Upload
others
View
12
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
T. C.
SÜLEYMAN DEMĠREL ÜNĠVERSĠTESĠ
SOSYAL BĠLĠMLER ENSTĠTÜSÜ
TÜRK DĠLĠ VE EDEBĠYATI ANABĠLĠM DALI
VEHBĠ VAKKASOĞLU’NUN ESERLERĠ ÜZERĠNE BĠR
ÇALIġMA
YÜKSEK LĠSANS TEZĠ
Hazırlayan
Marwan Abbas Fadhıl FADHIL
1430205599
DanıĢman
Prof. Dr. Himmet UÇ
Isparta, 2018
i
(FADHIL, Marwan Abbas Fadhıl, Vehbi Vakkasoğlu’nun Eserleri Üzerine Bir
Çalışma, Yüksek Lisans Tezi, Isparta, 2018).
ÖZET
Vehbi Vakkasoğlu yazmış olduğu bütün eserler, bu çalışmada ele alınmıştır.
Aynı zamanda hayatı ile ilgili birkaç sahife yazıldı. Bu çalışmanın adı ise “Vehbi
Vakkasoğlu’nun Eserleri Üzerine Bir Çalışma”dır. Vakkasoğlu hayatından
bahsedildikten sonra, yazdığı eserler sıralayarak şöyle söz edildi.
Tarihi çalışmalarla başladık. En baştaki eser “Bir Destandır Çanakkale”, bu
eser çok ilgi çektiği için en başta koyuldu. Öteki tarihi çalışmalar ise “Osmanlıdan
Günümüze Son Bozgun, Osmanlı İnsanı, , Bu Vatanı Terk Edenler, Çanakkale
Sesleniyor, Çanakkale`de Şahlananlar, Çanakkale`de Şahlananlar, Çanakkale
Arslanları” dır.
Eğitim ve Öğretmen Kitapları İse “Öğretmenin Not Defteri 1-2-3, Terapi
Mektupları Öğrencime Mektuplar 1-2-3” Bu Eserlerden Bahsedildikten Sonra, Sevgi
Ve Eğitim Kitapları “Ailede Sevgi İletişimi, Ailede Sevgi Sohbetleri, Kalp
Sevmekten Yorulmaz” Üzerine Çalışma Yapıldı.
Portre Kitapları da Bu Tezde geniş yeri oldu. Onlar “Aşk Çağlayanı Mevlana,
Mehmed Akif, Yunus Emre, Akif Dede, Sandal Hoca, Ziya Gökalp”
Diğer eserler bu çalışmada şöyle sıralandı:
Popüler Dini Denemeler “İz Bırakanlar, Yeniden Doğanlar, Dünyada
İslam`a Koşanlar, İslam Alimleri”
Çocuk Eğitimi Kitapları “Sevgi Merkezli Çocuk Eğitimi, Allah’ı Nasıl
Anlamalı Ve Çocuklara Nasıl Anlatmalıyız?”
Psikolojik ve Ahlaki Motivasyon Kitapları “Doğru Düşünme ve Başarma
Sanatı, İçinizdeki Dostu Keşfedin, Üzüntüsüz Yaşamak”
Aile, Evlilik ve Kadın Kitapları “Bilinmeyen Kadın, Biz Evleniyoruz”
İzlenimler Tek bir Kitaptır, O da “Avrupa`nın Gerçek Yüzü”
Anahtar Kelimeler: Vehbi Vakkasoğlu, Tarihi Çalışmalar, Bir Destandır
Çanakkale, Biyoğrafi.
ii
(FADHIL, Marwan Abbas Fadhıl, A Study Of The Works For Vehbi
Vakkasoğlu, Master Thesis, Isparta, 2018).
ABSTRACT
All works written by Vehbi Vakkasoğlu have been studied in the present
study. At the same time, several copies about his life were written. The name of this
study is " A Study Of The Works For Vehbi Vakkasoğlu ". After mentioning the life
of Vakkasoğlu, the works he wrote were mentioned in order.
We started with historical studies. In the forefront of these works, "A
Destination of the Dardanelles", was put in the first place because it was of great
interest. The other historical studies are "The Ottoman Empire, the Ottoman Man, the
Patriarch Abandoned, the Çanakkale Calling, the Şahlananlar in Çanakkale,
Şahlananlar in Çanakkale, the Çanakkale Lion".
Education and Teacher's Books are a "Teacher's Notebook 1-2-3, Therapy
Letter students to write a 1-2-3" After mentioned this works, Love And Educational
Books "Family Love Communication, Love Talks Family, Yorulmaz from Heart of
Love" on Performed Work .
The Portrait Books also have a wide range of this Thesis. They are "Cascade
of Love" Mevlana, Mehmed Akif, Yunus Emre, Akif Dede, Sandal Hoca, Ziya
Gökalp"
Other works in this study were listed as follows:
Popular Religious Experiments "Trailers, Reborns, Runners of Islam in
the World, Islamic Scholars"
Children's Education Books "Love-Centered Child Education, How Do
We Understand God and How Should We Tell Children?"
Psychological and Moral Motivational Books "The Right Thinking and
Achievement Technique, Discovering the Inner Friend, Living without
Sadness"
Family, Marriage and Women's Books "Unknown Woman, We Are
Getting Married"
Impressions are One Book, He is "The True Face of Europe".
Keywords: Vehbi Vakkasoğlu, Historical Studies, Bir Destandır Çanakkale,
Biography.
iii
ĠÇĠNDEKĠLER
ÖZET............................................................................................................................ i ABSTRACT ................................................................................................................ ii ĠÇĠNDEKĠLER ......................................................................................................... iii ÖN SÖZ ..................................................................................................................... vii GĠRĠġ .......................................................................................................................... 1
BĠRĠNCĠ BÖLÜM VEHBĠ VAKKASOĞLU`NUN HAYATI
1.1. Babam ve Necip Fazıl ....................................................................................... 5 1.2. Yazarlık ............................................................................................................. 5
ĠKĠNCĠ BÖLÜM
VEHBĠ VAKKASOĞLU’NUN ESERLERĠ
2.1. Tarihi Çalışmalar ............................................................................................... 8 2.1.1. Bir Destandır Çanakkale ............................................................................ 8
2.1.1.1. Çanakkale savaşında şahıs portreleri .................................................. 9 2.1.1.2. Seyyid Onbaşı ................................................................................... 10 2.1.1.3. Elazığlı Hasan Onbaşı ....................................................................... 11
2.1.1.4. Bombacı Mehmet Çavuş ................................................................... 12 2.1.1.5. Ali Çavuş ........................................................................................... 13
2.1.1.6. Kolsuz Kahraman: Hasan Bayrak ..................................................... 13 2.1.1.7. Harputlu Ömer Çavuş ....................................................................... 14
2.1.1.8. Teğmen Mucip`in Hatıra Defterinden ............................................... 15 2.1.1.9. Taşla Saldıran Mehmet Çavuş .......................................................... 16
2.1.1.10. Ana Yüreğine Yansımış Cihat Şevki .............................................. 16 2.1.1.11. Bedr’in Arslanlarını Hatırlatan Bir Yiğit ........................................ 17 2.1.1.12. Saka Eri Hüseyin ............................................................................. 17
2.1.1.13. Kaç Kişi Öldürdüm, Bilmiyorum .................................................... 18 2.1.1.14. Mektuplar ........................................................................................ 19
2.1.1.14.1. Üsteğmen Zahid`in Vasiyeti .................................................... 19 2.1.1.14.2. Mustafa Kemal’in Corinne Hanım`a Mektubu ........................ 20
2.1.1.15. Mehmetçik....................................................................................... 20
2.1.1.15.1. Mehmetçik İnsanlık Dersi Veriyor........................................... 20 2.1.1.15.2. Eşsiz Bir İnsanlık Abidesi: Mehmetçik.................................... 21
2.1.1.15.3. Mehmetçik Vicdanı .................................................................. 21 2.1.1.15.4. Mehmetçik ve Ötekiler ............................................................. 22
2.1.1.15.5. Mehmetçik Kalbi Böyledir ....................................................... 22 2.1.1.15.6. Mehmetçiğin Yüreği ................................................................ 23 2.1.1.15.7. Mehmetçiğin Şefkati ................................................................ 23 2.1.1.15.8. Mehmetçik Sayesinde Mareşal Olan İngiliz ............................ 24
2.1.1.16. Olaylar ............................................................................................. 25
2.1.1.16.1. Kıble Ne Tarafta?… ................................................................. 25 2.1.1.16.2. Büyük Saldırıya Doğru ............................................................ 25
iv
2.1.1.16.3. Cephe’de Bayram Namazı ....................................................... 26
2.1.1.16.4. “Nusret Mayın Gemisi” Denen Harika .................................... 27 2.1.1.16.5. Cephe’de İç Yakan Nağmeler .................................................. 28 2.1.1.16.6. Esir Değil Hatırlı Misafir ......................................................... 28 2.1.1.16.7. Haçlı Gururu Çanakkale’ye Yürüyor ....................................... 29 2.1.1.16.8. Onları Cenabı Haktan Ayırmak İçin Ne Yapmalı? .................. 30
2.1.1.16.9. Kaybolan İngiliz Taburu .......................................................... 30 2.1.1.16.10. Alman Albay, Mehmetçiği Anlatıyor .................................... 31 2.1.1.16.11. Avustralya’daki Çanakkale .................................................... 32 2.1.1.16.12. Merhametsiz Düşman İçin Her Yol Mübah ........................... 33 2.1.1.16.13. Londra’daki Mehmetçik Heykelleri ....................................... 33
2.1.2. Bu Vatanı Terk edenler ............................................................................ 34 2.1.3. Osmanlıdan Cumhuriyete Son Bozgun kitabı .......................................... 35
2.1.3.1. Yahya Kemal o günleri anlatır. ......................................................... 38
2.1.3.2. Particilik ............................................................................................ 40 2.1.3.3. İstilacı kumandanlar .......................................................................... 41 2.1.3.4. Kazım Karabekir Paşa ....................................................................... 43 2.1.3.5. Erzurum ............................................................................................. 46
2.1.4. Çanakkale`de şahlananlar ........................................................................ 53 2.1.5. Çanakkale sesleniyor ................................................................................ 54
2.1.6. Çanakkale Aslanları ................................................................................. 55 2.1.7. Osmanlı İnsan .......................................................................................... 56
2.2. Eğitim ve Öğretmen Kitapları ......................................................................... 57
2.2.1. Öğretmenin Not Defteri 1-2-3 .................................................................. 57 2.2.1.1. Kur’an-ı Kerim .................................................................................. 60
2.2.1.2. Evrim Teorisinin Soruları ................................................................. 63 2.2.1.3. Ahiret Sorular ve Sohbeti .................................................................. 65 2.2.1.4. Yaratıklar ile Yaratıcıyı Birbirine Karıştırmayalım .......................... 66
2.2.1.5. Peygamber Efendimiz Niçin Çok Çile Çekti? .................................. 67 2.2.1.6. Namazla İlgili Sorular ....................................................................... 68
2.2.1.7. Oruç ................................................................................................... 70
2.2.1.8. Diğer Sorular ..................................................................................... 70
2.2.2. Terapi Mektupları (Öğrencime Mektuplar 1-2-3) ..................................... 72
2.2.2.1. Müjdeleyici Mektuplar ...................................................................... 74
2.2.2.2. Yol Gösterici Mektuplar ................................................................... 75 2.2.2.3. Sevmek ve Sevgi Mektupları ............................................................ 78 2.2.2.4. Sanat Ve Çile Mektupları .................................................................. 80
2.2.2.5. Eğitim ve Motivasyon Mektupları .................................................... 81 2.2.2.6. İnanç ile ilgili Mektuplar ................................................................... 83 2.2.2.7. İslam`ın Güzellikleri ......................................................................... 83 2.2.2.8. Şükür Mektupları .............................................................................. 83
2.2.2.9. Diğer Mektuplar ................................................................................ 85 2.3. Sevgi Aile ve Toplum ..................................................................................... 88
2.3.1. Ailede Sevgi İletişimi ............................................................................... 88
2.3.2. Ailede Sevgi Sohbetleri ........................................................................... 89 2.3.2.1. Portreler ............................................................................................. 90
2.3.2.1.1. Sultan Murad Nasıl Bir Baba ..................................................... 90 2.3.2.1.2. Münevver Ayaşlı ........................................................................ 90
v
2.3.2.1.3. Henry Strick (Said İbrahim) ....................................................... 91
2.3.2.1.4. Koca Seyyid Denen Bir Yiğit .................................................... 91 2.3.2.1.5. Mustafa Hulusi Efendi ............................................................... 91 2.3.2.1.6. Ebu Eyyub .................................................................................. 92
2.3.2.2. Mutluluk ............................................................................................ 94 2.3.2.3. Mübarek Geceler, Aylar .................................................................... 96
2.3.2.3.1. Recep Ayı ................................................................................... 96 2.3.2.3.2. Miraç Gecesi .............................................................................. 97 2.3.2.3.3. Miraçtan Hediyeler ..................................................................... 97 2.3.2.3.4. Berat Gecesi ............................................................................... 99 2.3.2.3.5. Şaban Ayı ................................................................................. 100
2.3.2.3.6. Ramazan Ayı ............................................................................ 100 2.3.2.3.7. Ramazan’a Mahsus Özellikler ................................................. 101 2.3.2.3.8. Kadir Gecesi ............................................................................. 101
2.3.2.3.9. Ramazan Bayramı .................................................................... 102 2.3.3. Kalp Sevmekten Yorulmaz .................................................................... 103
2.4. Çocuk Eğitimi Kitapları ................................................................................ 106 2.4.1. Sevgi Merkezli Çocuk Eğitimi ............................................................... 106
2.4.2. Allah’ı Nasıl Anlamalı, Çocuklarımıza Nasıl Anlatmalı? ..................... 108 2.5. Popüler Dini Denemeler ................................................................................ 109
2.5.1. İz Bırakanlar ........................................................................................... 109 2.5.2. Yeni Doğanlar ........................................................................................ 112 2.5.3. Dünyada İslam`a Koşanlar ..................................................................... 113
2.5.4. İslam Alimleri ........................................................................................ 115 2.6. Portre Kitapları .............................................................................................. 116
2.6.1. Aşk Çağlayanı Mevlana ......................................................................... 116 2.6.1.1. Mevlana`nın Ailesi ve Hayatı ......................................................... 117 2.6.1.2. Babasının vefatından Sonra Mevlana`nın Hayatı ve Arkadaşları ... 119
2.6.1.3. Tebrizli Şems .................................................................................. 120 2.6.1.4. Selahaddin Zerkub .......................................................................... 122
2.6.1.5. Hüsameddin Çelebi ......................................................................... 123
2.6.1.6. Mevlana`nın Vefatı ......................................................................... 123 2.6.1.7. Mevlana`nın Fikri ve Düşüncesi ..................................................... 123 2.6.1.8. İmanın Hakikati ............................................................................... 124 2.6.1.9. İlahi Aşk .......................................................................................... 125 2.6.1.10. Zikrimiz Karşılığı .......................................................................... 126
2.6.1.11. Günahsız Ağızla Dua .................................................................... 126 2.6.1.12. Mevlana`nın Güzel Ahlakı, Öğütleri............................................. 127 2.6.1.13. Mevlana Penceresinden Görülen Gerçekler .................................. 129 2.6.1.14. Mevlana Bahçesinden Seçmeler ................................................... 130
2.6.2. Mehmet Akif .......................................................................................... 133
2.6.2.1. İstiklal Marşı ................................................................................... 143 2.6.3. Akif Dede ............................................................................................... 146
2.6.4. Ziya Gökalp ............................................................................................ 154 2.6.5. Sandal Hoca ........................................................................................... 155 2.6.6. Yunus Emre ............................................................................................ 156
2.6.6.1. Mevlana ve Yunus .......................................................................... 160 2.6.7. Önce Alkışladılar Sonra Öldürdüler ...................................................... 188
vi
2.7. İzlenimler ...................................................................................................... 189
2.7.1. Avrupa`nın Gerçek Yüzü ....................................................................... 189 2.8. Aile, Evlilik ve Kadın ................................................................................... 190
2.8.1. Biz Evleniyoruz ...................................................................................... 190 2.8.2. Bilinmeyen Kadın .................................................................................. 191
2.9. Psikolojik ve Ahlaki Motivasyon Kitapları ................................................... 195
2.9.1. Doğru Düşünme ve Başarma Sanatı ...................................................... 195 2.9.2. İçinizdeki Dostu Keşfedin ...................................................................... 196 2.9.3. Üzüntüsüz Yaşamak ............................................................................... 197 2.9.4. Devrimlerin Deviremediği ..................................................................... 198
SONUÇ .................................................................................................................... 199
BĠBLĠYOGRAFYA ............................................................................................... 200 ÖZ GEÇMĠġ ........................................................................................................... 202
vii
ÖN SÖZ
Vehbi Vakkasoğlu, Maraş’ın geleneksel sanat ve edebiyat muhininin neticesi
olan bir yazar. Bazı şehirlerin bir sanat ve edebiyat rüzgarı estirdiği düşünülür.
Anadolu şehirleri içinde Maraş bu şehirlerin başında gelir denebilir. Yazarımız,1947
yılında Kahramanmaraş”ta doğdu, ilk, orta ve lise tahsili memleketinde geçti.
İstanbul Yüksek İslam Enstitüsünden mezun oldu. Milli Eğitim’in çeşitli
kademelerinde çalıştıktan sonra 1987 yılında Almanya’ya tayin edildi. Altı yıl
Berlin’de kaldı.
Yazı hayatına dergi ve gazetelerde başladı. Çeşitli dergi ve gazetelerde
yüzlerce makale, fıkra, dizi ve röportaj yayınladı. İlk kitabı iki arkadaşı ile birlikte
yazdığı Gençliğin Kaleminden Üç Cephesi ile Mehmet Akif (1968) daha sonra ise
kırk beşten fazla esere imza atmıştır.Bunlar araştırma, inceleme, biyografi, tarih, din,
edebiyat, aile, çocuk ve psikolojik konulardır.
Vehbi Vakkasoğlu, popüler edebiyat ve popüler din, tarih, psikoloji
konularında, ilim adamlarının yorumsuz soğuk metinlerinin yerine halkla bütünleşen,
milletin hissiyatına tercüman olan bir dil kullandı.O kültürü, dini, tarihi, edebiyatı,
biyografiyi bir kimlik bunalımındaki toplumu toparlamak için kullandı.Konferanslar
verdi, hamasi nutukların yerine ilimle tezyin edilmiş, insanı kucaklayan ve sevgi
yayan bir dil ile konuştu. Hayatının ideali Necip Fazıl’a benzemek olan yazarın, ünlü
şairin mizacı gibi herşeyin üstünde olmak şeklinde değil insanları etkileyen sıcak ve
samimi bir dille Anadolu’da yüzlerce konferansla din-ilim-edebiyat-biyografi ve
hepsini kuşatan bir muhabbet dili tasarruf etti.
Çalışma süresince bana destekleyen, yardımlarını esirgemeyen değerli hocam
Prof. Dr. Himmet Uç`a teşekkür ederim.
Marwan Abbas Fadhıl FADHIL
22.02.2018
1
GĠRĠġ
1947 yılında Kahramanmaraş`ta doğan Vehbi Vakkasoğlu, hayatı ve yazdığı
çeşitli kitaplar üzerine bir çalışma hazırladık. Çalışmamız adı Vehbi Vakkasoğlu’nun
Eserleri Üzerine Bir Çalışmadır. Yazar 1968 yıldan itibaren yaklaşık 48 esere imza
attı. Bunlar araştırma, inceleme, biyografi, tarih, din, edebiyat, aile, çocuk ve
psikolojik konulardır. Ne yazık ki bu kadar eserler ve topluma yarayan çeşitli konular
varken, üzerine bir inceleme yapılmadı. Halbuki böyle çalışmalar, topluma, millete
çok faydalar getirir. Parlak bir geleceğe sebep olur. Bu yüzden yukardaki tez konusu
seçilip, ele alındı.
Yazar yakın geçmişi şahit oldu, şu yakın geçmişimizden istifade edelim diye
Seçmemizle alakalı bir başka nedeni oldu. Onun için ibret, dersler alınmalı…
Çalışmada çeşitli konulardan bahsedildiği için, eserler ayırdık. Okuyucu
okumak istediği konu veya eseri, rahat rahat bulsun diye dokuz bölümleme yaptık.
Bunlar:
Tarihi Çalışmalar, Eğitim ve Öğretmen Kitapları, Popüler Dini Denemeler,
Sevgi ve Eğitim üzerine Kitaplar, Portre Kitapları, Çocuk Eğitimi Kitapları, Aile ve
Evlilik ve Kadın, İzlenimler, Psikolojik ve Ahlaki Motivasyon Kitaplarıdır. Kitaplar
çok ilgi ve önem çekti, onlarca baskılar çıktı.
Hakkında birkaç doktora tezi yapılacak çok değişik konularda otantik eserler
veren yazarın, bir yüksek lisans tezinin kapsamında hayatına ve eserlerine baktık.
Daha sonraki çalışmalar için bir çatı olabilecek eserimiz bir gayretin ve emeğin
mahsulüdür. Her şey kendi içinde mükemmeldir.
2
1. BĠRĠNCĠ BÖLÜM
VEHBĠ VAKKASOĞLU`NUN HAYATI
1947 yılında, Kahramanmaraş`ta doğan yazar, İstanbul Yüksek İslam
Enstitüsü`nden mezun olur. Öğretmenlik mesleğine Milli Eğitim`in farklı
kademelerinde 35 yıl emek verir. Berlin`e tayin edilir, atı yıl çalışır. 1968 yılında ilk
eseri olan “Mehmed Akif” yayınlar. O günden bu güne kadar 48 esere imza
atar.Konuları din, edebiyat, psikoloji ve tarihtir.Eserlerinde “hayatın muhtevası,
anlamı ve özü sevgidir “gerçeğini yaşayarak yaydı. Çanakkale ruhuyla sevginin
özünün başkalarına kendini feda etmek olduğunu tesbit edip kendine gelmenin,
kendini yenilemenin edebiyatta temsilcilerinden biri oldu.
Evli ve üç çocuk babası olan yazar, 1995’te Milli Eğitimden emekliye ayrıldı.
Yazarın hayatında en etkili olaylarından biri 27 Mayıs darbesidir. O
zamanlarda gerçekleşen olayları.
“Benim çocukluğumda etkilendiğim olay 27 Mayıs darbesidir. İlk gençlik
yıllarıma rastlamış ama çocuk ruhumda bu güne kadar silinmez izler bırakmıştır.
Küçük bir şiir defterim vardır, oraya bir cümle yazmışım. ? “Demek ki bu ülkede iki
ayrı bir millet yaşıyormuş” Bu hissi vermiş bana olaylar, çünkü fanatik siyasiler
ideolojilerini her şeyin önüne geçirmişler. Devleti milleti kendilerinin hakiki sahibi
zan etmişler. Acayip bir düğün dernek haline getirmişler memleketi, kamyon
kasalarında dolaşıp, davullar zurnalar çalıyor, belediye meydanında kurbanlar
kesiyor, etler pilavlar dağıtıyorlar. Sanki ülke Fransız işgalinden kurtulmuş gibi bir
şenlik yapıyorlar. Tabii bizim akrabalar bütün ile Demokrat Partili olduğu için,
özellikle Zekeriya Bağrıaçık adını taşıyan yiğit tabancalı dolaşırdı. Sözünü sakınmaz
Demokrat Partinin de yönetimindedir.
Bir gün evinde bulunuyorduk. Kapının önüne bir kamyon yanaştı, birinde
davul zurna çalınıyor insanlar ıslık çalıyorlar,birilerini yuhalıyorlar, bağırıyorlar, bir
başkasının kasasında da bir gurup, çoğu sarhoş olduğuna tahmin ettiğim insanlar
3
halay çekiyorlar. Tabii içerde nenem ağlıyor, yalvarıyor, dayım tabancaya sarılmış
“geberteceğim hepsini” diyor. Nene Osmanlı kadını “kurban olurum oğlum ne olur”
diye paçalarına yapışmış onu dışarıya çıkarmak istemiyor, böyle bir vaziyet. Biz de
çoluk çocuk onlara bakıyoruz, filim seyreder gibi, tabii içimiz kan ağlıyor ama
yapacak bir şeyimiz yok. Dayım volkan gibi patlıyor, “ağzından çıkanı kulağı
duymuyor”. Akrabalar müdahale etti dayımı durdurdular. Ama dışardakiler öyle
tahrik ediyorlar ki, biz de ateş olup tepelerine inelim diyoruz neredeyse.
Bir gün sonra hoperlörden halka ilan ediliyor belediye meydanında
toplanmaları . İstanbul`dan gelen konuşmacılar üniversite talebeleri olacak. Ben
konuşmaya kitaba, fikre merakı olan biriyim. Acaba bunlar ne konuşacaklar ne
anlatacaklar diye düşündüm.
Bize ailemiz ve çevreler sıkı sıkı tenbih ettiler, “Sakın belediye
meydanlarında inmeyin, oralarda dolaşmayın, küçük yer herkes birbirini tanıyor,
başınıza bir iş gelmesin, evden çıkmayın o gün “. Ama ben merakımı yenemedim,
belediye meydanına gittim, arkada bir postaemiz vardı, orda durdum ama ses tam
gelmiyor. O zamanki ses düzenli yetmiyor, biraz daha yaklaştım, fazla kalabalık yok,
en arkada dinliyorum. Ama anlatılanlar öyle yüreğime ağır geliyor, acı geliyor,
içimde zehir gibi birikiyor. Bildiğimiz bütün mukaddes şeylere hakaret ediliyor. Hele
babamın can ciğer sevdiği, “böyle lider gelmedi” dediği Menderes için neler
söyleniyor.
Seyrederken içimde öyle bir birikim olmuş ki bir öğrencinin yersiz
konuşmalarına, küfürlerine dayanamamış olmalıyım. Gayri ihtiyari birden içimde bir
patlama oldu. Durduramadım kendimi, avazımın çıktığı kadar hıçkırarak ağlamaya
başladım. O anda önümde duran kalabalık bir anda bana döndü, sert sert kızgın
kızgın baktılar. Allah`tan küçük bir çocuğum ama onu hazmedemediler. Anladım ki
orada ağlamak ağlayarak tepki göstermek bile yasak. Birkaç yumruk sallayan da oldu
korktum. Artık postaneye doğru bir koşmaya başladım, nefesim kesildi. Peşimden
gelmediklerini görünce, rahatladım.
Hani Himmet Bey kardeşim diyor ki “Yazarlığınızın temelindeki duygular
düşünceler neler” Babamın arkadaşları bizim evde toplanır konuşurlardı. Biz
4
küçüğüz büyüklerin yanında oturmak, o zaman bizim yaşımızdakiler adap dışı bir
iştir. Ama çay kahve götürürken getirirken, ben ayak sürürdüm. Meraklıyım gizli
saklı şeylere, erişilmemiş bilgileri araştırmaya düşünmeye, orijinal bilgilere
ulaşmaya. Hizmeti ağırdan alırdım dinlemek iç ama onlar dinlediğimi his edince,
sözü keserler, ya da fısıldaşmaya başlarlar, ben dışarı çıkınca,bu sefer kapıdan
dinliyorum.
Babam konuşmaları benden gizlemelerini beni korumak için olduğunu
söyledi yıllar sonra. Duyduğun şeyleri okulda söylesen başımıza iş açarsın.Diye
düşünmüştüm. Biz belli adamlar damgalı adamlarız,bir de çocukların
konuşması,olayları bizi nakletmesi yüzünden,başımızı derde sokmak istemezdik.
O zaman daha çocuk yaşında anladım ki, bu milletin evlerinde Osmanlı
dönemi doğumlu insanların bildiği ama açıklamaktan sakındıkları gizledikleri, ancak
yüzde yüz güvendikleri kimselerle fısıldaşarak konuştukları gerçekleri var, bir de
hükümetin, devletin dayattığı, resmi tarihin anlattığı gerçekleri var. Biz iki gerçeğin
arasında kaldık.
İşte birikimlerin patlaması zamanla yazarlığa dönüştü. Müsbet düşünceli
insanlarız biz de şiddet yok, top, tüfek, ayaklanma yok, devlet devletimiz, millet
milletimiz, o zaman ne olacak, manevi cihat sözle, kültürle ; bunu kitaplarla,
defterlerle, yazıyla sözle hitabetle açıklamak,Benim önümde başka yol yoktu.
Radikal düşünmedim. Babamın bütün dostları özellikle kitapçılık yaptığı dönemde,
Necip Fazıl’dı, Osman Yüksel Serdengeçti’ydi Nureddin Topçu’ydu, Arif Nihat,
Asya’ydı, ve benzeri insanlardı. İlimle, fikirle, sanatla din iman konusunu
kendilerine dava etmiş bütün insanlar bizim kitapçı dükkanına uğrarlardı. Oradan
yolu geçmeyen çok az adamlar vardı.
Dolaysıyla benim önüme tek yol açılmıştı.Fikirlerin, bir davanın adamı olmak
yerine söylemek, yazı yazmak, kitap çıkarmak, mikrofonla hitabetde bulunmak. Ben
yazarlığı özel bir meslek olarak sonradan seçtiğimi düşünmüyorum. Rabbim
seçtirmiş o ortamın içinde.
5
Annem çok hasta bir kadındı, bu yüzden herhalde kendisine bedava doktor
bulmak niyetiyle “Oğlum doktor olasın” derdi. Ben anam kırılmasın diye “olur anne
dua et inşallah” ama akıma doktorluk hiç girmedi. Sonra da gönül doktoru oldun
sayılır diye teselli kendini teselli ederdi .Hiç başka meslek aklıma gelmedi.
Yazmak,çizmek yazarlar gibi olmak, özellikle babamın babasından bile çok sevdiği,
Necip Fazıl gibi olmak.
1.1. Babam ve Necip Fazıl
Babasının Necip Fazıl hatıraları :”Rahmetli Necip Fazıl’ı babam çok severdi,
tabii o da babamı severdi. Maraş`a konferansa geldiği zamanlarda yanına çağırır,
oturturdu. “Hilmi söyle nerden mezunsun ?” cevabı daha önce bildiği için, babam
ilkokulu dahi okumadığından “Büyük Doğu Üniversitesinden mezunum “derdi. Hatta
bir defasında hiç unutmuyorum Yıldız Sineması tıklım tıklımdı babamı çağırdı.
“Hilmi nerden mezunsun söyle duysunlar?” Babam “Büyük Doğu Üniversitesinden
“Anadolu`nun mahcup adamı, mikrofondan herkes duydu . Necip Fazıl tahtına
kurulmuş kral gibi, Hilmi duymadılar, tekrar yüksek sesle söyle, babam rahmetli alıp
mikrofonu emir telaki ediyor utanma filan geçiyor. “Büyük Doğu Üniversitesinden”
işte simdi oldu. Niye “alkışla mıyorsunuz?” dedi, bir daha alkışlattı babamı. Babam
ter içinde aşağıya indi.” İki Hilmim var” derdi, biri malum bütün Türkiye tanır, ben”
Necip Fazıl’ın metafizik oğluyum” diyen Hilmi Oflaz Abi Allah rahmet eylesin,
ikincisi de sadece Maraş`ta Hilmi Vakkkasoğlu” yani babam.
1.2. Yazarlık
İlk muharrirlik, yazarlık hatıram: ilkokulda, ikinci sınıftaydım, hocam
Mustafa Tabakay`dan Allah Rahmet eylesin, duymuştum. Kendisi bize tayinle
gelmişti komşu köyden, oradaki öğrenciler anlattı, ağlayarak ayrıldıklarını . Köyün
dışına kadar arkasından koşmuşlar. Bizim öyle bir hocamız olmamış, öğretmen böyle
olurmuş demek ki diye çocuk çocuk sevindik, demek ki öyle bir hocamız şimdi
olmuş.ilk dersin arkasından ikinci,üçüncü derste bir şey yapmadı, dedi ki “Ben
gelirken çocuklarıma söz verdim, sizi unutmayacağım size yine arkadaşlar bulmaya
gidiyorum” . Şimdi isimlerini getirdim, oradan çekiyor, bir numara söyle 13. Ben 13
6
mü demiştim, 15 mi demiştim, tamam Ali Bilmen’le arkadaş oldun. “Ali`ye mektup
yaz” dedi. Mektup nasıl yazılır hocam?, Selamla kelamla başlar, Kendini tanıtırsın,
sonra kendini tanımak istediğini söylersin. Ve bize fukara çocuk olduğumuzu
gördüğünden mi ?” Bence aktif eğitim yaparak, kağıtları bedava dağıttı, iki kağıt
verdi, ve, “hocam iki sahife ne yazacağız” dedik, “hayır ikinci sahife zarf için,” zarf
yapmayı öğreteceğim, siz zarf yapacaksınız. Yapışkanı da kendi getirmiş. Ben
yapamadım. Kendisi yardım etti bana hatırlıyorum. Bütün sınıf zarf yaptı, ve
heyecanla arkadaşlarımızın adını yazdık zarfların üstüne.
İlk defa PTT acentesine gittik. Son PTT acentesi babam oldu, babama
vermişlerdi, ama Menderes düşünce de torpille olmuş diye meğer diplomasından
dolayı hiçbir yolsuzluk arzusu yok postaneye çok güzel çalıştırmış, velakin işte
Demokrat Parti’li olduğu için, diplomasız görev yapmış, bu işi diye, aldığı bütün
maaşlar ve faizini babamdan aldılar.
PTT acentesine gidip zarfın üstüne pulu yapıştırıp, ilk defa mektup attık.
Herkes heyecanla bekliyor. İlk cevap bir kıza gelmiş. Ne kadar heyecan,” hocam
bizimki ne zaman gelir”, “bilmiyorum evladım dua edin çabuk gelsin”,dedi. herkes
Allah`ım benimki yazsın,diye dua etti. En geç gelenlerden biri benimkiydi. Velakin
benim yazdığımı gelenleri de hoca sınıfa okuyor, bütün sınıfın huzurunda hem de
tenkit ediyor, arkadaşlara da tenkit ettiriyor. En çok kendisi fikirlerini söylüyor. Bak
şu cümle şöyle olsaydı, bu cümle böyle olsaydı, aktif eğitimcinin hasıymış,.
Hatıralarımdan bunu unutmadım, tüm teferruatıyla seminerlerde anlatıyorum bunları
eğitimcilere örnek olsun diye, benimkini örnek mektup olarak okudu, birkaç tenkit
yapmakla beraber “çok güzel olmuş”,dedi. Yoksa büyüklerin mi yardım etti ? “Yok
efendim ben kendim yazdım” dedim. “Maşaallah Vehbi sen muharrir olacaksın”
dedi. Tabii ben ilk defa duyuyordum, muharrir kelimesini, önemli bir şey bu herhalde
dedim. ondan sonra hiçbir şey dinlemedim, ders sonuna kadar. bu kelimeyi
(muharrir) unutmayayım diye tekrar ettim.
Öğlen eve geldim, koşarak anneme,” anne muharrir ne demek,” annem
ilkokulu okumamıştı, ümmi bir kadın, düşündü düşündü,” oğlum hiç duymamışım
bilmiyordum” dedi. Akşam baban gelsin soralım, o bilir dedi. Ben yine ezberliyorum
“anne unutursak ne olacak, oğlum yaz bir kenara dedi,” elim titreyerek kocaman
7
harflerle muharrir yazdım. Akşam babam gelince “annem sor bakayım babama,
utangaç bir çocuğum babama nasıl soracağım” babam sertti, hükümet gibi adamdı.
Anam, “Vehbi’nin bir sorusu var,”dedi babama. Babam” neymiş” dedi, “oğlum
gizleme, açık ve yüksek sesle konuş” “Baba öğretmen bana muharrir olacaksın dedi
de, ne dediğini anlayamadım.” Babam “Muharrir yazar demek “dedi. Benim moralim
bozuldu, yazı herkes yazar, farklı bir şey mi ki yani. Ben de yüksek bir şey
düşünüyordum. Beklentimi tutmadığından üzüldüm, moralim bozuldu .
Ama yıllar sonra muharrir olmak ne demek olduğunu anladım, beş altı tane
kitabım çıkmıştı. Maraş`ın kurtuluş savaşı 12 Şubat dolayısıyla Maraş`a bütün civar
ilçeler köyler akardı o zaman. Dediler ki Mustafa Tabaka gelmiş, seni arıyor.
Hocayla buluştuk geze geze kale dibinden aşağıya, o zaman otogar minibüs garajı
vardı, oraya doğru yürürken, utanarak çekinerek” hocam hatırlıyor musun? Üçüncü
sınıftayken muharrir olacaksın “demiştin. “unutur muyum Vehbi o günden biri takip
ediyorum” seninle iftihar ediyorum . Sonra ilişkimiz ölünceye kadar devam etti
Allah`a şükür.
Düz İçinde çok büyük bir köy sineması vardı, acayip filimler gösterir,
çocukların kafası oraya sevk edilirdi. Ve orada ben yıllar sonra peygamberimizin ilk
kutlu doğum toplantılarından birini yaptım. Hocam kendi bahçesinde yetiştirdiği
güllerden kocaman rengarenk bir demet yapıp gelmiş, benim haberim yok,
“söylemeyin” demiş. Bakalım Vehbi beni tanıyacak mı? Aradan otuz yıl geçmiş
torunlarıyla gelmiş, kucağında kocaman bir demet gül, mis gibi köy gülleri.
Konuşmam bittikten sonra geldi güzel şeyler söyledi. Oradakilere “Bu çiçekleri ben
yetiştirdim, ama asıl yetiştirdiğim iftihar ettiğim çiçek, biraz önce dinlediğiniz” dedi.
Beni çok heyecanlandırdı.
Mersin`e vefatından sonra gittim, vasiyet etmiş meğer oğlu milli eğitim
müdürüymüş, milli eğitim müdürü konuşma yaparken tanıştık. Beni anlattı Vehbi
Bey bizim için çok değerlidir. Babamızın bizden fazla sevdiğini bildiğimiz bir
eğitimcidir. Onun için babam adına çiçek veriyorum “dedi. O da ayrı bir güzellikti.
Sonra kızı hanım efendiyle hala bayramlarda, kandillerde haberleşiriz.
8
2. ĠKĠNCĠ BÖLÜM
VEHBĠ VAKKASOĞLU’NUN ESERLERĠ
2.1. Tarihi ÇalıĢmalar
Vehbi Vakkasoğlu tarihi konularla ilgili eserler de kaleme almıştır. Hatta bir
milletin milli karekteri üzerinde tarihin önemine inanır. Osmanlıdan Cumhuriyete
Son Bozgun isimli eserinde son dönem tarihimizin önemli konularından milli
mücadelenin hazırlanmasına doğru giden akışı anlatan bir eserdir. İstanbul işgal
altındayken Kazım Karabekir ve Mustafa Kemal istanbul’dadırlar. Anadolu’nun
kurtuluşu için çare taharrisinde bulunurlar. Padişah Saltanat Şurasını toplar ama
şuradan kurtuluş hareketi ile ilgili bir kurtarıcı hamle görülmez, masada kalmış bir
toplantıdır. Padişah bir şey çıkmayacağını anlayınca toplantıyı ağlayarak
terkeder.Kazım Karabekir Paşa padişahla müşavere eder, Anadolu’yu toparayacak
insanlar araştırırlar. Mustafa Kemal de tavsiye edilir. Kazık Karabekir, “Mustafa
Kemal’e istanbul’dan bir kurtuluş iradesi çıkmayacağını bizim Erzurum’a gitmemiz
gerekir” der, bir süre geçer Kazım Karabekir Erzurum’a gider, kurtuluş hareketinin
alt yapısını oluştur. Israrlar karşısında Mustafa Kemal Erzurum’a gelir,
Erzurum’lular onu tanımazlar, Paşa onu Erzurum halkına tanıtır, Erzurum kongresi
yapılır, Sivas Kongresi için Erzurumlular Mustafa kemal’e gereken yardımı yaparlar.
Daha sonra paşa Sivas’a gider, böylece Milli hareket başlamıştır. Kitap bu safhaları
belgelere dayanarak objektif anlatır.
2.1.1. Bir Destandır Çanakkale
Çanakkale 1914’te başlayan çok önemli bir savaş olarak kabul edilmektedir.
Savaşın önemini bilen düşman, Çanakkale coğrafyasını, ele geçirmek amacıyla
hareket etmektedir. Boğazlar bir taraftan Akdeniz ve Karadeniz arasında, diğer
taraftan da Avrupa ile Asya arasında stratejik öneme sahip bir köprüdür. İtilaf
devletlerinden biri olan Rusya, boğazlar açılmadıkça Rusya’ya gerekli yardım
sağlanmayacak, donanım, silah, cephane ve mallar oraya gitmeyecektir.
9
3 Kasım 1914`te, İngiliz gemileri tarafından Boğaz`ın dış bataryaları
bombalanmıştı. İki İngiliz ve Fransız muharebe gemisi, 06:50 ile 07:10 arasında, 13-
16 bin metreden Kumkale ve Orhaniye Tabyalarını bombalamıştı1. Bunun yüzünden
5 subay ile 80 er şehit olmuş, 31 kişi süren bu deniz muharebelerinde, vatanını seven
kahramanların kimi şehit, kimi yaralı, kimi da gazi olmuştu. Deniz muharebesi
bitince, kara muharebeleri başlayıp, Deniz muharebelerinde iki taraftan bine yakın
kayba karşılık 25 Nisan- 9 Ocak arasındaki kara muharebelerinde taraflar yarım
milyona yakın kayıp vermiştir. Kendi toprağını düşmandan korumak için, müdafaa
eden Mehmetçikler vatan uğruna canlarını verip, bütün dünyaya cesaretini gösterip,
bir destan yazdıktan sonra, zafere ulaşmaktaydı.
Çanakkale zaferi, yokluk ve yoksulluk döneminin başarısıdır. Maddi ve siyasi
açıdan devletin tıkandığı bir dönemde meydana gelmiştir. Maddi imkanların
nerdeyse tabana vurduğu, düşmanların ise çok güçlü bulunduğu bir savaştır. Bu
gerçeğe rağmen Çanakkale Savaşları nasıl zaferimizle sonuçlandı? Bu zaferin bir tek
doğru izahı vardır. O da Mehmetçiğin imanıdır. “ölürüm şehit, kalırım gazi “dedirten
iman, askerimizi kahramanlaştırmıştır.
2.1.1.1. Çanakkale savaĢında Ģahıs portreleri
Vehbi Vakkasoğlu kitabında savaşta kahramanlık yapan veya savaşa tesiri
olan kişiler anlatmıştır. Sultan Abdülhamid Han’nın kahramanlığı bölümünde,
Sultan her şeyi bırakıp savaşın durumunu öğrenmek için Talat Paşa ve Tevfik Bey’le
buluşmuştur. Talat Bey,uzun uzun ve pek hürmetkar bir ifadeyle önce vaziyeti sonra
savaşın durumu anlatır. Durum kritiktir, düşman hem denizden hem de karadan
Çanakkale`yi zorladığı için, padişah hükumet ve hanedan-ı saltanatı esarete
düşürmemek ve elim bir barış anlaşmasına mecbur olmamak için, Anadolu`ya geçip
harbe oradan devam etmeyi ister.Sultan Abdülhamid gereken cevabı verip şöyle der
“Hazreti Fatih bu beldeyi küffar elinden fethettiği zaman, Bizans İmparatoru
Konstantin kaçmayıp, harp ede ede, yıkılan kalelerin altında can vermek celadetini
göstermişti. Biz Fatih`in ahfadıyız ….”2
1 Dr. Lokman Erdemir, Çanakkale Savaşı, Gökkubbe, İstanbul, 2009, s. 55.
2 Vehbi Vakkasoğlu, Bir Destandır Çanakkale, Nesil Yayınları, 83 baskı, İstanbul, 2008, s.48.
10
Sultan Abdülhamid Han bu teklifi duymak bile istemediğini görürüz. Padişah,
Çanakkale`nin geçilmeyeceği tahmini üzerine İstanbul`u terk etmenin tamamen
aleyhindedir: özellikle padişah ve hükumet üyeleri başkentte durmalı ve moral
bozukluğuna sebep olmamalıdır. Bu hususta o kadar ısrarlıdır ki, kendisini ikna
etmek isteyenlere şu haysiyetli ve cesur cevabı verir,
“Son Bizans kralı Konstantin bile Fatih’e karşı şehri savundu, bırakıp
gitmedi, ölümü seçti. Ben Konstantin kadar vatansever değil miyim ki, tehlike var
diye İstanbul’u bırakıp gideceğim.”3
2.1.1.2. Seyyid OnbaĢı
Unutulmaz bir zattır. Her 18 Mart’ta fotoğrafını basan gazeteler sırtında o dev
mermiyle, televizyonlar da ekranlarına getirirler. Hadiseyi şöyle aktarıyoruz.
Mecidiye Tabyasını alt üst etmiş olan düşman, Mehmetçiği açıkta duramaz hale
getirince, askerler sığınağa koştular. Tam o sırada erlerin büyük bir bölümü sığınağa
girer girmez, cephaneliğe isabet eden bir mermi, hepsinin şehit olmasına sebep olur.
Ancak Çamlık köyünden Mehmet oğlu Seyid yara bile almamış, sadece bayılmıştır.
Etrafta kimse olmadığından birtek Ali’yi görür. Seyid sorunca “Arkadaşlar nerde ?”,
Ali 14 şehidimiz, 24 yaralımız var, ayakta bir sen ve ben kaldık, deyince Seyid ayağa
kalkıp denize doğru baktı, düşman gemileri kıyıya iyice yaklaşmıştı, kullanabilecek
tek top kalmış diğerleri toprağa gömülmüş, Seyid arkadaşı olan Ali’ye “Gel Ali
yardım et de şu gülleyi sırtıma alayım” dedi. Çünkü kullanabilir top da yaralıydı, top
mermisini kaldıracak alet bozulmuştu. Ali önce mermiye sonra Seyide baktı,
“Kaldıramazsın Seyid”dedi, çünkü bu top mermilerinin bir tanesi 276 kilo geliyordu.
Seyid kararlı bir sesle “Hele bir deneyeyim” dedi. Birkaç hamleyle sonunda
mermiyi namluya sürdü, ikisi de görevleri başka olduğundan, nişan almakta ve yön
tayininde acemi idi, ama uzun bekleyecek ne zaman ne de imkan vardı..Seyid topun
namlusunu düşman gemilerine doğru çevirdi, mesafeyi bilebildiği kadarıyla ayarladı,
birkaç denemeyle sonunda başardı. Patlattığı gemi “Ocean” dı . Seyid Onbaşı “kimin
himmeti milleti ise, o tek başına küçük bir millettir” sözünü gerçekleştirdi.
3 Vakkasoğlu, 2008, s.49.
11
Nitekim zaferden sonra ziyarete gelen kumandanların yanında, Seyid
Onbaşı’dan bu mermilerden birini bir daha kaldırmasını istenmiştir. Koca Seyid’in o
şekilde bir fotoğrafı çekilecek ve muhteşem olay tarihe emanet edilecektir. Seyid
kaldıramaz, defalarca tekrarlamasına rağmen başaramaz, ama çok anlamlı cümle
dudaklarından dökülür, “Kumandanım, gavuru görürsem gene kaldırırım”. Seyid, o
dev mermiyi sırtlamış haldeki fotoğraf, aslında makettir. Bu tarihi olayı tasvir etmek
için yapılmıştır.
Bu olay, bize bir ayeti kerime hatırlatmalıdır “Sen atmadın, Allah attı”. Evet
yapan yaptıran Allah`tır, atan attıran, isabet ettiren de odur.
Seyid Onbaşı`nın tabyasında yaşanan bir başka güzellik daha var. Müstahkem
mevki kumandanı Cevat Paşa, savaşın en şiddetli anlarında iki sahil arasında gidip
gelmekten asla çekinmiyor, hem kontrol ediyor, hem de Mehmetçiklere moral
veriyordu.
Paşayı bir gün Mecidiye tabyası da misafir etmişti. Tabii bu kısa ziyarete
ancak “hüzün ziyareti” denebilir. Çünkü tabyanın cephaneliği alt üst olmuştu. Paşa
istihkam yıkıntıları arasında dolaşırken bir ağacın altında uzanmış bir asker bulup
yaklaştı Mehmetçik yaşıyordu. Paşa “neyin var evlat” deyince, asker ayağa fırlayıp
hazırola geçti. Ancak asker gözleri paşadan tarafa değil, başka yöne bakıyordu. Paşa
titreyen sesiyle sordu “gözlerine bir şey mi oldu, oğlum?” Mehmetçik şu cevabı
verdi. “Üzülmeyin kumandanım, benim gözlerim göreceğini gördü” 4. O güzel insan,
batan düşman gemilerini gördükten ve zafere giden yolun açıldığını anladıktan sonra
artık görmese de olacağına inanıyordu…
2.1.1.3. Elazığlı Hasan OnbaĢı
Mayıs ayının başlangıcından itibaren düşmanla temas, devamlı çarpışmalar
oluyordu. Siperde sırtımızı birbirimize dayar elimize ne geçerse düşmana
fırlatıverirdik. Vakit gecenin yarısına yaklaştı, düşman bulunduğumuz tepenin
diplerinden yavaş yavaş bize doğru ilerliyordu, altmış kişi idik. Ben düşman ne kadar
yaklaştığını anlamak için ileri hatlardaki siperlere yaklaştım, vızır vızır geçiyor
4 Vakkasoğlu, 2008, s.70.
12
mermiler, ben hemen kendimi siperin içine attım, kan sıcaktır yara da sıcakken
acımaz, onun için hiçbir şey hissetmedim, sonra mesele anlaşıldı yaralanmışım .
Arkadaşlar beni yatırdılar dört yerden kan akıyordu, sonrasını iyice hatırlamıyordum.
Kendime geldiğimde siperin içindekiler hepsi şehit olmuş, sadece Elazığlı Hasan
Onbaşı, başını çevirip bana baktı ve dedi ki:
“Mustafa merak etme, evvel Allah ben yaşarken sana kimse dokunamaz”.
Gece iyice bastırmıştı, düşman çok yakınlarımızda olmalıydı, bir ara iri kolların beni
kucakladığını hissettim, Hasan Onbaşı beni sırtına alıyordu. Epey yürüdükten sonra
bizimkilerden bir gurubun arasına karıştık, tedavimi yaptılar, vücuduma saplanmış
kurşunlar çakıyla çıkardılar. Daha sonra hastahaneye kaldırıldım. Ordayken
öğrendim ki, Elazığlı Hasan Onbaşı, ertesi akşam aynı sipere tek başına geri dönmüş,
bir daha gelmemiş. Gün ışığında o sipere gidenler, 24 düşman askerlerinin ölüsüyle
birlikte Elazığlı Hasan Onbaşının cesedini bulmuşlar. Görenler, Elazığlı Hasan
Onbaşı dört düşman askerini bir süngünün ucuna şiş gibi geçirdiğini anlata anlata
bitirmediler.
2.1.1.4. Bombacı Mehmet ÇavuĢ
Seddülbahir ve Conkbayırı bölgelerinin büyük kahramanlarından biridir
Bombacı Mehmet Çavuş.. Bu kahraman çavuş, İngilizlerin siperimize fırlattığı el
bombalarını hemen korkusuzca yakalar ve karşı tarafa fırlatırdı. İşte bu cesur eylemi
sebebiyle Mehmet Çavuşa “Bombacı” lakabı verilmişti. Zamanla çavuş İngiliz
siperlerini de öğrendi, bu sebeple de el bombasını bizim siperlerimize fırlatmadan
önce üçe kadar sayıyorlardı.
İşte bu bombalarından biri bombacı Mehmet ìn elinde patladı, Çavuş`un sağ
eli bileğinden koptu. Arkadaşları hemen hasahaneye yetiştirdiler. Hastahaneden
bölük kumandanına mektup yazdı, şöyle dedi
“Sağ kolumu kaybettim; zarar yok, sol kolum var! Onunla da pekala iş
görebilirim. Beni üzen ve tekrar kıtama katılıp düşmanla çarpışmama mani olan şey,
yaramın henüz kapanmamış olmasıdır. Hastahaneden kurtularak halen harbe iştirak
edemediğim için beni mazur görünüz, affediniz muhterem kumandanım.”
13
2.1.1.5. Ali ÇavuĢ
Bir sabah yine bütün şiddetiyle başlamış olan boğazlaşma, akşama doğru
birliklerimizin üstünlüğüyle devam ediyordu. Gözetleme yerinde, süngü hücumlarını
heyecanla izlemekteydim. Kükremiş aslanlar gibi düşman siperlerine atılan
Mehmetçiklerin “Allah Allah” nidaları ufku sarmış, vahşi bir uygarlığın gücünü
temsil eden düşman zırhlarının top seslerini bile bastırır olmuştu. Arkamdan
duyduğum ayak sesleri üzerine başımı çevirip, Ali Çavuş`u buldum, sararmış yüzünü
“neyin var” diye sormama sebep kalmadı. Çavuşun sol kolu bileğinin dört beş
parmak kadar yukarısından parçalanmış. Elinin yere düşmemesini ancak zayıf bir
bağlantı önlüyordu. Çavuş cebinden çıkardığı bir çakıyı bana uzatmış ve “Şunu
kesiver kumandanım” ricasıyla yardım istemekteydi. Bir teselli sözü söylemiş olmak
için de “üzülme Çavuş Allah vücuduna sağlık versin” diyebildim
Ali Çavuş yere düşen eline, elsiz kalan kolunu ve akmakta olan kanına bir
süre sessizce baktıktan sonra, gözlerini ateş ve duman içindeki ufka çevirdi, “Feda
olsun” dedi “vatan sağolsun”
2.1.1.6. Kolsuz Kahraman: Hasan Bayrak
1914 senesinin Temmuzunda sıcak bir gündü, Avrupa`da birinci dünya harbi
başlamıştı, ben harbiye son sınıf talebesi idim. Kuleli lisesinde ve Harbiye`de
hocalarımız, bize Balkan harbinin acı olduğu kadar taze de olan izlerini yerlerinde
göstermek suretiyle heyecanımıza ayakta tutarlar. Seferliğin ilanını bildiren davul
sesleri arasında mektebe dönmüştük. Harp hazırlığı dolaysıyla sizi kolordulara
dağıtacağız. Gönüllü olarak istediğiniz bir yere varsa oraya vereceğiz. Ben hiç
düşünmeden, Rus hududuna en yakın olan beşinci kolorduyu istedim, çünkü babam
93 harbinde Ruslarla dövüşmüştü. Düşman Çanakkale boğazına hücum edeceği için,
İstanbul`a geldik. Hücum emri gelir gelmez, hemen oracıkta, diğer alay ve tabur
subaylarıyla, yakın arkadaşlarım Faik ve Şükrü ile son defa kucaklaşıp helalleştik.
Biraz sonra takım kolu halinde ateş hattına doğru yürüyüşe başladık. Ortalık
kararınca daha zor oluyordu, çünkü araziyi hiç tanımıyorduk ve gündüzün de
görmemiştik.
14
Tümen komutanımızın yakından duyulan gür sesi, bu ateş sahasına
saldırmamızı emrediyordu. Çatışma çıkıp, biz ölü ve yaralılar üzerinden atlayarak
saldırıyorduk. Hayli ilerlemiştik, fakat bu öldürücü ateşe eklenen karanlık arazinin
yabancısı bulunuşumuz yüzünden gerideki kademlerle irtibatı kaybetmiştik.
Dakikalar geçtikçe kuvvetimiz eriyordu, Seddülbahir sahiline, denize hayli
yaklaşmıştık; fakat ben ve üç kişiyle kalmıştık. Sağımdaki er, geri dönmemizi teklif
etti. Ben ise “düşman denize dökmek için emir aldık, arkadaşlarımızı beklemek
lazım” dedim, fakat gelen yoktu. Böyle sessizce konuşurken, birden çok yakınımda
bir şarapnel patladı. O anda sol tarafımı kavurucu bir sıcaklığın kapladığını hissettim.
Buna rağmen hücum hızıyla birkaç adım atmıştım, sonra düşmek üzere olduğumu
anladım. “Düşman bizi yaralı yakalamasın, dönebiliriz çocuklar” dedim. Ölüyorum
sanmıştım. Kelime-i şahadet getirirken kendimi kaybetmiştim. Dakikalar sonra
kendime geldiğim zaman, İbrahim ve diğer iki kahramanı başımda bekler buldum.
Devam eden kan kaybı dolayısıyla kulaklarıma bir uğultu, gözlerime bir sis perdesi
geldi. Beni Soğanlıdere`deki ilk sıhhiye merkezine taşıdılar. Sonra hastahaneye
getirilmiştim. Üç gün sonra vapurla İstanbul`a getirilip Zeynep Kamil Hastahanesine
yatırıldım.
Hasan Dursun diğer gaziler gibi büyük tevazu içinde, yaptıklarını
önemsemiyor, diyor ki “Bu mukaddes toprakların müdafaasında, kader benden ancak
sol kolumu aldı, diğer arkadaşlar seve seve canlarını verdiler, benimkisi onların
yanında bir hiç kalır”
2.1.1.7. Harputlu Ömer ÇavuĢ
Ömer Çavuş 13. Tümen 60. Alay 1. Tabur çavuşlarındandır. Harputlu ve 33
yaşındadır. 23 Temmuz, saat 14`te kıyıya sayılmayacak kadar düşman gemileri
dizilmiş. Birden ateş ve alev püsküren düşman topları, siperlerimize ölüm
yağdırmaya başladı. Kudretli toplarının tesirlerine ve siperlerin yıkılmış, sığınakların
çökmüş. Bu sırada alayın ikinci, üçüncü taburları da, birinci hattı pekleştirmeye
gönderilmişti. İkinci tabur kumandanı bilgiler almak için emir subayını ileri
gönderdi, yaklaştığı zaman Ömer Çavuş`u gördü ve kendisine sordu “Ne var ne yok
Ömer Çavuş?” Ömer cevabı “Efendim bizim tabur subaylarından kimse kalmadı…”.
Subay “Siperler hep elinizde mi?”, “Efendim yalnız Yusuf Efendi siperlerinin üç
15
mangalık bir kısmında düşman vardır, çünkü orda sağ erimiz yoktur” “O kısmı bana
gösterir misin?” deyince bu kahraman önüne düştü ve ilerlemeye başladılar.
İlerledikten sonra Ömer Çavuş`a parmağıyla gösterip “Başka yerde düşman yok,
değil mi Ömer Çavuş?” diye sordu. Ömer Çavuş “Hayır efendim yoktur” . Subay
“Peki senin tertibin nasıl”. “Sağ kalabilen şu gezdiğiniz siperlere birer ikişer nöbetçi
dizdim. İngilizlerin daha ileriye gelmemesi için toplayıp artırabildiğim yirmibeş eri
de şurada toplu tutuyorum”. Subay” artık burası emindir değil mi?” .Ömer “Allah
utandırmasın” Ömer Çavuş`un bu kahramanlığı ve subaysız kalan taburunun
kurtulabilen bütün erlerini emri altında toplayarak cesaret ve iyi idareyle siperleri
elde tutmaya muvaffak oluşu emir subayı tarafından tabur kumandanına ve o yolla
alaya bildirilmiş. Ömer Çavuş`un adı artık her yerde takdirle, saygıyla anılmaya
başlanmış, göğsü kahramanlığının savaş madalyalarıyla dolmuştu.
2.1.1.8. Teğmen Mucip`in Hatıra Defterinden
Yüzbaşım, topçular sırtı üzerinde iki yerinden yaralandı. O dakikadan itibaren
27. Alay 2. Bölük kumandanı oldum. Artık ölmek ve öldürmek elle tutulacak kadar
yakın erlerimiz pervasız ve kıvrak atılışlarla sırtın en elverişli yerine çabucak
yerleştiler. Yüz altmış silahla düşmana ani baskın yapmaya başarmıştık. Sonra
düşman cephesini düzeltip, şiddetli atışla hatlarımıza zarar vermeye başlamıştı.
Dakikalar ilerledikçe mücadele ehemmiyet kazanıyordu. Tabur kumandanım
yaralandı. “Sıhhiye sıhhiye” diye seslendim. Tabur kumandanı “sus” dedi, “Askerler
duymamalı”, sonra dedi ki “size mümkün olduğu kadar süratle takviye göndermeye
çalışacağım. Fakat takviye almasanız da, bulunduğunuz yerden kat`iyen geri
çekilmeyeceksiniz. Geriye ancak bir haberci gönderebilirsiniz, o da hepinizin burada
şerefle savaşarak şehit olduğunu bildirmek için”
Sonra hepimizin son nefese kadar savaştığını bildirecek o haberciyi de geriye
göndermemize imkan olmayacak. Gece de durmak bilmeyen atışlarla geçti. Sabah 18
kaldık, bölük derin bir sessizliğe gömüldü, gözlerimden dökülen yaşları
göstermemek için geriye döndüm. Bölük kumandanı olarak tabura yazacağım ilk
yazı, aynen şöyleydi “Madde 4: Bölükten dünkü muharebeye katılan 164 erden bu
gün mevcut olan 35`tir. Şehit ve yaralıların miktarını tespit etmek mümkün
olmamıştır”.
16
2.1.1.9. TaĢla Saldıran Mehmet ÇavuĢ
19. Tümen komutanı kurmay Yarbay Mustafa Kemal, Seddülbahir`de
çarpışmayla ilgili olarak 4 Mart 1915 günü Boğaz müstahkem mevki komutanlığına
şu raporu vermişti: “Düşman yedi torpidobot ve zırhlı ile saat 14.45`te Seddülbahir`i
şiddetle bombardıman ettikten sonra sahile yaklaşarak bir zırhlının çanaklığından
açtığı makineli tüfek ateşi desteğinde asker dolu üç büyük kayığı Seddülbahir
iskelesine yanaştırıp 60 kadar erini kıyıya çıkarmıştı, bu noktaya karşı mevzi alan
piyadelerimizin ve bölgedeki topların ateşi ve özellikle 9. Tümen 27. Alay 10. Bölük
çavuşlarından Mustafa oğlu Mehmet`in komutasında olarak Seddülbahirkalesi’nde
bulunan bir takım süngü hücumuyla püskürülmüştür. Adı geçen çavuş, tüfek
mekanizmasının işlememesi üzerine taşla emrindekilere örnek olacak şekilde
düşmana saldırmış, kendisi de başından ve sol memesinden yaralanmıştır. Bu
çavuşun uygun bir şekilde taltifini istirham ederim.”
2.1.1.10. Ana Yüreğine YansımıĢ Cihat ġevki
Çanakkale savaşları sırasında,cepheye sürekli genç insan akmıştı. Bu acemi
erler, eğitim ve teçhizatları tamamlanır tamamlanmaz hemen sürüldüler. Yüzbaşı
Sırrı bey, ikindi vakti yeni gelmiş eratı teftiş ederken, içlerinden biri saçının
kınalanmış olduğunu görür ve takılır “Hiç erkek kınalanır mı?” Kınanın sebebi
bilmeyen Hasan, anasına mektup yazıp sormuştu. Bir süre sonra anasından şu
mektup gelir, “Ey gözümün nuru Hasanım!, köyümüzde rahat rahat oturalım mı?
Vatan sevgisi içimizde alev alev yanıyor. Sen ecdadından babandan aşağı
kalamazsın. Ben senin anan isem, beni ve seni Allah yarattı, vatan büyüttü. Allah bu
vatan için seni yaşattı, bu vatanın ekmeği iliklerinde duruyor. Bunun için sen bu
ailenin seçilmiş bir kurbansın!. Hasanım söyle zabit efendiye, bizim köyde kurbanlık
ayırılan koyunlar kınalanır. Ben de seni evlatlarımın arasından vatana kurban
adadım. Onun için saçını kınalamıştım. El hüküm lillah (Hüküm Allaha aittir…)
Allah seni, İsmail Peygamber`in yolundan ayırmasın. Seni melekler şimdiden
rahmetle anıyor. Gözlerinden öperim Anan Hatice”.
17
1. Tabur 2. Bölüğünde savaşan kınalı Hasan yaralanmış. Cephe gerisindeki
Kocadere köyü Sargı mahalline getirilir. Ancak tedavisi kabil olmaz, ruhunu
Rahman’a teslim eder. Kınalı Hasan cebinde tamamlanmamış bir şiir bulunmuş:
Anam yakmış kınayı, aday diye
Ben de vatan için kurban doğmuşum
Anamdan Allah`a, son bir hediye
Kumandanım! Ben İsmail doğmuşum5
2.1.1.11. Bedr’in Arslanlarını Hatırlatan Bir Yiğit
Çanakkale kahramanları, güzeller Güzeli`nin terbiye tezgahından geçmiş olan
Ashab`ın ahlakını örnek almıştı. İşte onlarından bir: Efendimizin sevgili torununun
adını taşıyan bir yiğit… Rütbesiz asker Hüseyin…
Hüseyin yaralanmış ve yargı yerinde tedaviye alınmıştı. Ancak yarası çok
ağırdı. Durumunun ümitsiz olduğunu kendisi de hissediyordu. Arkadaşları etrafında
pervane olmuşlardı. Bu arada hastalara taze ekmek gelmişti. Hemen Hüseyin`e
uzattılar. Hüseyin somunu tam ısıracaktı, durakladı, başında bekleyen Mehmetçiklere
uzattı, şu sözleri söyledi:
“Kardeşlerim! Bu ekmeği benim yemem doğru değildir. Ben nasıl olsa, şimdi
işe yaramadan öleceğim… Alın bunu gavura karşı çarpışacak yiğitlere yedirin de,
ekmek boşa gitmesin…”
2.1.1.12. Saka Eri Hüseyin
35. piyade alayı 2. Bölük`te saka eri olarak görevli bulunan Hayrabolu’lu
Hüseyin Topuz, bu cehennemi savaşmada siperlerdeki arkadaşlarının hiç olmazsa
susuzluk çekememeleri için elinden gelen gayreti göstermekte ve işini de hakkıyla
başarmaktaydı. Gelibolu`nun kavurucu sıcağında iki taraf savaşçıları için hayati
önem kazanmış olan su ihtiyacı bulundu, akşama kadar süren çarpışma, cephedeki
arkadaşlarına ulaşamadı. Hüseyin bir çukur içinde, içi içini yiyor, arkadaşları nasıl
beklemekte olduklarını düşünerek üzüntüden bunalıyordu. Oraya mutlaka ve en kısa
5 Vakkasoğlu, 2008, s.156.
18
zamanda ulaşmalıydı, bütün gün savaşmış olan arkadaşları, hele yaralanmış olanlar
suya ne kadar muhtaç olduklarını düşünüyordu. Kanatlanmak istercesine
çırpınıyordu.
Birden müthiş bir olayla karşılaşıverdi, anlamadığı bir dille haykırarak yolunu
kesilmiş, işin fecaatini anlamakta gecikmedi, demek yolu şaşırmış, düşman hatları
içine düşmüştü. Belli etmeden gülümseyerek bir bakışla, katırının sırtındaki fıçıları
gösterip, “kumandan, kumandan” diyerek, el işaretleriyle derdini anlatmaya çalıştı.
Nöbetçiler, komutanların yanına götürdüler. Çabalarla fıçılardaki suyu kendi
kumandanının yaralılara bir hediye olarak gönderdiğini anlattı. Düşman subayı bu
insancıl jest karşısında derin bir memnuniyet duymuş. Hüseyin boş fıçılarının üzerine
düşman subayının karşılık olarak verdiği konserve kutularını, çikolata ve bisküvi
paketlerini yükleyerek Türk siperlerine doğru giderken, onun düşman hatlarından
elini kolunu sallayarak gelmekte olduğunu gören gözcüler hayretler içinde
kalmışlardı. Hüseyin siperler varınca, arkadaşların sorularına meydan bırakmadan,
“Affedin gardaşlarım” dedi “Suyu düşmana verdim emme, boş da gelmedim, hele
şunları yiyekoyun, iki saate kalmaz hepinizin matarasını doldururum evvel Allah …”
2.1.1.13. Kaç KiĢi Öldürdüm, Bilmiyorum
Çanakkale Gazisi İsmail Ukuf anlatıyor:
Hava sıcak, su yok, Kanlıdere sırtlarında durmadan siperler kazıyoruz.
Akşam olunca düşman zırhlı gemileri sahile yanaşıyor ve cehennemi bir
bombardımana başlıyordu. Düşman saatlerce cephemizi top ateşiyle dövüyor, sonra
taarruza kalkarak üzerimize saldırıyordu. Hayli düşman süngümle göğüsledim. Kaç
kişi öldürdüğümü bilmiyorum. Ama düşman da bizimkilerden çok askeri şehit etti.
İngilizler Hellas burnuna çıkarma yapıyorlardı. Arazi kazanmak için durmadan
taarruz ediyorlardı. Biz de karşı taarruz geçiyorduk. Makineli tüfeğimiz çok azdı. 29
İngiliz Tümeni 25 Nisan`da Seddülbahir`e deniz piyadeleri ise aynı günde saat
5.55`te Bababurnu`na çıkartılmıştı. Geceyi, açtığımız siperlerde geçiyorduk. Bir gece
kaza kaza düşmana 20 metre yaklaştık, düşünün 20 metre ileride yatan düşmanın
yirmi metre berisinde insanın gözüne uyku girer mi?Gün ağarıp da düşman ateşe
başlayınca, birbirimizi boğazlıyorduk… Yeni gelen erat acemiydi. Doğru dürüst silah
19
atmasını bilmiyorlar. Bu erleri 22 gün sonra Keşan tarafına çektiler. Gece göç
hazırlığı yapılırken, düşmanın top atışı başladı. Halil ve Kadir adında iki kardeş
vardı. Kadir o gece şehit olmuştu. Halil Çavuş onun naaşını bulup, intikamını almak
karar verdi.” Ben kardeşimin intikamını almadan bu cepheden adım atmam”Celal
bey “Oğlum Keşan`a gider, biraz dinlenir, kuvvetlenir, yine gelir, düşmanla
çarpışırsın” dediyse de Halil çavuş ısrarlıydı.
Sonra duyduğuma göre, Halil çok yaman savaşmış, hayli düşman kırmış,
bilhassa gece akınlarıyla sahildeki nöbetçileri vurmuş. Ona bir makineli tüfek
vermişler, iki saat içinde 500`e yakın düşmanı biçmiş. Bir ağacın altında 250`lik bir
mermi şeridini boşaltmış, ikinci bir ağacın altına gider, orada biraz dinlenir, mermi
şeridini makineliye sürer, beklemiş. Düşman ilk ateş ettiği yere mermi yağdırmaya
başlayınca, Halil da ikinci mevziden başlarmış makineli tüfekle düşmanı biçmeye…
O Halil Çavuş sonra hiç görmedim, belki de kardeşi Kadir gibi şehit oldu,
belki kurtuldu. Allah ondan razı olsun, “Daha sonra Gazze muharebelerinde
bulundum. Orada Avusturyalılar, Macarlar ve Almanlarla beraberdik. Savaş dört yıl
sürdü. Sonra tekrar Edirne cephesine, Cafer Tayyar Paşa’nın ordusuna katıldım. İşte
madalya beratım. İşte teskerem…”
2.1.1.14. Mektuplar
2.1.1.14.1. Üsteğmen Zahid`in Vasiyeti
Bütün şehit mektupları birbirine benziyor. Hepsi de şehadeti hissetmişler.
Zahidin eşine yazdığı şu mektup böyle başlamıştı:
“Bugünlerde her zamankinden daha önemli muharebelere gireceğiz. Bilirsin,
her muharebeye giren ölmez, fakat eğer ben ölürsem sakın gam yeme… beni ve seni
yaratan Allah, bizi nasıl dünyada birbirimize nasip etti ise, benden şehitlik rütbesini
esirgemediği takdirde elbette ruhlarımızı da birbirine kavuşturur. Vatan yolunda
şehit olursam, bana ne mutlu… ancak sana bir vasiyetim var: birincisi, benim için
katiyen ağlama, ikincisi, eşyamın listesi ilişikte, bunları sat, ele geçecek paradan
mihr-i muaccel ve mihr-i müeccelini al, üst tarafıyla bana bir mevlit okut. Eğer
bunlar sana borcumu ödemezse, hakkını helal et ve ilk gece aramızda geçen sözü
unutma. Bu vasiyetnamemi aldığınız zaman yüksek sesle ağlamanıza razı değilim.”6
6 Vakkasoğlu, 2008, s. 266.
20
2.1.1.14.2. Mustafa Kemal’in Corinne Hanım`a Mektubu
“…Gerçekten de cehennem hayatı yaşıyoruz. Çok şükür, askerlerim pek cesur
ve düşmandan daha mukavemetlidir. Bundan başka hususi inançlar daha çok
kolaylaştırıyor. Filhakika onlara göre iki semavi netice mümkün. Ya gazi ya şehit
olmak! Bu sonuncusu nedir, bilir misiniz? dosdoğru cennete gitmek… orada Allah`ın
en güzel kadınları, hurileri onları karşılayacak ve ebediyen onların arzusuna tabi
olacaklar. Yüce saadet… görüyorsunuz ya madam, benim insanlarım şehit olmayı
ararken de budalaca davranmıyorlar. Peygamberimiz ne kadar bilgeymiş!
İnsanların gerçek arzularını ne kadar iyi biliyormuş! Bana gelince, çok yazık ki, bu
inanmış insanların, Allah vergisi nitelikleri bende yok, ama bu nitelikleri
desteklemeyi de hiç ihmal etmiyorum.
“Çok garip bulduğum bir şey var: erkeklere huriler ve başka güzel eğlenceler
vaat eden Hazreti Muhammed, kadınlar için hiçbir taahhüde girmiyor. Bu duruma
göre ölümden sonra erkekler, cennetteki kadınlara sahip olarak hoş vakit
geçirirlerken, kadınların dayanılmaz hale düşecekleri anlaşılıyor, öyle değil mi?
Gördüğünüz gibi madam, dağdağalı ve kanlı bir yaşama alıştıktan sonra da
insan, cennet ve cehennemden söz etmek ve hatta yüce Tanrı`yı bile eleştirmek için
zaman bulabiliyor. Madam, eğer Tanrı`mızı eleştirerek günaha girmemi önlemek
isterseniz, çarpışmalar dışında kalan zamanımı hangi meşgaleyle geçirebileceğim
konusunda lütfen bana yol gösteriniz.” 7
20 Temmuz 1915, Maydos
2.1.1.15. Mehmetçik
2.1.1.15.1. Mehmetçik İnsanlık Dersi Veriyor
Gelibolu Yarımadası, İngiliz ve Fransız zırhlıları tarafından hallaç pamuğu
gibi atılmaktadır. Taş toprak, ağaç yığınlarıyla birlikte, Mehmetçiklerin cansız
bedenleri de paramparça yerden göğe, gökten yere yağmaktadır. İşte bu kan
pazarında acımasız düşman bir zırhlısı olan Bouvet sür’atle suya gömülmektedir. Bir
düşman subayı anlatıyor: “Top başında bekliyordum, her an bir merminin başıma
düşmesi mümkündü. Birdenbire bir patlama oldu, mayına çarpmıştık, gemi
batıyordu, yüzmekten başka çare yoktu, fakat sağ bacağımdan yaralanmış olduğum
halde sahile yüzmeye çalıştım. Tam o esnada, tüfeğine süngüsünü takmış bir Türk
askerinin bana doğru koşarak geldiğini gördüm. Düşünerek birazdan göğsüme
saplanacak süngüden nasıl kurtulacağım, sonra kabul ettim ki, kurtulmayacağımı ve
gözümü yumdum akıbetimi beklemeye
7 Vakkasoğlu, 2008, s. 272.
21
başladım. Hiç düşünmediğim bir şey oldu, asker yanıma geldi, cebinden
çıkardığı sargı, yaramı sardı. Sırtından kaputunu çıkarıp, titreyen vücuduma sardı.
Üzerime yağan mermi yağmuruna hiç aldırış etmeden koluma girip, yavaşça geri
doğru yürüdük. Türk siperleri geldik, çok iyi karşıladılar, bana sıcak bir çay ikram
ettiler, kısa bir zamanda kendime geldim.
2.1.1.15.2. Eşsiz Bir İnsanlık Abidesi: Mehmetçik
Fransız general Guro, genç bir subayken Çanakkale’de savaşmıştı. Bu savaşta
Mehmetçik hem cesaret ve kahramanlık, hem de insanlık öğrendi.…
Yıl 1930’dur, Fransızlar Çanakkale’de bıraktıkları ölüleri için Morte koyuna
bakan tepede, büyük bir abide yaptırmışlardır. General Guro, o yere gidip, “Türk
askerlerinin abidesini de ziyaret etmek” istediğini bildirir. Fransız abidesi benzeri bir
Mehmetçik anıtı o zamanlar henüz mevcut değil, sadece Mehmet Çavuş abidesi
vardır. Oraya varınca, şu hatırayı anlatır “Bir sabah Türklerle süngü harbine başladık.
Onlar mahir dövüşüyorlardı. Süngülü çarpışmamız akşama karar sürdü. Ortalık
kararınca Türklerle anlaşma yaptık. Bizim askerler sedyelerle harp sahasına çıktıkları
zaman ben de aralarına katıldım. Gözümün takıldığı bir güzel tablo karşısında
kendimi buldum, bir Türk askeri, beni büyük bir şaşkınlık içinde bıraktı. Türk askeri
kendi yaralarına yerden avuçla aldığı toprakları bastırıyor, kucağındaki yaralı asker
için ise gömleğini yatırıp onun yarasını sarmaya uğraşıyordu. Efendiler biliyor
musunuz?. Türk askerinin kucağındaki yaralı, bir Fransız askeri idi: bir Fransız
askeri!”. General sesiyle birlikte gücü de tükenmiş, yere çöküp tek elini yüzüne
kapatıp ağladı, ağladı, ağladı.
2.1.1.15.3. Mehmetçik Vicdanı
Bir İngiliz subayı anlatıyor:
“Bir gün Çanakkale’de kara savaşları devam ederken, karşılıklı ateşkes emri
verildi. İki taraf geri çekildi. Bizler yaralı askerlerimizi toplamak üzere siperlere
gittiğimiz askerlerimizin Türk askerler tarafından tedavi edildiğini gördük.
Tedavileri bitince, bize teslim ettiler”8
Avustralyalı bir subay da şunları anlattı:
8 Vakkasoğlu, 2008, s.184.
22
“Çanakkale’de bulunduğumuz günlerden bir gün bizim dini bayramımızdı. O
gün eğlenmek istiyorduk. Ama harp halinde bulunduğumuz için imkansız
görüyorduk. Son çare olarak Türklere elçi gönderip, onlarından bu günlük ateş
açmamaları için söz aldık, ama hile olup olmayacağı kuşkusuz içindeydik. Bununla
beraber, biz eğlencemize devam ederken, bize Türk kumandanının hediyeleri
gönderdiği haberini alıp, elçiyi kabul ettim. Ayran dedikleri bir içecek göndermişti.
Türklerin bu hareketleri beni son derece duygulandırmıştı.”
2.1.1.15.4. Mehmetçik ve Ötekiler
Mehmetçiğin onlarla kıyaslamak üstünlüğü ve avantajı sadece imanı idi, bir
de ne için çarpıştığını bilmesi… Mehmetçik, vatan sevgisinin imandan olduğunu
söylüyordu. İngilizlerin topladığı askerler ise ne bu imana sahiptiler, ne de niçin
çarpıştıklarını biliyorlardı. Bunların bir kısmı nerede bulunduğunu dahi
bilmiyorlardı.
Hamilton hatıralarında şu sözle anlatmıştı:
Birkaç gün evvel, 51. ve 53. Sıhiye Tümenlerinin yarısının Hintli
Müslümanlardan kurulmuş olduklarını, bunların diğer Hintli ve Nepalli ya da
Senegallilere karşılık, Müslüman Türklerle karşı savaşmaktan kaçındıklarını
bildirmiştim. Yine Hamilton, hatıralarında şu bilgiyi verir:
“General Gox, emrindeki Hintli birlikleri cepheye sevk etmek üzere hazırlık
yapıyor. Ama Pencabi Müslümanlardan kurulu kıtaları W plajı sahasında
bırakacağını söyledi. General, cephede galip gelir de düşmanı püskürtürsek,
Müslüman birliklerini de beraber alacağını, aksi halde Müslümanların, Müslüman
Türklerle savaşmak istemedikleri kanaatinde olduğunu söyledi. Evet işte bu yüzden
Kitchener’e ve Fitz’e, Gurka Tuygayını tahsis etmekleri için ısrar etmiştim, yoksa
böyle karışık dinlerden birlikleri değil…”9
2.1.1.15.5. Mehmetçik Kalbi Böyledir
Gani gönüllü Mehmetçik, Çanakkale’nin her safhasında düşmanı bile hayran
etmeye devam eder. Bir keresinde esir düşman subaylarına taze ekmek verirler, aynı
sofrada kendileri bayat ekmek yemektedirler. Esir subaylar şüphelenirler, “Acaba
kendileri bayat ekmek yerken, niçin bize tazesini verdiler” diye aralarına konuşurlar,
“Olsa olsa ekmeğe zararlı bir şey ya da zehir katmışlardır!” çaresiz kalınca da
komutanlarına haber verirler. Lisan bilen subayımız durumu anlamak için sorar:”
9 Vakkasoğlu, 2008, s.168.
23
niçin taze ekmekleri yemiyorsunuz da onlara veriyorsunuz” “Kumandanım, bu
herifler bayat ekmek yemeyi bilmiyorlar, ekmeği yerken yüzler gözleri karışıyorlar.
Biz ise zaten bayat ekmeğe alışkınız, askere gelmeden köyde de hep bayat yerdik.”
Düşman subayları bu açıklamaya inanmazlar. Bu sebeple taze ekmekten ilk parçayı
bizim subayımız yiyerek onlara güvence verir, ötekiler ancak ondan sonra taze
ekmeğe saldırırlar.
2.1.1.15.6. Mehmetçiğin Yüreği
Mehmetçik yüreğini anlatmazdı, açıklamazdı. O konuşmazdı, sadece yaşardı,
yaşadığını da Allah için yaşar, dolaysıyla da başkalarının bilmesine ihtiyaç
duymazdı. İşte o güzellik, sonradan Avustralya genel valisi olan üsteğmen
Cosey’den: “25 Nisan 1915 günü Conkbayırı’nda Türkler ve birleşik kuvvetler
arasında korkunç siper savaşları oluyor. Siperler arası 8 -10 metre mesafe var yok.
Süngü hücumundan sonra savaşa ara verildi. Askerler siperlerine çekildiler. İki siper
arasında açıkta bir yaralı, bir bacağı kopmak üzere olan İngiliz yüzbaşısı, “Beni
kurtarın” diye yalvarıyor ve ağlıyordu. Ancak hiçbir siperden kimse çıkıp yardım
edemiyor, çünkü en küçük bir kımıldanışta yüzlerce kurşun yağıyordu. Bu sırada akıl
alamaz bir olay oldu. Türk siperlerden beyaz bir iç çamaşırı sallandı, Türk askeri
silahsız olarak siperden fırladı. Bizimkiler kendisine nişan almış bekliyorlardı.
Asker, yaralı İngiliz subayını okşar gibi kucakladı. Bizim siperler doğru yürümeye
başladı, siperlerimizin önünde usulca yere bıraktı. Geldiği gibi kendi siperlerine
doğru yürüdü, teşekkür bile edemedik Dünyanın en yürekli ve kahraman askeri olan
Mehmetçiğe derin sevgi ve saygılar…
2.1.1.15.7. Mehmetçiğin Şefkati
Çanakkale savaşlarında Fransız genel komutanı olan General Guro anlatıyor:
Türklerin savaşı, biz Avrupalıların savaşı gibi değildir. Bizde cidden çoğunlukla
düşmana karşı yardım ve merhamet hissi yoktur. Halbuki Türkler, mecbur olmadıkça
merhametsizlik yapmıyorlar. “Bir gün, bir taarruzdan sonra cepheyi dolaşıyordum.
Yaralı bir Fransız subayını gördüm. Elini sıkmak istedim, fakat elini uzatmadı, ilerde
baygın bir halde yatan Türk subayını göstererek “Onun elini sıkınız, o olmasaydı,
ben şimdi hayatta değildim” dedi. Sebebini sordum, yaralı dedi ki, “İkimiz de ağır
24
yaralı idik, o kendi yarasına aldırmadan sargı paketini çıkardı ve benim yarayı sardı.
Rica ederim, yalvarırım size, onu kurtarınız.” General çok meraklanıp, sorar. Aldığı
cevap, bir anne yüreğine yakışır şefkati gösteriyordu. Yaralı Fransız cebinden
çıkardığı bir yaşlı kadın fotoğrafı ona bakar bakar, öper yüzüne gözüne sürer.
Mehmetçik bu kadın onun annesi olduğunu tahmin etmiştir, demiştir ki kendi
kendine “Beni bekleyen ne annem ne de babam var… ben ölsem arkamda ağlayan
kimsem olmaz… ama bu arkadaşın onu bekleyen bir annesi var, bari o sağlığına ve
annesine kavuşsun. Ancak bu iki subay da, tedavi için taşınırlarken dünyalarını
değişirler…
2.1.1.15.8. Mehmetçik Sayesinde Mareşal Olan İngiliz
Çanakkale savaşları cephe gerisi yaşanan güzelliklerle doludur. Harika
olaylar yaşanmış, onlarından birini de emekli Korgeneral Adnan Orel yaşamıştır.
Adnan Orel bey, albay rütbesindedir ve askeri ataşe olarak Londra’da bulunmaktadır.
O sırada İngiltere genelkurmay başkanı değişir. Londra’da bulunan bütün yabancı
askeri ataşeler yeni genelkurmay başkanı Mareşal Festings şerefine müştereken bir
yemek düzenlerler, Mareşal konuşma için ayağa kalkar. Ancak konuşmanın hemen
başında ilk olarak Türk askeri ataşesini tanımak istediğini söyler. Adnan hemen bu
isteği yerine getirir ve ayağa kalkarak Mareşali selamlar. Bu seremoni, orda bulunan
bütün ataşeleri şaşırtır, bu ayrıcalığın sebebi nedir, diye merak ederler. Fakat merak
uzun sürmedi, Mareşal şu açıklama yapar, “Ben bu üniformanın sahibi olan ordunun
mensupları sayesinde, şu anda genelkurmay başkanı olarak karşınızdayım!”
Bu sözler üzerine dinleyenlerin merakları şaşkınlığa dönüşür, bu şaşkınlığın
sebebi de yine Mareşal’ın açıklamaları çözer. Bu açıklamaya göre Mareşal,
Çanakkale’ye çıkan İngiliz birliklerinde teğmen rütbesiyle görevlidir. İngilizler
cephe hatlarını hemen gerisinde bir sahra kilisesi yapmışlar ibadet için her Pazar
oraya giderler. Mareşal dindar bir zat olduğu için her Pazar o sahra kilisesine
gitmektedir. O pazarlardan birinde cephede bir sükunet vardır. Karşılıklı ateş
kesilmiş durumundadır. Mareşal ve birkaç silahsız asker, ellerinde İncilleri, kiliseye
gitmektedirler. Fakat yollarını şaşırır ve bir an ne olduğunu anlamadan Türk
siperlerine varırlar. Mehmetçikler onları esir alırlar. Mareşal Mehmetçiklerin
başındaki çavuşa, silahsız olduklarını ve kiliseye gitmekte olduklarını anlatmaya
25
çalışır. İma ve işaretlerle serbest bırakılmalarını ister. Zeki çavuş ne istediğini anlar,
ama bu durumda karar vermeye yetkili değildir. Doğru karar verir, İngiliz esirler
takım komutanı olan teğmenine götürür. Takım komutanı lisan da bilmektedir. Önce
İngilizleri dinler, sonra emin olmak için “elinizdeki kutsal kitap üzerine yemin eder
misiniz” dedi. İngilizler hemen istenildiği şekilde yemin ederler. Bunun üzerine Türk
teğmen, İngilizlerin dönmelerini sağlar.
Mareşal, bu hatırasını naklettikten sonra, şu açıklamada bulunur: “İngiliz
askeri şeref kanununa göre, savaşta esir düşen, ülkeye döndüklerinde mahkemeye
verirler. Esir olmakta hatası görülenler, derhal ordudan atılırlar. Esir olmakta hatası
bulunmayanlar da emekliye ayrılırlar. İşte o gün kiliseye giderken yakalandığımda,
Türk teğmeni bana esir muamelesi yapsaydı, ben de memlekete döndüğümde en
azından emekli edilirdim. Dolayısıyla da bugün Mareşal üniformasıyla ve
genelkurmay başkanı sıfatıyla huzurunuzda bulunamazdım. İşte bu sebepten dolayı
dünya ordularının güzide temsilcisi subaylar huzurunda, bu asil ve mert ordunun
askeri ataşesini de selamlamaktan büyük bir şeref duymaktayım.”
2.1.1.16. Olaylar
2.1.1.16.1. Kıble Ne Tarafta?…
Çanakkale’nin en kanlı günlerinden birinde, zabit Muzaffer Bey, ağır
yaralandı. Artık nefes bile alamıyor, göğsünden akan kana parmağını batırarak şu
cümleyi yazdı: “Kıble ne tarafta?”. yanında bulunan arkadaşlar, ne demek istediğini
anlamışlardı. Bu kahraman asker Beytullah’a dönerek ruhunu teslim etmek istedi.
Onu hemen kıbleye doğru çevirdiler. Kahraman son nefes bile kulluk şuurunu canlı
tutuyor, diğer yanda da vatan müdafaasının kaygısı içinde bulunuyordu. Bu kaygıyla
yine son bir cümle daha yazdı, bu cümle Mehmetçiğe verdiği son emirdi: “Bölük,
intikamımı alsın!…”
2.1.1.16.2. Büyük Saldırıya Doğru
12 Mart 1915’e kadar düşmanın denizden saldırıları sık aralıklarla sürdü. İç
ve dış hatlarımızın çöktüğüne inandılar. Uçaklarla keşfettikleri mayın da temizlendi.
General Birdwood, 5 Mart savunma bakanına bir telgraf çeker, “Amiral aşırı
26
iyimserdir, ordunun yardımı olmadan boğazı zorlayamayacaktır. Savaş donanması
boğazdan geçse bile taşıt gemileri onunla birlikte geçemez, çünkü zırhlıların tahrip
edemeyeceğine gizli Türk toplarının ateşi altında kalacaktır. Bu yüzden Gelibolu
yarımadasının güneyi orduca ele geçirilmelidir.” Bu uyarı fazla dikkate alınmadı,
İngiltere savunma bakanı, çok değer verdikleri 29 teğmen gönderme kararı verdi.
Ancak daha önce gönderme kararı verilen 18 bin kişilik tümen, yine geç kaldı, çünkü
18 Mart yenilgisinden çok sonra, ancak 2 Nisan’da Çanakkale’ye ulaştı.
Bu arada büyük saldırıdan iki gün önce, gururlu İngiliz kumandan Amiral
Carden, aniden hastalandı. 19 Şubat’ta çektiği telgraf “on dört güne kadar İstanbul’a
ulaşacağız” diyen Carden, adeta birden “çarpıldı”, bilinmez bir sebeple aklı
dengesini yitirdi. Amiralin yıllar süren meslek hayatı böylece Çanakkale önlerinde
sona eriyordu. “Amiral Carden, İngiliz zırhlısında gözleri dış aleme kapalı silindi,
gitti…”
2.1.1.16.3. Cephe’de Bayram Namazı
M. ihsan Gençcan, adını vermediği bir Çanakkale gazisinden naklen
anlatıyor: Ben Seddülbahir cephesinden savaş bitinceye kadar ayrılmadım. Miladi
1915 yılında Ramazan ayı, 13 Temmuz Salı günü başlamış, 11 Ağustos Çarşamba
günü de sona eriyordu. Cephe kumandanı Vehip Paşa beni çağırdı ve dedi ki: “Hafız,
Askerlerin bir talebi var. Yarın Ramazan bayramı sabahlayın hep beraber bayram
namazı kılmak istiyorum. Düşman için bulunmaz bir fırsattır. Dolayısıyla tekliflerini
kabul etmedim. Sen de münasip bir lisanla anlatırsın. Paşanın yanından ayrılmıştım
ki, bu arada gözü gönlü Hak adına bağlanmış bir zat karşıma çıkıp dedi ki, “sakın ola
bir şey söyleme, Allah ne derse o olur” 12 Ağustos sabah erkenden kalktım. Askerler
bayram namazı eda edecekti. Aynı göle dökülen sular gibi, Allah sevgisinde birleşen
yüzlerce asker ayakta idi. Gökyüzünde beyaz bulutlar göründü, bulutlar yere çöktü.
Herkes “Allahu Ekber” diyerek hepimizin içinde huzur çiçeklenmiş ve Allah bulutlar
arasında görünmez bir hale getirmişti. Bu ulu kişi, askerlerin karşısında baş kesti,
sonra o yanık sesiyle Fetih suresinin dokuzuncu ayetine kadar okudu. Ondan sonra
iki rekatbayram namazı eda edildi. Namaz bitiminde yüzlerce asker “La İlahe
İllallah, MuhammedürResulullahı” sürekli tekrarlıyordu. Daha sonraki günlerde
öğrendik ki, İngiliz sömürgesinin Müslüman askerleri, Müslüman Türk askerleri
27
karşısında savaştıklarını öğrenince isyan etmişler ve derhal geriye alınıp cepheden
uzaklaştırılmışlar…
2.1.1.16.4. “Nusret Mayın Gemisi” Denen Harika
17 mart gecesiydi… Çanakkale’de görevli mayın kumandanı Binbaşı Nazmi
Bey, üç geceden beri uykusuzdu. Birden asker kapı çalıp, içeriye girer ve dedi ki
“Müstahkem mevki kumandanı, acele sizi görmek istiyor”. Akşamın bu geç vaktinde
çağırdığına göre, mutlaka önemli bir hizmet vardı, Binbaşı Nazmi Bey hemen
hazırlanıp çıkar. Miralay Cevdet Bey, karşısında Nazmi Bey’i görünce sevindi, “hoş
geldin kaptan” diyerek elini sıkıp, dedi ki “Oğlum sana çok mühim bir vazife
düşüyor. Hem mühim hem de tehlikeli, sağ dönmek ihtimalinden çok fazla”. Nazmi
bey şu cevap verdi, “Mademki askeriz, vatana olan borcumuzu hayatımız pahasına
olsa da seve seve öderiz, kumandanım”. Cevat bey duygulandı, o zaman vazifeni
anlatıyım. “Düşman kuvvetleri, Seddülbahir ve Kumkale aldıktan sonra çok
güçlenmişlerdi. Gelen habere göre, büyük bir saldırıya hazırlanıyor. Hem silahımız
yetersiz, hem de cephanemiz kıt… bu sebeple boğazın mayınlanması gerekiyor.
Cephemiz ne kadar kıtsa, mayınımız da o kadar derece yetersizdir. Rusların bir süre
önce Trabzon açıklarına döktükleri mayınlar toplamışlar, Çanakkale’de kullanması
için kumandanlığa yollamışlar”10
. Yirmi altı mayın kullanabilecek denen Cevat Bey,
Nazmi Bey Nusret mayın gemisinde gideceğini söyledi. Cevat Bey’i selamlayan
Binbaşı Nazmi Bey, artık bekleyen günün yaklaşmış olduğunu anlamıştı. Mayın
kumandanı Kasımpaşalı Binbaşı Nazmi Bey, soluğu Nusret’te aldı. Nusret’in
kaptanı, Tophaneli yüzbaşı Hakkı Bey idi. Hakkı Bey birkaç gün hastalandığı halde
yerine biri gitmesini istemedi. Görev çok zor, en küçük dikkatsizlik her şey biter. Hiç
kimse yüksek sesle konuşmayacaktı. Kaptan Hakkı, Nusret’i Akyarlar’a doğru
götürüyordu. Adım adım düşman zırhlılarına doğru varıyordu. Nazmi Bey son
kontrol ettikten sonra mayınlar dökmeye başlamıştı. Yirmi altı mayın indirildikten
sonra Nazmi Bey “Ehhh çocuklar, hepinize geçmiş olsun, artık geriye dönüyoruz.”
Birden 100 metre kadar önlerinde bir düşman projektörü yanıverdi. Müthiş aydınlık,
denizi tarayarak kendilerine doğru gelmeye başlamıştı. O sırada Türk
istihkamlarından bir başka ışık yanmıştı, Mehmetçiğin projektörü deniz üstünde
10
Vakkasoğlu, 2008, s.53.
28
düşmanınkiyle karıştı, çarpıştı. Bu arada Nusret, düşman görüş açısından çıkıverdi.
Emin sulara doğru geldi.
Nusret’in bu son 26 mayını, 8 Mart sabahı döktüğü de iddia edilmektedir.
Ancak ister savaştan bir gün önce isterse 10 gün olsun, önemli olan bütün arama
taramaya rağmen bu mayınların bulunamamaktadır…
2.1.1.16.5. Cephe’de İç Yakan Nağmeler
Çanakkale’nın cephe gerisi, birçok insani özellik ve güzellikle dopdoludur.
Dedesi Çanakkale’de çarpışmış bir Anzak olan üniversiteli genç kız anlatıyor.
Dedesinden Çanakkale’yi çok dinlemiş, dedesinin unutamadığı, en çok etkilendiği
bir hatıralarından biri şudur. “Türk siperleriyle çok yakındık… o kadar yakın ki, ateş
kesildiği zaman alçak sesle konuşurduk, gece olunca rahat hareket etmeye başlardık.
Bir gece Türk siperlerinden bir ses yükselirdi. Öyle gür, içli, dokunaklı bir sesti,
dinlemeye doyamazdık. Yarım saat sürer genelde, bu sese hepimiz hayrandık. Ancak
ne söylerdi, bilemezdik, fakat derinden derine etkilenirdik. Gündüz savaştığımız
insanın gece söylediği müziği dilemek ve ondan etkilenip duygulanmak, ne ilginç bir
işti… ama gerçekti. Bir akşam konser saati gelmiş, ama alıştığımız ses yoktu, ikinci,
üçüncü, dördüncü akşam yine konser yoktu. Merak edip, öğrenmeye karar verdik.
Türkçe bilen bir arkadaş yazdırdığımız bir kağıdı taşa sarıp Türk siperler fırlattık,
kağıttaki iki gümle, “konserin niçin kesildiğini soruyor, ve selam yoluyorduk
Türklere…” bir süre sonra fırlattığımız taş, arka yüzü yazılmış kağıtla birlikte
siperlerimize atılmıştı. Tek cümle yazılmış, haberi getiren arkadaşımızın yüzünü
hüzün bürümüştü. Biz de cümleyi duyunca aynı hüzne gömülüverdik, cümle şudur:
“O arkadaşımızı, geçen hafta vurdunuz!” Bu yiğit kimdi? Söylediği neydi? Türkü
müydü? İlahi miydi? Kaside miydi? Kuran mıydı? Bilmiyoruz… Bildiğimiz onun
yüreğini ortaya koymasıydı… Hem de düşmanın içini bile yumuşatacak ve
insanlığını hatırlatacak kadar etkili oluşuydu…
2.1.1.16.6. Esir Değil Hatırlı Misafir
Osmanlı dostu Fransız edibi Pierre Loti, “Le Quetion Armenienne( Ermeni
Meselesi)” adlı eserinde, denizci teğmen Jean Marie Grammont’un hikayesini
29
anlatır: “bir top mermisi cephaneliğimize isabet ederken, bir de mayın çarptık.
Bouvet, sancak tarafından yana yatarak, hızla batıyordu. Denize atlayıp kırk beş
dakika sahile vardık. Hava soğuktu, ayrıca korkudan perişandık. Bir süre sonra
sahilin az ilerisindeki tepelerin ve ağaçların arasından Türk askerleri göründü.
“İşimiz tamam” diye düşündüm. Askerler önce halimize baktılar, sonra ellerindeki
silahlar yanlarına bıraktılar, kaputlarını çıkardılar. Bize geldiler, işaretle
üzerimizdekileri çıkarmamızı istediler. Kaputlarını bize giydirdiler. Karargaha
gelmiş olacaktık, bir barakanın içine soktular. İçeride büyük bir soba yanıyordu,
etrafına dizildik, sonra çorba ve ekmek getirmişler. Şaşkınlığımız devam ediyordu,
genç bir subay geldi, adı Hasan Galip, “Geçmiş olsun” dedi. Genç teğmen “Burada
birkaç gün nemiz varsa, bir aile çemberi içindeymişçesine paylaşacağız… Sonra
gülerek ilave etti, “Kader bu gün esir durumunda düşürdü, savaş bu… Ben de yarın
ölebilirim, bir isteğiniz olursa, nöbetçi onbaşıya söyleyiniz” orda dört gün kaldık,
sonra Tekirdağ’a nakledildik. Esir değil, sanki hatırlı misafirler gibiydik. Türklerin
bu civanmertliğini unutmadım…”11
2.1.1.16.7. Haçlı Gururu Çanakkale’ye Yürüyor
Düşman donanması, bütün gücüyle Çanakkale boğazına girdi, tarih 18 Mart
1915, saat 10.30 idi. On sekiz büyük savaş gemisi ile sayısız destek gemisinden
ibaret ihtişamlı, azametli ve yenilmez görünen armada Çanakkale önlerine yürürken,
Churcill de İngiltere başbakanına şu müjdeyi veriyordu. “Başbakanım müttefik
donanmasının büyük ve tarihi görevi bu sabah başladı. Majestelerinin donanması
zafere gidiyor”. Ancak düşman hesaba katmadığı bir kesin gerçek vardır. o da
Mehmetçiklerin imanı, korkmayan çekinmeyen, çelikten duvara ve ateşten azaba
siper etmiş, bekliyordu. 11.30’da Çanakkale şehrinin iki yanındaki tabyalarımız,
QueenElisabeth tarafından bombalanmaya başlandı. On dört bin metreden, 38cm
çapındaki toplarla yapılan cehennemi ateşler hedeflerini alt üst ediyordu.
Topçularımız, başlangıçta ateşe karşılık verdiler. Ama ne yazık atışlar kısa düşmüştü,
Allaha tevekkül içinde beklemeye başladılar. Düşman gemileri ateş mesafesi içine
girmesini bekliyorlar. Bir İngiliz yüzbaşı, şu hatıra yazmış, “Ateş hızımız onları
şaşırtmış olmalıydı. Bir insan çevresine dakikada bin 500 kilo mermi yağması epey
11
Vakkasoğlu, 2008, s.195.
30
sinir bozucu olmalı”. Ancak asıl sinirleri bozulan, İngiliz ve Fransız cephesi oldu.
Zaman ilerliyordu, saat 12’yi geçerken, Koramiral Robeck, Fransız savaş gemilerinin
ileriye çıkmasını emretti. Zaten Fransızlar Marmara’ya ilk girmenin şerefini
istiyorlar. Bu arada Fransız zırhlıları, topçularımızın atış mesafesi içine girmiş
bulunuyorlar. 45 dakika süren top atışları, “Agamemnon” zırhlısı isabet aldı, Amiral
Robeck Fransız gemilerini geri çekip İngilizleri ileri sürmek istedi. O sırada
“Bouvet” zırhlısı müthiş bir patlamayla sarılmış, kaptan da dahil üzere, 639 denizci
Çanakkale boğazına gömülüverdi. Topçumuz Bouvet’nin cephaneliğine mi vurdu,
yoksa mayına mı çarptı, sebep ne olursa olsun, önemli olan Mehmetçiğin aşkını
şevkini artırdı.
2.1.1.16.8. Onları Cenabı Haktan Ayırmak İçin Ne Yapmalı?
Mehmetçiğin inancından habersiz olanlar, komik teklifler ileri sürdüler.
Bunlarından biri de, İngiliz savaş muhabiri Ashmead Bartlett idi. Hamilton’a şu
teklif yapmıştı. “Türk askerleri perişan, parasız, pulsuz çulsuz… bunları az bir
parayla savaştan vazgeçirebiliriz”. Bu durumu Hamilton şöyle açıklıyor: “Kendi
kendine yepyeni buluşlar yaptığını sanıyordu. Hatta şahane bir teklif daha vardır:
“Türk askerlerine adam başına on Şilin bahşiş verileceği söylenir ve kendilerine
dokunulmayıp affedilecekleri ilan edilirse, her asker silahı ve sahra aletleri ile
birlikte gelip teslim olur… Böylece ateş hattında savaşacak kimse kalmaz!”. Tabi ki
sandıkları budur, ama Mehmetçiklerin inancında öyle bir şey yoktu, millet, toprak
din uğruna, canı verirlerdi. Öyleyse inancı, din için canı veren bir yiğit, parayla mı
kandırılacaktır?
2.1.1.16.9. Kaybolan İngiliz Taburu
Çanakkale savaşlarının en önemli ve en ilginç olaylarından bir olan kaybolan
İngiliz taburudur. Olayın sırlı, havası, hala insanları kendisiyle meşgul etmektedir.
Çanakkale savaşı içinden çıkılmaz bir hale geldikçe İngilizler taze kuvvet getirmeye
devam ediyorlardı. Son döneminde seçkin İngiliz askerlerini de Çanakkale’ye
sürmüşlerdi. 29 Temmuz yola çıkarılan kraliyet Norfolk alayı idi. Hamilton, 12
Ağustos günü öğleden sonra ileri hareket için görevlendirdi. Hedef 60. Tepe idi. 163.
Tümen, ancak 900 metre ilerlemişti, müthiş bir karşı ateşle durduruldu. Sağ taraftaki
31
ise Norfolk alayının 4.Taburu ciddi bir karşı koyuş görmediğinden ilerlemeye devam
etti. “Bu hareket başarılı olursa, bir haftada İstanbul’u alıp, Türkiye’yi haritadan
sileriz” diyorlardı. Ancak o tepenin üzerinde, somun gibi, gri renkli bir bulut
duruyordu. Esen rüzgardan etkilenmeden şekillerini ve yerlerini koruyorlardı.
İngiltere kraliyet muhafız alayının 4.taburu, tepeye varıp, bulutun içine girdi.
Korkunç bir sessizlik oldu. Türk tarafı da ateşi kesmişti, bulut kümesi alacağı almış
yükünü tutmuş gibi yükseldi. Yukardaki bulutlar yerlerinde duruyorlardı, fakat
yerdeki bulut, havalanmaya başlayıp, yukardakiyle birleşip kuzeye doğru
uzaklaşmaya başladılar. Savaşın hemen ardından, 1918’de İngiltere bu kayıp birliği
Türkiye’den ister. Ancak, her şeyin ince ince kaydını tutan devletin bu konuda hiçbir
bilgisi yoktur. İngiliz taburu ne esir alınmış, ne de öldürülmüştür… Türk tarafından
çoktan unuttuğu bu olay, İngiltere’de unutulmuyor. 14 Kasım 1999’da BBC
televizyonunda All The King’s Men (Kralın Bütün Adamları) adlı bir filim,
Çanakkale’de kaybolan İngiliz birliğinin hikayesinden oluşuyor.
2.1.1.16.10. Alman Albay, Mehmetçiği Anlatıyor
Hans Kannengıesser, bir süre Çanakkale’de bulunmuş, bir alman subayıdır.
Mehmetçiği cephede ölüm kalım mücadelesi verirken tanımı, şöyle anlatıyor:
“Günlerce süren çatışmalar, bir gün, bir düşman ölüsü üzerinde bulunmuş küçük bir
defteri, bu defterin içinde bulunan bir hatıra anlatıyor, “Türklerin dayandığı,
saldırdığı, çekildiği ve en umulmaz bir anda “bittiler” denilirken, Allah Allah
nidalarıyla yeniden hücuma geçtiği bir gecenin ardından, Mehmetçik için şöyle
yazmıştı, “Türkler bizi bütün cephe boyunca geri püskürtecek kudretteler, tel
manialar aşıp, mevzilerimize kadar varmak azimleri, bizden en az üç misli fazla…
Kurşunlarımıza dipçikle cevap veriyorlar”. “Askerler, komutanların verdikleri
emirler konusunda zihinlerinde asla şüphe uyanmıyordu. komutan emri, Türk askeri
için, bir Allah emri kadar kutsaldı”. Moltke, bu gerçeği daha 1835 yılında fark etmiş
ve şunları yazmıştı: “Türk askeri, her güçlüğe itiraz etmesen tahammüle çalışır. Öyle
ki, ıstırap içinde, aldıkları yaralardan kıvranırken, yanlarına yaklaştığımda derhal
sesleri kesiyorlar, ve en fazla için için “Aman! Aman” diye inliyorlardı. Gıdaları çok
zayıftı, pirinç ve etli bir yemek gördüklerinde, cephede bayram ediyorlardı. Halbuki
32
genellikle gıdaları birkaç zeytin ve bir somun ekmek oluyordu. Buna rağmen şikayet
ettiklerini hiç görmedim”.12
2.1.1.16.11. Avustralya’daki Çanakkale
İngilizler, Fransızlar ve Ruslar birlikte savaşa karar verdikleri zaman sadece
kendi askerlerini değil, aynı zamanda sömürge olarak kullandıkları ülkelerin
gençlerini de kan ve ateş deryasına atmışlardı. İngilizlerin asıl önemli gücünü,
Avustralya ve yeni Zelanda’dan toplanan ve adlarına kısaca “Anzak” denilen
askerler meydana getiriyordu. Avustralya’da 1914 yılının son aylarına sevk edilecek
askerleri, Silver City şehrinde bir muhteşem Çanakkale olmuş. Silver City’nin
Türkçesi “Gümüş Şehir” anlamına geliyor. Bu şehirde o zamanlar yaşayan “altın
adamlar” vardır. Bunlar Afganlı, Hintli Müslümanlardı. Müslüman mahallesinde
yaşayan bir de Osmanlı vardı, Molla Abdullah o mahallenin kasabıdır. Molla
Abdullah’ın kasaplık yaptığı günlerden bir gün, Silver City’ye bir Türk daha geldi.
Anadolu gencinin adı Kul Muhammed(bazı kaynaklara göre Gül Muhammed) idi.
Muhammed dondurmacılığı İstanbul’da öğrenmişti, bu mahallede Türk dondurması
satmaya başladı, kısa sürede bütün şehirde tanındı. Kul Mehmet, 22yaşında bir
gençti. Kasap Molla ise orta yaşlı bir insan, bu yaş farkına rağmen onları birbirine
bağlayan sağlam ve köklü manevi bağlar vardı. Onlar çok sevdikleri ülkelerinden
felaket haberleri gelmeye başlayınca, vatana dönme zamanıydı. Ama bir türlü
başaramadılar. Vatana giden yollar kapanmıştı. Ama cihada giden yollar açıktı. Bir
süre düşündüler, ve askerlik yetkililerine açıkladılar, “Madem böyle, biz de
kendimizi size karsı savaş halinde sayıyoruz”. Avustralyalılara şaka gibi geldi, uzun
uzun gülüştüler. İki arkadaş, cihat kararı çoktan vermişler, kul Mehmet askerliği
yapmıştı, sokaklardan topladıkları boş şişeler alıp, şehir dışına çıktılar. Hedefe
koydukları boş şişelerle Abdullah atış talimi yaptı. Kısa zamanda atıcı olmuştu. 1
Ocak 1915’ti, sabah namazını birlikte kıldıktan sonra, iki arkadaş sarılıp helalleştiler.
Yılbaşı tatiline rağmen dopdolu trenleri biri geliyor, diğeri gidiyor. BrokenHills
boğazına bin 200 kişilik bir tren geldi, tren boğazın içine girdiği zaman, makinist
şaşkına döndü, çünkü demiryolunun tam ortasında bir araba vardı. Arabanın
direğinde hiç görmediği bir bayrak, kırmızı renk, üzerinde beyaz ay yıldızlı bir
12
Vakkasoğlu, 2008, s.162.
33
bayrak. Birdenbire trenin üzerine korkunç bir ateş yağmuru başladı. Bunun üzerine
olay yerine hemen polis ve jandarma kuvvetleri gönderildi. İki kişi olmalarına
rağmen, ateş o kadar kuvvetliydi ki, gelen polis ve jandarma bir bölük zannettiler.
Sekiz saat sonra Kul Mehmet şehit düştü. Ama Molla devam etti. Bir müddet sonra
BrokenHills tarafından silah sesi işitilmez oldu. Avustralyalı askerler korkarak
tepeye çıktılar. Birbirinden 11 metre uzaklıkta iki ceset buldular. Delik deşik olmuş
iki ceset, Mehmet’in vücudunda tam 20 mermi yarası buldular, Molla Abdullah
koynundan bir kağıt buldular, şunlar yazılıydı: “Bu yaptığımız Allah ve sultanımız
adına yapıyoruz. Cihadımız hak yolunadır. Ne yaptığımız bir biz, bir de Allah
biliyor.” Ancak Avustralyalılar korkusu henüz bitmedi, “Mutlaka daha başkaları da
var” uzun süren inceleme bittikten sonra, dağda başka hiç kimse bulamayınca, savaş
açanları iki kişi olduğuna kerhen inanabildiler.
2.1.1.16.12. Merhametsiz Düşman İçin Her Yol Mübah
Çanakkale’de Mehmetçik ısrar ettikçe, düşman vicdansızlaşır, hem denizden
hem de karadan, en öldürücü biçimde siperlerimize yağdırılır. Mehmetçik, bu ateş
yağmurundan korumak için, siperlerini düşmanına çok yaklaştırır. İşte bu yakınlık
sebebiyle, bir ara, ileri hücuma geçen İngiliz askerlerinin sırtına teneke levhalar
yapıştırılmıştır. Böylece tanınacak ve kendi askerlerini yanlışlıkla vurmamış
olacaklar. Çanakkale’de ateş ne kadar yoğun olduğunu anlamak için, havada çarpışan
kurşunlar hatırlamak kafidir. Ve siper baskınları, boğuşmaları, boğazlaşmaları… bu
tür kavgalarda bilek gücüne kalmaktadır. Mehmetçik keskin nişancı cephede
yerleştirerek, nokta atışıyla rütbelileri tek tek vurmuştur. Böylece düşman,
subaylarına er elbisesi giydirmiştir.
2.1.1.16.13. Londra’daki Mehmetçik Heykelleri
Vakkasoğlu’nun Londra’ya gittiğinde, birçok büyük caddelerde gezmişti.
Onlarından biri Oxford Street’te yürürken yol kenarında gözüne heykel ilişti.
Mehmetçiğin heykelidir. Şaşkın içinde olan yazar, heykel burada ne işi var diye
merak etti. Bunları düşünürken, Mehmetçik yalnız değil, yere yatırmış olduğu izci
şapkalı birini süngülüyor pozundaydı. Heykelin altında da şöyle bir yazı vardı,
“Türkler, Çanakkale’de babanı böyle öldürdüler.” Sonra yazar biriyle konuştu,
34
Alman asıllı olduğunu, Türkleri de sevdiğini ekleyip, heykelin dikiş nedenlerini
anlattı. Aynı heykelin Cambridge Street’te de olduğunu söyledi. Dediği yere yazar
gitti, adam dedikleri doğru, gerçekten orada vardı. İngilizler bu heykelleri dikmekle
“hem suçlu hem de güçlü” duruma düşüyorlardı. Çünkü Çanakkale neresi, Londra
neresi? Babası veya dedesi, her kimse, Çanakkale’de ne işi vardı? Kim çağırmış
onları?
2.1.2. Bu Vatanı Terk edenler
İstanbul 1975 yılında, Güryay matbaasından çıkan Bazen Hazin, Bazen Rezil
Bu Vatanı Terk Edenler, 222 sahifeden oluşuyor. İnsanın en büyük düşmanı, benlik,
iktidar hırsıdır. Nefsini yenemeyen insan, kendini tehlikede içinde, ve zor durumda
bırakır. Şehzade Cem bu talihsiz durumda düşmüştü. Kardeşi Beyazıd-ı Veli`yi
tahtan indirip, yerine geçmek, ister. İstediği gerçekleştirmeyince, kendi memleketini
bırakıp, gurbete çıkmış. Hayatının sonuna kadar gurbette yaşamıştır. Aynı iktidar
hırsı ile nefsini yenemeyen Mithat Paşa, Sadr-ı azamlık makamı(bugünkü
başbakanlık) yetmemiş gibi, saltanat sürmek ister. Şöyle der, “Bunca zamandır Al-i
Osman hükümran oldu. Biraz da al-i Mithat saltanat sürsün”13
. Sultan Abdülaziz`in
öldürülmesine da adı karışmış. İkinci Abdülhamid Han zamanında, 1881`da bir
gecede muhakeme için İstanbul`a götürüleceği bildirilir. Evinin arka kapsından
kaçıp, Fransız konsolosluğuna sığınır. O zamanlar Bir yabancı devlet kapısına ilk
sığınan O`dur. Sonra da sürgün edilmişti. Sürgün yeri Taif olmuş. Mayıs 1884
yılında çıkan bir kargaşalıkta, Mithat Paşa öldürülmüştür.
Osmanlı İmparatorluğu`nun en zor ve çetin günlerinde, 33 yıl boyunca
hükümran olan Sultan Abdülhamid Han da gurbetten nasibi almıştır. Ama o biraz
faklı sürgündür onunki. vatan toprakları üzerinde nefy edilmiştir. Tahtan ve
hilafetten indirilerek, zorla sürgüne gönderilmiştir.
Kitaptaki diğer terk edenlerden, bazı hain olanlar “Bu Vatana Kasteden Yerli
Hainlerden: Dr. Hikmet Kıvılcımlı, İstiklal Marşımızın ve Bayrağımızın
değiştirilmesini İsteyen İki Hain: Sabiha ve Zekeriya Sertel, Yalanlarla Şişirilen Bir
13
Vehbi Vakkasoğlu,Bu Vatanı Terkedenler, Yeni Asya Yayınları, 1975, s.32.
35
Büyük Vatan Haini: Nazım Hikmet” bazılar da vatan kurtarmak amacıyla, sevdikleri
bu toprak bırakmak zorunda kalanlardır.
“Vatan ve Hürriyet Şairi: Namık Kemal, Haluk Fikret, Posta Memurluğundan
Sadrazamlığa Sıçrayan Adam Talat Paşa, Vatanı Kurtarmak İçin Vatanı Terkenden
Başkumandanı Enver Paşa, Etrafının Kurbanı Talihsiz Padişah Sultan 6. Mehmed
Vahideddin, Son Halife Abdülmecid Efendi, Yanlış Anlaşılan Vatanperver: Prens
Sabahaddin Bey, İlk Türk Komünisti Mustafa Suphi Yanlış Tanıtılan Bir Kahraman:
Çerkez Ethem, Siyaset Hayatta Muvaffak Olamamış Edebi Zirve Refik Halid Karay,
Şöhretin Şaşırttığı Hayatı Zikzaklarla Dolu, Gösteriş Meraklısı Adam Filozof Riza
Tevfik, Dünya Çapında Büyük Alim Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi, Bu Vatanın
Bağrı Yanık Şairi: Mehmet Akif, Rıza Nur, Büyük Diye Tanıtılan: Sabahattin Ali,
Yıllarca Komünist “Bizim Radyodan Komünizmin Meddahlığını Yapan Adam: Zeki
Baştımar (Yakup Demir), Faziletli ve Büyük Alim: Ord. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil,”.
2.1.3. Osmanlıdan Cumhuriyete Son Bozgun kitabı
Vehbi Vakkasoğlu Türkiye Tarihinin Mütarekeden Sivas Kongresine kadar
dönemini, birçok kaynağa dayanarak anlatmış. Eser bir belgesel. Vakkasoğlu birçok
kaynağı tarayarak farklı mülahazalara açık bir dönemi başarıyla anlatmış.
“Osmanlıdan Cumhuriyete Son Bozgun” isimli kitap on iki bölümden
oluşturulmuş.
1918 sadece muhteşem bir devletin tarih sahnesinden çekilişi olmamış, aynı
zamanda asırlardan beri süren hilal ve haç çarpışmasının da acı sonu olmuştur. Başta
Rusya ve İngiltere olmak üzere bütün büyük devletlerin iştahını çeken cazip
hazineler ilk defa bu tarihte hiçbir maddi engel kalmamak üzere sonuna kadar
açılıyordu. Hasta Adam’ın artık komaya girdiği ve soyulmaya hazır bulunduğu
ittifakla kabul ediliyordu. Ancak kimin eli hangi cebe uzanacaktı, çekişmenin konusu
bu idi. Osmanlının iliğini sömürmede en hızlı ve en hırslı devlet şüphesiz İngiltere
olmuştur. Mondros Mütarekesini Fransa, İtalya ve Amerika’dan habersiz imzaladığı
ortaya çıkmıştır.
36
Birinci Dünya Savaşının en mühim hedeflerinden biri ve belki de birincisi
Müslüman Türk’ü sahneden silmekti. Ve işte nihayet dokuz cephede en müthiş
imkansızlıklar içinde aslanlar gibi çarpışan Mehmetçiğin silahı elinden alınıyordu.
Vatanın ay yıldızlar süslü mavi göğünü bir yığın leş kargasının kara kanatları ve
vahşi viyaklamaları almıştı. İki yüz yıl önce bu çöküşün işaretleri kendini belli
etmişti, yaşlı devletin bünyesine taze kan vermek gereği daha birkaç asırdan beri
konuşuluyordu. Ama bu nasıl yapılacaktı? Kurtuluş reçetesinin muhtevası hangi
ölçülere göre tesbit edilecekti? Osmanlıya yön verenler bu ölçüleri tesbitte akıl ve
iman istikametinde pek az olmuşlar, umumiyetle dış tesirlere kapılmışlardı. Batıyı
bütünüyle taklit etmek gibi yanlış bir metod, batı hayranlığını doğurmuş, aşağılık
duygusu vermişti, aydınlara, yazarlara.
Batı bu arada boş durmuyor, Müslüman Türke şahsiyet ve karakter
kazandıran ne varsa birer birer elinde almayı uygulamaya çalışıyordu. İngiliz
sömürgeler bakanı Gladistone, “Bu Kur’an Müslümanların elinde bulundukça biz
onlara hakim olamayız. Ne yapıp yapmalıyız, ya Kur’an’ı ortadan kaldırmalı ya da
Müslümanları ondan soğutmalıyız” demişti.
Osmanlıyı çökertmenin en iyi yolu ona can ve ruh veren hayati unsurları
manevi rabıtaları kırmaktan geçerdi. Osmanlı tarafından asılan patrik Gregorios’un
bir mektubundaki tesbitleri Türkleri mahvetmenin nedenlerini anlatır: “Onları
yenmenin tek yolu maneviyatlarını sarsmaktır. Türklerde evvela itaat duygusunu
kırmak ve manevi rabıtalarını kesretmek, dini metanetlerini zaafa uğratmak icap
eder. Bunun da en kısa yolu, ananat-ı milliye ve maneviyelerine uymayan harici
fikirler ve hareketlere onları alıştırmaktır.”
Cevdet Paşa’nın tarihinde kaydettiği Sebestiyani’nin Napolyon’a sunduğu
gizli bir layihada, Osmanlının can çekiştiğini doğrular ama onları ele geçirmenin
zorluğunu anlatır. İgnatyef Rus elçiliği yapmıştır Osmanlı’da. O da Sebestiyani’nin
kanaatlerini paylaşır. İgnatyef Türkler’in İslam ittihadını başarmasına da engel olmak
gerektiğini söyler.
Avusturya Başbakanı Prens Matternich de dost ikazlarda bulunur Osmanlıya:
“Osmanlı Devleti günden güne zayıflamaktadır, saklamaya itirazım yoktur ki çöküş
37
sebeplerinin başında Avrupalılaşma zihniyeti gelir. Hükümetinizi varlığınızın temeli
olan dini kanunlarınıza saygı ve uygunluk esası üzerine kurunuz Avrupa
medeniyetinin sizin kanun ve nizamlarınıza uymayan kanunlarını almayınız. Batı
kanunlarının temelinde Hristiyanlık vardır. Siz Türk kalınız, lakin Türk kalabilmek
için de Şeriata sıkı sarılınız. Asıl kanunları Şark’ın adet ve adabına tamamiyle zıt
olan Avrupalı hükümetleri taklid, Müslüman ülkelerde zararlar meydana getirmekten
başka hiçbir netice veremeyecektir.”
Türk dostu Pierre Loti de aynı şekilde kendi kültür ve medeniyetimize
kalmaya çağırır bizi. Loti, batının huzursuz insanlarının maddi manevi akınlarıyla
Osmanlıyı bozacaklarını, onları da kendileri gibi huzursuz edeceklerini, bu şekilde de
barış, huzur ve iman dolu bu topraklara da yazık olacağından endişe duyar.
Said Halim Paşa, Gustave Le Bon ile sohbet esnasında, yazar ona şöyle
söyler. “Bana iki yıl Osmanlı Şeyhülislamlığını verin, imparatorluğunuzu ayağı
kaldırayım.”
Mehmet Akif bunu duyunca ağlamıştır. İmparatorluğun yıkılmasının ötesinde
bir bağımsız Türk devletini imkan dışı hale getirmek de o dönemin meşum bir takım
batılılarının gayesidir. Türk milleti yine de büyük bir millettir ve ayaktadır. Fuat Paşa
söyler: “Hakikaten de en kuvvetli devlet bizim devlettir. Zira siz dışarıdan biz
içeriden yıkmaya çalışıyoruz yine de bunca zamandır yıkılmıyor.”
Namık Kemal de başka bir cümle kurar: “Devlet-i ebed müddet sekerat-ı
mevt halindedir. Altı asır şan ü şerefle payidar olmuş bir devlet-i muazzamanın can
çekişmesi elbette ki yarım asır sürer.”
Tanpınar’ın isabetli teşhisine göre 1774’le 1826 yılları arası Osmanlının en
büyük geçiş devrelerinden biridir. Bu devrede cemiyet havası bütün müesseseleriyle
çözülüp dağılma havasına girer.
30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi çok ağır şartlar taşımakta,
adeta asırlık bir çınarı budaya budaya kuru ve cansız bir kütük haline getirmektedir.
Mondros imzalandığı sırada sadrazam bulunan Müşir Ahmet İzzet Paşa’nın ifadesine
göre, “Eğer dokuz cephede vatanın henüz işgal edilmemiş mıntıkalarına doğru
38
ilerlemekte olan düşmanları resmi vesikayla durdurmaya mavaffak olamamış olsa
idik, elde müdafaa edilecek vatan parçası kalmayacaktı.”
2.1.3.1. Yahya Kemal o günleri anlatır.
1918
Ölenler öldü kalanlarla muztarip kaldık
Vatanda hor görülen bir cemaatiz artık
Ölenler en sonu kurtuldular bu dağdağadan
Ve göz kapaklarının arkasında eski vatan
Bizim diyar olarak kaldı ta kıyamete dek
Kalanlar ortada genç, ihtiyar, kadın, erkek
Harap olup yaşıyor taliin azabıyla
Vatanda korkulu rüya içindeyiz gerçek
Fakat bu çok süremez, mutlaka şafak sökecek
Ateş ve kanla siler bir gün ordumuz lekeyi
Bu insanoğluna bir şeyin olan mütarekeyi
Bu halk kavuşur annemiz o güzel vatana
Çocuklarıyla nasıl sarmaşırsa yaslı ana
O sarmaşıyla yaşar hür ve bahtiyar ancak Bu gamlı günleri hiçbir zaman
unutmayarak.
Mondros Mütarekesi imzalanmasaydı düşman orduları bütün Anadolu’yu
çiğneyerek İstanbul’a dayanacaktı. Bütün Suriye’nin kaybı bir aydan az bir zamana
sığdırılmıştı.
39
Cevat Rifat Atilhan anlatır: “19 Eylül 1918 sabahı, büyük ve kahraman bir
ordunun birdenbire çöküş tarihidir. Öyle bir çöküş ki tarihimizde benzeri yoktur.
Dört uzun yıl her türlü zorluğa göğüs geren ve of demeden bütün meşakkatlere vatan
ve Allah aşkı için mukavemet eden bir ordu muhtelif hıyanetlerin neticesi olarak
seller gibi gerilere doğru akmaya başladı.”
Feci bir mağlubiyetti bu. Dünya siyonizmi, farmasonluğu, yerli hainler ve
ittihad Terakki’nin kötü idaresi milleti felaketlere sürükledi.
30 Ekim 1918 tarihinde Limni adasının Mondros limanında Osmanlı
devletinin ölüm ilanına benzeyen mütareke imzalanmıştı. Bahriye Nazırı Rauf Orbay
Bey’in başkanlığındaki heyet gözyaşları içerisinde ateşkes antlaşmasını imzalamıştı.
Artık son müstakil Türk devleti komaya girmiş, vatan ufuklarını yılgınlık, bezginlik
ve ümitsizliğin kara bulutları kaplamıştı. Onulmaz acılarla sarsılan Müslüman Türk
kalpleri, karmakarışık duygularla çarpmaktaydı.
Osmanlı’nın çöküşü dış düşmanları olduğu gibi içimizdekileri de harekete
geçirmiş, akla hayale gelmez hıyanetlere cinayetlere sevk etmişti. Ermeni ve Rum
azınlıkların vicdanı ve vefayı bir tarafa atan taşkınlıkları, Müslüman Türk’ü
kalbinden yaralıyordu. Son vatan parçasının düşmanlar tarafından işgali sebebiyle
kan ağlayan milletimiz, eşi bulunmaz bir müsamaha ve merhamet gösterdiği içindeki
azınlıkların taşkınlıklarıyla bilhassa yaralanmıştır.
13 Kasım 1918’de İstanbul limanında demirleyen 55 yarçadan müteşekkil
düşman donanması, mağlubiyetin acılığını bütün zehiriyle tattırırken, karaya çıkan
haçlı askerlerince kritik noktaların işgal edilmesi de mustarip gönüllerde onulmaz
yaralar açmıştı. Her gün yeni bir işgal hareketiyle gölgelenen ümitler, vatansever
millete gülmeyi unutturmuştu.
O gün bütün harp yılları süresince kapalı kalmış bulunan itilaf devletleri
elçilikleri taşkın törenlerle açılıyor, kraldan fazla kral taraftarı olan tatlı su Frenkleri
ile Karşıyakalı vatandaşların taşkınlıklarını dünkü düşmanlarımız zorlukla
yatıştırmak zorunda kalıyorlardı. İstanbul taş kesilmişti, basınımızın dili tutulmuştu.
Ermeni ve Rum aznlığın sokaklarda gösterdiği taşkınlık ve şımarıklığın bir örneğini
40
de mescliste mebuslar sergiliyordu. Sadrazam Tevfik Paşa ilk kabinesini kurduktan
sonra meclise sunduğu beyannamesinde diyordu ki: “Evvelbeevvel devlet ve millet-i
Osmaniyenin şeref ve haysiyetiyle telifi kabil bir sulh yapmak için olanca
gayretimizle çalışacağız.”
Divaniye Mebusu Fuat Bey haykırıyordu: “Başşehrimiz İstanbul ve Beyoğlu
yakalarına silahlı düşman askerleri çıkarılıyor. Bakırköy işgal altındadır, İskenderun
işgal edilmiştir, Musul işgal ediliyor. Efendiler bu bir işgal değil bir istiladır, daha
doğrusu korkunç bir ilhaktır.”
“Bir gün elbette sesimiz bütün kuvvetiyle yükselecek ve hak ergeç yerini
bulacaktır. Türk evlerine düşman askerleri sokuluyor, kadınlarımızın harimine bile
ehemmiyet verilmiyor.”
Mecliste farklı simalar çok değişik nutuklar irad ettiler. Muş Mebusu İlyas
Sami Efendi der: “Seferberliğin ilk yıllarında eski hükümet doğu illerinde en
mükemmel silahları Ermenilere, en köhne silahları Türklere vermiştir. Bu itimadı
daima kötüye kullanan Ermeni vatandaşlarımızın içinde türeyen çetelerin ve bunlara
kumanda eden Ermeni mebusların harbin başlangıcında irtikap etmedikleri hıyanet
ve cinayet kalmamıştır. Van vilayetimizin Rus orduları tarafından hücuma uğradığı
kara bir günümüzde şehrin iç cephesi de bu çeteler tarafından kuşatılmış ve İslam
nüfuzunun yüzde ellisi bu alçaklar tarafından mahvedilmişti. Ortada Türkler
tarafından yapılmış bir katliam yoktur, doğrudan doğruya nefis müdafaası ve
karşılıklı mukatele vardır. Artık bu gerçeğin aydınlanması ve bütün dünyanın gözleri
önüne koyulması zamanı gelmiştir.”
Bu konuşmaların ardından 21 Aralık 1918’de meclis feshedildi.
2.1.3.2. Particilik
Meclisin feshedilmesinden sonra İttihad ve Terakki Partisinin hükümetten
düşmesi üzerine, muhalifler harekete geçmiş manasız parti çekişmeleri artmıştır.
Hürriyet ve İtilaf partisinin ölçüsüz muhalefeti bir parti mücadelesinin sınırlarını
aşmış birbirlerini tasfiye hareketine dönüşmüştür. İttihat Terakkiye yapılanlar parti
mücadele kıyımlar, sürgünler ve idamlarla haddi çoktan aşmıştır.
41
Mütarake devri büyük bir ahlaki buhrana da neden olmuştur. Sefalet ve
sefahete rağmen yoksul halk dinini ve ahlakını korumuştur. Düşmanlarla
vatandaşlarımızın samimi rabıtaları onları ruhen rencide etmiştir. Mütarekenin neden
olduğu bu ruhi sefalet ve sefahetten dolayıdır. Hakka tapmayan millet her türlü
istiklalini kaybetmekle yüz yüzedir. Frenkmeşrep aydınların düşmanlarla balolar
tertip etmeleri ve değerlerinden insilah etmeleri yürek burkucudur.
Rusya’dan kaçan Beyaz Rusların açtıkları batakhaneler İstanbul halkını rezil
ve hudutsuz bir ahlaksızlığın içine atmıştır. Sarayında muzdarip adam Sultan
Vahdettin, diğer yanda Müslüman ve yoksul İstanbul halkı. İstanbul’da sel gibi akan
içki ahlakı bozmuş bu arada Yeşilay Kurulmuştur.
Yakup Kadri bozulmayı canlı gözlemlerle anlatır. Onun Sodom ve Gomore’si
de Mütareke döneminin İstanbul’undaki ahlaki çözülmesini anlatır. “Hayatımda halk
denilen insan kitlesinin bu kadar ahmaklaştığını bu kadar bayağılaştığını hiç
görmemiştim.”
Akif de, “Bu cennet yurdun hazanını gördüm/Ve viranelerin yascısı
baykuşlara döndüm” der.
2.1.3.3. Ġstilacı kumandanlar
27 Kasım 1918’de İngiliz Generali Milne’nin galip devletlerin başkumandanı
olarak İstanbul’a girişini, sonra da 9 Şubat 1919’da Fransız generali Franşe
D’esperey’in sahte vekar tafralı, general kılığı içinde acemi bir aktör olarak payitahta
gelişleri rencide edici olaylara neden olur. Rum ve Ermeniler bir panayırda
gibiydiler. Müslüman Türkleri can evinden vuran bu şenliklerdi. Azınlıkların
şımarıklıkları nankörlükleri iğrençti. Süleyman Nazif, Hadisat Gazetesinde Kara Bir
Gün yazısı ile Müslüman Türk’e ümit veriyordu. “Bu hal mütehavvildir, Arapların
güzel bir atasözü vardır. Sen sabret nasıl olsa zaman sabretmez.”
Süleyman Nazif yazı masasının başından alınıp Bekirağa Bölüğüne getirildi.
Nazif Bey önce kendini sorguya çeken askeri hakime ders verdi. Sonra Ermeni
tercümana itiraz etti. “Bu adam Osmanlı tebaasıdır, hükümetten yani müşterek
hükümetimizden müsaade almadan tercümanlık yapamaz, başında kim olursa olsun
42
hiçbir Osmanlı hükümeti de böyle bir alçaklığa izin veremez. Çünkü aynı seviyeye
düşmüş olur. Ben söyleyeceklerimi evvela Türkçe söyler, sonra kendim Fransızca’ya
çeviririm. O da sizlerin anlaması için. Beni asla ilhak edemeyeceğiniz bir Türk
toprağında muhakeme ediyorsunuz.”
Hugo selaseti içindeki Fransızcasıyla karşısındakileri perişan etmişti. Racine
ve Corneile’den kahramanlık ve sadakat ve fazilet mısraları okudu. Fransız Generalin
önüne çıkardılar, o mağrur boş adam onun yüzüne bile bakamadı. Süleyman Bey
merhum asilane savundu ama Malta’ya sürüldü.
Süleyman Nazif’in kurşuna dizilmekten kurtuluşu bir sürprizdi. Fransız
generali yanında irtibat subayı olan Yüzbaşı Hayri Bey’in ikna edici izahları bu
yazının yerli azınlıkların tahrikçi taşkınlıklarına karşı ve uğranılan müthiş bir
mağlubiyetin dayanılmaz acısı ile yazılmış olduğunu söylemelerinin tesiri olduğu
gibi, Türklerle evli Fransız kadınların Fransız mareşaline koşmaları da tesirli
olmuştur. Türklerle evlenip İstanbul’a yerleşmiş ve yetiştirdikleri Türk yavrularına
süt vermiş bu kadınlar, siyah çarşaflara bürünerek sokaklara fırlamışlar, büyük bir
telaş ve heyecan içinde Fransız mareşalinin karargah yaptığı Kuruçeşme’deki Enver
Paşa yalısına koşmuşlardı.
Kolay değildi bu Müslüman Türk düşmanı adamın kalbini yumuşatmak. O
kadar düşmandı ki Osmanlıya karşı yılların biriktirdiği bir kinle, kendisini
selamlamak için marş çalan Osmanlı muzıkasına, sus diyerek kırbacıyla hakaret
etmişti. Atının ayakları altına serilen Türk bayrağını çiğnerken, şerefli bir askere
yakışmayacak bir davranışta bulunduğunu düşünecek kafa yapısında da değildi.
Türkleşmiş ve Müslümanlaşmış bu hisli kadın, yürekleri katı generali zayıf
bir tarafından yakalamıştı. Şöyle diyordu göz yaşları içinde: “Vatan ve hürriyet
fikrinin anası olan Fransa’nın bu asil ve insani mefkureyi en iyi anlayan ve
mükemmel dile getiren gümrah bir ruhu boğmak asla şanından olamaz. Edebiyata
şeref veren bir kalemin hür Fransa’nın elinde kalmamasını rica ederiz.” Çarşaflı
Fransız kadının Türk ve Müslaman’a inanmış hisli kadının heyecanlı çırpınışları ne
kadar asildi. Nekadar büyük bir hatıraydı.
43
2.1.3.4. Kazım Karabekir PaĢa
Paşa İstanbul’a geldiğinde ümitsizliğe düşmez, hele bir köye çekilerek ağa
olmak fikrine hiç iltifat etmez. Vatanın içine düştüğü feci durumdan kurtarılması için
başvurulması gerekli çareler üzerinde düşünür. Harbiye Nazırı Abdullah Paşa’yı
ziyaret ederek onunla iki konu üzerinde düşünür. Bunlar şark vilayetlerindeki
Müslüman Türklere karşı girişilecek imha hareketleri ile ilgili uyarılar ve bazı
çalışmalardı. Paşa Ermenilerin yakıp yıktıkları Müslüman köy ve kasabalarında
yaptıkları katliamların fotoğraflarını çekip İstanbul’a göndermiştir. Parti kavgaları
devam eder, gazeteler görevini yapmaz.
Paşa planını çoktan yapmıştır, ona göre vatanın kurtuluşu Anadolu’da
gerçekleşecektir. Şarkta doğacaktır kurtuluş güneşi. Sultan Vahidettin ile görüşür.
“Sizi şayan-ı itimad muhtelif yerlerden sordum. Tek mert ve şayan-ı itimad bir
kumandanım olduğunuzu anladım. Mevcudiyetinle iftihar ederim, Cenab-ı Hak
millete bağışlasın. Sizin gibi genç, mert ve şayan-ı itimad kumandanlara malik olan
bir millet elbette zeval bulmaz.”
Kazım Karabekir, 24 şubat 1919’da Erzurum’daki 15. kolordu
kumandanlığına tayin edilir. Ocak ve Şubat aylarında Vilayat-ı Şarkiye Müdafa-i
Hukuk Cemiyeti kurulur. İttihad Terakki ve Hürriyet İtilaf kavgaları şuursuzca
devam eder. Hürriyet İtilaf Rum, Bulgar, Ermeni ve Arnavut gurupların ihtilaflarını
barındırır, hala ittihadçılardan intikam peşindedir. Milli Mücadeleye de karşı olmakta
muzır gruplarla bir olmuştur. Bunlardan başka Kuvva-i Milliyeci gruplar da vardır.
İstanbul’daki dağınıklık karşısında Kazım Karabekir, “Anadolu’ya ordu başına,
başka çare yoktur” diyerek hareket eder. Fevzi Paşa ile görüşür onun tereddütlerine
rağmen Anadoluya geçecektir. Padişahla görüşür, tavsiyelerini ve duasını alır, ona
ümit verir. Mustafa Kemal ile görüşür. “Paşam ben yarın Erzurum’a hareket
ediyorum. İstanbul’da ne vaziyette kalırsanız kalınız bir şey yapmak mümkün
değildir, burada itilafın arzularını tatbikten başa bir şey yapamayız. Hemen
Anadolu’ya ordunun başına geliniz, milletin kurtuluş anahtarı Şark’tır. Orada herşey
mümkündür, ordu da kuvvetlidir, halk da beraber gider. Milli istiklalimizi kurtarmak
için mücadeleye girişmektir. Hedef, şark teşekküllerini Erzurum’da birleştirerek her
hangi bir harekete karşı milli bir taarruz hazırlamayı düşünüyorum. Sizden ricam da
44
bir an evvel doğuya gelmenizdir. Mustafa Kemal, “iyi olayım, gelmeye çalışırım”
vaadini verir. Mustafa Kemal ve İsmet paşa ise İstanbul’da kurulacak bir hükümette
yer almak ve o şekilde mücadele etmek isterler. Karabekir Paşa ise böyle bir
hareketin gelip çatmış milli hareketi akamete uğratacağı kanaatindedir.
Paşa, Zonguldak, Sinop, Samsun’a uğrar, milli hareketi güçlendirmek için
ümit dağıtır. 3 Mayıs 1919’da sevgili Erzurum’a ulaşır. Gelişi halkı da askeri de
sevindirir. Bir yıl önce Erzurum’u kurtarmıştır onlarla. Müdafa-i Hukuk
cemiyetlerini güçlendirir, Kürtlük konusundaki çalışmalar üzerine, cihan harbine
katılmış aşiretlerin alay kumandanlarını çağırır, bunlara ırkçılık zihniyetinin nasıl
kötü neticeler vereceğini, el birliğiyle vatan için çalışılmazsa iki dünyada da lanet
kazanacaklarını anlatır. Onlar söz verir yemin ederler. Dördüncü aşiret Alay
Kumandanı Haydar Bey bu izahlardan sonra ayrılık fikrinin kalmadığını söyler ve bu
zat bir yıl sonra Ermeni harekatında şahid olur.
Mütareke senesinde bir Cuma selamlığından sonra Sultan Vahidettin beni
huzuruna kabul etti. “Paşa dedi durumu görüyorsunuz. Bu işler ancak Anadolu’da
teşkilatlanılarak kurtarılabilir. Bana Anadolu’da teşkilat kuracak memleketi şu
karanlık durumdan kurtarabilecek paşaların bir listesini yapıp getirin.”
Sonra yine görüştük.
Padişah elindeki kağıdı atar gibi masanın üzerine bıraktı, ayağa kalkıp
pencereye döndü, limanda demirli itilaf devletleri İngiliz, Fransız, İtalyan, Yunan
gemilerini göstererek
“Paşa Paşa bu gemileri görmek kanıma dokunuyor, bu memleket kurtulsun da
isterse cumhuriyet olsun, kendine selamla birlikte tebliğ ediniz, Haftaya Cuma günü
onu göreceğim.”
Vatan kurtulduktan sonra San Remo’da şu cümleyi söyleyecek kadar feragat
içindedir.
Saray ve saltanat yıkıldı ne çıkar, vatan kurtuldu ya…
45
Kitap, mütareke yıllarından Sivas Kongresine kadar yakın tarihimizi
anlatıyor. Birçok belgeye dayanarak otantik olarak kaleme alınmış bir eser.
Padişah saltanat şurasını topladı bir şeyler yapmak istiyordu ama eli kolu
bağlıydı. Damat Ferid’e toplantıyı yönetme hakkını verdi giderken ağlıyor ve “karılar
gibi ağlıyorum” diyordu. Sadrazam yetersiz bir açılış yaptı, birbirine zıt fikirler
sundu, toplantıyı kapattı. Anlayışları farklı bu kişilerin uzlaşması imkansızdı. Ancak
onlar da milli bir şuraya milletin geleceğini tevdi etmek gereğini duyuyordu.
1 Haziran 1919’da Osmanlı heyeti Barış Konferansına davet edildi. Onlar bir
nevi başkaldırı ihtiva eden maddeleri ortaya koydular. Artık öldüğüne kani olunan
“Hasta Adam”ın mirasını paylaşmak için bir araya gelen galip devlet temsilcileri bu
maddeler karşısında şaşırdılar. Kimi kızdı, kimi güldü çünkü onlar Türkiye’nin
verilecek hükmü bekleyen bir suçlu olduğunu kabul ediyorlardı. Bununla beraber
itilaf devletleri Osmanlı’nın tasfiyesi işinin kolay olmadığını anladılar. Damat Ferit
Yunanlıların geri çekilmesini istiyordu.
Fransa Başbakanı Clemenceau Osmanlı’yı tarihinin şehametine zıt bir şekilde
yorumladı. Üslubu nezaketsiz ve yalanlarla doluydu.
Sevr Anlaşması ile artık öldüğüne inanılan Hasta Adam’ın mirası üzerinde leş
kargalarının kıyasıya vuku bulan çekişmeleri sebebiyle, ganimetin şöleni ve resmi
vesikası gecikmek zorunda kalmış.
Osmanlıyı sadece din farkından dolayı barbar gören ve asırlık hınçlarını
uygun bir zamanda onu batırarak almak isteyen Avrupa, maşa olarak Yunanlıları
kullanmıştır. Zaten Yunan milli hedefleri de onların gönüllü ve arzulu bir maşa
olmalarını gerektirmekteydi.
Önce Osmanlıya sonra da Türkiye Cumhuriyetine karşı takib edilmiş İngiliz,
Fransız ve bilhassa da Rus politikasının tarihi gelişimini bilmeden bugünkü
problemlerimize çözüm bulmak katiyyen mümkün değildir. Yakın tarihimiz bu
durumu bilmeyen devlet adamlarımızın işledikleri büyük hatalarla doludur.
Mekteplerde öğretilmeyen tarihi gerçekler yüzünden düşünceleri olmayan nesil
46
fikren sakat kalmıştır. Rusya bu düşmanların en azılısı. 241 yıl boyunca 11 defa
savaşmak zorunda kaldığımız ve 11 defada tam 51 yıl savaştığımız devlet.
Korkunç İvan’dan sonra Yunanlı, bir Rus maşası olmak durumuna getirildi.
Rusya bir kolunu kopardığı Osmanlı’nın ölümünü beklemeye başladı.
Yunan başbakanı Venizelos ile İngiltere başbakanı Lloyd George’un fikirleri
tam uyuşmuştu. İngiliz başbakanı akıllı bir maşa bulduğunu sanmıştı. Böylece
Anadolu’ya çıkarılan Yunanlılar savaştan yorgun çıkmış İngiliz ordusunun
yapamayacağı bir işi yapacaklar, Türkleri Anadolu’nun doğusuna doğru sürecekler,
yeni bir Yunan imparatorluğu kuracaklardı.
2.1.3.5. Erzurum
Erzurum’a 17 kilometre mesafedeki Ilıca 1919 senesinin 3 Temmuz günü
mühim bir karşılamaya sahne olacaktı. Karşılayanlar Kazım Karabekir Paşa, vali
Münir Bey, Hoca Raif Efendi başta olmak üzere Müdafa-i Hukuk Cemiyeti
üyeleriydi. İstanbul günlerinden doğuya davet edilen M. Kemal 2 Temmuz’a kadar
hayli gün geçmiştir, şimdi Erzurum’a gelmektedir.
Erzurumlu kararladır. Mezararkalı Mevlüt Ağa, “sen ne diyorsun beyim,
Alimallah Ermenilere bir karış toprak bile vermeyiz. Çoluk çocuk bu uğurda can
vermeye hazır” demişti.
Mustafa Kemal Paşa bu imanın ümit verici tezahürlerini Samsun’dan
başladığı seyahati sırasında sık sık görmüştü. Havza’nın Sıtkı Hoca’sı Amasya’nın
Kahraman Müftüsü Naci Tevfik Efendi, itimad verici bir lider bulduğu takdirde bu
imanın ne harikalar doğurabileceğinin işaretlerini vermişti. Mustafa Kemal daha
Erzurum’a gelirken rütbeleri elinden alınmış olarak sadece bir ferd-i milletti.
Burada Çukurova’dan dönen bir Erzurumlu konuşur. Çukurovadan
memnundur ama geliş nedenini anlatır: “Yalnız son günlerde bizim Erzurum’u
Ermenilere vereceklermiş. Geldim görem, bu namertler kimin malını kime
veriyorlar.” Bu ses askerlerin gözlerini yaşarttı. Bu hadiseyi nakleden Cevat
47
Dursunoğlu, paşanın gözlerinin yaşardığını ve “Bu milletle neler yapılmaz” dediğini
ilave etmektedir.
Kazım Karabekir Paşa, Mustafa Kemal’i büyük bir organizasyonla karşıladı.
Karabekir Paşanın şahsı ve bütün duygularından sıyrılarak Mustafa Kemal Paşa’yı
Erzurum’a empoze etmesi mühim bir feragat örneğidir. Ona “Erzurum kongresi
esaslarında fikir birliğinden sonra milli kuvvetle işe başlarız” der.
İngiliz devleti İstanbul hükümetini ve sarayı sıkıştırır, paşanın İstanbul’a
dönmesi istenir, Harbiye Nazırı Ferid Paşa ile makine başında görüşür. Esir
hükümetin bir bakanı padişahın ısrarını ve onu İstanbul’a davet ettiğini söylüyordu.
Kazım Karabekir Paşa sorar: “İzmir’de Nurettin Paşa’yı kaldırarak yerine aciz Ali
Nadir Paşa’yı koymakla İzmir felaketini kolaylaştıran hükümet bu sefer de diğer
kumandanları sırasıyla tebdile mi kalkmıştır? Bu ağır mesuliyeti kimler yükleniyor?
Vatanın istilası bilerek mi kolaylaştırılıyor?”
Paşa, hareketin başına kimin geçmesi konusunda fikirlerini iletti. İhtilalin
lideri Mustafa Kemal Paşa olacaktı. İkinci planda kalmaya yaratılışı elverişli değildi.
Paşanın liderliği kabul görüyordu. Paşa mafevk bir kumandanmış gibi emirlerinin
yerine getirilmesinin kabul edilmesi şartıyla mücadeleye razı olabileceğini
söylemiştir, bu da tasvip edilmiştir. Kazım Karabekir Paşa büyük feragat ve
kahramanlık göstermiştir. Her türlü basit hesabın ve şahsi duyguların üzerine
çıkılarak verilmiş bir karardır.
Paşa hatıratında der, “Benim maksad ve gayem milletimizin kurtulması
fikrinin muvaffak olmasından ibaretti, yoksa şahsımın herhangi bir mevkiye çıkması
değildi. Bu kanaatle Mustafa Kemal’i tutuyordum. Benim ile beraber arkadaşlarım
da böyle düşünüyordu.” Paşa davası için şahsi isteklerini bastıran büyük bir
karakterdir. Erzurum da memleketin kurtulması hususunda tam bir fikir birliği
meydana gelmişti.
1919’un 7 Temmuz günü geldiğinde Erzurum’da tarihi dönüm noktaları
belirlemeye başlamıştı. İstanbul’daki hükümete İngiliz baskısı arttıkça onlar da
Mustafa Kemal Paşa’yı arıyorlar ve çağırıyorlardı. İstanbul’daki esir hükümetin
48
İngiliz isteğinden ayrılabilmesi mümkün görünmüyordu. Zira İngilizler
Anadolu’daki hareketin nereye doğru gittiğini çok iyi görüyorlardı. İngiliz istihbaratı
Mustafa Kemal, Kazım Karabekir, Ali Fuat Paşa, Ali İhsan Paşa’nın Anadolu’ya
geçip milli hareketi kurmalarına engel olmak için gayret etmiştir. Mustafa Kemal ya
İstanbul’a dönecek ya da istifa edip vazifeyi ifa edecekti. O rütbe ve üniformalarını
atmayı kabullenemiyordu. 7 Temmuz’da ordu kumandanlığından azledilir.
Padişahın ısrarlarını da sonunda kabul etmez ve Harbiye Nezaretine
askerlikten istifa ettiğini bildiren telgrafnameyi yazdırır. Ferit Paşa da onun padişah
tarafından ordudan azledildiğini söyler. Mesele kapanır. Kazım Karabekir, Rauf Bey
kendisini tebrik ederler.
Miralay Kazım Bey’in vefasızlığı Mustafa Kemal Paşa’yı yeise atar, Rauf
Bey onu teskin eder ümit verir. Daha sonra Kazım Karabekir Paşa gelir, paşayı
hürmetle selamlar. “Kumandamda bulunan zabitlerle efradın hürmet ve tazimlerini
arza geldim. Siz bundan evvel olduğu gibi bundan böyle de bizim muhterem
kumandanımızsınız. Kolordu kumandanına mahsus arabayla maiyetinize birtakım
süvari getirdim. Hepimiz emrinizdeyiz Paşam” der Yeis ve fütur havası gitti.
“Ben ne o zaman ne de sonraları, bazılarının bir türlü anlayamadıkları bir şeyi
yaptığım, yani bana tevdi edilmiş bir makamı kendi elimle başkasına bahşettiğim o
anda memleketime ancak bu suretle bu hareketimle faydalı olabileceğime ve bunu
böyle yapmanın benim için vatan ve millet borcu olduğuna inanmış olmaktan başka
bir duyguyla mütehassıs değildim.” Kazım Karabekir paşa bu fevkalade civanmertlik
alameti olan güzel ve tarihi jesti ile milli mücadelenin akışına yön vermiştir. Bu
civanmertlik hikayesi gençliğimize güzel bir örnektir. Örnek adamlar olmadıkça bir
millette kıymet yetişmez. Gençler hayatlarında ve mesleklerinde kendilerine bir
örnek seçerler. Bunu bulamazlarsa rastgele yetişirler. Ali Fuat Cebesoy da Mustafa
Kemal’i teselli ve takviye etmekten geri kalmıyordu.
Kazım Karabekir Paşanın yardım edip birlikte çalıştığı Erzurum Müdafa-i
Hukuk-ı Milliye cemiyeti paşaya sinesini büyük bir itimadla açıyordu. Cemiyet
Heyet-i Faale’ye başkan seçiyordu Mustafa Kemal’i. Bu heyet Erzurum kongresi
hazırlıkları ile uğraşıyordu. Kongrenin 23 Temmuz’da yapılmasına karar verildi.
49
Mustafa Kemal Paşa’nın azledilmiş ve sonra da istifa etmiş bulunmasına
rağmen üniformasını ve yaverlik kordonlarını hala taşıması eleştiriliyordu. Kendine
yapılan ikazlara rağmen ne üniformasını ne de padişah yaveri olduğunu gösteren
kordonları çıkarmamıştı.
Rawlinson, Lord Curzon’un yeğinidir. Erzurum’a gelir ve oradaki silahları
Kafkas Ermenilerine götürmek için çabaladı, ne yaptıysa sonunda silahlar
gönderilmedi. Bu adam Lord Kinros’a göre de bağımsız bir Ermenistan için
çalışıyordu.
Kazım Karabekir Paşa kongre başkanı olmayı kabul etmemiştir. Ona göre işi
millet yapıyor kumandanlar milletin emri altında bulunuyor. Mustafa Kemal ise
başkan olmak istemektedir. Kongreye hakim olmak, sonra liderlik yolunu açmak.
Kazım Karabekir Paşa da Mustafa Kemal’in kongre başkanı olmasını delegelere
telkin ediyordu.
İstanbul hükümeti Mustafa Kemal’i aramaktadır. Telgraf çekilen yerlerden
doğru dürüst haberler verilmez. Paşa korunmaktadır.
Erzurum Kongresi’nin Mustafa Kemal Paşa için büyük bir dönüm noktası
olduğu açıktır. Herşeyden önce ona liderlik yolunu Erzurum açmıştır. Mustafa
Kemal de hayatında Erzurum’un yerini müdriktir.
Erzurum ve Sivas kongreleri gereken tarihi öneme haiz görülmemiştir. Bu da
garip bir tarihi tutumdur.
Nihayet 23 Temmuz günü gelmişti. O güne kadar Erzurum’a gelebilmiş olan
delegelerin katılmasıyla kongre yapılacaktı. Halk büyük bir sevinç heyecan içinde
sokakları doldurmuştu. Kongre için tek katlı bir okul binası –Ermeni Sansaryan
Mektebi– hazırlanmıştı. Bu bina sonradan yıkılmış ve yerine Atatürk Yapı Usta
Okulu binası yapılmıştır. Kolordu bandosu marşlar çalıyordu. Kongre saat onbirde
başlayacaktı. Delegeler okulun bahçesine toplanıyorlardı. Kolay iş değildi dışardan
içerden, her yanından düşmanlar ve tehlikelerle sarsılmış bir yurdun evlatları yok
olmaktan kurtulma çabası içinde dünyaya meydan okumaya, yok edilemeyecek bir
birlik temeli atmaya hazırlanıyorlardı.
50
Saat 10.05’te üç araba geldi. Öndeki arabadan Mustafa Kemal ile Kazım
Karabekir indiler. Saat 11’de bahçedeki tören başladı. Kurbanlar kesildi. Trabzon’un
Şiran delegesi Müftü Hasan Efendi, Arapça güzel bir dua ve amaca uygun bir
hitabede bulundu.
Okulun salonu öğrenci sıralarıyla doldurulmuştu. Ön tarafta da orta
büyüklükte bir başkan kürsüsü ve iki yanında katiplerin oturacakları yerler vardı.
Delegeler ve Mustafa Kemal Paşa öğrenci sıralarına oturdular. Açılışı Erzurumlu
Hoca Raif Efendi yaptı. Kürsüye çıktı delegelerin yoklaması yapıldı. Elli altı delege
vardı. Başkan Mustafa Kemal paşa oldu.
Başkan kürsüye geldi, memleketin durumunu anlattı. Türk milletinin harekete
geçtiğini, itilaf devletleri arasındaki anlaşmazlıkları, İstanbul’da iradesine bağlı bir
işgal altında hükümet olduğunu, milli bir şuranın milletin iradesini temsil etmesi
gerektiğini bu gaye ile kongrenin toplandığını anlattı. “Bütün bu gayeleri istihsal için
vakf-ı amel eyleyen necip milletimizin içinde bir ferd-i milli gibi çalışmaktan hasıl
olan zevk ve mübahatı burada şükran ve mefharetle arz eylerim.”
“En son olarak niyazım şudur ki Cenab-ı Vahib ül Amal Habib-i Ekrem
hürmetine mübarek vatanın sahip ve müdafii ve diyanet–i celile-i Ahmediye’nin
ilayevmilkıyam haris-i asdaki olan millet-i necibemizi makam-ı saltanat ve hilafeti
kübrayı masun ve mukaddesatımızı düşünmekle mükellef olan heyetimizi muvaffak
buyursun amin.”
Samimi ikazlara rağmen Mustafa Kemal üniforma ve kordonunu
çıkarmamıştı. Kongreye bu kıyafetle gelmişler nutuk irad etmek istemişler.
Gümüşhane murahhası Zeki Bey, “Paşa evvela üniforma ve kordonunu çıkar, ondan
sonra kürsüye gel. Ta ki milli kuvvet, askeri tahakküm şekline girmesin.” Paşa bu
ihtarla üniforma ve kordonunu çıkarıyor ve ondan sonra kongre saflarına kabul ve
başkanlığa seçiliyor. Paşa bu konuda yapılan bir hatırlatmaya “Vallah bundan başka
elbisem yoktur” dedi.
24 Temmuz 1919 günü kongre ikinci celseyi yaptı. 25 Temmuz’da ara
verildi. Zira Cuma resmi tatil günü idi.
51
Kongre 14 gün süren yoğun bir çalışma yaptı. Kongrenin milli meselelere
hakkıyla sahip çıktığını göstermesi bakımından bu husus ehemmiyetlidir.
Asri kelimesi üzerine kıyamet koptu. Bu kelimeye karşı koparılan tepki
kongreye hakim olan dini hassasiyetin tipik bir örneğidir. Milli hareketi milletin
hareketi olmaktan çıkaracak en ufak bir ihtimal dahi hassasiyetle reddediliyordu
Erzurum kongresinde. Nihayet 29 Temmuz’da Mustafa Kemal ve Rauf Beylerin kati
tevkif emriyle dahiliye nezaretine bildirildi. Erzurum valisi Kemal Paşa’ya
“Tutuklanmanız için emir aldım, lütfen zat-ı alilerinizi tevkif etmeme müsaade eder
misiniz” demiş. “Etmesem ne olacak” sorusuna da “ne olacak hiçbir şey” deyip
gülmüş Kadı Hurşit Efendi. Daha sonra emir Kazım Karabekir’e gelir, o da
uygulamaz. O vefasızlık rüzgarının silip süpüremeyeceği bir insandır.
Kazım Karabekir Paşa emre cevap verir. Mustafa Kemal’i harcamak isteseydi
bundan daha uygun bir fırsat olamazdı. O Milli mücadeleye inancı kadar Mustafa
Kemal’i harekete baş yapmakta kararlıydı
Cevabı, “Hükümetin mukadderat ve siyaseti ne olduğunu Erzurum’da
bulunan Mustafa Kemal Paşa ile Rauf Bey’in fiil ve hareketlerinde vatan ve milletin
maksat ve menfaatine ve mevcut kanunlara aykırı telakki edilecek hiçbir hain tel ve
hareketi olmadığını görüyorum. Bu zatlar mülk ü milletin saadet ve selameti ile
alakalı her vatanperver ferd gibi yaşamaktadırlar. Tevkiflerine kanuni sebeb yoktur.”
Karabekir Paşa “bir dakika tehiri idamı muciptir” kaydıyla gelen emre karşı
yazmakta tereddüd göstermemişti. Rauf Bey Karabekir’e dedi ki “siz herşeyi
şahsiyetinize has celadet ve civanmertlikle hallletmişsiniz” der. Mustafa Kemal,
bunca hizmetten sonra ona layık görülen netice bir hain gibi tevkif mi idi?
1926’da yapılan İzmir suikastında Kazım Karabekir Paşa da tutuklanmış daha
sonra serbest bırakılmıştır. Paşa kongre yıllarında yaptıklarını göstermiştir. İstanbul
hükümeti oluşturulan milli heyeti tutuklamayı ülkenin menfaatlerine uygun bulacak
garip yorumlar yapmıştır. Sonuçta Paşa heyeti temsiliyeye seçildi. Bu şahıslar
şunlardı. M.Kemal, Rauf Bey, Raif Hoca, izzet Bey, Servet Bey, Şeyh Fevzi Efendi,
Bekir Sami Bey, Sadullah Efendi, Hacı Musa Bey, ayrıca Kazım Karabekir paşa bu
52
heyete seçilmiş halen asker oluşu sebebiyle adı resmen açıklanmamış durum
kendisine M. Kemal’in bir imzasıyla tezkere ile bildirilmiştir.
Kazım Karabekir Paşa, “Benim en mühim kolladığım pek nazik bir mesele
var ki onu zikretmeyi faydalı buluyorum. Mustafa Kemal Paşa’yı hüsni idare etmek.
İstanbul bütün kuvvetiyle kendisine yükleniyor, aleyhinde yapılan tecavüzler
yetmiyormuş gibi suikastler hazırlanıyor. Şark kendisini tanımıyordu. Bana karşı ise
halkın ve ordunun samimi hürmetiyle beraber henüz İstanbul hükümeti de
teveccühkar davranıyor. O azlediliyor yerine beni tayin ediyorlar. Onun iç tevkif
emri veriliyor, bana icra vazifesi veriyorlar. O Sivas’a gitmek için benim kuvvet ve
nüfuzuma muhtaç. O Kemal Paşa ki Umumi Harpte muhtelif cephelerde ordu
kumandanlığı yapmış, muvaffakiyetler kazanmış. Onu kırmamak için elimden gelen
her türlü inceliği yapıyordum. Ve onu milli mücadelenin başına getirmek için
vazifemi yaptım ve yapıyorum.”
Gurup içinde mandacılar vardıysa da Ne Erzurum da ne de Sivas’ta bu fikirler
itibar görmedi.
M. Müfit’e Mustafa Kemal sorar, “söyle bakayım kongre kararlarını nasıl
buluyorsun.” Muhakkak ki çok iyi ancak şark vilayetlerine mahsus bir program
halinde. Bakalım Sivas’ta ne olacak, ne şekil alacak. Paşa’nın cevabı Sivas’ta yeni
bir şey olmayacağı merkezindeydi. Orada sadece bu esaslar tasdik edilecek, belki
genişletilecektir. Paşa’ya göre alınan en mühim netice milli irade prensibinin
kavranması ve benimsenmesidir. Erzurum’da ve kongrede gördüğüm samimiyet
mertlik ve fedakarlık azim ve iman beni doğrusu çok cesaretlendirdi. Memleketi
kurtarmak yolundaki cesaretimi artırdı.
Kongre sonrasında M.Kemal’i meşgul eden bir hadise de doğudaki şeyhlere
ve aşiret reislerine mektuplar yazarak desteklerini sağlanması idi. Bu akıllıca bir işti,
başka çıkar yol da görünmüyordu. Şeyhlere yazdıkları mektuplar daha uzun ve daha
saygılı ifadelerdir.
Batıdaki teşkilatlanmanın çok geniş olması ve adeta seferberlik ilanını bütün
bölgeye yayacak çalışma yapması, biraz da bölgede fiilen bulunan Yunan işgaline
53
bağlamak gerekir. Sivas kongresinden onbeş gün önce Alaşehir’de toplanan kongre
Sivas kongresinin vasıflarını taşımaktadır. Batıdaki milli teşkilatları birleştirmek bu
kongrenin ana hedefidir.
Paşa Sivas’a gidecektir, para yoktur. Heyet-i Faale azasından Süleyman Bey
birikmiş dokuzyüz lirasını onlara verir, heyetin gözleri yaşarır.
Sivas valisi Mustafa Kemal’e haber eder, Fransız binbaşısı Mustafa Kemal’in
Sivas’ta bir kongre yapacak olursa onun engelleneceğini bildirir. Valinin sözlerini
gülünç bulur, bir Fransız blöfü olduğunu bildirir. Yine de onun maneviyatını
yükselten telgraflar çekti.
29 Ağustos 1919’da Mustafa Kemal ve arkadaşları Erzurum’dan ayrılırlar.
Erzurum’un kahraman ve fedakar halkı kafileyi şehrin dışına kadar uğurladı. “Allah
muvaffak eylesin. Hayırlı olsun” nidalarıyla coşkun bir uğurlama yapılmıştı.
2.1.4. Çanakkale`de Ģahlananlar
Vehbi Vakkasoğlu Türk milletinin ölüm kalım savaşı durumundaki
Çanakkale savaşlarına özel bir önem vermiş, bu konuda soğuk bir tarih telakkisi ile
değil romans türü eserler meydana getirmiştir. Hedefi sadece tarih ve silik isimler
vermek değil portreler ve olaylar galerisi türünden eserler ortaya çıkarmış, hafızayı
milliye insanlar ve değerler ilave etmiştir.
Bu eser Çanakkale`de savaşan Mehmetçikleri anlatır. Eser Nesil
yayınlarından Mart 2016 yılında çıkmış, 296 sahifeden oluşuyor. Sıradan bir savaş
değil, bir millete moral ve motivasyondur. Çanakkale`nin ruhu bu güne kadar
silinmez tesirler bırakmıştır. Mehmetçikler kendi, vatanı milleti için savaşan
askerdir. Eserde bulunan kahramanların çoğu yazarın yazdığı “Ailede Sevgi
Sohbetleri, Bir Destandır Çanakkale” adı taşıyan eserlerde tanıtılmıştır. Burada
sadece yazılmayanı yazılacaktır.
Selahaddin Adil Paşa’nın babası Selahaddin Eyyubi`yi sevdiği için, ona bu
ismi vermiştir.
Mustafa Onbaşı, Binbaşı Mahmut Sabri Bey, Bursalı Mehmet Onbaşı
54
Namaz İle Kurtulan Mustafa Hulusi Efendi, Ailede Sevgi Sohbetleri adı olan
kitapta anlatılmıştır.
Çerkeşli İsmail Efendi, bu kahraman öldürdüğü düşmanın elbisesini giyip,
düşman siperlerine girmiş, bilgiler alıp geri dönmüştür.
İki bölük bir tepeyi düşmandan temizlemiş tepeye Halit-Rıza tepesi ismi
verilmiştir.
İki genç teğmen, ikisinin de adı Yusuf, bu yiğitler korkusuzca savaşıp, savaşı
kazandılar. tepeyi düşman elinden aldılar. Tepe`nin adı İki Yusuf Tepesi olarak
isimlendirilmiştir.14
Teğmen Ali Kazım, bu kahraman savaşın ortasında sağ gözünü kaybeder. Bir
süre sonra iki kurşuna hedef olur, hastaneye kaldırılırken “Bir göz yeter insana...
Vatanımız var ya Omuzumdaki yara da herhalde zararsız “
Koca Seyit Denen Bir Yiğit, yazarın yazdığı Bir Destandır Çanakkale
kitabında kahramanlığını anlattık.
Safiye Hüseyin Hanım, ilk Türk kadın hastabakıcı olarak cephede hizmet
vermiştir.
2.1.5. Çanakkale sesleniyor
Çanakkale`den alınan dersler ve ibretler, değerlerden oluşuyor. Eser gelecek
nesillere sesleniyor. Kitabı İstanbul Nesil yayınları neşreder, Mart 2016 yılında
çıkmış. 160 sahifeden oluşuyor. Çanakkale sürekli bir okul çünkü bize verdiği dersler
hala devam ediyor. 110 yıl geçtiği halde dersleri devam ediyor. Onlarından biri
kardeşliktir. Biz bu günler, eski günlere ne kadar muhtacız. Ben çocukken rahmetli
Anneannem ölmüştü. Ama bıraktığı şu sözlerini hala hatırlıyorum: “Türk, Arap,
Kürt, Afrikalı bir millet olup savaştıkları güne selam olsun. Şimdi ben hac ve sevgili
peygamberi ziyaret etmek için izin(vize) almam lazım. Nerde o günler” derdi
14
Vehbi Vakkasoğlu, Çanakkale`de Şahlananlar, Nesil yayınları, İstanbul, 2016, s.86.
55
Kadıncağız Hacc`a gidememiş, ölmüş, ama hala ırkçılık ölmemiştir. İşte
içimizde ne zaman ırkçılık ölürse, o zaman eski günlerimize döneriz. İslam gelmeden
önce Rum ve diğer milletler, bu topraklara hükmetmişler. İslam geldiğinde
Peygamber efendimiz (s.a.v) dediği “Acem ve Arap aralarında hiçbir fark yoktur,fark
ancak dindarlıktadır” Sonra Müslümanlar bir olup, topraklara hükmedip, diğer yerleri
de fethetmişler.
O zamanlarda Avrupa zararlı asırlar yaşamıştır. Kendi topraklarını bile
kaybetmiştir. Sonra toparlanıp güçlenmişlerdir. İçimize ihtilaflar atarak bizi geri
bırakmışlardır.
Kitapta Mehmetçiklerin merhameti, tevazuunu düşman bile itiraf etmiştir.
Ayrıca Çanakkale savaşında savaşan yiğitleri, vatan uğruna çatışan kahramanları
anlatmıştır.
İstanbul`da 1873 yılında doğup 1936 yılında vefat eden Mehmet Akif Ersoy
Ordunun Duası şiirini 1921 de yazmıştır. O zaman Çanakkale`nin savaşı bitmiştir.
Ama Çanakkale`nin ruhuyla, hevesiyle askerler Milli Mücadele`ye girsinler diye bir
motivasyon olarak yazılmıştır. 28 satırdan oluşan şiir çok ilgiyi görmüştür. Hatta o
zamanlar Genel Kurmay Başkanlığı tarafından askerlere duyurulmuştur.15
2.1.6. Çanakkale Aslanları
Nesil Çocuk yayınlarından, 128 safhasından oluşan Çanakkale aslanları
İstanbul Mart 2016 yılında çıkmış. Yazar bir çocuk kitabı Çanakkale ile ilgili basit
bir şekilde nerdeyse her şeyi anlattı. Öncelik Çanakkale olayı, sonra zaferi, ve bu
zafer, destene yazan kahramanlar kitapta yazıldı. Kitaptaki anlatan olaylar,
Çanakkale gazisi Mehmet Dede`dir. Babası gibi komşulara ve yaşlı amcalara önem
veren Yusuf, sık sık o yaşlı gazi ziyaretine gider. Mehmet Dede ise Yusuf`a
Çanakkale olayları ve zaferi, kahramanları da anlattı.
Nusret mayın gemisi ve kahramanları: en başta Yüzbaşı Hakkı bey, Binbaşı
Hafız Nazmi bey, kumandan Cevat paşa ve diğer vatan sevenler Mehmetçiklerdir.
Elde kalan son 26 mayın Nusret gemisine yüklendi. Bütün gece uğraşan Mehmetçik,
15
Vehbi Vakkasoğlu, Çanakkale sesleniyor, Nesil yayınları, İstanbul, 2016, s 86.
56
sonunda 100 metre arayla dört buçuk derinliğe indirdiler. Yedi saat sonra düşman
boğaza girmeye başladılar. Acayip bir ateş yağdılar. Kıyıya yaklaşmaya başladığı
anda, 26 mayın patlamaya başladı. En büyük Fransız savaş gemisi olan Buve
patlamalar içinde kaldı, birkaç dakika denizin dibine girdi. İngiliz kumandanı telafi
etmek için “Devam” emri verdi…
Koca Seyit: Havranlı kahraman yaptığı iş, Bir Destendir Çanakkale
açıkladığım halde, az da olsa tekrarlamak istedik. Çünkü yaptığı fedakarlık, biz ne
etsek azdır. Düşman yağdığı ateşler içinde Mehmetçik, çoğu mertebelerini
bulmuşlar. Mecidiye tabyasına kadar yaklaştı. Orada kalan iki kahraman başka kimse
yok. Ali ve Seyit bu görevi sonuna kadar getirmek istediler. Koca sayit “Ya Allah,
Bismillah” diyerek mermiyi sırtladı. Mermi 276 kilo idi. Topun namlusuna taşıdı. İki
kere ateş etti, biri uzun ayarlı, diğeri kısa, mesafeyi tam olarak bilmedi. Üçüncü ise
tam isabetli, okyanus denen dev savaş gemisi dümeninden vurulmuştu. Artık İngiliz
kumandanı “Devam” diyemedi.
Kitaptaki diğer kahramanlar ilgili, Bir Destendir Çanakkale açık bir ifade
bıraktığımız için, sadece sıralayacağız:
Ezineli Yahya Çavuş
Saka Eri Hüseyin
Kınalı Koçlar
Vanlı İsmail, Ali`nin Vatan Aşkı
2.1.7. Osmanlı Ġnsan
Yazarın yazdığı bu muhteşem eseri, Aralık 2010 yılında, Nesil yayınlardan
çıkmış, 236 sahifeden oluşuyor. Osmanlı insanı, yapısıyla 623 yıl ayakta tuttuğu
imparatorluk nasıl oldu? O muhteşem insan davranışı, ahlakı, adalet anlayışı ile
hüküm etti. Kitap üç bölümden oluşuyor. Birinci bölüm Osmanlı Örneği, ikinci
bölüm Avrupa`da Osmanlı İzleri, üçüncü bölüm ise Yabancı Gözüyle Osmanlı`dır.
Birinci bölümde bir Osmanlı insanıyla ilgili nerdeyse her şey açıklamış. Ahlakı,
sıfatı, namusu, iffetti, adaletti vb
57
Kitap üç bölümden oluşuyor, birinci bölüm, Osmanlı Örneği adını taşır.
Osmanlı karakterinin tahlili olan bu eser, padişahların hakkında da bilgi verir. Osman
Gazi, adalet anlayışı, geride bıraktığı miras, Fatih Sultan Mehmet ve Hızır Bey,
Yavuz Sultan Selim’in adalet anlayışı, Birinci Mahmut .
Osmanlılın ihlası, farkı, haklı ve insaflı, Osmanlı gitti huzur bitti, namus, iffet
ve adalet anlayışı, Resulullah aşkı, vakıf medeniyeti ve daha başka karakteristik
özellikler anlatılır.
Avrupa’da Osmanlı İzleri bölümü, üç yüz yıl Avrupa’da dalgalanan Osmanlı
bayrağının hikayesidir16
.Avrupa milletleri üzerindeki Osmanlı tesirleri, Osmanlı
insanının gerçekten insanlığı ve batının hayranlığı.
Üçüncü Bölüm, Yabancı Gözüyle Osmanlı’dır.Anlayış ve ahlak, Türk imajı,
Osmanlı imajı, düşmanın gözünde Osmanlı, Son Osmanlının insanlığı, yabancıların
Osmanlı hakkındaki sözleri, gözlemleri, tesbitleri.
Yazar eserini, insanımıza adamıştır.
İkinci bölümde, Sırplar Osmanlı Sayesinde 400 Yıl Rahat Yaşadı, Sıkışan
Osmanlıyı İmdada Çağırdı, gibi konulardan oluşuyor. Üçüncü bölümde bir yabancı
gözüyle Osmanlı insan nasıl anlatılıyor.
2.2. Eğitim ve Öğretmen Kitapları
2.2.1. Öğretmenin Not Defteri 1-2-3
Öğretmenin Not Defteri 1-2-3 kitapları. Yazar meslek hayatından biriktirdiği
notları, farklı olayları kaleme almıştır. Biz de yapabildiğimiz kadarıyla en çok
bahsedilmiş konular, ve en önemli olanları aldık. Okuyacağınız notları yazar,
arkadaşlarına ve dostlarına anlatmıştır. Onlar da bunların (notların) yazılmasını
istemişler. Eser 1969 yılından itibaren başladığı öğretmenlik hayatının hatıralarıdır.
Eser önem bulmuş hem ingilizce (Our Teacher`s Notbook) hem de Almanca
(Tagebuch Einens Lehrers 1- ) çevrilmiştir. Cihan yayınlardan basılmış,
16
Vehbi Vakkasoğlu, Osmanlı İnsanı, Nesil Yayınları, 19 Baskı, İstanbul, 2010, s. 135.
58
Şeytanla ilgili Sorular
Bu konuyla ilgili sorular çoktur. Öğrencileri, yazara sorarlar:
“Allah her şeyi yaratmış, ve her şey faydalı olarak yaratmıştır, peki şeytanın
faydası nedir. O zaten kötülükten başka bir şeye yaramıyor”, şimdi onun varlığı bize
ve diğer insanlara zarar ve kötülük, insanları azdırmak başka bir şey vermemiştir.
Öyleyse hiçbir faydası yoktur. Öyle yaratılış nasıl faydalı olabilir ki. Üstelik onun
yaratılmasını boştur. Peki Allah, Şeytanı niçin yaratmıştır. Konu öğrenciler
aralarında münakaşa edilir,bir süre bekledikten sonra, öğrencilere bu konuyla ilgili
güzel örnekler verir:
Çocuklar Allah bu dünyada lüzumsuz, faydasız hiçbir şey yaratmamıştır.
Fakat biz çok şeyi kendimiz, sahsımız için zararlı sanarak kötü sayıyoruz. Mesela
“yağmuru düşününüz, ne kadar faydalı değil mi? İçeceğimiz oluyor. Bitkilerin hayatı
oluyor. Onsuz hayat da kupkuru oluyor. Yağmura atalarımız güzel bir isim
bulmuşlar, “Rahmet” demişler. Hatta yağmur, eğer gecikse, insanlar dua edip,
yalvarıp yağmuru isterler. O kadar faydalı. Şimdi size soruyorum: Yazlık kıyafetle ve
şemsiyesiz olarak yağmurda gezen adam için, kış yağmuru iyi midir, kötü müdür?
Kötüdür değil mi? Hasta eder. Bunun için hayırlı olan yağmur, insanın yanlış
hareketi ve tedbirsizliği sebebiyle zararlı hale gelmiş oldu. Başka bir örnek ; “Bıçak
mutfakta çok kullananılan bir alet, ekmek, et vs kesmek için yapılmıştır. Şimdi biri
bu bıçağı alıp, cinayet işlemişse, bıçak suç işlemiş sayılır mı? Elbet değildir. O adam
yanlış kullanmıştır. Bıçağın asıl işi, faydalı şeyleri kesmek içindir. Yani
anlayacağımız kötü olan, bıçağın kullanış şeklidir. Başka bir örnek yine veriyor
yazar:
“Ateşin yaratılmış olması, varlığı, insanlar için ne kadar gereklidir, değil mi?
Ateş olmasaydı, medeniyet ne büyük kayıplara, noksanlıklara uğrardı. Ama mademki
ateş çok faydalıymış, varlığı insanlar için gerekliymiş ve güzelmiş diye, gidip içine
elinizi sokarsanız, kötü bir işi yapmış olursunuz. Zararlı bir şey görürsünüz. Ama o
öyle değil, kötü olan kullanışınızdır, bu yüzden zararlı olur. Önceki misallerin
ışığında, vardıkları sonuca göre, Şeytan yaratılışı çirkin ve gereksiz değildir. Allah,
Şeytan’ı da bir sebeple, hem de çok faydalı ve lüzumlu bir sebeple yaratmıştır.
59
Çünkü O, kullarını seviyordu. Kullarının iyi, faydalı ve dolayısıyla de Cennet’e layık
olmalarını istiyordu. İşte Şeytan, bu isteğe aracılık yapacaktı. Çünkü Allah insanı
hem yükselmeye, hem de alçalmaya müsait bir varlık olarak yaratmıştır. Yani
Şeytanı dinlemedikçe, insan melekleşir, yücelir. Amma Şeytanı dinlerse, onun içine
attığı kötülükleri yaparsa, düşer, alçalır hayvanlaşır. Hatta daha aşağılara düşüp
şeytanlaşır. İnsan şeytan haline gelir. Şu halde Şeytan’ın da yaratılış sebebi, onu
dinleyip peşinden gitmemiz değil; her gelişinde onu kovmamız, dediklerinin tersini
yapmamızdır.
Bir kum torbası düşünelim, Dikkatli, uyanık bir boksör için kum torbası çok
güzel ve faydalı bir antrenman aracıdır. Onu yumrukladıkça, kasları gelişir. Nefesi
açılır, kabiliyeti artar. Zaten kum torbasının da işi budur. Boksörün antrenman yapıp
gelişmesi için yapılmıştır. Ancak, dikkatsiz bir boksör için kum torbası zararlı
olabilir. Çünkü çalışma sırasında, birine laf yetiştirmeye çalışırken, ya da bir başka
şeye dikkat ederken torbaya anında yumruk vuramazsa, torba kendisini yumruklar.
Sonra o dikkatsiz kişi, “Kum torbası çalışma salonundan çıkarılsın, çünkü çok
zararlıdır” dese doğru mudur? İşte şeytan bizim kum torbamızdır. Bize her gelişinde,
kovsak ve dediklerini dinlemedikçe, her uymadığımız işi sebebiyle sevap kazanırız.
Fakat sözleri uyarsak günah işlemiş oluruz. Böylece Şeytanı kendi hakkımızda kötü
ve zararlı hale getirmiş oluruz.
ġeytan`ın En Büyük Tuzağı sohbetinde; Şeytan hilelerinden biri kendi
varlığını inkar ettirmektir. Yani günahkar insan der ki, Şeytan diye bir varlık yoktur.
Böylece de kötü bir varlığı uymuş olma duygusundan kendini kurtarır, sonra insan
rahat rahat günah işler. Bunun için Şeytan`ın varlığı inanan insan, onun şerrinden
korkup uzaklaşmak ister, dikkatli olur, her zaman Şeytan`ın ve nefsinin
kötülüklerinden kendini koruması için Allah`a dua eder. Ama ona inanmayan öyle
davranmaz, günah işlemeye devam eder.
Şimdi insan Şeytan`ın dediklerinden kaçarsa, kurtulmuş sayılır, kaçmazsa
günahlar işlemiş, tuzağa düşmüş sayılır. Bunun üzere insan kaçabildikten sonra,
günahların çokluğu insana sadece daha fazla sevap kazandırır, insanlık kalitesini
artırır.
60
ġeytan Sevap Kazanabilir mi? Sohbetinde, öğrenciler sorarlar. İnsan yaptığı
iyilik ya da kötülük, sonra karşılığını görür. Peki Şeytan yaptığı kötülük, karşılığı
görür, görür de ya iyilik karşılığı sevap kazanır mı? Nasıl şeytan sevap kazanır ki.
Yazar açıklama yaparken, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) sözünü söyler:
“Yaptığınız işler, niyetlerinize göre değerlendirilir”17
, işte şeytan insanları günaha
çağırırken, amacı, onları kandırmak ve günah işletmektir. Yani, niyeti bozuktur,
kötüdür. Bu bakımdan da, günah işletemeyince üzülür, kahrolur. Dolaysıyla de,
Şeytan’ı dinlemeyerek kazanılan sevaplardan onun hiçbir payı yoktur. Bunlardan
anlayacağımız Şeytan hiçbir sevap kazanmaz, çünkü niyeti kötüdür.
2.2.1.1. Kur’an-ı Kerim
Peygamberimizin En Büyük Mucizesi Kurandır sohbetinde, 1400 sene
önce indirilmiş olduğu halde, bu güne kadar indirildiği gibi kalıyor, kalacak.
Mübarek kitap, Peygamberimizin en büyük mucizesidir. Çünkü diğer
peygamberlerin mucizeleri o zamanlarda kaldı, bu günlere uzanamadı. Bu mübarek
kitabın içinde da mucizeler vardır, bunlar:
Kur’an-ı Kerim’in sesi, sözü, musikisi, ahengi mucizedir. Bu ses ve söz, o
kadar tatlı ve güzeldir ki, hiçbir sese benzemez. Kur’an’ın manasını
bilmeyenler dahi, onu okumaya ve dinlemeye doyamazlar.
Kur’an’ın ezberlenmesi çok kolaydır. Dünyada, Kur’an gibi kolay ve çok
ezberlenen bir başka kitap yoktur.
Kur’an’ın yazısı ve yazılışı da mucizedir. Kur’an yazısı, dünyanın en
güzel ve sanatlı yazısı olan Arapçadır.
Kur’an-ı Kerim bir edebiyat mucizesidir. Çünkü dünyada sadece iki çeşit
söz ve yazı vardır. Şiir ve Nesir (düz yazı). Kur’an ise, ne şiirdir, ne de
nesir… Bazen şiire, bazen da nesire benzer.
Kur’an, bir dil mucizesidir. Arapça olmasına rağmen, hiç bir Arapça söze
benzemez. Arapça konuşan biri, sözlerinin arasına Kur’an’dan ayetler
katarsa, bu hemen anlaşılır. Hiç Arapça bilmeyen biri bile, Kur’an’ı diğer
Arapça sözler arasından ayırabilir.
17
Vehbi Vakkasoğlu, Öğretmenin Not Defteri III, Cihan Yayınları, İstanbul, 2010, s.164.
61
Kur’an’ın okunuşundaki musiki mucizedir. Hiç Arapça bilmeyenler bile,
Kur’an’ı dinledikleri zaman mutlaka derinden etkileniyorlar. Hatta
anlamını bilmedikleri halde Kur’an dinleyerek Müslüman olan insanlar
vardır. Ünlü Fransız Müzik bilgini Moris Bejart bunlardan biridir.
Kur’an’daki bütün manalar, birçok surede özetle verilir. Adeta her sure,
bir kısa Kur’an gibidir. İmam Şafii isimli büyük bilgin şöyle demiştir:”
Eğer, Kur’an olarak, sadece ASR suresi gelmiş olsaydı, yeterdi.”
Kur’an-ı Kerim, 23 yıl içinde, ayet ayet, sure sure gelmiştir. Bazı ayetler,
o zaman meydana gelen olaylar üzerine, bazıları sorulan sorular sebebiyle
gelmiştir. Hatta Peygamberimizi tebrik etmek amacıyla gelen ayetler
olduğu gibi, uyarmak maksadıyla gelenler de vardır.
Tarih boyunca, Kur’an-ı Kerim’in düşmanı çok olmuştur. Fakat her çeşit
düşmanlığa karşı, Kur’an, yine de hiç bozulmadan, değişmeden
günümüze kadar gelmiştir. Kıyamete kadar da bozulmadan kalacaktır.
Allah Kur’an’da”Muhakkak ki, bu Kur’an’ı biz indirdik. O’nu koruyacak
olan da biziz” buyuruyor.
Kur’an’ın manası da mucizedir. Çünkü Kur’an bir mana denizidir. Bir
ilim deryasıdır. Kur’an’a en derin ve geniş açıklamalar (tefsirler) yazan
bilginler bile, açıkladıklarının Kur’an’a göre pek az ve yetersiz olduğunu
söylemişlerdir.
Kur’an, kendi zamanında henüz bilinmeyen bazı konulara da açıklık
getirmiştir. 1400 sene önce ilim adamları tarafından bilinmesi imkansız
olan bir takım gerçekleri Kur’an açıklamıştır.18
Kuran insanları neye çağırıyor sorusunda, Kur’an’ın insanlara sunduğu ilk
ve temel mesaj, Tevhid gerçeğidir. Yani, Allah’ın varlığına ve birliğine inanmaktır.
Kur’an, bu dünyadaki her şeyden söz eder, bahsettiği her şeyden, Allah’a giden yolu
gösterir.
Kur’an`ı Kerim Niçin 23 Yılda indirildi? Bu soruyı soran öğrenciye, yazar
şöyle cevap verdi:’
18
Vakkasoğlu, 2010, s. 144.
62
Kur’an’ın ayet ayet, sure sure gelmesi, yazılması konusunda bir kolaylık
sağlamıştır. Peygamberimiz vahiy katiplerine yazdırıyordu. Onlar da
yazdıklarını söyleyerek, Peygamberimize dinletiyorlardı.
Peygamberimiz Kur’an’ın Allah’tan geldiği gibi tespit edilebilmesi için,
yazdırmakla kalmıyor, ayrıca ezberletiyordu. Kur’an’ın parça parça, kısım
kısım gelmesi ezberlenmesini de kolaylaştırıyordu.
Zaman zaman Peygamberimize sorulan bazı sorulara, Allah Kur’an
ayetleriyle cevap vermiştir. Böylece, insanlara ve onların sorduğu sorulara
değer verilmiştir
Kur’an, İslam`ın esaslarını belli bir sıralamaya koymuş ve Mekke’de
gelen ilk ayetleriyle insanların inançlarını düzeltmiştir.
Kur’an’ın, Peygamberimiz’e sorulan sorulara cevap vermesi,
Peygamberimizin Allah’ın elçisi olduğunun da ispat oluyordu 19
23 yıl gibi uzun bir zaman dilimi içinde tamamlanmış olan Kur’an, toptan ve
bir defada gelmiş gibi bir bütünlük gösterir…
Kuran Cehennemden ve Cehennem Azabından Niçin Bahseder ?
sohbetinde; Allah en üstün olarak insanı yaratmış, diğer yarattıklarını da hep bizim
emrimize vermiş… Elbette böyle bir imtiyaz, gereği yerine getirilmediği zaman
cezalandırılmalıdır. Ancak Allah, kullarının ceza görmelerini istemez. Bunun için
uyarmak amacıyla, en etkili biçimde cehennemi anlatıyor.
Bu kadar şiddetli uyardığı halde, insanlığın bu mesaja ne kadar az kulak
verebildiğini, üzülerek görüyoruz. Demek ki, biraz daha yumuşak uyarsaydı, hiç
kimse dinlemeyecekti. Aynı zamanda yapılmak istenen, Cehennemle uyarıp
Cennet’e almaktır. Yani Cehennemden maksat Cennet’i anlatmaktır. Gece
bilinmeden gündüzün ve aydınlığın kıymeti anlaşılamaz.
19
Vakkasoğlu, 2010, s.150.
63
2.2.1.2. Evrim Teorisinin Soruları
Bu konuyla ilgili yazara soru soran öğrenciler, Evrem teorisi nedir? İnsan
maymun soyundan mı geldi? Darwin kimdir? İlime mi inanacağız, yoksa bizim
dinimize mi? Bu sorular üzerine yazar durumu açıklar:
Bu teoriyi ilk olarak ortaya atan, Yahudi asıllı İngiliz bilgin Darwin`dir. 1809
yılında bir doktor çocuğu olarak dünyaya geldi. Dedesi de doktordu. Aynı mesleğe
girmek için tıp tahsiline başladı. Bir süre sonra, tıbbı bırakıp, ilahiyata başladı.
Ancak bu öğrenim dalına da ısınmadı. Oradan da ayrılıp tabiat bilimleri üzerinde
incelemeler yapmaya başladı. Bir araştırma gemisiyle beş yıl bedava olarak güney
Amerika, pasifik adaları ve Avustralya`yı gezdi. Orada fosil ve iskelet kalıntıları
topladı. 20 yıl sonra, iddialarını toplayan eserini yazdı. 1859’da yayınladı. Darwin,
kitabının yayınlanma zamanını çok iyi denk hesapladı. Çünkü bu tarihlerde
Avrupa’da müthiş bir materyalizm (maddecilik, inkarcılık) fırtınası esiyordu. Evrim
teorisinin ana fikri şudur:
Hayvan olsun, bitki olsun bütün varlıklar birbirlerinden oluşmuşlardır.
Sonra zamanla şekillerini değiştire değiştire, bu günkü şekillerine
gelmişlerdir.
Hayvanlar ve bitkiler yaşamak için büyük bir savaş ve kavga içindedirler.
Bu mücadelede şartlara en iyi uyan kuvvetliler yaşamakta, zayıfların ise,
soyu tükenmektedir.
Milyonlarca yıl öncesine kadar uzanan tabiatın evrimi, gayesiz ve
hedefsiz bir şekilde, tesadüf olarak küçük bir canlıdan gelişe gelişe ortaya
çıkmıştır.20
Yazar bu teoriyi temel fikri açıkladıktan sonra, bu teoriyi asılsız ve
ispatlanmamış bir teori olduğunu söyledi. Zira o dönemde kilise ile savaş açan
materyalizm, inkarcılar çoktu. Bunun için bu teori o dönemde ispatlanmamış olduğu
halde kabul edilmişti. Bu konuyla ilgili çok deliller vardır, onlarından biri şu :
20
Vehbi Vakkasoğlu, Öğretmenin Not Defteri II, Cihan Yayınları, İstanbul, 2010, s.13.
64
Hz. Adem’in ilk insan olduğu o kadar belli ki, onun soyundan gelmiş
bütün insanlara da onun adı verilmiş, adam denilmiştir. Eskiden insana
“ademoğlu” denilirdi
Maymunun insana dönüştüğüne ait hiçbir ilmi ve ciddi delil
bulunamamıştır.
Dış görünüşüne ait yüzeysel ve cahilce bakışı bir yana koyarak
düşünürsek, maymunun insana benzemediğini anlayabiliriz. Maymunun
vücudunu meydana getiren yapı taşlarına, yani hücrelerine baksak onların
insan hücrelerinden farklı ve ayrı yaratılmış olduğunu görürüz.
İnsanın burnu dik, diğer hayvanların burnu yassıdır. Bu da, onu
maymundan ayıran önemli bir özelliktir.
Hiçbir maymun tamamen dik duramaz. Bu özellik, sadece insana
mahsustur. Kafatası genişliği ve beyin büyüklüğü de maymundan çok
farklıdır. İnsan beyninin büyüklüğüne hiçbir maymun beyni
yaklaşamamıştır. Önemli bir ayrılık da, eller ve ayaklardadır. Maymunun
ayağındaki başparmak, insanın elindeki gibi ayrık durmakta ve diğer
parmaklara dokunabilmektedir. Bu bakımdan da maymun ayaklarını da
elleri gibi kullanır. Maymuna dört elli denmesi de bu yüzdendir. Oysaki
insanın ayakları, sadece ayakta durmak ve yürümek içindir. Maymunlar
gibi el yerine ayağını kullanamaz.
Maymunların kemik yapıları da başkadır. Mesela maymunun kolları çok
uzundur. Diş yapıları da çok farklıdır.
Karada yaşayan bütün hayvanlar gibi maymunlar da kıllı ve postludur.
İnsan ise kıllı ve postlu değil, çıplaktır.
Maymunlar doğuştan Allah’ın içlerine koydukları bir hisle davranışlarını
ayarlar ve yaşarlar. Doğduktan kısa bir süre sonra, diğer hayvanlar gibi
bütün ihtiyaçlarını giderebilecek hale gelirler. Oysa ki insan bambaşkadır.
İhtiyaçlarını kendi başına gidermesi için uzun yıllara ihtiyacı vardır.
Eğitim ve öğretimi yıllarca sürer, sonra hayata atılır.
65
Hiçbir hayvan inançlı değildir. Yani belli bir fikre, varlığa iman edemez.
Bu özellikler insan içindir. Peygamberimiz de: “Aklı olmayanın dini de
yoktur” buyurmuştur. Maymunlar da inançsız varlıklar grubundandır.21
Peki bu konuyla ilgili, bu kadar deliller var, var da onlar niçin insanla
maymunu karıştırıyorlar? Soruya şu cevap verdi:
İnsanın bir hayvandan geldiğini söyleyerek insanı üstünlüğünden, yüce ve en
değerli yaratık oluş makamından düşürmek istiyorlar. Onlar kasıtlı olarak bizim
inancımızı saptırmak maksadıyla yazmışlardır. İlk insanın maymundan
dönüşmediğini, Hazret-i Adem`den geldiğini sadece Müslümanlık değil, hem
Hıristiyanlık, hem de Yahudilik söylüyor. İşte kökeni İlahi olan bu üç dine karşı
savaş açmış bazı inançsızların yazdıklarında, konu bilinçli olarak tersine çevriliyor.
2.2.1.3. Ahiret Sorular ve Sohbeti
Ahiret öbür dünya demektir. Ahiret iyilik yapan ödülsüz, kötülük yapan da
cezasız kalmamanın gereğinden vardır. Allah`ın emrine uyanlara mükafat gerekmez
mi? Elbette gerekir, işte insanın son istasyonu olan ahiret olacaktır. Uymayanlar da
cezasız kalmamalı, ve onlara ceza vermesi gerektiği için yine ahiret denilen alem
gereklidir. Cenab-ı Hak sonsuz bir merhamet ve şefkat sahibidir. Fakat bu dünyada, o
şefkat ve merhamete layık olan neticelerin binde biri bile gerçekleşmiyor. Çoğu
zaman, zalimler zenginlik ve servet içinde, zulme uğrayanlar ise, yoksulluk ve
acılarla ölüp gidiyorlar. Demek ki dava büyük mahkemeye bırakılıyor. İşte o
mahkeme ahirettir. Tabii bu aleme inanmak gerek. Zaten bu aleme inananlar,
Allah`ın varlığı, bu dünya ve ahiret yaratıcısı, sultanına inanmış olmaktadır.
Peki Ahiret inanmanın faydaları nedir:?
Ahirete ciddi inanan bir insan, günahtan, kötülükten ve zararlı şeylerden
kaçar. Çünkü yaptıklarının mutlaka cezasını göreceğini bilir.
Ahirete inanan bir insan, ölüm korkusundan kurtulur.
Ahirete inananların morali daima yüksek olur. Ve bencil olmaz
21
Vakkasoğlu, 2010, s.33.
66
Ahirete iman, insana huzur verir. Dünyanın geçici, ahiretin kalıcı
olduğunu bilenler, hırslardan, çekememezlikten, kıskançlıktan kurtulurlar
Ahirete inanmak, bu dünyada haksızlığa uğrayanlara da büyük bir teselli
verir. Allah`ın büyük mahkemesinde hakkını alacağı için, kendi kendini
yemez, kahrolmaz, intikam duygusuna kapılmaz, sabır göstererek sevap
kazanır. “Zalimler için yaşasın Cehennem!” diye huzur bulur
Ahirete inanmak, tarifsiz bir mutluluk kaynağıdır. Çünkü Müslümanlar
orada, başta Peygamber Efendimiz (s.a.v.) olmak üzere bütün sevdiklerine
kavuşacaklarına inanırlar.
Ahirete iman çocukları haylazlıktan ve saygısızlıktan sakındırır. Ayrıca,
etraflarında gördükleri ölüm olaylarından olumsuz etkilenmelerini önler.
Ahirete iman yaşlılara ve ağır hastalara da, yegane manevi kuvvettir.
Kendilerini artık çok yakın hissettikleri mezara, yalnız ahirete imanla
tahammül edebilirler.22
2.2.1.4. Yaratıklar ile Yaratıcıyı Birbirine KarıĢtırmayalım
Her şeyin mutlaka bir yapısı vardır. Resmi ressam, heykeli heykeltraş, masayı
marangoz yapıyor. Bu kainatı da Allah yarattı. Öyle ise Allah’ı kim yarattı, O’nun da
bir yaratıcısı olması gerekmez mi? Öyle diyor insan, değil mi?
Elbette gerekmez. Çünkü bir yapıcısı ve yaratıcısı olduğunu söylediğimiz
diğer şeyler hep YARATIKTIR... Resim de, heykel de, masa da, sıra da, hep birer
yapılmış eserdir. Dolayısıyla her yaratığın ve her eserin bir yapıcısı, yaratıcısı
olmalıdır. Ancak Allah’ın da bir yaratıcısı var mıdır, dediğimiz zaman bir yanlışlık
yapmış oluruz. Çünkü yaratık ile yaratıcıyı birbirine karıştırmış oluruz.
“Allah’ı kim yarattı?” sorusu, mantıksız ve yanlış bir sorudur. Soranın
cahilliğini gösteren bir sorudur. Belki, başkalarının inandığı asılsız yaratıcılar için bu
soru sorulabilir... Ama bir Müslüman için sorulması çok yanlış... Ve isabetsizdir.
Çünkü Müslüman’ın inandığı Yaratıcı, ezelidir, yani öncesizdir... Ebedidir, yani
sonsuzdur... Hiçbir şeye muhtaç değildir. Eşsizdir, Benzersizdir.
22
Vehbi Vakkasoğlu, Öğretmenin Not Defteri III, Cihan Yayınları, İstanbul, 2010, s.136.
67
denksizdir ve Birdir... Doğmamış ve doğurulmamış tek bir Allah`tır. Bütün
bu sıfatları taşıyan Allah, nasıl olur da bu sıfatların hiçbirini taşımayan canlılara, ya
da insanlara benzetilebilir?
“Allah’ı kim yarattı?” sorusu niçin yanlıştır? Bu sorunun en önemli
yanlışlıklarından biri de, bir noktada durmayışı, zincirleme devam edişidir. Eğer bu
soruyu soran kişi Allah’ı yaratan başkasıdır cevabını alırsa, artık bu soru bitip
tükenmek bilmeyen bir kısır döngü içine girecektir. Çünkü, eğer Yaratıcının
yaratıcısı varsa, onun da yaratıcısı vardır. Yaratıcıyı yaratanın da yaratıcısı vardır ve
bunun gibi... Akla hayale sığmaz bir zincirleme yaratıcılar serisi meydana çıkar ki,
bu da çok saçma bir sonuçtur.
Söz konusu yaratılmış olan insan bir şey yaratılabilir mi? Elbette hayır, çünkü
yaratılmış bir şeyi başka bir şey yaratmaz… Ne demek bu şimdi; eğer Allah
yaratılmış olsaydı insanlar ve diğer canlı ve cansız mahlukatlar nasıl yaratırdı?!
Ey insanlar! Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Allah`tan başka size
göklerden ve yerden rızık veren bir yaratıcı var mı? O`ndan başka hiçbir
ilah toktur. O halde nasıl oluyor da haktan döndürülüyorsunuz?
Öyle ise sakın Allah ile beraber başka bir ilaha yalvarma, sonra azaba
uğratılanlardan olursun .
KUR’AN-I KERIM
2.2.1.5. Peygamber Efendimiz Niçin Çok Çile Çekti?
Peygamber Efendimize, kainat çapında bir büyük görev verilmişti. Allah’ın
unutulmuş olan dinini, yeniden ve en mükemmel şekilde temsil etmekle
yükümlüydü. Yüklendiği bu büyük görevi, tek başına ve hakkiyle yerine
getirebilmek için, çok sağlam, dirençli ve dayanıklı olmalıydı. Çünkü karşısında çok
kalabalık ve acımasız bir inançsızlar kitlesi vardı. Bu bakımdan, daha çocukluğundan
itibaren, hayatın bütün acılarını yaşadı. Hayat okulunun en zorlu imtihanından geçti.
Böyle olduğu için de, hiç bir zorluk, eziyet, işkence ve saldırı O’nu yıldıramadı.
Peygamber Efendimizin yaşadığı hayat, başarı ve mutluluğun, ancak Allah’a
bağlılıkla mümkün olduğunu gösteriyor. Para, makam ve sayıca çokluk önemli değil.
68
İmanla zenginleşmiş bir gönül, bunların hepsinden daha güçlüdür. Sağlam bir
imanla, çekilen çileler sevince dönebilir.
Peygamber Efendimiz, en güçlü, en zengin ve en zalim insanlara karşı
mücadele etmiş ve sonunda kazanmıştır. Böylece, imanın üstünlüğünü göstermiştir.
Eğer kendisi de maddeten güçlü, zengin olsaydı, Allah’ın yardımıyla iş yaptığını,
O’nun gücüyle başardığını gösteremezdi. Kazanan tarafın, hak, hakikat ve iman
olduğu tam olarak anlaşılamazdı. Oysaki Peygamberimizin karşısında bulunan
güçlüler, zenginler ve maddi açıdan üstün durumda bulunanlar, bütün zulümlerine
rağmen mağlup olmuşlardır. Böylece imanın üstünlüğü iyice anlaşılmıştır.
Allah, eğer bir kulunu severse, ya onu kalben dünyaya küstürür, ya da
dünyayı ona küstürür. Böylece gönlünü ebedi yurt olan ahirete çevirir ve onu
kazanmaya yöneltir. Bu gerçeği en iyi bilen Allah Resulü de, ayağına gelmiş olan
dünya zenginliklerini değil, gönüllü olarak, ahiret saadetini seçmiştir. Geçici olana
değil, kalıcı olana önem vermiştir.
Peygamberimiz her zaman bir örnektir. Biz Ona bakarak hayata devam
ederiz. O öksüz ve yetim idi, bunu da bir hikmeti vardır, Anneden, babadan yoksun
kalmış olanlar, Peygamberimizin hayatına bakarak, ümitsizliği bir yana atıp,
geleceğe hazırlanma şevkini kazanırlar. Anne baba desteğinden mahrum olarak da,
istikballerini kurtarmanın mümkün olduğunu anlarlar. Allah onu annesiz ve babasız
bırakmış, ama onu bizzat kendi terbiyesiyle yetiştirmiştir. Peygamberimiz de bir
hadisinde, “Beni Rabbim terbiye etti, ve terbiyemi ne güzel etti.” buyurmuştur.
2.2.1.6. Namazla Ġlgili Sorular
İnsan zaman zaman, namaz niçin bu kadar önemli? Namazdan niçin
usanılmaz? Diye sorar. İnsan bir işten kazanç, zevk aldığı zaman o işi sever. Hem
zevk, hem de muhtaç olduğu bir iş, tekrarlansa bile o işten bıkmaz. Günde üç defa
nasıl yemek yemekten bıkıp vazgeçmiyorsa, namazdan da bıkıp vazgeçmiyor.Çünkü
yemek bedenin ihtiyacı namaz ise ruhun ve manevi melekelerin gıdasıdır. Yukarda
belirtildiği üzere insan zevk aldığı, hoşlandığı ya da muhtaç olduğu bir işten ne bıkar,
69
ne de usanır. Namaz, Allah’ın bizden istediği çok kapsamlı ve manası çok geniş ve
derin bir ibadettir.
Namaz ruhumuzun nefes aldığı, kalbimizin manen güçlendiği ve
duygularımızın moral kazandığı bir ibadettir.
Namaz, insanı günde beş defa Allah’ın huzuruna çıkardığı için,
kötülüklerden ve günahlardan koruyucu bir etkiye sahiptir. Kur’an-ı
Kerim’de de Allah: “Namaz, insanı her türlü kötülüklerden ve
günahlardan alıkoyar” buyuruyor.
Namaz, imanı koruyan, kuvvetlendiren bir ibadettir. Ve diğer ibadetlerden
daha kıymetlidir. Çünkü namazda, diğer bütün ibadetlerin özü, özeti
bulunmaktadır.
Manevi olarak bizi yıkayıp temizleyen, kalbimizi, ruhumuzu, içimizi pırıl
pırıl eden namaz, insanı Cennet’e layık bir hale getirir
İbadetler ve namaz, yalnız Allah içindir. Namazın ruhu, ihlastır. Yani onu
yalnız Allah için kılmaktır.23
Namazın sağlık açısından yararları da var, Fransız doktorlar romatizma, bel
ve sırt ağrılarından şikayet eden hastalarına Müslümanlar gibi namaz kılmalarını
tavsiye ediyorlar. Namaz vücut sağlığını başka faydalar da var:
Yabancı ülkelerde ünlü doktorların kontrolü altında yaptırılan dinç ve
genç kalma hareketleri, aynen namaza benzetilmektedir.
Başı günde birkaç defa yere koyarak, kanın beyne doğru akışı arttırılır. Bu
hareket beyin damarları için bir jimnastiktir.
Başı iki yana doğru hareket ettirmek, çevirmek, boyun kireçlenmesini
önlüyor.
Bel hareketi ve hiçbir tarafa tutunmadan ayağa kalkmak da insana
çeviklik kazandırır.
Namazın en mühim sıhhi faydalarından biri de zihnimizi her türlü dünya
işinden ve düşüncelerinden uzaklaştırarak yalnız bir noktaya toplamasıdır.
23
Vehbi Vakkasoğlu, Öğretmenin Not Defteri I, Cihan Yayınları, İstanbul, 2010, s.201.
70
Namazın çok önemli bir faydası da insanı sabah erken kalkmaya mecbur
etmesidir. Bunun sağlık acısından bir faydası da, erken kalkan insanın
vücudundaki zehir (dışkıyı- idrarı) daha erken dışarı atmasıdır.
Yaşam boyu spor anlayışı, günümüzde gittikçe yayılmaktadır. İşte tıp
otoritelerinin açıklamalarına göre, namaz, vücut sağlığı açısından da tam
ve mükemmel bir spordur.
Namazın, beden sağlığı için olduğu kadar ruh sağlığı için de sayısız
faydalarını ilim adamları açıklamaktadır.24
2.2.1.7. Oruç
Oruç tutanların sadece mideleri değil, bütün vücutları dinlenmiş olur. Çünkü
bir yıl boyunca çeşit çeşit yiyecek ve içeceklerle yorulup yıpranan sindirim
organlarımıza dinlenme, toparlanma, güç kazanma imkanı da hazırlanmış olur.
Sürekli çalışan bir makinanın nasıl bakıma ihtiyacı varsa, doğumdan ölüme kadar
durmadan çalışan sindirim organlarının da yağlama, yıkama, dinlenme gibi bakımları
Ramazan’daki oruçla sağlanır.
Oruç, bedenin hem fiziksel, hem de ruhsal dinlenişidir. Dokuları temizler,
birikmiş toksinleri, zehirleri atar. Müslümanlar böylece her yıl bir ay bedenlerini
dinlendirirler. Hıristiyan dininde orucun bulunmayışı büyük bir kayıptır.
2.2.1.8. Diğer Sorular
Allah`ı niçin göremiyoruz?
Allah’ı bu dünyada gözümüzle göremediğimiz doğrudur. Acaba görsek daha
iyi olmaz mıydı? Elbette olmazdı. Çünkü bu dünya bir imtihan meydanıdır; deneme
ve sınama yeridir. Bunun için Allah’ı gözümüzle görseydik, O’na inanmanın imtihan
olma değeri kalır mıydı? Elbette hayır, çünkü açıkça göründüğü için, herkes ister
istemez inanmak zorunda kalırdı.
Allah Niçin Her Ġstediğimizi Vermiyor?
24
Vakkasoğlul, 2010, s. 203
71
“Allah niçin istediklerimizi vermiyor” sorusu, yanlış bir sorudur. Çünkü biz
varoluşumuzu O’na borçluyuz. Yani bizi varlık dünyasına çıkardı, yoklukta
bırakmadı. Cansız bir varlık olarak değil, bitki olarak değil, hayvan olarak değil, en
üstün canlı olarak yarattı. Aynı zamanda hayatımız için gerekli temel ihtiyaçları
Rabbimiz bize karşılıksız olarak hediye ediyor. Ancak biz insanlar nimetlerin daha
da artması için ona yalvarıyoruz. Unutmayalım ki Allah bize en önemli şeyi verdi;
istemeyi öğretti.
“Vermek İstemeseydi, İstemek Vermezdi…”25
Eğitim
Yazar yazdığı Öğretmenin Not Defteri, kitabında eğitim (ilim) ile ilgili
güzelce satırlar yazmış. İnsan okurken ilim ne kadar önemli olduğunu anlar. Eserde
büyük şair olan Yunus Emre şiirlerinden ilimle ilgili bir şiiri ile konuya açıklık
getirir.
Bütün yazarların ve filozofların hatta peygamberlerin ortak öğüt olan ilim
(öğrenme, öğretme) talebi şöyle yansıtmıştır:
İlim, ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsin
Ya nice okumaktır…
Zararlı AlıĢkanlıklar ve Bencillik
Yazar eserinin “Gençliği Tehdit Eden Zararlı Alışkanlıklar” kısmında
çocukların, kötü alışkanlıklarından uzak durmasını istedi, o da insanları küçük görme
ve bencilliğin zararlarını anlattı. Başka insanları küçük görmeyin. Çünkü onları da
Allah yarattı. Onların horladığınız noksanlarını, eksiklerini onlar isteyerek almadılar.
İnsan ellerinde olmayan şeylerden dolayı ayıplanmamalıdır. Yolunda yorumlar yaptı.
25
Vehbi Vakkasoğlu, Öğretmenin Not Defteri III, Cihan Yayınları, İstanbul, 2010, s. 23.
72
Zaman
Konulardan biri “Zaman konusu” dur. Çocukların zamanın ne kadar önemli,
olduğunu anlamalarını istedi. Önemli ve hassas bir konu olduğu için Vakkasoğlu
zamanla ilgili birkaç bahis anlatmış.
Vakkasoğlu`nun Almanya`da Almanca dil kursundayken, bir olay
anlatır.Almanca öğretmeni,
“Biz zamanı kullanmayı ve değerlendirmeyi Müslümanlardan öğrenmişizdir”26
2.2.2. Terapi Mektupları (Öğrencime Mektuplar 1-2-3)
Vehbi Vakkasoğlu`nun bu eseri nesil yayınlardan, Haziran 2014 çıkmıştır.
528 sahifeden, 147 mektuptan oluşuyor. Kitaptaki mektuplar genel olarak iki farklı
yerlerde yazılmış. Çoğunluk Avrupa ve İstanbuldan, bir kısmı da başka
yerlerden.Bazılarının nereden yazıldığı belli değildir.
Berlin`de yazılan mektupların sayısı 126’dır. Bunlar kalpten kalbe kanallar
var, sevgi her derdin ilacıdır, gelecek endişesi sizi yıpratmasın, asıl okulunuzu
kendiniz kurun, Allah bütün günahları affeder, zirveye tırmanmak gerek, kendinizi
bilgice çok iyi yetiştirin, iyi Müslüman etrafıyla iyi geçinir, işini kışa ayarla yaz
çıkarsa ne ala, Yemen’deki dizimin dibinde, gün doğmadan neler doğar?, öteye
yatırım yapmalı, gerçek imtihanı kazanmalı, araçlar amaç olmamalı, sevgiyi sevmeli,
düşmanlığa düşman olmalı, kalb ve kafaların fethine çıkalım, manevi yangın itfaiye
erleri, bencil olmayan insanca neşe, manevi kazançlar paylaştıkça bereketlenir, hayat
her şeye rağmen çok güzel, ruhun zaferini yaşamalı, sabırdan uzaklaşmayalım şükrü
unutmayalım, hayır demesi bilmeyen adam, mecazi aşktan ilahi aşka geçme vakti,
güzel kitapların özel dünyasına girin, yakınlık sırların birleşmesidir, ebediyet arzusu
ile yaşamalı, herşeyde Allah`a giden yolu görmeli, gençliği ebediyete çevirmenin
çağdaş yolu, islamın güzelliklerini yansıtma yarışı, olumsuzu olumluya
çevirebilmeli, arkadaşlık paylaşmayı gerektirir, şikayet yok şükür var, manevi
haberleşme yolu, vefasızlık en kırıldığım huydur, her hıçkırığın çaresi olmak isterim,
sevap kazanma anonim şirketi, Allah`ın kulu olmanın güzelliği, doğarken boşuna mı
26
Vakkasoğlu, 2010, s. 48.
73
ağlıyoruz?, öğrenmek ve öğretmek dünyanın en insanca zevki, “kahrın da hoş lütfen
da hoş” diyebilmek, insanların imanıyla birlikte kurtulmak, dünyanın en güzel süsü,
dertleri küçültmeyi bilmelisin, üzüldüğün şeylerin sonuçlarını düşün, gönül diliyle
konuşur anlaşırız, gönül hazinemi açtım size, onun verdiği akılla ona kulluğa
çalışmalı, dünya güzel bir geleceği doğru gidiyor, en iyi iyinin düşmanıdır, dikensin
gül bahçesi olmaz, çağdaş cihadın sırları, zafer benimdir diyebilenindir, susarak
konuşmak, ölümü gören hastalığa razı olur, okuduğun şeylerin manasını düşün, bir
göz hatırı için çok göz sevilir, kitaplarla manevı yardım, mümin anlatmadığını yaşar,
yaşayan birer Kur’an olabilmek, öte için çalışınız, en kötü karar kararsızlıktan iyidir,
fırsatları gerçek dünyaya kullanmalı, dostluk, Allah için sevmek, senin yanında bile
hasretim sana, dünya dua üzerinedir, dünyanın en asil görevi, hayat kalple aklın
ortaklığında yürütülmeli, şikayet ettikçe şikayet konusu artıyor, aşk ve iman
basamağı, kırk ölçüp bir biçmek gerek, taşlamış kalplerin dinamiti ol, kutupta limon
fidanı yetiştirmek, hizmetin karşılığı Hak rızasıdır, acılara göğüs germeyi bilmeli,
kainatta en büyük hakikat imandır, yoklukta varlığı bulmak, her şey sevgiyle
yaratılmış, biz muhabbet fedaileriz husumete vaktimiz yoktur, insanlığın acil
ihtiyacı, insani güzellikler, şefkatin açtığı kapılar, bazen şerden hayır çıkar, Yazmayı
öğretmenlik kadar seviyorum, insan çileleriyle olgunlaşır, kader programının tatlı
cilvesi, İslami gelişme dünyanın gözünde, bizim ruhumuzun gıdası muhabbettir,
bilenlerin imtihanı çetindir, İbrahim Aleyhisselam gibi ol, aslolan sohbet gerisi
vesile, çilesiz ve dertsiz olmamak, kulluk şuurumuz kökleşsin, aynı kaderi
paylaşıyoruz, iman idealsiz olmak, çağdaş Rabia`nın özelliği, manevi kuraklık
gözyaşlarımızı kuruttu, dünyanın mutlulukları acılarla yoğrulmuştur, uzak istikbale
yatırım yapmak, kusurları yüze vurmamalı, dert bellidir iman zayıflığı, tebliğde esas
olan şefkattir, Bir’e teslim olan her şeyi teslim alır, kısıtlı aklımız kader programını
okuyamıyor, asıl can sıkıntısı işsizliktir, dostluk paylaşmak demektir, onu seven her
şeyi sever, insan inançsız olamaz, hamdım yandım piştim, aynı çizgide hedefe
yürümeli, kalp fetihleri yapacağız, ümitlendin ilahi mağfiretten, inancın filtresinden
süzülmüş ihlas, tevafuklarla dolu yaşamak, imanlı genç bu devrin evliyası, o varsa
her şey var, istemeden yaptığını isteyerek değiştirmelisin, Batı başkentleri ve
İstanbul`un hali, evrensel davanın adamı olmalısın, ölüm en güçlü vaiz, çirkinlikleri
güzelleştirebilmeli, gerçeğe gönül verenler, başarmaya mecburuz, dili yok kalbimin.
74
İstanbul`da ise 15 mektup yazılmış. Bunlar peygamberler medeniyetlerin
üstadıdır, sevme özürlü kişiler, imana hizmet en zevkli meşguliyettir, bu yolda çile
bile güzel, kavgamız bile savunmadır, imanı parlatmalı, İslam ahlakının güzelliğini
göstermeli, her güzellik bir bedel ister, ruhumuzu dinlendirecek mutluluk imtihanı,
asıl tehlike tehlikeyi fark etmemektir, iç dünyamızı zenginleştirelim, en güze zevk
öğrenmek öğretmek, her doğru her yerde söylenmez, İslam`ın mevsimi geliyor,
nereden inceldiyse oraya düğüm atmalı.
Yukarda belirlediğimiz gibi, yazarın en çok yazdığı mektuplar Berlin’den
yazılmıştır. Yazılış yeri belli olmayan altı mektup var.
2.2.2.1. Müjdeleyici Mektuplar
Kitapta müjdelerle ilgili birkaç mektup görüyoruz. En baştaki yazarın
Berlin`deyken yazdığı “Allah bütün günahları affeder” adlı mektup, bu dünyada kim
günah işlemiyor ki, büyük günahlar da olsa, Cenabı Hak’ın Rahmeti her şeyden
büyüktür. Genel olarak büyük günahlar işleyen insan, bu günahlar arkasında bir
tevbe edip, büyük istiğfarla karşılık vermelidir. İnsan işlediği günahları tevbe ile
işlememiş gibi yapabilir. Yeter ki insan ümidi kesmesin, çünkü her zaman manevi
silgi vardır. İnsan ümidi keserse, başka bir günah işlemiş olur. Çünkü işlediği günah
ne olursa olsun, Allah`ın affından daha büyük olamaz. Bunun için insan yeter ki af
yolundan ayrılmasın, af yolunda yürüsün….
“Gün Doğmadan Neler Doğar”27
mektubunda, hedeflere ulaşmak için çoğu
zaman sabır gerekmektedir. Bu konuyla ilgili örnekler verir, bunlarından en önemlisi,
Peygamberimiz Mekke`deyken ilk beş yıl içinde Müslümanlar sayısı sadece kırktır,
ama Veda Hutbesi’nde Resulullah`ı dinleyen Müslüman sayısı yüz binden fazlaydı.
İşte sabırla neler oluyor, bir de bu mektupta insan ummadığı şeyler, küçük gördüğü
işler, belki daha büyük avantajlar çıkarmasını açıklandı. Önemli olan niyet, azim ve
sabırla devam etmektedir. “Teknik açıdan olduğu gibi, manevi açısından da harikalar
asrındayız. Küçük çalışmalarla ummadığımız büyüklükte muhteşem gelişmeler
olabilir. Burada asıl olan niyet ve azimdir”.
27
Vehbi Vakkasoğlu, Terapi Mektupları(Öğrencime Mektuplar), Nesil Yayınları, İstanbul, 2014, s.55.
75
“İslam Mevsimi Geliyor” bu mektuptaki müjde ise,yazar yeni gelen nesiller,
İslam ahlakını güzelce göstereceklerine inanıyor. Çünkü kitabımız Kur’an,sevgi
kaynağı Peygamberimiz şefkatle dolu bir zattır. İnançsızları bile kurtarmaya yeterli
şefkatle dolu hayatı bizlere örnekdir. Onları örnek alarak İslam`ın güzelliklerini
yaşantımızla, ahlakımızla göstermeyi başarırsak her şey bir anda herşey
çözümlenecektir. Gelen nesiller için büyük görev budur.
Belki bu günlerde düştüğümüz sıkıntılar, can sıkıcı durumlar, dertler vs.
durumlar, İslamın asıl ahlakını yerine getirmediğimiz yüzündendir. Bununla beraber
hepimizin gelecek Müslüman nesillerden büyük beklentilerimiz olacaktır. Tabii ki
bize düşen görevleri yerine getirdikten sonra, gelecek nesillere yardım etmiş oluruz.
Aynı zamanda atalarımızdan aldığımız emaneti kültür ve tarih, dini, torunlarımıza
intikal ettirmiş oluruz. Çünkü her insanın bu dünyada bir varoluş nedeni vardır,
Müslüman olarak asıl varoluşumuz Müslüman ahlakını temsil etmektir.
2.2.2.2. Yol Gösterici Mektuplar
Bu konuyla ilgili kitapta birkaç mektup görmekteyiz. Bunlarından biri
“Gelecek endişesi sizi yıpratmasın” adlı mektup, her insan geleceğinin hesabını
yapmasında haklıdır. Ama tabii ki tedirgin durumu düşmemeli. Bunun için insan
gelecekleri çok fazla düşünmesin, hem de insan mümkün olmayan bir isteği
düşünmeye, gerçekleştirmeye kalkarsa, sabrını israf etmiş olur. “İnsan asıl ve önemli
görevi, önünde hazır olan günler için çalışmalar ve başarılı olmaya çabalamaktır.
Uzak geleceklerin hesabını yaparak tedirgin olmak, derin endişelere ve
kararsızlıklara düşmek ise, akıllıca değildir. Geleceğe düşüne taşına serinkanlılıkla
hazırlık yapılmalıdır. Bir de en önemli mesele tevekkül meselesidir, yani elden gelen
hazırlık ve altyapı sağlandıktan sonra, elde olamayan tarafını Allah`a bırakmaktır.
“Güzel kitapların özel dünyasına girin” mektubunda, okumayla ilgili hazırlık,
ve hazırlık bittikten sonra tevekkül edip, insanın edindiği bilgilerle kendine güvenini
sağlayıp, geleceği tasarlamalıdır, Başkalarının ne diyeceğine aldırmamak önemli bir
şarttır. “Acaba benim için ne düşünüyorlar diyen bir insanın, hayatta mutlu
olabilmesi mümkün değildir. Benim yaptığım uygun mu, doğru mu diye bakacaksın.
Eğer için rahatsa, yaptığın doğruysa, diğerler ne derse dersin önemli değildir.
76
Nasrettin hoca bir gün eşeğine binmiş giderken, yanında oğlu da varmış,
karşıdan gelen bir adam demiş ki, “hocam günah değil mi, sen eşeğe binmişsin çocuk
yürüyor. Bu yavruyu da bindirsene” hoca adama hak vermiş, çocuğunu da arkasına
bindirmiş. Karşıdan gelen bir başkası demiş ki “hocam sen de hiç insaf yok mu, bu
zavallı eşeğe hiç acımıyor musun? İki kişi birden binmişsiniz”
Hoca eşekten inmiş, çocuk binmeye devam ediyormuş… Böylece
giderlerken, biri yaklaşmış, demiş ki “İnsaf yahu! Bu çocuk hiç utanmaz mı, babasını
yürütüyor kendisi eşeğe kurulmuş…” hoca çocuğu da eşekten indirmiş, birlikte
yürümeye başlamışlar… Ama bu durumu gören bir başkası da demiş ki “birader,
sinde hiç akıl yok mu? Eşek boş gidiyor, siz de yanında yürüyorsunuz,
binmiyorsunuz…”
Görüldüğü üzere, başkalarının sözüyle yürümez, yol alınmaz. Herkes bir türlü
söyler. Herkesin aklı bir başka açıdan çalışır.28
“Acılara göğüs germeyi bilmeli” bu mektupta acıların mutlulukla karışmış
olduğunu gören yazar, öğrencisine öğüt veriyor. Acılarla karışmamış bir mutluluk
mümkün mü? Ve dünya bir sınav yeri, hizmet ve çalışma yeridir. İnsanı bu dünyada
mesut eden tek şey var, o da inançtır. İnanç kadere inanmayı gerektirir. Bir de
hayatın hep istediğimiz gibi giden, hep mutluluklarla dolu bir yol olmadığını, acılarla
göğüs germeyi, dayanmayı, olağanüstü durumlarla soğukkanlılığı ve herkesin her an
ölüm gerçeğiyle yüz yüze bulunduğunu anlamak gerekir. Problemin sağlamasını
öğrenir gibi kesin ve değişmez bir gerçek olarak yeniden ve bir daha kavramak
gerekir.
“Doğarken boşuna mı ağlıyoruz?” mektubunda, insanlar çirkinlik görmese,
güzelliğin kıymetini nasıl anlayabilirler. İşte hayat böyle, insan bir sürü sıkıntılara
düşebilir, fakat o sıkıntılar olmasa, güzellik anlaşılmaz. Hastalıklar olmasa, sağlığın
değerini insan bilemez. Bunun için insanlar sahip oldukları nimetleri fark edip, onlar
için şükredeceklerine, hep sahip olmadıklarını görüp şikayet ederler?”
28
Vakkasoğlu, 2014, s.105.
77
Ayni zamanda insan kaderi suçlar. Oysaki şer bizim yanlış
davranışlarımızdan kaynaklanır, “mesela mevsime göre giyinmeyiz, şemsiyemizi
almayız, üşüyüp, ıslanıp hastalanınca havaya, yağmura kızarız. Halbuki o yağmur, o
anda tabiat için dolayısıyla da insanlar ve canlılar için tam manasıyla Allah`ın
Rahmetidir”
İnsan kelimesi araştırırsak, insan Arapçada (nisyan) kelimesinden doğmuştur.
NİSYAN unutmak demektir. Biz bu özelliği yanlış yerde kullanıyoruz. Allah verdiği
nimetlere bakmayıp, diğerlerine bakıyoruz. Halbuki nisyan(unutmak) olmasa, hayata
devam edemeyiz, çünkü hayat sıkıntılarla, acılarla, ızdıraplarla doludur. Bunları
unutup, devam etmek zorundayız. Bir de doğarken boşuna mı ağlıyoruz? İşte biz, bu
acıları ve ıztırapları unutmalıyız.
Şair ne güzel söylemiş: “İnsan doğarken ağlar, ama bu ağıt birçok kişiyi
sevindirir. İnsan gerçek insansa, öyle bir hayat yaşamalı ki, ölürken kendisi gülerken,
arkasında bıraktıkları ağlamalı…”29
İşte dünya kalınacak bir yer olarak değil, geçici veya misafirhane olarak
görüp idrak edebilenlere ne mutlu.
“Ölümü gören hastalığa razı olur” mektubu yukardaki konunun benzeridir.
İnsan başkasının derdini bilmeyince kendi derdini büyütüyor. Başka dertleri görseler,
kendi dertlerine razı olurlar. İşte yazarın dediği gibi “Ölümü gören hastalığa razı
olur”, insan kendi noksanlıklarını anladıkça dertlerini küçültebiliyor. Bu tip insanlar,
elbette kendini anlamayan, derdini da anlamayan olurdu, yoksa kendi derdi anlayan
insan, nimetine şükür eder.
“Dertleri küçültmeyi bilmelisin” mektubunda, yazar nasihat veriyor. “Dertleri
küçültmeyi, küçümsemeyi, hafifletmeyi bilmelisin. Çünkü dünyadaki tek çözümsüz
dert ölümdür. Herşeyin çaresi var…
Yazar dertlere karşı tavır öngörür.”Kaldı ki senin aileden gelen dertlerinin hiç
de halledilemeyecek cinsten olduğunu sanmıyorum. En azından bir kısmını
görmezlikten gelmek, bir kısmını zamana havale etmek ve bir kısmının da senin
29
Vakkasoğlu, 2014,s.148.
78
hatalarından kaynaklandığını düşünüp hoşgörülü olmak gerekmez mi? Evet neticede
dertleri küçümsemek, küçültmek maharetini kazanmamız gerekiyor. Çünkü dertsiz
bir dünyada yaşamamız imkansızdır”.
Dertsiz bir dünya yok, nasıl olur ki. Kim bu hayatta uyurken, kendi derdini
düşünmeden uyuyabilir ki, sanki cennet gibi bir hayat yaşıyormuş. Asla yok öyle bir
şey. Çünkü asıl rahat bu hayatta değil, asıl hayatımızı, ebedi rahatı, ancak Cennette
bulabiliriz. Bu dünyada dertleri olmayan yok diyemeyiz, tek kişi olabilir, o da
dertleriyle dost olup birlikte yaşamaya alışmış, herhalde sadece O`dur.
2.2.2.3. Sevmek ve Sevgi Mektupları
Yazar bu kitapta hayatımız ile ilgili nerdeyse her şeye motivasyon, davranış
tarzı öğrencilere, okuyuculara verir. Yukarda sevmek dedik, işte yazarın sevdiklerine
öğüt vermekten bıkmıyor, yıllar boyunca hayatta biriktirdiği tecrübeyi düşünmeden
sevdiklerine seve seve veriyor. Sevmek dediğimiz de işte budur.
“Onu seven her şeyi sever” kitaptaki mektup başlığı, adı üstünde sanırım,
sevmekten bahsetmiş “at koşamadığı, kuş ötemediği zaman talihsizdir. Müslüman da
ahlaklı ve faziletli olamadığı zaman, kalbi sevgiyle dolup taşmadığı zaman talihsiz”,
sevmeyen insana, bu hayatta yaşamış denebilir mi?. Ayrıca Allah insan için her şeyi
sevgisiyle ve sevgisinden yaratmış, hem de en mükemmel biçimde yaratmıştır. İnsan
mükemmel olarak yaratılmış olduğu için, onun için yaratılan her şey mükemmeldir.
Kalp ise bu sevgiyle beslenmek üzere yaratıldı. Otomobil benzinle, insan kalbi
Muhabbetullah ile çalışır. Mide ekmek ister, çakıl taşı değil. Kalp aynıdır işte, Allah
sevgisiyle doyuma ulaşır. Aksi halde dünyayı ve ona fani şeyleri sever, dünyevi
sevgililere gönül bağlar.
Bunun için kalp Allah sevgisiyle beslenip yaşamalı, öyle olunca hayat
bambaşka bir zevk oluyor. Sevmek ne zaman başlar, bu soruyu “Kalp fetihleri
yapacağız” mektubunda sorulara yazar, şu cevabı verir, “bana göre sevmek
doğmakla başlar. Hatta ruhumuzun varlığıyla birlikte başlar sevmek, çünkü seven
ruhtur. Ve sevmek ruhumuzun bir fonksiyonu, bizi sevgisinden ve sevgisiyle yaratan
Allah, fıtratımıza sevgiyi maya yapmıştır”
79
“Sevelim, sevilelim, dünya kimseye kalmaz” mektubunda, bu dünya fani
olduğu için, gelin hep beraber mutlu yaşayalım, birbirimize şans verelim, dünya
kimseye kalacak değildir. Aynı zamanda “Yaratanı hoş gör, yaratandan ötürü”
iyiliğin yenemeyeceği, hoşgörünün alt edemeyeceği kötülük yoktur dünyada… Sonra
da şu öğüt veriyor, “Ey arkadaşlarım, bana ne kadar haksızlık yaparsınız yapınız…
Anlayışsızlığınızın boyutları hangi ölçülerde olursa olsun, beni yıldıramazsınız, beni
kızdıramazsınız. Ben yine de sizin iyiliğinizi düşünürüm. Sizin yaptıklarını
yapmaktan kendimi çok yüksek tutarım. Zaten başka türlü olmama inancım da
manidir. İnsanların sadece bu dünyada değil, ebedi hayatlarında da mutlu olmalarını
istiyorum ve yoldaki bir gayreti hayatımın en büyük zevki ve görevi biliyorum”.
Sizler de bırakınız küçük hesapları, basit meseleleri, aşağılık duyguları ve
geliniz hep birlikte insanların yardımına koşalım. Çünkü insanlık bir maneviyat ve
ruh bunalımının acımasız pençesinde kıvranmaktadır. Bunun da çaresi, ne maddi
doyumlarda, ne cinsel çılgınlıklarda, ne de başkalarının acılarına sevinmektedir… Bu
çağdaş bunalımın çaresi, gerçek insan olmakta… İnsani sıfatları yaşamakta,
dostluğu, sevgiyi, Allah rızası için ve hiçbir şeye alet ve araç yapmadan topluma
kazandırmaktır. Geliniz bunun yollarını arayalım. Bu fani dünya kimseye kalacak
değildir…” 30
“Sevgi her derdin ilacıdır” mektubunda, tıpkı yukardaki mektup gibi,
insanların kötü sözlerine iftira ettiklerine, ve her şeye rağmen, insanları hoş görür, ve
bir şey olmamış gibi davranmayı tavsiye eder. Birbirimize yardım edelim, sevelim
birbirimizi. “Yunus Emre gibi olalım” ve şu şiirdeki gibi.
“Ne varlığa sevinirim
Ne yokluğa yerinirim
Senin ile avunurum
Bana seni gerek seni” 31
)
Başka bir örnek daha veriyor yazar, Hasan Basri Hazretleri, kendisini itham
edip, iftira edip çekiştirenlere hediye gönderirmiş, teşekkür edermiş… Sebebini
30
Vakkasoğlu, 2014, s.241. 31
Vakkasoğlu, 2014, s. 19.
80
soranlara, “Bunlar sevaplarını bana hediye ediyorlar, ya da günahlarımı yüklenip
benim yükümü hafifletiyorlar, gönderdiğim hediyeler az bile”. İşte bize karşı
gelenler, bize kötülük yapanlar, aynı karşlığı vermemiz yerinde olmaz.
2.2.2.4. Sanat Ve Çile Mektupları
Kitapta ilk mektup olan, “Peygamber medeniyetlerin üstadıdır” adlı başlık,
peygamberlerin insanlığa getirdiği sanatlarından bahsediyor. “Her sanatın bir
peygamber piridir. Mesela Hz Nuh gemicilerin piridir, Hz Yusuf saatçilerin, Hz İdris
terzilerin piri olduğu gibi, peygamberimiz de hidayet, fikir, sanat, edebiyatın piridir.
Çünkü en büyük mucizesi Kur’an’dır.”
Peygamberlerden bahsediyorsak, elbette İbrahim Aleyhissalam’dan
bahsedilmelidir. “İbrahim Aleyhissalam gibi ol” bölümünde, yazar zor durumda
kalan öğrenciye şu sözü verir. “Allah herkese kaldıracağı kadarını yükler. Çok yük
taşıyan, çok çile çeken maneviyatta çok ilerler. Allah bir kulunu severse, onu ya
dünyaya küstürür, ya da dünyayı ona küstürür.”
Kitapta çile ilgili dört kısım bulunuyor, birincisi “İnsan çileleriyle olgunlaşır”
insan çileyi, acıları çektikçe, en uygun veya doğru yolları bulmaya çabalar. Acılar
hayatın sonuna kadar devam edecek değildir, bir gün bu sona erer. “Sonu aydınlığa
çıkacaksa, bütün bu bunalımlar çekmeye değer doğrusu, fikir ve düşünce çileleriyle
insan olgunlaşır ve gerçek insanlığını bulur. Bizim sevgili Mevlana’mız da öyle
demiyor mu: “Handım, yandım, piştim”.
Diğer kısmı olan “Çilesiz ve dertsiz olmamak” bu sohbet dünyanın acımasız
olduğunu, bizi de sürekli sıkıntılara düşürdüğünü. Bu sıkıntılar ve dertlerle
başetmenin yollarını anlatır. Bu kalpsiz asrın içinde nasıl çilesiz olabiliriz? Çile
gelişmenin zembereğidir. İçtimai, dini, ferdi bir derdi olmayan, gerçekleştirmek için
çırpındığı bir ideali bulunmayan, gönlüne ferahlık ve huzur veren bir aşkı taşımayan,
insan sayılır mı?
“Bu yolda çile bile güzel” bu bölümde inançtan bahsetmiş, insan dünyayla
ilgilendiği için öteyi unutmuş. O acılarla kesin yaşayacak, “İmansızlık içinde
cehennem çekirdeğini taşıyor ve daha bu dünyada iken, cehennemi yaşatmaya
81
başlıyor. Müminler bu dünyada imtihanında acılar yaşarlar. Ancak onların acılarla,
daima imanın verdiği teselliye yenik düşer. “İman bu dünyada bir manevi cenneti
içinde saklıyor ve imanın derecesine göre insana tattırıyor”. Ama şunu
söyleyebilirim, Allah affedici affetmeyi sevendir, günah işleyen bir kul, sonra
tevbeyle temizlerse, Cenabı hak affeder, çünkü affetmeyi seven, Rahmeti geniş bir
Rabbimiz var, “eğer siz hiç günah işlemeyen bir kavım olsaydınız, sizin yerinize
günah işleyen ve işlediği günahı tevbeyle temizleyenleri getirirdim” buyuruyor. Aynı
zamanda ümit kesmek olmaz çünkü Allah’tan ümit kesilmez, “Allah`ın
Rahmet’inden ümit kesmeyiniz, çünkü Allah`ın Rahmetinden ümit kesenler
kafirlerdir” buyuruyor.
“Dünyanın mutlulukları acılarla yoğrulmuştur” kısmında dünyadaki
isteklerimiz ve bu isteklerin hepsini gerçekleştirmenin mümkün olmadığından
bahseder. İnsan kendini mutlu edeceği sandığı sınırsız istekleri dünyada
bulamayacaktır. Ancak Cennet’te bulabilir, çünkü insana rahat, huzur, mutluluk,
veren tek bir yer bulunuyor, o da Cennet. Yazar dünyadaki acılar, dertler, mutsuzluk
ve diğer can sıkıcı durumların, bu dünyada başımıza her an gelebileceği, ancak
imanla bu sıkıntılar atlatabileceğimize inanmaktadır. En güzel yorum, sıkıntıların
zaman zaman hayatımızda olacağını, elbette bir şekilde gideceğini, ve bütün bunların
bir deneme olduğunu düşünmektir. Yaşadığımız dünyada kimi sağlığı, kimi parası
olmadığını, kimi memleketten uzak oturduğunu, gurbette yaşadığını, sevdiklerini
özlemesini, kimi de zulümle mücadelesini dert olarak edinmiştir.
2.2.2.5. Eğitim ve Motivasyon Mektupları
Mesajlar göndermeden önce, “Kalemle aranız nasıl ? “adlı başlık,
okuyuculara bir gizli mesaj veriyor. O mesaj, Mektup dostluğu devam ettiren, insan
kalemle ve kelamla barıştıran bir şey olduğunu söylüyor. Aynı kısmında dikkat
çekici bir cümle aktırıyor, “Son mektubunuzu ne zaman yazdınız?” dediğinde,
yazmaya teşviki anlatıyor, bir mesaj veriyor. Ne olursa olsun, yazınız “cevap
alamazsanız da yazınız”. Mektubun ne kadar önemli olduğunu belirtirken, eski
hatıralardan bir cümle ortaya atar, “eskiden yazamayanlar söyleyip, yazdırırlardı.
Şimdi okur yazarlar bile yazmıyorlar”. Kutsal kitabımız kalemi kutsal ilan
82
etmiştir.Kalemi kutsamak insanı yazmaya teşviktir. Kur’an’ın edebiyata ve söze
verdiği önem gereğince işlenmemiştir.
“Öğrenmek ve öğretmek dünyanın en insanca zevki” adlı mektup, bu dünyada
yazara göre en zevkli meslek olan öğretmeyi anlatır. Günümüzde bu meslek layıkı ile
yapılmadığı için, başımıza gelen bütün olumsuzlukların nedenidir. Öğretmek
özellikle uslünce yapılması becerilemediği için,insanlar en kaliteli malı en kötü
pazarlayan akılsız tüccarlara dönmüştür. Aslında veren kadar, alanın da durumu, hali,
tavrı çok önemlidir. Günümüzde insanların en çok ihmal ettikleri ruhlarıdır.
Öğrenmek ve öğretmen isteği yok gibidir. Arabasının kaportasındaki eskiği
önemseyen ama bilgi eksiğine dikkat etmeyen insan günümüzü en iyi yansıtır.
“Yazmayı öğretmenlik kadar seviyorum” adlı mektup, yazmanın ne kadar
önemli olduğunu ifade eder. Yazmayı bir zevk olarak gören yazar, onu kendi için
öznel temel bir ihtiyaç olarak ifade eder. Bir yanda yazma öte yanda öğretmenlik, bu
da yazarın çok sevdiği bir durum. “En güzel zevk öğrenmek ve öğretmektir” de yine
eğitimin can damarına dokunir. Şiirle ilgilenen bir öğrenciye, şiirini geliştirmek için
ne yapmak gerekliğine dair bilgiler veriyor. “Cenabı hakkın lutfettiği her kabiliyet
gibi, şiir de çalışarak, uğraşarak, emek vererek gelişir, olgunlaşır. Bunun için çok
okumak, kültür birikimini arttırmak gerektiğini söyler.
“Başarmaya mecburuz” adlı başlık, eski öğrenciyle yazışarak, hedefine
ulaşmak için moral veriyor, bir yabancı dil öğrenmesini ister ve bunu vatana hizmet
için kullanmasını ister. Başarmaya ne kadar mecbur olduğumuza bir örnek veriyor.
“Tarık bin Ziyad gibiyiz, başarmaya mecbur ve mahkumuz. Gemileri yaktık, dönüş
yok… Hani “Önümüz deniz gibi düşman, arkamız da düşman gibi deniz” demiş, o
büyük komutan gemileri yakıp İspanya sahillerine çıktığında… Biz de aynı
durumdayız. Bir maneviyat seferberliği, bir gönül seferberliği açmak, ve insanların
çok yönlü ihtiyaçlarına, maddi manevi hizmet etmek, inanan ve bilen insan sayısını
artırmak gerektiğini anlatır.
83
2.2.2.6. Ġnanç ile ilgili Mektuplar
“İnsanların evren ve insan yorumuna hizmet, günümüzün en önemli işi olarak
kabul eder. Bu bahiste başörtülü bir kıza o yazdığı mektupta ona sabır tavsiye eder.
Mektup. Bu konuyla ilgili gerekenleri yapılmalı, ama acele etmemek gerektiğini
ifade eder. Mücadelenin önemli bir imtihan olduğunu söyler, Sonunda İslam ve
Müslümanlar kazanacaklar. Yazar Almanya`dayken bir Müslüman Alman büyükelçi
ile görüşmüş,Elçi şöyle söyler “İslam kadar düşmanı çok bir din yok. Ama buna
rağmen Avrupa`da en çok gelişen din İslam. Bu da gösteriyor ki, İslam Avrupa’nın
gelecekteki dinidir.”
2.2.2.7. Ġslam`ın Güzellikleri
“İslamın güzelliklerini yansıtma yarışı” isimli mektubu, Müslümanlar
Müslümanlığı gerektiği gibi temsil edebilselerdi, hiç bu durumda olur muydular?
Herkes dinle ilgili şuur ve metotun nizamına uymuş olsalardı, gençlerimizi yabancı
ideolojilerin tuzağında görür müydük?
Kitapta İslam ahlakıyla ilgili mektuplar da var. İslam ahlakı en güzel şekilde
göstermeli. Çünkü kitabımız Kur’an akla uygun, Peygamberimiz de şefkatle dolu bir
zattır. İnançsızları bile kurtarmaya yönelik şefkatle dolu hayatı bizlere örnek olur.
İslam`ın güzelliklerini yaşantımızla, ahlakımızla göstermeyi başarırsak her şey bir
anda çözümlenecektir. Tabii ki bu görev “inanan insana yani büyük görev düşüyor.
Yaşayan bir Kur’an olarak, İslam ahlakının güzelliğini gösteren canlı bir örnek
olarak ortaya çıkmak, Müslümanın görevi temel ve ilk vazifesi bu” işte gençleri
büyük bir görev bekliyor, bu kutsal görevi yerine getirmek için birlik ve beraberlik
içinde olmalı,insanlar birbirinin ellerini sıkı tutmalıdır
2.2.2.8. ġükür Mektupları
“Sabırdan uzaklaşmayalım, şükrü unutmayalım” mektub sabır, şükür, hayır
söylemekten oluşuyor. Yazar bu dünyanın bir deneme ve sınanma yeri olduğunu
söylüyor. Allah kulunu bir sınavdan geçiriyor, ona dert veriyor kul ne yapacak diye
gözlüyor.Bu durumda kul olması gereken yapar, sabır eder. Böylece Allah`ın verdiği
84
sınavı geçmiş olur. Bazen da iyilik veya sevindiren bir şey venin, ikisi de bir imtihan,
ve en önemlisi, kul bunların bir imtihan olduğunu anlayıp, şükür etmeli.
Hayır söylemeyle ilgili, yazar bir öğrenciye öğütler veriyor. Kız konuşma
zorluğundan utanıyor. Yazar bu durumu utanacak bir durum değil ki demiş, bilakis
asıl utanacak olan, kendi istediğiyle yapılan hatalar ve günahlardır. Aynı zamanda
yazar bir örnek verir, Hz. Musa`ya konuşma zorluğu ya da kekemelik vermezdi. Ve
bir hadis şerif naklediyor, peygamberimiz (a.s.m.) “Az yiyip içme, az uyuma ve az
konuşma” yı öğütlemiş. Bunun için utanacak bir hal değil ki, o halde meselenin
hikmetleri ve sebeplerini düşünmek gerek.
Bu hikmetlerin başında, seni az konuşmaya teşvik vardır. Çünkü az
konuşma bütün peygamberlerin ve evliyanın ortak tavsiyeleridir.
Az konuşma ve biraz da insanlardan uzak bulunmak insana çok düşünme,
çok okuma ve kendi iç dünyasına çok dönme imkanı sağlar.
Özellikle mübarek Ramazanda, söz orucu da tutmalıdır. “Ya hayır söyle,
ya da sus” emrini sen daha iyi uygulayıp sevap kazanırsın, herkesten
fazla…
Bu durum sebebiyle Allah`a dua edersin ve O`nu hatırlamış olur, ibadet
etmiş olur, ona sığınmış olmanın hazzını daha bir candan duyarsın.
Allah sevdiği kullarına çekecekleri, onunla idare edebilecekleri bir
hastalık veya noksanlık verir.
Daha büyük noksanlıkları ve hastalıkları düşünüp haline razı olacaksın ve
Allah`a şükredeceksin. Mesela bir akıl kekemeliği ve noksanlığımı, yoksa
dil kekemeliği veya konuşma zorunluğu mu? İnsan seçecek olsa,
hangisini seçer? Herhalde aklı başında olan hiçbir kimse akıl noksanlığını
seçmez, konuşma zorluğunu tercih ederdi…
Konuşmak güzel gerçekten, sen zaten konuşabiliyorsun. Ya Allah
korusun, dilsiz olsaydın, hiç konuşmasaydın, ne yapacaktın? Öyleleri de
var çünkü… Hem benim canım, konuşan sadece ağzımızdaki dil midir?
Gönül dili hiç teklemeden konuşuyor, bülbül gibi şakıyor, şükürler olsun
85
Diğer mektup olan “Şikayet yok, şükür var” aynı konuyu ele almış, tek farkı
var, o da ibadet itibariyle kendini eksik hissetmiş bir öğrenciye hitap eder. Yazar
güzel bir şekilde anlatıyor, “Ebette eksik ve noksanı göreceksin. Bu iyi haldir.
İbadetimden yeterli zevki alıyorum ve de ağlıyorum diye, kendini görmektense,
eksik görmen daha iyidir. Çünkü kendini eksik gören, mükemmelleşme çabasından
geri kalmaz ve ibadetine güvenmez. Acizliği, fakirliğini, hiçliğini daha iyi idrak
eder”32
İnsan nefsinden şikayet ederse, haklıdır. Çünkü her nefis kötülüğü
emredicidir. Peygamberler bile nefsin hile ve şerrinden emin olmamışlardır. Biz de
ne yapabiliriz ki, öyleyse bizim niyetimiz tertemiz olmalı, imanlı adımlarla
yürümeliyiz. Nefsinden şikayet eder de haklıdır dedik, ama halinden asla değil.
Çünkü Peygamberimizin (a.s.m) hayatına baktığımız zaman, bizim ne kadar iyi
durumda olduğumuz, belki de hak etmediğimiz kadar iyi ve rahat durumda
bulunduğumuz görülür.
Bunun için sadece şükür var, şikayet yok. Hayatta çalışan kazanacaktır, biz ne
kadar çalışırsak, o kadar iyidir. Karanlıktan şikayet edenler, bir mum yaksınlar etrafı
aydınlatsın, yeterlidir.
2.2.2.9. Diğer Mektuplar
“En kötü karar, kararsızlıktan iyidir” mektubunun başlangıcında, yazar
dertleri büyütmemeli, ve küçük görmeli demiş.Büyütülecek dert, çaresi bulunmayan
derttir. Bu hayatta dertsiz bir insan bulunmaz.
İnsan her konuda bir karar vermesi lazımdır. Kararın sonuçları ne olursa
olsun, karar alıp, sonuçlara katlanılmalı. Çünkü “En kötü karar, kararsızlıktan iyidir”
. İyi bir karar alıp, zaman geçirmeden uygulamaya başlamalıdır. İlk olarak kararın iyi
ve kötü yanlarını tespit edip, kötü yanları eğer varsa, bir kenara terk etmeli, iyileri de
artırmaya başlamalıdır.
Böylece insan kendine has, bir karar seçmiş olur. Aynı zamanda kararın diğer
boyutlarını okuyup, anlamış olur. En önemlisi de kararın arkasını durup, sonuçları ne
32
Vakkasoğlu, 2014, s.132.
86
olursa olsun katlanmalı. Hayatta nice kaybedenleri vardır, vazgeçmeyenler de ısrarlı,
azimli bir iradeyle sonunda istediklerini elde ettiler, verdikleri çabalar ile başardılar.
“Bir göz hatırı için çok göz sevilir” adı mektuta bu dünyaya biz, doğuşumuz
ölmek için, her gün ölüme yaklaşıyoruz. Farkında değiliz belki, ama bu akıbet
gerçektir. Her gün besliyoruz vücudumuzu, ama öldükten sonra çürüyor, ve biz bunu
biliyoruz. Elbette ahirete hazırlanan insan mutlu. Tabii ki yoruluyodur, çünkü hem
dünyadaki mutlu yaşam için çalışır, hem de ahirette ebedi, sevinç hayatı için çalışır.
Ancak o mutlu yaşar. Ahirete çalışan insan, diğer insanlarla iyi davranan, dünyaya
aldırmaz, dünya umurunda değil.
“Havalı olmak ve dünya tepeden bakmak güzel… Ama sakın insanlara
tepeden bakmak alışkanlığını olmamalı. Aslında biz bu dünyada açılmamış bir
paraşüt hızıyla inişteyiz. Ama hep mezara doğru doğduk, ölmek için.
Vücut besliyoruz, mezarda çürümesi için. Binalar yükseltiyoruz, harap
olmaları için. Evet bir gün mutlaka sona ermesi için başlıyoruz, başlatıyoruz,
yapıyoruz…”33
“Asıl tehlike tehlikeyi fark etmemektedir” mektubunda günahı işleyen
insanın, daha kötüsü bu günahın farkında bile olmamasıdır. İmanın ve ibadetin
insana mutluluk verdiği mutluluğu anlatan bir veliye şöyle söyler “ben ne inancım ne
ibadetim var. Üstelik canımın çektiği her günahı işledim. Bu halimden dolayı da
hiçbir zaman pişmanlık duymadım, tevbe etmedim. Ama bütün bunlara rağmen de
mutluyum”, o Allah dostu hemen ağlamaya başlar, sebebini sorarlar, der ki
“Manevi bir bataklığa düşmüş olan bu adam, bütün kurtuluş çarelerini de
kendi eliyle bir yana itmiş durumunda. İyice kararmış kalbinde tevbeye kabiliyet de
kalmamış… Ebedi bir felakete hazırlanan bu kişiye ağlanmaz da ne yapılır”
Evet her insan noksandır. Herkes günah işler, fakat yaptıklarının yanlışlığını
bilenler, günahın “zehirli bir bala benzediğini” idrak eden, her an pişmanlık
duyabilen, tevbe edebilendir.. Kurtuluş ihtimali kapalı değildir. Asıl tehlike,
tehlikede olduğunun farkında olmamaktır.
33
Vakkasoğlu, 2014, s.219.
87
“Kurtulan insanla birlikte kurtulmak” mektubu, zulüm ve duadan
oluşuyor. Zulüm hiçbir zaman devam etmez, zalim ceza görür, hem dünyada hem de
ahirette. Mazlumun duasına gelirsek, Allah zor durumda bulunan kullarına yardım
edip, duaları kabul eder. En ilginç şey şu, mazlumun feryadı ile Rabbimizin rahmeti
arasında perde yoktur. Yazar şöyle bir ifade eder, “Zulüm devam etmez. Çünkü
zulme uğrayanın çektikleri, ağlayıp inlemesi, ızdırabı dua olur… Hem de Allah
katında en makbul dualarından biri… Rabbimizin sonsuz merhametini coşturan en
önemli husus, zulüm. Bu bakımdan “Küfür(inkarcılık) devam eder, ama zulüm asla”
denilmiştir
İnsani da, devleti de yıkan temel günah, zulümdür. Mazlumun feryadı ile
Rabbimizin rahmeti arasında perde yoktur”.34
“Her doğru her yerde söylenmez” mektubunda,yazar gayet açık bir
konudan bahseder . İnsan haddini bilmeli ve ne kadar söylemeye hakkı varsa,o kadar
konuşmalı. Bunun üzerine Akif`in “İnsan bu dünyada haddini ve hesabını bilmeli.
Ben haddimi hep bildim amma, hesabımı hiçbir zaman bilemedim” sözünü nakleder.
Bediüzzaman`ın dediği, sözü ekler.”Her doğru her yerde söylenmez, her sözün hak
olsun, fakat her hakkı söylemeye hakkın yok”, Bu mektupta başka bir hadise
nakleder. İslam sevgi ve şefkat dinidir. Öyle olduğu için, hiç kimseyi incitmeden
tenkit etmeyi salık verir. Bunu en ideal örnek, Hz Hasan ile Hz Hüseyin yürürken, bir
yaşlı adam abdest alırken görmüşler, adam topuklarını tam yıkamamış, bunu fark
edince Hz Hasan demiş ki adama:
Amca ben kardeşimle yarışıyorum. Lütfen bakar mısınız, hangimiz daha
doğru abdest alıyor? Peki demiş adam, ikisi de abdest almış, adam da dikkatle onlara
bakmış. Hz Hasan(r.a.) yıkama sırası topuklarına gelince, dikkat çekecek şekilde
özenmiş “Burası hiç kuru kalmamalı” diyerek bir güzel yıkamış.Bu hali gören
adamcağız, demiş ki: “Resulullah`ın (a.s.m) evlatları! Siz ikiniz de çok güzel abdest
aldınız. Şimdi anladım ki, benim abdestimde eksiklik varmış. Buna kibarca
öğrettiğiniz için size teşekkür ederim”35
34
Vakkasoğlu, 2014, s. 161. 35
Vakkasoğlu, 2014, s. 515.
88
İşte bizim dinimiz merhamet, şefkat dinidir. Böyle durumlar bile tenkit
ederken, insanlar incitmeden, güzel bir şekilde anlatırız. Aynı zamanda sevap
kazanmış oluruz.
2.3. Sevgi Aile ve Toplum
2.3.1. Ailede Sevgi ĠletiĢimi
Bu eser Ocak 2014 yılında çıkmıştır. Nesil yayınlardan, 240 sahifeden
oluşuyor. Aile`nin arasında sevgi iletişimi nasıl olur? Bu eserde bulunur. Yaklaşık 15
bölüm ihtiva eden bu eser, Birinci Bölümde Aile Kurumu, İkinci Bölüm Evlilik
Hazırlıkları, Üçüncü Bölüm Bekarlık Döneminde İffetin Muhafazası, Dördüncü
Bölüm İletişim Gereği, Beşinci Bölüm Evlilik Ve Sevgi, Altıncı Bölüm Sevgi
İletişimi, Yedinci Bölüm Sevgi İfade Etmenin Yolları, Sekizinci Bölüm Evlilik
Aşkla Aşar Her Derdi, Dokuzuncu Bölüm Kavga Üslubu, Onuncu Bölüm Erkekler
Sevgi İletişiminde Nelere Dikkat Etmeli, On Birinci Bölüm Evin Reisi Kimdir?, On
İkinci Bölüm Eşler Arasında Sevgi İletişimi Nasıl Kurulamaz?, On Üçüncü Bölüm
Bir Ömürlük Sevda, On Dördüncü Bölüm Anne Baba Çocuk İletişimi, On Beşinci
Bölüm Aile Büyükleriyle Sevgi İletişimidir.
Sevgi İfade Etmenin Yolları bölümünde, sevgiyi her şekilde ifade etmemiz
gerekir. Gerek sözlü, gerek sözsüzdür. Sözsüz derken, beynimiz eşimizle bir bağ
kurur. Bu bağ gerçekleştirilmesi için iki canlı beyin gerekir, arasında akım ve
etkileşim oluşuyor. Hani büyüklerin yanında duyduğumuz bir huzur var, işte o
akıştandır. Birbirini çok seven eşler, bu iletişim çok güçlüdür. Bu sebeple
konuşmadan durumu anlaşır, sormadan da cevap alırlar.
Kollar kalplerin tercümanı olsun sohbetinde, sevgi taşımak için kollar
kullanır, dövmek, tehdit etmek için değildir. Acı bir olaydan sonra, kollarını
kaybeden ada, hasret içinde, hüsün içinde şu sözler demiş:
89
“ben şimdi anlıyorum ki, Allah`ın bir kula verdiği iki kol, sebebi ne para
kazanmak için ne birini korkutmak için ne de dövmek içinmiş… İnsan iki kolu ancak
yüreğindeki sevgiyi sevdiklerine taşımak içinmiş…36
Sözün ötesindeki ifade sohbetinde, sevgi devam ediyorsa, kaliteli ilgili de
devam ediyor demektir. Tecrübeli bir hanımefendi diyor ki:
“kocamın beni sevip sevmediğini, tabağımızda iki kurabiye kaldığında,
küçüğünü almasından anlayabileceğimi öğrendim”37
İşte madam ki ilgi var ve devam ediyorsa, elbette sevgi var…O sevgi sözlü
olmasa da, insan davranış biçiminden anlar.
2.3.2. Ailede Sevgi Sohbetleri
Cihan yayınlardan, İstanbul 2010 yılında çıkmış 439 sahifeden oluşan Ailede
Sevgi Sohbetleri, aile toplumun maddi olarak en küçük, ama manevi olarak da en
önemli birimi yazarın inandığı için ve ailesiz bir toplum hayatı olamadığı için bu eser
yazılmaya kalktı. Tarih boyunca ailesiz bir toplum kurmak isteyenler, hayal
kırıklığına uğramışlardır. Aile deyince genel olarak aynı evde oturan kişiler ve
elbette evlilikle başlar. Babalar Anneler bu temel yapının kahramanlarıdır. Onlar
olmasa sağlam bir yapı olamazdı. Aile küçücük bir toplum temsil ettiği için, bu
toplumun samimi olarak canlandırılması gerekir. Şimdi teknolojik asırda yaşıyoruz.
Ailede bulunan kişiler artık eskisi gibi değillerdir. Her kişi başka bir şeyle uğraşır.
Kısaca aile sevgisi, sohbeti azalmıştır. Nerde o eski ortam, herkes toplamış, aynı
sohbet ile ilgili, düşüncesi ortaya koyar. Öyle soğuk kışının gecesinde büyük babalar,
anneler nasihat ettikçe, soğuk ortamı sımsıcak ortama dönüştürür. İşte bunun için bu
temel, önemli yapı kurtulmamız gerekir. Bunu ancak ailenin kahramanları babalar
anneler tarafından yapılır. Büyük babalar, anneler aynı evde bulunursa, elbette işi
kolaylaştırıyorlar. Hayattan biriktirdiklerini çocuklara anlata anlata, çocuk sohbet
etmeyi, dinlemeyi alışır. Belki de eski oyunlar çocuklarla oynayabilir. Böyle olunca
çocuk teknolojiden kurtulmuş olurdu. Yoksa Maalesef artık teknoloji bulunduğu yer,
aile sohbeti bulunmaz…
36
Vehbi Vakkasoğlu, Ailede Sevgi İletişimi, Nesil Yayınları,39 Baskı, İstanbul, 2014, s.124. 37
Vakkasoğlu, 2014, s. 122.
90
2.3.2.1. Portreler
2.3.2.1.1. Sultan Murad Nasıl Bir Baba
Sabah namazlarını kıldıktan sonra, Kur’an’ı ile baş başa kalır, sonra da dua ve
niyaz ile güne başlayan bir zattır. Rabbi ile baş başa kaldığı sabah saatlerinde,
kimseyle görüşmek istemezdi. Ama bir gün kapısını tıklatan lala, Sultan Murad’a bir
oğul müjdesi veriyordu:
“– Gözünüz aydın Hünkarım, bir oğlunuz oldu.” 38
27 yaşındaki Sultan baba, hemen bir şükür secdesi yaptı. Sonra Muhammed
Suresini bitirdiği için, Fetih Suresine de yeni başladığı için, adını Muhammed koydu,
“inşallah işi de fetih olacaktır” dedi. Oğlu fatih olabilmesi için ve taşıdığı isim,
sahibine layık hale getirebilmesi için, gerçek hocalara teslim etti. Bu yolda neleri
başarmıştı? Genç yaşında 4 dil öğrendi. Delikanlı iken, havan topunu keşfetti. Daha
21 yaşında da Güzeller Güzeli’nin müjdesine mazhar oldu; Bizans’ı tarihe gömdü.
Ülkeler fethetti. İşte sultan Murad öyle babadır.
Hepimiz evlatlarımızın Muhammed Fatih gibi olmalarını isteriz. Peki biz
babası gibi olabilir miyiz?
2.3.2.1.2. Münevver Ayaşlı
1906 yılında Selanik’te doğar, İstanbul’da Alman Lisesi’ni bitirir, daha sonra
da Fransa’da Kolej de France’da ve Şark Dilleri Mektebi’nde okumuştur. Bir asra
yakın süren ömründe, hep Osmanlı, hep Müslüman, hep dünya ile barışık hoşgörülü
bir insan olarak kaldı. 1930 yılında Sadullah Paşa’nın oğlu Nusret Bey’le evlenir.
Kadın, Osmanlı’nın batışına, Cumhuriyet’in doğuşuna şahit olmuştur. Bu sebeple,
eskinin eskimemiş güzelliklerini yeni nesillere taşıma çabasında idi. Eşini 1944
yılında kaybetti. Yeni İstanbul gazetesinde başladığı yazı hayatı vefatına yakın
günlere kadar devam etti. Özellikle de Hatıra yazmıştır. Münevver Hanım, 1999
yılının 17 Ağustos’unda, zelzeleden 4 gün sonra, 21 Ağustosta vefat etti.
38
Vehbi Vakkasoğlu, Ailede Sevgi Sohbetleri, Cihan Yayınları, 10 baskı, İstanbul 2010, s.20
91
2.3.2.1.3. Henry Strick (Said İbrahim)
Uluslararası çalışan profesyonel bir yöneticidir. İslam`a karşı büyük bir
ilgilisi olduğu için, görevi gereği 4 yıl İstanbul`da kalmış, 42 yaşında iken hidayet
nasip olmuştu. Türklere yaklaşmak için Türkçe öğrenmiş, bir süre sonra Nur
Risalelerini okumaya başlamıştı. Bu yakınlaşma sonunda, 1993 yılı Ramazan’ından
bir hafta önce, “Artık kendimi Müslüman hissediyorum” der. Böylece ilk abdest ve
namaz tatbikatını yapar, sünnet olur ve Ramazan’la birlikte oruca başlar. Eşi Liz
Hanım da henüz Müslüman olmamasına rağmen, kocasıyla birlikte ve büyük bir
hazla oruç tutmaya başlar. Arkasından toplu iftarların tadına varırlar. Ve unutulmaz
ilk teravihi, muhteşem Süleymaniye’de kılar. Adı da Said olur. Ancak, Tevhid
hakikatının en parlak kahramanlarının başında gelen Hz. İbrahim’e olan sevgisiyle
adını ikiler: Said İbrahim olur.
2.3.2.1.4. Koca Seyyid Denen Bir Yiğit
Unutulmaz bir zattır. Her 18 Mart ayında fotoğrafı basmış gazeteler sırtında o
dev mermiyle, televizyonlar da ekranlara getirmiş. Seyyid Onbaşı, onun heykeli hala
Havran`ın orta yerinde duruyor. Yazar oraya gittiğinde görüp, bize anlatıyor.
Heykelin Etrafında insanlar oturmuş; çay içiyorlar, sohbet ediyorlardı... O ise,
sırtladığı 276 kiloluk top mermisinin altında ve bambaşka bir dünyadaydı sanki...
Ona sağlığında ilgisiz davrananlar, ölümünden sonra heykelini dikmişlerdi. O bir
Osmanlı insanı idi.
2.3.2.1.5. Mustafa Hulusi Efendi
Mustafa Hulusi Efendi, Kayserili askerliği Çanakkale`de geçirmişti. Mustafa
Hulusi Efendi, savaşın en kızgın zamanlarında dahi, namazını hiç geçirmemiş...
Siperde oturarak da olsa, namazını daima kılmıştır. Bir gün şiddetli çatışma olmuş,
ortalık alev alev yanıyor, günlerce siperden dışarı çıkamıyor. Bunun yüzünden
Hulusi Efendi, manga kumandanına rica etti, yakında akarsu varmış, oraya gidip,
abdest alıp gelir. Ama kumandanı kabul etmedi, çünkü kurşunlar yağmur gibi
yağıyor. Ama Mustafa Efendi ısrar edince, kabul etti. Mustafa gidip güzelce abdest
alıp, günlerdir hasret kaldığı şekilde, ayakta namazını kılmaya başlıyor. O esnada
92
korkunç bir bomba sesi geldi, ama o Rabbinin huzurunda huzur bulmuştur. Hiç
aldırış etmez, huşu içinde namazını kılmaya devam eder. Namaz bitir bitmez
sürünerek siperine gidip, zorla ulaştı. Ancak bir de ne görsün, siper isabet almış ve
darmadağın olmuştur. Daha da hazini, Mustafa Hulusi Efendi’nin arkadaşları
bütünüyle şehit olmuşlardır.
2.3.2.1.6. Ebu Eyyub
Ebu Eyyub (r.a.) Emeviler zamanında, İstanbul’u fethe çıkan ordu içinde de
yer almıştı. İstanbul o zaman, Kostantiniyye adıyla Bizans İmparatorluğu’nun
başkenti idi. Ebu Eyyub yaşı sekseni çoktan geçmişti.
Ebu Eyyub bütün ömrü Allah yolunda cihad ile geçmiştir. İstanbul kuşatması
sırasında hastalığı ağırlaşınca, şöyle demişti:
“-Eğer ölürsem, beni de yanınızda götürünüz. Düşmana karşı saf tuttuğunuz
yerde, ayaklarınızın altına gömünüz” bu dileği yerine getirildi. O mübarek zat,
Kostantiniye`yi kuşatan surlara en yakın bir yere defnedildi. O tarihten sekiz asır
sonra, 1453 yılında, Kostantiniye son defa kuşatıldı. 21 yaşındaki delikanlı
kumandan, tarafından fethedildi.
Günümüzde de, Eyyub Sultan, ziyaretçisi en çok olan mekandır. İstanbul’da
Efendimizin temsilcisi, fethin manevi mimarı ve şehrin hamisi, sahibi ve duacısıdır.
Bu gerçeği, Padişah Sultan Mahmud`un kızı Adile Sultan şöyle ifade etmiştir:
Yetmez mi bu şehrin halkına bu nimet-i Bari
Resul-ü Ekrem’in Yarı, Eba Eyyub el Ensari
Ebu Eyyub hazretleri, evinde namaz kılarken, aile fertlerinin sessiz olmalarını
istemezdi. Derdi ki:
“Ben zaten namazda iken, sizin söylediklerinizi işitmiyorum.” Hatta bir
defasında, namaz kılarken mescidin duvarı yıkılmıştı da, o, mübarek Zat’ın bundan
haberi bile olmamıştı.39
39
Vakkasoğlu, 2010, s. 313
93
Çocuk Eğitimi
İlk olarak okula başlayacak olan çocuklar için Ailede Sevgi Sohbetleri
kitabında bir hatıra anlatır. Okula başlayacak olan çocuklar için, bir tören düzenlenir.
En güzel elbiseleri giymiş olan çocuklar, atlara ve arabalara bindirilir. Bu uygulama
eğitim korkusunu azaltmış olurdu, Vakkasoğlu`nun buna benzer çeşitli örnekler
vermiştir.
“Sevgiyi Arayan Çocuğun YanlıĢ Adresi UyuĢturucular” kısmında
çocuğun neden kötü yollara gittiğini anlatmıştır. Yazar aileyi iki gruba ayırmış,
birinci grup aile içinde aileye hasret olanlardır, yani anne-babaları hem var hem de
yoktur. Bu çocukların girip çıktıkları bir evleri varsa da, sığınacak bir yuvaları
yoktur. Çünkü evin maddi yapısı, çocuğun yürek açlığına bir doyum sunamaz. Diğer
kısım çocuklar ise, anne-babalarını kaybetmiş olan kimsesizlerdir. Yazar onlara
şefkatle davranılmasını salık verir.Onlara şefkatli ortamlar hazırlamalıdır.Aile bütün
çocuklar için, hele kimsesiz olanlar için ilk ve son kaledir.
Çocuk Eğitiminin Vazgeçilmezleri sohbetinde, çocuk eğitiminde
vazgeçilmez temel bazı prensipleri sayar.
Çocuğun iyi işlerini, faydalı çabalarını sonucuna bakmadan,
küçümsemeden, teşvik ve tebrik etmeli.
Çocuğun her dediğini yapmamalı, çünkü arzuları yerine getirildiği için
kısa sürede hedefsiz kalır.
Çocuğun her sorusu cevaplanmalı ve çocuğun sorusunu ciddiye almalı,
çünkü bu tavır çok önemlidir “ancak sevgi ve saygıyla önemsenen
çocuklar, ileride kimlikli, kişilikli, olgun fertler haline gelebilirler. Bir
anne, ya da baba, çocuğunun sorduğu soruya, “bilmiyorum” diye cevap
verebilir. Ancak kendisinin bile bilmediği bir soru sorduğu için çocuğunu
kutlamalı ve bu bilgisizliğinden dolayı da hiç çekinmeden özür
dileyebilmelidir.
94
Böyle davranan anne baba çocuklarının gözünde daha da değerlenir. Ayrıca
da bilginin önemini çocuklarına daha iyi hissettirmiş olurlar. Böylece çocuklar,
bilgisizliğin özür dilenecek bir eksiklik olduğunu da yaşayarak öğrenirler.
Çocuğun temel gıdası sevgidir, hem anne hem de baba bu görevi üstlenmeli,
gerçi bazı babalar model olmazlar, bu durumda anne yerine geçer, önemli olan
çocuğun eksikliği doldurmaktır.
2.3.2.2. Mutluluk
Günümüzde önemli ihtiyaçlarımızdan biri olan mutlu olma duygusu
zorlaşmıştır. Çünkü ihtiyaç listesi artmıştır. Ve onu azaltmadıkça mutlu olmamız
zorlaşıyor. Yapabileceğimiz şeyleri arzu etmeliyiz. O liste arttıkça, insanı mutlu
olmaya bırakmıyor. Bunun için insan mutlu olmak için arzularını ne kadar azaltırsa,
hedefe o kadar kolay ve çabuk ulaşmış oluyor. Unutmayalım ki insan basit şeylerle
kendini mutlu edebilir.
Zaten bu hayatta tam anlamıyla mutlu biri bulunamaz, ancak yukarda
dediğimiz gibi insan basit şeylerle kendini mutlu etmesini bilmelidir.
Anlatılır ki, kralın biri çok mutsuzmuş… Ne yapılsa, nasıl yaşasa, bir türlü
mutlu olamıyormuş… Kralın bu derdini bilen bilge bir kişi, ona şu tavsiyede
bulunmuş:
“– Bütün ömründe hep mutlu olmuş, hiç üzülmemiş bir adamı bulup, onun
gömleğini giyiniz… Ancak bu şekilde mutlu olabilirsiniz…” Mutsuz kral, böyle
birini bulmaları için adamalarına emir vermiş… Ülke didik didik edilmiş, her yer
taranmış ama “Ben hep mutluyum” diyen bir adama rastlanmamış… Tam ümitsiz
olacaklarken, bir dağ başında buldukları garip bir çoban, “Evet” demiş, “Ben hep
mutluyum. Mutsuz olduğum hiçbir zamanı hatırlamıyorum!” Kralın adamları çok
sevinmiş… Tekrar, tekrar sormuşlar:
“– Gerçekten hep mutlu musun?”
“– Mutsuzluk diye bir şey tanımadım” cevabı üzerine de, onu tanıyanlara
sormuşlar. Yakınlarının şahitliği de, çobanın doğru söylediğini ispatlamış. Bunun
95
üzerine çobana durumu anlatmışlar ve tabii ki hemen gömleğini istemişler. Garip
çoban, işte o an, kendinden isteneni yerine getiremediğinden çok mutsuz olmuş ve
büyük bir üzüntüyle, “Benim hiç gömleğim olmadı ki” demiş…
Bununla beraber olumlu düşünmek gerek, olumlu düşünmek insanı mutlu
eder. Olumlu düşünen zihin sağlıklı demektir. Çünkü zihin sağlığı olmadan, beden
sağlığı da olmaz. İşte mutluluk “insanın iç dünyası ile dış dünyasının uyumlu hale
gelmesini sağlar. Öyle ise insanın mutluluğu içinde başlar. Mutluluk için, iç
donanımı hazır olmayan insanı, dış şartların çok uygun olması dahi mutlu edemez.
Mutluluk için ilk şart, hayata güzel bakmayı becerebilmektir. Çünkü “Güzel gören
güzel düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır.”
Olumlu düşünmek, insanın kendisini iyi hissetmesini sağladığı için, hastalığa
karşı da direncini artırıyor. Olumlu düşünmek, kalp hastalıklarına yakalanma
tehlikesini de azaltıyor, solunumu düzene sokuyor. Bu suretle, müsbet düşünmek,
daha iyi oksijen alan beynin ve vücudun daha iyi çalıĢmasını sağlıyor. Bunun
sonucunda da, insan dikkatini daha iyi topluyor, konulara daha çok odaklanabiliyor,
çok daha canlı ve uyanık halde bulunuyor. Olumlu düşünmek, aynı zamanda,
olumsuzluktan olumluluk çıkarma sanatıdır.
Hayata güzel bakabilen insan, olumsuzluklar karşısında, hemen bir suçlu
aramaz. Önce “Ben ne hata yaptım?” diye düşünür.
Başkalarını değil, kendini dönüştürmeye ve düzeltmeye çalışır. Hatalardan
ders çıkarır, daha iyiye, daha doğruya, daha güzele gitmenin yollarını arar.
“Güzel Huy Mutluluk Kaynağıdır” sohbetinde, Olumsuzluklar karşısında,
dışarıdan suçlu aramak, sonra da onlara karşı nefret ve kin duygusu oluşturmak,
insanı mutsuz eder. Çünkü kin ve nefret gibi olumsuz duyguların ilk ve en ağır
zararı, o duyguları taşıyana gelir. Kin ve nefret, taşıyıcısına ne kadar zarar verirse,
sevgi ve bağışlama duygusu da o kadar fayda verir. Bunun için kafamızda kin nefret,
düşüncesi olmamalıdır. Değilse hayatta mutlu olamayız.
96
Bütün kötü huylar, mutluluğun düşmanıdır. Mesela haset (çekememezlik),
Efendimizin (s.a.v) tabiriyle, “önce hasidi (haset edeni) yer bitirir, ateşin odunu yiyip
bitirdiği gibi…”
Bu sebeple, mutluluğun mecburi istikameti, güzel huylarla donanmış
olmaktır.
Ve kötü ahlaktan mutluluk çıktığı hiç görülmemiştir.
2.3.2.3. Mübarek Geceler, Aylar
Bizim inancımıza göre, uğursuz zaman yoktur. Lakin bazı zamanlar, daha da
verimli, bereketli ve feyizli kılınmış, Birbirini takip eden üç güzel ay, Recep, Şaban
ve Ramazan adlarını taşır. Efendimizin ifadesiyle, Recep Allah’ın, Şaban Kendisinin,
Ramazan da bizim, yani bütün müminlerin ayıdır. Rabbimizin engin Rahmetini,
sonsuz mağfiretini ve bize olan derin sevgisini gösterir. Kullarına bu dostluğu
sebebiyle, diğer zamanlarda gaflet etmiş, günah işlemiş, ya da gereği kadar ibadet
edememiş olanlara, yeni fırsatlar sunar. İşte bu fırsat bu üç aylarıdır Recep Ayı ile
başlayan gönül uyanışları, kendine gelişler, özüne dönüşler, Rabbine yönelişler
giderek artar. Şaban Ayı ile manevi heyecan iyice çoğalır. Nihayet Ramazan’da
bütün güzel duygular, manevi coşku doruğa ulaşır. Demek oluyor ki, “Recep ekim,
Şaban sulama, Ramazan ise, harman ayıdır.”
2.3.2.3.1. Recep Ayı
Hicri yılın yedinci ayıdır. Recebin 27’inci gecesi de Miraç`tır. Bu ay için
Efendimiz (s.a.v.), Recep Ayı’na çok önem verirdi. Recep
Ayı’na eriştiğinde mutlaka şu duayı yapardı:
“-Allahümme barik lena fi Recebe ve Şabane ve belliğna Ramazan.”
Allah’ım! Recep ve Şaban aylarını bizim için mübarek kıl ve bizi Ramazan ayına
ulaştır. Recep ayında Efendimiz üç gün oruç tutmayı tavsiye etmiştir. Recep ayını
oruçlu geçirene, Allah şu üç şeyi kazandırır:
1. Geçmiş günahlarını bağışlar.
97
2. Geriye kalan ömrünü günahsız geçirmesini sağlar.
3. Kıyamet gününün zor zamanında, onu güven içinde bulundurur.”
Bir keresinde Resulullah’a (s.a.v.) şöyle sorulmuş:
“-Ey Allah’ın Resulü! Recep ayının bütünde oruç tutmaya gücüm yetmez. Ne
yapayım?” Güzeller Güzeli cevaben şöyle buyurdu:
“-O halde, bir gün başında, bir gün ortasında, bir gün de sonunda olmak üzere
üç gün tutarsın. Böylece, ayın bütününde oruç tutmuş gibi olursun. Zira bu aydaki
iyilikler, on misli sevap getirir.”
2.3.2.3.2. Miraç Gecesi
Recep ayın 27 gecesinde Efendimiz, Hz. Cebrail tarafından, Mekke’deki
Kabe`den alınıp, Kudüs’teki Mescid-i Aksa’ya, Burak adlı bir binekle götürülmüştür.
Orada, bütün peygamber ruhlarına namaz kıldırmış, böylece hepsinin getirdiklerine
son varis olduğunu fiilen göstermiştir.
Miraç, Arapça bir kelime olup, “Yükseğe ve yukarıya çıkmak” manasına
gelmektedir. Bu mucize Sevgili peygamber Efendimizin ötelerin ötesine yaptığı
muhteşem bir seyahatin adıdır ve peygamberliğinin 12. yılında gerçekleşmiştir.
Kur’an’da Miraç Mucizesi şöyle açıklanır:
“-Ayetlerimizden bir kısmını, O’na göstermek için kulunu bir gece, Mescid-i
Haram’dan alıp, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya seyahat ettiren
Allah, her türlü noksandan uzaktır. Şüphesiz ki O, her şeyi hakkıyla işiten, her şeyi
hakkıyla görendir. “(İsra Suresi, ayet 1) 40
2.3.2.3.3. Miraçtan Hediyeler
Miraç’ın birinci hediyesi, beş vakit namazdır. Miraç gecesinin muhteşem
bir hatırası olarak, Efendimiz tarafından Allah hediyesi olarak müminlere
beş vakit namaz getirilmiştir.
40
Vakkasoğlu, 2010, s.405.
98
Miraç’ın ikinci hediyesi, Bakara Suresinin son iki ayetidir. Miraç`ta
Efendimize bildirilmiş olan bu ayetler, bize hem imanın temel esaslarını,
hem de, Allah’ın kabul edeceği örnek bir duayı da öğretir.
Miraç’ın üçüncü hediyesi, İsra Suresi’nin, 22-39. Ayetleridir. Bu ayetler,
İslam ahlakının 12 esasını müminlere şöyle açıklar:
Allah’tan başkasına kulluk etmeyin.
Ana-babanıza iyi davranın.
Akrabaya, yoksula, yolcuya hakkını verin.
Gereksiz yere saçıp savurarak israfçı ve cimri olmayın.
Geçim endişesi ile çocuklarınızın canına kıymayın.
Zinaya yaklaşmayın.
Haklı bir sebep olmadıkça, Allah’ın dokunulmaz kıldığı cana kıymayın.
Yetimin malına, ancak güzel bir niyetle yaklaşın.
Ahdinizi yerine getirerek verdiğiniz sözü tutun.
Ölçtüğünüz zaman tastamam ölçün ve doğru terazi ile tartın.
Hakkında bir şey bilmediğiniz şeyin ardına düşmeyiniz.
Yeryüzünde böbürlenerek dolaşmayınız.
Miraç’ın dördüncü hediyesi, insanlığa büyük bir müjdedir. Bütün
insanlığı ilgilendiren bu müjde, Allah’a ortak koşmadan ölen bir
kimsenin, en sonunda Cennet’e gireceğini bildirir
Miraç’ın beşinci müjdesi de, Yüce Allah’ın rahmetinin ve cömertliğinin
genişliğini ispatlar. Çünkü bu müjdeye göre, iyi bir işe niyetlenen kişi,
onu yapamasa bile, mutlaka bir sevap kazanır
Bunun için İslam Alemi bu gecede, mümkün olduğu kadar namazı cemaatle
kılıyorlar, Kuran-ı Kerim okuyorlar. Dua edip, yalvarıp, tevbe istiğfar ediyorlar. Çok
salavat getirerek, Miraç’ın kahramanı olan peygamber Efendimiz anıyorlar.
Kısacası Miraç gecesi, dua, zikir, fikir ve ibadetle uyanık geçirilmeli.
99
2.3.2.3.4. Berat Gecesi
Recep ayının 14’ünü 15’ine bağlayan gece, Berat gecesidir. Berat kelimesi,
“Borçtan, isnat edilen suçtan, ruha azap veren sıkıntılardan kurtulmak” demektir.
“Yükümlülükten kurtulmak” manasına da gelen Berat, müminler için müjdelerle
doludur. Berat gecesi, af ve mağfiret gecesidir. Bu hususta Efendimiz şöyle buyurur:
“-Şaban’ın 15. gecesinde Cebrail bana geldi ve “Ya Muhammed!
Başını semaya kaldır” dedi.
Ben de, “Bu gece, ne gecesidir?” deyince, Cebrail, şu cevabı verdi:
“-Bu gece, öyle bir gecedir ki, Allah Teala hazretleri, bu gecede Rahmet
kapılarından üç yüzünü açar ve kendisine ortak koşanlar, sihirbazlar, kahinler, haram
içkileri içenler, zinaya devam edenler ve ana babasının kalbini kıranlar hariç, bütün
müminleri affeder.”41
Bu gecede neler yapılmalı, peygamberimiz şöyle açıklamış:
“Berat gecesini ibadetle canlandırınız, gündüzünde de oruç tutunuz. Allah
Teala, o akşam güneşin batmasıyla birlikte, dünya semasında tecelli eder ve tan yeri
ağarana kadar, “Yok mu benden af isteyen, onu affedeyim. Yok mu benden rızık
isteyen, ona rızık vereyim. Yok mu bir musibete uğrayan, ona afiyet vereyim. Yok
mu şöyle, yok mu böyle der…”
Bunun için peygamberimizin dedikleri yapılmalı, oruç tutulmalı, Kur’an
okunmalı, yalvarıp istiğfar edilmeli, salavat getirmelidir
Fakat bu geceden faydalanamayacak olan insanları Efendimiz şöyle
bildirmiştir:
4. Allah’a ortak koşanlar.
5. Kalplerini düşmanlığa ayarlamış, dolayısıyla de kavgayı meslek haline getirmiş
olanlar.
6. Müslümanların arasına fitne sokanlar.
7. Sıla-i Rahmi terk ederek, akrabalık bağlarını tamamen koparanlar.
41
Vakkasoğlu, 2010, s.410.
100
8. Gurur ve kibirleri sebebiyle, elbiselerini yerlerde sürüyenler.
9. Anne ve babalarına itaatsizlikte devam edenler.
10. Sürekli sarhoş olanlar.
2.3.2.3.5. Şaban Ayı
Şaban`ın kelime manası, “Dağılan, saçılan” demektir. Efendimiz (s.a.v.),
“Şaban ayında Ramazan için pek çok hayır dağıldığı için, bu aya Şaban adının
verildiğini” açıklamıştır. Peygamberimiz Ramazan’dan sonra en çok oruç tutuğu ay
Şaban ayıdır. Soranlara “Şaban öyle faziletli bir aydır ki, insanlar bundan gafildir. Bu
ayda ameller, alemlerin Rabbine sunulur. Ben de amelimin oruçlu iken Rabbime arz
edilmesini isterim.
Şaban ayında tutulan oruçların faziletini Efendimiz şöyle açıklamıştır:
“-Ramazan’dan sonra en faziletli oruç, Şaban ayında tutulan oruçtur.”
“-Şaban’da üç gün oruç tutana, Hak Teala, Cennet’te bir yer hazırlar.”42
2.3.2.3.6. Ramazan Ayı
Rahmet ve mağfiret ayı olan Ramazan, bütün İslam Alemi bu ayı sabırsızca
bekler. Peygamberimiz buyurduğu gibi, “Eğer Ramazan’ın size neler kazandırdığını
bilseydiniz, her ayın Ramazan olmasını isterdiniz”.
Bu hadisten anlayacağımız üzere, Ramazan Ayı, Rabbimizin bize sunduğu bir
promosyondur. Bu Ay’da ibadetlerin kazancı, birden bine, binlere çıkar. Allah Teala,
azımızı çoğa sayar, adeta daha çok vermek, affetmek ve bağışlamak için vesile icat
eder. Hele de, Ramazan içindeki Kadir gecesinde, Allah’ın Rahmeti coşar.
Müslümanlar bu ayın getirdiği sevinçle yaşarlar. Çocuklar bile masum ve
tertemiz gönülleriyle Ramazan’da coşarlar. Oruç tutmak isterler. Teravih namazına
sevinçle koşarlar. Sahura kaldırılmadıkları zaman üzülürler, büyüklerinden bir
dahaki sahura kaldırılmaları için söz alırlardı.
42
Vakkasoğlu, 2010, s.409
101
2.3.2.3.7. Ramazan’a Mahsus Özellikler
Kur’an ayı olan Ramazan, Kur’an’da adı açıkça gecen tek aydır.
Kur’an-ı Kerim Ramazan’da indirilmiştir.
Bin aydan daha hayırlı olan Kadir gecesi, Ramazan’dadır.
Tutulması Allah emri olan aylık oruç ibadeti, Ramazan’a mahsustur.
Sağlığımıza şükür olarak fakirlere vermemiz gereken Fıtır sadakasının
zamanı da Ramazan ayıdır
Teravih namazı da Ramazan ayında kılınır. İtikafa girmek de Ramazana
mahsus bir ibadettir
Ramazan, mukabele ayıdır. “Cebrail Aleyhisselam, Ramazan ayı
çıkıncaya kadar her gece Resulullah (s.a.v.) ile buluşurdu.
Ramazan cömertlik ayıdır. Yüce Allah’ın coşmuş Rahmetinden istifade
etmek için, müminler de iyice cömertleşirler. Efendimiz’e, “Hangi sadaka
daha faziletlidir?” diye soruldu.
“-Ramazan ayında verilen sadaka” diye cevap verdi.
Efendimiz buyurmuştur ki: “Ramazan ayı girdiğinde, Cennet’in kapıları
açılır, Cehennemin kapıları kapanır. Şeytanlar da zincire vurulur.
Efendimiz, Ramazan’ın “Başı rahmet, ortası mağfiret, sonu da
Cehennemden ateşinden kurtuluştur” buyurdu.
Ramazan ayında yapılması gerekenleri, peygamberimiz açıklamış:
“-Ramazan’da bir hayır işleyen kimse, diğer aylarda bir farz işlemiş gibi olur.
O ayda bir farz işleyen ise, diğer aylarda yetmiş farz işleyen gibidir. O, sabır ayıdır.
Sabrın karşılığı ise, Cennet’tir. O, yardımlaşma ayıdır. O ayda, müminin rızkı
bollaştırılır. O ayda, kim bir oruçluya iftar ettirirse, bu, günahlarının bağışlanmasına
ve Cehennemden kurtulmasına sebep olur. Aynı zamanda oruçlunun sevabı kadar
sevap verilir. Oruçlunun sevabından da bir şey eksilmez.
2.3.2.3.8. Kadir Gecesi
Kadir gecesi, mübarek gecelerin en değerlisidir. Kadir kelimesi, “hüküm,
şeref, güç, yücelik” manalarına gelir. Bu gece, değerini, Kur’an-ı Kerim’den alır.
102
Çünkü Kur’an-ı Kerim, Allah katından dünya semasına Kadir gecesinde bütünüyle
indirilmiş, oradan da ihtiyaca göre, ayetler halinde Efendimize bildirilmiştir.
Kuran kerim kadir gecesi, kadir suresinde şöyle bahsetmiş:
“Şüphesiz, biz onu(kuranı) kadir gecesinde indirdik. Kadir gecesinin ne
olduğunu sen ne bileceksin! Kadir gecesi bin aydan daha hayırlıdır. Melekler ve
ruhaniler o gecede, Rablerinin izniyle her türlü iş için iner de iner. O gece, tan
yerinin ağarmasına kadar bir esenliktir”. (Kadir suresi 97)
Yukardaki bahsedilmiş üzere, 1000 aydan daha hayırlı, yani Seksen üç yıllık
bir ömrün bereketi, feyzi, sevabı bir gecede kazanılabilir. Bu sebeple, Kadir gecesi,
aynı zamanda kıymet gecesidir. Bu İlahi Rahmetin coşmasından kaynaklanan bir
kıymettir.
Peygamberimiz (s.a.v.) Kadir gecesi Ramazanın son 10 gününde aranmalıdır,
demiş; O günlerin içinde hangi gün diye sorulunca da, tek günlerde, özellikle de
yirmi yedinci gecede aramamızı söylemiştir.
Bununla beraber Peygamberimiz (s.a.v.) O gecede şöyle dua ederdi. Bizden
de bu duayı etmemizi isterdi;
“Allahümme inneke afüvvün, tuhibbu’l afve, fa’fü anni. Allah’ım sen çok
affedicisin, affetmeyi seversin, beni de affet”.43
2.3.2.3.9. Ramazan Bayramı
Müslümanlar bir ay boyunca oruç tutup, namazlar kılıp, geceler sabaha kadar
Kuran okuyup, ayın sonunda hak ettikleri bayramı yaparlar. Büyük bir kısmı üzülür,
ne çabuk geçti diye. Bazılar da tekrar ne zaman gelecek? Diye hasretlenirler. Elbet
bayramda da, Allah’ın bize yüklediği görevler vardır. Bunlar şükür etmek, bayram
sevincini sevdikleriyle paylaşmak, öksüz ve yetim çocuklara bayram ettirmek, yani o
çocukları sevindirecek elbise, harçlık benzeri şeyler vermektir. Çünkü bunlar bizim
canlarımızdır.
Bayramda Efendimizin uygulamalarından öğrendiğimize göre, bayramlarda
eğlenceye de yer vardır. Tabii ki belli bir ölçü içinde, meşru çerçevede Müslümanlar
43
Vakkasoğlu, 2010, s.415
103
da eğlenirler. Mesela Peygamberimiz bayram gününde, Habeşliler kılıç kalkan ile
oynarken, sahabelerinin onları seyretmesine müsaade etmiştir. Aynı zamanda tef
çalıp şarkı söyleyen kızları seyreden Hz. Aişe annemize engel olmamıştır.
2.3.3. Kalp Sevmekten Yorulmaz
Vakkasoğlu’nun bu eseri 174 sahifeden oluşuyor, otuz altı başlıktan
ibaret.Sevgi kapısı, ithaf, kalp sevmekten yorulmaz, Niçin kalp sevmekten yorulmaz,
? Tek yol sevgi, çocuklarımıza sevgi eğitimi veriyor muyuz? Sevgi seranız var mı ?,
Sevgi özdür, söz değil, Mecazi aşktan hakiki aşka, Tomurcuk için dertlenmeyen ağaç
odundur, Sevginin farkına varmak, sevdiğim sözler, Ula babo, sevgi disen, sevgi
disen, aha bunun bir kitabını yazmisen, Sevgi medeniyetinin misafir anlayışı,
Çiğköğte tevhid mücadelesinin ilginç bir sembolüdür, İnsana bakış ahlakı, Aşk
anlatılmaz ama, sevgi ailem, işimiz bir aşk için ah etmek, Aşktan başkası yalan,
Sevgi kaynağı içimizde tabii mutluluk da, İçlerindeki sevgiyi yeniden bulan çiftin
hikayesi, İlk veren siz olun, Hayatın son kullanma tarihi, Hırsın olduğu yerde
mutluluk olmaz, Ptt formülü ile yaşamak, Mutluluk pusulası, Sevgi iletişimi, Sevgiyi
sevmek zorundayız, Seven öldüremez. Önce yürek, önce sevgi, önce şefkat, Yaşama
sevinci, Sevgi ümittir, Tabiat bize dostluk dersi veriyor, Hayatımızın önceliği
sevgidir, Gönül duvarımdan sevgi aileme kırk hadis.
Yazar Avrupa’ya ilk gidişinde hayır dememe kararı ile gider. Onun rehberi
Peygamberimizdir, zira O hayatında hiç hayır dememiştir. Lailahe illallahın
başındaki la olmasa hayatında hiç hayır demeyecekti, denmiş onun için. 11 Başka
enteresan olaylar da vardır kitapta. “Hz Musa as, Tur’a giderken yolunu biri kesmiş
ve demiş ki “Ey Musa içimi kasıp kavuran bir soru var ki, cevabım bilmezsem bana
hiç rahat yoktur. Lütfen Rabbine arzet ki ben cennetlik miyim, cehennemlik miyim?
Israrı üzerine Hz Musa “peki demiş “sorarım. Dönüşte adamcağızı büyük bir
merak içinde bekler görmüş “Rabbim buyurdu ki söyle o kuluma ..Adam birden
canlanmış, heyecanlanmış ve bir çığlık atmış . “Söyleme Ya Musa ! Rabbim bana
aynen böyle dedi mi .. Rabbim bana “söyle o kuluma dedi mi .. Rabbim bana kulum
dedi mi ?
104
Evet böyle dedi deyince bu Zat tekrarlamış;
Öyleyse gerisini söyleme ya Musa, madem ki Rabbim bana kulum demiş,
beni ister cennetine, isterse cehennemine atsın mühim değil. Ve neşe içinde
oynayarak çekilip gitmiş. 44
Biyografisi ile ilgili ipuçları verir. “Annem’in dediğine göre zemheride
doğmuşum. Hem de zemherinin en soğuk günlerinde, ortalığı kar, tipi, fırtına
götürürken, açmışım Maraş’ta dünyaya gözlerimi, üşümüşüm daha doğarken, ben
doğarken üşümüşüm, yaz kış bahar demeden, o gün bugün titrerim.” 45
Hz Mevlana içinde insan olmayan elbiseler olduğu gibi, içinde insan olan
elbiseler de vardır. 46
Hasan-ı Basri hazretleri Peygamberimizin ashabı için demiş ki “siz onları
görseydiniz,deli derdiniz, onlar da sizi görseler Müslüman demezlerdi. 47
Her gün misafir bekleyen Hz İbrahim as bir gün yaşlı bir adamı misafir eder,
ona ikram eder,sonra ibadet vakti gelir, adam” Ben senin Rabbine ibadet edemem,
çünkü ben Mecusiyim, be ancak ateşe taparım.” Hz İbrahim Allah’a inanmayan bir
insanın benim evimde, soframda ne işi var diye onu kovar, misafir “tamam öyle ise
“der gece vakti evi terkeder. Hz İbrahim gece rüya görür, “Ey İbrahim sen benim
kulumu bana ibadet etmiyor diye evinden kovdun, bir gece bile barındırmadın,
kalbini kırdın . Halbuki ben onu 70 yıldır yeryüzünde rızıklandırıyorum.” Hz İbrahim
bu ikazın altında ezildi ve adamı aramaya başladı, nihayet buldu, onu gören adam”
Ne o dedi yoksa beni buradanda mı kovacaksın” O da Senden özür dilemeye ve
tekrar döndürüp evimde misafir etmeye geldim”Yaşlı adam “olmaz ben kovulduğum
yere bir daha gelmem” dedi. Ama merak eder. “Peki neden beni önce kovdun şimdi
geri götürmek istiyorsun? Yoksa bir hakaret etmenin zevkini mi tatmak
istiyorsun?”dedi. Rabbim seni kırdığım için beni ikaz etti, o sebeble hatamı
düzeltmek istiyorum. Adam “Neee senin Rabbin beni kırdığın için seni ikaz mı etti?
“Evet Rabbim seni kırdığım için beni uyardı.Adam ağladı ve “Ben ki senin Rabbine
44
Vehbi Vakkasoğlu, Kalp Sevmekten Yorulmaz, Nesil Yayınları, 29 Baskı, İstanbul, 2008, s.19 45
Vakkasoğlu, 2008, s. 22. 46
Vakkasoğlu, 2008, s 31. 47
Vakkasoğlu, 2008, s 33.
105
inanmıyorum ve ateşe tapıyorum . Böyleyken o beni kırdığın için seni azarlıyor ve af
dilemek için peşime düşürüyor. Sen ki onun peygamberisin . Senin Rabbin gerçekten
Rahman ve Rahimmiş, eğer ben o Rabbe inanıp kulluk etmezsem insanlığıma yazık
ayıp olur. Yaşlı adam oracıkta Müslüman oldu ve “Lailahe illallah İbrahim
Resulullah “dedi.48
Hoşlanmadığına sabretmedikçe, hoşlandığını ele geçiremezsin, Hz isa as. 49
Sanat ve Fatih, “Fetih’in ilk günü Ayasofya’ya geldiğinde, bir yeniçerinin
üzerinde haç bulunan bir mermeri kırmaya çabaladığını görür. Hemen müdahale
eder. Üzerinde inancına ters olan haçın çizildiği mermerin kırılmasına razı olmaz .
Tam tersine yeniçeriyi azarlar ve cezalandırır. Bir emektir, inancına ters olsa da
sanattır. Duvarlardaki sembolleri de kazıtmak istemez üzerine sıva ile kapattırır.
Tabiat bize dostluk dersi veriyor bahsinde tabiatın tanzimindeki sevgiyi
anlatır. “Tabiatta büyük ve sistemli bir iletişim ağı vardır. Sanki hemen haberleşirler
ve birbirinin yardımına koşarlar.Kainat bütünüyle birbirini tamamlamak üzere
planlanmıştır. Bu planlı yaratılışı, muhteşem düzeni görmeyen yoktur. Ancak planın
planlayıcısı, düzenin düzenlelicisi de herkes görüyor diyebilir miyiz? Gökler yerin
imdadına koşar, yağmur duası için açılmış ağızlara benzeyen çatlamış toprağı
yakarışı duymazlıktan gelemez. Erken ya da geç rahmet gelir, susuz toprağı suya
doyurur.”50
Gönül duvarımdaki kırk hadis başlığında hadisleri sıralar. Müslüman elinden
ve dilinden emin olduğu kimsedir. Sizden birisi kendi nefsi için istediğini başkası
için istemedikçe gerçek mümin olamaz. İman etmedikçe Cennet’e giremezsiniz,
birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olamazsınız. Komşusu şerrinden emin olmayan
insan, Cennet’e giremez.
Kim Lailaheillallah derse Cennet’e girer.Bir kimsenin namazı ve orucu size
zarar vermesin, onun küçük ve büyük halllerine bakın. Öyle bir zaman gelecek ki o
günün Müslümanı sizin yaptığınızdan çok azını yaptığı halde kurtulacaktır.
48
Vakkasoğlu, 2008, s 64. 49
Vakkasoğlu, 2008, s 104. 50
Vakkasoğlu, 2008, s 135.
106
Amellerin en sevaplısı en zor olanıdır. Mümin günahım başına yıkılacak bir dağ gibi
büyük görür, korkusunu hisseder. Münkir ise günahına burnunun ucuna konmuş
sinek gibi basite alır, aldırış etmez.
2.4. Çocuk Eğitimi Kitapları
2.4.1. Sevgi Merkezli Çocuk Eğitimi
İstanbul Mart 2010 yılında, Nesil yayınlarından çıkan Sevgi Merkezli Çocuk
Eğitimi adı olan eser 315 sahifeden oluşuyor. Eser dünyadaki en masum, sevimli
canlı çocuk ile ilgili çok şeyden bahseder. Çocuk doğmadan nasıl bir ortam
hazırlanmalı, nasıl bir muamele görmeli, çocuğun yanında davranış biçimi, ne
olmalı. Yazara göre çocuk eğitimi ailesinin hayattaki birinci sorumluluklardan
biridir. Eğitimin hizmetlerinden emekli olmak imkansızdır. Bu yüzden “Hocanın
rahmetlisi olur emeklisi olmaz” prensibini rehber etmiştir. Belki de çocuk ve aile
yetiştirme konusunu ihtiva eden bu kitap, muhteşem bir aile olmanın nasıl
sağlanabilirliğini ve buna bağlı olarak anneler ve babaların üstüne düşen tüm
sorumlulukları anlatmıştır.
Çocuk eğitimi ne zaman başlamalı, yazara göre “Çocuk eğitimi eş seçimiyle
başlar” yani bir genç, çocuğuna anne, ya da baba olacak insanı arama kararı verdiği
an, çocuk eğitimi başlamış olur. Çünkü eş olarak nasıl birini aradığınıza bakarak,
nasıl çocuğun babası veya annesi olmayı istediğinizi anlamak kolaylaşır. Birbirlerini
seven eşler, sadece mutluluk yuvasının değil, aynı zamanda bir eğitim yuvasının
temelini atmış olurlar. Anne babanın birbirine olan saygı ve sevgisi, daha doğmadan
çocuğa yansır, onun ruhça ve bedence gelişmesini sağlar. kavgacı ana babalar, çocuk
daha doğmadan sevgisizlikle onu zehirlemeye başlar.
Eşler daha sonra çocuğun yanında eşiyle tartışmamalı,kavga etmemeli çocuk
anlamaz sanılmamalı onlar bir köşede oyun oynuyormuş gibi yapsalar da, sizin
yükselen seslerinize kulak verirler, psikolojik dengeleri alt üst olur. Sevgi ruh ve
bedeni etkiler. Kavga da aynı şekilde olumsuz etkiler. Sevgi merkezli eğitimin ilk ve
en etkili okulu, evdir. Bu eğitimin başöğretmeni anne, öğretmeni de babadır. Anne
baba, evin sadece bir barınma, sığınma, ısınma, serinleme yeri olmadığını bilmeli. Ev
107
aynı zamanda ve asıl manasında insan yetiştirme okuludur. Sadece yeme, içme,
yatma, televizyon seyretme, internete girme yeri olarak kullanılan bir ev, insan
yetiştirme mümkün olmaz.
Eserde sevmek ilgilenmek demektir sohbetinde, yazar önemli bir meseleye
temas eder. O da anneler babalar ilgilenmeyi sadece çocuğun yemesini, içmesini,
giymesini sağlamak sanmamalı . Daha önemli olan yürek açlıklarını doyurmaktır. Bu
bakımdan çocukla yemek sofrasında beraber olmalı, birlikte kahvaltı yapmalı,
birlikte okumalı, okudukları paylaşıp anlatmalı, birlikte ibadet etmelidir. Yüce
yaratıcıya beraberce el açan anne baba ve evlat, yüreklerini daha çok birleştirmiş
olurlar. Anneler babalar çocuğun üzüntüsünü ve sevincini paylaşmalı, dertleşmeli,
birlikte gülüp ağlaşmalıdır. Yazar Annelere babalara hitap eder, “evladınızla sadece
ekmeği aşı değil, duyguyu ve düşünceyi de paylaşabiliyorsanız, o gerçekten sizin
evladınız olmuş demektir, böylece yüreği yüreğinizden hiç kopmayacaktır.”51
Çocuk büyünce hedefi olmalı, bir örnek olmalı, Türk tarihi eğitime ruh
verecek muhteşem örneklerle doludur. O örneklerinden biri Çanakkale zaferidir.
“Her türlü maddi imkansızlığın imanla aşıldığı bu destanın kahramanları, bizim
dedelerimizdir”52
diyor yazar. En olumsuz şartlarda bile pes etmeyen, direnmenin,
sonunda da bütün dünyayı şaşırtan bir destan yazmanın adıdır Çanakkale …
Çocuklarımız Çanakkale`den ilham alırlarsa, kimlik, kişilik, haysiyet kazanır,
başarıları artar, iman azim irade ve istikrar sahibi olurlar.
Çocuk hedefli ve sorumlu olmalı, der yazar, çocuğun kendi yaşına göre
sorumluluklar verilmelidir. Çünkü çocuğun rahatça yapabileceği bir işi, anne baba,
kendileri üstlenirse, o çocuğun sorumsuz biri olması çok kolaylaşır. O yüzden
çocuğun yaşına göre ona bir iş yaptırmalı,
Çocuk ve kitap sohbetinde de çocuk çok erken kitapla tanışmalı, daha okuma
ve yazma bilmeden, kitapla oynayarak kitaba alışmalı, çocuk bebekken anne
babasının elinde kitap görmeli, okuyan anne baba çocuğuna okuma dersi vermiş olur.
O takdirde çocuk, kitaba değer vermeyi, sevmeyi öğrenir ve bir an önce okuma
51
Vehbi Vakkasoğlu, Sevgi Merkezli Çocuk Eğitimi, nesil yayınları, 10 baskı, İstanbul, 2010, s.165 52
Vakkasoğlu, 2010, s.200
108
isteğini geliştirir. Aileye düşen görevi, çocuğun kitaba olan ilgisini çekmek için
okudukları kitaplardan bahsetmeli, çocuk kitap okuduğunda, ebeveyn sevinçlerini
belli etmeli, takdir ve tebriklerini bildirmelidirler. Çocuğa okuduğu kitap üzerine
sorular sormak, en çok dikkatini çeken ve etkileyen bölümleri üzerine konuşmak
çocuğun üzerinde etkilidir.
2.4.2. Allah’ı Nasıl Anlamalı, Çocuklarımıza Nasıl Anlatmalı?
İstanbul’da cihan yayınlardan çıkmış 208 sahifeden oluşuyor. Eser dini –
edebi temalı. Hayatımızda en güzel varlığı çocuklar yedi yaşındayken kimlik sahibi
olmaya başlarlar. Bu yaş gelince çocuklara düzenli bir eğitim verilmesi gerekir.
Allah’a inanmak, olmazsa olmaz bir duygu olarak kendini gösterir. Çocuk o yaşta
sınırsız bir güç kaynağı aramaya başlar. Kendine güven ihtiyacı duyar. Belki
süpermen olmak ister. Ona sınırsız bir güç kaynağı tek olan Allah`tır. Bunu bilmesi
gerekir. Yoksa batıl güç kaynaklarına heveslenir.
Efendimiz de (s.a.v.) “Çocuklarınız yedi yaşına geldiğinde, onlara namaz
kılmayı öğretiniz” buyurur. Bir başka rivayette de, “Namazı emrediniz”
buyurmuştur.53
Eserde Allah ile bir iletişim kurmamız, ve tevhide teslim olmamız gerekir.
tabii ki bir kul kusursuz olamaz. Ama günah işlediğimiz zaman Allah`a dönmek
istiğfar etmek gerekir.
Allah`ı tanımak gerekir. bu isteği her insan ister. Ama nasıl olur diye
düşünür. Rabbimiz iyice tanımak için, kutsal kitabimiz olan kuran kerime, sevgili
peygamberimizin hadislere bakmamız gerekir. Bir de yüce Allah yaratığı bütün
kainat, her varlığıyla Allah`ı gösterir. Kuran kerim yaratıcıyı varlıklara baka baka
ibret ve anlamaya çağırır, “Yerlere, göklere bakıp hep düşünmemizi, aklımızı
kullanmamızı tavsiye eder”
Müslümanlara göre Allah her şeyin aslı ve merkezidir. Bu yüzden çocuk
dünyaya gelir gelmez, sağ kulağına ezan okunur. Çocuk ilk yaşta en çok duyması
53
Vehbi Vakkasoğlu, Allahı Nasıl Anlamalı, Çocuklarımıza Nasıl Anlatmalı, cihan yayınları,
İstanbul, 2010, s. 64
109
gereken kelime Allah`tır. Bu da bir tavsiye olarak, peygamberimiz (s.a.v) bize
vermişti. Çocuk bu yaşta meraklı olduğu için her şey öğrenmek ister. Allah ile ilgili
sorular, namaz, oruç ve diğer ibadetleri, sormaya başlar. Kesinlikle çocuğun sorduğu
her soruya, cevap verilmelidir. Allah ile ilgili sorular:
Allah nerede?
Allah ne kadar büyük?
Allah neye benziyor?
Allah nerede oturuyor?
Çocuk bu sorularla tek bir maksadı var, o da merak ettiği yüce Allah`ı
anlamaya bilmeye çalışmaktadır.
2.5. Popüler Dini Denemeler
2.5.1. Ġz Bırakanlar
İstanbul Aralık 2010 yılında Nesil yayınlardan çıkan Maneviyat Dünyamızda
İz Bırakanlar, 265 sahifeden oluşuyor.
Kitabın başında, Milli Mücadele Meşalesini Ateşleyenler, adı altında özel bir
bölüm vardır. Denizli Müftüsü Ahmet Hulusi Efendi, Yunanlıların İzmir’i işgalinden
sonra ilk cihat fetvasını veren, müftü efendi ilk milli heyeti ve ilk fiili savunma
teşkilatını kuran şahıstır. Onun aşıladığı kahramanlı duygusu ile düşman istilası
Nazilli’de durmuştur.
İzmir Müftüsü Rahmetullah Efendi, şehrin valisinin işgale karşı çıkılmaması
konusundaki fikrine karşı koyar” Vali Bey bu sakalım kanımla kızarabilir, ama bu
alına Yunan alçağını sükunet ve tevekkülle selamlamış olmanın karasını sürerek
huzur-ı ilahiye çıkamam. Camilerden ezan ve sala okutturur, işgale karşı ilk mitingi
tertipler.
Abdülaziz Mecdi Efendi, Mecdi Efendi ve Mehmet Vehbi Efe padişahı bile
korkusuzca, eleştirirler. Maraşı işgal eden Fransız askerlerinin Türk kadınının
örtüsüne uzanan ellerini parçalayan Sütçü İmam’dır.Esat Efendi Maraşal Fevzi
110
Çakmak’ın ifadesi ile bu alimler cephede askere namaz kıldırmış, vaaz etmiş, hutbe
okumuş, sohbet yapmış, böylece inanmış Anadolu çocuklarını şehitliğe
hazırlamışlardır.Bunlardan biri de Muğla Mebusu Esat Efendi’dir. En nazik milli
meseleleri en cesur bir dille anlatır, etrafını etkiler.
Mehmet Akif, din adamı olmadığı halde sağlam imanı ve derin kültürü ile
tam bir hocadır.Hem üdebadan hem müfessirindendir. Teşkilat-ı Mahsusa’da görev
almıştır.Askeri istihbarat teşkilatıdır.izmir’in işgalinden sonra Balıkesir’e giderek
Zağanos Paşa camiinde tesirli bir konuşma yapar, bu vaaz her tarafa yayılır. Polatlıda
atılan yunan toplarının gürültüsü Ankara’dan duyulursan o milletine “Korkma “diye
hitab eder. Meclisin kayseriye taşınmasına karşı çıkar.
Amasya Müftüsü Hacı Tevfik Efendi, 15 Haziran 1919 günü paşayı bir
heyetle karşılayan Müftü Efendi,” Paşam bütün Amasya emrinizdedir, gazanız
mübarek olsun “, der.Ankara Müftüsü Rıfat Efendi Mustafa Kemal ve arkadaşlarının
bulunduğu odaya girer, tam sekiz yüz üç altınını masaya döker ve gider.Mustafa
Kemal’in iki tane sigarası kalmıştır, bu yüzden onun için “hakikaten tam zamanında
imdadımıza geldi “der. Şükrü Hoca alim kılığından çıkar diktirdiği asker elbisesi ile
Ankara’da Hacı Bayram Camiinde halka konuşur. “evde asılı duran silahların öyle
kalması ev sahibine lanettir” der. Cephelerde büyük kahramanlıklar yapmış ve grubu
Çelik Alay diye anılmıştır. İstiklal harbimizin daha çok kahramanları vardır.
İz Bırakanlar kitabında on dört şahıs anılır. Seyyid Abdülhakim Arvasi,
Kenan Rifai,Süleyman Hilmi Tunahan, Bediüzzaman, Ali Haydar Efendi, Seyyid
Abdühhakim Hüseyni, Mehmet Zahit Kotku, Mahmut Sami Ramazanoğlu, Muzaffer
Ozak, Hacı Hasan Efendi, Gönenli Mehmet Efendi, Seyyi M Raşid Erol, Hacı
Mustafa Topbaş, Esat Coşan .
Seyyid Abdülhakim Arvasi: Abdülkadir Geylani Hazretlerinin onunkinci
göbekten evladı olan Seyyid Abdülhakim Efendi, 1865 yılında Van`ın Başkale`de
doğmuştur. İki eseri var, tasavvuf konusundaki eserler “Er-Riyazü`t Tasavvufiyye”
ve “Rabıta-i şerife” dir. 1943`te Rabbine kavuşur. Hikmetli sözlerinden:
111
Edep hadlere riayet etmek demektir. En büyük edep ise, ilahi hududu
muhafaza etmektir
Kuran şifadır. Fakat şifa, suyun geldiği boruya tabidir. Pis borudan şifa
gelmez54
Kenan Rıfai: 1867 yılında dünyaya gelen çocuğa Kenan adı verilir. 1950
yılında vefat etmiştir.
Süleyman Hilmi Tunahan: 1889 yılında bir Osmanlı Efendi’sinin evladı
olarak dünyaya gelen çocuğa Süleyman adı verilir. 1959 yılında, vefat eder.
Bediüzzaman Said Nursi: Bitlis`in Hizan kasabasının Nurs köyünde 1876
yılında doğan Said Nursi (Bediüzzaman) lakabıyla meşhur olmuştur. 23 Mart 1960
(Ramazan 25 günü)vefat eder
Urfa Halilürrahman`daki mezarına defnedilir
Ali Haydar Efendi: Batum`un Ahıska kazasında 1870 yılında dünyaya
gelmiş.1960 yılında vefat etmiştir.
Seyyid Abdülhakim Hüseyni: Siirt`in Baykan ilçesine bağlı Kermat köyünde
1902 yılında doğmuştur. Ankara`da yapılan ameliyattan sonra 1972 yılında vefat
eder.
Mehmed Zahid Kotku: Çanakkale`de bir subay olarak katılmış olan Mehmed,
1897 yılında Bursa`da doğmuş. 1958 yılında Fatih İskender Paşa camiinde vazifeye
başlamış, 1980 yılında vefat etmiştir. Eserleri: Tasavvufi Ahlak(5 cilt), Nasihatler(2
cilt), Müminlere Vaazlar, Nefis Terbiyesi, Ana Baba Hakları, Cennet Yolları, Akaid
Mahmud Sami Ramazanoğlu: Adana`da 1892 yılında doğmuştur. Medine’de
1984 yılında vefat etmiş. Eserleri: Fatiha Suresi Tefsiri, Bakara Suresi Tefsiri, Hz.
İbrahim Aleyhisselam, Hz. Yusuf Aleyhisselam, Yunus ve Hud Suresi, Bedir
Gazvesi ve Enfal Suresi Tefsiri, Uhud Gazvesi, Tebuk Seferi, Hz. Ebu Bekir, Hz.
54
Vehbi Vakkasoğlu, İz Bırakanlar, Nesil Yayınları, 22 Baskı,İstanbul, 2010, s.29.
112
Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. Halid B. Velid, Ashabı Kiram(1-2), Musahabe I-IV,
Mükerrem İnsan, Dualar ve Zikirler
Muzaffer Ozak: İstanbul`da 1916 yılında dünyaya gelmiş. Şubat 1984`te vefat
etmiştir. Eserleri: Envarül Kulub (3 cilt), İrşad (3 cilt), Zinetül Kulub, Gülzarı Arifan,
Aşk Yolu Vuslat Tariki
Yahyalılı Hacı Hasan Efendi: 1914 yılında, Kayseri`nin Yahyalı ilçesinde
doğmuş. 1987 yılında vefat eder.
Gönenli Mehmed Efendi: Gönen`de 1901 yılında doğmuştur. Ocak 1991`de
vefat eder.
Sayyid M. Raşid Erol: Siirt`in Baykan ilçesinde, 1930 yılında doğmuştur.
Ankara`da 63 yaşındayken 1993`te vefat eder.
Hacı Musa Topbaş: 1916 yılında dünyaya gelir, 1999 yılında vefat eder.
Prof. Dr. M. Esad Coşan: Çanakkale`de 1938 yılında doğmuştur. 2001 yılında
vefat eder.
2.5.2. Yeni Doğanlar
Yeni Doğanlar, İstanbul’da Kasım 2004 yılında, Nesil yayınlardan çıkmış
190 sahifeden oluşuyor. Yazar eserini okuyucuya ibret, ders osun diye yazmıştır.
Onlar eski hayatlarında bulamadıkları huzur, mutluluğu İslam`da bulmuşlardır.
Ulvi Alacakaptan: Ankara`da 1949 yılında doğan tiyatro sanatçısı.
Cenk Koray: 1944`te Adana`da doğan zeki ve nükteci televizyon sunucusu.
Münir Özkul: 1925 yılında İstanbul`da doğan tiyatro ve sinema sanatçısı.
Ali Ercan: 1931 yılında Niğde’ye bağlı eski adı Ferbenk yeni adı İçmeli
köyünde doğan eski bestekar halk müziği sanatçısı.
Cemal Kamacı: 1943 yılında Trabzon`un Maçka kazasında dünyaya gelen
Avrupa şampiyonu boksördür.
113
Canan Ceylan: Sinop`un erikli köyünde 1955`te dünyaya gelen eski film
yıldızı.
Kudret Şandra: 1932 yılında Üsküdar`da doğan eski dans öğretmeni ve film
yıldızı.
Suzan Yakar: 1920 yılında İstanbul`da doğan eski Türk sanat müziği sanatçısı
ve film yıldızı.
Cahit Seyhanlı: 1940 yılında Adana`da doğan eski halk müziği sanatçısı.
Leyla Sayar: 1939 yılında İstanbul`da doğan eski film yıldızı ve dansözü.
2.5.3. Dünyada Ġslam`a KoĢanlar
İstanbul Mayıs 2007 yılında Dünyada İslam`a Koşanlar kitabı, Nesil
yayınlardan çıkmış 240 sahifeden oluşuyor. “Yabancıların Dilinden Peygamberimiz”
bölümünde, Peygamberimiz hakkında itiraflarda bulunan batılılardan biri Jules
Masserman`dır. 15 Temmuz 1974 yılında Time dergisine yazdığı “Liderler nerde?”
başlıklı olan makale, birkaç önemli tarihi şahsiyeti tahlil ettikten sonra bu sonucu
varmıştır.
“Belki bütün zamanların en büyük lideri, Muhammed`dir. (a.s.v).”
Prof. Michael H. Hart yazdığı “İnsanlık tarihinin en etkili 100 kişisi” neticeyi
şöyle açıklıyor:
“Ne Hz. İsa ne Hz. Musa ve ne de Marksistlerin beklediği gibi Marks…
Dünya tarihinin en tesirli büyüğü, Hz. Muhammed`dir”55
Bernard Shaw “Muhammed, insanlığın kurtarıcısıdır ve kurtarıcılık namı ona
verilmelidir”
“Yabancıların Dilinden Kuranı Kerim” bölümünde, peygamberimizin
hakkında övgü dolu bazı ifadeler yazmıştık Kur’an hakkında da yüceltici tespiti
vardır.
55
Vehbi Vakkasoğlu, Dünyada İslam`a Koşanlar, Nesil Yayınları, 10 Baskı, İstanbul, 2007, s.18
114
Fransız ilim adamı Clement Huart:
“Şu unutulmamalıdır ki bütün Kur’an konuşan yalnız Allah`tır. Peygamber
ise ancak vahyin tebliğine(duyurulmasına) vasıta olmuştur.”56
Prof. İ. Goldhizer: “Kur’an muayyen zamanlarda Hz. Muhammed`e (a.s.v)
tebliğ edilmiş Allah kelamıdır ve semadaki nüshasının aynı olarak tebliğ olunmuştur;
işte bundan kolayı da yanılmazdır.”
Dört edebiyatçının dilinden İslamiyet:
Goethe: “Kuran`da Musa`nın dua ettiği gibi dua etmek istiyorum: Ya Rabbi,
dar göğsümü genişlet”57
Puşkin: “Kuran`ın Tesiri Altında” başlıklı şiiri yazmıştı.
Dostoyevski: bu Rus yazarı kardeşine yazdığı mektupta, “Bana Kur’an’ı ve
Kant’ın saf aklın tenkidini gönder” der.
Tolstoy: Müslümanlık hakkında bir eser yazmıştır.
İslam`da aradığını bulanlar ise: Roger Garaudy, Cat Stevens(Yusuf İslam),
Prof. Maurice Bucaille, Jim Clinging, Muhammed Del Pozo El-Endülüsi, Zef
Clement(Muhammed Said), Muaurice Bejart, Art Blakey (Abdullah Bin Buhayna),
Fernand(Ferid) Goldschmit, Hartmut Muhammed Herzog, Muhammed-Abdullah
Kardeşler, Doğu Berlin`in Ömeri, Jacques Yves Cousteau(Kaptan Kusto), Dr.
Hermann Heller, Henry Strick (Said İbrahim), Murad Wilfried Hofmann, Mike
Tyson(Malik Abdülaziz), Kerim Abdülcabbar(Lew Alcindor), Ömer Faruk Abdullah,
Margaret Marcus, Leopold Weiss, Cecilia Cannoly, Vincent Monteil, Dr. Hamid
Markus, Yasin Gold, Boney-M, Abdullah Bubenheim, Mary Weld, Julio Torralbo
Tamara, Tina Gfanzil, Stevie Wonder, F. Ahmed Overing, Schirocki Ralf Abbas,
Lokman Naci, Dr. Robert D. Crane, Catherine Delorme, Ayşe Aslı Sançar…
56
Vakkasoğlu, 2007, s. 24. 57
Vakkasoğlu, 2007, s. 33.
115
2.5.4. Ġslam Alimleri
İstanbul Ağustos 2005 yılında neşredilen Osmanlı`dan Cumhuriyet`e İslam
Alimleri isimli eser, Nesil yayınlardan çıkmış 216 sahifeden oluşuyor. Son dönem
yaşamış olan bu alimler altı şahıstan oluşuyor. Bir başka cepheden dini şahıslar tarihi
de olabilir. Yazar toplumda eksik olan şeylerin farkındadır. Edebiyat tarihi gibi, Türk
Din Tarihi denebilecek bir kitaptır. Değerli ama kimsenin haklarında bir şey
bilmediği şahısları anlatır. Elmalılı Mehmed Hamdi Yazır: 1878 yılında Antalya`nın
Elmalı kazasında doğmuştur58
. Mayıs 1942 yılında vefat eder. Ünlü Elmalı
Tefsiri’nin yazarıdır. Hayatı boyunca ilim adamı olarak kalmıştır.17 yıl inzivada
yaşamıştır. Kur’an’a her yüzyılda yeni bir tefsir ve yorum getirilmesini söylemiştir.
ilmi gelişmelere de işaret eden ayetlerden bahsetmiştir. Vakkasoğlu eserini otantik
bir şekilde kaleme almıştır.
Hasan Basri Çantay: Balıkesir`de 1887 yılında doğmuştur. İstanbul`da 3
aralık 1964 yılında vefat etmiştir. Hasan Basri Çantay, Akif’in yakın dostu olan bir
alimdir, onunla ilgili hatıraları vardır. istiklal Marşı yazmaya Akif’i o ikna
etmiştir.Türkçe’de en güzel hazırlanmış Kur’an mealinin yazarıdır.Mütevazı ve
toplumu etkileyen bir alimdir.Alasonyalı Hacı Cemal Ögüt hocalığı yanında bir de
Milli Müdafaa Teşkilatı kurmuştur. Necip Fazıl’la ilgili hatıraları önemlidir. Necip
Fazıl ihtilalciler onu Balmumcu’da göz altına almış, çileli günler
yaşamıştır.Kendisine yazı yazması için kağıt bile verilmemiştir. İçeriye sokulan
gazetelerin kenarlarına yazdığı yazılar sonradan bir kitap olmuştur. Kitabını Hoca’ya
göstermiş, yanlışları düzeltmesini istemiştir.Birkaç husus hariç yazılarda yanlışlar
yoktur. Necip Fazıl’ı bu yüzden tebrik etmiştir.
Ömer Nasuhi Bilmen, önemli tefsir yazarımızdır, birçok eseri
vardır.Siyasetten uzak kalmış, seksen yaşından sonra tefsir yazmıştır. Bir eserini
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi basmıştır. Ömer Nasuhi Bilmen: Erzurum`un
Salasor köyünde, 1884 yılında doğmuştur. Ekim 1971 yılında vefat etmiştir. Bazı
eserleri ;Büyük İslam İlmihali, Fatiha Suresi Tefsiri, Hazret-i Fatih`e Hitap Şiiri
58
Vehbi Vakkasoğlu, İslam Alimleri, Nesil Yayınları(6 baskı), İstanbul, 2005, s.13.
116
Konyalı Mehmet Vehbi, Milli Mücadele saflarında bulunmuş, meclis reisliği
de yapmıştır, güçlü bir iradeye sahip bu alim son dönemin olayları içinde de
bulunmuştur. Konyalı Mehmed Vehbi Çelik: Konya`ya bağlı Hadim kasabasının
Kongol Köyünde, 1861 yılında dünyaya gelmiştir59
. 88 yaşındayken 1949 yılında
vefat etmiştir. Eserleri: 15 ciltlik tefsiri, 4 ciltlik Sahihi Buhari Tercümesi, Ahkam-ı
Kur`aniye, Akaid-i Hayriye, birde Siyasi Hatıralar
Babanzade Ahmed Naim: Bağdat`ta 1872 yılında doğmuştur. Ağustos
1934 yılında, sabah namazını kılarken secdede vefat etmiştir. Eserleri: Temrinat,
İlmü n-Nefs, İslam`da Dava-yı Kavmiyyet, Hikmet Dersleri(Felsefe), İlm-i
Mantık(Tercüme), Tevfik Fikret`e Dair, Ahlak-ı İslamiye Esasları, Kırk Hadis
(Tercüme). Babanzade Ahmet Naim, en iyi dustu Mehmet Akif’tir ve Abdülhamit
Han’ı karşıdır. Yahya Kemal ile olan karşılıklı anlayışa dayanan eleştirileri
önemlidir.
Ahmet Hamdi Akseki, Milli Mücadele saflarında bulunmuş, Mustafa
Kemal’in takdirini kazanmıştır.Dini boşluğu doldurma gayretleri önemlidir. Ahmet
Hamdi Akseki: 1887 yılında, Akseki`de doğmuştur. Ocak 1951 yılında vefat etmiştir.
Yaklaşık 50 eseri vardır.
Alasonyalı Hacı Cemal Öğüt: Mora Yenişehir`e bağlı Alasonya`da 1887
yılında doğmuştur. Mart 1966 yılında İstanbul`da vefat eder. Bazı eserleri: Kadın
İlmihali, Fatımatü`z-Zehra, Maddi ve Manevi Feza Alemleri.
2.6. Portre Kitapları
2.6.1. AĢk Çağlayanı Mevlana
13 asrında Anadolu siyasi çalkantılar içindeydi. Koltuk ve makam kavgaları,
kardeşleri birbirine düşman etmişti. Bu yüzünden Selçuklu Devleti eski kuvvetini
yitirmişti. Aynı zamanda doğudan gelen Moğollar Anadolu`nun büyük kısmı işgal
etmişti. Osmanlı beyliği ise henüz müstakil olarak varlığını ortaya koymamıştı.
59
Vakkasoğlu, İstanbul, 2005, s.117.
117
İşte, böyle bir sıkıntılar ortasında bunalmış, bıkmış, Anadolu insanı bir moral
kaynağı bulmuştu: Mevlana…
Bu mübarek zat, Horasan`ın Belh şehrinde, 30 Eylül 1207 tarihinde
doğmuştur. Belh bu gün Afganistan sınırları içindedir. Mevlana`nın asıl adı,
“Celaleddin Muhammed” dir. Hüdavendigar lakabıyla da anılır. Daha sonra
“Mevlana” adı yayılmıştır. Mevlana Arapça bir kelime, kelimenin kökü “Mevla”
efendi, sahip, malik demektir. Mevlana ise efendimiz demektir. Hayatının çoğunu o
zamanlar “Rum diyarı” olarak bilinen Anadolu`da geçirdiği için “Rumi” de
denilmiştir.
2.6.1.1. Mevlana`nın Ailesi ve Hayatı
Mevlana`nın babası, Bahaeddin Veled, Sultanül Ulema “Alimler sultanı” diye
bilinir. Annesi Harzemşah soyundan bir prenses olan Mümine Hatundur. Daha
bebeklik yıllarından itibaren Celaleddin Muhammed, “Mevlana adayı” olarak
yetiştirilmeye başlandı. Bir yandan Alim bir baba, diğer yandan şefkatli bir anne, öte
yandan babanın seçkin öğrencileri olan Semerkandlı Şerefeddin Lala ile Tirmizli
Seyyid Burhaneddin, bunların bütünü, onun terbiyesine emek vermişlerdir. Mevlana
beş yaşındayken okuma yazma öğrenmişti. Daha da o yaşta bile bazı soruları,
babasının medresesinde dinleyenleri şaşırtırdı.
Babası Bahaeddin Veled örnek bir insandır. Hem derin bilgili, hem de güzel
ahlaka sahiptir. Herkese iyilik ederdi, güzel ahlakı, muhabbetle konuşması ve
hoşgörüsü, herkes tarafından çok sevilmesine sebep olmuştur. Bu aşırı sevgi ve
saygı, o zamanlar devrin padişahı olan Harzemşah`ı düşündürmeye başlamıştır.
Bahaeddin Veledin etrafındaki sevgi çemberi gitgide genişler. Bu da siyası otoriteyi
endişeye düşürür. Zamanla bu endişe, kıskanç bazı alimlerin kışkırtmasıyla korkuya
dönüşür. Devrin hükümdarı, korkusunu yenemez ve ona bir haber gönderir.
118
“Bir iklimde iki sultan olmaz. Eğer kabul ederlerse memleketimi kendilerine
terk ederek ben başka bir ülkeye gideyim. Sultanlık da, ülke ve askerler de onun
olsun”60
O güzel insan, bu manalı teklife şu cevabı verdi:
“Efendine selam götür ve de ki: bu dünyanın fani ülkeleri, hazineleri, tahtları
padişahlara yaraşır. Biz ilim adamı ve dervişiz. Bu sebeple bize, memleket ve
padişahlık münasip değildir. Gönül hoşluğuyla biz buradan göçelim de sultan kendi
ikliminde rahatça hükümetsin” 61
Kıskançlık ve dedikodudan hiç hoşlanmayan bu adam, kararını yakınlara
duyurdu: “Sefere hazırlanıyoruz. Bu göç, hakkımızda hayırlı olacaktır”. Bir Cuma,
sabah namazından sonra, Bahaeddin Veled, yakınları ve bazı talebeleri gizlice yola
çıktılar. Bu yolculuk 10 yıldan fazla sürer, ilk durağı olan Nişabur olur. Sultan
Feridüddin Attar, onları karşılar, ikramda bulunur. O sırada Celaleddin Muhammed
12 yaşındadır. Attar, Mevlana`ya “Esrarname(Sırlar Hazinesi)” adlı kitabını hediye
olarak verir. Mevlana bu kitabı çok sever, hep yanında bulundurur. Bahaeddin bir
süre sonra Nişabur`dan Bağdat`a doğru yol çıkar. Kervan Bağdat`a yaklaşınca, şehrin
muhafızları, kafilenin etrafını kuşattılar ve sordular, “Nerden gelip nereye
gidiyorsunuz?” onlara şu cevabı verdi: “Allahtan geldik, Allah`a gidiyoruz. Biz
mekansızlıktan geldik, mekansızlığa gidiyoruz. Allahtan başka bir kuvvetimiz
yoktur.”
Askerler bu cevabı hemen halifeye ulaştırdılar. Halife bu sözlerin hikmetini
sordu. Devrin ünlü alimleri olan Şeyh Şehabeddin, bu sözlerin sahibini farkını bildi,
hemen karşılamaya gitti, konağına davet etti, ama Bahaeddin şöyle dedi: “hocalara
medrese daha uygundur”. Bir süre Bağdat`ta kaldı, halk onun vaazlarını büyük bir
heyecanla dinledi. Bağdat`tan ayrılmak üzere iken, Belh şehrinin Moğollar tarafından
istila edildiği duyuldu (1220 yılı).
Bağdat`tan sonra Mekke ve Medine’ye gittiler. Hac farizasını ifadan sonra
Medine`ye gelerek Efendimize (a.s.m.) misafir oldular. Orada bir süre kalıp, yine
yola düştüler. Dönüşte Kudüs`e geldiler, Mescidi Aksa`yı ziyaretten sonra Şam`da
60
Vehbi Vakkasoğlu, Aşk Çağlayanı Mevlana, Nesil yayınları, 21 baskı, İstanbul, 2008, s22 61
Vakkasoğlu, 2008, s. 23.
119
konakladılar. BahaeddinVeled hazretlerinin gönlü, o zamanlar “Rum diyarı” denilen
Anadolu`da idi. Bunun için Şam`dan sonra Halep ve Malatya üzerinden Erzincan`a
geldiler. Devamla Sivas, Niğde, Aksaray, Kayseri, üzerinden Larende`ye (karaman)
geldiler.
Vali Emir Musa Bey, seçkin insanlarla birlikte şehrin dışında onu yaya olarak
karşılandı ve sarayına davet etti. Saraylardan ve hükümdarlardan hep uzak duran ve
hiç kimseye yük olmak istemeyen Bahaeddin Veled, yine bir medrese istedi. Musa
Bey, Bahaeddin için bir medrese yapılmasını istedi. Babasının en dikkatli ve başarılı
talebesi Celaleddin Muhammed de artık delikanlılık yaşlarındaydı. Yedi sene
kaldılar. Mevlana burada ilk evliliğini 18 yaşındayken yaptı. Babası ona sevdiği bir
zatın kızı olan Cevher Hatun’u alır. Karaman`da iki doğum, iki ölüme sahne oldu.
Mevlana`nın iki oğlu Sultan Veled ve Alaeddin Çelebi, Karaman’da doğdu. Annesi
Mümine Hatun ile ağabeyi Alaeddin Muhammed de Karaman`da toprağa verildi.
Selçuklu sultanı ısrarlı davetleri üzerine, Konya`ya yöneldiler. Konya`da yine
medresede indi, bir yan medresede okutuyor, diğer yanda camilerde vaaz halka
veriyor.
Alimler Sultanı, kendisine hem bir evlat, hem de manevi oğul gibi davranan
Sultan Alaeddin Keykubat`a minnetsiz davranır. Sultan da en önemli işlerini
Bahaeddin Veled’e danışır. Bahaeddin yaşı 80`i geçmiştir, Konya`ya gelişinin ikinci
yılında ruhunu Rahman`a teslim eder.(12 Ocak 1231)
2.6.1.2. Babasının vefatından Sonra Mevlana`nın Hayatı ve ArkadaĢları
Mevlana babası vefat ettiğinde, 24 yaşındaydı. İnsanlar etrafına toplandılar.
Herkes onu “babasının vekili” gibi görüyordu. Mevlana babasından öğrendiği bütün
şeylere rağmen, kendisini eksik buluyordu. Karaman`a kayınpederinin yanına gitti.
Bir süre sonra, babasının eski talebelerinden Burhaneddin Tirmizli, Horasan`dan
çıkageldi ve Mevlana`yı tekrar Konya`ya davet etti. Mevlana`nın ilim ve irfanını
yokladı. Henüz tamam olmadığını görerek, onu ders halkasına aldı. Sonra devrin en
ünlü hocalar ve medreselerin bulunduğu, Şam ve Halep`e gitmesini tavsiye etti.
Mevlana tavsiyeye uydu, iki yıl Halep`te, dört yıl da Şam`da kaldı, dönüşte
Kayseri`ye uğradı, çünkü hocası oraya yerleşmişti. Bir süre sonra hocasıyla birlikte
120
Konya`ya döndü. Konya`da Mevlana, babasının “Maarif” adlı kitabı okumakta, diğer
yandan manevi basamakları çile, riyazet ve ibadetlerle tırmanmaktaydı.
Mevlana`nın rengi solup, bedeni zayıflıyordu. İbadetler ve riyazet, onu iyice
şeffaflaştırdı, ruhlaştırdı. Nihayet bir gün Burhaneddin, talebesine dedi ki:
“Sen artık yetiştin oğlum, bütün ilimlerde eşi benzeri bulunmayan bir aslan
oldun. İki aslan bir sahada oturmaz. Dolayısıyla ben Kayseri`ye dönmek istiyorum.
Benden sonra senin yanına büyük bir dost gelecek. Birbirinizin aynası olacaksınız.
Birbirinizi tamamlayacak ve yeryüzünün en büyük iki dostu olacaksınız.” 62
Burhaneddin Kayseri`ye gitti, bir süre sonra vefat etti. Mevlana hocası
vefatından sonra beş yıl içinde, imanda, ilimde ve ahlakta benzersiz bir kutup olarak,
dersler verdi. Medresede hoca, dergahta şeyh, cami kürsüsünde vaiz olarak gönülleri
nurlandırdı.
2.6.1.3. Tebrizli ġems
Tasavvuf deryasına aşkla dalmış bir cezbeli adam: Tebrizli Şems. Kabına
sığmayan, diyar diyar dolaşan ve bu sebeple de “Uçan Şems” adıyla anılmıştır. Her
zaman böyle dua eder, “Allah`ım! Beni velilerine kavuştur, onların sohbetine erdir”.
Rüyasında “Seni, Rum diyarındaki bir velinin sohbetine erdireceğiz, ama daha vakti
gelmedi; işler zamana bağlıdır” denildi (Makalat)
Bir müddet sonra Mevlana ile Tebrizli kavuşmuş oldular. 1244 yılının Kasım
ayından itibaren tam 16 ay, küçücük bir odada derin, engin, zengin sohbetleri oldu,
Mevlana, Şemsi bulduktan sonra adeta dünyadan kopar. Şems Mevlana`yla
buluştuğunda, 60 yaşın üzerindeydi. Mevlana ise Şemsten 10 yaş küçüktü. Buna
rağmen yaşı başı aşan ve gönülden gönüle taşan bir muhabbet iletişimi, Mevlana’yı
bütün işinden, eşinden dostundan, talebelerinden koparmıştır.
Aylar geçer.Hiddet, şiddet ve dedikodu yayılmış, biri gelip Mevlana`yı
sevenlerinin elinden almıştır diye,kimin ne hakkı vardı onu dersten, vaazdan,
sohbetten almaya? Günler geçtikçe Şems’in düşmanlarının sayısı arttı .
62
Vakkasoğlu, İstanbul, 2008, s.29
121
Bir gün Mevlana`ya, felsefeyle meşgul olan bir grup insan geldiler, soruları
vardı. Mevlana bu grubu Şems`e gönderdi. Felsefecilerden biri üç soru sordu:
11. Allah var dersiniz, ama görünmez, gösteremezsiniz; gösterin de inanalım!
12. Şeytan`ın ateşten yaratıldığını söylersiniz, sonrada Cehennem`de ateşle
ceza verilecek, dersiniz. Ateşten yaratılmış olan şey, ateş acı verebilir mi?
13. Ahirette herkes hakkını alacak, yaptıklarının karşılığını görecek,
diyorsunuz. Rahat bırakın şu insanlar, istediklerini yapsınlar.63
Sorular biter bitmez Şems, elindeki kerpici, soruları soran felsefecinin
kafasına vurdu. Felsefeci hemen kadıya gitti ve Şemsten şikayetçi oldu
Ben soru sordum, o bana kerpiçle vurdu” dedi.
Şems kendini savundu: “O soru sordu, ben cevabını verdim”
Kadı bu işi açıklamasını isteyince de şu açıklamayı yaptı:
“Efendim bu adam, bana Allahü Teala`yı göster; dedi. Ben de elimde kerpici
başına vurarak sorusunu açıkladım. Şimdi başını ağrıdığını söylüyor. Bana başının
ağrısını gösterebilir mi?”
Adam şaşırdı ve “Ağrı gösterilir mi? Ancak hissedilir! Dedi.
Şems işte nasıl var olan ağrı gösterilmezse, Allah da vardır, ama göze
gösterilmez demek istedim. Şems savunmasına şöyle devam etti:
“Bu adam ikinci sorusu, ateşten yaratılmış olan Şeytan`ın ateşle nasıl
cezalandırılacağı idi. Ben bunu açıklamak için de başına topraktan yapılmış olan
kerpiçle vurdum. Başı acıdı, ağrıdı. Oysaki kerpicin de kendisi gibi asıl maddesi
topraktır. Nasıl topraktan toprağa acı veriyorsa, ateş de ateşten yaratılmış Şeytan`a
azap verecektir. Üçüncü sorusu da “Bırakın insanları, isteyen istediğini yapsın; niçin
ahirette yapılanların karşılığı verilecek, diye korkutuyorsunuz? Şeklindeydi. Ben de
ona, canımın istediğini yaptım. Ama bundan hoşlanmadı ve beni size şikayet etti”.
Felsefeciler, bu açıklamalar karşısında ne söyleyeceklerini bilemezdiler ve çok
mahcup oldular.
63
Vakkasoğlu, İstanbul, 2008, s.35
122
Şems’in bir süre sonra Konya`daki varlığı, belli bir kesimin canını sıkmaya
devam eder. Hakkındaki olumsuzluğun boyutlarını fark eden Şems, 1246 yılının
Mart ayında ortadan kayboldu. Mevlana çok üzülü, hep onu arar:
“Aşk delidir, ama biz delinin de delisiyiz! Nefis kötülükler emreder, ama biz
onu çoktan buyruğumuz altına almışız.”
Uzun aramalar sonrası, Şam`da görülür. Mevlana oğlu Sultan Veled’i Şam`a
gönderir. Sultan Veled ile Şems birlikte Konya`ya yaklaşınca, 1247 yılıdır. Mevlana
dostunu karşılamaya hazırlanır. Nihayet buluşurlar . Ancak Mevlana Şems`i
Konya`da tutmak için, “Kimya” adındaki evlatlığı ile Şems`i evlendirir. Artık aynı
medresede ailecek oturuyorlardı. Şems`in eşi Kimya Hatun, kısa bir rahatsızlıktan
sonra vefat etti. Bu olay da ortalığı karıştırmak isteyenlere fırsat verdi.
“Kim bilir kızcağıza neler çektirdi! Kimya Hatun, mutlaka Şems`in
eziyetlerine dayanamayarak ölmüştür!” Gibi dedikodular yayıldı
İşte böylece, 1247 yılı aralık ayının ilk Perşembe gecesiydi, Şems yine
kayboldu.Artık bir haber çıkmadı. Nereye gittiğini de hiç kimseyi bilmiyordu.
2.6.1.4. Selahaddin Zerkub
Mevlana Cuma vaazı verirken Selahaddin Zerkub ile tanışmış, ve bir daha hiç
ayrılmamışlar. Selahaddin ümmi bir insandı. Fakat Mevlana, onun ruh yüceliğini
gördü ve irşat işini ona verdi. Ayrıca bir dükkan kiralayarak, mesleği olan
kuyumculuğu yapmasını istedi. Mevlana ona “Hakiki bir mürşittir” diyordu. Ancak
bu açıklamalara rağmen, haset cephesi yine durmadı. Kimdi bu Selahaddin “basit bir
köylü, nasıl Mevlana’yı temsil edebilirdi? Ama Mevlana onlara cevap vermek için,
oğlu Sultan Veled`e, onun kızını aldı. Bir kış günü cübbesini yıkamış ve dama
sermişti. O sırada Cuma salası okundu. Kurumamış cübbesini giyip, hemen çıktı.
Onu görenler, “Efendim vücudunuza zarar olur, çıkarınız”. Onlara şu imanlı cevabı
verir:
123
“Cismin ziyana uğraması, canın ziyana uğramasından, hakkın buyruğunu terk
etmesinden daha kolaydır”. Yaşlı ve zayıf bedeni dayanamadı, hastalandı. Nihayet 29
Aralık 1258 yılında, vefat etti. Arkasından hiç kimsenin ağlayıp üzülmesini istemedi.
2.6.1.5. Hüsameddin Çelebi
Küçük yaşta babasını kaybeden Hüsameddin, Selahaddin’in vefatından sonra,
onun yerini aldı. Aslı Urmiyeli, bir dervişti. Sahip olduğu her şeyi Mevlana`ya ve
dostlarına bağışladı. Mevlana onu çok sevdi, Hüsameddin`in bulunmadığı bir
toplantıda açılmaz, dostlar bu durumu bildikleri için mutlaka Hüsameddin’i getirirler.
Mevlana`ya “Mesnevi” adlı muhteşem eserini yazdırmanın sebebi o denilir. Hem
maddi hem de manevi yardımı yapmıştır. Mevlana, ömrünün son 15 yılını,
Hüsameddin`in sağladığı huzur ortamında geçirmiştir.
2.6.1.6. Mevlana`nın Vefatı
Mesnevi’nin altıncı cildi bitmişti, bazı konular yarım kaldığı için okuyucular
devamını istediler. Ama kader izin vermedi. Mevlana hastalanıp, yatağa düştü.
Konya şehri titremekteydi. Mevlana günden güne çöküyordu, Sultan Veled ve
Hüsameddin başucundan ayrılmıyorlardı.
17 Aralık 1273 Pazar günü, güneşle birlikte Mevlana da bu dünya ufkunda
batıyordu. Vasiyeti üzerine cenaze namazını Sadreddin Konevi kıldıracak, ama o
tabutun önüne geldiğinde bayıldı, yerine Sıraceddin geçti. Mevlana babasının
yanında defnedildi. Mevlana`nın son sözleri şu şiirle bitirmiş:
“Sen mümin isen, ölümün de mümindir; kafir ve acı isen, ölümün de acıdır”…64
2.6.1.7. Mevlana`nın Fikri ve DüĢüncesi
Mevlana sadece fakir, garip, yoksullarla değil, başka din ve inanç sahipleriyle
de görüşürdü. Mevlana bir ayağa dolaştığı 72 milletin içinde Hıristiyanlar, Museviler
ile diğer din ve inanç mensupları da vardı. Onlar da dolaşır, ziyaret eder, ziyaretlerini
kabul eder. Ancak böyle bir hizmeti yapabilmek için insanın, girdiği olumsuz
ortamlardan etkilenmeyecek kadar güçlü olması gerekir. Aksi halde vermek için
64
Vakkasoğlu, İstanbul, 2008, s.54
124
gittiği yerden dönmez. Mevlana gittiği yerde kalmadı, gittiklerini kendi gönlüne
getirdi, inancına ve ahlakına taşıdı. Zira onu tanıyanlar hep sevdiler.
Allah sevgisi, Mevlana azat kabul etmez bir kul olmayı istiyor. Çünkü rabbini
çok seviyor. O sevgi öyle güzel, öyle özel, öyle tatlı ki…
Sevgiden acılar tatlılaşır.
Bakırlar altınlaşır sevgiden.
Sevgiden tortular saflaşır.
Dertler derman olur devgiden.
Ölü, sevgiden dirilir.
Şalı, sevgiden köle edilir.
Allah`a karşı bu sevgi ilimdendir.
Saçma sapan biri, böyle bir tahta nasıl kurulur? … 65
Cenabı Hak, Maide suresinde, Allah onları sever (yuhibbuhüm), onlar da
Allah`ı severler(yuhibbunehu, yuhibbuhu) duyurur.
Allah sevgisi olan kalpten şek, şüphe bulunmaz, yerine tam bir iman gelir.
Gönül sevginin yeridir, maddi varlığımızda ikilik olabilir. Fakat sevginin makamı
olan gönülde iki sevgiye yer yoktur.
Senin elin, ayağın iki oluşu doğrudur, ama gönül ve sevgilinin iki olması
hatadır. Sevgili bir bahanedir, asıl sevgili Allah`tır.
2.6.1.8. Ġmanın Hakikati
Mevlana`nın bütün aşkının ve coşkunluğunun kaynağı, imandır. Ama bütün
güzelliklerin kaynağı olan iman, hakikatine ve varılmış, bilincine erilmiş gerçek
imandır.
65
Vakkasoğlu, İstanbul, 2008, s.67
125
“Ey sözden ibaret bir imanla yetinen! Bil ki iman muhteşem bir nimet ve
büyük bir lokmadır.
“Yiyen ölünün dahi dirildiği o lokmadan, nefis şeytanı tatmadan nasıl
Müslüman olur?
“Oyundan harice çıkıp kurtulmadın, hala çocuksun. Ruhunu temizlemeden
nasıl zeki ve pak olabilirsin?
2.6.1.9. Ġlahi AĢk
Mevlana ilahi aşkın ateşinden şikayetçi değil, bilakis o aşkla Rabbine
yaklaşır. O aşkla hayatı hedefini bulur:
“Yarabbi, beni aşkınla öyle meşgul etmeni istiyorum ki senin aşkınla
avunayım, zatınla daha fazla uğraşayım.
Mevlana, öylesine ilahi aşkla hemhal olmuştu ki kendi varlığı gitmiş, yerine
aşkın varlığı gelmişti. Varlığı, aşktan ibaretti. Bu halini şöyle anlatıyor:
“Aşk geldi. Damarımda, derimde kan kesildi; beni kendimden aldı, sevgiliyle
doldurdu.
“Bedenimin bütün parçalarını sevgili kapladı. Benden kalan yalnız bir ad,
ondan ötesi hep O…”
Aşkların en önemli özelliklerinden biri, yaratıcıdan gelen kahır ile lütfu aynı
görmektir. Lütuf da kahır da iyidir, hoştur, sevimlidir; çünkü ikisi de Allah`tan
gelmektedir
“Alim ya da cahil, hatta aşağılık biri, kim olursa olsun herkes kahır ile lütfu
fark eder. Ancak kahırda gizlenmiş olan lütfu yahut lütuf içindeki kahrı çok az kimse
bilir. Yani daimi bir aşk ve şevk içinde rabbine teslim olmuş, O`ndan ne gelirse
gelsin hoştur, diyerek hep mutlu yaşamıştır.66
66
Vakkasoğlu, İstanbul, 2008, s. 76
126
İşte öyle yüce, öyle kutsal ve öyle kuşatıcı bir aşk ki” sağdan soldan, her yandan bu
İlahi aşkın sesi geliyor.” Tabii ki kalp kulağa duyanlara…
2.6.1.10. Zikrimiz KarĢılığı
Tabii ki herkes dua edip, yalvarıp, kendisine Allah`tan gelecek karşılığı
merak eder. Bunu Allah Kur`an`da şöyle buyurur:
“Ey kullarım! Siz beni zikredin ki ben de sizi zikredeyim” yani biz onu
andığımızda o da bizi anıyor. Bunu bilmek ne mutlu bir duygudur.
“Zikir suyunda nefesini tutup sabret ki Şeytan`ın vesvesesinden ve fikrinden
kurtulasın”
Denize dalan dalgıcın çıkarmak amacıyla nefesini tutup su altında sabrettiği
gibi, sen de öyle, zikir sırasında nefsini kısarak sabret ki Şeytan`ın vesvesesini
kalbinden kovasın, huzur incileri çıkarasın”
Allah`ın zikri, temiz ve temizleyicidir. Temizlik gelince içteki pislik yükünü
toplayıp dışarı arar
“Zıtlar birbirinden kaçar. Işık parlayınca gecenin karanlığı kalmaz” 67
2.6.1.11. Günahsız Ağızla Dua
Efendimiz “Dua ibadetin özüdür” buyurur. Bir kimsenin haberi olmadan
arkasından ve uzağından yapılan dua ise çok makbuldür. Bu zaten harika bir
kardeşlik örneğidir.
Bu gerçeği yüce Allah bize veriyor, kuran kerimde şöyle anlatıyor:
“Yüce Allah, Hz Musa`ya şöyle buyurdu: “Duanı, günahsız bir ağızla yap!
Hz. Musa şaşırdı, bunun nasıl olacağını sordu?. Çünkü kusurlu kullar, nasıl günahsız
bir ağız sahibi olabilirler? Diye düşündü Hz Musa
67
Vakkasoğlu, İstanbul, 2008, s. 88
127
“Yüce yaratıcı buyurdu ki: başka birinin ağızla dua et. Sen onun ağızla ne
zaman günah işledin?”
En güzel duygu, senin arkanda bilmediğin ve beklemediğin bir insandan
senin için yalvarıp, dua eder. İşte Müslüman ahlakı budur.
2.6.1.12. Mevlana`nın Güzel Ahlakı, Öğütleri
Mevlana hiç ayırmadan herkesle görüşür, önce onları dinler, sonra da baldan
tatlı sohbetini gönüllere sunardı. Ona kulak veren bir gönül, o sohbetten mutlaka
etkilenir, hatta bazen de Müslüman olarak isterdi. İşte onlardan biri…
Mevlana bir gün sohbet ettiği bir papaza sormuştu:
“Sen mi büyüksün, sakalın mı büyük?
Papaz hemen cevap verdi:
“Ben sakalımdan 20 yaş daha büyüğüm”
Mevlana taşı gediğine koydu
“Sen 20 yaş küçük olan sakalın ağarmış; yazık değil mi ki sen hala
karanlıklar içindesin !!! 68
Şu zarif sözün taşıdığı daveti anlayan papaz, hemen Müslüman olmuştu.
…
Mevlana ahlakın temsilcisi olduğu için kendi benliği silmiş ve varlık
iddiasından geçmiştir. Ahlakın temsilcisi şöyle haykırır:
“Sarığıma, cübbeme, başıma, bu üçüne birden paha biçtiler. Her üçünü birden
değerlendirdiler. De bunlara bir kuruştan daha az fiyat biçtiler. Sen dünyada benim
adım hiç mi duymadın? Ben bir hiçim, hiçim, hiçim” 69
68
Vakkasoğlu, İstanbul, 2008, s. 195 69
Vakkasoğlu, İstanbul, 2008,s. 199
128
Mevlana ilim sahibi, irfan derinliğine rağmen, kendini hiç olarak görüyor.
Mevlana bu hususta niçin böylesine hassastır? Sebebi çok önemli:
“Sen sende oldukça ve sen kendine taptıkça, senden sana yol vermezler.
“Senin varlığın ve kendini bir şey sanman sende bulundukça, huzuru bulurum
zannetme. Çünkü sen hala benlik putuna tapmaktasın”
Aslında bu dünyada, her şey yapan yaptıran Allah`tır. İnsan ancak bir
vesiledir. Başarısından dolayı gururlanmak ve üstünlük taslamak değil, yaptırana,
nasip edene şükretmek gerekir.
…
Mevlana`nın insanlara duyduğu saygı tarif edilmeyecek kadar derindi.
Ayırmadan herkese saygı ve sevgi, diğerleri de bu davranışta karşılık verirler, ona
saygı duymaya uğraşırlardı. Çok saygı duyan Mevlana bir gün hamama gitmişti.
Soyunup hazırlandı, yıkama yerine girdi. Ama girmesiyle çıkması da bir oldu.
Mevlana tekrar giyinip, gitmeye hazırlandı. Soranlara şu cevap verdi:
“Soyunup hamama gitmiştim. Tellak beni görünce, bana yer açmak için bir
şahsı havuzun başından uzaklaştırdı. Benim yüzümden rahatsız edilen o kişiye karşı
utancımdan o kadar terledim ki dayanmayıp dışarı çıktım!” 70
…
Mevlana vefaya çok önem verirdi. Belki dostluk duygusunun en önemli
özelliği, güzelliği vefadır. Dost seçmek için de, en temel şartlarından biridir.
Mevlana vefaya verdiği önemi göstermek, belirtmek için, çoğu zaman “Vefa hakkı
için” diyerek yemin ederdi.
…
Bir gün Muiniddin Pervane, Mevlana`yı ziyaret eder. Adam devletin en
önemli makamlarından bir işgal etti. Kendisine nasihat etmesini istedi. Mevlana
susup, sonra dedi ki:
70
Vakkasoğlu, İstanbul, 2008, s. 202
129
“İşittim ki Kur`an Kerimi ezber etmişsin; doğru mu?
“Evet”
“Hem şeyh Sadreddin`den hadis dersleri almışsın”
“Evet, doğrudur”
Bu cevaplar üzerine Mevlana, şöyle dedi:
“Ben Allah`ın Kelamını ezberlemiş, Peygamberin mübarek sözlerini
öğrenmiş birine ne diyeyim? Sen o sözlerden öğüt alamıyorsan, ayet ve hadisin
uyamıyorsan, benim nasihatimi nasıl dinlersin ve uygularsın? Ezberlediğinle ve
öğrendiklerinle amel et!”
2.6.1.13. Mevlana Penceresinden Görülen Gerçekler
Var Olan O`dur, Biz Yok Gibiyiz
Mevlana bütün varlığı, sesi, rengi, ahengi bir kitap gibi okuyarak hakka
ulaşmanın şevketiyle coşkundur. Bizim varlığımız Allah`ın varlığı yanında, gündüz
görünmeyen yıldızların varlığı gibidir:
“Gündüz yıldızlar mevcut olduğu halde zahiren görünmezler. Çünkü güneşin
ışığı karşısında onların varlıklar hiçtir. Zaten ışığı de güneşten alırlar.” 71
İşte biz de hakla diri ve Onunla mevcuduz. Ölünce, hakkın sıfatlarına
karışmış oluyoruz. Yani haktan olan ruh ölümle hakka döndüğü zaman, bizim
varlığımız asıl varlıkta kayboluyor. Sonra hakkın manevi huzurunda toplanacağımıza
göre, hazır olacak olanın yok değil, mevcut olması gerekir.”
Görünen Kaza
Mevlana sürekli ve durmadan, arkadaşlarını uyarır, şöyle dua ederdi:
“Allah sizi görünen kazalardan korusun”
Bu dua sıkça duyan dostlar, sebebini sordular, Mevlana şu cevap verdi:
71
Vakkasoğlu, İstanbul, 2008, s.249
130
Görünen kaza ağyar ile, yani yar olmayanlarla sohbet etmenizdir. Aslında
sohbet azizdir. Siz bu güzelliği yaşamak için kendi çizginizdeki bulun. İnsanoğlunun
yükselme işareti, velilerle, Allah sevgilileriyle sohbet etmesidir.
Ağyar kimdir? Sorusu, Mevlana`da şu cevap bulur
Kim ki aşık değil, ağyar odur
Kim ki aşık değildir, ölüdür, buz gibi soğuktur
Gazap Ve ġehvet
Bir muhavereden sonra, “Dile benden ne dilersen”, gönül sultanı şu cevap
verdi: “Senden ne dileyebilirim ki? Zira benim iki aşağılık kölem var, onlar da :
Biri gazap(öfke), diğeri de şehvet
Bu iki özellik, ya insana hakim olur ya da mahkum olur. Eğer insana hakim
olursa, onu kral ise de köle haline getirir. Bu iki hususa hakim olan köle ise aslında
sultandır.
Bu duygularımızın efendisi miyiz, kölesi mi? Biz onlara mı hükmediyoruz,
onlar bize mi?
2.6.1.14. Mevlana Bahçesinden Seçmeler
Namaz ve Zekatın Hakikati
Müezzin her gün beş defa “Namaza gel, Cenabı Hakka niyaz eyle” diye davet
eder. Hz. Peygamber, “Rüku ve secde, Hak kapısında vücut halkasını vurmaktır”
buyurmuştur. Her kim o kapının halkasını vurursa, onun için bir devlet ve saadet baş
gösterir.
Ey delikanlı, o yüksek yola ilerlemek ümidiyle mihrap önündeki mum gibi
ayakta durarak daima namaz kıl.
Ey imam, tekbirin manası, “İlahi, biz senin huzurunda kurban olduk!”
demektir.
131
O verdiğin zekat, senin kesen için bekçidir, o kıldığın namaz da zekatın
çobanıdır. Altının çoğalıp artması zekatta, fuhuş ve kötülüklerden kurtulmuş da
namazdadır.
Malın zekatını çıkarıp ver; ki bahçıvan da asmanın fazlasını budayınca daha
çok üzüm alır. Senden ihsan ve zekat zuhuruna gelince, o el öbür tarafta bir hurma
ağacı olur.
Az Yemek Nasıl Doyurur?
Mevlana hep az yedi. Uzunca boyuyla da büsbütün zayıf görünürdü. Diğerler
de gibi az yemeyi tavsiye ederdi:
“Az yemede birkaç fayda var. Az yiyen insanın vücudu sağlam, hafızası
kuvvetli, zekası parlak, kalbi aydın, uykusu az, görüşü keskin, tabiatı sakin, toleranslı
ve ahlakı yumuşak olur.”
“Mideni boşaltıp, ney gibi istekle inle. Mideni boşaltıp, kalem gibi sırları
söyle”
Yarın Yoktur
Günlerini ganimet bilip kudretli, sıhhatli, kalben ve bedenen güçlü olduğu
günlerde borcunu ödeyene ne mutlu
Ey yolcu! Aklını başına al! Vakit geçti, ömür güneşi batmaya yaklaştı.
Az. Peygamber (s.a.v.) nurdan bahsederek şöyle buyurdu:
“Onun göğüslerde bulunmasının işareti, gurur yeri olan dünyadan (kalben)
uzaklaşmak ve sevinç diyarı olan ahirete yaklaşmaktır.” 72
Mevlana Denizinden Damlalar
Sen bizim suretimize (yüzümüze) değil, siretimize (ahlakımıza) bak.
72
Vakkasoğlu, İstanbul, 2008, s.288
132
Denizden kenarına kadar, ayakların izi vardır. Ama denize girdikten sonra
ne iz kalır, ne işaret.
Bazı insanlar vardır ki selam verirler ve selamlarından is kokusu gelir.
Bazılar da vardır ki selam verirler ve onların selamlarından misk kokusu
gelir.
Öküz, Bağdat`a geliverir. Bir ucundan öbür ucuna kadar şehri dolaşır.
Bütün o yaşayıştan, güzelliklerden ve lezzetlerden, ancak ve ancak
sokaklardaki karpuz kabuğunu görür.
Adalet nedir? Ağaçları sulamak. Zulüm nedir? Dikene su vermek.
Aşkı, aşktan başka bir şey söndürmez.
Tuzağa saçtığın taneler cömertlik sayılmaz.
Yeşilliklerden, çiçeklerden meydana gelen bahçe geçici, fakat akıldan
meydana gelen gül bahçesi hep yeşil ve güzeldir.
Pislik içinde doğan kurt, ebediyen huyundan dönmez, ambere bakmaz.
Bu alem, sizin canlarınızın hapishanesidir; uyanın, o tarafa gidin! Zira o
taraf sizi sahranız, mesire yerinizdir.
Ayıpsız dost arayan, dostsuz kalır.
Heva ve heves taze olup durdukça iman taze değildir; çünkü heva, iman
kapısının kilididir.
Ey Allah`ım! Bizim taş yüreğimizi mum gibi yumuşat. İnleyişimizi hoş ve
acınan bir inleyiş eyle.
Dini, babandan ucuz, bedava bir miras olarak buldun da onun için başını
şükretmekten çevirdin.
Ey Ulular! Bu cihan bir ağaca benzer; biz de bu alemdeki yarı ham, yarı
olmuş meyveler gibiyiz. Ham meyveler, dala iyice yapışmıştır, oradan
kolay kolay kopmazlar. Çünkü ham meyve, köşke saraya layık değildir.
Eğer bir kötülük etmişsen kendi kendine etmişsindir. Senin kötülüğün
başkasına nasıl dokunur?
Bizdensen şekli bırak, gönüle yürümeye bak.
Su testisini taşlığa götüren kimse, onu kaştan korumasını bilmelidir.
Bil, ama her bildiğini söyleme ki bir kepazelik olmasın.
133
El, gönülden gizli iş yapmaz.
Ne kadar bilirsen bil, söylediklerin karşındakinin anlayabildiği kadardır.
2.6.2. Mehmet Akif
Vehbi Vakkasoğlu’nun biyografi veya portre kitablarından birisi Mehmet
Akif isimlidir. Ocak 2013, ondokuzuncu Baskı’sı yapılmış olan eser Nesil
Yayınlarından çıkmış, 272 sahifeden oluşuyor.
Kitap altı bölüm. Hayatı bölümünde yedi alt başlık bulunuyor. İkinci bölüm,
Cemiyetin Dertleri Karşısında Akif adını almış. Üçüncü Bölüm Fıkralar, Nükteler,
Hatıralar adını almış. Dördüncü Bölüm, Şiirlerinden Seçmeler diye isimlendirilmiş.
Beşinci Bölüm, Nesirlerinden Seçmeler, diye ifade edilmiş. Altıncı Bölüm, Hakkında
Söylenenler diye yerini almış.
Kitap klasik biyografi kitapları gibi değil, toplumun hafızasına yardım ve o
hafızadan alınan bilgilerle yorumlarla oluşturulmuş.
Giriş’te yazar Akif’i son dönüm tarihinin unutturulmak istenen fikir ve sanat
adamlarına dahil eder.Fakat bu zamanla tam ters tepki yapmış bilakis Akif daha iyi
tanınmıştır. Akif muztarip ve dava adamı bir şairdir, şahsından ziyade davası
yüzünden anlaşılmaması birileri tarafından hedeflenmiştir.Ama o bunlara aldırmamış
ve bildiği yolda yürümüştür.
İlk tahsil yıllarını anlatır.”Rüştiye mektebim, Fatih’te Otlukcu yokuşunda
bulunan Fatih Merkez Rüştiyesidir. Buradaki hocalarımdan hatırladıklarım, baş
muallim Hoca Süleyman Efendi, ikinci muallim Mustafa Efendi, üçüncü muallim
Hafız Osman Efendi.. En mühim hocalarımdan biri Hoca Kadri Efendi idi,
kendisinden Türkçe okumuştum. Bu zat lisan itibariyle üzerimde çok tesirli oldu. O
kadar yüksek bir adamın alalade nasihati bile tesir yapar.
Rüştiye tahsiline devam ederken, babamdan gene Arapça okurdum. Ve
epeyce ilerletmiştim. Seviyem mektep programlarından çok yüksekti. Fatih
Cami’inde ikindiden sonra Hafız Divanı gibi, Gülistan gibi, Mesnevi gibi
muhalledatı okutan Esat Dede’ye devam ederdim. Rüştiye tahsilimde en çok lisan
134
derslerine temayülüm vardı. Dört lisanda da Türkçe, Arapça, Acemce, Fransızca’da
birinci idim. Şiiri çok severdim.
Annem çok abid ve zahid bir hanımdı, babam da öyle . Her ikisinin de dini
salabeti vardı,İbadetin vecdini, zevkini, heyec anını tatmışlardı. Pederim Hacı
Feyzullah Efendi Merhumun müridadındandı.”73
Şiirle meşguliyeti baytar mektebinin son iki senesinde hızlanmıştır.
Mithat Cemal onun baytar mektebi günlerinin anlatır.”Sarıgüzel’in Sarı
Nasuh Mahallesindeki manevi evde yetişen çocuk müsbet ilimli bu mektepte olanca
hızıyla çalışıyor, kimya tahlilhanesinden çıkıp nebatat laboratuvarına giriyor,
toprağın altını üstünü okuyor, yerden bıkınca mektebin rasathanesine tırmanıyordu.
“Aynı zamanda hafızdır.” “Tahsili aliyi bitirdikten sonra hafız oldum, fakat ondan
evvel Kur’an’ı okuya gayet pişkin hale getirdiğim için zaten hıfz ile aramda uzun bir
mesafe yoktu. Az bir müddet içinde Kur’an’ı ezberleyiverdim.”
Baytar mektebini birincilikle bitirir, 750 kuruşlu bir memuriyete tayin ederler.
Vazife merkezi nezaret olmakla beraber üç dört sene kadar Rumeli’de Anadolu’da,
Arabistan’da sari hayvan hastalıkları işi üzerinde hayli dolaştım. Köylü ile bu
müddet zarfında gayet sıkı temas ettim.74
Bir taraftan memuriyet bir yandan da fahri öğretmenlik yapar.şiir zevkinin ilk
dönemini anlatır”ilk şiirlerimde birkaç şairi kendime örnek aldım. Evvela Ziya Paşa
gelir. Naci’nin nazmı da pek hoşuma gitti. Adeta onu kendime meşkettim.
Kemal’den, Hamid’den çok müstefid oldum. Eskileri de çok okumuş sevmiştim. İlk
eserlerimde onların büyük izleri görülürdü. Okuduğum şark ve garp muhalledatı
içinde Sadi’nin eserleri kadar üzerimde hiçbiri müessir olmamıştır.”
Dil ve dini önemli bulur.”Bence iki şey mukaddestir.Din ve dil.. Din bütün
kudsi duyguları, düşünceleri insana telkin eder, bu duyguların düşüncelerin mümkün
olduğu kadar vasıta-i tebliğ olan ı da dildir.”75
73
Vehbi Vakkasoğlu, Mehmed Akif, Nesil Yayınları, 19 Baskı, İstanbul, 2013, s. 15. 74
Vakkasoğlu, 2013, s. 16. 75
Vakkasoğlu, 2013, s. 17.
135
Bu dönemde Darül Hikmet il İslamiye’de çalışmış, günler iyice kararınca
Ankara’ya gitmek zorunluğu doğmuş, Sebil ür Reşat’ı Anadolu’da yayınlamaya
başlamıştır. Özbekler tekkesinde kalmışve oradan Ankara’ya geçmiştir. Tekkenin
şeyhi Şeyh Ata ona diğer eşhasa büyük yardımlar etmiştir.Ankara’ya gelince Tacettin
Dergahında kalır, istiklal Marşı burada yazılmıştır.Zaferden sonra istanbul’a gider,
arkasından Mısır’a gider. Oradan memleketine gelip çalışmak isterse de artık ahiretin
eşiğindedir. 1936 nın 27 Aralığında göç başlamıştır. Cenazesine gereken ilgi
gösterilmemişse de onu sevenler dindar ve vatanperver gençler bayrağa sarılı
tabutunu ebedi istirahatgahına omuzlarında götürmüşlerdir.
Vakkasoğlu, Akif’in farklı müslümanlığına dikkat çeker. “Mehmet Akif’i her
bakımdan yücelten ve onu günden güne daha unutulmaz bir şahsiyet yapan en
mühim hususiyeti şüphesiz ki katıksız ve tavizsiz bir Müslüman oluşudur.” Onu
böyle yayan aldığı eğitimdir. “Gerek babasından gördüğü hususi dersler ve gerekse
tahsil hayatı boyunca hocalarından gördüğü dersler, onun şuurlu ve alim bir
Müslüman olarak yetişmesinin temel unsurlarını teşkil eder. Akif Tanzimat
edebiyatının değil Muallim Naci’nin dünyasındaki edebiyat tarzına yönelmiştir.
Kur’an’a Hitap şiiri onun bir nevi edebiyat ve sanat kıblesi gibidir. Akif, Kur’an’ın
ayetleri üzerine yıllarca çalışmış, anlamaya ve anlatmaya çabalamıştır.
Mehmet Akif, Osmanlıyı ve islamı yıkılmaktan korumak için Teşkilat-ı
Mahsusa denilen, Enver Paşa’nın harbiye nazırlığı zamanında kurulmuş olan
kuruluşa katılmış, görevler üstlenmiştir.Almanya’ya görevli olarak gitmiştir.Alman
devlet adamları ile görüşmüş, çeşitli görevler üstlenmiştir.Yine aynı vadide Arabistan
seyahatı olmuştur 1916’da.Osmanlıyı arkasından vuran Şerif Hüseyin Paşa’nın
ihanetine engel olmak emelindedir. Türkün ekmeği acıdır, yıllarca yollarına altın
septiği arapların Osmanlıya bu ihaneti Akif’i derinden sarsmıştır. Buradaki
izlenimlerinden Necit Çöllerinden Medineye isimli eserini yazmıştır,Akif ile
Bediüzzaman aynı gayeyle Teşkilat-ı Mahsusa’da çalışırlar. İkisinin de hedefi
islamın ve Osmanlının kurtuluş gayesidir.Dar ül Hikmet ül islamiye’de de yine
birlikte çalışmışlardır.
Akif’in dünya görüşü konusunda yazar yorumlar yapar, İstanbul ve Fatih
çevresinde oluşmuştur. “Bu alem bütün islam milletlerinin merkezi, hilafetin
136
payitahtı olan İstanbul ve onun da içinde ikinci ve öz asıl ve çekirdek olan Fatih
semtidir. Bu semtin tasdik ettiği ve herhaliyle yaşadığı görüş ise o zamanlar kısmen
bozulmuş olsa ta islami görüş tarzıdır” 76
. Akif din yanında pozitif bilimlerin bakış
açılarını görmüş, bilmiş ve ona göre davranmıştır. “Hürriyete kavuşturacak en
emniyet li yol bilgidir ve ilerlemedir. İslam dini hiçbir zaman pozitif bilgilerle
çatışmaz. İslamiyet terakkiye mani midir, yani ilerlemeye engel midir. Bilakis islam
ilme fenne karşı değildir.islamiyet kaba bir taassup halet karanlık bir cehalet değildir.
Akif Kur’an’ın layıkıyla anlaşılmadığını düşünür.
“Ya açar nazm-ı celilin bakarız yaprağına, Yahut üfler geçeriz bir
ölünün toprağına, İnmemiştir hele Kur’an bunu hakkiyle bilin, Ne mezarlıkta
okumak ne de fal bakmak için”
O ilerlemiş batıya karşı kur’an’ın savunma için yeterli donanımlara sahip
olduğunu düşünür.
“Doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp ilhamı
Asrın idrakine söyletmeliyiz islamı” Der.77
Ancak anlaşılmadığına kanaat getirir.
Hani Kur’an daki ruhun şu heyulada izi
Nasıl islam ile telif ederiz kendimizi 78
Akif hürriyet taraftarıdır,ama hürriyetin insanın her şeyini besleyen yapısının
dışında ikinci meşrutiyetten sonra ortaya çıkan dinginsiz ve dengesiz hürriyeti
alkışlamas çünkü bu imparatorluğun yıkılışını hazırlayan nedenlerdendir.
Bir de istanbul’a geldim ki bütün çarşı Pazar
Naradan çalkanıyor öyle ya Hürriyet. Var!
Galeyan geldi mi mantık savuşurmuş doğru
76
Vakkasoğlu, 2013, s. 73. 77
Vakkasoğlu, 2013, s.81. 78
Vakkasoğlu, 2013, s.83.
137
Vardı aklından o gün her kimi gördümse zoru 79
Bu yüzden sadece hürriyetin ilanını değil hazmettirilmesini ister.
Sade hürriyeti ilan ile bir şey çıkmaz
Fikri hürriyeti hazmettiriniz halka biraz 80
Akif cehalete karşıdır, din ve namusun gidişi bu yüzdendir.
Eyvah bu zilletlere sensin yine illet ..
Ey derd-i cehalet sana düşmekle bu millet
Bir hale getirdin ki ne din kaldı ne namus81
Cehaletle gidilemeyeceğini asrın durduğu noktaya göre yorumlar.
Bu cehalet yürümez asra bakın asrı ulum 82
Batının ilmini ve sanatını almaktan yanadır, yoksa sefahetinden yana değildir.
Alınız ilmini garbın alınız sanatını
Veriniz mesainize hem de son süratini 83
Akif, her şeyi olduğu gibi siyaseti de,islama,imana, vatana hizmet için
istemiş, bunun dışında siyasi meselelere eğilmemiştir.Ona göre İslamiyet devlet dini
olarak muhafaza edilmeli, millet islam ahlakına sıkı sıkıya sarılmalıdır. Günlük ve
değişken politikanın daima dışında kalmış, siyasi çekişmelerden nefret etmiştir.
Menfaati esas alan siyasetin nasıl canavarlaştığını yakinen gördüğü için siyasetten
Allah’a sığınırdı. Meşrutiyetin ilanından sonra her nasılsa İttihad Terakki’ye
girmişti.Fakat siyasetle meşgul olmazdı. İttihad Terakkiye girmesi de bir
olaydır.Kendisine yemin teklif edilince kayıtsız şartsız cemiyetin emrine itaat
etmeyeceğini söylemiştir.onun bu salabeti yemin tarzının değiştirilmesine neden
olmuştur.84
79
Vakkasoğlu, 2013, s.96. 80
Vakkasoğlu, 2013, s.99. 81
Vakkasoğlu, 2013, s.102. 82
Vakkasoğlu, 2013, s.106. 83
Vakkasoğlu, 2013, s. 109. 84
Vakkasoğlu, 2013, s.122.
138
Abduh’un siyasi istiazesini okumuştur. “Allah’a sığınırım şu siyasetten,
siyaset sözünden, siyaset manasından, siyaset sözünün ağızdan çıkan her harfinden,
siyaset namına içten geçen her hayalden, siyaseti öğrenen, yahut siyasetle aklını
bozan yahut siyasetle akıllaşan herkesten, siyaset kelimesinin kökünden ve o kökten
çıkan iştikakların hepsinden Allah’a sığınırım.”85
Bunların nedeni menfaat adamı olmayışından, doğruyu ne olursa olsun
kabullenişindendir.O bütün eli kalem tutanların siyaset dedikodularını bırakıp milleti
irşat edecek doğru şeyler yazmasını ister.
Toplumun siyasetinin menfaat ve kuvvet üzerine kurulduğunu anlatır Akif. “
Bir cemaat ki erenler işi yumrukla görür
Kafa bitmiş demek artık çekiver kuyruğu
Kuvvetin hakkı mıdır enselemek bulduğunu ?
BizeAsım ne şunun yumruğu lazım ne bunun
Birinin pençesi ister yalnız kanunun
Ver bütün kuvveti kanuna ki vahdet yürüsün
Yoksa millet değil ancak dağınık bir sürüsün
Memleket zaten ayol baksana allak bullak
Sen de hissinle yürürsen batırırsın mutlak86
Sadece sözle yürüyen siyaseti eleştirmek için bir örnek verir.
Hazreti Osman’ın Ra hilafeti zamanında valilerden biri ilk defa olarak hutbe
irad etmek üzere minbere çıkmış,lakin bir türlü Ehamdülillah’ın arkasını
getirememiş, nihayet ey cemaat-i müslimin
Görüyorsunuz ben böyle natık bir adam değilim . Yalnız kavval geveze bir
emirden ziyade de faal bir emire muhtaç olduğunuzu unutmayınız, diyeyek inmiş .
85
Vakkasoğlu, 2013, s.123. 86
Vakkasoğlu, 2013, s.125.
139
Bunu işiten meşhur Ahnef” Vallahi şu minbere şimdiye kadar bu kadar beliğ bir
hatip çıktığını görmedim” demiştir. 87
Akif sadece konuşan toplumu eleştirir. “bir millet bütün vücudu durur da
sadece yalnız çenesi işler elbette yaşayamaz.” 88
Milletlerin bozulmasını da tahlil eder. “Zaten bir millet müstehak olmadıkça
Allah onları bozmaz. Millet fertleri teker teker müstehak olarak bozulmuşsa onları
hangi siyaset düzeltecektir? Bir millet kendisinde olan güzel seciyeleri bozmazsa
Allah da onların saadetini bozmaz. Bu beliğ tebliğ kıyamete kadar meriyetini
koruyacak, bir kanun-ı ilahi ve fıtrattır.” 89
Biz ne çekersek kendi amelimizin cezasıdır.Evet şehameti,himmeti,sayi,
sıdkı, istikameti,iffeti, teavünü, gayreti, faaliyeti bırakmanın karşılığı cezası zillet ve
mahkumiyettir. Akif felaket sebebi olarak kendini murakabe etmemek yani
denetlemeyi gösterir.
Akif, yapılan yanlışlardan hep tavanı suçlayan geleneksel telakkiye bir örnek
verir. Konu Sultan Hamid’den yansımadır. “Ortalığın fenalaştığı, işlerin devamlı
sarsıntı geçirişini Padişah ikinci Abdülhamit Han’a yükleyerek “Ah o Yıldız’daki
Baykuş ölüvermezse eğer akıbet çok kötü ..” diye dert yanan Köse İmam’a Babası
Hoca Tahir Efendi’nin verdiği cevabı şiirleştirerek nakleder.
Oğlum bu temenni neye benzer bana bak :
Eşeklerin canı yükten yanar, aman, derler
Nedir bu çektiğimiz dert, o çifte çifte semer
Biriyle uğraşıyorken gelir çatar o biri ;90
Nasihatim sana, her şeyle iştigali bırak
Adamlığın yolu nerdeyse bul da girmeye bak
87
Vakkasoğlu, 2013, s.126 88
Vakkasoğlu, 2013, s.126 89
Vakkasoğlu, 2013, s.126 90
Vakkasoğlu, 2013, s.128.
140
Adam mısın ebediyyen cihanda hürsün gez
Yular takıp seni bir kimsecik sürükleyemez
Adam değil misin oğlum gönülsünün semere
Küfür savurma boyun kestiğin semericilere 91
Akif, adaletkonuunda Hz Ömer’in bir vakasını anlatır. Hz Ömer daima
mazlumun yanında olduğunu zalimin ise karşısında olduğunu anlatır, bu anekdotta.
Ama Akif zamanı için “Ömer de olsan halin müşkül” der
Akif günümüzde de geçerli insan tiplerinin anlatır.
Sallanan çünkü kılınçlardı, re kuyruk ne de kavuk
Öyle bir devr-i şehamette kolaydır ululuk
Senin etrafını alsın ki yığınlarca sefil
Kimi idmanlı edepsiz, kimi talimli rezil
Kiminin fıtratı azade haya kaydından
Kiminin iffeti ikbaline etten kalkan
kumarbaz bu harami, şunu dersen ayyaş
Sonra mecmuu müzevvir, mütebasbıs kalleş
Bu muhitin bakalım şimdi içinden çıkabil
Ne yaparsın Ömer olsan yine halin müşkil 92
Hatta “böyle bir muhitte peygamberim diye ortaya çıksan da karşında tapılan
sahte ilah menfaat çıkar”
Bir muhalif hava yok dinlediğin aynı sada
Zat-ı saminize millet de hükümet de feda
Menfaattir seni tehdid edecek tek mevcut
Çünkü çıksan da nebiyim diye hasbın bu mabud!
Bütün bu olumsuzluklara karşı çıkacak imandır.
91
Vakkasoğlu, 2013, s.129. 92
Vakkasoğlu, 2013, s.130.
141
İmandır o cevher ki ilahi ne büyüktür
İmansız olan paslı yürek sinede yüktür 93
Oflu Mandal hoca onun ideal imanlı insanıdır. Hiçbir şeyden korkmaz.
Bu imanla Mehmetc ik çanakkalede vatanını dinini savunmuştur.
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler
Ne celik tabyalar ister ne siner hasmından
Alınır kala mı göğsündeki kat kat iman? 94
Süleymaniye camii de bu imanla yapılmıştır.
Dur da mabuduna yükselmek için ilme basan
Mabedin halini gör işte serapa iman 95
Bu bozulma ancak akıl ile imanın kalbin birleşmesi ile giderilebilir.
Beyinle kalbi hem ahenk edip işletmeli
Atıldı vahdet-i milliyenin temeli 96
İmanın başı da Allah korkusudur.
Ne irfandır ahlaka yükseklik veren ne vicdandır
Fazimlet hissi insanmlarda Allah korkusundandır
Yüreklerden çekilmiş farzedilsin de havf-ı Yezdan’ı n
Ne irfanın kalır tesiri katiyyen ne vicdanın
…
O cemiyet ki vicdanında hakim havf-ı Yezdandır
Bütün dünyaya sahiptir bütün akvama sultandır
Fakat efradı Allah korkusundan bihaber millet
Çeker milletlerin menfuru kıptiler kadar zillet
93
Vakkasoğlu, 2013, s.133. 94
Vakkasoğlu, 2013, s.134. 95
Vakkasoğlu, 2013, s.137. 96
Vakkasoğlu, 2013, s.136.
142
Maali meyli hiç kalmaz şehamet büsbütün kalkar
Ne hakimlik tanır artık, ne mahkum olmaktan korkar.
Maneviyatı ölmüş milletlerin halini anlatır.
O doymak bilmeyen mabuda kurbandır haya hissi
Hamiyet ademiyet hissi ulvi hislerin hepsi
Bu hissizlikle cemiyet yaşar derlerse pek yanlış
Bir ümmet göster ölmüş maneviyatıyla sağ kalmış 97
Akif, Safahat’ında peygamberimizin hakkında da şiirler
yazmıştır.Peygamberimizin portresini anlattığı Bir Gece isimli eseri bir şahaserdir.
Bu şiir şu dörtlükle sona erer.
Dünya neye sahipse O’nun vergisidir hep
Medyun ona cemiyeti medyun ona ferdi
Medyundur O masuma bütün bir beşeriyet
Y a Rab bizi mahşerde bu ikrar ile haşret 98
Akif ümitlerin bittiği uzun yıllarda insanlara ümit verir.
Ye’s öyle bir bataktır ki düşersen boğulursun
Ümide sarıl sımsıkı seyret ne olursun
Atiyi karanlık görerek azmi bırakmak
Alçak bir ölüm var sa eminim budur ancak
Dünyada inanmam hani görsem de gözümle
İmanı olan kimse gebermez bu ölümle99
Akif bir eylem adamıdır, hareket adamıdır. Bizi bitiren ruhu eleştirir.
His yok hareket yok, acı yok, leş mi kesildin
97
Vakkasoğlu, 2013, s.140. 98
Vakkasoğlu, 2013, s.144. 99
Vakkasoğlu, 2013, s.148.
143
Hayret veriyorsun bana sen böyle değildin
Kurtulmaya azmin neye bilmem ki süreksiz?
Kendin mi yoksa senin ümidin mi yüreksiz?
Atiyi karanlık görüvermekle apıştın!
Esbabı elinden atarak ye’se yapıştın
En zor zamanlarda bile ümidini yitirmeyen Akif, daima ümidi imanın
semeresi olarak görmüştür.Bu bakımdan emelsiz, ümitsiz yaşayan sinenin, ancak
mühlidde olacağını söyler. Tek Allah’a imanla yesin bir kalpte beraber bulunmasını
imkansız görür.
Ey Hakk’a taparken şaşıran kalb-i muvahhid
Bir sine emelsiz yaşar ancak o da mülhid
Birleşmesi kabil mi ya tevhid ile yesin
Haşa bunun imkanı yok elbette bilirsin
Öyleyse neden boynunu bükmüş duruyorsun ?
Hiç merhametin yok mudur evladına olsun?
Akif’in imanından aldığı ümidinin kuvvetini Çantay Hoca anlatır.
“düşman bir ara ilerlemeye başlamış, hatta Ankara’nın bile işgal edileceği
zannı uyanmıştı. Meclisin ekseriyeti Ankara’dan çıkmak meclisi Keyseri’ye taşımak
fikrinde idiler. Hatta çıktılar bile . . Fakat Akif ne olursa olsun ricat taraftarı değildi.
“Ankara’da kalmak orada düşmanla erkekçe çarpışmak şehit olmak en namuslu bir
harekettir “, diye meclisi nakletmek isteyenlere muhalefet eden Akif düşmanın geri
püskürtülmesine anına kadar da bu kararında ısrar etti ve asla ye’se düşmedi. “100
2.6.2.1. Ġstiklal MarĢı
İstiklal Marşı savaş sırasında yazılmıştır ve millete ümit aşılar.
“Akif devamlı tavsiye ettiği ümidi imanın bir semeresi olarak gördüğü ümidi,
en imkansız anlarda bile bütün coşkunluğu ile yaşadı . Evet istiklal Marşı’mız bu
ümid çağlayanının edebiyat dünyasına aksetmiş bir vesikasıdır.
Kendisinden dinleyelim
100
Vakkasoğlu, 2013, s. 149.
144
“Doğacaktır sana vaad ettiği günler Hakk’ın, bu ümidle yazılır, imanla
yazılır. O zamanı düşünün, imanım olmasaydı yazabilir miydim ? Zaten ben başka
türlü düşünüp başka türlü yazanlardan değildim, bu elimden gelmez . içimde ne
varsa, bütün duygularım yazılarımdadır. Marşımız şiir olarak büyük bir değer taşır
.Banarlı der “peşin söyleyeyim ki Türk İstiklal Marşı şiir kalitesi ve söyleyiş
güzelliği bakımından, yeryüzündeki milli marşların hiçbiriyle ölçülemeyecek kadar
üstün ve derin manalı bir şiirdir. Bu marş Türk milleti gibi hürlük ve hükümranlık
vasıflarıyla yaratılmış bir milletin, bir gün bir istiklal mücadelesi yapmak zorunda
kalışındaki muazzlam am tezadı yakından kavramış destan ruhlu bir sanatkarın
heybetli terennümüdür.” 101
İşte İstiklal Marşı, enküçüğünden en büyüğüne kadar büyük bir milleti
asırlarca ayakta tutacak kadar sağlam, derin ve tarihi mısralarla örülmüştür. Bu şiirin
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda
Şüheda fışkıracak toprağı sıksan şüheda
Gibi mısraları şiir ve mısra halinde kurulmuş bütün bir Türk tarihi ve bütün
bir Türkiye toprağıdır. Bu kadar büyük bir tarihi, bu kadar ulu bir vatanı bu kadar
kuvvetli iki mısraya sığdıran şair, milleti tarafından ne ölçüde sevilse ve ne derece
övülse yeridir.”(Banarlı )
Kuntay, anlatır. “Marş için maarif vekaleti müsabaka açtı . Fakat 724 şairin
girdiği yarışa, kacanacak olan şair tuhaf bir sebeble henüz girmiyordu. Çünkü
kazanana para vereceklerdi.Akif, nasıl girerdi, memleketin kurtulacağını parayla mı
söyleyecekti.
Maarif vekili Hamdullah Suphi’ye göre marşı Akif yazdı. Yalnız ikramiyeli
bir işe Akif’in girmeyeceğini biliyordu ve onun ikramiyeyi almamasını temin etti.
Pek Aziz ve Muhterem Efendim
İstiklal marşı için açılan müsabakaya iştirak buyurmamalarındaki sebebin
izalesi için, pek çok tedbir vardır. Zat-ı üstadanelerinin matlub şiiri vücuda
getirmeleri maksadın husülü için son çare olarak kalmıştır. Asil endişenizin icab
ettiği ne varsa hepsini yaparız. Memleketi bu müessir telkin ve tehyiç vasıtasından
mahrum bırakmamanızı ve bu vesile ile en derin hürmet ve muhabbetimi arz ve
tekrar ederim.” 5 Şubat 1337 Umur-ı Maarif Vekili Hamdullah Suphi .
101
Vakkasoğlu, 2013, s.155.
145
Bu mektup üzerine şiir artık iş değildi. Akif müsabakaya girdi. Maarif
vekaleti müsabaka için bir heyet seçmişti. Doktor Şair Hüseyin Suat, Bursa Mebusu
şair Muhiddin Baha, onlar da bu heyette bulunacaklardı.Onlar da birer istiklal marşı
yazıp vermişlerdi. Sonradan Akif’in marş yazacağını duyunca ikisi de şiirlerini geri
aldılar ve heyete girdiler.
Tacettin Dergahında köşede paslı küçük semaver, yerde postaki, yazın
geldiğini isbat etmek için
Tekkenin yanındaki mezarlıkta bir miktar yeşillik… Fakat Akif tekkenin
penceresinden bu yeşilliğe bakarak
K İm bu Cennet vatanın uğruna olmaz ki feda ?
Şüheda fışkıracak toprağı sıksan şüheda !102
Derken toprağın altını düşünüyordu.
Marşın ikramiyesi parayı almadı, bundan bahsedenlere de çık kızardı.Soğuk
günlerde Baytar Şefik Bey’in paltosunu alırdı. Bir gün Şefik Bey şu mükafatı
reddetmeyip kendine bir muşabba veya palto alsaydın daha iyi olmaz mıydı?
Hiddetinden ne hallere girdiğini görmeliydiniz. Bu sözünden dolayı Şefik Bey ile iki
ay konuşmadı.
Akif de vatan hissi de azametlidir,
Enbiya yurdu bu toprak, şüheda burcu bu yer
Bir yıkık türbesinin üstüne Mevla titrer
Dışı baştan başa bir nesl-i Kerim’in yadı
İçi boydan boya milyonla şehid ecsadı
Öyle meşbu-ı Şehadet ki bu öksüz toprak
Oh bir sıksa adam otları kan fışkıracak
Böyle bir yurdu elinden çıkaran nesli sefil
102
Vakkasoğlu, 2013, s.157.
146
Yerin üstünde muhakkar yerin altında rezil 103
Kitapta,Cemiyetimizin Dertleri Karşısında Akif, Sanat Cemiyet
İçindir,Çalışma, Kader, Tevekkül,Tefrika Kaht-ı Rical,Terbiye bahisleri de
vardır.Şairden Fıkralar, Nükteler, Hatıralar, Beğendiği Sözler, Sevdiği Şiirler,
Şiirlerinden ve Nesirlerinden seçmeler bölümleri de vardır.
2.6.3. Akif Dede
Vakkasoğlu Akif Dede ismi altında bir deneme-biyografi türü eser yazmış.
Yunus Emre’deki otantik üslubun yerini bu eserde yorum-değerlendirme-
yönlendirme ağırlıklı bir eser almış. Akif’i Dede olarak yorumlamasının kendinde bir
bakış açısı olduğu söylenebilir. On bölümden oluşan eserde edebiyat kaynaklarına
ters düşmeyen bir deneme anlatımı takib edilmiş. Bizim gördüğümüz eserin 74 üncü
baskısıdır. Nesil yayınlarından 2016 da çıkmış 176 sahifelik bir eserdir.
Yazar Akif’i hayatına ışık tutan insanlardan sayar. “Eğitimciliğimin de
yazarlığımın da önünde ışık olanlardandı.”104
Kökü Buhara’da olan anne ile
Arnavutluk’tan istanbul’a ilim aşkı ile gelen bir babanın oğludur. “Dünyanın merkezi
olan İstanbul, ipekli Tahir Efendi ile, Buhara’lı EmineŞerife Hanım’ı bağrına bastı.
Evlerinde “en çok Kur’an sesi duyulur ve beş vakit namaz kazaya kalmadan
kılınırdı”. 105
O “Ev, okul, ve mahalle mektebinin üçgeninin birbirini tamamlayan
ortamında çocukluğunu mutlu yaşadı. Anne ve babasını anlatır. “Annem abid,
ibadetli vedindar bir hanımdı, babam da öyle . Her ikisinin de dini salabetleri
vardı”106
Çocukluk günleri eserine yansımıştır.
Sekiz yaşında kadardım babam gelir, “Bu gece
Sizinle camiiye gitsek çocuklar erkence
Giderseniz gelin amma, namazda uslu durun
Meramınız yaramazlıksa, işte ev oturun 107
103
Vakkasoğlu, 2013, s.160. 104
Vehbi Vakkasoğlu, Akif Dede, Nesil Yayınları (74 baskı), İstanbul, 2016, s. 7. 105
Vakkasoğlu, 2016, s. 13. 106
Vakkasoğlu, 2016, s 15 107
Vakkasoğlu, 2016, s 15.
147
1882’de Fatih Merkez Rüştiye’sine kaydolur. Mesnevi Derslerine devam
eder, Fuzuli’nin Leyla ile Mecnun’unu okur. Devrinin tanınmış hocalarından birçok
edebi eseri Arapça ve Farsca asıllarından okur. Daha sonra Fransızca da öğrenir.
Mülkiye idadisinde okur, 1888 de bitirir. Sonra Halkalı’daki veteriner fakültesine
kaydolur. Bu sırada babası ölür, ali zorla geçinirken, Akif’de yatılı okumak zorunda
kalır. Okula para ile gidecek durumda olmadığı için 17 kilometreyi yürüyerek gider.
Okulun laboratuvarına, kütüphanesine ve mescidine en çok devam eden öğrenci idi.
Çok okurdu Fransızca eserler de dahil.Güreş dersleri alır ve okulun en ünlü
güreşçisini Agop’u yener. İyi bir yüzücüdür, iyi at biner. Akif ideal bir gençtir.
Gençlere örnek olacak niteliklere sahiptir.
Okulu birincilikle bitirir. Babasının yurduna gider, ilk defa baba yurdunu
görür.
Mizacı daima haktan yanadır. “
Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim
Onu dindirmek için kamçı yerim çifte yerim
Adam aldırmada geç git diyemem aldırırım
Çiğnerim çiğnenirim hakkı tutar kaldırırım 108
Dürüstdür, vefalıdır. Arkadaşı Hasan’a “hangimiz evvel ölürse geride kalan
onun çocuklarına sahip çıkıp, baksın. Onları ortada yalnız bırakmasın” Hasan vefat
edince, Akif onun çocuklarına bakar.Sofrada tam sekiz çocuk oturur.
1894-1898 arasında Osmanlı ülkesinin birçok yerinde görev yapar. 1906 da
mezun olduğu okula yazı öğretmeni olur.109
ittihad Terakki’ye kaydolur, ama
cemiyet yasasına şerh koyar” Ben cemiyetin yalnız faydalı işlerine uyarım, her
emrine mutlak surette uyma sözü veremem” 110
1910 yılında annesi Emine Şerife hanımı hacca gönderir. İttihatçı idarenin
yolsuzluklarını eleştirir kendini ihtara gelen memura “Bakanına benden selam söyle,
108
Vakkasoğlu, 2016, s. 45. 109
Vakkasoğlu, 2016, s 52. 110
Vakkasoğlu, 2016, s 52.
148
ben böyle üç öğün fasulye aşı yemeğe razı olduktan sonra, yapılan yolsuzlukları da
yazmaktan asla vazgeçmem. Yazmamı istemiyorlarsa yolsuzluk yapmasınlar. 111
Vakkasoğlu kitabı ibret alınacak ve insanı yönlendirecek bir üslubda kaleme
almıştır. Akif’in karizmatik ve muhafazakar karakterini kitabının asıl hedefi
yapmıştır.
Berlin’e Alman hükümetinin davetlisi olarak gider. Berlin’de Avrupa’nın en
lüks otelinde kalır ama memnun olacağına rahatsız olur. “Ben burada kalamam lütfen
beni daha mütevazi bir yere götürün”112
oraya gidişinin maksadı, “O vakit Birinci
Cihan Harb’inde Almanya ile müttefik bulunduğumuzdan Arapça bildiri yazılıyor ve
bunlar uçaklarla Fransız ordusunun bulunduğu yerlere atılıyordu. Bu bildirileri şair
Akif, Arapça olarak kaleme alıyordu. “113
Berlin’de Müslüman esirlerle karşılaşır. Asya ve Afrika’ın uzak köşelerinden
toplanmış ateş hattına sürülmüş bu insanlara hitap edecektir. Hitabesinde
Müslümanların hallerini Osmanlı’nın durumunu anlattı. Birçoğu kandırılıp zorla
cepheye sürülmüş insanlardı bunlar. Konuşmayı Fatiha ile bitirir.
Berlin’de arkadaşı Ömer Lütfü Bey’dir. Mehmet Akif çoğu zaman onunladır.
Berlin Hatıraları isimli eseri “Biraz da kahveye çıksak demişti arkadaşım” mısraı ile
başlar. İşte o Ömer Lütfü Bey’dir.Ondan hep neşe ve huzur almıştır. Ömer Lütfü
anlatıyor “Berlin’de Ömer Lütfü Bey’in en büyük endişesi Çanakkale idi . Çünkü
onun Berlin günleri tam da Çanakkale savaşlarına denk gelmişti. Gece gündüz
Çanakkale cephesini düşünürdü. Her sabah sorar “Ömer Bey bu Çanakkale ne olacak
?
Allah bilir ama, vaziyet tehlikeli görünüyor. Kısacası askerlik noktasından
düşünülünce ümit yok. Ancak fen kaidelerinin haricinde insanüstü bir şey olmalı ki
Çanakkale’de zafer kazanabilelim.114
“ Akif’in Çanakkale için ağlamadığı gün
yoktur. Ömer Lütfü söyler” Benim Akif’de gördüğüm yurt sevgisi o kadar yüksekti
111
Vakkasoğlu, 2016, s 56. 112
Vakkasoğlu, 2016, s 59. 113
Vakkasoğlu, 2016, s 60. 114
Vakkasoğlu, 2016, s 66.
149
ki onu tasvir etmek mümkün değildir”115
Onun Çanakkale Şehitleri Berlin’den
görülen Çanakkale’dir.
Korkma
Cehennem olsa gelen göğsümüzde söndürürüz
Bu yol ki Hak yoludur, dönme bilmeyiz yürürüz!
Değil mi cephemizin sinesinde iman bir
Sevinme bir, acı bir, gaye aynı vicdan bir;
Değil mi sinede birdir vuran yürek yılmaz
Cihan yıkılsa emin ol bu cephe sarsılmaz 116
Akif’in Almanya’da en üzüldüğü şeylerden biri de bizim insanımızın işini
yapmamasıydı. “Berlin’de devletimizi en üst seviyede temsil eden büyükelçimiz,
Kur’an tefsiri yazmaya çalışıyor, büyükelçilik imamı da politika meseleleri ile
uğraşıyordu. Bunun gibi Fatih’de bir kahvehanenin peykesine kurulmuş sarıklılar da
sabah akşam siyaset laklaklarıyla meşgul. Artık ne olacağımızı sen düşün.117
O Almanya’da yazdığı eserinde Almanya ile ülkemizi karşılaştırır. “Alman’ın
kahvehanesi, oteli, treni, sokağı, caddesi, kısacası bütünüyle tekniği hayatı
kolaylaştırmak için ortaya koyduğu araç, gereç, vasıta hayret verecek kadar
gelişmişti, güzeldi, kullanışlıydı. Osmanlı ise bu hususlarda onlarla
kıyaslanamayacak kadar geri idi. Aydınların dindar olmasını ister ve Namık
Kemal’den bir örnek verir. “Namık Kemal, Nuri Bey isimli dostu ile birlikte
Ayasofya meydanından geçiyormuş . O sırada cemaat camiiden çıkıyormuş. Ünlü
şair dostuna demiş ki
Nuri bu millet ne zaman adam olur bilir misin?
Nuri Bey şaşırmış ve soruyu tekrar soru sahibine döndürmüş.
Ne zaman adam olur bu miller?
115
Vakkasoğlu, 2016, s 67. 116
Vakkasoğlu, 2016, s 71. 117
Vakkasoğlu, 2016, s 74.
150
Bu camiden çıkan şu poturlu, dizlikli hamallarla beraber, senin benim gibi
yakalıklı, bastonlu beyler de çıkarsa” 118
Almanya seyahatinden sonra iki ülkeyi
şöyle anlatır. “Dinleri işimiz gibi, işleri dinimiz gibi” 119
Osmanlı gizli haber servisi, Teşkilat-ı Mahsusa’da görev alır. Mayıs 1915 de
trenle gizli yola çıkarlar. Tren El-Muazzam istasyonunda durur, kalınacak yer yoktur.
İmkansızlık her tarafı sarmış. İstasyon görevlisi yeni doğacak çocuğuna bir bez dahi
bulamayacağını söyler. Akif birkaç gün yolculuktan sonra Şam’a gider ve Şam
çarşısından bir kundak takımı hazırlatır, alır gelir. “ 120
Akif Medine’ye varır orası onun “canan yurdudur”. Sevgilisine Leyla’sına
ikinci defa kavuşmanın büyük heyecanını yaşar. Necid Çöllerinden Medineye şiirini
yazar. Cenap Şahabettin bu şiir için “Bu şiir bir hadisedir, bundan sonra Akif’a
erişilmez” der. Süleyman Nazif, “Bunu yazmak için yalnız Mehmet Akif kadar şair
olmak yetmez, Mehmet Akif kadar dindar olmak lazımdır” der. 121
Leyla’sına varmıştır.
Menaha’dan geçiyorduk ikindi olmuştu
Çıkınca karşıma Canan’ımın yeşil yurdu
Gözüm karardı, atıldım harim-i cazibine
Yarıp cemaati düştüm direklerin dibine
Önümde ümmet-i mazlumesiyle Peygamber
Gözümde sel gibi yaşlar, içimde titremeler
Ne ihtiyarıma sahip ne itiyadıma ram
Bu girdbad-ı ibad ortasında bi aram
Sularla engine düşmüş sefine pare gibi 122
118
Vakkasoğlu, 2016, s 75. 119
Vakkasoğlu, 2016, s 78. 120
Vakkasoğlu, 2016, s 87. 121
Vakkasoğlu, 2016, s 88. 122
Vakkasoğlu, 2016, s 91.
151
Yıllarca peygambere kavuşmak için sabreden bir siyahi, sonunda Ravza’ya
varmış, ama canlı bulmak istediği Nebiyyi Zişanı bulamayınca orada düşer ve ölür.
Akif bu ilahi aşk tablosunu aynı heyecanla seyreder ve şiirine katar. Dönüşte Şam’da
İslam şairi olarak karşılanmış yüze yakın alim, aydın, ve şairden olağanüstü bir saygı
görmüştü.” 123
Akif’in dikkate almadığı güç sahipleri dergisini yirmi ay müddetle kapattılar.
Bu arada o da Hatıralar isimli Safahat’ın bölümünü yayınladı. 124
1918 yazında Mekke emiri olan Ali Haydar Paşa’nın daveti üzerine Lübnan’a
gitti. Ve orada bir ay kaldı. Mehmet Akif paşanın oğlu olan Şerif Muhiddin’in ud
çalmasına hayrandı. Sanatın her türlüsünü takdir eder Akif, bu musiki üstadını çok
takdir ederdi. Onun hayranlığının bir başka sebebi de bu ailenin Efendimiz
hazretlerinin asm soyundan gelmesiydi.125
Sonraki görevi Dar ül Hikmet ül İslamiye başkatibi ve üyeliği idi. Sebil ür
Reşat dergisi, Anadolu’daki Milli Mücadele mensupları ile bir haberleşme
mekanıdır. Derginin dağıtım ağı içinde mektuplar, gazeteler ve Milli Mücadele’ye
moral verici kitap tercümeleri de Ankara’ya ulaştırmasıydı.126
15 Mayıs 1919’da Yunan Ordusu İzmir’e çıkar, Anadolu’nun içlerine doğru
gider. 1920 nin ocak ayında Akif Balıkesir’e gider, Zagnos Paşa camiinde konuşur,
Müslümanları ikaz eder, neme lazımcılığı yerden yere vurur. Batının birlik
beraberlikle ilerlediğini, biz ise tenbellikten ve müşterek çalışmayışımızdan dolayı
zayıfladığımızı ve geri kaldığımızı anlatır. Sebilürreşat dergisinde Balıkesir
konuşmasını yayınlar. İstanbul işgal altında olduğundan dergisi sürekli sansür edilir.
İşgal güçleri tarafından takib ediliyor o da düşmana görünmemek için her türlü
tedbiri ihtiyar ediyordu.
1920 Nisan’ında Anadolu’ya geçti, beraberinde Ali Şükrü bey birlikte 24
Nisan’da Ankara’ya varırlar. Hacı Bayram kürsüsünden ve Sebilürreşat dergisinden
halkı ikaza çalıştı. Savaş cephelerine gitmiş ve halka, askere maneviyat aşılayan
123
Vakkasoğlu, 2016, s 93. 124
Vakkasoğlu, 2016, s 95. 125
Vakkasoğlu, 2016, s 96. 126
Vakkasoğlu, 2016, s 98
152
konuşmalar yapmıştır. İstenilen her yere gitmiş aynı şekilde halkı uyarmıştır. Halkı
Milli Mücadele lehine hazırlamıştır. Mustafa Kemal’in teklifi ile Burdur milletvekili
olur. Savaş sırasında Kastamonu’ya birkaç kere gitmiş, dergisini üç sayı bu şehirde
çıkarmıştır. Nasrullah camiindeki konuşması Kastamonu halkını değil bütün ülkeyi
bilgilendirmiş, heyecana getirmiştir. Konuşma Diyarbakır’a kadar gitti. İstiklal
savaşımızın manevi önderi olmuştur.
Ġstiklal MarĢı
7 Kasım 1920 tarihli gazeteler milli bir marş yazılması için ilanda bulundular,
kazanan şiiri 500 lira ödül verilecekti. 724 şiir müracaat etti. Akif bunların içinde
yoktu, çünkü para için marş yazmak onun karakterine zıt bir şeydi. Hamdullah
Suphi’nin ricası ile büyük şair bir şiir yazdı ve 1 Mart 1921 de mecliste okundu,
Hamdullah Suphi şiiri defalarca okudu, alkış ve takdirlerin sonu gelmedi. 12 mart
1921 de şiir Mustafa Kemal Paşa’nın başkanlık ettiği, meclis tarafından İstiklal
Marşı olarak kabul edildi. Akif 500 lirayı yoksul kadın ve çocuklara ait bir vakfa
verdi. İstiklal Marşı o günlerin heyecanını iyi yansıtan bir eserdir. Şiiri için “o şiir bir
daha yazılamaz, onu kimse yazamaz, onu ben de yazamam “der. 127
Şiir yazıldığında ülke zor durumdadır. Ankara’dan kayseri’ye ricat
gündemdedir. “Böyle bir çekilme asker ve halk üzerinde moral bozucu bir tesir
meydana getirir” diyerek, Meclis’in nakline karşı çıkar. Seksen yaşındaki annesini
bir kağnı arabası ile Kayseri’ye gönderir, “ama herkes gitse de ben Ankara’da
kalacağım “der.128
Vakkasoğlu edebiyat tarihinin soğuk üslubunun yerini olay örgüsünü
şahıslarla zenginleştirerek adeta bir roman yazmıştır, evet Vakkasoğlunun eseri bir
romandır. Vaka örgüsü, şahıslar ve anlatımı ile, biyografik bir romandır. Bundan
sonra roman olarak yayınlansa daha fazla okuyucu kitlesi ile karşılaşabilir.
Meclisin az konuşan azasıdır. “mecliste hemen hemen hiç söylemez, yalnız
müzakereleri dinler, kanaatine uygun meselelerde oyunu kullanırdı. İlk büyük, millet
127
Vakkasoğlu, 2016, s 110. 128
Vakkasoğlu, 2016, s 112.
153
meclisi çok heyecanlı idi. Her gün ateşli müzakereler olur, heyecanlı nutuklar
okunurdu. 129
Ankara’da Ali Şükrü Bey öldürülür, onu Topal Osman ve adamları
öldürmüştür. Sonra erken seçim kararı alındı, Akif istanbul’a döndü, dergisini orada
yayınladı. İkinci meclisin milletvekilleri arasında yoktu.
Mısır’a GidiĢ
1923 Ekim’inde Mısır’a gitti, Abbas Halim Paşa’nın davetiyle Mısır’a gider.
Orada yazdığı şiirler bu dönemde iç dünyasına kapandığını gösterir. Gece, Vahdet,
Hicran, Secde gibi şiirler onun kendini Rabbine açtığı şiirlerdir. Psikanalitik
muhtevalıdır. Mücadelesi bir kırılma yaşadığı için kendi de bu kırılmanın daha
büyük sonuçlarına katlanmaktadır. 1925 Mayıs’ında İstanbul’a gelir, dergisi
kapatılmıştır, derginin sahibi Eşref Edip idamla yargılanmaktadır. Kendisi gibi
düşünmeyenlere kapılar kapatılmıştır. Büyük şaire bir emekli maaşı bile çok
görülmüştür . Dostları bile ondan uzak duruyorlardı. Vatan haini gibi peşine hafiyeler
takıldı, bu yüzden gönlü yine Mısır’a çevrildi. Aynı yılın sonunda tekrar Mısır’a gitti.
Tam on buçuk sene dönmedi 27 Aralık 1936’de istanbul’da vefat etti.130
Mısır’da Kur’an tefsiri üzerinde çalıştı. Ailesini Mısır’a getirtti, Hilvan’ın
kenarında çöle yakın bir ev tuttu. Mısır üniversitesinde Türkçe derslerine girmeye
başlar. Mısır hasretini Kur’an’a sığınarak gidermeye çalışır. Diyanet işlerinin sipariş
ettiği Kur’an tefsirini yazmaktan vazgeçer, aldığı parayı iade eder. 1936 da
Türkiye’ye döner ve eserini bir dostuna emanet eder. Bu eseri yakılmıştır. Mısır’da
dostu Abbas Halim Paşa’ın ölümü onu iyice yanlızlığın girdabına iter.
1936 Haziran’ında Mısır’dan ayrılır. İstanbul’da “ne mutlu ki
Peygamberimizin yaşında öleceğim “der. 27 Aralık 1936’da öteye göçtü. Cenaze
Beyoğlu hastahanesinde yıkandı. Kabe örtüsü ve bayrağa sarıldı. Resmi tekellüften
uzak dostlarının sevenlerinin umuzunda ukbaya intikal etti. Mezarı Ahmet Naim ile
Süleyman Nazif’in ortasındadır.
129
Vakkasoğlu, 2016, s 115. 130
Vakkasoğlu, 2016, s 119.
154
Vefatını iki üniversiteli kız konuşurlar
Aaa bak şair Akif ölmüş
Diğeri hayretle cevap vermiş
Sağ mıydı ki ?
Bilmem sağmış ki ölmüş…131
2.6.4. Ziya Gökalp
Yazarın yazdığı “Tarih Aynasında Ziya Gökalp” olan eser, İstanbul Eylül
2012 yılında çıkardığı Nesil yayınlarıdır. Eser 175 sahifeden, 3 bölümden oluşuyor.
Birinci bölümünde hayatı ve şahsiyeti, ikinci bölümünde ilham kaynakları, son
bölümü fikirleridir. bu eser, Ziya Gökalp, son günleri ve hastalığından bahsediyor.
Eser 1979 yılında ilk defa olarak yayınlanmış, ama değişik sebeplerden dolayı bir
süre yayınlanmamıştır. Eser felaket devrinin kısa özeti olduğu için ve yanlışlar
tekrarlanmasın diye yine yayınlandı. 23 Mart 1876`da doğan Gökalp, ana ve baba
tarafından müftü olan Diyarbakırlı bir ailenin çocuğudur. Doğum sırasında ilgi çekici
bir hadise vardır. Diyarbakır`ın “Çolu Hoca” adıyla tanınan değerli evladı, kapılarını
çalar ve şöyle der:
“ Size bir müjde vereceğim. Bu saatlerde bir oğlunuz olacak, adını Mehmed
Ziya koyunuz!”132
ne var ki Mehmed Ziya, bir zaman sonra Mehmed`i atacak,
Gökalp`i adına ekleyecektir. Meselesinin temeline inildiği zaman, yaşadığı dindar
çevreye tam bir ruhî mutabakat sağlamamış olanların içine düştükleri acayip bir
kompleksi görmemek mümkün değildir.
Ziya`nın amcası Hasip Efendi, Arapça ve Farsçayı iyi bildiği için ona
öğretmeye çalışmış. İslami eserleri okutmuştur. Bilhassa, Muhiddin-i Arabi, Farabi,
İbn-i Sina, İbn-i Ruşd, imam Gazali ve Mevlana`nın eserleri incelttirmiştir.
Hasip Efendi, Gazali`nin el-Munkizü mined-dalal adlı eseriyle derslerine son
vermiştir. Ve onu serbest bırakıyordu.
131
Vakkasoğlu, 2016, s 136. 132
Vehbi Vakkasoğlu, Tarih Aynasında Ziya Gökalp, Nesil Yayınları, İstanbul, 2012, s. 19.
155
Bu eser, sapıklıktan kurtuluşu anlatıyordu, imansızlıktan ve felsefenin
tasallutundan kurtuluşudur…
İlk gençlik yıllarında Gökalp`in kafasında üç fikirler cereyanın çekirdekleri
atılmıştı:
Mektepte aldığı batıcı ilim ve felsefe
O günlerde yasaklandıkça el altından yayılan vatan ve hürriyet fikirleri
Amcasının okuttuğu şark ve İslam eserleri 133
Bu üç ayrı fikir cereyanı, sonraki düşüncelerinin özünü teşkil etmektedir.
25 Ekim 1924 yani cumhuriyetin ilk yıldönümünü kutlamak için, hazırlıkları
başlarken, Ziya Gökalp hastalıktan dolayı öldü.
2.6.5. Sandal Hoca
Yazarın yazdığı “Bir Devrin ve Bir Şehrin Muhteşem Öğretmeni Sandal
Hoca” İstanbul Şubat 2013 yılında, Nesil yayınlardan çıkmış 248 sahifeden oluşuyor.
Eserdeki bölümler yedidir. Birinci bölüm Muhteşem Bir Gönül, ikinci bölüm Okula
Adanmış Bir Ömür, üçüncü bölüm Sevgi Merkezli Eğitim, dördüncü bölüm İnsana
ve Olaylara Bakışı, beşinci bölüm - eserde en uzun ve kapsamlı bölüm- Hocanın
Hocalık Halleri, altıncı bölüm Talebelerinin Kaleminden, yedinci bölüm Şiirleridir.
Ortaokulda birinci sınıfta, Vehbi Vakkasoğlu’nun hocasıdır, muhteşem bir
öğretmen, sadece öğretmen değil, bazı konularda baba olarak öğütler öğrenciye
vermiştir. Cami`de imam, okulda öğretmen olan Sandal, sürekli öğrencilere
“Aslanlarım, kaplanlarım, torunlarım” diyordu. Sizden çok büyük adamlar çıkacak”
diyordu.
Camiye gelmeyen olursa, sorar, niye gelmedi diye… Cemaatinden biri
camiye gelmemeye başlayınca, hoca efendi evine gitmiş. Kayboluşun sebebini
sorunca, adam “Hocam ben artık gelmeyeceğim camiye” Hoca efendi dedi ki “O
133
Vakkasoğlu, 2012, s. 21.
156
zaman yarın kazma kürek al da gel camiye”, şaşkın içinde kalan adam yine “Niçin
hocam” sordu. Hoca şu cevap verdi:
“Niçin olacak? Cemaatte senin gibi düşünenler çoğaldıkça, cami
kendiliğinden yıkılacak. Madem öyle yarın camiye gidip bir an önce yıkalım gitsin,
hem yeri bir işe yarasın bari”
Talebelerinden biri olan Yaşar Alparslan`ın hocasına yazdığı bir şiir:
Ne mutlu çalışıp önden gidene,
Vazifesin yapıp dünden gidene,
Dünyayı bırakıp karar yurduna,
Vuslatı gösterir yönden gidene.
Temizdi yüreği, temizdi soyu,
Didindi uğraştı bir ömür boyu,
Çıkardı eserler sabır gösterip,
Eser gibi sanki kaşıkla kuyu 134
2.6.6. Yunus Emre
Vehbi Vakkasoğlu’nun edebi portreler kitaplarından birisi Yunus Emre
adında yazdığı Eserdir. Kitap on sekiz baskı yapmış bizim elimizde olan bu on
sekizinci baskıdır. Eserin Adı Yunus Emre, Hayatı, Eserleri ve Bütün şiirleri adını
taşır, Nesil Yayınlarından çıkmıştır, Haziran 2012’de. 416 sahifedir. Dokuz
bölümden meydana gelmiştir. Birinci Bölüm Yunus Emre ve Çağı, ikinci bölüm,
Şahsı Hakkında Bilinenler, Üçüncü Bölüm, Destanlaşan Yunus, Dördüncü Bölüm,
Tasavvuf Anlayışı ve İnancı, Beşinci Bölüm, Yunus Emre’nin İnsana ve Tabiata
Bakışı, Altıncı Bölüm, Yunus Emre’nin Çağımıza Verdiği Mesaj,Yedinci Bölüm,
Yunus Emre’nin Sanatı ve Dili, Sekizinci Bölüm, Yunus İçin Yazılanlar, Dokuzuncu
Bölüm, Yunus Emre’den Seçmeler adını almıştır.
Vehbi Vakkasoğlu kitabının önsözünde Yunus Emre’nin hiçde ona
yakışmayan farklı şekillerde farklı meclislerde anıldığından dolayı hüznünü anlatır.
134
Vehbi Vakkasoğlu, Sandal Hoca, Nesil Yayınları, İstanbul, 2013, s. 246.
157
Aslında”Yunus günümüzde unutulmaya yüz tutmuş değerlere, insanlığa ve
dolayısıyla hakiki saadete çağırır”135
onun farklı yoruma açık olmayan kişiliği budur.
Vehbi Vakkasoğlu kitabının hem halktan kişilerin yeni bir dünya ve yaratılış
atmosferine girdiğine örnekler verir, hem de meşhurların eseri hakkındaki
yorumlarını nakleder. Bunlardan biri Prof Dr Anna Masala’dır. O “Yunus Emre
benim sevgilim oldu, canım, ciğerim, ruhum, nefes aldığım pencerem oldu.136
Orta Asya’dan göç eden Türk boylarının bir kısmı güneye indiler, bir kısmı
ise kuzeye gidip Avrupa’ya taşındılar. Avrupa’ya ve Balkanlara gidenler islamın
nurundan mahrum kaldı ve hristiyan oldular, güneye gidenler ise bu kutsal din ile
tanıştılar. Alparslandan önce Anadoluya Müslüman gruplar geldiler, daha sonra
sultan bu gelişleri daha canlı bir şekilde güçlendirdi. Anadoluya gelenler bizim orada
Selçuklu ve daha sonra Osmanlı ile devam eden destanlaşan hikayemizi
gerçekleştirdiler. Bunun mayasını anonim ruhu Yunus ve Ahmet Yesevi gibi erenler
gerçekleştirdi. “Kaybederken Kazananlar “bölümünde Vakkasoğlu bunu anlatır.
Anadolu Üstündeki Gözler isimli kısımda ise Anadolu Türklüğünün bir
yandan batıdan gelen haçlı seferleri ile diğer yandan doğudan gelen Moğol istilası ile
kıskaca alınmasını ifade eder. Ama iki baskı arasında Anadoluda İslam ruhu
mukavemet kazanır daha sonraki medeniyetleri geliştirecek insanlar ortaya çıkar.
1308 de Selçuklu tarihe karışır, arkasından Osmanlı doğar. Bir devlet batmış
arkasından yeni bir devlet doğmuştur, insanlar bu kargaşada manevi sığınaklar
ararken büyük veliler onları ruhen inşa etmek için ortaya çıkmışlardır, Mevlana, Hacı
Bektaş, Hacı Bayram ve Yunus bunların en meşhurlarıdırlar.
Yunus bu günlerde ne yapmıştır. “Yunus o günlerin kan ve ateş kokan
havasında gazabı, adalet hissiyle dolu kalplerden süzerek secaat haline getiriyordu.
Üstündeki emir ve yasaklar kılıçla dağıtıldığı için alabildiğine serbest kalan şehveti,
iffet haline getiriyordu. Kitaplar çoğaldığı, fikirler serserileştiği, kanaatler, hatta
imanlar hercümerç edildiği için kargaşalığa duçar olan ilmi, hikmet haline
getiriyordu. Zulmün camileri yıktığı, müezzinleri susturduğu yer ve günlerde Yunus
bizatihi ezan gibiydi, çağırıyordu.
135
Vehbi Vakkasoğlu, Yunus Emre, Nesil Yayınları, 18 Baskı, İstanbul, 2012, s. 13. 136
Vakkasoğlu, 2012, s 16.
158
Bugün meydan-ı aşk içre
Çağırıp bir ün eyledim
Müezzinlik bizim oldu
İmam olduk diyen gelsin
Yunus, koca Türkmen yüce veli, bozkıra irtifa kazandıran bir ulu minare
gibiydi. Gelenler bir camiye girer gibi Yunus’un kalbine gererlerdi. Girerler ve bütün
fanilerin korkusunu yenerlerdi.137
Yunus’un hayatı hakkında açık,kesin ve net bilgiler yoktur.13 asrın ikinci
yarısı ile ondördüncü asrın ilk çeyreği arasında yaşamıştır. Hayatı Selçukluların sonu
ile Osman Gazi devrine rastlamaktadır. Eserini Miladi 1307 1308 tarihlerinde yazmış
olmaktadır. Bayezıt kütüphanesinde bulunan bir yazmaya göre 720’de vefat etmiş ve
82 yıl yaşamıştır.
Benlikten ve bencillikten uzak sadece şiirlerinin ifade ettikleri ile vardır.
Uzun bir ömür yaşamıştır, kendini bir aşık koca, şairler kocası olarak ifade eder. İki
evliliği vardır, çoluk çocuk sahibi olmuştur. Yunus ümmi değildir, bilgi sahibidir, bu
şiirlerine yansımıştır.
Mescidde medresede çok ibadet eyledim
Aşk oduna yanuban andan hasıla geldim. 138
Şiirlerinde sapmalar olmadığından Ehl-i Sünnet inancına göre düşünmüş ve
yazmıştır. Şiirleri ilmin tezahürüdür ama o mütevazi görünür.
Ne ilmim var ne taatim
Ne gücüm var ne takatim
Meğer senin inayetin
Elde yüzüm ak Çalabım “
Onun okuduğu kitap aşk kitabıdır.
137
Vakkasoğlu, 2012, s 31. 138
Vakkasoğlu, 2012, s 37.
159
Dört kitabın manasın okudum tahsil ettim
Aşka gelecek gördüm bir uzun hece imiş
Onun okumaktan kastı anlamaktır.
Okumaktan mana ne kişi Hakkı bilmektir
Çün okudun bilmezsin ya nice okumaktır. 139
Yunus’ca” en büyük mesele Allah’ı bulmak ve bilmektir. Aşkla ilmin ele ele
olarak Cenab-ı Hakk’a götürdüğü bir yol ise, en emin ve kestirme yoldur.140
“Tarikat esaslarına bağlı olmakla birlikte kendine has bir sanat ve düşünce
dünyası olan Yunus aslında tek başına bir mektep kurmuştur. Gönlünü derviş
eyleyen kimse hiçbir usüle ve şekle bağlı olmaya mecbur değildir.
Dervişlik dedikleri hırka ile taç değil
Gönlün derviş eyleyen hırkaya muhtaç değil 141
)
Yunus Emre bir şeyhe bağlı olmayan bir veli şairdir. Şiirlerinde hiçbir
tarikata hususi bir meyil ve muhabbet havası yoktur. O tek başına bir mektep, Yunus
Emre Okulu’dur. Gönlünü derviş eyleyen kimse hiçbir usule ve merasime ve şekle
bağlı kalmaya mecbur değildir.
Dervişlik dedikleri hırka ile taç değil
Gönlüm derviş eyleyen hırkaya muhtaç değil
Bu yüzden bütün tarikatler onu kendinden saymışlardır.
Tapduk Emre’nin onun şeyhi olduğu konusu ise vesikaya dayanmaz.
Şiirlerinde geçen Tabduk kelimesi, mabudumuz, ilahımız, rabbimiz demek
Tapduğuna secde kıl sen
Sanat vuslat gerek ise142
Yunus Emre, koşan, arayan, çalışan, gezen, temaşa eden bir insandır.
139
Vakkasoğlu, 2012, s 39. 140
Vakkasoğlu, 2012, s 41. 141
Vakkasoğlu, 2012, s 45. 142
Vakkasoğlu, 2012, s 46
160
Kaynar denizleyin kanım
Oynar gemileyin canım
Gah eserim yeller gibi
Gah tozarım yollar gibi
Gah akarım seller gibi
Gel gör beni aşk neyledi
Bir takım ülkeler de gezmiştir.
Gezdim urum ile şamı
Yukarı illeri kamu
Çok istedim bulamadım
Şöyle garip bencileyin
Misyon adamıdır, topluma katılarak onlara yön göstermek ister.
Kasdım budur şehre varam
Feryad ü figan koparam 143
2.6.6.1. Mevlana ve Yunus
Mevlana ile görüştüğünü şiiri ifade eder.
Mevlana Hüdavendigar bize nazar kılalı
Onun görklü nazarı gönlümüz aynasıdır
Mevlana şöyle demiştir, “ilahi menzillerden hangisine sürat edip gittimse, bir
Türkmen kocasının izini önümde buldum ve onu geçemedim” 144
Mezarının birçok yurt köşesinde olduğunun iddia edilmesi bile onun asıl
yerinin bu milletin kalbi ve gönlü olduğunu açıkça göstermektedir. Anadolu’da on
bir yerde mezarı ve türbesi vardır.
143
Vakkasoğlu, 2012, s 48. 144
Vakkasoğlu, 2012, s 50.
161
Yunus’un mezarı bulunamıyorsa bunu onun kendi istemiştir. “Türbemizi
yeryüzünde arama mezarımız arif kişilerin sinesidir.145
Kıtlık yılları Yunus Hacı Bektaş’ın tekkesine uğrar. Ona yabani ağaçlardan
topladığı bir miktar alıç ile gider. Üç gün kaldıktan sonra gitmek ister, Hacı Bektaş,
“Sorun Yunus’a buğday mı ister himmet mi “dedi.
“isterse getirdiği alıç sayısınca himmet edelim.” Yunus buğdaylarını aldı ve
Sarıköy’e doğru gitti.
Eve dönerken himmet ile buğdayı değiştirdiği için üzülür geri döner, Hacı
Bektaş” Yunus’un nasibi Tabduk Emre elindedir artık, kilidi ona verildi. Yunus
Emre Tabduk Emre’nin katına varır.
Yunus Tabduk’un kapısında boyun keser, toprak gibi olur. Vazifesi dergaha
odun taşımaktır. Kırk yıl odun taşır ama bir gün eğri odun getirmez. Yunus öyle
ermiştir ki Kur’an okuduğu zaman akarsuların ve nehirlerin dinlediği şeyhin kızı ile
evlenmez. 146
Bir gün Tabduk Emre dervişlerden dergaha çiçek getirmelerini ister, dervişler
kucak kucak çiçekler getirirler dergaha, Ancak Yunus hangi çiçeğin başına vardı ise
onun Allah’ı zikretmekte olduğunu duydu, koparmaya kıyamadı, nihayet bir inilti
duyar . Bir çeçek Yunus’a” Gel beni kopar ey Yunus çünkü bir gaflet ettim, zikirden
geri kaldım. Yunus o çiçeği koparır, şeyhine utanarak sunar. Öbürleri beceriksizliğe
gülerler, lakin Tabduk müridini anlamıştır.
Yunus rivayetlere göre uzun zaman seyahat eder. Nereye varır ise işini hoş
eylemişti, taze yumuşak giyinmekten vazgeçerek döşeğini toprak, yastığını taş
eylemişti. Nefs evini yıkmak için nefs ile savaş eylemişti. Fakir Yunus, Dertli Yunus,
garip Yunus yollarda dervişlerle tanıştı, akşam olunca dervişlerden biri dua ediyor,
gökten güzel bir sofrayı önlerinde buluyorlardı. Sıra Yunus’a gelince ne yapacağını
şaşırdı. “Rabbim bende feyiz yok, ama bunların yanında yüzümü kara çıkarma, onlar
kimin suyu hürmetine senden yemek istiyorlarsa, o kişinin hakkı için yemek gönder.
145
Vakkasoğlu, 2012, s53. 146
Vakkasoğlu, 2012, s 64.
162
O akşam her zamankinden daha çok yemek geldi sofralarına, dervişler merak edip
sorduar. “Kimin yüzü suyu hürmetine yemek istedin ?” Yunus, “önce siz söyleyin,
“dedi . “Tapduk Emre kapısında kırk yıl hizmet eden erin, Yunus’un hürmetine dua
ederiz.” Yunus’un sırrıaçığa çıkmıştı, yeniden şeyhine koştu. 147
Dergahta Ana Bacı ona yol öğretir. “Sen kapı eşiğine yat. Şeyh sabah namazı
için kaktığında ayağı sana takılıncı kim diye sorar. Ben “Yunus “derim. “Bizim
Yunus mu diye sorarsa anlaşılır ki gönlündesin, hangi Yunus derse, o zaman vay
haline . Git dermanını başka yerde ara …” Yunus bizim Yunus’tur artık dünyalar
onun olmuştur.
Kemale ermiştir Yunus, Şeyhi ona asamı fırlatıp atacağım ve sen onu
buluncaya kadar, dolaşıp irşat vazifesini göreceksin, asamı bulduğun yer, canını
yaradana teslim edeceğin yerdir. Yunus artık ilahiler söyleyip diyar diyar dolaşır,
gezdi dolaştı hakkı anlattı, Sarıköy yakınında nurdan bir direk gibi asayı buldu ve
orada vefat etti.Şeyhinin türbesinin eşiğinle gömülmek isedi, çünkü onu ziyarete
gelenlerin kendini çiğnemesini istiyordu. Sadakat buydu işte .148
Yunus faniliklerin yaldızlı ve yalancı varlıklarına değer vermez, O beka
mülkünden ebediyet ve ölümsüzlük ülkesinden gelmiştir, fani cihanı neyleyecektir?
O koca cihana bile ilgi duymaz, nerede küçük menfaatlerine
Mülki Bekadan gelmişem
Fani cihanı neylerem
O heryerde Allah’ı görür.
Nereye bakarsam dopdolusun
Seni nere koyam benden içeri ?149
Yunus’un kendi dili yanında dağlar, taşlar, bütün varlıklar Allah’ı anlatan
dillerdir, onları görür, onların dili Allah’ı hatırlar.
Dağlar ile taşlar ile
147
Vakkasoğlu, 2012, s 68. 148
Vakkasoğlu, 2012, s 69. 149
Vakkasoğlu, 2012, s 73.
163
Çağırayım Mevlam seni
Seherlerde kuşlar ile
Çağırayım Mevlam seni
Yunus’un hayat yolunda yalnız Allah vardır.Dimağı, dili, eli, ayağı her şeyi
O’na dönüktür. Her yerde gördüğü yaratıcının birlik mühürleriyle heyecanlı ve
sevdalıdır. Ondan başkasına ilgi duymaz aşık. O solmaz gülün peşindedir. O aşkı
yüzünden kendinden olmuştur.
Aşkın aldı benden beni
Bana seni gerek seni
Ben yanarım dünü günü
Bana seni gerek seni 150
Sevgilisinin aşkı ile yanar.
Aşkın odu ciğerimi
Yaka geldi yaka gider
Garip başım bu sevdayı
Çeke geldi çeke gider151
İnsan ruhu ızdırapla piyer ve olgunlaşır. Ateşe atılan kağıdın yanmadan
önceki bükülüşü, kıvranışı, yağmurdan önceki bulutların nemle şişmiş gebeliği
nasılsa ruh da öyle sancılı bir dönüşüm haline geçmiştir.
Türk edebiyatında tasavvufun sırları Yunus’un şiirleridir. O pişmiş ve pişiren
bir derviştir.
Onun hedefi cennetin lezzeti ve tezyinatı değildir.
Cennet cennet dedikleri
Birkaç köşkle birkaç huri
İsteyene sen ver anı
150
Vakkasoğlu, 2012, s 77. 151
Vakkasoğlu, 2012, s 78.
164
Bana seni gerek seni
..
Başında aklı olan ücretle amel kılmaz
Hurilere aldanmaz göz ile kaştan geçer152
Yunus çağının şartları icabı islamın bayraktarlığını üstlenmiş bir milletin şairi
olduğunun tam şuurundadır. İslam tarihinin, büyük insanların hayatı onun şiirinde
sinema levhaları gibidir. Yunus fırsat buldukça peygamberleri anar, sahabeyi,
velileri, büyük mutasavvıfları, Anadolu ermişlerini tanıtır. Sonra namaz, oruç ahlak
gibi islamın temellerine çağırır. Onun eseri insanımızın bütün ahvallerini anlatan bir
sinemadır, orada olaylar, insanlar, temalar daha neler neler insanın önünden geçer.
Büyük sanatçılar çıksaydı Yunus bir değil birçok milleti canlandıracak hayat verecek
bir insandır. Bir ressam gibi uluların hayatını bir fırça ile resmeder,. O bakmasını,
görmesini, ifade etmesini ve renklendirmesini bilir, bir derviştir ama dünyanın büyük
sanatçıları ile boy ölçüşecek bir büyük sanatçıdır. Sanat ve estetiğin bütün kuramları
ve teorileri onun şiirlerinde çok basit şekillerde anlatılmıştır.
O Hazreti Peygamberin asm tavsiyelerine uygun bir Müslümanlıktır. O
korkutmadan, yürekleri yaralamadan bütün kulları kucaklar. Kini nefsinedir,
isteklerinedir. Onun tebliğ metodu müjdeli metoddur.
Yunus Kuran ve hadislerin ışıklarından islam mesajını örmüştür, onun
dönüştürme kabiliyeti büyük dahalara has bir kabiliyettir. İslamın bütün söylemlerini
Kur’an ve hadisin doğrultusunda sadeliki içinde anlatmak herkese nasib olmaz. Onu
nefislerinin istekleri ile yanlış yorumlayanlar nadanlardır.
Onun dini tamam olunca muhabbet doğar, eğer muhabbet yoksa din eksiktir.
Din tamam olunca doğar muhabbet
Onun kitabı Kur’an’dır.
Çünkü Kur’an gökten indi onu Allah buyurdu
Okuna Kur’an u Yasin kulak urup dinleyesin
152
Vakkasoğlu, 2012, s 81.
165
Ne bahtlı ol kişidir ki okuduğu Kur’an ola 153
Dört kitabın manis in Mustafa cemeyledi
O yükselmenin şartı ibadeti görür
Dilerisen bu dünyayı ahirete değişesin
Dünü gün kıl taatı, ayak uzatıp yatmagıl154
Müselmanım diyen kişi şartı nedir bilse gerek
Rabbinin buyruğun tutup beş vakit namaz kılsa gerek155
Kuşlar ile durgıl bile
Kıl namazın imam ile
Yalvar günahın gel dile
Tanla seher vaktinde dur
Sanaatın yiğreği namaz imiş hoş bişe
Namaz kılan kişide olmaz yavuz endişe
Yunus imdi namazın komagıl sen kıla gör
Ansızın ecel erer ömür yetişir başa
Yunus’un şiirinde en önemli yer Peygamberimizle asm ilgili mısralardır.
Aşık Yunus neyler dünyada sensiz
Sen hak peygambersin şeksiz gümansız
Sana uymayanlar gider imansız
Adı güzel kendi güzel Muhammed
…
Çalap nurdan yaratmış anını Muhammed’in
Aleme rahmet saçmış adını Muhammed’in
Evliyalar ördeği gölünde Muhammed’in
153
Vakkasoğlu, 2012, s 91. 154
Vakkasoğlu, 2012, s 92. 155
Vakkasoğlu, 2012, s 93.
166
Her kim yemez mahrumdur hanının Muhammed’in erde
Veredur salavatı aşkına Muhammed’in156
Yunus medheyledi seni dil
Sevilirsin hem bütün gönüllerde
Ağlayı ağlayı gurbet ellerde
Ya Muhammed canım arzular seni 157
Ebu Bekir ile Ömer yüzlerinden nur tamar
Sinesi oldu Kur’an Osman-ı Affan hani ?
Ali ile urdum kılıç
Ömer ile adl eylerim
Yunus yanlış yorumlanamaz, onu aydın geçinen birkaç sapkının dışında halk
benimsemiş mısralarını hayat prensibi edinmiştir.
Tasvvuf tarikatın nazari ciheti, dervişlik ameli tarafıdır. Mutasavvıfların
büyüklerinden Cüneyd i Bağdadi’ye göre “gayre alakasız olarak Allah ile olmaktır.
Şeri ve ahlaki kötülüklere karşı devamlı surette mücahadedir. Bir başkasına göre iyi
huyları almak, kötü huyları bırakmakdır. Edep iltizam demektir. Garazlardan
çekinmektir. Hakka boyun eğmektir, el emeğiyle kazanmaktır. Başkalarının ellerinde
bulunan şeylere tama ve haset etmemektir. 158
Vakkasoğlu karşılaştırmalı bir Yunus Emre kitabı yazmıştır, bir doçentlik tezi
olabilecek mahiyette ve genişlikte ve kapsamda bir eserdir. Üniversitelerde ders
kitabı okutulacak kadar mukayeseli literatüre compare türünden, ilmi bir eserdir. Ne
kadar kıymetli insanlar ve kıymetli çalmışmalar ama avamilikten çıkamamış ve
kendini alayı illiyinde sanan insanlar arasında bu kadar olur.
Tasavvuf cismin ruh üzerindeki galibiyetinin eğitimidir.
156
Vakkasoğlu, 2012, s 94. 157
Vakkasoğlu, 2012, s 95. 158
Vakkasoğlu, 2012, s 101.
167
Yunus tarif etmiştir iç içe bu bilgi ve marifet çeşitlerini
Şeriat tarikat yoldur varana
Marifet hakikat andan içeri 159
Yunus hakikatiyle tanıtılamamıştır, topluma üniversitelerde sadece kemiği
anlatılır. Bir iki sayfada geçiştirilir. Yunus büyük ilahi dehasiyle hakikatleri tarif ve
tavsif eder.
Şer ile hakikatın vasfını aydam sana
Şeriat bir gemidir, hakikat deryasıdır
Hakikat bir denizdir, şeriattır gemisi
Çoklar girdi gemiye denize dalmadılar
,
Mumsuz baldır şeriat tortsuz yağdır tarikat
Dost için balı yağa pes niçin katmayalar160
Dinin hakikat denizinde balık olup yüzen erenler davaya kavgaya vakit
ayıramazlar.Muhabbet fedaileri husumeti nasıl iş edinirler.
Yunus harabat içinde bulmuştur, alimler ise medresede
Danişmentler alimler medresede bulduysa
Ben harabat içinde buldum ise ne oldu.?
Kerameti şöyle yorumlar
Kerametim va r diye halka saluşluk satan
Nefsin Müslüman etsin var ise kerameti 161
Yunus Bektaşi değildir 15 yüzyıl yakıştırmasıdır.
Yunus’un şiirlerindeki namaza, niyaza, oruca ve ibadetlere olan övgüler,
Bektaşi şairlerinde yoktur. O ne Bektaşi, ne Kızılbaş, ne Melami şairidir.O
159
Vakkasoğlu, 2012, s 102. 160
Vakkasoğlu, 2012, s 103. 161
Vakkasoğlu, 2012, s 104.
168
Yunus’tur, kendi başına bir mektep, yüzlerce yanlış telakki içinde ehli sünnetin
içinde kalabilme zekasını göstermiş bir büyük deha ve tasnifçidir.
Vakkasoğlu menfi Yunus Emre yorumlarını da eserinde eleştirir onların
haksızlıklarını eleştirel ve mukayeseli bir yolla ortaya koyar, bunları koyarken Yunus
ile ilgili yorumlar yapmış yazarlardan da istifade eder. İbrahim Hakkı Konyalı’nın
hassasiyetini nakleder.
Beş vakit namazı terk edenlerin Müslümanlığından şüphe edecek kadar
hassas ve salabetli olan Yunus Emre’yi Hasan Sabbah’ın bir müridi gibi iştirakçi,
batıni, haşhaşi göstermek cehle dayanan korkunç bir iftiradır.162
Bektaşiler Yunus’un şiirlerini tahrif sureti ile dejenere etmek istemişlerdir.
Yunus’un vuran, kıran, öldüren ve fani dünyalıklar için bir birini insafsızca
ezen bir çağın insanı olduğunu hatırdan uzak tutmamalıdır. Yunus adeta silaha ve
maddi gücün katılığına sevginin sıcaklığı ve müsamahanın sihri ile karşı çıkmakta ve
şöyle demektedir.
Ben gelmedim dava için
Benim işim sevi için
Dostun evi gönüllerdir
Gönüller yapmaya geldim163
Onun meselesi dost ilini yani Allah evi olan gönülleri yapmaktır. Gönül
yapmak kadar zor ve fakat zevkli bir iş ne kadar azdır. Yunus yoksulları değil gönül
yoksullarını kurtarmak ister ve onun için çabalar. Onun şifa bulmaya çalıştığı
ezilmişler ve çaresizler de maddenin kesif ve katı batağında çırpınan, hakiki saadetin
ebedi olanda ölümsüz olanda bulunduğunu anlayanlardır. Onun gönlü bütün insanlığı
kucaklayan bir müthiş sevgi çağlayanıdır.
Yaratılmışı severiz yaratandan ötürü
162
Vakkasoğlu, 2012, s 105. 163
Vakkasoğlu, 2012, s 114.
169
Allah’ın fiilleriyle bir çağlayan şeklinde insanlığın üzerine dökülen sevgisini
onlara farkettirmek ister.
Yetmiş iki millete bir göz ile bakmayan
Hakka müderris olsa hakikatte asidir
Yetmiş iki milletin hem maşuku ol durur
Aşıkı maşukundan ayırmaklık fal değil
Allah’ı gerçekten sevmeyenler aralarında hakiki bir kardeşlik kuramazlar.
Hakkı gerçek sevenlere cümle alem kardeş gelir.
Hz Adem ve Hava’nın çocukları olan insanlar, ana baba bir kardeş değil
midirler?
Başkasını sevmektir, kendini sevmek
Sen sana ne sanırsan ayruğu da onu san
Dört kitabın manası eğer budur var ise
Bir gönlün kederini dağıttığımız, bir hastaya teselli verdiğimiz zaman
ruhumuza dolar bahar neşesi bu neşe Allah’a doğru atılmış adımdır.
Gönül Çalabın tahtı
Çalab gönüle bahtı
İki cihan bedbahtı
Kim gönül yıkar ise 164
Anadolu’daki parçalanmışlık Yunus’un nefesiyle birlik neşesine eriyordu. O
hem gönülleri hem de çoğrafyaları birleştiriyordu.
Gellin tanış olalım
İyi kolay kılalım
164
Vakkasoğlu, 2012, s 117.
170
Sevelim sevilelim
Dünya kimseye kalmaz
Yunus Emre paramparça bir yurdun birlik ve beraberliğini fikir ve duygu
sahasında sağlamlaştırırken kendini nefsini aradan çekmiştir. Taş atana gül atarak
karşılık verir Yunus. Vurmaya kastedenin düşüp ayağını bile öper.
Kim bize taş atar ise güller nisar olsun ona
Vurmaklığa kastedenin düşem öpem ayağın
Düşmanımız kindir bizim
Biz kimseye kin tutmayız
Kamu alem birdir bize
Bu birlikte bir olmaya çağırış, Anadolu semalarında yankılanmış, Haçlı
seferlerinin Babai isyanının Moğol istilasının ve kaybolan devlet otoritesinin
yaralarını sarmıştır. Yunus böylece bir yandan gönüllere imanlı sesiyle şifa sunarken
bir yandan da ülkeyi bütünleştiren manevi mimar olmuştur.165
Yunus’a kuru bir insancı diyebilmek için de illa Müslüman tarafını silmeye
kalkışanlar vardır. Yunus Emre’ye islam dışı bir insaniyet çehresi vermek isteyenler
onu inkar ettiklerinin ve Yunus’u inancına ters düştüklerinin farkında değiller mi ?
Canlı ve cansız her şeyi Allah’ın isimlerinin bir mazharı ve tecelligahı olarak gören
seven Yunus’un insaniyetçiliği de bu esasın bir parçasıdır. Allah’ın en üstün ve
şerefli yaratığı olan insana Yunus’un alakası tamamen islamidir. Kur’an’a ve
hadislere dayanan bir görüştür. Hümanizmin menşei batıdır. Karanlık bir kelimedir,
bu yüzden hümanist demek Yunus’u aydınlatmaz. Onu Avrupa pazarına uygun bir
tariftir.
Nazım bile Yunus’u farklı göstermeye karşı durur.
Kuva yı Milliye destanında
Yine birdenbire Yunus Emre geldi aklıma
Başka türlü anlıyorum ben Yunus’u
165
Vakkasoğlu, 2012, s119.
171
Bence onda bütün bir devir dile gelmiş Türk köylüsü
Öte dünyaya dair değil
Bu dünyaya dair kaygıyla
Her şeyin insanla başlayıp insanla bittiğini ve bu dünyadan sonra başka bir
dünyanın bulunmadını savunan maddeci görüşü hümanizm ile kamufle etme
gayretlerinden başka bir yanlış da Yunus’u panteist gösterme merakıdır.166
Panteizm tabiatı Allah ile aynı görerek ve Allah’ın başka maddelere de
geçtiğini söyleyerek hulul islamdan en uzak noktaya gitmektedir. Vahdet-i vücutta
alemin Allah’a muhtaç olması ve Allah’ın aleme muhtaç olmaması esası vardı. Oysa
ki böyle bir fikri hiçbir garp panteisti, hiçbir romantik panteist kabul edemez.
Panteistler ilahi kitapları değil kendi akıllarını hakikate kaynak saymak ve ahirete
inanmamak noktalarından da islamla ve hatta diğer semavi dinlerle bağlarını
koparmaktadırlar.167
Panteizm heme ost her şey Allah’tır demektir. Vahdet-i vücut inanışı ise
heme ez ost herşey ondandır şeklindendir. Göz gördüğü her şeyin Allah’ın tecellisi
olduğunu anlayarak eser ile müessir arasındaki uyumu ve münasebeti görerek
şaşılıktan kurtulur. Aksi halde nedir bunca varlık, bunca mahluk ? Her birini ayrı ayrı
manalandırmaya kalktığı zaman bütün varlık başka ve bozuk mahiyette görünecektir.
168
Yunus tabiatı Allah’ın sanatı olarak görür.
Yine yenihazineden yeni hilat giydi cihan
Yine verildi yeni can, otu ağaç süsti yine
Ölmüş idi otu secer dirilüben geri biter
Müşriklere nükte yeter var ettiği nesli yine
Yine yeryüzü donanın kat kat olup renge batıp
166
Vakkasoğlu, 2012, s 123. 167
Vakkasoğlu, 2012, s 125. 168
Vakkasoğlu, 2012, s 130.
172
Bülbül güle karşı ötüp can budağa astı yine169
O bu şiiri sözü Maşuk’a, ezeli ve ebedi sevgili olan Allah’a getirmektir. Onca
bütün tabiat unsurlarını anlatmak bir bahanedir, maksat yaratıcının gücünü ve ilmini
anlatmaktır.
Vakkasoğlu eleştirel ve mukayeseli bir eser yazmıştır. Çok kaynakları
görmek ve karşılaştırmak suretiyle büyük bir emek vererek bu harika eserini sanat
eserini ortaya koymuştur. Tek boyutlu hareket etmemiş, sevginin tek gözlü bakış
açısı ile etrafı hiçe sayarak değil menfi müsbet bütün görüşleri saymış ve doğruya
varmıştır. Nesnel bir eleştiri yapmış sonra hükümlere varmıştır.
O herşey ile Allah’ı çağırır O nu görür, O nu düşünür.
Dağlar ile taşlar ile çağırayım Mevlam seni
Seherlerde kuşlar ile çağırayım Mevlam seni
Su dibinde mahi ile sahralarda ahu ile
Abdal olup Ya Hu ile çağırayım Mevlam seni
Yunus okur diller ile, ol kumru bülbüller ile
Hakkı seven kullar ile Çağırayım Mevlam Seni
..
Ey aşk eri aç gözünü yeryüzüne eyle nazar
Gör bu latif çiçekleri bezenüben geldi geçer
..
Ağar pervaza kuşlar teşbih okur ağaçlar
Himmet alın kardaşlar dur erte namazına
..
Salınır tuba dalları
Kur’an okur hem dilleri
Cennet bağının gülleri
Kokar Allah deyu deyu 170
169
Vakkasoğlu, 2012, s 131.
173
Yunus Emre eserinin muhiti çok zengin bir insan, eserinin tasarım haritası
çok geniş hesaplanmış, dinin bütün hakikatlerini tabiatın mektebinde Allah’ı
gösterecek, onu andırcak şekilde anlatmıştır. Üstelik sehli mümteni çok basit gibi
görünün ama son derece muğlak hakikatleri zor mesalini anlatmıştır.
Yunus’un dünyadan bahseden çok şiiri vardır, onlara Yunus’a has tatlı bir
ahiret havası sinmiştir. Ahirete bakmayan dünya bir yalandan ibarettir. Bu dünyaya
metelik vermez.
Yürü yürü yalan dünya
Yalan dünya değil misin ?
Yedi kere ıssız kalıp
Dolan dünya değil misin?
Dünya o kadar yalandır ki ya yel ya da hayale benzer. Adeta var ile yok
arasında birşeydir.
Kogıl dünya bezeğini bu dünya yeldir ya hayal
Ne kılısar bize vefa çünkü pusudadır zeval
Yunus gerçek aşık isen
Mülke suret bezemeğil
Mülke suret bezeyenler
Kara toprak olmuş yatur
Bir imaret göster bana kim sonu viran olmaya
Kazanagör sen ol malı kim senden geri kalmaya
..
Ömer, Osman, Ebubekir
Onlara kalmadı dünya
İki cihanın sultanı
170
Vakkasoğlu, 2012, s 135.
174
Resule kalmadı dünya
Peygamberi komadı
Aziz kişi demedi
Fani dünyadır adı
Yalan dünya yalan dünya
Yalan dünya değil misin ?
Muhammed’i bir top beze
Saran dünya değil misin?
..
Vücudun çünkü fanidir
Yürü ey bivefa dünya
Fena yokluk nişanıdır
Yürü ey bivefa dünya
İpek donları soyarlar
Nazik tenleri yuyarlar
İletip toprağa koyarlar
Yürü ey bivefa dünya 171
.
Ne acep şu adem oğlanı
Öleceğin hiç gönlüne gelme mi
Azrail bir pençe vurup canını
Alacağın hiç gönlüne gelme mi ?
..
Hey gafil bir gün sana öl derlerse ne dersin
Soru hesap yerine gel derlerse ne dersin?
.
171
Vakkasoğlu, 2012, s 144.
175
Hey yarenler bu dünyanın
Sonu viran olur bir gün
Buna mağrur olanların
İşi pişman olur bir gün172
Bize didar gerek dünya gerekmez
Bize mana gerek dava gerekmez
.
Ömrüm beni sen aldattın ah nideyim ömrüm seni173
Yunus dünya hakkında ariflere de öğütler verir. Faniliğin dünyadaki bütün
varlıklar üstünde duran acı mührünü gösterir. Arifler, irfan ve izan sahipleri için bu
dünya bir hayal ve düştür. Kendini Allah’a veren hayal ve düşü andıran dünyaya ilgi
duymaz. Cenneti de arzulamaz, çünkü yaptıklarını Allah için yapmıştır. Bu dünyanın
zehirli aşa benzeyen sevgisi arifin esas maksadı olamaz.
Geç mahluk taatından göz ırma dost katından
Aldanma fani nakşa fani nakşı niderler?
Onun sevgisinin dışındaki faydasızdır
Mal u hazine sevgisi aşık isen nendür senin
Manaya yol buldun ise işbu dünya nendür senin ?
Dünyadan geçenler yüksek mevkilere çıkarlar
Onlar ki göz açtılar bu dünyadan geçtiler
Ahrete ulaştılar menzilleri arş oldu
Bunlar bunda kaldılar dünyaya aldandılar
Yalancılar oldular hep bunlar kolmaz oldu174
Benim bunda kararım yok ben bunda gitmeğe geldim
Bezirganım metaım çok alana satmağa geldim
172
Vakkasoğlu, 2012, s 144. 173
Vakkasoğlu, 2012, s 146. 174
Vakkasoğlu, 2012, s 149.
176
Fanilik damgasını taşıyan bu dünyayı istersen baştan başa hükmün altına al .
Süleyman Peygamber gibi kurtlara kuşlara bile hükümran ol . Firavun’un,
Nuşirevan’ın ve Karun’un malına kattığını da farzet … Fakat netice nedir?
Sen bu cihan mülkünü Kaftan Kafa tuttun bil
Ya bu alem malını oynatbenuttun tut
Süleyman’ın tahtına şah olup uturdun bil
Dive,periye düpdüz hükümleri ettin tut
İşte bir nefes olan bu dünyada Yunus mekan tutmaya tenezzül etmez. Yunus
O’nu bulmuş dükkanını yağmaya vermiştir, bu yağma yoksullaştırmaz, senginleştirir.
Allah’ım mülkü ile zengindir
Yer benimdir, gök benimdir, arş benim
Gör nicesi germişim sayvanımı 175
Bu yolun arifleri geçirmezler metai
Şöyle üryan gideriz cihanı yağmaya verdik
İnsan benine ait zevklerden vazgeçerse gözündeki perde kalkar ve hakikatı
görür.
Ben benliğimden geçtim gözüm hicabın açtım
Dost vaslına eriştim gümanım yağma olsun
İkilikten usandım birlik hanına kandım
Derd-i şarabın içtim dermanım yağma olsun
Varlık çün sefer kıldı dost ondan bize geldi
Viran gönül nur doldu cihanım yağma olsun
Yunus ne hoş demişsin bal u şeker yemişsin
Ballar balını buldum kovanım yağma olsun176
175
Vakkasoğlu, 2012, s 151. 176
Vakkasoğlu, 2012, s 152.
177
Yunus Emre’nin şiirlerinde en mühim tema ölüm ve ahiret duygusudur.
Ölümü ve öteki dünyayı gafleti dağıtan ve kendine getiren bir ilaç gibi, bir şok
tedavisi gibi kullanır. Yunus’un sesiyle ölüm insanın iliğine işler .
Yunus canını kuşa benzetir. Ten kafestir, ama bir gün mutlaka can kuşuden
kafesini bırakıp Hakk’a uçacaktır. Can kuşunun misafirliğinin bitmesindedir bütün iş
. Mülk sahibi çağıracak ve tendeki kiracılık da bitecektir.
Benim canım kuştur kim gövdem onun kafesi
Dosttan haber geliceğiz bir gün uçar kuşum benim
Ölüme hazır olmalı insan
Can kanadı açık gerek ucuben dosta gitmeğe
Ölüm yetimane, çardesiz ve ümitsiz bir acı değildir.
Dosta uçup varmanın,ebedisevgiliye ulaşmanın heyecanıdır. Bir yavru kuş
gibi çırpınır Yunus’un gönlü bu heyecanla .
O ölümü anarak dünyanın gelip geçiciliğini anlatır. Yunus ölüm
korkusuzluğu ile savaştadır. Ondan habersiz yaşayanlara hatırlatır, gözünü
açar.Ahiret hazırlılğına ölümü hatırlatarak seslenir.
Vaktinize hazır olun
Ecel varır gelir bir gün
Bir gün senin defterini
Dürerler bir eyyam gelir
Yunus ölümü neden bir düğün bayram havasında coşkunlukla söylüyor? Zira
ona göre aşıklar ölmez, ölen hayvandır, insanın maddesidir. Vücududur. Ruh
ölümsüzdür, can ebediyen yaşayacaktır.
Aşık öldü diye sala verirler
Ölen hayvan olur aşıklar ölmez
178
Ten fanidir can ölmez çün gitti geri gelmez
Ölür ise ten ölür canlar ölesi değil
Yunus’un ölüm hususundaki tek korkusu kimsenin yardım edemeyeceği
hesap verme günü içindir.
Bildik gelenler geçtiler gördük konanlar göçtüler
Aşk şarabın içen canlar uymaz göçmeğe konmağa
Yunus bir bir savaş kahramanı değil, aşk ve barış kahramanı bir velidir.
Bütün saadet dünyada yapılanların hesabını düzgünce vermektir.
Yunus bir başka dünyanın kapısı sandığı mezarları ve mezar taşlarını hiç
unutmaz.
Başları üstünde hece taşları
Ney söylerler ne bir haber verirler 177
Yunus daima ölümü hatıra getirmek için bal bağlanan ve insanı şımartan
şeyleri nazara gerir, onların nerede olduğunu söyler, hani der.
Onlar ki çoktu malları
Gör nice oldu nalları
Son ucu bir gömlek giymiş
Onun da yoktur yenleri
Hani mülke benim diyen
Köşkü saray beğenmeyen
Şimdi bir evde yatırlar
Taşlar olmuş üstünleri
Bunlar bir vakt beyler idi
Kapıcılar korlar idi
Ger şimdi gör bilmeyesin
Bey kangudur ya kulları
177
Vakkasoğlu, 2012, s 163.
179
Ne kapı vardır giresi
Ne yemek vardır yiyesi
Ne ışık vardır yöresi
Dün olmuştur gündüzleri 178
.
Ya Rab nola benim halim
Kabre vardığım gece
Eyi olmasa amelim
Kabre vardığım gece
Ya Rabbena yandırma
Günahlara bandırma
Çerağımı söndürme
Kabre vardığım gece
Ya Rabbena hayr eyle
Muhammed’ e yar eyle
Kabrimizi nur eyle
Kabre vardığım gece
.
Ne beslersin bu teni
Sini de kurt kuş yer gider
Olana bak gözün aç
Dökülür sakal ve saç
Yılan çiyan gelir aç
Yer içer şişer gider
178
Vakkasoğlu, 2012, s 166.
180
Bütün meselesi bu dünya olan ve adeta bu nazik teni terketmeye hiç niyeti
olmayan insanı sarsmak için Yunus mezarların içini ve dışını devamlı nazara verir.
Görünen ve görünmeyen ölüm manzaralarıyla 179
Yunus sen de ölürsün
Kara yere girersin
Kara yerin altında
Günahkar kullar yatur
Yunus’un savunduğu tasavvufi ahlak öncelikle herkesi Kuran-ı Kerim ve
hadise uymaya şeri esaslara en ufak teferruatına kadar riayete davet eder. Çünkü
tarikatın esası şeriattır, sonra bir mürşid-i kamile yeterli göstericiye bağlanmayı
tavsiye eder. Ancak bu yol çok zahmetlidir. Çekilecek eziyetler dünyaya bağlı
olanların nefislerine ağır gelecektir. Yunus pek çok ilahisinde tasavvuf yolunun çetin
taraflarından insanın nefsi ile olan mücadelesinden bahseder. Onu ruhun zaferini
sağlamaya gayret eder. Nefsin heveslendiği maddi ve dünyevi herşeyi bir tarafa
atarak Dost’a yükselmek . Meselesi budur Yunus’un.
Yunus nefsinden ve onun tezahürü olan beşeri duygulardan dertlidir. O
gerçek sevgiyi kurban eden sevgileri istemez. Dergah nefse karşı silahlanma
ocağıdır. Aşkın öğretildiği mekteptir.
Aşkın odu düştü cana eritti yürek yağını
Kesti hevesatın kökün oda yandırdı bağını
Allah’a açılan kapılar düşmanlarla doludur.
Düşmanlarla mücadele güçlü bir aşk ile mümkündür
İlahi bir aşk ver bana kandalığın bilmeyeyim
Yavu kılaym ben beni isteyüben bulmayayım
Al gider benden benden benliği doldur içime Senliği
179
Vakkasoğlu, 2012, s 167.
181
Bu dünyada öldür beni varıp anda ölmeyeyim
Ahlaki görüşlerinin bir kısmını Risale-i Nushiyede anlatır. Ona göre kamil
insan olma mertebesine masivadan Allah’ tan başka şeylerden vazgeçmekle varılır.
İnsan dört unsurdan oluşmuştur, su, ateş, hava, toprak. Ateş ve havanın
tabiatına kapılıp şeytani vasıfları kazananlar cehennemlik olacaklardır. Kötülüğü
emreden nefsi yenerek toprak ve su tabiatını benimseyenler ise cennete gideceklerdir.
Bir gönül almak ya da bir gönül yapmak Yunus ahlakının en temel
prensibidir.
Yunus Emre der hoca gerekse bin var hacca
Hepisinden iyice bir gönüle girmektir.
Gönül dostun yani Allah’ın evi olduğu için yücedir ve ehemmiyetlidir. Bu
sebeple de gönül yapmayı kendine iş edinmiştir.
Dostun evi gönüllerdir
Gönüller yapmaya geldim
Yunus bütün eserinde bizim en değerli yanımız olan gönlü yüceltmiştir.
Nazargıh-ı ilahidir gönül. Kırılan gönüllerden ve hakkı yenen insanlardan sağlam bir
birlik doğmayacaktır.
Gönlün iyi sıfatlarla aşkla, coşkun bir sevgiyle dolması için önce dinin tamam
olması gerekir. Dinin emir ve yasakları çerçevesinde yaşanan bir hayatla gönülde
muhabbete zemin hazırlanmalıdır. Din tamam olmadan gönülde gerçek sevgi olmaz.
Din tamam olunca doğar muhabbet
Yunus ver canını Hakk’ın yoluna
Canın vermeyince Canan bulunmaz
Beni bende demen bende değilem
Bir ben vardır bende benden içeri
Senin aşkın beni benden alıptır
182
Ne şirin dert bu dermandan içeri
Gönül fukarası mal mülk ile zengin olabilir mi ?Bunca varlığa ilgi gönlü
darlıktan kurtarmaz.
Aşk imamdır gönül ise cemaat
Kıble dost yüzüdür daimdir salat
Dost yüzün görünce şirk yağmalanır
..
Gönül dost mihrabına secde kılar
Din tamam olunca doğar muhabbet
Yunus kendini küçültmekten korkmaz nefsini aşağı görür ve önce ona
seslenir. Abdal Yunus der, Miskin Yunus der.
Miskin yunus erenlere tekebbür etme toprak ol
Topraktan biter küllisi gülistandır toprak bana
.
Miskin Yunus ko sözünü toprağa urgul yüzünü
Toprağa düşmeyen dane ahir yine bitmez canım
Okumak kendin bilmektir
İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsen
Bu nice okumaktır
Tevazu kanadını indirdikçe yükselir Yunus
Dervişliği kendini denetlemek olarak görür
Derviş adın edinim derviş donun donandım
Yola baktım utandım her işim yanlış benim
Yunus eksikliğini Allah’a arzeder, O’nun keremi çoktur, sen ettiğin ol etmez.
183
Yunus’a göre sözün israfı günahtır, çok söz hayvan yüküdür. Çok konuşmak
yüreklerin pasıdır.
Anlamadan dinledik
Dinlemeden anladık
Gerçek erin bu yolda
Yokluktur sermayesi
Söz ahlak ölçüleri içinde kullanılmalı ve böylece kıymetlenmelidir. Kendini
bilmenin haddini bilmenin bir sonucudur. Söz insanlığa da hizmet etmeli, barışı ve
huzuru getirmelidir. Sözün sihri kavgayı sulha chennemi cennete çevirir. Yalandan,
sahteden uzak olan ve gerçek üzerinde bulunan kişi, er geç maksadına hedefine
ulaşacaktır.
Yunus gümansız bilir yalancı yolda kalır
SBir gün maksadın bulur gerçeklik ile gelen
İhlas insanı gösteriş ve riyadan kurtaran bir zırhtır,Allah için yapılacak işin
bir gösteri vasfını kazanması mümkün müdür?ihlaslı insan sofuluk satmaz, aşkı
riyaya gösterişe feda etmez,
Yunus’un gözünde gerçek derviş dünyadan gönlünü çekmiş fakat eliyle arpa
ekmiştir. Bir de davranış hayır yapmaktır.
Ne verirsen elin ile şol varır senin ile
Ben desem inanmazsın varacağın bulasın
Hayır için örnek arıdır
Görmez misin sen arıyı her bir çiçekten bal eder
Sinek ile pervanenin yuvasında bal olmaya
Meyvesiz insanı kuru ağaca benzetir ve ona kızar
Bir gün sana zeval ere
Yüce kaddin ine yere
Budakların oda gire
184
Kaynaya kazan kıza saç
Yunus’un en çok çok beğendiği iyiliklerden biri cömertliktir. Bu Allah’ın
sevdiği en iyi vasıftır. İnsanı vermenin ve sevindirmenin zevkine çağırır insanı.
Bir miskini gördün ise
Bir eskice verdin ise
Yarın anda karşı gele
Hülle donun biçmiş gibi
..
Yedir yedirgil biçare eksilirse Tanrı vere
Bir gün tenin yere gire geri kalan nendir senin
Dürüş kazan ye, yedir, bir gönül ele getir.
Malı Allah için fakirlere vermek ahirette cehennem ateşinden kurtaracak en
emin yoldur, burada fakir fukarayı sevindirenleri ötede Allah sevindirecektir.
Şol kahr ile kazananlar güle güle yedirenler
Götürdüm perdelerim didarıma baksın demiş 180
Yunus’un kötülediği huyların başında kibir ve gurur vardır. Kibirlenen
başkalarına tepeden bakan kişinin kalbinde elbette muhabbetten eser yokur. insanları
kaba bir gözle hor görmek, gammazlık, kibir, gıybet bizi Allah’tan uzaklaştırır.
İnsanlar derece derece dünyanın kendine ihtiyacı olduğunu zanneder.
Merdivenden iterler kim yüksekten bakar ise
Yunus dergaha kırk yıl odun taşıdı, belki de gurur içindir. Hiçbir üstünlük
iddiası bizim Allah’ın sınırına tecavüz etmemizi haklı göstermez.
Kimin sırrın kim bile, çün eritmez bu hale
Yarın anda belli ola Müslüman, mürtedimiz.
Cümle yaratılmışa bir göz ile bakmayan
Şerin evliyası ise hakikatte asidir
180
Vakkasoğlu, 2012, s 199.
185
Zühdüm var deyu mağrur olmagil
Hak kabul etti kefen soyanı181
Yunus, kine de kızar.
Çıkar gönlündeki kini
Kin dutanın yoktur dini
Başkasının ayıbını görmemeyi salık verir.
Bakgil kendi dirliğine
Kimse aybın gözetmegil
Cahillikten bahillikten kaçmayı tavsiye eder. Cimriler Cenabı Hakkın didarını
göremeyeceklerdir.
Eksik olman ehillerden, kaça görün cahillerden
Allah bizar bahillerden, bahil didar görür değil
Menfaat düşkünlüğü ve tamahkarlık da eleştirilir.
Yunus’a göre devrinde hakiki Müslüman azalmıştır, çünkü ahir zaman
gelmiştir artık.
İşidin ey ulular ahir zaman olmuştur
Sağ Müslüman seyrektir o da güman olmuştur
Alimler okudukları ile amel etmez, dervişler de yollarını gözetmez
olmuşlardır.Sarp bir zamandır. Beylerde mürüvvet kalmamıştır, yedikleri yoksul eti,
istikleri kandır. Herkes yaptığının yanına kaldığını sanır.
Gitti beyler mürüvveti binmişler birer ah
Yediği yoksul eti, içtiği kan olmuştur
Birbirin yavuz sanır ettiğin kalır sanır
Yarın mahşer gününde işi yaman olmuştur
181
Vakkasoğlu, 2012, s 202.
186
Bozulmanın bir nedeni de nasihat ve irşad ehlinin bozulmasıdır. Zamanenin
bozulmasını helalin terkedilip haramın yenir olmasında görür.
Müslümanlar zamane yatlu oldu
Helal yenmez haram kıymetin oldu
.
Haram ile hamir tuttu cihanı
Fesad işler gören hürmetin oldu
Yunus hak ve hakikatın temsilcisidir.
Yunus bilhassa örnek insan modeli olarak ortaya koyduğu dervişleri işlerini
halka benzetmeme noktasında ikaz eder. O sadece haktan, haklılardan, ahlaktan,
ahlaklılardan yanadır.
Haçlı seferleri, Moğol istilası, Selçuklunun çöküşü arkasından Yunus ve
Mevlana bir ümit abı hayatı olmuştur. Babiliğin, Hurufiliğin ve her türlü batıl
mezhep ve bilhassa tarikat sapıklığının önünü almada ve saf Müslümanları yanlışa
düşmekten kurtarmada Yunus’un payı az değildir. Yunus Macaristan’dan,
Yogoslovya’ya Kafkasya’ya, Orta Asya içlerine kadar gönüllerin dili olarak konuştu.
Bürhan Toprak sevdiği bütün yazarların yabancı olduğunu söyler. Sonra
Yunus’a rastlar ve divanını yanından ayırmaz.Bana doğduğumdan beri hiç kimsenin
seslenmediği gibi samimi ve içten seslendi. Ben o divanda yalnız kendi
coşkunluğumun yankısını görüyordum. O benden bana gelen bir ses gibiydi. Bu
yüzden onu çok sevdim.182
Yunus’un sırrı eskimeyen yeniyi bulmuş olmasındadır. Zamanın yıpratıp
demode etmediği her an taze, her dem yeni hakikat Yunus’tadır.Yunus hayatın
dışında değildir, cemiyeteinmenin ve irşat etmenin adamıdır.
Kastım budur şehre varam
Feryad ü figan koparam
182
Vakkasoğlu, 2012, s 216.
187
İnsanlık tarihi boyunca varlığının hiçbir anında, bugünkü kadar korkulu bir
dünyada yaşamamıştır.
Vedat Nedim Tör batılı aydının Yunus’u bir vahiy gibi coşkuyla dinlediğini
söylüyor.
Yunus insanları insanda ebedi ve ulvi olan şeyleri yaşayabilecek şekilde
yetişmeye teşvik ediyordu. Yunus’un sunduğu ruh terbiyeti dış dünyanın
cazibesinden ve gafletinden insanları içine, özüne ruhuna döndürmektir. İnsanın asıl
meselesi önce kendi beninin mahiyetine nüfuz etmeye çalışmak gerek. Gönlün
deryasına dalmak gerek.
Sanatı şiirleri inancının, dünya görünüşünün, yaşama üslubunun dile
gelmesidir Samimiyet ve sadelik içinde derdini anlatır. Sanat ve sanatkarlık endişesi
yoktur ama yaptığı ilahi bir düzenle sanatlıdır. Tanzim edilen sanatlıdan daha ileridir.
Özlü ve bilgiyle genişleyen kuvvetli bir görüş ve anlayış kabiliyeti bu
kabiliyetin verdiği tedavi kudreti tasavvufla gelişen müsamahalı insani ve ileri bir
dünya görüşü nihayet sanatını halkın hizmetine ve faydasına verdiği için halk
ifadesini benimseyiş ve en güç şeyleri bile rahatça halk ve halk diliyle anlayış. İşte
Yunus’un sanatındaki sır.Timuşrat’a göre bütün Türk edebiyatı menşelerinden
bugüne kadar ondan daha büyük bir mutasavvıf şair yetiştiremedi.
Yüzyıllarca Yunus’a bağlanan şiirlerde Yunus, Yunus Emre, Miskin Yunus
ve başka mahlaslar kullanılmıştır. Bunların çoğunun bizimYunus ile ilgisi yoktur.
Yunus’a at olduğunda şüphe bulunan ama onun şekil ve muhteva özelliklerine sahip
olanlar da Yunus’un sayılabilir. Kendinden sonra birçok larını etkilemiştir. Hacı
Bayram, Eşrefoğlu Rumi, Şeyh Vefa bunlardandır. Daha sonra da onun tesirini
taşıyan çokları olmuştur. Sanatı safvet, samimiyet, basitlik, vuzuh ve kuvvettir.
Miletini dili ve sanatıyla temsil etmesi ile milli sanatın mimarıdır. O millet lafı
etmeden milletin şairidir. Halktan ve hayattan ayrılmamıştır. O halk şairi değil
tasavvuf şairidir. Gerek hece gerekse aruz vezniyle yazdığı şiirleri ahenk ve
akıcılıkta aynı kıvraklığı ve tesiri gösterir.Bazı şiirleri hem hece hem de aruz
kalıplarına uyar. Halkın kolaylıkla anlayabileceği bahçeden, evden, ev eşyalarından
188
ve onlara ait isim ve sıfatlardan olmasına dikkat etmiştir.Ağaç, tarla, ekin, dükkan,
yağ, bal, silah, çiçek, meşe, çadır, kov an, avı ve başka kelimeler kullanır. Çarşıdan,
tarladan, pazardan örnekler, teşbih ve mecazlar kullanır.
Sanatının en iyi tarafı Türkçe’yi en iyi kullanmış olmasıdır. Onun elinde
Türkçe en güzel şeklini almış, zafere ulaşmıştır. En güzel ve en halis Türkçeyi
kullanır. Kelimelerden bir Süleymaniye kurmuştur, şiirinin mimarisi Mimar Sinan
varidir. Ağır konuları fikir ve lirizmle birleştirmiştir. Arapça, Farsca’dan ölçülü
kullanım ile Türkçe’yi zenginleştirmiştir. Kelimeleri de millileştiren bir lisan
fatihidir. Yunus Oğuz lehçesini üstün bir meharet ve sanatla kullanarak tasavvufunu
söylemiştir.
2.6.7. Önce AlkıĢladılar Sonra Öldürdüler
Vakkasoğlu`nun yazmış olduğu Önce Alkışladılar Sonra Öldürdüler olan
eser, İstanbul 1975 tarihinde, Yeni Asya yayınlardan, 238 sahifeden oluşuyor. Tarihi
bir eser, eskiden (sahabe döneminde) bu güne kadar ibretler, dersler bu eserde sunar.
İki bölüm var eserde, birinci bölüm Şarktan(doğudan), ikinci bölüm
garbtan(batıdan). Birinci bölümde Ammar Bin Yasir, Ebu Huzeyfe, Hz. Zeyd ve
Hubeyb, Muaz İbn-i Malik, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin, Abdullah İbn-i Zübeyr, Ömer
İbn-i Abdülaziz, Ebu Müslim Horasani, İmam-ı Azam, İmam-ı Malik, Ahmed İbn-i
Hanbel, Cafer Bermeki, Hallac-ı Mansur, Ahmed İbn-i Nasr, Şems-i Tebrizi,
Alparslan, Şeyh Bedreddin, Cem Sultan, Alaüddevle, Veliaht Şehzade Mustafa,
Genç Osman, Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, Patrona Halil, III. Selim, Alemdar
Mustafa Paşa, Sultan Abdülaziz Han, Koca Yusuf, İskilipli Atıf Hoca, Adnan
Menderes, Fatih Rüştü Zorlu, Hasan Polatkan`dır.
İkinci Bölüm ise, Sokrat, Kaligula Klod ve Neron, Sezar, Katilina, Servetüs,
XVI. Louis, Jan Kalas, Danton ve Robespierre, Buruno, Panço Villa İle Viva Zapata,
Kral Eleksandr, Çar II. Nikola, Mata Hari, Troçki, Mareşal Rommen, Mussolini,
Malcolm X…
189
2.7. Ġzlenimler
2.7.1. Avrupa`nın Gerçek Yüzü
Avrupa`ya giden yazar kendi gördüğü, şahit olduğu şeylerden bahseder
eserde. Yazarın yazdığı “Avrupa`nın Gerçek Yüzü Yaşadığım Avrupa” olan eser,
İstanbul Mayıs 2007 yılında, Nesil yayınlardan çıkmış, 222 safhifeden oluşuyor.
Kitaptaki konular iki bölümde yazılmış. Birinci bölümde Avrupa`ya içinden bakıştır.
İkinci bölümde Avrupa`yı dışardan görüştür.
Birinci bölümde bulunan “Batı`nın Çirkin yüzü, Batı`nın Kaç Yüzü Var?”
olan başlıklar, Avrupa`nın gerçek yüzü bu bölümlerde ortaya çıkıyor. Avrupa
yardımsever değil, bilakis Afrikalı insanları kullanıp, sonra en kötü muamele eder.
Yetmez de kadınları alıp, pis ve fuhuş ilişkilerin içine atarlar.
Sosyal medyalarda bir haber çıkar, zor durumda bir hayvan için, Avrupa`da
seferberlik olur neredeyse . Zavallı hayvan (balina) kurtulmasına umumi bir gayret
gösterilmiştir. Ama Filistin`de, Azerbaycan`da, Bosna`da, Çeçenistan`da ya da
Kosova`da işlenen cinayetleri, soykırımları görmezden gelir. Avrupa`nın sesi
çıkmıyor. O zaman iddia ettiği insanlık nerede?
İkinci bölümde, “Avrupa`yı Dışardan Görüş” ve bu bölümde “Batı Bize Nasıl
Bakıyor II” olan başlık, batı şimdi iyice anlamıştır ki, Müslümanlar her şeye rağmen
İslamdan başka hiçbir dini benimseyemezler. Sebebi çok basit, Hristiyanlar çoğu
kendi dinini terk etmektedirler. Bu durumda Müslümanları Hristiyan yapabilmenin
hiçbir imkanı yoktur. Batı artık başka bir şey bulmalı, etkili inandırıcı bir hikaye
bulup, ortaya çıkarması gerekir. İşte bu”Çağdaşlık” masalıdır. İnsanların his ve
heves, şehvani duyguları kışkırtılmaktadır. İslam düşmanı Müslüman ülkelerinde
yapmak istediği budur işte. Mademki Hristiyan olmuyorlar, o zaman Müslüman
olarak da kalmasınlar, inançlarını unutsunlar…183
Batı`nın elindeki kendi icadı olan manevi silahların biz de çoktan hedefiyiz.
Uyuşturucu, alkol, cinsel sapıklıklar Müslümanlar arasında itibar görür.
183
Vehbi Vakkasoğlu, Avrupa`nın Gerçek Yüzü, Nesil Yayınları, 4 Baskı, İstanbul, 2007, s.125
190
Avrupa`da toplumsal bozulma dinsizlikten ileri geliyor. Bunun için tedbirler
almaya başlamış, okullardaki din dersleri güçlendirilmiş. Din dersi almak
istemeyenler, mecburen yeni bir ders alıyor, “Ahlak ve Felsefe” böylece din dersi
almayanlar da “Ahlak” diyerek örtülü bir biçimde dinle bağlantı kurmuş oluyor.
2.8. Aile, Evlilik ve Kadın
2.8.1. Biz Evleniyoruz
İstanbul 2015 yılında çıkan “Biz Evleniyoruz Nikah Şekeri” cihan
yayınlardan, 176 safhadan oluşuyor. Kitaptaki konular bahis bahis alınmıştır.
Konular evlilik ile ilgili nerdeyse bütün sorumluluklardan, mutlu olmaktan, eş
seçmekten bahsetmiştir. Nikaha giden yol: eş seçimi sohbetinde, eş seçerken en
mühim şartlarından biri, sevgi dolu bir yürek sahiptir. Çünkü seven bir gönül, sevgi
dolu bir yuvadan yetişir. Elbette birbirlerini seven anne babaya sahip olmak, sevgi
okulunda en etkili dersler görmüş demektir. Aynı zamanda eş seçerken, annelere
bakmakta fayda var. Atalarımız “Anasına bak, kızını al; kenarına bak bezini al”
demişler.
Kul kusursuz olmaz sohbetinde, evlilik iki insan bir araya getiriyor. İki farklı
cinsi birleştiriyor. Tabii o iki ayrı cinsi, mükemmel ve muhteşem yanları var, eksik
ve başarısız yanları da vardır. Kul kusursuz olmaz, bu yüzden o iki ayrı cinsi
birbirlerini tamamlayacaklar. Bununla beraber eğer eşinin kusurunu düzeltmek
isteyen biri olursa, önce kendi kusurlarını düzeltmekle başlamalıdır.
Kadınların hoşlanmadığı üç şey sohbetinde, birincisi acımasız eleştiriler bu
hususta yapılan yine üç büyük hatalar vardır:
Sesini yükseltmek, bağırmak, meğer bağırarak konuşmak sözünün tesirini
artırmaz
Eleştiride insafsız bir üslup kullanmak “Beceriksizsin, senin gibi ne işe
yarar”
191
Hatalara genellemek, sanki her gün tekrarlanıyormuş gibi, “Sen hep
böylesin” 184
Bunların yerine merhametli sözler kullanılır. “Beni kırıyorsun canım, hiç
beklemediğim bu halin, bu tavrından dolayı üzülüyorum, bana hayal kırıklığı
yaşatıyorsun”
İkincisi eşinin düşüncesini okuyup, yargısız infaz yapmak. Eşler birbirleriyle
konuşmayınca düşünceleri okumaya başlarlar. Meğer insanlar konuşa konuşa,
hayvanlar koklaşa koklaşa anlaşırlarmış. Üçüncüsü olan kep kendini haklı görmek.
Beylerin sıkça yaptığı hata, bütün hatayı eşinde görmek, “Kavgalar hep sen
başlattın”, böyle bir davranış kesinlik yanlıştır. Çünkü bir hata iki kişiden
kaynaklanıyordur. Çözüm kim hata yapar, özür diler. Özür dileyen insan kendi
kalitesini göstermiş olur. Karşı tarafa düşen görev, affeder. Hem bir seven affedemez
mi? Elbette affeder.
Affı seven Rabbimiz affedenleri affedecek, bağışlayanlara bağışlayacak.
Sevgisizlikten çıkan kin nefret, karşısında sevgiden bağış, barış çıkmak gerekir.
2.8.2. Bilinmeyen Kadın
Bilinmeyen Kadın, Vehbi Vakkasoğlu’nun Bilinmeyen Kadın isimlli eseri
Nesil yayınlarından çıkmış.Mart 2005’de yedinci baskısı yayına çıkmış. Eser 192
sahifeden oluşuyor. Bir giriş ile dört bölümden meydana getirilmiş.
Kadın Nedir?, bahsinde her şeyi çift yarattığını söyleyen Allah’ın hükmü
gereğince, kadın kocasının diğer yarısından başka bir şey değildir. Tıpkı bütün bir
elmanın diğer yarısı gibi. Erkekle kadın arasındaki geçek adaleti yerine getirecek
islamdır. İslam sadece akıl ışığı ile hareket etmez, onun elinde sonsuza ışık tutan
Kuran ve Hadis de vardır. Böylece insanı en iyi bilen Allah’ın gösterdiği yolda bizim
henüz anlayamadığımız ihtiyaçlarımızın cevabı bulunacağı tabiidir.185
184
Vehbi Vakkasoğlu, Biz Evleniyoruz, cihan Yayınları, 90 Baskı, İstanbul, 2015, s. 169. 185
Vehbi Vakkasoğlu, Bilinmeyen Kadın, Nesil Yayınları, 7 Baskı, İstanbul, 2005, s. 11.
192
Kadının Yapısı ve Özellikleri bölümünde, İngiliz yazarı Rudyard Kipling’in
“Doğu, Doğudur, Batı da Batıdır. “sözünü izah eder yazar ve, Doğu ile Batı
arasındaki zıtlığı coğrafi manasından ziyade psikolojik manada mesel hükmünde
belirlemiştir”der. Bunu yazar” erkek erkektir, dişi de dişi “şeklinde yorumlar. Kadın
ve erkek psikolojik ve fizyolojik olarak birbirini tamamlayan iki canlıdır. Halbuki
medeniyet bunların üstünlük ve aşağılık gibi yorumlar yapmaktadır. Hayat ve
cemiyet için kadın ve erkek ikisine de ihtiyaç vardır. Erkek kınetik enerji kadın ise
potansiyel enerjidir. Bunlar da birbirini tamamlar. Erkeklik unsuru olan meni
tohumları birbiriyle yarışırcasına kadınlık elemanı olan yumurta hücresine doğru
koşuşurken hayatın devamı için gerekli olay ortaya çıkar.186
Binlerce yıldan beri erkeğin yürüttüğü aile reisliği vazifesi,hayatın devamı
için büyük değere sahiptir. Yaratılıştan getirdiği kabiliyetleri sebebiyle neslin
korunması hususunda her türlü yükü omuzlarına yüklenmiş bulunan erkek, hayat
mücadelesinde daima kuvvetli olmak mecburiyetinde kalmış, zihnini işletmeyi ve bir
mesele üzerinde dikkatini toplama kabiliyetini geliştirmiştir. Kur’an-ı Kerim’de
“erkekler kadınlar üzerinede hakimdirler. Bu sebeble ki Allah onlardan kimini
kiminden üstün kılmıştır.”
Hz Peygamber as “cennet annelerin ayakları altındadır” Hugo ise “Kadın
zayıftır ama anne kuvvetlidir” der. Kadının en baş vazifesi anneliktir. Bundan daha
yüksek ve mukaddes vazifesi yoktur. Nesiller bu sayede devam ederler. Fizlyolojisi
ve psikolojisi ile kadın annelik için yaratılmıştır. Hayat onun dokuz ay karnında
beklettiği canlı ile devam etmektedir. Bütün kainat annenin karnındaki çocuğa ve
hayat da o çocuğa göre dizayn edilmiştir. Hayata büyük hizmetinden dolayı annenin
ayağının altı cennettir. Tolstoy da “kadın doğurmazsa Allah’ın saltanatı sona erer”
der.
Kız çocuğu her halinde annenin varisi gibi davranır. Adeta oyunlarla anneliğe
ilahi tasarım onu hazırlar.Felix Thomas “Anne olma düşüncesi küçük kız çocuğunun
benliğini öylesine sarmıştır ki ilk iş olarak çocuğun nasıl ve nereden dünyaya
186
Vakkasoğlu, 2005, s. 38.
193
geldiğini araştırır ve anne pozları takınmaya başlar. Oyunların en eskilerinden biri
olan bebek oyunu, bir küçük kızın zevkine ve ihtiyacına en uygun olan bir oyundur.
Kadında analık duygusu, cinsi duygulardan daha baskın şekilde bütün
ömrünü doldurur. Dejenere kadınlarda hatta salon kadınlarının ahlaken en çok
düşkünlerinde bile daima en kati şekilde analık duygusunun bütün hışmı ve
kudretiyle şahlandığı misaller çoktur. 187
Kadın olmak bedenen ve ruhen, fakat daha ziyade ruhen anne olmak
hasretidir. Çocuğu olmayan kadınlar bu iştiyaklarını ya başkalarının çocuklarına ya
da hayır işlerine hasrederler. İhtiyar kadınlar da torunlarına yöneltirler. Bazıları da
insanlara anne gibi bir dost olurlar. Analık hissini bastıramayan bazı kadınlarda da
derin düşünceler ve asabi tezahürlere dönüşür.
Modern kadının ruhunda annelik duygularının bulunmadığı iddiası basit bir
görünüş ve gösterişten ibarettir. Annelik hislerinin baskı altına alınması imkansızdır.
Hayatta mesud olabilmesi için kadın kendi kendine tamamiyle yeterli
değildir. Bu yüzden İslamiyet kadını erkekle tamamlar. Peygamberimiz kadınlar
hakkında müjdeli konuşur. “iyi kadınlar itaatli olanlardır. Kadın beş vakit namazını
kılar, yılda bir ay orucunu tutar, ırzını muhafaza eder ve kocasına itaat ederse cennet
kapılarının dilediğinden girsin. “Kocasının meşru isteklerine cevap vermeyen kadına
bütün melekler lanet eder. Erkekteki sapmalar kadının kendini ayarlayamaması
yüzünden olabilir.
Peygamberimiz kadına karşı takınılacak tutum konusunda şöyle söyler. Kadın
eğe kemiğine benzetilir. Doğrultulması hususunda fazla ısrarlı olunursa kırılacağı
beyan buyurulan kadın, tam olmaya zorlanmamalıdır. Zira yaratılıştan getirdiği bazı
hisler sebebi ile zaten buna muvaffak olamayacak durumdadır. Hz Peygamber (asm)
bunu da “kadınların itaati pişmanlıktır” hadis-i şerifleriyle izah buyurmuşlardır, yani
itaatsizliklerini bundan dolayı duyacakları bir pişmanlık takip ederse, itaat etmiş
sayılırlar. Daha fazla üstelemek doğru değildir ve faydasızdır.
187
Vakkasoğlu, 2005, s.27.
194
Yine peygamberimiz bir ölçü getirir. “Mümin bir erkek, mümin bir kadına
kızıp darılmasın . Eğer bir huyundan hoşlanmazsa diğerinden memnun olabilir. Bir
kadın psikolog da şöyler söyler. “Bir kadın bir erkeğe bağlanmadıktan sonra
kişiliğini kazanamaz. Erkeksiz kadın, oraya buraya saçılmış bir çiçek demetine
benzer”188
Bir genelev kadını tek arabalık bir düğün alayı ile ne istediğini anlatır.” Ne
olur ben de başkaları gibi bir anne adayı olarak gelin arabasına bineyim de, hiç
olmazsa şehirde dolaşıp döneceğim yarım saat içinde içinde olsun bir erkeğe
bağlanmanın, çocuk ve yuva sahibi olmanın huzurunu duyayım . Yalandan da olsa
bu zevki bir nebzecik tatmak istiyorum “Yazarın gördüğü tek arabalı düğün alayı da
bu manayı ihtiva ediyor.
Kız çocuklarında sosyal uyuşma bakımından daha büyük bir istidad, çevreye
uyma bakımından daha büyük bir kabiliyet çevresinde bulunanların seviyesine göre
kendini ayarlama bakımından daha büyük bir uysallık ve aynı zamanda şahsiyetle
daha alakasız bir konforizm herkesle bağdaşma zihniyeti görülür. Kız çocuğu
çevresine karşı koymaktan ziyade çevresine göre hareket eder.
Kadın da itaat de farklıdır. Kendini esir haline sokan bir itaatin yanı sıra, bir
de insanı esaretten azade kılan bir itaat mevcuttur. Bu da hürmet edilmemesi kabil
olmayan bir kuvvete karşı, gönüllü itaattir. Binaenaleyh itaat etmek hür olmak
demektir. Ailenin belkemiği itaattir. Kainatta itaat kanununa göre farklı cüzleri ve
nesneleri birleştirmiştir veya birleştirilmiştir. Kainatta egoizm yoktur.
Tekrar analık konusuna dönelim Alekis Carrel şöyle düşünür. “nevin idamesi
denilen ağır yükün en büyük kısmı kadınların omuzlarına yüklenir. Bununla biraber
kadın bu işi yapmadığı takdirde, Allah’ın kendine verdiği vazifeyi ihmal etmiş olur.
Kendisine verilen bu vazife, belki bir milyon seneden beri kadının cinsi arzularına,
guddelerine, sinir sistemine ve ruhuna kazınmıştır. Kadın için anne olmayı kabul
etmemek kadar ağır bir suç yoktur. Bundan başka bir kadın ancak analık sayesinde
bedeni ve zihni bakımdan tam manasıyla gelişmiş olur.
188
Vakkasoğlu, 2005, s. 33.
195
Tolstoy da kadının kısırlaştırılması konusunu kabullenemez, iyi görmez.
Dünyayı saran gençlik faciasının nedenlerinden biri genç kızlara anneliğin kendi asli
ve şerefli vazifeleri olduğunun anlatılmamasıdır. Bu anlatılmayınca kız çocuğu bir
dizginsiz serbesliğin içinde ruhsal ve bedensel zararlara uğrar.
2.9. Psikolojik ve Ahlaki Motivasyon Kitapları
2.9.1. Doğru DüĢünme ve BaĢarma Sanatı
Yol gösterici, ufuk açıcı olan bu eser, İstanbul Şubat 2013 yılında, Nesil
yayınlardan, 159 safhadan oluşuyor. Başarı olmak ne demek, kitabı okuyan anlar.
kitap başarı azmi, başarı için gereken sabır (vs) şeyler, doğru düşünceyi engelleyen
unsurlar gibi konulardan oluşuyor.
Doğru Düşünceyi Engelleyen Unsurlar:
Önyargı, suizan(kötü zanlar beslemek), hırs, ideolojik saplantılar, batıl
inançlar, aşırı muhabbet ve düşmanlık duygusu, ispatlanmamış teorileri bilim
sanmak, kibir ve gurur sahibi olmak, hayatta bakış açısındaki yanlışlık, önemli ve
harika olayları bir isim takarak örtüp kapatmak, düşünmeyi kötüleyen sözler…
Aynı zamanda doğru düşünceye ulaşmanın yolu: insanın kendisini
yalansızlığa alıştırmalı, araştırmacı ve meraklı bilgiye önem veren gençler
yetiştirmeli, bilgiler sürekli kontrol edilmeli, duygusallıktan tamamen arınmalı…
Gülü seven dikenine katlanır: eğer bir bahçıvan, gül yetiştirirken ellerine
diken batarsa, sonra da şikayet ederse, demek isteğindeki samimiyetini tartışmaya
açıyor. Çünkü bir gül için bin dikenin batmasını göze alması gerekir. Şair dediği gibi:
Yar için ağyara minnet ettiğim aybeyleme
Bağıban bir gül için bin hare hizmetkar olur
196
(sevgili için yabancılara minnet edişimi ayıplama, çünkü bahçıvan da bir gül
için bin dikene hizmetçilik eder)189
Yanlış düşünceler, yanlış eylemlerin insanı yapar. Çünkü insan
düşüncelerinin ürünüdür…
2.9.2. Ġçinizdeki Dostu KeĢfedin
Yazarın yazdığı İçinizdeki Dostu Keşfedin başlıklı olan eser, İstanbul Aralık
2015 yılında çıkmış, 128 sahifeden oluşuyor. Öncelikle biz bir dost bulmak için, iç
dünyamız bir başkasını kabul etmek gerekir. Karşılıksız sevmeye razı olmalıyız.
İnsan yaratılmış olduğumuz için hiç yalnız olamıyoruz. En güzel örnek, Hz. Adem
(a.s) babamız, bütün insanlar sevdiği, yalvararak dua ederek, istediği o dünyanın en
güzel yeri (Cennette) olduğu halde yalnız olamamış. Bir arkadaş, refik (arkadaş)
duasında bulunmuş. Rabbimiz de o duanın bereketi olarak, Hz. Havva annemizi
yaratmıştır. İbret alacağımız ki insan bir arkadaşa ihtiyacı var…
Olumlu bir şekilde görmek de çok önemli. Çünkü güzel gören güzel düşünür.
Örnek olarak, bardağın boş tarafını gören insandır. Niçin boş yanı görürüz? Halbuki
olumlu düşünseydik, diğer yana bakardık. Hem de bardağın boş tarafını görmek,
moralimizi bozar. Bu sebeple olumlu görmekte insana faydaları var…
Kardeşliğin önleyen zararlı duygulardan uzak durmalıyız. Bunlar ise “Nifak,
Şikak(bozuşma), İnat, Haset, Tarafgirlik” bunlardan uzak durmalıyız. Allah kuranda
şöyle buyuruyor:
“Muhakkak ki müminler kardeştirler. Siz de kardeşlerinizin arasını düzeltin
ve Allah`tan korkun ki, rahmete erişesiniz” (Hucurat suresi:10)190
Haset eden bir insan, en kötü hastalıkta düşmüş demektir. Bu hastalıktan
kurtulmak için, kıskandığı çekemediği şeyler baksın. Elbette dünyevi şeylerdir.
Bunlar genelde “Güzellik, güç, zenginlik, makam (vs)” dünyevi şeylerden kıskanır.
Bu fani geçici şeyler değmez, bir Müslüman insan bunlardan kıskanır mı?
189
Vehbi Vakkasoğlu, Doğru Düşünme ve Başarma Sanatı, Nesil Yayınları, 23 baskı, İstanbul, 2013,
s.52. 190
Vehbi Vakkasoğlu, İçinizdeki Dostu Keşfedin, Nesil Yayınları, 18 Baskı, İstanbul, 2015, s.112.
197
Kardeşimizden bize yapılan bir kötülük, bu işi yapana ait değildir. Çünkü
düşünmediğimiz, bilmediğimiz şeyler de var, bu kötülüğün perde arkasında başka
sebepler de olabilir. Kaderin bir payı vardır. Bu durumda razı olmamız lazım, çünkü
kader Rabbimizin planıdır. Belki de nefis ve şeytanın hissesi vardır. Kötülük yapan
biri Şeytan, nefise uymuş demektir. Belki de kendi nefsinde görmediği kusurunu
görüp ona da bir payı vermeli. Zira kusursuz bir insan yok. Bu yüzden insan her
şeyde, konuda acele etmemeli. Düşünüp taşınıp sonra doğru bir karar verir. Çünkü
yanlış karar, bazen kavga çıkarır. Meğer kavga değmeyecek kadar bir dünyadayız…
2.9.3. Üzüntüsüz YaĢamak
Eylül 2014 yılında çıkan Üzüntüsüz Yaşamak, Nesil yayınlardan 207
safhadan oluşuyor. Mutlu bir hayat geçirmek için, ne yapmamız, nasıl davranmamız
gerektiğini eserde açık bir ifade bulunuyor. Üzüntüsüz Yaşamak için dünyaya nasıl
bakmalıyız? Sohbetinde, dünya değerlendirmeliyiz. Gönlümüzde dünya nedir?
Dünyanın gözümüze bir neşe, gönlümüze de sevinçler verebilmesi için, dünya bir tek
yüzlü olmadığını bilmeliyiz…
Dünyanın birinci yüzü: Cenab-ı Hakk`ın güzel isimlerine bakar. O güzel
isimlerin nakışlarını gösteren bir aynadır. Dünyanın ikinci yüzü, ahirete bakar,
ahiretin tarlasıdır. Cennet kazanmak istiyorsak, ancak bu dünyada kazanırız. Bunun
için dünyanın bu yüzü nefret değil, aşka layıktır. Dünyanın üçüncü yüzü, insanın
heveslerine bakan ve gaflet perdesi olan yüzüdür. Dünya boyutlu düşünenlerin his ve
heveslerinin oyun ve eğenci yeri sayılan bu yüz, çirkindir. Çünkü geçicidir, fanidir,
elemlidir… Bu dünya ahiretin vitrinidir. Sınav yeridir. İnsanın ahiret alemine
iştiyakını ve aşkını güçlendirir ve muhafaza eder.
Mutluluk veren hasletleri, Mevlana Hazretlerine göre şöyle özetlemiş:
Şefkat ve merhamette güneş gibi ol
Başkalarının kusurunu örtmekte gece gibi ol
Yardım ve cömertlikte akarsu gibi ol
Alçakgönüllülükte ve olgunlukta toprak gibi ol
198
Olduğun gibi görün, göründüğün gibi ol 191
Mevlana Allah için olmuş, yaşamış ve ölümünü bile ona kavuşma
heyecanıyla karşılamıştır. Bu yüksek ahlakla, Rabbine layık olabilmek için yaşayan
bu mütevazı adam, bir gün “bugün evimizde yiyecek hiçbir şey yok” diyen hanımına,
şu cevap vermiş:
“Şükürler olsun, bugün evimiz Resulullah`ın (a.s.v) evine benzemiş”192
2.9.4. Devrimlerin Deviremediği
Vakkasoğlu`nun yazdığı Devrimlerin Deviremediği eser, anahtar yayınlardan,
112 sahifeden oluşuyor. Kısa bir eserdir, içi sadece 14 başlık ihtiva ediyor.
Onlarından biri “Nerede o eski Ramazanlar?193
” Osmanlı döneminde yaşamış
oldukları yaşlı yazarların her Ramazanda tekrarladıkları bir cümle, Nerede o eski
Ramazanlar?.
Maalesef biz batıyı benzettikçe ve İslam imanını gevşeten bu taklitler, ibadet
ayı olması gereken Ramazan, o mübarek ayın hevesini, ruhunu ve ibadetini bir yana
bırakıp sonra diyoruz ki “Nerede o eski Ramazanlar?” Oysaki din ibadetlerini
bırakan biziz. Demek sorun bizde, bunun için bir çare bulmamız gerek, yoksa böyle
kalırız. Eski günlere hasretimizi devam eder.
Bu yüzden biz eski günleri geri kazanmalıyız. Eski Ramazan günleri ve ayın
hevesi geri almak için, ancak eski fazilete dönmeliyiz. Eğer dönebiliyorsak mübarek
Ramazan ayının nasıl bir fazilet, ibadet, insanlık ayı olduğu gayet açık
görülebiliriz…
191
Vehbi Vakkasoğlu, Üzüntüsüz Yaşamak, Nesil Yayınları,60 Baskı, İstanbul, 2014, s. 200. 192
Vakkasoğlu, 2014, s.201. 193
Vehbi Vakkasoğlu, Devrimlerin Deviremediği, Anahtar yayınları, 3 baskı, İstanbul
199
SONUÇ
Yazarımız Vehbi Vakkasoğlu, daha önce açıkladığmiz gibi yakın tarihi
tanığıdır. Tanık olduğu olaylarından beri, hayatında en etkili hadise, 27 Mayıs
darbesidir. O zamanlarda gerçekleşen olayları, silinmez izler bıraktığını söyledi. O
dönemde yaşanan vakalar, meydana kusursuzca attı. Tanık olduğu Diğer şey
Avrupa`ya gittiği o zamanlar, 6 yıl boyunca onları oldukça iyi gözlemledi. Ve
Avrupa`nın gerçek yüzünü görmüştür.
Muharrir ne demek olduğunu da yazar çocukken öğrendi. Üstüne bir vazife
aldı, toplumun tercümanı olmaktır. O görevi yerine getirmek için, çabalar gösterdi.
Hamasi nutukların yerine ilimle tezyin etti. İnsanı kucaklayan ve sevgi yayan dil ile
topluma muhatap oldu. Anadolu’da ve yurt dışında da yüzlerce konferanslarla
edebiyat-biyografi-din-ilim ve hepsini kuşatan bir muhabbet dili tasarruf etti.
Eserlere bakarsak, bütün kitaplarda kullanılan dil, temiz ve Türkçe’yi en iyi
kullanmış olmasıdır. Onun elinde Türkçe en güzel şeklini almış. En güzel ve en halis
Türkçeyi kullandı. Hatta Türkçeyi yeni öğrenen yabancı öğrenciler bile, eserleri
meşakkatsizce anlar çok ta sever. Zira anlatma biçimi, ahenk ve basit bir şekilde
meydana getirdi.
Vakkasoğlu eleştirel ve mukayeseli eserler yazmıştır. Çok kaynakları görmek
ve karşılaştırmak suretiyle büyük bir emek vererek bu harika eserlerini ortaya
koymuştur.
200
BĠBLĠYOGRAFYA
Vakkasoğlu, Vehbi, Ailede Sevgi İletişimi, Nesil Yayınları,39 Baskı, İstanbul 2014
Vakkasoğlu, Vehbi, Ailede Sevgi Sohbetleri, Cihan Yayınları, İstanbul 2010
Vakkasoğlu, Vehbi, Allah’ı Nasıl Anlamalı Çocuklarımıza Nasıl Anlatmalı, Cihan
Yayınları, İstanbul 2010
Vakkasoğlu, Vehbi, Aşk Çağlayanı Mevlana, Nesil Yayınları, İstanbul 2008
Vakkasoğlu, Vehbi, Avrupa`nın Gerçek Yüzü, Nesil yayınları, 4 Baskı, İstanbul
2007
Vakkasoğlu, Vehbi, Bazen Hazin Bazen Rezil Bu Vatanı Terk edenler, Yeni Asya
Yayınları 1975
Vakkasoğlu, Vehbi, Bir Destandır Çanakkale, Nesil yayınları, 83 baskı, İstanbul
2010
Vakkasoğlu, Vehbi, Bir Devrin ve Bir Şehrin Muhteşem Öğretmeni Sandal Hoca,
Nesil Yayınları, İstanbul 2013
Vakkasoğlu, Vehbi, Biz Evleniyoruz, Cihan Yayınları,90 Baskı, İstanbul 2015
Vakkasoğlu, Vehbi, Çanakkale Aslanları, Nesil Çocuk Yayınları, İstanbul 2016
Vakkasoğlu, Vehbi, Çanakkale Sesleniyor, Nesil Yayınları, İstanbul 2016
Vakkasoğlu, Vehbi, Çanakkale`de Şahlananlar, Nesil Yayınları, İstanbul 2016
Vakkasoğlu, Vehbi, Devrimlerin Deviremediği, Anahtar, 3 Baskı İstanbul
Vakkasoğlu, Vehbi, Doğru Düşünme ve Başarma Sanatı, Nesil Yayınları, 23 Baskı,
İstanbul 2013
Vakkasoğlu, Vehbi, Dünyada İslam`a Koşanlar, Nesil Yayınları,10 Baskı, İstanbul
2007
Vakkasoğlu, Vehbi, İçinizdeki Dostu Keşfedin, Nesil Yayınları,18 Baskı, İstanbul
2015
Vakkasoğlu, Vehbi, Kalptan Kalbe Terapi Mektupları, Nesil yayınları, İstanbul 2014
Vakkasoğlu, Vehbi, İz Bırakanlar, Nesil yayınları, 22 Baskı, İstanbul 2010
Vakkasoğlu, Vehbi, Mehmed Akif, Nesil yayınları, 19 Baskı, İstanbul 2013
Vakkasoğlu, Vehbi, Osmanlı İnsan, Nesil yayınları,19 Baskı, İstanbul 2010
Vakkasoğlu, Vehbi, Osmanlıdan Cumhuriyete İslam Âlimleri, Nesil yayınları, 6
Baskı, İstanbul 2005
Vakkasoğlu, Vehbi, Öğretmenin Not Defteri I, Cihan Yayınları, İstanbul 2010
Vakkasoğlu, Vehbi, Öğretmenin Not Defteri II, Cihan Yayınları, İstanbul 2010
Vakkasoğlu, Vehbi, Öğretmenin Not Defteri III, Cihan Yayınları, İstanbul 2010
201
Vakkasoğlu, Vehbi, Önce Alkışlardılar Sonra Öldürdüler, Yeni Asya Yayınları, 2
Baskı, İstanbul 1975
Vakkasoğlu, Vehbi, Sevgi Merkezli Çocuk Eğitimi, Nesil yayınları, 10 baskı,
İstanbul 2010
Vakkasoğlu, Vehbi, Tarih Aynasında Ziya Gökalp, Nesil yayınları, İstanbul 2012
Vakkasoğlu, Vehbi, Üzüntüsüz Yaşamak, Nesil yayınları,60 Baskı, İstanbul 2014
Vakkasoğlu, Vehbi, Yeniden Doğanlar, Nesil yayınları,8 Baskı, İstanbul 2004.
Vehbi Vakkasoğlu, Yunus Emre, Nesil Yayınları, 18 Baskı, İstanbul, 2012
Vehbi Vakkasoğlu, Akif Dede, Nesil Yayınları (74 baskı), İstanbul, 2016
Vehbi Vakkasoğlu, Osmalı`Dan Cumhuriyete Son Bozgun, Nesil Yayınları, İstanbul,
2007
Vehbi Vakkasoğlu, Kalp Sevmekten Yorulmaz, Nesil Yayınları, 29 Baskı, İstanbul,
2008
Vehbi Vakkasoğlu, Bilinmeyen Kadın, Nesil Yayınları, 7 Baskı, İstanbul, 2005
Dr. Lokman Erdemir, Çanakkale Savaşı, Gökkubbe, İstanbul, 2009,
202
ÖZ GEÇMĠġ
KiĢisel Bilgiler :
Adı ve Soyadı : Marwan Abbas Fadhıl FADHIL
Doğum Yeri ve Yılı : Baghdad - 1990
Medeni Hali : Bekar
Eğitim Durumu :
Lisans Öğrenimi : Bağdat Üniversitesi, Diller Fakültesi, Türk Dili ve
Edebiyatı Bölümü (2010-2014).
Yabancı Dil(ler) ve Düzeyi :
1. İngilizce (orta düzey)
2. Türkçe (iyi)