Upload
ibrahimokur
View
663
Download
12
Embed Size (px)
DESCRIPTION
www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari
Citation preview
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
1 1
Esasen Avrupa’nın kendisine ait hiçbir şeyi yoktur;
neyi varsa esasen Asya’dan almıştır; uyguladığı kültler ve
Hıristiyanlığın üstüne örttüğü şeyler de Asya kökenlidir.
Fransız coğrafyacı Vivien de Saint-Martin (1802-1897)1
TARİHİN KÖTÜYE KULLANILMASI ve HİNT AVRUPACILIK
1 GİRİŞ
Sözde Ermeni soykırımının olmadığının kanıtlarını açıklamayı bile yasaklayan sö-
züm ona yasa tasarısı Fransa parlamentosunda ve ardından da senatoda kabul edildi2.
Fransa tarihini incelemiş olanlar, böyle bir akıl dışılığın son derece olağan olduğunu da bi-
lirler. Fakat bilmeyenler, daha doğru bir deyişle, Batının üstünlüğünü ve sözde bilimselliğini
içselleştirmiş olanlar, bu durumu açıklayamazlar. Nitekim suçu Fransa’ nın yoz politikacıla-
rına, magazin medyasının baş aktörlerinden Sarkozy’nin üzerine yıkmaya çalışıyorlar. Ay-
dınlanmacı Fransa’ya toz kondurmak istemiyorlar. “Fransa, kendi geçmişini inkâr etti”, di-
yorlar. Biz ise geçmişini inkâr etmedi, her zaman yaptıklarının yeni bir örneğini vererek
kendi geçmişini sergiledi, diyoruz. Her fırsatta Batıyı yücelten çevrelerin ezberi fena halde
bozuldu. Öyle ki içlerinden bazıları, bu günleri böylesine önemli bir konu hakkında görüş
bildirmekten kaçınarak geçiştirmeyi tercih ediyor.
Gerçekte ise Fransa, yoz politikacıdan geçilmeyen ve buna bağlı olarak da, son
haddine kadar vahşice çıkarcı yoz politikaların her zaman kolaylıkla yeni bir örneğini sergi-
leyebilen bir ülkedir. Bu konudaki yakın tarihe dayanan gerçekleri Fransa’nın İşgal Yılları
adlı kitabımızda yayınladık. Söz konusu kitabımıza ek olarak Fransız basınıyla ilgili bir teb-
liğ daha yayınladık. “Fransız Basını Alman İşgalini Nasıl Hazırladı?”, adını verdiğimiz söz
konusu tebliği facebook’taki duvarımızda incelemek mümkündür. Bu tebliğimizde ise Avru-
palı sözde tarihçilerin eski çağlar tarihi konusunda öne sürdüğü yalanlar ve abartmalar ko-
nusuna eğileceğiz. Bu sayede Fransa’nın tarih konusundaki düzenbaz tutumunun önceki ör-
neklerini tanıtacağız.
Aslında Avrupa’nın tarih konusundaki söz konusu akıl dışı tutumu Batılı aydın çev-
relerde bilinen bir durumdur. Nitekim 1999 yılında Avrupa Konseyi tarafından Oslo’da dü-
zenlenen “Tarihi Kötüye Kullanma Biçimiyle Yüzleşmek” konulu bir sempozyumda çeşitli
yönleriyle tartışılmıştır. Bu toplantılarda sunulan tebliğler Türk kamuoyuna yansıtılmamış-
tır. Ama Avrupa Birliği lobisinin Türkiye’deki azat kabul etmez köleleri, bu toplantılarda
sarf edilen ve Avrupa tarihiyle ilgili çarpıtmaları açıklamak için öne çıkarılan bazı ifadeleri,
kes-yapıştır yöntemiyle AB-D kaynaklı Ermeni iddialarını desteklemek için kullanmışlar,
AB’ye kabul edilmemizi sağlamak adına Türkiye’ye bu alanda diz çöktürmeye çalışmışlar-
dır, halen de çalışmaktadırlar. Dikkat edilirse, bu çevrelerde öncü konumdaki kimselerin
hiçbiri Fransa’nın tutumunu eleştirmiyor. AB çevrelerinden sık sık bahşiş kabul ettikleri için
olsa gerek, sessiz kalmayı tercih ediyorlar.
Bu satırların yazarı, Temizliğin Tarihi adlı kitabının giriş bölümünde özellikle eski
çağlar tarihini politikanın emrine sokacak şekilde nasıl yalan-dolan-abartma ile bezenerek
“imal” edildiğini anlatmıştır. Tebliğimizin üçüncü bölümünde, konuyu güncelleyeceğiz. Bu
sayede daha önce facebook duvarımızda yayınlamış olduğumuz “Kavim Adlarının Etimolojik
Kökenleri ve Türkler” ve “Türklüğün Tarihteki Derinliği Üzerine” ve “Sumer Çağında Ma-
tematik” adını taşıyan tebliğlerimizin de daha fazla derinlik kazanacağını umuyoruz.
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
2 2
2 TARİHİN KÖTÜYE KULLANILMASI SEMPOZYUMU
Türkiye Batılılaştıkça, çöküşüne çare bulamaz
oldu ve Batı’yla arasındaki uçurum büsbütün derinleşti
ya da iyimser bir deyişle bu uçurum kapanmadı.
Fransız sosyolog Serge Latouche, Dünyanın Batılılaşması3
Avrupalılar, İbn Haldun’dan tarihçilik konusunda birçok şey öğrenmişlerdir. Ne var ki hocalarını gör-
mezden gelerek “her şeyi kendimiz bulduk” kuruntusuyla, içlerinden birini, Alman sözde tarihçi Leopold von
Ranke(1795-1886)’ı tarihin babası ilan etmişler, ondan öncekilerin yazdıklarının tarih değil, söylence olduğu-
nu öne sürmüşlerdir. Bu ifade, genel hatlarıyla doğrudur. Yanlış olan başarının Avrupalılara mal edilmesidir.
Ranke, gerçekten de önemli tezler ortaya atmıştır. Ama bunların arasında önemli bir bölümü tarih bilimini
yozlaştıran tezlerdir. Ona göre tarihçinin görevi geçmişi yargılamak değildir, geleceğe yol göstermek de değil-
dir, sadece ve sadece geçmişte ne olduğunu ve nasıl olduğunu göstermektir. Çağının en ünlü tarihçisi olarak
nitelenen Ranke’a mal edilen modern tarih anlayışı, “tarihi serinkanlı bir nesnellikle ele almak, yansız bir tu-
tumla eleştirmek, önyargılardan bağımsız olarak davranmak, öznel yargılardan kaçınmak, olayları gerçekte
oldukları gibi aktarmak ve evrensel bir tarih amacı güderek ayrıntıları bütüne bağlamak gerektiği”4 şeklinde
özetlenmektedir. Bu sözlere kimsenin bir itirazı olamaz. Ama Ranke, söylediği gibi yapmamıştır. “Ben her
şeyden önce bir tarihçi, sonra Hıristiyan’ım”, der. Gelin görün ki, yazdıkları bunu doğrulamaz. O düpedüz
Avrupa’nın ve Hıristiyanların üstünlüğüne inanan bir kişidir. Mesela, Çinlilerin ve Hindistan’ın bir tarihleri
olmadığını, bu toplumların ilk ortaya çıkışlarından beri hiç gelişmediğini, durağan toplumlar olduklarını, bu
yüzden de tarih incelemesine konu olamayacaklarını öne süren de kendisidir. Yani modern tarihin babası
olarak övgüye değer bulunan bu adam, Doğulu toplumları tarihin dışına atan bir kişiliktir. Bu sözler tarih de-
ğil, hikâyedir. Kuruntulardan kaynaklanan söylencedir. Gerçekten de İngilizcede tarihe history, hikâyeye de
story derler. Bay Ranke de aynı kültürden geliyor.
Bu sözler, kendisinden sonra gelen bazı Avrupalı düşünürlerin öteki toplumları tarihin içine çekmek
söylemini geliştirmelerine yol açmış ve böylece emperyalizm yeni ve eskisinden daha güçlü bir aklama aracı-
na kavuşturulmuştur. Tarih konusunda “evrensel” kenar süsüyle konuşan zevat söylediklerimizi pek dikkate
almıyor ama yukarıda sözünü ettiğimiz sempozyumun açış konuşmasında Marks’ın, Weber’in ve Hegel’in ve
daha birçok ünlü düşünürün Batının üstünlüğünün altını kalın çizgilerle çizen birer tarih “tasarımcısı” oldukla-
rı konunun uzmanları tarafından itiraf edilmiştir. Söz konusu tarih tasarımcıları, Avrupa tarihinin köklerinin
Grek kültürüne dayandığını, yenilikçiliği ve sürekli evrimi Grek köklere borçlu olduklarını da öne sürdüler ve
Avrupa tarihini yalan yere Greko-Romen kültüre bağladılar. Oysa bu iddiaların ortaya atıldığı halklar, Roma
imparatorluğunu yıkan kavimlerin soyundan geliyorlardı. Ama Avrupa gerçeğin peşinde değildiler. Tarihten
bekledikleri ilk amaç emperyalizme olabildiğince kapsamlı ve geniş tabanlı aklama aracı kazandırmaktı. Nite-
kim bu alışkanlığın ne kadar derin kökleri olduğunu Fransa parlamentosundaki oylamada görüyoruz. Günü-
müzden 12 yıl önce Avrupa Konseyi, tarihin kötüye kullanılmasına son vermek için girişim başlattığı halde, bu
alanda mesafe kazanılamamıştır. Çünkü gerçekte Avrupa yetkili organları, günümüzde bile bu niyet üzere
hareket etmemektedir.
Ortaya atılan sözde tarih bilgisine yaslanarak, ırkçılık, Helen-Hıristiyan Ülküsü, Hint-Avrupacılık, İndo-
Germencilik gibi üstünlük ideolojileri birbiri peşi sıra ve anlamlı bir mozaik gibi birbirini tamamlayacak, birlikte
sağlam bağlar oluşturacak şekilde geliştirildi. Bunlardan ırkçılık konusunu Arsızlık ve Kültür/ Batının Kültürü
Dış Politikasını Nasıl Yönlendiriyor?, adlı kitabımızda incelendi. Hint Avrupacılığın çarpıklığının bütün boyutla-
rını Uygarlığın Kritik Yolu Olarak Temizliğin Tarihi adlı kitabımızda inceledik ama burada da kısa bir özet vere-
rek eski yazılarımızı güncelleyeceğiz.
Ranke’ın görüşleri ve öne sürdüğü iddiaları tümüyle yanlıştır. Mesela Çin tarihiyle ilgili küçültücü id-
diaların tamamen tersi doğrudur. Oysa Batılı tarihçilerin Ranke’ın arkasına sakladıkları İbn Haldun(1349-
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
3 3
1407)’un tarih felsefesi konusunda savunduğu görüşler günümüzde geçerliliğini korumaktadır. Bizim de ça-
lışmalarımızda özen gösterdiğimiz söz konusu görüşler şöyle özetlenebilir: Olayları anlatmakla yetinmek
yerine olaylar üzerinde düşünmek ve nedensellik ilişkisini aramak gerekir.
Söz konusu sempozyumda, Ranke’ın tarih tezinin Avrupa’ya bir virüs gibi nasıl yayıldığı da anlatılmıştır.
On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında, önce Almanca konuşulan üniversitelere yayıldığı, 1870’lerde de Fran-
sa ve ABD’de yayılmaya başladığı, ardından da İtalya, Hollanda, Rusya, İskandinavya, İspanya, Büyük Britan-
ya’da benimsendiği anlatıldı5. Buralarda pişirilip kotarılan çarpıtılmış, ideolojik bir kalıba dökülmüş tarih, sö-
mürgelere ihraç edildi. Bundan Afrika, Hindistan ve Çin payına düşeni aldı. Sadece Japonya, çarpıtılmış tarih
söylemine güldü geçti ve kendi söylemini kendisi geliştirdi. Japon söylemi, Avrupalıların ortaya attıklarını
olduğu gibi benimsemekle kalmıyor, çıtayı daha daha yukarılara tırmandırıyordu. Bir farkla ki, Avrupalıların
söyleminde nerede Avrupalı, İngiliz, Germen vs geçiyorsa hepsini atıp yerine Japon ve Japonya koydular ve
kendi sürümlerini kolay yoldan geliştirdiler. Avrupa’nın üstünlüğünü vurgulayan sözler, Japonların üstünlü-
ğüne vurgu yapan fakat başka hiçbir tarafı değiştirilmeyen cümlelere dönüştürüldü.
Avrupa Konseyi’nin söz konusu sempozyumuyla ilgili metinleri okurken karşılaştığımız bir çelişkinin
üzerinde önemle durmak istiyoruz. Katılımcı uzmanlar, tarihin kötüye kullanılmasının demokratik olmayan
ülkelerde yaygın olduğunu, buralarda amaca ve ideolojiye uygun olarak tarih üretildiğini ve bunun bizzat o
toplumlara büyük zararlar verdiğini söylüyorlar. Tarihle oynamanın suçunu ülkenin demokratik bir yapıda
olmamasına bağlamak, bize göre, çarpıklığın Avrupa’da henüz pek anlaşılamadığını göstermektedir. Gerçek-
ten de özgür tartışma ortamı olmadan tarihten dersler çıkarmak mümkün değildir. Mademki, yoz tarihçiliği
anti demokratik ülkelere yakıştırıyorlar, Fransa parlamentosunda yaşanan rezaletin önüne geçmeye neden
uğraşmadılar. Fransa’yı yere göğe koyamayan, bir fikri anlatırken Fransız aydınlanmasından örnek üstüne
örnek öne süren bizim monşerler neden susuyor. Demokratik bir ülke olan Fransa’nın tarihe ve tarihçiye
ambargo koyan bir yasayı oylamaya sunmasına neden sessiz kalındı. Sözde yasa kabul edilince bilim insanları
hangi tepkiyi ortaya koydular. On iki yıl önce sözünü ettiğimiz sempozyumda konuşanlar ve diğer davetliler
şimdi ne düşünüyorlar.
Tarihin çarpıtılması, ideolojik kalıba dökülmesi, bilimsel kafa yapılı tarihçilerin baskı altına alınması ve
eserlerinin kamuoyunun gözünden kaçırılması dünyanın batılılaştırılması ideolojisinin temel stratejileridir.
Serge Latouche, Dünyanın Batılılaştırılması adlı uyarıcı eserinde, küreselleşme edebiyatının henüz başlama-
dığı günlerde, 1989’da, bakınız neler yazmış6: “Tek bir dünya birörnek dünya olma eğilimindedir. Kişiler ara-
sındaki farklılıkların gezegen düzeyinde gittikçe azalması, düpedüz Batının eski düşünün gerçekleşmesidir…
Dünyanın birleşmesi Batının düşünü tamamlar… İnsanlığın bir zaferi değil ama insanlığa karşı kazanılmış bir
zafer söz konusudur.” Bu sözlere şunu da eklemek isteriz ki, Fransa, dünyanın birörnekleştirilmesinde kendine
rol bulmaya çalışıyor. Yoksa kendisi de ideolojisi de grileşerek birörnekleşen küresel kültürde eriyip yok oluyor.
Afrika’da ne kadar Frankofon devlet varsa hepsinde (özellikle de Çad’da, Ruanda’da ve Cezayir’de), Viet-
nam’da, Kamboçya’da, yerlileri 21. yüzyılda bile toplama kamplarında tuttuğu Yeni Kaledonya’da her türlü
insanlık suçunu işlediği halde, nasıl oluyor da Birinci Dünya Savaşı sonunda meydana gelmiş olan tehcir olayı-
nı soykırım yapıldı diyerek meclisinden geçirebiliyor? Bu kadar cüret nasıl mümkün oluyor? Bu densizlik, nasıl
oluyor da Avrupa kamuoyu tarafından reddedilmiyor? Neden tepki ile karşılaşmıyor? Bu soruların cevabını
Türkler ve Avrupa/ Avrupa Kimliği Nasıl Şekillendi?, adlı kitabımızda verdik. Burada şu kadarının söyleyelim ki,
Avrupalı sözde tarihçilerin söyleminde, öteki halkların kayda değer bir tarihleri yoktur. Öteki hakların kültürün-
den söz ederler ama bu, folklordan daha ileri bir ilgi değildir. Öteki halklar, tarihin içine gerekirse “zorla” çekil-
mesi gereken halklardır. Eğer zor kullanılmazsa, onları tarihin içine çekmek mümkün olamayabilir çünkü. Bu
amaçla, zaman zaman aleniyete dökülen (Fransa’daki ısrarlı oylamalar gibi) çelişkileri de doğal karşılamak gere-
kir. Tarihin dışında kalmış toplumların tarihin içine çekilmesi tamamlandığında çelişkiler de bir daha görülmeye-
cektir. Dikkat buyurunuz, ortadan kalkacak değiller, sadece görülmeyeceklerdir.
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
4 4
Avrupa’nın tarih ve kültür konusunda neler düşündüğünü ve nasıl bir ideolojik plan yürüttüğünü an-
layabilmek için öncelikle Hint Avrupacılık kuramına bakmak gerekir. Bu amaçla, tebliğimizde bu konuya da
yer vereceğiz.
3 HİNT AVRUPACILIK Hayır, hayır, bin kere hayır. Bana Siyahları
anlamaktan söz etmeyin. Beyaz adamın görevi dünya-
nın çiftlik sahibi olmaktır ve onun yararsız olduğu ka-
dar da tehlikeli ıvır zıvır işlerle oyalanacak hali yoktur.
Jack London7
Elinden Kurtuluş Olmayan Beyaz, adlı kitabından
Hint Avrupa kavmi deyimi, bizim tarihçilerimizin de zaman zaman kullandıkları bir deyimdir. Bunun
nedeninin Batı dillerinden tercüme kitaplar ve Batılı üniversitelerde eğitim almak olduğunu düşünüyoruz. Bu
deyimi sık kullananlar arasında öyle iddialı kimseler var ki, bunlar Türk tarihinden, kültüründen, mitolojisin-
den söz edenleri şovenlikle suçluyor. Tarihte olup biten bütün insanlık başarılarını Batıya mal etme ideolojisi-
ni içselleştirmişler. Oysa Batıda Hint Avrupacı kuramları alaya alan fikir adamları da var. Fakat bunların görüş-
leri kamuoyunda yer bulamıyor. Eğitim sistemi öyle bir nesil yetiştirmiş ki, zihinler Hint Avrupacı ve ırkçı üs-
tünlük iddialarını bir sünger gibi emmiş. Hint Avrupa kuramcılarının iki yüz yılda zihinlere kazıdığı kuramları ve
türevlerini silmek belki çok zor ama mutlaka mücadele edilmesi gereken bir insanlık faaliyetidir. Çünkü gü-
nümüzde, insanı solucan gibi gören, önden yiyip arkadan çıkaran bir canlı olarak tasarlayan zihniyetin önder-
liğinde, insanlık, bir monokültüre, ana rengi tüketim olan birörnekliğe doğru sürükleniyor. Sürükleniyor diyo-
ruz; çünkü alternatif kültürlerin bir arada bulunduğu bir dünya insanlığın sigortasıdır. Egemen kültür gerçekle
bağlarını kopardığında -ki bu tarihin çeşitli dönemlerinde defalarca olmuştur- kaçınılmaz olarak ortaya çıkacak
olan durağanlık ve onu izleyen gerileme ve kargaşa dönemlerinin herhangi bir safhasında, alternatif kültür-
lerden biri, öne fırlayarak, çağın getirdiği ve içinde yaşayanlara çözülebilir görünmeyen sorunlara tutarlı çö-
zümler teklif edebilir. Eğer egemenlik kuran kültür, gücünün zirvesindeyken alternatif kültürlere saldırır ve
onları kendi içinde eritmeyi hedeflerse insanlığa kitle imha silahı ile saldırmaktan daha beter bir kötülük
yapmış olur. Söz konusu saldırılar günümüzde Hint Avrupacı kuramlar çerçevesinde yapılmaktadır.
Hint Avrupacılar bilimsellik iddiasındadır. Oysa söz konusu kuramlar bilimden ve bilimsellikten nasi-
bini alamamış ideologlar tarafından ortaya atılmıştır. Şeytani bir zekâ örneğidir. Hint Avrupalı deyimi olur
olmaz her yerde karşınıza çıkabilir. Bazen pür dikkat izlemekte olduğunuz bir belgeselden, bazen bir gazete-
den, bazen de gayet ciddi bir makalenin satır aralarından fırlayıverir. Buna karşılık Türk kamuoyu bu deyimin
içyüzünden büyük ölçüde haberli değildir. Dolayısıyla, kullanım alanı hakkında esaslı bir fikrimiz oluşmamıştır.
Bu deyimi, sanki gerçek bir bilimsel kavrammış gibi rahat rahat kullanan kendi uzmanlarımız da işin cabasıdır.
Yıllar önce bu deyimle ne kastedildiğini merak ederek, çeşitli ansiklopedilerden ve kitaplardan, me-
rakımızı yatıştıracak ölçüde küçük çapta bir araştırma yapmıştık. Öyle ya! Hindistan neresi, Avrupa neresi.
Kim merak etmez ki? Vardığımız ilk sonuçlara göre, söz konusu deyim, uygarlık adına, uygarlığın izlediği ge-
lişme çizgisini açıklayabilmek adına ortaya atılmış Batı merkezli bir demet ideolojik söylemdi. Batılı ırkçı üs-
tünlük kuramcılarının iddialarını beslemek için kullandıkları tamamlayıcı bir unsurdu. Ne var ki, merakımızı bir
ölçüde giderdikten sonra bu konuyu izlemeyi bırakmıştık. Bir zaman sonra konuyu enine boyuna incelemek
gereğini duyduk. Buna, ülkemizde bilimsel konularda belgesel yayın yapan yabancı kökenli televizyon kanal-
larını izlemekteyken işittiğimiz bazı sözler ve söz konusu kanalların işlediği konuların ele alınış biçimi neden
oldu. Daha önce yapmış olduğumuz küçük araştırma, söz konusu yayınların bilimselden çok ideolojik içerik
taşıdığını, belirli bir ideolojik çerçevede yayın yapıldığını anlamamızı sağladı. Böylece konuyu derinlemesine
inceleme gerektiğini düşündük ve işe koyulduk. Bir zaman da böyle gitti.
Düşük yoğunlukta seyreden araştırmamızın bir safhasında, söz konusu deyimin bölücü cereyanların
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
5 5
Avrupa ayağında da, merkezi olarak kullanılmakta olduğunu anladık. Avrupa’daki Kürt enstitüleri, Avrupalılar-
la Kürtleri “ırkdaş” yapmak için kolları sıvamışlardı. Üstelik iş bununla da sınırlı kalmıyordu. Aynı merkezler,
aynı söylemlerin desteğinde, Kürtleri, Ermenileri ve Farsları birbirine akraba yapmaya çalışıyordu. Bu çabalar,
dünyanın en stratejik coğrafyasında, Sovyetlerin dağılması üzerine yeniden artma eğilimine giren Türk etkin-
liğini durduracak ve geriletecek bir baraj inşa etmek için hazırlanan bir projeye benziyordu. Bu işin arkasında
bölücülerin değil, doğrudan doğruya Avrupalı, sözde bilimsel çalışmalar yapan ideolog çevrelerin olduğu
apaçık sırıtıyordu. Konuya daha yakın plandan eğildikçe, bu çevrelerin, birkaç on yıl içinde gerçekleşecek bir
program çerçevesinde, bölgemizde kendi çıkarlarına uygun bir gelecek inşa edebilmek adına, böyle bir ”kâ-
ğıttan kale” inşa ettiklerini anladık. Konu, biz kendisini fark edinceye kadar epey yol almış görünüyordu. Bu
zaman zarfında, birçok entelektüelimiz de içyüzünü pek merak etmeden, bahsi geçen sözde bilimsel deyimi
kullanmayı benimsemiş görünüyorlardı. Birçok bilim insanımız eserlerinde, Hint Avrupalı deyimini güven
içinde kullanmaktaydı. Oysa söz konusu deyimin ortaya çıkışındaki ilk evreleri gözden kaçırmamak gerekirdi.
Sözde kuramın ortaya çıkışındaki ilk evrelerle ilgili gerçekler, kuramın ciddiyet düzeyi hakkında epey öğretici-
dir. Bu yüzden, konuyu çıkış noktasından itibaren ele alacağız.
Hint Avrupacı araştırmaların hem ilk ortaya çıkışında hem de sonraki evrelerinde, iki önemli itici güç
vardır. Bunlardan birincisi din, ikincisi ise siyasettir. Yani başlangıç itibariyle bilimsel kaygıların sıralamada yeri
yoktur. Kuramı ilk kez ortaya atanlara göre, Hint Avrupalı iddiasının doğruluğu apaçıktı; çünkü Kitab-ı Mu-
kaddes’te böyle yazıyordu. Bilim insanının görevi, olsa olsa, kutsal kitapta belirtilen gerçekleri ispatlamak
olabilirdi. Eğer ispatlanamıyorsa, iddia değil, bilim yanlış demekti. Hint Avrupalı araştırmaların bu boyutu,
kendi Kitab-ı Mukaddeslerinden devşirdikleri bilgilere dayanıyordu. Onlara göre, her şey Yaradılış Kitabı(Tekvin)’
nda açıkça belirtilmişti. Buna göre, Yahudiler ve Araplar, Nuh peygamberin oğlu Sam’dan, Mısırlılar ve Eti-
yopyalılar (Kıptiler) ise Ham’dan geliyordu. Bu bilgiler, geri kalan bütün kavimlerin Yafes’in soyundan geldiği
sonucunu getiriyordu. “Yafes dilleri” sözü işte böyle ortaya çıktı8.
Bu deyim, kitap sayfaları arasında yer bulmaya başladığında, Sumer sözcüğünü, İndus Vadisindeki
Mohenjo-Daro ve Harappa uygarlığını, hiç kimse duymamıştı. Tevrat’ta sözü edildiği için Şinar, Asur ve
Babil’in tarihte bir zamanlar var olduklarından haberdardılar. İsimleri biliniyordu ama yerlerini bilen ve bunlar
hakkında elinde somut bir ipucu bulunan hiç kimse yoktu.
Konuyu ileriye götürecek ilk önemli hamle, James Parsons adında bir İngiliz’den geldi. Parsons, İngiliz
Kraliyet Bilimler Cemiyeti üyesi bir fizikçiydi. Ne var ki, insan mesanesi ve spermin yapısı konularında biyoloji
alanında yaptığı çalışmalar daha çok biliniyor. Yani Parsons’un aslında biyolog olduğunu söylemek daha ye-
rinde olur. Parsons, İrlanda ve Gal dilleri üzerinde çalıştı. Bu iki dil arasında benzerlikleri genelleştirdi ve sonra
Avrasya dillerine yöneldi. Kendince “kapsamlı araştırmalar” yaptı. Keltçe (İrlanda ve Gal dili), Yunanca, İtal dilleri
(Latince, İtalyanca; İspanyolca, Fransızca), Germen dilleri (Almanca, Felemenkçe, İsveçce, Danca, İngilizce) Slav dilleri (Lehçe,
Rusça), Hint dili (Bengalce) ve Farsça bu çalışmaların kapsamında yer alıyordu. Onun araştırmalarının sonuçlarına
göre Avrupa, Hint ve İran dillerinin tamamı, Nuh’un Gemisi’nin son konak yeri olan Ermenistan’dan göç eden
ortak bir atadan, yani Yafes’den geliyordu. Hatta Parsons’a göre, Amerikan yerlilerinin dili bile bu guruba
giriyordu. Bugün Hint Avrupa dil ailesi denilen “şeyi” tek başına ilk keşfeden kişi, işte bu, yukarıda sözünü
ettiğimiz Bay Parsons’tur. Eğer Hint Avrupalı dilbilim araştırmalarına bir başlangıç tarihi öne sürmek gerekirse,
bu tarih 1767 olabilir. Çünkü o yıl, Bay Parsons, “The Remain of Japhet” (Yafes’in İzleri) adını verdiği kitabını
yayınladı.
Bu biçimde ilk kez ortaya konmasından sonra, konunun Avrupa halklarına bir üstünlük kuruntusu in-
şa etmeyi iş edinen çevrelerde tutunmasını sağlayan adım, 1786’da, İngilizlerin Hindistan Yüksek Mahkemesi
yargıcı, Bengal Asya Derneği’nin kurucusu William Jones tarafından atıldı. Böylece Bay Parsons’un yirmi yıl
önce getirdiği dini yaklaşıma, bir de siyasi yaklaşım eklenmiş oldu. O zamanlar İngilizlerin Hindistan’daki en
önemli sorunlarından biri, acımasız bir sömürge siyasetini aklayacak söylemler geliştirebilmekti. Bay Jones,
Hindistan kültürü üzerinde, konuya ilgi duyanların sonradan çok dillendirdikleri bir söylev verdi. Söylevinde
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
6 6
Sankristçe’yi yüceltiyor ve Avrupa dilleri ile Sankristçe arasında bir akrabalık bağı kuruyordu. Buna göre iki
akraba kavim, “büyük” kardeşin ya da “gurbete giden” kardeşin çıkagelmesiyle yeniden buluşmuş oluyordu.
William Jones’un, Avrupa, İran ve Hindistan halklarının büyük bir kısmı için eski zamanlara ait ortak
ve artık var olmayan bir köken dilin olduğunu öne süren görüşleri, Avrupa’da bir üstünlük kuramı inşa edil-
mesinde, en önemli enerji kaynaklarından biri oldu. Üstünlük vurgusu taşıyan bir ideoloji inşa etmek için
çabalayan Avrupalı düşünürler, Hindistan’dan gelen desteğin çalışmalarına sağlayabileceği enerjik katkıyı
hemen fark etti. Yargıç Jones da, fizikçi-biyolog Parsons gibi, Nuh peygamberin oğullarına dayanıyordu. Ona
göre söz konusu üç oğul, “büyük koloniler halinde ilk olarak İran’dan göç etmişlerdi”. Yargıç Jones’un bu
sözleri, Hint Avrupalı kuramların ilk “modern” ifadesi olarak görülmektedir. Bu sözleri izleyen yıllarda, Avru-
pa’da Sankristçe’ye ilgi büyük ölçüde arttı. Hatta Türkiye’de bile Batının yargısını benimsemiş bir takım kim-
seler, Sankristçe öğrenmeye heves ettiler. Sankristçe şiir yazan başbakanımız bile oldu.
Bu tür iddialara bel bağlayanlar, her iki tezin tutundurulması için kolları sıvadılar. Bunun için, çeşitli
Avrupa dilleri arasında görülen benzerliğin, hepsinin ortak bir dilden gelmekte olmasından kaynaklandığının
gösterilmesi gerekiyordu. Temel çıkış biçimi, bunun böyle olduğu konusunda ikna edici bir şeyler yapmayı
gerektiriyordu. Bu amaçla bir “soyağacı” yaptılar. Köke tek bir dil, “Birincil Hint Avrupa dili” yazdılar. Uçtaki
dallara da Germenceden Arnavutçaya, Kelt dilinden Yunan diline, Baltık dillerinden Slav dillerine, Ermenice-
den Toharcaya kadar ne buldularsa yerleştirdiler. Böylece bir köken dil varsayımı üzerine temellendirilen Hint
Avrupa kuramı ortaya çıkmış oldu. Söz konusu soyağacı kuramı, aslında August Schleicher (1821-1868) adlı
bir biyologun ortaya attığı bir genetik gelişim modelinin taklidine dayanıyordu. Biyolojik toplumbilimcilik
böyle böyle tırmandırıldı.
Daha sonra ortaya çıkan gerçekler bir yana, işin henüz başında, söz konusu kuramın zaafları, açık ve
gedikleri pek büyüktü. O güne kadar genel kabul görmüş birçok doğru ile de çelişiyordu. Ne var ki tarihî ger-
çekler tarafından doğrulanmasa da, kuram, Batının üstünlüğü kuruntusunu besleyen niteliklerde olduğun-
dan, etkin çevrelerden ilgi ve teşvik gördü. İtiraz eden çıkmadı değil. Konuyu daha iyi açıklamak isteyen farklı
kuramlar da ortaya atıldı. Ama yeni kuramlar da Batı dillerini merkeze yerleştirme gayreti taşıyordu. Bu halle-
riyle de “kök kuram”ın değişik tatlarından başka bir şey değildiler.
Söz konusu sözde bilimsel kuramı şematik bir kalıba dökmek, Avrupalı dilbilimcilerin bugün de sür-
dürdükleri bir uğraştır. Söz konusu kurama “gönül verenler” epey fazladır. Bu alanda pek çok tartışmalar olur.
Ne var ki hemen hemen bütün taraflar, Batı dillerini, tarihin başından günümüze kadar merkezden uzaklaş-
tırmamak kaygısı taşırlar. Bundan dolayı, kuramın özünü tartışmazlar. Bilimsellik görüntüsü ayrıntıların tartı-
şılmasında beliren bir olgudur.
Söz konusu kuram, Avrupalı halkları, eski çağlarda “bir yerlerde” yaşamış ortak bir atadan günümüze
getirmek zorundadır. Öyle ya! Dil dediğimiz olgu, tohumlar gibi, rüzgârla ya da bulutların üstüne konarak
uçan, dünyanın başka başka yerlerine kök salan bir şey değildir. Yine aynı şekilde, söz konusu kuram, Avrupa-
lıları ırk bakımından da birbirine akraba yapmak durumundadır. Aksi takdirde boşlukta kalır ve çöker. Aran-
makta olan köken halk, dünyanın bir yerlerinde dillerini geliştirdikten sonra, kılıç gücüyle dünyaya yayılan ve
uygarlığı kuran tek halk olmak zorundadır. Oysa bu iş, kuramcının değil, somut gerçeklerle ilgilenen tarihçinin
işidir. Yukarıda sözünü ettiğimiz sempozyumda, işin bu yönünün kurcalanmamış olması dikkatimizi çekmiştir.
Günümüzde Hint Avrupacılar tarafından hazırlanmış, söz konusu kavmin küresel egemenliğini sergilemek için
çizilmiş haritalar bile vardır. Söz konusu haritalardan biri aşağıda görülebilir.
Harita, Hint-Avrupa dillerinden herhangi birinin ana dil ya da resmî dil olduğu bölgeleri göstermek-
tedir. Beyaz kalan bölgeler, Sam’ın soyundan gelen Araplar, Ham’ın soyundan gelen Kıptîler ile Türkler ve
Çinlilerin egemenlik alanlarıdır. Dikkat edilirse, günümüzde Batı dünyası Araplarla kavgalıdır. Anadolu Türkleri
kuşatılmış ve dara düşürülmüş, durmadan avutulan durumdadır. Çin çok büyük bir pazardır ve içten fethe-
dilmek için uygun şartlarda görünmektedir; çünkü alabildiğine zenginleşmiş bir kıyı şeridi ve arkasındaki uç-
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
7 7
suz bucaksız topraklarda bir milyar yoksul yaşamaktadır. Zenginlerin yoksulları kaderleri ile baş başa bırakma
eğilimi taşıdıkları ve kendilerini Batılılaşmış hissettikleri bilinmektedir.
Hint-Avrupa dillerinin konuşulduğu ya da Hint-Avrupa dillerinden herhangi birinin resmî dil olduğu bölgeler9.
Bunun yanında, taralı alanda kalan çok büyük coğrafya parçası Büyük Güçlerin sömürgesi durumun-
daki halkların yaşadığı yerlerdir. Buralarda sayısız dil konuşulmaktadır. Mesela Afrika’da 2000’den fazla aktif
dil vardır. Ne var ki bu alanlar, buralarda konuşulan resmî dilin Hint Avrupa dillerinden biri olduğu iddiasıyla
taranmıştır. Söz konusu ideolojik yaklaşımın amacı, bu haritanın her tarafını taramak ve zaten taralı olan
yerlerdeki konumlarını ise pekiştirmektir. Bu ise ancak kültüre saldırmakla gerçekleşir. Siz Avrupalıların çok
kültürlücülük edebiyatı üzerinde söylediklerine bakmayın. Bu söylem potansiyel güçleri parçalamak ve kolay
yutulur lokmalara bölmek için ortaya atılmış çökertici bir virüstür.
Kuramın etrafa yaydığı kokudan aslında ne anlam ifade ettiğini anlamak zor değildir. Önce şu noktayı
belirtelim ki, kimsenin itiraz edemeyeceği çok önemli bir gerçek vardır. Günümüzün üstün konumdaki Avru-
pa’sı, eski çağlarda hiçbir başarısı görülmeyen halkların yaşadığı bir coğrafyadır. Oysa Asya, yazının erken
gelişmesi sayesinde, dünyanın başka yerlerinde olduğundan çok daha fazla bilgi ve belgeyi, ispatlama ve
kıyaslama imkânlarıyla birlikte tarihçinin önüne koyabilmiştir. Karşı çıkılmaz bu gerçek yüzünden, Hint Avru-
pacılar, büyük bir kurnazlıkla, kendi köklerini getirip Hindistan’a bağlamışlardır. Aşağıda, kendilerini daha
başka nerelere bağladıklarını sergileyeceğimiz gibi kendilerine tarih düzmek isterken içine düştükleri zihinsel
bulanıklığı da gözler önüne sereceğiz.
Hint Avrupa kuramcılarının kanıt niyetine kullandığı, yetersiz ve bilimsel niteliklerden yoksun bilgile-
rin iki önemli özelliği görülmektedir. Birincisi, kanıtlar, dağ gibi duran bilgi yığınları arasından cımbızla top-
lanmıştır; bu bakımdan, doğru olup olmadıklarının bir önemi kalmamaktadır; çünkü mevcut bilgiler bütün
halinde ele alınarak değerlendirilmemiştir; sadece, amaca uygun bulunanların seçilmesine dayanmaktadır.
İkinci olarak, söz konusu seçilmiş bilgiler, kendi cüsseleriyle kıyaslanamayacak kadar büyük iddiaların ortaya
atılmasında ya da daha önce ortaya “desteksiz” atılmış iddiaların desteklenmesinde ve beslenmesinde kulla-
nılmıştır.
Kendi gelişme süreci içinde olaya bakıldığında şöyle bir gerçekle de karşılaşılır: Önce araştırma, sonra
değerlendirme ve sonuç çıkarma şeklinde özetleyebileceğimiz üç adımlı bilimsel yöntem, bu kuramın taraf-
tarlarının yöntemi değildir. Bunlar, önce iddia ortaya atmışlar ve sonra da bu iddiayı destekleyecek kanıtlar
bulmak üzere ellerinde cımbızlarla yola koyulmuşlardır. İşlerine yaramayanı arşive kaldırırlar, bir daha kimse
onu kolay kolay bulamaz. Yukarıda ifade ettiğimiz nitelikleri, söz konusu kuramların çöpe atılması için yeter
de artar bile.
Bir diğer husus, kuramın 18. yüzyılda ilk kez ortaya atılmasından sonra ortaya çıkan “yeni gerçekler”
karşısında kuramcıların takındığı tutumdur. Sözgelimi Sumerlilerin, bilinen ilk uygarlığı kurdukları, yazıyı bul-
dukları, tarihte birçok “ilk”i başlattıkları o tarihlerde bilinmiyordu. Tevrat’ta da Sumerlilerin adı geçmiyordu.
Gerçi “Şinar” diye bir sözcük vardı ama hakkında hiçbir şey bilinmiyordu. Mezopotamya’ya, 1840’lara kadar,
sadece define avcısı Avrupalılar gider gelirdi. Mezopotamya’dan topladığı eserleri Avrupa’ya muhtemelen ilk
getiren kişi, 1626 yılında, bölgede dolaşan Romalı seyyah Pitro Della Balle’dir10. Bilimsel nitelikli kazılar, ilk
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
8 8
kez, 1840 yılında başlamıştı. O tarihten sonra yapılan kazılarda Asurlular ve Babilliler hakkında bilgi edinilmişti.
Mezopotamya uygarlığının temelinde, çok daha eskiye dayanan itiraz kabul etmez bir Sumer uygar-
lığının varlığı, yirminci yüzyılın başlarında anlaşıldı. Çivi yazılarının esrarı çözüldü ve toprağın altından Hint
Avrupa dilleriyle hiçbir ilgisi olmayan bambaşka bir dil çıktı. Bu dilin özelliklerine bakılarak, günümüz Türkçe-
sinin bu dilin mirasçısı olduğu anlaşıldı. O zamanki sınırlı bilgilere göre, günümüz Türkçesine etkiler yapmış
görünüyordu. Sumer kültürünün, MÖ 4000 yıllarından bile eskilere gittiği fark edilmişti.
Burada bir saplama yapmak istiyoruz:
Bir takım profesörler, sanki kendileri Sumeroloji profesörüymüş gibi, profesörlük unvanının arkasına
saklanarak Sumerce ile Türkçe arasındaki ilgi konusunda çalışmalar yapan gayretli insanlara dil uzatıyor ve
çabalarının bilimsel çaba olmadığına dair ahkâm kesiyorlar. Beyler, bayanlar, itiraz ediyorsanız lütfen şuna
itiraz ediniz: Sumerliler Türk’tür denmiyor, Sumerce ile Türkçe arasında yakın bir ilgi var deniyor. Önce bunu
konuşun, ötekine sonra bakarsınız. Çünkü bu konuda tez ortaya atanlar böyle söylüyor. Konuyla ilgiliyseniz
görüş bildirin, yok ilgili değilseniz, mesela ortada yığılı duran bilgileri, görüş ve değerlendirmeleri şimdiye
kadar incelememişseniz ve incelemeyecekseniz tartışmaya karışmayın. Şu soruları da sormadan geçmek
istemiyoruz: Türkiye’de Sumeroloji profesörü var mıdır? Herhangi bir üniversitemizde Sumeroloji kürsüsü var
mıdır? Yoksa neden yoktur? Söz konusu itiraz sahipleri neden buna itiraz etmez? Türkiye, Sumerce üzerinde
araştırma yapılması için beş kuruş fon ayırmış mıdır? Şimdiye kadar buna itiraz etmeyenler, bu konular üze-
rinde çalışan amatörleri neden küçümsüyor? Sözde bilim adamı pozlarıyla Hint Avrupacı kuramcıların değir-
menine su taşımaktan vazgeçin. Türkiye’nin konuya karşı duyarlı davranmaması yüzünden doğan boşluğu
Hint Avrupacılar dolduruyor. Aşağıda neler yaptıklarını, konunun ne tarafa doğru sürüklenmekte olduğunu
birer birer sıralayacağız:
Sumercenin varlığı keşfedilince, Hint Avrupacıların, yüz yıl önce ustaları tarafından ortaya atılan te-
mel çıkış noktalarında ısrar etmeleri halinde, “köken dil”in Sumerce ya da Sumerceye de kaynaklık eden bir
dil olması gerekiyordu. Ne var ki Batılı kuramcılar, ne kuramı terk etti ne de yeni bulguları kuramın merkezine
yerleştirdi. Oysa yeni bulgular, Hint Avrupacıların kuramlarının henüz 20. yüzyıl başlarında çökmesini gerekti-
riyordu. Ama öyle olmadı. Hint Avrupacılar, biraz durakladılarsa da, kısa bir süre sonra, “Sumerce ile diğer
diller arasında herhangi bir akrabalık bağı kurulamamıştır”, diyerek yollarına bildik biçimde devam ettiler. (Hay-
rettir, bizdeki uzman olmayan uzmanlar da Hint Avrupacı kuramcıların yüz yıl önce söylediklerini tekrarlıyor.) Böylece
Sumerce, “gökten inmiş” ve sonra yine “göğe yükselmiş” oldu. Sumerlileri Nuh Tufanı öncesiyle ilgili görerek
sellerin altında bıraktılar.
Sumerlilerin dünya kamuoyunda tanınmasında büyük emeği geçen Samuel Noah Kramer, “Sümer-
ler” adlı eserinde, henüz 1869 yılında, yani bölgede sistematik arkeolojik kazıların başlamasından otuz yıl
sonra Sumer dilinin Türkçe, Fince ve Macarca ile akrabalığı konusunun Fransa’da ortaya atıldığını söylüyor11.
Onun verdiği bilgiye göre, Asurlar üzerinde çalışan Jules Oppert adlı bir uzman, Ocak 1869’da, Fransa Arkeo-
loji Derneği’nde verdiği bir konferansta, Asur tabletlerine dayanarak, belirtilen bölgede daha önce yaşadığı
anlaşılan halkın adının Sumer ve konuştuğu dilin de Sumerce olduğunu ilân etmiştir+.
Ne var ki, Joseph Halevy adlı bir başka uzman, söz konusu konferanstan bir yıl sonra düzenlenen ilk
konferansta, hem Sumerlileri hem de Sumerceyi reddetmiştir. Bu işgüzara göre, Mezopotamya’da Samîler-
den başka hiçbir halk yaşamamıştı; Sumer dili, “ruhanî ve batini amaçlarla” Samîlerin kendilerinin tasarladığı
“yapay bir icat”tan başka bir şey değildi. Saçmalığı son derece açık olan bu tezin, Avrupalı Mezopotamya
uzmanları tarafından desteklendiğini hayretle görüyoruz. Bozacının şahidi şıracı misali, genel kabul gören tez
böyle ortaya çıktı. Ya bizdeki konuyu incelemeden ahkâm kesenlere ne demeli?
+ Sumerliler, kendilerine Kİ.EN.Kİ ve sonraları KENGİ(R) derlerdi. Onlara SUMER diyenler, bölgeye gelen Samî kavimleridir. Zaten, Sumer sözcüğü de ilk kez Asur tabletlerinde görülmüştür. Söz konusu kavme Sumer denmesi, Oppert’in teklifi ile olmuştur.
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
9 9
Sumerce ile Türkçe arasındaki fark edilen ilgi tek bir konferans tebliğiyle koparıldıktan sonra araştırma-
lar başlatıldı. Bir Sumer ören yerinde yapılan ilk ciddî kazı, 1877 yılında gerçekleşti. Daha sonra, 20. yüzyıla gire-
ne kadar on bir kazı daha yapıldı. Yirminci yüzyıla Sumerlilerin varlığı konusunda tartışmalara son verecek nite-
likte sağlam kanıtların bulunmasıyla girildi. Ama Fransızların, Sumerlilerin Türklerle yakınlığını dünya kamuo-
yunda hasıraltı etme politikası sürdü. Çünkü o zamanlar Türklerle ve Türklükle ilgili bir Mezopotamya’dan söz
etmek, hem Fransızların hem de İngilizlerin bölgedeki emelleri açısından son derece tehlikeli bir konuydu.
Gerçek bir bilim insanının, yanlışlığı sonradan anlaşılsa bile, bir kuram ortaya atması her türlü saygıya
lâyıktır. Bu çabalardan hiçbir şekilde rahatsızlık duymamak, hele hele asla küçümsememek gerekir. Belki
onun başlattığı çabalar sonunda merak uyanır, insanlık bu merak sayesinde tarihi hakkında sağlıklı bilgilere
ulaşır. Söz konusu kuram yanlış bile olsa, başkalarının dikkatini çekmeyi başarabilir ve konunun cazibesine
kapılan herhangi biri yolu doğrultabilir. Zaten, bilim tarihiyle ilgilenmek demek, kuramlar mezarlığında do-
laşmak demektir. Ne var ki ortadan kaldırılan her kuramın yerine, yeni gerçeklerle örtüşen yeni bir kuram
konur. Daha sonra ortaya çıkan yeni yeni gerçekler de yeni kuramı çökertir. Onun yerine, eğer başarılabiliyor-
sa, eldeki tüm gerçeklerle örtüşen yepyeni bir kuram konur. Buna bilimsel ilerleme diyoruz. Gerçeği öğren-
mek istiyoruz ama tutarlılığı ikinci plâna, hatta plânın tamamen dışına atmıyoruz. Merdivenleri basamak
basamak çıkıyoruz. Daha iyi bilinen şeylerden yararlanarak daha az bilinen şeyleri açıklamaya çalışıyoruz.
Bilimin yol haritası işte budur. Oysa Hint Avrupacıların kuramları, başından beri bu yol haritasına uymaz.
Onlar, yeni bilgiler ışığında, gerektiğinde kuramları rafa kaldırmaları gerekirken, bilgileri rafa kaldırırlar. Bu
haliyle söz konusu kuramlar, Avrupalı insanlara, gururlanacakları sanal gerçekler tasarlamak gibi bir şeydir.
Herkesçe kabul edilmesi gereken apaçık gerçek şudur:
Uygarlık, insanlığın ortak eseridir. Çağlar boyunca insanlar, hayatın dayattığı soruların cevaplarını
arama doğrultusunda, uygarlığa katkıda buluna gelmiştir. Hint Avrupacıların kuramlarında bu gerçek de göz
ardı edilmiştir. Yalan yanlış olduğu iyice açığa çıkmış olmasına rağmen, bugün bile, doğruymuş gibi tedavülde
tutulmaktadır. Kuram, ırkçılık gibi, Avrupa kültürünün derinlerine işlemiştir. Irkçılık yasak ilân edilmiş, ırkçılıkla
mücadele konusunda AB çerçevesinde komisyonlar kurulmuş ama ırkçılığın geçmişte oynadığı rol, sessizce
Hint Avrupa kuramcılarının görev alanına dâhil edilmiştir. Sempozyumda bu gerçeklerin de dile getirilmediği-
ni gördük. John Ripley adlı bir düşünür, söz konusu “üstün Hint Avrupalı” telkinlerini, 1900 yılında yazdığı bir
yazısında şöyle itiraf etmiştir12:
“Okul günlerimizde çoğumuz Asya’nın Avrupa halklarının anası olduğunu düşünecek biçimde yetişti-
rildik. Bize ideal insan ırkının, Himalaya yaylalarından çıkıp, kültürünü sağa sola saçarak barbar batıya doğru
akın ettiği söylendi.”
Burada Fransız düşünür Ernest Renan(1823-1892)’ın “Dilin Kökeni Üzerine” adlı kitabında savundu-
ğu görüşlere de yer vermek istiyoruz. Bakınız ne diyor Renan13: “Zaten Aryan ve Sami ırkının mukadderatı
dünyayı fethetmek ve insan türünü yeniden birliğe kavuşturmak olduğundan geriye kalan ırklar, ona izafeten
sadece bir taslak, bir engel ya da bir yardımcı unsur olarak hesaba katılır ve Aryanlar ile Samilerin kökenini
bulmak, esasen insanlığın kökenini bulmak demektir.”
Açıkça ifade edildiği gibi, Hint Avrupacı araştırmacıların görevi, Renan’ın kaleme aldığı hedeflere
ulaşmayı sağlamaktır. Tekrarlarsak görev, Aryanların ve Samilerin, yani insanlığın kökenini bulmaktır, öteki
ırklar insan türünü birliğe kavuşturma hedefinin önünde sadece bir engeldir. Aryanlar deyince Avrupalılar,
Farslar, Hintliler akla gelir. Samiler ise Yahudiler ve Araplardır. O dönemde Fransa, Osmanlı egemenliğindeki
Kuzey Afrika’yı, Fas’tan Mısır’a kadar yutmak istiyordu; Arapları Türklere düşman etmek ve Fransa’nın yanına
çekmek için dil döküyordu. Renan’ın sözde bilimsel çalışmasında bu politikanın bütün izlerini görmek müm-
kündür. Renan’ın, tarihin kötüye kullanılmasına ideolojik destek sağlayan bir kimse olduğunu gösteren iki
ünlü sözü var: “Tarihin yanlış yazılması bir millet olmanın parçasıdır”, diyor Renan. Fransız parlamentosunda
sergilenen sözde Ermeni soykırımı oylaması utanmazlığını bu açıdan da değerlendirmeliyiz. Ayrıca şu sözler
de Renan’ın: “Bir millet ancak geçmişi çarpıtılarak oluşturulabilir. Geçmişi çarpıtmadan bir millet oluşturmak
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
10 10
mümkün değildir.” Bu sözler Fransız tarihinin idealize edilmesini aklayan sözlerdir. Hint Avrupacılık uydurma-
larını açıkladığı gibi, tarihi hangi amaçlarla çarpıttıklarını da görmek mümkündür. En çarpıtılmış tarih, Fransız
sömürgelerinde anlatılan Fransız tarihidir. Bir de hiçbir zaman Fransız sömürgesi olmamış ülkelerde zihnini
Fransa’ya köle etmiş sözde aydınlar vardır. Mesela bizdeki “Ben kendimi Fransız hissediyorum, Türk erkekleri
sarımsak kokuyor”, diyenler bu gibi kimselerdir.
Hint Avrupacıların dile getirdiği sözde gerçeklerle ilgili komedinin bir sınırı yok gibi görünmektedir.
Böyle konulardan bir başkası, Hint Avrupalı kavmin ortak atası olan “köken halkın” nerede yaşadığı konusu-
dur. Sözde bilimsel komediyi en güzel sergileyen alan da burasıdır. Mesela Renan’a göre, “İran ırkıyla Hint
ırkının birlikte yaşadığı bir bölge bulmak gerekir”14 ki bu bölge, Pamir yaylasıdır. Köken halk, burada, yerle
göğün tam ortasında, dünyanın damında doğmuş ve serpilmiştir15. Ne var ki bu konuda kafaları çok karışıktır.
Hint Avrupacılar, tıpkı evrenin yaradılışı ile ilgili “Büyük Patlama” gibi, ön-Hint Avrupalıların doğup
ergenleştiği bir coğrafya bulmak zorundadır. Oysa Türklerin anayurdunun Ötüken ormanları olması gibi, Hint
Avrupalılar için öne sürülebilecek belirgin bir anayurt yoktur. Bu durum, Türklerin tarihleri karşısında Hint
Avrupacıların en büyük eksikleridir. Bundan dolayıdır ki, Hint Avrupa kuramcılarının en fazla tartıştığı konu-
lardan biri, işte bu, anayurt sorunudur. Bu açığı kapatmak isterken gösterilen telaş sırasında, birçok bölge adı
ortaya atılmıştır. J. P. Mallory, “Hint-Avrupalıların İzinde” adlı kitabında şöyle der16: “Genellikle, Hint-
Avrupalıların anayurdu neresidir, diye sorulmaz; daha çok, ‘onu şimdi nereye yerleştiriyorlar’, diye sorulur.”
Bu eleştiriyi haklı çıkaran önemli örneklerden biri, dikkatleri Anadolu’ya taşıyan A. H. Jayse adlı bir
Hint Avrupacı araştırmacının yazdıklarıdır. Bu zat, 1880’de “Bu Arî dil ailesi Asya kökenli”, diye yazmış. Aradan
on yıl geçince fikrini değiştirmiş ve “Bu Arî dil Avrupalı”, demiş. 1927 yılında ise, “şimdiye kadar incelediğim
gerçekler sonucunda, Hint Avrupa dillerinin Küçük Asya’da (Anadolu’da) geliştiğine ikna oldum”, demiş.
Bir anayurt bulabilmek uğruna Hint Avrupacıların tepesine dikilmedikleri bir arkeoloji çukuru kal-
mamıştır. Hangi kazıda binlerce yıl öncesinin çiftçi toplumlarının, çanak çömlek kültürünün, evcil hayvanların
izlerine rastlanmışsa buralara ön-Hint Avrupalıların yurdu olma ihtimali yüksek payesi verilmiştir. Özellikle, bir
tekerlek ya da bir tekerlek parçası çıkan kazılara büyük önem vermişler, tekerleği Hint Avrupalılara icat ettir-
mek için ellerinden ne gelirse yapmışlardır. Çünkü bazılarının rahat rahat atıp tutmasına bakacak olursak,
tekerleği bulanlar Hint Avrupalılardır. Bunu ispatlayamazlarsa üstünlük kuruntularının iflas edeceğine dair
kuşku ve telaşa bile kapılmışlardır. Çünkü genel kabule göre tekerlek, teknolojinin ilk işaretlerinden biridir.
Gelgelim, arkeoloji durmadan onların işini zorlaştırmaktadır. Nitekim kazılardan çıkan sonuca göre, tekerlekli
araçların ilk kez MÖ 4. binde, Sumerliler tarafından kullanıldığını biliyoruz. Hint Avrupacılar, bu tarihlerden
daha eskiye dayanan bir buluntu ele geçirmek için günümüzde her türlü fedakârlığı yapmaya hazırdır.
Bilinen en eski tekerlek MÖ 3000’li yıllara aittir ve Sumer kenti olan Ur’da bulunmuştur17.
Hint Avrupacıların bir başka hedefi at kültürüdür. Eski çağlardan kalıntıları günümüze çıkan hangi
mezarda at kemikleri bulunmuşsa, o bölgeye Hint Avrupacıların anayurdu gözüyle bakılmış, söz konusu böl-
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
11 11
ge, kuramların kapsama alanı içine alınmıştır. Bu türden bilim dışı zorlamaların daima siyasi bir arka planı
olmuştur. Yani kuramcılar, bilime değil, belli bir takım siyasi emellere hizmet ede gelmiştir. Hindistan’la ilgili
İngiliz iddiaları, Kırım’la ilgili Alman iddiaları, İncil’den çıkardıkları bilgilere sarılarak Doğu Akdeniz’e egemen
olmaya çalışan Fransız iddiaları, siyasi emellere uygun biçim verilmiş iddialardır.
Hint Avrupacıların hikâyelerinde MÖ 6000, MÖ 5000 gibi çok eski çağlardan sık sık bahsedilir. Ne var
ki bunların tarihinin geri kalanı boştur. Bu tarih, günümüzden beş yüzyıl önce tekrar başlar. Arası bir muam-
madır. Buralara dolgu yapılır. Yapılır ama doldurulması gereken alan çok büyüktür ve yaklaşık olarak beş bin
yıl tutmaktadır. Bu boşluğa ne doldursalar gene boş durmaktadır. Bu şartlar altında, Hint Avrupalıları “tarih
yapıcı” göstermek için zengin ve dolgun görünümlü bir tablo çizmeye çalışırlar. Böyle bir tablo inandırıcılık
adına çok dikkat ettikleri bir konudur. Boşluğu, araştırmacıların araştırmaları sayesinde değil, ideologların
zekâları ile örtmekten başka çareleri yoktur. Boş yerleri doldurmak için kurtarıcı olarak Eski Yunan’ı ve Roma
imparatorluğunu yüceltirler. Oysa Hint Avrupalıların İndo-Germen sürümü (versiyonu), Eski Yunan ve Roma
imparatorluğunu yerle bir eden çapulcu akınlarının sorumluluğunu taşımaktadır. Günümüzde AB’nin Türki-
ye’nin batı bölgeleri ile ilgili politikaları bu safsataya göre ayarlanmıştır. Hint Avrupacılara göre, Anadolu’nun
batısını Grekler ve Romalılar, ortasını Hititler (yani Germenler), doğusunu da Kürtlerin ataları (Aryanlar) uy-
garlaştırmıştır. AB’nin Türkiye’nin doğusuyla ilgili Hint Avrupacı politikasına biraz sonra daha kapsamlı olarak
inceleyeceğiz. Şimdilik ülkemizin doğusuyla, ortasıyla ve batısıyla ilgili ayrı ayrı Hint Avrupacı kuram sürümleri
olduğunun altını çizmiş olalım.
İnsanlığı birleştirmek isteyen ve insanlığın kökenleriyle Aryanların kökenlerini özdeş gören Renan’ın
da kafası aslında çok karışıktır. Sözde kuramcıların karşı karşıya oldukları sorunu tam göbeğinden tarif eder ve
“Germenlerin dünya sahnesine neden o kadar geç çıktığının ve Slavlar gibi başka kollarının neden bu kadar
geç bilinç geliştirmiş olduğunun” anlaşılamadığını söyler18 ve orada kalır. Bu konuda son sözü, “köken mese-
lesinde pek çok şeyin açıklanmadan kaldığını ve hep de öyle kalacağını itiraf etmek gerekir”19, şeklinde olur.
Renan, arkeolojinin bilim dünyasının önüne yığdığı muazzam belge ve bilgi yığınını göremeden ölmüştür.
Buna rağmen diğer Hint Avrupacılar pes etmemişler, kuramlarını siyasi emellerine uygun olarak renklendir-
me çalışmalarını sürdürmüşler, hakkında belirsizlik bulunan Orta ve Doğu Anadolu’nun eski kavimlerini bir
yolunu bularak Hint Avrupalı yapmışlardır.
AB ve ABD’nin Türkiye’nin doğusu ile ilgili siyasî söylemleri de bu safsataya göre biçimlendirilmiştir.
Onlara göre Medler, Hint-Avrupalıdır ve Kürtlerin atalarıdır; Ermeniler de Farslar da öyledir. İşte size, Türki-
ye’yi kendi kültürel arka bahçesinden uzak tutmak için bir tampon “birleşik halklar” projesi. İşte size, Batının
Doğu politikası. Günümüzden 3000 yıl öncesiyle ilgili “tarih üreterek”, gayri meşru emeller için meşruiyet
uydurmak adına bulabildikleri çıkış yolunun kuramsal alt yapısı budur.
4 HİNT AVRUPACILARIN ÖZEL PROJESİ: HİNT AVRUPACI KÜRDOLOJİ
Şimdi de Medleri ve Persleri ırkdaş yaparak günümüzde Kürtlerle ilişkilendiren ve böylece Kürtlerin
Hint Avrupalı bir kavim olduğunu öne süren “çok özel” sipariş proje üzerinde duracağız. Bu konu, Hint Avru-
pacıların sözde bilimsel-kuramsal çirkefliğinin boyutlarını pek güzel sergilemektedir.
Önce şunu belirtmeliyiz ki, Medlerin ve Perslerin birbiriyle ırkdaş olduğuna dair iddia, Hint Avrupacı
kuramların ortaya çıkışından çok önceye dayanır. Hıristiyanlar ve Yahudiler, Kitab-ı Mukaddes’teki bilgileri
doğru kabul ederler, onun Tanrının vahyi olduğuna inanırlar. Kitab-ı Mukaddes’te yer alan Danyal kitabına
göre, Medler ve Persler aynı kavimdir. Aslında söz konusu kitapta böyle bir hüküm açıkça yer almaz. Bunu
andıran ve her ikisinin aynı kavim olduğuna tefsirlere yol açan ifade şöyledir20: “Gördüğün iki boynuzu olan
koç Medya ve Fars krallarıdır.”
Danyal, MÖ 6. yüzyılda Babil sarayında yaşamış bilge bir Yahudi’dir. Metinlerden anlaşıldığına göre,
Babil’in Kudüs’ü istila etmesinden sonra esir alınarak Babil’e götürülmüş, rüyaları yorumlama kabiliyetine
sahip olduğuna inanılan bir kişidir. Kur’an ve Hadis kaynaklarında Danyal hakkında herhangi bir bilgi mevcut
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
12 12
değildir. Böyle bir peygamberin varlığına ilişkin inanış İslam kültürüne dışarıdan sokulmuştur21. Uzmanların
deyişiyle, “İsrailiyat”tır.
Danyal Kitabı, Danyal’ın Babil Sarayı’nda yaşadığı olayları konu alır. Yirminci yüzyıla kadar, burada an-
latılan hikâyeler Hıristiyan dünyasında doğru kabul edilirdi. Oysa arkeoloji sayesinde anlaşıldı ki, bu kitabı
yazanlar, MÖ 6. yüzyılın tarihi hakkında son derece cahil kimselermiş. Sağlam bilgilere sahip olmadıkları hal-
de, sanki o yüzyılda yaşamış gibi yazmışlar. Yalanı meydana çıkaran arkeoloji olmuştur.
Söz konusu metinlerde iddia edildiği şekilde, tarihte Medli Daryus diye bir kral yoktur. Oysa Danyal
kitabı varlığını iddia etmektedir. Musevi ve Hıristiyan tefsirciler, Medlerin ve Perslerin aynı kavim oldukları
yalanına sığınarak, söz konusu metinlerin doğruluğunu savunmak istemektedirler. Keldani krallığını (Babil)
yıkan da Medler değil Perslerdir. Söz konusu iki kavmi aynı kavimmiş gibi göstererek hatanın üstünü örtmek
mümkün değildir. MÖ 538’de Keldani krallığına son veren Pers kralı Kureş’tir. Daryus, Babil’in düşüşünden 17
yıl sonra Pers tahtına geçen ve Pers krallarının en güçlüsü ve en tanınmış olanıdır. Yani aslında, bir Daryus
vardır ama Babil’i alan değildir. Kitab-ı Mukaddes’te adı geçen Kserkes, Daryus’un babası değil, oğludur. Yine
aynı metnin sergilediği kronolojiye göre, Keldani krallığı, önce Med krallığına sonra Pers krallığına dönüşmüş-
tür. Oysa arkeoloji bize, Medlerin ve Keldanilerin eş zamanlı olarak var olduğunu ve Perslerin her ikisine bir-
den son verdiğini söylemektedir22.
Yine arkeoloji, Danyal Kitabı’nın MÖ 167 veya sonrasındaki iki üç yılın içinde yazıldığını göstermiştir.
Söz konusu metne göre Danyal, MÖ 167’de Kudüs’te cereyan eden bir olayı, 400 yıl önce kehanet yoluyla
haber vermiştir. Oysa yukarıda örneklerini verdiğimiz gibi Danyal, kendi çağında olan olayları bile doğru dü-
rüst anlatamamaktadır.
Kitab-ı Mukaddes’te Medlerden bahseden diğer bölüm, İşaya Kitabı’nın 13 ve 14. Bablarıdır. Burada
Medlerden bahsedilmekte, Perslerden ise bahsedilmemektedir. Dolayısıyla Medlerle Persleri akraba yap-
mak için İşaya Kitabı kanıt olarak öne sürülemez. Oysa MÖ 8. yüzyılda yaşamış olan İşaya, Kudüslü bir Yahudi
peygamberidir. Söz konusu kitabın da o çağda cereyan etmiş olan olayları anlattığı öne sürülmektedir. Oysa
anlatılanlar arasında MÖ 5. yüzyılda cereyan eden olaylarla ilgili bilgiler bulunmaktadır23.
Medler ve Persler, Museviler tarafından, kendilerini Babil esaretinden kurtaran dost kavimler olarak
görülmektedir. İki bin beş yüz yıl öncesine dayandırılan bu dostluk hikâyesi, bugün de canlandırılmak istenmek-
tedir. Yahudiler, İsrail’in ve ABD’nin bölgedeki işbirlikçilerine, kendilerini iki bin beş yüz yıl önce esaretten kurta-
ranların torunlarını esaretten kurtararak borçlarını ödeyeceklerini söylemektedir. Çünkü Yahudiler de Hint Av-
rupacılar gibi, Kürtlerin Medlerin torunları olduğunu öne sürmektedir. Daha doğrusu, temelleri birkaç yüz yıl
önce atılmış olan sözde kuramın kendi işlerine yararlı gördükleri unsurlarını Yahudiler de kullanmak istiyor.
Bu siyasette Yahudiler yalnız değildir. Hıristiyan misyonerler de devrededir. Onlar da Medleri pek se-
verler. Matta İncili’nin ikinci bölümüne göre, güya, Hz. İsa dünyaya geldiğinde, kimliğinden kimsenin haberi
yokken, Medli din adamları olan Magilerden bir heyet Kudüs’e gelmiş ve gökte bir yıldız parladığını, Yahudile-
rin yeni kralının dünyaya indiğini gördüklerini, O’na tapmaya geldiklerini söylemişlerdir24. Misyonerlerin Ana-
dolu’nun güney doğusuna gösterdikleri yakın ilginin sözde kutsanmış arka planı işte budur. Medlerin sözde
torunlarına, atalarının Hz. İsa’yı ilk keşfedenler olduğunu söylemektedirler.
Arkeolojinin onayladığı gerçek şudur: İncillerde ve Tevrat’ta Med olarak anılan kavim, kendine
Maday derdi. Maday adı, Tevrat’ın Yaradılış Kitabı’nın 10. babının 2. cümlesinde, Yafes’in oğulları arasında
geçer25. Olacak bu ya! Diğer yandan Maday, Altay Destanı’nın kahramanının adıdır26. Medler ya da kendileri-
ni andıkları adla Madaylar, Zağros dağlarında yaşayan Gutilerin (Guzların) bir koludur. Madayların, düşünce
ve ahlak anlayışı bakımından ve dini duyguları kuvvetli olduğu için kendilerine “Arî”, buna karşılık Perslere
“kirli sığıntılar” olarak tanıdıkları bilinmektedir27. Diğer yandan Pers adı Grek kaynakları tarafından verilmiş
olan bir addır. Bölge kavimleri Perslere “Arteler” diyordu. Arteler, kuzeyden inmişler ve Medlerle bir süre
yaşamışlar ve daha sonra bölgede tutunamayarak güneye doğru ilerlemişler ve iki bin yıl önceki Elam uygar-
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
13 13
lığının başkenti olan Sus kenti civarlarında yerleşmişlerdir. Diğer yandan son Med kralı, ilk Pers kralının kayın-
pederidir. MÖ 550 yılında Med krallığına son veren ise, son Med kralının torunu olan İkinci Kuraş’tır. Bölge
tarihinin bu dönüm noktasında sonuç, bir savaştan zaferle çıkmak sayesinde değil, Med ordusunda isyan
çıkması yüzünden meydana gelmiştir. Yani Med hanedanı ile Pers hanedanı arasında kan bağı vardır. Ne var ki
bu, halkların ırkdaşlığı olarak nitelendirilemez. Artelerin kabile şeflerinden biri Med kralına damat olarak “soylu-
luk” kazanmış ve bu özellik, daha sonra bölgede ortaya çıkan Arte egemenliğinin meşruiyet kazanarak pe-
kişmesi için kullanılmıştır. Medler, kuzeyden gelen Sakaların amansız baskısıyla zamanla zayıf düşmüş ve
Medlerin önlerinde oluşturduğu güvenlik perdesi sayesinde Sakalardan korunan ve yıpranmadan kalan gü-
neydeki Persler bölgede avantajlı duruma geçmişlerdir.
Bundan önce Persler, kabile şefleri yönetiminde bir kabileler topluluğu idi. MÖ 550’lerde Madaylar,
soykırım derecesinde baskı uygulanarak Persleştirilmişlerdir. Maday dilinin silinip yerine Pers dilinin yerleş-
mesi böyle olmuştur. Madayların kültürel olarak söndürülmesi, Perslerin Maday aydınlarını ve Madaylara
önderlik edebilecek insanları kılıçtan geçirmesiyle başlamıştır. Geri kalan halk, Persçe öğrenmeye ve Persçe
konuşmaya mecbur edilmiştir. Bu dönemin olaylarının en ilginç yanı, aslında Perslerin Maday kültürünün
etkisi altına girmiş olmalarıdır. Pers dini Med dininin ana motiflerini benimsemiştir. Bunun yanında, Persler
Arte olduklarını unutup Arî adlar almaya başlamışlardır28.
Son olarak, Renan’ın insanlığın birleştiricisi ve koruyucusu saydığı ve yücelttiği Aryanlardan söz edelim.
Renan, aryan sözcüğünün “yüceler” anlamını dile getirdiğini söylüyor. Ama aryan, “arı” olanı yani, su ile arınan-
ları ifade eden bir sözcüktür. Perslere “kirli sığıntılar” denmesinin nedeni bu olabilir. Çünkü Persepolis’teki saray
kalıntıları arasında fark edilebilen olanca ihtişama rağmen, bir hamamın izine rastlanmamıştır. Oysa Sumerlerin
sadece sarayında değil, evinde bile hamam vardır. Bu konuları Temizliğin Tarihi adlı kitabımızda incelemiş, kanıt-
larını sergilemiştik. Aryan, arı’nın sonuna bir “ian” uyduruk ekiyle türetilmiş bir sözcüktür. Demek ki, aryan’lık
konusunda Ernest Renan yanlışa düşmüştür. Aryan olan başkalarıdır. Ne var ki yüce olanlar Medlerdir, demiyo-
ruz. Çünkü insan insandır. Uygarlık birinin eksiğini ötekinin tamamlaması sayesinde yükselmiştir.
Gelelim güdümlü siyasi Kürtçülerin kendileri hakkında düzdükleri sözde tarihe!
Düzmece Kürdoloji, Hint Avrupacı tasarımcı tarihçilerin güdümünde yürütülen bir ajan faaliyettir.
Ortaya attıkları iddiaların hiçbirinin gerçekle bir ilgisi yoktur. Söz konusu iddiaların bazılarını şöyle sıralayalım:
Âdem ve Havva Kürt’tür, çünkü cennetten kovulduklarında Kürtlerin anavatanı sayılan Zağros dağlarına in-
mişlerdir; atı ilk evcilleştirenler Kürtlerdir; keçiyi, koyunu, köpeği ve domuzu Kürtler evcilleştirmiştir, bunun
üç ayrı yerde kanıtları bulunmuştur (ne böyle bir kanıt vardır ne de böyle bir mağara); birayı ilk kez Kürtler icat
etmiştir; tuzu Kürtler icat etmiştir; halıyı ilk dokuyan Kürtlerdir; tarih Kürtlerde başlar (çünkü Sumerler Kürt‘tür);
cirit Kürtlere özgü bir oyundur; tarihte ilk uluslararası antlaşmayı Kürtler yapmıştır vs. Aklınıza ne gelirse hepsi
Kürtlerin insanlığa büyük bir hizmeti olarak sunulur.
Uçuk bir başka iddiaya göre, Kürtlerin tarihi de 50 bin yıl önce başlamıştır. Bu iddianın sahibi bir ajan
okulu olan Harvard Üniversitesi’nin beslediği bir sözde uzmandır. Öyle ki, söz konusu üniversitenin başlıklı
kâğıtlarıyla dünyaya duyurulduğuna göre, Kürtler 50 bin yıldan beri Erbil’de yaşamaktadır29. İnsanlık tarihi
boyunca bütün kavimler durduğu yerde durmamış, her yeri çiğnemiş, sadece Kürtler Erbil’den ayrılmamıştır.
Çünkü ABD ve İsrail’in hesaplarına orada yaşatılmaları uygun düşmektedir.
Belki dünyanın geri kalan yerlerindeki tarih hakkında fazla bir şey bilmediğimizdendir, Orta Doğu
bölgesinde tarih çok yoğun yaşanmıştır. Ortada binlerce yılı kapsayan sayısız belge vardır. Ne var ki, bu belge-
lerden hiçbirinde, tuzu bulan, atı evcilleştiren, Hz. Âdem’in torunu Kürtleri anan bir belge mevcut değildir.
Batılı istihbarat örgütleri güdümünde çalışan Kürdologlar, güneşi balçıkla sıvar gibi, düzmece eklemeler, sap-
lamalar yaparak tarihin orasına burasına Kürtleri sokuştururlar. Söz konusu eklemeler, hakkında yeterli bilgi
olmadığını düşündükleri noktalardan sokuşturulur. Ne var ki, makaleler yayınlandıktan, iddialar duyulduktan
sonra konuyu bilen birileri ortaya çıkar ve düzmece iddianın sahiplerini yerden yere vurur, ne kadar cahil
olduklarını ispatlar. Bu durumlarda düzmece tarih uzmanları işi pişkinliğe vurur, kurnazlığa başvururlar.
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
14 14
Ahsen Batur’un Kürdoloji Yalanları adlı eserinde bu konudaki sayısız örnekten biri de Bermekî aile-
sinin Kürt olduğu şeklindeki iddiadır. İddia ortaya atılınca, Bermek’in bir isim değil bir lakap olduğu, ailenin
aslında Buda tapınağının temizliğinden sorumlu olduğu için bu sanı aldığı, yani ailenin aslında Hintli olduğu
anlaşılır. Danyal Kitabı’ndaki Medli Daryus’un hikâyesi gibi değil mi? Söz konusu eserde daha birçok çarpıtma
ve yalan üretme örneği verilmiştir.
Bütün bu yalanlar, Batılı ülke üniversitelerindeki çeşitli kürsülerde tasarlanmıştır. Hepsinin temel çı-
kış noktası Hint Avrupalılıktır. Yalanlar buralarda üretilir. Bu amaçla, Kürt kökenli kimseler istihdam edilir,
onlar ortada konu mankeni gibi dururken, ajanların kaleminden çıkmış yayınlar yapılır ve düzmece kanıtlar
üretilir. Sonra da bunlar Türkiye’de adı sanı büyük üniversitelerin referansıyla yayınlanır. İtiraz edenlere
“resmi tarihçi” yaftası yapıştırılır. Bunlar çağın gerisinde ilan edilir, şovenliğinden, faşistliğinden dem vurulur,
küreselleşmenin gidişatını anlamamış kişiler olarak nitelenirler.
Düzmece tarihçinin en önemli Kürdoloji sorunu Kürtleri sağlam bir kökene bağlayamamaktır. Yakın
zamanlara kadar, Araplara bağlayanlar olduğu gibi, Perslere ve hatta Türklere bağlayanları da vardı. Kimine
göre Emevilerin soyundan gelirler, kimine göre Abbasilerden. Bunun yanında, Kürtler Arap iken (!) şeyhleri
de mutlaka peygamber soyundandır. Ama İslam öncesi Arap kaynaklarında Kürt’den söz edilmez. Araplar
onları tanımazlar ama Persleri tanırlar30. Kürtleri Perslere bağlayanlar da vardır. Bunlar, Perslerin göçebe
olanlarına Kürt dendiğini söylerler. Diğer yandan, Arapların “üstün millet” olduğunu anlatan kitaplarda, Kürt-
lerin, üzerinden örtü kaldırılmış cin soyundan geldikleri, ana tarafının insan baba tarafının cin soyu olduğu ya
da Hz. Süleyman’ın Hintli cariyesinden doğdukları da iddia edilirdi.
Hint Avrupacılar Kürtlerin soy bağlantılarını çeşitlendirdi. Onları Araplardan ve Türklerden uzaklaş-
tırmaya baktılar. Atalarının Hattiler olduğu, yok Urartular olduğu, olmadı Hurriler olduğu ya da Guzlar
(Gutiler) olduğu öne sürüldü. Bir eserde çeşitli kaynaklarca 20’ye yakın farklı köken iddiasının öne sürüldüğü
söylenmektedir. Ne var ki, son zamanlarda Kürtlerin atasının Medler olduğu iddiasının arkasında duruyorlar.
Bu durumda, kendileri 50 bin yıldır Erbil mağaralarında yaşayan Kürtlerin ataları Zağros dağlarına göç ederek
gelmiş Medler olmuş oluyor. (Bir başka yaman çelişki) Medlerin tarih sahnesinden çekilmesi MÖ 549 yılında
olur. Oysa Kürtlerden bahseden en eski belge MS 650 yıllarına aittir ki o da, bir kavim adı olarak değil, “dağlı”
anlamında kullanılmış olan bir sözcüktür. Arada tamı tamına 1000 yıllık bir boşluk vardır. Boşluk içine ne at-
sanız dolmayacak kadar büyüktür ama Hint Avrupacılar 5000-6000 yılı bile doldurmayı göze almış zekâ dere-
cesi yüksek insanlardır. Zaten Ernest Renan gibi, “aydınlanmış” kafalar yolu çok önceden açmıştır. Uydur
uydur ipe düz, bir millet doğsun, Avrupalıya uşaklık etsin.
5 HİNT AVRUPACILAR KENDİLERİNE BİLE BİR ATA YURDU
BULABİLMİŞ DEĞİLDİR, HEPSİ BAŞKA HİKÂYE ANLATIRLAR
Tekrarda fayda vardır, Hint Avrupalı deyimini kullananların tarihi gerçeklere değil, kuramlara yaslan-
dığını hiçbir zaman gözden uzak tutmamak gerekir. Kürtleri Hint Avrupalı yapmak, Türk’ten uzaklaştırmanın
bir yolu olarak görülmüştür. Oysa Hint Avrupalı safsatalarına yaslanacak esaslı bir temel bulamayan kuramcı-
ların bazıları, Hint Avrupalıları Türklerle akraba yapmak bile isterler. Böylece atı, tekerleği, kurganı, Sumer’i,
Hint Avrupa parantezine almak kolayca mümkün olabilir. Nitekim Hint Avrupacıların gözünde Saka Türkleri
(İskitler) tamı tamına bu konumdadır.
Hint Avrupacıların kendilerine bir anayurt bulmalarının zorluğundan bezgin düşen bazıları, Türklerle
Hint Avrupacıları akraba yaparak işin içinden sıyrılmak istemektedirler. Bunun için Ural-Altay dilleri ile Hint
Avrupa dillerini akraba çıkarmak için uğraşmışlardır ve hâlâ daha da uğraşanları vardır. Eh, bizimle akraba
çıkmaya çalışanları darıltmak istemeyiz doğrusu. Küçümseyenlere karşı olan üslubumuzu onlara karşı sür-
dürmemiz doğru olmaz. Nasıl olsa, aynı güneş altında çamaşır kurutuyoruz.
Hint Avrupacıların bir anayurt bulma sorunları yanında, bu yurdun kaç kilometre kare olması gerek-
tiği konusunda da kafa yordukları anlaşılmaktadır. Soruyu ortaya atanların, anayurdun büyüklüğünü kestir-
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
15 15
mek adına kullandıkları model, Amerika kıtasında, “Hint Avrupalıların” gelmesinden önce konuşulan diller
üzerinde yapılan araştırmaların ortaya çıkardığı sonuçlara dayanmaktadır. Araştırmacılar, Kuzey Amerika’da
350 dilden oluşan 23 dil ailesi tespit etmişlerdi. Söz konusu araştırmanın sonuçlarına dayanarak yapılan kesti-
rime göre, her bir dil ailesi ortalama olarak 160 bin kilometrekare kadar bir anayurt büyüklüğü ortaya çıkar-
maktadır. Hint Avrupacılar, işte bu sonuçları model alarak, ön-Hint Avrupalılar için 250 bin kilometrekarelik
bir anayurt öngörmüşlerdir.
Söz konusu uzmanlar, olsa olsa yöntemi ile bu soruya bir cevap yakıştırdıktan sonra, sıradaki soruyu
şöyle tasarlamışlardır: Bu kadar bir alanda konuşulan dil, binlerce kilometre uzağa ve milyonlarca kilometrekare
bir alana nasıl yayılmış olabilir? İşte bu sorunun cevabını vermek için yazdıkları makalelerin bazı paragraflarına
Türkleri misafir etmişlerdir. Bu kez, model Türklerin göçleri ve dünyaya yayılmalarıdır. Ön-Türk adını anmamak
için, bütün her yerde aynı kökenden gelen sayısız kavim adı sayan, buna karşılık, kendi kuramlarına dâhil ettikle-
ri kavimleri tek bir adla, Hint Avrupalı diye anan, böylelikle tarih sahnesinde tek bir “soylu” (aryan-yüce) büyük
kavim bırakanlar, yeryüzüne nasıl yayıldıkları belli olmadığından, yine model kullanmak zorunda kalmışlar, bu
kez hiç yapmadıkları şekilde, ön-Türkleri tek çatı altında toplamışlardır. Aslında bu bir itiraftır.
Türklerle ilgili tarihî gerçeklere dayanarak ortaya koydukları modeli Hint Avrupalının yayılma harita-
sında kullanmışlar, sonra Türkleri tekrar sahneden çıkarmışlardır. Hint Avrupacıların göç yolları haritası ve
konu üzerindeki açıklamaları kendi tarihleriyle ilgili somut bilgilere değil, Türklerin tarih macerası hakkındaki
somut bilgilere göre tasarlanmış söz konusu kuramlara dayanmaktadır. Türklerin tarihi ile kıyaslanabilir bir
tarih tasarlamak için çabaladıkları aşikâr olarak görülebilmektedir.
Kuramın son sürümlerinden biri, Hint Avrupalıların “kurgan” geleneği ile tanımlanması gerektiğini
öne sürenler tarafından ortaya atılmıştır. Kurganlar, Ukrayna’nın güney bölgelerinden Karadeniz’in kuzey
bölgelerine kadar olan orman-bozkır alanlarında ve Anadolu’da görülen mezarlardır. Bu mezarlardan Grek
yarımadasında da İtalya yarımadasında da vardır. Bu bölge, varsayımlar üzerinde inşa edilmiş kuramın bütün
yaldızlı unsurlarına cevap verebilmektedir. Buralarda yapılan kazılarda, MÖ 4. binden itibaren evcilleştirilmiş
at izlerine rastlanmış ve daha sonraki çağlara ait tekerlekli araba kalıntıları ortaya çıkartılmıştır. Söz konusu
kurganlardan çıkarılan kalıntılardan, bunların, hem öküz arabaları hem de binek atı kullanan oldukça hareket-
li savaşçı bir kır toplumu tarafından yapıldığı anlaşılmaktadır. İddiaya göre bu halk, geç neolitik dönemde İdil-
Ural bölgesinden çıkmış ve bir kolu batı yönünde ilerleyerek Avrupa’yı kaplamış, bir kolu Mezopotamya’yı işgal
etmek üzere Kafkasya üzerinden güneye, Babillilerin hemen yanı başına, bir başka kol Hindistan’a, bir başka
kol Asya içlerine doğru doğu yönünde ilerleyerek uygarlıklarını her yana yaymıştır.
Solda Etrüsklerin İtalya’daki tümülüsleri ve sağda Anadolu’da bulunan Frig mezarlarından biri görülmektedir.
Böylece Hindistan’dan yola çıkarak Avrupa’ya getirilenlerin yanına, Karadeniz’den kalkarak Hindis-
tan’ a götürülenler eklenmiştir. Hindistan’ı başlangıç alanlara göre, Hindukuş dağları ya da Himalayalar Hint-
Avrupalıların anavatanıdır. Böyle bir sahne, Hint Avrupalıların tarihini başlatmak için mükemmel bir ortamdır.
Yukarıda belirttiğimiz üzere, Ernest Renan da Pamir Yaylası’ndan söz ediyordu.
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
16 16
Bu kuramı savunanlar bir taşta iki kuş vurmak isterler. Böyle öne sürmekle hem Ötüken’e rakip bir yer
bulmuş olurlar hem de başka hiçbir kavimle bilgi alışverişine girmeden uygarlık icat etmek için ideal bir soyut-
lanmış bölge öne sürmüş olurlar. Bir başka deyişle, bu sahne, her şeyi kendi başına bulan bir kavim icat etmek
için uygun bir sahnedir; çünkü başka kavimlerin ulaşmasına imkân vermeyen doğal engellerle çevrilidir.
Harita, Himalaya dağ silsilesi, Pamir dağları ve Hindukuş dağlarıyla kuzey tarafta Tanrı dağları ve Altay dağlarının birbirine
göre olan konumunu kabaca göstermektedir. Görüldüğü gibi kuramcılar Hint Avrupalıların ata yurdunu Türklerin ata
yurdu olarak anılan dağlık coğrafyaya taşımışlardır.
Tebliğimizin sonunda yer verdiğimiz göç haritalarında, ön-Hint Avrupalıların Karadeniz’den yola çıka-
rılarak gönderildikleri yerler de görülebilir. Ne var ki gönderildikleri yerlerde Hint Avrupalı saymadıkları Türk-
ler yaşamaktadır. Söz konusu üç haritada görüleceği gibi, Ön Hint Avrupalılar, çeşitli ayrıntı kuramlar aracılığı
ile sağa sola uğratılarak, geçerken buraları “aydınlatan” kavim olarak tanıtılmaktadır. Arkeoloji nerede bir
uygarlık izi bulmuşsa, oradaki olayları “kuram”a göre açıklayan bir Hint Avrupacı mutlaka çıkmıştır.
Konuya eğilen bir araştırmacının dediği gibi, eline kalem alan herkes Hint Avrupacı bir bilgin olabilir.
Sırf bu kuramla ilgili yetmişe yakın kitap yazıldığı söyleniyor. Oysa bu konuda kanıt niteliği taşıyan tek bir say-
fa belge bile yoktur. Kimi çıkar, kökenleri Afrika’nın kuzey kıyılarına götürür; çünkü oralarda muazzam bir
Mısır uygarlığı vardır ve kazıya gerek bırakmayacak haşmetiyle ortada durmaktadır.
Bir Hint Avrupa “uzmanı”, 1897’de, Arîlerin yurtlarını 1 Mart tarihinde terk ettiklerini söylemektedir;
nasıl bilmişse bilmiş, bu bilgiden hareketle, Hint Avrupalıların anayurtlarını iklim sorunları yüzünden terk
ettiklerini söylemektedir. Ona göre, eğer öyle olmasaydı, bu kadar erken bir tarihte yola çıkmazlardı; mayıs
olmasa bile nisana kadar yola çıkmayı ertelerlerdi. Oysa iklim konusu tarihin bugünkü biçimi almasında etkili
olmuş birkaç büyük olgudan biridir. İklimin çok kötü seyretmesi, insanları yurtlarını terke zorladığı gibi, tersi-
ne, bir dönem iyi olması da nüfus fazlasını uzak yerlere göç ettirmeye imkân vermiştir. Bunun için, “1 Mart”
tarihinin, nitelikli bir kanıt gibi ortaya atılması, kuramcıların bilimselliği hakkında epey öğreticidir.
Bütün Avrupalıların bu kuramlara bel bağladıkları da sanılmamalıdır. Özellikle Hz. Musa’nın ve Hz.
İsa’nın bizzat kuramların içinde bulunmaması, daha doğrusu başlangıçta yer verildiği halde sonradan kuram-
sal çerçeveden çıkarılmaları, bazı dindar Hıristiyanların hiç hoşuna gitmemiştir. Üstelik bunlar, Bretonların,
Anglo-Saksonların, Viking ve Normanların İngiltere adasında yaşayan yerlilere neler yaptıklarını bilirler ve bu
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
17 17
kavimlere mensup olmak hoşlarına gitmez. Bu dindar çevreler de kuram ortaya atma modasına ayak uydur-
maktan kendilerini alamamışlardır. Bunlar, İsrailoğullarının kayıp 13. kabilesinin İngiltere kıyılarına ayak bastı-
ğını öne sürerek kendilerine dindar bir antik tarih yakıştırmaktadır. Bu kuramın etkisiz olduğu düşünülmemeli-
dir. İngilizlerin, Yahudilerin Filistin’e göçünü desteklemelerinde manevî enerji kaynağı olarak kullanılmıştır.
Hint Avrupalıların nereden yola çıktığı sorununa dair farklı iddialar, bu işe gönül vermiş uzmanların
ülkesine göre de değişmektedir. Öyle anlaşılıyor ki, Hint Avrupalıları uygarlığın merkezine yerleştirmek için
ortak hareket eden uzmanlar, ikinci bir hamle daha yaparak, Hint Avrupalıların merkezine de kendi kavimle-
rini yerleştirmek istemekte ve dolayısıyla görüş ayrılığına düşmektedir. Sözgelimi, İzlanda’da ortaya çıkan bir
uzman, ön Hint Avrupalılarda görülen “ker” sesinin kuzgun sesinin taklit edilmesiyle ortaya çıkan bir ses ol-
duğunu öne sürerek ve hayvan homurtularını ve doğal gürültüleri Hint Avrupalılarla ilişkilendirmekle, Baltık
kıyılarında duyulan bu tür seslerden yola çıkarak, anayurdun Baltık kıyıları olduğunu öne sürmüştür.
Uzmanların, Hint Avrupalıların Avrupa dışında bir yerlerden yola çıkarmak isteğinden hareketle ver-
dikleri boş mücadeleden yorulmaları üzerine, kökeni Avrupa dışında aramanın doğru olmadığını öne sürenler
de ortaya çıkmıştır. Poesche adlı bir Hint Avrupacı, 1878’de, aranmakta olan anayurdun, Doğu Avrupa’daki
Pripet bataklıkları olduğunu öne sürdü. Burası da soyutlanmış bir alandı, uygarlığı icat etmenin şerefini başka
kavimlerle paylaşmak zorunda bırakmıyordu. Üstelik böylesine yoksul bir bölgede yaşayan insanların böyle-
sine büyük bir uygarlığın temellerini atabilmeleri, onların doğal gücü hakkında da iyi bir fikir verebilirdi. Bu
türden değerlendirmelerle, söz konusu bataklıkların anayurt olduğu konusu Avrupa’da tuttu. Hint Avrupacı-
lar beş yıl Avrupa’da bir anayurt edinmenin huzurunu yaşadı. Beşinci yılın sonunda Karl Penka adlı yeni yet-
me bir uzman ortaya çıktı ve “güçlü, enerjik, sarışın” ırkın bataklık gibi sağlıksız bir çevrede yetişemeyeceğini
“bildi”. Ona göre, “Arî ırkın” merkezi Güney İskandinavya idi; başka yerden gelmiş olamazlardı. Şimdi sayalım
bakalım kaç oldu: Pamir yaylaları, Himalaya sıradağları, Hindukuş dağları, Çorum, Yozgat, Pripet bataklıkları,
Baltık, Güney İskandinavya yarımadası. Bu kadar değil, daha devam ediyoruz.
Arî ırk, başka kültürlerle alışverişe imkân vermeyecek bir yerlerde yetiştirmek isteyenlerin hayal güç-
leri o kadar güçlüydü ki, bir başkası bu kavmin Kuzey Kutbu’ndan geldiğini bile öne sürebildi. İşin garibi, Kuzey
Kutup Dairesi’nde hâlen yaşamakta olan küçük toplulukların birçoğunun Türklerin akrabası oldukları bugün
bilinmektedir.
Hint Avrupalıların anavatanı olarak öne sürülen yerlerden biri Doğu Avrupa’dır ve özellikle de Pripet bataklıkları olduğu iddia edilmiştir.
Bu harita, Lothar Kilian adlı bir araştırmacı tarafından Hint-Avrupa dillerinin anayurdunu göstermek için çizilmiştir31
. Pripet bataklıkları
gerçekte Slavların anavatanıdır. Renan’ın sözünü ettiğimiz kitabında belirttiği gibi, Slavlar “bilinç geliştiren” son Avrupa kavmidir.
Sona doğru şunları da eklemek isteriz:
“Kuzeyli Arî ırkın üstünlüğü”, “üstün kuzeyli fiziksel tip”, “doğuştan üstün zekâlı” ve “gerçek ilerle-
menin sahibi” gibi deyimlerin Avrupa’daki popüler kültürün merkezine yerleştirilmesi sadece ırkçıların mari-
feti değildir. Irkçılarla Hint Avrupacılar bu alanda tam bir uyum, tam bir paralellik sergilemişlerdir ki yukarıda-
ki yüceltici yakıştırmalar her iki alana ait kitaplarda yer bulabilmiştir. Irkçı düşünürlerin listesinde adları geç-
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
18 18
meyen Hint Avrupa kuramcıları, ırkçılardan daha çok çalışmıştır. Bunun yanında, Hint Avrupacılık alanında
çalışanlara ırkçılardan da daima geniş destek gelmiştir. Mesela ırkçıların elebaşlarından olan Vacher de
Lapouge, 1899’da şöyle yazmış: “Brakisefaller, muhtemelen maymun gibi yaşarken, Arîlerin ataları buğday
yetiştiriyordu.” Bu cümleyi doğrulayacak tek bir arkeoloji kırıntı yoktur ama bu sözlerin sarf edilmesinden
hemen sonra tam tersine kanıtlar bulunmuştur. (Burada brakisefallerden kast edilen ön Türklerdir.)
Sadece 4 yıl sonra Asya’nın jeolojik haritasını çıkarmak üzere kıtayı baştan sona on yıllarca yıl dolaşan
Amerikalı jeolog Raphael Pumpelly, Göktepe ile Aşkabat arasında MÖ 8. binlere dayanan Anu kentinin kalın-
tılarını bulmuştur(1903). 1908 yılında Amerika’da yayınladığı kitabında uygarlığın doğuşuyla ilgili bir kuram da
o ortaya atmıştır. Söz konusu kurama göre, uygarlık aşılmaz sıradağlarda değil, tatlı su kenarlarında başlamış-
tır; küçüle küçüle bugünkü Aral gölü haline gelen çok büyük bir tatlı su havzası uygarlığın ilk ortaya çıkışına
yataklık etmiştir. İnsanlar ancak bol tatlı suyun bulunduğu geniş coğrafya parçalarında kalabalıklar halinde bir
araya gelebilmişler ve bu etkileşim sayesinde uygarlık yolculuğu başlamıştır. Söz konusu kentin bulunduğu
yerin eski çağlarda Orta Asya’da bulunan büyük bir tatlı su gölünün kıyısında olduğu da Bay Pumpelly’nin
jeolojik bulguları arasındadır.
Aşağıdaki haritada görülen bu yer, aynı zamanda bataklıkları kurutarak tarım yapmasını bilen
Sumerlilerin anavatanı olarak efsanelerde geçen Aratta olduğu düşünülen yerdir. Bu bölge, uygarlık tarihini
aydınlatmak adına en önce araştırma yatırımı yapılması gereken bölgedir. Eğer buralar, Hint Avrupacıların
kuramlarını kanıtlayabilecekleri yerler olsaydı, UNESCO çoktan seferber olurdu. Kendi kuramcılarının yakış-
tırdığı deyimle, maymun gibi yaşayanların kimler olduğunu anlamış olmasalardı, Anau kenti harabeleri bugün
dünyanın 7 harikasından biriydi.
Harita, jeolog Raphael Pumpally’nin bulduğu Anau kentinin Türkmenistan’daki yerini göstermektedir32
. Ortadaki resim
kazı çalışmaları sırasında çekilen bir fotoğraftır33
. Sağdaki hava fotoğrafı kentin şimdiye kadar ortaya çıkarılmış olan te-
mellerini ve kentin planını göstermektedir34
.
Yukarıdaki fotoğraflarda görülen bu yerde, insanların 10 bin yıl önce tahıl ekip biçtiklerinin kanıtları
da ortaya çıkarılmıştır. (Anadolu’daki Çatalhöyük de böyle bir yerdir ve aşağı yukarı aynı döneme ait olduğu
anlaşılmıştır.) Söz konusu Tatlıgöl Kuramı, aşılmaz dağlardan yola çıkan Hint Avrupacı kuramcıların kuramla-
rının çöküşü anlamına geliyor. O kuramsa bu da kuram. Ama Hint Avrupacı sözde bilginlerin aldırış etmeden
iddialarını sürdürmeye devam ettiklerini görüyoruz. Dikkat edilirse, üzerine üstünlük kuruntusu inşa etmek
adına ne söyledilerse tarih önünde yalanlanmıştır. Avrupa Konseyi, düzenlediği sempozyumda Batılı tarihçile-
rin düzmece kuramlarını neden dile getirmedi?
Avrupalı dilbilimciler, biyologlar, psikologlar, arkeologlar ve antropologlar, ayrı ayrı etkinliklerle ırkçı-
lık ve Hint Avrupacılık olarak ifade ettiğimiz sözde bilimsel konuları birbiri ile uyumlu biçime sokmayı başar-
mışlardır. Dilbilim konusundaki iddiaları söz konusu paralelliğe iyi bir örnektir.
Hint Avrupacı dilbilimciler, kendi dillerinin eşsiz olduğunu, kapsamlı bir yapıya sahip olduğunu, yara-
tıcılığı bulunduğunu, dolayısıyla, Hint Avrupalıya dünyanın çok farklı şartlara sahip coğrafya parçalarında
uyum sorunu yaratmadığını, dünyanın her tarafında yayılmalarının ve çeşitlenmelerinin nedeninin dilin üs-
tünlüğü olduğunu ballandıra ballandıra anlatmışlardır. Bu kimseler, diğer dillerle Hint Avrupa dillerini kendile-
rince kıyaslamayı da ihmal etmemişlerdir. Onlara göre Çince, “yaratıcı bir dil değildir”; Fince ve Macarcanın
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
19 19
herhangi bir önemi yoktur; çünkü Finler ve Macarlar, zaten zihinsel olarak bile gelişmiş değillerdir; Türkçe ve
Arapça ikinci sınıf dillerdir. Dolayısıyla, Hint Avrupa dilleri ile kıyaslanabilecek bir dil yoktur. Hint-Avrupa dille-
rinin gücünü, Antik Yunancanın destansı şiir ve oyunlarında, Germen ve Kelt halklarının düzyazı hikâyelerin-
de, Hint ve Fars edebiyatının zenginliklerinde görmek mümkündür. Dillerin birbirine olan üstünlüğü iddiası-
nın son örneğini Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nden işittik. Güya cümle yapısı sayesinde İngilizce kavrama
kapasitesi çok yüksek olan, düşünmeyi kolaylaştıran bir dilmiş. Biz bu iddiaya, Malcolm Gladwell’in “Outliers
(Çizginin Dışındakiler)/ Bazı İnsanlar Neden Daha Başarılı Olur?” adlı eserini öne sürerek kökünden itiraz
ediyoruz. Bu kitap, aynı zamanda aynı amacı güden başka iddialara da cevap niteliği taşıyor. Bizim üniversite-
lerimiz, Batıya tabi olmayı, orada okuduklarını sorgusuz sualsiz tercüme edip bize pazarlamayı bıraksın da
birazcık burnunun ucunu bari görsün. Araştırma yapan üniversite istiyoruz. Zooloji bölümü dışında papağan-
ları barındırmayan üniversite istiyoruz.
Darvin’in evrim kuramı tırmandıkça, dilbilim alanında “evrimci” yaklaşımlar da baş gösterdi. Bunlara
göre, en basit dil Çinceydi; çünkü basit sözcük temelli bir dildi. Türkçe bitişken dil özelliğinde olması yüzünden
geri idi ama Çinceden biraz daha ileri idi. En üstün dil Hint Avrupa dilleriydi; çünkü bu diller çekimli dillerdi.
Onları üstün eden çekimli olma özellikleriydi. İşin garibi, Amerika’da bilgisayarları konuşturmak için uğraşan
araştırmacılar, bunları kökten yalanladılar. Onlara göre, bilgisayarları konuşturmak için en uygun dil Türkçe
imiş; çünkü bu dil, yapısında mantık zincirleri barındırıyormuş. Bu sayede tercüme programları için diğerleri-
ne göre daha uygun düşüyormuş. Ne demeli?
Hint Avrupacılar arasında, günümüzde itibar ve destek gören anayurt, onların deyişiyle Karadeniz’in
kuzeyi ve Hazar denizi arasındaki havzadır. Bu kuram, Almanya’nın önderliğini yaptığı AB’nin, günümüzdeki
jeo-stratejik emellerine de uygundur. Bu coğrafyanın Türk dillerini konuşan kavimlerin geleneksel coğrafyası
olması, kuramı büyük ölçüde sıkıntıya sokmaktadır. Bunun için Hint Avrupacılar, söz konusu bölgeden kaldır-
dıkları atalarını Asya’ya göç ettirirler. Bu iddia, biri Kafkasya’da diğeri Yenisey’de bulunan iki ayrı kurganda
çıkarılan bazı buluntulara dayandırılmaktadır. Ne var ki, bu iki mezar arasında binlerce kilometre mesafe
vardır ve yol boyunca başka kurganlar olduğu halde, aynı özelliği taşıyan üçüncü bir kurgan bulunamamıştır.
Ayrıca, kuramın sahipleri, bu yolu neden Hint Avrupalıları Asya’ya götürmek için kullanırlar da Yenisey’
dekileri Avrupa’ya getirmek için kullanmazlar, anlamak mümkün değildir. Öyle ya! Yenisey’in, “bir kalbin
atışları gibi”, Avrupa istikametine durmadan insan pompaladığı, bir kurama ihtiyaç göstermeyen apaçık bir
gerçek olduğu halde. Bu çevreler, iki nokta arasında henüz bir üçüncü kurgan bulunmamasını, arkeolojinin
henüz bu bilgiyi araştırmadığı ile açıklarlar; açıklarlar ama kuramın bu araştırmaların yapılmasından sonra
ortaya atılmasının gereği üzerinde hiç durmazlar. Bu durumda, Hint Avrupacılar, arkeologlara amaca uygun
bir şeyler bulmaları için sipariş vermiş oluyorlar. Zaten de bunun pek çok da örneği vardır.
Hint Avrupacılar, Asya içlerine sadece Kafkasya’dan kaldırdıkları atalarını göndermez. Aynı zamanda,
kuramlarına dâhil ettikleri Farsları ve Hintlileri de gönderirler. Böylece İç Asya, hem batısından hem de güne-
yinden kuşatılarak kararlı adımlarla uygarlaştırılmış olur. Böylece, ataları tarafından uygarlaştırılmamış bir
karış toprak bırakmamış olurlar. Nerede bir uygarlık izi varsa, orayı Hint Avrupalı parantezinin içine çekmeyi
kendilerine iş edinmişlerdir. Ne var ki, ön Hint Avrupalıları Avrupa’dan Asya’ya gönderebilmek, Asya’dan
Avrupa’ya götürmekten daha fazla hayal gücü istemektedir.
6 SONSÖZ
Batılı uygarlık tarihçilerinin hiç dikkate almadığı üç gerçek bugün ispatlanmış vaziyettedir:
Birinci olarak, Sumerlerle Türkler arasında dil bakımından tarihî bir ilgi olduğu ispatlanmıştır. Ne var
ki, bu gerçeği tamamen itiraz kabul etmez düzeye çıkarmak için dar alanlarda sıkı çalışmalar yapmak gerek-
mektedir. Sumerce, MÖ 3000’lerden başlayarak MÖ 1800 civarlarına kadar birçok şiveye ayrılmıştır. Elde bol
bol bulunan tabletler çözüldükçe söz konusu dil değişmelerinin haritası daha güzel ortaya çıkmaktadır. Diğer
yandan, Türk Dili de, son 1250 yıl içinde, üç büyük evre geçirmiş ve birçok şivelere ayrılmıştır. Türk Dili’nin
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
20 20
Sumerce ile olan ispatlanmış ilişkisi üzerinde sağlam bir bina inşa etmek, Hint Avrupacıların kuramlarını ku-
ramlar mezarlığına göndermek için gerekli görüyoruz. Çünkü o takdirde, ölmüş olan kuramın kötü kokular
yaymaya başlaması söz konusu olacaktır.
İkinci olarak, ön Türklerin, en azından MÖ 3500’lerde Türkiye’nin doğu bölgelerinde bulunduğu tespit
edilmiştir. Oysa Hint Avrupacılar, bu gerçekleri görmezden gelerek, kendi siyasî organlarına ideolojik malzeme
sağlamaktadırlar. Bunu yapabilmek için tarihî gerçekleri ve arkeolojik bulguları görmezden gelmektedirler. Kürt-
leri bir Hint Avrupa kavmi olarak ele almak ve buradan hareketle Sumerlere bağlamak, Hint Avrupacı kuramcıla-
rın temel çıkış noktası haline gelmiştir. Türkiye bu konudaki gelişmeleri görmezden gelmekte yahut bilmemek-
te, üstüne üstlük, turizm amacıyla Germenleri Yozgatlı, Çorumlu yapmak için destek bile sunmaktadır. Göğsü
Alman madalyalarıyla doldurulmuş arkeoloji profesörlerimiz bile vardır.
Üçüncü olarak, bugün yaşayan dünya dilleri arasında, en eski yazılı belgelere sahip olan dilin Türk Dili
olduğu, en azından günümüzden beş bin yıl önce bağımsız ve iki kollu bir dil olarak varlığı ispatlanmıştır35.
Yani Kitab-ı Mukaddes’ten yola çıkan bir Hint Avrupacı, “bir zamanlar tek bir dil vardı”36, noktasından hareket
ediyorsa, söz konusu dilin bugün Türkçe adıyla yaşamakta olduğunu kabule mecburdur. Çünkü bütün bulgu-
lar, o çağlarda yaşayan dil olarak sadece günümüz Türk dilleri içinde yaşamakta olan bir dilin varlığına işaret
etmektedir.
Bu alanda olup bitenleri araştırırken, söz konusu kuramların ortaya atıldığı ülkelerin dış politikaları ile
yakından ilgili olduğunu gördük. Kuramların içeriği ülkeden ülkeye değişebildiği gibi, zamana ve zemine göre
de değişebiliyordu. Politika yön değiştirdiğinde kuramın ihtiyaca uygun sürümü öne çıkarılıyor, ihtiyaç orta-
dan kalkınca kaldırılıyor, başka biçimlere büründürülüyordu. Mesela Kırım’ı Almanların anavatanı olarak öne
süren kuramın amacı, Hitler’in Karadeniz’e inme projesidir. Hitler aynı zamanda Baltık’ı da anavatan olarak
öne süren kuramı dillendiriyordu. Bunun yanında, Karadeniz-Hazar havzasını Hint Avrupalıların anavatanı
yapma projesi Adige kabilelerini İngilizlerle akraba çıkartma projesidir. Tıpkı kuramın ilk ortaya çıkış aşama-
sında Hintlilerle İngilizleri akraba yaparak İngiliz sömürgeciliğini aklamak gibi. Kürtleri Hint Avrupalı yapma
projesi, Türkiye’nin doğusuna sarkma projesinden başka bir şey değildir. Görüldüğü gibi, bu konuda her şey
Renan’ın apaçık ifşa ettiği gibi yalan dolan üzerinde yürümektedir.
Bu günümüzde de böyledir. Türk dünyasının yükselişini tamponlamak için Ermenileri, Kürtleri ve
Farsları akraba yapan kuramlar ortaya atmak, 19. yüzyılın başlarından itibaren bölgedeki Kürt şeyhlerini ziya-
ret etmek, Fransa’ya, Almanya’ya gitmiş Doğu Anadolulu gençlerimizi Türklerle değil Hint Avrupalılarla akra-
ba olduklarını anlatmak, ikna edebildikleriyle işbirliği yapmak, onlara bu konuda kitap yazdırmak, internet
sayfaları düzenlemeleri için malzeme temin etmek, bu konuda sahte tarih yazmak için enstitüler kurmak
hâlen yürütmekte oldukları faaliyetlerdir.
Birkaç sayfa önce haber verdiğimiz, aşağıdaki üç harita kuramın farklı sürümlerine göre ön Hint-
Avrupalılar için yakıştırılan yol haritalarıdır.
Bazı Hint Avrupacı kuramcılar,
atalarının, uygarlarının temellerini
Karadeniz’in kuzeyinde attıklarını
öne sürerler ve batı yönünde göç
ettirirler.
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
21 21
NOTLAR
1 D. Ahsen Batur, Kürdoloji Yalanları, Selenge Yayınları, 2011, sayfa 94
2 Gazeteler, 22 Aralık 2011
3 Serge Latouche, Dünyanın Batılılaştırılması, Ayrıntı Yayınları, 1993, sayfa 10
4 Orhan Hançerlioğlu, Felsefe Ansiklopedisi, Düşünürler Bölümü, 2. Cilt sayfa 179-180
5 Tarihi Öğrenmek ve Öğretmek, Tarihin Kötüye Kullanımı, Tarih Vakfı, 2003, sayfa 5
6 Serge Latouche, Dünyanın Batılılaştırılması, Ayrıntı Yayınları, 1993, sayfa 37
7 Serge Latouche, Dünyanın Batılılaştırılması, Ayrıntı Yayınları, 1993, sayfa 7
8 Yaradılış Kitabı’nın 10, 11 ve 12. Babları bu konu ile ilgilidir.
9 J. P. Mallory, Hint Avrupalının İzinde, Dil, Arkeoloji ve Mit, Dost Yayınları, 2002, sayfa 307
10 Begmyrat Gerey, 5000 Yıllık Sümer-Türkmen Bağları, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, 2004, sayfa 21
11 Samuel Noah Kramer, Sümerler, Kabalcı Yayınları, 2002, sayfa 35
12 J. P. Mallory, Hint Avrupalının İzinde, Dil, Arkeoloji ve Mit, Dost Yayınları, 2002, sayfa 82
13 Ernest Renan, Dilin Kökeni Üzerine, Bilge Kültür Sanat Yayınları, 2011, sayfa 146
14 Ernest Renan, Dilin Kökeni Üzerine, Bilge Kültür Sanat Yayınları, 2011, sayfa 140
15 Ernest Renan, Dilin Kökeni Üzerine, Bilge Kültür Sanat Yayınları, 2011, sayfa 143
16 J. P. Mallory, Hint Avrupalının İzinde, Dil, Arkeoloji ve Mit, Dost Yayınları, 2002, sayfa 82
17 http://www.hudsonfla.com/westancient.htm
18 Ernest Renan, Dilin Kökeni Üzerine, Bilge Kültür Sanat Yayınları, 2011, sayfa 147
19 Ernest Renan, Dilin Kökeni Üzerine, Bilge Kültür Sanat Yayınları, 2011, sayfa 149
20 Kitab-ı Mukaddes, Kitab-ı Mukaddes Şirketi, 2000, sayfa 848
21 İslam Ansiklopedisi, 8. Cilt, sayfa 481
22 Mehmet Sakioğlu, Tevrat’ı Kim Yazdı? , Ozan Yayıncılık, 2004, sayfa 287
Bazı kuramcılar ise
daha karışık haritalar
yaparlar ve
atalarını
her yana
gönderirler
Kuramcılar,
Türklerin atalarını
haritadan
silecek kadar kapsamlı
son model
göç haritaları da
yapmışlardır.
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
22 22
23
Mehmet Sakioğlu, Tevrat’ı Kim Yazdı? , Ozan Yayıncılık, 2004, sayfa 289 24
İncil, İncil’in Çağdaş Türkçe Çevirisi, Müjde Yayıncılık, 1994, sayfa 6 25
Kitab-ı Mukaddes, Kitab-ı Mukaddes Şirketi, 2000, sayfa 9 26
Altay Destanı, Maaday Kara, YKY Yayınları, 1999 27
Şemsettin Günaltay, Ord. Prof. Dr, İran Tarihi, Türk Tarih Kurumu, 1987, sayfa 90 28
Şemsettin Günaltay, Ord. Prof. Dr, İran Tarihi, Türk Tarih Kurumu, 1987, sayfa 125 29
D. Ahsen Batur, Kürdoloji Yalanları, Selenge Yayınları, 2011, sayfa 122 30
D. Ahsen Batur, Kürdoloji Yalanları, Selenge Yayınları, 2011, sayfa 49 31
J. P. Mallory, Hint Avrupalının İzinde, Dil, Arkeoloji ve Mit, Dost Yayınları, 2002, sayfa 295 32
http://onturk.wordpress.com/2011/03/09/anau-medeniyeti/ 33
http://www.google.com.tr/imgres?q=Raphael+Pumpelly&hl=tr&biw=1366&bih=621&gbv=2&tbm= 34
http://www.barikad.hu/kopet-dag_titka-20110511 35
Prof. Dr. Osman Nedim Tuna, Sümer ve Türk Dillerinin Tarihi İlgisi ile Türk Dilinin Yaşı Meselesi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1997
36 Selahi Diker, AND THE WHOLE EARTH WAS OF ONE LANGUAGE, Revized Second Edition, 1999,