34
O smanlı Dev- leti idarecile- ri, tarihimi- zin belli bir döneminde, ülkemizin siyasal sistemini alı- şageldiğimiz güzergâhından farklı bir mecrada akıtma ko- nusunda bir tercihte bulundular, bulunmak zorunda kaldılar. Onlar- ca, yüzlerce yıla yayılan bu dönüş; gerek devlet ve gerek millet katın- da türlü sıkıntıların yaşanmasına sebebiyet verdi. Hâlâ sürdüğü konu- sunda hiçbir şüphenin bulunmadığı bu dönüşüme genel olarak batı- lılaşma ya da modernleşme adı verildi. Nihaî kurtuluşumuz olur ümi- diyle girilen bu süreç, her şeyden önce, daha başlangıcında problem- ler yarattı ve yöneten ile yönetilen katlarının birbirinden ayrışmasına ve hatta birbiriyle çatışır hale gelmelerine sebep oldu. Nihaî noktada, batılılaşma siyasetleriyle elde edilmek istenenlere ulaşılamadı; başka bir deyişle, durdurulmak istenen çöküş durdurulamadı ve kurtarıl- mak istenen devlet yıkıldı. Devlet katında başlayan ve yüzlerce yıllık bir süreçte topluma da si- rayet eden batılılaşma politikaları akademisyenlerimizin ve aydınları- mızın gözde konularından biri olmuştur ve olmaya da devam etmek- tedir. “İki yüz yıldır neden bocalıyoruz?”, “Garplılaşmanın neresinde- yiz?”, “Hangi Batı?”, “Düzenin yabancılaşması?”, “Tanzimat’tan sonra aşırı batılılaşma” vb. gibi kitap ya da makale başlıkları, bu ilgi- nin bir yansıması olarak değerlendirilebilir. Fakat aynı zamanda da, yaşadığımız sürecin ne olduğunu ve ne anlama geldiğini kavrama ve tanımlama konusunda Türk akademisyen ve aydınlarının kafasının son derece karışık olduğuna bir işaret olarak anlaşılabilir. Bu kafa ve yön karışıklığının zaman içerisinde -tüm direnişine rağmen- topluma da sirayet ettiğini söyleyebiliriz. Devletimizin ve milletimizin yaşadığı bu süreç, siyasetin ve toplu- mun parçalanmasına paralel olarak -bir yönüyle zenginlik olarak da değerlendirilebilecek- çok farklı şekillerde değerlendirilmiştir. Bu ya- DÎVÂN İlmî Araştırmalar sy. 19 (2005/2), s. 1-34 1 Türkiye’nin çağdaş tarihine ilişkin bazı gözlemler Yücel BULUT

Türkiye’nin Yücel BULUT çağdaş tarihine ilişkin bazı …rı Çağlar Keyder’in yazısının tam metni için bkz. “1990’larda Türkiye’de Modernleşmenin Doğrultusu”,

  • Upload
    others

  • View
    6

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: Türkiye’nin Yücel BULUT çağdaş tarihine ilişkin bazı …rı Çağlar Keyder’in yazısının tam metni için bkz. “1990’larda Türkiye’de Modernleşmenin Doğrultusu”,

Osmanlı Dev-leti idarecile-ri, tarihimi-zin belli birdöneminde,

ülkemizin siyasal sistemini alı-şageldiğimiz güzergâhındanfarklı bir mecrada akıtma ko-

nusunda bir tercihte bulundular, bulunmak zorunda kaldılar. Onlar-ca, yüzlerce yıla yayılan bu dönüş; gerek devlet ve gerek millet katın-da türlü sıkıntıların yaşanmasına sebebiyet verdi. Hâlâ sürdüğü konu-sunda hiçbir şüphenin bulunmadığı bu dönüşüme genel olarak batı-lılaşma ya da modernleşme adı verildi. Nihaî kurtuluşumuz olur ümi-diyle girilen bu süreç, her şeyden önce, daha başlangıcında problem-ler yarattı ve yöneten ile yönetilen katlarının birbirinden ayrışmasınave hatta birbiriyle çatışır hale gelmelerine sebep oldu. Nihaî noktada,batılılaşma siyasetleriyle elde edilmek istenenlere ulaşılamadı; başkabir deyişle, durdurulmak istenen çöküş durdurulamadı ve kurtarıl-mak istenen devlet yıkıldı.

Devlet katında başlayan ve yüzlerce yıllık bir süreçte topluma da si-rayet eden batılılaşma politikaları akademisyenlerimizin ve aydınları-mızın gözde konularından biri olmuştur ve olmaya da devam etmek-tedir. “İki yüz yıldır neden bocalıyoruz?”, “Garplılaşmanın neresinde-yiz?”, “Hangi Batı?”, “Düzenin yabancılaşması?”, “Tanzimat’tansonra aşırı batılılaşma” vb. gibi kitap ya da makale başlıkları, bu ilgi-nin bir yansıması olarak değerlendirilebilir. Fakat aynı zamanda da,yaşadığımız sürecin ne olduğunu ve ne anlama geldiğini kavrama vetanımlama konusunda Türk akademisyen ve aydınlarının kafasının sonderece karışık olduğuna bir işaret olarak anlaşılabilir. Bu kafa ve yönkarışıklığının zaman içerisinde -tüm direnişine rağmen- topluma dasirayet ettiğini söyleyebiliriz.

Devletimizin ve milletimizin yaşadığı bu süreç, siyasetin ve toplu-mun parçalanmasına paralel olarak -bir yönüyle zenginlik olarak dadeğerlendirilebilecek- çok farklı şekillerde değerlendirilmiştir. Bu ya-

DÎVÂN İlmî Araştırmalarsy. 19 (2005/2), s. 1-34

1

Türkiye’ninçağdaş tarihineilişkin bazıgözlemler

Yücel BULUT

Page 2: Türkiye’nin Yücel BULUT çağdaş tarihine ilişkin bazı …rı Çağlar Keyder’in yazısının tam metni için bkz. “1990’larda Türkiye’de Modernleşmenin Doğrultusu”,

zıda; söz konusu değerlendirmelerin yaşanan bu süreci nasıl adlandır-dıkları ve anlamlandırdıkları irdelenmeye çalışılmaktadır. Araştırmacı-larımızın günümüzün sorunları ve bakış açılarını merkeze alarak tari-himize baktıkları ve bugünün kavramlarını ve kaygılarını XVIII. ya daXIX. yüzyılda yaşanmış tarihsel olaylara nasıl boca ettikleri gösterilme-ye çalışılmıştır.

Bu yazıda yapmaya çalıştığımız bir diğer şey de; batılılaşma tarihimi-ze ilişkin literatürde ortaya çıkan bu farklı yaklaşımların, söz konusutarih dilimini ve yaşananları anlamadan ziyade, bugünümüzü anlamakaçısından önemli olduğunu göstermektir. Zira ortak geçmişimizin in-celenmesi ve değerlendirilmesi noktasında karşımıza çıkan farklılaşma-lar, aslında toplumumuzun bugünü ve geleceği üzerinde sürdürül-mekte olan hâkimiyet mücadelesini de yansıtmaktadır. Özünde siyasalve ideolojik bir tutumdan kaynaklanan saflaşmalar, tarihimizin araştı-rılmasında ve değerlendirilmesinde de karşımıza çıkıyor.

Tarihimizin XVII. ve XVIII. yüzyıllarının hâlâ yeterince bilinmedi-ğinden söz eden Mehmet Genç gibi- pek çok araştırmacı, Osmanlı ta-rihinin belli dönemleri hakkında yeterli malumata sahip olmadığımızınaltını çizmektedirler. Fakat bu eksikliğe rağmen, toplumsal yaşantımı-zın gerek dünü ve gerekse de yarını için önemi yadsınamaz bir tarih-sel sürecin nasıl başladığı, geliştiği ve sonuçları hakkında çok kesin yar-gılar ifade edilmiştir ve hâlâ da edilmektedir. Bu kesin yargılar ise, heryeni bilgiyle tartışılır hale gelebilmektedir. Bu vesileyle, üzerinde pekçok çalışma yapılmış olmasına rağmen, modernleşme sürecimizin hâlâaraştırılmaya muhtaç pek çok boyutunun bulunduğunu göstermek de,bu mütevazı yazının hedeflerinden bir diğeridir.

I

İkinci Dünya Savaşı’nı takip eden yıllarda, Türkiye toplum bilimcilertarafından evrensel olarak tanımlanmış bir modernleşme modelinin enbaşarılı örneklerinden biri olarak lanse edilmişti. Türkiye’nin, Osmanlıdönemi reformlarından başlayıp Kemalist ulus-devletle en yetkin ifade-sine ulaşan modernleşme ve Batılılaşma tarihi, modernleşme teorisyen-lerinin tüm yazdıklarını doğrular görünüyordu. (…) Türk modernleş-mesi, bütün ilhamını Batı’dan almış, elitler tarafından yönlendirilen,uyum ilkesine dayalı ve gerekli toplumsal kurumların inşasına yönelikbaşarılı bir süreç olarak kabul ediliyordu. Bu ve benzer çalışmalara gö-re, Türkiye’nin özellikle eğitim, hukuk, toplumsal hayat, giyim-kuşam,müzik, sanat ve mimaride Batı normlarını, stillerini ve kurumlarını ba-

DÎVÂN2005/2

2

Yücel BULUT

Page 3: Türkiye’nin Yücel BULUT çağdaş tarihine ilişkin bazı …rı Çağlar Keyder’in yazısının tam metni için bkz. “1990’larda Türkiye’de Modernleşmenin Doğrultusu”,

şarıyla uyarlamış olması, modernlik projesinin Müslüman bir ülkedebile geçerli olabileceğinin en güzel ispatıydı.1

Sibel Bozdoğan ve Reşat Kasaba, birlikte derledikleri kitabın girişkısmına bu tespitlerle başlamışlardı. Devam eden satırlarda, 1960’la-rın sonlarına rastlayan bir dönemde bu görüşlere ilişkin ilk şüphelerinbelirmeye başladığını iddia ederler. “Hatta”, yazarlara göre,“1970’lerin sonuna gelindiğinde ‘modernleşme’ sözü neredeyse kötübir şey olmuş[tu].”2

Türk modernleşmesinin bugünü hakkındaki değerlendirmeleri isedaha da ilgi çekicidir:

İçinde bulunduğumuz dönemde ise, Türk modernleşmesinin eleştiri-si, liberallerden Müslüman aydınlara kadar çok geniş bir yelpaze için-deki grupların elinde çok daha kapsamlı ve çok daha radikal bir hal al-mış görünüyor. Bugün artık Kemalist doktrinler açıkça hedef alınıpbunların Türk halkının tarihsel ve kültürel yapısını yadsıyarak ‘tepedeninen’ ataerkil ve antidemokratik bir dizi program olduğu rahatça söy-lenebiliyor. Kemalist modernleşme programının, hepimize öğretileninaksine, örnek bir başarı değil, Osmanlı-Türk toplum yapısının norma-tif düzenini altüst etmiş bir müdahale olduğu, şimdiye kadar duyul-mamış bir tonla iddia ediliyor.3

“Kemalist modernleşmenin bu yeni eleştirisinin özünde modernleş-me teorilerinin evrensellik iddia ve özlemlerine bir karşı çıkış” yattığı-nı vurgulayan yazarlar; “Özgürleştirici potansiyel taşıyan tarihsel birdurum olarak modernlik ile, politik bir hegemonya projesi olarakaraçsallaştırılmış bir modernliği birbirinden dikkatle ayırmamız gerek-tiği”4 uyarısında bulunuyorlar. Bu uyarıda elbette, yaşadığımız mo-dernleşme süreçlerinin eleştirisine ilişkin bir değerlendirme ve Türkmodernleşmesinin gelecekte nasıl bir yol, üslup ve yöntem takip et-mesi gerektiğine ilişkin bir öneri saklıdır.

Aynı derleme içerisinde yer alan tebliğ metninde Çağlar Keyder, buöneriyi daha da somutlaştırıyor. Türkiye’nin bugünkü ‘hastalıkların-dan’ tümüyle modernleşmeyi sorumlu tutamayacağımız uyarısında

DÎVÂN2005/2

3

Türkiye’nin Ça¤dafl Tarihine ‹liflkin Baz› Gözlemler

1 Sibel Bozdoğan ve Reşat Kasaba, “Giriş”, Sibel Bozdoğan ve Reşat Kasaba(ed.), Türkiye’de Modernleşme ve Ulusal Kimlik, çev. Nurettin Elhüseyni,Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 1998, s. 2.

2 Aynı yerde.3 Bozdoğan-Kasaba, a.g.e., s. 2-3.4 Bozdoğan-Kasaba, a.g.e., s. 4.

Page 4: Türkiye’nin Yücel BULUT çağdaş tarihine ilişkin bazı …rı Çağlar Keyder’in yazısının tam metni için bkz. “1990’larda Türkiye’de Modernleşmenin Doğrultusu”,

bulunan Keyder, “modernliğin ancak vaktiyle Avrupa’yı ‘modern’ kıl-mış olan bütün kültürel boyutları içselleştiren topyekûn bir proje ola-rak hâlâ geçerli olduğunda ısrar ederken, bu projenin ağırlık merkezi-ne devlet yerine toplumun geçmesi gerektiğini de ısrarla vurguluyor.”5

Sibel Bozdoğan ve Reşat Kasaba’nın dile getirmiş oldukları, şüphe-siz, Türk modernleşmesine ilişkin literatürde ilk kez karşılaştığımıztürde değerlendirmeler değildir. Batılılaşma hayatımıza ilişkin literatürincelendiğinde, belli dönemlerde -farklı hassasiyetlerden kaynaklananve farklı hususlar üzerinde vurguda bulunan- benzer akıl yürütmelereve eleştirilere sıklıkla rastlanır.

Tanzimat’ın 100. yılı vesilesiyle yapılan toplantıda sunulan ve MilliEğitim Bakanlığı tarafından Tanzimat I başlığıyla yayınlanan eserdeyer alan tebliğlerde de benzer yaklaşımların sergilendiği görülür. YineNiyazi Berkes’in 200 Yıldır Neden Bocalıyoruz ya da Mümtaz Tur-han’ın Garplılaşmanın Neresindeyiz? başlıklı çalışmaları da batılılaşmahayatımızın geçmişine ve mevcut durumuna ilişkin benzer eleştirel de-ğerlendirmeleri yansıtmaktadırlar. Bu tür değerlendirmelere, bizzatTanzimat bürokratlarından başlayarak Yeni Osmanlılar, Jön Türkler,Ziya Gökalp, Fuat Köprülü vb. isim ve hareketlerden pek çok örnekbulmak mümkündür.

Türkiye’nin Osmanlı’nın son döneminde başlayıp hâlâ sürdüğü ko-nusunda hiçbir şüphenin olmadığı batılılaşma serüveninin, başlangı-cından günümüze sürekli değişken bir güzergâh izlemiş olduğu ilk an-da göze çarpan bir özelliktir. Başlangıcıyla bugünü arasında kapsam,amaç ve gerekse de yöntem olarak daimî bir farklılaşma yaşamış olanbatılılaşmamız hakkında yapılan değerlendirmeler de elbette bu süre-ce paralel olarak sürekli bir değişim gösterecekti ve göstermiştir de.Küresel değişimlerle de paralellik arz eden her bir değişim sürecinde,her bir kırılma anında söz konusu tecrübemizin yeniden ele alınıp de-ğerlendirilmesi, Türkiye’nin önüne yeni hedefler konulması ya da varolan hedeflerin yeni baştan tanımlanması ve bu hedeflere ulaşmak içinyeni yöntemler önerilmesi sıkça karşılaştığımız bir durumdur. Her biryeniden değerlendirme anında, geçmiş dönemde yapılan tanımların,belirlenen hedeflerin ve önerilen yöntemlerin başarısızlığına ilişkin or-tak bir kanaatin hâkim oluşu dikkat çekicidir. Aynı oranda dikkat çeki-ci olan bir başka konu da, başarısızlığın sebebi olarak geçmiş kadrola-DÎVÂN

2005/2

4

Yücel BULUT

5 Bozdoğan-Kasaba, a.g.e., s. 6. Editörlerin bu cümlelerle özetlemiş oldukla-rı Çağlar Keyder’in yazısının tam metni için bkz. “1990’larda Türkiye’deModernleşmenin Doğrultusu”, Sibel Bozdoğan ve Reşat Kasaba (ed.), Tür-kiye’de Modernleşme ve Ulusal Kimlik, s. 29-42.

Page 5: Türkiye’nin Yücel BULUT çağdaş tarihine ilişkin bazı …rı Çağlar Keyder’in yazısının tam metni için bkz. “1990’larda Türkiye’de Modernleşmenin Doğrultusu”,

rın yanlış tespit ya da yöntem tercihleri gösterip, batılılaşma/modern-leşme hedefinden asla vazgeçmemek gerektiğinin altının çizilmesidir.

Mümtaz Turhan’ın, Garplılaşmanın Neresindeyiz? başlıklı çalışma-sının “Önsöz”ünde dile getirdikleri, söylemek istediklerimizi daha daaçıklayıcı olacaktır:

Bugün Türkiye, tarihin[in] en buhranlı devirlerinden birini yaşamak-tadır. Son garplılaşma hareketleri de, bundan evvelkiler gibi muvaffakolamamış, Garpla aramızda mesafe kısalacak yerde, ilmin başdöndürü-cü bir hızla ilerlemesi ve tekniğe tatbikatı neticesinde artmıştır. İçtimaîhayatımızda yıkılan birçok şeylere mukabil pek az şeyin yapılabilmesiderin bir kültür buhranı yaratmıştır.6

Turhan, eserinin ilerleyen sayfalarında yine bu konuya ilişkin olarakşunları yazıyor:

Hakikatte biz bir cemiyet olarak 250 seneden beri bu davanın peşin-deyiz. İkiyüzelli seneye yakın bir zamandan beri, bir tarafımızın bo-zuk, bir şeyimizin eksik olduğunu ve buna bir çare bulmak mecburi-yetinde olmanın ihtiyacını duymaktayız. Yine bu müddet zarfında ek-siğimizin kâh şurada, kâh burada olduğunu zannederek ona göre ça-reler bulmuş, bunlara bazen 20-30 sene, bazen yarım veya üç çeyrekasır büyük bir sebatla sarılmış ve ancak sonunda almış olduğumuz ted-birlerin kâfi gelmediğini görmüş ve yenilerini aramaya koyulmuşuz.Bugün de son otuz seneden beri başvurmuş olduğumuz çarelerin kâ-fi gelmediğini görmeye başlayışımız, içtimâî tekâmülümüzde yeni birmerhaleye erişmiş olduğumuzu müjdelemektedir. Bu tamamiyle garb-lılaşmış olduğumuza inanan münevverleri belki biraz üzecek amma budâvayı ergeç hal edeceğimize dair azmimizi ifade etmesi bakımındanda ümit vericidir.7

Geriye doğru giderek bu türden değerlendirmelerin sayısını, bul-makta hiçbir sıkıntı çekmeyeceğimiz yeni örneklerle artırmak pekâlâmümkündür. Gerek Osmanlı’da ve gerekse de Türkiye Cumhuriye-ti’nde ideolojiler ve taraflar üstü bir devlet siyaseti konumunu kazanan“batılılaşma/modernleşme çabalarının, kendisiyle umulan şeyleri ülke-mize/devletimize/milletimize getirip getirmediği”ne dair soru, el-bette öncelikle “bu siyasetlerle amaçlanan şeyin ne olduğu” sorusunusormayı da anlamlı ve gerekli kılıyor. Bu sorunun tek bir cevabının ol-madığı da açıktır. En azından, batılılaşmanın başlangıcı ile bugünü

DÎVÂN2005/2

5

Türkiye’nin Ça¤dafl Tarihine ‹liflkin Baz› Gözlemler

6 Mümtaz Turhan, Garplılaşmanın Neresindeyiz?, Yağmur Yay., İstanbul1972, 5. Baskı, (1. Baskı, 1959), s. 8.

7 Turhan, a.g.e., s. 12.

Page 6: Türkiye’nin Yücel BULUT çağdaş tarihine ilişkin bazı …rı Çağlar Keyder’in yazısının tam metni için bkz. “1990’larda Türkiye’de Modernleşmenin Doğrultusu”,

arasında, cevabın köklü bir biçimde farklılaştığını söylemek bir gerçe-ği ifade etmektir. Bu söylediğimizi daha da açacak olursak, “devletikurtarma” kaygısıyla ve yalnızca devleti yönetenlerle sınırlı bir bağlam-da düşünülen ve başlatılan batılılaşma siyasetlerinin zaman içinde hemtopluma yaygınlaşmasıyla, hem de Batı’nın ve Batı’yı oluşturan değer-lerin bizzat kendilerine ulaşmanın bir hedef olarak benimsenmesiylekarşılaşıyoruz.

Mümtaz Turhan, batılılaşma maceramıza ilişkin gerçekleştirilen tar-tışmaları, taraftarlarını ve temel yaklaşımlarını şöylece özetliyor:

Bunlardan birinci grup son inkılâblarla garblılaşma hareketinin esas iti-bariyle tamamlanmış olduğuna, geri kalan kısımların ergeç kendiliğin-den tahakkuk edeceğine inanmakt[ad]ır. Bu gruba göre, esas dâva,bunların muhafazasından ve halka mal edilmesinden ibarettir. Bunlar,icap ederse bu hususta şiddete başvurulmasına taraftardırlar.

İkinci grup ise, bundan evvelki değişmeler gibi son inkılâpları da be-nimsemekle, bunların muhafaza edilmesi lüzumuna kani olmakla bera-ber, garplılaşmanın tamamlanmış olduğuna inanmamaktadır. Garptanalınması icap eden hakikî bazı unsurların ve müesseselerin hâlâ alına-madığına, bunların lâyıkıyla kavranıp benimsenmediğine, binaenaleyhbu hususta henüz kat’î adımın atılmadığına ve daha yapılacak birçokşeylerin bulunduğuna kanidir.

Birinci grubdakilerin kendi aralarında mütecanis ve müttehit olmaları-na mukabil ikinci grup, bu kadar uzun süren garblılaşma cehdinin mu-vaffak olmamasının sebepleri ve garp medeniyetinin esas kıymetlerinintâyini ve bunların benimsenip memlekette gerçekleştirilmesi çareleri ba-kımından tâli gruplara ayrılmaktadır. Bunları da şöyle sıralayabiliriz: (1)Garplılaşma tamamlanmamıştır ve bu şartlar altında tahakkuku damümkün değildir. Çünkü garp medeniyetini meydana getiren eski Yu-nan ve Lâtin kaynaklarına inilememiş ve onlarla temas devam ettirile-memiştir. Binaenaleyh garplılaşabilmek için her şeyden evvel bu kaynak-lara inmek lazımdır. (2) Garp medeniyeti eski Yunan ve Lâtin kültürçevresi içinde meydana gelmiş bir Hıristiyan medeniyetidir. Bizim bumedeniyeti dıştan taklit etmek suretiyle ona intisap etmemiz mümkündeğildir. Bunun için evvelâ Yunan ve Lâtin medeniyetinin kaynaklarınainmek, sonra da İslâmlıkla Hıristiyanlığın esaslarını telif etmek lâzımdır.(3) Bugünkü garp medeniyeti, bizim onu taklide başladığımızda buldu-ğumuz ve anladığımız eski garp medeniyeti değildir; o artık tarihe ka-rışmış bulunmaktadır. Bugünkü garp medeniyeti bu asrın başından be-ri, bilhassa İkinci Harpten sonra, eski materyalist hüviyetini değiştirerekmistik istikamette mânevî kıymetlere yönelmiştir. Bu itibarla bizim onuhâlâ eski halinde imiş gibi taklide devam etmemiz çok yanlış bir hare-

DÎVÂN2005/2

6

Yücel BULUT

Page 7: Türkiye’nin Yücel BULUT çağdaş tarihine ilişkin bazı …rı Çağlar Keyder’in yazısının tam metni için bkz. “1990’larda Türkiye’de Modernleşmenin Doğrultusu”,

kettir. (4) Bu grup mensuplarına felâh bulmaz septikler diyebiliriz.Bunlar asırlar süren muvaffakiyetsiz bir garblılaşma cehdinin yılgınlığıiçinde haricî bazı fikir cereyanlarının ve haksız ithamların tesiri altındabedbinliğe sürüklenmiş münevverlerdir. Bir kısmına göre biz bir göçe-be kavim olduğumuz için daha fazla medenileşmemiz mümkün değil-dir veya Müslümanlık terakkimize mânidir. Diğer bir kısmına göre iseher millet gibi biz de itilâ devrini yaşamış, enerjimizi tüketmiş bulunu-yoruz. Bizim artık ilerlememiz, garblılaşmamız mümkün değildir. Za-ten garp medeniyeti de aynı şekilde son günlerini yaşamaktadır.8

Bu yazıda, yukarıdaki iki çalışmadan yaptığımız uzun alıntılarla, ül-kemiz için ne denli önemli, kadim ve ihmal edilemez bir öneme sahipolduğunu vurgulamaya çalıştığımız batılılaşma/modernleşme serüve-nimizin ele alınışına ilişkin belli yaklaşımları değerlendirmeye çalışaca-ğız. Başlangıç tarihinden başlayarak gelişim seyrine, amaçlarına, yön-temlerine, hedeflerine ve sonuçlarına ilişkin yığınla farklı değerlendir-menin olduğu; devlet ve toplum düzeyinde yaşadığımız parçalanmış-lığın en belirgin şekilde yansıdığı bir meselede bütün tartışmaları ku-şatamayacağımız aşikârdır.

II

Türkiye’nin yaklaşık son 200-300 yıllık tarihini değerlendirmek, ilkelde, bu dönemi tanımlamak üzere tercih edilen kavramlara ilişkin birtartışmayı gerekli kılar. Bu uzun tarih, yalnızca Osmanlı Devleti’nindeğil, tüm Batı-dışı dünyanın, Avrupa’yla karşılaşmasının tarihidir. Buuzun zaman dilimi, aynı zamanda, hakkında devasa bir literatür oluş-masına karşın, hangi koşullarda ve nasıl ortaya çıktığı bugün bile tar-tışmalı olan modern Avrupa toplumunun gelişmişliği karşısında Avru-pa-dışı toplumların bu bela ile baş edebilme yolları üzerinde düşün-dükleri ve bir hal yolu bulma çabası içerisine girdikleri bir sürece kar-şılık gelir. Kolaylıkla da anlaşılacağı gibi, endüstriyel devrimini gerçek-leştirmiş, siyasal ve kültürel yapılarını belli bir düzene oturtmuş vetüm dünya üzerinde emperyal girişimleriyle temayüz etmiş Avrupadevletleriyle karşılaşan dünyanın diğer toplumları, bu uzun zaman di-limi boyunca, direnişten uzlaşmaya, geleneksel sistemini ihyadan bü-tünüyle farklı ve yeni bir sistem inşa etmeye varıncaya kadar pek çokfarklı çözüm denemesinde bulunmuştur.

Kendi örneğimize dönecek olursak, Osmanlı’nın son dönemindenitibaren yaşadığımız bu tarihsel süreci tanımlamaya ve açıklamaya yö-

DÎVÂN2005/2

7

Türkiye’nin Ça¤dafl Tarihine ‹liflkin Baz› Gözlemler

8 Turhan, a.g.e., s. 12-14.

Page 8: Türkiye’nin Yücel BULUT çağdaş tarihine ilişkin bazı …rı Çağlar Keyder’in yazısının tam metni için bkz. “1990’larda Türkiye’de Modernleşmenin Doğrultusu”,

nelik adlandırma girişimlerinin bu zenginliği ne ölçüde yansıttığı daüzerinde durulması gereken önemli bir meseleyi teşkil etmektedir. Sözkonusu tarihsel sürecin adlandırılmasında, elbette, adlandırıcıların dü-şünce dünyalarının, dünya görüşlerinin bariz bir etkisi vardır. O ne-denle de, kullanılan her bir kavramın söz konusu tarihsel sürece farklıbir zaviyeden bakan ve araştırmaya konu edinen tarihsel olayları da bubakış açısına göre yeniden kurguladığını göz ardı etmemek gerekir. Buise, yaşandığında mutabakat olunan fakat bir noktadan sonra takipedilmesi dahi güç hale gelen -kimi zaman birbiriyle taban tabana ters,kimi zaman birbirine çok yakın, kimi zaman ise aynıymış gibi görün-mesine karşın ciddi farklılıklar içeren- bir yorum çeşitliliğiyle karşı kar-şıya bırakır bizi. Araştırmacıların, bu tarihsel süreci, zihinlerinde varolan şablonlara uygun olarak açıklama gayretleri, ister istemez, bu ta-rihin ve bu tarihi yaşamak durumunda kalmış toplumların özgül yan-larının görmezden gelinmesini doğurmaktadır. Bu ise, meseleyi dahada karmaşık hale getiren ve süreci anlamayı zorlaştıran önemli bir et-ken olarak karşımıza çıkar. Bu da, elbette, Osmanlı batılılaşmasına vehatta daha genel olarak dünyanın batılılaşmasına ilişkin mebzul mik-tarda çalışmanın varlığına karşın, Batı-dışı toplumların yaşadığı bu ta-rihsel sürece ilişkin hâlâ açıklanamamış ve aydınlatılamamış pek çokhususun varlığını açıklayıcı bir unsurdur.

Aşağıda, muhtevalarına çok da fazla girmemeye özen gösterilerek, -daha önceki sayfalarda aktarılan Sibel Bozdoğan-Reşat Kasaba veMümtaz Turhan’ın görüşlerine ek olarak- araştırmacılarımızın halenyaşamakta olduğumuz bu tarihsel süreci adlandırmak için önerdikleribazı kavramlar sunulmuştur. Gerek Osmanlı’nın ve gerekse de tümBatı-dışı dünyanın, mezkûr tarih diliminde yaşamış olduğu tecrübe, enyaygın bilinen ifadesiyle batılılaşma olarak adlandırılmıştır. M. ŞükrüHanioğlu, Tanzimat’tan beri gerçekleştirilen değişiklikleri ifade için enuygun tabir olduğu kanaatini taşıdığı “Batılılaşma (Garplılaşma) tabi-ri”nin “genel olarak, Batı ülkeleri dışında kalan toplumlarda, özel ola-rak da Osmanlı İmparatorluğu ile Cumhuriyet Türkiyesinde Batı’nıngelişmişlik seviyesine ulaşmak için gerçekleştirilen siyasi, sosyal ve kül-türel hareketleri ifade etmek üzere kullanılmakta”9 olduğunu belirt-mektedir. Hanioğlu, devamla da, Osmanlıların Batı’ya yönelişlerininbaşlangıcından itibaren yaşanan,

(...) değişim, başkalaşma ve gelişmelere, bir taraftan sosyal olayların ka-rakteri, diğer taraftan Osmanlı Devleti’nin tarihî özelliği ve coğrafî ko-numu dikkate alınarak birçok isim verilmiştir. XVIII. Yüzyılın başların-

DÎVÂN2005/2

8

Yücel BULUT

9 M. Şükrü Hanioğlu, “Batılılaşma”, DİA, TDV İslam Araştırmaları Merkezi,İstanbul 1992, c. V, s. 148.

Page 9: Türkiye’nin Yücel BULUT çağdaş tarihine ilişkin bazı …rı Çağlar Keyder’in yazısının tam metni için bkz. “1990’larda Türkiye’de Modernleşmenin Doğrultusu”,

da teceddüd veya ıslahat, daha sonra Tanzimat olarak adlandırılan ha-reketler, İstanbul’un çeşitli kesimlerindeki farklı yaşayış biçimlerini deifade etmek üzere asrîlik, asrîleşme gibi benzer kavramlarla da anlatıl-maya çalışılmıştır. Osmanlılar’ın son yılları ve Cumhuriyet’in başların-da gözlenen gelişmeler Batılılaşma hareketini ifade edecek bir tarzdamuasırlaşma, muasır medeniyet seviyesine ulaşma gibi tabirlerle deanlatılmış, dildeki sadeleştirme gayretleriyle zamanla bunun yerineçağdaşlaşma deyimi benimsenmiştir.”10

demektedir.

Şerif Mardin ise, Batıcılık tabirini Hanioğlu’nun tarif ettiği Batılı-laşma sözcüğüne benzer şekilde tarif etmektedir:

[Batıcılık], Osmanlı İmparatorluğu’nda başlayıp Cumhuriyet Türki-yesinde yeni boyutlar kazanan, Batı Avrupa’nın toplumsal ve fikirselbileşimini erişilmesi gereken bir hedef olarak gören yaklaşım. Bu gö-rüş bazen ılımlı bir biçimde ortaya çıkmış, bazen çok köktenci -gele-neksel kültür ögelerimizi eleştiren ve karşısına çıkan- boyutlar kazan-mıştır. Ancak sözcüğün kendisi daha çok Batı’yı her hususta örnek al-mak isteyenlerin yaklaşımını adlandırmak için kullanılmıştır.11

Kemal Tahir, ilgilendiğimiz tarihsel süreci adlandırmak için Batılaş-ma sözcüğünü kullanır. Ona göre, “Batılaşma kelimesinde, batılı olma-yan bir toplumun, kendi benliğinden vazgeçerek, ondan büsbütün sıy-rılarak bir başka ‘şey’ olmağa çabalaması, yani imkânsızı zorlaması an-lamı vardır.”12 Kemal Tahir, hatta Batılaşmalardan söz eder: “AslındaOsmanlı tarihinde iki batılaşma olayı vardır. (a) Batıdan devşirme alıpbatıya saldırmak dönemindeki batılaşma, (b) Batıdan dayak yiyerek, ba-tıdaki topraklarını bırakırken, kendisinden devşirmeler yetiştirerek bun-ların ihanetine devleti açık tutmak batılaşması. 1839’daki batılaşma.”13

Kemal Tahir’e göre Batılaşma; Batılıların kendi çıkarlarına uygunolarak düşünüp hazırlamış oldukları ve bizi zorla soktukları bir süreç-tir. İçimizden kendilerini taklit eden gönüllü aydın sürüleri devşirdik-

DÎVÂN2005/2

9

Türkiye’nin Ça¤dafl Tarihine ‹liflkin Baz› Gözlemler

10 Aynı yerde.11 Şerif Mardin, “Batıcılık”, Türk Modernleşmesi, Makaleler IV, M. Türköne

ve T. Önder (der.), İletişim Yay., İstanbul 2002, 10. Baskı, s. 9. Bu yazıilk olarak Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi’nde yayınlanmıştı(İletişim Yay., İstanbul 1983, c. I, s. 245-250). Şerif Mardin, “Tanzi-mat’tan Sonra Aşırı Batılılaşma” başlıklı bir diğer çalışmasında ise TürkBatılılaşması ve Türk modernleşmesi gibi tanımlamaları kullanmıştır(A.g.e., s. 21-79).

12 Kemal Tahir, Notlar, c. XI, Batılaşma, Cengiz Yazoğlu (yay. hzr.), BağlamYay., İstanbul 1992, s. 109.

13 Kemal Tahir, a.g.e., s. 13.

Page 10: Türkiye’nin Yücel BULUT çağdaş tarihine ilişkin bazı …rı Çağlar Keyder’in yazısının tam metni için bkz. “1990’larda Türkiye’de Modernleşmenin Doğrultusu”,

lerini ve -Niyazi Berkes’e ve Mümtaz Turhan’a da bir tür cevap verirgibi- “batırmaktan başka sonuç” vermesinin mümkün olmadığını dü-şündüğü bu süreç nedeniyle 200 yıldır bocaladığımızı ve Garplılaşma-nın “salhane kapısında” olduğumuzu vurgulamaktadır.14

Niyazi Berkes, “modern toplum ve ekonomi düzenine geçişin tarih-sel bir zorunluluğu olduğunu” belirtiyor.15 “Reform tarihimizin tabaşından bu yana gericilerin karşısındaki reformcular[ın], Türkiye’ninkalkınma davasının özünü, anahtarını bulama”dıklarını belirten Ber-kes, “Batı uygarlığını benimseme işi (zamanımızda olduğu gibi) dönedolaşa anlamı kaçan bir ‘batılılaşma’ işi biçimine girmiştir. Yalnız dış-tan görülenin taklitçiliği anlamına gelen bu ‘batılılaşma’nın temsilcile-ri olan ilericiler çok kez ancak Batı devletlerinin baskısı altında batılı-laşma yolunda işlere kalkmışlardır.”16 demektedir. Berkes, devam edensayfalarda,

Bizde batıcılıkla anlaşılan şey Türk evrimini çağdaş uygarlığa uygunyönde geliştirmektir. Halbuki Avrupa’da ve Amerika’da batılılaşma vebatıcılık; Batı diplomasisine uyma anlamına gelir. Bu yüzden onlaragöre Kemalist dönem Batı aleyhtarlığı, Menderes dönemi Batıcılık dö-nemidir! Batı diplomasisinden bağımsız olan bir batıcılık, Batı dilinde,Batı düşmanı kötü bir ulusçuluk demektir.17

şeklinde yazar.

Niyazi Berkes, Osmanlı Devleti’nin son döneminde yaşanmaya baş-lanan bu tarihsel süreci, bir başka çalışmasında çağdaşlaşma sözcüğüy-le tanımlamaya çalışır. Çağdaşlaşma sözcüğünü ise, “laikleşme/sekü-lerleşme” anlamında kullanır. Bilindiği üzere, Türkçe’de Türkiye’deÇağdaşlaşma ismiyle yayınlanan kitabının İngilizce aslı The Develop-ment of Secularism in Turkey18 ismini taşır. Berkes, Osmanlı’nın sondöneminden itibaren yaşadığımız tarihsel süreci, “belirlenmiş bir he-

DÎVÂN2005/2

10

Yücel BULUT

14 Kemal Tahir, a.g.e., s. 107.15 Niyazi Berkes, Türk Düşününde Batı Sorunu, Ankara-İstanbul: Bilgi Yay.,

1975, s. 20.16 Berkes, a.g.e., s. 28.17 Berkes, a.g.e., s. 29.18 Montreal: McGill University Pres, 1964. Eser, Cumhuriyet’in 50. yılına ar-

mağan olarak yine bizzat yazarı tarafından tercüme-telif edilerek Türki-ye’de Çağdaşlaşma (Bilgi Yay., Ankara 1973) adıyla yayınlanmıştır. Ber-kes’in çağdaşlaşma ve laiklik konusundaki görüşlerinin daha açık bir anla-tımı, onun Teokrasi ve Laiklik (Adam Yay., İstanbul 1984) başlıklı eserin-de bulunabilir. Aslında bu iki çalışma birlikte okunduklarında daha faydalısonuçlara varmak mümkün olacaktır. Berkes’in düşünceleri için bkz. Fah-rettin Altun, “Niyazi Berkes ve Eserleri Hakkında”, TALİD, 2004, (TürkSiyaset Tarihi), c. II, sy. 1, s. 439-474.

Page 11: Türkiye’nin Yücel BULUT çağdaş tarihine ilişkin bazı …rı Çağlar Keyder’in yazısının tam metni için bkz. “1990’larda Türkiye’de Modernleşmenin Doğrultusu”,

defe doğru ilerleyen insanlık tarihi” anlayışı çerçevesinde ele alır. Ya-pılan reformları ya da düzenlemeleri de, toplumu bu hedefe ulaştırıpulaştırmayacaklarına göre değerlendirir. Siyaset adamlarımız hakkın-daki kanaatleri de yine bu hedef doğrultusunda şekillenir.

Cengiz Aktar, batılılaşma yerine batılılaştırılma sözcüğünü kullan-mayı tercih eder. Türkiye’nin Batılılaştırılması başlığını taşıyan ese-rinde neden böylesi bir adlandırmayı tercih ettiğini ise şu şekilde ifa-de etmektedir:

Ne Fransızca’da ne İngilizce’de tek sözcükle Batılılaştırılmayı anlata-bilmek zor. Söz konusu edilgenliğin baskın Batı dillerinde tek sözcük-le söylenememesi, ‘Batı’ya maruz kalmış’ bir ülkenin dilinde mevcutolması ise doğal. Batılılaştırılma zorlama bir kavram. Batılı olmayanıBatılı yapmak bir zorlama. Batılıdan başka Batılı olan yok, oldurulan-lar var. Bu edilgenlik, öte yandan bir çeşit yenilgi. Hele Osmanlı gibiBatı’nın onulmaz çekimine rağmen onun tahayyülünü aşağılamış birimparatorluk söz konusu olunca, yenilgi varoluşsal bir hezimet boyut-larına ulaşıyor. Resmi söylem ve yaygın ideolojiler ise bunun edilgen-lik değil, sadece evrensel işleyişin bir tezahürü olduğunu söylemekte.Yani tarihin orada burada tekerrürü. Avrupa’nın birkaç yüzyıl öncegerçekleştirdiğini, geriden gelenler haliyle daha sonra gerçekleştirmişolacaklardır. Biraz rötar, hepsi bu kadar. Bu Darwinci çizgisellik tüminsanlığın, Avrupa’nın modernleşmeden önce bulunduğu yerden geç-miş olduğunu kuramsal olarak varsaymak zorunda olduğu ölçüde ta-rihten çok bir efsane konumunda.

Bu kuramsal tıkanıklık Batılılaşmadan ziyade Batılılaştırılma kavramı-na davet çıkartıyor. Çünkü ‘biz niye daha hâlâ adam olamıyoruz’ so-rusunun cevabı ‘dur işte, yavaş yavaş, sabret’ değil. Öyle olsaydı, yani,Batılaşma evrensel ve ontolojik bir konumda olsaydı, modern iletişimve teknikle azgelişmişlikten gelişmişliğe götüren evreleri, çağları atla-yı atlayıverip gerçek bir demokrasiye kavuşuverirdik.19

Hilmi Ziya Ülken, Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi adlı meşhureserine

Türk düşüncesi son yüzyılda Batı kültürü ile temasların çoğalması so-nunda yeni bir devreye girmeye başlamıştır. Böylece, İslam medeniye-ti çevresinde paien inanç ve düşüncelerin yerine nasıl yeni bir düşün-ce tarzı doğmuşsa, bu son temaslar çoğaldıkça yeni bir düşünce tarzı-nı benimseme imkânları da meydana çıkmıştır.20 DÎVÂN

2005/2

11

Türkiye’nin Ça¤dafl Tarihine ‹liflkin Baz› Gözlemler

19 Cengiz Aktar, Türkiye’nin Batılılaştırılması, Fr. çev. Temel Keşoğlu, Me-tis Yay., İstanbul 1993, s. 13.

20 Hilmi Ziya Ülken, Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, Ülken Yay., İstan-bul 1979, 2. Baskı, s. 17.

Page 12: Türkiye’nin Yücel BULUT çağdaş tarihine ilişkin bazı …rı Çağlar Keyder’in yazısının tam metni için bkz. “1990’larda Türkiye’de Modernleşmenin Doğrultusu”,

cümleleriyle başlar. Ülken, Avrupa’nın skolastik çağdan “eşsiz bazışartların yardımı ile” kurtulduğunu ifade ettikten sonra da, CengizAktar’ın isimlendirmesini haklı çıkaran bir zorunluluktan söz eder:

Batı kültürü önce ekonomik-siyasi alanda, sonra bütün değerler alanın-da dünya görüşü olacak kadar genişlediği zaman 16ncı yüzyıldan son-ra onun gelişme hızına ayak uyduramıyan başka kültürler için tek yolkalıyordu: Modernleşmek. Çünkü bu artık, Batı veya Doğu’nun karşı-laşması, kapalı eski kültür çevrelerinin alış verişi değil, dünya ölçüsün-de (oecuménique) karakteri olan yeni kültüre katılmadan başka bir şeyolmayacaktı.21

Hilmi Ziya Ülken, Hıristiyan Batı ile tarihsel olarak ilişkide olantopluluklarla böyle bir ilişkisi olmayan toplulukların modernleşme ça-baları ve başarılı olup olmamaları konusuna değinerek tartışmayı sür-dürür. İlerleyen sayfalarda da, kitabının ismine yakışır şekilde modernBatı ile özdeşleştirilen bu çağdaş düşüncenin Osmanlı ülkesinde çokfarklı aktörler eliyle sokulması ve geliştirilmesi serüvenini irdelemeyegirişir.22

“Türkiye’de Çağdaş Düşünce” tamlamasına çok yakın gözüken fa-kat öz itibariyle oldukça farklı anlamlar taşıyan bir diğer tamlama da“Çağdaş Türk Düşüncesi” tamlamasıdır. Birinci tamlamada, bağımsızdeğişken olarak -Berkes’in kullandığı anlamda- “çağdaşlık” ve Bozdo-ğan-Kasaba’nın eserinde vurgulandığı şekliyle “modernlik” üzerinevurguda bulunulmaktadır. Bu anlamda modernlik -ya da, tam karşılığıolmasa da çağdaşlık- ise; bilindiği üzere dünyevîlik/laiklik, bireycilik,akılcılık ve pozitivizm gibi aydınlanmacı değerlerle tanımlanır. Dolayı-sıyla “çağdaş düşüncenin Türkiye’deki tarihinden” söz etmek; evren-sel olduğu iddia edilen ve bu yönüyle Batı-dışı toplumlara da benim-setilen Avrupa-merkezci değerlerin, tarihin belli bir döneminde ve bel-li şartların dayatmasıyla Osmanlı ülkesine girişinden, dolaşımından veyaratmış olduğu sonuçlardan söz etmek anlamına gelir.

İkinci tamlamamız olan “çağdaş Türk düşüncesi” tamlamasında ise,belirleyici olan “Türk düşüncesi”dir. Bu anlamda “çağdaş Türk düşün-cesinin tarihi”nden söz etmek de, İslam’la belirlendiği -ve hatta özdeş-liği- varsayılan Türk düşüncesinin -yalnızca zamansal bir anlam ifadeeden- çağdaş dönemde meydana gelen gelişmeler karşısında sergilenen

DÎVÂN2005/2

12

Yücel BULUT

21 Ülken, a.g.e., s. 18.22 Hilmi Ziya Ülken’in çalışmalarını Türk modernleşmesi bağlamında ele

alan bir değerlendirme için bkz. Yücel Bulut, “Türk Modernleşmesi Bağ-lamında Hilmi Ziya Ülken”, Türk Yurdu, Şubat 2002, c. XXII, sy. 174,s. 51-55.

Page 13: Türkiye’nin Yücel BULUT çağdaş tarihine ilişkin bazı …rı Çağlar Keyder’in yazısının tam metni için bkz. “1990’larda Türkiye’de Modernleşmenin Doğrultusu”,

davranışların ve alınan tavırların tarihinden söz etmek anlamına gelir.Bu yönüyle çağdaş Türk düşüncesi, bir anlamda, modern olana, aydın-lanmacı ve kapitalist değerlere bir karşılık verme iddiasını da içerir.Başka bir deyişle, çağdaş Türk düşüncesi çağdaş dönemde modernliğemündemiç olan toplum ve birey anlayışlarına bir alternatif üretme, da-ha doğrusu sahip olduğu alternatif değerleri dillendirme çabasındadır.

Meseleye bu açıdan yaklaştığımızda, Türkiye’de, hem “çağdaş dü-şünce”nin, hem de “çağdaş Türk düşüncesinin” ayrı ayrı tarihlerindensöz etmek mümkündür. Bu yönüyle, söz konusu iki tamlama, birbiri-ne hem paralel, hem de karşıt olarak gelişen iki ayrı oluşuma, iki ayrısürece verilen farklı isimlendirmelerdir. O nedenle, Osmanlı’nın sondöneminden itibaren yaşadığımız süreçte çağdaş düşüncenin çağdaşTürk düşüncesi aleyhine gittikçe kalınlaşan, belirginleşen ve hâkim ha-le gelen bir tarihinden söz etmek belki de daha doğru olacaktır.

Farklı anlamlara, farklı gündemlere ve farklı niyetlere sahip olmala-rına karşın, mezkûr iki tamlamanın bugün aynı şeymiş gibi algılanma-sı, yukarıda sözünü ettiğimiz çağdaş düşüncenin Türkiye’de egemen-lik kurmasından kaynaklanmaktadır. Başka bir deyişle, bugün çağdaş-lık veya modernlik kavramlarıyla ifade edilen değerler manzumesininsavunucusu olarak ortaya çıkan aktörlerin siyasal ve ekonomik olarakelde etmiş oldukları üstünlükler, aynı dönemde fakat farklı amaçlarlaortaya çıkmış ya da batılılaşmaya başlanılan dönemde ülkedeki mev-cut olan düşünceleri perdelemiştir. Bu perdeleme nedeniyle olsa ge-rek, Türkiye’nin yaşadığı bu topyekûn dönüşüm sürecinde yaşananlar,ortaya çıkan aktörler ve dile getirilen düşünceler arasındaki farklılıklarhakkıyla tartışılamamaktadır. Buna bağlı olarak da, üzerinden yüzler-ce yıl geçmiş olmasına rağmen ve hakkında mebzul miktarda çalışmaolmasına karşın, geçmişimizi ve geleceğimizi yakından kayıtlayan butarihsel dönem hâlâ araştırılmayı ve aydınlatılmayı bekleyen yığınla so-runa sahip olarak araştırmacıları beklemektedir.

III

Nasıl adlandıracak olunursa olunsun, yaşandığı inkâr edilemeyecekyaklaşık 200 yıllık bu tarihsel süreç hakkında yaygın olarak dile getiri-len belli kanaatler bulunuyor. Meselâ Hilmi Ziya Ülken, “Tanzimat-tan Sonra Fikir Hareketleri” başlıklı yazısında şöyle demektedir:

Bununla beraber Tanzimatın getirdiği bütün bu yenilikler eski mües-seselerin yanıbaşında onlara yabancı ve uzun müddet birbirine kapalıyeni müesseselerin doğmasına sebep olmuştur. Başka tabirle Tanzima-

DÎVÂN2005/2

13

Türkiye’nin Ça¤dafl Tarihine ‹liflkin Baz› Gözlemler

Page 14: Türkiye’nin Yücel BULUT çağdaş tarihine ilişkin bazı …rı Çağlar Keyder’in yazısının tam metni için bkz. “1990’larda Türkiye’de Modernleşmenin Doğrultusu”,

tı takip eden devirde ve bu devrin mütefekkirlerinde tam bir düalizmhâkimdir. (…) Tanzimatı takip eden tefekkür ya tamamiyle kendi mu-hitine kapılarını kapamış bir garp hayranıdır. Yahut onun içinde iki şah-siyet yaşar: Bir tarafında içine kapanmış ve şeklini kaybetmiş şark, öte-de, muhtevasız ve realiteyle bağları zayıflamış garp. Ruhda İslâm veşarklı, şekilde garplı olmak isteyen bu düalist Tanzimat zihniyetini engüzel ifade eden yine Namık Kemal’dir.23

Bu değerlendirmenin devamı olarak düşünülebilecek bir diğer eleş-tiri de; Osmanlı reformcularının Batı’yla ilgili değerlendirmelerininsığlığına, eklektik bir zihne sahip oluşlarına ve bu sebepler dolayısıylada radikal bir reform süreci gerçekleştiremediklerine ilişkindir. Söz ko-nusu eleştiriler, elbette batılılaşma siyasetlerinin -eleştirilerin dile geti-rildiği zaman dilimindeki- yansıyan başarısızlıklarının sebeplerine iliş-kin bir açıklama gayesiyle dile getirilmiştir ve belli yönleriyle de haklı-lık içeren tespitlerdir. Fakat bu, dile getirilen eleştirilerin bütünüylehaklı olduğu anlamına gelmez. Eleştirilen reformcular, haleflerindengelen eleştirilere maruz kaldıkları davranışlarını zihinsel bir eksiklik ne-deniyle yapmamışlardır. Hatta benzer eleştirileri, bu uzun tarihsel sü-reç içerisinde görev almış reformcuların kendi seleflerine de yönelttik-lerini de söyleyebiliriz. Başka bir ifadeyle, her bir dönemin reformcu-larının benzer eleştirileri kendilerinden önceki reformcular kuşağınayönelttiklerini ve bu durumun zincirleme bir şekilde devam ettiğinisöylemek mümkündür. O nedenle, bu eleştirilerin içeriklerine ilişkinbir tartışmaya girmeden evvel, dönemsel olarak tekrarlanan bu eleşti-riler silsilesini doğuran koşulların neler olduğu üzerinde durmak belkide daha anlamlıdır. İşte tam da bu noktada, -tartışılabilir nitelikler ta-şıyan bir tasnif olmasına karşın- Osmanlı tarihini kronolojisi ve dö-nemlendirmesi açıklayıcı özellikler göstermektedir.

Tarih kitaplarımızda yaygın olarak, Osmanlı Tarihi’nin kabaca 1299-1453 yıllarını kapsayan dönemini Kuruluş Devri; 1453-1579 arasıYükseliş Devri; 1579-1683 arası Duraklama Devri; 1683-1792 arasıGerileme ve 1792-1920 arası ise Yıkılma devri şeklinde 5 temel döne-me ayrılması ve adlandırılması ile karşılaşılır. Tasnifleme çabası, Os-manlı tarihinin son dönemlerinde daha da ayrıntılı bir biçimde devamettirilir. Örneğin Yıkılma Devri; 1683-1792 arası Ric’at (çekilme),1792-1839 arası Islahat, 1839-1876 arası Tanzimat, 1876-1908 arasıI. Meşrutiyet ve 1908-1920 arası da II. Meşrutiyet devirleri olarak altdönemlere ayrılır.

DÎVÂN2005/2

14

Yücel BULUT

23 Hilmi Ziya Ülken, “Tanzimattan Sonraki Fikir Hareketleri”, Tanzimat I,Maarif Matbaası, İstanbul 1940, s. 761-762.

Page 15: Türkiye’nin Yücel BULUT çağdaş tarihine ilişkin bazı …rı Çağlar Keyder’in yazısının tam metni için bkz. “1990’larda Türkiye’de Modernleşmenin Doğrultusu”,

Yukarıda sunduğumuz bu Osmanlı tarihinin dönemlendirmesindende kolayca anlaşılacağı üzere; Osmanlı’nın yenileşme çabalarının ger-çekleştiği dönem, aslında, Osmanlı Devleti’nin hukukî olarak yıkılışıy-la sonuçlandığı aşikâr olan bir çöküş sürecidir. Bu çöküş sürecininözellikleri ve dayattığı koşullar, her şeyden önce, yukarıda Osmanlı re-formcularına yönelik olarak dile getirilen eleştirilerin muhatabı tavır-ları anlayabilecek bir çerçeve sunmaktadır.

Buradan reform hareketlerinin ve reformcuların bir başka özellikle-rini daha görmek mümkündür. Söz konusu dönemde ortaya çıkmışve belli öneriler getirmiş şahsiyetler (padişahlar, bürokratlar ya da me-mur-aydınlar) temelde, devletin bu çürüme ve çöküş sürecini durdur-mak için çabalamışlardır. Onların dertleri son derece pratik ve günlük-tür. Problemleri “Devleti kurtarmak”tır. Osmanlı devlet adamlarınınve aydınlarının fikirlerinde olduğu iddia edilen yüzeysellikler, derinle-mesine analizlerden ve programlardan yoksunluklar, eklektisizm vb.gibi eleştirilen özellikler hep bu pratik sorunlardan ve kaygılardankaynaklanmış gözüküyor.

Bu eleştiriler bağlamında hesaba katılması gereken bir diğer hususda; bu dönemin, Osmanlı Devleti’nin geleneksel kimliği, kurumlarıve siyasetiyle problemlerinin üstesinden gelemediğinin iyice açığa çık-tığının düşünüldüğü ve problemlerinin çözümü için gerek çağdaşıBatı dünyasına it görülen kurumları kendi ülkesinde ihdas etmeyi vegerekse de Batı’yla daha barışçı bir ilişki içerisinde olmayı gerekli gör-düğü bir dönem oluşudur. Böylesi bir seçeneğin ise, bir yönüyle detoplumun ve devletin hafızasında çok güçlü bir yere sahip bulunan İs-lam düşünce ve kültür geleneğinden uzaklaşma seçeneğini de içindebarındırdığı açıktır. O nedenle, batılılaşma dönemi Türk düşüncesiiçin bir yönüyle İslam kültüründen ve düşünce geleneğinden “vazge-çiş”, diğer yönüyle de Batı düşünce ve siyaset geleneğini “kabulleniş”dönemine işaret eder.

Fakat bu vazgeçiş ve kabullenme süreçleri, sanıldığı kadar problem-siz ve kolay yaşanmamıştır. Her şeyden önce, zaman içerisinde terkedilmesi hususunda elitlerimizin karar vermiş oldukları İslam geleneği-nin toplum ve devlet hayatı için taşıdığı hayatî önem, Osmanlı reform-cularının meseleleri algılama ve çözümlemelerinde ciddi etkilerde bu-lunmuştur. En azından, Osmanlı reformcularının kamuoyu karşısındakendi fikirlerinin meşruiyetini ancak bu gelenekle bağ kurduklarındasağlayabileceklerinin bilincinde olmalıydılar, zaten öyle de davrandılar.

İslam kültür, düşünce ve siyaset geleneğinin güçlü ve başarılı mira-sı; reformcular için bir meşruiyet problemi yaratmanın ötesinde, aynızamanda, geleneksel çözümlerden kolaylıkla vazgeçilmesini ve yeni

DÎVÂN2005/2

15

Türkiye’nin Ça¤dafl Tarihine ‹liflkin Baz› Gözlemler

Page 16: Türkiye’nin Yücel BULUT çağdaş tarihine ilişkin bazı …rı Çağlar Keyder’in yazısının tam metni için bkz. “1990’larda Türkiye’de Modernleşmenin Doğrultusu”,

çözümlerin kolaylıkla benimsenmesini de engellemiştir. Bu durum ay-nı zamanda, Osmanlı batılılaşmasının -bir sonraki bölümde ele almayaçalışacağımız- sürekli olarak aynı doğrultuda ilerleyen bir çizgi takipetmediği gerçeğiyle de ilişkilidir. Daha doğrusu, Osmanlı batılılaşma-sının farklı çizgiler, farklı yoğunluklar ve safhalar geçirerek ilerleyen birtarihsel süreç olmasına sebebiyet veren bir özelliktir. Bu husus, özel-likle -başarısız olarak değerlendirilen- Osmanlı batılılaşmasının -başa-rılı olarak görülen- Rus ya da Japon batılılaşmaları ile mukayesesi es-nasında açıklayıcı bir unsur olarak karşımıza çıkar.24

IV

Osmanlı’nın son yüzyıllarından başlayan yenileşme çabalarını homo-jen ve yekpare bir bütün olarak değerlendirmek ne derece doğru ola-caktır? Başlangıç olarak belirlenecek olaydan/tarihten günümüze dekyaşanan sürecin muhteva, şiddet, kapsam ve derinlik itibariyle belli biruyuma ve sürekliliğe sahip olduğu söylenebilir mi?

Geçmiş dönemlerin yenileşme çabalarına yönelik eleştirilere bakılır-sa, böyle bir uyumun varlığına ilişkin bir önkabulden hareket edildiğisöylenebilir. Ancak bu önkabullerin gerçekliğe ne ölçüde tekabül ettik-leri elbette tartışılmalıdır. Osmanlı yenileşmesine Osmanlı tarihindenkökler arama çabalarında, ilk Osmanlıca eser basan matbaaya ve İbra-him Müteferrika’ya ya da Katip Çelebi’ye yüklenen olağanüstü anlam-lar bu bağlamda üzerinde durulması gereken sorunlar yaratmaktadır.Eğer bu olayları ve kişileri Osmanlı yenileşmesinin/modernleşmesininbaşlangıcına yerleştirecek olursak sonraki süreçte bu isim ya da faali-yetlerin devamlarının gelip gelmediğini ve eğer devamları gelmediyse,bu devamsızlığın sebeplerini araştırmak gerekir. Meseleye bir başkaaçıdan daha bakabiliriz sanıyorum. Bir kişinin ya da bir faaliyetin ken-

DÎVÂN2005/2

16

Yücel BULUT

24 Türk ve Rus batılılaşmasını mukayese eden Murat Belge de bu hususa dik-kat çekmektedir: “Osmanlı için, geride kalmış bir Altın Çağ vardı ve bu herşeye bakışı belirliyordu. Pek çok incelemeci, Osmanlı’da evrensel anlamdabir ‘reform’ kavramı bulunmadığına dikkat etmek zorunda kalmıştır. Os-manlı varolan durumun iyi bir durum olmadığının fazlasıyla farkındaydı vebundan kurtulmak için sürekli uğraş içindeydi. Ancak bu uğraşın özü, ye-ni bir şey yaratmak değil, eski duruma dönmenin yolunu aramak şeklindeaçıklanabilir. (…) Rusya Batılılaşma’ya ‘Ne kadar çok Batılı olabilirim?’,Osmanlı ise ‘Ne kadar az Batılı olmakla yetinebilirim?’ sorularıyla girmişgibidirler.” Bkz. Murat Belge, “Batılılaşma: Türkiye ve Rusya”, ModernTürkiye’de Siyasal Düşünce, c. III: Modernleşme ve Batıcılık, Uygur Koca-başoğlu (ed.), İletişim Yay., İstanbul 2002, s. 46.

Page 17: Türkiye’nin Yücel BULUT çağdaş tarihine ilişkin bazı …rı Çağlar Keyder’in yazısının tam metni için bkz. “1990’larda Türkiye’de Modernleşmenin Doğrultusu”,

di çağındaki hâkim yaklaşımlardan farklı özellikler göstermesi, illâ oolayın ya da kişinin batılılaşma politikalarını bilinçli, sistemli ve bütün-lüklü bir biçimde benimsediği sonucuna varmamızı gerektirir mi?Böyle bir değerlendirme yapmak için, değerlendirmeye konu edilenkişinin tüm fikirlerinde bir tutarlılık aranmalı değil midir?

Osmanlı yenileşme tarihine ilişkin literatüründe, modernleşme po-litikalarımızın bir parçası ve hatta başlatıcısı olarak kabul edilmiş olanfakat görüşlerinin bütünsellikten yoksun bir biçimde ve yanlış değer-lendirildiği aşikâr olan birçok isme yer verildiği görülür. Bunların enmeşhurlarından bir tanesi Koçi Bey’dir. Koçi Bey Risalesi,25 Osman-lı’da çağdaşlaşmanın ilk habercilerinden olarak tanımlanır. Belli eleşti-riler dile getirmiş olması bu nitelemeyi yapmak için yeterli görülür.Ancak bu eleştirilerin kime ya da neye yöneltilmiş olduğu gibi çok te-mel bir sorun etrafında Koçi Bey’in eleştirilerini ve önerilerini gözdengeçirme gerekliliği de ortadadır. Ayrıntısına girmeden şu kadarını ifa-de edelim ki, Koçi Bey, batılılaşmanın ilk öncülerinden birisi olarakzikredilmesine karşın, risaleleri okunduğunda, onun geleneksel yapı-nın bozulmasından şikâyet ettiği ve çözüm olarak da, kanun-i kadimedönüşü önerdiği görülür.

Benzer bir durumla Kâtip Çelebi örneğinde de karşılaşırız. Ulema-ya yönelik belli eleştiriler getirmesinin, -bu eleştirilerin hangi saikler-le getirildiği üzerinde hiç durulmaksızın- onun Osmanlı’da çağdaşlaş-manın bir öncüsü olarak kabul edilmesinin yeterli görüldüğü anlaşılı-yor. Ancak Kâtip Çelebi’nin eserlerinin tamamı bütüncül bir yaklaşım-la incelendiğinde onun da çağdaşlarından ya da en azından KoçiBey’den farklı bir şey önermediği rahatlıkla görülecektir.26

DÎVÂN2005/2

17

Türkiye’nin Ça¤dafl Tarihine ‹liflkin Baz› Gözlemler

25 Zuhuri Danışman (sad.), Koçi Bey Risalesi, İstanbul: MEB Yay., (3. Baskı),1993. Koçi Bey Risalesi hakkında bir değerlendirme için bkz. Ömer Din-çer, “Koçibey Risalesi”, Coşkun Çakır (ed.), Osmanlı Medeniyeti: Siyaset,İktisat, Sanat, Klasik Yay., İstanbul 2005, s. 259-277. Stanford Shaw, Ko-çi Bey’in “geleneksel Osmanlı kurumlarının Avrupa’da gelişmiş olan herkurumdan üstün oldukları” düşüncesinde olduğunu belirtiyor. Bkz. Stan-ford Shaw, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, çev. Mehmet Har-mancı, 2. Baskı, E Yayınları, İstanbul 1994, c. I, s. 272.

26 Mesela onun Düstûru’l-amel fî ıslahi’l-halel isimli eseri bu bağlamda ince-lenebilir. Eserin, 1280 (1863) yılında “Şinasi’nin Tasvir-i Efkâr gazetesin-de, ileride kitap haline konulmak üzere, dört sahife olarak tefrika” edilmişolduğunu Orhan Şaik Gökyay belirtmektedir. Eserin bir özeti için bkz.Orhan Şaik Gökyay, Kâtip Çelebi: Hayatı, Kişiliği ve Eserlerinden Seçme-ler, Türkiye İş Bankası Kültür Yay., Ankara 2. Baskı, ts., s. 35-37 ve a.mlf.,“Düstûrü’l-Amel”, DİA, İSAM, İstanbul 1994, c. X, s. 50-51.

Page 18: Türkiye’nin Yücel BULUT çağdaş tarihine ilişkin bazı …rı Çağlar Keyder’in yazısının tam metni için bkz. “1990’larda Türkiye’de Modernleşmenin Doğrultusu”,

Bu konuyla ilgili olarak üzerinde durulması gereken noktalardan birdiğeri de, gerek askerî alanda ve gerekse de eğitim alanında yapılan ye-niliklerin tabandan başlayan ve kapsam itibariyle de bütüncüllük gibibir özelliklerinin olmayışlarının nasıl açıklanacağıdır.

Osmanlı reformlarının askerî alanda başladığı yaygın olarak dile ge-tirilen bir yargıdır. Fakat eğer Osmanlı ordusunun savaşlarda aldığımağlubiyetler bu alanda bir reformu gerektiriyorsa, neden Osmanlıordusunun temel unsurlarının ıslah edilmesine girişilmemiştir de, XVI-II. yüzyıldan itibaren çok daha küçük çaplı topçuluk vb. alanlarda birşeyler yapmaya gayret edilmiştir. Bu faaliyetlere bağlı olarak da, hende-sehaneler şeklinde eğitim alanında gerçekleştirilen yenilikleri de eğitimalanındaki reform çabalarına örnek olarak verebilir miyiz? Bu düzenle-melerin önceki dönemlerden belli bir farklılık arz ettiğinin elbette far-kındayız. Ancak bunların bir bütünlük arz etmediğinin de görülmesin-de fayda vardır.

Oysa 1826 sonrasına bakılacak olursa, gerek askerî alanda, gerekmatbuat, gerek eğitim ve gerekse de diğer alanlarda birbirini besleyen,birbirini destekleyen ve sistemik özellikleri çok daha belirgin bir re-formlar silsilesine başlandığı görülür. Devletin tebaasına yaklaşımındanbaşlayarak idarî yapıda, ekonomik yapıda, hukukî yapıda, eğitim ala-nında, askerî alanda vs. sonuçları çok daha sonraları alınacak ciddi dü-zenlemelerin başlangıçları yapılır.

İki dönem arasında, yani 1826 öncesiyle sonrası arasında reformla-rın kapsamı, derinliği, şiddeti, yoğunluğu ve hayata geçirilmesindekikararlılık gibi hususlarda ciddi bir farklılaşmanın olduğu açıktır. Yeni-liklerin derinliklerine, boyutlarına ve hızına bakıldığında bu dönem-lendirme daha iyi anlaşılabilir. Eğitim alanındaki reformlardan bürok-ratik alandaki düzenlemelere, askerî alandaki yeniliklerden kitle ileti-şim araçlarının gelişimine varıncaya kadar yapılacak bir kıyaslama bunoktada açıklayıcı olacaktır. Daha genel bir ifadeyle, ilk dönemde ya-pılan reformlar bütünden kopuk, kendi dar alanında sıkışıp kalmış vebüyük ölçüde de icracılarının hayat ya da görev süreleriyle sınırlı birözellik gösterirken; ikinci dönemde yapılan reformlar birbirleriyle bağ-lantılı, birbirlerini etkileyen ve tamamlayan özellikler gösterirler. Buyönleriyle de, Osmanlı Devleti’nin sistemsel anlamda farklı niteliktebir yapıya doğru evrimle niyetinin izlerini taşırlar.27

DÎVÂN2005/2

18

Yücel BULUT

27 M. Şükrü Hanioğlu Osmanlı’daki reform hareketlerini üç safhada ele al-maktadır. Ona göre ilk safhada “Genç Osman, IV. Murad ve Köprülülerdevrindeki ilk ıslahat girişimleri, Batı’nın taklidi gibi bir düşüncenin tama-mıyla dışında ve imparatorluğun meselelerine bütünüyle kendi iç dina- ✒

Page 19: Türkiye’nin Yücel BULUT çağdaş tarihine ilişkin bazı …rı Çağlar Keyder’in yazısının tam metni için bkz. “1990’larda Türkiye’de Modernleşmenin Doğrultusu”,

Aslına bakılırsa, daha önceki dönemlerde denenmiş olan fakat bü-tünden kopuk ve istisnaî kalan, o nedenle de kalıcı olamayan bazı re-form çabaları da, sistemin bu bütüncül değişimi döneminde daha et-kin ve kapsamlı bir biçimde yeniden aktif hale gelmiştir. Matbaa bukonuya verebileceğimiz en tipik örnektir. Bilindiği üzere, Osmanlıcaeser basan matbaa İbrahim Müteferrika tarafından 1729 yılında faali-yete geçirilmişti. Ancak 1740’lardan itibaren, zaten belli konulardave sınırlı sayıda eser basan matbaa, bir anlamda kendi haline terkedilmişti. Ancak 1826 sonrasında gerçekleştirilen ve tüm sistemintopyekûn bir dönüşümünü hedefleyen reformlar döneminde, mat-baa ve ona bağlı olarak da gazetecilik önemli ve kalıcı bir işlev yük-lenmiştir. Siyasal ve toplumsal hayatımız için işlevsel bir anlam ka-zanmasıyla birlikte matbaacılığımız da gelişim göstermiş ve kalıcı ha-le gelmiştir.

Stanford Shaw, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye adlı ça-lışmasında, 1826 öncesindeki reformları adlandırmak için bazen “ge-lenekçi Osmanlı reform çabası”,28 bazen de “gelenekçi reformcu”29

nitelemelerini kullanır. Shaw’un bu adlandırmasından ve Hanioğ-lu’nun tasnifinden de yararlanarak, Osmanlı reform hareketlerininyaklaşık olarak 1600’lerden 1826’ya kadar olan dönemini “gelenekselyapının yeniden inşası” ve 1826’dan günümüze kadar olan süreci de“yeni [Batılı/Batıcı] bir modelin yerleştirilmesi” olarak adlandırabili-riz sanıyorum.

V

Osmanlı reformlarını en temelde bu şekilde iki ana kesitte ele al-mak, reformların amaçlarını ve kapsamlarını anlayabilmek açısındanişlevsel olacaktır. Buna paralel olarak belirlenmesi gereken bir diğerhusus da, Osmanlı reform hareketlerinin başlatıcısının kim ya da han-gi kurum olduğudur. Sarayı ve ardından da, bürokrasinin -belli isim-ler hariç- çoğunluğunu gerici; Mustafa Reşit Paşa, Mithat Paşa gibisayılı bürokratları, Yeni Osmanlılar ve Jön Türkler vb. gibi aydın ha-reketlerini ve Şinasi, Namık Kemal, Sabahattin Bey vb. gibi aydınları

DÎVÂN2005/2

19

Türkiye’nin Ça¤dafl Tarihine ‹liflkin Baz› Gözlemler

miği çerçevesinde çözümler bulma düşüncesini taşımıştır.” İkinci safhadaise “(…) imparatorluğun Batı ile ilgilenmeye başlaması biçiminde ortayaçıkmıştır.” Lale Devri’nden başlayarak elçilerin gönderilmesi vb. örnekler-le bu ilgiyi ortaya koyan Hanioğlu, üçüncü safhada “(…) iç yapının yerineBatı tarzı bir yapının geçirilmesi şeklinde ortaya” çıktığından söz eder.Bkz. M. Şükrü Hanioğlu, a.g.m., s. 149.

28 Shaw, a.g.e., c. I, s. 309.29 Shaw, a.g.e., c. I, s. 327.

Page 20: Türkiye’nin Yücel BULUT çağdaş tarihine ilişkin bazı …rı Çağlar Keyder’in yazısının tam metni için bkz. “1990’larda Türkiye’de Modernleşmenin Doğrultusu”,

da ilerici olarak kabul eden ve bütün bir modernleşme tarihimizi buiki kesim arasındaki çatışma bağlamında açıklamaya çalışan değerlen-dirmelerin mevcudiyeti hepimizin malumudur. Böylesi bir ayrıştırma-nın, her şeyden önce, bu süreç içerisinde devlet yönetiminde söz sahi-bi olanların kendi geleneklerini ve tarihlerini yansıttığı açıktır. Bu çer-çevede kurgulanan tarih ise; Osmanlı-Türk modernleşmesinin tarihinianlatmaktan ziyade, bu tarihsel süreçte ortaya çıkmış ve zamanla da ik-tidar olmuş bir kesimin geleneğini/tarihini anlatmaktadır.

Osmanlı modernleşme tarihinin ilericiler ile gericilerin mücadelesişeklinde ele alan yaklaşımların, gözden kaçırdıkları ya da ırak tuttukla-rı bir diğer husus da, taraflar arasında var olan iktidar mücadelesi ve bumücadelenin etkileri ve yansımalarıdır. İktidar kavgasının yarattığı or-tamda ifade edilenlerin, bu kavganın bir gereği olarak siyasal bir pro-paganda ya da karalama niteliği taşıdığı görmezden gelinir ve muhale-fette olanlar ilerici, iktidarda olanlar ise gerici olarak nitelenirler. Oysamuhalefettekilerin söylemlerinin iktidardakiler tarafından paylaşılıppaylaşılmadığı veya onların söylemlerinin iktidardakilerin söylemlerin-den ya da icraatlarının nerelerde farklılaştığı üzerinde durulma zahme-tine katlanılmaz.

Söz konusu dönemler yakından incelendiğinde görülecektir ki, mo-dernleşme tarihimizin örnek modeller olarak öne çıkarmış olduklarıaydınların önerdikleri düşünceler, onlardan çok daha önce Devleti yö-netenler tarafından -padişah ve bürokrasi- tarafından düşünülmüş, ka-rar verilmiş ve uygulamaya sokulmuştur. Her şeyden önce ilerici ola-rak nitelenen kişiler, gerici olarak nitelenen kişilerin icraatlarının birerürünüdür.30 Dolayısıyla, iktidardakiler ile muhalefettekiler arasında ni-teliksel bir farklılıktan ziyade, düşünülenlerin hayata geçirilmesi esna-sında takip edilecek takvim ile ilgili bir farklılık bulunmaktadır. İktidar,reformları belli bir takvim dâhilinde uygulamaya sokmayı tercih et-mektedir; muhalefette kalanlar ise, bu takvime müdahale ederek dev-let idaresinde söz sahibi olmak istemektedir. Bu farkı, köklü bir düşün-sel farklılık olarak alır ve birilerini göklere çıkarırken, diğerlerini yerdenyere vuracak olursak Osmanlı modernleşme tarihinin sağlıklı bir de-ğerlendirmesini sunmuş olmayız.

O nedenle, modernleşme tarihimizin yazımında çoğunlukla ihmaledilen bir gerçeğin altını çizmekte fayda vardır: Osmanlı reform hare-ketleri, öncelikle sarayın öncülüğünde başlayan ve yürütülen hareket-lerdir. En tepede başlayan ve kademe kademe, çoğunlukla da istem dı-

DÎVÂN2005/2

20

Yücel BULUT

30 Örneğin, Jön Türkler II. Abdülhamit’in modernleşmeci reformlar bağla-mında kurmuş olduğu okullarda yetişmiş kişilerdir.

Page 21: Türkiye’nin Yücel BULUT çağdaş tarihine ilişkin bazı …rı Çağlar Keyder’in yazısının tam metni için bkz. “1990’larda Türkiye’de Modernleşmenin Doğrultusu”,

şı bir biçimde aşağılara doğru yayılan bir hareketten söz ediyoruz.31

Osmanlı sarayı, devletin bekası gibi kaygılarla bir modernleşme hare-ketine girişmeyi tercih etmiştir. Bu tercih zamanla bürokrasiye ve me-mur-aydın zümrelerimize doğru yayılmıştır. O nedenle, Batılılaşma-nın/modernleşmenin öncelikle bürokrasiyle sınırlı tutulmaya özengösterildiğini ve milletin bu süreçten özenle uzak tutulmaya gayretedildiğini göz ardı etmemek gerekir.

Elbette bu siyaset, sonuçları üzerinde düşünmeyi gerekli kılan birsiyasettir. Acaba, devletin yoğun modernleşme çabalarına karşın, bugelişmelerle tezat teşkil edecek tarzda, toplum nezdinde gelenekseldeğerlere daha sıkı sarılmanın, daha fazla dindarlaşmanın ortaya çıkı-şının tercih edilen bu siyasetle bir ilişkisi var mıdır? Reformcularıngerçekleştirdikleri reform hareketlerini sansür, sürgün vb. gibi baskı-cı önlemlerin takip etmesi; sarayda kurtuluş reçetesi olarak kerhen ka-bul edilen ve sınırları çizilen bu siyasetin kontrolsüz bir biçimde mil-lete yaygınlaşmasını engellemeye, başka bir deyişle, milleti kerhen ter-cih edilen ve -muhtemelen de geçici olacağı düşünüldüğü için olsagerek- içselleştirilmeyen ve ilk fırsatta terk edilmesi düşünülen bir be-lâdan korumaya dönük bir çaba olarak değerlendirilebilir mi? Yayın-lamış oldukları fermanlarda ya da çıkarmış oldukları kanunlarda teba-asına birtakım haklar tanımış olmalarına karşın, devlet adamlarınınpratikte bu hakların gereğini yerine getirme konusundaki isteksizlik-leri ve ayak sürümeci tavırları, Osmanlı reform sürecinin göze çarpanönemli özelliklerinden bir tanesidir. Bu, Osmanlı yöneticilerinin, enbatıcı olarak bilinenlerinin dahi, Batılılaşma siyasetine zannedildiğikadar içtenlikle sarılmadıklarının bir işareti olarak değerlendirilebilirmi? Sayısını daha da artırmanın pekâlâ mümkün olduğu bu sorularıntek bir cevabının olmadığı da açıktır. Cevaplar ne olursa olsun, nihaînoktada, Osmanlı reformcularının yetersizlik ve bilgisizlikle suçlan-

DÎVÂN2005/2

21

Türkiye’nin Ça¤dafl Tarihine ‹liflkin Baz› Gözlemler

31 Modernleşme tarihimizi takım tutar gibi ele alan bu yaklaşımlar, elbette,söz konusu süreçte meydana gelen bütün iyi şeyleri kendi, kötü işlerin ta-mamını da karşı tarafın hanesine yazarlar. Bu yaklaşımlarını, geçmişin tari-hine de kurgulamak suretiyle yaygınlaştırdılar. Bugün itibariyle de, kendi-lerini ilerici olarak niteleyenlerin siyasal, sosyal, ekonomik ve askerî açıdanegemen konumda olmaları, onların kurgulanmış tarihlerinin de kabulünüdayatıyor. Oysa yukarıda yapmış olduğumuz ve gerçeğimize çok daha ya-kın olan bu tespit, iyi bir şey olarak değerlendirilen batılılaşmanın öncüsü,başlatıcısı ve savunucu-sürdürücüsü olarak aydın-bürokratlar hakkında ya-pılan övgü dolu değerlendirmelerin sarayla da paylaşılmasını gerektirecekve elbette batılılaşmayı bütünüyle Osmanlı bürokratlarının ihanetlerinebağlayan yaklaşımları da geçersiz kılacaktır. Ama bizi, muhakkak, ayaklarıyere basan bir modernleşme tarihi anlayışına yöneltecektir.

Page 22: Türkiye’nin Yücel BULUT çağdaş tarihine ilişkin bazı …rı Çağlar Keyder’in yazısının tam metni için bkz. “1990’larda Türkiye’de Modernleşmenin Doğrultusu”,

malarına neden olan ya da kişisel özellikleriyle açıklanan hareketleri-nin, aslında, belli bir mantığı olduğu ve devletin siyasetinin süreklili-ğini yansıttığı sonucuna varılacaktır. Elbette tercih edilen siyasetin uy-gulanmasındaki yöntemlerin sağlıklı olup olmadıkları ayrıca tartışılma-lıdır. Görülen o ki, Osmanlı yöneticileri bu tavırlarıyla mümkün oldu-ğunca daha fazla zaman kazanmayı gözetmişlerdir. Ancak kazanılanzamanın faydalı bir biçimde kullanılabildiğini söylemek de o kadar ko-lay değil. Tam tersine, kazanılan zaman, bu zaman içerisinde şartlarındaha iyiye dönüştürülmesine yönelik girişimler olmadığı ya da şartlarıdönüştürme gücü yitirildiği için daha kötü koşullarda ve daha kötü so-nuçlara sebebiyet verecek adımlar atmak zorunda bırakmıştır Osman-lı yöneticilerini.

VI

Osmanlı yenileşme hareketlerinin batılılaşma doğrultusunda siste-mik bir özellik kazanmasının II. Mahmut’un padişahlık döneminerastladığını söylemek sanırım yanlış olmaz. Zira -daha önce de vurgu-landığı üzere- onun iktidarı döneminde yapılan reformlar, sistemli vebütünü hedef alan bir reform hareketinin parçalarını oluşturmaktadır.

II. Mahmut döneminde gerçekleştirilen reformların muhtevasını,kapsamını ve önemini anlamak için, aynı dönemde Avrupa’da meyda-na gelen gelişmeler önemli olabilir. Bilindiği üzere, II. Mahmut’un ik-tidarının ilk dönemi, Fransız İhtilali’ne ve ardından da Napolyon Bo-napart’ın, tüm dünyayı etkileyecek sonuçlar doğuracak olan -Mısır’ı iş-gal ve Kıta Avrupasını yeniden şekillendirmek gibi- girişimlerinin ya-şandığı bir tarih dilimine rastlar. Napolyon’un dönemin sömürgeci sü-per gücü İngiltere’yi yenilgiye uğratıp Fransa’yı tüm dünyanın patro-nu yapma girişimleri, bilindiği gibi, 1812’de Waterloo’da İngiliz kuv-vetleri karşısında uğradığı yenilgiyle sona erer. 1815’te toplanan Viya-na Kongresi, Avrupa’nın Fransız İhtilali öncesindeki statükosunun ko-runmasını riayet edilmesini öncelikli siyaset olarak benimser. Bu siya-set, Avrupa’da yeni bir devlet sisteminin de oluşturulması anlamınagelir.

Bu sürecin ve gelişmelerin Osmanlı Devleti açısından önemi, kendigücüyle ve tek başına koruyamadığı varlığını kurulan yeni devletler sis-temi içerisine dâhil olarak uluslar arası bir koruma şemsiyesi altına gi-rebilme fırsatının doğduğuna olan inançtır. Bu inanç, II. Mahmut’undış politikasını oturttuğu ana mihver olarak karşımıza çıkıyor. Osman-lı Devleti’nin belirlemiş olduğu bu dış politika, aynı zamanda iç poli-tikada da kalıcı sonuçlar doğurmuştur. Çünkü yeni kurulmakta olan

DÎVÂN2005/2

22

Yücel BULUT

Page 23: Türkiye’nin Yücel BULUT çağdaş tarihine ilişkin bazı …rı Çağlar Keyder’in yazısının tam metni için bkz. “1990’larda Türkiye’de Modernleşmenin Doğrultusu”,

sistem içerisinde yer alabilmek için, idarî yapısından ve tebaasının ko-numunun iyileştirilmesinden başlayarak Osmanlı Devleti’nde tüm sis-temi etkileyecek yeni bir reform hareketine girişmek bir zorunlulukolarak görülür. II. Mahmut dönemindeki reform hareketlerinin ger-çek anlamda Batılılaşma siyasetinin başlangıcı olarak değerlendirmeyihak etmesi de kapsamının bu genişliğinden kaynaklanmaktadır. II.Mahmut’un gerçekleştirmeye başladığı sonuçlarının ise ancak Tanzi-mat’tan sonraki dönemlerde alınmaya başlanacağı reformlarının man-tığı neydi?

II. Mahmut dönemi reformlarının başlangıç noktası olarak değer-lendirebileceğimiz en belirgin hususu, padişahın tebaasını “devletönünde eşit” gördüğünü ilan etmesidir. Onun tebaasındaki “Müslü-manların, Hıristiyanların ve Yahudilerin ancak camide, kilisede ve hav-rada birbirlerinden farklı olduklarını fakat devlet önünde eşit oldukla-rını” ifade eden sözleri; gerçekte, Osmanlı Devleti’nin gelenekselkimliğinden ve yönetim biçiminden farklılaşmaya ve uzaklaşmaya baş-ladığının ilanıdır da aynı zamanda. Zira tebaanın devlet karşısında eşitgörülmesi demek, Müslüman milletinin diğer milletlere kıyasla önce-likli yerini kaybetmesi ve gayri Müslim unsurlarla aynı seviyeye çekil-mesi anlamına gelir. Bu ise, tüm tebaayı kuşatacak yeni bir hukuk sis-teminin inşasını gerekli kılar. Anlaşılacağı üzere, yeni kamu hukuk sis-temi laik olacaktır. Bu yeni sistemin oluşumu da, kurulan yeni meclis-lerde gerçekleştirilecek kanunlaştırmalarla mümkün olacaktır. Yeni ih-tiyaçlar doğrultusunda farklı bir zihnin ürünü olarak gerçekleştirilme-ye çalışılan kanunlaştırmaları, bu yeni anlayışa ve yeni hukuk sistemi-ne uyum gösterecek ve uygulayacak yeni bir bürokratik kesimin üre-tilmesi ihtiyacı takip eder. Bu ise, eğitim sisteminin tepeden tırnağayeni baştan düzenlenmesini gerekli kılar. Eğitim sisteminin -ilk re-formların gerçekleştirildiği alanlardan bir tanesi olmasına karşın- tümsistemi kuşatacak şekilde gerçek anlamda topyekûn dönüştürülmesineyönelik girişimler bu dönemde başlar. Yurt dışından uzmanlar getirti-lerek eğitim sistemi bir düzene kavuşturulmaya çalışılır. Yeni kurum-lar tesis edilir. Bir eğitim nizamnamesi hazırlanmaya çalışılır. Yeni ku-rulan eğitim kurumlarından mezun olanların, yeni bürokraside görevalmalarına hız verilir. Bu elbette, medrese ile mektep arasında -mo-dernleşme literatüründe çokça sözü edilen- ikilik yaratır. Varlığını sür-düren eski eğitim kurumları karşısında yeni kurulan eğitim kurumla-rının belli bir avantajı bulunur. Çünkü iş imkânları itibariyle önleriaçıktır. Bunun karşısında, medreseler ise bir anlamda ölüme terk edi-lirler. Bu süreç, vakıfların belli gelirlerine el konulmasıyla daha da hız-landırılır. Tercihler zamanla daha da netlik kazanacaktır. Yeni bürok-

DÎVÂN2005/2

23

Türkiye’nin Ça¤dafl Tarihine ‹liflkin Baz› Gözlemler

Page 24: Türkiye’nin Yücel BULUT çağdaş tarihine ilişkin bazı …rı Çağlar Keyder’in yazısının tam metni için bkz. “1990’larda Türkiye’de Modernleşmenin Doğrultusu”,

ratik mekanizma içerisinde görev alanların yeni düzenlemelerden, ata-malardan vb. haberdar olmalarını sağlayacak yeni araçlara ihtiyaç du-yulduğunda da, bu ihtiyaç gazete gibi yeni bir araçla giderilmeye çalı-şılacaktır: Takvim-i Vekayi. İçeride yapılan reformların yabancı devlet-lere de sunulması bir ihtiyaçtır. Bu da başka bir gazeteyle giderilecek-tir: La Moniteur Ottomane.32

Görüldüğü üzere Osmanlı Devleti’nin koşulları Tanzimat Ferma-nı’nı ilan etmek için yeterince olgun hale getirilmiştir. Ferman’ın ilanettiği hususlara uygun düzenlemeler yapılması, uygulanması ve sonra-sında da uygulamalarda görülen aksaklıkların ve eksikliklerin giderilmeçabası Islahat Fermanı’nı doğurur. Belli uluslar arası siyasî olayların daetkisiyle Osmanlı Devleti yeni düzenlemeler yapmak ihtiyacı hissederve nihayet 1876 yılında Kanun-i Esasi’yi ilan etmek zorunda kalır. An-laşılan Osmanlı sultanları ve yöneticileri, zamanla, başlangıçta sorunla-rının çözümünde bilinçli bir tercihle girdikleri sürecin yönetimine gir-mişlerdir. Sürecin ve koşulların dayatmaları neticesinde de başlangıçta

DÎVÂN2005/2

24

Yücel BULUT

32 Bu iki gazetenin muhtevaları ve işlevleri hakkında bkz. Orhan Koloğlu,Takvim-i Vekayi: Türk Basınında 150 Yıl, 1831-1981, Ankara Basım Sana-yi, Ankara 1981. Ayrıca, Takvim-i Vekayi’den daha evvel, 1828’de yayınhayatına başlayan ve Türkçe-Arapça olmak üzere iki dilli olarak yayınlananVekayi-i Mısriyye ve iki gazete arasındaki ilişkiler hakkında bkz. A.mlf., İlkgazete İlk polemik : Vekayi-i Mısriye’nin Öyküsü ve Takvimi Vekayi İle Tar-tışması, Çağdaş Gazeteciler Derneği Yay., Ankara 1989.II. Mahmut dönemi reformlarının, Rusya’nın Çar Petro döneminde ger-çekleştirdiği reformlarla mukayese edilerek ele alınması çabalarına sınırlı daolsa rastlamak mümkündür. Bkz. İlber Ortaylı, İmparatorluğun En UzunYüzyılı, Hil Yay., İstanbul 1983 ve Murat Belge, a.g.m. Ancak kanımca,II. Mahmut dönemi reformlarının Mısır Hidivi Mehmet Ali Paşa’nın Mı-sır’da yapmış olduğu icraatlarla da mukayeseli biçimde ele alınması ilgi çe-kici sonuçlar doğuracaktır. Mısır’da Mehmet Ali Paşa’nın gerçekleştirmişolduğu eğitim, iletişim, askeriye, sanayi vs. alanlardaki reformların Osman-lı’ya etkisinin nasıl olduğu üzerinde durulmalıdır. Mısır, ayrıca gerek dahasonra Osmanlı modernleşmesinde rol almış kişilerin bir anlamda staj gör-dükleri bir merkez niteliği taşıyor olması açısından da önemlidir. Yine son-raki dönemlerde İstanbul’daki baskı ortamından kaçmayı tercih eden Os-manlı aydınları için de sığınılacak bir liman işlevi görmüştür. Bu anlamda,Jön Türklerin Selanik ve Paris’in yanı sıra önemli bir toplanma noktası ola-rak karşımıza çıkan Kahire de önemli olsa gerektir. Her şeyden önce Mısır, Tunus ya da Hindistan gibi İslam dünyasının di-ğer önemli merkezlerinde bu dönemde neler olup bittiğinin ya da bumerkezlerle İstanbul arasında nasıl ve hangi yoğunlukta bir etkileşim ol-duğunun araştırılması modernleşme tarihimiz açısından önemli sonuçlardoğuracaktır.

Page 25: Türkiye’nin Yücel BULUT çağdaş tarihine ilişkin bazı …rı Çağlar Keyder’in yazısının tam metni için bkz. “1990’larda Türkiye’de Modernleşmenin Doğrultusu”,

hiç ön görmedikleri belli düzenlemeleri yapmak zorunda kalmışlar vebir müddet sonra da, zaten, başlangıçtaki niyetler geçerliliğini yitir-meye başladı.

O nedenle, II. Mahmud dönemini önceki dönemlerden ayıran enönemli husus, batılılaşmanın bir devlet siyaseti olarak yönetici kesim-lerin tümü tarafından benimsenmesinin başlangıcını oluşturmasıdır.Elbette bu dönem henüz başlangıçtır. Ancak zamanla, atılan bu adım-lar geri dönülemez bir sistemin de yerleşmesini sağlayacaktır. O tarih-ten sonra, batılılaşmanın şekline, biçimine, yöntemine ve hızına yöne-lik belli eleştiriler olmakla birlikte bir şekilde bu sürecin ve siyasetindevam ettirilmesinin gerekliliği, devletin yönetiminde rol üstlenmiş yada üstlenmeye aday tüm kesimler tarafından inançlar ve ideolojiler üs-tü bir devlet politikası olarak kabullenilmiştir. Aynı siyasetin Cumhu-riyet Türkiyesinde de sürdürülüyor olması, bu siyasetin aynı zamandadevletler üstü bir siyaset olma özelliği taşıdığını da gösteriyor.

VII

Osmanlı modernleşmesini/batılılaşmasını dikkate almayan bir araş-tırmacının Türk gazeteciliğini, Türk romanını ya da Türk tiyatrosunulayıkıyla değerlendirebilmesi imkânsızdır. Türkiye’de bilimsel bir di-siplin olarak sosyolojinin tarihinden bahsetmek, aynı zamanda, Türki-ye’de batılılaşmanın tarihinden ve hatta Türk aydınlarının batılılaşma-ya yaklaşımlarından, batılılaşmadan ne beklediklerinden bahsetmeyigerekli kılar. Sosyoloji ya da edebiyattan örnekler vermemiz, söz ko-nusu özelliğin yalnızca bu alanlara özgü kalmasından değildir. Aynıdeğerlendirmeyi bugün üniversitelerimizde okutulan disiplinlerin ne-redeyse tamamı için söylememiz mümkündür. Türk eğitim kurumla-rının ya da Türk bürokratik aygıtının tarihini ve kazandığı özelliklerihakkıyla değerlendirmek de, yine, batılılaşmayla ilişkimizi dikkate al-madan imkânsız gözüküyor.

Dolayısıyla, Türkiye’de bugün mevcudiyetini sürdürmekte olan ku-rumların, ideolojilerin, disiplinlerin ve problemlerin büyük çoğunlu-ğunun batılılaşma çabalarımızın birer ürünü olduğunu söyleyebiliriz.Bu disiplinler, kurumlar ve araçlar; aynı zamanda ülkemizde batılılaş-manın daha sağlam bir biçimde yerleşmesinde ve yaygınlık kazanma-sında da ciddi hizmetler üstlenmişlerdir. Çünkü kendi varlıklarınındevamını, gerek Osmanlı’da ve gerekse de Türkiye’de kendi varlık se-bebi olan batılılaşmanın daha da sağlam bir biçimde yerleşmesine veyaygınlık kazanmasına bağlı gördükleri için olsa gerek, ülkemizde ba-

DÎVÂN2005/2

25

Türkiye’nin Ça¤dafl Tarihine ‹liflkin Baz› Gözlemler

Page 26: Türkiye’nin Yücel BULUT çağdaş tarihine ilişkin bazı …rı Çağlar Keyder’in yazısının tam metni için bkz. “1990’larda Türkiye’de Modernleşmenin Doğrultusu”,

tılılaşmanın ilk elde savunucuları olarak karşımıza çıkmaktadırlar.33 Onedenle, bu dönemde varlık bulmuş ya da bu tahrip edici sürecin et-kileriyle ciddi bir biçimde karşılaşmak durumunda kalan disiplinlerin,kurumların ya da araçların hangisini ele alacak olursak olalım, her bi-rinin içerisinde kendi görev alanlarına ilişkin çalışmalara ve tartışmala-ra paralel olarak, gelenek ile modern, eski ile yeni arasında açık bir ge-rilimin ve çatışmanın yaşandığı göze çarpmaktadır. Söz konusu geri-lim ve çatışmanın, çoğu zaman, gerçekleştirilen çalışmaların ve üreti-len eserlerin kaliteli ya da kalitesiz olarak değerlendirilmesinde -bu ça-lışmaların kendi iç kalitelerinin ya da tutarlılıklarının bir kenara bırakı-larak- belirleyici bir unsur olarak öne çıktığını görmek hiç de nadir birdurum değildir.34

DÎVÂN2005/2

26

Yücel BULUT

33 Şinasi’nin 1265’te Reşit Paşa’ya sunduğu kasidede onun şahsında dile ge-tirilenler, yeni tip aydınlarımızın yeni karşısındaki durumlarını da yansıtır.Ahmet Hamdi Tanpınar, Şinasi’nin fikirlerini, kasidelerinden hareketleşöyle özetler: “O garpçıdır, medeniyetçidir, Tanzimat’ı ve onun getirdiğikanun fikrini benimsemiştir. 1272, 1273, 1274 tarihli kasidelerde ise, bufikir daha şumullenir ve sarahat kazanır. Şinasi, bu kasidelerde medeniyet-ten bir din gibi bahseder. Hiç olmazsa kıyas ve ikamelerini dinin lûgatın-dan alır. Getirdiği nizamla bize medeniyetin kapısını açan Reşid Paşa’yı birpeygamber gibi över. O, bazan ‘medeniyet resûlü’, bazan ‘fahr-ı cihan-ımedeniyet’ olur, devri ‘asr-ı saadet’, vücûdu ‘mucize’, millet arasında gö-rünüşü ‘bi’set’dir. Bu yeni dinin kitabı vardır: ‘kanun’. Kanun bu yeni di-nin getirdiği hükümlerin yahut değerlerin müeyyidesidir. Bu değerlerinbaşında adalet, hikmet ve hak mefhumları gelir. Bu yeni din de, yahut ye-ni asr-ı saadet de, eskisi gibi bir ‘zulmet’ ve ‘cehalet’ devrini kapar, akıl veirfan devrini başlatarak, zulüm ve esarettin bizi kurtarır.” Bkz. AhmetHamdi Tanpınar, 19uncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi, Çağlayan Kitabevi,İstanbul 7. Baskı, 1988, s. 200.

34 Bu duruma ilişkin geçmişten ve günümüzden yığınla örnek vermek müm-kündür. Ahmet Mithat Efendi’nin, Hilmi Ziya Ülken’in Türk entelektüel-leri tarafından bir tür döneklik suçlamasıyla uzun süre ihmal edilmiş olma-ları ya da İsmet Özel ve Cemil Meriç gibi isimlerin yine benzer kaygılarlagörmezden gelinmeye çalışılması bu bağlamda verilebilecek örneklerdenyalnızca birkaç tanesidir. Şerif Mardin’in temel çalışmalarını 1950’lerde ve1960’larda yapmış olmasına rağmen, o yıllarda Türkiye’de yeterli ilgiyi gö-rememiş olması ve akademik ortamın o dönemdeki ideolojik yapısındanduyduğu rahatsızlık nedeniyle çalışmalarını yurt dışında sürdürmeyi tercihetmesi de üzerinde düşünülmesi gereken bir durumdur. Meselenin başka bir yönüne ilişkin bir diğer örneği de, Ahmet HamdiTanpınar’ın Namık Kemal’in Ziya Paşa’nın eserlerine ve yapmaya çalıştığışeylere ilişkin kaleme aldıklarına ilişkin değerlendirmelerinde buluyoruz:“‘Tahrib’ ve ‘Takib-i Harâbât’da Ziya Paşa’ya karşı olan hiddeti de bura-dan gelir. Eski dostunun kendisi ve uyandırmak istediği sanat ve fikir ha-reketi aleyhinde yazdıkları şeylerden ziyade o, eski edebiyatın canlandı- ✒

Page 27: Türkiye’nin Yücel BULUT çağdaş tarihine ilişkin bazı …rı Çağlar Keyder’in yazısının tam metni için bkz. “1990’larda Türkiye’de Modernleşmenin Doğrultusu”,

Mevcut modern sosyal, siyasal ya da fen bilimlerimiz, yeni edebîtürlerimiz insanlık tarihi düşünüldüğünde çok kısa bir geçmişe sahip-ler. Türkçe ilk roman olarak bildiğimiz eserler, Namık Kemal’e, Ah-met Mithat Efendi’ye ve Recaizâde Ekrem’e ait romanlardır.35 Ro-manlarımız ya da gazetemiz, modern eğitim kurumlarımızın ya damodern bürokrasimizin kurulmasıyla aşağı yukarı yaşıttırlar. Yeni tip-te düşünen aydınlarımızın ortaya çıkışı da, mezkûr hadiselerle aynı za-mana denk gelir. Dahası romanımızın, şiirimizin, tiyatro eserlerimi-zin, gazetelerimizin, sosyolojimizin, felsefemizin, siyaset ya da ekono-mi bilimimizin gündemleri de aynıdır. Çünkü dönemin şartları, prob-lemleri ve tartışma konuları ortaktır ve sıra dışı, gelip geçici gündem-ler değildir. Osmanlı Devleti’nin bu dönemde yaşamış olduğu tecrü-

DÎVÂN2005/2

27

Türkiye’nin Ça¤dafl Tarihine ‹liflkin Baz› Gözlemler

rılmak istenmesine kızmıştır. Bu iki kitabı tek bir cümlede, ‘Eskiyi hortla-tıyorsun, onu beraber gömmeye azmetmiştik!’ cümlesinde hülâsa ederekanlamalıdır.” Bkz. Ahmet Hamdi Tanpınar, a.g.e., 242.Bir diğer örnek de, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın hatıralarında yer alır. Tan-pınar, çağdaşları tarafından önemsenmeyişine, değer verilmeyişine ilişkinolarak hatıralarında şunları kaleme almıştı: “Ne yaptım! Beş Şehir’le, okun-mayan, hissedilmeyen Beş Şehir’le; büyük ve küçük hikâyeler, romanlaTürk edebiyatının bütün bir tarafıyım!. Bu eserlerden memnun muyum?Orası başka. Fakat Abdullah Efendinin Rüyaları, bilhassa birinci hikâyeböyle tenkitsiz mi geçecekti? Huzur ki okuyanların hepsi sevdiler, üç ma-kale ile, Yaz Yağmuru hiçbir akissiz mi geçecekti?. Bunların Türkiye’yegetirdiği hiçbir şey yok muydu? Türkiye’ye ve Türkçeye. Ya şiirlerim? Hâ-lâ hiç kimse “Deniz” manzumesinden bahsetmedi. “Deniz” manzumesiki Türkçenin beş on manzumesinden biridir. Buna eminim. Buna maka-lelerimi de ilâve edin. Hayır, ben adımı, küçük şöhretimi hak ettim. (...)Fakat niçin bu kadar haksızlık? Bu işte eksiğim nedir? (…) Türkiye’de herşey politika mücadelesi. Ben ise eserimde Türk politikasını, hakiki Türkpolitikasını görüyorum. Sağ taraf beni kâfi derecede kendilerinden, kâfiderecede inhisarcı, kâfi derecede cahil görmüyor. Sol bana düşman. Be-nim kültür seviyemde olanlar ise frenklerde benden iyisini buluyorlar.”Bkz. İnci Enginün, “Tanpınar’ın Bilinmeyen Hâtıraları-IV”, Dergâh,Temmuz 1995, sy. 65, s. 9. Tanpınar’ın başından geçen bir olay, söylemek istediğimizi daha da açıkla-yıcı niteliktedir: Tanpınar’ın -Mahur Beste romanı 1944 yılında Ülkü der-gisinde tefrika edilmekte iken- bir konferansta Şeyh Galip’ten övgüyle sözetmesi, romanın -hem de, Şeyh Galib’in bir mısrasının yer aldığı sayfalar-da- yarıda kalmasına sebebiyet vermişti. Bkz. Turan Alptekin, Ahmet Ham-di Tanpınar: Bir Kültür Bir İnsan, İletişim Yay., İstanbul 2001, s. 97.

35 Bkz. Ahmet Hamdi Tanpınar, 19uncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi; JaleParla, Babalar ve Oğullar: Tanzimat Romanının Epistemolojik Temelleri,İletişim Yay., İstanbul 2. Baskı, 1993; Berna Moran, Türk EdebiyatınaEleştirel Bakışlar, c. I, Ahmet Mithat’tan A. H. Tanpınar’a, İletişim Yay.,İstanbul 7. Baskı, 1998;

Page 28: Türkiye’nin Yücel BULUT çağdaş tarihine ilişkin bazı …rı Çağlar Keyder’in yazısının tam metni için bkz. “1990’larda Türkiye’de Modernleşmenin Doğrultusu”,

be, kalıcı etkiler yapacak olan ve devletle toplumun her alanını etkile-yen olağanüstü bir değişimdir.

Bu sürecin ürünü olarak değerlendiremeyeceğimiz ve köklü bir geç-mişe sahip kurum, hareket ya da disiplinlerin ise bu süreçten çok cid-di biçimde etkilenmiş oldukları rahatlıkla gözlenebilir. Söz konusu ku-rumlar, disiplinler ya da kişi ve hareketlerin de, -yaşanan sürece karşı-lık verme adına dahi olsa- kendilerini bu sürece bir şekilde uyarlamaihtiyacı hissetmiş oldukları yaşadıkları değişimden izlenebilmektedir.Tarih gibi köklü bir geçmişe sahip bir disiplinin bugün almış olduğuhale ya da her türden dinî hareketin Türkiye’de geçirmiş oldukları se-rüvene bakıldığında batılılaşma sürecinden etkilenmemiş olduklarınısöylemek mümkün değildir.

Bu yönüyle de Batılılaşma süreci hemen her disiplinde ciddi bir ko-puşun ve farklılaşmanın ortaya çıkmasına sebebiyet vermiştir. Bugünaynı durum için kullandığımız farklı tabirler/kavramlar dahi bu farklı-lıktan nasiplenmişlerdir. Örneğin ilim ile bilim kavramları, aynı şeyi ifa-de için kullanılmaktaysalar da, ikisinin tekabül ettiği şey, ait olduklarıdünyaların farklı olmalarından kaynaklanan farklılıklar taşır. Başka birdeyişle; ilim farklı türde bir bilgi ile ilgilenir, bilim farklı türdeki birbilgiyle. Münevver farklı bir dünyanın bilgileriyle aydınlanmış bir insa-nı ifade etmek için kullanılır, aydın bütünüyle farklı bir dünyanın. Top-lum farklı bir dünyanın bilgisi ve değerleri etrafında temerküz etmişbir insan beraberliğine verilen addır; cemaat bütünüyle farklı bir dün-yanın değerlerini merkeze alan bir örgütlenmeye atıf için kullanılır. Sa-yısını daha da artırabileceğimiz bu örnekler, her şeyden önce, memle-ketimizde hemen her alanda ciddi bir kavram kargaşasının varlığınaişaret etmektedir. Bir yönüyle de bu durum, hayatımızın hemen heralanında varlığını hissettiğimiz ama bir türlü de çözmeyi, aşmayı başa-ramadığımız yığınla problemin mevcudiyetlerini hâlâ sürdürmekte ol-duğunu göstermektedir. Bu durumun işaret ettiği bir diğer ciddiproblem de; memlekette söz konusu problemlerimiz üzerinde konu-şurken paylaşabileceğimiz ortak referans noktalarımızın, ortak meşru-iyet kaynaklarımızın kalmadığının ya da iyice kaybolmaya yüz tuttuğu-nun gittikçe daha fazla açığa çıkmasıdır.

VIII

Cumhuriyet dönemi Türk düşüncesi ister istemez bir daralma özel-liği gösterir. Bu daralmayı Üç Tarz-ı Siyaset’in formülasyonunda dagörebiliriz. Söz konusu dönemde Türk milliyetçiliği Turancılıktan

DÎVÂN2005/2

28

Yücel BULUT

Page 29: Türkiye’nin Yücel BULUT çağdaş tarihine ilişkin bazı …rı Çağlar Keyder’in yazısının tam metni için bkz. “1990’larda Türkiye’de Modernleşmenin Doğrultusu”,

uzaklaşır ve mevcut sınırlar içerisinde, hatta daha da daraltılarak Ana-dolu Türkçülüğü biçimine tahvil edilir. İslamcılık, ulusalcı bir karak-ter arz eder. Yeni kurulan devlet, ülke sınırları dışındaki olaylara biranlamda kapalı kalır. “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” vecizesini de bu da-ralmanın bir işareti olarak almak mümkündür. Belli sınırlar içinde kal-sa, dahi devletin varlığının sürdürülebilmesi için gerekli bir toprak bü-tünlüğünün teminat altına alınabilmiş olmasının başlı başına bir başa-rı olarak görülmesi ve bu mevcudiyeti tehlikeye atabilecek her tür gi-rişimden özenle uzak durulması yaklaşımı sanki bu dönem açısındanbelirleyici olmuş gibidir. Her türlü enternasyonalizm bu anlamda şüp-heyle karşılanır ve maceracılık olarak nitelenir. Türk milliyetçilerininTurancılık siyasetine yönelik eleştirileri ya da İslamcılığının ümmetçiperspektiflerinin şüpheyle karşılanması bu duruma verilebilecek ör-neklerdendir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu takip eden yılları şöyle bir ha-tırlayalım: 1920’li yılların ikinci yarısı, yeni rejimin oturtulmasına yö-nelik düzenlemelerin gerçekleştirildiği yıllardır. 1930’lu yıllar ise, da-ha çok yeni düzenin düşünsel temellerinin oluşturulmaya çalışıldığı,başka bir deyişle, yeni cumhuriyetin kimlik ve ideolojisinin temellen-dirilmeye çalışıldığı yıllar olarak değerlendirilebilir.

Mete Tunçay, 1923-1931 arasını Türkiye’de “tek-parti yönetimininkuruluşu” olarak adlandırır ve bu süreçte Türkiye’de yaşanmış olan si-yasal gelişmeleri ve gerçekleştirilen tartışmaları aynı adı taşıyan eserin-de ele alır.36 Bu dönemde yapılanları ise şöylece özetleyebiliriz: Cum-huriyet ilan edildi. Devletin dininin İslam olduğu ibaresi anayasadançıkarıldı, ardından da TC devletinin laik bir devlet olduğu ibaresi ana-yasaya sokuldu. Hilafet kaldırıldı. Hanedan-i Osmani ülke dışına çıka-rıldı. Kılık kıyafeti, tevhid-i tedrisat vb. alanları düzenleyen kanunlarçıkarıldı. Bütün bu düzenlemelerin sert bir biçimde uygulandığı isekonu ile ilgili literatürde bulunmaktadır. Yine bu dönemde, kurulanyeni rejim Osmanlı’dan kalan ve ciddi bir muhalefet olma potansiyeltehlikesi taşıyan kesimleri tasfiye sürecine de girmiştir. TerakkiperverCumhuriyet Fırkası deneyimi, Şeyh Said İsyanı, Menemen olayları veİzmir suikasti gibi gelişmeler de onlara bu düşüncelerini gerçekleştir-mek için olabildiğince müsait bir ortam hazırlamıştı.

Çıkarmış olduğu bir dizi kanun ve çeşitli olaylar vesilesiyle gerçek-leştirmiş olduğu bu muhalefeti temizleme operasyonları sonrasında,1930’lu yılların başından itibaren Türkiye Cumhuriyeti’nin hemen

DÎVÂN2005/2

29

Türkiye’nin Ça¤dafl Tarihine ‹liflkin Baz› Gözlemler

36 Mete Tunçay, T.C.’nde Tek-Parti Yönetiminin Kurulması (1923-1931),Cem Yay., İstanbul 2. Baskı, 1989.

Page 30: Türkiye’nin Yücel BULUT çağdaş tarihine ilişkin bazı …rı Çağlar Keyder’in yazısının tam metni için bkz. “1990’larda Türkiye’de Modernleşmenin Doğrultusu”,

her alanda ciddi bir üretim sürecine girdiği gözlemlenir. 1931’de TürkTarihi Tetkik Cemiyeti ve 1932’de Türk Dili Tetkik Cemiyeti gibi ku-rumların kurulması ve bu yıllarda her iki cemiyetin de ilk kongrelerinigerçekleştirmiş olmaları, bu dönemde Güneş Dil Tarih Tezi’nin geliş-tirilmesi,37 1933’de üniversite reformunun gerçekleştirilmesi gibi uy-gulamalarla yeni devlet kendisine Osmanlı’dan apayrı yeni bir kimlikarayışı üretme sürecine girdi. 1935’te kurulan DTCF de, yeni rejiminbu çabalarına, katkıda bulunmak için tesis edilmişti. Rönesans hareke-tini fakat daha çok da Fransız İhtilali sonrasındaki Fransız milliyetçile-rinin tavrını ve kullandıkları yöntemleri örnek aldıkları izlenimi veren-Osmanlı ve İslam geçmişini atlayarak- bütünüyle laik bir milliyetçilikfikrinin geliştirilmesine matuf bu girişimler üzerinden yeni dönemdeihtiyaç duyulan birlik, dayanışma ve sadakat tesis edilmeye gayret edil-miştir. Kimlik ve kültür düzeyindeki bu çabalara; 1932’de açılmayabaşlanan Halkevleri, aynı yıl çıkarılan Kadro ve 1933’te çıkarılan Ülkügibi dergiler katkıda bulunmaya çalışmışlardır.

Bütün bu çabalarla, hurafeler ve cehalet üzerine kurulmuş olduğusuçlamasına maruz bırakılan “eski yaşam tarz”ından vazgeçildiği ilanedilmek istenmiştir. Yapılmak istenenler de, vazgeçilen bu yaşam tarzı-nın yerine konulacak olan “akıl” ve “bilim” üzerine dayalı olacağı var-sayılan “yeni” yaşam tarzının temellerinin ne olacağının ya da bu ya-şam tarzına nasıl ulaşılacağının belirlenmesine yöneliktir.

Gerek dil ve gerekse de tarih kongrelerinde geliştirilen tezler de, entemelde, bu geçmişten kopuşu ve yeni yaşam tarzlarına geçişin izlerinigöstermektedir. Amaç, önceki dönemi belirleyen din temelli anlayışla-ra muhtaç olmadan, hatta onlara karşıt olacak tarzda yeni bir anlayışın,yeni bir kimliğin oluşturulmasıdır. Bu amaç, “laik bir milliyetçilik” an-layışının geliştirilmesi şeklinde tebarüz etmiştir. Böylesi bir milli kimli-ğin geliştirilebilmesine izin verecek yaklaşımlar da, bu kongreler ve ih-das edilen yeni eğitim kurumları aracılığıyla gerçekleştirilmeye çalışıl-mıştır. Tarih ve kültür yok sayılarak, yeni milli kimliğin temelleri arke-olojik kazılarda ve Anadolu’nun İslam öncesi tarihinde aranmıştır.

Tarih ve medeniyet anlayışı evrimci bir doğrultuda kabul edilmiştir.Bu anlayışa göre, insanlık bir bütündür, tektir. Tek bir medeniyet var-dır. Türkiye de, kendisine, bu medeniyet içerisinde yer almayı bir he-def olarak seçmiştir. Yaklaşım bu olunca, bu çizgisel tarih anlayışınaDÎVÂN

2005/2

30

Yücel BULUT

37 Dil ve Tarih cemiyetlerinin kuruluşları, tertip edilen kongreler ve GüneşDil-Tarih Tezi hakkında bkz. Büşra Ersanlı Behar, İktidar ve Tarih: Türki-ye’de “Resmi Tarih” Tezinin Oluşumu (1929-1937), AFA Yay., İstanbul1992.

Page 31: Türkiye’nin Yücel BULUT çağdaş tarihine ilişkin bazı …rı Çağlar Keyder’in yazısının tam metni için bkz. “1990’larda Türkiye’de Modernleşmenin Doğrultusu”,

göre her şey şekillendirilmeye başlanmıştır. Türklerin tarihi, karanlıkbir dönem olarak varsayılan İslamî dönem atlanarak evrensel medeni-yetin kökleriyle gerek coğrafya ve gerekse de dil aracılığıyla bağ kurul-mak suretiyle yeniden şekillendirilmeye çalışılmıştır.

Batı medeniyetinin bir parçası olmayı, kesin bir biçimde benimse-yen yeni cumhuriyet, bu uğurda kültür hayatının şekillenmesine veürünler verilmesine yönelik çalışmalara girişmiştir. 1930’ların ikinciyarısından itibaren kültürel alanda atılan adımlar, temelde bu amaçla-rı gerçekleştirmeye yöneliktir. Bu bağlamda, bir tercüme heyeti oluş-turulup ağırlıklı olarak Batı dünyasının klasiklerinin tercüme edilme-sine yönelinmesi, klasik Batı müziği konservatuarlarının açılması veköy enstitülerinin eğitime başlamasıyla paralel bir süreçtir. Aynı amaç,bütün bu icraatları birbiriyle alakalı kılmaktadır.

Bu yıllarda sıkça kullanılan ideoloji haline dönüşmüş kavramsallaş-tırmalardan bir tanesi de, Türk hümanizmi kavramıdır. 1930’lu yıllar-da kültür ve eğitim alanında atılan adımların, gerçekleştirilen uygula-maların tümünü bu kavram çerçevesinde değerlendirmek mümkün-dür. Türk hümanizmi;

(...) tüm olarak batılılaşma”dır, “yani batının tekniğini ve somut ku-ruluşlarını kabul etmekle yetinmeyip, onun iç evrenini de, düşünseliçeriğini de benimseyen batılılaşma hareketinin ilk sonucu, körükörü-ne taklitten, yabancı bir uygarlıktan alınan somut ve soyut ögeleri ka-baca uygulamaktan kurtulmaktır; çünkü manevi biçimlenimini de ba-tılılaştıran bir toplumun -sağlam bir düşünsel eğitim, yerleşmiş bir ta-rih bilinci ve gelişmiş dialektik yetenekler sayesinde- güçlü fikir adam-ları yetiştirebileceği açıktır (…) Böyle olunca, bütünüyle batılılaşmayıkabul eden bir toplum, batının istilasına uğrayacağını sandığı bir sıra-da, yeni bir kişilik kazandığını, koruma içgüdüsü ile ya da ilintilik ni-telikte başka gereksinmelerle başkalarını körükörüne taklit etmektenkurtulduğunu, benimsediklerini bilerek, bilinçli olarak benimsediğinigörecektir. Böyle bir davranışın adı ise humanizmdir.38

Geçmiş dönemin batılılaşma siyasetlerine yönelik eleştirileri de içe-ren bu yeni batılılaşma anlayışı; batılılaşmayı Batı’yı taklit etmek de-ğil, bilinçli olarak onu oluşturan temellerin benimsenmesi olarak an-lamaktadır:

Bir toplum batı dünyasına özgü düşünsel, ahlaksal ve estetik biçimle-nimi bir kez ele geçirdi mi, artık taklit ortadan kalkar; o andan itibareno toplum batının şu ya da bu kuruluşunu, şu ya da bu tekniğini değil,

DÎVÂN2005/2

31

Türkiye’nin Ça¤dafl Tarihine ‹liflkin Baz› Gözlemler

38 Suat Sinanoğlu, Türk Humanizmi, TTK Yay., Ankara 1988, s. 89.

Page 32: Türkiye’nin Yücel BULUT çağdaş tarihine ilişkin bazı …rı Çağlar Keyder’in yazısının tam metni için bkz. “1990’larda Türkiye’de Modernleşmenin Doğrultusu”,

batının maddi ve manevi uygarlığını var eden ahlaksal ve düşünsel de-ğerleri kendi girişimi ile bilinçli olarak benimseme yoluna girer.39

Türk hümanizmasına gönül verenler, çizgisel bir tarih anlayışına sa-hiptirler. Doğu medeniyeti, batı medeniyeti diye bir ayırım yoktur on-lara göre. İnsanlığın tek bir ortak tarihi vardır. Batı dünyası da bugünbu tarihin en son halkasını oluşturmaktadır. Dönemin tartışmalarını enyetkin bir şekilde özetleyen Suat Sinanoğlu’nun çalışmasından uzunbir alıntıyla bu tarihsel çizgiye eklemlenme meselesine açıklık getirme-ye çalışalım:

Bu açıdan bakıldığı zaman, batı uygarlığı tarihi en az otuz yüzyıldanberi süregelen şanlı bir evrim sürecinin şanlı aşamaları görünümünükazanmaktadır.

Aşamalar şunlardır: zihin özgürlüğüne dayanan ahlak kavramlarını bul-gulayan Yunan dünyası; Yunan düşüncesini benimseyen, buna ulusalözelliklerinden doğan değerleri katıp bütün Akdeniz bölgesine yayanRoma dünyası; Yunan-Roma dünyasının kurduğu klasik değerleri ye-niden bulgulayan ve Hıristiyan düşüncesinin insanlığın evrim sürecinegirmesini sağlayacak koşulları hazırlayan İtalyan humanizmi; klasik de-ğerleri Latin dünyasına ve Fransa’nın derin etkisi altında bulunan İn-giltere’ye yayan Fransız-İtalyan uyanış çağı; batı düşüncesinin o günekadar ortaya koyduğu gerçekleri uyumlu bir sistem biçiminde düzen-lemek suretiyle, bu düşüncenin ilerde daha büyük bir gelişme gücü ka-zanmasını sağlayan aydınlanma çağı; tarihsele açıdan yeni bir değerlen-dirmeden geçirdiği klasik kültürü, güçlü kuramsal düşüncesi sayesindeAvrupa’nın, Hıristiyan olmakla beraber, Roma’nın etki alanına hiçbirzaman girmemiş olan öbür bölgelerine yaymayı başaran, bu suretle debatı düşüncesinin Hıristiyanlığın sınırlarına kadar yayılmasını sağlayanAlman neo-humanizmi.

İşte Türk humanizmi bu evrim aşamaları zincirine eklenen yeni bir hal-kadır. Çünkü Türk humanizmi, klasik düşünceyi -daha doğrusu batıdüşüncesini- Hıristiyan batının sınırlarının da ötesine yaymayı amaçedinmiş bir fikir akımı niteliğindedir. Dolayısiyle o, Türk toplumunuyalnızca teknik uygarlığa ayak uydurmaya zorlamakla kalmamakta; ay-nı zamanda batının deneyimini yeniden değerlendirmekle, bu deneyimüzerine kendine özgü bir görüş getirmektedir. (…)

Türk humanizminin bu konuda eriştiği kendine özgü görüş ortaya birtakım gerçekler koymaktadır. Bunların ilki şudur: batı uygarlığı deyimiile Avrupa’nın ve Amerika’nın bugünkü uygarlığı anlaşılıyorsa, bu uy-garlık klasik evrenle olan bağıntısı göz önüne tutulmadan kavranıla-

DÎVÂN2005/2

32

Yücel BULUT

39 Sinanoğlu, a.g.e., s. 90.

Page 33: Türkiye’nin Yücel BULUT çağdaş tarihine ilişkin bazı …rı Çağlar Keyder’in yazısının tam metni için bkz. “1990’larda Türkiye’de Modernleşmenin Doğrultusu”,

maz; öte yandan Yunan uygarlığından başlayarak batı uygarlıklarınınbütünü olarak düşünülüyorsa, adının ‘batı dünyası uygarlıklarının bü-tünü’ olması çok daha uygun düşer; hatta ‘uygarlıklar’dan söz etmek-tense -çeşitli ülke ve çağlarda çeşitli ulusların katkıları ile beslenmiş ol-ması itibariyle- ‘insanlığın manevi gelişim tarihi’nden söz etmek çokdaha yerinde olur.

Batı evreninin ne olduğu bu şekilde gerçeklere çok daha uygun olaraktanımlanınca, bundan hiç beklenmedik sonuçların çıktığı görülecektir.Bu sonuçların ilki yanlış konulan bir sorunun -batı uygarlığı ile doğuuygarlığı arasındaki ilişkiler sorununun- anlamını yitirmesidir.40

Türk humanizmine gönül verenler Doğu, Batı, Amerika ya da İs-lam uygarlığı gibi tanımlamalara itibar etmemektedirler. Onlara göre;

(...) söz konusu olan insanlığın, en aşağı otuz yüzyıllık bir geçmiştenbaşlayarak günümüze kadar ulaşan düz bir çizgi gibi göz önüne geti-rebileceğimiz ilerleyişi ve manevi gelişimidir. Bu evrim çizgisi karşısın-da uygarlıkları birbirleriyle karşılaştırmanın anlamı yoktur; onların de-ğer ölçüsü, her birinin insanlığın ilerleyişine getirdiği katkı payıdır.41

Buradan hareketle, “batılılaşma” terimini sırf bir “taklitçilik” olarakdeğerlendirmektedirler ve “humanizma” kavramı ile toplumların “in-sanlığın evrim sürecine katılmaları”nı kastetmektedirler. Ayrıca,“Türk humanizması” kavramıyla, gruplaşmaları ortadan kaldırma veBatı dışı toplumların da insanlığın evrensel tarihine dahil olma imka-nının ortaya çıkarıldığını iddia etmektedirler. Yöntem olarak önerdik-leri de şudur:

Şu halde batılı olmayan toplumlar, tarihsel bilincin yardımı ile, batıdeneyimini bütün aşamaları boyunca fikir düzeyinde yaşamalı ve budeneyimin ideal değerlerinin hepsini soyutlayarak çıkarmalı ve onlarauymalıdırlar. (…) “Sonuç olarak, Türk toplumu batının kültür tarihi-nin çeşitli aşamalarını tarih düzeyinde yeniden yaşamak durumu ilekarşı karşıya değildir; ona düşen -tıpkı bugünkü batılı kuşakların biz-zat yaptıkları gibi- insanlığın manevi gelişimine katkıda bulunmuşolan ulusların deneyimini düşünce düzeyinde yeniden yaşamaktır; birdeneyimi tarih düzeyinde yaşamakla onu düşünce düzeyinde değer-lendirmek ise bambaşka şeylerdir.42

Mustafa Kemal’in vefatı sonrasında, İkinci Savaş’ın yarattığı orta-mın da etkisiyle bu kültür politikalarından yavaşça vazgeçilmeye baş-

DÎVÂN2005/2

33

Türkiye’nin Ça¤dafl Tarihine ‹liflkin Baz› Gözlemler

40 Sinanoğlu, a.g.e., s. 108-109.41 Sinanoğlu, a.g.e., s. 110.42 Sinanoğlu, a.g.e., s. 110-112.

Page 34: Türkiye’nin Yücel BULUT çağdaş tarihine ilişkin bazı …rı Çağlar Keyder’in yazısının tam metni için bkz. “1990’larda Türkiye’de Modernleşmenin Doğrultusu”,

landığı görülüyor. Gerek savaş süresince ve gerekse de savaş sonrasın-da Türkiye farklı bir görüntü sergiler. Çok partili hayata geçiş sürecin-de, gerek siyasal hayatımız ve gerekse de düşünce hayatımız farklılaşır.Bir önceki dönemde, takip edilen kültür politikalarına uygun olarakaçılan eğitim kurumlarından ve gerçekleştirilen uygulamalardan CHPhükümetleri eliyle yavaşça vazgeçilmeye başlandığı gözlenir. Bu süreç,DP hükümetleri eliyle daha da hızlandırılır. Bu dönemde temelde nebatılılaşma hedefinden, ne de toplumu batılılaştırma siyasetinden vaz-geçme söz konusu olmamıştır. Ancak bu dönemde farklı bir yöntemleve daha uzun vadeli bir siyaset takip edilmek suretiyle batılılaşmanıntoplumsal hayata yaygınlaştırılmasına ve kabul ettirilmesine çalışılmış-tır. Uygulanan siyasetlerin kısa sürede batılılaşma siyasetlerinin öngör-düğü modelin dışında sonuçlar doğurduğu düşünülse de, günümüzekadar yaşanan süreç göz önüne getirildiğinde aslında bu siyasetin debir yönüyle başarılı olduğunu söylemek mümkündür.

IX

Bu yazının amacı, toplumumuzun yaklaşık son 200 yıllık geçmişin-de yaşanan ve türlü isimlendirmelerle anılan dönüşümleri ayrıntılı birbiçimde ele almak ve bu konuda söylenebilecek nihaî sözü söylemekdeğildi. Burada yapmaya çalıştığımız şey; Osmanlı Devleti yöneticile-rinin yaşadıkları sıkıntıları çözmek ve dünya ölçeğinde yaşanan geliş-melere bir cevap üretebilme niyetiyle giriştikleri ve o günden bugünetoplumumuzun her anını, her alanını ve her kesimini derinden etkile-diği aşikâr olan bir kararın veriliş ve gelişim sürecinin ele alınışında or-taya çıkan kimi değerlendirme problemlerine dikkat çekmekti. Bu mü-tevazı çalışmada; hakkında mebzul miktarda çalışma olmasına karşın,çok uzun sayılabilecek bir geçmişe sahip olan bu sürecin hâlâ araştırıl-maya muhtaç pek çok el değmemiş meseleyi ve alanı ihtiva ettiğinigösterebilmişsek ne mutlu!

DÎVÂN2005/2

34

Yücel BULUT