Upload
others
View
4
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
T.C.
ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ
SAĞLIK BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ
DEONTOLOJİ ve TIP TARİHİ ANABİLİM DALI
ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ FEN-EDEBİYAT FAKÜLTESİ ve
EĞİTİM FAKÜLTESİ ÖĞRENCİLERİNİN TEMEL BİYOETİK KONULARI HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİ
HANDAN AKIN
YÜKSEK LİSANS TEZİ
TEZ DANIŞMANI YAR DOÇ DR SELİM KADIOĞLU
Çukurova Üniversitesi Araştırma Fonu tarafından TF2005YL8 numaralı proje olarak desteklenmiştir.
ADANA - 2007
T.C.
ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ
SAĞLIK BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ
DEONTOLOJİ ve TIP TARİHİ ANABİLİM DALI
ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ FEN-EDEBİYAT FAKÜLTESİ ve
EĞİTİM FAKÜLTESİ ÖĞRENCİLERİNİN TEMEL BİYOETİK KONULARI HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİ
HANDAN AKIN
YÜKSEK LİSANS TEZİ
TEZ DANIŞMANI YAR DOÇ DR SELİM KADIOĞLU
ADANA - 2007
iii
ÖNSÖZ
Eş durumu nedeniyle Adana’ya yerleşip Çukurova Üniversitesi’ne
atandıktan sonra, yüksek lisans yapma düşüncesiyle önce Prof Dr İlter Uzel ve
sonra da Yar Doç Dr. Selim Kadıoğlu ile görüştüm. Deontoloji ve Tıp Tarihi
disiplini hakkındaki ilk bilgilenmem bu görüşmelerle oldu. Tekrar öğrenci
olabileceğime dair umutlanarak alanın konuları ile ilgili bir ön araştırma
yaptığımda, bu disiplinin konularının çok ilgimi çektiğini gördüm. En başta
öğrenim hayatıma çok uzun bir ara vermiş bulunmak üzere birçok konuda
çekincem vardı. Ancak hocalarımla konuştuktan ve grup arkadaşlarımla
tanıştıktan sonra, eğitimle ilgili sorunları aşabileceğime inanarak çalışmalarıma
başladım.
Tez konumu seçme aşamasında, ders dönemi boyunca okumuş olduğum
kitapları, makaleleri, dinlediğim tartışmaları toplu halde değerlendirip, tıp etiği ve
biyoetik çerçevesinde ele alınan konularda toplumun görüşleri hakkında yapılan
çalışma sayısının oldukça sınırlı olduğunu fark ettim. Var olan çalışmaların
çoğunun sağlık alanında çalışanlar üzerinde yürütülmüş olduğu saptamasını
yapıp bu literatüre farklı bir soluk getirmek adına sağlık alanı dışındaki
öğrencilerin temel tıp etiği - biyoetik konulardaki düşüncelerini araştırmaya karar
verdim.
Her birinin üzerinde müstakil ve daha geniş ölçekli çalışmalar
yapılabilecek olan dört konuyu bir arada işlemek zor ama zevkli bir çalışma
süreci oldu. Özellikle araştırma aşamasında, ele alınan konuların anket
uygulanan öğrencilerin ilgisini kuvvetle çektiğini ve tartışma arzusu yarattığını
görmek hoş bir deneyimdi. Karşılıklı yarar ve hoşnutluk sağlayan bu deneyim,
üniversite öğrencileri üzerinde benzer çalışmalar yürütme konusunda güçlü bir
motivasyon kazanmama yol açtı.
iv
Önsözümün bundan sonrasını yüksek lisans eğitimime farklı aşamalarda
ve farklı yönlerden, doğrudan ya da dolaylı olarak katkıda bulunmuş olanlara
karşı duyduğum içten minnet duygusunu ifade etmeye ayırmak istiyorum.
Bu bağlamda ilk olarak, deontoloji ve tıp tarihi alanındaki tüm
çalışmalarıma destek veren değerli hocam Prof Dr İlter Uzel’e; çalışmalarımı
sabırla destekleyen ve kendisine danıştığım her konuda yardımını esirgemeyen
Yar Doç Dr Selim Kadıoğlu’na; yerinde yönlendirmeleriyle çalışma ufkumu
genişleten Yar Doç Dr Funda Kadıoğlu’na; araştırmamın istatistik analizi
aşamasında sınırlı boş zamanları içinde sınırsız bilgisinden yararlanmama
olanak sağlayan Yar Doç Dr Ahmet Doğanay’a; tez yazımını tamamlama
aşamasında bir dizi kritik yardımla rahatlamamı sağlayan Araş Gör Rana Can’a;
verimli bir çalışma dönemini paylaştığım ders dönemi grup arkadaşlarıma ve
başta onlar olmak üzere derinlikli sohbetlerinden yararlandığım tüm
“kürsüdaş”larıma; akademik çalışmalarımı yoğun iş yaşamımla birlikte
yürütmem konusunda beni daima yüreklendiren ve önümü açan Konservatuar
Müdürü Prof Dr Ahmet H Yücel’e ve beni desteklemek adına bir dizi fedakârlıkta
bulunan işyeri arkadaşlarıma içtenlikle teşekkür ediyorum.
İkinci olarak arşivlerindeki kaynaklardan çokça yararlandığım Çukurova
Üniversitesi Kütüphanesi’ne; Milli Kütüphane’ye; kişisel kitaplıklarındaki
kaynaklardan yararlanmama imkan veren tüm arkadaşlarıma ve hocalarıma;
Fen-Edebiyat ve Eğitim Fakülteleri’nin araştırmamı yürütmeme izin ve destek
veren yöneticilerine ve öğretim elemanlarına; soruları ciddiyetle yanıtlamanın
ötesinde biyoetiğe, çalışmama ve şahsıma içten bir ilgi gösteren anket
katılımcısı öğrencilere; yıllar sonra yeniden öğrenci olma heyecanını
yaşamama, çevremi ve bilgi birikimimi genişletmeme fırsat sağlayan Çukurova
Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitü’ne ve sayın Prof Dr Halil Kasap ile sayın
Ferhat Dikel’in şahıslarında onun tüm akademik ve idari elemanlarına içtenlikle
teşekkür ediyorum.
Son olarak hem araştırmamı yürütürken hem de tezimi yazarken
kendilerine alışık oldukları kadar ilgi gösteremememi hoşgörüyle karşılayan,
tüm sıkıntılarımı paylaşan ve ihtiyaç duyduğum her konuda olanaklarını
zorlayarak bana yoğun destek veren aileme; çalışmamın her aşamasında
v
yanımda yer alan değerli eşim Albay Şenol Akın’a ve özellikle bilgisayar
kullanımı konusunda kritik yardımlarını gördüğüm canım kızlarım Özge’ye ve
Simge’ye içtenlikle teşekkür ediyorum.
vi
İÇİNDEKİLER
KABUL ve ONAY FORMU ii
ÖNSÖZ iii
İÇİNDEKİLER vi
ÇİZELGELER DİZİNİ ix
ÖZET xi
ABSTRACT xii
1. GİRİŞ 1
2. GENEL BİLGİLER 4
2.1. Ötanazi 4
2.1.1. Ötanazi Kavramı ve Tanımları 4
2.1.2. Ötanazi Sınıflandırması 6
2.1.2.1. Aktif ve Pasif Ötanazi 7
2.1.2.2. Hastanın İsteme Durumuna Göre Ötanazi 8
2.1.2.3. Öldürücü Eylemin Niteliğine Göre Ötanazi 9
2.1.3. Ötanazi ve Etik 9
2.1.3.1. Ötanazi Yandaşı Görüşler 12
2.1.3.2. Ötanaziye Karşı Olan Görüşler 15
2.2. Organ Nakli 17
2.2.1. Tanım 19
2.2.2. . Organ Nakli ve Etik 19
2.2.2.1. Vericiler Açısından Etik Sorunlar 20
2.2.2.1.1. Canlı Vericiler 20
2.2.2.1.2. Ölü Vericiler 23
2.2.2.2. Alıcılar Açısından Etik Sorunlar 25
2.2.2.3. Farklı Açılardan Etik Sorunlar 26
2.3. Gebeliğe Son Verme 28
2.3.1. Tanım ve Temel Kavramlar 29
vii
2.3.2. Gebeliğe Son Verme ve Etik 30
2.4. Üremeye Yardımcı Uygulamalar 35
2.4.1. Tanımlar ve Temel Bilgiler 36
2.4.2. Üremeye Yardımcı Uygulamalar ve Etik 39
3. MATERYAL ve METOD 44
4. BULGULAR 48
4.1. Birinci Soruya Verilen Cevapların Dağılımı 48
4.2. İkinci Soruya Verilen Cevapların Dağılımı 50
4.3. Üçüncü Soruya Verilen Cevapların Dağılımı 49
4.4. Dördüncü Soruya Verilen Cevapların Dağılımı 55
4.5. Beşinci Soruya Verilen Cevapların Dağılımı 58
4.6. Altıncı Soruya Verilen Cevapların Dağılımı 60
4.7. Yedinci Soruya Verilen Cevapların Dağılımı 62
4.8. Sekizinci Soruya Verilen Cevapların Dağılımı 65
4.9. Dokuzuncu Soruya Verilen Cevapların Dağılımı 67
4.10. Onuncu Soruya Verilen Cevapların Dağılımı 69
4.11. On Birinci Soruya Verilen Cevapların Dağılımı 72
4.12. On İkinci Soruya Verilen Cevapların Dağılımı 74
4.13. On Üçüncü Soruya Verilen Cevapların Dağılımı 76
4.14. On Dördüncü Soruya Verilen Cevapların Dağılımı 79
4.15. On Beşinci Soruya Verilen Cevapların Dağılımı 81
4.16. On Altı Soruya Verilen Cevapların Dağılımı 83
4.17. Anketin Son Kısmında Bildirilen Görüşler 86
4.17.1. Katılımcıların Anket Hakkında Yaptığı Değerlendirmeler 86
4.17.2. Katılımcıların Dile Getirdiği Öneriler, Sorular, Açıklamalar,
Çağrışımlar 87
4.17.3. Katılımcıların Biyoetik Konuları Hakkında Görüşleri 89
5. TARTIŞMA 91
5.1. Ötanazi Konusundaki Bulgular Hakkında Tartışma 91
5. 2. Organ Nakli Konusundaki Bulgular Hakkında Tartışma 98
5. 3. Gebeliğe Son Verme Konusundaki Bulgular
Hakkında Tartışma 100
viii
5. 4. Üremeye Yardımcı Uygulamalar Konusundaki Bulgular
Hakkında Tartışma 101
6. SONUÇLAR ve ÖNERİLER 104
KAYNAKLAR 106
EK: Araştırmada Kullanılan Anket Formu 111
ÖZGEÇMİŞ 115
ix
ÇİZELGELER DİZİNİ
TABLO 1. Birinci Soruya Verilen Cevapların Dağılımı 48
TABLO 2. Birinci Soruda Bildirilen Gerekçeler 49
TABLO 3. İkinci Soruya Verilen Cevapların Dağılımı 51
TABLO 4. İkinci Soruda Bildirilen Gerekçeler 52
TABLO 5. Üçüncü Soruya Verilen Cevapların Dağılımı 53
TABLO 6. Üçüncü Soruda Bildirilen Gerekçeler 54
TABLO 7. Dördüncü Soruya Verilen Cevapların Dağılımı 56
TABLO 8. Dördüncü Soruda Bildirilen Gerekçeler 57
TABLO 9. Beşinci Soruya Verilen Cevapların Dağılımı 58
TABLO 10. Beşinci Soruda Bildirilen Gerekçeler 59
TABLO 11. Altıncı Soruya Verilen Cevapların Dağılımı 60
TABLO 12. Altıncı Soruda Bildirilen Gerekçeler 61
TABLO 13. Yedinci Soruya Verilen Cevapların Dağılımı 63
TABLO 14. Yedinci Soruda Bildirilen Gerekçeler 64
TABLO 15. Sekizinci Soruya Verilen Cevapların Dağılımı 65
TABLO 16. Sekizinci Soruda Bildirilen Gerekçeler 66
TABLO 17. Dokuzuncu Soruya Verilen Cevapların Dağılımı 68
TABLO 18. Dokuzuncu Soruda Bildirilen Gerekçeler 69
TABLO 19. Onuncu Soruya Verilen Cevapların Dağılımı 70
TABLO 20. Onuncu Soruda Bildirilen Gerekçeler 71
TABLO 21. On Birinci Soruya Verilen Cevapların Dağılımı 72
TABLO 22. On Birinci Soruda Bildirilen Gerekçeler 73
TABLO 23. On İkinci Soruya Verilen Cevapların Dağılımı 75
TABLO 24. On İkinci Soruda Bildirilen Gerekçeler 76
TABLO 25. On Üçüncü Soruya Verilen Cevapların Dağılımı 77
TABLO 26. On Üçüncü Soruda Bildirilen Gerekçeler 78
TABLO 27. On Dördüncü Soruya Verilen Cevapların Dağılımı 79
x
TABLO 28. On Dördüncü Soruda Bildirilen Gerekçeler 80
TABLO 29. On Beşinci Soruya Verilen Cevapların Dağılımı 81
TABLO 30. On Beşinci Soruda Bildirilen Gerekçeler 82
TABLO 31. On Altıncı Soruya Verilen Cevapların Dağılımı 84
TABLO 32. On Altıncı Soruda Bildirilen Gerekçeler 85
TABLO 33. Katılımcıların Anket Hakkında Yaptığı Değerlendirmeler 86
TABLO 34. Katılımcıların Dile Getirdiği Öneriler, Sorular,
Açıklamalar, Çağrışımlar 88
TABLO 35. Katılımcıların Biyoetik Konuları Hakkında Görüşleri 89
xi
ÖZET
Çukurova Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi ve Eğitim Fakültesi Öğrencilerinin Temel Biyoetik Konuları Hakkındaki Görüşleri
Bu çalışma, Çukurova Üniversitesi’nde sosyal bilimler ve fen bilimleri alanlarında eğitim görmekte öğrencilerin, dört temel biyoetik konusu hakkında görüşlerini belirlemek ve karşılaştırmalı olarak değerlendirmek amacıyla gerçekleştirilmiştir. Tezin araştırma bölümünde 16 soruluk bir anket formuyla toplam 527 öğrencinin görüşleri derlenmiş; bu bulgular hem kendi içinde kız-erkek ve fen alanı-sosyal alan karşılaştırması yapılarak hem de literatürde yer alan farklı araştırmaların sonuçlarıyla karşılaştırılarak tartışmaya açılmıştır. Araştırma sonuçlarının oturacağı kuramsal çerçeve, ele alınan biyoetik konularının felsefi ve tarihsel boyutları hakkındaki bilgilerden oluşturulmuştur.
Anahtar Sözcükler: Biyoetik, Ötanazi, Organ nakli, Gebeliğe son
verme, Üremeye yardımcı uygulamalar.
xii
ABSTRACT
The Views of the Students at the Faculty of Science and Literature and the Faculty of Education at Çukurova University about the Main
Topics of Bioethics
The study has been carried out to find out the views of the students studying in the fields of social sciences and science at Çukurova University about four main topics in bioethics and to evaluate them comparatively. In the research part of the thesis, the views of 527 students in total have been compiled through a sixteen- question questionnaire and the findings have been opened to discussion by comparing them with the results of other researches in the literature. Also, the findings deduced from the answers of male and female students and the students of science and social sciences have been compared with each other. The theoretical background the results of the study are based on is composed of the information about philosophical and historical dimensions of the subjects of bioethics under study.
Key words: Bioethics, Euthanasia, Organ Transplantation, Abortion, Assisted Reproduction.
1
1. GİRİŞ
Yakın geçmişe kadar tıbbın ahlaki boyutu, meslektaşların birbirleriyle
ilişkilerinde uymaları gereken bir takım görgü kurallarından ve bir ölçüde de
hasta haklarının öncüleri olarak niteleyebileceğimiz hasta-hekim ilişkisiyle ilgili
kimi sınırlamalardan ibaret olmuştur. Çağdaş tıp etiğinin ve daha sonra da
biyoetiğin ortaya çıkışı; daha açık bir anlatımla konunun felsefi boyutunun
giderek ağırlık kazanması ve farklı eğitimsel kökenlerden, farklı mesleki
çevrelerden kişilerin konuyla ilgilenmeye başlaması ise son onyıllarda
gerçekleşmiştir. Tıbbın ahlaki boyutunda ortaya çıkan dramatik dönüşüm,
kuşkusuz bir yandan tıp zihniyetinde ve uygulamalarında, diğer yandan
toplumun tıptan beklentilerinde ve tıbbı yerleştirdiği konumda meydana gelen
değişmelere bağlı ve onlara koşut olarak gerçekleşmiştir.
Tıbbi uygulama olanakları, bilimin ve özellikle teknolojinin gelişmesinden
destek alarak günden güne artmaktadır. Bu durum, yeni olanakları hangi
durumlarda ve ne ölçüde kullanmanın uygun düşeceği; bir başka deyişle
bunlardan yararlanma çerçevesinde hangi tutumları ve davranışları
benimsemenin “iyi” olacağı hakkında bir dizi soruyu gündeme getirmektedir.
Cevabı deneyimden ve alışkanlıktan çıkarılamayan bu çetin sorular, sadece
tıbbın değil insanlığın önüne dikilmekte; ciddi tereddütlere, akıl karışıklıklarına
ve görüş ayrılıklarına yol açmaktadır. Tıbbın iç belirleyicilerine bağlı olarak
ortaya çıkan bu karmaşa, dış belirleyicilerin de devreye girmesiyle büsbütün
artmaktadır. Çağdaş insanın kendini algılayışının ve ifade edişinin kendine
özgülüğü, ona çok özel ve kişisel bir hizmet sunan tıbbı kaçınılmaz olarak
etkilemektedir. Tıp, yeni olanaklarını bu yeni insanın ve ona uygun olarak
biçimlenmiş toplumsal yapının beklentilerine ve gereklerine uygun biçimde
seferber etme kaygısı ve gayreti içine girmektedir.
Böyle bir tıbbın gereksinimlerini karşılamak üzere biçimlenen çağdaş tıp
etiğinin, biri felsefi diğeri hukuki karakter taşıyan iki temel bileşeni olduğunu
söylemek mümkündür. Bu bağlamda, tıbbi olanakları insanlığın hizmetine
sunarken ortaya çıkan değer çatışmaları hakkında yürütülen açık uçlu
2
tartışmalar, bu tartışmalarda dile getirilen tezlere dayanak oluşturan öğretiler ve
inançlar, tıbbın nihai amacına ve bundan hareketle insan olmanın anlamına
yönelik sorgulamalar felsefi bileşenin kapsamı içinde yer almaktadır. Hukuki
bileşenin bünyesinde ise, hem tıbbi görev bilgisinin resmi referansları ve
sağlıkla ilgili yasal düzenlemeler hem de meslek hatalarıyla ilgili yargı süreçleri,
hasta hakları konusundaki düzenlemeler ve uygulamalar, insan hakları
bağlamında tıbbın devreye girdiği durumlar yer almaktadır. Tıp etiğinin iki
bileşenliliğinin gereği olarak, sağlık profesyonellerinin sahip olması gereken
temel etik donanımın, bir yandan tutarlı bir mesleki dünya görüşü çerçevesinde
düşünüp karar verme yeteneğini, diğer yandan kuralları tanıma ve onların
çizdiği çerçevede hareket etme yönelişini içermesi gerekmektedir.
Tıp etiğinin felsefi bileşeniyle bağlantılı olan bu tez çalışması
çerçevesinde, farklı değer çatışmaları üzerine kurulu dört önemli tartışma
hakkında üniversite öğrencilerinin görüşleri belirlenmiş ve değerlendirilmiştir. Bu
dört tartışmalı konudan ikisi; dayanılmaz acıları olan umutsuz hastalara ölme
hakkının tanınması ve istenmeyen gebeliklerin sona erdirilmesi hakkında
olanlar, günümüz tıbbının olanaklarına ve koşullarına göre yeni birer çehre
kazanmış “kadim” sorunlardır. Organ aktarımları ve üremeye yardımcı
uygulamalar hakkında ortaya çıkmış bulunan tartışmalar ise, tamamen çağdaş
tıbba özgüdür.
Tanımı üzerinde henüz genel bir uzlaşma sağlanamamış olmakla birlikte,
biyoetiğin tıp etiğine göre daha geniş bir konu yelpazesine yayıldığını ve onu
uğraş edinmiş bulunanlar bakımından da köken çeşitliliğinin daha fazla
olduğunu söylemek mümkündür. Farklı kesimlerin, bir başka deyişle farklı eğitim
ve meslek formasyonlarına sahip kişilerin, ortak çalışma alanı olması nedeniyle
biyoetik, zenginlik olarak da yorumlanabilecek bir yöntem ve yaklaşım
çeşitliliğine sahiptir. Bu çeşitlilik bağlamında farklı toplum kesimlerinin tartışılan
konular hakkındaki görüşlerinin belirlenmesi ve bunların savunulan tezlere
gerekçe ve dayanak olarak kullanılabileceğini öne sürmek mümkündür.
Kuşkusuz biyoetik alanında daha çok felsefi yöntemlerin benimsenmesi;
tartışmaların akıl yürütme, çıkarımlar yapma, tutarlılık açısından irdeleme gibi
araçlar kullanılarak yürütülmesi söz konusudur. Bununla birlikte argümanların
3
sosyal realiteyi yansıtan verilerle desteklenmesi ya da çürütülmesi tartışmalara
daha geniş bir soluk kazandıracak ve onların salt düşünsel alanda var olmakla
kalmayıp toplumsal yaşam alanına da geçmelerini sağlayacaktır. Böylelikle
kuramsal-kavramsal üretimin toplumsal ilişkileri düzenleme konusunda daha
fazla işlevsel olması gündeme gelecektir.
Tez çalışması çerçevesinde gerçekleştirilen araştırma bu anlayış
doğrultusunda sağlık alanıyla ne uğraş edinmiş olma ne de hizmet tüketicisi
olma anlamında bağlantısı olmayan bir grup üzerinde yürütülmüştür. Bu seçimin
sağladığı ikincil bir kazanım, grup üyelerinin hem biyoetik kavramını hem de
haklarında görüş derlenen konuları tanıma ve bunların üzerinde düşünme şansı
bulması; insanlığa mal olmuş bir dizi temel tartışmada kendi kişisel
yaklaşımlarını belirleme durumunda kalmasıdır.
Araştırmaya kuramsal-kavramsal bir çerçeve oluştururken, ele alınan
konuların farklı boyutlarına kısa kısa değinilmiş; kimi medikal ayrıntıları, yol
açtıkları etik tartışmalar ve bu tartışmalarda öne sürülen tezler tanıtılmıştır.
Böylelikle tıp etiği ya da biyoetik alanında akademik çalışma yapmayı uğraş
edinmemekle birlikte tezden yararlanmak isteyenlere ön bilgi desteği vermek
amaçlanmıştır.
4
2. GENEL BİLGİLER
Tez çalışmasının bu ana bölümünde, yürütülen araştırma çerçevesinde
haklarında katılımcılardan görüş derlenen dört temel biyoetik konusunun
kavramsal, felsefi ve tarihsel boyutları hakkında genel bilgiler yer almaktadır.
2.1. Ötanazi
Ölüm genelde düşünülme ve dile getirilme konusu yapılmaktan kaçınılan
bir olgudur. Bununla birlikte herhalde her insanın zihninde kendi ölümüyle ilgili
bir takım korkular ve beklentiler yer almakta ve bunlardan hareketle hangi
koşullarda ve nasıl ölmenin daha uygun olacağı hakkında hemen hemen herkes
kendince bir görüşe sahip bulunmaktadır. Bu bağlamda, dayanılmaz ağrılar ve
acılar çekmeden, ailesine ve yakınlarına yük olmadan, çeşitli tıbbi araçlara
bağımlı kalmadan ölmenin tercih edilir olduğu saptamasını yapmak mümkündür.
Çağdaş tıbbın ortalama insan ömrünü uzatması çerçevesinde dikkat
çekici iki unsurdan ilki koruyucu uygulamalarla ortalama yaşam süresinin
artması, ikincisi ise destekleyici tedavilerle yaşamın son döneminin
uzatılmasıdır. Bu ikinci unsurun, özellikle hastalığı ortadan kaldırıcı tedavi
yapılamayan durumlarda devreye girişi günümüzdeki ötanazi tartışmalarının
çıkış noktasıdır. Günümüzde ötanazi terimi, niceliksel veya niteliksel olarak
tükenmiş ve ait olduğu kişi tarafından istenmeyen bir yaşamın sona erdirilmesini
ifade etmek üzere, öncelikle tıp çevrelerinde ve giderek toplum genelinde
kullanılmaktadır 1.
2.1.1. Ötanazi Kavramı ve Tanımları
Ötanazinin gündeme geldiği tıbbi durumların hastalıkla ilgili temel
nitelikleri, ölümcül seyir ve yaşamın sonuna gelmiş olma, ilerleyici karakter,
5
iyileşme şansı bulunmaması ve maddi veya manevi dayanılmaz acılara yol
açmadır. Hastayla ilgili olarak ise bilgi sahibi ve değerlendirme yetisi yerinde
olarak alınmış bir karara dayanan ve tereddütsüz sürdürülen bir talebin varlığı
gerekmektedir. Bu talebin bilinci açık olan hasta tarafından dile getirilmesi,
bilinci kapalı hasta tarafından öngörüye dayalı olarak önceden dile getirilmiş
bulunması, bilinci kapalı veya değerlendirme yetisi olmayan hasta adına
yakınları / yasal temsilcileri tarafından dile getirilmesi söz konusu olabilir 2.
Ötanazide kişinin ölmeyi amaçlamaması ancak içinde bulunduğu duruma
dayanamadığı için ondan kurtulabilmek adına ölmeye razı olması söz
konusudur. Ötanaziyi uygulayan kişinin amacı da can almak değil, maddi ya da
manevi anlamda acı çeken kişinin ıstırabını dindirmektir. Bununla birlikte
yaşama ve ölüme yüklenen ahlaksal, dinsel, sosyal ve yasal değerler nedeniyle
ötanazinin bir hak olması üzerinde genel bir uzlaşma sağlanamamaktadır.
Ötanazinin kabul edilebilirliği hakkındaki genel tartışmaların yanı sıra,
hekimlerin iyi ölümün sağlanmasında aktif rol oynaması da üzerinde durulan bir
konudur. Ölüm yardımı fikri, tıbbın geleneksel olarak sağlığı ve yaşamı sonuna
kadar destekleme yaklaşımıyla açıkça çelişmektedir 3.
Ötanaziye ve ona göre daha mutedil bir uygulama olan, kişinin yaşamına
son veren uygulamayı katkı ve destek alarak da olsa bizzat gerçekleştirdiği,
yardımlı intihara yönelik itirazların temel dayanağı yaşamın kutsallığı ve asla
öldürmeme gibi geleneksel tıp ve toplum değerleridir. Son onyıllarda
yoğunlaşan tartışmalarda, ötanazi ve yardımlı intiharın kabul edilebilirliği ile ilgili
çeşitli etik gerekçeler sunulmakla birlikte, bu uygulamaların hekimin geleneksel
ödevlerine ve toplumla yaptığı kabul edilen anlaşmaya aykırı olduğu; tıbbın
iyileştirmeyle özdeşleşmiş olan imajını ve ona duyulan güveni sarsacağı
endişesi geçerliliğini korumaktadır 3.
Ötanazinin tıbbın olduğu kadar hukukun da konusu olması bağlamında
her iki disiplin bu uygulamayı kendi açılarından farklı biçimlerde
tanımlamışlardır. Tıbbi değerlendirmelerde hastanın hastalık derecesi, ölüme
ulaşmak için kullanılan yol, tedavinin son aşamasında olunması gibi unsurlar ön
planda yer alırken, hukukçuların yaptığı değerlendirmeler hastanın iradesi
üzerine odaklanmaktadır 4.
6
Ötanazi bir başka deyişle “iyi ölüm” tartışmaları ile birlikte gündeme
gelen, daha geniş kapsamlı bir kavram “ölme hakkı”dır. Özellikle hukuk
çevrelerinin üzerinde durduğu bu kavram, kişinin yaşamak yerine ölmeyi tercih
etmesi, yani kişinin istediği zaman ve yerde, istediği şekilde ölmeye karar
verebilmesini ifade etmektedir. Ölme hakkı çerçevesinde ötanazinin yanı sıra,
ölümün amaç olduğu intiharın ve araç olarak kullanıldığı ölüm orucunun da yer
aldığı saptamasını yapmak mümkündür. Haklar ve hürriyetler açısından ölme
hakkının yaşama hakkının tersinden hareketle türetildiğini; farklı bir deyişle
“olumsuz yaşama hakkı” olduğunu söylemek mümkündür 5, 10.
Farklı etik ve hukuk kaynaklarında değişik biçimlerde yapılmış olan
ötanazi tanımlarından her birinin kavramın farklı bir boyutunu farklı bir yönden
ifade ettiğini söylemek mümkündür. Türkiye Felsefe Kurumu’nun Biyoetik
Terimleri Sözlüğü’ne göre ötanazi, tedavisi olanaklı olmayan ıstırap içindeki
hastaların ya da onlar adına karar verebilme yetkisi olan kişilerin geçerli
istemiyle hastanın yaşamının sonlandırılmasıdır ve kavram, hastaların ölüme
bırakılmasını da kapsamaktadır 6. Bir hukukçunun ötanazi hakkındaki
monografisinde yer alan benzer bir tanım, “tedavisi olmadığına kesin karar
verilen ağrılı veya ağrısız hastaların özgür mirasçılarının izni ile tıbbi yoldan
yaşamına son verilmesi” şeklindedir 5.
Kimi tanımlarda kavramın unsurlarına yer verme yaklaşımı
benimsenmiştir. Böyle bir tanım çerçevesinde ötanazi, “ölümün kaçınılmaz
olduğu ve tıbbın verilerine göre iyileştirilme olanağı bulunmayan veya kişinin
dayanılmaz acılar çektiği durumlarda, tıbbi yollarla öldürülme veya tıbbi yardım
kesilerek ölüme terk edilme hali”dir 7. Benzer bir başka tanıma göre ise ötanazi
hastaların dindirilemeyen ıstıraplarını sona erdirmek amacıyla öldürücü bir
ajanın medikal yoldan uygulanmasıdır 8.
2.1.2. Ötanazi Sınıflandırması
Ötanazi uygulamalarının üç farklı kritere göre sınıflandırılması ve her bir
uygulamanın bu sınıfların bir kombinezonu olarak ortaya çıkması söz
7
konusudur. Söz konusu kriterler, (1) hekimin ölüme neden olan bir eylemde
bulunması ya da bulunmaması, (2) hastanın ölüme yol açacak uygulamayı talep
etmesi ya da etmemesi, (3) ölümün yapılan uygulamanın ana etkisi ya da yan
etkisi olmasıdır.
2.1.2.1. Aktif ve Pasif Ötanazi
Hekimin eylemi açısından, ötanazinin aktif ve pasif olarak adlandırılan iki
türü söz konusu edilmektedir. Aktif ötanazide, ölüme yol açan sağlık
profesyonelinin yapmış olduğu uygulamadır. Farklı bir anlatımla, öldürmeye
yönelik bir eylemin, bir tür iyilik/yardım/hizmet olarak kabul edilerek,
gerçekleştirilmesi söz konusudur. Pasif ötanazide ise ölüme yol açan bizatihi
hastalık ya da onun komplikasyonudur ve sağlık profesyoneli de engelleyici
uygulamaları yerine getirmeyerek bu doğal sürece katkıda bulunmaktadır 6, 9, 10.
Eylemde bulunmanın değil eylemden kaçınmanın söz konusu olduğu
pasif ötanazi, aktife göre daha belirsiz bir kavram olarak ortaya çıkmaktadır. Bu
belirsizliğin temel nedenleri kaçınılan uygulamanın hayatta kalmayı sağlayıcı
etkisinin gücünün ve kaçınma ile ölüm anları arasında geçen sürenin değişken
olmasıdır. Bu bağlamda ötanazi terimini sadece aktif tür için kullanıp, pasif türü
tedavi etmeme ya da tedaviyi bırakma olarak adlandırma biçiminde bir
yaklaşımın da bulunduğunu not etmek yerinde olacaktır. Pasif ötanazi ile ilgili
olarak belirtilmesi uygun düşecek bir husus da, dünya genelinde ve ülkemizde
sağlık profesyonellerinin onu daha kabul edilebilir bulduklarıdır 11.
Aktif ve pasif ötanaziden söz edildiğinde akla gelen iki yakın kavram
yardımlı intihar ve canlandırma uygulamama komutudur. Aktif ötanaziye göre
daha ılımlı bir uygulama görünümünde olan yardımlı intiharda, sağlık
profesyonelinin ölüme yol açan uygulamayı bizzat yapmaması ancak ölmek
isteyen yaşamı niceliksel veya niteliksel olarak tükenme noktasındaki kişiye,
kısıtlı olanaklarıyla kendini öldürebilmesini sağlayabilecek bir düzenek kurması
söz konusudur. Canlandırma uygulamama komutu ise hayatta kalmayı sağlayıcı
uygulamaların sonuna kadar kesilmemesini ancak bunlara rağmen hastanın
8
yaşam fonksiyonlarının durması halinde geri döndürmeye yönelik uygulamaların
yapılmamasını ifade etmektedir 11.
2.1.2.2. Hastanın İsteme Durumuna Göre Ötanazi
Günümüzde tartışma konusu edilen ötanazi uygulamaları çerçevesinde
hastanın iki tür yaklaşımı gündeme gelmektedir. Bunların ilkinde hastanın zihni
melekeleri yerinde olarak ve baskı altında kalmayarak değerlendirme yapıp
yaşamına son verilmesini istemesi ve bu isteğinde sebat etmesi söz konusudur 2. Buradaki uygulama farklı kaynaklarda “istemli” ya da “gönüllü” ötanazi olarak
adlandırılmakta olup “hastanın isteği üzerine yapılan ötanazi” veya “hastanın
isteği doğrultusunda yapılan ötanazi” şeklinde ifade edilmesi de mümkündür.
İkinci türde ise hastanın ötanazi uygulamasını isteyip istemediğini
belirtememesi söz konusudur. Bu belirtemeyiş zihni melekelerin gelişememiş
olmasından da, geçici ya da kalıcı olarak yitirilmiş bulunmasından da
kaynaklanabilir. Hastanın mesaj veremeyecek durumda olması bağlamında
ötanazi konusunun yakınları / yasal temsilcileri tarafından gündeme getirilmesi;
talepte bulunmanın ve izin vermenin onlar tarafından gerçekleştirilmesi söz
konusudur. Hastanın geçmişte zihni melekelerinin yerinde olması halinde,
içinde bulunduğu durumda ötanaziyi isteyip istemeyeceği konusunda o
dönemde doğrudan ya da dolaylı bir beyanda bulunmuşluğu önem kazanır 12.
Bu uygulamanın “istemli olmayan” ya da “gönüllü olmayan” ötanazi olarak
adlandırılması söz konusu olup “hastanın isteğini belirtemediği durumlarda
yapılan ötanazi” veya “hastanın isteyip istemediği belli olmayan durumlarda
yapılan ötanazi” şeklinde ifade edilmesi de mümkündür 1.
Ötanazi terimi Nazi Almanyası’nda öldürülmelerinin kendi iyiliklerine
olduğu iddia edilerek istemeyen kişilerin zorla canının alınması anlamında da
kullanılmış olmakla birlikte, günümüz dünyasında ve özellikle tıp ve tıp etiği
terminolojisinde böyle bir karşılığı olması söz konusu değildir 2, 6. Mamafih kimi
kaynaklarda bu yaklaşımı ifade etmek üzere “gönülsüz ötanazi”, “istemsiz
ötanazi” gibi Türk dilinin mantığına aykırı terim önerileri yer almaktadır 1.
9
Herhalde bu uygulamayı “istek hilafına ötanazi” veya “zorla ötanazi” olarak
adlandırmak daha anlaşılır olacaktır 1.
2.1.2.3. Öldürücü Eylemin Niteliğine Göre Ötanazi Ölümün kendisine yol açan eylemin ana amacı olması da, yan etkisi
olması da mümkündür. Bu bağlamda tek ve doğrudan amacı ölümü sağlamak
olan bir eylem halinde gerçekleştirilen ötanazi “doğrudan ötanazi” olarak
adlandırılmaktadır. “Dolaylı ötanazi” ise asıl amacı hastada belirli bir etkiyi
sağlamak olan ancak yan etki olarak ölüme yol açma riski taşıyan bir
uygulamanın gerçekleştirilmesidir. Dolaylı ötanazi örneği olarak, dayanılmaz
ağrılarını gidermek için terminal dönem hastasına, yüksek doz narkotik analjezik
verilerek yaşamını yitirmesine yol açılması verilebilir 6.
2.1.3. Ötanazi ve Etik
Ölüm her kültürde istenmeyen ve ertelenmesi için elden geldiğince çaba
gösterilen bir durumdur. Öldürme ise fevkalade dramatik ve sınırlı istisnalar
dışında daima kötü olarak nitelenen bir eylemdir. Hal böyleyken, ölümün istenir
hale gelmesi de, öldürmenin iyilik etme kaygısıyla gerçekleştirilmesi de
kaçınılmaz olarak toplumsal ve düşünsel alışkanlıklara ters düşmekte,
dolayısıyla ötanazi doğası gereği bir dizi etik tartışmaya yol açmaktadır.
Ötanazi ve ölüm hakkı konusundaki etik tartışmalarda dile getirilen iki
temel tez bu uygulamayı savunmak ve ona karşı çıkmak biçimindedir.
Geleneksel tıp ve yasama yaklaşımları çerçevesinde ötanazinin kabul
görmemiş olmasından dolayı, tartışmalarda daha çok ötanazi / ölüm hakkı
yandaşlarının uygulamanın meşru hale getirilmesi talepleri ortaya konulup
gerekçelendirilmekte; ötanaziye karşı olanlar ise mevcut koşulların kendi
tezlerinden yana olmasından dolayı bu taleplere karşı çıkmakla yetinmektedir.
10
Ötanazinin yanında ve karşısında yer alanla kesimlerin, yaklaşımlarına
gerekçe veya dayanak sağlamak adına öne sürdükleri görüşler ve
değerlendirmeler sonraki iki alt bölümde ele alınacaktır. Bunlara geçmeden
önce, ötanazinin etik boyutuyla ilgili genel bir takım saptamalar yapmak; farklı
tartışma çerçevelerinden söz etmek uygun olacaktır.
Ötanazinin hem yanında hem de karşısında yer alanların alt gruplarının
bulunması, dolayısıyla ana ikilemin dışında ayrıntıya dair bir dizi de alt
tartışmanın yürütülmesi söz konusudur. Bu bağlamda özellikle aktif ve pasif
ötanazi konusunda farklı argümanlar dile getirilmekte; bir yanda pasif ötanaziyi
ötanazi kabul etmeyip tedaviyi reddetme hakkı kapsamına iten diğer yanda
eylem ve eylemsizlik arasında nitelik farkı olmadığı iddiasıyla aktif–pasif
ayrımını anlamsızlığından 13 söz eden yaklaşımlar yer almaktadır.
Ötanazi tartışmalarının bir bölümünün ölümcül hastaya yaklaşım gibi
genel bir başlığın altına yerleştirilmesi de mümkündür. Terminal dönemde acı
çeken ölümcül hastaların gereksinimleri çoğu zaman tam olarak anlaşılamaz ve
dolayısıyla uygun bir bakım da verilemez. Tıbbi ekibin ilgisi ölüm öncesi bakım
üzerine değil gerekebilecek acil tıbbi uygulamalar üzerine yoğunlaşır. Böyle bir
durum da insanların çoğu zaman ölmekten değil nasıl öleceklerinden
korkmasına yol açar. Bu çerçevede ötanaziyle ilgili sorular, terminal dönemde
hasta yönetimiyle ilgili olanlarla iç içe geçmektedir 14,15.
Normale dönmesi söz konusu olmayan ve hastalığı nedeniyle ölüme
mahkûm olan hastaların ölmesine izin vermek ve yaşatılması için çaba
harcamamak olan ötanaziyi hekimliğin asıl amacının her ne pahasına olursa
olsun hastanın ömrünü uzatmak olduğunu öne süren yaklaşımla bağdaştırmak
olanaksızdır. Geleneksel olarak ve günümüzde yaygın biçimde benimsenmiş
olan bu yaklaşım, klasik bir meslek ahlakı referansı olan Hipokrat Andı
tarafından da desteklenmektedir. Tüm bunlara rağmen ötanazi taraftarları
uygulamanın bir öldürme olmadığı anlayışını benimsemekte ve yaklaşımlarını
savunurken hem hastanın daha fazla ıstırap çekmesini önlemiş olduklarını hem
de hasta yakınlarını, sağlık kurumunu, sosyal güvenlik sistemini verilen tıbbi
hizmetin maddi yükünden kurtardıklarını vurgulamaktadır 16.
11
Joseph Fletcher’e göre bir bireyin yavaş ve kötü koşullarda insanlık dışı
bir şekilde ölümüne izin vermek etik açıdan uygun değildir ve insanlık
değerlerinin biyolojik yaşam ve işlevler ile bağlantılı olarak düşünülmesi
gerekmektedir. Tıbbın geleneksel olarak yaşamın kutsal olduğunu kabul edişi,
yaşam kalitesinin önemini ikinci plana itmektedir 14. Bu bağlamda beyin
fonksiyonlarının kaybedilmiş olması özel bir anlam taşımaktadır. Akıllı ve
mantıklı bir varlık niteliği taşıması türünün temel özelliklerinden biri olan insanın,
beyni işlevini kaybettiğinde yaşamaya devam etmesinin anlamsız olduğu öne
sürülmektedir 14.
Ötanazi tartışmalarının ana ekseni uygulamaya konu olan kişinin ölme
hakkının kabul edilmesi-edilmemesi olmakla birlikte, vaka özelinde ölüm
kararını alan ve ölüme yol açan eylemi (ya da eylemsizliği) gerçekleştiren
hekimin durumu da üzerinde durulması gereken bir konudur. Bu çerçevede yer
alan tartışmalar, bir ucunda yasal çerçevede ölümden sorumlu tutulup
tutulmamanın, dolayısıyla ceza alıp almamanın; diğer ucunda ölümü
sağlamanın bir görev olup olmamasının yer aldığı bir konu yelpazesine yayılmış
durumdadır 1.
Hekimler, başka pek çok konuda olduğu gibi ötanazi çerçevesinde de
hem bizzat kararlar almaları hem de hastaları ve hastaların kararlarını
yönlendirmeleri itibariyle ikili bir işleve sahiptir. Hekimin ötanazi gibi ağır bir
kararın oluşmasında hem doğrudan hem de dolaylı olarak sorumluluk
üstlenmesinin bir ölçüde hafifletilmesi için etik kurullardan destek alması uygun
görülmektedir 11.
Din çerçevesinde yaşatılan geleneksel yaklaşımlar ve genel olarak
manevi unsurlara önem veren anlayışlar ötanaziye sıcak bakmamaktadır. Bu
bağlamda materyalist anlayışın ağır bastığı Batı toplumlarında ötanazi daha
fazla taraftar bulmaktadır. Oysa inanca bağlılık ile akla güvenme arasındaki
dengenin belirgin biçimde ilk unsur lehine olduğu İslam dünyasında ötanaziye
yönelik ilgi ve ötanazi talebinde bulunanların varlığı sınırlıdır 17.
Ötanazinin gündeme geldiği durumlarda, yoğun tıbbi desteğin söz
konusu oluşu ve günümüz tıbbının giderek daha yüksek maliyetli hale gelişi
bağlamında, tartışmaları ekonomik unsuru dışlayarak sürdürmek kolay değildir.
12
Maddi giderlerin hastaya ve yakınlarına manevi bir getirisi olup olmaması da bu
noktada önemli bir kriter olarak gündeme gelmektedir. Yaşama mutlak saygı
duyup hastayı her ne pahasına olursa olsun yaşatma çabası, “paha”yı ödeme
konusunda zorlanmaların, yetersizliklerin başladığı noktada ciddi biçimde
sarsılmaktadır 16.
Ötanazi tartışmalarında iki önemli husustan ilki kararı kimin vereceği,
ikincisi ise uygulamayı kimin yapacağıdır. Bu ikisiyle bütünleşen üçüncü ve son
bir husus ise ötanazi uygulamasının yasal çerçevede kabul edilip
edilmeyeceğidir. İlk hususla ilgili olarak, kararı hastanın bizzat vermesi ve eğer
karar verme olanağından yoksunsa yargı yoluna gidilerek belirlenecek bir yasal
temsilcinin bu sorumluluğu üstlenmesi üzerinde genel bir uzlaşma vardır. İkinci
hususla ilgili olarak, hekimin ötanazi uygulamasında görev almasının hastaların
ona yönelik güvenini sarsacağı düşüncesi yaygındır. Üçüncü husus
bağlamında, yaşam hakkının vazgeçilemez ve devredilemez en temel hak
olarak kabul edilmesi ötanazinin yasallaştırılmasıyla çelişmektedir. Bununla
birlikte yasal çerçevede ötanaziye olanak tanınacaksa, genel geçer bir
prosedürün olmamasının; her vakanın tek olarak değerlendirilmesinin ve
gerçekleştirilecek işlemlerin o vaka özelinde belirlenmesinin uygun olduğu
düşünülmektedir 11.
2.1.3.1. Ötanazi Yandaşı Görüşler
Ötanaziden yana olan görüşlerin farklı düşünsel temelleri bulunmaktadır.
Bunların ilki özerkliğe saygı ilkesinden hareket etmekte, ötanazinin haklılığını
hastanın talebi olmasına dayandırmaktadır. Yararlılık ilkesi çerçevesinde
değerlendirme yapmaya dayalı olan ikinci yaklaşım ise erkene alınmış onurlu bir
ölümün desteklenerek sürdürülen niteliksiz bir yaşama göre üstün olduğu
üzerine kuruludur. Aktif ötanazi uygulamalarını gerekçelendirmede devreye
giren üçüncü yaklaşım ise pasif ötanazinin adı konulmayarak da olsa yaygın
biçimde uygulandığı saptamasından hareket etmektedir. Felsefi açıdan istenen
13
bir sonucu elde etmek için eylemde bulunmak ile onu eylemden kaçınarak elde
etmek arasında fark bulunmaması bu yaklaşımın çıkış noktasıdır.
Özerkliğe saygı ilkesine dayalı görüşe göre, hastanın kendi uygun
gördüğü biçimde yaşamını sürdürme hakkı olduğu gibi yaşamının istediği
zamanda ve istediği şekilde sona erdirilmesini istemeye de hakkı olmalıdır.
Özellikle de öleceği kesin olarak bilinen hastaları, şuurları yerinde olup ölmeyi
istemeleri durumunda, ıstırap içinde tutmanın hiçbir manası bulunmamaktadır.
Ötanazi, bireyin ölümünün biçimi, koşulları ve zamanlaması üzerinde kontrol
sahibi olmasını sağlamaktadır 18.
Yarar sağlama ilkesine dayanma bağlamında temel argüman yaşamları
önlenemez acı ve ıstırap içinde olan insanların acılarını dindirerek huzur içinde
ölmelerini sağlamanın onların yararına olduğudur. Bu yaklaşım çerçevesinde
öngörülen ikincil bir yarar, ötanazinin gerçekleştirilmese bile bir olanak olarak
varlığının bilinmesinin, acı içinde ölmekten korkanlar için psikolojik destek
niteliği taşımasıdır 16. Bireyi değil toplumu merkeze alan bir değerlendirmeyle,
terminal dönem hastasının tedavi ve bakım masraflarına odaklanan ve ona
istemediği bir ek yaşam süresi sağlamak adına sağlık hizmetlerine ayrılmış
maddi olanakları tüketmenin yarasızlığına dikkat çekme de yararcılık ilkesiyle
bağlantılı bir yaklaşım olarak değerlendirilebilir 1.
Pasif ötanaziyi benimseyip aktifi reddetme tutumundaki paradoksa işaret
eden görüş çerçevesinde insan hayatını aktif olarak sona erdirmek ile yaşam
desteğini çekerek hastalığın hükmünü yerine getirmesine olanak sağlamak
arasında ilkesel bir fark yoktur. Bu durumda tedavinin veya yaşam desteğinin
kesilmesi etik ve yasal olarak kabul görüyorsa, morfin ya da potasyum enjekte
ederek ölüme yol açılması da etik bir davranış olmak zorundadır. Her iki halde
de sürecin sonunda hastanın ölmesi ve hekimin de bu akıbeti öngörüp
desteklemesi söz konusudur 12. Kuşkusuz buradaki çıkış noktasının ötanaziye
karşı çıkanlar tarafından da kullanılması; aktif ötanazi açıkça yasaklanmışken
pasife göz yumulmasına itiraz etmeye dayanak yapılması mümkündür 1.
Ötanazi yandaşı görüşlerin genel karakterinin bir dizi soyutlama yaparak
akıl yürütme olduğu saptamasını yapmak mümkündür. Toplumsal düşünce
alışkanlıkları ve ortak duygusallıklar, inançların gerekleri, cari hukuk düzeni gibi
14
uygulamada göz ardı edilmesi kolay olmayan unsurlar, böyle kuramsal bir
yaklaşım çerçevesinde ihmale uğramaktadır. Böyle bir yaklaşımı benimsemiş
olmalarından da anlaşılabileceği üzere ötanazi savunucularının önemli bir
bölümü, biyoetik alanında çalışan felsefecilerdir. Bununla birlikte ötanazi
tartışmalarına konu olan hastalarla yakın ilişki içinde bulunan; onların bakımını
üstlenen hemşireler de ötanazi yandaşlarının önemli bir grubunu
oluşturmaktadır. Soyutlamalar yaparak kuramsal çerçevede akıl yürütenler ile
somut gerçekle yüzleşip çaresizliği gören ve empati yeteneğini kullananların
ortak bir noktaya erişmesi ilginç bir durumdur 1.
Ötanazi yandaşları tezlerini savunurken ölümün niteliğiyle ilgili bir takım
değerlendirmeler de yapmaktadır. Bu çerçevede, haklarında ötanazi tartışması
yapılan hastaların, bedensel olanakları tükenmiş olduğu için dışardan
profesyonel yardım alarak hayatta kalabilmekte olmaları bir tür “onur kaybı”
olarak nitelenmektedir. Burada “onur” varlığını özerk biçimde sürdürebilmeyi;
kendisi hakkındaki kararları alıp yaşama geçirebilmeyi ifade etmektedir.
Onurunu yitirmiş olarak hayatta kalmanın alternatifi ise “iyi ölüm”dür. Aktif
ötanaziyi savunanlara göre, böyle bir ölümün kaçınılmaz ve önlenemez olduğu
hallerde, tıp hastanın seçimine uygun olarak iyi bir ölüm sağlamak zorundadır.
İyi ölüm, ağrının ve hastalığın diğer olumsuz etkilerinin en aza indirilmiş ve
ailenin, dostların psikososyal desteğinin sağlanmış bulunduğu bir anda yaşamın
sona ermesidir 17, 19.
Doğaya saygılı olma ve onun hükmünü yerine getirmesine olanak tanıma
tezi, ötanazi yandaşları tarafından da ötanaziye karşı çıkanlar tarafından da
kullanılabilmektedir. Ötanaziye karşı çıkanlar aktif ötanazinin doğal ölüm
sürecine müdahale ederek onu kısaltmak olduğunu öne sürerken, ötanazi
yandaşları ise agresif tedaviler ve ileri bakım düzenekleriyle terminal dönemdeki
hayatı uzatmanın doğallıkla bağdaşmaması üzerinde durmaktadır 1.
Ötanazi kararını alan veya uygulayan kişilerin cezalandırılmaması
gerektiğini öne süren yaklaşımı da ötanazi yandaşı görüşler çerçevesine
yerleştirmek mümkündür. Bu yaklaşımı benimseyenlere göre, ötanazi
uygulamasındaki öldürme eylemi olumsuz duygulara ve düşüncelere değil,
öldürülen kişinin isteğine saygı gösterme ve ona yarar sağlama kaygısı duyma
15
gerekçelerine dayanmaktadır. Acımasızlığa değil bilakis merhamete dayalı
olması itibariyle başka öldürme eylemlerinden belirgin biçimde ayrılmaktadır.
Ötanaziyi bir tür intihar olarak değerlendiren ve intihar etmenin de suç
olmadığına dikkat çeken eski bir görüşe göre, intihar ya da intihara teşebbüs
eden kişilerin cezalandırılması söz konusu olmadığına göre, ötanazi
uygulayıcılarının da cezalandırılmaması gerekmektedir.
2.1.3.2. Ötanaziye Karşı Olan Görüşler
Daha önce de belirtildiği üzere ötanaziye karşı olan görüşler, varolan
koşullarda ötanazinin zaten kabul görmemesinden dolayı yeni bir düzen
sağlamaya değil statükoyu korumaya; ötanazinin meşru hale gelmesi yönündeki
talepleri gerekçeli olarak reddetmeye yöneliktir. Bu görüşleri benimseyenlerin
tartışmalar bağlamında salt akıl yürütmeyle yetinmeyip, tezlerini destekleyen
duygulardan, inançlardan, önyargılardan da yararlandığını söylemek
mümkündür.
Nitekim ötanaziye karşı çıkışın temel argümanlarından biri yaşamın
kutsallığı tezidir. Bu tezi benimseyenlerin genellikle “yaşama mutlak saygı”
gösteren bir yaklaşıma sahip olması çerçevesinde, Musevi, Hıristiyan ve İslam
dinlerinde tanrı tarafından verilen yaşamın yalnızca onun tarafından sona
erdirilebileceği düşüncesi hâkimdir 14.
Yasallaşması durumunda ötanazinin istismar edileceği kaygısı bir diğer
önemli karşı çıkış gerekçesidir ve bu da düşünsel temelli olmaktan çok pratik bir
endişeden kaynaklanmaktadır. Öldürme eyleminin merhamet hissinden mi
yoksa menfaat hırsından mı kaynaklandığını ayırt etmenin her zaman olanaklı
olmayışı bu yaklaşımın vurguladığı temel unsurdur. Nitekim insan doğasının
iyilik etmeye olduğu kadar kötülük etmeye de yatkın olduğunu ve kötülük edenin
eylemi hakkında başkalarını kandırma çabasına girmenin ötesinde bizzat
kendine karşı onu rasyonalize etme girişiminde bulunduğunu söylemek
mümkündür 19.
16
İstismar edilme kaygısına dayalı olana benzeyen bir diğer karşı çıkış
yaklaşımı “buzda kaymak” argümanı üzerine kurulmuştur. Buna göre ötanazinin
belirli koşullar altında ve sınırlı biçimde kazanacağı meşruiyet o halde kalmayıp
giderek genişleyecektir. Uygulama başlangıçta iyileşme olanağı olmayan veya
terminal dönemde bulunan ve kendisi talep eden hastalar için söz konusuyken,
zamanla özürlüler, akıl hastaları, yaşlılar ve başka kimi kategorilerde yer alanlar
için de ve talep etme-etmeme durumlarına bakılmaksızın gündeme gelecektir.
Böyle bir gidişi “ölme hakkının ‘ölme görevi’ne dönüşmesi“ olarak adlandırmak
da mümkündür 20.
Ötanaziye özerklik ve özerkliğe saygı ilkesi çerçevesinde karşı çıkma
bağlamında öne sürülen tezlerden biri, toplumsal düzen çerçevesinde kimi
konularda özerklik sahibi olunamayacağıdır. Bu değerlendirmenin geri planında,
bireylerin kimi konularda özgür olmamaları ve özerkliğin de ancak özgürlükler
çerçevesinde yaşama geçirilebileceği tezi yer almaktadır 1. Ölme hakkı tıpkı
düello etme hakkı ya da gönüllü kölelik hakkı gibi çağdaş toplumsal düzende
var olmayan bir haktır. Toplum bu konularda bireye seçim özgürlüğü, dolayısıyla
özerk karar oluşturma ve onu hayata geçirme olanağı tanımamıştır 1.
Aynı temel ilke çerçevesinde, bireysel özgürlükler tartışmasına
girmeksizin, ötanaziye karşı çıkan bir diğer yaklaşım ötanazi talebinin özerk bir
karar olamayacağını öne sürmektedir. Bu özerk olamayış talep sahibi bireyin
karar alma konusundaki yetersizliğinden kaynaklanmaktadır. Söz konusu
yetersizlik, hastalığın özerkliği zedeleyici etkisi ve ötanazi talep etmenin zihinsel
yetilerin yerinde olmasıyla bağdaşmazlığı kabulü ile gerekçelendirilmektedir 18.
Buradaki ikinci gerekçe, intihar teşebbüslerine müdahale ederken benimsenen,
zihinsel yetileri yerinde bir kimsenin kendisini öldürmeye kalkışmayacağı
kabulünün bir versiyonu olarak değerlendirilebilir.
Ötanaziye sağlık ve sosyal güvenlik politikalarının eleştirisi eşliğinde
karşı çıkan yaklaşımın savunucuları ötanazi taleplerinin talep sahiplerine
sunulan tedavinin ve bakımın yetersizliğinden kaynaklandığını öne sürmektedir.
Bu bakış açısından ötanazinin meşruiyet kazanması yetersiz sağlık hizmeti
sunumunun kabul edilmesi esprisini taşımaktadır. Bir başka deyişle ötanaziyi
17
savunmak, sağlık sistemindeki aksaklıkları, yetersizlikleri, yanlışlıkları
savunmak anlamına gelmektedir 20.
Bilinci kapalı kişilere vasiyetleri ya da yakınlarının / yasal temsilcilerinin
talebi doğrultusunda ötanazi uygulanmasına karşı çıkan bir yaklaşım, üzerinde
uygulama yapılacak kişilerin acı çekmekte olmamasına dikkat çekmektedir. Bu
çerçevede öldürmenin sağlam gerekçelerinden biri olan acıya son verme söz
konusu olamamaktadır 20.
Ötanaziye kökten karşı çıkmayıp pasif ötanaziyi kabul edilebilir bulanlar,
yaşama son vermek ile yaşamın sürmesini sağlayan tedaviye son vermek
arasında ilkesel bir ayrım bulunduğu kanısındadır. Burada “pasif ötanaziyi kabul
edilebilir bulma” yerine “pasif ötanaziyi ötanazi saymama” ifadesini kullanmak
da mümkündür. Böyle bir olanağın bulunması söz konusu uygulamanın tedaviyi
reddetme hakkının kullanılmasıyla gerçekleştiği kabulüne dayanmaktadır.
Öldürmenin mutlak bir zarar verme olmasına karşın, hayatta kalmayı sağlayan
tedavilere son verme, onların hastaya zarar veren yan etkileri de göz önüne
alındığında, iki ayrı durum gibi görünmektedir. Bu yaklaşımı benimseyenlere
göre hayatın hekimin eylemi nedeniyle sona ermesi ile hastalığın gereği olarak
sona ermesi arasında ciddi bir fark bulunmaktadır 1.
2.2. Organ Nakli
Hasta insanları tamamen ya da kısmen iyileştirmek, toplumun ortalama
yaşam süresini uzatmak ve nitelikli olarak sürmesini sağlamak, genel olarak
insanlığın özel olarak da insanlığın doğrudan ve sadece bu konuyla ilgili birimi
olan tıp dünyasının sürekli çaba harcadığı konulardır. Tıp alanındaki bilimsel ve
teknik gelişmelerin tümü, üretilen sağlık hizmetlerinin daha nitelikli ve ulaşılabilir
olmasını sağlamaya yöneliktir. Farklı nedenlerden ötürü işlevini kaybetmiş vücut
parçalarının başka kişilerden alınanlarla yenilenmesi esasına dayanan doku ve
organ nakli konusunda sağlanan başarılar da bu genel çerçeve içinde yer
almaktadır. Ancak yeni geliştirilen bu tedavi olanağının, tıp alanında
gerçekleştirilen pek çok yenilik için de olduğu gibi, medikososyal bir çerçeveye
18
oturtulmasında kimi sorunlar yaşanmaktadır. Bu sorunlar kümesinde medikal /
teknik sorunların yanı sıra sosyal, hukuki, ekonomik ve nihayet etik sorunlar da
yer almaktadır.
Organ nakliyle ilgili pratik sorunların en önemlisi, bu uygulamadan yarar
görme şansı bulunan pek çok kişi olmasına karşılık tümüne yetecek kadar
organ bulunmamasıdır. Bilindiği gibi organ naklinde canlı ve ölmüş kişilerin
verici olabilmesi söz konusudur ve hem canlı hem de ölü vericiler açısından
belirli uygunluk kriterleri bulunmaktadır. Ölmüş kişilerin organlarının kullanılabilir
olma koşulu ölüm sürecinin erken aşamasında; beyin ölümünün gerçekleşip
bedenin geri kalanının canlılığını koruduğu dönemde alınmalarıdır. Canlı
vericiler bağlamında ise doku alıcı-verici arası doku uyumu önem kazanmakta,
aktarımın yakın akrabalar arasında yapılması organın yeni organizmaya intibak
etme olasılığını arttırmaktadır.
Ülkemizde organ nakillerinin çoğu akraba olan canlıdan elde edilen
organlarla gerçekleştirilmekte olup bu durum toplum genelinde öldükten sonra
organlarının alınmasını kabul etmeme yaklaşımının yaygın oluşundan
kaynaklanmaktadır. Oysa dünya ölçeğinde aktarımların büyük kısmı ölü
vericilerden sağlanan organlarla yapılmaktadır. Kişinin, öldükten sonra
organlarının alınmasını kabul edebilmesi için öncelikle geleneklerden ve
inançlardan beslenen öldükten sonra vücut bütünlüğünü koruma kaygısını
aşmış ve bağışta bulunuşunun aleyhinde kullanılabileceği endişesine
kapılmamış olması gerekmektedir. Ülkemiz özelinde toplumsal alışkanlıkların
değişmesi için farklı kaynaklardan ve kanallardan ölü verici olmayı teşvik eden
mesajların yayılması yoğunlaşarak devam etmektedir.
Kamuoyu eğilimlerinin yeniden biçimlendirilmesi yolundaki çalışmalar ve
özellikle sağlık profesyonellerinin bu konudaki öncülüğü önemli olmakla birlikte,
yasal düzenlemelerin yaklaşımı organ naklinin yaygınlaşmasında daha kritik bir
rol oynamaktadır. İlk bakışta yalnızca belirli bir etkinlik alanına ve bu cümleden
olmak üzere tıbba özgü gibi gözüken konular, yaşama geçmelerini sağlayan
kurallar üzerinden hukukun da ilgi alanına girmektedir. İnsanın daha ana
rahminde iken tıpla başlayan ilişkisinin bir boyutu da medikolegal ilişkidir. Tıpla
ve tıbbın hukuki yönüyle ilişki sağlıkla bağlantılı tüm süreçlerde aktive olarak
19
yaşam boyu devam eder. Organ nakli uygulamalarının tıp hukukuyla ilgili boyutu
da bu genel çerçeve içinde yer alır ve kendisine özgü bir öneme ve ağırlığa
sahiptir 23.
2.2.1. Tanım
Basitleştirilmiş bir tanımla organ nakli, vücutta görevini yapamayan bir
organın yerine canlı ya da kadavra vericiden alınan sağlam bir organın
yerleştirilmesidir. Bu tanımı biraz daha genişleterek “organ nakli görev
yapamayacak kadar hasta ve hatta bedene zararlı hale gelen bir organın bir
yenisi ve sağlamı ile değiştirilebilmesi işlemidir“ demek de mümkündür 24.
Biyoetik sözlüğünde “yetersiz hale gelmiş ve kişinin hayatını tehdit eden
hastalıklı doku ve organı yenisi ile değiştirme işlemi” olarak tanımlanan bu
uygulamalar grubunda, immünolojideki ve cerrahideki gelişmelere bağlı olarak
son onyıllarda önemli ilerlemeler sağlanmıştır. Doku ve organ nakli günümüz
tıbbında önemli bir tedavi şekli olarak yerini almış bulunmaktadır 6. Organ nakli
terimi herhangi bir anlam değişikliği olmaksızın ikinci sözcüğü değiştirilerek
organ aktarımı ve organ transplantasyonu biçiminde de kullanılmaktadır.
2.2.2. Organ Nakli ve Etik
Organ naklinin doğası gereği aynı anda iki kişi üzerinde uygulama
yapılması; alışılmış iki taraflı hasta-hekim ilişkisine bir üçüncü taraf olarak
vericinin de katılması söz konusudur. Klinik ilişkinin böyle daha fazla tarafın
iştirak ettiği bir hal alarak karmaşıklaşması, organ naklinin etik boyutunun
öneminin ve ağırlığının artmasına yol açmaktadır. Hekimin uygulamayı iki farklı
kişi üzerinde yürütmesi bağlamında, iyi eylemde bulunma kaygısını ve çabasını
her iki ilişki için gerçekleştirmesi gerekmektedir. Bu noktadan hareketle ve
vericilerin de ikiye ayrılmakta olduğunu göz önüne alarak, organ naklinin etik
20
boyutunu canlı ve ölü vericiler ile alıcılar açısından değerlendirmek uygun
olacaktır.
2.2.2.1. Vericiler Açısından Etik Sorunlar
Yapay organların ve hayvan bedeninde genetik manipülasyonla üretilmiş
insan organlarının nakledilmesinin yaygın ve başarılı biçimde
gerçekleştirilememesi ancak geçici veya deneysel çalışmalar olarak yürütülmesi
söz konusudur. Bu bağlamda bu kaynakları ihmal ederek sadece canlı ve ölü
vericilerden söz etmek mümkündür. Canlı vericileri de akraba olanlar ve
olmayanlar şeklinde ikiye ayırmak mümkündür.
2.2.2.1.1. Canlı Vericiler
Canlı vericilerden yapılan organ nakillerinin çok büyük bölümü böbrek
yetmezliklerinde aileden bir kişinin bağışta bulunması çerçevesinde
gerçekleşmektedir.
Canlı vericiler söz konusu olduğunda temel sorun organını bağışlayan
kişinin zarara uğrayacak olmasıdır. Organını bağışlayan kişinin bir yandan vücut
bütünlüğü bozulmakta, diğer yandan hem organın vücuttan çıkarılması gibi
büyük bir ameliyatın riskleri hem de organ eksikliğine bağlı sorunlar ve yaşam
kalitesinde bozulma ihtimali gündeme gelmektedir. Başka koşullarda göze
alınmasından söz edilemeyecek olan böyle bir uygulamanın benimsenebilir hale
gelişi, alıcının yaşamının kurtulması gibi büyük bir yarar sağlamasından
kaynaklanmaktadır. Vericinin uğratıldığı zararla alıcıya sağlanan yarar bir arada
değerlendirildiğinde ortaya çıkan değer bilânçosu prosedürün uygulanması
lehine olmaktadır. Bu bilançoda vericinin duyduğu manevi tatmininin de
sağlanan yararlar arasında hesaba katılması uygun düşecektir.
Hipokrat’ın hastaya yaklaşımla ilgili temel ilkesi olan “öncelikle zarar
vermeme”, günümüzde yarar sağlama ve özerkliğe saygı gösterme ilkelerine
21
göre geri planda yer aldığı izlenimini vermektedir. Bununla birlikte, meslek
geleneğinde önemli bir yeri olduğunu ve geniş meslektaş kitlelerince kuvvetle
benimsendiğini inkâr etmek mümkün değildir. Bu ilkeye öncelik veren çevreler,
alıcının göreceği yararı ikinci plana iterek, canlı vericiden organ alınmasına
yönelik sert itirazlarda bulunmakta; bir insanın bir diğeri için feda edilmesini
reddetmektedir 6. Nitekim organ nakli çalışmalarının ilk yıllarında canlı
vericilerden organ bağışı kabul edilemez olarak görülmüştür. Halen de başka bir
kişinin yarar görmesi için sağlıklı bir kişiden sakatlanma veya ölüm talep
edilmemesi gerektiği üzerinde tam bir mutabakat vardır 25.
Canlı vericilere ilke olarak itiraz etmeyenlerin tereddüde düştüğü bir
husus, özellikle bağışın aile içinde gerçekleştiği durumlarda manevi baskı
unsurunun devreye girip girmemesidir. Sürecin aile içinde gerçekleşmesi ister
istemez tarafların ruh hallerini derinden etkileme ve aralarındaki ilişkiye yeni bir
çehre kazandırma potansiyelini taşımaktadır 26.
Vericinin aldığı kararın olası sonuçlarını açıkça görmesi ve üzerinde
yapılacak uygulamanın mahiyetini tam anlamıyla kavrayıp enine boyuna bir
durum değerlendirmesi yapması, organ aktarımının etik boyutunun önemli bir
unsurudur. Bu unsur zarar vermenin kabul edilebilirliği ve bağış kararının baskı
altında olmaksızın alınması açısından önem taşımaktadır. Vericinin etki altında
kalmadan kendi özgür iradesi ile bağış yapması ve naklin yapılacağı hastanın
yaşama şansının yüksek olması da etik açıdan önemli konulardır 27.
Birçok hastanın ne kadar bilgilenirse bilgilensin karar sorumluluğunu
üstlenmeyip doktora devretmek istemesi de bilgilendirmeyle bağlantılı bir etik
sorun olarak nitelenebilir. Bu durumda doktorun paternalist bir yaklaşıma
zorlanması söz konusu olmaktadır 23.
Canlı ve akraba olmayan verici ile alıcının kimliklerinin birbirinden
gizlenmesinin de etik açıdan önemli bir husus olduğu söylenebilir. Bu noktaya
dikkat çekenlere göre, böyle bir gizlilik, taraflar arasında ortaya çıkması
muhtemel duygusal ve maddi baskıları önler. Alıcının borçluluk duygusundan
kaynaklanan manevi yükü kaldıramayıp vericiyi ödüllendirmeye kalkması;
vericide ise başlangıçta gözetmediği bir takım maddi beklentilerin baş
göstermesi söz konusu olmaz 28.
22
Ülkemiz özelinde aileden birinin canlı verici olması çerçevesinde bu
kişinin genellikle kadın olduğu saptamasını yapmak mümkündür. Bu durum
büyük olasılıkla çoğu kadının ekonomik özgürlüğünü kazanamamış olması ve
aile gelirine katkısının bulunmamasından kaynaklanmakta ve etik açıdan bir tür
negatif ayrımcılığın varlığını gündeme taşımaktadır 29. Geniş perspektifli bir
değerlendirmeyle, bu konunun birden fazla verici adayı bulunduğunda en adil
seçimin nasıl yapılması gerektiği gibi genel bir etik sorunun bir türevi olduğu
söylenebilir.
Buraya kadar üzerinde durulan hususları toplu halde değerlendirerek
canlı vericiden naklin kabul edilebilirlik şartlarını sıralamak yerinde olacaktır. Bu
çerçevede, vericinin sağlık durumunun iyi, alınacak ve geride kalıp onun işlevini
üstlenecek organlarının işlevinin ve yapısının ise normal olması; naklin
gerçekleşmesi konusunda yüksek bir başarı beklentisinin olması; alıcıya
sağlanacak yararın vericinin göze aldığı risklere değer olması; vericinin
operasyonun riskleri açısından tam anlamıyla bilgilendirilmesi; vericinin bağış
kararını baskı altında olmadan kendi hür iradesiyle alması; bağışının parasal bir
çıkar karşılığında yapılmaması gerekmektedir 23,27.
Tüm bu etik kaygıların yasa koyucular tarafından da hissedilip dikkate
alınması sonucu, mevzuat çerçevesinde organ nakli hakkında bir dizi
düzenleme yer almaktadır. Ulusal ölçekte bu nitelikteki düzenlemeleri kısaca
gözden geçirmek uygun olacaktır.
Türk Medeni Kanunu’nun 23. maddesinde kişinin doğuştan sahip olduğu
beden bütünlüğü değerinin gerektiğinde kendisine karşı korunacağı kabul
edilmiştir. Bu madde organ nakli hakkındaki yasa çıkarıldıktan sonra, 1990
yılında revize edilmiş ve ek bir fıkrayla organ nakline imkân tanınmıştır. Organ
nakli mevzuatında canlı vericiyi zarar görmekten korumak üzere bir dizi tedbir
yer almaktadır. Tek olan organların bütününün bağışlanmasına izin
verilmemesi; 18 yaşın altındakilerden ve mümeyyiz olmayanlardan organ
alınmaması; hekimin hastayı bilgilendirmesinin zorunlu tutulması bu çerçevede
yer almaktadır. Erkek verici adaylarının askerlik görevini yapmış olması
mevzuattaki dikkat çekici bir husustur. Tüm bu koşulların sağlanması halinde,
sürecin başlaması için verici adayının iki tanık önünde imzaladığı bir belgeyle
23
gönüllülüğünü bildirmesi ve hekimin de bu durumu onaylaması gerekmektedir 23, 26.
Organ yetersizliklerinin geniş ve ciddi bir sorun kümesi oluşturması
çerçevesinde organ almayı bekleyenlerin sayısı her geçen gün artmaktadır. Bu
artış hemen her ülkede bir yandan toplum genelinde öldükten sonra organlarını
bağışlama eğilimini arttırmaya yönelik örgütlenmelere yol açarken diğer yandan
akraba olmayan canlı vericiler konusundaki sınırlamalar sarsılmakta ve hatta
organ ticareti adı verilen yasadışı etkinlik giderek yaygınlaşmaktadır 25.
2.2.2.1.2. Ölü Vericiler
Canlı vericilerden alınabilecek organların sınırlı olması ve bu
uygulamanın etik açıdan bir dizi tereddüde ve ikilemlere yol açması
çerçevesinde günümüz tıbbı beyin ölümü gerçekleşmiş kişilerden organ
alınması seçeneğini daha tercih edilir bulmaktadır.
Ölü kişiden organ ve doku alınabilmesi için ölüm ve elverişlilik olarak iki
şartın sağlanması gerekmektedir. İlke olarak hem bilime hizmet hem de
başkalarına sağlık kazandırmak amacıyla ölüden organ alınmasına engel
bulunmamakla birlikte ölümün kesin olarak saptanması ve ölenin yakınlarından
izin alınması şarttır. Organ nakli için elverişlilik koşulunu sağlayan beyin ölümü
durumunun ölüm sürecinin erken bir aşaması olması itibariyle teşhis edilmesi
özel bir dikkat istemektedir. Ülkemizde geçerli olan yasal düzenlemede bu
tanının farklı alanlarda uzman hekimlerden oluşan bir komisyon tarafından ileri
inceleme yöntemlerinden yararlanılarak konulması öngörülmüştür 30.
Ölümün tıbbi ve biyolojik boyutu kadar hukuk çerçevesindeki tanımı ve
anlamı da önem taşımaktadır. Hukuk açısından ölümle birlikte kişi olma hali
sona erer ve kişiye bağlı haklar ortadan kalkarken diğer haklar mirasçılara
geçer. Organ nakli için verici olma imkanının bulunduğu beyin ölümü durumu,
hemen hemen bütün dünyada hukuka da mal olmuştur. Bu bağlamda beyin
sapınınkiler de dahil olmak üzere bütün beyin fonksiyonlarını geri dönüşsüz
olarak kaybedenlerin ölmüş olduğu kabul edilir 31.
24
Beyin ölümü kavramının toplum tarafından tam olarak anlaşılıp
benimsenememesi organ bağışlarının sınırlı kalmasının ana nedenlerinden
biridir. Toplumun bilgilendirilmesi ve yönlendirilmesi bağlamında önemli bir güç
olan kitle iletişim ortamlarının, genel olarak organ nakli ve özel olarak beyin
ölümü konusunda spekülatif tartışmalara yönelmek yerine organ bekleyen
hastaların çıkarlarını gözeten bir yaklaşımı benimsemesi kritik önem
taşımaktadır 32.
Ölüden nakil konusunda genel kabul gören bir dizi kriter bulunmaktadır.
Organlar alınırken cesedin tahrip edilmemesi şarttır. Kalp, karaciğer hayati ve
tek organların nakli yalnız ölmüş kişilerden alınarak yapılır. Vericinin sağlığında
yazılı veya sözlü olarak organlarını bağışlamak istediğini belirtmiş olması önemli
bir noktadır. Genel olarak yaşarken organ bağışına karşı olan birinden kesinlikle
organ alınmaması gerektiği düşünülmektedir. Doğal afetler ve trafik kazaları gibi
durumlarda beklenmedik biçimde ölen ve yakınlarına erişilemeyen kişilerin
organlarının alınabilirliği tartışılan bir konudur. Canlı ve ölü vericilerden organ
alınabilme koşulları 2238 ve 2594 sayılı yasalarla belirlenmiştir 27, 33, 34 .
Ölü verici olma potansiyeli taşıyan kişilerin sağlıklarında organ bağışında
bulunma konusunda bir beyanları olmamışsa, organlarını almak ya da almamak
konusunda ciddi tereddüt yaşanmaktadır. Bu konuda iki temel yaklaşımdan biri
organların bağışlanmasını esas alıp sadece sağlığında aksi yönde beyanda
bulunanların organlarını almamaktır. Ülkemizde resmen benimsenmiş bulunan
ikinci yaklaşım ise bağışta bulunmamayı esas alıp sadece aksi yönde beyanda
bulunmuşların organlarını almaktır. Her iki halde de son kararı verici adayının
varisleri oluşturmakta, tıbbi ekip de onları yönlendirerek kararda pay sahibi
olmaktadır. Yakınını yeni kaybetmiş kişileri beklemedikleri bir soruya muhatap
edip tereddüde düşürmek kuşkusuz istenecek bir davranış değildir. Bu
bağlamda konunun toplumun ilgi alanında tutulması ve insanların hayattayken
söz konusu sorunla hesaplaşıp kişisel kararlarını oluşturmaları uygun bir çözüm
gibi gözükmektedir.
Tıp dünyasının ve dolayısıyla tıp etiğinin ölüden organ naklini büyük
ölçüde benimsemesi ve desteklemesi söz konusudur. Bununla birlikte
aralarında tıpla bağlantılı olanların da yer aldığı kimi çevrelerde hala genel
25
olarak beyin ölümünün geri dönüşsüzlüğü ve özel olarak bu tanının her zaman
nesnel biçimde konulması ile ilgili bir takım kuşkular duyulmaktadır. Öte yandan
kalbin atmasını hayatta olmanın temel kriteri sayan geleneksel yaklaşımın
toplumda yaygın biçimde benimsenmesi, organ bağışını arttırmaya yönelik
çalışmaların bir tür baskı olarak algılanıp reaksiyon gösterilmesi gibi unsurların
sınırlı da olsa organ bağışı aleyhtarlığına yol açtığı ancak bu kesimlerin sesini
fazla yükseltmediğini söylemek de mümkündür.
2.2.2.2. Alıcılar Açısından Etik Sorunlar
Organ nakli, diğer tedavi olanaklarından yararlanma şansının tükendiği
bir noktada alıcıya sürdürmekte olduğundan hem nicelik hem de nitelik
açısından üstün bir yaşam vaat etmektedir. Bu bakımdan alıcıların
tereddütlerine veya itirazlarına konu olması ihtimali çok düşüktür. Bu düşük
ihtimal de uygulamanın dini inançla bağdaşmaması ya da yakını olan canlı
verici adayını koruma kaygısı gibi istisnalar çerçevesinde ortaya çıkmaktadır.
Bununla birlikte, bilgi aktardıktan sonra onam alma uygulamasının
günümüz dünyasında hem tıp etiğinin hem de sağlık hukukunun yıldızı en fazla
parlayan unsuru olması çerçevesinde, organ alma adaylarının tabi olacakları
prosedür ve sonraki yaşamlarının nitelikleri hakkında aydınlatılması önem arz
etmektedir. Organ naklinin her aşaması hakkında hastalara gerçekçi, dürüst ve
tüm ayrıntıları içerir tarzda bilgi verilmelidir 23.
Uygulamanın etik açıdan sorun çıkmaya yatkın ve tartışma konusu olma
olasılığı yüksek yönü ise sınırlı kaynakların ihtiyaç sahiplerine adil biçimde
dağıtılmasıyla ilgilidir. Bu bağlamda adil bir seçimle en fazla yararı sağlayacak
hareket tarzını belirlemek ve farklı ayrımcılık tarzlarından uzak durabilmeyi
becermek gerekmektedir.
Bu zor ve karmaşık değerlendirme yapıp karar alma sürecini başarıyla
gerçekleştirmeye yardımcı olmak üzere bir dizi ölçüt belirlenmiştir. İlk grubu
oluşturan tıbbi ölçütler kümesinde endikasyon, doku uyumu, başarı şansı gibi
unsurlar yer almaktadır. Psikolojik uyum yeteneği, motivasyon, zeka, uyum, yaş
26
ise kişisel ölçütler kümesinin elemanlarıdır. Bunların yanı sıra hem hastanın
günlük yaşam koşullarını, evde yardım alma olanaklarını, sahip olduğu manevi
destekleri, sosyal alışkanlıklarını, alkol ve sigara gibi maddelerle ilişkisini de göz
önünde tutmak hem de yakın çevresi ve toplum geneli için ifade ettiği anlamı ve
önemi belirlemek gerekmektedir. Pratikte seçim iki düzeyde yapılmakta, önce
bekleme listesindeki hangi hastaların doku uyumu bakımından eldeki organı
alabileceği, sonra bu organı almada kimin öncelikli olacağı sorularına cevap
aranmaktadır 6.
Cevaba ulaşmak bağlamında, ülkemizde organ bağışı düzeyinin batının
çok altında olmasını da göz önüne alarak, organ temininde izlenecek yollar,
alınan organların nerede ve hangi hasta için kullanılacağı konusundaki
kuralların net biçimde belirlenmesi ve benzer hususların çağdaş etik açısından
tek tek ele alınması uygun bir yaklaşımdır. Bu yaklaşımın hedefi de içinde
bulunulan durumu daha iyi hale getirecek meslek kurallarına ulaşmak olmalıdır 31. Bu kurallar çerçevesinde sosyal ve ekonomik durum gibi ölçütler bakımından
ayrımcılık yapmaktan uzak durmak özellikle önem taşımaktadır 26, 33.
2.2.2.3. Farklı Açılardan Etik Sorunlar
Organ nakli konusunda alıcı ve verici ile ilgili olarak etik açıdan yaşanan
tereddütlerin ve sorunların yanı sıra, sıra dışı olarak yaşanan ve etik yönü önem
taşıyan kimi özel durumlar da bulunmaktadır. Embriyonik ve fetal dokuların
aktarılması, konjenital anomalili özellikle anensefalik bebeklerin organ kaynağı
olarak kullanılması, organ bağışının ücret karşılığı yapılması, organ bağışının
dini inançlar çerçevesinde kabul edilir kılınması bu alt bölümde ele alınacak
olan böylesi özel durumlardır.
Doğuştan beyni ya da beyin işlevleri olmayan ve düzelme olanağı da
bulunmayan bebeklerin, sağlam organlarını ihtiyaç sahiplerine nakletmenin
kabul edilebilirlik derecesi üzerinde tartışılan bir konudur. Nakle taraftar olanlar
bu bebeklerin insan sayılamayacağını ya da beyin ölümü koşulunu yerine
getirmiş olduğunu ileri sürmektedir. Pratikte fazla sık olmayan böyle durumlar
27
hakkında toplumsal bir alışkanlığın ve yasal bir düzenlemenin olmayışı
tartışmaların uzayıp gitmesine yol açmaktadır 25.
Organ nakillerinde vericinin maddi bedel talep etmesi, halen tıbbi etik
açısından kabul edilmemekle ve yasal da olmamakla birlikte yaşama geçirilen
bir uygulamadır. Özellikle böbrek nakillerinde, ihtiyacın çok büyük olması bu
yaklaşımı gündeme getirmektedir. Bu durumun küresel ölçekte ortaya çıkışı, az
gelişmiş ülke vatandaşlarının organlarının gelişmiş ülke vatandaşlarına
nakledilmesi şeklinde olmaktadır 34.
Organ bağışının bedel karşılığı yapılması konusunda iki temel görüş öne
sürülmektedir. Bunların birincisi kişi özerkliğini esas almakta olup her bireyin
kendi bedeni üzerinde karar verme hakkına vurgu yapar ve isteyen kişinin
bedeninin bir parçasını bağışlayabileceğini, bunu para karşılığında da
yapabileceğini öne sürer. Bu çerçevede ücret karşılığı bağışı yasaklamak
bireylerin özgürlüğünü zedelemektedir. Bu görüşü benimseyenler kişilerin
organlarını vermeye zorlanması ya da bilgisizliklerinden faydalanarak alınması
konusunda ise yasaklama olmasına taraftardır. İkinci görüşe göre ise
organlarının ticari bir mal gibi alınıp satılması insan onurunu zedeleyicidir. Bu
konuda her ülke yasal düzenleri açısından önlem almalı, caydırıcı cezalara yer
vermelidir 34.
İkinci görüşün dünya ölçeğinde daha yaygın biçimde benimsendiğini ve
organ naklinde etik açıdan en sakıncalı konulardan biri de organların ticari
amaçla kullanılması olduğunu söylemek mümkündür. Organların bedel özellikle
de fahiş bedel karşılığı bağışlanması, organ naklinin yaşam kurtaran yüksek bir
iyilik olma vasfını ortadan kaldırmaktadır. Yakın akrabalar arasında olanların
dışında canlı vericiden yapılan nakillerde genellikle ticari boyut olması, bu
kategoriye soğuk bakılmasına neden olmaktadır. İnsanların sağlık sorunlarını
akrabalarının sağlıklarını yitirmesi pahasına çözmeye çalışılmayı da çağdaş bir
olay olarak değerlendirmek kolay değildir. Bu çerçevede yapay organ ya da
hayvandan nakil gibi uygulamalar güvenle kullanılabilir oluncaya kadar
kadavradan nakil seçeneğine ağırlık vermek ve bu çerçevede ölümden sonra
bağış yaklaşımını yaygınlaştırmak en gerçekçi yol gibi gözükmektedir 32.
28
Toplumsal ölçekte organ naklinin etik boyutunu irdeleyen etik
tartışmalardan çok bu uygulamanın hukuk ve din çerçevelerindeki durumunun
ilgi topladığını söylemek mümkündür. Halen her iki çerçevede de organ naklini
destekleme ve özendirme yaklaşımı ağır basmakta; yasal düzenlemeler bağışta
bulunmayı arttıracak biçimde yapılmakta; Musevi, Hıristiyan ve İslam dinleri
beyin ölümünü kabul edip bağışta bulunmayı desteklemektedir 26.
2.3. Gebeliğe Son Verme
Gebelik, insanlık tarihi boyunca, genellikle istenen ve olumlu duygulara
yol açan bir durum olmakla birlikte kimi zaman istenmemesi ve sona erdirilmesi
için girişimde bulunulması da söz konusu olmuştur. Medikososyal bir konu olan
gebeliğe son verme çerçevesinde bireysel ilkel tekniklerden, folklorik tıp
yöntemlerine ve modern tıbbın olanaklarına uzanan farklı uygulamalar
bulunmaktadır. Tüm bu uygulamalar hem kitlelerin hem de tıp çevrelerinin
tartışma gündeminde yer almış, kural koyucu sistemler olarak ahlakın, hukukun
ve dinin de ilgi alanına girmiştir. Günümüz dünyasında gebeliğe son vermeyle
ilgili biyoetik tartışmalarının odaklandığı noktaların ilki rahim içindeki varlığın
statüsü ve hakları, ikincisi ise gebe kadının kendi bedeni üzerindeki haklarıdır.
Kişisel hakların nerede başlayıp nerede bittiği, özellikle de bu hakların
etik boyutları genel olarak ilgi gören bir konu olup kadınların istemedikleri
gebeliklere son verme / verdirtme hakkı hakkında da yoğun tartışmalar
yürütülmektedir. Kadının bu hakkı öncelikle doğacak çocuğun yaşama hakkıyla,
ikincil olarak da partnerinin baba olma hakkıyla çatışmaktadır. Öte yandan
gebeliğe son vermenin meşru bir çerçevede güvenli biçimde
gerçekleştirilmesine yönelik düzenlemeler bulunmaması halinde çocuk
düşürmeye yönelik tehlikeli işlemlerin gündeme gelebilecek olması da göz
önüne alınması gereken bir risktir 36.
Toplumsal çerçevede gebeliğe son verme, kimi zaman kadının doğurmak
ya da doğurmamakla ilgili bir kararı olma yönüyle değil aile planlaması, nüfus
kontrolü gibi genel konuların bir unsuru olarak ele alınmaktadır. Bu yaklaşımlar
29
konuyu kadınların doğurma-doğurmama hakkının sahibi olması tezinin uzağına
taşımaktadır. Ülkemizde ve dünya genelinde gebeliğe son vermeyle ilgili yasal
düzenlemelerin nüfus planlaması hakkındaki mevzuat çerçevesinde yer
almasını, kadın haklarını ikinci plana itmeye yönelik bir yaklaşım olarak
değerlendirmek mümkündür 37.
Gebeliğe son verme uygulaması pek çok operasyona göre basit ve kısa
süreli olmasına karşılık sağlıksız koşullarda yapıldığında ölümle sonuçlanabilen
bir işlemdir. Böyle koşullarda yapılan uygulamalar hala yaygın olduğu için de
birçok ülkede kadınların büyük bir sorunu olmaya devam etmektedir. Yasal
engellere rağmen gebeliğe son verilmesi oranlarının düşmemesi, gelişmiş
ülkelerde bile istenmeyen gebeliklerin önlenmesine yönelik olanakların
yeterince etkili olmadığını göstermektedir. Gebeliğe son verilmesinin ameliyat
sırasında ve sonrasında yaşanan komplikasyonlarının yanı sıra uzun dönemde
ortaya çıkan psikolojik etkileri de üzerinde durulması gereken bir sağlık
sorunudur 38.
2.3.1. Tanım ve Temel Kavramlar
Rahim içinde gelişmekte olan embriyonun ya da fetüsün dışarı alınarak
canlığına son verilmesi, gebeliğin farklı aşamalarına farklı tekniklerle
gerçekleştirilen bir uygulamadır. Bu işlemin adlandırılmasında, gebelik
durumunun ortadan kaldırılmış olması esas alındığında gebeliğe son verme,
gebeliği sona erdirme, gebeliği sonlandırma gibi adlandırmalar kullanılmaktadır.
Rahmin boşaltılmış olmasına odaklanan bir yaklaşımla rahim tahliyesi, rahim
içindeki varlığın oradan ayrılmasını sağlayan işleme gönderme yaparak küretaj
ya da kürtaj terimlerini kullanmak da mümkündür. Adlandırma dışarı çıkan varlık
üzerinden yapıldığında ise abortus ya da avortman, düşük, çocuk düşürme ya
da ıskat-ı cenin, terimleri gündeme gelmektedir. Son grup bağlamında embriyo
veya fetüsün yirminci haftadan önce uterus dışına çıkmasına vurgu yapılmış
olup bu durumun bir işlem sonucu olarak mı kendiliğinden mi gerçekleştiği
belirgin değildir.
30
Yaygın olarak kullanılan kürtaj sözcüğü ise kökeninde küret adı verilen
araçla kazıma anlamına gelmekte olup jinekoloji özelinde rahmin endometrium
adı verilen iç tabakasının kazınmasını ifade etmektedir. Jinekoloji özelindeki bu
uygulamanın sadece gebeliğe son verme için yapılmayıp teşhis ve tedavi
amaçlı farklı kullanımları da olduğunu kaydetmek yerinde olacaktır. Zaman
içinde endometrium kürtajı yerine kısaca kürtaj denilmesi yaygınlaşmış ve
sözcük giderek anlam genişlemesine uğrayıp sadece kazıma işlemiyle değil
başka yöntemlerle de yapılan rahim tahliyelerini de ifade eder hale gelmiştir.
Nitekim Biyoetik Sözlüğü’nde kürtaj böyle geniş anlam yüküyle, “rahim içindeki
embriyo ya da fetüsün yaşamının sonlandırılması amacıyla zamanından önce
uterus dışına çıkarılması ya da imha edilmesi” şeklinde tanımlanmıştır 6.
Gebeliği son vermenin isteğe bağlı olarak ya da tıbbi gerekçeyle
gerçekleştirilmesi söz konusudur. İsteğe bağlı uygulamanın da yasal ya da
yasal olmayan biçimde yapılması seçenekleri vardır. Gebeliğe isteğe bağlı son
vermede kişisel ve sosyal nedenler söz konusudur. Bu uygulamanın yasal olup
olmayışı geçerli yasal düzenlemelerin ne şekilde olduğuna bağlıdır. Ülkemizde
isteğe bağlı olarak gebeliğe son verme hakkı gebeliğin ilk 10 haftasıyla
sınırlıdır. Gebeliğe tıbbi gerekçeyle son verilmesi ise annede ya da fetüste
mevcut olan sorunlar nedeniyle gündeme gelmektedir. Sorunlar nedeniyle
gebelik durumunun riskli hale gelmesi ya da doğacak çocuğun ciddi sağlık
sorununa sahip olacak bulunması söz konusudur 6.
Toplum ölçeğinde gebeliğe son verilmesine karşı çıkanların bu
uygulamayı insan yaşamına son verme olarak değerlendirmesi, isteğe bağlı
olarak gerçekleştirilmesini tamamen reddederken tıbbi gerekçelerle
yapılmasına da sıcak bakmaması söz konusudur 37. İsteğe bağlı uygulamalara
yol açan nedenler ise psişik, sosyal veya ekonomik olabilmektedir 39.
2.3.2. Gebeliğe Son Verme ve Etik
Genel olarak düşükler doğal sebepler veya asıl amacı embriyonun
hayatını sonlandırmak olmayan dış etkiler sonucu meydana gelirken, gebeliğe
31
son vermede primer amaç uterus içindeki canlı varlığın hayatını sona
erdirmektir. Böyle bir niyetle yapılıyor olması bağlamında gebeliğe son verme
işlemi her zaman tartışılan ve etik açıdan sorgulanan bir tıbbi uygulama
olmuştur 40.
Gebeliğe son vermeye karşı olanların temel argümanı, fetüsün masum
bir canlı olduğu, masum bir canlının yaşamına son vermenin de ahlaki
olmadığıdır. Uygulamaya taraftar olanlar ise genel olarak feminist bir tavır
benimsemiş bulunmakta, geçmişte ve günümüzde kadınlara yapılan baskılara,
gebeliğe son vermenin tamamen illegal olduğu dönemlerde yaşanan ciddi
sorunlara, istenmeyen gebeliklerin yol açtığı kadın ölümlerine vurgu yaparak bu
hakkı savunmaktadır .
Gebeliğe son verme hakkındaki etik tartışmalar çerçevesinde dile
getirilen başlıca kavramlar kişilik, yaşamın kutsallığı, yaşam kalitesi, özgürlük
ve sosyal dengedir. Bu kavramlar zaman zaman uygulamayı yapan hekimi
sıkıştırmakta, hem kendi içinde çelişkiye düşmesine hem de farklı toplum
kesimleriyle tartışmaya girmesine neden olmaktadır. Günümüz dünyasında
gebeliğe son verme konusundaki ana akımlardan biri bu uygulamaya karşı
çıkma biçimindedir. Bu akıma mensup olanlara göre gebeliğe son verme bir
cinayettir ve yasal çerçevede devam etmesinin durdurulması gerekmektedir.
Gebeliğe son verme uygulamasına taraftar olanlar ise bu uygulamanın kişisel
bir özgürlük sayılması ve yasal çerçevede kabul görmesi gerektiğini öne
sürmektedir 41.
Kimi resmi politikaların da etkisiyle gebeliğe son vermenin bir nüfus
kontrol yöntemi olduğu görüşü toplumun bilinçaltına yerleşmiştir. Bu yanlış ön
yargı gebeliğe son vermeyle ilgili tartışmalarda akıl karıştıran bir faktör olarak
devreye girmektedir. Uygulamanın böyle bir zihniyete bağlı olarak
yaygınlaşması kadına özgü bir hak olarak algılanmaktan uzaklaşıp nüfus
politikalarıyla ve aile kararlarıyla ilgili bir karakter kazanmasına yol açmaktadır.
Öte yandan gebeliğe son vermenin özel durumlarda sınırlı olarak yapılmasını
kabul edebilecek olanlar, gereksiz ve ölçüsüz biçimde yapılması karşısında
uygulamanın karşısında yer alma eğilimine kaymaktadır. Gebeliğe son
vermenin farklı boyutlarından tıbbi ve hukuki olanların daha fazla gündeme
32
alınıp, uygulamanın felsefi, ahlaki ve dini boyutlarına daha az değinildiği
saptamasını yapmak mümkündür. Bu boyutların ihmal edilmesi de kitlelerin
uygulamaya üzerinde daha az düşünerek yönelmesinde etkili olmaktadır 37.
Rıza konusu gebeliğe son vermeyle ilgili etik tartışmalar çerçevesinde
önemli bir başlıktır. Gebeliğine son verilmesini talep eden kadının durumu ve
uygulanmasını istediği işlem hakkında bilgi sahibi olması ve dış etkilerden-
baskılardan etkilenmemiş bulunması gereklidir. Bu koşulların sağlanmadığı
durumda talepte bulunmanın ve işleme rıza göstermenin geçerliliği tartışılır hale
gelir. Öte yandan embriyonun ya da fetüsün “babası” olan kişinin gebeliğe son
verilmesine razı olmasının gerekip gerekmediği de ayrı bir tartışma konusudur.
Ülkemizdeki yasal düzenleme çerçevesinde bu durumdaki erkeğin rızasının
aranması hamile kadının resmi eşi olması koşuluna bağlanmıştır 42.
Gebeliğe son verme kararı genel olarak kadının bir özgürlüğü olarak
görülmektedir. Bununla birlikte kimi zaman kadın paradoksal biçimde gebeliğe
son vermesi baskısı altında da bulunabilir. Talebin iradeye dayanmadığı bu gibi
durumlarda baskının kaynağının daha objektif karakter taşıyan ekonomik
koşullar olması mümkündür. Kimi zaman ise partnerler arasındaki veya daha
geniş ölçekte aile içindeki ilişkiler-etkileşmeler gibi sübjektif unsurlar, kadını
istediği halde gebeliğini sürdürememe noktasına getirebilir. Baskının objektif bir
nedenden kaynaklanması halinde karar değiştirebilme genellikle imkan
dahilinde değildir. Buna karşılık sübjektif nedenlerin değiştirilebilmesi
dolayısıyla baskının ortadan kaldırılabilmesi mümkündür. Uygulamayı yapacak
olan hekimin konunun bu yönü hakkında da duyarlı ve dikkatli olması
gerekmektedir 42.
Gebeliğe son verme işlemi için erkeğin rızasının gerektiği görüşü
geleneksel yaklaşıma uygun düşmekle birlikte günümüzde giderek daha az
taraftar bulmaktadır. Bu taraftarlar da genellikle uygulamaya karşı olanlar
arasından çıkmakta ve embriyoya ya da fetüse bir şans daha tanımak adına
erkeğin devrede olmasını savunmaktadır. Halen genel kabul gören anlayış ise,
kadının kaç kez ve ne zaman gebe kalacağı konusunda kontrolü ele almaya
hakkı olduğu merkezindedir. Bu görüşün kuramsal temellendirmesi farklı
argümanlarla yapılmaktadır. Gebelik kadını bedenini ve yaşam biçimini
33
derinden etkileyen bir deneyimdir. Rahim içindeki embriyonun ya da fetüsün
oluşmasında erkeğin rolü genetik materyal sağlamış olmaktan ibaretken,
kadının hem genetik materyal hem de birleşik genetik materyalin gelişmesi için
ortam ve destek sağlamış bulunması söz konusudur. Bedensel olanaklarını
seferber ve sağlığını riske etmiş bulunması, kadının doğmamış bebek hakkında
son sözü söyleme hakkına sahip olmasına zemin hazırlamaktadır 42.
Gebeliğe son vermeyi ilke olarak kabul etme durumunda bu
uygulamanın hangi gerekçelerle gebeliğin hangi dönemine kadar yapılmasının
kabul edilebilir olduğu tartışmaları başlamaktadır. Bunlar arasında en başta yer
alan da isteğe bağlı gebeliğe son verme işleminin yapılabilir olduğunu
belirlemeye yönelik tartışmadır. Bu tartışma çerçevesinde ister istemez rahim
içindeki varlığın hangi aşamada hangi niteliği kazandığı konusu gündeme
gelmekte, özellikle de kalp atımının başlaması ve acı duyabilme özelliğinin
ortaya çıkması üzerinde durulmaktadır. Gebeliğe son verme hakkının tanındığı
süre farklı ülkelerde değişiklik göstermekte, bu hakka taraftar olan kesimler
sürenin uzatılması yönünde faaliyet göstermektedir.
Amerikalı felsefeci Thomson tarafından ”her canlının yaşam hakkı
olduğu gibi fetüsün da yaşama hakkı vardır ancak kadında kendi bedeninde
olanlara ve olacaklara karar verme hakkına sahiptir” şeklinde dile getirilmiş olan
gebeliğe son vermenin bir kadın hakkı olduğuna işaret eden anlayışa karşı
çıkanların temel argümanı rahim içindeki varlığın öldürülmesinin kabul edilemez
olduğudur. Bu görüşte olanlara göre, embriyonun ve fetüsün belli gelişmişlik
aşamalarına ulaştıkça bir takım haklara sahip olması söz konusudur ve
bunların başında da yaşama gelmektedir. Yaşama hakkının tartışmaya açılmış
bulunması bağlamında gebeliğe son vermenin kişisel hatta tıbbi bir karar
olmasını kabul etmek olanaksız hale gelmekte; konunun tıp, hukuk, felsefe,
teoloji bilgilerinin buluştuğu bir platformda irdelenmesi gündeme gelmektedir 40.
Fetüsün bir birey olarak kabul edilip edilmemesi de gebeliğe son
vermeyle tartışmaların önemli bir referans noktasını oluşturmaktadır. Fetüs
birey olarak kabul edilirse diğer insanların yararlandığı tüm haklardan
yararlanması gerekmektedir. Bu çerçevedeki tartışmalar, fetüsün ne zaman
birey olduğu konusunda düğümlenmektedir. Birey olmanın gebeliğin oluştuğu
34
andan itibaren, rahim içindeki varlığın ana hatlarıyla insan görünümünün aldığı
andan itibaren, doğması halinde sağ kalmasının olanaklı hale geldiği 24.
haftadan itibaren ve nihayet doğum anından itibaren başladığı yolunda görüşler
vardır 36.
Gebeliğe son verme kimin kararı olursa olsun, iş uygulama aşamasına
geldiğinde hekimin eylemde bulunması söz konusudur. Bu boyutuyla da genel
anlamda bir etik sorun olmanın yanında bir meslek etiği sorunu olma yönü de
gündeme gelmektedir. Bu çerçevede genel olarak gebeliğe son vermeden yana
ya da ona karşı olma tartışması ikinci plana kaymakta, hekimin bireysel olarak
bu işlemi yapma ya da yapmama kararı odağa yerleşmektedir. Hekimin bu
uygulamadaki rolünün, tıpkı ötanazi uygulamasında olduğu gibi, geleneksel
“iyileştirici” ve “yaşamı destekleyici” yaklaşıma ters düştüğünü söylemek
mümkündür. Eylemde bulunmamın ilk bakışta fark edilen paradoksal yönüne
karşılık, hekimlerin bu uygulamayı yapma konusunda yetkin ve yetkili zümreyi
oluşturması ve devreye girmemeleri halinde ilkel girişimlerin sahneye çıkacak
bulunması durumu karmaşıklaştırmaktadır. Bu çerçevede de gebeliğe son
vermeyle ilgili doğru kararın verilmesi ve dolayısıyla bir ahlaki yargıda
bulunulması için konuya ilişkin bütün öğelerin göz önünde tutulması
gerekmektedir 43.
Abortusa karşı iki ana yaklaşım olan fetüsün yaşam hakkına ve annenin
seçimine öncelik tanıyan yaklaşımların her ikisi de kimi değişkenler devreye
girdiğinde farklı değerlendirmelere yönelebilmektedir. Bebeğin anomalili olması,
gebeliğin tecavüze bağlı oluşması gibi özel durumlar böyle yönelişlere yol
açmakta; fetüsün ahlaki statüsü ile kadının hakları arasında yeni dengelerin
kurulması gündeme gelmektedir 44.
Anomali olasılığının yüksek olduğu ancak kesin olmadığı ya da
derecesinin öngörülemediği durumlarda tıbbi gerekçeyle ilerlemiş gebeliği sona
erdirmenin gündeme gelmesi, ciddi bir etik ikileme yol açmaktadır. Hekime veya
aileye göre doğru olan bir karar, toplumsal inanca, ülke yasalarına, evrensel
hukuk kurallarına ve hatta tıp öğretisine ters olabilir. Keyfi uygulamalara engel
olunabilmesi için bu konuda karar verecek bazı kurulların oluşturulması
gereklidir 45. Çocuk sahibi olma isteğinin ve prognozdaki belirsizliğin bir arada
35
bulunduğu, ikilem yaratan bir diğer durum çocukta değil annede bir sağlık
sorunu bulunması ve bu sorundan dolayı gebeliği sürdürmenin kadının hayatı
için ciddi bir risk oluşturmasıdır.
Bu durumlarda, bilgi yetersizliği nedeniyle yarar sağlama ile zarar verme
arasındaki dengenin nasıl sağlanacağı belirsiz bir hal almıştır. Anne adayının
ve genel olarak ailenin çok iyi bilgilendirilmesi, olasılıkların tümünün ayrıntılı
biçimde irdelenmesi gerekmektedir. Özerkliğe saygı adına son kararı ilgili
kişilere bırakmak uygun olmakla birlikte, sağlık ekibinin karar aşamasında aileyi
büsbütün yalnız bırakmasının da insani ve hukuki açıdan kabul edilmesi kolay
değildir 46.
2.4. Üremeye Yardımcı Uygulamalar
Soyunu sürdürmek bireysel varlığını korumakla birlikte tüm canlıların
temel kaygısıdır. İnsana özgü toplumsal örgütlenme çerçevesinde soyun
devamını sağlama aile kurumunun temel işlevlerinden biri olarak ortaya
çıkmıştır. Soyunu sürdürmek kaygısı ve çabası biyolojik bir altyapıya sahip
olmanın ötesinde kültür çerçevesinde de önemli bir yere sahiptir. Geleneksel
değerlere ve yaşam biçimine bağlılığın daha fazla korunabildiği ortamlarda
çocuk sahibi olmak mutlak bir gereklilik olarak görülmektedir. Çocuk sahibi
olmanın hem doğal bir özlem hem de toplumsal çerçevede bir saygınlık nedeni
olması kısırlığı önemli bir sorun olarak ortaya çıkarmakta ve onunla mücadele
de tıbbın önemli işlevleri arasında yerini almaktadır.
Ülkemiz özelinde kısırlığın vahim bir sorun olarak algılanışı özellikle
kırsal yörelerde belirginlik kazanmaktadır. Aynı ölçekte yapılabilecek bir diğer
saptama kısırlığın bazı yörelerde sadece kadına ait bir sorun gibi kabul
edilmesidir. Çağdaş tıp bilgileri çerçevesinde ise kısırlığın eşlerin her birinden
kaynaklanabileceği ortaya konulmuştur 47.
Kısırlığı ortadan kaldırmak gibi güçlü bir iddia ile meydana çıkıp büyük
beklentilerle karşılaşan üremeye yardımcı uygulamaların, ölçülü ve denetimli bir
şekilde yaşama geçirilmesi önemli bir konudur. Bu nedenle de bu uygulamaların
36
etikle ve hukukla ilgili boyutları ağırlık kazanmaktadır. Üremeye yardımcı
uygulamaların karakteristik özellikleri büyük maddi ve manevi yatırıma konu
olmaları, uzun ve karmaşık süreçler olmaları ve yüksek başarısızlık oranına
sahip olmaları şeklinde sıralanabilir. Bu uygulamalar çerçevesinde hekimin ağır
bir sorumluluk üstlenmesi ve aile ile yakın ilişki içinde çalışması söz
konusudur48.
Günümüz dünyasında yararlanılan üremeye yardımcı uygulamalar, kısa
bir geçmişe sahip olmakla birlikte hızlı bir gelişim göstermiştir. Tüm bu
uygulamalarda üreme sürecine yönelik çözümleyici bir yaklaşımın
benimsenmesi ve ilk aşamada hangi öğenin-öğelerin aksadığının saptanması
söz konusudur. Daha sonra bu öğenin-öğelerin aksamasının yarattığı eksikliği
gidermek üzere sorunlu çiftin olanaklarını zorlamak ya da dışarıdan bir takım
olanakları seferber etmek gündeme gelmektedir. Etik ve hukuk çerçevelerindeki
tartışmalar özellikle bu dışarıdan olanak seferber etme yaklaşımlarıyla ilgili
olarak ortaya çıkmaktadır. Klonlama gibi hayvan üretimi ve soy ıslahı
çerçevesinde denenen kimi manipülasyonların insana üreme yardımı tekniği
olarak uyarlanabilmesi gibi arayışlar büsbütün şiddetli tartışmalara yol
açmaktadır.
2.4.1. Tanımlar ve Temel Bilgiler Dünya Sağlık Örgütünün üreme sağlığı tanımı, yalnızca üreme sistemi
işlevleri ve süreci ile ilgili hastalık ve sakatlığın olmaması değil, üremenin
fiziksel, ruhsal ve sosyal yönden tam bir iyilik hali içinde tamamlanmasıdır.
Üreme sağlığı aynı zamanda insanların tatmin edici ve güvenli bir cinsel
yaşamlarının olmasını, üreme yeteneğine ve bunun ne zaman istediklerine
karar verme özgürlüğüne sahip bulunmalarını kapsamaktadır 46.
Kısırlık ya da hem bilimsel çevrelerde hem de geniş kitlelerde
benimsenen adıyla infertilite, kontraseptif yöntemlerin kullanılmamasına ve
düzenli cinsel ilişkiye karşın bir yıl süre ile gebeliğin oluşmaması olarak
tanımlanmaktadır 49. Kavramın sınırlarını genişleten bir yaklaşımla kısırlığı
37
üreme sürecinin farklı aşamalarıyla ilgili olarak ortaya çıkabilen bir durum olarak
değerlendirmek; kadından veya erkekten kaynaklanan döllenmenin olmasını
engelleyici durumların yanı sıra kadının canlı doğumu sağlayacak gebelik
süresinin sağlayamamasını da kısırlık çerçevesine yerleştirmek mümkün
olmakla birlikte çağdaş tıbbın benimsediği anlayış bu değildir 50. Nitekim
gebeliğin devamını sağlamakla ilgili tıbbi prosedürler de üremeye yardımcı
uygulamalar kapsamında yer almamaktadır.
Üremeye yardımcı uygulamalar yerine üremeye yardımcı teknikler ya da
üremeye yardımcı tedaviler terimlerini kullanmak mümkündür. Bu başlıklar
altında toplanan işlemlerin genel karakteri döllenmeyi sağlama ve döllenmiş
yumurtayı rahim içine yerleştirerek gebelik sürecini başlatmadır. Döllenecek
hücreleri bir araya getirmede, bu hücrelerin kaynağı olan kişilerin seçiminde,
döllenmiş yumurtanın yerleştirileceği rahmin sahibi olan kişinin seçiminde farklı
alternatifler bulunması nedeniyle farklı uygulamaların bulunması söz konusudur.
Farklı uygulamaları tanımlamaya geçmeden önce bir parantez açarak
üremeyle ve üremeye yardımla ilgili kimi temel kavramları anmak yerinde
olacaktır. Erkeğe ait spermlerin kadın üreme sistemine intikal etmesi
inseminasyon olarak adlandırılmaktadır. Bu intikalin yapay olarak
gerçekleştirilmesine ise artifisiyel inseminasyon denilmektedir. Sperm ve
yumurta hücrelerinin birleşmesine ise döllenme ya da fertilizasyon ismi
verilmekte, üremeye yardım bağlamında bu aşama da ya kolaylaştırılmakta ya
da tamamen yapay olarak gerçekleştirilmektedir. Döllenmiş yumurtanın rahmin
iç tabakasının içine yerleşmesi ya da yardımcı uygulamalar bağlamında
yerleştirilmesinin bilimsel adı ise implantasyondur 51.
Üremeye yardımcı uygulamalardan önce, başvuran çiftin bir dizi
incelemeden geçmesi söz konusudur. Bu bağlamda ilk olarak yapılanlar erkeğin
sperm değerlendirmesi, kadının hormon tetkikleri ve rahim röntgenidir. Erkeğin
spermlerinin sayıca ve nitelikçe yeterli, kadının adet düzeninin normal ve
rahmiyle yumurtalıkları arasında bağlantıyı sağlayan tüplerinin açık olması
durumunda gündeme gelen en basit üremeye yardımcı uygulama artifisiyel
inseminasyondur. Ön koşulu kadının yumurtlama işlevinin sorunsuz
gerçekleşmesi olan bu işlemde, doğal halinde ya da muameleden geçmiş
38
semen kullanılabilmektedir. Özel bir enjektörle bırakılacağı mesafe ise ya vajina
içi, rahim ağzı ya da doğrudan rahim içidir.
Halen en yaygın biçimde kullanılan üremeye yardımcı uygulamalar ise in
vitro fertilizasyon ve mikroenjeksiyondur. Bunların ilkinde sperm ve yumurta
hücreleri laboratuar ortamında uygun koşullarda bir araya getirilerek
döllenmenin gerçekleşmesi beklenmekte, ikincisinde ise bir sperm hücresi
doğrudan bir yumurta hücresinin içine yerleştirilerek döllenme sağlanmaktadır.
Her iki uygulamada da döllenmeyi izleyen erken gelişme aşamaları rahim
dışında gerçekleşmekte ve daha sonra embriyo rahim içine implante edilmekte
ve tutunmasını sağlamak için hormonla desteklenmektedir. Gebelik şansını
yükseltmek için birden fazla embriyonun implantasyonu söz konusu olmakta, bu
da çoklu gebelik olasılığını arttırmaktadır.
Yumurta sperm buluşması doğal üreme sürecinde yumurtalıklar ile rahim
arasında bağlantı sağlayan kanallarda gerçekleşmektedir. Üremeye yardımcı
yöntemler arasında da yumurta ve spermlerin ya da doğrudan döllenmiş
yumurtanın bu kanallara yerleştirilmesine dayalı olanlar bulunmaktadır.
Tüm bu uygulamalar için kullanılan üreme hücrelerinin elde edilmesinde
erkek için genellikle daha basit kadın için ise daima daha karmaşık; uzun ve
zorlayıcı prosedürlerin söz konusudur. Kadına yönelik uygulamaların ilk
aşaması hormon preparatları kullanılarak yumurtalıkların uyarılması ve fazla
sayıda yumurtanın gelişip döllenmeye hazır hale gelmesinin sağlanmasıdır. Bu
aşamada beklenen gelişmelerin olup olmadığı ultrasonografi ve kan
incelemeleriyle kontrol edilmektedir. İkinci aşaması olan olgunlaşan
yumurtaların toplanması, önceleri karın boşluğuna girişin söz konusu olduğu
küçük bir ameliyatla; laparoskopik olarak yapılırken, gelişen teknoloji sayesinde
günümüzde vajinal yoldan ultrasonografi ile kombine edilmiş özel bir aspiratörle
gerçekleştirilmektedir. Sperm temini ise genel olarak erkeğin mastürbasyon
yapmasıyla, kimi özel durumlarda ise doğrudan testisten yapılmaktadır 52.
Belirli bir çift özelinde söz ettiğimiz bu işlemlerin ikiden fazla kişinin dahil
olduğu süreçler biçiminde gerçekleştirilmesi de mümkündür. Yaygın bir
uygulama olan sperm vericiliği, sperm bankacılığı gibi bir kurumlaşmanın ortaya
çıkmasına yol açmıştır. Yumurta vericiliği de olanaklı ancak daha sınırlı ölçüde
39
gerek duyulan bir uygulamadır. Rahim kiralama ya da taşıyıcı annelik denilen
uygulamada ise gebelik sürecinin yumurtanın kaynağı ve sperm sahibinin
partneri olmayan bir kadının rahminde gerçekleşmektedir.
Genel bilgiler çerçevesinde son olarak kullanılan hücrelerle ilgili iki
saptama yapmak uygun olacaktır. Hem sperm ve yumurta hücrelerinin hem de
döllenmiş yumurtaların incelenerek aralarından en uygun olanların seçilmesi
mümkündür. Ayrıca her üçünün de dondurularak saklanması söz konusu
olabilmektedir.
2.4.2. Üremeye Yardımcı Uygulamalar ve Etik Tıbbi hizmetler arasına görece yakın zamanda dahil olmuş bulunan
üremeye yardımcı uygulamalar, bu kısa dönemde bir dizi etik tartışmasına konu
olmuş ve haklarında ayrıntılı yasal düzenlemeler yapılmıştır. Ulusal
mevzuatımız bağlamında oluşturulan konuyla ilgili yönetmelik uygulamaların
yürütüldüğü kurumların standartlarını belirlemeye yöneliktir. İlk olarak 1987’de
hazırlanmış, 1996’da, 1998’de, 2001’de ve 2005’de değiştirilmiştir53. Yönetmelik
üremeye yardımcı uygulamalardan yararlanacak kişilerin evli çiftler olmalarını,
sadece kendilerine ait üreme hücrelerinin kullanmalarını ve uygulamalar için
yazılı izin belgesi vermelerini öngörmektedir 54.
Üremeye yardımcı uygulamalar hakkında etik ve hukuk çerçevelerinde
yaşanan sorunlar ve sürdürülen tartışmalar, uygulamanın farklı aşamaları ve
farklı versiyonları ile ilgili olarak ortaya çıkmaktadır. Bu çerçevede sorunlu
durumları, yumurta, sperm ve embriyo kullanımıyla ilgili olanlar, maddi ve
manevi bedelin karşılanmasıyla ilgili olanlar ve üçüncü kişilerin süreçte yer
almasıyla ilgili olanlar gibi üç grupta toplamak mümkündür.
Uygulama sırasında materyal eksikliği çekmemek adına önce fazla
sayıda yumurta hücresi alınması sonra da fazla sayıda embriyo üretilmesi bir
dizi soruna-tartışmaya konu olmaktadır. İnsan olma potansiyeli taşıyan
materyalin, özellikle embriyoların kullanım aşamasında seçilmesi önemli bir
noktadır. Gebelik olasılığını arttırmak adına çoklu ekim yapma kimi zaman
40
tolere edilmesi olanaksız çoklu gebeliklere yol açabilmekte ve embriyolardan
bazılarının alınmasını gündeme getirmektedir. Ekilmeyen embriyoların ve
yumurta, sperm hücrelerinin dondurularak saklanması ve zaman geçip ölüm ya
da boşanma gibi nedenlerle koşullar değiştikten sonra kullanılmak istenmesi
ciddi tereddütlere yol açmaktadır. Kullanılmayan embriyoların başkalarına
bağışlanması, araştırma ya da tedavi amacıyla kullanılması da ayrı birer sorun
çerçevesi oluşturmaktadır.
Gebeliğe son verme çerçevesinde gündeme gelen embriyonun statüsü
tartışmaları, üremeye yardımcı uygulamalar çerçevesinde de bu kez rahim
dışındaki embriyonun statüsü olarak sürdürülmektedir. Embriyonun cansız bir
madde gibi buzdolabına konulması, deney ya da tedavi materyali olarak
kullanılması ve işe yaramadığı noktada atılması geleneksel yaklaşımlara ve
inançlara aykırı gibi gözükmektedir. Bu konularda bir yandan konunun etik
boyutuyla ilgili tartışmaların sürmesi diğer yandan yasal düzenlemelerle
embriyolardan ikincil yararlanma niteliğindeki uygulamaların kabul olunurluk
sınırları içinde tutulması gerekmektedir 54, 55.
Üremeye yardımcı uygulamaların ağır manevi ve maddi bedelleri olması
bunlardan yararlanmak isteyen kişilerin doğru ve eksiksiz bilgilendirilmesinin
önemini arttırmaktadır. Uygulamaların kadın bedeni üzerinde yürütülen kısmının
yorucu ve yıpratıcı olması, özellikle kısırlığın erkekteki bir sorundan
kaynaklandığı durumlarda yarar-zarar dengelerini dikkatle gözden geçirmeyi
gerektirmektedir.
Uygulamaların ekonomik bedelinin kamu kaynaklarından karşılanıp
karşılanmaması da önemli bir konudur. Bu bağlamda sorun yalnızca tedavi
giderlerinin kim tarafından hangi oranlarda karşılanacağından ibaret de değildir.
Bu hizmetten sınırlı bir kesimin yararlanabilmesi toplumsal ölçekte bireylerin
üreme hakkında adaletle ilgili tereddütlere ve tartışmalara zemin
hazırlamaktadır. Yararcılık öğretisini benimseyen bir değerlendirmeyle kısırlık
tedavisinin dünya ölçeğinde sağlığa ayrılan kısıtlı kaynakları bencilce tükettiğini
söylemek mümkündür. Farklı bir görüş ise üremenin bireysel bir hak olduğu ve
bu hakkı gerçekleştirmek için tüm yolları denemenin kabul edilmesi gerektiği
merkezindedir. Üremeye yardımcı uygulamalarda, ekonomik olanakların
41
kullanımı konusunda tıbbın toplum adına bir denetleme ve dağıtım görevini
üstlenmiş bulunmasını da sorunlu bir durum olarak görmek mümkündür. Tıbbın
böyle bir işlev üstlenmesi, yönetim erkinden bağımsız olma özelliğini
zedeleyecektir 56.
Üremeye yardımcı uygulamalar bağlamında İkiden fazla kişinin devrede
olması halinde süreç karmaşıklaşma ve buna koşut olarak etikle, hukukla
bağlantılı pek çok durum ortaya çıkmaktadır. Üçüncü kişinin varlığı konuyu
geleneksel yaklaşımların ve inançların da ilgi alanına sokmakta, bunlar da
konuyla ilgili farklı tartışma çerçeveleri olarak ortaya çıkmaktadır.
Üremeye yarımcı uygulamalardan faydalanmak isteyen çiftlerin “kendi”
çocuklarını dünyaya getirmeyi bir başka deyişle genetik varlıklarını sürdürmeyi
istemesi söz konusudur. Bu bağlamda, üçüncü bir kişinin devreye girdiği
durumlarda bilgilendirme özellikle kritik bir önem kazanmaktadır. Yakın ve uzak
çevrede yaşanmış örnekleri bulunan gizli sperm vericileri kullanarak
uygulamanın başarı şansını arttırmaya çalışma, kabul edilmesi hatta
savunulması fevkalade zor bir yaklaşımdır.
Ülkemizdeki yasal düzenlemeler çerçevesinde yumurta ve sperm bağışı
ile taşıyıcı annelik uygulamalarına izin verilmemiştir. Bu düzenlemelerin
değişmesi gerektiği görüşündekiler, kimi özel durumlarda bu uygulamaların tek
çözüm yolu oluşunu vurgulamaktadır. Dile getirdikleri ikinci bir husus ise, başka
ülkelerde serbest olan bir uygulama hakkındaki ulusal ölçekli yasaklamanın
yurtdışına kaçışlara yol açacağı, konu özelinde “üreme turizmi” gibi bir yapı
yaratacağıdır. Nitekim ülkemiz için de önceleri Balkan ülkelerine daha sonra
Kıbrıs’a yönelik bir üreme turizmi hareketinin varlığı söz konusudur. Üçüncü
kişilerin sürece dahil edilmeyişinin yanı sıra, sadece evli çiftlere hizmet verme,
kadının yaşını sınırlama gibi mevzuat düzenlemelerinin de yurtdışına yönelişi
desteklediği söylenebilir 57, 58. Maddi olanak farkının kişilerin bu yoldan
yararlanması bağlamında yarattığı eşitsizlik ve ülke kaynaklarının yurtdışına
akışı üreme turizminin yarattığı başlıca sorunlardır. İllegal olduğu halde bu
uygulamalarla var edilmiş kişiler bulunması, medeni hukuk düzenlemelerinde
onlara yer verilmemesi gibi bir soruna da yol açmaktadır 58.
42
Üçüncü kişileri üremeye yardımcı uygulamalardan uzak tutma konusunda
Diyanet İşleri Başkanlığı da Sağlık Bakanlığı’nın yaklaşımını benimsemekte, bu
uygulamaların caiz olmadığını belirtmektedir. Ülke ölçeğindeki bu saptamayı
genişleterek dinlerin genel yaklaşımının bu merkezde olduğunu söylemek
mümkündür 58. Üçüncü şahıslara karşı olmanın yanında Hıristiyan inancı
çerçevesinde doğmamış bebekler üzerinde yürütülecek araştırmaların kaygı
yaratmakta ve genel olarak üremeye yardımın tanrının yaratıcılığıyla
bağdaştırılmasında güçlük çekilmektedir. Yahudiler ise, günümüzde üremeye
yardımcı bir uygulama sayılmayan, ancak böyle bir potansiyele de sahip olan
insan klonlaması hakkındaki tartışmalara yoğun ilgi göstermektedir 54.
Dışarıdan bir kişinin spermi ile gerçekleştirilen döllenmede bu kişinin
kimliğinin gizli tutulması nedeniyle pek çok sorun gündeme gelmektedir. Bu
bağlamda erken aşamada çiftin ilişki dengeleri sarsılabilmekte, daha sonra
çocuğun karşılaşabileceği genetik yapıyla bağlantılı sorunlar konusunda
hazırlıksız yakalanma riski ortaya çıkmaktadır 54. Uzun vadede ise çocuğa
kendisi hakkındaki bu bilginin açıklanıp açıklanmaması, annenin ve çocuğun
biyolojik baba olarak da adlandırılan sperm vericiyi veya sperm vericinin onları
tanımak istemesi karşısında ne yapılması gerektiği tartışmaya açık konulardır.
Aynı sperm vericiden üremiş üvey kardeşler arası evlilik ihtimali, biyolojik
çocukların velayet ve veraset yönünden durumu da ciddi birer sorun olarak
ortaya çıkabilmektedir 33. Bu gibi sorunlara karşı önlem olmak üzere kısırlık
tedavisinin sınırlarının belirlenmesi gereksinimi doğmakta ve böylelikle bu
uygulamanın birey, toplum, hatta tüm canlılık açısından ne anlama geldiğinin
sorgulaması gündeme gelmektedir 59.
Yumurta bağışı ve taşıyıcı annelik gibi uygulamalarda ise gebeliğin
ilerleyen aşamalarında veya doğumdan sonra, değişen hormonal dengelere de
bağlı olarak, başlangıçtaki kabullerden ve taahhütlerden uzaklaşma söz konusu
olabilmektedir. Geleneksel anneliğin yumurta anneliği ve rahim anneliği
biçiminde ikiye bölünmüş olması bağlamında bebeğin öncelikle kime ait olduğu
tartışmaya açılmaktadır. Bebeğin var olması yolundaki hareketi başlatan niyetin-
isteğin kime ait olduğu ve bu yolda kimin bedensel olanaklarını daha fazla
seferber etmiş olduğu bu tartışma bağlamındaki başlıca referans noktalarıdır.
43
Halen daha yaygın biçimde benimsenen görüş rahim anneliğinin öncelikli
olduğu şeklindedir 1.
Tüm bu sorunları hem üreme yardımına gereksinim duyanların
beklentilerini karşılayıp hem de toplum genelinin alışkanlıklarını zorlamadan
aşabilmek için konuların farklı bakış açılarından incelenmesi ve çok yönlü, çok
boyutlu olarak değerlendirilmesi kritik bir önem taşımaktadır. Böyle bir inceleme
ve değerlendirme bağlamında da ilk akla gelen mekanizma etik kurullar
olmaktadır. Hem tüp bebek merkezlerine bağlı, hem de yerel ve merkezi
yönetim birimleri bünyesinde oluşturulacak etik kurulların varlığı medikososyal
sorunların sarsıntısız aşılması ve efektif yasal düzenlemelere gidilmesi yolunda
önemli katkılar sağlayacaktır 56.
44
3. MATERYAL ve METOD
Tıbbi ilişkiler esnasında ortaya çıkan, toplumsal ve disipliner değerlerin
devreye girdiği, zor kararlar alma ve ikilemler yaşama durumları tıp etiğinin ve
biyoetiğin ilgi alanında yer almaktadır. Tıp etiği çerçevesinde pratik çözüm
arayışlarının ağır basmasına karşılık, biyoetik çerçevesinde bu durumların
kuramsal–kavramsal tartışmalara konu edilmesi ön plandadır. Biyoetik
tartışmaları olay ve olgu düzeylerinde, sağlık profesyonellerinin yanı sıra hatta
onlardan çok başta felsefe, ilahiyat, hukuk olmak üzere farklı alanlara mensup
çalışmacılar tarafından yürütülmektedir. İlk bakışta masum münazaralar veya
zihin egzersizleri gibi algılanabilir olmakla beraber, tedricen ortaya çıkan
kuvvetli sosyopolitik etkilere sahip olan biyoetik tartışmalarında öne sürülen
argümanların dayanakları, sosyal ve rasyonel olabileceği gibi dogmatik ve
spekülatif de olabilmektedir.
İlke olarak, tartışmaların ilk türde dayanaklar üzerinden yürütülmesinin
daha uygun olduğu görüşünü benimseyen bir anlayışla tasarlanmış olan tez
çalışmasının ana amacı, biyoetik tartışmalarını daha gerçekçi bir zemin
üzerinde sürdürebilmeyi sağlamak üzere toplumsal veri elde etmektir. Üzerinde
çalışma yürütülen grubun farklı demografik özelliklerinin ve aldıkları eğitimin,
görüşlerini ne şekilde ve ne ölçüde etkilediğini belirlemek ise tez çalışması
çerçevesinde ikincil amaç olarak benimsenmiştir.
Ulusal literatürümüzde yer alan, biyoetik konularında görüş ve tutum
belirlemeye yönelik çalışmalar az sayıdadır. Her biri sadece bir biyoetik
konusunu (çoğu ötanaziyi) ele almış ve sağlık profesyonelleri üzerinde
uygulanmıştır. Tez çalışması farklı programlardaki üniversite öğrencilerinin
biyoetik konularındaki görüşlerine dair özgün bir veri tabanı sağlayacak olmanın
yanı sıra birden fazla konuda görüş belirlemeye yönelmiş olması ve genel
popülasyon üzerine uygulanması itibariyle de orijinaldir.
Tez çalışmasının üzerine kurulduğu araştırmada, her biri biyoetik
tartışmaları için temel birer çerçeve olan ötanazi, organ nakli, gebeliği sona
erdirme ve üreme yardımı hakkında, üzerinde araştırma yapılan grubun
45
görüşlerini belirlemek amaçlanmıştır. Bu amaç doğrultusunda dört konunun her
biri için dörder sorunun yer aldığı bir anket formu hazırlanmıştır.
Sorulardan önce yer alan sosyodemografik bilgiler kısmında
katılımcılardan fakültelerini, bölümlerini, sınıflarını, cinsiyetlerini, yaşlarını,
doğum yerlerini ve ailelerinin halen yaşadığı yeri bildirmeleri istenmiştir.
Ötanazi hakkındaki dört soru, ölme hakkını kabul etme-etmeme, ötanazi
uygulamasını yapan sağlık profesyonelini suçlu sayma-saymama, pasif ötanazi
uygulanmasını benimseme-benimsememe, aktif ötanazi uygulanmasını
benimseme-benimsememe hakkındadır.
Organ nakli hakkındaki dört soru, kadavra vericilerin iznini gerekli bulma-
bulmama, bir yakınına böbrek bağışında bulunmayı göze alma-alamama, organ
bağışı yapanlara ödeme yapılmasını uygun bulma-bulmama, öldükten sonra
organlarının aktarılmasını benimseme-benimsememe hakkındadır.
Gebeliğe son verme hakkındaki dört soru, bu konuda hamile kadının tek
başına karar almasını kabul etme-etmeme, rahim içindeki bebeği tam anlamıyla
bir insan sayma-saymama, bebeğin ciddi sağlık sorunu riski taşıması
durumunda ilerlemiş gebeliği sona erdirme-erdirmeme, annenin ciddi sağlık
sorunu riski taşıması durumunda ilerlemiş gebeliği sona erdirme-erdirmeme
hakkındadır.
Üremeye yardımcı uygulamalar hakkındaki dört soru, erkekteki sorun
nedeniyle kadının tedavinin sıkıntılarını çekmesini kabul etme-etmeme, sperm
vericisi ya da kiralık anne gibi üçüncü kişilerden yardım alınmasını benimseme-
benimsememe, sosyal güvenlik kurumlarının üremeye yardımcı tedavi bedelini
sınırlama olmaksızın ödemesini uygun bulma-bulmama, kullanılmayan
döllenmiş insan yumurtalarının bilimsel çalışmalarda kullanılmasını onaylama-
onaylamama hakkındadır.
Üzerinde anket uygulanan öğrencilerden, sorulardaki ilgili oldukları konu
hakkında belirli bir görüşü dile getiren ifadelere katılma-katılmama durumlarını,
seçenekleri “tamamen katılıyorum”, “katılıyorum”, “kararsızım”, “katılmıyorum”,
kesinlikle katılmıyorum” olan beşli Likert ölçeği üzerinden belirtmeleri istenmiştir.
Çoktan seçmeli 16 sorunun her birinde, katılımcıların isterlerse
seçimlerinin gerekçesini bildirmeleri için yer ayrılmıştır. Ayrıca, formun sonunda
46
yer alan açık uçlu on yedinci soruyla, katılımcılara hem ele alınan konular ve
genel olarak biyoetik hem de katılmış oldukları araştırma hakkında serbestçe
görüş bildirme, mesaj iletme olanağı tanınmıştır. Anket formunun bir örneği
ekler bölümünde yer almaktadır.
Anketin üzerinde uygulanacağı grubun, hem genel sosyodemografik
nitelikler bakımından homojen olması hem de karşılaştırma yapılabilir alt
gruplara ayrılma kriterine sahip bulunması öngörülmüştür. Bu çerçevede fen
bilimleri ve sosyal bilimler alanlarında eğitim alan öğrencilere yönelme söz
konusu olmuş; Çukurova Üniversitesi’nde bu alanlarda eğitimini sürdürmekte
olan öğrencilerden olabildiğince fazla kişiye ulaşmak hedeflenmiştir.
Anket uygulaması Aralık 2005 - Şubat 2006 döneminde Çukurova
Üniversitesi Fen-Edebiyat ve Eğitim Fakülteleri’nin farklı sınıflardaki
öğrencilerinden oluşan 527 kişilik bir grup üzerinde yapılmıştır. Öğrencilerin
uygulama dönemindeki ders ve sınav düzenlemeleri çerçevesinde, araştırmanın
yürütüldüğü her bölümde bütün sınıflara ulaşmak mümkün olamamıştır.
Fen-Edebiyat Fakültesi öğrencileri; İstatistik Bölümü birinci ve üçüncü
sınıfında, Fizik Bölümü birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü sınıfında, Matematik
Bölümü birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü sınıfında ve Biyoloji Bölümü birinci
sınıfında eğitimini sürdüren 152 erkek ve 105 kız, toplam 257 kişidir.
Eğitim Fakültesi öğrencileri ise Sınıf Öğretmenliği Bölümü birinci ve
üçüncü sınıfında, Sosyal Bilgiler Öğretmenliği Bölümü birinci, ikinci, üçüncü,
dördüncü sınıfında, Felsefe Gurubu Öğretmenliği Bölümü dördüncü sınıfında,
Okul Öncesi Öğretmenliği Bölümü ikinci sınıfında, Psikolojik Danışma ve
Rehberlik Bölümü birinci sınıfında eğitimini sürdüren 121 erkek ve 149 kız,
toplam 270 kişidir.
Anket uygulaması yapılan grupta erkek ve kız öğrenci sayılarının birbirine
yakın olmasının yanı sıra, Fen-Edebiyat Fakültesi öğrencilerinin fen bilimleri,
Eğitim Fakültesi öğrencilerinin ise sosyal bilimler alanlarında eğitim görüyor
olmaları söz konusudur. Böylelikle araştırmanın ana amacı olan yaş ve eğitim
düzeyi açısından homojen bir kitlenin temel biyoetik konuları hakkındaki
görüşlerini belirlemenin yanı sıra, cinsiyetin ve eğitim alanının bu görüşleri ne
şekilde ve ne ölçüde etkilediğini de belirleme olanağı ortaya çıkmaktadır.
47
Araştırmanın yürütüldüğü fakültelerin yönetimlerinin çalışma hakkında
bilgi sahibi olması sağlanmış ve izinleri alınmıştır. Anket uygulaması ders
saatlerinin başında, öğretim elemanının izni ve desteğiyle gerçekleştirilmiştir.
Öğrencilere tez sahibi tarafından hem sözlü hem de form üzerinde yazılı olarak
çalışma hakkında bilgi verilmiş, özellikle katılmanın gönüllülük çerçevesinde
olduğu belirtilmiştir. Araştırmayı tanıtmanın yanı sıra, araştırmada ele alınan
konular hakkında da bilgi aktarımı yapılmıştır.
Anket ve çalışma konusu, üzerinde uygulama yapılan öğrencilerin de,
uygulamaya yardımcı olan öğretim elemanlarının da ilgisini çekmiş; özellikle
Eğitim Fakültesi Felsefe Grubu Öğretmenliği ile Psikolojik Danışma ve
Rehberlik, Fen-Edebiyat Fakültesi Fizik Öğretmenliği bölümlerinde bu ilginin
daha yoğun olduğu gözlenmiştir.
Asıl araştırma öncesi, anketin pilot uygulaması, Aralık 2005’de Çukurova
Üniversitesi Devlet Konservatuarı Tiyatro-Oyunculuk Anasanat Dalı Lisans
üçüncü ve dördüncü sınıf öğrencilerinden 18 kişi üzerinde yapılmıştır. Araştırma
sonunda elde edilen veriler SPSS 11.0 paket programına aktarılarak işlenmiştir.
48
4. BULGULAR Tez çalışmasının bu ana bölümünün ilk 16 alt bölümünde ankette yer
alan 16 soruya verilen cevapların seçeneklere dağılımı cinsiyetler ve eğitim
görülen alanlar arasında karşılaştırma yapılarak yer almakta, ayrıca cevap
seçiminin gerekçesini bildirmiş olanların dile getirdiği açıklamalar
kümelendirilmiş olarak aktarılmaktadır. On yedinci alt bölümün içeriği ise anket
formunun sonunda biyoetik konuları hakkında cevaplara ek olarak belirtilmek
istenen hususlar için ayrılmış olan kısma kaydedilen ifadelerden oluşmaktadır.
4.1. Birinci Soruya Verilen Cevapların Dağılımı
Birinci soruda yer alan “İyileşme olasılığı bulunmayan ve dayanılmaz ağrılar içinde son günlerini geçirmekte olan bir hastanın ölümünün çabuklaştırılmasını isteme hakkı olmalıdır” ifadesine, anket uygulanan tüm
öğrencilerin % 13,9’u (73 kişi) kesinlikle katılmamış, % 15,0’ı (79 kişi)
katılmamış, % 13,2’si (70 kişi) kararsız kalmış, % 30,4’ü (160 kişi) katılmış, %
27,5’i (145 kişi) ise tamamen katılmıştır. Cinsiyetler ve eğitim görülen alanlar
arası karşılaştırmanın yer aldığı cevap dağılım durumu tablo-1’de gösterilmiştir.
TABLO-1: Birinci soruya verilen cevapların dağılımı.
Kesinlikle Katılmıyor
Katılmıyor Kararsız Katılıyor Tamamen Katılıyor
TOPLAM SORU-1
F % F % F % F % F % F % Kız 28 10.8 42 16.2 46 17,8 83 32,0 60 23,2 259 100,0 Erkek 45 16.8 37 13.8 24 9,0 77 28,7 85 31,7 268 100,0
X: 15,576 sd: 4 P: 0,04 Fen 42 16.4 46 18.0 22 8,6 74 28,8 73 28,1 257 100,0 Sosyal 31 11.5 33 12.2 48 17,8 86 31,9 72 26,7 270 100,0
X: 16,657 sd: 8 P: 0,034 TOPLAM 73 13,9 79 15,0 70 13,2 160 30,4 145 27,5 527 100,0
49
Kız öğrencilerden % 10,8’i (28 kişi) kesinlikle katılmadığını, % 16,2’si
(42 kişi) katılmadığını, % 17,8’i (46 kişi) kararsız kaldığını, % 32,0’ı (83 kişi)
katıldığını, % 23,2’si (60 kişi) tamamen katıldığını bildirmiştir. Erkek
öğrencilerden % 16,8’i (45 kişi) kesinlikle katılmadığını, % 13,8’i (37 kişi)
katılmadığını, % 9,0’ı (24 kişi) kararsız kaldığını % 28,7’si (77 kişi) katıldığını,
% 31,7’si (85 kişi) tamamen katıldığını bildirmiştir. Cinsiyetlerin cevap
dağılımları arasında istatistik açıdan anlamlı fark vardır.
Fen alanlarında eğitim alan öğrencilerin, % 16,4’ü (42 kişi) kesinlikle
katılmadığını, % 18,0’ı (46 kişi) katılmadığını, % 8,6’sı (22 kişi) kararsız
kaldığını,%28,8’i (74 kişi) katıldığını,% 28,1’i (73 kişi) tamamen katıldığını
bildirmiştir. Sosyal alanlarda eğitim alan öğrencilerin, % 11,5’i (31 kişi) kesinlikle
katılmadığını, % 12,2’si (33 kişi) katılmadığını, % 17,8’i (48 kişi) kararsız
olduğunu, % 31,9’u (86kişi) katıldığını, %26,7’si (72 kişi) tamamen katıldığını
bildirmiştir. Eğitim görülen alanların cevap dağılımları arasında istatistik açıdan
anlamlı fark vardır.
Birinci soruyu yanıtlarken cevap seçeneği belirtmekle yetinmeyip
seçiminin gerekçesini de bildirmiş olanların dile getirdiği görüşler
kümelendirilmiş olarak tablo-2’de yer almaktadır.
TABLO-2: Birinci soruda bildirilen gerekçeler.
GRUP GEREKÇE Kişi Sayısı
Yakınlarının acı çekmesi 26 Dine aykırılık 22 Tıbbın ağrıları dindirmek zorunda olması 13
Katılmayanlar ve Kesinlikle Katılmayanlar Böyle bir uygulamanın intihar niteliği taşıması 11 Kararsız Kalanlar
Sağlık çalışanlarının ruhi dengesinin bozulması 1
Hastanın acısına son verme 67 Hastaların özgür iradesine saygı gösterme gereği 36 İnsanların ölme hakkına sahip olması 24 Kişinin yaşama isteğinin tükenmesi 18 Umut tükenince yaşamın anlamını yitirmesi 16 Katılımcının söz konusu koşullarda ölmeyi yeğlemesi 13 Söz koşullarda yaşamanın onursuz olması 2 İslam dini tarafından onaylanma 1
Katılanlar ve Tamamen Katılanlar
Ölümü kutsallaştırmanın doğru olmaması 1
50
Soruda yer alan ifadeye katılmayan ve kesinlikle katılmayan
grubundakilerden 26 kişi ölenin yakınlarının acı çekecek olmasını, 22 kişi
uygulamanın dine aykırı düşmesini, 13 kişi tıbbın ağrıları dindirme sorumluluğu
bulunmasını, 11 kişi bu uygulamanın bir tür intihar niteliği taşımasını, bir kişi
kadere saygı göstermenin gerekmesini söz konusu etmiştir.
Kararsız kalanlar arasında bir kişi bu uygulamanın sağlık çalışanlarının
ruhi dengesini bozabileceğine dikkat çekmiştir.
Soruda yer alan ifadeye katılan ve tamamen katılan grubundakilerden 67
kişi hastanın acı çekmesini, 36 kişi hastanın özgür iradesine saygı göstermenin
gerekmesini, 24 kişi insanların ölme hakkının bulunmasını gerekçe göstermiştir.
Bu gruptan 18 kişi yaşama isteğinin tükenmesi ve 16 kişi ise umut kalmaması
durumunda yaşamın anlamını yitirmesi üzerinde durmuş; 13 kişi belirtilen
koşullarda kendi adına ölmeyi isteyebileceğini belirterek, iki kişi söz konusu
koşullarda sürdürülen hayatın onursuzluğuna değinerek, bir kişi İslam’ın böyle
bir isteği onaylayacağını öne sürerek, bir kişi ölümün kutsallaştırılmasının doğru
olmadığını vurgulayarak seçimlerini gerekçelendirmiştir.
4.2. İkinci Soruya Verilen Cevapların Dağılımı
İkinci soruda yer alan “İyileşme olasılığı bulunmayan ve dayanılmaz ağrılar içinde son günlerini geçirmekte olan bir hastanın ölmesine yardımcı olan sağlık çalışanının bu eylemi suç sayılmamalıdır” ifadesine,
anket uygulanan tüm öğrencilerin % 15,2’si (80 kişi) kesinlikle katılmamış, %
17,1’i (90 kişi) katılmamış, % 14,5’i (77 kişi) kararsız kalmış, % 31,9’u (168 kişi)
katılmış, % 21,3’ü (112 kişi) ise tamamen katılmıştır. Cinsiyetler ve eğitim
görülen alanlar arası karşılaştırmanın yer aldığı cevap dağılım durumu tablo-
3’de gösterilmiştir.
51
TABLO-3: İkinci soruya verilen cevapların dağılımı.
Kesinlikle Katılmıyor
Katılmıyor Kararsız Katılıyor Tamamen Katılıyor
TOPLAM SORU-2
F % F % F % F % F % F % Kız 28 10,8 49 18,9 42 16,2 95 36,7 45 17,4 259 100,0 Erkek 52 19,4 41 15,3 35 13,1 73 27,2 67 25,0 268 100,0
X: 15,601 sd: 4 P: 0,004 Fen 44 17,2 39 15,2 37 14,5 78 30,5 59 22,6 257 100,0 Sosyal 36 13,3 51 18,9 40 14,8 90 33,3 53 19,7 270 100,0
X: 6,942 sd: 8 P: 0,543 TOPLAM 80 15,2 90 17,1 77 14,5 168 31,9 112 21,3 527 100,0
Kız öğrencilerden,% 10,8’i (28 kişi) kesinlikle katılmadığını, % 18,9’u (49
kişi) katılmadığını, % 16,2’si (42 kişi) kararsız kaldığını, % 36,7’si (95 kişi)
katıldığını, % 17,4’ü (45 kişi) tamamen katıldığını bildirmiştir. Erkek
öğrencilerden, % 19,4’ü (52 kişi) kesinlikle katılmadığını, % 15,3’ü (41 kişi)
katılmadığını, % 13,1’i (35 kişi) kararsız kaldığını, % 27,2’si (73 kişi) katıldığını,
% 25,0’ı (67 kişi) tamamen katıldığını bildirmiştir. Cinsiyetlerin cevap dağılımları
arasında istatistik açıdan anlamlı fark vardır.
Fen alanlarında eğitim alan öğrencilerin, % 17,2’si (44 kişi) kesinlikle
katılmadığını, % 15,2’si (39 kişi) katılmadığını, % 14,5’i (37 kişi) kararsız
kaldığını, % 30,5’i (78 kişi) katıldığını, % 22,6’sı (59 kişi) tamamen katıldığını
bildirmiştir. Sosyal alanlarda eğitim alan öğrencilerin % 13,3’ü (36 kişi)
kesinlikle katılmadığını, % 18,9’u (51 kişi) katılmadığını, % 14,8’i (40 kişi)
kararsız olduğunu, % 33,3’ü (90 kişi) katıldığını, % 19,7’si (53 kişi) tamamen
katıldığını bildirmiştir. Eğitim görülen alanların cevap dağılımları arasında
istatistik açıdan anlamlı fark yoktur.
İkinci soruyu yanıtlarken cevap seçeneği belirtmekle yetinmeyip
seçiminin gerekçesini de bildirmiş olanların dile getirdiği görüşler
kümelendirilmiş olarak tablo-4’de yer almaktadır.
52
TABLO-4: İkinci soruda bildirilen gerekçeler.
GRUP GEREKÇE Kişi Sayısı
Ötanazinin bir tür cinayet olması 22 Hastadan izin almanın gerekmesi 12 Hasta izin verse bile böyle bir eylemin suç olması 6 Yaşama hakkının engellenmemesi 6 Konunun etik boyutunun değerlendirilmesi 1
Katılmayanlar ve Kesinlikle Katılmayanlar
Böyle bir eylemin tıp etiğine aykırı olması 1
Doktorların görevinin yaşam kurtarmak olması 14 Öldürme eyleminin vicdana aykırılığı 7 Hasta olmayanların hasta gösterilerek öldürülmesi riski 1
Kararsız Kalanlar
Böyle bir uygulamanın yasal dayanağı olmaması 1
Hastanın isteğini yerine getirme 53 Öldürme eyleminin görev gereği gerçekleştirilmesi 21 Hasta, doktor ve hasta yakınının ortaklaşa karar alması 20 Böyle bir uygulamanın hastaya yardım olması 20 Bu yolun son çare olması 5 Son verilen yaşamın anlamını yitirmiş bulunması 5
Katılanlar ve Tamamen Katılanlar
Ölümün acılara son vermesi 4
Soruda yer alan ifadeye katılmayan ve kesinlikle katılmayan
grubundakilerden 22 kişi ötanaziyi cinayet olarak nitelemiş, 12 kişi hastadan izin
alınması gereğini vurgulamış, altı kişi hastanın isteği doğrultusunda
gerçekleştirilse bile bu eylemin suç olduğu değerlendirmesini yapmış, altı kişi
yaşamanın engellenmemesi gereken doğal bir hak olduğunu belirtmiş, bir kişi
konunun etik boyutunun düşünülmesi gereğini hatırlatmış, bir kişi böyle bir
eylemin tıp etiğine aykırı olduğunu öne sürmüştür.
Kararsız kaldığını bildirenlerden 14 kişi doktorların görevinin kurtarmak
olduğunu ifade etmiş, yedi kişi öldürme eyleminin vicdanen reddedilmesi
gerektiğini belirtmiş, bir kişi hasta olmayanı da hasta gösterilerek
öldürülebilecekleri yolundaki kaygısını dile getirmiş, bir kişi böyle bir
uygulamanın yasal dayanağı olmayacağını hatırlatmıştır.
Soruda yer alan ifadeye katılan ve tamamen katılan grubundakilerden 53
kişi doktorun hastanın isteğini yerine getirdiğine dikkat çekmiş, 21 kişi görev
gereği böyle bir uygulama yapmanın suç sayılmaması gerektiğini belirtmiş, 20
kişi hasta-doktor-hasta yakınının ortak karar alması gerektiğine değinmiş, 20
kişi bu uygulamanın hastaya yardım olduğunu vurgulamış, beş kişi son çare
53
olarak bu yola gidilebileceği değerlendirmesini yapmış, beş kişi anlamını yitirmiş
bir yaşama son verildiği üzerinde durmuş, dört kişi ölümün acı çekmeyi
bitirmesine dikkat çekmiştir.
4.3. Üçüncü Soruya Verilen Cevapların Dağılımı
Üçüncü soruda yer alan “Kurtulması imkânsız bir hastalığa yakalanmış bulunan ve ancak hastanede yoğun tıbbi destekle yaşatılabilen bir yakınımın, tedavi görmeyi redderek ölümünü çabuklaştırmak isteme kararını desteklerim” ifadesine, anket uygulanan tüm
öğrencilerin % 23,9’u (126 kişi) kesinlikle katılmamış, % 22,0’ı (116 kişi)
katılmamış, % 25,7’si (135 kişi) kararsız kalmış, % 19,5’i (103 kişi) katılmış, %
8,9’u (47 kişi) ise tamamen katılmıştır. Cinsiyetler ve eğitim görülen alanlar
arası karşılaştırmanın yer aldığı cevap dağılım durumu tablo-5’de gösterilmiştir.
TABLO-5: Üçüncü soruya verilen cevapların dağılımı.
Kesinlikle Katılmıyor
Katılmıyor Kararsız Katılıyor Tamamen Katılıyor
TOPLAM SORU-3
F % F % F % F % F % F % Kız 67 25,9 74 28,6 65 25,1 42 16,2 11 4,2 259 100,0 Erkek 59 22,0 42 15,7 70 26,1 61 22,8 36 13,4 268 100,0
X: 26,177 sd: 4 P: 0,000 Fen 63 24,2 54 21,1 64 25,0 52 20,3 24 9,4 257 100,0 Sosyal 63 23,3 62 23,0 71 26,3 51 18,9 23 8,5 270 100,0
X: 3,771 sd: 8 P: 0,877 TOPLAM 126 23,9 116 22,0 135 25,7 103 19,5 47 8,9 527 100,0
Kız öğrencilerden % 25,9’u (67 kişi) kesinlikle katılmadığını, % 28,6’sı
(74 kişi) katılmadığını, % 25,1’i (65 kişi) kararsız kaldığını, % 16,2’si (42 kişi)
katıldığını, % 4,2’si (11 kişi) tamamen katıldığını bildirmiştir. Erkek
öğrencilerden % 22,0’ı (59 kişi) kesinlikle katılmadığını, % 15,7’si (42 kişi)
katılmadığını, % 26,1’i (70 kişi) kararsız kaldığını, % 22,8’si (61 kişi) katıldığını,
54
% 13,4’ü (36 kişi) tamamen katıldığını bildirmiştir. Cinsiyetlerin cevap dağılımları
arasında istatistik açıdan anlamlı fark vardır.
Fen alanlarında eğitim alan öğrencilerin % 24,2’si (63 kişi) kesinlikle
katılmadığını, % 21,1’i (54 kişi) katılmadığını, % 25,0’ı (64 kişi) kararsız
kaldığını, % 20,3’ü (52 kişi) katıldığını,% 9,4’ ü (24 kişi) tamamen katıldığını
bildirmiştir. Sosyal alanlarda eğitim alan öğrencilerin % 23,3’ü (63 kişi)
kesinlikle katılmadığını, % 23,0’ı (62 kişi) katılmadığını, % 26,3’ü (71 kişi)
kararsız olduğunu, % 18,9’u (51 kişi) katıldığını, % 8,5’i (23 kişi) tamamen
katıldığını bildirmiştir. Eğitim görülen alanların cevap dağılımları arasında
istatistik açıdan anlamlı fark yoktur.
Üçüncü soruyu yanıtlarken cevap seçeneği belirtmekle yetinmeyip
seçiminin gerekçesini de bildirmiş olanların dile getirdiği görüşler
kümelendirilmiş olarak tablo-6’da yer almaktadır.
TABLO-6: Üçüncü soruda bildirilen gerekçeler.
GRUP GEREKÇE Kişi Sayısı
Hastanın kararını tek başına vermesinin gerekmesi 26 Yaşamın en kötü koşullar altında bile güzel olması 18 İnsanların yaşamlarını sona erdirmeye hakkı olmaması 15 Hastaları tedaviye devam konusunda ikna etmenin gerekmesi 14 Tıbbi olanakları sonuna kadar kullanmanın uygun olması 10 Yakınını kaybetmeyi göze alamama 9 Dine aykırılık 8 Bu uygulamanın hastanın kendine ceza verme yolu olması 3 Böyle bir talebin intihar niteliği taşıması 2
Katılmayanlar ve Kesinlikle Katılmayanlar
Alternatif tıptan yarar sağlanabilecek olması 1
Son ana kadar ümidi kaybetmemenin gerekmesi 33 Kararsız Kalanlar Bu kararı desteklemenin hastayla birlikte ölme esprisi taşıması 4
Hastanın acı çekmemesi 29 Ölümün salt biyolojik anlamda yaşamaya yeğlenir oluşu 1 Boşa masraf etmeme 1
Katılanlar ve Tamamen Katılanlar Makineye bağlı olarak anlamlı bir yaşam sürdürülemeyeceği 1
Soruda yer alan ifadeye katılmayan ve kesinlikle katılmayan
grubundakilerden 26 kişi kararı hastanın tek başına vermesi ve destek
beklememesi gerektiğini, 18 kişi yaşamanın en kötü koşullar altında bile güzel
55
olduğunu, 15 kişi insanların yaşamlarını sona erdirme hakkı olmadığını, 14 kişi
hastanın tedaviye devam konusunda ikna edilmesinin uygun olacağını, 10 kişi
tıbbi olanakların sonuna kadar kullanılmasının uygun düşeceğini, dokuz kişi
yakınını kaybetmeyi göze alamayacağını, sekiz kişi dinen böyle bir isteğin kabul
edilemeyeceğini, üç kişi hastanın yaptığının kendine ceza vermek olduğunu, iki
kişi söz konusu talebin intihar niteliği taşıdığını, bir kişi alternatif tıptan yarar
sağlanabileceğini belirtmiştir.
Kararsız kalanlardan 33 kişi son ana kadar ümitle beklenmesi gerektiğini
öne sürerken, dört kişi ise böyle bir kararı desteklemenin kendilerine hastayla
birlikte ölmek gibi göründüğünü söylemişlerdir.
Soruda yer alan ifadeye katılan ve tamamen katılan grubundakilerden 29
kişi hastanın acı çekmemesi gerektiğini, bir kişi salt biyolojik anlamda
yaşamaktansa ölüp kurtulmasının daha iyi olduğunu, bir kişi boşa masraf
edilmemesi gerektiğini, bir kişi makineye bağımlı olarak varlığını sürdürmenin
anlamlı bir yaşam olmayacağını belirtmiştir.
4.4. Dördüncü Soruya Verilen Cevapların Dağılımı
Dördüncü soruda yer alan “Kurtulması imkansız bir hastalığa yakalanmış bulunan ve ancak hastanede yoğun tıbbi destekle yaşatılabilen bir yakınımın, sağlık çalışanlarından kendisine acısız şekilde öldürücü bir uygulama yapılmasını isteme kararını desteklerim” ifadesine,
anket uygulanan tüm öğrencilerin % 21,1’i (111 kişi) kesinlikle katılmamış, %
26,6’sı (140 kişi) katılmamış, % 24,8’i (131 kişi) kararsız kalmış, % 18,4’ü (97
kişi) katılmış, % 9,1’i (48 kişi) ise tamamen katılmıştır. Cinsiyetler ve eğitim
görülen alanlar arası karşılaştırmanın yer aldığı cevap dağılım durumu tablo-
7’de gösterilmiştir.
56
TABLO-7: Dördüncü soruya verilen cevapların dağılımı.
Kesinlikle Katılmıyor
Katılmıyor Kararsız Katılıyor Tamamen Katılıyor
TOPLAM SORU-4
F % F % F % F % F % F % Kız 53 20,8 84 32,4 68 26,1 39 15,0 15 5,7 259 100,0 Erkek 58 21,6 56 20,9 63 23,5 58 21,6 33 12,4 268 100,0
X: 16,339 sd: 4 P: 0,003 Fen 57 21,9 66 25,7 66 25,8 45 17,6 23 9,0 257 100,0 Sosyal 54 20,0 74 27,3 65 24,1 52 19,3 25 9,3 270 100,0
X: 4,472 sd: 8 P: 0,812 TOPLAM 111 21,1 140 26,6 131 24,8 97 18,4 48 9,1 527 100,0
Kız öğrencilerden % 20,8’i (53 kişi) kesinlikle katılmadığını, % 32,4’ü (84
kişi) katılmadığını, % 26,1’i (68 kişi) kararsız kaldığını, % 15,0’ı (39 kişi)
katıldığını, % 5,7’si (15 kişi) tamamen katıldığını bildirmiştir. Erkek
öğrencilerden % 21,6’sı (58 kişi) kesinlikle katılmadığını, % 20,9’u (56 kişi)
katılmadığını, % 23,5’i (63 kişi) kararsız kaldığını, % 21,6’sı (58 kişi) katıldığını,
% 12,4’ü (33 kişi) tamamen katıldığını bildirmiştir. Cinsiyetlerin cevap dağılımları
arasında istatistik açıdan anlamlı fark vardır.
Fen alanlarında eğitim alan öğrencilerin % 21,9’u (57 kişi) kesinlikle
katılmadığını, % 25,8’i (66 kişi) katılmadığını, % 25,7’si (66 kişi) kararsız
kaldığını, % 17,6’sı (45 kişi) katıldığını, % 9,0’ ı (23 kişi) tamamen katıldığını
bildirmiştir. Sosyal alanlarda eğitim alan öğrencilerin % 20,0’ı (54 kişi)
kesinlikle katılmadığını, % 27,3’ü (74 kişi) katılmadığını, % 24,1’i (65 kişi)
kararsız olduğunu, % 19,3’ü (52 kişi) katıldığını, % 9,3’ ü (25 kişi) tamamen
katıldığını bildirmiştir. Eğitim görülen alanların cevap dağılımları arasında
istatistik açıdan anlamlı fark yoktur.
Dördüncü soruyu yanıtlarken cevap seçeneği belirtmekle yetinmeyip
seçiminin gerekçesini de bildirmiş olanların dile getirdiği görüşler
kümelendirilmiş olarak tablo-8’de yer almaktadır.
57
TABLO-8: Dördüncü soruda bildirilen gerekçeler.
GRUP GEREKÇE Kişi Sayısı
Yaşama son vermenin zor bir karar olması 8 Umudun asla kaybedilmemesinin gerekmesi 7 İnsan öldürmenin hiçbir koşulda kabul edilir olmaması 7 Böyle bir talebi desteklemekle bir anlamda katil olunması 7 Hipokrat andının bu talebi yerine getirmeyi olanaksız kılması 6 Tıbbi olanakları sonuna kadar kullanmanın gerekmesi 6 Dine aykırılık 3 İnsanın en değerli varlık olması 2
Katılmayanlar ve Kesinlikle Katılmayanlar
Böyle bir kararın sorumluluğunu üstlenememe 2
İnsanın eceliyle ölmesinin doğru olması 12 Hastanın kararına saygı 4 Vicdani nedenler 3
Kararsız Kalanlar
Tıbbın çabasına saygı 1
Seçim hakkının hastaya ait olması 33 Katılanlar ve Tamamen Katılanlar
Hastanın acı çekmesi 22
Soruda yer alan ifadeye katılmayan ve kesinlikle katılmayan
grubundakilerden sekiz kişi yaşama son verme kararının kolay olmadığını, yedi
kişi umudun asla kaybedilmemesi gerektiğini, yedi kişi insan öldürmenin
kesinlikle kabul edilemeyeceğini, yedi kişi böyle bir talebi desteklemekle bir
anlamda katil olunacağını, altı kişi “Hipokrat yemini” etmiş sağlıkçıların böyle
talepleri kabul etme hakkı bulunmadığını, altı kişi tıbbi olanakların sonuna kadar
kullanılmasının uygun düşeceğini, üç kişi dini çerçevede bu isteğin kabul
edilemeyeceğini, iki kişi insanın en değerli varlık olduğunu, iki kişi böyle bir
kararın sorumluluğunu alamayacaklarını belirtmiştir.
Kararsız kalanlardan 12 kişi insanın eceliyle ölmesinin doğru olduğunu,
dört kişi hastanın kararına saygı duyulması gerektiğini, üç kişi vicdani
nedenlerle ne destek vermeyi ne karşı çıkmayı benimseyemediğini, bir kişi
tıbbın çabasına saygı duyulması gerektiğini söylemiştir.
Soruda yer alan ifadeye katılan ve tamamen katılan grubundakilerden 33
kişi seçim hakkının hastaya ait olmasını, 22 kişi ise hastanın acı çekmekte
bulunmasını kararlarının gerekçesi olarak bildirmiştir.
58
4.5. Beşinci Soruya Verilen Cevapların Dağılımı
Beşinci soruda yer alan “Organ nakli bazı kimseler için tek yaşam ümidi olduğundan, ölmüş kişilerin organları izinleri olmasa da aktarılabilmelidir” ifadesine, anket uygulanan tüm öğrencilerin % 15,6’sı (82
kişi) kesinlikle katılmamış, % 25,0’ı (132 kişi) katılmamış, % 13,3’ü (70 kişi)
kararsız kalmış, % 21,6’sı (114 kişi) katılmış, % 24,5’i (129 kişi) ise tamamen
katılmıştır. Cinsiyetler ve eğitim görülen alanlar arası karşılaştırmanın yer aldığı
cevap dağılım durumu tablo-9’da gösterilmiştir.
TABLO-9: Beşinci soruya verilen cevapların dağılımı.
Kesinlikle Katılmıyor
Katılmıyor Kararsız Katılıyor Tamamen Katılıyor
TOPLAM SORU-5
F % F % F % F % F % F %
Kız 27 10,4 65 25,2 40 15,4 58 22,4 69 26,6 259 100,0 Erkek 55 20,5 67 25,0 30 11,2 56 20,9 60 22,4 268 100,0
X: 11,533 sd: 4 P: 0,021 Fen 33 12,5 52 20,3 34 13,3 67 26,2 71 27,7 257 100,0 Sosyal 49 18,2 80 29,6 36 13,3 47 17,4 58 21,5 270 100,0
X: 19,451 sd: 8 P: 0,013 TOPLAM 82 15,6 132 25,0 70 13,3 114 21,6 129 24,5 527 100,0
Kız öğrencilerden % 10,4’ü (27 kişi) kesinlikle katılmadığını, % 25,2’si
(65 kişi) katılmadığını, % 15,4’ü (40 kişi) kararsız kaldığını, % 22,4’ü (58 kişi)
katıldığını, % 26,6’sı (69 kişi) tamamen katıldığını bildirmiştir. Erkek
öğrencilerden % 20,5’i (55 kişi) kesinlikle katılmadığını, % 25,0’ı (67 kişi)
katılmadığını, % 11,2’si (30 kişi) kararsız kaldığını, % 20,9’u (56 kişi) katıldığını,
% 22,4’ü (60 kişi) tamamen katıldığını bildirmiştir. Cinsiyetlerin cevap dağılımları
arasında istatistik açıdan anlamlı fark vardır.
Fen alanlarında eğitim alan öğrencilerin % 12,5’i (33 kişi) kesinlikle
katılmadığını, % 20,3’ü (52 kişi) katılmadığını,% 13,3’ü (34 kişi) kararsız
kaldığını, % 26,2’si (67 kişi) katıldığını, % 27,7’si (71 kişi) tamamen katıldığını
bildirmiştir. Sosyal alanlarda eğitim alan öğrencilerin % 18,2’si (49 kişi)
kesinlikle katılmadığını, % 29,6’sı (80 kişi) katılmadığını, % 13,3’ü (36 kişi)
59
kararsız olduğunu, % 17,4’ü (47 kişi) katıldığını, % 21,5’i (58 kişi) tamamen
katıldığını bildirmiştir. Eğitim görülen alanların cevap dağılımları arasında
istatistik açıdan anlamlı fark vardır.
Beşinci soruyu yanıtlarken cevap seçeneği belirtmekle yetinmeyip
seçiminin gerekçesini de bildirmiş olanların dile getirdiği görüşler
kümelendirilmiş olarak tablo-10’da yer almaktadır.
TABLO-10: Beşinci soruda bildirilen gerekçeler.
GRUP GEREKÇE Kişi Sayısı
Kişinin yaşarken aktarıma izin vermiş olmasının gerekmesi 82 Dini nedenler 8 Bu uygulamanın bir tür hırsızlık olması 8 Ölenin yakınlarından izin almanın gerekmesi 8 Organları başkalarına aktarmanın uygun olmaması 6 Bu uygulamanın kişilik haklarını sınırlaması 3 Bu uygulamanın ticarileşme potansiyeli taşıması 2
Katılmayanlar ve Kesinlikle Katılmayanlar
Özgürlükleri çiğnenmemenin gerekmesi 1
Beden bütünlüğüne saygı duymanın gerekmesi 1 Kararsız Kalanlar Uygulamanın etik açıdan uygun olmaması 1
Organların mezarda işe yaramayacak olması 36 Organ naklini desteklemenin gerekmesi 17 İzin almanın gerekli olmaması 12 Yasal olmasa da yaşam kurtarıcı olması 9 Para karşılığı olmadıkça sakıncası olmaması 4 Bu uygulamanın birçok insanın yaşamını kurtaracak olması 2
Katılanlar ve Tamamen Katılanlar
Büyük bir organ ihtiyacının varlığı 1
Soruda yer alan ifadeye katılmayan ve kesinlikle katılmayan
grubundakilerden 82 kişi yaşarken bağış yapmış aktarıma izin vermiş olmanın
gerektiğini belirtmiş, sekiz kişi dini gerekçelerle böyle bir uygulamaya karşı
çıkmış, sekiz kişi bu uygulamayı hırsızlık olarak nitelemiş, sekiz kişi ölenin
yakınlarından izin alınmasının uygun düşeceğini öne sürmüş, altı kişi organların
kesinlikle başkasına verilmemesi yolunda görüş açıklamış, üç kişi bu
uygulamayı kişilik hakkını sınırlama olarak nitelemiş, iki kişi ticari sektör
oluşabileceği kaygısını dile getirmiş, bir kişi özgürlüklerin çiğnenmemesi
gerektiğini ifade etmiştir.
60
Kararsız kalanlardan bir kişi beden bütünlüğüne saygı kavramından söz
ederken bir kişi de uygulamanın etik açıdan uygun olmadığını öne sürmüştür.
Soruda yer alan ifadeye katılan ve tamamen katılan grubundakilerden 36
kişi organların mezarda işe yaramayacağını vurgulamış, 17 kişi organ naklinin
desteklenmesi gerektiğini hatırlatmış, 12 kişi izne gerek görmediğini belirtmiş,
dokuz kişi uygulamanın yasal olmasa da hayat kurtarıcı olduğuna dikkat
çekmiş, dört kişi para ödeme söz konusu olmamak koşuluyla uygulamayı
onayladığını belirtmiş, iki kişi bu uygulama sayesinde yaşamı kurtulacak
insanlara dikkat çekmiş, bir kişi organ ihtiyacının büyüklüğüne değinmiştir.
4.6. Altıncı Soruya Verilen Cevapların Dağılımı
Altıncı soruda yer alan “Ameliyat olmayı ve uzun vadede bir takım sağlık sorunları yaşama olasılığını göze alamadığım için, ihtiyacı olan bir yakınıma böbreklerimden birini bağışlamayı kabul etmem” ifadesine, anket
uygulanan tüm öğrencilerin % 17,5’i (92 kişi) kesinlikle katılmamış, % 34,2’si
(180 kişi) katılmamış, % 29,5’i (156 kişi) kararsız kalmış, % 13,9’u (73 kişi)
katılmış, % 4,9’u (26 kişi) ise tamamen katılmıştır. Cinsiyetler ve eğitim görülen
alanlar arası karşılaştırmanın yer aldığı cevap dağılım durumu tablo-11’de
gösterilmiştir.
TABLO-11: Altıncı soruya verilen cevapların dağılımı.
Kesinlikle Katılmıyor
Katılmıyor Kararsız Katılıyor Tamamen Katılıyor
TOPLAM SORU-6
F % F % F % F % F % F % Kız 42 16,3 98 37,8 80 30,9 27 10,4 12 4,6 259 100,0 Erkek 50 18,7 82 30,6 76 28,4 46 17,2 14 5,1 268 100,0
X: 7,168 sd: 4 P: 0,127 Fen 50 19,5 101 39,5 67 26,2 29 10,9 10 3,9 257 100,0 Sosyal 42 15,5 79 29,3 89 33,0 44 16,3 16 5,9 270 100,0
X: 17,277 sd: 8 P: 0,027 TOPLAM 92 17,5 180 34,2 156 29,5 73 13,9 26 4,9 527 100,0
61
Kız öğrencilerden % 16,3’ü (42 kişi) kesinlikle katılmadığını, % 37,8’i (98
kişi) katılmadığını, % 30,9’u (80 kişi) kararsız kaldığını, % 10,4’ü (27 kişi)
katıldığını, % 4,6’sı (12 kişi) tamamen katıldığını bildirmiştir. Erkek
öğrencilerden % 18,7’si (50 kişi) kesinlikle katılmadığını, % 30,6’sı (82 kişi)
katılmadığını, % 28,4’ü (76 kişi) kararsız kaldığını, % 17,2’si (46 kişi) katıldığını,
% 5,1’i (14 kişi) tamamen katıldığını bildirmiştir. Cinsiyetlerin cevap dağılımları
arasında istatistik açıdan anlamlı fark yoktur.
Fen alanlarında eğitim alan öğrencilerin % 19,5’i (50 kişi) kesinlikle
katılmadığını, % 39,5’i (101 kişi) katılmadığını,% 26,2’si (67 kişi) kararsız
kaldığını, % 10,9’u (29 kişi) katıldığını, % 3,9’u (10 kişi) tamamen katıldığını
bildirmiştir. Sosyal alanlarda eğitim alan öğrencilerin % 15,5’i (42 kişi)
kesinlikle katılmadığını, % 29,3’ü (79 kişi) katılmadığını, % 33,0’ı (89 kişi)
kararsız olduğunu, % 16,3’ü (44 kişi) katıldığını, % 5,9’u (16 kişi) tamamen
katıldığını bildirmiştir. Eğitim görülen alanların cevap dağılımları arasında
istatistik açıdan anlamlı fark vardır.
Altıncı soruyu yanıtlarken cevap seçeneği belirtmekle yetinmeyip
seçiminin gerekçesini de bildirmiş olanların dile getirdiği görüşler
kümelendirilmiş olarak tablo-12’de yer almaktadır.
TABLO-12: Altıncı soruda bildirilen gerekçeler.
GRUP GEREKÇE Kişi Sayısı
Kendi sağlığına daha fazla önem verme 14 Öldükten sonra bağışlamayı yeğleme 2 Organ nakline karşı olma 2
Katılmayanlar ve Kesinlikle Katılmayanlar Türkiye koşullarında ameliyat olmaktan çekinme 1
Yakınlığın derecesine göre kararın değişebilecek olması 49 Kararsız
Kalanlar Böyle bir karar almanın çok önemli olması 2
İnsan yaşamının çok önemli olması 28 Fedakarlık adına her şeyi göze almanın gerekmesi 28 Yardımlaşmanın çok önemli olması 12
Katılanlar ve Tamamen Katılanlar İhtiyaç karşısında duyarsız kalamama 7
62
Soruda yer alan ifadeye katılmayan ve kesinlikle katılmayan
grubundakilerden 14 kişi kendi sağlığını daha önemli gördüğünü belirtmiş, iki
kişi öldükten sonra bağış yapmayı tercih ettiğini bildirmiş, iki kişi organ nakline
karşı olduğunu, bir kişi ise Türkiye koşullarında ameliyat olmaktan korktuğunu
söylemiştir.
Kararsız kalanlardan 49 kişi yakınlık derecesinin öneminden ve bunun
kararlarını etkileyeceğinden söz etmiş, iki kişi ise böyle bir kararın çok önemli
olduğunu belirtmiştir.
Soruda yer alan ifadeye katılan ve tamamen katılan grubundakilerden 28
kişi insan yaşamının önemine değinmiş, 28 kişi fedakarca davranmak adına her
şeyi göze alabileceğini belirtmiş, 12 kişi yardımlaşmanın gerekliliğini
vurgulamış, yedi kişi böyle yaşamsal bir ihtiyaç söz konusuyken duyarsız
kalamayacağını söylemiştir.
4.7. Yedinci Soruya Verilen Cevapların Dağılımı
Yedinci soruda yer alan “Organ bağışı yapan kişilere bu fedakârlıklarının karşılığı olarak para ödenmesi, gerçekçi ve akla uygun bir yaklaşımdır” ifadesine, anket uygulanan tüm öğrencilerin % 21,3’ü (112 kişi)
kesinlikle katılmamış, % 31,9’u (168 kişi) katılmamış, % 18,6’sı (98 kişi)
kararsız kalmış, % 20,3’ü (106 kişi) katılmış, % 7,9’u (43 kişi) ise tamamen
katılmıştır. Cinsiyetler ve eğitim görülen alanlar arası karşılaştırmanın yer aldığı
cevap dağılım durumu tablo-13’de gösterilmiştir.
63
TABLO-13: Yedinci soruya verilen cevapların dağılımı.
Kesinlikle Katılmıyor
Katılmıyor Kararsız Katılıyor Tamamen Katılıyor
TOPLAM SORU-7
F % F % F % F % F % F % Kız 48 18,5 98 37,8 47 18,1 51 19,7 15 5,9 259 100,0 Erkek 64 24,3 70 26,2 51 19,1 55 20,6 26 9,8 268 100,0
X: 11,099 sd: 5 P: 0,049 Fen 58 22,7 74 28,9 45 17,8 58 22,7 20 7,9 257 100,0 Sosyal 54 20,0 94 34,8 53 19,5 48 17,7 23 8,0 270 100,0
X: 7,115 sd: 10 P: 0,715 TOPLAM 112 21,3 168 31,9 98 18,6 106 20,3 43 7,9 527 100,0
Kız öğrencilerden % 18,5’i (48 kişi) kesinlikle katılmadığını, % 37,8’i (98
kişi) katılmadığını, % 18,1’i (47 kişi) kararsız kaldığını, % 19,7’si (51 kişi)
katıldığını, % 5,9’u (15 kişi tamamen katıldığını bildirmiştir. Erkek öğrencilerden
% 24,3’ü (64 kişi) kesinlikle katılmadığını, % 26,2’si (70 kişi) katılmadığını, %
19,1’i (51 kişi) kararsız kaldığını, % 20,6’sı (55 kişi) katıldığını, % 9,8’i (26 kişi)
tamamen katıldığını bildirmiştir. Cinsiyetlerin cevap dağılımları arasında
istatistik açıdan anlamlı fark vardır.
Fen alanlarında eğitim alan öğrencilerin % 22,7’i (58 kişi) kesinlikle
katılmadığını, % 28,9’u (74 kişi) katılmadığını, % 17,8’i (45 kişi) kararsız
kaldığını, % 22,7’si (58 kişi) katıldığını, % 7,9’u (20 kişi) tamamen katıldığını
bildirmiştir. Sosyal alanlarda eğitim alan öğrencilerin % 20,0’ı (54 kişi)
kesinlikle katılmadığını, % 34,8’i (94 kişi) katılmadığını, % 19,5’i (53 kişi)
kararsız olduğunu, % 17,7’si (48 kişi) katıldığını, % 8,0’ı (23 kişi) tamamen
katıldığını bildirmiştir. Eğitim görülen alanların cevap dağılımları arasında
istatistik açıdan anlamlı fark yoktur.
Yedinci soruyu yanıtlarken cevap seçeneği belirtmekle yetinmeyip
seçiminin gerekçesini de bildirmiş olanların dile getirdiği görüşler
kümelendirilmiş olarak tablo-14’de yer almaktadır.
64
TABLO-14: Yedinci soruda bildirilen gerekçeler.
GRUP GEREKÇE Kişi Sayısı
Organ bağışını para beklemeden gönüllü yapmanın gerekmesi 28 Organ bağışının bir insanlık görevi olması 25 Organ ticaretinin etik açıdan uygun olmaması 20 İnsan yaşamının alınıp satılmasının uygun olmayışı 8 Genel olarak organ naklini uygun bulmama 4
Katılmayanlar ve Kesinlikle Katılmayanlar
İnsani değerlerin alınıp satılmasının uygun olmayışı 3
Vericinin ihtiyaç derecesine göre durumun değişmesi 23 Alıcının maddi imkansızlık nedeniyle çaresiz kalma ihtimali 6
Kararsız Kalanlar
Alıcının para ve mal dahil her şeyi verebilecek olması 2
Fedakarlığın karşılık görmesinin gerekmesi 22 Vericinin böyle bir kazanca ihtiyaç duyabilecek olması 7 Ödemenin vericiye bir armağan sayılabilecek olması 7 Ödeme yapılmasının bağışta bulunmayı teşvik edecek olması 6 Vericinin olası sağlık sorunlarının yaratabileceği para ihtiyacı 5
Katılanlar ve Tamamen Katılanlar
Vericinin yaşamını kısaltmayı göze almış olması 1
Soruda yer alan ifadeye katılmayan ve kesinlikle katılmayan
grubundakilerden 28 kişi bağışın para almaksızın gönül rızasıyla yapılması
gerektiğini belirtmiş, 25 kişi insanlık namına karşılık beklemeden bağış
yapılmasının uygun olduğunu bildirmiş, 20 kişi para karşılığı bağışın organ
ticaretine dönüşebileceğini ve bunun etik açıdan uygun olmadığını vurgulamış,
sekiz kişi insan yaşamının ve üç kişi insani değerlerin parayla satılmaması
gerektiği görüşünü dile getirmiş, dört kişi ise organ nakline her koşulda karşı
olduğunu söylemiştir.
Kararsız kalanlardan 23 kişi ihtiyaç derecesine göre para alınmasının
uygun düşebileceğini belirtmiş, altı kişi maddi imkanı olmayan alıcıların çaresiz
kalabileceğine dikkat çekmiş, iki kişi alıcının bağış için para ve mal dahil her şey
verilebilecek durumda oluşunun üzerinde durmuştur.
Soruda yer alan ifadeye katılan ve tamamen katılan grubundakilerden 22
kişi fedakarlığının karşılığı olması gerektiğini bildirmiş, yedi kişi vericinin ihtiyacı
olabileceği üzerinde durmuş, yedi kişi ödemenin vericiye sunulmuş bir hediye
sayılabileceğini söylemiş, altı kişi para ödemenin bağışta bulunma eğilimini
teşvik edebileceğini hatırlatmış, beş kişi vericinin ilerde sağlık sorunu
yaşayabileceğini ve bu bağlamda paraya ihtiyaç duyabileceğini vurgulamış, bir
65
kişi vericinin kendi hayatını kısaltmayı göze almış olmaktan dolayı ödemeyi hak
ettiğini belirtmiştir.
4.8. Sekizinci Soruya Verilen Cevapların Dağılımı
Sekizinci soruda yer alan “Öldükten sonra aktarılması mümkün olan organlarımın ihtiyacı olan kişilerin tedavisinde kullanılmasını kabul ederim” ifadesine, anket uygulanan tüm öğrencilerin % 3,8’i (20 kişi) kesinlikle
katılmamış, % 6,1’i (32 kişi) katılmamış, % 16,9’u (89 kişi) kararsız kalmış, %
30,0’ı (158 kişi) katılmış, % 43,2’si (228 kişi) ise tamamen katılmıştır. Cinsiyetler
ve eğitim görülen alanlar arası karşılaştırmanın yer aldığı cevap dağılım durumu
tablo-15’de gösterilmiştir.
TABLO-15: Sekizinci soruya verilen cevapların dağılımı.
Kesinlikle Katılmıyor
Katılmıyor Kararsız Katılıyor Tamamen Katılıyor
TOPLAM SORU-8
F % F % F % F % F % F % Kız 6 2,4 11 4,2 44 17,0 86 33,2 113 43,2 259 100,0 Erkek 14 5,2 21 7,8 45 16,9 72 27,0 115 43,1 268 100,0
X: 7,496 sd: 4 P: 0,112 Fen 7 2,7 17 6,6 38 14,8 81 31,4 114 44,5 257 100,0 Sosyal 13 4,8 15 5,6 51 19,0 77 28,6 114 42,0 270 100,0
X: 5,904 sd: 8 P: 0,658 TOPLAM 20 3,8 32 6,1 89 16,9 158 30,0 228 43,2 527 100,0
Kız öğrencilerden % 2,4’ü (6 kişi) kesinlikle katılmadığını, % 4,2’si (11
kişi) katılmadığını, % 17,0’ı (44 kişi) kararsız kaldığını, % 33,2’si (86 kişi)
katıldığını, % 43,2’si (113 kişi) tamamen katıldığını bildirmiştir. Erkek
öğrencilerden % 5,2’si (14 kişi) kesinlikle katılmadığını, % 7,8’i (21 kişi)
katılmadığını, % 16,9’u (45 kişi) kararsız kaldığını, % 27,0’ı (72 kişi) katıldığını,
% 43,1’i (115 kişi) tamamen katıldığını bildirmiştir. Cinsiyetlerin cevap
dağılımları arasında istatistik açıdan anlamlı fark yoktur.
66
Fen alanlarında eğitim alan öğrencilerin % 2,7’si (7 kişi) kesinlikle
katılmadığını, % 6,6’sı (17 kişi) katılmadığını, % 14,8’i (38 kişi) kararsız
kaldığını, % 31,4’ü (81 kişi) katıldığını, % 44,5’i (114 kişi) tamamen katıldığını
bildirmiştir. Sosyal alanlarda eğitim alan öğrencilerin % 4,8’i (13 kişi) kesinlikle
katılmadığını, % 5,6’sı (15 kişi) katılmadığını, % 19,0’ı (51 kişi) kararsız
olduğunu, % 28,6’sı (77 kişi) katıldığını, % 42,0’ı (114 kişi) tamamen katıldığını
bildirmiştir. Eğitim görülen alanların cevap dağılımları arasında istatistik açıdan
anlamlı fark yoktur.
Sekizinci soruyu yanıtlarken cevap seçeneği belirtmekle yetinmeyip
seçiminin gerekçesini de bildirmiş olanların dile getirdiği görüşler
kümelendirilmiş olarak tablo-16’da yer almaktadır.
TABLO-16: Sekizinci soruda bildirilen gerekçeler.
GRUP GEREKÇE Kişi Sayısı
Katılmayanlar ve Kesinlikle Katılmayanlar
Korku 8
Dine uygunluğu konusundaki kuşku 2 Kararsız
Kalanlar Maddi çıkar kaygısıyla kullanılma kaygısı 1
Ölümüyle başkalarına hayat verme olanağı 69 Bizzat organ nakline ihtiyaç duyabilecek olma ihtimali 32 Herkesin organlarını bağışlaması gerektiği düşüncesi 27 (Ölenin yanı sıra ailesinin de izninin olması gereği) 7 (Kalbi ve beyni dışındaki organlarını bağışlamayı kabul etme) 3 (Organlarını sadece Müslüman bir kişiye bağışlama) 1
Katılanlar ve Tamamen Katılanlar
(Ölen kişinin bağışa izin vermiş olmasının önem taşıması ) 1
Soruda yer alan ifadeye katılmayan ve kesinlikle katılmayan
grubundakilerden sekiz kişi bağışta bulunmamama gerekçesi olarak duydukları
korkuyu göstermiştir.
Kararsız kalanlardan iki kişi bağışta bulunmanın dini açıdan uygun olup
olmaması hakkındaki kuşkularından, bir kişi ise organlarının maddi çıkar
amacıyla kullanılması endişesinden söz etmiştir.
67
Soruda yer alan ifadeye katılan ve tamamen katılan grubundakilerden 69
kişi ölümüyle başkalarına hayat vermeyi arzuladığını bildirmiş, 32 kişi bir gün
kendilerinin de ihtiyacı duyabilecek olmasını ve karşılıklılık ilkesini dikkate
aldığını belirtmiş, 27 kişi herkesin organlarını bağışlamasının uygun olduğunu
vurgulamıştır. Bu gruptakilerden bazıları kararlarını gerekçelendirmek yerine
kimi koşulların yerine gelmesi halinde kadavra verici olmayı kabullendiklerini
belirtmiştir. Bunlardan yedi kişi kendi gönüllülüklerinin yanı sıra mutlaka
ailelerinin izninin de olması gerektiğini ifade etmiş, üç kişi kalbinin ve beyninin
aktarılmasını istemediğini, bunların dışında kalan organlarının aktarımı için
gönüllü olduğunu bildirmiş, biri organlarını ancak Müslüman bir alıcıya
bağışlanmasını kabul edeceğini vurgulamış, bir kişi hayattayken izin vermiş
olmasının önemine dikkat çekmiştir.
4.9. Dokuzuncu Soruya Verilen Cevapların Dağılımı
Dokuzuncu soruda yer alan “Kürtaj yapılması konusunda son kararı, eşi ne derse desin, hamile kadın tek başına almalıdır” ifadesine, anket
uygulanan tüm öğrencilerin % 35,9’u (189 kişi) kesinlikle katılmamış, % 30,0’ı
(158 kişi) katılmamış, % 9,54’ü (50 kişi) kararsız kalmış, % 11,4’ü (60 kişi)
katılmış, % 13,3’ü (70 kişi) ise tamamen katılmıştır. Cinsiyetler ve eğitim görülen
alanlar arası karşılaştırmanın yer aldığı cevap dağılım durumu tablo-17’de
gösterilmiştir.
68
TABLO-17: Dokuzuncu soruya verilen cevapların dağılımı.
Kesinlikle Katılmıyor
Katılmıyor Kararsız Katılıyor Tamamen Katılıyor
TOPLAM SORU-9
F % F % F % F % F % F % Kız 75 29,0 92 35,5 21 8,1 32 12,3 39 15,1 259 100,0 Erkek 114 42,5 66 24,6 29 10,8 28 10,5 31 11,6 268 100,0
X: 14,638 sd: 4 P: 0,006 Fen 96 37,2 67 26,2 27 10,4 32 12,5 35 13,7 257 100,0 Sosyal 93 34,4 91 33,7 23 8,5 28 10,4 35 13,0 270 100,0
X: 5,681 sd: 8 P: 0,683 TOPLAM 189 35,9 158 30,0 50 9,4 60 11,4 70 13,3 527 100,0
Kız öğrencilerden % 29,0’ı (75 kişi) kesinlikle katılmadığını, % 35,5’i (92
kişi) katılmadığını, % 8,1’i (21 kişi) kararsız kaldığını, % 12,3’ü (32 kişi)
katıldığını, % 15,1’i (39 kişi) tamamen katıldığını bildirmiştir. Erkek
öğrencilerden % 42,5’i (114 kişi) kesinlikle katılmadığını, % 24,6’sı (66 kişi)
katılmadığını, % 10,8’i (29 kişi) kararsız kaldığını, % 10,5’i (28 kişi) katıldığını,
% 11,6’sı (31 kişi) tamamen katıldığını bildirmiştir. Cinsiyetlerin cevap
dağılımları arasında istatistik açıdan anlamlı fark vardır.
Fen alanlarında eğitim alan öğrencilerin % 37,2’si (96 kişi) kesinlikle
katılmadığını, % 26,2’si (67 kişi) katılmadığını, % 10,4’ü (27 kişi) kararsız
kaldığını, % 12,5’i (32 kişi) katıldığını, % 13,7’si (35 kişi) tamamen katıldığını
bildirmiştir. Sosyal alanlarda eğitim alan öğrencilerin % 34,4’ü (94kişi)
kesinlikle katılmadığını, % 33,7’si (91 kişi) katılmadığını, % 8,5’i (23 kişi)
kararsız olduğunu, % 10,4’ü (28 kişi) katıldığını, % 13,0’ı (35 kişi) tamamen
katıldığını bildirmiştir. Eğitim görülen alanların cevap dağılımları arasında
istatistik açıdan anlamlı fark yoktur.
Dokuzuncu soruyu yanıtlarken cevap seçeneği belirtmekle yetinmeyip
seçiminin gerekçesini de bildirmiş olanların dile getirdiği görüşler
kümelendirilmiş olarak tablo-18’de yer almaktadır.
69
TABLO-18: Dokuzuncu soruda bildirilen gerekçeler.
GRUP GEREKÇE Kişi Sayısı
Böyle bir kararın çiftin ortaklaşa almasının uygun olması 114 Doğmamış çocuk üzerinde babanın da söz hakkı bulunması 29 Gebeliğin sona erdirilmesine karşı olma 9 Gebeliği sona erdirmeyi bir tür cinayet kabul etme 1 Fetusun insan olması 1
Katılmayanlar ve Kesinlikle Katılmayanlar
Dini nedenler 1
Kararsız Kalanlar
Evliliğin olması-olmaması durumuna göre farklı karar verme 7
Gebelik hakkında karar vermenin bir kadın hakkı olması 34 Gebeliği sona erdirmenin kadının psikolojisini etkilemesi 7
Katılanlar ve Tamamen Katılanlar Gebeliği sona erdirmenin kadının sağlını etkilemesi 7
Soruda yer alan ifadeye katılmayan ve kesinlikle katılmayan
grubundakilerden 114 kişi kararın ortak alınması gerektiğini vurgulamış, 29 kişi
babanın da söz hakkı olduğunu hatırlatmış, dokuz kişi kürtaja karşı olduğunu
belirtmiş, bir kişi kürtajı cinayete eşdeğer gördüğünü bildirmiş, bir kişi kararını
fetusun insan olmasına dayandırmış, bir kişi de dini gerekçeye bağlamıştır.
Kararsız kalanlardan yedi kişi evlilik söz konusuysa erkeğe danışılması
gerektiğini, değilse kararın kadına ait olduğunu belirtmiştir.
Soruda yer alan ifadeye katılan ve tamamen katılan grubundakilerden 34
kişi bu kararı almanın bir kadın hakkı olduğunu belirtmiş, yedi kişi kürtajdan
kadının psikolojik olarak etkileneceğini hatırlatmış, yedi kişi ise kararını
uygulamanın kadının sağlığıyla ilgili oluşuna dayandırmıştır.
4.10. Onuncu Soruya Verilen Cevapların Dağılımı Onuncu soruda yer alan “Hamileliğin ilk döneminde, rahim içinde belli gelişim aşamasına gelmemiş bebeğin yaşamına saygı duyma yükümlülüğümüz yoktur, çünkü o henüz tam anlamıyla bir insan sayılmaz
” ifadesine, anket uygulanan tüm öğrencilerin % 41,0’ı (216 kişi) kesinlikle
katılmamış, % 35,5’i (187 kişi) katılmamış, % 10,7’si (57 kişi) kararsız kalmış,
% 8,2’si (43 kişi) katılmış, % 4,6’sı (24 kişi) ise tamamen katılmıştır. Cinsiyetler
70
ve eğitim görülen alanlar arası karşılaştırmanın yer aldığı cevap dağılım durumu
tablo-19’da gösterilmiştir.
TABLO-19: Onuncu soruya verilen cevapların dağılımı.
Kesinlikle Katılmıyor
Katılmıyor Kararsız Katılıyor Tamamen Katılıyor
TOPLAM SORU-10
F % F % F % F % F % F % Kız 104 40,2 108 41,7 21 8,1 18 6,9 8 3,1 259 100,0 Erkek 112 41,8 79 29,5 36 13,4 25 9,3 16 6,0 268 100,0
X: 12,397 sd: 4 P: 0,015 Fen 117 45,3 80 31,3 25 9,8 24 9,3 11 4,3 257 100,0 Sosyal 99 36,7 107 39,7 32 11,8 19 7,0 13 4,8 270 100,0
X: 7,926 sd: 8 P: 0,441 TOPLAM 216 41,0 187 35,5 57 10,7 43 8,2 24 4,6 527 100,0 Kız öğrencilerden % 40,2’si (104 kişi) kesinlikle katılmadığını, % 41,7’si
(108 kişi) katılmadığını, % 8,1’i (21 kişi) kararsız kaldığını, % 6,9’u (18 kişi)
katıldığını, % 3,1’i (8 kişi) tamamen katıldığını bildirmiştir. Erkek öğrencilerden
% 41,8’i (112 kişi) kesinlikle katılmadığını, % 29,5’i (79 kişi) katılmadığını, %
13,4’ü (36 kişi) kararsız kaldığını, % 9,3’ü (25 kişi) katıldığını, % 6,0’ı (16 kişi)
tamamen katıldığını bildirmiştir. Cinsiyetlerin cevap dağılımları arasında
istatistik açıdan anlamlı fark vardır.
Fen alanlarında eğitim alan öğrencilerin % 45,3’ü (117 kişi) kesinlikle
katılmadığını, % 31,3’ü (80 kişi) katılmadığını, % 9,8’i (25 kişi) kararsız
kaldığını, % 9,3’ü (24 kişi) katıldığını, % 4,3’ü (11 kişi) tamamen katıldığını
bildirmiştir. Sosyal alanlarda eğitim alan öğrencilerin % 36,7’si (99 kişi)
kesinlikle katılmadığını, % 39,7’si (107 kişi) katılmadığını, % 11,8’i (32 kişi)
kararsız olduğunu, % 7,0’ı (19 kişi) katıldığını, % 4,8’i (13 kişi) tamamen
katıldığını bildirmiştir. Eğitim görülen alanların cevap dağılımları arasında
istatistik açıdan anlamlı fark yoktur.
Onuncu soruyu yanıtlarken cevap seçeneği belirtmekle yetinmeyip
seçiminin gerekçesini de bildirmiş olanların dile getirdiği görüşler
kümelendirilmiş olarak tablo-20’de yer almaktadır.
71
TABLO-20: Onuncu soruda bildirilen gerekçeler.
GRUP GEREKÇE Kişi Sayısı
Embriyonunun varlığına saygı göstermenin gerekli olması 49 Embriyonun potansiyel bir insan olması 24 Tüm canlılara saygı göstermenin gerekmesi 7 Gebeliği önleyici yöntem kullanmayan ebeveyni cezalandırma 3 Dine uygun olmama 3 Anneliği saygı duyma 3
Katılmayanlar ve Kesinlikle Katılmayanlar
Embriyonun acı duyan bir varlık olması 1
Ebeveyn haklarının belirsiz olması 2 Kararsız Kalanlar Doğması halinde çocuğun istikbalinin karanlık olması 1
Henüz insan olmama 5 Katılanlar
ve Tamamen Katılanlar
İleride acı çekmeme 3
Soruda yer alan ifadeye katılmayan ve kesinlikle katılmayan
grubundakilerden 49 kişi embriyonun varlığına saygı duyulması gerektiğini
belirtmiş, 24 kişi onun potansiyel bir insan olduğunu vurgulamış, yedi kişi tüm
canlılara saygı duyulması gerektiğinden söz etmiş, üç kişi gebeliğin sona
erdirilmemesini gebeliği önleyici yöntem kullanmayan ebeveyne ceza olarak
değerlendirmiş, üç kişi dini nedenlerden söz etmiş, üç kişi kararını anneliğe
duyulması gereken saygıya dayandırmış, bir kişi embriyonun acı duyan bir
varlık olduğunu öne sürmüştür.
Kararsız kalanlardan iki kişi ebeveyn hakları konusunda tereddüt ettiğini
belirtmiş, bir kişi doğması halinde çocuğun istikbalsiz olacağı üzerinde
durmuştur.
Soruda yer alan ifadeye katılan ve tamamen katılan grubundakilerden
beş kişi embriyonun henüz insan olmadığını düşündüklerini belirtmiş, üç kişi
ilerde acı çekmesi önleme kaygısını dile getirmiştir.
72
4.11. On Birinci Soruya Verilen Cevapların Dağılımı On birinci soruda yer alan “Hamileliğin son aylarında, doğacak bebeğinin ciddi bir sağlık sorunu olma ihtimali bulunduğunu öğrenen kadın, riski göze alıp çocuğunu aldırmamalıdır ” ifadesine, anket uygulanan
tüm öğrencilerin % 13,5’i (71 kişi) kesinlikle katılmamış, % 19,9’u (105 kişi)
katılmamış, % 32,3’ü (170 kişi) kararsız kalmış, % 19,7’si (104 kişi) katılmış, %
14,6’sı (77 kişi) ise tamamen katılmıştır. Cinsiyetler ve eğitim görülen alanlar
arası karşılaştırmanın yer aldığı cevap dağılım durumu tablo-21’de
gösterilmiştir.
TABLO-21: On birinci soruya verilen cevapların dağılımı.
Kesinlikle Katılmıyor
Katılmıyor Kararsız Katılıyor Tamamen Katılıyor
TOPLAM SORU-11
F % F % F % F % F % F % Kız 34 13,1 56 21,6 86 33,2 52 20,1 31 12,0 259 100,0 Erkek 37 13,8 49 18,3 84 31,3 52 19,4 46 17,2 268 100,0
X: 3,386 sd: 4 P: 0,495 Fen 42 16,3 52 20,3 79 30,9 48 18,4 36 14,1 257 100,0 Sosyal 29 10,7 53 19,6 91 33,7 56 20,7 41 15,3 270 100,0
X: 8,057 sd: 8 P: 0,428 TOPLAM 71 13,5 105 19,9 170 32,3 104 19,7 77 14,6 527 100,0
Kız öğrencilerden % 13,1’i (34 kişi) kesinlikle katılmadığını, % 21,6’sı (56
kişi) katılmadığını, % 33,2’si (86 kişi) kararsız kaldığını, % 20,1’i (52 kişi)
katıldığını, % 12,0’ı (31 kişi) tamamen katıldığını bildirmiştir. Erkek
öğrencilerden % 13,8’i (37 kişi) kesinlikle katılmadığını, % 18,3’ü (49 kişi)
katılmadığını, % 31,3’ü (84 kişi) kararsız kaldığını, % 19,4’ü (52 kişi) katıldığını,
% 17,2’si (46 kişi) tamamen katıldığını bildirmiştir. Cinsiyetlerin cevap
dağılımları arasında istatistik açıdan anlamlı fark yoktur.
Fen alanlarında eğitim alan öğrencilerin % 16,3’ü (42 kişi) kesinlikle
katılmadığını, % 20,3’ü (52 kişi) katılmadığını, % 30,9’u (79 kişi) kararsız
kaldığını, % 18,4’ü (48 kişi) katıldığını, % 14,1’i (36 kişi) tamamen katıldığını
bildirmiştir. Sosyal alanlarda eğitim alan öğrencilerin % 10,7’si (29 kişi)
73
kesinlikle katılmadığını, % 19,6’sı (53 kişi) katılmadığını, % 33,7’si (91 kişi)
kararsız olduğunu, % 20,7’si (56 kişi) katıldığını, % 15,3’ü (41 kişi) tamamen
katıldığını bildirmiştir. Eğitim görülen alanların cevap dağılımları arasında
istatistik açıdan anlamlı fark yoktur.
On birinci soruyu yanıtlarken cevap seçeneği belirtmekle yetinmeyip
seçiminin gerekçesini de bildirmiş olanların dile getirdiği görüşler
kümelendirilmiş olarak tablo-22’de yer almaktadır.
TABLO-22: On birinci soruda bildirilen gerekçeler.
GRUP GEREKÇE Kişi Sayısı
Özürlü olarak yaşayıp acı çekme 25 Annenin sağlığını koruma 18
Katılmayanlar ve Kesinlikle Katılmayanlar Sağlıksız çocuğun uzun vadede aile için sorun olması 14
Kararı annenin almasının uygun düşmesi 13 Özür olasılığının derecesine göre farklı yaklaşım benimseme 6 Soruna tanı konulan döneme göre farklı yaklaşım benimseme 6
Kararsız Kalanlar
Konuyla ilgili dini yaklaşımı bilmeme 4
İnsanların sakat da olsalar yaşama hakkı bulunması 18 Annenin sakat da olsa çocuğunu kabul etmesinin gerekmesi 13 Riskleri göze almanın gerekmesi 8 İlahi takdiri kabul etmenin uygun düşmesi 3 Sakat insanları öldürme gibi bir uygulamanın bulunmaması 3 Tıptaki ilerlemenin olası soruna çare geliştirebilecek olması 2 İleride vicdan azabı çekme olasılığının bulunması 2
Katılanlar ve Tamamen Katılanlar
Beklenenin aksine çocuğun bir dahi olma olasılığı 1
Soruda yer alan ifadeye katılmayan ve kesinlikle katılmayan
grubundakilerden 25 kişi kararını doğması halinde çocuğun ileride özürlü
yaşayarak acı çekecek olmasına dayandırmış, 18 kişi annenin sağlığı açısından
gebeliğe son vermeyi uygun bulmuş, 14 kişi sağlıksız çocuğun aile için ömür
boyu azap kaynağı olacağını vurgulamıştır.
Kararsız kalanlardan 13 kişi kararın kadına ait olması gerektiğini
söylemiş, altı kişi çocuğun özürlü olma ihtimalinin derecesine göre karar
verilmesini uygun gördüğünü belirtmiş, altı kişi sorunun teşhis edildiği gebelik
74
aşamasının önemini vurgulamış, dört kişi dini açıdan uygun yaklaşımı
bilmemekten ötürü mütereddit olduğunu bildirmiştir.
Soruda yer alan ifadeye katılan ve tamamen katılan grubundakilerden 18
kişi insanın sakat da olsa yaşama hakkı bulunduğunu vurgulamış, 13 kişi
annenin hasta da olsa çocuğunu kabul etmesi gerektiğini söylemiş, sekiz kişi
riskleri göze almanın uygun düşeceğini belirtmiş, üç kişi ilahi takdire karşı
çıkmayıp sabretmek gerektiğini öne sürmüş, üç kişi sakatları öldürme gibi bir
uygulamanın bulunmadığına dikkat çekmiş, iki kişi tıbbın sürekli ilerlediğini
dolayısıyla sorun olsa da çözüm bulunabileceğini hatırlatmış, iki kişi ileride
vicdan azabı çekme olasılığından söz etmiş, bir kişi beklenenin aksine doğacak
çocuğun bir deha da olabileceği görüşünü dile getirmiştir.
4.12. On İkinci Soruya Verilen Cevapların Dağılımı
On ikinci soruda yer alan “Hamileliğin son aylarında, doğum yapmanın kendi sağlığı ve hatta yaşamı için ciddi bir tehlike olacağını öğrenen kadın, riski göze alıp çocuğunu aldırmamalıdır ” ifadesine, anket
uygulanan tüm öğrencilerin % 19,2’si (101 kişi) kesinlikle katılmamış, % 27,5’i
(145 kişi) katılmamış, % 30,4’ü (160 kişi) kararsız kalmış, % 14,0’ı (74 kişi)
katılmış, % 8,9’u (47 kişi) ise tamamen katılmıştır. Cinsiyetler ve eğitim görülen
alanlar arası karşılaştırmanın yer aldığı cevap dağılım durumu tablo-23’de
gösterilmiştir.
75
TABLO-23: On ikinci soruya verilen cevapların dağılımı.
Kesinlikle Katılmıyor
Katılmıyor Kararsız Katılıyor Tamamen Katılıyor
TOPLAM SORU-12
F % F % F % F % F % F % Kız 50 19,3 74 28,6 72 27,7 39 15,1 24 9,3 259 100,0 Erkek 51 19,0 71 26,5 88 32,8 35 13,1 23 8,6 268 100,0
X: 1,756 sd: 4 P: 0,780 Fen 50 19,2 66 25,8 83 32,4 41 16,0 17 6,6 257 100,0 Sosyal 51 18,9 79 29,3 77 28,5 33 12,2 30 11,1 270 100,0
X: 9,759 sd: 8 P: 0,282 TOPLAM 101 19,2 145 27,5 160 30,4 74 14,0 47 8,9 527 100,0
Kız öğrencilerden % 19,3’ü (50 kişi) kesinlikle katılmadığını, % 28,6’sı
(74 kişi) katılmadığını, % 27,7’si (72 kişi) kararsız kaldığını, % 15,1’i (39 kişi)
katıldığını, % 9,3’ü (24 kişi) tamamen katıldığını bildirmiştir. Erkek öğrencilerden
% 19,0’ı (51 kişi) kesinlikle katılmadığını, % 26,5’i (71 kişi) katılmadığını, %
32,8’i (88 kişi) kararsız kaldığını, % 13,1’i (35 kişi) katıldığını, % 8,6’sı (23 kişi)
tamamen katıldığını bildirmiştir. Cinsiyetlerin cevap dağılımları arasında
istatistik açıdan anlamlı fark yoktur.
Fen alanlarında eğitim alan öğrencilerin % 19,2’si (50 kişi) kesinlikle
katılmadığını, % 25,8’i (66 kişi) katılmadığını, % 32,4’ü (83 kişi) kararsız
kaldığını, % 16,0’ı (41 kişi) katıldığını, % 6,6’sı (17 kişi) tamamen katıldığını
bildirmiştir. Sosyal alanlarda eğitim alan öğrencilerin % 18,9’u (51 kişi)
kesinlikle katılmadığını, % 29,3’ü (79 kişi) katılmadığını, % 28,5’i (77 kişi)
kararsız olduğunu, % 12,2’si (33 kişi) katıldığını, % 11,1’i (30 kişi) tamamen
katıldığını bildirmiştir. Eğitim görülen alanların cevap dağılımları arasında
istatistik açıdan anlamlı fark yoktur.
On ikinci soruyu yanıtlarken cevap seçeneği belirtmekle yetinmeyip
seçiminin gerekçesini de bildirmiş olanların dile getirdiği görüşler
kümelendirilmiş olarak tablo-24’de yer almaktadır.
76
TABLO-24: On ikinci soruda bildirilen gerekçeler.
GRUP GEREKÇE Kişi Sayısı
Annenin sağlığının daha önemli olması 49 Annesiz çocuğun ruh sağlığı sorunları yaşayacak olması 11 Çocuğun annesiz kalma riskinin göze alınamaz olması 11
Katılmayanlar ve Kesinlikle Katılmayanlar Evlat edinme gibi bir seçeneğin bulunması 3
Karar alma hakkının sorunu yaşayan kadına ait olması 14 Anneliğin fedakarlık yapmayı gerektirmesi 8
Kararsız Kalanlar
Her iki yaşamın da değerli olması 8
Çocuğun yaşama hakkı olması 10 Her ne pahasına olursa olsun çocuğu yaşatmanın gerekmesi 4 Uygulamanın dini açıdan uygun olmaması 3
Katılanlar ve Tamamen Katılanlar Uygulamanın cinayet niteliği taşıması 1
Soruda yer alan ifadeye katılmayan ve kesinlikle katılmayan
grubundakilerden 49 kişi annenin sağlığının daha önemli olduğunu vurgulamış,
11 kişi annesiz çocuğun ilerde ruh sağlığının bozulacağına dikkat çekmiş, 11
kişi annenin göze aldığı riskin ceremesini çocuğun çekebileceği üzerinde
durmuş, üç kişi evlat edinme seçeneğini hatırlatmıştır.
Kararsız kalanlardan 14 kişi kararın kadın tarafından alınmasının uygun
düşeceğini belirtmiş, sekiz kişi anneliğin fedakârlık yapmayı gerektirmesi
üzerinde durmuş, sekiz kişi her iki yaşam da değerli olduğu için tereddüt ettiğini
söylemiştir.
Soruda yer alan ifadeye katılan ve tamamen katılan grubundakilerden 10
kişi çocuğun yaşama hakkı olduğunu vurgulamış, dört kişi her ne pahasına
olursa olsun çocuğun yaşaması gerektiğini belirtmiş, üç kişi uygulamanın dini
açıdan uygun olmadığını öne sürmüş, bir kişi ise uygulamanın cinayet olacağını
bildirmiştir.
4.13. On Üçüncü Soruya Verilen Cevapların Dağılımı
On üçüncü soruda yer alan “Erkekteki sorundan dolayı çocuğu olmayan çiftlerde, üremeye yardımcı tedavi sırasında kadının bedensel ve
77
ruhsal olarak eziyet verici tıbbi uygulamalara maruz kalması, kabul edilmesi gereken bir durumdur” ifadesine, anket uygulanan tüm öğrencilerin
% 27,3’ü (144 kişi) kesinlikle katılmamış, % 34,9’u (184 kişi) katılmamış, %
18,8’i (99 kişi) kararsız kalmış, % 15,6’sı (82 kişi) katılmış, % 3,4’ü (18 kişi) ise
tamamen katılmıştır. Cinsiyetler ve eğitim görülen alanlar arası karşılaştırmanın
yer aldığı cevap dağılım durumu tablo-25’de gösterilmiştir.
TABLO-25: On üçüncü soruya verilen cevapların dağılımı.
Kesinlikle Katılmıyor
Katılmıyor Kararsız Katılıyor Tamamen Katılıyor
TOPLAM SORU-13
F % F % F % F % F % F % Kız 74 28,6 87 33,6 47 18,1 45 17,4 6 2,3 259 100,0 Erkek 70 26,1 97 36,2 52 19,4 37 13,8 12 4,5 268 100,0
X: 3,535 sd: 4 P: 0,473 Fen 72 27,7 88 34,4 46 18,0 44 17,2 7 2,7 257 100,0 Sosyal 72 26,6 96 35,6 53 19,6 38 14,1 11 4,1 270 100,0
X: 4,474 sd: 8 P: 0,812 TOPLAM 144 27,3 184 34,9 99 18,8 82 15,6 18 3,4 527 100,0
Kız öğrencilerden % 28,6’sı (74 kişi) kesinlikle katılmadığını, % 33,6’sı
(87 kişi) katılmadığını, % 18,1’i (47 kişi) kararsız kaldığını, % 17,4’ü (45 kişi)
katıldığını, % 2,3’ü (6 kişi) tamamen katıldığını bildirmiştir. Erkek öğrencilerden
% 26,1’i (70 kişi) kesinlikle katılmadığını, % 36,2’si (97 kişi) katılmadığını, %
19,4’ü (52 kişi) kararsız kaldığını, % 13,8’i (37 kişi) katıldığını, % 4,5’i (12 kişi)
tamamen katıldığını bildirmiştir. Cinsiyetlerin cevap dağılımları arasında
istatistik açıdan anlamlı fark yoktur.
Fen alanlarında eğitim alan öğrencilerin % 27,7’si (72 kişi) kesinlikle
katılmadığını, % 34,4’ü (88 kişi) katılmadığını, % 18,0’ı (46 kişi) kararsız
kaldığını, % 17,2’si (44 kişi) katıldığını, % 2,7’si (7 kişi) tamamen katıldığını
bildirmiştir. Sosyal alanlarda eğitim alan öğrencilerin % 26,6’sı (72 kişi)
kesinlikle katılmadığını, % 35,6’sı (96 kişi) katılmadığını, % 19,6’sı (53 kişi)
kararsız olduğunu, % 14,1’i (38 kişi) katıldığını, % 4,1’i (11 kişi) tamamen
katıldığını bildirmiştir. Eğitim görülen alanların cevap dağılımları arasında
istatistik açıdan anlamlı fark yoktur.
78
On üçüncü soruyu yanıtlarken cevap seçeneği belirtmekle yetinmeyip
seçiminin gerekçesini de bildirmiş olanların dile getirdiği görüşler
kümelendirilmiş olarak tablo-26’da yer almaktadır.
TABLO-26: On üçüncü soruda bildirilen gerekçeler.
GRUP GEREKÇE Kişi Sayısı
Erkekteki sorundan ötürü kadına eziyet çektirmeme 28 Kadının haksızlığa uğraması 18 Yaşamın ve sevginin sadece çocuğa odaklı olmaması 13
Katılmayanlar ve Kesinlikle Katılmayanlar Başkalarının çocukları ve dostlarla avunma olanağı 2
Kararsız Kalanlar
Çocuk sahibi olma isteği derecesinin belirleyici olması 32
Aile yaşamının fedakarlık gerektirmesi 29 Katılanlar
ve Tamamen Katılanlar
(Kararın karı-koca tarafından ortaklaşa alınmış olması) 8
Soruda yer alan ifadeye katılmayan ve kesinlikle katılmayan
grubundakilerden 28 kişi erkekteki sorundan dolayı kadının eziyet çekmesinin
uygun düşmediğini belirtmiş, 18 kişi böyle bir uygulamayla kadına haksızlık
yapılmış olacağını bildirmiş, 13 kişi yaşamın ve sevginin tek amacının çocuk
olmadığını vurgulamış, iki kişi çocuk sahibi olmayıp başkalarının çocuklarıyla ve
diğer sevenlerle avunulabileceğini hatırlatmıştır.
Kararsız kalanlardan 32 kişi mutlaka çocuk isteniyorsa kadının her şeye
katlanması gerektiğini söylemiştir.
Soruda yer alan ifadeye katılan ve tamamen katılan grubundakilerden 29
kişi aile düzeni içinde fedakarlığın gerekli olduğunu vurgulamıştır. Bu gruptan
sekiz kişi ise gerekçe sunmak yerine ifadeye şartlı olarak katıldıklarını; karı-
koca kararı ortaklaşa almışsa sorun bulunmadığını söylemişlerdir.
79
4.14. On Dördüncü Soruya Verilen Cevapların Dağılımı
On dördüncü soruda yer alan “Çocuk sahibi olmak için, diğer tedavi yöntemlerinden yarar göremeyen çiftlerin, başka seçenekleri olmadığı halde, “sperm vericisi” ya da “kiralık anne” gibi üçüncü kişilerden yardım almaya dayalı yöntemlerden yararlanması uygun değildir” ifadesine, anket uygulanan tüm öğrencilerin % 5,3’ü (28 kişi) kesinlikle
katılmamış, % 22,0’ı (116 kişi) katılmamış, % 19,5’i (103 kişi) kararsız kalmış,
% 28,3’ü (149 kişi) katılmış, % 24,9’u (131 kişi) ise tamamen katılmıştır.
Cinsiyetler ve eğitim görülen alanlar arası karşılaştırmanın yer aldığı cevap
dağılım durumu tablo-27’de gösterilmiştir.
TABLO-27: On dördüncü soruya verilen cevapların dağılımı.
Kesinlikle Katılmıyor
Katılmıyor Kararsız Katılıyor Tamamen Katılıyor
TOPLAM SORU-14
F % F % F % F % F % F % Kız 14 5,4 70 27,0 45 17,4 74 28,6 56 21,6 259 100,0 Erkek 14 5,2 46 17,2 58 21,6 75 28,0 75 28,0 268 100,0
X: 9,218 sd: 4 P:0,056 Fen 13 5,1 54 21,1 53 20,7 73 28,5 64 24,6 257 100,0 Sosyal 15 5,6 62 23,0 50 18,5 76 28,1 67 24,8 270 100,0
X: 3,623 sd: 8 P:0,889 TOPLAM 28 5,3 116 22,0 103 19,5 149 28,3 131 24,9 527 100,0
Kız öğrencilerden % 5,4’ü (14 kişi) kesinlikle katılmadığını, % 27,0’ı (70
kişi) katılmadığını, % 17,4’ü (45 kişi) kararsız kaldığını, % 28,6’sı (74 kişi)
katıldığını, % 21,6’sı (56 kişi) tamamen katıldığını bildirmiştir. Erkek
öğrencilerden % 5,2’si (14 kişi) kesinlikle katılmadığını, % 17,2’si (46 kişi)
katılmadığını, % 21,6’sı (58 kişi) kararsız kaldığını, % 28,0’ı (75 kişi) katıldığını,
% 28,0’ı (75 kişi) tamamen katıldığını bildirmiştir. Cinsiyetlerin cevap dağılımları
arasında istatistik açıdan anlamlı fark yoktur.
Fen alanlarında eğitim alan öğrencilerin % 5,1’i (13 kişi) kesinlikle
katılmadığını, % 21,1’i (54 kişi) katılmadığını, % 20,7’si (53 kişi) kararsız
kaldığını, % 28,5’i (73 kişi) katıldığını, % 24,6’sı (64 kişi) tamamen katıldığını
80
bildirmiştir. Sosyal alanlarda eğitim alan öğrencilerin % 5,6’sı (15 kişi)
kesinlikle katılmadığını, % 23,0’ı (62 kişi) katılmadığını, % 18,5’i (50 kişi)
kararsız olduğunu, % 28,1’i (76 kişi) katıldığını, % 24,8’i (67 kişi) tamamen
katıldığını bildirmiştir. Eğitim görülen alanların cevap dağılımları arasında
istatistik açıdan anlamlı fark yoktur.
On dördüncü soruyu yanıtlarken cevap seçeneği belirtmekle yetinmeyip
seçiminin gerekçesini de bildirmiş olanların dile getirdiği görüşler
kümelendirilmiş olarak tablo-28’de yer almaktadır.
TABLO-28: On dördüncü soruda bildirilen gerekçeler.
GRUP GEREKÇE Kişi Sayısı
(Tüm tarafların uygulamaya razı olması) 32 Katılmayanlar
ve Kesinlikle Katılmayanlar
(Son çare ise bu uygulamalardan yararlanmanın gerekmesi) 10
Etik sorunların ortaya çıkma olasılığı 1 Kararsız
Kalanlar Türk toplumunda çocuğun olmazsa olmaz sayılması 1
Evlat edinme gibi bir seçeneğin bulunması 36 Çiftin ayrılıp başka eşlerle çocuk sahibi olma şansının varlığı 18 İleride kardeşler arası evliliklerin gerçekleşme olasılığı 9 Anne baba olmayı hafife almamanın gerekmesi 5 Bebeğin kimliği konusunda ortaya çıkacak karışıklık 4 Uygulamaların dini açıdan kabul edilir olmayışı 3 Bu uygulamaların kadınlar tarafından benimsenemez oluşu 2 Uygulamaların etik açıdan kabul edilir olmayışı 1
Katılanlar ve Tamamen Katılanlar
Uygulamaların nesep karışıklığına yol açabilecek oluşu 1
Soruda yer alan ifadeye katılmayan ve kesinlikle katılmayan
grubundakiler gerekçe yerine koşul bildirmeyi tercih etmiş; 32 kişi tüm tarafların
razı olması halinde sorun olmayacağını ifada etmiş, 10 kişi son çare ise bu
uygulamalardan yararlanılması gerektiğini belirtmiştir.
Kararsız kalanlardan 1 kişi uygulamanın etik sorunlar doğurabileceğine
dikkat çekmiş, bir kişi ise Türk toplumunda çocuğun olmazsa olmaz sayılması
üzerinde durmuştur.
81
Soruda yer alan ifadeye katılan ve tamamen katılan grubundakilerden 36
kişi evlat edinme gibi bir seçeneğin varlığını hatırlatmış, 18 kişi bu
uygulamalardan yararlanmaktansa çiftin birbirinden ayrılıp başkalarıyla
evlenmesinin uygun düşeceğini öne sürmüş, dokuz kişi ilerde kardeşlerin
birbiriyle evlenme riski bulunmasına dikkat çekmiş, beş kişi anne baba olmayı
bu kadar hafife almamak gerektiğini bildirmiş, dört kişi bebeğin kim olduğu
hususunu ebeveynin kim olduğu hususundan daha önemli bulduğunu dile
getirmiş, üç kişi bu uygulamalara dini nedenlerle karşı olduğunu belirtmiş, iki kişi
kadınların bu uygulamaları benimsemeyeceğini söylemiş, 1 kişi uygulamaların
etik açıdan kabul edilir olmayışına değinmiş, bir kişi de kişi nesep karışıklığı
ortaya çıkabileceği üzerinde durmuştur. 4.15. On Beşinci Soruya Verilen Cevapların Dağılımı
On beşinci soruda yer alan “Sosyal güvenlik kurumları, üreme yardımı için yapılan tıbbi işlemlerin bedellerini hiçbir sınırlamaya tabi olmaksızın ödemelidir” ifadesine, anket uygulanan tüm öğrencilerin % 3,8’i (20 kişi)
kesinlikle katılmamış, % 11,2’si (59 kişi) katılmamış, % 10,3’ü (54 kişi) kararsız
kalmış, % 36,4’ü (192 kişi) katılmış, % 38,3’ü (202 kişi) ise tamamen katılmıştır.
Cinsiyetler ve eğitim görülen alanlar arası karşılaştırmanın yer aldığı cevap
dağılım durumu tablo-29’da gösterilmiştir.
TABLO-29: On beşinci soruya verilen cevapların dağılımı.
Kesinlikle Katılmıyor
Katılmıyor Kararsız Katılıyor Tamamen Katılıyor
TOPLAM SORU-15
F % F % F % F % F % F % Kız 2 0,8 24 9,3 29 11,2 112 43,2 92 35,5 259 100,0 Erkek 18 6,7 35 13,1 25 9,3 80 29,9 110 41,0 268 100,0
X: 21,937 sd: 4 P: 0,000 Fen 9 3,5 27 10,5 25 9,8 97 37,9 99 38,3 257 100,0 Sosyal 11 4,1 32 11,9 29 10,7 95 35,2 103 38,1 270 100,0
X: 2,306 sd: 8 P: 0,970 TOPLAM 20 3,8 59 11,2 54 10,3 192 36,4 202 38,3 527 100,0
82
Kız öğrencilerden % 0,8’i (2 kişi) kesinlikle katılmadığını, % 9,3’ü (24
kişi) katılmadığını, % 11,2’si (29 kişi) kararsız kaldığını, % 43,2’si (112 kişi)
katıldığını, % 35,5’i (92 kişi) tamamen katıldığını bildirmiştir. Erkek
öğrencilerden % 6,7’si (18 kişi) kesinlikle katılmadığını, % 13,1’i (35 kişi)
katılmadığını, % 9,3’ü (25 kişi) kararsız kaldığını, % 29,9’u (80 kişi) katıldığını,
% 41,0’ı (110 kişi) tamamen katıldığını bildirmiştir. Cinsiyetlerin cevap
dağılımları arasında istatistik açıdan anlamlı fark vardır.
Fen alanlarında eğitim alan öğrencilerin % 3,5’i (9 kişi) kesinlikle
katılmadığını, % 10,5’i (27 kişi) katılmadığını, % 9,8’i (25 kişi) kararsız kaldığını,
% 37,9’u (97 kişi) katıldığını, % 38,3’ü (99 kişi) tamamen katıldığını bildirmiştir.
Sosyal alanlarda eğitim alan öğrencilerin % 4,1’i (11 kişi) kesinlikle
katılmadığını, % 11,9’u (32 kişi) katılmadığını, % 10,7’si (29 kişi) kararsız
olduğunu, % 35,2’si (95 kişi) katıldığını, % 38,1’i (103 kişi) tamamen katıldığını
bildirmiştir. Eğitim görülen alanların cevap dağılımları arasında istatistik açıdan
anlamlı fark yoktur.
On beşinci soruyu yanıtlarken cevap seçeneği belirtmekle yetinmeyip
seçiminin gerekçesini de bildirmiş olanların dile getirdiği görüşler
kümelendirilmiş olarak tablo-30’da yer almaktadır.
TABLO-30: On beşinci soruda bildirilen gerekçeler.
GRUP GEREKÇE Kişi Sayısı
Ödeme sınırlamalarının bir gereklilik olması 10 Ülke ekonomisinin çökme olasılığı 8 Aile planlamasına aykırılık 3 Sosyal güvenlik kurumlarını kollamanın gerekli oluşu 1
Katılmayanlar ve Kesinlikle Katılmayanlar
Devletin üreme sorunlarına çözüm aramasının gerekmemesi 1
Kararsız Kalanlar
Kaynakların daha kötü hastalıkların tedavisine ayrılması 3
Maddi koşulları sınırlı olanlara olanak sağlama 32 Kurumların bu ödemeden kaçınmasının uygun olmaması 20 Çocukların neslin devamı ve toplumun geleceği olması 16 Üreme yardımı gerektiren durumların sağlık sorunu olması 7 Çocuğun aile mutluluğu için gerekli olması 5
Katılanlar ve Tamamen Katılanlar
Tüm tedavi hizmetlerinin ücretsiz olmasının gerekmesi 2
83
Soruda yer alan ifadeye katılmayan ve kesinlikle katılmayan
grubundakilerden 10 kişi ödemelerde bir sınırlama olması gerektiğini belirtmiş,
sekiz kişi ülke ekonomisinin çökeceğini söylemiş, üç kişi bu yaklaşımın aile
planlamasına aykırı olacağını öne sürmüş, bir kişi sosyal güvenlik kurumlarının
düşünülmesi gerektiğini hatırlatmış, bir kişi devletin üreme sorunlarına çözüm
arayışına girmemesi gerektiğini bildirmiştir.
Kararsız kalanlardan üç kişi tedavi imkanlarının daha kötü hastalıklar için
kullanılmasının uygun olacağını belirtmiştir.
Soruda yer alan ifadeye katılan ve tamamen katılan grubundakilerden 32
kişi bu yaklaşımın maddi imkanı olmayanlar için çok iyi olacağını dile getirmiş,
20 kişi kurumların pek çok ödemeyi yapmadığını belirterek bu ödemeden
kaçınmaması gerektiğini öne sürmüş, 16 kişi çocukların neslin devamı ve
toplumun geleceği olduğunu hatırlatmış, yedi kişi üreme yardımı gerektiren
durumların birer sağlık sorunu olduğunu vurgulamış, beş kişi aile mutluluğu için
çocuğun gerekliliğinden söz etmiş, iki kişi tüm tedavi hizmetlerinin ücretsiz
olması gerektiğini söylemiştir.
4.16. On Altı Soruya Verilen Cevapların Dağılımı On altıncı soruda yer alan “Tüp bebek tedavisi için hazırlanıp kullanılmayan insan olma potansiyeline sahip , döllenmiş yumurtaların bilimsel çalışma malzemesi olarak kullanılması uygundur” ifadesine, anket
uygulanan tüm öğrencilerin % 18,8’i (99 kişi) kesinlikle katılmamış, % 18,2’si
(96 kişi) katılmamış, % 24,9’u (131 kişi) kararsız kalmış, % 27,3’ü (144 kişi)
katılmış, % 10,8’i (57 kişi) ise tamamen katılmıştır. Cinsiyetler ve eğitim görülen
alanlar arası karşılaştırmanın yer aldığı cevap dağılım durumu tablo-31’de
gösterilmiştir.
84
TABLO-31: On altıncı soruya verilen cevapların dağılımı.
Kesinlikle Katılmıyor
Katılmıyor Kararsız Katılıyor Tamamen Katılıyor
TOPLAM SORU-16
F % F % F % F % F % F % Kız 47 18,1 51 19,7 60 23,2 76 29,3 25 9,7 259 100,0 Erkek 52 19,4 45 16,8 71 26,5 68 25,4 32 11,9 268 100,0
X: 2,702 sd: 4 P: 0,609 Fen 37 14,5 40 15,6 53 20,7 86 33,2 41 16,0 251 100,0 Sosyal 62 23,0 56 20,7 78 28,9 58 21,5 16 5,9 270 100,0
X: 32,136 sd: 8 P: 0,000 TOPLAM 99 18,8 96 18,2 131 24,9 144 27,3 57 10,8 527 100,0
Kız öğrencilerden % 18,1’i (47 kişi) kesinlikle katılmadığını, % 19,7’si (51
kişi) katılmadığını, % 23,2’si (60 kişi) kararsız kaldığını, % 29,3’ü (76 kişi)
katıldığını, % 9,7’si (25 kişi) tamamen katıldığını bildirmiştir. Erkek
öğrencilerden % 19,4’ü (52 kişi) kesinlikle katılmadığını, % 16,8’i (45 kişi)
katılmadığını, % 26,5’i (71 kişi) kararsız kaldığını, % 25,4’ü (68 kişi) katıldığını,
% 11,9’u (32 kişi) tamamen katıldığını bildirmiştir. Cinsiyetlerin cevap dağılımları
arasında istatistik açıdan anlamlı fark yoktur.
Fen alanlarında eğitim alan öğrencilerin % 14,5’i (37 kişi) kesinlikle
katılmadığını, % 15,6’sı (40 kişi) katılmadığını, % 20,7’si (53 kişi) kararsız
kaldığını, % 33,2’si (86 kişi) katıldığını, % 16,0’ı (41 kişi) tamamen katıldığını
bildirmiştir. Sosyal alanlarda eğitim alan öğrencilerin % 23,0’ı (62 kişi) kesinlikle
katılmadığını, % 20,7’si (56 kişi) katılmadığını, % 28,9’u (78 kişi) kararsız
olduğunu, % 21,5’i (58 kişi) katıldığını, % 5,9’u (16 kişi) tamamen katıldığını
bildirmiştir. Eğitim görülen alanların cevap dağılımları arasında istatistik açıdan
anlamlı fark vardır.
On altıncı soruyu yanıtlarken cevap seçeneği belirtmekle yetinmeyip
seçiminin gerekçesini de bildirmiş olanların dile getirdiği görüşler
kümelendirilmiş olarak tablo-32’de yer almaktadır.
85
TABLO-32: On altıncı soruda bildirilen gerekçeler.
GRUP GEREKÇE Kişi Sayısı
Döllenmiş yumurtayı insan kabul etme 11 Döllenmiş yumurtayı kobay yerine koymanın uygun olmayışı 8 Çalışmaların üstün ırk yaratma çabalarında kullanılma olasılığı 3 Uygulamanın etik açıdan uygun olmaması 1 Araştırma adına her şeyi yapmanın uygun olmaması 1
Katılmayanlar ve Kesinlikle Katılmayanlar
Tüp bebek uygulamasına karşı olma 1
Etik sınırlar çerçevesinde kalma koşuluyla uygun bulma 14 Annenin ve babanın izin olması koşuluyla uygun bulma 6 Genetik çalışmaların çığırından çıkması olasılığından korkma 4 Muhtemel olumsuz sonuçlardan korkma 3
Kararsız Kalanlar
Yumurtalardan birer dahi çıkma olasılığı 1
Tıbbın gelişimine katkı sağlama 62 Katılanlar ve Tamamen Katılanlar
Döllenmiş yumurtanın henüz insan olmamış kabul etme 3
Soruda yer alan ifadeye katılmayan ve kesinlikle katılmayan
grubundakilerden 11 kişi döllenmiş yumurtayı insan saydıkları için üzerinde
deney yapılamasını uygun bulmadıklarını bildirmiş, sekiz kişi döllenmiş
yumurtanın kobay yerine konulmaması gerektiğini söylemiş, üç kişi bu tür
çalışmaları üstün ırk yaratmaya uğraşan güçlerin yürütebileceğini belirtmiş, bir
kişi araştırma adına her şeyin yapılamayacağına değinmiş, bir kişi uygulamanın
etik açıdan uygun olmadığını öne sürmüş, bir kişi genel anlamda tüp bebek
uygulamasına karşı olduğunu vurgulamıştır.
Kararsız kalanlardan 14 kişi etik sınırlar çerçevesinde kalma koşuluyla ve
altı kişi de annenin ve babanın izni olduğu takdirde uygulamayı
onaylayacaklarını belirtmiş, dört kişi genetik çalışmaların çığırından çıkması
olasılığının korkutucu olduğunu vurgulamış, üç kişi muhtemel olumsuz
sonuçlardan çekindiğini bildirmiş, bir kişi o yumurtalardan birer dahi
çıkabileceğini söylemiştir.
Soruda yer alan ifadeye katılan ve tamamen katılan grubundakilerden 62
kişi bu çalışmaların tıbbın gelişmesine katkı sağlayacağını vurgulamış, üç kişi
döllenmiş yumurtanın henüz insan olmadığına dikkat çekmiştir.
86
4.17. Anketin Son Kısmında Bildirilen Görüşler
Anket formunun sonunda, cevaplara ek olarak belirtilmek istenen
hususlar, biyoetik konuları hakkında görüşler ve araştırmacılara mesajlar için
ayrılmış olan kısımda, 79 kişi görüş bildirmiştir. Bu görüşleri, (1) anket hakkında
yapılan değerlendirmeler, (2) öneride bulunma, soru sorma, açıklama yapma,
çağrışım dile getirme niteliğinde olanlar ve (3) biyoetik konuları hakkında kanaat
bildirmeler olarak kümelendirmek mümkündür.
4.17.1. Katılımcıların Anket Hakkında Yaptığı Değerlendirmeler
Formun sonunda görüş bildirenlerden 39 kişi bizatihi anket ya da anketi
cevaplarken yaşadıkları deneyim hakkında değerlendirme yapmıştır. Bu kişilerin
dile getirdiği görüşler tablo-33’de yer almaktadır.
TABLO-33: Katılımcıların anket hakkında yaptığı değerlendirmeler.
GÖRÜŞ Kişi Sayısı
Çalışmanın yapılmış, konuların gündeme getirilmiş bulunmasının olumlu olduğu ve anketin bilgilendirici nitelik taşıdığı
12
Farklı kültürel yapıya sahip insanların cevaplarını belirleyen farklı yaklaşımlara sahip olacağı
6
Kimi soruların arasındaki farkı anlamanın zor olduğu ve kimi soruları cevaplarken de çelişki yaşandığı, daha fazla soru ve daha uzun süre gerektiği
4
Soruları cevaplamanın evliler için daha kolay olacağı, evli olmamaktan ötürü kimi soruları değerlendirmede zorluk çekildiği
4
Konular hakkında yeterince bilgi sahibi olamamaktan dolayı sorulara cevap verirken zorluk çekildiği
3
Sorular cevaplanırken duygular ve mantık arasında çelişki yaşandığı ve bu nedenle zorluk çekildiği
3
Soruları cevaplamanın ilk bakışta kolay görüldüğü ancak empati kurulduğunda zorluk ortaya çıktığı
2
Anketi beğenme ancak neden hazırlanmış olduğunu anlayamama 1 Soruları cevaplarken temel referansın “kendine yapılmasını istemediğini sen de başkasına yapma” ilkesi olması
1
Üçüncü soruda çelişki olduğu; yoğun tıbbi destekle yaşatılan kişinin kendi hayatı hakkında sağlıklı karar veremeyeceği
1
Yaşamı anlamanın-kavramanın zorluğundan ötürü cevapların yetersiz kaldığı 1 Soruların kişilik ve aile, ırk, din, ahlak gibi aidiyetler çerçevesinde yanıtlanmasının uygun olduğu
1
87
Bu gruptan 12 kişi gerçekten değinilmesi gereken konulara değindiği için
anketi çok beğendiğini ve hazırlayıcılarına teşekkür ettiğini; ele alınan konuların
gündeme getirilmesinin sevindirici olduğunu belirtmiştir. Bir kişi anketi çok
beğendiğini ve neden bu konularda bir anket hazırlandığını merak ettiğini ifade
etmiştir. Altı kişi farklı kültüre sahip insanların cevap verme yaklaşımının farklı
olacağını, bir kişi ise katılımcıların cevaplarını kendi adlarına ancak ailelerinin,
ırklarının, dinlerinin ve geçerli ahlakın gereklerine göre vermeleri gerektiğini
bildirtmiştir.
Dört kişi evli olmadıkları için eşleriyle birlikte durum değerlendirmesi
yapamadıklarını, bu nedenle kimi sorulara rahat ve verimli cevaplar
veremediklerini söylemiştir. Üç kişi ise ele alınan konularda fazla bilgi sahibi
olmadıkları için cevap vermede zorlandıklarını vurgulamıştır. Dört kişi kimi
sorular arasındaki ayrımı fark etmenin zor olduğunu ve bu nedenle çelişkiye
düştüklerini ifade etmiş; daha fazla soru sorulmasını ve sorular düşündürücü
olduğu için zamanın da daha uzun tutulmasını önermiştir.
Sorularla sorun yaşama bağlamında, üç kişi cevaplama sırasında
duygular ve mantık arasında çatışma yaşadığını; iki kişi ilk bakışta kolay gibi
görülen anketin içine girildikçe zorlaştığını, kendi yakınlarının tanımlanan
durumlarda olduğunu düşünmenin değerlendirmeyi karmaşıklaştırdığını; bir kişi
yaşamı anlamanın-kavramanın-çözümlemenin zorluğundan ötürü tatmin edici
cevaplar veremediğini, ifade etmiştir. Bir kişi “kendine yapılmasını istemediğini
başkalarına yapmama” ilkesinin cevaplarına yol gösterdiğini belirtmiştir. Üçüncü
sorudaki kurguya eleştiri getiren bir kişi ise yoğun tıbbi destekle yaşatılan birinin
hayatı hakkında karar veremeyeceğini öne sürmüştür.
4.17.2. Katılımcıların Dile Getirdiği Öneriler, Sorular, Açıklamalar, Çağrışımlar
Formun sonunda görüş bildirenlerden 26 kişi ele alınan konularla dolaylı
olarak bağlantısı bulunan değerlendirmeler yapmış; zihinlerinde beliren soruları
ve önerileri, anketin yol açtığı çağrışımları ve cevapları hakkında kimi
88
açıklamaları dile getirmiştir. Bu çerçevede dile getirilen görüşler tablo-34’de yer
almaktadır.
TABLO-34: Katılımcıların dile getirdiği öneriler, sorular, açıklamalar, çağrışımlar.
GÖRÜŞ Kişi Sayısı Yanıtlar için temel referansın dini inanç olduğu, dinin konulara yaklaşımı hakkında topluma bilgi verilmesi gerektiği
5
Bilimsel çalışmalara insana saygı duyma ve etik sınırlara uyma koşulunu sağladıkları sürece destek verilmesi gerektiği
4
Organ nakli hakkında topluma bilgi verilmesi gerektiği, kendilerinin organ bağışçısı olmaya gönüllü bulunduğu
4
Konular hakkında konferans ve seminerler düzenlenmesinin, devletin bunlar hakkında toplumu bilgilendirmesinin uygun olacağı
3
Organ aktarımı çerçevesinde “organ mafyası” konusunda dikkatli olunması gerektiği
3
Tıpta ve özellikle tıp teknolojisindeki gelişmelerin insan ömrünü uzatacağı 2 Konular hakkında basın yoluyla bilgi aktarılıp toplumun bilinçlendirilmesinin uygun olacağı
1
Sperm vericiliği ve rahim kiralama konularında gizlilik derecesinin merak konusu olduğu
1
Ailelerin sahip olabileceği çocuk sayısına sınırlama getirmenin uygun düşeceği 1 Herkesin bakabileceği kadar çocuk sahibi olması gerektiği; aile planlamasının önemli olduğu
1
İnsan aklının doğaya ve dünyaya zarar verecek biçimde kullanılması gerektiği; atom bombasının ve diğer silahların arkasında bilim adamlarının bulunduğu
1
Bu gruptakilerden beşi, soruları cevaplarken dini inançlarını referans
aldıklarını belirtmiş ve çoğunluğu Müslüman olan bir ülkede insanların dinin ele
alınan konulara yaklaşımı konusunda bilgilendirilmesinin önemine dikkat
çekmiştir. Bilgilendirmenin önemi bağlamında, dört kişi organ nakli hakkında
toplumun daha fazla aydınlatılması gerektiğini, kendilerinin organlarını
bağışlamaya gönüllü olduğunu bildirmiş; üç kişi devletin ele alınan konularla
ilgili konferanslar, seminerler düzenleyerek halkı ve özellikle gençleri
aydınlatması gerektiğini vurgulamış; bir kişi ise topluma basın yoluyla bilgi ve
bilinç kazandırılması gerektiği üzerinde durmuştur.
Dört kişi insana saygının korunması ve etik sınırların aşılmaması
koşuluyla bilimsel çalışmaların desteklenmesi gerektiğini belirtmiş; iki kişi tıptaki
ve teknolojideki gelişmelerin insan yaşamını uzatabileceği görüşünde olduğunu
ifade etmiştir. Bilimsel gelişmenin tehlikeli yüzünü gündeme getiren bir kişi ise
89
atom bombasının ve konvansiyonel silahların da bilim adamları tarafından
geliştirildiğini hatırlatmıştır.
Üç kişi organ aktarımı bağlamında olumsuz bir unsur olan “organ
mafyası” örgütlenmesinden söz etme gereksinimini duymuştur. Kuşkucu
yaklaşımlar benimseme bağlamında bir kişi de sperm vericilerinin ve “kiralık
anne”lerin kimliklerinin gizli tutulması konusunu merak ettiğini söylemiştir.
Üreme yardımı ve gebeliğin sona erdirilmesi hakkındaki soruların aile
planlaması kavramını çağrıştırdığı iki kişiden ilki sahip olunabilecek çocuk
sayısına sınırlama getirmenin uygun bir düzenleme olacağını öne sürmüş;
ikincisi aile planlamasının önemini vurgulayarak herkesin bakabileceği kadar
çocuk yapması gerektiğini belirtmiştir.
4.17.3. Katılımcıların Biyoetik Konuları Hakkında Görüşleri
Formun sonunda görüş bildirenlerden 14 kişi ele alınan temel biyoetik
konularıyla ilgili genel değerlendirme yapmış ve görüş bildirmiştir. Bildirilen
görüşler tablo-35’de yer almaktadır.
TABLO-35: Katılımcıların biyoetik konuları hakkında görüşleri.
GÖRÜŞ Kişi Sayısı Gebeliğin sona erdirilmesinin bir tür cinayet olduğu ve bu uygulamaya ancak annenin hayatı tehlikedeyse izin verilebileceği
3
Ötanaziye kesinlikle izin verilmemesi gerektiği 3 Gebeliğin sona erdirilmesi konusunda dinin hükmünü bilmemekten dolayı tereddüt yaşamış olma
1
Ötanazinin yasal olması gerektiği, yasaklanmasının insan haklarına aykırı olduğu 1 Ötanaziye karşı olan sağlık profesyonellerinin bu uygulamayı yapmak zorunda kalmaması gerektiği
1
Müslüman bir ülkede ötanaziden söz etmenin abes olduğu; dinen bu uygulamanın yasak olduğu ve organ nakline de sıcak bakılmadığı
1
Evlat edinmenin, üremeye yardımcı tekniklerden yararlanmaya tercih edilmesi gerektiği
1
Gebeliğe son vermenin insanlığa katkı sağlayacak seçkin kişilerin dünyaya gelmesini engelleyebileceği
1
Konuların sorgulanmaması gerektiği; din çerçevesinde kişinin kaderini belirlemenin kendi iradesine değil tanrının takdirine bağlı olduğu
1
Gereksiz sağlık harcamalarının Türkiye’yi fakirleştirdiği ve sperm bankacılığının uygun olmadığı
1
90
Yapılan değerlendirmelerden altısı ötanazi, beşi gebeliğin sona
erdirilmesi, ikisi üreme yardımı hakkında olup biri ise biyoetik konularında anket
düzenlenmesine dairdir. Ötanazi hakkında görüş bildirenlerden biri organ
nakline de değinmiştir.
Gebeliği sona erdirmeyi cinayet olarak gören üç kişi, bu uygulamanın
ancak annenin sağlığı ciddi bir tehlike altında ise yapılmasının uygun olduğunu
bildirmiştir. Bir kişi gebeliği sona erdirme konusundaki dini hükmü bilmediğini ve
bu nedenle kararsız kaldığını belirtmiştir. Bir kişi ise gebeliğin sona erdirilmesine
karşı çıkışını, annesinin kendisine gebe olduğu aşamada Beethoven’in bir dahi
değil bilakis anomalili bir birey olma olasılığının yüksekliğinden söz eden
anekdota gönderme yaparak dile getirmiştir.
Ötanazi bağlamında üç kişi bu uygulamanın kesinlikle yasak olması
gerektiğini öne sürmüş, bir kişi ise aksi yönde kanaat bildirerek ötanazinin yasal
olması gerektiğini, bu uygulamaya izin verilmemesinin insan haklarına aykırı
olduğunu belirtmiştir. Bir kişi ötanaziye karşı olan sağlık profesyonellerinin bu
uygulamayı yapmak zorunda kalmaması gerektiğini vurgulamıştır. Bir kişi ise
Müslüman bir ülkede ötanazinin konuşulmasının rahatsız edici olduğunu, bu
uygulamanın dinen yasakladığını, ayrıca İslam’ın organ nakline de olumsuz
baktığını ifade etmiştir.
Üremeye yardımcı uygulamalar hakkında değerlendirme yapanlardan biri
evlat edinmenin söz konusu edilen yöntemlere tercih edilmesinin uygun
olacağını belirtmiştir. Diğer kişi ise Türkiye’nin gereksiz harcamalar yüzünden
fakirleştiğini, sağlık sektöründeki uygulamalarda tasarrufa dikkat edilmesi
gerektiğini öne sürerek üremeye yardımcı tedavilerin yüksek maliyetli oluşuna
gönderme yapmış ve ilaveten Türkiye’de sperm bankası kurulmasına karşı
olduğunu bildirmiştir.
Ankette ele alınan konuların “etik olarak ters şeyler” olduğunu iddia eden
bir kişi ise din çerçevesinde soruların cevaplarını belirleyecek unsurun
insanların iradesi değil tanrının takdiri olduğunu vurgulamıştır.
91
5. TARTIŞMA
Dört alt bölüme ayrılmış bulunan bu bölümde tez çalışması çerçevesinde
yürütülen araştırmanın verileri yorumlanmıştır. Dört alt bölüm, anket formundaki
dört soru grubuna karşılık gelmekte olup sırayla ötanazi, organ nakli, gebeliğe
son verme ve üremeye yardımcı uygulamalar hakkındadır. Tez çalışmasının
temel biyoetik tartışmaları konusundaki görüşleri ulusal ölçekte belirlemeye
yönelik olması çerçevesinde, karşılaştırmalı değerlendirmede Türkiye’de
yapılmış araştırmalardan yararlanılmıştır. Bu çerçevede ötanazi ve organ nakli
dışındaki konularda tez çerçevesinde yürütülen araştırmayla karşılaştırmalı
olarak değerlendirilebilecek araştırmaya dayalı çalışmaya ulaşılamamıştır.
Dolayısıyla sadece bu iki konuyla ilgili sorulardan elde edilen veriler literatürde
yer alan benzer çalışmalarda derlenenlerle karşılaştırmalı olarak
değerlendirilebilmiştir.
5.1. Ötanazi Konusundaki Bulgular Hakkında Tartışma
Ötanaziyle ilgili ilk iki soruda katılımcılardan sırasıyla iyileşme olasılığı
bulunmayan ve acı çeken bireylerin ölüm hakkı olup olmaması ve onlara
ötanazi uygulaması yapmanın suç sayılıp sayılmaması konularındaki görüşlerini
belirtmeleri istenmiştir. Katılımcıların yarıdan fazlası iyileşmesi olanaksız ve
acıları had safhada olan bir hasta için ölüm hakkının bulunması gerektiğini
kabul etmiş, karşı çıkanların oranı ise onların yarısından biraz fazla çıkmıştır (%
57,9 kabul eden, % 28,9 kabul etmeyen, % 14,2 kararsız). Ötanazi
uygulamasını gerçekleştiren sağlık çalışanının suçlu sayılmaması gerektiğini
kabul edenler de katılımcıların yarısından fazla olmakla birlikte, buradaki oran
ilkine göre biraz daha düşüktür (% 53,2 kabul eden, % 32,3 kabul etmeyen, %
14,5 kararsız). Aradaki küçük farkı, bir kişinin kendi ölümünü istemesi fikrini
benimsemenin, bir kişinin bir başkasını öldürüp suçsuz olması fikrini
benimsemeye göre daha kolay olmasına bağlamak mümkündür. Farklı bir
92
açıklama aradaki farkı oluşturan kesim için ölüm hakkını kabulün uygulamaya
geçişinin önü kesilmiş, sözde kalan bir kabulden ibaret olmasıdır.
Katılımcıların çoğunluğunun ölme hakkını kabul etmesi ve ötanazi
uygulayıcısını masum addetmesi, ülkemize özgü geleneksel mütevekkil
yaklaşımdan çok çağdaş Batı kültüründe benimsenen birey haklarına
odaklanmış yaklaşıma uymaktadır. İlk soruda gerekçe gösterenlerin, ölümün
acıdan kurtulma aracı oluşundan, özgür iradenin kendi ölümünü
isteyebileceğinden ve ölme hakkının yaşama hakkına dahil olduğundan; ikinci
soruda gerekçe gösterenlerin kaliteli ölümü sağlamanın görev olduğundan,
ötanazi uygulayıcısının kötü niyeti bulunmayışından söz etmeleri de bu
saptamayı teyit etmektedir. Bu durumu açıklamak bağlamında katılımcıların
genç ve eğitimli kesimden olmasından, büyük olasılıkla yakın çevrelerinden çok
kitle iletişim araçlarından etkilenmiş bulunmasından söz edilebilir.
İlk iki soruya verilen cevaplar çerçevesinde kızlar ve erkekler arasında
istatistik açıdan anlamlı fark bulunmaktadır. Ölüm hakkını hem kabul etme hem
de kabul etmeme oranı erkeklerde daha yüksek olup, özellikle kabul edenler
bağlamında aradaki fark daha belirgindir (erkeklerde % 60,4 – kızlarda % 53,2).
Buna karşılık kızlarda kararsızlık oranının erkeklerdekinin iki katına yakın
olduğu görülmektedir (erkeklerde % 9,0 – kızlarda % 17,8). Ötanazi
uygulamasını gerçekleştiren sağlık çalışanını suçsuz bulma ve bu konuda
kararsız kalma eğilimleri kız öğrencilerde küçük farklarla daha yüksek
orandadır. Suçlu bulma eğilimi ise erkek öğrencilerde daha net biçimde yüksek
görünmektedir (erkeklerde % 34,7 – kızlarda % 29,7). Ölüm hakkının kabul
etmeyişin geleneksel kültürün ne olursa olsun umudu yitirmeme ve kadere itiraz
etmeden razı olma anlayışları ile açıklanması mümkündür. Böyle bir açıklama,
kız öğrencilerin geleneksel anlayışlara daha fazla bağlılık göstermesi
biçimindeki öngörüyle uyuşmaktadır. Kız öğrencilerin ötanazi uygulayıcılarına
yönelik hoşgörüsü ise bu kişilerin iyi niyetli oluşunu dikkate alan bir
duygusallıkla açıklanabilir.
Fen alanı ve sosyal alan öğrencileri arasında ise sadece ilk soruya
verilen cevaplar çerçevesinde istatistik açıdan anlamlı fark bulunmaktadır. İki
grubun ölüm hakkını kabul etme oranları çok yakın olmakla birlikte (fen alanı %
93
56,9 – sosyal alan % 58,6), bu hakkı kabul etmeme eğilimi fen alanından
olanlarda belirgin biçimde daha yüksektir (fen alanı % 34,4 – sosyal alan %
23,7). Sosyal alan grubunda ise kararsız oranı fen alanı grubununkinin iki
katından fazladır (fen alanı % 8,6 – sosyal alan % 17,8). Ölüm hakkına karşı
çıkmanın, yaşamın biyolojik boyutuna odaklanıp kültürel boyutuna daha az
önem vermekle bağdaştığını söylemek mümkündür. Buradan hareketle sosyal
alan öğrencilerinin kültürel boyutun unsurları olan manevi değerlere ve duygusal
yaklaşımlara daha yakın durmalarının saptanan farkı yarattığı düşünülebilir.
Ötanaziyle ilgili ikinci soru çiftinde ise katılımcılardan bir yakınlarının pasif
ve aktif ötanazi istemesi durumlarında destek verip vermeyeceklerini bildirmeleri
istenmiştir. Katılımcıların yarıya yakını aktif ötanaziyi de pasif ötanaziyi de kabul
etmemiş, kabul edenlerin oranı her iki tip için üçte birin altında kalmıştır (pasif
için % 45,9 kabul etmeyen, % 28,4 kabul eden, % 25,7 kararsız; aktif için %
47,7 kabul etmeyen, % 27,5 kabul eden, % 24,8 kararsız). İki soruya verilen
cevapların dağılım oranlarına bakarak katılımcıların aktif ve pasif ötanazi
arasında fark gözetmedikleri saptaması yapılabilir. Bu oranların ilk sorudaki
oranlardan çarpıcı biçimde farklı olması ilk bakışta dikkat çekmektedir.
Gözlenen dramatik değişim için bir açıklama, ilk soruda hasta herhangi bir
kişiyken üçüncü ve dördüncü sorularda katılımcının bir yakınının söz konusu
edilmesidir. Bu noktada ilk iki sorudaki kabul oranları farkıyla ilgili ikinci
açıklamayı bir kez daha gündeme getirerek, ölüm hakkına saygılı olma
beyanının teorik ölçekte geçerli olup yaşam pratiğine tam olarak yansımadığı
saptamasını yapmak mümkündür. Destekleme kavramına odaklanan ikinci bir
açıklama, katılımcıların genelde ölme hakkına saygılı olduğu ancak özelde
belirli bir kişinin bu hakkı kullanmasına bizzat destek vererek katkı sağlamayı
kabul etmedikleridir.
Üçüncü ve dördüncü sorulara verilen cevapların gerekçeleri
incelendiğinde, son açıklamayı destekleyen hastanın kararı tek başına alması
gerektiği görüşünün pek çok kişi tarafından dile getirilmiş olması dikkati
çekmektedir. Tıbbi olanakların sonuna kadar zorlanması ve umudun durum ne
olursa olsun korunması gerektiği yolundaki görüşlerin de katılımcılar tarafından
hayli benimsenmiş bulunduğu görülmektedir. İnanç ve gelenek bağlamlarında
94
yüceltilegelmiş olan acı çekme motifinin kuvvetle itibar kaybına uğramış, acıdan
kurtulmanın ötanazi yandaşlığının temel gerekçesi haline gelmiş olması da
kayda değer bir durumdur.
İkinci soru çiftine verilen cevapların dağılımında, kızlar ve erkekler
arasında anlamlı fark bulunmaktadır. Pasif ötanazi konusunda karşı çıkma oranı
kızlarda (erkeklerde % 37,7 – kızlarda % 54,5), benimseme oranı ise erkeklerde
(erkeklerde % 36,2 – kızlarda % 20,4) belirgin biçimde daha yüksektir. Aktif
ötanazi konusunda da karşı çıkma oranı kızlarda (erkeklerde % 42,5 – kızlarda
% 53,2), benimseme oranı ise erkeklerde (erkeklerde % 33,9 – kızlarda % 20,7)
belirgin biçimde daha yüksektir. Kız öğrencilerin hem aktif hem de pasif
ötanaziye karşı erkek öğrencilere göre daha mesafeli duruşu için ilk sorunun
cevap dağılımı için yapılan umudu koruyan geleneksel yaklaşıma daha fazla
bağlı olma açıklamasını yinelemek mümkündür.
Ulusal ölçekte bir literatür taraması yapıldığında ötanazinin üzerinde en
fazla araştırma yapılmış biyoetik konusu olduğu görülmektedir. Konuyu farklı
açılardan ele alan ve farklı kitlelere farklı sorular yöneltmiş bulunan bu
çalışmalar, tez çerçevesindeki araştırmayla karşılaştırılarak değerlendirildiğinde
bulguların genellikle uyumlu olduğu gözlenmektedir. Literatürde yer alan
çalışmaların çoğu sağlık profesyonelleri üzerinde yürütülmüş, farklı alanlarda
eğitim görenlere ve meslek sahibi olanlara yönelenler azınlıkta kalmıştır.
1992 yılında Ankara’da tıp, hemşirelik, hukuk, ilahiyat, felsefe, istatistik
gibi değişik alanlarda eğitim gören üniversite öğrencileri üzerinde yapılan
çalışmada katılımcıların tümüne yakın kısmı yakınları için ötanaziyi kabul
edilemez bulduğunu ve böyle bir konuda karar verici durumda olmayı kesinlikle
istemeyeceğini bildirmiştir. Katılımcılar ötanazi uygulayıcısı olmanın çok zor
olduğuna işaret etmiş, ötanazi taleplerinin çok iyi değerlendirilmesi ve son
kararın değişik disiplinlerden oluşan bir kurul tarafından verilmesi gerektiğini
belirtilmiştir 60. Yakınları için ötanaziyi kabul edememe, hem bu çalışmada hem
de tez çerçevesindeki araştırmada saptanan bir yaklaşımdır.
1994’de İstanbul’da 84 hekim, 72 tıp öğrencisi, 84 farklı alanlardan
üniversite öğrencisi ve 63 ortaöğretim mezunu kişi üzerinde yürütülen
çalışmada, katılımcıların % 72’si bireylerin kendi yaşamları üzerinde karar
95
hakkına sahip olması ve istek üzerine ötanazi uygulayan hekimlere ceza
verilmemesi gerektiğini belirtmiştir 2. Bu sonuçlar tez çerçevesinde yürütülen
araştırmada bulunanlara paralel olup oranları biraz daha yüksektir.
1995’de 320 kişi üzerinde yürütülen bir çalışmada ise bu oranlar % 69,7
ve % 68 olarak bulunmuştur 2. Bir önceki çalışma ile yapılan karşılaştırmalı
değerlendirmeyi burada da yinelemek mümkündür.
1995 yılında Ankara’da G.A.T.A.’nde görev yapan hekimler üzerinde
yapılan bir çalışmada katılımcıların % 47,8’i ötanaziyi bir hasta hakkı olarak
gördüğünü belirtmiştir. Katılımcıların üçte biri kendi adına bu hakkı kullanmayı
düşünebileceğini; beşte biri ise ötanazi uygulamasında görev alabileceğini ifade
etmiştir 61. Bu çalışmada da tez çerçevesinde yürütülen araştırmada olduğu gibi
ötanaziyi ilke olarak kabul etme oranı uygulamaya dönük boyutu benimseme
oranına göre yüksektir.
1996’da Ankara Numune Hastanesi ile Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi
ve Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi hastanelerinde klinik branşlarda görev yapan
1007 hekimle gerçekleştirilen çalışmada ötanazi uygulamasının yasal hale
gelmesi gerektiği yönünde görüş bildirenlerin oranı % 71,7’dir. Katılımcılara
kendileri ve yakınları için ötanaziyi kabul edilir bulup bulmadıklarının da
sorulduğu bu çalışmada kendisi için uygun bulanların oranı % 55,5 yakınları için
kabul edilir bulanlarınki ise % 43,4’dür 62. Bu bulgular tez çerçevesinde
yürütülen çalışmanınkilerle karşılaştırıldığında, hem ölüm hakkını kabul etme
oranının daha yüksek olduğu görülmektedir. Bir yakını için ötanazi kararını
destekleme oranı da bu çalışmada daha yüksek çıkmıştır. Tezin araştırmasında
saptanan ötanaziyi ilke olarak kabul etmekle birlikte yakınları için uygulamayı
göze alamama durumu bu çalışmada da kendini göstermektedir. Üzerinde
çalışma yürütülen doktorların ötanaziyi kendileri için kabul oranlarının yakınları
için kabul oranlarına göre yüksek oluşu da, başkaları için karar almanın
zorluğunun bir göstergesi olarak değerlendirilebilir.
1996 sonu ile 1997 başında İstanbul’da çeşitli hastanelerde görev alan
287 hemşire üzerinde yürütülen çalışmada, katılımcıların % 75,6’sı bireylerin
ölme hakkının olması gerektiğini belirtmiştir. Ötanazi kararını vermeye yetkili
kişinin hastanın kendisi olduğu görüşü ise % 67,2 oranında benimsenmiştir 63.
96
Bu çalışmada saptanan ölme hakkını tanıma ve ötanazi talebini kabul edilir
bulma oranları, tez çerçevesindeki araştırmada saptananlara göre daha
yüksektir. Sağlık profesyonelleri için ölümün gündelik bir kavram haline gelmiş
bulunmasının ve bu kesimin terminal dönemde acı çeken hastanın çaresizliğini
yakından izliyor olmasının böyle bir farkın ortaya çıkışında etkili olduğunu
söylemek mümkündür.
1998’de Kocaeli’de yapılan bir çalışmada yardımlı intihar hakkındaki
görüşleri sorulan hemşirelerin % 36,3’ü acı çeken ve iyileşmesi mümkün
olmayan hastaya intihar yardımı verebileceğini belirtmiş; diğerleri ise yaşamın
kutsallığına saygı duyma, kişisel ve mesleki değerlerle bağdaştırama ve dini
inançlara uymama gibi nedenlerden dolayı bu tür bir eylemi kabul etmediğini
ifade etmiştir 64. Bu çalışmada saptanan hemşirelerin intihar yardımına sıcak
bakmayışı ile tez çerçevesinde yürütülen araştırmada saptanan ötanazi
uygulayıcılığını suç saymama eğilimi arasında dikkate değer bir çelişki
bulunmaktadır. Oranlar arasındaki farkı, toplumun yardım amacıyla ölümü
sağlama eylemlerini kabul edilebilir bulma eğiliminin, gerçekleştirme
durumundakilerin eylemi benimseyebilme eğilimine göre daha kuvvetli olması
biçiminde yorumlamak mümkündür.
1999 yılında 482 hukuk öğrencisiyle yapılan çalışmada katılımcıların %
64,7’si insanın kendi yaşamı üzerine karar verme hakkı bulunduğu yönünde
görüş bildirmiştir. Bununla birlikte grubun % 63,5’i ötanaziye karşıdır ve bu karşı
oluşun temel gerekçesi istismar olasılığıdır 65. Ölme hakkını kabul ederek
ötanaziye karşı olma çelişkisi tez çerçevesindeki araştırma ile bu çalışmanın
dikkat çeken ortak bulgusudur.
2000 yılında 45 hekim, 63 ebe ve hemşire üzerinde yapılan çalışmada,
bireylerin yaşamları üzerinde karar verme hakkı olduğu görüşünü benimseme
oranı % 89,8 ve ötanaziye karşı olmama oranı % 53,7’dir 2. Yine 2000 yılında
aynı araştırmacının 82 hasta üzerinde yürüttüğü araştırmada ise bu oranlar %
79,3 ve % 48,8 olarak saptanmıştır 2. Bu sonuçlar ölme hakkını ilke olarak kabul
etme eğiliminin uygulamayı benimseyebilmeye göre yüksek oranda oluşu
yönünden tez çerçevesinde yürütülen araştırmanın sonuçlarıyla uyumludur.
97
Bununla birlikte her iki çalışmada da bulunan oranların daha yüksek olması
dikkat çekicidir.
2003 yılında Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi ikinci, üçüncü ve
dördüncü sınıf öğrencileri ötanazi kararını kişinin kendisinin vermesi bilinci
kapalı hastada da önceden bu yönde beyanda bulunma koşulu aranması
gerektiğini belirtilmiştir. Katılımcıların görüşü ötanazinin yasallaşmasının uygun
olmadığı yönündedir. Ötanaziye karşı oluş gerekçeleri olarak istismar olasılığı
ve dini inanışlara aykırılık vurgulanmıştır 66. Kendilerine ötanazi uygulanması
hakkında kişilerin kararlarına saygı duyulması gerektiği görüşü ve dini inançların
ötanaziyi reddetmede ana nedenlerden biri olarak gösterilişi bu çalışma ile tez
çerçevesindeki araştırmanın örtüşen saptamalarıdır.
2003 sonu 2004 başı arasına yayılan bir dönemde Adana’da yoğun
bakım ünitesi hemşireleri üzerinde yürütülen çalışmada ötanazinin hak
olduğunu belirtenlerin oranı % 55,9’dur. Yasallaşması halinde ötanazi
uygulamasında görev almayacağını belirtenlerin oranı ise % 81,7’dir 67. İlk oran
tez çerçevesinde yürütülen araştırmada bulunana çok yakındır. Öte yandan
ikinci orandan hareketle, ötanaziyi ilkesel olarak kabul edip uygulama
konusunda çekingen kalma yaklaşımının bu çalışmada da saptandığı yorumunu
yapmak mümkündür.
Sağlık profesyonelleri dışındaki bir meslek grubu üzerinde yürütülmüş
olan çalışma 2004 yılında psikologlar üzerinde gerçekleştirilmiştir. Katılımcıların
% 85’i ötanazinin belli durumdaki hastalar için yasal bir hak olmasına olumlu
baktığını belirtmiştir 68. Bu bulgu tez çerçevesinde araştırma elde edilene paralel
ve ona göre daha yüksek orandadır.
2004’de Düzce’de 87 hekimle yapılan çalışmada ötanaziye karşı olma
biçiminde yorumlanabilecek bir bulgu olarak katılımcıların % 48’i ötanazinin
yasallaşmasını uygun bulmadığını belirtmiştir 69. Bu oranın tez çerçevesinde
yürütülen araştırmada bulunan bir yakını için aktif ve pasif ötanaziyi kabul edilir
bulmama oranına oldukça yakın bulunması dikkate değerdir.
98
5. 2. Organ Nakli Konusundaki Bulgular Hakkında Tartışma
Organ nakliyle ilgili soruların ilkinde katılımcılardan ölmüş kişilerin
organlarının izinleri olmasa da aktarılmasını kabul edip etmedikleri konusunda
görüşlerini bildirmeleri istenmiştir. Böyle bir uygulamayı kabul edenlerin oranı %
46,1 ve etmeyenlerinki % 40,6 bulunmuş, katılımcıların % 13,3’ü kararsız
kalmıştır. Nakli kabul edenlerden kararı için gerekçe bildirenler, organların
öldükten sonra sahiplerinin bir işine yaramayacağı ve dünyada organ bekleyen
çok sayıda hasta olduğunu vurgulamıştır.
Bu soruya verilen cevaplar çerçevesinde hem kız ve erkek öğrenciler
hem de fen alanı ve sosyal alan öğrencileri arasında istatistik açıdan anlamlı
fark bulunmaktadır. Kızlarda % 49,0 olan kabul oranı erkeklerde % 43,3 olup
kabul etmeme oranlarında aradaki fark daha da açılmaktadır. Bu durumu
açıklamada kızların doğasında fedakârlığın ve özgeciliğin ağır basmasını veya
daha az dışarıya açık bir yaşam sürmelerinden ötürü geleneksel yaklaşımları
daha kuvvetle benimsemiş olmalarını öne sürmek mümkündür.
Alanlar arası fark ise fen disiplinlerinde eğitim alanların % 53,9 kabul
oranına karşı sosyal disiplinlerdekilerin % 38,9 oranı şeklindedir. Bu çarpıcı farkı
açıklama bağlamında, fen grubundakilerin alanlarının doğası gereği daha
materyalist bir yaklaşıma sahip olmasını, sosyal grubundakilerin ise kültürel
faktörleri daha çok dikkate alma eğilimi göstermesini anmak uygun
görünmektedir.
Organ nakliyle ilgili ikinci soruda katılımcılardan hayattayken bir
yakınlarına böbrek bağışında bulunmayı kabul edip etmeyeceklerini bildirmeleri
istenmiştir. Bağışta bulunmayı kabul edenlerin oranı % 51,7 olurken kabul
etmeyenler % 18,8’de, kararsızlar % 29,5’de kalmıştır. Bu oranlar önceki soruda
elde edilenlerle bir arada değerlendirildiğinde, katılımcıların bir yakınlarına
böbreklerini bağışlamayı, herhangi bir ölmüş kişinin organlarının ihtiyacı
olanlara aktarılması benimsemeye göre daha kabul edilir bulduğu sonucu
çıkmaktadır. Bu bulgu ülkemizde, dünya genelindekinin aksine, canlı vericiden
organ bağışının daha yaygın oluşuyla uyumludur.
99
Bu soruya verilen cevaplar çerçevesinde fen alanı ve sosyal alan
öğrencileri arasında istatistik açıdan anlamlı fark bulunmaktadır. Fen
grubundakilerde böbrek bağışını kabul oranı % 59,0 sosyal grubundakilerin ise
% 44,8’dir. Bu oranları önceki soruyla elde edilenlerle birlikte değerlendirerek,
fen grubundakilerin genel olarak organ bağışına daha olumlu baktığı ve ihtiyaç
duyan bir yakının devreye girişinin her iki grupta da oranları yükselttiği
çıkarımlarını yapmak mümkündür.
Organ bağışında bulunanlara, özellikle de canlı vericilere ödeme
yapılması felsefi ve hukuki olarak kuvvetle reddedilen ancak pratikte çok kez
ortaya çıkan ve bu çıkışlar bağlamında uluslararası hareketliliğe ve illegal tıbbi
süreçlere zemin hazırlayan bir uygulamadır. Anketin ikinci grup sorularının
üçüncüsünde katılımcılara ödeme yapılması konusundaki görüşleri sorulmuş;
kabul etmeyenlerin % 53,2 ve kabul edenlerin % 28,2 oranında olduğu,
kararsızların ise % 18,6’da kaldığı belirlenmiştir. Ödeme yapılmasını kabul
etmeyenlerin çoğunluğu oluşturması beklenen bir sonuç olmakla birlikte
ödemeyi kabul edenlerin üçte bire yakın oranda çıkması dikkate değerdir.
Seçimini gerekçelendirmiş olan ödeme yanlıları, parayı mütevazı bir karşı
armağan olarak değerlendirdiklerini belirtmektedir.
Bu soruya verilen cevaplar çerçevesinde kız ve erkek öğrenciler arasında
istatistik açıdan anlamlı fark bulunmaktadır. Ödeme yapılmasını uygun bulma
oranı kızlarda % 25,6 iken erkeklerde % 30,4’e yükselmektedir. Kızların daha az
dış ortamlara açılıp daha çok kapalı çevrede kalarak yetişmeleri, dolayısıyla
geleneksel yaklaşımlara daha yatkın olmaları açıklamasını burada da yinelemek
mümkündür.
Anketin bütünü içinde sekizinci ve organ nakliyle ilgili olanlar içinde
dördüncü sırada yer alan soruda, katılımcıların öldükten sonra organ bağışında
bulunmayı kabul edip etmedikleri sorulmuştur. Kabul edenlerin oranı % 73,2
iken kabul etmeyenler % 9,9’da, kararsızlar % 16,9’da kalmıştır. Buradaki kabul
oranının hem ölüden izinsiz nakli uygun görme oranından hem de yaşarken
böbrek bağışında bulunma oranından belirgin biçimde yüksek olması dikkate
değerdir ve kadavra verici oranının arttırılması yönündeki kuvvetli çabalar
bağlamında umut vericidir. Kabul edenler arasında gerekçe bildirmiş olanlar
100
hem ölürken hayat vermenin cazibesini hem de ileride kendi ihtiyaç duyma
olasılıklarını söz konusu etmiştir.
Tez çerçevesinde yürütülen araştırmanın organ nakliyle ilgili bölümünü
karşılaştırmalı olarak değerlendirme bağlamında, ulusal literatürde tek bir
çalışmaya ulaşılabilmiştir. 2000 yılında Kayseri’de tıp fakültesi son sınıf
öğrencileri üzerinde yürütülen bu çalışmada öldükten sonra organlarını
bağışlamayı kabul edenlerin oranı % 72,3 olarak belirlenmiştir. Kabul
etmeyenler % 26,2 ve kararsızlar % 1,5 oranındadır. Bu oranlar bağlamında iki
çalışmanın sonuçlarının uyumlu olduğu görülmektedir 70.
5. 3. Gebeliğe Son Verme Konusundaki Bulgular Hakkında Tartışma
Gebeliğe son vermeyle ilgili dört sorunun ilkinde katılımcılara bu konuda
son kararı alma hakkının sadece hamile kadına ait olması hakkında görüşleri
sorulmuştur. Son kararın tek başına hamile kadın tarafından alınmasını kabul
etmeyenlerin oranı % 65,9 çıkarken kabul edenler % 24,7’de kalmış, % 9,4’lük
kesim ise kararsız kalmıştır. Kabul etmeyenler arasında gerekçe belirtenlerin
büyük kısmı böyle bir konuda çiftin ortaklaşa karar alması gerektiğini belirtirken
kabul edenler kadın haklarına gönderme yapmıştır.
Bu soruya verilen cevaplar çerçevesinde, alt grupların oranlarına
bakıldığında kızlar ve erkekler arasında istatistik açıdan anlamlı fark bulunduğu
görülmektedir. Kızların % 27,4 oranında kabul ettiği kararın tek başına kadın
tarafından alınması gerektiği görüşünün erkek grubundaki oranı ancak %
23,1’dir. Bu farkın daha yüksek olmamasının üzerinde düşünülmeye değer
olduğunu söylemek mümkündür.
Gebeliğe son vermeyle ilgili soruların ikincisinde ise rahim içindeki belli
gelişmişlik aşamasına gelmemiş bulunan bebeğin statüsü sorgulanmış; onun
insan olarak kabul edilip edilmeyeceği tartışmaya açılmıştır. Söz konusu varlığın
insan sayılmayacağı dolayısıyla yaşamına saygı duyma yükümlülüğü
bulunmadığı görüşünü kabul etmeyenlerin oranı % 76,5 çıkarken kabul
edenlerinki % 12,8’de kararsızlarınki % 10,7’de kalmıştır. Katılımcıların
101
embriyonun ve fetüsün statüsü hakkındaki felsefi tartışmalara; kişi kavramına,
potansiyellik açıklamasına itibar etmedikleri görülmektedir 13.
Bu soruya verilen cevaplar çerçevesinde de kızlar ve erkekler arasında
istatistik açıdan anlamlı fark bulunmaktadır. Kızlarda % 81,9 olan doğmamış
bebeği insan addetmeyen yaklaşımı kabul etmeme oranı, erkeklerde %
71,3’dür. Bu farkı kızların gebe ve anne adayı olmasıyla; dolayısıyla doğmamış
çocuğa yakınlık duymaya daha yatkın bulunmasıyla açıklamak mümkündür.
Gebeliğe son vermeyle ilgili son iki soruda, miada yakın dönemde ciddi
bir sorun saptanması durumunda riske girmenin mi gebeliğe son vermenin mi
daha kabul edilir olduğu sorgulanmıştır. Bu iki sorudan ilkinde, ciddi sorun
bebeğin anomalili olarak dünyaya gelme olasılığı, ikincisinde ise anne adayının
sağlığını ve yaşamını tehdit eden bir hastalık olarak verilmiştir. İlk soruda
anketin en yüksek kararsızlık oranı çıkmış, bebeğin sorunlu doğması pahasına
gebeliğin sürdürülmesi görüşünü kabul edenler ile etmeyenlerin oranları da
birbirine çok yakın bulunmuştur (% 34,3 kabul eden, % 33,4 kabul etmeyen, %
32,3 kararsız). Annenin sağlığının ve yaşamının tehdit altında olması
durumunda gebeliğin sürdürülmesini kabul etmeyenlerin oranı % 46,7’ye
yükselmiş, kabul edenlerinki % 22,9’a, kararsızlarınki % 20,4’e düşmüştür.
Bu bölüm genel olarak değerlendirildiğinde, katılımcılarda anne
karnındaki bebeği kollamaya ve koşullar ne olursa olsun doğumunu olanaklı
hale getirmeye yönelik bir eğilimin ağır bastığı görülmektedir. Ulusal literatür
taramasında gebeliğe son vermeyle ilgili çalışmaların konunun yasal ve
düşünsel yönüyle ilgili olduğu saptanmış, tez çerçevesinde yürütülen
araştırmanın bu bölümüyle karşılaştırılabilecek araştırmaya dayalı bir çalışma
bulunamamıştır.
5. 4. Üremeye Yardımcı Uygulamalar Konusundaki Bulgular Hakkında Tartışma
Anketin üremeye yardımcı uygulamaların etik boyutuyla ilgili son dört
sorusundan ilkinde, katılımcıların erkekteki sorundan ötürü çocuk sahibi
102
olamayan çiftlerde kadının tedaviden kaynaklanan maddi ve manevi acıları
çekmesinin kabul edilebilir bulup bulmadığı sorulmuştur. Kabul edenlerin %
62,2’lik oranına karşı kabul etmeyenler % 19,2’de, kararsızlar ise % 18,6’da
kalmıştır. Kabul edenler arasında gerekçe gösterenlerin dikkat çektiği husus aile
yaşamının fedakârlık gerektirmesi olmuştur. Üremeye yardımcı uygulamalar
sırasında kadınların maruz kaldığı zorlukların kadına, çiftin ilişkilerin ve
uygulamanın başarısına yönelik olumsuz etkileri göz ardı edilmiştir 55. Bu
sorudaki cevap dağılımını kadının gebeliğe son verme kararını tek başına
almasını kabul edilir bulmama yaklaşımıyla birlikte değerlendirerek katılımcıların
feminist eğilim taşımadıkları saptamasını yapmak mümkündür.
Bu bölümün ikinci sorusunda üremeye yardımcı uygulamalar bağlamında
üçüncü kişilerin devreye girmesi ele alınmıştır. Çocuk sahibi olamayan çiftler
için diğer yöntemlerden yarar göremeseler bile sperm donörü, taşıyıcı anne gibi
üçüncü kişilerden yardım almasının uygun olmayacağı görüşünü kabul
edenlerin oranı katılımcıların yarısından, kabul etmeyenlerinki ise dörtte
birinden biraz fazla çıkmıştır (% 53,2 kabul eden, % 19,5 kararsız, % 27,3’ü
kabul etmeyen). Üçüncü kişilerden yardım almayı benimseyebilenler ve
reddetmeyip kararsız kalanlar azınlıkta olmakla birlikte dikkate değer orandadır.
Bu bulgu, ülkemizde yasal olmayan bu gibi uygulamalar için yurt dışına
yönelişin giderek artışıyla uyumludur. Seçimini gerekçelendirenler karşılık
rızanın öneminden, ülkemizde çocuk sahibi olmaya atfedilen değerden, evlat
edinme seçeneğinin varlığından söz etmiştir. Özellikle taşıyıcı annelikte ortaya
çıkması muhtemel olan hukuki ve ekonomik sorunlar üzerinde duran olmamıştır 71, 72.
Anketin on beşinci, son bölümün üçüncü sorusunda katılımcılara sosyal
güvenlik kurumlarının üremeye yardımcı uygulamaların bedellerini sınırsız
olarak karşılaması konusundaki görüşleri sorulmuştur. Ödemenin sınırsız
biçimde yapılmasını kabul edenler % 74,7 oranında çıkarken kabul etmeyenler
% 15,0’de, kararsızlar ise % 10,3’de kalmıştır. Burada saptanan yüksek oran,
üreme yardımının sosyal güvenlik sistemleri tarafından karşılanması yönündeki
toplumsal beklenti ve bu beklentiyi karşılama yönündeki sağlık-sosyal güvenlik
politikaları ile uyumlu görünmektedir.
103
Bu soruya verilen cevaplar çerçevesinde kızlar ve erkekler arasında
istatistik açıdan anlamlı fark bulunmaktadır. Kabul etme oranı kızlarda %
78,7’ye çıkmakta, erkeklerde ise % 70,9’a düşmektedir. Bu sonuca dayanarak
çocuk sahibi olmanın toplumsal kaynaklar seferber edilerek desteklenmesi
anlayışının kız öğrenciler tarafından daha kuvvetle benimsendiğini söylemek
mümkündür.
Son soruda katılımcıların kısırlık tedavisi sırasında oluşturulup
kullanılmamış olan döllenmiş yumurtalardan bilimsel çalışma malzemesi olarak
yararlanmayı kabul edilir bulup bulmadıklarını bildirmeleri istenmiştir. Döllenmiş
yumurtaların kullanılmasını kabul edenler % 38,1ve etmeyenler % 37,0 gibi
yakın oranlardadır. Katılımcıların % 24,9’u ise kararsız kalmıştır. Kullanımı
onaylayanların gerekçeleri arasında tıbbın gelişimine sağlanacak katkı,
onaylamayanlarınkilerin arasında ise döllenmiş yumurtayı insan olarak görme
eğilimi dikkat çekmektedir.
Bu soruya verilen cevaplar çerçevesinde fen ve sosyal grupları arasında
istatistik açıdan anlamlı fark vardır. Fen grubunda kabul edenlerin ve
etmeyenlerin oranları sırasıyla % 49,2 ve % 30,1’dir. Sosyal grubunda tablo
tersine dönmekte kabul edenler % 27,4’e inerken etmeyenler % 43,7’ye
çıkmaktadır. Bu durum önceki kimi sorulara verilen cevapların dağılımıyla ilgili
olarak yaptığımız, fen grubundakilerin daha maddeci ve pratik bir yaklaşıma
sahip olması yorumunu desteklemektedir.
Ulusal ölçekte yapılan literatür taramasında, üremeye yardımcı
uygulamalar konusunda görüş ya da tutum belirlemeye yönelik araştırmaya
rastlanmamıştır. Bu bağlamda tez çerçevesinde yürütülen araştırmanın bu
bölümünü de karşılaştırmalı olarak değerlendirme imkânı bulunamamaktadır.
104
6. SONUÇLAR ve ÖNERİLER
Araştırmanın ötanazi bölümünde derlenen veriler genel olarak
değerlendirildiğinde, ölme hakkından yana olanların % 58 karşı olanların % 29
oranında olduğu, ötanazi uygulamasını yapan sağlık profesyonelini suçlu
bulmayanların % 53, suçlu bulanların % 32 oranında olduğu, bir yakınına pasif
ötanazi uygulanmasını kabul edilemez bulanların % 46, kabul edilebilir
bulanların % 28 oranında olduğu, bir yakınına aktif ötanazi uygulanmasını kabul
edilemez bulanların % 48, kabul edilebilir bulanların % 28 oranında olduğu
görülmektedir.
Araştırmanın organ nakli bölümünde derlenen veriler genel olarak
değerlendirildiğinde, kadavradan organ naklinde verici izninin
aranmayabileceğini kabul edenlerin % 46, kabul etmeyenlerin % 41 oranında
olduğu, bir yakınına organ bağışında bulunmayı reddedemeyenlerin % 52,
reddedebilenlerin % 19 oranında olduğu, organ bağışı yapanlara ödeme
yapılmasını uygun bulmayanların % 53, uygun bulanların % 28 oranında
olduğu, öldükten sonra organlarının aktarılmasını benimseyenlerin % 73,
benimsemeyenlerin % 10 oranında olduğu görülmektedir.
Araştırmanın gebeliğe son verme bölümünde derlenen veriler genel
olarak değerlendirildiğinde, gebeliğe son verme kararını hamile kadının tek
başına almasını kabul etmeyenlerin % 66, kabul edenlerin % 25 oranında
olduğu, hamileliğin başlarında rahimdeki varlığın henüz insan olmadığı
dolayısıyla yaşamına saygı gösterilmesi gerekmediği görüşünü
benimsemeyenlerin % 77, benimseyenlerin % 13 oranında olduğu, gebeliğin
son aylarında bebeğin ciddi bir sağlık sorununa sahip olarak doğma olasılığının
ortaya çıkması halinde riski göze alıp gebeliği sürdürmeyi destekleyenlerin %
34, desteklemeyenlerin % 33 oranında olduğu, gebeliğin son aylarında anne
adayının doğum sürecinde ciddi bir sağlık sorunu yaşaması olasılığının ortaya
çıkması halinde riski göze alıp gebeliği sürdürmeyi desteklemeyenlerin % 47,
destekleyenlerin % 23 oranında olduğu görülmektedir.
105
Araştırmanın üremeye yardımcı uygulamalar bölümünde derlenen veriler
genel olarak değerlendirildiğinde, erkekteki sorun nedeniyle çocuğu olmayan
çiftlerde yardımcı tedaviler sırasında kadının bedensel ve ruhsal sıkıntılara
maruz kalmasını kabul edilemez bulanların % 62, kabul edilir bulanların % 19
oranında olduğu, çocuk sahibi olabilmek için başka seçenekleri olmayanların
sperm vericisi ya da kiralık anne gibi üçüncü kişilerden yardım almasını
benimsemeyenlerin % 53, benimseyenlerin % 27 oranında olduğu, sosyal
güvenlik kurumlarının üremeye yardımcı tedavilerde sınırlama olmaksızın
ödeme yapması görüşünü benimseyenlerin % 75, benimsemeyenlerin % 15
oranında olduğu, tüp bebek tedavilerinde kullanılmayan insan olma
potansiyeline sahip yumurtaların bilimsel çalışmalarda kullanılmasını
onaylayanların % 38, onaylamayanların % 37 oranında olduğu görülmektedir.
Güncel biyoetik tartışmaları tıp, felsefe, hukuk, ilahiyat, davranış bilimleri
gibi farklı çerçevelerde yürütülmekte; teknik bilginin ve felsefi yöntemin yanı sıra
toplumun görüşleri ve eğilimleri de bu tartışmalarda öne sürülen tezleri
temellendirmede ve gerekçelendirmede devreye girmektedir. Tez çalışmasının
temel amacı, süregiden tartışmalar için böyle toplumsal eğilimi yansıtan bir
referans oluşturmak şeklinde belirlenmiş ve bu amaç gerçekleştirilmiştir. Bu tür
çalışmaların ulusal literatüründe az sayıda olmasından hareketle, benzer
araştırmaların farklı toplum kesimleri üzerinde sürdürülmesinin ve karşılaştırma
olanağını arttırmak için mümkün olduğunca benzer sorular kullanılmasının,
ölçekler geliştirilmesinin uygun olduğu sonucuna varmak mümkündür.
106
KAYNAKLAR 1- Kadıoğlu S. Özel görüşme (2006-2007 eğitim yılı güz ve bahar dönemleri). 2- Özkara E. Ötanazide Temel Kavramlar ve Güncel Tartışmalar. Ankara: Seçkin Yayıncılık, 2001. 3- Ersoy N. Yaşamın Sonuyla İlgili Etik Konular II. Erdemir A.D, Öncel Ö, Aksoy Ş. Çağdaş Tıp Etiği. İstanbul: Nobel Tıp Kitabevleri, 2003. 4- Erişim: (http://www.hukukçu.com). Erişim Tarihi: 05.05.2006. 5- Güven K. Kişilik Hakları ve Ötanazi. Ankara: Nobel Yayınevi, 2000. 6- Oğuz NY, Tepe H, Büken NÖ, Kucur DK. Biyoetik Terimleri Sözlüğü. Ankara: Türkiye Felsefe Kurumu, 2005. 7- Bilim ve Teknik Dergisi, 1994; (5): 369. 8- Oral U. Ötanazi. Türkiye Klinikleri Tıbbi Etik Dergisi, 1995; 1: 8-11. 9- Elçioğlu ÖŞ, Gündüz T. Tıp, Hukuk ve Etik Açıdan Ötanazi. Türkiye Klinikleri Tıbbi Etik Dergisi 1994: 2; 64. 10- İnceoğlu S. Ölme Hakkı. İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 1999. 11- Oğuz NY. Tıp Etiği Açısından Ötanazi. 3P Dergisi 1996; 4. Ek:3. 12- İnceoğlu S. Yaşam Hakkı Karşısında Ötanazi. 3P Dergisi, 1996; 4:Ek:3. 13- Harris J. Hayatın Değeri. İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 1998. 14- Öz F. Ötanazi. Türkiye Klinikleri Tıbbi Etik Dergisi, 1998; 6-40. 15- Abaan S. Ötanazi ve Sağlık Ekibi . 3P Dergisi, Ankara: 1996; 27.
107
16- Akpir K. Ötanazi ve Hekim. Terzioğlu A. Tıbbi Etik Yıllığı I. İstanbul: İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Yayınları, 1991: 58. 17- Dikmen A. Ötanazi: Ölüm hakkı. 18- Özalp İ. Ötenazi Olayı. Erişim: (http//www.hukukcu.com/modules/smartsection/item.php? itemid=23). Erişim Tarihi: 25.07.2006. 19- Özaltay B. Ötanazi ve Getirdiği Etik Sorunlar. Uzmanlık Tezi, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Deontoloji ve Tıp Tarihi Anabilim Dalı, İstanbul, 1996. 20- Erişim: (http://www.medinfo.hacettepe.edu.tr/ders-E.AYDIN). Erişim Tarihi: 30.04.2006. 21- Terzioğlu A. Ötanazi ve Getirdiği Etik Sorunlar. Terzioğlu A. Tıbbi Etik Yıllığı 2. İstanbul: İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Yayınları, 1994: 128. 22- Şehsuvaroğlu B, Terzioğlu A. Tıbbi Deontoloji. İstanbul: İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Vakfı Yayınları, 1986. 23- Elçioğlu ÖŞ. Etik Açısından Böbrek Aktarımı. Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Ankara, 1992. 24- Erişim: (http//www.onkod.org). Erişim Tarihi: 05.07.2006. 25- Erek E, Apaydın S. Organ Transplantasyonu ve Tıbbi Etik. Hatemi H. Medikal Etik. İstanbul: Yüce Yayım, 2000: 17. 26- Terzioğlu A. Tıbbi Etik Yıllığı III. İstanbul: 1994: 57. 27- Terzioğlu A. Organ Transplantasyonu ve Getirdiği Etik Sorunlar. Türkiye Klinikleri Tıbbi Etik Dergisi, 1993; 1: 35-47. 28- Kutlay N. Etik Açıdan Organ ve Doku Aktarımı. Haberal M. Transplantasyon. Haberal Eğitim Vakfı Yayınları Ankara:1994: 245. 29- Hatemi H. Organ Nakilleri ve Etik Sorunlar. Hatemi H. Medikal Etik. İstanbul: Yüce Yayım, 2000: 1. 30- Şenyüz OF. Organ Nakli ve Etik Sorunlar. Hatemi H. Medikal Etik. İstanbul: Yüce Yayım, 2000: 33.
108
31- Elçioğlu ÖŞ. Organ Aktarımı ve Etik. Erdemir AD, Öncel Ö, Aksoy Ş. Çağdaş Tıp Etiği. İstanbul: Nobel Tıp Kitabevleri, 2003: 309. 32- Arıoğul O. Türkiye’de Organ Nakli ve Getirdiği Etik Sorunlar. Terzioğlu A. Tıbbi Etik Yıllığı III. İstanbul: 1994: 92. 33- Atabek E, Değer M. Tıbbi Deontoloji Konuları. İstanbul: İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Yayınları, 2000. 34- Elçioğlu ŞÖ. Alıcı Verici Ekseni ve Karşılaşılan Bazı Temel Etik Sorunlar. Haberal M. Transplantasyon. Haberal Eğitim Vakfı Yayınları Ankara:1994: 223. 35- Görkey Ş. Organ Naklinde Organların Ticari Amaçla Kullanılması ve Tıbbi Etik. Terzioğlu A. Tıbbi Etik Yıllığı III. İstanbul: 1994: 95. 36- Erişim: (http//www.ilef.ankara.edu.tr/akildefteri/yazi -Yeta Bütüç-Ahmet Görmez). Erişim Tarihi: 10.10.2006. 37- Şahinoğlu S. Kürtaj Olgusunun Feminist Biyomedikal Etik Açısından Değerlendirilmesi. Erdemir AD ve ark. Uluslararası Katılımlı 3.Ulusal Tıp Etiği Kongresi Kongre Kitabı. Cilt 1. Bursa 2003. 38- Erişim: (http//www.aksiyon.com.tr/detay.php?id). Erişim Tarihi: 25.09.2006 39- Çobanoğlu N. Etik Bir Olgu Olarak Kürtajın Değerlendirmesi. Pelin SŞ, Arda B, Özçelikay G, Özgür A, Şenler FÇ. III. Tıbbi Etik Sempozyumu Bildirileri. Ankara: Biyoetik Derneği Yayınları, 1998: 99–104. 40- Aksoy Ş. Kürtaj Tıbbi Bir Karar Olabilir mi. Türkiye Klinikleri Tıbbi Etik Dergisi, 1996; 2: 4. 41- Erişim: (http// www.medinfo.hacettepe.edu.tr/ders/TR/D3/8/3075.doc-). Erişim Tarihi: 25.09.2006. 42- Erez S. Kürtaj ile İlgili Etik Sorunlar. Terzioğlu A. Tıbbi Deontoloji ve Biyomedikal Etik’in Ana Hatları Klinik Etik’e Giriş. İstanbul: 1998. 43- Öztürk H. Abortus ve Etik Sorunlar. Akpınar C, Aslan F, Büken NÖ, Çalıkoğlu E, Çay F, Oğuz NY, Önder E, Öztürk H, Yetener M. Etik Bunun Neresinde. Ankara: Ankara Tabip Odası Yayınları: 1997. 44- Kırımlıoğlu N. Aile Planlaması, Gebeliğin Sonlandırılması ve Türkiye’deki nüfus Politikaları Hakkında Yasalar ve Etik Yaklaşımlar. Türkiye Klinikleri Tıbbi Etik Dergisi, 1998; 6: 24-32.
109
45- Akdeniz N, Kale A, Erdemoğlu M, Yalınkaya A, Yayla M. Etik Kurul Kararıyla Gebelikte Tahliye Edilen 126 Olgunun Geriye Yönelik Değerlendirilmesi. Perinatoloji Dergisi, 2005; 13(2) 46-Akın A. Aile Planlamasında Temel Bilgiler. İstanbul: İnsan Kaynağını Geliştirme Vakfı, Ankara: Damla Matbaacılık, 1997. 47- Erişim: (http// www.tupbebekbilgi.com/). Erişim Tarihi: 25.09.2006. 48- Erdemir AD. Üretim Fonksiyonu İle İlgili Tıbbi Uygulamaların Tıbbi Etikteki Yeri ve Bazı Orijinal Sonuçlar. Türkiye Klinikleri Tıbbi Etik Dergisi, 1993; 1: 27. 49- Urman B. İnfertilite. Aile Planlamasında Temel Bilgiler. İstanbul: İnsan Kaynağını Geliştirme Vakfı Yayınları. 1997: 251. 50- Medikana Genel Sağlık Ansiklopedisi. Ana Yayıncılık. İstanbul: 1993;203. 51- Rainsbury PA, Viniker DA. Üreme Tıbbına Pratik Yaklaşımlar. Ankara: Atlas Kitapçılık, 1998. 52- Erişim: (http://www.gata.edu.tr/cerrahibilimler/kadindogum/SSS/INF4.html). Erişim Tarihi : 01.11.2006. 53- Erişim: (http://www.saglik.gov.tr/TR/BelgeGoster.aspx?F6E10F8892433CFFAAF6AA8498 16B2EF34DB62F0B84E69A8). Erişim Tarihi : 01.11.2006. 54- Öner M. Yardımcı Üreme Teknikleri ve Getirdiği Etik Sorunlar. Uzmanlık Tezi, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Deontoloji ve Tıp Tarihi Anabilim Dalı, İstanbul, 2002. 55- Oğuz HD. İnfertilite Tedavisi Gören Kadınlarda İnfertilitenin Ruh Sağlığına, Evlilik İlişkileri ve Cinsel Yaşama Etkileri . Uzmanlık Tezi, İstanbul Üniversitesi Bakırköy Prof.Dr.Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul, 2004. 56- Psalti İ. Tüpteki Bebek. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. 1997: 152. 57- Üvey D, Gökçe AN. Sperm Bankaları ve Etik. Erdemir AD ve ark. Uluslararası Katılımlı 3.Ulusal Tıp Etiği Kongresi Kongre Kitabı Cilt 2. Bursa 2003: 797. 58- Erişim: (http// : www.mumcu.com/html/print). Erişim Tarihi: 01.12.2006 59-Oğuz NY. Infertilite ve Etik. Çukurova Jinekoloji Derneği Bülteni 1997; 2(7).
110
60- Akçil M, Bilgili N, Kutlu TS,Yardım M, Yıldız A N. Üniversite Son Sınıf Öğrencilerinin Ötanazi Konusundaki Görüşleri. Pelin SŞ ve ark. III.Tıbbi Etik Sempozyumu Bildirileri. Ankara:1998. 61- Ataç A, Erdem L. Ötanazi İle İlgili Bir Anket Çalışması. Ankara: 1995. 62- Oğuz NY, Şenol S, Devrimci Özgüven H, Arıkazan M, Özen A R, Ünal Ş. Ankara’da Çalışan Hekimlerin Ötanazi ile İlgili Görüşlerini Belirlemeye Yönelik Bir Anket Çalışması. 3P Dergisi, 1996; 4(Ek3), 43-47. 63- Bahçecik N, Alpar EŞ, Yıldırım Y, Temiz G, Özen Ç, Keleş S. Hemşirelerin Ötanazi Konusundaki Görüşleri . Pelin SŞ ve ark. III.Tıbbi Etik Sempozyumu Bildirileri. Ankara:1998. 64- Ersoy N, Altun İ. Hemşirelerin Yardımlı İntihar Hakkında Görüşleri İle İlgili Bir Çalışma. Türkiye Klinikleri Tıp Etiği Dergisi. 2001: 9; 49-55. 65- Özkara E, Yemişcigil A, Dalgıç M. Hukuk Fakültesi Öğrencilerinin Ötanaziye Bakışı. Adli Tıp Dergisi. 2001: 15(2); 46-52 . 66- Boz B, Kurtuluş A, Acar K. Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğrencilerinin Ötanaziye Bakışı. Erdemir A.D. ve ark.3.Ulusal Tıp Etiği Kongresi Kongre Kitabı Cilt 2. Bursa: 2003. 67- Kumaş G. Adana İlindeki Çeşitli Hastanelerin Yoğun Bakım Ünitelerinde Çalışan Hemşirelerin Ötanazi Hakkındaki Düşünceleri. Yüksek Lisans Tezi. Çukurova Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü. Adana, 2005. 68- Özkara E, İnceer B, Hancı İH, Ozan G, Oral G. Psikologların Ötanaziye Yaklaşımı. Adli Psikiyatri Dergisi. 2004: 1(1): 35–42. 69- Özkara E, Büken B, Dalgıç M, Mayda A S. Düzce’de Çalışan Hekimlerin Ötanaziye Bakışı. Adli Psikiyatri Dergisi, 2004: 1(1). 70- Naçar M, Çetinkaya F, Kanyılmaz D, Tokgöz B, Utaş C. Hekim Adaylarının Organ Nakline Bakış Açıları. Türk Nefroloji ve Transplantasyon Dergisi I, 2001: 10(2); 123-128. 71- Uysal P. İn Vitro Fertilizasyon- Embriyo Transferi (IVF-ET) ve Etik. Türkiye Klinikleri Tıp Etiği- Hukuku- Tarihi Dergisi, 2003: 11; 41-44. 72- Kalaça Ç. Üremeye Yardımcı Teknolojiler ve Tıp Etiği. Türkiye Klinikleri Tıbbi Etik Dergisi, 1996: 4; 63-66.
111
EK
Araştırmada kullanılan anket formu.
112
ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ FEN-EDEBİYAT FAKÜLTESİ VE EĞİTİM FAKÜLTESİ ÖĞRENCİLERİNİN TEMEL BİYOETİK KONULARI HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİ
Çalışması Anket Formu
Sevgili Öğrenciler,
Bu anket, Sağlık Bilimleri Enstitüsü Deontoloji ve Tıp Tarihi Anabilim Dalı bünyesinde Ş Handan AKIN tarafından Yar Doç Dr Selim KADIOĞLU yönetiminde yürütülmekte olan yüksek lisans tez çalışması için veri toplamak amacıyla hazırlanmıştır. Çalışmaya katılmayı kabul ederseniz, ifadeleri dikkatlice okumanızı, seçiminizi ciddiyetle ve içtenlikle yapmanızı, gerekçenizi belirtme konusunda çekingenlik göstermemenizi rica ediyoruz. Anket formuna isminizi yazmanız gerekmemektedir. Verdiğiniz cevaplar sadece bilimsel amaçla kullanılacak kişisel bilgileriniz gizli tutulacaktır.
Katkılarınızdan dolayı şimdiden teşekkür eder derslerinizde başarılar dileriz.
Ş Handan AKIN
KATILIMCI KİMLİK BİLGİLERİ • Fakülteniz : • Bölümünüz : • Sınıfınız : • Cinsiyetiniz : • Yaşınız : • Doğum yeriniz : • Ailenizin halen yaşamakta olduğu yer :
SORULAR 1-İyileşme olasılığı bulunmayan ve dayanılmaz ağrılar içinde son günlerini geçirmekte olan bir hastanın, ölümünün çabuklaştırılmasını isteme hakkı olmalıdır. [A] Tamamen katılıyorum [B] Katılıyorum [C] Kararsızım [D] Katılmıyorum [E] Kesinlikle katılmıyorum
Çünküà . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 2- İyileşme olasılığı bulunmayan ve dayanılmaz ağrılar içinde son günlerini geçirmekte olan bir hastanın ölmesine yardımcı olan sağlık çalışanının bu eylemi suç sayılmamalıdır. [A] Tamamen katılıyorum [B] Katılıyorum [C] Kararsızım [D] Katılmıyorum [E] Kesinlikle katılmıyorum
Çünküà . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 3-Kurtulması imkânsız bir hastalığa yakalanmış bulunan ve ancak hastanede yoğun tıbbi destekle yaşatılabilen bir yakınımın, tedavi görmeyi reddederek ölümünü çabuklaştırmak isteme kararını desteklerim. [A] Tamamen katılıyorum [B] Katılıyorum [C] Kararsızım [D] Katılmıyorum [E] Kesinlikle katılmıyorum
Çünküà . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 4- Kurtulması imkansız bir hastalığa yakalanmış bulunan ve ancak hastanede yoğun tıbbi destekle yaşatılabilen bir yakınımın, sağlık çalışanlarından kendisine acısız şekilde öldürücü bir uygulama yapılmasını isteme kararını desteklerim. [A] Tamamen katılıyorum [B] Katılıyorum [C] Kararsızım [D] Katılmıyorum [E] Kesinlikle katılmıyorum
Çünküà . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
113
5-Organ nakli bazı kimseler için tek yaşam ümidi olduğundan, ölmüş kişilerin organları izinleri olmasa da aktarılabilmelidir. [A] Tamamen katılıyorum [B] Katılıyorum [C] Kararsızım [D] Katılmıyorum [E] Kesinlikle katılmıyorum
Çünküà . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 6-Ameliyat olmayı ve uzun vadede bir takım sağlık sorunları yaşama olasılığını göze alamadığım için, ihtiyacı olan bir yakınıma böbreklerimden birini bağışlamayı kabul etmem. [A] Tamamen katılıyorum [B] Katılıyorum [C] Kararsızım [D] Katılmıyorum [E] Kesinlikle katılmıyorum
Çünküà . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 7-Organ bağışı yapan kişilere bu fedakârlıklarının karşılığı olarak para ödenmesi, gerçekçi ve akla uygun bir yaklaşımdır. [A] Tamamen katılıyorum [B] Katılıyorum [C] Kararsızım [D] Katılmıyorum [E] Kesinlikle katılmıyorum
Çünküà . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 8-Öldükten sonra aktarılması mümkün olan organlarımın ihtiyacı olan kişilerin tedavisinde kullanılmasını kabul ederim. [A] Tamamen katılıyorum [B] Katılıyorum [C] Kararsızım [D] Katılmıyorum [E] Kesinlikle katılmıyorum
Çünküà . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 9-Kürtaj yapılması konusunda son kararı, eşi ne derse desin, hamile kadın tek başına almalıdır. [A] Tamamen katılıyorum [B] Katılıyorum [C] Kararsızım [D] Katılmıyorum [E] Kesinlikle katılmıyorum
Çünküà . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 10- Hamileliğin ilk döneminde, rahim içinde belli gelişim aşamasına gelmemiş bebeğin yaşamına saygı duyma yükümlülüğümüz yoktur, çünkü o henüz tam anlamıyla bir insan sayılmaz. [A] Tamamen katılıyorum [B] Katılıyorum [C] Kararsızım [D] Katılmıyorum [E] Kesinlikle katılmıyorum
Çünküà . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 11-Hamileliğin son aylarında, doğacak bebeğinin ciddi bir sağlık sorunu olma ihtimali bulunduğunu öğrenen kadın, riski göze alıp çocuğunu aldırmamalıdır. [A] Tamamen katılıyorum [B] Katılıyorum [C] Kararsızım [D] Katılmıyorum [E] Kesinlikle katılmıyorum
Çünküà . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 12-Hamileliğin son aylarında, doğum yapmanın kendi sağlığı ve hatta yaşamı için ciddi bir tehlike olacağını öğrenen kadın, riski göze alıp çocuğunu aldırmamalıdır. [A] Tamamen katılıyorum [B] Katılıyorum [C] Kararsızım [D] Katılmıyorum [E] Kesinlikle katılmıyorum
Çünküà . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 13-Erkekteki sorundan dolayı çocuğu olmayan çiftlerde, üremeye yardımcı tedavi sırasında kadının bedensel ve ruhsal olarak eziyet verici tıbbi uygulamalara maruz kalması, kabul edilmesi gereken bir durumdur. [A] Tamamen katılıyorum [B] Katılıyorum [C] Kararsızım [D] Katılmıyorum [E] Kesinlikle katılmıyorum
Çünküà . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 14-Çocuk sahibi olmak için, diğer tedavi yöntemlerinden yarar göremeyen çiftlerin, başka seçenekleri olmadığı halde, “sperm vericisi” ya da “kiralık anne” gibi üçüncü kişilerden yardım almaya dayalı yöntemlerden yararlanması uygun değildir. [A] Tamamen katılıyorum [B] Katılıyorum [C] Kararsızım [D] Katılmıyorum [E] Kesinlikle katılmıyorum
Çünküà . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
114
15-Sosyal güvenlik kurumları, üreme yardımı için yapılan tıbbi işlemlerin bedellerini hiçbir sınırlamaya tabi olmaksızın ödemelidir. [A] Tamamen katılıyorum [B] Katılıyorum [C] Kararsızım [D] Katılmıyorum [E] Kesinlikle katılmıyorum
Çünküà . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 16-"Tüp bebek" tedavisi için hazırlanıp kullanılmayan, insan olma potansiyeline sahip, döllenmiş yumurtaların, bilimsel çalışma malzemesi olarak kullanılması uygundur. [A] Tamamen katılıyorum [B] Katılıyorum [C] Kararsızım [D] Katılmıyorum [E] Kesinlikle katılmıyorum
Çünküà . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Ankette yer alan değer yargıları veya genel olarak biyoetik hakkında sormak-söylemek istediklerinizi ve varsa araştırmacılara mesajlarınızı lütfen aşağıya yazınız. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
115
ÖZGEÇMİŞ
Şekure Handan (Çetgin) Akın, Niğde’de doğdu. İlkokul, ortaokul ve lise
eğitimlerini Niğde’de tamamladı. 1980 yılında başladığı Hacettepe Üniversitesi
Sağlık İdaresi Yüksek Okulu’ndan 1985 yılında mezun oldu. Üniversite öğrenimi
sırasında Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi’ne de devam ederek mezun
olduğu yıl pedagojik formasyon belgesi de aldı. Bir dönem Cebeci Sağlık
Meslek Lisesi’nde Sağlık Eğitimi dersleri verdi.
Memuriyet hayatının büyük bölümü emniyet teşkilatı kadrosunda ve eş
durumu nedeniyle farklı illerde geçti. Sırasıyla Erzurum’da, Pasinler’de,
Mersin’de, Kıbrıs’ta, Trabzon’da, Şanlıurfa’da görev yaptı.
Trabzon’da görev yaparken Karadeniz Teknik Üniversitesi Eğitim
Fakültesi’ne devam ederek okul öncesi pedagojik formasyon belgesi aldı. 1999
yılında Şanlıurfa-Akçakale İlçe Emniyet Müdürlüğünde görev yaptığı sırada,
Harran Üniversitesi Rektörlük oluru ile Akçakale Meslek Yüksek Okulunun farklı
bölümlerinde kimi dersleri vermeyi üstlendi. Bir süre sonra kurumlar arası nakil
yoluyla üniversite kadrosuna geçerek adı geçen yüksek okulda çalışmaya
başladı.
2002 yılında eş durumu nedeniyle Adana’ya gelen Akın, Çukurova
Üniversitesi’ne atandı. Halen Çukurova Üniversitesi Devlet Konservatuarı
Yüksek Okul Sekreteri olarak görev yapmaktadır.
2004 yılında Sağlık Bilimleri Enstitüsü’nde deontoloji ve tıp tarihi yüksek
lisans eğitimine başladı. Handan Akın evli ve iki çocuk annesidir. İngilizce
bilmektedir.