere: Onlardan birkısmı, şirk çizgisini aşarak sağlam inançlı ve ihlaslı Müslümanlar olarak Hz. Peygamberin ashabıarasında yerini aldı. Bir kısmı da imanda mütereddit, Hz. Peygamber’in manevi ikliminden veterbiyesinden uzak kalmış, sebatsız ve ihlassız, toy ve fırsatcı insanlar olarak ümmet içindevarlıklarını devam ettirdi.

    Bazı İslâmî kaynaklarda, Müslümanlıkları dünyevî çıkarlarıyla ilişkilendirilen “Müellefe-ikulûb” ‘den olanlar üçe ayrılmakta ve Tulakâ’dan bazıları da onlardan sayılmaktadır:

    1-İman etmede açık tereddüt yaşayıp kalpleri İslâm’a ısındırılmak ve alıştırılmak içindesteklenenler, Safvân b. Ümeyye gibi.

    2-Henüz Müslüman olup İslâmiyette sebatları sağlanmak arzusuyla desteklenenler, Ebû Süfyânb. Harb ve Tulakâ’dan diğer bazı kimseler gibi.

    3-Müslüman gözüken, münâfık ve mütereddit olan kimselerin İslâm’a ve Müslümanlaradokunacak şer ve zararlarından korunmak için desteklenenler, Uyeyne b. Hısn, Akra’ b. Habîsgibi.[33] Muhammed Abduh (1305/1905) da, fakihlerin Müellefe-i kulûbü, Müslümanlar vekâfirler olarak iki gruba ayırdıklarını; Müslümanların da kendi aralarında dört sınıf olduğunu;onlardan birinin de Mekke’nin fetihle yeni Müslüman olup henüz İslâmiyet gönüllerinde sebâtbulmadığı için Rasûlüllah(s) tarafından kollanan, desteklenen kimseler yani Tulakâ olduğunubelirtir.[34]

    Denilir ki fetihden hemen sonra Huneyn savaşında elde edilen ganîmetlerden Hz.Peygamber’in Müellefe-i kulûb’e ve Tulakâ’ya hisse vermesi ve servet sahibi yapması, onlarımemnun etmiş ve aradaki ilişkileri daha da düzeltmiştir.[35]

    Fetih günü Mekke büyüklerinden birçokları İslâmiyeti kabul etmekle beraber hala müteredditidiler. Kur’an, bu müteredditlerden bir kısmına imanlarının kuvvetlenmesi ve İslâm’a karşıülfetlerinin sağlanması için “Müellefe-i kulûb” adını vermiş ve bu kimseleri harpganîmetlerinden hisse alacaklar arasında saymıştır.[36] Hicri VIII. yılın Şevvâl ayında vukû’bulan, içinde 80 müşrikle 2000 civârında “Tulakâ” nın da bulunduğu Huneyn savaşında, Hz.Peygamber’in safında yer alan asker sayısı 12000’den fazla olup, bunlardan bir kısmını

  • Müellefe-i kulûb, bir kısmını da “Tulakâ” oluşturuyordu.[37] Hakîkatte daha birkaç gün öncesinekadar İslâm’ın en azılı düşmanları durumunda olan Kureyş’ten bu kişiler, mağlûb edilmiş, esiralınmış olmalarına rağmen affedilmişler; malları ve canları bağışlanmıştı. Bu sırada Mekke’deÜmeyyeoğulları’nın ve Kureyş’in reisi olan Ebû Süfyân’ın ve diğer Kureyş büyüklerininitibarları nebevi bir siyâset ve anlayışla kendilerine iâde edilmiş; bu itibarla Rasûlullah(s) onlarhakkında: “Kim Ebû Süfyân’ın evine girerse güvendedir; kim Hakîm b. Hızâm’ın evine girersegüvendedir; Kim Büdeyl b. Vergâ’ nın evine girerse güvendedir; kim Mescide (Harem’e) girersegüvendedir; kim evine girer kapısını kapatırsa güvendedir.”[38] duyurusunu yapmış veyaşadıkları süre içinde Ebû Süfyân ve diğerlerine sosyal statülerine uygun olarak bir kabîle reisigibi davranmıştır. Bunlara ilâveten Allah Rasûlü, o günlerde yeni iman etmiş olan genç sahâbiAttâb b. Esidi (20 yaşında) de Mekke’ye vâli olarak ta’yîn etmiştir.[39]

    Hz. Peygamber, elde edilen ğanîmetlerden Müellefe-i kulûb’e ve özellikle yeni Müslüman olanMekke eşrafına(Ebû Süfyân’a ve oğulları Yezîd ve Muâviye’ye) yüzlerce deve ve kıymetlihediyeler vermiştir. Tarihci İbn Habîbe göre, Hz. Peygamber bunlardan Saîd b. Yerbu’ ileHuveytıb’ın dışındakilere 100’er deve, bu iki şahsın her birine ise 50’ aded deve vermiştir. Diğerbirçok meşhur tarihçilere göre de bu şahıslar Mekke’nin fethi sırasında Müslüman olan veHuneyn’de Rasûlüllah(s) tarafından kendilerine ğanîmet verilen özel kimselerden bazılarıdır.[40]Zehebî, Ibn Avn Yoluyla Hz. Enes’den, Ibn Uyeyne yoluyla Rafı’ b. Hudeyc ve dedesinden,Horasanlı Osman b. Ata yoluyla İbn Abbâs’tan; Taberî de İbn Humeyd yoluyla Abdullah b. EbîBekir’den şöyle naklederler: “Resûlüllah(s), Huneyn esirlerinden Müellefe-i kulûbe, Mekkeeşrâfından saygın birçok kimseye, kendilerini ve kendilerine bağlı kimselerin kalplerini İslâm’aısındırmak için ğanîmetten vermiştir.”[41] Bazı önemli tarih eserlerinde, konunun seyrinden,siyâk ve sıbâk ilişkisinden genellikle “Tulakâ” oldukları anlaşılan, Kureyş’li müşriklerden veMekke’nin fethi günü ve sonrasında Müslüman olup azâd edilen, Huneyn ğanîmetlerindenRasûlüllah’ın kendilerine 100’er ve 50’şer deve verdiği kimseler, alfabetik sıraya göre şunlardır:

    1-Abbâs b. Mirdâs2-Abdullah b. Sa’d b. Ebî Serh3-Abdurrahman b. Yerbû’4-Akra’ b. Habis5-Alâ b. Câriye es-Sakafî6-Alâ b. Hârise (Câriye)7-Alkame b. Ulâse b. Avf8-Amr b. el-Eyhem9-Amr b. Varaka10-Attâb b. Esîd11-Büdeyl (Bediyl)b. Verkâ12-Cehm b. Huzeyfe b. Ğanem13-Cübeyr b. Mut’ım14-Ebû Süfyân b.Harb15-Ebû Süfyân b. el-Hâris b. Abdilmuttalib16-Ebu’s-Senabil b. Ba’kek17-Esid b. Hârise (Câriye)18-es-Sâib b. Ebi’s-Sâib19-Hakem b. Ebi’l-Âs20-Hakîm b. Hızâm21-Hakîm b. Talîk b. Süfyân

  • 22-Hâlid b. Hevze b. Rabîa b. Amr23-Hâlid b. Ukbe24-Hâlid b. Üseyd b. Ebi’l-Âs25-Hâris b. Hâris el-Kelede26-Hâris b. Hişâm b. Müğîre27-Harmele b. Hevze28-Hind bt. Utbe29-Hişâm b. Amr30-Hişâm b.Hakîm b. Hızâm31-Hişâm b. Velîd32-Huveytıb b. Abdiluzzâ33-İbn Ebi’ş-Şerîk (Şüreyk)34-İkrime b. Âmir el-Abderî35-İkrime b. Âmir b. Hişâm (İkrime b. Ebî Cehl)36-Kays b. Adiyy b. Huzâfe veya Adiyy b. Kays37-Kelede b. Hanbel veya Cebele b. Hanbel.38-Lebîd b. Rabîa b. Mâlik b. Ca’fer b. Kilâb39-Mahreme b. Nevfel40-Mâlik b. Avf41-Mikrez b. Hafî b. el-Ahnef42-Muâviye b. Ebî Süfyân43-Mutı’ b. el-Esved44-Müğîre b. Hâris45-Nasr veya Nadr b. Hâris b. Kelede b. Alkame46-Osmân b. Vehb47-Safvân b. Ümeyye b. Halef48-Saîd b. Yerbu’ b. Ankese49-Süfyân b. Abdi’l-Esed50-Süheyl b. Amr51-Şeybe b. Osmân b. Ebi Talha52-Şeybe b. Umâre53-Talîk (Tuleyk) b. Safvân b. Ümeyye54-Umâre b. Ukbe55-Umeyr veya Amr b. Vehb56-Uyeyne b. Hısn b. Huzeyfe57-Velîd b. Ukbe58-Yezîd b. Ebî Süfyân59-Zeyd b. Hayl (Hıyel)60-Züheyr b. Ebî Ümeyye b. Müğîre.Mekke’nin fethi sırasında, genelde içinde Kureyş’in reisleri ve eşrafının bulunduğu,

    kendilerine esir ve tutsak muamelesi yapılmayan, haklarında umûmî af kararı verilen, fetihsırasında yeni Müslüman olmuş, kalplerinde henüz iman kuvvet bulmamış olan ve bu şekildeHuneyn savaşına katılan, Müellefe-i kulûbden sayılarak kendilerine ğanîmet verilen Tulakâ’nınyanında; o günlerde Resûlüllah’ın(s) kendileri hakkında Ka’be’nin örtüsü altında dahi bulunsalarhaklarında idâm kararı verdiği, daha sonra Müslüman olan veya kendisine emân verilenkimselerden olup iman etmiş olan ve rivâyeti bulunan birkaç sahâbîyi, Hz. Ömer’in Muâviye ile

  • birlikte Tulakâ’dan saydığı Abdullah b. Ebî Rabîa’yı da aynı kategoride değerlendirmeyi uygungördük.[42]

    Genelde Mekke’nin Fethi günü ve fetihden hemen sonraki zamanda Müslüman olanlarınisimleriyle ilgili bu ön tespitten sonra, daha evvel belirlediğimiz nitelemelerine uygunbulduğumuz için, konumuzun esasını teşkil eden “Tulakâ”’dan olarak yukarıda isimleriniverdiğimiz kişileri, hadis literatüründeki rivâyetleri, râvîlik vasıfları ve rivâyetlerinin delil olupolmama açısından değerlendirilmesine geçebiliriz. Tespit edebildiğimiz kadarıyla hadiseserlerinde rivâyetleri bulunan kimlik, kişilik ve rivâyetleriyle öne çıkan 24 “Tulakâ” sahâbealfabetik dizeye göre şunlardır:

    1- Abbâs b. Mirdâs2- Abdullah b. Ebî Rabîa3- Abdullah b. Sa’d b. Ebî Serh4- Abdurrahman b. Yerbû’5- Akra’ b. Habîs6- Alâ b. Hârise (Câriye) es-Sakafî7- Attâb b. Esîd.8- Büdeyl b. Verkâ9-Ebu’s-Senâbil b. Ba’kek10- Ebû Süfyân, Sahr b. Harb b. Ümeyye11- Hakîm b.Hızâm12- Hâris b.Hişâm el-Mahzûmî (Hişâm b. Müğîre)13- Hind bt. Utbe14- Huveytıb b. Abduluzzâ15- İkrime b. Ebî Cehl16- Kelede b. Hanbel el-Ğassânî17- Mahrame b. Nevfel18- Mâlik b. Avf en-Nasrî (en-Nadrî)19- Muâviye b. Ebî Süfyan20- Safvân b. Ümeyye21- Süheyl b. Amr b. Abdişems el-Âmirî22- Uyeyne b. Hısn (Bedr)23-Velid b. Ukbe b. Ebî Muayt24- Yezîd b. Ebî Süfyân[43]

    [8] İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, X, 227- 228; Asım Efendi, Kamus Tercemesi, III, 934- 936;Larousse, el-Mu’cemü’l-Esâsî el-Arabi, s. 798,; Alecso, 1989.

    [9] Buhârî, Sahîh, Meğâzi, 56 (IV, 105); Müslim, Sahîh, Cihâd, 134 (II, 1442, dipnot, 6); Birr,144 (III, 2029); Zekât, 135 (I, 736, dipnot, 1); Tirmizî, Sünen, Birr, 45 (IV, 347); Et’ıme, 30 (IV,274-275); Tefsîr, 33/ 17(V,355); İbn Hanbel, Müsned, II, 189, 203, 205, 209; III, 190, 280, 286,344, 360; IV, 164, 310, 363 ; V, 173; Belâzurî, Fütûhü’l-Büldân, s. 57; Beyhakî, es-Sünenü’l-Kübrâ, IX, 118; İbnü’l-Esîr, en’Nihâye fî Garîbi’l-Hadîs, III, 134, 136; İbn Hacer, Fethu’l-Bâri,VIII, 48; Ayni, Umdetü’l-Kâri, XIV, 324, 326.

    [10] İbn Hişâm, es-Siretü’n-Nebeviyye, IV, 54-55; Taberi, Tarihu’t-Taberî, II, 161; İbnü’l-Esîr,el-Kâmil fi’t-Tarih, II,252; Halebî, es-Sîretü’l-Halebiyye; III, 111.

  • [11] Yusuf, 12/92.[12] Vâkidî, Kitâabü’l-Meğâzî, II, 835; Halebî, a.g.e., III, 111; Diyarbekrî, Tarihu’l-Hamîs., II,

    85.[13] İbn Sa’d, a.g.e., (thk. Abdulaziz Abdullah es-Selîmî), XII, 339 ; Alyyü’l-müttekî, Kenzü’l-

    Ummâl, V, 735 (14256, 14257).[14] Buhari, Sahîh, Meğâzî, 56 (IV, 105); Humus, 19 (IV, 60- 61); Menâkıbu’l-Ensâr, 1 (IV,

    221); Müslim, Zekât, 135 (I, 736); İbn Hanbel, III, 280; Belâzurî, Fütûhu’l-Büldân, 57; Beyhakî,es-Sünenü’l-Kübrâ, IX, 118; İbn Hacer, Fethü’l-Bâri, VIII, 48, 49; 53, 55; Aynî, Umdetü’l-Kâri,XIV, 324, 326.

    [15] Müslim, Cihâd, 134 (II, 1442, dipnot, 6), Tirmizî, Tefsîr, 33/17 (V,355); Ebu Dâvud,Cihâd, 147 (III, 162); Dâvudoğlu, Ahmet, Sahîh-i Müslim Tercümesi ve Şerhi, VIII, 653; İbnHanbel, III, 190, 286.

    [16] İbn Sa’d, a.g.e., XII, 339 ; Belâzurî, Ensâb, V, 115; Aliyyü’l-müttekî, a.g.e., V, 735(14256,14257).

    [17] Aynî, a.g.e., XIV, 324, 326; İbn Hacer, Fethu’l-Bâri, VIII, 48- 49, 55.[18] İbn Manzûr, a.g.e., X, 228; Halebî, a.g.e.,III, 90- 91; Zeynüddin el-Irâkî, Kitâbü’l-

    mübhemât, s. 19; İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, VIII, 48, 55; Aynî, a.g.e., XVI, 324, 326; Diyarbekrî,a.g.e., II, 114.

    [19] İbn Hanbel, Müsned, IV, 363; Tabarânî, el-Mu’cemü’l-Kebîr, II, 316.[20] Ayrıca “Tulakâ” kelimesiyle ilgili hadisler için bkz. Buhârî, Sahîh, Meğâzî, 56 (IV, 105);

    Müslim, Sahîh, Cihâd, 134 (II, 1442); Tirmizî, Sünen, Tefsîr, 33/17 (V, 355); İbn Hanbel, III,190, 280, 286; IV, 363; Ebû Ya’lâ, Müsned, VI, 226; Tabarânî, el-Mu’cemü’l-Kebîr, II, 316;Beyhakî, es-Sünenü’l-Kübrâ, IX, 118; Heysemî, Mecmaü’z-zevâid, X, 379.

    [21] İbn Hanbel, IV, 363; İbnü’l-Esîr, en-Nihâye fi Gârîbi’l-Hadîs, III, 136; İbn Manzûr, a.g.e.,X, 227- 228; Aliyyü’l-müttekî, a.g.e., V, 735 (dipnot, 1); The Encyclopaedıa of Islâm, Tulakâ,mad. Vol, X, 2000 Leıden, 663; Canan, İbrahim, Hadis Ansiklopedisi, XII, 66.

    [22] Aycan, İrfân, Ebû Süfyan mad. DİA, VIII, 230-232; ayrıca bkz. Demircan, Adnan, Ali -Muâviye Kavgası, s. 28.

    [23] Zındık: Evrenin ebediliğini benimseyen ve görüşün savunuculuğunu yapan anlamındaFarsça asıllı bir kelimedir. Bkz. İbn Manzûr, a.g.e., X, 147; Asım Efendi, a.g.e., III, 881; İslamAnsiklopedisi, XIII, Zındık mad. M. E. B; İstanbul. 1986.

    [24] İbn Habib, Kitâbü’l-Muhabber, s.161.[25] Câbirî, İslâm’da Siyasal Akıl, 363- 370, 438- 440; Demircan, a.g.e., s. 32.[26] İbn Manzûr, a.g.e., X, 227-228; Halebi, a.g.e., III, 89- 90; Abduh, Muhammed, Tefsîrü’l-

    Menâr, X, 574-575; Tabatabâî, el-Mîzân fi Tefsîri’l-Kur’ân, XIX, 288-290; Ebû Reyye,Mahmud, Muhammedî Sünnetin Aydınlatılması, s. 72; Câbirî, a.g.e., s. 350, 356.

    [27] Buhârî, Meğâzî, 56 (V, 105,106); Humus, 19 (IV, 60- 61); Menâkıbü’l-Ensâr, 1 (IV,221);Müslim, Zekât, 135 (I, 736); İbn Hişâm, a.g.e., IV, 86; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, II, 263, 264;Halebî, a.g.e., III, 64- 65; Abduh, a.g.e., X, 574- 575; Bkz. Tabatabâî, a.g.e., XIX, 288-290;Câbirî, a.g.e., 350-356.

    [28] Buhârî, Meğâzî, V, 47 (90-91), 56 (V, 106) ; Taberî, Tarihü’t-Taberî, II, 167,168;Câmiu’l-Beyân, X, 70; Halebî, a.g.e., III, 63-64; İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, IV, 321,323;Aynî, a.g.e., XIV, 324; Halebî, a.g.e., III, 63, 64; Baban Zâde, Amed Naim, Mirâs Kamil,Tecrid,-i Sarîh Tercemesi, X, 301-302.

    [29] Tevbe, 9/25, 26; Müslim, Zekât, 135 (I, 736); Taberî, Câmiu’l-Beyân, X, 70,71; Tarihu’t-Taberî, II,167-16; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, II, 262, 264;

  • [30] Taberî, Tarihu’t-Taberî, II, 173; İbn Kesîr, a.g.e., IV, 352; Heykel, Muhammed, Hayat-iMuhammed, s. 436.

    [31] Taberî, Tarihu’t-Taberî, II, 175- 176; İbn Kesîr, a.g.e., IV, 352, 356; İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, VIII, 48-49; Heykel, a.g.e., 444.

    [32] İbn Hişâm, a. g.e., IV, 132-135; Taberî, Tarihu’t-Taberî, II, 175; Câmiu’l-Beyân, X, 72;İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, II, 270; İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, VIII, 48-49; Aynî, XIV, 324-326; Heykel,441; Şiblî, Mevlanâ, Asr-ı Saâdet, (terc. Ömer Rıza Doğrul), I, 358.

    [33] Diyarbekrî, II, 114; Yazır; Elmalılı H. Hak Dini Kur’ân Dili, IV, 2575.[34] Abduh, Tefsîrü’l Menâr, X, 574- 575.[35] Aycan, İrfân, Ebû Süfyân mad., D.İ.A., VIII, 230-232.[36] Tevbe, 9/60. Müellefe-i kulûb: Gönüllerini İslâm’a ısındırmak için ğanîmet mallarından

    kendilerine hisse verilen kimselerdir. Bu kimseler, henüz Müslüman olmadıkları haldeMüslümanlarla birlikte Huneyn savaşına iştirak etmişlerdi. Dînî literatürde Müellefe-i kulûbüyeleri, zekât verilecek sekiz sınıftan biridir. İslâm’a yabancı olan, inanmayan veya imanı zayıfolan bu kişiler; İslâm’a kalplerini ısındırmak ve İslâm’ı sevdirmek amacıyla kendilerine yardımedilen kimselerdir. Bu konuda bkz. Yazır, Elmalılı M. Hamdi, Hak Dini Kur’ân Dili, IV, 2575;Şibli, Mevlânâ, Asr-ı Saâdet (trc. Doğrul, Ömer Rıza). I, 354; Atik, M. Kemal ve BardakoğluAli, Toksarı Ali.., İslâmî Kavramlar, s. 535

    [37] Huneyn savaşında İslâm ordusunun farklı şekilde asker sayısı ( 10000, 12000 ve 14000)ile ilgili olarak bkz. İbn Hişâm, a.g.e., IV, 84; Buhârî, Meğâzî, 56 (V, 105,106); Taberî, Tarihu’t-Taberî, II, 167; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, II, 262; İbn Kesîr, a.g.e., IV, 323; Halebî, a.g.e., III, 63,64;İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, VIII, 49- 50, 54; Şiblî, a.g.e., I, 354-355; Canan, a.g.e., XII, 66; Câbirî,a.g.e., s. 326.

    [38] İbn Sa’d, a.g.e., XII, 82-84; Belazuri, Fütuhu’l-Büldân, I, 45; Ezrakî, Ebu’l-VelidMuhammed b. Abdillah, Ahbar-u Mekke, II, 147-148; Halebi, a.g.e., III, 91,92; İbnü’-l Esir, el-Kamil, II, 245; İbn Kesîr, a.g.e., IV, 303, 306; Müslim, Cihâd, 134 (III, 1408); Heysemi,Mecmaü’z-zevâid, VI, 173.

    [39] Balâzurî, Ensâb, I, 437; Ezrakî, a.g.e., II, 158, 159; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, II, 272; Halebî,a.g.e., III, 118; İbn Kesîr, a.g.e., IV, 323; Heykel, a.g.e., s. 443.

    [40] İbn Habîb, a.g.e., s., 473-474; Vakidi, a.g.e., III, 946; İbn Hişam, a.g.e., IV, 87-88, 134-135; Taberî, Tarihu’t-Taberî, II, 175-176; İbnü’l-Esir, el-Kâmil, II, 270; Zehebî, el-Meğazi (I),602; Zeynuddin el-Irâkî, a.g.e., s.19; Aynî, a.g.e., XIV, 324-326; Ibn Hacer, Fethu’l-Bâri, VIII,48-49; Semüre ez-Zâyid, el-Cami fi’s-Sireti’n-Nebeviyye, III, 578-579; Diyarbekrî, a.g.e., II,114; Heykel, a.g.e., s. 441; Canan, a.g.e., XII, 66-67; Demircan, a.g.e., s. 28 (bkz. dipnot, 22).

    [41] Taberi, Tarihü’t-Taberî, II, 175; Zehebi, el-Meğâzi (I), 601- 602; Semüre ez-Zâyid, a.g.e.,III, 578.

    [42] İbn Hişâm, a.g.e., IV, 132-136; Taberî, Tarihü’t-Taberî , II, 161-162,175; Câmiü’l-Beyân,X, 112; Zehebî, el-Meğâzî (I), 602; Aynî, XIV, 324-326; İbn Hacer, Fethü’l-Bâri, VIII, 48-55;Semüretü’z-Zâyid, a.g.e., III, 578-579; Heykel, a.g.e., s. 441; Demircan, a.g.e., s. 28 (dipnot,22).Muhtelif tarih kaynaklara göre Mekke’nin fethi günü Rasûlüllah tarafından haklarında idâmkararı verilen kimseler: Erkeklerden: İkrime b. Ebî Cehl, Safvân b. Ümeyye, Abdullah b. Sa’d b.Ebî Serh , Abdullah b. Hatal, Huveyris b. Nükayd (Nüfeyl) b. Vehb, Mikyes b. Hubâbe,Abdullah b. ez-Zeba’rî es-Sehmî, Huveytıb b. Abduluzzâ, Hibar b. Esved, Ka’b b. Züheyr; EbûCehl’in baba bir kardeşi Haris b. Hişâm, Züheyr b. Ebî Selmâ, Züheyr b. Ebî Ümeyye b. Müğîreve Vahşî b. Harb’dir. Kadınlardan: Hind bt. Utbe, Abdullah b. Hatalın iki çengisi KureybeFerantâ, Amr b. Abdulmuttalib’in câriyesi Sâre idi. Bunlardan: Safvân b. Ümeyye, İkrime b. Ebî

  • Cehl, Abdullah b. Sa’d, Hâris b. Hişâm, Abdullah b. ez-Zeba’rî, Huveytıb b. Abduluzzâ, Hind bt.Utbe, Zuheyr b. Ebî Ümeyye b. Müğîre, Sâre, Ferantâ, Ka’b b. Züheyr veVahşî b. HarbResülüllah’ın kendilerine emân verdiği ve daha sonraları Müslüman olan kimselerdir. Bu konudabkz. İbn Hişâm, a.g.e., IV, 51-55, 60, 132-136; Taberi,Tarihu’t-Taberî, II, 160-161; İbnü’l-Esîr,el-Kâmil, II, 248-252; Halebî, a.g.e, III, 92.

    [43] İbn Hişâm, a.g.e., IV, 132-136; İbn Sa’d, a.g.e., XII, 66-421; Zehebî, Tarihu’l-İslâm vevefâyâti’l-meşâhir (thk. Dr. Muhamed Ömer Abdüsselâm), III, 179-669; Meğâzî, s.546-604; bkz.Zehebî, Tarihu’l-İslâm, IV, 197-317; İbn Hacer, Fethu’l-Bâri, VIII, 48-52; el-Irâkî, Zeynuddin,a.g.e., s. 19; Wensinc, A. J. Concordance, VIII, 1-300.

  • KUREYŞ’TEN OLAN TULEKÂ RÂVİLER VE RİVÂYETLERİ

  • ABDULLAH B. EBÎ RABÎ’A B. MUĞÎRE el-MAHZÛMÎ (Ebû Abdirrahmân, ö. 35/856)

    A- Hayatı ve ŞahsiyetiO, Abdullah b. Ebî Rebî’a b. Muğîre b. Abdillah b. Amr b. Mahzûm el-Kureşî el-Mahzûmî’dir.

    Abdullah, meşhur Arap şairi Ömer b. Ebû Rebî’a’nın ve Abdullah b. Zübeyr’in Basra valisi olanHâris b. Abdullah’ın da babasıdır. Ebû Abdirrahman diye künyelenir. Lakabı “Zü’r-ramhayn”dır.Câhiliyye döneminde Büceyr veya Buhayr olan adını Resûlüllah (s) Abdullah’a çevirmiştir.Üzerinde ihtilaf olan Abdullah’ın babasının, Ebû Rebî’a, Amr veya Huzeyfe b. Muğîre olduğu,söylenir. O, Iyâş b. Ebî Rebî’a’nın da anne ve baba bir kardeşidir. Anneleri Beni Mazûm’danEsmâ bt. Mahreme’dir. O, Nehşel b. Dârim oğullarındandır. Abdullah, Ebû Cehil b. Hişâm veHâris b. Hişâm’ın anne bir kardeşi olmaktadır. O, Kureyş eşrâfından ve onların güzelyüzlülerindendi. O, Mekke’nin fethi gününde Müslüman oldu. Hz. Osman’ın hilâfeti sırasındaYemen valisi iken, onun muhâsarasını kaldırmaya yardımcı olmak için gelirken Mekkeyakınlarında bindiği deveden düşerek öldü.[44].

    Abdullah b. Rebî’a, câhiliyye döneminde yaptığı bahârat ticaretiyle büyük servet kazanmış birtüccardır. O, bu dönemde kavmi Kureyş tarafından, Müslüman muhâcirleri geri istemek üzereAmr b. Âs ile birlikte Habeşistan’a gönderilen heyet içinde bulundu; ayrıca Bedir savaşında esirdüşen Mahzûm kabilesinden kimselerin fidyelerini ödemek için Medine’ye giden heyette debulundu. Uhud savaşında yüz kadar müşrik ordusuna kumanda etti. Mekke’nin fethi gününde,Hz. Ali, Hâris b. Hişâm ile birlikte onun katledilmesini istemesine rağmen Abdullah ve Hâriskomşusu olan Ebû Tâlib’in kızı Ümmühâni’nin himâyesine sığınarak canlarını kurtardılar.[45]Hz. Peygamber, Huneyn’e doğru savaş için yola çıkarken bir elçi göndererek ondan 30, 40 veya15-20 bin dirhem tutarında borç aldı. O, Hevâzinin fethi üzerine Huneyn dönüşü borcunu ödedi;Hadiste belirtildiği üzere Rasûlullah (s), Abdullah’a teşekkür ve aile efrâdına duâ etti.[46]

    Rasûlullah(s), onu Yemen’in Cened vilâyetine ve civârına vali tayin etti. Hz. Ömer Cened’leberaber San’a’nın da valiliğini ona verdi. Hz. Ömer vefât edinceye kadar Abdullah orada valiolarak kaldı. Vâliliği sırasında annesi Esmâ bt. Mahreme’ye Yemen kokularından bol miktardagönderdiği, diğer insanların da Esmâ’dan onu satın aldığı söylenir. Daha sonra Hz. Osman daonun valiliğini onayladı. Bazı tarihî kaynaklarda Hz Ömer’in Abdullah’ı Tulakâ’dan kabul ettiğive hakkında Şûrâ’ya şöyle dediği kaydedilir: “Aranızda ihtilâfa düşmeyiniz; doğrusu siz ihtilâfdüştüğünüz takdirde Muâviye Şam’dan, Abdullah b. Ebî Rebî’a da Yemen’den size gelir; o ikisisizin bu halinizden gâfil yani habersiz kalmazlar; önünüze geçmedikce size görüş hakkıtanımazlar. Bu durum yani önünüze geçmeleri,elbette Tulakâ ve onların çocukları için uygundeğildir.”[47] Abdullah b. Ebî Rebî’a için böyle söylenmesi onun fetih günü MüslümanlarındanYani Tulakâ’dan olmasındandır.[48] Fakat bazı kaynaklarda Tulakâ’dan olduğu açıkca ifâdeedilen Abdullah b. Ebî Rebî’a Hz. Ömer’in şûrâsına girmeyi çok istedi ve şûrâ ehline şunlarısöyledi: “Beni şûrâya aranıza girdirin (alın); Allah’ın kendisine verdiği hayrı hiç kimseyekıskanmam (herkese hak ettiği hayrı veririm). Görüşüm sizi benden mahrum etmez.” Bununüzerine onlar, “Sakın aramıza girme!” dediler. Abdullah onlara: “O halde beni dinleyin!” dedi.Onlar da: “Dilediğini söyle, söz senin” dediler. Abdullah onlara şöyle konuştu: “ Hz. Ali’ye biatettiğiniz takdirde işittik ve isyân ettik (işitir isyân ederiz); Hz. Osmân’a biat ettiğiniz takdirdeişittik ve itâat ettik (işitir itâat ederiz). Ey İbn Avf! Allah’a yemin olsun ki o ikisi (Hz. Ali ve Hz.

  • Osmân birbirine benzemez; birbirlerinden farklıdırlar).”[49] Görüldüğü üzere o, Hz. Osmântaraftarı olup onun San’â valisi idi ve onun intikâmını almak isteyen ve bunun için Mescid-iHaram’daki serîrinde (kürsüsünde) insanları Cemel savaşına teşvik eden ve bu konuda onlaraönderlik yapanlardan birisiydi.[50] Ayâş b. Muğîre de onun hakkında verdiği bilgi: Hz. Ömer’inAbdullah’ı Cened’e vali olarak, Hz. Osman’ın da onu orduda görevlendirdiği, Hz. Osman’ınmuhasarası sırasında ona yardım için gelirken Mekke yakınlarında binitinden düşerek öldüğüşeklindedir.[51].

    B- Rivâyetleri ve RâvileriBazı tabakât ve ricâl kitaplarında Tulakâ’dan sayılan, Hz. Ömer’in kendisi hakkında şûrâsına

    uyarıda bulunduğu Abdullah b.Rebî’a, Medîne ehlinden sayılmakta ve çok az da olsa hadisrivâyetleri bulunmaktadır.[52] Onun hadislerini aktaran kimseler de genelde Medînelidirler.İbnü’l-Cevzî (597/1201), Abdullah’ı Hz. Peygamber’den rivâyeti olanlar arasında saymakta veona ait iki hadis rivâyetinden söz etmektedir.[53] .

    1. İstikrâz (borç para isteme) ve Vaktinde Eksiksiz Ödeme Hassâsiyeti:Nesâî dedi: Bize Amr b. Ali nakletti. (dedi ki): Bize Abdurrahmân, Süfyân’dan, o İsmâil b.İbrâhim b. Abdillah b. Ebî Rabî’dan, o da babası yoluyla dedesinden rivâyetle şöyle dedi:

    “Rasûlullah (s), benden 40.000 dirhem (bazı kaynaklara göre 30.000 - 40.000 veya 10 binküsür dirhem) borç istedi. Abdullah onu Resûlüllah’a verdi. Hevâzin fethedilip ğanîmet vemalları alınınca Resûlüllah (s) borcunu ona yani Abdullah’a eksiksiz şekilde ödedi ve şöylebuyurdu: Borcun karşılığı ancak vefâ (vermek) ve teşekkür etmekdir. Mal ve evlâtlarını Allahsana mübârek eylesin!”[54]

    Nesâî’nin tahrîç ettiği hadislerden olan bu hadisin müntehâsından (sahâbî’den) ibtidâsına(müellife) doru kronolojik rivâyet tarîki (versiyonu) şöyledir:

    *Abdullah b. Ebî Rabîa + İbrâhim b. Abdirrahmân b. Abdillah[55] + İsmâil b. İbrâhim[56]+ Süfyân[57]+ Abdurrahmân[58] +Amr b. Ali[59] +Nesâi.

    2. Çarşafa Bürülü Şekilde veya Tek Kat Elbiseyle Namaz Kılabilme:Ahmed b. Ca’fer el-Katî’i dedi: Bize Abdullah anlattı. O (Abdullah ) dedi ki: Bana babam yaniAhmed b. Hanbel anlattı. O dedi ki: Bana Ya’kûb anlattı. O, babasının kendisine Muhammed b.Ikrime yoluyla İbrâhîm b. Abdirrahmân’dan, o da Abdullah b. Ebî Rabî’a ve Hasan b.Muhammed b. Ali b. Ebî Tâlib’ten rivâyetle anlattığına göre:

    “Her ikisi yani Abdullah ve Hasan, Câbir b. Abdullah es-Sülemî’nin yanına girdiler. O,elbisesi mescidin duvarı üzerinde olduğu halde çarşafa bürülü şekilde namaz kılıyordu. Namazıbitirdi ve bize doğru döndü de şöyle dedi: Sadece beni göresiniz diye böyle namaz kıldım; çünküben de Resûlullah’ın (s) bu şekilde namaz kıldığını gördüm.”[60]

    İbn Hanbel’in tahrîçlerinden, anlamı sarîh ve anlaşılır olan bu hadisin versiyonu:*Abdullah b. Rabîa / Hasan b. Muhammed[61] + İbrâhim b. Abdirrahman[62] +

    Muhammed b. Ikrime[63] + Ya’kûb[64] + Ahmed b. Hanbel.

    C- Rivâyetleriyle İlgili DeğerlendirmeAnlamları sarîh ve anlaşılır olan, İslâm ümmeti tarafından amel edilegelen ve güncel olan

    Abdullah b. Ebî Rabâ’ya dayanan bu hadislerin rivâyet tarîklarını incelediğimizde şöyle bir

  • versiyon oluşmaktadır:Abdullah b. Ebî Rabîa el-Mahzûmî + İbrahim b. Abdirrahman b. Abdillah (İsmail’in

    babası)+İsmail b. İbrahim/Muhammed b. İkrime + Hatem b. İsmail + Muhammedb.Abbâd el-Mekkî +Kâsım b. Esbağ+ abdulvâris/ Ya’kûb.[65]

    İbn Hacer, İlgili hadisin râvisi İsmâîl b. İbrâhîm’i makbûl saymakta; Ebû Dâvûd ve İbn Hıbbânonu tevsîk etmekte (sikâ kabûl etmekte); Nesâî ve İbn Mâce ondan hadis rivâyet etmektedir.Ancak Yine İbn Hacer, İbrâhîm b. Abdillah veya Abdurrahmân hakkında Buhârî’nin, onunbizzat babasından hadis işitmediği görüşünde olduğunu belirtmektedir. Ebû Hâtim er-Râzi de,İbrâhîm’in babasından (Abdullah veya Abdurrahman), onun da dedesinden şeklindeki rivâyetininmürsel olduğuna, böyle bir hadisi cezm sîğası ile (kesin ve kat’î şekilde almış ve duymuş gibi)bir ifâde ile rivâyet etmenin üzerinde durulması gerektiği görüşündedir. Abdullah’ın rivâyetsenedini ve râvilerini veren İbn Abdilberr de, babası olan râviden oğlu olan İbrâhîm’den başkakimsenin rivâyet etmediğini belirtir.[66] Halbu ki hadis eserlerinde bulunan Abdullah b. EbîRebî’a’ya ait bazı rivâyetlerde baba-oğul ve dedesi şeklindeki rivâyetinde cezm ifâde eden“haddesenâ” şeklinde “tahdîs” lafzı bulunmaktadır.[67]

    [44] İbn Sa’d, et-Tabakâtü’l-kübrâ (thk. Ali Muhammed Ömer), VI, 89-90; İbn Abdilber, el-İstîâb, III, 796-797; İbn Hıbbân, Sikât-ü İbn Hıbbân, III, 217; İbn Hacer, el-Îsâbe, II, 305. Ayrıcaonun eşi ve aile profili konusunda bkz. İbn Sa’d, a.g.e., VI, 89.

    [45] İbn Sa’d, a.g.e., VI, 89-90; İbn Hanbel, I, 202-203; V, 290-291; İbn Abdilberr, III, 896;İbn Hacer, el-İsâbe, 305.

    [46] İbn Sa’d, a.g.e., VI, 89; İbn Hanbel, IV, 36; Nesâî, Buyû’ 64, VII, 291; 97, VII, 314; İbnMâce, Sünen, Sadakât, 16, II, 809.

    [47] İbn Sa’d, a.g.e., VI, 90.[48] İbn Sa’d, a.g.e., VI, 90-91; İbn Hacer, el-Îsâbe, II, 305.[49] İbn Sa’d, a.g.e., VI, 90-91; İbn Hacer, el-Isâbe, II, 305.[50] İbn Sa’d, a.g.e., VI, 91.[51] Beyhakî, Ma’riftü’s-sünen, IX, 193 (12843).[52] İbn Sa’d, a.g.e.,VI, 90-91; İbn Abdilberr, a.g.e., III, 897; İbn Hacer, el-İsâbe, II, 305;

    Taberânî, Mu’cemü’l-kebîr, II, 316.[53] İbnü’l-Cevzî, Telkîh, s. 299, 377.[54] Nesâî, Büyû’, 97, VII, 314; İbn Mâce, Sadakât, 16, II, 809; İbn Hanbel, IV, 36; İbn Sa’d,

    a.g.e., VI, 89; Buhârî, Tarihu’l-kebîr, V, 9-10.[55] İbrâhib b. Abdirrahmân: Sahâbî Abdullah b. Ebî Rabîa’nın torunu, üçüncü tabaka

    râvilerden, makbûl bir râvidir. İbn Hacer, Takrîb, s. 91.[56] İsmâil b. İbrâhim: İbrâhim b. Abdirrahmân b. Abdullah b. Ebî Rabîa’nın oğlu, Medineli,

    altıncı tabaka râvilerden, makbûl râvidir. İbn Hacer, Takrîb, 105.[57] Süfyân (es-Sevrî, 161/778): Künyesi “Ebû Abdillah el-Kûfî” dir. Hâfız, âbid, şeyhu’l-

    İslâm ve sikâ olduğu söylenmekle beraber, az da olsa tedlis yaptığı da söylenmektedir. Iclî,Ebu’l-Hasen Ahmed b. Abdillah, Târihu’s-sikât, 190-194; İbn Hacer, Takrîb, s. 244.

    [58] Abdurrahmân (b. Mehdî, 198/814): Künyesi “Ebû Saîd” dir, Sika, sebt, esbet, me’mûnhadis ricâlini iyi bilen hâfız bir râvidir. Iclî, a.g.e., s. 299; İbn Hacer, Takrîb, s. 351.

    [59] Amr b. Ali (249/863): Amr b. Ali b. Bahr, künyesi, “Ebû Hafz ı’l-Fellâs” Basralı, sika vehâfız olup onuncu tabaka râvilerdendir. İbn Hacer, Takrîb, s. 424.

    [60] İbn Hanbel, III, 370.[61] Hasen b. Muhammed (b. Ali b. Ebî Tâlib, 100/ 719): Künyesi, “Ebû Muhammed el-

  • Medenî”, sika ve fakîhdir. Mürcie hakkında ilk konuşan o olduğu söylenir. Iclî, a.g.e., s. 117-118; İbn Hacer, Takrîb, s. 164.

    [62] Bkz. Abdullah b. Ebî Rabîa, rivâyet,1, dipnot, 12.[63] Muhammed b. Ikrime (b. Abdirrahmân): Makbûl bir râvi olup altıncı tabaka râvilerdendir.

    İbn Hacer, Takrîb, s. 497.[64] Ya’kûb (b. İbrâhim b. Sa’d ez-Zührî, 208/824): Medîneli olup künyesi “Ebû Yûsuf el-

    Medenî”dir. Fazîlet bir kimsedir ve sikalığı üzerinde ittifak vardır. ve rivâyette huccettir. Iclî,a.g.e., s. 484; İbn Hacer, Takrîb, s. 607.

    [65] İbn Abdilber, III, 897; İbn Hacer, el-Isâbe, II, 305.[66] İbn Abdilberr, III, 897.[67] İbn Abdilber, III, 897; İbn Hacer, el-Isâbe, II, 305.

  • ABDULLAH B. SA’D B. EBİ SERH B. HÂRİS B.CEZÎME B. LÜEY el-KUREŞÎ (Ebû Yahyâ, ö. 36/656-

    657)

    A- Hayatı ve ŞahsiyetiO, Abdullah b. Sa’d b. Ebî Serh b. Hâris b. Habîb/Hübeyyib b. Cezîme b.Nasr b. Mâlik b.

    Hasel b. Âmir b. Lüey el-Kureşî elÂmirî’dir. Künyesi Ebû Yahya’dır. Doğum tarihibilinmemekle beraber, sahîh olan görüşe göre Hicrî 36 veya 37/656-657’de Askalân’da diğer birtespite göre Remle’de vefât etmiştir. Abdullah, Hz. Osman’ın sütkardeşidir. Babası Sa’d,münâfıkların ileri gelenlerinden olup annesinin kim olduğu üzerinde ihtilaf vardır. Zübeyir b.Bekkâr’a göre annesi, Eş’ariyye adlı bir kadın, İbn Sa’d’a göre ise Mehâbe bt. Câbir’dir.[68]

    Ne Hz. Ali ne de Hz. Muâviye bey’at eden Abdullah, Hz. Ömer zamanında Amr b. As ilebirlikte Mısır’ın fethine katıldı. O, Beni Lüey’in süvarisiydi. Mısır’ın fethiyle ilgili tüm savaşboyunca takdire şayan başarılar sergiledi. O sıra yukarı Mısır da denilen “Saîd” bölgesindevalilik yaptı. Hz. Osman da onu h. 25 yılında Mısır’ın tamamına vali (genel vâli) olarakgörevlendirdi. Velâyet ve idaresi güzeldi. İfrikiyye, Zatü’s-Suvârâ ve Hıristiyan Nûbe halkıylasavaştı. O, Mısır harbini halife Hz. Osman adına üstlendi, denilir ki İfrikiyye (Afrika) onun eliylefethedildi. Savaşta süvâri olarak atından aldığı ganîmet miktarının üç bin dinar olduğu söylenir.Hz. Amr b. el-Âs, Abdullah’ın vali olarak atanmasına itiraz edince Hz. Osman onu görevdenaldı. Bunun üzerine Amr, Osman aleyhine propoganda yapmaya, O’nun aleyhine insanlarıkışkırtmaya başladı.[69]

    Hz Osman tarafından Amr b. As’ın azledilmesi üzerine Mısır’a vali olan Abdullah,İfrikiyye’nin fethiyle görevlendirildi (h. 25-27/645-647). O, Sübeytıla’da Gregorios karşısındazafer kazanarak Kartaca bölgesini fethetti. O, Keyravan’a kadar ulaştı ve pek çok ganîmet eldeetti. Abdullah b. Zübeyr, Abdullah b. Ömer ve Abdullah b. Amr’ın da bulunduğu bu savaşa“Abdullahlar savaşı” anlamında “Harbu’l-Abâdile” denilmektedir. Her ne kadar bazıkaynaklarda Abdullah’ın Hz. Ali ve Muaviye’ye bey’at etmediği ve insanların Muaviye etrafındatoplanmasından önce vefat ettiği şeklinde ifâdeler yer alsa da, O’nun Muaviye tarafındanKıbrıs’a gönderilen orduya yardımcı olduğu da kaydedilmektedir.[70] Hicrin 27/647 yılındaİfrikiyye’yi fetheden Abdullah b. Sa’d, h.31/652 yılında Nûbe topraklarına hâkim olanHıristiyanlarlarla, hükümleri daha sonra asırlarca süren bir barış anlaşması yaptı. Bakt denilen buanlaşmaya göre şehir halkı belirli sayıda köleleri Müslümanlara, Müslümanlar da Mısır’dayetişen buğday ve mercimek gibi yiyecekleri ve bazı giyecek maddelerini onlara vereceklerdi.[71]O, h. 34/656 yılında Bizans topraklarında Bizans ordusuna karşı yaptığı Zâtü’s-Suvârâ denilensavaşı kazandı. Daha sonra Mısır’da yerine es-Sâib b. Hişâm b. Amr’ı bırakarak Hz. Osman’ınyanına gelmek üzere Mısır’dan ayrıldı. Utbe b. Rabîa’nın torunlarından Muhammed b. EbîHuzeyfe b. Utbe, es-Sâib’in üzerine saldırdı ve onu makamından indirerek Mısır emiri oldu.Bunun üzerine Abdullah b. Sa’d geri gelmekten vazgeçti ise de Muhammed b. Ebî Huzeyfe Hz.Osman’ın Füstat’a (Mısır’a) girmesini engelledi. O da Askalan’a gitti ve Hz. Osmankatledilinceye kadar orada ikamet etti. Sahih olan görüşe göre O, h. 36/656’de, henüz insanlarMuaviye’nin etrafında toplanmadan önce, Askalân’da vefât etti. Onun hakkında: Fitneden uzakkalmak için ölünceye kadar Ramle’de kaldığı, Sıffîn savaşına katılıp h. 57’de veya h. 59’daMuaviye’nin son zamanlarında öldüğü şeklinde de görüşler bulunmaktadır.[72]

  • Ne zaman Müslüman olduğu kesin bilinmemekle beraber İbn Abdilberr’e göre Abdullah,Mekke’nin fethinden önce Müslüman olmuş ve Medine’ye hicret etmiş, bir müddet Rasûlullah’ınvahiy katipliğini yapmış, daha sonra irtidât etmiş, İbn Abbâs’ın ifadesiyle katipliği sırasındaşeytan onu yanıltmış ve Mekke’deki Kureyş müşriklerinin arasına dönmüş, onlara katılmıştır.[73]İbn Serh ile ilgili diğer bir tespit ise, onun Mekke’nin fethi günlerinde Müslüman olduğu veMüslümanlığının güzel olduğu, İslam’a girdikten sonra kendisinden hoşlanılmayan şeyler vakiolmadığı, onun Kureyş’in soylu, asil ve âkillerinden olduğu şeklindedir.[74] Ancak diğer ve dahameşhur kaynaklarda böyle bir tespit yer almamaktadır. Onun irtidât etmesini ve Mekke’ninfethinden sonra Rasûlullah henüz hayatta iken tekrar İslam’a girmesini, İslâm bilginleri sahâbîolmasına engel görmemektedirler.[75]

    Abdullah b. Sa’d b. Ebî Serh, vahiy katipliği ve imlası sırasında bazı âyetlerdeki “AzîzünHakîmün” yerine “Alîmün Hakîmün” yazarak âyetler üzerinde kişisel tasarrufda bulunduğunu(tahrif ettiğini); Rasûlullah’ın da onun bu durumunu onayladığını söylemiş ve çalışmalarındamüşriklere destek vermiştir. O, Mekke’nin fethi günü tüm insanlara güven ve teminat verenResûlüllah’ın, haklarında ölüm emri verdiği dört erkek ve iki kadın altı kişiden biriydi.[76]Abdullah, hakkında çıkarılan bu ölüm fermanı karşısında süt kardeşi Hz. Osman’a sığındı,pişman olduğunu söyledi. Hz. Osman, onu himâyesine aldı, bir müddet sakladı, Mekke halkıyatıştıkdan sonra yanında durduğu süt kardeşi için Rasûlullah’dan teminat istedi. Hz. Peygamber,ilk istekde olumsuz karşıladı. O, uzun bir müddet sustu. Hz. Osman’ın üç defa talebinintekrarından sonra, Abdullah’ın bey’tını kabul etti. Hz. Osman yanından ayrıldıktan sonraçevresindeki arkadaşlarına Rasûlullah (s) dedi ki: “İlk başta talebi kabul etmedim; bir müddetsustum, istedim ki bu esnada içinizden aklı başında (yiğit) bir adam yerinden kalksın da onunboynunu vursun.” O esnada etrafındakiler (Ensar’dan bir adam Abbâd b. Beşer veya Hz. Ömer),ey Allah’ın Rasûlü! Bana işâret etseydin de boynunu vursaydım ya! dedi. Bunun üzerine Hz.peygamber şöyle buyurdu: “Allah’ın Nebisine birinin hakkında hain gözlü olmak yakışmaz(birinin hakkında insanlara açıkladığı şeylerin dışında bir şeyler gizlemesi yakışmaz) veyaPeygamber işâretle öldürtmez.”[77] Mekke’deki Kureyş kafirleri tarafından şehid edilen ilkşehidler olan Yâsir, eşi Sümeyye ve oğulları Ammâr hakkında indirilen Nahl sûresindeki: “Kalbiiman ile mütmain olduğu halde (dinden dönmeye) zorlanan hariç, kim iman ettikten sonraAllah’ı inkar ederse (ona Allah’ın gazabı vardır)….”[78] âyetiyle ilgili olarak bazırivâyetlerde, âyetin bu son kısmının Abdullah b. Ebî Serh hakkında indirilmiş olduğu belirtilir.[79] İbn Abbas ise, bu hükmün nesholunduğunu, ancak bu hükümden istisnalar olduğunu belirttive aynı sûrede yer alan “Sonra şüphesiz Rabbin, eziyet edildikten sonra hicret edip,ardından da sabrederek cihad edenlerin yardımcısıdır. Çünkü Rabbin, onların buamellerinden sonra, elbette çok bağışlayan ve pek esirgeyendir.”[80] âyetini okudu.[81] O, buâyette sözü edilen kimsenin Mısır’a vali olan, Rasûlullah’a (s) katiplik yapan ve fakat arkasındanşeytanın iğvasıyla yoldan çıkan ve müşriklerle işbirliği yapan, fetih günü Hz. Peygamber’inöldürülmesini emrettiği ve Hz. Osman’ın himayesine sığınan, Rasûlullah’ın da kendisini himâyeedip koruduğu Abdullah b. Sa’d b. Ebî Serh olduğunu belirtti.[82]

    Hayat hikâyesinde görüldüğü üzere Hz. Ömer tarafından Mısır’a gönderilmesine, hem Hz.Ömer ve hem de Hz. Osman tarafından vali olarak görevlendirilmesine, gerek Mısır’ın veİfrikiyye’nin fethinde ve gerekse Bizans’a karşı yaptığı savaşlarda gösterdiği performansınarağmen Mısırlılar, vaktiyle irtidat etmiş olmasını ve Mısır’da yaptırdığı “Dârü’l-haniyye” adlısarayı da öne sürerek Abdullah b. Sa’d’ı kabul etmediler, onu yermeye ve yıpratmaya çalıştılar.Halife Hz. Osman’dan onu azletmesini istediler. Bu sırada Abdullah, müştekilerden birinidöverek öldürdü. Bu olumsuz gelişmeler üzerine Hz. Aişe, halife Hz. Osman’dan Abdullah’ın

  • azledilmesini istedi. Hz. Osman’ın katledilmesi üzerine fitneden kaçarak Askalan veya Ramle’devefat ettiği sanılan, ölüm yeri ve ölüm tarihi hakkında ihtilaf olan Abdullah, hiç kimseye bey’atetmedi. Beğavî’nin, Yezîd b. Hubeyb’den kaydettiği sahih bir rivayete göre o, fitneden kaçarkenRamle’de bir sabah namazı vaktinde Rabbine: “Ey Allah’ım! Bu Sabah namazını son amelimeyle!” diye dua etti. Abdest aldı. Sabah namazına durdu. O namazın birinci rek’atında Fatihasûresi ve Âdiyât sûresini, ikinci rek’atında Fâtiha ve bir sûre okudu, sonra sağına ve solunaselâm verdi ve hemen akabinde vefat etti. Abdullah b. Sa’d b. Ebî Serh’ın, Rasûlullah’dan (s)sadece bir rivayeti bulunmaktadır.[83]

    B- Rivâyeti ve RâvileriAbdullah b. Sa’d b. Ebî Serh ile ilgili ulaşabildiğimiz hemen hemen tüm kaynaklarda da

    belirtildiği üzere sadece bir rivâyetinden bahsedilmektedir. Nitekim onu Mısıra yerleşensahâbîlerden gösteren İbnü’l-Cevzî de onu tek hadis rivâyeti olanlar arasında zikretmektedir.[84]

    1. Sıkıştığında Kulun, Allah’dan Hakkında Hayırlı Olan Ölümü Dilemesi:Beğâvî’nin, Mısırlı tâbiin Yezîd b. Ebî Hubeyb yoluyla ve sahîh bir senedle rivâyet ettiği şuhadistir:

    Yezîd b. Ebû Hubeyb şöyle anlattı: İbn Ebî Serh Ramle’ye gitti ve fitneden uzak kalmak içinölünceye kadar orada ikamet etti. O, bir sabah vaktinde Allah’a şöyle yalvardı:

    “Ey Allahım! Bu sabah namazını son amelim kıl.” Bunun üzerine abdest aldı. Sabah namazınınbirinci rek’atında Fâtiha ve Âdiyât, ikinci rek’atında Fâtiha ile beraber bir sûre okudu, dahasonra sağına ve soluna selâm verdi ve Allah ruhunu kabzetti (öldü).”[85] Buhârî’nin ve İbnHacer’in kaydettiğine göre İmam Buhârî de bu haberi bu vecihle yani Yezid b. Ebî Hubeybtarikiyle nakletmiştir.[86] Anlamı yoruma gerek bırakmayacak kadar açık ve anlaşılır olan veBuhârî’nin târihinde tahrîç ettiği bu rivâyetin versiyonu:

    *Abdullah b. Sa’d b. Ebî Serh + Yezîd b. Ebî Habîb[87] + Saîd b. Ebî Eyyûb[88] + Buhârî.

    [68] İbn Sa’d, a.g.e., VI, 129-130; İbn Hıbbân, Sikât, III, 214; İbn Abdilberr, III, 918-920;İbnü’l-Cevzî, Telkîh, s. 80; İbn Hacer, el-Isâbe, II, 316.

    [69] İbn Sa’d, a.g.e.,VI, 131-32; İbn Abdilberr, III, 919, 920; İbn Hacer, el-Isâbe, II, 317;Ayrıca Hz. Osman ve Amr b. As’ın aralarının bozulma sebep be başlangıcı için bkz. İbnAbdilberr, III, 919.

    [70] İbn Abdilberr, III, 920; Fayda Mustafa, DİA. I, 130-131.[71] İbn Abdilberr, III, 919; İbnü’l-Cevzî, Telkîh, 80, 81; İbn Hacer, el-Isâbe, II, 317; Ayrıca

    bkz. Fayda, DİA. I, 130-131.[72] İbn Hıbbân, Sikât, III, 213; İbn Abdilberr, III, 919-920; İbn Hacer, el-Isâbe, II, 317.[73] İbn Sa’d, VI, 130; İbn Abdilberr, III, 918; İbn Hacer, el-Isâbe, II, 316, 317; Fayda, DİA. I,

    130.-131.[74] İbn Abdilberr, III, 918.[75] Suyûtî, Tedrîbü’r-râvî, II, 209.[76] İbn Sa’d, a.g.e., VI, 130; İbnü’l-Cevzî, Telkîh, s. 80; kanları heder edilen dört erkek kişi:

    Ikrime b. Ebî Cehl, Abdullah b. Hatal, Mikyes b. Hubâbe, Abdullah b. Sa’d b. Ebî Serh idi.Bkz.Nesâî, Sünen, Tahrîmü’d-demi, 14,VII, 105; İbn Hıbbân, Sikât, III, 214; Beyhakî,Ma’rifetü’sünen, XIII, 299 (18259); İbn Abdilberr, III, 918; İbn Hacer, el-Isâbe, II, 317.

    [77] Ebû Davud, Cihâd, 127, III, 133; Hudûd, 1, IV, 527; Nesâî, 14, VII, 106; İbn Sa’d,

  • a.g.e.,VI, 30-131; İbn Abdilberr, III, 918; İbnü’l-Cevzî, Telkîh, s. 80-81; İbn Hacer, el-Isâbe, II,317.

    [78] Nahl, 16/106[79] Ebû Tâhir Muhammed b. Ya’kub, Tefsîr-ü İbn Abbâs, III, 545 (Mecmaü’t-tefâsîr);

    Beyhakî, Ma’rifetü’s-sünen, XII, 267.[80] Nahl, 16/110[81] Taberî, Câmiu’l-Beyân, XIV, 124; Kurtubî, el-Câmiu li ahkâmi’l-Kur’ân, X, 180, 192.[82] Ebû Davud, Hudûd, , 1, III, 527; Nesâî, Tahrîmü’d-demi, 15, VII, 107; İbnü’l-Cevzî,

    Telkîh, 80-81.[83] Buhârî, Târihu’l-kebîr, V, 29 (49); İbn Hıbbân, Sikât, III, 213-214; İbn Abdilberr, III, 920;

    İbnü’l-Cevzî, Telkîh, 382; İbn Hacer, el-Isâbe, II,317.[84] İbnü’l-Cevzî, Telkîh, s. 218, 298, 382, 444.[85] Iclî, a.g.e, s. 478; İbn Abdilberr, III, 920; İbn Hacer, el-Isâbe, II, 317.[86] Buhârî, Târihu’l-kebîr, V. 29 (49); İbn Hacer, el-Isâbe, II, 312.[87] Yezîd b. Ebî Habîb (128/746): Mısırlı olup künyesi” Ebû Recâ”dır. Tâbiînden sika ve

    fakîh bir râvidir, Bazen irsal ettiği de söylenmektedir. Iclî, a.g.e, s. 478; İbn Hıbbân, Sikât, V,546; İbn Hacer, Takrîb, s. 600.

    [88] Saîd b. Ebî Eyyûb el-Huzâî (161/ 778): Mısırlı, sika ve sebt sâhibi olup yedinci tabakarâvilerdendir. İbn Hacer, Takrîb, s. 233.

  • ATTÂB B. ESÎD B. EBİ’L-ÎS B. ÜMEYYE B.ABDİŞEMS el-EMEVÎ el-KUREŞÎ (EbûAbdirrahman/Ebû Muhammed, ö. 13/ 634)

    A- Hayatı ve ŞahsiyetiDaha ileride nesebi Abdimenâf’a dayanan Attâb b. Esîd, m. 610’de Mekke’de doğdu. Annesi,

    Arvâ veya Zeyneb bt. Amr b. Ümeyye b. Abdişems b. Abdimenâf’dır. Mekke’nin fethedildiğigün müslüman oldu. O günlerde o henüz 18 veya 22-23 yaşlarında bir delikanlıydı.[89] Attâb,kendi oğlunun da belirttiği üzere h.13/634 tarihinde Hz. Ebû Bekir ile aynı günde Mekke’devefat etti.[90] Bazı kaynaklarda ise onun Hz. Ömer’in hilâfetinin son yıllarında h.22/ 644 vefatettiğinden söz edilmektedir.[91]

    İbn Sa’d’ın kaydettiğine göre, Hicretin 8. yılı Şevvâl’ın 6. günü olan Cumartesi günüRasûlullah (s) Huneyn’e doğru savaşa çıkarken onu Mekke’ye vali tayin etti. Attâb, onlara yaniMekke’deki Müslümanlara namaz kıldıracaktı. O sıra Rasûlullah (s) Muaz b. Cebel ve Ebû Musâel-Eş’ari’yi de halka Kur’ân okumayı, sünnet ve fıkhı (dini meseleleri) öğretmek üzeregörevlendirdi.[92] Görevlendirdikten sonra Rasûlullah (s) Attâb’a şunları söyledi: “Farkındamısın seni ne iş üzerine görevlendirdim? (görevinin farkında mısın?)” Bu soruya Attâb: Allah veRasûlü daha iyi bilir, dedi. Bunun üzerine Reaûlullah (s): “Seni Allah’ın ehli üzerinegörevlendirdim” buyurdu. O, bu sözüyle o sene hac görevi yapan hacıların sevk ve idâresinikasdetti. Attâb, o sene Mekke’ye gelen insanlara hac emirliği yaptı.[93] Attâb, Mü’minlere şüpheve kuşku veren şeyler hususunda çok duyarlı idi. O, Cumua namazını kastederek “bu namazdangeri kalan kimsenin boynunu vurmayacağımı bilmiyorum; çünkü ondan ancak münâfık gerikalır.” diyordu. Rasûlullah’ın (s) emri olmaksızın o sene (8/630) Mekke emîri olarakMüslümanlara haccettirdi; müşrikler de bulundukları hal üzere haccettiler, onlara bir müdahaleedilmedi. Resûlüllah (s) onu Mekke’ye vali tayin ettiğinde Mekke halkı, kendilerini kastederekResûlüllah’a şöyle demişlerdi: “Sen Allah’ın ehline (Mekkelilere) kaba ve katı bir bedevîyi valitayin ettin.” Bunun üzerine Nebi (s) onlara bir rü’ya gördüğünü ve sanki o rüyada onun yaniAttâb’ın cennetin kapısına geldiğini, kapının halkasına sarıldığını, onu salladığını, kapınınaçıldığını ve Attâb’ın oraya girdiğini anlattı ve böylece sanki Rasûlullah (s) onun bu göreve ehilolduğunu işâret etti.[94] Ukeylî, Ebû Sâlih ve İbn Abbas’dan gelen bir rivâyete dayanarak “Rabbim! Bana tarafından, hakkıyla yardım edici bir kuvvet ver.”[95] Âyetinde kasdedilen yardımedici kuvvetin Attâb b. Esîd olduğundan söz etmektedir. Fetih gününde Rasûlullah (s) tarafındanMekke’ye vali olarak atanan Attâb, O vefât edinceye kadar vali idi.[96] Fazilet ve erdem sahibi,dirayetli genç sahâbî, bu görevine Hz. Ömer’in hilâfeti zamanına kadar (13/634) devam etti.[97]Ancak bazı kaynaklarda ömrünün sonuna kadar onun valilik görevine devam ettiği ve Hz.Ömer’in hilâfetinin son yıllarında (22/644) vefat ettiğinden söz edilmektedir.[98] Bu seçkinsahâbî aynı zamanda Rasûlüllah’ın (s) Mekke’ye girmeden önce hakkında arkadaşlarına:“Müşrik olarak kalmalarına gönlümün razı olmadığı Müslüman olmalarını çok istediğim dörtkişi var, onlar: Attâb b. Üseyd, Cubeyr Mut’ım, Hakîm b. Hızâm ve Süheyl b. Amr’dır.”buyurduğu fazilet sahibi bir kimsedir.[99]

    B- Rivâyetleri ve Râvileri

  • Fetih günü müslüman olduğu halde kendisine Rasulullah (s) tarafından Mekke valiliği verilenfazilet, erdem ve dirâyetiyle ma’rûf olan Attâb’ın bir râvi olarak rivâyetleri bulunmaktadır,Sünen sahipleri ondan rivâyette bulunmuşlardır. İbnü’l-Cevzî, Attâb’ı ashâb arasında zikretmekleberaber onu rivâyeti olanlar arasında vermemektedir.[100] Bizzat kendisinden işitmedikleri haldeSaîd b. Müseyyeb ve Ata b Ebî Rabah, Attâb b. Esîd’den rivâyette bulunmuşlardır.[101]

    1. Meyvanın (Üzüm, Hurma vb.nin) Zekâtı:Ebû Dâvud dedi: Bize Abdülazîz b. es-Sırrîyyü’n-Nâkıt nakletti. (o dedi ki): Bize Bişr b.Mansûr, Abdurrahmân b. İshâk’dan, o Zührî’den, o Saîd b. Müseyyeb’den, o da Attâb b.Esîd’den rivâyetle onun şöyle dediğini nakletti:

    “Rasûlullah (s) hurmanın tahminle takdir edildiği gibi üzümün ölçümünün de tahminedilmesini; hurmanın zekâtı kuru hurma olarak alındığı gibi üzümün zekâtının da kuru üzümolarak alınmasını emretti.”[102] Ebû Dâvud’un tahrîç ettiği anlamı sarîh, merfû’ olarak rivâyetedilmiş olan bu hadisin versiyonu:

    *Attâb b. Esîd + Saîd b. Müseyyeb[103] + Zührî[104] + Abdurrahmân b. İshâk[105] + Bişr b.Mansûr[106] + Abdülazîz b. es-Sırrıyyü’n-nâkid[107] + Ebû Dâvud.

    Tirmizî, lafız ve anlamı birebir örtüşen aynı adisi senetsiz olarak naklederken, Attâb b.Esîd’den farklı bir senetle biraz daha farklı içerikteki şu hadisi de nakletmektedir: “Nebî (s),insanlara onların üzüm bağları ve onların meyvalarını (üzümlerini) tahminle takdir etmek içingörevliler gönderirdi.”[108] Nesâî ve İbn Mâce’nin tahrîçlerinde de lafız ve anlam itibariyleönemli bir farklılık arzetmemektedir.[109]

    2- Garanti Edilmeyen Şeylerde Fazlalık ve Kâr Yasaklığı:İbn Mâce dedi: Bize Osman b. Ebî Şeybe nakletti (o dedi ki): Bize Muhammed b. Fudayl,Leys’den, o Ata’dan, o da Attâb b. Esîd’den rivâyetle şöyle dediğini nakletti:

    “Nebi (s) onu yani Attâbı Mekke’ye gönderdiğinde onu garanti edilmeyen şeylerin fazlalık vekârından yasakladı.”[110] İbn Mâce’nin tahrîçlerinden olan bu hadisin versiyonu:

    *Attâb b. Esîd + Atâ[111] + Leys[112] + Muhammed b. Fudayl[113] + Osmân b. EbîŞeybe[114] + İbn Mâce.

    İlgili hadisin senedini değerlendiren İbn Mâce, hadisin isnadında Leys b. Süleym’inbulunduğunu; bu kişinin zaif ve müdellis olduğunu; ayrıca ilgili hadisin isnadının munkatı’olduğunu çünkü seneddeki Ata’nın, Ata b. Ebî Rabah olduğunu ve bu kişinin Attâb b. Esîd’eerişemediğini kaydeder.[115]

    Söz konusu Attâb’ın hadisini “Hasen Garib” olarak değerlendiren Tirmizî, bu hadisi İbnCüreyc’in Urve aracılığı ile Hz. Aişe’den rivâyetini de vermektedir. Buhârî’ye bu hadisisorduğunu belirten Tirmizî, İbn Cüreyc’in rivâyetiyle Hz. Aişe’den gelen hadisin ğayr-ı mahfûzolduğunu, Saîd b. Müseyyeb yoluyla Attâb’dan gelen hadisin ise daha sağlam ve güvenilirolduğunu belirtir. Hz. Attâb’ın ölümünün Hz. Ebû Bekr’in ölüm günü ile aynı olduğuna itibareden Münzirî (656/1258) de, hadisin senedindeki İbn Müseyyeb’in daha sonra Hz. Ömer’inhilâfeti sırasında doğduğuna kâil olarak Hz. Attâb’ın bu hadisinin munkatı’ olduğunu iddiaetmektedir.[116]

    3. İdâreci ve Yöneticilerde Dürüstlük, Sâdelik ve Verilenle Yetinme:İbn Sa’d dedi: Bize Dahhâk b. Mahled eş-Şeybânî (Ebû Âsım en-Nebîl) haber verdi. (dedi ki):Bize Hâlid b. Ebî Osmân b. Abdillah b. Hâlid b. Üseyd, (kendilerinin kölesi olduğunuzannettiğim) diyerek Keysân’dan rivâyetle Attâb b. Esîd’n şöyle dediğini nakletti:

  • “Attâb b. Esîd sırtını Ka’be’nin duvarına yaslamış olduğu halde yeminle şöyle dedi: Allah’ayemin olsun ki şu işe atandığım (vali olduğum) günden beri kuşaklı şu iki elbiseden başka bir şeyverilmedim (bana verilmedi. O iki elbiseyi kölem Keysâ’nın giydiği gibi giydim.”[117] Hasen birsenetle aynı hadisi Ebû Dâvud et-Tayâlisi ve Buhârî (Tarihinde) Amr b. Ebî Agreb ve Amr b.Ebî Avf’dan değişik versiyonlarla rivâyet etmişlerdir.[118] İbn Sa’d’ın ve diğerlerinin tahrîç ettiğisahâbe ameli olan bu mevkûf hadisin rivâyet tarîki şöyledir:

    *Attâb b. Esîd + İbn Keysân[119] + Hâlid b. Ebî Osmân b. Abdillah b. Hâlid b. Üseyd[120]+ Dahhâk b. Mahled eş-Şeybânî (Ebû Âsım en-Nebîl)[121] + İbn Sa’d.

    Diğer bir versiyonu:-Attâb b. Esîd + Amr b. Ebî Avf[122] + Abdullah b. Yesâr[123] + Eyyûb[124] + Buhârî[125]

    İbn Hişam, Zeyd b. Eslem’den rivâyetle şu haberi aktardı:“Nebî(s), Attâbı Mekke’ye vali olarak atadığında ona günlük bir dirhem maaş verdi. Bunun

    üzerine Attâb, Mekke halkına şöyle hitâb etti: Ey İsanlar! Kim bir dirheme karşın açlıkhissederse (azımsarsa) Allah onun ciğerini acıktırsın (o kimse doymasın); Kuşkusuz beniResûlüllah (s) her bir gün bir dirhemle rızıklandırdı, artık ben hiçbir kimseye muhtaçdeğilim.”[126]

    4. Bir Kadının Halası ve Teyzesinin Üzerine Nikâhlanamayacağı:Tabarânî dedi: Bize Muhammed b. Salih b. Velîd en-Nursî nakletti (o dedi ki): Bize Muhammedb. Müsennâ Ebû Musa anlattı. ( o dedi ki) : Bize İbn Ebi’l-Vezîr anlattı. ( o dedi ki) : BizeAbdulaziz b. Muhammed, Musa b. Ubeyde’den, o Eyyûb b. Hâlid yoluyla Attâb b. Useyd’denrivâyetle Nebi (s)’in şöyle buyurduğunu nakletti:

    “ ...Kadın halası ve teyzesi üzerine nikâh edilmez.”[127]Tabarânî’nin tahrîçlerinden, anlamı açıkve anlaşılır nitelikte olan Rasûlullah’a ref edilmiş bu merfû’ hadisin versiyonu:

    *Attâb b. Esîd + Eyyûb b. Hâlid[128] + Mûsâ b. Ubeyde[129] + Abdülazîz b.Muhammed[130] + İbn Ebi’l-Vezîr[131] + Muhammed b. el-Müsennâ (Ebû Mûsâ)[132] +Muhammed b. Sâlih b. Velîd en-Nursî[133] + Tabarânî.

    5- Selem Akidli (Ismarlama Akidli) Alış-Verişin Yasaklığı:-Tabarânî’nin, Musa b. Ubeyde’nin kardeşi Abdullah b. Ubeyde rivâyetiyle Attâb’dan naklettiğibir hadis de şöyledir: “Bize Ahmed b. Amr el-Hilâl el-Mekkî bize nakletti. ( o dedi ki):BizeYa’kûb b. Humeyd b. Kâsib anlattı. (o dedi ki) : Bize Abdulaziz b. Muhammed, Musâ b.Ubeyde’den, o da kardeşi Abdullah b. Ubeyde aracılığı ile Attâb’dan rivâyetle, Nebî (s), Attâb’ıMekke’ye emir tayin ettiğnde kendisine şöyle buyurduğunu nakletti:

    “Sen (Ey Attâb!) Benim sana emrettiğim şeyleri kavmine ulaştıran kimse misin? (kimsesin).Onlara şunu söyle: Hiç kimse (para peşin malı sonradan teslim şeklinde) selem akidli alış verişmuamelesi yapmasın; hiç kimse tesellümü kesin olmayan alış-veriş muamelesi yapmasın; hiçkimse yanında hazır olmayan şeyin alış-verişini yapmasın.”[134]

    Tabarânî’nin tahrîç ettiği, anlamı sarîh ve anlaşılır, merfû’ olan bu hadisin senet ricâli:*Attâb b. Esîd + Abdullah b. Ubeyde[135] + Mûsâ b. Ubeyde[136] + Abdülazîz b.

    Muhammed[137] + Ya’kûb b. Humeyd b. Kâsib[138] + Ahmed b. Amr el-Hilâl el-Mekkî[139] +Tabarânî.

    C- Rivâyetiyle İlgil