Upload
others
View
3
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
ÖTÜKEN
TÜRK KÜLTÜRÜNDE
KUŞLAR
Prof. Dr. Halil Ersoylu
YAYIN NU: 1114
KÜLTÜR SERİSİ: 626
T.C. KÜLTÜR ve TURİZM BAKANLIGI
SERTİFİKA NUMARASI 16267
ISBN 978-605-155-268-2
ÖTÜKEN NEŞRİYAT A.Ş.® İstiklal Cad. Ankara Han 65/3 • 34433 Beyoğlu-İstanbul
Tel: (0212) 251 03 50. (0212) 293 88 71 - Faks: (0212) 251 00 12
Ankara irtibat bürosu: Yüksel Caddesi 32/4 Kızılay - Ankara
Tel: (0312) 431 96 49
İnternet: www.otuken.com.tr E-posta: [email protected]
Kapak Tasarımı: Zafer Yılmaz Dizgi - Tertip: Ötüken
Kapak Baskısı: Yeditepe Ofset Baskı: Yaylacık Matbaası (0212) 612 58 60
Maltepe Malı. Litros yolu Fatih Sanayi Sitesi No: 12/197-203
Topkapı- Zeytinburnu Cilt: Yedigün Mücellithanesi
İstanbul- Mayıs 2015
HALiL ERsonu; 1947 yılında doğdu. İlk ve orta öğretimini tamamladıktan sonra girdiği İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nden 1971 yılında mezun oldu. Lisans öğretimi de gördüğü akademik birimin Türkiye Türkçesi dalında, Cem Sultan'ın Türkçe Divanı ve Üzerinde Dil Araştırma/an adlı teziyle 1979 yılında edebiyat doktoru unvanını kazandı. Bu tarihten itibaren başladığı akademik çalışmalarında Selçuklu'dan bugüne kadar geçen zaman aralığındaki Batı Türkçesinin değişik dönemlerini oluşturan Türk dilinin özellikle elyazması eserleri üzerinde, Latin harfli Türk alfabesiyle bilimsel metin yayını, yazım, ses ve yapısal nitelikler, söz varlığı gibi açılardan çalışmalarda bulunarak çeşitli makale ve kitaplar yazdı. Onun, dil çalışmalarında pek önemsediği ve öteden beri uğraştığı konulardan biri de dil kültürü olmuş, gerek bilimsel bildiri, makale gerekse kitap türündeki araştırma ve incelemelerinde bu görüşün varlığı pek belirgin biçimde kendisini ortaya koymuştur. 1983 yılında yardımcı doçent olan Ersoylu, 1988'de doçent ve 1994'te de profesör unvanını kazanmıştır. Halil Ersoylu, 2005 yılı Temmuz'unda, 3. defa başkanlığına atanmış bulunduğu Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nden kendi isteği ile emekliye ayrılmış bulunmaktadır. Yayımlanmış başlıca kitapları:
-Cem Sultan'ın Türkçe Divan'ı, 1989, Türk Dil Kurumu, 356 s., 2. baskı: 2013, Türk Dil Kurumu, 356 s.
- Kız Destanı (Haza Hikayet-i Kız ma'a Cühud), 1996, Türk Dil Kurumu,123 s.
-Nutuk Üzerinde İncelemeler, 1999, Türk Dil Kurumu, XV+307 s. -Meniikıb--ı Mevlana, 2001, Türk Dil Kurumu, XlX+1428 s. -Türk Argosu Üzerinde İncelemeler, 2004, L&M, 319 s., 2. baskı:
2010, Ötüken Neşriyat, 381 s. (Kesintisiz, eksiksiz basım). -Türkiye Türkçesinin Çağdaş Sorunları Üzerinde İncelemeler,
2009, Ötüken Neşriyat, 248 s. -Türk Dilince Dualar, Beddualar Sözlüğü, 2012, Ötüken Neşri
yat, 360 s.
İçiNDEKİLER
Ön söz/ 11 •
BİRİNCİ BöLÜM
Türk Dünyasının Düşünce, Dil ve Edebiyatındaki Bazı Kuşlar/ 19
•
İKİNCİ BöLÜM Türk Dünyasının
İnanç ve Yaşayışındaki Bazı Kuşlar/ 79 •
ÜçONcü BöLüM Türk Dünyası'nın
Folklor ve Etnografyasında Süs Unsuru Olarak Kullanılan Bazı Kuşlar/ 115
Biricik kızım Işıl Ersoylu'ya, kuşlar kadar özgür bir dünyalı,
kuşlarla da dolu, güzel doğalı yaşam dileklerimle ...
Ön Söz
"Kanat" adı verilen organın özellikle kuşlara kazandırdığı uçma, uçabilme yeteneğini kendisinde asla bulamamış yaratılıştaki "insan"ın, varoluşundan beri gözünü doğanın böyle bir niteliğe sahip olan canlılarına çevirdiği anlaşılmaktadır.
Kiminin yanık yanık, pek dokunaklı ötüşü, kiminin viranelere tüneyişi, duruşuyla dahi göreni, duyanı ürkütüşü, kiminin artık büyüyen yavrusunu, kendi barınağını kurması için gagalayıp yuvasından atışı, kiminin özellikle renk ve desen uyumlu, o pek alımlı kuyruğunu açıp kabarmak, sanki kurumlanmakla, hani denir ya kendisini fazlaca ağırdan satışı, kiminin özüyle sözüyle nazlı mı nazlı bir genç kıza örnek olup seke seke yürüyüşü, kiminin avına pençe atmakta sanki gözünü kan bürüyüşü, kiminin rast gelip de seyretmek için dağ bayır aşırtıcı, hayran bırakıp şaşırtıcı güzelliği, kiminin daha bir nice özelliği, hele kişioğlunun benzetmesi, o gözle bakıp görmesi, "öyledir!" diye sanması veya sayması sonucunda kuşlar tabiatın olduğu kadar, insanın da birçok yönden vazgeçilemezleri arasına giregelmiştir.
Çok uzak geçmişinde, doğa ile iç içe yaşayan, henüz bugünkü kadar ondan kopmamış bir hayat süren insanoğlu, doğallıktan uzaklaşmamış durumdaki böyle bir yaşayış tarzında, gerek kuşlar ve uçucu diğer bütün canlılar olsun gerekse uçamayıp karada, suda yaşayan canlı varlıklar olsun, hatta ilk mekanlardan, o zamanlardaki başlıca imkanlardan sayılan karanlık mağaralar, karlı, karsız dağlar, tepeler olsun ne varsa her şeye ilgi duymuştur. Böylece, ne gördüyse bakan, ne bulduysa inceleyen, düşünen, karşılaştıran, zihnindeki türlü türlü sorulara cevap bulmaya çalışan, olup bitenden, durup durandan bilgi toplayan, beceri kapan, ders çıkaran, onların arala-
12 • TÜRK KÜLTÜRÜNDE KUŞLAR
rındaki bağlantıları, bağıntıları görüp kavrayarak bunlardan bilimsel amaçlarla yararlanan ve benzeri özellikleriyle, dünyadaki en akıllı canlı türü olarak insan, "uçmak" ve bunun somut unsuru, etiyle kemiğiyle, simgeleşmiş örneğiyle "kuş"tan çok fazla etkilenmiş ve hoşlanmıştır.
Değişik kültürlerin farklı zamanlarında "kuş" denilen canlı gibi olmak, özellikle toplumlarda, ya bu yönüyle, niteliğiyle belirli bir yer edinmiş, değer kazanmış, hatta bazı ilkel topluluklar arasında kutsallaştırılarak ongun, tanrı durumuna yükseltilmiş bir kuşa benzemek, böyle bir kuşa dönmek ya bir hayal veya ilham ya bir düşünüş ya bir dilek veya dua ya da hiç olmazsa ispatı istenmeyen ve zaten doğrulanması mümkün de olamayan bir efsane, bir destan, en azından bir iddia olarak o dönem insanlarının zihinlerinde uçuşup durmuştur.
En eski çağlardan beri çeşitli kuş adlarının Türk düşüncesinde, dil, yaşayış ve kültüründe şu veya bu ölçüde ve önemde pek çok varlığın ismi olduğu veya unvanı bulunduğu dikkati çekmektedir. Nitekim Türkler arasında soy, boy, kişi adları, unvanları ile yaşadıkları çevrelerdeki şehir, dağ, ırmak, göl gibi yerlere verilmiş adlar içinde kuşlara ait bulunanlar oldukça fazladır. İslamlık öncesi Türk inançları içinde bazı tanrı ve ruh adları bile kuşlarla ilgili bulunmaktadır.
Acaba, akıp giden zamandaki eskiyip tükenmiş pek uzak dönemlerden sonra yakın geçmişte ve bugün bu konudaki durum nasıldır? Bu soru için gözler Türk kültürüne ve yurduna çevrildiğinde, yok olmaktan, telef edilmekten şimdilik canını, yuvasını, yavrularını kurtarabilmiş olanlar bir yana, soyu tükenen veya böyle bir tehlikenin içinde yer alan kuş türleri arasına girenlerden kelaynak, turaç, saka, turna, yalıçapkını, kuğu, turna, toy, karadoğan, kızıl şahin, atmaca kartalı ve benzerlerinden çoğunun bile dilde değişik ilgiler, bağlantılar kurularak, çeşitli benzetme ve edebi sanatlar yapılarak kullanılageldiği görülmektedir.
Ana yurttan batıya doğru gerçekleştirilen tarihi göçler sonucunda Anadolu merkez edinilmek üzere kazanılan yeni yurtta, kuşlara, yuvalara, dallara, ağaçlara, çiçeklere, bahçelere, kısacası kuş uçan kervan geçen, insanoğlu var olan yerlere bakıldığında, hatta başında kuşların yuva yaptığı söylenen Mecnun'un yaşadığı hayali sahralar zihinde canlandırıldığında bile, oralardan yükselen kuş seslerine,
TüRK KÜLTÜRÜNDE KUŞLAR • 13
kanat çırpışlarına, ötüşlerine, bütün bunların günlük hayattaki yerlerine, taşıdığı önem ve değerlerine uygun şekilde düşüncede doğan, ifadeye getirilen, kültüre yansıyan ve gerektiğinde ilgili sanat dallannda kullanılan nice tanım, tanımlama, deyim, atasözü gibi sözler, doğal olarak Batı Türkçesi de denilen Türkiye Türkçesi ile olmuştur. Fakat, yeni Türk yurdunda yuvasında Türkiye Türkçesi ile ifadesini bulan bu sözlerde doğal olmayan bir durum da ortaya çıkıvermiştir. İnanç bakımından ortak, dil ve kültür yönlerinden ise şüphesiz ki farklı olan yeni komşuların özellikle Türk dili ve kültürüne giderek artan olumsuz etkileri pek çok hususta ortaya çıktığı gibi, buradaki konu ile ilgili bulunan bazı kuş adları da Arapça, Farsça karşılıklarıyla kullanılmaya başlanmıştır. Zaten bu yeni yurtta Türk edebiyatı daha başlangıçta bile "Divan" ve "halk" diye çatallanarak birbirinden gitgide kopup uzaklaşan iki ayrı edebiyat koluna ayrtlmış, özellikle yazı dilinde, Divan edebiyatında, belirtilen olumsuz etkilemeler, ilerleyen yüzyıllarda ağırlığını fazlaca hissettirmiştir. Mesela, Orta Türkçenin "sandvaç" veya "sanduvaç"ı bu edebiyatta Farsça kimi kez "bülbül" ( < bulbul), kimi kez de "hezar" veya Arapça "andellb" adlarıyla kullanılır olmuştur. Her ne kadar Kutadgu Bilig' de üç kez "sandvaç" ve Divanü Lugati't-Türk'te ise beş defa "sanduvaç" biçiminde geçen bu kuş adı "bülbül" diye anılır olsa da, Türk edebiyatının tasawuf dahil her kolundaki dinmez feryatlar gibi şakıyışları, onu, bunları duyan, dinleyen, yorumlayıp anlamlandıran, yaratılışında taşıdığı duygusal, içinde bulunduğu ruhsal, güttüğü sanat anlayışı veya savunduğu inanışlar gibi ölçütlere uygun tarzda benimseyip seven kimselerin anlatımlarında, özellikle Divan edebiyatında pek ayrıcalıklı, çok özel kullanımlara, ifade edilişlere sahip kılmıştır: Görüş, düşünüş ve algılamalara, benzetiş ve yorumlara bakılırsa, bahçedeki gül çiçeğinin çevresinde uçuşup duran, zaman zaman onun dikenlerine takılmaktan ve bunun sonucunda da göğsünü bağrını kanatarak perişan olmaktan kaçınmayan, buna karşılık sevdiğine en güzel, pek yanık, çok dokunaklı nağmelerle şakıyıp duran "şeyda" (aşktan aklını kaybetmiş, divane, çılgın) bülbülle, bütün varlığını, kendi dünyasını yalnızca sevdiği kişi doldurmuş bulunan aşık arasında, başlangıcı çok eskilere, yabancı kültürlere uzanan bir ilgi kurma, bir benzerlik sağlama söz konusu olagelmiştir. Dildeki kullanımlarında kolayca ve sıklıkla görülebileceği gibi "şeyda"lık hem bülbülde hem
14 • TÜRK KÜLTÜRÜNDE KUŞLAR
de emrede, aşıkta, gönülde, dilde (Farsça dil: gönül, kalp, yürek) ve benzeri sözlerle de anılan sevendedir. En kısa söyleyişi ile bülbül de seven de "şeyda"dır, her ikisi de "şeyda"lık içindedir. Bu durumda, bülbül de seven de, her biri kendi özelliği, yaratılışındaki farklı niteliği içinde de olsa, "aşk"ı ifade ediş amacında buluşup birleşmiştir. Her biri sevgisini kendi yüreğince yaşar ve kendi dilince anıp söyler olmuştur. işte bu yüzden de aşık, kendisini kimi kez bülbüle, sevgilisini de doğal olarak, bülbül söz konusu edilince sevilen unsur durumunda bulunan güle benzetmiş, kimi kez de kendisini bülbülle özdeşleştirme yoluna giderek onu şahsı ve diğer €ışıklar için bir simge saymıştır. Böylece aşk yolunda var olan, kendi sevgilileri uğrunda birbiriyle yar olan, dost kalan bülbül ve €ışık için yapılagelen bazı yakıştırmalar öteden beri ilgi çekici olmuştur. Söz gelişi, aşığın sevdiğine ulaşamaması, ona kavuşma imkanını bulamaması sonucunda ağlayıp sızlaması; feryat figan eder gibi yanık yanık ötüp duran bülbül sesine, sevenin sevgilisine söylediği, kalbinin derinliklerinden kopup gelen aşk ve övgü sözleri ise ılık bir bahar günü şen şakrak ötüşen bülbül nağmelerine benzetilmiştir. "Gurbet, sıla, yad el, hecr veya hicr, hicran, hicret, cüdayi, firak, iftirak, firkat veya fürkat, daüssıla, ... " şeklindeki "ayrılık, uzak düşme, kopma, ayrılma, ayrı kalma" anlamlarına gelen Türkçe veya yabancı dil kaynaklı pek çok sözün ne olduğunu, ne anlattığını, doğrudan doğruya yaşayarak öğrenen, bunların çağrıştırdığı her türlü derde, acıya katlanan, içi kan ağlayan, ciğeri yanan aşık, çaresizliğini, çektiği ahını, inleyişini, kimsesizliğini, feleğe çatışını ve daha pek çok şeyini bülbülün temsilciliği ile dile getirmiştir. Ayrıca bu kuşun, diğerlerinin aksine yalnızca gündüzün değil, geceleyin de, hatta bu ikisi arasındaki geçiş zamanı olan seher vakti de öten, sessizliğin sesi, feryadı olan bir kuş olması, belirtilen temsilciliğin değerini daha da artırmış, €ışığın ifade gücü için günün farklı saatlerine ait değişik imkanlar sağlamıştır. Aşığı temsil eden bülbülün, sevgiliyi simgeleyen güle karşı yanık yanık ötüşü, sevenin sevilenden gördüğü naz ve edanın, zulüm ve eziyetin, çektiği cefanın, çilenin, içine düştüğü belanın, bulamadığı çarenin, özellikle seher vakti göklere yükselen inleyişi, ahı, feryadı, asla onulmayacak bir derdin, hiç gelmeyecek bir yardımın çığlığı olarak kabul edilmiştir. Orta Türkçedeki sandvaç, daha Eski Türkiye Türkçesinin başlarında iken akıllardan çıkıp, dilden uçup, gitmiş, Farsça kökenli
TüRK KÜLTÜRÜNDE KUŞLAR • 15
"bülbül" ve yine yabancı dillerden gelmiş başka karşılıkları olan, teklik veya çokluk gösterir durumdaki kalıplar içinde bulunan "andelib, andeliban, anadil, belabil, bülbülan, hezar, hezaran" gibi kelimeler, bülbülünkü kadar sık olmasa da, eski dilin yüzyılları kapsayan uzun ömrü süresince kullanılmıştır. Zamanın derinliğinde, hayalin, düşünüşün ve kurgunun alabildiğine genişliğinde ve inceden inceliğinde sese, söze, renge, çizgiye, notaya, ezgiye ve daha pek çok şeye girip çıkarak, gündelik yaşayıştan başlayan ve şiirdeki varlığı öncelikli olmak üzere, güzel sanatların hemen her dalında kendisine sık ve önemli bir yer edinen bülbülün simge oluşu yalnızca maddi aşk için olmamıştır. O, tıpkı neye üflendiği zaman ancak erbabının anlayabilmesi gibi, şakıyışları ile, dini, tasavvufi alana da girerek ilahi aşkla yanıp kavrulan canı, Allah sevgisine yönelerek onun aşkı ile kendinden geçmiş durumda bulunan insanı, Tanrı aşkı ile tutuşup coşmuş haldeki ruhu, "Şol cennetün ırmakları akar Allah diyü diyü/Çıkmış İslam bülbülleri öter Allah diyü diyü" mısralarındaki gibi, ayrıca ve yalnızca kendisinin varlığından dolayı alemlerin yaratıldığına inanılan Hz. Muhammed'in sıfatlarından birini de ifade eder olmuştur. Bülbüle yüklenilen bu "ilahi aşkla yanıp kavrulan canı temsil etme" işi, eğer karşılaştırılabilirse maddi aşkta kalakalmış olan aşığınkine göre çok daha farklı ve zor olmuştur. Çünkü bülbülün coşkuyu en çok yaşadığı, çevresine nağmeler yaydığı mevsim olan bahara, bu çeşit aşk anlayışında ve bu dünyada eritememektedir. Çünkü, ilahi aşkın baharı bir başka mekanda, bir başka zamanda, bir başka dünyadadır: "Karlı dağları mı aşdun, derin ırmaklar mı geçdün/ Yarinden ayrı mı düşdün niçün ağlarsın bülbül heyi/Uykudan gözün uyandı, uyandı kana boyandı/Yandı şol yüreğim yandı, niçün ağlarsın bülbül hey//N'oldı şu Yılnus'a n'oldı aşkın deryasına daldı/Yine baharistan oldı niçün ağlarsın bülbül hey" .
Bu eser çeyrek yüzyılı aşkın bir süre önce Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi'nde yayımlanmış üç makalenin bir araya getirilmesi ile başlıca üç ana bölümden oluşmuş bulunmaktadır. Birinci bölümde "Türk Dünyasının Düşünce, Dil ve Edebiyatındaki Bazı Kuşlar" , ikinci bölümde "Türk Dünyasının İnanç ve Yaşayışındaki Bazı Kuşlar" ve üçüncü bölümde ise "Türk Dünyasının Folklor ve Etnografyasında Süs Unsuru Olarak Kullanılan Bazı Kuşlar" yer almaktadır. Ele alınan konular, doğal olarak zamanının kaynaklarına göre, ma-
16 • TÜRK KüLTÜRÜNDE KUŞLAR
kale ölçütleri içinde ve Türk kültürüne yansıyan temel unsurlarının sınırlı örnekleri verilerek işlenilmiş, bu kitaba da bu yayımların özgün biçimleri değiştirilmeden alınmıştır.
Prof. Dr. Halil ERSOYLU
BiRiNCİ BöLÜM
-�--�···-·-:·�
\'
Türk Dünyasının Düşünce, Dil ve Edebiyatındaki Bazı Kuşlar
KuşLARIN uçabilmesini sağlayan ve kanat adını taşıyan uzuv, insanların, özellikle Asyalı milletlerin düşüncesinde en erken çağlardan beri zengin bir hayal gücü malzemesi olmuştur. Bazen, kuşlara has olan kanat başka hayvanlara da takılarak -düşünüşte-, çağlarının mitolojik varlıkları yaratılmıştır. Bunlara M.Ö. 1. yüzyıldan kalan bir Hun mezarından (bugünkü Moğolistan'da bulunan Noin-Ula'da) çıkarılan bir örtünün üzerinde yere yıkılmış bir sığına saldıran bir grifon (hayali bir yırtıcı hayvan) resmi\ yine Hunlardan (Çinlilerin deyimi ile Hiung-nu'lardan) Mete (Mo-tun) Han'ın soyundan gelen Liu-Pau'nun eşinin, bir erkek çocuğu olması için dua ettiği zaman görünen kanatlı ve iki boynuzlu balık2, Ostyakların Paster oymağı efsanesindeki kanatlı Paster Adam3, Eski Çin'deki kanatlı kapları\ İskitlerin ve Macarların çok eski inançlarında yer edinen bazı kanatlı hayvanlar5 örnek olarak gösterilebilir. Kuşlar dışındaki bu "kanatlı varlıklar" insan düşün-
1 Nejat Diyarbekirli, Hun Sanatı, İst. 1972, s. 86
2 Prof. De. Laszlo Rasonyl, Tarihte Türklük, Ank. 1971, s. 44.
3 a.g.e. s. 44.
4 a.g.e. s. 44. 5 a.g.e. s. 44.
20 • TüRK KüLTÜRÜNDE KUŞLAR
cesinin ilerlemesi, dinlerin totemlerden kurtulması ile de büsbütün ortadan kalkarlar. Semavi dinlerde maddi değil, manevi varlıklar (melekler) kanatlı olarak tasvir edilirler. Müslümanlığın kutlu kitabı olan Kur'an-ı Kerim'de meleklerin iki veya daha fazla kanatlı yaratıldıkları bildirilmektedir: "Gökleri ve yeri yaratıp melekleri ikişer, üçer, dörder kanatlı elçiler yapan (peygamberlere gönderen) Allah'a hamd olsun. Allah yarattığı şeylerde dilediği kadar (vasıflar) ziyade eder. Muhakkak ki Allah, her şeye kadirdir. "6 Müslüman Türklerin dini eserlerindeki melek tasvirlerinde görülen "kanat" öğesinin, bu ayetten ilham aldığı açıktır. Mesela Süleyman Çelebi Mevlid'inin Mirac bölümünde, bir çeşit cennet bineği olan Burak üzerinde Cebrail'le birlikte Sidre'ye ulaşan Hz. Muhammed'in, orada, artık daha ileriye geçemeyeceğini bildiren Cebrail ile yaptığı konuşmasında, bu büyük meleğin "perr ü bal" yani "kanat" sahibi olduğu anlatılmaktadır:
"Bana böyle emr idüpdür Zü'l-celal Açmayam ben bundan öte perr ü ba\"7
Bir diğer büyük melek olan Azrail'in de, kanatlı olduğu inancı, İslami bir renge büründürülen Dede Korkut destanlarından birinde, "canı yerine Azrail'e teslim edilecek can" arayan Deli Dumrul'un ağzından (hem de babasına, annesine ve eşine ayrı ayrı) ifade edilmiştir:
·� sakallı aziz izzetli canım baba Biliyor musun neler oldu Küfür söz söyledim Halk Tafila'ya hoş gelmedi
6 Hazırlayan, A. Fikri Yavuz, Kur'an-ı Kerim ve izahlı Meal-i Alisi, İst. 1976, s. 435 (Patır suresi, ayet:l).
7 Hazırlayan, Prof. Dr. Faruk Kadri Timurtaş, Mevlid (Vesiletü'n-Necat) -Süleyman Çelebi, İst. 1980 (3.baskı) , s. 1 14, beyit: 219.
TüRK KÜLTÜRÜNDE KUŞLAR • 21
Gök üzerinde al kanatlı Azrail' e emreyledi Uçup geldi Benim akça göğsümü bastırıp kondu Hırıldatıp tatlı canımı alır oldu Baba senden can dilerim verir misin Yoksa oğul Deli Dumrul diye ağlar mısın"8
Kanat ve onun gerçekleştirdiği veya hiç olmazsa zihinlerde bir ilham, bir hayal, yahut bir düşünüş olarak biçim kazandırdığı "uçma, uçabilme" yeteneği, işi, her çağ insanını geniş ölçüde kendisiyle ilgilendirmiştir. Bu uçabilme yeteneği Altay Türk kozmogonisinin değişik destanlarında Ülgen, Kayra Han, Payana gibi tanrılara ve bazen onun-
8 Muharrem Ergin, Dede Korkut Kitabı, İst. 1969, s. 127.
22 • TÜRK KÜLTÜRÜNDE KUŞLAR
la birlikte insana da mal edilmiştir. Maniheizm, Budizm, Lamaizm hatta Hristiyanlığa kadar çeşitli dinlerin etkisinde kalan Altay Yaratılış destanlarının Verbitsky tarafından derlenmiş olanında tanrının uçuşu şöyle anlatılmaktadır:
"Dünya bir deniz idi, ne gök vardı, ne bir yer, Uçsuz bucaksız, sonsuz sular içreydi her yer! Tanrı Ülgen uçuyor, yoktu bir yer konacak, Uçuyor, arıyordu, katı bir yer, bir bucak. Kutsal bir ilham ile, nasılsa gönlü doldu, Kayıptan gelen bir ün, ona bir çare buldu. "9
Radlof'un derlediği Altay Yaratılış destanında ise tanrıdan başka, insan da uçabiliyor iken, o, kibirlenip tanrı ile yarışa kalkıştığından bu yeteneğini yitirmiştir:
"Yerin yer olduğunda, sularla kaplıydı her yer, Ne gök vardı, ne de ay, ne güneş, ne de bir yer. Tanrı uçar dururdu, insan oğluysa tekdi, O da uçar, dururdu, sanki Tanrı'yla eşdi. Uçar, hep uçarlardı, yer yoktu konmazlardı."10
Bu konu, yine aynı yazarın "Sibirya'dan" adını taşıyan eserinin şamanlık ile ilgili yazısında aşağıdaki gibi ifade edilmiştir:
"Yer ve gök yaratılmadan önce her şey sudan ibaretti, yer yoktu, gök yoktu, güneş ile ay da henüz yoktular. O zaman, tanrıların en yükseği, bütün varlıkların başlangıcı, insan oğullarının ata ve anası Tengere Kayra Kan11 kendisine ben-
9 Prof. Dr. Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi, 1.cilt, Ank. 1971, s. 432, 433.
10 a.g.e., s. 451. 11 Kayra Kan (Han); Ziya Gökalp'ın, Altay Türk Kozmogonisini anlattığı
Türk Medeniyeti Tarihi'nde "Kara Han" şeklinde geçmektedir (bk. a.g.e., s. 87, 88).
TÜRK KÜLTÜRÜNDE KUŞLAR • 23
zer bir varlık yaratarak ona kişi (kiji) dedi. Kayra Kan ile kişi su üzerinde iki kara kaz gibi sakin sakin uçarak süzülürlerdi. Fakat kişi bu ebedf sükunetten memnun değildi, o, Kayra Kan'dan fazla yükselmek istiyordu. Bu ölçüsüz hareketinden dolayı o, uçma hassasını kaybetti . . . "12,
Ve nihayet Altaylı Kara-Orman Tatarlarının bir efsanesinde belirtildiğine bakılırsa tanrı, işi olduğu zaman göğe gider, yani uçar: "Çok, çok eski zamanlarda Payana, insan şeklinde bir şey yapmıştı. Ama ona can vermek için bir ruh bulamamıştı. Ruhu, gökte arayıp bulmak lazımdı. Bunun için de Payana, göğe doğru yola çıktı ve ruhu aramağa koyuldu"13 İslamlık öncesindeki Türk sosyal yaşayışında önemli ve etkili bir yer edinen şamanların da uçtuğuna, gökleri dolaştığına ve o gök katlarında bulunan çeşitli tanrılarla buluştuğuna inanılarak; onların bu kudretleri sayesinde, hastalıkları tedavi etmekten tutun da, gaipten haber vermeye kadar türlü işleri başardıklarına tam bir inanç beslenilirdi. Öyle ki, Yenisey Yaratılış destanında Yeniseyliler tanrı yerine şamanı geçirmişlerdir.14 Altaylı şamanlar, Ülgen'e sunulacak olan kurban için yaptıkları en büyük merasimlerinde, daha önceden hazırlanılmış ve içi otla doldurularak bezle sarılmış kaz biçimindeki bir nesnenin üzerine oturduktan sonra uçma hazırlıklarına girişirlerdi. Tabii bu uçma işi zihinde, yani şamanların manevi yaşayışında idi. Temsili bir kazın üzerinde bulunan şaman, sanki uçmaktaymış gibi kollarını iki yana hızla sallarken bir taraftan da kaza, alacağı yönü -şiir halinde- bildirir:
12 W. Radlof, (Çeviren) Prof. Dr. Ahmet Temir, Sibirya'dan (Seçmeler), İst. 1976, s. 215, 216.
13 Türk Mitolojisi I, s. 43. 14 a.g.e., s. 46, 467.
24 • TÜRK KüLTÜRÜNDE KUŞLAR
''Ak göğün altında, Ak bulutun üstünde, Mavi göğün altında, Mavi bulutun üstünde Yüksel semaya ey kuş!"15
Bundan sonra, şamanla kaz arasında, bu uçuş sırasında görülen yerleri anlatan bir diyalog başlar (tabii temsili kazın yerine de, yine şaman, sesini, kaz sesine benzetmeye çalışarak konuşur):
" Kaz
Şaman Kaz Şaman Kaz Şaman Kaz Şaman Kaz Şaman Kaz
Şaman Kaz Şaman
Kaz
Ungay gak gak, ungay gak, Kaygay gak gak, kaygay gak. Altın bir dizgin yerleştiriniz! Ungay gak gak! v.b. Altın kementi tutunuz! Ungay gak gak! v.b. Bir aylık mesafeye bakınız! Ungay gak gak! v.b. Ak süt gölüne bakınız! Ungay gak gak! v.b. Bir günlük mesafeye bakınız! Ungay gak gak! v.b. Süro dağına bakınız! Ungay gak gak! v.b . Süro dağından Kendisine yemek almasın, Ak süt gölünden, Kendisine içecek almasın! Ungay gak gay, ungay gak, Kaygay gak gak, kaygay gak!"16
Bu bir çeşit diyalogdan sonra, kurbanlık hayvanın "püra" denilen ruhu şamandan kaçar ve sonuçta gökten yere iner-
15 Sibirya'dan (Seçmeler), s. 241. 16 a.g.e., s. 241, 242.
TüRK KÜLTÜRÜNDE KUŞLAR • 25
se peşinden de şaman yere konacağından merasimin bu bölümü bitmiş olur. Temsili kazı bir yana bırakan şaman, kaçan ruhu kovalamaya devam eder. Atay şamanlarının uçma ile ilgili birkaç kerametini menkıbe (yürüm) halinde A. V.
Anohin şu şekilde tespit etmiş bulunmaktadır:
"Şaman (kam) Tostagoş hakkında şu menkıbe söylenir: Zamanının hanı kamıştan kulübe yaptırarak içerisine Tostagoş'u kapatmış ve ateşe verdirmiş. Şaman Tostagoş alevler içindeki kulübenin duman deliğinden uçarak havaya fırlamış, sağ ve salim kurtulmuştur. Kadın şamanlardan Kanaa, Kemçik'teki (bugünkü Sayot ülkesindeki) Alaş ırmağı sahillerinden Altay dağlarında vaki Kopşu ırmağı sahiline uçarak gelmiş ve orada yerleşmiştir. Kaçı adlı bir şaman bir yaz günü dualarının kuvvetiyle kar ve buz parçaları gibi dolu yağdırmıştır. Ayin esnasında Tanrı'nın tahtına kadar yaklaşmış ve bundan dolayı kendisine Tanrıoğlu lakabını almıştır. "17
Böylece en eski Türk düşüncesinde, kendisine unutulmaz bir yer sağlayan bu "uçma" işi, İslamlığın kabulünden sonra -nitelik değiştirerek de olsa- varlığını sürdürür. Tabii bu iş, artık, şamanlar tarafından hayali olarak değil, hak dininin doğrultusunda, Tanrı katında manevi rütbelerin büyüklerine ulaşmış bazı ermiş insanlarca (velilerce) birer "keramet" olarak gerçekleştirilmiştir. Eskiden "tayy-ı zaman, tayy-ı mekan etmek" (zaman ve mekanı atlamak, bir harika kuvvetle geçmek; mesela on günlük yere bir dakikada varmak) 18 deyimi ile karşılanan bu durum, bir çeşit -manevi kuvvetle yapılan- uçuş sayılabilir. Din ve tasavvuf ulularının, menkabevi hayatları anlatılırken yer verilen çeşitli kerametlerinden biri de tayy-ı zaman, tayy-ı mekan ile
17 Prof. Dr. Abdülkadir İnan, Eski Türk Dini Tarihi, İst. 1976, s. 101 . 18 Bkz. Şemseddin Sami, "Kamı1s-ı Türk!", Dersaiidet, 1317, s. 914.
26 • TüRK KÜLTÜRÜNDE KUŞLAR
ilgilidir. Mesela Vilayetname'de anlatılan menkıbelerden biri şu şekildedir:
"Lokman-ı Perende, hacca gitmişti. Tavaf etti, hac törenlerini yerine getirdi. Arafat'a çıkıp vakfeye durdu. Yanındaki arkadaşlanna, bugün arife günü, şimdi bizim evimizde bişi pişirirler dedi. Lokman'ın bu sözü, Hünkar'a malum odu. Evde de gerçekten bişi pişirmedeydiler. Lokman'ın kansına, bir tepsiye birkaç bişi koyun da verin bana dedi. Bir tepsiye birkaç bişi koydular, BektQ.ş'a verdiler. Bektaş, tepsiyi aldı, göz yumup açıncaya dek Şeyh Lokman-ı Perende'ye götürüp sundu. Şeyh Lokman, bunu görünce hikmetini anladı. Arkadaşlanyla bişiyi yedi tepsiyi gizledi. Hac törenini bitirip Hicaz' dan döndü. Horasan'a yakın gelince bütün Nişabur halkı, Lokman'ı Perende'ye karşı çıktılar, haccın kutlu olsun dediler, mübarek elini öptüler. Lokman, Hacı dedi, BektQ.ş'tır, gidip Bektaş'ın elini öptü, kerametlerini bir bir haber verdi. "19
Bu arada, ortaya çıkan sonucun başarı yahut başarısızlık sayılabileceği veya yalnızca bir ilgi çekici deneme niteliğinde kalabileceği tartışmasına girmeden, Türk kültür tarihindeki, tamamen maddi, fiziki güce dayanan üç ayrı uçma olayını da anlatmak gerekmektedir. Gerekmektedir, çünkü, uçabilme işi, gerçekte çeşitli milletten pek çok insanın çağlar boyunca zihnini kurcalamış durmuştur. Hatta dahilerin bile. Mesela Leonardo da Vinci (1452-151 9), daha çağında bir uçak taslağı üzerinde çalışmıştı. Onun bu taslağı, kendi zamanında "makine petrolü" denilen bir maddenin bulunabilmesi halinde, uçan bir araç (uçak) haline gelebilirdi. . . 20
19 (Hazırlayan) Abdülbaki Gölpınarlı, Vilayetname (Menakıb-ı Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli), İst. 1 958, s. 6.
20 Çağlar Boyunca 100 Büyük İnsan, İst. 1971, s. 234.
TüRK KÜLTÜRÜNDE KUŞLAR. 27
Uçan ilk balonun sepetinde, sanki heyecandan uçan insandan başlayarak günümüzün uzay araçlarına kumanda eden astronotlara kadar, bütün insanları yukarıya, enginliklere, sonsuzluklara çeken nedir acaba? Yer çekimi maddeyi hep aşağıya doğru çekerken, manayı, düşünceyi yukarıya çeken, cezbeden nasıl bir güçtür? Bu ve benzeri soruların cevaplarını şüphe yok ki, uzay çalışmalarının, araştırmalarının amaçları, hedefleri, bir ölçüde de olsa, vermektedir.
Türk asıllı ünlü bir lugatçi ve yazdığı Kuran-ı Kerim nüshaları, ancak yüz dinara hediye edilebilecek derecede büyük bir hattat olan Cevheri (Ebı1 Nasr İsmail bin Hammad) hayatını, uçabilmeyi denemek uğrunda kaybetmiştir. Rivayete göre Nişabur'da, iki kapı kanadını kendisine kanat yaparak evinin damından (bir iddiaya göre de Eski Cami'nin minaresinden) uçmak isterken yere düşmüş ve ölmüştür (25 Ağustos 1 009/14 Ağustos 1010)21• Bu ilk tecrübe uçuşundan birkaç yüzyıl sonra ve ana yurttan binlerce kilometre uzakta, İmparatorluk Türkiye'sinin merkezi İstanbul' da, hayatı hakkında fazla kayıt bulunmamasına rağmen, fen alanındaki geniş bilgisi dolayısı ile kendisine "hezarfen" unvanının verildiği"22 anlaşılan Ahmed Çelebi de bir uçma denemesi yapmıştır. Hezarfen Ahmed Çelebi'nin Sultan iV. Murad devrinde yaptığı ve başarı ile sona erdirdiği uçuş, onun, İstanbul'dan sürgün edilmesine yol açmıştır. Evliya Çelebi, Seyahatnamesi'nde bu olayı şöyle anlatmaktadır:
"Hezarfen Ahmed Çelebi: Evvela Ok Meydanı'nın minberi üzerinde rüzgarın şiddetinde kartal kanatlariyle sekiz dokuz kere havada uçarak talim etmiştir. Sonra Sultan Murad Han Sarayburnu'ndan Sinan Paşa köşkünden seyrederken,
21 İslam Ansiklopedisi, s. 3, s. 126. 22 Türk Ansiklopedisi, s. 19, s. 207.
28 • TüRK KüLTÜRÜNDE KUŞLAR
Galata Kulesi'nin ta tepesinden lodos rüzgariyle uçarak Üsküdar'da Doğancılar meydanına inmiştir. Sonra, Murad Han kendisine bir kese altın ihsan ederek: 'Bu adam pek korkulacak bir adamdır. Her ne istese elinden geliyor. Böyle kimselerin durması doğru değil!' diye Cezayir'e sürmüştür. Orada vefat eyledi. "23
Evliya Çelebi, yine aynı eserinde, iV. Murad zamanındaki başka bir uçma olayını da şu cümlelerle kaydetmektedir:
"Lô.garf Hasan Çelebi; Murad Han'ın Kaya Sultan adlı yıldız gibi temiz kızı doğduğu gece akika şenliği oldu. Bu Lagar! Hasan, elli okka barut macunundan, yedi kollu bir fışenk icad etti. Sarayburnu'nda Hünkar huzurunda fışenge bindi. Talebeleri fitili ateşlediler. Lagarf "Padişahım! Seni Allah'a ısmarladım. İsa Nebi ile konuşmağa gidiyorum!" diyerek, dualar ederek göklere doğru çıktı. Yanında olan fışenkleri ateş edip denizin yüzünü aydınlattı. Gök kubbede, büyük fışenkliğin barutu kalmayıp da yere doğru inerken, ellerinde olan kartal kanatlannı açıp Sinan Paşa Köşkü önünde denize indi. Oradan yüzerek, çıplak olarak padişah huzuruna geldi. Yeri öperek "Padişahım! İsa nebi sana selam eyledi." diye şakaya başladı. Bir kese akçe ihsan olunup yetmiş akçe ile sipahi yazıldı. Sonra Kırım'da Selamet-Giray Han'a gidip orada vefat eyledi. Rahmetli yakın dostumuzdu. Allah rahmet eyleye . .. "24
Önceleri dini, destani düşünce alanında ortaya çıkan "uçmak" daha sonraları, düşüncenin biricik bildirme ve kayıt etme aracı olan dil vasıtası ile çeşitli sahalarda kendisini gösterir. Düşüncenin en iyi yansıtıcısı dil olduğu için, uçmak sözünün veya bu sözden türetilmiş kelimele-
23 Evliya Çelebi (Mehmed Zılli Oğlu), (günümüz Türkçesine çeviren) Zuhuri Danışman, İst. 1971 (İkinci baskı), s. 2, s. 288.
24 a.g.e., s. 288, 289.
TÜRK KÜLTÜRÜNDE KUŞLAR • 29
rin Türk dilinde geniş ölçüde kullanılış kazandığı söylenebilir. En eski, yazılı Türk dil, edebiyat ve kültür belgeleri olan Göktürk Kitabeleri'nde; "uçmak, havalanıp gitmek, ölmek" gibi anlamlara gelirken, aynı kelimeden türetildiği anlaşılan "uçuk" sözü de "kuş, avcı kuşu" manasına geliyordu.25 Türk dilinin Uygur, Kaşgar (Hakaniye, Karahanlı) , Çağatay, Kazan, Kırgız, Azeri gibi lehçe veya şivelerinde hep "uçmak" şeklinde kullanılan söz konusu kelime, Türkiye Türkçesinde de (belgelere dayanan en erken çağından beri; XIII. yüzyıl) hep "uçmağ, uçmalı, uçmak" biçiminde kullanılagitmektedir. Uçmak fiilinden değişik ek, ekler grubu, yahut fiiller ile çekime uğratılarak yapılmış ve halen kullanılmakta olan birçok kelimenin dışında; günümüzün Türkiye Türkçesinde, ya büsbütün kullanılıştan düşmüş ya da çok seyrek olarak kullanılan kelimelerin sayısı hiç de az değildir. XIII-XVI. yüzyıllar arasındaki dönemde yazılmış eserlerin taranması ile tespit edilen bu çeşit kelimelerden bir kısmı şudur: Uça gelmek (uçar gibi, acele ile gelmek) , uçarda (kuşlardan, kuşlar arasında) , uçayu (uçarak) , uçmak (cennet) , uçuk (sara) , uçuğu depreşmek (sarası tutmak, kendini kaybetmek) , uçuk dutmak (veya tutmak) (cin tutmak, sara tutmak), uçuklu (l.saralı, cin tutmuş, 2. sersem, derbeder, sarsak, deli) , uçukrnak ( yükselmek istemek), uçukrnak (korku ve heyecandan benzi sararmak) , uçunmak (korkudan sararmak, rengi uçmak), uçurma (kuru söz, boş laf, uydurma söz), uçurmak26 (1 . kaçırmak, 2. yüksek göstermek, çok methetmek, 3.koşturmak, süratle göndermek, uçmaklık27 (cennete layık olan kimse, cennetlik) , uçar (kuş, uçan), uçara atmak ( kuş havada uçarken atıp vurmak), uçurucu (mecazi olarak: mübalağacı), uçak
25 Hüseyin Namık Orkun, Eski Türk Yazıtları, IV, İst. 1941, s. 122. 26 Bkz. Tarama Sözlüğü VI, s. 3889-3900. 27 Bkz. Dr. Ahmet Topaloğlu, (Muhammed bin Hamza), XV. yüzyıl başla
rında yapılmış Kur' tin tercümesi, c.2, (Sözlük, s. 586).
30 • TüRK KÜLTÜRÜNDE KUŞLAR
(sarmaşık gibi sarılan otlar) , uçkun28 (ateşten uçan şey, kıvılcım), uçmaklı29 (cennet gibi, çok güzel; ilahi, semavi) .
ilhamını kanat veya en geniş anlamı ile (mecazi manası da dahil) uçmak'tan almış ve Türk düşüncesinden; atasözü, deyim, kalıplaşmış söz halinde doğmuş bulunan dil ve edebiyat ürünleri, Türk dilinin her döneminde varlığını kabul ettirmiştir. Mesela, Kaşgarlı Mahmut, Türk erkekleri kadar kadın ve çocuklarının da ata çok iyi bindiklerini ifade etmek için Divan'ına "Türk'ün atı, kanadıdır"30 atasözünü almayı da gerekli bulmuştur. Türkiye Türkçesinde; şeyh uçmaz, müritleri uçurur. Alçak uçan yüce konar, yüce uçan alçak konar. Karıncanın zevali (yok olma, ölme zamanı) gelince kanatlanır. Kedinin kanadı olsaydı serçenin adı kalmazdı. Tek kanatla kuş uçmaz, .. . gibi atalar sözü ile; haber uçurmak, kağıt uçurmak (haber salmak) , göklere uçurmak, kanat germek, (birinin) kanadı altına sığınmak, kolu kanadı kırık olmak, kanadı altına almak, (birine) kol kanat olmak, uç baba torik (argoda; şimdi saçmalıyorsun işte), kanat vuruşu, kanat taarruzu, kanat uzunluğu, uçan daire, uçan kale, uçuş meydanı, kanat açısı ve benzeri deyimler, kalıplaşmış sözlerden başka, Türkçenin güzelliğini, inceliğini, kelimelerinin cinas yapmaya son derece elverişli olan anlam zenginliğini kıvraklığını ortaya koyan manilerde, aynı ilhamın mısralaştığı da görülmektedir:
"İndim nane biçmeğe Eğildim su içmeğe Dediler yar geliyor Kanat açtım uçmağa. "31
28 Hüseyin Kazım Kadri, Türk Lügati, c. l, İst. 1 927, s. 349. 29 Bkz. Redhouse, Yeni Türkçe İngilizce Sözlük, İst. 1974 (İkinci baskı), s.
1 1 94.
30 Bkz. Diviinü Lugati't-Türk, c.I, s. 48, 49. 31 Mehmet Halit Bayrı, İstanbul Folkloru, İst. 1972 (ikinci baskı), s. 67.
"Kanat açmış havaya Yükselmiş uçmuş aya Benim bir yarim vardır Göremem doya doya"32
"Uçar havalanırım Havada dolanırım Bana gel dese yarim Hemen yuvarlanırım. "33
TüRK KÜLTÜRÜNDE KUŞLAR • 3 1
Bazen da ninniler, çocuklara, bebeklere rüyalar aleminin belki de ilk kanat hışırtılarını duyururlar! Mesela:
"Karga da seni tutarım aman Kanadını yolarım aman Yelpazeler yaparım aman Kışın mangal yakarım aman Isıtır yavruma bakarım. "34
Manilerin ve ninnilerin dışındaki halk şiirinde, söz konusu ilhamın çağlarca sürdürülmesi, düşünce ve hayalin genel olarak aynı kaldığını, temelde bir değişiklik olmadığını göstermektedir. Hatta, tamamen kendisine has bir düşünüş, duyuş ve ifade ediş sistemi bulunan tekke-tasavvuf şiirinin bile, zaman zaman aynı ilhamdan yararlandığı söylenebilir:
"Gör ne yuvadan uçdum bu halka razum açdum Işk duzağına düşdüm dutıldum ele geldüm"35
"Bir kuş olup uçmak gerek bir kenara geçmek gerek Bir şerbetden içmek gerek içenler ayılmaz ola"36
(Yunus Emre)
32 M.Hasan Göksu, Manilerimiz, İst. 1970, s. 219. 33 a.g.e., s. 313. 34 İstanbul Folkloru, s. 66.
35 Prof. Dr. Faruk K. Timurtaş, Yunus Emre Divanı, İst. s. 109. 36 a.g.e., s. 138.
32 • TÜRK KüLTÜRÜNDE KUŞLAR
"Canım Kır At, gözüm Kır At Kaçıp çekilip gidelim Her yanında çifte kanat Uçup çekilip gidelim"37
(Köroğlu)
"Telleri büsbütün kanlara batmış Şimdi bizim göllerde mekan tutmuş Kanatların açıp, boynun uzatmış Siyah zülüfleri hep aralanmış"38
(Gevheri)
"Devlet hümasını tutayım derken Uçurdum kolumdan baz elden gitti Cehd idüp ardından yeteyim derken Hazır turna ile kaz eden gitti"39
(Aşık Ömer)
"Ağalar içmesi hoştur O da züğürtlere güçtür Can kafeste duran kuştur Elbet uçar gider bir gün"40
(Karaca Oğlan)
"Kanadımı açamam Kırılmıştır uçamam Doğrusu ben ölmeden Vatanımdan geçemem"41
(Aşık Zülali)
37 Cahit Öztelli, Köroğlu - Dadaloğlu - Kuloğlu, İst. 1974, s. 103. 38 Ord. Prof. Dr. Fuad Köprülü, Türk Saz Şairleri, Ank. 1962, s. 205. 39 a.g.e., s. 2 71. 40 a.g.e., s. 3 7 4 41 a.g.e., s. 629.
TüRK KÜLTÜRÜNDE KUŞLAR • 33
"Deli Boran şimdi buldu yarini Kırdın, Felek kanadımı belimi Terketmişim evim, barkım, ilimi Şimdilik meskenim bu Leyli, Leyli"42
(Deli Boran)
Türk müziğindeki sözlü eserlerin bestelenmiş manzum sözlerine esas olan şiirlerde, genel adı ile güftelerde de uçmak ve kanat unsurundan doğmuş düşünce izlerine rastlanılır; sevgili o kadar uzaktadır veya erişilmezdir ki, onun yanına ancak uçmakla varılabilir!. . Segah makamının bir valsindeki "kuş olup uçsam sevgilimin diyarına"43, yahut uşşak makamının bir düyek usulündeki "kanadım yok uçamam kapına ulaşamam"44 mısraları buna örnektir.
Türk edebiyatının nesir veya şiir türünde ele geçebilen en eski eserlerinin hemen hepsinde "kuş" genel adı verilen canlılara oldukça fazla rastlanılır. Burada dikkati çeken asıl nokta, çeşitli kuşların daha destanlar döneminden itibaren birer tabiat unsuru, süsü olmalarının yanı sıra45 fert ve millet yaşayışının bir parçası ve gereği olan inançlar sisteminin de önemli bütünleyici, perçinleyici halkaları olmasıdır. Sungur, şahin, kartal, . . . gibi kuşların; totem sayılmalarından dolayı kazandıkları kutluluktan başlayarak, bazı Türk boylarının avcılık devirlerindeki gündelik yaşayışında spor ve beslenme kaynağını meydana getirmesine kadar, çok değişik rolleri vardı.
Çok tanrılı bir dini sisteme sahip olan Yakutlarda ilahlar iki grupta toplanılmıştır. Tenger (tanrılar) adı verilen ilahların dokuz kat olarak kabul edilen gökte oturdukları ve
42 a.g.e, s. 693. 43 (Derleyen) Günbey Zakoğlu Sevilen Şarkı Güfteleri, I., İst. 1966. s. 269. 44 (Derleyen) Günbey Zakoğlu, Sevilen Şarkı Güfteleri II, İst. 1971, s. 156. 45 Bkz. Dr. Halil Ersoylu, "Türk Dünyasının Folklor ve Etnografyasında
Süs Unsuru Olarak Kullanılan Bazı Kuşlar" Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, İst. 1980, sayı:8, s. 83-93.
34 • TüRK KÜLTÜRÜNDE KUŞLAR
milli birliğin sembolü, barışın koruyucuları olarak herkese karşı eşit ölçüde adaletli ve iyilik ister yapıda bulundukları için, bunların "Dokuz Ağa Uza" grubuna ait olduğunu ifade eden Ziya Gökalp; Yaratan Ak Han (Ürüng Ayn Toyon), Tatlı Doğurma Hanımı (Nalıgır Ayıısıt Hotun), Avcılık Tanrısı (Baay Bayanay) ve diğer tanrıları sıralarken yer verdiği Cesegey Ayıı'nın yedi kardeşi olduğunu anlatır. 46 Her biri (yıldırım, ışık ve şimşek, kader, savaş, ruhların öfkesinin müjdecisi, vb. gibi hususlarla ilgili) birer tanrı olan bu kardeşlerin yedincisi de Kuşlar Tanrısıdır (Yakut Türkçesi ile: Süng Haan, Süngken Erilik veya Ereli, Homporuun Hotoy-Hotun şeklindedir) .
Altaylıların dini inançlarına göre en büyük tanrı Ülgen' dir. Güney Altay şamanistlerinin "Kuday" diye adlandırdıkları Ülgen, Altaylı şamanların ilahi ve dualarında da en büyük tanrı olarak anılmıştır. A.V. Anohin'in tespit ettiği rivayete göre, ay ve güneşin ötesinde, yıldızların üstünde yaşayan Ülgen, iyilik yapan ve insan şeklinde olan bir tanrı olup, şaman dualarında "ak ayaz (ak ayas) , ayazkan, şimşekçi, yıldırımcı, yayuçu (yaratıcı)" gibi vasıflarla nitelendirilmiştir. İşte böyle bir tanrı olan Ülgen'in, kendisi gibi gökte oturduğuna inanılan yedi oğlundan biri Kara Kuş (kartal) adını taşımaktadır. 47
Uygurlardan söz açan Çin kaynaklarından birinde, Uygurlar arasında yüzyıllarca tanrı sayılan bir kuşu anlatan Uygur efsanesi bulunmaktadır. Gök Türklerin ünlü kahramanı ve veziri Tonyukuk'un soyundan gelen Uygur veziri Bilge Buka'nın atalarından biri ile ilgili olan efsane şöyledir:
"Söylendiğine göre bir gün hava çok sıcakmış. Bilge Buka'nın atası elbise ve ayakkabılarını çıkararak bir ağacın dibinde yatmış. Az sonra ağacın üzerine bir kuş gelerek ötmeğe
46 Ziya Gökalp, Türk Medeniyeti Tarihi, İst. 1976, s. 67, 68. 47 Eski Türk Dini Tarihi, s. 19-21 .
TüRK KÜLTÜRÜNDE KUŞLAR • 35
başlamış. Ağacın dibinde yatan adamın bundan canı sıkılmış ve elbiselerini giyinerek kalkmış. Fakat kuş bununla da kalmamış ve üç defa ağaçtan aşağıya inerek adamı tırmalamış. Adam kızınca kuşu yakalamış. Yakalamış ama, tam bu sırada ağacın üzerinden zehirli bir yılanın sokmasından kurtulmuş. Bunun için de soylarına bu kuşu öldürmemelerini ve ona saygı göstermelerini vasiyet etmiş. Uygurlar asırlarca bu kuşa bir Tanrı gözü ile bakmışlar. "48
Gerek kuşlara tahsis edilmiş bir tanrı sayılmak gerekse böyle bir tanrı olarak kuş (mesela kartal) adı almak yolu ile, en eski T ürk düşüncesinin en üst ve geniş alanına girip kendisini böylece kabul ettiren "kuş" ayrıca iyi (yararlı) ve kötü (zararlı, muzır) ruh olarak günlük yaşayışta rol oynamıştır. Troşçansky tarafından kaleme alınan "Yakutlar'da Kara Dinin Tekamülü" adlı kitaba Naumov'un eklediği bir makalede şu bilgilerin verildiği bildirilmektedir: "Yakutların inançlarına göre Ogo ımıta denilen bir ruh vardır. Harfi harfine -çocuk ımı'sı- demektir. Bu -ımı- bir kuş şeklinde çocuğun başı üzerinde öter ve bununla çocuğun neslinin bereketli olacağını haber verir. "49 Sözü edilen bu ımı ruhunun Umay olduğu kesin olup, bunun yerini daha sonraları "ayısıt" denilen bereket ve refah sağlayıcı, yaratıcı dişi ruhlar almıştır. İnanışa göre ayısıtlar, dağınık durumdaki hayat öğelerini toplayarak bir araya getirir ve böylece yaptıkları kut'u ana karnındaki çocuğa üfleyerek ona can-ruh verirler. Hatta bununla da kalmazlar; onların bir kısmı kadınları ve çocuklarını, diğer bir kısmı da hayvanları ve yavrularını korurlar. Gebe kadınların koruyucusu olan ayısıtların sembolü olan kuğu kuşları, bu sebepten dokunulmazlık kazanmıştır. Nihayet, şaman dininde olan Türklere göre, yeryüzü ile göğün en yüksek yeri arasında, yukarıya doğru gittikçe aydınlanan, bir nur
48 Türk Mitolojisi I, s. 86. 49 Eski Türk Dini Tarihi, s. 26.
36 • TÜRK KÜLTÜRÜNDE KUŞLAR
alemi vardır. On yedi kattan meydana gelen bu alemin en üst katında, göz kamaştırıcı aydınlığı ile Türk tanrısının oturduğu ve dünyada iyilik yapan kimselerin ölünce vücutlarından ayrılan ruhlarının kuş şekline girerek bahsedilen nur alemine uçtuğu inancı da, şaman dininden doğmuştur. 50 Yakutlardaki inanışa göre yer altındaki kötü ruhların adları ve sayıları ne şamanlar ne de diğer kişilerce bilinebilir. Çünkü onların adlarını söylemek dahi tehlikeli ve korku vericidir. Ancak bazıları bilinebilen bu zararlı ruhlardan biri, eskiden "Yer Altındaki İhtiyar" (Allara Uguynur) adı ile tanınmış, şimdilerde "Satana" denilen ve Hristiyanlığı kabul eden Yakutlarca "şeytan" sayılan bu ruhla birlikte oturan "Karga Çang" ismini taşımaktadır. Bu -Karga- zenginlerin evlerini ziyaret ederek -tabl- çalar ve bu suretle hizmetçileri hasta eder."5 1 Ruhlar konusunda kartalın da önemli bir yeri olduğu, şamanların düzenlediği dini törenlerden anlaşılmaktadır. Kurban etiyle çekilen ziyafetten nasibini aldıktan ve biraz da dinlendikten sonra, gelenek gereğince yakılmış bulunulan ateşte kuruttuğu davulunu çalmağa ve manzum olan dualarını okumağa başlayan şamanın, çağırdığı ruhlar arasında, gök kuşu Merküt'ün de ruhu vardır. Hem de onu bütün heybeti ile tasvir edici bir çağırıştır bu:
"Gök kuşları, beş Merküt, Tırnakları bakırdan, Ayın tırnağı bakırdan, Ayın gagası buzdan, Geniş kanatların muhteşem hareketli, Uzun kuyruklu yelpaze gibi, Sol kanadı ayı örter. Sağ kanadı güneşi örter,
50 Nihad Sami Banarlı, Resimli Türk Edebiyat Tarihi I, İst. 1971, s. 31. 5 1 Türk Medeniyeti Tarihi, s. 84.
TüRK KÜLTÜRÜNDE KUŞLAR • 37
Ey dokuz kartalın anası Yayık'ı geçerken şaşırmaz, Edil üzerinde yorulmaz, Öterek gel sen bana! Oynayarak gel sen sağ gözüme! Sağ omuzuma kon!"52
Eski Türk dini şamanizmde, din büyüğü sayılan şaman (kam) , çeşitli kuş veya hayvan şekillerini taklit yolu ile yapılmış elbiseler giyerdi. Ondan başka, Tatar kadınları da kuş giyeceklerine sahiptiler. Böyle giyinmekteki amaç, istenildiği zaman elbisesi giyilen hayvan veya kuşun şekline geçilebileceğini göstermekti. Eski Türklerdeki şamanın (din ulusunun) ve bir kısım ruhun, gerektiğinde kuş şekline girebileceğine dair olan inançlar İslamlıktan sonra da devam ettirilmiş, bazı meleklerin ve insanların da duruma göre kuş haline geçebileceği kabul edilmiştir. Özellikle, İslam dininin başlangıçta kalabalık Türk boyları arasında hızla yayılmasında önemli rol oynamış olan dervişlerin; "donuna girmek" (don < ton: elbise, kılık kıyafet) , "kıyafetine girmek" gibi deyimlerle çeşitli kuş şekline geçtiği, öyle ki, bazen bu işin (mesela Bektaşilerce) tasavvuf ile bağdaştırılarak "mana aleminden velayetle" gibi bir sebep bile edindiği53 görülmektedir. Orta Asya'dan Anadolu'ya kadar uzanan Türk coğrafyasının engin manevi havasında, "veli, ermiş, derviş, eren" gibi adlarla anılan birçok din ulusunun birer keramet olarak kuş şekline girmesi, kaynaklara geçmiş menkabeler arasındadır. Viliiyetniime'deki Hacı Bektaş menkabelerinden biri şöyledir:
"Hacı Bektaş şahin şekline girip Bedahşan'a gitti. Uça uça her yanı dolaştı, gördü, gözetti. Sonucunda Kutbeddin Hay-
52 Sibirya'dan (Seçmeler), s. 254. 53 Bkz. Türk Mitolojisi I, s. 29.
38 • TüRK KÜLTÜRÜNDE KUŞLAR
der'in nerede olduğunu anladı. Hayder, bir mağarada mahpustu. Süzülüp mağaranın üstüne indi, deliğinden girip yanına gitti ve silkinip insan şekline girdi. Ağzının yarından bir parmak aldı, Hayder'in başına sürdü, kelliği iyi oldu, saçları bitti. Zincirlerini çözdü, ona selam verdi. "54
Bazı Horasan erenlerinin, Hoca Ahmed-i Yesevi'nin, turna donuna (kıyafetine) girmesi de yine vilayetname'nin menkıbeleri arasındadır. 55 Doğan ve güvercin ( < gügerçin) de, kıyafetine girilen kuşlar arasında idi. Türk düşünce ve inançlarında yer tutan bu, kuş donuna girme, menkabeler dışında bazı destanlarda da ortaya çıkmaktadır. Dede Korkut Hikayeleri'nden Duha Koca Oğlu Deli Dumrul destanında, dört büyük melekten biri olan Azrail'in, kendisini öldürmek (!) için arayan Deli Dumrul karşısında güvercin olup uçması şu şekilde anlatılmaktadır: "Kara kılıcını sıyırdı eline aldı. Azrail'e çalmağa hamle kıldı. Azrail bir güvercin oldu, pencereden uçtu, gitti. İnsan oğlunun ejderhası Deli Dumrul elini eline çaldı, kah kah güldü. "56 Türk destanlarının bir diğerinde; Kırgızların Joloi destanında buna benzer şekilde doğan ve güvercin donuna girme olayı vardır.57
Düşünce tarihinin başlangıcından beri insanlığın zihnini; dünya ve diğer alemler, insan ve öteki canlılar, tek kelime ile -yaratılış- kurcalamış durmuş ve bir kısmına hala cevap bulunamamış olan sorular sağanağına tutmuştur. Tabii, dünyanın ve medeniyetin en eski, en önemli milletlerinden biri olan Türklerin de, yaratılış ile ilgili efsaneleri çok ve değişiktir. Burada, Türk kozmogonisine ait bütün efsaneler yerine, yalnızca, ele alınan konu ile ilgili olanlara yer vermek daha uygun olacaktır. Dünyanın yaratılışını
54 Vi/ayetname (Menakıb-ı Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli), s. 10, ı ı . 55 Bkz. a.g.e., s. 15. 56 Dede Korkut Kitabı, s. 124. 57 Orhan Şaik Gökyay, Dedem Korkud'un Kitabı, İst. 1973, s. DLXIX.
TüRK KüLTÜRÜNDE KUŞLAR • 39
anlatan Yakut efsanelerinden birinde balıkçıl ve yaban ördeğine önemli roller verilmiştir:
''Ana yaratıcı, artık bir dünya yaratmağa karar vermişti. Ama ne ile yaratsındı? Elinde hiç bir şey yoktu ki. Bunun üzerine kırmızı boyunlu balıkçılla, bir yaban ördeğini çağırdı ve onlara: 'Haydi, dalın da denizin dibine, bana biraz toprak getirin!' dedi. Daldılar kuşlar denizin dibine, az sonra yaban ördeği ağzında bir parça çamurla göründü suyun yüzünde. Ama balıkçıl ortalarda yoktu. Yaratıcı bu balıkçıl nerde kaldı diye düşünürken o da çıktı suyun yüzüne. Ama ağzında ne bir çamur, ne de başka bir şey vardı. Yaratıcı, hani senin toprağın diye sorunca, balıkçıl da boynunu büktü: 'Yok! Denizin dibinde ben toprak bulamadım! Onun için de toprak getiremedim. ' Dedi. Yaratıcı bunu duyunca çok kızdı ve balıkçıla şöyle dedi: 'Seni gidi kurnaz kuş seni! Ben sana yaban ördeğinden daha kısa ve daha az kuvvetli mi bir gaga vermiştim? Seninki, onunkinden hem kuvvetli, hem de uzun. Nasıl oluyor da, yaban ördeği denizin dibinde çamur buluyor da, sen bulamıyorsun? Bu olacak şey mi? Sen beni kandırdın ve denizin içine hile soktun. Ben seni cezalandıracağım ve sen yeryüzünde oturamayacaksın. Gez, uç, ne yaparsan yap; ama denizin üstünde yap. Dal denize, yiyeceğini arda bul. Orda yat, arda kalk. Ne yaparsan yap. Fakat yeryüzüne gelme!' Ana yaratıcı, yaban ördeğinin getirdiği çamurla dünyayı yarattı. Aldı çamuru eline, denizin üstüne koydu. Nasıl olduysa, Tanrı'dan çamur denizin dibine batmadı. Ne dalgalar ve ne de rüzgar onu yerinden kımıldatamadı. Tıpkı bir adacık gibi, denizin ortasında durup kaldı. Az sonra ada büyümeğe başladı. Öyle büyüdü, öyle büyüdü ki, bugünkü dünya oldu. "58
Kuşlu başka bir Yakut efsanesinde ise Hristiyanlığın etkileri vardır:
58 Türk Mitolojisi I, s. 449 (oraya; Tretyakof, s. 207'den) .
40 • TüRK KÜLTÜRÜNDE KUŞLAR
"Şeytan, Hazret-i İsii'nın büyük kardeşi idi. Ama kardeşi nasıl iyiyse, o da o kadar kötü idi. Tanrı durmuş düşünüyordu. Bir dünya yaratayım ama, nasıl yaratayım diye. Düşünüp dururken Tanrı, Şeytan'a şöyle dedi: - "Sen hep par/aksın, hep kuvvetlisin, her şeyi yaparsın diye öğünür durursun. Gel öye ise, gel de denize dal ve denizin dibinden bana biraz kum çıkar!" Şeytan denize daldı. Az sonra yine çıktı. Çıktı, çıktı ama, kum da avucundan akıp gitti. Şeytan ikinci defa yine daldı. Fakat eli boştu yine. Baktı ki Şeytan olmayacak. Hemen bir kırlangıç olup, daldı denizin dibine. Gagasına bir parça balçık aldı ve suyun yüzüne çıktı. Tanrı balçığı aldı ve takdis etti; Sonra da denize attı. Bu suretle yeryüzü yaratılmış oldu. Ama başlangıçta dünya dümdüz, tıpkı bir tepsi gibi idi. Tanrı böyle istemişti ve böyle olmuştu. Fakat Şeytan daha önceden Tanrı'nın isteğini anlamış ve ağzında bir parça toprak saklamıştı. Niçin, Tanrı'nın dünyası olsun da, benim olmasın diye. Çok geçmedi ve Tanrı bunu sezdi. Çağırdı Şeytan'ı yanına, eliyle vurdu ensesine. Şeytan tokatı yiyince, ağzındaki çamurlar sıçradı etrafa. Her taraf bu çamurla dağ, taş oldu. Tanrı 'nın o güzelim dünyası da, bugünkü dünya oldu."59
Yenisey yaratılış destanında ise balıkçıldan başka, kuğu ve öteki su kuşları da yer almaktadır:
"Çok, çok önceleri hiçbir şey yoktu. Yalnızca dalgalanan ve çalkalanan büyük bir deniz vardı. Bir de büyük bir şaman vardı (Yeniseyliler Tanrı yerine şamanı koyuyorlar). Ne işi ne de gücü vardı. Bu deniz üstünde, kuğularla, kırmızı boyunlu kutup balıkçıl kuşlarıyla, daha nice nice su kuşlarıyla uçup dururdu. Arkadaşları da, halkı da hep su kuşları idi. Uçup, uçup dururdu ama; şöyle bir konup da dinlenecek, nefes alacak yerleri yoktu. Bunun üzerine şaman balıkçıları: - 'Şöyle bir dal da, denizin dibinden biraz toprak getiriver!' Dedi. Balıkçıl iki
59 a.g.e., s. 448 (oraya; Seroşevsky'nin Yakutlar adlı eserinden alınmıştır.)
TÜRK KÜLTÜRÜNDE KUŞLAR • 41
defa suya daldı ama, gagası boş çıktı. Ne bir toprak ve ne de bir balçık getirebildi. Şaman bir daha dal dedi. Balıkçıl üçüncüde, ağzında bir parça çamurla dışarı çıkıverdi. Bu çamurdan bir ada yaptılar ve uçup uçup yine onun üzerine kondular. "60
Dünyanın yaratılışı ile ilgili olarak Türk destanlarına geçmiş kuşlardan biri de kırlangıçtır. Aşağıdaki Altay-Türk destanında yer alan insan, Potanin'in tespitindeki efsanede bir kırlangıçtır.
"(Büyük) Ülgen, dünyayı yaratmak için yukarıdan suya indi. Düşündü, düşündü, fakat bir türlü nerden işe başlayacağını bilemedi. İnsanoğlu o sırada ona geldi. Ülgen, insana sordu: - 'Kimsin sen?' İnsanoğlu Ülgen'e: - 'Ben de dünyayı yaratmağa geldim. ' dedi. Tanrı Ülgen kızdı ve hırsla ona sordu: - 'Sizi yaratan ben olmasaydım, siz bunu yapmağa kalkabilir miydiniz?' İnsanoğlu: - .tlma ben, dünyanın mayası olabilecek ilk maddeyi nasıl bulacağımı bilirim. ' deyince, Tanrı: - 'Öyleyse bana hemen toprak getir. ' dedi. İnsanoğlu hemen suya daldı. Suların altında bir dağ vardı. Dağdan bir parça aldı, ağzına koydu ve bir def ada suların yüzüne çıktı. Toprağın yarısını Tanrı'ya verdi, yarısını ağzında sakladı. İnsanoğlu sakladığı toprağı ağzından dünyaya tükürdü ve onun payına da dünya, bataklık, tarla ve denizlerle doldu. "61
Varlığı ile dünyaya anlam kazandıran ve İslami dönemdeki Türk düşüncesinde de yaratılmışların en şereflisi (eşref-i mahlukat) , en güzeli kabul edilen "insan" yaratılış destanlarında geniş bir yer tutar. İslamlık öncesi ve sonrasındaki inançların birleştikleri gibi, insan, yaptıkları kötü şeylerden dolayı zaman zaman Tanrı'nın gazabını çekmektedir. İşte Radlof'un derlediği bir Altay yaratılış
60 a.g.e., s. 466, 467 (oraya; Anuçin, s. 14'ten). 61 a.g.e., s. 466.
42 • TüRK KÜLTÜRÜNDE KUŞLAR
destanında gökten, yerin derinliklerine kovulan Şeytan'ın yüzünden bir ara gazaba gelen Tanrı'nın, kadın ve erkeği birer kuş yapıp tabiata salması da anlatılmaktadır:
"Şeytan dedi: - "Ey Tanrı, ne aile ne halkım, Var yerin diplerinde; ben nasıl yaşayayım?" Tanrı dedi: - "Ey Şeytan ne sorarsın bunu sen? Kut bile verdim sana; insan yarat istersen!" Kutu alınca Şeytan, çekildi dünyasına, Şeytan yaptı bir körük, bir kerpeten yanına. Eline çekiç alıp, vurdu örse bir defa, Tam çekicin altından, fırladı bir kurbağa Bir vurdu yılan çıktı, kıvrılarak kayboldu. Bir vurdu ayı çıktı, kaçıp toz duman oldu. Bir vurdu domuz çıktı, domuzun en vahşisi, Bir vurdu Albıs çıktı, kötü ruhun saçlısı. Bir vurdu Şulmuş çıktı, kötülükleri saçtı, Bir vurdu deve çıktı, Tanrı'nın sabrı taştı. Tanrı kızarak geldi, topladı neyi varsa. Hepsi birden toplanıp ateşe atılmıştı . Körüğün alevinden, bir kadın fırlamıştı. Kerpetenle çekiçten, er kişi türemişti. Tanrı kızıp kadının, yüzüne tükürmüştü. Kadın kuş oldu uçtu. Korday derler bu kuşa, Kokutur bataklığı, köpek havlar bu kuşa. Erkek de bir kuş oldu, adına derler Yalban, Bacakları çok uzun, şekli ise çok yaman. Bu çok garip bir kuştur, nedense yok elleri Arar bulur nerdeyse, atılmış çizmeleri. Bayıldığı tek şeyi, topuğu kemirmektir. Evdeki pisliklerse, ona güzel yemektir. "62
Dünyanın ve insanın yaratılışından başka, zihinleri meşgul etmiş ve cevaplarını ancak bazı mitoloji tespitlerinde bulabilmiş bir konu daha vardır ki, o da milletlerin,
62 a.g.e., s. 462
TüRK KüLTÜRÜNDE KuşLAR • 43
boyların türeyişleridir. Birbirleri ile yanyana veya bazen de çeşitli sebepler yüzünden uzak mesafelerle, ayrı ayrı olarak varlıklarını sürdürmüş olan Türklerin pek çok boyu olduğu gibi, birçok da türeyiş efsanesi vardır. Bunların bazılarını; Göktürklerin kurttan türeyiş, Uygurların ağaçtan türeyiş, Yakutların Er-Sogotoh, Kırgızların doğandan türeyiş, Şato hakanının kartaldan türeyiş efsaneleri meydana getirmektedir. Tabii, burada verilecek olanlar kuşlarla ilgili bulunan efsanelerdir: Göktürklerin, "Kurttan Türeyiş" efsanelerinin üçüncüsünü anlatan metinden anlaşıldığına göre, Yaz ve Kış Tanrıları ile evli bulunan Göktürk atasının bu karılarından birinden dört çocuğu olmuştur. Bu çocukların ilki beyaz bir leylek olarak doğmuş ve uçmuştur.63 Çin kaynaklarından öğrenildiğine göre Göktürklerin bir bölümü olan ve her iki Göktürk Devleti zamanında Orta Asya'nın Barköl bölgesinde oturan Şatolar VIII. yüzyılın ortalarından sonra Çin'in batısındaki Kansu'ya geçerek Yin-Şan dağlarına yerleşmiş ve X. yüzyıldan sonra Çin'de başlayan "Beş Sülale" devrinin üçünü kurup Çin'i idare etmişlerdir. Bu üç sülalenin birincisini kuran Şato hakanı Li Koyung'un hayatı hakkında fazla bilgi yoksa da Çin kaynaklarında onun "kartal yuvasından doğmuş olduğu söylenir" şeklinde bir kaydın varlığından söz edilmektedir.64 Altaylardaki Teleüt Türklerinin Merküt adlı kabilesinin bir kara kartaldan; Yurtas kabilesinin ise beyaz başlı bir kartaldan türediklerine inanılmıştır.65 Türk mitolojisinin bir parçası da, Kırgızlar arasında söylenegelmiş, "doğandan türeyiş" efsanesidir:
"(Söylendiğine göre); Kırgız kabilelerinden birinin bir atası ve bu atanın da üç karısı varmış. Bu üç kadından en küçüğü, gece uyurken bir rüya görmüş. Çadıra bir avcı doğan
63 a.g.e., s. 27. 64 a.g.e., s. 594. 65 a.g.e., s. 4 7.
44 • TüRK KÜLTÜRÜNDE KUŞLAR
gelmiş ve yatağının etrafında uçuşarak dolaşmış. Sonra da nasıl olmuşsa gebe kalmış. Bu Kırgız kabilesini idare eden reislerin hepsi de, bu küçük kadının soyundan gelirlermiş. "66
Yakutların sosyal yaşayışında geniş ölçüde rol oynadıkları için şamanların, türeyiş efsanesine dahi geçtiği görülmektedir:
"Yakut Türklerinin inanışlarına göre şamanlar, yeryüzüne bir kartal tarafından getirilirlerdi. Onlara göre, şaman olacak bir çocuğun ruhu, çocuk daha doğmadan bir kartal tarafından yenirdi. Bu ruhu yiyen kartal, bundan sonra güneşli bir bölgeye göç ederdi. Ortası büyük bir çayırlıkla kaplı olan bu bölgede, güneşin ışıkları solmaz ve her zaman pırıl pırıl parlarmış . . . İneklerin ilk defa süte geldiği yer de, yine bu çayırlık alan imiş. Tam bu çayırların ortasında ise kırmızı bir çam ile, bir gürgen veya bir de kayın ağacı varmış. İşte bu kartal, bu ağaçların üzerine gelir ve yumurtasını bıraktıktan sonra gidermiş. Yumurta, bir süre ağaçların üzerinde kaldıktan sonra yarılır ve içinden bir çocuk çıkarmış. Ağaçların altında da bir beşik bulunurmuş. Çocuk, yumurtadan çıkar çıkmaz, hemen bu beşiğin üzerine düşer ve orada büyümeğe başlarmış. Yakutların inanışına göre, iyi şamanlar kırmızı çam üzerindeki yumurtadan; kötü şamanlar ise, gürgen ağaç üzerindeki yumurtalardan çıkarlarmış. Yumurtadan çıkan bu şamanlar, tabif olarak hayatları süresince, Kartal-Anaları tarafından korunurlarmış. Bu kartal, onların her işlerinde büyük bir yardımcı olurmuş. "67
Çeşitli Türk boylarının türeyişi ile ilgili efsanelerin ve bu efsanelerdeki totemizm devrinin bazı izlerini Dede Korkut destanlarında tespit eden Abdülkadir İnan, bulduğu bu unsurları şu sözlerle belirtmektedir:
66 a.g.e., s. 594. 67 a.g.e., s. 596.
TüRK KÜLTÜRÜNDE KUŞLAR • 45
"Salur Kazan, Tekfurun 'Oğuz'a söv, bizi öv' dediğine karşı şu cevabı veriyor: 'Kendi aslım kendi köküm, sımağım yok, seni öğmeğim yok ... Ak kayanın kaplanının erkeğinde bir köküm var, ortaç kırda, sizin geyiklerinizi turgurmaya; ak sazın as/anında bir köküm var kaz alaca yurdunu turgurmaya azvay kurt inüği erkeğinde bir köküm var, ağca yünlü tümen koyununu gezdirmeye, ak sunkur kuşı erkeğinde bir köküm var, ala ördek kara kazın uçurmaya .. . ' (K 1 58; ME 1 1 1), Kazan için 'tülü kuşun yavrusu' denildiği gibi Bamsı Beyrek için 'çalkara kuş erdemlü' denilmektedir. "68
İnsan topluluklarının henüz ilkel düşünce ve yaşayış biçimini sürdürdükleri çağlarda; Türk dilinde "töz" (asıl kaynak, kök) , Moğolcada "ongun" adı verilerek, çamur, tahta, kemik, taş, maden gibi maddelerden yapılan ve tapılan küçük heykeller, putlar vardı. Bunlara sahip olan aile, soy veya boy'un kötülüklerden korunacağına, kurtulacağına inanılırdı. Kutlu ve kuvvetli sayılan bu tözler (diğer ismi ile totemler) çok çeşitli olurdu. Bunlardan birini kutlu sayan boy mensupları kendilerini onun soyundan gelmiş kabul ettiklerinden o hayvanın, o kuşun etini asla yemezlerdi. Tabii o şeyden gelmediklerine inananlar için böyle bir yasak söz konusu değildi. Kuğu, kartal, karga, atmaca, turna, kaz ve benzeri kuşlarla; kurt, beyaz benekli at ve başı ile ayakları yer yer beyaz olan inek Türklerin başlıca kuş ve hayvan tözleri idi. Yakutlarda kartal ve at tözleri en kudretli ve en çok saygı duyulan idollerdi. Bu tözlerden biri olan kartal, Altayların en eski Türk topluluklarında güneş ve Gök Tanrı'nın sembolü olarak kabul edilmişti. 69 Fakat bu ilkel din devresini pek erken çağlarda geçiren Türk boyları, yüksek seviyeli bir cemiyet durumuna geçince bu tözler eski anlam ve önemini kaybettiğin-
68 Eski Türk Dini, s. 147. 69 Hun Sanatı, s. 86.
46 • TüRK KÜLTÜRÜNDE KUŞLAR
den, maziden kalan bu hatıralar, artık sadece bir "tamga" (damga), bir arma, sembol olarak kullanılmıştır. Bu son durumda, arma olarak kullanılanların da genellikle yırtıcı kuşlar olduğu; Oğuz boyları ile Altay ve Yakut kabilelerinin sembollerinin kuş olmasından70 anlaşılmaktadır. Bu tip armaların Türk dünyasındaki varlığı bu kadarla da kalmamaktadır. Batı Hunlarının büyük hükümdarı Atilla'nın hükümdarlık arması bir tuğrul (doğan) idi. Hatta onun kalkanının üzerinde bile bu kuşun resmi vardı. Atilla' dan sonra Macarların, "turul" adını verdikleri kuşun başına bir de taç yerleştirerek bu Türk armasına sahip çıktıkları ve özellikle Kral Geza devrinde bunu yanlarından ayırmadıkları bilinmektedir. 71 İslamlık sonrasında bu tuğrul kuşunun hatırasının -nitelik değiştirerek de olsa- yaşatıldığı görülür: "Oğuz hükümdarının, Selçuk ve Osmanlı sultanlarının bir alameti olan ve sonra da bir hanedan arması (blason) mahiyetini alan tuğra'nın, efsanevi bir kuş olan ve hükümdarın bir ongunu bulunan tuğrı (tuğrıl) 'dan geldiğini Ziya Gökalp (Milli Tetebbular III, 404) söyler. "72
Ziya Gökalp, Türk Medeniyeti Tarihi'nde "Oğuz Dinindeki İçtimai Timsaller" başlığı altında Oğuz dininin bünyesini incelerken Oğuzların Boz Ok ve Üç Ok adında iki küçük 'il'in birbirini tamamlamak üzere birleşmesinden meydana geldiğini bildirdikten sonra, bu Oğuz teşkilatındaki sağ kolun Boz Oklar (ki, sembolleri gökte aranmış ve Gün, Ay, Yıldız birer tanrı olarak üç özün-aşiretin sembolü olmuştur) sol kolun ise Üç Oklar (ki, bunların da önceleri beş tane Yer Su'yu bulunmasına rağmen ikisi ortadan çekilince geriye kalan Ogan -Oğuzcada "Gök Han", Su Han "Deniz Han" ve Demir Han da "Dağ Han" isimlerini almıştır) adını taşıdığını ve bu iki kolun altı aşireti orta-
70 Türk Mitolojisi l, s. 4 7 71 a.g.e., s. 592. 72 Osman Turan, On İki Hayvanlı Türk Takvimi, İst. 1941, s. 85.
TüRK KÜLTÜRÜNDE KUŞLAR • 4 7
ya çıkardığını anlatarak aşağıdaki tabloyu verir. 73 (Tabloda görülebileceği gibi ongunların hepsi de birer kuştur.)
Zümre: Gün Han Özü Ay Han Özü Yıldız Han Özü Gök Han Özü Deniz Han Özü Dağ Han Özü
Ongun: Şahin Kartal Sungur Tavşancıl Çakır (çağrı) Uç kuş
"Boy" teşkilatının kuvvet kazanmasıyla ilk zamanlardaki "öz" teşkilatının önemini sürdüremediğini, bu yüzden veya belki de "unutma" sebebiyle alt aşiretin totemlerden ibaret olan adlarını kullanmadıklarını, aşiretlerin dörder boya ayrıldıklarını ve eski yerlerini, meydana çıkan bu 'yirmi dört boy'a terk ettiklerini bildiren Gökalp'ın, bu konudaki görüşleri şu şekilde devam eder: "Boz Oklar, adları kaybolan üç aşiretten mürekkepti. Bu aşiretlerin adları totemlerine nazaran şöyle olmak lazım gelir: Doğanlı (Şahinli) , Kartallı, Tavşancıllı.
Üç Oklar'ın da aşiretleri totemlerine nazaran şöyle olmalıdır: Sungurlu, Uç Kuşlu, Çağrılı.
Bu 'yirmi dört boy'dan her birinin kendine mahsus bir 'tamga: damga'sı vardı."74
Ebülgazi Bahadır Han, Şecere-i Terakime adını taşıyan eserinde, yirmi dört Oğuz boyunun çeşitli kuşlardan ibaret olan bütün ongunlarını "Oğuz Han'ın torunlarının adlarının manası ve damgaları ve kuşlarının zikri"75 başlığını taşıyan bölümde vermiştir. Ayrıca, eski Türk tarih ve me-
73 Türk Medeniyeti Tarihi, s. 62, 63. 74 a.g.e., s. 191 . 75 Ebülgazi Bahadır Han, (Hazırlayan) Muharrem Ergin, (Şecere-i Tera
kime), Türklerin Soy Kütüğü, İst. s. 48-52.
48 • TÜRK KüLTÜRÜNDE KUŞLAR
deniyeti üzerine özgün ve derin araştırmalarda bulunan Bahaeddin Ögel'e göre, Oğuz boylarının ongun kuşlarından Reşidüddin de söz açmış, fakat ancak birkaç kuşun adını vermekle yetinmiştir. 76
1 Kayı Doğanlı Boyları Bayat
Totemi: Alka Evli Şahin (Doğan) Kara Evli
2 Yazır (Yazr Eri) Kartallı Boyları Döger
BOZ OKLAR Totemi: Dodurga Kartal Yaparlı (Yay Eri)
3 Aışar Tavşanlı Boyları Kızık
Totemi: Tavşancıl Begdili Kar kın
4 Bayındır Sungurlu Boyları Peçene Totemi: Sungur Çavuldur
Çepni
5 Salur
ÜÇ OKLAR Uç Kuşlu (Boyları) Eymür (Eymir Eli)
Totemi: Uç-Kuş Ala Yunadlı (Yundlu) Üregir
6 İgdir Çağrılı (Boyları) Bügdüz
Totemi: Çağrı Yıva Kınık
76 Türk Mitolojisi I., s. 355, 368, 369.
TüRK KüLTÜRÜNDE KUŞLAR • 49
Oğuzlarda ongun olarak görülen kuşlar ve ait oldukları boylar şunlardır:
1 . Kayı boyu; kuşu: şunkar ( < songkur) (şahin) . 2. Bayat boyu; kuşu: ügi (ügü, ükü, ükkü) (baykuş) . 3. Alka Evli boyu; kuşu: köykenek (küykenek, keler)
(çakır, çok yırtıcı olan bir doğan cinsi) 4. Kara Evli boyu; kuşu: göbek sarı (çaylak) . 5. Yazır boyu; kuşu: turum tay (torumtay, turumte) (kü
çük bir doğan cinsi) . 6. Yasır boyu (Şecere-i Terakime' de Yasır şeklinde geçen
bu boy adı, yanlış yazıldığı belirtilerek Türk Mitolojisine "Yaparlı" şeklinde alınmıştır)77; kuşu: kırgu (karguy, kırguy, karkuy, kırkuy, kırgiy, kırgıy, kırgay, kırgaw) (atmaca) .
7. Dodurga boyu; kuşu : kızıl karçıgay (karcıgay, karçıga, karçıgu) (kızıl atmaca) .
8. Döğer boyu; kuşu: köçken (köçgen, göçgen) (atmaca, çalağan) .
9. Avşar boyu; kuşu : cure laçin (çure laçin) (beyaz do-ğan) .
10. Kızık boyu; kuşu: sarıca. 1 1 . Bigdili (Begdili) boyu; kuşu: bahri. 12. Karkın boyu; kuşu: su bürkütü (nehir veya deniz
doğanının daha büyük bir cinsi.) 13. Bayındır boyu; kuşu: ala toğan veya ala toğanak (ala
doğan, alaca doğandan daha küçük olan bir kuş) . 15. Çavuldur boyu; kuşu buğdayık (buudayı) (şah kar
tal; yani, kartalların en büyüğü ve en yırtıcısı.) 1 6. Çepni boyu; kuşu: humay, kumay ( < hüma, hümay)
(devlet kuşu, hüma) . 1 7. Salur boyu; kuşu: bürküt (kartal) . 78
77 Not: Oğuz boylarının bu ongun kuşlarının değişik Türk lehçe veya şivelerindeki adları ile çeşitli durumları üzerine yapılmış, geniş bir inceleme Türk Mitolojisi I'in 355-368, sayfaları arasında bulunmaktadır.
78 Bkz. Türk Mitolojisi l, s. 338, 360.
50 • TÜRK KÜLTÜRÜNDE KUŞLAR
18. Eymür boyu; kuşu: ancan (encari, anhazi, ancabi, ancaz, ancanı; aynı adın bu değişik şekilleri, elyazmalarmdaki farklı yazılışlardan doğmuştur79)
19. Alayuntlu boyu; kuşu: yağılbay (yağılbai, yığılbay) . 20. Üregir boyu; kuşu: baygu (bigu) (atmaca) . 2 1 . İgdir boyu; kuşu: karçıgay (karcıgay, karcıgal) (at
maca, güvercin avlayan orta boy doğan) . 22. Bügdz boyu; kuşu: it algu (bir çeşit kartal) . 23. Yıva boyu; kuşu: toygun (tuygun) (beyaz atmaca,
beyaz doğan) . 24. Kınık boyu; kuşu: cure doğan (ak doğan, güvercin
avlayan bir atmaca türü).
Eski Türk düşüncesinde, dört ana yönün her birinin bir totemi vardı. Doğuya "koyun", batıya "köpek", kuzeye "domuz" yani bütün bunlara birer "hayvan" totem kabul edilirken sadece güney yönü bir "kuş" totemine sahipti.80
· Yine, aynı Türk düşüncesi, her mevsimi ayrı bir renkte (kış: kara; yaz: kızıl; sonbahar: ak, ilkbahar: gök) ve keza her yönü de (bugünkü gibi renksiz saymayıp) başka başka renkte (kuzey: kara, güney: kızıl; doğu: gök; batı: ak) gördüğünden, güneyi simgeleyen kuş toteminin rengi "kızıl" mevsimi "yaz", unsuru (eskiden, maddenin dört esas unsurdan meydana geldiği kabul edilirdi) ateş ve Yer-Su'su Kızıl Han idi.81
Eski Türk düşüncesinin "zaman anlayışı"ndan doğan ve adeta zarnan'la "yaşama" yarışına girerek günümüze kadar ulaşan sözlerinden biri kuşluk'tur. Güneşin doğmasından sonra gelen ve sabah ile öğle arasındaki zamanın ortası olan (aşağı yukarı saat 10.00 dolayı) "kuşluk" Türkiye Türklerinin düşüncesinde iki ayrı zaman dilimine ayrılmıştır. "İnce
79 a.g.e., s. 363 80 Bkz. Türk Medeniyeti Tarihi, s. 1 34, 183, 333. 81 a.g.e., s. 134, 135, 1 85.
TÜRK KüLTÜRÜNDE KUŞLAR • 51
kuşluk" veya "genç kuşluk" yahut da "küçük kuşluk" adı verilen birinci bölüm sabah ile kuşluk arasındaki, "öğleye düşmüş" veya "büyük kuşluk" da denilen ikinci bölüm ise küçük kuşluktan sonraki zamanı ifade eder. Kuşluk teriminin, İslamlıktan sonraki Türk inanç ve yaşayışında özel bir yeri olmuştur. Celvetiyye tarikatına mensup olan kimselerin beş vaktin dışında, nafile olarak, güneşin bir iki mızrak boyu yükselmesinden sonra kıldıkları işrak namazının arkasından altı rekatlık "kuşluk namazı" kıldıkları bilinir. İmparatorluk Türkiye'sinde Saray'da yenilen iki övün yemeğin ilkinin adı "kuşluk taamı" idi. Saray mensuplarına verilen bu yemek, sabahleyin erkenden çıkarılırdı. Rumeli halkı arasında öğle yemeğine "kuşluk" denilmiştir.82
Kuş83 sözü veya çeşitli kuşlardaki değişik özelliklerin gerçek veya mecazi anlamlar içinde ifade edilmelerinden doğan deyim ve atasözlerinin, Türk düşünce, dil ve edebiyat dünyasındaki varlığı oldukça eskiye dayanır. Kuş teg (gibi uçmak)84, (gelip geçiciliği belirtmek)85, kuş kuşlamak86 (kuş avlamak), kuş salmak (doğanı avın üzerine bırakmak) , kuş sütüyle beslemek87, kuş beyinli88 kendini bir kuş kadar hafıfhissetmek, kuş kondurmak, kuşa benzemek (benzetmek) kuşa çevirmek, kuş uçmaz kervan geçmez, kuş sütünden başka her şey var, kuş kadar canı olmak, kuş uçurmamak kuş (veya kartal) yuvası kuş uykusu (tetikte uyunulan uyku), kuş diline çevirmek (dili anlaşamaz, anlaşılamaz duruma düşürmek), başına devlet (talih) kuşu
82 Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimler Sözlüğü Il, İst. 1971 (2.basılış) , s. 330.
83 Bir kısım Türk boylarında "huş" şeklindedir. Bkz. Prof. Dr. Ahmet Ca-feroğlu, Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü.
84 Prof. Dr. Reşit Rahmeti Arat, Atabetü'l-Hakayık, İst. 1951, s. 58. 85 Reşit Rahmeti Aral, Kutadgu Bilig I Metin, İst. 1979 (ikinci baskı), s. 1 50. 86 Doç. Dr. Muharrem Ergin, Dede Korkut Kitabı, Ank. 1964, s. 8. 87 Hüseyin Kazım Kadri, Türk Lügati, İst. 1 943, c.3, s. 868, 869. 88 Ömer Asım Aksoy, Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü, Ank. 1976, c.2, s. 797.
52 • TÜRK KÜLTÜRÜNDE KUŞLAR
konmak, gece kuşu (yarasa; geceleri uyuyamayıp sabaha kadar oturan, gezen kimse) , ağzı ile kuş tutmak, kuş bakışı, kuşçu, kuşçuluk etmek (kuş beslemek, uçurmak), kuş divanı (doğancı başı) , kuşluk (kuşların ötmeğe başladığı veya yem yediği zaman), gözü kuş uçurmak (gözü kapıda, pencerede olmak; yani, etrafı rahatsız edici bakışlarla tarayıp durmak) , kurda kuşa yem olmak, bir taşman eki kuş urmak89 (bir taşla iki kuş vurmak), turnam közünden urmak (turnayı gözünden vurmak), uşkan kuşka borçlu (uçan kuşa borçlu) kaz kafalı, kuvanşına kuş cetmiy (kıvancına, sevincine kuş yetişmiyor) , kuş gibi yemek90 (çok az yemek) , kuş kanadıyla gitmek (çok hızlı gitmek) ve benzeri deyimlerle pek çok atasözü vardır: "Köp sögütke kuş konar, körklüg kişike söz kelir91 (gür söğüde kuş konar, gösterişli kişiye söz gelir; yani kuş, dalları birbirine karışmış söğüt ağacına konar; bunun gibi, söz, haber de güzele gelir) . Kuş yavuzı saygızgan, yıgaç yavuzı azgan, yir yavuzı kazgan, budun yavuzı Barsgan (kuşun kötüsü saksağan, ağacın kötüsü azgan ağacı, yerin kötüsü kazan gibi çukur yer, halkın kötüsü Barsgan halkıdır) . Üs üşgürse ölür (akbaba kuşu ıslık çalarsa insan ölür; yani, akbaba insanın yüzüne karşı öterse bu ölümüne işarettir, uğur sayılmaz) . Kuş balası kusınçıg, it balası okşançıg (kuş yavrusu tüylenmeden önce göreni iğrendirir, iğrenç bir şey gibidir; köpek yavrusu ise görünüşte oyuncak gibidir, sevilir, okşanır. Fakat büyüdüklerinde durum tersine döner) . Karga karısın kimbilir, kişi alasın kim tapar (karganın yaşlısını gencinden kim ayırabilir? . . . Bunun gibi, insanın alacasını yani içinde gizli şeyler olanını kim bilir?) .
89 Müstedb Ülküsal, Dobruca'daki Kırım Türklerinde Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü, Ank. 1970, s. 1 8 1 .
90 Sabahat Emir, örnekleriyle Açıklamalı Deyimler Sözlüğü, İst. 1979 (5. bas.), s. 204.
91 Ferit Birtek, En Eski Türk Savlan, (Divilnü Lugati-t-Türk'ten Derlemeler), Ank. 1944, s. 15.
TüRK KüLTÜRÜNDE KUŞLAR • 53
Buşmas er boz kuş tutar ivmes er ürüng kuş tutar (insan işinde sıkılmazsa, avcılığında beyaz doğan avlar; acele etmese doğanların, en güzelini, ak doğanı avlayabilir) . Yalngus kaz ötmes (yalnız bulunan kazın sesi çıkmaz; yani, bazı işlerin görülebilmesi için başkalarından yardım gereklidir) . Bir karga birle kış gelmes (bir karga ile kış gelmez; yani arkadaşından yardım bekleyen kişinin, o gelinceye kadar işini ağırdan almasını belirtmektedir) . Yazıdaki süvlin edhergeli evdeki takagu ıçgınma (kırda sülünü ararken evdeki tavuğu kaçırma) . Kuş tuzakka meng üçün ılın ur (kuş tuzağa yem için ilinir, takılır) . Kalın kaz kulavuzsuz bolmas (kalabalık bir kaz sürüsü ancak kılavuzla uçar; yani, bazı kişiler işlerinde kendilerinden daha bilgili, tecrübeli kimseye uymalıdır) . Kaz kopsa ördek kölig igenür (kaz uçmaya kalkışsa ördek göle sahip çıkar; bu atasözü, beyi gittikten sonra halka beylik taslayan kimse için söylenir) . Saçratgudan korkmış kuş kırk yıl adhrı yıgaç üze konmas (bir defa sıçratkı denilen tuzaktan korkmuş olan kuş artık kırk yıl hiçbir çatal ağaç üzerine onmaz) . Kuş kanatın, er atın (kuş isteğine kanadı ile, kişi de atı ile kavuşur) . Karga kazka ötgünse butı sınur (karga uçuşta, güçte eğer kazı taklit etmeye çalışırsa ayağı kırılır; yani kişi yaşayışında haddini bilmelidir) . Sundılaç ışı ermes ürtgün tepmek (harman dövmek çayır kuşunun yapabileceği bir iş değildir; yani, kişi boyundan büyük işe kalkışmamalıdır) . Dün ile kervan göçdügin turgay bilür, oğlan kuş yürekli olur.92 Karga aldın uşar93 (aksak karga önden uçar) . Besle karganı oysun közüngnü (besle kargayı oysun gözünü) . Bödeneden korkkan tarı ekmez (bıldırcından korkan darı ekmez) . Garip kuşung yuvasını Tangrı yasar (garip kuşun yuvasını Tanrı yapar) . Her kuşung eti yenmez. Kongşunun tavugu kaz körünür (Komşunun tavuğu komşuya kaz görünür) . Kuş balası yuvasında körgenin işler (kuş yav-
9ı Bkz. Dede Korkut Kitabı. 93 Bkz. Dobruca'daki Kırım Türklerinde Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü.
54 • TÜRK KÜLTÜRÜNDE KUŞLAR
rusu yuvasında gördüğünü yapar) . Yuvanı yasagan ırgaşı kuş (yuvayı yapan dişi kuştur) . Baykuş harabalık sever. Kuş dimdiyinden, insan dilinden teleye düşer. Kara kuş milçek tutmaz. Kuş kanadı ile, insan biliyi ile. Kargadan kırgı olmaz. Karga karganın gözünü çıkartmaz.94 Alacağım olsun da alakargada olsun. Alıcı kuşun ömrü az olur. Ava gelmez kuş olmaz, başa gelmez iş olmaz. Baykuşun kısmeti ayağına gelir. Besle kargayı oysun gözünü. Dünyayı sel bassa ördeğe vız gelir. Bu günkü tavuk yarınki kazdan iyidir. Bülbülü altın kafese koymuşlar "ah vatanım" demiş. Bülbülün çektiği dili belasıdır. Garip kuşun yuvasını Allah yapar. Görgülü kuşlar gördüğünü işler görmedik kuşlar ne görsün ki ne işler? Gözü tanede olan kuşun ayağı tuzaktan kurtulmaz. Her kuşun eti yenmez. Kanatsız kuş uçmaz. Karga ile gezen boka konar. Karga kekliği taklit edeyim derken kendi yürüyüşünü şaşırmış. Karga mandayı babası hayrına bitlemez. Karga, yavrusuna bakmış "Benim ak pak evladım" demiş. Kartala bir ok değmiş, yine kendi yeleğinden. Kaz gelen yerden tavuk esirgenmez. Kaz kazla, daz dazla, kel tavuk horozla. Kılavuzu karga olanın bumu boktan kurtulmaz. Kırlangıcın zararını biberciden sor. Kış kışlığını kuş kuşluğunu gösterir. Kör kuşun yuvasını Allah yapar. Kuşa kafes lazım, boruya nefes. Kuşa süt nasip olsa anasından olurdu. Kuş kanadına kira istemez. Kuşu kuşla avlarlar. Kuş var eti yenir, kuş var et yedirilir. Kutsuz kuşun yuvası doğan yanında olur, kuzguna yavrusu anka görünür. Leyleği kuştan mı sayarsın, yazın gelir, kışın gider. Leyleğin ömrü laklakla geçer. Sebepsiz kuş bile uçmaz. Şahin ile deve avlanmaz. Şahin küçüktür ama koca turnayı havadan indirir. Şaşkın ördek başını bırakır, kıçından dalar. Tavuk kaza bakmış da kıçını yırtmış. Yırtıcı kuşun ömrü az olur. Yuvayı yapan dişi kuştur. Zeyrek kuş iki ayağından tutulur.
94 Ayhan Göksan, "Türk Dünyası Atasöleri", Reşit Rahmeti Arat için, Ank. 1966, s. 254, 256.
TüRK KüLTÜRÜNDE KUŞLAR • 55
Türklerin, İslam dinini ve medeniyetini kabul ettikten sonra kullanmaya başladıkları alfabenin Arap harfi olduğu bilinmektedir. Selçuklular devrindeki bazı madeni eserlerde bulunan, Arap harfli Türk alfabesi de yazılmış yazılardan bir çeşidi de "figürlü yazı" adını taşımaktadır. "Canlı yazı" da denilen bu yazı tipinde; Nesih yazısındaki harflerin uzunlamasına olan çizgilerinin yerine, el kol işaretleri veya hareketleri yapan, birbirleri ile konuşan veya çeşitli işler gören ve ellerinde ok, yay, kılıç, kalkan, kadeh, ibrik gibi araçlar veyahut çalgı aletleri tutmakta olan insan figürleri yerleştirilmiştir. Bu harflerin bağlantı yerlerinde ise değişik kuş (ve ayrıca tavşan, ejder) figürleri kullanılmıştır.95 İran Selçuklularına ait olan ve 1 220 ile 1230 yılları arasındaki bir tarihte yapıldığı ileri sürülen bir ayaklı tas96 (bugün Cleveland Sanat Müzesi'ndedir) , Mısır Eyyubileri'nde önemli bir makamda bulunan Emir Bedreddin Baysari için, içindeki tarihten 1252 yılında yapıldığı anlaşılan bir leğen97 ve yine XIII. yüzyılın ortalarında -tas kısmının- dökümle yapıldığı sanılan ve ayak kısmının da XIV. yüzyıla ait olduğu anlaşılan başka bir ayaklı tas98, canlı yazılar için örnek gösterilebilir. Selçuklu devri maden sanatının süslemeleri arasında yer edinen canlı yazı, sadece nesihle kalmamış, aynı zamanda (XII. ve XIII. yüzyıllar) kufi yazı da değişme ve gelişme gösterdikten sonra "kuşlu kufi" (ayrıca insan başlı kufi, geçmeli, örgülü kufi gibi yazı tipleri)99 hfiline geçerek sanattaki değerini kazanmıştır.
Araf harfli Türk alfabesindeki harflerin kıvraklığı ve birkaç harfin bitişmesi ile ortaya çıkan şekil zenginliği, aynı ibarenin çeşitli kompozisyonlarla yazılabilmesini ve dolayı-
95 Dr. Ülker Erginsoy, İslcim Maden Sanatının Gelişmesi, İst. 1 978, s. 1 36. 96 a.g.e., s. 517 . 97 a.g.e., s . 280. 98 a.g.e., s. 280. 99 a.g.e., s. 1 40.
56 • TüRK KüLTÜRÜNDE KuşLAR
sıyla hattatın "yenilik" yapabilmesini100 sağlamıştır. İşte bu esneklikten yararlanan ve o zamanlardaki yorumlanışa göre minyatür dışındaki tasvire ilgisiz kalan Müslüman çevrede yaşayarak eş inançları paylaşan hattatların bir kısmı, resme olan meraklarını, zevklerini, bazı ibarelerin kompozisyonunu minare, cami, kandil, ibrik, gemi, kalyon ve benzerlerinin yanı sıra kuş şeklinde yaparak karşılarlardı.
En eski çağlardan beri çeşitli kuş adlarının, Türk düşünce ve yaşayışında şu veya bu ölçüde ve önemde yer etmiş pek çok varlığın "adı" olduğu dikkati çekmektedir. Birçok Türk boyunun özel ve cins isimlerinde kullanılmış tabiat unsurlarından biri de kuşlar, özellikle yırtıcı kuşlardır. İslamlık öncesi Türk inanışına göre tanrı Ülgen'in yedi oğlu vardı ki, bunlardan biri "Kara Kuş" adını taşıyordu. Yine o devirlerdeki inançlara göre iyilik yapan ruhların dışında, kötü olan ruhlar da vardı. İşte bunlardan biri de "Karga Çang" adında idi. Eskiden Yakut kabileleri kendilerini kartal, kuğu, atmaca, turna, karga gibi kuşlardan (bunlardan başka at, boz inek gibi hayvanlardan) türemiş saydıklarından, adlarının yanına o, soyundan geldiklerine inandıkları varlığın adını soy adı olarak alırlardı. Kartal'a bağlı olan boylar Yakutların en soylu tabakası sayılırdı. 101 Radlof'un yerinde yaptığı araştırmalara göre Batı Sibirya'nın doğusundaki Müslüman olmayan Türk boyları arasında "Kuğular ve Kumandılar (Kuu-Ki'ji)" adını taşıyan bir Türk boyu da bulunmaktadır.102 Gökalp, eski Türklerdeki totemizm kalıntılarının mevcudiyetini incelerken, il ve boy adlarının çeşitli hayvan, bitki ve cansız varlıklardan alındığını bildirerek, bunlara, kuşlarla ilgili örnek olmak üzere, Kazak (Kaz) , Hakaz (Ak Kaz) , Sungurlu, Boz Doğan ve Kuşan (Kuş) 'ları
100 Türk Ansiklopedisi ("Hat", Uğur Derman) , c. 19, s. 49. 101 Türk Mitolojisi, I, s. 34. ıoı Sibirya'dan (Seçmeler) s. 167.
TüRK KÜLTÜRÜNDE KUŞLAR • 57
vermektedir. 103 Bahaeddin Ögel, "Uygur" kelimesinin Çince işaretlerle "Hui-Ho" şeklinde yazıldığını, bu Hui-Ho'nun ilk işaretinin de bir kuş anlamına geldiğini belirterek; Uygurlar arasında yaşatılan bir kuş efsanesinin, onların etnik adlarına bile geçmiş olduğunu bildirmektedir.104 Bunlardan başka Emel Esin "İslamiyetten Önceki Türk Kültür Tarihi ve İslama Giriş" adlı eserinin 111. Bölüm Notları'nda bir Türgiş boyunun "Kuşu" (yani Kuş) adını taşıdığını Klyaştorny (Pamyatniki, 162) 'den105 nakletmektedir.
Bazı kuş adlarının Türkler arasında pek eski çağlardan beri kişi adı olarak kullanılageldiği görülmektedir. Alp Er Tunga'nın kızının adı, Divanü Lugati't-Türk'te kaydedildiğine göre Kaz' dır. Oğuz destanının Reşideddin rivayetinde anlatıldığına bakılırsa, Tufan'dan sonra Nuh peygamber dünyayı oğulları arasında paylaştırır. Bunun sonucunda da oğlu Yafes'e (Türklerin deyişi ile Olcay Han'a) Doğu illeri ve Türkistan'ı verir. Böylece, Türk tarihini Olcay Han ile başlatan Reşideddin Oğuzname'sinde söz konusu edilen hükümdarlardan yirmi yedincisi tuğrul kuşunun adını taşımaktadır: " . . . Tuğrul halktan mal ve parayı tamamen alıp geri döndü. Bu başarısı üzerine çadır ve yurtlarını kurup onu kendi bey (emfr) ve şahları yaptılar. "106 Ebülgazi'nin tespit ettiği Oğuzniime'de de aynı hükümdarın adı geçmektedir. "Oğuz kavminin Şahmelik Bozokluğundan gitmeden, Sir suyunun ayağında ve Amu suyunda oturup kalanları Toğurmış oğlu Tuğrul'u Han yaptılar. "107 Yine, Osmanlı İmparatorluğu'nu kuran Osman Gazi'nin babasının adı da bu kuş adını taşımakta idi; Ertuğrul1°8 ( < Er-tuğrul) .
103 Türk Medeniyeti Tarihi, s . 256. 104 Türk Mitolojisi I, s. 86. 105 Türk Kültürü El Kitabı, seri II, cilt l/b, İst. 1978, s. 2 12. 106 Ord. Prof. Dr. Zeki Velidi, Togan, Oğuz Destanı (Reşideddin Oğuzna
mesi, Tercüme ve Tahlili, İst. 1972, s. 74. 107 Şecere-i Teriikime (Türklerin Soy Kütüğü), s. 80. 108 F. Çetin Derin, "Osmanlı Devletinin Siyasi Tarihi" -Türk Dünyası El
58 • TÜRK KüLTÜRÜNDE KUŞLAR
Türk tarihinde kuş adı taşıyan ünlü kişiler pek çoktur: "Ak Songar: Aksongur dahi denir. İsa' dan sonra 525
yıllarına doğru yaşamış olan bir Akhun hanıdır. Kaşgar' dan İran'a dek buyruğu yürüdü.
Ak Sungur: Musul atabeyleri hükumetini kuran İmadettin'in babasıdır. Büyük Selçuk hanı Sultan Melikşah'ın kölesi idi; ilk günlerinde Haleb'e ilbayı olmuştu.
Alakuş: Cengiz Han gününde (Angıt) Türklerinin başbuğu imiş. Cengiz Han'a ilk sıralarda büyük iyilikler etmiştir.
Baysungur: Şahruh'un oğlu, Timur Kürkan'ın torunudur. Bilgin, ozan bir kimse imiş. Buhara yörelerinde beş yıl hükumetten sonra (Husrevşah) öldürülmüştür. Hindistan' da hüküm süren Tim ur oğullarından birinin adı Baysungur imiş. Baysungur, kardeşleriyle kavga ederek IV. Sultan Murad'a sığınmıştı. Kendisine yardım edilmedi. Hindistan'a döndüğünde öldürülmüştür. Bu adda dördüncüsünün adı dahi Baysungur idi.
Bigü: Selçukluların dip dedeleri Yakak'ın karşı geldiği Türk beyidir. Bunlardan İsrail Bey'in bir oğlunun adı Bigü Toğrul idi. (Bigü: Baygu, doğana benzer bir av kuşu imiş) .
Bozkuş: Kirman Selçuklularından Toğrul Şah'ın gününde atabeylik etmiş olan bir Türk'tür. Bir adı da Alaettin'dir.
Çağrı: Çakır da derler. Selçukoğullarından Toğrul Bey' in kardeşidir. Horasan' da yirmi dört yıl hükumeti vardır. (Çağrı atmacaya benzer bir kuş imiş.)
Karadoğan: İran'da imparatorluk kurmuş olan Sasanoğulları gününde İstanbul'a dek ordusunu getirmiş bulunan bir Türk başbuğudur.
Karakuş: Mısır sultanlarından Selahaddin Eyyfibi'nin kölelerinden bir Türk imiş. Büyük işlerde bulunmuştur. Mısır'da ilbaylığı var. Kendi bilgisiyle, kendi görüşüyle
Kitabı, Ank. 1 976, s. 99 1 .
TüRK KüLTÜRÜNDE KUŞLAR • 59
iş görür, kimseyi dinlemezmiş, dik sözlü, doğru özlü bir kimse imiş. Bu yüzden verdiği yargu (> yargı)'larla Araplar arasında san kazanmış, günümüze değin yaşayıp gelmiş olan "hükm-i Karakuşi" sözü buradan kalmıştır.
Karasungur: Baybars'ın adamlarındandır. Baybars'ın oğlu gününde de çalışmıştır. Bu adda birkaç büyük daha geçmiştir.
Karcıga: Kırgız-Kazakların "Kızipek" masallarında adı geçen bir yiğittir. "Şahin" demektir.
Kuş beyki: Ünlü Önk Han: Toğrul Han'ın torunu, Timüçin'in güveyisidir.
Kuştemir: Abbas Oğullarından Nasır li dinillah'ın adamlarındandı. Sonra halife ile araları açılmış, İran'da ayrıca bir hükümet kurmuştur.
Laçin: Mısır kölemenlerindendir. Doğruyu sever, yiğit bir Türkmüş. Ketbuğa'yı indirerek kendisi sultan olmuştu. İki yıl sonra köleleri eliyle öldürülmüştür. Divan'da "laçin" sözünün şahin anlamına geldiği yazılıdır.
Songur: İlhanlılardan Ebu Sait Han'ın Niğde'ye gönderdiği beydir.
Songurtekin: Eski Türk masallarında ağaçtan doğdukları söylenen beş çocuktan biridir.
Sunkar: Osman Oğullarının on ikinci dedesidir. Toğan: Kuplay Kaan109 gününde yaşamış olan bir Türk
yiğitidir . . . Çuçan Hanlarından birinin adı da Toğan'dır. Gazneli Mahmut Sebüktekin gününde yaşamış olan bir bey de Toğan adını taşırmış. (Bu adda birkaç büyük daha geçmiştir.)
Toğantimür: Çin' de hükumet etmiş olan son Cengizlilerdendir ... (Bu adda birkaç kişi daha geçmiştir.)
Tuğrul=Toğrul: İran'la Turan'ı birleştirerek büyük bir devlet kurmuş olan Selçuklulardan bu adda üç bey gel-
109 Kubilay Han.
60 • TÜRK KüLTÜRÜNDE KUŞLAR
miştir. En büyükleri bu devleti kurandır . . . Türklerden bu adda daha birçok ünlü kimse gelmiştir.
Turgay: Hulagu Han'ın oğullarındandır. Kendisi hanlık yapmamış ise de oğlu Baydu hanlık yapmıştır. Timür Karkan'ın babasının adı da Turgay'dır.
Turkay: Hulagu Han'ın oğullarındandır (Bk. Turgay) "110 Çin'in kuzeyindeki Ak-Tatar zümresinin reisi de Ala Kuş Tegin adını taşıyordu. ı ı ı
Türk tarihinin yukarıda sıralanan ünlü kişilerinden başka çok eski devirlerinden bu yana sosyal yaşayışında, kişilerde özel ad (sonraları ayrıca soyad) olarak; akkuş, alakuş, argın doğan, aşan toğrul, akbaş, akdoğan, aksungur, alankuş, aldoğan, alpkartal, atmaca, aysungur, basatoğrul, buğutorul, bülbül, baysungur, bozdoğan, oşkuş, çağrıtekin, çakırdoğan, çaylak, doğan ( < togan), doğancı, dudu, erkuş, ertuğrul, torul, hümaşah, kanaryacı, kuştemür, kuşcak, kuğu, karakuş, kartal, keklik, kumru, kuşhan, kuş, kuşçu, kuşçugil, laçin, sungurbay, sunguralp, suna, sungurtekin, serçe, songurtay, sülün, serçegil, sungur, sukuşu, şahin, şahinalp, şahingiray, şahinbey, turnacı, toğantekin, tuğrulca, toygar, turna, tuğrul, turgay112 ve benzeri kuş adlarının kullanılageldiği görülmektedir.
Bazen kuş adının bir lakap bir unvan olarak verildiği de olmuştur. Adı Çince'de tahrif edilerek Mu-kan şeklinde geçen Göktürk kağanının (553-572) unvanları arasında Gumilev'e göre kuş anlamındaki "Kuşu" da (Turki, 28, not: 12) vardı. 1 13 Semerkant'tan Kirman'a gizlice giderek orada tahsilini tamamladıktan sonra geriye dönen
1 10 Bütün bu adlar için: Bkz. Besim Atalay, Türk Büyükleri veya Türk Adları, İst. 1935, (İkinci basım) .
ı ı ı İsliim Ansiklopedisi, ("Tatar", Faruk Sümer), c. 12-I, s. 55. 112 Bu adların bir kısmı için: Bkz. Şemsettin Kutlu, Türkçe Kadın ve Erkek
Adları, Ank. 1969. 113 Emel Esin, yukarıda a.g.e., s. 93.
TÜRK KÜLTÜRÜNDE KUŞLAR • 61
ve yazdığı Risalet Hallü'l-eşka.lü'l-Kemer adındaki eserini, hocası Uluğ Bey'in "bize ne hediye getirdin?" sorusuna cevap olarak ona takdim eden Ali'nin (Ali Alaeddin b.Muhammed; ? - 1474) lakabı da "Kuşçu" (< el-Kuş!) idi. 114 Doğan cinsinden bir tür av kuşu olan sungur (veya sunkur, sonkor, songor) ak ve kara olmak üzere iki çeşittir. Bu kuşun, aksungur ve karasungur adları ile bazı Türk büyüklerinin lakabı olarak kullanıldığı, 115 Buhara' da yakın zamana kadar başbakanlara "kuş beyki" denerek116 kimi Türkler arasında da ordu kumandanlarına holunsuni ( < kolun "bir kuş" adı, süi "asker") unvanının verildiği117 bilinmektedir. Zamanımızda da siyaset, sanat adamlarından futbol takımlarına kadar çeşitli şahıs ve kuruluşlar şu veya bu sebepten, ilgiden dolayı, değişik nitelikleri ile çeşitli durumları bağdaştırıp simgeleştirirken kuşların adlarını almakta, daha doğrusu o kuşların adları, ya halk kitleleri veya belirli bir grup, hatta kişi tarafından verilmektedir. Bir şarkıcıya "Minik Serçe", bir futbol takımına "Karakartallar", diğerine "Sarı Kanaryalar" adının verilişi, çaylak Erkan (veya sadece; acemi çaylak) , baykuş Rahşan (veya yalnızca; uğursuz baykuş), atmaca Doğan, karga Bekir ve benzerleri bu hususta örnek gösterilebilir.
Tanrı, ruh, soy, boy, kişi adlarından, unvanlarından başka, dünyanın en geniş coğrafi sınırları içindeki ülkeleri vatan veya mekan tutmuş ve hfila da -tamamı hürriyet içinde olmasa bile- tutmakta olan Türkler yaşadıkları çevrenin göl, nehir, dağ, şehir ve benzeri unsurlarına da pek
114 İsliim Ansiklopedisi. ("Ali Kuşçu", Abdülhak Adnan) , c. 1 , s. 321. (Ali Kuşçu'ya bu Hl.kap bir iddiaya göre, babasının, Uluğ Bey'in doğancı başısı olması sebebiyle, diğer bir iddiaya göre ise, av sırasında Uluğ Bey'in doğanım daima Ali'ye emanet etmesi yüzünden verilmiştir. Daha çok, birinci iddianın doğru olduğu kabul edilmektedir) .
11 5 İsliim Ansiklopedisi, c. 1 , s. 275. ııG Türk Büyükleri veya Türk Adları, s. 81 . 1 1 7 a.g.e., s. 6 1 .
62 • TüRK KÜLTÜRÜNDE KUŞLAR
eski zamanlardan beri çeşitli kuşların adlarını vermişlerdir. Alp Er Tunga'nın kızı Kaz'ın adı ile anılan bir şehirden Divanü-Lugati't-Türk bahsetmektedir. Kavzin: "Kaz oyunu, Kaz'ın oynadığı mekan" anlamına gelen bu adı taşıyan yerde vaktiyle Alp Er Tunga'nın kızı yaşar ve oynarmış. Zeki Velidi Togan'ın "Bugünkü Türkistan" adlı eserinde anlattığına göre, Kaz Dağı'nın pek güzel çam ormanı ile kaplanmış kuzey taraflarına Manas nehri, batısındaki Golça'ya da Alp Er Tunga'nın kızı Kaz'ın ismini taşıyan Kaz (Kaş, Kas) nehri akmaktadır. Kül Tigin abidesindeki: "İkinti Kuşalgukda Ediz birle süngüşdümüz."118 (İkinci olarak Kuşalguk'ta Ediz ile savaştık) cümlesinde geçen ve yer belirten Kuşalguk (Koşulgak, Kuşlagak, Koşlagak) kelimesinin kuş sözünden türemiş olduğu açıktır. Yine, Göktürkler, Uygurlar zamanındaki toponimlerden konu ile ilgili olarak; Ahun Suna-yış"119 (Altın Suna adlı ormanlı dağ) ve Kazluk120 (bir göl adı) da anılabilir. Türkiye coğrafyasında da tepeden dağa (mesela Kaz Dağı) semtten ilçeye (Kartal, Kuşadası, Sungurlu . . . gibi) kadar çeşitli yer adları kuş ismi taşımaktadır.
İlk devir Türk kozmolojisinde bazı gezegen ve yıldızlar kara kuş, saksağan adı ile tanınmış ve anılmışlardır. Jüpiter (öteki adı ile Müşteri) gezegeninin ilk adlarından biri Kara Kuş121 veya Kara Kuş Yulduz122 (diğeri ise Erentüz) idi. Ayrıca Kuş (Niago) 123, Kızıl Sagızgan124 (Kızıl Saksağan) veya sadece Sagızgan 125 adlı yıldılar Türk göğünün bezeği olmuştur.
ııs Orhun Abideleri, s. 58. ıı9 Emel Esin, Türk Kosmolojisi, İst. 1979, s. 20. 120 Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü, s. 1 73. 1 2 1 Türk Kosmolojisi, s. 1 O. 122 Divanü Lugati't-Türk Dizini, Ank. 1972, s. 58. 123 Türk Kosmolojisi, s. 10. 124 a.g.e., s. 5. 125 Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü, s. 193.
TÜRK KüLTÜRÜNDE KUŞLAR • 63
Bütün bunlardan başka, çeşitli kuş adları ile anılan daha birçok şey Türk dilinde yaşamıştır, yaşamaktadır. Evdeki tencereden (kuşhane: kuş etlerini pişirmeye yarayan küçük ve kapaklı bakır tencere; buna kuşane de denir) 126 gemilerdeki tente kaz ayağına (güneş ve yağmurdan korunmak için yelken bezinden güverteler üstüne gerilen örtülerin gergin durumda kalarak bel vermemesi için yapılan özel bir düzenleme) 127, atmosferdeki fırtınadan (kuğu fırtınası: her nisan ayının beşinde esen sürekli ve şiddetli fırtına) 128
gökteki yıldıza, insanın üstündeki elbiseden (kumru yaka: kumrunun boynundaki çizgiyi andırır şekildeki yaka hakkında kullanılan bir deyim) 129 veya kürkten (ördek boğazı, kuğu boğazı, saka kuşu boğazı kürkler, kadın giyiminde süs olarak kullanılmıştır) 130 başındaki başlığa (kuş yuvası: külhanbeyi, bıçkın edası ile bir fes giyimi) 131, yürüyüşten (kaz adımı yürüyüş: askeri bir yürüyüş çeşidi) hastalığa (mesela kuşpalazı) , denizdeki balıktan (kırlangıç balığı) , tabiattaki bitkiye-meyvesine (kuşkonmaz, kuş üzümü), dini-tasavvufi eserlerden (misal olarak Mantıku't-Tayr) mizah dergilerine (Akbaba, Çaylak gibi) kadar pek çok şeye, şu veya bu kuşun adının girmiş, verilmiş, alınmış yahut da seçilmiş olduğu görülmektedir.
En eski zamanlardan şimdilere kadar, Türk tarihinin her devrinde, ermiş hatta peygamber gibi kişilerin, kuşların dilinden anlayarak gerektiğinde onlarla "kuş dili" ile konuşabildiklerine inanılmıştır. Bögü Han'ın kuş dilini bildiği, Orta Asya ve Batı Sibirya masallarında geçen büyük hanların ve ermişlerin, özellikle kaz dilinden çok iyi
126 Celal Esad Arseven, Sanat Ansiklopedisi, İst. 1 966, c.III, s. 1 1 80, 1 18 1 . 127 Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, III, s. 457. 128 a.g.e., c.II, s. 312. 129 a.g.e., s. 322. 130 Reşat Ekrem Koçu, Türk Giyim Kuşam ve Süslenme Sözlüğü, Ank. 1967,
s. 166. 131 a.g.e., s. 161 .
64 • TÜRK KüLTÜRÜNDE KUŞLAR
anladıkları, 132 bir masal unsuru dahi olsa, halk inançları arasına karışmıştır. Kara Atlı Han'ın, bir oğlu olduğu hakkındaki muştuyu, kayın ağacı üstüne konmuş bulunan bir kuştan aldığı "Kara Atlı Han" adındaki bir Altay masalında anlatılmaktadır. 133 Şamanizm döneminde kamların, tanrı elçisi saydıkları kartalın dilini bildiğine de inanılmakta idi. İslamlık sonrasındaki Türk inançlarında kuş dili'nin yine ortaya çıktığı görülür. Fakat bu defa durum, masallardan değil, gerçeklerden nakildir. Kuş dilini bilen ve kuşların padişahı olan Süleyman peygamberin bu vasfı, Müslümanlığın kutlu kitabı Kur'an-ı Kerim'in 27. suresinin 16.
ayetinde şu şekilde belirtilmektedir: "Süleyman da Davud'a viiris oldu. Ve dedi ki: - Ey insanlar bize kuş dili öğretildi. Ve bize her şeyden bolca verildi. Doğrusu bu; apaçık bir lutuftur. "134 Süleyman peygamberin kuş dilini bilmesi Yunus Emre'den beri söylenegelmektedir:
"Süleyman kuş dilin bilür didiler Süleyman var Süleyman' dan içerü"135
Daha çok ilkokula giden kız çocukları arasında, gizli, ancak kendilerinin anlayabileceği bir dille konuşmak ihtiyacından doğan, argomsu bir dile de "kuş dili" (ayrıca: inci dili, par dili, kepçe dili, kutu dili) adı verilmektedir. Bu, anlam olmayan hece ve sözlerle birtakım seslere, kelimenin başına ortasına veya sonuna bir cümle eklenerek yapılan konuşmadır. "Ben sana söyledim." Cümlesinin bu çeşit kuş dili ile ifadesi şöyledir:
132 Türk Mitolojisi l, s. 86. 133 a.g.e., s. 31 1. 134 Muhammed Fuad Abdülbaki, Mevziilanna Göre Ayet-i Kerimeler ve
Meiiileri, İst. 1980, İst. s. 554. 135 Yunus Emre Divanı, s. 157.
TüRK KüLTÜRÜNDE KUŞLAR • 65
"BEpçeN SApça NApça SÖpçöY LEpçe DİpçiM." veya "parBEN parSA parNA parSÖY parLE parDİM."136
Türk dilinde bulunan kuş adlarının bir kısmının diğer bazı kelimelerle birlikte, tarihi, coğrafi veya başka alanlarda ilişkilerde bulunulan yabancı dillere geçtiği bir gerçektir. Örnek olarak Hun, Avar, Peçenek ve Kumanların gelip yerleştiği Çek, Moravalı ve Slovak boylarının ülkesinde, yani bugünkü Çekoslovakya toprakları üzerinde yaşayan halkın diline Türkçeden geçerek tokan (doğan) , lalak (leylek) , karsa (karca, yani aladoğan) gibi şahıs adları olan kelimeleri Karca Karcany (Csalloköz adasındaki on iki köyün adı olup Tatarca karça: aladoğan adını taşıyan yırtıcı bir kuştur. Bu kelime Macarcaya da karcsa şeklinde geçmiştir) 137 söylenişi içindeki yer adı gösterilebilir.
Kuşların Türk edebiyatının manzum ve mensur hemen hemen her tür eserinde çok eski devirlerinden beri çeşitli münasebetlerle kullanılageldiği görülmektedir. Bu münasebetlerin en geniş kullanılış bulanlarından biri teşbihtir. Yaratılıştaki eşsiz ahenk ve derin anlam, her canlı türüne başka başka özellikler vermiştir. Bu yüzden bir canlı türündeki bazı hususiyetler, yetenekler veya en azından doğal yapı diğerlerinde yoktur. Bu durum bir "farklılık" ortaya çıkararak şundan veya bundan dolayı bir "karşılaştırma, mukayese etme" düşüncesini doğurmuştur. İşte insan, duygu, düşünce ve isteklerini daha zihninde biçimlendirirken ara sıra bu karşılaştırma işinden de yararlanır. Herhangi bir yönden zayıf olan ifadeye güçlülük, canlılık kazandırılmasının mümkün olması dolayısıyla teşbih (benzetme), konuşma dilinden, edebi dilden pek eksik olmaz. Edebiyat eserlerinde ilhamını kuşlardan alan teşbihler pek çoktur.
136 Ferit Devellioğlu, Türk Argosu, Ank. 1980 (6.baskı) s. 30. 131 Yusuf Blaşkoviç (Kumanoğlu), "Çekoslovakya Topraklarında Eski
Türklerin İzleri" Reşid Rahmeti Arat İçin, Ank. 1 966, s. 348, 350, 351 .
66 • TüRK KüLTÜRÜNDE KuşLAR
İnsan ruhunun tükenmez arzusu, önceki ve sonraki, yani sürekli hasreti olan "güzellik" konusunda teşbih sanatı büyük önem taşır. Türk destanlarının bir kısmında kızların, gelinlerin kaza benzetilmesinde kazın, "evlilik sadakatinin, evcimenliğin ve ideal vücut güzelliğinin -uzun boyun, geniş kalçalar- örneği"138 olarak, kabul edilmesindendir. Orhan Şaik Gökyay, Dede Kokut Hikayelerinde birçok yerde geçen "kaza benzetme" işini, Alp Er Tunga'nın kızının Kaz adını taşıması ile de ilgili saymaktadır. Dede Korkut destanındaki "kaza benzer kızı, gelini feryat ettirdiler"139 cümlesindeki teşbih, başka Türk destanlarında da kullanılmıştır. Er Targın destanında Akça Han'ın kızı Ak Cunus'un Kart Kocak adındaki yiğiti merhamete getirmek için söylediği türküde de aynı benzetiliş vardır:
"Ben Kırım'ın içinde Akça Han'ın kızıydım Baba ile ananın Beslenmiş kazıydım." 140
Kazlar, kızlar, gelinler arasındaki bu güzellik münasebeti İslamlıktan sonraki devrelerde de sürdürülmüştür. Mesela XVIII. yüzyılda yaşamış bir halk şairi olan Gevheri'nin bir semaisindeki şu dörtlük dikkate değer:
"Sabahtan bizim pınara İki gelin üç kız geldi Birbirlerini kovarak Sandım ki göle kaz geldi"141
138 Dedem Korkut'un Kitabı, s. CCXXXI. 139 a.g.e.,"Salur Kazan'ın Evinin Yağmalandığı Destanı Beyan Eder" adını
taşıyan hikaye. 140 Dedem Korkud'un Kitabı, s. cccLxxxı. 141 Türk Saz Şairleri, s. 239.
TüRK KÜLTÜRÜNDE KUŞLAR • 67
Çağımızda kişinin kaza teşbihi, sadece bir istihza, küçük düşürme amacı iledir.
Çeşitli Türk lehçelerinde biraz değişik söylenilişe uğratılan kuğu (kogu, kugu, kuu, kuv, guv) da güzellik ve beyazlık (bu ikinci özelliği kalp temizliğinin de sembolüdür) açısından kızların, sevgililerin benzetildiği bir kuş olmuştur:
"Güzellikte, tazelikte terlikte Kuğusun hey güzel kuğusun kuğu Ol meh-cebin ile simin-berlikte Kuğusun a nazlım kuğusun kuğu"142
Kuğu, aynı zamanda maddi beyazlık için de (mesela saç ağarması) benzetme unsurudur:
"tegürdi manga elgin elig yaşım kuğu kıldı kuzgun tüsi teg başım"1'13
(Ellinci YO§lm bana elini değdirdi, kuzgun tüyü gibi kara olan bO§ımı
kuğu tüyü gibi yaptı).
Halk ve Divan şiirlerinde bazen güzelin gözleri veya bakışı da kuşlarınkine benzetilir:
"Varıp bir güzele gönül vireli El kavşurup karşısında duralı Kaşı gözü turnalayın sürmeli Yad ellere kona diyü korkanm. "144
(Öksüz Aşık)
142 a.g.e., s. 226. 143 Kutadgu Bilig I, s. 51 (beyit: 365) 144 Türk Saz Şairleri, s. 84.
68 • TüRK KüLTÜRÜNDE KUŞLAR
"Hubluğuna yok bahane Gözlerin benzer şahan' e Namın çıkmıştır cihane Bilür cümle alem seni" 145
(Köroğlu)
"Değil çeşm-i kebud ol ebruvanım zir-i takında iki avare kumrudur ki gelmiş aşiyan tutmuş"146
(Nedim)
"Salavat getirsin cemalin gören Bakışın turna da sekişin ceyran Uğradığın yeri edersin viran Bülbül has bahçede gül ile oynar"147
"Dillerin bülbül olmuş"148, "Yarimin dili bülbüldür149, "Bülbül gibi şakıyacak bağım yok"150 mısralarından anlaşılacağı gibi, bülbülün güzel ötüşü, şakıyışı da bir teşbih doğurabilmektedir. Öyle ki, bu çeşit bir teşbih Divan şiirinde, daha başlangıçlarda bile bir mazmun olarak kullanılmıştır:
"Lebün can derd-mendinün tabibi Dilün cennet gülinün andelibi"151
(Şeyhi)
(Dudağın, canı-gönlü hasta olanın tabibidir; dilin de cennet gülünün bül
bülüdür.)
145 a.g.e., s. 92. 146 Agah Sırrı Levend, Divan Edebiyatı (Kelimeler ve Remizler, Mazmun-
lar ve Mefhumlar) , İst. 1980 (3.basım), s. 494. 147 Türk Saz Şairleri, s. 349. 148 Manilerimiz, s. 213. 149 Türk Saz Şairleri, s. 238. 150 a.g.e., s. 215. 151 Prof. Dr. Ali Nihad Tarlan, Şeyhi Divanı'nı Tetkik, İst. 1964, s. 144.
TÜRK KüLTÜRÜNDE KUŞLAR • 69
Türk edebiyatında sesinin güzelliği ile kendisinden söz ettiren kuşların sayısı kuşkusuz bu kadarla bitmemektedir. Turaç (dürrac) , turgay (diğer adları: toygar, çavuş kuşu, ibibik; İslamlıktan sonra bunlara bir de Arapça olan hüdhüd adı katılmıştır) , kanarya, güvercin, keklik, turna ve benzerleri, sesleri, ötüşleri yönünden; kartal (çalkarakuş, karakuş) , şahin, doğan, ispir gibileri de yırtıcılıkları, avlarının, düşmanlarının üzerine çekinmeksizin ve hızla atılmaları sebebiyle, yiğit, alp kimselerin kendisine benzetildiği kuşlar olmuştur. Öteden beri çabukluk, hızlılık, geçicilik, fanilik durumlarını bile, dile getirmek için kuşlardan, daha doğrusu onların uçuculuklarından yararlanılmıştır:
"Perçem vurup atlara Uygurdaki Tatlara Uğru, yavuz itlere Kuşlar gibi uçtuk biz"
(Divanü Lugati't-Türk'ten)
"Küvenme kıvı kutka kuş teg uçar" (Kutadgu Bilig' den)
(Mutluluğa, devlete sürekli güvenme; çünkü o, kuş gibi uçar, yani çabucak geçip gider) .
Günümüzde, edebiyat dili bir yana, halk dilinde dahi aynı benzetişlere "insanoğlu kuş misali, bu gün burada yarın orada" deyimindeki gibi rastlanılmaktadır. "Karga sesi gibi sese sahip olmak, baykuş sesli olmak" gibi söylenişlerde ifadesini bulduğu gibi, teşbih zaman zaman da -benzetilen için- olumsuzluk taşır:
"Sadası baykuşa benzer, hıramı saksağana; Hülasa, züppe demiştim ya, artık anlasan a! . . " 152
152 Mehmed Akif Ersoy, (tertip eden: Ömer Rıza Doğrul), Safahat, İst.
70 • TÜRK KÜLTÜRÜNDE KUŞLAR
Teşbihin "benzetilen" unsuru insan dışındaki canlılar da olabilir. Köroğlu'nun, atını tasvir ettiği bir şiirindeki şu dörtlüğü örnek verilebilir:
"İnişe gidince ceyran inişli Yokuşa gidince keklik sekişli Karakuş oyunlu bozkurt bakışlı Kız yeleli alma gözlü kır atım"ı53
Türk Divan şiirinde bazı Türkçe kuş adlarının yerine Arapça ve Farsça isimlerinin konulduğu, bu yeni karşılıklarla da, söz sanatlarına zaten büyük önem ve yer verildiğinden, mecaz, cinas (tecnis) , tevriye, telmih ve benzeri sanatların beyitlerde yuvalandığı görülmektedir. Mesela, Türkçe "sandvaç" Divan edebiyatında andellb ve bülbül (Arapçadır; bunların çokluğu, geldiği dildeki gibi "anadil" ve "belabil" şeklindedir), hezar (Farsçadır; çokluğu hezaran; bu kelime ayrıca sıfat olarak "pek çok, sayısız" veya "bin" anlamlarına da geldiğinden şiirde tevriye yapılabiliyordu) gibi adlarla kullanılmıştır.
"Budur avaz-ı ma'na-yı belabil Komaz dilde belabilden belabil"ı54
Beytindeki cinaslı kafiye olan "belabil"lerden birincisi bülbüller, ikincisi ise tasalar, kuruntular, vesveseler anlamına gelen ve ilki ile, yalnızca taşıdığı seslerle eşliği olan kelimedir.
Efsanelerden tasavvufi eserlere kadar her çeşit edebiyat eserinde bazı kuşlar çeşitli timsaller, simgeler halinde, düşünce ve inançları ifade etmiştir. Bunlardan biri hüma
1 975 (onuncu baskı), s. 287. 153 Resimli Türk Edebiyatı Tarihi I, s. 34. 154 Cem Sultan'ın Türkçe Divanı I, (Hazırlayan) Dr. Halil Ersoylu, İst. 1981 ,
s . 1 84.
TüRK KÜLTÜRÜNDE KUŞLAR • 71
(humay, kumay) kuşudur. Türk halk ve tasavvuf edebiyatında hüma kuşu erişilemeyecek yüksekliklerin sembolü idi. Bundan başka, Müslümanlıkta Tanrı'nın mekansız olduğunu göstermek için, hüma kuşu örnek verilmiştir. İyi cins bir av kuşuna da adını veren hüma, aynı zamanda güzelliğin de sembolü olduğundan kızların adı, -daha çok da bir niteliği olmuştur. 155 Ön Asya efsanelerinde geçen ve Arapların anka, İranlıların simürg veya sireng adını taktıkları kuş, İslamlıktan sonraki Türk edebiyatına girerek bu adlarının yanı başında ve onların birleştirilmesiyle "zümrüdüanka" diye yeni bir isim kazanır. Efsanelerde anlatıldığına göre bu kuşun tüyünü ele geçirebilen kişi en büyük sırra ve ölümsüzlüğe ulaşırmış.156 Yakut efsanelerine göre yerden göğe uzanan ağacın üzerinde ve beşinci kat gökte tüneyen çift başlı kartal, gökleri koruyan tanrının kudret ve kuvvetinin timsali idi. Eski Türklerde ak sungur bey ruhunun, kaz ve kuğu ise beyliğin ve kut'un sembolü sayılıyordu.157
İslamlığın etkisi altında gelişen Türk edebiyatında bazı kuşların sembol olarak kullanılması ile, herkes tarafından kolaylıkla anlaşılamayan tasavvufa ait tercüme-telif eserler ortaya çıkmıştır. Bunlardan biri mutasavvıf bir şair olan Gülşehri tarafından 1 3 1 7 yılında yazılan Mantıku't-Tayr adlı eserdir. 158 Mantıku't-Tayr (kuş dili; çabucak anlaşılamayan tasavvuf diline, ayrıca -ses güzelliği ve büyük bir şiir dili oluşu sebebiyle de- eski edebiyatçıların Farsçaya verdikleri addır) aslında İran'ın büyük şairlerinden Feridüddin-i Attar'ın bir eseri (ki bu eserin de orijinali Gazall'nin Risale-
155 Türk Mitolojisi I, s. 109. 156 a.g.e., s. 108. 157 Emel Esin, İslamiyetten, Önceki Türk Kültür Tarihi ve İsliima Giriş, İst.
1978, s. 92, 93. 158 Prof. Dr. Faruk Kadri Timurtaş, "Türkiye Edebiyatı", Türk Dünyası El
Kitabı, Ank. 1976, s. 417.
72 • TüRK KÜLTÜRÜNDE KUŞLAR
tü't-Tayr ismini taşıyan kitabıdır) ise de, Gülşehri, Mevlana Celfileddin-i Rumi'nin Mesnevf'si başta olmak üzere bir kısım tasawufi eserlerden faydalanarak kitabını sadece bir tercüme olmaktan kurtarmış; hikayelerle zenginleştirmiş, çağının sosyal ve ahlaki düşüncelerini de yansıtan tercüme telif niteliğinde olmasını sağlamıştır. Mantıku't-Tayr'da "bütün -yaratılmışlar- da bedenlenmiş "ruh kuşları"nın hüdhüd adlı, ermiş kuş'un yol göstermesiyle Anka veya Simürg denilen efsanevi kuş'la temsil edilen Allah'ı arayışları anlatılır: Bu kuşlar, Allah'a varmak için asırlarca uçarlar, içlerinden, kendilerine fani olacak bir dereceye ulaşan otuz kuş (si mürg), mutlak vücuda ulaşır ve aradıkları Simürg'ün yine kendileri olduğu gerçeğini anlarlar. "159 Mantıku't-Tayr'ın benzerleri arasında Lisiinü't-Tayr (Ali Şir Neval) , Gülşen-i Sümürg (Zaifi Pir Mehmed b. Evrenus b. Nureddin, Ravzatu't-Tevhid (kuşların ve çiçeklerin tasavvuf açısından kıssaları; Arifi) ve Simürgniime (İbrahim Gülşeni) sayılabilir.
Çeşitli edebi sanatlar ve timsallerle, kahramanları kuşlardan seçilmiş olan şiir halindeki eserler içinde; Münir!' den Gülşen-i Ebrar (1 549' da Attar'ın Bülbülniime' sinden eklemelerle yapılan bir tercüme), Ömer Fuadi'den Bülbüliyye, Manisalı Birri'den Bülbüliyye (Ömer Fuadi'nin aynı addaki eserinin nesre çevrilmişi), Kara Fazli'den Gül ü Bülbül (yazılışı 1552), Gazi Giray'dan Gül ü Bülbül, İznikli Bakai'den yine aynı adlı eser (yazılışı 1565) ve Nev'i Yahya'dan Münazara-i TUtf bii Ziig anılabilir. Aynı konuda ama, mensur olarak kaleme alınmış eserler arasında Tatfniime, Hikiiyet-i TUti ve Mekr-i Vezir önde gelenlerdir. Bunlara, mizah türünde, yazılmış "Kuşların Muhakemesi" kuş adları ve kuşbaz terimleriyle yazılarak Bağdat Valisi Ali Rıza Paşa'ya sunulan "Mektub" da eklenebilir.
159 Resimli Türk Edebiyatı Tarihi I, s. 3 79.
TüRK KÜLTÜRÜNDE KUŞLAR • 73
Yakın tarihimizdeki Kurtuluş Savaşı yıllarını konu edinen şiirler içinde, o günlerin acı olaylarını da, teşhis, intak, teşbih gibi edebi sanatlardan yararlanarak bülbülün (ve çobanın) sembollüğünde anlatan Çobanla Bülbül (Ziya Gökalp) ile gene aynı konudaki Bülbül (Mehmet Akif Ersoy) , Türk edebiyatının tanınmış şiirlerindendir.
Pek çok olağanüstülüklerle bezeli masallarda, ninnilerde;
"Karakuşun kaynağında mısın, Sarı kuşun cırnağında mısın, Ak yaylanın ocağında mısın? Kavuşalım gülüm ninni ."16<l
bilmecelerde (mesela; laka laka lamelif, laka dedim mim elif: leylek) , çocuk tekerlemelerinde, manilerde;
"Kanarya hey kanarya Bahçelerde kanarya Benim yarim pek küçük El sözüne kanar ya."161
Gönül kuşu uçtu mu Kanadını açtı mı Haber verin ey kuşlar Yarim benden kaçtı mı"162
ve daha birçok edebiyat türünde, güftelerde; tabiat, tasvir, süs, teşbih ve benzeri unsurlar olarak kuşlar, kendilerini var etmişler, hayal gücünün ve düşüncenin de zaman zaman kanatları olmuşlardır. Tabiatın, geniş ölçüde girdiği
160 Ali Rıza Yalman (Yalkın), (Hazırlayan: Sabahat Emir), Cenupta Türkmen Oymaklan I, Ank. 1977, s. 127.
161 Manilerimiz, s. 239. 162 a.g.e., s. 181 .
74 • TüRK KÜLTÜRÜNDE KUŞLAR
halk şiirinde, bu durum kendisini çok daha kuvvetle hissettiregelmiştir. Bundan dolayı, halk şairinin, bütünü ile kuşları konu edinerek şiir yazdığı da olmuştur.
KUŞ DESTANLARI
"Kuşların destanın söyleyem sana Şahvezir balabanın soyudur İspir miralay doğan binbaşı Soyak dedikleri onun tayıdır
Çalağandan sakla kırmızı abayı, Horoz imam uyandırır obayı Orbaya katmayın sarı gebeyi, Kuşların ürkeği asıl öküdür.
Belibağlıyı da benzetme kuşa, Atmaca cıymakla çıkarsa başa, Gündüz gezemez sefil yarasa, Onun seyahatı gice yarıdır.
Kaz, turna katarı çeker yukarı, Ördeğin yeşil sever akarı, Viraneler bekler baykuş fakın, Sıçanlar avlamak onun karıdır.
Karga ile koğunun bükte yuvası, Kuşların hoyratı bir delicesi. Çohçu ile gör serçenin davası, Onların arzusu beyaz darıdır.
Karga ile kartal severler leşi, Mundar üleşe çalarlar dişi. Atmaca ile şahan bir bölük başı, Eksik değil, günde kırk başı var.
TüRK KüLTÜRÜNOE KUŞLAR • 75
Tavus kuşu vardır çığarlar düzer, Kumru ile tutuya değmesin nazar, İbikli kuş vardır hizmetten sezer, Kara kuş onların seraskeridir.
Şule yaktık karga gibi arife, Yalan yerden malik olmuş tarife, Sonkur sultan cümle kuşa halife, Asıl hünkar padişahlarıdır.
Kıracı bekler merç yere gitmez, İbikli önüne kılavuz katmaz. Dünyada üveyik çok yuva tutmaz, Dünya harabe derler onun ucundan.
Kekliği dersen, sarp yere gider, Başın kaldırır hengame eder. Bir kuş var, o da kemiği yutar, Kuşların akıllısı asıl süredir.
Sığırcığın çobanlıkla midesi, Güvercinin evi saray tağası. Saka kuşu dersen, gökler ağası, Marifeti balık avlar karıdır.
Aşık Cuma düştü ah ile zare, Hacı leylek gelir gider, maskara. Bir kuş var; hiç inmez havadan yere, Ne acayip, Hakk'ın sırrı dediler." 163
[Türk Dünyasının Düşünce, Dil ve Edebiyatındaki Bazı Kuşlar, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, İstanbul, 1981 , S. 1 1 , s. 76-126.]
163 Cenupta Türkmen Oymakları l, s. 121 - 123.
İKiNCi BöLÜM
Türk Dünyasının İnanç ve
Yaşayışındaki Bazı Kuşlar
DüNYA tarihinin en eski ve köklü milletlerinden biri olan Türkler, milli varlıkları ile birlikte; inanç, gelenek ve göreneklerini büyük bir titizlikle korumuş ve yaşatmışlardır. Tabii bu unsurlar başta düşünce olmak üzere dil, edebiyat, folklor, yaşayış gibi hususlara etkilerini yüzyıllarca kuvvetle yapmış, bunların bıraktığı izler, bazıları nitelik ve nicelik değiştirse bile çağlar sonra dahi büsbütün silinmemiştir.
Daha önce "Türk Dünyasının Düşünce, Dil ve Edebiyatındaki Bazı Kuşlar" 1 yazısı ile Türk düşüncesinde, İslamlıktan önce tanrılardan başka, ruhlar, yaratılış, insan, türeyiş ve benzeri gibi hususlarda kuşların edindiği yerler incelendiğinden bu araştırmada gerek kültür tarihine mal olmuş gerekse hala yerini korumakta olan inançlarla ilgili bazı kuşlardan söz edilecektir.
Müslümanlığı benimseyerek Arap ve İran milletleriyle birlikte İslam medeniyetini ortaya koyan Türklerin inançlar sisteminde (ve dolayısıyla dil, edebiyat, düşünce eserlerinde) özel ve sarsılmaz bir yer edinen kıssalar, bu mevkilerini Müslümanlığın ilahi ve kutlu kitabı Kur'ô.n-ı Kerfm'e borç-
1 Dr. Halil Ersoylu "Türk Dünyasının Düşünce, Dil ve Edebiyatındaki Bazı Kuşlar", Türk Dünyası Aratırmaları Dergisi, İst. 1981, sayı:l 1 .
80 • TÜRK KüLTÜRÜNDE KUŞLAR
ludurlar. Çünkü, bu kıssaların aslı ayetler halinde Kur'an-ı Kerim' de bulunmaktadır. Mesela, Hersekli Arif Hikmet' in:
"Olma isyana ceri kuwet ile fil gibi Düşmen-i Hakk'a hücum eyle ebabil gibi"2
beytinde anılan ebabll (Arapçada dağ kırlangıcı anlamına gelmektedir) kıssası İslam peygamberinin doğumundan önce meydana gelmiş bir olayı anlatmaktadır. Kıssaya göre, Habeşliler Hristiyanlığı kabul ettikten sonra bu yeni dinlerini tanıtmak ve yaymak için San'a şehrinde büyük bir kilise yapmış ve Arapları da -en az Hz. İbrahim zamanından beri kutlu bir yer olarak bilinen- Ka'be'den uzaklaştırarak bu kiliseye yöneltmek istemişlerdir. Fakat bu işi gerçekleştiremeyince başarısızlıklarına sebep olarak Ka'be'nin varlığını gördüklerinden, onu ortadan kaldırmak için yıkmağa karar vermişlerdir. Bu sapkınlığın doğurduğu taşkınlıkla Mekke'ye hücum eden Habeş ordusunun önünde, Ebrehe adlı birinin bindiği bir fil bulunduğundan "Fil vak' ası" da denilen bu kıssa Kur'an-ı Kerlm'in 105. suresidir:
"El-Fil Suresi: Bismilliihirrahmanirrahim. 1 - (Ey Resulüm, Ka'be'yi tahrip etmek isteyen) Ashab-ı Fil'e (Fillerle teçhiz edilmiş Necaşf ordusuna) Rabb'in ettiğini görmedin mi?
2- Onların kötü kuruntularını boşa çıkarmadı mı? 3- Üzerlerine sürü sürü kuşlar salıverdi. 4 - Onlara siccilden (pişmiş çamurdan) taşlar atıyorlardı. 5- Derken Rabbin, onları (kurtlar tarafından kemirilip
doğranan) yenik ekin yaprakları haline getirdi. "3
2 Agah Sırrı Levend, Divan Edebiyatı, İst. 1980 (3.bas) , s. 1 32. 3 Kur'iin-ı Kerim ve Meiil-i Alisi (Haz. A.Fikri Yavuz) İst. s. 603 (sure: 105,
ayet: 1-5).
TüRK KüLTÜRÜNDE KUŞLAR • 81
Buradaki kıssadan-ayetten anlaşılabileceği gibi, Tanrı'nın askerleri arasına kuşlar da girmişlerdir. Hem de azgınlaşan başlar üstüne taşlar yağdırarak!
İnsanların seçkin kişileri kabul edilen peygamberlerin, -Allah'ın izni ile- mucize adı verilen olağanüstü bazı olayları gerçekleştirmiş oldukları, Müslüman Türklerin inançları arasında, her çağda aynı ilahi heyecan ve aynı kuvvette sürüp gelmektedir. Çünkü bunların çoğunun kaynağı Kur'an-ı Kerfm'dir. Bu yazının konusu ile ilgili, mucizelerin sahipleri veya vesile olanları Hz. Muhammed, Hz. İsa, Hz. Musa ve Hz. Süleyman'dır. Hz. Muhammed, artık eziyetleri dayanılmaz bir hal alan Mekkelilerin zulmünden Müslümanları kurtarmak için onların Medine'ye hicret etmelerini gerçekleştirdikten sonra kendisi de Hz. Ebu Bekr ile, gözü dönmüş kafir takipçilerinden korunmak için, Sevr dağındaki mağaraya sığındığı sıralarda meydana gelen mucizelerden biri güvercinle ilgilidir:
"Üçüncü gün, onları izleyenler mağara çevresine geldiler. O anda bir mucize, insanın ruhu ile yaratılan dünya arasında bir bağ oluverdi. Bu çıplak kayalar arasından ince bir fidan sür'atle yükseldi, dalları kayaları sardı ve yaprakları mağara ağzını kapladı. Bu fidan gölgesinde bir güvercin yuva yaptı, yumurtladı ve kuluçkaya yattı. Bir örümcek ise ince ağları ile mağara ağzını örüverdi. Bu üç şey Hz. Peygamber'e atfedilen en büyük mucizedir. Bir örümceğin ağı, bir güvercinin yuvası ve bir fidan. "4
Hz. İsa'nın mucizelerinden ikisi ruh nethetmek (üflemek) olup bunlardan biri kuş meydana getirmekti. Al-i İmran suresinde İsa peygamber hakkında Meryem'e verildiği belirtilen haberler arasında bu mucize de vardır:
4 Türk Ans. "Muhammed (Resülullah) ", c. XXIV. s. 383.
82 • TÜRK KÜLTÜRÜNDE KUŞLAR
"Onu İsrailoğullarına peygamber olarak gönderecek ve onlara şöyle diyecektir: - Cidden ben, Rabb'inizden bir mucize ile geldim. Ben, size çamurdan kuş biçiminde bir taslak yapar ona üfürürüm. Allah'ın izniyle hemen bir kuş oluverir."5
Hz. Musa ve bir türlü hak yola girmeyen İsrailoğulları ile ilgili şu ayette de söz konusu olan kuş, bıldırcındır:
"Ey İsrailoğulları! Sizi düşmanınızdan (Firavun'dan) kurtardık ve Tur dağının sağ yanında (Musa'ya Tevrat'ı indirmek üzere) size vaat verdik; üzerinize de kudret helvası ve bıldırcın indirdik. "6
Hz. Süleyman'a kısmet edilen mucizeler arasında "kuş dilini bilmek" ve çeşitli varlıklardan meydana gelmiş ordulardan başka bir de "kuşlardan kurulmuş orduya sahip olmak" da bulunmaktadır:
"Süleyman, (babası) Davud'a vii.ris oldu (onun nübüvvet ve ilmi kendisine geçti) de dedi ki: - Ey İnsanlar, bize kuş dili öğretildi; hem de bize her şeyden (bütün nimetlerden) verildi. Şüphesiz ki bu, açık bir üstünlüktür. "7 "Bir de Süleyman'ın cinlerden, insanlardan ve kuşlardan orduları toplandı. Bütün bunlar sevk ve idare ediliyorlardı. "8
Günümüzde dahi Anadolu'nun birçok yerindeki evlerin en uygun olmayan köşelerinde dahi güvercinlerin, angıtların yuva yapmalarına -ortalığı kirletmeleri pahasına da olsa- ses çıkarılmamaktadır. Hele bu yuva yapma işi yavrulama mevsimine rastlar ve yuvada da yavru bulunursa
5 Kur'an-ı Kerim, s. 57 (sure: 3, ayet:49). 6 a.g.e., s. 318 (sure: 20, ayet: 80) 7 a.g.e., s. 379 (sure: 27, ayet: 1 6) 8 a.g.e., s. 3 79 (sure: 27, ayet: 1 7) .
TüRK KÜLTÜRÜNDE KUŞLAR • 83
o zaman bu hesapta olmayan misafirin varlığına göz yumulur, yuvası adeta bir dokunulmazlık kazanır. Bu şekilde davranmakta; güvercin ve benzerlerini severek onlara acımanın, koruyup gözetmenin yanında, bir de, bu tür yuvaları bozmanın, dağıtmanın halk arasında "tekin sayılmadığı, uğur getirmeyeceği" inancı yaygın ve kuvvetli olarak ortaya çıkar. Buradaki "tekin sayılmamak, uğur getirmemek inancı"nın en uzak maziye kadar inmesi ve orada izini kaybettirmesi ilmi bir açıklama yapmak imkanını ortadan kaldırmaktadır. Bu durum ise bazı Türk efsanelerindeki birtakım inançları hatıra getirmektedir. Türk kozmogonisine ait birçok efsanede; dünyanın yaratılışı sırasında kırlangıç, yaban ördeği, balıkçıl gibi kuşlara, insanın yaratılışında ve en önemlisi de bir kısım Türk boylarının kendilerini (mesela Kırgızların doğan, Şatoların kartal gibi . . .) kuşlardan türemiş saymalarına ait inançlar bulunmaktadır. Çin tarihinde X. yüzyıldan sonra başlayan "Beş Sülale" devrinin üçünü Şatolar kurmuşlardır. Çin kaynaklarında da açık bir şekilde belirtildiği gibi Göktürklerin bir kolu olan Şatoların bu üç sülalesinden ilkini kuran hükümdar Li-KoYung bir kartal yuvasında doğmuştur. Bu durum Çin kaynaklarında da "Li-Ko-Yung'un Kartal yuvasından doğmuş olduğu söylenir."9 şeklinde kısa dahi olsa belirtilmektedir. Destan çağlarından uzaklaşılarak zamanımıza gelinmesiyle güvercinlere karşı -yerleşilmiş bölgelerde- gösterilen tutum nedir? Şüphesiz, o en uzak geçmişteki gibi değildir, olamaz da . . . Fakat, gene de bir kısım yerleşme yerlerinde güvercinlerin topluca yaşayışları, o çevre sakinlerince anlayışla, hoşgörüyle karşılanmakta, öyle ki, gerektiği mevsim ve durumlarda yiyecek ve diğer yardımlar bile yapılmaktadır. İstanbul'un Eminönü veya Beyazıt meydanlarındaki güvercinlerin -birer devlet kuşu olmasa da- civardan geçen insanların neredeyse serbestçe başlarına konabilecek kadar
9 Prof. Dr. Bahaeddin Öge!, Türk Mitolojisi, Ank. 1971, s. 585, 586.
84 • TÜRK KüLTÜRÜNDE KUŞLAR
samimi olmaları ve onlarla iç içe yaşayışları buna örnek verilebilir. İşte, bu da, belki, geçmişin "yaşanılan zamanı" değil, yaşanılan zamana geçmişin kalabilmiş "şekli" izleridir! Başka bir anlatımla; bu, belki, çok uzun zaman aralığı dolayısıyla amacı kaybolmuş, unutulmuş bir sonuç'tur! Halk arasında "hacı "lık paye ve unvanı verilerek, İslam dünyasınca mukaddes kabul edilen topraklardan gelmesi veya geçmesi sebebi ile uğurlu, kutlu bir kuş sayılan, ona herhangi bir zarar verilmek şöyle dursun; bir tekinin başına veya sürüsüne bir kaza, bela geldiği zaman (mesela birinin kanadının kırılması, sürünün, kartalların hücumuna uğraması gibi) herkesin yardıma koştuğu bir kuş türü olan leylekler; kasaba, şehir ve benzeri yerleşme alanlarının minare, kubbe yahut yüksek binalarının çatıları gibi, baş köşelerde misafir olmaktadırlar! İlkbaharın muştucusu olarak da tanınan leyleğin insana getireceği uğur, onun, o yıl ilk defa havada veya yerde görülmüş olmasına da bağlanmıştır! Türk dilindeki bir deyim bunu ne güzel ifade etmektedir: "Leyleği havada görmek. (Mevsiminde bir yere gelen leyleği ilkin havada gören kişi, o yıl kendisinin hep gezeceğine inanmak veya yıl içinde hep gezmekte oluşunu, o yıl leyleği ilkin havada görmüş olmasına bağlamak)"10 Dere kumrusu, gülen kumru gibi adlarının dışında değişik yörelerde yusufcuk, gugukcuk, hakvuran isimleri ile tanınan kuşun da halk tarafından uğurlu sayılarak sevildiği, korunduğu bilinmektedir. " 1 1
Kutlu olduğuna inanılarak ona ilişilmemek gerektiği bildirilen kuşlardan biri de kuğudur. Yakutlar, bolluk ve bereketi sağlayan dişi ruh Ayısıt'ı temsil ettiğinden, Altaylılar da olağanüstü niteliklere sahip olarak insanlara zaman zaman yardıma geldiğinden dolayı, kuğuya tekin olmayan varlık gözüyle bakmışlardır. Mesela, Yakutların bir efsanesi bunu göstermektedir:
ıo Ömer Asım Aksoy, Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü 2, Ank. 1 976, s. 806. ı ı Bkz. Belkıs Acar, Kuşlanmız, İst. 1972, s. 60.
TüRK KüLTÜRÜNDE KUŞLAR • 85
"Bir genç çift evlendikten sonra baba evinden gider, bir müddet sonra arkalarından onların durumlarını öğrenmek için aramak üzere babaları gider, ayin yapılır, ayin esnasında sofralarına üç ak kuğu uçup gelir ve kaseden kımız içer, kuğudan sonra kendileri kımız içerler, misafir babaya hediyeler sunulur. Bu efsaneden açık olarak kuğu 'nun tekin olmadığı anlaşılır." 12
Altın Mergen, Altın Pirkan, Kan Mergen, Ay Mergen, Aymergen Altın Kuspınan, Aytolısı, Kara Tagın Kan Suksagol Kan, Kartaga Mergen, Keloğlan13 gibi pek çok masalda kuğu ve ara sıra da kaz, mukaddes sayılmakta ve insanların dahi başaramadığı çeşitli işlerin üstesinden gelerek "tekin olmadıklarını" ispat etmektedirler. Türk dünyasının en büyük, en uzun destanı olan Kırgızların Manas destanında Manas'ın oğlu Semetey'in Külçora ile yaptığı bir konuşmadan, bu inancın Kırgızlar arasında da yer ettiği anlaşılmaktadır:
"Semetey, avda iken havada bir kuğu görür ve yanında bulunan Külçora'ya: - Aman çabuk ol, sunguru şu kuğu kuşuna karşı uçur, der. Külçora: - Bu kart bir kuğudur, yuvasında yavruları vardır, bu kuğuya sunguru saldırırsak yuvasındaki yavrular öksüz kalacaktır. Kuzu, kuşların asili ve saygı/ısıdır, cinsi kurumasın! Bu kuğuya fenalık yaparsak bize de bir uğursuzluk gelir, dedi."14
Bazı kimselerin, asılsız esassız sayarak gülüp geçtiği, üzerinde durmadığı; birçok kişinin de kendisini kaptırdığı ve hatta zaman zaman iyi yahut kötü tesadüfleri bile ona
12 Prof. Dr. Saadet Çağatay, "Türk Halk Edebiyatında Kuğu Kuşu", I. Milletlerarası Türkoloji Kongresi Tebliğleri, c. 2. İst. 1979, s. 3 1 3.
13 a.g.e., s. 3 14-3 16. 14 a.g.e., s. 3 17.
86 • TüRK KÜLTÜRÜNDE KUŞLAR
yorduğu uğur veya uğursuzluk inancı, her çağda hemen hemen bütün dinlerde ve her uygarlık düzeyindeki topluluklarda belli bir ölçüde varlığını sürdürerek günümüze kadar ulaşmıştır. Uğurlu veya uğursuz sayılan nesne, durum, söz, hayvan ve hatta insan; gündelik yaşayışın büyük olaylarında olduğu kadar, teferruat kabilinden sayılabilecek önemsiz şeylerinde de söz konusu edilmiştir! . .. Burada belirtilen olsun, belirtilmeyen olsun uğurlu, uğursuz kabul edilen her şeyin genellikle yapısı, bulunuşu veya sıradan yaşayışı gibi, gerçekte kendisine ait olan bazı değişik özellikleri, onun, halk tarafından "uğurlu" yahut "uğursuz" diye damgalanması sonucunu doğurmuştur. Mesela, akbaba eski Türk yaşayışından beri uğurlu bir kuş olarak kabul edilmemiştir. Kaşgarlı Mahmut XI. yüzyılda yazdığı Divanü Lugati't-Türk'te o zamanlar "us" adı ile tanınan akbaba için, Türkler arasında yer etmiş inanca ait şu bilgiyi vermektedir: "Us: Kerkes kuşu. Bu kuş bir adamın yüzüne karşı ıslık çalarsa uğur sayılmaz; bu ölüm işaretidir."15 Bilindiği gibi, bugün de, akbaba, birinin yüzüne ıslak çalsa da, çalmasa da uğurlu, -en azından sevimli- bir kuş olarak görülmemektedir! .. Karga da, Türk inançlarında, ta efsaneler çağından beri -gene en hafif ifade ile- sevimsiz bir yere konmuştur! Yakutların bir çeşit milli destanı olan Er-Sogotoh destanında Han-Tangora'nın akrabası olan ve Ulu-Toyon'un soyundan gelen Kara Hap'ın canını almak isteyen cehennemin sahibi Buura Dohsun, bu niyetini gerçekleştirmeden önce Kara Han'ın memleketine gelen kahraman Er-Sogotoh'a durumu anlatmış ve ondan yardım istemiştir.
"Oğlan, cehennem zebanisi Buura Dohsun'u görünce hemen hücum etmiş ve başlamışlar döğüşmeğe. Ama cehennem zebanisi çok kuvvetli imiş ve başlamış ağır basmağa. Oğlan
15 Prof. Dr. Abdülkadir İnan, Eski Türk Dini Tarihi, İst. 1976, s. 1 32.
TüRK KüLTÜRÜNDE KUŞLAR • 87
tam acze düşmüşken, bakmış ki, damarlarında tanrısal bir kan ve vücudunda da gittikçe çoğalan bir kuvvet dolaşmağa başladı. . . Gittikçe, gittikçe kuvvetlenmiş ve tuttuğu gibi cehennem zebanisinin başını kesmiş... Vücudunu da parça parça etmiş ve göklere savurmuş. Yalnızca kalbinin bir ucu kalmış. O da bir karga olup uçmuş. Onun için bu kuş kötü kötü bağırırmış . . . "16
Sesi çirkin, bet; kendisi gudubet olan kimseler zamanımızda dahi, işte bu kötü kötü bağıran kargayı hatırlatmakta, bununla ilgili deyim ve atasözlerini -nezaket gereği söylenemese de- dilin ucuna ister istemez getirmektedir! Anadolu'nun bazı yerlerinde kışın kötü hava şartlarının olduğu günlerde, tünediği ağaç, çatı, baca gibi yerlerde gaklayan karganın gaklayışı hayra yorulmamakta, onun, kar yağmasını dilediği şeklinde kabul edilmektedir.
Türk dilinin en eski yazılı belgelerinden olan Göktürk Kitabelerinde karganmak (beddua edilmek, ayıplanmak), 17 Dede Korut destanlarında ise kargamak (beddua etmek, ilenmek, lanet etmek) 18 fiil gövdeleri halinde görülen kelimenin Uygur Türkçesinde de "kargımak: beddua etmek, küfretmek" anlamında kullanılmasından başka, bunun yanı sıra, bilinen kuş anlamındaki "karga"19 ismi de dikkati çekmektedir. Yani, bu kuşun adı ile kendisi hakkında düşünülenler arasındaki "aynı"lık Türkçenin ve Türk inançlarının bilinebilen her devrinde değişmemiş bulunmaktadır. Çünkü, bir kere o kuş, gerek Türk efsanelerinde, gerekse Nuh peygamberin Tufan'ında lanete, bedduaya uğratılmıştır. Böyle kötü bir mirasa konduğu için, onun uğurlu karşılanmaması da tabiidir.
16 Türk Mitolojisi I, s. 1 06. 17 Hüseyin Namık Orkun, Eski Türk Yazıtları, İst. 1 941 , c.IV, s. 86. 18 Orhan Şaik Gökyay, Dedem Korkud'un Kitabı, İst. 1 973, s. 238. 19 Prof. Dr. Ahmet Caferoğlu, Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü, İst. 1968, s. 1 68.
88 • TÜRK KÜLTÜRÜNDE KUŞLAR
Daha çok, yıkık, harap yerleri mezarlıkları kendisine mekan tutan ve halk inançları arasında uğuru görülmeyen bir kuş olarak tanınan; kızılan veya hak eden kimseye "uğursu baykuş" söylenilişi ile bazen, kabul edilmiş niteliğinin şiddeti artırılan bir kuş da baykuştur. Halkın inancına göre bu kuş hangi evin damına konarsa o evden ölü çıkarmış. Yalnız, burada bir hususa dikkati çekmek lazımdır. Oğuzların şahin, atmaca, bahri, su bürkütü, şah kartal, aladoğan, akdoğan ve benzerleri gibi olan ongun kuşları arasında ügi (baykuş) de bulunmaktadır. Bayat boyunun ongunu olan ügi de bir çeşit gece doğanıdır:
"Bayat boyunun kuşu: Ügi: Türkler baykuşa genel olarak, ügi/ügü/ükü!ükkü adı verirler. Fakat baykuşun da birçok cinsleri vardır. Bu sözün aslı Türkçe olmasa gerektir. Kaşgarlı Mahmut, bu kuşun adını ühi şeklinde yazar. Kutadgu Bilig'de bu kuşun adı ügi diye yazılmıştır. Kutadgu Bilig'in bir nüshasında bu kuş adı ügi yazılmış iken, öbür nüshasında da sarıg kuş diye kaydedilmiştir. Bize göre bu ayrılık tesadüfen yapılmış bir yanlışlık olmasa gerektir. Sarıg kuş, yani sarı kuş, baykuşların doğan türünden bir cinsi olmalıdır. Ortaasya'da baykuşa ügü de derler. Fakat, bazı lehçelerde ükü sözü küçük türden baykuşlar için söylenmiştir. Normal baykuşlar için ise ükü yapalak denmiştir. Av için kullanılanlar daha ziyade küçük cinsten baykuşlardır. Bu da bize gösteriyor ki, Bayat boyunun ongun'u normal baykuşlar değil, gece doğanlarıydı."20
Yusuf peygamberin vaktiyle düşmanlarından kurtulmak için saklandığı yeri, ötüşü ile (ku ku ku, ku ku/ku ku ku, ku ku: Yusuf'u tutun! Yusuf'u tutun! . .) haber verdiği inancı dolayısıyla halk arasında "yusuf tutan, yusup tutan" adı ile tanınan bir kumru çeşidi de uğursuz sayılan kuşlar arasındadır. Bu kuşla ilgili halk inancının pek ilgi çekici
20 Türk Mitolojisi l, s. 357.
TÜRK KÜLTÜRÜNDE KUŞLAR • 89
yanı ötüşün, yani, kumruca konuşmanın, insan dili -hem de Türkçe- ile "aynı" oluşudur! Halkın kendi diline olan sevgisi ve inançlarına olan bağlılığı o kadar kuvvetlidir ki, bir kumruyu sırasında Türkçe bile konuşturtmuştur! . .
Kırmızı gaga ve kırmızı ayaklara sahip olan kınalı keklik (veya diğer adı ile kırmızı keklik); belki de bu kırmızılığın yaptığı çağrışımla; (sanki, ağzı burnu kan içinde, ayakları kan gölünden çıkmış gibi kıpkırmızı) olacak, evlerde beslenilmesi, özellikle evin kadınları arasında "uğur getirmez bir iş" sayılmıştır!
Türk inançlarında uğurlu, uğursuz olarak tanınmış kuşların bir kısmı bunlardır . . .
Bad- kökünden gelen ve d/y değişmesi sonucunda "bayrak" şeklini alan kelimenin, semantik (anlam bilimi) bakımından "sancak" kelimesi ile olan benzerliğinde pek açıklık bulunduğunu kaydeden Prof. Dr. Fuad Köprülü'nün belirttiğine göre, eski Türklerde bayrak: "Batırılacak, saplanacak bir siUihın (mesela mızrak ve süngü) adıdır ki, savaşlarda bunun ucuna onu kullanan kahramanın veya mensup olduğu kabilenin alameti konuluyordu."21 Ona göre önceleri alp, kahraman kişilere ait olan bu alamet (nişan, işaret) tabii olarak, o yiğitlerin başında bulunan hükümdarlarda da bulunurdu. Devlet teşkilatının kuvvetlenerek devlet kavramını bütün ağırlığıyla hissettirmesinden sonra "hükümdarların şahsi ala.metleri, devletin haiz olduğu yüksek hakimiyetin bir sembolü mahiyetini alır; en sonra da, milli iradenin tecellisinden doğan yeni devlet teşekküllerinde, yalnız devlet hakimiyetinin değil, milli varlığın da remzi, timsali olur."22 Bu suretle, ferdi mücadelelerdeki kahramanlıkların anlam ve sınırları genişleyerek milli mücadeleler halini alması ile, yani ferdi ünün, milli (milletin-Türk milletinin) ünle birleşmesinden sonra bile, o, ferdin -inançlarından do-
21 İslam Ans. "Bayrak" c.2, s. 401 . 22 a.g.e., s . 402.
90 • TÜRK KüLTÜRÜNDE KUŞLAR
ğan, ilham alan- alameti, bayrak üzerindeki yerini muhafaza etmiştir; hem de artık bir ferde değil, kitleye hitap ederek. Anlaşılabileceği gibi bayraklar üzerinde bulunan şekiller, semboller hatta renkler destani, tarihi olayların, inançların, ideallerin, vs. ifadesinden kaynaklanmıştır. Tarihte, kurulmuş on altı Türk devlet ve imparatorluklarının bayrakları incelenildiğinde bunların beşinde çeşitli kuş sembollerinin yer aldığı görülür. Bunlardan biri Avrupa Hun İmparatorluğu'dur. Bu imparatorluğun, Avrupalıların deyimi ile "Tanrı'nın kırbacı"23 olan büyük hükümdarı Attila'nın; "üzerinde başı taçlı bir tuğrul'un, yani Türkler arasındaki efsanevi bir kuşun resmi bulunan bir bayrağı"24 vardı. Saka-İskit Türk İmparatorluğu'nun ünlü hükümdarı, alpı, Alp Er Tunga (İran kaynaklarındaki söylenişi ile "Efrasiyab") ve ona tabi olan Türklerin, Firdevsi'nin Şehnamesi, Esedi'nin Garşaspnamesi gibi, Fars edebiyatının kahramanlık eserlerinde anlatılan İran-Turan savaşlarının tasvirlerinden anlaşıldığına göre; siyah, menekşe, sarı, kırmızı, mavi renklerde olan bayraklarındaki kurt, ejderha (dragon), kaplan, arslan ay gibi şekillerin yanı sıra kartal da bulunuyordu. Aşağı yukarı aynı tasvirlerin -hatta fazlasıyla (fil, hüma, geyik, yaban domuzu gibi) - İran bayrakları için de kullanılmış bulunulması ve bu şairlerin yaşadıkları zamanlardaki Türk, İran bayraklarında yukarıda anılan renk ve şekillerin var olması sebebiyle; bu şairlerin, tasvirlerini, kendi çağlarına göre yapmış olacakları ihtimalini doğurmaktadır. Bu durum karşısında da Saka-İskit Türk İmparatorluğunun bayrağı hakkında karar verilirken ihtiyatlı davranmak gerekmektedir.25 Başka bir Türk devleti olan Gazneliler' de genel olarak hüma ve ay
23 Bkz. Marcel Brion (Çev. M.Reşat Uzmen), Hunların Hayatı, İst. 1981 , s. 127.
24 İslam Ans. "Bayrak", s. 403. 25 a.g.e.,, s. 404.
TÜRK KÜLTÜRÜNDE KUŞLAR • 9 1
şekillerinden yani eski Türk geleneklerine dayanan motiflerden meydana gelmiş bayrakların; çetr, külah, hil'at gibi bazı hakimiyet alametleri ile birlikte kullanıldığı bilinmektedir.26 Büyük Selçuklu İmparatorluğu'nda geleneklere bağlılık kendisini kuwetle hissettirmiş olduğundan hakimiyet sembollerinin birçoğunda olduğu gibi bayrakta da "ok" ve "yay" alametinden başka, çift başlı bir kartal, -Türk gücünün, azametinin timsali olarak- yer almıştır. Büyük Selçuklu İmparatorluğu'nun devlet ve hakimiyet anlayışlarına, gelenek ve göreneklerine, çeşitli kurum ve kuruluşlarına sahip çıkarak, genellikle onları yaşatmaya çalışan Anadolu Selçuklu Devleti'nin bayrağında da çift başlı bir kartal sembolü kullanılmıştır. Büyük Selçuklu İmparatorluğu'nun parçalanmasından sonra ortaya çıkan ve "Atabekler" genel adı ile anılan Türk devletlerinden biri de Fars'ta Salgur Atabegleri'dir. Bunlar da kendilerini yıkılan imparatorluğun meşru varisi kabul etmiş, bastırdıkları sikkelerde Salgur ( Salur) damgasını kullanmışlardır ki, bu damga "bürküt" denilen kartal' dan başka bir şey değildir. Oğuzların bu boyundan gelen Sa'd bin Zengi'nin kasidedlerinden Mecd-i Hemger'in bir şiirinde, hükümdarın siyah renkli bayrağı olduğu belirtildiğinden bu gerçekten hareket edilerek, bahsedilen bayrakta Salgur damgası ile hükümdarın ad ve lakaplarının da bulunabileceği tahmin edilmektedir. 27
Kartal, Osmanlı İmparatorluğu'nda artık devletin bayraklarına değil; Yeniçeri Ocağı'nın çeşitli ortalarının kendilerine has nişanı olarak şahin, balıkçıl gibi kuşlarla beraber, onların bayraklarına (ayrıca kışlalarının kapılarına) nakşedilmiştir.28 Cumhuriyet Türkiye'sinde ise Selçuklu kartalının -tek başlısının- Türk Hava Kuwetlerinin sem-
26 a.g.e., s. 406, 27 a.g.e., s. 409. 28 a.g.e., s. 416.
92 • TÜRK KÜLTÜRÜNDE KUŞLAR
bolü olarak kullanıldığı bilinmektedir. Orhun Türk boyu tarafından kurulan, Çağatay Türkçesi ile konuşarak Uygur alfabesini kullanan ve bölünüp paylaşıldığı zaman 1 3.000.000 kilometrekarelik yüzölçümünde dört tane imparatorluk doğuran Türk-Moğol İmparatorluğu ordusunda kullanılmış bayrakların üstünde karakuş (kartaldan biraz küçük yırtıcı bir kuş, tavşancıl) resmi ayrıca arslan, ejderha, güneş-arslan29 yer almıştır.
İnsanlık tarihi boyunca çeşitli milletlerde, insan topluluklarında "görülmüş" ve tabiri de "gerçek çıkmış" bazı rüyaların varlığı, destanlardan dini kitaplara kadar geçmiş bulunmaktadır. Türk tarihinde de, kitleleri ilgilendiren ve içinde "kuş" unsuru bulunan rüyalara, her coğrafya ve inanç sisteminde örnek bulunmaktadır. Yakutlar arasında anlatılmış ünlü bir efsanedeki rüya şöyledir:
"Büyük bir şamanın annesi, çocuğunu doğurmadan önce güzel bir rüya görmüş. Rüyasında büyük ve güzel bir çayırlık içinde bulunuyormuş. Güneşin ışıkları ile pırıl pırıl aydınlanan bu çayırlığın ortasında, üç kırmızı çam ağacı varmış, çamların üzerinde de üç kuş yuvası varmış. Kadın, bu ağaçlara yanaşmış ve bu yuvalardan en küçük olanını almış. Yuvayı alır almaz da karnında bir çocuğa gebe kalmış . . . "30
İslami dönemde de rüya, toplum hayatında önemli yönlendiricilerden biri olmaya devam eder. Bunlardan belki de en önemlisi, Ertuğrul Gazi'nin gördüğü bir rüyadır. Rivayete göre Ertuğrul Gazi henüz "bey" iken rüyasında uçmakta olan bir güvercin görmüş. Uyandığı zaman bu rüyasını tabir ettirince ona, hükümdar olacağını söylemişler.31 Diğer bir rüya da yine Osmanlı İmparatorluğu ile ilgilidir.
29 a.g.e., s. 413. 30 Türk Mitolojisi I, s. 596. 31 Dedem Korkud'un Kitabı, s. LXX, LXXI.
TüRK KÜLTÜRÜNDE KUŞLAR • 93
"Sarı Saltuk, rüyasında iki şahbaz doğanın uçarak Yu
nan (bu kelime burada Selçuklu ülkesi; Konya anlamında kullanılmıştır) tarafından Rum (Rumeli) mülküne geçtiğini bu bölgedeki kuşları kırdığını, yanlarına pek çok güvercinler toplandığını, doğanlardan son gelen silkinince kanatları altında başka doğanların çıkıp şikô.r'a başladığını, ön gelen'in ise uçup kendi iline döndüğünü görmüş, uyanınca bu düşü yorarak Yunan vilayetinden iki gazinin belireceğini ve Rum'u fethedeceğini, birisinin soyunun kesileceğini, fakat ötekinin soyundan - ulu padişahlar ve azim hakanlar - geleceğini söylemiştir. Böylece Sarı Saltuk ağzından Anadolu'dan çıkacağı bildirilen iki gaziden birisi - deniz kenarının kafirlerini urmuş olan- ve -Şeriften kuşak kuşanan- Aydın oğlu Umur Bey'dir. Öteki ise Ertuğrul oğlu Osman Bey'dir."32
Türk tarihindeki bu ünlü kuşlu rüyaların dışında; rüyayı görenin değil, görülenin dikkate alınması halinde, kuş veya onu ilgilendiren unsurlara ait rüyaların tabiri de çok ve çeşitlidir. Başlıcaları, sırasıyla şunlardır:33
Ardıç kuşu: Rüyada ardıç kuşu görmek, çok obur ve müsrif insanların arasına düşüleceğine ve bu durumda kalan kimsenin kendisini kurtaracağına işaret eder.
Arı kuşu: Rüyada arı kuşunun ötüşünü işitmek, hiçbir kimseye açılamayan, içe gömmeye mecbur kalınan bir kedere uğranılacak demektir.
Baykuş: Rüyada öten bir baykuş görmek, bir kimseyi çekemeyen iş, meslek arkadaşlarının onu kötülemeye çalıştığına yorumlanır. Bir yerde süs olarak kullanılan ve içi doldurulmuş bir baykuş görmek, çalışılan işte çok daha parlak bir geleceğe aday olunduğunu gösterecek değişikliklerin gerçekleşeceği, iş hayatında yeni ve yararlı şeylerin
32 a.g.e.,, s. LXXI. 33 Bkz. Rüya Yorumları Ansiklopedisi, İst.1 979.
94 • TÜRK KüLTÜRÜNDE KUŞLAR
ortaya çıkacağı, başka bir semte taşınarak yeni bir mekana sahiplenileceği anlamına gelir.
Bıldırcın: Tanrı tarafından doğacak en güzel bir rızka veya sıkıntı yüzünden kurtuluşa, zafere, verdiği sözü yerine getirmeye yorumlanır. Sürü halinde bıldırcın görmek başa kötü.bir iş geleceğine, kazaya belaya uğranılacağına alamettir. Herhangi bir kavga çıkma olasılığı belirirse temkinli hareket edilmeli, olan biten ağırdan alınmalı demektir.
Bülbül: Rüyada bülbül sesi işitmek, yeni bir aşk hayatına başlanacağına ve bu aşkın ebedi olacağına işarettir.
Cıvıltı: Rüyada kuş veya çocukların cıvıltılarını işitmek, sevgiliye, kendisini seven birine kavuşulacağı anlamına gelir.
Çaylak: Rüyada çaylak görmek, çok iyi haberlere işaret olup uçan bir çaylağı görmek rahata ve sükuna kavuşmaya; çaylak vurmak ise çok fazla fenalığa işaret olup ebediyen şans kapanmasına; çaylak yakalamak da büyük servete erişilmesine yorumlanır.
Çulluk: Rüyada çulluk kuşu görmek, ileride, göreni son derece mutlu edecek bir karşı cinsle, kadınla (/erkekle) tanışılacağına; çulluk avladığını görmek ise acı bir haber alınacağına işaret eder.
Doğan kuşu: Rüyada doğan kuşu görmek, rüyaların en hayırlı bir şekilde yorumlananıdır. Büyük bir kısmet demektir.
Gaga: Rüyasında gaga gören bir kişi çok geçmeden bir deniz gezisine çıkacak veya karlı bir iş atılımında bulunacak demektir.
Güvercin: Rüyada bir veya birçok güvercin görmek, birisine derin bir aşkla, muhabbetle bağlanılacağına işarettir. Güvercin beslemek: Birçok işte yanılmaya, hata yapmaya yorumlanır. Güvercinlerin uçuştuğunu görmek: Rüyayı gören için çarpan, onu seven bir kalbin var olduğundan haber verir. Güvercin öldürmek: Fena ve kara bir habere delildir.
TüRK KüLTÜRÜNDE KUŞLAR • 95
İspinoz: Rüyada ispinoz görmek, rüyayı görenin iyi bir meslek sahibi olacağına, meslek sahibi ise mesleğinde ilerleyip başarılar kazanacağına yorumlanır.
Karabatak: Rüyada karabatak görmek derin bir aşkla birisine bağlanılacağına işarettir.
Karatavuk: Rüyada karatavuk görmek, kişinin, çok sevdiği bir arkadaşıyla birlikte geziye çıkacağına yorumlanır.
Kaz (canlı) : Rüyada kaz görmek, herhangi bir şeyden dolayı gururlanmasından, kişinin, başkalarının yanında aptal duruma düşeceğini, kesilmiş ve yolunmuş kazı satın almak; rüya sahibini bir arkadaşı hiç de hoşlanmayacağı kötü bir duruma sokacağını, kaz pişmiş ve hazır ise, bu bir genç erkek için, eskiden yaptığı ve hiç de karşılık görmediği bir işten dolayı yarar sağlayacağını, orta yaşta ise, ümit ettiği bir şeyin olmayacağını, bir kız için de, curcuna ile başlayan bir aşk macerasını, evli bir kadın için ise, kendisine hiç beklemediği can sıkıcı işlerin çıkacağını haber verir.
Kumru: Kumru kuşunun erkeği şiir okuyan veya güzel şarkı söyleyen bir adam anlamındadır. Rüyada kumru görmek; hayra ve hoş nesneye erişeceğine veya bir isteğinin olacağına yorumlanır. Mahzun, kederli ise, sıkıntı ve kederinden kurtulur. Baharda rüyasında kumru görmesi, onun muradının başka bahara kalmasına, erkek kumru hamile kadının erkek çocuk doğurmasına ve nimete, dişi kumru ise dini bütün dindar kadına yorumlanır.
Kuğu: Rüyada kuğu görmek, rüyayı gören kişinin çok iyi kalpli birisi olduğu anlamına gelir.
Kuş: Kuşlara ait bütün rüyalar çok hayırlıdır. İyi haberler ve müjdeleri bildirir. Kuşu vuruyor veya taş atıyorsa, şansının ebediyen kapanacağını haber verir.
Kuş kafesi: Bu rüya genç bir erkek için çok güzeldir. Kafeste kuş görmek ise mutluluk ve zenginliğe ve başarıya; orta yaştakiler için, işlerinde zorluk çekeceğine, kafesi gören bir kız ise, ansızın kısmeti çıkıp evlenmeye, evli ve
96 • TüRK KüLTÜRÜNDE KUŞLAR
çalışan kadın ise, işlerinin kesintisiz olacağına, güçleşeceğine işarettir. Boş kafes gören herkesi bir sürpriz bekliyor demektir.
Kuş yuvası: Ağaç üzerinde kuş yuvasını görmek, rüyayı gören kişi demektir. Ağaç üzerinde kuş görmek ise; kadın, bilgili bir kimse, şahit olanın, huzurunda durduğu kimseye göre edindiği derece, mertebe ve hamile bir kadının ağaç üzerinde kuş yuvası görmesi de onun yakında doğuracağı anlamına gelir.
Kuzgun: Rüyada kuzgun görmek elde olmadan, bazı dostlarla aranın bozulacağına, bazı dargınlıkların ortaya çıkacağına kanıttır.
Leylek: Rüyada leylek görmek, yolculukla yorumlanır. Kış aylarında bir yerde görülmeleri hırsızlığa veya yol kesmeye, muharebeye, düşmana, havanın soğuk olmasına, şiddet ve ıstıraba, dağınık görülmüş ise, yolculuk isteyen veya yolculuk hfilinde bulunan bir kimse için hayra, ayakta gören kimse için de bol bol seyahat edeceğine, sözün kısası, leylek mübarek bir hayvan olup onu görenin evleneceğine veya çok dost kazanacağına da yorumlanır.
Ördek: Havada uçan veya gölde yüzen bir ördek görmek, huzur içinde yaşandığına ve hayattan memnun kalındığına işarettir.
Papağan: Rüyasında erkek bir papağan gören insan, gayet açık sözlü ve düzgün, güzel konuşan çekici bir kadınla karşı karşıya gelir.
Puhu kuşu: Rüyada puhu kuşunun ötüşünü işitmek: İşiten kimsenin birisi tarafından aldatılacağına işarettir.
Saksağan: Bu kuşu görmek, ahlaksız ve ''.Allahsız" denilen türden karaborsacıya yorumlanır. Rüyasında bir kimsenin kendisine saksağanın söz söylediğini, konuştuğunu duyması kayıp bir kişiden haber alacağı anlamına gelir. Aralıksız olarak saksağanla uğraşmak ise bitip tükenmeyen bir uğraşı ile karşı karşıya kalınacağını belirtir.
TÜRK KÜLTÜRÜNDE KUŞLAR • 97
Serçe: Serçe kuşu; oyun ve hikayelerle halkı eğlendiren bir çeşit karagöz oynatan ve güldüren kimseye yorumlanır. Aynı zamanda, rüyada görülen serçe, erkek çocuğa da işarettir. Bir kimsenin, rüyasında, serçe kuşunu kestiğini görmesi ise, onun çok hafif ve zayıf bir erkek evladının dünyaya geleceğine ve bu özelliğinden dolayı da o çocuğun yaşayamamasından korkulacağına işarettir. Bazen da, serçe hilekar, başkanlığa sahip, zengin, tartışmayı seven bir kimseye, serçelerin bir araya gelerek toplanması ise sıkıntı ve zorlukla karşılaşmaksızın elde edilen mala, küçük çocuklara, yakınlardan sadakat görmeye ve ayrıca iyi şansa yorumlanır.
Sığırcık: Rüyada sığırcık kuşu görmek uşak ve hizmetçiler olarak yorumlanır.
Şahin: Rüyada görülen şahin, vefası olmayan sert bir valiye yorulur. Şahin derece ve mertebe itibariyle doğandan aşağıdır. Kendisini şahin oldu görmesi, o kimsenin bir ile vali olmasına, fakat o görevden çabucak azledilmesine yorumlanır.
Tavus: Güzelliğe, zarifliğe sahip olan tavus uğursuz bir kadın olarak yorumlanır. Zira, tavusun cemali, kadının rengi ve siması ile, onun malıdır. Tavusun kesilmesi ise, bu güzel kadının ölümüne işarettir. Tavusun etini yemek, onun mirasına konulacak demektir. Tavusu rüyada aramak, İran'ı ziyaret arzusunda bulunmaya, kendisini tavusa erişti görmek ise yurttan, devletten yardım isteğinde bulunmaya; tavus tüyü görmek, gurura, tavus yavrusu da güzel çocuğa işaret eder.
Üveyik: Rüyada üveyik görmek aşkta ihanete uğranılacağının belirtisi olarak kabul edilir.
Yaban ördeği: Rüyada tavukçu dükkanında çeşitli av hayvanlarının yanı sıra yaban ördeğini de görmek veya satın almak, bu rüyayı gören herkese iyi eğlenceyi müjdeler. Ördeği bir gölde yüzüyor görmek ise, kabul olmayan dile-
98 • TüRK KüLTÜRÜNDE KUŞLAR
ğe, pişmiş şekilde tabağa konulması da o kimsenin kazanç veya gelirinin gittikçe azalacağı anlamına gelir.
Yarasa: Yarasa kuşunu görmek körlüğe, sapıklığa düşmeye işarettir. Zinadan bir çocuk olmasına, ayrıca kötü işlerin gizlice işlenmesi sebebiyle de bunlarla ilgili haberlerin kulaktan kulağa yayılmasına, işitilmesine işarettir.
Yelve kuşu: Rüyasında yelve kuşu görmek, çiftlik sahibi olanlar için çok iyi bir müjdeci olup yakın zamanda çok miktarda ve yarar sağlayıcı ürün elde edileceğine, varlıklı olan kimselerin ise daha fazla zenginleşeceğine işarettir. Yelve kuşu, mesleği şarkıcılık olan, müzikle uğraşan bir kimsenin bulacağı boş zamanlarında yazacağı makale ve diğer yazılarından gelecek telif ücretinin çok yüksek olacağına da işarettir. Ayrıca, yelve kuşunun rüyada görülmesi, hapiste tutulması, idam edilmesi lazım gelen suçluya da işarettir.
Yuva: Rüyada özellikle bir kuş yuvası görmek aile hayatında mutluluğa, huzura işarettir.
İnsanlığın hemen her devrinde gerek dini, gerekse kanuni yasaklamalara rağmen, falın az veya çok ölçüde önem taşıdığı ve cemiyetteki inançlar arasına girdiği bilinmektedir. Kur'an-ı Kerlm'in El-Maide suresinde, hangi ve ne şekilde kesilmiş hayvanların etinin yenilebileceği (3. ayet) ; içki içmek, kumar oynamak gibi şeylerin haram kılındığı (90. ayet) bildirilirken, ezlam (Fal okları) ile hareket etmek de yasaklanmaktadır. İslam peygamberi Hz. Muhammed de yalnızca hayrı gösteren işaretlere değer verip çevresindekilere de böyle davranmalarını tavsiye ederek bu tür belirtiler için "fal" sözünü kullanmıştır. Günümüze kadar ulaşan falın pek çok çeşidi olmuştur. Bunların kuşlarla ilgili olanlarından biri, en eski Türk edebiyatı örneklerinden sayılan ve aynı zamanda bir fal kitabı olan Irk Bitig'de kaydedilen kuğu falıdır:
"Kogu kuş kanatma urupan Anın kalıyu barıpan Ögine kanına tegürmiş Ögi kanı ögirer sebinür tir Anca bilinler edgü ol, (Kuğu kanadına vurarak, Onunla uçarak gitmiş. Anası babasına ulaştırmış, Anası babası sevinir, denir. Öyle biliniz bu iyi (fal)dır."34
TÜRK KÜLTÜRÜNDE KUŞLAR • 99
Bundan başka, W. Bang ve A. V. Gabain tarafından Türkische Turfan-Texte (Berlin, 1929) dizisinde yayımlanan eski Uygur metinlerinden birindeki falda kuğu kuşunun, hayır ve iyilik getiren bir kuş olduğu "kugu kuş uçtı kölinge konmaz" sözü ile kuğunun uçup gitmesinin hayra yorumlanmasından anlaşılmaktadır. Kırgız Türkçesinde de buna benzeyen bir falın olduğu bildirilmektedir. 35 Bir diğer fal çeşidi tayredir. Tayre (zecr, ıyafet de aşağı yukarı bunun gibidir) de, çeşitli kuşların (ve ayrıca bazı hayvanların) uçuş, yürüyüş, konuş, titreyiş ve seslenişlerine bakılarak anlamlar çıkarılan bu fala göre kuşların ikişer ikişer ötmesi uğursuzluk sayılarak şerre (kötülüğe), üçer üçer ötmesi de kutlu sayılarak hayra alamet diye kabul edilmiştir. Kuş ötüşlerinin böyle bir değerlendirilmeye gidilmesinde kötülük anlamına gelen Farsça "bed" kelimesi ile Arapça "şer" kelimesinin ikişer harften (aslında şer sözünün muzaaf yani "şerr" şeklinde üç ses taşıyışı dikkate alınmamış, Arap harfleriyle olan yazılışındaki iki harfli durumuna bakılmıştır) , iyilik anlamına gelen Farsça "nik" ve Arapça "hayr" kelimesinin ise üçer harften meydana gelmesi rol oynamıştır. Yine bu fala göre ava veya
34 Prof. Dr. Saadet Çağatay, "Türk Halk Edebiyatında Kuğu Kuşu" I. Milletlerarası Türkoloji Kongresi Tebliğleri, c.2, İst.1979, s. 3 1 1 .
35 a.g.e., s . 312 .
100 • TüRK KÜLTÜRÜNDE KUŞLAR
bir yola çıkıldığı zaman, av hayvanının sağdan veya önden görünmesi "hayr", soldan veya arkadan gelmesi de "şer" şeklinde yorumlanmıştır. Ayrıca, yaş dala konan kuşun "iyilik" kuru dala konan kuşun ise "kötülük" habercisi olduğu inancı da yaygınlaşmıştır. 36
Türk dünyasında inançların yanı sıra, yaşayışta da -haberci, avcı ve benzeri unsurlar olarak, çeşitli kuşların, varlıklarını kabul ettirdikleri görülmektedir. Dinler tarihinin büyük olaylarından biri olan Tufan'a ait inançlar, İslamlıktan önce ve sonra Türk düşüncesindeki yerini kaybetmemiştir. Nuh peygamber zamanında meydana gelerek haktan şaşan ve çizgiden taşan bütün insanları helak etmekle ilahi cezanın gerçekleşmesini sağlayan Tufan (Altay Türkçesinde "Yayık") sona erince dünyanın içinde bulunduğu son durumundan bir haber almak, şartlar elverişli ise karaya çıkmak için gönderilen haberciler arasında Şamanist Altaylıların, yerin ve insanların yaratılışı hakkındaki efsanelerine göre kuşlar da bulunmaktadır:
"Yedi kardeş gemi yaptılar. Her cins hayvandan bu gemiye birer çift aldılar.
Tufan çekildikten sonra Ülgen bir horoz (takaa) salıverdi. Horoz soğuktan öldü. Sonra bir kazı salıverdi. Kaz gemiye dönmedi. Üçüncü defa olarak Ülgen bir kuzgunu (kuskun) salıverdi. Kuzgun da gemiye dönmedi, çünkü bir iaşe bulup yemeğe başlamıştı.
Yedi aziz kardeş gemiden çıktılar. Ülgen nom yani hikmet kitabından aldığı kuvvetle insan yaratmağa girişti.
Diğer bir rivayete göre Ülgen insan vücudunu yarattıktan sonra Kuday'a yüksek ulühiyetin huzuruna can istemek için kuzgunu gönderdi. Kuzgun semaya uçtu.
36 Bkz. Dr. Halil Ersoylu "Fal, Falname ve Fal-ı Reyhan-ı Cem Sultan", İslam Medeniyeti Dergisi, c. V, sayı: 2, İst. 1981 , s. 70.
TüRK KüLTÜRÜNDE KUŞLAR • 101
Kuday, Ülgen'in istediğini verdi. Kuzgun insan canını gagaları arasında sıkıştırarak geri döndü.
Yol uzundu, kuzgun acıktı. Yeryüzünde uçarken deve iaşesini gördü. İştah onu liişeye doğru sürüklüyordu. Fakat kuzgun dayandı, liişenin yanından uzaklaştı, geçti. .. Uçuyordu; aç olduğunu unutmak üzere iken gözü at liişesine düştü. İştahı kabardı. Fakat gene kendini tuttu. Liişenin yanından geçti. Kuzgun aç ve bitkindi.
Kuzgun son kuvvetini toplayıp uçarken bir leş daha gördü. Bu bir inek liişesi idi. Mavi gözleri kuzgunu kendine çekiyordu. Kuzgun bu sefer dayanamadı: -Ah, ne güzel gözler, diye bağırdı. Gagasındaki can çam ormanına düşerek dağıldı. Bundan dolayıdır ki, karaçam, ardıç gibi ağaçlar kışın ve yazın yeşilliklerini muhafaza ederler. "37
İnsanlığın ibret verici olayları arasında yer edinen Tufan'ın bitişi ve suların çekilmeye başlaması üzerine Hz. Nuh'un yolladığı haberciler İslam inancına göre de kuşlardır: Karga ve güvercin.
Dokuz Oğuz menkabesinde Bögü Han'ın, her boyun dilini ve obalarının sayısını bildiği belirtilmekte, onun, bütün haberleri kargalar vasıtası ile edindiği nakledilmektedir: "Bögü'nün üç Karga'sı vardı ki her yerde olup biten şeyleri kendisine haber verirlerdi. (Çocukların hala kargalardan haber sorması bundan ileri gelir.)"38
En eski Türk yaşayışında "vahşi hayvanlar, özellikle yırtıcı kuşlar ilahi birer haberci şekline bürünmüşler ve kamların yardımcısı olmuşlardır."39 Orta Asya ve Sibirya' da yaşayan Türkler arasında Şamanizm inanışlarından biri olarak, kartal, Tanrı'nın elçisi diye kabul edilmişti. Altaylılara göre ise bu elçi ağaçkakan idi. Kurban törenlerin-
37 Eski Türk Dini Tarihi, s. 90, 9 1 . 38 Ziya Gökalp, Türk Medeniyeti Tarihi, İst.1976, s . 92. 39 Nejat Diyarbekirli, Hun Sanatı, İst. 1 972, s. 79.
102 • TÜRK KÜLTÜRÜNDE KUŞLAR
de Tanrı Suyla ile şaman arasındaki ilişkileri sağlayan da yine ağaçkakandı.40 Kuşların haberci oluşu yalnızca tanrı ile insanlar arasında değildi. insanlar, söz gelişi aşıklar arasında da onlara habercilik, elçilik görevi yüklenilmiştir. Kazaklar, boz turgayın aşıkların dostu, yardımcısı olduğuna inanır ve ona karşı sevgi beslerlerdi. Kazak inancına göre birbirini seven yiğit ile kız zor durumlara düştükleri zaman boz turgay onların arasında haberci olarak rol oynardı. Nitekim:
"Künde barıp boz torgay keledi eken Bayan Azık casrıp beretdi eken."41
mısralarının yer aldığı Kozi Köpreş Bayan Suluv destanında bu inanış ortaya çıkmaktadır. Müslüman Türklerin inanışları arasında Süleyman peygamber ile Saba melikesi Belkis arasında habercilik yapan bir kuş vardır. İbibik veya çavuşkuşu da denilen hüdhüdün bu özelliği ve görevi Kur'an-ı Kerfm'de şöyle ifade edilmektedir:
"20 -Kuşları araştırarak dedi ki: -Hüdhüd'ü niçin göremiyorum? Yoksa kayıplardan mı oldu?
2 1 -Ya bana apaçık bir bürhan getirecektir ya da onu şiddetli bir azaba uğratırım veya keserim.
22 -Çok geçmeden o geldi ve dedi ki: -Senin bilmediğin bir şeyi öğrendim ve sana Sebe' (ülkesin)den gerçek bir haber getirdim.
23 -Ora halkına hükmeden, her şeyden kendisine bolca verilmiş olan ve büyük bir tahta sahip bir kadın buldum.
24 -Onun ve kavminin Allah'ı bırakıp güneşe secde eder olduklarını gördüm. Şeytan onların yaptıklarını güzel göstermiş ve onları doğru yoldan alıkoymuştur. Bu yüzden onlar doğru yolu bulamazlar.
40 Türk Mitolojisi I, s. 87, 47.
41 Dedem Korkud'un Kitabı, CDXIX.
TüRK KÜLTÜRÜNDE KUŞLAR • 103
27 -Süleyman da dedi ki : -Bakalım doğru mu söyledin, yoksa yalancılardan mı oldun?
28 -Şu yazımı götür, kendilerine bırak. Sonra bir yana çekil bak; neye dönecekler.
29 -Sebe' melikesi dedi ki: -Ey ileri gelenler, gerçekten bana çok şerefli bir mektup bırakıldı.
30 -Gerçekten o Süleyman'dandır. Ve gerçekten o Rahmiin ve Rahim olan Allah'ın adıyladır.
3 1 -Bana karşı baş kaldırmayın ve Müslüman olarak gelin, diye yazılıdır. "42
Dini kaynaklardaki çeşitli kuşlarla yapılan bu haberleşmelerden başka, güvercin, yön bulma işindeki insanı şaşırtıcı yeteneği ve evcilleştirilmeye son derece uygun yapısı dolayısıyla, daha M.Ö. 3000 yıllarından itibaren haberleşme aracı olarak kullanılmıştır. Özellikle çağdaş haberleşme araçlarının hizmete girmediği veya bunların kullanılmasının sakıncalı olduğu zamanlarda posta güvercinlerine büyük iş düşmüştür. Henüz bir aylık palaz halindeyken özel bir eğitimle, tuzaklardan korunması, salıverildiği yere dönmesi öğretilen posta güvercininin durmadan on beş saat uçabildiği, saatte yüz kilometrelik bir hıza ulaşabildiği bilinmektedir.43 İşte, bütün bu nitelikleri göz önüne alınırsa posta güvercininin, diğer milletlerde olduğu gibi Türkler arasında da askeri amaçlarla kullanılmış bulunulmasındaki önem ortaya çıkar. Halk şiirinin çeşitli türlerinde özellikle seven ve sevilen arasında turna, kuğu, güvercin gibi kuşların zaman zaman birer psikolojik ve kurgusal haberci olduğu, yani yari kaybetmenin, ondan uzak düşmenin, ona darılmanın, sitemin, . . . kısacası çaresiz kalışın bir çeşit avunulması veya yerinilmesi olduğu gibi:
42 Muhammed Fuad Abdülbaki, Mevzülanna Göre Ayet-İ Kerimeler ve Mealleri, İst. 1980,s. 554, 555 (sure:27, ayet: 29-24, 27-3 1).
43 Türk Ans. "Güvercin", c.XVIII, s. 236.
104 • TÜRK KÜLTÜRÜNDE KUŞLAR
"Kuğumu yare gönderdim Kuğum eğlendi gelmedi Selametle gelir derdim MU.sam eğlendi gelmedi. "44
bazen da yalnızca bir durumu belirtme, bildirme, tabii yine aynı telden çalıp söyleyerek istek, dilek iletme, haberleşme, rahatlama gibi amaçlar güdülmüştür:
"Turnam gider olsan bizim illere Vezir Ardahan' dan göçtü diyesin Karşı geldi Kızılbaş'ın hanları Çıldır' da da döğüş oldu diyesin.
Çamur dize çıktı kan ile yaştan Atlar dal(a)maz oldu serilen leşten Kaleler yığıldı kesilen baştan Ak gövdeler kana battı diyesin."45
(Hayali)
Bütün bunların dışında, halk şiirinde aynı yoldan, benzer tipten haberleşme anlayışı ile selamın, selamın sabahın, ha.J. hatır sormanın ve daha birçok hususun dile getirildiği bir gerçektir.
Türk milletinin her mekan ve zamanda askeri başarılarının devamlı ve büyük oluşunda; vazgeçilmez bir gelenek olarak sürdüregeldiği sürekli spor hareketlerinin, bir çeşit savaş oyunlarının rolü önemli olmuştur. Çeşitli Türk boylarında ata binmek, ok atmak büyük küçük, kadın erkek hemen hemen herkesin, her yaşın her başın en tabii uğraşısı idi. O kadar ki, devlet memurluğunda dahi sporcu olmak hele avcılıkla, kuşçulukta başkalarına üstün gelmek zaman zaman ve yerine göre bir tercih edilme sebebi idi:
44 Prof. Dr. Fuad Köprülü, Türk Saz Şairim, Ank. 1962, s. 165. 45 a.g.e., s. 105.
TÜRK KÜLTÜRÜNDE KUŞLAR . 105
"Çögenke ked erse atar erse ok Yime kuşçı avcı ajunda ozuk46
"Bir elçi kuşçuluk ve avcılıkta b�kalanna üstün gelmeli. "47
Türklerin bitmez tükenmez mücadele azminin kaynaklarından biri; cirit, gülle atma, güreş, at yarışları, doğancılık (yırtıcı kuşlarla avlanma) ve benzeri ata sporlarını devam ettirmekti. Gerçekten de "Türklerin en mühim sporu avcılıktı. Bilhassa binlerce zararlı ve vahşi hayvanın itlafı ile sonuçlanan sürek avları gerçek bir savaş manevrası mahiyetini taşıyordu. Çin kaynaklarına göre M.Ö. 62 yılında Hun hükümdarının idaresinde tertiplenen böyle bir sürek avına yüz bin süvari katılmıştı. Diğer bir sürek avında aşağı yukarı 350 kilometrelik bir çevre kuşatılmıştı."48
En eski Türk terbiyesi, çocuklara avcılık ve savaş talimleri öğretmek vazifesini üstlendirirdi. Bu töre dolayısıyla bazı kuşlar da birer eğitim ve öğretim aracı olmuşlardı. "Çocuklar çok küçükken at yerine koyunlara binerler, kuşlar ve fareler üzerine küçücük oklarıyla nişan atarlardı. Daha büyük olunca, tavşan ve tilki avına giderler bu suretle, obalarına yiyecekler, giyecekler ve üzerine oturacak
. pöstekiler getirmeğe muvaffak olurlardı."49 Kuşların talim aracı olması sadece çocuklar için değil-
di. Mesela "Oğuz Han" adı ile destanlaşan Türk kahramanı Mete Han, bütün düşmanları gibi Çin'i de titreten son derece disiplinli ordusunu meydana getirirken kuşları da bir aralık hedef almıştır. "Mete, iptida, on bin süvariden mürekkep bir "tuman" teşkil etti. Islık çalan oklar namını
46 Reşit Rahmeti, Arat (Yusuf Has Hacib) , Kutadgu Bilig I, Metin, Ank. 1 979 (ikinci bas. , s. 276.
47 Reşit Rahmeti Arat, Kutadgu Bilig II, Çeviri, Ank. 197 4 (İkinci bas. ) , s. 195.
48 İbrahim Kafesoğlu "Türklerde Kültür ve Teşkilat", Türk Dünyası El Kitabı, Ank. 1976, s. 767.
49 Türk Medeniyeti Tarihi, s. 23 1 .
106 • TüRK KÜLTÜRÜNDE KUŞLAR
verdiği bir nevi gayet kuvvetli ve sür'atli ok icad etti. Süvarilerini bu okları evvela kuşlara, sonra en çok sevdikleri atların tepelerindeki hedeflere nişan aldırarak talim etmeğe başladı. Atmağa cür'et ettirmeyenin yahut nişan isabet ettirmeyenin cezası idamdı."50
Eski Türklerin milli yaşayışında büyük bir yer tutan sürgün avlarının İslamlıktan sonra da varlığını ve önemini devam ettirdiği görülür. Birçok Türk devletinin sarayında, sürgün avının gereği olarak son derece geliştirilmiş "avcı" ve "okçu" teşkilatının varlığı bilinmektedir: "Selçuk'lann, Osmanlılann, Çingizflerin, Timurflerin, Ak Koyunluların devletlerinde, sarayın mükemmel avcı teşkilatiyle okçu teşkilatı vardı. "51
Türk destanlarının hemen hepsinde çeşitli av motiflerinin içinde kuşlarla ilgili olanlar da geniş yer tutmaktadır. Kırgızların Kara Han Oğlu Alman Bet Destanı'nda, Er Manas yanına Sarı Nogay'ı alarak Yamgırçı'nın yardımına gittiği sırada, destanın bir diğer kahramanı Kökçö (Kökçe) , askerlerini toplayarak Isığ-Göl kıyısına avlanmaya gider. İşte bu gidişin tasviri bir av motifi ile birleştirilmiştir:
"Kökçe-Han etrafına bir bakar ve şöyle konuşmağa başlar: -Asker kalksın yürüsün, nasıl bir ok şaklarsa; halk da ona dürülsün, nasıl bir ok vızlarsa Kızıl bir ateş gibi, yanan Oyrat halkının, varayım bir yanına, sorayım ben onlara, bize nasıl söz getirirlermiş!
Bunu deyip, başı kara akıtmalı atına biner ve gider göl yanına. Etrafına kuş salar, önce ayakları yüzgeçli, bir büyük kaz avlar. Bir kuş yine salar. Bu defa da, gök-ala boyunlu bir ördek avlar. Kızıştıkça kızışır ava, şöyle gidip lsığ-Göl'ün kenarına bir oturur. "52
50 a.g.e., s. 238. 5 1 a.g.e., s. 334. 52 Türk Mitolojisi 1, s. 304.
TüRK KüLTüRüNDE KuşLAR • 1 07
Dede Korkut destanında da "kuş kuşlamak" (uçardan, yani uçucu olan kuşlardan, özel olarak yetiştirilmiş kuşlarla yapılan avlanma) deyiminin, bir başkasıyla, "av avlamak" ile birlikte kullanıldığı görülmektedir.
Sürgün avları içinde eski Türklere göre en önemli olanı dini avlardı. Yıl içinde belirli zamanlarda ve ancak birkaç kere yapılan dini avlarda çeşitli kuşlar - hayvanlar kurban edilirdi. Mesela, Tsin Türklerinde dört yönün ve merkezin totemine her yıl aynı çeşitten totem kurban etmek gerekli olduğundan yılda beş defa bu amaç için sürgün avı düzenlenirdi. Bu totemler şunlardı:
1. Şark'ın totemi: Koyun. 2. Cenub'un totemi: Kuş. 3. Garb'ın totemi: Köpek. 4. Şimal'in totemi: Domuz. 5. Merkez'in totemi: Tibet öküzü . . . 53 Böylece ayinsel
bir nitelik taşıyan bu kutsal avdan sonra toy ve bayram yapılırdı. 54
Günlük ve dini yaşayışa girerek Türkler arasında çok eski zamanlardan itibaren önemli roller oynayan çeşitli kuşların, yine pek eski devirlerden beri Türklerin yaşayışında çeşitli teşkilatların ortaya çıkmasına sebep olduğu veya en azından bunlara ilham verdiği görülmektedir. Oğuz Kağan destanında Keraküçi Hoca'nın oğlu Toksurmış'ın oğullarının ancak kahraman oluşlarına karşılık, onlara av beyliğinin yani kuşçuluğun verilişi dikkati çekicidir: "Onun her üç oğlu da bahadır, cesur ve kahraman idiler. Her türlü av işlerini iyi yaparlardı. Oğuz beyleri onların iyi avcılık yaptıklarını görünce av beyliğini (kuşçılığı) onlara verdiler."55 Oğuz destanında bir ordu teşkilatı olarak ortaya çıkan
53 Türk Medeniyeti Tarihi, s. 333, 334 54 a.g.e., s. 344. 55 Ord. Prof. Dr. Zeki Velidi Togan, Oğuz Destanı (Reşideddin Oğuzname
si, Tercüme ve Tahlili) , İst. 1972,s. 73.
l 08 • TÜRK KÜLTÜRÜNDE KUŞLAR
kuş beyliği Hokand Hanlığı'nda (kuşbegi: vezir) ve son zamanlara kadar da Doğu Türkistan'da (kuşbegi: başvekil, sadrazam) , devletin yüksek idari teşkilatında birer makamın, unvanın karşılığı olmuştur.56 Hun ordusundaki askeri teşkilat arasında, sert yaylarını ustalıkla geren ve özel işlerde, büyük görevlerde kullanılan bir sınıf vardı ki, bunlar "Kartal Nişancı" adı ile anılıyordu. 57 Oğuz destanındaki Türk ordusunda bir teşkilat unsuru olarak varlığını ortaya koyan kuşun, bu "teşkilat kazandırma sebebi oluşu" Osmanlılara da milli bir miras olarak ulaşmıştır. I. Murad ile padişah Yıldırım Bayezid'in mükemmel av teşkilatı olduğu, onların zamanındaki Yeniçeri Ocağı ağalarının memuriyet ve adları arasında "turnacı başı"nm da bulunduğu kaydedilmektedir. 58 Osmanlı padişahlarının IV. Mehmed'e gelinceye kadar, hemen hepsinin az çok avla uğraştığı bilinmektedir. IV. Mehmed'in ise ava ne derece düşkün olduğu ona verilen "avcı" lakabından anlaşılmaktadır. Kağıthane, Sarıyer ve çevresinde, özellikle Istranca dağlarında avlanan Osmanlı padişahlarının avlanmaları sırasında maiyetlerinde bulunan amirlerine "şikar ağaları" denilmiş ve bunlar da derecelerine göre "çakırcı başı, şahinci başı, atmacacı başı" gibi sınıflara ayrılmıştı. Ayrıca enderun erkanından olan doğancı başı ve onun maiyeti olan doğancılar da vardı. Padişahın kuş avlamakta kullandığı kuşlara bakan, sarayda hizmetlendirilmiş "ulı1feli" (maaşlı) avcılardan başka Anadolu ve Rumeli'nin çeşitli yerlerinde av kuşları yetiştiren avcılar da özel görevlilerden idiler. Bunların bir kısmı yuvacı ve yavrucu, bir kısmı götürücü ve gürencci, bir kısmı da sayyad adı verilen avcı-
56 Prof. Dr. Saadet Çağatay, Türk Lehçeleri Üzerine Denemeler, Ank.1 978, s. 324.
57 Hunlann Hayatı, s. 291 . 58 Ord. Prof. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devletinin Saray Teşkilatı,
Ank. 1945 s. 420.
lar olup dağlık ve kayalık yerlerde saraya ait olan atmaca, çakır, şahin yuvalarına bakar, oraları korur, yavrular kanatlandıktan sonra da onları İstanbul'a getirerek doğancı başıya teslim ederlerdi. Üsküdar'daki Doğancılar meydanı, av kuşlarını besleyen zümreni meydanı olduğundan o adla anılagelmiştir. iV. Mehmed'den sonra başa geçen padişahlar avla meşgul olmamışlarsa da bu teşkilatları bir süre daha devam ettirmişlerdir. Nihayet, XIX. yüzyılın ortalarına doğru, haklarında zaman zaman kanunnameler çıkarılan bu teşkilatların lağvedildiği görülmektedir. Sancak beyi, beyler beyi, hatta vezir dahi çıkaran bu teşkilatlarla ilgili birçok kanunnameden biri şudur:
"Hassa doğancı, şahinci ve atmacacı tiiifeleri tımarlı, çiftlik ve baştineli olarak iki kısımdı (baştine çiftlik demektir; Müslüman kuşbazınkine çiftlik ve Hristiyan kuşbazınkine baştine deniliyor) : Çiftlik ve baştineli olan bu zümrenin başlarında her nahiyede birer doğancı başı vardı; doğancı başılar, arpalık hükmünde zeamet ve tımar sahibi idiler; mıntıkalarındaki şikiir kuşbazları iki sınıftı; bir kısmı götürücü ve bir kısmı da gürenççi idi. Bu iki sınıf her sene üleş zamanında kendi doğancı başlarıyla İstanbul'a gelip padişahların kuşhanesinde götürücülük ve gürenççilik yaparlardı. Bunlardan birinin tımarı mahlul olacak olursa kuşbazlıkta mahir oğlu varsa ona, yoksa bazhane müliizımlarından bir üstad doğancıya verilirdi. Muafiyetle kuşbazlık edenler de iki sınıftı. Bir kısmı yuvacı ve yavrucu ve bir kısmı da avcı idiler. Bazı dağlık ve taşlık mahallerde hassa ve çakır yuvaları olup, yuvacı ve yavrucu olanlar oraları muhafaza edip bu yerlere hariçten kimseyi sokmazlardı. Yavru zamanı olup yavrular kanatlanıncaya kadar o mahalleri muhafaza ederlerdi; sonra yavruları yuvalarından alıp terbiye ve talim ederler ve üleş zamanı olunca doğancı başılarıyla İstanbul'a gelip yavruları teslim ederler ve bu suretle yoklamaları da yapılırdı.
Sayyad denilen avcılar da bazı yerlere tuzak kurup avcılık ederlerdi. Bunlar da yuvacı ve yavrucular gibi avladıkları av-
1 10 • TüRK KÜLTÜRÜNDE KUŞLAR
ları teslim ile tezkire alırlardı. Bütün bu kuşbazların azil ve tayinleri hassa çakırcı başısına ait olup tımar ve gediklerine hiç kimse dokunamazdı; ellerinde hizmetlerine ait beratları vardı. "59
(Kanunnıime-i Hakani, Avni Ömer, s. 25-27)
Haklarında kararnameler çıkarılan, padişahın avcı kuşları ile uğraşan kişilere sarayda bir yer ayrılması tabii idi. Topkapı Sarayı (Yenisaray) içoğlanları (gılmanan-ı Enderun) hizmet ve derecelerine göre çeşitli odalara ayrılmıştı ki, bunların beşinci derecede bulunanı "doğancı koğuşu" idi. Hane-i Bazyan adı da verilen doğancı koğuşu, "kaftanlı" denilen enderunluların beşinci kısmı olarak kabul edilmişti. Doğancı başının emri altında kırk kişilik bir cemaat halinde yaşayan doğancı koğuşunu Sultan (Avcı) Mehmed kaldırmıştır. 60
Türk dünyasının yaşayışındaki çeşitli kuşların varlığı ve oynadığı rol, şüphesiz bu kadarla bitmemektedir. Mesela, bülbülün şen şakrak sesini, doğal dekoru-mekanı içinde dinlemek veya ev ve benzeri yerlerdeki kafesler içinde kanarya ve daha başka kuşları besleyerek onların güzel ötüşlerini işitmek, öteden beri halk yaşayışında yer ettiği gibi, ok yeleği imalinden döşek ve yastık yapımına kadar birçok nesnede de kuş tüylerinin kullanıldığı bir gerçektir. Söz gelişi, Kaşgarh Mahmut, Divanü Lugati't-Türk'üne "XI. yüzyıl Türkleri, böyle bir döşeğe -tülüg yadhım- (yani tüylü yayım) "61 şeklinde bir kayıt düşmüştür. Kırgızlar arasında "kuş casdık" yani "kuş yastık" diye anılan kuş tüyü ile doldurulmuş yastıkların Osmanlı kaynaklarında da geçtiği bilinmektedir. 62
59 a.g.e., s. 423. 60 a.g.e., s. 308, 3 1 1 . 61 Prof. Dr. Bahaeddin Ögel, Türk Kültür Tarihine Giriş, Ank. 1978, C.III, s.
214. 62 a.g.e., s. 229.
TüRK KÜLTÜRÜNDE KUŞLAR • 1 1 1
Türk mizahında karga, papağan, devekuşu (bu sonuncusunun; "uç" denilmemek şartıyla bir kuş olduğu aksi halde develiğini ileri süreceği hatırlatılarak! . .) gibi bazı kuşların, fıkra veya yerine göre birer espri kaynağı olması da yaşayışın diğer bir yanıdır.
(Türk Dünyasının İnanç ve Yaşayısındaki Bazı Kuşlar, Türk Dünyası Araştırma/an Dergisi, İstan
bul, 1982, S. 17, s. 167-192.)
ÜçüNCÜ BÖLÜM
Türk Dünyası'nın Folklor ve Etnografyasında
Süs Unsuru Olarak Kullanılan Bazı Kuşlar
İNSANLIGIN uzun tarihi boyunca, maddi, manevi birer unsur olarak ondan ayrılmayan tabiatın, dikkat çeken ve önem taşıyan canlılarından bir grubu da kuşlardır. Geniş bir coğrafyanın değişik zaman dilimlerinde, hatta eş zamanlarında bile, kültürce yüksek pek çok devlet kurmuş olan çeşitli Türk boylarının sosyal yaşayışında ve inançlarında; kudret, kuwet, güzellik, süs, uğur, uğursuzluk, benzetme, yüceltme .. ., gibi çeşitli hususlar için kuşları, ya doğrudan doğruya ya da simgesel olarak kullandıkları, onlardan ele geçen belgelerle gerçeklik kazanmış bulunmaktadır.
Kuş, gerek tabiatta gerekse insanda süs unsuru olarak en eski Türk destanlarından beri kullanılmaktadır. Oğuz Kağan destanında: "Bu çağda, bu yerde bir ulu orman vardı. Çok dereler, çok ırmaklar var idi. Buraya gelen avlar çok çok, burada uçan kuşlar çok çoktu." 1 şeklinde geçen süsleyici tasvir, en eski Türk şiirlerinde ve İslamlık etkisindeki ilk Türk edebiyat eserlerinde de görülmektedir:
1 Banarlı, Nihad Sami, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, İst.1971, C:l s. 18.
1 1 6 • TÜRK KÜLTÜRÜNDE KUŞLAR
"Amrançığın uçdaçı kuş-kı-a-lar Tirin-lik kuvrağ-lık-ta. Adkağ-sız-ın mengi tepingülüg ol Anı teg orun-lar-ta"2 (Seuinç içinde uçuşan kuşçuklann
Toplanıp bir araya geldikleri yerde,
Hiçbir şeye bağlanmadan huzura kavuşmalı
İşte öyle yerlerde). 3
"Kaz, ördek, kuğu, kıl kalıkıg tudı, Kakılayu aynar yokaru kodı."4 (Kaz, ördek, kuğu ue kılkuyruk ortalığı doldurdu; bağrışarak,
bir yukan, bir aşağı kaynaşıyorlar). 5
"Yolı Alınca Kal'asına uğramış-idi. Kara Tekür orada bir koru yapdurmış-idi. Uçardan kaz tavuk, yonrdan geyik tavşan bu havluya toldurup Oğuz yigitlerine bunı dam etmiş-idi. "6
Hunlara ait kurganların açılmasıyla çıkarılan mumyalardan anlaşıldığına göre, tabiatın tabii süsü olan kuş, diğer birtakım hayvanlarla birlikte, asil ve alp kişilerin de kol, sırt, göğüs gibi bölgelerinde dövme motifler olmuştur.7 Aynı gelenek, Oğuz boylarında, Kırgız ve Kazaklarda da sürdürülmüştür. 8 Bu dövme geleneği İslamlık sonrasında devam ettirilerek bazen bir süs, zevk olmanın da ötesine geçmiş, yüz doksan altı ortadan (taburdan) meydana gelen Yeniçeri Ocağı'nda, yeniçerilerin ocaklarına bağlılıklarının
2 Arat, Reşit Rahmetli, Eski Türk Şiiri, Ank. 1965, s. 66 ' Aynı eser, s. 67 4 Arat, R.Rahmeti, Kutadgu Bilig !.Metin, Ist. 1947, s. 24 5 Arat, R.Rahmeti, Kutadgu Bilig II. Tercüme, Ank.1959,s. 1 7 6 Ergin, Doç. Dr. Muharrem, Dede Korkut Kitabı, Ank. 1964, s . 100 7 Bkz: Öge!, Prof. Dr. Bahaeddin, Türk Kültür Tarihine Giriş, Ank. 1978 C:
v.s. 13 (resim 5), s. 338 (resim 207). 8 Diyarbekirli, Nejat, Hun Sanatı, İst.1972, s. 60
TÜRK KüLTÜRÜNDE KUŞLAR • 1 17
kuwetli bir işareti hüviyetine bürünmüştür. XVII. yüzyılın sonlarında her yeniçeri el, kol, pazı, baldır ve göğüs gibi, vücudunun görünen yerlerine, mensup olduğu ortanın nişanı olan kartal, şahin, balıkçıl kuşu (bunlardan başka ok, yay, top, tüfek, tuğ, çadır, kadırga, hilal, selvi ağacı, güneş kursu . . . ) gibi sembollerden birini dövdürürdü. 9 XIX. yüzyıla doğru İstanbul esnafı ve bazı halk kesiminde çağın yaygın modası özelliğini kazanan bu dövme, 1 826'da Sultan II. Mahmut'un, Yeniçeri Ocağı'nı kaldırması sırasında yapılan sokak çarpışmalarında, gerçekte yeniçeri olmadığı halde vücudundaki yalnızca bu "moda dövme" yüzünden öldürülmüş olanlar da az değildi. Dövme işi, konusu devrinin halk ve klasik edebiyatlarına da girmişti:
"Aşüfte kakülün hoş kesmiş berber İşmar çakar didesinde gamzeler Bazlı.da baldırda çifte dövmeler İskelede piyade, aman yağlı piyade Hopalımın vurgunu belki binden ziyade."
(Bir türküden)
"Açdı bazlı.sunu bildim ki o meh yetmiş bir Gerdeninde sayılır hal-i siyeh yetmiş bir."
(Enderunlu Fazıl)
Çeşitli kuşların da yer aldığı yeniçeri ortalarının nişanı, bu ocağın disiplin ve işlevini, yararını kaybettiği son devirlerinde, "balta" diye tanınan çevrelerin bir köşesine işlenmiş olarak, bazı yeniçeriler tarafından himayeleri altına aldıkları yosmalara verilirdi. Böylece bu çevreyi, nişanı kolayca görünecek bir biçimde omuzuna yerleştiren yosma, bir çeşit "dokunulmazlık", hatta yan gözle dahi "bakınılmazlık" kazanırdı.
9 Koçu, Reşat Ekrem, Türk Giyim Kuşam ve Süslenme Sözlüğü, Ank. 1 967, s. 95-97.
1 1 8 • TüRK KüLTÜRÜNDE KUŞLAR
Kuşun, zaman zaman da insanın başına konduğu olur. Turgan'daki eski Türk yaşayışını yansıtan resimlerde görülen zırhlı ve dik yakalı elbiseler giymiş Türk askerlerinin başlarında (beki de Uygur öncesi çağa ait) kuşlu tolgalar vardır. Zaten, savaşlarda askerlerin tolgalarının tepesine şahin kanadı takma usulü, Kaşgarlı Mahmut'a göre Uygurlar devrinden beri sürdürülegelen eski bir Türk geleneği idi. Selçuklularda da alpların kullandığı tolgalar bu geleneğin devamından başka �ir şey değildi. Yine, Kaşgarlı'nın bildirdiğine göre "beçkem" (perçem) denilen bu tüy, sorguç (veya kumaş) bir çeşit alplık sembolü olarak kullanılıyordu. 10 İslamlık döneminde, Batı Türklerinin sınır kartalları olan akıncıların kalpak, külah ve miğferlerinde altın suyuna batırılmış turna kuşu, balıkçıl kuşu telleri, tüyleri bulunurdu. Ayrıca, börk, üsküf, kuka gibi adlarla anılan yeniçeri serpuşlarında da, turna kuşu teli ve balıkçıl kuşu teli denilen tüyler "tüylük"1 1 adı verilen bir yere takılırdı. Sadece "yünlüklü keçe" diye de tanınan bu serpuşlardaki kuş tüyleri, bir çeşit rütbe anlamına da gelirdi. XVI. yüzyıl şairi Yeniceli Hayreti'nin bir dörtlüğünde, gönlün, av olduğu şahin gözlünün başında da turna teli bulunduğu anlatılır:
"Nev-bahar oldu gönül sev yine bir bl-bedeli Eğer uslu isen alemde deli ol be deli Yine bir gözleri şahine şikar oldu gönül Takınır başına bir tane güzel turna teli."
Osmanlı padişahlarının hizmetinde bulunan solak'lar, serpuşlarındaki tüylüğe turna teli, solak başılar ve peyk-
10 Esin, Emel, Alp Şahsiyetinin Türk Sanatında Görüşünü, Türk Kültürü, Ank. 1970, Sayı 94, s. 713.
1 1 Buna aynı zamanda (sefer sırasında kaşıklar konulduğu için) "kaşıklık" denilirdi.
TÜRK KÜLTÜRÜNDE KUŞLAR • 1 19
ler12 ise balıkçıl tüyü koyarlardı. İmparatorluğun son devirlerinde kullanılan başlığa (fese) tüy takılmamışsa da, onun giyiliş stiline göre bazen ön tarafında oluşan çukuruna edebi dilde "yar tekmesi", bir kısım halk arasında ise "kuş yuvası" 13 denilerek kuşun hatırası yaşatılmıştır.
Başlık, kavuk diye de tanınan serpuşların ön tarafına süs amacıyla takılan beyaz veya siyah renkli çeşitli kuş tüylerine (veya değerli taşlara) verilen sorguç adı, aynı zamanda tepeli kuşların tepelerine de verilmiştir. Bu sorguç adının verilişinde kendisine benzetilenin -tepeliği, vücudunun, süsten çok, tabii bir parçası olması dolayısıyla- kuş olması gerekmektedir. Gelinlerin (eski Türklerde bütün kadınların) başlarına taktıkları ve yuvarlak, topuz, lale, çiçek, armut gibi çeşitli biçimleri olan süslere de sorguç denilmiştir. Yerine göre değerli bir armağan niteliği kazanan sorguç, padişahlar tarafından bile belirli kimselere hediye niyetiyle verilmiştir. XIX. yüzyıl başlarında ilk Osmanlı elçisi olarak İngiltere'ye giden Agah Efendi'nin, İngiltere kraliçesi ve kızına götürdüğü hediyeler arasında sorguçlar da bulunmakta idi. Destanlar devrinden beri Türk kadın saç ve başlarında kuş motifinin izleri vardır. Altay ve Sayan dağları bölgelerindeki Türk şamanlarının (kadın veya erkek) başlıklarında mutlaka kuş tüyü (daha çok kartal tüyü) bulundurulduğu, Manas destanında kızların turna tüyü ile süslendiği, 14 Uygurlar çağında "iğneli, topuzlu ve tepelikli kadın başı"nın pek tutunmuş bir moda olduğu görülür. Anadolu'da kabarık saça veya saçlılara "tülüs" (bu deyimin aslı, Dede Korkut Hikayeleri'nde geçen tülü
12 Uzunçarşılı, Ord. Prof. Dr. İsmail Hakkı, Osmanlı Devletin Saray Teşkilatı, Ank.1945, s. 441
13 Rasim, Ahmet (Haz. Hikmet Dizdaroğlu), Muharrir Bu Ya, Ank. 1969, s. 1 3
14 İnan, Abdülkadir, Manas Destanı Üzerine Notlar, Türk Dili Araştırmaları Yıllığı (Belleten) Ank. 1 959, s. 1 56.
120 • TüRK KüLTÜRÜNDE KUŞLAR
kuş ile ilgili olabilir) 15 güneydeki Türkmen oymakları kız ve gelinlerinin, tavuk tüylerini boyayarak başlarına takmalarına tozak denmiştir. Köy kadınlarının, gelin adayı için saatler süren bir hazırlıkla yaptıkları bu tozak, sahibinin varlıklı olması halinde altın ve incilerle de bezenir, dillerde de manisi söylenirdi:
"Yel vurur kozak oynar, Başında tozak oynar, Ben yarime ne yaptım ki? O benden uzak oynar . . . " 16
Kişinin, kötü havalardan korunma, süslenme, utanma, vücudu (özellikle üreme organlarını) büyü etkisinden uzak tutma gibi çeşitli amaçlarla17 giyimli durumu benimsemiş olduğunu ortaya atan etnologların bu görüşlerinden hangisinin ilk sırayı alacağı tartışması hala süredururken, gerçekte önemli olan, giyinme işinin nasıl ve nelerle yapıldığı olmalıdır. Kişi, aile veya ancak bir kabile içinde, hükmü geçen eski Türk dini Şamanizm'de, insanları ilgilendiren büyü, sihir, fal gibi işlerle uğraşmanın başlıca görevlisi sayılan şamanların elbiseleri oldukça dikkat çekicidi"r. En eski ve özgün kıyafeti olan kuş veya hayvan şekillerini taklit yolu ile yapılmış elbiseyi giyen şaman, kendisini olağanüstü kuwetler, erişilmez güçler kazanmış sayardı. İnsani olan bütün nesnelerden sıyrılmak için, şaman (kam) elbiseyi çıplak vücuduna giyer, törenlyr dışında bu kutlu giyeceği pek kullanmazdı. Ancak -bir inanış olarak- göğe uçabilen şamanların giyebildiği kuş tipi elbiselerin vatanı Altay dağlarıdır, denilebilir. Başlıktan ayakkabıya yani tepeden tırnağa kadar kuş tüyleri
15 Türk Kültür Tarihine Giriş, C: V, s. 275. 16 Yalman (Yalkın), Ali Rıza (Haz. Sabahat Emir), Cenupta Türkmen Oy
mak/an IAnk. 1977, s. 135. 17 Örnek, Doç. Dr. Sedat Veyis, Etnoloji Sözlüğü, Arık. 1971, s. 94.
TÜRK KÜLTÜRÜNDE KUŞLAR • 12 1
ile süslenen bu tip giyimde kartal kanadı ve kuyruğu, tüy çokluğunu meydana getirirdi. Yakut Türklerinin inancına göre ağaçlar üzerinde uçan kartal, şamanın da göklerde uçabilmesi için kanatlarından bir kısmını ona atarmış. 18 Çok, pek çok sonraları, bir tesadüf mü, bir çeşit benzeşme mi, yoksa milli bir ilham mı olacak, XV., XVI. ve XVII. yüzyıl İmparatorluk Türkiye'sinde sınırların adeta canlı birer kahramanlık anıtı olan akıncılar, omuzlarına bir çift kartal kanadı takarlardı.19 Tolga, külah veya kalpağında, altın suyuna batırılmış balıkçıl kuşu, turna kuşu telleri, tüyleri bulunan bir akıncının alnı sorguçlu, turna telli atının üzerinde, yıldırım hızıyla giderken, omuzundaki bir çift kartal kanadının açılması ile kazandığı heybet ve yaydığı korku, şamanlarınkinden hiç de az olmamalıydı. Öyle ki, yüzyıllar sonrasında bile ona mısralar dizilmiştir:
"Bir gün dolu dizgin boşanan atlarımızla Yerden yedi kat arşa kanatlandık o hızla. "20
(Akıncı 'dan)
Zamanın akışı içinde Türk kadın, erkek giyim kuşamında süs olarak, süsleme amacı güdülerek kuş motifleri çok eskiden beri kullanılagelmiştir. Mesela, Dede Korkut Kitabı'nda: "Omuzu kuşlu cübbe elbise ver bu oğlana"21 diye geçmektedir. El örgüsü, renkli ve nakışlı yün çoraplar (çulluk burnu, kazayağı, bülbülgözü adları ile anılan çeşitli kuş motifli) , Muslucalı Türkmenlerin eski geleneklerine uyarak yünden ördükleri kuş veya hayvan figürlü terlikler, elmas tokalı ve ipekli sırma işlemeli kemerle beli sarılan, sırma işlemeli uzun eteği ve kolları kuş ve çiçeklerle bezeli gelin kıyafeti (XIX. yüzyıl İstanbul'unda) , ortasında iri bir
18 Öge!, Prof. Dr. Bahaeddin, Türk Mitolojisi, C: 1 , s. 3 7 19 Türk Giyim Kuşam Sözlüğü, s. 146 20 Beyatlı, Yahya Kemal, Kendi Gök Kubbemiz, İst. 1 969, s. 1 6 21 Ergin, Muharrem, Dede Korkut Kitabı, İst. 1 969, s. 14.
122 • Tünı< KÜLTÜRÜNDE KUŞLAR
çiçeği bulunan bir buket ile buna konmuş durumdaki bir kuştan meydana gelen ve "kabak çiçeği" adını taşıyan broş, yemeni ve elbise kenarlarına süs niyeti ile dikilerek işleme tarzı ve şekillerine göre kuşdili, kuşgözü (veya bazen de gül, nergis . . . ) gibi motiflerle örülen oyalar, giyim kuşamda kullanılan kuş motiflerinden yalnızca birkaçıdır.
İnsanın maddi varlığı için yaşayışı süresince çeşitli yollarla süs unsuru olan kuş, onun ölümünden sonra da, maddi varlığının son ve biricik izi sayılabilecek mezar taşında bile kimi kez bezeyici rolünü yüklenmiştir. Akşehir'de bulunmuş kuş tasvirli mezar taşlarından başka, bir yüzündeki kalın çizgili Selçuklu sülüsü ile yazılmış yazısından Hicri 709 (Miladi 1310) yılı ramazanında ölen Halil oğlu Osman için dikildiği anlaşılan Kırşehir' deki bir mezar taşının diğer yüzünde iki bitki dalı arasında bulunan sarıklı ve sakallı bir erkek tasvirinin sol omuzu yanında başı hotozlu bir kuş tasviri yer almaktadır.22 Yine, Akşehir tipi resimli mezar taşına uygun olan ve Konya'da bulunarak İnce Minareli medresedeki Taş Eserler Müzesinde koruma altına alınan bir mermer mezar taşı kırığı da dikkati çekmektedir. Bu taşın ön yüzünde kabartma halinde işlenmiş bulunulan süvarinin sol elinin üzerinde bir doğan motifi yer almakta, uçmakta olan başka bir kuş tasviri ise süvarinin başının yakınında görülmektedir.
Çeşitli kuş motiflerinin tabiat ve insanın dışındaki türlü nesnede süsleme amacıyla kullanılması da pek eskidir. Altay Türklerinin bazı şaman davullarında, gökkuşağı resminin altında şangkor (songur) adı verilen kuşun resimleri yer alırdı.23 Hun kurganlarından çıkarılan ve halen Hermitage Müzesi vitrinlerini dolduran pek çok eşya ara-
22 Eyice, Semavi, Anadolu'da Tasvirli Türk Mezartaşlan, Reşit Rahmeti Arat İçin, Arık. 196, s. 213
23 Anohin, A.V. (Çev.Abdülkadir İnan) , Altay Şamanlığına Ait Maddeler, Ülkü, C:XVII. Haziran 1941.
TüR.K KÜLTÜR.ÜNDE KUŞLAR. • 123
sında bulunan idol (töz, çadırı kötülüklerden koruduğuna inanılan tılsım, süs) Hun çadırındaki ana direğin tepesine yerleştirilirdi. Beşinci Pazırık kurganından çıkarılan, keçeden yapılmış kuğular, çadırlarda kullanılan sığın, keçi gibi hayvan formundaki tözlerdendi. Avar (Apar) boyları ve Göktürkler tarafından bütün heyecanıyla devam ettirilen bu idol geleneği Uygurlarda da -tek Tanrı'ya inanmalarından dolayı, yalnızca, ölen belirli kişilerin hatıralarına saygı göstermek amacı ile, saklanılması anlayışı çerçevesinde- sürdürülmüştür. Aynı inanışın Tatarlar arasında da görüldüğü, 1253 yılında Fransa kralı IX. Ludwig'in Moğolistan hükümdarı Mengü Han'a elçi olarak gönderdiği rahip Rubruk'un, Orta Asya Tatarları arasında rastladığı bazı çadırların keçe örtüleri üzerindeki renkli kuş (ve hayvan) figürlerini canlı bir ifade ile tasvir ederek anlatmasından anlaşılmaktadır. 24 İslamlığı benimseyen Türk boylarının bir kısmının başlangıçta, hayvan heykelciliklerini, yine, çadırın orta direğine yerleştirdikleri o devre ait minyatürlerden bilinmekte ise de, zamanla, gerek kabul edilen tek Tanrılı dinin kesin buyruk ve etkileri gerekse göçebe bozkır medeniyetinden artık bütünüyle şehir medeniyetine geçilmesi sebebiyle Hunlarla başlayan tılsım, hayvan üslubunun ifade ettiği anlam değişmeye, toplum yaşayışındaki önemi de gitgide azalmaya başlar. Böylece bu üslup, İslami devrede, ancak bir süs veya zihinlerde şekli izleri kalmış, eski anlamı bitmiş, yitip gitmiş bir ata kültü olarak, üstelik de, değişik biçim ve "alem" adı altında Müslüman Türk abidelerinin (mesela kubbelerin) üzerine birer "tepe süsü" olarak yansır. Zamanla bu süsün pek çok örneği, Selçuklu, Osmanlı, Orta Asya, Doğu Avrupa, Kuzey Balkanlar, İran, Irak, Mısır, Kafkasya ve Hindistan'daki Türk yapılarında ortaya çıkar.25' 26 Söz konusu edilen hayvan üslubu, çadırın
24 Hun Sanatı, s. 89. 2s Bk. Hun Sanatı, s. 173. 26 Arseven, Celfil Esad, Sanat Ansiklopedisi, C:I (Alem maddesi), s. 41 .
124 • TüRK KÜLTÜRÜNDE KUŞLAR
orta direğinden başka, Selçuklularda, Türkmenlerde bayrak direklerine, gürzlere de tatbik edilmiş, ayrıca Selçuklu ve Gazneliler'de bu ata kültü, malzeme olarak ahşap kapılardan, alçı süslemelerden, kapı tokmaklarından ve bazı ev eşyasından yararlanmıştır. Türklerin bozkır medeniyetini ortaya koymalarında büyük yardımı olan at da tözden payını fazlası ile almıştır. Dünya medeniyet tarihinde atı ilk defa evcilleştiren Türkler, bu dost hayvana duydukları sevgiyi düşüncede, dilde, yaşayışta, süslemede, kısacası hemen her fırsatta en güzel şekli ile belirtmekten geri kalmamıştır. Hun kurganlarından elde edilen malzemeye göre, Türkler yular takımı, koşum takımı, at başına takılan tözler, eyer örtüsü, deriden yapılma su veya kımız matarası, at (veya deve) heybesi gibi eşyada, aplik veya ahşap olarak üsluplaştırılmış kuş figürleri de kullanmışlardır.
Bazı Osmanlı binalarının yüksek ve uygun yerlerinde "güvercinlik" diye adlandırılan ve duvarlarında delikler bulunan küçük kulecikler veya köşklerin içinde güvercinlere ait yuvalar bulunurdu.27 Eskiden, güneyde yaşayan Türkmen oymaklarının bazı çadırları da kuşla süslenirdi. Bunu, Gündeşlioğlu'nun bir türküsündeki şu dörtlükten de anlamak mümkündür:
"Bölük bölük davarlarım katardım. Yarenime, yoldaşıma satardım. Üstü kara kuşlu çadır tutardım. Şimdi gölgeliğim kaşak olmuştur."28
Yeniçeri ortalarının sembolleri de çadır direğinin başlık kı tasına nakşedilirdi. 29
Kurganlardan çıkarılan en eski Türk halılarında ve keçelerinde görülen motifler, Hun sanatının başka eserle-
27 Sanat Ansiklopedisi, C:II, s. 667. 28 Cenupta Türkmen Oymakları l, s. 1 1 8. 29 Rasim, Ahmet, Osmanlı Tarihi (Seçmeler), İst. 1968, s. 99.
TÜRK KÜLTÜRÜNDE KUŞLAR • 125
rinde kullanılan motiflerle büyük ölçüde benzeşmektedir. Bunlar, tabiattaki hayvan mücadele sahneleri ile simetrik olarak yerleştirilmiş kuş ve hayvan figürleri olup, halının bordürüne veya kare, sekizgen şekiller içine işlenilmiştir. Türkmen, (XIV. ve XV. yüzyıl) Osmanlı, (günümüzde) Kaşkay, Dağıstan ve Azerbaycan sahalarında İslamlığın kabul edilmiş olmasına rağmen hayvan motifli halıların dokunulmasına devam edilmiştir.30 Yalnız bu figürler düz hatlı ve geometrik çizgiler halindedir. Beşinci Pazırık kurganından çıkarılan ve ele geçebilmiş en eski Türk halısı olma özelliğini de taşıyan dokumadaki motif izleri Türkmen halılarında yaşatılmaktadır. Zaten Şirvan, Bergama ve Kaşkay tipi halılar; Kazak, Kırgız, Türkmen halıları ile olan ilgilerini bugün de sürdürmektedirler. Lu-Lan ve Astana'da bulunmuş brokar ve ipek kumaşlarda (ki ilk, Türk kumaşlarıdır) bulut parçaları ve askıntılı çiçekler arasında serpiştirilmiş kuş ve hayali yaratıklı kenar süsleri ilgi çekicidir. Çünkü, daha sonraları bu süslemeler Çin, Sasani (İran) ve Ortaçağ Avrupasının süsleme sanatına, büyük ölçüde etki etmiştir.31
Türklerde, tavus, kartal gibi kuşların süsleyicilik niteliği ile birlikte ihtişam, kudret, kuwet sembolü olarak da kullanıldığı öteden beri göze çarpmaktadır. Bizans imparatoru Justinos, 568 yılında Zemarchos'un başkanlığındaki bir heyeti Göktürk hükümdarı İstemi Kağan'a göndermiştir. Hakanın kendisini üçüncü defa kabul ettiğinde, çadırın içindeki tahtın dört altın tavus üzerinde durduğunu farkeden Zemarchos raporuna bunu da yazmıştır.32 Altay Türklerinin, hatta Hun sanatından kuwetle etkilenen Avarların (mesela Macaristan'daki Szeged Müzesinde, pençesi
30 Hun Sanatı, s. 1 99 3ı Aynı eser, s. 149. 32 Stryzkowski, J_Glück, H.ve Köprülü, Fuat (Çev.A.Cemal Köprülü),
Eski Türk Sanatı ve Avrupa'ya Etkisi, Ank. s . 68, 69.
126 • TÜRK KüLTÜRÜNDE KUŞLAR
ile balık tutan kartal figürünün işlendiği bir Avar madeni eşyası bulunmaktadır) süslemede kullandığı mitoloji kartalları, İslami devrede Selçuklularda pek geniş bir yayılma, işlenilme alanı bulmuştur. Selçuklu devrinde altın, gümüş, tunç, pirinç, bakır veya diğer madenlerden, döküm veya dövme usulü ile yapılan eşyanın kakma, kazıma, delik işi, yaldızlama, mine ve benzeri tekniklerle gerçekleştirilen süslemelerinde bitki motiflerinin dışında, stilize edilmiş tavus, kartal, ördek gibi çeşitli kuşlar (ayrıca aslan, harpi, sfenks, grifon türünden hayvanlar) kullanılmıştır.33 Gerek bitki gerekse hayvan motiflerinin ayrı ayrı veya birlikte kullanıldığı tabak, tas, ibrik, tepsi, kandil, buhurdan, bakraç, maşrapa, havan, kutu, hokka, kalemdan, Kur'an mahfazası, ayna, vazo, şamdan, leğen, gülabdan, kapı tokmağı gibi nesneler, bu devrin değişik teknikli süslemeleri hakkında yeterli ölçüde fikir verirler. Mesela, 1066 yılında Hasan elKaşani'nin dövme usulü ile yaparak, kazıma ve savatlama teknikleri ile süslediği ve bugün Bostan Fine Arts Müzesi'nde bulunan, Alp Arslan tepsisi diye tanınmış tepsinin içini ortadan ikiye bölen kufi bir kitabenin üstündeki yarım daireye, dallar arasında, motiflendirilmiş iki ördek yerleştirilmiştir. 34 Bunların dışında, doğrudan doğruya kuş biçiminde döküm yolu ile yapılmış ve üzeri kazıma desenlerle süslenmiş kartal veya başka kuş şeklindeki buhurdan ve su kapları da bu devirden kalmadır.
Karahanlı ve Selçuklu aynalarını süsleyen, kuyruğu düğümlü atının üzerinde, sağ eliyle atının yularını tutarken havaya kalkmış sol elinde de bir avcı kuş (mesela, doğan) taşıyan atlı figürü, VIII. ve IX. yüzyıl Hatan ve Uygur resim ve sikkelerinde görülen atlı figürlere çok benzemektedir.35
33 Erginsoy, Dr. Ülkü, İs/ô.m Maden Sanatının Gelişmesi, İst. 1978, s. 128, 129. 34 Aynı eser, s. 145. 35 Esin, Emel, The Hunter Prince in Turkish Iconography, Wiesbaden, 1968,
s. 30.
TüRK KÜLTÜRÜNDE KUŞLAR • 127
Bu atlı ava motifindeki doğan kuşu, geniş bir yayılış alanı kazanarak madeni eşya dışında, çağının Selçuklu çinilerini de süslemiştir. Türk ve İslam Eserleri Müzesinde teşhir edilen Konya Köşkü'ne ait bir minai çini üzerinde36 ve Beyşehir Kubadabad Sarayı'nın alçı kabartmalarında böyle tasvirler bulunmaktadır. İlk Türk sikkelerindeki atlı avcı motifinde yer alan kuş tasviri daha sonra, Artuklu sikkelerinde yalnız başına kullanılan motif durumuna gelmiştir. İstanbul Arkeoloji Müzelerinde Artuk Oğullarından kalan sikkeler arasında çift başlı kartallı olanlar da vardır. 37
Türk Çini sanatının güzel örnekleri sayılan Selçuklu ve Artuklu çinilerinde çift veya tek başlı kartal armalı olanları olduğu gibi, tavus, güvercin, ördek, deniz kuşu . . . , figürlüleri de vardır.
Selçuklu çiniciliğinde görülen bu motiflerin bir kısmı mimari bezeme olarak . (mesela kabartma kuş, çift kartal, tuğrul, akdoğan) binaların cephelerinde, taş ve tahta sandukalarda, mezar taşlarında kapı, minber ve kürsülerde, havuz, çeşme ve su fiskiyelerinde kullanılmıştır.
Osmanlı döneminde, çinilerdeki hayvan motifleri yerlerini bütünüyle, üsluplaştırılmış lale, sümbül, nar çiçeği, karanfil gibi çiçeklere, dekoratif yapraklara, kimi kez de realist natüralist çiçek ve yapraklara bırakmıştır. 38
[Türk Dünyasının Folklor ve Etnografyasında Süs Unsuru Olarak Kullanılan Bazı Kuşlar, Türk Dünyası Araştırma/an Dergisi, İstanbul, 1980, s. 8, s. 83-93.]
36 Yetkin, Şerare, Anado/u'daki Türk Çini Sanatının Gelişmesi, İst. 1972, s. 1 14, Levha III.
37 Artuk, İbrahim - Artuk, Cevriye, İstanbul Arkeoloji Müzeleri Teşhirdeki İsldmf Sikkeler Kataloğu I.İst. 1971, s. 394, 395, Levha I.
38 Bkz. Aslanapa, Doç. Dr. Oktay, Osmanlılar Devrinde Kütahya Çinileri, İst. 1949.
DiziN
Eserde Geçen Kuş Adları Dizini
Ağaçkakan 10 l Akbaba 52, 86 Akbaş 60 Ak doğan/ Akdoğan 50, 60, 88,
127 Ak Kaz 56 Ak kuğu 85 Akkuş 60 Ak Songar 58 Aksongur 58 Aksungur / Ak Sungur 58, 60, 61 Ak Sunkur 45 Aladoğan / Ala Doğan 49, 65, 88 Alakuş 58, 60 Ala Kuş Tegin 60 Ala Ördek 45 Ala Toğan 49 Ala Toğanak 49 Aldoğan 60 Anadil 15, 70 Ancabi 50 Ancanı 50 Ancan 50 Ancaz 50 Andellb 13, 70 Angıt 58 Anhazi 50 Anka 54, 71, 72 Ardıç Kuşu 93 Atmaca 12, 45, 49, 50, 56, 60, 61 ,
74, 88, 109 Bahri 49, 88 Balıkçıl 39, 40, 83, 9 1 , 1 1 7, 1 1 8,
1 19, 121
Balıkçıl Kuşu 1 1 7, 1 1 8, 121 Baygu 50 Baykuş 49, 61 , 69, 74, 88, 93 Baysungur 58 Baz 32 Belabil 1 5, 70 Beyaz Atmaca 50 Beyaz Doğan 49, 50, 53 Bıldırcın 82, 94 Bigu 50 Bigü 58 Bigü Toğrul 58 Bozdoğan 60 Boz Kuş/ Bozkuş 53, 58 Boz Torgay 102 Boz Turgay 102 Buğdayık 49 Buudayı 49 Bülbül 13, 14, 1 5, 60, 68, 70, 94 Bürküt 49, 9 1 Cure Doğan 5 0 Cure Llçin 49 Çağrı 47, 48, 58 Çağrılı 47, 48 Çakır 47, 49, 58, 109 Çakırdoğan 60 Çalağan 49 Çalkara Kuş / Çalkarakuş 45, 69 Çavuş Kuşu 69 Çaylak 49, 60, 61 , 94 Çift Başlı Kartal 71 Çulluk 94, 121 Çure Llçin 49 Deniz Kuşu 127
130 • TÜRK KÜLTÜRÜNDE KUŞLAR
Devekuşu 1 1 1 Devlet Kuşu 49, 83 Doğan 1 3, 38, 43, 46, 49, 50, 51,
53, 54, 60, 64, 65, 69, 74, 83, 88, 89, 94, 1 22, 1 26, 127
Doğanlı 4 7, 48 Dudu 60 Dürrac 69 Ebabil 80 Encari 50 Ereli 34 Erkuş 60 Ertuğrul 57, 60, 92, 93 Gece Kuşu 52 Göbek Sarı 49 Göçgen 49 Gugukcuk 84 Guv 67 Gügerçin 38 Gülen Kumru 84 Güvercin 38 , 50, 69, 81 , 83, 92,
94, 101 , 1 03, 1 27 Hakvuran 84 Hezar 1 3, 1 5, 70 Hezaran 1 5 Holunsuni 6 1 Horoz 1 00 Humay 49, 7 1 Hüclhüd 69, 72 Hüma 49, 70, 71, 90 Hümaşah 60 Hümay 49 İbibik 69 İspinoz 95 İspir 69 İt Algu 50 Kanarya 69, 73, 1 10 Karabatak 95 Karadoğan 58 Kara Kaz 23
Karakuş / Kara Kuş 34, 56, 58, 60, 62, 69, 70, 92
Karasungur 59, 6 1 Karca 6 5 Karcıga 59 Karcıgal 50 Karcıgay 49, 50 Karcsa 65 Karça 65 Karçıga 49 Karçıgay 49, 50 Karçıgu 49 Karga 3 1 , 36, 45, 52, 53, 54, 56,
61, 69, 74, 75, 86, 87, 101, ll l Karga Çang 36, 56 Karguy 49 Karkuy 49 Karsa 65 Kartal 27, 28, 33, 34, 35, 43, 44,
45, 47, 48, 49, 50, 51 , 56, 60, 62, 69, 71 , 74, 83, 88, 90, 91 , 101 , 1 08, l l 7, 1 19, 121 , 125, 126, 127
Kartallı 47, 48 Kas 62 Kaş 62 Kaz 23, 24, 32, 45, 52, 53, 54, 56,
57, 62, 63, 66, 71 , 74, 85, 95, 100, 106, 1 1 6
Keklik 60, 69, 70, 89 Keler 49 Kıl Kalıkıg 1 1 6 Kılkuyruk 1 1 6 Kınalı Keklik 89 Kırgaw 49 Kırgay 49 Kırgıy 49 Kırgiy 49 Kırgu 49 Kırguy 49
Kırkuy 49 Kırlangıç 40, 63, 83 Kırmızı Keklik 89 Kızıl Atmaca 49 Kızıl Karçıgay 49 Kızıl Sagızgan 62 Kızıl Saksağan 62 Kogu 67 Kolun 46, 61 Koşlagak 62 Koşulgak 62 Köçgen 49 Köçken 49 Köykenek 49 Kugu 67, 99 Kuğu 12, 35, 40, 56, 60, 63, 67,
71, 85, 95, 98, 99, 1 03, 1 1 6 Kumay 49, 7 1 Kumru 60, 63, 84, 88, 9 5 Kuşalguk 62 Kuş Beyki 59 Kuşlagak 62 Kuştemir 59 Kuu 67 Kuv 67 Kuzgun 67, 96, 101 Küykenek 49 Laçin 49, 59, 60 Lalak 65 Leylek 43, 65, 73, 75, 96 Merküt 36, 43 Ökü 74 Ördek 45, 53, 54, 63, 96, 106, 1 16,
126, 127 Papağan 96, 1 1 1 Puhu 96 Ruh Kuşları 72 Sagızgan 62 Saka Kuşu 63 Saksağan 52, 62
TüRK KÜLTÜRÜNDE KuşLAR • 13 l
Salgur 9 1 Salur 45, 48, 49, 66, 9 1 Sandvaç 13, 14, 70 Sarıca 49 Sarıg Kuş 88 Sarı Kuş 88 Saygızgan 52 Serçe 60, 97 Serçe 61, 97 Sığırcık 97 Simürg 71 Simürg 72 Sireng 71 Songkur 49 Songor 61 Songur 122 Songur 59 Songurtekin 59 Sonkor 61 Su Bürkütü 49, 88 Sukuşu 60 Suna 60, 62 Sungur 60, 61 , 7 1 Sungurlu 47, 48, 56, 62 Sunkar 59 Sunkur 45, 61 Sülün 60 Süre 1 5, 44, 1 09 Süvlin 53 Şahan 68, 74 Şahin 12, 33, 37, 49, 59, 60, 69,
8� 91, 97, 109, 1 1 � 1 18 Şahinli 47 Şah Kartal 49, 88 Şangkor 122 Takagu 53 Tavşancıl 92 Tavşancıllı 4 7 Tavuk 54, 1 1 6, 120 Tavus 97, 125, 126, 127
132 • TÜRK KÜLTÜRÜNDE KUŞLAR
Toğan 59 Toğantimür 59 Toğrul 58, 59 Toğrul Bey 58 Toğrul Şah 58 Tokan 65 Torul 60 Torumtay 49 Toygar 60, 69 Toygun 50 Tuğrı 46 Tuğrıl 46 Tuğrul 46, 57, 59, 60, 90, 127 Turaç 12 Turgay 53, 60, 69, 102 Turkay 60 Turna 12, 32, 38, 45, 56, 60, 68,
69, 74, 103, 1 1 8, l 1 9, 121 Turna Kuşu l l8, 1 2 1 Turu! 46 Turumtay 49 Turumte 49 Tuygun 50
Tülü Kuş 1 19 Uç Kuş 47 Uç Kuşlu 47, 48 Us 86 Ügi 49, 88 Ügü 49, 88 Ühi 88 Ükkü 49, 88 Ükü 49, 88 Ükü Yapalak 88 Ürüng Kuş 53 Üveyik 75, 97 Yaban Ördeği 39, 83 Yağılbai 50 Yağılbay 50 Yarasa 52, 74 Yelve Kuşu 98 Yığılbay 50 Yusufcuk 84 YusufTutan 88 Yusup Tutan 88 Zümrüdüanka 71
Eserde Geçen ve Zihinde, Hayalde, Düşünüş, İnanış veya İnançlarda Uçan,
Uçabilen, Uçtuğu Kabul Edilen Unsurlar Dizini
Ahmed Çelebi 27 Allara Uguynur 36 Ayısıt 35 Azrail 20, 2 1 , 38 Bektaş 26, 38 Burak 20 Cevheri 27 Ebu Nasr İsmail Bin Hammad 27 Grifon 19, 126 Hacı Bektaş 3 7 Hezarfen Ahmed Çelebi 27 Hoca Ahmed-İ Yesevi 38 Homporuun Hotoy-Hotun 34 Hünkar Hacı Bektaş-! Veli 26, 38 İnsan Oğlu 22 İnsan Oğlu 38 Kaçı 25 Kanaa 25 Kanatlı Kaplan 1 9 Kanatlı Paster Adam 1 9 Kanatlı Ve İki Boynuzlu Balık 19 Kayra Han 2 1 Kayra Kan 22, 23 Kır At 32 Kiji 23
Kişi 23 Korday 42 Kuşlar Tanrısı 34 Ugari Hasan 28 Ugari Hasan Çelebi 28 Melek 20 Payana 21, 23 Ogo lmıta 35 Ruh 12, 23, 35, 61 , 72, 8 1 , 84 Satana 36 Süng Haan 34 Süngken Erilik 34 Şaman 23, 24, 25, 34, 35, 36, 37,
40, 44, 1 02, 120, 122 Tanrı 12, 22, 23, 34, 35, 46, 56,
64, 102 Tanrıoğlu 25 Tengere Kayra Kan 22 Tostagoş 25 Umay 35 Ülgen 21, 22, 23, 34, 41, 56, 1 00,
101 Yalban 42 Yer Altındaki İhtiyar 36