Upload
others
View
18
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
TEFSİRE GİRİŞ
31/12/10
RABBİM GÖĞSÜME GENİŞLİK VER
KOLAYLAŞTIR İŞİMİ
DÜĞÜMÜ ÇÖZ DİLİMDEN Kİ
ANLASINLAR BENİ (taha 25,26,27,28)
Tefsir Dua’ sı
Hamdini sözüme sertac ettim, Zikrini kalbime mi'rac ettim, Kitabini kendime minhac ettim Ben yoktum var ettin, varliğindan haberdar ettin, aşkınla gönlümü bikarar ettin
Inayetine sigindim, kapina geldim, hidayetine sigindim lütfuna geldim, kulluk edemedim afvina geldim, Şaşırtma beni doğruyu söylet, hakikati öğret
Sen duyurmazsan ben duyamam, sen söyletmezsen ben söyleyemem, sen sevdirmezsen ben sevdiremem, Sevdir bize hep sevdiklerini, yerdir bize hep yerdiklerini, yar et bize erdirdiklerini
Sevdin habibini kainata sevdirdin, Sevdin de hil'at -i risaleti giydirdin, Makam-i ibrahim'den Makam-i Mahmuda erdirdin Server-i asfiya kildin Hatem-i enbiya kildin Muhammed Mustafa
kildin Salat-ü selam, tahiyyat-ü ikram, her türlü ihtiram ona, onun Al-i Ashab-u etbaina ya Rab!
Amin Elmalılı Hamdi Yazır
Sevgili Kur’an dostları; uzun bir maraton olan tefsir derslerimizin bu ilk dersinde ölümsüz bir
tefsirin yazarı olan değerli bir müfessirimizin tefsirinin girişindeki bir dua ile başladık. Bugün
tefsir/Kur’an deslerimizin ilki olan bu derste, tefsir değil, tefsir ilminin usulü hakkında, anlama
ve yorumlamanın mantığı hakkında bir takım temel bilgileri göreceğiz. Çünkü usul tüm ilimlerin
olmazsa olmazıdır. Onun için eskilerin eskimez bir sözü vardır; “usulsüzlük vusulsüzlüktür”
derler. Yani vasıl olamayış, amaca ulaşamamak usul bilememekten dolayıdır. O sebeble;
Bir ilmin, “ilm” olması için, bir disiplin olabilmesi için, bir metodolojiye (usule) ihtiyaç duyar.
Aslında yöntem, metod bir SÜNNETULLAH ‘tır. Zaten Sünnetullah’da Allah’ın yöntemi değil
mi? Yöntemsiz ve amaçsız bir ilim düşünülemez. Hele bu ilim Kur’anı anlama ilmi olan Tefsir
gibi önemli bir ilimse. Böyle bir ilmin yöntemi metodolojisi olmasın mı?
İşte bu gün biz 1400 yıllık müthiş bir geleneğe ve kütüphaneleri taşıran ve muazzam bir bilgi
birikimine sahip olan ve dünya ilim tarihinde eşine ve benzerine rastlanmayan tefsir usulü
üzerinde duracağız.
Varlık kategorisi 3 e ayrılır;
1- Vacip varlık,
- Zorunlu varlık, yaratıcı, başkasının varlığına ihtiyacı olmayandır. Varlığının
öncesi ve sonrası yoktur. Başkasının varlığına muhtaç değildir. Onun dışında var
olan her bir şey onun varlığının isbatı ve delilidir. Onun içindir ki; Kur’an’da
spesifik olarak hiçbir ayet bulamazsınız, Allah’ın varlığını ispat eden. Çünkü
Allah’ın varlığını inkar ilahiyatın konusu değildir. Psikolojinin ve tıbbın
konusudur. Çünkü bir insan kendi varlığını inkar etmeden Allah’ın varlığını inkar
edemez. Gerçi Allah’ın varlığını inkar edenlerde, Allah’ın yerine mutlaka
peydahlanmış bir tanrı koymak zorunda kalıyorlar ve o tanrıyada tesadüf ismini
veriyorlar. Oysaki bu muazzam kainat Allah’ın kudretinin, varlığının ve birliğinin
en büyük delilidir. Onun için Kur’an Allah’ı ispat sadedinde herhangi bir gayrete
girişmez, Kur’an’ın bu alanda söylediği şey Allah’ın yanında başka tanrılara yer
vermek, yani şirk olgusuna karşı Kur’an daima tevhid’i savunur. Onun için
Allah’ın tabiri caizse kartviziti diyebileceğimiz ihlas suresi Allah vardır diye
başlamıyor, Allah birdir diye başlıyor. Eğer varlık aleminde bir tek hakikat varsa o
da Allah’ın varlığıdır.
2- Mümkin varlık; - Varlığını başka bir varlığa borçlu olan. İşte tüm mahlukat mümkin varlık
kategorisine girer. Kendi başına var olamaz, ve muhtaçtır. İnsan mümkün varlığın
zirvesidir. Yani mahlukatın ekseninde insan, mevcudatın ekseninde Allah yer alır.
Mevcudatın, tüm varlıkların ekseninde ve zirvesinde yer alan Allah, yarattıklarının
en önüne de insanı koymuştur.
3- Muhal varlık;
- Yokluktur, mahlukun dışında bir varlık yoktur, muhaldir. Farz-ı muhal dir yani.
İslam ilahiyatında niçin böyle bir kategoriye ihtiyaç duyuldu derseniz Halik ve
mahlukun dışında bir alem yoktur, eğer illede bir şey var diyecekseniz o
yokluktur.
- Yokluk karanlığa, varlık aydınlığa. Karanlık, ışığın yokluğu halidir. Varlık
aydınlığının kaynağı Allah’tır, ışığını Allah’tan alır. Allah göklerin ve yerin
Nurudur. Ama onun karşısında karanlık yer alır, işte karanlık yokluktur. Yani
Farz-ı muhaldir. Onun için karanlığın kaynağı olmaz. İman ve tevhid aydınlığa,
küfür ve şirk, batılda karanlığa benzer.
Bu varlık kategorileri açıklamasından sonra mümkin varlığın zirvesinde oturan insan,
Allah’ın kendisine şuur verdiği bir varlıktır. Mevcudatın ekseni olan Allah, Mahlukatın
ekseni olan insana özel bir muamele yapmıştır. Allah insanı yeryüzünde halife
seçti(burada halifeden kasıt yeryüzünde kalfa olacak, yeryüzünü imar edecek bir halifedir,
yoksa Allah’ a halife değil). Ve ona kelimeler verdi ve onla konuştu. Allah’ın insana
verdiği o özel yeteneği, biz Allah’ın bir ikramı olarak görüyoruz ve Kur’an’da bize bunu
söylüyor; “ve lekat kerremna beni adem” biz ademoğluna kat kat ikram ettik.
KERREMNA; kat kat ikram demektir.
Bu ikramlar;
1- Fıtrat: Allah’ın insana ilk ikramı fıtrattır, yani doğası, özünde tertemiz bir fıtrat ve
tertemiz bir vicdan. Eğer başka bir ikram olmasaydı sadece bu fıtratla doğruyu
yanlıştan ayırması gerekirdi.
2- Duyular ve şuur: insan şuurlu bir varlıktır. Duyularını şuurlu bir biçimde kullanan tek
varlıktır. İnsanı diğer canlılardan şuur ayırır. Bir fare için peynir peynirdir, ama bir
insan için peynir peynir değildir. Bir fare peynirin nerde olduğuna bakmaz, tuzağa
onun için yakalanır. Onun için insan peynirin altındaki tuzağıda görür. İnsan nerde ve
niçin sorusunu sorar. İşte Allah’ın lütfu olan şuur insanı fareden ayırır.
3- Akıl: şuurla birlikte seçip ayıran bir akıl. İnsan akıllı bir varlıktır,
4- Allah insana olan ikramını bu 3 kevni ikramının üzerine bir dördüncü ikram daha
yapmıştır ki, o da;
- Şerri ikram olan Vahiy dir. Allah insanla vahiyle konuştu. Aslında Allah insanla
konuşmayabilirdi. Hatta insan Allah kendisiyle konuşmasaydı şikayete, sitemde
bulunmaya hakkı da yoktu. Çünkü Allah zaten fıtratı üzerinden insanla konuşmuştu,
vicdanına yazmıştı, ruhu menfuh ( üflenen ruh) üzerinden hakikatin temel kodlarını
vermişti. Onun içindir ki insanın Allah’ ı bulması ve bilmesi için vahye gerek yok. İnsan
peşin verilmiş olan fıtrat ile fıtrat vahyi ile Allah’ ı bulur. Hz. İbrahim üzerinden Kur’an
da anlatılan o süreç; önce yıldızlar, sonra ay, sonra güneş üzerinden en sonunda “ …ben
batanları sevmem” diyerek sonuca ulaşması aslında insanoğlunun fıtratına Allah ın varlığı
ve birliğinin nakşedildiğini bir temsil üzerinden anlatılmasıdır. Fakat Rabbimiz Rahim,
Rabbimiz Kerim, Rabbimiz Rahman, rahmeti kendine ilke edindi, insana olan rahmet ve
sevgisini birde vahiy indirerek gösterdi. Bu Allah’ın insandan kolay kolay
vazgeçmeyeceğinin bir delilidir. Ama insan vazgeçilmeyeceğini sanmasın Allah için
vazgeçilmez yoktur, ama Allah vazgeçilmezdir. “ Eğer dilerse hepinizin kökünü kazır,
yerinize yepyeni bir toplum ( tür ) getirir” kuran’da ins ve cin yan yana zikredilir ki
yedeğinizin olmadığını zannetmeyin. Şuurlu varlıklar çift zikredilir, adeta havalanmayın
dercesine, “ fe bieyyi ala i rabbü kü ma tükezziban” orada ki “kü ma” çift zamiri, yani
tesniye de onun içindir, alternatifsiz değilsiniz anlamına gelir zımnen. La ilahe illallah;
alternatifsiz Allah demektir. Hele ki insanla konuştu, insana tenezzül buyurdu, zaten
Allah ‘ın insana nuzül’ü tenezzülüdür. Lütfen, keremen, tenezzül buyurdu bize ikram etti.
Bizimle konuştuğu için biz beşerlikten insanlığa geçtik. Adem’in seçiliş kıssalarına
baktığımızda Ademi Adam eden şeyin Allahın hitabına mazhar olduğu anlaşılmaktadır.
Tarih, Allah insanla konuşunca başladı.
Yuhanna incili “ önce söz vardı” diye başlar.
İnsan varlık içinde en çok sorumluluğu olandır. Biz bu sorumluluğu Kur’an’dan da
anlıyoruz; “ yoksa insan başı boş bırakılacağını mı sanıyor.
Yine başı boş bırakılmadığını bilmesi gereken insana irade verildi; “ biz ona bir çift göz
vermedik mi? Ve bir dil ve bir çift dudak vermedik mi? Ve bunlarla donattıktan sonra ve
iki yolun ağzına yönelttik. Ama insan yükü yüklenmedi” buradaki yük sorumluluk,
hakikatı taşıma sorumluluğu. Yük gözün, dilin ve dudakların işaret ettiği bilinç, akıl ve
idrak sorumluluğu. Göz mecazi olarak nazar etmeye, araştırmaya delalet eder, ya
gözlemle bilirsiniz, ya işitmeyle, yada sevgiyle bilirsiniz bir şeyi. Sevginin merkezi kalp,
gözlemin merkezi göz, işitmenin merkezi kulaktır. İşte Kur’an bize verilen bu
donanımların karşılığındaki sorumluluğumuzu hatırlatmaktadır. Fıtrat, şuur, akıl ve
vahiy’le bul doğru yolu dedi, bundan sonra insan ya küfreder, ya şükreder. İrade:
seçmektir. İnsanın kaderi seçmektir. Seçimlerimizden hesaba çekileceğiz. İnsan ebedi bir
yolcudur; din, tarik, şeriat bütün bunlar yol demektir. İslam ebedi yolculuğun ebedi
ilkeleridir. İslam belli bir zümrenin değil, zamanlar ve zeminler üstü bütün insanlığın
değişmez değerleridir. Dolayısıyla Allah insanla konuşmaya başlayınca İslam da
başladı. Kur’an bu gerçeği şöyle vurgular; Enam suresinde 90. Ayete kadar 18
peygamber sayılır, ve en sonunda döner son peygambere der ki; “ İşte bütün bu sayılan
peygamberler ve sayılmayanlarda bir hidayet üzeredir, sende bunların yoluna uy” denir.
Peygambere nubuvetin hiç kesilmeden akan bir ırmak olduğu hatırlatılır. Onun için Allah
rasulü kendinden önceki peygamberlerin devamı olduğunu sık sık vurgular, “ben bir
türedi peygamber değilim” demesi istemişti Kurân da. İnsanın Allahtan isteyeceği en büyük nimet hidayettir. Vahiy Allahın en büyük
hidayetidir. (bakara 2). Bu halde hidayet Allah’ın insana şefkat ve merhametidir.
Vahiy ;
- Statik vahiy: diğer canlı ve cansızlara yüklenen proğram, statik değişmez bir
şekilde. Kainat Allah’ın tekvini kanunları üzerinde durur. O halde statik bir kadere
sahip olan kainatın nasıl kanunları varsa dinamik bir kadere sahip olan insanın da
tabii olmalıydı. Dinamik vahiy: insana inzal olan. Dinamik (iradeli) kadere,
dinamik (ameline) vahiy. Onun için dinamik kadere sahip olan insana
peygamberler ve kitaplar gönderilmiştir. İnsanlik tarihi boyunca Allah İnsanla sık
sık konuşmuş, mesaj yollamıştır. Vahiy Allah’ın Ademoğluna katkat olan
ikramının en sonuncusudur.
Vahyin inişini temsil eden İnzal ve tenzil lafzı, lugat olarak ikram manasına gelir.
Araplar misafirlerine ikram ettiklerinde, sofra kurduklarında nüzul derler. Vahiy
bir “maide-i ilahiye” yani ilahi bir gök sofrasıdır. Bu kalıp ayet, melek, demir, su
içinde kullanılmıştır.
İnsana nispetle inmeye inzal, Allaha nispetle indirmeye tenzil denir. Bu kelimeler
ayet, melek, demir, su içinde kullanılmıştır.
Vahiy: Kelimeler (semboller) kullanılmadan söz dışı bir yöntemle muhatabına iletmektir.
Ve vahiy en büyük hidayettir. “Bizi dosdoğru yola ilet” diyen insana, “işte bu kitap,
kendisinde şüphe bulunmayan bu kitap Allah’a karşı sorumluluk duyanlar için hidayettir”
der. Vahyin gönderilmesi; 3 şekilde gönderilmiştir;
- Vahyen: rüyada Şura 51 (hira da indirilen ilk 5 ayet bu şekildedir.) - Bir perde gerisinden: Musa peygambere indiği gibi - Bir elçi aracılığıyla: alak suresinin ilk 5-7 ayeti vahyen, gerisi Cebrail aracılığı ile
levhi mahvuzdan bir mana halinde alınıp resulun kalbine peyderpey inmiştir.
Statik kadere tabii olan kainatın yasaları statik vahiyle, değişmez ve sabir bir vahiyle, Kur’an’da yere
vahyedildiği, göğe vahyedildiği, arıya vahyedildiği şeklinde gelen ayetlerden şunu anlıyoruz; tabii oldukları
kanunları vahiy olarak anlıyoruz. Arının bal yapması, işte Allah’ın tabiat olarak kendisine kıldığı bu vahiy
sayesindedir. Şunuda anlayabiliriz “ bal arının amelidir.” Dinamik kadere tabii olan insana, ameline göre
kaderide değişen insana da dinamik bir biçimde gönderilmiştir. Şuursuz varlık olan gökler ve yerler bu
vahye hiç itiraz etmeden yerine getiriyor, güneş bu günde yoruldum yarabbi demiyor, o halde ey insan;
“yerler ve gökler statik vahye amadeyken, sen ey insan bu kadar ikram verildiği halde,
nasıl olurda bu dinamik vahye aldırmazsın?”
KUR’AN
Son mesaj…
Melek Cebrail aracılığıyla 23 senede tedricen peyderpey indirildi.
Bir ramazan ayında, kadir gecesinde yani kader gecesinde, ölçü, kadir-kıymet gecesinde
hirada( hira arayış demektir.) inmeye başladı.
Kur’an : Ful’an veznindendir, vezni gereği okumanın tüm olumlu anlamlarını barındırır,
okunan demektir. “Okuyan için kurandır.” Okumayanın Kur’an’ı değildir.
KRE kökünden türetilen kur’an okumak anlamak, sözcükler elde etmek, bunu kesintisiz
yapmak, anlamlarına gelir, fulan veznindendir yani okumanın tüm olumlu anlamlarıyla
ağzı beraber dolu olan anlamındadır. Okumak, anlamak, yaşamak ve hissetmektir kur ’an
okumak. Kuran okudun mu? sorusu yanlıştır, kuran’ı okuyor musun? sorusu doğrudur.
Çünkü lafzı bir kez manası sonsuz kez nazil olur..
Hem tefsir edilir hem de kainatı tefsir eder. Yani hem müfessirdir, hem de müfesserdir.
Mahlukatı, eşyayı, Allah ı tefsir eder.
Müfesserdir, Kuranı ilk tefsir eden Allah tır, “O nu açıklamak bize düşer “ buyurur
rabbimiz. KURAN bize kendisini şöyle tanıtır;
- KELAMULLAH tır, Lisanullah değildir. Sembollerden oluşmaz hitap tır çünkü. - Kur’anın dili Arapçadır, Allahın dili değil. Allah her peygambere kendi dilinde
hitap etmiştir, Tevrat İbranice, İncil aramice, Hz. İbrahim’in suhufları ise
Süryaniceydi. - Kur’an mütevatirdir, yalanlanılamayacak kadar çok kişinin şahadetiyle bize kadar
yazıyla, akılla, gönüllerle geldi, ilk nesil onu sadırlarına (gönüllerine) yazdı biz
satırlara.. - Kuran MÜBİN’ dir. Kitabul mübin , apaçık bir kitaptır, kolay anlaşılır. Anlamı
belli olmayan kelime kuranda yoktur. Müteşabih ayetler vardır; maksat o zamanda
anlaşılamayabilir, bunu anlamak için düşünmek, kafa yormak gerekir. Başka bir
zamanda anlaşılabilir. Çok anlamlı kelimelerde bağlamına bakılarak çıkarılır. İlk muhataplar; ilk inen ayetlerde anladıklarına iman ettiler, ve yine anladıklarını
inkar ettiler. Demek isteneni anladılar fakat inkar edenler tedebbür etmediler.
Anlamadıkları kelimelerin anlamlarını sorup o günkü sahifelere not alıyorlardı ve
bu çok azdı. Ama anlamak ayrı, kavramak ayrıdır. Ne demek istediğini anlamak
için tedebbür ve tezekkür lazım. İnanmayanlar ne dediğini anlıyorlar, ne demek
istediğini anlamıyorlardı. - Mucizedir: Kelam ’i bir mucizedir. Kevn’ i mucizeler tarihseldir. Kelam ’i mucize
ise zamanlar üstüdür. - Evrenseldir: bölgesel bir hitap değildir. Kuranda geçen hiçbir ilke bölgesel
değildir. Bütün bölgeleri kapsar, Kuran’a bakarak indiği bölgenin iklimini bile
tespit edemeyiz. - Kapsayıcıdır: hayatın tüm alanını kapsar, sosyoloji, piskoloji, canlı-cansız, Allah-
insan, insan-insan - Hidayettir: muttakiler için hidayet rehberidir. Cennete/Allaha giden yolu
aydınlatır. - Nurdur: karanlığı aydınlatır. İndiği yüreği, aklı, gönlü, evi, beldeyi aydınlatır. Bir
topluma inerse toplumu aydınlatır. - Furkandır: eğriyi doğrudan ayırır. Hakkı batıldan ayırır, indiği aklı mümeyyiz
(seçip ayıran) bir akıl yapar, artık mümeyyiz olan bu akıl doğruyu – eğriden, taşı -
pirinçten ayırt etmeye başlar. Pirinci yer ama taşıyla değil, içinde taş var diye bir
çuval pirinci çöpe atmaz, ayıklar. - Tedricen inmiştir: peyderpey indirilendir. Çünkü hayatta bir süreçtir. Hayatın her
bir alanına yaşanan olaylara inmiştir. Sadece sorulara cevap değil, sorulara
çözümdür.
TEFSİR NE DEMEKTİR?
Tefsir: Anlama, yorumlama çalışması, bilinmeyeni bilmeye yöneliktir. Bir şeyi açmak,
perdeyi kaldırmak, bilinmeyen bir manayı bilinen bir hale getirmeye denir. Lafzıyla
ilgilidir.
Tevil: evl kökünden gelir, bir lafzın arkasında yatan manasıyla ilgilidir. Maksada
yöneliktir. İlk müfessirler yaptıkları eserlere tefsir yerine tevil demişlerdir. Tefsir bir
kelimenin lafzıyla ilgilidir, tevil maksadıyla ilgilidir.
Kur’an’da anlaşılmayan tek bir ayet bile yoktur. Çünkü Allah’ın muradına uymaz
anlaşılmaması. Allah insanla anlasın diye konuşmuştur. Eğer anlaşımayacak bir söz
söyleseydi Allah o zaman üzerinde “niçin düşünmüyorsunuz” demez ve anlaşılmasıda
güç yetirilemeyecek bir teklif olmuş olurdu. Eğer insandan Kur’an’ın okunması,
anlaşılması, üzerinde düşünülmesi isteniyorsa bu kesinlikle Allah’ın insana son vahyi
olan Kur’an’ında anlaşılması gerekir. Peki ortada anlaşıması istenen bir metin varsa, bu
metin nasıl anlaşılabilir? Bu soruyu cevaplamak için dört soru sormamız gerekiyor.
1- Kim konuşuyor? Yani metnin sahibi kim? yazılı bir metinse kim yazdı? Sözlü
bir hitap ise kim söylüyor? Kur’an bildiğimiz gibi önce indirilen bir sözdür,
sonra yazıya dökülmüştür. Kur’an öncelikle “kavl” dir, yani sözdür bu
manada. Kur’an için bu sualin cevabı gayet açık; Kur’an Allah’ın kelamıdır.
Yani Kur’anda tüm manalar Allah tarafından indirilmiştir, ve hiçbir insanın
bunda tereddütü olmamalıdır. Müslüman olarak en büyük “şansımız” Allah’ın
gönderdiği gibi Kur’an bize ulaşmıştır. Onun için Kur’an’da geçen her bir
kelime ve ayet için samimi ve sahih yorumunuzu bina edebilirsiniz. Her türlü
yorum derken şu denilmiş olmuyor, siz aklınızdakini Kur’an’a adapte edin,
yani ne söylemek istiyorsanız Kur’an’a onu söyletin denmiyor. Zaten en büyük
problemde budur. Yani Kur’anın ne dediğini, Allah’ın maksadını ve muradını
anlamak yerine anladığınızı Kur’ana söyletmek. Tefsir, Tevil bu değildir. 2- Ne söylüyor? Allah söylüyorsa, insanın söylemesine benzemez. Onun için tüm
duyargalarınızla kulak verirsiniz. Can kulağıyla dinlersiniz. Çünkü Allah’ın
sözü can kulağıyla dinlenilmeyi hak eder. Allah söylediği için can kulağı ile
dinleyip, anlamak gerekir. Ne söylüyor Lafza yöneliktir, manayı anlamak
gerekir mevcut dilin iyi bilinmesi gerekir. Tefsirde bununla ilgilidir. Ama buda
yetmez; 3- Niçin söylüyor? Anlamak kavramak değildir. Söylenenin maksadı ne? İşte
müşrikler bu soruyu sormadılar. Söyleneni anlıyorlar ama maksadı
anlamıyorlardı. Onun için “ Kur’anı tedebbür etmiyorlar mı? Sorusunu Kur’an
soruyor. Bu sözün maksadını düşünmüyorlar mı? Yoksa “anlamıyorlar mı?”
Değil. Eğer anlamasalardı “ey Muhammet sen ne diyorsun? Senin
dediklerinden biz bir şey anlamıyoruz” derlerdi. Aksine gelip dinliyorlardı. Bir
metnin niçin söylendiğini merak etmek Tevil’e girer. İmam Şatibi’nin
söylediği budur, bir sözün batını; niçin söylendiğini bilmek, zahiri ne
söylediğini bilmektir. Tefsir zahiri, Tevil batını ilgilendirir. Tedebbür;
maksadını anlayıp geleceğe yönelik tedbir üretmektir. 4- Kime? nerede? Ne zaman? Söylüyor, tarihsel bağlamı. Tarih içerisinde bu söz
kime söylenmiş, Nerede söylenmiş, Ne vesile ile söylenmiş, ne zaman
söylenmiş. Bu soruları sormadan niçin sorusuna tam cevap bulamayız. Onun
için bağlam önemli. Bağlamda ikiye ayrılır; iç bağlam-dış bağlam.
- İç bağlam: kuran da ki her kelimenin önce ve sonrasına olan bağı. Kelimenin
cümle içindeki yeri, cümlenin kendinden önce ve sonraki cümlelerle ilişkisi, o
cümlenin içindeki bölümün kendinden önce ve sonraki bölümlerle ilişkisi. Yani
kelimenin ayetle, ayetin kendinden önce ve sonraki ayetlerle, o ayetin ait olduğu
surenin kendinden önce ve sonraki surelerle alakası. Ve yine o kelimenin
Kur’an’da geçen diğer akraba kelimelerle alakası. Yine o kelimenin içinde geçtiği
ayetin ve o ayetin anlamının Kur’an’da o anlamla gelen diğer ayetlerle ilişkisi. Bir
örnek verelim; Taha124. Ayet “kim benim zikrimden yüz çevirirse onun için dar
bir geçim vardır, geçim kıtlığı veririz ona” şimdi burada ki zikr ne manaya gelir?
Eğer bağlamı bilmezseniz anlamı bilemezsiniz. Arap dilinde mastar hem failine,
hem mefulüne gidebilir. Buradaki “benim zikrimden” anlamındadır. Burada hem
faile hem mefule gider. Bunu birbirinden bu lafza bakarak anlayamayız. Failine
giderse; benim zikrimden yüz çeviriyorlar olur, zikr Kur’an’ın isimlerinden biridir
biliyorsunuz. Yani benim hatırlattığım kelam olan Kur’an dan yüz çevirirse, ama
mefulüne giderse; o zaman “Beni hatırlamaktan” olur. İşte bunlardan yüz çevirirse
olurki ikiside çok farklı manalardır. Birisi Allah’ı hatırlamaktan, ikincisi Allah’ın
hatırlattığı Kur’an’dan yüz çevirmek anlamına gelir. İşte hangisi olduğunu
bağlamına bakarak çıkaracağız; hemen bir yukarıya, 123. Ayete baktığımızda “
bunun Kur’an olduğunu anlayıveriyoruz. Çünkü 123. Ayet Kur’an’dan
bahsediyor. Bunun gibi örnekler Kur’an’da çoktur.
Dış bağlam: sebebi nuzul; ayetlerin iniş ortamında ilgili olaylar. Dış bağlamın en büyük
belirleyicisidir. Ayetleri sebebi nuzülünü bilmeden anlayamayabilirsiniz. Her ayet için
böyle kesin bir sebebi nüzul’da olmayabilir. Ancak siz kafir Mekke toplumunu
bilmiyorsanız Kafirun suresini anlayamazsınız. Mekke tarihini bilmiyorsanız Fil suresini
anyamazsınız gibi. Arka planını bileceksiniz ki ayetin ne dediğini anlayabilesiniz.
Kelimeleri bağlamından kopararak hayattan çıkarmak Yahudilerinde yaptığı bir şeydi.
Kur’an “Kelimeleri bağlamlarından koparıyorlar” diyor. onlar tevrata bu muameleyi
yaptılar. Onun için Kur’an’ın içinden bir ayeti bağlamından kopardığınızda manadan çok
farklı bir manaya gidiyorsunuz, bu o zaman Allah’ın maksadı mı olur? Yoksa sizin
kafanızdaki manayı ayete yamamanız mı olur? Buda tahriptir. Allahın söylemek
istediğini anlamaktır tefsir ve tevil, sizin söyletmek istediğinizi değil.
İlk nesil ayetlerin bağlamını kime, nerede, niye söylendiğini biliyorlar ve tefsire ihtiyaç
dumuyorlardı. Peygamberimizin tefsir ettiği ayet sayısı çok azdır bunun için. çünkü
ihtiyaç yoktu, Allah Rasulüne sordukları ayet sayısıda çok azdır. Gelelim bize; biz
Kur’anın modern muhataplarıyız, ama Kur’an’ı doğru bir biçimde anlamıyoruz. Biz
Çünkü Kur’an’ı bize gönderen Allah’ı tanımıyoruz. Modernleşmiş bir beyne ve
bireyselleştiğimiz için Allah’la olan irtibatımızı kopardılar. Allah’ı tanımadığımız için,
göndereni tanımadığımız için Kur’an’dan koptuk. Dahası Konuşan Allah’ı tanımadığımız
gibi, konuşulan Kur’an’ı tanımıyoruz. Dilini bilmiyoruz, dilini bilmediğimiz bir metni
elbette tanımıyoruz, ikincisi bağlamını tanımıyoruz. Kur’an’ın ayet ve surelerinin hangi
bağlamda indiğini tanımıyoruz. İşte bunun içinde mealler yetmiyor, kafi gelmiyor. Yeni
bir dünya, yeni bir medeniyetin inşaası lazım. Yeni bir medeniyetin inşası için yeni bir
toplumun inşası, onun içinde yeni bir bireyin inşası lazım. Buda yeni bir hayatın inşası
demektir, onun içinde yeni bir bilinç inşa etmek lazım. Kur’an işte bunun tek rehberidir.
Kur’an yeni bir bilinçinşa edecek tek metindir. Bunun içinde önce lafızların anlamını
anlamak, sonra cümle ile ayetlerin diğer ayetlerle, surelerle, surelerinde bütün bir Kur’an
ile bağlamını anlamaktır. Ayrıca aynı konudaki tüm ayetleri birlikte düşünmek ve
Kur’anın o kunuda hangi hükmü verdiğini anlamak zorundayız. Bağlamı kaçırmadan o
ayetin Allah Rasulü tarafından nasıl anlanıp hayatına koyduğunu bilmek zorundayız. Biz
bundan sonra Kur’an’ı bu ilkeler bütününde tefsir etmeye çalışacağız. Bu ilkelerden yola
çıkarak ayetleri Allah’ın söylediği maksat çerçevesinde anlamak için birlikte çalışacağız,
inşallah.
OKUMAK
Kuran da 3 çeşit okuma kavramı vardır;
1- Tilavet: basit okuma, aktarma, hatırlatma, nakletme, eylemsel yansıtmak anlamına
gelir. Kaset,cd de tilavet eder bu yüzden, aktarır yani..
2- Kıraat : aklın okuması yani bir üst okuma, tezekkürle geçmişten ders alma, tedebbürle
geleceğe tedbir üretmek için okuma diyebiliriz. İşin özüne bakanlar kıraat ederler.
3- Tertil: okumanın zirvesi, adeta kuranlaşarak kuranı okumak hatta kuranın sizi
okuması, ağı ağır düşüne düşüne müzzemmil suresinde ki “ ..rettilil kur’ane tertiyla”
yani okumanın hakkını vermektir. Hücrelerle okumaktır.
BU ÇALIŞMANIN AMACI “TERTİL” DİR.
Neden kuran okuyorsun? Sorusuna; anlamak için cevabı verilebilir. Ama kuran “
yaşamak için “ cevabını ister. Bu yüzden biz kuranı yaşamak için “tertil” edelim.
Vahyin karşısına eski bagajlardan, önyargılardan, gelenekten kurtulup adeta “yalın ayak,
başı kabak” çıkarak “beni inşa et ey kuran” diye çıkmamız ve özne-özne ilişkisi içinde
bulunmamız gerekir. Biz vahye nesne muamelesi yaparsak hayatın nesnesi oluruz, özne
olarak bakarsak da vahiy bizi hayatın öznesi kılar.
“Eksende insan, tavırda denge, tasarrufta ihtiyaç” felsefemiz bu olmalı.
Tilavetten tertile / mushaftan kur’ana / eski din dilinden yeni din diline, geçmemiz
gerekmekte.
KUR’AN İNŞA MODELİ;
1. Vahiy, çoğunlukla içini boşaltıp yeniden anlam yüklediği kelime ve
kavramlarıyla muhataplarının tasavvurunu inşa etmeyi amaçlar. Büyük-küçük
(ekber-esğar), iyi-kötü (maruf-münker), hayat-ölüm (hayat-mevt), kazanç-kayıp
(fevz/necat-husran), kâr-zarar (ribh-hasâra), değerli-değersiz (a’lâ-ednâ), bilgi-
cehalet (ilm-cehl), yakın-uzak (karib-ba’îd) bunlardan bazılarıdır. İnsan hayatı bu
gibi kavramlarla algılar. Bu gibi kavramlara yüklediği anlama göre hayatına
istikamet verir.
2. Vahiy, önerme ve hükümleriyle muhataplarının aklını inşa etmeyi amaçlar.
Mesela “Düşmanlık, yalnızca zalimleredir” (2/193), “Allah, kendisi için merhameti
prensip edinmiştir” (6/12), “İnsan başıboş yaratılmamıştır” (75/36) gibi…
3. Vahiy, örnek olarak anlattığı şahsiyetlerle muhataplarının şahsiyetini inşa etmeyi
amaçlar. Başta “örnek” olduğu açıkça dile getirilen Hz. İbrahim ve Hz. Muhammed
olmak üzere, atıf yaptığı tüm peygamber ve salih insanları, muhatabının inşa etmek
istediği şahsiyetine model olarak sunar.
4. Vahiy, ancak bütünsel bir okuma ve derin tefekkür sayesinde ulaşacağımız
maksat ve ruhuyla, hayatı inşa etmeyi amaçlar. Mesela, başta insan olmak üzere
tüm varlığın tabiatı çift kutupludur. İnsan, bu kutuplar arasında ideal denge
noktasını gözetirse hem güvenliğini hem de özgürlüğünü garanti altına almış olur.
Bu da mutluluğun reçetesidir. Bunlardan birinin diğerine feda edildiği bir hayat,
insanın mutsuzluğuyla sonuçlanır. Bir şeyi yerinden etmek zulümdür. İnsanın
görevi, eşyayı yaratılış amacına uygun kullanmaktır. Tersi hem eşyaya hem
kendisine zulmetmek olur.
“ Ve eğer dünyanın tüm ağaçları kalem olsa denizleri de mürekkep, buna yedi
deniz daha eklense, Allah’ın kelimeleri yine de tükenmez…
(75/LOKMAN:27)”
“ ve ahuru davana, en elhamdülilahi Rabbil Alemin.”
İddiamızın, davamızın tüm hasılatı ve son sözümüz rabbimize Hamd’dir.