Upload
others
View
5
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
YAZACAK BİR ŞEYİMİZ KALMASIN İSTİYORUM...
İŞ GÜVENLİĞİNDE TASARIMIN ÖNEMİNDEN BAHSETMEMİZ GEREKMESİN...
YAŞAM ODALARININ TASARIM KRİTERLERİ DÜŞMESİN AKLIMIZA...
KAPATILAN KAMUSAL ALANLARIMIZI DÜNYANIN DÖRT BİR YANINDAKİ MEYDANLARLA KIYASLAMAK ZORUNDA KALMAYALIM...
100 YAŞINI DOLDURMUŞ TREN İSTASYONLARININ KÜLTÜR MİRASI OLDUĞUNU BİR DE BİZİM SÖYLEMEMİZE GEREK KALMASIN...
GRAFİK TASARIMIN NE DENLİ GÜÇLÜ BİR PROTESTO ARACI OLDUĞUNU ANLATACAK BUNCA ÖRNEĞİMİZ OLMASIN...
SEÇİMLERDE KULLANILAN ŞEFFAF KUTULARIN ÜRETİM YÖNTEMLERİNİ DOLAMAYALIM DİLİMİZE...
TÜRK LİRASININ SEMBOLÜNÜ TASARLAYANLARIN UZMANLIKLARINI SORGULAMAYALIM...
RENGARENK MERDİVENLERİN ANLATTIKLARINI TÜRKÇE’YE ÇEVİRMEMİZ GEREKMESİN...
GERİ DÖNÜŞÜMÜN ESASLARINI ANLATMAK VARKEN AVM’YE DÖNÜŞÜMÜ KONU EDİP DURMAYALIM...
GÜNDEMDEN BESLENEN BİR TASARIM GAZETESİ YAPMAK BOĞAZIMIZI BÖYLESİNE DÜĞÜMLEMESİN...
SAYFA SAYFA, SATIR SATIR DÖKMEYELİM GÖZYAŞIMIZI.
ÖYLE BİR GÜN GELSİN...
VE BİZ O GÜN, GÖNÜL RAHATLIĞIYLA SUSALIM.
Umut Kart [email protected]
YAŞAM ODALARI
5T TASARIM VE DİRENİŞ KONFERANSI
EŞYASIZ EVLERZ EVLER
SON MODA TEKNOLOJİ
ELECTROLUX DESIGN LAB
C-ExtremeÇimento, traverten ve ahşap doku görünümünü buluşturan fullbody porselen. Kalebodur’dan.
K A L E B O D U RH E R A Ç I D A NB E K L E N M E Y E N İ YA R AT I R .
kale.com.tr facebook.com/kalebodur
2003 yılında Arkitera Mimarlık Merkezi
tarafından, Kalebodur’un desteği ile açılan
Türkiye’nin ilk dijital mimarlık arşivi Arkiv,
mimarlık dünyası için büyük önem taşıyor.
Arkiv her geçen yıl biraz daha tanınırlığını
arttırıyor. Geçtiğimiz günlerde de Google’ın
sahip olduğu Field Trip uygulaması içinde
yerini aldı.
ARKIV x Field Trip Ortaklığı
Google Kampüsü’ndeki NianticLabs
tarafından geliştirilen, bulunduğunuz
konumu algılayıp size özel kültür ve eğlence
tavsiyeleri sunan mobil cihaz uygulaması
Field Trip’in sınırlı sayıdaki seçkin mimari
ortaklarından biri artık Arkiv oldu! Google
Glass gibi giyilebilir teknolojiler için de
uyumlu geliştirilen, gelecekte hayatımızın
önemli bir parçası olacağı öngörülen Field
Trip uygulaması ile artık size en yakın
Arkiv yapısı hakkında bilgi almanız ve
nasıl gideceğinizi öğrenmek mümkün.
Örneğin İstanbul’dasınız ve mimari bir tur
düzenlemek istiyorsunuz... Arkiv size bu
turu Field Trip aracılığı ile en iyi şekilde
yapmanızı sağlıyor.
Arkiv ipad Uygulaması
Arkiv iPad uygulaması bu ay itibariyle App
Store’daki yerini aldı! Ücretsiz indirilebilen
ve şimdilik sadece iPad ile kullanılabilen bu
uygulama ile, Arkiv’in sürekli güncellenen
veritabanı artık tablet cihazlarınızda.
Dilediğiniz her yerde Arkiv’in tüm ayrıntılı
süzme özellikleri ve kaliteli proje görselleri ile,
Türkiye’deki çağdaş mimari eserler arasında
keyifli bir gezintiye çıkabilirsiniz. Arkiv iPad
uygulaması bulunduğunuz konumu algılayıp
sizi veritabanında yer alan dilediğiniz yapıya
götürecek olan Google Maps ile birlikte
çalışabiliyor. Böylece çevrenizdeki tüm
binaların da özelliklerini, proje detaylarını ve
mimarlarını öğrenebilirsiniz.
Arkiv’in Yeni Yüzü
Konu internet olunca yenilenmek de artık
en önemli kavram oluyor. Daha bir yıl kadar
önce yenilenen Arkiv, yepyeni yüzü ile çok
daha pratik ve paylaşımcı.
Cumhuriyet Dönemi’nden günümüze
Türkiye’deki mimarlık üretimini
belgelemeyi kendine görev edinmiş Arkiv,
sponsoru olan Kalebodur ile işbirliği
sayesinde gelişimini Arkiv Seçkileri,
Sergiler, Arkiv Buluşmaları, Arkiv Kitap
Günü gibi projeleri ile sağlamlaştırdı.
“Arkiv Seçkileri” seçkin bir jüri aracılığı ile
yılın yapılarını seçerek, bu yapıları bir sergi
ile mimarlık ve gayrimenkul sektörü ile
buluşturuyor.
“Arkiv Buluşmaları” ise mimari görsel
hafızayı gelecek nesillere aktarabilmek
adına her ay, seçilmiş bir projeyi mimarı ve
davetli mimarlar aracılığı ile gezilmesini,
projenin tartışmaya açılıp video kaydının
alınmasını sağlıyor. Böylece yapı ve mimarı
gelecek nesiller ve projeyi görme imkanı
bulmayanlar için internet ortamında video
olarak arşivleniyor.
“Arkiv Kitap Günü” ise Arkiv’in Twitter
hesabı üzerinden her Perşembe mimarlık
ile ilgili bir soru sorarak doğru yanıtı
verenlere kitap hediye edilen bir proje. Bu
projede hediye dağıtılan kitaplar sayesinde
Twitter’da fan’lar oluştu. Mimarlık
kitaplarına ilgiliyseniz #arkivkitapgunu
hashtag’inden takipte kalın.
Pelin Ö[email protected]
ARKİV’LE MİMARİ TURwww.arkiv.com.tr web adresi üzerinden Türkiye’nin mimarlık hafızasını kayıt altına alan Arkiv 10. yılında yenilendi.
HAZİRAN/2014 03
Gözde Severoğ[email protected]
TÜRK TASARIMCILAR ELECTROLUX FİNALİNDE
Seçtiği yarışma içerikleri ile her daim yenilikçi Electrolux Design Lab, 12. senesinde öncü yaklaşımını sürdürüyor. Bu sene, 1700 başvuru arasından ilk elemeyi geçen Türkiye’den 4 isim var: Rana Alper, Nur Yıldırım, Selin Koşağan ve Fulden Dehneli.
04
Her geçen gün aralarına yenisi eklenen tasarım
yarışmalarının ilham kaynağı: Electrolux
Design Lab. 2003 yılında başlayan bu
yolculukta, tasarım öğrencilerinden teknoloji,
sağlık, beslenme gibi başlıklarda ihtiyacı
tanımlayarak çözüm üretmesi bekleniyor.
Yeni bakış açısı ile sonuçlanan her proje ise
tüketicilerin değerlendirilmesine sunuluyor.
Katılımcı bir değerlendirme yöntemi olarak
tüketiciden oy kullanması isteniyor.
Bu senenin teması gelecekteki “Geleceğin
Sağlıklı Evlerini Tasarlama” olarak belirlenen
Electrolux Design Lab yarışması, sürdürülebilir
ve keyif dolu bir yarın için yaşam
alışkanlıklarına ve ihtiyaçlarına odaklanan
yeni öneriler arıyor.
Mutfak Keyfi, Kumaş Bakımı ve Hava
Temizleme olmak üzere üç ana kategoride
toplanan 1700 başvuru, ilk olarak jürinin
ön elemesinden geçti. Tarifnamenin tam
karşılığını verdiği tespit edilen 100’ü aşkın
proje ilk adımı tamamladı. Geçen her
projede, sezgisel olarak tamamlayıcılığı,
yenilikçi yaklaşımı, tüketicinin iç-görülerine
odaklanması ve projenin içeriğinin estetik
olarak memnuniyet verici olması konularında
tüketici tarafından değerlendirilmek üzere
oylamaya sunuldu. Electrolux markasının
İskandinav tasarım yaklaşımını yansıtması,
anlamlı ve kalıcı bir öneri olması da önem
verilen diğer kriterlerdendi.
Mutfak Keyfi kategorisinde başvuran
tasarımlarda mutfaktaki keyif için sağlıklı
yaşam alışkanlıklarını desteklemek üzere
çözüm oluşturmaları bekleniyor. Yemek
yapma birçok kişi için rahatlatıcı ve
dinlendirici birer eylem, yoğun geçen iş ortamı
ve kozmopolit kentte mutfağın güvenli bir
sığınak olabileceğine inanılıyor.
Kumaş Bakımı kategorisi, “sürdürülebilir, tarz
sahibi ve iyi yönetilen bir ev için kumaş bakımı
konusunda ne önerebilirsiniz?” sorusuna yanıt
arıyor. Bu kategori başvurularında tasarımın
değerlendirme kriterleri arasında, yüksek
kalitede kumaş bakımı konusundaki yaratıcılık
ve etkili zaman yönetimi yer alıyor.
Hava Temizleme kategorisinde ise
“yaşam alanımızdaki hava temizlemeye
yönelik faaliyetlerimizin kalitesini nasıl
artırabiliriz ve bu temizleme bir faydaya
nasıl dönüştürülebilir?” sorularının yanıtına
yönelik tasarımlar yer alıyor. Evde hava
kalitesinin yüksek olmasının ev atmosferini
iyileştirmenin yanında, ortamı enerji
depolayabildiğiniz ve rahatlayabildiğiniz bir
alana dönüştürmesi kabul görüyor. Pişirme,
eğlence, uyku, çocuk ya da evcil hayvan
bakımı buna dahil.
50’ye yakın ülkeden başvurunun geldiği
yarışmada Türkiye’den hava temizliği ve
kumaş bakımı kategorilerindeki ilk aşamayı
geçen başvurular arasında 4 isim bulunuyor.
Ortadoğu Teknik Üniversitesi Endüstri Ürünleri
Tasarımı öğrencilerinden Nur Yıldırım, ilk
aşamayı geçen SkinAir projesi ile havanın
durumu ile etkileşim halindeki giyilebilir bir
cihaz öneriyor. Hava içeriğine bağlı olarak
form değiştiren SkinAir, aksesuar özelliği
taşıyan kullanıcısını partiküllerden koruyan
bir ürün.
Yine aynı okuldan Fulden Dehneli’nin Lotus
projesi ise teknolojiyi tüketici için bir avantaja
dönüştürüyor. Gözle görülemeyen bakteri
ve kirleri algılayarak temizliyor. Taşınabilir
birimleri sayesinde dolap, pişirme alanı...
gibi alanları bölgesel olarak temizlemenize
yardımcı oluyor. Coventry University’de
öğrenci Selin Koşağan ise Fabric Assistances
projesinde kıyafetleri su ile yıkamaya gerek
kalmadan temizlemeyi öneriyor. Yıkamadan
tazelediğiniz her kumaşın da doğal olarak
ömrünü uzatacağınızı hatırlatıyor. TOBB
Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Endüstri
Ürünleri Tasarımı bölümü öğrencisi Rana
Alper, 4 kollu ve tırmanan, tırmanırken
tozları vakumlayarak haznesinde depolamayı
başaran Tody ile yarışıyor.
Bireysel değerlendirmelerin yanında, tüketiciyi
de işin içine alan, katılımcı bir değerlendirme
sürecindeki yarışmanın 2. aşamasında
70’den fazla tasarım seçildi. Bu projelerden
16 Haziran’a dek en yüksek oy alan 35 proje
3. aşamaya geçme hakkı kazanacak. 16
Haziran’da başlayacak üçüncü aşamanın
ardından 6 finalist arasından Electrolux
Global Tasarım Merkezi’nden staj yapacak ve
5,000 EUR’nun sahibi belirlenecek. Geriye
kalanlardan 4 kişi de diğer ödüllerini (ikinci
3,000, üçüncü 2,000 ve halk oylamasının
kazananı ise 1,000 EUR) almaya hak
kazanacak. Siz de destek olmak siterseniz
http://electroluxdesignlab.com/2014/
adresinden projelere oy verebilirsiniz.
HAZİRAN/2014 05
Anadolu Üniversitesi Tasarım Kulübü’nün düzenlediği Feyz, henüz ikinci yılında olmasına karşın “boynuz kulağı aşacak” dedirtiyor! Eskişehir’in çeşitli alanlarında yapılan etkinlikler ve panellerden feyzalmakta fayda var.
HER KENTE BİR “FEYZ” LAZIM!
Sanem Odabaşı[email protected]
Feyz bu sene ikinci etkinliğini “ Bu Terslikte
Bir İş Var!” adı altında gerçekleştirdi.
Etkinliğin suya sabuna dokunacağı,
tartışacağı, terslikleri ve yanlışları konuşacağı
belliydi. Feyz’in afişlerine baktığınızda zaten
bunu hissediyordunuz; Nancy Fouts’a ait olan
görselde bir kaktüs bitkisi balon formunda
havaya doğru süzülüyor… Gittiği yerden
ses gelecekti Feyz’in, bir şeyler harekete
geçecekti. Nitekim oldukça hareketli geçti!
Bu tarz etkinliklerin çoğalması ve büyümesi
oldukça mühim fakat Feyz’in asıl dikkate
alınması gereken yanı, Tasarım Kulübü
Akademik Danışmanı Öğr.Gör. M.Emin
Arslan’ın da belirttiği gibi “öğrenci kulübü
etkinliği” olması. Bu yüzden değeri de artan
ve anlamlanan bir etkinlik.
Feyz bu seneki etkinliğine 2 Mayıs Cuma günü
“Tersine Yürüyüş” adındaki tasarım yürüyüşü
ile başladı. Etkinliği hazırlama sürecinde “İyi
de, tersine nasıl yürüyeceksiniz?” sorusuyla
karşılaşılmış olunması şaşırtıcı ama aynı
zamanda oldukça değerli; bu yürüyüşün
amacı Eskişehir’in geçmişten günümüze
geçirdiği süreci tersten okumak, hafızalarda
kalan ve belleklere taşınamayan değerleri
konuşmaktı. ESOGÜ Mimarlık Bölümü’nden
Araş.Gör. Hakan Keleş, Anadolu Üniversitesi
Endüstriyel Tasarım Bölümü’nden Okt.
Osman Şişman ve grafik tasarımcı Ömer
Durmaz Tersine Yürüyüş Konferansları’nda
yer aldı. Ömer Durmaz Türkiye’nin grafik
tasarım tarihine değinirken, şehirlerin grafik
tasarımıyla etkileşimini, grafik tasarımın da
insanlarla kurduğu iletişim dilini geçmişten
günümüze aktararak sundu. Hakan Keleş kent
belleği üzerinden, Eskişehir’in unutulmuş/
bilinmeyen tarihini mimari ve şehircilik
anlayışı içersinde geçmişe doğru giderek
anlatırken Osman Şişman “Tasarım ve
Nisyan” başlığı altında şehirlerde ne gibi
değerlerin unutulduğu, unutunca ne gibi
sonuçlara yol açtığını anlattı. Bununla ilgili
olarak Feyz’in son gününde, son konuşmacı
olan Yılmaz Zenger de şehirleri sevmek ile
igili çok doğru bir tahlilde bulundu; “Kenti bin
yıllık tarihleriyle tanırsınız, tanıdıktan sonra
seversiniz, sevdikten sonra da korumaya
başlarsınız”.
Feyz’in ikinci gününde ilk oturum ticari
kaygılara rağmen tasarımcı nasıl özgür ve
yaratıcı olabilir, ne tür endişeler yaratıcılığı
köreltir gibi konuların tartışıldığı, Koff
Animation, Tamer Köşeli ve Awesomebros’un
katılımıyla gerçekleşti. İkinci oturumda ise
belediyelerin hayatlarımız üzerinde ne gibi
etki/etkinliklerinin olduğu, ne tür hizmetlerin
beklenmesi gerektiği konuşuldu. Oturuma
TAK İstanbul’dan ve Avareler Ankara’dan
katılarak iki farklı şehirdeki etkinliklerini
tasarıma dayalı veya sanatsal olarak, grup
halinde paylaştı. Günün son panelinde ise
Kadir Has Üniversitesi’nden Yard.Doç.Dr.
Aren Emre Kurtgözü ve Gazi Üniversitesi’nden
Doç.Dr. Serkan Güneş Türkiye’de endüstriyel
tasarımın meslek olarak görülme sürecinden
bahsederken sayıca fazlalaşan endüstriyel
tasarım bölümlerinin temel düsturunun
endüstriyel hizmet yerine öğrenci yetiştirmek
olması gerektiğini belirtti.
Etkinliğin son gününde, Logartfair, Damla
Özlüer ve Can Kazaz’ın oturumu sıkıntılar
ve sorunların meslekler aracılığıyla aktarımı
konuşuldu. Damla Özlüer sendikaların
sesini duyurmak için gerçekleştirdiği
kampanyalardan örnekler gösterirken,
müzisyen ve Bilgi Üniversitesi’nden Arş.Gör.
Can Kazaz devlet büyüklerinin demeçlerini
esprili bir dille ele alarak mikslemesiyle
oluşturduğu şarkıları neden, hangi fikirle
ortaya koyduğunu konuştu.
“Reklamın İyisi Kötüsü Olur” FEYZ’in en
etkili oturumlarından biriydi şüphesiz. Haluk
Mesci, Kağan İşmen ve Sualp Medya’nın
katıldığı oturumun moderatörü, aynı zamanda
etkinlik danışmanı olan Rauf Kösemen’di.
Oturumda Haluk Mesci “güzel, çirkin, iyi, kötü”
kavramlarını ele alarak, bu kavramları reklam
sektöründeki “doğru, yanlış, etik” anlamları
içinde incelerken, Kağan İşmen toplumsal
mücadele ve direnişlerde iletişim tasarımının
öneminden ve reklam alanındaki doğru
başlangıçların öneminden bahsetti.
Feyz bu sene biraz tarihe bakarak, biraz
geçmişle yüzleşerek ters giden şeyleri biraz
daha doğru yoldan paylaşmak, konuşmak ve
fikir uyandırmak üzerineydi. Önümüzdeki
sene yine aynı tarihlerde yeni konular üzerine
fikirlerin tartışılması için şimdiden bir
heyecanı içinde taşıyor.
Şanel Şan Sevinç[email protected]
YARATICILIK FESTİVALİ Birleşik Krallık (UK) tarafından GREAT tanıtım kampanyası çerçevesinde düzenlenen “GREAT Yaratıcılık Festivali ” isimli etkinlik ilk kez İstanbul’da düzenlenmesi ile dikkat çekti.
06
Teknoloji ve inovasyon, moda, tekstil,
tasarım, mimarlık, lüks, yiyecek-içecek,
eğitim ve sağlık sektörlerinde fikir
alışverişinde bulunarak yeni iş olanakları
kurabileceğiniz bir festival Mayıs ayının
kapanışını yaptı.
20-22 Mayıs tarihlerinde düzenlenen
Festival, yaratıcılığın ön planda olduğu
sektörlerde Birleşik Krallık’ın en girişimci,
en ilham verici ve en etkileyici projelerini
ve alanlarında dünyaca ünlü isimlerini
İstanbul The Seed çok amaçlı etkinlik
merkezinde bir araya getirdi. Festival,
bugün diğerlerinden bir adım öne çıkmak
ve farklı olmak isteyenlerin başvurduğu
yaratıcılığın her alanda oluşturduğu değeri
vurgulamayı amaçladı. Birleşik Krallık’tan
kişi ve kurumların yaratıcılıkları ve bu
sektörleri doğru kullanmaları ile kendi
sektörlerinde yarattıklari katkıları ve
sundukları çözümler de Festival süresince
vurgulandı.
Global Tasarım Zirvesi, Mary Katrantzou, GQ UK ve dahası...
Düzenlenen panel ve oturumlarda
konuklar dünyaca ünlü konuşmacıları
izleme, masterclass çalışmalarına katılma
ve Founders Forum, London Design
Festival ve British Fashion Council
gibi kurumlar tarafından düzenlenen
networking seanslarında yer alma fırsatı
buldular. Festival alanındaki sergi, farklı
sektörlerdeki yaratıcı ve ilham verici
çalışmaları görme ve deneyimleme
olanağı sunarken, ünlü İngiliz sanatçı Paul
Cocksedge’in Birleşik Krallık ve Türkiye
Cumhuriyeti bayraklarından ilham alarak
yarattığı Festival’e özel enstalasyon
çalışması da yine The Seed’de sergilendi.
Festival’e katılmak üzere İstanbul’a gelen
konuklar arasında ünlü İngiliz modacı
Mary Katrantzou da vardı. “Yaratıcılık
ve İşbirliği” başlıklı panele katılacak
olan Katrantzou işbirliğinin yaratıcılık
sürecine olan katkısına ilişkin görüş ve
deneyimlerini paylaştı. Festivalin önemli
konularından biri olan moda sektöründe
gerçekleştirilen bir başka etkinlik ise
“İngiliz Erkek Giyiminde 10 Trend”
başlıklı panel oldu. Birleşik Krallık’ta
doğan ve uluslararası bir kimlik kazanan
10 ikonik stilin sergilendiği etkinlikte GQ
UK’den Dylan Jones’un yanı sıra Musem
of London’dan Timothy London’un
katılacakları bir panel de düzenlendi.
Global Tasarım Zirvesi’ne de ev sahipliği
yaptı. Öncü tasarımcıların konuk olacağı,
paralel olarak düzenlenen ‘Akıllı kentler’,
‘5 Yeni Fikir’ başlıklı panellerde farklı
sektörlerde tasarımın önemi ve dokunduğu
her ürüne sunduğu katma değer tartışıldı.
Ayrıca, tasarımda ünlü isimlerin liderlik
edecekleri bir ‘masterclass’ çalışması
da gerçekleştirildi. Lüks sektöründe ise
Birleşik Krallık’ın bu alanda birçok şirketi
bir araya getiren Walpole girişiminin
liderliğinde düzenlenen “Lüks ekonomisi”
“El yapımı” ve “Yarının Markaları” başlıklı
panellerde sektörün geleceği tartışıldı.
Eğitim & iş dünyası işbirliği
Festivalde ayrıca, Central St Martins
Üniversitesi’nden Carole Collet liderliğinde
tekstilde inovasyon, tekstilin geleceği, suyu
temizleyen enzimler, giyilebilir teknoloji gibi
konulara odaklanan “Tekstil’in Geleceği”
başlıklı bir panel de gerçekleştirildi. De
Montfort Universitesi öğrencilerinin katıldığı
“Konsept’ten Yaratım’a” başlıklı etkinlikte
ise öğrenciler lüks bir ayakkabının ortaya
çıkma süreçlerini çizim, prototip üretimi
ve son üretim olmak üzere izleyicilere
sergileyecekleri bir çalışma gerçekleştirdiler.
Yeme-içme sektöründe de şefler ve gurme
yazarları İngiliz ve Türk mutfaklarını
karşılaştırarak değerlendirdikleri bir çalışma
yaptılar.
İnteraktif sergi alanı
Gravity filmindeki görsel efekleri ile BAFTA
ödülü alan VFX stüdyosunun hazırladığı
görseller, De Montfort Üniversitesi’nde
görevli Prof. Martin Richardson tarafından
geliştirilen hologram teknolojisi, kör
nokta sorununa çözüm getiren bisiklet
ışıkları, renk değiştiren şırıngalar, yolcuları
gökyüzünde atmosferin sınırına kadar
götürüp getirecek kapsül gibi projeler de
sergilenen çalışmalar arasında.
GREAT Yaratıcılık Festivali’nde katılımcılar
masterclass çalışmaları ve panellerin
yanı sıra Founders Forum, London Design
Festival ve British Fashion Council
gibi kurumlar tarafından düzenlenen
networking seanslarına da katılabildiler.
İstanbul’un ardından Great Yaratıcılık
Festivali, 2014 yılında Hong-Kong ve 2015
yılında Şangay’da gerçekleştirilecek.
HAZİRAN/2014 07
15-16 Mayıs tarihleri arasında Yaşar Üniversitesi’nde gerçekleşen 5T Tasarım ve Direniş Konferansı, iki kavram arasındaki ilişkileri irdeleyerek pek çok akademisyeni bir araya getirdi.
5T TASARIM VE DİRENİŞ KONFERANSI
Esra Bici Nası[email protected]
5T Türkiye Tasarım Tarihi Topluluğu
Toplantıları’nın bu seneki teması Tasarım
ve Direniş oldu. Konferans 15 – 16 Mayıs
tarihlerinde Yaşar Üniversitesinde
düzenlendi. Pek çok tasarım akademisyenini
buluşturan konferansta sunulan bildiriler,
tasarım ve direniş kavramları arasındaki
ilişkiler, tasarım yoluyla direnişin
sergilenmesi, tasarımın bir direniş aracı
ve unsuru olması konuları üzerineydi.
Genel anlamda tasarımın bir direniş aracı
olarak irdelenmesinin yanı sıra, Gezi Parkı
sürecinde gerçekleştirilen direnişin görsel,
işitsel araçlarını odak alan konuşmalar,
sonrasında devam eden tartışmalarla
konferansta önemli bir yer aldı.
Açılış konuşmasını yapan Brighton
üniversitesi öğretim üyesi Guy Julier
aynı zamanda tasarım ve kültür alanında
uzmanlığıyla biliniyor. Tasarım aktivizmi
konusunu irdelediği konuşmasında Julier,
ilgiyle izlendi.
Burkay Pasin’in oturum başkanlığı yaptığı
ilk oturumun teması direniş ve mekansal
pratikler oldu. Bu oturumda Veli Şafak Uysal
“Sites of De-sistance and Negotiation: Gezi
as Anti-Camp”, Ezgi Balkanay “Resistance to
Design or Design as Resistance: Re-reading
the Reflex to METU Road”, Ayşe Nur Şenel
Fidangenç “Revolution Museum versus City
Museum” başlıklı bildirilerini sundular.
Yaratıcı topluluklar temalı sonraki oturumu
Mine Ovacık yürütürken, Kerry William
Purcell “The Accidental Intention: Design,
History and the Truth Event”, Özge Ceylan
“Reorganization in Design as a Result of
Collective Consciousness Interaction”, Arzu
Özkal “A DIY Book Project on Women’s
Networks” başlıklı bildirilerini sundular.
Bundan sonraki iki oturumun da odağı
direnişin araçları oldu. Bu oturumlarda,
direnişin objeler aracılığıyla ve/veya objeler
üzerinden gerçekleştirilmesi durumları
üzerinde duruldu. Maria Mitsoula “Marble
Designs ‘Dissensus’”; Yunus Tuncel ve Harun
Kaygan “Abstracted Objects: Creating the
Soundscapes of Gezi Park”; Esra Nasır “The
Resistance Performed Through the Non-
existence and Disembodiment State of
the Objects”, Dilek Himam “Gas Masks as
Protective Design Objects of Resistance”;
Özlem Özkal, “Letters Against Letters:
Typography As A Means for Design Activism”;
“A Product That Became a Symbol of Protest:
Shoes” başlıklı bildirilerini sundular.
Duygun Erim’in oturum başkanlığı yaptığı
oturum ise graffiti ve duvar yazılarıyla
ilgili analizler üzerine oldu. Oturum, Bahar
Soğukkuyu’nun “Graffiti and Typography
as a Visual Language of Resistance”, Demet
Atınç’ın “Resistance to Curse: An Intervention
to the Wall Writings by Removing Curses in
Gezi Protests” ve Nagihan Tuna ile Harun
Kaygan’ın “Beyond Prevention: Exploring
the New Technologies of Graffiti” bildirileri
ekseninde gerçekleşti.
Sonraki oturum direnişin görselleştirilmesi
üzerineydi. Dilek Kaya’nın yürüttüğü bu
oturumdaki bildiriler, Selen Devrim Ülkebaş’ın
“Objects of Collective Identity in Civil Revolt:
A Visual Reading on Humor and Creativity in
Gezi Resistance”, Ersan Ocak’ın “Design as an
Act of Resistance (in the Gezi Protests) ve Aren
Emre Kurtgözü’nün “Poaching the Image of
the Prime Minister: Mounting Critique through
a Visual Rhetoric of Resistance” çalışmaları
oldu. Sonrasında keyifli ve zengin bir tartışma
platformu oluştu.
Mekansal imgelemeler ekseninde geçen
oturumu Roberto Cavallini yönetti. Bu
oturumda Paola Ardizzola’nın “Against
Architecture as Effective Resistance: The
Design Protest of Hans Scharoun during
the Nazism”, Zeynep Vaizoğlu’nun “Body
and Movement in Urban Space: The Case
of Freerunning” ve Çağrı İnceoğlu’nun “The
Role of Setting Design in the Power Struggle:
Dystopian Hollywood Science Fictions”
bildirileri ilgiyle izlendi.
Son oturum Zeynep Akçay’ın oturum
başkanlığı yaptığı direnişin strateji ve
sınırlarını ele alan oturumdu. Bu oturumda
Emre Yıldız, “Graphic Design Practices as
Tools of Resistance”, Hakan Ertep “Design As
a Protest Tool: A Case Study”, Selçuk Balamir
“Resisting Design Herroism: Challenges and
Limits of Activist Design Practices” ve son
olarak da Murad Babadağ “The Impossible
Ethics of Design Culture” başlıklı bildirilerini
sundular.
Ülke gündemimizde, direniş kavramının
giderek önem kazandığı bugünlerde, direniş
ve tasarım kavramlarını derinlemesine
irdelenmesine platform hazırlayan 5T
Tasarım ve Direniş konferansı tasarım
gündeminin de önemli bir etkinliği oldu.
Her işin farklı zorlukları ve zorunlulukları
var elbette. İş Sağlığı ve Güvenliği Yasasını
bu zorunluluklar için atılmış bir adım olarak
görebiliriz. Gidilecek upuzun yolun daha
başında olduğumuz kesin. Çalışanın can
güvenliği ile ilgili savunmasızlık örneklerini
yaşadığımız şu dönemde, mekan verimliliği
veya mekanın kullanıcı ihtiyaçlarına yanıt
vermesi, havalandırması gibi konuların
yanında mobilya, çalışanın ekipmanları
gibi başlıklar, işin özünden uzak, yüzeyde
hareket ettiğimizin göstergesi mi yoksa
tasarımcının tesellisi mi? İşte bu, tartışılası
bir konu.
Bir madencinin işini yaparken, iş yapış
şeklini kolaylaştıracak ve onu destekleyecek
tasarımcı imzası taşıyan ürünler neler
olabilir diye baktığımızda mühendislik
yanı ağır basan mekanik ürünler dikkat
çekiyor. Onları bir tarafa ayırdığımızda ise
madenciye çalışırken kullandığı aksesuarları
ile çözümler sunduğumuzu görüyoruz.
Madenin sıcaklığının takibinin ne kadar
önemli olduğunu artık biz de biliyoruz.
Trolex sıcaklık ölçen sensörler, madendeki
sıcaklığı kontrol etmenizi sağlayan bir
sigorta değerinde. Su geçirmez kabuğu,
dijital ekranı ile °C hesaplamalarını
sesli olarak iletmeyi başarıyor. Mekanik
görüntüsü ile alışık olduğumuz estetik ürün
dilinden uzak, işinin uzmanı ve sağlam
olduğunu gözler önüne seriyor.
Yerin metrelerce altından yukarısı ile
veya iç iletişim için kullanılması önerilen
birçok telsiz mevcut. Bunlardan bir tanesi
de Motorola Solutions’ın ürünü SL serisi.
İnceliği, hafifliği ile dikkat çeken üründe data
ve ses uygulamaları bulunuyor. İki yönlü
çalışan telsizin, çalışanların üretkenliğini
artırması, iş akışında profesyonellik
getirmesi bekleniyor.
MSA güvenlik şirketinin kulaklık
önerilerinden Tactical serisi farklı modelleri
ile ses dalgalarını azaltmayı sağlıyor. 3M
için İsveçli tasarım ekibi Veryday tarafından
tasarlanan PeltorX, kafa ölçüleri değişkenlik
gösteren kullanıcılara bandı sayesinde
kolaylıkla uyarlanabiliyor. Güvenlik ve
konforun bir arada çözümlendiği bu üründe,
malzemenin hafifliği ve bir yandan esnekliği
ayırt ediciliğini destekliyor. MSA’nın
PrimaX gaz ölçüm cihazı ise plastik ve
alüminyumdan iki farklı gövdeye sahip.
Güvenirliği testler ile tescillenen ürün;
yanıcı, zehirli gazlar veya oksijen seviyesini
aktaran bir takip sistemine sahip ve modüler
tasarımı ile kolay kurulum imkanı sunuyor.
Bir madencinin kıyafetine geldiğimizde
kafasındaki kask alıştığımızdan biraz daha
farklı. Kaskın tam ortasında bir aydınlatma
yer alıyor, vücudunda çalışırken taşıması
gerekebilecek oksijen tüpleri, kaska bir
boru ile sabitleniyor ve kişiselleştirilebilir
bir kemer sistemine bağlanıyor. Bu kemer,
yüksek ısı ve aleve dayanıklı güçlendirilmiş
poliyamidden üretiliyor. Basınç kontrolü
konusunda destekleyici birimleri ile bu
kemerler, madencinin güvenli çalışması için
koruyucu kalkan değerinde.
Belirgin bir diğer ürün ise ayakkabılar. Yerli
bir marka olan YDS ayakkabı konusunda
oldukça iddalı. Hafifliği, esnekliği ve
kullanım rahatlığının yanında ısı izolasyonu,
kendini temizleyen taban yapısı, topuk
bölgesindeki şok absorbe eden iskeleti yaz
ve kış kullanımı için ürünlerin ayrışmasına
yardımcı oluyor. Scherfdesign tasarım
ofisinin Uvex tasarım ekibi ile birlikte
tasarladığı Uvex One koruyucu ayakkabı,
teknik detayları özümsemiş bir spor
ayakkabısı görünümünde. Ayağın nefes
almasını sağlayan file kumaşının yanında
kalıplama ve dikim ile ilgili sunduğu
üretim fırsatları sayesinde bu özellikle
ayakkabıda otomasyonu mümkün kılıyor.
Bağcık mekanizmasının kendi kilidinin
olması açılması durumunda doğabilecek
problemleri en başında geri plana taşıyor.
Çalışanların kullandığı eldivenler de
güvenlik şartları aranıyor. Åsa Lindberg-
Svensson’ın Skydda Protecting People için
tasarladığı eldivenler, malzeme seçiminden
dikiş detayına nitelikli bir görsel şölen
sunuyor. Basketbol toplarında kullanılan
serino malzemenin bir türü olan malzemesi,
eldivelerin yumuşak, ince ve buna rağmen
dayanıklı olmasını destekliyor.
08
Maden işçilerinin can güvenliği ile ilgili savunmasızlık örneklerini üzüntüyle izlediğimiz şu dönemde, ekipmanların uygunluğu, mekanın havalandırması gibi başlıklar tasarımcı tesellisi olabilir mi?
BİZİMKİ TASARIMCI TESELLİSİ
Gözde Severoğ[email protected]
Dünyanın en tehlikeli mesleklerinden
biri olarak görülen madencilik mesleğini
tehlikeli yapan şey, yerin altında saatleri
süren çalışmalar değil, doğru bir şekilde
kontrol altına alınamayan güvenlik önemleri.
Madencilik mesleği içinde en risklisi kömür
madenciliği olarak gösteriliyor, 20. yüzyıl
ve sonrasında yaşanan kazaların en çoğu
kömür madenlerinde görülmüş. Kazaların
birçoğunun sebebi ise gaz zehirlenmeleri, gaz
patlamaları, çökmeler, gaz boğulmaları, araç
çarpışmaları gibi sebepler. Bu tip kazalardan
koruyan yaşam kurtarıcı önlemlerin en
önemlisi “kaçış odaları”. Yaşanacak maden
ocağı kazalarında işçilerin ilk sığınacakları
yer olarak tasarlanan ‘kaçış odalarının her
biri en az 40 kişiyi alacak kadar koruma
sağlayabiliyor. Bu odaların içinde en az 30
gün yaşayacak malzemenin de bulunması
gerekiyor. Hatta 30 günün üzerinde
yaşama şansı düşünülerek yiyecek, su,
telefon bağlantısı, oksijen deposu, klima,
telefon, batarya sistemi, karbondioksit
temizleme filtreleri ve ilk yardım çantaları
da bulunmakta. Bu odalarda karbondioksiti
ve karbon monoksiti filtre edip uzaklaştıran
ekipmanlar bulunuyor ve modüler olanlarında
bile bir hafta uygun koşullarda yaşanabiliyor.
Kaçış odaları bulunan modern madenlerde
risk ciddi oranda azaltılmış durumda.
Kaçış odaları sadece madencilikte değil
pek çok kazada ve olağandışı durumda da
kullanılıyor; örneğin kasırga tehlikesi olan
ülkelerde, hortumlara karşı da kaçış odaları
yapılması gerekiyor. Dünyadaki birçok
evde güvenlikli bir alan olarak tanımlandığı
için kaçış odaları ateşli silahlar, değerli
mücevherat ve belgeler için de kullanılan
alanlar olarak tanımlanıyor. Bu açıdan
kaçış odalarının tasarımları evin genel
Soma faciası hayatımızı karartıp, bir kez daha iş güvenliği önlemleri hakkında en acı uyarılarından birini yaparken, kelime dağarcığımıza yeni bir kelime grubu daha ekledi.
YAŞAM, PANİK VEYA KAÇIŞ ODALARI
HAZİRAN/2014 09
F.Dilek [email protected]
tasarımından daha farklı gereksinmeler
taşıyor. Kaçış odaları evlerin içine
eklenebildiği gibi ev dışında da, tahta çelik
karışımı veya tek parça çelik veya daha farklı
malzemelerden modüler üniteler halinde
oluşturulabiliyor. Ev içine kurulacak kaçış
odalarında acil yardım malzemeleri, pil,
fener, temel araç gereçler, battaniye, sus
ve yiyecek de bulundurulması gerekiyor.
Meksika’da bir dönem kundaklama gibi
saldırılar arttığında da panik veya kaçış
odalarına inanılmaz bir talep olmuş.
Kaçış odalarının tarihi Orta Çağ’da üst düzey
kişileri korumak için inşa edilen kalelere
kadar gitse de 1800’lerden itibaren çeşitli
amaçlarla yoğun biçimde kullanılmaya
başlanmış. Ancak nükleer savaş korkusuyla
beraber bugünkü anlamdaki kaçış
odalarının tarihi 1950’li yıllara gidiyor.
2002 yılında vizyona giren “Panik Odası”
adlı filmle de kaçış odaları hakkında
kamusal bir farkındalık ortaya çıkıyor.
Kaçış odaları bu dönemden sonra panik
odası adıyla anılmaya başlanıyor. Bugün
yeni bir konsept olarak da koruma amaçlı
kaçış odası tasarımları evlerde yer alıyor.
İçmimarlar ile ortaklaşa çalışılarak odaların
insanı ürkütücü etkisi de bir nebze olsa da
giderilebiliyor. Elbette doğal afetlere karşı
çare bulunması zor olsa da olası kazalara
karşı önlemlerin alınması insanın elinde. En
azından artık yumurta kapıya dayanmadan
önlemler alınmalı, aksi takdirde yeni facialar
kaçınılmaz olacak.
www.kaletasarimmerkezi.com
10
1950 yılından bu yana 2. defa Brezilya’da
yapılacak 2014 FIFA Dünya Kupası
organizasyonuyla 1978 yılından beri
Güney Amerika’da düzenlenmiş ilk
turnuva bu yılki olacak. Turnuva
süresince 32 ülkenin milli takımı 8 ayrı
grupta 64 maç oynayacak. Takımlar,
Brezilya’nın on iki farklı şehrindeki 6’sı
yeni yapılan 6’sı ise büyütülen 12 farklı
stadyumda karşılaşacak. Fakat tüm
oyunlarda tek bir top dönecek: Brazuca.
1930 yılında Uruguay’da yapılan ilk
Dünya Kupası’ndan bugüne oyun;
oyuncular, saha ve toplar evrim
niteliğinde değişimler geçirdi. İlk
turnuvada oynanan T-Model isimli top,
bugün İngiltere Manchster’da müzede
sergileniyor. Turnuvalarda ilk kupadan
40 yıl sonra FIFA ile Adidas’ın işbirliğine
gitmesiyle, günümüze kadar kullanılan
topların tamamı Adidas tarafından
geliştirilip tasarlanmış olduğunu
hatırlatalım.
Telstar (Meksika, 1970)Dünya kupasının ilk defa televizyonlarda
gösterileceği 1970 yılında, top beyaz
yerine ekranda seçilebilmesi için siyah
ve beyaz olarak tasarlandı. 32 altıgen
parçadan tasarlanan ilk top. İsmi ise
“Television Star”ın kısaltması olarak
“Telstar” oldu.
Telstar Durlast (Batı Almanya, 1974)
Telstar, bir sonraki dünya kupasının da
peşinde koşulan topu.
Tango (Arjantin, 1978)Futbol toplarının isimleri, turnuvanın
yapıldığı şehirleri çağrıştıracak şekilde
belirleniyordu. Tango, bu zamana kadar
yapılmış en pahalı toptu. Birbirinin aynı
görünen 12 yuvarlağın yarattığı illüzyonla
20 altıgen parçadan oluşan özel bir
tasarıma sahipti.
Tango Espana (İspanya, 1982)Suya dayanıklı kaliteli kauçuktan yapılmış
olsa da bu top, turnuvalar için üretilen
son gerçek deri top.
Azteca (Meksika, 1986)Üretilen ilk suya dayanıklı poliüretan
tam sentetik top Azteca, ev sahibi
ülkeden esinlenen ilk top oldu.
Azteca’nın yüzeyinde Aztek mimarisi ve
motiflerinden esinlenen desenler yer
aldı.
Etrusco Unico (İtalya, 1990)İsmi Roma dönemine atıfta bulunuyor.
Top üzerindeki yazılar için seçilen font ise
yine döneme bir gönderme mahiyetinde.
İlk katmanlı siyah poliüretan köpükten
üretilen top.
Questra (ABD, 1994)İsmi “Yıldızlar için macera” anlamına
geliyor. Amerikan bayrağındaki yıldızları
veya futbolun yıldızlarına bir gönderme
gibi... Tasarımında sadece suya
dayanıklılığı değil, vurulduğunda aldığı
hız da göz önüne alınmıştır.
Tricolore (Fransa, 1998)Dünya kupalarında kullanılan ilk renkli
top Tricolore, üç renk anlamına gelir.
Turnuvanın yapıldığı ülke olan Fransa’nın
bayrak renklerini taşır.
Fevernova (Güney Kore, 2002)Yüksek teknoloji ile üretilmiş bu topun,
öncekilerden yüzde 15 daha hızlı gittiği
ölçülmüştür. İsmi, uzak doğu kültürlerini
simgeler.
Teamgeist (Almanya, 2006)Altıgen parça standartının dışına çıkılan
bu top, takım ruhu anlamına gelen
Teamgeist ismini taşıyor. Final maçında
altın renkli versiyonunu gördüğümüz
topun yüzeyi, kayganlığını azaltmak için
tırtıklı üretildi.
Jabulani (Güney Afrika, 2010)Üzerindeki 11 rengin 11 kişiden oluşan
takımı ve Afrika’da konuşulan 11 farklı
dili temsil ettiği Jabulani, Zuluca bayram
etmek anlamına geliyor. Jabulani, kupa
tarihinin gelmiş geçmiş en yuvarlak topu.
Brazuca (Brezilya, 2014)Tasarımı Eylül 2013 tarihinde
lanse edilen topun ismi, bir milyon
futbolseverin oylamasıyla belirlendi.
Brezilya yaşam stilini tanımlayan Brazuca
yerel dilde Brezilyalı anlamına geliyor.
1970 yılından bu yana Dünya Kupası
toplarını üreten Adidas, 2030 yılına kadar
FIFA ile işbirliğine devam edecek. Adidas
mağazaları ve yetkili satış noktalarında
bulabileceğiniz Brazuca, 325 TL fiyat
etiketine sahip.
Besray Kö[email protected]
DÜNYA KUPASI VE TOPLARI12 Haziran ile 13 Temmuz tarihleri arasında Brezilya’da gerçekleşecek 20. Dünya Kupasında 64 maç oynanacak. Ve hepsinde tek top dönecek: Brazuca. Brazuca peşinde koşanlar, önceki turnuvalarda hangi topların sahibi olmaya çalıştılar biliyor musunuz?
Geçtiğimiz yıl içinde dünya üzerinde farklı
coğrafyalardan birçok kent toplumsal olaylara
ve gösterilere tanık oldu. Kentlerin belli
başlı meydanları ve sokakları işgal edildi,
yürüyüş ve olaylarla dünya gündemine
oturdu. Demokrasinin mekanı olan açık
kamusal alanlar teorik anlamdaki işlevini
pratikte de yerine getirerek, halkı biraraya
getirdi, fikirlerini dile getirmelerine
mekan sağladı. Kentlerin sokakları ve en
önemli meydanlarında yaşanan bu olaylar
yaşayanların gündelik hayatlarını ve o
mekanların toplumsal bellekteki yerlerini de
ciddi anlamda etkiledi. Gündelik pratikler
ile birlikte o mekanların fiziksel durumları,
şekilleri ve tasarımsal anlamları da kimi
zaman dönüştü.
Son bir yıl içinde araştırmacılar protesto
mekanlarını ve yaşananları inceleyerek
toplumsal ve politik çözümlemeler yaptılar.
Farklı bir okuma başlığı ise mekansal
değişimler üzerine gelişti. Aslında yapılan
mekansal tespitleri iki yönlü olarak okumak
mümkün. Açık kamusal alanları gösterileri
için kullanacak gruplar farklı kentlerde
kullanılan yöntemler ve mekana müdahale
biçimlerinden deneyim aktarımı yapabilirken,
tam tersine yönetim de olayları engellemekte
kullanacağı yöntemleri bu sayede
belirleyebilir.
Bu konuda en ilginç kaynaklardan bir tanesi
Massachusettes Institute of Technology
(MIT)’nin Kent Çalışmaları ve Planlama
Bölümü tarafından hazırlanan ‘Urban Design
and Civil Protests’ sergisi. Kentsel tasarım
ve protestolar arasındaki mekansal ilişkileri
bulmayı hedefleyen bu çalışma Avrupa, Güney
Amerika ve Kuzey Afrika’nın farklı kentlerinde
yasanan sokak gösterileri ve protestoları
gözlemleyerek mekansal modellemeler
ve okumalar ile çıkarımlarda bulunuyor.
En önemli belirleyici olarak mekanların
boyutları ve fiziksel sınırları, bu sınırları
oluşturan temel mimari öğelerin özellikleri
oluşturuyor. Alan içinde yayaların hareketi bu
bileşenlere göre şekilleniyor. Mekanın fiziksel
özelliklerinin yanında olayın boyutu (ulusal ya
da uluslararası olması) ve kullanılan mesajlar
(sloganlar, istekler, hedef alınan kurum/
kişiler) de protestonun rotalarını, kentsel
mekanla kurduğu anlamsal ve fiziksel ilişkiyi
ve gösterinin ritüellerini belirliyor.
Serginin temel sorusu ise, “tasarımcılar ve
plancılar kullanışlı ve gündelik ihtiyaçları
en iyi şekilde karşılayan kentsel mekanlar
tasarlarken bunların aynı zamanda
demokratik bir kent yaşamına hizmet
etmesini nasıl sağlayabilir?” İçeriği ve
coğrafyası fark etmeden sokak gösterileri
ve protestoların ortak özelliği mekanda
hem anlamsal hem de fiziksel değişimler
yaratması. Uzun yıllar mekanlara anlam/
kimlik veren heykel, duvar, yapıların
yıkılması, işgal eylemlerinde mekansal
ritüellerin ve gündelik hayatın değişmesi
ya da önlem olarak yapılan değişiklikler söz
konusu mekanların kimliklerini kısa sürede
dönüştürmekte.
Örneğin, toplumsal olaylar öncesinde
kilit parke ve bordür taşları ile şekillenen
kaldırımların, taşların sökülememesi için
döküm beton yüzeylere dönüştürülmesi,
olayların yoğun yaşandığı bölgelerde barikat
olarak kullanılmaması için daha az kent
mobilyası bulunması, durak, reklam panosu
gibi öğelerin daha zor sökülecek şekilde daha
büyük imal edilmesi gibi aslında detaymış
gibi görünen oysa o mekanın kimliği,
belleği ve görsel imajını derinden etkileyen
müdahaleler mevcut. Toplumsal olayların
yaşanma potansiyeli yüksek bölgelerde
sokak kenarlarında yer alan beton bloklar,
parmaklık yığınları yanında yeşil öğeler,
çiçeklikler ve banklardan arındırılmış alanlar
açık kamusal alanlar için değisen kentsel
tasarım yaklaşımını da ortaya koyuyor.
Dünya üzerinde yaşanan olaylar da göz önüne
alınarak, tüm bu değişikliklerin mekanların
anlamı ve kimlikleri üzerinde yarattığı etkiler
analiz edilerek, toplumsal paylaşımların daha
fazla olmasını hedefleyen bir kentsel tasarım
yaklaşımı önümüzdeki günlerin temel sorunu
olabilir.
Kentsel tasarım ve protestolar arasında nasıl bir ilişki var? Tasarımcılar ve plancılar kullanışlı ve gündelik ihtiyaçları en iyi karşılayan kentsel mekanlar tasarlarken bunların demokratik kent yaşamına hizmet etmesini nasıl sağlayabilir?
PROTESTOYA ELVERİŞLİ KENTSEL MEKANLAR
HAZİRAN/2014 11
Bahar [email protected]
12
Haberin sokaktan yapılması genç
yaratıcıların dikkatini bir süre önce
çekmişti. Yaratıcı Fikirler Enstitüsü’nün,
“filtreli” olarak tanımladıkları geleneksel
habercilik anlayışına tepki olarak
2012’de yarattıkları 140 journos projesi
bünyesinde vatandaşlar, sosyal medya
araçlarını kullanarak kadrajın dışında
kalan haber içerikleri sunuyorlar.
Yaratıcı Fikirler Enstitüsü’nden Engin
Önder ve Cem Aydoğdu haber alma
alışkanlıklarındaki değişimin nedenini
elimizdeki mevcut araçları farklı işlevlerle
kullanmak zorunda kalmamıza bağlıyor
ve bunun tasarım disiplinlerindeki etkisi
üzerinde duruyor. Kullanıcının aktif
içerik üreticisine dönüşmesinin yarattığı
emsal, kişilerin tasarıma özgün değerler
katan kullanıcılar olmasını sağlıyor.
Bir veri projesi yaptıklarını vurgulayan
ekip, bu aşamadan sonra, içeriğini
vatandaşların oluşturduğu, topluluk ve
lokasyon doğrulamasının yapılabildiği
haber araçları tasarlamaya ve çok
katmanlı haritalar üretmeye yönelecek.
Bu amaçla, başarılı veri sanatçıları İgal
Nassima, Burak Arıkan ve Mahir Yavuz ile
araştırmalar gerçekleştiriyorlar.
Habercilikle ilgili gelişmelere teknolojinin
sunduğu öneriler ise dikkat çekici.
Algoritma haberciliği (robo-journalism)
yeni değil. Northwestern University
mühendislik ve gazetecilik bölümlerinin
StatSheet ile işbirliğiyle ortaya çıkan
StatMonkey algoritma programı ve
The Guardian, Los Angeles Times gibi
yayınların sistemleri, spor haberleri,
hava durumu gibi, rakamsal veri bazlı
haberlerde bir süredir kullanılıyor.
Algoritma, ilgili alanda sosyal medya, blog,
haber portalları gibi kaynaklardan veriyi
topluyor, metin ve grafiklerden oluşan
haberi derliyor. 2 yıl önce geliştirdiği
Quakebot algoritma programını kullanan,
Los Angeles Time muhabirlerinden Ken
Schwencke’ye göre amaç insan emeğiyle
mümkün olan içerik-zengin haberler
oluşturmaktan ziyade, rafine bilgiyi hızla
yaymak. Programlar çoğunlukla gelişmiş
birer prototip niteliğinde. Ancak sementik
ve linguistik programlama çalışmaları,
metin ve içerikte yeni gelişmeler olacağına
işaret ediyor. Böylece “robo-journalism”
finans, yerel haberler gibi daha geniş bir
etki alanına yayılabilecek.
Elbette teknolojinin sunduğu her şaşırtıcı
yenilikte olduğu gibi gelişmeleri heyecanla
takip edenlerin yanında eleştirel bir
yaklaşım da var. Basit bir insan-makina
karşılaştırmasından öte, algoritmaların
derlediği verilerin kontrolü, güvenilirliği,
telif hakkı meselesi gibi derinlikli soru
işaretleri mevcut.
Gelişmeler ışığında hayata geçen çarpıcı
bir tasarım ise, FOMO/“Fear of Missing
Out”. Space Caviar tasarım kolektifi
tarafından üretilen FOMO, algoritmayla
çalışan bir dergi basım ünitesi. Kendine
ait güneş enerjisi paneliyle çalışan wi-fi
bağlantılı cihaz, topladığı verileri bir basım
ünitesi sayesinde anında bir dergi/yayın
olarak basıyor. İlgi çekici olan, cihazın
ses kaydı gibi dijital verileri de kaydedip,
tweetler, Instagram görselleri, metin
alıntıları gibi sosyal medya etkileşimleriyle
birlikte içeriğe dahil edebilmesi. Ses
kayıtları, akustik ve arka plan seslerine
bağlı olarak diğer içeriklere göre daha
az etkin olsa da, teknolojik altyapı
gelişmeleriyle burada da ilerlemeler
kaydedilecektir.
FOMObile ilk defa Nisan ayında Milano
Tasarım Haftası’nda izleyiciyle buluştu ve
NIKE Aero-static Dome söyleşi serisini,
her biri etkinlikten birkaç dakika sonra
basılıp dağıtılan 12 sayı ile takip etti.
FOMO’nun yaratıcı ekibinde yer alan,
1.İstanbul Tasarım Bienali küratörlerinden
biri olarak da hatırladığımız Joseph Grima,
asıl ilgilendikleri şeyin “teknolojinin
kültürel bozulma ve ekonomik yıkım
getirdiği bazı durumları işaret eden
deneysel çalışmalar” olduğunu söylüyor.
Yeni habercilikteki algoritma varlığından
ilham alan, kendisi de eski bir dergi
editörü olan Grima, dijital/algoritmik
bir süreçten geçerek basılı bir dergi
ürettikleri projeyle, konuyu fiziksel olarak
görünür kıldıklarını belirtiyor. FOMO
tasarımcılarının gelecekteki planları
arasında, verilerin toplandığı kaynaklara
daha fazlasını eklemek ve hashtag benzeri
“geotag”ler (geolocation tag) oluşturarak
verinin lokasyon bazlı olarak toplanmasını
sağlamak var. Ayrıca cihazın Haziran’da
açılacak olan Venedik Mimarlık Bienali’nde
kullanılması planlanıyor.
Bir tür açık kaynak platformu olan FOMO
gelecekte pek çok farklı aplikasyon ve
algoritma üretimi için fırsatlar sunuyor.
Tasarım ekibinden Simone Niquille,
FOMO gibi sistemlerin geleneksel
medyanın yerine geçeceğine ve bunu
amaçladığına inanmıyor. Daha ziyade bu
sistemler beraberinde, filtresiz, spontan
ve demokratik sesleri duyuran birer anlık
yayıncılık alternatifi niteliğinde.
HABERİN YENİ TEKNOLOJİSİHaber artık sokakta yapılıyor ve çok geniş kitlelere kısa zamanda ulaşıyor. Bu değişimin alana getirdiği kaygan zemin yoğun bir şekilde tartışıladururken teknoloji yeni keşifler sunmaya başladı.
Bahar [email protected]
Önceleri süsleneyim ama süsümü nereye
takayım diye düşünen erkeklerin, lüks
saatten sonra lüks cep telefonunu statü
sembolüne dönüştürdüğü, ardından taşlı
pırlantalı modellerin ve bayan versiyonlarının
çıkmasıyla daha da gelişen bu niş pazarı
hemen cep telefonlarınınkine yapıştırmamak
gerek; onun yeri pahalı mücehverler
segmenti, yeniliklerinin buluşma noktası
prestijli Baselworld mücehver ve saat fuarı.
Pazarın ilki ve lideri, 6000 dolardan
350.000 dolara kadar geniş fiyat
yelpazesindeki Signature, Constellation ve
Ti modelleriyle sürekli büyüyen ve dünyada
350.000 kullanıcıya ulaşan bir “Nokia spin
off’u Vertu markası. Amacı tüketicilerine
dünyanın en iyi lüks telefonu deneyimini,
mükemmel el işçiliği ve malzemeyi, yaratıcı
teknoloji ve sınırsız konsierj hizmetiyle
yaşattırmak. Erkeklerin bu yeni oyuncağı,
teknolojiden çok kullanıcısına verdiği
duygusal tatmin, masaya konduğunda
kendini anında fark ettiren asil tasarımı ve
seyircisinde yarattığı imaj üzerinden kendini
tanımlıyor.
Fonksiyonellik kriterini bu kadar dışlayıp,
sadece güzel ve alımlı bir obje olarak var
olabilen, amacı hiçbir zaman en mükemmel
teknolojiyi yaratmak olmayan (sonunda Vertu
de dahil olmak üzere herkes Android sistemi
kullanıyor) bu lüks cep telefonlarına kısa bir
zaman içinde birçok yenisi ekleniyor.
Mobiado tasarımında ilk egzotik tahta
kullanılan cep telefonunu ve Motorola lüks
Aura modelini piyasaya sürerken moda
markaları boş durmuyor: Prada LG ile
işbirliği yapıyor, Fransız firması ModeLabs
Dior ve Versace için telefon geliştiriyor,
Softbank Mobile Corp Armani‘ye de telefon
üretiyor. Lüksün çıtasını, pahalı İsviçre saat
markaları yani Tag Heuer, biri 1232 diğeri
1007 pırlantalı Meriidist ve Link modelleriyle
ve Ulysee Nardin, İsviçre saatinin şaşmaz
mekaniğini telefonlara uyarlayan aynı
zamanda biometrik parmak iziyle kilit sistemi
geliştiren modelleriyle yükseltiyor.
Bir de “dünyanın en pahalısı” kategorisi
mevcut. İsviçre markası Goldvish , “le Million”
modeliyle 1 milyon dolarlık cep telefonu
satarken, Goldstriker firmasının kurucusu
Suart Hughes 271 gram som altın ve 68 karat
pırlantayla gövdesi yeni baştan yaratılan 3,2
milyon dolarlık özel tasarım iPhone’u üretiyor.
Ancak dünyanın kuralı değişmez: Erkekler
Mars’tan, kadınlar Venüs’ten gelir. Kadınların
ve erkeklerin dünyaları ve ihtiyaçları
birbirinden farklıdır, öyleyse telefonları da
farklı olmalıdır. Vertu bu pazarın jilet erkeği
ise, ilk kez hedef kitle kadınlar için tasarlanan
ve geçen sene piyasaya çıkan Savelli de
ceylan gibi süzülen zarif kadını.
Savelli’nin kadını ya kariyeri ya da değişik
sosyal aktiviteleri sebebiyle süper aktif,
sürekli seyahat eden, tüm bu koşturmacadan
stil ve zarafet içinde soğukkanlılıkla çıkabilen,
güçlü ancak feminen, risk alan, bağımsız
düşünen ve etrafında güzellik ve sanat
görmek isteyen bir kadın. Zaten markanın
sloganı “Movement with Grace” yani zarafet
içinde hareket bu konumlandırmadan çıkıyor.
Telefonun bombe camlı, içiçe geçmiş S veya
yatay 8 diye adlandırılabilecek tasarımı
ise bir taraftan sonsuzluğu simgelerken,
bir taraftan da 18. yüzyıl İngiliz ressamı
Hogarth’ın, Hogarth’s Curve olarak bilinen,
araştırıp bulduğu en zarif ve güzel S
şeklindeki yuvarlak hattan esinleniyor.
Savelli, kendini el işçiliği ile teknolojiyi
birleştiren bir mücehver markası olarak
konumlandırırken sadece lüksün kodlarından
değil aynı zamanda modadan da yararlanıyor.
“Haute Modernity” sloganıyla lansmanını
2013 Paris Haute Couture Haftası’nda
yapıyor. Reklam yüzü olarak moda otoritesi,
eskiden Vogue, simdi Harper’s Bazaar’ın
moda editörü Carine Roitfeld’in kızı Julia
Restoin Roitfeld’i seçiyor.
Vertu ise yatırım varlıkları milyon doları
geçen ve sıradışı ürünler isteyen erkeklerin
markası. Londra’nın asırlık geleneği, kişiye
özel mükemmel erkek takım elbise diken
Seville Row terzileri örneği, İngiliz el yapımı.
Dikişi ve en nadide derileriyle, titanyum
gövdesi, modern ve erkeksi tasarımıyla çok
özel yapım.
Savelli de özel yapım. En lüks saatlerin ve
mücehver markalarının merkezi Cenevre’yi
kendine mekan tutan, fiyatları 10.000 dolar
ile 120.000 dolar arası değişen 11 modelden
oluşan ilk koleksiyonunda, pırlanta, zümrüt ,
safir gibi birçok değerli taş ve 18 ayar pembe
altın kullandığı gibi, iguana, piton, timsah ya
da devekuşu gibi egzotik derilerle kapladığı
cep telefonlarını mücehver ustası titizliğiyle
işliyor.
Vertu’nun dünyası siyah, metalik, elektronik,
minimalist ve hatasız. Savelli’nin rengi ise
hayat dolu, çok trend olmamakla birlikte
günümüze uygun, genç kız rengi olmaktan
uzak ama kadınsı, lüks dünyasına 21. yüzyıl
tavrı katmak isteyen bir fuşya-kırmızı.
Ses tasarımına gelince… Vertu’nun cep
telefonu melodilerini Londra Senfoni
Orkestrası seslendirirken ses teknik ayarını
Bang&Olufsen yapıyor. Savelli’nin müziklerini
ise Paris’in trendy Hotel Costes’unun popüler
DJ’i Stephane Pompougnac tasarlıyor.
En gösterişli tasarımlarda Vertu safir
ve yakut işli Constellation modellerini
önemli toplantıların ve kırmızı halı
sortilerinin vazgeçilmez aksesuarı olarak
konumlandırırken, Savelli Emerald Night
ve Emerald Insane modellerinde kullandığı
büyüleyici zümrütlerin yanına “merak
etmeyin onların menşeini takip ediyoruz”
mesajını koymayı atlamıyor.
Gördüğünüz gibi artık bu camiada dünyalar
da ayrı, tasarımlar da…
Günde ortalama 110 defa dokunduğumuz cep telefonlarının konuşmak için olmadığını, onların artık bir yaşam stiline dönüştüğünü düşündüğümüz günümüzde yeni bir pazarın da doğuşuna tanık oluyoruz.
TELEFON NEYE YARAR?
HAZİRAN/2014 13
Bikem de [email protected]
Psikoloji alanında bilinen bir kavram olan
hedonik adaptasyon metropol insanının
günümüzdeki psikolojisini çok iyi
anlatıyor. Hedonik adaptasyonu özellikle
satın alma eğilimlerimizde daha iyi
gözlemleyebiliyoruz. Çünkü artık nesneleri
ilk olarak aldığımızdaki heyecanımızı kısa
bir süre sonra kaybediyoruz. Başlangıçta bir
şeye sahip olmak için yaşadığımız arzuyu
nesnenin varlığına adapte olduktan sonra
kaybediyoruz. Bu durum bir paradoksa
dönüşüyor ve bizi yeni bağımlılıklara
sürüklüyor.
Bu davranış döngüsünü çevremizdeki
birçok nesne ve olay için yaşasak da en
çok evlerimizde deneyimliyoruz, evlerimiz
eşya yığınlarından ve kolilerinden
oluşmaya başlıyor. Bu paradoksa “dur”
demek isteyen minimalistler, geleceğin
yeni evi içi yaşam alanlarının eşyasız
veya minimum eşya ile yaşanabilir
evler olacağını belirterek bu görüşlerini
“daha azla daha çok mutlu olabilirsiniz”
mottosuyla destekliyorlar. Özellikle eşya
ile dolu evlerin bizde çok daha fazla sıkıntı
ve eşya bağımlılığı yarattığını belirten
tasarımcılar evlerimizde bizi angaje eden
tüm detaylardan kurtulmamız gerektiğini
düşünüyorlar. Bu açıdan tasarımcılar
daha sürdürülebilir ve daha katlanılabilir
bir yaşam için sadeleşerek tasarlanmış
evler düşlüyor. Daha az dağınıklığın
olduğu, modüler taşınabilir mobilya
tasarımlarıyla, gereksiz yer kaplayan
stoklamaların olmadığı bir mekân yaratma
heyecanı içinde daha az eşya ile bunu
nasıl yaparız sorusunun peşine düşüyor
minimalist tasarım anlayışı. Bu anlayışta
daha boş ve geniş mekanlar, ev içinde
daha fazla zaman geçirilebilecek alanlar
önem kazanıyor. Bu tip evler gelecekte
daha paylaşımcı alanlar yaratmak, enerji
tasarrufu ile daha sağlıklı koşullarda
yaşama olanağı sağlanabileceği
düşüncesinin zeminini oluşturuyor.
Gelecekte nesneler içinde boğulacağımızı
belirten trend analistleri, daha çok
şeye sahip olmak bizi daha çok mutlu
yapmadığını belirtiyorlar. Bu yüzden
daha az eşyası olan daha küçük ve
yaşanabilir evler önemli olmaya başladı.
Bu da daha geleceğin ev tasarımlarında
daha fonksiyonel, daha mobil ve modüler
mobilyalarla daha mutlu yaşamlar
için ev tasarımları öngörüyorlar. Bu
yüzden fazla mobilyalarınızı takas etme
veya muhtaç insanlara verme yoluyla
nesnelerin yeniden kullanıma girmesini
de destekliyorlar. O sebeple de travmatik
deneyimler yaratan eşyalar konusunda
uyarıyorlar. Bir grup minimalist tasarımcı
da “artık mobilya yok!” diyerek “ilk insan
mağaralarda yaşayabilmişse biz neden
kendimizi sınırlandıracak eşyalara ihtiyaç
duyuyoruz?”, “gerçekten de 3 banyoya,
5 depo alanına ihtiyacımız var mı?” diye
soruyorlar.
Yarın endişesi, daha çok hastalık ve
travma yarattı; bugün risk toplumu
olarak adlandırılan toplum içinde artık
“ev” kavramı da değişime uğruyor. Yeni
yaşam biçimleri içinde artık daha az
eşyalı, daha sade evlerde ve hatta mobil
hayatların telaffuz edildiği biçimlerde
var olmak söz konusu. Bu yüzden
de minimalist tasarım anlayışında
mutluluğumuzu tanımlayan ne kadar çok
nesneye sahip olduğumuz değil, ne kadar
az nesneye sahip olursak o kadar çok
mutlu olacağımızı keşfetmemiz.
14
Kapitalizmin ilk dönemlerinde insanlar mutluluğu daha kısa sürede daha çok şeye sahip olmak olarak algıladı. 200 yıllık endüstri devrimi sonunda gerekli gereksiz birçok şey biriktirdik. Artık tasarım dünyası için de bu durum endişe verici bir hal aldı…
EŞYASIZ EVLER: DAHA AZLA DAHA FAZLA MUTLU OLMAK
F.Dilek [email protected]
HAZİRAN/2014 15
13 Mayıs’ta Soma’da yüzlerce maden
işçisinin ölümüyle sonuçlanan yangının
münferit bir kazadan ziyade daha geniş
bir “sınıf kırımı” kapsamında tartışılması
gerektiğini savunanların sunduğu deliller
arasında bir mimarlık projesi başı çekiyor.
Soma’daki madeni işleten holding tarafından
finanse edilen bu proje, Maslak’ta yer alan
191 metre yüksekliğindeki Spine Tower adlı
gökdelen. Soma’daki ölümlerin neredeyse
tümü “yaşam odası” adı verilen ancak
yangının gerçekleştiği madende bulunmayan
sığınaklardan 20 tanesi sayesinde
önlenebilecekken, Ufuk Çalışkan’ın diken.
com.tr sitesindeki yazısında belirttiği
gibi, benzer 20 sığınağın maliyeti Spine
Tower’daki dört dairenin fiyatına erişmiyor
bile. Elbette, gökdelen benzeri büyük
mimari projelerle insan yaşamını hiçe
sayan yaklaşımların arasındaki yakın
ilişki—1990’ların metal grubu Acid
Bath’ın deyimiyle devasa “mezartaşlarını
andırışları”—ilk kez bugün dile getirilen bir
fikir değil. Ancak, mimar ve tasarımcıların
benzer sorunların ne kadarında payları
olduğu ya da karşılarında nasıl bir pozisyon
almaları gerektiği görece daha yeni bir
tartışma konusu.
Gökdelenler benzeri büyük ölçekli mimari
projelerle insan hayatını hiçe sayan
yaklaşımların arasındaki yakın ilişkiye
verilebilecek en etkili örneklerin başında
William A. Starrett geliyor. Geçtiğimiz
yüzyılın başlarında Empire State binası
da dahil olmak üzere ABD’nin önde gelen
gökdelenlerinde imzası bulunan şirketin
sahibi olan Starrett aslında kariyerine
Amerikan ordusunda albay olarak
başlamış bir müteahhit. Birinci Dünya
Savaşı sırasında ordunun tüm yapılarının
inşasından sorumlu olan müteahhit,
ilerleyen yıllarda kariyerindeki çok farklı
iki dönem gibi görünen süreçler arasındaki
yakın ilişkiyi doğrudan kuran bir betimleme
de yapmıştı. “Barış zamanlarında, savaşın
en yakın muadili gökdelen inşaatlarıdır,”
diyordu 1928 yılında Starrlett, “inşaat
sırasında gerçekleşen kazalar ve sonucunda
sakat kalan bedenler düşünülürse
benzerliğin ne kadar çarpıcı olduğu
görülebilir.” Diğer bir deyişle, Starrlett ve
benzerlerine göre, büyük sermayelerle
yürütülen projeler, uğurlarında insan
hayatının hiçe sayılmasının olağan
karşılanabileceği kutsal birer davadır.
Hatta söz konusu hiçe sayma bazen
daha gaddar bir şekil de alabilir. ABD’nin
önde gelen sendikacılarından biriyken
1975’te ansızın ortadan kaybolan Jimmy
Hoffa’nın, sendikasının örgütlülüğünün
en güçlü olduğu şirketler arasındaki
General Motors’un Detroit’teki merkezine
ev sahipliği yapan gökdelenin temeline
gömüldüğüne ilişkin söylenti bu gaddarlığın
en açık örneklerindendir.
Dev ölçekteki projelerin insan hayatını hiçe
sayan yaklaşımlar üzerine inşa edildiği
durumlarda tasarımcının sorumluluğuna
ilişkin büyük yankı uyandıran güncel
ve küresel bir tartışmaysa geçtiğimiz
günlerde ünlü mimar Zaha Hadid üzerinden
yaşandı. Konu, 2022 Dünya Kupası’na ev
sahipliği yapma hazırlığındaki Katar’da
yürütülmekte olan ve Hadid imzalı Al-
Wakrah stadyumunu da içeren bir
dizi projeydi. Uluslararası Sendikalar
Konfederasyonu’na göre bugüne kadar
büyük çoğunluğu göçmen 1000’i aşkın
işçinin Dünya Kupası bağlantılı inşaatlarda
çalışırken yaşamını yitirdiği Katar’daki
bu probleme ilişkin kendisine yöneltilen
bir soruya Hadid, “mimar olarak bu
görev alanıma girmez; konu hakkında
kişisel olarak demeç vermek haricinde
yapabileceğim hiçbir şey yok, çünkü böyle
bir nüfuzum yok,” şeklinde yanıt verdi.
Hadid’in yanıtı, 2010’da ünlü Time dergisi
tarafından “yılın en nüfuzlu 100 kişisi”
arasında yer almasının işaret ettiği çelişki
bir yana bırakıldığında bile, sorunlu. Zira
ünlü mimar iddia ettiği kadar seçeneksiz
değil. İşçi hakkı ihlalleriyle ünlü Çin’de
çalışmayı uzun bir süre reddeden Libeskind
ve yine aynı ülkede sadece işçileri için
belli sosyal ve kültürel imkanları garanti
eden projelerde çalışmayı kabul eden
Diller Scofidio + Renfro örneklerinde
de görüldüğü gibi, Hadid’in önünde,
Katar’daki projeyi geri çevirmekten projeye
ancak işçiler için belli koşullar sağlanırsa
dahil olacağı şartını öne sürmeye varan bir
seçenekler yelpazesi mevcut.
Spine Tower örneğinde de benzer
seçeneklerin bulunduğu savunulamaz mı?
Bu soruya verilebilecek muhtemel bir yanıt
beklenmedik bir yerden, Soma Group’un
söz konusu gökdelenin gerektirdiği 150
milyon dolarlık yatırımın finansmanı için
kredi ararken başvurduğu uluslararası
bankalardan birinden geliyor. Çeşitli basın
kuruluşlarının aktardığı üzere, söz konusu
banka projenin detaylarını inceliyor ve
Soma Group’un sermaye birikiminin
büyük kısmının madencilik alanından
geldiğini görerek, “ileride madenlerinizde
ölümler yaşanabilir ve biz ölümlerle
gündeme gelmek istemeyiz,” diyerek
talebi reddediyor. Benzer bir hassasiyeti
mimarlardan beklemek çok mu? Spine
Tower projesinde imzası bulunan
İki Design Group’un portfolyosunda,
Küçükçekmece, Fikirtepe, Piyalepaşa ve
Hacıhüsrev gibi, alt sınıfların kent çeperine
doğru kovulmalarının “kentsel dönüşüm”
adı altında en sert biçimiyle yaşandığı
semtlerdeki büyük ölçekli projelerin başı
çekiyor olması, bu soruya verilecek yanıtın
ancak mimarlık ve etik arasındaki ilişkiye
dair çok daha kapsamlı bir tartışmayla
mümkün olabileceğine işaret ediyor.
Eray Çaylı[email protected]
GÖKDELENLER, STADYUMLAR VE DEVASA MEZARTAŞLARI
Mimarların insan hayatını hiçe sayan yaklaşımlar üzerinden yükselen projelerdeki sorumlulukları küresel ölçekte bir tartışma konusu.
Geçtiğimiz aylarda GelecekHane liderliğinde
İstanbul’da Endüstri 2.0 konferansı
düzenlendi. Bu etkinlikte çok önemli bir
konuşmacı vardı: Dale Dougherty. Dale
ABD’de 2005 yılında dünyadaki ilk ‘Kendin
Yap’ (Do it yourself) magazinini çıkardı ve
kendi deyimiyle ‘Maker Hareketi’ni başlatmış
oldu.
Maker, yani üretken insan, kırıp bozan,
tamir edip, tekrar düzelten, kendi kendine
bir şeyler öğrenen, kendinden bir şeyler
katan, yeni bir şey icat eden, bunu amatör
ruhuyla yapan, ama tutarsa da satan kişidir.
Maker olmakta yapmak, üretken olmak ve
yaratıcılık ön planda. Bu heyecanı ailesi,
çevresi, içinde bulunduğu toplumla paylaşma
isteği de maker olmakla ilgili son derece kritik
detaylardan biri...
2006 yılında Silikon Vadisi’nde ilk Maker
Faire, yani ‘Üretken İnsanlar Şöleni’
düzenlendi. Çok başarılı oldu ve çığ gibi
büyüdü. Öncelikle ABD’de, sonra Kuzey
Amerika’da daha sonra Avrupa’da yayıldı.
2013 yılında tüm dünyada 100’ün üzerinde
etkinlik düzenlendi. Farklı ülkelerde, farklı
ölçeklerde, farklı odaklarla... Ama genel
konsept hep aynı; üretken insanların ilginç
eserleri teşhir edilir, bu kişiler bunu neden
ve nasıl yaptığını anlatır, katılımcılar hem
eğlenir, hem iştirak edebilir.
20 Şubat’ta Endüstri 2.0 konferansını
düzenleyerek Halil Aksu, Türkiye’deki Maker
Hareketi’ni tetiklemiş oldu. Bir başlangıç
noktası niteliğindeki bu toplantının ardından
düzenli buluşmalarla, yazışmalarla,
toplantılarla ve ziyaretlerle Türkiye’deki
makerlar ortaya çıkmaya, neler yaptıklarını
paylaşmaya ve ülkemizde ne cevherlerin
olduğu göstermeye başladılar.
Türkiye’deki ilk küçük boyutlu Maker
etkinliği, gönüllülerden oluşan bu ekip
tarafından 7 Haziran’da gerçekleştirilecek.
Yeldeğirmeni’nde konumlanan ve projeye
katkıda bulunan oluşumlardan olan İskele
47, bu küçük etkinliğe ev sahipliği yapacak.
Projeye aynı zamanda Atölye İstanbul, Amber
Platform, 3bFab, 3 Dörtgen, tasarımajanı
gibi oluşumlar destek vermekte ve gerçek bir
Maker Faire’in tohumları hızla yeşermekte.
Tüm bu çalışmalara paralel olarak
gerçekleşen atölye çalışmaları da, bu harekete
eğilimli kişilerle temas kurmak için oldukça
yaygınlaştı. Atölye İstanbul’un yürütücülük
yaptığı, Mixer’de gerçekleştirdiği “kendi
cep telefonu kılıfını tasarla” atölyesi, 3bFab
ekibinin Tasarım Ajanı ile üniversitelerde ve
çeşitli tasarım platformlarında gerçekleştirdiği
3d Printing atölyeleri, Bursa Bilim Şenliği
gibi birçok etkinlik yine bu kültürü yaymaya
yönelik adımlar attı, atmaya devam edecek.
Haziran ayı kapsamında Tasarım Vakfı,
TAK gibi oluşumlar da bu tarz atölyelere ev
sahipliği yapacak ve Maker hareketinden
oldukça beslenen 3d printer kültürünü
kullanıcı ile buluşturacak.
Bu tür Maker etkinliklerinde amaç, maker
hareketini yaygınlaştırmak, insanlara ‘sen de
yapabilirsin’ duygusunu yaşatmak ve böylece
insanların eve döndüklerinde
bir şeyler yapmalarını sağlamak. Bunu
yapan veya bunu yapmak isteyen pek çok
insan olduğu aşikar. Ancak onların gerekli
malzemeyi nereden temin edebilecekleri,
takıldıklarında kimlere soru sorabilecekleri,
yaptıklarını kiminle paylaşabilecekleri şu ana
kadar tanımlı olmadığı için, bu kültürde yerel
anlamda özgüven unsuru nispeten düşük.
Bu hareketin yaygınlaşması ile özgüven
faktörünün ciddi bir şekilde yükselmesi de
öncelikli hedefler arasında.
GelecekHane açısından bu hareketi Türkiye’ye
getirmek ve geleceğin şekillenmesine katkıda
bulunmak son derece motive edici bir konu.
Geleceğe seyirci kalmamak, edilgen duruma
düşmemek için, aksiyona geçmek, bir şeyler
üretmek ve geleceğe aktif olarak şekil vermek
gerektiği kesin.
16
Türkiye’deki ilk küçük boyutlu “Maker” etkinliği, gönüllülerden oluşan bir ekip tarafından bugün gerçekleştirilecek. Yeldeğirmeni’nde konumlanan İskele 47, bu etkinliğe ev sahipliği yapacak.
MAKER HAREKETİ TÜRKİYE’DE!Pınar Azizoğ[email protected]
HAZİRAN/2014 17
Bugünün tasarımcılarının, hiç kuşkusuz
çocukluklarına dair hatırladığı en belirgin
karakter Mickey Mouse. Hal böyle olunca,
Mickey’nin bir çocukluk sembolü haline
gelmesi kaçınılmaz. Ancak bir süredir bu
sembol, semiyolojik (gösterge bilim) açıdan
bakıldığında, çocukluk göstergesi olmaktan
kopup, ironik bir pop kültür göstergesine
doğru evriliyor. Son dönem tasarımcıların ve
dünyaca ünlü markaların koleksiyonlarında
yer bulan Mickey Mouse, başka önemli
vurgularla çıkıyor karşımıza. İçine
doğduğumuz popüler kültürün tüketim aracı
olarak Mickey Mouse, bir moda trendi artık.
Opening Ceremony markası tarafından
çıkarılacak yeni sezon koleksiyon tanıtımında
Mickey Mouse, baskılı swearshirt’lerden
şapkalara, t-shirt’lerden çoraplara kadar tüm
ürünler üzerinde görücüye çıktı. Tanıtımında
yapılan açıklamaya göre esin kaynağı, 1928
tarihinde yayınlanan ve Mickey Mouse’un ilk
hareketli görsellerinin kullanıldığı Steamboat
Willie filmi. İlk resmi çıkışı üzerinden
geçen 85. yıl onuruna böyle bir koleksiyon
hazırlandığı iddia ediliyor. Koleksiyon daha
çok, basit bir Mickey Mouse figürü çizerken,
onun kırmızı şortunu ya da sarı ayakkabılarını
bu sefer göremiyoruz. Daha çok, siyah-beyaz
renkte ilk hareketli imajlardan ve bugüne
görece olarak daha çok fareye benzediği
orijinal görüntüsünden yola çıkılarak
oluşturulmuş bir tasarım anlayışı var. Basit
renkler üzerinde, desen oluşturacak şekilde
kullanılan Mickey Mouse’u, popüler kültürün
varlığının bir yaş dönüm kutlaması gibi
burada aslında. Opening Ceremony tarafından
piyasa sürülen reklam videosu ise oldukça ilgi
çekici. Pop kültürü deyince ilk akla gelen Andy
Warhol’un renkli karelere bölme üslubunu
(takıntısını) iliklerimize kadar hissettiğimiz 40
saniyelik reklam videosunda, Mickey Mouse
baskılı ürünler, 1930’lardaki kısa filmlerinde
sıkça rastladığımız, beden parçalarının gerçek
dışı uzaması görüntüleri eşliğinde tanıtılıyor.
Yönetmenliğini Pensacola’nın yaptığı videoda
kullanılan şarkı ise Soda Shop’a ait Farewell.
Yani pop kültür demişken bir o kadar da
‘hipster’…
Koleksiyonun diğer bir pazarlama unsuru
olarak da, günümüz popüler kültür
müzisyenlerinden Pharrell Williams çıkıyor
karşımıza. Amerika’nın en önemli ses
yarışmalarından The Voice’a konuk olarak
çıktığı programda giydiği Mickey Mouse’lu
kırmızı sweatshirt ile Pharrell, bu popüler
kültür sembolü evriminin tüm dünyaya
yayılmasında etkili bir araca dönüşüyor.
Bugüne kadar podyumda sıkça boy gösteren
Mickey Mouse aslında moda dünyasında
çok yeni değil. Marc Jacobs ve Meadham
Kirchhoff’un 2013 New York Moda Haftası’nda
sergiledikleri koleksiyonların tanıtımında
podyumlarda yer alan Mickey Mouse,
sonraları Londra Moda Haftası’nda Richard
Nicoll, Michael van der Ham, Katie Hillier,
Lulu Guinness ve Tatty Devine gibi ünlü
tasarımcıların, aksesuar ve giysi tasarımlarına
ilham vermişti. Aynı sene, yine başka popüler
kültür ikonu Lady Gaga da kocaman bir
Mickey Mouse saç bandı ile çıkagelmişti. Çok
da yabancılık çekmese gerek; çünkü önceki
yıllarda kendisini Paparazzi klibinde Jeremy
Scott tarafından yorumlanan, sarı-siyah
Mickey Mouse kostümleri ve aksesuarları
içinde görmüştük.
Tasarımcı işbirlikleri ve moda sektöründe
başı çeken markalar tarafından da kullanılan
popüler kültür sembollerinin, popüler mecralar
ve popüler kimlikler üzerinden gerçekleştirdiği
bombardımanı bu sene de tüm hızıyla devam
ediyor. Geçtiğimiz günlerde The Simpsons’ın
25. yılı olması nedeniyle Joyrich markası,
içinde bolca Bart Simpson yer alan yeni
bir koleksiyon çıkardı. Benzer bir girişim,
Haziran’da gösterime girecek yeni Disney
sinema filmi Maleficient’a promosyonel destek
olmak adına, ünlü kozmetik devi MAC ve
melankolik genç giyim markası HotTopic’ten
geldi. Ünlü markaların yeni çıkacak
ürünlerinde Maleficient hikayesi tasarım
üzerinden nasıl işlendi göreceğiz. Mickey
Mouse ile başlayan diğer başka popüler
kültür sembolleri, önümüzdeki tasarım
serüvenlerinde nasıl sembolik bağlarından
koparak evrilecekler, merakla bekliyoruz.
Onur [email protected]
MICKEY MOUSE TASARIM DÜNYASINDA
Modadaki popüler kültür işbirlikleri bu seneye de damgasını vurmaya devam ediyor. Marc Jacobs, Jeremy Scott derken Mickey Mouse, Opening Ceremony ile sembol olarak yeniden gündemde.
18
Mimarlıkta son senelerde büyük dönüşüm
projeleri, gökdelenler, iş merkezleri,
plazalarının tasarlanıyor olmasının yanı sıra,
daha insan ölçeğinde, hatta kimi zaman daha
bile altında, küçük, göreceli olarak daha düşük
maliyetli, fonksiyonel ve çevreci çözümler
de öneriliyor. Dünyanın dört bir köşesinde
bitiveren örnekler, bize kent yaşamının
sorunlarından, zalimliğinden, baskısından,
hengâmesinden kaçış olanakları sağlayan
kılcallar yaratıyor. Ancak, mekan, zaman ve
bütçe sorunu olmayanlara. Bir de keyfine
düşkünlere…
Fransız mimarlık firması Olgga Architects
tarafından tasarlanan Flake House böyle bir
anlayışla ortaya çıkıyor. Orijini Nantes, Fransa
olan yapı, taşınabilir ve kolay kurulabilir
ahşap bir strüktürden oluşuyor. Plandan
bakıldığında ortadan ikiye bölünüş bir ahşap
parçası gibi dururken, bu iki parçalı yapı
ve konumlandırma stratejisi ile sürprizli
bir giriş mekanı sağlıyor. Göreceli olarak
daha büyük tutulan parça, dinlenme ve
uyuma fonksiyonlarını üstlenirken, banyo
ve mutfak ıslak mekanları küçük parçada
yer alıyor. Ahşap kullanımının yoğun olduğu
strüktür, modern açıklıklar ile geçirgenliği
arttırılıp, görüntüde hafifletilmiş. Vinç
yardımı ile istenen yere taşınıp, temelsiz
olarak konumlandırılabilen Flake House,
22 metrekarelik bir mekan deneyimi ile ilk
dikkatimizi çekenlerden.
Alman yapımı, Werner Aisslinger tarafından
tasarlanan Loftcube ise kişiselleştirilebilen,
modüler, modern bir mikro mekan. Doğal
havalandırma ile aktif ısıtma ve soğutma
sistemlerine olan bağlılığı azaltan, enerji-
etkin bir üslubu var. Tavan penceresi ve
dört köşe açıklıkları ile kullanıcının çevreyi
panoramik olarak algılanmasını sağlıyor. Peki,
nerede mi duruyor? Evinizin çatısında. Tüm
parçalar birbirinden ayrılabilmesi, kurulum
ve taşıma süreçlerinde kolaylık sağlıyor. 5-7
gün içinde tüm yapı ve iç mekan düzenlemesi
tamamlanabiliyor. Flakehouse, kabuk
görüntüsü ile, Geoffrey Warner tarafından
da Amerika’da 2003 yılında tasarlanmış
WeeHouse’a çok benzer. Ancak, WeeHouse’da
daha çok ahşap ve çelik kullanırken, bambu
yer döşemeleri ve içerisinde IKEA mobilyaları
ile birlikte geliyor.
Münih Teknik Üniversitesi ve Tokyo Teknoloji
Enstitüsü’nün ortak tasarım ve uygulama
projesi olarak çıkan M-CH kod adlı yapı ise,
samimi Japon çay evleri ve kompakt Smart
arabalardan ilham alıyor. İnanılır gibi olmasa
da tam 2.65 metrekare. Tek bir ünite olan
bu yapı, dinlenme, çalışma ya da mutfak
gibi seçilecek tek bir fonksiyona göre hizmet
veriyor.
Kaliforniyalı Tumbleweed Tiny House
Company isimli firma tarafından önerilen
model ise diğerlerinden biraz farklı. Çatısı
ve giriş kemerleri ile daha Amerikalı ve daha
geleneksel bir havası var. 6 metrekareden
80 metrekareye kadar farklı büyüklüklerde
üretilebilirken, kalıcı bir römork sistemi
ile araçların arkasında yolculuk edebiliyor.
Tasarım temeli ise çevreye daha az zarar
veren yapılaşma fikri.
Belçika’dan DMVA Architecten’in önerisi
ise bembeyaz bir yumurtaya benzer,
polyester malzemeden yapısı The Blob.
Evin bir uzantısı olarak tasarlanmış yapı,
farklı formu ile dikkat çekiyor. Burun
kısmında bulunan parçanın fütüristik bir
şekilde açılmasıyla içine ulaşılan yapının,
mekan organizasyonunda, yatak, banyo
ve mutfak ile çok sayıda saklama ünitesi
mevcut. İlk tasarım fikrinde, firmanın
çalışma laboratuvarı olarak düşülse de,
proje insanlığa tanıştırılmadan edilememiş.
Ancak, daha yaygın olarak ofis, atölye ya
da bahçe kulübesi olarak kullanılabiliyor.
Aynı firmanın diğer bir projesi de Superb
Symmetry isimli ahşap ev. Koyu ahşap
malzemeden imal dış cephesi ve cam
yüzeylerle tamamlanmış yan açıklıkları ile
teraslı bir keyif mekanı. Başka bir örnek
ise Kaliforniyalı Bellomo mimarlık ofisinin,
sürdürülebilirlik iddiası ile tasarlanmış yeşil
yapısı Arc House. Güneş panelleri sayesinde
elektrik sarfiyatını en aza indirgeyen bu
prefabrik yapı, küçük parçalar halinde bir
kutudan çıkıyor.
O alışkın olduğumuzun aksine, bahçede
veya çatıda, deniz kıyısında ya da arabanın
arkasında, mimari tasarımın mikrolaşarak,
ölçek küçülterek sağladığı bu kılcallar
sayesinde, ha deyince kaçıp keyifli zaman
geçirmek artık mümkün gözüküyor.
Görkemli tavrıyla kentlerde yükselen, büyüyen mimarlık, bazen sağ gösterip sol vuruyor. Yaşam mekanı ölçeği kimi zaman gerçek olamayacak kadar küçük kurgulanabiliyor.
MİKRO MEKANLAROnur [email protected]
Endüstriyel tasarımın genellikle ilk anda
günlük yaşamda karşımıza çıkan ürünlerle
ilgili olduğu düşünülür. Geçtiğimiz
günlerde ülkemizde yaşadığımız Soma
felaketi toplumun her kesimini alınabilecek
önlemler, ne yapılsaydı madende hayatını
kaybeden kişilerin nasıl yaşamlarının
kurtarılmış olabileceği konusunda
düşünmeye yöneltti. Çoğunluk iş güvenliği
yönetmeliklerinde ve denetimlerindeki
tedbirsizliklerde nedenleri aradı. Kuşkusuz
iş güvenliği tedbirleri ve denetimleri son
derece önemli ama böylesi felaketlerde
tasarımın rolünün etkisi düşünülenden çok
daha fazla olduğu da aşikar.
Afetleri ya da felaketleri temel olarak
‘Doğal Afetler ve ‘İnsan Yapımı Afetler’
olarak ayırmak mümkün. Depremler, seller,
yangınlar doğal afetler iken, Soma’da
yaşanan maden faciası insan yapımı
afet’lere acı verici bir örnektir. Tasarım
genellikle felaketlerden sonra insanların
kurtarılması ve hayatta kalması için
geliştirilen ürünler üzerine yoğunlaşmıştır.
Günümüzde, halen ülkemiz için felaketler
sadece doğal felaketlerden ibaret kabul
ediliyor ve henüz insan yapımı felaketler
genellikle kaza ya da kader ile açıklanmaya
çalışılıyor. Halbuki her ne kadar doğal
felaketlere göre insan yapımı felaketlerde
olay başına daha düşük sayılarda can
ve mal kayıplarına uğrasak ta toplama
bakıldığında hayati kayıpların akıl
almayacak rakamlara ulaştığı ve çoğu doğal
felaketden çok daha fazla sayıda can kaybı
ortaya oluyor.
INDEX: Award seçici kurulu başkanı Mikal
Hallstrup artık yanlış problemleri çözen iyi
tasarım çözümleri aramadıklarını ve bir
başka sandalye veya benzer sıradanlıktaki
ürünler için ödül organizasyonu
olmadıklarını açıklamıştı. Hallstrup ayrıca
dünyanın daha fazla ürün kalabalığa
ihtiyacı olmadığını ve bu nedenle
anlamlı olan tasarımlara odaklandıklarını
belirtmişti. Günümüzde sevindirici şekilde
afetlere yönelik ürün tasarımları artıyor.
Bunların halen büyük çoğunluğu üretilme
ve kullanılma şansı yakalamasa da bu artış
çarpıcı.
Bio-Lite Kamp Ocağı her ne kadar kamplar
için tasarlanmış ve üretilmiş olsa da,
firmanın web sitesi ürünün afet sonrasını
da dikkate alan özelliklere sahip olduğunu
belirtiyor. Bio-lite barındırdığı ateş ve
ateşin ısısını kullanan termoelektrik
jeneratör ile elektrik üretebiliyor ve bu
elektriği hem ateşi güçlendirmeye yarayan
hava akımını sağlamada, hem de usb çıkışı
ile şarj kaynağı olarak kullanılabiliyor.
Zippo firmasının ise 4’ü 1 arada tanımıyla
geliştirdiği ve ürettiği ise 4 fonksiyonu
kombo olarak sunan bir ürün olarak öne
çıkıyor. Aslen bir balta olan ürün, aynı
zamanda bir testere bir çekiç ve bir kanca
işlevleri taşıyor. Bio-lite gibi bu üründe
kamp ürünü olarak tanımlanmakla beraber
afet sonrası karmaşa sonrasında oldukça
fonksiyonel olacağı kesin.. Yukarıda
bahsedilen ürünler afet sonrası dönemlerde
insanların hayatlarını devam ettirebilmeleri
odaklı ürünler ancak bu ürünlerle birlikte
afet sırasında insanların kurtarılması için
geliştirilecek tasarım çözümleri de hayati
rol oynuyor.
Red Dot Award 2013 ödülü kazanan
ürünlerden biri olan ‘Kurtarma Tüneli’
(Rescue Tunnel) sel afetlerinde kurtarma
çalışmaları için kullanılmak üzere Lee Yong
Ho ve ekibi tarafından tasarlanmış. Tünel
özellikle sel sırasında oluşan büyük su
akıntılarını aşılarak kurtarma çalışmalarında
kullanılması hedeflenmiş. Bu durumlarda
genellikle halat kullanılmakta ve özellikle
yaşlılar ve çocuklar için bu çözümün
verimlilik ve güvenlik düzeyi düşüktür.
Tasarlanan kurtarma tüneli bu problemleri
bertaraf ediyor. Ürüne dahil olan pompası ile
şişirilebilen tünel kullanılmadığı durumlarda
oldukça sınırlı bir yer kaplıyor.
Afetlerle ve felaketlerle başa çıkabilmek
için sadece strateji ve planlar yapılması
yetmiyor. Başta politikacılar, yöneticiler,
iş güvenlik uzmanları, bilim insanları ve
daha birçok farklı uzmanla tasarımcıların
işbirliği yaparak doğru ihtiyaçlar için doğru
tasarımlar yapmaları gerekiyor. Sadece
ürün tasarımı değil, kentsel tasarım, mimari
ve diğer tüm tasarım alanlarında ‘afetler/
felaketler için tasarım’, yani doğal ya da
insan yapımı felaketlerin sonuçlarının neler
olabileceği tartışmalı; felaketlere karşı
daha güvenli, daha tedbirli toplumların
olabilmesi için üzerine kafa yormalı.
Afetleri ya da felaketleri temel olarak ‘doğal’ ve ‘insan yapımı’ olarak ayırmak mümkün. İnsan yapımı afetlerin önlenebilmesi için ise “felaket sonrası” ürünlere odaklanmak yeterli değil.
AFETLER VE TASARIM
HAZİRAN/2014 19
Ayhan Enş[email protected]
Lüks moda ikonları, markaları ve
tasarımcılarının en büyük merakı bir sıradaki
moda unsurlarının ne olacağı... Son dönemde
ise en sık kullandığımız en moda parçaların
defilelerden fırlayıp gerçek yaşamımıza
3d modeller, avatarlar, dijital ve deneysel
pazar üzerinden ve sanal showroomlar
ve soyunma odaları gibi göz alıcı, yüksek
teknoloji görsellikler, holografik defileler,
video projeksiyonları üzerinden kullanıcısına
ulaşıyor. Öyleyse en son tasarlanan, en
yenilikçi tekno-trendlerin moda sektöründe
nasıl kullanıldığına bir göz atalım...
Diesel’in “Liquid Space Fashion” Defilesi
Birkaç yıl önce İtalyan lüks moda ve yaşam
tarzı tasarımcısı Diesel su altı temalı
holografik defilesi ile endüstriyel bir dalga
yaratmıştı. Gerçek modeller defilede yürürken
sanal sualtı yaratıklarıyla iç içe geçmişti. “Sıvı
alan” şovu CGI görsellerini ve üç boyutlu
Dvein animasyonunu bir araya getirirken
Vizoo’nun yenilikçi teknolojisi ile eşleştirilmiş
ve CGI öğeler modellerle dans ediyordu.
Y-3’ün New York Defilesi
Bir sonraki yıl, çığır açan Diesel defilesini
hazırlayan Vizoo ekibinin iki üyesi lüks
markalar için 3D perakende ürünler
tasarlayan Realfiction markasını kurdular.
Markanın üç boyutlu holografik şovları tüm
perakende ürünleri müşterinin gözünde
gerçeğe dönüştürüyor. Moda endüstrisi 3D
teknolojisini ve projeksiyon eşleştirmeyi
birçok defile ve showroom’un yerine geçirdi.
Yohji Yamamoto’nun Y-3 defilesinde
misafirler piramit şeklindeki arka plandan
fırlayan tasarlanmış yanar-döner renk ve
tasarım yansıtmalarını gördüklerinde hayrete
düşmüşlerdi. Projeksiyon eşleştirmesi
mankenlerle, tasarımlarla ve de etkinliğin ana
temasıyla iç içe geçmişti ve New York Moda
Haftası’nın en çok konuşulanlarından biri
olmuştu.
Franck Sorbier Defilesi
2012- 2013 sonbahar / kış koleksiyonu için
projeksiyon eşleştirme teknolojisini kullanan
başka bir tasarımcıysa ünlü Fransız tasarımcı
Franck Sorbier. Mankenlere tek tonlu ve
yansıtma için uygun giysiler giydirip, çeşitli
renk, model ve temaları sergileyen tasarımları
yeni, sanal bir moda beyanı için yansıttı.
Bu video yansıtmaları ve 3D holografik
deneyimler kullanıcı tasarımcı ilişkisine de
yeni ve bir boyut kazandırıyor. Tasarımcılara
sadece sezonun modasını sergilemek için
değil, bir hikaye anlatmak ve izleyiciyi görsel
şovlarla içine çekme şansı veriliyor.
Sanal Showroom
Londra’daki dünyaca ünlü alışveriş merkezi
Harrods çocuk giyim koleksiyonları için dijital
vitrin kullanmaya başladı bile. Ekim 2012’de
mağaza sosyal medya kuruluşu Stardoll
ile işbirliği yaptı. Stardoll yaklaşık 200
milyondan fazla kullanıcının lüks markaların
ürünlerinin avatarlarını giydirebilecekleri
dijital kopyalarını satın almasını sağladı.
Sanal harrods mağazası ise ödeme şekli
olarak Stardollar’ları talep edip lüks
perakendeci ve moda sosyal ağı arasında
kritik bir işbirliği başlatmış oldu.
Clothia.com gibi online vitrinler ise moda
tutkunlarına çeşitli giysileri bir araya getirerek
müşteriye özel stil ve kombinasyonlar
yaratmalarına olanak veriyor. Müşteriler
kişiselleştirilmiş sanal gardroplarına
istedikleri parçaları kaydediyorlar,
hatta kameraları ve arttırılmış gerçeklik
teknolojisini kullanarak sanal kabinlerde
kıyafetleri bir bir deneyebiliyorlar. Uzun
kuyruklarda beklemeden, diledikleri zaman
dilediklerini deneyebilme avantajı sayesinde
sanal soyunma odaları alışveriş tutkunları
arasında çoktan popüler hale gelmiş
durumda. Fits.me, Styku, Swivel ve Metail,
zamandan kar etmek isteyen müşteriler için
3D ve arttırılmış gerçeklik teknolojilerini
kullanarak başarılı sanal soyunma odaları
sunan siteler arasında.
Bu fikre alışmak birçok kişi için henüz pek
kolay olmasa da görünen o ki moda endüstrisi
özgün bir marka deneyimi elde etmek için
teknolojinin sunduğu her yeniliği kucaklamış
durumda. Defileler, showroomlar ve couture
şovları bu çeşitli teknolojilerin sergilenmesine
olanak tanımaya hızlı bir artışla devam
edeceğe benziyor.
20
Moda sektörü teknolojiye kucak açıyor; sanal showroom’ların, holografik defilelerin sayısı gitgide artıyor. Moda tanımımızla beraber teknoloji algımız da değişmeye başlıyor!
SON MODA TEKNOLOJİ
New York Tasarım Haftası geçtiğimiz
haftalarda gerçekleşti. Bu kapsamdaki
etkinlikleri izlemek için pek çok tasarım
profesyoneli 10 günsüre ile New York’taydı.
Belli başlı müzelerin programları bakımından
pek itibar etmediğinin gözlemlendiği bu
Hafta fikri daha çok okul sergilerine yaramış
ve kent içerisinde yaygın haldeki grupların,
galerilerin kendini göstermesi için fırsat
yaratmış görünüyor. Bunun dışında bir de
kapalı- davetli toplantılar sıkça bu tarihlerde
düzenlendi ki, bunda da açıkçası tasarım
seçkinleri ve markalar kendi aralarında
birbirlerini ağırladılar. Anlaşılıyor ki tasarım
haftasının New York’ta tasarımı günlük
hayatla buluşturmak gibi bir derdi yok. Zaten
koca şehir büyük bir turist akını içinde;
sokaklar Çin sokaklarını aratmayacak kadar
kalabalık. Gürültü, kirli caddeler , özensiz ve
yorgun çalışanlar ve sürekli bir keşmekeş
hali, kentin tasarımdan çok daha öncelikli
kaygıları olduğunun da sinyalini veriyor.
Tasarım haftasında öne çıkan iki etkinlik ve
bir müze vardı bu yıl. Her zaman olduğu gibi
ICFF fuarı ve eskiden büyük bir gece kulübü
olan Terminal Stores binasında düzenlenen
Wanted Design ile Central Park’ın hemen
kenarında konumlanmış MAD (Museum of
Art and Design )…
Bu yıl geçtiğimiz yıl da olduğu gibi,
Türk tasarımcılar için Wanted Design
kapsamında düzenlenen DesignMe! etkinliği
Doğa Kayalar’ın büyük duyarlılığı ve
Studio M+ tarafından tamamen probono
gerçekleştirilen bir eforun sonucu olarak
yeniden gerçekleşti. Doğa Kayalar, asıl
işi insan kaynakları direktörlüğü olan bir
yaratıcı girişimci. Bu işten para kazanmak
bir yana; büyük olasılıkla harcıyordur.
Zaten ister küçük olsun ister büyük olsun
bu şekilde bir katılımı sağlamak; ilgilileri
bulup bir araya getirmek, tüm süreçleri
yönetmek, metinleri oluşturmak ve yaymak
gibi pek çok işi sıraladığınızda bunun ne
çok emek ve zaman isteyen bir iş olduğu
belli. Aralarında Ekonomi Bakanlığı, Türk
Hava Yolları, Cornucopia, İstanbul Guide,
ozlemyalım etc. tasarım danışmanlık
tanıtım gibi pek çok kişi ve kuruluş de bu
işe destek vermişti. Her bakımdan tüm bu
organizasyonu oluşturmak koca bir tebriği
hak ediyor.
Design Me! sergisinin tasarımını Erin
Türkoğlu ve Melodi Bozkurt’tan oluşan Müzz
gerçekleştirmiş; ikilinin ürünleri de serginin
bir parçasıydı. Sergi kapsamında Türkiye, İran
ve Lübnan dahil üç ülkeden toplam dokuz
tasarımcının yeni çalışmalarına yer verildi.
Müzz’ün yanısıra Lübnan asıllı Nada Debs,
İran asıllı Nina Seirafi ve Mir Mola Soraya,
ve Türk asıllı Erdem Akan, İlanit Ovadya,
Camekan firması kurucuları Yasemin Sayınsoy
ve Gamze Araz Eskinazi tasarımlarını
sergileyen isimler olarak yer aldı.
Tasarım uzmanları Sara Bengür ve Roya
Heidari’nın eş-küratörlüğünde gerçekleşen
program Türkiye ve Ortadoğu’nun
olağanüstü yeteneklerini öne çıkarması,
Ortadoğu tasarım trendlerini desteklemesi
ve kültürlerarası diyaloğu teşvik etmesi
bakımından eşsiz bir fırsat yarattı. Zengin
bir kültürel özgeçmişe sahip olan Bengür
ve Heidari, farklı renk ve stilleri şaşırtıcı
ve eşsiz bir dengeye bürüyerek Doğu
ve Batı tasarımını yaratıcı bir şekilde
harmanlamışlardı.
Wanted Design’ın açılışı oldukça renkliydi;
öyle ki daha erken saatlerde kapı girişinde
uzun bir kuyruk oluşmuştu. İçerideki
katılımcılar arasında Bay Capellini ve Bayan
Navone de göründü. Pek çok değerli okul,
marka ve kuruluşun aralarında bulunduğu,
ülkesel katalımlarla zenginleşmiş iyi bir
dinamizm yakalanmıştı etkinlik ile.
ICFF içerisindeki kuşkusuz en ilgi çekici
kısım söyleşiler. Bu alanda bugüne dek
oldukça samimi ve keyifli söyleşilere tanık
olduk. Ancak bu yıl başka bir özelliği vardı
bu söyleşilerin. Gaia Gino’nun kurucusu
Gaye Çevikel girişimi ile Türk tasarımcıları
ve Türkiye hakkında gerçekleştirilen bir
oturum izleme keyfini de yaşattı ilk kez.
Çevikel’in yanısıra Defne Koz ve Ali Tayar
diğer konuşmacılar arasındaydı. Söyleşiyi
Wallpaper dergisi editor Pei-Ru Keh yönetti.
George Beylerian ve Karim Rashid de
izleyiciler arasında yerini almıştı.
Her iki katılım da bireysel çabaların bir ürünü
olarak ortaya çıkan bir temsiliyet yarattı Türk
tasarımcılar adına. Yurt dışında yaşayınca bu
rol ister istemez üstünüze giyiyor olmalısınız.
Diğer yandan kimsenin de onca iş yükü
arasında böyle bir mecburiyeti bulunmuyor.
Burada ismi geçen tüm katılımcıların bu eforu
bu nedenle önemli ve eşsiz. Benzer örneklerin
çoğalması ve bu katılımların daimi olmasının
tasarımcılar adına yararı kuşkusuz çok büyük.
Geçtiğimiz günlerde gerçekleşen New York Tasarım Haftası, Türkiye’den de pek çok profesyoneli ağırladı. Hafta’nın öne çıkanları ICFF fuarı, Wanted Design ve MAD Sanat ve Tasarım Müzesi oldu.
NEW YORK TASARIM HAFTASI’NDA TÜRK KATILIMI
HAZİRAN/2014 21
Özlem Yalım Özkaraoğ[email protected]
22
Örgü Bombası, Örgü Fırtınası, Gerilla
Örgüsü, Kentsel Örgü gibi farklı adlar ile
dünyanın farklı köşelerinde karşımıza çıkan,
yeni bir grafiti türü var şimdilerde; Kniffiti.
Dışavurumsal görüşler, boya ve benzeri
kimyasallar yerine artık ipliklerden elde
edilen renkler ve bunların biraraya gelişinden
oluşan dokular üzerinden ifade buluyor.
Kamusal mekandaki, birçok istenmeyen
ancak zorunluluktan katlanılan yapıların ve
elemanların ve hatta bazen hareketli araçların
kenar ve köşeleri kullanılmayan iplikler ile
örülerek kaplanıyor.
Aslında bu dönüştürmekten çok bir
güzelleştirme eylemi. Bu eylemin albenisi
ise grafitinin aksine, knifitinin geçici bir
müdahale biçimi olmasında. Yani gündem
değiştikçe, düşünce evrildikçe, ifade de
değişebiliyor. Gerekli olduğu koşullarda
sökülebiliyor. Ancak buna rağmen hala bazı
bölgelerde yasak olduğunu ve bu sebeple
bir gerilla eylemi gibi de adlandırıldığını
belirtmeden geçmemek gerek.
Knifiti uygulamalarını, bir tasarım serisi
olarak hayata geçirmiş sanatçı ve tasarımcılar
var. Bunların en eskisi 1990’lu yıllarda Bill
Davenport, 2000’lerin başından Shanon
Schollian ve The Knit Knot Tree adlı
çalışması ile ağaç gövdelerini renklendiren
JoAnn Mckee. Kurduğu Knit the City isimli
koleksiyonu ile oldukça ünlenen Londralı
Lauren O’Farrell ise, diğerlerine görece olarak
daha hikayeci. Web of Woe isimli sergisi
ile ses getiren Lauren, tasarımlarını belirli
temalar, şovlar ve ideolojiler üzerinden
kurguluyor. Son dönemde ise Fransız ikili
Vanessa and Stéphane, bilinen adları ile
Urban X Stitch, o çok bildiğimiz, pek de
sevmediğimiz paslı tel örgüleri güzelleştirme
çabası içindeler. Bu işe de Lyon kentinde
başlamışlar. Mesaj içerikli uygulama
örneklerinin de olduğu tasarımlarını,
yalnızca kentin tam göbeğindeki kamusalda
değil de, bir endüstriyel üretim bölgesinin
sınır hattında, konteynerleri gizlemek için
kullanılırken görmek mümkün. Avustralya’dan
Twilight Taggers isimli grup gibi, daha
spesifikleşerek, marjinalleşerek kendilerini
“tel/örgü tasarımcısı/sanatçısı” olarak
adlandıranlar da mevcut.
Tasarımcılarından sonra, bu işin mekanlarına
ve ürün çıktılarına baktığımızda, karşımıza
ilk olarak Londra’daki Knit the City’s
Phonebox Cosy isimli 2009 yapımı telefon
kulübesi çıkıyor. 2011’de İsveç’de Tree
near Od adıyla renklenen ağaç gövdeleri,
2011’de İspanya Madrid ve Alicante’ye
sıçrayan Bollards başlıkları, Marselona’daki
Dachshund Dog, 2012’de New York’da
Crochet Tree, ve daha adı konmamış ancak
Montreal’den Frankfurt’a, Köln’den Sidney’e
Sandıklardaki kullanılmayan iplikler, yeni bir müdahale biçimi olarak kamusal mekana çıktı. Karşınızda örgü kentler!
ANNEANNE İŞLERİ SOKAKTA: KNİFİTİ
Onur [email protected]
kadar birçok dünya kentinde yer alan
birbirinden farklı yüzeylerde birçok tasarım
var.
Yalnızca örgü tellerde ya da metal yüzeylerde
değil, ağaçlar ve çeşmeler, bahçe kapıları,
elektrik direkleri, yangın söndürücüler, çöp
kovaları gibi kent mobilyaları üzerinde de
bu tasarımları görmek, hikayelerini okumak
mümkün. Hatta, Avustralya Adelaide Calton
Street’de olduğu gibi iplik malzemeden daha
farklı kumaş parçalarına geçişler bile var.
Hem bir ifade biçimi, hem de tasarımın bir
aracı olarak, son günlerde yaşananları okuyup
okutabileceğimiz yeni bir mecra knifitiler.
Yakıp yıkmadan, zarar vermeden, usulca
kamusala erişebileceğimiz, ya çok önemli bir
ideolojiyi paylaşabileceğimiz ya da yalnızca
stres atıp rahatlarken kent güzelliğine ve
estetiğine katkı sağlayabileceğimiz bu yeni
alanda, Türkiye’den nasıl bir şey çıkar merak
ediyoruz.
HAZİRAN/2014 23
Yayın Türü: Aylık Sahibi: Kaleseramik Çanakkale Kalebodur Seramik A.Ş. Koordinasyon: Kale Tasarım Merkezi Editör: Umut Kart (sorumlu) Katkıda Bulunanlar: Gözde Tüfekçi Sayfa Tasarımı: Emre Senan Tasarım ve Danışmanlık; Emre Senan, Özge Güven, Nurhan Seyrekbasan Danışma Kurulu: Serhan Ada, Erdem Akan, İhsan Bilgin, Asiye Bodur, Füsun Curaoğlu, Yeşim Demir, Ömer Durmaz, Alpay Er, Cem Erciyes, Sertaç Ersayın, Hakan Ertem, Güran Gökyay, Korhan Gümüş, Gamze Güven, Gülay Hasdoğan, Tansel Korkmaz, Zeynep Bodur Okyay, Suha Özkan, Kuyaş Örs, Nevzat Sayın, Emre Senan Baskı: Veritas Baskı, Yeşilce Mahallesi Diken Sokak No: 34. Levent-İstanbul Tel: 0212 294 50 20 İletişim: Kale Tasarım Merkezi-Silahtarağa Mah. Kazım Karabekir Cad. No: 2/6 34060 Eyüp/İstanbul, Tel: 0212 311 75 68, 0212 371 53 95 [email protected], [email protected] Kale Tasarım Merkezi’nin ücretsiz tasarım gazetesidir.
İstanbul Ticaret
Üniversitesi’nde Uluslararası
Kreatif Ekonomi, Kültür
Endüstrileri ve Kreatif
Şehirler Uygulama ve
Araştırma Merkezi ile
ETMK’nın işbirliği ile ilgi
çekici bir seminere imza
atıldı. Seminerde “bir kreatif
endüstri olarak endüstriyel
tasarım ve Türkiye’de
başarılı endüstriyel tasarım
uygulamaları” konusu
masaya yatırıldı. Açılış
konuşmalarının ardından
“endüstriyel tasarım nedir
ve neden önemlidir” başlıklı
konuşmasıyla Prof. Dr. Özlem
Er sahneyi aldı. Er’in ardından
Türk tasarım dünyasının
başarılı emsalleri arasında
gösterilen Hatice Armağan,
Murat Armağan ve Ümit Altun
çalışmalarını paylaştı.
Türkiye’de Endüstriyel Tasarım
“Türk Dünyasında Kadın ve
Moda Etkinlikleri” projesi
kapsamında Türk Dünyası’nın
sanatsal ve kültürel
özelliklerinin yorumlandığı
tasarımlar ile “kadın”
olgusunu öne çıkarmak
amacıyla düzenlenen
“Uluslararası Türkeli’nin
Renkleri Moda Tasarım”
yarışmasında kazanan
isimler belli oldu. Kadın
Giysi Tasarımı Kategorisi’nde
Simge Mengüç, Serdar
Egemen Nadabaş, Gamze
Özdemir, Anjelika Kirillina
derece alırken, Kadın Giysi
Tamamlayıcıları Tasarımı
Kategorisi’nde Nimet
Melike Topkar,Tünay
Bekleyen Bartu, Ahmet
Ağlamaz, Ulyana
Radionova’nın adı
kazananlar arasında.
Türkeli’nin Renkleri
Trakya Cam, ‘Camdan
Yansımalar II’ başlıklı bir
konferans ile, ünlü mimarları
sektör temsilcileriyle bir
araya getirmeyi hedefliyor.
11 Haziran günü Yapı-
Endüstri Merkezi’nde
düzenlenecek konferansta,
ulusal ve uluslararası alanda
önemli projelere imza atan
uzmanlar deneyimlerini
katılımcılarla paylaşacak.
Mimaride cam kullanımıyla
ilgili son gelişmeleri
paylaşmayı amaçlayan
konferansta tarihin en eski
malzemelerinden biri camın
inovatif kullanımı üzerinde
durulacak.
Camdan Yansımalar
Erciş Kaymakamlığı
Logo Tasarım Yarışması
sonuçlandı. Erciş
Kaymakamlığı’nın resmi
ve kurumsal düzeyden
en iyi şekilde tanıtılması
amaçlıyor. İlçelerinin
tanıtımında da etkili
olacak logonun Erciş’i en
iyi ve en güzel şekilde
tanıtması amacıyla
açılan logo tasarımına
oldukça yüksek katılım
yaşandı. Toplam 256
eserin değerlendirmeye
alındığı yarışmada birinciliği
İstanbul’dan katılan Ali
Serdar Çelikezen kazandı.
Logo Arayışları
Vakko Esmod Moda
Okulu, moda sohbetlerine
devam ediyor. Dünyaca
ünlü isimleri konuk
eden sohbetlere bu ay
Mary Katrantzou konuk
oldu. Yoğun katılımın
gerçekleştiği konuşmada
sürreal desenler, lüks
kumaşlar, yepyeni bir
kadın silüeti üzerine
konumlandırdığı markası
ve yaratım süreçleri
konulardan bazılarıydı.
Söyleşileri takip etmek için
vakkoesmod.com adresini
ziyaret edebilirsiniz.
Moda Sohbetleri
10. Mosder Tasarım
Yarışması’nın amacı Türkiye
mobilya endüstrisinin
tasarım kalitesini ve çağdaş
Türkiye tasarımını
simgeleyen ürün kimliğini
desteklemek ve geleceğin
tasarımcı adaylarının
mobilya sektörüyle
buluşmasını sağlamak,
bu alandaki başarılı
tasarımları ödüllendirmek.
Son başvuru tarihi
17 Temmuz 2014 olan
yarışmanın kategorileri;
Oturma – dinlenme,
depolama, koruma,
düzenleme, tamamlayıcı
mobilya servis ünitesi,
uyuma, genç mobilya,
engelliler için ev mobilyası
kategorisinden oluşuyor.
Mosder Zamanı
Serap [email protected]
Bu yıl 14. Kez düzenlenecek
olan Venedik Mimarlık Bienali
Ödülleri’ni verecek isimler
açıklandı. Ulusal Katılım Altın
ve Gümüş Ayı Ödülleri ile
Monditalia Sergisi Gümüş Ayı
Ödülleri’ni Nijeryalı mimar
Kunlé Adeyemi, UNESCO’nun
başkan yardımcısı, eski
başkanı Francesco Bandarin,
Hollandalı belgesel yapımcısı
Bregtje van der Haak,
Küratör, sanat yönetmeni
Hou Hanru, Pink Tank’in
direktörü Mitra Khoubrou’dan
oluşan isim listesi Venedik
Mimarlık Bienali Yönetim
Kurulu tarafından belirlendi.
Öneriler ise küratör Rem
Koolhaas’tan geldi.
Ödülleri Kim Verecek?
İstanbul Hububat, Bakliyat,
Yağlı Tohumlar ve Mamulleri
İhracatçıları Birliği ilgi
çekici bir projeye imza
atıyor. “Değişen teknolojiye
ve tüketici eğilimine
ayak uyduran, çevre
dostu, özgün, fonksiyonel
özelliklere sahip endüstriyel
gıdaların tasarlanması
ve bu alanlardaki
genç tasarımcıların
ülkemize kazandırılması
amacıyla” 1. Ulusal
Endüstriyel Gıda Tasarım
Yarışması kapılarını
açıyor. Yarışmanın birinci
aşamasına dair son teslsim
tarihi 6 Ağustos. Jüride
ise Türkiye’deki farklı
üniversitelerden endüstriyel
tasarım ve gıda mühendisliği
eğitmenleri birarada.
Yeme Deneyimi Tasarlayacak
Plastik ve Metal Ambalaj
Tasarım Yarışması’nın amacı;
plastik ve metal ambalaj
sektörlerinde yenilikçi
fikirleri desteklemek,
profesyonel ve öğrenci
tasarımcıların ambalaj
sektörüne olan ilgisini
artırmak ve sektörle
buluşturmak, ülkemizdeki
ihracatçı firmalarının dünya
piyasalarında rekabet gücünü
artıracak, katma değeri
yüksek , özgün ve modern
ürünlerin tasarlanmasına
zemin hazırlamak. İstanbul
Kimyevi Maddeler ve
Mamulleri İhracatçıları
Birliği (İKMİB) ve İstanbul
Demir Demirdışı Metaller
İhracatçıları Birliği (İDDMİB)
tarafından düzenlen
yarışmanın son başvuru tarihi
27 Haziran 2014.
Plastik ve Metal Ambalaj