4
SÖZCÜKLER Yıl: 2014 - 2015 Sayı: 1 1 SEVGİNİN GÜCÜ Sevgi; insanın beynini, yüreğini, bedenini sürekli olarak meşgul eden ve ruha can veren en değerli duygudur. İnsanın, bir kişiyi veya bir nesneyi sevmesi ona olan ilgi ve bağımlılığını arttırır, yoğun duygular yaşatır. İnsanı hayata bağlayan iki şey vardır: Birincisi ümidi, diğeri sevgisidir. Bu iki duygudan yoksun biri kurumuş bir ağaç gibidir, yaşama gayesi ve inancı kalmamıştır. Sevgi, canlı bir vücudun damarlarında gezen kan gibidir. İnsanın yaşamsal faaliyetlerini sürdürebilmesi için bu kana ihtiyacı vardır. Sevgi de bunun gibi insanın ruhuna güç katan yaşamına renk katıp onu anlamlı hale getiren sihirli bir değnek gibidir. İnsanlardaki sevgi duygusu harekete geçtiği zaman hayat bir anlam ve önem kazanır. Bu durumda insan karşısındakinden hiçbir karşılık beklemeden kendinden var olan maddi ve manevi her şeyini vermek ister, sonuçta verir. Seven insan şefkatli merhametli ve fedakârdır. Örneğin çocuğunu dünyaya getiren bir anne gece gündüz demeden çocuğunun ihtiyaçlarını karşılayarak şefkat gösterir. Uykusuz kalarak yorulmak nedir bilmeden büyük bir sabır ve fedakârlık örneği göstererek çocuğunu büyütür. Gerçekten de seven insan sevgisi için her şeye katlandığı gibi her türlü zorluğa da göğüs gerer. İnsan toplum halinde yaşayan sosyal bir varlıktır. Gerek aile, gerekse toplum içerisinde insanların birbirleriyle olan ilişkilerinde sevgi son derece önemlidir. Sağlıklı huzurlu ve mutlu bir şekilde yaşamamız buna bağlıdır. Toplum içinde sevgiyi yeşertmek ancak hoşgörü ile olur. Hoşgörünün hâkim olduğu yerde olumsuzlukların ve kötülüklerin hâkim olduğu düşünceler olmadığı gibi barınması da mümkün değildir. Sevgi, hoşgörünün anahtarıdır. Günümüzde insanların hoşgörüsüzlüğü yüzünden kavgalar ve savaşlar artmıştır. Hâlbuki insanlar sevgi ve saygı içerisinde birbirlerini hoş görseler daha mutlu bir şekilde yaşama olanağı bulurlar. Yunus Emre`nin “Sevelim sevilelim, dünya kimseye kalmaz." sözü sevginin önemini, insanları kırmanın ve incitmenin yersiz olduğunu bize en güzel şekilde açıklamaktadır. Sonuç olarak sevgiden ve hoşgörüden yoksun kişi ve toplumlar yok olmaya mahkûm oldukları gibi insanlığın gereğini yerine getirmeyen, insanlıktan nasibini almamış kişi ve toplumlardır. Münire BEKCAN BAHÇELER VARDI Eskiden burada bahçeler vardı, Koşuşurduk hep birlikte. Bir göl vardı şu köşede, Yüzerdik içinde. Sarardı nergislerin kokusu her yeri. Karşılardı bizi portakal ağaçları. Çimlere otururduk, Dinlenirdik üstünde. Şimdi nereye gitti o bahçe? Portakal ağaçlarımızı kim kesti? Kim kopardı nergislerimizi? Kim yok etti çocukluk hatıralarımızı? Zülay GÖÇMEN DOSTLUK Herkes yakın bir arkadaşa sahip olmak ister. Sırlarını paylaştığında kimseye anlatmayacak, seni dinlediği kadar da sana bir şeyler anlatacak bir dost ister her insan. Kötü günüm dediğinde cidden yanında olacak insanı herkes bulmak ister. Seninle hayatının derinlerine inecek, o derinliğin yarattığı karanlıkta elini tutup sana bir ışık yakacak dost gereklidir. Herkese lazımdır. Ama bunları onlardan beklemek de yanlıştır. Bu kadar iyi ve her şeyiyle mutlu eden bir dost aramak yerine, biz o dost olmaya çalışmalıyız. İyi bir dost olmak, onun her istediğini yapmak değildir, ona inanmaktır. Onun isteklerini makul görmek başkadır, ona boyun eğmek başkadır. İşte o zaman bilmelisin ki boyun eğdiğiniz o kişi, sizin dostunuz değildir. Evet, belki siz ona bir anlam yüklemiş ve onu sevmiş olabilirsiniz ancak o size çıkar yolundan başka hiçbir gözle bakmamıştır. O sizi sevmemiştir, değer vermemiştir, anlattıklarınızı umursamamış ve sadece sizinle dalga geçmiştir. Ama siz bunu anlamamışsınızdır. Çünkü o, bunların hiçbirini açıkça yüzünüze söylememiştir. Söylemez deO sizin gerçek dostunuz değildir ki bunları size söylesin… Ancak öyle biri vardır kiSizi gerçekten sever. Yaşadığınız sorunlarınızı kendi sorunuymuşçasına önemser. Üzülmenize dayanamaz, size haksızlık yapıldığında kendine yapılmış sayar ve onun için mücadele eder. O sizin dostunuzdur, işte. Yıllar geçse de dostunuz kalacak olan yine odur. İrem AÇIKALIN Nisan ÖZDEMİR

SÖZCÜKLER · 2017. 2. 7. · SÖZCÜKLER Yıl: 2014-2015 Sayı: 1 1 SEVGİNİNGÜCÜ Sevgi; insanınbeynini, yüreğini,bedenini sürekliolarak megul eden ve ruha can veren en değerliduygudur

  • Upload
    others

  • View
    4

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

  • SÖZCÜKLERYıl: 2014-2015Sayı: 1

    1

    SEVGİNİN GÜCÜ

    Sevgi; insanın beynini, yüreğini, bedenini sürekli olarak meşgul

    eden ve ruha can veren en değerli duygudur. İnsanın, bir kişiyi veya

    bir nesneyi sevmesi ona olan ilgi ve bağımlılığını arttırır, yoğun

    duygular yaşatır.

    İnsanı hayata bağlayan iki şey vardır: Birincisi ümidi, diğeri

    sevgisidir. Bu iki duygudan yoksun biri kurumuş bir ağaç gibidir,

    yaşama gayesi ve inancı kalmamıştır. Sevgi, canlı bir vücudun

    damarlarında gezen kan gibidir. İnsanın yaşamsal faaliyetlerini

    sürdürebilmesi için bu kana ihtiyacı vardır. Sevgi de bunun gibi

    insanın ruhuna güç katan yaşamına renk katıp onu anlamlı hale

    getiren sihirli bir değnek gibidir. İnsanlardaki sevgi duygusu harekete

    geçtiği zaman hayat bir anlam ve önem kazanır. Bu durumda insan

    karşısındakinden hiçbir karşılık beklemeden kendinden var olan

    maddi ve manevi her şeyini vermek ister, sonuçta verir. Seven insan

    şefkatli merhametli ve fedakârdır. Örneğin çocuğunu dünyaya getiren

    bir anne gece gündüz demeden çocuğunun ihtiyaçlarını karşılayarak

    şefkat gösterir. Uykusuz kalarak yorulmak nedir bilmeden büyük bir

    sabır ve fedakârlık örneği göstererek çocuğunu büyütür. Gerçekten de

    seven insan sevgisi için her şeye katlandığı gibi her türlü zorluğa da

    göğüs gerer.

    İnsan toplum halinde yaşayan sosyal bir varlıktır. Gerek aile,

    gerekse toplum içerisinde insanların birbirleriyle olan ilişkilerinde

    sevgi son derece önemlidir. Sağlıklı huzurlu ve mutlu bir şekilde

    yaşamamız buna bağlıdır. Toplum içinde sevgiyi yeşertmek ancak

    hoşgörü ile olur. Hoşgörünün hâkim olduğu yerde olumsuzlukların ve

    kötülüklerin hâkim olduğu düşünceler olmadığı gibi barınması da

    mümkün değildir. Sevgi, hoşgörünün anahtarıdır. Günümüzde

    insanların hoşgörüsüzlüğü yüzünden kavgalar ve savaşlar artmıştır.

    Hâlbuki insanlar sevgi ve saygı içerisinde birbirlerini hoş görseler

    daha mutlu bir şekilde yaşama olanağı bulurlar. Yunus Emre`nin

    “Sevelim sevilelim, dünya kimseye kalmaz." sözü sevginin önemini,

    insanları kırmanın ve incitmenin yersiz olduğunu bize en güzel

    şekilde açıklamaktadır.

    Sonuç olarak sevgiden ve hoşgörüden yoksun kişi ve toplumlar

    yok olmaya mahkûm oldukları gibi insanlığın gereğini yerine

    getirmeyen, insanlıktan nasibini almamış kişi ve toplumlardır.

    Münire BEKCAN

    BAHÇELER VARDI

    Eskiden burada bahçeler vardı,

    Koşuşurduk hep birlikte.

    Bir göl vardı şu köşede,

    Yüzerdik içinde.

    Sarardı nergislerin kokusu her yeri.

    Karşılardı bizi portakal ağaçları.

    Çimlere otururduk,

    Dinlenirdik üstünde.

    Şimdi nereye gitti o bahçe?

    Portakal ağaçlarımızı kim kesti?

    Kim kopardı nergislerimizi?

    Kim yok etti çocukluk hatıralarımızı?

    Zülay GÖÇMEN

    DOSTLUK

    Herkes yakın bir arkadaşa sahip olmak ister. Sırlarını

    paylaştığında kimseye anlatmayacak, seni dinlediği kadar da sana

    bir şeyler anlatacak bir dost ister her insan. Kötü günüm dediğinde

    cidden yanında olacak insanı herkes bulmak ister. Seninle hayatının

    derinlerine inecek, o derinliğin yarattığı karanlıkta elini tutup sana

    bir ışık yakacak dost gereklidir. Herkese lazımdır. Ama bunları

    onlardan beklemek de yanlıştır. Bu kadar iyi ve her şeyiyle mutlu

    eden bir dost aramak yerine, biz o dost olmaya çalışmalıyız.

    İyi bir dost olmak, onun her istediğini yapmak değildir, ona

    inanmaktır. Onun isteklerini makul görmek başkadır, ona boyun

    eğmek başkadır. İşte o zaman bilmelisin ki boyun eğdiğiniz o kişi,

    sizin dostunuz değildir.

    Evet, belki siz ona bir anlam yüklemiş ve onu sevmiş

    olabilirsiniz ancak o size çıkar yolundan başka hiçbir gözle

    bakmamıştır. O sizi sevmemiştir, değer vermemiştir, anlattıklarınızı

    umursamamış ve sadece sizinle dalga geçmiştir. Ama siz bunu

    anlamamışsınızdır. Çünkü o, bunların hiçbirini açıkça yüzünüze

    söylememiştir. Söylemez de… O sizin gerçek dostunuz değildir ki

    bunları size söylesin…

    Ancak öyle biri vardır ki… Sizi gerçekten sever. Yaşadığınız

    sorunlarınızı kendi sorunuymuşçasına önemser. Üzülmenize

    dayanamaz, size haksızlık yapıldığında kendine yapılmış sayar ve

    onun için mücadele eder. O sizin dostunuzdur, işte. Yıllar geçse de

    dostunuz kalacak olan yine odur.

    İrem AÇIKALIN

    Nisan ÖZDEMİR

  • SEVGİ, SAYGI VE DOSTLUK

    Herkes bir dostunun olmasını ister. Dost insana olan en yakın kişidir. Dostluğun olabilmesi

    için, iki dostun arasında mutlaka sevgi olmalıdır. Sadece sevgi değil, saygı da olmalıdır. Eğer

    iki dostun arasında gerçekten sevgi ve saygı varsa onlar gerçekten gerçek bir dosttur.

    Arkadaşlıklarını ömür boyu sürdürebilecek iki dost. Dostların birbirine karşı sevgi duyması

    demek o kişilerin birbirini üzebilecek hiçbir şey yapamaması, birbirini kırmaması gibi

    anlamlara gelir. Dostların birbirine karşı saygı duyması ise mesela ne kadar birbirlerine yakın

    olursa olsun birbirleri ile dalga geçmemesi, kötü sözler söylememesi gibi anlamlara gelir.

    Dostlukların temeli işte bunlardır sevgi ve saygı.

    Eğer bir insan dostuyla uzun süre dost kalmak istiyorsa sevgiyi ve saygıyı dostuna karşı

    göstermelidir. Birbirine karşı sevgi ve saygı duyan dostların arkadaşlıkları her zaman ömür

    boyu sürer. Bu yüzden kesinlikle ve kesinlikle dostlar birbirine sevgi ve saygı göstermelidir.

    Işıl BİLEN

    2

    DENİZDEKİ KİR

    Damla ve Yağmur 13 yaşındaydılar. Birbirleriyle kreşten buyana çok yakın iki arkadaştılar. Aileleri de bu sayede tanışmış, busayede çok iyi anlaşmışlardı. Okulun son günüydü. Damla veYağmur karnelerini almışlar, eve gidiyorlardı. Aileler plan yapmıştı.Bu yaz birlikte Çeşme’ye tatile gideceklerdi. Valizler hazırlandı.Damla ve Yağmur’un gelmesi bekleniyordu. İkisi de gayet iyikarneler getirmişlerdi. Artık her şey hazırdı. Çeşme’ye doğru yolaçıktılar. Çeşme’ye vardıklarında yolculuk gayet eğlenceli geçmişti.Valizler boşaltıldı. Bir sonraki gün plaj çantaları hazırlandı. Plajainildi. Damla’nın annesi Filiz Hanım ile Yağmur’un annesi YeşimHanım güneşlenmek istediklerini söylediler. Yağmur’un babasıBurak Bey ile Selin’in babası Serhat Bey ise dolaşacaklarınısöylediler. Damla ve Yağmur da annelerinin yanında oturacaklardı.Damla:-Yağmur, deniz ne kadar kirli farkında mısın?Yağmur :-Evet, ben de geldiğimiz gün fark ettim.Damla :-Sence herhangi bir şey yapabilir miyiz?Yağmur :-Bence belediyenin temizlik görevlilerini arayabiliriz.Damla :-İyi de baksana, onlar zaten temizliyor. Bence daha farklı şeylerdüşünelim.Yağmur :-Neyse hazır tatile gelmişken bunlarla canımızı sıkmayalım. Bencebiraz yüzelim, sonra da bir kafeye gideriz.Damla :-Tamamdır.

    Akşam olmuş, hava kararmıştı. Eve dönmeye karar verdiler.Akşam Damla ve Yağmur, Damla’nın odasına kapandılar. Kafedetanıştıkları yeni arkadaşları hakkında konuşuyorlardı. Onlarkonuşurken Yeşim Hanım onları çağırdı. Aşağı indiler. Akşamserinliğinde Çeşme çok güzeldi. Terasta oturmuş, çay içiyorlardı.

    Serhat Bey :

    -Burak, bugün dolaşırken fark ettim. İnsanlar etrafı çok kirletmiyor

    mu?

    Burak Bey :

    -Ne yalan söyleyeyim ben bu duruma üzüldüm Serhat. Bizim

    çocuklarımız da böyle bir ortamda büyüyor. Ama ben onların

    bilinçli olduklarını düşünüyorum.

    -Ben de denizdeki kiri fark ettim, diye söze girdi Filiz Hanım.

    -Evet. Hatta içimden denize girmek gelmedi, diyerek Yeşim Hanım

    da konuşmaya dâhil oldu.

    Damla ve Yağmur tekrar odalarına çıktılar. Bir yandan oje sürüyor,

    bir yandan konuşuyorlardı.

    Damla:

    -Gördün mü kirliliği annemler de fark etmiş.

    Yağmur :

    -Evet, aslında sabah konuyu geçiştirdim ama sanırım bir şeyler

    yapmamız gerekecek.

    Damla :

    -Bence de. O zaman bu gece ne yapabileceğimizi düşünelim. Sonra

    konuşuruz.

    Yağmur :

    -Tamam. İyi geceler.

    Damla :

    -Sana da.

    Sabah olmuş, herkes uyanmıştı. Burak Bey ile Serhat Bey

    kahvaltı için ekmek ve meyve suyu almaya gitmişlerdi. Kızlarsa

    anneleriyle kahvaltı masasını hazırlıyorlardı. Kahvaltılarını yaptılar

    ve plaja indiler. Kızlar yeni arkadaşlarıyla buluşacaklardı.

    Damla:

    -Kızlar biz dün gece Yağmur’la denizin ve çevrenin çok kirli

    olduğunu konuştuk, sizce de öyle değil mi?

    -Evet, gerçekten öyle ama biz ne yapabiliriz ki? dedi Sevda.

    -Bilmiyorum. Ama bu durum çok rahatsız edici.

    Damla:

    -Aslında ben gece bir şeyler düşündüm. Biliyorsun ikimiz de

    tiyatro kolundayız okulda. Kızlar da yardım ederse çevre kirliliği

    hakkında güzel bir oyun yazar ve dün gittiğimiz kafeden izin alıp

    kafenin önünde oyunu sergileyebiliriz. Ne dersiniz?

    Hepsi birden “Harika fikir!” diye bağırdı.

    İş oyunu yazmaya gelmişti. Hepsi akşam bir şeyler düşünecekti.

    Damla ve Yağmur akşam odalarına kapandılar ve akıllarına geleni

    yazdılar. Sabah yazdıklarını birleştirdiler ve güzel bir oyun ortaya

    çıktı. Kafeden izin almaya gittiler. Kafenin sahibi gençlerin böyle

    bir şey düşünmesinden çok memnun oldu ve bu öneriyi seve seve

    kabul etti. Bir sonraki gün oyunu oynayacaklardı. Damla ve

    Yağmur ailelerine saat 13.00’da Deniz Kafe’nin önünde olmalarını

    söylediler. Sabah oldu, herkes kafenin önüne doluştu. Kalabalığı

    gören geliyordu. Hazırlıklarını tamamlayan ve kalabalığın yeterli

    olduğunu düşünen kızlar oyuna başladı. Anne babalar gururluydu.

    Herkes kızları tebrik ediyordu. Kızlar çok sevinmişti. Birkaç gün

    sonra Çeşme daha temiz bir yer olmuştu.

    Tuğba ŞEN

    İNSANLIĞIN TACI

    İnsanlar birbirini neden üzer ki

    Sevmek, sevilmek varken

    Kavga etmenin ne yararı vardır

    Sevmek, sevilmek varken

    Herkes kardeştir bu hayatta

    Dostluktur herkesi kardeş yapan

    Kardeşlik insanlığın tacıdır

    Dostluktur herkesi kardeş yapan

    Artun CANKAR

    Buket KARABULUT

  • 3

    LAL OLMUŞ DİLLER

    Dedi babam tanır mısın Mevlana‘yı?

    Ürperdim, korktum, çekindim… Tanımıyordum ki!

    Resmine baktım önce internetten,

    Ününü okudukça öğrendim.

    Sevgi demekti küçüklere, saygı demekti büyüklere.

    Tertemizdi yüreği, kocamandı kalbi.

    Lal olmuştu diller alınca ondan feyz,

    Üstünlük yoktu aralarında, eşitti herkes.

    Kalbimde hissettim onu, bütün varlığımda gördüm.

    "Ya göründüğün gibi ol ya da olduğun gibi görün. "

    Onur Ahmet TURAL

    BENEKLİ ile KÜÇÜK FİL

    Benekli adında bir köpek vardı. Benekli bir gün dışarıya çıkmıştı.

    Hoplaya zıplaya dolaşırken farkında olmadan ormanın içine iyice

    dalmıştı. Şelalenin yanında ağlayan bir fil gördü. Yanına yaklaşarak

    sordu:

    -Neden ağlıyorsun?

    Küçük fil ağlayarak cevap verdi:

    -Kardeşimle saklambaç oynuyorduk, onu aradım ama bulamadım.

    Kayboldu galiba. Ben şimdi onu nasıl bulacağım?

    Benekli:

    -Bu kadar üzülme, dedi.

    Ayrı yollara gidip yavru fili aramaya başladılar. Benekli küçük bir

    kirpiyle karşılaştı.

    Benekli:

    -Merhaba kirpi kardeş, nasılsın? Diye sordu.

    Kirpi önce korktu ama Benekli‘nin iyi yürekli olduğunu anlayınca

    -Merhaba köpek kardeş. diye cevap verdi.

    Benekli:

    -Burada küçük bir fil gördün mü?

    Kirpi:

    -Hayır, görmedim. Umarım küçük fili bulursunuz.

    Diyerek oradan uzaklaştı. Hava kararmak üzereydi. Benekli fazla geç

    olmadan yuvasına döndü. Bahçe kapısından girerken ne gördü

    dersiniz? Evet, küçük bir fil yavrusu. Benekli küçük fili kardeşine

    götürmeyi düşündü. Vakit çok geç olmuştu.

    Benekli:

    -Geceyi burada geçirirsin. Sabahleyin kardeşine gitmene

    yardım ederim, dedi.

    Karnı çok acıkan küçük fili doyurmak gerekiyordu. Benekli’nin

    kaseye koyduğu sütü bir yudumda içti.

    Küçük fil:

    -Bu kadarcık sütle benim karnım doymaz ki, diye mırıldandı.

    Benekli hemen bahçeden çokça havuç çıkartıp ona verdi.

    Yorucu bir gün geçirmişlerdi. İkisi de hemen uykuya daldılar. Gün

    ağarmak üzereydi. Benekli uyandı. Hemen küçük filin yanına git.

    Benekli:

    -Hey, fil kardeş, uyan artık! Bak sabah oldu, diyerek uyandırdı.

    Hemen ormanın yolunu tuttular. Yolculukları oldukça eğlenceli

    geçiyordu. Böylelikle yolun çok uzun olduğunu anlayamadılar.

    Sonunda büyük filin yanına geldiler. İki kardeş, birbirlerini

    görünce çok sevindiler. Sarılıp sevinç çığlıkları attılar. Benekli de

    çok mutlu oldu, hemen söze karıştı;

    Benekli:

    -Bir daha sakın kardeşinin yanından ayrılma. Vahşi hayvanlarla

    karşılaşabilirsin. Daha dikkatli olmalısın diyerek evine dönmek

    için yola çıktı.

    Bilge Ilgın YILDIRIM

    SU GİBİ BERRAK OL

    İnsanların hepsinin içinde az da olsa

    merhamet, sevgi ve şefkat vardır. Çünkü

    insan, ne yaparsanız yapın ne tamamen kötü

    olabilir ne de iyi. Lakin insan iyi yönünü

    güçlendirmeli, kötülüklere karşı bir duvar

    örmelidir. Kötülüğünü bir kum tanesi kadar

    küçültmeli, iyiliğinse dünya kadar

    büyütmelidir kişi.

    Akarsular hiç usanmadan su taşır durur

    bize. Suyuyla yardım eder yaşamamıza,

    çünkü o cömerttir ve öyle de kalacaktır.

    İnsan da bir akarsu gibi olmalı, hiç

    düşünmeden yardım edebilmeli

    karşısındakine. Ne olursa olsun cömert

    olmalı. İçini ferahlatmalı insanın. Ya güneşi

    hiç düşündünüz mü? Bizi ısıtır şefkatiyle ve

    asla yakmaz insanları çünkü o merhametlidir

    de. Peki insan güneş gibi niçin olamıyor?

    Acaba karanlık tarafımızı fazla mı

    besliyoruz?

    İnsan, her zaman diğerlerine şefkatle

    yaklaşmalı, onlara merhametli

    davranmalıdır. Fakat ne zaman ki güneş

    yavaşça kaybolur, o zaman gündüzün

    kirliliklerini, kusurlarını örten gece gelir.

    Gündüz, gecenin karanlıklarını örtmek için

    didinir durur hep. Sen de başkalarında kusur

    aramak yerine, baktın ki birinin kusuru var,

    gece gibi ört o kusuru. Hele şu hiddet,

    asabiyet var ya insanın kötülüğünü besleyen

    en berbat iki şeydir. Yaklaşmamak lazımdır

    onlara. Bir ölü gibi sessiz durmalı, onları

    sakin bir şekilde uzaklaştırmalıyız.

    Doğanın en sevdiğim bölümü topraktır

    benim. Ya sizin? Çünkü toprak bize bir

    tohum ve suyla koskoca bir ağaç verirken

    asla büyük görmez kendini. Kendine göre o

    sadece topraktır. İnsan da ne kadar iyi olursa

    olsun, ne kadar başarılı olursa olsun burnu

    havada olmamalıdır. Aynı Toprak Ana gibi

    alçakgönüllü olmalı, mütevazılığını

    yitirmemelidir. Gel gelelim denize. Aslında

    Dünya'nın dörtte üçü hoşgörüyle kaplıdır.

    Neden mi? Çünkü denizler yapılan tüm

    yanlışları dalgalarla sineye çeker, onları yok

    etmeye çalışır. Yani insanın yapması

    gereken en büyük şeylerden birini yapar

    değil mi? İşte insan ne zaman, nasıl ve ne

    yapması gerektiğini çok iyi bilmelidir. Bir

    şeye de çok dikkat etmelidir: İnsanın içi ile

    dışı bir olmalıdır. Dıştan bakınca içi

    görülebilmelidir. İkiyüzlü olmak hem

    kendine hem de etrafındakilere zarar verir.

    Son bir kez daha ben değil, Mevlânâ

    anlatsın size kendi sözleriyle: Cömertlik ve

    yardım etmede akarsu gibi ol. Şefkat ve

    merhamette güneş gibi ol. Başkalarının

    kusurunu örtmede gece gibi ol. Hiddet ve

    asabiyette ölü gibi ol. Alçak gönüllülükte

    toprak gibi ol. Hoşgörülülükte deniz gibi ol.

    Ya olduğun gibi görün ya göründüğün gibi

    ol!

    Uğur BÖCEĞİ

    Baki YASİN

  • İMTİYAZ SAHİBİCemile CEYHAN

    GENEL YAYIN YÖNETMENİAyşin HAMURCU

    OKUL ADRES TELEFONÖZEL YÜKSELEN ORTAOKULU

    Havalimanı Çubuk Yolu 11.km Çubuk/ANKARA 03128378850

    YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜİlknur GÖK

    GÖRSEL DANIŞMANMehmet Gürcan AYRAN

    YAYIN KURULUSena KOÇ

    Ayfer SUBAŞI 4

    MAHİR DAYI

    Sarp ödevlerini bitirmiş, televizyonda çizgi film izliyordu. Babası

    odasında çalışıyor, annesi ise bulaşıkları yeni bitirmişti, telefonda biriyle

    konuşuyordu. Sarp istemeden kulak misafiri oldu annesinin konuşmasına.

    Annesinin "Hı hı.", "Cuma mı?", "Yok, yok.", "Bir dakika." dediğini

    duyuyordu. Sonra Sarp'ı yanına çağırdı:

    ― Oğlum, bırak şu televizyonu da gel dayınla konuş.

    ― Geliyorum, derken çok heyecanlıydı Sarp.

    Telefonun öbür ucundaki dayısı, Sarp'a ondan bir şey isteyip

    istemediğini sordu. Sarp isteklerini bir bir sıralarken annesi, "O kadar şey

    istenir mi?" dercesine bakıyordu oğluna. Sarp'ın istekleri bitip dayısıyla

    vedalaşınca telefon kapandı. Annesi, Sarp'a "Sanki, burada kıtlık var.

    Boşu boşuna dayını yormasan olmaz mıydı?" dedi. Ama o bunları

    söylerken Kanada'daki kardeşi Mahir, Sarp'ın isteklerini son bir kez

    gözden geçiriyordu. Hepsini tek tek yazmıştı.

    Sarp telefonu kapattığı andan itibaren yerinde duramaz olmuştu. Daha

    önceleri de dayısıyla telefon görüşmeleri yapıyordu ama hiç bu kadar

    heyecanlanmamıştı. Sarp'ın bu kadar heyecanlanmasının sebebi Mahir

    dayısını şimdiye kadar hiç görmemiş olmasıydı. Hele ki dayısının cuma

    günü yanlarında olacağını öğrenince o günü iple çekmeye başlamıştı.

    Sarp'ın başka hiçbir şeyle ilgilenmeye hevesi kalmamıştı. Ödevlerini bile

    yapmakta zorlanıyordu. Bütün dikkatini dayısının geleceği güne

    yöneltmişti.

    Perşembe akşamı Sarp okuldan geldiğinde annesi yemek yapıyordu.

    Babasıysa işten henüz gelmemişti, o da birazdan evde olurdu. Yemekte

    domates çorbası, pilav ve körili tavuk vardı, yani Sarp'ın en sevdiği

    yemekler. Sarp tam yemeye başlayacakken babası Ercüment Bey geldi.

    Sarp, babasının da masaya oturmasını bekledi. O gece ailenin üç ferdi de

    tıka basa yemek yediler. Üstüne uyku çöken Sarp yatağına gitti. O gün

    neyse ki hiç ödevi yoktu.

    Sabah yedi buçukta Sarp uyandı. O uyandığı zaman babası çoktan

    gitmiş olurdu. Annesi ile kahvaltı yapıp okul için hazırlandı. Servis onu

    sekizi çeyrek geçe evlerinin önünden aldı. O gün okula gitmeyi hiç mi hiç

    istememişti ama annesi gitmesi gerektiğini kesin bir dille söylemişti. Koca

    bir gün, saniyeler, dakikalar, saatler geçmek bilmedi. Sarp heyecandan

    yerinde duramıyordu. Sonunda akşam olmuştu. Sarp'ın okulu havaalanına

    yakın olduğu için annesi ve babası onu okuldan aldılar. Havaalanına

    doğru yola koyuldular. On beş dakika sonra havaalanındaydılar. Sarp

    annesiyle arabadan indi. Ercüment Bey'se arabayı park etmeye gitti.

    Sarp'ın annesi Şeyma Hanım, kardeşi Mahir'in hangi kapıdan geleceğini

    biliyordu. Hemen o kapıya yöneldiler. Beklemeye başladılar. Bu sırada

    Sarp dayısını görüp ona sarıldığını, sonra hep birlikte eve gidip hediyeleri

    açtıklarını hayal ediyordu. Dayısını yaklaşık yarım saat beklediler. Bu

    süre zarfında Sarp neredeyse kapıdan içeri giren her adamı dayısı

    sanıyordu. Annesi de sabırlı olmasını söylüyordu.

    Annesinin onunla ilgilenmediği bir anda Sarp, bir adamı dayısı

    zannedip ona sarılmaya çalıştı. Lakin adam onu tersleyince onun dayısı

    olmadığını anladı. Annesinden de azar işitti.

    Sonunda kapıdan koşarak içeri giren bir adama annesi de koşarak

    yaklaştı. Sarp gelenin dayısı olduğunu anlayamadı. Çünkü dayısını sadece

    fotoğraflarda görmüştü. Fotoğrafların hiçbirinde dayısının sakalı ve bıyığı

    yoktu. Oysa karşısında duran adamın sakal ve bıyığı vardı. Bir an tereddüt

    etti. Karşısında telaş içinde konuşmaya çalışan bu adam dayısı olabilir

    miydi? Annesi Sarp'a "Bak oğlum dayın geldi." demeseydi o daha çok

    düşünecekti.

    Mahir, ablasına telaşla bir şeyler anlatmaya devam ediyordu. Sarp'ın

    orada olduğunun farkında değilmiş gibiydi. Sarp dayısının onunla

    ilgilenmemesine bozulmuştu. Telefondaki sevecen, şakacı, yumuşak ses

    tonundan eser yoktu. Öfkeli ve aceleci bir ses tonuyla durmadan

    konuşuyordu. Sarp'a sarılmayı falan çoktan unutmuştu. Sarp dayısını

    umduğu gibi bulamamanın rahatsızlığını iliklerinde hissetti. Hayal

    kırıklığını ilk kez bu kadar yoğun yaşıyordu. Mahir, ablasına "Valizlerimi

    yanlış uçağa koymuşlar. Uçak beş dakika sonra Japonya'ya uçacakmış."

    diye bağırıyordu.

    Sarp, babası Ercüment Bey yanlarına geldiğinde ağlamak üzereydi. O

    sırada bir anons duydular: "JP-6739 numaralı Japonya uçağı

    havalanmıştır." Artık çok geçti. Mahir, saçlarını yolarcasına çekiştirip

    olduğu yerde bir tur döndü. Ablası Şeyma Hanım onu teselli edecek

    sözler bulmaya çalışıyordu ama nafile, olan olmuştu. Mahir'in yanında

    sadece küçük sırt çantası vardı. "Hay aksi şeytan! Beni bulur zaten tüm

    aksilikler." diye söyleniyordu. Pek hoş olmasa da Mahir dayı sonunda

    gelmişti Türkiye'ye. Eve gidinceye kadar valizlerden ve yolculuktan

    bahsettiler. Ercüment Bey ortamı yumuşatmaya gayret etti.

    Nihayet evde birbirlerine sarılabildiler ama kimsenin yüzü

    gülmüyordu. Hele Sarp'ın hevesi kursağında kalmıştı. Dayısına doyasıya

    sarılamamıştı. Kucağına atlayamamış, omzuna çıkamamıştı. Oysa ne

    hayaller kurmuştu, havalimanında binlerce kez dayısına koşup sarılmıştı.

    Gerçek karşılaşmaları ise tam bir fiyaskoydu. Valizlerin kaybolması

    Sarp'ın hayallerini suya düşürmüştü. Bir de bunun üzerine dayısının

    getirdiği oyuncakların Japonya'ya uçması...

    Mahir dayısı Sarp'ı yanına çağırdı ve sırt çantasını açtı. Çantadan bir

    oyuncak araba çıkardı. Sarp'ın ellerine tutuşturdu. Ardından bir oyuncak

    daha, bir oyuncak daha derken tüm çantayı Sarp'ın önüne boşalttı. "Ben

    değerli eşyaları hep yanında taşırım. Yeğenimim istediği şeyler benim

    için çok değerliydi. O yüzden bunları yanıma almıştım." dedi. Sarp,

    dayısının kucağına atlayıp ona öyle bir sıkı sarıldı ki mutluluklarına

    diyecek yoktu. Sarp "Hediyeler olmasa da önemli değildi dayı, sonuçta

    sen yanımızdasın ya. İyi ki geldin." dedi. Ailenin mutluluğu görülmeye

    değerdi.

    Aykut ÖZMEN

    GÜNEŞ GİBİ OLHoşgörü, insanların birbirlerinin düşüncelerine, inançlarına saygı

    duyması anlayışlı olması demektir. Yaşadığımız dünyada insanların

    uyum ve düzen içinde yaşayabilmeleri için hoşgörü şarttır.

    Hoşgörünün olmadığı yerde kargaşa olur.

    Mevlana; sevgi, hoşgörü ve barışı ne de güzel anlatmış: ‘’Sevgide

    güneş gibi ol, dostluk ve kardeşlikte akarsu gibi ol, hataları örtmede

    gece gibi ol, tevazuda toprak gibi ol, öfkede ölü gibi ol, her ne olursan

    ol, ya olduğun gibi görün, ya da göründüğün gibi ol.’’ Yunus Emre de

    gönül insanıdır, sevgi aşığıdır. İnsanın önce gönlüne önem verir. Gelin

    Yunus’a kulak verelim: “Ben gelmedim dava için, benim işim sevgi

    için dostun evi gönüllerdir, gönüller yapmaya geldim.”

    Ülkemizde bu kavramları nasıl da kaybettiğimizi sabah televizyonu

    ilk açtığımızda haberlerde izliyoruz. Futbol maçlarında insanların

    küfürlerini; birbirlerine satırla, bıçakla saldırdıklarını dinliyor ve

    görüyoruz. Kadın cinayetleri gün geçtikçe artıyor. Öfkemiz şiddetle

    artıyor. Babalar cinnet geçirip çocuklarını ve eşlerini silahla vurup

    öldürüyorlar. İnsanlar birbirlerini dinlemiyor, hemen yargılıyor ve

    kavga oluyor.

    Her insan hoşgörü, sevgi, saygı, alçak gönüllü olmanın

    güzelliğini kavramalıdır. Unutulmamalıdır ki gelişme ancak farklı

    düşüncelerin çatışmasıyla ortaya çıkar. Her yeni düşünce bir

    gelişme adımıdır. Hoşgörü hayatımızın önemli bir parçasıdır.

    Sertaç DERYA

    Dergimizin yayınlanması için katkıda bulunan Yükselen Eğitim Kurumları’na Teşekkür Ederiz.

    Ilgaz AKCENGİZ