Upload
others
View
9
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
1
İSTİKLÂL MARŞI’NIN AÇIKLAMASI
Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.
Mehmet Akif Türk milletine cesaret ve tahammül
aşılamak için ve onda bulunan duyguları harekete
geçirmek için şiirine korkma sözüyle başlıyor. Bayrak bir
milletin bir milletin geleceğinin ve bağımsızlığının
sembolüdür. Bayrağın sönmesi Türk milletinin istiklalini
kaybetmesidir. Şair ülkemizde tek bir insan kalana kadar
bu vatanı savunacağımızı belirtiyor. O halde en son Türk
bireyi son nefesini vermeden Türk istiklal ve
bağımsızlığını yok etmek, Türk bayrağını söndürmek
mümkün değildir. Zira bayrağımız milletimizin yıldızıdır.
Bayrağın kaderi ile milletimizin kaderi birbirine bağlıdır.
Bayrak bizimdir, biz yaşadıkça onu elimizden kimse
alamaz. Türk milletinin bütün fertlerini öldürmedikçe
bağımsızlığını kimse yok edemez.
Çatma, kurban olayım çehreni ey nazlı hilal!
Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celal?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal...
Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklal!
Şair ikinci kıtada bayrağımızın o zamanki kırgın, küskün,
öfkeli halini dile getiriyor. Türk vatanının bazı parçaları,
işgal edilmiştir. Bu yüzden bazı bölgelerde bayraklarımız
indirilmiş yerine düşman bayrakları asılmıştır. Kaş
çatmak öfke halini ifade eder. Kaş ayrıca edebiyatımızda
hilale benzetilir. Sevgilinin kaşları daima hilal şeklinde
gösterilmiştir. Bayraktaki hilal de tıpkı nazlı bir sevgilinin
kaşı gibi çatılmıştır. Kahraman Türk milletini üzmektedir.
Türkün beklediği, özlediği gülen bir bayraktır. Türk
bayrağının gülmesi göklerde dalgalanmasıdır. Bir aşığın
sevgilisinden güler yüz beklemesi gibi bağımsızlığa aşık
Türk milleti de özgürlüğün sembolü olan bayraktan
gülmesini beklemektedir. Bu milletimizin en doğal
hakkıdır. Çünkü Türkler bağımsızlıkları ve bayrakları
uğruna pek çok kan dökmüşlerdir. Bu kanları bayrağa
helal etmeleri için onun da nazlanmayı bırakıp göklerde
dalgalanması gerekir. Türk milleti daima Allah’a inandığı
ve taptığı için özgürlük onun hakkıdır.
Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.
Şair “ben” diyor.(Ancak kast ettiği mana aslında bizdir
Türk milleti adına konuşmaktadır.) Türk milleti ezelden
beri hür yaşamıştır, hür yaşayacaktır. Onun özgürlüğünü
elinden almak isteyen ancak çıldırmış olmalı, zira böyle
bir harekete kalkışanlar ağır bir şekilde cezalandırılır.
Türk milleti bağımsızlığı uğrunda önüne çıkacak her
engeli aşacak güçtedir. O; böylesine yüce bir amaç için
dağları delecek, enginlere sığmayıp, denizleri taşıracaktır
güçtedir.
Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
“Medeniyet!” dediğin tek dişi kalmış canavar?
Bu kıtada şair vatanımızı istilaya kalkışan Avrupalılara
meydan okuyor. 20. asrın başında Avrupa medeniyeti
19.yy. deki görkeminden oldukça uzaktır. O sebeple şair
batıyı tek dişi kalmış canavara benzetiyor. Ancak Avrupa
mevcut teknik imkânlarını seferber ederek topuyla,
tüfeğiyle, tankıyla bizi yok etmeye çalışmaktadır.
Mehmetçik ise bu güce topla, tüfekle, mızrakla, kılıçla
cevap vermeye çalışmaktadır. Avrupalı kendini çelik
zırhla korurken Mehmetçik ona iman dolu altın göğsüyle
karşılık vermektedir.
Arkadaş! Yurdumu alçakları uğratma, sakın.
Siper et gövdeni, dursun bu hayasızca akın.
Doğacaktır sana va’dettiği günler Hakk’ın...
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.
Şair kahraman Türk askerine hitap ediyor. Türk yurdunu
alçakları uğratmaması için gerekirse canını feda etmesini
öneriyor. Şehit gövdelerinin meydana getireceği siperler
düşmana mani olacaktır. Mehmet Akif düşmanın çok kısa
bir süre içinde bu hayasızca akına son vereceği Allah’ın
Türk milletine Kuran-Kerimde vaad ettiği zafer gününün
yarından bile daha yakın bir zamanda doğacağına
inanmaktadır.
Bastığın yerleri “toprak!” diyerek geçme, tanı:
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:
Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.
Şair Türk ordusuna vatanın kutsallığını hatırlatıyor.
Toprak ile vatan arasında büyük bir fark vardır. Toprağı
vatan haline getiren onu elde etmek ve korumak için
savaşan fertlerin varlığıdır. Kısacası sıradan bir toprak
büyük bir değer taşımaz; ama vatan toprağı uğrunda şehit
olan atalarımızın o topraktaki mezarlarıdır. Bu kutsal
vatanı dünyalara değişmeyiz. Toprak dünyanın her
yerinde bulunur. Ancak atalarımızın kanlarıyla sulanan
topraklar vatanımız üzerindedir.
Kim bu cennet vatanının uğruna olmaz ki feda?
Şüheda fışkıracak toprağı sıksan, şüheda!
Canı, cananı, bütün varımı alsında Huda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.
Bu vatan cennet kadar kıymetlidir. Şehit olanların ruhu
dini inanışımıza göre doğrudan doğruya cennete gider.
Şehitlerimiz bu vatan toprağında yattığı için cennetten
farksızdır. Bir avuç toprağı sıksak şehitler fışkıracak
sanırız. Canımızdan çok sevdiğimiz insanları varımızı
yoğumuzu Allah alsında yalnız yaşadığımız sürece bizi
vatanımızdan ayrı düşürmesin.
2
Ruhumun senden, ilahi, şudur ancak emeli:
Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli.
Bu ezanlar-ki şahadetleri dinin temeli-
Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli.
Allah’a şair hitap ediyor. Mehmet Akif’in Allah’tan tek
dileği ibadet yerlerinin göğsüne düşman elinin
değmemesidir. Camilerimizden okunan ezanlar sonsuza
kadar Türk yurdunun üstünde inlemelidir. Çünkü bu
ezanlar dinimizin temelidir.
O zaman vecd ile bin secde eder-varsa-taşım,
Her cerihamdan, ilahi, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır ruh-ı mücerred gibi yerden na’şım;
O zaman yükselerek arşa değer belki başım.
Ezan sesleri yurdumuzun üstünde inledikçe şehitlerimizin
de ruhları şad olacaktır. Ezan sesi sadece yaşayanlara
değil, ölülere hatta onların mezar taşlarına bile tesir eden
yüce bir anlam taşır. Şehit atalarımızın her şeyden arınmış
ruhları yerden fışkıracak, ezan sesiyle ayağa kalkacak ve
dışa yükselecektir.
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilal!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal.
Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlal:
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, Hakk’a tapan, milletimin istiklal!
Şair zafer gününün heyecanını yaşıyor. Şanlı bayrağımız
dalgalandıkça gökyüzünü şafakla yarış edercesine
gökyüzünü kızıl renge boyamaktadır. Türk milleti
yeniden bağımsızlığına kavuşmuştur. Artık onun için yok
olma korkusu kalmamıştır. Bayrağımız şehitlerimizin
kanlarını hak etmiştir. Bağımsızlık Allah’a tapan ve
doğruluktan ayırmayan Türk milletinin en doğal hakkıdır.
ATATÜRK'ÜN GENÇLİĞE HİTABESİ ne diyor:
Ey Türk Gençliği!
Birinci görevin; Türk bağımsızlığını, Türk Cumhuriyetini,
ebediyen korumak ve savunmaktır.
Varlığının ve geleceğinin biricik temeli budur. Bu temel,
senin, en kıymetli hazinendir. Gelecekte bile, seni, bu
hazineden, mahrum etmek isteyecek, iç ve dış
düşmanların olacaktır. Bir gün, bağımsızlık ve
cumhuriyeti savunmak zorunda kalırsan, göreve atılmak
için, içinde bulunacağın durumun olanaklarını ve
koşullarını düşünmeyeceksin! Bu olanaklar ve koşullar,
hiç müsait olmayan bir durumda kendini gösterebilir.
Bağımsızlık ve cumhuriyetini yıkmak isteyecek
düşmanlar, dünya tarihinde benzeri görülmemiş bir
galibiyet elde edebilirler. Zorla ve hile yapılarak kutsal
vatanın, bütün temel devlet kurumları teslim alınmış
(Siyasi hedef) , bütün temel ekonomik işletmeleri ele
geçirilmiş (Ekonomik hedef) , bütün orduları terhis edilip
dağıtılmış (Askeri hedef) ve yurdun her köşesi tamamen
işgal edilmiş olabilir.
Bütün bu koşullardan daha acıklı ve korkunç olmak
üzere, ülkede, iktidara sahip olan hükümet ve devlet
adamları gaflet ve sapkınlık ve hatta ihanet içinde
olabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri kişisel çıkarlarını,
işgalcilerin siyasi amaçlarıyla birleştirerek düşmanla
İş birliği yapabilirler. Millet, yoksulluk ve sıkıntı içinde
yenik ve bitkin düşmüş olabilir.
Ey Türk geleceğinin evladı!
İşte, bu durum ve koşullar içinde bile görevin, Türk
bağımsızlığını ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç
olduğun güç, damarlarındaki asil kanda bulunmaktadır!
M. Kemal Atatürk
3
İSTİKLAL MARŞI 'NIN AÇIKLAMASI
Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O, benim milletimin yıldızıdır, parlayacak
O, benimdir; o, benim milletimindir ancak!
Bu kıtada Mehmet Âkif Türk Milleti’ne sesleniyor.
Ümit ve güven içeren sözlerinde:
Ey Milletimi Yurdumuzun düşmanlar tarafından
kuşatılmış olmasına bakarak bayrağımız için endişe
etme, korkma. Çünkü bu topraklar üzerindeki en son
ocak sönmeden, en son Türk bu uğurda canını vermeden
bayrağımıza kimse el uzatamaz.
Rengini şehitlerimizin kanından alan ve şafaklarda bir
alev gibi dalgalanan bayrağımız milletimin yıldızı ve
bağımsızlık sembolüdür. Gökteki yıldıza el
sürülemediği gibi, milletimizin yıldızı olan bayrağıma
da düşmanlar dokunamaz. O Türk Milleti’nindir ve
daima öyle kalacaktır
Çatma, kurban olayım, çehreni nazlı hilal,
Kahraman ırkıma bir gül!.. Ne bu şiddet, bu celal?
Sana olmaz, dökülen kanlarımız sonra helal.
Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklali.
Bu dörtlükte şair bayrağımıza sesleniyor:
‘’Uğruna canımı vereyim, ne olur kaşlarını çatma ey
hilal kaşlı güzel bayrağım. Neden bize dargın ve azarlar
gibi bakıyorsun? Seni, o nazlı nazlı dalgalandığın
göklerimizden indirmelerine izin vereceğimizi mi
sandın? Kahraman milletim hür yaşamak ve seni hür
yaşatmak için çok kan döktü, şu anda da dökmektedir.
Sen bize kaş çatarak, uğrunda yapılan bu fedakarlıkları
hiçe sayarsan, dökülen kanlarımız sana helal olmaz.
Doğruluk ve adalet için çalışan, Allah’a inanarak ona
kulluk eden. İstiklal uğruna canını veren milletimin
hakkı bağımsızlıktır, hürriyettir.’’
Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım;
Yırtarım dağları, enginlere sığmam taşarım.
Mehmet Âkif bu kıtada hürriyet kavramını işliyor.
‘’Ben’’ kelimesi ile Türk Milleti’ni kastediyor ve:
‘’Ben, yaratıldığı günden beri hür yaşamış bir milletim,
bundan sonra da hür olarak yaşayacağım. Beni esir
edeceğini düşünenler ancak aklını kaçırmış olanlardır.
Onların bu çılgınca düşüncelerine şaşarım. Çünkü
ben,Şimdiye kadar hiç esir olmadım. Hürriyeti elimden
almak isteyen olursa kükremiş bir sel gibi coşar, önüme
çıkan engelleri çiğner geçerim. Bu uğurda dağları
parçalar, uçsuz bucaksız denizlere bire sığmam, yine
taşarım.’’
Garb’ın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar;
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
‘’Medeniyyet!’’ dediğin tek dişi kalmış canavar!
Bu kıtada Mehmet Âkif sömürgeci, saldırgan batıya
çatmakta, medeniyet adı altındaki saldırgan tutumunu
kınamaktadır:
‘’Batı ordularının en modern silahlarla, tank ve toplarla,
tıpkı çelikten bir duvar gibi üzerimize yürümesi bizim
için önemli değildir.Türk Milleti’nin öyle bir iman
gücü, şehitlik inancı vardır ki, o imanlı göğüslerin her
biri bir kale gibidir. Bu imanlı göğüsler karşısında en
modern silahlar etkisiz kalır, hepsi yok olur, parçalanır.
Onların homurtuları, ulumaları da seni korkutmasın.
Medeniyet maskesi takarak etrafa saldıran, zayıfları
ezen ve sömüren bir canavar, bizim imanlı göğsümüze
en ufak bir korku veremez. Zaten ‘’Medeniyet’’ adı
altında yapılan bu vahşiliklerden sonra onun gerçek
canavar yüzü ortaya çıkmıştır. O canavarın tek dişi
kalmıştır, bize asla zarar veremez.’’
Arkadaş! Yurdumu alçaklara uğratma sakın;
Siper et gövdeni, dursun bu hayasızca akın.
Doğacaktır sana va’dettiği günler Hakk’ın...
Kim bilir, belki yarın... belki yarından da yakın.
Bu kıtada Mehmet Âkif Türk Milleti’ne, onun kahraman
askerlerine ümit ve kararlılık aşılıyor ve:
‘’Arkadaş! Alçakların yurduma girmesine kesinlikle
izin verme! Yurduna saldıran düşmana gövdeni siper et!
Onlarla ölünceye kadar savaş! Onların utanmazca
saldırılarına karşı dur! Cenab-ı Hak mutlaka sana
yardım edecektir. Çünkü Allah, sabreden ve korkmadan,
Hak yolunda savaşan mü’minlere zafer vereceğini
Kuran-ı Kerim’de va’d etmiştir. Allah’ın bu yardımı
belki yarın, belki yarından da kısa zamanda ortaya
çıkacaktır ve düşman perişan edilecektir.’’
Bastığın yerleri ‘’toprak!’’ diyerek geçme, tanı!
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır atanı.
Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.
6.kıtada kutsal vatan ve vatan toprağı ele alınmakta,
Mehmet Âkif gençlere, üzerinde yaşadıkları toprakların
değerini ve özelliğini iyi bilmeleri gerektiğini
anlatmaktadır:
4
‘’Bastığın yerleri (toprak) deyip geçme! Geçmişini iyi
öğren! Çünkü bu vatan toprakları, uğruna şehit
düşenlerin kefensiz olarak gömüldükleri, her karışında
bir şehit kanı olan kutsal topraklardır. Sen ki; dini,
vatanı uğruna canını vererek, Allah katında makamların
en yücesi olan şehit’lik mertebesine ulaşmış bir babanın
oğlusun. Vatanına gereken değeri vermez, onu atalarının
koruduğu gibi korumazsan, ataların incinir, üzülür. Bu
cennet vatanı her ne pahasına olursa olsun korumalı,
dünyaları da alsan bu yurdun bir karış toprağını bile
vermemelisin.
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şüheda fışkıracak toprağı sıksan, şüheda!
Canı, cananı, bütün varımı alsın da Huda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.
İstiklal Marşı’nın 7.kıtasında Mehmet Âkif vatan
sevgisini, vatan toprağının özelliğini ve Türk Vatanı’nın
yüceliğini, şöyle anlatmaktadır:
‘’Bu cennet vatan uğruna canını vermeyecek olan kim
var? İşte herkes vatanı uğruna canını vermek için hazır
bekliyor. Şimdiye kadar bu uğurda o kadar çok yiğit
canını verdi ki: bir karış toprakta bir şehit yatmaktadır.
Toprağı sıksan, şehitlerin kanı fışkıracak kadar çok şehit
verilmiştir. Allah canımı, canım kadar sevdiğim şeyleri,
bütün varımı, yoğumu alsın; yeter ki beni bu
vatanımdan ayrı ve uzak bırakmasın.’’
Ruhumun senden, ilahi şudur ancak emeli:
Değmesin ma’bedimin göğsüne na-mahrem eli;
Bu ezanlar__ki şahadetleri dinin temeli
Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli.
8.kıtada Mehmet Âkif, din ve vatan uğruna şehit
olanların ruhlarına tercüman olmakta, onların:
‘’Yüce Allah’ım! Ruhumun senden dileği şudur:
Uğruna canımızı verdiğimiz yurdumuza düşmanlar
girmesin, camilerime yabancılar el sürmesin! Bu
mabetlerde okunan ezanlardaki şahadetler ki:
‘’Eşhedü enla ilahe illallah,
Eşhedü enne Muhammeden resulullah’’
Kelimeleri Türk Milleti’nin müslümanlığının ve
bağımsızlığının ilk şartı ve temelidir. Hürriyet sembolü
olan bu ezanlar yurdumun her köşesinde okunsun.
Milletim kıyamete kadar hür yaşasın.’’
O zaman vecd ile bin secde eder, varsa taşım;
Her cerihamda, ilahi, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır ruh-i mücerred gibi terden na-şım!
O zaman yükselerek Arş’a değer, belki başım.
‘’O zaman (camilere düşman ayağının basmadığı, ezan
seslerinin yurdun her köşesinde duyulduğu zaman)
yeryüzünde bir mezar taşım varsa, sevinç ve
mutluluktan mezar taşım bile çoşkunlukla secdeye
kapanacaktır.
Milletimin hür olduğunu görmenin ve şehitlik
makamına ermenin kıvancı ile sevinç göz yaşlarım,
savaşta aldığım yaralardan boşanır. Cesedim, cisimsiz
bir ruh gibi göklere çıkar ve o kadar yükselir ki, belki
göğün en yüksek katı olan Arş’a (Allah’ın yüce katına)
ulaşır.
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilal!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal.
Edebiyyen sana yok, ırkıma yaok izmihlal.
Hakkıdır, hür yaşamış bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, Hakk’a tapan, Milletimin istiklal.
Büyük vatan şairi Mehmet Âkif İstiklal Marşı’nın son
kıtasında tekrar şanlı bayrağamıza hitap etmekte ve:
‘’Şanlı bayrağım! Sen de artık şafaklar gibi al renginle,
göklerimde hür ve mesut olarak dalgalan. Sabah
şafağının ardından görülen aydınlık gibi, Türk Milleti de
bu sıkıntılı ve karanlık günlerden sonra aydınlığa
kavuşacaktır. Uğruna dökülen kanlarımızın hepsi sana
helal olsun.
Artık Türk Milleti’nin yok olması, dağılması diye bir
şey abediyyen söz konusu olamaz. Çünkü; daima hür
yaşamış olan, daima tek olan Allah’a inanan ve ona
kulluk eden, daima vatanı uğruna çalışan ve çarpışan
milletimin hürriyet ve istiklal her zaman hakkıdır.’’
5
İSTİKLAL MARŞI’NIN AÇIKLAMASI
İstiklal Marşı’nın son kıt’ası hariç diğer kıt’aları işgal dönemini anlatır. Bu nedenle bu kıt’alarda; ümit,
teşvik, öğüt gibi milli hisleri güçlendirecek unsurlar vardır. Son kıt’ada, işgalden kurtuluş ve zafere ulaşmış
olmanın verdiği coşku ve gurur aktarılır.
1. KIT’A
1.MISRA: Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
İstiklal Marşı “ Korkma!” sözüyle başlar. Türk milletine “Endişen yersiz..”mesajı verilir. Türk milleti endişe
içindedir. Tutunacak dal aramaktadır. Çünkü işgal altındadır. Uzun süren savaşlar nedeniyle yetişmiş asker(
Sadece Çanakkale’de verdiğimiz şehitleri bile düşünürsek…), silah, cephane, yiyecek, giyecek ve baş(lider)
sıkıntısı çekmektedir. Tüm bunların yanında morali çökmüştür. İşgalin verdiği acı onun endişesini artırmaktadır.
En büyük korkusu, bağımsızlığını kaybetmektir. Şair burada Türk ulusuna ümit vermektedir.
“Al sancak sönmez.” diye kurallı bir cümle oluşturduğumuzda, “ sönmez” sözü nedeniyle Türk Bayrağı’nın
yanan bir aleve( renginden ve dalgalanışından) benzetildiğini ve bu alevin sönmeyeceğini anlayabiliriz Türk
Bayrağı yanan bir alev gibi alacakaranlığı aydınlatmaya devam edecektir. Neden alacakaranlık dedik? “ Şafak”
sözcüğü Arapçada güneşin batmak üzere olduğu an anlamına gelir. Türkçede ise tam tersi, doğmak üzere olduğu
andır.( bkz. Kamus-ı Türki ) Şair İstiklal Marşı’nın 1. kıt’asındaki “şafak”ı Arapça anlamıyla; son kıt’asındaki
“şafak”ı ise Türkçedeki anlamıyla kullanmıştır. Neden 1. kıt’ada güneşin batışı anlamına gelir? Çünkü burada
Türk devleti işgalden dolayı; batmak üzere olan güneşe benzetilmiştir. Türk devleti güneş’le; bu devletin içinde
bulunduğu hal de şafak’la özdeşleştirilmiştir. Alev karanlığı aydınlatır. Alev (yani Türk Bayrağı) eskisi gibi
güçlü dalgalanmamaktadır; bu nedenle “ yüzen” sözcüğü kullanılır. Alev güçlü yanıyor olsaydı dalgalanırdı(
bkz. 10. kıt’a). Şair aslında şunu söyler.
“Endişelerinde haklısın; her şey kötü görünüyor: Ama korkma, Türk bağımsızlığının sembolü olan bu bayrak
asla gönderden inmeyecektir.”
2.MISRA: Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
Bu mısrada da şair, “sönmek” sözcüğünü rastlantı olarak kullanmamıştır. “En son ocak sönmeden( burada
“ocağı sönmek” deyimi kullanılmıştır.) yani ocağı temsilen aile; yok olmadan dağılmadan, ya da başsız
kalmadan Türk milleti yok olmaz” denmiştir. “ Ocağı tütmek” deyimi de aynı cümlede yer almaktadır. Yani
yaşamını sürdürebilecek durumda olmak. Toparlarsak, “Son aile, son kişi yok olana kadar ümidini kaybetme;
çünkü tümüyle yok edilmeden bu millet esir alınamaz” denmiştir.
3.MISRA: O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
“O”zamiri Türk Bayrağı’nı işaret eder. Bu mısrada “Yıldızı parlamak” deyimi kullanılmıştır. Bu deyimin
anlamı; bulunduğu durumdan çok daha iyi bir duruma gelmek, herkes tarafından tanınmak, ün kazanmak, takdir
edilmek vb. dir. Türk Bayrağı’nda bulunan yıldıza da atıf yapılmıştır. Buradaki yıldız, Türk milletinin
geleceği(istikbali ) anlamındadır. Şair sonuç olarak Türk milletine öyle der: “ Türk milletinin geleceği,
bayrağında bulunan yıldız gibi hep parlak ve şanslı olacaktır.”
4. MISRA: O benimdir, o benim milletimindir ancak.
“ O” zamiri yine Türk Bayrağı yerine kullanılmıştır. Bu mısrada açık olarak kastedildiği gibi; her bağımsız
milletin, bu bağımsızlığı simgeleyen bayrağı vardır. Ve hiçbir millet bir başka ulusun bayrağına özenmez. Türk
milletinin bayrağı da sadece Türk milletine aittir.
2. KIT’A
1.MISRA: Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal!
Bu kıt’ada ve mısrada Türk Bayrağı kişileştirilmiştir. Yani bayrak bir insana benzetilmiştir. Hem de hilal
kaşlı, güzel, nazlı bir sevgiliye…Bu sevgili bir genç kızdır. Ancak yüzünü ve hilal kaşlarını çatmıştır. Sanki olan
bitenden hoşnut değildir. İstedikleri, bekledikleri olmadı diye naz yapmaktadır.
6
Elbette şair burada benzetme ve kişileştirme gibi san’atları kullanarak şiiri süsleme yoluna gitmiştir. Bu tarz
süslemeleri şiirin bütününde görmek mümkündür. Şair ümitsiz ve endişeli bulduğu Türk milletine bu yolla
yalvarmakta ( Kurban olayım…), onlara ümit vermektedir.
2. MISRA: Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet bu celal?
Şair kişileştirmeye devam ediyor ve bayrakla konuşmayı sürdürüyor. Türk milleti kahramandır. Türk ırkı
kahramandır. Böyle bir ırka yüzünü asamazsın, gülmelisin. Bu öfken, bu hiddetin niye?
Bu mısralarda şair ümidini kaybetmek üzere olanlara kızıyor ve onlara Türk milletinin geçmişini hatırlatarak;
kendilerine gelmelerini istiyor. Nitekim Kurtuluş Savaşı öncesi ümidini kaybedip “Bazı ülkelerin mandalığını
kabul edelim” diyenler çıkmıştır bu milletten ve yönetenlerden… Şair bir bakıma onlara olan kırgınlığını dile
getiriyor.
Şair kişileştirmeye devam ediyor ve bayrakla konuşmayı sürdürüyor. Türk milleti kahramandır. Türk ırkı
kahramandır. Böyle bir ırka yüzünü asamazsın, gülmelisin. Bu öfken, bu hiddetin niye? Bu mısralarda şair
ümidini kaybetmek üzere olanlara kızıyor ve onlara Türk milletinin geçmişini hatırlatarak; kendilerine
gelmelerini istiyor. Nitekim Kurtuluş Savaşı öncesi ümidini kaybedip “Bazı ülkelerin mandalığını kabul edelim”
diyenler çıkmıştır bu milletten ve yönetenlerden… Şair bir bakıma onlara olan kırgınlığını dile getiriyor.
3.MISRA: Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal…
Türk milleti asırlar boyu savaşlarda niye kanını döktü? Niye canını verdi? Bağımsızlığını sürdürmek ve
bağımsızlığının sembolü olan bayrağını tüm dünyada güçlü bir biçimde dalgalandırmak için… Hiç kimse canını
bir hiç uğruna vermez. Canını bağımsızlık uğruna, özgürlük uğruna düşünmeden verenler sonunda bu milletin
ümitsizliğe kapıldığını görürlerse haklarını helal ederler mi? Üstelik can hakkını… Bunun bedeli ancak aynı
biçimde can verilerek ödenir.
4. MISRA: Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklal!
İslami inanca göre Allah ; Allah , vatan, millet, adalet, insanlık adına canını vermeyi helal saymıştır. Bu
uğurda can vermeye hazır olanlara ya da mücadele edenlere; korkmamalarını, eninde sonunda isteklerine
kavuşacaklarını; çünkü Allah’ın onlarla beraber olduğunu müjdelemiştir. Buna inanan Türk milletinin,
bağımsızlık hakkıdır. Bu mutlaka olacaktır.
3. KIT’A
1 MISRA: Ben ezelden beridir, hür yaşadım, hür yaşarım.
Bu mısrada şair Türk milletinin başlangıcı olmayan geçmiş zamandan beri bağımsız ve özgür yaşadığını
hatırlatır. Daha sonraki mısralardan da anlaşılacağı üzere Türklerin ana yurdu Orta Asya’dan çıkışları ve
dünyaya yayılışları bu kıt’anın ana konusudur.
2.MISRA: Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Bu mısrada da Türk’ün öz güvenine vurgu yapılmaktadır. Öyle ki, tüm dünyanın bildiği bir gerçek vardır;
Türk esir alınamaz. Bunu bildiği halde Türk’ü esir almayı düşünen olsa olsa bir delidir. Hem de aşırı, ölçüsü
olmayan bir akılsızdır. Bu milleti esir almayı düşünen biri çıkarsa şaşarım. Çünkü böyle bir şeyin olması
imkânsızdır.
3.MISRA: Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner aşarım,
“ Bent” suyu kontrol altına almak için yapılan set anlamına geldiği gibi kendi tesir ve emri altına alma
anlamına da gelir. Bu mısrada her ikisi de kastedilmiştir. Türk akınları çok güçlü akan suya(sele) benzetilerek,
Türk’ün önüne hiçbir engel konulamayacağını; eğer konulursa bu milletin onu aşıp geçeceğini söylemektedir.
Nitekim coğrafi yönden de düşünürsek; Türkler her türlü engeli aşarak Anadolu’ya ulaşmışlardır.
4.MISRA: Yırtarım dağları, enginlere sığmam taşarım.
İşte bu mısrada açıkça Ergenekon Destanı’na atıf vardır. Bu destana göre Türkler yurtları dar gelince
etraflarını çeviren dağları eriterek, delerek çıkmışlar ( bkz. Ergenekon Destanı) ve Avrupa içlerine kadar
yayılmışlardır. Ayrıca bu göç sırasında büyük denizleri, dağları gerçek manada da geçmişlerdir. Türk akıncıları,
sel gibi her engeli geçerek ilerlemiştir. Tüm bunları bilmez mi ki bu çılgınlar beni esir alabileceğini düşünürler.
7
4. KIT’A:
1.MISRA: Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
“ Garp” batı ülkeleri yerine kullanılmış bir sözcüktür. Batı ülkelerinden kasıt da işgal güçleridir. Batı
ülkelerinin görülebilen her yerini, etrafını çelik zırhlı duvar( yani teknik açıdan gelişmiş silah, top, tüfek vb.)
sarmış olabilir. Burada anlatılmak istenen batılı ülkelerin silah ve cephanesinin bizimkinden çok üstün durumda
olmasıdır.
2.MISRA: Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Onların topları, silahları, gemileri, uçakları vb. varsa benim de Allah’a inanan ve şehit olmayı korkusuzca
bekleyen ( yani yüreğimden geçenler gibi düşünen) sınırlarım ( daha doğrusu sınırımı koruyan askerim) var.
3.MISRA: Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
“Ulusun” derken “ulumak- yani yabani hayvanın bağırması” sonraki mısrada sözü edilen canavarın bağırması
kastedilmiştir. Canavar, işgal güçleridir. Bu güçlerin silahlarının sesi de canavarın ulumasına benzetilmiştir.
Türk milletine “Endişe etme, canavarın silahlarından korkma. Bizim Allah’a olan inancımız onun gelişmiş
silahlarından daha güçlüdür.” diyor. Bizim imanımız, bağımsızlığa olan inancımızı bu teknik üstünlük yok
edemez…
4.MISRA: “ Medeniyet!” dediğin tek dişi kalmış canavar?
Elbette bu mısra bir önceki mısra’yla birlikte açıklanmalıdır. Batılı ülkeler medeni ülkeler olarak bilinir. Oysa
onlar medeni değil, dişine bilediklerini ısıran canavarlardır. Bizi de çok ısırmaya kalktılar. En son Çanakkale
Savaşında… Ancak biz onların dişlerini bir bir söktük. Şimdi tek dişleri ( yani saldırmak için son hamleleri)
kaldı. Ondan da korkmuyoruz.
5. KIT’A
1.MISRA: Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma, sakın.
Buradaki sesleniş Türk halkınadır. Türk halkının, Türk insanının vatan topraklarına düşmanı sokmamasını
istiyor. “Alçak” yaradılışı ve soyu aşağı, soysuz anlamına gelir Şair batılı devletleri alçaklar olarak görüyor.
2.MISRA: Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın.
Şair Türk milletine öğütlerini sürdürüyor. Bu mısrada geçen “hayâsız” sözcüğünün anlamı; utanma duygusu
olmayan, namussuz, edepsizdir. Bir üst mısrada yurdumuza saldıran düşmanı “alçaklar” olarak adlandıran şair,
bu kez onların saldırılarını da yüzsüzce, arlanmadan yapılan hareket olarak görüyor ve bu saldırının
durdurulması için elinde hiçbir güç olmasa da saldır ve gövdeni kalkan olarak kullan ( kısacası öldürmek için öl)
diyor.
3.MISRA: Doğacaktır sana va’dettiği günler Hakk’ın,
Bu mısrada İslam’ın kutsal kitabına atıf vardır. Allah Kur’an-ı Kerim’de mazlum olan, inanan, mücadele eden
kavimlerin(milletlerin) eninde sonunda zafere ulaşacağını müjdeler. Allah va’dettiğini mutlaka yapar. Öyleyse
bu millet eninde sonunda zafere ulaşacaktır.
4.MISRA: Kim bilir belki yarın, belki yarından da yakın.
Bu mısra bir önceki dizeyle birlikte düşünülmelidir. Allah’ın va’dettiği günler, yani bağımsızlığa kavuşma
mutlaka gerçekleşecektir. Bu yakın bir zamanda da olabilir, daha uzun bir zamanda da; ama sen bunları
düşünmeden mücadeleni sürdür.
6. KIT’A
8
1.MISRA: Bastığın yerleri “toprak!” diyerek geçme, tanı;
Özgürken insan, üstünde yaşadığı toprakların kıymetini bilmez. Şair de tüm bu acılara tanık olmayan nesle
seslenerek; onlara “ Topraklarının değerini bil.” öğüdü veriyor. Bilmesi için de tanımasını ( yani araştırmasını,
düşünmesini)istiyor.
2.MISRA: Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
“Yıllarca süren savaşlar nedeniyle çok şehit verdik. İslami inanca göre şehitler kanlarıyla, yıkanmadan,
oldukları gibi gömülürler. Bu nedenle ya da savaşlar sırasında ölenlere mezar kazma, dini vecibeleri uygulayarak
gömme zamanı olmaz. Çoğunlukla toplu gömülürler. Bu yüzden kefenleri yoktur. “ anlamlarını kasteden şair,
şiirin bu bölümünde toprak altında yatan şehitlerimizi unutmamamız gerektiğini dile getiriyor.
3.MISRA: Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır atanı;
Bugün bile dedelerimizi araştırsak, hepimizin soyunda bir şehide rastlarız. Bu toprakların çocukları şehit
dedelerinin torunlarıdır. Bu nedenle dedelerimizi, atalarımızı incitmek istemiyorsak; geçmişi öğrenmeli,
unutmamalı ve nemelazımcı olmamalıyız. Bu toprakların nasıl kazanıldığını düşünmeden adım atmamalıyız.
Yapacağımız her işte, o şehitlerin hoşnut olup olmayacağını düşünmeliyiz. Topraklarımızı satmamalıyız.
4.MISRA: Verme dünyaları alsan da bu cennet vatanı.
Bu kıt’ada bir bütünlük vardır. Yaşadığın toprakları alelade bir toprak parçası gibi düşünürsen, onu menfaat
uğruna rahatlıkla verebilirsin. Ama bu topraklar hiçbir maddi değere karşılık olamaz. Çünkü onlara, karşılıksız
can verilerek sahip olunmuştur. Bu mısrada geçen “ cennet vatan “ benzetmesinin nedeni de yine şehitlerle
ilgilidir. Biz biliriz ki şehitler cennettedir ve öldüklerinden habersizdirler. Öyleyse bunca şehit barındıran
topraklar olsa olsa cennet’tir.
7. KIT’A
1.MISRA: Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Aslında bunca şehidi barındıran ve bu dünyanın cenneti olan bu topraklar için herkes canını feda eder. Bunun
aksi mümkün değildir.( Şair burada da millete güven vermeye devam ediyor)
2.MISRA: Şüheda fışkıracak toprağı sıksan, şüheda!
Öyle ki, toprağı sıksan şehit fışkırır. Yani bu toprakların her karışında bir şehit yatıyor olabilir.
3.MISRA: Canı, cananı, bütün varımı alsın da Huda.
Allah, benim canımı, sevdiğimi, neyim var neyim yoksa bütün malımı alsın ama…
4.MISRA: Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.
Ama yeter ki beni vatanımdan ayrı(cüda) koymasın.
8. KIT’A
1.MISRA: Ruhumun senden ilahi, şudur ancak emeli:
Önceki kıt’ada olduğu gibi bu kıt’ada da Allah’a yakarış vardır. Rabbim, bu şehit ruhunun senden istediği şey
şudur. ( Şair burada kendini vatanı için ölen şehidin yerine koyar ve ondan istekte bulunur.)
2.MISRA: Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli.
“ Namahrem” sözcüğü burada “ yabancı, el “ anlamındadır. Mabet ise ibadet edilen yerdir. “ El değmek” ise
bozmak, kıymetini bilmemek anlamlarına gelir. Şair, camilerin Müslüman olmayanların eline geçmemesini
istiyor.
9
3.MISRA: Bu ezanlar-ki şahadetleri dinin temeli-
Ezan, “ Allahü ekber ( Allah büyüktür, ona bir şey lazım değildir. İbadet edilmeye Ondan başka kimsenin
hakkı olmadığına inanırım) “ diye başlar ve şöyle devam eder “ Hiçbir şey Ona benzemez. Muhammed Onun
peygamberidir. Allah’a ancak onun( Muhammed’in ) bildirdiği, gösterdiği ibadetlerin yaraşır olduğuna inanırım”
diye devam eder. Yani ezanlardaki şahadet ( bir şeyin doğruluğuna ve gerekliliğine inanma) aslında İslam
dininin temelidir, önde gelen şartıdır. Öyleyse okunan ezanlarda söylenenler, inanılan İslam dininin özüdür,
aslıdır.
4.MISRA: Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli.
Dinin temeli olan sözlerin seslendirildiği bu ezanlar, sonsuza kadar yurdumda söylenmelidir. İslami bir ülkede
ezan okunuyor olması, o ülkenin bağımsızlığının da bir kanıtıdır.
9. KIT’A
1.MISRA: O zaman vecd ile bin secde eder – varsa- taşım,
Şair bu kıt’ada kendini bir şehit yerine koyuyor. Yukarıda saydıklarım gerçekleşirse, eğer mezarım ve mezar
taşım varsa ( şehitlerimizin çoğu savaş şartları nedeniyle mezarsızdır. Olduklara yere gömülmüşlerdir. Bu
nedenle mezar taşları yoktur.) ; ilahi aşka dalarak kendinden geçmiş bir durumda, sevinçle secde eder.( Bu secde
aslında Allah’a şükür secdesidir.
2.MISRA: Her cerihamdan, ilahi, boşanıp kanlı yaşım,
Bir önceki mısraya bağlı olarak, şair burada da kendini şehitlerin yerine koyuyor. Şehitlerin ölümü ceriha(
yara ) alarak olduğu için; şair ölen şehitlerin yaralarından bile kan boşalacağını söylüyor. Ki bu kanlar mübarek
kanlardır.
3.MISRA: Fışkırır ruh-i mücerred gibi yerden na’şım;
Kılıfından ( giysisinden) çıkmış ruh gibi, cenazem( ölü bedeni ) mezarından fışkırır. “Fışkırır” sözü bize
mahşer gününü hatırlatmaktadır.
4.MISRA: O zaman yükselerek arşa değer belki başım.
Yerden yükselen cenazem, mutluluğundan o kadar yükseğe çıkar ki belki başım arşa Allah’ın 9. kat
gökte bulunduğu kabul edilen yeri ) kadar değer. (İslami inanca göre şehitler Allah’a en yakın mertebede ve
öldüklerinden habersiz hesap gününü beklerler. )
10. KIT’A
1.MISRA: Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilal!
2.dörtlükteki nazlı hilalin yerini şimdi şanlı hilal almıştır. Çünkü bu kıt’ada zaferin kazanılmasından sonraki
duygular aktarılmaktadır. Burada sözü edilen “şafak” güneşin doğmak üzere olduğu anki aydınlıktır. Çünkü yeni
kurulan Türk devleti güneş gibi doğmaktadır. Türk Bayrağı da yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlığının
sembolü olarak şanla dalgalanmaktadır.
2.MISRA: Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal.
Bağımsızlık kazanıldığına göre dökülen kanlar, yitirilen canlar boşuna değildir. Bu nedenle, şehitler
dökülen kanlarını helal etmişlerdir.
3.MISRA: Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlal;
Bundan sonra, sonsuza kadar Türk milletine ve Türk Bayrağı’na ezilme, yok olma, tasa
yoktur.
4.MISRA: Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;
10
Uğruna bunca kan dökülen ve hep gönderde kalmayı( yani hür olmayı) başarmış bu bayrağın, bağımsızca
dalgalanmak hakkıdır.
5.MISRA: Hakkıdır, Hakk’a tapan, milletimin istiklal!
Allah’tan başka kimseye kul olmayan bu milletin de bağımsızlık hakkıdır.
NOT: İstiklal Marşı’mızın sözleri günümüz dünyasında da önemini sürdürmektedir. Gizli ve açık savaşların,
işgallerin, haksızlıkların bitmediği günümüzde bağımsızlığını kaybeden ulusların, medeni denilen ülkelerce nasıl
işgal edildiğini görmekteyiz. Bana göre bu sonsuza kadar böyle sürüp gidecektir. Öyleyse uyanık ve güçlü olmak
zorundayız. İstiklal Marşı’mızı da sık sık okuyarak dünden aldığımız dersle bugünümüze ışık tutmalıyız.
Şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un da dediği gibi, Allah bir daha bu ülkenin evlatlarına yeni bir istiklal marşı
yazmak zorunda bırakmasın.
MİLLÎ MARŞ VE EDEBÎ METİN OLARAK İSTİKLÂL MARŞI
Günümüze kadar gelen tarihî bilgilerin ışığında, Türk millî marşı yarışmasına 724 şiirin katılmış olduğunu
biliyoruz. Bu şiirlerini tamamını ihtiva eden bir dosya maalesef mevcut değil. Yalnız bunlar arasında bir heyetin
seçerek Meclis’e takdim ettiği yedi şiirden biri o sırada kabul edilmiş olsaydı yalnız zayıf bir millî marşımız
olmakla kalmıyacak, aynı zamanda, belki Türkçe’nin en güzel şiirlerinden birine sahip olamayacaktık.
Birinci Büyük Millet Meclisi hükümetinin Maarif Vekili Hamdullah Suphi de bizim şimdiki endişemizi o
günden hissetmiş olmalıydı ki araya aracılar sokarak Mehmed Akif Bey’in yarışmaya mutlaka katılmasının
teminini ısrarla istemiştir.
Aradaki para mükâfatının kaldırılması şartıyla yarışmaya katılan Mehmed Akif’in İstiklâl Marşı’nı
tamamlayıp Maarif Vekâletine gönderdiği, fakat henüz sonuç alınmadığı günlerde manzume ilk defa
Sebilürreşad dergisinde çıkar. Şiirin baş tarafında bir ithaf vardır:
“Kahraman Ordumuza”.
İstiklâl Marşı’nı okurken ve dinlerken bu ithafın değerini ve önemini hatırdan çıkarmamak lâzımdır. O
kahraman ordu ki, marşın yazıldığı çetin mücadele yıllarında kadın erkek her ferdiyle bütün bir milletin
kendisiydi. Demek ki “Kahraman Ordumuza” ithafı, aynı zamanda “Kahraman Milletimize” manasını da
taşımaktaydı.
Şimdi, Mehmed Akif’in İstiklâl Marşı’nı Safahat’a niçin koydurmadığı ve “O benim değil, milletimindir”
dediği üzerinde biraz daha durabiliriz. Akif’in bu sözünün gerçek manası sadece bu şiiri, her ferdi kahraman
birer nefer olan millete ithaf etmiş olmaktan mı ibarettir? Yoksa “O benim değil, milletimindir” demesinin
başka bir anlamı mı vardır?
Dünyada millî marşların güfteleri, bir şairin kaleminin mahsûlü olmakla beraber, onu benimseyecek,
yıllarca, yüzyıllarca dilinden düşürmeyecek olan milletin de karakterini aksettirmek gibi bir özelliği beraberinde
taşırlar. Bu bakımdan birçok millî marş şairinin adı çok defa unutulur; bir milletin kuruluşunda, tarihi bilinmeyen
devirlerde teşekkül eden destanlar gibi anonimleşir.
Millî marş tabiri, bu özellikleri taşıyan şiirlerin bütün dünyada yaygın olan ortak adıdır. Bazı millî
marşların ayrıca isimleri de vardır. Bu isimler o milletin bir vasfını veya marşın yazıldığı, kabul edildiği sıradaki
olağanüstü bir hadiseyi işaret eder.
Bizim millî marşımızın, dünya millî marşları arasında ayrı bir yeri vardır. Millî marşımızın adı
“İstiklâl”dir. Bu kavram milletimizin çok önemli bir karakterini belirtmektedir. Tarihler, bilinen en eski
çağlardan günümüze kadar Türklerin on altı, elli veya yüz küsur devlet kurmuş olduğunu yazarlar. Bu sayının
azlığı veya çokluğu, devlet tarifinin farklılığından kaynaklanmaktadır ve pek de önemli değildir. Asıl önemli
olan, milletimizin tarihinde, hiçbir devirde devletsiz bulunmadığıdır. Yazılı en eski Türkçe metinlerden olan
Orhun Kitabeleri’nde de sık sık vurgulanan, Türk milletinin hür ve müstakil yaşamaya alışmış olmasıdır. Akif’in
Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış, şaşarım
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner aşarım
Yırtarım dağları, enginlere sığmaz, taşarım
mısralarında Türk milletinin tarihinin bilinen en eski devirlerinden gelen bu değişmez karakterine işaret
vardır.
11
Devletin çeşitli tarifleri varsa da bütün bu tariflerin içinde değişmeyen ve her zaman var olan unsur,
istiklâldir. Millî marşımız, milletimizin işte bu hiç değişmeyen karakterinin yakın çağdaki tezahürü olan bir
mücadelenin içinden çıkmıştır. Yirminci yüzyıl başlarında, istiklâline sahip yegâne Türk birliği Osmanlı
Devleti’ydi. Hatta bağımsız yegâne İslâm devleti de Osmanlıydı. Millî marşımız, işte bu devletin, adına
medeniyet denilen tek dişi kalmış bir canavar tarafından yok edilme niyet ve teşebbüslerine karşı verilmiş bir
kavganın içinden doğmuştur. Onun için adı “İstiklâl Marşı”dır. Onun için manzume İstiklâl’le başlar ve
İstiklâl’le biter. Ayrıca şiirin başka kıtalarında, başka mısralarında İstiklâl kelimesi geçmese de zikredilmemiş
bir istiklâl değişik motiflerle kendini hissettirir: “Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak” mısraında olduğu gibi.
Çünkü sancak da aslında bir milletin istiklâlinin sembolüdür. Marşımızın bu ilk mısraında da bayrak, istiklâlin
sembolü olarak, hiç sönmeyeceği müjdesiyle birlikte gelir. Hem de “Korkma!” haykırışıyla zihinleri, gönülleri,
yürekleri bir çığlık halinde doldurarak.
Bestelenmiş iki kıtasının sonunda ve bütün manzumenin sonunda tekrarlanan mısra “Hakkıdır Hakka
tapan milletimin istiklâl”dir. Bu mısralarda milletimizin iki mühim karakteri bir arada belirtilmiştir. Biri, biraz
önce belirttiğim, hiçbir devirde kaybetmediği istiklâlin onun hakkı olduğu. İkinci ise bu hakkın, istiklâl hakkının,
iman duygusuyla beraber doğuşudur. İman duygusunu son mısradaki ikinci Hak kelimesinden çıkarıyoruz. Bu
Hak, Allah manasındadır. Böylece millî marşımızda milletimizin dinî ve millî karakteri birbirinden ayrılmaz bir
bütün olarak ifade edilmiş olmaktadır.
Görüldüğü gibi, millî marşımızın adı tesadüfî değildir. Hatta yazıldığı yıllardaki şartları düşünerek,
sadece şairinin ümit ve temennisinden de ibaret olmadığı söyleyelim. Hak kelimesinin dilimizde kullanılış
manalarıyla sanat halinde ifade edilmiş bir gerçeğin ta kendisidir.
Millî marş güftelerinin bir özelliği de, içinden çıktığı milletin yaşadığı olağanüstü bir hali, bilhassa büyük
felâketli zamanları, bunların arkasındaki büyük ümitleri ve zaferleri aksettirmesidir. Meselenin herkesçe bilinen
tarihî teferruatı üzerinde durmaya gerek görmüyorum. Bir millî marş güftesi yazılmasının Akif’e teklifi ile
İstiklâl Marşı’nın Büyük Millet Meclisi’nce kabulü tarihleri, 1920 Aralık ayı ile 1921 Mart’ı arasına
rastlamaktadır. Bu tarihler İstiklâl Mücadelelerinin en kritik aylarıdır. Millî Marşımızın, “Korkma!” hitabıyla
başlaması, iyi niyetli olmayan bazı itirazlara sebep olmuştur. Aslında Akif’in, şiirine bu hitapla başlaması çok
manidardır. Yalnız dönemin şartlarını çok iyi bilmek gerekir. Batılı devletlerin silâhlandırdığı Yunanlıların
Anadolu içlerine yürümesi, Birinci İnönü Muharebesi, iç isyanlar ve bunların bastırılması gibi olayların vuku
bulduğu zamanlardır. Meclis ve onunla beraber bütün bir Türk milleti korku, ümit, ümitsizlik, zafer ve sevinç
haberlerini, duygularını, heyecanlarını arka arkaya ve birbirine karışmış halde yaşıyordu. İşte bu yeis günlerinde
“Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak” hitabıyla başlayan ve “Ebediyen sana yok, ırkıma yok
izmihlâl” mısraıyla devam eden İstiklâl Marşı doğmaktadır. Millî Marşımızın “Korkma!” diye başlaması boşuna
değildir. Ümitsizliğin, inanç yokluğundan geldiğini haber veren bir dinin mensubu olan Türk milleti, bu
manzume ile var olma azmini, imanını, iradesini yeniden bulmuştur. Onun için İstiklâl Marşı, bir milletin ölüm-
kalım çağının destanıdır. Millî Mücadele’nin ne gibi zor hatta başarılması imkânsız gibi görünen şartlar altında
yapıldığı malûmdur. Adına medeniyet denilen ve her türlü teknik donanımı haiz düşmanın, en güçlü ve yeni
silâhlarla saldırarak yağma etmek istediği bir vatanda Türk milletinin güvendiği en önemli silâh imanıdır. Bu
imanı hem dinî manada vatan için şehadet inancına, hem millî manada kendine güven olarak düşünebiliriz. Millî
Mücadele’nin kazanılmasında Türk milletinin istiklâline düşkün bir millet olması yanında, sadakatle bağlı
olduğu dinî inançların rolü unutulmamalıdır. Milletinin sinesindeki bu gücü bilen Mehmed Akif ona bu tarafıyla
seslenmektedir:
Garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var
Ulusun, korkma, nasıl böyle bir imanı boğar
Medeniyyet dediğin tek dişi kalmış canavar
Nihayet millî marşların üçüncü bir hususiyeti olarak, anonim karakteri taşıması meselesine geliyorum.
Yani tıpkı destanlar gibi, milletçe yaşanmış, milletçe yaratılmış, sahibi bilinmeyen anonim karakterde bir şiir
olması. İstiklâl Marşı anonim bir şiir değildir. Ancak Akif’in, bu marş için açılmış yarışmaya ne şartlar altında
katıldığını, yahut katılmayıp ısrar üzerine sonradan ne şartlar altında şiirini gönderdiğini biliyoruz. Akif’in bu
yarışmaya katılmamasındaki felsefesi açıktır: Millî marş güftesi ısmarlama olmaz. Ve marşın yazılmasından
dolayı da para gibi hasis bir menfaat kabul edilemez.
Yarışmaya katılan yüzlerce şiirin beğenilmemesi, bir milleti temsil edecek, onun karakterinin sembolü
olacak değerde bulunmaması, Akif’in haklı olduğunu göstermiştir. Her iki şart da Akif’in isteği üzerine
kaldırılır. Yani şiir ne yarışma için ısmarlanmış olacak, ne de karşılığında para verilecektir. Akif’in şiiri zaten
ısmarlama değildi. O çetin günlerde, yarışmadan çok önce tamamen samimi duygularıyla zaman zaman yazdığı
birçok mısraını parça parça dostlarına okuyordu. Daha sonra Maarif Vekili’nin ısrarı ve dostlarının aracılığıyla
yarışmaya katılmayı kabul eden Mehmed Akif, o zaman, ikamet ettiği mütevazi Taceddin Dergâhı’nın odasında
12
iç sükûnetine çekildi. O uhrevî hava içinde milletinin azmiyle, iradesiyle kendi sanatını birleştirdi. Âdeta
“ruhunun vahyini” duyarak taşa geçirircesine şiirini tamamladı.
Mehmed Akif’in bütün Safahat’ında, içinde yaşadığı topluma yabancı kalmadığını, onun dertleriyle nasıl
hemdert olduğunu biliyoruz. Fakat hiçbir şiirinde, İstiklâl Marşı’nda olduğu kadar, âdetâ mistik bir ruhla,
milletiyle beraber, milletiyle bir aynîleşme, özdeşleşme içinde olmamıştır. İşte bütün bu olağanüstü şartların
birleşmesiyle Mehmed Akif’e göre İstiklâl Marşı artık kendisinin değil milletin ruhundan çıkmış bir şiir
olmuştur, başka bir ifadeyle şiirinde milletini konuşturmuş bir medyum gibiydi. Bunun için onu Safahat’a
almamış ve “o benim değil, milletimindir” demiştir.
Şimdi Akif’in bu vasiyetini ihmal etmeyerek, biraz da onun bu şiirde gösterdiği sanatına temas etmek
istiyorum. İstiklâl Marşı’mızı, başka milletlerin millî marşlarından ayıran özellikleri zikrederken unutulmaması
gereken bir karakterini de belirtmek gerekir. O da, şairinin Türkiye’de bütün bir millet tarafından bilinen bir
şahsiyet olmasıdır. Dünyada millî marşların çoğu, adı duyulmamış veya o milletin edebiyat tarihlerinde önemli
yeri olmayan şairlerin yazdıklarıdır. Hatta çoğunun edebî değeri zayıftır ve önemi sadece ortaya çıktığı dönemin
heyecanlı bir hatırasını taşımaktan ibarettir. Mehmed Akif ise yalnız İstiklâl Marşı’nın şairi olarak değil, hemen
bütün şiirleriyle zamanında da, günümüzde de en çok tanınan şairdir. Belki bütün milletimizce en çok
benimsenen ve en çok okunan şairdir. Safahat’ın bugün, Türkiye’de hiçbir şiir kitabının ulaşamadığı defalarca
basımıyla yüz binin çok üzerinde tiraja ulaşmış olması bunun açık bir delilidir. Akif’in şiirinde fanteziye yer
yoktur. Kendi şiiri hakkında söylediği “Bir yığın söz ki samimiyeti ancak hüneri” mısraı da bu gerçeği gösterir.
Akif kadar milletinin acılarını, mutluluklarını samimi olarak duyan, yaşayan ve yazan başka ikinci bir şairden
bahsetmek kolay değildir.
Fakat o erişilmez tevazuu ile şiiri hakkında “samimiyeti ancak hüneri” demekteyse de, şiirinin, özellikle
de İstiklâl Marşı’nın samimiyetinin dışında başka hünerleri vardır. İstiklâl Marşı edebî bir metin olarak da Türk
şiirinin en güzel örneklerindendir.
İstiklâl Marşı, gerek nazım tekniği gerekse muhteva bakımından herhangi bir millî marş güftesinin çok
ilerisinde, Türk edebiyatının en güzel lirik-hamasî şiirlerindendir. Son kıtası beş mısra olmak üzere dörder
mısralık on kıtadan oluşan ve aruzla yazılmış olan şiirin her kıtasının bütün mısraları tam kafiyelidir ve her
kıtanın, temayı teşkil eden duyguyla uyumlu ton ve vurguların yer aldığı sağlam bir nazım yapısı vardır. Hece
vezninin yaygınlaştığı ve ciddi olarak rekabete giriştiği bir dönemde geleneksel şiirimizin vezni olan aruzun
Akif’in kaleminde olağanüstü bir rahatlıkla kullanıldığını bütün tenkitçiler kabul eder. Alışılmışın dışında,
beklenmeyen fakat bir sehl-i mümteni gibi şairin kolaylıkla yakaladığı kafiyeler, yer yer işlenen tema ile uyumlu
iç kafiyeler şiirin ses zenginliğini oluşturur:
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl
Uyarıcı, vurgulu tonda hitap ifadeleri:
Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak
yahut
Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma sakın!
veya
Bastığın yerleri toprak diyerek geçme, tanı!
mısraları gibi.
Fakat dua mısralarına geldiğinde Akif secdelere kapanırcasına büyük iradenin önünde diz çöker:
Ruhumun senden İlâhi, şudur ancak emeli:
Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli
Bu ezanlar ki şehadetleri dinin temeli
Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli
İşlenen temalar bakımından da sağlam bir yapısı olan İstiklâl Marşı’nda ilk iki kıtada bayrağa hitap eden
şair, onun milletin varlığıyla beraber ebedî istiklâlini müjdeler. Şair üçüncü ve dördüncü kıtalarda Türk milleti
adına konuşmakta, ebedî hürriyet aşkı ve imanıyla Batılıların maddî güçlerine karşı direneceğini söylemektedir.
Türk askerine hitap eden beşinci ve altıncı kıtalar, üstünde yaşadığımız yerlerin alelâde bir toprak değil vatan
olduğunu, onun düşmana çiğnetilmemesi gerektiğini telkin eder. Yedinci ve sekizinci kıtalarda sevilen pek çok
şey kaybedilse bile vatanın kaybedilmemesini ve ezan seslerinin kesilmemesini niyaz eder. Dokuzuncu kıtada bu
duası kabul edildiği takdirde kendi ruhunun da vecd içinde yükseleceğini söyler. Nihayet son kıtada yine bayrağa
dönerek ona ve milletine ebediyen çöküş olmayacağını, hürriyetin ve istiklâlin ebediyen onun hakkı olduğu
müjdesini tekrar eder.
13
Milletin iradesine ve Allah’ın müminlere vaad ettiği zaferin er geç gerçekleşeceğine inanan Mehmed
Akif’in şiirindeki özelliklerinden biri de millî ve ulvî değerler ile dinî motifleri dengeli bir şekilde kıtalara
yerleştirmesidir. Bayrak, hilâl, yıldız, hak, hürriyet, istiklâl, yurt, millet, ırk, vatan, kahramanlık gibi millî
kavramlarla iman, şehâdet, helâl, cennet, Hudâ, ezan, mâbed, vecd gibi dinî motifler birbiriyle uyum halinde ve
zengin bir belâgatle kullanılmış, böylece Millî Mücadele’yi gerçekleştiren halkın ruhunda mevcut iki önemli
kavram İstiklâl Marşı’nın da iki temel temasını oluşturmuştur.
Tam bir bütünlük gösteren, dört başı mamur bir şiir olan İstiklâl Marşı’nda mecazlar ve semboller de ifade
sanatı bakımından manzumeyi zenginleştirmiştir. Bu kısa konuşma içinde bunları açıklamak değil sadece bu
sanatların adlarını sıralamak bile mümkün değildir. Manzumenin her mısraı, her ibaresi, her kelimesi ses ve
mana bakımından birbiriyle ilişkilidir. Hemen her kelime, her kavram aslî ve mecazî manalarıyla şiirde yerlerini
almıştır.
Bütün bu vasıflarıyla İstiklâl Marşı tek taşı bile yerinden oynatılmayacak muhkem, harikulâde bir ses, söz
ve mana mimarîsidir.