Upload
uc-nokta-fanzin
View
232
Download
3
Embed Size (px)
DESCRIPTION
Â
Citation preview
1 | UÇ NOKTA
1 | UÇ NOKTA
İÇİNDEKİLER
BİZ, KISACA.
ZATEN İNSAN HEP BAŞKALDIRIR.
KAFKA
2 | UÇ NOKTA
BİR KISA AÇIKLAMA
ÜÇ NOKTA FANZİN GÜRUHU, BU VE SONRAKİ EDEBİYAT
UĞRAŞLARINA UÇ NOKTA FANZİN ADIYLA DEVAM EDECEKTİR.
İLETİŞİM
ucnoktafanzı[email protected]
BLOGGER
ucnoktafanzın.blogspot.com
3 | UÇ NOKTA
Onbeşinde Çığlığın
Ethem Sarısülük anısına...
Merhaba sevgili, güzel
Sen simsiyah elbisesi içinde
Rengârenk bir yüreksin.
–bilirsin, siyah her şeye
rağmen bir renk değil-
Sen,
mavisinde gözlerin,
Avuçlarında gökyüzün
Ve yirmi üçünde yaşınla
Rengârenk bir gülüşsün, merhaba
Yüzün, umuda dönük
Sırılsıklam tenin, rüyasında
bekleyişin
Ve yarın,
kimbilir
hiç bu kadar yakın olmamıştır, ne dersin?
Merhaba,
Şimdi seninle, yalınayak salınmak vardı meydanlarda,
Korkmadan,
güneşsiz bir akşamüstünde uzanmak çimlere
bir eylemi bölüşmek vardı,
Şimdi seninle bir fidan büyütmek
Bir orman yaratmak
Bir ağaç olmak belki
Bir ağacı korumak
Ve –çirkin- bu dünyanın asfaltlarını eskitmek
Ne dersin?
4 | UÇ NOKTA
Merhaba
Kucakladığın gökyüzünden sesleniyorum sana
Ben bir kurşunla öldüm,
Kırmızı adımlarının gezdiği
asfalta düşürdüler beni
Bir ağaç olmuşum ben
bir fidan
bir orman yaratmışım kendime
Şimdi, bir tebessüm gezinmiştir dudaklarında
Islak gözlerinden damlamaktayımdır belki
Ağlama
Unutma, bir fidandır belki beni yaşatan
Bir ormandır belki, bir ağaç
Kırmızı adımların
Mavi gözlerin
Ve kucağında gökyüzüyüm ben
Unutma
Öldümse, yaşayın diye
Merhaba
Ali C. Yoksuz
5 | UÇ NOKTA
Künh-ü Hitam
Kehribar rengi bir gecenin kasnağına dolanmış, amber taçlı bir
Anka, döküyor tüylerini gecenin mahremine. Mürdüm rengi tüyler
döküldükçe, koyuluyor kehribar.
Sokak, bir modern çağ destanı…
Açı genişliyor, göğün zirvesinden çekim yapan kamera geri
çekildikçe görüntü sokağı dıştan görür hale geliyor.
Tüm sokak, objelerin seçilebildiği ve anlaşılabildiği bir mesafedeyken,
yarı saydam bir miktar balçıkla kaplanıyor görüntü. Ve donuyor
kaplanır kaplanmaz. Donmanın etkisiyle netleşiyor yarı saydam siluet
ve Anka’nın mürdüm kanatları parıldıyor taşın derununda.
Sokak, mumyalanmış bir firavun naşı.
Kamera görüntüden biraz daha uzaklaşıp duruyor yeniden.
Balçıkla sıvanıp taşlaşmış sokak, küçük bir taş olarak havada
asılı duruyor. Uzamda dönerek genişleyen görüntü taşın etrafını da
yansıtınca, zuhur eden mekanın eşyalı bir oda olduğu anlaşılıyor.
Ve yere düşüyor kehribar taşı…
Küçük akça bir el, uzanıyor taşa. Bunlar. Elif’in elleri. Kainatın
anahtarı.
Taşı eline alıp, içindeki mumyalanmış sokağı, sokaktaki
kasnağı, kasnaktaki Anka’yı, Anka’daki tüyleri inceliyor. Anka’nın
gözleri birer zümrüt.
6 | UÇ NOKTA
Elif Anka’nın gözlerinden içeri doğru indikçe külleniyor etraf.
Külün hitamında bir nar parçası.
Ateşi gören Elif, biliyor “mümküm”ün “kün”den geldiğini. Ve
harfleniyor nefesi; “Kün! (ol)”
Anka hızla atıyor Elif’i narından ve harlanıyor külleri.
Alevler sarınca Anka’yı, zümrüt gözlerinden yeşil ışıklar,
kanatlarından mürdüm kuşaklar, kuyruğundansa al bir sis bulutu
yayılıyor sokağa.
Başını Elif’in baktığı yöne çevirince, Elif ve Anka göz göze
geliyor.
Kanatlanıyor tüm ihtişamıyla, sokağı deşip, kehribar taşı
kırarak Elif’e saldırıyor…
Ve bu saldırıyla, sıçrayarak gark oldu bir “uyanış”a Elif.
Rüyanın etkisiyle tüm bedeninde bir titreyiş ve ardı sıra
varlığını bedenine kendiliğinden neşreden bir kıyam nüfuz oldu Elif’e.
Terlemişti. Tüm evreni koşmuşçasına yorgundu ve Hakikat ile
Heyula Arafı’nda hiç böylesine kalmamıştı.
Bu haline iyi gelebilecek iki seçenek vardı. Soğuk su yahut filtre
kahve.
İkisini birlikte tüketmek dişlerine zarardı. Elif ‘zarar’dan
korkardı.
Terinden ve rüyanın ilk tesirinden arınmış halde, camın
önündeki koltuğunda oturmuş filtre kahvesini içerken Veli’nin
numarasını tuşladı. Dördüncü çalışında açtı telefonu Veli.
-Af ya Veli’m af. Gece tuhaf ve çok korkutucu bir rüya gördüm.
-Anlat ey kainatımın anahtarı. Hangi kapıyı çaldın, benim
küskün kapımdan başka?
-Bir Anka Kuşu, bir kehribar taşının içinden çıkarak bana
saldırıyordu.
-Kadıköy’de çay içelim mi? Hakikat oradan daha güzel
görünüyor.
7 | UÇ NOKTA
Veli ve Elif, 2 saat sonra Kadıköy Rıhtım’da bir bankta
buluştular ve Elif bu kez ayrıntıyla anlattı rüyasını.
Bu adama aşık mıydı? “Varlık var mıdır” sorusu kadar açmaz
ve çıkmaz geliyordu ona bu soru. Ama baktığında, “kelam”a güzel bir
beden görüyordu Veli’de. Ve “kelam”, kökeninde “yara, kesik”
manasına gelen bir kelimeden türemişti, biliyordu.
Veli Elif’in hem yarası, hem merhemiydi.
Rüyayı dikkatlice dinleyen Veli, “Elif çok güzelsin” diyerek
başladı söze;
-Elif çok güzelsin, sana baktıkça bir toprak yığınına baktığımı
hissediyorum. Bazen acaba ölmeni mi istiyorum diye düşünüyorum
hatta. Ama insan neden bir mezarı güzel bulsun ki?
-Seni anlamadığım zamanlarda daha çok seviyorum Veli.
(Elif burada gülümsüyor. Bunun Veli’nin ekinoksu olduğunu herkes
bilir.)
-Elif’im, kainatımın güzel anahtarı, sen rüyanda bir “Vav”
görmüşsün. O Anka aslında “Vav”.
-Arap alfabesindeki Vav’dan mı bahsediyoruz?
-Kesinlikle. Vav kainattır. Elif ise kainatın anahtarı. Bu bir
gerçek ‘uyanış’. Sıfır olma hali. Tabi heyuladan hakikate erişirse.
Elif daha fazla soru sormak istemedi. Çünkü Veli durmaksızın
anlatacaktı, biliyordu. Aslında onu dinlemek güzeldi ama onun
yanında etrafı dinlemek daha güzeldi.
Başını omzuna yasladı Veli’nin. Sanki dün gece bağıra çağıra kavga
ettiği o değildi.
Elif hep bağırır Veli hep susardı. Elif susunca, Veli yine hiçbir
şey demeden çıkar giderdi.
Elif, Veli’nin bu gitmelerinin yönünü ve varış noktasını asla
bilmedi. Çünkü her soruşunda Veli yine susardı ve Elif yine bağırırdı.
Uzun süre sustuktan sonra sordu Elif;
-Neden ayrılmıyoruz Veli?
-Çünkü ben kapıyım sen ise anahtar. Birbirimiz olmadan anlam
ihtiva etmiyoruz. Sen beni duvarlardan ayıransın.
-İhtiyaçtan tüm ihtirasımız, bir oluşumuz yani?
8 | UÇ NOKTA
-Bu, Vav olamadıkları için feryat edenlerin hali olsa gerek, yani
bir vaveyla. Burada künh şu ki kehribar taşım; çaydan lezzetli
bulduğum tek şeysin. Şeyin kendisisin. Kant Kant olmasaydı da, ben
Kant olsaydım ‘numen’e Elif derdim. Öyle ‘şey’sin.
Sen olmazsan ben filozof olurum. Ve bir gün beni terk edersen
de şair olurum. Ve bu iki durum da beni çok korkutuyor. Çünkü ikisi
için de zerre kadar yeteneğim yok.
Elif, Veli’nin konuşmasının yarısında kopmuştu. Duymuyordu
onu. Anka’yı görüyordu baktığı yerde. Sakinleşmiş ve harı sönmüş bir
hali vardı Anka’nın. Kanatlarını yeniden gecenin kasnağına dolamış,
derin bir uykuya dalmak üzereydi.
Sokak, bir bardak demli çay…
Nur An
9 | UÇ NOKTA
●
eskiden,
mezarlarımızın başına dikerdik fidanları
şimdi fidanların dibine gömüldük
mezarımızı kazacağımız bir fidan dibi için öldük
ama öğrendik o ağacın gölgesinde
nasıl bir yaşam kuracağımızı
aşkla, şiirle, öfkeyle...
kurur bazen ağaçlar
fakat geride bir sürü tohum bırakır...
ama artık ağacımız meyve veriyor, biliriz
zordur özgürlüğün dostluğun aşısını tutturmak
fakat belki 30 yıl meyve vermek için
bekleyen zeytin ağacımız
artık gökkuşağı kadar renkli zeytinler verecek
Êzman Anuşavan Laşer
10 | UÇ NOKTA
●
Şimdi desem ki sana canım kardeşim
dumanlı dağların geçilmez geçitlerin yıkılmaz duvarların
aşılmaz, görünmez ve bilinmez olduğu bir kandırmacadır
gelecek misin benimle?
omuzdaş olacak mısın ?
öyleyse ver elini sana anlatacaklarım var.
ver elini bir kez daha ateşi çalalım tanrılardan
ve peygamber şehirlerine asıl mutluluğun ne olduğunu gösterilim
bir çocuğun balonu ile parkta gezişini sonra
bir aşkın nasıl başlayacağını görelim
hüzünleceğimiz ve dertleneceğimiz tek bir şey olsun
balonu elinden kaçıran çocuğun hüznü
gerisi mutluluk,gerisi insanlık
direnelim ta ki yıldızlara kadar
çünkü şairlerin en büyük gücü direnmektir.
Uğur Sair
11 | UÇ NOKTA
Diren
Gelişmek eylemi her zaman olumlu sonuçlar doğurmaz;
değişim olmadan gelişim imkânsızdır. Evrimsel süreçte yaşadığımız
değişimlerle şekillenen ve şekillenmeye devam eden beynimiz
yaradılışın kusursuz bir halkası olduğumuzu göstermez. Diğer bütün
canlı türlerinden bariz şekilde daha büyük bir beyne sahip olabiliriz
ama bu kadar büyük bir donanıma sahip olmak onu zekice
kullandığımız anlamına gelmez; bunun en belirgin örneği erkek
hegemonyası altında can çekişen dünyadır. Oysa erkekler ortalamada
kadınlardan daha büyük beyne sahiplerdir bir şeyin büyüklüğü onun
işlevini tam olarak yansıtmaz.
Otostopçunun Galaksi Rehberi adlı eserinde 21.yüzyıl
insanının varoluşsal sorunlarını yüzüne tokat gibi çarpan Douglas
Adams:
“Hiçbir şey göründüğü gibi değildir mesela insanlar kendilerini dünya
üzerindeki en zeki yaratıklar olarak görürler Aslında bu gezegen üzerindeki en
zeki üçüncü yaratıklar oldukları halde dünyadaki en zeki ikinci canlılarsa
elbette ki dünyanın ne zaman yok edileceğini fark edip oradan vaktinde
kaçmasını bilen yunuslardır,”
diyor ve sadece bununla kalmıyor, ‘’ya fareler –aslında- insanlar
üzerinde deney yapıyorsa’’ sorusunu da soruyor. İşte tam bu noktada,
insan beyninin yanılsama gücü açığa çıkıyor ki insanlık, tarihi bu
yanılsamalarla doludur: Olmayan şeyler yaratarak onlara inanırız Bu
yanılsama gücü kendimizi tarih boyunca yaratılışın medar-ı iftiharı
olarak sunmamızı sağladı. Sözde yaradılışın en kusursuz halkasıydık
ve her şey bizim için yaratılmış, bizim emrimize sunulmuştu. Oysa
yeryüzü bizden çok önce de buradaydı ve bizden çok sonra da burada
olmaya devam edecekti. Belki de insanlık bir ara halkaydı sadece –
yanıldık. Tüm uyarıları yanlış algıladık, doğal değişimin kaçınılmaz
sonucu olan gelişim bizi sözde ileri bir evrimsel süreçte şekillendirdi;
artık modern insan dediğimiz aklından şüphe etmeyen, sürekli daha
fazlasını isteyen, daha fazlasını elde etmek için kendinden güçsüz olanı
12 | UÇ NOKTA
yok etmekte tereddüt etmeyen insanmerkezci anlayış, bir hastalık gibi
dünyanın kalbini, ruhunu ele geçirdi. Bir şeyler yapmak için çok geç
derken, o denli umutsuzken varlığımı sürdürdüğüm bu coğrafyada 28
mayıs günü ağaçlara sımsıkı sarılan insanlar gördüm. Değişim
durdurulamaz, önüne geçilemez bir süreçtir ve gelişim değişimle şekil
alır. Ama kesinlikle gelişmek eylemi ileri doğru evrildiğimizin ispatı
olamaz. Biz bir değişim yaşadık ama hala yanılsamalarımız devam
ediyor. Çok küçük hesaplarla büyük resmi gözden kaçırmayı
sürdürüyoruz ve sürdüreceğiz, çünkü İnsan beyni hala dünya için
büyük bir tehdittir. Hiçbir değişim hiçbir evrim geriye doğru
gerçekleşemez -bunu kabul etmek zorundayız- Bunu kendi kendime
itiraf etmem çok uzun zaman aldı. İnsanlık için çok geç artık, bunu
kabullenmeliyiz. Meydanlarda, caddelerde ya hep beraber ya
hiçbirimiz diye bağırmak adi bir romantizmden başka bir şey değildir.
Gerçek bir kurtuluş istiyorsak toplumsal bir cinnete ihtiyacımız var
beynimizden feragat ederek, önce kendimizi yok etmeliyiz. Önce kendi
kendimizin tahakkümüne son vermeliyiz. Anarşizm insanın kendini
yok etmesiyle başlar. Son insan can verdiğinde işte o zaman dünya
diğer canlılar için yaşanılabilir bir yer halini alır. Bizim kafamız çok
karışık, soru işaretlerimizin içinde yüzüyoruz; kendi yarattığımız
sistemlerin altında eziliyoruz, mutlu değiliz, mutsuz değiliz,
dinlerimiz, yetersiz kitaplarımız karman çorman -çok fazla
konuşuyoruz, çok fazla biliyoruz. Bilmek için çok fazla vakit
harcıyoruz- Hep bir başkasını dinliyoruz, hiç durmuyoruz. Hiç
susmuyoruz; evrenin sesine hiç kulak vermiyoruz. Her şeyi çok çabuk
kirletiyoruz, tüketiyoruz ve ıslarla büyük bir yanılsamayla, sanki bir
şey olacakmış gibi bekliyoruz. Yaşam ve ümit olmadan devrim olmaz
diyoruz; ölemiyoruz öldüremiyoruz öldürülüyoruz.
Bay Pisuvar
13 | UÇ NOKTA
Gezi
Tam o anda dedim ki, “alalım içkilerimizi ve gidelim kendi
cehennemlerimize.” Kanlar içinde yığılmıştı, suratı paramparça.
Kafasına ‘çiçek gazı’ yemiş. İnsanlar çığlık atıyor, bağırıyor, her
taraftan ambulans sesleri geliyordu. ‘Barış elçilerimiz’ ‘çiçek gazı’yla
yaraladıkları çocuğa ısrarla ‘demokrasi’ yağdırıyordu. Dünyada güzel
olan ne carsa küsüp gitmişti. Atılan kimyasallar sadece ciğerleri değil
sevgiyi de etkiliyordu. Kolumu sıyırıp geçen ‘plastik karanfiller’
kalbimdeki cesareti vücudumdan aşağı yuvarlıyordu.
Tam o anda dedim ki”alalım topumuzu be biz oynamıyoruz”
diyelim. Kanlar içinde yere yığılmıştı, suratı paramparça. Titreyen
ellerimle başına dokundum. Gözyaşlarım, kanıyla beraber dünyadaki
bütün nehirleri kızıla boyadı. Kendi nefesimi duyamıyor,
hissedemiyordum. Nefesim bile beni terketmişti. Elimde şekilsiz bir
taş, kalbim darmadağın, cehenneme bakıyordum. ‘Kahraman
polislerimiz’ yaralı insanları tekrar yaralıyor; adeta ‘vatan’a canlarını
feda ediyorlardı.
Tam o anda dedim ki “alalım aşklarımızı, kitaplarımızı,
müziklerimizi, tiyatrolarımızı ve gidelim bu dünyadan.” Kanlar içinde
yere yığılmıştı, suratı paramparça. Dünya dönmüyordu. O düşmüştü
14 | UÇ NOKTA
ya, bütün dünya düşmüştü aslında. Gökyüzüne baktım. Hala bu
dünyada olduğumuza dair hiçbir kanıt yoktu. Kuşlar uçmuyor…
gökyüzüne baktım ve yalvardım. Che’ye bağırdım. Deniz, Hüseyin,
Yusuf, Ulaş, Mahir, Cevahir, Hıdır. “Abilerim kurtarın bizi!” Marcos
dağları bırak gel, dedim. En son –olmuyor- Nazım abiden bir şiir
istedim ve her şey karanlığa gömüldü.
İçkilerimi alıp gidemedim cehenneme. Çünkü cehennem zaten
burasıydı.
Topumu alıp gidemedim. Çünkü maç daha bitmemişti.
Gidemedim bu dünyadan. Çünkü yaşamadığım bir aşk,
okumadığım bir kitap, dinlemediğim bir müzik, izlemediğim bir
tiyatro oyunu vardı daha.
Gidemedim bu dünyadan. Çünkü bu dünya bizimdi.
Tekrar ayağa kalkabildim. Çünkü yere yığıldığı halde
“mücadele edin!” diye bağırıyordu.
Gözlaşlarımı silebildim. Çünkü Ethemler bana “savaş!” dedi.
Elime tekrar taşı alabildim. Çünkü doğa seslendi “izin verme!”
diye.
Alp Tayfun Kökten
15 | UÇ NOKTA
Katil Ben bir katilim ve benim bir hikâyem var. İzin ver sana onu
anlatıyım.
Aslında ilk başta bu yolu ben seçmemiştim. İçinde bulunduğum
durum beni buralara kadar sürükledi. Artık önünü alamadığım bir
şekilde gelişiyor olaylar. Masum bir insanın kanı ellerimdeydi ve ben
bunun mesuliyetini tamamen üstleniyordum. Fakat sadece kendi
içimde başarabiliyordum bunu.
Halkın uyanması beklenen bir şeydi. Fakat karşı tepkinin bu
denli olması kesinlikle beklentinin üstünde oldu. Kimse geri adım
atmak istemiyordu.
Her şey Ankara’nın fazlasıyla özgürlük kokan bir gününde
gerçekleşmişti. Ben ve arkadaşlarım ise özgürlüklerini bastırmak için
müdahalede bulunurken bir anda aklıma korkutma amaçlı havaya ateş
açma fikri geldi. Kalabalık belki bu şekilde korkar ve geri çekilirdi.
Fakat beklediğim gibi olmadı. Bir an için özgürlüğü bastırmanın
mermiyle olamayacağını düşünememiştim ve üçüncü kez tetiğe
basarken bir anda yüksek gürültü fazlasıyla alçalmış ve bir adam yere
düşmüştü.
Sonunda bu da olmuştu. Özgürlüğü için mücadele eden bir
insanın hayatı parmağımın tetiğe dokunmasıyla son bulmuştu. Can
havliyle kendimi arkadaşlarımın yanına attım. Komplo teorileri
üretmeye başladım. Bundan sonra ne olacağıyla ilgili bir şeyler tahmin
etmeye çalışıyordum. Müebbet hapis? Belki. Haksız yere bir insanın
canını aldım. Fakat olayların gelişimi o kadar farklıydı ki bir an için
böyle bir şey yapmadığıma beni bile inandırıyorlardı.
Konuşulanları duyabiliyordum “18 yaşından ufak desek?”, “ruh
sağlığı bozuk falan deriz belki ?” hakkımda bir karara varmadan önce
bu tarz sohbetlere kulak misafiri olmuştum ve amirlerim tarafından
kesinlikle konuşmama konusunda uyarılmıştım.
Vicdanlarımızı üniformalarımızın dışında bırakmamız
emrediliyordu bize. Emir demiri keserdi ama vicdanı bastırma
konusunda fazlasıyla yetersizdi. Fakat her türlü devlet kolu benim
aklanmam için uğraşıyordu. Adli tıp silahımın incelemesini
16 | UÇ NOKTA
geciktirebildiği kadar geciktiriyor bu sayede ben üstlerimden yapmam
gerekenler hakkında bilgi alıyordum. Bakanlar ve üstlerinde ki insanlar
bana kahraman diyordu ve teşekkür ediyordu. Fakat ben bu değildim.
Halkını vuran biri kahraman olamazdı. Böyle bir insan olmak için
seçmemiştim bu mesleği.
Mahkeme beni suçlu bulmadı. Çeşitli bahaneler üretildi. Bir
yandan da ünlü olmuştum. Yeni sıfatımı kazanırken görüntümü
almışlar. Tüm bunlara rağmen karşınızda ki daha güçlüyse hakkınız
olanı alamazdınız ve alamadılar.
Ben Ahmet Şahbaz. Ethem Sarısülük’ü tabancamdan çıkan
mermi ile öldürdüm. Böyle bir şey yaptığım için utanç duyuyorum ve
çok pişmanım. Cezam ne ise çekmeye razıyım.
.
.
.
-Ahmet kalk! Ahmeet !
-Ne oldu !?
-Terler içinde sayıklıyordun. Bu kâbuslar fazla olmaya başladı
artık.
-Gene aynı şeyleri gördüm. Neyse zamanla geçer nasıl olsa.
Sonsuza kadar bu şekilde gidecek değil ya..? Şimdi kalkıp işe gitmem
lazım. Direnmekten vazgeçmiyor köpekler. Kaç tanesini daha
öldürmemiz lazım bilmiyorum?
Özgürlük için mücadele söz konusu ise uğruna ölüm
erişilebilecek en yüksek mertebedir. Her ne kadar yırtık da olsa
vicdanlarınız her ne kadar eksik de olsa bakış açınız, biz size
göstermeye devam etmekten vazgeçmemek için buradayız.
Ufkum Ç.
17 | UÇ NOKTA
Otoritenin hüküm sürdüğü hiçbir kara parçası üzerinde, hiçbir
çiçek yapraklarını gökyüzüne özgürce açamaz……………………..
……………………………………………………………………………
……………………………………………………………………………
……………………………………………………………………………
……………………………………………………………………………
……………………………………………………………………………
……………………………………………………………………………
……………………………………………………………………………
……………………………………………………………………………
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. . . . . . . . . . . . .
. . . . . . . . . 70 . . .
. . . . . . . . . . 71 . .
. . . . . . . . . . . ANARŞİ
. . . . . . . . . . . . .
. . . . . . . .
. . . . . . . .
. . . . . . .
. . . . . . .
. . . . . . GABRİEL
18 | UÇ NOKTA
GÖZ GEZİ ARPACIK
ilk baharda çiçeklerin solduğunu gördüm
yaprakların açmadan toprak olduğu
dumanlara boğulmuş çimenler vardı
üstünde postallar ve korkular ...
ezdiler sırtımı
ezdiler dilek ağacımı
yıktılar yuvamızı yıktılar umutlarımızı
kırdılar seslerin soluklarını
yaktılar teneffüs ettiğimiz havayı
ve soydular doğayı çırılçıplak
bir paravanın arkasında üç beş korkak
Gabriel
19 | UÇ NOKTA