60
6 HÜCRESEL SOLUNUM ENERJİ KULLANIMI Enerji iş yapma yeteneği olarak tanımlanır. Bütün canlılar, yaşamsal işlemleri yürütmek ve böylece canlı kalabilmek için sürekli olarak enerji sağlanmak zorundadır. Bu enerjinin bir kısmı, fiziksel ya da mekanik çalışma için gereklidir. Uçan bir kuş bir uçak gibi enerji ister. Dam inşa eden bir kunduzun veya toprakta oyuk açan bir solucanın, bir inşaatta çalışan veya yerde hareket eden makine gibi enerjiye ihtiyacı vardır. Hatta, bahar akşamında şarkı söyleyen ağaç kurbağalarının da bir radyo gibi enerji gereksinimleri vardır. Canlıların hareketlerinin çoğu enerji gerektirir. Enerji daha belirsiz amaçlar için de gereklidir. Basitlerinden daha karmaşık bileşiklerin sentezi ve pek çok durumda, materyallerin hücre zarından taşınması enerji gerektirir. Son yıllarda herkes enerjinin, endüstriyel gelişmede gördüğü işten dolayı öneminin ve değerinin bilincindedir. Günlük işlerimizde kullandığımız enerjinin bir kısmı akarsulardan, bir kısmı nükleer enerjiden ve bir kısmı doğrudan solar radyasyondan sağlanırken, büyük bir kısmı petrol ve doğal gaz gibi yakıtların yakılmasından açığa çıkmaktadır. Bir yakıtın yanması ısı ve ışık şeklinde enerji açığa çıkarır. Bu ısı daha sonra, ısı enerjisinin diğer enerji şekillerine dönüştürülmesiyle makine ve elektrik jeneratörlerini çalıştırmada kullanılabilir. Yakıtın yanması, yapısındaki karbon ve hidrojenin, karbondioksit ve su oluşturarak havanın oksijeni ile birleştiği kimyasal bir işlemdir. Yakıtlar, büyük kısmı, yanmadaki kimyasal değişmeler sırasında ısı olarak açığa çıkan depolanmış kimyasal enerji içerirler. 6-1 Besinlerden Enerji Sağlanması Canlılar besinlerinde depolanmış enerjiyi kullanırlar. Karbonhidratlar enerji için en yaygın olarak yıkılan besinlerdir. Bu enerji, pek çok durumda, yanma benzeri kimyasal değişikliklerle açığa çıkarılır. Ancak, organizmalar besinleri parçaladıklarında, enerjinin sadece bir kısmı ısı enerjisi olarak açığa çıkar ve vücut sıcaklığının korunmasında bu enerji kullanılır. Geri kalan enerji kimyasal yapıda saklanır. Organizmalar canlılık işlevlerini yürütmek için sadece kimyasal enerji kullanabilirler. Canlılar iş yapmak için ısı enerjisi kullanamazlar. Bu nedenle, enerjinin açığa çıkması ile sonuçlanan besinin yıkımının, karbonhidrat ile oksijen arasında, doğrudan bir tepkime olmadan meydana gelmesi şaşırtıcı olmamalıdır. Besin yıkımı, aksine, yüksek enerjili yeni bileşiklerin oluşumuna bağlı pek çok küçük kimyasal basamaklarda meydana gelir. Besinlerde depolanmış enerjinin açığa çıkması her bir organizmanın ayrı hücreleri içinde başarılmaktadır. Bu işlemin tamamına hücresel solunum denir. Bu bölümde,

SOLUNUM - Karadeniz Teknik Üniversitesi · Organizmaların pek çoğunda, solunum, serbest oksijenin varlığında yürütülür. Oksijen havadan veya içinde çözündüğü sudan

  • Upload
    others

  • View
    9

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

  • 6 HÜCRESEL

    SOLUNUM

    ENERJİ KULLANIMI

    Enerji iş yapma yeteneği olarak tanımlanır. Bütün canlılar, yaşamsal işlemleri

    yürütmek ve böylece canlı kalabilmek için sürekli olarak enerji sağlanmak zorundadır. Bu

    enerjinin bir kısmı, fiziksel ya da mekanik çalışma için gereklidir. Uçan bir kuş bir uçak

    gibi enerji ister. Dam inşa eden bir kunduzun veya toprakta oyuk açan bir solucanın, bir

    inşaatta çalışan veya yerde hareket eden makine gibi enerjiye ihtiyacı vardır. Hatta,

    bahar akşamında şarkı söyleyen ağaç kurbağalarının da bir radyo gibi enerji

    gereksinimleri vardır. Canlıların hareketlerinin çoğu enerji gerektirir. Enerji daha belirsiz

    amaçlar için de gereklidir. Basitlerinden daha karmaşık bileşiklerin sentezi ve pek çok

    durumda, materyallerin hücre zarından taşınması enerji gerektirir.

    Son yıllarda herkes enerjinin, endüstriyel gelişmede gördüğü işten dolayı öneminin ve

    değerinin bilincindedir. Günlük işlerimizde kullandığımız enerjinin bir kısmı akarsulardan,

    bir kısmı nükleer enerjiden ve bir kısmı doğrudan solar radyasyondan sağlanırken, büyük

    bir kısmı petrol ve doğal gaz gibi yakıtların yakılmasından açığa çıkmaktadır. Bir yakıtın

    yanması ısı ve ışık şeklinde enerji açığa çıkarır. Bu ısı daha sonra, ısı enerjisinin diğer

    enerji şekillerine dönüştürülmesiyle makine ve elektrik jeneratörlerini çalıştırmada

    kullanılabilir. Yakıtın yanması, yapısındaki karbon ve hidrojenin, karbondioksit ve su

    oluşturarak havanın oksijeni ile birleştiği kimyasal bir işlemdir. Yakıtlar, büyük kısmı,

    yanmadaki kimyasal değişmeler sırasında ısı olarak açığa çıkan depolanmış kimyasal

    enerji içerirler.

    6-1 Besinlerden Enerji Sağlanması

    Canlılar besinlerinde depolanmış enerjiyi kullanırlar. Karbonhidratlar enerji için en

    yaygın olarak yıkılan besinlerdir. Bu enerji, pek çok durumda, yanma benzeri kimyasal

    değişikliklerle açığa çıkarılır. Ancak, organizmalar besinleri parçaladıklarında, enerjinin

    sadece bir kısmı ısı enerjisi olarak açığa çıkar ve vücut sıcaklığının korunmasında bu

    enerji kullanılır. Geri kalan enerji kimyasal yapıda saklanır. Organizmalar canlılık

    işlevlerini yürütmek için sadece kimyasal enerji kullanabilirler. Canlılar iş yapmak için ısı

    enerjisi kullanamazlar. Bu nedenle, enerjinin açığa çıkması ile sonuçlanan besinin

    yıkımının, karbonhidrat ile oksijen arasında, doğrudan bir tepkime olmadan meydana

    gelmesi şaşırtıcı olmamalıdır. Besin yıkımı, aksine, yüksek enerjili yeni bileşiklerin

    oluşumuna bağlı pek çok küçük kimyasal basamaklarda meydana gelir.

    Besinlerde depolanmış enerjinin açığa çıkması her bir organizmanın ayrı hücreleri

    içinde başarılmaktadır. Bu işlemin tamamına hücresel solunum denir. Bu bölümde,

  • 58

    hücrenin besinlerden enerji açığa çıkarması işlemi ile bu enerjinin hücrenin kendisi ve bir

    bütün olarak organizmanın canlılık işlevlerinin yararına sunulması değerlendirilmektedir.

    Energy from organic compounds

    Further information: Cellular respiration, fermentation, carbohydrate catabolism, fat catabolism and protein catabolism

    Carbohydrate catabolism is the breakdown of carbohydrates into smaller units. Carbohydrates are usually taken into cells once they have

    been digested into monosaccharides.[32] Once inside, the major route of breakdown is glycolysis, where sugars such as glucose and fructose are converted into pyruvate and some ATP is generated.[33] Pyruvate is an intermediate (aracı, ortaç) in several metabolic pathways, but

    the majority is converted to acetyl-CoA and fed into the citric acid cycle. Although some more ATP is generated in the citric acid cycle,

    the most important product is NADH, which is made from NAD+ as the acetyl-CoA is oxidized. This oxidation releases carbon dioxide as a waste product. In anaerobic conditions, glycolysis produces lactate, through the enzyme lactate dehydrogenase re-oxidizing NADH to NAD+

    for re-use in glycolysis. An alternative route for glucose breakdown is the pentose phosphate pathway, which reduces the coenzyme NADPH

    and produces pentose sugars such as ribose, the sugar component of nucleic acids.

    Fats are catabolised by hydrolysis to free fatty acids and glycerol. The glycerol enters glycolysis and the fatty acids are broken down by beta oxidation to release acetyl-CoA, which then is fed into the citric acid cycle. Fatty acids release more energy upon oxidation than

    carbohydrates because carbohydrates contain more oxygen in their structures.

    Amino acids are either used to synthesize proteins and other biomolecules, or oxidized to urea and carbon dioxide as a source of energy.[34]

    The oxidation pathway starts with the removal of the amino group by a transaminase. The amino group is fed into the urea cycle, leaving a deaminated carbon skeleton in the form of a keto acid. Several of these keto acids are intermediates in the citric acid cycle, for example the

    deamination of glutamate forms α-ketoglutarate.[35] The glucogenic amino acids can also be converted into glucose, through gluconeogenesis

    (discussed below).[36]

    Asetil koenzim A veya Acetyl-CoA metabolizmada önemli bir moleküldür ve pek çok

    biyokimyasal tepkimelerde kullanılır. Metabolizmanın aktarım merkezi olarak anılır.

    Temel işlevi, asetil grup (CH3CO) içindeki karbon atomlarını enerji üretiminde

    yükseltgenmek için sitrik asit döngüsüne (Krebs döngüsü) aktarmaktır. Koenzim A

    (CoASH veya CoA)’nın yapısı, bir amit bağı ile vitamin pantothenic aside bağlı bir β-

    mercaptoethylamine gruptan ibarettir. Acetyl-CoA asetil grubu β-mercaptoethylamine’nin

    sulfhydryl kısmına “yüksek enerjili” bir thioester ile bağlıdır. Acetyl-CoA’yı “yüksek

    enerjili” bir bileşik yapan bu thioester bağıdır. Bu thioester bağının hidrolizi yüksek

    http://en.wikipedia.org/wiki/Metabolism#cite_note-31#cite_note-31http://en.wikipedia.org/wiki/Glycolysishttp://en.wikipedia.org/wiki/Pyruvic_acidhttp://en.wikipedia.org/wiki/Metabolism#cite_note-Bouche-32#cite_note-Bouche-32http://en.wikipedia.org/wiki/Acetyl-CoAhttp://en.wikipedia.org/wiki/Citric_acid_cyclehttp://en.wikipedia.org/wiki/Carbon_dioxidehttp://en.wikipedia.org/wiki/Lactic_acidhttp://en.wikipedia.org/wiki/Lactate_dehydrogenasehttp://en.wikipedia.org/wiki/Pentose_phosphate_pathwayhttp://en.wikipedia.org/wiki/NADPHhttp://en.wikipedia.org/wiki/Pentosehttp://en.wikipedia.org/wiki/Ribosehttp://en.wikipedia.org/wiki/Nucleic_acidhttp://en.wikipedia.org/wiki/Hydrolysishttp://en.wikipedia.org/wiki/Beta_oxidationhttp://en.wikipedia.org/wiki/Beta_oxidationhttp://en.wikipedia.org/wiki/Amino_acidhttp://en.wikipedia.org/wiki/Ureahttp://en.wikipedia.org/wiki/Metabolism#cite_note-33#cite_note-33http://en.wikipedia.org/wiki/Transaminasehttp://en.wikipedia.org/wiki/Urea_cyclehttp://en.wikipedia.org/wiki/Keto_acidhttp://en.wikipedia.org/wiki/Glutamatehttp://en.wikipedia.org/wiki/Ketoglutaric_acidhttp://en.wikipedia.org/wiki/Metabolism#cite_note-34#cite_note-34http://en.wikipedia.org/wiki/Glucogenic_amino_acidhttp://en.wikipedia.org/wiki/Gluconeogenesishttp://en.wikipedia.org/wiki/Metabolism#cite_note-35#cite_note-35

  • 59

    ekzergoniktir (-31.5 kJ). Asetil-CoA glikolizde karbonhidratların yıkımı yanında yağ asidi

    oksidasyonu sırasında üretilir ve sitrik asit döngüsüne girer.

    ENERJİNİN DEPOLANMASI VE AKTARIMI

    6-2 ATP ve ADP

    Hücre solunumu sırasında açığa çıkan enerji doğrudan kullanılmaz. Önce ATP olarak

    kısaltılan, adenozin trifosfat denilen bir bileşiğin moleküllerinde “denk” yapılır. Şekil 6-1

    ATP molekülünün yapısını göstermektedir.

    Şekil 6-1. ATP ve ADP’nin Yapısı

    Molekülün ana kısmı bir riboz molekülü ile birleşmiş bir adenin molekülünden ibarettir.

    Adenin DNA ve RNA 'da bulunan azotlu bazlardan biridir. Riboz RNA 'da bulunan 5-

    karbonlu şekerdir. Bu ikisinin birleşimine adenozin adı verilir. ATP 'de, adenozine sıra ile

    bağlanmış üç fosfat grubu vardır. Bu fosfat gruplarının DNA ve RNA yapısının da parçası

    olduklarını biliyoruz. Hücrenin, bu aynı moleküler birimleri farklı amaçlar için kullanması

    ilginçtir. Canlılık kimyasında kimyasal grupların bu tür çok yönlü kullanımının pek çok

    örnekleri vardır.

    ATP molekülünün enerji depolaması kadar önemli yönü, son fosfat grubunu moleküle

    birleştiren bağla ilgilidir. Bu bağ dalgalı bir çizgi ile gösterilmiştir. Bu sembol, bu bağın

    oransal olarak büyük bir miktarda enerji içerdiğini belirtmektedir. Buna bir yüksek enerji

    bağı denir. Üçüncü fosfat ATP 'den ayrılır ve başka bir bileşiğe bağlanırsa, bu diğer

    ADENOZİN TRİFOSFAT (ATP)

    ADENOZİN DİFOSFAT (ADP)

    yüksek enerji bağı

    FOSFATLAR

    ADENİN

    RİBOZ

  • 60

    bileşiğe enerji aktarır. Bu aktarıma fosforilasyon denir. Fosforilasyon biyokimyasal

    tepkimelerde kimyasal enerji aktarımının yaygın bir yoludur.

    ATP 'den bir fosfat grubu uzaklaştırıldığında, geride kalan moleküle adenozin

    difosfat ya da ADP adı verilir. ADP, ATP 'den daha düşük bir enerji halindeki bir bileşiktir.

    İkinci fosfatı da yüksek enerjili bir bağ ile bağlanmıştır, fakat bu bağ hücrede bir enerji

    kaynağı olarak çok az kullanılır.

    6-3 ATP İçin Enerji Kaynağı

    Hücre solunumu sırasında, besin moleküllerinin kademeli yıkımı ile serbest kalan

    enerji, ATP molekülü olarak yüksek-enerjili haline geri dönmesi için, üçüncü fosfatın ADP

    'ye tutturulmasında kullanılır. ATP o zaman, bazı kimyasal işlemler için enerjisine ihtiyaç

    duyulan hücrenin herhangi bir kısmında kullanılabilir.

    Hücrelerin enerji sağladıkları besin maddelerinin en yaygını glikoz şekeridir. Glikoz

    hücre solunumu için çoğunlukla başlangıç noktasıdır. Bir hücre, bir tek glikoz

    molekülünün enerjisi ile, 36 moleküle kadar ADP 'den ATP oluşturabilir. Bir molekül

    glikozun yıkılmasından sağlanabilen bu toplam enerji gerçekte 36 'ya varan küçük birime

    bölünür. Eğer bu enerji bir atılımda serbest bırakılmış olsaydı, hücrenin kullanması için

    çok fazla olmuş olacaktı. Hücrenin bu kadar fazla enerjinin tamamını bir defada

    kullanabilmesinin hiç bir yolu yoktur. Bununla birlikte, bir tek ATP molekülündeki enerji

    miktarı, hücrede enerji gerektiren ortalama bir tepkime için hemen hemen tam

    uygundur. Böylece bu küçük birimlerde denk yapılan enerji hücre gereksinimleri için

    uygun ve yeterlidir.

    6-4 Oksidasyon-Redüksiyon Tepkimeleri

    Glikozdaki enerjinin kullanılması ile ATP meydana getiren ana basamakların izlenmesi

    ilgi çekicidir. Kimyasal oksidasyon ve redüksiyon düşüncesi bu adımları anlamamıza

    yardımcı olabilir. Başlangıçta, oksidasyon terimi oksijenle birleşmeyi ifade ediyordu.

    Daha sonra, kimyacılar, bu terimin anlamını oksijenle birleşmeye benzer tepkimelerdeki

    ilgili elektronların yer değiştirmelerini kapsayacak kadar genişlettiler. Oksidasyonun bu

    genişletilmiş anlamı, bir molekül veya bir atomun elektron kaybettiği herhangi bir

    kimyasal değişikliğe işaret etmektedir. Örneğin, sodyum, klorla birleştiğinde, sodyum

    atomu bir elektron kaybeder. Bu bir oksidasyon örneğidir. Sodyum atomu oksidize oldu

    denir.

    Aynı zamanda, klor atomu bir elektron kazanır. Elektron kazanmaya redüksiyon

    denir. Klor atomu redükte oldu denir. Oksidasyon ve rdüksiyon her zaman tepkimeler çifti

    olarak meydana gelirler. Bir madde oksidize olduğunda, diğeri mutlaka redükte olur. Bu,

    oksidize olan bu maddenin verdiği elektronların, redükte olan başka bir madde tarafından

    alınmasıdır. Bu reaksiyonlar çiftine oksidasyon-redüksiyon tepkimeleri denir.

    Bazı oksidasyon-redüksiyon tepkimelerinde bir elektron, bir hidrojen atomunun parçası

    olarak aktarılır. Bu, bir bileşiğin hidrojen atomlarını diğerine aktarabilmesidir. Hidrojen

  • 61

    atomlarının yitirilmesi bir oksidasyon şeklidir. Hidrojen atomlarının kazanılması bir

    redüksiyon şeklidir.

    Oksidasyon-redüksiyon tepkimeleri bir enerji aktarımı ile ilgilidir. Oksidize olan bir

    madde (elektronlar ya da hidrojen kaybeder) çoğunlukla enerji kaybeder. Enerji, redükte

    olan maddeye elektronlar ya da hidrojen atomları ile taşınır. Böylece bu madde enerji

    kazanır. Hücre solunumunda, glikozun yıkılması ile serbest kalan enerjinin hemen

    tamamı, öncelikle hidrojen atomları ile taşınır. Hücrede glikozun oksidasyonu gerçekte

    hidrojen atomlarının bir kaybıdır, oksijenle bir tepkime değildir.

    6-5 Hidrojen Alıcıları

    Hücre solunumunda glikozun yıkılması pek çok kimyasal basamakların bir dizisi olarak

    meydana gelir. Canlı hücrede özel bir sonuca götüren bir kimyasal tepkimeler dizisine

    biyokimyasal yol denir. Hücre solunumu yolunun bazı noktalarında, ilgili bileşiklerden biri

    hidrojen atomlarını vererek oksidize olur. Meydana gelen bu oksidasyonda, başka bir

    bileşik hidrojeni alır ve indirgenir. Bu oksidasyon-redüksiyon basamaklarının her biri özel

    bir enzimin faaliyetini gerektirir. Her bir enzim, bundan sonra, katalizlediği tepkimede

    hidrojen alıcısı olarak davranacak bir koenzime gereksinim duyar.

    Hücre solunumunda hidrojen alıcıları olarak rol oynayan koenzimlerden bir tanesi NAD

    (nikotinamit adenin dinükleotit) olarak simgelenir. Diğeri FAD (flavin adenin dinükleotit)

    'dir. Bu moleküllerden her biri iki hidrojen atomu alabilirler, böylece redüksiyona

    uğrarlar:

    Bu NAD redüksiyonunun gösterilmesinin basit bir yoludur. NAD 'nın oksidize olan şekli

    gerçekte pozitif bir yük taşır. Dolayısıyla, NAD 'ın redüksiyonunun daha gerçek bir eşitliği:

    Hidrojen atomları koenzimlere aktarıldıkça, koenzim molekülleri de enerji kazanır.

    Böylece indirgenmiş koenzimler hidrojen ve ek enerji taşırlar. Bu geçici bir iş durumudur.

    Tepkimelerin diğer dizilerinde, koenzimler hidrojen verir ve yükseltilmiş şekillerine geri

    dönerler. Bu sırada, koenzimlerin taşıdığı fazla enerji ADP 'den ATP oluşturulmasında

    kullanılır. Oksijen, su meydana getirerek hidrojenin son alıcısı olarak rol oynar. Aşağıda

    bu işlemlerin bazı ayrıntıları değerlendirilecektir.

    ANAEROBİK SOLUNUM

    6-6 Solunum Çeşitleri

    Hücre solunumu işleminde, glikoz daha basit bileşiklere yıkılır. Glikoz molekülünde

    kimyasal bağlarda tutulan enerji açığa çıkarılır ve ADP ile fosfattan ATP oluşturmak için kullanılır.

    NAD + 2H NADH2

    FAD + 2H FADH2

    NAD+ + 2H NADH + H+

  • 62

    Organizmaların pek çoğunda, solunum, serbest oksijenin varlığında yürütülür. Oksijen

    havadan veya içinde çözündüğü sudan sağlanır. Bu tür solunuma aerobik solunum

    denir. Aerobik solunumda, glikoz tamamen karbondioksit ve suya oksidize edilir ve

    kendisinden en yüksek miktarda enerji açığa çıkarılır.

    Maya ve pek çok bakteri formlarını içeren bazı bir hücreli organizmalar, oksijen

    olmadan hücre solunumu yapabilirler. Buna anaerobik solunum denir. Anaerobik

    solunumda, glikoz molekülünün sadece kısmen bir yıkımı meydana gelir. Oransal olarak

    glikozdaki kimyasal enerjinin çok azı açığa çıkarılır ve ATP olarak depolanır.

    Aerobik ve anaerobik solunumun ilk adımları aynıdır. Bu nedenle, önce solunum bu iki

    şeklinde ortak adımları kapsayan kimyasal yol incelenecektir.

    Cellular respiration in a typical eukaryotic cell.

    Cellular respiration, also known as 'oxidative metabolism', is one of the key ways a cell gains useful energy. It is the set of the metabolic

    reactions and processes that take place in organisms' cells to convert biochemical energy from nutrients into adenosine triphosphate (ATP),

    and then release waste products. The reactions involved in respiration are catabolic reactions that involve the oxidation of one molecule and

    the reduction of another.

    Nutrients commonly used by animal and plant cells in respiration include glucose, amino acids and fatty acids, and a common oxidizing agent (electron acceptor) is molecular oxygen (O2). Bacteria and archaea can also be lithotrophs and these organisms may respire using a

    broad range of inorganic molecules as electron donors and acceptors, such as sulfur, metal ions, methane or hydrogen. Organisms that use

    oxygen as a final electron acceptor in respiration are described as aerobic, while those that do not are referred to as anaerobic[1]. The energy released in respiration is used to synthesize ATP to store this energy. The energy stored in ATP can then be used to drive

    processes requiring energy, including biosynthesis, locomotion or transportation of molecules across cell membranes.

    Aerobic respiration

    6-7 Glikozun Yıkımı (Glikoliz)

    Solunumun ilk adımları fosforilasyon tepkimeleridir. Bu tepkimelerde, iki fosfat grubu

    glikoz molekülüne tutturulur. Bu adımlar enerji gerektirir. Enerji ve fosfat grupları iki ATP

    molekülünün ADP 'ye yıkılmasından elde edilir. Enerjilenmiş glikoz molekülü, daha sonra

    kendisini fosfogliseraldehid (PGAL) denilen 3-karbonlu bir bileşiğin iki molekülüne

    parçalayan bir kimyasal tepkime dizisine girer. Ardından, PGAL iki hidrojen atomu

    kaybederek oksidize olur ve pirüvik asit denilen 3-karbonlu başka bir bileşiğe değişir.

    PGAL 'ın oksidasyonu enerji salar. Bu enerjinin bir kısmı doğrudan iki ATP oluşturmak için

    kullanılır. Aynı zamanda, PGAL 'dan ayrılan hidrojen, NADH2 oluşturan NAD tarafından

    http://en.wikipedia.org/wiki/Eukaryotehttp://en.wikipedia.org/wiki/Oxidativehttp://en.wikipedia.org/wiki/Metabolismhttp://en.wikipedia.org/wiki/Metabolismhttp://en.wikipedia.org/wiki/Organismhttp://en.wikipedia.org/wiki/Cell_(biology)http://en.wikipedia.org/wiki/Energy#Energy_and_lifehttp://en.wikipedia.org/wiki/Adenosine_triphosphatehttp://en.wikipedia.org/wiki/Catabolismhttp://en.wikipedia.org/wiki/Redoxhttp://en.wikipedia.org/wiki/Redoxhttp://en.wikipedia.org/wiki/Glucosehttp://en.wikipedia.org/wiki/Amino_acidshttp://en.wikipedia.org/wiki/Fatty_acidshttp://en.wikipedia.org/wiki/Oxidizing_agenthttp://en.wikipedia.org/wiki/Oxidizing_agenthttp://en.wikipedia.org/wiki/Electron_acceptorhttp://en.wikipedia.org/wiki/Oxygenhttp://en.wikipedia.org/wiki/Bacteriahttp://en.wikipedia.org/wiki/Archaeahttp://en.wikipedia.org/wiki/Lithotrophhttp://en.wikipedia.org/wiki/Inorganichttp://en.wikipedia.org/wiki/Sulfurhttp://en.wikipedia.org/wiki/Metalhttp://en.wikipedia.org/wiki/Methanehttp://en.wikipedia.org/wiki/Hydrogenhttp://en.wikipedia.org/wiki/Aerobic_organismhttp://en.wikipedia.org/wiki/Anaerobic_organismhttp://en.wikipedia.org/wiki/Anaerobic_organismhttp://en.wikipedia.org/wiki/Biosynthesishttp://en.wikipedia.org/wiki/Motion_(physics)#Cellshttp://en.wikipedia.org/wiki/Cell_membranehttp://en.wikipedia.org/wiki/File:Auto-and_heterotrophs.png

  • 63

    alınır. NADH2 de daha sonraki bir durumda ATP oluşturmak için kullanılabilecek bir

    miktar enerji taşır. Glikoz molekülünün 3-karbonlu pirüvik asit molekülüne yıkılması

    işlemine glikoliz denir (Şekil 6-2).

    Glikoliz ile meydana gelen her bir pirüvik asit molekülüne karşılık, iki ATP oluşturulur. Bir

    glikoz molekülü parçalandığında iki pirüvik asit molekülü meydana gelir, her glikoz

    molekülünden toplam dört ATP oluşturulur. Glikoz molekülünün enerjilenmesinde iki ATP

    kullanılır. Böylece glikolizin net enerji verimi, her bir glikoz molekülü için iki ATP 'dir.

    Şekil 6-2.Glikoliz

    Pyruvic acid (CH3COCOOH) is an organic acid. It is also a ketone, as well as being the simplest alpha-keto acid. The carboxylate (COOH) ion (anion) of pyruvic acid, CH3COCOO-, is

    known as pyruvate, and is a key intersection in several metabolic pathways. It can be made from glucose through glycolysis, supplies energy to living cells in the citric acid cycle, and can

    also be converted to carbohydrates via gluconeogenesis, to fatty acids or energy through acetyl-CoA, to the amino acid alanine and to ethanol.

    Fermentation

    Main article: Fermentation

    2H

    GLUCOSE

    (6C)

    PGAL

    (3C)

    NAD

    2 ATP

    2 ADP

    PGAL

    (3C)

    2 ATP

    2 ATP

    2 ADP

    2 ADP

    PYRUVIC

    ACID

    (3C)

    PYRUVIC

    ACID

    (3C)

    NAD

    NADH2

    NADH2

    2H

    http://en.wikipedia.org/wiki/Organic_acidhttp://en.wikipedia.org/wiki/Ketonehttp://en.wikipedia.org/wiki/Keto_acidshttp://en.wikipedia.org/wiki/Carboxylatehttp://en.wikipedia.org/wiki/Anionhttp://en.wikipedia.org/wiki/Glucosehttp://en.wikipedia.org/wiki/Glycolysishttp://en.wikipedia.org/wiki/Citric_acid_cyclehttp://en.wikipedia.org/wiki/Fermentation

  • 64

    Without oxygen, pyruvate is not metabolized by cellular respiration but undergoes a process of fermentation. The pyruvate is not transported into the mitochondrion, but remains in the

    cytoplasm, where it is converted to waste products that may be removed from the cell. This serves the purpose of oxidizing the hydrogen carriers so that they can perform glycolysis again

    and removing the excess pyruvate. This waste product varies depending on the organism. In skeletal muscles, the waste product is lactic acid. This type of fermentation is called lactic acid

    fermentation. In yeast, the waste products are ethanol and carbon dioxide. This type of fermentation is known as alcoholic or ethanol fermentation. The ATP generated in this process is

    made by substrate-level phosphorylation, which does not require oxygen.

    Fermentation is less efficient at using the energy from glucose since 2 ATP are produced per glucose, compared to the 38 ATP per glucose produced by aerobic respiration. This is because

    the waste products of fermentation still contain plenty of energy. Ethanol, for example, can be used in gasoline (petrol) solutions. Glycolytic ATP, however, is created more quickly. For

    prokaryotes to continue a rapid growth rate when they are shifted from an aerobic environment to an anaerobic environment, they must increase the rate of the glycolytic reactions. For

    multicellular organisms, during short bursts of strenuous activity, muscle cells use fermentation to supplement the ATP production from the slower aerobic respiration, so fermentation may

    be used by a cell even before the oxygen levels are depleted, as is the case in sports that do not require athletes to pace themselves, such as sprinting.

    Acetic acid, CH3COOH, also known as ethanoic acid, is an organic acid, which gives vinegar its sour taste and pungent smell. It is a weak acid, in

    that it is only partially dissociated acid in an aqueous solution. Pure, water-free acetic acid (glacial acetic acid) is a colourless liquid that absorbs

    water from the environment (hygroscopy), and freezes at 16.5 °C (62 °F) to a colourless crystalline solid. The pure acid, and concentrated solutions, are dangerously corrosive.

    6-8 Mayalanma

    Anaerobik organizmalarda, enerji glikoliz işleminden sağlanır. Bu işlemde, glikoz,

    pirüvik aside dönüştürülür ve NAD, NADH2 'ye indirgenir. Özel organizmanın

    metabolizmasına bağlı olarak, birkaç farklı kimyasal değişiklik izlenebilir. Her durumda

    pirüvik asit, tekrar kullanılabilecek NAD 'ye yükseltgendiği NADH2 'den hidrojenleri alır.

    Ancak, hiç bir fazla ATP üretilmez. Bu sırda pirüvik asit diğer bileşiklere çevrilir. Maya

    hücrelerinde, pirüvik asit etil alkol ve karbondioksite dönüştürülür (Şekil 6-3). Belirli

    bakterilerde, örneğin sütte bulunan bakterilerde son ürün laktik asittir. Maya hücreleri

    anaerobik solunum yaptıkları için, pirüvik asit kademesinden ancak biraz daha ileri bir

    parçalanmayı gerçekleştirebilir. Fermantasyonda son elektron alıcısı, oksijen yerine,

    hayvanlarda laktik asit, mayalarda etanol, bazı bakterilerde gliserol ya da sirke

    bakterilerinde asetik asittir.

    Hiç bir ek enerji açığa çıkarmadan, pirüvik asidin bazı diğer ürünlere dönüştürülmesi

    sonucu olan glikolize mayalanma denir. Bazı endüstriyel işlemlerde doğal

    fermantasyondan yararlanılır. Maya fermantasyonu ekmek yapımında kullanılır. Ekmek

    hamurunda, maya hücreleri karbonhidratları karbondioksit ve alkole yıkarlar.

    Karbondioksit hamurun içinde, kabarmasına neden olan gaz kabarcıkları meydana getirir.

    Diğer çok iyi bilinen bir örnek içki ve diğer amaçlar için etil alkol yapımıdır. Alkol, pişirme

    sırasında buharlaşır. Mayalar bira, şarap ve diğer alkollü içkilerin yapımında kullanılır. Bu

    durumda, istenen ürün, fermantasyonla üretilen alkoldür. Kullanılan özel işleme göre, bir

    miktar karbondioksit içkinin içinde kalabilir veya kalmaz.

    AEROBİK SOLUNUM

    Şekil 6-3. Fermantasyon

    GLİKOZ (6C)

    PİRÜVİK

    ASİT

    (3C)

    2 ADP

    CO2

    2H

    2 ATP

    2 ATP

    2 ATP

    2 ADP

    2 ADP

    PGAL (3C)

    NADH2

    NAD

    PİRÜVİK

    ASİT

    (3C)

    PGAL (3C)

    NAD

    NADH2

    CO2

    2H

    2H

    2H ETİL ALKOL

    (2C)

    ETİL ALKOL (2C)

    http://en.wikipedia.org/wiki/Fermentation_(biochemistry)http://en.wikipedia.org/wiki/Cellular_waste_producthttp://en.wikipedia.org/wiki/Lactic_acidhttp://en.wikipedia.org/wiki/Lactic_acid_fermentationhttp://en.wikipedia.org/wiki/Lactic_acid_fermentationhttp://en.wikipedia.org/wiki/Ethanolhttp://en.wikipedia.org/wiki/Carbon_dioxidehttp://en.wikipedia.org/wiki/Ethanol_fermentationhttp://en.wikipedia.org/wiki/Cellular_waste_producthttp://en.wikipedia.org/wiki/Ethanolhttp://en.wikipedia.org/wiki/Sprint_(race)

  • 65

    AEROBİK SOLUNUM

    6-9 Oksijenin Önemi

    Anaerobik solunum ya da fermantasyonda, enerji üreden yegane işlem, glikozun

    parçalanmasından pirüvik asit oluşturulmasıdır. Bu işlem sırasında NAD tarafından alınan

    hidrojen, etil alkol gibi bir son ürün veren, pirüvik aside aktarılır. Fermantasyonun son

    ürünleri, aşağı yukarı meydana getirildikleri glikoz kadar enerjiye sahiptirler.

    Solunum için çevredeki oksijeni kullanabilen bir hücre, bu son ürünlerde kalan enerjiyi

    açığa çıkarabilir. Oksijen, bu bileşiklerin oksidasyonu sırasında uzaklaştırılan hidrojeni

    alacağı için, hücre bunu yapabilir.

    6-10 Krebs Döngüsü

    Aerobik solunum, bir molekül glikozun iki molekül pirüvik aside parçalanması, iki

    molekül NAD 'nin iki molekül NADH2 'ye indirgenmesi ve net ürün iki molekül ATP olan

    glikoliz ile başlar. Bu adımlar aerobik ve anaerobik solunumun her ikisinde aynıdır.

    Anaerobik solunumda, solunumla ilgili yolun sonunda, pirüvik asit NADH2 'den hidrojen

    alır. Aerobik solunumda, pirüvik asit daha başka yıkımlar geçirir ve enerji açığa çıkar.

    Glikoliz sırasında oluşan NADH2 'den de bir miktar enerji elde edilir.

    Aerobik solunumun geri kalan adımları, hücrenin mitokondriumunda meydana gelir.

    Glikoliz ile üretilen pirüvik asit, karbondioksit, NADH2 ve 2-karbonlu bir bileşik

    oluşturacak reaksiyonu vereceği mitokondriuma girer. Bu 2-karbonlu bileşik, tamimiyle

    karbondioksit ve hidrojene yıkılmasıyla sonuçlanan bir tepkimeler dizisinin birincisini

    geçirir. Karbondioksit artık bir ürün olarak dışarı verilir. Hidrojen NAD veya FAD

    koenzimleri tarafından alınır.

    Mitokondrium iki katlı bir zara sahiptir. İç zar derin olarak katlanmıştır ve geniş bir

    yüzey alanına sahiptir. Araştırmalar, aerobik solunum için gerekli enzimler, koenzimler ve

    diğer özel moleküllerin bu zar yüzeyinde yerleşmiş olduğunu göstermektedir. Bu

    moleküllerin, bu zarın yüzeyinde düzenlenmiş bir halde bulunmaları, bu işlemlerin

    tamamına olanak vermektedir.

    Pirüvik asitten meydana gelen 2-karbonlu (2C) bileşikle başlayan bu kimyasal

    tepkimeler dizisine Krebs döngüsü denir (Şekil 6-4). Ayrıntıları, İngiltere'de Oxford

    Üniversitesi'nden Hans Krebs tarafından keşfedilmiştir. Bu başarısından ötürü 1953

    yılında bir Nobel Ödülü almıştır. Krebs tepkimeler dizisinin tekrarlanan bir devre şeklinde

    olduğunu bulmuştur. Devrelerin parçası olan belirli organik asit molekülleri tekrar tekrar

    kullanılmaktadır. Bunlar, devirler sırasında başka bileşiklere dönüştürülür ancak tekrar

    orijinal şekillerine geri çevrilirler.

    Devrenin her bir “döngüsü”, bir pirüvik asit molekülünden gelen 2-karbonlu bir bileşiği

    gerektirir ve iki molekül karbondioksit ile dört çift hidrojen atomu verir. Ek olarak, bir

  • 66

    karbondioksit molekülü ve bir hidrojen atomu çifti devirden önce pirüvik asit

    molekülünden uzaklaşır. Hidrojen atomları NADH2 oluşturan, NAD tarafından toplanır.

    Pirüvik asitten açığa çıkan kimyasal enerjinin hemen tamamı hidrojen tarafından taşınır

    ve geçici olarak indirgenen koenzimlere aktarılır. Krebs çemberinin her bir döngüsü ile

    doğrudan yalnız bir ATP üretilir.

    Şekil 6-4. Krebs Döngüsü

    PÜRİVİK ASİT (3C)

    2H

    CO2

    CO2

    CO2

    2H

    2H

    2H

    4C

    4C

    4C

    6C

    5C

    ATP ADP

    2C

    H2O H2O

    2H H2O

  • 67

    6-11 Elektron Taşıma Zinciri

    Şimdiye kadar aerobik solunumda, glikozun iki molekül pirüvik aside

    parçalanmasından iki molekül ATP ve Krebs çemberinin her bir döngüsünde bir ATP

    üretildiğini gördük (her bir glikoz molekülü için iki ATP). Her glikoz molekülü dört ATP 'nin

    bir toplamıdır. Glikozun yıkılmasıyla açığa çıkan mevcut tüm enerji NADH2 ve FADH2 'de

    hidrojenle taşınır. Bu enerji elektron taşıma zinciri adı verilen, enzimlerin ve

    koenzimlerin yüksek organizasyonlu bir sistemi tarafından ATP oluşturmada kullanılır.

    Elektron taşıma zincirinde, oksidasyon-redüksiyon tepkimelerinin bir dizisi meydana

    gelir. Hidrojen atomları, zincirde NADH2 ve FADH2 tarafından taşınır. Hidrojen

    atomlarından gelen elektronlar daha sonra bir bileşikten diğerine geçer. Zincir boyunca üç

    noktada, elektronlar bir miktar enerji verir ve ATP molekülleri oluşturulur. Tam olarak,

    hücrelerin pek çoğunda her bir glikoz molekülü için, elektron taşıma zinciri ile 32 ATP

    üretilir. İki ATP doğrudan glikolizden ve 2 ATP Krebs çemberinden geldiği için, aerobik

    solunum her bir glikoz molekülünden toplam 36 ATP üretebilir.

    Bu işlemde son adım serbest oksijen gerektirir. Oksijen, birleşerek su oluşturduğu,

    hidrojenin son alıcısı olmaktadır.

    Hücresel solunumla üretilen suya metabolik su denir. Bu su hücre tarafından

    kullanılabilir veya artık ürün olarak dışarı verilebilir. Kanguru, sıçan gibi çöl hayvanları

    için, metabolik su hayatta kalmak için gerekli bir su kaynağıdır.

    6-12 Aerobik Solunumun Net Tepkimeleri

    Aerobik solunumun tüm adımlarının net sonucu çoğunlukla aşağıdaki kimyasal eşitlikte

    özetlenir:

    Bu eşitlik biraz fazla basitleştirilmiştir. Krebs çemberinde hammadde olarak, suya

    ihtiyaç duyulur. Şekil 6-4’te birer molekül suyun Krebs döngüsüne girdiği üç ayrı yer

    görülmektedir. Krebs çemberi her bir glikoz molekülü için iki kere işlediği için, yıkılan her

    bir glikoz molekülü için 6 molekül suya gereksinim vardır. Bu su, eşitlikte hammadde

    olarak gösterilmelidir. Bu nedenle eşitlik şu şekilde yazılmalıdır.

    6-13 Hücresel Solunumun Etkinliği

    Glikozun oksidasyonu, çoğunlukla hücre solunumunun enerji veriminin bir ölçüsü

    olarak kullanılır. Anaerobik solunumda, glikoliz yolu, her bir glikoz molekülünden iki ATP

    'lik net bir verim sağlar. Solunumun bu türü, glikozun potansiyel enerjisinin çoğunu son

    fermantasyon ürünlerinde bıraktığından, oransal olarak verimsizdir. Bununla birlikte, bu

    yöntem, bakteri ve mayalar gibi pek çok basit organizmaların enerji ihtiyaçları için yeterli

    olmaktadır.

    Aerobik solunum, glikozun her molekülünden, mayalanmadakinden tam 20 kat kadar

    fazla enerji sağlar. Üstelik, çok etkili bir işlemdir. Glikozun oksidasyonundan kuramsal

    C6H12O6 + O2 6CO2 + H2O + Enerji (36 ATP)

    C6H12O6 + 6 H2O + 6 O2 6CO2 + 12 H2O + Enerji (36 ATP)

  • 68

    olarak sağlanabilecek toplam enerjinin yaklaşık % 45'i, aerobik solunumdan sonra ATP

    olarak depolanır. Bir karşılaştırma yapılırsa, bir otomobil motoru, yakıtının yaklaşık % 25

    'ini ancak verimli işe dönüştürebilir.

    6-14 Kas Yorgunluğu ve Oksijen Açığı

    Aerobik solunum yeteneğine sahip bazı organizmalar, serbest oksijen

    sağlayamadıklarında, kendi başına anaerobik solunumla işlev yapabilirler. Örneğin, maya

    hücreleri, oksijen stoku bol olduğunda aerobik solunumu çalıştırırlar, fakat oksijen

    yokluğunda anaerobik solunumla yaşar ve gelişirler. İnsanlar ve diğer hayvanlardaki kas

    hücreleri, normal olarak enerji ihtiyaçlarını aerobik solunumla sağlarlar. Bununla birlikte,

    sadece glikolizden sağlanan enerji ile, yeterli olmasa da, kısa bir süre için işlev

    görebilirler.

    Yoğun veya uzamış bir fiziksel faaliyet süresi sırasında, kas hücreleri solunum ve

    dolaşım sisteminden sağlayabildiklerinden daha hızlı oksijen harcayabilirler. Oksijen

    sağlanması çok azaldığında, elektron taşıma zinciri işlev yapamaz. Bu, NADH2 ve FADH2

    'nin mitokondrilerde biriktiği ve tekrar kullanıma sokulamadığı demektir. Bu, Krebs

    çemberini işi bırakmaya zorlar.

    Bu durum altında, kas hücreleri glikoliz ile enerji açığa çıkarmaya devam ederler, fakat

    pirüvik asit hidrojen alıcısı olur ve laktik aside dönüştürülür. Kas hücrelerinde laktik asit

    birikimi yorgunluk duyusu meydana getirir ve hücrelerin normal işlerini yapmalarını

    kademeli olarak azaltır.

    Bu hücreler bir dinlenme süresine veya normal bir duruma gelebilecek azaltılmış

    aktiviteye gereksinim gösterirler. Bu zaman süresince, taze oksijen sağlanması laktik

    asidin pirüvik aside geri okside olmasına izin verir ve biriktirilen hidrojen, elektron taşıma

    zincirine geçirilir. Laktik asidin ortadan kaldırılması için gerekli oksijen miktarına oksijen

    açığı denir. Ağır faaliyetler sırasında, soluk ve kalp hızı, kaslara daha fazla gereken

    oksijenin verilmesini düzenlemek için yükselir. Yoğun faaliyet durduğunda, soluk ve kalp

    hızı bir süre yüksek kalır. Bu sırda, fazladan alınan oksijen, önceki gayret zamanındaki

    oksijen açığını karşılamak içindir.

    KATABOLİZMA VE METABOLİZMA

    6-15 Hücrede Yıkım ve Sentez

    Aerobik solunumun değerlendirilmesi, hücreye enerji sağlamada glikozun yıkımı

    üzerine odaklanmıştır. Organizmaların pek çoğunun besinleri, glikozu basit şekliyle

    içermez. Glikoz daha karmaşık karbonhidratların yıkımından veya sindiriminden sağlanır.

    Aerobik solunum yapan hücreler, yağlar ve proteinler gibi diğer besin maddelerinden de

    enerji açığa çıkarabilirler. Bu maddeler yıkılır ve solunum yolunun bazı ara noktalarına

  • 69

    girebilecek bileşiklere dönüştürülür. Bu nedenle, glikolizle üretilen pirüvik asit, Krebs

    çemberine girebilen tek kaynak bileşik değildir.

    Bir organizmanın besin stokundaki proteinler ve yağlar vücutta kullanmak için

    sindirimle yıkılırlar. Organizma dokularının parçası olmakla birlikte, protein ve yağlar

    sürekli yıkılır ve tekrar oluşturulur. İnsan vücudundaki hücrelerde, vücut proteinlerinin

    yaklaşık yarısı her 80 günde yıkılır ve yeniden oluşturulur. Bazı proteinler her 10 günde

    bir değiştirilir. Bazı karaciğer enzimleri 2 saatten daha kısa devrede yok edilir ve yeniden

    yapılır.

    Daha önce de açıklandığı gibi, hücrede veya bir organizmanın hücrelerinde meydana

    gelen tüm kimyasal tepkimeler onun metabolizmasını oluşturur. Sadece yıkım

    tepkimelerinden ibaret metabolizma fazına katabolizma denir. Bu tepkimeler çoğunlukla

    enerji verirler. Katabolik işlemleri dengeleyen tamamlayıcı metabolizma fazına

    anabolizma denir. Anabolizma, hücrenin sürekli işlevleri için gerekli olan materyallerin

    yapım ya da sentezi ile sonuçlanan tepkimeleri kapsar. Bu reaksiyonlar için bir enerji

    girdisi gerekir. Kısacası, hücrelerde, enerji-üreten ve enerji-gerektiren tepkimeler

    eşzamanlı ve birbirine bağımlı olarak meydana gelir.

  • 70

    7 BESLENME

    BESLENME İŞLEMİ

    7-1 Besinler

    Bütün canlı organizmaların besine ihtiyacı vardır. Enerji, büyüme ve onarım

    materyalleri, besinlerden sağlanır. Beslenme, organizmaların canlılık işlemlerini

    yürütmek için kullanacakları kendi protein, yağ, polisakkarit ve nükleik asitlerine

    dönüştürecekleri besinleri sağlamaları işlemidir.

    Tüm yiyecekler, metabolizmada kullanılabilecek besin maddeleri içerir. Bazı besinler

    basit inorganik bileşiklerdir. Diğerleri daha karmaşık organik bileşiklerdir. Bazıları

    organizma içinde sentezlenebilir, bazılarının mutlaka çevreden alınması gerekir. Canlı

    organizmaların gerek duyduğu besin maddeleri proteinler, karbonhidratlar, yağlar,

    vitaminler, mineraller ve suyu kapsar. Bu besin maddelerinin kaynakları ve işlevleri Tablo

    7-1 ‘de verilmiştir.

    Bu besin maddelerine ek olarak, pek çok yiyecek lifli gıdalar denilen sert, sindirilmez

    materyaller içerir. Yiyeceklerimizde, lifli gıdaların başlıca çeşidi selülozdur. Selüloz

    meyvelerin hücre duvarlarında, sebzelerde ve tahıllarda bulunan sindirilmez bir

    materyaldir. Lifli gıdalar sindirim borusunun kaslarını uyarır ve böylece besinlerin içinde

    hareketini sağlar.

    7-2 Besinlerin Enerji İçerikleri

    Canlı organizmalar canlılık işlemlerini yürütmek için enerjiye ihtiyaçları vardır. Bu

    enerji, pek çok durumda, besinlerden sağlanan karbonhidrat, yağ ve proteinlerin

    kimyasal yıkımından elde edilir. Hücre solunumunun değerlendirilmesinde açıklandığı gibi,

    enerji bir dizi küçük adımlarda açığa çıkarılır ve daha sonraki kullanım için ATP

    moleküllerinde depolanır.

    Hücresel solunumla besinin belirli bir miktarının kademeli yıkımı ile açığa çıkarılan

    toplam enerji miktarı, hızlı bir işlem olan yanmayla açığa çıkarılabilecek enerjiye

    eşdeğerdir. Bir besin örneğinin enerji içeriği, bu örneğin tamamının yıkımının vereceği

    enerji miktarıdır. Bu, bir besin örneğinin tamamen yakılması ve verdiği ısı miktarının

    ölçülmesiyle belirlenir. Bir besin örneğinin enerji içeriğini ölçmede kullanılan cihaza

    kalorimetre denir.

    Besinin enerji içeriğini ölçmede kullanılan birim kaloridir. Bu 1 gram suyun sıcaklığını

    1 0C yükseltmek için gerekli ısı miktarıdır. Kalori, besinin enerji içeriğini saptamak için

    kullanışlı olmayan çok küçük bir birimdir. Besinlerin enerji içeriklerini ölçmek için

    kullanılması tercih edilen birim kilokaloridir. Bir kilokalori bin kaloridir ve 1 kilogram

    suyun sıcaklığını 1 0C yükseltmek için gerekli ısı miktarıdır.

  • 71

    Tablo 7-1. İnsan Metabolizması İçin Önemli Besinler

    Besin İşlevleri Kaynakları

    Karbonhidratlar

    (şeker & nişasta)

    Vücut işlemlerine enerji sağlar Şeker: meyve ve çay şekeri,

    tatlılar, şuruplar, pelte

    Nişasta: ekmek, tahıl, patates,

    pirinç, mısır, bakla, makarna

    Katı yağlar ve

    Sıvı yağlar

    Enerji sağlar; vücutta yakıt olarak

    depolanır

    Margarin, tereyağı, pişirme

    yağları, et yağı, kabuklu mey.

    Proteinler Büyüme ve vücut dokularının

    onarımı; enerji sağlayabilir

    Et, süt, balık, yumurta, fasulye,

    bezelye

    Su Kimyasal tepkimeler için çözücü,

    materyallerin taşınımı

    İçme suyu ve diğer içecekler;

    çoğu yiyecekler; metabolik su

    Mineraller Vücudun yapımı; metabolizmanın

    düzenlenmesi

    Et, süt, sebzeler, meyve

    Kalsiyum Kemikleri ve dişleri yapar; normal

    kas hareketi ve kanın pıhtılaşması

    için gerekli

    Süt ve süt ürünleri, yapraklı

    sebzeler, meyveler

    Fosfor ATP, ADP v.b.’nin yapısal parçaları;

    kemikleri yapar

    Süt ve süt ürünleri, yapraklı

    sebzeler, meyveler

    Demir Hemoglobinin bileşeni Karaciğer, kırmızı et, yumurta,

    yeşil yapraklı sebzeler

    İyot Tiroid hormonunun bileşeni Deniz ürünleri, iyotlu sofra tuzu

    Vitaminler Çoğu metabolik reaksiyonlarda

    koenzim olarak ödev yapar.

    Hastalıklara yenik düşmeyi önler

    Değişik besinler

    A Büyüme, gece görme yeteneği Sebzeler, meyve

    D Sağlıklı kemik ve dişler için,

    raşitizmi önler

    Yumurta, et, süt

    C Vücut dokularını sağlıklı tutar,

    iskorbütü önler

    Narenciyeler, domates

    B (bileşik) Hücre metabolizmasında koenzimler Karaciğer, yumurta, süt, katkılı

    ekmek, tahıl ürünleri

    Bir kalorimetrenin kullanılmasıyla, 1 gram karbonhidrat veya 1 gram proteinin serbest

    bıraktığı ısı miktarı yaklaşık 4 kilokalori olarak belirlenmiştir. Diğer taraftan, 1 gram yağ 9

    kilokalori ısı salar. Yağ, aynı ağırlıktaki karbonhidrat veya proteinden iki kattan daha fazla

    kalori içerir. Kilo kaybetme perhizlerinin çoğunda yağ tüketiminin kısıtlanması bundandır.

    Bireylerin günlük kalori gereksinimleri değişiktir. Genel olarak gençler yaşlılardan,

    erkekler kadınlardan, faal olanlar faal olmayanlardan daha fazla kaloriye gereksinim

    duyarlar. Yiyecekleri, ihtiyacından çok kalori içerenler kilo alır, az olanlar kilo kaybeder.

    7-3 Beslenme Türleri

  • 72

    Organizmaların ihtiyaç duydukları besinleri sağlamalarının iki temel yolu vardır. Bazı

    organizmalar bu besinleri basit inorganik maddelerden yapma ya da sentezleme

    yeteneğindedir. Bu organizmalar ototroflardir. Yeşil bitkiler, yeşil algler ve değişik diğer

    mikroorganizma çeşitleri ototroftur. Ototrofların pek çoğu, kendi organik bileşiklerini

    yapmak için ışık enerjisi ile çevrenin karbondioksit ve suyunu kullandıklarından

    fotosentetiktirler. Bu organizmalara fototroflar denir. Bununla birlikte, bazı ototrof bakteri

    çeşitleri, enerji kaynağı olarak ışık kullanmazlar. Bunlar kemosentetiktir, enerjiyi, özel

    kimyasal tepkime çeşitlerinden sağlarlar. Bu organizmalara kemotroflar denir. Kendi

    organik besinlerini sentezleyemeyen organizmalar heterotroflardır. Bütün hayvanlar ve

    belirli mikroorganizma çeşitleri heterotroftur. Bu tür organizmalar besin içeriklerini diğer

    bitki veya hayvanların hazırladığı besinlerden almak veya yemek zorundadırlar.

    7-4 Sindirim

    Bir organizmada hücrelerin kullanacağı bir besinin, mutlaka hücre zarlarından geçmesi

    gerekir. Yiyeceklerdeki besin molekülleri, çoğunlukla hücre zarlarından geçemeyecek

    büyüklüktedir. Bu yüzden, hücrelerin kullanacağı besin moleküllerinin çoğunun daha

    küçük ve basit şekillere parçalanması gerekir. Besin moleküllerinin parçalandığı bu işleme

    sindirim denir.

    Sindirim terimi çoğunlukla, besinlerin basit bileşiklere kimyasal parçalanmasını ifade

    der. Pek çok organizmada, besin parçaları kimyasal değişikliğe uğramadan, önce kesilir,

    ezilir ya da küçük parçalara ayrılır. Bu işlem besinlerin mekanik parçalanmasını sağlar.

    Kimyasal sindirim, besin taneciklerinin yüzeyinde görev yapan, sadece sindirim enzimleri

    tarafından yürütülür. Böylece, mekanik parçalanma, daha fazla besin yüzeyini sindirim

    enzimlerinin işleyişi ile karşı karşıya getirerek, besinleri, daha hızlı bir kimyasal sindirim

    için hazırlar. Kimyasal sindirim, mekanik sindirim gibi değişik evrelerde meydana gelir.

    Büyük moleküller daha küçük moleküllere bölünür, arkasından bunlar daha da basit

    şekillere parçalanır. Kullanılabilir en basit sindirim ürünleri, sindirimin son ürünleridir.

    BESLENME-SİNDİRİM UYUMLARI

    7-5 Protozoada Beslenme

    Protozoada sindirim intrasellülerdir, yani hücre içinde meydana gelir. Bununla birlikte

    bu grubun üyeleri besin sağlamada çeşitli uyumlar gösterirler. Amip ve paramesyum suda

    yaşayan ve küçük organizmalarla beslenen birhücrelilerdirler. Hareket etme yetenekleri

    vardır ve kimyasal uyarı ile besine çekildikleri görülür.

    Amipler pseudopodlar veya “yalancı ayaklar” denilen hücre uzantılarındaki bir

    sitoplazma akıntısı ile katı yüzeyler boyunca uzanır. Bir amip bir besin taneciği ile temas

    ettiğinde, pseudopodlar taneciğin etrafını çevirir. Yalancı ayakların hücre zarları kavuşur

    ve böylece tanecik, bir zar içine alınmış olarak hücreye alınır. Hücre içine alınmış olan bu

  • 73

    besinler, bir zarla diğer hücre içeriğinden ayrılmıştır. Bu, hücre sitoplazması içinde

    hareket eden bir besin kofuludur. Besin kofulu bir lizozomla kaynaşır ve lizozomun

    sindirim enzimleri kofuldaki besinleri hücrenin kullanabileceği yapılara yıkar. Bu sindirim

    ürünleri difüzyonla koful zarından sitoplazmaya geçerler. Sindirilmeyen materyaller besin

    kofulunda kalırlar ve en sonunda besin kofulu hücre zarı ile kaynaşır ve içeriği hücreden

    dışarı atılır.

    Bir Amip hücresinin küçük bir alg hücresini stoplazmasına alması.

  • 74

  • 75

    Paramesyum, bu organizmanın dışını kaplayan saç benzeri sillerin çırpılmasıyla hareket

    eder. Besin tanecikleri de sillerin hareketi ile oral açıklıktaki gırtlağa süpürülür. Besinler

    gırtlağın bitiminde toplandıkça, hücre zarı içeriye doğru bel vererek çıkıntı oluşturarak

    kısılır ve besin kofulu oluşturur. Besin kofulu sitoplazma içinde dolaşır ve amipte olduğu

    gibi sindirim enzimleri içeren bir lizozomla kaynaşır. Sindirim, koful içinde meydana gelir

    ve kullanılabilir ürünler sitoplazmaya difüze olur. Sindirilmeyen materyaller anal

    gözenekten hücreden dışarı atılır.

  • 76

    7-6 Hidrada Beslenme

    Hidra, tabandan dokunaçların ucuna kadar yaklaşık 5 mm uzunluğunda, diğerlerine

    oranla basit bir çokhücreli hayvandır. Gövdesi iki hücre katmanına sahip, içi boş bir

    silindirdir. Dış katman ektoderm ve iç katman endodermdir. Ağzını çevreleyen dokunaçlar

    denilen ısırıcı (yakıcı) hücreler içerir. Her bir dokunacın içi, sarmal bir oyuk iplik içeren

    nematocyst adı verilen bir kapsüldür.

    Hidra besinlerini dokunaçları ile yakalar. Bir su piresi ya da diğer bir küçük hayvan

    dokunaçlardan birine değdiğinde, nematocystler uzun iplikçiklerini dışarıya boşaltırlar.

    Bunların bir kısmı yakalanacak hayvancığın etrafını sararken, diğer bir kısmı bu

    hayvancığı felç eden zehir salgılar. Yine dokunaçların hareketiyle, besin ağza ve

    sindirimin başladığı gastrovascular boşluğa doldurulur.

    Hidrada sindirim, hücre içi ve hücre dışıdır. Ekstrasellüler sindirim hücre dışında olur

    ve daha sonra besin hücrelere absorbe edilir. Endodermdeki özelleşmiş hücreler

    gastrovascular boşluğa sindirim enzimleri salgılar. Bu enzimler besinleri kısmen parçalar.

    Diğer endoderm hücrelerinin kamçıları vardır ve bu organellerin dalgalanması besin

    taneciklerinin gastrovascular boşlukta dolaşmasını sağlar. Bazı endoderm hücreleri

    yalancı ayaklar oluşturur ve küçük besin taneciklerini yutar, ya da besin kofulu

    oluşturarak fagositozla içeriye alırlar. Sindirim, besin kofulları içinde, salgılanan

    enzimlerle tamamlanır. Hidra sadece iki hücre katmanı kalınlıkta olduğundan, sindirimin

    son ürünleri, endoderm hücrelerinden difüzyonla kolayca ektoderm hücrelerine geçerler.

  • 77

    Atıklar ektoderm hücrelerinden doğrudan etraftaki suya difüze olurlar. Endoderm atıkları

    gastrovascular boşluğa geri difüze olurlar ve su akıntıları ile ağızdan dışarıya taşınırlar.

    Hydras mainly feed on small aquatic invertebrates such as Cyclops.

    When feeding, hydras extend their body to maximum length and then slowly extend their tentacles. Despite their simple construction, the tentacles of hydras are extraordinarily extensible and can be four to five times the length of the body. Once fully extended, the tentacles are

    slowly manoeuvred around waiting for contact with a suitable prey animal. Upon contact, nematocysts on the tentacle fire into the prey, and the tentacle itself coils around the prey. Within 30 seconds, most of the remaining tentacles will have already joined in the attack to subdue

    the struggling prey. Within two minutes, the tentacles will have surrounded the prey and moved it into the opened mouth aperture. Within ten

    minutes, the prey will have been enclosed within the body cavity, and digestion will have started. The hydra is able to stretch its body wall considerably in order to digest prey more than twice its size. After two or three days, the indigestible remains of the prey will be discharged

    by contractions through the mouth aperture.

    The feeding behaviour of the hydra demonstrates the sophistication of what appears to be a simple nervous system.

    All species of Hydra exist in a mutual relationship with various types of unicellular algae. The algae are protected from predators by the

    Hydra and, in return, photosynthetic products from the algae are beneficial as a food source to the Hydra.

    7-7 Yersolucanında Beslenme

    Yersolucanı “iç içe iki boru” şeklindeki vücut taslağı ile karmaşık çokhücreli bir

    hayvandır. İç boru sindirim sistemi, dıştaki boru ise vücut duvarıdır (Şekil 7-1). Sindirim

    borusu ya da sindirim kanalı, biri besinlerin vücuda girdiği ağız, diğeri atık maddelerin

    dışarı bırakıldığı anüs olan iki açıklığa sahiptir. Besinler sindirim sisteminde, ağızdan

    http://en.wikipedia.org/wiki/File:Cyclops.jpg

  • 78

    anüse, bir yönde hareket eder. Besinler, sindirim aygıtında mekanik ve kimyasal olarak

    parçalanır. Kullanılabilir besinler, daha sonra vücut hücrelerine absorbe edilir.

    Yer solucanları, yeri oydukça, büyük miktarlarda toprağı sindirim sisteminden

    geçirirler. Ayrıca yaprak döküntüleri ve diğer ayrışan bitki materyallerini yemek için

    toprak yüzeyine de çıkarlar. Besin, kaslı yutak (pharynx)'ın emme eylemi ile ağız içine

    çekilir. Arkasından kas kasılım dalgaları ile sindirim borusuna itilir. Besinler, yutaktan,

    yemek borusu yoluyla kursak denilen yuvarlak, kalın çeperli organın içine geçer.

    Biriktirme odası olarak işlev gören kursak, besinleri kademeli olarak mideye (taşlık)

    bırakır. Mekanik parçalanma, organik maddeleri topraktaki kum taneleri ile öğüten

    midenin kas hareketi ile tamamlanır. Midenin macun şeklindeki besin kütlesi uzun olan

    bağırsağa geçer.

    Kimyasal sindirim ve emilim bağırsakta olur. Bağırsağın yüzey alanı körbağırsak

    denilen, çeperdeki bir kıvrımla büyütülmüştür. Bağırsağı astarlayan hücreler, büyük besin

    moleküllerini daha küçük moleküllere parçalayan enzimler salgılarlar. Sindirim ürünleri

    bağırsak hücreleri tarafından absorbe edilir ve kanla taşınır. Besin molekülleri, kan içinde

    vücudun tüm parçalarına taşınırlar. Sindirilmeyen materyaller ve içindeki besinler alınmış

    toprak, anüsten dışarı atılır.

    Şekil 7-1. Yersolucanın Sindirim Sistemi

    8-8 Çekirgede Beslenme

    Bir böcek olan çekirgenin de yer solucanı gibi borusal bir sindirim sistemi vardır (Şekil

    7-2). Besinler, yaprak vejetasyonunu çiğnemeye iyi uyum sağlamış ağız parçaları ile

    mekanik olarak parçalanır ve ağızda tükürük bezlerinin salgısı tükürük ile karıştırılır.

    Daha sonra yemek borusu ile geçici olarak biriktirildikleri kursağa iletilir. Buradan,

    kitinden yapılmış diş şeklindeki çıkıntıların eylemi ile çok küçük taneciklere öğütüldükleri

    kaslı çiğneyici ön mideye geçerler. Ardından kimyasal sindirimin olduğu mideye gelirler.

    Midenin hemen dış yüzeyindeki salgı bezlerinde üretilen sindirim enzimleri, besin

    ağız

    yutak

    yemek borusu

    kursak taşlık (mide) bağırsak anüs

    körbağırsak

    )

  • 79

    taneciklerine etki ettikleri mideye geçerler. Sindirim ürünleri mide çeperinden kan

    dolaşımına absorbe edilir ve vücudun tüm hücrelerine taşınır. Sindirilmemiş materyaller

    bağırsaktan geçer ve su emiliminin olduğu rektumda geçici olarak tutulurlar. Kuru atıklar

    anüsten atılır.

    Şekil 7-2. Çekirgede Sindirim Sistemi

    İNSANDA SİNDİRİM SİSTEMİ

    7-9 İnsanda Sindirim Sisteminin Kısımları

    İnsan sindirim sisteminin yapı ve işlevi, temelde yersolucanı ve çekirgeninkine

    benzerdir. Sindirim borusu, her birinde sindirimin değişik aşamalarının meydana geldiği

    özelleşmiş bir organlar dizisinden ibarettir. Besinler, sindirim borusundan şu sırada

    geçerler: ağız, yutak, yemek borusu, mide, ince bağırsak, kalın bağırsak, rektum ve

    anüs. Birkaç salgı bezi sindirim enzim ve sularını hücre dışı sindirimin meydana geldiği

    sindirim borusuna salgılarlar.

    Sindirim bezleri, sindirim kanalının astarında veya ayrı yardımcı organlarda bulunan

    özelleşmiş salgı hücre gruplarıdır. Yardımcı salgı bezleri sindirim aygıtının dışında yer

  • 80

    alırlar. Salgıları bir boru veya kanal yardımıyla sindirim aygıtına girer. Besinler asla

    yardımcı salgı bezlerinin içinde bulunmazlar, sadece sindirim kanalının içindedirler.

    Yardımcı salgı bezleri tükürük bezlerini, karaciğeri ve pankreası içerir.

    Sindirim kanalının çeperlerini astarlayan hücreler, besin kütlesini kaydırıcı rol oynayan

    sümüksü bir mukus salgılar. Mukus sindirim borusunun duyarlı hücrelerini asit, sindirim

    enzimleri ve besinlerdeki aşındırıcı maddelerin etkisinden koruyan bir katman (manto)

    sağlar.

    7-10 Ağız ve Yutak

    Besinler, mekanik parçalanma ve kimyasal sindirimin her ikisinin de meydana geldiği

    ağızdan vücuda alınır. Besin lokmaları dişlerle ısırılır ve yutmak için yeterince küçük

    parçalara öğütülür. Dil, besin kütlesini ağızda hareket ettirir ve şekillendirir. Gerçekte iki

    tür tükürük ürünü vardır. Bunlardan biri besinleri ıslatan akışkan sulu bir salgıdır. Diğeri

    kaydırıcı olarak görev yapan ve besin taneciklerine şekil vermek için birbirine

    yapıştırılmasını sağlayan daha az akıcı mukus salgısıdır. Tükürük ayrıca ptyalin denilen bir

    sindirim enzimi veya tükürük amilazını içerir. Bu enzim bir polisakkarit olan nişastayı,

    bir disakkarit olan maltoza yıkar.

    Yiyecek yeterince çiğnendiğinde, dil ile gırtlağın gerisine ya da yutağa itilir. Bu,

    besinleri mideye götüren yemek borusuna iten otomatik yutma refleksini başlatır. Ayrıca,

    yiyecekler gibi, hava da yutaktan geçer. Havanın ses kutusu ya da larynx den ve soluk

    borusundan akciğerlere geçmesi gerekir. Yiyecek ve içeceklerin larynx'e girmesini

    önlemek için, yutma sırasında, epiglottis denilen dokunun bir çırpıntısı ile otomatik

    olarak kapatılır. Aynı anda soluk alma geçici olarak durur ve burun, kulak ve ağız geçiş

    yolları tıkanır. Ters yutkunulur ve yiyecek soluk borusuna kaçarsa, çok kuvvetli bir

    öksürükle gırtlağa geri getirilir.

    7-11 Yemek borusu

    Yemek borusu yiyeceklerin yutaktan mideye geçtiği bir borudur. Yemek borusunun

    başlangıcında, yiyeceklerin sindirim borusunda, aşağı doğru hareketleri, sindirim

    kanalının kaslı çeperlerinin arka arkaya kasılıp gevşeme dalgaları ile desteklenir. Buna

    peristalsis denir. Yiyecek kütlesinin önündeki kaslar gevşerken, arkasındakiler kasılarak

    besinler ileri doğru itilir.

    Peristaltik kasılmalarla desteklenen besinler hızla yemek borusundan aşağı hareket

    eder. Yemek borusunun mideye açıldığı yerde büzgen denilen bir kas halkası vardır.

    Büzgen bir kapakçık olarak görev yapar ve yiyeceklerin yemek borusundan mideye

    geçişini denetler. Peristalsis dalgası büzgene ulaştığında, gevşer ve açılır ve böylece

    besinler mideye girer. Yemek borusu ile mide arasındaki büzgene kardiak büzgen denir.

    Kusma sırasında, yukarı doğru geçen bir peristalsis dalgası -tersine peristalsis- cardiac

    büzgenin açılmasına neden olur ve mide içeriği “yukarı fırlatılır.”

  • 81

    7-12 Mide

    Mide iki litreden fazla yiyecek veya içecek alacak kadar şişebilen kalın çeperli kaslı bir

    torbadır. Yiyecekler geçici olarak midede biriktirilerek mekanik ve kimyasal sindirim olur.

    Besinler kaslı mide çeperinin kasılmalarıyla mekanik olarak daha küçük taneciklere

    parçalanır. Yiyecek kütlesi çalkalanır ve mide duvarlarındaki salgı bezlerinin salgıladığı

    gastrik su ile karıştırılır.

    Mide astarı iki çeşit salgı bezi içerir. Bunlardan pyloric salgıbezleri, mide astarını

    kaplayan ve onu sindirilmekten koruyan mukus salgılar. Gastric salgıbezleri, pH'sı 1.5 ile

    2.5 arasında olan fazla asitik gastric suyu salgılarlar. Bu su hidroklorik asit (HCl) ve

    sindirim enzimi pepsin içerir. Pepsin, hidroklorik asitle birleştikten sonra aktif hale gelen,

    pensinojen denilen inaktif bir formda salgılanır. Pepsin, protein moleküllerini polipeptitler

    denilen daha kısa amino asit zincirlerine yıkar.

    Pepsin, süt proteinlerinin katılaşmasına neden olarak onları çökeltir. Sütün sıvı kısmı

    hızla ince bağırsağa geçer. Bununla birlikte, çökeltilmiş proteinler, sindirilmeye izin

    verecek uzun bir süre, midede kalırlar. Çökeltme olmasaydı, süt molekülleri herhangi bir

    sindirim olmadan mideden geçmiş olurdu.

    Nişastanın ağızda başlayan, ptyalinle yıkımı, yiyecek kütlesinin mideye ulaşmasından

    sonra bir süre daha devam eder. Ancak, midenin düşük asit pH'sı bu enzimi inaktive eder

    ve nişasta yıkımı durur.

    Midede yiyecek kalmadığında, sadece küçük miktarlarda gastrik su bulunur. İçine

    yiyecek girdiğinde gastrik su akışı artar. Gastrik su akışının uyarılmasına etki eden üç

    mekanizma vardır.

    1. Besinin düşlenmesi, görülmesi, kokusu veya tadı, uygun miktarlarda gastrik su

    salgılamalarına neden olmak için, gastrik salgı bezlerine mesaj göndermesi için beyni

    uyarır.

    2. Yiyeceğin mide çeperine değmesi yeterli miktarlarda gastrik suyun salgılanmasını

    uyarır.

    3. Bir yiyecek kütlesi mideye girdiğinde, mide duvarlarını gerer. Bu gerilme, proteinler,

    kafein, alkol ve belirli diğer maddelerin varlığı gibi, gastrin denen bir hormonu doğrudan

    kana salgılaması için mide astarını uyarır. Gastrin, büyük miktarlarda gastrik su üretmesi

    için gastrik salgı bezlerini uyarır.

    Sıvılar 20 dakika veya daha az zamanda mideden geçer. Ancak, sıvıların önce, kimüs

    denilen, çorba kıvamında, akışkan bir sıvı haline getirilmesi gerekir. Kimüs, besinlerin

    mideden ince bağırsağa geçişini denetleyen kas olan pyloric büzgenden bir süre küçük

    miktarlarda geçer. Mide bir yemekten 2 ile 6 saat sonra boşalır. Açlık, boş midenin

    çalkalanması ile sezilir.

    Mide duvarını koruyan kalın mukus katmanı yıprandığında, mide duvarının bir kısmı

    sindirilebilir ve ağrılı ülser oluşur. Bazı ülserlere, sinir veya baskı nedeniyle gastrik suyun

    normalden fazla salgılanmasının neden olduğu sanılmaktadır. Ülserler perhiz, ilaç tedavisi

    veya ameliyatla iyileştirilir.

  • 82

    7-13 İnce Bağırsak

    İnce bağırsak yaklaşık 6.5 m uzunluğunda ve 2.5 cm çapında kıvrılmış bir borudur.

    Kimyasal sindirimin çoğu ve emilimin hemen tamamı burada meydana gelir. Midedeki asit

    salgıların aksine, ince bağırsaktaki sıvılar çoğunlukla alkalidir.

    İnce bağırsakta, kimüs, karaciğerin safrası (öd), pankreasın pankreas suyu ve ince

    bağırsağın çeperlerindeki salgı bezlerinden salgılanan incebağırsak suyu ile karışır. Bu

    üç salgı sindirimi tamamlayacak enzimleri ve gerekli diğer maddeleri içerirler.

    İnce bağırsağın sığamsal devinimi. Yiyecek bulunduğunda, ince bağırsak sürekli

    devinimdedir. Bu peristaltik hareketlerin dört temel etkisi vardır. Bunlar, (1) ince

    bağırsağa kimüs sıkarlar, (2) kimüsü sindirim enzimleriyle karıştırırlar, (3) besin

    taneciklerini mekanik olarak parçalarlar, (4) ince bağırsak içeriğini bağırsak çeperi ile

    temas ettirerek sindirimin son ürünlerinin emilimini hızlandırırlar.

    Pankreas suyu. Asit kimüs, mideden ince bağırsağa girdiğinde, iki hormonu kana

    salgılamaları için, ince bağırsak astar hücrelerini uyarır. Bunlar secretin ve

    cholecystokinin’dir. Bu hormonlar pankreas suyu ve pankreatik kanaldan ince bağırsağın

    yukarı kısmına geçen pankreas enzimleri salgılaması için pankreası uyarır. Pankreas

    suyu, kimüsün asidini nötralize eden ve ince bağırsak içeriğinin pH 'sını hafif alkali (pH 8)

    yapan sodyum bikarbonat içerir. Pankreasın salgıladığı enzimler, besinlerdeki tüm büyük

    bileşiklere, yani proteinlere, karbonhidratlara, yağlara ve çekirdek asitlerine etki eder.

    Pankreas enzimleri, kalan son nişastayı maltoza hidrolize eden amilaz; midede

    başlayan, büyük protein moleküllerinin yıkımını sürdüren tripsin ile chymotrypsin içeren

    proteazlar (protein yıkıcı enzimler)’ı ve yağları yıkan lipaz içerir.

    Safra. Karaciğer hücreleri, kanallarla, biriktirildiği safra kesesine geçen safra üretirler.

    Safra, safra kesesinden safra kanalı ile ince bağırsağın yukarı kısmına geçer. Safra

    kesesinden safra salımı, pankreasa da etki eden cholecystokinin hormonu tarafından

    uyarılır. Safra hiçbir enzim içermez, ancak, küçücük damlacıklara parçalayarak, katı ve

    sıvı yağların sindirimine yardım eder. Emulsifikeyşin denilen bu işlem, enzim faaliyeti için

    yüzey alanını artırır. Safra alkalin olduğu için, midenin asit kimüsünün nötralizasyonuna

    yardım eder.

    İncebağırsak suyu. İnce bağırsak çeperleri, ince bağırsak suyu salgılayan,

    milyonlarca ince bağırsak salgıbezi içerir. İnce bağırsak suyu protein, karbonhidrat ve

    yağların sindirimini tamamlayan enzimler içerir ve bu moleküller, sindirimin son ürünleri

    olan amino asitler, basit şekerler ve yağ asitleri ile gliserine yıkılırlar.

    Emilim. İnce bağırsak emilim yeridir. Basit şekerler, amino asitler, vitaminler,

    mineraller ve diğer maddeler ince bağırsak çeperinden dolaşım sisteminin kan

    damarlarına absorbe edilir. Yağ asitleri ve gliserin lactealler denilen lenfal sistemin ince

    damarlarına absorbe edilir.

    İnce bağırsak, yüzey alanını arttıran ve emilim için ona en uygun durumu veren çeşitli

    yapısal özelliklere sahiptir. (1) İnce bağırsak çok uzundur. (2) Astarında pek çok kıvrım

    vardır. (3) Astarı, villi denilen, parmak benzeri milyonlarca çıkıntıyla kaplıdır. (4) İnce

  • 83

    bağırsağı astarlayan epitel hücrelerinin fırça kenarları vardır. Fırça kenarlarda, ince

    bağırsak açıklığı ile yüz yüze olan hücre uçlarında, yüzey alanını daha fazla arttıran

    mikrovilli denilen çok ince çıkıntılar vardır.

    Her bir villus içinde, bir kılcal damar ağı ve merkezde bir lenf damarı vardır. Her

    villus'un dış örtüsü, mikrovilli'leri olan epitel hücrelerinin bir katmanıdır. Emilim sırasında,

    sindirilmiş besinler epitel hücrelerinden geçer ve kılcal damarlar veya lenf damarlarına

    girer. Emilim, difüzyon ve aktif taşımanın her ikisini de kapsar.

    7-14 Kalın Bağırsak

    Sindirilmemiş ve absorbe edilmemiş materyaller, bir büzgenin içinden, ince

    bağırsaktan kalın bağırsağa geçerler. Kalın bağırsak yaklaşık 1.5 m uzunlukta ve 6 cm

    çapındadır. Sindirim sisteminin bu kısmında hiç bir sindirim olmaz.

    Karnın sağ alt tarafında, ince bağırsağın kalın bağırsağa birleştiği yer, küçük bir kese

    olan apandistir. Apandis, insan sindirim sisteminde, işlevsel ödevi olan bir parça değildir.

    Ancak, bazen apandisit olarak bilinen durum olan apandis enfeksiyonu olur. Eğer bu

    durum tedavi edilmezse apandis patlar, enfeksiyon yayılır.

    Kalın bağırsağın temel işlevlerinden biri besin kütlesinden suyun geri emilimidir.

    Sindirim süresince, su, besin maddeleri ile karışmış olarak sindirim sisteminde hareket

    eder. Normal koşullar altında, suyun 3/4'ü yeniden absorbe edilir. Kalın bağırsağın kılcal

    damarlarına olan bu reabsorpsiyon, suyunu korumasında, vücuda yardım eder. Eğer çok

    az su absorbe edilirse, ishal; eğer çok su absorbe edilirse, peklik meydana gelir.

    Kalın bağırsağın ikinci görevi, normalde kalın bağırsakta yaşayan bakterilerin ürettiği

    vitaminlerin emilimidir. Bu vitaminler su ile birlikte absorbe edilir. Bağırsak bakterileri

    sindirilmemiş besinlerde yaşarlar ve kanın pıhtılaşması için gerekli olarak K vitamini ve

    bazı B vitaminlerini üretirler. Antibiyotiklerin yüksek dozlarının, bağırsak bakterilerini yok

    etmesi, K vitamini eksikliği doğurabilir.

    Kalın bağırsağın üçüncü işlevi sindirilmemiş ve sindirilmez materyalin sindirim

    sisteminden atılmasıdır. Bu materyal bitki çeper hücrelerinin selülozu, büyük miktarlarda

    bakteri, mukus ve sindirim sisteminin yıpranmış hücrelerinden ibarettir. Bu materyal kalın

    bağırsakta ilerledikçe, dışkı oluşturur. Dışkı materyali kalın bağırsağın son kısmında,

    rektumda biriktirilir ve aralıklarla anüsten uzaklaştırılır ya da atılır.

    7-15 Vitaminler ve Sağlık

    Besin maddeleri olan vitaminler sağlıklı olmak için gereklidirler. Vitaminler

    koenzimdirler veya koenzimlere dönüştürülürler ve hücrelerde metabolik tepkimeleri

    katalizlemek için belirli enzimlerle birlikte işlev görürler. Belirli bir vitaminin eksikliği,

    besin yetersizliğinden kaynaklanan belirli bir hastalığın gelişmesine öncülük eder.

    Vitaminlerin belirli en düşük miktarlarının gerekli olduğu saptanmıştır. Bunun yanında,

    daha yüksek günlük dozların sağlık için daha yararlı olabildiği savı da bir tartışma

    başlatmıştır. ABD 'de Besin ve İlaç İdaresi (FDA) her bir vitamin için bir “önerilen günlük

  • 84

    değer" belirlemiştir. Belirlenen bu miktarlar, normal bir insanda vitamin eksikliğinden bir

    hastalığın doğmasını önleyecek kadardır.

    Diğer yandan, bazı beslenme uzmanları FDA'nın bu değerlerini çok düşük

    bulmaktadırlar. Hatta, vitaminlerin daha yüksek düzeylerinin güvenli olduğu kadar yararlı

    olduğunu da savunmaktadırlar. Diğer bir grup beslenme uzmanı, vitamin tedavisinin-bir

    veya daha çok vitaminin yüksek dozları verilerek- vücut için çok çeşitli yararlar

    sağladığına inanmaktadır.

    Ancak, vitaminlerin küçük dozlarının yararlı olduğu yerde, büyük dozlarının daha da

    yararlı olacağı, mutlaka doğru kabul edilmemektedir. Bazı vitaminler (B vitaminleri ve C

    vitamini) suda çözünür. Bu vitaminler yüksek dozlarda alındıklarında, fazlalıkları

    böbrekler tarafından vücuttan atılır. Vitamin terapistleri, suda çözünen vitaminlerin,

    fazlalıkları vücuttan atılabildiği sürece herhangi bir miktarlarının güvenli olduğunu

    savunmaktadırlar. Bu, B vitaminleri için doğru olabilir, ancak C vitamininin yüksek doz

    fazlalığının vücuttan atılabilmesinden önce bazı hastalık etkileri meydana getirdiğinin bir

    hayli kanıtları vardır.

    A, D, E ve K vitaminleri yağda çözünürler. Yağda çözünen vitaminlerin fazlalıkları

    vücuttan basit şekilde atılmazlar. Aksine, yağ dokularında depolanır ve toksik düzeylere

    kadar biriktirilebilirler. A vitamini fazlalığı baş ağrılarına, mide bulantısına, ishal ve

    bitkinliğe neden olabilir. Sürekli yüksek dozlar beyin omurilik sıvısında basıncın artmasına

    ve beynin zarar görmesine neden olabilmektedir. İleri dozlarda D vitamini çocuklarda

    gelişmenin yavaşlamasına ve kalsiyum birikimine, yetişkinlerde ise çok ciddi böbrek

    hasarlarına neden olabilmektedir. Bazı araştırıcılar, herhangi bir miktarı zararlı görülen

    çok yüksek dozlardaki E vitamininin kanın pıhtılaşmasını kapsayan toksik etkilere de

    sahip olabildiğini kabul etmektedirler.

    Sonuçta, sağlıklı kalmak için yüksek dozlarda vitaminler almamız gerekiyor mu

    sorusuna, pek çok hekim ve beslenme uzmanı, iyi ve dengeli beslenmenin, ihtiyacımız

    olan tüm vitaminleri sağladığı karşılığını vermektedirler. Dengeli besin alınmadığında,

    FDA'nın vitamin düzeylerini içeren günlük vitamin desteği önermektedirler. Bazı

    uzmanların, belli vitaminlerin yüksek dozlarının, iyi beslenen sağlıklı insanların durumu

    gibi yararlı olabileceği şeklindeki beyanları şüpheli bulunmaktadır. Suda çözünenler dahil,

    vitaminlerin böyle yüksek dozları zararlı olabilmektedir.

  • 85

    8 TAŞINIM

    TAŞINIM İŞLEMİ

    8-1 Emilim ve Dolaşım

    Her hücre canlılık işlemlerini yürütmek için çevresindeki maddelere gereksinim duyar.

    Bu maddeler, hücreye girmek için, emilim denilen işlemle hücre zarından geçmek

    zorundadır. Hücre içinde, maddeler önce kullanılacakları veya depo edilecekleri yere

    hareket ettirilir. Çokhücreli organizmalarda, materyaller ayrıca organizmanın bir

    parçasından diğerine taşınırlar. Bir hücre içinde veya bir organizmanın parçaları arasında

    materyallerin hareketine dolaşım denir. Taşınım terimi, maddelerin hücreye girip-çıktığı

    ve organizma içinde hareket ettiği dolaşım ve diğer işlemleri ifade eder.

    Basit organizmalarda, difüzyon, aktif taşıma ve sitoplazmik akıntı işlemleri,

    materyallerin hücre içinde ve hücreler arasındaki dolaşımı için yeterlidir. Bununla birlikte,

    büyük ya da karmaşık organizmalarda, pek çok hücre dış çevreden uzaktır. Bu tür

    organizmaların, materyalleri organizmanın tüm kısımlarına hareket ettirecek özel bir

    dolaşım sistemine ihtiyacı vardır. Dolaşım sistemi organizmanın hücrelerini çevresiyle

    birleştirir.

    Bir dolaşım sisteminin üç bileşeni vardır. Bunlar: (1) taşınan materyallerin içinde

    çözündüğü bir sıvı, (2) bu sıvının, içinde aktığı borular ağı veya vücut boşluğu ve (3) bu

    sıvıyı bu borularda veya boşluklarda yürüten bir araçtır. Hayvanlarda, dolaşım sıvısı

    çoğunlukla kan adını alır. Bu sistem içinde kanı pompalayan organa kalp denir. Dolaşım,

    farklı şekilleri olan, açık ve kapalı dolaşım sistemleri ile sağlanır.

    Açık Dolaşım

  • 86

    TAŞINIM UYUMLARI

    8-2 Protistlerde Taşınım

    Protistlerde dolaşım sistemi yoktur. Hücrelerin çoğu çevre ile doğrudan temasta olan

    bir hücreliler ve benzer koloniyal formlardır. Difüzyon ve aktif taşınım organizma ile dış

    çevre arasındaki materyal taşınımı için yeterlidir. Hücreler içinde, materyal dağıtımı

    sitoplazma akıntısı olan siklosis‘le desteklenir.

    Amip ve paramesyumda, besin kofulları siklosisle sitoplazmada dolaşır. Besin

    sindirildikçe, besin kofulu zarından difüzyon ya da aktif taşınımla absorpsiyon olur.

    8-3 Hidrada Taşınım

    Hidra gibi basit çok hücreli hayvanlar da, bir dolaşım sistemi olmaksızın varlıklarını

    sürdürür. Hidra tatlı sularda yaşar. Vücutları içi boş bir torba gibidir. Vücut duvarı iki

    hücre katmanından meydana gelmiştir. Dış katman, ektoderm, su ortamı ile doğrudan

    temastadır. İç katman, endoderm, gastrovascular boşluğu astarlar. Su, ağızdan

    serbestçe bu boşluğa girip çıktığı için, endoderm de su ile doğrudan temastadır. Böylece,

    her iki hücre katmanı çözünmüş oksijen, karbondioksit ve atıkların değişimini sulu

    çevreleri ile difüzyonla doğrudan yapabilirler.

    Besinler, gastrovascular boşluktan aktif taşınım ve difüzyonla endoderm hücrelerine

    geçer. Dış ektoderm hücre katmanı, besinleri bitişik endoderm hücrelerinden difüzyonla

    absorbe eder. Bütün hücrelerde, besin ve diğer maddelerin dolaşımı siklosis ile sağlanır.

    Hidranın gerilip kasılmasıyla kas hareketleri materyallerin gastrovascular açıklık içinde

    dağıtılmasına yardım eder. Bu hareket gerekli materyalleri endodermin bütün hücrelerine

    taşır ve aynı zamanda atıkların endoderm yüzeyinin yakınında toplanmasını önler.

  • 87

    Endoderm hücrelerinin kamcıları da materyallerin hareketine yardım eder. Böylelikle,

    hidrada, gastrovascular açıklık hem dolaşım hem de sindirim işlevine hizmet eder.

    8-4 Yersolucanında Taşınım

    Yapısal olarak hidradan daha karmaşık olan yersolucanı, gerçek organ ve organ

    sistemleri içerir. Hücrelerinin çoğu dış çevre ile doğrudan temasta değildir. Dolaşım

    sistemi, dış çevre ile vücut hücreleri arasındaki materyal değişimine olanak verir.

    Yersolucanının dolaşım sisteminin ana özellikleri Şekil 8-1’de görülmektedir. Kan

    çözünmüş besin maddeleri, gazlar, atıklar, su ve diğer maddeleri taşır. Kırmızı pigment

    hemoglobin içerdiğinden kırmızıdır. Hemoglobin kanın oksijen taşıma kapasitesini artırır.

    Solucanın dolaşım sistemi, kanın sürekli damarlarda tutulduğu bir kapalı dolaşım

    sistemi örneğidir.

    Yersolucanında, biri sindirim sisteminin üstünde, dorsal damar; diğeri sindirim

    sisteminin altında, ventral damar olarak uzanan iki büyük kan damarı vardır. Bu iki

    damar baş ya da anterior yakınında solucanın uç kısmında aort kemerleri veya “kalpler”

    olarak bilinen beş çift kan damarı ile bağlanmıştır. Bu kalp benzeri kan damarlarının

    atması, kanı dorsal damardan ventral damara pompalar.

    Ventral damar tüm vücut parçalarına giden pek çok küçük damarlara bölünür. Bu

    küçük damarlar da gittikçe küçülen damarlara dallanır. Bunların en küçüğü, her biri bir

    vücut hücresinin yanında bulunan çok fazla sayıdaki mikroskobik kılcal damarlardır. Kan

    ile vücut hücreleri arasındaki materyal değişimi, kılcal damar çeperlerinde meydana gelir.

    Çözünmüş materyaller kılcal damarların ince çeperlerinden oldukça hızlı difüze olur. Kılcal

    damarlar, kanı dorsal damara geri taşıyan büyük damarlarla bağlantı oluşturur. Dorsal

    kan damarı ritmik olarak kasılarak, kanın geriye, aort kemerine iter.

    Şekil 8-1. Yersolucanında Dolaşım

    8-5 Çekirgede Taşınım

    aort kemerleri (kalpler)

    dorsal damar

    küçük damarlar

    ventral damar

  • 88

    Çekirgenin açık dolaşım sistemi vardır. Açık dolaşım sisteminde, kan, damarlar

    içinde değil, vücut dokularını doğrudan ıslattığı açık boşluklar içinde akar.

    Çekirgenin kanı hemoglobin içermez ve renksizdir. Temelde besinlerin ve azot içerikli

    atıkların taşınması ödevini görür. Oksijen ve karbondioksit taşımaz. Aksine, bu solunum

    gazları dolaşım sisteminden ayrı olan bir dizi borular içinde taşınır.

    Çekirgenin açık dolaşım sistemi, solucanın kapalı dolaşım sisteminden oldukça farklıdır

    (Şekil 8-2). Sırt borusu, üstte, dorsalde, sindirim ve üreme sistemlerinin üzerinde tek bir

    damar olan aort ve boru şeklindeki bir kalptir. Posterior ya da hayvanın gerisine yakın

    olan kalbin kasılması, kanı aorttan başa doğru pompalar. Başta, kan aorttan dışarı boşalır

    ve vücut boşlukları ya da sinüslerden damla damla akarak bütün vücut dokularından

    geçer. Kan ile vücut hücreleri arasındaki materyal değişimi kanın sinüsler içinde olduğu

    anda meydana gelir. Kanın sinüsler içindeki hareketi diyaframlar ve diğer kas hareketleri

    ile sağlanır. Sonuçta, kan, çeperindeki açıklıklardan tekrar kalbe geçer.

    Şekil 8-2. Çekirgede Dolaşım

    Bir açık dolaşım sisteminin temel karakteristiği, kanın, basınç altında olduğu kapalı bir

    dolaşım sistemindekinden daha yavaş hareket etmesidir. Bununla birlikte, açık dolaşım

    sistemleri böceklerin ve diğer bazı gruplardaki hayvanların gereksinimlerinin

    karşılamasında yeterli olmaktadır.

    İNSANDA DOLAŞIM

    Diğer omurgalılar gibi, insanların kapalı dolaşım sistemleri vardır. Solucandakine

    benzer, ancak daha karmaşıktır. Bu sistem kanı pompalayan bir kalp ve kanı vücudun

    tüm hücrelerine taşıyan damarlar ağını içerir. Kan damarları üç çeşittir. Bunlar,

    atardamarlar, toplardamarlar ve kılcal damarlardır.

    8-6 Kan Damarları

    kalp aort

  • 89

    Atardamarlar. Kanı kalpten vücudun organ ve dokularına taşıyan kan damarları

    arterler ya da atardamarlardır. Atardamar çeperleri kalın ve elastiktir. Bağ, kas ve epitel

    doku katmanlarını içerirler. Bir arter bir doku ya da organa girdikten sonra gittikçe

    küçülen pek çok alt bölümlere ayrılır. En küçük arterlere artioller denir.

    Toplardamarlar. Kanı vücut dokularından kalbe geri getiren kan damarlarına

    toplardamarlar denir. En küçük toplar damarlara venullar denir. Venullarin birleşmesiyle

    oluşan damarlar bir araya gelerek gittikçe büyüyen toplardamarları oluşturur.

    Toplardamarların çeperleri ince ve sadece çok az elastiktir. Toplardamarların içindeki

    kanat şeklindeki kapakçıklar kanın yalnızca bir doğrultuda, kalbe doğru akmasını sağlar.

    Kapakçıklar tam olarak işlev yapamadığında, kan toplardamar içinde birikme eğilimi

    gösterir. Damar çeperleri gerinir ve elastikliğini kaybeder. Bu duruma varisli damar denir.

    Kılcallar. Atar ve toplar damarlar mikroskobik kılcal damar ağlarıyla bağlantılıdırlar.

    Kılcal damar çeperleri bir tek katmanlı epitel hücrelerinden meydana gelmiştir. Bu

    damarlar, kırmızı kan hücreleri içlerinden tek sıra halinde geçecek kadar çok dardır.

    Çözününmüş besinler, atıklar, oksijen ve diğer maddelerin kan ile vücut hücreleri

    arasındaki değişimi, kanın kılcal damarlar içindeki akışı sırasında yapılır.

    8-7 Kalp

    Kalp, ritmik kasılmaları, kanı damarlarda dolaşmaya zorlayan bir pompadır. Bu kaslı

    organ yumruğumuzdan biraz büyüktür ve göğüs boşluğunun ortasının hafifçe solunda

    bulunur. Hemen tamamen özel kalp kasları olan kardiak kaslardan oluşmuştur.

    Mikroskobik çalışmalar, bu dokunun, her biri bir çekirdekli olan ayrı hücrelerden meydana

    geldiğini göstermiştir. Kardiak kas hücreleri, büyük bir güçle kasılmalarına olanak veren,

    dallanarak, birbirine kenetlenmiş ağdan oluşur.

    Kalbin dış tarafı dayanıklı (sert) bir koruyucu zar olan pericardium ile çevrilidir. İçte,

    kalp dört odacığa ayrılmıştır. Üsteki ikisi, ince çeperli olan atria ya da auricle’lerdir. Alttaki ikisi,

    kalın çeperli karıncıklardır. Kalbin sağ ve sol yanları septum denilen bir bölme ile ayrılmıştır.

    Kanın kalp içindeki akışı, yalnızca bir yöndeki akışına izin veren, kanat şeklindeki dört

    adet kapakçık tarafından kontrol edilir. Atriovenricular ya da A-V kapakçıkları adı verilen

    bu kapakçıklardan ikisi, kanın atria’lardan karıncıklara akmasına izin verir. Kanın

    karıncıklardan atria’lara akmasını önlerler. Kalbin sağ tarafında, A-V kapakçığı üç kanatlı

    olduğundan tricuspid kapakçığı adını alır. Sol tarafta, bicuspid ya da mitral kapakçık adını

    alır. Kanın karıncıklardan akciğer arterine ve aorta hareketine izin veren diğer iki

    kapakçık, semilunar kapakçık adını alır. Bu kapakçıklar bu atardamarlardan karıncıklara

    geri akışı önlerler.

    Gerçekte, kalp ikili bir pompadır. Kalbin sağ tarafı oksijence fakir kanı akciğerlere

    gönderirken, sol tarafı oksijence zengin kanı vücudun diğer kısımlarına gönderir.

    Kalp atışı döngüsü. Kalbin pompalama eylemi iki ana devre içerir. Bu devrelerden

    birinde, kalp kası gevşer. Bu gevşeme dönemine diastole denir. Diğer devrede, kalp

    kası kasılır. Kasılma devresine systole denir.

  • 90

    Gevşeme devresi olan diastole sırasında atrioventricular (A-V) kapakçıklar açılır. Kan

    atria’dan karıncıklara akar. Diastole sonunda, karıncıkların yaklaşık yüzde yetmişi dolar.

    Kasılma devresi olan systole, atria’nın kasılmasıyla başlar. Atria’nın kasılması, onları

    dolduracak daha fazla kanı, karıncıklara girmeye zorlar. O zaman da karıncıklar kasılır. Bu

    kasılma basıncı A-V kapakçıklarını kapatır ve semilunar kapakçıkları açar. Kan, sağ

    karıncıktan, akciğerlere giden iki atar damara ayrılmış olan akciğer arterine akar. Kan, sol

    karıncıktan vücudun en büyük atardamarı olan aorta akar. Aort, kanı bütün vücut

    dokularına taşıyan pek çok küçük atardamara dallanır ve bölünür.

    Karıncıklar kasılırken, atri’lar gevşer. Bu, kanın toplardamarlardan atri’ya kamasına

    izin verir. Vücut dokularından geri dönen kan sağ atrium’a girer. Akciğerlerden dönen kan

    sol atrium’a girer. Karıncıkların gevşemesiyle, yeni bir diastole dönemi başlar ve döngü

    tekrarlanır.

    Kalp kapakçıkları açılıp kapandıkça, stethoscope ‘dan net olarak duyulan bir “lub-dup”

    sesi çıkarırlar. “Lub” sesini, tricuspid ve bicuspid (A-V) kapakçıkların kapanması

    meydana getirir. ”Dup” sesi, semilunar kapakçıkların kapanması ile meydana gelir. Kalp

    kapakçıklarından biri zarar görürse, kalp atışı döngüsü sırasında belirli zamanlarda bir kan

    sızması ya da geri akışı olur. Bu, çoğunlukla “kalp mırıltısı” olarak bilinen anormal kalp

    sesleri meydana getirir.

    Kalp atışının kontrolü. Kalbi meydana getiren kardiak kas vücudun diğer kas

    dokularından farklıdır. Diğer kas türlerinden farklı olarak, kardiak kas lifleri bir ağ ya da

    kafes oluşturur. Kas liflerinin bu düzenlemesinde, atria ve karıncık ayrı birer işlevsel

    birimler gibidir.

    Diğer kas türlerinin kasılımı sinir sistemi tarafından kontrol edilir. Bununla birlikte,

    kardiak kas yapısal ya da kendine özgü bir kasılma yeteneğine sahiptir. Hatta, kalp,

    vücuttan çıkarıldığı zaman bile, özel bir çözelti içinde tutulduğu sürece atışlarını sürdürür.

    Her bir kalp kas lifi kendi kendine özgü konsantrasyon hızına sahiptir. Bununla birlikte,

    kalp tek bir birim olarak işlev görmek zorundadır. Buna, “uzlaştırıcı (bağdaştırıcı)” ya da

    sinoatrial node denilen kalpteki bir yapı olanak vermektedir. Uzlaştırıcı sağ atrium’un

    çeperinde özelleşmiş bir kas hücreleri grubudur. Kalbin kasılması uzlaştırıcıdan gelen

    elektriksel impulslarla başlatılır. Özelleşmiş bir lifler sistemi bu impulsları kalbin bütün

    kısımlarına taşır, önce atria sonra da karıncıklarda kasılmaya neden olur.

    Kalp kasılmalarının her bir anında üretilen bu çok küçük elektrik akımı

    electrokardiogram ya da EKG veren bir makinede kayıt edilebilmektedir. Hekimler

    electrocardiogramları, kalp sağlığını kontrolde kullanmaktadır.

    Kalp atışı hızı uzlaştırıcıya giren belirli sinirler tarafından düzenlenmektedir. Vagus

    sinirleri’nin imp