32
ÖZ GÜR LÜK TOPLUMSAL www.top l um sa l oz gur l uk.com İKİ AYLIK SİYASİ GAZETE SA Y I: 5/ 33 AĞUSTOS 2010 Fİ YAT I: 1.5 TL Liberaller ve ulusalcılar olarak ayrışan egemen güçlerin kendi aralarındaki bilek güreşinin yeni sahnesinde refe- randum oyunu sahneleniyor. İki taraf da kurduğu tezgahı süsleyip parlatarak çığırtanlık yapıyor. İkisi de emekçi düşmanı olan bu güçler, emek- çileri kendi taraflarına çekmeye çalışı- yor, oy istiyorlar. Evet dersek, AKP’yi ve arkasında dizil- miş olan küresel ve yerel sermaye güç- lerini ve halkın dini inançlarını kulla- narak kendi çıplak çıkarlarını güçlen- dirmeye çalışan gericileri desteklemiş olacağız. Hayır dersek, TC devletinin kuruluşun- dan beri iktidarda olan ve her türlü ayrıcalıktan faydalanmanın karşılığın- da, sermayenin emeği ve emperyalist- lerin ülkeyi soymalarının toplumsal koşullarını sağlayan Ordu’yu ve onunla aynı zemindeki CHP ve MHP’yi destek- lemiş olacağız. Komünistler, yurtsever devrimci Kürt hareketi ve demokratlar, bu tuzağa düşmüyorlar. Onların kurdukları tez- gahı bozuyoruz ve referandumu boy- kot ediyoruz. * * * YAŞ toplantısı, Ordu ve Hükümet ara- sındaki iktidar paylaşımı savaşında dengeyi AKP açısından daha avantajlı olan bir noktaya doğru çekti. Dolmabahçe görüşmesiyle başlayan dönemde, Ordu ve Hükümet hep bir denge kuruyor ve sonra o denge, AKP’nin anlaşmaya uymamasıyla bozuluyor. Sonrasında, Ordu’nun bir adım daha geri attığı yeni bir denge daha kuruluyor. Öncesinde Ordu’nun daha avantajlı bir konumda olduğu güç dengesi, Dolmabahçe görüşmesi, Ergenekon operasyonunun ilk aşamasında emekli askerlerin tutuklanması, sonrasında muvazzaf askerlerin tutuklanması ve kozmik odaya girilmesi basamakların- da sürekli bozuldu ve yeniden kuruldu. YAŞ toplantısında AKP yeni bir hamle daha yaptı ve Ordu komuta heyetinin düzenlenmesinde rol alarak, istemedi- ği bir komutanın önünü kesip emekli olmasını sağladı. Bu aşamada ve AKP’ye karşı bir darbe yapma gücü ve iradesi olmadığı ve hatta böyle bir iste- ğinin olduğu bile kuşkulu olan Ordu, sürekli yıprandığı bir eğik düzlemde sürekli irtifa kaybediyor. Her seçim öncesinde olduğu gibi, simdi de, Ordu karşısında bir başarı kazanan AKP, sandığa avantaj kazanarak ve moralli gidiyor. Emekçilerin ve Kürt halkının ortaklaşa yürüteceği devrimci demokrasi müca- delesi, her ikisi de sermayenin hizme- tinde olan bu güçlerin bayağı çıkar çatışmalarında taraf olmaktan kopuşa- rak bir özgürleşme alanı açabilir. Boykot hamlesi böylesi bir kopuşma- nın ve özgürleşmenin bir adımı olabilir. SİYASET “SİPERE İNDİ” Erdoğan yeni bir “açılım”ın haberini verdi: 150 bin kişilik yeni bir “Özel Ordu” 8. SAY FA MURAT DÜZGÖR BP: ÖLÜM VE YIKIM Shell ve BP yılda 25 milyar dolar kâr ediyor, çevreye 46,4 milyar dolarlık zarar veriyor. ZAMANIN TOZU Theo Angelopoulos’un tarih yolculuğu “Zamanın Tozu” ile devam ediyor İRAN’A SALDIRI HAZIRLIĞI ABD İran etrafındaki gerilimi arttırıyor ve bölgeye yığınak yapıyor. İŞÇİ SINIFI BÜYÜK BİR... İşçi sınıfını zor günler bekliyor. Çalışma yaşamı ile ilgili temel yasaların... Vakıflı Köyü’nde düzenlenen etkinlik tarihi bir öneme sahipti. Türkiye’de yaşayan bütün diller Grup Nidal’in ezgileriyle oradaydı. Ermeni Çocuk Korosu bu toprağın köklerinde yatan Hrant Dink’e bir armağandı. 32. SAY FA TÜLAY HATİMOĞULLARI EVVEL TEMMUZ’UN ARDINDAN Egemenlerin Osmanlıdan devraldıkları “almadınız, biz verdik” yaklaşımını anlayabiliriz. Ancak bizim cephemizden baktığını iddia edenlerin ezilenlerin ve emekçilerin bu dönüştürücü rolünü gör(e)memeleri ya da... 6. SAY FA TUNCAY YILMAZ “Evet” ve ”Hayır”a indirgenmiş cevaplarla halkı iki sermaye cephesinden birisinde ve dolayısıyla toplamda sermayenin safında toplanmaya zorlayan sahtekârlığı açığa çıkartıp boşluğa düşürecek “Boykot” taktiği, aynı zamanda acil olarak ... 3. SAY FA ALP AY D IN POLİTİK DURUM VE GÖREVLER BOYKOT CEPHESİNİ BÜYÜTELİM TEZGAHI BOZUYORUZ BOYKOT EDİYORUZ! 28. SAY FA MEBRUKE BAYRAM 24. SAY FA GÖKSEL ILGIN 12. SAY FA HALİT ELÇİ 18. SAY FA İRFAN KAYGISIZ sayi33v8_219_duze19 18.10.2011 19:21 Page 1

TO-Gazete-33/5

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Toplumsal Özgürlük Gazetesi Sayi:33

Citation preview

Page 1: TO-Gazete-33/5

ÖZ GÜR LÜKTOP­LUM­SALwww.top­lum­sa­loz­gur­luk.comİKİ­AYLIK­SİYASİ­GAZETE SA­YI:­5/33­­­AĞUSTOS­2010­­­Fİ­YA­TI:­1.5­TL

Liberaller ve ulusalcılar olarak ayrışanegemen güçlerin kendi aralarındakibilek güreşinin yeni sahnesinde refe-randum oyunu sahneleniyor.

İki taraf da kurduğu tezgahı süsleyipparlatarak çığırtanlık yapıyor. İkisi deemekçi düşmanı olan bu güçler, emek-çileri kendi taraflarına çekmeye çalışı-yor, oy istiyorlar.

Evet dersek, AKP’yi ve arkasında dizil-miş olan küresel ve yerel sermaye güç-lerini ve halkın dini inançlarını kulla-narak kendi çıplak çıkarlarını güçlen-dirmeye çalışan gericileri desteklemişolacağız.

Hayır dersek, TC devletinin kuruluşun-dan beri iktidarda olan ve her türlüayrıcalıktan faydalanmanın karşılığın-da, sermayenin emeği ve emperyalist-lerin ülkeyi soymalarının toplumsalkoşullarını sağlayan Ordu’yu ve onunlaaynı zemindeki CHP ve MHP’yi destek-lemiş olacağız.

Komünistler, yurtsever devrimci Kürt

hareketi ve demokratlar, bu tuzağadüşmüyorlar. Onların kurdukları tez-gahı bozuyoruz ve referandumu boy-kot ediyoruz.

* * *

YAŞ toplantısı, Ordu ve Hükümet ara-sındaki iktidar paylaşımı savaşındadengeyi AKP açısından daha avantajlıolan bir noktaya doğru çekti.

Dolmabahçe görüşmesiyle başlayandönemde, Ordu ve Hükümet hep birdenge kuruyor ve sonra o denge,AKP’nin anlaşmaya uymamasıylabozuluyor. Sonrasında, Ordu’nun biradım daha geri attığı yeni bir dengedaha kuruluyor.

Öncesinde Ordu’nun daha avantajlı birkonumda olduğu güç dengesi,Dolmabahçe görüşmesi, Ergenekonoperasyonunun ilk aşamasında emekliaskerlerin tutuklanması, sonrasındamuvazzaf askerlerin tutuklanması vekozmik odaya girilmesi basamakların-

da sürekli bozuldu ve yeniden kuruldu.

YAŞ toplantısında AKP yeni bir hamledaha yaptı ve Ordu komuta heyetinindüzenlenmesinde rol alarak, istemedi-ği bir komutanın önünü kesip emekliolmasını sağladı. Bu aşamada veAKP’ye karşı bir darbe yapma gücü veiradesi olmadığı ve hatta böyle bir iste-ğinin olduğu bile kuşkulu olan Ordu,sürekli yıprandığı bir eğik düzlemdesürekli irtifa kaybediyor.

Her seçim öncesinde olduğu gibi, simdide, Ordu karşısında bir başarı kazananAKP, sandığa avantaj kazanarak vemoralli gidiyor.

Emekçilerin ve Kürt halkının ortaklaşayürüteceği devrimci demokrasi müca-delesi, her ikisi de sermayenin hizme-tinde olan bu güçlerin bayağı çıkarçatışmalarında taraf olmaktan kopuşa-rak bir özgürleşme alanı açabilir.Boykot hamlesi böylesi bir kopuşma-nın ve özgürleşmenin bir adımı olabilir.

SİYASET “SİPERE İNDİ”

Erdoğan yeni bir “açılım”ın

haberini verdi: 150 bin kişilik

yeni bir “Özel Ordu”

8. SAY FA MURAT DÜZGÖR

BP: ÖLÜM VE YIKIM

Shell ve BP yılda 25 milyar

dolar kâr ediyor, çevreye 46,4

milyar dolarlık zarar veriyor.

ZAMANIN TOZU

Theo Angelopoulos’un tarih

yolculuğu “Zamanın Tozu”

ile devam ediyor

İRAN’A SALDIRI HAZIRLIĞI

ABD İran etrafındaki gerilimi

arttırıyor ve bölgeye

yığınak yapıyor.

İŞÇİ SINIFI BÜYÜK BİR...

İşçi sınıfını zor günlerbekliyor. Çalışma yaşamı ile

ilgili temel yasaların...

Vakıflı Köyü’nde düzenlenenetkinlik tarihi bir öneme sahipti.Türkiye’de yaşayan bütün dillerGrup Nidal’in ezgileriyleoradaydı. Ermeni Çocuk Korosubu toprağın köklerinde yatanHrant Dink’e bir armağandı.

32. SAY FA TÜLAY HATİMOĞULLARI

EVVEL TEMMUZ’UN

ARDINDAN

Egemenlerin Osmanlıdan devraldıkları “almadınız, bizverdik” yaklaşımını anlayabiliriz. Ancak bizim cephemizden baktığını iddiaedenlerin ezilenlerin ve emekçilerin bu dönüştürücürolünü gör(e)memeleri ya da...

6. SAY FA TUNCAY YILMAZ

“Evet” ve ”Hayır”aindirgenmiş cevaplarla halkı iki sermaye cephesindenbirisinde ve dolayısıylatoplamda sermayenin safındatoplanmaya zorlayansahtekârlığı açığa çıkartıpboşluğa düşürecek “Boykot”taktiği, aynı zamanda acilolarak ...

3. SAY FA ALP AY DIN

POLİTİK DURUM VE

GÖREVLER

BOYKOT CEPHESİNİ

BÜYÜTELİMTEZGAHI BOZUYORUZBOYKOT EDİYORUZ!

28. SAY FA MEBRUKE BAYRAM 24. SAY FA GÖKSEL ILGIN 12. SAY FA HALİT ELÇİ 18. SAY FA İRFAN KAYGISIZ

sayi33v8_219_duze19 18.10.2011 19:21 Page 1

Page 2: TO-Gazete-33/5

Yazın sıcağı ile politik gelişmelerin sıcaklığını ben-zeştirmek çok kullanılan bir klişedir ama bu kezmevcut gerçekliğe her zamankinden daha çok uyu-yor. Çok sıcak bir yaz geçiriyoruz. Uzmanlara göreölçüm yapıldığından beri dünyanın en sıcak günleribunlar. Türkiye’nin politika sahnesindeki gelişmelerde bir o kadar sıcak.

Gazetemizin bu sayısının hazırlıklarını başlattığımızve yazı konularını belirlediğimiz günlerde, son yaşa-nan politik gelişmelerin birçoğu olmamıştı. ÖrneğinYüksek Askeri Şura (YAŞ) henüz toplanmamış vegenerallerin terfi veya emekliliği, yeni genel kurmaybaşkanının ve kuvvet komutanlarının belirlenmesigibi konularda AKP Hükümeti ile ordu bürokrasisiarasında meydan savaşı yaşanmamıştı. Hakimler veSavcılar Yüksek Kurulu (HSYK) henüz toplanmamıştıve Hükümet ile bu kez statükocu sivil bürokrasi ara-sındaki çekişmenin yeni safhası idrak edilmemişti.Kürt illerinde Demokratik Toplum Kongresi toplan-mamış ve “Demokratik Türkiye, Özerk Kürdistan”kararı alıp bunu uygulamaya başlayacağını ilan etme-mişti. Vb.

Bunlar, Türkiye’nin geleceğinin şekillenmesine etki-de bulunacak çarpıcı gelişmeler olsa da, ToplumsalÖzgürlük okurlarını şaşırtmamıştır. Çünkü gazetemi-zin çeşitli sayılarında, sürekli olarak gerek egemensınıf içindeki çelişkilerin karakteri ve çatışmanınizleyeceği olası yollar, gerekse Kürt halk hareketinindinamikleri ayrıntılı olarak işlendi.

2010 YAŞ’ında yaşanan kriz ve çözülme biçimi, ege-men blok içindeki statükocu cephe ile liberal burjuvacephe arasındaki çatışmada ikincisinin artık iyicehakimiyetini kurduğunu, ordu merkezli statükocula-rın ise bir yandan yeni güç dengelerinin farkına vara-rak geri adımlar atabileceğini ama iktidardaki aslanpayını olabildiğince korumak için her türlü yöntemledirenmeye devam edeceğini gösterdi. AKP’nin orduhiyerarşisine müdahale etmedeki cüreti, finans kapi-talin vardığı birikim düzeyinden aldığı gücün ve özgü-venin sonucudur. Türkiye sermaye sınıfı, küreselyeni güç dengeleri içinde bölgede, hatta dünyada ini-

siyatif alanını genişletmeye çalışırken, içeride 20.yüzyıl başında şekillenmiş ve artık çoktan eskimişiktidar ilişkilerinin bu girişime ayakbağı olmasınatahammül edemezdi.

Nitekim Kemalist Cumhuriyet, son gelişmelerin degösterdiği gibi, tuğla tuğla sökülüyor. Sermaye sınıfıkendisini özenle besleyip büyüten asker-sivil bürok-rasinin elinden iktidar mevzilerini teker teker alıyor.En son darbeler, statükocu bürokrat burjuvazininmerkezi kurumu olan orduda ve yargıda vuruluyor.Kemalist model salt bir iktidar (siyaset) sistemineindirgenemez elbette. O bir ideolojiye dayanmaktadır.Ama Kemalist ideoloji de toplumsal gelişmeler sonu-cu salkım saçak hale gelmiştir ve Kemalist modelinölüme mahkum oluşunun zemini biraz da buradadır.

Eğer Kemalist toplum modeli bugün hızla çözülüyor-sa, bunun önemli bir nedeni kapitalizmin içeride vedünyada içinden geçtiği süreçlerdir ama genel olarakemekçilerin özel olarak ise Kürt Halk Hareketininbunda büyük bir payı vardır. Türkiye halklarına daya-tılan tek ulus-tek dil-tek mezhep cenderesini ilk par-çalayan, Kürt halkıdır. Aleviler ve diğer dinsel veetnik topluluklar Kürt hareketinin açtığı yoldan ilerle-miştir. Kürt halkı verdiği muazzam mücadele ile ulu-sal iradesini ortaya koymuş ve kendi kaderini tayinetme hakkını dosta düşmana kanıtlamıştır. Kürt hal-kının örgütlü iradesinin tercihini “konfederalizm”çerçevesinde “özerklik”ten yana koyması, Türkiye vebölge halkları, işçi ve emekçileri için özgürleşme doğ-rultusunda büyük bir olanak sunmaktadır.Emekçilerin ve ezilenlerin 3. Cephesini yaratma ola-nağı bugün her zamankinden daha büyüktür.

Egemenler arası iktidar mücadelesinin bir ürünüolan ve halkı taraf olmaya zorlayan Anayasa değişik-lik paketine karşı kurulan Boykot Cephesi, 3. seçene-ğin yaratılması doğrultusunda önemli bir adımı oluş-turuyor. Çeşitli (ideolojik veya pragmatik) nedenlerleHayır kampanyası yapan kimi dostlarımızın da katılı-mıyla emekçilerin ve ezilenlerin cephesini örmekönümüzdeki dönemin acil devrimci görevidir.

GİRİŞ2 MAYIS 2010 ÖZ GÜR LÜKTOP LUM SAL

Ye­rel­Sü­re­li­Ya­yın­Sa­hi­bi­ve­Ya­zı­İş­le­ri­Mü­dü­rü:­Ulaş­Taş­te­kinAd­res: Tevfik­Bey­Mah.­Halkalı­Cad.­İbrahim­Nazlıİşmerkezi­No:­112/86­Küçükçekmece/İstanbul

TOP LUM SAL ÖZ GÜR LÜK GA ZE TE Sİ

Bas kı: EZ Gİ Mat ba acılık Sa na yi Cad de si Al tay Sok. No:10 Ço ban çeş me

YE Nİ BOS NA-İS TAN BUL (0212) 452 23 02

EDİ TÖR DEN

Politik Durum ve Görevler

Alp Aydın ...................................... 3

Siyasal İslam Kürt Sorununu Çözemez

Ahmet Saymadi ...................................... 5

Boykot Cephesini Büyütelim

Tuncay Yılmaz ...................................... 6

Siyaset “Sipere İndi”

Murat Düzgör ...................................... 8

Birlik Üzerine

Serap Şen .................................... 10

İran’a Saldırı Hazırlığı

Halit Elçi .................................... 12

Kırgızistan Ateş Topu

M. Ramazan .................................... 14

Dünden Yarına Boykot: Filistin İçin

Filistin İçin İsrail’e Karşı Boykot Girişimi ...16

KESK’te Diriliş Gerek

H.Arıkuşu .................................... 17

İşçi Sınıfı Büyük Bir Saldırı Dalgasıyla

Karşı Karşıya

İrfan Kaygısız .................................... 18

SGK İşçileri Direndi ve Kazandı

Muhammet Alkış ...................... 19

657 Sayılı Kanunda Değişiklik Önerisi

Eser Sandıkçı .................................... 20

Yunanistan’da Kelebeğin Kanat Çırpışı

Volkan Yaraşır .................................... 22

Zamanın Tozu

Göksel Ilgın .................................... 24

Dünya Tıpası

Haluk Koşar .................................... 26

Özgürlük Bayrağı Daha Daha Yukarı

Ulaş Taşdemir .................................... 27

BP: Ölüm ve Yıkım Makinesi

Mebruke Bayram ...................... 28

Haberler

.......................................................... 30-31

Evvel Temmuz’un Ardından

Tülay Hatimoğulları ...................... 32

BU SA YI DA

EGEMENLERİN DEĞİLEZİLENLERİN CEPHESİNE!

ÖZ GÜR LÜKTOP LUM SAL

sayi33v8_219_duze19 18.10.2011 19:21 Page 2

Page 3: TO-Gazete-33/5

AĞUSTOS 2010 3PO Lİ Tİ KAÖZ GÜR LÜKTOP LUM SAL

Politik gündem, referandumun veyaklaşan genel seçimlerin baskısıaltına girdi. Her ikisinin sonuçları-nın da, önümüzdeki yılları etkilemekapasitesi yüksek ve sermayeninbirbiriyle çekişen farklı politik güç-leri bu kısa dönemi kazanmak isti-yorlar. Böylece, sonrasındaki dahauzun bir dönemi de kazanmış ola-caklar.

AKP açısından, referandumu kaza-narak devlet içinde mevzi kazanmasürecine yargıyı da katma imkânıvar. Başta CHP ulusalcı güçlerse,anayasadaki değişiklikleri engelle-yerek AKP’nin iktidar olma sürecineson vermeyi ve mümkünse kendiiktidarlarının önünü açmayı hedefli-yorlar.

Referandumu kazanan taraf, önü-müzdeki yıl içinde yapılacak genelseçimlere rakibini yenmenin mora-liyle girecektir. Ve elbette, bizzatgenel seçimler de, kendine ait güçlübir politik ortam yaratarak, rakipgüçleri bir kez daha karşılıklı gerili-me sokacak ve kazanan tarafa birdönem için hükümet olma imkânıverecektir.

Önümüzdeki kısa dönemde, politik

ortamın daha hızlı, daha gergin vedaha karmaşık bir karakterde aka-cağını öngörmeliyiz.

* * *

Peki, komünistler aynı dönemdeneler yapabilir? Ya da, hangi yöne-limler burjuvazinin politik güçleri-nin tümüne karşı işçi sınıfının vediğer halk güçlerinin etki alanınıgenişletebilir?

Evet, nasıl ki sermayenin farklıbiçimlere bürünmüş politik güçlerihayli yoğun geçeceği belli olan önü-müzdeki ayları kazanarak inisiyatifi-ni arttırmaya çalışıyorsa ve aslında,hangisi kazanırsa kazansın halkadeğil mevcut oligarşik politik rejimeve onun arkasındaki küresel veyerel sermaye güçlerine hizmet ede-cekse; işçi sınıfının ve onun bilinçliöncüsü komünistlerin de, politikcanlanmanın yaşanacağı yakındönemi kendi bağımsız devrimcietki alanını güçlendirmek için kul-lanma fırsat ve görevi vardır.

* * *

Anayasa oylaması, 12 Eylül anayasa-sı ve onun arkasındaki oligarşik reji-

min Ordu merkezli egemen güçleri-nin mevcut statükoyu korumakamacıyla “Hayır” cephesinde dizil-dikleri; “Evet” cephesinde ise,AKP’nin önünde durduğu bir cephe-de, devleti kendi çıkarları zeminindedönüştürmek isteyen küresel veyerel sermaye güçlerinin ve gericigüçlerin dizildiği bir kamplaşmayarattı.

Her iki kamp da, Kürt halkını inkârve mevcut sömürgeci statükoyukoruma politikasını askeri şiddetyoluyla sürdürme, başta işçi sınıfıolmak üzere bütün halk güçlerinidaha da yoksullaştıracak ve işsizliğikalıcılaştıracak neo-liberal politika-ları sürdürme konusunda ortaklaşı-yorlar.

Tüketim fetişizmine dayanan ser-maye düzeninin bitmek bilmez ener-ji ihtiyacının karşılanması için dere-lerin ve toprakların gasp edilmesisürecinde de ortaklar: Hükümet soy-gunu yasallaştıran düzenlemeleriyapıyor, derelerini ve topraklarınıkorumak için sermayeye karşıeylem yapan halka karşı statükonunaskeri güçleri devreye giriyor.

Açıktır ki, her iki politik kamp da,

sermayeye hizmet ve halka zulümdeortaklaşıyor; aralarındaki kavga,hangisinin iktidarın sahibi olarakpastadan en büyük payı alacağızemininde yaşanan bir çıkar kavga-sı.

İşte, bu çıplak politik gerçeklik,üçüncü bir cepheyi, başka bir deyiş-le, halk güçlerinin çıkarlarının dilegetirileceği ve sermayenin her ikicephesine de karşı dövüşün örgütle-neceği bir devrimci özgürleşmealanı inşa etmeyi, güncel politikanınönemli bir talebi olarak komünistle-rin önüne koyuyor. Sermayeninfarklı güçlerinin neredeyse on yıldırsüren ve halkı kendi etrafında ser-mayenin çıkarları yönünde konsoli-de eden “kayıkçı dövüşü”nün sahtesöylemlerini açığa çıkarmak ve hal-kın gerçek çıkarlarını her ikisine dedayatmak gerekiyor.

Anayasa referandumu sürecinde, 12Eylül anayasasının olduğu gibi kal-masını isteyenlerle, aynı anayasanınAKP’nin devleti fethetme sürecininönünü de açan kimi makyajlarlaömrünü uzatmasını isteyenler ara-sında süre giden tartışmaya, bir dev-rimci eleştiri ve alternatif olarak,

POLİTİK DURUMVE GÖREVLER

Derinleşerek sürdürülen neo-liberal soygun

politikalarının sürekli gasp ettiği halkın

kazanılmış haklarını, meşru direnişlerle

korumak gerekiyor. O koruma, “protestocu”

tutumdan, halkın sürekli eylemliliğine dayanan

ve meşru-fiili durumlar yaratarak ilerleyen bir

“hak alıcı” tutuma sıçrayarak başarılabilir.

“Evet” ve ”Hayır”a indirgenmiş

cevaplarla halkı iki sermaye cephesinden

birisinde ve dolayısıyla toplamda

sermayenin safında toplanmaya

zorlayan sahtekârlığı açığa çıkartıp

boşluğa düşürecek “Boykot” taktiği,

aynı zamanda acil olarak

kendini dayatan üçüncü cephenin

kurucu hamlelerinden biri olabilir.

ALP AYDIN

Referandum ve Genel Seçimlere Giderken

(devamı arka sayfada)

sayi33v8_219_duze19 18.10.2011 19:21 Page 3

Page 4: TO-Gazete-33/5

PO Lİ Tİ KA4 AĞUSTOS 2010 ÖZ GÜR LÜKTOP LUM SAL

halkın 12 Eylül anayasasına karşıtepkilerini ve demokratik bir anaya-sa beklentilerini dillendirecek birkampanya yürüterek cevap üretmekgerekiyor.

“Evet” ve ”Hayır”a indirgenmişcevaplarla halkı iki sermaye cephe-sinden birisinde ve dolayısıyla top-lamda sermayenin safında toplanma-ya zorlayan sahtekârlığı açığa çıkar-tıp boşluğa düşürecek “Boykot” takti-ği, aynı zamanda acil olarak kendinidayatan üçüncü cephenin kurucuhamlelerinden biri olabilir.

“Boykot” kampanyası, referandumsonrasında, genel seçimlere doğruuzanan kısa dönemi de farklı biçimle-re bürünerek kendini sürdüren biryapı kazanabilir. Ya da, referandumsürecinde sermaye güçlerindenbağımsız bir politik zeminin oluşma-sı, genel seçimlere giderken kendinidayatacak ittifak çalışmalarının sırtınıyaslayabileceği bir devrimci-demo-kratik kazanım olacaktır.

* * *

Öte yandan, gerek “Boykot” kampan-yası ve gerekse genel seçimlereyönelik çalışmalar, ancak, onlarıngüncelliğini aşan bir dönemi kapsa-yan bağımsız devrimci pratiğin içineyerleşirlerse kalıcı kazanımlar ola-caklardır.

Nasıl ki sermaye güçlerinin kendile-rine ait gündemleri varsa, halk güçle-rinin de kendi gündemlerini saptayıp,her durumda ona ait politik süreçlerisürdürmeleri gerekiyor. Evet, komü-nistler egemenlerin gündemlerine demüdahale ederler ve ama, onların birde kendi çıkarları doğrultusunda sap-tadıkları kendi gündemleri vardır veısrarla onun peşinden gitmedikleri

zaman, egemenlerin bitmeyen güncelsorunlarının içinde kaybolacakları-nın bilincindedirler.

* * *

Tekel direnişi ve görkemli 1 Mayısgösterileriyle yeni koşullarda kendiniyeniden kurma ve kendi çıkarlarınısermayeye dayatma süreci içinegiren işçi sınıfının içinde ve ön safla-rında konumlanmak, kapitalist siste-mi yıkacak tarihsel eylemi adım adımörmek anlamına geliyor.Komünistlerin her zamanki temelfaaliyeti olan bu yönelim, günümüz-de üstelik güncel bir canlılık da kaza-narak belirleyici konumda.

Kürt Halk Hareketi’nin içine girdiğiyeni dönemin kendine ait talepleri,Türkiyeli devrimci demokratik halkgüçleriyle yurtsever Kürt halkınınkalıcı-stratejik bir ittifakının önünüaçıyor. Komünistler, sürecin pratikle-şebilmesinin teminatı ve öncüsüolduklarının bilincinde bir sorumlu-lukla, hızlı ve yaratıcı hamlelerle dav-ranmak zorundalar. Demokrasi İçinBirlik Hareketi, başlangıç zemini ola-bilir. Sadece DBH ile sınırlamadan,ancak onun bir kazanım olduğunu daunutmadan, başka örgüt ve mücadelebiçimleriyle de zenginleştirilen çalış-malarla, stratejik ittifakın söylemdenpratik ve somut bir olguya dönüşme-si sağlanabilir.

Derinleşerek sürdürülen neo-liberalsoygun politikalarının sürekli gaspettiği halkın kazanılmış haklarını,meşru direnişlerle korumak gereki-yor. O koruma, “protestocu” tutum-dan, halkın sürekli eylemliliğinedayanan ve meşru-fiili durumlaryaratarak ilerleyen bir “hak alıcı”tutuma sıçrayarak başarılabilir.Eğitim, ulaşım, sağlık ve barınmahakkına farklı biçimlere bürünmüşolarak sürekli yapılan saldırılarakarşı, her yerde ve sürekli direniş,dönemin sürükleyici devrimci dina-miklerinden biri olarak öne çıkıyor.

Hak alıcı, süreklileşmiş ve meşruhalk eylemleri, aynı zamanda, hemkalıcılaşan işsizlikten beslenen yok-sulluk dinamiğini harekete geçirecekve hem de yaşam alanlarıyla çalışma-üretim alanlarını birleştiren devrimcidayanışma ve iletişim ağlarının inşa-sını sağlayacaktır. O ağlar ne kadaryoğun olursa ve akışlar ne kadar hızlıolursa, emekçi halkın direniş hattınınsermayenin kendini büyütme hamle-lerinin önünü kesme yeteneği okadar güçlü olacaktır.

Sermayenin somut- tarihsel hareketi-nin güncelliğinde; HES’ler, RES’ler,GDO’lu tohumlar ve şimdilerde parla-tılan nükleer enerjide somutlaşandoğaya yönelik yoğunlaşmış saldırıdalgası, içtiğimiz suyu, soluduğumuzhavayı ve yiyeceklerimizi ve aslındatopyekûn yaşama hakkımızı gaspetmeyi hedefliyor. Yoksul köylülerindemokratik muhalefetini herkesinyaşama hakkını savunma refleksiylebirleştiren ve doğayla ilişkinin ser-mayeyi dışlayan yeni bir yapısallık

kazanmasını hedefleyen bir devrimciekolojik muhalefet, güncel olarak dakendisini dayatıyor.

Kuraldışılığın egemen olduğu üretimalanlarında uysal bir sermaye birikimnesnesi olarak kullanılan ve en yoğunsömürüye tabi kılınan emekçi kadın-lar, binlerce yıllık erkek egemen sis-teme karşı birikmiş tarihsel isyanla-rını, güncel olarak kapitalizmin ken-dilerine yönelik aşağılayıcı saldırısı-na karşı tepkileriyle birleştirerekpatriyarkal kapitalizme karşı isyanınarayışları içinde. Komünistler veelbette özellikle kadın komünistler,şüphesiz o arayışların içinde olmakzorundalar.

ABD’nin bölgesel işgal hamlesiyleortaklaşarak işgal sonrasında oluşa-cak ”pastadan” pay kapmayı hedefle-yen Türkiye egemenleri, halkın evlat-larının kanlarını kendi hamlelerininyürütücü gücü olarak kullanmayıhedefliyor. Ortadoğu’dan Orta Asya’yave oradan Kafkasya ve nihayetindeAfrika’ya yayılma mantığıyla yapılan-dırılmış bu sürekli ve şiddetli savaşsarmalının içine çekilen Türkiye’de,oluşacak savaş karşıtı muhalefetinkurucu öncülerinden olmak gereki-yor.

* * *

İşte, dönemin devrimci görevlerini,kalıcılaşmış örgüt ve mücadelebiçimleriyle ve sürekli yeni ve yaratı-cı hamlelerle zenginleştirerek yürü-ten, komünist bir zeminde ortaklaştı-ran ve hızlı bir tempoya yükseltendevrimci-komünist özne, bu devrim-ci varoluş içine yerleştireceği güncel“Boykot” kampanyası ve genel seçimçalışmasıyla, ileriye doğru güçlü birhamle yapacaktır.

Ancak, günümüzdeki sol ortam, böy-lesi çok yönlü, sistemden kopuşarakonu karşısına almış ve gerilimi sonu-na dek yükseltme iradesini taşıyanbir stratejik-taktik yönelimi yürütmeyeteneğine sahip değil.

Sermayenin ulusalcı ve liberal saflaş-masının etrafında kopartılan gürültü-den etkilenen, aynı saflaşmanınyarattığı ve bütün toplumu saran

basınçtan bilinçleri şekilsizleşenpolitik güçler ( ulusalcı kanattan TKP,ÖDP, HÖC ve daha seyrelmiş biçimdeEMEP ve Halkevleri, liberal kanattanise EDP) sol ortama hâkimler vebağımsız-devrimci bir sınıf hattınıoluşturma yeteneğine sahip olmadık-ları gibi, çoğu zaman böylesi bir hat-tın oluşmasına engel olacak biçimdekonumlanıyorlar.

Komünist güçlerse (ESP, SDP, SODAP,SP, TÖP, SG ve güçlü komünizan özel-likler taşıyan BDSP, DHF ve bu zemi-ne giriş çabası içindeki Halkevleri)dağınıklar ve farklı nüanslarda kendi-sini ifade etse de doğruyu savunandevrimci yorumlarını, etkili bir dev-rimci eylemliliğe ve sonuç alma yete-neğine yükseltemiyorlar.

Bu açmaz, oluşan devrimci fırsatla-rın, burjuva ya da küçük burjuvademokratik eğilimlerin güçsüz, siste-mi yıkma yeteneğine sahip olmayanve son tahlilde sistem içi çabalarınıniçinde erimesi sonucunu yaratıyor.Türkiyeli devrimcilerle stratejik birittifak arayışı içinde bulunan KürtHalk Hareketi de, güçlü bir ortakbulamadıkça kendi içine kapanıyorve Marksizm’den kopuşarak girdiği“tehlikeli” yönelimde derinleşmeriski taşıyor.

Açıktır ki, acil devrimci görev, kendi-sini işçi sınıfının tarihsel hareketiüstüne oturtan komünist güçlerin,parti ya da farklı ittifak biçimleri için-de ortak bir komünist alan kurarak,olağan olmayan bir dönüşüm süreciiçinde hareket eden Türkiye ve onuntam ortasında olduğu geniş bölgeninpolitik süreçlerine, sistemden kopuş-muş ve zengin biçimlere bürünmüşbir dizi müdahalede bulunmasıdır.

Tarih, komünistleri göreve çağırıyor.Ve, tarihin nereye doğru akacağı,komünistlerin bu çağrıya vereceğicevabın gücüne bağlı. Şimdi sorumluve kapsayıcı davranarak yeni birdönemi açacak çapta bir politik özne-yi/alanı oluşturmanın tam zamanıdır.Sonrasında gerekli olan militanlık,komünistlerin sistemden kopuşmayeteneğinde gizli ve güçlü bir potan-siyel olarak zaten vardır.

19.7.2010

Acil devrimci görev,

kendisini işçi sınıfının

tarihsel hareketi

üstüne oturtan

komünist güçlerin,

parti ya da farklı

ittifak biçimleri içinde

ortak bir komünist

alan kurarak, olağan

olmayan bir dönüşüm

süreci içinde hareket

eden Türkiye ve onun

tam ortasında olduğu

geniş bölgenin politik

süreçlerine, sistemden

kopuşmuş ve zengin

biçimlere bürünmüş bir

dizi müdahalede

bulunmasıdır.

(3. sayfadan devam)

sayi33v8_219_duze19 18.10.2011 19:21 Page 4

Page 5: TO-Gazete-33/5

AĞUSTOS 2010 5PO Lİ Tİ KAÖZ GÜR LÜKTOP LUM SAL

Kürt halkının özgürlük mücadelesiniyaratan sebepler ekonomik olmadığıgibi, durumu çözecek önlemler deekonomik değildir. “Sorun ekonomiktedbirlerle çözülmez” diyenlerin tes-piti yerindedir. Mesele Kürt halkınınkimliğinin tanınması, siyasal hakları-nın yasalar nezdinde güvence altınaalınması, anadil ve diğer kültürelhaklarının tanınması ve bunlarınyapılmasının yanı sıra, bu düzenle-melerin toplum nezdinde benimse-neceği bir toplumsal barış ortamınınyaratılmasıdır. Bunun dışındaki tümtartışmalar toplumu oyalayıcı ve gün-demi saptırıcı tartışmalardır, hepsimeselenin etrafından dolanmakta vemeselenin özüne dair tek söz etme-mektedir.

Hangi televizyon kanalını açsanız,hangi gazetenin sayfasını çevirseniz,strateji uzmanları, kirli savaş analist-leri ile karşılaşıyorsunuz. Bir de artık,AKP ve Gülen cemaati tarafından par-latılan, Abant Platformlarında pişiri-len ‘Kürt aydınları’ var. Bunların bir

kısmı meselenin işsizlik, enflasyonve bölgeye yapılacak ekonomik yatı-rımlarla çözüleceğini savunuyor. Birkısmı ise (ki onları AKP’ye yandaşmedyanın hangi yayın organını açsa-nız görmeniz mümkün) AKP iktidarı-nın aslında sorunu çözmeye çalıştığı-nı ama Ergenekon’un ve Kürt Özgür-lük Hareketi’nin buna engel olduğu-nu söylüyor. Tabii, sözlerinin arası-na, herkesin kabul edeceği üç beşcümle sıkıştırmayı unutmuyorlar.Sanki bin beş yüz KCK’liyi tutuklayan,yüzlerce çocuğu zindana atan,Ergenekon soruşturması kapsamın-da tutuklanan zanlıları teker tekerbırakan AKP değilmiş gibi, toplumuAKP’nin yaptıklarına ikna etmeyeçalışıyorlar. Bir nevi AKP havarisigibiler. Şimdilerde seçimlerin yaklaş-ması ile beraber, söylemlerinde seçi-me dair cümleler de var. AKP’nin, gel-miş geçmiş iktidarlar içerisinde soru-nu çözmeye en yakın hükümet oldu-ğunu, bir şans daha verilmesi gerek-tiğini ve bir dönem daha iktidardakalması gerektiğini vurguluyorlar.

Sözleri aslında, çözümsüzlüğe,hukuksuzluğa, ayrımcılığa bir beş yıldaha şans verin anlamına geliyor.Gerçek anlamda bir demokratikleş-menin yakınından bile geçmeyenAnayasa değişikliğine bile ‘Yetmezama Evet’ diyorlar.

Bütün bu söylediklerinden daha teh-likelisi ise Kürt halkına İslami hare-ketleri adres göstermeleri. İslamihareketlerin AKP’yi desteklediğinigöz önünde bulundurursak, söyledik-lerinin karşılığı yine aynı: ‘AKP’yedestek!’ Kürt hareketini başlatanlarınşeyhler ve tarikatlar olduğunu söyle-yerek, Şeyh Sait’leri ve Seyit Rıza’larıörnek göstererek, emekten, eşitlik-ten yana sol siyasetin bu sorunuçözemeyeceğini, sorunu çözecek tekideolojinin İslam olduğunu belirtiyor-lar. Sormak lazım, resmi ideolojiyleçatışan, Kürt halkı için canlarınıveren Şeyh Sait ve Seyit Rıza ilebugün resmi ideolojinin savunucusuolmuş İslamcıların ne ilgisi var?

Bugünkü İslami yapıların Kürt mese-lesine yaklaşımı, sorunu çözmekdeğil, bir takım yüzeysel düzenleme-lerle sorunun özünü görmezdengelme yönündedir. Kürt özgürlükhareketi mücadeleyi yükselttiğizaman, kontrgerillanın yardımına birdönem Hizbullah şimdi ise Gülencemaati koşmuştur. İslami kesimlernedense Filistin sorununa göstermişoldukları ilgiyi yanı başlarındaki KürtHalkına göstermemişlerdir. Hoş,Filistin meselesinde bile ikiyüzlü dav-ranarak İsrail hükümetine yönelttik-leri eleştirilerin hiçbirini Türk devle-tine yöneltmemişlerdir. Bunlar Kürtsorununda temel meseleyi görmez-den geldikleri gibi, Kürt halkınınmücadelesine omuz veren sosyalist-leri de görmezden gelmektedirler.Bir yandan Kürt Özgürlük Hareketiniyıpratmaya, diğer yandan Kürt halkıile emek hareketinin, sosyalistlerinbağını koparmaya çalışmaktadırlar.

Bir takım ‘Kürt aydınları’ ve liberallerpek görmek istemeseler de, demo-kratik açılım yapma iddiası ile ortayaçıkan ve ardından bunu ‘Milli Birlik’projesine çeviren AKP, seçim yaklaş-tıkça milliyetçi söylemini artıyor ve

daha faşizan bir renge bürünüyor.AKP hükümeti tarafından seçilencumhurbaşkanı Abdullah Gül yenibir düzenleme ile toplumu daha damilitarize etmeye hazırlanıyor. “İyişeyler olacak” diyen Cumhurbaşkanıtalimatı ile "Devlet Madalya veNişanları Mevzuatı”nda değişikliğegidiliyor. Bu kapsamda, Buse Sarıyağile subay eşi öğretmen Pınar Akdağ’adevlet övünç madalyası verilecek.Aynı çalışma kapsamında, şehityakınları ve gazilerin maddi ve sosyalimkânlarının düzeltilmesi ve şehitailesinden bir kişinin kamuda istih-dam edilmesi planlanıyor. İçişleriBakanlığı İller İdaresi GenelMüdürlüğü bünyesinde sadece şehityakınları ve gazilerin sorunlarıylailgilenecek bir “daire başkanlığı”kurulacak ve her ilden de bir vali yar-dımcısı yine şehit yakınları ve gazi-lerden sorumlu olacak. AKP kanı dur-duracağına, kanı kutsuyor!

Kendilerini AKP’ye alternatif olaraklanse eden Cumhuriyet HalkPartisi’nin ve Milliyetçi HareketPartisi’nin durumları ise farklı değil.Deniz Baykal’ın gidişiyle bir rüzgâryakalayan CHP, Kürt meselesinde nekadar geri olduğunu, TMK mağduruçocuklar ile ilgili meclis görüşmeleri-ni kilitlemeye çalışmasında veBaşbakan’ın siper ziyaretinin ardın-dan Kılıçdaroğlu’nun siperde ‘dikdurma’ yarışına girmesinde gördük.MHP ise, sınır ötesi askeri operas-yon, Abdullah Öcalan’ın idam edilme-si, olağanüstü halin yeniden ilanı gibidaha önce denenmiş ve savaşın şid-detini artırmış önerilerden başka birşey söylemiyor. İktidarın da, muhale-fetin de önerdiği tek şey çözümsüz-lük, kullandıkları tek dil savaşın dili.

Kürt halkının çektiği acıyı, siperlerdeboy göstermek, NATO’yu yardımaçağırmak, profesyonel orduya geç-mek çözmez. Bunlar ancak çözüm-süzlüğü ve savaşı körükler. Aslolantek şey Kürt halkına ve demokratiktaleplerine kulak vermektir. Bizedüşen en ivedi görev ise, Kürt halkıile Türkiye’deki emek ve demokrasigüçlerinin mücadelesini ortaklaştır-maktır. Çözüm iradesini ancak böylebir birliktelik geliştirebilecektir.

“Evet Ama…”cı İslamcı “Kürt Aydınları” AKP’yi İşaret ediyor

Kürt halkının özgürlük mücadelesini

yaratan sebepler ekonomik olmadığı gibi,

durumu çözecek önlemler de ekonomik

değildir. Mesele Kürt halkının kimliğinin

tanınması, siyasal haklarının yasalar

nezdinde güvence altına alınması, anadil

ve diğer kültürel haklarının tanınması ve

bu düzenlemelerin toplum nezdinde

benimseneceği bir toplumsal barış

ortamının yaratılmasıdır.

AHMET SAYMADİ

SİYASAL İSLAM KÜRT SORUNUNU ÇÖZEMEZ

Kürt halkının çektiği acıyı, siperlerde boy

göstermek, NATO’yu yardıma çağırmak,

profesyonel orduya geçmek çözmez.

Bunlar ancak çözümsüzlüğü ve savaşı körükler.

Aslolan tek şey Kürt halkına ve

demokratik taleplerine kulak vermektir.

sayi33v8_219_duze19 18.10.2011 19:21 Page 5

Page 6: TO-Gazete-33/5

PO Lİ Tİ KA6 AĞUSTOS 2010 ÖZ GÜR LÜKTOP LUM SAL

BOYKOT CEPHESİNİ BÜYÜTELİM

TUNCAY YILMAZ

Egemenlerin Osmanlıdan devraldıkları

“almadınız, biz verdik” yaklaşımını

anlayabiliriz. Ancak bizim cephemizden

baktığını iddia edenlerin ezilenlerin ve

emekçilerin bu dönüştürücü rolünü

gör(e)memeleri ya da önemsememeleri,

gündemleşen tartışmaları sadece

sermayenin yenilenme ihtiyacıyla

açıklamaları, devrimci konumlanışta

en temel zaaflara kaynaklık etmektedir.

Tam hız devam eden AnayasaReferandumu tartışmalarının detayla-rına girmeden, öncelikle birkaç nok-tayı vurgulamakta fayda var.

İlk olarak şunu belirtelim ki toplu-mun bütün ezilen ve sömürülenkesimlerinin örgütlü bir biçimdedâhil olamadığı süreçlerden“Demokratik Anayasa” çık(a)maz.Dolayısıyla da referanduma sunula-cak olan değişikliklerden gerçekanlamda bir demokratikleşme bek-lentisi içerisinde olmak ham hayaldenbaşka bir şey değildir.

İkinci olarak altını çizmek istediği-miz nokta ise var olan Anayasal deği-şiklik ihtiyacının ortaya çıkmasındafaşist 12 Eylül Anayasasına karşı işçi-lerin, emekçilerin, kadınların, gençle-rin ve tabi ki Kürt halkının 30 yıldırvermekte olduğu mücadele gözdenkaçırılmamalıdır. İçeriden ve dışarı-dan, ideolojik ve pratik her türlükuşatılmışlığa rağmen işçi sınıfının

Netaş greviyle başlayıp Zonguldakmaden işçileri yürüyüşüyle doruğaçıkan 87-91 işçi eylemlilikleri; 94“Emeğe Saygı Mitingi/Grevi”, iriliufaklı birçok işyerinde hiç durmadandevam eden işçi direnişleri ve sonolarak işçi sınıfı mücadele tarihineadını yazdıran Tekel Direnişi, ege-menleri 17. kez Anayasa değişikliği-ne gitmeye zorlayan en önemliunsurlardan biridir.

Hakeza Kadın hareketinin 1987“Dayağa Karşı Kampanya”sı, TCK’nin438. Maddesini hedef alan 1989“İffetli Kadın Olmayacağız (diğeradıyla Mor İğne) Kampanyası”,“namus cinayetleri”ne yönelik yürüt-tükleri çalışmalar da 12 EylülAnayasasını değişime zorlamıştır.

Kürt halkının 30 yıldır sürdürdüğüözgürlük mücadelesi ise sadece 12Eylül Anayasasını değil rejimin tümtekçi, Türkçü zihniyetini ve yapısınısarsmaktadır.

Egemenlerin Osmanlıdan devraldıkla-rı “almadınız, biz verdik” yaklaşımınıanlayabiliriz. Ancak bizim cephemiz-den baktığını iddia edenlerin ezilenle-rin ve emekçilerin bu dönüştürücürolünü gör(e)memeleri ya da önem-sememeleri, gündemleşen tartışmala-rı sadece sermayenin yenilenme ihti-yacıyla açıklamaları, devrimcikonumlanışta en temel zaaflara kay-naklık etmektedir.

AKP Aldatmacası

Görmek isteyen, AKP’nin ne yapma-ya çalıştığını bugüne kadar ne yaptı-ğına bakarak kolaylıkla görecektir.Görmek istemeyenin gözünün içinesoksak fayda yok. Ergenekon operas-yonu dedi, darbe yapanları, halenKürdistan’da darbe koşullarını sürdü-renleri es geçti. Sağlığı, sigortayı, eği-timi ana ticaret kalemleri halinegetirdi. Özelleştirmede, taşeronlaştır-mada, güvencesiz çalıştırmada rekor

kırdı. Kadınları 3 çocukla evköleliğineteşvik etti. Gençleri YÖK’le, içindençıkılmaz sınav sistemleriyle gelecek-siz bıraktı. Hidroelektrik santralleriy-le (HES), nükleer anlaşmalarıyladoğayı, tarihi ve hatta yaşamlarımızıipotek altına almaya çalıştı. Hele yap-tığı açılımlar evlere şenlik! Kürt’ü,Alevi’yi, Çingene’yi açılım deyip uyut-maya çalıştı. Bunlar bir çırpıda saya-bildiklerimiz. AKP sekiz yıllık hükü-meti boyunca ezilenlerin ve emekçi-lerin hangi derdine derman olacakbir uygulama gerçekleştirdi ki buanayasa değişikliğinden bir beklentiiçerisinde olalım?

“Yetmez Ama Evet”çiler

İnsanda ister istemez “AKP’nin sizebu yaptıkları yetmez, daha fazlasınıhak ediyorsunuz ama şimdilik bukadar!” duygusu yaratıyor sağ-solliberaller. Madende, tersanede ölenyüzlerce işçi, işsiz kalan binlercesi,

Görmek isteyen, AKP’nin ne yapmaya çalıştığını

bugüne kadar ne yaptığına bakarak kolaylıkla

görecektir. Görmek istemeyenin gözünün içine

soksak fayda yok. Ergenekon operasyonu dedi,

darbe yapanları, halen Kürdistan’da darbe

koşullarını sürdürenleri es geçti. Sağlığı, sigortayı,

eğitimi ana ticaret kalemleri haline getirdi.

Özelleştirmede, taşeronlaştırmada, güvencesiz

çalıştırmada rekor kırdı. Kadınları 3 çocukla

evköleliğine teşvik etti. Gençleri YÖK’le, içinden

çıkılmaz sınav sistemleriyle geleceksiz bıraktı.

Demokra t ik , Özgür lükçü , Eş i t l i k ç i , Ka t ı l ımc ı ve Sosya l B i r Anayasa İç in

sayi33v8_219_duze19 18.10.2011 19:21 Page 6

Page 7: TO-Gazete-33/5

AĞUSTOS 2010 7PO Lİ Tİ KAÖZ GÜR LÜKTOP LUM SAL

1500’den fazla tutuklu Kürt siyasetçi,katledilen, tutuklanan Kürt çocukları,çatışmalarda yitirdiğimiz Türk veKürt gençleri, kapatılan DTP, hebaedilmiş barış fırsatı, cümbüş yeridiye tanımlanan cemevleri, ikincitehcirle tehdit edilen Ermeniler siziAKP’nin payandası olmaktan kurtar-maya yetmemişse başka şeylerinyetebileceğini de pek sanmıyorum.Çok şükür ki bu zavallı tutum soldaAKP kuyrukçuluğu tescil olmuş DSİPile Baykal hamlesiyle doğuşununhemen ardından komaya girenEDP’yle sınırlandı.

“Hayır”da Hayır Arayanlar

CHP ve MHP’nin mevcut statükoyu(dolayısıyla kendi varoluş zeminleri-ni) koruma refleksiyle sıkı sıkıyasarıldıkları “hayır”cı pozisyonla aynıolmasa da bu cenahta toplanan sol-sosyalist yapıların bunlarla kimiortak paydalarının olduğunu tespitetmeliyiz. Hayırcı kampta buluşmuşolan TKP, ÖDP, Halkevleri ve EMEP,birbirlerinden farklı dozajlarda olsada egemenler arası çatışmada ezilen-lerin ve emekçilerin bağımsız hattınıinşa etmektense AKP karşıtlığını önealan bir tutum içerisinde olmayı ter-cih etmekteler. Gerek ideolojik arkap-lanları, gerekse de pragmatik/popü-list siyaset anlayışlarının sonucu ola-rak sermayenin liberal-ulusalcı heriki kampını eşit bir biçimde karşısınaalamayan bu dostlarımız şimdilikAKP’yle kurulmaya çalışılan “yeni sta-tüko” karşısında “mevcut statükoyu”savunan pozisyona düşmekten ken-dilerini sakınamamaktadırlar. Başkabir düzlemde duruyor olsa da HalkCephesi’nin de bu kulvarın bileşenle-rinden biri olduğunu vurgulamakbundan sonraki süreçte nasıl yanyana gelişler olabileceğini öngörme-miz açısından faydalı olacaktır. Bublokta kalışına anlam veremediğimizsiyasal özne ise Sosyalist Parti’dir.Anlam veremememizin temel nedeniise yukarıda bahsettiğimiz siyasalözneler gibi “ulusalcı” bir etkileşimiçerisinde olmadığını gayet iyi bilme-mizden kaynaklanmaktadır. Serma-yeyle savaşını anti AKP’ciliğe indir-gemeyecek bir proleter sosyalistgelenek üzerine inşa olan SosyalistParti’nin boykot tutumu geliştirenle-re diğerlerinden daha hırçınca saldı-rıyor olması ise içten içe bulunduğupozisyonun tutarsızlığını hissediyorolmasındandır diye düşünüyorum.Boykotçular “sermayenin her iki eği-liminden bağımsızca kendi hattımızıörelim” derken Mahir Sayın’ın bizleri“kendine ait politika kuramayanlar”olarak tanımlaması olsa olsa Kürtlerlekader birliği ediyor oluşumuzu hedefalmaktadır. Boykot fikrinin karşılık-sızlığı ve Hayır’ın doğruluğu üzerinebunca kıyamet kopartırken sunabil-diği tek ciddi argüman ise yetkininmevcut statükonun en temel kurumuolan yargıdan, yeni statükonun yürüt-mesine doğru kayıyor olması. Buargümanın kendisi ise epey tartışmakaldırır. Benim gibi yeni yetmeleribile burjuva demokrasisinin “kuvvet-

ler ayrılığı” masalına inandırabilmekiçin epey dil dökmek gerekecektir.

Emekçilerin ve EzilenlerinBoykot Cephesi

Lenin boykot silahının ancak sistemiaksatacaksa kullanılması gerektiğinisavunmuştur. Her taktiğin kullanıldı-ğı sürecin özgünlüklerine göre yeni-den yorumlanabileceği gerçekliği biryana, bugünün Türkiye’si açısındanboykot taktiğinin sermayenin ezberi-ni/oyununu bozan, tüm ezilenlere veemekçilere bölgemizin en diri dev-rimci gücü olan Kürt ÖzgürlükHareketi’yle birlikte kendi bağımsızseçeneğini yaratma çağrısı olduğunukim reddedebilir? Bizim Demokrasiİçin Birlik Hareketi’yle (DBH) yap-maya çalıştığımız tam da bu değilmidir? İşçileri, emekçileri, kadınları,Alevileri, yoksul demokratMüslümanları, ekolojistleri, köylüleriKürt halkının demokratik/devrimcimücadelesiyle buluşturup halklarımı-zın eşit, adil ve özgürce bir aradayaşayacağı bir düzen için hep birliktemücadele etmek! İşte bu referandumbu yan yana geliş için önemli birimkân sunmuştur. AKP’ye de CHP-MHP’ye de “alın düzeninizi başınızaçalın, biz başka bir düzen istiyoruz”deme fırsatını sunmuştur.Sermayenin ulusal ve liberal kampla-rının dışında merkezinde Kürt Özgür-lük Hareketi ve sosyalist hareketinolacağı emekçilerin ve ezilenlerin 3.Cephesini kurmaya başlama imkânıvermiştir. Bunu şimdi yapmayacak-

sak ne zaman yapacağız? Sistemi busarsmayacaksa ne sarsacak?

Boykot Cephesi odağını oluşturmayabaşlamıştır. Sosyalist Parti dışındakiDBH bileşenlerinin çağrısıyla Boykottutmunu benimseyen BDP,Toplumsal Özgürlük Platformu, SDP,ESP, Sosyalist Gelecek Hareketi,Demokratik Haklar Federasyonu,Partizan, Demokrasi ve ÖzgürlükHareketi, SODAP, DİP Girişimi, KÖZ,Sosyalist Birlik Hareketi, TürkiyeGerçeği, EHP, Teori ve Politika,Sosyalist Devrim Parti Girişimi aktifolarak Devrimci Hareket Dergisi,Sosyalist Umut Derneği, BDSP,

Mücadele Birliği, Kaldıraç Dergisigözlemci statüsünde yan yana gelmiş,EMEKÇİLERİN ve EZİLENLERİNBOYKOT CEPHESİ’ni kurduklarınıilan etmiştir. Şimdi yapmamız gere-ken bu cepheyi büyütmek, işçiler,emekçiler ve ezilenler açısındangörünür bir seçenek haline getir-mektir. ReferandumdaKürdistan’daki başarısı tartışılmazolacak olan Boykot tutumunu Batı’dagörünür hale getirmek bile sonrasın-daki seçim sürecinde çok büyükimkanlar ortaya çıkartacaktır.

28.7.2010

Lenin boykot silahının ancak sistemi aksatacaksa

kullanılması gerektiğini savunmuştur. Her taktiğin

kullanıldığı sürecin özgünlüklerine göre

yeniden yorumlanabileceği gerçekliği bir yana,

bugünün Türkiye’si açısından boykot taktiğinin

sermayenin ezberini/oyununu bozan,

tüm ezilenlere ve emekçilere bölgemizin

en diri devrimci gücü olan Kürt Özgürlük

Hareketi’yle birlikte kendi bağımsız seçeneğini

yaratma çağrısı olduğunu kim reddedebilir? Bizim

Demokrasi İçin Birlik Hareketi’yle (DBH)

yapmaya çalıştığımız tam da bu değil midir?

Hayırcı kampta buluşmuş olan TKP, ÖDP, Halkevleri ve EMEP, birbirlerinden

farklı dozajlarda olsa da egemenler arası çatışmada ezilenlerin ve

emekçilerin bağımsız hattını inşa etmektense AKP karşıtlığını öne alan

bir tutum içerisinde olmayı tercih etmekteler. Gerek ideolojik arkaplanları,

gerekse de pragmatik/popülist siyaset anlayışlarının sonucu olarak

sermayenin liberal-ulusalcı her iki kampını eşit bir biçimde

karşısına alamayan bu dostlarımız şimdilik AKP’yle kurulmaya çalışılan

“yeni statüko” karşısında “mevcut statükoyu” savunan pozisyona

düşmekten kendilerini sakınamamaktadırlar.

sayi33v8_219_duze19 18.10.2011 19:21 Page 7

Page 8: TO-Gazete-33/5

PO Lİ Tİ KA8 AĞUSTOS 2010 ÖZ GÜR LÜKTOP LUM SAL

Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiyeetmeyi ve Kürt halkı üstündeAKP’nin politik hegemonyasını kur-mayı amaçlayan “Kürt açılımı”nıngerçek içeriğinin deşifre edilmesi,AKP’nin bürünmeye çalıştığı “demo-krat kisve”den bütünüyle azadeolmasını sağladı. Tayyip Erdoğanyeni bir “açılım”ın haberini verdi:150 bin kişilik yeni bir “Özel Ordu”kurulacak.

“Ergenekon”a savaş açan, gizli dev-let örgütleri ile “mücadele” şampiyo-nu AKP hükümeti Türk SilahlıKuvvetleri ile eşgüdüm halinde“Özel Ordu” projesi üzerinde çalışı-yor. Yani “Ergenekon” yasallaşıyor,hukuksal bir kişilik kazanıyor.“Ergenekon” olarak adlandırılan olu-şum, temelleri NATO’ya üyelik ileatılan bir Soğuk Savaş dönemi kuru-mudur. Temel amacı gelişen ya dagelişebilecek halk hareketlerini bas-tırmak ve ezmektir. Burjuva hukuk

kalıplarına sığdırılamadığı için yer-altında örgütlenmiştir. Bu oluşumungerçek adı kontrgerilladır ve artıkAKP eliyle burjuva hukuk kalıpları-nın içine yerleştirilmektedir.

Emperyalist-kapitalizm ile milita-rizm arasındaki ilişkiyi net birbiçimde yansıtan bu olay temsiledici niteliktedir. Ülkedeki burjuvapolitik güçlerin tümünü art arda“sipere indiren” bu militarist yöne-lim, kaynağını nereden almaktadır?Gandi Kemal’den adeta savaşan birordu komutanı yaratan, militarizmitemel siyasi seçenek haline getiren,kimilerinin “askeri-sınaî kompleks”olarak adlandırdıkları finans-kapitalegemenliğidir.

Yeni “Özel Ordu” projesi salt Kürthalkının isyanını bastırmak amacıy-la oluşturulmuş değildir; finans-kapitalin yönelimlerinin, emperya-list-kapitalist dünyada ve bölgemiz-de kapmaya çalıştığı rolün ve tutma-

ya çalıştığı pozisyonun da işaretleri-ni vermektedir. Bir kez daha belirtil-melidir; tekelci kapitalizm her tür-den gericiliğin kaynağıdır. Örgütlüve bilinçli bir halk iradesi karşısındatek seçeneği silaha sarılmaktır.

Kürt halkının 30 yıllık mücadelesiyleortaya çıkardığı politik irade, ege-menlik sisteminin kırılma noktasınıoluşturuyor. Anayasa referandumu-na ilişkin alınan politik tutumlar buçerçevede ele alınmalıdır. AKP’ninpolitik kazanımlarına hukuksaltemeller oluşturma ve yargı üzerin-de hâkimiyetini arttırma amacıylageliştirdiği hamle bildik saflaşmayıbir kez daha karşımıza çıkardı. Busaflaşmada “Evet” ya da “Hayır” tara-fında yer almak egemenler arası itişkakışta bir tarafın yedeği olmakdışında bir anlama sahip değildir.Bağımsız devrimci tavır, üçüncüseçeneğin inşasının aciliyetini vur-gulayarak yürütülecek boykot kam-panyasıdır. Boykot kampanyasıüçüncü seçeneğin inşası temelhedefine bağlanarak daha derinleş-miş bir politik içerik kazanacaktır.

Ezilen ve sömürülenlerin örgütlü,birleşik mücadelesi en geniş demo-

kratik çerçeveye sahip bir anayasa-nın önkoşuludur. Bu bağlamda, Kürthalkının asli taleplerinin, emekçile-rin, kadınların, ezilenlerin talep veözlemlerinin hiçbirinin karşılanma-dığı bir anayasa yapım sürecindetaraf olmak, mevcut taraflardan biri-nin yedeğine düşmek anlamını taşı-maktadır.

“Savaş politikanın başka araçlarlasürdürülmesidir” ve bölgemizdefarklı ölçeklere sahip savaşlar devametmektedir. Kapitalizmin karakte-ristikleri gereği rekabet ve yayılmayoğunlaşarak sürmektedir. Eğerrekabet ve yayılma sürüyor, emper-yalist-kapitalist dünya bir yenidenyapılanma sürecinden geçiyorsa,AKP hükümetinden bir bakanın şusözlerini kenara not etmekte yararvar.

“Devlet Bakanı Zafer Çağlayan, BatıŞeria’da sanayi bölgesi kurulmasıçalışmasının Türkiye Odalar veBorsalar Birliği (TOBB) tarafındandevam ettirildiğini belirterek,‘İsrail’in her türlü engellemesinerağmen bu sanayi bölgesi mutlakaorada yapılacaktır, yapılması gereki-yor,’ dedi.

SİYASET“SİPERE İNDİ”

“Ergenekon”a savaş açan, gizli

devlet örgütleri ile “mücadele” şampiyonu AKP

hükümeti Türk Silahlı Kuvvetleri ile

eşgüdüm halinde “Özel Ordu” projesi

üzerinde çalışıyor. Yani “Ergenekon”

yasallaşıyor, hukuksal bir kişilik kazanıyor.

“İşçilerin Birliği Halkların Kardeşliği” politik perspektifini temel alan

enternasyonalist sosyalistlerin önündekitemel görev tüm yakıcılığı ile

gerçekleştirilmeyi bekliyor: Temelperspektife bağlı olarak şekillenecek

politik örgütün yaratılması.Enternasyonalist sosyalistlerin birliğinisağlayacak politik örgütün yaratılması

sürecinde Anayasa referandumu önemlibir uğrak noktası olarak duruyor. Kürthalkıyla birlikte yürütülecek ortak birboykot kampanyası, politik yükselişinhabercisi olma kapasitesine sahiptir.

MURAT DÜZGÖR

Kürt Halkının Politik İradesi Sistemin Kırılma Noktasıdır

sayi33v8_219_duze19 18.10.2011 19:21 Page 8

Page 9: TO-Gazete-33/5

AĞUSTOS 2010 9PO Lİ Tİ KAÖZ GÜR LÜKTOP LUM SAL

Sözlerini, ‘Gazze’ye de gitmek istedi-ğimi belirtmek istiyorum. Türk fir-malarının Filistin’de yatırım yapma-larını özendireceğiz. Kardeşlerimizinekonomik seviyelerinin geliştirilmesioranın bir yatırım alanına dönüştü-rülmesi konusunda yoğun gayretleri-mizi yapacağımız o ziyaretle taçlandı-racağız.’ (Taraf Gazetesi, 14 Temmuz2010, sayfa 9)

“Kardeşlerimizin ekonomik seviyele-rinin geliştirilmesi”, esas olarak uzunyıllardır her türlü yoksunlukla müca-dele eden bir halkın kapitalist sömü-rü mekanizmaları içine çekilmesidir.Finans-kapitalin bu konuda hamlelergeliştirmekte olduğunu gösteren birbaşka haber yine basında geniş yerbuldu. Filistinli iş kadınlarından olu-şan bir heyet aynı günlerdeİstanbul’da iş çevreleri tarafındanağırlandı. Yapılan açıklamalar, eko-nomik işbirliğinin geliştirilmesiyönünde çalışmalar yapıldığına iliş-kindi.

Devlet Bakanı Zafer Çağlayan’ınTaraf Gazetesi’nde yer alan sözleri,Mavi Marmara baskınından beri tar-tışılan kimi konulara daha sağlam birtemelden yaklaşabilmemizi sağlaya-cak veriler sunuyor. Türkiye İsraililişkilerinde ortaya çıkan gerilim veçatışmaları Türkiye finans-kapitali-nin Ortadoğu coğrafyasındaki ekono-mik faaliyetlerinin siyasal ilişkilereyansımaları çerçevesinde ele almak,gelişmeleri kavrayabilmek için enelverişli zemini sunuyor.

“Eksen kayması” tartışmalarını buçerçevede ele almak sadeleştiricidir.İsrail-Türkiye savaşı senaryolarınauzanan manipülasyonları bir kenarabırakıp, yaşanan gerilimin gerçekli-ğini saptamamız gerekiyor. Diğertürlü, tüm geçişkenlikleri, hareketi

yok sayan kaba bir mekanizme yaka-yı kaptırmaktan başka yol kalmıyor.İsrail ve Türkiye, emperyalizmin böl-gedeki stratejik ortakları olarak varolmadılar mı? Pek çok alanda ortak-lıkları sürmüyor mu? Soruların yanı-tı: Evet, ve fakat ortaklar arasındarekabet olamaz mı? Dünyayı payla-şan emperyalist odaklar sömürüyeortaktır ancak aralarındaki rekabetde, hegemonya mücadelesi de hiçtükenmez.

“Eksen kayması” tartışması, kapita-list derinleşmenin kapsam ve boyut-larını kavrayamayan, emperyalizminiçsel bir olgu olduğunu göremeyenulusalcı solun içler acısı halini bir kezdaha gözler önüne serdi. Hiç kuşkuyok ki, İsrail ile Türkiye arasındakigerilimin çoklu nedenleri ve bu geri-limin yarattığı çatışmaların sınırlarıvardır, ancak buradan hareketle geri-lim ve çatışmaların yapay olduğunuiddia etmek, Türkiye’de hala limankentlerinde mevzilenmiş bir kompra-dor burjuvaziden söz etmekle eşan-lamlıdır. Gerilimin kaynağını AKP’ninve Tayyip Erdoğan’ın siyasalİslamcılığında görmek de aynı zemi-nin bir başka argümanıdır.

AKP’ye ve Tayyip Erdoğan’a gereğin-den fazla misyon yükleyen bu yakla-şım, derin bir idealizmin ürünüdür.Yaşanan ekonomik, toplumsal vepolitik ilişkilerin ürünü olan olgularıyok sayan bu anlayış, maddi hayatınyeniden üretimi ile bilinç arasındakiilişkiyi yanlış kurmaktadır. Yaşanangerilim ve Tayyip Erdoğan’ın tutumunedeniyle Tayyip Erdoğan’ın elde etti-ği popülarite Filistin Halk KurtuluşCephesi Temsilcileri tarafından teyitedilmektedir. Bu durum bir gerçek-liktir, gerçek bir sürecin ürünüdür.Yaşanılan süreci ve alınan tutumlarıbu sonuçtan hareket ederek, planlan-mış bir oyun olarak ortaya koymakise aynı idealizmin ürünüdür. “Eksenkayması”nı İslamcı sermayenin veAKP hükümetinin körfez ülkeleriylegeliştirdikleri ilişkilerle açıklamayaçalışan yaklaşımın körfez ülkelerininemperyalist-Batı hegemonyasındanne zaman çıktığını açıklamak gibibaşarılması son derece güç bir işigerçekleştirmesi gerekiyor.

AKP’nin ABD ile olan ilişkilerindeönemli bir gerilim kaynağı olarakbeliren İran’a yönelik BM yaptırımla-rı konusunda aldığı tutum da, İsrail’le

yaşanan gerilimlerle aynı çerçeveiçinde ele alınmalıdır. Emperyalist-kapitalist dünya sistemi içindekiaktörlerin konumları ve sistem için-deki değişimlere bağlı olarak kazan-dıkları göreli özerk hareket alanlarıbu çerçeveyi oluşturmaktadır. AKPpolitikalarına bu bağlamın dışındaanlam yükleyen yaklaşımlar kaçınıl-maz olarak iki odaktan birinin çerçe-vesi içine girmektedir, ulusalcılık yada liberalizm.

İşsizlik ve yoksulluğun sürekli olarakartmakta oluşu ve dünya ekonomikkrizinin etkilerinin derinlerde hisse-dilmeye başlanması yeni bir toplum-sal alt üst oluş sürecinin gelmekteolduğunun en açık göstergeleri.Haziran ayında Ankara’da buluşandört yüze yakın eylemci dipten gelenyeni bir dalganın ilk işaretlerini ver-diler. 27 Haziran’da Ankara’da bulu-şan dört yüze yakın eylemci “ÇevreDirenişleri Buluşuyor” etkinliğindebir araya geldiler. İki gün boyuca sözalan eylemciler, HES’lere, suyun tica-rileşmesine, siyanürlü altın madenci-liğine, termik santrallere ve nükleersantrallere karşı mücadeleye ilişkindeneyimlerini paylaştılar. Antikapita-list temelde, emekçi tabanlı bir çevre

mücadelesinin gelişmekte olduğununönemli bir göstergesi olan bu toplan-tıya sosyalistlerin ilgisinin sınırlıoluşu, sosyalistlerin gelişen bu müca-dele dinamiğini kavramak konusun-da yetersiz olduklarını gözler önüneserdi. Sosyalistlerin bu mücadeledinamiğini daha fazla önemseyen veonun özgünlüklerini dikkate alan biryaklaşım geliştirmeleri bir zorunlu-luk olarak ortaya çıkıyor. Önemi gide-rek daha fazla artacak olan bu alanınsorunları üzerinde düşünmek, geli-şen çevre mücadeleleriyle daha fazlailişkilenmek sosyalistlerin önündekitemel görevlerden biri olarak belir-mektedir.

Tekel işçilerinin haziran ayındaAnkara’da gerçekleştirmek istediğieyleme karşı polisle işbirliği yapanTÜRK-İŞ yönetimi gerici karakterinive rolünü açık biçimde ortaya koydu.Tekel işçilerinin yarattıkları mücade-le bir dizi konuda hiçbir yanılsamayakapılmamak gerektiğini emekçileregösterdi. İşçi sınıfının giderek dahafazla gelişecek hareketi dostlarını dadüşmanlarını da bu süreçlerde dahaiyi kavramaktadır. Gözaltına alınanTekel işçileri devlet ve sermayeylebütünleşmiş TÜRK-İŞ yönetimininişçi sınıfının bir parçası olmadığınıhem gördüler hem de herkese gös-terdiler. İşçilerin Birliği HalklarınKardeşliği politik perspektifini temelalan enternasyonalist sosyalistlerinönündeki temel görev ise tüm yakıcı-lığı ile gerçekleştirilmeyi bekliyor.Temel perspektife bağlı olarak şekil-lenecek politik örgütün yaratılması.Enternasyonalist sosyalistlerin birli-ğini sağlayacak politik örgütün yara-tılması sürecinde Anayasa referandu-mu önemli bir uğrak noktası olarakduruyor. Kürt halkıyla birlikte yürü-tülecek ortak bir boykot kampanyası,politik yükselişin habercisi olmakapasitesine sahiptir.

Türkiye İsrail ilişkilerinde ortaya çıkan gerilim veçatışmaları Türkiye finans-kapitalinin Ortadoğu coğrafyasındaki ekonomik

faaliyetlerinin siyasal ilişkilere yansımalarıçerçevesinde ele almak, gelişmeleri

kavrayabilmek için en elverişli zemini sunuyor.

Referandumsaflaşmasında “Evet”ya da “Hayır”tarafında yer almakegemenler arası itişkakışta bir tarafınyedeği olmak dışındabir anlama sahipdeğildir. Bağımsızdevrimci tavır, üçüncüseçeneğin inşasınınaciliyetini vurgulayarakyürütülecek boykotkampanyasıdır. Boykot kampanyasıüçüncü seçeneğininşası temel hedefinebağlanarak dahaderinleşmiş bir politikiçerik kazanacaktır.

sayi33v8_219_duze19 18.10.2011 19:21 Page 9

Page 10: TO-Gazete-33/5

PO Lİ Tİ KA10 AĞUSTOS 2010 ÖZ GÜR LÜKTOP LUM SAL

Toplumsal Özgürlük’ün Mart 2010(3-31) sayısında, Günün AcilDevrimci Görevinden Kaçınılamaz:Devrimci Kolektif Özne İçin başlığıy-la yayınlanan yazıda, “[…] enternas-yonalist, yenilenmeci ve devrimciMarksistlere,[…] 21. yüzyılın sosya-lizm anlayışının inşasında atacağıadımlarla mevcut örgütlü birikiminçok çok üstünde bir örgütlenme gör-evi”ni üstlenecek bir DevrimciKolektif Özne’yi inşa etme çağrısıyapıldı.

Temenniler manzumesini aşan buçağrı, sözü eyleme dönüştürmekonusunda öznesini eylemin biradım gerisine değil, tam ortasınayerleştiriyor. Solun mevcut kriziniaşmak için, öncelikle yeniden yapı-lanma görevini üstlenecek birDevrimci Kolektif Özne inşasınıönüne koyuyor; sosyalist solun bir-liğini de, bu inşa görevine bağlıyor.Günün somut ve acil sorunlarınıçözmek için idare-i maslahatçılıkrahatlığından feragat ederek yolaçıkıyor; bu anlamıyla, devrimci birirade beyanı.

* * *

Solun, teorik ve ideolojik plandaSovyetlerin yıkılışı ile yakıcı halegelen modernizm ve burjuva aydın-lanmacılığı ufkundan kopamamışlı-ğı; politik planda kapitalist sistem-deki merkezileşmeye zıt bir parçalı-lık ve devrim ufkundan kopukluklasistem içi muhalefet derekesine düş-mesi; örgütsel planda ise kapitaliz-min yapısal krizi koşullarında dahisistem karşıtı bir cepheyi örmekonusunda elini kolunu bağlayansürekli kriz ve tasfiye girdabındadebelenme ve tüm bunların eskibilindik formüllerle değil, paradig-ma değişimi ile çözülebilecek olması,artık genel kabul gören tespitler.

Solun krizine ilişkin dünya ölçeğindegeçerli bu başlıkların Türkiye’yeözgü yansımalarını, Türkiye solu-nun, devletle ideolojik akrabalığını,Kemalizm’in tasfiyesi sürecindeşovenizm ve ulusalcılık üzerindensürdürmesinde veya Marksizm’inyeniden üretilmesi görevinden kaça-rak sistem içi reformculuğa, popüler

haliyle “askeri vesayete” karşı libe-ral çizgiye yedeklenmecilikte göre-biliyoruz. Örgütsel tasfiye girdabı iseTürkiye solunun 80 yenilgisi sonra-sında gündeminden hiç düşmedi.

Bir tarafta liberalizmin, diğer taraftaulusalcılığın doldurduğu yelkenlerleyol alan sol varyantlar, birbirlerinibesleyerek siyasi yelpazede alangenişletiyorlar. “Askeri vesayetlemücadele” sloganını tekeline alaniktidar partisi, kendi belirlediğisınırlarla sol liberalleri paralize edi-yor ve bir yandan siyasi etki alanınıgenişletirken diğer yandan örgütselolarak tasfiyeci etkiler yaratıyor.Oysa ulusalcılığın Ergenekon ope-rasyonu sonrasında merkez üssü-nün zayıflatılması, ardında ulusalcısolun iştahını kabartan bir kitle taba-nı bıraktı ve iktidar klikleri arasında-ki mücadelede “mağdur” pozisyo-nunda görünenlerin ideolojisi ulu-salcılığın, devleti dışarıda bırakan birAKP karşıtlığının muhaliflik olduğualgısını yaratması, ulusalcı solu güç-lendiren bir etki yarattı.

Kürt sorunu ise yine turnusol vazi-fesi görüyor. Kürt savaşından nema-lanma veya bu konuda bedel öde-mekten kaçınma tavırlarından, Kürtsorununun yalnızca iktidar kliklerinideğil, ulusalcı sol ve sol liberalizmide birleştirdiğini görüyoruz. Üçüncüseçenek ya da sosyalist solun birliği-nin gerekliliği, bu noktada anlamkazanıyor.

* * *

İttifak ve güç birliği, politikanın engenel yöntemleri olmalarına rağ-men, Türkiye solunda 68-71 dönemiharicinde, bu konuda tam tersi birçizgi izlendi. Devrimci dayanışma

refleksi körelmiş, hatta en basitdayanışmadan dahi kaçınan, kendinidevlete karşı mücadele ile değil,“öteki sol”la arasına çizdiği kalın vesuni çizgilerle tanımlayan bir reka-betçilik alışkanlığı, solun tüm hücre-lerine işlemiş durumda.

Birlik elbette her derdin ilacı değil.Ancak sosyalist solun parçalılığı,mantık sınırlarını aşıyor ve kendivaroluş gerekçeleri ile çelişiyor.Hem sınıf mücadelesinin ihtiyaçlarıhem de birlik zemininin programa-tik elverişliliği, sosyalist solun irras-yonel parçalılığını hiçbir bahaneyleüstü örtülemeyecek şekilde ortayaçıkarıyor. Evdeki bulgurdan olma-mak endişesiyle tutulan mevzilerterk edilmese de, sistem örgütsel,ideolojik ve politik tasfiye saldırıla-rıyla bu mevzileri ya düşürüyor, yakendine içeriyor ya da yapısalbozunmaya uğratıyor ve sol kapan-dığı zeminde izole oluyor. Bu tasfiyesürecinden salt mevzi tutarak, mev-cut varoluşların korunmasına odak-lanılarak çıkılamadığı, hatta tamtersi sonuçlarla karşılaşıldığı ortada.Öncelikle tasfiye sürecinin venedenlerinin doğru şekilde bilinceçıkarılması gerekiyor. Balığın içindeyüzdüğü denizi algılayamaması gibi,sosyalist sol da tasfiye girdabınıkanıksamış durumda. Uzun tasfiye-cilik döneminin yarattığı uyumlulaş-ma, kullanılan jargonda bile devrim-ci atılımcılıktan uzak bir tedbirliliklekendini gösteriyor. Oysa artık tasfi-yecilik dönemi, ne objektif koşulla-rın elverişsizliğiyle açıklanabilir nede başarısızlıklara bahane gösterile-bilir.

Siyasi konjonktürün sosyalist solaen azından bir odak yaratma gerekli-

BİRLİK ÜZERİNEDevrimcilik akılcılığın sınırları dışına çıkarak

nesnel koşulları beklenmedik yöndedeğiştirebilme yetisidir. Ancak uğraşısı artık nesnel koşulları değiştirmek değil

mevcut varoluşun bekasını sağlamak halinegeldiğinde, hiçbir romantizm ve kendine

sevdalılık, öznesini karşılaşılan sonuçlarlahesaplaşmanın acımasız akılcılığından kurtara-

maz. Sosyalist sol tasfiye girdabından çıkmahamlesi yaparak günün acil devrimci görevlerine

talip olacak bir Devrimci Kolektif Özneinşasından kaçındıkça, devrimci romantizminyerini acılı bir arabesk almaya mahkûmdur.

SERAP ŞEN

Devrimci Kolektif Öznenin İnşası İçin

sayi33v8_219_duze19 18.10.2011 19:21 Page 10

Page 11: TO-Gazete-33/5

AĞUSTOS 2010 11PO Lİ Tİ KAÖZ GÜR LÜKTOP LUM SAL

liğini dayattığı açık. Neredeysebirebir kişisel tanışlıklara kadardaralmış bir alanda sosyalist sol,bırakalım birliği, henüz odak ola-cak bir hareket/çekim merkezioluşturmanın dahi gerisinde.Sosyalist Forum ve ardındanSosyalist Koordinasyon ile adım-lar atılsa da, bunlar devrimci ham-lelere basamak haline getirileme-di. Ancak böyle bir odağın, sosya-list sol güçler arasındaki sunisınırların bir kez daha onaylana-rak pekiştirileceği günü kurtar-macı yan yana gelişler zeminindetasarlanmaması gerekir.Devrimci Kolektif Özne’nin inşası,birçok başka görevin yanında,böyle bir odağın da manivelasıolacaktır.

* * *

Birliğin her derde ilaç bir reçeteolmadığı gibi, Devrimci KolektifÖzne’nin inşası da sihirli bir değ-nek olmayacak. Devrimci birhamle ile ileri atılma anlamındaçok önemli bir nitelik sıçramasıolsa da, henüz yolu açma ve buyola sağlam bir birlik çıkarmaaşamasındayız. Devrimci KolektifÖzne, idare-i maslahatçılıktan sıy-rılıp yığınağı doğru yere yapabil-meli, her türlü devrimci hamleyiakamete uğratan kurumsallıkyetersizliklerini gidermek vedöneme özgü devrimci öncü kad-rolar yetiştirmek üzere yolu açmave inşa görevinin altına girecekbir insan gücü açığa çıkarmakiçin kadın, gençlik ve işçi alanla-rında stratejik örgütlenmeyiönüne koymalıdır. Geniş örgütsüzsolcular denizi, sosyalist solun,tutunulan zeminde güvenle köksalmayı amaçlayan içgüdüsel sta-

tükoculuğunun ve sözü ile eylemiarasındaki mesafeyi kapatmakiçin kullandığı “mış gibi yapma”hastalığının dolaysız sonucudur.Kanıksanmış bu durumu tersineçevirerek her alanda öncü dev-rimci kadrolar yaratabilmek, hemkaybedilen yerde kazanarak ileri-ye ilk adımı atmak, hem de para-digma değişimi iddiasını en çekir-dekte sınamak anlamına gelecek-tir.

Sınıf örgütlenmesi, DevrimciKolektif Özne’nin her bakımdankendini sınayacağı bir alandır.Sarı sendikacılığın ihanet çizgisi,artık kendi saflarından dahi imdatsinyalleri verir ve dünya ölçeğindesınıf hareketinde ölü toprağınısavurup atan gelişmeler yaşanır-ken, sosyalist sol, işçi sınıfı dev-rimciliğini fabrika işgallerindengüvencesizlerin direnişlerinekadar her alanda barikatın enönüne taşımak için her zaman-kinden fazla olanağa sahiptir.

“Başka devrimci görevler”le önce-lik sıralamasına konan Kürt soru-nu, enternasyonalist devrimcigörev olarak değil sıra savmameselesi gibi görülüyor. Kolaybahanelerle bilinçlerde hemenyük olarak tercüme edilen buanlayış kadar, “gündemdeki Kürtsorunu”na angaje olma kolaylı-ğından da kurtulabilmek gereki-yor. Kürt Özgürlük Hareketi’ninne yukarıdan verilen akla ne deuzaktan güzellemelere ihtiyacıvar. Devrimci Kolektif Özne’ningörevi, siyasal gündemde Kürtsorununun ağırlığına cevap üre-tebilmek için öncelikle KürtÖzgürlük Hareketi’ndeki devrimciözle ilişkilenmek ve Kürt devrimi-ni Türkiye devrimi ile ortaklaştır-maktır.

Solun örgütlenmeden propagan-daya, işleyişten gündelik faaliyettarzına kadar her alanında hâkimideolojik kültür olan erkek ege-menliği, sol içi şiddetten rekabet-çiliğe kadar birçok hastalığın dasebebi. Bu anlamda DevrimciKolektif Özne’nin kendini sınaya-cağı bir diğer önemli nokta ola-caktır.

* * *

Devrimcilik akılcılığın sınırlarıdışına çıkarak nesnel koşullarıbeklenmedik yönde değiştirebil-me yetisidir. Ancak uğraşısı artıknesnel koşulları değiştirmek değilmevcut varoluşun bekasını sağla-mak haline geldiğinde, hiçbirromantizm ve kendine sevdalılık,öznesini karşılaşılan sonuçlarlahesaplaşmanın acımasız akılcılı-ğından kurtaramaz. Sosyalist soltasfiye girdabından çıkma hamlesiyaparak günün acil devrimcigörevlerine talip olacak birDevrimci Kolektif Özne inşasın-dan kaçındıkça, devrimci roman-tizmin yerini acılı bir arabeskalmaya mahkûmdur.

Birlik elbette her

derdin ilacı değil.

Ancak sosyalist solun

parçalılığı, mantık

sınırlarını aşıyor ve

kendi varoluş

gerekçeleri ile

çelişiyor. Hem sınıf

mücadelesinin

ihtiyaçları hem de

birlik zemininin

programatik

elverişliliği, sosyalist

solun irrasyonel

parçalılığını hiçbir

bahaneyle üstü

örtülemeyecek

şekilde ortaya

çıkarıyor.

İsrail, 3 Ağustos’ta yeni bir saldırgan-lık örneği vererek Lübnan sınırınıihlal etti. Lübnan ordusunun karşılıkvermesi üzerine çatışma çıktı ve buçatışmada 3 Lübnan askerinin yanısıra bölgede görev yapan LübnanKomünist Partisi’nin (LKP) önemlikadrolarından gazeteci Assaf EbuRahal da şehit düştü. Bu arada İsrailordusu Lübnan askeri mevzilerinesaldırmakla kalmadı ve sivil yerleşimbirimlerini ve tarlaları da bombaladı.

LKP bu konuyla ilgili olarak bir açıkla-ma yaptı ve tüm komünist ve işçiörgütlerini Lübnan halkıyla ve LKP iledayanışmaya çağırdı. ToplumsalÖzgürlük Platformu da bu çağrıya birdayanışma mesajıyla karşılık verdi.Bu metinleri aktarıyoruz:

* * *

Lübnan Komünist Partisi’nden Tüm Komünist ve

İşçi Partilerine Duyuru

Değerli yoldaşlar, dünya Komünist veİşçi partilerinin önderleri,

İsrail Lübnan’a, Lübnan halkına vedirenişine yönelik saldırı tehditleriniABD’nin, Obama yönetiminin desteği,AB’nin göz yummasıyla uygulamayakoydu… İsrail güçleri iki Lübnanlıaskeri ve gazeteci Assaf Ebu Rahalyoldaşı katletti. Aynı sıralarda İsrailsavaş uçaklarının bombardımanıylaevler yıkılıyor, tarlaları yakılıyordu.

Tüm bu saldırılar gerçekleşirken1701 sayılı kararı uygulamak üzereburada olan UNIFIL, alışıldığı üzere,İsrail saldırılarını önlemek için hiçbireyleme geçmedi. Sanki varlık sebebisadece Lübnan Ulusal Direnişi’ni gör-evini yapmaktan, 1982’den 2000’ekadar verdiği mücadeleyle kurtardığıtoprakları savunmaktan ve İsrail işga-li altında kalan toprakları kurtarmak-tan alıkoymak!

Lübnan Komünist Partisi, saldırganİsrail güçleriyle savaşırken ölen şehit-ler önünde saygıyla eğiliyor veLübnan ordusunun İsrail’in Lübnantopraklarını daha fazla kirletmesineengel olan kahramanca duruşunabüyük değer veriyor. LübnanKomünist Partisi, BM GüvenlikKonseyi’ni ise İsrail’in bölgemizdeyaratılmasının sebebi olan rolü yeni-den üstlenebilmesi için bu devletehayali bir zafer kazandırmak isteyenABD yönetimine bir kere daha tamteslimiyet konumunda görüyor.

Lübnan Komünist Partisi hep kurba-nın susturulmasına, celladınsa ceza-dan kaçmasına yol açan bu işbirlikçikonumun sürdürülmesine karşı uya-rıda bulunuyor.

Lübnan Komünist Partisi, 2006’daİsrail saldırılarına karşı koymasınıbilen, daha önce de Beyrut’u, Dağ böl-

gesini ve Güney Bekaa’yı kurtararak

2000’de tam olmasa da genel kurtulu-

şu sağlayan kahraman Lübnan direni-

şinin gelebilecek her İsrail –

Amerikan – NATO saldırısını da dur-

duracak güçte olduğundan emindir.

Lübnan Komünist Partisi, tüm komü-

nist ve işçi partilerini bu çatışmada

mümkün olan tüm biçimlerde Lübnan

halkı ve direnişiyle etkin dayanışma-

larını canlandırmaya çağırıyor.

Lübnan Komünist Partisi

Siyasi Bürosu

Beyrut, 4 Ağustos 2010

* * *

Lübnan Komünist Partisi’ne

Değerli Yoldaşlar,

Emperyalizmin tetikçisi Siyonist

İsrail’in Lübnan topraklarına yönelik

son saldırısına karşı direnirken ölen

Lübnan askerlerinin yanı sıra gazete-

cilik görevini yapmakta olan yoldaş

Assaf Ebu Rahal’ın da şehit düştüğünü

büyük bir üzüntüyle öğrendik. Ebu

Rahal yoldaşın anısı önünde saygıyla

eğiliyor, Lübnanlı yoldaşlarımıza baş-

sağlığı diliyoruz.

Ebu Rahal yalnızca Lübnan Komünist

Partisi’nin değil, biz Türkiyeli komü-

nistlerin de şehididir. Çünkü onunla

yalnızca özgür, sınıfsız, sömürüsüz

bir dünya kurma amacını paylaşmak-

la kalmıyoruz; o ve diğer yurtsever

Lübnanlılar İsrail’e karşı direnirken

aynı zamanda emperyalizmin bölgeye

yönelik vahşice planlarına karşı da

direniyor ve yalnızca Lübnan halkını

değil, tüm bölge halklarını, bu arada

Türkiye halklarını da, koruyorlardı.

Başta ABD olmak üzere emperyalist-

lerin ve Siyonistlerin genelde bölgeye,

özelde Lübnan’a ilişkin kirli planları-

na karşı direnen Lübnan halkı ve

özellikle siz yoldaşlarımıza en derin

dayanışma duygularımızı ifade etmek

istiyoruz. Ancak salt dayanışmanın

yeterli olamayacağına inanıyoruz.

Bölgenin komünist ve anti-emperya-

list güçlerinin somut işbirliği meka-

nizmalarının kurulması ve mücadele-

nin ortaklaştırılması gerektiği kanı-

sındayız.

Lübnanlı yoldaşlarımızın ve Lübnan

halkının Siyonist İsrail’e ve arkasın-

daki emperyalistlere karşı yürüttüğü

kararlı mücadeleyi selamlıyoruz.

TOPLUMSAL ÖZGÜRLÜK

PLATFORMU

7 Ağustos 2010, İstanbul

EBU RAHAL YOLDAŞÖLÜMSÜZDÜR

sayi33v8_219_duze19 18.10.2011 19:21 Page 11

Page 12: TO-Gazete-33/5

DÜNYA12 AĞUSTOS 2010 ÖZ GÜR LÜKTOP LUM SAL

ABD Ortadoğu’yu yeniden biçimlen-dirme ve stratejik kontrol noktaları-nı ele geçirme planlarının önündekien büyük engel olarak İran’ı görü-yor. Gerçekten de İran tarihiyle,güçlü devleti ve ordusuyla, diploma-tik ve politik yeteneğiyle bölgedekendi etki alanını genişletiyor veABD’nin planlarını bozuyor. Bununyanı sıra İran, ABD işbirlikçisi Mısırve Suudi Arabistan gibi Arap/İslamaleminin liderliği iddiasında bulu-nan ülkeler karşısında giderek güçkazanıyor. Uzun süre SuudiArabistan desteğiyle faaliyet göste-ren Filistin’deki Hamas örgütününbugün başlıca destekçisi İran’dır.

İsrail de geleneksel gerici/işbirlikçibölge ülkeleriyle kolayca başa çıkar-ken, İran gibi tarihsel derinliği olanve modern taktikleri de kullanabilen,aynı zamanda bölge halkının İslamiduyarlılıklarına seslenen İran karşı-sında tökezliyor. İran Filistin’de(özellikle Gazze) halk desteğinesahip Hamas ve kuzey komşusuLübnan’da Hizbullah eliyle İsrail’ibir bakıma kuşatma altına alıyor.

İşte bu nedenlerle İsrail ve ağababa-sı ABD İran’daki rejimi yıkmak, enazından kolunu kanadını kırmakkonusunda kararlıdır. Bu iki ülkeninsaldırı hazırlıklarının son yıllardakien önemli bahanesi, İran’ın nükleerteknoloji geliştirmedeki ısrarıdır.İsrail ve ABD (ve genel olarak Batılıkapitalist ülkeler) İran’ın, her nekadar enerji elde etme ve tıbbi kulla-nım gibi barışçı amaçlarla bu işiyaptığını ileri sürse de, asıl amacınınnükleer bomba üretmek olduğunuileri sürüyor ve bunun “bölge vedünya barışı için” çok tehlikelisonuçlar yaratacağını savunuyor.Bunları savunanların (ABD için)

dünyanın en büyük saldırganı oldu-ğu, elinde binlerce ve en üst düzeydenükleer bomba bulunduğu; (İsrailiçin) milyonlarca Filistinliyi ülkesin-den/toprağından kopardığı, on bin-lercesini çeşitli zamanlarda katletti-ği, son olarak 2006’da Lübnan’ı işgaledip 1000’i aşkın kişiyi, 2008’deGazze’ye saldırıp 1400’ü aşkın kişiyi(çoğunluğu çocuk ve kadın) öldürdü-ğü, elinde 300’e yakın nükleerbomba bulundurduğu hatırlanmalı-dır. ABD ve İsrail, bölge ve dünyabarışı için en büyük tehlikeyi oluş-turdukları halde, tam bir ikiyüzlülük-le, İran’ı suçluyor ve fiziksel saldırıyahazırlanıyor.

İran’ın, bütün “barışçıl amaç” söyle-mine rağmen esasen nükleer bombayapmaya çalıştığı açıktır. Nükleerbombanın ne kadar insanlık dışı birsilah olduğunu, bölge halkları açısın-dan nasıl büyük bir tehlike oluştur-duğunu biliyoruz. Ancak unutulma-malı ki İran da mevcut dünya sistemiiçinde egemen politikanın kuralları-na uygun davranmaya çalışan birdevlettir (İran aynı zamanda -kendiözgünlüğünde- kapitalist bir ülkedirve dinsel gerici bir ideolojiyle, zorbabir rejimle yönetilmektedir).

İran’ın doğu komşusu Pakistan’ınelinde nükleer bomba vardır. İran’ınkuzeybatı komşusu TürkiyeABD’nin bölgedeki önemli bir müt-tefikidir ve NATO üyesidir.Türkiye’de, ABD üslerinde konuşlan-mış yüzlerce nükleer bomba vardır.Bunların çoğunun şu anda İran’açevrildiğini tahmin etmek hiç de zordeğildir. İran’ın bölgedeki baş düş-man olarak gördüğü İsrail’in elinde300’e yakın nükleer bomba vardır.ABD’nin bölgedeki yoğun askeri var-lığını ve açık tehdidini de buna ekle-

yelim. İran’ın nükleer teknolojikonusundaki çabaları bu çerçeveiçinde değerlendirilmelidir.

Brezilya Türkiye Girişimi veYaptırım Kararı

ABD (ve İsrail), nükleer teknolojigeliştirme çabalarını bahane edereksürekli olarak İran’ı uluslararasıalanda sıkıştırmaya ve kuşatmayaçalışıyor. ABD’nin bu yöndeki çaba-larının amacı, bir yandan İran yöne-timini zora sokup iç muhalefeti kış-kırtmak; diğer yandan uygun koşul-lar oluştuğunda İran’a yapılacak biraskeri saldırının hukuki meşruiyeti-ni sağlamaktır. İran, uluslararasıkuruluşlar tarafından mahkum edil-miş ve cezalandırılmış bir ülkekonumuna getirilmek isteniyor; kiABD (ve/veya İsrail) İran’a saldırdı-ğında, “Biz BM’nin/uluslararasıhukukun kararlarını uyguladık”diyebilsinler!

İran ise, ABD’nin bu kuşatma çaba-larına karşılık, tarihi İran diplomasi-sinin inceliklerini kullanıyor.Uluslararası politikanın uygun anla-rını yakalayıp nükleer teknolojidevardığı yerleri veya yeni nükleer tes-islerini ilan ediyor. Sonra üzerinefazla baskı geldiğinde UluslararasıAtom Enerjisi Kurumu (UAEK) veyaAvrupa ülkeleri üzerinden müzake-relere açık olduğunu ifade ediyor,tesislerini denetime açıyor. Ortamıyumuşatıyor. Sonra tekrar UAEKdenetimini engelliyor vb. Yanikoşullara göre ileri ve geri adımlaratıyor. Ama bu arada nükleer tekno-loji geliştirme programını hiç dur-madan sürdürüyor.

ABD ise Ortadoğu’daki egemenliğinisağlamlaştırmak ve sürekliliğini

sağlamak amacıyla İran’ı şu veya buşekilde kontrol altına alma politika-sını güdüyor. Özellikle Irak veAfganistan’daki askeri ve politikbaşarısızlıklardan sonra İran’ın böl-gedeki etkisinin kırılması daha daaciliyet kazandı. ABD bu yüzdenİran etrafındaki gerilimi arttırıyor vebölgeye yığınak yapıyor.

İşte bu noktada Türkiye ve Brezil-ya’nın arabuluculuğu gündeme geldi.İran, uluslararası politikadaki sıkış-mışlığını aşmak niyetiyle anlaşmayayanaştı. Nükleer tesisleri için gere-

İRAN’ASALDIRI HAZIRLIĞI

ABD (ve İsrail), nükleer

teknoloji geliştirme

çabalarını bahane

ederek sürekli olarak

İran’ı uluslararası

alanda sıkıştırmaya ve

kuşatmaya çalışıyor.

ABD’nin bu yöndeki

çabalarının amacı, bir

yandan İran yönetimini

zora sokup iç

muhalefeti kışkırtmak;

diğer yandan uygun

koşullar oluştuğunda

İran’a yapılacak bir

askeri saldırının hukuki

meşruiyetini

sağlamaktır.

ABD, Ortadoğu’daki egemenliğini

sağlamlaştırmak ve sürekliliğini

sağlamak amacıyla İran’ı şu veya bu

şekilde kontrol altına alma politikasını

güdüyor. Özellikle Irak ve Afganistan’daki

askeri ve politik başarısızlıklardan

sonra İran’ın bölgedeki etkisinin kırılması

daha da aciliyet kazandı. ABD bu

yüzden İran etrafındaki gerilimi arttırıyor

ve bölgeye yığınak yapıyor.

HALİT ELÇİ

ABD ve İsrail Ortak Düşmanlarına Karşı Harekete Geçiyor

sayi33v8_219_duze19 18.10.2011 19:21 Page 12

Page 13: TO-Gazete-33/5

AĞUSTOS 2010 13DÜNYAÖZ GÜR LÜKTOP LUM SAL

ken yakıtı tümüyle kendisinin üret-mesi ilkesini esneterek, bir miktarzenginleştirilmiş uranyumu Türki-ye’ye (yed-i emin olarak) teslim edipAvrupa’dan daha fazla zenginleştiril-miş uranyumu almayı kabul etti.Türkiye ve Brezilya, İran ile birliktebu anlaşmayı bir zafer havasındaaçıkladı.

Oysa ABD bu anlaşmayı memnuni-yetsizlikle karşıladı ve İran’a yönelikyaptırımların sertleştirilmesi (BMGüvenlik Konseyi kararı çıkarılması)yönündeki girişimlerinin devam ede-ceğini açıkladı. Nitekim kısa süresonra, 9 Haziran’da GüvenlikKonseyi’nden İran’a yönelik yaptırımkararı çıktı. Bu kararla İran'a uygu-lanmakta olan BM silah ambargosugenişletildi, İran bankalarıyla olanalım-satım işlerine sıkı denetim geti-rildi. Ayrıca İran'a giden ya daİran'dan gelen gemilere şüphe duru-munda uluslararası sularda sıkı kont-rol yapılabilmesi de mümkün kılındı.Karar uyarınca birçok İran kuruluşu-nun ve devlet görevlisinin uluslarara-sı hesapları dondurulabilecek.

Türkiye ve Brezilya yöneticileriABD’nin bu tavrı karşısında afalladı-lar. Çünkü ABD yöneticileri, tam dabu içerikte bir anlaşmayı İran’abenimsetmeleri için onları teşviketmişti. Tayyip Erdoğan ve AhmetDavutoğlu ABD’ye “kırgınlıklarını”ifade ettiler. Ayrıca ABD başkanıObama’nın, Brezilya Devlet BaşkanıLula da Silva’ya bu yönde bir mektupyazdığı ortaya çıktı. Öyle anlaşılıyor kiABD yönetimi, Türkiye veBrezilya’nın İran’ı ikna edebileceğinitahmin etmedi ve BM kararı öncesin-de İran’ın “uzlaşmaz tutum”unu gös-termek için iki müttefik ülkeyi buoyuna yönlendirdi. İkinci olasılık ise,ABD yönetimi içinde İran’a yönelikpolitikada görüş ayrılığı bulunduğu;bir kanadın İran’ı savaşmak zorundakalmadan etkisizleştirmeyi imkandahilinde gördüğü -ve yüzdenBrezilya ve Türkiye’yi teşvik ettiği-,diğer kanadın -İsrail ve Yahudi lobisietkisiyle- ipleri germekte ve İran’aaskeri saldırı planlarını uygulamaktakararlı olduğudur. Ama şu açık ki,ABD yönetimi içinde görüş ayrılığıolsun ya da olmasın, ABD İran’a sal-dırmak için hazırlıklarını yoğunlaştı-rıyor.

ABD İran’a Saldırabilir mi?

“Yanılmış Olmayı O Kadar İsterdim ki!”

Aslında İran’a saldırı hazırlıkları yıl-lardan beri sürdürülüyordu ve son 1yıldır bu hazırlıklar (askeri, politik,diplomatik vb.) hızlanmıştı. Ama bukonu pek dikkat çekmiyordu. İşte bunoktada Küba devriminin tarihi lideriFidel Castro alarm zillerini çaldı: 25Haziran tarihinde,

“Kaçımız şu sıralarda ABD donanma-sının en büyük uçak gemilerindenHarry S. Truman’ın beraberinde nük-

leer denizaltılarla birlikte SüveyşKanalı’ndan geçerek İran Körfezi’nedoğru yol almakta olduğunu biliyo-ruz?” diye yazarak dünyanın demo-krat, savaş karşıtı, ilerici kamuoyunuuyardı. Castro, ABD donanmasına,benzer ateş gücüne sahip İsrail savaşgemilerinin de eşlik ettiği bilgisiniverdi. Bu donanmanın İran’a uygula-nan abluka uyarınca ülkeye girişçıkış yapan ticari gemileri arama yet-kisine sahip olacağını belirtti.

Castro yazısında İran’a yapılacak sal-dırının çok ağır sonuçları olacağınadikkat çekip ABD’nin önce İran’a (veardından Kuzey Kore’ye) saldırmayahazırlandığını vurgulayarak “Yanıl-mış olmayı o kadar isterdim ki!” diyeyazdı.

ABD gerçekten İran’a saldırmayıgöze alabilir mi? Castro’nun da dediğigibi, “İran Irak değildir.” Irak’taSaddam Hüseyin liderliğindeki BAASrejimi, iktidarın olmazsa olmazı“rıza”dan çok, “şiddet”le yönetiyorduülkeyi. Her şeyden önce BAAS PartisiIrak’ın azınlık grubu olan SünniAraplara dayanıyordu. Çoğunluk olanŞiiler ve kuzeydeki Kürtler rejimemuhalifti. Esasında Irak diye bir dev-let, ancak 1. Paylaşım Savaşı’ndansonra, emperyalistler tarafındanoluşturulmuştu. Dolayısıyla “Irakulusu”ndan söz etmek bile mümkündeğildi. Saddam yönetiminin vahşeti(Kürtlere ve Şiilere yönelik) ve yoz-laşmışlığı ortadaydı. Bu yüzden deABD ve müttefikleri Irak’a saldırdı-ğında devletin organize ettiği güçlübir direnişle karşılaşmadı.

Oysa ABD’nin bir işgal harekâtınagirişmesi halinde İran’da durum hiçde öyle olmayacaktır. Bugünkü İrandevleti her ne kadar baskıcı ve gericipolitikalarıyla toplumda önemli birtepki yaratsa da, İran halkında güçlüolan ulusal duygular, böyle bir saldırı-da halkın devletin etrafında kenetlen-mesine yol açacak, işgalcilere karşıçok güçlü bir direnişe yol açacaktır.(Unutmayalım ki, bugün ABD’ninçeşitli biçimlerde desteklediği İranlımuhalifler bile İran devletinin nükle-er teknoloji geliştirme gayretlerinisavunmaktadır.)

İran ordusu hem teknoloji, hem ateşgücü, hem de insan kaynağı bakımın-dan, Saddam döneminin Irak ordu-sundan çok daha güçlüdür (Irak ordu-su son yıllarında ciddi bir ambargo

uygulanmasından dolayı çok zayıfdüşmüştü). Bu haliyle İran, ABD veİsrail ordularına önemli kayıplar ver-direbilir. Ama ABD ordusunun elin-deki yüksek teknolojili silahlar, füze-ler, uçaklar vb. ile karşılaştırıldığındaİran ordusunun çok zayıf kalacağı daaçıktır. ABD, elindeki muazzam ateşgücüyle İran’ın askeri tesislerini vealtyapı sistemini rahatlıkla yok ede-bilecek güce sahiptir. Bunun farkındaolan İran, ABD’ye karşı “gayrinizami”savaş yöntemlerini uygulayacaktır.

Belki de en önemlisi, İran’a yapılacakbir saldırının bütün Ortadoğu’yusaracak bir savaşa yol açma olasılığı-dır. İran’la doğrudan bağlantılı olanLübnan Hizbullahı kuzeyden, destekverdiği Hamas ise güneyden İsrail’esaldıracaktır. Ayrıca çeşitli Körfezülkelerindeki ve tabii Yemen’deki Şii-ler harekete geçecek ve ABD ve işbir-likçilerine saldıracaktır. Keza İran’ınABD ve Avrupa ülkelerindeki yandaşörgütleri veya kendi yurttaşları sava-şı bu ülkelere taşıyacaktır. Yine İslamâleminin büyük bölümündeABD/İsrail hedeflerine saldırılar ola-caktır. (İran Meclisi, dışarıdan gele-cek saldırılara karşı “her türlü yön-temle” savaşacakları yönünde kararaldı.)

Bunlar göz önünde bulundurulduğun-da şu senaryolar sözkonusudur:

1. ABD tarafından İran’a yönelik top-yekûn bir saldırı ve işgal,

2. ABD tarafından İran’ın nükleerteknoloji birimleri, askeri tesisleri,altyapı ve ekonomik tesislerinin

uzun süreli ve kesintisiz biçimdehavadan bombalanarak tahrip edil-mesi,

3. İran’ın yalnızca nükleer ve askeritesislerini hedef alan bir ABD-İsrailortak hava saldırısı,

4. İran’ın yalnızca nükleer tesislerinihedef alan ABD destekli İsrail havasaldırısı.

İlk olasılık oldukça zayıf görünüyor.İkincisi de -önceki kadar olmasa da-zayıf bir olasılıktır. Bu tür geniş çaplısaldırılar için ABD’nin geniş bir ulus-lararası konsensüs sağlaması şarttır.Bugünkü koşullarda bu mümkündeğildir. Ayrıca bu saldırılara (saldır-ganların kendi ülkelerinde,Ortadoğu’da ve tüm İslam coğrafya-sında) verilecek askeri tepkiler çokşiddetli olacaktır. Dahası, ABD ilerakip küresel güçler (özellikle Rusyave Çin) arasında yüksek derecedegerilim doğacaktır. ABD’nin bunlarıgöze alması kolay değildir.

Üçüncü ve dördüncü olasılıkların -uluslararası politika ve bölgeninkoşullarına bağlı olarak birinin ya daötekinin- hayata geçirilme şansı yük-sektir. Ama her türlü olasılıkta, bölgeve dünya bir savaş ortamına girecek,savaşın yayılması olasılığı gündemdeolacaktır. Bunun acısını en çok bölge-mizin halkları çekecektir.

ABD ve İsrail’in İran’a askeri saldırıhazırlıklarına karşı tüm komünistle-rin, demokratların ve savaş karşıtla-rının acilen harekete geçmesi gerek-mektedir.

İran’ın nükleer silah üretme çabaları

Şah dönemine, 1974 gibi eski bir

tarihe kadar uzanmaktadır. İran

İslam devrimin lideri Ayetullah

Humeyni, ilginç biçimde nükleer

bomba yapımını İslami açıdan sakın-

calı ve gayrimeşru bulmuş ve bu yön-

deki çalışmaları durdurmuştu. Yine

bugünkü Rehber (İslam

Cumhuriyeti’nin en üst makamında

oturan dini lider) Ayetullah Ali

Hamaney de nükleer bombanın

İslam’a aykırı (haram) olduğunu söy-

lüyor. Ama İran’ın 1990’lardan bu

yana nükleer silah yapmaya çalıştığı

yönünde güçlü belirtiler var. Bu

çabaların Hamaney’den habersiz

yürütülmesi mümkün olamayacağı-

na ve teorik olarak yapılanların

İslam’a aykırı olmaması gerektiğine

göre, Hamaney’in mevcut çelişkili

duruma İslami bir yorum getirmesi

gerekecektir. Muhtemelen, her

zaman olduğu gibi, maddi yaşamın

gerekleri ve dayatmaları, dini

hükümleri -yeniden yorumlama

yoluyla- değiştirecektir.

NÜKLEER BOMBA CAİZ MİDİR?

İran’ın, bütün “barışçıl amaç” söylemine rağmen

esasen nükleer bomba yapmaya çalıştığı açıktır.

Nükleer bombanın ne kadar insanlık dışı bir silah

olduğunu, bölge halkları açısından nasıl büyük bir

tehlike oluşturduğunu biliyoruz. Ancak

unutulmamalı ki İran da mevcut dünya sistemi

içinde egemen politikanın kurallarına uygun

davranmaya çalışan bir devlettir (İran aynı

zamanda -kendi özgünlüğünde- kapitalist bir

ülkedir ve dinsel gerici bir ideolojiyle, zorba bir

rejimle yönetilmektedir).

sayi33v8_219_duze19 18.10.2011 19:21 Page 13

Page 14: TO-Gazete-33/5

DÜNYA14 AĞUSTOS 2010 ÖZ GÜR LÜKTOP LUM SAL

KIRGIZİSTAN ATEŞ TOPU

M. RAMAZAN

ABD’nin Afganistan’ı işgalle başlayan süreç,

Pakistan'ı iç savaşa doğru sürüklerken diğer

komşu ülkeleri de istikrarsızlığa itiyor. Her ne

kadar son dönemlerde küresel ve bölgesel güç

dengelerinde değişim yaşanıyorsa da, bu

yayılmanın sınırlarını kestirmek mümkün gözük-

müyor. Ama öyle görünüyor ki; Fergana Vadisi,

küresel kırılmanın ve güç mücadelesinin en keskin

en kanlı merkezlerinden biri haline gelecek.

2005 yılından bu yana iki darbe ilesonu gelmez çatışma ve karışıklıklarasahne olan Kırgızistan, küresel güçle-rin karşılıklı hamleleri sonrasındatüm bölgeyi etkileyecek bir ateş topu-na dönüşmüş durumda. ABD, Rusyave Çin arasında yoğunlaşan güçmücadelesi bölgede kelimenin tamanlamıyla bir katliam yarattı. Haziranayında Kırgızistan’ın güneyindeki Oşşehrinde başlayan çatışmalar sonu-cunda öldürülen Özbek sayısı resmirakamlara göre 800, bağımsız ajans-lara göre 2 binin üstündedir.Kırgızistan’ın güney sınırından Özbe-kistan’a geçen kaçak sayısı 180 bincivarında ifade ediliyor. 400 bin kişibölgeden kaçarak göç etmek zorundakaldı. Zorbalık ve katliam Oş şehriylesınırlı kalmadı. Celalabat şehrineyayılan çatışmalar oradaki askeri bir-liğin Kırgızlar tarafından basılması vebirliğin silahlarının alınmasıyla tamanlamıyla katliama dönüştü. Bölgededevlete ait zırhlı araçlar çetelerinellerine geçti ve katliamda kullanıldı.

Kırgızistan 5 milyon nüfusa sahip birülke. Nüfusun yaklaşık yüzde 70'ini

Kırgızlar, yüzde 15'ini çoğunluklagüneyde yaşayan Özbekler, yüzde10'luk kısmını ise Rus’lar oluşturu-yor. Başkent Bişkek'in ardından ikin-ci büyük şehir olan Oş'ta da yoğun birÖzbek nüfusu var.

Oş kentinin yüzde kırkını,Celalabat'ın yarısını oluşturanÖzbekler, yeryüzünün en karışık vehassas bölgelerinden biri olanFergana Vadisi'nde bütün bölgeyisarsabilecek bir vahşetin ortasındakaldılar. Kırgızistan, Özbekistan veTacikistan arasında bölünen Fergana,ABD'nin terörle mücadele adı altındayürüttüğü işgal planının bir parçası.Buradaki Özbekler, daha önce Özbe-kistan Cumhurbaşkanı İslamKerimov'a isyan etmiş ve bu isyançok kanlı bir şekilde bastırılmıştı.Yine bu bölgenin insanları,Kerimov'a muhalefet edipAfganistan'da üslendiklerinde, oradada ABD tarafından kıyıma uğratılmış-tı.

Bölgedeki bütün ülkeleri istikrarsız-laştırma tehlikesi taşıyan FerganaVadisi’nde yaşanan çatışmalar, katli-

amla sınırlı kalmayıp bölgeyi topye-kûn savaş ortamına sürükleyecek birpotansiyel taşımaktadır. Etnik çatış-maların, sınır ve kaynak gerilimleri-nin bölgeye hâkim olmaya başlamasıküresel aktörlerin işine gelmektedir.Böylece çok hassas ve kırılgan olanbu zeminde inisiyatif kazanma vehamle yapma şansına sahip olmakta-dırlar.

ABD ve Rusya’nın bölgedeki üsleriüzerinden giriştikleri rekabetKırgızistan’ın yönetimini mevsimdenmevsime değişen bir noktaya getirdi.Üsler gerek ABD gerek Rusya, gerek-se Çin’in bölgedeki etkinliği ve gele-ceği için değişik anlamlar içermekte-dir. Öyle ki ABD’nin Kırgızistan’dakiüssünden ayda ortalama 25 bin askergeçiş yapmaktadır. Ağır saldırılaryüzünden işlemez duruma gelenKaraçi-Afganistan Lojistik hattınınson durumu Kırgızistan’daki üssüABD için vazgeçilmez hale getirmek-tedir. ABD üssünün hem bölgedebulunan kendi üssü için bir tehdit,hem de bölge ülkelerinin yenidenkontrol altına alınmasının önünde bir

engel olduğunu bilen Rusya da üssünkapatılması için sürekli Kırgız hükü-metine baskı yapmaktadır. Çin,ABD’nin niyetini bildiği için bölgeülkelerini Şanghay İşbirliği Örgü-tü’ne bağlamak suretiyle, hem ABD’yibölgeden uzaklaştırma hem de küre-sel gücüne darbe indirme telaşında-dır. Ülkede yaşanan etnik temeldekikarışıklıkların, yoksulluğun ve sürek-li değişen liderlik sorununun teme-linde bu çekişmeler yatmaktadır.

Ayrıca Kırgızistan, Afganistan eroini-nin Asya pazarlarına ulaştırılmasındakritik bir güzergâha dönüştü. Özellik-le Oş kenti, yani Kırgızistan'ın güneybaşkenti, büyük eroin güzergâhınınana istasyonlarından biri. Kaosun enönemli sebeplerinden biri de bu tica-ret! ABD'nin 11 Eylül sonrasıAfganistan işgali ülkeyi afyon üretimmerkezine dönüştürdü. Ağustos2007'deki BM verilerine göre nere-deyse bir milyon hektar alanda afyonüretimi yapılır olmuştu. İşgal sırasın-da 185 ton üretim varken bugün burakam 8 bin 200 tona çıktı. Bu, dünyagenelindeki afyon üretiminin yüzde

Bölgedeki bütün ülkeleri istikrarsızlaştırma

tehlikesi taşıyan Fergana Vadisi’nde

yaşanan çatışmalar, katliamla sınırlı

kalmayıp bölgeyi topyekûn savaş ortamına

sürükleyecek bir potansiyel taşımaktadır.

Etnik çatışmaların, sınır ve kaynak

gerilimlerinin bölgeye hâkim olmaya

başlaması küresel aktörlerin işine

gelmektedir. Böylece çok hassas ve kırılgan

olan bu zeminde inisiyatif kazanma ve

hamle yapma şansına sahip olmaktadırlar.

Fergana Geriliminden Bölgesel Savaşa Doğru

sayi33v8_219_duze19 18.10.2011 19:21 Page 14

Page 15: TO-Gazete-33/5

AĞUSTOS 2010 15DÜNYAÖZ GÜR LÜKTOP LUM SAL

93'üne tekabül ediyor. RusNarkotik’inin verilerine göreAfganistan’daki afyon üretimininmali karşılığı yaklaşık 64 milyardolar. Bu paranın tamamına yakınıküresel uyuşturucu mafyasının kont-rolünde bulunuyor. Uyuşturucu paza-rı sadece Afganistan'ı değil,Kırgızistan'ı da hem garnizon devletehem de nekrotik (çürüyerek ölen)devlete dönüştürmüş durumda.

ABD’nin Afganistan’ı işgaliyle başla-yan süreç, Pakistan’ı iç savaşa doğrusürüklerken diğer komşu ülkeleri deistikrarsızlığa itiyor. Her ne kadarson dönemlerde güç dengelerindedeğişim yaşanıyorsa da (ABD’ninhegemonyasında görülen zayıflama,Rusya’nın kendi arka bahçesinitoparlayıp yeniden küresel güç mer-kezi olma planları ve Çin’in üretim-den gelen gücünü kullanıp bölgeyehâkim olma hesapları), bu yayılma-nın sınırlarını kestirmek mümküngözükmüyor. Ama öyle görünüyor ki;Fergana Vadisi, küresel kırılmanın vegüç mücadelesinin en keskin, enkanlı merkezlerinden biri halinegelecek.

Haziran ayında bölgede yaşanançatışmaların arkasında, 2005’te yinebir darbeyle gelen Bakiyev’in 7Nisan’da devrilmesinden hoşnutolmayan ABD var. ABD bu hamle ilebir taşla iki kuş vurma hedefindedir.Birincisi, önceleri ABD yanlısı olup

sonradan Rusya’nın etkisi altınagiren Roza Otunbayeva iktidarınıülkeyi yönetemeyecek bir durumagetirmek ve teslim almak. Böylecehem Rusya’nın bir süre önce yaptığıhamleyi boşa çıkarmak hem de Gencibölgesindeki üssün güvenliğini vekalıcılığını tesis etmek. İkincisi,ABD’ye karşı oluşturulmuş olanŞanghay İşbirliği Örgütü'nün (Çin,Kazakistan, Kırgızistan, Rusya,Tacikistan ve Özbekistan)Taşkent'teki toplantısını birliğe üyeülkelerde yaşanacak etnik çatışma-larla sabote etmek ve birliği işlemezhale getirmek.

Oş’taki çatışmalarda binlerce insanınölmesi yüz binlerce insanın yerlerin-den edilmesi ABD’nin umurundadeğil. Onun için önemli olan, sonugelmez bölgesel hamlelerini sorun-suz gerçekleştirmek.

27 Haziran’da yapılan referandumdadevlet başkanlarının yetkilerini sınır-layan ve parlamentoya daha fazlayetki veren yasa 2,7 milyon seçme-nin yüzde 90’ının evet oyunu aldı.Böylece eski Sovyetler Birliği ülkele-rinden birinde ilk kez parlamentersisteme geçiliyor. Güçlü devlet baş-kanlığı sistemine göre iktidarın farklımerkezlere dağılması anlamına gelenbu sistem, ABD, BM ve AB’yi mem-nun etti. Rusya ise bu gelişmedenhoşnutsuzluğunu çeşitli biçimlerdegösterdi.

27 Haziran’da yapılan referandumda devlet

başkanlarının yetkilerini sınırlayan ve

parlamentoya daha fazla yetki veren yasa 2,7

milyon seçmenin yüzde 90’ının evet oyunu aldı.

Böylece eski Sovyetler Birliği ülkelerinden

birinde ilk kez parlamenter sisteme geçiliyor. Güçlü

devlet başkanlığı sistemine göre iktidarın farklı

merkezlere dağılması anlamına gelen

bu sistem, ABD, BM ve AB’yi memnun etti.

Rusya ise bu gelişmeden hoşnutsuzluğunu

çeşitli biçimlerde gösterdi.

Kırgızlar ile Özbekler arasında

çatışma ilk kez 20 yıl önce, 4

Haziran 1990'da çıktı. Rus askerle-

rin müdahalesi sonucu Oş ve

Celalabat eyaletlerindeki etnik

çatışma bir ay içinde durduruldu.

Resmi rakamlara göre bu etnik

çatışmada, 1200 kişi öldü.

Kırgızistan'ın güneyindeki Batken

eyaletinde de, 30 Temmuz 1999

yılında İslamcı silahlı gruplar

Tacikistan ile Özbekistan tarafın-

dan gelerek Kırgız yetkilileri rehin

aldı. Özbekistan Hava

Kuvvetleri'nin ve Rus askerlerin

desteği ile rehineler kurtarıldı.

ABD'deki 11 Eylül olaylarının

ardından Amerikan hükümeti,

Afganistan'a operasyon düzenle-

mek gerekçesiyle Kırgızistan'ın

başkenti Bişkek'te askeri hava

üssü açtı.

Ruslar da 2003 Ekim ayında baş-

kent Bişkek yakınlarındaki Kant

kentinde, BDT ülkelerinin sınırları-

nı korumak gerekçesiyle askeri

hava üssü açtı. Devrik lider

Kurmanbek Bakiyev, 4 Şubat

2009'da Moskova'da yaptığı açık-

lamada, Amerikan üssünü kapata-

cağı konusunda Rus yönetimine

söz verdi.

Amerikan hükümetininBişkek'teki üssün kira ücretini üçkatına çıkarması üzerine Bakiyevsözünden geri döndü.

2010'da üssün kapanmamasınave Rusya'nın verdiği kredinin tica-ri bankalarda değerlendirilmesinetepki gösteren Rusya ileKırgızistan arasında ilişkiler geril-di.

7 Nisan 2010'da Bakiyev iktidarıdevrildi. Oluşturulan geçici hükü-metin başbakanlığını yürüten ve27 Haziran anayasa referandumuile 1,5 yıl süreyle devlet başkanlığıyetkilerini üzerine alan OrtaAsya'nın ilk kadın lideri RozaOtunbayeva, Amerikan üssününkaderine, 10 Ekim’de seçilecekyeni meclisin karar vereceğiniaçıkladı.

Kurmanbek Bakiyev iktidarı dev-rildikten sonra Roza Otunbayevabaşkanlığında oluşturulan geçicihükümet, meclisi feshetmiş veanayasa mahkemesini kaldırmıştı.Otunbeyeva’ya 1,5 yıl süreylegeçici devlet başkanlığı yetkileriniveren anayasa referandumunardından, genel seçimlerin 10Ekim’de ve devlet başkanlığıseçimlerinin 2012’nin Ocak ayın-da yapılması kararlaştırıldı.

KIRGIZİSTAN’DA SSCB SONRASI GELİŞMELER

sayi33v8_219_duze19 18.10.2011 19:21 Page 15

Page 16: TO-Gazete-33/5

EMEK16 AĞUSTOS 2010 ÖZ GÜR LÜKTOP LUM SAL

Siyonist sömürgeciliğe, ırkçılığa veyerleşimciliğe karşı yüzyılı aşkınsüredir kesintisiz bir mücadele sür-düren Filistin halkı, bölgenin barışyolunda olduğuna dair küresel biryanılsama yaratan Oslo sürecinin BatıŞeria ve Gazze’de bağımsız bir devle-te değil; toplumun parçalanmasına,mültecilerin geri dönüş hakkındanvazgeçilmesine, kendi ana yurdundagettolara hapsolmaya doğru gittiğinigördü. 2000 sonbaharında başlayanikinci İntifada’dan sonra Batı Şeriatopraklarında inşa edilmeye başlananApartheid Duvarı, İsrail’in sömürge-ci ve ırkçı özünü gözler önüne serdi.Bundan yaklaşık 6 yıl önce 9Temmuz 2004’te Uluslararası AdaletDivanı aldığı kararla duvarı yasadışıilan ederek yıkılmasına ve mağdurolan Filistinlilere İsrail’in tazminatödemesine karar verdi. Ancak dünyadevletlerinin İsrail’in hukuk tanımaz-lığına destek olması, bu kararın dapratikte boşa düşmesine neden oldu.Öte yandan bu durum İsrail’e karşıboykot hareketinin ortaya çıkmasınaön ayak oldu. Başta ABD ve AB olmaküzere emperyalist güçler İsrail'easkeri, ekonomik ve politik tam des-tek verirken, buna karşılık Filistinmücadelesi ise, enternasyonal daya-nışmaya, mücadelenin hedefleri doğ-rultusunda yeni bir strateji sunmayakarar verdi: İsrail’i her alanda tecritetmek için boykot.

İsrail’e Karşı Uluslararası Boykot,Yatırımların Geri Çekilmesi veYaptırımlar Kampanyası (BDS); 9Temmuz 2005’te 170’in üzerindeFilistinli örgüt, siyasi parti, sendikafederasyonu ve taban hareketi tara-fından yapılan bir çağrıyla başlatıldı.2008 yılında ise Filistinli siyasi parti-ler, sendikalar, taban hareketleri vemülteci komitelerinden oluşanFilistin BDS Ulusal Komitesi’nin(BNC) kurulması, küresel BDS hare-keti için birleşik bir Filistin yol göste-rici gücü yarattı.

İlerici, ırkçılık karşıtı ilkelere dayanan

BDS hareketi, başta Avrupa ve ABDolmak üzere bütün dünyadan Filistinile dayanışma hareketlerinin yaratıcıgüçleriyle buluştu. Güney Afrika’danBrezilya’ya, İrlanda ve Britanya’yadek büyük sendika federasyonları,aynı zamanda Avrupa’daki birçoksendika İsrail’e karşı boykot adımla-rını uygulamaya koydu. İsrail ile ser-best ticaret ve diğer anlaşmalarakarşı kampanyalar, Arjantin, Şili veBrezilya’dan AB’ye uzandı.Venezüella ve Bolivya, İsrail ile diplo-matik ilişkilerini tamamen keserken,Güney Afrika Dışişleri Bakanlığı,İsrail politikalarını şimdilerde hep“apartheid benzeri” olarak tanımlı-yor. İsrail şirketleri ve İsrail ile işyapan tekeller, Batılı metropollerdebaşarılar elde eden boykot kampan-yalarının hedefi oluyorlar.

İsrail’in özellikle Batı kamuoyundakiimajına verdiği büyük önem karşı-sında akademik ve kültürel boykotunpsikolojik etkisi büyük olabiliyor.Ken Loach, John Berger, Naomi Klein,Gil Scott-Heron, Elvis Costello veCarlos Santana gibi uluslararası ünesahip birçok entelektüel ve sanatçı,İsrail’e ve onun suç ortağı kurumları-na kültürel boykot uygulama çağrısı-na kulak verdiler/veriyorlar.

Beş yıl zarfında uluslararası BDShareketi; kimi anti-Siyonistİsraillilerin ve Yahudilerin de deste-ğini alarak hızla Filistin halkının ada-let ve özgürlük mücadelesinde ulus-lararası bir direniş odağı olma yolun-da ilerliyor. Gerek İsrail gerekse de

İsrail’in gönüllü ve paralı lobileri iseİsrail’in uluslararası alanda tecritedilmesinden kaygı duyuyorlar.

BDS ve Türkiye

Filistin İçin İsrail’e Karşı BoykotGirişimi; İsrail’in 2008 yılındaGazze’ye düzenlediği “DökmeKurşun” saldırısının birinci yılında,27 Aralık 2009’da gerçekleştirilen birprotesto yürüyüşüyle çalışmalarınıbaşlattı. Türkiye-İsrail devletleri ara-sındaki ittifakı ve bu ittifaktan doğansiyasi, askeri, ticari, akademik, kültü-rel ilişkileri hedef alan girişiminyayınladığı deklarasyon; çok sayıdasiyasi örgüt ile emek ve meslekörgütlerinin imzasını taşıyordu.

Türkiye’nin İsrail ile kurmuş olduğutarihsel ittifak nedeniyle, İsrail’le olantüm askeri, diplomatik ve ekonomikilişkilerin kesilmesi amacıyla etkilibir boykot özel bir önem taşımakta-dır. Hem Filistin halkının hem de böl-gedeki diğer halkların aleyhine olanABD güdümlü bu ittifak, emperyaliz-min bölgedeki egemenliğinin temeldireklerinden birisi olarak bölgedekiilerici ve devrimci hareketlerin başhedeflerinden biridir. Her iki ülkeninegemenleri birbirlerinden aldıklarıdestekle bölgede ve ülkelerinde geri-ci, baskıcı, işgalci, sömürgeci, emper-yalizme uşaklık politikalarını sürdü-rüyorlar.

Bu yüzden bu ittifakın sona erdiril-mesi, hem Filistin halkının boynun-daki Siyonist ilmeğin gevşetilmesi

hem de Türkiye egemenlerininönemli bir müttefikten yoksun kal-maları sonucunu doğuracaktır. Buönemli görevi sonuna kadar götüre-bilecek tek tutarlı güç ise Türkiye solhareketidir. Girişim, Türkiye solununbu ittifaka karşı birleşik mücadelehattını örmek amacındadır.

Girişim’in ilk eylemi İsrail’den satınalınan Heron uçaklarına karşıMezopotamya Sosyal Forumu (MSF)ile birlikte gerçekleştirilmiştir.Filistinlilere sıkılan kurşunlarınfinanse edilmesi, işgalin meşrulaştı-rılması anlamına gelen bu “ticaret”,aynı zamanda Kürt halkının mücade-lesine karşı kullanılacak olması nede-niyle de öne çıkmaktadır. Girişiminfaaliyetleri 17 Nisan FilistinliTutsaklar ile Dayanışma Günü eylemi,İsrail’in OECD üyeliğine karşı etkin-likler, Mavi Marmara saldırısına karşıkitlesel eylemlerin organize edilmesiile devam etmiştir. 5-6 Haziran 2010tarihlerinde “İsrail’e Karşı Boykot;Filistin’le Dayanışmada Yeni BirStrateji” başlığıyla düzenlenen ulus-lararası sempozyuma İngiltere veFransa BDS Hareketi temsilcilerininyanı sıra BNC, FHKC, BADIL,Türkiyeli demokratik kitle örgütleri,devrimciler ve sosyalistler ile aydın-lar katılmıştır. Türkiye için olası boy-kot hedeflerinin tartışıldığı sempoz-yumda aynı zamanda Filistin’le daya-nışmanın yeni yolları da aranmıştır.1–4 Temmuz’da İstanbul’da gerçek-leştirilen Avrupa Sosyal Forumu’ndaBNC, Avrupalı BDS hareketleri,Tarihsel Filistin’de Tek DemokratikDevlet için Hayfa Konferansı ve MSFile birlikte dört seminerde Filistin veBDS gündemi işlenmiştir. Tüm busüreç devrimci ve sosyalist hareketinfarklı bileşenlerinin bir araya gelme-sinde etkili olmuştur.

Girişim, İsrail ile tüm ilişkilerin kesil-mesi hedefi doğrultusunda anti-Siyonist/antiemperyalist çizgide faa-liyetlerini yoğunlaştırarak ilerleye-cektir.

İsrail’e Karşı Küresel Boykotun Türkiye Ayağı Örülüyor

FİLİSTİN İÇİN İSRAİL’E KARŞI BOYKOT GİRİŞİMİ

Türkiye-İsrail ittifakının sona erdirilmesi, hem Filistinhalkının boynundaki siyonist ilmeğin gevşetilmesi

hem de Türkiye egemenlerinin önemli bir müttefiktenyoksun kalmaları sonucunu doğuracaktır.

Bu önemli görevi sonuna kadar götürebilecek tek tutarlı güç ise Türkiye sol hareketidir.

Girişim, Türkiye solunun bu ittifaka karşı birleşikmücadele hattını örmek amacındadır.

DÜNDEN YARINA BOYKOT:FİLİSTİN İÇİN

Türkiye’nin İsrail ile kurmuş olduğu tarihsel ittifak

nedeniyle, İsrail’le olan tüm askeri, diplomatik ve

ekonomik ilişkilerin kesilmesi amacıyla etkili bir

boykot özel bir önem taşımaktadır. Hem Filistin

halkının hem de bölgedeki diğer halkların aleyhine

olan ABD güdümlü bu ittifak, emperyalizmin

bölgedeki egemenliğinin temel direklerinden

birisi olarak bölgedeki ilerici ve devrimci

hareketlerin baş hedeflerinden biridir.

sayi33v8_219_duze19 18.10.2011 19:21 Page 16

Page 17: TO-Gazete-33/5

AĞUSTOS 2010 17EMEKÖZ GÜR LÜKTOP LUM SAL

Son 1 yıl kamu emekçileri için çarpı-cı eylemliliklerin olduğu bir dönemoldu. 25 Kasım grevi, 17 Nisan eyle-mi, Tekel işçileriyle dayanışmaeylemleri ve 1 Mayıs. Eylemlerdebelli başarılar elde edilse de “kazanı-lan yıl” olduğu söylenemez. Sadecevar olan durumdan geriye gidilmedi,o kadar. Çünkü artık KESK için ölümkalım meselesi olan TİS ve Grevhakkı yolunda fazla bir yol almışdeğiliz. Üstelik yeni anayasa değişik-likleri -referandumda onaylanırsa-haklarımızı daha da gerilere götüre-cek.

KESK’in durumuna dair geçmiş yıl-larda sürekli ‘yeniden yapılanma’önerileri yapıldı. Aslında durumuaçıklayan en uygun kavram ‘diriliş’olsa gerek. Evet diriliş hamlesiyapılmalıdır. Sorunlar kendi üzerinekatlanarak ilerledikçe örgütsel yapıbütün canlılığını kaybediyor.Eylemler yapılıyor ve öylece kalıyor.Sonuç alıcı ruh hali iyice kaybolmuşgörünüyor.

Dirilişin Dinamikleri Nelerdir?

1. Kamu Emekçileri Hareketi, yeni-den ayağa kalkma hamlesi olarakdiriliş, dinamiğini her şeyden öncekendi tarihsel varoluşundan alacak-tır. Geçmişin şanlı direnişi, zor veyasa engeline karşı fiili meşrumücadele, hala köklerimizde saklıduruyor. Yine aynı ruhla koparıpalan, zorluklardan yılmayan birörgütsel duruş sergilemek çok uza-ğımızda değil.

2. Sınıflar mücadelesi gerçekliğiikinci önemli dinamiktir. Kamu

emekçilerinin kendisi sınıf savaşı-nın önemli bir halkasıdır. Kamuemekçileri, emek-sermaye çelişkisiiçinde maddi varlığını buluyor.Kamu emekçilerinin işçi sınıfının birparçasını oluşturduğunun bilinciyledavranılmalı ve egemen güçlerinsınıf çıkarlarıyla yaptıkları her ham-leye karşı emek sınıfının ortak tavrıgeliştirilmelidir.

3. Kürt sorunu, gelinen noktada, mil-liyetçi cenderenin içine çekiliyor.Toplum giderek Kürt-Türk çatışma-sına sürükleniyor. Kamu emekçileriolarak, demokratik, eşitlikçi, özgür-lükçü bir ülke ortamı yaratmak boy-numuzun borcudur. Bunu yüreğin-de hissetmeyen sınıf bilincine erişe-mez. Tarihimize bakalım. KamuEmekçileri Hareketinin oluşmasındabir etken 1989 işçi bahar eylemlilik-leriyse, diğeri Kürt ÖzgürlükHareketidir. Bu vefa borcu unutul-dukça kendimize yabancılaşmamızkaçınılmazdır. Dolayısıyla Kürt hare-ketiyle eylemsel, duygusal ve bilinçdüzeyinde ilişkilerden kaçınılmama-lıdır.

4. Son dönemde dünyada ve Türki-ye’de işçi sınıfı hareketi adım adımyükseliyor. Özellikle 2002 Irak işga-linden sonra, savaş karşıtlığıyla baş-layan, daha sonra tek tek ülkelerdesınıf hareketi, halk hareketi biçimi-ne bürünen bir sınıf mücadelesi ger-çekliği var. Türkiye’de 2007 yılıbaşında Mersin Serbest Bölgesindebaşlayan işçi direnişi, Novamed,Dimes direnişiyle yükselişe geçmiş,tersane işçilerinin grevi Tekel işçile-rinin direnişiyle sıçrama yapmıştır.

2010 yılı 1 Mayısı da mücadele ufku-muzu genişletmiş ve kazanma azmivermiştir.

5. Kapitalistler neo-liberal politika-larıyla bize yıkım getiriyor ve dahada getirecek. Sosyal, ekonomik hak-larımız bir bir gasp ediliyor. GSSyasasına karşı biraz kıpırdanış gös-terildi. Şimdi önümüzde “PersonelRejimi Yasası” ve “Devlet MemurlarıYasası” değişikliği var. Bu yasalarımutlaka geri çevirme iradesiyle dav-ranılmalıdır. Kapitalistler, kendisınıf güdüleriyle hareket ediyor.Onlar ka etmek, sömürmek zorun-dadır. Emekçilere de kendi sınıf tav-rıyla hareket etmek düşüyor.

6. En önemlisi örgütsel gerçekliği-mizle yüzleşmektir. KESK’in yukarı-daki dinamikleri görmesiyle kendiörgütselliğini yeniden yapılandırma-sı mümkündür. Örgütün genel mer-kezi, şube yöneticileri grup çıkarla-rını bir kenara bırakıp görev anlayı-

şını önde tutarak, kamu emekçilerihareketini kurtarma güdüsüylehareket etmelidir.

Hepsinin ötesinde, “bizi kurtaracakolan yine kendi kollarımızdır”.Örgüt, tabandan gelen sesle dirilişegeçecek, tabandan doğru yenidenyapılanacaktır.

Sonuç Olarak:

Gelinen noktada militan bir KamuEmekçileri Hareketi oluşturmak için‘nesnel koşullar’ vardır. Yükselenişçi eylemleri, Kürt ÖzgürlükHareketi-nin direngence kendiniortaya koyması, kapitalizmin krizi,yoksul halkta yükselen memnuni-yetsizlik sesleri, güçlü bir emekçihareketinin nesnel koşullarınıolgunlaştırıyor. Sorun sadece bizde,önderlerde, örgütün merkezinde.Karar verip tercih yapmakta bütünmesele.

27.06.2010

KESK’TEDİRİLİŞ GEREK

Son 1 yıl kamu emekçileri için çarpıcı

eylemliliklerin olduğu bir dönem oldu. 25

Kasım grevi, 17 Nisan eylemi, Tekel işçileriyle

dayanışma eylemleri ve 1 Mayıs. Eylemlerde

belli başarılar elde edilse de “kazanılan yıl”

olduğu söylenemez. Sadece var olan durum-

dan geriye gidilmedi, o kadar. Çünkü artık

KESK için ölüm kalım meselesi olan TİS ve Grev

hakkı yolunda fazla bir yol almış değiliz.

Gelinen noktada militan bir Kamu

Emekçileri Hareketi oluşturmak için

‘nesnel koşullar’ vardır. Yükselen işçi

eylemleri, Kürt Özgürlük Hareketinin

direngence kendini ortaya koyması,

kapitalizmin krizi, yoksul halkta yükselen

memnuniyetsizlik sesleri, güçlü bir

emekçi hareketinin nesnel koşullarını

olgunlaştırıyor. Sorun sadece bizde,

önderlerde, örgütün merkezinde. Karar

verip tercih yapmakta bütün mesele.

H. ARIKUŞU

Kamu Emekçileri Hareketini Canlandırmanın Koşulları Var

sayi33v8_219_duze19 18.10.2011 19:21 Page 17

Page 18: TO-Gazete-33/5

EMEK18 AĞUSTOS 2010 ÖZ GÜR LÜKTOP LUM SAL

İşçi sınıfını zor günler bekliyor. Çalış-ma yaşamı ile ilgili temel yasalarıntümünün değiştirilmesi gündemde.Aynı zamanda toplu sözleşmedenyararlanan 700 bin civarındaki işçi-den yüzde 70’inin toplu sözleşmegörüşmeleri önümüzdeki aylardabaşlayacak.

Çalışma yaşamı ile kanunlardan, 657sayılı Devlet Memurları Kanunu’ndadeğişiklik öngören ve memurlarıngüvencelerini aşındırmayı hedefle-yen kanun tasarısı mecliste bekliyor.Referandum sonucunda evet çıkarsa,Anayasada değişiklik öngörülmesinedeniyle memurların sendikal hak-ları ile ilgili 4688 sayılı Kanunundeğişmesi gerekiyor.

Daha önemli değişiklikler Ulusalİstihdam Stratejisi ile gündeme gele-cek. AKP, hazırlıklarına Aralık2009’dan beri devam ettiği işsizliğinazaltılması ve istihdamın artırılmasıhedefli çalışmanın genel çerçevesinibelirledi. Çalışma, Ulusal İstihdamStratejisi (UİS) adı altında Haziranayında kamuoyuna açıklandı.

UİS ile getirilmek istenilen düzenle-melerin gerçekleşmesi için İşKanunu ve İşsizlik Sigortası Fonunundeğişmesi gerekiyor. Ayrıca sendikaüyeliklerinin güncellenmesi ve işko-lunda çalışanların sayısının değiştiril-mesine dair bir kanun nedeniyle

2821 ve 2822 sayılı kanunlarda yılso-nuna kadar değişiklik yapılmasıgerekiyor.

Sınıf Mücadelesi Sertleşecek

Yasal düzenlemeler yanında, bu yılınsonu ve 2011 yılının başı toplu söz-leşme görüşmeleri ile geçecek. 100bine yakın metal işçisi Ekim ayındanitibaren MESS’le grup toplu iş sözleş-mesi görüşmelerine başlayacak. Yinebu yılın sonunda yaklaşık 400 binkamu işçisinin toplu iş sözleşmelerivar. Ayrıca Ağustos ayında da kamuemekçilerinin toplu görüşmeleri baş-layacak.

Kısacası çalışma yaşamıyla ilgili tümtemel düzenlemeler yeniden ele alı-nacak ve toplu sözleşmeden yararla-nan işçilerin büyük bölümünün toplusözleşmeleri önümüzdeki aylardagündeme gelecek. Hem işçiler, hemde kamu emekçileri oldukça yaşam-sal ve yakın dönemde görülmedikdüzeyde bir saldırı dalgası ile karşıkarşıya kalacak.

İstihdam Stratejisi İle Temel Gündem Esneklik

İstihdam stratejisinin birinci hedefi-nin, halen var olan esneklik biçimle-rinin “etkin olarak kullanılması” veyeni esneklik biçimlerinin uygulan-ması olduğu görülüyor.

Strateji’nin “İşgücü piyasasınınesnekleştirilmesi” başlığı altında:

• Güvenceli esneklik

• Kıdem tazminatı

• İşsizlik Sigortası Fonu

• Esnek çalışma modelleri

• Fazla çalışma süreleri

• Özel İstihdam Büroları-geçici iş iliş-kisi

• Bölgesel asgari ücret

yer alıyor.

Özel İstihdam Büroları aracılığıylaişçi kiralanması dışında 3 yeni esnekistihdam biçimi öneriliyor. Yeni öne-rilerden birisi “İş paylaşımı”. Böylece,normal koşullarda bir işçinin yapaca-ğı işin birden fazla işçi tarafındanyapılması hedefleniyor. Örneğin haf-talık 45 saatlik bir çalışma süresiiçinde, bir işçi tarafından yapılan işin3 işçi tarafından yapılması ve bu işkarşılığı alınacak ücretin de 3 işçiyebölüştürülmesi öneriliyor. Böyleceistatistiklerde 2 işçi daha çalışıyorgözükecek. Ancak, işçiler açlık sını-rında çalışmaya ve yaşamaya devamedecekler. Paket içinde benzer nite-likte “Uzaktan çalışma” ve Esnekzaman modeli” başlıklı yeni esneklikbiçimleri de yer alıyor.

Esneklik, cilalanmış yüzüyle, AB’denalınan “güvenceli esneklik” kavramıbaşlığıyla sunuluyor. Buna göre, işçi-ler esnek çalışacakmış ama bazıgüvenceleri de olacakmış. Oysa“güvence” ile “esnekliğin” bir aradaolması söz konusu olamaz.Esnekliğin kendisi güvencesizlikdemektir. Sermaye ve hükümet nekadar süslemeye, cilalamaya çalışırsaçalışsın, “güvenceli esneklik” kavra-mını biraz kazıdığınızda altındansadece güvencesizliğin çıktığı görüle-cektir. Avrupa’da sendikacılar, özel-likle kriz sonrası güvenceli esneklik

için “güvencesi gitti, sadece esneklikkaldı” diyorlar. İşçiler esnek değil, buve benzeri düzenleme ve uygulamakarşısında tam tersine alabildiğinekatı olmalıdır.

Esnek istihdamın gündemde olan birbaşka biçimi de kiralık işçilik. Özelİstihdam Büroları aracılığıyla çalışa-cak kiralık işçi, bir işyerinden diğeri-ne koşturup duracak, ama bu işçininne güvencesi, ne ihbar ve kıdem taz-minatı, ne de örgütlenme hakkı ola-cak.

Sermaye Örgütleri Oldukça Memnun

Kıdem tazminatı konusuna gazeteninönceki sayısında değinmiş ve “hedef-te olduğunu” belirmiştik. Patronlar,İstihdam Stratejisinin açıklanmasısonrasında açıkça dedi ki, kıdem taz-minatı ödeme süresi 30 gün yerine15 güne indirilsin; uygulama eskiişçileri kapsamasın, yeni işe girenişçiler için geçerli olsun. Patronlar,işçi sınıfını bu hak karşısında bölme-yi ve böylece düzenlemeyi kolaycagerçekleştirmeyi hedefliyor.

İstihdam stratejisi ile ilgili olarak,Türkiye İşveren SendikalarıKonfederasyonu (TİSK) BaşkanıTuğrul Kutadgobilik, “Taleplerimizinyaklaşık yüzde 60-70'inin bu metin-de yer almasından memnun olduk”diyerek teşekkür etti ve “TİSK tem-silcileri tarafından getirilen önerilerile Strateji Taslağı’nın önerilerininbüyük ölçüde örtüştüğü”nü belirtti.

Eğer Anayasa referandumundan“evet” çıkarsa, AKP bundan güçlebütün bu değişiklikleri hızla günde-me getirecektir. İşçi sınıfı yakındönemde bu kadar kapsamlı bir saldı-rı ile karşı karşıya kalmadı. Sınıfçatışması yakında şiddetlenecek. İşçisınıfının tüm örgütlerine önemligörevler düşüyor.

Sınıf Mücadelesi Sertleşecek

İşçi sınıfını zor günler bekliyor. Çalışma yaşamı ile

ilgili temel yasaların tümünün değiştirilmesi

gündemde. Aynı zamanda toplu sözleşmeden

yararlanan 700 bin civarındaki işçiden yüzde

70’inin toplu sözleşme görüşmeleri önümüzdeki

aylarda başlayacak.

İRFAN KAYGISIZ

İŞÇİ SINIFI BÜYÜK BİR

SALDIRI DALGASIYLA

KARŞI KARŞIYA

Esneklik, cilalanmış yüzüyle, AB’den alınan

“güvenceli esneklik” kavramı başlığıyla sunuluyor.

Buna göre, işçiler esnek çalışacakmış ama bazı

güvenceleri de olacakmış. Oysa “güvence” ile

“esnekliğin” bir arada olması söz konusu olamaz.

Esnekliğin kendisi güvencesizlik demektir.

sayi33v8_219_duze19 18.10.2011 19:21 Page 18

Page 19: TO-Gazete-33/5

AĞUSTOS 2010 19EMEKÖZ GÜR LÜKTOP LUM SAL

Taşeronlaştırmaya ve kuralsız çalış-tırmaya karşı önemli bir mücadeledeneyimi olan İzmir SGK işçilerininmücadelesi 2009 yılının ilk günlerin-de başladı. Sosyal GüvenlikKurumu’nda temizlik işçisi olarakgörünen ama büro işlerinde çalıştırı-lan 40 işçi, 31 Aralık 2008 tarihindehiçbir gerekçe gösterilmeden iştençıkartıldılar. İşten çıkartılan işçiler-den 21’i Dayanışma Sendikası’nabaşvurdular. İşçiler, sendika ile bir-likte hem kendi haklarının geri kaza-nılması, hem de diğer işyerlerindeçalışan ya da işten çıkartılmış olantaşeron işçilerinin haklarını kazan-mak için mücadele kararı aldılar.

Dayanışma Sendikası’nın işçilereönerdiği, işe iade davasını taşeronadeğil asıl işveren olan SGK’ya açmafikrini benimseyen işçiler, ÇHD veDayanışma Sendikası’nın avukatlarıaracılığı ile hukuk mücadelesini baş-latırken, aynı zamanda da çeşitlieylemliliklerle mücadeleyi sürdürdü-ler. Mücadelenin şeklinin belirlenme-si, bilgi akışının sağlanması ve eylem-lerin organize edilmesi için işçilerinseçtikleri komite belirli aralıklarlatoplanarak mücadelenin kazanılma-sında önemli rol oynadı. Seçilenkomitenin kararı ile yapılan ilkeylem, SGK il müdürü Celal Kapan’ınişçi hakları konusunda konuşma yap-

tığı bir panelde pankart açıp Kapan’ın40 işçinin işten atılmasının sorumlu-su olarak teşhir edilmesiydi. PaneldeSGK il müdürünün işçileri kendisinindeğil Genel Müdürlüğün işten çıkart-tığını söylemesi mahkemede işçilerlehine kullanılan en önemli delildi.Çünkü taşeron firma ile SGK arasındayapılan protokole göre işçilerin işealınmasında, işin denetlenmesinde veişçilerin işten çıkartılmasında tekyetkili SGK yöneticileriydi. Bu durumbize bir kez daha gösterdi ki, devletkurumlarında taşeron sistemi, işçilerikuralsız çalıştırmanın yanı sıra kamukurumlarında bir yolsuzluk ve kadro-laşma aracı olarak da kullanılıyor.SGK işçilerinin bu eyleminden sonraSGK il müdürü Celal Kapan görevin-den alındı ama bölgede müfettiş ola-rak görevine devam ediyor.

Sınıf Dayanışması

İşe iade davasını çeşitli eylemlerledestekleyen SGK işçileri, daha sonra-ki günlerde AKP il binası önündebasın açıklaması yapıp taleplerinihem AKP İzmir il başkanlığına hemde faks ile bakanlara ileterek sesleri-ni duyurmaya çalıştı. 537 gün sürenmücadeleleri süresince SGK önündebasın açıklamaları ve eylemler yapanişçiler bütün eylemlerinde kendileri-nin işe iade taleplerinin yanı sıra

taşeronlaştırmaya ve kuralsız çalıştır-maya “Hayır” diyerek bölgede taşero-na karşı verilen diğer işçi mücadele-lerine de destek verdiler. SGK’daörgütlü BES sendikası ve öğrencigençlik sendikası Genç Sen de işçile-rin sürekli yanında oldu.

SGK işçilerinin İzmir 1. İşMahkemesi’nde açtıkları davadamahkeme işçiler lehine karar verdi.Böylelikle SGK işçilerinin esas işve-ren olan SGK’da işe iadelerine ve işsizkaldıkları süreye istinaden 4 aylıkmaaşlarının ödenmesine ayrıca işeiade kararının SGK tarafından uygu-lamaması halinde 4 aylık brüt maaş-ları tutarında kötü niyet tazminatı vediğer tazminatlarının ödenmesinekarar verildi. Yargıtay’ın 1 Temmuz2010 tarihinde bu kararı onaylamasıile hukuk mücadelesi kesin olarakkazanılmış oldu. Bu karar, hemeylemlerimiz boyunca bize destekvermeye çalışan SGK çalışanı taşeronişçileri, hem de uzun süredir taşero-na karşı mücadele eden büyük şehir-deki park bahçe işçileri için de birumut oldu. Hukuki açıdan bir ilk olmaözelliğini taşıyan bu karar, kamukurumlarındaki taşeron sisteminiboşluğa düşürdü.

Mahkemeyi kazanan SGK işçileri 7Temmuz 2010 günü karar metninive işe başlama taleplerini içerendilekçeleri ile SGK il müdürlüğüönünde basın açıklaması yaparak işebaşlamak üzere kuruma başvurdu-lar. Aynı zamanda hem kendi taleple-rini kamuoyuna duyurmak, hem detaşeron sistemini teşhir etmek ama-cıyla bir imza kampanyası başlatarak5 gün boyunca SGK önünde imza top-ladılar. Toplanan imzaları yine birbasın açıklaması ile kuruma teslimeden işçiler İzmir SGK il müdürüMustafa Keskin ile görüşmek üzererandevu talep ettilerse de ancak yar-dımcısı ile görüşebildiler. Bu görüş-melerden sonuç alamayan SGK işçile-ri kurumun cevap vermesi gerekensürede resmi bir cevap vermemesisonucunda seçtikleri bir heyetiAnkara’ya göndererek sonuç almaya

çalıştılar. Ancak mahkemenin işeiade kararını uygulamayan kurumyöneticileri, işçilerin tazminatlarınınödeneceğini fakat SGK bünyesindeişe almayacaklarını belirterek işçidüşmanı yüzlerini bir kez daha sergi-lediler.

Yasaları Değiştirmeliyiz

SGK işçileri Dayanışma Sendikası’ylayürüttükleri örgütlü mücadelelerindeyasal olarak kazanabilecekleri bütünhakları almıştır. İşe iade talebininuygulanmaması ise, iş yasasının pat-ronların çıkarını koruduğunun açıkbir göstergesidir. Ayrıca SGK mahke-me kararını uygulayıp işçileri işe baş-latmış olsaydı hem SGK bünyesindeolmayan yeni bir işçi kadrosu açmakzorunda kalacaktı hem de bu işçilerKPSS veya DMS sınavlarına girmedenişe başlayacaklardı. Kurum yönetici-leri mevcut istihdam düzenini boz-mamak için bu kararı uygulamamışve mahkeme kararını çiğnemişlerdir.Bu durum sınıfın hukuki mücadeley-le kazanabileceği hakların sınırını dagöstermektedir. Demek ki bizim, işyasası ve patronlardan yana birçokyasanın işçiler lehine değiştirilmesinisağlamamız gerekiyor.

Dayanışma Sendikası’yla işçilerinbirlikte yürüttüğü bu direniş, işçisınıfı ve emek örgütleri için, güven-cesiz çalışma rejiminin yaygınlaştığıgünümüz koşullarında önemli birdeneyimdir. SGK direnişi göstermiş-tir ki, sermayenin, kriz ortamı gerek-çe gösterilerek işçi sınıfının kazanıl-mış haklarına karşı amansız saldırısıpüskürtülebilir. Sınıfın her mevzisin-de, hak kaybının yaşandığı her yerdedirenmenin koşulları vardır. Yeter kigeleneksel sendikacılığın ataletiniyeni mücadele yöntemleriyle aşabile-lim ve işçi sınıfı mücadelesini, meşru,direnişçi ve hak alıcı temelde gelişti-rebilelim. Güvencesiz çalışma rejimi-ne, hak gasplarına karşı ve patronlarıkayıran iş yasalarının değiştirilmesiiçin mücadele edelim… Direnişi sür-dürelim!

* Dayanışma Sendikası İzmir Temsilcisi

Taşeron Sistemine Karşı Başarılı Bir Mücadele Deneyimi

Dayanışma Sendikası’yla SGK işçilerinin birlikte

yürüttüğü bu direniş, işçi sınıfı ve emek

örgütleri için, güvencesiz çalışma rejiminin

yaygınlaştığı günümüz koşullarında önemli bir

deneyimdir. SGK direnişi göstermiştir ki,

sermayenin, kriz ortamı gerekçe gösterilerek

işçi sınıfının kazanılmış haklarına karşı

amansız saldırısı püskürtülebilir.

Sınıfın her mevzisinde, hak kaybının yaşandığı

her yerde direnmenin koşulları vardır.

MUHAMMET ALKIŞ *

SGK İŞÇİLERİ DİRENDİ VE KAZANDI

SGK işçileri yasal olarak kazanabilecekleri bütün hakları almıştır. İşe iade talebinin

uygulanmaması ise, iş yasasının patronlarınçıkarını koruduğunun açık bir göstergesidir.

Kurum yöneticileri bu kararı uygulamamış vemahkeme kararını çiğnemişlerdir.

sayi33v8_219_duze19 18.10.2011 19:21 Page 19

Page 20: TO-Gazete-33/5

EMEK20 AĞUSTOS 2010 ÖZ GÜR LÜKTOP LUM SAL

Geçtiğimiz ay Devlet Bakanı HayatiYazıcı tarafından 657 sayılı DevletMemurları Kanunu’nda yapılmasıplanlanan değişiklikler kamuoyunaaçıklandı. Sendikalardan habersizhazırlanan değişiklik tasarısına bak-tığımızda, hem kamu emekçilerininiş güvencesinin ortadan kalkmasınahem de kamu hizmetlerinin ticari-leşmesine yönelik önemli yasaldayanaklar oluşturulmaya çalışıldığı-nı görüyoruz.

Bakan Yazıcı, yasa tasarısının gerek-çelerini sunarken, “Kamu personelrejiminde topyekûn değişim ihtiyacıolduğu kabul edilmekle birlikte, önce-likle mevcut işleyişin, hizmet kalitesi,verimlilik ve motivasyonu artıracakşekilde geliştirilmesinin hedeflendiği-ni” savunmakta ve “günün şartlarınauygun düzenlemeler yapılması amaç-lanarak kamuda daha nitelikli perso-nel çalıştırılmasına ve mevcut perso-

nelin etkinlik ve verimliliğinin artı-rılmasına yönelik olmak üzere buKanun Tasarısının hazırlandığını”dile getirmektedir.

Bakanın büyük bir keyifle dillendir-diği “kalite, verimlilik ve motivasyo-nu artırma” gerekçesinin ne anlamageldiği, tüm dünyada olduğu gibiülkemizdeki emekçiler tarafından daiyi bilinmektedir. 1980’lerden itiba-ren uygulanan neoliberal politika-larda, gerçekleştirilen özelleştirme-lerde, istihdam politikasındaki deği-şikliklerle sözleşmeli çalışmanınyaygınlaşmasında, taşeronlaşmanınartmasında, toplam kalite yönetimive performans rejimi uygulamala-rında savunulan “kalite ve verimlili-ği artırma” söyleminin, 30 yıllık neo-liberalizm deneyimi boyunca uygu-landığı dünyanın tüm coğrafyaların-da emekçiler açısından, daha fazlasömürülme ve daha fazla güvence-

sizlik anlamına geldiği alenen orta-dadır.

657 Sayılı Kanunda NelerDeğişiyor?

Sermayenin istek ve ihtiyaçları doğ-rultusunda hazırlanan her yasa tasa-rısında, toplumsal meşruiyet sağla-yabilmek amacıyla (en son SSGSS’degördüğümüz gibi) vitrin düzenlen-meleri bulunduğunu görmekteyiz.Bu tasarının vitrininde de, 3 günolan babalık izninin 10 güne çıkarıl-ması, 2 çocuk için verilen çocukparasının sahip olunan her çocukiçin verilmesi (AKP’nin “3 çocukdoğurun” politikasına uygun birdüzenleme), bazı memurlara verilengiyecek yardımının ayni değil nakdiyapılması, emeklilere verilen harcı-rahın 500 TL’den 750 TL’ye çıkarıl-ması, son 10 yılda disiplin cezasıalmamış memurlara ilave kademeilerlemesi gibi uygulamalar yeralmaktadır.

Öngörülen kanun değişikliğinin yolaçacağı sonuçları; kamu emekçileri,

kamu hizmetleri ve kamu sendikala-rı üzerinde yaratacağı etkiler üze-rinden değerlendirebiliriz.

Kamu Emekçilerinin İş Güvencesi Kalkıyor

Tasarıda “memurların yürüttüklerihizmetin özelliklerine göre, bumadde uyarınca tespit edilen çalış-ma saat ve süreleri ile görev yerleri-ne bağlı olmaksızın çalışabilmelerimümkündür” denilerek esnek çalış-manın yolu açılmaktadır. Daha öncekamu alanında norm kadro, ücretli-sözleşmeli istihdam, taşeronlaştırmagibi uygulamalarla hayata geçirilenesnek çalışmanın, bu yasa ile bütünkamu alanına tamamen yerleştiril-mesinin yolu açılıyor.

Yeni yasa tasarısı, mevcut sicil siste-min kaldırılmasını yerine her kuru-mun kendi çalışanının performansı-nı ölçecek düzenlemeler yapmasınıöngörüyor. Yasa tasarısının gerek-çesinde “Mevcut sicil sisteminin hiz-mete yönelik verimliliği ve perfor-mansı değerlendiremediği, değerlen-

657 SAYILI KANUNDA

DEĞİŞİKLİK ÖNERİSİ

NE ANLAMA GELİYOR?

AKP iktidarı boyunca üye sayısında % 900’lere

varan artış kaydeden Memur-Sen, siyasi iktidar

eliyle sendikalaşmanın dünya çapında model

olacak örneklerinden biridir. 657 sayılı yasa

tasarısındaki değişikliklerin yetkili

konfederasyon olan Memur-Sen’in desteği ile

uygulamaya geçirileceği görülmektedir.

Yasa tasarısının, kamu emekçileri hareketinin

geleceği açısından tarihsel bir önemi

bulunmaktadır. İş güvencesinin ortadan kalktığı

bir ortamda, örgütlenmek de zorlaşacak, ayrıca

her tür sendikal faaliyet işten atılma ile

sonuçlanabilecektir. 657 sayılı yasada değişiklik

tasarısı karşısında, KESK’in alacağı tavır,

bu tavrın arkasında bütün gücüyle durması,

kamu emekçileri hareketi açısından

hayati önem taşımaktadır.

ESER SANDIKÇI

Devlet Güdümünde Sendikalaşmanın Önü Açılıyor

sayi33v8_219_duze19 18.10.2011 19:21 Page 20

Page 21: TO-Gazete-33/5

AĞUSTOS 2010 21EMEKÖZ GÜR LÜKTOP LUM SAL

dirme kriterlerinin performanstançok kişisel özellikleri değerlendirmeyeyönelik olduğu” açıklaması üzerin-den, sicil sisteminin kaldırılması veçalışanların performanslarının ölçü-müne dayanan kriterler geliştirilmesigerektiğini savunuluyor.Performansa dayalı ölçüme dayananbu yaklaşım, çalışanlar açısındandaha uzun çalışma saatleri ve aynısürede daha yoğun emek harcamaanlamına gelirken, performans ölçü-münün her kurumun kendisine bıra-kılması da, neyin, nasıl, kim tarafın-dan, ne amaçla ölçüleceği gibi birçoksorunu gündeme getiriyor.

Yasa tasarısında, mevcut yasada uyarıveya kınama cezası öngörülen fiille-rin çoğu, maaştan kesme, kademeilerlemesinin durdurulması gibi dahaağır cezalara tabi kılınmış, yeni pekçok disiplin suçu yaratılarak özelliklekademe ilerlemesinin durdurulmasıcezasına ilişkin eylemlerin sayısı art-tırılmış ve iki kez kademe ilerlemesi-nin durdurulması cezası alan memu-run görevine son verilmesi düzenle-mesi getirilerek son derece basiteylemlerle memurun görevden çıka-rılmasının zemini hazırlanmıştır.Böylelikle kamu alanında hala mev-cut olan iş güvencesi ortadan kaldırıl-maktadır. Sürekli işten atılma kaygısıile yüz yüze bırakılan kamu emekçi-lerinin işsizlik korkusu ile “terbiyeedilmesi” hedeflenmektedir.

Kamu-özel ayrımı kalkıyor:Kamu hizmeti tamamen

piyasaya açılıyor

Yasa tasarısında kamu hizmetlerininpiyasaya açılması sürecini hızlandı-racak düzenlemeler yer aldığını görü-yoruz. Ticari bir faaliyet olarak görü-len kamu hizmetlerinden yararlanan-

lar, “iş sahipleri” olarak tanımlanıyor.Kamu çalışanlarının iş sahiplerinekarşı hatalı uygulamalarının önünegeçilmesi yasanın gerekçelerindenbiri olarak ifade ediliyor. Tasarı ilepiyasanın “müşteri her zaman haklı-dır” yaklaşımı kamu alanına yerleşti-rilmeye çalışıyor.

Yasa tasarısı aynı zamanda kamu veözel arasındaki ayrımların ortadankalkmasını ve özel sektör yöneticile-rinin kamuda istihdam edilmesiniiçeriyor. Yasa tasarısı gerekçesinde“Kamu sektörü ve özel sektör birbiri-ni daha yakından tanıyacak, iki sektörarasındaki yüksek duvarlar kalkacak-tır. Kamu olsun özel olsun her ikisin-de de son derece başarılı yöneticileri-miz bulunmaktadır. Amaç, hep birlik-te ülkemiz refahının artırılmasıdır”şeklinde dile getirilen süreç, kamu veözel arasında hizmetlerin amacıkonusunda bir farklılık olmadığı,kamu hizmetlerinin de özel sektörgibi kâr maksimizasyonu mantığı ileçalışması gerektiği yaklaşımını temelalıyor. Ayrıca özelden kamuya trans-fer edilecek yöneticilerin siyasi ikti-darın yandaşları olacağı gerçeği,kamudaki kadrolaşmaya özel sektör-den katkı anlamına gelmektedir.

Devlet güdümünde sendikalaşmanın önü açılıyor

Yasa tasarısında kamu çalışanlarınagrev hakkı tanınmamakta, sendikalıkamu emekçilerine toplu görüşmeödeneği verilmesi öngörülmektedir.Sendika üyesi olan kamu emekçileri-ne Ocak, Nisan, Temmuz ve Ekimayları olmak üzere yılda 4 defa 122TL bedelinde toplu görüşme ödeneği(ikramiyesi) verilecektir. Daha önce-sinden, kamuda sendika aidatlarınındevlet tarafından ödenmesi kararıgibi tasarıda yer alan bu madde dedevlet güdümünde sendika yaratmaamacındadır. KESK’in karşı çıktığı butasarı maddesi Memur-Sen tarafındansavunulmaktadır. Tüm dünyadakamu ve özel sektörde sendikalaşmaoranlarında düşüş gözlemlenirkenAKP iktidarı boyunca üye sayısında% 900’lere varan artış kaydederekters bir eğilim gösteren Memur-Sen,siyasi iktidar eliyle sendikalaşmanındünya çapında model olacak örnekle-rinden biridir. 657 sayılı yasa tasarı-sındaki değişikliklerin yetkili konfe-derasyon olan Memur-Sen’in desteğiile uygulamaya geçirileceği görül-mektedir.

Yasa tasarısının, kamu emekçilerihareketinin geleceği açısından tarih-sel bir önemi bulunmaktadır. İşgüvencesinin ortadan kalktığı birortamda, örgütlenmek de zorlaşacak,ayrıca her tür sendikal faaliyet iştenatılma ile sonuçlanabilecektir. 657sayılı yasada değişiklik tasarısı karşı-sında, KESK’in alacağı tavır, bu tavrınarkasında bütün gücüyle durması,kamu emekçileri hareketi açısındanhayati önem taşımaktadır. Kamuemekçileri hareketinin geleceği açı-sından bu yasanın engellenmesizorunluluktur.

Yasa tasarısında,

mevcut yasada uyarı

veya kınama cezası

öngörülen fiillerin

çoğu, daha ağır

cezalara tabi kılınmış,

yeni pek çok disiplin

suçu tanımlanmış, iki

kez kademe

ilerlemesinin

durdurulması cezası

alan memurun

görevine son verilmesi

düzenlemesi ile

memurun görevden

çıkarılmasının zemini

hazırlanmıştır.

Kamu alanında uygulanması öngö-rülen değişiklikler; kapitalist işlet-melerin 1970’lerdeki küresel eko-nomik kriz sonrasında düşen kâroranlarını artırmak üzere hayatageçirdikleri esneklik adı verilensermaye birikim stratejisinin,kamu yönetimine de uygulanmasısürecinin bir parçası. 1980’li ve1990’lı yıllar, birçok erken kapita-listleşmiş ülkede kamu sektörüyönetiminde önemli bir dönüşümetanıklık etmiş, katı, hiyerarşik vebürokratik kamu yönetimi esnek,piyasa tabanlı kamu yönetiminedönüştürülmüştür. Ardından tümdünyada kamu alanında, aynı poli-tikalar uygulamaya geçirilmeyebaşlanmıştır. Türkiye’de 2002yılında “Kamu Yönetimi TemelKanunu” meclise sunulsa da, butaslağın içerdiklerinin ve felsefesi-nin 1980’lerden sonra parça parçayerleştiğini görüyoruz. Özellikle80’li yıllardan sonra kamuda istih-dam biçimleri ciddi değişikliklereuğramıştır. Sözleşmeli personelbunun en bariz örneğidir.Sözleşmeli personel ilk önce, 657sayılı Devlet MemurlarKanunu’nda ifadesini bulmuştur.Buna göre geçici ya da uzmanlıkgerektiren işlerde sözleşmeli birstatüde belirli bir süre için kişileriistihdam etmek mümkün olmuştur.Bu düzenleme bunu çok aşmış,hem yasal düzenlemelerle, hemKİT’lerde sözleşmeli personelçalıştırılmasına ilişkin değişiklik-lerle, sözleşmeli personel, devletinasli ve sürekli işlerinde dahi çalıştı-rılır hale gelmiştir. Özellikle 657sayılı Devlet Memurları Kanunuiçerisinde istihdam biçimlerineyönelik tanımlama farklılıkları,

esneklik uygulamaları için dayanakhaline getirilmiştir. Kanunun 4.maddesine göre kamu hizmetlerinigerçekleştirenler memur (4/A),sözleşmeli personel (4/B), geçicipersonel (4/C) ve işçiler (4/D) ola-rak dört farklı statüye ayrılmışlar-dır. 1975 yılında gerçekleştirilenbu düzenleme, kamu hizmetlerininpiyasalaşma sürecine girdiği1980’li yıllara kadar önemli birsorun teşkil etmemiştir. Ancak,1980’lerle birlikte uygulamayakonulan neoliberal politikalar kap-samında gerçekleştirilen özelleştir-meler ve kamuda başlayan esnek-leştirme uygulamaları ile birliktebu maddedeki hükümler, esnekleş-tirme ve emekçileri bölme aracıolarak kullanılmaya başlanmıştır.

Özellikle 2001 krizinin ardından,kamu hizmetlerinin piyasalaşmasüreci hızlanmış, bu bağlamda,norm kadro, sözleşmeli personelve taşeronlaştırma gibi uygulama-larla istihdam biçimleri esnekleşti-rilirken, çalışanlar arasında sunîstatü ve ücret farklılaşması yarat-mak üzere kariyer ve performansdeğerlendirmesi gibi uygulamalargetirilmeye çalışılmıştır. Kamu per-sonel reformu adı altında getirilenbu uygulamalarla bir taraftankamuda çalışanların iş güvenceleriortadan kaldırılırken diğer taraftaniş yükleri arttırılmış, ücretleridüşürülmüştür. Böylece kamu çalı-şanlarının maliyetleri aşağıya çeki-lerek sunulan hizmetten daha yük-sek oranda kâr edilmesi hedeflen-miştir. 657 sayılı kanunda yapılma-sı planlanan değişiklikleri bu kap-samda değerlendirmek gerekmek-tedir.

657’deki Değişiklikler Kamudaki Esneklik

Uygulamalarının Son Halkası

Sürekli işten atılma kaygısı ile yüz yüze bırakılan

kamu emekçilerinin işsizlik korkusu ile

“terbiye edilmesi” hedeflenmektedir.

sayi33v8_219_duze19 18.10.2011 19:21 Page 21

Page 22: TO-Gazete-33/5

EMEK22 AĞUSTOS 2010 ÖZ GÜR LÜKTOP LUM SAL

Yunanistan mali krizi ve olası geliş-meler AB ve Avro’nun geleceği üzeri-ne bir dizi problemi açığa çıkardı.

AB, Almanya ve Fransa’nın belirleyi-ciliğinde bir emperyalist blok olarakgiderek kristalize olmaya çalışıyor.Özellikle 1999’da Avro’ya geçiş sonderece önemli bir merhale oldu. Bubir anlamda AB kurgusunun tamam-lanmasıydı. AB projeleri Almanya’nınve Fransa’nın emperyalist hedefleri-ni ifade etti. AB’nin emperyal çekir-değinin periferisinde yer alan ülkelerbu projelere bütünüyle angaje oldu.Finans kapital, çevre ülkeleri sömür-geleştirme programını hayata geçir-di. Uluslararası neo-liberal dizaynfinans kapitale ve spekülatif serma-yeye sınırsız talan ve yağma imkânısağladı. Finans kapitalin hareket ser-bestliğinin önündeki bütün engeller(vergi oranlarının düşürülmesi, sos-yal hakların gaspı ve bir dizi yasaldüzenleme) kaldırıldı. ÖzellikleAlmanya bu süreçten yararlanarak,bir yandan ABD ve Çin’le rekabetgücünü arttırmayı, diğer yandanAvrupa içerisinde rekabet gücükazanmayı hedefledi.

AB ülkeleri 2008’de dışa vuran küre-sel finans krizine bu zeminde girdi.Krizden son derece etkilenen güneyAvrupa ülkeleri, kendi kaderlerinebırakıldı. Yunanistan’daki gelişmelerde ilk başta benzer şekilde ele alındı.AB’nin iki dominant ülkesi tarafındanhem güney Avrupa ülkelerine, hemde Yunanistan’a yoğun yaptırımlardayatıldı.

Yunanistan’da devlet iflasının günde-me gelmesi AB içinde merkez veçevre ülkeler arasındaki hiyerarşiyive sömürüyü çıplak bir şekilde ortayakoydu.

Almanya-Fransa Merkezli AB

1997’de Almanya’nın inisiyatifi ve

dayatmalarıyla Maastricht Anlaşmasıyükümlülüğünde imzalanan İstikrarve Büyüme Paktı, Avro bölgesindekidevletlere belirli yükümlülüklerdayattı. Pakta göre üye ülkelerin bütçeaçığı GSMH’nin yüzde 3’ünü, yıllıkmilli borç ise GSMH’nin yüzde 6’sınıgeçemezdi. Pakt, özünde Fransa veAlmanya’nın periferiyi denetleyipkontrol etmesini sağladı ve finanskapitalin dayatmalarının bir ifadesioldu. Avrupa Merkez Bankası böyleceneo-liberal politikaların yönlendiri-cisi gibi hareket etti. Yine aynı bankafinans krizinin yarattığı iflaslar sonu-cunda bir dizi banka ve dev şirketinkurtarılmasında rol oynadı. Bu süreçdevletlerin kamu borçlarının artma-sına yol açtı. Mali iflaslar yeni kâralanları olarak değerlendirildi.Bundan dolayı Yunanistan’ın yaşadığımali kriz ve olası mali krizler birtaraftan AB’nin yeniden yapılanması-nı ifade ederken, diğer taraftanAB’nin emperyalist çekirdeğini oluş-turan Almanya’nın ve Fransa’nınhegemonyasını güçlendirici etkilerdebulunabilir. Bugün AB’nin çözüleceğive zayıflayacağı üzerinde yapılanmistifikasyonların tam tersine, krizinkendisinin, AB’nin yeniden yapılan-masına ve özellikle Almanya veFransa’nın yeni emperyalist atakları-na yol açması muhtemeldir.

Yunanistan krizinin bir başka boyutuAvro’nun geleceğiyle ilintilidir. Avrosistemi merkez ve çevre ülkelerinaynı para birimini kullanmasınıberaberinde getirdi. Ortak para biri-mine rağmen her ülkenin mali politi-kaları ayrı işlemektedir. Yunanistankrizinin sarsıcı seyri ve bir dizi ülke-de benzer mali krizlerin yaşanmariski AB’nin şu andaki çelişkili yapı-sından kaynaklanıyor.

Kapitalist devletlerin borç ödeyeme-me koşullarında uyguladıkları temelyöntem devalüasyona gitmek (yaniparanın değerini düşürerek dünyapiyasalarında rekabet gücünü arttır-mak ve uygulanan para politikalarıy-la uygun krediler bulmak, böyleceekonomide yaşanan sıkışıklığıaşmak) ve devalüasyonla dengeleriyeniden sağlamaktır. Avro sistemin-de kapitalist devlet bunu yapma ola-nağına sahip değildir. Tek para kulla-nıldığı için Yunanistan dâhil, krizdekibirçok ülke, bağımsız bir para politi-kası uygulayamıyor. Avro’nun değe-rini kontrol edemiyor.

Bugün dünyanın en borçlu ülkesiolan ABD ve kamu borçlarının ulusalgelire oranı yüzde 214’e ulaşmışJaponya’da ise aynı sorun yaşanma-maktadır. Çünkü her iki ülke istediğianda, mali politikaların gereğineuygun olarak parasını devalüe edebil-

mektedir.

Avro Kaybediyor Almanya Kazanıyor

Burada unutmadan vurgulamamızgerekirse, Avro’nun değer kaybetme-si AB’nin çevre ülkelerini felç eder-ken, Almanya’ya rekabet gücünü art-tırıcı olanaklar sunmaktadır.

Krizin yıkıcı etkilerini yaşayan vedevalüasyon yapma olanağına sahipolmayan Yunanistan ve İspanya,Portekiz, İrlanda, İtalya gibi ülkeleryaşadıkları mali krizin bütün sonuç-larını emekçi sınıflara yüklemeyeçalışıyor. İşçi sınıfına savaş açıyor.İşçi sınıfını boyunduruk altına alma-yı, tarihsel kazanımlarını yok etmeyi,örgütsel gücünü felç etmeyi, bilinç vekimliğini deforme etmeyi hedefliyor.Böylece sınıfa köleliği dayatarak, çev-renin Asyalaşması (sistematikgüvencesizleştirme, köle işçilik veucuz işgücü uygulamaları) doğrultu-sunda düzenlemelere girişiyor.

Sol liberallerin büyük bir hayranlıklavurgu yaptıkları “sosyal Avrupamodeli”nin altındaki gerçeklik böyle-ce açığa çıkıyor. Bu gerçeklik yeniiktidar ve tahakküm ilişkilerinin inşa-sı, işçi sınıfının ehlileştirilmesi veköleleştirilmesidir.

Bu süreç Avrupa işçi sınıfının müca-delesinde yeni bir momentumu işa-retlemektedir.

“Avrupa Halkları Ayağa Kalkın”

AB ülkeleri Avrupa Merkez Bankasıve IMF kararları doğrultusunda kamufinansmanında ortaya çıkan açıklarıemekçi yığınlar üzerinden sağlamayaçalışıyor.

Yunanistan işçi sınıfı bir nevi süreklişiddet ve sürekli karşı devrim niteli-ğindeki programa net bir tavır koydu

Avrupa Birliği Yeniden Dizayn Ediliyor

Kapitalist küreselleşmenin bugün ulaştığı boyut

Yunanistan’da bir kelebeğin kanat çırpışını

İspanya’da kasırgaya, Almanya’da genel grevlere

dönüştürebilir. Böylesine bir tarihsel konjonktür

içindeyiz. Devrimin imkânlarının arttığı, hiç değilse

sınıf mücadelesinin muazzam zenginliklerinin

açığa çıktığı bir konjonktürden geçiyoruz.

YUNANİSTAN’DAKELEBEĞİN

KANAT ÇIRPIŞI

AB ülkeleri 2008’de dışa vuran küresel finans krizine

bu zeminde girdi. Krizden son derece etkilenen güney

Avrupa ülkeleri, kendi kaderlerine bırakıldı.

Yunanistan’daki gelişmeler de ilk başta benzer şekilde

ele alındı. AB’nin iki dominant ülkesi Almanya ve

Fransa tarafından hem güney Avrupa ülkelerine, hem

de Yunanistan’a yoğun yaptırımlar dayatıldı.

VOLKAN YARAŞIR

sayi33v8_219_duze19 18.10.2011 19:21 Page 22

Page 23: TO-Gazete-33/5

AĞUSTOS 2010 23EMEKÖZ GÜR LÜKTOP LUM SAL

ve ayağa kalktı. Bürokratik ve korpo-ratist nitelikli, özel sektörde örgütlü800 bin üyeye sahip konfederasyonolan GSEE’nin ve kamuda örgütlü400 bin üyesi bulunan konfederas-yon ADEDY’nin bütün blokajlarınıkırdı. Yunanistan KomünistPartisi’nin (KKE) çizgisinde yer alanPAME etkin katılımıyla birbiri ardınagenel grevler ve sektörel grevler ger-çekleştirdi. Özellikle 5 Mayıs genelgrevi Yunanistan tarihindeki enönemli eylemlerden biri olarak dik-kat çekti. Yunanistan işçi sınıfınınmilitan ve radikal ruhu açığa çıktı.İşçiler parlamentoyu işgale kalkıştı,bazı bakanlıklar işçiler tarafındanişgal edildi. 5 Mayıs sonrası gerçekle-şen 20 Mayıs ve 29 Haziran genelgrevleri sınıfın diriliğini, öfkesinidışa vurdu.

Yunanistan işçi sınıfı yarattığı büyükmobilizasyona rağmen antikapitalistmücadeleyi sürükleyecek siyasalöncü ihtiyacını gün geçtikçe dahayakıcı hissediyor. Aynı ihtiyaç Aralık2008 isyanında da kendini göster-mişti. Başta başkent Atina olmaküzere birçok şehirde devlet otoritesiuzun bir süre yoktu. Son 6 ay içinde

sınıf hareketinin yaşadığı bazı prob-lemlere rağmen (kamu sektöründeçalışanlarla, özel sektörde çalışanlararasında yeterince koordinasyonunsağlanamaması, işçi kitlelerinin üze-rinde bürokratik ve korporatist sen-dikacılığın etkisinin varlığı ve özelsektörde küçük işletmelerin hâkimi-yetinden dolayı kolektif hareket kabi-liyetinde açığa çıkan zafiyetler) sonderece önemli kitle grevleri gerçek-leşti.

Devrimin İmkânları Artıyor

Yunanistan’da yaşanan kitle grevleriaslında devrimi mayalıyor. Her genelgrev, her direniş Yunanistan işçi sını-fının nesnel ve öznel şekillenmesinisağlıyor. Sınıfsal öfkeyi ve sınıfsalkini biriktiriyor ve büyütüyor.

Yaratılan bu eylemlere rağmen finanskapitalin işçi sınıfına yönelik sonderece kapsamlı saldırısı boşa çıkartı-lamıyor. Yunanistan işçi sınıfınınbugüne kadar gerçekleştirdiği eylem-ler tam karşılığını bulmuş değil. Birgünlük genel grev ne yazık ki herşeye yanıt üretemiyor. Grevlerindaha yıkıcı ve sarsıcı olması için hemgenel grev süresinin uzatılmasına,hem de sınıfın geniş kesimlerininiştirakine ihtiyaç var. Ve her şeydenönce kitle grevlerinin reaksiyondanöte, doğrudan kapitalizme yönelik biraksiyon eylemine dönüşmesi gereki-yor. Sistemin bütünüyle felç edilmesiamaçlanmalı. Bu nokta sınıfın tarih-sel birikimlerinin ışığında en serteylemlerin gündeme gelmesinizorunlu kılıyor. Bu sabotajdan sokaksavaşlarına, barikat savaşlarınakadar uzanan bir mücadeleyi içindebarındırabilir.

Her şeyden önce sınıfın birleşikbağımsız gücünü yaratacak, sınıfınyıkıcı öfkesini tetikleyecek ve onundevrimci kimyasını açığa çıkartacakve kapitalizme yöneltecek devrimcikomünist bir siyasal öncünün ihtiya-cı her geçen gün daha fazla hissedili-yor.

Yaşanan sürecin birikimleri ve zen-ginlikleri, ya sınıfın siyasal öncüsünüyaratacak ve mücadele kapitalist dev-let iktidarına ve kapitalizme yönele-cektir ya da kitle grevleri yavaş yavaşgeri çekilip sönümlenecektir. Bazırevizyonlarla Yunanistan’da yeniden“düzen” sağlanacaktır.

Yunanistan işçi sınıfı finans kapitalinsaldırılarına karşı tam bir barikatoluşturdu. Bu barikat, uzun ve zor

mücadeleler sonucunda kazanılanhakların korunması ve saldırılarınboşa çıkartılmasını temsil ederken,aynı zamanda Avrupa işçi sınıfınayönelik saldırıların ön cephesini oluş-turuyor.

Yunanistan işçi sınıfı Avrupa işçisınıfına yol gösteriyor. Avrupa halk-larını ayağa kalkmaya davet ediyor.Gelişmeler özellikle Avrupa’nınAkdeniz havzasını önümüzdekidönemde öne çıkartıyor. Bu coğrafyamuazzam patlamalara gebe olabilir.Mali kriz dalgasının başta İspanya’yısarması, ardından Portekiz veİtalya’nın gelmesi, bu havzada sertsınıf mücadelelerinin yaşanabileceği-ni gösteriyor. Fransa ve İtalya’dagüçlü bir işçi hareketinin olması vesol bir geleneğin bulunması bu geliş-meleri besleyebilir. Avrupa’nınAkdeniz havzasında yaşanacak birsarsıntı kıtayı sarsabilecek boyutlaraulaşabilir.

Avrupa’da İşçi HareketleriYükseliyor

Kapitalist krizin derinleşmesi, malikrizin yayılma potansiyeli ve Avrupaişçi sınıfına yönelik sistemli saldırılarkıtadaki her ülkede sınıfsal antago-nizmayı keskinleştirecektir. Şubatayından bu yana, özellikle kemersıkma politikalarına, “mezardaemekliliğe”, sosyal hakların gaspınakarşı, İspanya’dan İtalya’ya,Portekiz’den Belçika’ya, Almanya’danİngiltere’ye kadar son derece önemliişçi eylemleri gerçekleştirildi. Sınıfsalantagonizma bütün çıplaklığıyla grev-lerde ve genel grevlerde kendini dışavurdu. Bir sosyal konsensüs yapısıolan ETUC’un 29 Eylül’ü Avrupaeylem günü olarak ilan etmesi boşu-na değildir. Kıtayı saran grev dalgası-nın zorlamasıyla bu kararlar alınmış-tır.

Finans kapital sınıf mücadelesini kış-kırtmaktadır ya da sınıfa savaş açmış-tır. Bu savaş kapitalizmin restorasyo-nunu içinde taşıyacağı gibi, kapitaliz-min kalbinde büyük sarsıntılara yolaçabilir. Yunanistan bu anlamıyla daönemlidir. AB’de lokalizasyonun nederece inceldiğini ortaya koymakta-dır. Bu sermaye açısından geçerliolduğu kadar emek açısından dageçerlidir. Kapitalist küreselleşme-nin bugün ulaştığı boyutYunanistan’da bir kelebeğin kanatçırpışını İspanya’da kasırgaya,Almanya’da genel grevlere dönüştü-rebilir. Böylesine bir tarihsel kon-jonktür içindeyiz. Devrimin imkânla-rının arttığı, hiç değilse sınıf mücade-lesinin muazzam zenginliklerininaçığa çıktığı bir konjonktürden geçi-yoruz.

Krizin yıkıcı etkilerini yaşayan ve devalüasyon yapma

olanağına sahip olmayan Yunanistan ve İspanya,

Portekiz, İrlanda, İtalya gibi ülkeler yaşadıkları mali

krizin bütün sonuçlarını emekçi sınıflara yüklemeye

çalışıyor. İşçi sınıfına savaş açıyor. İşçi sınıfını

boyunduruk altına almayı, tarihsel kazanımlarını yok

etmeyi, örgütsel gücünü felç etmeyi, bilinç ve

kimliğini deforme etmeyi hedefliyor.

Her şeyden önce sınıfın

birleşik bağımsız gücünü

yaratacak, sınıfın yıkıcı

öfkesini tetikleyecek ve

onun devrimci kimyasını

açığa çıkartacak ve

kapitalizme yöneltecek

devrimci komünist bir

siyasal öncünün ihtiyacı

her geçen gün daha fazla

hissediliyor.

Özellikle 5 Mayıs genel

grevi Yunanistan

tarihindeki en önemli

eylemlerden biri olarak

dikkat çekti. Yunanistan

işçi sınıfının militan ve

radikal ruhu açığa çıktı.

İşçiler parlamentoyu

işgale kalkıştı, bazı

bakanlıklar işçiler

tarafından işgal edildi.

5 Mayıs sonrası

gerçekleşen 20 Mayıs ve

29 Haziran genel grevleri

sınıfın diriliğini,

öfkesini dışa vurdu.

sayi33v8_219_duze19 18.10.2011 19:21 Page 23

Page 24: TO-Gazete-33/5

SANAT24 AĞUSTOS 2010 ÖZ GÜR LÜKTOP LUM SAL

Bir hapishanenin çatısında, yazdığışiirleri göğe savuruyor, yüzündeyitiklerin gri deltalar çizdiği bir kadın.Ve onun dizelerini okuyarak kendinisoğuk sulara gömüyor bir ihtiyar.Ömrü boyunca hep ‘gitmiş’ olan, suyasarılıyor, karada her sokak aynı isti-kamette kaybolmaya başladığında.“Müzik durdu!” diyor bir kadın gözle-rinde neden korktuğunu çok bilmekiste(me)yen biçare bir telaşla.Bugünün üstündeki toz kalktıkçadaha da sıkı tutuyor geçmiş geleceğinelinden ve yitirilenler birer çıbanadönüşüyor zamanın kireçli eklemle-rinde…

Yunan yönetmen Theo Angelopoulos“Ağlayan Çayır” (The WeapingMeadow) ile çıktığı tarih yolculuğunaüçlemenin ikinci filmi “ZamanınTozu” (The Dust of Time) ile – birdevam filmi konumunda olmasa da –kaldığı yerden devam ediyor. İlk film-de 1919 yılı ile II. Dünya Savaşı ara-sında yaşananları zemin alan yönet-men bu sefer; Stalin’in ölümü,Watergate Skandalı, Vietnam Savaşı,Berlin Duvarı’nın yıkılması ve 11

Eylül saldırısı gibi olayları ve zincirinbirer halkası gibi hayatlarının kesiş-tiği noktalarla tarihin soyut metafor-larını birbirine düğümleyen, 3 ayrıkuşaktan seçtiği karakterlerle farklıbir “tutunamayanlar” sergisi kuru-yor.

Angelopoulos daha önceki filmlerindede kullandığı üstkurmaca (metaficti-on) usulüyle örmeye başlıyor öyküyü.Filmin başkarakteri Yönetmen A.’nın,ailesinin puslu geçmişinde kendiniarayışı, yarıda bıraktığı çekimlerinetekrar başladığı filminde 20. yy.ınsiyasi depremleri ve bunun bireylerüzerindeki etkileriyle birlikte perde-ye taşınıyor. Böylece film içindebaşka bir filmin çekildiğine tanık olu-şumuz; hem zihnimizde düş olanlagerçek olan arasındaki mesafeyidaraltarak düşlerimiz üzerine kurabi-leceğimiz iradeyi ve yaşamda vakıfolabileceklerimizi işaret edendurumsal bir ironi; hem de filminimgelem vücudunun omurgasındaduran, günümüzle geçmiş arasındazamanın tozu altında kalanlar içinsağlam bir köprü kurmuş oluyor.

Yönetmenin adıyla özdeşleşmiş sayı-labilecek plan-sekansları iğneyleörülmüş bir dantelin figürleri gibibirbirini izlerken, zamanda vemekânda yapılan sıçramalarla, 20.yy.da düşlerinin peşinde düşe kalkayit(ir)mekten başları dönmüş ihti-yarlar ve çağ yangınlarının ardındanbunalımla nefes alan bir dünyayadoğmuş 14 yaşında (u)mutsuz bir kızçocuğunun birbirleriyle ve tarihleilişkileri akıyor perdede. A.’nın anne-si Eleni, babası Spyros, sürgündey-ken Eleni’yi asla yalnız bırakmayanve anne-babası sürgünde ya da mah-kûmken A.’yı büyüten fedakâr Jacobve A.’nın, adını büyükannesindenalan küçük kızı Eleni; birbirlerini bir

bulup bir kaybeden, çağa derin izlerbırakan olayları ve kilometrelerceyolu kat eden yolculuklarında umuduyeniden üretebilmek için tarihinsavurdukları ve yitirdikleri arasındageziniyorlar.

Yönetmen daha önceki filmlerininaksine daha hızlı akan olaylar ve kıya-sen daha fazla diyalog kullanıyorZamanın Tozu’nda. Ancak yine deimge zengini alt metinleri taşımaksözlerden çok Angelopoulos’un usta-lıkla ördüğü sahnelere düşüyor. Bunedenle yönetmenin; sinemanın,sanatın kendi bünyesindeki gerçekvaroluşsal unsurlarına sadık kaldığınıtekrar söyleyebiliriz. Sürgündeki

ZAMANIN TOZU

GÖKSEL ILGIN

Tarihteki önemli olayları karakterlerin

gelişimlerine ustaca yerleştiren yönetmen,

üçüncü kanat alegorisi ve geçmişle gelecek

arasına yerleştirdiği metaforlarla, 20. yüzyılda

daha da karanlıklaşan dünyaya ve

kaybolmuşluğa yorgun sesli bir eleştiri

okuyor. Bu yorgun ses umutsuzluğun ıslığını

çalıyor gibi görünse de, sonuç itibariyle

film, “yeniden” diyebilmek için “eski”nin

bugündeki varlığını göstererek ‘üçüncü

kanat’a yani umuda cılız da olsa bir ışık

yakmaktan geri durmuyor.

“VE MELEK HAYKIRDI: ÜÇÜNCÜ KANAT!?”

Bugünün üstündeki toz kalktıkça daha da sıkı tutuyor geçmiş, geleceğin elinden ve

yitirilenler birer çıbana dönüşüyor zamanın kireçli eklemlerinde…

Zamanın Tozu’nun, sekans ilerleyişle-ri ve duygular arası geçişlerine enbüyük desteği sunan payandası,Angelopoulos’un önceki filmlerindede birlikte çalıştığı Eleni Karain-drou’nun enfes müzikleriyle yarattığıatmosfer olmuş. Planların, seslerin vemüziğin kusursuz uyumu elbette tesa-düf değil. Zira görüntülere yüklediğiönemle bilinen Angelopoulos için

kendini; “Kameranın hareketleri ile

ilişkim, her zaman senaryo ile ilişkim-

den daha önemli olmuştur... …görün-

tü ve müzik, sözlerle her zaman kolay-

lıkla ifade edilemeyecek olanın bir

bileşeni olmalıdır. Bazen senaryoya

baktığınızda hiçbir şey göremeyebilir-

siniz” diyerek ifade eden bir müzis-

yenle buluşmak tesadüf değildir.

Planların, Seslerin, Müziğin Kusursuz Uyumu

sayi33v8_219_duze19 18.10.2011 19:21 Page 24

Page 25: TO-Gazete-33/5

AĞUSTOS 2010 25SANATÖZ GÜR LÜKTOP LUM SAL

mahkûmların gri ve soğuk bir günde,dörtgen biçimde dönerek yükselenbir merdivende nizami adımlarla bir-birlerini takip eden yürüyüşleriningörüldüğü sahne, zamanın göreceliduruşunu ve beklemenin umarsızıstırabını sözlerin tarif edemeyeceğisert ve vurucu bir duygu yaratarakaktarıyor ki bu duygu filmin neredey-se tamamına hâkim oluyor.

Spyros’un uzak bir ülkede nice zor-lukla bulduğu sürgündeki sevgilisiEleni’yle kaçış planları yaparkenStalin’in öldüğü gün şehrin ortasındakara saplanmış bir tramvayda sevi-şirken yakalanmaları; tarihte birdönemin kapanıp daha zalim birzamana devrolduğuna dair bir işaretarz ediyor. Eleni ve Spyros’un o geceyaşamın döl yatağına düşen çocuklarıyönetmen A.’nın tam da kayıp nesille-re uygun biçimde iletişim kurama-yan, yalnızca filmlerinde varoluşunuhissedebilen bir karakter oluşuyla buişaret yerini buluyor. Stalin’in ölümüduyurulmadan önce, bir süredir şeh-rin büyük hoparlörlerinden gelenhuzursuz müziğin aniden kesilmesiy-le Eleni, “Müzik durdu!” diyerek yineaynı şekilde bir dönemin kapanışınınburukluğuna atıfta bulunuyor kiStalin için saygı duruşuna geçen kala-balığın Enternasyonal Marşı’nınardından yönlerini kaybetmiş gibisessizce dağılmasıyla dönemi değişti-ren mihengin SSCB’nin düşüşü ola-rak işaret edildiği düşünülebilir. Buanlamda filmin, Angelopoulos’unkendi hayal kırıklıklarının da bir yan-sıması olduğu yorumuna varmakmümkün. Film boyunca oldukçakaranlık tablolar çizen Angelopoulos,karakterlerin mektuplarında yer ver-diği “Gelecek asla durmaz”, “Hiçbirşey sona ermedi, hiçbir şey sonaermez” gibi ifadelerle zamana dairkişisel tasavvurlarını da filme katıştır-mayı ihmal etmiyor. Filmdeki zamansıçramaları ve üstkurmaca yorda-mıyla dünde yaşananların gelecekteyarattıklarını görmek kolaylaşıyorAngelopoulos’a göre geçmiş belki öle-bilir ancak asla geleceğin yakasınıbırakmaz. Daha iyi bir gelecek içinkurduğu düşleri peşinde koşarkenağır bedeller ödemiş, ömrü oğlundanve eşinden uzak oradan oraya savru-larak geçmiş, düşleri ve yıllarını ağırmücadelelerde yitirmiş büyükanneEleni ile; başka bir dünya hayallerininyıkıladurduğu yeni dünya düzenininkurbanı küçük Eleni’nin kimlik ara-yışları içinde, yaşamaktan umudunukestiği anda birbirlerine sarılmaları,tarihin dününde açılan karanlıkkuyunun bugünde durmadan büyü-düğünün göstergesi. Yorgun düşenbir ihtiyar artık gitmekten vazgeç-mişken, vaktiyle küçük torunununkulağına okuduğu ninniyi kendisineokuyan küçük kızın elinden tutuptekrar yürümeye başlaması da aynıimgesel akrabalığı taşıyor.

Bir diğer önemli imgeyse meleğindüşünü kurduğu üçüncü kanat.Hapishanenin çatısında “… ve melekhaykırdı: üçüncü kanat!” dizeleriniokuyan kadınla, bu dizelere sıkıca

sarılan ihtiyar Jacob’ın ortak paydası;kendi deyimleriyle “tarihin savurupattığı” düşlerinin yıkıntılarının altın-dan yeni bir umut yaratabilme özle-mi, “artık gidecek yeri kalmamış”olmanın boşluğunda yankılanan birçığlık...

Tarihteki önemli olayları karakterle-rin gelişimlerine ustaca yerleştirenyönetmen, üçüncü kanat alegorisi vegeçmişle gelecek arasına yerleştirdiğimetaforlarla, 20. yy.da daha da karan-lıklaşan dünyaya ve kaybolmuşluğayorgun sesli bir eleştiri okuyor. Buyorgun ses umutsuzluğun ıslığınıçalıyor gibi görünse de, sonuç itiba-riyle film, “yeniden” diyebilmek için“eski”nin bugündeki varlığını göste-rerek ‘üçüncü kanat’a, yani umudacılız da olsa bir ışık yakmaktan geridurmuyor.

Tüm olumlu özelliklerine rağmenZamanın Tozu iki grup izleyicidehayal kırıklığı yaratma potansiyelinesahip. Sıkı bir Angelopoulos takipçisiolanlar, Angelopoulos’un alışılmışdilini tanıyan, yönetmene “sinema-nın filozofu” yakıştırmalarını yapıl-masına yol açan planların akışındakişiirsel estetiği bu filmde de görmeyiumut edenler; Angelopoulos’un anla-tımındaki diyalog ya da söz miktarın-da bir artış sunmasını ve olaylarınyine yönetmenin diğer filmlerindegörmediğimiz biçimde hızlı ilerleyişi-ni olumsuz yenilikler olarak görebi-lirler. Birbirine bağlanan ayrı olayla-rın geliştiği zaman dilimleri,Angelopoulos için her birine birerayrı film çekilebilecek gerçek zamanuzunlukları taşıyorlar. Ancak yarımyüzyıldan fazla bir zamanı barındır-mak kimine göre kurgudaki hızı haklıçıkarmaya yetecek bir sebep.

Düş kırıklığı yaşayabilecek diğergrupsa, Angelopoulos’un anlatımdaartırdığı hız ve diyalogla yetinmeye-cek olan, sinemada klasik anlatı yön-temlerine daha alışkın, imgesel vekapalı anlatımlar yerine, süslü veyagizemli olsa da düz ve açık bir dilitercih eden sinemaseverler olacaktır.Tabi eleştirinin bu kısmı yönetmeninüretiminden ve niyetinden tamamendeğilse de bağımsız bir nitelik taşı-

yor. Zira bu durum, Türkiye’de vedünyada sanatçının ve alımlayıcınınbilinçli bir politikayla değişik gruplarhalinde sınıflandırılmasının, sanatınvaroluşu ve ilerleyişi üzerinde yarat-tığı çarpık algılayışla daha önemli birbağıntı teşkil ediyor. Sanat üzerinde-ki bu politikalar ve kirli piyasa koşul-ları yüzünden Zamanın Tozu, dünyasinema salonlarında vizyona girelibir hayli zaman geçmesine rağmen,Türkiye’de gösterime girdiğindenberi birkaç film festivali dışında azsayıda sinema salonunda perde yüzügörebilmesi sebebiyle fazla bir izleyi-

ci sayısıyla buluşamadı. Şu sıralarancak DVD’lerine ulaşmanın müm-kün olduğu film, sanatsal yetkinliği,politik ve tarihi içeriği ve konuyu elealış biçimiyle “izleyicisi”nden beğenitoplayacaktır. Ayrıca, Angelopoulos’uilk defa izleyecekler için de sadeceyeni bir sinema-sanat deneyimiedinmek için bile izlenmeyi hak edi-yor. İzlemek isteyenlerin, üçlemeninilk filmi Ağlayan Çayır’la başlamalarıyönetmeni tanımak ve konununöncesine dair fikir sahibi olmak açı-sından faydalı olabilir.

“Gelecek asla durmaz”, “Hiçbirşey sona ermez”gibi ifadelerin üstünde duran Angelopoulos’a

göre geçmiş belki ölebilir ancak geleceğinyakasını asla bırakmaz. ‘Dün’ ile ‘yarın’ın

ilişkisi ‘bugün’den ibaret değildir.

Yönetmen daha önceki filmlerinin aksine dahahızlı akan olaylar ve kıyasen daha fazla diyalog

kullanıyor Zamanın Tozu’nda. Ancak yine deimge zengini alt metinleri taşımak sözlerden çok

Angelopoulos’un ustalıkla ördüğü sahneleredüşüyor. Bu nedenle yönetmenin; sinemanın,sanatın kendi bünyesindeki gerçek varoluşsal

unsurlarına sadık kaldığını tekrar söyleyebiliriz.

sayi33v8_219_duze19 18.10.2011 19:21 Page 25

Page 26: TO-Gazete-33/5

SPOR26 AĞUSTOS 2010 ÖZ GÜR LÜKTOP LUM SAL

DÜNYA TIPASIDÜNYA TIPASI

HALUK KOŞAR

Dört yılda bir kendini tekrar

eden histeri neredeyse tüm

dünyada her tür sorunu bir ay

boyunca erteleme eğilimi

gösteriyor. Bu anlamıyla koca

Dünya Kupası tıpa görevi

görmüyor mu? Yanlış

anlaşılmasın, tıpa olmayı

olumsuzladığımız anlamı

çıkmasın, kimi zaman tıpalara

da ihtiyaç vardır...

Her 4 yılda bir değişik bir kıtanın evsahipliği yaptığı futbol şöleni bu seneilk kez Afrika kıtasında idi. 2000’liyıllara kadar Avrupa ile Amerika kıta-ları arasında gidip gelen organizas-yon ilk defa 2002 yılında Asya’ya açı-larak futbolun gelişen pazar yönü-nün doğrultusunu göstermişti. Busene Afrika’nın ucuna kadar inen budoğrultu, pazarın ne kadar genişledi-ğini de gözler önüne serdi.

Aylarca Afrika’nın becerip becere-meyeceği tartışılıp durdu ama tüm butartışmalara karşın binlerce vuvuzelagürültüsü eşliğinde turnuva yaşandıve bitti. Esasında bu DünyaKupası’nın mesajı tekti: IrkçılığaHayır! Futbol sahalarında 80’li yıllar-da ayyuka çıkan ve 2000’lerde artıksistemin önünü tıkar noktaya gelensorun, günümüzde FİFA’nın ciddiçabalarıyla oyunun oynandığı alan-lardan atılmaya çalışılıyor. G.Afrika’da düzenlenen kupa da bumücadelenin bir parçasıydı. Amasöylemin gücü tüm dünyada ne kadaröne çıktı, tartışılır. Bu söylemi canlıtutmak sanırım FİFA’nın olduğukadar FİFA dışı tüm güçlerin asli gör-evi.

Kupa’nın en çok tartışılan gerçeğivuvuzela ve ahtapot Paul’ken biz debu yerel sese selamımızı çakıp Paul’üde rahat bırakmalarını dileyerekkendimizce kupada öne çıkan birkaçnoktaya değinelim.

Yıldızlar Sönünce

Hemen hemen her Dünya Kupası’nagöz kamaştıran bir yıldız futbolcudamgasını vurur. Maradona, Pele,Zico, Zidane... Kupa başlamadan göz-ler o senenin yıldızına ve o takımdageriye kalan 10 kişinin performansı-na dikilir. Kupa eğer kazanılırsa vehele de yıldızının insanüstü bir hare-ketiyle olmuşsa bu olay, destanlaryazılmaya, efsaneler dolanmaya baş-lar. Futbol özünde takım oyunu oldu-ğu kadar her daim ve de her spordalında olduğu kadar bu işi en iyi

yapanı daha bir öne alır.Endüstriyelleşme dediğimiz artıksaha içi kadar saha dışında da bir üre-tim sürecinin olduğu bu çağda yıldız-laşma olgusu futbolun vazgeçilmezbir parçası. Ve fakat yıldızınızın olma-sı çoğu zaman bir şey ifade etmeyebi-lir de. Nitekim 2010 Dünya Kupasıneredeyse göz kamaştırası ışıksaçma beklentilerinin hepsini karan-lığa boğdu. Messi, Kaka, Ronaldo,Rooney gibi çok şey beklenen futbol-cular maalesef üst turlara çıkmabaşarısını gösteremedikleri gibi ken-dileri de çok fazla ışıltı saçamadılar.

Çok zevkli geçtiği söylenemeyecekfinal maçı, bu kupanın takım kurgu-sunu yıldızına dayandırmadan oyunu-nu sahaya yansıtanların kupası oldu-ğunu gösterdi sanki. Futbolun baron-ları elbette Messi’li Arjantin’in veyaKaka’lı Brezilya’nın kupayı kazanma-sını arzulardı. Sonuçta Messi’nin tümdünyada satacağı forma ile Iniesta’nınsatacağı forma kıyas götürmez, amafutbol da sonuçta takım oyunu ve bukupada sanki bu ruha biraz dahadönüldü gibi. Yıldızları izlemek elbet-te körleşmiş gözlere ışık veriyor amahiçbir şey de makine gibi işleyen birtakımın yerini tutmuyor. Sonuçtakolektivizm ne kadar artarsa oyun dao kadar zenginleşiyor ve oyuncuodaklı sistem bir nebze de olsa sarsı-lıyor.

Milliyetçiliğin Sonu mu?

Ulusal takımlar da çözülme sürecindeönemli yol almışlar. 2000’li yıllarlabirlikte futbolcuların seçtikleri ülke-de oynama özgürlükleri ile birlikteulusal takımların da seçtikleri futbol-cuyu oynatması iyice yaygınlaştı.Afrika kökenli futbolcuların Fransa,Belçika gibi kıtanın etinden sütündenfaydalanan ülkelerin takımlarındaboy göstermeyi seçmeleri, Brezilyakökenli pek çok futbolcunun çokçeşitli ülke takımlarında oynamaları(Türkiye dahil) artık garipsenmeyendurumlar. Geçmişte milliyetçiliğin

simgesi olan milli takımlar artıkkulüp takımı misali derleme ve dev-şirme usullerle kendilerini oluşturu-yor.

Irk denince akla gelen ilk millet olanAlmanlar bile artık milli takımlarınıkozmopolit bir biçimde oluşturabili-yorlar. Siyahi futbolculardanPolonyalılara ve Türklere kadar nere-deyse ırkçılık tartışmalarının bütünnüveleri Alman milli takımında top-lanmışken futbolun milliyetçiliği bes-lediği gerçekliğini bir kez daha göz-den geçirmekte fayda var.

Esasında Almanların takımlarındakibu çeşitlilikten çok bizleri düşündür-mesi gereken o takımın yıldızının birTürk olması. Bunda bir sakınca yokelbette, fakat Alman milli takımındaoynayan Mesut Özil’in Türkiye’demilli kahraman gibi algılanması velanse edilmesi esas komik olan.Sahada sönümlenen milliyetçilikolgusu kendini tam da zıddı bir davra-nışla nasıl tersinden var edebiliyorpes doğrusu.

Kupanın İki Olayı

2010 Dünya Kupası finalinin gözeçarpan iki önemli olayı vardı. İlkidetaylı bakan gözlerin bu tip organi-zasyonlarda aradığı tanıdık bir simaidi. Bilenler bilir, özellikleİspanya’nın katıldığı organizasyon-larda kafasındaki kırmızı kukuleta ilebir anda kameralar önüne zıplayanya da Eurovisyon’da yaptığı gibikoreografinin bir parçası olarak ken-dini konumlandıran hoş bir figür var-dır, Jimmy Jump. Bu BarselonalıKatalan kâh bir protesto için kâh key-finden, önemli pek çok organizas-yonda yer almıştır. İspanya’nın finaloynadığı bu kupa da onun için kaçı-rılmayacak bir fırsattı ki istediğiniyapmaya ramak kalmışken engelleretakıldı. Yeşil dolarlara batmış futbolimparatorluğunun altın figürüne kır-mızı kukuletayı geçirmesi an mesele-siydi ki yakalanıverdi. Üstelik üzerin-de tam da bu Dünya Kupası’nın ken-

dine hedef seçtiği ırkçılığa karşı birtişört varken.

2010 Güney Afrika Dünya KupasıFinali diğer organizasyonlardanönemli bir farklılık gösterdi. Uzatmadakikaları bitmiş, İspanya takımısevinirken Hollanda takımı o bildikhayal kırıklığı enstantaneleriyle üzü-lüyordu ki vuvuzela seslerini tanıdıkbir ritim bozdu bir anda. Dünyayıetkisi altına alan pek çok müziğinanavatanı olma özelliğini taşıyan kıta,Kupa’yı yine kendinden çıkma birritim ve o ritmin özdeşleştiği bir isim-le kutluyordu: Bob Marley’den dinli-yoruz ‘Could you be loved’. Şampiyon-luk klasiği genellikle Queen’den ‘Weare the champions’dır. Kaybedenedeğil doğrudan kazanana ve şampi-yon olana adanmış bir marş olan buşarkı (her ne kadar başka anlamlariçerdiği söylenegelse de) her kupanınsonunda yaşlı gözlerle ve hep birağızdan çığrılıverirdi. Ta ki bu kupa-ya kadar. Afrika bu duruma güzel birsoruyla geçici de olsa bir nokta koydudiyebiliriz: Sevebilir misin?

* * *

Olurdu, olmazdı, güvenlik sorunuydu,vuvuzelaydı derken bu kupa da bitti.Afrika bir ay ara verdiği kaderinedöndü, dünyanın geri kalanı gibi. Buduraklamayı afyondan çok bir ateş-kese benzetmek sanırım daha doğruolur. Soluk alınan, dünyaya farklıbakılan ve oyundan zevk alınmayaçalışılan. Kupa’da olan olmayan her-kes bunu gerçekleştirmeye çalışıyorzaten. Yoksa Brezilya formasıylaFilistin’de maç seyreden gençlerinheyecanıyla Malezya’da Arjantin’idestekleyenleri anlamak oldukça güç-leşiyor.

Aklımızda kalan resimlerden biriylebitirelim. Tribünlerdeki pankartlarArjantinlilerin Maradona veErnesto’yu unutmadığını gösteriyor-du, biz de unutmayalım...

sayi33v8_219_duze19 18.10.2011 19:21 Page 26

Page 27: TO-Gazete-33/5

AĞUSTOS 2010 27GENÇLİKÖZ GÜR LÜKTOP LUM SAL

2006 yılında aldığı dernekleşme kara-rıyla yolculuğuna başlayan Özgürlük-çü Gençlik, I. Konferansını 15-16Mayıs 2010 tarihlerinde BoğaziçiÜniversitesi Kuzey Kampüsü'ndegerçekleştirdi.

"Özgürlük Yolunda Militanlaşma veÖnderleşme" isimli konferans 16farklı şehirden 106 Özgürlükçü Gençüniversiteli ve liseli delegenin katılı-mıyla yapıldı.

Örgütsel olarak kuruluşun tamamlan-dığı ve önümüzdeki dönemin militan-laşma ve önderleşme dönemi olaraktanımlandığı konferans hem gençliğehem de ideolojik ve politik gündemle-re ilişkin nitelikli tartışmalara sahneoldu.

Toplumsal Özgürlük Platformu,Sosyalist Demokrasi Partisi, KurtuluşYolunda Dev-Genç ve Emekçi HareketPartisi Gençliği'nden temsilcilerin deizlediği konferansta diğer temsilcile-rin yanı sıra TÖP adına OğuzhanKayserilioğlu, SDP adına ise GenelBaşkan Rıdvan Turan selamlamakonuşmaları yaptı. Ayrıca DevrimciLiseliler konferansımıza bir selamla-ma mesajı gönderdiler.

Başarılı bir konferans örgütlemeninhaklı mutluluğunu yaşarken, konfe-ransımızdan aldığımız rüzgârla kam-püslerimize ve sokaklara dönüyoruz.

Bu konferansın varılması gereken birnokta değil, militanlaşma ve önderleş-me yolunda bir dönüm noktası olduğudüşüncesiyle konferansımızı gerçek-leştirdik.

Nasıl bir Militanlaşma veÖnderleşme?

2004'ten 2006'ya kadar tartışılan ve2006'da da alınan dernekleşme kara-rıyla yola çıkan örgütümüz DevrimciGençlik Hareketi içerisinde kendisi-ne biçtiği misyonun 1. aşamasınailişkin hedeflerini tamamlamıştır. 16

şehirden konferansa katılan delegele-rin, hem hedeflenen örgütlenmealanı içerisindeki yaygınlığı, hem detartışmalara yansıyan kalite, hedefle-nen yatay ve dikey çalışmanın belirlibir düzeye ulaştığının en önemli gös-tergesi oldu.

Bu doygunluk ışığında kuruluş süre-cimizi tamamladığımız bir dönemikapatırken; ondan daha çetrefilli,sorumlulukları daha fazla olan fakataynı oranda da çalışmalarımızın mey-vesini topladığımız, taktiklerimizinalandaki karşılığını daha net biçim-lerde bulacağı yeni bir dönemi açma-yı hedefledik: Özgürlük bayrağınıbarikatın en önüne taşımak...

Bugüne kadar yazdığımız metinlerintarif ettiği gibi; militanlık tahayyülü-müzü hayatının her alanında “kendi-ni yakmakla ve yeniden kurmaklayükümlü” bir zemin üzerine kurgula-dık. Sistemle kurulan bütün yozlaş-mış ilişkilerden kendini arındırmayıdert edinişimiz ve yaşam biçimimizidevrimciliğin özgürleştirici yolundaşekillendirme irademiz bu konferan-sla birlikte daha da ileri bir mevziyetaşınıyor. Dokumuzu daha da çelik-leştireceğiz. Reddetmek ve sistemekarşı durmak ilk adımsa, ikinci adı-mımız sistemin alternatifini yarat-maya, devleti ve sistemi kendindeyıkmaya bugünden başlamaktır.

An'a müdahale etme kabiliyetimizitekrar tekrar sınayacağımız bir süre-ce giriyoruz. Doğru zamanda doğrukararlar alabilme ve uygulama örgü-tümüz açısından olmazsa olmaz birkoşul olarak önümüzdeki sürecinbelirleyici unsuru olacak.

Üniversitelilerin, liselilerin ve gençkadınların baktığı yerde olacak;özgürlük bayrağını gençlik mücade-lesinin ifadesi haline getireceğiz.

Bizim için mutlak olan, yapmak iste-diklerimiz ve bunları gerçekleştire-bilme iradesidir. Biliyoruz ki; önder-lik kendine sevdalılık değildir. Hembizim verdiğimiz mücadeleye dairiddiamızın bir ifadesi, hem de devrimve sosyalizm mücadelesinin biz gençdevrimcilere yüklediği sorumluluğunyerine getirilmesidir.

Önerge TartışmalarındanYansıyan

Özgürlükçü Gençlik'in; kapitalizmedoğal set çekebilen ekolojiden, patri-arkal kapitalizme karşı kadın müca-delesine, Kürt özgürlük hareketinekadar önergeleriyle zenginleştirdiğipolitik zemini, konferans sürecindekitartışmalarda da görüldüğü üzere,önderleşme iddiasının taşındığı önü-müzdeki süreçte gençliğin önünüaçacaktır.

Konferansımız, kuruluş sürecindeçalışmamız içerisinde özel önematfettiğimiz eğitim faaliyetinin sınan-ması bakımından önemli bir olanaksundu.

Bugüne kadar hem gençliğe dair tar-tıştığımız gündemlere, hem de hattı-mızı oluşturan ideolojik ve politikgündemlere dair yazılan metinler vetartışmalar esnasında yapılan müda-haleler örgütümüzün kendi olanakla-rı ölçüsünde bu konuda başarılı birsınavdan geçtiğini gösterdi.

Bununla birlikte bazı önergelerinyazılması konusunda yaşadığımızgecikme konferansımızın en belirgineksikliği olarak dikkat çekti. Önü-müzdeki süreçte bu eksikliklerimizinüstesinden gelmenin yanında gençlikhareketine yön verme ihtiyacını kar-şılayıcı metinlerimizi de daha da yet-kinleştirmemiz ve konferansımızıniddiasına yakışır bir önderleşmeperspektifiyle bir üst seviyeye sıçrat-mamız gerekiyor.

Sorumluluklarımız Daha Fazla

Kuruluş aşamasındaki teorik birikimve deneyimlerimiz, konferansın ver-diği netlikle, pratikte daha hızlı ref-lekslerle vücut bulacak. Nicel ve nitelbirikimimizin artması yeni olanakla-rı, yeni olanaklar da özgürlük müca-delesinin daha da büyümesini sağla-yacak.

Konferans boyunca salona her bakı-şında konuşmacı kişiyi heyecanlandı-ran genç devrimciler olarak bir duvarördük. Bu duvar örgütümüz açısın-dan gerisine düşülmeyecek bir sınırıifade ediyor. Gençlik, içerisine alın-mak istendiği cendereyi dış çeperle-rine doğru zorlamadığı her an sistemkarşısında daha da çaresizleşecektir.Örgütsel olarak sınırları daha da zor-layacağımız yeni dönem; zorlukları,yoruculuğu ve aynı oranda da heye-canıyla beraber bizim için bir miladıtarif ediyor.

ÖGD I. Konferansını Gerçekleştirdi

Kuruluş sürecimizi tamamladığımız bir dönemi

kapatırken; ondan daha çetrefilli, sorumlulukları

daha fazla olan fakat aynı oranda da

çalışmalarımızın meyvesini topladığımız,

taktiklerimizin alandaki karşılığını daha net biçimlerde

bulacağı yeni bir dönemi açmayı hedefledik:

Özgürlük bayrağını barikatın en önüne taşımak...

ÖZGÜRLÜK BAYRAĞI DAHA DAHA YUKARI!

Konferans boyunca salona her bakışında konuşmacı

kişiyi heyecanlandıran genç devrimciler olarak

bir duvar ördük. Bu duvar örgütümüz açısından

gerisine düşülmeyecek bir sınırı ifade ediyor.

Gençlik, içerisine alınmak istendiği cendereyi dış

çeperlerine doğru zorlamadığı her an sistem

karşısında daha da çaresizleşecektir. Örgütsel olarak

sınırları daha da zorlayacağımız yeni dönem;

zorlukları, yoruculuğu ve aynı oranda da heyecanıyla

beraber bizim için bir miladı tarif ediyor.

ULAŞ TAŞDEMİR

sayi33v8_219_duze19 18.10.2011 19:22 Page 27

Page 28: TO-Gazete-33/5

EKOLOJİ28 AĞUSTOS 2010 ÖZ GÜR LÜKTOP LUM SAL

Meksika Körfezinde yaşanan çevrefelaketi dikkatlerin petrol meselesiüzerine yoğunlaşmasına neden oldu.Felaketin görünen tarafı medyadayeterince yer buldu, fakat konunundenize akan petrol kadar gözlegörünmeyen pek çok yönü var.

Guardian gazetesi yazarlarındanGeorge Monbiot “BP’nin Kârı” başlık-lı bir makalesinde petrol şirketlerininyarattıkları zararın üstünü örtmedene kadar marifetli olduklarını açıklı-yor: “Petrol şirketlerinin, -can kaybıve türlerin yok olması da dahil- yolaçtığı, maliyetin tam olarak hesaplan-ması mümkün değil; ama hesaplana-bilse bile, şirketlerin bunu karşılama-sını beklememelisiniz. Petrolün deni-ze denetimsiz olarak akmasınınönüne geçemiyor olabilirler, ama yolaçtıkları zararların üstünü örtmekonusunda oldukça hünerliler.”

Büyük petrol şirketleri de diğer tek-elci ulusaşırı kardeşleri gibi nedenoldukları zararların üstünü örtüpbütün maliyeti yoksul halklara yükle-mekte oldukça başarılı. ABD’li kimihukukçular BP’nin ülke tarihinin enbüyük tazminat yükümlülüğü ilekarşı karşıya kalacağı tahminindebulunuyor. Bazı mali analistler deBP’nin para cezalarının ardındanayakta kalmasının zor olacağını söy-lüyor. Monbiot “Ben bunların birkelimesine bile inanmıyorum,” diyor.Diğer büyük şirketlerin yol açtıklarıfelaketlerin ardından işin içerisindennasıl binbir türlü hinlikle sıyrıldıkla-rını örneklerle açıklıyor ve ekliyor:“BP’nin prim ödediği sigorta şirketisarsılacak, keza BP’ye büyük yatırımyapan emeklilik fonları da; ama zara-rın 40 hatta 60 milyar doları bulacağıtahminleri yapılsa da, bir varil hampetrol fiyatına bahse girerim, şirket,bundan 10 yıl sonra da ayakta olacak.Tıpkı büyük bankalar gibi BP de,kuruttuğu ekosistemler, balıkçılık veturizm sektörleri ve yaşanabilir biriklim son bulsa bile, ‘çökmek içinfazla büyük’ olarak görülecek.

Maliyeti başkaları ödemek zorundakalacak.”

Monbiot’un bahsettiği maliyeti öde-yecek “başkaları”nın kimler olacağınıelbette hepimiz çok iyi biliyoruz.

Petrol Müptelalığının “Maliyeti”

Monbiot; “Deepwater Horizon petrolplatformunun çökmesi sonucundadenize akmaya başlayan petrolün yolaçtığı zarar ve bunun maliyeti,komşu platformlarda çıkarılıp amacı-na uygun şekilde işlenip yakılan pet-rolün yol açtığı zarar ve maliyettenaslında çok da fazla değil,” diyor.

Yaşanan felaket yalnızca MeksikaKörfezi’ni etkilemiş olabilir, ancakpetrol müptelalığının yarattığı fela-ketlerden dünyanın her yanındakimilyonlarca insan her gün etkileni-yor.

New Economics Foundation adlıkuruluş, iki büyük petrol şirketi Shellve BP’nin yol açtığı zararları devleteait karbon salım tahminlerini kulla-narak hesapladı. Kuruluş, iki şirketin25 milyar dolar kâr ettiğini, aynı yıliçerisinde çevrede yol açtıkları zara-rın maliyetininse 46,4 milyar dolarolduğunu belirtiyor.

“Maliyet” yalnızca parasal değerleölçülemeyecek kadar büyük. Büyükşehirlerdeki insan yaşamını çekilmez

hale getirecek trafik kâbusundantutun, küresel ısınmaya, hava vegürültü kirliliğine, çarpık şehirleş-meye kadar pek çok sorunda petrolve otomotiv tekellerinin kâr hırsınıdoyurmaya yönelik olarak planlan-mış ulaşım-nakliye sisteminin payıvar.

ABD’nin Eski Ulaştırma Bakanı AlanBoyd trafik kâbusunun hangi boyut-lara vardığını oldukça çarpıcı birbiçimde anlatıyor: “Birisi size şehrinbinaları arasında zehirli gaz bulutla-rının dolaştığını, kara dumanlarıngüneşi kararttığını, ana caddelerdedev deliklerin sert şapkalı adamlarladolduğunu, gökyüzünde uçaklarınkonacak yer bulamadan daireler çiz-diğini, binlerce insanın sokaklarıtıkadığını ve şehir dışına çıkmak içinitişerek umutsuz bir çaba gösterdiği-ni söyleseydi... Onun savaştaki birşehirden mi yoksa trafiğin yoğunolduğu saatteki bir şehirden mi bah-settiğini anlamakta güçlük çekebilir-diniz.”

Otomobil, icat edildiği günden buyana yaşantımızı her geçen gün birazdaha fazla etkiliyor. Dünya ekonomi-sinde önemli bir yer tutan otomotivve petrol devleri otomobili ulaşımınmerkezine koymak için ellerindengeleni yapıyorlar. Şehirler artık oto-mobil ulaşımına göre planlanıyor.Şehrin dört bir yanını kaplayan oto-yollar, park yerleri, otomobilli insan-

lara göre planlanmış alışveriş mer-kezleri, uydu şehirler vb. yapılar şehiriçindeki yaşamı geri dönülemez birşekilde değiştiriyor. İnsanlar hergeçen gün biraz daha uzak mesafeler-den iş yerlerine taşınmaya başlıyor.Ulaşımı kolaylaştıran, insanı özgür-leştiren bir araçmış gibi sunulan,çoğu zaman da insanlar tarafındanzorunlu bir ihtiyaçmış gibi algılananotomobil, yarattığı kaotik sistemle biryere ulaşmamızı her geçen gün birazdaha zorlaştıran bir işlev görüyor.

Dünyadaki ulaşım-nakliyat sistemibüyük oranda petrole ve diğer fosilyakıtlara bağımlı şekilde sürdürülü-yor. Kitle taşımacılığı giderek azal-maktayken yeni liberal ekonomikpolitikalarla birlikte dünyanın dörtbir yanına uçaklar, gemiler, tırlar vb.taşıma araçlarıyla durmadan taşınıpduran çeşitli maddeler petrole ve oto-motiv endüstrisine olan bağımlılığıdaha da körüklüyor.

Bir yükü trenle nakletmek kamyonlanakletmeye göre yaklaşık 4 kat dahaaz, bir insanı toplu taşıma araçlarıylataşımak otomobille taşımaya oranlayaklaşık 2 kat daha az enerji gerektir-mekteyken, otomotiv firmalarınınnalıncı keseri misali yaptırdığı hesap-lamalarla tren yoluyla nakliyat tır yada kamyonla yapılan nakliyattanpahalıymış gibi sunuluyor. Çünküotoyolların yapımı, bakımı, güvenliğivb. faaliyetler için kamu bütçesindenyapılan harcamalar hesaplara dahiledilmiyor, ancak tren yolları içinyapılan harcamalar hesaba fazlasıyladahil. Kamu tarafından yapılan harca-maların kimin cebinden çıktığı, oto-motiv endüstrisini abat etmek içinkurulmuş bu ulaşım sistemininkazancının kimin cebine girdiği detartışmanın bir başka yönü.

Otomobilin Piyasası

K.R. Schneider otomotiv ve petrolendüstrisini abat etmeye dayalı bumantık dışı sistemin neden bu şekilde

Petrol Müptelalığının Maliyeti Parasal Değerlerle Ölçülemeyecek Derecede

Meksika Körfezi’ndeki petrol sızıntısı nedeniyle

milyarlarca dolar ceza ödeyecek olan BP, bundan

10 yıl sonra da ayakta olacak, kuruttuğu

ekosistemlere, balıkçılık ve turizm sektörlerine

rağmen, tıpkı büyük bankalar gibi

‘çökmek için fazla büyük’ görülecek ve maliyeti

başkaları ödemek zorunda kalacak.

BP: ÖLÜM VEYIKIM MAKİNESİ

Shell ve BP yılda 25 milyar dolar kâr ediyor, ancak

aynı yıl içinde çevrede yol açtıkları zarar 46,4 milyar

doları tutuyor. Maliyet yalnızca parasal değerle

ölçülemeyecek kadar büyük. Büyük şehirlerde insan

yaşamını çekilmez hale getirecek trafik kâbusundan

küresel ısınmaya, hava ve gürültü kirliliğine, çarpık

şehirleşmeye kadar pek çok sorunda petrol ve

otomotiv tekellerinin kâr hırsını doyurmak için

planlanmış ulaşım-nakliye sisteminin payı var.

MEBRUKE BAYRAM

sayi33v8_219_duze19 18.10.2011 19:22 Page 28

Page 29: TO-Gazete-33/5

AĞUSTOS 2010 29EKOLOJİÖZ GÜR LÜKTOP LUM SAL

sürdürülmeye çalışıldığını şöyle açık-lıyor: “Pazara, yerel demir tüketiminiiki katına, levha cam tüketimini üçkatına, ve kauçuk kullanımını dörtkatına çıkaracak bir ürünün yerleşti-rilmesinin getireceklerini düşünün!..Bir hammadde tüketicisi olarakmodern dünya tarihinde arabanınrakibi yoktur.”

Mesele yine kapitalizmin kutsal“piyasa”sında düğümleniyor. Dünya-daki ulaşım ve nakliye sistemininbüyük bir bölümü fosil yakıt tüketimiyapan araçlara göre planlanmayaçalışılıyor, çünkü birçok sektör oto-motiv sanayisi ile doğrudan ya dadolaylı olarak bağlantılı. JeremyRifkin ve Ted Howard “Entropi” adlıeserlerinde konunun perde arkasınıdaha açık bir dille anlatıyorlar:“Amerikan ekonomisinin tartışılmazlideri olan otomobil sanayisi, yakıtkrizi derinleştikçe üretimi durdurma-ya ve daha küçük arabalar yapmayazorlanıyor. Fakat Henry Ford’unbelirttiği gibi ‘Ufak arabalar, ufak kâryapar’.”

Daha az sayıda ve daha küçük arabakullanılması yerleşmiş ekonomik sis-temi altüst edebilir. Rifkin veHoward, arabaların ABD’de tüm çeli-ğin yüzde 20’sini, alüminyumunyüzde 12’sini, bakırın yüzde 10’unu,kurşunun yüzde 51’ini, nikelin yüzde95’ini, çinkonun yüzde 35’ini ve kau-çuğun yüzde 60’ını kullandığını, bunedenle otomobil merkezli ulaşımsisteminin kolay kolay değişmeyece-ğini söylüyor.

Otomobilin Ekolojisi

Dünyadaki petrol tüketiminin yüzde48’i ulaşım sektöründen, sera etkisiyaratan karbondioksit salımınınyüzde 28’i ulaşım araçlarından, bütünbunların yüzde 84’ü de karayolu ula-şımından kaynaklanıyor.

ABD, toplam enerjisinin yüzde 25 ila45’ini araçları üretmek, yürütmek veonların yürümesi, uçması ve parketmesi için gereken yerleri imaretmek için harcıyor. Ortalama birABD’li erkek, yılda 1600 saatten fazlazamanını arabası için harcıyor. Yaniarabayla hareket ediyor, bekliyor,park yeri arıyor vs. Uyanık olduğu 16saatin 4 saatini yola hazırlık ve yoliçin tüketiyor.

Ülkemizdeki ulaşım ve nakliye siste-mi de ABD’deki mantık dışı sistemiaratmayacak boyutlara yaklaşıyor.Türkiye’deki yük taşımacılığındakarayollarının payı yüzde 90, demir-yolunun payı yaklaşık yüzde 5, deniz-yolunun payı ise yaklaşık yüzde 3.İstanbul’da trafiğe çıkan motorlutaşıtların yüzde 88’i özel, yüzde 11,5’iticari, yüzde 0,4’ü ise resmi araçlar-dan oluşuyor. İstanbul’da otomobille-rin özel amaçlarla kullanım oranıyüzde 98.

Her geçen gün azmanlaşan, yeşilalanları tüketilen, dört bir yanı rantakurban edilerek büyüyen kentlerdedaha fazla insan her gün işe arabaylave daha fazla mesafe kat ederek gidipgelmeye başladı.

Rifkin ve Howard, otomobil odaklıulaşım sisteminin zamanımızı nasılçaldığını anlatıyor: “Otomobilin, biryerden bir başka yere gitmek içinzamanı kısalttığı varsayılır.Gerçekteyse tam tersi görüldü.Arabaların yaygın kullanıma girme-siyle Amerikalılar işyerlerinden dahauzaklara gitmeye başladı. Kırk yılönce çoğu kişi, evleriyle iş yerleri ara-sındaki mesafeyi yürüyerek geçerdi.Bugün insanlar, kasabalara, işyerle-rinden yirmi veya otuz mil uzak böl-gelere yerleşmekteler. Arabanınyürümekten daha hızlı bir ulaşımtarzı olmasına rağmen hızı, trafiğinyoğun olduğu saatlerde birçok büyükkente girip çıkarken beş ya da altımile indiğinde nispeten saçma birhal almaktadır.”

Ortalama bir ABD’li 12 bin km. yolkat etmek için 1600 saatini harcıyor.Bu da saatte 8 km.den az bir hızdemek. Ulaşım endüstrisinin bukadar mantık sınırlarını zorlayacakhale gelmediği ülkelerde insanlarzaten gitmek istedikleri yere aynızaman zarfında yürüyerek ulaşıyor.

Otomobilin Kanlı Bilançosu

Otomobil odaklı ulaşım sistemininyarattığı tahribat yalnızca kentsel veçevresel sorunlardan ibaret değil.Dünya çapında yaşanan trafik kazala-rının yarattığı yıkım çok daha büyükboyutlarda. Dünya Sağlık Örgütü’nünverilerine göre trafik kazalarındaölenlerin sayısı, dünyadaki tümsavaşlarda ölenlerin sayısından dahafazla. Dünyada her yıl 1 milyon 250binin üzerinde insan, trafik kazala-rında hayatını kaybediyor.

Türkiye’deki rakamlar da pek iç açıcıdeğil. Emniyet Genel Müdürlüğü’nünverilerine göre, 2009 yılındaTürkiye’de yaklaşık 300 bin trafikkazası meydana geldi. Kazalarda top-lam 4 bin 300 kişi hayatını kaybetti,yaklaşık 200 bin kişi de yaralandı.

Kanlı bilançoya bir de kentlilerinmaruz kaldığı sağlık sorunlarını ekle-mek gerekiyor. Trafiğin yoğun oldu-ğu bölgelerde yaşayan, özellikle caddekenarlarına yakın yerlerde oturaninsanlar sürekli olarak hava kirliliği-

ne maruz kalıyor. Sürekli solunanzehirli hava kalp-damar hastalıkları-na ve akciğer problemlerine yol açı-yor. Sağlıkçılar, trafiğin yoğun olduğubölgelerde ölüm oranlarının fazlaolduğunu, solunum rahatsızlıkları vekalp hastalıkları nedeniyle hastaneyebaşvuru oranlarının yüksek olduğu-nu belirtiyor.

Dizel yakıtların kanser oluşumunakatkıda bulundukları da kanıtlanmışbir olay. Dizel yakıtların kullanılmasısonucu açığa çıkan benzen lösemi veakciğer kanseri vakalarında artışaneden oluyor. ABD’de çocuklar üze-rinde yapılan bir araştırma, lösemitanısı konulan çocukların yüzde60’ının trafiğin yoğun olduğu bölgele-re ortalama 40 metre uzaklıkta otur-duklarını gösteriyor.

Ölümler ve hastalıklardan daha azdikkat çeken, ancak hayatımızı kâbu-sa çevirdiği için hiç de azımsanma-ması gereken başka sorunlar da var.Trafiğin ortaya çıkardığı gürültü kir-liliğinin işitme bozuklukları, sözlü ile-tişimin bozulması, uyku bozukluklarıgibi problemler yarattığı ve bütünbunların psikolojik ve zihinsel sağlığıolumsuz yönde etkilediği biliniyor.

Dünya Sağlık Örgütü, ev içindeki sesdüzeyinin 30 desibelin altında olmasıgerektiğini belirtiyor. Trafiğin yoğunolmadığı bir caddede dahi ses düzeyi65-80 desibelin altına inmiyor. Budurumda trafiği yoğun şehirlerdeyaşayan insanların gürültü kirliliğin-den kaynaklı huzursuzluk, gerginlik,

uyku bozukluğu, günlük hayatta ger-çekleştirilen işlerde performansdüşüklüğü gibi problemlerden kur-tulması mümkün görünmüyor.

Kapitalizmin çarpıklıklarının ve man-tık ötesi davranışlarının nelere yolaçabileceğini anlatmak için otomobilodaklı ulaşım sisteminden daha iyibir örnek bulmak çok zor. Çarpık“büyü ya da öl” mantığının sonuçlarıhem çevreyi, hem kent yaşantısınısürekli bir yıkıma maruz bırakıyor.Tahribata yol açmayan ve insanayakışır pek çok ulaşım yolu mevcut-ken otomotiv ve petrol endüstrisinindoymak bilmez kâr hırsını doyurmakiçin zorlanıyoruz. Birilerinin dahafazla kâr etmesi uğruna, bir ölüm veyıkım makinesi haline gelen otomo-bil odaklı ulaşım sistemine mahkûmediliyoruz.

Kaynaklar

- Ivan Illich, Motorlu Ulaşımın SosyalEtkileri, Sağlık Çevre Kültürü Dergisi,2008-2.

- Dr. Kahraman Şahin, Otomobil veSağlık, Yeşil Gazete, Şubat 2009.

- Reha Alpay, Küresel Isınma veEkolojik Felaketler, Özgür ÜniversiteForumu, Ekolojik Felaket, Sayı: 31,2006.

- Jeremy Rifkin - Ted Howard,Entropi - Dünyaya Yeni Bir Bakış, İzYayıncılık, 2003

- George Monbiot, BP’nin Kârı,www.monbiot.com, Temmuz 2010

Otomobil odaklı ulaşım sisteminin yarattığı

tahribat yalnızca kentsel ve çevresel

sorunlardan ibaret değil. Dünya çapında

yaşanan trafik kazalarının yarattığı yıkım çok

daha büyük boyutlarda. Dünya Sağlık

Örgütü’nün verilerine göre trafik kazalarında

ölenlerin sayısı, dünyadaki tüm savaşlarda

ölenlerin sayısından daha fazla. Dünyada her yıl

1 milyon 250 binin üzerinde insan, trafik

kazalarında hayatını kaybediyor.

sayi33v8_219_duze19 18.10.2011 19:22 Page 29

Page 30: TO-Gazete-33/5

Her yıl sisteminde, zaman zaman daisminde değişiklik olan yükseköğreti-me giriş sınavları bu sene pek çokşehirde liseliler tarafından protestoedildi. Bu yıl eleme sınavları karşıtıeylemlerde Muğla’da katledilen Şer-zan Kurt ve dershane parasını ödeye-mediği için intihar eden Soner SemihSipahi sık sık anıldı.

İstanbul’da 12 Haziran 2010 Pazargünü düzenlenen mitinge binlerceliseli katıldı. “Sınavlar kişiliğimizibozuyor, sinir katsayımızı arttırma-

yın” yazılı pankartıyla mitingde yerinialan Liseli Kıvılcım korteji kitleselliğive coşkusuyla dikkat çekti. Mitingalanına girerken Liseli Kıvılcım veDev-Lis kortejleri bir arada yürüdü-ler.

Hatay’da Liseli Kıvılcım ve Dev-Lisüyeleri 12 Haziran’da eleme sınavla-rını protesto etti. “Sınavlar kalksınyaşama zaman kalsın” yazılı pankart-la yürüyen liseliler Yunus EmreParkı’ndan Ulus Meydanı’na kadaryürüdüler. Yürüyüş güzergâhındaki

dershane öğrencileri eyleme alkışlar-la destek verdi.

Mersin’de Liseli Kıvılcım’ın düzenle-diği eylem Eğitim-Sen binasınınönünden başladı ve Taş Bina’ya kadarsürdü. Sınavlara ve eğitim müfreda-tındaki haksızlıklara karşı yapılaneylem, okunan basın açıklamasınınardından yapılan oturma eylemi veçekilen halaylarla sona erdi. EylemeDev-Lis üyeleri de destek verdi.

İzmir’de liseliler 18 Haziran Cuma

günü sokaklardaydı. Liseli Kıvılcım,

Dev-Lis, Liseli Arkadaş, Liseli Dev-

Genç, Liseli Öğrenci Birliği ve Özgür

Lise’nin ortak düzenlediği eyleme

Liseli Kıvılcım “Sınavlarla Elenmek

Değil Yetenekle Gelişmek İstiyoruz”

yazılı pankartıyla katıldı. Kıbrıs Şehit-

leri Caddesi’nde gerçekleştirilen

yürüyüşün sonlarına doğru Liseli

Kıvılcım ve Dev-Lis kortejleri birleşti.

Eyleme Genç-Sen, Eğitim-Sen,

Alınteri de destek verdi.

HABERLER30 AĞUSTOS 2010 ÖZ GÜR LÜKTOP LUM SAL

Liseli Kıvılcım elemeye karşı sokaklardaydı

Hatay’ın Samandağ ilçesine bağlıTekebaşı beldesi Meydan Köyü’nde, hal-kın yaşam alanlarına, tarlalarına ve sahi-le kurulmak istenen rüzgâr enerjisisantralleri kurulması girişimine, bölgehalkı direnişle yanıt verdi. 18 Hazirangünü sabah saatlerinde Tekebaşı belde-sine kurulacak santral için Fina Şirketitarafından getirtilen iş makinesini belde-ye sokmayan yüzlerce kişi yolda lastikyakarak barikat kurdu. Tekebaşı beldemerkezinde birçok esnafın kepenkindirdiği gözlendi. Onlarca kişi iş maki-nelerinin ve malzeme getiren TIR'larınönünü kesti. Araçların üzerine çıkıp, şir-ketin elemanlarının çalışmasını engelle-di.

Ayrıca 4 Temmuz günü Rüzgâr EnerjiSantrallerinin tarım, turizm ve yerleşimalanlarına kurulmasına karşı bir mitingdüzenlendi. Samandağ’da düzenlenenmitingde Samandağ merkez, Tekebaşı,Meydan, Mağaracık, Mızraklı veYaylıca’dan katılan binlerce kişiCumhuriyet Alanı’nda RES’leri protestoetti. Yaşam Alanlarına Sahip Çık Platfor-mu tarafından düzenlenen mitingde ter-tip komitesi üyeleri ve Av. Çetin Sakallıalkış ve sloganlar arasında birer konuş-ma yaptılar. Mitinge halkın kitlesel katı-lımı ve coşkusu sermayeye karşı verilenmücadelenin kararlılığını yansıtır nite-likteydi.

Tekebaşı ve Samandağ halkı“Yaşam Alanıma Dokunma” dedi

13 Haziran 2010 Pazar günü ZürihYaşam Kolektifi tarafından“Türkiye’de Siyasal Süreç” başlıklı biretkinlik düzenlendi. EtkinliğeToplumsal Özgürlük gazetesi yazarıve DBH sözcülerinden Tuncay Yılmazpanelist olarak katıldı.

Tuncay Yılmaz konuşmasındaTürkiye’deki ve Dünya’daki siyasaldurumun panoramasını çizerken;uluslararası konjonktürde olagelen-ler, Ortadoğu’daki dengeler, ekonomikkriz ve etkileri ile Türkiye’deki sorun-lar, emek hareketinin duruşu, Kürt

Özgürlük Hareketi’nin tıkanıklık veçıkışları ile siyasi iktidarın kendiniyapılandırması gibi çeşitli başlıklarıiçeren geniş bir çerçeveye değindi.Ordu ve sermayenin kendisini yeniuluslararası konsepte uyarlamaları vebu konudaki çeşitli arayışlarına iliş-kin görüşlerini anlatan TuncayYılmaz, buna karşı Türkiyeli devrim-cilerin gerek demokrasi cephesiniörme gerekse Devrimci KolektifÖzneyi yaratma konusunda yürüttük-leri çalışmaya ve bu araçlara dair ihti-yacın yakıcılığına değindi.

Zürih’te Türkiye etkinliği!

25 Temmuz 1981'de poliskurşunuyla sırtından vurula-rak katledilen DİSK/Deri-İşBaşkanı Kenan Budak 29. ölümyıldönümünde ToplumsalÖzgürlük Platformu üyeleritarafından mezarı başındaanıldı.

Toplumsal ÖzgürlükPlatformu adına bir konuşmayapan Tuncay Yılmaz “KenanBudak yoldaşa, uğruna yaşamı-

nı feda ettiği proletarya sosya-lizminin birleşik devrimciöznesini yaratma ve coğrafya-mızın diğer tarihsel devrimcidinamikleriyle birlikte demok-rasi cephesini kurma sözünüverdik... Kenan Budak şahsın-da yaşamlarını devrim müca-delesine adayanların açtıklarıyolun liberal ya da ulusalcı soltarafından istismar edilmesinemüsaade etmeyeceğimizi birkez daha yineliyoruz” dedi.

Kenan Budak Anıldı

sayi33v8_219_duze19 18.10.2011 19:22 Page 30

Page 31: TO-Gazete-33/5

AĞUSTOS 2010 31HABERLERÖZ GÜR LÜKTOP LUM SAL

Samandağ Kalkındırma Derneği veAkdeniz Kültür Derneği tarafındangeleneksel olarak düzenlenen EvvelTemmuz Festivali bu yıl da 9-10-11-12-13-14 Temmuz günlerinde ger-çekleştirildi. Panellerin, söyleşilerin,sergilerin, dinletilerin ve konserlerinyer aldığı festivale bu yıl bölgede gün-demde olan RES direnişleri damgası-nı vurdu.

Festival etkinlikleri bu yıl da geçenyıl olduğu gibi Tekebaşı Beldesi,Vakıflı Köyü ve Samandağ’da gerçek-leştirildi.

9 Temmuz günü Samandağ’da ikipanel düzenlendi. “KimliğimiArıyorum: Kadın” başlıklı panelekonuşmacı olarak Av. HülyaGülbahar katıldı. Düzenlenen birdiğer panel ise “Yaşam Alanları veRES” konuluydu. Panele katılan Prof.Dr. Beyza Üstün rüzgâr ve güneşenerjisi santrallerinin geri dönüşümkonusunda diğer enerji kaynaklarıkadar doğaya zarar vermediğiniancak sermayenin bu santrallerinkurulma aşamasında sağlıklı raporlardüzenlememesine rağmen çok kolayruhsat alabildiklerine ve halkınyaşam alanlarını ciddi biçimde tahripettiğine değindi. Bir diğer konuşmacıAv. Çetin Sakallı ise bölgedeki müca-delenin hukuki sürecine dair bilgiverdi.

9 Temmuz akşamı ise Tekebaşı’ndadüzenlenen konserde yerel sanatçılarve şiir dinletilerinin yanı sıra sahnealan Grup Kıvılcım ve Cevdet Bağcaşarkıları ve türküleriyle geceye coşkukattı.

10 Temmuz Cumartesi günüSamandağ’da “Ortadoğu’da veTürkiye’de Kadın Penceresi” başlığıy-la gerçekleşen panele Av. HülyaGülbahar katıldı. “Nasıl Bir Anayasa?”başlıklı panele ise Alper Taş, MehmetBekaroğlu ve Tuncay Yılmaz katıldı.Paneldeki konuşmalarda egemenle-rin yürüttüğü anayasa tartışmasının

demokrasi getirmek gibi bir niyeti-nin olmadığı emekçilerin, kadınların,Kızılbaşların, Kürtlerin ve tüm ezilen-lerin kendi anayasalarını kendileri-nin yapacağı vurgulandı.

Aynı gün Vakıflı Köyü’nde gerçekleş-tirilen etkinlikte ise Grup Nidal sahnealarak Türkçe, Arapça, Kürtçe,Ermenice ve Azeri türküleriyle izle-yenleri büyüledi. Ardından VakıflıKöyü Çocuk Korosu tarafından sunu-lan müzik dinletisi büyük ilgi gördü.Etkinlikte Agos Gazetesi’nden PakratEstukyan Samandağ’da ve Vakıflı’dayaratılan kardeşlik ortamının söyle-necek çok fazla söze yer bırakmadığı-na ve “Yaşasın Halkların Kardeşliği”diyenlerin bu kardeşlik ortamıyla birzafer kazandığına değindi. Dahasonra konuşan Rakel Dink iseHrant’ın dostlarınca samimiyetleyaşatıldığına değinerek “Farklılığı-mızla kardeşçe yaşayacağız” dedi.Etkinlikte sık sık “Faşizme İnatKardeşimsin Hrant” sloganları atıldı.

10 Temmuz akşamı Tekebaşı’ndadüzenlenen konserde Suriyeli sanatçıYara, Arapça ezgilerle dinleyenleri

coşturdu.

11 Temmuz günü Samandağ’da“Çocuk ve Edebiyat”, “Türkiye’deSiyasal Süreç” ve “Türkiye’deAleviliğin Sorunları” başlıklı panellerdüzenlendi. “Türkiye’de SiyasalSüreç” paneline katılan OğuzhanKayserilioğlu, Mahir Sayın veErtuğrul Kürkçü ABD’nin Ortadoğupolitikası güdümünde şekillenenTürkiye sermayesinin bölgeye ilişkinpolitikalarının iç dengeleri nasıl etki-lediğini anlattıktan sonra egemenler-den taraf olmayan bir üçüncü cepheyaratmanın acil bir görev olduğunadeğindiler. “Aleviliğin ÖrgütlenmeSorunları” başlıklı panele ise Ulvi-Derbaşkanı Zülfikar Çiftçi ve ABF başka-nı Ali Balkız katıldı.

11 Temmuz akşamında iseSamandağ’da düzenlenen konserdeYara ve Grup Çığ sahne aldı.

Ertesi gün yapılan “Türkiye veOrtadoğu’da Gençlik Mücadelesi” baş-lıklı panele gençlerin yoğun katılımıdikkat çekti. Panelde yapılan konuş-malarda eğitimde yaşanan dönüşümeve gençliğe yönelen saldırılara verile-cek yanıtın yanında Türkiye’de veDünya’da devrimci gençlik hareketi-nin tarihsel mirası ve bunu sahiplen-meye ilişkin konuşmalar yapıldı.

Aynı gün gerçekleştirilen “Ortado-ğu’da Dinmeyen Gözyaşları” başlıklıpanele FHKC’den Leyla Halid, RıdvanTuran ve Ferhat Tunç katıldı. LeylaHalid’in yaptığı konuşma salondaki-ler tarafından ayakta alkışlandı.Konuşmasına başlamadan önce izle-yicileri Mavi Marmara gemisindeşehit olanlar için bir dakikalık saygıduruşuna davet ettikten sonra geç-mişten bugüne İsrail’in Filistin’eyönelik saldırılarına değinen Halid,bugün de Filistinlilerin mücadelesi-nin İsrail tarafından parçalanarakzayıflatılmaya çalışıldığını ve Filistin-lilerin birleşerek kurtuluş mücadelesivermeleri gerektiğini söyledi.

Ferhat Tunç ve yerel sanatçı SemirYalçın’ın verdiği konser yaklaşık 30bin kişilik coşkulu bir kitleyle gerçek-leşti.

Ayrıca festival kapsamında 10-11Temmuz tarihlerinde düzenlenensatranç turnuvasında dereceye giren-ler 12 Temmuz akşamı ödüllerinialdılar. “Türkiye’de Üç Önemli 1Mayıs (1976, 1977, 2010)” isimlifotoğraf sergisi de festival boyuncagösterime sunuldu.

Festival boyunca sunucu göreviyleyer alan “Farfur” karakteri ise skeçle-riyle festivale renk kattı.

“Türkiye ve Ortadoğu’da Gençlik Mücadelesi”başlıklı panele gençlerin yoğun katılımı

dikkat çekti. Panelde yapılan konuşmalardaeğitimde yaşanan dönüşüme ve gençliğe

yönelen saldırılara verilecek yanıtın yanındaTürkiye’de ve Dünya’da devrimci gençlik

hareketinin tarihsel mirası ve bunusahiplenmeye ilişkin konuşmalar yapıldı.

“Ortadoğu’da Dinmeyen Gözyaşları” başlıklı panele FHKC’den Leyla Halid, Rıdvan Turan ve Ferhat Tunç

katıldı. Leyla Halid’in yaptığı konuşma salondakiler tarafından ayakta alkışlandı. Halid, Filistinlilerin

mücadelesinin İsrail tarafından parçalanarak zayıflatılmaya çalışıldığını ve Filistinlilerin birleşerek

kurtuluş mücadelesi vermeleri gerektiğini söyledi.

Evvel Temmuz Festivali Samandağ’da gerçekleşti

sayi33v8_219_duze19 18.10.2011 19:22 Page 31

Page 32: TO-Gazete-33/5

AĞUSTOS 2010 32PO Lİ Tİ KAÖZ GÜR LÜKTOP LUM SAL

Haftalar boyu yapılan hazırlıklarınardından gerçekleşen EvvelTemmuz Festivali sona erdi. Hersene olduğu gibi Samandağ’ın sahi-lindeki kum taneleri, kendileri gibibarış ve kardeşlik içinde yaşamayıgelenekselleştiren insanlara evsahipliği yaptı. O kum taneleri ki çokaz sahilde bulunur ve neredeyse tektek sayılacak kadar da özgürdür.

Her sene 11-12-13-14 Temmuztarihlerinde düzenlenen festivalinhikâyesi bu bölgeye özgü olsa daTürkiye’nin birçok ilinden insanla-rın ilgisini toplamayı başardı. EvvelTemmuz, geçmişi 4000 yıl öncesineuzanan, çok tanrılı dinler dönemin-den kalma bir gelenektir. Yılın bere-ketli geçmesi için, bereket tanrısıTammuz’a kurbanların adandığı veşenliklerin düzenlendiği bir dönem-dir. Tek tanrılı dinlere geçiştensonra da bu gelenek sürmüştür.

Türkiye’de yaşayan Arap halkı içinçok önemli olan bu gelenek yakınzamana kadar aynı heyecanla sür-mekteydi. Her yıl bu günlerdeSamandağ sahilinde bulunan Hz.Hızır Türbesi ziyaret edilir, hayırduaları okunur; ardından çalgılareşliğinde insanlar sabaha kadareğlenirdi. O günlerde en yeni elbise-ler önceden hazırlanır, sabahtangiyilirdi. Halkın yüreğindeki heye-canı sokakta yürüyünce hissedebi-lirdiniz. Biz çocukken “Temmuz”isimli bir şeyhin sokaktan geçeceği-ni sanarak kaldırım kenarlarındaotururduk. Kimimiz de Noel Babagibi hediyeler dağıtacağını düşlerdi.

Küçük dernek binalarında başlattığı-mız bu tarih yolculuğuna şimdi onbinlerle el ele vererek devam ediyo-ruz. Yürekler bin doğurarak yol alı-yoruz. Bu serüvenimizde bizi yalnızbırakmayan gezginler de var elbette.Türkiye’nin her yerini dolaşmaktanyorulmayan yüreği zengin insanlar.Sazıyla, sözüyle, kalemiyle bu festi-valin harcı olan aydınlarımız, sanat-çılarımız, yazarlarımız. Onlarateşekkürlerimizi sunuyoruz.

Bu yıl festivalle ilgili ilginç tartışma-lar döndü. Halkın yakından takipettiğini düşündüğüm, Samandağ’ınmozaik yapısına uygun olmayan tar-tışmalardı. Güzelim Anadolu’nunburam buram kokan rengârenkçiçek bahçesini bozma hedefiyleyapılan karalamalara halkımız gere-ken yanıtı vermiştir. Öyle bir çiçekbahçesidir ki Anadolu; Arap, Kürt,Türk, Laz, Çerkez, Ermeni… Bütünhalkları kardeşlik içinde yaşatabile-cek sabrı göstermeye muktedir...Ahmed Arif’in dediği gibi AnadoluNuh’a beşikler verdi, Havva Ana’yıbüyüttü. Binlerce yıl sağılsa da hay-dutlar, hükümdarlar tarafından...Ama korkunç atlıların darbelerine,Şahın ve Sultanın emirlerine biatetmedi. O; Köroğlu’nu, Karayılan’ı,Pir Sultan’ı ve Bedrettin’i yarattı. O;bilinci umuda, umudu sevdaya dön-üştürdü. Anadolu’nun bu zengin tari-hi bizlere kılavuzluk ediyor. Yapacakçok şeyin olduğunu ve daha yenibaşladığımızı bilerek; PirSultanların, Baba İshakların,Demirci Kavaların, Denizlerin,Mahirlerin, Kıvılcımlıların,

Latifecilerin onuruna sahip çıkarak;kültürel zenginliğin insanlığın zirve-si olduğunu gösterme isteği ile.

Her sene olduğu gibi bu yıl da kadın-lar, gençler, Türkiye ve dünyadakipolitik gelişmeler, çevre sorunu,kanayan Ortadoğu, kültürler üzerinesöyleşiler oldu. Bu sene çocuklar daunutulmadı. Gülsüm CengizAkyüz’ün katılımıyla çocuk edebiyatıüzerine söyleşi yapıldı. DİSK’in festi-val kapsamında düzenlediği“Türkiye’de Üç Önemli 1 Mayıs”konulu fotoğraf sergisi oldukça başa-rılıydı. Vakıflı Köyü’nde düzenlenenetkinlik tarihi bir öneme sahipti.Türkiye’de yaşayan bütün dillerGrup Nidal’in ezgileriyle oradaydı.Ermeni Çocuk Korosu bu toprağınköklerinde yatan Hrant Dink’e birarmağandı. Rakel, Hrant Dink’tensonrasını sözler yerine gözleriyleanlattı. Bütün katılımcılar bir kezdaha Hrant için, kardeşliğe yapılan

saldırılar için gözyaşı döktü. AgosGazetesi yazarı Pakrat EstukyanSamandağ’da festival sürecindetanık olduğu ortamı “Sözün bittiğiyer” olarak tanımladı. Festivaldenkısa bir süre önce trafik kazasındakaybettiğimiz iki gencimizden birisiArabistan’a gidişini Festival içinertelemişti. Ferhat Tunç hayranı ikigencin ailelerini ziyaret eden sanat-çının, sahnede barış ve kardeşliktürkülerinin yanı sıra ölen gençlerinen sevdiği türküyü onlar için seslen-dirmesi oldukça duygulandırıcıydı.

Gerçekten sözün bittiği yerdeyiz.Duyguların ve düşüncelerin çeşitlibiçimlerde ifade edildiği bir festivalyaşadık. Çeşitli dillerden ezgilerle,sözlerle, Farfur’un kendine özgüesprili sunumuyla, şiirlerle, fotoğraf-larla tarih gezisine çıktık.Duygulandık, bilgilendik, halaylarçektik. Nice Evvel Temmuz’lara…

EVVEL TEMMUZ’UNARDINDAN

Her sene olduğu gibi bu yıl da kadınlar,

gençler, Türkiye ve dünyadaki politik

gelişmeler, çevre sorunu, kanayan

Ortadoğu, kültürler üzerine söyleşiler

oldu. Bu sene çocuklar da unutulmadı.

Vakıflı Köyü’nde düzenlenen etkinlik

tarihi bir öneme sahipti. Türkiye’de

yaşayan bütün diller Grup Nidal’in

ezgileriyle oradaydı. Ermeni Çocuk

Korosu bu toprağın köklerinde yatan

Hrant Dink’e bir armağandı.

TÜLAY HATİMOĞULLARI

Samandağ’daki Şenlik On Binlerin Katılımıyla Gerçekleşti

sayi33v8_219_duze19 18.10.2011 19:22 Page 32