36
ÖZGÜRLÜK TOPLUMSAL www.toplumsalozgurluk.com İKİ AYLIK SİYASİ GAZETE SAYI: 3/31 MART 2010 FİYATI: 1.5 YTL AKP ve arkasındaki sermaye güçleri- nin, Türkiye’yi sermayenin güncel çıkarlarına bire bir uyumlu duruma dönüştürme çabası, kendi hedefine doğru yol alıyor. Emekçileri daha yoğun sömürü ve daha fazla baskı bek- liyor. Kapitalizmin nerede biteceği belli olmayan krizi sürdükçe, yarattığı sonuçların çapı, derinliği ve şiddeti de artıyor, artacak. İşsizlik, yoksulluk, kamu hizmetlerinin tasfiyesi ya da özelleştirilmesi, kuraldışı ve güvence- siz çalışma düzeni, kalıcılaşıp yayılma- ya yazgılı. Sadece geçen yıl bir milyona yakın yeni işsiz yoksullar ordusuna katıldı. Sermaye ve onların hükümeti, krizi normalleştirmeye ve sonuçlarını “teğet geçti, geçiyor” palavralarıyla gizlemeye çalışıyor. Yaratılan aldatıcı sessizlik ortamını Tekel işçileri bozdu. Ankara’nın ortasını 78 gün işgal eden işçiler, iş güvencesi gibi en doğal insa- ni haklarının peşindeydiler. Ancak, sınıfın toplayıcı yeteneği bir anda tüm halk güçlerini etrafında konumlandır- dı. Ve, aynı zamanda, tamamen meşru olan talepler, hem açıkça yasadışı olan eyleme dokunulmazlık sağlarken, hem de diğer halk güçlerinin kendi meşru talepleri için eyleme geçmesinin önünü açtı. Ordu ve AKP Hükümeti arasındaki bit- meyen iktidar kavgasında, iki taraftan birine tabi olmaya zorlanan emekçiler için, üçüncü bir seçeneğin ivmesi de, tekel direnişi tarafından verildi. Her ikisi de sermayenin farklı renklerdeki temsilcileri olan AKP ve Ordu’ya karşı, her ikisini de dışlayan ve karşısına alan yeni kutup, emekçiler tarafından kendi çıkarları yönündeki eylemleri içinde yaratılıyor. Tekel eylemi, işçilerin sınıf kardeşliği- nin, halkları birbirine boğazlatarak kendi soygununu sürdürebilen serma- yenin şovenist kalleşliğine karşı, en sağlam demokratik güvence olduğunu gösterdi. Çözüm sahtekarlığının peşi- ne takılıp halka da AKP’nin desteklen- mesini öneren liberallerin cilası dökü- lürken, gerçek çözümün adresi Ankara’nın ortasındaydı. Anadolu’nun bütün halklarından işçiler, başta Kürt ve Türk işçiler olmak üzere, günlerce sermayeye ve hükümetine karşı kenetlenip kardeşleştiler. Şimdi onlar, tamamen emin olabiliriz ki, Anadolu’nun dört bir yanında halkların kardeşliğinin tohumlarını atıyorlar. Şimdi, Tekel işçilerinin açtığı yoldan yürüme, emekçi halkın çıkarlarını dil- lendiren üçüncü kutbu güçlendirme zamanıdır. 8 MART’IN 100. YILI 8 Mart’ı kadınlar artık özörgütlenmelerinin gücü ile kutluyor. 20. SAYFA F. ÇAY FAŞİST KİM? FAŞİZM NE? Kürt yoksullarına bakış açısı İstanbul Moda’da yaşayan ortalama bir CHP’liden ... SEYLANIN “KIZIL ŞOVENLERİ” Ezen ulus milliyetçiliğinin soldaki yansımasının bir örneği: JVP İSRAİL-TC İLİŞKİLERİ 2009 yılının TC-İsrail ilişkileri açısından kritik bir yıl olduğu söylenebilir. KALKINMA VE MADENCİLİK Yoksul ülkelerin doğası zenginlerin çöplüğü olmaya mahkûm ediliyor Tekel işçileri gülümseyerek karşıladı sayılara sığmayan ziyaretçilerini; “Çadırkent’e hoşgeldiniz!” Çadırkent; bir iç ülke, bir masal kasabası, bir ütopya adası… 10. SAYFA GÖKSEL ILGIN ÇADIRKENT’TEN NOTLAR “An”a, “süreç”e ve “gele- cek”e müdahalede yetmezliğin kıvrandırıcı sancısı içerisinde “Devrimci Kolektif Özne” ihtiyacını iliklerimize dek hissettigimiz günlerden geçiyoruz. 3. SAYFA TUNCAY YILMAZ Tekel direnişinin açığa çıkardığı ve önümüzdeki genel seçim- lere kadar giderek yoğunlaşa- cağını tahmin edebileceğimiz yeni politik momentum, neo- liberal bütün uygulamalara ve her türlü demokrasi karşıtı gir- işime karşı devrimci, demokratik ve halkçı ham- lelerin gelişmesi için zengin olanaklar barındırıyor. 4. SAYFA ALP AYDIN GÜNCEL DEVRİMCİ KONUMLANMA DEVRİMCİ KOLEKTİF ÖZNE İÇİN SERMAYEYE KARŞI TEK-EL TEK YUMRUK 16. SAYFA MURAT DÜZGÖR 26. SAYFA ONUR GÜLBUDAK 20. SAYFA ESER SANDIKÇI 32. SAYFA MEBRUKE BAYRAM

TO-Gazete-31/3

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Toplumsal Özgürlük Gazetesi Sayi:31

Citation preview

Page 1: TO-Gazete-31/3

ÖZGÜRLÜKTOPLUMSALwww.toplumsalozgurluk.comİKİ AYLIK SİYASİ GAZETE SAYI: 3/31 MART 2010 FİYATI: 1.5 YTL

AKP ve arkasındaki sermaye güçleri-nin, Türkiye’yi sermayenin güncelçıkarlarına bire bir uyumlu durumadönüştürme çabası, kendi hedefinedoğru yol alıyor. Emekçileri dahayoğun sömürü ve daha fazla baskı bek-liyor.Kapitalizmin nerede biteceği belliolmayan krizi sürdükçe, yarattığısonuçların çapı, derinliği ve şiddeti deartıyor, artacak. İşsizlik, yoksulluk,kamu hizmetlerinin tasfiyesi ya daözelleştirilmesi, kuraldışı ve güvence-siz çalışma düzeni, kalıcılaşıp yayılma-ya yazgılı. Sadece geçen yıl bir milyonayakın yeni işsiz yoksullar ordusunakatıldı.Sermaye ve onların hükümeti, krizinormalleştirmeye ve sonuçlarını“teğet geçti, geçiyor” palavralarıylagizlemeye çalışıyor.Yaratılan aldatıcı sessizlik ortamını

Tekel işçileri bozdu.Ankara’nın ortasını 78 gün işgal edenişçiler, iş güvencesi gibi en doğal insa-ni haklarının peşindeydiler. Ancak,sınıfın toplayıcı yeteneği bir anda tümhalk güçlerini etrafında konumlandır-dı. Ve, aynı zamanda, tamamen meşruolan talepler, hem açıkça yasadışı olaneyleme dokunulmazlık sağlarken, hemde diğer halk güçlerinin kendi meşrutalepleri için eyleme geçmesininönünü açtı.Ordu ve AKP Hükümeti arasındaki bit-meyen iktidar kavgasında, iki taraftanbirine tabi olmaya zorlanan emekçileriçin, üçüncü bir seçeneğin ivmesi de,tekel direnişi tarafından verildi. Herikisi de sermayenin farklı renklerdekitemsilcileri olan AKP ve Ordu’ya karşı,her ikisini de dışlayan ve karşısına alanyeni kutup, emekçiler tarafından kendiçıkarları yönündeki eylemleri içinde

yaratılıyor.Tekel eylemi, işçilerin sınıf kardeşliği-nin, halkları birbirine boğazlatarakkendi soygununu sürdürebilen serma-yenin şovenist kalleşliğine karşı, ensağlam demokratik güvence olduğunugösterdi. Çözüm sahtekarlığının peşi-ne takılıp halka da AKP’nin desteklen-mesini öneren liberallerin cilası dökü-lürken, gerçek çözümün adresiAnkara’nın ortasındaydı. Anadolu’nunbütün halklarından işçiler, başta Kürtve Türk işçiler olmak üzere, günlercesermayeye ve hükümetine karşıkenetlenip kardeşleştiler. Şimdi onlar,tamamen emin olabiliriz ki,Anadolu’nun dört bir yanında halklarınkardeşliğinin tohumlarını atıyorlar.Şimdi, Tekel işçilerinin açtığı yoldanyürüme, emekçi halkın çıkarlarını dil-lendiren üçüncü kutbu güçlendirmezamanıdır.

8 MART’IN 100. YILI

8 Mart’ı kadınlar artıközörgütlenmelerinin gücü

ile kutluyor.20. SAYFA F. ÇAY

FAŞİST KİM? FAŞİZM NE?

Kürt yoksullarına bakış açısıİstanbul Moda’da yaşayanortalama bir CHP’liden ...

SEYLANIN “KIZIL ŞOVENLERİ”

Ezen ulus milliyetçiliğininsoldaki yansımasının bir

örneği: JVP

İSRAİL-TC İLİŞKİLERİ

2009 yılının TC-İsrail ilişkileriaçısından kritik bir yıl olduğu

söylenebilir.

KALKINMA VE MADENCİLİK

Yoksul ülkelerin doğasızenginlerin çöplüğü olmaya

mahkûm ediliyor

Tekel işçileri gülümseyerekkarşıladı sayılara sığmayanziyaretçilerini; “Çadırkent’ehoşgeldiniz!” Çadırkent; bir içülke, bir masal kasabası, birütopya adası…

10. SAYFA GÖKSEL ILGIN

ÇADIRKENT’TEN NOTLAR

“An”a, “süreç”e ve “gele-cek”e müdahalede yetmezliğinkıvrandırıcı sancısı içerisinde“Devrimci Kolektif Özne”ihtiyacını iliklerimize dekhissettigimiz günlerdengeçiyoruz.

3. SAYFA TUNCAY YILMAZ

Tekel direnişinin açığa çıkardığıve önümüzdeki genel seçim-lere kadar giderek yoğunlaşa-cağını tahmin edebileceğimizyeni politik momentum, neo-liberal bütün uygulamalara veher türlü demokrasi karşıtı gir-işime karşı devrimci,demokratik ve halkçı ham-lelerin gelişmesi için zenginolanaklar barındırıyor.

4. SAYFA ALP AYDIN

GÜNCEL DEVRİMCİKONUMLANMA

DEVRİMCİ KOLEKTİFÖZNE İÇİN

SERMAYEYE KARŞITEK-EL TEK YUMRUK

16. SAYFA MURAT DÜZGÖR 26. SAYFA ONUR GÜLBUDAK 20. SAYFA ESER SANDIKÇI 32. SAYFA MEBRUKE BAYRAM

Page 2: TO-Gazete-31/3

POLİTİKA2 MART 2010ÖZGÜRLÜKTOPLUMSAL

36 sayfalık hacimli bir sayıyla -ve başta hedeflediği-mizden geç bir tarihte- okurlarımızla buluşuyoruz.Gazetemizi 36 sayfa çıkarmamız, güncel ve önemlikonuları atlamama ve yeterince işleme kaygısınınsonucu oldu. Bu, gecikmemizin de bir nedeniydi.Ancak gazetemizi düzenli ve zamanında çıkarmanında bir o kadar önemli olduğunun bilincindeyiz. YayınKurulu ve yazarlar olarak kendimizi disipline edipgerekli önlemleri alacak ve bundan sonraki sayıları-mızı aylık, düzenli bir periyotla okurlarımıza ulaştı-racağız.8 Mart Dünya Kadınlar Günü Türkiye’nin pek çokilinde, kadınların özgürleşme mücadelesinin yükse-lişini ifade eden etkinlikler, yürüyüşler ve mitingler-le kutlandı. Kadın okurlarımızın 8 Mart’ını kutluyo-ruz.Sayfalarımız elverdiğince 8 Mart etkinliklerini yan-sıttık. 8 Mart sürecini değerlendiren yazımızda,kadın hareketinin çeşitli (feminist olan ve olmayan)bileşenlerinin, kadın işçilerin mücadelesiyle dayanış-ma eylemlerinde buluştuğu ve emek duyarlılığınınöne çıktığı tespiti yapılıyor.Tekel işçilerinin iş ve ekmek için Ankara’da buluş-masıyla ve 78 gün süren “Çadırkent” deneyimiyleülkenin gündemine oturan Tekel Direnişi, neo-libe-ral saldırılara karşı savunma mevzisi oldu. Bu dire-niş, bir yandan eylem sürecinin sınıf bilinci edinme-de ne kadar etkili olduğunu gösterirken, diğer yan-dan işçi sınıfının varlığını bile reddetme aymazlığınadüşenlere “Biz hep buradaydık” gerçeğini dayattı.Tekel direnişçileri bir adım geri çekilip güç topladık-tan sonra 1 Nisan’da yeni bir hamleyi başlatacak.Bu sayımızda Tekel Direnişinin gelişim sürecini,Türkiye işçi sınıfı tarihi ve toplumsal yaşam içindekiyerini değerlendiren 4 yazıya yer veriyoruz. Ayrıcayine yerimiz elverdiğince pek çok ilde yapılan Tekelişçileriyle dayanışma eylemlerini aktarıyoruz.Geçtiğimiz aylar, egemen sınıf içindeki iktidar çatış-masının yeni bir ivme kazandığı ve dengelerin yenibir güç düzeyinde yeniden kurulduğunun işaretleri-ni verdiği bir dönem oldu. Balyoz Darbe Planının

açığa çıkması (daha doğrusu çıkarılması) ile birlikteküresel ve yerel sermaye Türkiye’de geleneksel ola-rak siyasi iktidarı elinde tutan ve ayrıcalıklı birkonumda bulunan Ordu’nun, kapitalizmin güncelihtiyaçlarına uygun bir pozisyona itilmesi için yenibir adım attı. Türkiye’nin tarihsel/toplumsal orijina-litesine uygun bir “Renkli Devrim” yol alıyor.AKP ve Tayyip Erdoğan, bu süreçte sermayenin koç-başı olarak görev alıyor. Özal döneminden bu yanahızla yükselen Anadolu sermayesinin gözü karalığınıyansıtan Erdoğan, bir yandan toplumun çeşitlikesimlerini kucaklayıcı, hoşgörülü ve insancıl birimaj çizerken, diğer yandan hakkını talep eden işçive emekçilere karşı sınıfsal nefretini kusuyor. Tüminsanlığı kapsayıcı nutuklar atarken, Ermeni mesele-si sözkonusu olduğunda ırkçı kültürel kodları hare-kete geçiyor ve 100 bin Ermenistan yurttaşını gerigöndereceğini utanmadan sıkılmadan ilan ediyor.Türkiye kapitalizmi tarafından ucuz emek-gücü ola-rak sömürülen (çoğu kadın) Ermeni emekçi kardeş-lerimiz, acımasızca, yine Türkiye kapitalizminin dışpolitikasının şantaj aracı olarak kullanılıyor. AKP veErdoğan’ın insancıllığı ve demokratlığı burayakadardır!Kendi aralarında iktidar çatışması yaşayan amaemekçilerin mücadelesi karşısında “domuz topu”haline geliveren egemen sınıfı topluca alaşağıetmekten başka bir çare yok, biz emekçiler için!Ancak bu, sınıfla ve halkla bütünleşmiş sınıf öncüle-rinin devrimci örgütünü gerektirir. Bu noktada, sol-daki ulusalcı ve liberal çarpılmalardan uzak duran,Kürt halkının mücadelesiyle dayanışmayı ve birliğihayata geçiren, işçi sınıfının devrimci hareketinikapitalizme karşı mücadelenin merkezine koyan veyenilenmeci bir çizgi izleyen sosyalistlerin birliğininsağlanması ertelenemez ve kaçınılamaz devrimcigörevdir. Sayfalarımızdan bu çağrıyı yapıyoruz vebunun takipçisi olacağız!Başta Kürt Halkı olmak üzere Ortadoğu halklarınınözgürleşme bayramı Newroz'u kutluyoruz.Bir sonraki sayımızda buluşmak üzere…Yerel Süreli Yayın Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü: Ulaş Taştekin

Adres: Kamer Hatun Mahallesi Kalyoncu KulluğuCaddesi No: 31/3 Beyoğlu-İSTANBUL

TOPLUMSAL ÖZGÜRLÜK GAZETESİ

Baskı: EZGİ Matbaacılık Sanayi Caddesi Altay Sok. No:10 Çobançeşme

YENİBOSNA-İSTANBUL (0212) 452 23 02

EDİTÖRDENDevrimci Kollektif Özne İçinTuncay Yılmaz........................................................ 3Güncel Devrimci KonumlanmaAlp Aydın........................................................ 4Renkli Devrim Yol AlıyorAlp Aydın........................................................ 6TC-İsrail İlişkileri Kopuyor mu?Eser Sandıkçı........................................................ 9Çadırkent’ten NotlarGöksel Ilgın........................................................ 10Tekel İşçileri: Güle Güle ve MerhabaOsman Ergin........................................................ 12Tekel Direnişinin KazanımlarıTarık Oruç........................................................ 13Sınıftan Kaçış YokVolkan Yaraşır........................................................ 14Yeni “Sol” Hareket ÜzerineCenk Ağcabay........................................................ 15Faşist Kim? Faşizm Ne?Murat Düzgör........................................................ 16Krizde Yeni EvreÖzgür Öztürk........................................................ 198 Mart’ın 100. Yılı Kadınlara Kutlu OlsunF. Çay........................................................ 20Kadınlar 8 Mart’ta Alanlardaydı........................................................ 21Toplumsal Kodlar ve ŞiddetSelver Dikkol........................................................ 22Göçmen Kadınlar, Kadınlaşan GöçReha Keskin........................................................ 23Haiti: Yoksul, Asi, Acılı ÜlkeSerap Şen........................................................ 24Özyönetim, Özsavunma ile GüçleniyorSerap Şen........................................................ 25Seylan’ın Kızıl ŞovenleriOnur Gülbudak........................................................ 26Lübnan Suriye İzlenimleriHalit Elçi........................................................ 28Vardık, Varız, VarolacağızUlaş Taştekin........................................................ 30Eğitim Kurumu Değil Kapitalist İşletmeHakan Şahin........................................................ 31Kalkınma Masalları ve MadencilikMebruke Bayram........................................................ 32Özgürlükçü GençliğinYolculuğuna Sen de KatılUlaş Taştekin........................................................ 34Tekel Direnişine Destek Eylemleri........................................................ 35-36

BBUU SSAA YYII DDAA

İŞÇİ SINIFI ÖĞRENİYOR,ÖĞRETİYOR

ÖZ GÜR LÜKTOP LUM SAL

Page 3: TO-Gazete-31/3

MART 2010 3PO Lİ Tİ KAÖZ GÜR LÜKTOP LUM SAL

An”a, “süreç”e ve “gelecek”e müdaha-lede yetmezliğin kıvrandırıcı sancısıiçerisinde “Devrimci Kolektif Özne”ihtiyacını iliklerimize dek hissettigi-miz günlerden geçiyoruz.Durumu bir “irade yetmezliği” ya da“nesnelliğin uygunsuzluğu”yla açık-lama kolaycılığına yeltenmeyen bin-lerce devrimci kendisini, günü vegeleceği kazanmanın yolunu açabile-cek devrimci özneye hem çok yakın,hem çok uzak hissediyor.Tartışmayı uçsuz bucaksız “Ne yap-malı” sathından çıkarıp“Enternasyonalist, Yenilenmeci,Devrimci Marksistler Ne yapmalı?”dar alanında sürdürerek sonuç alıcıbir zorla(n)mayı tercih ediyoruz.Kimlerle Birlikte?Tartıştığımız “Genel olarak sol nasılbirleşir?” değildir. Tartıştığımız,“Kapitalizm karşısında yıkıcı tutu-muyla devrimci, işçi sınıfının tarihselrolünde ısrarla Marksist, sınıf içinde-ki dönüşümleri kavrama ve sınıf dışıdinamiklerin kapitalizme, patriarka-ya, doğanın tahribatına ve her türdenezilme biçimine karşı mücadeledeoynayacağı rolü bilince çıkarmahususunda yenilenmeci ve KürtÖzgürlük Hareketi’yle stratejik itti-fakta ısrarla enternasyonalist” özne-lerin nasıl ve neden bir kolektif özneyaratmak zorunda olduklarıdır.Her birinde çeşitli eksikler ve zaaflarolmakla birlikte, bizim yukarıdatanımladığımız özellikleri taşıdığınave ikircimsiz biçimde kolektif özneyiyaratmak için ilk adımı atmalarıgerektiğine inandığımız özneler,Ekmek ve Özgürlük hareketi (eskiSosyalist Emek Hareketi), SosyalistParti, Sosyalist Demokrasi Partisi veToplumsal Özgürlük Platformu’dur.Bu öznelerin birikim, beceri ve güçle-rini birleştirerek sosyalist hareketinteorik ve pratik sorunlarına ilişkinbir iradeyi ortaya çıkarmaya dönük

adım atmaları, başta TKP/B gelene-ğinden olmak üzere çeşitli tarihselkökenlerden birçok bireysel/örgütlüduruşu böyle bir kolektif odağı güç-lendirmeye ikna edecektir.Bu yan yana geliş aynı zamanda,aslında bir evre önce bu kulvardaolup öznel ve nesnel kimi sebeplerlemuhtemel kolektif özneyle ortakduruşu makaslanmış EHP veSODAP’la yeniden devrimci bir buluş-manın da yollarını bir kez daha açabi-lecektir.Oluşacak Devrimci Kolektif Özne,aslında mevcut duruşuyla bu odağınönemli bir bileşeni olabilecek olanESP’nin, tarihsel kökleriyle kapsamlıbir hesaplaşmaya girişememiş olma-sının sonucu olarak ortaya çıkan,pratikteki tutumunda işaret ettiği“yeni devrimci konumlanışla” teorikalt yapısı arasındaki açının daha hız-lıca kapanmasını cesaretlendirecekve -umarız ki- devrimci odağın tarih-sel/güncel gelişim olanaklarını sıçra-tacak yan yana gelişlerin önünü aça-caktır.Nasıl Bir Birliktelik?Bahsettiğimiz Devrimci KolektifÖzne, varoluş temelleri büyük oranda1980 öncesi alınmış pozisyonlaradayanan kimi siyasal öznelerin mev-cut birikimlerini yanyana getirerekoluşturacakları nicelikçe daha güç-lenmiş bir yapıyla yetinemez. Yeniözne bir yandan bu azımsanmayacakbirikimi yan yana getirirken diğeryandan 21. Yüzyılın sosyalizm anlayı-şının inşasında atacağı adımlarlamevcut örgütlü birikimin çok çoküstünde bir örgütlenme göreviylekarşı karşıya kalacaktır.Aslında Sosyalist Blok’un çöküşündenönce başlayan ancak sonrasında dahaaçıktan yapılabilen “yenilenme” tar-tışmaları 1990’larda tavan yapanpostmarksizmin “sınıftan kaçış” vekapitalizm karşıtı mücadeleyi “mer-

kezsizleştirme” hamlelerini atlatmayıbilmiş ve 21. Yüzyıl sosyalizmininparadigmasını kurma noktasındaazımsanmayacak bir birikim açığaçıkarmıştır.Yeni dönemin Devrimci KolektifÖznesi, geniş perspektiften baktığı-mızda Komünist hareketin 150 yıllıkdünya, 100 yılı aşkın Türkiye dene-yimlerini de arkasına alarak kendisi-ni kurmak durumundadır. Perspektifibiraz daha odakladığımızda, DevrimciKolektif Özne’miz, Türkiye DevrimciHareketi’nin 60’lara kadar sürenbirinci dönemindeki “işçi sınıfına tamgüven”, 60-80 arası ikinci döneminedamgasını vuran “devletten ve sis-temden tam kopuş”, bir nekahetdönemi sayılabilecek 80-90 arasındaçıkış yapan Kürt ÖzgürlükHareketi’nin keskinleştirdiği “Kema-lizm’den kopuş” ve son olarak da90’larda başlayan ve halen tam olarakkendi izini bırakamamış olan üçüncüdönemin “yenilenme ve yeni para-digma arayışı”nı arkasına alarakkurulacaktır.Örgütsel FormBelli ki tüm bu tarihsel birikişi kendikodlarıyla yapan ancak“ortak/benzer kodlara” ulaşan siya-sal özneler şimdi yeni bir “ortakörgütsel form” yaratma göreviylekarşı karşıyadırlar. Her bir özneninkendisini olduğu gibi sürdür(e)me-yeceği ortada olmakla birlikte, birbaşka/yeni özneye dönüşebilmekiçin ihtiyaç duyulan uygun geçişkoşullarının da bizzat girişimcilerceoluşturulması gerekmektedir. Ayrıcaunutmamalı ki, yeni DevrimciKolektif Özne bir kez oluşturulacakve kendisini tamamlayacak bir yapıolmayacaktır. Gerek sınıf mücadelesi-nin çeşitli örgütsel formlarınıngerekse de bunları temsilen oluşmuşsiyasi yapılanmaların katılımlarına,dönüşümlerine ve kolektif önderliğinbir unsuru olmalarına açık bir form,tariflediğimiz ihtiyacın gereğidir.

İhtiyaç olan çoğulcu örgütsel formoluşturulurken aklına ve ruhuna katı-lacak “organik bütünleşme istemi”her iki duruşun da meşruluğunukoruyarak birbirine etkisini müm-kün kılacaktır. Çoğulcu yapı, örgütünortak zemin üzerinde “kolektif özne”olarak örgütlenmesinin ve güçlü birpolitik eylem hattını kararlılıkla haya-ta geçirmesinin önünde engel olma-dığı gibi, “organik bütünleşme iste-mi”nin meşruiyetine de gölge düşür-mez. Organik bütünleşmeyi bir önkoşul olarak sunmak ise objektif ola-rak Kolektif Özne tartışmalarınahavlu atmak anlamına gelecektir.Bu ağır işe girişirken önümüzdetemizlenmesi gereken bir yığın “bir-lik enkazı”nın olduğunun hepimizbilincindeyiz. Elbette yaşanılan dene-yimlerin bıraktığı olumlu/olumsuzizler yeni örgütsel forma etkisiniyapacaktır. Birlik fikriyatının gerekdevrimci kadrolar/yapılar içerisindegerekse de halk nezdinde bunca yıp-randığı bir dönemde bir kez daha“birlik” diyebilmek ve talip olduğu-muz görevlere girişebilmenin önenerjisini toparlayabilmek DevrimciKolektif Özne’nin yazgısıdır.Somut OlarakSomut olarak, yukarıda isimlerinizikrettiğimiz özneler zaman kaybet-meksizin yan yana gelerek “DevrimciKolektif Özne”yi inşa edecek sürecinplanlamasını yapmaya, adımlarınıatmaya başlamalıdır. Bu görev açıkuclu, zamana bırakılabilecek, “olursaolur, olmazsa zorlamayalım” refor-mizmine teslim edilebilecek birgörev değildir. Devrimci, Marksist,yenilenmeci bir kolektif özneyi ihti-yaç olarak işaret edenler, bunu inşa-ya da başlamalıdır. Başlamaktan imti-na etmek; yapılması gerekendenimtina etmek, dönemin devrimci gör-evinden kaçınmak anlamına gelecek-tir...

Günün Acil Devrimci Görevinden Kaçınılamaz

Tartıştığımız “Genel olarak solnasıl birleşir?” değildir.

Tartıştığımız, “Kapitalizm karşısında yıkıcı tutumuyla

devrimci, işçi sınıfının tarihselrolünde ısrarla Marksist, sınıf

içindeki dönüşümleri kavrama vesınıf dışı dinamiklerin kapitalizme,

patriarkaya ve her türden ezilmebiçimine karşı mücadelede

oynayacağı rolü bilinci çıkarmahususunda yenilenmeci ve KürtÖzgürlük Hareketi’yle stratejik

ittifakta ısrarla enternasyonalist”öznelerin nasıl ve neden bir

kolektif özne yaratmak zorunda olduklarıdır.

DEVRİMCİ KOLEKTİF ÖZNE İÇİN

TUNCAY YILMAZ

Page 4: TO-Gazete-31/3

evrimci Hareketin güncelkonumlanışı, işçi sınıfının,kendi iktidarını hedefleyenstratejik bağlamdaki bağımsız dev-rimci hedefinin, güncel olayların için-de yaratıcı bir hamleyle konumlandı-rılması; basit bir devrim şemasıdayatması ya da ilkeler deklarasyonukolaycılığına sapmadan, güncel olay-ların içinde konumlanarak ve güneait özel/orijinal bağımsız devrimciduruşu yaratarak ve günün dilinikonuşarak oluşur. Bağımsız devrimci güncel duruş, biryanıyla bağımsız devrimci stratejikzeminin üstüne sımsıkı yerleşir vesürekli olarak her fırsattan yararla-narak onun propagandasını yapar veama, her somut güncelliği yaratıcıbiçimde kavrayıp, onun dilini kulla-narak, uygun taktik hamlelerle o gün-celliğin içindeki devrimci olasılıklarıhakim hale getirmeye ve böylece ogüncelliği hedefine ulaşmanın biradımı haline getirmeye çalışır.Güncelliğin kendisi de gerçek olma-nın zenginliğini, sağlamlığını vesomutluğunu taşıyarak, kendine aitözgün devrimci durumla-rı/olasılıkları stratejik zemine daya-tır, onu test eder, sağlamlaştırır, yeninüanslara kavuşturarak zenginleşti-rir ve hatta, kimi zaman farklı kapasi-telerde farklılaştırır ya da dönüştürür. * * *En genel olarak iki temel zaaf, dev-rimci hareketin kopuşması ve karşı-sına alması gereken konumlardır.Taraf gazetesinin merkezinde olduğu,bazı tanınmış özgürlükçü/demokrataydınları, yeni kurulan EDP’yi veyurtsever Kürt hareketi içindeki kimi

nüansları kapsayan liberal eğilim,kapitalizmin Özal ve Derviş sonra-sında Türkiye’de yaşadığı gelişmedenbüyülenmenin ve neo-liberal ideolo-jik hegemonyanın bilinçleri esiralmasının ürünüdür. Liberal “fareliköyün kavalcıları” ve onların süslücümlelerle yarattıkları illüzyonlarınetkisi altına giren bazı politik güçler,sistem karşıtı devrimci duruşu alayaalıp küçümseyerek veya görmezdengelerek, sistemi ve kendi sistem içiduruşlarını teorize edip meşrulaştır-maya ve giderek kaçınılmazca dev-rimci alanı ve değerleri tasfiye ederekkendilerine yer açmaya çalışıyorlar. Liberal solcuların oldukça kaba birşemaları var: AKP iktidar olabilmekiçin Ordu ile kapışıyor ve ABD’nindesteğini de arkasına alarakOrdu’nun oligarşik iktidarını yıkabi-lir. Ve işte Ergenekon operasyonundadarbeci paşalar da yakalandı. Hedefdemokrasidir ve şayet AKP’yi destek-lersek, o hedefe ulaşabiliriz.Sonrasını da, sonra düşünürüz.Açıktır ki bu şemanın bazı ”ufak”sorunları var. AKP’nin Ordu ile ikti-dar kapışması yaptığı doğru da, hede-finde demokrasi olduğu ne malum,sakın kendi kontrolünde bir ordu ilepolisin ortaklaşa silahlı gücüne daya-narak, şimdikinden farklı ama yineoligarşik/totoliter bir yönetimin altyapısını hazırlıyor olmasın?Ordu’nun kaybettiği mevziler halkamı veriliyor, yoksa AKP ve arkasında-ki güç alanı tarafından cebe mi atılı-yor? Hem bu liberal şemada nedenhiç sermayeden bahsedilmiyor, yaniülkede olup biten her şeyi bazıkaranlık paşalar mı yapıyor? YaABD…? Şimdiye dek nereye ve nasıldemokrasi götürmüş? Yoksa her

zaman her yerde sadece kendi sömü-rü ve yağmasının mı peşinde koş-muş?Bu liberal şemanın ve o şemanın engüçlü sözcüsü olan (arkasında ABDve Fethullah Hoca’nın durduğu belliolan) Taraf ’ın her gün demokrasigüçlerinin bilinçlerinde oluşturduğukarartmanın bilinçli hedefi, sistemingerici-oligarşik restorasyonunu giz-leme, sermaye birikiminin günceltaleplerinin bir sonucu olarak devre-ye sokulmak istenen daha totaliterbir yeni yönetim arayışının üstünüdemokrasi şalıyla kaplayarak, AKP’yekarşı demokrat muhalefeti engelle-mek ve hatta destekler konuma sok-maktır. Yapılması gereken ise, des-teklemek bir yana, AKP’nin iç yüzünüve demokrasi karşıtlığını vurgula-mak ve demokrasinin ancak ve sade-ce halk güçlerinin zorlamasıyla geli-şebileceğini savunarak o önde dav-ranmaktır.İkinci zaaflı konumlanış, merkezindeTKP’nin durduğu, Kemalist ideoloji-nin tarihsel hegemonyasının etkisin-deki bazı yurtsever aydınları, kimisendikacıları ve gericiliğe karşı tep-kili Alevi güçlerini kapsayan ulusalcıeğilimdir. Emperyalist saldırganlığıngeç kapitalistleşmiş bazı ulus devlet-leri parçalama ve doğrudan sömürge-leştirerek, kendi atadığı kişiler tara-fından idare edilen özgün politikalanlar haline dönüştürme girişimle-rinin yarattığı paniğin ve Kemalistideolojinin bilinçleri esir almasınınürünüdür. Cumhuriyete ve kurucusuOrdu’ya gerçeklikle ilgisi olmayanmisyonlar yüklüyor, sözgelimi laik yada yurtsever/bağımsızlıkçı yaparak,ülkedeki ilerici/aydınlanmacı top-lumsal güçleri devrimci hareketin

etki alanından çıkarmaya, devrimcialanı daraltmaya çalışıyorlar.Ulusalcıların da kaba bir şemaları var.ABD, TC’yi bölmeye çalışıyor,Cumhuriyet’in aydınlanma kazanım-ları gasp ediliyor, İslami rejim geli-yor. İşte, böylesi bir saldırı altındaCumhuriyet’i ya da Ordu’yu veyaYargı’yı… vd. desteklemek zorunlu-dur. Saldırıyı keselim, sonrasınasonra bakarız.Bu şemanın da bazı “ufak” sorunlarıvar. Eğitimini ve motivasyonunuABD ve NATO’da almış Ordu mubağımsızlıkçı? Eğer öyleyse şimdikibağımlılık niye ve nasıl oluştu?Gerçek iktidar gücü on yıllardır Orduolduğuna göre, buraya nasıl geldik?Hem bu şemada da yine unutulan birgüç var, sermaye nerede? Bu serma-yeyi oluşturan fidelikler Cumhuriyetiçinde kurulmadı mı, gene bu serma-yenin daha baştan emperyalist met-ropollerdeki sermayenin doğrudanuzantısı bir ajan şebekesi gibi geliş-mesine kim koruyuculuk yaptı? Bunusorgulayan devrimci gençleri kim astıya da dağ başlarında katletti? Ya da,Ermeniler ve Rumlara ne oldu,Kürtlerin varlığını kim reddetti,Alevilerin her düzeyde aşağılanıp dış-lanmasını hangi Cumhuriyet organi-ze etti? Aydınlanma bu mudur? Bu ulusalcı şemanın asıl yaptığı, ülke-de yıllardır yaşanan soygun ve baskısisteminin ve onun oligarşik ege-menlik sisteminin merkezindekigücün üstünü örtmek, emperyalizmitörenle ulusal sınırlar içine alıp soy-gun ve baskısı için gereken koşullarıhazırlayan güçleri aklamak, bu top-raklarda bireyselleşmenin önünükapayan ve gericiliğe gelişmesi için

D

Güncelliğin İçindeki Devrimci Olasılıkları Gerçek Hale Getirelim

İşçi hareketindeki canlanmabelirtileri, biz komünistler

açısından, oradan yayılan temizhavayla ciğerlerimizi doldurarakkendimizi yeniden kuracağımız,

en önemli güncel gelişmedir.Sınıfın tarihsel çıkarlarının

savaşçısı komünistlerin, ortayaçıktığı her yerde direnen

sınıf yoldaşlarıyla omuz omuzaolması, hareket etmek için

fırsat arayan sınıf dinamiklerine öncülük yaparakyol açması ve sınıf hareketinin

her biçimine siyasi kimlikkazandırması gerekiyor.

ALP AYDIN

G Ü N C E L D E V R İ M C İ K O N U M L A N M A

PO Lİ Tİ KA� MART 2010 ÖZ GÜR LÜKTOP LUM SAL

Page 5: TO-Gazete-31/3

uygun ortam yaratan baskıcı totalite-rizmi gizlemektir. Yapılması gereken,varolan ve kendisine Cumhuriyetdenen siyasal rejimin gerici iç yüzü-nü ortaya dökmek, emperyalizmdenbağımsızlığın, bölgedeki ve dünyada-ki halklarla dostça yaşamanın, halkla-rın ve farklı inançların özgürlüğününve özgür bireyselleşmenin ancak hal-kın inisiyatif aldığı ve süreç içindesermayenin aradan çıkarıldığı biryeni düzende yaşanabileceğini vur-gulamaktır. * * *Daha gizli olarak şekillenen ve liberalve ulusalcı eğilimlere karşı mesafelibazı devrimci güçlerde oluşan eğilim-ler de önemli zaaflar içeriyor.İlki, önde çatışan aktörlerin gücününabartılması ve çatışmanın ülkedekipolitikleşme düzeyini yükselteceğiöznel beklentisinin ya da uzun sürendurgunluk döneminin bitmesi öznelisteğinin sonucunda, AKP veOrdu’nun çatışmasının kaçınılmazcaiç savaşa doğru sürükleneceği sapta-masıdır. Burada görülmeyen, sahne arkasındaduran ABD ve sermaye güçlerinin,sermaye birikim süreçlerini aksata-cak kaotik durumlardan, şayet kendiçıkarları da böyle bir durumun oluş-masını gerektirmiyorsa, kaçınacakla-rı ve sermaye birikiminin rasyonelle-rini hassasça gözetecekleri gerçeği-dir. Halk güçleri devreye girip üçün-cü bir kutup oluşturabilecek düzeyiyakalayabilirlerse, gelişmeler serma-yenin rasyonellerini aşabilir; aksitakdirde, sadece şimdiki çatışmanınbir iç savaş doğurma olasılığı oldukçadüşüktür.İkincisi, ilkinin tam tersine, çatışanaktörlerin tarihsel derinliğinin vesahiciliğinin görülememesi sonucun-da, öznel bir normallik beklentisi yada gerilimden kaçma öznel isteğininbaskısı altında kalarak, konjonktür-deki dalgalanmalara bağlı olarak veyüzeysel bir acelecilikle, sık sık çatış-manın bittiği saptamasında bulun-maktır. Hem bu topraklardaki binlerce yıllıktefeci-bezirgan sermaye gerçekliği-nin günümüzdeki kapitalizm koşulla-rına uyum sağlayan ve hakim serma-ye ilişkisine eklemlenirken ona kendikimi özelliklerini katmak iste-yen/katan güçlerin ideolojik-politikuzantısı AKP’nin; hem de, gene bin-lerce yıllık Bizans ve Osmanlı devletgeleneğinin günümüz kapitalizmkoşullarına uyum sağlayıp kendinisürdürmeye çalışan “devlet sınıfla-rı”nın ve onların günümüzdeki mer-kezi gücü ve TC’nin kurucu inisiyati-fini göstermiş Ordu’nun, tarihselderinliği ve toplumsallaşma düzeyigüçlüdür. İki toplumsal zümreninarasındaki çatışma da, yine epeyderin bir tarihselliğe ve toplumsalmeşruiyete/taraftara sahiptir.Sözgelimi, belki de bu çatışmanın enkritik darbesini Balyoz operasyonuile alan ve sersemlemiş bir görüntüveren Ordu, açıkça görüldüğü gibi,

hızla sermayenin somut-tarihselhareketinin güncel istemlerine dahauyumlu yeni bir yapıya bürünerek veeski alışkanlıklarda ısrar edenleri tas-fiye ederek, oligarşik iktidar alanıiçindeki yerini korumaya çalışıyor. Evet, gerçek hayatta var olan her şeygibi bu güçler ve arasındaki çatışmada bir yerde çözülecek ya da bitecek-tir. Bunun kapitalizmin gelişimi için-de yaşanması da olasılık içindedir.Halk güçlerinin bütün gericilikleritarihin çöplüğüne atacak bir tarihseldemokratik devrim hamlesi ise, hembu güçleri tasfiye edecek hem deAnadolu’yu geriye çeken ve ilerici birtoplumsal gelişmenin önünü kesenve emekçilerin hiç bir faydasını gör-mediği kendi aralarındaki çıkar çatış-masını devrimci tarzda çözecektir.* * * Uygun siyasal konumlanma sağlan-dıktan sonra, devrimci pratik okonumlanmayı canlandırıp sahicikılacak, somut kazanımlar sağlaya-rak güçler dengesinde devrimci seçe-neğin ağırlığını arttırıp, daha ilerihamlelerin önünü açacaktır.Tekel direnişinin açığa çıkardığı veönümüzdeki genel seçimlere kadargiderek yoğunlaşacağını tahmin ede-bileceğimiz yeni politik momentum,neo-liberal bütün uygulamalara veher türlü demokrasi karşıtı girişimekarşı devrimci, demokratik ve halkçıhamlelerin gelişmesi için zengin ola-naklar barındırıyor.Ergenekon operasyonunun ortayaçıkardığı siyasal gerçeklerin ısrarlapropagandası yapılarak, suçluların vesuçlarının sürekli teşhiri sağlanmalı-dır. Bu noktada ısrar, egemenlerinkendi arasındaki çatışma ve rejimindönüşüm sancılarının ortaya saçtığıuyuşturucu kaçakçılığından toplucinayete dek uzayan suçların, sistem-le ve onun rejimiyle doğrudan ve kop-maz bağını göstererek, devlet verejim hakkındaki halk içinde var olan“büyü”yü çözecektir. O “büyük”kurum ve kişilerin, hedeflerine ulaş-mak için her suçu işleyen bir çıkar vesuç şebekesi olduğunu göstermekiçin, bizzat kendileri tarafından orta-ya saçılan her belge titizlikle analizedilerek halka ulaştırılmalı, suçlularınteşhiri yapılmalıdır.Kürt sorununda savaşı daha da kanlıhale sıçratacak ve her türden emper-yalist kışkırtmanın etki alanını arttı-racak, sahte umutlar yaratan sahteaçılım ve sahte çözüm girişimlerininteşhiri gerekiyor. Bu tutum, işçi sını-fıyla Kürt halkının stratejik ağırlıktakiittifakını kurumsallaştırıp, güncelpratikte ortaklaşarak taçlandırılabi-lir. Tam da bu noktada, Demokrasiiçin Birlik Hareketi, bir olanak olarakgenişletilmeyi ve pratikleşmeyi bekli-yor.Yeni özelleştirmeler, ulaşım / sağlık /barınma / eğitim gibi kamusal hakla-rın her türlü tasfiyesi, iş yaşamındagiderek normalleşmeye başlayankuralsız ve güvencesiz çalışma, krizinher yıl bir milyona yakın yenisini

ürettiği işsizlik, gittikçe yayılıp derin-leşen yoksulluk, devrimci hareketinenerjisinin büyük oranda yoğunlaş-ması gereken toplumsal süreçler ola-rak sivriliyor. Bu alanlarda, protestove teşhir eden ajitasyon-propagandakampanyaları süreklileştirilirken,uygun yerlerde hak almada ısraretme tutumuna sıçratılması ve sis-temle gerginliğin meşruluk gözetenuygun biçimlerde yükseltilmesi gere-kiyor.İşçi hareketindeki canlanma belirtile-ri, biz komünistler açısından, oradanyayılan temiz havayla ciğerlerimizidoldurarak kendimizi yeniden kura-cağımız, en önemli güncel gelişme-dir. Sınıfın tarihsel çıkarlarınınsavaşçısı komünistlerin, ortaya çıktı-ğı her yerde direnen sınıf yoldaşlarıy-la omuz omuza olması, hareketetmek için fırsat arayan sınıf dina-miklerine öncülük yaparak yol açma-sı ve sınıf hareketinin her biçiminesiyasi kimlik kazandırması gereki-yor.İçinde bulunduğumuz güncellikte,ortaya çıkan her direnişi hızla top-lumsallaştırmak, grev ve direnişalanlarıyla yaşam alanlarını ortak birzemine oturtmak, varoşları direnişindestek üslerine dönüştürmek, işçi veişsiz hareketini yaşam alanlarındabirleştirmek, artan yoksulluğa karşıdayanışma ağlarını kurup genişlet-mek, bir işte çalışmakla işsiz kalmaarasındaki sınırın neredeyse kalkma-sından dolayı özel önem kazanıyor.* * *Bütün direnişlerin kendisini siyasalolarak en iyi ifade edeceği ve güçlen-

direceği zemin ise, tıkanan rejiminalternatifi olacak bir DemokratikCumhuriyet hedefi olabilir.Bütün iktidarın seçilmiş halk temsil-cilerinden oluşan yerel meclisleredevredildiği, valilik ve kaymakamlıkgibi çürümüş kurumların tasfiye edil-diği, polisin ve mahkemelerin yerelmeclislere bağlandığı, halkın seçtiğitemsilcilerini geri çağırma hakkınasahip olduğu, etnik kimliklere veinançlara kör olan ve bütün etnisite-lere ve inançlara kendisini özgürcegeliştirme hak ve imkanlarının sağ-landığı bir Demokratik Cumhuriyet,her türden halk hareketinin ortakhedefi olma kapasitesine sahiptir.Böyle bir Demokratik Cumhuriyet,sömürü sisteminin oligarşik egeme-ni finans-kapitali tasfiye edecek,vergi sistemini dolaylı değil dolaysızvergiler üstüne oturtacak, çalışanla-rın örgütlenme ve propaganda hakla-rının kurumsallaşmış kamusalgüvencesi olacak, asgari ücreti insan-ca bir yaşamı garanti edecek miktarayerleştirecek, emperyalist metropol-lerin yürüttüğü “borç ödeme” kılıflısoyguna son verecektir. Demokratik Cumhuriyet, cinsler ara-sında ayrımcılık gözeten bütün yasa-ları ve fiili uygulamaları derhal iptaledecek, sermayenin doymak bilmeziştahıyla doğayı yağma etmesininsonucunda ortaya çıkan ekolojikkrize karşı acil önlem olarak, kırdayaşamı, toplu ulaşımı, yenilenebilirkaynaklara dayalı enerjiyi ve ihtiyaç-ları esas alan bir tüketimi teşvik edenönlemler alacaktır.19 Mart 2010

Liberal şemanın ve o şemanın en güçlü sözcüsüolan (arkasında ABD ve Fethullah Hoca’nın

durduğu belli olan) Taraf’ın her gün demokrasigüçlerinin bilinçlerinde oluşturduğu karartmanın bilinçli hedefi, sistemin

gerici-oligarşik restorasyonunu gizleme, sermaye birikiminin güncel taleplerinin bir

sonucu olarak devreye sokulmak istenen dahatotaliter bir yeni yönetim arayışının üstünüdemokrasi şalıyla kaplayarak, AKP’ye karşıdemokrat muhalefeti engellemek ve hatta

destekler konuma sokmaktır.

MART 2010 �PO Lİ Tİ KAÖZ GÜR LÜKTOP LUM SAL

Page 6: TO-Gazete-31/3

PO Lİ Tİ KA� MART 2010 ÖZ GÜR LÜKTOP LUM SAL

AKP-Ordu çatışması, Balyozkod isimli bir darbe hazırlı-ğına karşı yürütülen polisoperasyonuyla yeni bir düzleme sıç-radı. Yeni düzlem, Ordu`nun güçlerdengesinde pozisyon kaybettiği biryeni durumu işaret ediyor. Ve hatta,diyebiliriz ki, egemen oligarşik blo-ğun alışageldiğimiz yapısı, o bloğunmerkezinde konumlanan Ordu’nuneski konumunda eski biçimde tutun-ma iradesi ve direnme gücünün azal-dığı, bırakınız saldırmayı savunmadabile tutunmakta zorlandığı, moral veenerjisini kaybettiği bir eğik düzlem-de neredeyse çözülüyor.Benzer bir durum 27 Nisan muhtıra-sı sonrasında da yaşanmıştı. Muhtırasonrasında Erdoğan’ın geri adımatmaması ve karşılığında Ordu’nundarbe yapma gücünü bulamaması yada öyle bir hamle yapma niyetinindahi olup olmadığının pek anlaşıla-maması, ülkenin iktidar ilişkileri için-de pek alışkın olmadığımız bir yenidurumu açığa çıkarıyordu. Ordu’nunyoğunlaşmış merkezi iradesinde birçatlak, seyrelme veya çözülme olaraksaptayabileceğimiz bir durum gözle-niyordu. Evet, sonuçta, AKP’ye karşıdarbe yapamayan ya da yapmayanbir Ordu gerçekliği ortaya çıkmıştı. Odönem bir “mola”ya ihtiyacı olduğuanlaşılan Ordu adına geri adımıBüyükanıt Dolmabahçe de atmış veOrdu’nun daha geriye düşmeyeceğibir zeminde tutunması şartıyla,Gül’ün cumhurbaşkanlığı baştaolmak üzere bir dizi AKP merkezliileri hamlenin yapılmasını kabullen-mek zorunda kalmıştı. Fakat, öyle anlaşılıyor ki, AKP sözün-de durmadı ve bir yandan yeni uzlaş-ma zemininde güç ve moral toplaya-rak ve yeni toplumsal meşruiyetlerüreterek pozisyonunu güçlendirir-ken, öte yandan sürekli küçük hamle-lerle Ordu’nun daha da geriye itileceğibugünkü gibi bir yeni zemini yarat-

mak için uygun moment bekledi.Aslında, şayet uygun ortam bulabil-seydi, aynısını Ordu merkezli iktidarodağının da yapacagi açıktı ve nite-kim onlar da şanslarını defalarcadenediler. Ancak, sonuçta herkeselinden geleni yaptı ve süreçten AKPkazançlı çıktı.İşte, 5 Şubat 2010’da yapılan Erdo-ğan-Başbuğ-Gül arasındaki Çankayagörüşmesi, öncesindeki 5 Mayıs2007’de Erdoğan-Büyükanıt arasındayapılan Dolmabahçe görüşmesininortaya çıkardığı yeni politik zeminüzerinde yaşanan mücadelenin ürü-nüdür. Kazanan taraf AKP, kendisinidaha rahat hissedeceği bir yeni uzlaş-ma zeminini dayatmış ya da şimdilikkabullenmiş gözüküyor. Çatışmanındiğer tarafı Ordu’nun, kendi cephe-sindeki cözülmeyi durdurmaya, birmüddet güç topladıktan sonra eskiayrıcalıklı egemen konumunu yenibiçimlerde yeniden kazanmaya calı-şacağı anlaşılıyor. AKP ise, daha netbir zafer peşinde koşacaktır.Ülkenin hedeflenen yeni oligarşikegemenlik yapısında, Yürütmenin,Yasama ve Yargıyla birlikte Ordu’yuda kendi doğrudan kontrolü altındatutmasının hedeflendiği gözüküyor.Meclisin yetkilerini artan orandahükümete devreden fiili uygulamala-rın sürekli yasallastırılması ve bili-nen adıyla yönetişim uygulamaları,en son gelişmelerle HSYK’nin yetkile-rinin elinden alınıp hükümete veril-mesinin hedeflenmesi, Genelkur-may’ın Milli Savunma Bakanlığı’nabağlanması ve bu süreçte Ordu içindeterfi-tayinlerde adım adım ve fırsatbulursa yapılacağı açık olan bir topluemeklilikle NATO’nun daha derin vedaha kesin kontrolüne sokulması,sürecin ileri aşamalarında devreyesokulacaktır.* * *En kaba haliyle diyebiliriz ki, bir kon-

sept dahilinde yürütüldüğü açık olanAKP’nin önde “gözüktüğü” süreçte,eski egemenlik yapısında Ordu’nunoynadığı rolün “görünürde” hüküme-te aktarılmasının hedeflendiği anlaşı-lıyor. Şimdi devrede olan dönüşümoperasyonunu yürüten ve geridemevzilenmiş devlet içindeki ABD veAB odakları ve küresel ve yerel ser-mayenin başka her türlü şebekesi,şayet hedeflerine ulaşırlarsa, hükü-met üzerinden ülkedeki oligarşikiktidarın/egemenliğin tüm merkezialanlarını doğrudan kontrolüne ala-caktır. Eskiden kimi yerel güçler tara-fından çıkarılan ve sermayenin hare-ketini yavaşlatan pürüzler tasfiye edi-lecek; Ordu’nun egemenliğinin altyapısını oluşturan maddi ve politikçıkarlar, kontrole alınıp uygun birnoktaya çekilerek orada tutulacak; venihayetinde, TC yapılanması birbütün olarak sermayenin somut-tarihsel hareketinin günümüzdekiküresel ve yerel istemlerine bire biruyumlu bir yapıya dönüştürülecektir. Devlet yapılanmasında yürütmeyigöstermelik de olsa denetleyen yasa-ma ve yargının doğrudan yürütmeyebağlanması, Ordu’nun NATO ile iliş-kisinin her türden pürüzü dışlayan vepazarlık kapasitesini budayan yapısalbir bütünleşme ve emir komuta düze-yinde bir bağlanmaya doğru derinleş-tirilmesi, açıktır ki, devleti halkın hertürlü denetiminden uzak ve hızlı dav-ranıp güçlü vurabilen bir yapıyasokacaktır. İşte, ülkedeki kimi libe-rallerle birlikte yakın geçmişe kadarhalk saflarında bulunan bazı politikgüçler de, bu gelişmelere “demokra-tikleşme” diyorlar.Evet, ülkedeki olası halk hareketleri-ne ve bölgedeki anti-emperyalistdirenişlere karşı gücünü yoğunlaştır-mış, çevik davranabilen ve denetimekapalı bir devlet, şimdi yürütülenoperasyonun amacıdır ve zaten heradımda fiilen inşa edilip pratikleştiri-

liyor.* * * Yoğunlaştırılarak belli bir ana ya dakısa bir zamana sıkıştırılmayan (ki,ABD damgalı “renkli devrimler”çoğunlukla bir anda ortaya çıkan ren-kli bayraklarla yürütülmüştü), tersi-ne, belli bir döneme yayılıp farklıgüçteki vuruşlarla adım adım ilerle-yen ve önünde AKP’nin durduğu birittifak tarafından yürütülenTürkiye’ye özgü “renkli devrim”,arkasında duran güçlerin kimliği,ağırlığı ve içinde hayat bulduğu ve birparçası olduğu yerel/bölgesel veküresel konjonktürle birlikte değer-lendirildiğinde gerçek içeriğini açıkeder.Sermayenin küresel çaptaki somut-tarihsel hareketinin günümüzdekiaşamasının bir sonucu olarak ortayaçıkan ve ulusal pazarlara bölünmüşbir durumdan, farklı emperyalistgüçleri barındıran, özgün biçimdeorganikleşmiş bir dünya pazarınasıçrama yönünde yol alan bir dünya-tarihsel momentumun politik iradeve örgüt ihtiyaçlarının yerine getiril-mesi, acil bir sorun olarak küreselsermayenin politik temsilcilerininönündedir.İşte, yaşanan dünya-tarihsel geçişsürecine kendi çıkarları yönündemüdahale eden ve küresel bir impa-ratorluk hedefiyle yola çıkanABD’nin, 11 Eylül sonrasında, orta-sında Türkiye’nin bulunduğu bir böl-gede yoğunlaştırdığı ve esas olarakaskeri şiddetle kendine yol açanküresel hamlesi, saldırgan ABD tara-fından gücünün önceden yeterincedeğerlendirilemediği anlaşılan şid-detli bir direnişle karşılaştı. ABD,hem yol almakta hem de ilerledikçeher yönden sıkıştırıldığı bir süreciniçine girdiğinin ve önünün tıkandığı-nın da olayların pratikçe zorlamasıylafarkına varmakta. Öte yandan, Latin

T

Çoklu ve Renkli Ama Emek-Ekmek-Onur Kavgasında Ortak

78 gün süresince TEKEL emekçilerioldukça net bir biçimde dostlarını da,

düşmanlarını da bilince çıkardılar.Hem sistemin ruhunu, hem de halkların, ezilenlerin gerçeğini

görünür kıldılar! Zaten bu bilinçlenmeve görünür kılma değil miydi ki, günden güne kardeşleşmelerini,

yenilenmelerini, güzelleşmelerini vebunlar üzerinden yükselen

sevilmelerini sağlayan! Öyle ki, hergeçen an daha çok birbirlerini

sarıp, sarmalamadı mı Türk, Kürt, Arap ve Laz şarkıları…

OSMAN ERGİN

“RENKLİ DEVRİM”YOL ALIYOR

Page 7: TO-Gazete-31/3

TOP LUM SAL ÖZ GÜR LÜK PO Lİ Tİ KA �MART 2010

Amerika’da, Venezüella’nın merke-zinde olduğu bir yeni devrimci süreç,kalıcı bir toplumsal konuma kavuşu-yor. Epeyce beklendikten sonra Eylül2008’de zirve yapan küresel kriz ise,küresel imparatorluk savaşınınmaddi istemlerinin önünü kesiyor. Obama’nın simgelediği yeni dönem-de, öyle anlaşılıyor ki, ufuktaki küre-sel imparatorluk hedefinin somutgerçeklikte gittikçe seyrelip çözüldü-ğünün netçe farkına varılıyor veuygun başka bir momentte yenidendevreye sokulmak üzere şimdilikgeri çekiliniyor. ABD, şimdi, emper-yalist diğer küresel güçlere kendihegemonyasını kabul ettirdiği ama,farklı yoğunluktaki bir dizi ittifaklaküresel iktidarı farklı kapasitelerdepaylaştığı bir yeni küresel düzeninyerleşmesini sağlamaya çalışıyor.Ancak, önceki imparatorluk hamle-sindeki tıkanma, rakip emperyalistgüçlere herhangi bir hegemonyayıkabul etmeme opsiyonunu açarken,TC gibi bölgesel güçlere de, manevrave pazarlık imkanı sunuyor. Meşhur Dolmabahçe görüşmesininsonrasındaki aylarda Hükümet, Orduve MİT başta, neredeyse devletin tümaçık-gizli birimlerinin peş peşe yaptı-ğı ABD ziyaretleri sonrasında, 2007Kasım-Aralık aylarında yoğunlaşanWashington görüşmeleri, ABD açı-sından, küresel hegemonya hamlesi-ne TC’yi daha doğrudan kattığı biryeni süreci başlatıyordu. ABD, kendihamlesinin askeri-politik-maddi vedaha birçok düzeydeki taleplerini TCile ortaklaştırarak kendi yükünü

hafifletirken; TC, bölgesel hegemon-ya hedefine doğru yol alıyordu.Öte yandan, 12 Eylül sonrasındaÖzal’lı yıllarda hız alan ve 2000’lerdeDerviş kararlarıyla daha da derinleşipyoğunlaşan ülkedeki sermaye biri-kim süreci, ulaştığı toplumsallaşmadüzeyi ve maddi kütlesi ile, kurduğuve sürekli meşruluk ürettiği neo-liberal ideolojik hegemonyaya daya-narak bazı yeni konumlara yöneldi. Ülkede şimdiye dek Ordu ile paylaştı-ğı iktidarı artık doğrudan egemenliğialtına alarak sermayenin mutlak oli-garşik egemenliğini kurmak ve buyeni konuma yerleşebilmek için,Ordu merkezli bürokratik oligarşininiktidar alanı içindeki ayrıcalıklı konu-munu tasfiye ederek, bu zümreleriiktidar alanı içinde kendi uygun gör-düğü bir konuma yerleştirmek ser-mayenin hedeflerinden birisidir. Bu yönelim, görünürde bir iktidaristeği olsa da, sıradan bir hırsınürünü değildir ve güçlü bir içeriğesahiptir. Kapitalizmin bugünkü aşa-masında, zirve yapan kâr oranların-daki düşme eğilimi ve küresel düzey-de yaşanan şiddetli rekabet ortamı,yerel sermaye güçlerini her türlübürokratik engele karşı aşırı hassaskılmakta, birikim süreçlerinin buzüstünde kayarcasına hiç bir engellekarşılaşmadan ve mümkün olan en azrüşvetle yürümesini zorunlu halegetirmektedir. Ordu’ya ait OYAK ben-zeri ayrıcalıklı birikim alanları,bürokrasinin yoğun rüşvet talebi,özelleştirmelerin ve bazı neo-liberal

iş yasalarının iptali gibi sermayeninrasyonellerine uymayan durumlar,güncel rekabet ortamı ve özellikle“hızlı, daha hızlı” işleyişinin acımasızkuralları karşısında tahammül edile-mez durumdadır. Krizle yoğunlaşan yoksulluk, işsizlikve güvencesiz/kuralsız çalışma ben-zeri neo-liberal uygulamalarındoğurması kaçınılmaz olan direnişçihalk hareketlerine karşı bir güvenceve “sopa” olarak kullanmak amacıyla,devletin anlık ve doğrudan kontrolüve hükümetlerin anlık ve doğrudansermayenin yürütmesi haline dönüş-mesi de, önümüzdeki kritik on yılla-rın yeni “politika” ve “demokrasi”gerçeği olarak hazırlanmaktadır.Kendi yapısal sınırları ufukta belirensermaye düzeni, yakın ve ortadönemde çapı ve şiddeti artacağıkesin olan sınıf savaşına hazırlanıyorve uygun örgüt ve siyasal alan hazır-lıklarını şimdiden yürütüyor. Ayrıca, TC’nin askeri-politik hege-monyasının koruyuculuğu altında vebu hegemonyanın çapı ve gücü ora-nında, en yakın coğrafyalardan başla-yarak giderek büyüyen bir alandadaha güçlü ve derinden hareket ede-bilmek, yerel sermayenin bir diğerönemli hedefidir. Bu hedefin içeriğide, ilki gibi güçlü bir maddi çıkar tale-biyle doludur. Sürekli büyüyen ser-maye devrelerinin sürekli artan mal-larının pazar ihtiyacı ve özellikleOrtadoğu’da varolan ucuz emeğeyönelik yatırım isteği, sermaye açı-sından, doğrudan kendi kontrolündeve kendi ihtiyaçları tarafından belir-

lenen bir askeri-politik devlet açılımı-nın koruyuculuğuna dayanırsa müm-kün, güvenli ve kalıcı bir yapısallıkkazanacaktır. Satılan malların veyapılan yatırımların sigortası, ancakTC devletinin koruyucu hegemonya-sıyla sağlanabilir. Afrika ve Kafkasyada, pazar ve enerji kaynağı olarakyerel sermayenin gündemindedir.Ayrıca, özellikle Ortadoğu’da serma-ye birikim süreçlerini tıkayan özgüntarihsel-yapısal toplumsal ve siyasigerçekler, kâr oranlarındaki sıkışma-nın baskısı altında yeni birikim alan-ları arayan küresel sermaye açısın-dan bir biçimde çözülmesi gerekenve güncel kriz koşullarında artıktahammül edemediği engeller olarakbelirginleşiyor. İşte, Türkiye ege-menleri, yerel sermaye ve askeri vesiyasal bürokrasi olarak, Bizans-Osmanlı geleneğine dayanan siyasalortamı, tefeci-bezirgan sermayetarihsel gerçekliği ve Müslüman kül-türü ortaklaşmaları üzerinden, bölge-yi “çözme” kapasitesi güçlü yapısalyetenekleriyle, “rol kapmak” için birfırsat yakalamış oluyorlar. TC’nin sermayenin küresel ve yerelistemlerine cevap üreten hamleleriy-le rezonansa gelecek yeni bölgeseliktidar adayları da arayış içinde veTürkiye egemenlerinin himayesineve yönlendirmesine ihtiyaçları var.Sözgelimi, Irak’da yıkılan eski ege-menlik sisteminin yerini almaya adayŞii ve Sünni kökenli Arap ve Kürt ser-maye güçleri ve onların siyasal söz-cüleri, ya da Lübnan’da Hariri ailesiodaklı egemenlik şebekesi veya

Bir konsept dahilinde yürütüldüğü açık olan AKP’nin önde

“gözüktüğü” süreçte, eski egemenlik yapısında Ordu’nun

oynadığı rolün “görünürde” hükümete aktarılmasının

hedeflendiği anlaşılıyor. Şimdi devrede olan dönüşüm

operasyonunu yürüten ve geride mevzilenmiş devlet içindeki

ABD ve AB odakları ve küresel ve yerel sermayenin başka

her türlü şebekesi, şayet hedeflerine ulaşırlarsa, hükümet

üzerinden ülkedeki oligarşik iktidarın/egemenliğin tüm

merkezi alanlarını doğrudan kontrolüne alacaktır.

5 Şubat 2010’da yapılan Erdoğan-Başbuğ-Gül arasındaki Çankayagörüşmesi, öncesindeki 5 Mayıs

2007’de Erdoğan-Büyükanıt arasındayapılan Dolmabahçe görüşmesininortaya çıkardığı yeni politik zemin

üzerinde yaşanan mücadelenin ürünüdür. Kazanan taraf AKP,

kendisini daha rahat hissedeceği biryeni uzlaşma zeminini dayatmış ya da

şimdilik kabullenmiş gözüküyor.

Page 8: TO-Gazete-31/3

PO Lİ Tİ KA8 MART 2010 ÖZ GÜR LÜKTOP LUM SAL

Filistin’de kendi doğal önderiArafat’ın ölümünde rol aldığı iddiaedilen yeni FKÖ lideri Abbas’ın şebe-kesi, Suudi kraliyet ailesi,Emirliklerdeki aileler benzeri bir çokişbirlikçi aile ve sermaye birikimalanı, Türkiye’nin içerden elvermesive önderliğinde, küresel sermaye sis-temine daha doğrudan entegre edil-meye çalışılıyor. Yapılan “iş”in getiri-si, verdiği hizmetin kalitesi oranında,Türkiye egemenlerinin kasasına aka-caktır. Aynı doğrultuda, Afganistan,Pakistan ve Kafkasya’da da çalışmalaryürütülüyor. * * *İşte, önde yaşanan AKP-Ordu çatış-masının arkasında, öndeki aktörler-den çok daha güçlü odaklar dizilidirve çatışmayı kendi çıkarları doğrultu-sunda yönlendirmeye çalışıyorlar.Ordu’nun darbe yapamaması ya dayapmaması ve içinde NATO ile doğru-dan bağlantılı ve Özkök’le ilk çıkışınıyapan yeni bir ekibin yeni durumauyum sağlayamayan “Ergenekoncu”suç şebekesini, isteksiz de olsa polis-le ve hükümetle sınırlı ve kontrollübir ortaklaşma içinde tasfiye etmesi,böylesi bir güç alanı içinde mümkünolabilmiştir. Ve yine, Ordu muhtıraverince Demirel şapkayı alıp kaçar-ken Erdoğan’ın efelenmesi de, aynıgüç alanı içinde olanaklı olabildi.Yoksa, kendisinin yansıttığı ya dayandaş medya tarafından “gösterildi-ği” gibi “Kasımpaşalı delikanlı” olma-sının hiç bir kıymet-i harbiyesi yok-tur. Tutuklanıp “paşa paşa” cezaevinegidenler Erdoğan’dan daha korkakoldukları için mi uslu uslu teslimoldular? Şimdi “zamanın ruhu”Ergenekoncu paşalardan değil,Erdoğan’dan yanadır. Ve devam edersek, soruşturmanın,ülke tarihinde gelecekten günümüzebakınca, güç dengelerinin degiştiğian olarak anılma olasılığı olan Balyozoperasyonuyla birçok emekli vemuazzaf subayın gözaltına alınmasıve tutuklanması noktasına dek sıçra-yabilmesi de, aynı güç alanıyla bağ-lantılıdır. O güç alanının konseptiyleuyum sağlayan ve onun çıkarlarınauygun hamleyi yapan Hükümet veOrdu içindeki güçlere yol verildiği,bolca bilgi ve güç aktarılarak pozisyo-

nunu güçlendirmesine yardımcıolunduğu açıktır. Açık olan bir şey daha var ki, polis vehükümetin operasyonları, Ordukomuta heyetinin onayı ile gerçekle-şiyor. Ordu’nun ayrıcalıklı egemenrolünün devamı konusunda çok fark-lı bir duruşunun olamayacağını tah-min edebileceğimiz bir yeni güçodağı, Ordu içinde inisiyatifini arttır-makta ve eski alışkanlıklarda ısraredenleri, gerekirse AKP ile de işbirli-ği yaparak tasfiye etmektedir. Yeniküresel ve bölgesel gelişmelerin yenimetotlar ve yeni konumlanmalarıgereksindiği, ancak böyle davranarakOrdu’nun egemenlik alanı içindekiyerinin korunabileği saptanmışolmalıdır. Balyoz operasyonuna“içerden” gönderdiği belgelerle önaçan Ordu mensubunun, AKP karşıt-lığı ve Ordu’nun ayrıcalıklı egemenli-ği konusunda ısrarcı bir tutumubenimsiyor olması ihtimal dahilinde-dir ve şayet böyleyse, hiç de sürprizsayılmamalıdır. Öte yandan, “Ergenekoncu” suç şebe-kesi, dünün komuta heyeti ve hattabir kısmı bugün de general düzeyin-de görevli değil midir? O zaman nasılsuç şebekesi oluyorlar? Ya da, TCOrdusu, ülke sathında örgütlü vesilahlı bir suç şebekesi midir? İşte,ülkede yaşayan ve biraz kafası çalı-şan herkesin aklına böylesi sorulargeliyor olmalıdır. Ve, böylesi sorula-rın milyonların kafasında oluşmasıdırki, AKP-Ordu geriliminde Ordu’nunmevzi kaybetmesi ve bir adım dahageri adım atması sonucunu doğur-muş görünüyor. Ordu içindeki yeni güç odağı,Ordu’nun yeni döneme uyum sağla-yabilmesi için yaşaması gerekendönüşüme zaman kazanmak peşin-dedir ve önümüzdeki dönemde ülke-de ve bölgede kendisine oldukça fazlaiş düşeceğinin ve güç dengelerindeyeniden ağırlık kazanmak için olduk-ça fazla fırsat yakalayabileceğininbilincinde olmalıdır. Sözgelimi, İran’ayönelik politika konusunda ABD veAKP arasında yaşanacak bir çatallan-ma, bir anda Ordu’nun inisiyatifinigüçlendirici bir politik momentumyarabilir. Evet, Ordu, açık ve şiddetli bir yenilgi

yaşamadıkça, egemenlik alanı içinde-ki tarihsel konumunda tutunmayaçalışacaktır. AKP ise, yakaladığı fırsa-tı kullanıp “tarihsel” düşmanını zorla-makta, yaptığı anlaşmaları daha avan-tajlı olacağı yenilerini hedefleyerekbozmakta, Ordu’yu küçük düşürücühamleleri emrivaki tarzda yaparakinisiyatifini arttırmaya, kalıcılaştır-maya ve kesin bir zafer kazanmayaçalışmaktadır.Ancak, başta AKP olmak üzere, ABDve diğer sermaye güçleri de,Ordu’nun yıpranmasının bir noktadadurması gerektiğinin şayet bilincindedeğillerse olayların zorlaması ilegöreceklerdir. Yıpranmış ve moralsizbir Ordu nasıl bölgesel hamle yapa-caktır ya da sözgelimi, öylesi bir boz-gun içindeki bir Ordu, olası yoksulpatlamalarına veya işçi hareketlerineya da Kürt hareketinin ileri hamlele-rine, nasıl cevap verecektir? Üstelik, çatışan taraflar, sermayeninyerel ve küresel taleplerini karşıla-mak konusunda esas olarak aynıprograma sahipler. Ayrılık, esas ola-rak, egemen oligarşik blok içindeOrdu’nun yeri konusunda düğümle-niyor ki, çatışmanın sırf bu sebebedayanarak ve üstelik Ordu’nun gücü-ne en çok ihtiyaç duyulan günlerde,toplumsal stabiliteyi dağıtacak sevi-yelere yükselmesi, düşük ihtimaldir.Evet, düzenin ya da sermayenin gün-cel hareketinin stabilizasyon ve

güvence ihtiyacının rasyonelleri, heran devrededir ve kendi istemleriyönünde güncel gelişmeleri, o aradaOrdu’ya yönelik operasyonları da,baskı altına alıyor olmalıdır ya da ala-caktır. O rasyonellerin bozulması,sermaye güçlerinin içinde olduklarıkriz koşullarının yarattığı yoğunstresle yapabilecekleri aptalca hatala-rı dışlamamakla birikte, ancak vesadece, farklı biçimlerdeki rejim kar-şıtı halk hareketlerinin kendi bağım-sız devrimci hedefleri yönünde yapa-cağı zorlamalarla olabilir. Düzenin egemen güçlerinin dönem-sel strateji ve güncel hamlelerininkimisi birbirine uyumlu, kimisi debirbirini kesen ve zorlayan yönelim-leri barındırdığı açıktır. Keza, gerçekhayattaki gelişmelerin de, az çok ras-yonel bir analizle anlaşılabilecek nor-mal seyrinde akmayacağını, ani ham-lelerin veya çöküşlerin ya da sürprizçıkışların her an yaşanabileceğini deönceden kabullenmek ve geçişdönemlerinin kendilerine özgü ras-yonalitesi olduğunu sürekli bilinçler-de tutmak gerekiyor. İçinde olduğu-muz türden tarihsel geçiş dönemleri-ni, kolaylaştırıcı şemaların tuzağınadüşmeden, kendi karmaşası, çelişki-leri ve gerilimleri içinde kavramak,onun içinde pratik politika yürütendevrimciler için zorunludur. 15 Mart 2010

Sermayenin küresel çaptaki somut-tarihselhareketinin günümüzdeki aşamasının bir

sonucu olarak ortaya çıkan ve ulusalpazarlara bölünmüş bir durumdan, farklı

emperyalist güçleri barındıran, özgünbiçimde organikleşmiş bir dünya pazarına

sıçrama yönünde yol alan bir dünya-tarihsel momentumun politik irade ve

örgüt ihtiyaçlarının yerine getirilmesi, acilbir sorun olarak küresel sermayenin

politik temsilcilerinin önündedir.

ABD, şimdi, emperyalist diğer küresel güçlerekendi hegemonyasını kabul ettirdiği ama, farklı

yoğunluktaki bir dizi ittifakla küresel iktidarıfarklı kapasitelerde paylaştığı bir yeni küresel

düzenin yerleşmesini sağlamaya çalışıyor. Ancak,önceki imparatorluk hamlesindeki tıkanma,

rakip emperyalist güçlere herhangi bir hegemonyayı kabul etmeme opsiyonunu açarken,

TC gibi bölgesel güçlere de, manevra ve pazarlık imkanı sunuyor.

Page 9: TO-Gazete-31/3

MART 2010 �PO Lİ Tİ KAÖZ GÜR LÜKTOP LUM SAL

2009 yılının TC -İsrail ilişkileri açı-sından kritik bir yıl olduğu söylenebi-lir. TC’nin İsrail ile olan ilişkilerigeçen sene Ocak ayında Erdoğan’ınDavos’taki İsrail karşıtı çıkışı ile ivmekazanarak gerilemeye devam ediyor.Anadolu Kartalı tatbikatına İsrail’inkatılımının Türk hükümeti tarafındanengellenmesi, konusu Filistin’degeçen İsrail’i eleştiren Ayrılık adlı tel-evizyon dizisinin TRT’de yayına baş-laması, ardından Kurtlar Vadisi adlıdizide İsrail karşıtı sahnelerin yayım-lanması, buna cevap olarak İsrailDışişleri tarafından Türkiye’ninbüyükelçisine uygulanan “alçak kol-tuk” aşağılaması, ABD Kongresindekabul edilen Ermeni Soykırımı ileilgili yasa tasarısının görüşmelerindeİsrail’e bağlı Yahudi lobisinin, öncekiyıllarda yaptığının tersine Türkiyelehine tavır sergilememesi politikalanda yaşanan gerilimin kimi yansı-malarını teşkil ediyor.Geçmişten Günümüze

TC-İsrail İlişkileriİsrail’in kuruluşundan itibarenTürkiye’nin, İsrail ile sürekli ekono-mik, diplomatik ve askeri ilişkilerioldu. Türkiye, İsrail’i tanıyan,Müslüman nüfusa sahip ilk ülkeolmakla birlikte, Araplara veFilistinlilere karşı yürüttüğü savaştaİsrail’e sürekli desteğini sunmuştur.İsrail’in yönlendirdiği Yahudi lobileride ABD, İngiltere ve diğer Batı ülkele-ri nezdinde, Ermeni sorunu ve Kürtsorunu gibi kritik konulardaTürkiye’yi yoğun bir biçimde destek-lemiş ve savunmuştur, ayrıca İsraildevlet düzeyinde de sürekli desteksunmuştur. Özellikle 1990’ların ikin-ci yarısından itibaren TC’nin İsrail ileekonomi, savunma sanayii ve askerialanlarda hızla gelişen ilişkileribulunmaktadır. Türk SilahlıKuvvetleri, modernizasyonundaİsrail’den ciddi düzeyde silah ve tek-noloji desteği almıştır. İki ülkeninortak tatbikatlara, istihbarat alış-verişine varan stratejik işbirliği, böl-gedeki diğer ülkeler tarafından ken-

dilerine karşı yürütüldüğü algısınayol açarak, Türkiye’nin bu ülkelerleilişkileri üzerinde olumsuz etkileryaratmıştır.AKP Hükümeti’nin iktidara gelmesiile birlikte, TC’nin Ortadoğu politika-sında, ABD’nin “ılımlı İslam” projesiçerçevesinde bir değişikliğe gidilmiş-tir. Şimdiki Dışişleri Bakanı AhmetDavutoğlu’nun yıllar öncesinden teo-risini oluşturduğu “stratejik derinlik”yaklaşımı ile “komşularla sıfır sorun”olarak nitelendirilen dış politikauygulamaya konulmuştur. Ulusla-rarası sermayenin hammadde vepazar ihtiyaçları ile, artık dışarı açıl-mak isteyen yerel sermayenin istekve ihtiyaçları doğrultusunda gerçekle-şen bu süreçte TC, komşularınınbazıları ile uzun yıllar süren sorunla-rını bitirmiş, bu ülkelerle ticari ve

siyasi ilişkilerini artırmış, birçokOrtadoğu ülkesine vizeleri kaldırmış-tır. 2009 yılı TC’nin İsrail ile ilişkileri-nin gerilediği, Suriye, Lübnan, Irak,Ürdün ve bir çok Arap ülkesi ile eko-nomik ve siyasi ilişkilerinin arttığı biryıl olmuştur. TC’nin dış politikasındaciddi bir değişim söz konusudur.Ancak bu süreç ABD’ye rağmen değil,ABD kontrolündedir. Aksi takdirdeAKP’nin, dünyanın stratejik çatışma-larının odak noktası olan bölgede bukadar rahat hareket etmesi olasıdeğildir.Erdoğan’ın 2009 Ocak ayındaDavos’ta İsrail CumhurbaşkanıŞimon Perez karşısında yaptığı çıkış -ister önceden planlanmış, ister ken-diliğinden ve plansız gerçekleşmişolsun- ABD politikalarını yürütmeküzere Ortadoğu halklarının sempati-

sini kazanacak bir lider imajı yarat-maya hizmet etmiştir. GerekOrtadoğu halklarında gerekse bu böl-gedeki politik -İslamcı hatta sol-örgütlerde, Erdoğan’a yönelik sem-pati oluşmuştur.Türkiye- İsrail stratejikortaklığı sona mı erdi?İsrail’in politikalarını izleyen vehükümetin dış politikasını yakındanbilen Yeni Şafak gazetesi yazarıİbrahim Karagül’e göre “Türkiye-İsrail stratejik ortaklığı fiilen bitmiş-tir.” “İsrail yıllarca Türkiye’deki sivil-asker ayrışmasına, laik-İslamcı çatış-masına yatırım yapmış, yılarcakazanmış, şimdi kaybetmeye başla-mıştır.” Karagül, TC-İsrail ilişkilerinin28 Şubat ile birlikte zirveye çıktığını,bu dönemde iki ülke arasında oluştu-rulan gizli birimlerin bugüne kadarİran ve Suriye’yi izleme dışında,Kuzey Irak merkezli operasyonlar,faili meçhul cinayetler, insan kaçır-ma gibi pek çok gizli operasyonugerçekleştirdiğini, artık TC-İsrail itti-fakının sona erdiğini, Türkiye-Irak-Suriye ittifakı ile geleceğinOrtadoğusunun temellerinin atıldığınısavunmaktadır.1 Karagül, AKP tara-fından, gerek Türkiye gerekse deOrtadoğu halklarına yönelik yaratıl-maya çalışılan, Türkiye’nin ABD’denbağımsız yürüyen bir bölgesel güçhaline geldiği şeklindeki yanılsama-nın savunuculuğunu yapmaktadır.Karagül’ün İsrail-TC arasındakikaranlık ilişkiler üzerine söyledikleridoğru olsa da, İsrail-TC ilişkilerininbittiğini söylemek mümkün değildir.Türkiye’nin İsrail’den silah alımları-nın devam etmesi -örneğin geçtiği-miz haftalarda İsrail’den PKK’ye karşıkullanılmak üzere insansız Heronuçaklarının alınması-, Türkiye’ninİsrail ile Suriye arasındaki arabulucu-luğunun yeniden ısıtılması gibi geliş-meler TC-İsrail arasındaki stratejikişbirliğinin kolay kolay bitmeyeceğinigöstermektedir.

İsrail’le Gerilim ABD İcazetli Bölge Liderliği Politikasına Yarıyor

2009 yılı TC’nin İsrail ile ilişkilerinin

gerilediği, Suriye, Lübnan, Irak, Ürdün

ve bir çok Arap ülkesi ile ekonomik ve

siyasi ilişkilerinin arttığı bir yıl

olmuştur. TC’nin dış politikasında ciddi

bir değişim söz konusudur. Ancak bu

süreç ABD’ye rağmen değil, ABD

kontrolündedir. Aksi takdirde AKP’nin,

dünyanın stratejik çatışmalarının

odak noktası olan bölgede bu kadar

rahat hareket etmesi olası değildir.

ESER SANDIKÇI

TC-İSRAİL İLİŞKİLERİ KOPUYOR MU?

AKP hükümeti; Kürt açılımını popü-lize etmek için sanatçılar üzerindenprojeler oluştururken, Türkiye’ninOrtadoğu politikasının uygulanma-sında, pek çok ideolojik aracın yanısıra TV dizilerinden yararlandığınıgörüyoruz. Arap ülkeleri ile başlayaniyi ilişkilerimiz TV dizileri ile devamediyor. Birçok Türk dizisinin milyon-larca Arap tarafından izlendiğini veTürkiye dış politikasında oluşturma-ya çalıştığı Türkiye hayranlığına hiz-

met ettiğini görüyoruz. Benzer şekil-de İsrail ile bozulan ilişkiler TV dizile-rine yansıyor ve diziler aracılığıylayönetiliyor. TRT’de yayımlanan,konusu Filistin’de geçen, İsrail karşıtımesajlar içeren Ayrılık dizisinin yayı-na girmesi ve Türkiye’nin “derin”dizisi Kurtlar Vadisi’nde İsrail aleyhi-ne bölümlerin yayımlanması; TVdizilerinin Türki-ye’nin dış politikası-nın yürütülmesinde bir ideolojik araçolarak görev üstlendiğini gösteriyor.

DİZİLERLE DIŞ POLİTİKA

Page 10: TO-Gazete-31/3

TOP LUM SAL ÖZ GÜR LÜK

ir başkentin, bir memurlarşehrinin göbeği Kızılay;renkli tabelaları, dükkanla-rın ve seyyarların camekanlarındanyayılan, birbirine karışan yemekkokuları, kulağa yerleştikten sonraalışkanlık yaratan gürültülü müziksesleriyle Sakarya Caddesi kalabalıkbir cumartesiyi ağırladı 20 Şubatgünü. Sakarya kaldırımları muhteme-len oldu olası alışıktır cumartesi kala-balıklarına. Ancak, bu sefer misafirle-ri bir çay içip iki tatlı muhabbet çalıpdönecek cinsten değildi. Bir bozkırayazını halaylarla tutuşturacak, saba-hı başlarını dayadıkları kaldırımlardabulacak, zihinlerini titreten zaferdüşlerini, en azından bir kez de olsahakiki bir direniş meydanında ve“Ölmek var, dönmek yok” diyen yiğitdirenişçilerin yastığında görmek iste-yen binleri ağırladı Ankara. 68 gün-dür yılmadan direnen Tekel işçilerigülümseyerek karşıladı sayılara sığ-mayan ziyaretçilerini; “Çadırkent’ehoşgeldiniz!” Çadırkent; bir iç ülke,bir masal kasabası, bir ütopya adası;tüm sancıları yeniden doğuran hergüne inat, her dem taze ve dik birdireniş merhabası…Çadırkent Tarihi İçin

İlk Milatİçeride ve dışarıda Tekel direnişininzihinlere ve tarihe iz düşürdüğü ilk,belki de en önemli andı; henüz üçgündür Abdi İpekçi Parkında sürdür-dükleri eylemde polis müdahalesinekomut verildiği an. O an, ne işçiler, nesaldırıya geçen polisler ne de dörtyanda seyredenler biliyordu o eylem-den bir direniş şehri doğacağını.Polis eyleme müdahale edileceğinisöylemiş ve bildirdiği saat gelir gel-mez harekete geçmişti. İşçilerinkararlılıklarının ilk göstergesiydi ogün Abdi İpekçi’de yaşananlar.Bugün, hangi Tekel işçisine sorsanız

aynı şeyi söyleyecektir: O gün, o sertmüdahale olmasaydı direniş böyleuzun ve güçlü sürmezdi. Henüz sade-ce kendi sendikaları Tek Gıda-İş ilehareket eden işçiler, Abdi İpekçiParkı’nda gördükleri saldırı ve karşı-sında gösterdikleri gücün de yürekle-rinde büyüttüğü direnme dürtüsüyleTürk-İş’i işgal ettiler. Türk-İş çaresizeylemi sahiplenmek zorunda kaldı.Zira yumrukları gökten inmeyenöfkeli Tekel işçileri Türk-İş’i eyleminmerkezi olarak ilan etmişlerdi. 58 yıl-lık Türk-İş’in Kızılay’daki büyükbinasında cilalı boş koridorlar ve gör-kemli salonlar yakından tanır resmiayak izlerini ve bürokrat yankılarını;artık vakit direnen işçinin ter kokusuve çamurlu ayaklarıyla tanışma vakti-dir. Uzun zamandır toplanmayanBaşkanlar Kurulu olağanüstü toplandıve eyleme Türk-İş de dahil oldu.Başka bir şansı da yoktu. İşçi artıkgücünün farkındaydı ve tavrı netti.Süreç içerisinde Türk-İş’in eylemeivme kazandırmak için bir türlü hare-kete geçmeyişi ve işi ağırdan alışıüzerine herkes yüzünü merakla işçi-lere döndü Ankara’da. Başlarda, kimiişçiler siyasette denge kurmanın zor-luklarından bahsederek, hükümetinkadrolaşmış gücünü öne sürerek budurumu olağan görse de; diğer taraf-ta daha çözümleyici bir bakışla;“Direnişi sendika değil işçi başlattı,Türk-İş mecburen girdiği bu işten‘başımı nasıl sağ kurtarsam’ diyebakıyor” diyenler vardı.Ve Çadırkent Tarihi İçin

İkinci MilatTürk-İş 25 Aralık’tan itibaren başla-yacak eylem planını açıkladı: Eylemeher Cuma günü bir saat iş geciktire-rek devam edilecekti ve eylem ilerle-dikçe geciktirme süresi arttırılacaktı.Bu günlerdir Ankara’da direnişi birüst kademeye taşımak için bekleyen

işçilerin işyerlerine geri dönmeleridemek oluyordu aynı zamanda. Tekelişçileri Türk-İş binasından çıkmayıkabul etseler de eylem alanı olarakişaret ettikleri sokakları terk etmedi-ler ve direnişin devam edeceğiniaçıkladılar. O günden sonra eyleminsesi “bendine sığmayan sular” gibiülke sathına hızla yayılmaya başladı.Baştan beri yardım ve destek görü-yorlardı; ancak direnen işçiler sendi-ka tarafından kendilerine sunulanseçenekleri görmezden gelip direni-şe devam etmeyi ve bunun için gere-kirse kaldırımlarda, asfalt üstündeuyumayı seçince, Türkiye’de devrim-

ci demokrat çevrelerin tamamı hızlaTekel’in nehrine akmaya başladı.Desteğin ve yardımın sınırı yoktuartık. Slogan sesleri hiç susmuyorduKızılay’da, halaylar bitmiyor ve öfkesarıldığı sisli dağdan aşağı inmiyordu.Önce yağmurda ıslanmasınlar diyebasit biçimli çadırlar kuruldu tepele-rine; sesleri, gözleri ve dilleri gibirenk renk. Sonra dondurucu soğuklargeliyor diye sobalar, battaniyeler,parkalar derken Tekel direnişininbaşkenti “Çadırkent” kuruldu“Başkent’in” göbeğine…Çadırkent’te her çadır bir şubeyi, birşehri ya da bir birimi teşkil ediyordu.

B

TEKEL İşçileri Direniş İçinde Öğrendi, Öğretti

Orada, olmaz denenleroluyor, “gözümle

görmeden inanmam”diyenlere kendi gözleriyle ders

veriliyordu. Alevi, Sünni,Türk, Kürt, Laz, Arap

ülkenin dört yanındanişçiler sınıf eksenli birmücadelede birleşmiş

karşılıklı, yan yanaçadırlarda uyuyor, aynıkaldırımı yastık eyliyor,

kol kola omuz omuzahalay çekiyor,

horon tepiyordu. Hem öğreniyor

hem öğretiyorlardı.

GÖKSEL ILGIN

ÇADIRKENT’TEN NOTLAR

Karadenizli bir işçi abimiz inceden utangaç bir ifadeyleanlatıyor geçirdiği değişimi; lise zamanında kendi

köyünden bir sürü solcu dövmüş, “telef” etmiş kendi deyimiyle. “Bilmiyorduk yiğenim” diyor, “geri döneyim

hepsinden özür dileyeceğim”. Bir diğeri ise “haram olsunben de ona oy verdim” diyor. Televizyonda ne zaman bireylem, bir çatışma görse küfrettiğinden, öfkelendiğinden

söz ediyor ve bu direniş bitince koca bir ömrü yenidengözden geçireceğini söylüyor.

MART 2010 10 PO Lİ Tİ KA

Page 11: TO-Gazete-31/3

TOP LUM SAL ÖZ GÜR LÜK PO Lİ Tİ KA 11MART 2010

Kısa zamanda iş bölümü ve organcılçalışma başladı. Her şube başkanıönce çadırıyla görüşüyor peşindendiğer şube başkanlarıyla birarayageliyor ve olan biteni tartışıyorlardı.Belirli periyotlarla görkemli mevcutyoklamaları yapılıyor ve “Burda” ses-leriyle yankılanıyordu SakaryaCaddesi. Orada, olmaz denenler olu-yor, “gözümle görmeden inanmam”diyenlere kendi gözleriyle ders verili-yordu. Alevi, Sünni, Türk, Kürt, Laz,Arap ülkenin dört yanından işçilersınıf eksenli bir mücadelede birleş-miş karşılıklı, yan yana çadırlardauyuyor, aynı kaldırımı yastık eyliyor,kol kola omuz omuza halay çekiyor,horon tepiyordu. Hem öğreniyorhem öğretiyorlardı. Karadenizli birişçi abimiz inceden utangaç bir ifa-deyle anlatıyor geçirdiği değişimi;lise zamanında kendi köyünden birsürü solcu dövmüş, “telef” etmişkendi deyimiyle. “Bilmiyorduk yiğe-nim” diyor, “geri döneyim hepsindenözür dileyeceğim”. Bir diğeri ise“haram olsun ben de ona oy verdim”diyor. Televizyonda ne zaman bireylem, bir çatışma görse küfrettiğin-den, öfkelendiğinden söz ediyor vebu direniş bitince koca bir ömrüyeniden gözden geçireceğini söylü-yor. Bir de fotoğraf çektiriyor gülüm-seyerek; eyleme geldiği hilal bıyıkla-rını çenesinde bıraktığı sakalıyla bir-leştirmiş: “15 yıldan beri ilk defa”diyor. Aldıkları haberlerle üzülseler,sıkılsalar da gülmeyi başarıyor Çadır-kent sakinleri. “Telefon hattı mı çek-sek, artık iyice yerleştik buraya”diyor birisi. Tabii bunda devamlıziyarete gelen Ankara halkı ve dev-rimcilerin sağladığı moral desteğininpayı büyük. İktidar güçleri “marjinal”,“ideolojik” diyerek biz devrimcileriTekelciler’den ayrıştırmaya çalışsa daişçi bildiğini okuyor, dayanışmayakucak açıyor; “20 şubat dosta-düşma-na karşı dayanışmanın resmidir.”Gümüşhaneli bir işçiyle konuşurkenSiirt çadırından bir başka işçi yaklaşı-yor yanımıza; adı Mahkum. Konu dil-lerden açılınca; “eskiden Kürtçe bilir-dim” diyor Gümüşhaneli, bir müddetçalışmış Doğuda; ve ekliyor sonra:“siyaset senle benim arama, Türk’leKürt’ün arasına dik bir çizgi çekiyor-sa, bizim yatay bir çizgide buluşma-mız lazım; bu şart, buna mecburuz.”Gümüşhaneli’nin göğsüne vuruyordostça; “buna Mahkumuz abi” diyorMahkum, gülüyoruz…70 günün ardından, elbette yorulan-lar, zaman zaman “Artık yeter, bir şeyçıkmayacak bu işten” diyenler olmu-yor değildi Çadırkent’te. Ama herseferinde umudu ateşlemek için yenibir kıvılcım çakılıyordu direniş mey-danında. Tekel işçisi tarih yazdığınınfarkındaydı. Diyordu ki bir tanesi“Parasında değilim de, zafer iktidarakalırsa kahrolurum.”Ve en sonunda işçilerin uzun zaman-dır yolunu gözlediği Danıştay kararıçıktı 1 mart günü. Çadırlarda işçisayısı bir hayli azalmış, morallerepey bozulmuşken, direnişin 76.

akşamında kara kışa erken düşen bircemre gibi düştü haber Çadırkent’e.4/C köleleliğine imza atmak içinbelirtilen son gün 8 ay ileri atıldı. Buhaber üzerine tam anlamıyla bir şen-lik havası yerleşti Çadırkent’in karan-lık gökyüzüne. Danıştay kararı, zafe-rin habercisi gibi halaylar, gözyaşlarıve kucaklaşmalarla karşılandı; fakatertesi günün sabahında MustafaTürkel eyleme 20 gün mola verilece-ğini, 1 Nisan’da büyük bir eylemle,kalınan yerden devam edileceğini, ogüne kadar da plan program yapıla-cağını bildirdi ve çadırların sökülme-sini işaret etti. “Tatil istemiyoruz”diye slogan atan işçiye Türkel’incevabı netti: “Beğenmeyen, kendi bil-diği gibi yapsın!” Memleketlerinedeğil gurbete giden yolcular gibiburuk bir duyguyla ayrıldı işçiler birdireniş tohumundan var ettikleriÇadırkent’ten; Sakarya esnafınadağıttıkları çiçekler ve Anakara’yaminnet dolu sloganlarıyla; direnişin73. gününde kaybettikleri YOLdaşlarıHayrullah’ı seslerinin en yüksekmertebesiyle selamlayarak; “KatilAKP”, “Kavga bitmedi, daha yeni baş-lıyor”. Bundan sonrası için Tek Gıda-İş her ne kadar kendi koşullarınıdayatacaksa da, belirleyici faktör yineişçilerin gösterecekleri direnmekararlılığı olacaktır; 78 günlük dene-yimle kazandıklarını ve (henüz)kazanamadıklarını görerek.Direniş sokaklarında işçilerin birbir-lerine kenetlenmeleri, etnik ya dadini kaynaklı sürtüşmelerden uzakdurmaları; aksine bu konumlardagelişim göstermeleri, hak arayışı içe-risinde devletle karşı karşıya gelme-nin meşruluğunu kabullenmeleri, bizdevrimcilerin (önceden belki de küf-rettikleri) argümanlarının en azındanbir kısmına ısınmaları, “komünist”,“marjinal” ya da “ideolojik” gibi kav-ramlar üzerindeki mevcut algılarınıdeğiştirmeleri gibi bir çok devinimTekel direnişindeki içkin olumlugelişmelerdir. Ancak bu meydandayaşananların kendini sistem-karşıtı,devrimci bir sürece aktarması; işçilerarasındaki iyi ilişki ve dayanışmadan;ya da kendiliğinden tohumlanmaya-caktır. Bu, komünist-devrimci öznele-rin ortama aktaracakları bilinçle sağ-lanabilecek bir ilerleyişi lüzumlukılar.

4/C uygulaması karşıtlığı üzerindenyürüyen Tekel işçisinin hak arayışı,kimilerince “olduğu gibi” sahiplenil-miş, salt AKP karşıtlığının toprağıbeslenmiştir ve alanı sahiplenendestekçilerin büyük çoğunluğunca;Kent A.Ş işçilerini işsiz bırakan CHPya da itfaiye işçilerine saldıran faşistgüçleri sahiplenen MHP gibi, AKPdışındaki diğer sistemci-burjuvapartileri yeterince teşhir edilmemiş-tir. Emekten, sermayenin gücü ve(Kürtler, kadınlar vb üzerine) politi-kalarından, dişlileri arasında nicekrizle sıkışıp kaldığımız kapitalizm-den bahsetmek yerine, AKP’den vedinciliğinden dem vurarak, üstelikde bunun karşısına evrim teorisinikoyarak asli görevini yerine getirdi-ğini sanan kimi çevrelerin sözdedevrimci çabaları, Tekel direnişininTürkiye ve kapitalizm gerçeklerini

görmek yolunda ilerleyişine ketvuran hamleler olmuştur. AKP’yidevirmek gibi sanal ve yetersiz birhedefi, tek ve asli hedef gibi göster-miştir. Elbette 4/C’yi kaldırmak, işçi-lerin özlük haklarını geri almakTekel işçileri ve tüm Türkiye içinbüyük bir kazanım ve zafer yoludur.Ancak Türkiye’de varolan bütünsıkıntılar bu zaferle çözüme kavuşa-caktır gibi bir kavrayış eksik vesorunludur. Mesele, Tekel direnişinidevrime giden yolda daha yüksek,daha da yüksek bir basamak kılabil-mektir ki bu ancak, aydınlanmacıla-rın ya da çözümü salt AKP karşıtlı-ğında arayanların yerine devrimci-komünist öznelerin direniş alanınayüklenmesi ile mümkün olabilir.3 Mart 2010

Direniş sokaklarında işçilerin birbirlerine kenetlenmeleri,etnik ya da dini kaynaklı sürtüşmelerden uzak durmaları;

aksine bu konumlarda gelişim göstermeleri, hak arayışıiçerisinde devletle karşı karşıya gelmenin meşruluğunukabullenmeleri gibi birçok devinim Tekel direnişindeki

içkin olumlu gelişmelerdir. Ancak bu meydanda yaşanan-ların kendini sistem-karşıtı, devrimci bir sürece aktar-

ması, komünist-devrimci öznelerin ortama aktaracaklarıbilinçle sağlanabilecek bir ilerleyişi lüzumlu kılar.

Memleketlerine değil gurbetegiden yolcular gibi buruk birduyguyla ayrıldı işçiler bir direniş tohumundan var ettikleri Çadırkent’ten; Sakaryaesnafına dağıttıkları çiçekler veAnakara’ya minnet dolu sloganlarıyla. Bundan sonrasıiçin belirleyici faktör yine işçilerin gösterecekleri direnmekararlılığı olacaktır; 78 günlük deneyimle kazandıklarını ve (henüz)kazanamadıklarını görerek

Page 12: TO-Gazete-31/3

PO Lİ Tİ KA12 MART 2010 ÖZ GÜR LÜKTOP LUM SAL

ürkiye emekçi sınıflarınınyakın tarihi irdelendiğinde;-sarsıcı sonuçları bağlamın-da- üç direnişin öne çıktığı gözlem-lenmektedir.Bunlar:-1970 15/16 Haziran Büyük Emekİntifadası/Serihıldanı/Başkaldırısı,-İki yıla (1989-91) yayılan Emekçiİlkbaharı eylemlilikleri ve-İkibindokuz yılının sonundan devra-lınarak, 2 Mart 2010’a kadar inatla veısrarla sürdürülen 78 gün tüm güçlükve zorluklara karşı, aralıksız yürütü-len; tütün, sigara, içki vb. ürünlerinüreticisi emekçilerin Ankara Çığlığıolarak Mezopotamya, Anadolu ve tümyeryüzüne yayılan/yankılanan Tek-El Direnişini sıralayabiliriz.Bu üç emekçi karşı duruşunun ger-çekleştiği koşullar/süreçler farklılık-lar göstermesine rağmen her birikendi dönemlerinin temel toplumsal,siyasal ve ideolojik sorunlarına doğ-rultu kazandırmada önemli, kaydadeğer misyon yüklenmişlerdir.I- Toplumsal mücadelede önder-lik/öncülük sorunsalının nasıl aşıla-cağı,II- 12 Eylül ’80 Faşizminin ağır iktisa-di, sosyal, politik yıkımlarının üste-sinden nasıl gelinebileceği,III- Türkiye emekçi sınıflarının vebuna bağlı olarak sendikal hareketi-nin başta Kürt Sorunu gelmek üzere,çalışma yaşamında, iktisadi ve siyasalalanlarda demokratikleşmenin hangihat izlendiğinde sağlanabileceğitüründen özetlenebilecek görev veyükümlülükler omuzladıkları gerçeğiyaşanmıştır. Yukarıda sıralanan her bir boyut,belirtilen üç emekçi direnişçe açıklı-ğa kavuşturulmuştur.1960’lı yılların ikinci yarısında ulus-

lararası emek ve demokrasi dinamik-lerinin tetikleyici etkisiyle ivmelenenTürkiye devrimci gençliğinin -iyiniyetine karşın- “Süregelen öncü-lük/önderlik ve toplumsal/siyasalmuhalefetin itici/sürükleyici gücükimdir, kim olacak?” tartışmalarınason veren; “ezilenler, emekçiler, işçisınıfıdır” mesajını ileten 1970 15/16Haziran Direnişi olmuştur. Öyle ki, bugörkemli başkaldırı muğlak, ikirciklive ideolojik savrulmalara neden olanpolitik polemiklere son noktayı koya-rak, temel problemlerin aşılmasındayegane ve en sahici gücün emekçisınıflar olduğunu tartışmaya yerbırakmayacak bir netlikle gözlerönüne sermiştir…’89-’91 emekçi ilkbaharını yarataneylemliliklerde ise; 12 Eylül ’80 mili-teryal faşist rejimin gasp ettiği,emekçi sınıfların sendikal, mali, siya-sal ve toplumsal alanlardaki hakları-nın yeniden elde edilme-si/kazanılması için ve “BuAnayasa/yasalarla hiçbir şey yapıla-maz” şeklindeki pasifikasyon amaçlımanipülasyonlara rağmen; meşru,demokratik direnme hakkı kullanıla-rak, 12 Eylül ‘80’nin tüm toplumsalkesimler üzerine serptiği ölü topra-ğını egemen kılma düzenini, iki yılayayılan ve ’91 Zonguldak MadenciGrevi ile zirveye çıkan Emek, Ekmekve Onur yürüyüşüyle sarsmaya baş-ladı.Üçüncü direniş, Tek-el ise; bu ikimücadele anıtının yanına bir deva-sa/abidevi duruşu daha koy-muş/katmıştır…O da ülke emekçi sınıflar ve sendikalmücadele tarihinde ilk kez tanıklıkedilen: “Halkların KardeşliğiEmekçilerin Birliği” şiarının yaşamlabuluşturularak, ete, kemiğe bürün-dürmüş olmasıdır!İlk iki emekçi direnişinin hemenardından uygulamaya sokulan çıplak

zorun, üçüncüsünde de yeniden dev-reye geçirilebileceği göz ardı edilme-den hazırlıklar yapılması, dikkat edil-mesi gereken önemli bir husustur…’70 15/16 Haziran emekçi başkaldırı-sı için; “Siyasal, toplumsal olay vegelişmeler ekonomik alanları aşmış-tır” saptamasında bulunan sistemsözcülerinin perspektifinden rejimiharekete geçirmiş ve 12 Mart ’71insan ve emek karşıtı müdahalesiülkenin üzerine çökmüştür…Keza, ’89-’91 Emekçi İlkbaharı dazemheri kış iklimine dönüştürülmekhedefiyle Anadolu ve Mezopotamyacoğrafyası bir baştan diğer bir başa,faili “meçhul” cinayetlerle ölüm ses-sizliği egemen kılınmak için açık şid-det eksenli bir konsepte uygun ola-rak sistem tarafından genel bir saldırısüreci başlatılmıştır.78 gün, her anı nefes nefese ve sıcakkavgayla yürütülen Tekel EmekçileriDirenişi gerek oluşturulan birlik,gerek iç konjonktürün sağladığı ola-naklar (hukuki boyutun lehte sonuç-landığı ülke koşulları göz ardı edilme-melidir!) ve gerekse öne sürülentaleplerin haklılığı, meşrululuğu (şim-dilik ve ilk iki direnişte sistem sendi-kacılığına karşın verilen mücadeleninüçüncüsünde emekçi aklın yetkinleş-mesiyle sendikacıları da yanındatutan taktik ve doğru yaklaşımınkazandırıcı boyutu da atlanmadan!)bu ilk hamlenin emekçilerin istemle-ri yönünde noktalanmasına yolaçmıştır.Küçücük bir kıvılcım olarak başlayanve giderek büyük bir -ışıtan, aydınla-tan- ateşe evrilme sürecine girendireniş, bilinmeli ki, sistemi/rejimisıkıştırdığı/zorladığı oranda karşısaldırılar/hamleler geliştirme boyu-tunda da onu düşündürtmüştür…Her şeyden önce bu yürüyüş bileşen-lerinin; dilsel, dinsel, etnik, bölgesel,

kültürel, siyasal hatta ideolojik çokfarklılığı, çok renkliliği, çok boyutlu-luğu egemenler için en çok dikkatkesildikleri yandır. Kuşkusuz buboyut, halklar, ezilenler ve emekçileriçin de mutlaka büyük bir titizlilik veilgiyle değerlendirilmeyi hak ediyor.Ne ve nasıl oluyor da bunca çoklukarakter ve özellikteki bir yapı ortakbir amaca kilitlenerek, odaklandığıhedefine ulaşmada önüne çıkarılanengelleri/handikapları aşabiliyor?’70 15/16 Haziran’ında toplumsalmücadelede önderlik doğrultusununyönü tayin edilip, belirlenirken; ’89-’91 Emekçi İlkbaharında sisteminsinir uçları deşifre edilmiştir.Unutmamalı ki, o uzun emek, ekmekve onur yürüyüşünde kayda değergelişmelerin başlıcası, Mezopotamyave Anadolu ezilenlerinin birlik vedayanışmasının uç vermeye başlamışolmasıydı. Ki, bunu en anlaşılır kılan:“Botan, Zonguldak El Ele” belgisiydi:Burada yaşanan netleşme ise;Zonguldak’ın kişiliğinde Anadolu,Botan’ın şahsında daMezopotamya’nın buluşup birleşme-siydi. Ve bu temel üzerinden Birlik,Dayanışma, Mücadele hattının örül-mesinin öngünlerine gelinip, dayanıl-masıydı…İşte tam da burası, yani sisteminkırılma anının belirmesi, ifade edilenfaili “meçhul” cinayetler konseptinindevreye sokulması anıdır da aynızamanda!Hiç kuşku yok ki, Tekel Direnişimimarları bu, Türkiye emekçi sınıfla-rı yakın tarihinin en belirgin, kendi-lerinden önceki iki kavganın nedenve sonuçlarının ayırdındadır.Tam da bir soluklanma, yenidenenerji biriktirme dönemine girmeyebaşladıkları bu günden (2 Mart) yeni-den onurun, emeğin ve ekmeğinhalayına duracakları, şarkılarını bir-

T

Çoklu ve Renkli Ama Emek-Ekmek-Onur Kavgasında Ortak

78 gün süresince TEKEL emekçilerioldukça net bir biçimde dostlarını da,

düşmanlarını da bilince çıkardılar.Hem sistemin ruhunu, hem de halkların, ezilenlerin gerçeğini

görünür kıldılar! Zaten bu bilinçlenmeve görünür kılma değil miydi ki, günden güne kardeşleşmelerini,

yenilenmelerini, güzelleşmelerini vebunlar üzerinden yükselen

sevilmelerini sağlayan! Öyle ki, hergeçen an daha çok birbirlerini

sarıp, sarmalamadı mı Türk, Kürt, Arap ve Laz şarkıları…

OSMAN ERGİN

TEKEL DİRENİŞÇİLERİ:GÜLE GÜLE VE MERHABAHamdullah Uysal’ın kişiliğinde tüm emek, kardeşlik, Hamdullah Uysal’ın kişiliğinde tüm emek, kardeşlik, eşitlik, özgürlük ve insanlık mücadelesinde halklarınıneşitlik, özgürlük ve insanlık mücadelesinde halklarınınyüreğini yurt edinenlerin aziz anılarına, saygıyla… yüreğini yurt edinenlerin aziz anılarına, saygıyla…

Page 13: TO-Gazete-31/3

MART 2010 13PO Lİ Tİ KAÖZ GÜR LÜKTOP LUM SAL

78 gün süren Tekel direnişinin kaza-nımlarını, sınıf mücadelesinin dire-niş öncesindeki seyrini baz alarakdeğerlendirdiğimizde daha iyi anla-yabilir ve epey yol alındığını görebili-riz. Kazanımların sürdürülmesiningerekleri üzerinden bazı gerçeklerinaltını çizmeye çalışalım.Tekel işçilerinin bu düzeyde kararlıdireniş göstereceği, ne sendikanınne de hükümetin malumu idi; hattasosyalist öznelerin de. Tekel işçileride, direnişleri ile tarihe önemli birnot düşeceklerinin farkında değiller-di. Birçok dezavantajla yola çıkanişçiler, kendi güçlerini keşfede edeyol aldılar; tarihe not düşebilecek birkapasiteye sahip olduklarını yaşaya-rak gördüler. Başından beri zorunlu-luktan dolayı işçilerin yanında duranve işçilerden gelen direnişçi basıncısönümlendirerek hükümetle birbiçimde uzlaşma çizgisini sistemliceuygulayan sendikal bürokrasi, sürek-li devrede oldu ve direnişi sonlandır-mak için fırsat kolladı. Ayrıca, dire-nişçi Kürt işçilerinin etkin varlığı vediğer işçilerdeki şoven ön yargılarakarşın, ülkenin politik konjonktürü-nün en temel konusu olan “Açılım”ınsiyasi baskısının omuzlanması gere-

kiyordu. Ve nihayet, hükümeti geriadım atmama konusunda zorlayansermayenin tutumu açıktı. Sıradabekleyen çeşitli işkollarından 125bine yakın işçinin kaderini de dire-nişçi işçiler omuzluyorlardı. Bütün buzorluklarla yola çıkan Tekel işçisi, 78gün boyunca adım adım, öğreneöğrene, işçi sınıfının güncel görevleritarihsel kapasitesiyle omuzlayabile-ceğini gösterdi.Kazanımların

SönümlenmedenBüyütülmesiTekel direnişinin kazanımlarının,Zonguldak direnişinin akıbetineuğramaması, şimdi doğru sahiplenil-mesine bağlıdır. O şanlı direnişinkazanımlarını berhava eden, sınıfınöz örgütlenmesini yaratamamışolması idi. Benzer durumlar bugüniçin de kimi farklılıklara rağmen sür-mekte.Hükümetin ve sermayenin korkusu,tekel işçilerinin etnik bileşiminden vesırada bekleyen özelleştirmelerdendolayı çok daha artmıştır. TayyipErdoğan ve bakanlarının bu kadarsaldırgan olmalarının kendilerincehaklı nedenleri vardır.

Düşünün ki, Kürt, Laz, Arap, Türkkökenli işçiler direnerek, kardeşleşe-rek ve üstüne üstlük sınıf mücadele-sinin içinde pişerek kazanımla mem-leketlerine dönüyorlar. Ve devamın-da, sonrasındaki bir dizi eylemi tetik-lemesi dışında, halkların kardeşliğinisağlamada Ankara’da kurulan bu sağ-lam köprünün şövenizme indireceğidarbeyi düşünün! Ve bu köprünün,“Açılım” makyajının yaldızlarınısöküp atarak, yukardan bilinçliceorganize edilen şovenist dalganın kit-leler nezdindeki meşruluğunu azalt-ma gücünü düşünün!Direniş Ruhunun

Devamı İçinTekel işçilerinin direnişi ile uç verenkazanımların kalıcılaşıp büyümesi-nin henüz bir garantisinin olmadığıhepimizin malumu. Mola verilendirenişin temel talepleri de henüzkarşılanmadı. Hatta Hükümet, direni-şi ezerek sonlandırıp, “Direnen işçi-ler her zaman yenilir” fotoğrafınıhafızalara kazımaya da niyetlidir. Budurumda, Tekel işçilerinin özlük hak-larını alana kadar yürütülecek müca-dele, aynı zamanda direnişin içindeuç veren tarihsel kazanımların da

büyütülmesinin en etkili yolu olacak-tır.Kazanımlar sendikal bürokrasisinipoteği altında berhava edilme riskinide büyük oranda taşıyor. Sınıfınöncülerinin direniş boyunca çeşitliyerlerdeki eylemler ve etkinliklerlegösterdikleri dayanışma, direnişçadırlarında kurdukları ve işçiler nez-dinde kabul gören bağlar küçümsen-memeli. Ancak, sosyalistlerin kendi-lerini henüz sendikaları aşacak birinisiyatife sahip duruma getiremedi-ği de açık. İşçilerle birlikte yürütüle-cek ve sendikal bürokrasiyi de yanı-mızda durmaya mecbur edecek veadım adım ilerletilecek hattın inşasıiçin hazırlıkların sürmesi önemli. 1Nisan’da Ankara’da toplanıp direnişiillere yayma eylemi, mücadeleninivme kazanarak sürmesini sağlayabi-lir.Sınıf öncülerinin hem Ankara eylemihem de direniş çadırlarının yayılaca-ğı illerde bu süreçten öğrendikleri iledaha organize ve etkin olmanıngereklerini zaman kaybetmedenyerine getirmesi, kazanımların yarı-na taşınmasının ve realize olmasınınteminatı olacak. birlerinin yüreklerine nakşedecekleri1 Nisan’a kadar ciddi hazırlıklara gir-melerinin zamanını yaşayacaklar.Bilmeliler ve unutmamalılar ilk ikikavganın ardından sistemce yaşatı-lanları; bir daha asla kardeşlerineyaşatılanları yaşamamak için!Özcesi, önlerindeki bu bir iki haftayıbir dolu hazırlık, sendikal, siyasal,ideolojik ve örgütsel donanım esaslıhazırlıklarla değerlendirmelidirler;mücadelenin başarılmış birinci etabı-nı, kalıcı zaferle taçlandırmak adına!Evet, 78 gün süresince tekel emekçi-leri oldukça net bir biçimde dostlarınıda, düşmanlarını da bilince çıkardılar.

Hem sistemin ruhunu, hem de halk-ların, ezilenlerin gerçeğini görünürkıldılar!Zaten bu bilinçlenme ve görünürkılma değil miydi ki, günden günekardeşleşmelerini, yenilenmelerini,güzelleşmelerini ve bunlar üzerindenyükselen sevilmelerini sağlayan!Öyle ki, her geçen an daha çok birbir-lerini sarıp, sarmalamadı mı Türk,Kürt, Arap ve Laz şarkıları…Govendler, horonlarla tepilirken birgün; bir başka gün TrabzonKolbastısı, Bablekanla kucaklaştı enderin kardeşlik ve sıcaklıkla…

Ülke emekçi sınıflarının yakın müca-deleler tarihinin bu üç başat kilomet-re taşı, yol gösteren kutup yıldızları-nın başarıya ulaşılmasının doğruadresleri oluşunun garantisi debedenlerini bu, Kardeşlik, Eşitlik,Özgürlük ve Demokrasi yürüyüşleri-ne katık edenlerin aziz ve aydınlıkanılarıdır.Bitirirken ve özcesi; üç emekçi kutupyıldızının, karanlık koşullarda yönbulabilme ve doğrultuya girmedekitarihsel rollerinden çıkarmamızgereken zengin deneyim ve birikim-lerin olduğu göz ardı edilmeden:Güle Güle ve Merhaba çoklu, renkli,

farklı ama Emek, Ekmek ve Onurkavgasının yürüyüşünde aynıemek/insan karşıtı noktaya vurmabecerisine ulaşan Tekel Direnişçisikardeşlerimiz Güle Güle ve Merhaba!Bileceksiniz, siz sözleştiğiniz günolan 1 Nisan’a hazırlık yaparken coğ-rafyamız halkları, ezilenleri ve emek-çi sınıfları da sizinle birlikte kapitalistmodernitenin günümüz temsilcileriküresel sermaye ve yerli bağlaşıkla-rına anlamlı bir 1 Nisan “şakası” yap-maya yoğunlaşıyor olacaktır.Ve unutmayın, Kavganızdaki EnGüçlü ve Büyük SiperinizYüreklerimizdir!

Kazanımların Korunmasında Sınıfın Öncülerine Görev Düşüyor

TEKEL DİRENİŞİNİNKAZANIMLARI

Sınıfın öncülerinin direniş boyunca çeşitli

yerlerdeki eylemler ve etkinliklerle

gösterdikleri dayanışma, direniş

çadırlarında kurdukları ve işçiler nezdinde

kabul gören bağlar küçümsenmemeli.

Ancak, sosyalistlerin kendilerini henüz

sendikaları aşacak bir inisiyatife sahip

duruma getiremediği de açık. İşçilerle

birlikte yürütülecek ve sendikal bürokrasiyi

de yanımızda durmaya mecbur edecek ve

adım adım ilerletilecek hattın inşası için

hazırlıkların sürmesi önemli.

TARIK ORUÇ

Page 14: TO-Gazete-31/3

PO Lİ Tİ KA1� MART 2010 ÖZ GÜR LÜKTOP LUM SAL

ekel direnişi, Türkiye işçisınıfı mücadele tarihindebir dönüm noktası oldu.Sınıfın tarihsel bir özne olduğununaltı yeniden çizildi. Ayrıca sınıfınmuazzam bir toplumsal anafor veçekim gücüne sahip olduğu dostadüşmana gösterildi.Sınıftan kaçışın, totolojiye varan birpolitika haline getirildiği, tarihselöznenin aleni ya da multi-öznetanımlamalarıyla reddedildiği koşul-larda, sınıfın devreye girişiyle herşeyin nasıl sarsılabileceği ortayaçıktı.Tekel direnişinin yarattığı olağanüs-tü etkileri her biri ayrı bir başlıkaltında tartışılabilecek özellikte olma-sına rağmen şöyle sıralayabiliriz:1. Tekel direnişi sistematik bir karşıdevrim niteliğinde olan neo-libera-lizme karşı (son 30 yılda) gerçekleş-tirilen en önemli pratik oldu.2. Tekel direnişçileri kapitalist krizve neo-liberal politikaların yıkıcıetkilerinin bütünüyle açığa çıktığıkoşullarda sınıfın öncü müfrezeliğiniyaptı.3. Sınıflar mücadelesinin bazı anlarıbir momenti, bir tarihsel döneminbaşlangıcını ifade eder. Tekel direni-şi bu anlamda bir tarihsel eşiktir.4. Direnme, direniş bir varoluş biçi-midir. Tekel direnişi ahlaki ve onto-lojik bir ayağa kalkıştır.5. İşçi sınıfı kapitalist krize karşı fab-rika işgal eylemleri ve direnişlerlemodel eylem tarzlarını yarattı. Desagrevinden Emine Arslan, Meha dire-nişinden Saliha Gümüş, Entes direni-şinden Gülistan Kobatan döneminmodel kimlikleri olarak öne çıktı.Tekel mücadelesi sınıf mücadelesin-de bir sıçramayı işaretledi.Tekel kolektif direnişçi kimliğini

yarattı. Şimdi Tekel işçilerinin herbiri Emine Arslan, Saliha Gümüş veGülistan Kobatan’dır.6. Tekel direnişi gücünü yarattığıtoplumsal meşruiyetten aldı, tüm ezi-lenlerin sözcüsü oldu.7. Tekel işçileri “gerçek açılımı” yaptı.Açılımın kendileri olduğunu gösterdi.Ulusal soruna hem tarihsel, hem teo-rik, hem de pratik bir yanıt üretti.“İşçiler birleşmeden, halklar kardeş-leşmez”.İşçilerin birleşmesi ve kardeşleşme-siyle bölünme sendromu ve önyargı-ların nasıl aşılabileceği ortaya çıktı.Genişletilmiş Ortadoğu Projesi’ninbir yansıması ve neo-liberal enteg-rasyonun bir gereği ve neo-liberalbir asimilasyon politikası olan Kürtaçılımına karşı işçi sınıfı izlenmesigereken yolu gösterdi. KemençeyleAnkara’nın misketi ve zılgıt birleşti.Tekel direnişi ayrıca laik-anti laik,Kürt-Türk, Alevi-Sünni gibi sahte iki-lemlerin ortadan kalkmasını da sağla-dı. Sınıfsal antagonizmayı bütün çıp-

laklığıyla açığa çıkardı.8. Tekel direnişi bir umut ayaklan-ması oldu. Sınıfın kapsayıcı ve birleş-tirici gücünü ortaya çıkardı. İşçi sını-fının “Kendisini özgürleştirirken,insanlığı da özgürleştiren bir sınıf”olduğunu Tekel direnişi bir kez dahagösterdi.9. Tekel direnişi sınıfa muktedirolma gücü verdi ve olağanüstümoral kazandırdı. Her şeyden öncesınıf için en iyi öğretmenin eylemolduğunu gösterdi.10. Tekel direnişi sınıfın bağımsız vebirleşik gücünün nelere kadir olabi-leceğini açığa çıkardı. 11. Kapitalist kriz ve neo-liberalyıkım politikaları hayatın her alanı-nı, başta işçi havzaları ve fabrikalarısosyal patlama, sosyal dinamit hali-ne dönüştürdü. Bugün 249 tane orga-nize sanayi bölgesinde, işçi havzala-rında, fabrikalarda, hatta işçi kentle-rinde sınıfsal öfke ve kin birikmekte-dir. Tekel direnişi bu öfke ve kininyıkıcı gücünü dışa vurdu. Bugün bah-

settiğimiz her alan gerçektenTekel’dir. Yani her yer Tekel’dir, heryer direniş alanıdır.12. Tekel direnişi sınıfın şekillenme-sinde taban örgütlenmelerinin yakıcıönemini ortaya koydu.13. Tekel direnişi, basit ve yalın daolsa tipik konsey demokrasisi pratik-leri yarattı.14. Tekel direnişi kendi ölçeğinde birkültür devrimi pratiği gerçekleştirdi.15. Tekel direnişi 12 Eylül sonrasın-da işçi sınıfı ve devrimcilerin birleş-tiği ve kaynaştığı bir pratik olaraköne çıktı ve dikkat çekti.Son derece önemli olan bu gelişmene yazık ki içinde birçok zaafı da taşı-maktadır. Solun bugüne kadar işçisınıfıyla iki düzeyde ilişki kurma biçi-mi oldu: Birincisi, sınıfı nesneler yığı-nı olarak gören ve bu düzeyde ilişkikuranlar; ikincisi, sınıfı tarihin özne-si olarak kavrayan ve ontolojisinionunla bütünleştirenler. Yani birtarafta sol liberaller ve reformistler,diğer tarafta sınıf devrimcileri. Tekeldirenişi bu yanıyla da dikkat çekti.Sınıfla bir nesneler yığını olaraktemas kuranlar, sınıfı bir politik yatı-rım aracı olarak gördü ve politik ens-trüman olarak ele aldı. İlişki düzlemi-ni bu eksende geliştirdi. Diğer taraftasınıf devrimcileri var oluşlarınıonlarla bütünleştirmeye çalıştı. Heryerde ve her alanda yeni Tekel pra-tikleri yaratmaya çabaladı. Çünkü“sınıfla ilişki” salt bir eylem üzerin-den ve eylemin mekansal karakterin-den kaynaklanan ya da rüzgarınyönüne göre biçimlenmiş bir ilişkideğildir. Sınıfla ilişki Marksizminvaroluşunu işaretler. Sınıf devrimci-leri varoluşlarını ve manalarını sınıf-la kurduğu ilişkilerden kazanır. Sınıfıbir tarihsel özne olarak kavramak dabunu gerektirir.

T

Tekel direnişi, Türkiye işçi sınıfı mücadele tarihinde bir dönümnoktası oldu. Sınıfın tarihsel bir özne olduğunun altı yenidençizildi. Ayrıca sınıfın muazzam bir toplumsal anafor ve çekim

gücüne sahip olduğu dosta düşmana gösterildi. Sınıftan kaçışın,totolojiye varan bir politika haline getirildiği, tarihsel öznenin

aleni ya da multi-özne tanımlamalarıyla reddedildiği koşullarda,sınıfın devreye girişiyle her şeyin nasıl sarsılabileceği ortaya çıktı.

TEKEL Direnişi Gösterdi ve Öğretti

Kapitalist kriz ve neo-liberalyıkım politikaları hayatın her

alanını, başta işçi havzaları vefabrikalarını sosyal

dinamit haline dönüştürdü.Bugün 249 tane organize

sanayi bölgesinde, işçi havzalarında, fabrikalarda,

hatta işçi kentlerinde sınıfsalöfke ve kin birikmektedir. Tekel

direnişi bu öfke ve kinin yıkıcıgücünü dışa vurdu. Bugün

bahsettiğimiz her alan gerçekten Tekel’dir.

Yani her yer Tekel’dir, her yer direniş alanıdır.

VOLKAN YARAŞIR

SINIFTAN KAÇIŞ YOK!

Page 15: TO-Gazete-31/3

MART 2010 1�PO Lİ Tİ KAÖZ GÜR LÜKTOP LUM SAL

ki ayı aşkın bir zamanayayılan Tekel işçilerinindirenişi, sosyalist hareketinyıllardır dile getirmekte olduğu birdizi kavramın zihinlerde canlanmasıaçısından son derece uygun birzemin sundu. Son yıllarda üstündebolca spekülasyon yapılan toplumsalsınıf, sınıf bilinci gibi kavramlarındaha somut ve net olarak kavranıla-bilmesi için Tekel işçilerinin direnişsüreci önemli açıklıklar sunuyor.Tekel işçilerinin direnişine öngelensüreçte askeri-bürokratik elit ile AKParasında tırmanan gerilim ülke siya-setinin belirleyici ögesi olarak siya-set alanını kaplamıştı. Tekel işçileri-nin direniş sürecinde de bu gerilimtırmanmaya devam etti. Siyasal gün-demi ağırlıklı olarak belirleyen bugerilim, farklı ölçeklerde de olsa sos-yalist özneler üstünde de basınçyaratıyor, kimi özneleri kendi yörün-gesine çekerek, kimi sosyalist özne-lerin ciddi eksen kaymaları yaşama-sına neden oluyor.Sözünü ettiğimiz eksen kaymasınıen iyi örnekleyen öznelerden biriÖSH olarak bilinen ve yeni bir solparti kurma amacıyla faaliyetleryürüten bir oluşum. Ufuk Uras öncü-lüğünde başlayan partileşme süreciçok farklı siyasal konum ve gelenek-lerden gelen unsurları barındırıyor.Basın toplantılarında yapılan açıkla-malar ve “Çerçeve Metin” olarakadlandırılan bir bildirge, bu oluşu-mun siyasal ve teorik temellerinikavramamıza olanak sağlıyor.Yeni Sol Hareketin kendini kamuo-yuna sunduğu ilk toplantılardanbirinde hareketin önemli isimlerin-den Ahmet İnsel’in yaptığı açıklama-lar, ironi sözcüğünün anlamsal derin-liğini yansıtıyordu. Bianet sitesinde

yer alan haberde, Ahmet İnsel’in yap-tığı açıklamaları iyi özetlediği düşü-nülerek bir alt başlık konulmuştu. Bualt başlık: “Sınıf temelli söylemlerinbırakılması gerekiyor”. İnsel’in buçağrısının karşılığı birkaç gün sonrageldi. Tekel işçileri “sınıf temelli birsöylem” eşliğinde eyleme geçtiler.Tekel işçileri neo-liberal saldırı dalga-sının sarsıcı boyutlarını kendi dene-yimleriyle kavramış ve sınıf mücade-lesini yükseltmek, “sınıf temelli söy-lemleri” temel almak zorunda kalmış-lardı. Sınıf mücadelesinin, kapitalistüretim sürecine içkin bir olgu, busürecin kaçınılmaz bir sonucu olduğusaptaması Marksist-Leninist teorininen temel ögesidir. Bu en temel ögeyiyok sayan, temel toplumsal çatışmayıdevlet ile sivil toplum arasındaki geri-lime indirgeyen sol liberal eğilimler,yine sınıfsal içeriğinden soydukları“genel olarak demokrasi” arayışlarıy-la liberal yanılsamaları sol içindeyaymaya çalışıyorlar.Marksistler, demokrasiden söz edil-diğinde, şu iki soruyu hemen sorar-lar: Kimin için demokrasi? Ve hangisınıfın demokrasisi? Yaşadığımızemperyalist-kapitalist dünya sistemiiki zıt kutbun varlığı üstüne oturmuş-tur, bu nedenle bu sorulara somut venet yanıtlar vermeden üretilen söy-lemler kaçınılmaz biçimde mevcutsiyasal ve toplumsal koşulları meşru-laştırır ve egemenlik sisteminin birparçasına dönüşür.Sol liberal eğilimlerin en belirginöznesi olan Yeni Sol Hareket bildirge-sinde son derece örtük bir dil kullanı-yor. Sınıf kavramından rahatsız olun-duğu son derece belirgin olan metin-de bol bol yurttaş, yurttaş inisiyatifi,anayasal yurttaşlık, yurttaş katılımın-dan söz ediliyor. Yurttaş kimdir?

Hangi sınıftan yurttaşlar nasıl biryurt kuracaklar? Bu soruların yanıtı-nı öğrenmek için bildirgeden birbaşka parçaya bakmamız gerekiyor:"Bugün toplum, insani ve toplumsalihtiyaçların karşılanması için ya dev-lete ya da piyasaya muhtaç bırakılı-yor. Kapitalizmin liberal ve devletçiseçenekleri insanlığın kaderi olarakkabul edilemez. Bu çaresizlik ikile-minden, katılıma, ortaklığa ve gönül-lülüğe dayalı yeni bir seçenekle çıkıla-bilir"“Katılıma, ortaklığa ve gönüllülüğedayalı yeni bir seçenek” hangi sınıfsalgüçlerle kurulabilir? Sorular artırıla-bilir… Metinde “Bugün toplum, insanive toplumsal ihtiyaçların karşılanma-sı için ya devlete ya da piyasaya muh-taç bırakılıyor” deniliyor. Bu muhtaçbırakılma durumunun nedeni, üretimaraçlarının mülkiyetinin küçük birazınlığın elinde toplanması ve toplu-mun ezici çoğunluğunun mülksüzleş-tirilmesi değil midir?Mülksüzleştirilen büyük çoğunluğunemek-güçlerini satarak yaşamaktanbaşka çaresi olmayan proletaryayıoluşturması ve sermaye sınıfıylauzlaşmaz bir çelişkiye sahip olmasıyalın gerçeğini gizlemek için bukadar çaba solculuk adına neden sarfedilir?Bildirgede, emek-sermaye kutuplaş-masının üstünden atlamak için özelolarak geliştirilen terminoloji, post-marksist olarak adlandırılan ancakMarksizm-Leninizmle uzak yakın birilişkisi bulunmayan akımın termino-lojisinden esinlenmiştir. Marksist-Leninist teoriyi sınıf indirgemecilikleeleştiren bu akım, temel siyasalözneleri nesnel toplumsal ilişkiler-den hareket ederek kavramıyor,temel siyasal özneleri ideolojik-poli-

tik düzeyde kurulan birlikler olarakkabul ediyor. Bu yaklaşımı nedeniyle,ideolojik-politik düzeyde oluşan bir-liklerin söylem aracılığıyla eklemlen-mesi çerçevesinde oluşacak bir halkblokunun radikal demokrasi siyasihedefinde birleşmesini öneriyor.Doğal olarak da, bu yaklaşıma göre,sınıfsal temele dayanmayan halk blo-kunun temel birimini yurttaşlar oluş-turuyor. Yeni Sol Hareketin çok dayeni olmadığını söyleyebiliriz, hare-ket olsa olsa post-marksizm kadaryeni olabilir. Ülkemizde özellikleBirikim dergisi aracılığıyla uzunzamandır dile getirilen bu görüşlerinÖDP içinde bazı odaklar tarafındanyıllar önce savunulmaya başlandığınıbiliyoruz.Post-marksizmin klişeleşmişMarksizm eleştirilerini tekrarlayanİnsel aynı konuşmasında şunlarısöylüyor:"Mutlak kurtarıcı anlayışından vesınıf indirgemeciliğinden kurtulma-mız lazım. Sınıflara otomatik olaraksiyasi bilinç atfedemeyiz. Bir insanezilen olduğu için otomatik olaraksolcu değildir. Yani siyasi bilinçlenmeiktisadi konuma indirgenemez.Marksizmin en pozitivist gelenektengelen yanlışını tekrarlamayalım."İnsel’in Marksizm’inin Marx’ınMarksizmi ile bir ilgisi var mı? Marxve Engels, 1. Enternasyonal içindeneyin mücadelesini vermişti? İşçileresiyasal bilinç kazandırmak ve bubilinci geliştirmek için onca çalışmaneden yapılmıştı? Peki ya Lenin? NeYapmalı’da neyi savunuyordu? YeniSol Hareket mensuplarının bunlarıbilmiyor olmaları mümkün mü? Pekçoğunun gençlik günlerinde kolları-nın altında Ne Yapmalı ile dolaştıkları-nı ve sıkı Leninist olduklarını biliyo-

İ

Post-Marksizm Temelinde Sol Liberalizm

YENİ “SOL”HAREKET ÜZERİNE

Sınıf mücadelesinin, kapitalist

üretim sürecine içkin bir olgu, bu

sürecin kaçınılmaz bir sonucu olduğu

saptaması Marksist-Leninist teorinin

en temel ögesidir. Bu en temel ögeyi

yok sayan, temel toplumsal çatışmayı

devlet ile sivil toplum arasındaki geril-

ime indirgeyen sol liberal eğilimler,

yine sınıfsal içeriğinden soydukları

“genel olarak demokrasi” arayışlarıyla

liberal yanılsamaları sol içinde

yaymaya çalışıyorlar.

CENK AĞCABAY

Page 16: TO-Gazete-31/3

ruz.Tekel işçilerinin direnişi Marksist-Leninist teo-rinin temel kavramlarından birini son derecegüçlü bir biçimde gündeme getirdi: Deneyim.İnsel’in ifade ettiği gibi, Marksist teori “sınıfla-ra otomatik olarak siyasi bilinç atfetmez.”Marksist teoriye göre işçiler, sınıf mücadelesi-ne girdikleri andan itibaren sınıf mücadelesipratiği içinde yaşadıkları öz deneyimleri aracılı-ğıyla kendilerini eğitir, sınıf bilincine ulaşırlar.Yani Marksist teoriye göre sınıflar, sadece üre-tim sürecindeki yapısal konumları itibariylesınıf bilincine sahip değillerdir. Aynı zamandasınıf mücadelesi pratiği içinde kurdukları ilişki-lerle, bir süreç içinde sınıf bilincine ulaşırlar.Marksistlerin işçi sınıfı ve sınıf bilinci konusun-daki görüşlerine Tekel işçilerinin direnişi bağ-lamında yaklaştığımızda neler görüyoruz? Çokfarklı kültürel özelliklere sahip coğrafyalardangelen Tekel işçileri, kısa bir süre içinde sınıfmücadelesi dinamiğine yaslanarak sol liberal-lerden çok daha sağlam bir bilinç düzeyineulaştılar. İşçiler otomatik olarak solcu olmazlar,ancak sınıf mücadelesinin düzeyi yükseldiğiölçüde işçiler sosyalist dünya görüşünü, sosya-lizmin eylem ve söylemlerini sahiplenirler.Tekel direnişi bunun en canlı görüntülerinesahne oldu.Sol liberalizm, demokrasi meselesini sınıfsalbir temelde ele almadığı için, düzen içi çatışma-da AKP ile aynı pozisyonlara düşüyor, bildirge-de ifade ettikleri görüşlerle Avrupa emperyaliz-mini meşrulaştırmaya çalışıyor. AvrupaBirliği’nin emperyalist karakterinin üstünüörterek yanılsamalar yaratıyor. Ekonomik kri-zin derinleştiği günlerde sınıf mücadelesi deyeni biçimler ve zeminler kazanarak yükseli-yor. Tam da bugünlerde sola “sınıf temelli söy-lemlerden uzaklaşma” çağrısı yapmak, isteristemez Yeni Sol Hareket kime hizmet ediyorsorusu üstüne düşünmeyi gerektiriyor. Bu çağ-rıları yapan bir siyasal oluşum, “sınıf temelli”bir direniş olan Tekel direnişinden rahatsızolanları yani AKP’yi ve finans-kapitalistleri,egemen ve sömürücüleri rahatsız eder mi?Tüm dünyada burjuvazinin sözcüleri yıllardıraynı sözleri dile getirmiyor mu? “Sınıf mücade-lesi dönemi kapandı”. Yeni Sol Hareket partileş-me sürecinin gruplar üstüne değil bireylerüstüne kurulacağını iddia ediyor. Teorik temel-leriyle tutarlı bir tercih yapıyor. Ancak gerçekhayata baktığımızda, hareketin protokol görüş-meleri temelinde belli gruplara dayanarakörgütlenmesi gerçeğiyle karşılaşıyoruz.Ezilenlerin sözcüsü olma iddiasındaki hareket,Tekel direnişiyle nasıl bir ilişki kurdu? Oldukçaküçümseyici ifadeler kullandığı küçük gruplartüm enerji ve olanaklarıyla Tekel direnişiylebütünleşmeye çalıştı. Sendika bürokratlarıylaprotokoler toplantılar üstüne inşa edilen birsiyasal oluşum mu? Yoksa Tekel işçilerininçadırlarında ya da başka direniş ve mücadelemevzilerinde işçi sınıfı ve tüm ezilenlerlebütünleşerek inşa edilecek bir yeni sosyalistoluşum mu? Asıl üzerinde durulması gerekennokta bu soruya verilen yanıttır. Gerçek hayattatutulan pozisyonlar bu sorunun yanıtını da net-leştirmektedir. Direnen işçiler mi? Direnişisönümlendirmek için çalışan sendika büro-kratları mı? YÖK’e karşı mücadele eden öğren-ci gençlik mi? Burhan Şenatalar türü üniversitebürokratları mı? Ezilen, köyü yakılan Kürtlermi? 90’lı yıllarda en kanlı sonuçlar doğuranpolitikaların uygulayıcısı SHP türü partiler mi?Bizim yanıtımız nettir. Yeni Sol Hareketin yanı-tı da bütünleşmeye çalıştığı bu unsurlar aracılı-ğıyla netleşmiştir.

oplumsal Özgürlük’üngeçen sayısında, DersimKatliamı üstüne yürütü-len tartışmalarda TKP’nin sergile-diği tutumu ele almıştık.Toplumsal Özgürlük’ün geçensayısı ile bu sayısı arasında geçenzamanda ülkenin politik günde-mi, Kürt Özgürlük Hareketi’nedönük tasfiye hamlesi ve KürtÖzgürlük Hareketi’nin bu hamle-ye karşı geliştirdiği politikalarlakaplandı.Bu arada, bir kez daha TKP’yi elealmamızı gerektiren ve dahaönceki yazılarda yaptığımız kimisaptamaların ne kadar isabetliolduğunu ortaya koyan yeni biryazı TKP edebiyatına eklendi.Kürt Özgürlük Hareketi’nin, Kürthalkının politik temsiliyetinidaha geniş bir zeminde örmekamacıyla gündeme getirdiği vebütünüyle Kürt halkının inisiyati-fiyle tabandan örgütlenenDemokratik Toplum Kongresi(DTK) Diyarbakır’da toplandı vesiyasal taleplerini kitlesel bir gös-

teri düzenleyerek ilan etti.DTK’nın açıklamasını, eşbaşkanıseçilen Hatip Dicle yaptı. DTP’liKürt milletvekillerine dönük sal-dırıların yoğunlaştığı, Kürt halkı-na dönük linç girişimlerinindoruk noktasına çıktığı bir evre-de, Kürt milletvekilleri ve Kürthalkı DTK’nın taleplerini ve siya-sal perspektifini sahiplendiğiniçeşitli açıklamalarla ve eylemler-le gösterdi.DTK, bir Kürt Ulusal Konferansıtoplanması çağrısı yaparak, tümparçalardaki Kürt halkını ortakbir siyasal oluşuma davet etti. Bugelişmelere ilişkin bir yazı,TKP’nin “Sol” adını taşıyan inter-net sitesinde yayımlandı. Yazınınbaşlığı: “Hatip Dicle’ninHırvatistan’ı veya Bosna’sı.”Yazarı, Yurdakul Er. Bir sol dergi-de yayımlanması mümkün olma-yan ifade ve kavramlarla doluolan bu yazı, aynı zamanda biribret vesikası niteliğindedir.TKP’nin gelmiş bulunduğu nokta-yı göstermesi açısından da önem

taşıyor. Yazıda, DTK’nın açıkla-ması hakkında şunlar rahatlıklaifade edilebiliyor:“Türkçü ve şeriatçı katillerleKürt demokratlar el eleAnadolu’ya kan ekiyorlar.

Açıkça ilan ettiler.Diyarbakır’daki DemokratikToplum Kongresi’nden (DTK)çıkan açıklama, bir tür atombombasıdır Anadolu’nun ortayerine atılmış. DTK’nın “ÖzerkKürdistan” taleplerinin falan hiç-bir önemi yok, o çok zayıf birtaleptir, gelinen noktada peketkisi de olmaz, asıl önemli olan,Kürt halkının yaşadığı Ortadoğucoğrafyasında bütün Kürtlereyönelik bir “ulusal konferans”daha doğrusu bir “ulusal kon-gre” çağrısıdır: Pankürdizm!Pantürkizmin başdüşmanı bizle-re, demokrasi diye pankürdizmsokuşturacaklar ve buradanbarış çıkacağını anlatacaklar.Herkesi kendileri gibi cahil misanıyor bunlar?

T

TKP’liler Kürtlere Düşmanlıkta Sınır Tanımıyor

Kimin kiminle ne derece dost olduğunu pratiğin keskinliği hemenaçığa çıkardı. Bir başka nokta da bu vesileyle netlik kazandı, dost

olmak için ille de fiziksel bir tanışıklığa gerek yok, asıl dostlukruhsal ve düşünsel bir temele dayanıyor. Aynı zaman diliminde

ırkçı-faşistlerin yazdıkları ile Yurdakul Er’in yazdıklarınınözdeşliği, bu bağlamda, sözünü ettiğimiz türden dostluk ilişkisine

güzel bir örnek oluşturuyor. Dostluğun temelini ise, büyük Türk şovenizmi oluşturuyor.

MURAT DÜZGÖR

FAŞİST KİM?FAŞİZM NE?

TOP LUM SAL ÖZ GÜR LÜK MART 2010 1� PO Lİ Tİ KA

Page 17: TO-Gazete-31/3

Demek hainin Türk’ü veya Kürt’üolmuyor. Bunların hepsi birbirinebenziyor.

Hatip, efendisi bir başka “hatip”ten,bir imam-hatipliden, iyi öğrenmişdemek ki... Dicleli Hatip,Diyarbakır’da, Kasımpaşalı hatip ilearasında pek bir fark kalmadığınıilan etmiş oldu. Birlikte bir oyunoynuyorlar. O noktadayız. Korkunçbir noktadayız.”Marksizm-Leninizm’den vazgeçip,sosyal-şovenizm konumuna yerleşti-ğinizde, artık sizi tutacak hiçbir dev-rimci engel kalmamıştır. Bu tip pes-paye, çirkin ifadeleri rahatlıkla kulla-nabilirsiniz. Bir kez daha anımsatma-mız gerekiyor, Leninist bakış açısın-dan ulusal soruna dair analizlerde ilkbaşvurulması gereken kavramlar:Ezen Ulus - Ezilen Ulus, UluslarınKendi Kaderlerini Tayin Hakkı’dır.Bunlar, Leninist bakış açısının vazge-çilmez ve üzerinden atlanılamaztemelleridir. Ancak bunlardan vazge-çip, tüm gerçeklikleri yok sayarak,faşist Türk sömürgeci rejimininbaskı ve zorla en temel demokratikhaklarından bile mahrum ettiği ezilenbir halkın politik temsilcilerine buiğrenç dili kullanarak saldırabilirsi-niz. “Türkçü ve şeriatçı katillerle”,mazlum Kürt halkının yiğit öncüleri-ni aynı kategoriye yerleştirebilirsi-niz.Solda sosyal-şoven yaklaşımlar yenideğil; oldukça derinlere işlemiş oldu-ğunu da biliyoruz, ancak bu dereceseviyesiz ve haksız bir yaklaşımınvarlığı konu üstüne daha fazla düşün-memiz gerektiğini gözler önüne seri-yor.Hatip Dicle, 90’lı yıllarda sömürgecisavaşın üst boyutlara tırmandığı birevrede Diyarbakır’da faaliyet göste-ren bir Kürt yurtseveridir. İlkeli vekararlı mücadelesi ile Kürt halkınıngönlünü kazanan Dicle, DEP milletve-kili olarak parlamentoya girmiş,kararlı ve ilkeli mücadelesini buzeminde de sürdürmüştür. DEP mil-letvekillerine dönük faşist uygulama-lar sonucu parlamentodan hapisha-neye gönderilen Dicle on yıl zindanakapatılmış, zindan çıkışı Kürt halkı-nın düzenlediği görkemli gösterilerlekarşılanmış ve kaldığı yerden müca-deleye devam etmiştir. Onurlu, müte-vazı ve kararlı bir Kürt yurtseveriolan Hatip Dicle’yi Tayyip Erdoğan’la

aynı kefeye koymak, TayyipErdoğan’ın Hatip Dicle’nin efendisiolduğunu iddia etmek, eğer bir akıltutulması değilse, ancak çok derinlereişlemiş bir sosyal-şovenizmin, ege-men Türk ulusal ideolojisinin nederece güçlü etkilere sahip olduğu-nun göstergesidir.DTK’nın bir ulusal konferans toplan-ması çağrısını “Pankürdizm” olarakalgılamak, çok güçlü bir Pantürkizm’eişaret eder, çünkü Kürdistan 1.Paylaşım Savaşı sonucu İngiliz-Fransız emperyalist politikalarısonucu 4 parçaya bölünmüştür.Türkiye Cumhuriyeti kurucuları,emperyalizmle gerçekleştirdikleriuzlaşma sonucu Kuzey Kürdistan’dasömürgeci egemenliklerini kurmuş-tur. Sömürgeci boyunduruk altındatutulan Kürt halkının en temel demo-kratik hakkı, Kürdistan’ın birliği vesömürgeci boyunduruktan kurtulu-şudur. Leninist bakış açısından butemel hak vazgeçilmez bir niteliğesahiptir. Kürt halkının özlem vetaleplerini, Türk ırkçılığının talepleri,eylem ve söylemleriyle eşitleyen biranlayış, egemen Türk bakış açısınınfarklı tonlarından birine denk düşer.Tüm tarihsel ve güncel gerçeklikleriyok sayan, çarpıtan bir anlayıştır,çünkü bu anlayışa göre Kürdistan’dane sömürgeci egemenlik, ne asimi-lasyon politikaları, ne de inkar veimha politikaları vardır. Bu anlayışagöre, aslında Kürtler “hayal görmek-tedir”, “hayali bir toplulukturlar”.İlginçtir, Tayip Erdoğan da bir dönemKürtler’e “düşünmezseniz Kürt soru-nu olmaz” mealinde bir öğüt vermiş-ti. Yurdakul Er’in, Tayyip Erdoğan’laortaklaştığı nokta dikkat çekicidir.Yurdakul Er, DTK’nın açıklamasınaduyduğu tepkiyle, kendi öz gerçekli-ğini açığa çıkaran ifadeler kullanıyoryazısında.“Herkesi kendileri gibi cahil mi sanıyorbunlar?”

TKP’li “beyaz Türkler” çok bilgilidir-ler; cahil Kürtler, cahil işçi sınıfı onlartarafından eğitilecek, yönetilecek kit-lelerdir. Bu kitleler, sosyal ve siyasalmücadele içinde kendini eğitip,örgütleyip irade olduğu zaman,“beyaz Türk” solcular işte kendi özgerçekliklerini açığa çıkaran böyletepkiler verirler. Bu tepki sınıfsal biriçeriğe sahiptir, kentli küçük burju-vazinin bakış açısını yansıtmaktadır,bu nedenle ifadeler üsttendir, buyur-gandır. Bunların sosyalizm anlayışıda bu niteliklerine denk düşmekte-dir. Bunların sosyalizm anlayışı,bürokratik bir parti aygıtının tepe-den komuta ettiği bir toplum modeli-ni zorunlu kılar. Oysa bu anlayışınsosyalizm ile ilgisi yoktur, bu sosya-lizmin çarpıtılmış bir biçimine denkdüşer.“O noktadayız. Hatip Dicle, artık birFranjo Tudjman veya Aliyaİzzetbegoviç’in anakronik karikatü-rüdür. Ama bu karikatürünYugoslavya’yı yıkan diğer iki faşistkatilden çok daha etkili olacağınıdüşünmemek için maalesef ortadabir neden bulunmuyor.”Yurdakul Er’in seviyesizliğini çok iyisergileyen bu satırlar, TKP’nin gelmişolduğu noktayı göstermesi açısındanönem taşıyor. Herhalde faşist, faşizmkavramları hiçbir zaman bu dereceçarpıtılmamıştı. Er, devam ediyor.“Ne yazık ki, Hatip Dicle türününbugün en büyük dostu Türk milliyetçileridir. Onur Öymen’denDevlet Bahçeli’ye bundan bol bol var.Ama Hatip Dicle’nin en büyük düş-manı, hiç başka bir yerde aramasın,Türk ve Kürt devrimcileridir.”

“Büyük harfle veya küçük harfle,fark etmez, biliyoruz ki, artık tüm“hatip”ler Türkiye emekçi halkınınbaşdüşmanlığına terfi etmiş bulunu-yor ve Türkiye, artık Yugoslavya’dır.”Yurdakul Er’in bu satırları yayımlan-dığı gün, Hatip Dicle Diyarbakır’daKCK operasyonu nedeniyle gözaltın-daydı ve ardından tutuklandı. İşçilerinbirliği ve halkların kardeşliğini temelsiyasal hedef olarak belirlemiş komü-nistler bu haksız ve adaletsiz operas-yona karşı, Kürt halkıyla berabersokaklardaydı. Hayatın canlı rengiyeşil bir kez daha pratiği besledi,Hatip Dicle Türk faşistleri tarafındanyeniden zindana kapatılırken,Yurdakul Er, yazdıklarıyla ırkçı-faşistkoroda farklı bir ses tonuyla yerinialdı. Kimin kiminle ne derece dostolduğunu pratiğin keskinliği hemenaçığa çıkardı. Bir başka nokta da bu

vesileyle netlik kazandı, dost olmakiçin ille de fiziksel bir tanışıklığagerek yok, asıl dostluk ruhsal vedüşünsel bir temele dayanıyor. Aynızaman diliminde ırkçı-faşistlerinyazdıkları ile Yurdakul Er’in yazdıkla-rının özdeşliği, bu bağlamda, sözünüettiğimiz türden dostluk ilişkisinegüzel bir örnek oluşturuyor.Dostluğun temelini ise, büyük Türkşovenizmi oluşturuyor.Linççi kalabalıklar ve devlet teröriz-mi gün gibi açık ortada dururken,yaratılan atmosferi Kürt halkının entemel demokratik hakları için verdiğimücadeleye bağlamak, BirinciPaylaşım Savaşı sürecinde komünisthareket içinde açığa çıkan gerici eği-limin, Kautsky’lerin, Plehanov’larınkonumuna düşmektir. Leninist bakışaçısı, tam da bunlara karşı verdiğidevrimci mücadele içinde kendiniinşa etmiştir. Yurdakul Er, büyükTürk şovenizmini öylesine içselleştir-miş ki, Türk resmi ideolojisinin ger-çekleştirdiği tahrifat ve deformas-yonların tümünü bir “komünist” ola-rak kabulleniyor.Mustafa Kemal 1923 yılında düzenle-nen İzmit basın toplantısında, döne-min tanınmış gazetecisi Ahmet EminYalman’ın konuyla ilgili bir sorusunaşu yanıtı vermişti: “… başlı başına birKürtlük düşünmektense bizimTeşkilat-ı Esasiye Kanunu gereğincezaten bir türlü özerklik oluşacaktır. Ohalde hangi livanın halkı Kürt ise,onlar kendi kendilerini özerk olarakidare edeceklerdir.” (Eskişehir-İzmitKonuşmaları, Mustafa Kemal, sf. 105,Kaynak Yayınları, 1993)Mustafa Kemal’in sözleri, “Anado-lu’nun orta yerine tahrip gücü yüksekbomba”nın kim tarafından atıldığınınetleştiriyor. Türk resmi ideolojisiüreticileri, bu bombanın tahrip gücü-nü bildikleri için, 1960’lardaAtatürk’ün Söylev ve Demeçleriniderleyip yayımladıklarında, bu parça-yı sansür ettiler. Mustafa Kemal bura-da da kalmamış, konuşmasında bumeseleye dair öngörülerde de bulun-

Linççi kalabalıklar ve devlet terörizmi gün gibi açık ortadadururken, yaratılan atmosferi Kürt halkının en temel

demokratik hakları için verdiği mücadeleye bağlamak,Birinci Paylaşım Savaşı sürecinde komünist hareket

içinde açığa çıkan gerici eğilimin, Kautsky’lerin,Plehanov’ların konumuna düşmektir.

Leninist bakış açısı, tam da bunlara karşı verdiği devrimci mücadele içinde kendini inşa etmiştir.

Kürt halkının özlem vetaleplerini, Türk ırkçılığının

talepleri, eylem ve söylemleriyle eşitleyen bir

anlayış, egemen Türk bakışaçısının farklı tonlarından

birine denk düşer. Tümtarihsel ve güncel

gerçeklikleri yok sayan, çarpıtan bir anlayıştır,

çünkü bu anlayışa göreKürdistan’da ne sömürgeciegemenlik, ne asimilasyonpolitikaları, ne de inkar ve

imha politikaları vardır. Buanlayışa göre, aslında

Kürtler “hayal görmektedir”, “hayali bir

toplulukturlar”.

TOP LUM SAL ÖZ GÜR LÜK PO Lİ Tİ KA 1�MART 2010

Page 18: TO-Gazete-31/3

muş. “Bundan başka Türkiye’ninhalkı söz konusu olurken, onları daberaber ifade etmek gerekir. İfadeolunmadıkları zaman, bundan kendi-lerine aid sorun yaratmaları daimamümkündür. Şimdi Türkiye BüyükMillet Meclisi, hem Kürtlerin hem deTürklerin yetki sahibi vekillerindenoluşmuştur ve bu iki unsur, bütünçıkarlarını ve kaderlerini birleştir-miştir.” (age. sf. 105.)Mustafa Kemal’in ifadesiyle, “beraberifade olunmadıkları zaman” kendile-rine ait bir sorun yaratmaları müm-kün olan Kürtlere karşı cumhuriyettarihi boyunca uygulanan temel poli-tikalar inkar, imha, asimilasyon vezorunlu göç oldu. Bütün bu temel ger-çekler orta yerde dururken veDTK’nın temel talepleri, MustafaKemal’in 1923’te rahatlıkla ifade etti-ği “özerklik” çerçevesiyle sınırlan-mışken, bir takım “komünist”lerin butelaşını, kızgınlığını, anlayabilmekgerçekten güç. Muhtemel ki, bu“komünist”ler yakın tarihi sansüredilmiş kitaplardan okumuşlar. İyiama, çok söz ettikleri Lenin’in kitap-larını hangi basımlarından okumuş-lar? Lenin 1913’te konuya ilişkinşunları yazmıştı.“Sömürüye, kar elde etmeye vedidişmeye dayalı olan kapitalist top-lumda herhangi bir biçimde ulusalbarış, ancak, bütün ulusal-topluluk-larla dillerin tam eşitliğini güvencealtına alan, resmi zorunlu bir diltanımayan, halka bütün yerli dillerleöğretim yapacak okullar sağlayan veanayasası herhangi bir ulusal-toplu-luğa herhangi bir ayrıcalık verilme-sini ve herhangi bir ulusal azınlığınhaklarına saldırılmasını önleyicimaddeleri kapsayan, A’sından Z’sinedemokratik, cumhuriyetçi bir hükü-met sistemiyle sağlanabilir. Bu, özel-likle, geniş bir bölgesel özerkliği vetam demokratik özyönetimi

gerektirir. Özyönetime sahip özerkbölgelerin sınırlarını, o bölgelerdeoturanlar, kendi iktisadi ve toplum-sal koşulları, nüfusun ulusal yapısı,vb., çerçevesinde, kendileri belirle-melidirler.” (Ulusal Sorun ve Ulusal KurtuluşSavaşları, V. İ. Lenin, sf .93, çev:Yurdakul Fincancı, Sol Yayınları, Ekim1993)

Komünistler, tam olarak yukarıdaifade edilen görüşler çerçevesindenmeseleye yaklaşmaktadırlar. İşçilerinBirliği ve Halkların Kardeşliği hedefi,ancak ve mutlaka bu bakış açısınınegemen olmasıyla gerçekleşecektir.Canlanmakta olan işçi sınıfı hareketitüm ezilenlerle ortaklaşıp, zalim muk-tedirlerin sömürü ve baskı düzeniniancak bu bakış açısıyla donandığındayıkabilecektir.

Kürt Sorununun Kaynağı:STK’lar ve Yoksullar

TKP’ye ait Sol adlı internet sitesindeDiyarbakırspor-Bursaspor arasındakimaçta yaşanan olaylara ilişkin bir yazıyayımlandı. Yazıyı yazan BursalıMehmet Yavuzkan, yazısında aşağıyaaldığımız ifadeleri kullanıyor:

“Diyarbakır'daki beklentileri ve AKPhükümetinin yaptıklarını anlatmaya

gerek var mı? Hemen ötesindekiKuzey Irak'ın bölgede yarattığı imaj,“Kürt açılımı”nın siyasal ve ideolojikolarak yansımaları, Kürt siyasi önder-lerinin kişiliksiz ve ilkesiz bir pragma-tizmle ABD ve AB siyasetleri arasındasalınarak siyaset yapmaya çalışmaları,kentteki ne idüğü belirsiz STK'larınetnik kimliği “öteki” kavramıyla zihin-leri bölücü bir şekilde kentte işleme-leri, Kürt yoksulların yardımlarla “uza-tılan el”in arkasında kimin ve hangiamacın olduğuna bakmaksızın, nevarsa alması.”

Sol yazarlarının seviyesini göstermesibakımından temsil edici olan yazaragöre, ABD ve AB emperyalizmininajanlarının STK’larda üslenip, “öteki”kavramıyla zihinleri bölücü bir şekildeDiyarbakır’da işlemeleri sonucu Kürtmeselesi ortaya çıkmış oluyor.Uzunca bir zaman kabul gören ancakşu an tedavülden kalkmış olan resmidevlet tezine göre Kürt’ler karlı dağ-larda gezerken çıkardıkları kart kurtsesinden esinlenmiş, benliğini yitirmişTürk’lerdi. Resmi tez değişti, amaTKP’liler resmi tezlerle akrabalığı aşi-kar tezler üretmeğe bayılıyorlar.Yavuzkan’a göre ABD ve AB emper-yalizminin “kışkırtmaları” olmasaaslında Kürt meselesi de olmayacak.Rivayet olunur ki, bir zamanlar birMaarif Vekaleti ve bu vekaletin başın-da bir şahıs varmış ve “Şu okullarolmasa Maarif vekaletini ne güzelidare ederdim” dermiş. Sol sitesindeyazanların tutumları da sözü edilenşahsın tutumuna çok benziyor.Kürtler varlıklarını politik düzeydeortaya koymasa, güneşin altındakiyerini istemese bu yazarlar Kürtmeselesini “sınıfsal temelde” çöze-cekler.

“Sınıfsal” Bakıp Alt Sınıfları

Hakir Görmek

Meselelere “sınıfsal temelde” bak-malarıyla tanınan bu yazarların altsınıflarla, yoksullarla, sömürülen veezilenlerle ilişkisinin asli niteliğini kav-ramak için Kürt yoksullarına yaklaşım-ları hakikaten tayin edicidir.Yoksullarla hiçbir duygudaşlığa sahipolmadığı hemen anlaşılan Yavuzkan,“Kürt yoksulların yardımlarla “uzatı-lan el”in arkasında kimin ve hangiamacın olduğuna bakmaksızın, nevarsa alması”nı eleştiri konusu edi-yor. Yavuzkan ve benzerleri çok“onurlu”durlar, şeriatçıların sunduk-

ları yardımları almazlar, muhtemelenböyle bir yardıma yani bir torbakömür ya da bir koli yiyecek maddesi-ne muhtaç değillerdir. Köyündensürülüp kentlerin varoşlarında açlığave sefalete terk edilen yoksul Kürtler“uzatılan el”in arkasında ne olduğu-nu çok iyi biliyorlar ve bu konuda nekadar bilinçli olduklarını gerek sonseçimlerde gerekse TayyipErdoğan’ın Diyarbakır ziyaretinde engüçlü biçimde ortaya koydular.

Kürt yoksullarına bakış açısı İstanbulModa’da yaşayan ortalama birCHP’liden farklı olmayan bu “komü-nist”lerin “komünist”liğinin alametifarikası ne yazık ki Kürt ulusal hareke-tine karşıtlık, düşmanlık. Temel politi-kasını AKP’yi istememek olarak ifadeeden bu parti, nasıl oluyorsa sonseçimlerde AKP’ye yenilgiyi tattırantek politik odağa düşmanlık yapabili-yor. Eğer güçlü bir sosyal-şovenizminetkisi altında olmasa, temel politikhedefi itibariyle AKP’yi geriletmekonusunda tek gerçek toplumsal-politik odakla ilişkilenmesi gerekenTKP politikasını bu odağa düşmanlıküstüne kuruyor.

TKP’nin Kürt meselesindeki politika-larını belirleyen temel gerçeklik, kap-sadığı unsurların sınıfsal-kültürel yapı-larıdır. TKP’lileri çileden çıkaran asılunsur, Kürt yoksullarının yardımlarıaldıktan sonra AKP’ye tokadı atmala-rı ama ne yazık ki Türkiye’deki yoksul-ların büyük çoğunluğunun yardımlarıaldıktan sonra oylarını AKP’ye verme-leridir. Kürt yoksulları tokadı sadeceAKP’ye atmamıştır, TKP’ye de güçlübir tokat atmıştır. Kürt yoksullarıonurludurlar, ne kadar onurlu olduk-larını Diyarbakır hapishanesindekivahşete karşı direnişleriyle, 30 yıldırödedikleri ağır bedellere rağmen dikduruşlarını bozmayarak göstermişler-dir. Moda’da Nazım Kültür Evi’ninbahçesinde yemek menüsünü seçer-ken, nakit mi ödesem kredi kartıylamı ikilemini yaşayanların, çocuğunabir lokma ekmek götürmek için çırpı-nan yoksullarla ne tür bir ortaklığı ola-bilir ki?

Kürt yoksullarına bakış açısıİstanbul Moda’da yaşayan

ortalama bir CHP’liden fark-lı olmayan bu “komü-

nist”lerin “komünist”liğinin alameti

farikası ne yazık ki Kürt ulu-sal hareketine karşıtlık, düş-

manlık. Temel politikasını AKP’yi

istememek olarak ifadeeden bu parti, nasıl

oluyorsa son seçimlerdeAKP’ye yenilgiyi

tattıran tek politik odağadüşmanlık yapabiliyor.

TKP’li “beyaz Türkler” çok bilgilidirler; cahil Kürtler, cahilişçi sınıfı onlar tarafından eğitilecek, yönetilecek

kitlelerdir. Bu kitleler, sosyal ve siyasal mücadele içindekendini eğitip, örgütleyip irade olduğu zaman, “beyaz

Türk” solcular işte kendi öz gerçekliklerini açığa çıkaranböyle tepkiler verirler. Bu tepki sınıfsal bir içeriğe sahiptir,kentli küçük burjuvazinin bakış açısını yansıtmaktadır, bu

nedenle ifadeler üsttendir, buyurgandır.

Yavuzkan ve benzerleri çok “onurlu”durlar, şeriatçıların sundukları yardımları almazlar,

muhtemelen böyle bir yardıma yani bir torba kömür yada bir koli yiyecek maddesine muhtaç değillerdir.

Köyünden sürülüp kentlerin varoşlarında açlığa ve sefalete terk edilen yoksul Kürtler “uzatılan el”in

arkasında ne olduğunu çok iyi biliyorlar ve bu konuda nekadar bilinçli olduklarını gerek son seçimlerde gerekse

Tayyip Erdoğan’ın Diyarbakır ziyaretinde en güçlü biçimde ortaya koydular.

TOP LUM SAL ÖZ GÜR LÜK MART 2010 18 PO Lİ Tİ KA

Page 19: TO-Gazete-31/3

apitalizmin büyük krizinde yeni birevreye giriyoruz. Bizi nasıl bir gün-demin beklediğini ve yeni evreninkarakteristiklerinin neler olacağınıöngörebilmek için, şu ana kadaryaşananları kısaca hatırlamaktayarar var. Küresel krizin şimdilerdedördüncü evreye geçtiğini söylemekmümkün.(1) 2007 yılı ortalarından 2008 Eylülayına kadar olan birinci evrede, krizhenüz yalnızca bir ‘finansal daralma’biçimindeydi ve özel olarak ABD var-lık (konut) piyasaları ile sınırlıydı. Budönemde finansal sermaye riskliyatırımlardan kaçınmaya ve ham-maddeler, tarım ürünleri gibi metala-ra yönelmeye başladı. Kredi piyasa-sındaki daralma krize dönüştü.(2) Eylül 2008 ile 2009 başı arasında,kriz hızla dünya geneline yayıldı. Buikinci evreye büyük finans kurumla-rının ve bankaların gürültülü iflasları,devasa kurtarma paketleri, genel birpanik havası ve ‘kapitalizmin sonugeldi’ hissiyatı damga vurdu.Hükümetlerin krize karşı aldıkları ilktedbirler, kural olarak, para politika-sı araçlarına dayanmaktaydı.(3) 2009 yılı başlarından bugünekadar geçen dönemde, kriz finanskesiminden reel sektöre yayılarakderinleşti. Bir önceki evrenin büyükkurtarma paketleri ve para politikasıaraçlarının yerini, yeni evrede maliyepolitikaları aldı. Böylece devlet müda-halesi, teşvikler ya da vergi indirimle-ri gibi daha ziyade sanayi sektörlerinihedefleyen biçimlere büründü. Hızlaartan işsizlik ve daralan iç/dış taleportamında, hükümetlerin kamu mali-yesine yüklenmeleri sonucundabütçe açıkları şişti. Krizin etkileri

zamana yayılarak hafifletilmeye çalı-şıldı.Ancak, (4) Bütçe açıklarının artmasıile krizde yeni bir evreye girildi.Önceleri bankalar ya da şirketler iflasederken, şimdi bizzat devletler iflasnoktasına geldiler ve ‘kurtarılmayı’beklemeye başladılar. Bir anlamda,devlet, sermayeyi kurtarmak içinkendisini feda etti; ama bunun bedelitüm topluma çıkacak. Artan bütçeaçıkları ve devletin ödeme zorluğunadüşmesi nedeniyle, önümüzdekidönemde başlıca gündem maddesinibütçe açığının azaltılması ve kamuharcamalarının kısılması gibi ‘tedbir-ler’ oluşturacak.Yeni dönemde birbiri ardına yaşana-cak ‘ülke iflasları’ fazla şaşırtıcı olma-yacak. İlk kurban ise Yunanistan oldu.Milli gelirinin yüzde 13’üne yaklaşanbütçe açığı ve yüzde 114’ü seviyesin-deki toplam kamu borcu ileYunanistan, iflasın eşiğine geldi (buarada, ülkenin borç durumunu oldu-ğundan daha iyi göstermek için ABDbankası Goldman Sachs ile birlikteçevrilen dolapların ortaya çıkması,işin tuzu biberi oldu). Kısa vadede 50milyar euro ihtiyacı bulunanYunanistan’ın kurtarılması için getiri-len şartlar, ağırlaştırılmış IMF tedbir-leri. Yani ekonomiyi daraltan, sosyalharcamaları dışlayan, çalışma yaşa-mında ‘esneklik’ öngören ve emekli-liği zorlaştıran uygulamalar söz

konusu. Dolayısıyla fatura emekçisınıfa çıkartılmaya çalışılıyor.Öte yandan, bu salt Yunan ekonomi-sinin değil, aynı zamanda bir siya-sal/ekonomik proje olarak AvrupaBirliği’nin de sorunu. Yeni bir parabirimi olarak euronun şimdiye dekkarşı karşıya kaldığı bu en önemlikrizde, belki de Yunanistan’ın birsüre için ortak para birimi dışına çık-ması bile gündeme gelebilir. Ancak,bunun da ötesinde, benzer kamumaliyesi ve bütçe açığı sorunları ileİspanya, İrlanda, Portekiz gibi ülkelerde eşikte bekliyor. Maastricht kriter-lerine göre AB ülkelerinde bütçe açı-ğının GSMH’nın yüzde 3’ü ya da dahaaz olması gerekirken, bu oran İrlanda(yüzde 12,5) ve İspanya’da da (yüzde11,2) epey yüksek, Fransa (yüzde8,3) ve Portekiz’de (yüzde 8) birazdaha düşük, Almanya’da (yüzde 3,4)bile öngörülen düzeyin üzerinde sey-rediyor. Avrupa ekonomileri çatır-darken, dolar euro karşısında hızlayükseliyor. Bu durum ABD veİngiltere gibi diğer emperyalist ülke-lerin sorunlarını şimdilik gözdenuzak tutmaya yarıyor. Ancak,İngiltere gibi devasa bir ekonomidebile bütçe açığının milli gelire oranı-nın yüzde 12,8 yani Yunanistan sevi-yesinde olması, önümüzdeki dönem-de, muhtemelen 2010 yılı ortalarındayeni bir çöküşün, büyük devletlerinkarşılaşacağı yeni bir borç krizininkapıda olduğuna işaret ediyor.

Türkiye ekonomisine bu açıdan bak-tığımızda, 2009 yılında bütçe açığınınmilli gelire oranının yüzde 5,5 sevi-yesinde gerçekleştiğini, ama birönceki yıla kıyasla üç katına (17,5milyar liradan 52,2 milyara) çıkmışolduğunu görüyoruz. Bir başka deyiş-le, diğer ülkelerde olduğu gibiTürkiye’de de krizle birlikte bütçeaçığında sıçramalı bir artış yaşandı.2010 yılı bütçesinde sosyal harcama-ları azaltmayı ve zaten yüksek olandolaylı vergileri daha da arttırmayıöngörmüş olan AKP hükümeti, krizinfaturasını emekçilere yıkmaya çalışı-yor.Dünya kapitalizmi ile entegrasyonuhayli ileri seviyede olan Türkiye açı-sından bu krizden çıkışın pek dekolay olmayacağı açık. İhracata yöne-lik olarak yapılanan belli başlı sek-törler için (otomotiv, beyaz eşya,elektronik eşya, tekstil vb.) dış talepbüyük önem taşıyor. Ancak,Türkiye’nin ihracatında beşte ikicivarında payı bulunan AB ülkelerin-de yeni bir kriz dalgası kapıdayken,Türkiye ekonomisinin ciddi bir can-lanma yaşaması fazla olası görünmü-yor. Nitekim otomotiv sektöründe,krizden çıkışın en az üç-dört yıl süre-ceği tahmin ediliyor.Özetle, küresel kriz sona ermek biryana yeni boyutlar kazanarak derin-leşiyor. Şimdi karşı karşıya olduğu-muz yeni evre, sınıf mücadelesi açı-sından belki de en kritik evreyi oluş-turuyor. Sermaye ve onun egemenlikaygıtı kapitalist devlet krizin yükünüemekçi sınıfın omuzlarına yıkmayaçalışırken, elde edilecek kazanımlar(Tekel işçileri örneğinde olduğu gibi)büyük bir önem taşıyacaktır.

Şirket İflaslarından Sonra Ülke İflasları Başladı

Bütçe açıklarının artması ile krizdeyeni bir evreye girildi. Önceleri

bankalar ya da şirketler iflasederken, şimdi bizzat devletler iflasnoktasına geldiler ve ‘kurtarılmayı’beklemeye başladılar. Bir anlamda,

devlet, sermayeyi kurtarmak içinkendisini feda etti; ama bunun

bedeli tüm topluma çıkacak. Artanbütçe açıkları ve devletin ödeme

zorluğuna düşmesi nedeniyle,önümüzdeki dönemde başlıca

gündem maddesini bütçe açığınınazaltılması ve kamu

harcamalarının kısılması gibi ‘tedbirler’ oluşturacak.

ÖZGÜR ÖZTÜRK

Küresel kriz sona ermek bir yana yeni boyutlar kazanarak derinleşiyor. Şimdi karşı karşıya olduğumuz yeni evre, sınıf

mücadelesi açısından belki de en kritik evreyi oluşturuyor. Sermayeve onun egemenlik aygıtı kapitalist devlet krizin yükünü emekçisınıfın omuzlarına yıkmaya çalışırken, elde edilecek kazanımlar

(Tekel işçileri örneğinde olduğu gibi) büyük bir önem taşıyacaktır.

KRİZDE YENİ EVRE

TOP LUM SAL ÖZ GÜR LÜK PO Lİ Tİ KA 1�MART 2010

Page 20: TO-Gazete-31/3

PO Lİ Tİ KA20 MART 2010 ÖZ GÜR LÜKTOP LUM SAL

8 Mart Dünya Kadınlar Gününükadınlar artık özörgütlenmeleriningücü ile kutluyor. Bu durum, KadınHareketinin gelişimi açısından büyükanlam taşıyor. Bugün artık feministbirey ve örgütlerin yanı sıra feministolmayan birçok kadın örgütü ve kitleörgütlerinin kadın yapılanmaları 8Mart’ın neden yalnızca kadınlarlakutlanması gerektiği konusunda çoknet. Elbette bu aşamaya kolay gelin-medi. 8 Mart’ta basın açıklamalarınıerkeklerin okuduğu dönemler dahahafızalarımızdan silinmedi. Hala dasözümona dayanışma amaçlı -amakadını evinde bırakarak- alanlardakadınlarla yürümeye çalışan “politik”erkek sayısı az değil. Türkiye’nin bir-çok bölgesinde kurulan platformlardaerkekli-erkeksiz 8 Mart tartışmalarıyaşandı. Uzun ve gerilimli sayısıztoplantılar yapıldı. Kimi siyasi çevre-ler, siyasi gerginliklerini zayıf gör-dükleri kadın alanı üzerinden yaptı.Kadınları birbirine küstürüp erkeklerdostluklarına devam etti. Bütün bun-lara rağmen kadınlar yılmadı. “Bumücadelenin öznesi kadınlarsa,bugünün de sahibi kadınlardır” diye-rek, tarihlerine, mücadelelerine sahipçıktılar. Kendi emekleri ile örgütle-dikleri bu günde taleplerini, coşkula-rını haykırmayı bildiler. Üstelik kadınsorunuyla ilgili, tam anlamıyla -kitle-ler açısından- bilince ulaşılamasa da,toplumda bir etki yaratmayı başardı-lar. Bunun en büyük göstergesi de 8Martlarda her yıl gitgide artan kadınkatılımı oldu.Bu yıl 100. yılı kutlanan 8.Mart’ıngörüntüsü bu anlamda iyi işaretlerverdi. Ülkenin her tarafında coşkulu,katılımı eskiye oranla yüksek ve dahauzun süreli kutlamalar yapılmasıkadın hareketinde uzun süredir yan

yana durabilmek için verilen uğraşla-rın sonucu olarak görülmeli. Artık“kadınlar günü” diyenlerle “emekçikadınlar günü” diyenlerin önemli birkısmı aynı alanda kutlama yapabili-yor. Bu sürecin örülmesinde feministhareketin beden politikaları yanındahem barış talebiyle oluşturulan hemde kadın emeğine sahip çıkılan tümplatformlarda yer alması, diğer yan-dan kadın mücadelesini emek müca-delesine indirgeyen birçok kesiminde beden politikaları, kadın katliam-ları, taciz-tecavüz gibi kadın kimliğiile ilgili meseleleri daha öne çıkarma-sının katkısı büyüktür.Birlikte iş yapılabilecek ortamlar art-tıkça kadınlar çoğaldı. Bugünden yarı-na ortak bir kadın hareketinden bah-setmiyoruz elbette; ancak kör gözebatan bir gerçek var ki; sosyalistfeministlerle, feminizm emek müca-delesindeki yerini alıyor. En öneemeği/emekçiliği çıkaran kadınörgütleri de -sonuç olarak- feminiz-me yaklaşıyor. Bu yaklaşma ya daolumlu etkileşim ne boyutlara varır,bunu da süreç gösterecek. Novamed’li kadınların greviTürkiye’de kadın hareketi açısındanönemli bir dönemeç oldu. Feministlerbu greve destek vererek, Türkiye’defeminizmin çok eksik bıraktığı biralana dahil oldular. Bu konuda sözsöylemenin dışında feminist kimlik,emekçi kimlikle kaynaştı bu grevde.Bu yerinde hamle, devamını Desa-Çapa grevleriyle getirerek aslındafeminizmin ne emeğe ne de emekçili-ğe hiç de uzak olmadığını herkesegösterdi. Hatta bu adımlar, patriarkave kapitalizmin çarklarının nasıl bir-likte döndüğünü açığa çıkaran, “işkazası” ya da “doğal felaket” denilen

kadın katliamlarına karşı fabrikaönlerinde eylemler örgütlemeyekadar gitti. Tekel direnişine desteğekadar uzandı. Bundan sonra da olacakher grevde kadın işçi ve emekçilerinyanında feministlerin de olacağındankimse şüphe duymasın. Diğer taraftan, kadınlar barış konu-sunda da ortak davranmayı biliyor.Halen periyodik olarak eylemlerörgütleyen “Barış İçin KadınGirişimi” barış sürecinin önemininpek de farkında olmayan birçok solörgütten daha cesur ve etkili eylem-ler yapıyor.“Akan kan durana, barışgelene kadar” da eylemlerini sürdür-me kararı var. Ayrıca bu yıl binlercekadın, 3 gün boyunca Diyarbakır’ıkadın kentine çevirdi. Taleplerinihaykırdı her dilden. 8. Mart’ın 100. yılında kadınlar artık;kurtuluşlarının birlikte ve dahaörgütlü olmaktan geçtiği konusundahemfikir. Şimdi artık kadınlar, beden-lerine, ev içi ve kamusal alandakiemeklerine, özgürlüklerine birliktesahip çıkıyorlar. Kadınlar hep birlik-te, Novamed’li kadınların açtığı bay-rağı Tekel direnişine taşıyor. Aile

içinde, sokakta ve diğer tüm yaşamalanlarında yaşadıkları şiddeti, tacizve tecavüzü, görünür kılmanın veyok etmenin mücadelesini birlikteveriyor. Namus ve aşk cinayetinekurban giden kadınları kamuoyunungündemine cesurca taşıyor. Cinselkimliğinden dolayı sokaklarda şiddetgören, katledilen LGBTT bireyleresahip çıkıyor. Savaşa karşı barışıhaykırmak için eylemler örgütlüyor.Bundan sonrada biz kadınlara düşen,8 Mart’ın 100. yılının coşkusuylaPatriarkaya ve Kapitalizme karşı bumücadeleyi daha da büyütmek.Sürekli ve birlikte işler yapabilmenindaha çok yolunu aramak. Patriarka(ataerki) sarışın ya da esmer, eğitim-li ya da eğitimsiz olduğumuza bakma-dan tüm vahşetini bedenlerimizinüzerinde uyguluyorsa, Kapitalizmondan geri kalmayıp emeğimizi sondamlasına kadar sömürüyorsa, başkaçare yok; kol kola girip “Artık yeter!İşte buradayız; Sokakları da meydan-ları da terk etmeyeceğiz. Bizi evleri-mize hapsedemeyeceksiniz.Bedenimiz, emeğimiz, kimliğimizbizimdir. Vardık varız var olacağız”demekten başka!

Kadın Hareketi Emek ve Beden Eksenli Eylemlerde Birleşiyor, Büyüyor

Patriarka (ataerki) sarışın yada esmer, eğitimli ya da

eğitimsiz olduğumuza bakmadan tüm vahşetini

bedenlerimizin üzerindeuyguluyorsa, Kapitalizm

ondan geri kalmayıpemeğimizi son damlasına

kadar sömürüyorsa, başkaçare yok; kol kola girip “Artık

yeter! İşte buradayız;Sokakları da meydanları da

terk etmeyeceğiz. Bizi evlerimize

hapsedemeyeceksiniz.Bedenimiz, emeğimiz,

kimliğimiz bizimdir. Vardıkvarız var olacağız”

demekten başka!

F. ÇAY

8 MART’IN 100. YILIKADINLARA KUTLU OLSUN!

Page 21: TO-Gazete-31/3

MART 2010 21PO Lİ Tİ KAÖZ GÜR LÜKTOP LUM SAL

İSTANBUL - Bu yıl İstanbul’da 8 Martetkinlikleri oldukça yoğun geçti.5 Mart Cuma günü ÖzgürlükçüGençlik Derneği’nden kadınlarınTMMOB’de düzenlediği panelde 8Mart’ın tarihçesi, kadın hareketi tari-hi ve toplumsal cinsiyet tartışıldı. Kadınların mitingi 6 Mart Cumartesigünü Kadıköy’de oldu. Şiddetli yağ-mura rağmen binlerce kadın alanday-dı. Kadın örgütlerinden, çeşitli demo-kratik kitle örgütlerinden ve partiler-den kadınlar alanı doldurdu.Kadın Emeği Kolektifi, “Bedenimiz,Emeğimiz Kimliğimiz Bizimdir”yazan pankartla yürüdü. Miting ala-nında polisin psikolojik ve sözlü şid-detine maruz kalan kadınlar suçduyurusunda bulunacaklarını ifadeettiler.7 Mart Pazar günü de Kartal KadınPlatformu Kartal Meydanı’nda birkadın şenliği, fotoğraf sergisi veyürüyüş düzenledi. 8 Mart gecesinde ise gelenekselkadın yürüyüşü İstiklal Caddesi’ndegerçekleşti. Oldukça kalabalık ve coş-kulu geçen yürüyüşte kadınlarTaksim tramvay durağından sokakeğlencesi için Tünel’e kadar yürüdü-ler.

HATAY - Antakya’da bu yıl ilk kez birkadın mitingi gerçekleştirildi. Dahaönceki yıllarda alan eylemleri ve kit-lesel basın açıklamaları biçimindegeçen kutlamalar bu yıl görkemli birmitinge dönüştü. 8 Mart’ın 100.yılın-da 1000 kadın alandaydı. "Bedenime,Emeğime, Dilime Dokunma" pankar-tıyla kitlenin büyük bir bölümünüoluşturan Kadın Emeği Kolektifi’ndenkadınlar coşkularıyla dikkat çekti.Arabıyla, Kürdüyle, Türküyle,Ermenisiyle kadınlar alanlarda

özgürlükleri için sloganlar haykırdı.Her kadın kendi diliyle kitleyi selam-ladı. Türküler farklı dillerden söylen-di. Ve omuz omuza tek halay çekildi.Kadınlar birbirine barış eli uzattı.Ayrıca Kadın Emeği tiyatro grubukadın dayanışmasının gereğini anla-tan bir oyun sergiledi.

Samandağlı kadınlar 8 Mart’ın 100.yılında alanlardaydı. Gelenekselleşen8 Mart eylemi Samandağ KadınPlatformu tarafından Oytun Alanı’ndagerçekleştirildi. Yaklaşık 150 kişininkatıldığı eylemde kadınlar özgürlükle-ri için, emeklerinin görünür kılınma-sı için, barış için sloganlarını haykır-dı, zılgıtlarını çekti, halaya durdu.Miting havasında geçen basın açıkla-masından önce sokakta kadın şarkıla-rı çalındı.Platformu adına açıklama yapanDİSK üyesi Fatma Dadük “8 Martkadınların hediyeler alıp verdiği,kafelerde kutladığı sıradan bir gündeğildir. Kadınların küllerindendoğan bir mücadele günüdür. Bugünübize yaratanlara selam olsun” dedi.Basın açıklamasının ardından çekilenhalaylarla eylem sona erdirildi. Adana - 8 Mart Adana Kadın Plat-formu etkinlikleri 1 Mart'ta kadıntutsaklara kart atma eylemi ile başla-dı. Kadınlar, eylemden sonra mitingeçağrı bildirilerini dağıttılar. 7 Mart'tayaklaşık 4 bin kadının katıldığı mitingyapıldı. 8 Mart akşamı kadınlar ikietkinlik yaptı. Önce Adana'da sonaylarda öldürülen Tuğçe, Demet, Ebruve Derya adlı kadınları anmak ama-cıyla mumlu ve meşaleli eylem yapıl-dı. Daha sonra da “Şiddete KarşıEllerimizi Birleştiriyoruz” eylemindekadınlar ellerini boyayarak bez üzeri-ne baskı yaptılar.

Mersin - Dünya Kadınlar Günü et-kinlikleri 28 Şubat’ta “Haykırış” adlıkadın oyunuyla başladı. 1 Mart’ta datutuklu kadınlara kart gönderimi vebasın açıklaması yapıldı. 4 Mart’ta ise“Mor Yıllar” film gösterimi vardı. 5Mart’ta sebze meyve hal kompleksin-de, ARBEL fabrikasında çalışankadınlara bildiri ve karanfil dağıtımı,6 Mart’ta kent merkezinde KadınPlatformu pankartı arkasında bütünplatform bileşenlerinin döviz ve pan-kartlarını taşıdıkları bir yürüyüşyapıldı, yürüyüş halaylarla sona erdi.8 Mart saat 17.30’da Mersin KadınPlatformu olarak bir meşaleli yürü-yüş gerçekleştirildi. Ayrıca KadınEmeği Kolektifi, 28 Şubat’ta kahvaltı,6 Mart’ta pazarda ve mahallelerdebildiri dağıtımı ve 7 Mart’taAydınlıkevler Mahallesi’nde HaçovaKültür Derneği’nde “KadınınYasadaki Yeri” konulu panel gerçek-leştirdi.

Eskişehir - Eskişehir'de 8 Mart et-kinlikleri, Eskişehir DemokratikKadın Platformu (EDKP) olarak ger-çekleştirildi. 8 Mart çalışması 5Mart’ta 8 Mart’a çağrı niteliğindekibildirilerin dağıtılmasıyla başladı.Bildiriler Üniversite’de veEskişehir'in en işlek caddelerindedağıtıldı.6 Mart’ta ise Kadın EmeğiKolektifi’nden kadınlar 8 Mart içinçıkardıkları özel sayının dağıtımınıAnadolu Üniversitesi yemekhanesiönünde gerçekleştirdiler. 7 Mart’takadınlar, Hamamyolu’nda KadınKürsüsü kurdu. 8 Mart’ta ise saat17.00’de başlayan eylemde kadınlar,5 ayrı pankartla (EDKP imzalı)Hamamyolu’ndan başlayarakAdalar'a kadar yürüdü. Samsun - Bu yıl 8 Mart yine“Samsun Kadın Buluşması” olarakkutlandı. Önceki yıllardan farklı ola-rak bu yıl KESK'li kadınlar da katıldı.6-7 Mart’ta Samsun merkezinde bil-diri dağıtıldı, eyleme çağrı yapıldı. 8Mart günü stand açıldı ve akşam saat17.30'da yürüyüş ve basın açıklamasıyapıldı. Yürüyüş oldukça coşkulu vekalabalıktı. Etkinliklerde Kadın

Emeği Kolektifi’nden kadınlar da yeraldı.

İzmir - 8 Mart’ın 100. yılı etkinlikle-ri, kadınların 1 Mart günü saat12.30’da Eski Sümerbank önünde,cezaevlerinde tutulan kadınlarla ilgilibasın açıklaması ve kart göndermeeylemi ile başladı. Aynı günün akşamıBuca Forbes’te kadın yürüyüşü yapıl-dı. 3 Mart’ta Ayrımcılığa Karşı KadınDayanışması eylemi, 5 Mart’taGüzeltepe’de, Çiğli Kadın DanışmaMerkezi’nin güçlendirilmesi talebiyleimza masası açıldı ve birçok yerdeyoksulluk ve kadın emeği temalı bil-diri dağıtımı yapıldı. 6 MartCumartesi günü İzmir SanatMerkezi’nde, 8 Mart KadınPlatformu’nun katkılarıyla “Nigar”isimli dans gösterimi ve daha sonraÇiğli Organize Sanayi’de BelediyeMeclis salonunda kadın işçilerle bir-likte, “Yoksulluk ve Kadın Emeği”konulu sinevizyon gösterimi ve söy-leşi yapıldı. Kadın Emeği Kolektifi de“8 Mart’ın 100. Yılında Yine YenidenÖzgürlük İçin Yürüyoruz” pankartı ilealanlarda yerini aldı. 7 Mart Pazargünü, İzmir kadın platformunundüzenlediği büyük kadın yürüyüşü,mitingle taçlandı. Denizli - 8 Mart etkinliği 4 Mart’takampüs içinde gerçekleşti.Aralarında Kadın EmeğiKolektifi’nden kadınların da bulundu-ğu genç kadınlar, Özel GüvenlikBirimlerinin tüm müdahalelerinerağmen yemekhanenin önünde pan-kart açarak, sloganlar eşliğinde yürü-dü. Eylem halaylarla son buldu.Yürüyüşten sonra da konferans salo-nunda “Demir Çeneli Melekler” adlıfılm gösterildi. Diyarbakır - 8 Mart’ın 100. yılındaüç gün "Kadın Kenti" ilan edilenDiyarbakır'da, "Biz kadınlar ortakmücadele ile özgür bir dünya yarata-cağız" sloganıyla düzenlenen mitingebinlerce kadın katıldı. DağkapıMeydanı'nda binlerce kadın cinsel,sınıfsal ve ulusal baskılara karşıtaleplerini dile getirdi. AralarındaBarış ve Demokrasi Partisi (BDP)Eşbaşkanı Gülten Kışanak, Şırnakmilletvekili Sevahir Bayındır, İran,Irak ve Suriye'den kadınlar, feminist-ler, çeşitli örgüt temsilcilerininbulunduğu binlerce kadın İstasyonMeydanı’na yürüdü. Burada GültenKışanak kadınlara bir konuşma yaptı.

KKaaddıınnllaarr 88 MMaarrtt’’ttaa aallaannllaarrddaayyddıı

Page 22: TO-Gazete-31/3

üm dünyada olduğu gibi,yaşadığımız coğrafyada daşiddet tırmanıyor. Genelolarak savaşlarla ve yoksullukla artanşiddetin en fazla değdiği yer isekadınlar oluyor. Patriyarkal kapitaliz-min egemen olduğu dünyada veTürkiye’de kadınlar hem emeklerihem de bedenleri üzerinden üretilençeşitli kodlarla kuşatılmış durumda.Sermaye, formal ve informal sektör-lerde kadın emeğini sömürürken,patriyarka elini kadın bedeni üzerin-den çekmiyor. Uygulanan bu çiftyönlü şiddet, toplumun her alanındaalttan alta işleyen kodlarla kendisinisürekli gizlediği için fark edilmesizor oluyor. Böylece kadınlar maruzkaldıkları bu durumu çaresiz ve çözü-mü olmayan bir problem olarak algı-layıp boyun eğerek yaşamlarınadevam ediyor. Nasıl ki cadde üzerin-deki bir evde yaşayan bir insan, önce-leri taşıt seslerine karşı çok duyarlıy-ken gün geçtikçe bu seslere alışır veduyarsızlaşırsa, kadınlar da ev içinde,iş yerinde veya sokaklarda maruzkaldıkları şiddete karşı duyarsızlaştı-rılıyor. Çünkü şiddete zemin hazırla-yan kodlar her gün eğitim, medya,sanat ve siyasetle hayatın içine yedi-riliyor. Bu kodlardan en önemlisi iseevlilik. Evlenmenin fetişleştirildiğipatriyarkal toplumlarda, kurulan “ailesaadeti”, kendisini ev içi şiddet,ensest ve namus cinayetleri olarakdışa vuruyor. Ayrıca evlenip bir yuvakurmak kapitalizm için yeni ev eşya-larının alınması yani tüketim, çalışanerkeğin günlük ihtiyaçlarının ekstrabir ücret ödemeden evdeki kadınagördürülmesi ve doğrulacak çocuk-larla iş gücünün devamının sağlan-ması demektir. Ancak evlilik kodutüm toplumlarda öyle sarsılmaz vekutsal bir yerdedir ki bu kodu yıkmak

veya parçalamak oldukça zordur. Kurulan aileden doğru üretilen baki-relik olgusuyla bir başka toplumsalkod olan namus ortaya çıkıyor.Namus kavramı da genel olarak top-lumun çok desteklediği, sahiplendiğive böylece durmadan yeniden ürettiğibir başka şiddet kaynağıdır. Namuscinayetlerinin devamlılığının altındayatan en büyük nedenlerden birisiolan haksız tahrik, öldüren erkeğe birşekilde hak vermek demektir. Yaniöldürülen kadınlar karşısındakini bufiili işlemeye tahrik etmiştir. Kadıncinayeti davalarında çokça kullanılanbu kavram öyle geçerli ki “Beni aldat-tı, evlenmeden önce başka biriyleberaber oldu, beni kıskandırıyordu,mini etek giyinmişti, töremiz böyle”gibi gerekçelerle öldüren erkeklerhaksız tahrik indirimlerinden yarar-lanıyor ve böylece namus kavramıhukukla da besleniyor. Kadınların aciz ve ikinci cins olarak

muamele görmesinde etkili olandiğer bir kod ise duygusallık.Rasyonellik erkek dünyası için birtanımlayıcıdır. Akıl ve mantık alanıerkeğin, duygusal ve domestik alanise kadınındır. Tüm kadınlar duygu-sal, tüm erkekler ise mantıklıdır! “Saçıuzun aklı kısa” bu kodun en görünürdeyimidir. Bu cümleyle kanıtlanmayave kabul ettirilmeye çalışılan şey hemekonomik hem de politik olarakkadınların kamusal alandan dışlan-ması gerektiğidir. Çünkü kadınlarduygusal yaratıklardır ve aldıklarıkararlar bu yöndedir. Onlar her güçlüerkeğin arkasında duran kadınlarolmaya devam etmelidir. Böylelikleçok az kadın ekonomik yöndenbağımsız yaşamakta veya politikadasöz sahibi olmaktadır. Duygusallıkberaberinde şu tanımlamaları da üre-tir: güçsüz, kırılgan, nazik, dişi kuşvb. Oluşan bu kodlar, günlük hayattakullanılan cümleler, küfürler, dinle-nen şarkıların sözleri, izlenen diziler,filmler, televizyon programları ve

okunan kitaplar, dergilerle hiç dur-madan devinen bir mekanizmaylakuşaktan kuşağa aktarılıyor. Patriyarkal kapitalizm şiddeti ortadankaldırmaya yönelik hiçbir adım atmı-yor; çünkü ayakta durmasını sağla-yan şeyler tam da kendisinin oluştur-muş olduğu bu kodlar. Kadını ikincicins konuma indirgeyen, onu sahipçıkılması, korunması ve kollanmasıgereken bir varlığa dönüştüren patri-yarka ve kapitalizm doğuşundan beribu tohumları ekiyor. Ve istediği gibibiçiyor. Kimi zaman kapitalizm patri-yarkaya saldırıyor, kimi zaman patri-yarka kapitalizme. Ama çoğu kez veana eğilim olarak, uzlaşıyorlar.Neticede ezilen, emeği ve bedeni yoksayılan yine kadınlar oluyor. Feminist politikalar dil, emek vebeden sömürüsü üzerinden uygula-nan her türlü şiddeti ortadan kaldır-mak için çözümler sunuyor.Böylesine köklenmiş kodlardan sıy-rılmak çok zorlu bir mücadele, uzunve iradeli bir süreç gerektiriyor.Genel olarak patriyarkal kapitalizmekarşı savaşan kadınlar, her günmaruz kaldıkları şiddet türlerine karşıda farklı mücadele aygıtları geliştir-mek durumunda kalıyor. İçinde yaşa-nılan toplumların, kadınlar açısındandaha eşit ve demokratik olabilmesi,devletin tüm yapılarında, toplumuntüm organlarında ve eğitimin heraşamasında toplumsal kodlardan vetoplumsal cinsiyetten arınmış bir dilkullanılması için bu mücadele devamediyor. Örülmeye çalışılan bu dil yıl-lardır feminist politika tarafındanüretilip işaret edilse de egemen poli-tikalar onu görmezden geliyor vekadına yönelik şiddet bu yüzden güngeçtikçe tırmanıyor.

Kadın Hareketi Emek ve Beden Eksenli Eylemlerde Birleşiyor, Büyüyor

Patriyarkal kapitalizm şiddeti

ortadan kaldırmaya yönelik

hiçbir adım atmıyor;

çünkü ayakta durmasını

sağlayan şeyler tam da

kendisinin oluşturmuş olduğu

bu kodlar. Kadını ikinci cins

konuma indirgeyen, onu

sahip çıkılması, korunması ve

kollanması gereken bir

varlığa dönüştüren

patriyarka ve kapitalizm

doğuşundan beri bu

tohumları ekiyor.

SELVER DİKKOL

TOPLUMSAL KODLARVE ŞİDDET

T

Patriyarkal kapitalizmin egemen olduğu dünyada ve

Türkiye’de kadınlar hem emekleri hem de bedenleri

üzerinden üretilen çeşitli kodlarla kuşatılmış durumda.

Sermaye kadın emeğini sömürürken, patriyarka elini

kadın bedeni üzerinden çekmiyor. Uygulanan bu çift

yönlü şiddet, toplumun her alanında alttan alta işleyen

kodlarla kendisini sürekli gizlediği için fark edilmesi zor

oluyor. Böylece kadınlar maruz kaldıkları bu durumu

çaresiz ve çözümü olmayan bir problem olarak algılayıp

boyun eğerek yaşamlarına devam ediyor.

TOP LUM SAL ÖZ GÜR LÜK MART 2010 22 PO Lİ Tİ KA

Page 23: TO-Gazete-31/3

apitalizmin gelişmesi ve sermayeninulusal sınırlarını aşarak uluslararasıhareketliliğini arttırması ile birlikteişgücü göçü de artar. Bugün, “dünya-da 214 milyon uluslararası göçmenbulunduğu, göçmenlerin dünya nüfu-sunun yüzde üçünü oluşturduğu vetüm göçmenlerin bir ülke sınırlarıiçerisinde toplanması durumunda isebu ülkenin dünyanın en büyük beşin-ci ülkesi olacağı ifade ediliyor.Kadınlar ise tüm göçmenlerin yüzdekırk dokuzunu oluşturuyor.”(1) Kadınların göçmen nüfusunun nere-deyse yarısını oluşturması, göçünfeminizasyonu (kadınlaşması) olgu-sunu karşımıza çıkarıyor. Öncelerikadınların göçü sadece erkeğe (eş,baba vs.) bağımlı olarak değerlendiri-lirken; göç olgusuna bakışta cinsiyetkörü yaklaşımların aşılmasınınardından kadınların bağımsız göçü vegöç akımlarındaki toplumsal cinsiyetve cinsiyetçi iş bölümü faktörü deaçığa çıktı. Enformelleşmenin

Merkezindeki Kadın İşgücü Özellikle 1970’lerdeki neo-liberaldönüşümlerle birlikte enformel işalanının genişlemesi, enformelleş-menin merkezinde ise kadın işgücü-nün bulunması, sermayenin artanucuz ve esnek işgücü talebine yanıtıkadın işgücünde araması yani eme-ğin feminizasyonu ile göçün femini-zasyonu arasında doğrudan bir bağ-lantı var. Bu durumun yansımalarınıTürkiye’de de görmek mümkün. Türkiye daha önceleri göç veren birülke iken özellikle Sovyet Bloku’nundağılması ile 1990’lardan itibaren göçalan bir ülke konumuna geldi.İTO’nun yaptığı araştırmaya göre,Türkiye’ye her yıl yaklaşık 300 binkaçak göçmen giriyor. Göçmenlerinyoğunlaştığı istihdam alanlarınınbaşında ise ev-bakım hizmetleri ilefuhuş sektörü geliyor. Ayrıca tekstil,gıda, turizm ve inşaat sektörleri göç-

menlerin istihdam edildiği alanlariçinde yer alıyor. Sadece istihdamalanlarına bakıldığında bile göçmen-lerin büyük bir bölümünün kadınolduğunu anlamak mümkün. Kadınların hem ülkelerini terk etme-sinde hem de göçmen olarak geldikle-ri ülkede bahsi geçen sektörlerdeçalışmasında toplumsal cinsiyet rolle-ri ve bunun sermaye tarafından kulla-nılması durumu söz konusu. Artan işsizliğe ve yoksulluğa karşıçoğunlukla aileyi geçindirmek, aileyedaha iyi olanaklar sağlayabilmek yaniailenin yükünü taşıyabilmek içinzorunlu olarak göç eden kadınlar; göçettikleri ülkede de her an sınır dışıedilme korkusu içinde, sosyal güven-ceden yoksun, vasıfsız işlerde, ucuzve esnek işgücü olarak çalıştırılıyor. Yine Ev

Yine Kadınlık Rolleri Sosyal güvenlik sistemindeki dönü-şümlerle, devletin kamu hizmetlerin-

den çekilmesi ve kadınların işgücüpiyasasına artan orandaki katılımı ile“kadın işi” olarak görülen bakım veev hizmetlerinde meydana gelen boş-luk yine kadınlarla fakat bu kez enucuz yoldan göçmen kadınlarla çözül-meye çalışılıyor. Bu durum göçmenkadın istihdamındaki artışın önemlisebeplerinden biri olarak karşımızaçıkıyor. Ev ve bakım hizmetlerindeçalışan göçmen kadınlar, evindenuzakta, başka bir ülkede ama yineevde, günde ortalama 16 saat çalışa-rak, kimi zaman ev içinde işvereninşiddetine maruz kalarak ve bu “özelalan”da görünmez kılınarak yaşamınıidame ettirmeye çalışıyor. Piyasaya Sunulan Bedenler Sistemin kadın bedenini metalaştıra-rak, kadın bedeni üzerinden yarattığıpazar özellikle internet ve telefonteknolojilerinin gelişmesiyle birliktebu alanda çalışan göçmen kadın sayı-sında da bir artış yarattı. Bu noktada

kadın olmanın yanı sıra hem göçmenhem de seks işçisi olmak daha yoğunfiziksel ve psikolojik şiddete uğrama-ya sebep oluyor. Ayrıca çalışmakoşulları nedeniyle karşılaşılan sağlıksorunları artarken sosyal güvence-den yoksun olan seks işçisi kadınlaryeterli sağlık hizmetine de ulaşamı-yor. Göçmen kadın işçilerin çoğunluklaoturma ya da çalışma iznine sahipolmamasıyla birlikte kayıt dışı çalış-maya göz yumulması, yeterli göçmevzuatının olmaması, var olan mev-zuatın ise gerektiği gibi işletilmeme-si, göç sürecinde yaşanılan sıkıntıla-rın faturasının kadınlara çıkartılması,yabancı işçiler ile yerli işçiler arasın-da ayrımcılık yaratılarak rekabetinkörüklenmesi, göçmenlere dönükhak gasplarını arttırırken yine bukoşullar sebebiyle göçmenlerin ken-dilerini ifade etmesi, bir araya gelme-si, örgütlenmesi ve mücadele etmesibir o kadar zor oluyor. Bu konudaTürkiye’deki deneyimler ise oldukçasınırlı. Dolayısıyla hem sendikalörgütlerin hem de kadın örgütlerininüzerine önemle eğilmesi gereken birkonu olarak önümüzde duruyor. Dipnotlar:(1)http://www.iom.int/jahia/Jahia/lang/en/pid/241 Kaynaklar: Şenay Gökbayrak, Uluslararası Göçler veKadın Emeği, Çalışma Ortamı Dergisi, Sayı:86Yıl: Mayıs Haziran 2006 Çağla Ünlütürk Ulutaş ve Alican Kalfa, Göçün Kadınlaşması ve Göçmen Kadınların Örgütlenme Deneyimleri, Fe Dergi: Feminist Eleştiri No. 1 Sayı 2,http://cins.ankara.edu.tr/ Ayşen Üstübiçi, Türkiye’ye yönelik KadınGöçü: Seks işçileri ve Ev İçi HizmetlilerinKişisel Güvenlik Sorunlarını İlişkilendirmek,http://www.umut.org.tr/HukukunGencleri/TamMetinlerSunular/AysenUstubici.pdf Pınar Pehlivanoğlu, Migrant Labour, ITUC-APRegional Strategic Planning Workshop onDecent Work for Migrant Labour 02-04September,2009, Kuala Lumper, Malaysia

Toplumsal Cinsiyet Göçmenlikte de Rolünü Oynuyor

Sosyal güvenlik sistemindeki dönüşümlerle, devletin kamu

hizmetlerinden çekilmesi ve kadınlarınişgücü piyasasına artan orandaki

katılımı ile “kadın işi” olarak görülenbakım ve ev hizmetlerinde meydana

gelen boşluk yine kadınlarla fakat bukez en ucuz yoldan göçmen kadınlarla

çözülmeye çalışılıyor. Bu durum göçmen kadın istihdamındaki artışın

önemli sebeplerinden biri olarak karşımıza çıkıyor.

REHA KESKİN

GÖÇMEN KADINLAR,KADINLAŞAN GÖÇ

Kadınların hem ülkelerini terk etmesinde hem de göçmen olarak geldikleri ülkede bahsi geçen sektörlerde

çalışmasında toplumsal cinsiyet rolleri ve bunun sermaye tarafından kullanılması durumu söz konusu.

TOP LUM SAL ÖZ GÜR LÜK PO Lİ Tİ KA 23MART 2010

Page 24: TO-Gazete-31/3

atı yarıkürenin en yoksulülkesi Haiti’nin 9 milyonluknüfusunun üçte birininyaşadığı başkenti Port-au-Prince’teyaşanan deprem, bu bahtsız ülkeninfelaketlerle dolu tarihine yeni birkayıt düştü. Depremde 230 bin kişiöldü, 300 bin kişi yaralandı.Yüzbinlerce insan evsiz kaldı.Deprem bir doğa olayı olsa da, onunyıkıcı sonuçlarını giderme veya hafif-letme, toplumsal yapıyla ilgilidir. Budoğa olayının yarattığı büyük yıkım,Haiti’nin tarihinin ürünüdür. Haiti, Orta Amerika’nın, doğu sınırınıDominik Cumhuriyeti ile paylaşanküçük bir ada ülkesi. 15. yy’daİspanyollar, 18. yy’da ise Fransızlartarafından işgal edilen adanın Afrikalıköle nüfusu, Fransız Devrimininardından sömürgeci beyazların ada-nın yönetimi konusunda anlaşmazlı-ğa düşmesinden yararlanarak ayakla-nıyor. Fransa’da iktidarda olanJakobenler, önce Haiti’de, sonrasındatüm Fransız sömürgelerinde köleliğikaldırıyor. Haitili bir delegasyonFransız Ulusal Meclisi’nde kabul edi-lerek kucaklanıyor. Jakobenlerin dev-rilmesi sonrasında iktidara gelenNapolyon, 1803’te adaya seferdüzenleyerek ayaklanmacıları yenil-giye uğratıyor. Ancak Napolyon’unköleliği geri getireceğini açıklamasıile tekrar ayaklanan siyahlar, 1804’tesömürgecileri yenerek Amerika kıta-larının ABD’den sonra ikinci bağım-sız ülkesinin kuruluşunu ilan ediyor-lar. İlk köle ayaklanması Ayaklanan köleler, beyazları yenerekkendi kaderlerini tayin etmekle kal-madı, Fransız Devrimi’nin

Fransızlardan bile sadık bir takipçisiolarak, barış ve istikrar içinde kendikendisini yönetebileceğini de kanıt-ladılar. Bu yüzden bu ayaklanma,dünyanın tüm köleleri, emekçileri veezilenleri için ilham kaynağı oldu.Emperyalistler, bu cüretkâr başkaldı-rıyı ezilenler için bir ilham kaynağıolmaktan çıkarıp ibreti âlem örneği-ne çevirmek üzere kolları sıvamaktagecikmediler; çünkü onlar için buülke “tüm beyazlar açısından iğrençbir görüntü oluşturuyor”du. Haiti, bağımsızlığının bedelini sürek-li ambargolarla, saldırı, işgal ve desta-bilizasyon çabaları ile ödedi. Fransa1825’te, Haiti’ye, kaybettiği köle geli-ri karşılığında 150 milyon Frank taz-minat ödemeyi dayattı. Ülke 1947’yedek bu tazminatı ödedi. 1915–37 ara-sında, 1. Dünya Savaşı’nı bahaneeden ABD’nin işgali altında kaldı.1957–86 arasında ABD’nin kuklasıDuvalier, kanlı rejimi ile ülkeyiemperyalizmin çiftliği haline getirdi.Duvalier, Haiti’nin mücadeleci tari-hinde bir kırılma noktasıdır. Kendihalkını, kurduğu kontra birliklerlekırıma uğratarak emperyalistlerehizmet eden, efendileri ile aynı ligdeoynama hevesine düşmüş yoz birulusal politikacıdır. İlginç biçimde,Duvalier’nin mezar taşında, yaşamı-na esin kaynağı olan kişiler arasındaMustafa Kemal Atatürk adı da sayılı-yor. Halka karşı

darbe+STK formülü Emperyalistlere ve işbirlikçilerinekarşı örgütlenen Lavalas (Çığ) hare-ketinin adayı olarak 1990’da yapılanseçimde oyların yüzde 75’iyle başkanseçilen Aristide, Kurtuluş

Teolojisi’nin yerli Kreol dilinde veri-len vaazlarıyla yetişmiş bir rahipti.Sadece aylar sürebilen iktidarı Ekim1991’de darbeyle sona erdi. 1991-93arasında, 5 binden çok Aristide yan-daşı, hedef gözeten operasyonlardaöldürüldü. ABD’nin büyük çaplı sosyo-ekono-mik reformlara girişmemesi koşuluy-la, Eylül 1994’te ülkeye geri dönerekbaşkanlığı geri aldı. Ancak neoliberalprograma direnmeye devam etti,asgari ücreti artırdı. Ambargolar tek-rar başlayınca girilen darboğazdaAristide, çıkış yolu olarak Fransa’nınaldığı tazminatı geri ödemesini talepedince, 2004’te uyduruk bir BMkararı ile ABD-Kanada-Fransa ortak-lığında düzenlenen darbeyle devrildi.Tüm baskılara rağmen 2006 seçimle-rini yüzde 70 oyla yine Lavalas adayıkazandı. Ancak emperyalistler tara-fından kişi başına düşen sivil toplumörgütü en yüksek ülke haline getiri-len Haiti’de hükümet işlemez halegetirildi. Aristide’nin darbeyle devrilip yeni-den başkanlığa geldiği 1991-93 ara-sında, 5 binden çok Aristide yandaşı,hedef gözeten operasyonlarda öldü-rüldü. Tarihine 3. Dünya halkları için mağ-rur bir örnek olarak başlayan Haiti,ABD için ucuz tarım ithalatı kaynağıve tekstil ve başka tüketim mallarıüreten Amerikalı şirketler için ucuzişgücü deposu olarak kalabilmesi içinWashington’un onlarca yıllık siyasive ekonomik müdahaleleri sonucun-da geri bıraktırıldı. “Felaket kapitalizmi” Bağımsızlığın 200. yıldönümünde

(2004) yapılan darbe, Batı basınıtarafından “kendini yönetme beceri-sine sahip olmayan, yolsuzluğa veşiddete batmış, ekonomisi harapHaiti’nin yeniden yapılandırılmasıiçin bir fırsat” olarak selamlandı.Darbenin tam 6 yıl sonrasında yaşa-nan deprem, bu ikiyüzlü yalanlarınmaskesini acı şekilde indirmiş bulu-nuyor. ABD’nin deprem sonrasındaHaiti’yi 12 binden fazla askerle fiiliişgali, Naomi Klein’in FelaketKapitalizmi çalışmasında tariflediği“büyük güçlerin ülkeleri, şoklarınhalklarda yarattığı travmalardanyararlanarak şekillendirmesi” savı-nın bir örneği. 2007’de yaşanan gıda krizinde, tanesi5 sentten satılan (karın ağrısı veparazit yapan) çamur, tuz ve bitkiselyağ karışımı çörekleriyle gündemegelen Haiti, enkazlarının altında halençıkarılmayı bekleyen binlerce ölüsüile, Şili depreminin gölgesinde kala-rak uluslararası toplum vicdanından uzaklaşmış durumda. Haiti’nin trajik öyküsü, ABD öncülü-ğündeki kapitalizmin tahakkümününsonuçları açısından acı bir örnek.Gerçek bir anti-emperyalistlik yerineemperyalistlere öykünmeciliğinnelere yol açtığı açısından ise Türkiyegibi ülkeler için derslerle dolu. Haiti hakkında ayrıntılı bilgiiçin bkz. Haiti’de Sıfır Seçenek:İşgal, Peter Hallward, New Left Review 2004 Türkçe seçkisi.

B

İsyanlar, Dış Müdahaleler, Diktatörlüklerle Dolu Bir Tarih

Bağımsızlığın 200.yıldönümünde (2004)

yapılan darbe, Batıbasını tarafından “kendini yönetme

becerisine sahipolmayan, yolsuzluğa

ve şiddete batmış,ekonomisi harapHaiti’nin yeniden

yapılandırılması içinbir fırsat” olarak

selamlandı. Darbenintam 6 yıl sonrasındayaşanan deprem, bu

ikiyüzlü yalanlarınmaskesini acı şekilde

indirmiş bulunuyor.

SERAP ŞEN

HAİTİ: YOKSUL, ASİ, ACILI ÜLKE

TOP LUM SAL ÖZ GÜR LÜK MART 2010 2� PO Lİ Tİ KA

Page 25: TO-Gazete-31/3

MART 2010 2�PO Lİ Tİ KAÖZ GÜR LÜKTOP LUM SAL

onduras darbesi, Şili’desağın seçim zaferi, derkenHaiti’de deprem sonrasıgerçekleşen fiili ABD işgalinin kıta-nın yakın takipçilerinin aklına olum-suz ihtimalleri getirdiği bir dönemde,Venezüella Devlet Başkanı Chavez,köylü milisleri kurulmasına ilişkinaçıklaması ile bir adım daha ileri ata-rak dikkatleri tekrar devrimci süreceçekti. Chavez, Venezüella’da FederalSavaş’a liderlik eden köylü önderiGeneral Ezequiel Zamora’nın ölümü-nün 151. yılındaki anma törenindeyaptığı konuşmada, Venezüella ordu-su Bolivarcı Silahlı Kuvvetler’e bağlıKöylü Milisleri’nin kurulacağını açık-ladı. Chavez bu milislerin, yoksulköylüleri büyük toprak sahipleri veonların paralı askerlerinden koru-mak üzere görev yapacağını belirtti. “Toplam 2,5 milyon hektar büyüklü-ğündeki 1.505 çiftliğin topraklarınıyeniden köylülere dağıttık.Toplumumuzun en dejenere güçleri-nin köylülere karşı düzenlediği saldı-rılar, sabotajlar ve cinayetlerle yüzyüzeyiz; köylülüğü korumak,Bolivarcı ulusal devletin ve devrimcihükümetin devredilemez görevidir.Köylü milisleri, bu görevi yerinegetirmek, öz savunmaları işindeortak bir hedef olarak köylülüğünöncülüğüne ve sorumluluğuna önemvermek için kurulmuştur” diyenChavez, “kimseye saldırma niyetindedeğiliz; ancak Venezüella’yı her karıştoprağının o toprağın gerçek sahiple-ri tarafından savunulduğu bir ülkeyapmak istiyoruz” şeklinde konuştu.Chavez’in açıklamasına göre, Köylü

Milisleri 22 Ekim 2009’da çıkanSilahlı Kuvvetler Yasası çerçevesindeoluşturulan kent merkezli BolivarcıMilisler’in tamamlayıcısı olacak ve busüreç, halkın kendi kendini yönetme-sine dönük mekanizmaların, savun-mayı da içermesi mantığına dayanı-yor. Chavez açıklamasında, köylü milisle-rini “paramiliter güçler” olarak kara-layanlara inat, silahlı kuvvetlerinözüne döndüğünü, yani silahlanmışhalk haline geldiğini vurguladı. Köylü milislerinin kurulmasının enönemli nedeni, Venezüella’da topra-ğın, yoksul köylülük ve tarım işçileriyığınlarına rağmen, kıtanın tümündeolduğu gibi, en önemli üretim aracıolarak toprak oligarşisinin ve çoku-luslu şirketlerin tekelinde olması.Dolayısıyla anayasal dayanağa sahiptoprak reformu, bu oligarkların yasatanımayan şiddet eylemleri ile fiilenişlemez hale getiriliyor. Chavez budurumu, açıklamasında, 2001 yılındaçıkarılan Toprak ve Tarımsal

Kalkınma Yasası’ndan bu yana300’den fazla köylü liderinin ve akti-vistin katledildiğini vurgulayarakaçıklıyor. Chavez’in, Obama ile imaj tazeleyenABD emperyalizminin kıtada artansaldırganlığına karşı ülke savunması-nı güçlendirme konusunda çekingendavranmadığı bilinen bir gerçek. Budoğrultuda Venezüella’nın savunmaalanındaki planlama ve yatırımları,kerameti kendinden menkul Batılıgözlemcilerce “militaristleşme” suç-lamasıyla topa tutulsa da, süreç aslın-da tam da tersine işliyor. Özyöneti-min ayrılmaz bir parçası olan halkınözsavunması günden güne güçleni-yor. Özsavunma konusunda birdönem gündemi meşgul eden ancakülkedeki durumu yakından incelemeşansına sahip sol tandanslı gözlemci-lerce altının pek de dolu olmadığıbelirtilen “Bolivarcı Çemberler”1densonra, milis kuvvetlerinin yaratılma-sına dönük bu somut adımlar bununkanıtı.

Chavez, Köylü Milislerinin kurulma-sının, bu yönde bir hassasiyet de taşı-dığını açıkça belirtiyor. ABD ordusu-nun Venezüella’nın geniş petrolrezervlerinin kontrolünü ele geçir-mek amacıyla ülkeyi işgal edebileceğiuyarısında bulunduğu köşe yazısında,köylü milislerinin aynı zamanda her-hangi bir yabancı saldırgana karşıdüzenli orduya yardım edeceğini devurguluyor. Chavez, yeni köylü milislerinden birbirliğin de katıldığı anma töreni sıra-sında, özyönetimin geliştirilmesi doğ-rultusunda, bir dizi yetkiyi yerelleredağıtmayı ve iktidarı halk meclisleri-ne aktarmayı amaçlayan, finansalkaynakların değerlendirilmesi veonaylanmasında daha fazla halk katı-lımını içeren Federal İdare MeclisiKanunu’nu da imzaladı. Federal İdareMeclisi, seçilmiş valiler, belediye baş-kanları, yürütme organı üyelerininyanı sıra, halkoyuyla belirlenmiş söz-cüler ve halk meclislerinin temsilcile-rinden oluşacak.

H

Venezüella: Şehirlerin Ardından Köylü Milisleri Kuruluyor

2001 yılında çıkarılanToprak ve Tarımsal

Kalkınma Yasası’ndanbu yana 300’den fazla

köylü lideri ile aktivistintoprak oligarşisi

tarafından katledildiğiVenezüela’da, Köylü

Milisleri’nin kuruluşu,devrimci süreçte önemlibir adım. Kent merkezli

Bolivarcı Milisler’densonra Köylü Milisleri’nin

de kurulması, halkınkendi kendini

yönetmesine dönükmekanizmalarınözsavunmayı da

içermesi mantığınadayanıyor.

Chavez açıklamasında,

köylü milislerini

“paramiliter güçler”

olarak karalayanlara

inat, silahlı kuvvetlerin

özüne döndüğünü, yani

silahlanmış halk haline

geldiğini vurguladı.

SERAP ŞEN

ÖZYÖNETİM, ÖZSAVUNMA İLE GÜÇLENİYOR

Page 26: TO-Gazete-31/3

eçtiğimiz ay, TamilKaplanları (Tamil EelamKurtuluş Kaplanları - LTTE)ile Sri Lanka devleti arasındaki sava-şın sonlanmasının ardından gerçek-leştirilen ilk seçimin sonuçları açık-landı. Devlet Başkanı Mahinda Raja-paksha, 2009’un Mayıs ayındaki tas-fiyesine kadar dünyanın en örgütlügerilla hareketi olarak adlandırılanTamil Kaplanları’nı 3 ay süren kanlıbir operasyon ile yenilgiye uğrattık-tan sonra, bu “başarıyı” oya dönüş-türme hevesi ile erken seçim ilanetmiş, fakat, LTTE savaşına komutaeden General Sarath Fonseka katlia-mın rantını kendisinin yemesi gerek-tiğini düşünerek Rajapaksha’ya rakipolmuştu. “Marksist” Halk KurtuluşCephesi ve Tamil burjuvazisininsiyasi temsilcisi pozisyonundakiTamil Birleşik Ulusal Partisi’nin[2](UNP) desteğini alan Fonseka’nınyenilgisi, bu katliamcı generali seçi-min favorisi gösteren pek çok kayna-ğı şaşırttı; Küba’nın, Chavez’in veALBA’nın favorisi[3] olan Raja-paksha seçimlerin galibi oldu. Sri Lanka toplumsal hareketinin vebilhassa Tamil meselesinin gerekyerli gerekse uluslararası devrimciyayınlarda bu denli az yer bulmasını,Hindistan ve Filipinler devrimcidinamikleri de aynı akıbete uğruyorolmalarına karşın yine de garipsemi-yor değilim. Bunun nedeni elbette,bağrında ağır bir ulusal mesele taşı-yan Türkiye Solunun, son 30 yıldırdünyanın en görünür ulusal mücade-lelerinden birine doğal olarak ilgiduyma eğiliminde olacağına ilişkinbir inançtan geliyor. Ne var ki, üzeri-ne çok da konuşulması icap etmeyenbir dizi uluslararası konuda yaygarakoparan Solun, geçtiğimiz yıl, üç ayboyunca Tamil halkına onulmaz acı-lar çektiren kanlı operasyon sürecin-

deki ve sonrasındaki ilgisizliğini yal-nızca Solun Asya’daki toplumsalgelişmelere yönelik ihmalkarlığınabağlamak mümkün mü, tartışılır.Tamil ulusal sorununun ve SriLanka’da iç savaşın tarihine gözatmak bu sayfanın sınırları içerisin-de oldukça güç. Her ne kadar yetersizde olsa, 2009’un ilk yarısı boyuncaöyle veya böyle kendisini gösterenTamil sorunu itibariyle sol cenahınbu konuda en azından asgari bilgiyiedindiğini tahmin ediyorum. Bu yazıda, gerek Sri Lanka toplumsalmücadele tarihinde gerekse Tamilulusal meselesi karşısındaki pozisyo-nu itibariyle önemli bir momentteduran ve kendisini sosyalist bir hare-ket olarak tanımlayan Halk KurtuluşCephesi’nin (JVP) üzerinde durmakistiyorum. 1960’lı yılların sonunda şekillenen veo yıllarda olgunlaşan işçi ve köylüayaklanmalarını örgütleme konusun-da yetersiz kalan Sri Lanka solu içeri-sinde parlak bir istisna olarak belirenJVP, 1971 yılında, kendi başına ince-lenmesi gereken çok önemli bir dev-rimci ayaklanma gerçekleştirdi. Esasolarak Sinhala çoğunluğa mensupyoksul köylüleri temel alan, Sinhalakent ve kır küçük burjuvazisinedayanan JVP’nin, o zamanlar dahaçok sembolik bir merasim ordusugörüntüsü veren Sri Lanka ordusu-nun gücünü küçümseyerek 1971’de iktidar perspektifi ile kalkış-tığı ve iki hafta süren toplu ayaklan-mada en az 10 bin devrimci yaşamınıyitirdi. Ne var ki, bu tarihsel devrim-ci kalkışmanın bastırılmış olmasının,Sri Lanka gericiliğini küçümsemegibi teknik bir nedenden çok dahaönemli politik bir sebebi vardı ki, oda JVP’nin adanın kuzeyinde ve doğu-

sunda yoğun olarak yaşayan Tamiltarım işçileri ve köylülerini iktidarmücadelesine katma arayışındaolmayışıydı. Böylece, dünya devrimciayaklanmaları arasında önemli biryeri olan bir ayaklanma, ezilen ulu-sun (Tamil) işçi ve emekçilerindentamamen kopuk bir şekilde gerçek-leşmiş ve sona ermiş oldu. Bu ağır yenilgiden sonra JVP hızlaezen ulus milliyetçisi şöven bir çizgi-ye yol aldı. 70’lerin sonlarındaki aflaserbest bırakılan JVP kadroları,1983’deki Tamil karşıtı pogromdanyoğun bir şekilde etkilenerek gericipolitikalar üretmeye başladı. Bununlabirlikte JVP, bu etnik kıyım sonrasın-daki sıkıyönetim sürecinde yasakla-narak yer altına çekildi. JVP, 1987-89yılları arasında ise bu kez, Sri Lankadevleti ile LTTE arasında yoğunlaşançatışmaların ardından Hindistanaskeri birliklerinin “barış gücü” adıaltında Sri Lanka’ya gelmesi nedeniy-le, Hint birliklerine ve hükümetekarşı yeni bir ayaklanma gerçekleş-tirdi. Ne var ki, bu ayaklanmada kont-rolsüz kör bir şiddet uygulayan JVP,Sri Lanka devletinin kendisine karşıuygulayacağı vahşi terörü de kolay-laştırmış oldu. 3 yıl süren çatışmalar-

da çoğu tarihçiye göre 30 bin kişiyaşamını yitirdi. 90’lı yıllarda legal siyasi hayata teşrifeden JVP, 2000’li yıllarda ise Tamilsorununa gerici-militarist yaklaşı-mın siyasi belirleyicilerinden ve biz-zat uygulayıcılarından olacaktı. Öyleki, JVP, Tamillere fazla müsamahagösterdiğini iddia ettiği UNP hükü-metine karşı güçlü bir siyasi kam-panya örerek 2004 seçimlerindengalip ayrılacak ve Sri Lanka ÖzgürlükPartisi[4] (LSSP) ile birlikte hükü-mete geçecekti. Bir yıl sonraki baş-kanlık seçimlerinde de Tamillereözerklik verilmesini reddeden LSSPlideri Mahinda Rajapaksa, JVP ileyaptığı ittifak sonucunda başkanlıkseçimini kazanacaktı. LSSP ile JVPbaşa geçer geçmez LTTE ile her türlügörüşmeleri sona erdirerek milita-rist bir seçeneği işlettiler. MahindaRajapaksa, Savunma Bakanlığı’naatadığı kardeşi ve GenelkurmayBaşkanı Sarath Fonseka ile operas-yon timini tamamlamıştı. Böylece2005 ile 2009 arasındaki yeni çatış-ma süreci başlamış, adları “Sri LankaÖzgürlük Partisi” ile “Halkın KurtuluşPartisi” olan iki partinin ittifakı dün-yanın en güçlü ulusal mücadelelerin-

G

Ezen Ulus Milliyetçiliğinin Soldaki Yansıması

Yabancı basın tarafından “kızıllar” olarak adlandırılan,

ellerinden orak çekiçli bayrağıdüşürmeyen, Marks Engels ve

Lenin’in posterleri ile her tarafıdonatmayı pek seven ve 70’li

yıllarda en radikal devrimci deneyimlerin fışkırdığı JVP’nin

bugün geldiği nokta, Marksistleriçin önemli bir tartışma başlığı

olmalıdır. Bilhassa Tamil sorunuile Kürt sorununun sık sık

karşılaştırılması, ulusal sorunayaklaşımın Türkiye Solu açısından

da bir ayrım noktası olmasınedeniyle JVP deneyimi kapsamlı

bir Marksist tahkikat bekliyor.

ONUR GÜLBUDAK Solun Doğusu Editörü

SEYLAN’IN“KIZIL ŞÖVENLERİ”

[1]

Esas olarak Sinhala çoğunluğa mensup yoksul köylüleritemel alan, Sinhala kent ve kır küçük

burjuvazisine dayanan 1971’de iktidar perspektifi ilekalkıştığı ve iki hafta süren toplu ayaklanmada en az 10

bin devrimci yaşamını yitirdi. Ne var ki, bu tarihseldevrimci kalkışmanın bastırılmış olmasının, Sri Lanka

gericiliğini küçümseme gibi teknik bir nedenden çok dahaönemli politik bir sebebi vardı ki, o da JVP’nin adanın kuzeyinde ve doğusunda yoğun olarak yaşayan Tamil

tarım işçileri ve köylülerini iktidar mücadelesine katma arayışında olmayışıydı.

TOP LUM SAL ÖZ GÜR LÜK MART 2010 2� PO Lİ Tİ KA

Page 27: TO-Gazete-31/3

den birine karşı radikal bir savaşvermek üzere mobilize olmuştu.JVP 2009’daki zalim operasyondada Sinhala milliyetçiliğini körük-leyen ve Sinhala çoğunluğu Tamilhalkına karşı kışkırtarak uygula-nan terörü meşru göstermek içinelinden geleni yapan bir hat izle-di. Ev ev dolaşarak Sinhala kesimiiçerisinde sahip olduğu kitleselli-ğini Tamil karşıtı bir çizgideörgütleyerek geniş Sinhala kitle-lerini en ağır insan hakları ihlalle-ri ile süren operasyona yedekledi. Velhasıl, geçtiğimiz ay gerçekle-şen başkanlık seçimlerinde ope-rasyonun komutanı Fonseka’yıortak aday olarak göstererek,LTTE karşısında kazandığı askerizaferle iyice parlayan faşist birfenomeni başkanlık koltuğunaoturtmak için didinip durdu.Fonseka ile kurduğu ittifaka da,dalga geçercesine “YeniDemokratik Cephe” adını verdi. Yabancı basın tarafından “kızıl-lar” olarak adlandırılan, ellerin-den orak çekiçli bayrağı düşür-meyen, Marks Engels ve Lenin’inposterleri ile her tarafı donatmayıpek seven ve 70’li yıllarda enradikal devrimci deneyimlerinfışkırdığı JVP’nin bugün geldiğinokta, Marksistler için önemli birtartışma başlığı olmalıdır. Solunezilen ulus karşısında almasıgereken konum, küçük burjuvaradikalizmi, solun ideolojik deje-nerasyonunun burjuvalaşmayaeğilimi gibi konularda laboratuarniteliğinde olan JVP deneyimi, buibret verici yanlarıyla Tamil soru-nunun bir parçası olarak en azLTTE kadar analiz edilmelidir.Bilhassa Tamil sorunu ile Kürtsorununun sık sık karşılaştırılma-sı, ulusal soruna yaklaşımınTürkiye Solu açısından da birayrım noktası olması nedeniyleJVP deneyimi kapsamlı birMarksist tahkikat bekliyor.[1] Seylan: Sri Lanka’nın eski adı. 1970’liyılların sonunda “Sri Lanka DemokratikSosyalist Cumhuriyeti” olarak değiştirildi.Devletin resmi adı ise başka bir tartışmakonusu. Sri Lanka ifadesi Sinhala çoğun-luğu refere eden Budist bir ifade.

[2] Birleşik Ulusal Parti (UNP): Sinhalaçoğunluğu temsil eden en köklü burjuvapartisi

[3] Küba ve ALBA ülkeleri, BirleşmişMilletler İnsan Hakları Konseyi’nin, 2,5milyon Tamil’i evlerinden süren, bin-lercesini acımasız hava saldırıları ilekatleden ve 400.000 Tamil’i aylarca topla-ma kamplarına kapatan Sri Lankahükümetini “terörü sona erdirdiği”gerekçesiyle öven, bununla birlikte tümorganizmaları ile imha edilen, teslim olankadroları bile infaz edilen LTTE’yikınayan önergesinin imzacıları oldu.Küba hükümeti önergenin hazırlan-masında bizzat rol aldı.

[4] Sri Lanka Özgürlük Partisi (SLFP):Sinhala milliyetçiliği temelindeki, eskisosyal demokrat burjuva partisi. MevcutDevlet Başkanı Mahinda Rajapaksa’nınpartisi.

Yemen, geçen yılın sonlarında Batıbasını kanalıyla dünyanın gündemineoturdu. Basının Yemen’i gündem hali-ne getirmesinin görünürdeki nedeni,Nijeryalı Ömer Faruk Abdülmuttalip’in25 Aralık günü kendisini patlatarakAmsterdam-Detroit seferini yapan biruçağı düşürme girişimiydi. ABDBaşkanı Obama bu girişimin arkasın-da Yemen’de üstlenmiş El Kaide’ninolduğunu ileri sürdü. Birdenbire bütün projektörlerYemen’in üzerine çevrildi. Abdülmut-talip’in önceden babası tarafındanihbar edilmiş olmasına rağmen bueyleme girişebilmesi, bombanın patla-maması, hemen ardından Yemen’in“teröre karşı savaş”ın bir cephesihaline getirilmesi, bu olayın düzmeceolduğu veya en azından “kontrol altın-da” gerçekleşmesine izin verildiğikanısını güçlendiriyordu. Bu başarısızgirişim, ABD’nin zaten uzun zamandırhazırlığını yaptığı ve uygulamaya koy-duğu Yemen’e ilişkin bir planı,kamuoyu nezdinde meşrulaştırmanınaracı olarak kullanıldı. ABD’nin katıldığı operasyonlar çoktanbaşlamıştı. ABD resmen kabul etmesede, ülke basınında çıkan haberlerinortaya koyduğu gibi, Amerikan asker-leri, danışmanları Yemen’de çeşitlioperasyonlara katılıyordu. ABD Ye-men ordusuna silah, teçhizat ve füze-ler veriyordu. Aralık ayı içinde (uçakdüşürme girişiminden çok önce) baş-kent Sanaa yakınlarındaki bir bölgeyeyönelik olarak ABD savaş uçaklarınınkatıldığı bombardımanlarda 120 kişiöldürüldü. (Ölenler El Kaide militanıolarak ilan edilse de, bölgeye gidenYemenli gazeteciler ölenlerin çoğu-nun kadın ve çocuklardan oluştuğunuyazdı.) ABD bir kez daha (Irak’ın işgalindenönce yaptığı gibi) dünyayı kandırmakiçin yalanlara ve çarpıtmalara başvu-ruyor. Birincisi, Yemen’de sınırlı birgüce sahip olan El Kaide’nin etkinliği

abartılıyor. İkincisi, Yemen’in kuze-yinde aşiretler halinde yaşayan ZeydiŞiilerin başını çeken Husilerin iktidar-la uzun süreli çatışmaları hem ElKaide’ye, hem İran’a bağlanarak apa-çık bir yalan propagandası yapılıyor. Bu, tıpkı işgal öncesinde Saddamyönetiminin El Kaide’yle bağlantılıolduğu yalanına benziyor. Çünkü ElKaide fanatik Selefi inancıyla Şiileri -dolayısıyla Zeydileri- sapkın olarakgörüyor. Öte yandan bir muhalif hare-ketin hem İran’la hem El Kaide’ylebağlantılı olması akıl alacak bir durumdeğildir. ABD Neden Yemen’de? ABD’nin Yemen’e gösterdiği bu“ilgi”nin altında yatan neden, bu ülke-nin stratejik konumudur. Yemen,Kızıldeniz’in Hint Okyanusu’na açılışkanalı olan Aden Boğazı’na hakimkonumu ile özel bir öneme sahiptir.ABD, petrol ihtiyacının büyük bölü-

münü karşıladığı ve dünya jeopolitiğiaçısından hayati önemde olan bu böl-gedeki Yemen’i kontrol altında tutma-yı bu nedenle önemsemektedir. ElKaide’ye karşı yürütülen mücadelegöstermeliktir ve asıl amaç ABD’ninaskeri ve politik olarak bu ülkeyeçöreklenmesidir. “Barış ödüllü” Obama, “Dünyanın ne-resinde olursa olsun El Kaide ile sava-şacağız” düsturuna dayanarak ElKaide’nin ayağını bastığı her ülkeye(ayağını basmadığı ülke neredeyseyok!) müdahalede bulunma hakkınıkendisinde görüyor. ABD Afganistanve Irak’tan sonra Yemen’de üçüncübir cephe açarak savaşı Ortadoğu’yayayıyor. Gerek bölgenin genelinigerekse tek tek ülkeleri istikrarsızlaş-tırıp, iç gerginlikleri körükleyip kaotikbir ortam yaratarak bölgedeki askerivarlığını kalıcılaştırıyor ve kendincemeşrulaştırıyor.

Asıl Hedef Yemen’e Yerleşmek

“Barış ödüllü” Obama, “Dünyanınneresinde olursa olsun El Kaide

ile savaşacağız” düsturuna dayanarak Afganistan ve Irak’tansonra Yemen’de üçüncü bir cephe

açıyor ve savaşı Ortadoğu’yayayıyor. Gerek bölgenin genelini

gerekse tek tek ülkeleri istikrarsızlaştırıp, iç gerginlikleri

körükleyip kaotik bir ortam yaratarak bölgedeki askeri varlığını kalıcılaştırıyor ve kendince meşrulaştırıyor.

HALİT ELÇİ

YEMEN:ABD’NİN YENİ SAVAŞ CEPHESİ

TOP LUM SAL ÖZ GÜR LÜK PO Lİ Tİ KA 2�MART 2010

Yemen’in mevcut devlet başkanı AliAbdullah Salih, 1978 yılından beri ülkeyiyönetiyor. Ancak Yemen yönetimi sondönemlerde oldukça zor günler geçiriyor.Zaten ABD’nin Yemen’e müdahalesiniaçık hale getirmesinin önemli bir nedenide bu. Abdullah Salih, kendisi de Zeydi olmasınarağmen, ülke nüfusunun yüzde 45’inioluşturan Zeydilerin başını çekenHusilerin uzun süreli isyanıyla sarsılıyor.Ülke kaynaklarından adil biçimde yarar-lanamadıklarını ileri süren Husiler 2004yılından beri aralıklı olarak merkezi hükü-metle çatışmalar yaşıyor. Çatışmalar enson 2009 yazında yeniden alevlendi veYemen Hükümetine zor anlar yaşattı.Husiler, bir miktar Şiinin yaşadığı veYemen ile sınır anlaşmazlığı bulunanSuudi Arabistan’la da sınır boylarındaçatışma içinde. Yemen yönetimi ileSuudiler Husilere karşı işbirliği yapıyorlar. Salih yönetimi son aylardaki şiddetliçatışmalardan sonra, Ocak ayı sonundaHusilerle ateşkes yaptı. Ateşkes halen

sürüyor olsa da, taraflar birbirine güven-mediği için her an bozulmaya hazırdurumda. Ülkenin kuzeyinde çatışmalaryeniden alevlenmesi an meselesidir. Diğer yandan, Abdullah Salih’in başıGüney Yemen ile de dertte. BugünküYemen 1990’ların başında Kuzey veGüney Yemen’in birleşmesiyle oluştu.Etnik ve dilsel birliğe rağmen Yemen’inbu iki bölgesi oldukça farklı bir yakın geç-mişe ve kültürel/siyasal dokuya sahip.Güney Yemen, 1967’den 1990’a kadarkomünistlerin başını çektiği ama şiddetliiç çatışmalara sahne olan Sosyalist Partitarafından yönetilmişti. Ayrıca dahaşehirli ve modern bir yapıya sahiptir. Şuanda Güney Yemen’de güçlü bir ayrılıkçıhareket var. Son haftalarda bu hareketyer yer silahlı çatışmalarla kendisiniduyuruyor. ABD’nin işbirlikçisi Abdullah Salih’in buçok yönlü çatışma dinamikleri karşısındaiktidarını ve Yemen’in bütünlüğünü koru-ması zor görünüyor.

BÖLÜNMEYE ADAY ÜLKE

Page 28: TO-Gazete-31/3

PO Lİ Tİ KA28 MART 2010 ÖZ GÜR LÜKTOP LUM SAL

art ayı başında Lübnan veSuriye’ye küçük bir arkadaşgrubuyla yaptığımız 3 gün-lük kısa geziden önce bu ülkelerbenim için çok da bilinmeyen yerlerdeğildi. Uzun yıllar önce oraların top-rağının kokusunu almış, insanlarıylahalleşmiştim; tabii çok farklı koşul-larda… Ayrıca Ortadoğu politikasına,tarihine özel bir ilgim vardı veLübnan’la ilgili bir çalışmayı sürdür-mekteydim. Feyruz, kadim Sami ila-helerinin günümüzde tecelli etmişhali, geçmişten gelen derin, hüzünyüklü, insanı sarıp sarmalayan sesiy-le bugüne kadar bana yoldaşlık etmiş-ti. Marsel Halife de öyle… Sırtımızı döndüğümüz o

bölgeye aitiz Bilmediğim bir şey değildi. Türkiyeaydınları, okur-yazarlarıKemalist/modernist ideolojinin etki-siyle Ortadoğu’ya, Arap/Fars dünya-sına sırtını çevirmişti. (Bunu halkiçin söyleyemem. Halk genel olarak“Doğulu” kalmıştır.) Komşu ülkelerdeolup bitenler, uzak dünyalarda geçenmasallar gibi geliyordu Türkiye oku-muşlarının kulağına. Zaten oralardanhaberler Batılı ajansların süzgecin-den geçerek geliyordu. Kimsenin“Yahu şu Suriye, Lübnan, İran nasılbir yerdir?” diye merak ettiği yoktu.(Haksızlık etmemek için, son yıllardakimi aydınların bu yöndeki çabalarınınot edelim.) Türkiye entelijensiyasıiçin Ortadoğu, hafızalardan silinmesigereken karanlık bir geçmişti; tıpkıbir arada görünmekten utanılan yok-sul, köylü akrabalar gibi! Çünkü “biz”çağdaş uygarlık düzeyine ulaşacaktık!Bu yüzden o “geri” ve “gerici” halk-larla bütün bağlarımızı kesmemiz,

yolda görünce yüzümüzü çevirmemizgerekiyordu! Komşu ülkelere yaptığımız kısacıkbir gezi bile aslında ne kadar bu böl-genin bir parçası olduğumuzu, nasılderin ve karmaşık bağlarla bölgehalklarıyla akraba olduğumuzu birkez daha gösterdi bana. ÖzellikleLübnan’da o kısacık sürede ve çoğutamamen tesadüfi biçimdeTürkiye’yle şöyle ya da böyle ilişkisiolan nice insanla karşılaştık, tanıştık,dost olduk. 1960’larda ailesiTürkiye’den Lübnan’a göçmüş birErmeni; Urfa’dan göçmüş bir aileninçocuğu Türkmen ayakkabı boyacısı;Lübnan’da doğmuş büyümüş, garson-luk yapan, Apocu bir Kürt genci;İstanbul’da tıp okumuş bir Lübnanlı;Mardin’den göçmüş Arap aile(Türkiye’yi sık sık ziyaret ediyorlar);elinde Ece Temelkuran’ın yeni çıkanromanı, konusu Beyrut’ta geçen MuzSesleri kitabını taşıyan bir kadın… Lübnanlılar ve Suriyeliler, Türkiyehalkının oralara olan ilgisinin çokötesinde bir ilgiyle Türkiye’yi izliyor.Bunda dizi filmlerin de etkisi var.Taksi şöförümüz Kurtlar Vadisi’ni veAsi’yi kaçırmadığını söylüyordu.Tabii “Davos etkisi” hepsinin ötesin-de. Türkiye’ye yönelik olumlu ilgininyanı sıra, Osmanlı’nın ceberrut yöne-timinden kalan nefret de (eskidendaha yoğundu) kendisini gösteriyor-du. Şam’da bindiğimiz taksinin şöförü“Seyyaf” (cellat) Cemal Paşa’nınHamidiye Çarşısı’nın önündeki mey-danda astırdığı yüzlerce Suriyeli yurt-severi hatırlatıyor ve Osmanlı’ya sin-kaflı küfürler ediyordu. (Arkadaşımkendisiyle Arapça konuştuğu içinmuhtemelen beni de Türkiyeli Arapsanmıştı.)

Davos Etkisi Hristiyanından Sünnisine, Hizbullah-çısından solcusuna kadar komşuları-mızın neredeyse tamamı, Türkiye’nin(AKP Hükümetinin) İsrail karşısında“delikanlı” bir tutum aldığı gerekçe-siyle Türkiye’ye, genel olarakTürklere/Türkiyelilere, özel olarakTayyip Erdoğan’a sıcak duygular bes-liyordu. Gümrük kapılarındakiasker/memurların yüzü bile, TCpasaportunu görünce yumuşuyor,hatta gülümsüyordu. Türkiyeli oldu-ğumuzu anlayan herkesten olumlutepkiler aldık. Tabii konuşma imkanı bulduklarımı-za Erdoğan Hükümetinin İsrail’e iliş-kin tavrının samimiyet taşımadığını,bu ülkeyle ilişkilerin devam ettiğini,Erdoğan’ın içeride emek düşmanı veanti-demokratik politikalar izlediğinianlattık. Ama muhtemelen onları pekde etkileyemedik. Çünkü onlar için

İsrail (ABD ile birlikte) son dereceyakıcı ve güncel bir tehlikeydi (top-raklarını halen elinde tutuyor, ülkele-rini işgal ediyor, binlerce insanıöldürmeye devam ediyordu).İşbirlikçi ve gerici Arap devletlerininİsrail karşısındaki uzlaşmacı ve kor-kak tavrı karşısında Erdoğan veHükümeti, birkaç göstermelik fiya-kalı tutum ve açıklamayla bölgeinsanlarının kalbini çalmış görünü-yor. AKP Hükümetinin bu ucuz kahra-manlığının aslında ABD’nin himaye-sinde bölge liderliği projesinin birparçası olduğunu bir şekilde bölgehalklarına, ama öncelikle Arap aydın-larına, solcu ve yurtsever politikacıla-rına anlatmamız gerekiyor. Tabiibunun yolu da, Filistin, Lübnan veSuriye halklarının Siyonizm veemperyalizm karşısındaki haklıtaleplerine ve mücadelelerine samimive etkin biçimde sahip çıkmaktan,

M

Kemalist İdeolojinin Bizi Yabancılaştırdığı Coğrafya

Kuşkusuz Suriye ve Lübnanöyle birkaç günlük geziyle

kavranamayacak kadarderin, karmaşık ve

tarihsel/kültürel bakımdanzengin ülkeler. Ama bu kısa

ziyaret, kültürel kodlarımızda bölge

halklarıyla ne kadar ortakyanlar olduğunu,

kimliğimizin bir parçasınınoralarda yaşadığını görmek

açısından yararlı oldu.Herkese komşularımızla

tanışmalarını öneriyorum.

HALİT ELÇİ

LÜBNAN-SURİYEİZLENİMLERİ

Page 29: TO-Gazete-31/3

MART 2010 2�PO Lİ Tİ KAÖZ GÜR LÜKTOP LUM SAL

dayanışma göstermekten geçiyor. Politik olmasa da kültürel

demokrasi Suriye’de bir taksiye biniyoruz. Öncam ile tavanın birleştiği yerden birhaç ve bir madalyon sarkıyor.Madalyona dikkat ediyorum, bizimİstanbul’daki Rumlardan Aya Yorgidiye öğrendiğimiz Hristiyan azizininresmi (atının üzerinden mızrağınıyerdeki canavara saplayan cenga-ver). Ortodoks musun? diye soruyo-rum, “Evet” diyor. Madalyonu göste-rip “Aya Yorgi mi?” diyorum, “MarJorj” diye yanıtlıyor, aynı azizin oradabilinen adını söylüyor. (Saint George,Aya Yorgi, Mar Jorj aynı azizdir.) O anda Türkiye’deki bir Hristiyantaksi şöförünün aynı şeyi yapıp yapa-mayacağını düşünüyorum. Hayır,çok gözü kara değilse yapamaz.Müşterilerin tepkilerinden, en azın-dan küçümseyici tavırlarından çeki-nir. Türkiye’de azınlıkların gerçekadlarını bile gizlediklerini, kimizaman çift anlamlı, çift söylenişliadlar aldıklarından haberdarım.Büyük bir inanç topluluğu oluşturanAlevilerin bile kamuya açık yerlerdeAlevi simgelerini sergilemektenkaçındığını biliyorum. Kimi zamantehditkar bakışlar, alaycı ve küçüm-seyici gülüşler, en iyi halde “doğruyola davet”ler… Çoğunluk inancındanolmayanların bu tür davranışlarlakarşılaşması sıradan olaylardır. Bu bakımdan, Türkiye’de farklılıklar-

la birlikte yaşama kültürünün, Suriyeve Lübnan’dan çok geride olduğunudüşünüyorum. Gerçekten Suriye’de(belki de iktidarda bir azınlığın,Alevilerin olması nedeniyle) inançsalve etnik toplulukların arasında ciddibir ayrımcılık veya baskı olmadığısöylenebilir. Belli topluluklara, örne-ğin Kürtlere yönelik baskılar ise dahaçok politik nedenlidir; ciddi bir asi-milasyon çabası görülmez.Sözgelimi, eğer son dönemde değiş-mediyse, Kürt çocukları anadillerin-de eğitim alıyordu. Ermeniler veHristiyan Araplar devlet dairelerininkadrolarında, hatta nüfus içindekioranlarının ötesinde bir yer tutuyor-du. Kamusal alanda başörtülü veörtüsüz kadınlar yan yana çalışıyor,sokaklarda aynı özgürlükle yan yanadolaşıyor. Lübnan’da da farklı dinsel ve etnikkimlikli topluluklar birbirlerinikabullenmiş durumdalar. Geçmiştekiiç savaşta cemaatler arasındaki ikti-dar dengelerindeki hassasiyetler baş-lıca rolü oynamış olsa da, en azındanşu anda hiçbir cemaat kendi inancınıdiğerlerine dayatmaya kalkmıyor.Camiler ve kiliselerde inananlar yanyana ibadet ediyor. En güçlü siyasi veaskeri güç konumunda bulunan vedini ideolojiye dayanan Hizbullah bileasla ülkeye kendi inançlarını ve siya-si sistemlerini (İslami Düzen) dayat-mayacağını altını çize çize belirtiyor. Modern Beyrut Türkiye’de sıradan insanların çoğu-nun kafasındaki Arap ve Arap ülkesiimajı şöyledir: Arap ülkeleri çöller-den ibarettir. Araplar çadırlardayaşayan, medeniyetten uzak esmerderili (kara değilse) göçebelerdir.Petrol şeyhleri bu imajı biraz bozsada, onlar da yine aynı ölçüde moderndüşünceden bütünüyle uzak kişiler-dir. Arapların hepsi bağnaz derecedeMüslümandır! Bu gerçeğe tümüyle aykırı imaj, top-lumumuzun ne ölçüde köklerindenkoparılmış, bölge halklarına yabancı-laştırılmış olduğunu gösteriyor.Kemalist/modernist ideolojinin veeğitim sisteminin yarattığı bir gara-bettir bu. Oysa kendi toplumunu tanı-mayı dert edinen biri gerçeği rahat-lıkla görebilir. Türkiye sınırları için-de milyonları bulan sayıda Arap yaşa-maktadır ve bunların bir kısmı daHristiyanlığın çeşitli mezhepleri için-de yer almaktadır. Sözkonusu Arap imajına sahip biriniLübnan’ın Beyrut’una götürüp bırak-sanız, herhalde şoke olur, gözlerineinanamaz. Lübnan coğrafyasında çöl-bildiğim kadarıyla- hiç yok. Dağlıkalanlar dışında oldukça geniş tarımalanları ve epeyce orman var.Lübnan’ın simgesi (bayrağında dayer alır) sedir ağacıdır. Gılgamış des-tanında Enkidu’nun gemi yapımındakullanmak için ta Mezopotamya’dankalkıp Lübnan’a sedir ağaçlarını çal-maya geldiği yazılıdır. Beyrut’u ilk kez gördüm ve bu şehir-le ilgili onca bilgime rağmen bu kadar

modern, zengin bir şehir göreceğimisanmıyordum. En son model araba-lar, jipler; 8-10 katlı cam kaplı yeniyapılmış ya da restore edilmiş bina-lar; Türkiye’de bile rastlamadığımAvrupa-Amerika kökenli markalar…Tabii bu görüntü daha çok şehrinkuzeyinde hakim. Ama Beyrut’ungüneyini oluşturan ve yoksul Şiilerinyaşadığı Dahye’de, 2006 savaşındaİsrail’in bombardımanıyla yerle birolan bölgede, şimdi modern görü-nümlü koca koca apartmanlar yükse-liyor. Lübnan Komünist Partisi GenelSekreter Yardımcısı SaadallahMazrani, artık Şiilerin Lübnan’ın enyoksulları olmadığını, zenginler veyoksullar arasındaki uçurumun hercemaat içinde eşit ölçüde var olduğu-nu söyledi. Bundan tam emin değilimama Lübnanlı arkadaşımın Şii burju-vazinin yaşadığı yer diye gösterdiği

mahalledeki villalar hayli gösterişliy-di. Beyrut’un en yoksul -ama gerçektenyoksul- kesimini Filistin mültecikampları oluşturuyor: Burc el-Barajni, Sabra ve Şatila. Şehrin prole-taryasının en alt kesimini Filistinlile-rin yanı sıra Suriyeliler veGüneydoğu Asyalılar oluşturuyor. ***Kuşkusuz Suriye ve Lübnan öyle bir-kaç günlük geziyle kavranamayacakkadar derin, karmaşık ve tarih-sel/kültürel bakımdan zengin ülke-ler. Ama bu kısa ziyaret, kültürelkodlarımızda bölge halklarıyla nekadar ortak yanlar olduğunu, kimliği-mizin bir parçasının oralarda yaşadı-ğını görmek açısından yararlı oldu.Herkese komşularımızla tanışmaları-nı öneriyorum.

Suriye’den Lübnan’a doğru gidiyoruz.Şöförümüz sıcakkanlı, konuşkan biri.Konuşmanın bir yerinde şöyle diyor:“Suriye’de özgürlük var. Her şeyiyapabilir, her şeyi konuşabilirsiniz…siyaset hariç.” İroni yapmıyor, gayetdoğal bir şeymiş gibi söylüyor.

Bir süre sonra konu İsrail’e,Amerika’ya, savaşa, Hizbullah veNasrallah’a geliyor. Arkadaşım “siya-set yapmama” kuralını hatırlayıp uya-rıyor: “Rahatsız oluyorsan bu konuyugeçelim.” Şöförün yanıtı: “Ne demek!Bu siyaset olur mu? Bu yurtseverlik-tir. Siyaset, devleti eleştirmektir.”

Söz dönüp dolaşıp Dürzi lider VelidCanbolat’a geliyor. Canbolat’ın parti-sinin adı İlerici Sosyalist Parti’dir. Bu

isim bile Ortadoğu politikasında herşeyin nasıl birbirine karıştığının gös-tergesidir. Canbolat, Suudi destekli veABD bağlantılı Hariri ailesinin liderli-ğindeki 14 Mart ittifakının asli birbileşeniydi ve Suriye’nin askerlerinigeri çekmesini şiddetle savunmuştu.Ama Suriye’nin çekilmesinin üzerin-den 5 yıl kadar geçtikten sonra bu kezSuriye’yle arasını düzeltmeye başladıve geçtiğimiz aylarda 14 Mart ittifa-kından ayrıldı. Şöförümüz Hizbullah’ayanaştığını söylüyor. Ve ekliyor:“Canbolat mercimek gibidir. Ne yanadönerse dönsün, fark etmez.”

(Şöförle Arapça bilen arkadaşımTimur konuşuyor, ben arada onunçevirdiği kadarıyla takip ediyorum.)

ORTADOĞU’DA “SİYASET”İN ANLAMI

AKP Hükümetinin bu

ucuz kahramanlığının

aslında ABD’nin

himayesinde bölge

liderliği projesinin bir

parçası olduğunu bir

şekilde bölge halklarına,

ama öncelikle Arap

aydınlarına, solcu ve

yurtsever politikacılarına

anlatmamız gerekiyor.

Tabii bunun yolu da,

Filistin, Lübnan ve Suriye

halklarının Siyonizm ve

emperyalizm karşısındaki

haklı taleplerine ve

mücadelelerine samimi

ve etkin biçimde sahip

çıkmaktan, dayanışma

göstermekten geçiyor.

Page 30: TO-Gazete-31/3

yüzyılın sonu ve 20. yüz-yılın başı, hem dünya tari-hi hem de Marksizm-Leninizm’in şekillenişi açısından çoközgün ve önemli bir yerde durur. Rusotokrasisi ve Avrupa’daki burjuvaegemenlikleri istikrarsızlıklar, kriz-ler ve savaşlarla sarsılmakta, büyü-yen işçi hareketi ve devrimlerin teh-didi altında kalmaktaydı.Mücadelenin büyüdüğü ve yeni tar-tışmaların gündeme geldiği buverimli dönemde; devrimciler Marxve Engels’ten yoksundu ve bu dönemkendi önderlerini yetiştirmek duru-mundaydı.“Öznel Etmenin Marxist Teorisi’ ola-rak adlandırılabilecek bölümü siste-matik olarak ele almak başta Lenin(...) ve Rosa Luxemburg olmak üzere[Marx’ın] en yetenekli takipçilerinedüştü" 1 cümlesi, bize bahsedilendönemin gündemleri ve yarattığı enönemli figürler hakkında fikir veri-yor.Rosa ve Spartaküs BirliğiDurağan bir dönemle kıyaslandığın-da; siyasetin hareketlendiği kritikzamanlarda, siyasetçilerin yapacakla-rı tercihler onların tarih içindeki yer-lerini belirler.Birinci Dünya Savaşı sırasındaBolşevikler muzaffer EkimDevrimi’ni insanlık tarihine kazandı-rırken; savaşın başında, Kautsky’ninde kuyruğuna takıldığı Alman reviz-yonizmi, ulusal burjuvaziyle birlikolup savaş bütçesini oyladığında

Alman devrimine sırtını dönerekHitler faşizmine giden yolu açıyordu.Savaş döneminde Almanya SosyalDemokrat Partisi’nde (SPD) yaşanansaflaşmada, başta Rosa Luxemburg,Karl Liebknecht ve Leo Jogichesolmak üzere Alman devrimcileriSpartaküs Birliği’ni kurarak, kendile-rini ulusal burjuvazinin çıkarlarınıMarksizm adına savunanların batak-lığından ayrıştırdılar. Ancak disiplin-li ve ortak politikalara bağlı bir partikurma konusunda geç kaldılar.Sosyal demokrasiden kendilerinidoğru zamanda ayrıştıramadıklarıiçin yükselen hareketliliği karşılaya-madılar. 1918 Alman devrimi “ger-çekleşmeyen devrim” olarak tarihte-ki yerini aldı.Rosa, Spartakist ayaklanmanın bastı-rılmasının ardından tüm uyarılararağmen Almanya’dan ayrılmayarakmücadeleyi sürdürdü. KarlLiebknecht ile birlikte, paramilitergüçlerce tutuklanıp, dipçik darbele-riyle katledildikleri son ana kadarenternasyonal proletarya sosyaliz-minin karşı-devrime meydan okuyanmilitan tavrıyla hareket ettiler:“Berlin’de düzen hüküm sürüyor.Sizi budala çakallar! Sizin ‘düzen’inizkumdan inşa edilmiştir. Yarın devrimbir kere daha ayağa kalkacak vetrompet sesleriyle haykıracaktır:Buradaydım, buradayım, hep buradaolacağım!” 2Bir mektup ustasıRosa Luxemburg’un en bilinen özel-liklerinden bir tanesi, yazın alanında-

ki -özellikle de ardında bıraktığı mek-tuplardaki- edebi başarısıdır.Biyograficileri tarafından enineboyuna incelenen belge niteliğindekimektupları Rosa Luxemburg’un kişi-liğini ve onu yaratan tarihsel nesnel-liği analiz edebilmemiz açısındanbüyük önem taşımakta.“Bu mektupları okuyanları etkileyenşey, ilkin bu kadının zevklerinin veyeteneklerinin çeşitliliğidir. O, herşeyle ilgileniyordu: Tarih ve ekonomipolitikle, tüm ülkelerin edebiyatıyla,resimle, yontuyla, müzikle, jeolojiyle,zooloji ve botanikle. Öyle görünüyorki, aynı coşkuyla ve tartışma götür-mez bir yetenekle...” 3 diyerek GilbertBadia, bu mektupların ne ifade ettiği-ni tariflemiştir. Bu ifade harfi harfinedoğru olmakla birlikte, tek başınakullanıldığında yetersizdir.Bugün Rosa’ya ilişkin değerlen-dir-melerin birçoğu, mektuplarındakiedebilik ve romantizmle sınırlandırı-lıyor, “duygusallık” onun en önemliözelliği olarak öne çıkarılıyor. Busınırlandırma günümüzde Che’ninserüvenci ruhunu başıboş bir mace-racılığa indirgeyen bakış açısındanfarksızdır.Rosa’nın yaşantısında karşılaştığıgüçlüklerin onda bıraktığı olumsuzetkilere bu mektuplarda rastlamakmümkündür. Rosa bir Yahudi, birkadın, Almanya’da Polonyalı biryabancıdır. Küçüklüğünde geçirdiğibir rahatsızlık sonucu bir ayağı topal-dır.Bugün sistemin saldırılarıyla yalnız-

laştırılan, ezilmişliklerini mücadelegerekçesi haline getirmek yerine birutanç ve suç unsuru sayan pek çokgenç kendi bunalımlarında boğulu-yor. Rosa, yaşamındaki olumsuzluk-ları mücadele verileri haline getirme-yi başarabilmiş bir önderi simgele-mektedir. Rosa’nın özgürleşmeprati-ğinde gözlemlediğimiz cesaret,öz-veri, militan mücadele ve devri-min yolunu takip etmedeki kararlılık,ona giydirilen gömleği nasıl yırtıpattığının en güzel göstergesidir.Onun yazdıklarını ve tartıştıklarınıbugün daha iyi inceleme ve analizetme olanağına sahibiz. Bugün devri-min meşalesini Rosa’nın bıraktığıyerden taşımak sorumluluğuyla karşıkarşıyayız. Tesadüf değildir ki;Bernstein’lar ve Kautsky’ler tarihinçöplüğüne atılmaya yazgılıyken, Rosaaradan geçen yaklaşık bir asırlıksüreye rağmen ezilenlerin kurtuluşu-na yol gösteriyor: “O, bir kartaldı, halada bir kartaldır. Rosa Luxemburg,bütün dünya devrimcilerinin anısın-da aziz olmakla kalmayacak, eserleribirçok devrimci kuşağın eğitimi içinçok faydalı bir ders olacaktır.” 4Dipnotlar1. Ernest Mandel, Marx’ın Kapitali, YazınYayıncılık, s. 1132. Rosa’nın ölümünden önceki son yazısı,Die Rote Fahne (Kızıl Bayrak), Sayı: 14, 14 Ocak 1919.3. Gilbert Badia, Bir Mektup Ustası RosaLuxemburg, Pencere Yayınları, s. 454. Lenin’den aktaran Belge Yayınları, Siyasi Yazılar, Rosa Luxemburg, 1979.

Rosa Luxemburg: Ezilenlerin Kurtuluşuna Yol Gösteriyor

Bugün sistemin saldırılarıyla yalnı-zlaştırılan, ezilmişliklerini mücadele

gerekçesi haline getirmek yerine bir utançve suç unsuru sayan pek çok genç kendi

bunalımlarında boğuluyor. Rosa, yaşamın-daki olumsuzlukları mücadele verileri

haline getirmeyi başarabilmiş bir önderisimgelemektedir. Rosa’nın özgürleşme

pratiğinde gözlemlediğimiz cesaret, özveri,militan mücadele ve devrimin yolunu takipetmedeki kararlılık, ona giydirilen gömleğinasıl yırtıp attığının en güzel göstergesidir.

VARDIK, VARIZ, VAROLACAĞIZ…

ULAŞ TAŞTEKİN

19.

TOP LUM SAL ÖZ GÜR LÜK MART 2010 30 PO Lİ Tİ KA

Page 31: TO-Gazete-31/3

Enver Yücel gibi dershane sahiplerinin tek hedefi çok parakazanmaktır. “Bol bol para kazanmak” seçeneğinin

dışındaki seçenekler onların varlıklarını devam ettirebilmek için söyledikleri kocaman yalanlardır.Türkiye’de dershaneler sadece üniversiteye hazırlık

kurslarından yılda 9 milyar dolar para kazanmaktadır.Varın gerisini siz düşünün.

Bu çağda eğitim en büyükgetiriyi sağlayan ticari faali-yettir. Dershanecilik sektö-rü kalkacak, kalkmalı diyen bakanlar,başbakanlar oldu ama Türkiye’dedershanecilik sektörü hiç geri gitme-di; hep ileriye gitti. İyi ki de gitti.”Enver Yücel (Uğur Dershaneleri’nin sahi-bi) Enver Yücel bu sözleriyle aşağıdaki-lerden hangisini amaçladığı söylene-bilir?1. Bol bol para kazanmak.2. Ataması yapılmayan öğretmenlereistihdam yaratmak.3. Türkiye ekonomisini canlandırmak.4. Çağdaş eğitim anlayışını ülkemizeyerleştirmek.5. Eğitimde fırsat eşitliğini sağlamak.Cevap: A şıkkıdır. Evet, Enver Yücel

gibi dershane sahiplerinin tek hedefiçok para kazanmaktır. A seçeneğinindışındaki seçenekler onların varlıkla-rını devam ettirebilmek için söyledik-leri kocaman yalanlardır. Türkiye’dedershaneler sadece üniversiteyehazırlık kurslarından yılda 9 milyardolar para kazanmaktadır. Varın geri-sini siz düşünün. Dershanelerin tarihsel serüvenlerinebaktığımızda, bugünkü statülerine1965 yılında kavuştuklarını görürüz.Fakat her dönem kapatılmaları gün-deme gelen dershanelere en büyükdestek 1984’te kurulan ÖzalHükümetinden (ANAP) gelmiştir.Aslında bu, Özal’ın neoliberal politi-kalarıyla örtüşen, eğitimin özelleşti-rilmesinin önünü açan ilk uygulama-lardandır. Dershane sahipleri dersha-nelerinin kapatılmaları gündeme gel-

diğinde hemen bir heyet oluşturarakÖzal hükümetiyle görüşmeler yap-mış ve lobi çalışmaları yürütmüşler-dir. Özal hükümetinden tam destekalınca da aralarındaki birlikteliğidevam ettirebilmek amacıyla 1985yılında Özel Dershaneler BirliğiDerneği’ni (ÖZDEBİR) kurmuşlardır.ÖZDEBİR her dönemde siyasi iktidar-larla iyi ilişkiler kurmayı ihmal etme-miştir. Fakat ÖZDEBİR’i gelişmeleri-nin önünde engel gören ve tekelleş-mek isteyen bazı dershane sahipleri2003 yılında Tüm Özel ÖğretimKurumları Derneği’ni (TÖDER) kur-muşlardır. TöDER 2003’ten günümü-ze kadar o kadar hızlı büyümüştür kişu an yaklaşık 400 civarında dersha-ne üyesi vardır (Final, Sınav, Kavram,Bil vs). TÖDER de ÖZDEBİR gibi siya-si iktidarlarla iyi ilişkiler kurmayıihmal etmemiş hatta isteklerini siyasiiktidarlara kolayca yaptırabilmiştir.Mesela Özel Okullar Sınavı ile LGS (Liselere Giriş Sınavı) birleştirilerekOKS (Ortaöğretim Kurumlarına GirişSınavı) ortaya çıkarılmıştır. İşte hem TÖDER’in hem deÖZDEBİR’in bünyesinde bulunandershanelerde ve özel okullarda 60bine yakın öğretmen çalışmakta-dır.Yani devlete ataması yapılmayan60 bin öğretmen çaresizlik içerisindedershanelerin aşırı sömürüsünemaruz kalmaktadır. Dershanede çalı-şan öğretmenlerin sorunlarına baktı-ğımızda şunları görürüz: * Öğretmenlerle yapılan sözleşmeler10 aylık süreyi kapsar ve bu sözleş-melerde öğretmenlerin aldığı maaş yada ücret asgari ücret tutarında göste-rilir. Çünkü devlete daha az primöderler.* Öğretmenle yapılan sözleşme sıra-sında öğretmene önceden istifa dilek-çesi imzalatılır.* Neredeyse hiçbir dershane işineson verdiği öğretmenine kıdem taz-minatı ödemez.* Eğer dershane öğretmenleriyle birsonraki sene için de devam kararıaldıysa yeni bir istifa dilekçesi imza-latılır ve Temmuz-Ağustos aylarında

öğretmenlerini ücretsiz izne ayıraraköğretmenlerin 10 ay üzerindensigorta yapar ve maaş verir ( iki ayınsigortası ve maaşı patronun cebinegider).* En son yapılan yasa değişikliği iledershaneler öğretmen maaş ödeme-lerini bankalar üzerinden yapmakzorunda bırakılmıştır. Fakat onlar dabunun yolunu bulup asgari ücrettutarını bankadan, geri kalan ödeme-yi de elden yapmaktadırlar.* Dershanelerde ilk defa öğretmenolarak başlayan stajyer öğretmenleremaaş ödenmemektedir. Hatta bazıdershanelerde (Final, Kavram) staj-yer öğretmenlik 2 yıldır.Dershaneler-deki tüm angarya işlerstajyer öğretmenlere yaptırılmakta-dır.* Dershaneler öğretmenlerindenkaliteli eğitim vermelerini değil pat-ronlarına karşı itaatkar, söz dinleyen,asilik yapmayan, patronlarına karşıörgütlenmeyen öğretmen olmalarınıisterler.* Dershane sahipleri Müdür-MüdürYrd-rehber öğretmen ağını kuraraköğretmenler üzerinde baskı oluştu-rurlar. Öğretmenlerini ispiyonculuğateşvik ederler.Yukarıda saydığımız sorunlar ders-hane öğretmenlerinin yaşadığısorunların sadece bir kısmıdır. Veonbinlerce dershane öğretmenininbir kısmı devlete atamasının yapıl-ması için KPSS belasıyla boğuşmakta,geri kalan kısmı ise ümidini kesmişbir şekilde dershanelerde ağır çalış-ma koşullarında öğretmenlik yapma-ya devam etmektedir. Bu yapılanlara karşı çaresiz miyiz? Tabii ki hayır. Bu sömürü çarkınamaruz kalan öğretmenler olaraksorunlarımızın ortak olduğu bilinciy-le hareket edip ortak bir duruş sergi-lersek onurlu ve insanca yaşayacak,gerektiği gibi öğretmenlik yapacakkoşulları yaratabiliriz. Kurtuluş yok tek başına ya hep bera-ber ya da hiç birimiz…

Dershanelerde Sömürü Çarkı...Onbinlerce dershane öğretmeninin bir kısmı

devlete atamasının yapılması için KPSS belasıyla boğuşmakta, geri kalan kısmı ise ümidini kesmiş

bir şekilde dershanelerde ağır çalışmakoşullarında öğretmenlik yapmaya devam

etmektedir. Bu yapılanlara karşı çaresiz miyiz?Tabii ki hayır. Bu sömürü çarkına maruz kalan

öğretmenler olarak sorunlarımızın ortak olduğubilinciyle hareket edip ortak bir duruş sergilersek

onurlu ve insanca yaşayacak, gerektiği gibiöğretmenlik yapacak koşulları yaratabiliriz

HAKAN ŞAHİN

EĞİTİM KURUMU DEĞİL

KAPİTALİST İŞLETME

TOP LUM SAL ÖZ GÜR LÜK PO Lİ Tİ KA 31MART 2010

Page 32: TO-Gazete-31/3

PO Lİ Tİ KA32 MART 2010 ÖZ GÜR LÜKTOP LUM SAL

üresel kapitalizmin yoksulhalklara kurduğu sömürütuzakları saymakla bitmez.Son yıllarda yoksul ülkelerin suyunu,havasını hatta gen kaynaklarını para-ya tahvil etmek için icat edilen binbirtürlü hinlikle karşılaştık. Sözü edilenhinliklerin tarihi çok eskilere uzan-mıyor, ancak kazanç hırsı uğrunabinbir türlü entrikanın en eski tarih-lerden bu yana uygulandığı bir alanvar; yeraltı kaynakları. Yeraltı kay-naklarının çıkarılması ve paylaşılma-sında tarihten bu yana yaşananlar,kâr odaklı çarpık bakışın doğal kay-nak talanını nerelere vardırabileceği-nin de kanıtı.Dünya üzerindeki etkisi artık herkes-çe bilinen meşhur sacayağı; IMF(Uluslararası Para Fonu), DTÖ(Dünya Ticaret Örgütü) ve DünyaBankası’nın neredeyse ulusaşırı şir-ketlerin işlerini kolaylaştırmaktanbaşka bir meşguliyeti yok. Sözü edi-len kuruluşların çeşitli anlaşmalaryoluyla dayattığı politikaların dünya-nın dört bir yanındaki yoksul halklarüzerindeki sömürüyü nasıl kurum-sallaştırdığı artık herkes tarafındanbilinen bir gerçek. Yoksul ülkeleredayatılan MAI, GATS, TRIPS, TRIMSvb. anlaşmalar, bunlara uyumlu ola-rak yapılan çeşitli yasal, ekonomikdüzenlemeler ve "kalkınma" maske-sinin ardına saklanılarak yapılançeşitli uygulamalar yoksul ülkeleriyeraltı kaynaklarının çıkarılması,işlenmesi ve ticareti konusunda ulu-saşırı şirketlerin arayıp da bulamaya-cağı bir cennet haline getirmişdurumda.Yoksul ülkelerin ulusaşırı şirketlertarafından ucuz emek cenneti olarak

kullanıldığı zaten eskiden beri bilini-yor. Ucuz emeğin yanına bir de düşükçevre standartlarını eklememiz gere-kiyor. Madencilik faaliyetleri yüzün-den yoksul ülkelerin doğası zenginle-rin çöplüğü olmaya mahkûm edili-yor. Madencilik çevreye en fazla zararıveren sektörlerin başında geliyor.ABD Çevre Koruma Kurumu EPAtarafından 2000 yılında açıklanan birenvantere göre ABD'de tüm endüstrikuruluşlarının çevreye saldığı zehirliatıkların yüzde 47'si maden işletme-lerine ait. Bunların büyük bir bölümüaltın, gümüş ve bakır madenciliğiyapan işletmeler tarafından üretili-yor. Çevre koruma konusunda sıkıkuralların uygulandığı gelişmiş ülke-lerden birinde durum böyleyse, bukonudaki kanunların oldukça zayıfolduğu yoksul ülkelerde neler yaşan-dığını tahmin etmek zor değil.Durum yalnızca çevresel felaketlerlede sınırlı değil. Madencilikle meşgulolan kuruluşların uluslararası finansfaaliyetleriyle arası oldukça iyi. Özel-likle yoksul ülkelerde yürütülenmadencilik faaliyetlerinin önemli birbölümünü oluşturan altın madencili-ği alanında çalışan firmalar çeşitlispekülasyonlar, borsa işlemleri, türevpiyasaları vb. alanlarda binbir türlühinliğe başvurarak fiyatları kendilehine belirliyor, madenin değerininçok çok üzerinde paralar kazanıyor.Yoksul ülkeler, yeraltı kaynaklarınıntalan edilmesinin yanı sıra bir desözü edilen finans işlemleri yoluylakatmerli sömürüye uğratılıyor.Yerin altında bulunan çeşitli maddele-rin çıkarılması, işlenmesi ve ticare-tinde yaşananları incelemek, bugün

"Üçüncü Dünya Ülkeleri" olarak anı-lan yoksul ülkelerin nasıl üçüncüsıraya itildiğini anlamak açısındanyararlı olabilir. Madenciliğin karanlık tarihiEkonomist Selim Yılmaz'ın verdiğirakamlara göre; 1960'lı yılların son-larına kadar azgelişmiş ülkelerdeçıkarılan madenlerden elde edilen netgelirin yüzde 70'i ulusaşırı şirketler-ce ülke dışına taşındı.Örneğin; 1800'lü yılların sonundadünyada bulunan bakır madenininyüzde 60'ını barındıran Şili, 20. yüz-yılın ilk yarısında ABD'li şirketlerinele geçirme oyunlarına sahne oldu.Araştırmacı Girvan'ın verdiği rakam-lara göre; 1935-1969 yılları arasındamaden üretimi yapan ABD'li şirket-ler, çıkardıkları madenden elde ettik-leri kârın yüzde 91'ini kendi ülkeleri-ne taşıyor, yalnızca yüzde 9'unu yatı-rım, yenileme vb. işler için Şili'de kul-lanıyorlardı.Bir başka örnek de Peru'dan. Peru'damaden işletmeciliği yapan Amerikanşirketlerinin 1950-1970 yılları ara-sında ülkelerine götürdükleri para790 milyon dolardı. 1980'li yıllardabu rakam 669 milyon doları buldu.Sözü edilen şirketlerin aynı dönemiçerisinde Peru'da yaptıkları yatırımyalnızca 284 milyon dolardı.Ulusaşırı şirketler genellikle yerleş-tikleri ülkede madenlerin en kolayçıkarılabilecek kısmını seçip 5-10 yıliçerisinde alıp götürdüler.Madenlerin daha zor çıkarılabilenancak çıkarılandan daha büyük birhacmi ifade eden kısmını da kullanı-lamaz hale getirdiler. Zehirli atıklar

çoğunlukla hiçbir arıtma ve güvenlikişlemine tabi tutulmadan olduğu gibibırakıldı.Madencilik faaliyetlerinden yoksulülkelerin yanına kâr kalan ucuz emeksömürüsü ve talan edilen çevre oldu.Yaratılan çevre kirliliği madencilikyapılan bölgeleri yaşanamaz halegetirdiği için birçok bölgede yörehalkı göç etmek zorunda kaldı.Bazı ülkelerde milyonlarca kişiningeçim kaynağı durumunda olan elemeği madencilik zorla yok edildi.Yerine getirilen yüksek teknolojimadenciliği cevherlerin kaymaktabakasını tüketip geri kalan kısmınıkullanılamaz hale getirdikten sonraarkasında dev çukurlar ve zehirli atıkyığınları bıraktı.Dünyadaki yoksul ülkelerde yapılanmadencilik faaliyetlerinin önemli birkısmını oluşturan altın madenciliğiy-le meşgul şirketler kirli kazançlarınıyalnızca madenin değerinden değilçeşitli spekülasyonlardan ve piyasahinliklerinden edindikleri için bulun-dukları ülkenin huzurlu ve barış içe-risinde olmasını, ekonominin istik-rarlı olmasını istemediler. Savaşlar,istikrarsızlıklar, kan, gözyaşı vesömürü üzerinden kâr etmenin çeşit-li yollarını ürettiler.Genellikle güney yarımkürede bulu-nan yoksul ülkelerde bir talan şeklin-de sürdürülen madencilik faaliyetle-rinin sonucunda pek çok maden artıkkolay çıkarılabilir seviyenin altındakaldı ve ekonomik olarak kârlı olmak-tan çıkmaya başladı. Bunun sonucun-da yeni madencilik alanları arayışıkaçınılmaz hale geldi.

K

Yoksul ülkelerin doğası zenginlerin çöplüğü olmaya mahkûm ediliyor

Herkese ait olan ve aynızamanda hiç kimseye ait

olmayan yeraltı veyerüstü kaynaklarının

metalaştırılarak ticaretetabi kılınması, her şeyin

piyasa kurallarınaindirgenmesi sömürüyü

de beraberinde getiriyor.Kan, gözyaşı ve sömürüyüengellemenin yolu, doğal

kaynakların dünyaüzerinde yaşayan tüm

canlılar tarafından adilbir şekilde paylaşılmasını

sağlamanın yollarını aramaktan geçiyor.

MEBRUKE BAYRAM

KALKINMA MASALLARIVE MADENCİLİK

Page 33: TO-Gazete-31/3

MART 2010 33PO Lİ Tİ KAÖZ GÜR LÜKTOP LUM SAL

lar işlevlerinin kısıtlanması ve özel-leştirmeyle iş göremez hale getirildi.1994'te çıkarılan, yap-işlet-devretmodelini getiren yasayla devletinyetki alanındaki madenlerin işletil-mesinin özel sektöre devredilmesi-nin yolu açıldı. Madencilik Yasası'nda2004 yılında yapılan değişikliklerlebirlikte ormanlar, özel koruma böl-geleri, milli parklar, tarım ve meraalanları, sit alanları, su havzaları, kül-tür ve turizm koruma bölgeleri vb.pek çok alan madencilik faaliyetleri-ne açıldı. Değişikliğin ardından hiçbirincelemeye tabi tutulmadan aramaizni alabilen madencilik şirketleriizin süreci içerisinde rezervin yüzde10'unu üretip satabilir hale geldi.Maden işletmesinden alınacak vergi-ler hesaplanırken yalnızca şirketinbeyanı esas alınmaya başlandı.Yasaların halkın değil şirketlerinçıkarlarını koruyacak şekilde düzen-lenmesinin ardından Türkiye'de pekçok bölgede var olan hukuk dahi çiğ-nenerek çevreyi altüst eden madenci-lik faaliyetleri yapılmaya başlandı.Sözü edilen faaliyetler içerisinde altınmadenciliği öne çıkıyor. Cumhuriyetgazetesinin Ekim 2008 tarihli birhaberine göre; Türkiye'de ulusaşırı12 altın şirketi 9 farklı ilde 17 farklıyörede altın çıkarıyor. Altın çıkarılançoğu bölgede halk maden şirketleri-nin çevrede yıkım yaratan faaliyetle-rine karşı güçlü bir direniş sergiliyor.Bütün bunlara rağmen şirketler çoğukez hukuku hiçe sayarak faaliyetleri-ne devam ediyor.Eski Orman Bakanı Osman Pepe'nin16 Kasım 2007'deki açıklamalarıdurumun vahametini kanıtlıyor: "Bukanunla Türkiye'de doğayı tabiatıkorumak mümkün değil. Anasınakızan evden çıkıp taş ocağı ruhsatıalıp şehrin ormanının en güzel yerin-de arama yapıyor. (...) Bu kanunlayola devam edilirse arama yapanişletmeler mantar gibi biter. İş çığrın-dan çıkmadan bu kanun değiştirilme-li." Kalkınma propagandası

kime yaradı?Küresel kapitalizmin savunucuların-ca yoksul ülkeler için sihirli bir kal-kınma hamlesi olarak propagandaedilen madencilik faaliyetleri çoğun-lukla madencilik yapan şirketlerin

"kalkınmasına" yaradı. Yoksul halkla-rın zenginliği madenci şirketlerinkasasına aktı. Uzun yıllar boyuncamadencilik faaliyetlerine sahneolmuş ülkelerin adını saymak dahimadenciliğin kalkınmada ne kadarişe yaradığını kanıtlamaya yeterli:Papua Yeni Gine, Fiji, Fildişi Sahili,Mali, Zimbabve, Zambia, Zaire,Kolombiya, Şili, Uruguay...Dünyanın birçok bölgesinde kan,gözyaşı ve sömürünün adı olanmadenciliği bize bir kalkınma masalıolarak sunmaya çalışanların kimlerolduğunu iyi ayırt etmemiz gerekiyor.Kirli kazanç kapılarının kapanmasınıistemeyenler kendi çarpık, yalnızcakâra odaklı bakış açılarını tüm dünya-ya benimsetmeye çalışıyor. Her türlüdoğal kaynakta olduğu gibi yeraltıkaynaklarında da sorun bu kâr odaklıçarpık bakışla başlıyor. Doğal kay-nakların birilerine ait olabilen, alınıpsatılabilen bir metadan ibaret olarakalgılanması onlar üzerinden kazançsağlayanların işine geliyor.Yerin altındaki ve üstündeki bütündoğal kaynakların dünya üzerindegeçmişten günümüze yaşamış olantüm canlıların ortak mirası oldukları-nı unutmamamız gerekiyor. Herkeseait olan ve aynı zamanda hiç kimseyeait olmayan bu kaynakların metalaştı-rılarak ticarete tabi kılınması, herşeyin piyasa kurallarına indirgenme-si sömürüyü de beraberinde getiri-yor. Kan, gözyaşı ve sömürüyü engel-lemenin yolu, doğal kaynaklarındünya üzerinde yaşayan tüm canlılartarafından adil bir şekilde paylaşılma-sını sağlamanın yollarını aramaktangeçiyor.Kaynaklar:

- Selim Yılmaz, Altının Ekonomik veHegemonik Boyutları, KimyaMadenciliğine Karşı Sivil İnisiyatif,www.ceterisparibus.net/dunya/kuresellesme.htm- Cem Doğan, Kaz Dağları - SiyanürlüAltın Madenciliği, www.ekolojistler.org.- Tahir Öngür, Yeraltı Kaynakları veSosyalist Kalkınma, Jeoloji MühendisleriOdası İstanbul Şubesi,www.antimai.org/bs/tongursosk.htm- Aykut Küçükkaya, Altında YabancıKuşatması, Cumhuriyet, 1 Ekim 2008.- Prof. Dr. İsmail Duman, MAI'ninMadencilik Boyutu,http://metalworkers.tripod.com/yayin/mai7.htm

Küreselleşme ve madencilikDünya Bankası, IMF, DTÖ gibi kuru-luşların yoksul ülkelere ne çeşitdayatmalarda bulunduklarından sözetmiştik. Sözü edilen dayatmalarsonucunda yaklaşık 20 yıllık birsüreçte 100'ün üzerinde ülkedemadencilik yasaları değiştirildi.Yaklaşık 50 ülke doğal kaynaklarınınişlenmemiş olarak satışından eldeedeceği gelire muhtaç duruma düşü-rüldü. 2000'li yılların başında IMF veDünya Bankası'nın başlattığı"Madencilik ve Kalkınma" kampan-yasının sonucunda ulusaşırı şirketleryeni tatlı kazanç kapıları bulmayabaşladı.Jeoloji mühendisi Tahir Öngür'ünverdiği rakamlara göre; dünyada100'den fazla ülkede madencilikyapılıyor. "Madenci ülke" diye nite-lendirilebilecek 56 ülkede yaklaşık 4milyar insan yaşıyor. Bu insanlardan3,5 milyarı azgelişmiş ülkelerdebulunuyor. Dışsatımlarında madenci-liğin payının yüzde 50'den fazla oldu-ğu ülkelerin 90'lı yıllardaki kalkınmahızı (eksi) yüzde 2,3.

Prof. M. Ross'un 2001 tarihindeyayınladığı madencilik ve yoksullukarasındaki bağlantıyı inceleyen çalış-masına göre: Madenciliğe bağımlılıkyoksullukla doğrudan ilişkili.Madenciliğe bağımlı ülkelerde yaşamstandartları çok kötü, çocuk ölümoranları çok yüksek, gelir adaletsizli-ği çok fazla, ekonomik krizlere karşıduyarlılık çok yüksek, askeri harca-malar çok yüksek, yolsuzluk ve iççatışmalar çok fazla. Türkiye ve madencilikKapitalist küreselleşmenin madenci-lik alanındaki saldırılarından elbetteTürkiye de nasibini alıyor. 1980'dealınan 24 Ocak kararlarından buyana ulusaşırı şirketlerin çıkarlarınıgözeten çeşitli politikaların uygulan-dığını biliyoruz. Ulusaşırı sermaye-nin ülkeye girişini ve serbestçe dola-şımını kolaylaştıran bu politikalarmadencilik alanında da etkili oldu.1985'te çıkarılan Madencilik Yasasıyerli ve yabancı sermayeye önemliimtiyazlar tanıyordu. MTA (MadenTetkik Arama), Etibank gibi kuruluş-

Altın madenciliğinde kullanılan"siyanürlü liç yöntemi" dünyanınpek çok yerinde felakete nedenoldu. Bilinen en zehirli bileşiklerdenbiri olan siyanür, altın, gümüş vediğer bazı madenlerin çıkarılmasın-da kullanılıyor.

Altın madenciliğinde kullanılan siya-nürlü atıklar çoğu kez gölet benzeribir çukurda depolanır. Ülkelerinyasal mevzuatının durumuna göredepolama işlemi sırasında bazıönlemler alınması zorunlu kılınabi-lir. Ancak çoğu yoksul ülkede çevrekoruma ile ilgili mevzuat yeterliolmadığı için siyanürlü atıklar şirkettarafından gölette toplanarak öyle-ce bırakılır. Göletlerden oluşansızıntı sonucu suların zehirlenmesi,siyanürlü liç yönteminin uygulan-ması sırasında zehirli gazların ortayaçıkması vb. siyanür kazaları dünya-nın pek çok yerinde sık sık yaşanı-yor.

Siyanür kazaları- ABD Montana'da bulunan bir

maden işletmesinin faaliyetlerinedeniyle doğal ortama yayılansiyanür vahşi hayvanların ölümüne,suların zehirlenmesine, maden çev-resindeki toprağın zehirlenmesineneden oldu.

- Romanya Baia Mare altın made-ninde 2000 yılında oluşan çevrefelaketi sonucunda Tuna nehri siya-nürle zehirlendi. Felaketten yalnızcaRomanya değil, Tuna nehri çevre-sinde bulunan diğer ülkeler de etki-lendi.

- Papua Yeni Gine'de Ok Tedi dağın-da bulunan altın madeninin zehirliatıkları yoğun yağmurlar sonucundaoluşan toprak kayması nedeniyle1100 km. uzunluğundaki Fly nehri-ne bulaştı. Nehirle taşınan zehir 800km. uzaklıktaki su kanallarında dahiağır metal ve siyanür zehirlenmesi-ne neden oldu.

- Guyana'da bulunan bir altın made-ninde zehirli atık havuzu patladı, 4milyar ton zehirli atık içeren çamurülkenin iki büyük nehrine karıştı.

Altın madenciliği ve doğanın yıkımı

Altın madenciliğinde yaşanan kazalar yalnızca çevrenin zehirlenmesiyle sınır-lı kalmıyor. Madencilik faaliyetleri madenlerin civarında yaşayan yoksul halk-ların kıyımına da neden oluyor:

- Ekvador'da maden bölgesinde oluşan heyelan sonucunda 300 kişi öldü.

- Brezilya'da bölgelerinde altın çıkarılmasını reddeden bir kabilenin 16 gençüyesi maden işçileri tarafından öldürüldü.

- ABD Idaho'da atık havuzlarından çevreye sızan atıklar nedeniyle 1200Kızılderili yaşadıkları yeri terk etmek zorunda kaldı.

- Güney Afrika'da yoğun yağmurlar nedeniyle atık havuzları taştı, 150 kişiöldü.

- Tanzanya'da 1996'da bir altın madeninin işletilmesine başlanabilmesi için400 bin kişi evleri yakılarak bölgeden sürüldü.

Altın madenciliği ve yoksul halkların kıyımı

Page 34: TO-Gazete-31/3

zgürlükçü GençlikDernekleri'nin her yıl gele-neksel olarak düzenlediğiKış Kampları beşinci yılında dört böl-gede gerçekleşiyor.İki gün boyunca çeşitli şehirlerdenliseli ve üniversitelilerin katılımıylagerçekleşen kamplarda; Marksist-Leninist bilinçte derinliğin sağlan-ması, bunun güncel değerlendirme-lerle bağının kurulması ve edebiyat,kültür-sanat gibi alanlarla beslenme-si amacıyla yapılan eğitim sunumlarıçeşitli tartışmalar eşliğinde özümse-niyor.Özgürlük Gençlik'in yolculuğunda birokul niteliğinde olan kamplar, bugü-ne kadar hem köklerimizi daha deri-ne salmanın hem de yoldaşlığı ensamimi ve devrimci biçimde paylaş-manın olanağını sağlayageldi.Ana teması “Yoksulluk” olan bu yılkikamplarda, bu konu KomünistManifesto ve İlkel Sermaye Birikimi,Gecekondu Gezegeni (Mike Davis) veÜçüncü Dünyanın Yaratılması(Dünya’nın Yeşil Tarihi isimli kitap-tan), Gazap Üzümleri isimli kitap vemetinler ışığında incelendi. AyrıcaToplumsal Cinsiyet-Erkeklik Hallerigündemli bir oturumun da yapıldığıkamplara Tekel işçilerinin Ankara'dayürüttüğü direniş damgasını vurdu.Kampların gerçekleştirildiği bölgeler-de belirlenmiş gündemlerle beraberhem gençliğin hem de Türkiye'nin vedünyanın içinde bulunduğu siyasalduruma dair değerlendirmeler yapıldıve başta Tekel işçileri olmak üzeredirenen tüm emekçilerin onurlumücadelesi selamlandı.Güney Kış Kampı 21-22 Şubat tarih-lerinde Mersin'de gerçekleştirildi.Adana, Hatay, Ağrı ve Mersin illerin-den yaklaşık 70 gencin katılımıylayapılan kamp Kristal-İş salonunda

gerçekleşti. Oldukça coşkulu biratmosferde geçen kampta gençler ikigün boyunca yoğun temponun yor-gunluğunu Liseli Kıvılcım'ın verdiğimüzik dinletisinde atma olanağı bul-dular. Ayrıca Tekel işçilerinin vedirenen tüm emekçilerin onurlumücadelesini selamlamak ve sonunakadar onlarla birlikte olduğumuzubirkez daha deklare etmek içinSDP'nin de katıldığı bir eylem yapıldı.Kristal-İş Sendikası’nın önünden"Sermayeye Karşı Tekel, TekYumruk" pankartıyla tüm provakas-yonlara rağmen Taş Bina önünegelen Özgürlükçü Gençler; buradabasın metninin okunmasının ardın-dan bir de oturma eylemi gerçekleş-tirdi.Marmara Kampı; 27-28 Şubat tarih-lerinde İstanbul, Ankara, Kütahya,Edirne ve Eskişehir'den 95 kişininkatılımıyla gerçekleşti. Sunumlarınyanında renkli tartışmalara ve coşku-lu bir eyleme sahne olan kampınatmosferindeki heyecan ve liseli gen-çliğin katılım oranı dikkat çekiciydi.28 Şubat Pazar günü İstiklalCaddesi'nde gerçekleştirilen Tekelişçileriyle dayanışma eylemineÖzgürlükçü Gençler, ToplumsalÖzgürlük Platformu korteji içinde kit-lesel katılım sağladılar. Kamp müzikdinletisinin ardından son buldu.Özgürlükçü Gençlik'in Ege Kış Kampıise 13-14 Mart'ta "Gençlik Buluşuyor,İsyanı Büyütüyor" şiarı ile gerçekleş-tirildi. Denizli'de ilk kez gerçekleştiri-len kampa Denizli, İzmir, Muğla,Aydın, Isparta ve Antalya'dan 70 gençkatıldı. Ayrıca SDP ve TÖK'ten de katı-lımların ve ziyaretlerin olduğu kampTMMOB konferans salonunda yapıldı.Bu yıl ilk kez yapılan Karadeniz kam-pına Samsun, Sinop, Giresun, Tokat,Sivas, Trabzon ve Ünye'den 75 gençkatıldı. Mehmet Latifeci'ye ithaf edi-

len kamp Lazca, Arapça, Kürtçe veTürkçe konuşmalarla başladı. Kamp bitiminde yapılan kamp değer-lendirme toplantılarında özelliklekampa ilk kez katılanlarca kitap vemakale seçimlerinin çok iyi olduğu vebirbirlerini tamamladığı, organizas-yonun da çok iyi olduğu, ancak bazıkonuların Türkiye ile bağlantısınafazla değinilmediği ve sunumlaradinleyici katkısının daha da arttırıl-ması gerektiği yönünde görüşlerbelirtildi. Ayrıca okuma oranınınyükseltilmesi gerektiğine dikkatçekildi.Mike Davis'in Gecekondu Gezegeniisimli kitabının sunumunda; kitaptaanlatılan 3. Dünya ülkelerinin kentselbölgelerinde yaşanılan gecekondumahallelerinin ve varoşlaşmanıngelişimi, ayrım noktaları ve bununlabirlikte neoliberal politikalarla kapi-talizmin yoksul halkın üzerindennasıl rant elde edildiği işlendi.Bir kadın yoldaşımızın moderatörlü-ğünde, sadece erkeklerin katılımıylagerçekleştirilen "Erkeklik Atöl-

yesi"nde amaçlanan, ataerkil sistem-de biz erkeklerde varolan erklikdüşüncesini açığa çıkartmak ve bunakarşı mücadele yöntemleri geliştir-mek oldu."İlkel Sermaye Birikimi" ve"Komünist Manifesto" (K.Marx-F.Engels) gündemlerinde tartışmalaryoğunluk kazandı. Birbirini tamamlarnitelikteki bu başlıklarda yürütülentartışmalar, geçmişten günümüzekapitalizmin yoğun saldırılarına vesömürü politikalarına karşı verdiği-miz mücadelede zihnimizdeki kav-ramların köşe taşlarını oturtmamızaolanak sağladı.John Steinbeck'in Gazap Üzümleriadlı romanı olay, durum ve kişilikanalizleri açısından ele alındı. Göç vemülksüzleştirme yoluyla burjuvazi-nin sermaye biriktirme sürecini anla-tan romanla hemen yanı başımızda,yani Kürdistan'da yaşanılan zorunlugöç olaylarının ilişkisi kuruldu.Ayrıca bu oturum doğaçlama tiyatrogösterisiyle son buldu.16 Mart 2010

Ö

ÖGD Kış Kamplarını Gerçekleştiriyor

Ana teması “Yoksulluk”olan bu yılki kamplarda,

bu konu KomünistManifesto ve İlkelSermaye Birikimi,

Gecekondu Gezegeni(Mike Davis) ve Üçüncü

Dünyanın Yaratılması(Dünya’nın Yeşil Tarihiisimli kitaptan), Gazap

Üzümleri isimli kitap vemetinler ışığında incelendi. Ayrıca

Toplumsal Cinsiyet -Erkeklik Halleri gündemli

bir oturumun da yapıldığıkamplara Tekel işçilerinin

Ankara'da yürüttüğüdireniş damgasını vurdu

ULAŞ TAŞTEKİN

ÖZGÜRLÜKÇÜ GENÇLİK’İNYOLCULUĞUNA SEN DE KATIL

9 Mart Salı günü Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde dünyanın enbüyük ilaç şirketi Pfizer "Hacettepeli bilim adamları Pfizer bilim adamlarıylabuluşuyor" kılıfı altında bir toplantı düzenledi. Toplantıyla asıl hedeflenengeçtiğimiz aylarda okulda Ar-Ge ofisi açan şirketin okulun üzerine iyice çörek-lenmesini sağlamaktı.

Aralarında Özgürlükçü Gençler’in de olduğu Tıp Fakültesi öğrencileri tara-fından protesto edilen toplantıda salon içerisinde İngilizce “Sermaye Defol,Üniversiteler Bizimdir!” yazılı pankart açıldı ve şirketin Nijerya'da ilaç deney-leri yaparken ölümüne ve sakat kalmasına neden olduğu çocuklardan, iştençıkarttığı işçilerden ve deney sonuçlarında yaptığı usulsüzlüklerden bahsedi-len bir teşhir konuşması yapıldı. “Sermaye Defol! Üniversiteler Bizimdir”,“Parasız Eğitim Parasız Sağlık” sloganları atılan eylemde salon çıkışındagüvenliğin müdahalesi sonucu bir arbede yaşanırken öğrenciler gözaltı ya dakimlik tespitine izin vermediler.

HACETTEPE’DE PFIZER PROTESTOSU

TOP LUM SAL ÖZ GÜR LÜK MART 2010 3� PO Lİ Tİ KA

Page 35: TO-Gazete-31/3

NurtepeAnkara’daki Tekel Direnişine destekiçin 16 Ocak’ta Nurtepe’de TÖP, ESP,EMEP, SODAP, SP, PDD, DHF tarafın-dan ortak bir yürüyüş ve basın açıkla-ması gerçekleştirildi. Eylem öncesin-de bildiri dağıtımı ve kahve konuşma-larıyla ezilenler ve emekçiler eylemeçağırıldı.“Zafer Direnen Tekel veİtfaiye İşçilerinin Olacak” sloganı ileNurtepe’den Güzeltepe’ye yapılanyürüyüşe Dayanışma Sendikası des-tek verdi. Atılan sloganlar ve yapılanbasın açıklamasından sonra eylembitirildi. Gazi Mahallesi31 Ocak günü Toplumsal ÖzgürlükPlatformu’nun çağrısıyla bir arayagelen çeşitli kurumlar yapılan yürü-yüşle tekel işçilerine destek verilmesiçağrısında bulundu. Eski Karakoldurağından başlayan yürüyüşCemevi önünde son buldu. Eylemeayrıca Dayanışma Sendikası destek

verdi. Okunan basın açıklamasınınardından eylem sonlandırıldı. Çağlayan10 Şubat günü Çağlayan’da tekel işçi-lerine destek yürüyüşü yapıldı. TÖP,EMEP, BDP, SDH tarafından yapılaneylemden önce yoğun bildiri dağıtım-ları ve duvar gazeteleriyle güvencesizçalışmanın en yoğun yaşandığı Çağla-yan’da işçiler yürüyüşe çağırıldı.Dayanışma Sendikası’nın destek ver-diği yürüyüş, “Tekel işçilerinin dire-nişi tüm emekçilerin direnişidir” anasloganı atıldı. Yürüyüş boyunca çev-redeki halka yönelik konuşmalaryapıldı ve meydanda yapılan basınaçıklamasıyla eylem sonlandırıldı.

İkitelliİkitelli’de Dayanışma Sendikası’nınçağrısıyla bir araya gelen TÖP, ESP,DHF, İşçinin Yolu Tekel İşçileriyleDayanışma Platformu kurdu. Yoğunbildiri dağıtımı, ajitasyon konuşmala-rı, afişler yapan platform bileşenleri

TEKEL Direnişine destek için devrimciler sokaklardaydı

İSTANBUL’DA TEKEL DİRENİŞİNEDESTEK EYLEMLERİ

12 Mart 1995 yılında İstanbul Gazi Mahallesi’nde gerçekleştirilen katliam 15.yılında yine Gazi sokaklarında anıldı. “15 Yıl Oldu - UnutmadıkUnutturmayacağız” sloganıyla 12 Mart Cuma günü olayların başladığı yerolan Eski Karakol durağında bir araya gelen yaklaşık 7 bin kişi buradan GaziMezarlığı’na doğru yürüyüşe geçti. Toplumsal Özgürlük Platformu’nun kitle-sel katıldığı yürüyüş boyunca sık sık “Gazi Şehitleri Onurumuzdur, Katil DevletHesap Verecek, Gazi’de Düşene Dövüşene Bin Selam, Kıvılcım Yürekte Özgür-lük Kavgada, İsyan Direniş Özgürlük” sloganları atan TÖP korteji coşkusuyladikkat çekti. Gazi Mezarlığı’nda şehit aileleriyle birlikte yapılan anma, saygıduruşu ve okunan ortak metinden sonra bitirildi.

İSTANBUL-GÖKTÜRK’TE ALEVİLİK SÖYLEŞİSİİstanbul’un Eyüp ilçesine bağlı Göktürk beldesinde Toplumsal ÖzgürlükPlatformu tarafından 11 Şubat günü “Alevilik” konulu bir söyleşi yapıldı. AliKenanoğlu’nun konuşmacı olduğu etkinlik, müzik dinletisiyle bitirildi.

15 yıl önce katledilen Mehmet Latifeci ve babası Yahya Latifeci, SamandağHalkevi tarafından 5 Mart’ta Aspendos Salonu’nda düzenlenen ve sanatçıSuavi’nin de katıldığı gecede anıldı.

1500 kişilik coşkulu bir kitlenin katıldığı gecede önce Mehmet Latifeci’ninhayatını anlatan slayt gösterimi sunuldu. Tolga Kara ve Eser Işık’ın şiir dinle-tisinin ardından Samandağ Halkevi adına konuşma yapan TimurRencüzoğulları “Mart ayı devrimcilerin, demokratların ve ilericilerin en acıayıdır. Tarih boyunca kanla yoğrulmuş bu coğrafya yakın tarihimizde de çokacı çekmiştir” diyerek 12 Mart Gazi Katliamını, 16 Mart 1978’de İstanbul Üni-versitesi önünde öğrencilerin katledilmesini, 16 Mart Halepçe katliamınıhatırlattı. Rencüzoğulları sözlerini şöyle sürdürdü: “30 Mart 1972'de MahirÇayan ve arkadaşları 1971 cuntası tarafından idam edilmek istenen Denizlerikurtarmak istemiş, Kızıldere'de kendileri de şehit edilmişlerdir. İşte MehmetLatifeci bu devrimcilerin özüdür, bu devrimcilerin yoldaşıdır. Katiller ve zalim-leri halk lanetler. Devrimcileri ise sevgiyle anar. Ve onları yıllarca yaşatır.”

Gecede sahne alan Sanatçı Suavi “Devrim şehitlerini yaşatmak için onlarınmücadelesini sürdürmenin tek yolu örgütlenmek, çoğalmak ve burada oldu-ğu birlikte olmaktır” dedi.

GAZİ KATLİAMI 1�. YILINDAYÜRÜYÜŞLE ANILDI

TOP LUM SAL ÖZ GÜR LÜK PO Lİ Tİ KA 3�MART 2010

LATİFECİ İÇİN SAMANDAĞ’DA KİTLESEL ANMA

yürüyüş ve oturma eylemi gerçekleş-tirdi. Yolu trafiğe kapatıp yürüyenkitle daha sonra İnönü Parkı’nda 2saatlik oturma eylemi gerçekleştirdi.Sloganlar atan, marşlar söyleyen kitle,yapılan basın açıklamasından sonraalkışlarla eylemi bitirdi. TaksimTekel işçilerinin direnişine destekiçin Toplumsal ÖzgürlükPlatformu’nun çağrısıyla bir arayagelen SDP, SP, Ekmek ve Özgürlük,SODAP, EHP ve TÖP Taksim’de yürü-yüş yaptı. Tramvay durağında biraraya gelen yaklaşık 300 kişiGalatasaray’a yürüdü. Yapılan basınaçıklamasına çevreden alkışlarla des-tek geldi. Atılan sloganların ardındaneylem sonlandırıldı.

GENEL GREV’DEN ANKARA

MİTİNGİ’NE6 Konfederasyonunun ortak kararıy-la yurt genelinde 4 Şubat günü Tekelişçileriyle dayanışma için genel grevyapıldı. Hak-iş ve Memur-Sen’in son

anda geri çekilirken greve Türk-İş,DİSK, KESK, Kamu-Sen katıldı. GenelGrevi desteklediğini açıklayan sendi-kaların ise sınırlı katılım gösterdiğive genel greve uygun davranmadığıgözlendi. İstanbul’da Edirnekapı veEminönü’nde toplanan kitlelerSaraçhane Meydanı’nda bir arayageldi. Toplumsal ÖzgürlükPlatformu’nun “Zafer Direnen Tekelİşçilerinin Olacak” pankartıyla katıldı-ğı mitinge binlerce kişi katıldı. Çeki-len halaylar ve atılan sloganlardansonra miting, komite tarafından biti-rildi. Genel. Grevin ardından 20 Şubat’taTekel işçilerinin de çağrısıylaAnkara’da miting yapıldı. Mitinge onbinlerce kişi katıldı. Kitleselliği vecoşkusuyla dikkat çeken ToplumsalÖzgürlük Platformu “SermayeyeKarşı Emekçiler Ezilenler TEK-ELTEK YUMRUK” pankartıyla alandakiyerini aldı. Alınan karar gereği birgece işçilerle sabahlayan kitle 21Şubat 2010 Pazar günü yapılan basınaçıklamasının ardından SakaryaCaddesi’nden ayrıldı.

Page 36: TO-Gazete-31/3

İSTANBUL - Cervantes Enstitüsü İşgali17 Şubat günü, İstanbul Tarlabaşı’nda bulunan Cervantes Enstitüsü,TEKEL işçilerine destek vermek ve direnişi uluslararası kamuoyu-nun gündemine taşımak amacıyla Sosyalist Demokrasi Partisi (SDP)ve Toplumsal Özgürlük Platformu (TÖP) üyelerince işgal edildi.Sabah 10.00 sularında Cervantes Enstitüsü’ne giren SDP ve TÖPüyesi 34 eylemci, asansörleri kullanılamaz hale getirdikten sonramerdivenlere barikat kurdular ve enstitü binasının en üst katına çık-tılar. Binanın cam ve balkonlarına çıkan eylemciler "Tekel işçileriyalnız değildir", "Zafer direnen halkların olacak" sloganları attı.Eylemciler, basına balkondan yaptıkları açıklamada şöyle dediler:“Yoksullaştırma, 4/C ile kölece çalışma koşulları artarken, TEKELişçisi dil, din, mezhep ayrımı gözetmeksizin ezenlere karşı direni-yor. Ezenlerse her yerde şoven saldırıları körükleyerek, savaşta ısrarederek işçileri, emekçileri bölmeye çalışıyor. Ulaşım zamları, doğal-gaz zamları, kemerlerimizi patlatıyor, bizim biriktirdiklerimizle biri-leri daha da zengin olurken, her gün silaha ayrılan para artıyor. Osilahlar barışı susturuyor. TEKEL’de ise Kürtçe ve Türkçe sarmaşdolaş, işçilerin birliği halkların kardeşliği dalga dalga büyüyen direnişcaddelerinde çınlanıyor.” Halkın ve medyanın yoğun ilgisi altında gerçekleşen eylemde,İspanya’nın İstanbul Büyükelçisi ile eylemciler arasında yapılangörüşmenin hemen ardından çevik kuvvet ekipleri bina içine gire-rek eylemcilere müdahale etti. TEKEL direnişinin 65. gününde ger-çekleşen destek eylemine katılan 34 kişi gözaltına alındı.Gözaltındakiler bir gün sonra serbest bırakıldılar.

Adana'da 25 Şubat 2010 günü öğlesaatlerinde İnönü Parkı karşısındakiTeknosa önünde bir araya gelen TÖPve SDP üyeleri, kendileriniTeknosa'nın önünde bulunan demirle-re zincirledi. 6 eylemci, TEKEL işçileri-nin direnişini selamlayan sloganlarattılar. İkinci bir koldan eylem yapan 3kişi ise Teknosa'nın çaprazında bulu-nan binanın üst katından "Sermayeye

Karşı TEK-EL Tek yumruk" pankartıaçtılar ve kuşlama yaptılar. Yarımsaate yakın devam eden eylem sonra-sında, eylemciler polis tarafından zin-cirleri kırılarak gözaltına alındı.Ardından pankart açanlar da gözaltınaalındı. Çarşının orta yerinde iki ayrıkoldan yapılan eyleme çevreden alkış-larla destek verildi.

ADANA - "TEKEL işçisi kazanırsa hepimiz kazanırız"

İZMİR - "TEKEL işçisi kazanacak"

24 Şubat 2010 günü saat 16.00'da SDP ve TÖP üyesi 7 kişi, EskişehirAdalar'da Burger King'in çatısına çıkarak "TEKEL çadırlarına uzanan elikırarız" pankartı açtılar. Sloganlar ve propaganda konuşmaları ile TEKELdirenişini selamladılar ve işçilere dönük bir saldırının gereken cevabı ala-cağını haykırdılar. Yarım saat süren eyleme güvenlik güçleri, çevrede bir-çok sivil ve çevik kuvvet polisi bulunmasına rağmen müdahale etmedi. 18 Şubat günü Denizli’de Özgürlükçü Gençlik Derneği ve Kurtuluş YolundaDev-Genç üyesi gençlerden oluşan yaklaşık 40 kişilik topluluk Çınar’dakiSinema’ya yürüdükten sonra TEKEL işçileriyle dayanışma amaçlı bir basınaçıklaması yaptı. Eylemciler, “Tekel İşçisi Kazanırsa Hepimiz Kazanırız -TEK-EL TEK YUMRUK” yazılı bir pankart taşıdılar.

DENİZLİ - Gençlik TEKEL işçisinin yanında

“SERMAYEYE KARŞI TEK-EL TEK YUMRUK”Başbakan’ın müdahale tehdidi sonrasında TEKEL direnişinin kritik aşamaya girmesiylebirlikte Türkiye'nin pek çok ilinde Şubat ayı ortasından itibaren TEKEL direnişine destek vermek amacıyla devrimciler tarafından bir dizi eylem gerçekleştirildi.

SDP ve TÖP üyeleri 18 Şubat 2010 günü saat10.30’da, hakları için direnen TEKEL işçilerinin talep-lerini dile getirmek amacıyla Fuar İsmet İnönü KültürMerkezi’nde düzenlenmekte olan İzmir İktisatSempozyumu’na girmek istediler. Eylemciler polistarafından içeriye alınmayınca, “TEKEL İşçisiKazanacak” pankartı açarak ve “TEKEL işçisi yalnızdeğildir! Kent AŞ’den TEKEL’e işçiler kazanacak!TEKEL işçisi direnişin simgesi!” sloganlarıyla durumuprotesto etti. Sempozyuma girmeleri engellenen 28eylemci, polisin sert müdahalesi ile gözaltına alındı.Bu müdahale sonucu 1 eylemcinin parmağı kırıldı,polis ablukası ve gözaltı sırasında kadınlara tacizdebulunuldu. Eylemi görüntülemek isteyen 2 kişi ileolaya müdahale etmeye çalışan bazı kişiler de polistarafından gözaltına alındı. İzmir'deki polis saldırgan-lığı, aynı gün tüm sosyalist ve demokrat kesimlerinkatıldığı bir basın açıklaması ile protesto edildi.

ESKİŞEHİR - "TEKEL çadırlarına uzanan eli kırarız"