Upload
others
View
4
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
SÖZCÜKLERYıl: 2014-2015Sayı: 1
1
SEVGİNİN GÜCÜ
Sevgi; insanın beynini, yüreğini, bedenini sürekli olarak meşgul
eden ve ruha can veren en değerli duygudur. İnsanın, bir kişiyi veya
bir nesneyi sevmesi ona olan ilgi ve bağımlılığını arttırır, yoğun
duygular yaşatır.
İnsanı hayata bağlayan iki şey vardır: Birincisi ümidi, diğeri
sevgisidir. Bu iki duygudan yoksun biri kurumuş bir ağaç gibidir,
yaşama gayesi ve inancı kalmamıştır. Sevgi, canlı bir vücudun
damarlarında gezen kan gibidir. İnsanın yaşamsal faaliyetlerini
sürdürebilmesi için bu kana ihtiyacı vardır. Sevgi de bunun gibi
insanın ruhuna güç katan yaşamına renk katıp onu anlamlı hale
getiren sihirli bir değnek gibidir. İnsanlardaki sevgi duygusu harekete
geçtiği zaman hayat bir anlam ve önem kazanır. Bu durumda insan
karşısındakinden hiçbir karşılık beklemeden kendinden var olan
maddi ve manevi her şeyini vermek ister, sonuçta verir. Seven insan
şefkatli merhametli ve fedakârdır. Örneğin çocuğunu dünyaya getiren
bir anne gece gündüz demeden çocuğunun ihtiyaçlarını karşılayarak
şefkat gösterir. Uykusuz kalarak yorulmak nedir bilmeden büyük bir
sabır ve fedakârlık örneği göstererek çocuğunu büyütür. Gerçekten de
seven insan sevgisi için her şeye katlandığı gibi her türlü zorluğa da
göğüs gerer.
İnsan toplum halinde yaşayan sosyal bir varlıktır. Gerek aile,
gerekse toplum içerisinde insanların birbirleriyle olan ilişkilerinde
sevgi son derece önemlidir. Sağlıklı huzurlu ve mutlu bir şekilde
yaşamamız buna bağlıdır. Toplum içinde sevgiyi yeşertmek ancak
hoşgörü ile olur. Hoşgörünün hâkim olduğu yerde olumsuzlukların ve
kötülüklerin hâkim olduğu düşünceler olmadığı gibi barınması da
mümkün değildir. Sevgi, hoşgörünün anahtarıdır. Günümüzde
insanların hoşgörüsüzlüğü yüzünden kavgalar ve savaşlar artmıştır.
Hâlbuki insanlar sevgi ve saygı içerisinde birbirlerini hoş görseler
daha mutlu bir şekilde yaşama olanağı bulurlar. Yunus Emre`nin
“Sevelim sevilelim, dünya kimseye kalmaz." sözü sevginin önemini,
insanları kırmanın ve incitmenin yersiz olduğunu bize en güzel
şekilde açıklamaktadır.
Sonuç olarak sevgiden ve hoşgörüden yoksun kişi ve toplumlar
yok olmaya mahkûm oldukları gibi insanlığın gereğini yerine
getirmeyen, insanlıktan nasibini almamış kişi ve toplumlardır.
Münire BEKCAN
BAHÇELER VARDI
Eskiden burada bahçeler vardı,
Koşuşurduk hep birlikte.
Bir göl vardı şu köşede,
Yüzerdik içinde.
Sarardı nergislerin kokusu her yeri.
Karşılardı bizi portakal ağaçları.
Çimlere otururduk,
Dinlenirdik üstünde.
Şimdi nereye gitti o bahçe?
Portakal ağaçlarımızı kim kesti?
Kim kopardı nergislerimizi?
Kim yok etti çocukluk hatıralarımızı?
Zülay GÖÇMEN
DOSTLUK
Herkes yakın bir arkadaşa sahip olmak ister. Sırlarını
paylaştığında kimseye anlatmayacak, seni dinlediği kadar da sana
bir şeyler anlatacak bir dost ister her insan. Kötü günüm dediğinde
cidden yanında olacak insanı herkes bulmak ister. Seninle hayatının
derinlerine inecek, o derinliğin yarattığı karanlıkta elini tutup sana
bir ışık yakacak dost gereklidir. Herkese lazımdır. Ama bunları
onlardan beklemek de yanlıştır. Bu kadar iyi ve her şeyiyle mutlu
eden bir dost aramak yerine, biz o dost olmaya çalışmalıyız.
İyi bir dost olmak, onun her istediğini yapmak değildir, ona
inanmaktır. Onun isteklerini makul görmek başkadır, ona boyun
eğmek başkadır. İşte o zaman bilmelisin ki boyun eğdiğiniz o kişi,
sizin dostunuz değildir.
Evet, belki siz ona bir anlam yüklemiş ve onu sevmiş
olabilirsiniz ancak o size çıkar yolundan başka hiçbir gözle
bakmamıştır. O sizi sevmemiştir, değer vermemiştir, anlattıklarınızı
umursamamış ve sadece sizinle dalga geçmiştir. Ama siz bunu
anlamamışsınızdır. Çünkü o, bunların hiçbirini açıkça yüzünüze
söylememiştir. Söylemez de… O sizin gerçek dostunuz değildir ki
bunları size söylesin…
Ancak öyle biri vardır ki… Sizi gerçekten sever. Yaşadığınız
sorunlarınızı kendi sorunuymuşçasına önemser. Üzülmenize
dayanamaz, size haksızlık yapıldığında kendine yapılmış sayar ve
onun için mücadele eder. O sizin dostunuzdur, işte. Yıllar geçse de
dostunuz kalacak olan yine odur.
İrem AÇIKALIN
Nisan ÖZDEMİR
SEVGİ, SAYGI VE DOSTLUK
Herkes bir dostunun olmasını ister. Dost insana olan en yakın kişidir. Dostluğun olabilmesi
için, iki dostun arasında mutlaka sevgi olmalıdır. Sadece sevgi değil, saygı da olmalıdır. Eğer
iki dostun arasında gerçekten sevgi ve saygı varsa onlar gerçekten gerçek bir dosttur.
Arkadaşlıklarını ömür boyu sürdürebilecek iki dost. Dostların birbirine karşı sevgi duyması
demek o kişilerin birbirini üzebilecek hiçbir şey yapamaması, birbirini kırmaması gibi
anlamlara gelir. Dostların birbirine karşı saygı duyması ise mesela ne kadar birbirlerine yakın
olursa olsun birbirleri ile dalga geçmemesi, kötü sözler söylememesi gibi anlamlara gelir.
Dostlukların temeli işte bunlardır sevgi ve saygı.
Eğer bir insan dostuyla uzun süre dost kalmak istiyorsa sevgiyi ve saygıyı dostuna karşı
göstermelidir. Birbirine karşı sevgi ve saygı duyan dostların arkadaşlıkları her zaman ömür
boyu sürer. Bu yüzden kesinlikle ve kesinlikle dostlar birbirine sevgi ve saygı göstermelidir.
Işıl BİLEN
2
DENİZDEKİ KİR
Damla ve Yağmur 13 yaşındaydılar. Birbirleriyle kreşten buyana çok yakın iki arkadaştılar. Aileleri de bu sayede tanışmış, busayede çok iyi anlaşmışlardı. Okulun son günüydü. Damla veYağmur karnelerini almışlar, eve gidiyorlardı. Aileler plan yapmıştı.Bu yaz birlikte Çeşme’ye tatile gideceklerdi. Valizler hazırlandı.Damla ve Yağmur’un gelmesi bekleniyordu. İkisi de gayet iyikarneler getirmişlerdi. Artık her şey hazırdı. Çeşme’ye doğru yolaçıktılar. Çeşme’ye vardıklarında yolculuk gayet eğlenceli geçmişti.Valizler boşaltıldı. Bir sonraki gün plaj çantaları hazırlandı. Plajainildi. Damla’nın annesi Filiz Hanım ile Yağmur’un annesi YeşimHanım güneşlenmek istediklerini söylediler. Yağmur’un babasıBurak Bey ile Selin’in babası Serhat Bey ise dolaşacaklarınısöylediler. Damla ve Yağmur da annelerinin yanında oturacaklardı.Damla:-Yağmur, deniz ne kadar kirli farkında mısın?Yağmur :-Evet, ben de geldiğimiz gün fark ettim.Damla :-Sence herhangi bir şey yapabilir miyiz?Yağmur :-Bence belediyenin temizlik görevlilerini arayabiliriz.Damla :-İyi de baksana, onlar zaten temizliyor. Bence daha farklı şeylerdüşünelim.Yağmur :-Neyse hazır tatile gelmişken bunlarla canımızı sıkmayalım. Bencebiraz yüzelim, sonra da bir kafeye gideriz.Damla :-Tamamdır.
Akşam olmuş, hava kararmıştı. Eve dönmeye karar verdiler.Akşam Damla ve Yağmur, Damla’nın odasına kapandılar. Kafedetanıştıkları yeni arkadaşları hakkında konuşuyorlardı. Onlarkonuşurken Yeşim Hanım onları çağırdı. Aşağı indiler. Akşamserinliğinde Çeşme çok güzeldi. Terasta oturmuş, çay içiyorlardı.
Serhat Bey :
-Burak, bugün dolaşırken fark ettim. İnsanlar etrafı çok kirletmiyor
mu?
Burak Bey :
-Ne yalan söyleyeyim ben bu duruma üzüldüm Serhat. Bizim
çocuklarımız da böyle bir ortamda büyüyor. Ama ben onların
bilinçli olduklarını düşünüyorum.
-Ben de denizdeki kiri fark ettim, diye söze girdi Filiz Hanım.
-Evet. Hatta içimden denize girmek gelmedi, diyerek Yeşim Hanım
da konuşmaya dâhil oldu.
Damla ve Yağmur tekrar odalarına çıktılar. Bir yandan oje sürüyor,
bir yandan konuşuyorlardı.
Damla:
-Gördün mü kirliliği annemler de fark etmiş.
Yağmur :
-Evet, aslında sabah konuyu geçiştirdim ama sanırım bir şeyler
yapmamız gerekecek.
Damla :
-Bence de. O zaman bu gece ne yapabileceğimizi düşünelim. Sonra
konuşuruz.
Yağmur :
-Tamam. İyi geceler.
Damla :
-Sana da.
Sabah olmuş, herkes uyanmıştı. Burak Bey ile Serhat Bey
kahvaltı için ekmek ve meyve suyu almaya gitmişlerdi. Kızlarsa
anneleriyle kahvaltı masasını hazırlıyorlardı. Kahvaltılarını yaptılar
ve plaja indiler. Kızlar yeni arkadaşlarıyla buluşacaklardı.
Damla:
-Kızlar biz dün gece Yağmur’la denizin ve çevrenin çok kirli
olduğunu konuştuk, sizce de öyle değil mi?
-Evet, gerçekten öyle ama biz ne yapabiliriz ki? dedi Sevda.
-Bilmiyorum. Ama bu durum çok rahatsız edici.
Damla:
-Aslında ben gece bir şeyler düşündüm. Biliyorsun ikimiz de
tiyatro kolundayız okulda. Kızlar da yardım ederse çevre kirliliği
hakkında güzel bir oyun yazar ve dün gittiğimiz kafeden izin alıp
kafenin önünde oyunu sergileyebiliriz. Ne dersiniz?
Hepsi birden “Harika fikir!” diye bağırdı.
İş oyunu yazmaya gelmişti. Hepsi akşam bir şeyler düşünecekti.
Damla ve Yağmur akşam odalarına kapandılar ve akıllarına geleni
yazdılar. Sabah yazdıklarını birleştirdiler ve güzel bir oyun ortaya
çıktı. Kafeden izin almaya gittiler. Kafenin sahibi gençlerin böyle
bir şey düşünmesinden çok memnun oldu ve bu öneriyi seve seve
kabul etti. Bir sonraki gün oyunu oynayacaklardı. Damla ve
Yağmur ailelerine saat 13.00’da Deniz Kafe’nin önünde olmalarını
söylediler. Sabah oldu, herkes kafenin önüne doluştu. Kalabalığı
gören geliyordu. Hazırlıklarını tamamlayan ve kalabalığın yeterli
olduğunu düşünen kızlar oyuna başladı. Anne babalar gururluydu.
Herkes kızları tebrik ediyordu. Kızlar çok sevinmişti. Birkaç gün
sonra Çeşme daha temiz bir yer olmuştu.
Tuğba ŞEN
İNSANLIĞIN TACI
İnsanlar birbirini neden üzer ki
Sevmek, sevilmek varken
Kavga etmenin ne yararı vardır
Sevmek, sevilmek varken
Herkes kardeştir bu hayatta
Dostluktur herkesi kardeş yapan
Kardeşlik insanlığın tacıdır
Dostluktur herkesi kardeş yapan
Artun CANKAR
Buket KARABULUT
3
LAL OLMUŞ DİLLER
Dedi babam tanır mısın Mevlana‘yı?
Ürperdim, korktum, çekindim… Tanımıyordum ki!
Resmine baktım önce internetten,
Ününü okudukça öğrendim.
Sevgi demekti küçüklere, saygı demekti büyüklere.
Tertemizdi yüreği, kocamandı kalbi.
Lal olmuştu diller alınca ondan feyz,
Üstünlük yoktu aralarında, eşitti herkes.
Kalbimde hissettim onu, bütün varlığımda gördüm.
"Ya göründüğün gibi ol ya da olduğun gibi görün. "
Onur Ahmet TURAL
BENEKLİ ile KÜÇÜK FİL
Benekli adında bir köpek vardı. Benekli bir gün dışarıya çıkmıştı.
Hoplaya zıplaya dolaşırken farkında olmadan ormanın içine iyice
dalmıştı. Şelalenin yanında ağlayan bir fil gördü. Yanına yaklaşarak
sordu:
-Neden ağlıyorsun?
Küçük fil ağlayarak cevap verdi:
-Kardeşimle saklambaç oynuyorduk, onu aradım ama bulamadım.
Kayboldu galiba. Ben şimdi onu nasıl bulacağım?
Benekli:
-Bu kadar üzülme, dedi.
Ayrı yollara gidip yavru fili aramaya başladılar. Benekli küçük bir
kirpiyle karşılaştı.
Benekli:
-Merhaba kirpi kardeş, nasılsın? Diye sordu.
Kirpi önce korktu ama Benekli‘nin iyi yürekli olduğunu anlayınca
-Merhaba köpek kardeş. diye cevap verdi.
Benekli:
-Burada küçük bir fil gördün mü?
Kirpi:
-Hayır, görmedim. Umarım küçük fili bulursunuz.
Diyerek oradan uzaklaştı. Hava kararmak üzereydi. Benekli fazla geç
olmadan yuvasına döndü. Bahçe kapısından girerken ne gördü
dersiniz? Evet, küçük bir fil yavrusu. Benekli küçük fili kardeşine
götürmeyi düşündü. Vakit çok geç olmuştu.
Benekli:
-Geceyi burada geçirirsin. Sabahleyin kardeşine gitmene
yardım ederim, dedi.
Karnı çok acıkan küçük fili doyurmak gerekiyordu. Benekli’nin
kaseye koyduğu sütü bir yudumda içti.
Küçük fil:
-Bu kadarcık sütle benim karnım doymaz ki, diye mırıldandı.
Benekli hemen bahçeden çokça havuç çıkartıp ona verdi.
Yorucu bir gün geçirmişlerdi. İkisi de hemen uykuya daldılar. Gün
ağarmak üzereydi. Benekli uyandı. Hemen küçük filin yanına git.
Benekli:
-Hey, fil kardeş, uyan artık! Bak sabah oldu, diyerek uyandırdı.
Hemen ormanın yolunu tuttular. Yolculukları oldukça eğlenceli
geçiyordu. Böylelikle yolun çok uzun olduğunu anlayamadılar.
Sonunda büyük filin yanına geldiler. İki kardeş, birbirlerini
görünce çok sevindiler. Sarılıp sevinç çığlıkları attılar. Benekli de
çok mutlu oldu, hemen söze karıştı;
Benekli:
-Bir daha sakın kardeşinin yanından ayrılma. Vahşi hayvanlarla
karşılaşabilirsin. Daha dikkatli olmalısın diyerek evine dönmek
için yola çıktı.
Bilge Ilgın YILDIRIM
SU GİBİ BERRAK OL
İnsanların hepsinin içinde az da olsa
merhamet, sevgi ve şefkat vardır. Çünkü
insan, ne yaparsanız yapın ne tamamen kötü
olabilir ne de iyi. Lakin insan iyi yönünü
güçlendirmeli, kötülüklere karşı bir duvar
örmelidir. Kötülüğünü bir kum tanesi kadar
küçültmeli, iyiliğinse dünya kadar
büyütmelidir kişi.
Akarsular hiç usanmadan su taşır durur
bize. Suyuyla yardım eder yaşamamıza,
çünkü o cömerttir ve öyle de kalacaktır.
İnsan da bir akarsu gibi olmalı, hiç
düşünmeden yardım edebilmeli
karşısındakine. Ne olursa olsun cömert
olmalı. İçini ferahlatmalı insanın. Ya güneşi
hiç düşündünüz mü? Bizi ısıtır şefkatiyle ve
asla yakmaz insanları çünkü o merhametlidir
de. Peki insan güneş gibi niçin olamıyor?
Acaba karanlık tarafımızı fazla mı
besliyoruz?
İnsan, her zaman diğerlerine şefkatle
yaklaşmalı, onlara merhametli
davranmalıdır. Fakat ne zaman ki güneş
yavaşça kaybolur, o zaman gündüzün
kirliliklerini, kusurlarını örten gece gelir.
Gündüz, gecenin karanlıklarını örtmek için
didinir durur hep. Sen de başkalarında kusur
aramak yerine, baktın ki birinin kusuru var,
gece gibi ört o kusuru. Hele şu hiddet,
asabiyet var ya insanın kötülüğünü besleyen
en berbat iki şeydir. Yaklaşmamak lazımdır
onlara. Bir ölü gibi sessiz durmalı, onları
sakin bir şekilde uzaklaştırmalıyız.
Doğanın en sevdiğim bölümü topraktır
benim. Ya sizin? Çünkü toprak bize bir
tohum ve suyla koskoca bir ağaç verirken
asla büyük görmez kendini. Kendine göre o
sadece topraktır. İnsan da ne kadar iyi olursa
olsun, ne kadar başarılı olursa olsun burnu
havada olmamalıdır. Aynı Toprak Ana gibi
alçakgönüllü olmalı, mütevazılığını
yitirmemelidir. Gel gelelim denize. Aslında
Dünya'nın dörtte üçü hoşgörüyle kaplıdır.
Neden mi? Çünkü denizler yapılan tüm
yanlışları dalgalarla sineye çeker, onları yok
etmeye çalışır. Yani insanın yapması
gereken en büyük şeylerden birini yapar
değil mi? İşte insan ne zaman, nasıl ve ne
yapması gerektiğini çok iyi bilmelidir. Bir
şeye de çok dikkat etmelidir: İnsanın içi ile
dışı bir olmalıdır. Dıştan bakınca içi
görülebilmelidir. İkiyüzlü olmak hem
kendine hem de etrafındakilere zarar verir.
Son bir kez daha ben değil, Mevlânâ
anlatsın size kendi sözleriyle: Cömertlik ve
yardım etmede akarsu gibi ol. Şefkat ve
merhamette güneş gibi ol. Başkalarının
kusurunu örtmede gece gibi ol. Hiddet ve
asabiyette ölü gibi ol. Alçak gönüllülükte
toprak gibi ol. Hoşgörülülükte deniz gibi ol.
Ya olduğun gibi görün ya göründüğün gibi
ol!
Uğur BÖCEĞİ
Baki YASİN
İMTİYAZ SAHİBİCemile CEYHAN
GENEL YAYIN YÖNETMENİAyşin HAMURCU
OKUL ADRES TELEFONÖZEL YÜKSELEN ORTAOKULU
Havalimanı Çubuk Yolu 11.km Çubuk/ANKARA 03128378850
YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜİlknur GÖK
GÖRSEL DANIŞMANMehmet Gürcan AYRAN
YAYIN KURULUSena KOÇ
Ayfer SUBAŞI 4
MAHİR DAYI
Sarp ödevlerini bitirmiş, televizyonda çizgi film izliyordu. Babası
odasında çalışıyor, annesi ise bulaşıkları yeni bitirmişti, telefonda biriyle
konuşuyordu. Sarp istemeden kulak misafiri oldu annesinin konuşmasına.
Annesinin "Hı hı.", "Cuma mı?", "Yok, yok.", "Bir dakika." dediğini
duyuyordu. Sonra Sarp'ı yanına çağırdı:
― Oğlum, bırak şu televizyonu da gel dayınla konuş.
― Geliyorum, derken çok heyecanlıydı Sarp.
Telefonun öbür ucundaki dayısı, Sarp'a ondan bir şey isteyip
istemediğini sordu. Sarp isteklerini bir bir sıralarken annesi, "O kadar şey
istenir mi?" dercesine bakıyordu oğluna. Sarp'ın istekleri bitip dayısıyla
vedalaşınca telefon kapandı. Annesi, Sarp'a "Sanki, burada kıtlık var.
Boşu boşuna dayını yormasan olmaz mıydı?" dedi. Ama o bunları
söylerken Kanada'daki kardeşi Mahir, Sarp'ın isteklerini son bir kez
gözden geçiriyordu. Hepsini tek tek yazmıştı.
Sarp telefonu kapattığı andan itibaren yerinde duramaz olmuştu. Daha
önceleri de dayısıyla telefon görüşmeleri yapıyordu ama hiç bu kadar
heyecanlanmamıştı. Sarp'ın bu kadar heyecanlanmasının sebebi Mahir
dayısını şimdiye kadar hiç görmemiş olmasıydı. Hele ki dayısının cuma
günü yanlarında olacağını öğrenince o günü iple çekmeye başlamıştı.
Sarp'ın başka hiçbir şeyle ilgilenmeye hevesi kalmamıştı. Ödevlerini bile
yapmakta zorlanıyordu. Bütün dikkatini dayısının geleceği güne
yöneltmişti.
Perşembe akşamı Sarp okuldan geldiğinde annesi yemek yapıyordu.
Babasıysa işten henüz gelmemişti, o da birazdan evde olurdu. Yemekte
domates çorbası, pilav ve körili tavuk vardı, yani Sarp'ın en sevdiği
yemekler. Sarp tam yemeye başlayacakken babası Ercüment Bey geldi.
Sarp, babasının da masaya oturmasını bekledi. O gece ailenin üç ferdi de
tıka basa yemek yediler. Üstüne uyku çöken Sarp yatağına gitti. O gün
neyse ki hiç ödevi yoktu.
Sabah yedi buçukta Sarp uyandı. O uyandığı zaman babası çoktan
gitmiş olurdu. Annesi ile kahvaltı yapıp okul için hazırlandı. Servis onu
sekizi çeyrek geçe evlerinin önünden aldı. O gün okula gitmeyi hiç mi hiç
istememişti ama annesi gitmesi gerektiğini kesin bir dille söylemişti. Koca
bir gün, saniyeler, dakikalar, saatler geçmek bilmedi. Sarp heyecandan
yerinde duramıyordu. Sonunda akşam olmuştu. Sarp'ın okulu havaalanına
yakın olduğu için annesi ve babası onu okuldan aldılar. Havaalanına
doğru yola koyuldular. On beş dakika sonra havaalanındaydılar. Sarp
annesiyle arabadan indi. Ercüment Bey'se arabayı park etmeye gitti.
Sarp'ın annesi Şeyma Hanım, kardeşi Mahir'in hangi kapıdan geleceğini
biliyordu. Hemen o kapıya yöneldiler. Beklemeye başladılar. Bu sırada
Sarp dayısını görüp ona sarıldığını, sonra hep birlikte eve gidip hediyeleri
açtıklarını hayal ediyordu. Dayısını yaklaşık yarım saat beklediler. Bu
süre zarfında Sarp neredeyse kapıdan içeri giren her adamı dayısı
sanıyordu. Annesi de sabırlı olmasını söylüyordu.
Annesinin onunla ilgilenmediği bir anda Sarp, bir adamı dayısı
zannedip ona sarılmaya çalıştı. Lakin adam onu tersleyince onun dayısı
olmadığını anladı. Annesinden de azar işitti.
Sonunda kapıdan koşarak içeri giren bir adama annesi de koşarak
yaklaştı. Sarp gelenin dayısı olduğunu anlayamadı. Çünkü dayısını sadece
fotoğraflarda görmüştü. Fotoğrafların hiçbirinde dayısının sakalı ve bıyığı
yoktu. Oysa karşısında duran adamın sakal ve bıyığı vardı. Bir an tereddüt
etti. Karşısında telaş içinde konuşmaya çalışan bu adam dayısı olabilir
miydi? Annesi Sarp'a "Bak oğlum dayın geldi." demeseydi o daha çok
düşünecekti.
Mahir, ablasına telaşla bir şeyler anlatmaya devam ediyordu. Sarp'ın
orada olduğunun farkında değilmiş gibiydi. Sarp dayısının onunla
ilgilenmemesine bozulmuştu. Telefondaki sevecen, şakacı, yumuşak ses
tonundan eser yoktu. Öfkeli ve aceleci bir ses tonuyla durmadan
konuşuyordu. Sarp'a sarılmayı falan çoktan unutmuştu. Sarp dayısını
umduğu gibi bulamamanın rahatsızlığını iliklerinde hissetti. Hayal
kırıklığını ilk kez bu kadar yoğun yaşıyordu. Mahir, ablasına "Valizlerimi
yanlış uçağa koymuşlar. Uçak beş dakika sonra Japonya'ya uçacakmış."
diye bağırıyordu.
Sarp, babası Ercüment Bey yanlarına geldiğinde ağlamak üzereydi. O
sırada bir anons duydular: "JP-6739 numaralı Japonya uçağı
havalanmıştır." Artık çok geçti. Mahir, saçlarını yolarcasına çekiştirip
olduğu yerde bir tur döndü. Ablası Şeyma Hanım onu teselli edecek
sözler bulmaya çalışıyordu ama nafile, olan olmuştu. Mahir'in yanında
sadece küçük sırt çantası vardı. "Hay aksi şeytan! Beni bulur zaten tüm
aksilikler." diye söyleniyordu. Pek hoş olmasa da Mahir dayı sonunda
gelmişti Türkiye'ye. Eve gidinceye kadar valizlerden ve yolculuktan
bahsettiler. Ercüment Bey ortamı yumuşatmaya gayret etti.
Nihayet evde birbirlerine sarılabildiler ama kimsenin yüzü
gülmüyordu. Hele Sarp'ın hevesi kursağında kalmıştı. Dayısına doyasıya
sarılamamıştı. Kucağına atlayamamış, omzuna çıkamamıştı. Oysa ne
hayaller kurmuştu, havalimanında binlerce kez dayısına koşup sarılmıştı.
Gerçek karşılaşmaları ise tam bir fiyaskoydu. Valizlerin kaybolması
Sarp'ın hayallerini suya düşürmüştü. Bir de bunun üzerine dayısının
getirdiği oyuncakların Japonya'ya uçması...
Mahir dayısı Sarp'ı yanına çağırdı ve sırt çantasını açtı. Çantadan bir
oyuncak araba çıkardı. Sarp'ın ellerine tutuşturdu. Ardından bir oyuncak
daha, bir oyuncak daha derken tüm çantayı Sarp'ın önüne boşalttı. "Ben
değerli eşyaları hep yanında taşırım. Yeğenimim istediği şeyler benim
için çok değerliydi. O yüzden bunları yanıma almıştım." dedi. Sarp,
dayısının kucağına atlayıp ona öyle bir sıkı sarıldı ki mutluluklarına
diyecek yoktu. Sarp "Hediyeler olmasa da önemli değildi dayı, sonuçta
sen yanımızdasın ya. İyi ki geldin." dedi. Ailenin mutluluğu görülmeye
değerdi.
Aykut ÖZMEN
GÜNEŞ GİBİ OLHoşgörü, insanların birbirlerinin düşüncelerine, inançlarına saygı
duyması anlayışlı olması demektir. Yaşadığımız dünyada insanların
uyum ve düzen içinde yaşayabilmeleri için hoşgörü şarttır.
Hoşgörünün olmadığı yerde kargaşa olur.
Mevlana; sevgi, hoşgörü ve barışı ne de güzel anlatmış: ‘’Sevgide
güneş gibi ol, dostluk ve kardeşlikte akarsu gibi ol, hataları örtmede
gece gibi ol, tevazuda toprak gibi ol, öfkede ölü gibi ol, her ne olursan
ol, ya olduğun gibi görün, ya da göründüğün gibi ol.’’ Yunus Emre de
gönül insanıdır, sevgi aşığıdır. İnsanın önce gönlüne önem verir. Gelin
Yunus’a kulak verelim: “Ben gelmedim dava için, benim işim sevgi
için dostun evi gönüllerdir, gönüller yapmaya geldim.”
Ülkemizde bu kavramları nasıl da kaybettiğimizi sabah televizyonu
ilk açtığımızda haberlerde izliyoruz. Futbol maçlarında insanların
küfürlerini; birbirlerine satırla, bıçakla saldırdıklarını dinliyor ve
görüyoruz. Kadın cinayetleri gün geçtikçe artıyor. Öfkemiz şiddetle
artıyor. Babalar cinnet geçirip çocuklarını ve eşlerini silahla vurup
öldürüyorlar. İnsanlar birbirlerini dinlemiyor, hemen yargılıyor ve
kavga oluyor.
Her insan hoşgörü, sevgi, saygı, alçak gönüllü olmanın
güzelliğini kavramalıdır. Unutulmamalıdır ki gelişme ancak farklı
düşüncelerin çatışmasıyla ortaya çıkar. Her yeni düşünce bir
gelişme adımıdır. Hoşgörü hayatımızın önemli bir parçasıdır.
Sertaç DERYA
Dergimizin yayınlanması için katkıda bulunan Yükselen Eğitim Kurumları’na Teşekkür Ederiz.
Ilgaz AKCENGİZ