28
SERXWEBÛN JI SERXWEBÛN Û AZADIYÊ BI RÛMETTIR TIŞTEK NÎNE Yıl: 16 / Sayı: 190 / Ekim 1997 / 5,- DM B ilinen gelişmeler sonucunda ulaşılan yeni koşullarda ABD’nin büyük avan- tajlar yakaladığı kuşkusuzdur. Elbette bunu “zafer” kavramıyla açıklamak abartılıdır, ama ABD’nin yeni hegemonyasını gözardı et- mek de yanlıştır. Biz marksistler toplumsal olaylara her şeyden önce içerdikleri çelişkile- riyle bakarız ve ikinci olarak da onların tarih- sel, yani geçici niteliklerini gözden ırak tutma- yız. İşte ABD “zafer”i de, onun teorik-ideolojik ifadesi olan “yeni dünya düzeni ” de ancak böylesi bir perspektifle gerçek anlamını bula- bilir. Bugün bir yeni düzen kurma süreci yaşan- maktadır, çünkü eski iki kutuplu dünyanın ya- pısal özelliklerini ve ilişki süreçlerini belirleyen pekçok şey nesnel ve öznel dayanak artık mevcut değildir. Her yeni düzen kurma süre- cinde üç unsur öne çıkar: Bunlardan birincisi, sözkonusu düzeni oluşturacak, yani o çerçeve “Yeni dünya düzeni” ve Türk d›fl politikas› Haluk Gerger Devamı 8. sayfada YEN‹ DÖNEMDE GER‹LLA BÜYÜK DÖNÜfiÜMÜN ‹FADES‹ OLACAKTIR Kafkasya ve TC’nin gerçekleşmeyen PANTÜRKİZM HAYALİ Hüseyin Uçar’ın araştırma yazısı 22. sayfada ‹hanetin ve sömürgecilerin beli k›r›lm›flt›r Serxwebûn: İçinde bulunduğumuz sü- reçte hem Kuzey’de, hem de Güney Kürdis- tan’da yoğun bir savaş süreci yaşanmakta- dır. Bu savaş süreci karşı-devrim cephesin- de ne gibi sonuçlara yol açtı? Bu sürecin has özellikleri nelerdi? ARGK Ana Kar. Kom.: Altıncı ayına gi- ren, Güney ve Kuzey’i içine alan çok yoğun ve kapsamlı bir savaş gerçeği var. Bu yoğun savaş süreci aynı zamanda Kürdistan dev- rimci savaşımının 13. yılının tamamlanması, 14. yıla girişi de oldu. 14. yılına girerken, Kuzey ve Güney Kürdistan’da genişlemiş ve yoğunlaşmış bir savaş gerçeğinin nasıl orta- ya çıktığını ve hangi süreçlerden geçtiğini anlamak önemli. Yine özgün bir durum olarak beşinci yılı- na giren bir Güney savaşlar gerçeği var. Bu savaşlar 1992 yılından beri süregelmektedir. Bu son savaş ise üçüncü Güney savaşı ol- maktadır. 1992 yılında Federe Devlet olayı ile başlayan savaş süreci, işbirlikçiliğin, em- peryalizm ve sömürgecilikle çok büyük uz- laşmasını ve bir karşı-devrim cephesini uluslararası düzeyde oluşturarak, devrimin üzerine gelme gerçeğini ifade etmektedir. Bilindiği gibi bu savaşa karşı bir direniş ger- çekleşti. 1995’te işbirlikçilik, yine ihanet dü- zeyinde devrimi Güney’den boğmayı amaç- lıyordu. Bu savaşta Güney’deki olumsuz ze- mini önlemek, ihanet ve işbirlikçi güçlerin planlarını bozmak, Güney’i bir ulusal dev- rimci gelişme sahası haline getirmek ve Kür- distan devrimini Güney’den geliştirmek gibi bir hedef vardı. Yoğun bir savaşım gerçek- leşmişti. Bu savaşların üçüncüsünü ifade eden son 1997’deki savaş daha ileri bir dü- zeyi ifade etmektedir. Emperyalizmin yön- lendirmesi altında partimize karşı sömürge- cilikle bütünleşmiş bir karşı-devrim cephesi- nin kurtuluş kuvvetlerimiz üzerine gelme gerçeği sözkonusudur. Birinci savaşım, bir ayı aşkın süre de- vam etmişti. İkinci Güney savaşı üç ayı aş- Egemenlik sistemi ve devlet ideolojisi olarak KEMALİZM “Türk siyasal sisteminde özgür eleştiri kurumuna yer yoktur, ifade özgürlüğüne çok önemli sınırlamalar getirilmiştir. Türk siyasal sistemini belirleyen en önemli kurum resmi ideoloji kurumudur. Resmi ideoloji pekçok yasağı, bu arada düşünce yasaklarını kurumlaştırmıştır.” İsmail Beşikçi değerlendiriyor... Yazısı 17. sayfada İSMAİL BEŞİKÇİ ÇAĞIMIZIN SOKRATES’İDİR Yazısı 18. sayfada Abdullah Öcalan yoldaşın İsmail Beşikçi Konferansı’na gönderdiği mesaj Reformist ve tasfiyeci eğilimlere karşı mücadele Devamı 2. sayfada ARGK Ana Karargah Komutanl›¤› ile son siyasal sürece iliflkin yap›lan röportaj “Biz parti militanlarından daha fazla emperyalist ideologların çözümlemeleri anlama konusunda iyi çalıştıkları ve yoğunlaştıkları bilinmektedir. Gerçekleştirilen çözümlemeler ve önderlik tarzı büyük bir duyarlılıkla laboratuvar incelemesine tabi tutulmakta ve bunun ne ve nasıl olduğu anlaşılmaya çalışılmaktadır.” Dılzar ve Bahtiyar yoldaşların anısına yazılar 10. ve 11. sayfalarda Yazısı 5. sayfada E skiden “Osmanlı’da oyun bitmez” derlerdi, şimdi de TC’de oyun bitmiyor. Seçe- nekler de kolay kolay bitmez. En sağcısından en solcusuna kadar, en islamcı- sından en Yahudisine kadar bütün alternatifler hazır ve gerektiğinde kullanıyor- lar. Daha önceki hükümet Erbakan’ın yeşil kravatlı ve renkli hükümetiydi, ama yanıba- şındaki kadın Amerikan ajanıydı. Bu özel savaş hükümetiyle bir yıl kurtarıldı. Ardın- dan bir Alman renklisi ile birlikte siyonist dayanaklı ve en radikal kemalisti de işin ortasına oturtarak yeni dö- nem politikalarına taze kan vermek istiyorlar. Biraz da demokrat bir çeşni havasıyla sürece giriş yaptılar. Ecevit kemalizmin meşhur klasik taktiklerini dev- reye sokarak; sekiz yıllık eğitim ve köy-kent politikala- rı ile bütünüyle Kürt çocuklarını asimilasyondan geçir- mek istiyor. Yine daha önceden, devleti kendi içinde zorlayan kurumlara çeki-düzen vermek ve bunları da- ha ciddi devlet kurumları haline getirerek, yeni ordu kurumunu sağlam, temiz hale getirme planı sözkonu- sudur. Kirli savaş ile biçimlenen çete oluşumlarında biraz temizlik yaparak, daha başa- rılı bir ordu kurumuna ve onun bütün güçlü savaş kurumlarına ulaşmak isteniliyor. Bü- tün bunları da siyonist destekli dışişleri yoluyla götürmeye dikkat etmektedir. Yeşil renk Erbakan tayfasının o külahlarına değil, Yahudi külahlarına daha fazla gerek duymuşlardır. Mesut Yılmaz’la Almanları biraz daha oyalama politikasını daha da garantiye almak istiyorlar. ABD’nin Çiller döneminde gerçekleştirdiği o çok özel kirli savaş yöntemleri ters teptiği için böyle bir arayış içine girmişlerdir. Yani “daha uygar, daha çağdaş yöntemler” ile gerçekleştirmek durumları sözkonusudur. Hükümet düze- yinde sergiledikleri tutum budur. Meclis eski meclis. Milli Güvenlik Konseyi’nin bütün tavsiyelerini harfi harfine ve hatta Bu bir yıl değil, dikkat edilirse 2000’lere dayalı bir planlamadır. İkibinli yıllara dayalı planlama kesinlikle Türkiye, Kürdistan ve Ortadoğu zemininde Kürt sorununu çözüme kavuşturmak aynı zamanda beraberinde çok büyük bir gelişmeyi getiriyor.” Başkan APO’nun değerlendirmesi 12. sayfada Özgürlü¤e tohum oldular www.arsivakurd.org

Yıl: 16 / Sayı: 190 /Ekim 1997 / 5,- DM YEN‹ DDÖNEMDE GER ...arsivakurd.org/.../serxwebun_190.pdf · iyi savunma saldırıdır mantığıyla ilkin kendi-leri saldırdılar. Devrimci

  • Upload
    others

  • View
    3

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

SERXWEBÛNJI SERXWEBÛN Û AZADIYÊ BI RÛMETTIR TIŞTEK NÎNE

Yıl: 16 / Sayı: 190 / Ekim 1997 / 5,- DM

Bilinen gelişmeler sonucunda ulaşılanyeni koşullarda ABD’nin büyük avan-tajlar yakaladığı kuşkusuzdur. Elbette

bunu “zafer” kavramıyla açıklamak abartılıdır,ama ABD’nin yeni hegemonyasını gözardı et-mek de yanlıştır. Biz marksistler toplumsalolaylara her şeyden önce içerdikleri çelişkile-riyle bakarız ve ikinci olarak da onların tarih-sel, yani geçici niteliklerini gözden ırak tutma-yız. İşte ABD “zafer”i de, onun teorik-ideolojik

ifadesi olan “yeni dünya düzeni” de ancakböylesi bir perspektifle gerçek anlamını bula-bilir.

Bugün bir yeni düzen kurma süreci yaşan-maktadır, çünkü eski iki kutuplu dünyanın ya-pısal özelliklerini ve ilişki süreçlerini belirleyenpekçok şey nesnel ve öznel dayanak artıkmevcut değildir. Her yeni düzen kurma süre-cinde üç unsur öne çıkar: Bunlardan birincisi,sözkonusu düzeni oluşturacak, yani o çerçeve

“Yeni dünya düzeni” ve Türk d›fl politikas›Haluk Gerger

� Devamı 8. sayfada

YYEENN‹‹ DDÖÖNNEEMMDDEEGGEERR‹‹LLLLAA BBÜÜYYÜÜKK DDÖÖNNÜÜfifiÜÜMMÜÜNN ‹‹FFAADDEESS‹‹ OOLLAACCAAKKTTIIRR

Kafkasya ve TC’nin gerçekleşmeyen

PANTÜRKİZM HAYALİHüseyin Uçar’ın araştırma yazısı 22. sayfada

‹‹hhaanneettiinn vvee ssöömmüürrggeecciilleerriinn bbeellii kk››rr››llmm››flfltt››rr

Serxwebûn: İçinde bulunduğumuz sü-reçte hem Kuzey’de, hem de Güney Kürdis-tan’da yoğun bir savaş süreci yaşanmakta-dır. Bu savaş süreci karşı-devrim cephesin-de ne gibi sonuçlara yol açtı? Bu sürecinhas özellikleri nelerdi?

ARGK Ana Kar. Kom.: Altıncı ayına gi-ren, Güney ve Kuzey’i içine alan çok yoğunve kapsamlı bir savaş gerçeği var. Bu yoğunsavaş süreci aynı zamanda Kürdistan dev-rimci savaşımının 13. yılının tamamlanması,14. yıla girişi de oldu. 14. yılına girerken,Kuzey ve Güney Kürdistan’da genişlemiş veyoğunlaşmış bir savaş gerçeğinin nasıl orta-ya çıktığını ve hangi süreçlerden geçtiğinianlamak önemli.

Yine özgün bir durum olarak beşinci yılı-na giren bir Güney savaşlar gerçeği var. Busavaşlar 1992 yılından beri süregelmektedir.Bu son savaş ise üçüncü Güney savaşı ol-maktadır. 1992 yılında Federe Devlet olayıile başlayan savaş süreci, işbirlikçiliğin, em-peryalizm ve sömürgecilikle çok büyük uz-laşmasını ve bir karşı-devrim cephesiniuluslararası düzeyde oluşturarak, devriminüzerine gelme gerçeğini ifade etmektedir.Bilindiği gibi bu savaşa karşı bir direniş ger-çekleşti. 1995’te işbirlikçilik, yine ihanet dü-zeyinde devrimi Güney’den boğmayı amaç-

lıyordu. Bu savaşta Güney’deki olumsuz ze-mini önlemek, ihanet ve işbirlikçi güçlerinplanlarını bozmak, Güney’i bir ulusal dev-rimci gelişme sahası haline getirmek ve Kür-distan devrimini Güney’den geliştirmek gibibir hedef vardı. Yoğun bir savaşım gerçek-leşmişti. Bu savaşların üçüncüsünü ifadeeden son 1997’deki savaş daha ileri bir dü-

zeyi ifade etmektedir. Emperyalizmin yön-lendirmesi altında partimize karşı sömürge-cilikle bütünleşmiş bir karşı-devrim cephesi-nin kurtuluş kuvvetlerimiz üzerine gelmegerçeği sözkonusudur.

Birinci savaşım, bir ayı aşkın süre de-vam etmişti. İkinci Güney savaşı üç ayı aş-

Egemenlik sistemi ve devlet ideolojisi olarak

K E M A L İ Z M

“Türk siyasal sisteminde özgür eleştiri kurumuna

yer yoktur, ifade özgürlüğüne çok önemli sınırlamalar

getirilmiştir. Türk siyasal sistemini belirleyen en önemli

kurum resmi ideoloji kurumudur. Resmi ideoloji pekçok

yasağı, bu arada düşünce yasaklarını kurumlaştırmıştır.”

İsmail Beşikçi değerlendiriyor...

� Yazısı 17. sayfada

İSMAİL BEŞİKÇİ ÇAĞIMIZIN SOKRATES’İDİR

� Yazısı 18. sayfada

Abdullah Öcalan yoldaşın İsmail Beşikçi Konferansı’na gönderdiği mesaj

Reformist ve tasfiyeci eğilimlere karşı mücadele

� Devamı 2. sayfada

❐ ARGK Ana Karargah Komutanl›¤› ile son siyasal sürece iliflkin yap›lan röportaj

“Biz parti militanlarından daha fazla emperyalist ideologların çözümlemeleri anlama konusundaiyi çalıştıkları ve yoğunlaştıkları bilinmektedir. Gerçekleştirilen çözümlemeler ve önderlik tarzı büyük bir

duyarlılıkla laboratuvar incelemesine tabi tutulmakta ve bunun ne ve nasıl olduğu anlaşılmaya çalışılmaktadır.”

Dılzar ve Bahtiyar yoldaşların anısına yazılar 10. ve 11. sayfalarda

� Yazısı 5. sayfada

Eskiden “Osmanlı’da oyun bitmez” derlerdi, şimdi de TC’de oyun bitmiyor. Seçe-nekler de kolay kolay bitmez. En sağcısından en solcusuna kadar, en islamcı-sından en Yahudisine kadar bütün alternatifler hazır ve gerektiğinde kullanıyor-

lar. Daha önceki hükümet Erbakan’ın yeşil kravatlı ve renkli hükümetiydi, ama yanıba-şındaki kadın Amerikan ajanıydı.

Bu özel savaş hükümetiyle bir yıl kurtarıldı. Ardın-dan bir Alman renklisi ile birlikte siyonist dayanaklı veen radikal kemalisti de işin ortasına oturtarak yeni dö-nem politikalarına taze kan vermek istiyorlar. Biraz dademokrat bir çeşni havasıyla sürece giriş yaptılar.

Ecevit kemalizmin meşhur klasik taktiklerini dev-reye sokarak; sekiz yıllık eğitim ve köy-kent politikala-rı ile bütünüyle Kürt çocuklarını asimilasyondan geçir-mek istiyor. Yine daha önceden, devleti kendi içindezorlayan kurumlara çeki-düzen vermek ve bunları da-ha ciddi devlet kurumları haline getirerek, yeni ordukurumunu sağlam, temiz hale getirme planı sözkonu-

sudur. Kirli savaş ile biçimlenen çete oluşumlarında biraz temizlik yaparak, daha başa-rılı bir ordu kurumuna ve onun bütün güçlü savaş kurumlarına ulaşmak isteniliyor. Bü-tün bunları da siyonist destekli dışişleri yoluyla götürmeye dikkat etmektedir.

Yeşil renk Erbakan tayfasının o külahlarına değil, Yahudi külahlarına daha fazlagerek duymuşlardır. Mesut Yılmaz’la Almanları biraz daha oyalama politikasını dahada garantiye almak istiyorlar. ABD’nin Çiller döneminde gerçekleştirdiği o çok özel kirlisavaş yöntemleri ters teptiği için böyle bir arayış içine girmişlerdir. Yani “daha uygar,daha çağdaş yöntemler” ile gerçekleştirmek durumları sözkonusudur. Hükümet düze-yinde sergiledikleri tutum budur.

Meclis eski meclis. Milli Güvenlik Konseyi’nin bütün tavsiyelerini harfi harfine ve hatta

� Bu bir yıl değil,

dikkat edilirse 2000’lere

dayalı bir planlamadır.

İkibinli yıllara dayalı planlama

kesinlikle Türkiye, Kürdistan

ve Ortadoğu zemininde Kürt

sorununu çözüme kavuşturmak

aynı zamanda beraberinde çok

büyük bir gelişmeyi getiriyor.”

Başkan APO’nun değerlendirmesi 12. sayfada

ÖÖzzggüürrllüü¤¤ee ttoohhuumm oolldduullaarr

www.ars

ivaku

rd.o

rg

Sayfa 2 SerxwebûnEkim 1997

kın bir sürede sonuçlanmıştı. Bu üçüncü sa-vaş ise altıncı ayına girdi. Elbette bütün ön-ceki savaşların kapsamı, süre, yoğunluk veanlam bakımından en ileri düzeyini ifadeediyor.

Genelde de 1997 savaşı bütün yıllarıntoplamına bedel bir savaş olarak gerçekleş-ti. Bunlarla birlikte 1997’de hem Kuzey’de,hem de Güney’de düşman cephesinin bü-yük bir ittifak halinde savaş durumuna geç-mesinin özgün nedenleri vardır. Düşmancephesi Güney Kürdistan’da bazı sonuçlaraulaşmayı hedefliyordu. Sadece Güney’debazı sonuçlara ulaşmak için değil, aynı za-manda Ortadoğu’da ABD’nin yürütmekte ol-duğu sözde “barış” planlarının da bir parçasıolarak bu savaşı yürütmekteydi.

Savaş süreci içerisinde olaylar biraz da-ha netlik kazandı ki, mevcut savaşı kesinlik-le yürüten ve yönlendiren ABD emperyaliz-minden başka bir güç değildir. Aslında busavaş siyonist İsrail devletinin bölgesel çı-karları doğrultusunda düzenlenmiş bir savaşolmaktadır. İstemleri, hedefleri, gücü Türksömürgeciliği tarafından yönlendiriliyor.ABD-İsrail-TC üçlü ittifakı, aynı zamanda birbölgesel egemenliği de ifade etmektedir.Hatta ABD emperyalizminin uluslararası ha-kimiyeti ile de yakından bağlantılıdır. Yineemperyalizmin siyonizm ve Türk sömürgeci-liğinin çıkarları doğrultusunda oluşturmak is-tediği bir Ortadoğu gerçeği ve hedefi desözkonusudur. Kürdistan devrimini boğmayıhedefleyen, Kürdistan’ın bu güçlerin ege-menliği altına alınmasını içeren bir savaştı.1996 sürecinde bu karara ulaşıldığı anlaşıl-maktadır.

Özellikle 1996’da da TC’nin Güney’e gir-me durumu gündeme gelmişti, hatta ABDemperyalizminin bizzat teşviki ve istemiylebu karar alınmıştı. Bilindiği gibi o zamanlarIrak devleti de biraz hareketlenmişti. İlkinIrak devletinin desteğiyle Kürdistan Yurtse-verler Birliği üzerine yöneldiler. YNK’yi birazgeriye ittiler. Bu sefer de Türk sömürgeciliği-nin desteğini arkasına alarak PKK’yi etkisizhale getirerek, tıpkı Filistin’de Arafat benzeribir çözümü Kürdistan’da da Barzaniler çer-çevesinde gerçekleştirmeyi hedefliyorlardı.Böylelikle Filistin ve Kürdistan sorunları em-peryalizm, siyonizm ve sömürgeciliğin çıkar-ları doğrultusunda çözümlenmiş ve “bölgebarışı” da gerçekleşmiş olacaktı.

Emperyalist plan kesinlikle böyledir. Bu-nu yönlendiren ABD olmaktadır. Plan üçlübir ittifaka dayanmaktadır. Bu temelde KDP-Barzani ile bir ittifakı var. Yine Irak ile böylebir teması sözkonusu. Kuşkusuz, tam birbirlik olmayabilir de, çünkü birbirlerine gü-venleri yok denecek kadar az. Ancak bunlarile de gerçekleştirdikleri bir ittifak kesin. Enazından başlangıç itibariyle böyle. Bu temel-de geliştirilmek istenen bir plan var. 1996’dabunu karar altına aldılar. Fakat o zaman Gü-ney Kürdistan’a girişi Türk sömürgeciliği de,KDP de göğüsleyemedi. Özellikle KDP bunoktada epeyce kararsız kaldı. Türk devletide belli bir yalpalama geçirdi. Özellikle sö-mürgeci generaller bu konuda hazırlık dü-zeylerini zayıf görüyorlardı, çekiniyorlardı.Kuzey’de başarı sağlayamadıkları bir savaşgerçeği ile yüzyüzeydiler. Bundan dolayı daGüney’de sonuç alamamanın kaygısını taşı-yorlardı. Bu nedenle daha fazla hazırlanma-yı, biraz daha çok hesap yapmayı gerekligördüler. Onun için bu işgal girişimi 1997’yesarktı. Buna göre kendi aralarında da bir bir-lik oluşturdular. Özellikle TC yoğun hazırlık-lar gerçekleştirdi. ABD ile ittifak, İsrail devle-

tiyle askeri işbirliği, yine İsrail’den teknik vetaktik bakımından yararlanma, destek alma,hatta bütünleşme bu süreçte gerçekleşti.Bunlar temelinde 14 Mayıs karşı-devrimcisaldırısı gerçekleşti.

Elbette devrimin ve bizlerin de hazırlıkla-rı vardı. Bilindiği gibi, 1997’ye girişle birlikteParti Önderliğimiz, büyük bir savaşım yılınagirildiğini bizzat ilan etmişti. Başta ARGK ol-mak üzere, bütün güçlerin, devrimci kuvvet-lerin buna göre hazırlanmasını ve 1997’deböyle bir savaşımın yaşanacağını bildirmişti.Nitekim 1997 yılına “final yılı” denilmişti. Ya-ni devrimin de bu gelişmeleri görerek hemKuzey’de, hem de Güney’de 1997’de önemlisiyasi-askeri sonuçlar alacak bir savaşı ger-çekleştirme kararı, planı ve buna göre hazır-lığı vardı. Biraz da sömürgeciliği ve işbirlikçi-liği böyle bir saldırıya yöneltti. Çünkü devri-min gelişimi karşısında zorunlu kaldılar. En

iyi savunma saldırıdır mantığıyla ilkin kendi-leri saldırdılar. Devrimci saldırıyı zayıflat-mak, kendilerini biraz daha yaşatmak istedi-ler. Güney için de bu böyle, çünkü önemlibir devrimci gelişme, artık 1996 sonundanitibaren oldukça yakalanmıştı. 1997 baha-rında büyük bir devrimci dalga vardı. Halkkatılımı, gençlik katılımı, ordulaşma çok yo-ğun bir biçimde devam ediyordu ve GüneyKürdistan’ın büyük bir devrim dalgası içinegirdiği kesindi. Bu devrimci akım, gelişme iş-birlikçi güçleri korkuttu, ürküttü ve bunun so-nucu olarak, kendilerini savunmak amacıylabu işbirlikçi güçleri böyle bir saldırya götür-dü. Bunun Kuzey’e yönelimi, TC’ye yöneli-mi, karşı bir yönelim olma durumu da vardı.Buna benzer bir durum yaşadılar. Bu anlam-da emperyalizm ve siyonizmden aldıklarıher türlü destek ile kendileri saldırıya geçe-rek devrimci hamlenin zayıflamasını sağla-mak ve önünü kesmek istediler. Zayıf düşü-rüp kendilerini bu süreçte güçlü tutmak iste-diler. Tabii bu gelişmeler hesapladıkları gibiolmadı. Savaşın ilk hafta, ilk ay ve geçenbeş aylık süreç içinde ortaya çıkardığı so-nuçlar somut olarak görülüyor. Bunu herkesgördü, yaşadı ve değerlendirdi.

Her şeyden önce işbirlikçi-ihanet bütü-nüyle tükenmekle yüzyüze geldi. Onlar içindurum oldukça vahimdir. Devrimden duy-dukları korku, onları dünya ve bölge gericili-ğiyle, Kürt halkının baş düşmanıyla bu dere-ce bir birleşmeye götürdü. Bu onlar için dev-rimci direniş karşısında daha da büyük birçöküşe yol açtı.

PKK hareketine karşıkarşı-devrimin stratejik ittifakı

Serxwebûn: Genelkurmaylığın ve Yıl-maz-Ecevit hükümetinin yeni dönem savaş

planı nasıl gerçekleşebilir? “PKK marjinal-leşmiştir, 1985-86 sürecine çekilmiştir, terörsorunu halledilmiştir, sorun ekonomiktir, sırasiyasilerde” denilmektedir, bu konudaki gö-rüşleriniz nedir?

ARGK Ana Kar. Kom.: Savaşımın Türksömürgeciliği açısından da siyasi, askeriolarak ortaya çıkardığı önemli sonuçlar var.Ve bu sonuçlar tartışılmaktadır. Sanıyoruz,daha da fazla tartışılacak. Her şeyden öncebir hükümet değişikliği yaşandı. Bu, savaşladoğrudan bağlantılıdır. Savaşın ilk dönemi-nin sonlarında RP-DYP hükümeti gitti. Türkordusunun Güney saldırısının kırılması, birdevrimci hamle ile darbelenmesi ve büyükgüçlerini Güney’den çekmek zorunda bıra-kılması sonunda böyle bir durum yaşandı.

Son saldırının ilk hamlesinin kırılmasısaldıran güçlerin bir askeri yenilgi almasıanlamına geliyordu. Hükümetin düşüşü, bu

yenilginin faturasını çırkartma oldu. Elbettehükümet de savaşı yürüten güç olarak, buyenilgiyi orduya yıkmak istedi. Ordu çok da-ha erken davranarak, başarısızlığı hüküme-tin üstüne yıkıp, kendisini yenilmemiş, hattabaşarı kazanan bir güç olarak göstermek is-tedi. Zaten topluma da böyle lanse edildi.Tabii bu işin içinde olanlar gerçeği biliyorlar.Ordunun nasıl bir darbe yediğini, nasıl biryenilgi aldığını, nasıl bir zorlanma içerisindeolduğunu biliyorlar. Fakat bunu toplumayansıtmak istemiyorlardı. Onun için açık birordu darbesiyle siyasi hükümet düşürüldü,yerine yeni bir hükümet kuruldu. Zaten Re-fah-Yol hükümeti düşerken Erbakan, bu ger-çeği şöyle ifade etmişti: “Kendi aldıkları so-nuçla meydana çıkıyorlar” dedi. Savaşa ay-rılan ekonomi yüzünden kendi aralarındabüyük bir tartışma oldu. Aslında o dönemde-ki sonuç, TC açısından ’97’ye ayırdığı savaşfinansmanının da bitişi, aynı zamanda sa-vaş planının fiyaskoyla sonuçlanması anla-

mına da geliyordu. Bu anlamda yeni bir hü-kümet, yeni bir planlama, eski planı yenidentakviyelerle yürütme, yeni bir finansmanayırma, bütçe oluşturma gereği vardı. Bun-dan dolayı yeni bir hükümet oluşturuldu. As-lında bu azınlık hükümeti, bir ordu hükümetiolarak savaşı hem siyasi, hem ekonomik,hem de ideolojik bakımından yürütme hükü-meti olarak doğdu. Bir defa bu düşman cep-hesi açısından önemli bir sonuçtur.

Bir diğer husus ise ordudaki gelişmeler-dir. Parti Önderliğimiz bu konuda değerlen-dirmeler yapmıştır. Bu süreçte ordu içindekigelişmeler, işte “Batı Çalışma Grubu” gibioluşumlarla ordu kendini partileştirmek, birsiyasi parti gibi kurumlaştırmak istedi. Ordu-nun yönetimdeki yeri çok daha net ortayaçıktı. İkinci Genelkurmay Başkanı, Başba-kan gibi, Genelkurmay ise Cumhurbaşkanıgibi hareket ediyor. Bu süreçte bunu çok net

gördük. Bir siyasi partiden de öteye, ayrı birdevlet gibi kurumlaşmaları, örgütlenmelerivar. Devletin bütün komisyonları ordu içeri-sinde her şeyi örgütlü yürütüyor. Diğer ay-gıtlar adeta onun bir maskesi, yine çeşitligörev ve işlerini yapan birer çalışma grubuoluyor. Onun dışında herhangi bir durumyok.

Yine düşman cephesi açısından teknikgelişme önemli. Tekniğe büyük önem veril-di. İsrail’le ittifak çerçevesinde, ordunun mo-dernizasyonu adı altında İsrail’in ABD des-teğiyle ürettiği en son tekniği aldılar. Özellik-le insan faktörü zayıfladıkça, halk desteğiazaldıkça, savaştıracak güç unsurunda zor-luk çektikçe –ki, özel ordusu, MHP destekliparamiliter güçleri yenildiler–, bunun sonu-cunda İsrail gibi teknik güç ile savaşan birgüç haline gelmeye yöneldiler. Öğretici birgerçeklik olarak bu ortaya çıktı ve bu durumhâlâ sürüyor. TC, savaşımımız karşısındakendisini her geçen gün teknik olarak dona-tıyor. Fakat savaşta işler halde olan enönemli faktör teknik değildir. Savaşı yönetenve yürüten insandır. İşte, insan faktörü za-yıfladıkça böylesi güçlerin başvurduğu çareteknik güç olmaktadır. Filistin hareketi vemücadelesi karşısında İsrail bunun bir örne-ğiydi. İşte, şimdi TC’nin de böyle bir durumadüştüğü görülmektedir.

Aynı zamanda bu süreçte siyonist İsrailile, ABD empeyalizm ile TC’nin daha sıkıbirleşmesinden söz edebiliriz. Bu da önemlibir nokta, –stratejik ittifak deniliyor. Dikkatedilirse hem İsrail, hem TC herhangi başkabir güce açıklama yaparken, sedece kendirahatsızlıklarını değil, “bu durum bizi de, İs-rail’i de rahatsız ediyor” demektedir. İsrail’li-ler de, “bizim ve Türkiye’nin çıkarına aykırı”diyorlar. Yani böyle bir ortak devlet oluşuvardır. Böyle bir süreçte bu tamamlandı. Ay-

rıca kendi iç durumlarından söz edilebilir:Aslında TC, halk desteğinin, toplum desteği-nin, insan desteğinin en az olduğu bir döne-mi yaşıyor. Toplumda aslında böyle savaşlasonuç alınacağına dair inanç, hemen he-men bütünüyle tükenmiştir. Özel savaş şe-bekesi kendi egemenliğini sürdürebilmekiçin bu savaşta ısrar ediyor. Toplumu hiçkarşı görüş açıklamaksızın bu konuda dene-tim altında tutuyor. Basın-yayın, medya or-ganları ile de gerçekleri gizliyorlar. Bu herzamankinden çok daha açık bir biçimde busüreçte görüldü.

Bu son süreç, daha yeni ve önemli geliş-melere gebe. Bu dönemde bu daha da ileridüzeyde sonuçlar ortaya çıkaracak. Savaşıngelişimi içerisinde daha da olumsuz, kendi-leri açısından zarar verici sonuçları yaşaya-caklar. Bu şimdiden görülüyor ve kesindir.

Türk ordusu Güney’den atıldı

Serxwebûn: 14 Mayıs 1997 tarihindenbu yana Güney Kürdistan’da Türk sömürge-ciliği ve ihanetçi KDP güçlerine karşı bir sa-vaş durumu var. Yaklaşık 6 aydır devam et-mekte olan savaşın pratik gelişimi hangi dü-zeydedir? İhanetçi KDP güçlerinin durumunedir?

ARGK Ana Kar. Kom.: Aslında bu süre-cin ilk ayında savaşın sonuçları ortaya çıktı.Sömürgeci ve işbirlikçi cephenin yaşadığıönemli bir yenilgiydi. Bunu gölgelemek,maskelemek için ve bir de orduyu bu yenil-ginin sorumluluğundan kurtarabilmek içinhükümet değişikliğine gidildi. Zaten Erba-kan-Çiller hükümetiyle yapılan planlama buhamleyle sonuç almayı içeriyordu. Olumlusonuçlar alamayıp, planlar boşa çıkınca, ’97için oluşturdukları savaş planı başarısızlıklasonuçlanmış oldu. Bu durumda yapacaklarıhiçbir şey kalmadı. Daha ağır bir dağılmanınve yenilginin ortaya çıkmasını önlemek için,derhal yeni bir hükümetle, yeniden kendileri-ni planlama gereğini duydular. Yeni hükü-met böyle ortaya çıktı. Tamamen bir özelsavaş hükümeti, ordu hükümeti olarak orta-ya çıktı. Yeni dönem savaşımını nasıl sür-düreceklerine ilişkin ordunun hazırladığı pla-nı uyguladı. Yaşanan yenilgi hükümete yıkı-larak, bunun sorumlusu Refah, hatta TansuÇiller ilan edilerek, ikisinden de hesap sor-maya yönelerek yargılamak istiyorlar. Parti-leri kapatmak istiyorlar. Bu yönlü davalargelişti. Böylelikle orduyu temize çıkartmakistiyorlar. Tabii yeni bir finansman da oluş-turmak istediler. Bunlar yapıldı ve bu süreçdevam ediyor. Yeni bir bütçe oluşturdular, -ek bütçe. Daha doğrusu biraz siyonizmden,emperyalizmden destek var. ABD’den de,Avrupa’dan da destek aldıkları söylenebilir.Yine ellerinde varolan her şeyi savaşa ayır-dılar.

Bu hükümet özellikle Ecevit’in gayretkeş-liğiyle, bunun musluklarını sonuna kadar aç-tı ve savaş için mali güç oluşturdular. Aynıçerçevede bir planlama da gelişti. Aslındakendilerinin yaptıkları saldırı bir savunma daiçeriyordu, ondan öte böyle günlük bir takti-ğe yöneltmeyi içeriyordu. Kuzey’de de öyle,Güney’de de öyle. Güney’de hedef olma-mak için çekildiler, sadece zırhlı birliklerinive yöneticilerini tuttular. Güney’de işbirlikçigüç devrimci saldırı karşısında mümkün ol-duğu kadar hedef olmamayı içeren bir taktikizledi. Kaçan, gizlenen, fakat değişik yönler-den de görünerek, askeri ilerlemesini müm-kün olduğu kadar zayıf düşüren bir taktik iz-ledi.

Kuzey’de Türk ordusunun izlediği taktik

� ARGK Ana Karargah Komutanl›¤› ile son siyasal sürece iliflkin yapt›¤›m›z röportaj...

‹‹hhaanneettiinn vvee ssöömmüürrggeecciilleerriinnbbeellii kk››rr››llmm››flfltt››rr

“Mevcut savaşı kesinlikleyürüten ve yönlendiren ABDemperyalizminden başka bir güçdeğildir. Aslında bu savaşsiyonist İsrail devletinin bölgeselçıkarları doğrultusundadüzenlenmiş bir savaş olmaktadır.İstemleri, hedefleri, gücüTürk sömürgeciliği tarafındanyönlendiriliyor. ABD-İsrail-TC üçlüittifakı, aynı zamanda bir bölgeselegemenliği de ifade etmektedir.Hatta ABD emperyalizmininuluslararası hakimiyeti ile deyakından bağlantılıdır.”

� Baştarafı 1. sayfada

www.ars

ivaku

rd.o

rg

Serxwebûn Sayfa 3Ekim 1997

bütünüyle bir taciz taktiğiydi. Günlük olarakoperasyonlar adı altında böyle hareketler iz-lediler. Bunun özünde devrimci kuvvetlerinsaldırısını boşa çıkarma yatıyordu. Bir saldı-rı yapmaktan çok, böyle kendisini göstere-rek, devrimci kuvvetlerimizin hazırlığını bo-zarak kendi üzerlerine gelmesini sağlamak-tı. Böylelikle güçlerimizin kendi üzerlerinegelmesiyle de, derhal geri çekilerek, kaça-rak, hedef olmamakla güçlerimizi boşa çı-karmayı düşünüyorlardı. Bütün alanlarda sıksık araziye çıkmaları, sanki operasyon yapı-yormuş gibi bir yanılsama yaratıyordu. Ope-rasyonlar oluyor diye, en azından gerillagüçlerimizin bir hafta, on günlük zamanlarınıalıyorlardı. Düşman hareketliliği var diye,ona göre kendi ayarlama çerçevesinde birsavunma taktiği izlediler. Bu, kısmen etkilide oldu. Fakat gerilla güçleri tarafından bu-nu aşan bir yaklaşım geliştirildi, taktik geli-şim içerisine girildi ve etkili darbeler vuruldu.

Bununla bağlantılı olarak, bu hükümetinuyguladığı en önemli plan bu son saldırıydı.Aslında 20 Eylül’den itibaren yoğun bir as-keri ve teknik güçle Güney’de işgal harekatıgerçekleştirildi. Buna, bu son hükümet ileoluşturulan planın son halkası denilebilir.Nasıl ki, diğer hükümet diğer böyle bir saldı-rıyı planlamış idiyse, bu hükümetinki de bü-yük bir planlama ile yeni bir savunma takti-ğiyle birlikte, güz ortasında böyle bir saldı-rıyla kendileri açışından biraz tamamlamayıumut ediyorlardı. Güney’de yoğunlaşan sal-dırı bu temelde ortaya çıktı. Aslında içinedüştükleri zorlukları biraz aşma taktiğiydi.Özellikle tükenen, dağılma noktasında olanihaneti daha da oturtmayı ifade ediyordu,içeriyordu. Zaten Türk ordu güçleri ve hükü-met kendilerinin KDP tarafından çağırıldıkla-rını açıkça ifade ettiler. “Eğer biz böyle birgiriş yapmazsak, PKK bitiriyor diğer gücü”dediler. “Eğer gelmezseniz biz bırakıyoruzartık, bu sizin de bu alanda bitişiniz olur” di-ye bir belirleme yapılıyor ve çağrı bu temel-de gelişiyor. Son Güney işgali devrimci cep-henin güçlenmesini, sonuç alıcı eylemleryapmasını, daha ileri düzeyde savaş yürüt-mek için hazırlık yapmasını önlemeye yöne-likti. Böyle bir amaç çerçevesinde bu saldırı-yı yeni bir saldırıya ittiler.

Şunu hiç unutmamak gerekli: Aslında 1Mayıs’da operasyon oldu. 1 Eylül’de ope-rasyon oldu diye bir şey yok. 14 Mayıs’labaşlayan çok kapsamlı bir savaş var ve busürdü. TC Güney’den çıkmadı; darbe yiye-rek birçok alandan atıldı. Özellikle kırsalalanlarda gerilla karşısında tutunamayangüçlerini kaçırmak durumunda kaldı. Onundışında komuta gücü olarak, vurucu güçolarak Güney’in birçok alanında bulundular.Zaten birçok alanda ihanetçi güçlerle birliktesavaşı bizzat yürüttüler. 20-21 Eylül’den iti-baren 50-80 bine yakın bir güçle, yine anakuvvetlerini, zırhlı birliklerini en ileri düzeydekullanmak üzere gücünü yeniden Güney’egirdirdi. Zaten savaştan hiç çıkmamıştı, busadece bir güç yoğunlaştırması oldu. Kendi-sinin Kuzey’den oluşturduğu çetelerle, yineemperyalizmden, siyonizmden aldığı teknik-le bu işbirlikçi-ihanetçi gücün böyle insanfaktörünü hareketlendirmeyi, bunları birleşti-rerek savaşta geldikleri olumsuz durumumümkün olduğu kadar hafifletmeyi hedefle-diler.

Hükümetin savaş planı böyle gelişti. İşte,bu çerçevede bazı sonuçlara ulaşabilirlerse;kalıcılaşma, Güney’de devrimci gelişmeyiönleyecek ve Kuzey-Güney çeteciliğini bir-leştirerek bazı alanlarda ordu güçleri ile bir-likte yerleşme hedefi de güdüyorlardı. Hâlâda buna benzer planları sözkonusu. Buplan, Ecevit’in Kıbrıs’ta uyguladığı plan ol-maktadır. Güney’de böyle bir egemenlik is-tekleri var.

Şu artık netleşti: TC’nin Güney’den çıka-cak durumu yok. Aslında girmek istiyor, amaaskeri bakımdan sonuç alamıyor, başarılıolamıyor. Siyasi olarak dengeler ve kendi-sinden kaynaklanan handikaplar var. Sorun-lar içinden çıkamıyor. Gırtlağına kadar içinegirmiş. Çıkarsa bütünüyle bir yenilgi oluyorki, bu da Kuzey’den de kopması ve Kuzey’ide kaybetmesini gündeme getiriyor. Bundandolayı çıkamıyor. İşte Güney’deki gücü deböyle adeta o Kıbrıs benzeri bir ölçüye geti-rerek, diğer yerlerden de Türkmenleri ve

benzer güçleri getirerek bazı noktalarda yer-leştirme hedefi vardı. Bu son Güney’e girişve planlarının önemli bir amacı da budur. El-bette bunun için de güç gerekiyor. Alanlarıdenetlemek, devrimci kuvvetleri geriletmek,denetim sağlamak gerekiyordu. Ama buamaca ulaşamadı. Şimdi düşman kuvvetleri-ni çekemedi, aslında atılıyor. Kırsal alana dagiremedi. Girdikleri yerlerde ağır darbeler al-dılar. İstedikleri gibi alanları egemenlik altı-na alamadılar. Bundan dolayı Ecevit’in plan-larını gerçekleştirme konusunda tereddütlü-dürler. Çünkü onun pratik durumunu yakala-yamamışlardır. Mevcut durum bu.

Önümüzdeki günlerde Güneyde’ki sava-şın gelişimiyle bu durumda değişiklikler orta-ya çıkabilir, çıkacaktır. Fakat şimdiye kadar-ki ortaya çıkan sonuç, bir defa bu saldırıylaamaçlanan bu ana amaç büyük ölçüde ger-çekleşememiştir. Bu anlamda birçok alan-dan güçlerini çekmek zorunda kaldılar. Bazınoktaları tutuyorlar, onları tutsalar bileamaclarını gerçekleştirmeye güçleri yetme-yecektir.

Güney savaşı, bir siyonist İsrail yönlendirmesidir

Serxwebûn: Son olarak YNK ve ulusalgüçlerin de savaşa girmesiyle birlikte sava-şın gelişim boyutu hangi düzeyde olacaktır?Yine bununla birlikte ulusal-demokratik ge-lişmeyi içeren bir devrimci akımın GüneyKürdistan’ı sardığından bahsedilebilir mi?

ARGK Ana Kar. Kom.: Savaşın pratikgelişimi bakımından, değişik evrelerden sözetmek gerekiyor. 14 Mayıs savaşı ve saldırı-sı karşısında bir direniş vardır, kısa süreli birhaftalık bir direniş. Saldıran güçler darbelen-di. Fakat kendi askeri hedefleri bakımındanbazı noktalara da girdiler. Daha çok Zapalanı hedeflenmişti. Bu birinci hedefti. Nite-kim Haziran başından itibaren Parti Önderli-ği, “bir karşı saldırı gerçekleştireceğiz” diyeaçıklama yapmıştı. Bu temelde bir karşı sal-dırı örgütlendirildi, yürütüldü. Bütün alanlarıaldık dediği bir sırada, Türk ordu güçlerininbütün dağlık alanlardan püskürtülmesi, sü-pürülüp atılması gibi bir askeri gelişme ya-şandı. Partimiz bunu ikinci hamle süreci ola-rak tanımladı, ikinci hamle dönemi diye de-ğerlendirdi. Bu hamle böyle başarılı bir ge-lişmeyi ortaya çıkardı. Bu temelde ihanetizayıflatan, darbeleyen birkaç aylık bir savaşsüreci yaşandı.

Aslında sömürgecilik kendisini korumayaalmıştı. Savaş içerisinde kendini fazla tuta-mıyordu. İşbirlikçi-ihanet oldukça zayıf birkonumu yaşıyordu. Daha ileri bir askeri de-ha gösterilebilse, daha sağlıklı planlamalarlaaskeri gücü çok yerli yerince etkili kullanıla-bilseydi, çok daha ileri askeri sonuçlar böylebir savaş sonucunda ortaya çıkabilirdi. Bunurahatlıkla belirtebiliriz. Çünkü Kürdistan tari-

hinde ilk defa ihanet açıkça ortaya çıkmıştı.Artık düşmanla birliği herkes tarafından gö-rülebilir olmuştu. Böyle bir toplumsal kesimolarak da, egemen sınıfa dayalı ihanet,halktan ve diğer ulusal güçlerden tecrit edil-mişti. Oldukça suçlu bir konumdaydı. Onur-lu, namuslu herkes ihaneti suçüstü bir ko-numda yakalamıştı. Çünkü kendileri de Kür-distan’dan söz ediyorlar. Kürt halkının, Kür-distan halkının baş düşmanı, hatta Ortado-ğu halklarının baş düşmanı olan bir gericilik-le, faşist sömürgecilikle açık işbirliği yapmış-lardır. Bu anlamda partimiz tarafından ol-

dukça zorlandıkları bir duruma düşürülmüş-lerdi. Buna karşı PKK oldukça elverişli bir si-yasi konumu yakalamıştı.

Yine ikinci hamle ile birlikte Türk ordusuihanetçi güçler karşısında önemli bir askerikonumda tutturulmuştu ve başarılı bir askerisüreç gelişmeye başlamıştı. Bunu ilerlet-mek, büyütmek imkanları bu anlamda vardı.Hem askeri, hem siyasi durum buna elveri-yordu. Fakat daha büyük bir savaş yapmak,daha büyük savaş planları gerçekleştirmek,yeni savaş taktikleri uygulamak gerekiyordu.Bu yaratıcılık, büyük yaratıcılık istiyordu. İş-te burada biraz zayıflık oldu ve süreç uzadı.Devrimci savaş belli gelişim gösterdiyse de,büyük hamlesel gelişmeleri yaşayamadı da-ha sonraki süreçte. Böyle devam eden biryıpratma ve direnme savaşı devam etti. Bu-nu aşmak için bazı alanlarda, bazı çetelerlesavaş güçlerimiz arasında savaş yoğunlaştı.İlk denemeler Bamerni’de, yani doğu cephe-sinde, Hacı Ümran’da, Rewanduz ve Vespiçevresinde yapıldı. Bu denemeler olumlusonuçlar verdi. Bu çerçevede bir yoğunlukve diğer alanlarla yoğunluk sağlayarak dahaileri askeri sonuçlar alacak bir savaşa girmeyönelimi böyle bir noktaya gelindiği sırada,düşmanın son saldırısı gerçekleşti. Düşma-nın bu taktik gelişimi, bu alanlardaki hare-ketliliğimizi önleme faaliyeti oluyordu. PartiÖnderliğimizin hem taktikte, hem güç olarakyaptığı hazırlıkların aktarılmasını da farketti-ler. Bunu önleme girişimi olarak da bu sonsaldırıyı gerçekleştirdiler.

Bu son saldırıda düşman bütün teknik vegücüyle girdi. Zaten KDP Behdinan’da yokdenecek kadar azdı. Böyle bir girişle birliktesavaşı büyük ölçüde Türk ordusu üstlenmişoldu. KDP Kuzey’deki çeteciliğe benzer birkonuma düştü. Mevcut durum olduğu gibidevam ediyor. Eğer bazı değişiklikler olmaz-sa, giderek böyle bir konum kesinleşecek.Düşman hedefleri güdüyordu. Bunu boşa çı-kartacak büyük bir direniş bütün alanlardaverildi. Son geçen bir aylık süreçteki hare-ket, 14 Mayıs operasyonundan çok dahageniş alanları kapsıyordu. Mayıs’ta ana he-def olarak dar bir çerçevede, daha çok Zapüzerinde yoğunlaşan bir saldırısı vardı düş-manın. TC’nin bu durumu 1982’de İsrail’inBeyrut’a yürüyüşüne benziyordu. Bilindiğigibi İsrail’liler Beyrut’u kuşatarak Filistin’lileriLübnan’dan attılar. İşte, Türk ordu güçleri deaynı şekilde Zap’ı denetim altına alarak, Gü-ney’deki devrimci güçleri atmayı planlamıştı.Bu doğrudan bir İsrail planlaması. İsrail’intaktik ve teknik yönlendirmesi oluyor. Kesin-likle taktikte de İsrail’in payı vardır. Son biraylık süreçteki yönelim böyle değildir. Bütü-nüyle çok geniş alanları kapsıyordu. ÇiyayeSipî’den, Xakurke’ye kadar, yani Suriye sını-rından, İran sınırına kadar uzanan bütünalanlarda ve özellikle Metina, Zap, yineAvaşîn havzasında yoğunlaşmış bir saldırıgerçeği sözkonusuydu. Teknik olarak da, yi-ne askeri güç olarak da çok geniş alanlarıiçine almıştır.

Bütün bunlara karşı özellikle Zap alanın-da, Metina’da kurduğumuz çember hattındaönemli bir direniş gösterildi. Düşman onbeşgünde bazı alanlara ancak girebildi. Avaşînhavzasında biraz da böyle hız yakalayarakerken girdi. Diğer alanlarda önemli darbeleryemişlerdir. Çıkış için girdiği alanlarda; Bu-sep, Başîn hattında büyük darbeler yiyince,bütün alanlarda hızla kendisini esas kara-kollarına çekmek zorunda kaldı.

İhanete ve sömürgeciliğe karşıulusal-birleşik duruş gücü

Şimdi bir dönemeç de buydu. Bunun de-vamı olarak Güney’de YNK’nin diğer üç ör-gütün katılımıyla savaş cephesi genişledi.Aslında KDP-YNK çelişkileri, çatışmaları vepartimizin bunlarla ilişkileri de biliniyor. Bugüçlerin TC ve ABD ile ilişkileri de biliniyor.Belirttiğimiz gibi, ’96’da planlanmış, YNK’ninde içinde olduğu bir emperyalist-sömürgecisaldırıyla yüzyüzeyiz. YNK bu anlamda birtarafa konulmuştur. Zaten bu durumu bildiğiiçin geçen yıl direnmeden bir tarafa çekildi.Bu çerçevede sürekli anlaşmalar, görüşme-ler yapılıyordu. Ankara sürecinin bir parçasıolarak -sonra bu İngiltere’ye alındı, Lond-ra’da son görüşmeleri yaptılar. Bu görüşme

sonuç almayınca, böyle bir çatışma durumugündeme geldi. YNK kendisi açısından de-ğerlendiriyor. Kendisi için bir durum ortayaçıktı denebilir. Geçen yıllarda alanlarını kay-betmişti. Daha doğrusu bu varolan güçlerkendisini bir kenara bırakıp, KDP’yi tercihetmişlerdi. Şimdi kendisi yeniden devreyegirmek istiyor.

Daha önce de böyle bir hareketlilik olabi-leceği belirtiliyordu. Kendileri de söylüyorlar-dı. Fakat böyle bir şeyi göze alamıyorlardı.

TC saldırısı netleşince ve bu saldırı başarı-sızlıkla sonuçlanınca, YNK bu durumu fırsatbilerek kendilerini güçlendirmek için bir as-keri hareket başlattılar. Kendileriyle karşılıklıbir çatışma durumumuz yok, fakat çokönemli düzeyde bir ittifak da yok. Kısmi da-yanışmalı bir durum sözkonusu. BirleşikUlusal Kuvvetler biçiminde bir gelişmeyiparti olarak hedefliyoruz. Bu yönlü bir geliş-menin olması bizim isteğimiz.

Şimdi YNK’nin bütün gücünü ne kadardevreye koyacağı ve ne kadar ilerleyeceğikesinlikle net değildir. Ateşkes bozuldu veböyle bir çatışma içerisine girdiler. Onlarınçatışma durumları birbirlerini etkiliyor. Zatenpartimizin yürüttüğü savaşla oldukça zayıfla-mış bir KDP durumu var. İsterlerse ve birazsavaşa girerlerse sonuç alabilirler. Bu artıkkendilerinin bilebileceği bir iş.

Şu belirtilebilir: Bütün bu güçlerin savaşagirişiyle birlikte, Güney’deki durum dahakarmaşık hale geldi. Savaş daha karmaşıkoldu. Savaşan güçler daha da çoğaldı. Sö-mürgecilikle yapılan işbirliğine karşı bir ulu-sal birleşik duruş gücü oluştu, bu daha dageliştirilebilir. Aslında KDP mevcut çizgisin-de devam ederse, KDP içinde çeşitli güçleride kendine çekebilir, katabilir. Eğer YNK vediğer güçler buna katılırlarsa, bir ulusal ge-lişme ortaya çıkabilir. TC-KDP ittifakının ge-lişmesiyle onlar da oldukça darbeler aldılar.Bir defa sonuç almak istiyorlardı, boşa çıka-rılmışlardı, başarısız kaldılar, büyük darbe-ler yediler. Varolan teknik gücünü de nere-deyse kaybetti. TC sonuna kadar tıkandı.KDP bütünüyle güçten düştü. Böyle bir or-tamda YNK’nin de böyle bir çatışma duru-muna girmesi, onlar için tabii daha da risklibir durumu ifade ediyor. Devrimin daha güç-lü bir duruma gelmesini ifade ediyor.

Özelilikle aşiretçi-feodal yapıdan kaynak-lanan, düşmanla gittikçe birleşen işbirlikçi-ihanet gücüne karşı, küçük-burjuvanın yü-rüttüğü yirmibeş-otuz yıllık bir mücadele var.Yine partimizin yürüttüğü yirmibeş yıllık birmücadele var. Bu mücadele proletarya vePKK öncülüğünde, işbirilikçi-ihanete veonun bütünleştiği sömürgeciliğe karşı bir po-tada birleşme yoluna girmiştir. Objektif ola-rak durum bu. Böylece sömürgecilği ve iha-neti yıkmayı hedefleyen ve değişik kesimler-den yurtsever güçleri içine alan bir mücade-le gücü, cephesi giderek şekilleniyor. Dahasağlam bir öncülüğü ortaya çıkıyor.

Parti Önderliğimiz, proletarya önderliğin-de diğer kesimlerin de katıldığına, onlarınmücadelesini de birleştiren birleşik bir mü-cadele gücünün ortaya çıktığına vurgu ya-parak, bu doğrultuda “devrimci mücadelesürecine girmesidir” diye belirledi bu duru-mu. Şimdi ortaya çıkan durum bu. Bu gelişi-minin nasıl olacağı konusunda şimdiden netbir şey söylenemez. Yanlız, devrim oldukçadevrimci, ulusal mücadele oldukça önemlibir konum tutturmuş durumda. Kesinlikleihanet zor durumda. Sömürgeci TC, buna

bulaşmamak için hem kendisini kenara çek-ti, hem de bir taraftan destek veriyor. Mev-cut durumuyla zorlananlar onlardır.

Önümüzdeki günlerde, önemli askerihamleler gelişebilir. Zaten bazı alanlar kur-tarılmış durumda. Eskiden denetim altındatuttuğumuz, partimizin tuttuğu alanlar yinepartimizin elinde, Doğu cephesinde yine bir-çok yeni alanı aldık. Artık bu süreç durma-dan ilerleyecektir, ilerler.

Yine bölgesel güçlerin durumu var: Bun-ların devletler düzeyinde ne kadar hareketliolacakları henüz belli değil. Fakat bölgegüçlerinin doğrudan bu ortama girmesi ko-lay değil. Oldukça karışık bir ortam var, gi-renler için kolay olmaz. Bu, hem TC için,hem de diğer devletler için geçerliliğini koru-yor. Bu anlamda en çok sonuç alma, bu or-tamı pratik güçleriyle yönlendirme şansınapartimiz sahiptir. Artık bunu değerlendirmedurumu, burada pratik mücadeleyi yönlen-dirme durumu sonucu belirleyecek. Böylebir durum yaşanıyor.

Artık köyler, hatta kasabalardenetim altına alınıyor

Serxwebûn: Son güney savaşıyla birlik-te Güney Kürdistan’da ARGK saflarına katı-lımlar hangi düzeydedir? Bu 6 aylık savaştakayıplarımız ve düşman kayıpları hakkındane söylenebilir? Güney’deki halkın durumunedir?

ARGK Ana Kar. Kom.: Bu konuda so-mut rakamlar vermek zor. Yanlız şunları be-lirtebiliriz: Yaklaşık altı aydan itibaren de-vam eden bir Güney devrim gerçeği vardı.Güney, devrime büyük bir açılımı yaşıyor.Her hafta, bir bölük güç devrim saflarına ka-tılıyor. Hâlâ katılımlar olanca hızıyla devamediyor. Katılımlar bazı alanlarda hızlandı,bazı alanlarda daraldı. İlişki kurmak ve ben-zeri nedenlerden kaynaklanan sorunlardandolayı katılımlar konusunda zorluklar ortayaçıktı. Fakat ’97 başından savaş sürecine ka-dar olan süreçte 1000-1500 arasındaki birkatılımdan söz edilebilir. Savaş sürecindede her hafta 30-40 arası katılım oluyordu.İhanetçiler bu durumu basın yoluyla, “genç-lerin, çocukların kaçırılması” biçiminde ifadeetti. Bu doğru değil. Yine halkın katılımı hız-la gelişmektedir. Artık köyler, hatta kasaba-lar denetim altına alınıyor. Etkin olarak as-keri güçlerimizin girdikleri yerlerde, ayaklan-ma ve milis gücü olarak savaşa katılım ger-çeği var.

Şunu belirtebiliriz: Yılbaşında gerçekleş-tirdiğimiz merkez toplantısında bir tugay ör-gütleme kararımımız vardı. Mevcut durumdaARGK’nin Güney kolu oluşmuştur. Gerillatugayı diyebileceğimiz bir düzeyden dahafazla bir katılımı bu süreçte gerçekleşti.

Kayıplar açısından somut rakam vermekzor. İşbirlikçi-hain güçlerin oldukça kayıplarıvar. Zaten savaş güçleri yoktu. Savaşı TCyürütüyor. Bizim aslında binlerce yıldır ora-da yönetme tecrübesi olan, ihaneti kurum-laştıran bir yapıya karşı yıkım sorunumuzvar. Geçen süreçte gerilla savaşımımız yık-ma gücünü gösteremedi. Yoksa onların güçolarak varolması, ayakta durması, savaşyapması, yaşamalarına yol açmadı aslında.Fakat çok yoğun gerilla saldırılarıyla büyükdarbeler aldılar. Bu durumda da hiçbir cep-hede böyle ayakta kalma durumları yok. Za-ten şimdi büyük saldırılarla karşılılaştıklarıiçin her yerden kaçmayı, kendilerini kurtar-mayı esas alıyorlar, direnme diye bir durum-ları da yoktur.

TC açısından da durum öyledir. Ağırdarbeler yedi TC. Mayıs’ta, Haziran başın-daki ikinci hamlede de durum bundan fark-lı değildi. Daha sonra Kuzey hamlesi biçi-minde gelişen süreçte Kuzey’de de bir dar-be yedi. Metina’da, Zap hattında girişteönemli darbeler yedi, birkaç birliği tasfiyeoldu. Metina’da bir birlik tasfiye oldu tüm-den. Bu en önemli özel ordu birliğiydi.Düşman kendine has bir taktik izliyor. Di-ğer güçlerden kopuyor. Yani genelde birdüzene tabi değil. Bir komando düzeni, birgerilla gibi dağınık bir şekilde hareket edi-yor. Savunmasını da, saldırısını da kendisiyürütüyor. Bütünüyle hareketli bir güç. Vebu tasfiye edildi. Yine diğer alanlardaönemli darbeler yedi. Avaşîn havzasında,

“TC, savaşımımız karşısındakendisini her geçen gün teknikolarak donatıyor. Fakat savaştaişler halde olan en önemli faktörteknik değildir. Savaşı yönetenve yürüten insandır. İşte, insanfaktörü zayıfladıkça böylesigüçlerin başvurduğu çare teknikgüç olmaktadır. Filistin hareketive mücadelesi karşısında İsrailbunun bir örneğiydi. İşte, şimdiTC’nin de böyle bir durumadüştüğü görülmektedir.”

“Şu artık netleşti:TC’nin Güney’den çıkacakdurumu yok. Aslında girmekistiyor, ama askeri bakımdansonuç alamıyor, başarılı olamıyor.Siyasi olarak dengeler vekendisinden kaynaklananhandikaplar var. Sorunlar içindençıkamıyor. Gırtlağına kadariçine girmiş. Çıkarsa bütünüylebir yenilgi oluyor ki, bu daKuzey’den de kopması veKuzey’i de kaybetmesinigündeme getiriyor.” www.a

rsiva

kurd

.org

Sayfa 4 SerxwebûnEkim 1997

Herki’de bir birliği tasfiye oldu. Yani şu ankayıpları çok. Bizim ise çok aşırı bir kayıpdurumumuz yok. Büyük bir katılım oldu,ordulaşma oldu. Bu son savaşta, bütünalanlarda büyük bir direniş yaşandı. Sonbir aylık süreçte, Çiyaye Sipî’den Xakur-ke’ye kadar bütün hatlarda seksen-yüzarası savaşçı kaybımız oldu.

Güney devrimi yaşıyor

’97’yi bir final yılı olarak tanımlamıştık.Bu son bir aylık süreç bu finalin ‘finish’i oldudenebilir. Şimdi Güney açısından tam sonadoğru geliyoruz. İpi göğüsleyenin devrim ol-duğu çok nettir. TC kuvvetleri sökülüp atıl-mıştır. Hedeflediklerinin, amaçlarının boşaçıktığını şimdi kendileri de belirtiyorlar. Şim-di ihanete karşı değişik güçler de devreyegirmişlerdi. Güney’de devrim önemli sonuç-lar alma sürecine girmiştir. Bu anlamda, fi-nali kazananın partimiz olduğu genel anlam-da rahatlıkla belirtilebilir. Bu ‘finish’ sürecin-de de ipi başarıyla göğüsleyenin PKK oldu-ğunu rahatlıkla belirtebiliriz. Şimdi bunun so-nuçlarını derleme süreci var. Siyasi ve aske-ri anlamda görev bunları yapmaktır. Bunlarıne kadar gelişmiş düzeyde yaparsak, o ka-dar sonuç alacağız. Sonuç alma düzeyi artıkdevrimci çalışmalarının yaratıcılığına kalı-yor.

Şu sonuç çıkıyor: Devrimin Güney’dekökleşmesi, Güney’in devrim için bir kaza-nım haline getirilmesi, Kürdistan ulusal kur-tuluş hareketine karşı Güney’den dayatıl-mak istenen yıkılıcılığın, tasfiyeciliğin, tasfi-ye etme durumunun boşa çıkartılması ger-çekleşmiştir. Güney, devrime hizmet eden,devrime açılan, devrime destek sunan, Ku-zey’dekinden kısmen farklı da olsa, ulusaldevrimi yaşayan bir konuma getirilmiş olu-yor. Güney devrimi yaşıyor, bu kesindir.Bu savaştan önce de vardı. Fakat son sa-vaşlar bunu daha da devrimci savaş düzeyi-ne yükseltti, şiddetlendirdi, süreci kısalttı,yoğunlaştırdı. Savaştan önceki dönemin ka-zandırdığı başarılarla, şimdi Güney devrimidaha ileri bir düzeye gelmiştir. Bunun Ku-zey’le de bir çeşit birliği var. Bütünleşmesidaha çok Kürdistan devrimi düzeyinde. Ken-di özgünlükleri de var.

Bundan sonra süreç devam edecek. Si-yasi durum, askeri yönle daha ağırlık ka-zanabilir. Güney devrimi bir gerçek dev-rimci dokuma süreci içerisine alınmıştır.Hem ulusal devrime, hem de demokratikdevrime bağlanmıştır. Kürdistan devriminiyürüten partimizin, bir örgüt, bir önderlikhaline gelmesi gerçekleşmiştir. Bunlar gü-nümüzün yaşayan gerçekleri, ortaya çıkangerçekleridir. Bu çerçevede ilerlemelerolacak.

Bunu şu açıdan belirtiyoruz: Gerilla sa-vaşımızın ’90’lara dayandığı bir zamandaTürk sömügecilik sistemini kırdığı, halkla,ulusla bütünleştiği süreçte genel bir devrimciaçılım halkası vardı partimizin. Kürdistan’abütünüyle devrimi, ulusal kurtuluşu yaymak,yine Türkiye’ye demokratik devrimi yaymakbiçiminde, kitlelerle gerillanın buluştuğu busüreçte, partimizin yürüttüğü savaşın, yinesiyasi cephe olarak da bir genişlemeyi ifadeeden bir devrimci planı, açılımı vardı. Bu du-rumu ’92 başlarında Parti Önderliğimiz, hemTürkiye cephesi olarak, hem Kürdistan cep-hesi olarak kapsamlı bir çözümlemeye tabide tuttu. Bu çerçevede partimizin Güney’e,Kürdistan bütünlüğüne, bir de Türkiye’yedoğru bir yönelimi vardı. Güney’de işbirlikçi-ihanetin sömürgecilikle birleşerek bu beşinciyılına giren Güney savaşımını başlatması,partimizi, ulusal mücadeleyi, ulusal-demok-ratik mücadeleyi Kürdistan bütünlüğüne buçereçevede yayma hareketine karşı, bir kar-şı-devrimci saldırıydı. Bunu iyi bilmek gere-kiyor.

Beş yıllık savaş içerisinde ihanet ve iş-birlikçiliğin beli kırılmıştır. Güney cephesi-ne doğru devrimci yayılım, uzun bir süreçlezaman zaman siyasi, zaman zaman askeriyönü ağır basan bir mücadeleyle gerçekleş-miştir. Bu anlamda ulusal demokratik hare-ketin Kürdistan bütününe ulaşması gerçek-leşmiştir. Bundan sonra daha çok siyasi so-nuçlara ulaşma, askeri anlamda da zaferlerkazanma süreci yaşanacaktır.

Demokratik-devrimci akım Türkiye’yi sarsmıştır

Serxwebûn: Özellikle bu son dönemler-de gerilla güçlerinin Karadeniz ve Amanos-lar’da gerçekleştirdiği eylemler sonrası, özelsavaş cephesi Kürdistan’da olduğu gibi kirlisavaşı buralara da taşımak istiyor. Kısacabundan sonra Türkiye cephesinde hem le-gal sahada, hem de askeri sahada savaşıngelişim boyutu hangi düzeyde olacaktır?Türkiye halkına bir çağrınız var mı?

ARGK Ana Kar. Kom.: Aynı süreçtepartimizin Türkiye doruğunda demokratikdönemi yayma çalışmaları, anlayışı, planla-maları vardı. Bu süreç biraz daha sancılı ge-lişti. Bu yönlü adımlar geçen süreçte birazsınırlı kaldı. Fakat yoğun bir savaşın yürütül-düğünü biliyoruz. Yine silahlı-silahsız, Türki-ye ortamına Kürdistan devrimi ve PKK ger-çeği önemli ölçüde yansıdı. Meclise, orduyakadar, toplumun bütün alanlarına ve Türki-ye’nin bütün kentlerine kadar yansıdı.

PKK ve Kürdistan devrim gerçeği, Türki-ye’deki siyasi, hatta ekonomik, sosyal, ideo-lojik yaşamı etkileyip, giderek belirler halegeldi. Bunun çeşitli örgütsel girişimleri de ol-du. Legal, örgütsel girişimler, çeşitli örgütler-le ittifaklar gerçekleşti. Yine silahlı eylemliliğigeliştirme yönünde girişimler, çabalar oldu.Aslında kendi mücadelesiyle bu ortamı bubiçimde etkilerken, bu alanı yoğun ve ileridüzeyde bir örgütlülüğe kavuşturma konu-

sunda partimiz hedefleği gelişmeleri tam ya-şayamadı henüz. Şimdi Güney’de alınan busonuçla birlikte, oradan da alınan güç vetecrübeyle demokratik-devrimci akımı Türki-ye’nin bütün alanlarına ulaştırma durumuvar. Parti Önderliğimiz bu süreci “PKK’yiTürkiyelileştireceğiz” biçiminde ifade ediyor.Bu yönelim her bakımdan sürüyor.

Bilindiği gibi gerilla Karadeniz’e ulaştı’97’de. Karadeniz eylemliliği, gerillacılığıTürkiye’nin gündemine girmiştir. Yine Ak-deniz’e ulaşıyor, orası da bundan daha dafazla olmak üzere işleyen bir gerillaya kavu-şacak. Hem kuzeyden, hem güneyden, yineortadan da olmak üzere Türkiye içlerine ka-dar girecektir. Türkiye’nin önemli coğrafikalanlarında emekçi, yurtsever, demokratikhalk kitleleriyle bütünleşip bir gerilla örgütlü-lüğü geliştirecek. Bunu, Türkiye HalklarınınBirleşik Devrimci Gücü, silahlı gücü olarakgörmek gerekli. Zaten partimiz de böyle al-gılıyor. Bunun için koşullar oldukça elverişli.Süreç bu anlamda başarıyla ilerletilebilecekbir noktaya ulaşmış durumda.

Elbette yanlız gerilla boyutuyla değil,Türkiyelileşmek, Türkiye’ye kaymak ideolo-jik, siyasi ve örgütsel düzeyde çok değişikçerçevelerde mücadeleyi ortak örgütlemele-re kavuşturmak, çatı örgütleriyle değişik dü-zeylerde ittifaklarla, örgütlerin ittifakı biçimin-de süren, hatta ortak silahlı, devrimci gerillakuvvetlerine kadar ulaşan bir örgütlülüğü de

içeriyor, içerecek. Bu yönlü gelişmeler deönümüzdeki süreçte daha fazla yaşanabilir.

1992’den itibaren başlayan, Güney’e veTürkiye’ye doğru yayılma önemli bir gelişmesürecidir. ’97’nin ortalarından itibaren Türki-ye’ye doğru yayılım daha da öne çıkmıştır.Güney’de alınan güçle artık ’98 daha çokdevrimin, gerillanın, demokratik mücadele-nin, halk mücadelesinin Türkiye içine, Türki-ye halkına yayıldığı, onları da kucakladığıbir süreç olacaktır.

Burada Türkiye halkı için belirtecekleri-mize gelince; çok fazla şey de söylenebilir:Olgular oldukça açık. Yaşanan savaştan za-rar gören tek güç varsa, o da Türkiye halkı-dır. Türk egemenleri savaşla bu kadar zen-gin oldular. Kendilerini yaşattılar, hâlâ dayaşatıyorlar. Savaş Kürdistan’da bir ulusaldirenişe yol açtı, ulusal kurtuluşa götürüyor.Halk büyük bedel ödedi, çok acı çekti, çokkayıp verdi, ama bir gelişmeyi de yaşadı.Şimdi Türkiye halkı da çok kayıp verdi, bukadar zararı yaşadı, ama hiçbir kazanç eldeedemedi. Türkiye halkı bu savaştan hiçbirkazanç sağlayamıyor. Artık bunu görmek veanlamak gerekiyor.

Türkiye halkının büyük görevleri var. Herşeyden önce savaşa karşı çıkabilir, bu bi-çimdeki bir savaşı reddedebilir. Bu kendisiiçin bir anlam ifade edebilir. Bu olmazsa, birtaraf olur savaşa, savaşı benimser. Kendisi-ne zarar veren, kendisi üzerinde baskı uy-gulayan güçlere karşı devrimci savaşa giri-şir, öylece fayda sağlar. Hangi biçimde olur-

sa olsun bu savaş ortamında kendisini za-rardan koruyan, kendine kazanç getiren biryönü seçmesi gerekiyor. Bu savaşı anlama-sı gerekli.

Biz Türk halkına sonuna kadar yardım eli-mizi uzatıyoruz. Bu kirli savaşa yol açan, hal-ka zulüm uygulayan tarafı alt etmek üzereçağrı yapıyoruz! Gerillanın bu düzeyde Türki-ye ortamına yayılması bundan başka bir an-lam ifade etmiyor. Gerilla bir çağrıdır, bir teş-viktir. Zarar görüp de kazanç sağlayamayanhalka, bu halkın yaşadığı gaflet durumunakarşı, bunu giderecek bir girişimdir. Halkın budurumu görüp, kendisine bir çıkış yolunu ar-tık bulması kesinlikle gerekli. Kürdistan’dagelişen gerçeğin kendisi açısından ne ifadeettiğini görüp, onunla bütünleşme gereği var.Türk halkı, yaşadığı ağır baskı-zulüm orta-mından kendisini kurtarmak için bir mücade-leye kesinlikle yönelmelidir. Kendine zararveren, yarar getirmeyen bu ortamdan kendi-sini mutlaka kurtarabilmelidir. Bunun koşullarıgittikçe daha olgun hale geldi. Emperyalizm-le, siyonizmle bu kadar birleşmiş, müslümanhalklara, ezilen halklara düşman bir karşı-devrim cephesinde faşist-emperyalist cephe-de yer alan bir gerçeklik var. Bu çok tehlikeli.

Türkiye halkının çıkarları hiçbir zamanABD emperyalistlerinden, İsrail siyonist-lerinden yana olamaz. Türk halkının, dün-yada Kürt halkından daha ileri ve daha ya-

kın bir dostluğu, kardeşi olamaz. Mevcut güç, hakim güç, mevcut yönetim-

ler, ordu gücü halkı içinden çıkılmaz bir du-rumla karşı karşıya bırakıyorlar. Her şeydenönce, en büyük düşmanlarıyla, halklar vedünya halklarının düşmanlarıyla ortak bircepheye götürüyorlar. Bunu halkın görmesi,anlaması gerekli. Bu konuda çarpıtmalarvar, bunlar da izlenmeli. Dost nerede? Kar-deşlik nerede? Dayanışma nerede? Gerçek-ten çıkarları nerede? Gelişmeyi bütünüylebirlik içinde, dost ve kardeşlik içinde sağla-yabilir mi? Bunlar iyi görülmeli.

Bütün bunların kapısı aslında Kürdis-tan’dan geçiyor. Kürdistan devrimi, mücade-lesi ve bu mücadeleyi yürüten örgüt olarakbu konuda Türkiye halkına dostluğumuzu,kardeşliğimizi kanıtlamış bir örgütüz. Bu mü-cadele içerisinde Kemal Pir, Haki Karer’lervar. Daha başından itibaren iki halkın müca-delesidir. Türkiye halkının çıkarının neredeolduğunu, kurtuluşunun nerede olduğunugösteren gerçeklikler oluyor. Bunlardan daçıkarılan sonuçlarla PKK gerçeğinin uzattığıgerilla elini, mücadele elini, demokratik ge-lişme elini sıkı tutma, onunla birleşme, bü-tünleşme gerçekleşmelidir. Önümüzdeki yıladoğru giderken, hem gerilla cephesinde,hem demokratik mücadele cephesinde, Kür-distan’dan uzanan ortak mücadele, birliktemücadeleyi gerçekleştirecek, yükseltecekbir sürece girmelidir. Çağrımız bu yönlü!Gerçekler böyledir, bu bir aldatma değil.

Güney-Kuzeybirleşmesi gerçekleşti

Serxwebûn: Son olarak uluslararası de-mokratik kamuoyuna ve hem metropoldeki,hem de ülkedeki halkımıza iletmek istediği-niz bir mesajınız var mı?

ARGK Ana Kar. Kom.: Büyük bir karşı-devrimci ve imha edici bir saldırıyla karşı kar-şıyayız. Kürdistan halkı buna karşı direniyor,bunu herkes görmeli. Öyle aldatmalara inan-mamalı. Büyük gerici bir durum var. Özellikle

TC sıkıştığı zaman Avrupa’dan geliştirilen birdalga oluyor böyle. Bu özel savaş örgütlen-mesinin yürüttüğü bir durum ve NATO çerçe-vesinde gelişiyor. Bunlar gerçek şeyler değil.

Son olarak TC’nin Güney saldırısındauğradığı başarısız sonuçlar çerçevesindeAvrupa ve Amerika hemen devreye girdi.Artık bu güçler bu tarz bir savaşımdan vaz-geçmeliler. Bu kadar soykırıma açık destekvermeleri, bir halkın bu biçimde katledilme-sine ortak olmaları, onların kendi seviyele-riyle bağdaşmamalı.

Demokrasiden söz ediyorlar. İran biruçak saldırısı yaptı, Amerika gemi getirdi.Adeta Türkiye’yi bir çiftlik gibi kullanıyor altıaydan beri. Bütün ordusunu Güneye yığdı.Bu sınır ihlali olmuyor, bir başka yere ihlalolmuyor. Amerika’nın adaleti herhalde bu!Bunun nasıl bir adalet olduğunu herkes gö-rüyor artık. Bu kadar ikiyüzlülük kendilerinede yarar getirmez.

Bundan da öte ilerici-demokratik güçlerpartimizin yürüttüğü mücadeleye sonuna ka-dar güvenebilirler. Bu bölge halklarının birmücadelesidir. Kesinlikle emperyalizm ve si-yonizmin tahakkümüne karşı, halkların öz-gür, kardeşçe, demokratik yaşayacakları birbölgenin yaratılması mücadelesidir. Etkisibütün bölgede şimdiden var. Bütün halklarbunu yaşıyorlar, görüyorlar. Bu anlamda de-ğer de biçiyorlar. Bu, dünya uluslararası de-mokratik güçler içinde önemli bir kazanım

ve gelişmedir. Kürdistan’daki devrimci geliş-me herkese yoğun katkılar da sunuyor. Bu-nunla daha çok birleşebilirler, güç alabilirler,güç verebilirler, güvenebilirler de. Ne kadardüşman üzerine gelirse gelsin, partimiz,böyle dayanmış-tecrübe kazanmış örgüt ya-pısıyla, yine destek veren halk gücüyle busaldırıları karşılayacak güçte. Bunda sonu-na kadar da kararlı ve hesaplı davranacak.Bu biçimde uluslararası-demokratik savaşı-ma destek veriyor. Elbette herkesin de birazdesteğini görmek istiyor. Bu, uluslararasıdayanışmanın bir gereği.

Hem Kürdistan, hem dışarıdaki halk vegüçlerimiz için belirteceğimiz şudur: Gerçek-ten Başkan Apo’nun “final yılı” belirlemesi,kelimenin tam anlamıyla bir savaşımla geçti.Bu süreçte gerilla yeniden şekillendi, pişti di-yebiliriz. Halkımız da aynı düzeyde böyle birsavaşımı yaşadı. Güney-Kuzey birleşmesitam gerçekleşti. Bu hem ulusal birleşme,hem siyasi birleşme anlamına geliyor. Kür-distan bütünlüğü bu çerçevede giderek birkesinlik kazanıyor. Ulusal hareket bütünparçalara ulaşıyor. Düşman en ileri düzeydebirlik yarattı, sonuç alamadı, boşa çıktı.Hem uluslararası düzeyde, hem de içte, iha-net, tarihimizde ilk defa bu düzeyde darbe-lendi, lanetlendi ve bünyemizden atılmanoktasına geldi.

En büyük yaramız olan bu iç ihanettenkesinlikle kurtulacağız. Bu birey ve ulus ola-rak yeniden şekillenmemiz anlamına da ge-lecektir. Her türlü ihanet içeren ruhsal, dü-şünce ve duygu durumundan, yine yaşam-sal özelliklerden kendimizi kurtaracağız. Bü-tünüyle özgürleşmiş, demokratik yaşamı be-nimsemiş bir kişilik, halk, ulus olma yolundaönemli hamleler, gelişmeler bu önümüzdekisüreçte daha fazla yaşayacağız. Parti Ön-derliğimizin bu konudaki değerlendirmeleri,çözümlemeleri artık bir gerçeklik anlamınageliyor.

Beş yıllık bu birleşik savaş en son yo-ğunluk düzeyine ulaşmıştır. Tehlike oldukçabüyüktür. Buna karşı büyük bir direnci, –zor-lukları ve kayıplarıyla da olsa– yaşadık.Önemli bir gelişme düzeyi ortaya çıktı. Şunubir kez daha gördük: Düşman ne kadar bir-likte olursa olsun, ne kadar saldırırsa saldır-sın, doğru yolda bir direnişi sürdürdüğümüzmüddetçe kazanan biz oluyoruz. Bu bir kezdaha gerçekleşti. Böyle bir kazanımı bir kezdaha ortaya çıkardık, yaşadık. Bundan son-rası daha ileri gelişmeler yaşanacak, halkyönetiminin önemli görevleri ortaya çıkacak-tır. Bu hem Güney’de, hem de Kuzey’deolacak. Halkımız buna daha fazla ilgi göster-meli. Bu süreci, halk yönetiminin özelliklerianlamalı. Her alandaki halk topluluklarımızböyle bir gelişme sürecinin bir gereği olarak,kendilerini daha ileri düzeyde yöneten birduruma yükseltmelidirler. Kendi kendini yö-netmeyi öğrenmelidirler. Demokratik, özgür-lükçü yönetim yaşam özellikleri nelerdir?Bunlar üzerinde düşünmeli, kafa yormalı.Onun yöntemlerini, kurumlarını, örgütsel bi-çimlerini ortaya çıkarmalı.

Böyle bir sürece giriyoruz. Bütün bunlarahazırlıklı olmalıyız. Bütün bunları böyle ya-şamalı ve adım adım yaşama geçirmeliyiz.Bu konuda parti, Parti Önderliğimiz öncülükediyor. Gerilla bunun önündeki engelleri açı-yor. Halk desteği, mücadelesi, dayanışmasıbunu yaşatıyor. Bundan sonraki süreçtehalk ve halk desteği daha etkili olacak.

Önemli bir gelişme süreci yaşadık. Zoru-lukları da olsa, halktan önemli bir mücadeledesteği de aldı ordumuz. Gösterdiği direniş-le de bu halka layık bir ordu olduğunu dakanıtladı. Bundan sonra ordulaşma süreci-miz daha da gelişecek.

Gençliği orduya daha fazla katılmaya,gerillaya daha çok katılmaya çağırıyoruz.Halkımızı bu sürece daha çok katılmaya,kendini daha çok örgütleyip, hem mücadele-sini yükseltme, hem önümüzdeki sürecindaha aktif gücü olmaya çağırıyoruz. Partimi-ze, ordumuza, bu önümüzdeki süreçte dahaçok onunla bütünleşerek başarı kazanacağı-na inanmaları, güvenmeleri gerekliliğini vur-guluyor, parti ve ordu öncülüğünde bu mü-cadelede zafer kazanmak için durmaksızınBaşkan Apo’nun gösterği yolda yürümeleriniistiyoruz. Çağrımız bu yönlüdür. Bu yoldayüründükçe, zafer kazanacağımız kesindir.

“Halkın katılımı hızlagelişmektedir. Artık köyler,hatta kasabalar denetimaltına alınıyor. Etkin olarakaskeri güçlerimizin girdikleriyerlerde, ayaklanma ve milisgücü olarak savaşa katılımgerçeği var. Yılbaşındagerçekleştirdiğimiz merkeztoplantısında bir tugayörgütleme kararımımız vardı.Mevcut durumda ARGK’ninGüney kolu oluşmuştur.”

www.ars

ivaku

rd.o

rg

Serxwebûn Sayfa 5Ekim 1997

Bilindiği gibi bundan bir süre önceGraham Fuller ve Prof. Dr.Henry J. Barkey isimli iki Ameri-

kalının hazırladığı bir rapor Türk bası-nında açıklandı. Bazı köşe yazarları buraporda kendilerince önemli gördükleribölümleri, kendi köşelerinde yazdılar,çeşitli yorumlar yaptılar.

Ortadoğu, Türkiye ve Kürt konusun-da deneyimli olan kişiler tarafından ha-zırlanan rapor şu açıdan önemli: Raporuhazırlatan kuruluş Amerikan yönetimineçeşitli konularda politika taslakları oluş-turuyor. Dolayısıyla hazırlanan rapordaifade edilen görüşlerin, Amerikan resmigörüşünün oluşumunda önemli bir etkisiolduğu belirtiliyor. Raporu köşelerindedeğerlendiren birçok köşe yazarı bu gö-rüşte. Genel kanı da budur. Yani, öylesıradan iki kişinin, sadece fikir jimnasti-ğinde bulunmak amacıyla hazırladıklarıbir rapor değil. Amerika yönetiminin Kür-distan politikasını, Türkiye’nin Kürdistanpolitikasını etkileme düzeyinde olan birrapor. Bu yönüyle önemlidir.

Bu raporda bizim açımızdan ilgi çeki-ci, aynı zamanda önemli bir bölüm var:Bu bölümde dile getirilen düşünceler,aslında bizim açımızdan yeni şeyler, ye-ni politikalar değil. Ama öyle de olsa,emperyalizmin bu konudaki politikasınıçözümlemek, bu politikasını oluşturur-ken, nerelere el atmak istediğini öğren-mek, anlamak önemlidir. Raporda bizimaçımızdan belirtilen şu: “PKK’ye rakipolarak çıkabilecek tek parti HADEP’tir.HADEP kapatılmadığı taktirde bu parti,i lerdeki çözüm tartışmalarında çokönemli bir rol oynayabilir. Ve PKK’ye al-ternatif olabilir.” Şimdi burada işin özüşu: PKK’ye Kuzey Kürdistan’da hattaKürdistan’ın genelinde alternatif olabile-cek bir “Kürt Hareketi”ni oluşturmak. Bu“Kürt Hareketi” nasıl olmalıdır? Sömür-geciliğin, emperyalizmin Kürt çözümüneyerel ayak veya yerel dayanak olabile-cek bir güç olmalıdır. Başka bir ifadeyleKürdistan’daki hareketliliği emperyalizmiçin kabul edilebilir ölçülere getiren, ge-tirme gücüne sahip bir siyasal oluşum,siyasal hareket oluşturma çabaları var.

Şimdiye kadar denedikleri ve bugünde denemeye devam ettikleri birçok gi-rişimi, inisiyatifi biliyoruz. Bu rapordaHADEP’in adının doğrudan anılması il-ginçtir. Bunu sadece HADEP olarakokumamak gerekir. Bu aynı zamandaözgürlük mücadelesi içinde de bu poli-tikaya, yani emperyalist çözüme yata-bilecek unsurları tespit etmek, bu eği-limde olan kişileri, çevreleri öne çıkar-mak, güç vermek, giderek bunları dev-rimci çizgisi ve devrimci önderliğine al-ternatif olabilecek bir konuma getirmek.Emperyalizmin bu politika ile ulaşmakistediği asıl amacı budur.

Özellikle 1980’li yılların başındangünümüze kadar, çeşitli düzeylerdePKK’ye alternatif oluşturma, PKK’ninharekete geçirdiği kitle potansiyelini,temsil ettiği ulusal kurtuluşçu çizgiyireformist ve teslimiyetçi çizgiye; em-peryalizmi ve sömürgecilik için kabuledilebilir bir çizgiye çekme çabalarıaralıksız sürmüştür. Bu kimi zamanaçık bir provokasyon, açık bir tasfiyeci-lik gibi karşı-devrimci çabalar biçimin-de somutlaşırken; kimi zaman dahadolaylı etkilemeler, daha dolaylı girşim-ler biçiminde de sürmüş ve günümüzekadar gelmiştir.

Emperyalizmin bu politikasının temel-leri, dayanakları veya potansiyeli

var mıdır? Bir ulusal hareket çeşitli sınıf ve ta-

bakaları kendi bünyesinde toplayıp ör-gütleyerek, harekete geçirir. Kendi için-de bir dizi farklılığı içeren bir ulusal kur-tuluş hareketi, doğal olarak bir dizi ideo-lojik ve politik eğilimi, –bunlar çok net,çok belirgin, çok somut bir ifadeye ka-vuşmamış olsalar bile– taşır. Çünküfarklı sınıflar ve tabakalar, farklı politikeğilimler, hem düzenden, hem emperya-list politikalardan etkilenir, hem de dev-rimci politikalardan etkilenir ve her ikisi-nin etkilerini üzerinde taşırlar. Bugün, bukesimlerin PKK’nin devrimci çizgisi etra-fında toparlandıklarını, devrime hizmetettiklerini, devrim saflarına geldiklerini,devrimci mecraya aktıklarını biliyoruz.Farklı eğilimleri yani devrimci eğilimden,en sağcı, en reformist eğilime kadar,hepsinden renkler taşıyorlar. Bu durumkaçınılmazdır ve iradelerimizden bağım-sız olan bir şeydir. Farklı kesimler böyle

bir ulusal kurtuluş davasında birleştikle-rinde; kendi eğitimlerinden, kendi inanç-larından, kendi çıkarlarından, kendi bek-lentilerinden vazgeçmiyorlar. Onlarla bir-likte geliyorlar. Ve doğal olarak süreçiçinde mücadelenin alçalmasına, yük-selmesine ve çeşitli politik etkilenmelerebağlı olarak; yine politik denge ve ilişki-lerdeki değişime paralel olarak bu eği-limler de kimi zaman çok daha fazla açı-ğa çıkar, devrimci hareketi daha fazlaetkileme yoluna girerler. Kimisi de özel-likle devrimin yükseldiği, kabardığı dö-nemlerde esas eğilimlerini geri planaiterek, devrimci renge bürünebilir. Bun-lar çeşitli devrim pratiklerinde görülenşeylerdir. Bizde de böyledir.

Kürdistan’da diğer sınıflar; örneğin,küçük-burjuvazinin çeşitli kesimleri, çe-şitli tabakaları, köylülük, burjuvazi; bur-juvazinin çeşitli kanatları kendi adına si-yasal bir hareket oluşturma –özellikleKuzey Kürdistan için diyoruz– siyasetyapma, bunu örgütsel bir biçime, bir gü-ce dönüştürme, böylelikle kendi adları-na, kendi sınıflarını temsilen siyaset

sahnesinde yer alma gücünün olmadığı-nı biliyoruz. Bu konuda çeşitli deneme-ler de olmuştur. 1970’li yıllarda küçük-burjuvazinin çeşitli kanatlarını veya çe-şitli düzeylerini temsil eden veya temsiletme iddiasında olan grupların ortayaçıktıklarını, ama bu grupların süreç için-de doğru-dürüst, politik ve askeri bir güçolamadıklarını biliyoruz. İdeolojik birakım haline de gelememişlerdir. YaniKürdistan politika zemininde kendi adla-rına politika yapmayı, ideolojik bir güçolmayı beceremediler. Ve bunun sonucuolarak en tutarlı, en devrimci olan sınıfınetrafında, onun çizgisi etrafında birarayagelerek, onunla kendi çıkarlarını veyakendilerini varetme yoluna gittiler.

PKK bir halk hareketidir. Ama aynızamanda bir sınıf hareketidir de. Bu sı-nıf hareketi, o halk hareketinin öncü gü-cüdür, öncü düşüncesidir, öncü iradesi-dir, onun beynidir. Ama bu, halk hareke-tinin, kendi içindeki o geniş yelpazesiniortadan kaldırmaz. Şu anda devrimgüçlü olduğu ve inisiyatifi yitirmediği,

her alanda en azından ideolojik-politikve çoğu yerde de örgütsel alanda öncü-lüğünü kurumlaştırdığı ve halkın içindekök saldığı için bütün sınıf ve tabakalarkendilerini öncelikle bu çizgiyle ifade et-meye çalışıyorlar. Herkes PKK’lidir.Herkes Apocu’dur. Küçük-burjuvazi de,köylüsü de, farklı eğilimler taşısa bilereformisti de, yahutta kendini reformistolarak –belki kabul etmez– ama tanım-layanlar, en geri çözümden yana olan-lar bugün kendini PKK’li olarak ifadeediyor. Veya “ben ancak PKK’nin açtığıplatformda yer alabilirim. PKK’nin dışın-daki bir mecrada bana yaşam hakkıyok. Veya bana yaşam hakkı tanınmaz.Kendimi bağımsız bir çizgiden, bağım-sız bir mecrada ifadeye kavuşturma gü-cüm de yok” diyor. Dolayısıyla bunlarınhepsi PKK’lidir. Hepsi PKK’li ama kendiideolojik-politik eğilimleriyle, sınıfsal ko-numlarıyla düzende varolan bütün özel-likleriyle, hastalıklarıyla geliyorlar. Ulu-sal kurtuluş mücadelesi başladığındanberi toplum büyük bir değişim-dönüşümgeçirmiştir. Kürt toplumu yeniden inşaa

ediliyor. Bir yandan farklılıklar belirgin-leşiyor, bir yandan da toplum yenidenyapılandırılıyor, yeniden örgütleniyor.Yani toplum altüst oluşuyla, yeniden ku-ruluşu birlikte, aynı süreçte yol alıyor.Ama bu sancısız olmuyor, düz bir rotaizlemiyor.

PKK, bugüne kadar yaşanan bu al-tüst oluşa, yeniden yaratılışa, ideolojik-politik ve örgütsel damgasını vurmuş-tur. Bu bir olgu. Fakat bu kendiliğindenolmuyor. Yoğun bir ideolojik-politik mü-cadeleyle, sınıf mücadelesiyle gerçek-leşiyor. Aslında kişilikler düzeyinde yü-rütülen mücadele, yoğun bir sınıf mü-cadelesidir. Düzene karşı verilen birmücadeledir. Ve bu en yoğun olarakulusal kurtuluş mücadelesi saflarındagerçekleşiyor. Burada kişilikler arındırı-lıyor. Kişilikler öncü düzeyinde militan-laştırılıyor. Ama bu bütün toplumun mi-litanlaştırılması anlamına gelmiyor. Za-ten olanaklı da değil. Bu bizim irademi-ze bağlı olan bir şey değildir. Bu, ob-jektif bir olgudur. Yani toplumumuzun

gelişme düzeyi, hatta insanlığın geliş-me düzeyi herkesin öncüleşebilme ola-nağını ortadan kaldırıyor. Sınıflararası,cinslerarası, halklararası, çeşitli grupla-rarası farklılıkları kısa sürede ortadankaldırmak mümkün değil. Demek kifarklı sınıf ve tabakaların varlığı, bu du-rumun ideolojik-politik alandaki yansı-maları, objektif olarak, toplumsal ola-rak, PKK dışı ideolojik ve politik eğilim-lere bir zemin sunuyor.

PKK bir halk hareketidir. Neredeysebütün ulusu bir cephe çatısı altında top-layıp savaştırıyor. Ama bu herkesin ger-çekten PKK’nin ideolojik-politik çizgisiniözümsediği, bunu her düzeyde benim-sediği ve kendi sınıfsal gerçekliğinden,geri özelliklerinden arındığı, temizlendi-ği, sınıf intiharını gerçekleştirdiği anla-mına gelmez. Zaten bu eşyanın doğası-na aykırıdır. En azından bu aşamada,bu mümkün değil. O zaman potansiyelolarak bu zemin var.

Bir de gelişen ideolojik-politik eğilim-lere bakmak gerekiyor: Kürdistan’dadevrimci çözüm, devrimci yöntemler,

devrimci araçlar dışındaki yöntemlerinyaşama şansı yok. Bunların Kürt toplu-munu özgürlüğe, bağımsızlığa kavuştur-ma olanakları yok. Devrimci olmayanyöntemlerin halkımıza hiçbir şey kazan-dırmadığını görüyoruz. Düzen içi bir yolyok, yani Kürtlerin bu düzen içinde tekbir varolma hakkı var. Aslında o da va-rolma değil de –tek bir şans da demiye-lim– düzenin onlara sunduğu tek bir se-çenek var: O da imha olmak. Hatta öylebir imha ki, sen idam ipini bile seçmeözgürlüğüne sahip değilsin, katilini bileseçme özgürlüğüne sahip değilsin. Sonsözünde pişmanlık duyarak şunu diyebi-lirsin; “ben Kürt değilim, Kürtlük banauzak dursun” desen bile, senin realiteni,gerçekliğini biliyor. Sen Kürtsün ve inkarediyorsun, senin düzen nezdinde, onla-rın gözünde tek bir seçeneğin var: Ölü-sün, ölmelisin, yokolmalısın. Bütün ulu-sal varlığınla, ulusal kimliğinle, değerle-rinle, ülkenle, sana ait olan her şeyinleyok olmalısın. Bunu şiddetle, özel sa-vaşla dayatıyor. Ama sen insanlaşmak,insan onuruyla yaşamak istiyorsun. Te-peden tırnağa karşı-devrimci şiddeti da-yatıyor. Ve karşı-devrimci şiddet sıradanbir şiddet değil. Soykırımı içeren veyasoykırımı dayatan karşı-devrimci bir şid-dettir. Bu şiddete karşı tek çözüm yolu;devrimci şiddeti kullanmaktır. Devrimcisilahlı mücadele –veya biz bunu genel-leştirelim– devrimci mücadele biçim,yöntem ve araçları dışında senin yaşa-ma şansın yok. Ve bir de tabi şunu di-yorsun: “Ben özgürleşmek istiyorum,eşitlik istiyorum. Ben halklara birlik isti-yorum, halkların özgür iradelerinin açığaçıktığı, halkların kendi özgür iradeleriylebirlikte yaşamaya gönüllü olarak kararverdikleri, bir birlik kurmak istiyorum.”Bu çok radikal, devrimci bir tutumdur.Sadece yöntemlerde devrimcilik değil,aynı zamanda programda da devrimcilikolmalıdır. Hatta basit bir hak kazanmakbile devrimci yöntemlerin kavranmasın-dan geçiyor. Bu Türkiye’de de, Kürdis-tan’da da, böyledir.

Nedir basit haklar? İşte, dilimizi kulla-nalım, serbestçe konuşalım, kasetlerimi-zi yapalım, televizyonumuz olsun. Basitkültürel bir kırıntı elde etmek bile, dev-rimci şiddetin doğrudan bir sonucudur.

Bugün halkımız “Kürdüm” diyor. Es-kiden “Kürdüm” diyemiyordu. “Kürdüm”dediği zaman bu bir yaptırım veya ceza,-bir aşağılanma konusu oluyordu. Bu-gün özel savaşa da “Kürt” sözcüğünütelafuz ettiriyoruz. Peki bu neyin sonu-cudur? Devrimci mücadelenin ve sava-şın bir sonucudur. Burada sorun savaşsorunu değildir. Sorun programın dev-rimci niteliğidir.

Peki nasıl bir program? İşte halklarlabirlikte bir federasyon. Eşit ve özgür ko-şullarda bir birlik istiyoruz. Bu program,devrimci programdır. Bunun reformlarlagerçekleştirilmesi, yani devrimci olma-yan, yasal yollarla, düzenin temellerine,temel yapısına dokunmayan bir yöntem-le çözülmesi mümkün değildir. Bir halkıninkarına dayanan sömürgeci bir düzenve bu düzenin kendisine yönelmeyenhiçbir şey devrimci değildir. Onun özüneyönelmek zorundayız. Bu söz düzeyin-de de olabilir, silah düzeyinde de olabilir.Önemli olan bu düzeni yıkmayı amaçla-maktır.

Kürdistan toplumu üzerinde ulusalbaskıyı, ulusal imha siyasetini ve ku-

Reformist ve tasfiyeci e¤ilimlere karfl› mücadele M. Can Yüce

“Kürt sorunu potansiyel veya objektif olarak devrimci bir sorundur, devrim sorunudur.”

www.ars

ivaku

rd.o

rg

Sayfa 6 SerxwebûnEkim 1997

–özellikle legal alanlar başta olmaküzere– Avrupa’da, zindanlarda, gide-rek gerillaya kadar uzanan alanlardakiörgütsel-siyasal sorunlar, kişiliklerin sı-nıfsal yapılarından kaynaklanan sorun-lar, hem kişiliklerin PKK ideolojisini ye-terince özümseyememekten kaynakla-nan sorunlar ve bütün bunları birliktedeğerlendirdiğimizde, asl ında bizPKK’ye karşı, onun devrimci çizgisinekarşı bir alternatif, işbirlikçi, reformisthareket oluşturabiliriz.” Ve bunu şöyleformüle ediyorlar: “HADEP’i yabanaatmayalım, HADEP üzerinde çalışa-lım.” Aslında bu şu anlamada gelebilir:“PKK’nin tabanı, PKK’nin harekete ge-çirdiği kitlelerin üzerinde oynayalım”

demektir. Bugüne kadar PKK’nin dışın-daki güçlerin, -örneğin yıllardır Avru-pa’da üç-beş kişinin içinde yer edinenreformist gruplar, Güney Kürdistan’daçeşitli güçler var. Onların bir güç ola-madığını, Güney Kürdistan’daki işbir-likçi, ilkel milliyetçi güçlerin fazla tutu-namadığını gördüler. “O zaman kaleyiiçten fethedelim, içten parçalayalım.Bunun için her türlü yolu deneyelim”diyorlar.

Mademki emperyalizmin, sömürgeci-liğin, böyle bir politikası var. Ve yine ma-demki bizim içimizde –içimizi derkençok geniş anlamda alıyoruz–, buna ya-tabilecek unsurlar, eğilimler var. Enazından potansiyeli var. Teorik olarak daböyle bir gerçek var. Yani bazı genelle-melerden yola çıkarak da bu gerçeğisaptayabiliriz. O zaman bunun üzerindedurmak, böyle bir sorunun, böyle birtehlikenin ciddiyetini kavramak ve bunakarşı devrimci önlemler geliştirmek ge-rekiyor. İç mücadeleyi, bir de bu cepheyigözeterek derinleştirerek sürdürmek birzorunluluk olmaktadır.

Acaba emperyalizmin bu politikasıyeni midir? Sömürgecliğin böyle bir

politikası geçmişte oldu mu? Nasıl teza-hür etti, nasıl yansıdı? Yukarıda da an-lattıklarımızdan emperyalistlerin, sömür-gecilerin, böyle bir politikasının olduğu-nu ve bu politikanın odağında aslındaPKK çevresinin, PKK’nin etkilediği bü-yük halk kitlelerinin olduğu sonucu çıkı-yor. Çeşit l i mücadele sahalarındaPKK’lileşmemiş, devrim çizisiyle bütün-

leşmemiş, devrimi, çizgiyi bir yaşam tar-zına dönüştürmemiş bütün eğilimler, ki-şilikler emperyalizmin bu politikasınınmuhatabıdır. Bu politikanın hedef kitlesi-dir. O zaman ne yapmak gerekiyor? Çiz-giye gelmeyen, kendini konuşturan,kendi sınıf eğilimlerini partiye dayatan,bununla parti çizgisini boşa çıkarmaya,parti çizgisini aşındırmaya çalışan eği-limlere karşı mücadele etmek zorunlu-dur. Ve bu mücadeleyi genelde emper-yalizme ve sömürgeciliğe karşı verdiği-miz mücadelenin bir parçası olarak algı-lamalıyız. Ve önemli bir iç mücadele,önemli bir sınıf savaşımı olarak değer-lendirmemiz gerekiyor. Burada sorun ni-yetlerden bağımsız bir olgudur. Emper-

yalistlerin, sömürgecilerin böyle bir poli-tikası var. Ve bu politikanın muhatabıda, hedef kitlesi de zayıf kişiliklerdir.Yetmez devrimciliktir, ortayolcu kişilikler-dir. Yani partiyle bütünleşmemiş, çizgiy-le bütünleşmemiş kişiliklerdir.

O zaman hedef nedir? Bunu önleme-nin temel güvencesi nedir? Bu hangimücadele biçimi ile yapılacak? PKK’dePKK’yi egemen kılmakla, kişililerde yü-rütelecek devrimci mücadele veya kişi-likleri parti çizgisiyle bütünleştirme, ken-dini geçmişin her türlü kirinden-pasın-dan arındırma çabaları düzeyinde veri-len sınıf savaşımı, emperyalizmin bupolitalarını boşa çıkarmanın en temelgüvencesidir. En temel mücadele biçimi-dir.

Bu mücadeleyi verirken, genel doğ-ruları tekrarlamak yetmez, bir de güncelboyutları var. Bunda uyanık olmak vekendimizi her gün Önderlik gerçeğiyleve PKK çizgisiyle yeniden donatmamızgerekir. Bu ideolojik olarak kendini güç-lendirmek ve yetkinleştirmektir. Omurga-sı sağlam bir bakış açısı olmayan bir ki-şiliğin, partililiğinden söz edilemez veyaemperyalizmin bu yumuşatma, kendinebağlama, en geri bir çizgiye yatırma, al-ternatif çizgiye çekme çabalarına karşıayakta duramaz. O halde emperyaliz-min üzerimizde oynamak istediği oyun-ları, yine kendimizde vereceğimiz dev-rimci mücadeleyle boşa çıkarmamız ge-rekiyor.

Emperyalizm ve sömürgecilik her tür-lü oyunu, her türlü politikayı geliştirir.

rumlaşmasını yıkıyorsun. İşte bu birdevrimdir. Bunun yöntemleri de devrimciolmak zorundadır. Bununla ilgili çok kü-çük bir kırıntının bile verilmesi, yine dev-rimci mücadelenin sonucu oluyor.

Öte yandan deniliyor ki, “PKK ger-çekten devrimci bir programa, devrimcibir çizgiye sahiptir. Bunu temsil eden,bunu uygulayan devrimci bir önderliğesahiptir. PKK sahip olduğu devrimciprogramını, devrimci yöntemler ve dev-rimci mücadelerle yürütüyor. Ve bu, Tür-kiye, Ortadoğu ve dünyadaki düzen için,sistem için zararlıdır, tehlikelidir. BizPKK’yi, PKK Önderliği’ni, çizgisini teslimalamayız. Bu çizgi hep devrim üretiyor.Bu çizgi emperyalizmin ve kurulu düze-nin altını oyuyor. Sadece bu yönle sınırlıbir ulusal hareket de değildir. Dünyasalbir harekettir. Devrimi dünya çapındayayma potansiyeline sahip ve bu iddia-da olan enternasyonalist bir hareket.Dünya düzeni için, sömürge sistemi içintehlikeli bir harekettir. Reel sosyalizminçözüldüğü, sosyalizmin ideolojik düzey-de darbe yediği, bir kriz içine girdiği vedünya çapında gözden düştüğü dönem-de bu hareket hem sosyalizmi savunu-yor, hem de devrimin objektif yapısı iti-bariyle da büyük bir devrimci patlamayı,devrimci enerjiyi açığa çıkarıyor. Budevrimci enerji patladığı zaman, bütünOrtadoğu’yu havaya uçurabilecek büyükbir patlama gücüne sahip.” Emperya-lizm, Kürdistan devriminin Kürdistan’da,Türkiye’de ve giderek Ortadoğu’da neleryapabileceğini, hangi etkilere sahip ola-bileceğini biliyor.

Şimdi ne yapmak gerekir? “Bugünekadar PKK’nin alternatifini çıkaramadık.Çıkan hareket yine ulusal sorunu, Kürt-lerin haklarıyla ilgili şeyleri savunsun,ama böyle tehlikeli bir hareket olmasın”diyorlar. Kürt sorunu özünde devrimcibir sorundur, devrim sorunudur. Ve dü-zenle bağdaşır hiçbir yanı yok. Kürt so-runu düzenin içinde ne halledilebilir, nede onunla uzlaşılabilir bir yanı var. Çün-kü her taraftan köşeye sıkıştırılmışsın,yok edilmişsin, bu düzen sana yaşamhakkı vermemiş. Onun bütün hayat da-marlarını kesmeye, yok etmeye çalışı-yorsun. Doğal olarak Kürtler de bu yo-ketmeye karşı varolmak istiyor. “Ben va-rım” dediği zaman devrimcilik yapmış,bu düzene radikal, devrimci bir tumumalmış oluyor. O zaman Kürt sorunu po-tansiyel veya objektif olarak devrimci birsorundur, devrim sorunudur diyebiliriz.Bir de sen bunu bilince çıkarıp yıllardırbunun mücadelesini vermişsin, bir halkhareketini yaratmışsın, bir devrim hare-ketini yaratmışsın. Ve bu devrim en radi-kal mücadele biçimleriyle, silahlı biçi-miyle sürüyor. Bu düzene sığmadığın vesığmayacağını da çok net bir biçimdeortaya koyuyorsun. En küçük bir refor-mist girişim bile, örneğin “Kürtlerin varlı-ğını tanıyalım, Kürtlere kırıntı düzeyindebazı haklar verelim” demek bile, bu dü-zenin çözülmesine yol açabilecek kadarciddidir.

Bugün Kürdistan sorunu dünyayıkarşısına alan bir sorundur. Ulusal kur-tuluş hareketi, taşıdığı bu potansiyeller-den dolayı, yine çözmek durumda kaldı-ğı çelişkilerden dolayı dünyayı karşısınaalıyor. Ortadoğu’nun gerici, sömürgecigüçlerini, emperyalizmi karşısına alıyor.Ve böyle olduğu için de savaşımımızuzun süreli olmak zorundadır. Bir deKürt halkı güçten düşürülmüştür. Buuzun süreli halk savaşımımızın sonu-cunda, bir halk hareketi yaratıldı.

Bu halk hareketi içinde, savaşınuzun süreli olmasından rahatsız olanveya uzun sürmesinden yorgun düşen-ler, “bir an önce çözüm olsun” diyenler,emperyalizmin attığı yeme, oltaya tutu-nanlar, bıkkınlık belirtileri gösterenler,kendi sınıfsal eğilimlerini konuşturmayaçalışanlar “bir-iki kırıntı versinler, yeter-lidir. Biraz da eksik olsun” diyenler ola-bilir. Emperyalizm bunu tespit ediyor.Yani Kürt toplumunun farklı sınıflardan

oluştuğunu, bu sınıfların hepsinin aynıdüşünemediğini, herkesin hem prog-ram, hem de yöntem itibariyle devrimciolamayacağını ve bunların içinde refor-mizme, sağa yatabilecek, kendi çözüm-lerine yatabileceklerin çıkabileceğini bi-liyor.

Yine PKK bir halk hareketi, bir sınıfhareketi, hem onun öncü örgütlenme-sinde, hem cephe, hem de ordu örgüt-lenmelerinde ve bunun çeşitli düzeyle-rindeki çalışmalarında bu eğilimin de va-rolabileceğini, yani parti dışı, sınıf dışıeğilimlerin, potansiyelin olduğunu; eğerbunlara hitap edilirse, hele biraz da güç,destek verilirse bunların kendi içinde bö-lünüp parçalanarak, reformist eğilimingüç kazanacağını dünüşünüyorlar. “Bu,PKK’ye alternatif olabilir. Devrimci hare-kete, devrimci çizgiye alternatif yaratabi-liriz. Bununla Kürt haraketini güçten dü-şürürüz.” Onlar için önemli olan devri-min söndürülmesidir. Çünkü Kürdistandevrimi, herhangi bir devrim değil, etkisibir volkanik patlama gibi olcak. Yanidevrimden etkilenmeyecek kimse kal-mayacak. Etki sadece Avrupa’yla, Kür-distan’la, Ortadoğu’yla sınırlı kalmay-cak. Balkanlar, Kafkaslar, Türkiye, Orta-doğu’nun bütününü etkileyeceği, dünyasiyasetine, güç dengelerine, ilişkilerineyapacağı etkiler çok belirgindir.

Emperyalizm için temel sorun devri-min söndürülmesidir. Ve bunun için herşeyi yapıyor. Özel savaşa her türlü as-keri, maddi, siyasi ve diplomatik deste-ğini sunuyor. Yine PKK’yi sınırlandırıptecrit etmek, PKK’yi yok etmek için hertürlü yolu deniyor. ABD-Almanya ve di-ğer emperyalist devletlerin tavrı budur,ama bunun yetmediğini de görüyorlar.Salt şiddete dayanan, sadece bastırma-ya, tecrite dayalı yöntemlerin yetmediği-ni, PKK’nin halk hareketi olma özelliği-nin giderek derinleştirdiğini, giderek ku-rumlaştığını ve bu devrimin kendi içindegiderek daha da yayılma eğiliminde ol-duğunu görüyorlar.

Hiç gerilere gitmeye gerek yok. Bu-gün Güney Kürdistan’da devrim derinle-şiyor. KDP ve TC’nin çok boyutlu bastır-ma, imha operasyolarına, harekatlarınarağmen PKK Güney’de daha da derinle-şiyor, halklaşıyor. Güney’de devrim ikti-darlaşma yolundadır. Kuzey Kürdis-tan’da da durum zaten böyledir. Ve birde devrim Türkiye’ye açılıyor. Şimdi bune demektir? Irak, Kürdistan, Türkiye, -bu, Ortadoğu demektir.

ABD Dışişleri Haber Alma Komite-si’nin PKK hakkında yaptığı bir değer-lendirmede şöyle diyor: “Yapılması ge-reken bu hareketin (PKK), içeride defor-me edilerek, temel nitelliklerinin şekilsiz-leştirilmesi, ruhunun biçimlenişinin bo-zulmasıdır.” Yine PKK ve Abdullah Öca-lan yoldaşa ilişkin yaptığı değerlendir-meleriyle yakından tanınan eski CIA Or-tadoğu İstasyon Şefi Gerham E. Füllerise, “Abdullah Öcalan, PKK ve TC sava-şı mercek altına alınmalıdır” biçimindekibelirme, aslında günümüzde ABD’ninKürdistan devrimine yönelik yaklaşımla-rını ortaya koyuyor. Emperyalizme görebu ruhun bozdurulması en acil görev ol-maktadır.

Bu gerçekten hareketle Parti Önderli-ği son yıllarda, daha yüzyıllarca geçerli-liğini sürdürecek bir çözümleme yöntemigeliştirmiştir. Ancak biz parti militanların-dan daha fazla emperyalist ideologlarınçözümlemeleri anlama konusunda iyiçalıştıkları ve yoğunlaştıkları bilinmekte-dir. Gerçekleştirilen çözümlemeler veönderlik tarzı büyük bir duyarlılıkla labo-ratuvar incelemesine tabi tutulmakta vebunun ne ve nasıl olduğu anlaşılmayaçalışılmaktadır. Emperyalizm kendisinineredeyse Önderlik çözümlemelerindençıkardığı derslerle biçimlemekte, yenile-meye ve sağlamlaştırmaya tabi tutmak-tadır.

Koşullar değişiyor, güç dengelerideğişiyor. Devrim alçalıyor, yükseliyor.“Kürt hareketinin çeşit l i alanlarda

Önemli olan bizim kişiliklerimizde, bizimsaflarımızda buna cevap verebilecek,buna yatabilecek, buna zemin sunabile-cek olguları, kişilik yapılarını ortadankaldırmaktır. Kendimizi, kişiliğimizi,PKK’nin devrimci yaşam tarzını, düşma-nın ulaşamayacağı zirvelere taşırmakgerekir ki, düşmandan en az etkilenebi-lelim.

Demek ki ortada bir politika var. Buçeşitli biçimlerde yürütülüyor. Biraz uya-nık olan, biraz politikayı bilen veya poli-tik gelişmeleri izleyebilenler bu politikayıgörürler. Yine biraz da tarih ve PKK bi-linci olan, özellikle son dönem tarihininbazı olaylarını veya temel gelişmelerinibilenler, kavrayanlar emperyalistlerin,sömürgecilerin politikalarını anlamaktazorluk çekmezler.

Sorunun çözümünde sadece şiddetkullanılmıyor. Şiddet çok çıplak yürütülü-yor. Ve çıplak şiddet tepkiye neden olu-yor. Bunun yanısıra, politika düzeyinde,ideolojik düzeyde de mücadele yürüyor.Yaşam tarzını saptırmak, boşa çıkarmakveya alternatif çizgilerine daha güçlü birtaban oluşturmak için her türlü yolu de-niyorlar. Böyle bir politika var. Dolayısıy-la bu politikayı kavramak, bu politakanıntemellerini, tarihçesini, hangi tarihlerde,hangi biçimlerde karşımıza nasıl çıktık-larını bilmek gerekiyor.

PKK neden siyasal çözüm veyabarış diyor? PKK’nin buradakiamacı şudur: Düşmanın bir çık-

mazı var. Basit bir reforma adımını bile,kendisi için bir çözülme gerekçesi sayı-yor. Bu anlamda siyasal çözüme, barışagelmez. Gelirse zaten kaybeder. Gelme-diği zaman ne olur? Sıkışır, siyasette birşey üretemez, teşhir ve tecrit olur. Kendiiçinde ve kendi müttefikleriyle olan çeliş-kileri derinleşiyor. Dikkat edilirse çok re-formcu görünen bir adım; aslında dev-rimci bir taktiktir, devrimci bir ataktır. Butaktikle düşmanını daraltıyorsun, sıkıştı-rıyorsun, teşhir ve tecrit ediyorsun, çe-lişkilerini derinleştiriyorsun ve devrimcidüşünceyi, çalışmaları, mücadeleyi güç-lendiriyorsun. Bu nedenle özel savaş si-yasal çözümü yasaklıyor. Bırakalım ba-rışın kendisini, barış sözcüğüne bile sal-dırıyor. Bunu dile getirenleri işkencedengeçiriyor.

Bu saldırılar boşuna değildir. Yanisadist oldukları için dövmüyorlar. –Tabiio boyutu da var. Zaten bu politika onla-rı sadistleştiriyor.– Bu bir politik tavırdır.Çünkü barış, siyasal çözüm, onlarınçıkmazını derinleştirdiği, onların gerçekyüzünü dünya kamuoyuna sergilediğive kendi içlerindeki çatışmaları da bü-yüttüğü için buna izin vermiyorlar vesaldırıyorlar. Demek ki, bizim dilimizdebarış ve siyasal çözüm bu koşullarda,devrimci bir içeriğe, devrimci bir özesahiptir. Ama herkes bizim gibi mi anlı-yor? Hayır! İşte bu noktada bu refor-mist ve tasfiyeci eğilimler ortaya çıkı-yor. “Radikal mücadele biçimlerini bıra-kalım”, “bir partimiz var, bununla müca-dele edelim” diyenler var. Eğer gerillaolmazsa, PKK ve onun devrimci çizgisiolmazsa, hangi gücün kaç günlük, kaçsaatlik, kaç dakikalık ömrü olur? Diğerolanakların kaç dakikalık ömrü olur?Saat veya gün de demiyoruz, kaç daki-kalık ömrü olur?

PKK olanaklar yaratmış ve HA-DEP’in çevresine herkes toplanıyor. İş-çisi de, memuru da, esnafı da, avukatıda, küçük-burjuvazisi de, zengini deherkes yer alıyor. Peki herkes sonunakadar devrim veya herkes devriminprogramını gerçekliştirelim, der mi? Yok.Bazıları, “bir ara yol bulalım” der. Ta-mam, bulamım da sömürgecilik gelmi-yor. Onun karakteri bilinmelidir. İşte bunoktada tereddütlü olanlar, devrimeinançsızlar, devrim yorgunları, bir an ön-ce devrimin nimetlerinden daha üst dü-zeyde faydalanmak istiyorlar. Çeşitli sı-nıf ve tabakalardan daha bugünden,koltuk hesaplarını, milletvekili olma he-saplarını yapan, bir an önce iktidar olup

www.ars

ivaku

rd.o

rg

Serxwebûn Sayfa 7Ekim 1997

da iktidarın nimetlerinden yararlanmakisteyenler var. Halkın sunduğu olanakla-rı kendi çıkarları için kullanmak isteyensayısız insan var. Demek ki bunlar re-formcu çizgiye yatabilir.

Reformcu çizgi İngiltere’deki gibikendi başına yeni bir yol bulmaz. YaPKK’yle, ya düzenle bütünleşmek zo-runda. PKK içinde reformist eğilime sa-hip olanlar, güçlü bir örgüt gibi karşımı-za çıkmıyorlar. Ne yapıyorlar? Şimdidevrim güçlü olduğu ve devrimle birlik-te yol almak çıkarlarına geldiği için yü-rüyorlar. Ama dediğimiz bu alternatifçizgi oluşturulmaya başlansın, bu güçlübir eğilim haline gelsin, onlar da orayagiderler. Bugüne kadar bunu PKK için-de oluşturamadılar. 1989’dan beri bili-yoruz: Paris’te konferans yapıldı. Dahasonra Avrupa’nın çeşitli başkentlerindebir dizi konferans gerçekleştirildi. Yanidışımızdaki güçleri, yine bizim etkiledi-ğimiz, bizim yakın çevremizde güçleribir araya getirip, PKK’ye karşı alternatifbir güç oluşturma çabalarını biliyoruz.Yine daha geçenlerde Norveç’te yapıl-mak istenen bir konferans vardı. İsrail-Filistin barışına ev sahipliği yapan vak-fın yeni konferanslar düzenlediğini,özellikle belli kesimleri; sömürgeciliğeyatan, KDP’nin Kuzey’deki ayağı niteli-ğinde olan kesimleri bir araya getirmeçabalarının da olduğu biliniyor. Ama bututmadı. Bu konferansa çağırılan Şera-fettin Elçi kimdir? Çizgisi nedir? Ku-zey’deki KDP’dir. Barzani ’nin Ku-zey’deki karikatürüdür. Onu PKK’ye al-ternatif göstermeye çalışıyorlar. Amagelinen noktada bütün bunların hiçbiri-nin tutmadığını görüyoruz.

Yine 1991’den sonra, özellikle Gü-ney Kürdistan’da emperyalizmin geliş-tirmek istediği bir model vardı. Bu mo-deli Kuzey’e taşırmak istediler. Ku-zey’de bunun yerel ayaklarını oluştur-maya çalıştılar. Bunların hiçbiri tutmadı.Aslında Dublin Zirvesi’nin bir ayağı daPKK’yi Güney’de tasfiye etmek, Gü-ney’de geliştirilecek modeli Kuzey’e ta-şırma, onun yerel ayaklarını oluşturmaboyutuydu. Yine 1992 Güney Savaşı,PKK’yi bitirme ve giderek işbirlikçi çözü-

mü Kürdistan’a dayatma girişimi olarakdeğerlendirilmelidir. 1995 ve 1997 Gü-ney Savaşları’nın da bir ucu budur. De-mek ki bugüne kadar hem içimizde ge-liştirdikleri tasfiyeci, reformize etme, iç-ten boşaltma hareketlerini, hem de dışı-mızda PKK’ye alternatif oluşturma ça-balarının tutmadığını görüyoruz. Bu se-ferki politikalarının da özü aynıdır. Veplan HADEP üzerinde geliştiriliyor. NiyeHADEP? Çünkü PKK tabını HADEP’te-dir. PKK’nin tabanı üzerinde oynadığınzaman orada reformizme, düzeniçi çö-züme yatan ve bunu giderek bir siyasettarzı haline getiren bir hareket oluştur-dun mu, PKK’yi de kuşatırsın.

Halkımız onüç yıllık yoğun bir baskı,yoğun bir yoketme ile karşı karşıyadır.Yerinden, yurdundan olmuştur. Tabii ki,buna dayanmak gerekiyor. Fakat halkı-mızın her kesimi aynı dayanıklılığı, aynıdirenci gösteriyor mu? Düşman buna dabiraz bel bağlıyor. Gerek içte, gereksedışta oluşturulmak istenen, PKK karşıtlı-ğı, PKK’yi tasfiye etme, daraltma, tecritetme çabalarının kendiliğinden boşaçıkmadığını da bilmemiz gerekiyor. Bu-rada yoğun bir çizgi savaşımı, yoğun birmücadele verilmiştir. Temel mücadelebiçimlerinde, gerillada ısrar edilerek, butür tasfiyeci girişimler yerle bir edilmiştir.Yoğun kişilik mücadeleleri, önderlik çiz-gisinin her düzeyde geliştirilmesi, herdüzeyde kişiliklere yedirilmesi ve dışakarşı verilen mücadeleyle; PKK’yi kuşat-ma, PKK’yi özden boşaltma, PKK’yi bi-tirme çabalarının boşa çıkarıldığını bili-yoruz. Bu, şu demektir: Bu, politik birsavaştır. İdeolojik, ruhsal savaştır. Ve busavaşta proleter çizgi, parti çizgisi, dev-rimci çizgi her zaman egemen kılındığı,bundan taviz verilmediği, bunun kararlı,ısrarlı takipçisi olunduğu için bu noktayagelinmiştir.

Gerillanın geliştirilmesi, Kürdistan’ınbütün dağlarına serpiştirilmesi, yanidevrimin, kendi ana doğrultusunda, te-mel mücadele biçimlerinde ısrar etmesibu sonucu doğurmuştur. Sadece kişilikmücadelesiyle değil, bütün mücadelebiçimleri birlikte verildiği için PKK’yi ku-şatma, içten bölme, tecrit etme, tasfiye

etme çabalarını yerle bir etmiştir. Geli-nen noktada öncelikle emperyalistlerin,sömürgecilerin öteden beri böyle birpolitikasının olduğunu ve bu politaka-nın bugün PKK’nin, HADEP’in içindeyürütülmek istendiğini görmemiz gere-kiyor. Bu önemli midir? Önemlidir. Siya-sal çözüm konusunda bu devrimci tak-tiği sağa yorumlayan, buna reformistbir anlam yükleyen, bunu giderek dev-rimin reddine götüren anlayışların varlı-ğından sözedebilir miyiz? Evet, var. Le-gal saha vb. alanlarda bu eğilim görül-mektedir.

Devrim mi, reform mu? Reform adı-na yola çıkan herkes ister istemez ken-dini karşı-devrimin kucağında bulur.Başka yerlerde belki son tahlilde, karşı-devrimci bir işlevi görür, ama Kürdis-tan’da sonu-monu yok. İlk tahlilde, ilkçıkışta kendini emperyalistlerin, sömür-gecilerin, kısacası karşı-devrimin kuca-ğında bulur. Reformist çizginin özü bu-dur. Hele PKK’ye alternatif iddiasıyla,yani PKK’nin gücünü bölüp-parçalama,halkın uyanışını saptırma, çizgiyi boşaçıkarma girişimlerinin karşı-devrimci,tasfiyeci özü tartışmasızdır. Bu karşı-devrimci öz karşısında bizim duruşu-muz nedir?

Biz gerçekten PKK’nin ideolojik çizgi-sini, politikasını ne kadar özümsemişiz?Programını ne kadar özümsemişiz? Vebu programın, bu çizginin ne kadar uy-gulayıcısı, militanı haline gelmişiz? İde-olojiyi ne kadar biliyoruz?

Biz kitleyiz, farklı sınıflara mensu-buz, farklı eğilimlere sahibiz. Partileşmedüzeyimiz farklı, olayları algılama, yo-rumlama, olaylar karşısında tavır almaduyarlılığımız farklı. Bu koşullarda çiz-giyi öncü düzeyinde kendisinde kurum-laştıran bir yapının olması gerekir. Her-kesin öncü rolü oynaması zor. Hattamümkün değildir. Çizgiyi temsil edenöncünün oturtulması için de, bu çizgiylebütünleşmiş militanların olması, bununda örgütsel bir biçime kavuşturulmasıgerekir.

Demek ki, sadece sorunu tespit et-mek yetmiyor. Sadece ideolojik öncülükveya ideolojik doğrultuyu kavramak, bu-

liberal burjuva yazarları; “PKK’ye karşıalternatif bir hareket oluştursak; Kürt so-runu o zaman çok rahat çözümlenir” di-ye yazıyorlar. “Kürt sorununu halletmek”olarak dile getirilenleri Kürt sorununu bi-tirmek, yani Kürtlerin defterini dürmekolarak algılamak gerekir.

Bizim tabanımızda ve çeşitli müca-dele alanlarında, düşmanın politikaları-na yatabilecek eğilimlerin, unsurların vepotansiyelin olduğunu da unutmamamızgerekiyor. Dolayısıyla rehavete kapıl-mak yerine, devrimci mücadeleyi, ideo-lojik-politik, örgütsel, ruhsal ve yaşamdüzeyinde günlük olarak yürütmek, bi-zim açımızdan zorunluluk olmaktadır.İdeolojik ve politik mücadelenin ve ken-dini ideolojik ve politik olarak geliştirme-nin önemini küçümsememek gerekir.Kendimizi geliştirmezsek, bütün buplanları boşa çıkaramayız. Her türlü sız-ma ve saptırmalara karşı kararlı bir mü-cadele veremeyiz.

Hatta onların da kuyruğuna takılıp gi-deriz. Bu anlamda ideolojik mücadele,sağlam bir politik duruş, öncünün otur-tulması ve bunun için de içteki sınıf vemilitanlaşma mücadelesini çok etkili veyoğun bir biçimde, sonuç alıcı bir tarz-da, tam da zafer yürüyüşü ve zafer kişi-liğine ulaşmak amacıyla geliştirmemizgerekiyor.

Sorun küçümsenmemelidir. Belki bu-gün bu eğilimler kaşımıza büyük bir güçolarak çıkmıyorlar. Ama potansiyel ola-rak vardır ve güçlüdür de. Farklı eğilim-ler, farklı hesaplar var. Bunların özel sa-vaş politikalarıyla birleştiğini düşündü-ğümüzde, hiç de rahat olmamamız ge-rektiğini görürüz.

Kendimize, ideolojimize, politikamı-za, önderliğimize güveniyoruz. Bu an-lamda bu güven rehavet getirmemeli,daha fazla mücadele, daha fazla çalış-ma, daha fazla yoğunlaşma, daha fazlaPKK’lileşmeye götürmeli. PKK’lileşmeyidayatmalıdır. Bize dayatıyor da. Bu an-lamda reformizme, tasfiyeciliğe, sağcılı-ğa, her türlü ideolojik-politik bozulmayave dejenerasyona karşı tetikte olmamız,bunu öncelikle kendimizde, kendi kişilik-lerimizde kazanmamız gerekiyor.

nun mücadelesini vermek yetmiyor. Bu-nun bir de öncü kurumu olmalıdır. Yanibütün bunları, ideolojik-politik çalışmayıyapabilecek, her türlü sapmaya, her tür-lü bozulmaya karşı; PKK’yi düşman içinkabul edilebilir bir çizgiye çekmek iste-yen reformist, tasfiyeci eğilimlere karşı,ideolojik-politik olarak, dimdik ayaktadurabilecek ve buna karşı amansız birmücadele verebilecek, yani önderlik çiz-gisini uygulayabilecek bir öncü çekirde-ğe ihtiyaç vardır.

Çözüm nedir? Çözüm, her alandaöncelikle parti öncülüğünü örgütsel an-lamda oturtmaktır. İdeolojik ve politikçizginin mutlaka kavratılması, özümse-tilmesi gerekiyor. Bunu eğitimle, çeşitlimücadele biçimleriyle vermek gerekiyor.Günlük yaşamın kendisini ideolojik vepolitik bir eğitim aracına dönüştürmek,bir zorunluluktur.

Düzenden getirdiğimiz özellikler var.Ve bunların da çeşitli politikalara zeminsunduğunu bilmemiz gerekiyor. Elbettebir de bilinçli bir sapmanın olduğunu,yani bizzat bunu örgütlemeye çalışan bireğilimin varlığını düşünelim.

O zaman biz de tetikte olacağız. Her-kes birinci derecede sorumludur. Elbetteönce öncü konumunda olan kişiler, or-ganlar birinci derecede sorumludur. Bü-tün bunlarla, PKK’ye alternatif oluşturmaçabalarının önüne geçmek, bu planlarıboşa çıkarmak mümkün ve gereklidir.Yani bu davranışları basit yorumlama-mak lazım. Bunun da sınıf mücadelesi-nin bir parçası olduğunu düşünmek, çoksaf olmamak gerekir. Sınıf savaşımınınkendi gerçekliği ve yasaları var. O yasa-ları kavrayıp ona göre politik tedbirlergeliştirmek gerekir.

Bütün bu anlatılanlardan ortaya çıktıki; özel savaş ve emperyalizmi bugünekadar en çok zorlayan ve hiçbir zamangündemlerinden düşürmedikleri şudur:Bir türlü PKK’ye alternatif oluşturama-mak, PKK’nin Kürdistan devrimindekiöncü rolünü baltalayamamaktır. Alterna-tif bir hareket yaratamadılar. Bu girişim-ler boşa çıkmasına rağmen bundan vaz-geçtikleri de söylenemez. Zaten kendile-ri açıktan ifade ediyorlar. Türk basınında

sessizliği açtın.

“Öldüğümü duyduğunda adımı söyleme

Söyleme adımın onbin harfini

...

Gözlerimden uyku akıyor

Sevdim

Ve hakettim sessizliği...”

Söz bir örtüydü ve onun altındaki belirsizlikte,

senin eylemin duruyordu. Kavuşma şarkılarına

mezar olmuş göğüslerimiz, işte senin ateşten

cevabınla açıldı. Ateşten bir göğüs olarak açıldın;

göğsünde “muhayyel Kürdistan”a, yani

hepimizin düşüne bir kapı açtın. Hepimiz,

ülkenin bu ateşten kapısına yüzümüzü ve

yürüyüşümüzü dönerek, göğsünün alev kanatları

arasından gireceğiz.

Artık kavuşma günlerinden sözedebiliriz; artık

konuşmadan da, örttükleri uzun sessizliğin

etkisiyle sabah sisleri gibi uçup giden sözleri

kullanmadan da, yüzyıllardır sağırlaşmış

yüreklerin, bizi duyup anlamalarını

sağlayabiliriz. Taş kesilmiş dillerin toprağa ve

gökyüzüne benzeyen bazı yeni, güzel, bize dair,

ak elmastan sözler söylemesini sağlayabiliriz.

Bizi işte, büyük sessizlik içinden yeniden

doğurdun.

www.ars

ivaku

rd.o

rg

Sayfa 8 SerxwebûnEkim 1997

içinde birlikte ilişki içinde yaşayacak birim-ler arasında bir “ortak çıkar bilinci” öğesi-dir. Bunsuz toplumsal bir yaşam ve düzenelbette sözkonusu olamaz. Ne var ki, bu-radaki “ortak çıkar” gerçek olmayabilir, biryanılsama olabilir, ama bu önemli değil-dir. Önemli olan bunun bir değerler hege-monyasının altyapısını oluşturabilme ye-teneğine sahip bulunmasıdır. Geneldeegemenler kendi ihtiyaç ve çıkarlarına ya-nıt veren değerleri toplumun “ortak çıkarı”olarak lanse edebilirler ve bunda başarılıoldukları ölçüde kendi düzenlerini kurabi-lirler. Bugün, özelleştirmenin dayatılması,pazar ekonomisinin demokrasi ile özdeşti-rilmesi, özel teşebbüsün yüceltilmesi, bi-

reyciliğin kutsanması, paranın dayanışmave paylaşmanın önüne geçmesi gibi olgu-larda ifadesini bulan “değerler”in dünyaçapında büyük bir etkinlik kazandığı kuş-kusuzdur. İnsanlığın büyük bölümü de li-beral kapitalizmin ve beynelmilel serma-yenin kimi dar çıkarlarının herkes için iyiolduğuna inandırılmış durumdadırlar. Buanlamda bir “ortak çıkar bilinci” yanılgısı-nın büyük ölçüde egemenlik kazandığı or-tadadır.

İkinci olarak, her düzen kurma süreci,düzenin birimlerinin davranışlarını ve arala-rındaki ilişki sürecini belirleyip denetleyennormları da yaratmakla yükümlüdür. Bu türkurallar olmadan da bir düzenden sözetmekmümkün değildir elbette. Son olarak da, bukurallara işlerlik kazandıracak kurumlarınyaratılması gerekmektedir. İşte “yeni dünyadüzeni” bu aşamada en önemli olarak bir“müdahale hukuku” yaratmak istemektedir.Bir başka ifadeyle, ABD ve müttefiklerinin,dünyanın her yerine, gerekirse askeri de ol-mak üzere, müdahale etmelerini “yasal vemeşru” kılacak bir uluslararası hukuk norm-ları dizgesinin oluşturulması süreci yaşan-maktadır bugün. Henüz elbette bu tür birmüdahale normu, bir uluslararası hukuk ku-ralına dönüşmüş değildir, ama gidiş veamaç bu yöndedir. Halihazırda eski ulusla-rarası hukuk düzeni yürürlüktedir kitap üs-tünde. Burada egemen eşitlik, içişlerine ka-rışmama gibi ilkeler temel durumdadırlar.Oysa yeni düzen, kapitalist ülkelerin büyükbölümü için egemenliğin aşındırılması ve sı-nırlandırılmasını ve içişlerine gerekirse as-

keri müdahaleyi öngörmektedir. Bu gerçek-leştikten sonraki aşamaysa bu müdahalekuralına işlerlik kazandıracak yeni kurumla-rın oluşturulması ya da eski kurumların buişlevi yapacak biçimde yeniden yapılandırıl-malarıdır. Şimdilik eski hukuk kuralları ihlaledilerek ve eski kurumlar zorlanarak bu türişler yapılmaktadır. Tabii yeni düzen bütünbunlar tam olarak gerçekleştikten sonra mü-esses nizam olarak yerleşmiş olacaktır. Bu-gün içinde yaşadığımız aşama yeni bir dü-zen kurma sürecinin kaosu, yani düzensizli-ğidir. İnsanlık yeterli direnci gösteremezseemperyalizmin yeni düzeni yavaş yavaş yer-leşecektir. Tabii aksi de mümkündür, büyükinsanlığın kendi düzeni de böylesi altüstoluş dönemlerinde ortaya çıkabilir. Ama bu-

gün avantajlı durumda bulunan elbette bey-nelmilel sermaye ve emperyalizmdir.

ABD emperyalizmi yeni düzen ile tari-hin iki büyük eğilimini önce durdurmak,sonra da tersine çevirmeyi amaçlamakta-dır. Bunlardan biri sınıf içerikli, ötekiysehalk-ulus merkezlidir. Kapitalizm, her za-man, bütün dünyayı tek bir pazara dö-nüştürmeyi ve sermayenin de bu büyükpazar içinde her yere serbestçe nüfuzedebilmesini istemiştir. Aslında emperya-lizm işte bununla eşanlamlıdır. Ne var ki,başta metropol ülkelerde olmak üzere,emeğin ve büyük insanlığın direnişleri,bedeli kanla ödenmiş mücadeleleri, heryerde, kapitalizmin sınırları içinde olmak-la beraber, hep sermayeye karşı adımadım emeğin kazanımlarını getirmiştir.Demokrasiden hukuk devletine, sosyalhaklardan refah devletine, ortaya çıkanbütün bildik gelişmeler burjuvaziye rağ-men emekçilerin mücadele ile elde ettik-leri haklar olmuşlardır ve bu eğilim bazenegemenlerin faşizm saldırılarında görül-düğü gibi geri adımlarla da, zikzaklarla daolsa, yetersiz de kalsa, süregelmiştir. Bu-na ek olarak, Bolşevik Devrimi ile başla-yarak, ikinci savaştan sonra Doğu Avru-pa’daki gelişmelerle süren, Çin devrimiylede doruğa oluşan bir süreç tam tersi so-nucu vermiş, sermayenin “açık kapı” poli-tikası yerine ulusal topraklar üzerinde sı-nırlar ortaya çıkmıştır. Daha sonra, üçün-cü dünyadaki kurtuluş savaşlarının başa-rıya ulaşması ile oluşan devletlerin ger-çek bağımsızlık için ekonomik, kültürel

vs. bağımsızlığı da aramalarıyla beynel-milel sermayeye yeni kapılar da kapan-maya başlanmıştır. Böylelikle, halklarkendi çıkarları için emperyalist sermaye-ye yeni sınırlar, kontroller, yükümlülüklerkoymuşlardır. İşte şimdi sermaye ve em-peryalizm, bir yandan, emekçilerin kaza-nılmış haklarını geri almaya ve bu sürecidurdurduktan sonra da geri çevirmeye,yani tarihsel eğilimin burjuvazi lehine te-celli edeceği bir dönemi başlatmak iste-mektedirler, bir yandan da, halkların hak-larına karşı, onların ulusal kimliklerine,bağımsızlık özlemlerine, kendi yazgılarınıbelirleme tercihlerine, egemenliklerinikurma taleplerine karşı, dünya çapındabir büyük savaş açmış durumdadırlar.

Bugün yeni düzen, ideolojik olarak,“tarihin sonu” tezine dayanmaktadır. Bu-na göre, tarih, insanların nasıl biraradayaşayacaklarına ilişkin olarak ortaya atıl-mış sosyo-ekonomik modellerin çatışma-sından, birbirlerine karşı üstünlük kurmamücadelesinden oluşur. Liberal kapita-lizm bu modellerden biri olarak rakip bü-tün modelleri ve ideolojileri nihai yenilgiyeuğratmıştır. Dolayısıyla da artık modellerarası çatışma kalmamıştır ve dolayısıylatarih de bu çatışmadan ibaret olduğunagöre ve çatışma da bittiğine göre tarihinde sonuna gelinmiştir. Artık insanlığın or-tak yaşam ideali ve modeli liberal kapita-lizmde ifadesini bulmaktadır. Görüldüğügibi faşizmin “bin yıllık düzen” projesin-de olduğu gibi bugün de emperyalizm in-sanlığa ebedi bir düzen olarak kapitalizmidayatmakta, daha iyi bir dünya arayışınıda totaliter mantığının bir sonucu olan ta-rihin artık bittiği teziyle yasaklamaktadır.

Liberal kapitalizmin nihai zaferiyle ar-tık başka tür örgütlenme ve yaşam biçim-lerini aramak da tarih dışı bir ilkellik ola-rak vasıflandırılmakta, aynı zamanda databii yeni düzenin ideolojik temellerine birsaldırı olarak kabul edilmektedir. Dolayı-sıyla da, yeni düzen sadece dayattığıebedi tekçilik ideolojik olarak totaliter ol-makla kalmıyor. İnsanlık ideallerini ara-mayı sürdürmeye karşı militarist bir sal-dırganlığı da içinde barındırıyor. İşte bunoktada, örneğin Kürt hareketine karşıemperyalizmin saldırgan karşıtlığı daaçıklığa kavuşuyor.

Kürt direnişi, bir yandan, hedef Orta-doğu’da görkemli bir direniş kalesi ve bo-yun eğdirme çabalarının yenilgisinin gör-kemli bir örneği olarak ortaya çıkıyor,ama asıl yeni ve daha iyiyi, başka’yı, in-sanlığı aramayı ideolojisinin özü olarakyasaklayan “tarihin sonu” tezine karşıbir tehdit olarak algılandığı için yeni düze-nin ilahlarınca düşman sayılıyor.

Tarih bitmişken, emperyalizmin dayat-tığı değerler ve düzen ilahi bir sonsuzlukkazanmış sayılırken, büyük insanlık o “or-tak çıkar bilinci”nin kuyusunda ahmak-laştırılıp düşürülmüş kabul edilirken, çeliş-ki ve çatışmalar yeni düzenin teorik daya-nağı olarak bitmiş denirken ve nihayet Or-tadoğu halkları kuşatılmışken, Kürt müca-delesinin bütün bunların olumsuzlanması,negasyonu ve reddiyesi olarak ortaya çık-ması, yeni düzenle onu nesnel bir karşıtlı-ğa oturtuyor. Sonuçta da, “bu ABD açısın-dan bir zafer mi”, gerçekten “tarihin sonumu”, “ideolojiler bitti mi” sorularına vebu yöndeki emperyalist propaganda maki-nasına en iyi yanıtlardan biri de Kürtlerceveriliyor ve bunun teorik ve pratik sonuç-ları emperyalizmi dünya çapında zora so-kuyor. Tabii bu durum Kürt hareketini aynızamanda büyük insanlığın safında bir ko-numa getiriyor. Mazlum insanlığın ve in-sanlık değerlerinin temsilcisi yapıyor. Teo-rik ve pratik de bunu doğruluyor…

Bugün NATO’nun genişleme projeside yeni düzenin dünyayı silahla zapturaptaltına almanın, bunun daha önce sözünüettiğim kurumlarının yaratılması sürecininbir parçası olarak değerlendirilmeli. Elbetteemperyalistler bunu yaparken denetim al-tında tuttukları öteki kapitalist ülkelerin or-dularını da bu işe entegre ediyorlar. Böyle-ce hem o orduların kendi ülkelerini kontrolaltında tutması ve bunun merkezi komuta-kontrol mekanizması oluşturuluyor, hem

de gerektiğinde bu ordular öteki uluslara-rası polisiye misyonlarında kullanılıyor.

Yeni düzen esas olarak totaliter ve mi-litarist bir emperyalizm çağının düzeni,dünyanın liberal kaptalizmin cemalindenyeniden, gerekirse zor kullanılarak yara-tılması, bütün dünya nimetlerinin yenidenbir bölüşümü ve talanı olduğu için ve birmüdahale hukukuna dayandığı için elbet-te silahlanmayı zorunlu kılıyor.

Ayrıca yarattığı yeni kaos, bunalım veçelişki ve çatışmalarla da silahlanmayıgerektiriyor. Önce, bu yeni bölüşüm süre-cinde emperyalist ülkeler arasında çıkarçatışmaları ve çelişkileri sözkonusudur.İkincisi, emperyalist ülkelerle mazlumuluslar ve nisbeten zayıf kapitalist ülkeler,yani ezen ile ezilen arasındaki çelişki veçatışmalar mevcuttur. Üçüncü olarak da,yoksulluğun, bağımlılığın, geriliğin veumarsızlığın cenderesi içindeki mazluminsanlığın kendi içinde ve arasındaki çe-lişki ve çatışmalar ortaya çıkmaktadır.Bütün bunlar elbette daha çok silahlan-ma, daha çok şiddet ve savaş demektir.

Emperyalizmdirenen Ortado¤uinsan›ndan intikam al›yor

Elbette bu büyük saldırıda Ortado-ğu’nun çok özel bir konumu vardır.

Bu bölge bugün emperyalist saldırganlığınbaş hedefidir. Bunun pekçok nedeni var-dır. Petrol kaynaklarının denetim altındatutulmak istenmesi bu nedenlerin bir tane-sidir. İkinci önemli neden, Ortadoğu’nunemperyalist iktidara kavuşturulamamış ol-masıdır. Nedir emperyalist iktidar? Buhalkların ahmaklaştırılması, o uğursuz “or-tak çıkar bilinci” bilinçsizliğine mahkumedilmeleri ve bölgenin üzerine ölü toprağınserilmesidir. Emperyalizm, büyük bir uy-garlık merkezi olan ve bundan besleneninsan potansiyeli ile hâlâ direnen Ortado-ğu’dan, dolayısıyla, hem çekinmekte, hemde ondan intikam almak istemekte, onudiz çökmeye, boyun eğmeye, düşürmeye,bitirmeye çalışmaktadır.

İsrail’in yapay varlığı, bir yandan gün-delik yaşamın her alanında. Arap kitlelerin-de bir tür anti-batıcılığı canlı tutmakta, öteyandan da Siyonist Truva Atı’nın korun-ması ihtiyacını yaratmaktadır ve bu iki olguda bölgeye emperyalist müdahaleyi gerek-tirmektedir. Petrol bekçiliğini yapan Körfezülkelerinin, Mısır, Türkiye gibi öteki fedaikonumundaki devletlerin içine düştüklerionulmaz bunalım da emperyalistleri bölge-de daha aktif rol almaya itmektedir.

Başta Kürt aydınlanması olmak üzere,bölgedeki kimi halk hareketleri, radikal is-lam gibi ideolojik yönelişlerin yaygınlığıve İran. Suriye, Libya gibi emperyalizmleçıkar çatışması içinde olabilen devletlerinvarlığı da emperyalizmi bölgeye karşı sal-dırganlaştırmaktadır. Bu nedenlerle debölge Amerikan emperyalizmi-Arap işbir-likçiliği-İsrail siyonizmi-Türk militarizmi ilekuşatılmak istenmektedir.

Kürt ayd›nlamas›20. yüzy›l›n son büyüktoplumsal devrimidir

Sözünü ettiğiniz savaş her bakımın-dan halklarımızı ve bölgeyi çok derindenetkilemiş ve değiştirmiştir. Kürt aydınlan-ması, Kürt direnişinden, Kürtlerin doğalhakları ve kimlikleri için muazzam özveri-lerle yazdıkları destandan, burada insan-lık değerlerini yeniden yaratılmasındanve Kürt halkının kendi küllerinden yeni-den doğuşundan kaynaklanmıştır.

Kürt aydınlanması, 20. yüzyılın sonbüyük toplumsal devrimidir ve Kürt halkı-nı düşürülmüşlükten insanlığın bugün endiri ve sağlıklı üyesi olma mertebesineyükseltmiştir.

Savaş, TC’yi de derinden etkilemiştir.Onun sosyal, politik, ekonomik, askeri,diplomatik her alandaki bütün yapısını vedavranışlarını belirleyen, biçimlendiren,denetleyen bir unsur olmuştur. BugünTürkiye’de hiçbir şey yoktur ki, bu savaş-

tan bağımsız olarak ele alınabilsin. On-dan köklü bir biçimde etkilenmiş olsun,onun tarafından belirlenmemiş bulunsun.

Bu savaş, rejimin bunalımını da derin-leştirmiş, bütün sorunların ana kaynağıolarak sistemin iflasını getirmiştir. Bu ara-da bu savaş, bir kardeş halkın doğal,meşru, demokratik haklarını talep etmesi-ne karşılık kullanılan bunca şiddet ve şid-dete karşı oluşan duyarsızlık ve tepkisiz-lik, Türk halkına sadece ekonomik, poli-tik, sosyal alanlarda altından kalkılamazsorunlar yaratmakla kalmamış, aynı za-manda ve belki de daha önemli olarak,onda büyük bir ideolojik, kültürel, ahlakitahribata neden olmuş, taşınması zor, et-kileri belki kuşaklar boyu sürecek bir mo-rak yük de oluşturmuştur.

Ne var ki, savaşın doğal uzantısı ola-rak ortaya çıkan adil ve onurlu bir barış,aynı zamanda, kurtuluşu ve özgürlüğü deTürk halkının ufkuna yerleştirmiş, iki kar-deş halkın emansipasyon yazgılarını dakardeşçe örmüştür. Bu savaşın en iyi ta-nımı “kirli savaş” deyimidir. Bu savaşıntoplumsal özü yoktur, yani Türk halkı ara-sında herhangi bir toplumsal kategori busavaşın kaderinde söz sahibi değildir. Busavaşın politik içeriği de yoktur, çünkü hersavaşın diyalektik bütünü oluşturan barışperspektifi burada sözkonusu değildir. Sa-vaşları, barbarlık, terör ve intikamcı van-dalizmden ayıran politik öz, yani politika-nın başka araçlarla devamı niteliği, yanipolitik amaç ve çözüm unsurları da rejiminşiddet uygulamalarında mevcut değildir.

Ayrıca bu savaş, bir sosyal vakıa ola-rak savaşın ve askerlik mesleğinin yüzyıl-lar boyunca oluşmuş kurallarına ve norm-larına da uyulmadan yürütülmektedir. İştebütün bu nedenlerle de aslında “savaş”olarak adlandırılması doğru değildir. Kirlisavaş kavramının karşılığı elbette temizsavaş değil, sadece savaştır ve bu reji-min yürüttüğü şiddet operasyonları buaçıdan klasik (ve hatta haksız) savaş ta-nımına uymuyor ve bunun için de onuözel bir terim olarak kirli savaş diye ad-landırmak, tanımlamak gerekiyor.

Y›lmaz-Ecevit hükümeti ve“nasyonal sol”cular

Bu darbe hükümetinin, rejimin kla-sik özel harp örgütlenmesinin hü-

kümete taşıdığı bu yapının politik çözümya da bir barış perspektifi üretmesi ka-nımca sözkonusu değil. Bu hükümet birsaldırı hükümetidir. Elbette burada yeniyöntemler de denenmektedir.

Ecevit saldırganlığının ve inkarcılığı-nın damgasını vurduğu bu hükümet şim-dilik iki özel yöntemi uygulamaya koymaküzeredir: Bunlardan biri, Osmanlı devşir-meciliğini andıran bir yoldur. Buna göreKürt çocukları küçük yaşlarda ailelerin-den ve doğal ortamlarından kopartılacak,yurt adı verilen özel yerlerde tecrit altındayoğun bir asimilasyon ve endoktrinasyon,yani beyin yıkama operasyonuna tabi tu-tulacak. Buralarda bütün değerlerindenkopartılacak bu yeni devşirmeler dahasonra da insanlıktan çıkarılmış biçimderejimin pis işlerinin tetikçisi yapılacaklar-dır. Sekiz yıl kesintisiz eğitim de bu yöne-lişin araçlarından biridir.

İkinci olaraksa, Ecevit’in köy-kent pro-jesi, Nazi temerküz kampları ya da Viet-nam startejik köyleri (Helmet) gibi Kürt-lerin bir araya toplanmaları ve buralardaiçeride işbirlikçi hainlerin denetiminde, et-rafında ise jandarmaca kuşatılmışlığıncendersinde boğulmasını öngörmektedir.Ben bunların başarıya ulaşabileceğineinanmıyorum. Kendi şiddetle, inkarcılıklakör olmuş gözleri göremiyor, ama Kürtaydınlanması artık o boyutlara varmıştırki, Kürtleri böylesi manevralarla yenidenköleleştirmek artık asla mümkün değildir.

Türkiye’de sosyal demokratlar ve dü-zen sosyalistleri kendilerini “nasyonal

solcu” olarak tanımlıyorlar. Bunun düpe-düz faşizmin öteki adı olan “nasyonalsosyalizm” ile benzerliği sadece seman-tik bir benzeyiş değil hiç kuşkusuz. İyi in-celediğimizde, bunların topunun bütünüy-

““YYeennii ddüünnyyaa ddüüzzeennii””vvee TTüürrkk dd››flfl ppoolliittiikkaass››

Haluk Gerger 1948 Ankara doğumlu. Üniversiteyi 1971 yılında BeyrutAmerikan Üniversitesi’nde bitirdi. Daha sonra uluslararası ilişkiler dalında ABDJohns Hopkins Üniversitesi’nde yüksek lisans yaptı. Stockholm ve Oxford

üniversitelerinde lisansüstü eğitim gördü. AnkaraÜniversitesi SBF’de doktra yaptı ve uluslararasıilişkiler kürsüsünde aynı yerde öğretim üyesiykenYÖK’ün (bütün maddeleriyle) yürürlüğe girdiği ve1982 Anayasası’nın kabul ediliği gün 6 Kasım1982’de görevine son verildi.

Aydınlar Dilekçesi Yazmanlar Kurulu üyesi veDilekçe davasında Ankara Sıkıyönetim AskeriMahkemesi’nde yargılandı, aklandı. İnsan HaklarıDerneği kurucu üyesi. İnsan Hakları Vakfı DanışmaKurulu üyesi. Bilar Bilim Merkezi Direktörlüğü’nüyaptı. Çeşitli gazetelerde köşe yazarlığı yaptı,

dergilerde yazdı. Özgür Gündem gazetesi yayın kurulu başkanlığı ve yazarlığıyaptı. Merkezi Cenevre’de BM Dernekleri Dünya Federasyonu Yönetim Kuruluüyesi. New York Körfez Savaşı Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi üyesi. Vehâlâ Özgür Politika gazetesi köşe yazarlığı ve Kürdistan’daki kirli savaşın sonermesi konusunda değerli çalışmalar içinde bulunmaktadır.

(Sayın Haluk Gerger ile yaptığımız röportajın sorular kısmını çıkarıp

arabaşlıklar kullanarak okuyucuya sunuyoruz.)

� Baştarafı 1. sayfada

www.ars

ivaku

rd.o

rg

Serxwebûn Sayfa 9Ekim 1997

le faşizan bir şovenizm, devletçilik ve mi-litarizm üçgeninde hapsolduklarını, resmiideolojinin en gerici biçimde başlıca taşı-yıcısı olduklarını ve psikolojik savaşın gö-nüllü fedaileri konumunu bilinçli olarakseçtiklerini kolaylıkla görebiliriz. Dolayı-sıyla da onları ahlaken, ideolojik olarak,tarihen ve politika açısından “sol”dansaymak asla mümkün değildir.

ÖDP elbette daha farklı bir konumda-dır. Gerçi ÖDP içinde oralarda görev yap-mış, savaş hükümetlerinin partilerindebulunmuş pekçok insan vardır. Yine bupartide düzen güçleriyle işbirliğini halkgüçleriyle, devrimcilerle ve Kürtlerle güç-birliğine yeğleyenler de çok sayıda bulun-maktadır. Bu partide liberalizmin, “yenidünya düzeni” değerlerinin, kemalizminetkisi altında, eskiden içinde yer aldıkları“sol”dan kopmuş yorgun, umutsuz tiplerde mevcuttur.

Bu partide Kürt sorununa neredeyse fa-şizan bir bakışla yaklaşanlar da az değildir.Bu parti, solcuları ve emekçileri başka rüz-garların peşinde heder edecek yönelimler,eğilimler riskini de içine barındırmaktadır.Bütün bunlara karşın ben yine de ÖDP’yiiçinde yer alan çok sayıdaki sağlıklı de-mokrat, barışsever, ilerici ve komünistlerebakarak değerlendirmekten ve onu bizimsaflarımızdaki bir liberal sol demokratikmuhalefet hareketi olarak kabul etmektenyanayım. ÖDP’ye ihtiyatlı ve eleştirel birdostça yaklaşımın onun sağlığı açısındanda yararlı olacağını düşünüyorum.

Türk d›fl politikas› ikibuçuksavafl esas›na göre biçimleniyor

Türkiye rejimi Batı’ya ve ABD’ye çokyönlü ve bu çok boyutlu zincirlerle

bağımlıdır. Bu bağımlılık, ekonomik, ideo-lojik, politik, askeri pekçok alanda yıllar bo-yunca örülmüştür ve içeride güçlü –hattasilahlı– birey, kurum, toplumsal katman vesınıflarca korunmakta, geliştirilmektedir.

Şimdi globalleşme ile ve Türkiye kapi-talizminin uluslararası sisteme yeni ek-lemlenmesiyle birlikte beynelmilel serma-yenin etkisi çok daha artmıştır. Bu elbetteemperyalizme bağımlılıkta yeni boyutlaryaratmaktadır. Türkiye’nin bağımlılığınınen çok tezahür ettiği alan stratejik alandırçünkü TC’nin emperyalizm açısından kıy-met-i harbiyesi buradadır.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Batıbloku, TC’ye bizim egemenlerin de coşku-lu kabulüyle Doğu-Batı boyutunda –NATOüyeliğiyle– ve Kuzey-Güney eksenindeOrtadoğu odaklı militer görevler biçmişti.Bu görevlendirmede daha o zamandanaslolan TC’nin Ortadoğu’da Batı çıkarları-nın jandarmalığını yapmasıydı. Hatta ilkbaşta Batılılar TC’yi NATO’ya almak iste-memişler ve onu kurulması düşünülen Or-tadoğu komutanlığı içinde münhasıran bubölgeye yönelik olarak istihdam etmek is-temişlerdir. Daha sonra TC yöneticileri,Türkiye’nin Ortadoğu’ya yönelik işlevleriniBatı askeri örgütlenmesinin temeli olanNATO içinde yer alarak daha iyi yerine ge-tirebileceği konusunda ısrarlı olmuşlar.ABD’yi ikna etmişler ve bu konuda söz ve-rerek NATO’ye girmeyi başarmışlardır. Ta-bii şimdi Sovyetlerin ortadan kalkmasıylaTürkiye’nin o düzlemdeki rolü de sadeceKafkasya ile sınırlanmış ve Ortadoğu dahada önem kazanmıştır. İsrail’le stratejik iş-birliği de bu yeni dönemin bir parçasıdır.

Türk dış politikası, aslında toplumsalörgütlenme ve yapılanmanın bütünü, uzunzamandır, ikibuçuk savaş esasına görebiçimleniyor. Buna göre TC aynı anda Yu-nanistan ve Suriye’ye karşı iki cephedesavaşabilecek bir konuma hazırlıklı olmalı-dır ve bu arada iç cephede ya da cephegerisinde de Kürtlere karşı etkin harekatyürütebilmelidir. Tabii isterik dış politikahezeyanları bu ikibuçuk cephe politikası-nın bir uzantısı ve emperyalist bağımlılığınbir sonuçu olarak, militarist bir içeriğe sa-hiptir. Burada barış elbette sözkonusu de-ğildir. İç dinamikler şovenizm kaynaklı veiç sorunlardan dikkatleri dış düşmana çe-kecek bir militarizmi beslerken, emperya-lizme olan bağımlılık da “yeni dünya düze-

almış durumdadırlar. Kirli savaş, toplu-mun bütün kesimlerinin aktif desteğini da-yatan bir anlayışla, bir topyekün savaşanlayışıyla sürdürülmektedir. Böyle olun-ca da her bireyden, her kurum ve kesim-den aktif katılım beklenmektedir.

Artık Türkiye’de bireysel ya da kurum-sal ve toplumsal anlamda özgürlük ya daözerklik kimse için sözkonusu değildir.Çünkü rejim “eylemli olarak benden yanaolmayan düşmandır” mantığıyla hareketetmektedir. İkinci olarak, rejim topyekünsavaşında topyekün desteğe ihtiyaç duy-duğundan her kesime yönelik bir propa-ganda, yanıltma ve savaşa katılım-desteksağlama saldırısı içindedir. Böyle oluncada her kesime yönelik bir psikolojik savaşyöntemi uygulanmakta, bunun için de herkesime hitap edecek unsurlar bu kirli işesürülmektedirler.

Toplumun dinamik kesimleri olan işçisendikacı, öğrenci, öğretmen, öğretimüyesi, sanatçı, aydın, vb. katmanlara iliş-kin psikolojik savaş, yine bu kesimlerin di-lini konuşabilen muhalefet kesimleri veaydınlarca uygulanmaktadır. Özellikle deüniversiteler ve medya, militarizmin, şove-nizmin ve kültürel yozlaşmanın başlıca ta-şıyıcılığını yapmakla, resmi ideolojiyi çe-şitli boyut ve biçimlerde yeniden üretmegöreviyle, haber ve bilgi edinme hakkınıihlal edip gerçeği saptırmak ve yerine ya-lanı ikame etmekle psikolojik savaşın başaktörü konumuna gelmiş durumdadırlar.Giderek bu kesimler arasında da, aynensavaştan çıkar sağlayan kara paracılar,çeteciler, uyuşturucu kaçakçıları, şarlatanpolitikacılar, itirafçılar, faşist tetikçiler gibi,savaştan yarar uman ve kendilerine avan-taj sağlayanlar ortaya çıkmıştır.

Türkiye’de ne yazık ki, aydın olma onu-ru ayaklar altına alınmış, bu alanda tam biriflas yaşanmıştır. En son topluma dayatılanbir yanıyla sahte laiklik-şeriat ikilemi, pek-çok sol aydında da kemalizme ve devletebir yönelmeyi başlatmıştır. Aslında bunlarzaten içlerinde barındırdıkları bu yönelişeşimdi bir meşrutiyet sağlayabilme olanağı-na kavuştuklarını sanmakta, burada bir po-litik ikbal arayışının mümkün olduğunu san-makta ve böylece de açığa çıkmaktadırlar.

Sosyalizm adına bile, savaş suçlusu hü-kümetlerin ortağı CHP ile, ulusal intikamcıEcevit ile, yeni “ilericilik”ler keşfettikleri orduile, güya şeriat tehlikesine karşı işbirliği ara-yışları gerçekte, bütün aksine söylemlerinekarşın benliklerinde yer eden “bölücülüktehlikesi”ne karşı “milli birlik ve beraberlik”arayışından başka bir şey değildir.

Bu tipler için, Kürt hareketi, toplumsalmuhalefete bir ivme kazandırdığı, kendi-lerine bir güç ve yarar sağladığı ölçüdebelki faydalıdır, ama artık “çizmeyi aştı-ğında” devleti ve bütünlüğü tehlikeye atarbir güce kavuştuğunda ve hele kendi öz-gücüne, bağımsız kişiliğine kavuştuğun-da yani “boynuz kulağı geçtiği”nde tehli-kelidir. Bunların hepsinde gizli bir “bölün-me” sendromu egemendir ve işte zamanıgeldiğinde içlerdeki gizli şovenizm, kema-lizm, devletçilik kusulmaktadır. Elbettebuna pekçok ideolojik kılıf takılmaktadır,ama çıplak gerçek yine de sırıtmaktadır.

Buna karşılık, kendisine karşı bazen“sosyalizm ve devrimcilik” maskesi altın-da da girişilen ideolojik saldırılara yıprat-ma kampanyalarına ve elbette rejiminbütün şiddet uygulamalarına karşınayakta duran, gücünü bir parçası olduğuemek hareketiyle Kürt direnişinin diren-cinden alan bir direngen kesim ayaktadırve mücadeleyi büyüterek sürdürmekte-dir. Önümüzdeki günlerde bu mücadelehiç kuşkusuz her alanda yoğunlaşaraksürecektir. İdeolojik saldırının çok öneçıktığı, içe sızmış son kırıntıların da bu-günlerde kıpırdanmaya başladığı, be-denlerin yok edilmesi kadar ruh ve zihin-lerin tutsak alınması ve çürütülmesininbaşlıca hedef yapıldığı bu aşamada ide-olojik mücadele ve müdahale özel önemkazanmaktadır. Politika ve diplomasininde stratejik konuma yükseldiği bu dö-nemde elbette toplumsal muhalefeti dedaha büyük özveri ve mücadele bekle-mektedir.

palı, yapısal şiddet türlerinin de yaşamdansilindiği, birey ve toplumların maddi-mane-vi gelişimle potansiyellerinin ve nesnel ola-naklarının engellenmediği bir ortamı, birdurumu ifade etmektedir.

İşte adil ve onurlu bir barış kavramınınbirinci öğesi burada saklıdır. Toplumların,halkların kendi ulusal varlıklarını bütünboyutlarıyla geliştirebilecekleri, sadece fi-zik baskıların değil, onların üzerindeki ya-pısal şiddetin de ortadan kalktığı bir öz-gürlük ve eşitli içermelidir barış.

İkinci olarak, bazen silahlar bir tarafınyengisi sonucu dayattığı “çözüm” ile desusabilir. Burada zafer kazananın bir dik-tatı, bir dayatması sözkonusudur. PaxRomana, yani Roma barışı kavramı iştebu tür durumları ifade eder. Burada “veyimağlubun haline” denen bir anlayış ve kı-lıcın keskinliğinin haklılığı sözkonusudur.Böyle durumlarda, yapısal şiddet kurum-sallaşır, yenginin şartları dikte ettirilir veeşitsiz koşulların zoraki kabulüyle bir “ba-rış düzeni” kurulur. Tabii bu galibin barışı-nın düzenidir ve mağluba dayatılan birdurumdur. Böylesi bir barış her şeydenönce gerçek değildir, çünkü şiddetin gö-rünmeyen türleri burada mevcuttur hemde bu tür bir barış kalıcı değildir çünkü or-tak rızaya dayalı değildir. Ortak rıza vetatmin ancak adalet temelinde elde edile-bilir. Onun içinde barışın kalıcı olabilme-sinin temel koşullarından biri de, sürecintarafların tümünün içine sindirebileceğibir adalet duygusunu içermesi, bu açıdantatmin edici bir niteliği taşımasıdır. Bizimsomut koşullarımızda, halklarımızın ihti-yaç ve özlemlerine yanıt verebilecek. On-ların meşru çıkarlarını gözeten, eşitliğeve kardeşliğe dayalı kalıcı bir barıştır, adilve onurlu barış kavramının ifade ettiği.

Bu elbette halklarımızın söz sahibi ol-duğu bir süreci dayamakta, onların irade-sinin özgürce belirlenebileceği bir ortamıve yöntemler dizisini gerekli kılmakta,halkların kendi yazgılarını belirleme hak-kına saygı temelinde oluşan, uzun vadelibir eşitlik ve kardeşliği hedef alan birperspektiften hareket etmelidir.

Böylesi bir barış Kürt halkı için, ulusalvarlığını korumak ve geliştirmenin bütün ola-naklarını sağlayan; onun insanlık ailesi için-deki onurlu ve yapıcı bir katılımını sağlam-laştıran; toplumsal enerjisini, maddi, manevikalkınmasını gerçekleştirme yönüne kulla-nabilmesine olanak veren; refahını oluştu-rup bunu toplumsal dayanışma ile yaygın-laştıran, ulusal ve toplumsal kurtuluşunudengeli bir biçimde gerçekleştirebilen; barışve halkların kardeşliğine katkıda bulunan birortamın yaratılması anlamını taşır her şey-den önce. Türk halkı içinse, barış evela bu-gün asıl kendisini ezen, giderek düşüren ya-pıların ve ideolojik-kültürel anlayışların yıkıl-ması, dolayısıyla da kendisinin özgürleşme-si anlamına gelmektedir. Bu yeni özgürlükortamı içinde başka halk ve kültürlerle eşitlikve karşılıklı saygı temelinde yeni yapıcı iliş-kilerin kurulabilmesi, Türk halkının kendigeçmişiyle barışarak iç barışını kurabilmesive yapıcı bir gelişme ve kalkınma hamlesinigerçekleştirebilmesi demek olacaktır. Böyle-ce Türk halkı, toplumsal duyarlılık, dayanış-ma, paylaşma, hak, adalet, özgürlük gibiçağdaş uygarlık ve insanlık değerlerininegemen olduğu bir yeni rehabilitasyon veözgürleşme hareketini başlatabilir.

Türkiye’de ruh ve zihinlertutsak al›nm›flt›r

Sözünü ettiğiniz kesimler ne yazıkki, barış mücadelesine ilişkinin ya-

pıcı bir rol oynamaktan hayli uzak bir ko-numda bulunmaktadır. Aksine, bunlarınönemli bir bölümü kirli savaşta aktif bir rol

ğı oluşumu daha denetleyebilir bir pozis-yona geri dönüşü başarmıştır. Ama buna-lım dönemlerinde egemenler arasındakiçelişkiler elbette derinleşir ve çatışmalarhep ortaya çıkar. Bu konuda da daha sonsözlerin söylenmediği kesindir.

Türkiye’de din rantının kim tarafındankontrol edileceği özel bir önem kazanmak-tadır. Çünkü Türk tipi kemalist laiklik ile dinitam kontrolü altında tutan ve böylece top-lum üzerindeki gücünü bu araçla da pekiş-tiren klasik devlet yönetme erkinin pekçokdayanağı yitirmiş durumdadır. Kürt direnişiile iyice ortaya çıkan bu güçsüzleşme kar-şısında din rantı rejim için daha da önemkazanmıştır. Buna karşı toplumu denetle-nemek ve yönetmek için, bundan pay al-mak isteyen ve bu rantı klasik devletle pay-laşmak isteyen islamcı politikacılar, bu uğ-raşlarında hem yeni palazlanan Anadolusermayesinin, hem de yığınlıkların protestooylarını arkalarına alabilmişlerdir. Ama kla-sik devletin ve rejimin içinde bulunduğu bu-nalım koşullarında bu rant kavgasında yenidüşmeyi ve tam denetim yerine paylaşma-yı kabul etmesi beklenemezdi, nitekim öylede oldu ve Refah’a sert bir tepki gösterildi.Tabii bu gelişmelerde Refah’ın bütün çaba-larına karşı, rejimin dış destekçilerinin de,yeni dış politika hamlelerinin gündemde ol-duğu bir dönemde bir Refah iktidarını kabuletmemelerinin de rolü vardır.

Halklar›m›z içinkal›c› bir bar›fl gereklidir

Barış, şiddetin olmadığı ortam olaraktanımlanır genellikle. Bu, ilk yüzeysel ba-kışla doğru gibi görünen, ama aslında ek-sik bir tanımdır. Çünkü şiddet deyince ak-

la fiziki şiddet gelmektedir. Elbette açık,doğrudan, fizik şiddetin bulunduğu ortam-larda barıştan sözedemeyiz. Ama bu şid-detin sadece bir görünümüdür. Şiddetin,ayrıca, bir de görünmeyen, fiziki olma-yan, kapalı bir türü daha vardır. Eşitsizlik,adaletsizlik, vs. de birer şiddet türüdürlerörneğin. Kişinin ya da toplumun, potansi-yelini gerçekleştirmesi önünde oluşturu-lan bütün engeller şiddet türüdürler.

Örneğin, kişinin hareket potansiyeliniengelleyen pranga açık görünen, fiziki birşiddet türüdür, onun yaşam potansiyeliniengelleyen bir kurşun da öyledir. Bireyin,gelişim potansiyelini engelleyen eğitimhakkının elinden alınması onun yaşamhakkını ihlal eden sağlık hizmetlerindenyararlandırılmaması da birer şiddet örneği-dir. Her ne kadar burada fizik şiddete rast-lanmasa da, örneğin bir ailede baba çocu-ğunu dövüyorsa orada açık fizik şiddetvardır ve barıştan sözedilemez, ama da-yağın olmadığı, yani fizik şiddetin var ol-madığı kimi ailelerde de barıştan sözedile-mez. Çünkü burada da görünmeyen, fizikiolmayan kapalı bir şiddet türü, yapısal şid-det vardır ve örneğin baba çocuğun eğiti-mine engel olmakta evde köle gibi kullanıpsosyal yaşamını yok etmekte, ona manevibaskı uygulamaktadır. Yine örneğin orta-çağlarda bir çocuğun diyelim hummadanya da kızamıktan ölmesi o zamanın nes-nel koşulları içinde şiddet türü sayılamasada günümüzün gelişmiş tıp koşullarındanesnel olarak çocukların bakımsızlık veyoksulluk nedeniyle bu tür hastalıklardanölmesi tam da bir şiddet örneğidir.

Demek ki, hem açık fiziki hem de yapı-sal, kapalı şiddet türleri mevcuttur. Sadeceaçık fizik şiddetin, savaşın, silahlı çatışma-nın olmadığı ortamları eksik ya da negatifbarış olarak adlandırmak daha doğru olur.Gerçek ya da pozitif barış, her türlü şiddettürünün, açık, görünen, fizik şiddetin yanı-sıra sömürü, eşitsizlik, adaletsizlik gibi ka-

ni” istikrarının, yani ölü toprağının mazlumhalklara dayatılması biçimindeki bir saldır-ganlığı ortaya çıkarmaktadır.

Kuzey Kıbrıs’ın ilhaki, çok eskiden beriplanlanmaktadır ve bunu bir oldu bittiyegetirebilmek için her türlü kışkırtma süreklisergilenmektedir. TC açısından ilhaka ka-dar bu durum bir çözüm olarak kabul edil-mekte, nihai darbenin vurulacağı ana ka-dar bugünkü statükoyu bozacak ve politikbir çözüm getirecek uluslararası girişimle-rin sabote edilmesi hedeflenmektedir.

Bugünkü hükümet, Ecevit intikamcılı-ğıyla Kıbrıs ve Yunanistan konularında da-ha da saldırgan bir tutum almaktadır. An-cak hiç unutmamak gerekir ki, bunalımiçinde kıvranan ve şovenizmle militarizminipinden başka bir umarı kalmamıştır. Yük-selen Kürt hareketine karşı ideolojik alan-da aşırı milliyetçiliği, politik alanda da iç di-siplini dış düşman korkularıyla güçlendir-meye çalışan egemenlerin bu saldırganlı-ğı, dolayısıyla, Kürt sorunundaki tıkanmış-lık ve sıkışmışlığa doğrudan bağlıdır.

Klasik ordununfliddet tekeli k›r›lm›flt›r

Türkiye’de sıradan insanın, içine dü-şürüldüğü yoksulluk, gerilik ve mo-

ral bunalım cenderesi içinde, gündelikolaylar karşısındaki doğal refleksi, giderek,Türk-islam sentezinin, yani islami temalarkullanan faşizmin tepkileri biçimde ortayaçıkmaktadır. Geniş yığınların en temel ihti-yaçlarına yanıt veremeyen, onların çıkarla-rına karşı her gün yeni saldırılar geliştirenegemenler, kitlelerdeki yoğun hoşnutsuzlu-ğu ve kopuşu, onların zihni çürüme ve tut-saklığıyla dengelemeye çalışmaktadırlar.

Bunun içinde kitleleri devlete ve düzenezihni olarak bağlayacak ideolojik-kültürelbir saldırı bilinçle yürürlüğe konulmaktadır.

Şovenist ve militarist değerlerin yay-gınlaştırılması ve bu arada “yeni dünyadüzeni”nin özelleştirme, piyasa ekonomi-si ve kısa yoldan zenginleşmeyi yücelten,bireysel düşkünlükleri yücelten, toplumsalsorumluluk, dayanışma ve paylaşma duy-gularını silen ilkeleri de insanlara şırıngaedilmekte, insanlık düşürülürken toplumda köleleştirilmek istenmektedir. Bütünbu bilinçli saldırıların bir semeresi de el-bette faşizmin bir toplumsal taban kazan-ması, hatta kurumsallaşması olmaktadır.Bu saldırı politikası başarıya ulaştıkça TCfaşizmi MHP’ye ya da Refah’a şu ya dabu lidere bağlı olmaktan kurtulmakta, ha-yatın doğal akışı, toplumsal örgütlenme-nin tabii biçimi olmaktadır.

Bugün rejim içindeki çatlağı giderme-de bir hamle yapmış durumdadır. Kürtsavaşı karşısındaki başarısızlıklar rejimiklasik ordu örgütlenmesi dışında başkasilahlı yapılandırmalara gitmek zorundabırakmıştır. Sonuçta da 200 bin kadar po-lis, özel tim, 70-80 bin korucu, sivil çeteve tetikçiler, itirafçılar vs.’den oluşan birbüyük silahlı güç daha ortaya çıkmıştır.Bu, bir yandan klasik ordunun şiddet te-kelini kırmış, bir yandan da klasik devletörgütlenmesinin bildik yetki ve sorumlulukyapısını ciddi biçimde zedelenmiştir. İkin-ci silahlı oluşumun giderek onu yaratanegemenler açısından çizmeyi aşması, ya-ni kendi değerlerini, çıkarlarını, gücünüortaya çıkarmaya başlaması, bildiğimizçatışmaları meydana getirmiştir.

Mektepli Özel Harp ile alaylı çetelersavaşımı, Refahyol iktidarını getirdiğibaşka gerginlik çelişki ve çatışmalarlakarşılıklı etkileşim içinde örtüşmüş, düzensaflarında ciddi bir çatlak ve bunalım or-taya çıkmıştır Şimdi görünen odur ki, kla-sik devlet üstün gelmiştir ve kendi yarattı-

“Türkiye’de sosyal demokratlar ve düzen sosyalistleri kendilerini ‘nasyonal solcu’olarak tan›ml›yorlar. Bunun düpedüz faflizmin öteki ad› olan ‘nasyonal sosyalizm’ ile benzerli¤i

sadece semantik bir benzeyifl de¤il hiç kuflkusuz. ‹yi inceledi¤imizde, bunlar›n topunun bütünüylefaflizan bir flovenizm, devletçilik ve militarizm üçgeninde hapsolduklar›n›, resmi ideolojinin

en gerici biçimde bafll›ca tafl›y›c›s› olduklar›n› ve psikolojik savafl›n gönüllü fedaileri konumunubilinçli olarak seçtiklerini kolayl›kla görebiliriz.”

www.ars

ivaku

rd.o

rg

Sayfa 10 SerxwebûnEkim 1997

rın yoğun olması, bir yönüyle olumluyken,bir diğer yönüyle de yaşam sorunlarınıağırlaştırmaktadır. Birçok çelişki yaşan-maktadır. Koşulların zor olması da etkiliolmakta ve bunun için Dılzar ile Dr. Çekoilk gittikleri gerilla birliği içinde belli birzorlanma yaşarlar. Biraz üniversite mace-racılığı ve Kürt gerçekliği arasındaki çe-lişki onları zorlar. Kendilerinin eğitime ihti-yaçları olduğunu dile getirirken, yapıylabütünleşemezler ve bundan dolayı datekrar Amed merkeze gönderilirler. Tabiibu onların oldukça zoruna gider ve şehire

gelir gelmez tekrar bağlantı kurarak Bo-tan üzeri gerillaya katılırlar.

Artık hedeflerine ulaşmışlardı. Dılzarve Dr. Çeko Botan’dan Haftanin’e geçer-ler ve Şehit Mahir Kampı’nda bir devreeğitim görürler. Devre sonundayapılan planlamayla Dr. ÇekoMahsum Korkmaz Akademi-si’ne gider. Dılzar ise Uluderepratik sahasına çıkar. Dr. Çekoile Dılzar artık birbirlerinden ay-rılma zamanının geldiğinin far-kındadırlar. Onların biribirlerineolan sevdası artık parti içerisin-deki başarıları olacaktı. Onlarınözlemi ülkelerine olan özlemolacaktı. Onların aşkı, önderliğeve devrime olan bağlılık olmuş-tu artık. Onlar için çabuk şehitdüşmek yoktu. Çünkü güçleriamaca olan bağlılıkta kilitlen-mişti. Aralarındaki bağlılık, yol-daşlık ve silah arkadaşlığıyladaha da anlam kazanmıştı.

Ayrılığın aslında büyük birkavuşma ilmi olduğunu biliyor-lardı. Savaşın gelişimini farklımekanlarda karşılasalar da on-lar hep beraberdirler. Dılzar hergirdiği çatışmada, her yürüdüğüpatikada ve tırmandığı her do-rukta Dr. Çeko da yanındaydı.Ülkenin güzellikleri ve savaşınacımasızlığını içiçe yaşarken,onun kavuşmadaki inadı hiç ke-silmiyordu. Onun için hırs, ba-şarı ve inat içiçe geçmişti.

Uludere pratiğine çıkan Dılzarheval, savaşı ve düşman olgusu-nu daha yakından tanımaya baş-lar. Bu alandaki coğrafya ve sos-yal yapı kendisini zorlasa daO’nun için yenilgi, umutsuzlukyoktu. Bir kadın olarak dağ koşul-larıyla savaşırken, kendi kişiliğive ortamda egemen olan erkekanlayışlarıyla mücadele veriyor-du. Oldukça rahat bir yapıya sahip olan Dıl-zar için Kürt gerçekliğini tanıma ve bunuparti gerçekliğiyle bütünleştirme dönemibaşlamıştı. Kendi kişiliği ile çetin bir sınıfmücadelesi vermeye çalışırken, belli zorluk-lar da yaşamıştı. Özellikle savaşa hakim, si-yasi-askeri güç, tecrübe, yetenek kazananbir kadın gerilla olmak, O’nun hayaliydi. Bu-nun için zorlansa da yoldaşlarına zorlandı-ğını hissettirmemeye çalışarak, daha dakendisine yüklenerek başarmayı esas alı-yordu. Arkadaşları arasında sevilen, etkiliolan bir yapıya sahipti. 1992 yılının Ma-yıs’ında gerçekleşen Taşdelen karakol bas-kını O’nun katıldığı ilk büyük eylemdi. Böylebir eylemde yer alma O’na büyük mutlulukvermekteydi. Eylem süreçlerinin gelişimi ileDılzar artık savaşta olgunlaşmaya başla-mıştı. O’nun için yaşamla savaş bütünleş-mişti. Yaşamak için savaşmalıydı.

1992 yılının Ekim ayında başlayanGüney Savaşı ile birlikte ihanetin affedile-mezliğini ve yoldaşlığı daha da yakındanhisseden heval Dılzar, bu savaşta Hafta-nin cephesinde yer alır. 40 gün süren di-renişte, bütün diğer direnişçiler gibi iha-nete ve TC’ye karşı yoğun bir irade, kin,öfke savaşımı verir. O savaşta şehit dü-

şen yoldaşlarının intikam duygusuyla bü-tünleşen heval Dılzar, geri çekilmedeZelê Kampı’na gider. Zelê Kampı’ndaeğitim ve konferans süreçleriyle yoğunla-şan Dılzar heval, belki de her zaman bek-lediği, ama hiçbir zaman hazır olmadığıhaberi duyar. Dr. Çeko şehit düşmüştür.Savaşı en yakından yaşayan bir gerillaolarak can yoldaşları yanında can verir-ken, nasıl bir acı, hüzün ve intikam duy-gusunu yaşıyorduysa, Dr. Çeko yoldaşşehit düştüğündeki kini, öfkesi, intikamduygusu daha da katmerleşmişti. Çünkü

artık O Çeko’nun silahını da kuşanmıştı.Kendisine düşen sorumluluk daha da bü-yümüştü. Çeko’nun bıraktığı yerden dedevam etmeliydi. Başta bu O’na çok zorgelse de yapmalıydı. Çünkü O’nun sev-

dası ülkesinin topraklarına düşmüştü.O’nun için kazanmak zorundaydı. Çekoile sözleşmişlerdi. Amed dağlarından biri-birlerine kavuşmak için, yetişmesi için sa-vaşımını daha da keskinleştirmeliydi.

Dılzar hevalin yüreği daha da büyümüşve daha da güzelleşmişti. Savaşını dahadoğru temellere oturtması için O’nun ken-disini güçlendirmesi gerekmekteydi.

O’nun en büyük hayallerinden biri deönderliği görmekti. Bunun için her rapo-runda, yönetimle her görüşmesinde ön-derliği görmek istediğini dile getiriyordu.Nihayet hayali gerçekleşecekti. 1993’ünHaziran ayında bir grup arkadaş ile PartiMerkes Okulu’na gitmek için Zelê Kam-pı’ndan ayrılmıştı. Artık içi içine sığmıyor-du. Büyük bir coşkuyla önderliğe ulaşma-ya çalışıyordu. O’nun için yol süreci ol-dukça uzun ve hiç bitmeyecekmiş gibigeliyordu. Yolda zorluklarıyla beraber ge-çen onbeş gün sanki O’nu çocuklaştır-mıştı. Bir çocuk sadeliğiyle heyecanlanı-yordu. Yolda atlatılan tehlikeli anlar, açlık,susuzluk O’nu fazla etkilemiyordu. O dabütün gruptaki arkadaşları gibi heyecanı-nı, mutluluğunu gizleyemiyordu. Yıllarcabekledikleri bir düş, belki de kaç kez rü-

yalarında gördükleri bir an gerçekleşiyor-du bütün arkadaşlar için. Onlar BaşkanAPO’yu göreceklerdi. Kaç kez tartışmış-lardı. Ne konuşacaklar, nasıl davranacak-lar, o güce nasıl ulaşacaklar? Hangi ko-nuda konuşmalar, sohbetler başlasa da,sonunda “acaba nasıl olacak gerçekten”diye bitiyordu. “Önderliği görecek miyiz?”tartışmasına girerlerdi. Başkan APO On-lar için büyük bir umut, manevi bir güçkaynağıydı. Hepsinin albümünde resmiolsa da, hep ismini ansalar da, O’nu gör-me düşünün gerçekleşmesi bambaşka

olmalıydı...Sonuçta grup zorluklarla da olsa Parti

Merkez Okulu’na varır. Heval Dılzar’ınheyecanı, coşkusu kelimlerle ifade edile-meyecek düzeydeydi. Aynı zamanda ür-

kekliği de yaşamaktaydı. “Biz bu-na layık olduk mu?” düşüncesinigeçiriyordu içinden. Düş gerçekle-şiyordu, ama bunun gerektirdikleride vardı. Buna karşı da eziklik ya-şanıyordu. Başkan APO’ya cevapolamamanın ezikliğini, yüreğindeve mantığında ne kadar cevapolup olmadığının vicdani muhase-besini yaşıyordu. Önderlik saha-sında yoğunlaşma sürecini yaşa-yan Dılzar yoldaş, açılan PartiMerkez Okulu’nun ilk devresindeyer alır. Önderliğin hareketleri, herdavranışı O’nu derinden etkile-mekteydi. Önderlik gerçekliği ilekarşılaştıkça kendisiyle olan mü-cadelesi de derinleşiyordu. Dılzarheval yapılan planlama sonundaDersim’de görevlendirilmişti. Bugörevlendirme esnasında önder-likle geniş diyaloglar kuruluyordu:

P. Ö.: Dılzar, evet durumunnasıl?

D.: İyidir Başkanım.P. Ö.: Kaç aydır bu sahada-

sın?D.: 9 aydır.P.Ö.: Teknik birikim var, pratik

de az da olsa vardır. Pratikte geli-şecek arkadaştır. Yöntemde sek-ter ve dar. Ne diyorsun, hazır mı-yız?

D.: Hazırım Başkanım.P.Ö: Aslında teoride de, siya-

sette de biraz gelişmiş ve sanırımbiraz da kendini aşmış, eski Dılzardeğil.

Z.: Değil Başkanım. Eskiden ta-nımıyorum, fakat buraya geldiğigünlerden şimdiye kadarki süreçteepey gelişme yarattı.

P. Ö.: Biz yeni insanı yaratıyoruz. Dö-nüşüm biraz oldu mu?

D.: Ben kendimde görebiliyorum.P. Ö.: Oldukça görüyorsun, hazır mı-

sın şimdi?D.: Hazırım.P. Ö.: Özgür kadın ordusuna bir şey-

ler verebilir misin? Gerçekten bir adım at-mak istiyor musun? Kararlı mısın gerçek-ten?

D.: Evet Başkanım. Ben ilk aşamadaDersim veya Orta Eyaleti düşünüyorum.

P. Ö.: Çok birikim isteyen veya olduk-ça geliştirilmeye muhtaç bir çaba var. Nediyorsun katılabilir misin?

D.: Evet Başkanım, yapabilirim.P. Ö.: Tabii yapabilirsin de, yöntemde

sekter ve dar olmamalısın. Biraz dahauyumlu, biraz daha böyle vermesini iyi bi-len, iyi bilinçlilikle vermesini bilen olmalı-sın, gerisini aslında tamamlayabilirsin.

D.: Zorlanacağımı biliyorum, ama tut-turabilirim Başkanım.

P. Ö.: Üslup, niye bir üslup güzelliğiniyakalayamayasın? Üslup biliyorsun birsavaşçının en güçlü bir özelliğidir. Zorlan-san da başarmaya çalış, ne diyorsun?

D.: Evet Başkanım, başaracağıma ina-

nıyorum. Zaten o temelde öneriyi getirdim.Zorlanacağımı biliyorum, ama yine de...

P. Ö.: Ben nasıl zorluyorum kendimi?Herhalde babam için yapmıyorum. Ön-derlik gereği bu yapılır. Mecburuz bunadeğil mi? Yani oldun mu disiplinli olacak-sın değil mi? Resmi olacaksın değil mi?Kaçınabilir miyiz bundan?

D.: Hayır Başkanım.P. Ö.: Halkın hatırı için yapıyoruz, ta-

rih için yapıyoruz. Yani bu açıdan zorun-lusun, başaracaksın.

D.: Evet Başkanım.P. Ö.: Birikimin var, kavrama,

bilmem değerlendirmede zorlukçekmezsin?

D.: Hayır Başkanım çekmiyo-rum.

P. Ö.: Bu birikimle sen git, bi-raz zorlansan da git ve bir şeylerver.

D.: Başkanım ben Dersim’e geçmekistiyorum.

P. Ö.: O çok sonradan düşünülebilir.Hemen Dersim mi diyorsun?

D.: Olabilir Başkanım.P. Ö.: Hemen? Dersim için hemen bir-

lik yok ki!D.: Bazı şeylere sıfırdan başlamak is-

tiyorum. Gelişmem açısından daha yarar-lı olacağı inancındayım.

P. Ö.: Yapabilir misin?D.: Yapabileceğime inanıyorum Baş-

kanım.P. Ö.: Bu anlamda da söz veriyorsun?D.: Söz veriyorum.P. Ö.: Başka ne sözü veriyorsun?

Başka bizi nasıl anladın? Güçlü, doğru veyeterli anladın mı?

D.: Bir bütünen olmasa da elimdengeldiğince beynimi yormaya çalışırım.

P. Ö.: Hayır, bizi biraz anladın değilmi? Epey anladın.

D.: Evet anladığıma inanıyorum Baş-kanım.

P. Ö.: Biraz dönüşüm oldu kesin.D.: Evet Başkanım.P. Ö.: Açık tabii, yani dürüst olsanız

da, olmasanız da ne yapacağınızı gördü-nüz. Yücelmek istiyorsan bu yol ve tarzbellidir. Bağlı kalırsınız! Başarabilir misin?

D.: Sonuna kadar Başkanım.P. Ö.: Başarı bekleyebilir miyiz? Kolay

ölmeme, gerillanın yaşatma ustalığınıgösterebilir misin? Bu temelde sen git.

D.: Evet Başkanım.P. Ö.: Peki şimdi sana da üstün başa-

rılar dileyelim.D.: Teşekkür ederim Başkanım.Heval Dılzar, önderlikle sözleşerek da-

ha güçlü, zoru başarmada kendine güven,iddia ve önderliğe daha da gerçekçi vegüçlü bağlanarak Nisan 1994’te Dersim’egitmek için yola çıkar. Hayali ve düşüncele-rinde, Dersim’de kadın ordulaşmasını oluş-turmak ve temsilini yapmak, artık kendisiiçin vazgeçilmez bir hedef olmuştu. Der-sim’e ulaşan Dılzar heval, Dersim’deki pra-tiği esnasında birçok eylemlilik yaşar veMunzur dağlarının görkemliliği ile savaşır.Zilan yoldaşımızın eylemliliğinin yaratmışolduğu özgürlük bilinci ve gücü ile Der-sim’deki kadın gücü de daha büyük inançlasavaşımını sürdürür. Düşman, gerillanınDersim’de üstünlüğünü kurumsallaştırama-ması için her zaman büyük güçlerle saldır-maktadır. İşte düşmanın deyimiyle gerillayıtasfiye etmeyi amaçlayan operasyonlardanbiri de 1997’nin Nisan ayında Dersim’debaşlatılır. Bütün gerilla birlikleri, hem de-vam eden zor kış koşullarıyla, hem de düş-manla mücadele ederler. Düşmana teslimolmayan, büyük kayıplar verdiren bu dire-nişçiler, Dersim tarihindeki direnişi beden-leriyle sürdürmüşlerdi.

Dılzar heval, diğer yoldaşlarıyla birlik-te bu direnişte şehit düşerken, bir dahagöstermişlerdir ki, Kürdistan’da tarih bi-linçli emek ve kanla yazılmaktadır. O daülkesinin topraklarıyla bütünleşmiş vesevdasına ulaşmıştı. O artık ülkesinin sa-hibi ve devrim fedailerinin içinde kutsalyerini alarak, fışkıracak sevda gücünekaynaklık etmekteydi.

Mücadele arkadaşları

D ağların doruklarında yanan ateşle-rin yıldızlara dönüştüğü ülkemintoprağının her karışı kanla sulan-

maktadır. Kürdistan ulusal kurtuluş müca-delesinin sahipleri, çıkışından bugüne ge-tirenleri şehitleri olmuştur. Şehitler kerva-nı zafere giden umudun yolculuğunu yap-maktadırlar.

Heval Dılzar, Nisan 1997’de Der-sim’deki yoğun geçen düşman kuşatma-sında, beraberindeki yoldaşlarıyla bu ker-vana katıldı. O, Munzur dağlarında yananbir ateşken, şimdi Kürdistan semalarındageceleri yoldaşlarına yol göste-ren bir kutup yıldızı oldu.

Azize yoldaş 1967 yılındaKulp’ta dünyaya gelmiş ve ilkelmilliyetçi, ortahalli bir ailede bü-yümüştü. Oldukça canlı, hareket-li, sempatik bir yapıya sahipti. Ai-le Amed merkeze yerleşir ve bu-rada Azize okula başlar. Başarılı ve arka-daş çevresi geniş bir okul sürecini tamam-ladıktan sonra Dicle Üniversitesi’ne kaydı-nı yapar. Aileden almış olduğu yurtsever-lik bilinci ve ulusal kurtuluş mücadelesiningelişimiyle birlikte okul süreçlerinde yoğunbir etkilenmeyi yaşar. Özellikle serhıldansürecinin gelişmesiyle beraber, çevresin-de birçok arkadaşının tutuklanması, geril-laya katılması ve şehit düşmesi, kendisiniderinden etkiler. Belli bir süre sonra yurt-sever gençlik çalışmaları içinde aktif ola-rak yer alır. Üniversite yıllarında Azize’niniçinde bulunduğu grup, oldukça etkileyicive militan bir yapıya sahiptir. Bu grubuniçinde Zekiye Alkan gibi önemli bir döne-me damgasını vuran şehitler de yer al-maktadır. Zekiye Alkan yoldaşın şehadetigrubun daha da canlanması ve aktifleş-mesini sağlamıştır. Zekiye’nin eylemliliği,düşmanın dikkatinin bu grup üzerinde da-ha da fazla yoğunlaşmasını beraberindegetirir. Grup sık sık düşman operasyonla-rına maruz kalır.

Heval Dılzar da belli aralıklarla gözal-tına alınır ve 1991 ilkbaharında tutuklanır.Diyarbakır Cezaevi’nde kısa bir süre kal-dıktan sonra serbest bırakılır. Heval Dıl-zar düşmanla olan kovalamacalarını an-latırken, her zaman hoş bir tebessümlegülerdi. “Beni yenemediler” diyordu. Yinepolislerle olan bir anısında “ben onları at-lattım” diyordu. Öğrenci eylemlilikleri sıra-sında yapılan korsan bir gösteride yer alırve polisler peşine takılırlar. Gösteriyi da-ğıtmak ve gözlerine kestirdiklerini yakala-mak isterler. Birkaç polis Dılzar’ın peşineverir. O’nu çıkmaz bir sokakta sıkıştırırlar.Sonunda yakalarlar. O kısa boyu, sarı veuzun saçlarıyla, en önemlisi de eylemiçerisindeki öncülüğüyle dikkatleri hemenüzerine çeken bir yapıya sahipti. Polisintakibi çok zor olmamıştı. Polisler O’nupanzerin içine koyuyorlar ve yanında birpolis kalıyor. Tabii Dılzar boş durmuyor,polisin anlık pasifliğinden yararlanarakpanzerden fırlıyor, polisler arasından sıy-rılıyor ve bir süre sokaktan nereye gide-ceğini bilmeden koşuyor. Daha sonra ilkbulduğu kapıyı vuruyor ve kapı açılır açıl-maz içeriye dalış yapıyor. Ev sahipleriçok şaşırıyorlar. Kimdir bu diye tuhaf tu-haf bakarlarken, o hemen bayandan elbi-seler isteyerek üzerini değiştiriyor. Bir sü-re dinlendikten sonra polislere izini kay-bettirerek çıkıyor ve polisten kurtuluyor.Bu, O’nun heyecan ve kahkahalar içindeanlattığı anılardan biriydi. Üniversite yılla-rındaki maceracı yapı yavaş yavaş bilinç-le bütünleşince, artık bu tarz bir mücade-lenin yeterli olmayacağında karar kılarak,nişanlısı ve iki arkadaşıyla birlikte gerilla-ya katılma kararı verir.

Heval Azize nişanlısıyla üniversite yıl-larında tanışmış, aralarındaki duygusalilişkinin Kürdistan dağlarındaki savaşladaha da bir anlam kazanacağına, duygu-larını ancak düşmanın ve işkencelerin ol-madığı bir ülkede yaşatacaklarına inana-rak Dr. Çeko ile nikahlarını bağımsız birKürdistan’da kıymak için 1991 sonbaha-rında Amed kırsalına çıkarlar.

Amed kırsalında katılımların yoğun ol-duğu bir dönemde katılım gösterirler. Ge-rilla saflarına serhıldan sonrası katılımla-

““BBeennii yyeenneemmeeddiilleerr””

Adı, soyadı: Azize YALÇIN Kod adı: DılzarDoğum yeri ve tarihi: Kulp/ Diyarbakır1967Mücadeleye katılış tarihi: 1991, BotanŞehadet tarihi ve yeri: Nisan 1997Dersim

www.ars

ivaku

rd.o

rg

Serxwebûn Sayfa 11Ekim 1997

Adı, soyadı: Bahtiyar MUTLUKod adı: Cafer KılıçDoğum yeri ve tarihi: Turhal/ Tokat, 1968Mücadeleye katılış tarihi: Mayıs 1992, Cudi Şehadet tarihi ve yeri: 6 Haziran 1994, Grina Reş/ Zagros dağları

Öyle anlar ve süreçler vardır ki insa-noğlunun “ya-şam” diye ta-nımladığı par-çada, kiminegöre bakılma-ya bile değ-mezken, bir di-ğer çift göziçin, yaşamkaynağına girişin anahtarı veya kıvılcımıolur. İşte heval Bahtiyar da, yaşamındakibu kıvılcımları, ateşin özüyle doğru buluş-turmanın, başlangıçların nerede, nasıl vehangi güzel ve insanlaştıran zorluklarlayapılması gerektiğinin militan ifadesidir.

Yine öyle süreçler ve insanlar vardırki, tarih demeyelim de, takvim sayfaları-nın güçsüz yaprakları arasında sadecekurşunkalemle yazılır adları, anlayışlarıve eylemleri varoluşlarını ancak kurşun-kalemin titrek ve kolay silinebilecek düze-yine yetmiştir çünkü...

Kürdistan’da yürütülen güzellik sınırla-rındaki savaşın, tarihi ve insanlığıyla bü-tünleşmenin yegâne yolu olarak algılayanheval Bahtiyar, işte bu nedenledir ki,halklar mezarlığına çevrilen Anadolu top-raklarında yetişebilecek özgür ve kızılgüllerin geleceğini, kendisini Mezopotam-ya topraklarında gübre yapıp, ardıllarıncarüzgarla tohumu Anadolu topraklarına ta-şınacak bir elçi gibi ele almada gördü.Çünkü o da, uğruna her türlü zorluğa kat-landığı geleceğin en öz ifadesi olan yiğithalk önderlerinden almıştı enerjisini. Vetanrılarla insanoğlu arasındaki dengedeyazdığı gibi, hiçbir şey yoktan var olma-yacak ve vardan da yok olmayacaktı.Ama bunun böyle olması için tarih vehalklar adına ne gerekirdi? Ve yüreğiduydu, elleri çalıştı, gözleri gördü, beynialgıladı ve elleri daha hızlı ve Kürdistandağlarında namlu ile çalıştı bir kez vesonsuzca daha. Her şey kaynağına öz-gürce akacaktı.

Bahtiyar yoldaş 1968 yılında Tokat-Turhal’da dünyaya geldi. Ailesi sonra-dan İstanbul’a göç etti. O, içinde kurdu-ğu, fakat siyasal anlamda temsilini birtürlü bulamadığı arayışlarını, İstanbul’daokuduğu lise yıllarında da korudu. Yaşa-mın birçok yüzüyle tanışıyor, aileninekonomik sıkıntılarını hafifletmek içinçeşitli işlerde çalışıyordu. Her geçen gündaha keskin hatları ile gördüğü ve yaşa-dığı çelişkiler, onun arayışlarını giderek

güçlendiriyordu. O artık bir yaşam ara-yışçısıydı. Koparıldığı tarih ile yenidenbuluşmanın anahtarını bulma istemi, yü-reğini gün gün büyütüyordu heval Bahti-yar’ın. Emekle tanıştığı yıllarda, her türtortu işlerde çalıştırılan ve toprakların-dan koparılan Kürt insanlarıyla tanışmış,yüreğinde cevap bekleyen sorulara kla-sik Türk sol devrimciliği içinde yanıt bu-lamamıştı. Cesaretliydi, derin bir müca-dele azmi vardı, düzene olan kini kağıtüzerinde değildi, çünkü çelişkileri yaşı-yordu, hem de en yakıcı türünden. İştebu nedenle heval Bahtiyar, çeşitli çalış-malarda bulunduktan sonra 1992 Mayısayında Cudi bölgesine giderek, PKK saf-larında kendini ve insanın özgürlüğünübulmanın zor güzellik dalgasına fiilengirdi. Bütün yaşamı, PKK’yi PKK yapanen soylu ve tarihsel değerlerde olduğugibi, PKK içinde daha somut ve kendibaşına değersel biçimde gerçekleşmekiçin yaşanması gereken bir süreçti aslın-da. Böyle olduğu için, mücadele yaşamıboyunca partimizin ilke ve ölçülerini ço-ğunlukla bol bir elbise gibi üzerinde taşı-madı. Türkiye halklarının da kurtuluşumudu olmanın verdiği iki katı bir ağırlık-la, ilke ve yaşam ölçülerini büyük biremek ve fedakarlık, özlü bir savaşkan-lıkla içselleştirdi.

Gördüğü siyasi ve askeri eğitim sonra-sı girdiği pratik çalışma sahasında, emek-çi, fedakar, yoldaşlara saygılı ve enönemlisi de gerçekler karşısındaki müte-vaziliği, kendini gerçekler içinde eritircesi-

ne gelişmiş, dal ve budak sarmıştı. Sevili-yordu, çünkü bir temsildi O.

Güney savaşı bittiğinde Zele alanınageçen heval Bahtiyar, 1993 yılında pratikfaaliyetler için Zagros’a gelir. Oramar’dapratik yürütür. Sene sonunda eyaletinkadro eğitimine dahil olur. Eğitimde pra-tikte olduğu kadar radikaldir. Sorunlar,yani tarihi ve gerçekleri çarpıtan her şeyüzerine acımasızca gider. Parti dışı anla-yışlara karşı sınıf kini büyüktür. Yerinde

değerlendirmeleriyle yapının da takdirinialır, tek bir kişiyi incitmez, çünkü hedefiniiyi bilir. Partimizin ölçülerini içten yaşıyorolması, onda güzel özelliklerin gün geç-tikçe ortaya çıkmasını sağlar. Parti Ön-derliği’ne, partiye bağlılığını, mücadeleazmini yaşamında yoldaşlarına hissettirir.Bireysel yaşam istemi, kendini geri tutmaO’nun davranışlarında görülmemiştir. Yılaiyi bir giriş yapabilmek için eğitimde bü-yük uğraş vermiş, pratiği iple çekmiştir.Güçlerimiz henüz konferanslar sürecin-deyken düşman Avaşin alanına çok kap-samlı yönelir.

Düşmanın 1994 yılı için “ya bitirece-ğiz, ya bitireceğiz” deyip başladığı ilk yö-nelimdir. Güçlerimiz hâlâ böyle bir yöne-lime hazır olmadığından yoğun çatışma-lar, zorlanmalar yaşanır. Ama güçlerimizyıla biçilen planlamadan bir adım tavizvermeden operasyonun sonuçlanmasıy-la kapsamlı hareketlere girişir. Mücade-lenin önünde daima düşmandan dahaçok engel teşkil eden çeteciliğin, ihane-tin üzerine hızla yürünür. Hareketli ta-burda yer alan heval Bahtiyar da bukapsamlı hareketlere en önde katılır. Odoğal bir komutandır. İlk gün De Sateçete köyleri hedef alınır. Üç günlük birkuşatma yapılır, köye saldırılır. Düşma-nın ihanete yardım amacıyla kuşatmayıyarma girişiminde düşmana büyük ka-yıplar verdirilir. Düşmanın bitirdik dediğianda kapsamlı bir hareketin gerçekleş-mesi ihanet odaklarında da, düşmandada bir şaşkınlık doğurmuştur. Bunun sü-

reklileştirilmesi için Gerdi çeteciliğine debüyük bir darbe vurmak amacıyla Gıra-ma-Rıze baskını planlanır. Alan bütünendenetime alınıp iki çete köyü ve karakolhedeflenecektir.

Heval Bahtiyar önceki eylemin mutlu-luğu, coşkusuyla bu eylemde de ön saf-larda yer almak ister. Ama tabur komuta-nı kendisi için kaygılıdır. “Çok tezcanlı-sın, seni kaybetmekten korkuyorum” der.Fakat arkadaş dayatır, zorla ikna eder

komutanını. Eylemdenönce çok coşkuludur.“Böyle büyük eylem-lerde yer almak benimiçin büyük bir onurdur,tarihi anlamı vardır”der. Eyleme de bucoşkuyla gider. Çünküeylem, halkların öz-

gürlükle sözleşmesidir. O bunu yürektenyaşadığı için, bir heykeltraş inceliğiylesavaşı ele alır. Eyleme başladığında enönde ihanetin üzerine yürüyen O’dur.İhanetin bir yuvasını kuruturken, ihanetinkurşunu bir yoldaşımız gibi kendisi debulur ve yaralanır. Yoğun çatışmalar ne-deniyle sabaha ancak geri çekilme yapı-labilir. Yarası olmasına rağmen hevalBahtiyar arkadaşlarına şehit düşeceğinihissettirmemeye, durmadan arkadaşlarlakonuşarak onlara moral vermeye çalışır.Fakat içindeki yangın büyüktür. Suyunbaşına geldiklerinde su ister. Arkadaşlardurumunu ağır görmediğinden su ver-mekte bir sakınca görmezler. Bahtiyarheval orada şehadete ulaşır. Arkadaşlarbu duruma çok şaşırırlar. Bir dakika öncedurumu fazla ağır gözükmeyen yoldaşla-rı, uğruna canını verdiği değerlerin tem-sili olan son sözlerini söylemiştir: “BijîSerok Apo.”

Rahat uyu yoldaş, şimdi yoldaşlarınsenin özlü ve güçlü dünyanı halkınla bu-luşturmak için, eylem silahını omuzlamış,Kürt dilanı ile Karadeniz horonunda ifade-sini bulan halklarımızın görkemli özlemle-rini, toprağa sökülmemecesine kök sal-dırtmak üzere silahını omuzladılar.

Senin yüce anın önünde saygıyla eği-lirken, bir kez daha şiarını haykırıyoruz:“Yaşasın Enternasyonalizm!”

Anısı mücadelemize ışıktır.

Silah arkadaşları adınaBager

Pencere

Ne zaman sizlere dair birşeyler düşünmeye dursamyalın ayak, kederli çocuklar,kaçağa giderler katır kervanlarıylapenceremin önündenve canım kardeşim ne zaman

bir şeyleryazmaya dursam yarına dairülkemin kuytu bir köşesinde kusar namlular halkımın suratınasinsi

kalleşhaince

ve Cizre’de insan ölüleritank paletleri altında çatırdayankemik sesleridökülen kanlarımızla sularıztoprakta tohumu

yeşerirboy verir yarınlara

Seher olurHüseyin olurBerivan olurGün gelir bizim de dağlarımızda

açar çiçeklerToplarız ellerimizle diktiğimiz ağaçlardan

meyveleriİşte o zaman yaşarsamKi yaşayacağımcanım kardeşimyazarım sanakavganın en sıcak şiirlerini

Cafer Kılıç12.9.1992

Zelê

YYaaflflaammaakk OO’’nnuunn iiççiinn sseevvggiiyyddii

Anlamak

yaşamın

başlangıcıdır

Anlamak iyidir. Anlamak yaşamın baş-langıcıdır.’ Böyle demişti Büyük Kı-lıç. Sonra da, hepimizi anlaşılması ge-

reken ateşten bir dünyanın karşısında bırak-mıştı. “Anlayın!” Bakmıştık. Bütün derin ger-çekler; yürekleri sağır ve kör olanlar tarafın-dan anlaşılmayı sevmezler. Eskiden okurduk;Mısır tanrılarının gizlerine yaklaşanlar, birbir-leri ardında ölürlerdi. Düşünürdük. Kapita-lizm, tarih karşısında hep ikiyüzlü oldu. Tanrı-ların cesetlerini hoyratça pazarlara çıkardı; on-ları överek, yeniden yüceltme adı altında sattı.Sonra da, buna duyulan öfkeye, “Firavun’unlaneti” dedi. Bu, Paz’ın bir kitabına ad yaptığı“Alçaklığın Evrensel Tarihi” oldu. Bu çağdaştarih oldu. Evet, Mısır tanrılarının sırları, ken-dilerini anlamak isteyen Batılı bilginleri öldür-dü. Çünkü bunlar, hep derinde olan gerçeğekarşı, inanılmaz derecede ikiyüzlüydüler; yü-rekleri kördü; sağırdı. Çünkü gerçek, ehil ol-mayanlarca anlaşılmayı sevmez. Yüreğinizgerçeğin bulunduğu derinlik kadar derin değil-se, o gerçeğe yaklaşmamalısınız.

Kaç insan varsa yeryüzünde; gerçeğe o ka-dar çok yaklaşım biçimi vardır. Mesela; birbaşka bilginin ölümü de, yine gerçeğe farklıbir yaklaşım sonucunda olmuştu. Yine Nil kı-yısında bulunan bir kadın heykeli (bir tanrıçamıydı?) ile ilgiliydi öykü. Kazıcı bilgin, hey-keli bulduğunda, kimsenin anlamadığı bir şeyianlamış gibiydi. Diğerlerine göre, bütün hey-keller gibi bir heykeldi işte. Ama bilgin, yüz-yıllar önce taş kesilmiş bu gerçeğin karşısında;inanılmaz bir hayatın karşısındaymış gibi du-ruyordu. Duyduğu hayranlık ve giderek aşk,büyüktü. Taştan büyük bir kapıdan içeri gir-miş; kaynağı belli olmayan başka bir ışığın ay-

dınlattığı yeni bir dünyaya bakıyordu. Bu ışıkgerçeğe verili olmayan gözleri kör ederken;ona nesnelerin sırlarını aydınlatıyor, gösteri-yordu. Bilgin, artık hep heykele bakıyor, onun-la konuşuyordu. Giderek heykelle aynı dili,sessizliği keşfetti. Onunla anlaşabileceği enmükemmel dili sessizlikti. Bilgin yadırgandı.Kimi “deli” dedi ona, kimi “heykele aşık” ol-duğunu söyledi. O ise, zamanın ve sözlerin ta-şa dönüşmüş biçimini, o mükemmele yakınvarolma tarzını giderek daha çok benimsedi.Çevresindeki sığ, tarih karşısında ikiyüzlü,tanrısal olan her şeyi haraç-mezat pazarlayankalabalığa yabancılaştı. Sonunda öldü. Ağzı-nın çizgilerinde, gözkapaklarının artık dinle-nen elipsinde; tıpkı o heykelinkine benzeyenbir ifade vardı. Kahramanımızın adını hatırla-mıyorum. Ancak bu, gerçek bir öyküydü.

Neden anlatma gereği duydum?Neden anlattım? “Anlamak iyidir” çünkü.Çünkü korkunç bir ikiyüzlülüğe sahip ol-

muş olan Batı’nın; işte Mısır tarihi karşısında-ki tutumu ne idiyse, bize karşı tutumu da odur.Ancak bir şey daha var: Nasıl ki, sömürgeciBatı’nın hizmetinde; öz tarihlerini arkeologkazmalarıyla tuzla buz eden Mısırlı zavallılarve yüreksizler idiyse; nasıl ki Yeni Dünya kıta-sının yerlileri, kendilerini bütün bir kıtadan si-lecek, erkeklerinin memelerinden boyunlarınadizi dizi gerdanlık yapacak, kadınlarının ra-himlerini kesip kovboy şapkalarına madalyagibi gerecek Avrupalı sömürgeciler ordusunuen değerli armağanlarla karşıladıysa; özgür-lükten, onurdan kaçanların yanında, aynı hay-dut Avrupa’ya şu ya da bu ölçüde hizmet eden;onlara altın tepsiler içinde başarı (!) armağaneden anlayışlar, tarzlar ve kişilikler ezilen

halkların içinden çıkabiliyor. Bunu söylemekbüyük acı veriyor, ancak “anlamak iyidir. An-lamak, yaşamak için başlangıçtır.” Bundansonrası büyük öfkedir, “Büyük Kılıç”tır. Kimsekendini anldatmasın; biz Kürtler baltalarımızıasla toprağa gömmemeyi öğrendik.

Avrupa, bizde; kapitalist ikiyüzlülüğün tari-hin derinliklerinde gördüğü ve kendisini öldü-ren gerçeğe benzeyen bir şey görmektedir. Te-laşı bundandır. Avrupa bizde, yaşlı tohumuçatlatarak çıkan ve kayayı parçalayan bir kökgörmektedir. Çaresizliği bundandır. Avrupabizde, yeni insanlığın çocukluğunu, yeni birİsa’yı görmektedir. Saldırganlığı bundandır.Avrupa bizde, kendi tarihsel çocukluğunu gör-mektedir. Çocuklarını alçakça öldürmesi bun-dandır.

Avrupa’nın bize yaşatmak istediği açıktır.İşte, sağ kalan son komutanımız; kavmi yokedilmiş o Kızılderili reisi gibi, katliamın ku-raklaştırdığı, çölleştirdiği topraklarda, gelece-ğin çıplak tepesinden geçmişe bakarken, sün-gülenen, kılıçtan geçirilen, ölüleri bile param-parça edilen soydaşlarına bakacak ve şöyle di-yecek: “Evet, bir halkın düşü orada öldü. Yer-yüzünün merkezi yok artık. Ölüp gitti kutsalağaç.”

Ancak biz anladık. Büyük Kılıç’tan bildik.Giderek ustalaştık ve kendi kendisiyle savaş-tırmak suretiyle de olsa; bu evrensel alçaklığıbitireceğiz. Ve muzaffer komutanımız BüyükKılıç, Cudi’nin tepesinden aşağılara, geçmişebakarak şöyle diyecek:

“Evet. Bir halkın düşü burada gerçekleşti.Yeryüzünün merkezi şimdi burada. Burada,Kürdistan’da kök saldı ve büyüyor kutsalağaç...”

H. Kaytan

www.ars

ivaku

rd.o

rg

Sayfa 12 SerxwebûnEkim 1997

dönüştürebilme imkanına sahibiz.Taktik üzerine yürüttüğümüz çalışmalar

ilk defa gerillanın derli-toplu oluşturulabile-ceğini ortaya çıkarmıştır. Dönem çalışmala-rımızın en temel özelliği budur. Taktiğin te-mel hususlarının oturtulması, üslendirilme-den tutalım, hareket tarzına kadar ve hertürlü doğru eylem anlayışına taşırmaya ka-dar tedbirler gerçekleştiriliyor. Bu bizim bü-yük avantajımızı teşkil ediyor ve bunu daeskisiyle kıyaslanmayacak bir biçimde rahatyapacağız.

15 Ağustos 1984 sürecinde böyle birşansımız yoktu. Hatta 1990’larda bile buşansımız yoktu. Ama 1992, 1994 ve1995’lerde şansımız büyüktü. Bu şansı dakendi elimizle tersyüz ettik. O da düşmanınbaşarılı askeri tarzından ileri gelmiyor. Amabizim yetersizliklerimizi düşman kendisi içinbaşarı nedeni sayıyor.

Biz bunu da tersine çevirebiliriz. Büyükavantaj burada ve hemen hemen bütünalanlar üslenme imkanı sunuyor. Yine geri-liklerine rağmen, büyük tecrübeler kazanmışbirliklerimiz var. En önemlisi de yanlış olannetleşmiş, doğrunun kesin uygulama imkanıdoğmuştur. Bunlar birleştirildiğinde genel-kurmayın kendisi için avantaj dediği, birlikle-rimiz konusunda dezavantaja, müthiş gerillabirliklerinin büyük aşama yapmasına dönü-şüyor. Daraltılmış alanlar bizim için ideal üsalanlar oluyor. Yozlaşma birimleri de müthişgerilla birimlerine dönüşüyor. Bu sağlıklı birgerilla savaşı için mükemmel bir konumdur.Buna bir de dayanma gücü eklenirse genel-kurmayın korkulu bir rüyası olmak işten biledeğildir.

Her an marjinalleştirmenin tersine çevri-leceğini genelkurmay da itiraf ediyor. “Kon-sept”, yani “paket, planlama” diyorlar. Eko-nomik, sosyal tedbirlerle teşvikler, kısmendemokratik görünümlü bazı şeyler de yapa-bilirler. Köy-kent projeleri, yeniden emniyetisağlanmış köylere köylüleri getirip ekonomikfaaliyete sevketmek, biraz ekonomik olarakyardımcı olmak, işsizliğe biraz çıkış yolugöstermek, kredileri biraz daha fazla dağıt-mak ve bölgenin işbirlikçi yerel burjuvalarınabu yönlü bir paket açılıyor.

Bu ne kadar uygulanır, uygulanmaz ayrıbir şey. Lehlerine mi olur, aleyhlerine mi, buda ayrı bir şey. Her adımın aleyhimizde de-ğil, lehimizde olacağına hükmedilebilir. Çün-kü o imkanla biz daha fazla gelişebiliriz.Sosyal tedbirlerden bahsedilen durum daeğitim programıdır. Okulları açma, okutma,bizim bunu daha iyi kullanacağımız açık.Öğretmenlere verilen maaşları paylaşmak-tan tutalım, onları kendimiz için çalıştırmaimkanı da her zamankinden daha fazladır.

Kaldı ki, bir asimilasyon politikasıyla daartık çocukların asimilesi de imkansızdır.Kültür faaliyetleri, sanat-spor ve diyanetineliyle imam, vaiz politikalarına ağırlık vere-cekler. Bunları da boşa çıkarmamız işten bi-le değil. Yapılması gereken sanat-spor et-kinliklerine hem sızarak, hem provoke ede-rek boşa çıkarmak, bu yönlü cephesel faali-yetler üzerinde kesinlikle üzerine düşeniyapmak mümkündür. Bizim de karşı kültürfaaliyetlerimiz, karşı spor faaliyetlerimiz dev-reye girebilir. Legal olanaklar bu alanlardaçalışma imkanına dahildir. Aynı şey dini im-kanlar için de hareket halindedir.

Gerek askeri, gerek ekonomik, gereksosyal, gerek siyasi boyutu ve özellikle HA-DEP’e bir işbirlikçi yönetim dayatılarak vetamamen devletin güdümünde karşı-devrim-ci bir tedbir geliştirilmek isteniyor. Buna da-yalı basın, partiler ve seçimler yasasını ra-hatlıkla tersine çevirebileceğimizi söyleyebi-liriz.

Görülüyor ki, bütün bu yeni konsept,kendileri için bir şans değil, şanssızlıktır. Birolanak değil, olanaksızlık, bir çözüm değil,çözümsüzlüktür. Sizin için de bir şans, birçözüm, bir olanak haline dönüştürülebilir.Marjinal teoriden tutalım, ekonomik, sosyal,siyasal içerikli bütün plan hususlarına bizimçok etkili müdahale etmemiz ve imkanları le-himize çevirmemiz hiçbir dönemle kısaylan-mayacak bir biçimde önümüzdeki dönemdebir gerçek haline gelebilir.

Dolayısıyla temel taktiğimizi düşmanınbu konseptine, teknik yaklaşımlarına, planı-na dayatırken yapılması gerekenler var:

birinci plana aldık” biçimindeki değerlendir-mesidir. Bu da biraz saptırma gerekçesinedayalıdır.

İrticayı şunun için işin içine koydular:Dünya siyonizminin İslama yönelik bazıeğilimleri var, o istemlere cevap vermekiçin. Bir de cumhuriyetin geleneksel laiklikpolitikası var. Laiklik silahı altında tekrar da-ğılan cumhuriyetçi-kemalist kuşağı toparla-mak için irtica tehlikesi diye bir tehlike icatedildi. Yoksa devletin kendisi irtica diye tabiredilen durumla islamı sahte bir biçimde kul-lanmıştır. Bütün Kürt çocuklarına gerçek is-lamdan hiçbir şey verilmeyerek, tarikatlaraalınmış ve büyük cahilleştirilmişlerdir. Kürtçocukları kör birer ezberciler haline getirile-rek bilinçleri ve zihinleri çarpıtılmıştır. Nere-deyse çeyrek asırdır bu tarikatları çok tehli-keli bir biçimde kullanıyorlar.

Elbette bunun bir de maliyesi var. İşte,Refah’ı ortaya çıkardılar. Devletin başınaadeta bela oldu. Hükümet verdiler yetmedi,devleti istedi. Tabii siyonist ve laik devlet bu-rada tepkisini ciddi bir biçimde ortaya koydu.Fakat bunları kısmen kullandıktan sonrapatlamış bir mermi gibi yere attılar. Ve “bi-rinci tehlike irtica” deyip yaygarayı kopardı-lar. Yoksa mücadelemize karşı kullandıklarıbir silahtı. Biraz kullanılmaz ve ters tepmeihtimali gözükünce aşma gereği duydular.Bunu yaparlarken de, kamuoyuna ve siyo-nistlere şu mesajı verdiler: “Ben irticayla, is-lamla savaşıyorum.” Halka karşı da, “çağ-daş yaşamımıza karşı tehdit var, onunla sa-vaşıyorum, vergi ver, sen de dışarıdan krediver” biçiminde böyle usta bir taktik geliştirdi-ler.

Devlet gerçekleştirdiği bu usta taktikleşöyle bir fayda daha gördü: PKK ile irticabirbirine yakındır. Dolayısıyla “PKK’nin geri-cilikle bağlantısı var” diyerek, uluslararasıkamuoyunda partimizin prestijini sarsmak is-tediler. İlerici, devrimci, demokrat, sosyalistbir parti değil de islam radikalizmiyle, irtica-cılarla ittifak halinde tehlikeli bir güç. Dolayı-sıyla genelkurmaylık, önümüzdeki dönemeilişkin yürüteceği savaşta, PKK’yi tecrit et-mek için irtica kavramına bel bağlayarak, buyönlü bir konsept ve yeni anlayış içine gir-miştir.

İkinci önemli bir husus ise genelkurmay-lık, “marjinalleştirme” diye bir kavram geliş-tirmiştir. Bununla dile getirilmek istenen şu-dur: “PKK askeri olarak yenildi.” Kalan grup-lar da marjinal, toplumla, yaşamla fazla bağ-ları kalmamış, dağlarda şuraya buraya sı-kıştırılmış, çıkış yolları olmayan, lojistik ola-rak yolları kapatılmış, büyük bir çemberealınmış ve korku psikolojisi altında yaşamıkurtarmak için bir yandan kaçış, bir yandanteslimiyet psikolojisini körükleyerek ve bir deiçine bazı ajanlar sızdırarak sahte yaşamolanakları, bazılarını da elde ederek güdüle-rini konuşturma; açlık güdülerini, cinsi güdü-lerini tahrik ederek bunun tedbirlerini almış-lar. Buna dayalı böyle bir yaklaşımla “gerisi-ni de getiririz” diyorlar.

Genelkurmay çok emin konuşuyor. Sonzamanlarda sanırım Garzan gibi benzeriyerlerde aldığı işaretlerle bu yöntemi tuttura-cağını sanmaktadır. “Kendi içinde çözülü-yor. Hiç savaşmadan, hatta ordu birliklerininsavaşmasından daha hayırlı sonuçları kendiiçinde üretiyor” diyorlar. Bir nevi kontralaş-mış öğelerin yoz yaşama ardına kadar bu-laşmaları, hiçbir eğitsel, örgütsel çalışmayürütmemeleri ve bir de Garzan örneğindeolduğu gibi, “hiç dokunmayın, yaşam imkan-ları verin, güdülerini tatmin edecek yaşamatamamen kapıları açık tutun.” Gerçekten buyöntem etkili olmuştur. Hâlâ birçok alanı datehdit ediyor. Genelkurmaylık sanırım buyöntemde biraz ısrar edecek. Çünkü zayıfkadroyu, zayıf savaşçıyı, kadın katılımını dabu yönde değerlendirmeye tabi tutmuş. Kölekadınla savaştan kopmuş namussuz erkeğibuluşturarak oldukça çarpıcı sonuç alacağı-nı sanmaktadır. İşte, marjinalleştirme teorisi-nin özünde bu var.

Şimdi bunun bizim için hem avantajları,hem dezavantajları vardır. Aslında oradaaskeri açıdan yenilme yok. Fakat askeri tak-tiğe açılım kazandırmama gerçeği var. Çiz-giye, taktiğe karşı direnmelerin hâlâ devametmiş olması, genelkurmayın bu hesabınayol açıyor. Fakat bu her ikisini de avantaja

Marjinalleşmeye karşı çok sağlam gerilla çe-kirdekleri, alanların mükemmel üslere, hattakurtarılmış üslere doğru dönüştürülmeleri,kesinlikle ele alınması gereken en temeltedbirdir. Gerilla çekirdekleri eskisi gibi yan-lış bir lojistik anlayış, eğitimden kaçma gibiyanlış hareket tarzlarından hızla koparakkalıcı, kendilerini çok iyi sağlama alabilecek-leri ve dört dörtlük gerilla esaslarına bağlıyaşayabilecekleri alanlara dönüştürecekler.Şimdi bunun için olanaklar, geniş ve derin-likli sahalar fazlasıyla var. İşte bu tarz birgerilla gerçekleşmesi Türkiye’ye, Karade-niz’e, Toroslara ve Ege’lere kadar taşırılabi-lir. Böylelikle yepyeni bir gerilla hamlesininbütün imkanları hiçbir dönemle kıyaslana-mayacak biçimde önümüze çıkmıştır. Heralanda varolan birlikler kadar, bu birliklerebu anlayışla yaklaşıldığında büyük sıçrama-ya yol açabilecek bir gerilla taktik tarzıylakarşı karşıyayız.

İlkin sağlam gerilla ordusu olunur ve an-cak ardından lojistik sorunu çözümlenir. Ya-ni önce her şeyi lojistiğe bağlamak düşma-nın tuzağına düşmek olur. Bunun için doğrubir lojistik politikasından tutalım, bunu teminetmek, bunun olanaklarını yaratma imkanıfazlasıyla vardır. Yanlış tarz, bu zorluğa, busonuca yol açmıştır. Bu basit bir altyapı ça-lışmasıdır. En önemlisi doğru birlik oluştur-mak, doğru komuta oluşturmak ve büyükhedefe bağlanmış birlikleri yaratmaktır. Şim-diye kadar yapılamayan doğru hareket tarzı,birlikleri oturtmak ve her türlü doğru eylemanlayışına seferber etmek, doğru komutanındoğru birlik tarzı, doğru yönetme, doğruplanlama, bizzat başında uygulamaktır. İşte,şimdi bu fırsatlar çok çarpıcı bir biçimde or-taya çıkıyor.

Marjinalleştirme teorisine dayatacağımızbu anlayış, onu tamamen lehimize çevirebi-lir ve her an bu ordu da kendini büyütebilir.Zaten kanalları ve çekirdek açık. Doğru tarzve yönetim hazır. İstendiğinde kendini ikiye,üçe katlayabilir. Önümüzdeki süreçte heralana bu serpiştirilebilir. Karadeniz’den tuta-lım Akdeniz’e kadar, Sivas’tan tutalım Sü-leymaniye’ye kadar bu tarz bir gerillayı hare-kete geçirmek büyük bir imkan dahilindedir.Bu, Ortadoğu’nun en büyük devrimci gücüolarak kendisini gösterecektir. Bu yönlü aldı-ğımız tedbirler vardır. Yaklaşımları düzeltmedevam ediyor. Önümüzdeki süreçte çok da-ha derinleştireceğimiz kesindir. Gerilla ordu-laşması ve savaş tarzının en temel çalışmaolduğu ve bütün çalışmaların bununla bağ-lantısı olması gerektiğini bir kez daha vurgu-lamadan geçemiyorum.

Ekonomik-sosyal ve siyasal olarak bukonsepte verebileceğimiz en temel yaklaşımher bakımdan kitlemizin içine girmektir. Eko-nomik sorunların sonuçlarını örgütlemek,halkımızı avlayan sosyal-siyasal etkinlikleriniçine girmek, onları muazzam bir kitle örgüt-lenmesine dönüştürmek ve legaliteyi, illega-liteyi veya gerillanın etkisiyle legal düzeyedoğru birleştirmektir. Muazzam uyandırılmışbir kitle var. İşte bunların örgütlendirilmesin-den bahsediyoruz. Yine şehir gerillasınıngeliştirilmesi gerekiyor. Nitekim bu yapılamı-yor. Ama bunu inkar etmemekle birlikte bu-nun gereklerine hükmeden kadrolar gerekli.Ağırlıklı ve legal örgütlenmeyi ve bunun için-de kültür ve sportif faaliyetleri de geliştirmekgerekiyor. Ne kadar gevşek de olsa, çokyaygın örgütlenmeler gerçekleştirmek, legal-siyasi faaliyete büyük önem vermek, bunaTürkiye solunu da dahil etmek, Türkiye’ninbütün demokratik kuruluşlarını büyük bir le-gal cephe hareketine dönüştürmek bu döne-min en yakalanması gereken taktiğidir. İsteradına Türk-Kürt halkının, ister azınlıklarlabirlikte cephesel örgütü denilsin, eşitlik, öz-gürlük temelinde bir blok örgüt, bir çatı örgü-tü geliştirilebilir.

Elbette barış silahı çok iyi kullanılabilir.Türkiye’nin halk yığınları artık barış isteme-ye başladılar. Bizim kitlelerin de barış istemigüçlü. Bu bir yandan savaşı geliştirirken, biryandan halkların lehine bir barışı da kitlele-rin önüne koyuyoruz. Barış politikasıyla kit-leleri örgütlemek, savaş politikamızla da ge-rilla ordulaşmamızı geliştirmek. Böyle içiçebir planlama... İşte, bütün bunlar TC’nin bü-tün konseptini başına çalacak kadar etkiliolabileceğe benziyor ve en çok da bu dö-

daha fazla ağırlaştırarak bir an önce onayvermekten geri durmayan bir meclis gerçekli-ği var. Bu meclisin hiçbir özelliği yoktur. Cum-hurbaşkanlığı kurumu bu işin adeta eşi görül-memiş bir propagandasını onbeş yaşındakibir delikanlıda bile gözükmeyen bir enerjiyleyapmaktadır. Tam bir palyaço gibi, konumu-na denk gelen bir koordineyi veya onun halkgözünde sergilenmesini üstlenmektedir. Özelsavaşın emirlerini en erkenden anlayan vebirinci elden yürüten makam oluyor.

Olağanüstü Hal Valiliği, eşgüdüm komi-tesi adı altında daha makul ve biraz eskiyegöze batan dikenlerinden ve onları zor duru-ma düşüren konumlarından çıkmaya çalışı-yor. Bu kurum halka şirin gösterilerek böylebir isim altında yeniden düzenleme çalışma-sına girmişlerdir. Yine bununla birlikte koru-cuların daha da işi çığırından çıkarmalarıyüzünden bu kuruma da bir çeki-düzen ver-mek istiyorlar. Gözde olanları uzman çavuş-lar gibi, diğerlerini askere alıp kullanacaklar.Bunun için hileli bir biçimde ekonomide al-

dıkları tedbirler var. Aslında zamlar ve bu-nunla birlikte sekiz yıllık eğitim ve büyük eği-tim seferberliği için değil, özel savaşın ihti-yaçlarını karşılamak içindir. Artık halk özelsavaşa para vermek istemiyor. Ama çokönemli bir sekiz yıl eğitimi için verebilir. Zamhükümeti ekonomik olarak böyle bir taktikiçindedir. Başka hiçbir ekonomik değeri yok.Özelleştirmeyle, vergilerle ve dışta siyonistmali sistemi kullanarak bu savaşın birazönümüzdeki süreçte finansmanını elde et-mek istiyorlar. Bugün Türkiye’deki ekonomi

bundan başka herhangi bir ekonomik durumdeğildir.

Bu hükümetin daha geliştirilmiş bir özelsavaş hükümeti olduğu kesin! İç ve dış ka-muoyuna yansıttıkları gibi bir demokratik, si-yasal uzlaşma hükümeti değildir. Aldatmacakabilinden “insan hakları”, sözümona “de-mokratik tedbirler alıyorum” diyor. Ama özelsavaş ağırlıklı bir hükümet olduğundan ke-sinlikle kuşku yok. Yaptığı hazırlıklarla busavaşı biraz daha ilerletecekler. Biraz dahayenilik taşıyan, Genelkurmayın “irticayı da

YYEENN‹‹ DDÖÖNNEEMMDDEEGGEERR‹‹LLLLAA BBÜÜYYÜÜKKDDÖÖNNÜÜfifiÜÜMMÜÜNN‹‹FFAADDEESS‹‹ OOLLAACCAAKKTTIIRR

Başkan APO değerlendiriyor...

� Baştarafı 1. sayfada

www.ars

ivaku

rd.o

rg

Serxwebûn Sayfa 13Ekim 1997

nemde bunun uygulanma şansı vardır.Kitle çalışmasının çok derli toplu kadro

ve önderlik istediği unutulmamalı. Aslındaşimdiye kadar biz kitleleri yönettik. Kitlelerincephesel etkilenmesini sürekli geliştirdik.Onların umudunu, onların olanaklarını; özel-likle basın-yayın yolunu kullanarak, bu göre-vi biraz tek başımıza yerine getirdik. Bununüzerinde kadrolarımızın büyük oyun oyna-dıklarını biliyoruz. Metropollerdeki kadrolarınmarjinalleşme teorisine göre yaşamaları,kutsal görevlerini bir tarafa bırakıp düşkün-lük peşinde koşmaları, örgütsel görevlereihanet anlamındadır ve bu çok zarar verdi.Bu yönlü tedbirler alınacaktır. Gerilla da da-ha sağlam, sonuna kadar görevlerine bağlı,halk önderleri, örgütleyiciler mutlaka ger-çekleştirilmek zorunda. Sınırlı sayıda örgüt-leyicinin bu işlerde muazzam rol oynayaca-ğını mutlaka değerlendirmeliyiz. Öyle sıra-dan, savaş dışı kalmış, halkın başına belatipleri kesinlikle bu çalışmaların içine gön-dermemek gerekecek.

Sonuna kadar kendine hakim, örgütlemeustalığı olan, legaliteyi de çok iyi kullanabi-len, kolay av haline getirmeyen bir örgütleyi-ciler grubu belki de gerilladan daha fazla işyapabilir. Bunun imkanları hiçbir dönemlekıyaslanamayacak kadar vardır. Hatta Türki-ye’nin siyasal dengesi bu potansiyelin kulla-nılmasına bağlıdır. Bütün burjuva partileri bupotansiyele göz diktiği gibi, bunun sıradandoğru kullanılması, bütün burjuva partilerindüzen seçeneğini yerle bir edip halk seçe-neğine büyük güç kazandırabilir. Önümüz-deki dönemde bu güç ele alınıp büyük birmücadele silahı haline getirilecektir. Halkla-rın cephesel örgütü, siyasal cephesi büyükgelişme kazanacaktır. Önümüzdeki planla-manın en önemli yönünü de bu teşkil ede-cektir. Gerekleri yerine getirildiğinde düze-nin halkı aldatma politikalarına, sahte koalis-yonlarına verilecek en temel cevap olacak-tır.

Bilindiği gibi uluslararası alanda gelişme-ler vardır. Savaş taktiğimizi, hatta stratejimi-zi Türkiye’nin ABD ve İsrail ile birlikte geliş-tirdiği ve son tahlilde Ortadoğu’yu hakimiyet-leri altına almaya çalıştıkları stratejisi gözö-nüne getirilmeden, Ortadoğu’da yer bulmakve ona dayalı olarak savaş çizgimizi geliştir-mek düşünülemez. Çok önceden bunun ge-reklerini, görev ve hazırlıklarını yapan ön-derlik, bundan sonra da belli ki bu ittifakınsavaşımız lehine kullanılması için en başarı-lı uygulamalarını ortaya çıkarabilecektir. Da-ha şimdiden Ortadoğu halkları Türkiye’ninbu ittifakına büyük bir itirazla karşılık veri-yorlar.

Biz de bunun politik ürünlerini daha şim-diden derliyoruz. Bu ittifaka dayalı Kürt işbir-likçiliği Kuzey’de olduğu kadar, daha ağırlıklıolarak Güney’de Barzani önderlikli büyük birfaka basmıştır. Denilebilir ki, ilk defa kazdığıkuyuya düşmüştür. Halkın düşmanlarına da-yanarak kendini yaşatması şimdiden onutecrite götürmüştür. Tabii ki bunda bu yeniittifakların büyük bir yeri vardır. Bu bizim de-ğerlendirmemiz ve bunun pratik hazırlıkları-nı çoktan yapmış olmamız bu işbirlikçiliğeölümcül bir darbe oluyor. Bu anlanda bölge-sel politikada yerimizi belirlemişiz.

Elbette bunu dünya çapında ABD ile çe-lişkileri olan Rusya, Fransa ve Avrupa gibiodaklarla da daha rahat ilişki kurmak, enazından bu çatlaklardan yararlanma imkanı-nı daha fazla veriyor. Bu, dolayısıyla diplo-masiye de daha fazla gelişme fırsatı sunu-yor. Ortadoğu ağırlıklı devrimci bir diploma-si, uluslararası alandaki diplomasiden dahafazla iş yapabilir. Özellikle Güney Ameri-ka’da, Asya’da, Afrika’da, Rusya’da, Avru-pa’da, hatta Amerika’da da diplomasinin im-kanları belirmiştir. Buradan da alınacak güç-le bu savaşı beslemek ve Türkiye’de de-mokratik hak, iddia seçeneğini geliştirmekoldukça gündeme girmiş ve artık gerekleri-nin bir pratik sorun olarak karşılanması ge-reken bir aşamasındayız.

Tabii ki, burada da sağlam kadrolarladiplomasi yürütülür. Bölge içinden çok du-yarlı taktik adımlarla yol alınır. Strateji böylegelişim kazandı diye, taktiğe cevap verme-yen adımlar ancak boşa çıkartabilir. Dolayı-sıyla bu zeminleri kullanırken politik gerçek-liğe çok dikkat etmek gerekiyor. Yanlış dost-

luk anlayışlarıyla olduğu kadar, yanlış düş-manlık anlayışlarıyla da zaman tüketmemekve olanakları çarçur etmemek çok çokönemlidir. Sanırım bu konuda, özellikle Gü-ney Kürdistan devriminde içine düşülen ha-talar var. Bazen uzlaşma, bazen tepkisellik-ler zarar vermiştir. Bu da aşıldığında Güneydevriminde büyük güç kazanılması kaçınıl-mazdır.

Şu anda Güney devriminde büyük birsıçrama sözkonusudur. Devrim artık reform-cu, hatta işbirlikçi anlayışla boy ölçüşecekkadar iddia kazanmıştır. Güney’deki gerillave gelişen siyasal etkinlik kesinlikle sadece

Güney Kürdistan’da değil, Irak genelinde vegiderek Ortadoğu’da önemli bir gelişmeninsahibi olacaktır. Bu da ileri düzeyde bir ka-zanımdır ve önümüzdeki süreçte daha çar-pıcı sonuç alıcı bir gelişmeye yol açabilir.Bölge devletleriyle geliştirilen ilişkiler, dahada genelde Arap-Fars, hatta Türk, Türki veulusal topluluklarla geliştirilecek ilişkiler budönemde büyük bir gelişme kazanabilir.

Gerek siyasal olarak devletler düzeyin-de, gerekse örgütsel düzeyde, kültürel dü-zeyde geliştirilecek ilişkiler zaten mücade-lemize hem meşruiyet kazandırır, hem dedestek sağlar. Yine Yunan halkının Türkbaskısından korkuyla geliştirdiği ilişkiler,ayrıca Ermenilerin de yavaş yavaş müca-delemize karşı dostane bir tutum içine gir-meleri, bundan sonra daha büyük bir güçkazanacağı gibi, pratik desteklenme düze-yine kavuşması da imkan dahilindedir. Bu-na Rusya’yı da eklemek gerekir. Türki-ye’nin Orta Asya’ya ilişkin hegemonyacıyaklaşımları, Amerika’yla, İsrail’le birlikteRusya’ya karşı politikaları oluşturmaktanötürü bizimle ilişkilerine önem vermeye gö-türüyor. Uluslararası çerçeve ilk defa böylederli toplu hem stratejik, hem taktik, imkan,fırsatlar biçiminde bir rol oynayacağa ben-ziyor.

Türkiye halkı da artık eski şoven önyar-gılarından kurtulmaya çalışıyor. Çünkü barı-şa zorunlu bir ihtiyacı vardır. Ekonomik bu-nalım, onun da artık barışla bu işten kurtul-ması gerektiğini zorunlu kılıyor. Zaten Kür-distan halkı baştan beri tercihini ulusal kur-tuluştan yana yapmıştır. Fakat artan olanak-larla daha fazla politikaların içine gireceğiartık önünde durularak kendi halklarının ta-kipçisi olacağı kesindir. Savaşla bütünleş-miş bir irade var. Daha çok da savaşa des-tek verecek düzeye onu getirecektir.

Bu süreç ne getirebilir? Bu tarz pratik ça-lışmalar ve taktik yerine oturtulursa en çokgözönüne getirilecek husus, siyasal çözümeacaba yol açabilir mi, açamaz mı sorusudur.İşte, bu da taktiğin etkili kullanılmasına bağ-lıdır.

Eğer gerilla ve siyasal taktiklerimiz, den-geli ve eşgüdümlü bir biçimde rol oynarsabunun sonucu mutlaka bir siyasi çözümdür.Zaten düşmanın iddiası kırılmış, askeri se-çeneği bütünüyle yerini siyasi seçeneğe bı-rakabilir. Diyaloğa zorlanacaktır ve bundanbaşka çare bulamayacaktır. Bunun da anla-mı şudur: Ulusal, demokratik ve gidereksosyalist talepler bizim için daha tercih edil-mesi gereken bir yöntemle ve bu aşamadaOrtadoğu’da daha etkili, daha enternasyo-nalist bir biçimde kullanmayı, Türkiye’nin si-yasal sistemi üzerine anayasal, yasal dü-zenlemeleri geliştirmek mümkün olur. Fede-rasyon tipi yaklaşımlardan tutalım daha de-ğişik devlet düzenlemeleri geliştirilebilir. Ta-bii bunun için ekonomik düzenlemelerdentutalım, sosyal devrimi geliştirme de gözardıedilmemelidir.

Bir ekonomik, bir sosyal devrim, bir siya-sal devrimden çok daha önemlidir. Özelliklebunu Türkiye’nin şu anki mevcut sınırları da-hilinde veya bu temelde Kürdistan’ı da içer-mesi bizim için daha tercih edilir. Çünküdevrimci mücadeleyi çok rahatlıkla taşırma

Botan eyaleti

Botan, 15 Ağustos savaşımının birinci el-den sorumluluğunu yürütmekle karşı karşıyaolan, düşmanın da birinci planda kuşatmayaalmaya çalıştığı, bunu tam başaramadığı,ama bizim de hâlâ gerilla tarzımızı tam otur-tamadığımız bir konumu yaşıyor. Düşmanınçok kapsamlı olarak Botan’a dayattığı marji-nalleşme her ne kadar belli bir gelişme sağ-lamışsa da, tam bir sonuç almaktan uzaktır.Gerillamızın da hâlâ temel taktik tarzıyla bu-raya yüklenip düşmanı boşa çıkardığı tamolarak söylenemez.

Karşılıklı çabalar devam etmektedir. Bo-tan, partimizin verdiği önemi hem değerlen-dirmek, hem de mutlaka gereklerini karşıla-mak zorunda. Burayı tercih etmemiz yerin-deydi. Zaten Kürdistan tarihi boyunca ve gü-nümüzde de gerilla ve gerilla savaşının baş-latılması için en başta gelen alanlardan biri-dir. Burada hata yok, çok güç yığdık. Belkibu kadar güç yığmak gerekmeyebilirdi. El-bette özel savaşın tasfiye çabaları da söz-konusudur. Özel savaşın uygulama ve plan-larını boşa çıkarmak için bu kadar güç akta-rımı gerçekleştirdik. Yeni dönem yönelimi-mizde belirlenen çerçeve dahilinde Botan’ıbir kez daha uygalamaya çekmek istiyoruz.

Nedir bu uygulama? Alan kendini dahageniş sınırlara taşırarak, genişliğine, derinli-ğine ve özellikle coğrafya itibariyle bir üslen-me alanı, esas olarak gerilla yaşamını vesavaş taktiklerini buna dayalı olarak gelişti-rerek, düşmana karşı en azından bir içiçeyaşamayı, bir denge yakalamayı hedefleye-cek ve başarırsa görevini yaptığını söyleye-bilecektir.

Botan için en temel gerilla hedefi bir defagenişliğine ve derinliğine gizlenmiş veya ya-rı açık hareket tarzıdır. Ekonomik altyapısınıda oluşturarak, özgür yaşamı herkese sin-dirten ve herkesi “böyle özgür yaşanılır vebunun için gerekli saldırıyı, gerekli savun-mayı yapabiliriz” deme noktasına getirmekleyükümlüdür. Başka türlü bir Botan planla-ması olamaz. Öyle eskisi gibi alışılagelen,“şu tepe senin, şu tepe benim, şu karakolasaldır” biçiminde kendini müthiş yıpratantarz ile Botan’da bir ilerleme kaydedilmez.

Botan’da kabul edilmesi gereken savaştarzı; en az düşman kadar bir üslenmeyi gö-ze alan ve onun bütün tekniği ve sayı üstün-lüğüne dayalı üstünlüklerini, avantajlarınıkarşılayan ve bunu da giderek dezavantajadönüştüren bir gerilla gerçekleşmesidir.Doğru bir üslenme, mevzilenme durumu,yeraltı ve lojistik gibi konularda bütün tedbir-lerini çok önceden sağlaması gerekiyor.

Biz burada yaşamımızı örgütlüyoruz. Bizburanın iktidar gücüyüz artık. Yılın bütüntedbirlerini almışız. İşte, bu anlamda eski-den söylediğiniz gibi “geleceği varsa göre-ceği de vardır.” Nitekim bunu bireysel ve kü-çük gruplar anlamında söylüyordunuz. İşte,bu sefer gerilla gelebilecek bütün saldırılarıgöğüsleyecek kadar oturtulmuştur, mevzi-lenmiştir, tetiktedir. Biz bunu ancak bu biçi-miyle kabul edebiliriz. Alay mı olur, tugay mı

olur, en temel alınması gereken üslenmealanında bu tarz oturtuluyor. Düşman isterkolorduyla gelsin, eğer gerçekten gerekleriyapılmışsa bu tarzla düşman yokedilecektir.İsterse elli kayıp da verelim, biz bu savaşıburada kabul ederiz ve savaş tarzımızı dü-zeltiriz. İşte o zaman gerçek savaş dediği-miz olayı yaşarız. Artık bununla hiç kimse-nin ne anlayışta ne uygulamada oynama-ması gerektiği kadar, nedenlerine de tamanlam vererek gereklerini yapması gereki-yor.

Gruplarımız yoğun çalışıyorlar. Her günyükleniyorlar. Bu da öyle bir katkı grubu ola-cak, katkısı belki yüzde beştir, ama belirli

imkanı vardır. Diğer parçalarla federasyontemelinde bir bağlaşıklık, Kürdistan devrimi-ni bütün Arabistan’a, hatta Orta Asya’ya gö-türebilir.

Devrimimizin enternasyonalist niteliği bi-zi milliyetçi bir devlet yerine, diğer halklarlabütünleşmeye götüren ve siyasal organizas-yonları yaratmayı daha fazla şanslı kılıyor.Tecrite alınmış bir otonomi, bir federasyonveya dar bir devlet imha olmayla karşı karşı-yadır. Bunun yerine Kürdistan’ın kendi için-deki devrimini esas almakla birlikte, onunyayılmasını imkan dahiline sokan biçimleriöngörmek daha büyük ve sağlam güvence

kadar, yayılmaya da yol açıyor. Böyle birhedef güncelleşebilir ve uygulama şansı ya-vaş yavaş gelişebilir. Bunun için şüphesizönderlik gerçeğinin sağlam tutulması herzaman vurguladığımız bir husustur.

Partileşme üzerine büyük çözümlemeleryaptık. Parti öncülüğü sağlam ve bütün ça-lışmalara egemen kılınmadan yozlaşma vedağılma kaçınılmazdır. Ne sağlam bir askeriordu, ne siyasi bir ordu kurulabilir. Parti ön-cülüğünün önemi eskisiyle kıyaslanamaya-cak bir biçimde artmıştır. Öncülüğü derinliklikılmak, önder militan kadroları bütün çalış-maların özüne çekmek ve büyük fedakarlık-la yaratcılığı birleştirmek, bütün planlamala-rın hayata geçirilmesi için esastır.

İşler gelişmiştir. Öncülük gereklerine es-kisi gibi uymaya gerek yok demek, yapılabi-licek en büyük kötülük ve sapmadır. Bu ka-dar ağır görevler, neredeyse dünyanın entemel bir devrimci hareketini yönlendirirken,işini çok iyi götürmesini bilen ve uluslarara-sı düzeyi yakalamış standartlardaki militan-lara ihtiyaç gösteriyor. İçte askeri konular-dan tutalım dışta diplomasiye kadar, legalfaaliyetten tutalım ekonomik faaliyetlerin ör-gütlendirilmesine kadar, ideolojinin, ilkeleri-mizin gözetilmesinden tutalım politik çizgi-nin esnekliğine kadar, böyle komple birkadro kişiliğine ulaşmadan bu kapsamlı gö-revlerin başarılmasından tabii ki bahsede-meyiz.

Bu açıdan parti öncülüğü, partinin kadro-lar sorunu yakıcıdır ve bizim de burada yap-makta olduğumuz en temel çalışmanın kad-ro çalışması olması da bu nedenledir. Çö-zümleme düzeyinin çok geliştirilmiş olması-nın nedeni kadro çözümlemesinin temelidir.Bunu ileri düzeyde yaptık, uygulaması daartık bir eğitim işidir. Her sahada güçlü kad-roları ortaya çıkarabilir. Bu da çok büyük birimkan olduğu kadar zaferin güvencesidir.

Her başarılı adımın altında sağlam birkadro anlayışı ve uygulaması yatar.

Gruplar için, şimdiye kadarki pratiklerini-

zi de esas alırsak yerleştiğiniz sahalar vegüçlendirmemiz gereken sahalar var. En te-melde yöneldiğimiz sahalar; Botan, Zagros,Güney Kürdistan, Amed, Garzan, Dersim,Erzurum, Mardin, daha zayıfça Serhat,Amanos-Toros hattı ile Türkiye’nin içleri,yani Sivas-Koçgiri, Tokat, Erzincan, Kara-deniz’e uzanma ve zayıf da olsa Kürdis-tan’ın en güneyine kadar ilerleme. BütünKürdistan parçalarına kesin ulaşma. İkiönemli parçasını gerillanın yoğunlaştığıalan olarak görme. Diğer iki parçasını dabeslenilen bir yedek olarak hazırlama. Şim-di yeni dönem eyalet planlamalarını gerçek-leştirebilir.

noktalarda büyük rol oynuyor. Anlayışı ke-sinleştirmekte, netleştirmekte, gözetlemek-te, denetlemekte ve doğru savaş tarzındantaviz vermemekte grubun çok özgün bir an-lamı sözkonusudur. Esas olarak da, gerilla-nın taktik yönetiminin çok önemli bir uygula-yıcısı oluyor. Aslında bu görev 1993-94’ler-de de yerine getirilebilirdi. Eğer yerine geti-rilseydi düşmanın topyekün seferberliği Bo-tan’da boşa çıkarılırdı. Biz bu tarz bir savaşıgöze alsaydık başarı zemini daha fazla ya-ratılırdı. Tabii bu ne gerektirirdi? Şüphesizbüyük ve oturmuş bir gerilla kişiliği, birlikle-rin kurumlaşmasını gerektirir. Mevcut kişilik-lerle buna güç yetiremediniz. Kişiliklerinizibu temelde yoğunlaştırıp, kurumlaştıramadı-nız. Yoksa en büyük imkanlar birikmişti, beşbine kadar gerillayı mevzilendirme mümkün-dü. Donanım imkanı ve her türlü silah vardı.Gerilla savaşına göre olmayan, bu anlayışakendini vermeyen komuta gücüydü. İşte,şimdi de aynı görevle karşı karşıya bulun-maktayız. Aslında o zamanlar yerine getiril-mesi gereken görevler, şimdi de yerine geti-rilmesi gereken görevler olmaktadır.

Bir görev zamanında yerine getirilmezseiki şey meydana gelir: Ya tamamen çözülürve düşman hakimiyeti sözkonusu olur, ya dagecikmiş olarak tekrar yapılması gerekendoğru çalışma ortaya konulur. Bunun dışın-da, herhangi bir orta yol yoktur. Ama sizlerbir ortayol olduğunu iddia ediyorsunuz. Bende sizlere, ortayolun felaket yolu, büyük zor-lanma yolu, kendini yıpratma yolu olduğunusöylüyorum. 1993’lerden itibaren Botan’dagerilla tarzının oturtulamaması sizin kendikendinizi yıpratmaya ve neredeyse yozlaş-maya kadar götürdü. Eğer bizim özel deneti-mimiz, katkılarımız olmasaydı bir gerilla tas-fiyesi gerçekleşirdi. Tasfiyeyi siz değil, bizönledik. Bilinçli önledik, ama doğru tarzıoturtamadık. İşte, şimdi bu doğru tarzı oturt-maya çalışıyoruz. Birliklerimiz uzun bir sürekurumlaşma tarzına karşı direndiler. Aslındagörünüşte kolayı tercih ediyorlar, ama enzoruna düşmekten kendilerini alıkoyamıyor-lar.

Örneğin, 1993’ten itibaren buradaki ku-rumlaşma, nasıl ki bir ilerlemeyi, başarılı birçalışmayı ifade ediyorsa, bir de küçük evler-de sivilleşerek veya birbirlerini takayangruplar halinde yaşayarak da biz karşılaya-bilirdik. Ama biz fırsat bulduk, mükemmel bireğitim kurumlaşmasına gittik. Demek ki, olu-yor ve burası basit bir ev gibi de kullanılabi-lirdi. Biz burayı okul olarak dğerlendirmeklebüyük ilerleme sağladık. İşte, Botan’da ya-pılmayan buydu. Gerilla kurumlaşması ra-hatlıkla oturtulabilirdi. Nereden bakılırsa ba-kılsın bunun koşulları vardı. Ama düşmançok aktif davrandı, çok yüklendi, olağanüstüçabalar harcadı ve biraz daha hakim oldu.Biz ise sürekli pasif savunmada kaldık. Çokyanlış tarzlarla düşmana yönelik kabul edil-memesi gereken birçok yanlış gerilla tarzıy-la saldırdık ve kendimizi adeta ölüme terkettik. Şimdi durum bu ve biz tekrar doğruyadöneceğiz.

Zamanında yerine getirilmeyen görevlerve onun bütün esaslarına bir kez daha yük-leneceğiz/ yükleniyoruz. Bu perspektifler da-hilinde arazi değerlendirmesinden tutalımbirliklerin mevzilendirilmesine kadar, halklailişkilerden tutalım korucularla ilişkilere ka-dar yeni bir düzenlemeyi gerçekleştiriyoruz.Yine şehirlerde düzenleme yapmak gerekir.Ayrıca lojistik sorununa da yeni bir düzenle-me gerekir. En önemlisi de doğru komutatarzına kesin bir anlam vermemiz gerekiyor.Temel taktiklerin nasıl olması gerektiği; sa-vunma, saldırının neye bağlı olarak geliştiril-mesi gerektiği açıkça ortaya konulur. Bununiçin birliklerin çapı ve ilişki-irtibatları hakkın-da netliğe ulaşılır.

Saldırı taktiklerindeki yenilikler kadar, sa-vunmadaki yenilikler de netliğe kavuşturula-bilir. En önemlisi de yaşam tarzında büyükbir gerilik var. Özgürlük ile savaştaki yaşamarasında çelişkiler var. Bunların nasıl düzel-tilmesi gerektiği netliğe kavuşturulur. Planla-ma bu hususları rahatlıkla çözebilir. Biz bu-nu daha netleştirebilir, daha ayrıntılı işleye-bilir ve üstün bir sorumlulukla pratikleştirebi-liriz. Sonuçta Botan plan hedefi, düşmanınbu iddialı marjinalleştirme temelindeki planı-nı boşa çıkarmak kadar, gerillanın kaybede-

“Marjinalleflmeye karfl› çok sa¤lam gerilla çekirdekleri,alanlar›n mükemmel üslere, hatta kurtar›lm›fl üslere

do¤ru dönüfltürülmeleri, kesinlikle ele al›nmas› gereken en temeltedbirdir. Gerilla çekirdekleri eskisi gibi yanl›fl bir lojistik anlay›fl,e¤itimden kaçma gibi yanl›fl hareket tarzlar›ndan h›zla koparakkal›c›, kendilerini çok iyi sa¤lama alabilecekleri ve dört dörtlük

gerilla esaslar›na ba¤l› yaflayabilecekleri alanlara dönüfltürecekler.”

“Art›k halk özel savafla para vermek istemiyor.Ama çok önemli bir sekiz y›l e¤itimi için verebilir.

Zam hükümeti ekonomik olarak böyle bir taktik içindedir.Baflka hiçbir ekonomik de¤eri yok. Özellefltirmeyle, vergilerle

ve d›flta siyonist mali sistemi kullanarak bu savafl›n birazönümüzdeki süreçte finansman›n› elde etmek istiyorlar.”

www.ars

ivaku

rd.o

rg

Sayfa 14 SerxwebûnEkim 1997

meyeceğini, aksine kazanacağını kanıtla-maktır. Kanıtlamakla mükelleftir.

Gerilla marjinalleştirilemez, gerillanınyaygınlığı önlenemez, kazanmasının daönüne geçilemez.

Bu slogan altında yeni dönem planla-ması düzenleniyor. Genel almak isteyenlerişe bu slogan altında koşacaklar. Güçleri-ne göre rollerini oynayacaklardır. Eğer buçerçeve anlaşıldıysa sınırlı sayıda bir kad-royu biz bu çerçevenin içine oturtabiliriz.Bu doğrultuda kendilerini hızla plan anlayı-şına ulaştırabilirler. Planı ayrıntılarıyla ge-liştirebilirler ve Botan savaş alanında rolle-rini oynayabilirler. Benim buraya isim dü-zeyinde yapabileceğim tayin etmektençok, bu planlamaya gerçekten yürütmeşansı verecek olanların gerçekçi değerlen-dirilmesi olacaktır. Ne “orayı çok canım is-tiyor, alışmışım orasız yapamam” ne de“bıkmışım oradan, bir daha oraya gitmekistemiyorum” diye, bireysel kaygılarla ha-reket eden bir anlayışla değil de, anlamınıidrak eden ve yapma gücünü kendinde gö-renin tercihi biçiminde olmalıdır. Botan’agirseydim ilk yapacağım, çok derinliğinebir yeraltı sistemine gitmek, düşmanın ula-şamayacağı bütün noktaları anlamlandır-mak olacaktır.

Amed Eyaleti

Amed diye tabir edilen, tarihte de günü-müzde de Kürdistan’a özgü yönleri olan, ta-mamen öldürülememiş, kaba da olsa bellibir direngenliği, isyancılığı sürdüren bir alanözelliğine sahiptir. Düşmanın özellikle cum-huriyet döneminde hedefleyip düşürdüğü ve1925 isyan süreciyle birlikte bütünüyle üze-rinde kapsamlı bir planı yürütüp sadece im-ha etmeyi, ezmeyi değil, üstüne çok defor-me bir toplumsal çarpıklığı dayatıp güçsüzbıraktığı ve sonderece serkeş, kendine ha-kim olamayan; en kaba, lümpen kişiliklerinyatağı haline getirdiği bir alan özelliğine sa-hiptir. Gerek toplumsal gerçekliği, gerekcumhuriyetin yaklaşımları bu alanın ağırlıklıolarak kendi içinde adeta çılgınlık derece-sinde bir lümpenliğe, bir çaresizliğe ve aynızamanda birbirlerini anlamamaya, birbirlerinien kabadayılıklarla zora sokmaya bayılanbir konuma itilmiştir.

Denilebilir ki, tarihten kalma biraz diren-genliğin ve asiliğin çok çarpık bir biçimeonay vererek, onu kabadayılaştırarak sahtebir alan kişiliği, -her alanda bunu düşünüyor,ama bu burada biraz daha özgündür. Ya-şam tarzıyla kavgacılıklarıyla, en önemliside en içinden çıkılmaz bir alan özelliğine sa-hiptir. Her ne kadar mertlik duyguları varsada, aslında çok yeniktir. Bir de kendini kolayaldatır, çok zavallıdır, ama güçlü görünmekister. Her direnişi başlı başına bir felakettir,cinayettir. Fazlasıyla erkek geçinir, fakat birkadından daha zavallı, beter yönleri sözko-nusudur. Sağlam bir dayanağı olmadığınaeminim.

Yakından bu alan kişiliğini çözdüm, -ta-nıdım da. Bu açıdan saflarımızda bunlarınyansıyış biçimleriyle uğraştık biraz. Hiç kim-se demesin “bu benim anamdan, babamdankalma özelliğimdir.” Hayır! Düşmanın yetmişyıllık katliamla ve çok özel politikalarla bes-leyip başımıza bela ettiği bir kişiliktir. Düş-manla savaşımdan önce bu kişilikle hesap-laşmak gerekiyor. Bu kişilikle hesaplaşıpdüşmanın istediği biçimleri yerlebir edip, ko-lay yenilmeyen, sonuna kadar onunla sava-şan bir kişiliğe ulaşmadıkça karşımıza sa-vaşçı diye çıkmayın. O ailelerden almış ol-duğunuz kültür, bölgede pohpohlanan kişilikyapısı zarar vermekten başka bir sonuca yolaçmıyor.

Edindiğiniz bütün duygu ve yaşam tarz-larına ilişkin her şeyi kendinizde yıkın! On-dan sonra devrimci kültür, devrimci ideoloji,devrimci örgüt bilinciyle ve doğru temeldekisavaşçılığı mütevazice kendinize yakıştıra-rak yeniden şekillendirin.

Şimdi bu, alan için genel bir perspektiftir.Herkes için somut durumuna uygun olarakne kadar düşmandan kalma, yıkılması gere-ken değer yargıları, davranışlar varsa aşma-lı. Bunun yerine devrimin değer yargılarınaiçtenlikle inanarak ve ona büyük istem vearzuyla bağlanarak bilincine, yeniden şekil-lenmesine kendini tabi kılarak çıkış yapmalı-

dır. Başka türlü yiğitlik, emek, direnişçilik ol-maz. İşte, gördük ne kadar şehadet yaşanı-yor. En olmadık yerlerde bu tür kişilik tarzla-rı bölük bölük şehadetleri partimize yaşattı.Eminim ki, araştırın orada kendine aşırı gü-ven gizlidir. Zaten açıkça söylüyor, “geleceğivarsa göreceği de vardır” diye. Ama ortadabizim bütün umutlarımızın üzücü bir biçimdesonunu görmesi vardır. O kof, kendine gü-venen kişilik hiçbir çare olamamıştır.

Tarihte hiç kimsenin yapamadığı bu des-teğimizi, neredeyse her yıl aktardığımız bü-tün değerleri boşa çıkarmıştır. O kof kişilik-lerini tatmin etmek için çarçur etmişlerdir. Bubir özleştiri konusuydu. Bu görülecek, zararveren kişilik çözümlenecektir.

Daha ileri düzeyde ise kendilerine şunuyakıştırmışlar: “Bak direndik, namusu kurtar-dık, istediğimiz gibi yaşama hakkına da sa-hibiz.” Şimdi bu büyük bir saptırmadır. Ve

bu anlayışsaflarımızdaoldukça boy-vermiştir. Öy-le direnmekleyaşamı kur-tarmak, na-musu kurtar-mak diye birdurum da yok. Bu yanlıştır ve derhal uzakdurmak gerekir. Katliamı bile durduramamı-şız. Amed’de bizim hiç çabamız olmazsa,gerçekten bir yeri kurtaramayacakları orta-dadır. Bunu görmek demek, partiyi anla-maktır. Partinin her sahadaki savaşını, as-keri direnmesini anlayacaksın ve mümkünsebu temelde Amed’de, “bir şeyler yapıyor, di-reniyor, ayakta kalınıyor, kalmaya çalışılı-yor” diyeceksin. Bugünlerdeki bilinç ve bi-linçsizliği meziyet bilerek partinin normlarınıve gerçek değerlerini görmezlikten gelerekkendi kendine böbürlendirmenin hiçbir anla-mı yok. Mütevazi ve gerçekçi olmak gerekir.Bu anlaşılır bir husustur. “Şu özelliğim, buözelliğim” deyip gerçeklere gözünü kapat-mak bir suç, bir hiçliktir.

Senin ne gücün var, kime gücün yeti-yor? Eline geçirmişsin partinin birkaç değe-rini, kendini ve partiyi aldatıyorsun. Bu ko-nuları artık çok kesin, anlaşılır bir düzeyegetireceksiniz. Varsa bir gücünüz, varsa biryiğitliğiniz doğru temelde başarıya seferberedeceksiniz. Elbette sorumluluk yalnız budemek değildir. Bunun eğitim ve örgütlen-dirilme gerçeği de var. Düşmana karşı “ge-leceği varsa göreceği de var” demek isti-yorsan, o zaman muazzam bir gerillacılığıöngörme, gereklerini müthiş bir çabayla ye-rine getirme gerçekleştirilmelidir. İşte buyapılmadı. Örgütün bazı imkanları, etki, iti-barını, bölgenin olanakları ile birleştirilipsahte bir önderlik, sahte bir komutanlık or-taya çıkarıldı. İşte, şimdi durduramıyoruzbunları. Eğer birbirinize kalsa birkaç ay da-yanacağınız da yok!

Şunu demek istiyorlar: “Biz partiyi böyleanlarız, böyle yaşarız.” Parti ne öyledir, nede öyle yaşanılabilir. Sen bir belasın, partiyiele geçirmişsin. Adeta kendine ucuz mal et-miş, ipotek etmiş, rehine almış gibi yaşamakistiyorsun. “İşte ölen öldü, karışlığı da birhiçtir.” Bu tarz tehlikeli, mutlaka aşmak ge-

rekiyor. Bunun bilinmeyen ve anlaşılmayanhiçbir yönü yoktur. Varsa bir sorumluluk is-teğiniz bu temelde göreve talip olacaksınız.

Ancak bu şartla görev talebinde buluna-bilirsiniz. Bu ölçüler hem bilimseldir, hempratikte kanıtlanmıştır. Ardınıza bu temelgerçeği alıp, görev anlayışınızı mevcut im-kan ve fırsatlarla birleştirip başarıyla yürüt-meye çalışacaksınız.

Genel planlama ile bağlantılı olarak dö-nem eleştirisi dahil, alan özgülüne indirgemekve bundan çarpıcı sonuçlara ulaşmak imkandahiline girmiştir. Öncelikle doğru ele alış! Sa-mimi ve yapılabilirlik sınırları dahilinde kendi-nizden bir şeyler vermeyi de ölçerek bir dev-rimcinin, bir devrimin gereklerini ne kadar yeri-ne getirebileceğini büyük bir tutarlılıkla dilegetirerek görev talep edeceksiniz. Çerçevedebu alana ilişkin görevlendirme büyük anlamtaşıyabilir. Henüz kaybedilmemiş, kazanma

olanakları yüksektir. Düşman buraya marjinal-leşmeyi dayatarak sonuç almak istediği biralan özelliğinde görmek istiyor. Zaten yıllar-dan beri de buna özgü yaklaşımları vardır.

Amed zindan pratiği, aynı zamandaAmed gerilla pratiğine benzer. Daha doğrusuzindana dayattığı saptırmayı gerillaya da da-yattı. 1985-90 arası olup-bitenler, 1990-95arası gerillada da olduğu gibi yansıtılmak is-tendi. Bu çok bilinçli bir planlamanın sonucu-dur. O büyük direniş ile birlikte, düşman çı-kardığı dersler temelinde kaba imha yerine,marjinal sınırlar dahiline çekilmiş bir PKKplanlamasını kendince uygun bulmuştur.“PKK kişiliğini düzenle çok ince bir rehabilite-sini geliştirerek, düzene özgü yaşam tarzınıönüne koyarak, bunun için bazı imkan ve fır-satları ‘insan hakları’ adı altında veya işte‘güzel yaşamak’, işte ‘biz de yaşamaya de-ğeriz’ gibi sahte anlayışlarla büyük bir çar-pıklığı dayatmıştır. PKK olayında, düşmanınen sinsi, hatta en tehlikeli yönelimi bu alandauygulanmaya konulmuştur. Bu yalnız zin-danda değil, aslında daha tehlikeli biçimi ge-rillada yürütülmüştür. Sizin o sahte yönetimanlayışınıza yön veren, anlam veren, güçveren biraz da düşmandır. Hâlâ PKK’lileş-meye doğru dürüst gelmeyen kişilik, hattaPKK’den rahatsız olan, PKK’ye tepki duyankişilik, düşmanın ucuz beslediği bir kişiliktir.Bu çok açıktır. Zindan tarihi ibretlerle dolu-dur. O kahramanca direnişlerin üzerine öylebir kişilik dayatıldı ki, hâlâ onların etkisindenkurtulamıyoruz. “Ben yaşamak istiyorum,ben insanın doğal yaşamasından yanayım, -tabii tamamen yenilmiş-bitmiş olarak.”

Dayatılan, hem siyasi, hem askeri olarakdenetime alınmış, yaşam tarzıyla tamamendüzene kilitlenmiş ve düşmanın özel tedbir-leriyle partiye karşı da neredeyse bir karşıparti haline gelmiş kişiliklerdir. Üzerine gidi-yorsun, tepkiden başka bir şey göstermiyor.Çağrı yapıyorsun, kulakardı ediyor, ama için

için de kendini yaşıyor. Hatta daha da üzeri-ne gidersen, bunu açık bir karşıtlık halindegösteriyor. Bu tuzağı bozuyoruz. Dayatılanıboşa çıkaracağız. Bunun yerine, düşmanınhem teorik, hem pratik yaklaşımlarınaPKK’nin köklü gerçekleşmesini ve tarzınıbütün gücümüzle dayatacağız. Bunu bilinçli,kasıtlı yapıyorsunuz diyen yok. Zaten düş-man böyle çalışmaz. Düşman politika oluş-turur, bir yığın kişiliğe de uygulatır.

Diğer bölgelerde de böyle olmuştu. Bunuçok iyi izliyorum. Zaten düzenin kendisi budemektir. Alışılageldiği davranışı objektifajanlıktır. Ona özenti duymak, ona ilgi duy-mak ajanlığa ilgi duymaktır. “Neden banagüvenilmiyor? Neden anlaşılmıyorum?” Ha-yır, sen kendini büyük bir anlayışsızlığa bı-rakmışsın. Düzeni konuşuyorsun farkındadeğilsin. Düşmanın, ajanın örgütlediği biroyunu oynuyorsun ve bunu da “hak” diye

belliyorsun. Buda çözümlen-miştir. Düşma-nın mevcutyak laş ımlar ıbu çerçevede-dir. Marjinal-leştirmeyi zin-danda ve ora-

da ısrarla sürdürmek istiyor.Elbette bizim de planlama gerçeğimiz

bunun tam tersidir. Gerillayı etkili bir silahhaline getirmek ve düşmana en öldürücüdarbeleri burada vurmaktır. Bunun için geril-lanın temel taktik tarzına muazzam bir haki-miyet şarttır. Yine kitlesinin diriliğine, isyan-karlığına muazzam bir cephe çalışması ilecevap olmak, dayattığı legalizme, yine aynıetkinlik ve planlarla karşı koymak. BöylelikleAmed alanımızı mücadelelemizin en sonuçalıcı temel kaldıraçlarından, köşe taşların-dan birisi haline getirebiliriz. Planlamayı buana çerçeve dahilinde geliştirmek gerekiyor.Bir yenilik, büyük bir yöneliş olacaksa, ke-sinlikle bu çizgi dahilinde olmak zorunda.Ama sabırla, kırıp dökmeden, alanın provo-ke edilmiş kişiliklerini, çok ince, usta, duyarlıbir eğitimle gerçekleştirmek gerekiyor. Yinetersyüz edilmiş taktik esasları doğru bir coğ-rafyaya, doğru bir üsse, doğru bir hareketlili-ğe ve doğru bir eylem anlayışına çekerekdüzeltmek çok çarpıcı sonuçlar alabilir.

Çok iyi eğitilmiş bazı kadrolarla, gerekti-ğinde daha etkin bir takviyeyi gerçekleştir-menin çok önemli olduğuna inanıyoruz. As-lında alanın mevcut imkanları diridir. Böylebir düzeltilmeye tabi tutulursa, buranın ülke-mizin kuzeyi ile güneyini birleştirme özelli-ğinden dolayı, hem çok büyük bir köprü ro-lünü oynaması, hem de düşmanı burada bü-yük bir başarısızlığa uğratması sözkonusuolacaktır. Yakın dönem içinde bu bölgeningerilla tarzının gerçekleşmesi, cephesel faa-liyetlerinin her düzeyde bir kez daha kurul-ması gerçekleşirse düşman çözülüşe giderve mevcut planları boşa çıkarılır.

Dersim Eyaleti

Kuzey esasta Dersim’dir. Fakat farklıyönleri var: Erzincan, Sivas, Koçgiri, Malat-ya, Elazığ, hatta Bingöl de kuzey sahasına

girmektedir. Dersim geniş bir eyalet özelliği-ne sahiptir. Burası bilindiği üzere Kürdis-tan’ın en son düşürülen bir doğal kalesidir.Cumhuriyetin en son düşürdüğü, fakat ken-disini en son gerçekleştirdiği bir alan.

Yüzyıllardan, hatta bin yıllardan beri bu-rada yaşanan aşiret-kabile bağımsızlığı,1940’lara doğru geldiğimizde TC’nin vahşisoykırımıyla son bulmuştur. İkinci DünyaSavaş’ına giden bir süreçte, dünya konjonk-türünü ve bütün bastırılan Kürt isyanlarınıda arkasına alarak büyük soykırım hareketi-ni gerçekleştiriyor.

Burada Mustafa Kemal’in çok iyi planla-dığı ve zamanlamasını da çok iyi ayarladığı,aynı zamanda uygulamalarını da çok ayrın-tılı bir hale getirdiği bir yönelimle karşı karşı-yayız. Kürdistan’da hiçbir tarzla yönelinme-yecek uygulamalara Dersim bölgesi tanık ol-muştur. Ve şimdi karşımıza çıkan düşma-nından daha iyi hız kazanmış, düşmanınözünü içine sindirmiş, onun gibi düşünen,onun gibi yaşamaya çalışan, kraldan dahakralcı bir zihniyetin oldukça kök saldığı biralan gerçekliği sözkonusudur.

Dolayısıyla en uzun süreli direnişi veKürdistan’ın kurtuluşunda belirleyici bir rolüoynaması gereken bir yer. Ayrıksı ve düş-manın oyunlarına çok rahat gelebilen bir ze-min, bir yaşam tarzına kavuşturularak kopa-rılmak isteniliyor. İşte, biz buna müdahaleetmek istedik. İdeolojik-siyasal müdahalele-rimiz oldukça yoğundu. Askeri olarak ilkinburaya müdahale etmek istedik. İlk gerillayıyerleştirmeyi düşündüğümüz bir alandı. Ne-redeyse 20 yıldır böyle bir planımız var. Sü-rekli ilgilendik ve küçümsenmeyecek dire-nişler de ortaya koyduk. Fakat hâlâ alanüzerinde düşmanın o son geliştirdiği baharoperasyonları ile birlikte burayı da marjinal-leştirmenin sağlam bir alanı haline getirmekistedi.

Düşman burada yoğun bir askeri sefer-berlik sonucu ilginç bir politika tipini ortayaçıkardı. Mustafa Kemal’in zamanında DiyapAğa’yla geliştirdiğine benzer, bir ilişki günü-müzde Kamer Genç, Moğoltay ve Yıldırım-lar gibi çok sayıda kimlik, kişilik ile geliştir-meye çalıştı. Bunlara bürokraside çokönemli yerler ve muazzam imkanlar sunul-du. Böyle bir üst tabaka oluşturdu. Gerillayada o sakatlanmış kişiliklerle –ki sanırım sız-malar da biraz yürüttü–, ve böylece yaşamtarzıyla oynayarak çok bireyci, bir türlü istik-rarlı bir gerillaya gelemeyen, kendini konuş-turan tipler kendilerini epeyce ortaya koydu.Ve bundan dolayı düşünülen bütün müda-haleler yetersiz kişilikler nedeniyle gerçek-leştirilemedi. Çizgiye, devrimci-parti yaşamı-na gelememe, yine gerillanın derinliğine birtürlü anlam verememe, o sabrı, istikrarı gös-terememe, dolayısıyla o mükemmel coğraf-ya ve hatta ayakta kalan halkın direnişçiözelliklerini örgütlememeden ötürü istediği-miz kazanımları sağlayamadık.

Aslında bu son düşman operasyonlarınakarşı direnildi. Gruplarımız hâlâ önemlioranda varlığını koruyor. Aslında yirmi yıldırplanlamaya çalıştığımız bir gerillanın kökleş-mesi için oldukça elverişli bir dönemi yaşı-yoruz. Yüzlerce silahlı gerillanın mevcudiye-tini koruması küçümsenemez. Çok sayıdahalk ilişkilerinin varlığı önemlidir. Coğrafyaçok müthiştir. Dolayısıyla bu dönem pers-pektiflerimizi çok köklü bir pratik anlayışaulaştırır ve uygularsak, Kürdistan’ın en zayıfnoktası, en güçlü ve kurtuluşa da en erkenöncülük edecek alan olma özelliğini bir kezdaha kazanacak ve bunu koruyacaktır. Buanlayışımız geçerliliğini sürdürüyor. Düşma-nın korkulu rüyası olduğu kadar, bizimumutlarımızın da en anlamlı gelişeceği biralan özelliğini koruyor. Düşmanın eritmeplanları, tam tersine onu eritmeye dönüştü-rülebilir.

Bundan hareketle Türkiye’nin içlerinedoğru bir gerilla tırmanışı gerçekleştirilebilir.Basit hatalarla büyük kazanımlardan uzakdüştük. Örneğin, o bitmez tükenmez coğraf-ya olanakları bir tarafa bırakılıyor, adetadüşmana, “gel ben şu vadideyim, hem dekarda kışta beni vur” deniliyor. Ufacık bir ira-de nedir? Bölünün ve şuraya gidin, şuradanşuraya gidin denilse, aslında hiçbir şey ol-mayacak. Yine, “geleceği varsa göreceği devardır, biz aslında hakimiz” gibi sondereceyanıltıcı ve abartılı yaklaşımlar büyük zarar-

“Partileflme üzerine büyük çözümlemeler yapt›k.Parti öncülü¤ü sa¤lam ve bütün çal›flmalara egemen k›l›nmadanyozlaflma ve da¤›lma kaç›n›lmazd›r. Ne sa¤lam bir askeri ordu,

ne siyasi bir ordu kurulabilir. Parti öncülü¤ünün önemi eskisiylek›yaslanamayacak bir biçimde artm›flt›r.”

www.ars

ivaku

rd.o

rg

Serxwebûn Sayfa 15Ekim 1997

yasıdır. Böyle geniş bir ufukla yaklaşmakgerekiyor. Gücü bu konuda büyük bir deği-şim ve dönüştürmeye, adım atmaya önemvermek gerekiyor.

Dediğim gibi PKK’yi şekillendirirken bu-ralara dayanmak istiyorduk. O zamanlar Bo-tan aklımıza bile gelmiyordu. Aslında Botan1989 sonrası, özellikle Ortadoğu hamlemiz-le planlamaya alındı. PKK bir anlamda çıkı-şında Dersim’le bağlantılıdır ve yürüyebilirdide. Bütün bu hususları gözönüne getirdiği-nizde bu büyük yöneliş büyük umut vaade-diyor. Gerçekleşme ihtimali de herhangi birdönemden daha fazla yüksektir.

Zagros Eyaleti

Benzer bir değerlendirmeyi Zagros diyetabir ettiğimiz alan için de yapabiliriz. He-men hemen aynı gerekçeleri Zagros için desöyleyebiliriz. Zagros alan programatiği aynıçizgileri taşırken, biraz daha özgün olanıaşırıya kaçmasıdır. Kendini daha fazlaözerk görme ve aşırı bireyselleşmiş bir anla-yışa kadar gitmesidir.

Partinin temel ideolojik-siyasi ölçülerin-den kopmuş, askeri çizgi şurada kalsın,kendilerine özgü bir anlayış, tarz, savaş veeylem biçimlenişi gerçekleştirilmiştir. Elbettebu aynı zamanda bir karmaşıklığı ifade edi-yor. Öyle kişilikler, öyle durumlar ortaya çıkı-yor ki, yönetim, doğru komuta esaslarıylaoynama, kafa takmama, hatta tersini yap-mayı kendinde bir hak gibi görme durumuvar. Bütün bunların eleştirisi çok yapıldı, da-ha da yapılabilir.

Zagros, gerilla savaşımımızın gerçekteniddialı olacağı ve boyutlanacağı bir alandır.Çok değerlendirdiğimiz bu saha, coğrafyası,cephe gerisi, araç-gereç olanakları ve çoktecrübeli savaşçı birlikleriyle Botan’dan gerikalmayacak bir rolün sahibi olabilirdi. Amademin vurguladığımız, ters yaklaşımlardandolayı bütün taktik, ideolojik-siyasi, yönetimesaslarına ters ve bunu da biraz ileri düzeyegetirmekle bir zorlanmayı, kendi kendini bo-şa çıkarmayı yaşıyor. Çok anlamsız, affedil-mez nedenlerle kayıpları yaşıyor.

Öncelikle olumlu yönlerini görmek kadar,olumsuz yönlerini anında gidermek gereki-yor. Olumsuz yönlerine el atmak, bunun içingerekli olan anlayış ve irade keskinliği ilebirlikte, tarz yaratıcılığını yakalamak şarttır.Şimdi Zagros bu temelde bir rol sahibi ola-cak. Bütün planlama esaslarında öngördü-ğümüz öze giriş yapma, özün gereklerindentaviz vermeme ve müthiş bir pratikçilikle kar-şılık verme, grubun anlamını belirler. Örne-ğin devletimiz olsa, Güney’deki devlet bizimolsa bile biz sınıra dayanmayacağız. Taktikiçin en temel özellik bu. Nasıl ki, Güney Vi-

etnamlılar savaşımlarını Güney Vietnam’dayaptılarsa, kuzeye dayanmadılarsa bizimiçin de bu geçerlidir. Sadece bazı lojistik ihti-yaçlar, araç-gereçler temininde kolaylıklardeğerlendirilebilir. Ama savaş esas itibariyledüşmanın ağzına kadar girmektir. Yani Hak-kari’nin, Yüksekova’nın, Başkale’nin, Van’ınağzına kadar, -burası sağlama alınırsa dahada kuzeye, Botan’a… burasını birleştirmeyekadar bir yön takip edeceğiz.

Güney her bakımdan her şeyi bize sun-sa bile biz onu elimizin tersiyle tepeceğiz.“Zor yerde, düşmanı gerilla savaşına çeke-cek yerde üsleneceğiz, mevzileneceğiz, ha-zırlıklarımızı orada yapacağız” diyeceksiniz.

Çünkü oraya gidilse, savaş gerekçesikalmaz. Orada ne yapacaksın? Orada sava-şılacak bir durum yok ki! Düşmanı bile orayaçeksen düşmanın başarısına yol açıyorsun.Kaldı ki o savaş tarzı, düşmanın beklentileri-nin çok üstünde bir avantaj sunmaktır. Zag-ros’taki tıkanma budur. Cephe gerisini doğrukullanmıyorlar. Doğuyu-güneyi, araziyi, sa-vaşçıyı doğru kullanmıyorlar.

Kellesini koparsan düzeltemediğin bazıkişilikler oluşmuş komuta adına. O dağ gibisavaşçılarımıza, “git şu köye saldır, şu koru-

cu köyüne saldır, şu tepeye saldır” biçimin-de yüzleri, belki de binleri aşan kayıplar ol-du. Bunun akılla, mantıkla ne alakası var?Vicdanla, tarihi imkan ve fırsatlarla ne alaka-sı var? Zagros’un sorumlu bir yönetimi-ko-mutası oluşacaksa canalıcı bir biçimde, buihanetten daha tehlikeli, bizi zorlayan bu so-rumsuzluğa derhal bir son vermesi kadar,doğrulara kesin katılım göstermesi gerekir.

Üslenme alanları, cephe gerisinin nasılkullanılacağı bellidir. Yine savaş taktiklerimi-zin nasıl seyredeceği bellidir. En tehlikeli,saplantılı bir tarzın değil, düşmanı öldürte-cek tarz gereklidir. Onun hâlâ çok büyük birsavaş gücü var. Kesinlikle, olmayan sorunu

rahatlıkla karşılanabilir. Lojistik, araç-gereç-lerin en çok olduğu bir yer. Dolayısıyla buelverişli koşullar şımarmaya, partinin başınasorun etmeye değil, partiye, onun askeri çiz-gisine muazzam güç veren bir alana dönüş-türmektir. Görev bu temelde veriliyor. Yenidönem komutası, yönetimi, görevi bu biçim-de algılamazsa, bildiğini okursa, biz de ge-reken tedbirleri alırız.

Yapılacak ilk iş olumsuz kişilikleri, tarzla-rı görmek ve amansız bir biçimde doğrutarzda yüklenmektir. Bunun öyle zamanı fi-lan yok. “Geldim, gördüm, yendim” esprisiy-le yürütülür bu. Doğru anlayış nettir. Uygula-yacaksın, gerisi çabadır, yapacaksın. Kimkarşı çıkacak? Çıksa anında doğruları fer-man gibi boynuna geçireceksin. Askeri yü-rüyüş böyle olur. Şimdiye kadar söz veripde gidenlerin yaptığı gibi olmaz. Olursa neolur? Olursa parti gerekenleri yapar. Hiçkimse PKK’nin hoşgörüsünü, yüce değerle-rini değil böyle kullanmayı, verimli kullanma-ması halinde bile ancak onurunun gereğiyapacağı ilk iş, yaşamak istiyorsa başarıyaulaşmak, ya da kendi sonunu kendisi getir-mektir. Bunun dışında PKK’de başka yakla-şıma yer yoktur. Bu çerçevede bir görevi debu alana ilişkin yapabiliriz.

Çok anlamlı, büyük bir yaratma hareketiolacak. Partimizin beklediği bir sistemi ger-çekleştireceğiz. Yürütüyoruz, daha da güçlübir biçimde oturtacağız. Alana biçtiğimiz rol,alandan beklenenler bütün eyaletlerin önün-de burada yerine getirilecektir. Burada daaltında savaşacağımız sloganın çerçevesi:“Tamamen belirlenmiş tarza daha önce yerverme, engel nereden gelirse gelsin anındaonu bir tarafa atma, doğrulara da anında iş-

lerlik kazandırma!” Bu slogan altında görev-lendiriliyorsunuz.

Biliyorsunuz, Zagroslar olanakların vesavaşçıların da çizgiye en yakın olduklarıalandır. Taktikleri ortaya koyduk. Doğru birgerilla üslenmesi, mevzilenmesi ve Botantarzı bir savaşı eylemlilik hattının tutturulma-sı için hiçbir sorun yok. Katı bir radikal dü-zenleme, düzeltme, doğruları böyle artık za-manlama işi gerekir. Alışageldiği gibi değilde, anı anına, oturta oturta bu işin altındanbüyük bir başarı ile çıkılabilir.

Mardin Eyaleti

Mardin’in mücadelemiz tarihindeki yeri oçok yüzeysel yurtseverliğini biraz yakalaya-rak kitleselleşmeyi en hızlı gerçekleştirdiğibir yerdir. İlkel milliyetçilikle, PKK yurtsever-lik çizgisinin en çok çatıştığı alan olma özel-liğine sahiptir. İlkel milliyetçiliğin bir ara“Mardin’den öteye geçemezler!” diye bir slo-ganla üzerimize geldiği bir yerdir. Dolayısıy-la PKK’nin ortaya çıkışının iddialı, sağlambir zeminidir.

Kitleselleşmede Mardin birinci sıradaydı.Ve bu rolünü hâlâ sürdürüyor. Burada çar-

pıldığımız nokta; slogan düzeyini aşmayan,içi boş bir yurtseverliğin ve bunun yerini sa-kat bir yaşam anlayışıyla PKK’yi her türlü or-ta-sınıf, köylülük, küçük-burjuvalarla uzlaş-tırmanın neredeyse ana yatağı olmasıdır.PKK ne kadar buraya müdahale ettiyse, bumüthiş uzlaştırıcı kişilikten burayı kurtara-madı, hatta kendine uydurdu. Yirmi yılı aş-kındır hem silahlı, hem büyük politik çabalarburada sözkonusu. PKK’nin ilk silahlı baş-kaldırısının gerçekleştiği bir yer. Büyük kitleve savaşçı katılımının çok geliştiği bir yer.Maddi olarak da güç aldığı bir yer.

Mücadele tarihimizde Mardin aynı za-manda çok kolay kaybetmenin de gerçek-

leştiği bir yerdir. PKK kişiliğinin oluşmasındazorlayıcı olmasına rağmen, geniş katılımısürekli gündemde tuttu. Aslında PKK Mar-din’den katkı aldı, çok katkı da verdi. Talih-sizliği çok daha başarılı olamamasındandır.Bunu Botan’la gidermek istedik, ama bu dasınırlı kaldı. Metropollerle, Güney’le bağlan-tıda önemli rol oynamıştır, hâlâ oynuyor.Geniş maddi imkanları devrime seferber et-meye uygundur. Düşmanın GAP Projesi’yleburayı baştan çıkarmaya çalıştığını görüyo-ruz. Düşman burada ekonomik ve sosyaliçerikli bir burjuvazi oluşturmak istiyor. Sondönem projesinde “PKK’yi bununla engelle-rim” diye bir iddiada bulunmaktadır. Buradakendini biraz başarılı gördüğü iddiasında.Yani marjinalleştirmenin burada da sonuçverdiğini, çekici gelebilecek bir ekonomik,sosyal açılıma uğratabileceğini düşünüyor.“GAP devrededir!” diyor.

Bir de kültür, ideolojik hakimiyeti çok teh-likeli bir yozlaştırma temelinde buraya daya-tıyor. Burayı böylece hastalıklı bir alan hali-ne getirerek rahat yönetebileceğini sanıyor.Ama potansiyel olarak, coğrafya ve toprak-lar devrim lehine oldukça elverişli. Sosyo-ekonomik paketler devrimin lehine kullanıla-bilir. Uygun bir gerilla düzenlenişi, uygun bireylemlilik anlayışı ve işbirlikçiliğe karşı düş-manın kurmak istediği ekonomik hedeflerdoğru belirlenirse, fazla olmayan askeri gü-cü alana özgü bir gerillayla karşılanırsa hemsiyasal, hem askeri olarak geliştirme potan-siyeli yüksektir.

Gerek Mardin’in doğusu, gerek batısı ge-rillaya daha da müsaittir. Karacadağ’danMardin eşiğine, yine Savur’dan Mava’ya ka-dar, çok elverişli bir gerilla zemini vardır.Özellikle küçük birlikler önemli bir rol oyna-yabilir. Sızma tarzı, suikast eylemleri buradaetkili olabilir. İyi gizlenmiş suikast birimleribütün amaçlarımıza elverir bir eylemliliği yü-rütebilirler. Sabotaj birlikleri rahatlıkla bura-da iş görebilirler.

Elbette burada da temel sorun yine kad-ro-komuta sorunudur. Partinin kimliğini, kişi-liğini tamamen oturtma her alan için olduğukadar, Mardin Eyaleti için de temeldir. Bura-yı da kesin örgüt çizgisine, partinin ideolojiknormuna ulaştırma, yaşamına, kişiliğinegüçlü bir temsili yakıştıran kadroyu gerçek-leştirme, burayı geliştirmekte en temel hal-kayı teşkil edecektir. Bu öyle çok sayıda birmüdahaleyle değil de, yönetim düzeyinde,ama çok kesin, çizgi militanlığının ne oldu-ğunu bilen, üstten bir düzenlemeyi tabananasıl yansıtacağından emin olan ve buna ol-dukça yatkın, ısrarlı, yürütme yeteneğindeolan bir kadro takviyesi Mardin’deki gelişme-lere büyük katkıda bulunabilir.

Yönetimin güçlü bir takviyesi, parti kişili-ğinin güçlü oturtulması Mardin’i eskinin bileçok üstünde bir gelişmeye tabi tutabilir. Kit-lesi hızla örgütlenebilir. Maddi imkanları, ey-lemlilikleri çığ gibi geliştirilebilir.

Mardin mücadele tarihimizdeki en sıcak,en düşmanın kontrol edemediği ve kitlesininmuazzam yurtseverlik gücü, düşmanın ger-çekten altından çıkamayacağı bir potansiyelgüce dönüştürülebilir. Nitekim metropollere,hatta ülke dışı çok yabancı diyarlara da sav-rulan çok geniş bir kitle. Ezici bir kesimi partisempatizanı olmakla birlikte, bu daha da de-rinleştirilir. Ve böylece bir ülke değerinde

katkıda bulunabilir. Eksiklikler kapatılırsakendi başına bile partiye yeterlidir. Çok sayı-da savaşçı, maddi değer ilişkileri ile örgüt-lenme ve düşmanı gerçekten kontrol altınaalmakta en çok zorlanacağı bir alandır. Düş-man istediği kadar planları dayatsın hiçbirsonuç almayacağı yer Mardin’dir.

İşbirlikçi odaklar, korucu noktaları var.Onları hızla etkisizleştirmek mümkündür.Böylece bir görev başarıldığında Mardinmücadelemizin güneydeki en sağlam köşetaşı olur. Marjinalleştirmeyi en çarpıcı boşaçıkarabilecek bir yer. Büyük yurtsever kitle-sinin de gerek legal hareketlerini, gereksegerillaya akışını en iyi sağlayacak bir alanolma özelliğine sahiptir. Mardin gerçekliğibudur.

Akdeniz Sahası

Güneybatı, Amanos, Toros ve böyle Tür-kiye’nin daha değişik bir isyan kapısına ge-lelim. Bu hattın tarihte de ilginç bir özelliğivar: Mezheplerin, dinlerin ve halkların gü-neyden kuzeye, kuzeyden güneye doğru yö-neldiği ve hatta birçok azınlık milliyetten is-yan artıkları ve hatta aşiretlerden, büyükkavga ve gürültülerden sonra kendilerini ko-rumak, ama özgürlüklerini de korumak içingeldikleri ve yerleştikleri bir alan. Örneğin,Kürtlerde bile hakim tabakalar ovalara, Ana-dolu’nun kentlerine doğru yerleşirken, bura-lara isyancı kesimi temsil eden Türkmenleryerleşiyor. Rumlar, Ermeniler, Kürtler var.Aleviler, hristiyanlar bile var. Böyle ilginç birkültürel, tarihsel geçmişe sahip. Yani kültür-ler, aşiretler, milliyetler ve halklar mozaiği.

Sanırım bunda coğrafyanın rolü bir hayliönemli. Akdeniz’in de önemli bir rolü vardır.Ticaret yolları üzerinde ve ekonomik olarakzenginliğe yakın bir bölge. Havası-coğrafya-sıyla çok mükemmel. Coğrafyası ve tarihiböyle değerlendirirken, Kürdistan ulusal kur-tuluş savaşı açısından da Batı ucunu teşkilediyor. Aslında Maraş, Antep, İskenderunhareketimizin de ilk gruplaşmalarını yaşadı-ğı bir alan.

Özellikle 12 Eylül faşizmi ile birlikte, yine15 Ağustos Atılımı’nın Botan’ı esas almasıy-la birlikte, muazzam bir göç ettirmenin yo-ğunlaştığı bir alan. Çukurova bu anlamdaneredeyse yoğun bir Kürtleşmeyi yaşadı. Vetarih bu temelde düşmanla aldığı tedbirinkendisine yönelik en büyük bir karşı silahhaline getireceğini gösterecektir. Antep’i,Maraş’ı bu temelde hazırlamak istedik. De-mografik nüfus yoğunlaşması açısından eri-teceğini sandı, ama bu başarılamadı. Çuku-rova’yı yutmak, bütün Kürdistan’ın emekçikitlesinin emeğini burada sömürmek istedi.Emek sömürüsünün büyük bir patlamayadönüştüğü en ağırlıklı bölgedir. Bugün bupatlamasının en elverişli bir bölge halinegelmesi sözkonusudur. Yine son yıllarda is-yan kitlesinin yoğunlaştığı bir alan oldu. De-mografik gelişme son yılların bir gelişmesi-dir.

Antakya’ya, İskenderun’a, Çukurova’yabüyük bir yoğunlaşma, Maraş’ı Kürtlerdenboşaltmak istedi, ama hâlâ orada da müm-kün değil demografyayı değiştirmeleri. An-tep’te demografya Kürtler lehine çok önemlibir gelişmeyi gösterdi. Aynı zamanda burasıErmenilerin de yoğun yaşadığı bir yerdi. Er-menilerden boşaltılarak şoven kesimler,bağnaz dinciler yerleştirilmeye çalışıldı. Fa-kat bu fazla etkili olmadı. Onlar azınlıktadır.Türkmen’in de varlığı daha çok isyancı nite-liktedir. Aslında biraz korku olmakla birlikte,diğer azınlıklar da devrime yataklık edebilir.Antakya’da önemli oranda Arap azınlığı, Çu-kurova’da Fellahlar var. Elbetteki, bunlar dü-zenle her ne kadar ilişkilenseler de, derin birbağlılıkları olamaz.

Bizim buraya ilişkin en temel bir hatamız;bunu esas alma yerine, 1980’lerden itibarendaha değişik bir hattı, bize biraz yakın gücü-müzü bu Engizeklere doğru yönlendirdik. Ni-tekim buranın en tehlikeli hat olduğu anlaşılı-yor. Düşman Maraş ve Adıyaman üzerindeSinan Cemgillerin eylem ve şehadetlerindenitibaren özel olarak durmuştur. Buralara yöne-lik belli bir girişimi var. Bir de bizim burayamüdahalemizin oldukça provokasyona uğra-ması, gidenlerin yetenek göstermemeleri,alan kişiliğinin yaşadığı yoğun bir kaçış gerçe-ği de sözkonusu. İşte, bu düşmanın özel ted-

lar veriyor. Bir de düşman mevsim şartlarınıkolluyor. Sağlam bilgisi, teknik hakimiyetigelişkin. Etrafını kuşatıyor, tekniği kuruyor.Ve grupların anlam, önemini biliyor ve vuru-yor. Şimdi bunu anlamak hiç de zor değildir.Düşmanın böyle planlar-operasyonlar geliş-tirdiği biliniyor. Her bahar başlangıcı alına-cak tedbirlerle; o ulaşılması imkansız kartalyuvalarına bile bir manga önceden yerleştiri-lirse düşmanın hiçbir etkisi olamaz. Elbettebunun için sabır, inanç ve ne yaptığını bilen,işin erbabı direniş komutanlarına ihtiyaç var-dır. Öyle abartılı, ne yaptığını bilmeyen,bencil, ucuz yaşam heveslileri, kişilikler ileburada köklü, kalıcı bir zafer gerillasına ula-şılamaz.

Bu eleştirileri daha da geliştirmek müm-kündür. Derinlikli bir planlama da ortaya ko-nulabilir. Ve buraya dayatılacak gerillanın dabütün ana özellikleri belirgindir. Sınırlı birgerçekleşmenin bile burayı kurtarılmış böl-geye dönüştüreceği açıktır.

Gerekli olan ne yaptığını bilen, o gücügösteren, buna gerçekten büyük bir istikrar-la devam eden bir komutadır, bir yönetiminyeterliliğidir. Yirmi yılda yerine getirilmesigereken görevi bu çerçevede mutlaka yeri-ne getirirsek, burası kurtarılmış bir alandır.Bununla yetinmeyiz, daha da geliştirebiliriz.

Gerillayı Türkiye’ye, Bingöl’e, Erzincan’ataşırmak tamamen mümkündür. Yine Malat-ya’ya taşırma genişleme özelliğine de sahip-tir. Düşmanın hem planlarını bozmak kadar,hem de ülke geneline devrimi yaymakta ide-aldir. Büyük bir şanstır.

Bu yirmi yıl boşa gitmedi. Çok ileri dü-zeyde bir birikim ve kazanım yaratlımıştır.Ama bu yetmez ve gerekenler yapılmazsatasfiye olma ihtimali yüksektir. O halde dö-nem gerillası buraya doğru oturtulduğundadüşmanın gerillayı marjinalleştirme ve bura-yı kendisi ile bütünleştirme planları da tama-men suya düşecektir. Hatta gerillanın Botanve Amed’deki rolünden çok daha üstün birrolü buraya oynatacağımız ve bunun ger-çekten en tarihi bir şans olacağı açıktır. Birkaza, bela olmazsa dönem yaklaşımları vebiraz kadro takviyesi gerçekleşirse bu rolfazlasıyla oynanabilecektir.

Sürekli vurguladığım gibi buraya da çokiddialı bir komuta kişiliği gerekiyor. Yani öyleucuz, kendini kandırma, yaşamı kurtarma,kendini yaşama değil, büyük bir intikamla,çok yüksek bir başarı silahını kullanalım.Buraya rolünü oynatan ve bunun tutkusu,bunun büyük iradesi içinde bulunan bir zih-niyete, bir kişiliğe ihtiyaç vardır. Yaşamınucuz biçimlerini rahatlıkla aşabilecek, abart-malı ucuz kazanımlara hiç kendini vermeye-cek. Büyük başarıların bitmez-tükenmez hır-sı içinde olacak, ne yaptığını bir de bilecek.Coğrafyayı mükemmel kullanma, halkı de-ğerlendirme, gerillasını en ince ayarlamalar-la düzenlemeye gidecek bir komuta kişiliğiardına kadar kurtuluşa yol açabilecek veulaşabilecektir.

Elbette Zilan buranın bir gerçekleştiriciçağrısıdır. Yine burada büyük bir kadın gücüde var. Kadının orada katılımını biz farklıgörmek zorundayız. Tarihi özellik itibariylede, ta isyandan beri, etkin rol oynamak iste-yen ve bunu birçok noktada kanıtlayan birözelliğe sahiptir. Tarihte de toplumsal ne-denleriyle kadın fazla ezilmemiştir ve erkekhakimiyetli toplum orada fazla gelişmemiştir.Fakat düzen büyük bir aşınıma uğratmıştır.Son kültür hakimiyeti kadını gerçekten Der-sim’de çok tehlikeli bir konuma getirdi. Bunusıkı sıkıya gözönüne getirmek gerekiyor.Düşman kadın yatağını şu an en tehlikeli biryozlaşma yatağı gibi değerlendirmek istiyor.Buna karşı etkili tedbir alınırsa, kadın devri-me çok yatkındır. Yine nicelik ve nitelikçe deerkek gücünden daha az bir güç değildir.

Hatta Serhat’a doğru da bir iddia-karardüzeyi buradan gelişecektir. Tıpkı Karade-niz’e yönelik olduğu gibi. Yine Malatya veBinboğa’lara kadar uzanılabilir. Herhangiciddi bir engel de kalmamıştır. Böyle bir bu-luşma oluyor Toroslarla. PKK’nin bunu sağ-laması ve bu halkaları böyle kurması de-mek, TC’nin gerilla karşısında etkisiz bir du-ruma düşmesi demektir. Dersim’in böyleköklü bir halka olması TC’nin kuzeyde vebatıda işlerinin büyük oranda zora düşmesidemektir. Temel dağ silsilelerine ulaşmasıve köprülük etmesi gerçekten en korkulu rü-

“Yap›lacak ilk ifl olumsuz kiflilikleri, tarzlar› görmek ve amans›zbir biçimde do¤ru tarzda yüklenmektir. Bunun öyle zaman› filan

yok. ‘Geldim, gördüm, yendim’ esprisiyle yürütülür bu.Do¤ru anlay›fl nettir. Uygulayacaks›n, gerisi çabad›r, yapacaks›n.”

“Mücadele tarihimizde Mardin ayn› zamanda çok kolaykaybetmenin de gerçekleflti¤i bir yerdir. PKK kiflili¤ininoluflmas›nda zorlay›c› olmas›na ra¤men, genifl kat›l›m›

sürekli gündemde tuttu. Asl›nda PKK Mardin’den katk› ald›, çokkatk› da verdi. Talihsizli¤i çok daha baflar›l› olamamas›ndand›r.”

www.ars

ivaku

rd.o

rg

Sayfa 16 SerxwebûnEkim 1997

biriyle birleşince o büyük müdahalemiz maa-lesef fazla başarıya gitmedi. Bütünüyle boşagitmedi, ama büyük başarıya da yol açmadı.

Şimdi daha iyi görüyoruz ki, eğer biz buhamleyi Amanos üzeri gerçekleştirseydik,taktiğimizin ağırlık noktasını Toroslar’a da-yalı bir gerilla üzerine yoğunlaştırmış olsay-dık, ikinci adımda buraya yönelseydik, dahafazla başarılı olma şansı vardı. Buranın coğ-rafyası çok önemli rol oynuyor. Bu da gerillaiçin hayatidir. Düşman burada neredeyseörgütsüz. Burayı tam kontrol altına alabilme-si yılları alabilir. Bu bir değerlendirme nok-sanlığı ve şimdi bunu gidermeye çalışıyo-ruz. Nitekim son yıllarda burada bazı birlik-ler bile, çok yanlış yapmalarına rağmenayakta kalabildiler. Düşman çok ağır güçler-le müdahale ettiği halde, hiç sonuç alama-ma gibi bir durum çıktı. Tabii bu düşmanıküçümsemek anlamına gelmez.

Bu seferki yönelimimiz çok daha kap-samlı oluyor. Her şeyden önce bölgeyi dahagenişliğine ve çok sağlam değerlendiriyoruz.Güneybatı’ya yönelik hamlemizin yönünüböylece değiştirmiş bulunuyoruz. Bu, çok yo-ğun bir göç ettirmenin ardından gelişiyor.Hedef Çukurova kitlemizi buraya çekebil-mektir. Bu büyük isyancı kitleyi buradan hembeslemek, hem de düşmanın tersi bir karşıgücü haline getirmektir. Bu çok önemli de-vimci bir görev, vazgeçmemiz imkansızdır.

Alanın, halklar mozaiği konumunu devri-min temelleri haline getireceğiz. Faşist mih-rakları burada rahatlıkla sökebiliriz. Elebaş-larının temizlenmesi mümkündür. Kontrgeril-la birliklerinin burada gerillaya dayanmasıpek mümkün değildir. Ordunun düzenli bir-liklerinin de kuşatacağı bir yer değil. Dolayı-sıyla askeri açıdan ister sivil olsun, ister as-keri olsun kontra tarzı birliklerini hedefleye-ceğiz. Güçlü askeri birlikleri geldi mi, yapıla-cak şey manevralı bir gizlenme hareketidir.Yerleştireceği küçük kontra timleri, faşist mi-lisleri de rahatlıkla tasfiye edebiliriz. Gerilla-nın askeri bazı hedefleri açısından bunlarsöylenebilir. Kitlesini –ki içinde ajan örgütle-me mutlaka vardır– biraz duyarlı bir biçimdeele alırsak ilişkilendirebiliriz. Ekonomik yolla-rına el koyabiliriz. Biraz gerillanın güçlü sesisağa sola verilirse, sanırım burası hem bü-yük bir ekonomik imkana kavuşur, hem dekitlenin maddi olarak satın alınmasının önü-ne geçilmiş olur. Devlet kadar bir ekonomikhakimiyeti dayatmak uzun vadeli de olsa so-nuç alabilir.

Ve önemlisi burası büyük bir turizm pat-lamasına merkezlik etmektedir. Antalya,Mersin, hatta Çukurova’nın bütün kıyıları,Antakya dahil, özel savaşı besleme alanıhaline gelmiştir. Buranın gerillasının en te-mel bir hedefi de, turizm patlamasını veyaturizmin karşı-devrim patlamasını önlemek-tir. En rahat vurabileceğimiz hedefler turistikhedeflerdir. Birkaç etkili vuruş, bu altın yu-murtlayan kazı öldürecek. Yani biz yiyece-ğiz.

Pazarcık, Antep, İslahiye ovası, Çukuro-va gibi kentlerdeki isyancı, işçi kitlesineulaşmak, onları örgütlemek, legal-illegalkapsamlı bir çalışmaya tabi tutmak önemli-dir. Ardından Maraş’a, Malatya’ya açılımalanıdır. Zaten yedek birliklerimiz her zamanorada rollerini oynayacaktır. Buranın oturtul-ması ile daha fazla rol oynayabilirler. Ku-zey’e doğru Koçgiri’ye de rahat açılabilir.

Söylenecek bir diğer husus, biz bura-nın gerillasını Kürdistan gerillası gibi değilde, Türkiye gerillası veya Birleşik HalklarGerillası olarak da düşünebiliriz. Her milli-yetten ortak bir isyan alanıdır. Milli vurguyapmaya fazla gerek yoktur. Sosyal yanıağır basan bir gerilla tarzı olarak düşüne-ceğiz. Bir Kürt ulusal kurtuluşu gibi değilde, halkların sosyal ve kültürel kurtuluşçu-luğu gibi bir yaklaşım daha fazla anlamifade eder.

Elbette PKK’nin bütün gerilla tecrübesiniburaya ustaca aktarmak bir ülke gibidir. Sontahlilde burası bir bölgeye değil de, bir ülke-ye, hatta kendi içinde bir devlet olabilecekbir ülkeye gidiyormuş gibi yaklaşılabilir.

Tarihte buraya Kilikya derlerdi. AslındaKilikya bir devlet zeminidir. Türkmenler, Ra-mazanoğulları, hatta Ermeni krallığı Dulka-diroğulları hep burada devlet kurmuşlardır.Yine birçok hristiyan devletçikleri de burada

kurulmuştur. Böyle kendine özgü bir özelliğide vardır. Bizim de burayı böyle özgü bircoğrafyanın, halkların da aslında bir yerdeen özgürleştiği, kimliklerini dile getirdiği, do-layısıyla Anadolu, işte Kürdistan federas-yonlaşmasının geliştiği bir zemin olarak dadüşünülebilir. Onun mayalandığı, pratiği ol-duğu böyle bir istem gelişti. Kalabalık birgrubu buraya dayandırmak oldukça gerçek-çi sanırım.

Yine bu atılımımız, devrimimize dayatı-lan bölücülük ve şovenizmin önemli orandakırılması ve devrimin Türkiyelileştirilmesindedev bir adım olacak. Ortadoğu’daki halklarınbirlikteliğine de açılan ciddi bir kapı olacak.Dikkat edilirse, kemalizm ve şovenizmin enyabancısı olduğu bir yerdir de. Düşman bu-rayı biraz oyuna getirmişe benziyor. Özeltedbirlerle yönettiği ortaya çıkıyor. Aslındaen zayıf halkalardan birisi.

Bir İnce Memed hikayesi bile gözönünegetirildiğinde, Türkmen hikayeleri buranınaslında en zayıf halkası olduğunu ortaya ko-yuyor.

Yine Ermeni krallığı o 1920’lere kadarburada eritilir. Hristiyanlar var. Türkmenlerde var. Aslında o da çok ilginç; oradakiTürkmenler sunni iktidar Türklüğüyle birleş-memişlerdir. Yüzyıllarca Kürdistan’da oldu-ğu gibi, burada da halk hareketlerinin üzerinikapatmaya çalışıyorlar. Kürt isyancılığı daburaya epey taşırılmış. Önemli bir halk ola-rak Araplar var. Hayli ilginç ve o kültür kim-likleri ortaya çıkarılırsa, kendine göre bufarklılığı en iyi ortaya koyup, Ortadoğu’yu,Türkiye’yi etkilemede müthiş bir rol oynaya-bilir. Kültür zenginliği bir avantajdır. Farklılığıseçenek sunuyor.

Görüldüğü üzere bu çok iddialı bir plan-lama süreci oluyor. Öyle dar anlamda birdönem planlaması değil, 2000’li yıllara doğ-ru zaferi gündemleştiren bir planlama. İsteraskeri, ister siyasi, sonuca gitmeyi büyükoranda bağrında taşıyan bir planlama.

İlk Ankara’dan çıkışımız sadece ideoloji-yi taşırma planıydı. 1973’lerden 1978’lerekadar gelen bir süreçtir. Yaptığımız sadeceideolojik birikimimizi oradaki gençlere taşır-maktı ve bu sonuç verdi. Ondan sonrakiplanlamamız, partinin ilanı ve kitleselleşme,o da yaklaşık 1978, ’79, ’80, ’81’e kadar öy-le bir planlamaydı. Hatta 1977’den başlata-biliriz. Onu 1977’de Kürdistan’a taşırma,1977’den sonra kalıcılaşma ve kitleselleş-me, politikleşme ve eylemsellik süreci izledi.Hilvan-Siverek bu dönemin sembolüdür.Mardin, Batman, Bingöl, Elazığ, Dersim, An-tep, Maraş gibi kentler eylemlerimizden na-sibini aldılar. Bu da bir politik taşırılma döne-miydi, ama suikast tarzı eylemlerin epey ol-duğu bir dönemdi.

Ne gerçekleşti? Politik taşırılma, politikçizgi olma, örgütün resmi ilanından tutalımkitlesinin temelini kazanmaya kadar. ElbetteTC’nin buna verdiği karşılık 12 Eylül darbesi-dir. Buna karşı alınan tedbirler ise, Ortado-ğu’ya taşırılma ve büyük hazırlığa yönelmek-ti. Bilindiği üzere bu büyük hazırlık 15 Ağus-tos hamlesine götürdü. İlk eleştirilerini yaptık.15 Ağustos hamlesinin o ilk yılı aslında dene-meydi. Boşa gidebilirdi, tasfiyeye uğrayabilir-

di. Yönetim bu konuda büyük bir sorumsuz-luk içindeydi. Biz müdahale ettik. Ortado-ğu’da biraz daha kalıcı gerilla hazırlığı yaptık.

1978 kongresi politikleşmeyi ilan etmekongresiydi. Ta 1982’ye kadar. 1982’deki 2.kongremiz sembolik olarak 15 Ağustos’aulaşma, yani dönüş ve başlatış kongresiydi.1986 3. Kongresi gerillayı tekrar kalıcılaştır-ma kongresiydi.

Bilindiği üzere 1990’a kadar sadece ge-rillanın kalıcılığını temin ettik. Gerilla kalıcıtakım, hatta bölük düzeyinde birliklerle Kür-distan’da hareket edecektir. Bu bir yerde ge-rillanın oturtulma sürecidir. Bizim Ortado-ğu’ya dayalı 1986, 1987 hazırlığımız gerilla-yı kalıcılaştırmaydı, o da az çok gerçekleşti.1992’den sonra artık alan hakimiyetini ön-görmüştük. İkili bir iktidar gerçekleştirebile-ceğimizi, -ki bu da gelişiyordu. Bir kitle vardıve Kürdistan neredeyse kontrol altına daalınmıyordu. Düşman da kaybedildi gözüylebakıyordu. Burada yerine getirilmeyen

önemli görevler var. Muazzam o kalkışıngerillaya dönüştürülmemesi, halkın örgütlen-memesi gibi. İç nedenleri de var, ama banagöre tam iktidar düşünülmezdi. ÇünküTC’nin birikimi, askeri gücü bunu kırabilirdi.Fakat kentleri denetime aldı, ama dev gibibir gerilla ordusu kalabilirdi. Elde yine örgüt-lenmiş bir kitle kalabilirdi. TC’nin başarı ora-nı belki bugünkünün yüzde beş oranına ka-dar indirgenirdi. Elden giden veya bizim kay-bettiğimiz budur. Ama esas itibariyle gücü-müzü koyduk. Bu, topyekün seferberlik sa-vaşına karşı dayanma, mümkünse derinleş-meydi. Bu olmadıysa dayanma, alanlardagerillayı tutma, kitleyi de fazla uzaklaştırma-ma. Özellikle 1992, 1993 sonrası bunu sağ-ladık.

Şimdi çok daha farklı bir konjonktür, yeniuluslararası-ulusal düzeyle karşı karşıyayız.Bilindiği gibi siyasi çözüm çok tartışılıyor.Askeri yöntemle sonuç alınamayacağını ar-tık Türkiye de kabul ediyor. Fakat bütünbunlar sadece tartışma düzeyinde. Kalıcınoktayı koymak, bizim bu plan hedefimizinesasıdır. Bu bir yıl değil, dikkat edilirse2000’lere dayalı bir planlamadır. İkibinli yıl-lara dayalı planlama kesinlikle Türkiye, Kür-distan ve Ortadoğu zemininde Kürt sorunu-nu çözüme kavuşturmak aynı zamanda be-raberinde çok büyük bir gelişmeyi getiriyor.Türkiye için tek seçenek, hatta Ortadoğuiçin de önemli bir seçenek diyoruz.

Güney devrimci hamlemiz bir Ortadoğu

hamlesidir. Bu yeni hamlemiz, Türkiye’yiAnadolu’yu devrime önemli oranda katmahamlesidir. Ve bu da önemli oranda halkçözümüdür. Nereden bakılırsa bakılsın buhamlenin Türkiye’de oturması, bazı böylezayıf yönümüzü teşkil eden, dar bölücülersorununu ortadan kaldırabileceği gibi, Tür-kiye’nin muazzam enerjisini devrime çeke-bilecektir. Bu yıllarda bunu sağlayacağız.Ağırlık vereceğiz, ilerleteceğiz ve mutlakabu gelişme olacak. Özellikle ilk gruplareğer temeli sağlam hazırlarsa büyük bir ge-rilla ile birlikte kitleselleşme kaçınılmazdır.Bu plan, bu anlamda devrim seçeneğinebüyük ağırlık kazandırdığı gibi çözümünüde zorunlu kılıyor. Türkiye’nin mevcut bu-nalım düzeyi artık bu savaşı Kürdistan’dabile yürütemiyor. Bu yeni tarihi alanlardaise hiç yürütemez. Eğer ciddi bir gerilemeyiyaşamazsak, bu işin sonu bir çözümle,devrimin ağır bastığı bir çözümle noktala-nacak.

Nasıl ki 1970’ler 12 Mart faşizmiyle dar-belendi ve 1970’den sonra 12 Eylül ile dar-belenip başarısızlığa uğradıysa, bu hamle-miz, işte askeri çözüm yolunu Türkiye’dede boşa çıkarma özelliğine sahiptir. O za-man karşı-devrim kazandı, bizim bu hamle-yi de devrim kazanacak. İkibinli yılları böylehedeflerken devrimin kazandırma persepk-tiflerini gündemleştiriyoruz. Kürdistan’dakibüyük savaşımı hem Ortadoğulaştırma,hem Anadolulaştırma temelinde büyük iv-meye doğru götürüyoruz. Görkemli bir gö-rev ve başarı imkanı da her zamankindendaha yüksek. Türkiye karşı devrimin çözül-me noktasından dökülüyor adeta.

Türkiye halkının kısmen devreye geçiril-mesi, bu işi devrim lehine çözecektir. O hal-de bu planlama döneminin temel hedefi,Güney’de de muazzam bir devrimci sürecibaşlatma ve Ortadoğulaştırmaktır. Türkiyehamlesi bu yıl güç kazanacak ve gelecekyıllarda bu belirleyici bir role doğru adaydır.Bu da Türkiye’den karşı-devrimci şebekeyiçözeceği gibi, ondan alacağı güçle, -Kürdis-tan zaten tam bir devrim alanına dönüşe-cek. Kürdistan’ın tam bir devrim alanına dö-nüşmesi zaten bütün Ortadoğu’yu olduğu gi-bi etkileyecektir. Bunlar hayal değil. Eğerdoğru çalışırsanız, gördüğünüz gibi bir yer-de bizim tek başımıza hele bu daracık saha-da yönlendirdiğimiz bu olayı her alanda yön-lendirmemiz, büyük katkı sağlamamız müm-kündür. Büyük bir taktik hakimiyet vardır.

Pratik olanaklar fazlasıyla gelişmiştir. Devri-mimiz uluslararası alanda aslında kök sal-mıştır.

Dolayısıyla hamleye başlarken bu geç-miş hamle süreçleriyle plan bağdaşmaya-cak çok ileri düzeyde bir başlangıca sahipoluyor. Arkasına muazzam bir tecrübeyi,tanınmışlığı alıyor. Bütün bunları demekki, bu planlama döneminde arkanıza alı-yorsunuz. Ve bu temel devrim alanlarınayöneliyorsunuz. İkibinli yıllara doğru gittiği-mizde, özgürlük yürüyüşünün hedefleriylebuluşması, bunu çok zengin bir içerikle ya-pacak, çok kapsamlı taktiklerle yürütece-ğiz.

Gerillayı her yönüyle uygulayacağız. Birbüyük dönüşümün, gelişmenin ifadesi ola-caktır. Politik taktiklerde çok esnek olaca-ğız, doğmatik, sloganvari yaklaşımlardankaçacağız. Aniden diyalog kurma-kesme,bu konularda birlik kurma, cephe kurma,kitlelere ulaşmanın çok somut özgün birlik-lerini yakalayacağız. Legal-illegal, isyan,serhildan gibi her türlü kitle faaliyetlerinigeliştirmekte usta olacağız. Tabii ideolojik-ilkesel olmayı asla gözardı etmeyeceğiz.PKK şimdiye kadarki gelişmesini ideolojik-ilkesel değerlerine bağlılıkla yürütmüştür.Bunlardan taviz vermek olmaz. Bizim çokbüyük bir çabayla yürüttüğümüz bu büyükçalışmayı kendinize oldukça mal edeceksi-niz. Zaten büyük bir özümsemeyi yaşadı-nız. Aynı düzeyde olmasa da, bütün partiyeözümsetmeyi yaşattık. Şimdi onu dahaböyle ayrıntılı bir planlamaya götürüyoruz.Bunun artık daha başarılı ürünlerini de ge-tirmek sizin için yaşamın ta kendisi, yaşa-mın anlam ifade etmesinin biricik doğru yo-ludur. Bu birikimlerini hayata geçiremeyen-lerin yaşamlarından bahsedilmez.

Bundan daha heyecanlı, sürükleyici, in-sanı zenginleştirici bir çalışma olur mu?Hayır olamaz! Bu hem zorunlu, hem de de-ğerlidir. Düzen her şeyiyle muazzam bir iş-sizliği-sefaleti geliştirirken, devrim progra-mımız tam tersine, doğal olarak diyalektiğinbir kuralı gereği, boşaltılanı büyük bir zen-ginlikle karşılıyor. İşsizleşmeyi büyük bir iş.Beş paralık düşürülmeyi büyük bir zengin-likle kişiliğimizde ve eylemimizde temsilediyoruz. Bu hem diyalektik yaklaşmanınbilimsel ifadesi, hem de hayatın her günpratiğimizde de kanıtladığı bir gelişme. İş-te, buna sahip oluyorsunuz. Başka türlü budünyada yaşanılamaz. Onun için kendinizikandırmayın, diyoruz. Ama doğru yaşamyolunu da öyle geçmişte olduğu gibi çarçuretmeye asla hakkınız olamaz. Bu çok kötübir karşı-devrimciliğe zemin olmadır. Herşeyi yapın, ama bu konuda zarar verebile-cek -canınız bile çıksa- tutum ve davranış-lara da yer vermeyin. Çünkü burada kaza-nılanın ne kadar büyük bir plan ve perspek-tif temelinde yürüdüğünü çok iyi görüyorsu-nuz. Buna sürekli bağlı kalırsanız, çok za-yıf-zavallı kişilikleriniz büyük bir gelişmeyeuğrayabilir.

Önderlik gerçeğinde biz de bunu birazdenedik ve kanıtladık. Aynısını şimdi kendi-nize mal ediyor ve “önemli bir başarınınsahibi olmadan ne yaşanılır ne ölünür”diyorsunuz! Ne böyle yaşamak kabul edile-bilir, ne de bizim biraz alıştığımız ucuz ölüm.İşte, planlamamızın en temel ağırlık noktala-rından birisi de militanın bu yürüyüş tarzıdır.Bu inanılmaz bir çabayla ve fırsatlarla önü-nüze serilmiştir. Değerini yüksek takdir et-mek kadar, başarısı için anı anına adeta bir-birleriyle halkalar halinde düğümleyerek yü-rüyeceksiniz. Gerisi nasıl gelirse kabulü-müzdür.

Ölüm de gelirse bu büyük bir şereftir.Kaldı ki, bu yolda ölüm nereden geldi deme-nin bile hiç gereği yoktur. Çünkü düşünülenher şey yapılmıştır. Biz bu tip ölümlere desonuna kadar hazırız. Gerisi de zaferdir. Buyürüyüşün bütün şehitlerimizin anısına bağ-lılığın, halklarımıza verdiğimiz sözün, yineinsan olarak kendimize saygınlığımızın birifadesi olarak bu çabaları buraya kadar geti-rebildik. Bir kez daha bunun yüksek başarı-larını dilemekle birlikte bu çalışmalarınızıselamlıyoruz. Bu temelde sizlerle ne kadarolduğumuzu gördünüz. Tabii bu planla birlik-te inanılmaz bir önderlik birlikteliği ile yaşı-yoruz ve kesin başarıyoruz.

“Biz buran›n gerillas›n›Kürdistan gerillas› gibi de¤il de,Türkiye gerillas› veya BirleflikHalklar Gerillas› olarak dadüflünebiliriz. Her milliyettenortak bir isyan alan›d›r.Milli vurgu yapmaya fazlagerek yoktur. Sosyal yan›a¤›r basan bir gerilla tarz›olarak düflünece¤iz.Bir Kürt ulusal kurtuluflugibi de¤il de, halklar›n sosyalve kültürel kurtuluflçulu¤ugibi bir yaklafl›m daha fazlaanlam ifade eder.”

www.ars

ivaku

rd.o

rg

Serxwebûn Sayfa 17Ekim 1997

Bir siyasal sistemin ve devle-tin niteliğini belirleyen enobjektif kriterlerden biri dü-şünce özgürlüğü veya özgür

eleştiri kurumudur. Siyasal sistem öz-gür eleştiri kurumuna yer veriyorsa, si-yasal hayatta özgür eleştiri kurumu di-namik bir şekilde çalışıyorsa, siyasalsistemin dolayısıyla devletin demokra-tik bir niteliğe sahip olduğu söylenebi-lir. Özgür eleştiriyi yasaklayan, ifadeözgürlüğünü kısıtlayan devletlerin de-mokratik bir niteliğe sahip olmadıklarıaçık bir gerçektir.

Türk siyasal sistemini

belirleyen temel kurumlar

Türk siyasal sisteminde özgür eleştirikurumuna yer yoktur, ifade özgürlüğüneçok önemli sınırlamalar getirilmiştir.Türk siyasal sistemini belirleyen enönemli kurum resmi ideoloji kurumu-dur. Resmi ideoloji pekçok yasağı, buarada düşünce yasaklarını kurumlaştır-mıştır. Türk siyasal sistemini, devletintemel niteliğini özgür eleştiri kurumu-nun yokluğu belirlemektedir, her zamangündeme getirilebilen, sınırları genişle-tilebilen düşünce yasakları belirlemekte-dir. Çok partili siyasal hayat, parlamen-to, gizli oy-açık sayım, kuvvetler ayrılı-ğı, hukuk devleti anlayışı veya hukukunüstünlüğü anlayışı, dinin devletten ayrıl-ması, idarenin işlemlerinin yargı deneti-mine bağlı olması, üniversite özerkliği,basın özgürlüğü gibi kurumlar siyasalsistemi birinci planda belirleyen temelkurumlar değildir. Örneğin bu kurumla-rın varolması, anayasada bu kurumlarınvarlığının belirtilmiş olması siyasal sis-teme demokratik bir nitelik vermeyeyetmemektedir. Bu kurumlar ancak, öz-gür eleştiri kurumu dinamik bir şekildeçalışıyorsa, düşünce özgürlüğüne sınır-lar getirilmemişse demokratik bir işle-yişten söz edilebilir. Bu bakımdan ifadeözgürlüğünün, özgür eleştirinin kurum-laşması, demokratik düzeni niteleyenkurumlardan sadece biri değildir, özgüreleştiri, ifade özgürlüğü demokrasiyiolanaklı kılan en önemli koşuldur. Yu-karıda sayılmaya çalışılan öteki kurum-ların varlığı ve sağlıklı bir şekilde çalış-maları bu temel kurumlaşmanın varlığı-na bağlıdır. Bu temel kurumlaşma yok-sa, öbürlerinin işlevsiz kalmaları, çarpı-tılmaları, büzülmeleri kaçınılmazdır.

Türk siyasal sisteminin ve TürkiyeCumhuriyeti Devleti’nin demokratik birniteliğe sahip olmadığı görüşüne, bazıTürk yazarları, basın mensupları, profe-sörler, devlet ve hükümet yöneticileri,siyasal partilerin vs. yöneticileri itirazedebilirler. Onlar, Türkiye’nin demokra-tik bir devlet olduğunu, özgürlükler ül-kesi olduğunu savunabilirler. Düşüne-lim ki, özgürlüğü, özgürlüğe kimlerinihtiyacı varsa, başta onlar savunurlar.Düşüncelerini özgürce açıklayanlarınçok çeşitli ve çok ağır cezai yaptırımlar-la karşı karşıya kaldıkları bilinen birgerçektir. Bu durumda, “Türkiye Cum-

huriyeti Devleti demokratik bir dev-

lettir, Türkiye bir özgürlükler ülkesi-

dir...” diye yazanların, basın mensupla-rının, yazarların, profesörlerin, sendika-cıların vs. özgürlüğe ihtiyaçları yok de-mektir. Bu durum onların ancak resmiideolojiyi savunduklarını, resmi ideolo-jinin istediği şekilde tutum sergiledikle-rini gösterir. Bu ilişkiler çerçevesinde,kemalizmin örneğin, Türkler ve Kürtleraçışından farklı bir içeriğe sahip olduğudeğerlendirmesi de yapılmaktadır. Türk-lerin büyük bir kısmı resmi ideolojiyikemalizmi savunmaktadır. Özgürlük ta-lebi olanlar başta Kürtlerdir.

Kemalizmin temel özelliği:

Düşünce yasakları

artı Batılılaşma arzusu

Bu resmi ideolojiye, devlet ideoloji-sine ve egemenlik sistemine kemalizm

diyoruz. Siyasalsistemi belirleyentemel kurumlar-dan birinin resmiideoloji kurumuolması, şüphesizkemalizmin önem-li bir boyutudur.Örneğin kemalistideoloji, kemalistdevlet, kendisinieleştiren, özellikleKürt sorunu açı-sından eleştirenkişi ve kurumlaraçok ağır cezaiyaptırımlar uygu-lanmaktadır. Fakatkemalizmi belirle-yen sadece bu de-ğildir. Sistemi, yö-neticileri eleştirmeanti-demokratikolan bütün devlet-lerde suçtur. İran,Irak, Suriye, Suu-di Arabistan, Lib-ya, Azerbaycan,Türkmenistan vs.kemalizme temelniteliğini verenönemli bir boyutda, kemalizminB a t ı l ı l a ş m a ’ y ıvazgeçilmez bir il-ke edinmesidir.Resmi ideoloji ko-runarak, düşünceyasakları koruna-rak Batılılaşmaçok önemli biramaçtır. Bu nasılolmaktadır? Busüreç nasıl geliş-mekte, ne gibi çe-lişkiler ortaya çı-karmaktadır? Türktarihinde Batılılaş-ma, şüphesiz,cumhuriyetle bir-likte, yani MustafaKemal’le birliktebaşlayan bir süreçdeğildir. 18. yüzyılın sonundan beri,yani Üçüncü Selim’le, İkinci Mah-mut’la başlayan, Tanzimat’la, Yeni Os-manlılar’la, Jön Türkler’le, İttihat veTerakki Fırkası’yla sürüp gelen bir akı-mın Mustafa Kemal’le, kemalistlerle

yeni bir içerikle sürdürülmesidir.Batı nedir? Batı her şeyden önce ki-

lise karşısında ve siyasal iktidar karşı-sında düşüncenin özgürleşmesi süreci-dir. Batı, bilimsel düşüncenin, bilimedayalı dünya görüşünün ve demokrasi-nin gelişmesi sürecidir, bu süreçte öz-gür eleştirinin kurumlaşmasıdır. Batıbir anlamda özgür eleştirinin siyasalsistemin ayrılmaz bir parçası halinegelmesi sürecidir. Bilimi, demokrasiyi,sanatı, felsefeyi olanaklı kılan enönemli kurum birinci planda özgüreleştiri kurumudur. Batı’da, parlamen-to, çok partili siyasal hayat, gizli oy-açık sayım, kuvvetler ayrılığı, hukukdevleti, idarenin işlemlerinin yargı de-netimine tabi olması, dinin devlettenayrılması, laiklik, basın özgürlüğü, üni-versite özerkliği gibi ilkeler, düşünce-nin güçlenip özgürleşmesi, özgür eleş-tirinin kurumlaşması sürecinde gerçek-leşen kurumlar olmuşlardır. Gerek Os-manlı İmparatorluğu döneminde, gerek

Türkiye Cumhuriyeti Devleti dönemin-de Batı’nın bu niteliği üzerinde hiç du-rulmamıştır. Batı’nın bu temel niteliği,Batı’yı Batı yapan bu nitelik hep gö-zardı edilmiştir. Batılılaşma derken,Batı’nın yaşam tarzları, giyim-kuşam,

yeme-içme, eğlenme gibi süreçleri tak-lit edilmeye çalışılmıştır. Parlamento,siyasal partiler, seçimler, basın özgür-lüğü gibi kurumlar, 19. yüzyıldan berişu veya bu şekilde yaşanan, tartışılankurumlardır. Bunlar da bu kurumlarıyaratan mücadeleden bağımsız olarak,böyle bir mücadelenin bilincinde olma-dan alınan bazı kurumlar olmuşlardır.Fakat, özgür eleştirinin yasaklanması,düşünce özgürlüğünün kısıtlanması sü-recinde, çok partili siyasal hayat, parla-mento, genel oy gibi olgular, süreçlernasıl yaşanmaktadır, bu konunun irde-lenmesinde yarar vardır.

Öte yandan, “Batı” her zaman “Av-

rupa”yla örtüşen bir kavram değildir.Örneğin, Yeni Zelanda, AvustralyaAvrupa coğrafyasından çok uzak yer-lerde olmalarına rağmen Batılı devlet-lerdir.

Hindistan, İsrail, 1994’ten sonraki,yani Nelson Mandela yönetimindekiGüney Afrika Türkiye’ye nazaran çok

daha fazla Batılıdevletlerdir. Ar-navutluk, Sırbis-tan, Hırvatistan,Makedonya gibidevletler, Avrupac o ğ r a f y a s ı n d abulunmalar ınarağmen Batılıdevletler değil-dirler.

Türk siyasal

sisteminin

odak

noktasındaki

kurum:

Milli

Güvenlik

Kurulu

Bugün Türki-ye’de çok partilisiyasal hayat var-dır. Genel oyadayalı bir parla-mento çalışmak-tadır. Gizli oy-açık sayım esası-na göre, belirliaralıklarla genelseçimler yapıl-maktadır. FakatTürk siyasal sis-teminde, TürkiyeBüyük MilletMeclisi’nin, hü-kümetin, siyasalpartilerin, fiiliolarak herhangibir kıymet-i har-biyeleri yoktur.Gerek iç siyaseti,gerek dış siyasetisaptayan MilliGüvenlik Kuru-lu’dur. Milli Gü-venlik Kuru-lu’nun fiili ağırlı-ğı karşısında,Türkiye BüyükMillet Mecli-si’nin, hükümetin

hiçbir ağırlığı, değeri yoktur. Kürt so-runu gibi önemli sorunlarda bu durumaçık bir şekilde böyledir. İçişleriyle, dı-şişleriyle, orduyla ilgili düzenlemeler,tayinler, terfiler, kesinlikle Milli Gü-venlik Kurulu tarafından saptanmakta-

dır. Bu alana seçilmişlerin nüfuz etme-leri mümkün değildir. Bu, Türk siyasalhayatında fiili olarak yaşanan sözlü birgelenektir.

Milli Güvenlik Kurulu devlet ideo-lojisini, yani kemalist ideolojiyi belirle-yen temel kurumdur.

Milli Güvenlik Kurulu, Cumhurbaş-kanı’nın başkanlığında, Başbakan, Ge-nelkurmay Başkanı, Milli SavunmaBakanı, İçişleri Bakanı, Dışişleri Baka-nı, Kara Kuvvetleri Komutanı, DenizKuvvetleri Komutanı, Hava KuvvetleriKomutanı ve Jandarma Genel Komuta-nı’ndan oluşan bir kuruldur. Gündeminözelliğine göre, Milli Güvenlik Kuru-lu’nun toplantılarına ilgili bakanlar ve-ya kişiler çağırılıp görüşleri alınabilir.Milli Güvenlik Kurulu’nun sekreterli-ğini, Milli Güvenlik Kurulu Genel Sek-reteri yapmaktadır. Milli Güvenlik Ku-rulu’nun askerlerin görüşlerinin ağırbastığı bir kurul olduğu besbellidir.

Demokrasilerde parlamento, ulusun

iradesinin tecelli ettiği alandır. Bu ira-denin üzerinde herhangi bir iradeninolması, böyle bir gücün kabul edilmesisözkonusu değildir. Fakat, düşünceninsuçlandığı, yargılandığı ve cezalandı-rıldığı bir siyasal yapıda, fiili olarakböyle bir kurumun, yönlendirici, belir-leyici bir kurumun oluşması kaçınıl-maz olmaktadır.

Milli Güvenlik Kurulu veya benzerikurumlar, Türk siyasal sisteminde herzaman varolan ve etkili olan, dinamikbir şekilde çalışan kurumlardır. 1924Anayasası’nda bu kuruma ilişkin özelbir madde yoktur. Tek partili bir siya-sal hayatın hüküm sürdüğü 1946’ya ka-dar olan dönemde, böyle bir kurumunfiilen varolacağı çok açıktır. 1946-1960arasında da eksikliği hissedilmemiştir,fiili olarak vardır. 1961 Anayasası’nda,“Milli Güvenlik Kurulu, milli güven-

likle ilgili kararların alınmasında ve

koordinasyonun sağlanmasında yar-

dımcılık etmek üzere gerekli temel

görüşleri Bakanlar Kurulu’na bildi-

rir” denmektedir (md. 111). 1961 Anayasası’nın 1971 değişikli-

ğinde ise “Milli Güvenlik Kurulu,

milli güvenlikle ilgili kararların alın-

masında ve koordinasyonun sağlan-

masında gerekli temel görüşleri Ba-

kanlar Kurulu’na tavsiye eder” deni-yor.

1971 değişikliğinde “yardımcılık

etmek üzere” tabirinin çıkarıldığı,“bildirir” yerine, “tavsiye eder” den-

diği dikkatlerden kaçmamaktadır.1982 Anayasası’ndaki hüküm ise

şöyledir: “Milli Güvenlik Kurulu

devletin milli güvenlik siyasetinin ta-

yini, tesbiti ve uygulanmasıyla ilgili

kararların alınması ve gerekli koor-

dinasyonun sağlanması konusundaki

görüşlerini Bakanlar Kurulu’na bil-

dirir. Kurulun devletin varlığı ve ba-

ğımsızlığı, ülkenin bütünlüğü ve bö-

lünmezliği, toplumun huzur ve gü-

venliğinin korunması hususunda

alınmasını zorunlu gördüğü tedbirle-

re ait karar Bakanlar Kurulu’nca

öncelikle dikkate alınır.” (md. 118)Milli Güvenlik Kurulu’ndan söz

ederken, 2945 sayılı Milli GüvenlikKurulu ve Milli Güvenlik Kurulu Ge-nel Sekreterliği yasası üzerinde de dur-mak gerekir. 2945 sayılı yasa 9 Kasım1983 tarihinde kabul edilmiştir. Yasa-nın maddeleri incelendiğinde, MilliGüvenlik Kurulu tutanaklarının ve gö-rüşlerinin açıklanamayacağı (md. 10),Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreter-liği kadrolarının gizli olduğu (md. 17),çalışma yönetmeliğinin gizlilik derece-si bulunduğu, resmi gazetede yayım-lanmasının yasak olduğu (md.20), bukuruluşun gizli çalışmalarını yürütebil-mesi için bütçeye örtülü ödenek kona-cağı (md. 21) anlaşılıyor.

Görüldüğü gibi Milli Güvenlik Ku-rulu Genel Sekreterliği de aslında gizlibir örgüttür. Böyle gizli yönleri ağırbasan bir örgütle demokrasinin ve hu-kuk devletinin kurulması nasıl müm-kün olabilir?

Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekre-terliği’ne bağlı önemli birimlerden biriToplumla İlişkiler Başkanlığı’dır. Top-lumla İlişkiler Başkanlığı’yla Genel-kurmay Karargahı’na bağlı Özel HarpDairesi’nin, yeni adıyla Özel KuvvetlerKomutanlığı’nın kadro, istihbarat, ör-güt ve eylem biçimleri olarak birbiriiçine geçmiş birimler olduğu görül-mektedir.

Milli Güvenlik Kurulu ve Milli Gü-venlik Kurulu Genel Sekreterliği yasa-sının 2. maddesi kurumun yetkilerininne kadar geniş, adeta sınırsız olduğunugöstermektedir. Buna göre, “Milli Gü-

venlik Kurulu’nun görevi devletin

anayasal düzenini, milli varlığını,

bütünlüğünü, milletlerarası alanda,

siyasi, sosyal, kültürel ve ekonomik

dahil bütün menfaatlerini ve akdi

hukuku her türlü iç ve dış tehditlere

karşı koruyup kollmak...”tır.

Egemenlik sistemi ve

devlet ideolojisi olarak

KK EE MM AA LL ‹‹ ZZ MMİsmail Beşikçi

“Aslında Türk siyasal sistemi tam da başkanlık sistemidir.Milli Güvenlik Kurulu’nun başkan olduğu, siyasal partilerin ve

yöneticilerinin nötralize edildiği, hükümsüz kılındığı, hükümetin veTürkiye Büyük Millet Meclisi’nin kıymet-i harbiyelerinin ve değerinin

olmadığı bir sistem. Buna Türk usulü başkanlık sistemiveya kemalist başkanlık sistemi denilebilir.”

www.ars

ivaku

rd.o

rg

Sayfa 18 SerxwebûnEkim 1997

İçişlerinin, dışişlerinin tamamenMilli Güvenlik Kurulu tarafından yö-netildiğini belirtmiştik. Bazen eğitimpolitikalarının da Milli Güvenlik Kuru-

lu tarafından saptanıp yönetildiği gö-rülmektedir. 2923 sayılı Yabancı DilEğitim ve Öğretim Kurumu Hakkında-ki Yasa gereğince, Türkiye’de eğitimiyapılacak yabancı dillerin hangileriolacağı Milli Güvenlik Kurulu tarafın-dan saptanmaktadır (md. 2). Genelkur-may Başkanlığı’nın görev ve yetkileri-ni düzenleyen 1324 sayılı yasa gereğin-ce yapılacak bir uluslararası anlaşma-dan önce, Genelkurmay Başkanı’nıngörüşü alınacağı hükme bağlanmıştır(md. 3).

1997 yılı Ocak ayı başlarında yürür-lüğe giren “Başbakanlık Kriz Yöne-

tim Merkezi Yönetmeliği” ordununrejime yaptığı müdahalenin ne kadaryoğun, yaygın ve kalıcı olduğunu birkere daha göstermektedir.

Silahlı bürokrasi, yani ordu, siyasialandaki nüfuzunu ekonomik alana dataşımıştır. 205 sayılı yasayla, 1961’dekurulan Ordu Yardımlaşma Kurumu (-OYAK) bunun önemli bir göstergesi-dir. OYAK yatırım ve vergi alanlarındasağladığı çeşitli bağışıklıklardan da ya-rarlanarak pekçok sanayi dalında devyatırımlara girişmiştir. Türkiye’nin enbüyük holdingleri arasında, en büyüksermaye grupları arasında yer almakta-dır. (Bu konuyla ilgili olarak bk. Ergin

Cinmen, Militarizmin KıskacındakiTürk Demokrasisi, Yeni Yüzyıl, 6 Şu-bat 1995; Devrim Pusat, Ordu ve Si-yaset, Militarizmin Tarihsel Sürekliliği,Nam Yayıncılık, İstanbul, Mart 1996,s.49-90; Tuncay Özkan, Bir Gizli Ser-visin Tarihi, Milli İstihbarat Teşkilatı,Milliyet Yayınları, İstanbul Mayıs1996; Suat Parlar, Osmanlı’dan Gü-nümüze Gizli Devlet, Spartaküs Yayın-ları, İstanbul Haziran 1996, AnayasaHukuku Profesörü Bülent Tanör tara-

fından TÜSİAD’ın isteği üzerine hazır-lanan, Türkiye’de DemokratikleşmePerspektifleri başlıklı rapor, Ocak1997)

Milli Güvenlik Kurulu’nun 28 Şu-bat 1997 tarihli toplantısını hatırlaya-lım. Bu toplantıda alınan kararlarda,dönemin hükümeti olan Necmettin Er-bakan hükümetine yapılması, gerçek-leştirilmesi istenen bazı konularda di-rektifler veriliyordu. Belirtilen, istenenkonuların gerçekleştirilmesine ilişkinsüreler de veriliyordu. Sözü edilen bu

dönemde siyasal kurumların işlevleri,birbirleriyle bağlantıları konularındaçok önemli bir süreç yaşandı. Başba-kan’ın Milli Güvenlik Kurulu kararları-

nı imzalamaya zorlanması, bu kararla-rın gereklerini yerine getirme konusun-da ayak sürüyen hükümetin askerin ıs-rarlı istekleri ve direktifleri sonucu dü-şürülmesi şüphesiz önemli olaylardır.Fakat bunlar kadar önemli olan bir olaydaha vardır. O da hükümetin 28 Şubatkararlarını Türkiye Büyük Millet Mec-lisi’ne getirme çabaları, Meclis’teki si-yasal parti yöneticilerinin de bu teşeb-büse şiddetle karşı olmalarıdır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi, MilliGüvenlik Kurulu kararlarının, sadecehükümeti ilgilendirdiğini, meclisi ilgi-lendiren bir durum olmadığını düşün-mektedir. Halbuki, Milli Güvenlik Ku-rulu hükümete direktifler vermekte, ba-zı konularda kendi istediği biçimde ya-salar çıkarılmasını buyurmaktadır.Böylece hükümet meclisin dışında,meclisi de yönlendirebilen, meclise debuyurabilen bir kurum tarafından de-netleniyor olmaktadır. Öte yandan yasayapmak meclisin görevi olduğuna göre,bu, bizzat meclisin inisiyatifiyle ger-çekleşen veya meclis-hükümet ilişkileriiçinde gerçekleşen bir süreç olmalıdır.

Başbakan Necmettin Erbakan’ın,Milli Güvenlik Kurulu’nun 28 Şubatkararlarını Türkiye Büyük Millet Mec-lisi’nin tartışmasına sunma girişimleri-ne, siyasal partilerin temsilcileri nedenşiddetle karşı çıkmışlardır? Meclis, ya-sa yapma konusunda hiçbir kişi ve ku-rum tarafından yönlendirilemeyeceğini,meclisin iradesinin üzerinde olan biriradeyi tanımadığını belirttiğine göre,

28 Şubat kararlarını mecliste görüşüpreddedemez miydi? Meclisin iradesininüzerinde hiçbir iradenin tanınmadığı,ancak bu şekilde ortaya konulamazmıydı? Fiili olarak, yani Türk toplu-mundaki güç ilişkileri açısından değer-lendirildiğinde, Türkiye Büyük MilletMeclisi’nin, Milli Güvenlik Kurulukarşısında yani ordu karşısında ufacıkbir ağırlığa ve değere sahip olmadığıgörülmektedir. Bu tür kararlar meclistetartışmaya açılsa, büyük bir çoğunluklakabul edilmesiyle sonuçlanır. Buysa,meclis üzerindeki Milli Güvenlik Ku-rulu ağırlığını, meclisin hiçliğini somutbir şekilde gözler önüne serer. O halde,Milli Güvenlik Kurulu kararlarıyla hü-kümeti başbaşa bırakmak, hükümet,Milli Güvenlik Kurulu istemleri doğ-rultusunda yasal düzenlemeler yaptığı,tasarılar hazırladığı zaman da bunlarıkabul etmek en doğru yol olarak değer-lendirilmektedir. Meclisin, Türkiye’ninyönetimindeki bu hiçliğinin örtülmesive gizlenmesi için, yeni yeni binalaryapılarak, koltuklar yenilenerek, oda-lar, salonlar yeniden döşenerek, yeni veileri teknolojilerle donatılarak azametive şatafatı artırılmaktadır. Üyelerinmaaşları ve yollukları artırılarak, mec-lis ve üyeler bu yönden de önemli kı-lınmaktadır.

Türk usulü başkanlık sistemi

Bugünlerde Türk basınında, medya-da tartışılan bir konu var: BaşkanlıkSistemi. Bu tartışma CumhurbaşkanıSüleyman Demirel’in isteğiyle ve yön-lendirmesiyle yapılmaktadır. AslındaTürk siyasal sistemi tam da başkanlıksistemidir. Milli Güvenlik Kurulu’nunbaşkan olduğu, siyasal partilerin ve yö-neticilerinin nötralize edildiği, hüküm-süz kılındığı, hükümetin ve TürkiyeBüyük Millet Meclisi’nin kıymet-i har-biyelerinin ve değerinin olmadığı birsistem. Buna Türk usulü başkanlık sis-temi veya kemalist başkanlık sistemidenilebilir. Bu, başkanlık sistemindekibaşkandan, örneğin Amerika BirleşikDevletleri’nde uygulanan başkanlıksistemindeki başkandan çok gaha güçlübir başkan yaratmaktadır. Milli Güven-lik Kurulu’nun başkanlık yaptığı sis-temde başkanın yetkileri sınırsızdır.Başkanın yetkilerini sınırlayan hiçbiryasa, yönetmelik vs. yoktur. Bu sınırsızyetkilere rağmen Milli Güvenlik Kuru-lu’nun hiçbir siyasal sorumluluğu dayoktur, sorumluluk başbakanındır, hü-kümetindir. Dolayısıyla Başbakan, hü-kümet yetkisizdir ama sorumludur.

Milli Güvenlik Kurulu tarafındantemsil edilen başkanlık sisteminin hal-kın oylarına dayanan bir başkanlık sis-

temine hiç izin vermeyeceği çok açık-tır. Çünkü, halk tarafından seçilen birbaşkan, halktan aldığı güçle, Türki-ye’nin yönetiminde çok daha etkili birşekilde pay sahibi olmak isteyebilir.

Milli Güvenlik Kurulu gibi bir ku-rumla Türkiye Cumhuriyeti Devleti de-mokratik bir devlet değildir, bunun öte-sinde, Türkiye’nin böyle bir kurumlademokratik bir devlet olma şansı dayoktur.

Bu örnek bize, parlamento gibi birBatı kurumunun özgür eleştirinin ya-saklanması, ifade özgürlüğünün kısıt-lanması sürecinde nasıl özünün boşal-tıldığını, çarpıtılıp büzüldüğünü açıkbir şekilde göstermektedir. Türk siyasalsistemi başlangıçtan beri bu esaslarüzerinde kurulduğu halde, ancak1980’lerden itibaren, yani Kürt dinami-ğinin gittikçe güçlenerek işlemesi süre-cinde deşifre olmuştur. Kürt dinamiğiniharekete geçiren temel etkenin PKKönderliğinde yükselerek gelişen gerillamücadelesi olduğu şüphesizdir.

Düşünce yasaklarını

nasıl irdelemek gerekir?

Türk siyasal sistemini belirleyenesas kurumun resmi ideoloji olduğunu,dolayısıyla düşünce yasakları olduğunuyukarıda belirtmiştik. O zaman yasakolan düşünce üzerinde biraz durmakgerekir. Her düşünce açıklaması yasakdeğildir. Örneğin, “Kürtler ilkel bir

halktır, Kürtçe ilkel bir dildir...” de-mek yasak değildir. “Kürtler, tarihte

hiçbir zaman kendilerini yöneteme-

mişlerdir, başta Türkler olmak üzere

hep komşuları tarafından yönetil-

mişlerdir...” demek yasak değildir. Fa-kat, örneğin, “Kürtler Ortadoğu’da

en az 30 milyon nüfusa sahip olduk-

ları, 500 bin kilometrekareden fazla

bir ülkeye sahip oldukları halde ne-

den küçücük bir siyasal statüye sa-

hip olamamışlardır...” şeklinde soru-lar sormak, bu sorulara cevaplar ara-mak yasaktır, bu “terörist” bir faaliyetkabul edilmektedir. Bunun gibi,“Kürtler ve Kürdistan neden bölün-

müş, parçalanmış ve paylaşılmıştır?

Kürt ulusunun ve Kürdistan’ın bö-

lünmesi, parçalanması ve paylaşıl-

ması ne zaman ve nasıl düşünülmüş,

planlar nasıl uygulanmış, bu sürecin

sonuçları neler olmuştur? Bu süreçte

kimler, birbirleriyle işbirliği ve güç-

birliği yapmışlardır...” şeklinde soru-lar sormak, bu sorulara cevaplar ara-mak yasaktır. O zaman yasaklanan dü-şüncenin, yasaklama sürecinin biraz ir-delenmesi gerekir.

Bu irdelemenin yapılabilmesinin enönemli yolu da yasaklanan düşünceyle

Değerli dostkatılımcılar!İsmail Beşikçi

gerçeği ve Türki-ye’de düşünce özgür-lüğü oldukça aktüelbir konu olmakla bir-likte, can alıcı siyasibir öneme de haizdir. Bu konuda pratik birdayanışmaya en çok ihtiyaç hissettiğimizgünleri yaşamaktayız.

Ama hemen şunu belirtelim ki, İsmail Be-şikçi ve düşünce özgürlüğü konusu tamamenKürt gerçeğiyle bağlantılıdır. Dolayısıylakendi başına bir İsmail Beşikçi ve düşünceözgürlüğü hiçbir anlam ifade edemez. Kürtsorununu da bu temelde salt bir etnik veyaulusal sorun biçiminde dar ele almamak gere-kir.

Denilebilir ki, bu sorun asrımızın bir in-

sanlık trajedisidir. Tarihte ve özellikle çağı-mızda bazı halklar üzerinde gerçekleştirilenjenosidin temelleri de bu gerçeklikle bağlan-tılıdır. Yahudi katliamından önce gerçekleşti-rilen Ermeni katliamı çağdaş katliamların enürpertici, dikkate değer ve önde gelen bir kat-liamıdır. Almanya’daki Yahudi katliamı da

bu örneği izlemiştir. Anadolu topraklarındabu anlamda bir kültürler katliamının ardındanhalklar mezarlığı gibi bir gerçeklik sözkonu-sudur. Bunu önemle değerlendirmek gereki-yor.

Neden bir kişiye, Kürt gerçeğiyle bağlantı-lı bazı değerlendirmeler yaptı diye, böyleağır cezalar veriliyor? Daha dün Eşber Yağ-

murdereli’yi de Kürtlerle ilgili bir konuşmayaptı diye yirmi yılı aşkın bir cezayla ceza-landırmak için zindana attılar. Neden Türkiyedüzeni bu kadar hassas? Altını eşelerseniz,işte çağımızın bu en yüzkarası katliam gerçe-ğiyle bağlantısı ortaya çıkar. Çünkü örtülü birkatliam en son olarak Kürtleri bitirmek üze-redir.

Siz değerli dostları bu örtülü katliamı bü-tün yönleriyle incelemeye davet ediyorum!

PKK üzerine alçakça bir propaganda ya-

pıldı. Özellikle de “terörist” maskesi adı al-tında Kürt katliamı Avrupa kamuoyundangizlenmek isteniliyor. Çok yönlü bir provo-kasyonlar sistemi Avrupa kamuoyuna yansı-tıldı. Özellikle Kürt halkının değerli dostuOlof Palme katliamı ile birlikte Avrupa’dabir cadı kazanı kaynatıldı. Almanya’nın başı-nı çektiği bu PKK aleyhtarı kampanyayı, buKürt aleyhtarı kampanyayı doğru değerlen-dirmeden, Türkiye’de düşünce özgürlüğünüve dolayısıyla Beşikçi’yi de doğru değerlen-diremezsiniz. Bunlar birbiriyle sıkı sıkıyabağlantılıdır.

Burada özellikle Avrupalı aydınların

kendilerini sorumlu tutmaları lazım. Büyükbir haksızlıkla karşı karşıyayız. Bu değerliaydınların zindanlarda çürümesinin ve dü-şünce tutsaklığının arkasında Avrupa hükü-metlerini görmek büyük önem taşıyor.

Özellikle NATObünyesindeki Gla-dio ve benzeri ku-ruluşlar, kendi ka-muoyundan da gizlibir biçimde Türki-ye’deki trajedinintemel destekleyici-

leridirler. Komünizme veya sözde işte halkayaklanmalarına karşı oluşturulan bu örgüt,belki Avrupa halkları üzerinde bir terörle et-kisini göstermiyor. Ama aynı örgütler halkı-mızın katliamının gerçekten en talihsiz bir ar-ka gücü olarak rolünü oynuyor.

Sizleri temin ederim ki, eğer Kürt katliamıtam gerçekleşmediyse, bunun nedeni insanlı-ğın anlamakta güçlük çekeceği ve iradesininyetmeyeceği bir direnişi amansız koşullardasürdürebilmiş olmamızdandır.

Her zaman vurguladığımız gibi, bu bizimdirenişimiz, Sayın Beşikçi’nin de vurguldağıgibi, bir sömürgecilikten de öteye, katliamayatırılmış bir halkın üzerindeki bıçağı birazdurdurmak içindir. Sizler geleneksel bilim öl-çüleriyle ne bu katliam sürecini anlayabilirsi-niz, ne de Beşikçi’ye ve düşünce özgürlüğü-ne dayatılan bu inanılmaz baskıları yorumla-

PKK Genel Başkanı Abdullah Öcalan yoldaşın İsmail Beşikçi adına düzenlenen konferansa gönderdiği mesaj

İSMAİL BEŞİKÇİ ÇAĞIMIZIN SOKRATES’İDİR

“Türk siyasalsisteminde özgür eleştirikurumuna yer yoktur,ifade özgürlüğüne çokönemli sınırlamalargetirilmiştir. Türk siyasalsistemini belirleyen enönemli kurum resmiideoloji kurumudur.Resmi ideoloji pekçokyasağı, bu arada düşünceyasaklarınıkurumlaştırmıştır.”

www.ars

ivaku

rd.o

rg

Serxwebûn Sayfa 19Ekim 1997

o düşüncenin ifade etmeye çalıştığı ol-guların veya olgusal ilişkilerin birbirle-riyle uygunluk derecelerinin yani olgu-sal doğruluk durumunun araştırılması-dır. Yasaklanan düşünce olguları veyaolgusal ilişkileri ne kadar aksettiriyorkonusuna bakmak gerekir. Eğer yasak-lanan düşünce ile olgular veya olgusalilişkiler arasında önemli bir uygunlukyani olgusal doğruluk varsa, bu düşün-cenin ifadesinde elbette ısrarlı olmakgerekir. Ayrıca yasakların siyasal işleviüzerinde de durmak, düşünmek gere-kir. Bu yasaklarla devlet neyi gizleme-ye çalışıyor? Hangi olguları ve olgusal

ilişkileri gizlemeye çalışıyor? Bu ya-sakların, gizlemelerin devlete sağladığıavantajlar nedir? vs.

Milli Güvenlik Kurulu’nun

fiili ağırlığı karşısında

demokrasiyi ve hukuk devletini

kurmak olasılığı var mıdır?

Bu düşünce yasaklarıyla nasıl birhukuk yaratılabilir? Türkiye’de hukukdevleti anlayışını, hukukun üstünlüğüanlayışını kurmanın, geliştirmenin ola-nakları var mıdır? Bu konulara da kısa-ca bakmak gerekir. Cumhuriyetle bir-likte, Batılı devletlerin bazı kanunlarıtercüme edilerek, Türk yaşamına adap-

te edilerek ve yasalaştırılarak Türki-ye’de de uygulanmaya başlanmıştır.Türk Medeni Kanunu ve Borçlar Kanu-nu, Türk Ceza Kanunu, Türk TicaretKanunu, İcra ve İflas Kanunu, HukukMuhakemeleri Usulü Kanunu, CezaMuhakemeleri Usulü Kanunu vs. Buna“hukuk devrimi” deniyor. “Hukuk

devrimi” Batılılaşmanın önemli biradımı olarak değerlendiriliyor. Bugünbunların, Türk hukukunun Batılılaştı-rılması için, demokratikleştirilmesi içinyeterli olmadığı açık bir şekilde görü-lüyor. Düşüncenin suçlandığı, yargılan-dığı ve cezalandırıldığı bir yerde de-mokratikleşme mümkün müdür? Böylebir siyasal sistem içinde yargı bağım-sızlığı, yargıç bağımsızlığı, hukuk dev-leti anlayışı, hukukun üstünlüğü anlayı-şı kurumlaşabilir mi? Düşüncenin suç-lanması, yargılanması ve cezalandırıl-ması ne demektir? Bu, her şeyden ön-ce, yargıcın, kendisi gibi düşünmeyenkişileri cezalandırması demektir. Böylebir zihniyetle, tutumla, hukuk devletianlayışı yaşama geçirilebilir mi?

Düşünce davalarıyla ilgili sürecinbiraz daha yakından irdelenmesindeyarar vardır. Dava sürecinde, suçlayansavcının, hüküm veren mahkemeninveya yargıcın aynı polisler gibi düşün-düğü saptanması gereken önemli birgerçekliktir. Çünkü, düşünce suçlarıylailgili davalarda, suçlarken polisin yü-rüttüğü muhakeme tarzıyla, savcınınveya yargıcın, mahkemenin yürüttüğümuhakeme tarzı arasında ciddi bir farkyoktur. Böyle bir fark elbette olmalıdır.Farkın olmaması aslında, resmi ideolo-jiyle ilgili bir olaydır. Resmi ideolojikarşıtı bir düşünce, örneğin resmi ideo-lojiyi eleştiren bir düşünce cezalandı-rılmaktadır. Böyle bir yargılamanın hu-kuksal bir niteliği yoktur, ceza, idaribir cezadır.

Düşünce suçlarıyla ilgili davaların,bu bakımdan, mahkemelere intikal et-mesi de gerekli değildir. Bu tür cezalar,karakolda, polisler tarafından, polisinbağlı olduğu makamlar tarafından daverilebilir. Böyle bir davada, polisin,ilgili kişiye, yazara, araştırmacıya sora-cağı tek soru vardır: “Bu kitabı/ yazıyı

sen mi yazdın?” “Ben yazdım” deni-yorsa, polis ikinci bir soru daha sorabi-lir: “Bu düşünceleri şu anda da koru-

yor musun, savunuyor musun?”

“Koruyorum, savunuyorum” derseceza orada belirlenebilir. Mahkemeler-de de aslında farklı bir süreç yaşanma-maktadır. “Bunu ben yazmadım” di-yene, “Artık bu düşünceleri savun-

muyorum...” diyene, söyledikleri ko-nusunda ilgili memuru ikna eden kişiyeceza verilmesi şüphesiz doğru değildir.

Bunların, hukukun evrensel norma-larına uygun, hukuk devleti anlayışına

uygun bir hukuk olmadığı besbellidir.Hukuk devleti nedir? Siyasal ve top-

lumsal sistem hangi temel esaslara da-yanmalıdır? Hukuk devleti, bu temelesasları saptayan, oluşturan bir katego-ridir. Bu da birinci planda devletinmeşruluğu kavramıyla ilgilidir. Bir si-yasal teoriyi, devlet teorisini oluşturanen önemli unsurları, devletin kimler ta-rafından yönetileceği, yönetenlerin,meşruluklarını nasıl sağlayacakları, yö-netim mevkilerine nasıl gelecekleri so-rularına verilecek cevaplar belirler. Buunsurlar devletin meşruluğunu da belir-ler.

Devlet meşruluğunu nereden alır?Devlet meşruiyetini bizatihi kendi var-lığından alıyorsa, bu, keyfiliğin, kabakuvvetin geçerli olduğu bir devlettir,despotik bir devlettir. Bu anlayışa göredevlet, yani siyasal toplum, ulusun or-tak ihtiyaçlarını sağlamak için düzenle-diği bir araç, bir organizasyon değildir.Bu görüşe göre devlet, toplumdan ba-ğımsız olarak vardır ve toplumun üze-rindedir. Bu görüşe göre devlet toplu-mun değildir, bilakis toplum veya mil-let devletindir. Bu anlayışa göre top-lum veya millet devletin malıdır, devlettoplum veya millet üzerinde dilediğişekilde tasarrufta bulunabilir. Devlet“kutsal”dır, “yüce”dir. O halde budevlet anlayışında hukukun temel ama-cı bu “yüce” ve “kutsal” devletin var-lığını korumak ve bekasını sağlamaktır.Hukukun temel görevi her halukardabu “yüce” ve “kutsal” varlığı koruma-ya ve bekasını sağlamaya yönelik ol-malıdır. Devlet “kutsal” kabul edildiğiiçin devletin, devleti temsil edenlerin“devletlular”ın yaptıklarının “hik-

met”i anlaşılamaz, bilinemez. Devletkatından verilen buyruklarda, devletinyaptığı işlerde, eylemlerde çoğu zamanhalkın anlayamayacağı, bilemeyeceği,idrak edemeyeceği, kavrayamayacağıbir “hikmet” gizlidir. Buna “hikmet-i

hükümet”, “hikmet-i devlet” görüşüdenilmektedir. Bu anlayışa göre hukukolduğu kabul edilen kurallar, kaideler,egemenin irade beyanından başka birşey değildir. Egemenin irade beyanları-nın herkes için geçerli olmayacağı, her-kesi bağlamayacağı açıktır. Bu iradebeyanlarının sadece vatandaşlar içingeçerli olduğu, devlet görevlilerinibağlamayacağı şüphesizdir.

Burada vurgulanmaya çalışılan ko-nu, örneğin, Memurin Muhakematı Ka-nunu’nun suç işleyen memurlara, kamuajanlarına sağladığı güvenceler, kolay-lıklar vs. değildir. “Kutsal devlet”,“yüce devlet” anlayışına göre oluşanbir zihniyettir. “Kamu yararı” kavra-mı, “devletin üstün çıkarları” gibikavramlar, ayrıcalıklara ve güvenceleredayanan bir hukuk, “devletin huku-

ku”nu yaratır.Devletin meşruiyetini, devletin biz-

zat kendi varlığında arayan görüşe görehukuk nasıl oluşur? Bu görüşe göre hu-kuk egemenin iradesidir. Egemenin ira-desinin ifadesi hukuku oluşturur. Bunapozitivist hukuk doktrini de denilmek-tedir. Hukuk, egemenin, devletin, hu-kuk diye söylediği, hukuk diye ortayakoyduğu her çeşit irade beyanıdır.

Hukuk devleti anlayışının hukukuşüphesiz bu değildir. Bu anlayışta, dev-let meşruiyetini bizzat kendi varlığın-dan değil, evrensel ve üstün normlardizisinden alır. Bunun sonucu olarakda hukuk devleti, devletin hukuklabağlanması, hukukun yetkilendirdiğiölçüde, hukukun yetkilendirdiği çerçe-vede faaliyette bulunması anlamına ge-lir. Kaba kuvvetin ve keyfiliğin yerine,“hikmet-i hükümet”in, “hikmet-i

devlet”in yerine, önceden belli edilmişve herkes için geçerli olan, yani sadecevatandaşlar için değil, yöneticiler içinde geçerli olan kurallar egemen olur.

“Hukuk devleti” ve “kanun devle-

ti” kavramları çok farklı anlamlar orta-ya koymaktadır. Her türlü keyfiliğin,diktatörlüğün hüküm sürdüğü devletle-rin bile kanunları olduğu bilinen birgerçektir. Hukuk devleti hukukun ev-rensel ilkelerine göre, hukukun evren-sel normlarına göre hareket eden, bu il-kelere, bu normlara uyan devlettir. Ev-rensel anlamda hukuk, insan haklarınadayalı, eşitlik, adalet gibi ilkeleri göze-ten, barışçıl bir toplum amaçlayannormlar dizisini ifade eder.

Özgür eleştirinin yasaklandığı, ifadeözgürlüğünün sınırlandığı yerlerde, fiiliolarak ikili bir hukuk ortaya çıkar. Biri-si yönetilenler için hukuk, öbürü, yöne-tenler için hukuk. Şöyle de söylenebi-lir: “Devlete karşı suç işleyenler için

hukuk”, “devlet adına suç işleyenler

için hukuk.” Bu durumu şu şekildeifade etmek de mümkündür: Düşünceyasaklarının, yani resmi ideolojinin di-namik bir şekilde işletilmesi sürecinde,fiili olarak ikili bir hukuk uygulamasıortaya çıkmaktadır. Keyfiliğe ve otori-teye, baskıya, zulme dayanak oluşturanbir hukuk, “üstün hukuk” anlayışıvardır. Bu, devletin hukukudur. Devletieylemlerinde, operasyonlarında kısıtla-yan, sınırlayan hiçbir yasa, yönetmelik,kural, kaide yoktur. Devlet için kamuajanları için hep ayrıcalıklar ve güven-celer sayılmaktadır. Bir de sınırlama-lardan meydana gelen durmadan kısıt-lanan “aşağı hukuk” vardır. Buradahaklar, uygulanmak, işlerlik kazandır-mak için değil, sınırlamak, kısıtlamak,hatta tamamen ortadan kaldırmak içinsayılır. Bu da örneğin Kürtlere uygula-nan hukuktur. Olağanüstü Hal Bölge-si’nde uygulanan hukuktur. Bugün,

Kürdistan’da insan haklarının küçücükbir kırıntısı bile yoktur. “Kırıntı” söz-cüğünün anlamı elbette bilinmektedir.Baskı ve zulüm konusundaysa devletinsınırsız bir yetkisi, uygulaması vardır.

Devleti ve milleti “kutsal”, “yüce”

sayan bir anlayışın milliyetçi bir ideo-loji oluşturduğu çok açıktır. Bu milli-yetçi akımlar çoğu zaman ırkçı bir yapısergilemektedir.

Hukuk devleti anlayışına göre birhukuk yoksa devlet de yoktur. Huku-kun olmadığı yerlerdeyse çeteler var-dır. Fakat çeteler hakkında, örneğin 3Kasım 1996’da “Susurluk”da ortayaçıkan çete hakkında ciddi bir soruştur-

ma yürütülememektedir. Ortada, “faili

meçhul” denen yüzlerce cinayet var-dır. Ama, bu cinayetlerden dolayı suç-lananlar, “ne yaptımsa devletim için

yaptım, devletin adına yaptım, devle-

tin bilgisiyle, istemiyle ve teşvikiyle

yaptım...” demektedirler. Mahkemelerherhangi bir kitap veya yazı hakkında,hemen dava açmakta, dava, kısa za-manda mahkumiyetle sonuçlanmakta-dır. Çoğu zaman böyle olmaktadır. Dü-şünce suçlarıyla ilgili davalar kolaylık-la ve hızlı bir şekilde görülmektedir.Kitaplar, gazeteler, dergiler hemen ya-saklanmakta, toplatılmaktadır. Bunakarşılık mahkemeler, savcılar, yargıç-lar, devlet çetelerinin gerçekleştirdikle-ri cinayetler karşısında çok tutukturlar.Bu gibi olaylar karşısında, cinayetler

yabilirsiniz. Somutu biraz daha iyi görmekgerekiyor.

Aslında ben Avrupa’da geliştirilen bu tiptoplantılara fazla ilgi göstermek istemiyo-rum. Çünkü vicdani sorumluluklar epey da-ralmış, resmi görüşler oldukça hakim. Amasiz değerli dostların katılımının verdiği cesa-retle bazı gerçekleri söylemenin değersiz ol-mayacağını düşünerek vurguluyorum: Buciddi bir mesele. Bugün bu sorun belki biruyuşturucu trafiği yoluyla size dokunuyor.Ama yine inanmalısınız ki, bu kirli savaşınfinansmanı uyuşturucu ticareti ve kirli işler-den sağlanmaktadır. İtalya’da, Alman-ya’da ve İngiltere’deki mahkemelerde de açı-ğa çıktığı gibi, bu savaş Türk istihbaratınındoğrudan yönetimi altında bu karanlık işler-den sağlanan 50 milyar doları aşkın bir meb-lağla sürdürülmektedir. Ve bu Avrupa’yı ol-dukça zehirliyor. Bunun suçu da bize yıkıl-maktadır. Bu büyük bir sorumsuzluktur. Bu-nun için tek bir kanıt olmadığı halde, amaTürk devleti açısından yüzlerce kanıtı olma-sına rağmen, ısrarla bu kirli politika ve bu-nun propagandası Avrupa istihbarat örgütle-rinin de yardımıyla ısrarla sürdürülmektedir.

Bu anlamda Kürt meselesi konusunda ve

Beşikçi meselesinde Avrupa’da da düşünceözgürlüğü mücadelesi doğru yürütülmemek-tedir. Bugün Almanya’da bizim üzerimizdebir yasak var; düşüncemizin örgütlüğünü yü-rütemiyoruz ve bu da tamamen Türk faşizmi-ne verilen destekten ötürüdür. Türkiye’dekiamansız baskı yetmiyormuş gibi, Kürtlerinüzerindeki baskı dolayısıyla Beşikçi’nin dü-şünceleri üzerindeki baskı Avrupa’da da söz-konusudur. Neden çok gereksiz düşüncelerebu kadar imkan tanınıyor da, çok doğru dü-şünceleri fazla değer bulmuyor? Düşünce öz-gürlüğüne hiç de fazla katkısı olmayanlarabirçok ödül veriliyor da, ama neden bir Be-şikçi’ye verilmiyor? Burada da gerçekten öl-çüler biraz farklı çalışıyor.

Siz Değerli Bilimadamları!Gerçekten siyasi bir konudur diye, doku-

nanı tehdit eder diye, bu konu üzerinde sıra-dan durmamalısınız. Mesele üzerinde tamyürekli durmayı gerektiriyor. Beşikçi’ye ve-rilen yüzyılları aşan ceza gerçekten günümü-zün değil, asrımızın bir olayı olarak da de-ğerlendirilmelidir. Kürt gerçeğiyle bağlantı-sından ötürü, bugün Sayın Yaşar Kemal’efazla dokunmuyorlar. Neden? Çünkü YaşarKemal şunu diyordu: “Biraz daha Kürt me-

selesiyle uğraşırsam, beni de götürürler.”Ama bir yazar bunu söylememeliydi. Bir hal-ka katliam dayatılıyorsa, onu sonuna kadaraçığa çıkarmalı ve karşı koymalıydı. “Birazdaha gidersem sonum gelir” demek, aydınla-ra yakışmaz. Beşikçi sonuna kadar üzerinegittiği için yüzyılları aşan bir cezalandırmay-la karşı karşıyadır. Biraz dürüst aydın onuru-nu temsil ettin mi, Türkiye’nin sistemi iştebunu yapar.

Şunu çok iyi bilmeniz gerekiyor: Mesele-nin özüne tam dokunmadın mı, şöhretli biryazar da, aydın da bilimadamı da olabilirsin;ama meseleyi bütün yönleriyle ele aldığınzaman, işte İsmail Beşikçi gibi olursun. Benbu konuda dikkatlerinizi Beşikçi’nin özgün-lüğüne çekiyorum. Türkiye’de sıradan birdemokrasi savaşımıyla, düşünce özgürlüğüy-le ilgilenenlere fazla dokunmazlar. Ceza ve-rirler, ama çok kısa süreli cezalar verirler.Bunlar da tehdit içindir. Ama Beşikçi içinçok farklı bir durum var. Bu neden böyledirderseniz, bunun sebebi meseleyi bütün bilimçıplaklığıyla ele aldığı ve bunda fazla tavizvermediği içindir. “Üzerine fazla gidersembeni de zindana atarlar veya öldürürler” gibibir korkuya düşmediği, yani onurunu hep

yükseklerde tuttuğu içindir ki, Beşikçi olayıbu hali almıştır ve düşünce üzerindeki büyükbaskı bu biçimiyle sürdürülmektedir.

İsterdim ki, bu kampanya dolayısıyla bu-nu daha güçlü birbiçimde ele alalım.Bir dönemler Fran-sa’da Cezayir’dekisömürge savaşındaJean Paul Sart-

re’ın bir çabası var-dı. Yine Vietnamsavaşı için de Bert-rand Russel’ın Vi-etnam halkı ile da-yanışması ve hattasavaş güçleri içinbir mahkemelerivardı sanırım. PekiKürtler için bu tipaydın hareketleri,Beşikçi’ye de yar-dımcı olmak temelinde, neden gerçekleştiril-miyor? Kürdistan’daki savaş Cezayir’dekikirli savaştan, Vietnam’ınkinden daha az mıtrajiktir? Hayır! Avrupa’nın ağır sorumluluğualtında bu trajedi yürütülmektedir. Bu açıdan

“İsmail Beşikçi vedüşünce özgürlüğü

konusu tamamen Kürtgerçeğiyle bağlantılıdır.

Dolayısıyla kendibaşına bir İsmail

Beşikçi ve düşünceözgürlüğü hiçbir anlam

ifade edemez.Kürt sorununu da butemelde salt bir etnik

veya ulusal sorunbiçiminde dar ele

almamak gerekir.”

“Devlet meşruluğununereden alır? Devlet

meşruiyetini bizatihi kendivarlığından alıyorsa, bu,keyfiliğin, kaba kuvvetin

geçerli olduğu bir devlettir,despotik bir devlettir.

Bu anlayışa göre devlet,yani siyasal toplum, ulusunortak ihtiyaçlarını sağlamak

için düzenlediği bir araç,bir organizasyon değildir.

Bu görüşe göre devlet,toplumdan bağımsız

olarak vardır ve toplumunüzerindedir. Bu görüşegöre devlet toplumun

değildir, bilakis toplumveya millet devletindir.”

“O zaman yasak olandüşünce üzerinde biraz

durmak gerekir.Her düşünce açıklaması

yasak değildir.Örneğin, ‘Kürtler ilkel

bir halktır, Kürtçe ilkel birdildir...’ demek yasak değildir.

Fakat ‘Kürtler Ortadoğu’daen az 30 milyon nüfusasahip oldukları, 500 bin

kilometrekareden fazla birülkeye sahip oldukları

halde neden küçücük birsiyasal statüye

sahip olamamışlardır...’şeklinde sorular sormak,

bi sorulara cevaplaraaramak yasaktır.

www.ars

ivaku

rd.o

rg

Sayfa 20 SerxwebûnEkim 1997

karşısında soruşturma bile bile açıla-mamaktadır. Kaldı ki Kürt bölgelerin-de, binlerle ifade edilen “faili meçhul”

denen cinayet işlenmiştir. Bu cinayetle-rin faillerinin güvenlik güçleri olduğu,devlet olduğu herkes tarafından bilin-mektedir. Kürt yurtseverleri gözaltınaalınmış kaybedilmiştir. İnsan haklarısavunucuları, gazeteciler, doktorlar,avukatlar, öğretmenler, din adamları,esnaftan kimseler, köylüler, işçiler, öğ-renciler, HEP-DEP gibi siyasal partile-rin yöneticileri, üyeleri... binlerce kişi“faili meçhul” denen cinayetlerde kat-ledilmiştir. Bu cinayetlerin faillerinindevletin güvenlik güçleri olduğu, dev-let olduğu açık bir şekilde bilinmekte-dir. 3 bine yakın köy yakılmış, yıkıl-mış, temel yaşam kaynakları tahripedilmiştir. Ormanlar, ekin tarlaları,ağıllar, arı kovanları, tütün balyalarıyakılmıştır. İnsanlar, aileler yerlerini-yurtlarını terke zorlanmışlardır. Ve çokbüyük, sınırsız bir mağduriyet içine dü-şürülmüşlerdir. Bunların hiçbiri hak-kında soruşturma açılmamış, failleriyargı önüne getirilmemiştir. Kürdis-tan’da zamana yayılmış bir soykırımpolitikası uygulandığı izlenmektedir,gözlenmektedir.

Böyle bir ortamda, “idarenin her

türlü işleminin yargı denetimine

bağlı olması” gibi demokratik bir ku-rumun hiç işlemediği, hiçbir anlam ifa-de etmediği, göstermelik kaldığı bes-bellidir. Fiili olarak yaşanan köylerin,evlerin yakılması-yıkılması, yüzbinler-ce ailenin yerini-yurdunu terke zorlan-ması karşısında “Türkiye Cumhuriye-

ti Devleti demokratik bir devlettir.

Örneğin idarenin her türlü işlevi

yargı denetimine bağlıdır, 1982 Ana-

yasası’nda bu durum, vatandaşlara

güvenlik ve garanti sağlayan bu hak

üzerinde önemle durulmuştur...” de-

mek neyi ifade eder?

Bilim-resmi

ideoloji-üniversiteler

Özgür eleştirinin yasaklandığı, dü-şünce özgürlüğünün kısıtlandığı biryerde, üniversitenin işlevi ne olabilir?Böyle bir ortamda bilim üretilebilir mi?Böyle bir ortam bilim ortamı mıdır? Buortamda bilim kafasına sahip kişiler ye-tişebilir mi? Bilimi olanaklı kılan en te-mel koşul özgür eleştiri değil midir?

Mustafa Kemal Atatürk’ün “Hayat-

ta en hakiki mürşit ilimdir” şeklindeifade ettiği bir sözü vardır. Özgür eleş-tirinin yasaklandığı, ifade özgürlüğü-nün kısıtlandığı bir yerde, buradaki “-

ilim” sözcüğünü nasıl yorumlamak ge-

rekir? Şurası açık, bu ortamda resmiideoloji bilimsel düşünceyi, özgürleşendüşünceyi boğuyor, resmi ideoloji veresmi ideoloji çerçevesinde üretilenbilgiler “bilim” kavramının yerine ge-

çiyor. Bugün Türk üniversitesinde dü-şünce yasakları, bilim-resmi ideolojiilişkisi sağlıklı bir şekilde incelenmişbir konu değildir. Böyle bir konu bil-mezlikten, görmezlikten gelinmektedir.Burada yine “hikmet-i hükümet”,“hikmet-i devlet” anlayışı egemendir.“Devletimizin bir bildiği var ki bu

yasaklara ihtiyaç duymuş. O zaman

bu yasaklara riayet etmek, yasakla-

rın gereğine göre tavır ve davranış

sergilemek gerekir. Bu yasakların di-

bini bucağını kurcalamak vatanse-

verlikle, Türk milletine ve devletine

bağlılıkla bağdaşmaz. Öte yandan bu

yasakların hikmetine varmak da her

zaman mümkün olmaz. Devlet ne ya-

parsa iyi yapar. Devletin hikmetin-

den sual olunmaz...” Bu, düşünce ya-saklarının çok doğal karşılandığını gös-teren bir zihniyettir. Böyle bir zihniyet-le bilimin üretilemeyeceği besbellidir.

Yukarıda, Milli Güvenlik Kurulu’-ndan, Milli Güvenlik Kurulu’nun Türksiyasal hayatındaki ağırlığından söz et-miştik. Bu kurum da çok doğal karşı-lanmaktadır. Bu da “devletin hikme-

tinden sual olunmaz” anlayışıylaaçıklanmaktadır. Örneğin Anayasa Hu-kuku kitaplarında, profesörler, Türk si-yasal sisteminde fiili bir ağırlığı olduğuhalde, Türk siyasal hayatını yönlendi-ren ve belirleyen temel bir kurum oldu-ğu halde, Milli Güvenlik Kurulu’nunanalizine girişmezler. Milli güvenlikKurulu’nun anti-demokratik yönünedokunmazlar. Bu kurumu bilmezlikten,görmezlikten gelirler. Hatırlatıldığı za-man da “böyle bir kurum Türk siya-

sal hayatında çok gerekli bir kurum-

dur...” derler. 10-12 Haziran 1997 ta-rihlerinde Genelkurmay Başkanlı-ğı’nda verilen brifingler bu durumuaçıkça göstermektedir. Brifinge, yük-sek yargı organlarının yargıçları, Anka-ra ve bazı büyük şehirlerde çeşitli mah-kemelerde görev yapan yargıçlar, sav-cılar, üniversite mensupları, basın,medya mensupları, iş çevreleri davetedilmişlerdir. Brifinglerin sonunda,yargı mensupları, profesörler, basın

mensupları, iş adamları brifingi verengeneralleri, subayları ayakta, dakikalar-ca alkışlamışlardır. Profesörlerin, yar-gıçların, gazetecilerin, iş adamlarınınvs. “devlet dersi” almaktan büyük bir

mutluluk duydukları, haz aldıkları an-laşılmaktadır.

Resmi ideolojinin kurumlaştığı, ya-ni özgür eleştirinin yasaklandığı, ifadeözgürlüğünün sınırlandığı bir siyasalsistemde, basın-yayın kuruluşlarının,medyanın işlevini belirleyen de bu ku-rum olmaktadır. Sendikalar, siyasalpartiler gibi sivil toplum örgütleri deaynı kurum tarafından yani resmi ideo-loji tarafından belirlenmektedir.

Bu ilişkiler çerçevesinde MustafaKemal Atatürk’ün sözlerinin nasıl de-ğerlendirildiğinin irdelenmesi deönemlidir. Bunu bir örnekle göster-mekte yarar vardır. CumhurbaşkanıMustafa Kemal, 1931’de, Türk Tarihi-ni Tetkik Cemiyeti Başkanı ve Cum-hurbaşkanlığı Genel Sekreteri TevfikBıyıkoğlu’na yazdığı bir mektupta şöy-le söylüyor:

“Biz daima hakikatı arayan ve

onu bulduğumuza kani oldukça ifa-

deye cüret gösteren adamlar olmalı-

yız... Tarih yazmak, yapmak kadar

mühimdir. Yazan yapana sadık kal-

mazsa, değişmeyen hakikat insanlığı

şaşırtacak bir mahiyet alır.” (Sözeden Uluğ İğdemir, Cumhuriyet’in 50.Yılında Türk Tarih Kurumu, TTK An-kara 1973, s. 9)

Burada, olguları, olgusal ilişkileri,geçmişi, bugünü bilimsel bir şekildekavramanın çok önemli bir prensibi di-le getirilmektedir. Fakat özgür eleştiri-nin yasaklandığı bir yerde bu sözlerinasıl yorumlamak gerekir? Kürt ger-çekliği, Kürdistan gerçekliği çok

önemli gerçekliklerdir. Bunları dile ge-tirenler ne tür baskılarla karşılaşıyor-lar? Kürt gerçekliğinin ve Kürdistangerçekliğinin reddi ve inkarı resmi ide-olojinin yani kemalizmin ilkelerinin

çerçevesinde yaşa-ma geçirilen bir sü-reç değil midir? Ozaman yukarıda be-lirtilen temel ilkeylefiili durum, yanisözle uygulama ara-sındaki temel çeliş-kiyi irdelemek gere-kir. Sözle uygulamaarasındaki önemliçelişkinin çözümüsürecinde toplumhakkında ve tarihhakkında bilgileri-miz de zenginleş-mektedir.

Yukarıda sözüedilen temel ilkeyisaptayıp MustafaKemal Atatürk’eövgüler düzmek de

mümkündür. Zaten sadece bu yapıl-maktadır. Fakat bu bilgi veren, bilgile-rimizi zenginleştiren bir yöntem değil-dir. Önemli olan, sözle uygulama ara-sında derin bir çelişki olduğunu sapta-maktır, bu çelişkiyi açıklamaktır. Fa-kat, çeşitli yasaklarla, cezai yaptırımtehditleriyle, çelişkilerin, somut ger-çekliklerin bilincine varılması engel-lenmektedir.

Bugün Türk üniversitesi, ifade öz-gürlüğüne karşı bir kurum görünümün-dedir. Düşünce suçlarıyla ilgili davalar-da sık sık gündeme gelen “bilirkişi”

gerçeği bu durumun somut bir göster-gesidir. Bu davalarda mahkemeler, il-gili kitap veya yazı hakkında, üniversi-telerin, Anayasa Hukuku, Kamu Huku-ku, Ceza Hukuku, Siyaset bilimleri,Sosyoloji, İktisat, Antropoloji, Etnolo-ji, Felsefe, Türk dili ve Edebiyatı gibikürsülerinden, bu kürsülere mensupprofesörlerden “bilirkişi raporu” adıaltında görüş istemektedirler. Profesör-ler de “incelenen bu yazıda veya ki-

tapta suç unsuruna rastlanmamıştır

veya rastlanmıştır...” şeklinde görüşbildirirler. Bir kitabın veya yazının,“içinde suç var mı, yok mu?” kasdıy-la okunması düşünceyi suç sayan ciddibir göstergedir. Bu bakımdan “bilirki-

şi” kurumu engizisyon yargılamaları-nın ciddi ve etkili bir kalıntısıdır. Böylebir ortamda bilim üretilemez. Böyle birortamda bilim kafasına sahip kişilerin,araştırmacıların yetişmesi olanağı yok-tur. Bu ortamda ancak, memur kafalıkişiler yetişebilir. Bu bakımdan, üni-

Beşikçi ile en iyi dayanışma onun arkasındabüyük bir aydın hareketini sürekli kılmak veBeşikçi’yi yargılayan sisstemi yargıla-

maktır; onun uluslararası mahkemesini

kurmaktır. Bu konuda bir gecikme vardır.Bu vesileyle siz değerli konukları, müm-

künse Beşikçi gerçeği üzerinde daha derindüşünmeye, dolayısıyla düşünce özgürlüğügerçeğini ve esas rolü oynayan bunun altın-daki Kürt gerçeğini bütün yönleriyle görme-ye çağırıyorum!

Ayrıca “Kürt meselesi ayrı, PKK ayrı”,“terör ayrı, terör dışı yaklaşım ayrı” gibiçok sahte ve sonuçta katliamı örtbas etmek-ten öteye gitmeyen, dolayısıyla aydın hare-ketini inisiyatifsiz bırakmak gibi tehlikelisonuca yol açan yaklaşımları görmelisiniz.Bu emperyalist ve faşist propagandayı yırt-malısınız.

PKK ve Kürt gerçeği etle-tırnak gibi bir-birine bağlıdır. Olacaksa Kürt PKK ile olur.Ben bunu size çok iyi kanıtlayabilirim de.Kaldı ki, halkın partimize büyük desteği he-pinize bu gerçeği göstermiştir. Amansız birsavaş vardır üzerimizde. Yılmayan ve enyoksul bir halk olmasına rağmen, bu deste-ğini hâlâ muazzam düzeyde sürdüren birhalk vardır. Buna saygılı olunmalıdır. Halk-

lar yalan söyler mi? Halklar, hele Kürt halkıgibi her şeyinden yoksun bırakılmış bir halk,eğer bu kadar destekleyebiliyorsa, bununçok önemli nedenleri vardır. Bütün bunlarıgörmeden, düşünce özgürlüğü ve Beşikçi’yianlamak mümkün değildir.

Beşikçi için yapılabilecek en büyük hata,onun biraz size tanıtmaya çalıştığım özgün-lüğünü görmeden, dolaylı veya tali yönleriy-le onu değerlendirmektektir. Beşikçi asla bu-nu kabul etmez ve buna layık değildir. Be-şikçi’yi çok iyi tanıyoruz. Onu özgünlüğüiçinde ele almak gerekiyor. Bu özgünlük de,hep ısrarla vurgulamalıyız ki, Kürt halkınıntemel gerçekliğine yaklaşımda bir bilimada-mı olarak aydın onurunu çağımızda ger-

çekten yüksek tutmasıdır. Bu çok önemli-dir. Beşikçi’yle dayanışma içinde olmak, buyönüne sonuna kadar anlam verip biraz dagerekeni yapmaktır. Başka türlü düşünceyive Sayın Beşikçi’yi tartışmak, ona yapılacaken büyük saygısızlıktır. Ona bu yönüyle an-lam verebilmeliyiz ve güçlü katkılarımızıeksik etmemeliyiz.

Beşikçi, benim hakkımda da çok değerlimakaleler yazdı, hatta kitaplara da konu etti.Bu yüzden bu cezayı çekiyor. Herkes bizeküfür ettiği zaman, Beşikçi gerçekten bilim-

sel bir incelemeyle PKK’de önderlik gerçe-ğini en çarpıcı bir tarzda dile getiren birisi-dir. Ben Sayın Beşikçi’yi görmedim, kendi-siyle görüşmedim de, kendisiyle herhangibir diyalogum da yoktur. Ama o bilim na-

musuyla PKK’deki önderlik gerçeğini, ge-nelde PKK’nin ve özelde bizim konumumu-zun tarihi ve sosyal olarak ne anlama geldi-ğini gerçekten dürüst bir bilimadamı gözüy-le değerlendirdi. Ama bu, onun 1990’larsonrası en büyük cezalara çarptırılmasınaneden oldu.

Demek ki, Beşikçi’ye özgürlük demek,

biraz da PKK’nin önderlik gerçeğine an-

lam vermek demektir.

Ben bunu “çok ihtiyacım var, aleyhimiz-deki bu propagandaya karşı siz de bir şeyleryapın” diye söylemiyorum. Beşikçi’ye say-gınlığın olması için söylüyorum. Beşikçi’yiincelerseniz, onun esasta ne yaptığını veüzerindeki baskının neden ötürü geliştiğiniiyi bilirsiniz. Mademki ona dayatılan baskı-lara karşısınız, o zaman bu konuma getirennedenlere de kesin karşı çıkmalısınız. Bu ol-mazsa, yapılacak değerlendimeler ikiyüzlü-lük olur ve yazık ederseniz.

Bu bizim de bir görevimizdir. Ben Beşik-çi’ye karşı görevimi nasıl getiriyorum?

Onun açıklığa kavuşturduğu bilimsel doğru-ları bir halka siyasetle, hatta savaşla malet-meyi bilerek. İşte bu saygıdeğer bilimadamı-na bu da bir katkıdır ve o bundan mutlulukduymuştur.

İşte bilimadamıtarafsız olmalıdırderken, bu hiç degerçeklere karşı ta-rafsız olmak değil-dir. En iyi yürek bi-limadımının yüre-ğidir ve doğrudanyana kullanır. İs-mail Beşikçi o eş-siz bilimsel tepsit-lerini yüreğiyle bir-likte Kürt halkın-dan ve PKK’denyana, onun önderli-ğinden yana koy-muştur; bu yüzden yüzlerce yıl ceza almıştır.

İşte çağımızın Sokrates’i, işte günümü-zün sayısı çok az olan değerli aydınlarının

gerçek temsilcisi!

İsmail Beşikçi’yi sadece bir Türkiye olayıolarak değil, Kürt gerçeği ile bağlantılı olarakda düşünmemek gerekiyor. Böyle aydınlar in-

“Neden çok gereksizdüşüncelere bu kadar

imkan tanınıyor da, çokdoğru düşünceleri fazla

değer bulmuyor?Düşünce

özgürlüğüne hiç defazla katkısı

olmayanlara birçoködül veriliyor da, ama

neden bir Beşikçi’yeverilmiyor?”

“Resmi ideoloji bilimseldüşünceyi, özgürleşendüşünceyi boğuyor, resmiideoloji ve resmi ideolojiçerçevesinde üretilenbilgiler ‘bilim’ kavramınınyerine geçiyor. BugünTürk üniversitesindedüşünce yasakları, bilim-resmi ideoloji ilişkisisağlıklı bir şekildeincelenmiş bir konudeğildir. Böyle bir konubilmezlikten, görmezliktengelinmektedir. Buradayine ‘hikmet-i hükümet’,‘hikmet-i devlet’anlayışı egemendir.”

www.ars

ivaku

rd.o

rg

Serxwebûn Sayfa 21Ekim 1997

versitelerde, resmi ideolojinin istediğibiçimde öğrenciler yetiştirilmektedir,resmi ideolojiye meşruiyet kazandıran,resmi ideolojiyi doğrulayan araştırma-lar yapılmaktadır. Resmi ideolojininTürk milliyetçiliğine, Türk ırkçılığınadayalı bir ideoloji olduğu bilinmekte-dir.

Profesörler herhangi bir yazıyı veyakitabı elbette eleştirebilirler. Fakateleştiri ayrıdır, istek üzerine, “bu yazı-

da/ kitapta suç vardır/ yoktur...” di-ye raporlar yazmak ayrıdır. Ayrıca,“Bu yazıda/ kitapta suç unsuruna

rastlanmamıştır...” şeklinde rapor ha-zırlamak profesörleri sorumluluktankurtaramaz. Çünkü, “A’nın kitabında

suç yoktur, suç unsuruna rastlanma-

mıştır...” demek, “fakat B’nin kita-

bında suç olabilir, suç unsurları ola-

bilir...” anlamına gelmektedir. Önemliolan düşünceyi suç sayan böyle bir zin-cirin halkası olmamaktır.

Bilim ise, sınırsız bir düşünce öz-gürlüğü ortamında gelişir. Bunu ola-naklı kılan tek kurum ise özgür eleştiri-dir. Bunun için “bilirkişi” uygulamasıbilim yöntemine özünde karşı olan biruygulamadır.

O halde şu konu üzerinde de önemledurmak/düşünmek gerekir: Çeşitlimahkemelerden gelen “bilirkişilik” ta-

lebi üzerine, profesörler, neden, “dü-

şüncede suç aramak yanlıştır, hu-

kuksal bir konu da değildir, önemli

olan tartışmanın, eleştirinin özgürce

sürmesidir...” şeklinde raporlar yaza-mıyorlar acaba?

Düşüncenin suçlanması, yargılan-ması ve cezalandırılması düşünce ha-yatını çoraklaştırmıştır. İnsanlar, araş-tırmacılar, devletin cezai yaptırımlarıy-la karşılaşmamak için otosansür uygu-lamakta bu da beyinleri kötürümleştir-mektedir. İfade özgürlüğü veya düşün-ceyi açıklama özgürlüğü deniyor. Buda açıklamak için, her şeyden önce birdüşüncenin oluşmuş olmasını gerektiri-yor. Buysa, araştırma, inceleme, oku-ma, tartışma sürecinde gelişir. Düşün-cenin suçlanması, yargılanması ve ce-zalandırılması, işte, bu sürecin önünükesmeye yöneliktir. Düşünce hayatınıçoraklaştıran, beyinleri kötürümleştirende budur.

Düşünce yasakları, kemalizm

ve çağdaş uygarlık ilişkisi

Kemalizmin ciddi bir Batılılaşmaçabası vardır. “Muasır medeniyet se-

viyesine ulaşma”, “çağdaş uygarlığa

ulaşma” diye belirlenen bir hedef devardır. Fakat hiç değişmeyen katı bir

resmi ideolojiyle, düşünce yasaklarıylaçağdaş uygarlık seviyesine ulaşmak na-sıl mümkün olabilir? Buna rağmen1970’lere kadar, 1980’lere kadar geli-nebilmiştir. Bu döneme kadar, resmiideolojinin, düşünce yasaklarının, siya-sal ve toplumsal düzeni belirleyen,yönlendiren çok önemli bir kurum ol-duğu ciddi bir şekilde farkedilmemiştir.Türkiye 1950’lerin başlarında AvrupaKonseyi’nin kurucu üyeleri arasındayer almış, 1960’larda Avrupa Ekono-mik Topluluğu’na, yani Avrupa Birli-ği’ne ortak üye olmuştur.

Bugünse, Türkiye, uluslararası in-san hakları raporlarında en çok eleşti-rilen, suçlanan devletlerin başında yeralmaktadır. Türkiye Avrupa Konseyiüyesi, Avrupa Birliği kapısında bekli-yor, ama Türkiye, dünyada, “faili

meçhul” cinayetlerin en çok işlendiğibir ülke oluyor, Türkiye, sistematikişkencenin en çok yaşandığı ülkeler-den biri oluyor, gazetecilerini en çokkatleden devletlerden biri oluyor, dü-şüncelerinden dolayı yazarları, gaze-tecileri cezaevine koyan ülkelerdenbiri oluyor. Uluslararası insan haklarıkurumlarının raporlarında Türki-ye’nin adı, bu konularda, Suudi Ara-bistan, Sudan, Libya, Irak, Çin, Bang-ladeş, Zambiye, Cezayir gibi devletle-rin arasında yer alıyor. Ama TürkiyeAvupa Konseyi üyesi ve Avrupa Bir-liği’ne de tam üye olarak katılmak is-tiyor...

Türkiye’deki anti-demokratik siya-sal yapının açık bir şekilde Kürt dina-miğiyle ortaya çıktığı, bu dinamiğingittikçe geliştiği, güçlendiği bilinmek-tedir. Kürt dinamiğini, PKK önderli-ğinde gelişen gerilla mücadelesinin ha-rekete geçirdiği de bilinmektedir. Tür-kiye’deki anti-demokratik gelişme Av-rupa İnsan Hakları Komisyonu’na, Av-rupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne ka-dar yansımaktadır.

Avrupa İnsan Hakları Komisyo-nu’na yapılan başvurular incelendiğizaman, Türkiye’nin trajik durumu bü-tün açıklığıyla gözler önüne serilmek-tedir. Örneğin, Avrupa İnsan HaklarıMahkemesi 1997 yılının Eylül ayınındördüncü haftasında, 4’ü Türkiye çı-kışlı 14 davaya baktı. Bu davaları kı-saca şu şekilde tanımlamak mümkün-dür:

Yunanistan’dan üç başvuru: Birkişi kilise duvarının onarılmasını isti-yor. Bir Yunan firması haksız para ce-zasına çarptırıldığını ileri sürüyor. Dinigörüşlerini yaydığı için ordudan atılanbir subay haksızlığa uğradığını iddiaediyor.

İngiltere’den iki başvuru: Komşu-

ların toprak anlaşmazlığı, yolsuzluksuçlaması.

Fransa’dan iki başvuru: Haksızyere sınırdışı edildiğini ileri süren birCezayirli; uyuşturucu sattığı gerekçe-siyle tutuklanan ancak, bu suçlamayıreddeden bir Faslı.

İtalya’dan bir başvuru: Plajlardasakatlar için önlem alınmadığını belir-ten bir özürlü.

Finlandiya’dan bir başvuru:

Emeklilik hakkını arayan bir vatandaş.İspanya’dan bir başvuru: Haksız

yere mahkum edildiğini iddia eden birpolis

Türkiye’den dört başvuru: İkisiişkence, biri ev ve köy yakma, diğeride parti kapatmayla ilgili (Ahmet Se-ver, Avrupa, Milliyet, 23 Eylül 1997).

Görüldüğü gibi başvuru gerekçeleriarasında çok büyük bir uçurum var.Avrupa devletlerinden, özürlüler,emekliler, polisler, subaylar, Avru-pa’da haksızlığa uğradığını ileri sürenyabancılar... başvuruyor. Türkiye’denise, işkence görenler, evleri-köyleriyakılanlar, bir de bu yoksul insanların,ezilen halkların haklarını arayan siya-sal partiler... Bugün, Avrupa İnsanHakları Komisyonu’nda işkencelerle,gözaltında kayıplarla, “faili meçhul”

cinayetlerle, köylerin, evlerin yakıl-masıyla, yıkılmasıyla ilgili yüzlercebaşvuru vardır. Kapatılan siyasal par-tilerle, düşüncelerinden dolayı mah-kum edilenlerle ilgili onlarca dosyavar.

Türkiye’nin, Olağanüstü Hal Böl-gesi’nden, köy yakma-yıkma, gözal-tında kayıplar, “faili meçhul” denencinayetlerden vs. yapılan başvurular-dan dolayı çok büyük bir rahatsızlıkduyduğu gözlenmektedir. Polisler,özel timler araya sokularak, tehditler-le, devlet terörü tırmandırılarak ger-çekleştirilen tehditlerle, başvurularıngeri alınması sağlanmaya çalışılmak-tadır. Başvuruları geri almayan kişile-rin katledildiği bile olmaktadır. Bunarağmen, insanlar, aileler, devlet terö-rünü göğüsleyerek, bu başvurularıyapmaktadır. Son iki-üç yıldır, bu türbaşvurularda büyük bir artış olduğugözlenmektedir.

Bunlara rağmen, “Batılıyız, Avru-

palıyız...” diyenler, Batılı oldukları-nın, kabul edilmesini isteyenler bu du-rumlardan çok rahatsız görünmüyor-lar. Avrupa Parlamentosu’nun veyaAvrupa Konseyi Parlamenterler Mec-lisi’nin, Türkiye’yi insan hakları yö-nünden eleştiren kararları karşısındahemen tepki gösteriyorlar, Türki-ye’nin Avrupa genişlemesi dışında tu-tulamayacağını anlatıyorlar. Böyle

“vahim” bir kararın başta Avrupa’yazarar vereceğini belirterek, Avru-pa’ya, Avrupa’nın çıkarlarını hatırlat-maya çalışıyorlar. Fakat, örneğin,MED TV’nin izlenmesine engel ol-mak için çanak antenlerin toplatılma-sına karşı bir eleştiri getirmiyorlar.MED TV izleyenlerin çanak antenleri-nin kırılmasını, televizyonlarına el ko-nulmasını, MED TV izleyenler hak-kında dava açılmasını görmezlikten,bilmezlikten geliyorlar. Köylerin, ev-lerin yakılıp yıkılmasına, ormanlarınyakılmasına, temel yaşam kaynakları-nın tahrip edilmesine karşı küçücükbir eleştiri getirmiyorlar. Bu bakımdanbunlara “Batılı” değil, “Batıcı” de-mek daha doğrudur.

Aslında, Milli Güvenlik Kurulu gibibir kurumla Türkiye’nin demokrasiyi,hukuk devletini kurması mümkün de-ğildir, buna rağmen Türkiye AvrupaBirliği’ne de tam üye olmak istemekte-dir. Kendisinin bu özellikleriyle kabuledilmesini istemektedir. 1982 Anaya-sası’ndaki “hukuk devleti” kavramı-nın (md. 2) “kanun devleti”ni anlattığıbesbellidir.

Kürt dinamiği, devletin temel niteli-ğini, düşünce yasaklarının bütün açıklı-ğıyla ortaya koymaktadır. Bu dinami-ğin gün geçtikçe güçlendiğini ve işler-lik kazandığını daha önce de belirtmiş-tik. Geçmişte yasak olan bazı dinselakımlar ve sol akımlar artık, Kürt dina-miğinin yükselişini engellemek içinkullanılmaktadır.

Batılılaşma, çağdaşlaşma, kemaliz-min önemli bir hedefidir, fakat düşün-ce yasaklarıyla çağdaş uygarlığa ulaş-mak mümkün değildir, bu, artık iyiceanlaşılmıştır. Çünkü, çağdaş uygarlık,artık, özgür eleştiri kurumuyla, dü-şünce özgürlüğüyle belirlenmektedir.Herhangi bir devletin siyasal siste-minde resmi ideoloji kurumuna, dü-şünce yasaklarına yer yoksa, o devle-tin artık, uygar bir devlet olduğu söy-lenebilir. Çünkü, her yasak, aslında,devletin kendi vatandaşlarına karşısistematik olarak işlediği bir suçu giz-lemek için konulmuştur. Düşünce ya-saklarının siyasal işlevi budur. Siya-sal sisteminde, düşünce yasaklarına,resmi ideoloji kurumuna yer verme-yen bir devletin kendi halkına karşısistematik suçlar işlemediği kanısınavarılabilir.

Kemalistler, Kürt sorunu konusun-da inkarcı bir tutum izledikleri için,Kürtleri, Kürt sorununu yok saydıklarıiçin benzer baskı politikalarının anali-zine de girişmezler. Kürtleri, “Kür-

düm” diyenleri, Kürtler için hak tale-binde bulunanları, fiilen yok etmeye

çalışırlar. Bu baskılar fiili olarak yaşa-nan, fiili olarak yaşandığı için de top-lumsal kurumları, ilişkileri derindenetkileyen bir durumdur. Baskılar gör-mezden gelinemez bir aşamaya ulaştı-ğı zaman da artık, onlara mazeretlersıralanır.

Yukarıda, düşünce yasaklarının si-yasal işlevi üzerinde durmuştuk. Bu-nun, başta Kürt sorununun bastırıl-masıyla ilgili çok önemli bir işlevivardır. Bu yasaklar, “devletin ülkesi

ve milliyetiyle bölünmez bütünlü-

ğü” anlayışı çerçevesinde geliştiril-mektedir. Bu ideolojik bir gerçeklik-tir. Bu ideolojik gerçekliğin somutgerçekliklerin, fiili durumun gizlen-mesi gibi çok önemli bir işlevi vardır.Fiili durumu ideolojik gerçekliğin,yani sloganın istediği biçime dönüş-türmek için yoğun bir asimilasyonpolitikası uygulanmaktadır. 1930’lar-da geliştirilen Türk Tarih Tezi ve Gü-neş-Dil Teorisi, başta bu ihtiyacı kar-şılamak için gündeme getirilen gö-rüşlerdir. 1933 “Üniversite refor-

mu”nun aslında, resmi görüşü be-nimseyemeyen öğretim üyelerininüniversiteden uzaklaştırılmalarını ön-gördüğü bilinmektedir. 1925’ten iti-baren kararlı bir şekilde uygulanan “-

Şark Islahat Planı” yine bu hedefevarmak içindir.

Bugün, Türkiye’yle Kürdistan ara-sındaki ilişkiler sömürge bile olmayan,sömürge statüsünün çok çok altında ka-lan bir ilişkidir. Bu ilişkileri koruma vekollama dürtüsü devlete temel niteliği-ni veren bir süreç oluşturmaktadır. Bu-nu, alt-sömürge kavramıyla ifade et-mek mümkündür. Başka yazılarımızda,kitaplarımızda, asimilasyoncu, ırkçı,imhacı, redçi politikalar hakkında, alt-sömürge statüsü hakkında etraflı ana-lizler vardır.

Bütün bu baskı politikalarına ve uy-gulamalarına rağmen, Kürtler, artık,her şeyin bilincine varmışlardır. Ülke-lerini, ulusal özelliklerini yeniden ka-zanmak için yoğun bir mücadele için-dedirler.

Bu süreçler karşısında, Türkiye’nin,Kürt sorunu konusunda, demokratik çö-zümler üretmek yerine, askeri yollardaısrar ederek Kürt dinamiğini bastırmayaçalışması, halka karşı daha fazla, dahayoğun ve yaygın suç işlemesini getire-cektir. Buysa kamu yönetimini işlemezkılan, anayasal kurumları çürüten, eko-nominin sağlıklı bir yapıya kavuşması-na engel olan temel bir süreçtir. Bu çü-rüme, sadece kendisiyle sınırlı da değil-dir. Bu çürüme, devletle şu veya bu şe-kilde ilişki kuran, Batı devletlerini, Ba-tılı kurumları da çürütecektir.

sanlığın onurudurlar. Hepinizin onurudur.Onu yalnız bizim savunmamız yetmez. Hepi-nizin onu gerçek boyutlarıyla savunması, in-sanlık onuruna göstereceğiniz alakayla da ilgi-lidir. Bunun en pratik ifadesi, Beşikçi’yi, dü-şünce özgürlüğünü ve onu savunanları Türki-ye’de bu zor duruma düşürenlere karşı çık-mak; yani onların uğrunda her şeylerini ortayakoydukları ve dolayısıyla bu ağır cezalandır-malara uğramalarına neden olan trajik Kürtkatliamına karşı cesaretle ve yapılabilecekle-rin azamisini ortaya koymaktır. Bu bir ricameselesi değil, bu bir politik destek meseleside değil, bu gerçekten bir insanlık meselesidir.

Umarım bu temelde bu konferansınızlabirlikte ciddi bir adım atıyorsunuz. Siz de-ğerli bilimadamları bunu çok boyutlu değer-lendirmelerinize konu ederseniz; tam da Be-şikçi Hoca’ya yaraşır bir biçimde ve kapsam-da, uluslararası etkisini giderek arttıracak birtarzda ve belgelendirerek gereken katılım gü-cünü gösterirseniz, bu gerçekten sağlam biradım olur ve ardını getirmek gerekir. Aka-binde insan halklarına saldırıları ve yapılankatliamı karşı mücadeleyi, tıpkı Alman faşiz-mine karşı olduğu gibi devreye sokmakönemlidir. Bunu çok örgütlü olan uluslara-rası aydınlar birliğine ve bilimadamları

kuruluna götürmek çok önemlidir. Müm-künse bazı destek kampanyalarıyla kamuo-yuna da götürmek önemlidir. Yalnız bir top-lantıyla sınırlı kalması, Beşikçi’ye ve Türki-ye’deki düşünce özgürlüğü savaşçılarına kar-şı görevimizde eksiklik olacaktır.

Bizim savaşımımızın da gerçekten bir dü-şünce özgürlüğü savaşı olduğundan emin ol-malısınız. Yalnız düşünce özgürlüğü değil,kültürler de bir düşüncedir. Biz bir kültürler

özgürlüğü savaşı yürütüyoruz. KatledilenErmenilerin kültürel varlığı, Aşuri-Süryanile-rin kültürel varlığı, Karadeniz’in birçok halkıvardır; onların kültürel varlığı, Anadolu’nunçok eski bir tarihi vardır. Birçok tarihi katılın-tıları vardır. Onlara saygı bizim savaşımımızınen temel gerekçeleridir. Bu kültürlere saygıyıkorumalı, dolayısıyla düşünceye ve kültürle-

re özgürlük getirinceye kadar savaşmalıyız.

Değerli Beşikçi’nin bir büyük umudu dabu savaştır. Bilimadamı nasıl savaşa yaklaşır,gibi bir soruyu kendinize sorarsanız, bu ko-nuda Beşikçi’yi değerlendirin. Madem Be-şikçi’ye saygılıyız, o zaman Beşikçi savaşınasıl değerlendiriyor? Bu yönünü görmekherhalde çarpıcı olacak. Çünkü o çok iyi bili-yor ki, bu savaş kültürlere, dillere, bütün et-nik varlıklara ve onların haklarına ve birlik-

lerine en derin değişikliği yaptıran bir savaş-tır.

Ayriyeten toplumun çok çeşitli kesimleri-nin, başta kadınlar olmak üzere, özgürlükle-rine ulaşmaları için çok büyük değer ifadeeden bir savaştır bu. Baskılar vardır. Türk fa-şist rejimi amansız düşünce ve kültür düşma-nıdır. Buna karşı savaşlar vardır. Beyinlerin,dillerin, kültürlerin en büyük özgürlük sava-şıdır. Biz onunla uğraşıyoruz.

İnanır mısınız, bilimsel doğruların sonucuolarak biz bu savaşı buraya getirdik. Bu sa-vaş Kürt olduğumuz için değildi, temelindebir ulus olduğu için değildi. Çünkü bunlarortaya çıktığımız zaman yoktu. Kürt de ken-dini inkar etmişti. Beşikçi bunu çok çarpıcıortaya koyar. Savaşmak için tek bir imkanı-mız yoktu. Ama bilimin söylediği çok önem-liydi. Beşikçi yıllarca tek başına “burada birhalk var, en eski bir halk var, burada bir kül-tür var” dedi ve der demez, düzen onun başı-na çullandı. Biz de buna karşı başkaldırdık.Onun söyledikleri bizim savaşımımızla birdireniş haline geldi ve bugün Beşikçi’yi deölümsüz kılıyor. Türkiye’de bir düşünce vekültürler özgürlüğü olacaksa, bu özgürlük,Beşikçi temelinde büyük bir anlam ifadeedeceği gibi, eğer bu savaşta başarıyı getirir-

se gerçekten düşünce özgürlüğünün ve bütünkültürlerin de zaferi olacaktır.

Beşikçi gerçeği budur. Türkiye’de düşün-ce özgürlüğü gerçeği budur. Bu çok somutturve yaşamsaldır. Savaşımımız da bunun için-dir. Bu savaş, bufaşistlerin dayattığıgibi tükenmemekiçin, bitmemekiçin ve bu doğrula-rın hayata gerçil-mesi için bir sa-vaştır.

İnanıyoruz ki,her zamandan dahafazla birbirimizianlayacağız ve bir-likte bu tarihi de-ğerlere karşı görev-lerimizi de başarıy-la yürüteceğiz.

Bu temelde yüceözgürlük düşüncesine ilişkin gösterdiğiniz il-giden ve sağlayacağınız destek ve dayanışma-dan ötürü hepinizi kutluyor ve selamlıyorum;saygılarımı sunuyorum.

23 Ekim 1997

“İşte çağımızınSokrates’i,

işte günümüzünsayısı çok az olan

değerli aydınlarınıngerçek temsilcisi!

İsmail Beşikçi’yi sadecebir Türkiye olayı olarak

değil, Kürt gerçeği ilebağlantılı olarak da

düşünmemek gerekiyor.Böyle aydınlar

insanlığın onurudurlar. ”

www.ars

ivaku

rd.o

rg

Sayfa 22 SerxwebûnEkim 1997

Sovyetler Birliği’nin dağıldığı 1990’lıyılları, 1922’de yerle bir olan Türkdevletinin pantürkizm hayalinin ye-

niden filizlendiği yıllar oldu aslında. An-cak kemalizmi de aşan bir yayılmacılıkruhu taşıyan bu olgu, yıllar sonra yenidenbelirginleşiyordu. “Soğuk savaş” yıllarınıngeride kalması sayesinde şovenist ve ka-ba milliyetçilik duyguları yeniden okşayanözel savaş rejimi ekonomik çıkar ve mili-tarist politikasını da böylece rahatlıkla ha-yata geçirmeyi planlıyordu.

“Jön Türkler” ismi verilen ilk Türk aydınakımının Batı kapitalizminin keşfedilişiyleortaya çıkması, ardından aynı amaçlarla1895’te “İttihat-Terakki” hareketi ve “bü-yük Türk ulusçuluğu”nun doğuşu ile bu-günkü kemalist rejim arasında aslındaciddi bir fark yok. Mustafa Kemal, “Os-manlı İmparatorluğu’nun dağılması nede-niyle ve işgal koşullarında halkın direniştemelleri üzerinde Türk egemenlik siste-mini yaşatmanın mücadelesini verdi. Eğergücü yetseydi, bu egemenlik alanını dağı-lan imparatorluğun egemenlik sahasınakadar yayabilirdi. Hatta Enver Paşa’nınTuran hayaliyle Orta Asya bozkırlarınadoğru çıkması dikkate alınırsa, Osmanlıyetiştirmesi kemalistlerin de aynı hülyanınortağı olmaları doğaldır. Ne var ki bunugerçekleştirmeye ne uluslararası durum,ne kendi güçleri, ne de Mustafa Kemal’insınırlı ufku elveriyordu.” (Türkiye Devrimive PKK Önderlik Gerçeği, S. 59-60)

İttihat Terraki ve bunun içinde yer alanEnver Paşa’nın neredeyse bir asır önce-sine dayanan büyük “Türkistan” fikrininKafkasya’da kanda boğulduğu o yıllar veardından Çarlık Rusyası’nın çizdiği sınır-lar içerisinde kurulan Sovyetler Birliği,Bolşevikler öncülüğündeki Sovyet sosya-listlerin bölgeye tamamen hakim olması,kemalist rejim için olduğu kadar devletiçerisindeki faşist odaklar açısından dahazmedilemeyecek en zor dönem oldu.

Enver Paşa’nın “Pantürkizm” serüve-nini, Amerikalı araştırmacı ve diplomatDavid Fromkin, Ortadoğu’yu konu alan“Barışa Son Veren Barış” adlı kitabındaise şu kelimelerle ortaya koyuyor: “...He-defi Türkçe konuşan halkları Rus boyun-duruğundan kurtarmak olmuştu...”(S.484). “En yakın arkadaşlarını en iğ-renç entrikalarla” tasfiye etmekten çekin-meyen Mustafa Kemal’in yerini almasınıhazmedemeyen, intikam anını kollayanJön Türk fikrinin öncülerinden Enver Pa-şa, 1920’lerde Orta Asya’da Türki bölge-leri Moskova’ya yanaştırmak için SovyetRusya tarafından görevlendirildiği halde,komplocu tavrından vazgeçmemiş, kafa-sındaki Türklük planını uygulamak iste-miştir.

Fromkin’in kitabında Enver ile ilgili tes-pitlere şöyle devam ediliyor:

“...Enver Paşa Ruslar tarafından Tür-kistan’ı sakinleştirmek üzere gönderildiğiBuhara’ya (Bugünkü Özbekistan’da birkent) 8 Kasım 1921’de ayak bastı. Kentemeyve bahçeleri, karpuz tarlaları, bağlar,güller ve tütün tarlaları arasından yakla-şırken, Pantürk ideolojisinin cennetineTürk halklarının tarihi anayurduna giriyor-du...” (S. 486)

ABD’li araştırmacının arşivlerden eldeettiği bilgilere göre, Enver, Buhara’nın ye-ni hükümetine de yakınlık duyuyordu. “-Genç Buhara Partisi, Enver’in İstanbul’dabaşında bulunduğu Jön Türkleri andırı-yordu.” Enver’in örgütleyici kabiliyeti, çok

kısa sürede kendisini gösterecekti. From-kin’in anlatımları devam ediyor:

“Enver gelişinden yalnız üç gün sonrakentten çıkarken, yanında hükümetin kilitkişileri olan Başkan, Savaş Komiseri veİçişleri Komiseri de vardı. Enver, Ruslaraavlanmaya gittiklerini söylemişti. Aslındadağlardan geçerek, doğruca Doğu Buha-ra’ya geçtiler ve Enver burada Emir’ebağlı partizanlarla buluştu. Orada Emirtarafından başkomutanlığa atandı veBasmacıların Rusya’dan bağımsızlık içinverdikleri savaşın başına geçti. Enver,Emir’in ve Genç Buhara liderlerinin des-

teğiyle bütün fraksiyonları birleştirecekdurumdaydı. Elçileri, Türkistan’a dağıla-rak bütün Basmacı çetelere, Enver’inbayrağı altında birleşmeleri için habersaldılar. Enver’in açıkladığı hedef, OrtaAsya’da bağımsız bir Müslüman devletikurmaktı...” (S. 486)

Enver Paşa, pantürkizmi yaymak içinislam sentezini de kullanıyordu. Hedefi“bağımsız bir devlet”ti ama buna ulaşmakiçin islamı alet ediyordu. Fromkin’e göre,Orta Asya’nın en kutsal kenti sayılan Bu-hara’da o yıllarda 360 camii bulunuyordu.Enver Paşa, komünizmi önlemek için is-lami duyguları kullanarak yükselmişti,ama zaafları ve kendisine sevdası halknezdindeki itibarını sarsmıştı. Zaafları

onu öyle bir duruma getirmişti ki Emir’ebaşkomutanlık yaptığı süre zarfında, ken-disi için resmi belgelerde kullanılmakamacıyla üzerine “İslam Orduları Başko-mutanı, Halife’nin Damadı ve Peygam-ber’in Temsilcisi” yazılı altın bir mühürdahi kazıtmıştı. Üniformasındaki apoletle-rin çokluğu onu mutlu ederdi.

Ancak Kızılordu, Enver’in girişimini,kafasını keserek hüsrana uğratmış, Sov-yet Rusya, Orta Asya’da ulaşamadığıTürk bağımsızlık hareketinin son kalesinide 1922’de yerlebir etmişti. Enver ve ta-raftarlarının pantürkizm hayali kanda bo-

ğulmuştu. Enver, taktiksel hatalar yap-mıştı ve bunları pahalı ödemişti. Fromkin,maceracı olduğu kadar kendisine heveslive kafasındakileri uygulamak için hiçbirgaddarlıktan çekinmeyen Enver’in hayali-ne şu tespitle nokta koyuyor: “Enver yıl-larca İngiltere ve Rusya’yı bir pantürkayaklanmasıyla tehdit etmiş, fakat sonun-da çağrısını yaptığında buna pek bir kar-şılık alamamıştı...” (S.488)

Özal’lı yolların serüveni

Pantürkizm hayali 1922’de en büyükdarbeyi yediği halde, bu yenilgi hâlâ unu-tulmamıştı. Meşrutiyet döneminde hortla-yan İttihat ve Terakki ruhu, 12 Eylül faşistdarbesinden sonra da ANAP ve MHPbaşta olmak üzere RP, DYP ve diğer par-tilerce de canlandırılmaya çalışıldı. 12Eylül 1980 faşist darbesinden sonra ordudestekli ANAP iktidarı, bu ideolojinin ye-niden filizlendiği dönemi oluşturdu. Çün-kü Orta Asya ilişkilerini ilk başlatan ANAPlideri Özal’dı ve Türki cumhuriyetler ileTürkiye arasında iyi bir köprü rolü oynu-yordu. Bu ülkelerle olan ilişkilerle bizzatkendisi ilgileniyordu. Hazar Gölü etrafın-daki ülkeleri sık sık ziyaret eder, gideme-diği zamanlarda ya bu ülkelerin en üstdüzeydeki yetkililerini davet ederdi, ya dailişkileri belirlediği komisyonlarla sürdü-rürdü.

Ancak Turgut Özal’ın Nisan 1993’tetasfiye edilmesinden sonra bir boşluk dö-nemi yaşandı. Özal grubunun, Kürdis-tan’daki kirli savaşta bazı gerçekleri gör-mesiyle birlikte devlet içindeki çete tara-fından yok edilmesi, Kafkasya kapısının

da bir süre daralmasına neden olmuştu.Diğer yandan Özal’ın ölümünden iki aysonra Azerbaycan’da Ebulfeyz Elçibey’ekarşı yapılan darbe sonucu Haydar Ali-yev’in iktidara geçmesi, Aralık 1994’teÇeçenistan’ın yerlebir olmasına nedenolan amansız savaş, Azerbaycan ile Er-menistan arasındaki Dağlık Karabağ veNahçivan sorunu, bütün bunlar TC’ninbölgedeki etkinliğini bir süre için de olsaaskıya almasına neden olmuştu. Aliyev,Mayıs 1995’te kendisine karşı gerçekleş-tirilen başarısız darbeden de Türkiye’yisorumlu tutuyor. Bu görüşünü geçtiğimiz

Mayıs ayında Ankara’ya yaptığı ziyarettede açıkça dile getirmişti. Aliyev, Çiller dö-neminde düzenlenen darbeden sonra,Ankara ile bağları tamamen koparmıştı.Tansu Çiller ve etrafındaki ülkücü çetesiElçibey’i tekrar iktidara getirip Azerbay-can üzeri Orta Asya’da istediği gibi atkoşturmayı planlıyordu.

Çünkü reel sosyalizmin çözülüşü, Tür-kiye’de pantürkizm akımının yayılmacıemellerine yeni imkanlar tanımıştı. “De-mir perde” arkasındaki eski düşman artıkyoktu. Sovyetler Birliği sınırları içerisindeyer alan özerk cumhuriyetler tek tek ba-ğımsızlıklarını ilan etmiş, engellenenlerÇeçenler gibi Türkiye ya da ABD emper-yalizmi tarafından savaştırılmıştı. Sovyet-lerin yüzde yüz tasfiyesini engellemekamacıyla kurulan Bağımsız DevletlerTopluluğu (BDT) da çözüm olamamıştı.Kafkasya bölgesindeki cumhuriyetlerintek tek Moskova ile aralarındaki ipleri ko-parması, bir anlamda Türk devletinin em-peryalist duygularını kabartmıştı.

Özal’ın ölümünden birkaç yıl sonraOrtadoğu ve Doğu Avrupa’da dengelerinhızla değişmesi, Türk devletini de yeniarayışlara götürdü. Türkiye’nin Kafkas ül-kelerinde bugün oynadığı rol, TurgutÖzal’ın ölümünden önceki dönemin deva-mı olarak nitelendirilebilir. Özal’ın tasfiye-siyle birlikte gelen ara dönemde ekono-mik olarak bazı adımlar atıldıysa da özel-likle Hazar Gölü etrafındaki zengin petrolyataklarının dağılımı konusunda ilerlemekaydedilemedi. Çünkü ABD öncülüğün-deki uluslararası dev konsorsiyumlar pet-rolü kendi aralarında çoktan paylaşmıştıbile. Türkiye ise arta kalanı kapmaya çalı-

şıyordu.Refahyol iktidarı darbe sonucu yıkılıp

yerine Anasol yönetimi monte edildiktensonra Azerbaycan, Kazakistan, Gürcistanve Türkmenistan gibi ülkeler Tükiye açı-sından yine stratejik önem kazandı. Veikinci Turgut Özal dönemi başladı.

Petrol planının içyüzü

Mesut Yılmaz’ın başında bulunduğuAnasol iktidarı döneminde Türkiye, Kaf-kas ülkelerinde başlattığı yeni diplomatikçıkışla ne yapmak istiyordu? Türk hükü-met üyelerinin peşpeşe Orta Asya ülkele-rini ziyaret etmelerinin perde arkasındakigerçekler nelerdi? Ve TC neden bu ülke-lerle en üst düzeyde ilgileniyordu?

Bu soruların yanıtı, pantürkizm hayali,Hazar Gölü etrafındaki zengin petrol vedoğalgaz yatakları ile bununla birlikte böl-genin süratle artan önemi gözden geçiril-diğinde daha iyi anlaşılır. Bu arada Türki-ye aynı süreç içerisinde ikinci bir noktayada yöneliyor: Avrupa Birliği.

Avrupa Birliği, TC için mason lojasımensubu Dışişleri Bakanı İsmail Cem’indeyimiyle “bir hedeftir” ama “saplantı de-ğil.” Türkiye, dış politikada zaten hepdengelere ve fırsatlara oynadı. Batı’ya şi-rin görünmek için Avrupalı olduğunu iddiaetti, Orta Asya ve Ortadoğu’da ise bu böl-gelerin bir parçası. Avrupa Birliği’nin üye-lik için Kürdistan’daki savaşın durdurul-ması gibi bazı koşulları öne sürmesiyleAvrupa planı ters tepen TC, Orta Asya’yıbir saplantı, yani ikinci stratejik saha ola-rak görüyor. Koz olarak da yine EnverPaşa’nın “Türk” kavramı ve “din kardeşli-ği”ni öne sürüyor. Enver Paşa’yi yenidenkeşfediyorlarmış gibi kemiklerini devlettöreniyle Orta Asya’dan getirip İstanbulÇağlayan’da anıt mezar yaptılar.

TC’nin Orta Asya’da hedefi, bölgedekiTürki cumhuriyetleri kendi hegemonyasıaltında birleştirmek. Bunu hayata geçir-mek zor olduğu için, köklü bir ittifakaulaşmak hevesiyle ekonomik ilişkileri ilerisürüyor. Asıl amacını böylece kamufleedebileceğini sanıyor. Enver Paşa’nın sa-vaşla yapamadığını, kemalist rejim incepolitikalarla hayata geçirmeyi düşünüyor.İlk etapta petrol bakımından ikinci bir Or-tadoğu sayılan bölgenin yeraltı zenginlik-lerinden pay kapmayı hedefliyor. İşte bu-nu her şeye rağmen gerçekleştirebilmesimümkün görünmüyor. Çünkü Rusya hâlâçok önemli bir dünya gücü. VeTürkiye’nin bugün Rusya ile mücadelesietmesi görünüyor. Ancak bu planın ayrın-tılarına girildiğinde, çok daha karmaşıkbir tablo ortaya çıkıyor.

Orta Asya’da paylaşım savaşı

Azerbaycan’da bulunduğu tahmin edi-len 4 milyar varil petrolün çıkartılmasını,7 ülkeden gelen 11 dev petrol şirketi ara-larında paylaşıyor. Azerbaycan Uluslara-rası Operasyon Konsorsiyumu (AIOC) is-mi verilen bu dev oluşum, yüzde 40 ABDsermayeli. Ve ABD’nin bölgedeki rolü deböylece ortaya çıkmış oluyor. Sözkonusukonsorsiyumda yer alan en büyük şirket-ler arasında Amerikan Exxon, Unocal,Amoco, Pennzoil ve British Petroleumgeliyor. Kazakistan’ın Hazar Gölü kıyısın-daki Tengiz petrol havzası da ABD’liChevron ve Mobil şirketlerinin denetimin-

Kafkasya ve TC’nin gerçekleşmeyen

PANTÜRKİZM HAYALİHüseyin Uçar

“TC’nin Orta Asya’da hedefi,

bölgedeki Türki cumhuriyetleri

kendi hegemonyası altında

birleştirmek. Bunu hayata geçirmek

zor olduğu için, köklü bir ittifaka

ulaşmak hevesiyle ekonomik

ilişkileri ileri sürüyor. Asıl amacını

böylece kamufle edebileceğini

sanıyor. Enver Paşa’nın savaşla

yapamadığını, kemalist rejim ince

politikalarla hayata geçirmeyi

düşünüyor. İlk etapta petrol

bakımından ikinci bir Ortadoğu

sayılan bölgenin yeraltı

zenginliklerinden pay kapmayı

hedefliyor..”www.ars

ivaku

rd.o

rg

Serxwebûn Sayfa 23Ekim 1997

de. Bu konsorsiyum Tengiz petrol havza-sını Rusya’nın Karadeniz’deki Novorosi-isk limanına bağlayacak.

Petrol ihtiyacının büyük bölümünü Or-tadoğu’dan temin eden ABD, Orta As-ya’ya yönelmekle, kendisine ikinci bir ka-pı hazırlıyor. Washington’un hesaplarınagöre Hazar’da 4 trilyon dolar değerinde200 milyar varil petrol bulunuyor. Bu mik-tar Ortadoğu ülkelerindeki petrol hacmin-den daha fazla.

Hazar Gölü’ndeki petrol, Türkmenis-tan’daki doğalgaz, Özbekistan’daki pa-muk ve Kırgızistan’daki altın. ABD’nin bubölgeyi kendi çıkarları için keşfetmesininbaşlıca nedenleri, NATO’nun Doğu Avru-pa’ya yayılmasının başlıca hedefi budur.ABD emperyalizminin Orta Asya’yı keş-fetmesi tabii ki kendiliğinden gelmiyor.

Azerbaycan’ın amacı, tamamen Rus-ya’dan bağımsız olarak hareket etmektir.Dünya dengelerinin hızla değiştiği birAzerbaycan Devlet Başkanı Haydar Ali-yev, Rusya’dan kopmak için, dünyanınbaşına bela olmuş bir gücü bölgeye ade-ta davet ediyor. Aliyev, oynadığı taktiklebir kuş daha vurup ABD’nin uyguladığıambargoyu kaldırmak istiyor. ABD Kong-resi, 1992’de kararlaştırdığı “ÖzgürlüğüDestekleme Yasası” (Freedom SupportAct) ile Ermenistan’a uyguladığı abluka-dan dolayı Azerbaycan’a ABD’den maddiyardım yapılmasını yasaklamış bulunu-yor. ABD’nin Hazar kıyılarındaki etkinliğiartarsa, sözkonusu yasa devredışı kalır,Azerbaycan da böylelikle amacına ulaş-mış olur. Geçtiğimiz aylarda Washing-ton’a giden Aliyev, ABD firmalarıyla 10milyar dolarlık anlaşmalar imzalamıştı.ABD yönetimi de Aliyev’e bu olanağı tanı-makla Orta Asya’nın Amerikan firmalarıtarafından sömürülmesine zemin hazırla-mış oldu.

ABD emperyalizmi, bölgeye öylesineönem veriyor ki geçmiş yılların beyin takı-mını bugün Orta Asya’yı karış karış keş-fetmek için görevlendirmekte. Bunlarınarasında, Jimmy Carter hükümetinin gü-venlik danışmanı Zbigniew Brzezinski,genelkurmay eski başkanı John Sunu-nu, savunma eski bakanı Richard Che-ney, ulusal güvenlik eski danışmanıBrent Scrowcroft, George Bush hükü-metinin dışişleri bakanı James Baker veBill Clinton iktidarının maliye eski bakanıLloyd Bentsen gibi isimler yer alıyorlar.Bu kişiler, bugün Orta Asya’da Amerikanpetrol devlerine danışmanlık yapıp hemşirketleri hem de ülkeleri Amerikan çıkar-larına göre yönlendirmeye çalışıyorlar.ABD’nin kullandığı diğer bir kanal daTC’dir şüphesiz. Soğuk Savaş yıllarındaSovyetler’e karşı jandarma olarak kullan-dığı gibi, bugün de Bakü-Ceyhan hattınaverdiği destek ile kendi öz kanalları dışın-da TC’yi de kukla olarak oynatıyor. ABDrejimi, TC’yi mandası gibi gördüğü için,bu ülkenin çıkarlarına da kendi çıkarlarıgözüyle bakıyor. Nitekim son bir-iki yıldırTürkiye’nin İsrail ile geliştirdiği ve hâlâgeliştirmekte olduğu askeri, ekonomik vb.anlaşmalar aynı zamanda ABD ve TC’ninKafkaslar politikasıyla da çok yakındanbağlantılıdır.

ABD emperyalizmi, 1991’deki KörfezSavaş’ından sonra Ortadoğu’da uygula-dığı politikayı bugün Orta Asya’da hayatageçirmek istiyor, ancak kaba askeri tarzladeğil, “petrol diplomasisi”yle. Mevcutkoşullarda Orta Asya halklarının bunu en-gellemesi olasılıklar dahlinde görünmü-yor. Reel sosyalizmin çözülüşü, bu bölge-leri öylesine değiştirdi ki kendilerine gelipelle tutulabilecek bir direniş hareketi oluş-turabilmeleri için yıllar gerekecek. Bugü-nün koşullarında Türk, İsrail ve Batı yayıl-macılığını engellemenin tek çözümü an-cak Rusya Federasyonu’nun alacağı ön-lemlerde aranabilir. Bu da bügünkü BorisYeltsin rejimi ile pek mümkün görünmü-yor. Komünistler parlamentoda büyük birgüç olmasaydı, Rusya’nın hali daha daperişan olacaktı.

Bu arada bakanlığı döneminde geçti-ğimiz yıllarda ilk kez Moskova’yı ziyareteden ABD Enerji Bakanı Federico Pe-na’nın şu sözleri ABD stratejisini açıkça

ortaya koymaya yetiyor: “Biz, bölgede petrol ve doğalgaz var

oldukça, birçok borunun birçok hattangeçmesi konseptini destekliyoruz... Buyöntem bütün dünyaya yapılacak enerjinakliyatını daha çekici kılacaktır. Bu aynızamanda bizim enerji stratejimize de uy-gundur... Biz çok istikametli boru hatlarıve bölgede işbirliğini destekleyen ABD’lişirketleri cesaretlendiriyoruz.”

Petrol çıkartma çalışmaları hâlâ de-vam eden AIOC, erken üretime Ekim ayısonlarında Bakü yakınlarındaki “Chirag-1” havzasından başlamış bulunuyor. İlketapta günde 7 bin varil üretilmek isteni-yor. Petrolü Bakü’nün güneyindeki San-gachal terminaline ulaştıracak 110 miluzunluktaki boru hattının dolumu 40 gün-lük bir zaman alacak. Petrol Bakü’denvarolan boru hattı üzeri Rusya’nın Kara-deniz’deki Novorossiisk limanına ulaştırı-lacak. Buradan da tankerlerle İstanbulBoğazı üzeri uluslararası piyasalara akta-rılacak. Bakü ile Gürcistan’ın Karadenizkıyısındaki Batumi kenti yakınındaki Sup-sa köyü arasında hâlâ yapımı devameden boru hattı ise 1999 başlarında faali-yete geçecek. Bu hattın da devreye gir-mesiyle üretim günde 100 bin varile yük-seltilecek.

Asıl sorun ise bundan sonra başlıyor.Çünkü AIOC, 2003 yılından itibaren gün-lük üretimi 700 bin varile yükseltmeyi he-defliyor. Böylece ülkeler arasında önce-den varolan çıkar kavgaları ile komploplanları daha da hararetli bir dönemecegiriyor. AIOC, üretimi 7 katına çıkartmakiçin üçüncü bir hat daha kurmayı hedefli-yor.

Petrolde Kürdistan’ın rolü

İşte Kürdistan’ın önemi de bu hat ilebirlikte ortaya çıkıyor. Yeni hat için ortadaüç plan var: Rusya üzeri Novorossiisk li-manı, Gürcistan üzeri Supsa limanı veGürcistan-Kürdistan ve Türkiye üzeri Ak-deniz kıyısındaki Ceyhan limanı. Petrolşirketleri, en ucuz hat olarak Supsa hattı-nı öneriyorlar. Ancak Türkiye, boğazdatanker kazaları tehlikesi bulunduğunu ilerisürerek, petrolü boru hattı üzeri Ceyhan’agötürmeyi dayatıyor.

Türkiye’nin planı gerçekleşse, HazarGölü kıyısında bulunan Türkmenistan veKazakistan da petrollerini Ceyhan’a aktar-ma talebini dile getirecekler. Hatta Türkiyeile olan yakınlıkları nedeniyle bu hattı des-tekleyenler bile var. Bu plan gerçekleşse,Türkiye, Türkmenistan, Kazakistan veAzerbaycan’ın çok zengin petrol yatakla-rından elde edecekleri “siyah altın”ı dışdünyaya aktarmakta kilit konuma gelecekve böylece stratejik önemi de artacak.

Bu plana göre, Türkmenistan ve Ka-zakistan petrolleri, Hazar Gülü’nün doğu,kuzey ve batı kıyılarından -batıdaki hattınbüyük bir kesimi zaten hazır- Azerbay-can’ın başkenti Bakü’ye ulaştırılıp varolanhattan Gürcistan’ın başkenti Tiflis, bura-dan da Erzurum ve Diyarbakır üzeri yenibir hatla Adana’nın Ceyhan ilçesine ulaş-tırılacak.

Bu plan çok karmaşık görünse deTürkiye’nin üzerinde durduğu en önemliprojeyi oluşturuyor. Dolum tessisi ve hat-tın büyük bir bölümü Türkiye’nin elindeolacağı için en karlı yine Türkiye olacak.Ayrıca bu hattan sağlanacak ucuz petrol-le iç piyasadaki ihtiyaç da temin edilebi-lecek.

Ankara’nın aklındaki Bakü-Ceyhan pla-nının diğer bir opsiyonu da hattın Bakü’denİran’ın kuzeyi, Erzurum, Garzan ve Diyar-bakır üzeri Ceyhan’a geçmesini içeriyor.Her iki planda da hattın Ermenistan’dangeçmemesine özen gösteriliyor. Çünkü Er-menistan ile Azerbaycan arasındaki DağlıkKarabağ ve Nahçivan sorunlarında TC,Azerbaycan’dan yana tavır alıp Ermenis-tan’a ambargo uyguluyor. TC, Ermenistan’ıkıskaca almak için hatta varolan sınır kapı-sını bile kapalı tutuyor. Bu durumun Eri-van’da yarattığı rahatsızlık, geçtiğimiz haf-talarda Moskova’da Rusya ile Ermenistanarasında kapsamlı bir savunma ve ekono-mik işbirliği anlaşmasıyla sonuçlanmıştı.

Anlaşmayla özellikle Türkiye ve Azerbay-can’a mesaj veriliyor. Azerbaycan Mosko-va’yı Ermenistan’a silah yardımı yapmaklasuçlarken, Ermenistan da aynı suçlamayıAnkara’ya yapıyor. Çıkan sonuç şu: TC,2000’li yıllarda Orta Asya’ya Avrupa Birliğiyanında en büyük hedef olar yönelecek.TC, tarihten gelen entrika, yalan ve inkaradayalı ırkçı ve yayılmacı politikaları Avru-pa’da olduğu gibi Orta Asya’da da uygula-maya çalışıyor. İşte bu son bir-iki yıl içeri-sinde İsrail gerçekleştirilen anlaşmalar ilede bunun zemini hazırlanmak isteniyor.CIA ajanı Tansu Çiller’in başbakanlığı dö-neminde Orta Asya’da oynanan entrikalar-dan biri için de yine bir CIA ajanı kullanıl-mak istendi. Azerbaycan Devlet BaşkanıAliyev’e karşı düzenlenen başarısız darbegirişimine de ismi karışan ve MHP dahil,birçok Türk politikacı ile flört yapan ABD’liişadamı ve uluslararası dolandırıcı RogerTamraz, Hazar petrolleri projesinden pay

kapmak için Çiller ailesi ile işbirliği yapmış,karşılığında hattı Ceyhan’a götüreceğini id-dia etmişti. TC’nin dürüstlükten uzak, do-landırıcılık kokan kirli emelleri bu tuzaklada anlaşılıyor.

Moskova’da alarm çanları

ABD ve İsrail siyonizminin eliylegerçekleştirilen Türkiye’nin yayılmacı pla-nı bu nedenle Moskova’da da ciddi rahat-sızlık yaratıyor. Ama Rusya’nın önündehenüz büyük bir engel değil. Çünkü Rus-ya ile Türkiye arasındaki ekonomik ilişki-ler, Türkiye ile Orta Asya ülkelerinden da-ha yoğun. Türkiye, jeopolitik olarak Rus-ya’yı tamamen kaybetmeden Orta Asyaülkeleri üzerinde hakimiyetini kuramaz.Rusya hükümeti ise buna karşılık Türki-ye’den Hazar petrollerinden uzak durma-sını istiyor. 1991’deki çözülme öncesi du-rumunun neden olduğu egemen ulus psi-kolojisi Rus siyaset arenasından henüzsilinmiş değil. Sovyetler döneminde OrtaAsya Moskova’nın denetimindeydi. Bu-gün bile Rusya’nın bölgedeki etkinliği,özellikle askeri alanda, yoğun. Rusya’yapahalıya mal olmasına karşın, bu ülkele-rin hemen hemen bütününün sınırlarıhâlâ Rus askerleri tarafından korunuyor.

İlişkiler o kadar yoğun ki bu ülkeleriniç politikası bile Moskova tarafından belir-leniyor. Özellikle Kazakistan, bir anlamdaRusya’nın arka bahçesi işlevini görüyor.Bu durum Kazakistan hükümetinin iyi ni-yeti veya Rusya ile olan dostluğundandeğil, daha çok ülkedeki demografik yapı-dan kaynaklanıyor. Ülkenin ismi Kazakis-tan ama azınlıkta olanlar yine Kazaklar.Nüfusun ancak yüzde 42’sini oluşturuyor-lar. Geride kalanlar ise Rus, Ukraynalı veAlmanlar. Rusya’ya ait birçok askeri üsde burada konumlandırılmış.

Moskova’daki diplomatik kaynaklaragöre, Rusya’nın istemediği anlaşmalarhayata geçirilmeye çalışılsa, “hükümetlerbile değişebilir.”

Türkiye’nin Rusya’yı ikna edebilmesiiçin taviz vermesi gerekiyor. Bu tavizler

de ancak TC’nin Rusya’nın bazı jeopolitikkararlarını desteklemesiyle mümkündür.Buna da TC hazır değil. Türk devleti,Moskova’nın Kıbrıs’a vermeyi öngördüğüS-300 hava savunma füzeleri yüzündendahi olmayacak yaygaralar koparıp bun-ları İsrail siyonizmi ile ilişkilerini pekiştir-mek için gerekçe olarak masaya koyuyor.

Zaten Rusların hedefi de Kafkaslarayönelmek değil. Moskova çifte strateji ileOrta Asya ülkelerini hem denetlemeyi,hem de ilişkilerini koparmamayı daha uy-gun görüyor. Bölgenin jeopolitik dengesi-ni hep kendi lehine çekmeye çalışıyor.Nitekim, Rusya, meydanı Türkiye’ye bı-rakmaya hiç niyetli değil.

Rusya, siyasi boyutunu daha önemlibulduğu halde, Hazar petrolünün İran dı-şındaki tümünde doğrudan pay sahibi ol-mak istiyor.

Batı’nın vaad edip vermediği kredileribir anlamda buradan telafi etmeye çalışan

Rusya’nın batık ekonomisini kurtarmanınen önemli yollardan biri bu. Diğeri de Ba-tı’nın silah pazarına girmek. Rusya, Hazarpetrollerini Türkiye’ye bırakmamakta kesinkararlı ve bunda tartışma dahi istemiyor.Rus Duması bu uğurda Türkiye ile ilişkilerikesmeyi göze alacak kadar katı.

Moskova’daki diplomatik kaynaklaragöre, Kafkas ülkelerinin Rusya’nın “ona-yını almadan” bir girişim başlatmalarımümkün değil. Türk Başbakanı MesutYılmaz ile Dışişleri Bakanı İsmail Cem’inKafkaslardaki girişimleri sonucu ortayaçıkan durum da aynı kaynaklara göre“temmeniler” dışına çıkamaz. Mosko-va’nın Türkiye’nin planına alternatif ola-rak öne sürdüğü petrol boru hattı ise Ka-radeniz’de bitecek.

Rusya’nın planına göre, Azeri petrolüBakü’den Hazar’ın batı kıyısı üzeri yenibir hatla kuzeydeki Mahaçkale limanın-dan başlayan borularla birleştirilecek. Ay-nı şekilde Türkmenistan ve Kazakistanpetrollerini Hazar’ın kuzeydoğu kesimin-den taşıyacak hat da burada birleştirile-cek. Mahaçkale ile Novorossiisk arasındazaten boru hattı mevcut. Böylece Türki-ye’nin planından çok daha ucuza mal ola-cak bir boru hattı sağlanmış olacak. Pet-rol, Novorossisk’ten ise tankerlerle Kara-deniz ve İstanbul Boğazı üzeri uluslarara-sı pazara ulaştırılacak. Türkiyi itiraz etsede etmese de Rusya’nın çözümü bu.

Bu projenin bir parçası ise tamamlan-mış bulunuyor. Rusya lideri Boris Yeltzinile Kazakistan Cumhurbaşkanı NursultanNazarbayev arasında Mayıs ayında im-zalanan anlaşmaya göre, Kazak petrolle-rinin bir kısma Rusya’ya akacak.

Kazakistan 2010 yılına kadar 170 mil-yon ton petrol satabilmek için ikinci birhata ihtiyaç duyuyor. Bu da Azerbaycanve Türkiye ile ortaklaşa inşaa edilmek is-tenen Bakü-Ceyhan boru hattı. Rusya, buplana da müsade etmiyor. Buradaki alter-natifi de yine Novorossiisk. Moskova hü-kümeti, Azerbaycan CumhurbaşkanıHaydar Aliyev ile Türkiye arasındaki ilişki-ler, Azerbaycan’ın Türkiye ile imzalamak

istediği askeri işbirliği anlaşması ve Gür-cistan ile ABD arasındaki eğitim amaçlıaskeri anlaşmadan büyük rahatsızlık du-yuyor. Rusya ise buna karşın Ermenistanve İran’ı yanına çekmeye çalışıyor.

Kazakistan ve Türkmenistan, boruhatları noksanlığından dolayı petrollerinitam kapasite satamazken, AzerbaycanAIOC sayesinde daha ileri bir aşamada.Her üç ülke de 2000 yılından sonra ulus-lararası petrol pazarlarına girmeyi hedef-liyor. Her üçününün de tek umudu petrol.

Türkiye’nin planıve PKK faktörü

Türkiye’nin büyük rüşvetlerle veABD’nin açık desteğiyle hayata geçirmeyeçalıştığı Bakü-Ceyhan boru hattı, Rusya’yarağmen uygulamaya alınsa dahi Kürdis-tan’dan geçeceği için ikinci ve en önemliengelle karşılaşacak. İşte bu engel hattın

ya tamamen çökmesi, ya da kat kat pahalıolmasına neden olabilecek. Nitekim bu du-rumda Kürdistan’dan geçecek bir petrolboru hattının kesinlikle hayata geçme şansıyoktur. Çünkü beş yılda bitebilecek bir inşa-atı yirmibeş yılda dahi bitiremezler. ZiraTürkiye’nin boru hattını geçirmek istediğibölgelerde ARGK gerillaları tamamen ha-kim. Hatta vuruş alanları Kafkas bölgelerinekadar genişletebilir. Ve bunun için bütün lo-jistik altyapının mevcut olduğunu söylüyor.

Kürdistan ulusal kurtuluş güçlerininbuna müsade etmeyeceğini Batı konsor-siyumlarının da bilmektedir. Hatta bukonuda Gürcistan’ın arabuluculuk yap-mak istediği, ancak kendilerinin Türki-ye’nin mevcut politik tutumu nedeniyle ta-vırlarının değişmeyeceği mesajlarını ver-mektedirler. Sonuç olarak Ruslar bıraksabile Kürdistan halkı bırakmayacak.

Gerillanın Kürdistan sınırlarını aşıpKaradeniz, Toroslar ve Akdeniz’e kadaryayılmasıyla birlikte Türkiye’nin petrol bo-ru hattı planının hayata geçirilmesi dahada imkansızlaşıyor. Kürdistan jeografya-sında Kürdistan ulusal kurtuluş mücade-lesi devam ettiği müddetçe, dengeleri dehep savaşan güç olan PKK belirleye-cektir.

“ABD emperyalizmi, bölgeye

öylesine önem veriyor ki geçmiş

yılların beyin takımını bugün

Orta Asya’yı karış karış keşfet-

mek için görevlendirmekte.

Bunların arasında, Jimmy Carter

hükümetinin güvenlik danışmanı

Zbigniew Brzezinski, genelkurmay

eski başkanı John Sununu, savunma

eski bakanı Richard Cheney, ulusal

güvenlik eski danışmanı

Brent Scrowcroft, George Bush

hükümetinin dışişleri bakanı James

Baker ve Bill Clinton iktidarının

maliye eski bakanı Lloyd Bentsen

gibi isimler yer alıyorlar.”

www.ars

ivaku

rd.o

rg

Sayfa 24 SerxwebûnEkim 1997

“Her devrim, kendi kişiliklerini yaratır”demektedir, Parti Önderliği. Bu, böyle olmakzorundadır. Çünkü devrim, devrim zamanlarıhep olağanüstü durumları ifade eder. Diğerbir deyişle egemen statükonun, sadece maddi,ekonomik, somut ve görülür boyutlarıyla de-ğil, aynı zamanda fikri temelleriyle birlikteyıkılması ve yerine kendi kimlik ve karakteri-ne uygun yeni bir yaşamın inşaa edilmesidir.Bu anlamda devrim, odağında iktidar sorunu-nu barındırmakla birlikte, kendi kişiliğini, ya-şam tarzını, kültürünü geliştirebildiği ölçüdegerçek bir devrim niceliği kazanır ve anlamı-na kavuşur.

Kürdistan devrimi ve öncü-lüğü, en olumsuz koşullardangünümüzdeki zafer devrimcili-ğine ulaşabildiyse; burada kendiyaşam, kişilik ve kültürünü, ah-lakını, değerlerini yaratabilme-sinin temel bir rolü bulunduğukesindir. Partiye, devrime gelmek, onda tem-sil edilen değerlerin biçimlendirdiği kişilik veyaşam ölçülerine gelmek demektir. Bunun daköklü bir sınıf mücadelesi gerektirdiği bilini-yor.

Kürdistan gibi temel dinamikleri, değeryargıları, varlık koşulları çarpıtılmış bir top-lumun, parti ve devrim ortamında yansımala-rının olması elbette ki kaçınılmazdır. Sınıfmücadelesinde, bir başka ifadeyle parti çizgi-sinde kendini yeniden yapılandırmaya hayatibir önem kazandıran da bu gerçeklik oluyor.Bu noktada en ilkesel bir bilinç ve sorumlu-lukla soruna yaklaşmak ve PKK ölçüleriniesas almak, hakim kılmak, her alanda vazge-çilmez önemde bir görev niteliğini taşımakta-dır.

En ufak bir duyarsızlık, gevşeklik ya daöncülük çizgisi ve tarzından şu veya bu bi-çimde uzaklaşmanın, tahrip edici olumsuz-lukların nedeni olduğu biliniyor. Aynı şekildeçizginin sınırlı bir uygulanmasında bile nedenli büyük gelişmelerin yaratıldığı da bilin-mektedir.

Parti kişiliği ve tarzı yoksa; ya feodal-köylü, ya küçük-burjuva veya sınıf temelle-rinde istikrarsız tarz ve kişilikler vardır. Partiöncülüğü ve yaşam tarzı yoksa, ya da gevşek-se, her türden sapma, olumsuzluk, değerlerintahrip edilmesi, yenilgi ve bitiş vardır.

Dolayısıyla neresinden bakılırsa bakılsın,devrim sürecinin bütün evreleri, kişinin ken-dini partinin kişilik ölçülerine ulaştırmasınıemreder. Başarı ve zaferin yolu kendini parti-leştirmekten, parti ölçüleri içerisinde yenidenyapılandırmaktan geçmektedir.

Gerçeklik bu denli açık ve kesin olmasınakarşın, eski düzen kişiliklerinin çeşitli biçim-lerde kendilerini dayatması ve yine birçok ge-riletici, uğraştırıcı sorun ve olumsuzluklarakaynaklık etmesi, yaşanan ve bilinen bir ol-gudur. Devrimcileşme gerçekleşmeden, eskikişiliğini koruyarak adeta parti ile koalisyonyaparcasına bir yaklaşım ve katılım anlayışı-na sahip olmak, buna rağmen partili olduğunusanmak ya safdilliktir, ya da kendini aldat-maktır. Bu yanılgılı yaklaşım da en somut bi-çimde kendini “ben”lik dayatmalarında gös-termektedir.

Gelişen ve yükselen devrim, eski ve gericidüzen egemenliğine son verdikçe zaferini ke-sinleştirir. Düşmanı maddi bir güç olarak ge-riletmek, yenilgiye uğratmak, egemenlik du-rumuna son vermek yetmiyor. Bunun parale-linde kendini içselleştirmiş olan düşmanı daaynı şekilde yenmek, aşmak gerekiyor. Bu iç-selleşmiş düşman, kişiliklerimizdedir, alış-kanlıklarımızdadır, beynimizde ve ruhumuz-dadır. Bu nedenle gerçek ve geri dönüş yolla-rını kapatmış bir zafer, ancak dışsal ve içseldüşmanın birlikte yenilmesi ve mutlaka ken-dini yeni bir yaşam, yeni bir insan, yeni birkültür ve ahlak olarak yaratmasıyla gerçekle-şebilir. Ancak bu; hiç de kolay gerçekleşenbir mücadele ve süreç olmuyor. Zira devrimve devrimcilik kendini gerçekleştirdikçe; dü-zen yaşamından, alışkanlıklarından, kişiliğin-den beslenen “ben”lik, duygular, güdüler, bi-reycilik kendisini dayatıyor, ayaklanıyor vegaleyana geliyor.

Devrimcileşmeyen kişilik özellikleri, eskibir benliğin, düzenin eski kalıntılarının kendi-si ve yeni kimliğe karşı direncinden başka birşey değildir. Son tahlilde, birer sınıf mücade-lesi konusu olarak ortaya çıkan sorunların,

olumsuzlukların kaynağında yatan gerçek bu-dur.

Mücadele tarihimizde ortaya çıkan, yaşa-nan örnekler var. Feodal-komploculuk ve kir-li savaş, yaşam tarzının altında bir çizgiye te-nezzül eden, partileşmeye gelmeyen, partiçizgisine, yaşam, kişilik ve savaş tarzına di-renç gösteren, Kürdistan toplumunun kronik-leşmiş geri, ilkel, değişime-dönüşmeye kolaygelmeyen, savaşı “ya herro, ya merro” mantı-ğıyla ele alan, yaşamı ise feodal, ağavari-aşi-retsel ölçüler içerisinde gören, ilişkileri bunagöre ayarlayan kişilikler vardır. Aynı şekilde

daha çok küçük-burjuva sınıf özellikleriniyansıtan ucuz ve kolay yaşam, liberalizm,ilişkileri amir-memur zihniyetiyle ele alma,sekterizm ya da sağcı anlayışlar, erken ve ko-lay ilişkiler gibi düzen kişiliğinden beslenenve partiyi, savaşı, yaşamı zorlayan diğer yan-lış anlayışlar olmaktadır.

İçerisinden geçtiğimiz süreç açısından daparti çizgisi ve önderlik tarzının, mücadeleninbütün alanlarında daha yetkin, yaratıcı ve so-nuç alıcı uygulamasının gerekliliğikaçınılmazdır. Önderliğin “anlayışsızlıklarsavaşımı” ya da “anlayışsızlıkların dayatıl-ması” olarak nitelediği bireyci özellikler,“ben merkezci”, “ben parti” tutumları, partive önderlik gerçeği karşısında direnen bir du-ruş halindedir aslında.

Doğaldır ki, devrimcileşmeyen kişiliközellikleri; yaşam-savaş ilişkisi, yönetimalanlarındaki yansımalarının bir parçası ola-rak haklarımız, görevlerimiz, sorumlulukları-mız konusunda da ciddi zaaf ve yetmezlikle-rin kaynağı olmaktadır. Kendi benliğini, bi-reysel tutku, duygu, güdü ya da özelliklerini,alışkanlıklarını esas almanın, görevler vehaklar konusunda ciddi yanılgılara sürüklen-meyi getirdiği açıktır. Nitekim sorunu kendi“ben”in gözlükleriyle görmekten ileri gelennedenlerle, böylesi hayati bir konuda niyet vebağlılık iddiaları ne olursa olsun, objektif ola-rak kendi alanında devrimsel büyüme ve ge-lişmeyi tıkatan tutum ve dayatmalara gerçek-ten çok sık rastlanılabilmektedir.

Partiye yaklaşım ve kendini doğru katmakonusunda çıkan, özgürlükler dışındaki bütünsorun ve olumsuzlukların kökeninde benlik,bireycilik problemlerinin bulunduğunu sapta-mak yerindedir.

Düşmana karşı savaşta en büyük silah ide-olojik, politik ve örgütsel birliktir. Sağlam birideolojik ve politik temel üzerinde gelişen birörgütsel birlik, düşmanın sayısal üstünlüğünüve modern teknik donanımını işlevsiz kılabi-lecek bir güçtür. Örgüt esas olarak teknik biraygıt değil, ortak bir amacı bulunan ve aynıhedefe yönelmiş olan insanlar arasındaki iliş-kilerin işleyen bir düzene kavuşturulmasıdır.Başka bir deyişle, örgüt, insanlar ve insanilişkilerinden, ortak ruh-düşünce vedavranışlar bütünlüğünden oluşur. Dolayısıy-la insanın ideolojik ve politik olarak kazan-ması, yani ortak bir amaca bağlanması ve ay-nı hedefe yöneltilmesi, örgütsel birlik için dezeminin sağlam döşenmesi anlamına gelir.Düşmanın dışarıdan ve içeriden saldırılarıkarşısında alınması gereken en ciddi tedbiraslında budur. Genelde insanla ilgilenmek,insanı oynaması gereken rolden ayrı düşün-memek, yani belli bir işlevi ve somut bir gö-revi olan canlı bir varlık olarak ele alıp göre-ve yaklaşımıyla değerlendirmek, iç ve dışdüşman konusunda kendisini aydınlatmak,neyin iç düşman olduğunu ve düşmanın sıza-cağı gedik karakteri taşıdığını kendisine gös-termek, herkesi aynı şekilde düşünmeye veyoğunlaşmaya sevketmek, aynı anlama gel-mek üzere kalpleri ve beyinleri birleştirmek,kolektivizmi bu temelde sağlamak, bir örgütmilitanının görevi olduğu kadar, başarıya gö-türecek tarzdır. Böyle davranan bir örgüt mi-litanı her sözün, her davranışın ve hatta hergünlük hareketinin politik bir içeriğe sahipolduğunu bilir. Örgüt içinde hiçbir şeyi basitealmaz, hiçbir şeyi es geçmez. Derin ve çokyönlü düşünme zorunluluğu, örgüt çıkarları-

nın her şeyden üstün tutulması gereği kendi-sini bundan alıkoyar.

Açık ki, bizler böyle davranmıyoruz.Özünde partiyi zorlayan olumsuzluklar karşı-sında küçük düşünüyoruz, ciddi bir örgüt en-dişesi ve kaygısı içinde değiliz, sorunlara darbir çerçeveden yaklaşıyoruz. Küçük düşün-mek, işin kolayına kaçmaktır, kolaycılık iseözünde bireyciliğin basitliğidir. Kolaylık dü-zenle bağlantılıdır. Her kolaylık, özünde dü-zenden getirilmiş bir olumsuzluğun kendisinikonuşturmasıdır. Edinilmiş olanın ve bir öl-çüde alışkanlık haline getirileni uygulamanın

herhangi bir zorluğu yoktur. Çekici olmak,birlik, merkeziyetçilik, ulusallık ve ulusal bü-tünlük, ordulaşma ve askerileşme, yüksekulusal çıkarlar, kolektivizm, demokrasi, sos-yalizm, özgürlük, eşitlik, bunların hepsininbaşlatıcı ve tamamlayıcı gücü olarak parti vepartileşme yeni kavramlardır ve PKK ile bir-likte ortaya çıkmışlardır. Uygulanmaları zor-dur. Çünkü uygulama, bunların kendinde va-rolan karşıtını yıkmayı gerektirir. Buna karşıiticilik, sömürgeciliğin ve feodalizmin eseriolan bölünüp parçalanmışlık, yerellik, birey-cilik ve bireysel çıkarlar, eski kavramlardır.Düzenin kendi imalatı olan hastalıklı kişiliktiplerinin içerdiği olumsuz özelliklerdir veuygulanmaları kolaydır.

Bireycilik, bizde neredeyse herkesin ortakhastalığı olmuştur. Bireycilik eğilimi geneldeyönetici düzeyinde yer alan arkadaşlarda birhayli güçlüdür. Her arkadaşta kendisini aynıdüzeyde dışa vurmasa bile, bu bireycilik baskı-cı-bastırmacı özellikler taşır. –Nitekim bireyci-lik son tahlilde bastırmacılıktır.– Tekleşmeolayı bir bakıma herkeste vardır ve neredeysebütün parti birimlerinde genel eğilim tekleşmedoğrultusundadır. Bu, bir tür “bağımsızlık”ilan etme, esas olarak da bireycilik eğilimininsonucudur. Ortaya çıkan örgütsel görünüm, in-sanın kafasında feodal dönemin Avrupa’sınıçağrıştırır. Bu tablonun içinde en üstte küçükkrallıklar, altında vasaller ve tabanda serflertopluluğu vardır. Parti, merkezleşmeyi, aynıanlama gelmek üzere uluslaşma ve ordulaşma-yı dayatır. Diğeri ise yerelliğe, bireyciliğe veözerkliğe doğru çeker. Merkezleşmekten kaç-mak, uluslaşma ve ordulaşmaya yan çizmektirve bu da kaynağını aynı hastalıktan alır. Birey-cilik parti çözümünden uzaklığın ifadesidir.PKK çözümünü kendisinde gerçekleştiren biri,tek başına kaldığında bile müthiş kolektiftir.Dolayısıyla burada temel eksiklik parti çözü-münden uzaklıktır, partinin devrimci militanölçülerine gelememektir.

Bireycilik tam bir hakimiyet peşinde ko-şarak tekleşmeye yönelir ve tekleşir; örgütüdışlar ve her şeyi kendi tekeline almaya çalı-şır. Yani örgütü ve örgüt çıkarlarını bir yanaatıp kendini esas almak, sözü edilen kişiliğin

tipik bir özelliği olarak değerlendirilebilir.Bireyciliğin iyisi-kötüsü, az zarar vereni-

çok zarar vereni, az tehlikeli olanı-fazla tehlikearzedeni olmaz. Böyle bir ayrıma gidilemez.Bireycilik daima kötü, daima zarar verici, dai-ma tehlikelidir. Hele bu Kürdistan gerçeğindengeliyor ve PKK hareketi içinde ortaya çıkıyor-sa, çok daha fazla tehlikelidir. Parti Önderliğide bu gerçekten yola çıkarak, “Bana göre bi-reycilik bir hayvanlıktır” demektedir. Bu ifa-denin içerisindeki gerçeklik, Kürt halkının he-nüz gerçekleştirme savaşımı içerisinde olduğuulusal temellerdir. Ulusal gerçekliği ve bu ger-

çekliğin kritlerlerini yaşamsal düzeyde yakala-yamamış uluslarda, bireylerin varlığından bah-sedilemeyeceği açıktır. Bundan dolayıdır ki,günümüzde parti içerisinde dayatıldığını ifadeettiğimiz bireycilik, gelişmiş uluslardaki norm-larda seyreden bireyciliklerden farklıdır. Buanlamda burada bireycilikten değil, çok geri,ilkel anlayışların, uluslaşmaya karşı olağanlaş-tırılmaya çalışılmasından bahsedilebilir. Düze-nin önce temelini oluşturduğu, kışkırttığı, dahasonra da giderek kendisine hizmet ettirme nok-tasına yönelttiği bireyciliklerdir. Eğer Kürttekibireycilik çağdaş normlara göre olsaydı, yete-nek kazanan kişiliklerin, bunu doğru kanallaraaktarması yerine, kendi sınırları içerisinde hap-sederek, yine kendi “doğru”su diye dayatarak,kendi ulusu açısından yaşamsal gerçeklerleters düşmesine yol açması düşünülebilir miy-di? Yine sömürge halklarda kolay kolay bilimadamlarının yetişmemesi, zor altında tutulanyaşam kaynaklarının, mantığı işletemez duru-ma getirmesinden değil midir? Öyleyse sağlık-lı bireylerin yetişmesi, ancak ve ancak ulusunyaşam temellerini ve kriterlerini oluşturmaktangeçer.

Devrim ortamında“bireysel özgürlük” arayışları

Özellikle reel sosyalist sistemin çözülüşü-nü takip eden süreçte, ABD emperyalizminin“yeni dünya düzeni” biçiminde formüle ettiğiyeni egemenlik sistemi çerçevesinde, dünyaölçüsünde “insan hakları”, yeni ve “yükse-len” bir değer yargısı haline getirildi. Demok-rasi, hukuk, insan hakları vs. burjuva ideolog-larının ve propaganda merkezlerinin söylem-lerinden, uluslararası politik ve diplomatikilişkilerin öncelikli temellerinden biri oldu.Bir burjuva yaşam felsefesi olarak bireycili-ğin geliştirilmesi ve bunun adeta “özgürlük”olgusu ile eşdeğer bir anlama kavuşturulması,“insan hakları” biçiminde empoze edilen an-layışla tam bir uyum arzediyordu.

Konumuzun esası ve kapsamı dışında ol-duğu için bu durumun neden ve niçinleri üze-rinde fazla durmayacağız. Ancak şu kadarınıbelirtmekle yetinelim: Burjuvazinin gerçekanlamda demokrasi, insan ve kişilik haklarıile ilgili bir sorumluluk ya da duyarlılık sahi-bi olması sözkonusu değildir. Günümüzde“ileri uygarlık”, “hür dünya” vb. diye lanseedilen burjuva demokrasilerindeki hak ve öz-gürlükler, birincisi; bütün emekçi sınıf ve kat-manların uzun ve kanlı mücadelelerinin birsonucudur. İkincisi; ileri kapitalist ülkelerde-ki mevcut siyasi sistem ve sınıf çelişkileriniyumuşatan nisbi refah durumu, dünyayı birağ gibi saran ve günümüz koşullarında olduk-ça yönlüleşmiş, derinleşmiş yoğun sömürü vebağımlılık ilişkilerinin bir bedelidir. Üçüncü-sü; burjuvazinin insan hakları, demokrasi sa-vunuculuğu, kendi egemenlik çıkarları ileçerçevelendirilmiştir. Çıkarları gerektirdiğiiçin bu politikayı öne çıkarmışlardır. Bu, çı-karları gerektirdiğinde çok farklı politikalarada yönelebilecekleri anlamına gelmektedir.Birçok çarpıcı örnek verilebilir, ama herhaldeen çarpıcı örnek, Kürdistan ulusal kurtuluşmücadelesi karşısında Türk sömürgeciliğininbaş destekçilerinin bu “demokrasi havarisi”kesilmiş emperyalist ülkeler olmasıdır. Dör-düncüsü; bütün bunların bir parçası ve aynızamanda sonucu olarak, dünyada yeni birdevrimsel dalganın önünün kesilmesi amaç-

lanmaktadır. “Demokrasi, insan hakları” di-yerek, sonderece geri ve düzen içi hedeflerpeşinde koşan, duyarlılıkları bu şekilde çerçe-velenmiş bir toplumsal muhalefet, kuşkusuzki devrimci amaçlar için örgütlenerek hareke-te geçen bir muhalefetten daha fazla tercihedilirdir.

Bu politika bütünüyle yeni dünya dengele-rinin, koşullarının gerektirdiği, bu anlamdaburjuvazinin çıkarlarının damgasını taşıyan birpolitika niteliğindedir. Devrimci hareket vemuhalefetlerin bu durumdan taktik yararlarsağlaması ayrı, bu durumdan hareketle yanılgı-

lı ve kendi içinde çözüm-süz bir yanlış politikaoluşturması çok ayrı birşeydir. Sorunu bu gerçek-lik temelinde kavramakönemlidir. Ancak bu te-melde doğru bir kavrayışaulaşılabilir ve yine ancak

bu temelde yanlış ve yanılgılı tutumlar içerisi-ne girmemenin güvencesi sağlanmış olabilir.Fakat sorunu bu şekilde ortaya koymak, kesin-likle onu hafife almak olarak da anlaşılmama-lıdır. Tersine, bu politikanın yönlendirici etkive sonuçları oldukça derindir. Kendini yanlış-yanılgılı bir temelde ifadelendiren birçok sos-yalist iddialı oluşumun, bu süreçte varlığınıtasfiye etmesi, burjuva reformizmine savrul-ması, bireyler düzeyinde de genel devrimci-sosyalist saflarda da ciddi bir erozyonun ya-şanması, bir bütün olarak toplumsal katman-larda devrimci-sosyalist hedef ve amaçların,mücadelenin, dönemsel ve geçici de olsa çe-kim merkezi olma durumunun zayıflaması vb.büyük ölçüde bu politikanın etki ve sonuçla-rıyla doğrudan ilintilidir. Kuşkusuz, partimizinortam ve gerçekliği -aynı zamanda bir halk ha-reketi olma vasfı-, dünyada estirilen bu liberalrüzgarlardan, bireyler düzeyinde de olsa, etki-lenmekten uzak kalmamıştır. Nitekim çarpıkve sınıf temeli, kimliği, kişiliği muğlak top-lumsal gerçekliğimiz, bu ve benzer etkilenme-leri objektif olarak devrim ortamına da taş-ımakta, kimi sorunlara yol açabilmektedir.

Sorun, en başta bir eğitim sorunudur. İde-olojikleşmek, partinin ideolojik-politik çizgi-sini özümseyerek bunu güncelleştirmek, ya-şamın pratiğinde, olaylara, olgulara yaklaşı-mında, tutum ve davranışlarında somutlaştır-mak sorunudur. İdeolojikleşmek noktasındakizayıflık ve yetersizlik, diğer biçimlerde oldu-ğu gibi, bu konuda da düzen etkilerine kendi-ni açık tutmak demektir. Partinin ideolojik-leşmeye verdiği önemin bir boyutu da bunoktada anlamını bulmaktadır.

Haklar ve görevler konusu, devrimci-sos-yalist anlam ve içeriği ile değil de, son tahlil-de burjuva bir zihniyetle kavranılacak olursa,bunun yaratacağı pratik ve sonuç ne olur?Görünüşte hakları konusunda oldukça “bi-linçli” hatta “titiz” bir hassasiyet, devrim or-tamında “insan hakları savunuculuğu” ortayaçıkar. Bunun bir adım daha ilerisinde “birey-sel özgürlüğünü” arama ve meşrulaştırma is-temi ve çabası ortaya çıkar. Kime, neye karşıve ne için hak savunuculuğu yapıldığı unutu-lur.

Parti Önderliği bu konuda, “Özgürlük im-kanını elde etmek için, özgürlük hakkı, özgür-lük şansını, yaşam şansını iyi anlamalısınız.Çoğunuzun birey hakkından, yaşam hakkın-dan bahsettiği çok basit, neredeyse bir sigaradumanından ibaret. Veya günübirlik bir tüke-tim, kendini anlamsız şeylerle tatmin. Bu kişi-likte hiçbir şey bitmez. Kendi basit maddi ve-ya bazı güdülerini tatmin etme peşinde koşu-yorsa ve sürekli bunun peşinde ise fırsat bul-du mu sürekli bunlarla kendini kapatıyorsa,bu kişlerden hiçbir hayır gelemez. Hep bu gü-dülerinin peşinde, onları tatmin ettikçe ‘oh,yaşadım’ diyecek birisidir. Bu kölelik ideolo-jisine, ilkellik ideolojisine kendini düşürmek-tir” demektedir.

Köleliği reddeden ve her şeyini bu temelüzerinde inşaa eden bir devrim ortamında, bi-reysel tarz, ölçü veya alışkanlıklarını esasalan bir tavrın sahibi olmak, “hak-hukuk” sa-hibi olmak, bireyselliğini konuşturmak, öz-gürlüğü ise yine bireyselliğini yaşamak ola-rak anlamak, tam da önderliğin vurguladığıgibi kişiyi oldukça düşkün ve köleliğin ideo-lojisine bağlayan bir duruma düşürür.

Buradaki çarpıklık derindir. Çünkü kökle-ri düzen kişiliğine kadar uzanmaktadır. Dev-

BBiirreeyycciilliikk ppaarrttii ççöözzüümmüünnddeenn uuzzaakkll››¤¤››nn iiffaaddeessiiddiirr“Güçsüz olmak,

kendi içinde çok sayıda

küçük iblisi ve ifritiyle

birlikte yaşamak demektir.

Zaten insan kendi içindeki bu

iblis ve ifrit takımının tutsağı

olduğu için güçsüzdür.

Bizleri “şeytan”ın emrine

sokan ve onu izlemeye

götüren şey, kendi iblislerimiz

ve ifritlerimizdir. O zaman

asıl yapmamız gerek şey,

kendi küçük “şeytan”larımızı

taşlamak, güçsüzlükten

kurtulmayı esas alıp

güç haline gelip

“şeytan”ları altetmektir.”

www.ars

ivaku

rd.o

rg

Serxwebûn Sayfa 25Ekim 1997

merkezine oturtan bir yaklaşım içerisine giri-yorlar. Başarısızlık, veya bir başka nedenle“makam”, “mevki” olarak görülen görev eldengidince, küsme de dahil olmak üzere, kendinisınırlandırma, yere atma tutumları ve partiyekarşı hak arayıcılığına girme, bu yetmez anla-yışların beraberinde getirdiği bir sonuç oluyor.

Önderlik, “Binbir emekle biraraya getiri-len değerlerin üzerinde kumar oynamak, de-ğerlerin üzerine yatmak, kendi bireysel yaşa-mı için çarçur etmek ve değerleri güdülerinintatmininde kullanmak, geleneksel geri top-lumsal yanımızla sömürgeci-kapitalizmin tah-rik ettiği küçük-burjuva soysuzlaşmasıyla il-gilidir. Yönetim, taktik yönlendirme noktasın-da olup da kendi tarzını konuşturma, sınıf dı-şı anlayışlara zemin sunma, feodal-küçük-burjuva istek ve özlemlerini tatmin etme vedüşkünlüklerini giderme gibi tutumların içe-risine girmek, saflarımızda özel savaşın tem-silciliğini yapmaktır” diyor.

Partiye karşı, nedeni ne olursa olsun, hakarayıcılığına soyunan zihniyet, doğru bir hak

ve görev anlayışından uzak olmanın yanında,buna bağlı olarak partinin emek, değer, hizmetve temsil özelliklerinden de uzak bir duruşuifade etmektedir. Hak ve görev, hizmet ve ba-şarı kendini herhangi bir bireysel hesap vebeklenti içinde görmeden katma olarak anlaşıl-mayınca; parti görevleri, yetkileri de böyleleri-nin zihniyetinde kolektif emek ve iradenin yo-ğunlaşması olarak değil de, kendini yaşama,güdülerini tatmin alanı olarak görülmektedir.İşte sefalet dediğimiz durum bundan başka birşey değildir. Çünkü partiye böylesi bir zihni-yeti, kaynağını geleneksel kişilikte bulan birdeformasyonu dayatmak, “hak” arayıcılığınasoyunanların kendilerini ne sanarlarsa sansın-lar, gerçek düzeyini, çapını ve partiyi anlama-kavrama, temsil kapasitelerini ortaya koymak-tadır. Yetki, görev, sorumluluk partiye aittir.Başlı başına birer parti değeri olarak, dahasıÖnderliğin de vurguladığı gibi, “namus” ola-rak ele alınması gereken ve sadece daha iyiyapmak ve başarmak için sunulan imkanlardır.Görevi, yetkiyi kendi kerameti veya “kazanıl-mış hak”kı gibi görmek kadar yanılgılı bir tu-tum olamaz. Anlayışı böyle olandan doğru birpratik ve başarılı bir hizmet üretmesi de zatenbeklenemez. Genellikle ortaya çıkan sonuç,kendini kolay ve ucuzca yaşatmanın ötesindebir faaliyet olmaz, ya da kısmi birtakım başarı-lar sözkonusu olsa bile, bunu ben-merkezci birzaafın hareket noktası yapmak, yine kabul edi-lemez bir anlayışı dayatmak olur. Çünkü ba-şarma güç ve imkanlarını hazırlayan, sunan,bunun yol ve yöntemlerini gösteren ve kişiyiharekete geçiren yine partidir.

Başarı, emek ve çaba kişiyi daha çok, dahasağlam, daha güçlü şekilde partiyle bütünleşti-riyorsa, anlamlı ve değerlidir. Ama en ufak birbaşarıyı ya da olumlu bir pratiği hemen kendibenliğini ön plana çıkarmanın gerekçesi vesermayesi haline getirmek, sonuçta kaybettirir,zarar verir, olumsuzluğa yol açar.

Biliyoruz ki, partimiz bir emek hareketi-dir. Kendini kolay ve ucuz yaşatma yeri de-ğil. Mücadelenin bütün alanlarında, amaç veiddialarımıza kendi cephesinden ve kendi ko-şulları içerisinde güç vermek, bunun temsilinive kendisiyle birlikte partiyi, mücadeleyi, de-ğer, olanak ve mevzileri büyütmesi, ilerlet-mesi ancak böylesi bir emek bilinciyle ger-çekleşebilir.

Burada değinilmesi gereken hususlardanbiri de, emek bilincinin insanımızda genellik-le zayıf olması sorunudur. Partinin emek ol-gusunu ele alışı, tamamen bilinçli ve değeryaratan bir nitelik taşıması biçimindedir. An-cak bilinçli emek, örgütlü ve kolektif olabilir.Değer yaratabilir ve kişiyi, mücadeleyi, parti-yi geliştirebilir. Bilinçsiz emek ise hammal-lıktır, köylücedir, ya da memurvaridir. Örgüt-süz, sistemsiz, amaçsızdır ve böyle olduğuiçin de ne kişinin, ne de partinin büyümesine

fesidir. Yaşamın canlı akışı içerisinde süreklibir gelişme, büyüme, yaşamın hızına ve tem-posuna ulaşma ve cevap olma çabası gerekti-rir. Devrimci odur ki, her koşul altında bu fel-sefeyi temsil edecek dinamizmi kendindecanlı tutsun. Devrimci odur ki, hiçbir zaman“ben eskiyim”, “ben eski olduğum için biliyo-rum” gibi kof ve temeli çürük bir özgüveninaldatıcılığına, böylesine yanılgılı ruh halleri-ne, anlayışlara kendini kaptırmasın. Devrimciodur ki, yaşamın her zaman çözülmesi, cevapolunması gereken bir çelişkiler yumağı oldu-ğunun bilinciyle kendini hep yeinlenmeye,dönüştürmeye, güçlendirmeye dönük sonsuzve sınırsız bir özveri ve gayretin sahibi olsun.Önderlik; “Bir gün bile kendimi dönüştürme-den, yenilemeden yaşayamam” diyor. Önder-lik tarzı ve gerçeği buyken, bizim çok sınırlıve kısmi birtakım yetenek veya özelliklerimi-zi “sermaye” edinerek, basit ve ucuz tatmin-ler peşinde koşmayı amaçlaştırırcasına hare-ket etmemiz ne kadar gerçekçidir, ne kadarparti doğrularına denk düşmektedir?

Parti Önderliği “İnsan, değerlerle bağınıkoparırsa başbelası olur, en tehlikeli tip olur”derken aslında tam da bu gerçekliği bizlere ha-tırlatmaktadır. Çünkü hangi zorlu koşullar na-sıl bir kahramanlıkla altedilmiş ve bugün sahipolduğumuz değerler, mücadele, mevzi ve ola-naklar yaratılmıştır, -bunlar biliniyor. Ve budeğerlere doğru yaklaşım, kendini değerlerinüzerinde ucuzca yaşatmakla değil, değerleredeğer katan bir sorumluluk anlayışıyla hareketetmekle mümkün olur. Bu, partide bir yaşamilkesi düzeyinde ele alınması gereken bir doğ-ru oluyor.

Şunu da belirtelim ki; bu tarzda kendini ya-nıltanların, eğer kendilerini parti doğruları çer-çevesinde düzeltmezlerse, sonuçta “serma-ye”lerini tüketip zavallı konumlara düşmelerihiç de şaşırtıcı değildir. Nitekim örnekleri biz-de az değildir. Bunda şaşılacak bir şey yoktur.Çünkü devrimcilik, yaşamın ve mücadeleninakışında sürekli kendini yenilemek, süreklileş-mek, dönemin gereklerine göre düzenlemek ileistikrarlı bir büyüme ve katılımı mümkün kı-lar. Yaklaşım bu olmayınca, baştaki güven vebağlılık, kendini yeniden üretmez hale gelir vetakılıp tökezlemeler de adeta kaçınılmaz olur.Çünkü bağlılık ideolojik bir temele oturtulursaanlamlıdır. Partileşme, sürekli bir dönüşüm veyenileme çabası olarak görülürse, gerçekleşe-bilir. Mücadelenin güncel, somut, dönemselgelişimi içerisinde kendini sürekli ve yenidenüretmekle sağlam bir gelişme istikrarı kazana-bilir. Yaşamın ve mücadelenin dönemeç nok-taları, keskin ve yakıcı süreçleri en ufak bir ya-nılgı ve aldanmayı bağışlamaz. Burada yüreğive mantığı mutlaka doğru işletmek, bunuemek bilinciyle yoğurarak değer yaratan birpratik çaba ile bütünleştirmek gerekmektedir.Doğru ve kazandıracak yaklaşım budur.

Partimiz tam da bir emek hareketi olması,sosyalizmi yaratıcı özüyle temsil etmesi ne-deniyledir ki, kolay, ucuz, basit yaklaşımlarlaözünde kendini yaşamayı esas alan tutumlaraprim vermez. Bilinçli emeği en büyük değerolarak görür. Onu, temel bir ölçü olarak alır.Bilgiye, birikime, pratiğe ve deneyime en bü-yük kıymeti verir. Ama “kıdem”, “kendini be-ğenmişlik, hak arayıcılığı, doğal partililik,herkesi yargılama ve kuşkuyla bakma hakkı”gibi anlayış ve tutumları da red ve mahkumeder. Zira bunlar, partinin temel felsefesiyle,yaşam ilkeleriyle bağdaşmayan, tersine bufelsefe ve ölçüleri dejenere eden bir nitelik ta-şımaktadırlar.

Bütün bunlar, yine “birey” üzerinde aslın-da birer burjuva empozesi olan kimi düşünceve eğilimler üzerinde biraz daha durmamız ge-rekiyor. Bu da “demokrasi” kavramından neanladığımızı ve ne anlamamız gerektiğini tamanlamıyla sorgulamamızı zorunlu kılmaktadır.

Her şeyden önce bütün güçsüzlükleri-mizle mücadele etmemiz ve bireysel özellik-leri yerle bir etmemiz gerekiyor. Güçsüz ol-mak, kendi içinde çok sayıda küçük iblisi veifritiyle birlikte yaşamak demektir. Zaten in-san kendi içindeki bu iblis ve ifrit takımınıntutsağı olduğu için güçsüzdür. Bizleri “şey-tan”ın emrine sokan ve onu izlemeye götü-ren şey, kendi iblislerimiz ve ifritlerimizdir.O zaman asıl yapmamız gereken şey, kendiküçük “şeytan”larımızı taşlamak, güçsüzlük-ten kurtulmayı esas alıp güç haline gelip“şeytan”ları altetmektir.

yol açmaz. Kendini katma ve hizmet anla-mında pek bir değer ifade etmez.

Emeğe bilinçsiz yaklaşan, çok özverili,çalışkan da olabilir. Ama böyle birinin enbaşta kendi emeğine doğru yaklaşması, dola-yısıyla da partiye sağlam ve güçlü bağlanma-sı mümkün olamaz. Nitekim yıllarca parti or-tamında kalsa da, sonradan düzene kapılanla-rın gerçeği biraz da bu oluyor. Fakat emek bi-lincine sahip olmak ile hak arayıcılığı kesin-likle birbirine karıştırılmamalıdır. “Yıllardırgerilla ve mücadele saflarındayım, çalıştım,şu veya bu konumda olmak, partiden bunlarınkarşılığını istemek, beklemek benim en doğalhakkımdır” diyebilen veya “pratiğim başarı-lıdır, terfi etmeyi hak ettim, benim yerim şu-rası olmalıdır” diyen bir zihniyet, parti içindebulunduğu zaman ya da “başarı” diye sundu-ğu pratiği ne olursa olsun, parti ve devrimdenfazla bir şey anlamamış demektir. Emeğiniparti emeği olarak, onunla bütünleştirmek,onunla birlikte geliştirmek ve kavramak doğ-ru, ama emeği kendine mal ederek, bunun

karşılığının hesapları içeri-sine girmek ise, yanlıştır,basit bir küçük tavırdır. Bunedenle emeğinin sahibiolmak, doğru bir emek bi-linciyle hareket etmek ilebunu kendi bireysel ölçü-leri dahilinde ele alarakpartiye karşı hak arayanbir tutumun sahibi olmak,kesinlikle birbirine karıştı-

rılmaması gereken iki farklı anlayış ve yakla-şıma denk gelmektedir.

Bunun paralelinde ele alınması gerekenbir diğer husus ise, doğal partililik denilendurum oluyor. Devrimcilik geçmişini, emeği-ni, çabasını sermaye edinip, kendinde geliş-meyi, dönüşmeyi, yenilenmeyi, dolayısıylapartileşmeyi dondurmak, tıkatmak bir de bubiçimde ortaya çıkabiliyor. Siyasallaşmak,örgüt yeteneklerini geliştirmek, dönemi vegereklerini kavramak ve temsil etmek, kendi-ni buna göre düzenlemek, örgütlemek, bu an-layış sahiplerinin ihtiyaç duymadığı şeylerdir.Onlar, zaten partilidir! Aynı şekilde askerileş-mek, çizgi adamı olmak, tüzük devrimciliği,kurallı ve disiplinli yaşam, görev ve örgütadamlığı… Bunlar da onlara göre değildir, ih-tiyaç duymazlar. Bunlar hep başkaları içindir.Onlar ise partinin “ev sahipleri” rolünü layıkgörürler kendilerine. Böyle olunca da bütünpartililik iddialarına karşı, kendileri de hertürden sınıf dışı anlayışların zemini olur vebunu yaşarlar. Bazen sekter ve despot kesilir,bazen de yapay kalıpçı-kuralcı olurlar. Bazensorumsuz, liberal, duygusal, hedef ve plandanyoksun bir yaşam pratiği sergilerler ve “benzaten partiye bağlıyım, yıllardır partiliyim,bundan sonra da partiyle beraberim” diye-rek, mevcut durumlarının savunmasını yapar-lar. Hatta kendilerini bu konuda ikna da ederve aldatırlar. Partiyle uzun yılllara dayananbir pratik ve beraberliğin sahibi olmak, ken-dince bir “özellik” olarak görülmesi yerine,kişinin bunu partinin kendisine en fazla emeksarfetmesi, değer vermesi olarak anlaması ge-rekir. Doğrusu da budur. Bu noktada kendiniyanılgılı ele alma sözkonusu olunca, kişi ken-dinde adeta her türlü hata ve zaafın içerisinedüşse de “bir şey olmaz. Zaten parti beni ta-nıyor” gibi bir saplantıyı geliştirmekte, dola-yısıyla da sınıf savaşımını boşa çıkaran birdavranış, bir dayatma tavrı gösterebilmekte-dir. Açık ki bu, sonderece bozuk bir anlayışve ciddi bir yanılgıdır.

Kuşkusuz doğal partililik anlayışı sadece“eski” arkadaşlarda ortaya çıkmıyor. Bağlılıksözü vermeyi, bu noktada kendini netleştir-meyi, örneğin bir direnişi ya da benzer birpratiği başarıyla göğüslemeyi yeterli görerek“ben PKK’liliyim” konumuna girenler de bukapsamda değerlendirilebilecek bir yetmezli-ği yaşamaktadırlar. Bunların bakış açılarınagöre de parti bir “aile ocağı”dır. Kendileri deonun çocuğu! Dolayısıyla gelişme, dönüşme,büyüme gereği de böylece ortadan kalkmışoluyor. Bunlar olsa olsa başkaları için geçerlive gerekli olan şeylerdir.

Her ne şekilde ortaya çıkarsa çıksın; budoğal partililik anlayışı, partiyi ve bir bütünolarak da devrimciliği bir yaşam felsefesi ola-rak bilince çıkarmamış olmanın göstergesi vesonucu oluyor. Devrimcilik, bir yaşam felse-

şımlarımıza yön veren yegane ölçü olarak bi-lince çıkarılmak durumundadır. Durum buolurken, bir eleştiri karşısında, kendini bir par-tileşme, bunun için zaaf ve yetmezliklerindenkendini arındırma görevi, sorumluluğu karşı-sında bir bütün olarak partiyi doğru anlama vetemsil etme görev ve yükümlülükleri karşısın-da veya bireyselliğini zedeleyen en ufak biryönelim karşısında, “benim haklarım” diyetutturmak, üstelik bu tutumunu bütünüyle de-magojik söylemlerle bir dayatma biçiminde ıs-rarla savunmak, trajik-komik bir durum olur.

Burjuvazinin, ideolojik-kültürel hegemon-ya araçlarını da ustalıkla kullanarak geliştirdi-ği bireycilik felsefesi veya “insan ve kişilikhakları duyarlılığı” saflarımızda son dereceçarpık bir şekilde yansımasını buluyor. Vekendini partilileştirme, devrimcileştirme ge-reği karşısında “bana böyle yapamazsınız,bana böyle yaklaşamazsınız” diye çıkışlarsözkonusu olabiliyor. Bu gibi düşünce ve tu-tumların kökeninde düzen ve burjuva felsefe-sinin bulunduğu mutlaka görülmek durumun-

dadır. Örneğin “hiçleşme” deniyor. Kimileri,kendilerini parti ölçü ve kalıpları içine sok-mayı bu şekilde değerlendirebiliyor, böylegörebiliyor. Esas kime, hangi güçlere karşıhak mücadelesi yürüttüğümüz ve bize bu mü-cadele gücünü verenin ne olduğu, çok kolaybirtakım bireysellikler nedeniyle unutabiliyorveya bizim için taşıdığı anlamı, değeri, niyet-ler ne olursa olsun, boşa çıkarabiliyoruz.

Trajik-komiktir. Asıl hiçleşme, partisiz,örgütsüz bireyin gerçeğidir. Kürdistan koşul-larında bu daha fazla böyledir. Sömürgecipsikolojik savaş uzmanları boşuna “Aposuz,PKK” durumunu dayatmıyorlar. Bu yaşamsaldeğerler olmadan, bir Kürdün tek başına hiç-bir şey olduğunu, olacağını çok iyi biliyorlar.

Hemen belirtelim ki, bu tür bireysel dayat-ma sahiplerinin genellikle parti ve mücadele-den kopma gibi bir niyet veya amaç taşımalarısözkonusu değildir. Ancak sorun bu değil. Nekadar doğru düşünüp ve ne ölçüde başardığı-mız önemlidir. Sorun budur. Amacı, niyeti,farklı olanların durumu, zaten konu ve tartışmadışıdır. İşte çarpıklık da buradadır zaten. Çö-zülmesi gereken düğüm bu noktadadır. Parti-nin bizim için, halkımız için ifade ettiği anlamıbilme iddiasındaysak, kendimizi parti doğrula-rına yatıracağız. Hak da, görev de, sorumlulukda bu anlayış çerçevesi içerisinde doğru karşı-lığını bulur. Ve iyi bileceğiz ki, bu anlayış, kö-keni düzende bulunan yaklaşımlarla doğruözümsenemez ve temsil edilmez. O halde,kendi kişiliğimizde çözmemiz gereken noktada budur. Bunun doğru çözümü, partileşmeönündeki ciddi handikaplardan birinin de aşıl-masını beraberinde getirecektir.

“Hak arayıcılığı” vedoğal-partililik anlayışları

Buna bağlı olarak gelişen ve kendini gün-demleştiren bir diğer anlayış da “hak arayıcılı-ğı” oluyor.

Şu çok açıktır: “Hak arayıcılığı” parti vedevrim gerçekliği karşısında kendi bireyselli-ğini esas alan bir anlayış ve tutuma tekabül et-mektedir. Diğer bir deyişle, parti ve devrimgerçekliği karşısında sahip olunan kavramadüzeyindeki sefaleti ifade ediyor.

Bunun çeşitli biçimlerde mücadelemizinhemen bütün alanlarında ortaya çıktığı ve par-tiyi uğraştırdığı biliniyor. Legal, cephesel alan-lardan gerilla ortamına kadar parti ve devrimgerçekliğine yetkince ve yeterince ulaşamayın-ca ve şu ya da bu şekilde, partinin tanıdığı im-kan ve fırsatlarla bir “yer” edinince, “bir şeyoldum” veya “ben neymişim” saplantısına ka-pılabiliyor. Erken iktidar hastalığına da tekabüleden bu duruma düşenler, değerlerin gerçekyaratıcılarının parti, önderlik ve şehitlerimizolduğunu adeta unutarak, kendini esas alan,varsa birtakım yetenekleri, bunları gelişmenin

rim ortamında bulunuyor olması bu gerçeğideğiştirmez. Ve aynı zamanda oldukça basit-tir, hiç de anlaşılmaz değildir. Çünkü “savu-nuculuğu” yapılan “haklar” ya da “özgürlü-ğü” istenen bireysellik, partinin ve devrimingerçeklerine temelden ters düşmektedir. Bağ-lılık iddiaları, mücadelede yürüme isteği vb.gerçeğin bu anlamını ortadan kaldırmamakta-dır. Kaldı ki, bu çarpıklığın düzeltilmemesi,kendini parti doğrularına yatırmama, bununçabasını göstermeme durumunda, başta sözüedilen iddiaların, bağlılık sözlerinin giderektemelleri zayıf ve çürük olduğu için aşınımauğramaması da adeta kaçınılmaz olacaktır.

Her örgüt, ideolojik-politik niteliğinde,amaç ve hedeflerinde kaynağını bulan bir tü-zük, yani örgüt hukukuna sahiptir. Amaçlarve hedefler kadar ilişki ve yaşam tarzı, örgüt-sel hiyerarşi, yaşam, hak ve görevler, tüzükdüzeyinde hukuksal ve bağlayıcı bir nitelikteele alınır. Kendisini böylesi bir hukuka bağla-mayanların ne kadar örgüt oldukları zaten tar-tışılırdır. Böylesi bir hukukun gerekliliği, ör-gütün varlık nedenlerini oluşturan niteliklerive amaçlarıyla gerçekleştirme şansı ve olana-ğına sahip olabilir. Programını, tüzüğünü,amaç ve hedefleri kadar, üyelerinin hak vegörevlerini, ne için, nasıl, hangi yol ve yön-temlerle faaliyet yürütebileceğini, neyin esas,neyin tali ve tamamlayıcı olarak ele alınaca-ğını belirtememiş olan bir örgüt, olsa olsa şe-kilsiz, ilkesiz ve dolayısıyla da kerameti ken-dinden menkul, herhangi bir şeyi dönüştürme,başarma gücü olmayan bir tartışma kulübüolur. Oysa parti ne bir tartışma kulübüdür, nede amaçsız ve sorumsuz bir örgüt. Parti baş-tan başa bir savaş örgütüdür. İlkeleri, amaçla-rı, yaşam ve mücadele biçimi, iddiaları, so-rumlulukları, görevleri olan bir savaş örgütü.Yok edilmenin eşiğine kadar getirilmiş birhalkın kaderini elinde tutmakla kalmayıp,kendini, bir insanlık hareketi olma misyonuy-la bağlamış olan bir örgüttür. Bunların ciddi-yetle kavranması ve yaşamımızın her anınayön vermesi gereken gerçekler olmaktadır.

Fakat bütün bu gerçeklerden bihabercesi-ne, “haklarım”, “özgürlüğüm”, “bireyselli-ğim” diye tutturanlarımız, kendini bireysel öl-çü ve özelliklere sımsıkı bağlayanlarımız,parti ölçü ve tarzına gelmemekte büyük birısrar gösterenlerimiz, ya da parti tarzı dayatıl-dıkça çeşitli küçük-burjuva özellikleriyle“hiçleşme”, “tek tipleşme”, “kendini geriyeçekme, içine kapanma” teorileri oluşturmayaçalışanlarımız hiç de az değildir. Aynı çarpıkanlayış, görev ve yetki sahibi olunca, yetkiliolmayı, yapı üzerinde bürokrat kesilmeninözerk ve “rahat” yaşamanın, her türlü keyfi-yetin, sorumsuzluğun, zaaflarını, zayıflıkları-nın aracı ve “hakkı” sanmaktadır. Bunlar bir-birinden çok da uzak pratikler değil. Bireysel-liğin ve hak-görev bilinç yaklaşımının, çar-pıklığının değişik versiyonlarıdır.

Şu, basit ve fakat oldukça yerinde bir so-rudur: Kime, neye karşı hak savunuculuğu?Parti yaşamının elbette ki ilke ve kurallarıolacaktır ve vardır. Hem ölçüye, ilkeye, kura-la gelmeyecek, kendini bunların gereklerinegöre yeniden yapılandırabilmenin çabasınıgöstermeyecek, hem de parti ortamında solukalıp-vermenin, bu çaba olmaksızın mümkünolmadığı gerçeğini bir kenara itecek ve “banakarışmayın” diyecek. “İstediğim gibi yaşa-rım, istediğim kadar yaparım” veya “benimde kendime göre bir yaşam ve görev anlayı-şım var” diyecek. Bu nerede görülmüştür ki,bizde de makul ve kabul edilebilir olsun?

Herhangi bir burjuva partisinin dahi, kendisınıf niteliğine uygun bir disiplini vardır. Bu-nun ihlal edilmesi halinde kurallar işlemeyebaşlar. Herhangi bir ticari işletmenin, devletkuruluşunun, hatta bir aile ortamının dahi var-lığını sürdürmesine olanak hazırlamakla işlevlikuralları, ahlak ve disiplini vardır. Dolayısıylapartimizin de vardır ve özümsenmek, temsiledilmek durumundadır. Aksi takdirde bilerekveya bilmeyerek, partiye karşı bir direniş içeri-sine girilmiş olur ki, bu da partiye karşı en ha-fif deyişle haksızlık, insafsızlık, vicdansızlıkolur. Unutulmamalıdır ki, ister halk, ister bireydüzeyinde ele alalım, bir parça insanlık vekimlik kazanabilmişsek, beynimiz ve yüreği-miz işliyor ve yürütebiliyorsak, bu tamamenparti sayesindedir. Bu gerçeklik ve gerçekliğinen yüksek temsilini yapan Hayri ve Zilan yol-daşların pratiği, partiye karşı tavır ve yakla-

“Sağlam bir ideolojik ve politik temel üzerinde gelişen bir örgütsel

birlik, düşmanın sayısal üstünlüğünü ve modern teknik donanımını işlevsiz

kılabilecek bir güçtür. Örgüt esas olarak teknik bir aygıt değil, ortak bir

amacı bulunan ve aynı hedefe yönelmiş olan insanlar arasındaki ilişkileri

işleyen bir düzene kavuşturulmasıdır. Başka bir deyişle, örgüt,

insanlar ve insan ilişkilerinden oluşur.”

www.ars

ivaku

rd.o

rg

Sayfa 26 SerxwebûnEkim 1997

2 Haziran 1994Çakaran’da çıkan çatışma iki gün sür-

dü. Başarılı bir çatışmaydı. Düşmanayaklaşık on kayıp verdirildi. Düşman ala-na sokulmadı. Bütün çıkış noktalarındandarbelenen düşman şaşırmıştı. TekrarPokus vadisi denilen Erzurum Eyalet Ka-rargahı’nın konumlandığı alana geri dön-dük. Bu dönüş, geçişimizi geciktiriyordu.Başka bir yol hattından Nazimiye üzeriMazgirt alanına geçiş ya-pacaktık. Bu, geçişi uzat-tığı gibi alanı tanıma-mamız bizi zorluyordu. İkigünlük yolculuktan sonrabizi almak için gönderilenkurye grubuyla buluştuk.Buluştuktan sonra Harçiksuyunu Pülümür sınırı ya-kınlarından geçerek Hay-daran mıntıkasına geçtik.Bir gecelik yürüyüştensonra Şehit Ferhat vadisi olarak anılan vebu yılki kış üslenmesinin yapıldığı alanaulaştık. Burası sarp dağlarla dik çıplakvadilerden oluşuyordu. Üslenmenin yapıl-dığı yer çok kötüydü. Nokta, çöp yığınıhalindeydi. Sığınaklar yıkılmış, su için-deydi. Her tarafta lojistik malzemeleri da-ğınık ve bozulmuştu. Diğer yandan tambir çığ alanıydı. Nitekim bu kış burada birarkadaş çığın altında kalmış ve hâlâ ce-nazesi bulunamamıştı. Yine geçen kışburada iki arkadaş daha çığ altında şehitdüşmüştü. Bütün bunlar bilinmesine rağ-men, neden ve nasıl burada üstlenilmişti?Anlam veremiyordum. Tamamen intihar-vari, oldukça sorumsuz bir yaklaşımınsergileniyor olduğu ortadaydı. Bunlarıgördükçe büyük bir tepkiyle birlikte, kor-kunç üzülüyordum da. Düşünüyordum,onca zorluklar karşılığında üslenmişlerdi.Nasıl bu kadar hoyratça yaşanılabili-yordu? S. arkadaş ve iki arkadaş vadiyedoğru indiler. Çığın karı sürüklemesiylebir bölümü erimişti. Karar vermiştik. A. ar-kadaşın cenazesini bulacaktık. Baştanbunu amaçlayarak bu vadiye gelmiştik.Yoksa yol hattımız değildi. Arkadaşlar,vadiye iner inmez cenazeyi bulduklarınıhaber verdiler. Hemen dört-beş arkadaşkoşarak vadiye indik.

Arkadaşın cenazesi derenin içindeydi.Yüzüstü, boylu boyunca yatıyordu. Biryağmurluk getirerek açtık. Beş-altı arka-daş suya girerek arkadaşı sudan çıkar-maya çalıştı. Oldukça ağırdı. Zorlanarakda olsa arkadaşı çıkarıp karın üstündekiyağmurluğun üzerine bıraktık. Boyu enaz 1. 80’di. İri yapılı, esmer bir arkadaştı.Darbeyi kafasından almış, kafatası tama-men ezilmiş ve dağılmıştı. Yüzü ve elleriyanmış, kılları ve saçları dökülmüştü. Ta-nınmıyordu. Yine ellerinin kırıldığı anlaşı-lıyordu. Bu durumu görünce, dayanama-yan arkadaşlar oldu. Midesi bulananlaroldu. Cenazesi kokuyordu. Güneş yenidoğuyordu. İyice kızışmadan gömmekgerekiyordu. Hemen ormanlık sırtta birmezar hazırlandı. Arkadaşın üzerindenraxtını aldık, cebinde tütün tabakası, tes-pihi, iki kalemi, çakmağı, küçük bir cepdefteri ve saatini aldık. Saati hâlâ çalışı-yordu. Arkadaşı, iki battaniye ve bir nay-lonla sararak yaklaşık bir metre yirmisantim derinliğinde boyuna göre kazılmışmezarına koyarak, yanından ayrıldık. Buarkadaşın adı Agiri’ymiş, kendisi Doğube-yazıtlıymış. Erzurum-Erzincan yol kesmeeylemine kendisi gönüllü bir temelde ka-tılmış. Arkadaşların anlatımına göre ol-dukça bağlı, fedakar, çalışkan, moralli,hızlı gelişen çok değerli bir yoldaşmış.Zaten nitekim herkesin içeride olduğu biranda odun toplamaya gittiğinde çığ götür-müş, bütün aramalara rağmen bulunama-mıştı. Onu tanıyan arkadaşları, kişiliğin-den oldukça etkilenmişlerdi. Bu tür bir şe-hadeti kabullenemiyorlardı. Yürüyüş bo-yunca herkes Agiri arkadaşı konuştu. Ço-ğu Amedli olan ve karın bu kadarına ya-bancı olan bu arkadaşlar, şehit olan arka-daşın kişiliğine anlam biçmeye çalışıyor-lardı.

Dersim, düşmana karşı verdiği kayıp-ların belki bir o kadarını da karda çığa

karşı veriyordu. Kışın tamamen hareketinsınırlandığı, bir saatlik bir yürüyüşün bileçoğu zaman ölüm getirdiği bu eyaletimiz-de, savaşın büyüğü bu zorluklara karşıda veriliyordu. Bu büyük bir irade ve bağ-lılık gerektiriyordu. Bunu görmek ve saygıduymamak mümkün değildi. Akşamadoğru harekete geçerek orta sırt denilenalana ulaşıldı. Yol hattı büyüleyiciydi.Özellikle kutu deresi, beni vadi boyunca

geçmiş tarihe götürüyordu. Her iki yaka-dan yükselen yalçın kayalıklar ve sık or-manlar vardı. Gerçekten arazi çok gör-kemliydi. Geçit vermiyordu. Evet… Der-sim halkı ’38’de buralarda direnmişti. On-l a r c aDersimli bu-rada katle-dilmişti. Hergeçtiğim yal-çın kayayabaktığımda;onlarca Kürtk a d ı n ı n ı nkendini bukayalardannasıl suyaattığını gö-rür gibi olu-yordum. Hermağara ba-na, beton-lanmış on-larca, binler-ce Dersiminsanını ha-tırlatıyordu.Sanki o kat-l iamı yaşı-yormuş gi-biydim. Kin-liydim, öfke-liydim, inti-kam doluy-dum. Dün-yanın hiçbir yerinde böyle görkemli dağ-ların olduğunu, böyle görkemli bir doğa-nın olduğunu sanmıyorum. Tabiat parça-sı, hayranlık uyandıran bir hal almışDersim’de. İzliyordum, kayaları, ormanı,suyu, kuşları… Her şey gizemli olan birşeyleri anlatır gibiydi. Grup yavaş hareketediyor, doya doya araziyi izliyordu. Amadoymak mümkün değildi. Nasıl o kirli ellerbu başdöndürücü güzelliğe uzanıp onbin-lerce insanı katledebilmişti? Hemen çoğusilahsız olan bu bir avuç Kürt insanınakarşı barbar, vahşi TC’nin nasıl bütün gü-cüyle, bütün imkanlarını zorlayarak bura-lara uzanıp katliam yaptığını anlayamı-yordum. Burada katliam yapmak çok zor-du. Bunu yapabildiğine göre katliamı na-sıl “olmazsa olmaz” kabilinden gördüğü-nü ve vahşilik boyutunu anlıyordu insan.Bu, Dersim’in o dönemdeki hayatiliğini or-taya koyuyordu.

Arazinin bu görkemliliği sürüp gidiyor-du. Kutu deresinden Laç deresine dönü-yoruz. Görkemlilik, heybetlilik, binbir gü-zellik sürüp gidiyordu. Romanlara konuolan cennet parçası ülke burası olmalıy-dı. Hayal edemediğim kadar güzeldi. İn-sanı sevdalandırıyordu. Ay ışığı her şeyidaha gizemli kılıyordu. Yürüyüş hiç bit-mesin istiyordum. Orman dalları ay ışı-ğında kıpır kıpırdı. Yeşili derya gibiydi,içinde kayboluyordum. Bu yürüyüş bo-yunca çok farklı duygular içindeydim. Biraltüst oluşu yaşıyordum. Ülkemin güzelli-ğine olan yabancılığım, yine dünyanınyabancılığı, insanımızın kandırılması, ya-kılıp-yıkılmasını düşünüyordum. Gerçek-leri kimse bilmiyor, görmüyor. Güzelim ül-ke bomboştu. Vahşi TC, halkımın doğası-

nı, ülkesini, hayallerini, umutlarını halkım-la birlikte yok etmek istemiş, kana bula-mıştı. Nasıl öfke duymazsın! Nasıl savaş-mazsın! Nasıl dayanırsın! Nasıl vazgeçe-bilirsin! Mümkün değildi. Şimdi anlıyor-dum TC’nin neden bu kadar direndiğini,vazgeçemediğini. Bu ülkenin her beldesicennet gibiydi, büyüleyiciydi, dünyanınzenginlikleriyle doluydu. Ama mutlaka bi-zim olacak, mutlaka en çağdaş bir ülke

haline getirilecekti. En sıradan bir insanıbile müthiş etkiliyordu. Artık anlam vere-biliyordum.

Burası kişiyi şair de, ozan da, ressamda, mimar da yapar. Ey heybeti yüreğimi

titreten ülkem! Hiçbir güzellik beni böylemest etmemişti.

Orta sırt denilen alana ulaştık. BuradaDersim güçleriyle buluşamadık. Buluşmayaklaşık on gün kadar gecikti. Dersimgüçlerinin bize ulaşmak için zamanındaharekete geçmemesi ve ardından çıkandüşman operasyonu bu buluşmayı olabil-diğince geciktirmişti. Bu durum iki güçarasında da gergin bir hava yaratmıştı.Karşılıklı suçlamalara, karşılıklı telsizatışmalarına, şüphelere, önyargılara ka-dar gelmiş, dayanmıştı. Daha sonra budurum, buluşmayla birlikte boyutlandı.Özellikle eyalet yönetiminin birbirini ka-bullenmemesi, kabullenmediğinden dola-yı boşa çıkarma, karşılıklı suçlamalar ya-şanıyordu. Bunlara yol açan nedenlerşunlardı: Birincisi, gelen güç karşılanma-mıştı. Normal bir misafirperverliğe bilesığmayacak yaklaşımlar sergilenmişti. Yi-ne buluşmadan sonra soğuk yaklaşma,dıştalama devam etmiş, en küçük bir hu-susta bile yoldaşça bir dayanışma yaşan-madığı gibi, karşılıklı olgunluğun yerineçekişmeci, didişmeci, tutucu bir yaklaşımsergilenmişti. Bunun yanısıra, gelen güçde Dersim Eyaleti’nin geçmiş durumun-dan dolayı kaygılı, önyargılı gelmiş veözellikle de gecikme yaşanınca bu önyar-gılar, kesin yargılar haline getirilerek yak-laşılmıştı. Sabırlı, güvenilir bir olgunlukyerine, en küçük bir eksiklikte suçlamalar,genelleştirmeler yaşanmıştı. Bu yakla-şımlar bazı somut olaylarla birleşince çö-zümsüzlük sürüp gitmişti.

Eyalette birçok konuda yetmezlikler,eksiklikler, derin tahribatlar yaşanmaktay-dı. Ama maalesef Doktor’un intiharıyla

her şeyin temizlendiği ve kalanların onunetkisinde eksiklikleri yaşadıkları, o gidin-ce de her şeyin değiştiği yaklaşımları ya-şanıyordu. Yine her türlü parti dışı, yanıl-gılı yaklaşımın “Burası Dersim’dir, farklı-dır, böyle olmalıdır. Bundan önce de çokmüdahale oldu, ama sonuç buydu. Ön-yargılı geliyorlar. Burada savaş, ordulaş-ma partileşme hususlarında çok daha ile-ri bir düzeyin yaşandığı” vb. birçok konu-

da oldukça yanılgılı ve savunmacı biryaklaşım yaşanıyordu. “Bir süre sonrakendiniz de göreceksiniz ki biz buradaçok şey yapmışız” yaklaşımı hakimdi. Yi-ne her geliştirilen eleştiri sonrasında ben-

zer sorunlarındiğer eyalet-lerde dahaçok ve deriny a ş a n d ı ğ ıyaklaşımlarıy-la, aslındamüdaha ley ikabullenme-diklerini orta-ya koyuyor-lardı. Özellik-le de Zeynela r k a d a ş ı ng e ç m i ş t eAmed’de kal-masına daya-narak küçüm-seyici, güven-siz, başara-maz yaklaşı-mı gözlemle-niyordu. Bunabenzer dahabirçok yakla-şım sergileni-yordu.

Buna karşıözellikle Zey-nel arkadaşın

iddialı ve ısrarlı olması, ama bunu yapar-ken yöntemsiz ve üslupsuz gitmesi vebazı önyargıları ortamı alabildiğine zorlu-yordu. Şu anda daha iyi görüyorum ki;aslında Doktor, burada olduğu süre için-de hep bir müdahalenin korkusunu yaşa-mış ve yapıyı dışarıdan gelebilecek güç-lere karşı alabildiğine şartlandırmış, ade-ta dışarıdan Dersim’e öcü gibi yaklaşıldı-ğı düşüncesini işlemişti. Bunun etkisiyleolacak ki, yine üstün yaklaşımlarının etki-siyle yapıda da, gelen güce öcü gibi yak-laşma, uzak durma, soğuk davranma,dıştalama yaşanıyordu.

Bu ortamda zaman akıp gidiyordu.Doğru dürüst bir toplantı sonuca, kararaulaşmıyor, çekişmeler, atışmalarla geçi-yordu. Yardımlaşmadan, sorunlara ortaksahip çıkma yaklaşımından bahse-dilemez bir durum yaşanıyordu. Örneğin,bir güç düzenlemesi yapılacaksa veya birgörevlendirme yapılacaksa Zeynel arka-daşın önerileri uygun bulunmuyor, uygunolan konusunda ikna olunmuyordu. “Böy-le diyorsan yap da gör” tarzında yaklaşı-larak boşa çıkarılıyordu. Tabi eyalet ko-nusunda somut bilgilere sahip olmadığıiçin de eksiklikleri çevrenin de yaklaşım-larıyla, onu sonuç alamamaya götürüyor-du. Kısacası başarmak için, yetmezlikle-rin önüne geçmek için sonuç alma yö-nünde desteklenmesi gerekirken, yet-mezlikler adeta beslenerek boşa çıkarılı-yordu. Su anda hâlâ aynı durum sürüp gi-diyor. Kaybeden parti oluyor, halk oluyor,yıpranan parti yapısı oluyor.

Neden bu eyaletteki arkadaşlar, yol-daşça destek sunamadılar? Neden Zey-nel arkadaş onlara ulaşamadı? Neden ilk

gelinen günden itibaren buradaki sınıf sa-vaşımı, “şöyle keskindir, böyle keskindir”yaklaşımlarıyla güvensizlik alabildiğinebeslendi. Parti ahlakı ve kültür doğrultu-sunda yönetimin nasıl bir çalışma veuyum içinde olması gerektiğini bilmiyorlarmı?

Benim ülkem

Sen tanıyor musun, çi-çekleri postallar altında ezi-len ülkeyi? Sen tanıyor mu-sun tarlaları çoraklaşan,kuşları, çocukları susturul-muş, sınırlarla parçalanmış,yüreklere dikenli teller, ma-yınlar döşenen ülkeyi?

Çocuklarım; çıplak, aç,yalın ayak, kadınlarım; vah-şi bakışlı, ürkek, doğurgan,nasırlı elleriyle bin yıllık

yoksulluğu taşırlar. Onları tanır mısın?Ne kadar da korkarlar yok olmaktan!Çünkü, hep yok edilmişler, hep talanlar,açlıklar, yokluklar yaşamışlar. Koyu ka-ranlık yörelerini kızıl kanlara bulamışlar.

Peki sen bilir misin ülkemdeki yaşa-mı? Dağın soğuğunu, ulaşılmaz sınırsızözgürlüğü, ona olan tutkuyu bilir misin? İl-kel kalmayı göze almadan, tabiatın kor-kunç şartlarına karşı dağ doruklarında,gecenin karanlığında, ayazında, karında,fırtınasında aç açık yaşamayı bilir misin?Bir çocuğun bütün bunlara rağmen illkyağan kara gülmesini anlayabilir misin?Çıplak ayaklarıyla koşan, kızarmış ellerive ayaklarını umursamayan bu insanlarabakmaya, dokunmaya, konuşmaya kork-tuğu ülkemin insanlarına anlam verebilirmisin? Yaşamak, ama mutlaka özgür ya-şamak!

Besê

Merhaba Baba

Bir an baba sözcüğüne ne kadar ya-bancılaştığımı, bu sözcüğün anlamınınne kadar değiştiğini hissettim. Adeta busözcüğü dilime almak bana, omuzlarımaçok ağır bir yük almışım gibi geldi. Tamüç yıldır bu sözcüğü sana hitaben kullan-madım. Belki çoğu zaman senden bah-settim, çoğu zaman seni düşündüm, amatam üç yıldan fazla bir zamandır sana hi-taben kullanmadım. O yüzden bana birazzor geldi.

Bu seninle görüşemediğim süre içeri-sinde çok fazla değiştiğimi, adeta yeni birinsan olduğumu ve ailem hakkındaki dü-şüncelerimin de çok değiştiğini hemensöyleyebilirim. Bu değişimi yaşadığım sü-reci birçok boyutlarıyla, yanlarıyla sanaanlatmak istiyorum. Ama nereden başla-yacağımı ve nasıl anlatacağımı bilemiyo-rum. Hatta eski halimizi düşündükçe şim-diki konuşma dilimden anlayıp anlayama-yacağınızı bile bilmiyorum. O yüzden çokdaha sade bir dille, belki de senle geliştir-diğimiz birçok sohbette, tartışmada oldu-ğu gibi yazmaya çalışacağım.

Öncelikle sizlerden kopuşumu, bununnedenlerini biraz anlatmaya çalışacağım.Zaten, birçok sebebini iyi biliyorsunuz vebiz bunları her gün tartışıyorduk. “PKKideolojisini, Kürdistan’ı” tartışıyorduk. Se-nin deyiminle “Kürtçülük”ü tartışıyorduk.Sosyalizmi tartışıyorduk. Senin pek ya-bancısı olmadığın, daha biz doğmadantartışmaya başladığın, gizli gizli öğrenme-ye çalıştığın, kimi zaman ölesiye kaçtığınve bizi de uzak tutmaya çalıştığın bu ko-nuları beraber olduğumuz o dönemde ar-kadaş çevresinde tartışmaya başladığımıve bu konulara olan ilgimi sen çok iyi bilir-sin.

İlk önceleri bize alttan alta hep “Türk”olduğumuzu söylüyordunuz. Bizi bunainandırmaya çalışıyordunuz. Ama siz,çok iyi biliyordunuz ki biz Türk değiliz.Kürd’üz ve dilimiz olan Zazaca’yı konuşu-yor, ülkemiz olan Kürdistan’da yaşıyor vegeleneklerimizi sürdürüyoruz. Ben, bugeleneklere, dilimize ve sadece kendi kö-yünüzle sınırladığınız topraklarınıza olan

İlk yağan kara gülmesini anlayabilir misin,

ya dağın soğuğunu, ulaşılmaz sınırsız özgürlüğünü?

Suna Çiçek

www.ars

ivaku

rd.o

rg

Serxwebûn Sayfa 27Ekim 1997

bağlılığınızı iyi biliyorum. Çünkü bütünbaskılara, düşman oyunlarına rağmenbunlara bağlı kalmış, hiçbir şeyi unutma-mıştınız.

Biz uzun süre Türk okullarında bizesöylendiği ve sizin de söylediğiniz gibikendimizi Türk sanıyorduk. Ardından bi-raz büyüyünce, sadece Alevi olduğumu-zu söylemeye başladım. Ama Alevilik sa-dece bir mezheptir. Bir halkı, bir ulusu ifa-de etmez. Yani Türk Aleviler, Kürt alevi-ler, Arap Aleviler olabilir. Sonra gördümki, Alevilik bir ulusu temsil etmiyor. O za-man çelişkiler yaşamaya başladım. “Benkimim?” diye sordum.

Dışarıda dilimizi özgürce konuşamı-yorduk, utanıyorduk, korkuyorduk. Kendielbiselerimizi giymiyor, geri görüyorduk.Annemizden, babamızdan halkımızdanutanıyorduk. Çünkü, düşman bizi kendigerçekliğimizden utanacak hale getirmşti.Okullarında bunu öğretiyordu. Anne ba-bamız bunu öğretiyordu. Biz de başkaçözüm bulamadığımız için, daha çokTürklere benzemeye, kendi tarihimizi,gerçeklerimizi unutmaya çalışıyorduk.Ama olmuyordu. Çünkü, özellikle sizinbazı özellikleriniz buna tersti. Siz, yoksulinsanları, fakirleri seviyordunuz, onlaraacıyordunuz. Her zaman insanları sev-memiz gerektiğini, kimseyi küçük görme-memiz gerektiğini, her zaman dürüstçeaçık davranmamız gerektiğini söylüyor-dunuz. Bunlar doğru şeylerdi. Siz insan-lara acıyordunuz ve aslında halkın acıla-rını biliyordunuz. Mesela ben, her zamandüşünüyordum. Babam, tarlalarını sürdü-ğü insanlardan neden para almıyor, ne-den onlara tohum veriyor, neden bu yüz-den çok yoruluyor? Buna anlam vere-mezdim. Ama ben de o insanlara acıdı-ğım için içimden hep öyle davranmanızıisterdim ve bu davranışınız her zamanbeni gururlandırırdı.

Ama baba, siz de çok iyi biliyordunuzki, sizin ne paranız bütün yoksulları kur-tarmaya yeter, ne de sizi kurtarmaya ye-ter. Yani bu düzen böyle devam ettiğimüddetçe bu yoksullar, ezilenler her za-man olacak ve gün geçtikçe insanlar da-ha da fakirleşecek ve ezilecek. Kısacabu düzenin mutlaka değişmesi gereki-yordu. Tam da bu düşüncelerin doğduğusüreçlerde sosyalizmi tartışıyorduk. İlkinfazla bir şey bilmiyordum, ama daha çokşey öğrenmeye başladım. Siz kendinizdiyordunuz: “Bu partilerin hepsi aynıdır,hiçbiri şey yapamaz. O zaman kim yapa-bilir?… Devrimciler.” Ama Kazım da birdevrimciydi ve o ölmüştü. Hiçbir şeyyapmadan şehit olmuştu. Çünkü size veanneme göre devlet çok güçlüydü, dev-lete karşı devlet gerekmekteydi. Hepdevrimciler savaşmışlar, ama hep kay-betmişlerdi. O zaman, kaybedeceklerseniye gidip boşu boşuna ölsünler diyordu-nuz. Devrime olan inancınızı tamamenkaybettiğiniz için, tamamen TC rejiminebağlanmaya, bütün umutlarınızı onabağlamaya ve bu düzen içinde kendinizebir yer bulmaya, düzenin bir parçası ol-maya, çocuklarınızı da bu düzene en iyişekilde hizmet eden çocuklar haline ge-tirerek, TC’nin sömürüyü, zulmü, işken-ceyi daha çok arttırmasına hizmet edi-yordunuz. Belki amacınız bu değildi, ni-yetiniz bu değildi. Belki de benden dahaçok devrimcileri seviyordunuz. Onlarınkazanmasını istiyordunuz. Ama devrimeolan inancınızı yitirdiğiniz için… ve kimsizin yerinizde olsaydı o da öyle davra-nırdı. Bu yüzden sizi suçlamıyorum.Çünkü, ne kimseyle ilişkiniz vardı, ne or-tada bir mücadele vardı, ne de başka birşey istesen de istemesen de böyle ol-mak zorundaydı.

Böyle olunca körlüğünüzü inkar etti-niz, Kürdistan’ı inkar ettiniz. Kazım gitti,büyük bir kahramanlıkla şehit düştü. Onasahip çıkacak gücü bile bulamadınız. Aileiçinde tek başınızaydınız. Düşmana bü-yük kin duyuyordunuz, ama elinizden ge-len hiçbir şey yoktu, o yüzden sustunuz.Çocuklarınıza bir şey olmasın diye herşeyinizi ortaya koyarak, gece-gündüz de-meden çalıştınız. Ama bu dünya böyle

değiştirilemez, gerçekler böyle ortadankaldırılamaz.

Ben büyüdükçe, size daha çok bağla-nıyor, sizi daha çok seviyordum. Çünkübana göre her şeyin en iyisini yapan siz-diniz. Siz tanıdığım en dürüst, insanlarıen çok seven, temiz insanlardınız. Çokfedakardınız. Sizinle çok iyi anlaşıyorduk.Hatta çok uzun bir süre, hayattaki tek ar-kadaşım sizdiniz. Her şeyimi size söylü-yor, her şeyimi sizinle paylaşıyordum.İçimden mutlaka sizin istediğiniz gibi birinsan olacağımı, sizi sevindireceğimi söy-lüyordum. Hatırlarsanız sizi bir-iki güngörmezsem ağlıyordum ve onbeş yaşla-rında bir genç kızdım, ama bütün dün-yam hâlâ sizdiniz.

Büyümeye başladıkça, okumaya baş-ladıkça, başka insanları tanımaya başla-dıkça, kafama çok sorular takılıyordu.Bu insanları, düzeni anlayamıyordum.“Niye bu insanlar eziliyor, sömürülüyorbazıları yoksul, bazıları zengin?” Bunuanlayamıyordum. Sosyalizmi okumayabaşladıkça, felsefeyi okumaya başladık-ça çok şey anlamaya başladım. Bu dü-zenin nasıl ortadan kaldırılacağını düşü-nüyordum. Bana çok akıllıca geliyorduve devrimcilere bağlılık gelişmeye başla-dı. Daha çok okumaya, tartışmaya, çev-remde devrimci insanlar aramaya başla-dım. Tanıdıkça inandım, inandıkça kara-rımda netleşmeye başladım.

Sadece sorun devrimci olmak değildi.Nasıl bir devrimci olacaktım? Ben Kürt-tüm ve her şeyim inkar edilmişti. Her günonlarca Kürt öldürülüyordu. Daha1938’de Dersim’de katliam yapılmıştı.Kazım da bu yolda şehit olmuştu. Hemben Kürt olmasam bile, bir halkın böyleortadan kaldırılmasına, ezilmesine, sö-mürülmesine, işkencelerden geçirilmesi-ne gönlüm razı olamazdı. Mutlaka ben deonların yanında yer almalı, bu düşmanakarşı bir şeyler yapmalıydım.

PKK işe çoktan başlamıştı. Savaşı bo-yutlandırmış, düşmana büyük darbeler in-dirmişti. Hatırlıyorsanız, 1989-1990’dahalk ayaklanmıştı. Bütün gazetelerdebunlar yazıyordu. Ben devrime inanmış-tım. TC ne kadar büyük olursa olsun,mutlaka yenilecekti. Çünkü diyalektik bu-nu söylüyor. Ben kendimin sosyalist oldu-ğunu söylüyordum. O zaman mutlaka budevrimde yer almam gerekiyordu. Bu dö-nem artık yoğun okumaya başladığım,arkadaşlarla yoğun görüştüğüm ve sizler-le çok tartıştığım bir dönemdi.

Baba, bu dönemde inanamayacağınızkadar değişmiştim. Benim için her şey budevrimci arkadaşlarımdı. Doğru olan busavaşta yer almak ve tarihe karşı onurlu,şerefli bir insan olarak, sizin dediğiniz gibidürüst bir insan olarak geçmekti. Bütünezilen sömürülen insanlar için savaşa-caktım.

PKK yayınlarını okudukça PKK’nin öz-gürlük, bağımsızlık, eşitlik kavramları ba-na çok mantıklı geldi. Tanıdığım arkadaş-ların ilişkileri, kişilikleri, dürüstlükleri beniçok etkiledi. Artık kararımı vermiştim.“Ben bu işte varım” dedim. Ve her şeyimibir kenara bırakıp parti için çalışmayabaşladım.

Benim için bu düzen, yıkılması gere-ken düşmanın düzeniydi. Biz kendi dü-zenimizi kuracaktık. O zaman niye oku-yayım, niye çalışayım, niye burada kala-yım, niye ailemin dediklerini yapayım?Onlarcası savaşıyordu ve benim de yap-mam gereken dağa gitmek ve savaş-maktı. Halk ayaklanmıştı, her gün düş-man onlarcasını tutukluyordu. Gazete-ler, radyolar, televizyonlar hep Kürtler-den bahsediyordu. Bunlar katılımımı hız-landırmıştı.

Bu durum sizinle aramızı bozmuştu.Artık eskisi gibi iyi anlaşamıyorduk. Beniengellemeye çalışıyor, bunun için sizekarşı olan sevgimi duygularımı kullanma-ya çalışıyordunuz. Sizi çok seviyordum,ama yapacak bir şey yoktu. Hepimizinkurtuluşu için bu devrim olmalıydı. Buduygularla, çelişkilerle saflara katıldım.

Saflara katı l ınca, gördüm ki benKürdistan’ı yeterince tanımamışım. Kürt-

leri, PKK’yi yeterince tanımamışım. Düş-manı, sosyalizmi yeterince tanımamışım.PKK bana çok emek verdi. Bütün bu say-dıklarımı daha iyi tanımam için, daha iyibir devrimci olmam için, insan olmam içinçok emek verdi.

Bir insan nasıl yaşar? Nasıl özgür, ba-ğımsız, onurlu, dürüst, her zorluğun üste-sinden gelen, aklını, yüreğini, beyninidevrimin hizmetine sunan, seven, saygıduyan, saygı duyulan, cesaretli, kendisi-ne güvenen bir insan olacağının yolunu,yöntemini, kısaca her şeyini öğretti.

TC bizim gözlerimizi kör, kulaklarımızısağır, beynimizi buz, yüreğimizi taş, onu-rumuzu, şerefimizi, namusumuzu, guru-rumuzu beş paralık yapmıştı. PKK bizi in-sanlaştırdı. Sadece bunu yapmakla dakalmayıp, insanlar için nasıl savaşacağı-mızı, nasıl yeni bir yaşam kuracağımızı,sömürge olan Kürdistan’ı nasıl özgürleşti-receğimizi ve ezilen bütün halkların devri-mine nasıl katkı yapacağımızı da öğrete-rek bunun bütün imkanlarını bize sunarakonun birer militanı olmamızı sağladı. Benhâlâ buna tam layık olamadım. Ne yap-sam da buna layık olabileceğimi ve in-sanlığın hareketi olan bu devrime karşıolan görevimi yeterince yapabileceğimisanmıyorum. Ama bütün yaşamım bo-yunca devrime, halkıma, sosyalizme vebütün dünya ezilen halklarına karşı olangörevimi PKK’nin ışıklı yolunda yürüye-rek, çizgisinin bir militanı olarak devamettireceğim. Sizlerin de bunu iyi bilmeniziistiyorum. Buna güç yetirebiliyorum. Bukonudaki iddiam, kendime, halkıma vePKK’ye olan inancım büyüktür.

Bu süre içerisinde sizler hakkında hiç-bir bilgi alamadım, son durumunuzu bil-miyorum. Umarım iyisinizdir. Umarımdevrimde karar kılmış, düşmanımızı, düş-man gibi görmüşsünüzdür. Eğer böylegörmüyorsanız da, bundan sonra görme-nizi çok istiyorum.

Baba, size Kürt halkından veKürdistan’dan bahsetmek istiyorum: Önce-likle, halkımız çok yoksul, çok ezilmiş, kat-liamlardan geçirilmiş, susturulmuş, bastırıl-mış, her şeyi elinden alınmış. Kör, sağır,dilsiz bir hale getirilmiş ve köle gibi TC’ninhizmetinde çalıştırılan bir halk… Kürtlerbuna dayanamamış ve dağlara çıkmış,düşmanın el atamayacağı dağların doruk-larına sığınmışlar. Düşman baskısındanuzak yaşamlarını sürdürmeye çalışmışlar.Dağlarda yaşadıkları için, dünyadaki geliş-melerden uzak kalmış, ilkel kalma pahası-na da olsa özgür yaşamış, düşmana tes-lim olmamışlar. Bütün bu acıları yaşayanbu halka, dağlarda, yaşama hakkı dahi ve-rilmemiş, oralarda bitirilmeye çalışılmıştır.Buna karşın Kürt halkı tek çözüm yolu ola-rak savaşmayı görmüştür.

TC gün be gün inkar ederek, sürgünederek, okullarında “Türksünüz” diyerek,kabul etmeyerek, işkencelerden, katliam-lardan geçirerek, halkımızı karın tokluğu-na en kötü yerlerde çalıştırarak,Kürdistan’ın bütün yeraltı ve yerüstü zen-ginlik kaynaklarını sömürerek, kan emicibir yarasa gibi yaşamını Kürt insanınınemeği ve kanı üzerine devam ettirmekte.Böyle bir halk savaşmasın da, ne yap-sın? Savaşmazsa varlığını devam ettire-bilir mi? Yok oluşa giden bir halk, başkanasıl davranabilir?

Siz kendinizi düşünün baba; sizin ca-nınıza, malınıza, onurunuza, gururunuzasaldırsalar, her şeyinizi elinizden almayaçalışsalar siz nasıl davranırdınız? Birey-sel olarak karşı koyardınız. Ama sizin,benim ve milyonlarca Kürdün her şeyialınmış ve buna karşı sessiz olmamızı is-tiyorsunuz. Bu mümkün değil. Ben onuruşerefi, gururu ayaklar altına alınmış birhalkın evladı olarak, ya onurumu, şerefi-mi, gururumu, özgürlük ve bağımsızlığımıkurtarmak için savaşacağım, veya da na-mussuz, şerefsiz, gurursuz, köle bir yaşa-mı, kendimi, Kürtlüğümü inkar ederek ve“Asıl Türk benim” deyip, Kürtleri ölüm veişkencelerden geçiren kudurmuş TC’ninyanında yer alarak devam ettireceğim. Kibu da mümkün değil. Çünkü ben bu parti-nin güzellikleri iliklerime kadar yaşadım.

Halkımın, korkusuzca, kahramanca, nasıldirendiğini gördüm. Yoldaşlarımın en bü-yük direnişlerini, efsanevi, destansı kah-ramanlıklarını gördüm. Bu halkın tarihinikanları-canları pahasına nasıl yenidenşehadetleriyle yazdıklarını gördüm.

Baba, Kürdistan yanıyor. Düşman ca-yır cayır yakıyor. Her gün onlarca insankatlediliyor. Ama dışarıda da dünyanın endemokratik, en insan haklarına saygılı ül-kesiymiş gibi kendisini gösteriyor. Hepsiyalan, ölüme yaklaştığı için kudurdukçakudurmuş. Ama bundan fazla ne yapabi-lir. Gerilla gün be gün düşmanı yok edi-yor. Ülkemin bütün alanlarından söküpatıyor. Ülkemiz özgürlüğe doğru büyükbir hızla ilerliyor. Bedeli çok ağır da olsa,özgürlük adım adım yaklaşmakta.

Şimdi belki de siz bana inanmıyorsu-nuz. “Benim kızımın beynini yıkamışlar,TC hiç yenilir mi?” diyorsunuz. Ama doğ-ru değil bu düşündükleriniz. GerçektenKürdistan’da inanamayacağınız değişik-likler yaşanıyor.

Eğer siz gerilla savaşı hakkında yete-rince bilgi sahibi olsaydınız, size anlatır-dım. Ama biliyorum ki, anlatsam da fazlaanlamak istemeyeceksiniz. Ama baba,siz TC askerliği yaptınız, size biraz sava-şı anlatarak kavratmaya çalışacağım.Çünkü ben, artık çok iyi savaşan, silahıçok iyi kullanan, düşmana karşı onlarcakurnazlık yapabilen, değişik taktiklerledüşmanın içine sızan, vuran, imha edenüç yıllık bir savaşçıyım ve savaşın içinde-yim. Artık savaşta komutanlık yapıyorum.

Düşman karakollarını, taburlarını hattaşehir merkezlerini basıyoruz. PKK’nin on-binlerce silahlı gerillası var. Taburlar ha-linde dolaşıyoruz. PKK’nin kolaylıkla sa-vaşı yürütecek imkanları, her türlü silahıvar. Düşman, bütün dağlık araziyi terkederek şehir merkezlerine çekilmiş. O,gün be gün bitişe giderken, bizim halkı-mız kadını, erkeği, yaşlısı, çocuğuyladağlara çekiliyor ve savaş gittikçe büyü-yor. Asi Kürdistan coğrafyasında, onunne tankı, ne topu, ne uçağı, ne helikopte-ri, ne askeri hiçbir şey yapamıyor.

Savaşı kazanan ve zafere hızla yürü-yen PKK ve Kürt halkıdır.

Şunu da inkar etmiyoruz. Belki askerlik-ten hatırlarsınız: “Kurşun asker tanımaz.”Savaşta öldürmek de vardır, ölmek de var-dır. Çok değerli yoldaşlarımızı bu topraklar,bu halk ve devrim uğruna şehit veriyoruz.Bilirsiniz, devrimin bedeli ağırdır. Hiç ölme-den savaş olur mu? Kan akıtılmadan zaferkazanılır mı? Bu yüzden şehit olmak, birgün ülkemin bir yerinde bu kızıl topraklarauzanmak, kanımla bu toprakları sulamakve binlerce filiz uyandırmak, zamanıgeldiğinde en onurlu görevdir.

Eğer bir halk özgürleşecekse, sömürüve işkence bitecekse, eğer bütün halklargibi Kürt halkı da bağımsız ve özgür ola-caksa, bu halk nice kızlarını ve oğullarınıfeda etmekten çekinmeyecektir. O yüzdenben ölümden korkmuyorum. Görevlerimsorumluluklarım var. Ölümde zaferi, zafer-de yaşamı yaratacağız. Eğer siz de bun-lara inanır ve binlerce Kürt evladını düşü-nürseniz, benim ölümümün pek anlamınınolmadığını, önemli olanın devrim olduğu-nu görürsünüz. Biz Kürt halkının tek birseçeneği var. Ya bağımsızlık, ya bağım-sızlık! Başka hiçbir yaşam şansımız yok.Çünkü en büyük ölüm teslimiyettir.

Bu nedenle her zaman her şeye hazırolmalı, beni hiç düşünmemeli ve imkanla-rınız oranında her şeyinizi devrimin hizme-tine sunmalısınız. Bana, halkıma ve kendi-nize yapacağınız en büyük katkı budur.

En büyük sevgi, halk, ülke, insanlıksevgisidir. Aile, anne, baba, kardeşler, bu-nun sadece bir parçasıdır. Baba sizi şimdieskisinden daha çok tanıyorum. Emeğini-zi, sevginizi, duygularınızı biliyorum. Sizinsevginize en iyi layık olma, en iyi insan ol-makla mümkündür. Benim de hedefim bu-dur. Eğer siz de hâlâ beni sevdiğinizi söy-lüyorsanız, devrime hizmet edin.

Birbirimize en iyi dost en iyi yoldaş, eniyi baba, en iyi kız o zaman oluruz. Vesevgimiz o zaman anlamlı olur.

Tüm devrimci sıcaklığımla sizlerikucaklarımOcak 1994

Suna Çiçek (Besê)

Sürecek

Bir sabah çavuşluğumda, mangamızın çadırını topluyor, bir yandan top-rağı bir halı gibi kaplayan baharın yeşilliğine bakıyordum… Tomur-cuklanan ağaçlar, hiç yapraklarını dökmemiş olan yemyeşil çam ağaç-

ları, mangamızın önünden akıp giden küçük dere, bize baharı bütün sıcaklığıile hissettiriyordu. Derenin alt tarafında bulunan mutfağı kontrol etmek içingittiğimde, başında egali, sırtında çantısı ve kolunda çok sevdiği silahıyla du-ran Besê’yi gördüm. Önce inanamadım, bir ara durdum seyrettim. Gerçektende inandığını yapmıştı. Heyecanım geçtikten sonra koşup mangadaki arkadaş-lara haber verdim. Hemen etrafına toparlandık, son bir hafta içinde gelişenolayları anlattı, bizimle birlikte Dersim’e geliyordu. Sonra radyoyu çıkarıpBBC’yi dinlemeye başladı. Her sabah mutlaka haberleri dinler ve aktarırdı.Haberlerde Dr. Baran’ın şehadetinden söz ediliyordu. Haberler bittikten sonraradyoyu kapattı, cebine yerleştirdi. Dr. Baran arkadaşın durumunu biraz de-ğerlendirdikten sonra, tek tek bizleri sordu. Çok yorgun olmasına rağmen din-lenmemişti. Otların arasında gezerken kuzukulağı denilen tırşıkları görünce,hemen toplamaya başladı. Sonra bizleri de çağırdı, hepimiz toplamaya başla-dık. Bir haftadır gözümüzün önünde göremediğimiz tırşıkları hemen farkediptoplamıştı bile. Doğayla olan bütünlüğü nereye gitse her zaman kendini göste-rirdi. Doğadan öğrenmeyi ve öğretmeyi ilke edinmişti adeta. Biz niye daha ön-ce farkedemedik diye hayıflansak da, topladığımız tırşıkları, gözlerinden uykuakarak yiyordu. Sonunda “benim uyumam gerekiyor, kalktığımda tekrar konu-şuruz” diyerek derin bir uykuya daldı. O uykudayken, takım komutanı arkadaşgeldi. Eşyalarımızı toparlayıp hazırlanmamızı, akşama yola çıkacağımızı söy-lemişti. Bu haber bizi oldukça sevindirdi. Bir haftalık bekleyişten sonra yolaçıkacaktık. Hemen malzemelerimizi toparlayıp, hazırlandık. En son Besê arka-daşın birlikte getirdiği BKC mermilerini de dengeli bir şekilde çantalarımızayerleştirdik. Çayımızı demleyip ateşten indirdiğimizde Besê uyanmıştı bile.Akdağ’da içeceğimiz son çayı yudumlarken, yol süreci hakkında konuşuyor-duk. Akşama doğru bir takımlık gücümüz Murat suyuna doğru yola çıkmıştı.O gece ay ışığı vardı. Yavaş yavaş Murat suyuna doğru ilerleyen grubumuzoldukça sessiz ve dikkatliydi. Ay ışığının vurduğu Murat sanki kollarını açmışbizi bekliyordu.

Kürdistan’da bulunan en geniş sulardan birisi olan Murat, baharda havza-sından o kadar taşar ki, üzerinde kurulu olan köprüleri alıp götürür. Kenarın-daki topraklar bundan dolayı erozyona ve heyelana uğrar. Kıyıda ve çevredebulunan birçok köy bu yüzden boşaltılmıştır. Murat’ın karşı tarafı çıplaktır vearazisi yayvandır. Bu alanda çok eskiden bulunan volkanik kütlelerden dolayı,arazi yapılanması buna göre şekillenmiştir. Suyun diğer tarafı ise cennet gibiyemyeşildir.

Sürecek

Yoldaşlarının kaleminden Besê...

www.ars

ivaku

rd.o

rg

Ekim Devrimi’nin üzerinden tam 80 yıl geçti.Ama hâlâ tartışılıyor, hâlâ dünyanın siyasive ideolojik gündemini etkilemeye devamediyor. Bu doğaldır. Çünkü gelmiş geçmiş

en büyük devrimdir. İdealleri, temel ilkeleri günü-müz sorunlarına ışık tutmayı sürdürüyor.

Gerçi Ekim Devrimi ile kurulan Sovyetler Birliği,diğer sosyalist ülkeler çöktü, yıkıldı. Ancak bunu,Ekim Devrimi’nin yenilgisi olarak değerlendirmekbüyük bir yanılgıdır. Böyle düşünenler az değil.Ama böyle düşünenler ya sosyalizmin azılı düş-manları ya da onların ideolojik-politik etkisinde olançevre ve kişilerdir.

Reel sosyalizm çözüldüğünde ve bütünüyle tari-he göçtüğünde, büyük bir acele ve sabırsızlıkla bunu“tarihin sonu”, “kapitalizmin sonsuz zaferi” olarak ilanedenler oldu. Onlara göre insanlığın yarattığı en iyive en son sistem kapitalizmdir. Kapitalizm kendi üs-tünlüğünü ve yenilmezliğini kanıtladı. Sosyalizm isenihai olarak öldü. Sadece toplumsal sistem olarakdeğil, ideolojik olarak da öldü. Bu, tarihin sonudur,insanlığın en son durağı kapitalizmdir. Burjuva ideo-logları, reel sosyalizmin yıkılışını böyle değerlendir-diler, görülmemiş bir sevinçle “zaferleri”ni kutladılar.

Hiç kuşkusuz, reel sosyalizmin yıkılışı, emper-yalist sisteme ideolojik ve moral hamle üstünlüğünüsağladı. İdeolojik hegemonya mücadelesinde biradım öne geçen emperyalizm daha da pervasızlaş-tı. Sosyalist güçler ise büyük bir ideolojik ve moralkrizi içine girdiler. Bu dönemde sağa, liberalizmebüyük bir savrulma ve kayış yaşandı. Sol ve sosya-lizm dalgası belki de tarihinde ilk kez bu kadar dibevurdu. Yoğun ideolojik ve psikolojik baskılar sonu-cu toplumda daha belirgin bir sağa kayış gözlendi.Bunlar yaşanan gelişmelerin kaçınılmaz sonuçla-rıydı, ancak iddia edildiğinin tersine, mutlak değil,görece gelişmelerdi. Kapitalizmin ipliği, vahşi yüzüçok erken açığa çıkacak ve “tarihin sonu” masalınaölümcül darbe vuracaktı.

Nitekim kısa sürede kapitalist-emperyalist siste-min vahşi yüzü açığa çıktı. Bu, kapitalizmin yenibarbarlık dönemiydi. Bütün dünya çapında yoğunbir sömürü ve yeniden sömürgeleştirme süreci baş-latıldı. Batı’da işçilerin, emekçilerin sosyal ve siya-sal kazanımları budandı. Yeni sömürge toplumlarise, İMF ve Dünya Bankası’nın öncülüğünde,ABD’nin siyasal ve askeri şemsiyesi altından yeni-den sömürgeliştirilme sürecine alındılar. Dünyanınbirçok bölgesinde ve ülkesinde ulusal-toplumsalkrizler, savaşlar ve devrimler patlak verdi, devameden savaşlar da yeni boyutlar kazandı. Eski reelsosyalist ülkeler halkları, kapitalizmle çok acı birtarzda tanıştılar ve son pişmanlığın yararsızlığınıbizzat yaşayarak gördüler. Bütün zaaflarına ve ya-nılgılarına rağmen reel sosyalizmin kendilerine ka-zandırdıkları sosyal güvenceleri bir çırpıda yitirdilerve bir anda kendilerini sokakta ve açlığın koynundabuldular. Kapitalizmle bu trajik tanışma akıllarını bi-raz başlarına getirdi, yeniden sola yöneldiler, ancakyitirilenleri yeniden kazanmak o kadar kolay değildi.Kısacası eski reel sosyalist ülkeler, bugün toplum-sal ve ulusal çelişkilerin en yoğun yaşandığı alanlarolarak duruyor.

Ortadoğu, Kafkaslar, Balkanlar ve dünyanın da-ha birçok alanı ulusal ve toplumsal mücadelelere,çatışmalara sahne oluyor. Özellikle Ortadoğu, dev-rim ile karşı-devrimin fırtına merkezi konumunda-dır. Bu merkezin odak noktasında ise Kürdistandevrimi bulunuyor.

Bu devrim, herhangi bir devrim değil, başındanberi Ekim Devrimi’nden etkilenen, onun çizgisini iz-leyen, kendini onun güncel biçimi olarak tanımla-yan, reel sosyalizmi aşan, gelişmiş sosyalizm ideo-lojisinin önderlik ettiği bir devrimdir. Özellikleri, etki-leri, bölgesel ve uluslararası boyutlarıyla bu devrimiyeni bir Ekim Devrimi olarak tanımlamak, abartı de-ğil, sadece gerçekliği dillendirmek olacaktır. O ba-kımdan kim ki Ekim Devrimi, sosyalizm öldü diyor-sa, Kürdistan’a ve orada yükselen enternasyonalistdevrime baksın.

Hiç kuşkusuz, Ekim Devrimi, insanlık tarihinin ta-nık olduğu en büyük devrimdir. Bu devrim, kendin-

mürü ve baskı çağı geçmiştir.Sömürge ve bağımlı ülkelerdeki kurtuluş devrim-

leri çağı, bu ülkeler proletaryasını uyanışı çağı, buproletaryanın devrimdeki hegemonyası çağı gelmiş-tir.” (J. Stalin, Marksizm ve Ulusal Sorun ve Sömür-geler Sorunu, sayfa 310-312. sol yayınları, 3. baskı.)

1920’li yıllarda yapılan bu değerlendirmelerin yan-lışlığını kim savunabilir? Klasik sömürgeciliği bir sis-tem olarak tasfiye eden, birçok ülkede yeni-sömürge-ciliği darbeleyen ulusal kurtuluş devrimleri, bu görüş-lerin parlak ve bir doğrulanması değil de nedir? Öz-gürlüğüne ve bağımsızlığına kavuşan sömürge halk-larının Ekim Devrimi’ni unutmaları mümkün mü?

Evet, bugün Ekim Devrimi’nin önünü açtığı birçokülkede kurulan sosyalizmin “ilk denemesi”, buna “il-kel biçimi” de denilebilir, tarihe göçtü. Bunun sayısızobjektif ve subjektif nedeni var. Peki bu, Ekim Devri-mi’nin oynadığı tarihsel rolü, tarihe düştüğü kalın, si-linmez izleri ortadan kaldırılabilir mi?

Hayır, emperyalizmin bütün belleksizleştirme ça-balarına rağmen Ekim Devrimi çağımızı etkilemeye

devam ediyor. Emperya-lizmin hiçbir çabası, 20.yüzyıl tarihini değiştirme-ye yetmeyecektir. İşçile-rin, emekçilerin, ezilenhalkların, azınlıkların kur-tuluşa, özgürlüğe, sömü-rüsüz dünyaya ihtiyaçlarıyok denilebilir mi?

Elbette Ekim Devrimi’niaşan, yeni Ekim Devrimle-ri’ne ihtiyaç var. Kabul et-meliyiz ki, Ekim Devrimitamamlanmayan, yarımkalmış bir devrimdir. Bü-tün görkemliliğine, gerçekanlamda dünyayı sarsma-sına, emperyalist dünyayakabuslu günler ve yıllaryaşatmasına rağmen ta-mamlanmayan bir devrimolarak kaldı. Onu izleyendevrimler onu aşmak şu-rada dursun, onun devamıniteliğinde oldu. Yaşananbu “eksik” olma, “tamam-lanmama” durumu EkimDevrimi’nin tarihsel önemi-ne, görkemliliğine gölgedüşürmez ve onun özün-den kaynaklanan bir ek-siklik de değildir. EkimDevrimi çoğaltılamadı,dünya devrimi ile tamam-

lanamadı. Bunun sorumluluğu, elbette, dünya ger-çekliğine teslim olan ve bunu teorileştiren Sovyet veKomintern çizgisindedir. Eğer reel sosyalizm yıkıl-dıysa, bunun en temel nedenlerinden biri, Ekim Dev-rimi’nin dünya devrimi ile tamamlanmamasıdır.

Oysa biliniyor ki,Ekim Devrimi kendisini dünyadevriminin öncü kolu olarak tanımlıyor ve kendi uf-kunun dünya devrimi hedefini yazıyordu. Kimileri da-ha sonra dünya devrimi ufkunun yitirilmesini objektifkoşullarla açıklayabilir, ancak bunların fazla bir ger-çekliği yok. Sorun ideolojik ve politik çizgide düğüm-leniyordu. Ne yazık, Sovyet liderliği dünya realitesi-ne fazlaca boyun eğdi, dahası bunu teorileştirerekuluslararası sosyalist harekete yedirdi. Doğal olarakbu yaklaşım dünya devrimine değil, dünya statüko-sunun bekçiliğine götürecekti. Bu bekçilik, en sonun-da kendilerinin başını yiyecektir.

Enternasyonalizm, onun özü olan dünya devrimiperspektifinde olduğu kadar önemli bir sapma dahayaşandı. O da şu: Ufuksuzlaştırılan reel sosyalizmininsanı, giderek “ekonomik insan” kategorisine indir-gendi. Oysa sosyalizmin en temel güvencesi, “yeniinsan”ı yaratmaktı. Burada ideoloji, ütopya, bu te-melde eğitim ve kültür çok belirleyici roller oynaya-caktır. Ama dünya devrim perspektifi silinen, ütopya-sı öldürülen bireye, siyasal yaşamın da dışına itilin-ce, kendisine “ekonomik insan” alanından başka bir

den önceki devrimlerin olumluluklarını kendine katan,ama aynı zamanda onları aşan büyük bir devrimdir.Ekim Devrimi insanlığı sürekli peşinde koştuğu ve ya-şattığı “Altınçağ”a, “Cennet”e, “Ütopya”sına en çokyaklaştıran, bunların kapılarını aralayan devrimin adı-dır.

Ekim Devrimi tarihte yeni bir çığır açtı. Proleterdevrimler ve ulusal kurtuluş hareketleri çağını açtı.O tarihten sonra 20. yüzyıla kesin damgasını vurdu.Tarihin o dönüm noktasından sonra Ekim Devri-mi’nin etkisini taşımayan tek bir siyasal gelişmedensöz edilebilir mi? Emperyalist-kapitalist sistem dederinden etkilendi. Bu tarihten sonra kendisini yeni-den örgütleme, ideolojik, politik ve ekonomik yöne-limlerinde Ekim Devrimi ve sosyalizm gerçekliğinikesin hesaba katmak durumunda kaldı. Faşizmdensosyal demokrasiye kadar birçok gelişme ile EkimDevrimi’nin arasında dolaylı veya dolaysız bir ilişkive tersten etkileşim vardır. Ekim Devrimi, kaba sö-mürü çağını kapattı. İçinde birçok yanılgı ve yeter-sizliği taşısa da, reel sosyalizmin çöküşüyle birlikte

kapitalizmin yeniden barbarizme, en kaba sömürüyeyönelmesi, bunu hem de kapitalizmin anayurtlarındada başlatması bu sözlerimizin açık kanıtı değilse ne-dir? Bugün “ya barbarizm ya da sosyalizm” sloganıkendini çok yakıcı ve şiddetli bir biçimde dayatıyor-sa; ezilenler, emekçiler Ekim Devrimi’ni içlerini ya-kan bir özlemle arıyorlarsa, bu kapitalizmin sosya-lizm korkusundan kurtulması sonucu bütünen barba-rizme yönelmesinden kaynaklanıyor.

Bu koşullarda dünyamızın sosyalizme, yeni EkimDevrimleri’ne şiddetle ihtiyacı var. Salt sınıf sömürü-sünden, yeniden sömürgeliştirme çılgınlığından, sınır-sız çürüme ve yozlaştırılan değil, bunlarla birlikte ka-pitalizm, gelecek nesillere yaşanabilir bir dünya bırak-madığı için insanlığın sosyalizme şiddetle ihtiyacı var.Sosyalizmsiz insanlığın bir geleceği yoktur. İşte ger-çekten o zaman bu, insanlığın bitişi, tarihin sonu olur.

Ekim Devrimi etkisini en çok sömürge ve ezilenhalklar üzerinde gösterdi. 20. yüzyılın baştan sonaulusal kurtuluş devrimleri yüzyılı olması gerçeğiEkim Devrimi atlanarak açıklanamaz. “Ekim Devrimi,emperyalizmi sadece kendi egemenlik merkezlerin-de, sadece ‘metropoller’i sarsmakla kalmadı. Em-peryalizmin sömürge ve bağımlı ülkelerdeki ege-menliğini yıkmaya çalışarak emperyalizmin gerisine,onun çevre bölgelerine de vurdu.”

“Sömürgelerin ve bağımlı ülkelerin sarsılmaz sö-

alan bırakılmadı. Bireyi ve toplumu bu kadar ideoloji-den, ütopyadan, siyasetten, siyasal özne olmaktanuzaklaştırırsanız, o toplum ve birey ile hangi yenitoplumu kurabilirsiniz ki? Oysa Ekim Devrimi kendiinsanını yaratmayı vazgeçilmez, kendisi için esasgüvence olarak özümsemişti. Ama bu ilkeden de sa-pıldı. Aslında sözünü ettiğimiz, bu iki sapma EkimDevrimi’nden birer sapmayı anlatıyorlar. DolayısıylaEkim Devrimi’nden sonra kurulan, adına sosyalizmdenilen, ama ondan temel sapmaları yaşayan sis-temlerin yaşaması mümkün değildi.

Gelinen noktada yapılması gereken, toptan in-karcı ve toptan kabul edici bir yaklaşım yerine yaşa-nan sosyalizm pratiklerini aşan, onun olumluluklarınıkendine katan, sosyalist teori ve programı günün ko-şullarında yeniden üreten olgun sosyalizm anlayışla-rını üretmektedir. Bu ancak kolektif bir çabayla ba-şarılabilir. İyisiyle-kötüsüyle, eğrisiyle-doğrusuyla ikiyüzyılı aşan sosyalizm tarihi ve pratiği “bizim”dir. Bu,büyük, eşsiz bir hazinedir. Bu hazinede her halkın,her sosyalist parti ve sosyalist kişiliğin payı, katkısıvardır. Bir kez bu mirasımıza kıskançlıkla sahip çık-mamız şarttır. Her kim ki, milyonların kanı ve emekkahramanlığı ile yazılan bu eşsiz hazineye inkarcıyaklaşırsa, onun, sosyalizm iddiasının zerre kadarbir anlamı yoktur ve o “biz”den değildir. Günümüzünve geleceğin sorunlarına yanıt olabilecek nitelik veyeterlilikte olgun bir sosyalizm projesini üretmeninyolu, öncelikle sosyalizmin mirasına doğru yaklaşım-dan geçer. Unutmamak gerekir ki, tarihte sosyalizmadına yapılan hiçbir şey boşa gitmemiştir. İnsanlığıngeldiği bugüne kadar yaratılan bu değerler üzerindeyükselecektir. Kim “Ekim Devrimi boşa gitti” gibi cü-retkar bir tutum içine girebilir? Hayır, kimse!

Büyük Ekim Devrimi yaşıyor hem de salt beyin-lerde ve yüreklerde değil, uygarlığın beşiği Mezopo-tamya topraklarında, kapitalizmin bu barbarlık çağın-da Kürdün yükseliş devrimde!

Ülkemiz devrimi ile Ekim Devrimi arasında sayı-sız bağ var. Devrimimiz, Ekim Devrimi’nin en sadıkizleyicilerinden biri olmuştur. Gelinen noktada, yuka-rıda sözü edilen temel noktalarda onu aşma iddia-sındadır. Özellikle reel sosyalizmin yıkıldığı bir dö-nemde devrimimizin bu topraklarda sosyalizm ve le-ninizm bayrağını onurla dalgalandırması, Ekim Dev-rimi’ne sadakatin bir göstergesidir. Birçok parti veçevre sosyalizmden fersah fersah kaçarken,PKK’nin inadına sosyalist kimliğini eylemli bir tarzda,devrimci savaşı yükselterek vurgulaması anlamlıdır,tarihsel önemdedir.

Bizim devrimci ideolojimizin kuruluşunda EkimDevrimi ve onun ulusal soruna getirdiği yeni açılım-ların belirleyici anlamda bir rolü olmuştur. Manifesto-muzda bu çok açık ve nettir. 1970’li yılların tartışma-larını hatırlıyoruz. Ekim Devrimi ile başlamayan birtartışmamız hemen hemen olmamıştır. Kısacası ide-olojik gıdamızı, ilhamımızı ve düşlerimizi Ekim Dev-rimi’nden aldık. Önderliğimiz, Ekim Devrimi’nin sadıkbir izleyicisi oldu, ancak sıradan bir uygulayıcısı, ta-kipçisi olmadı. Bu kadar yoğun etkiye rağmen kesin-likle taklite de yönelmedi. Hayır, Ekim Devrimi çizgi-sini yaratıcı bir tarzda dünya, Türkiye ve Kürdistangerçekliğine uyguladı. Bizim koşullarımızda EkimDevrimi’ni yeniden yarattı.

Ekim Devrimi, önderliğimizin çizgisinde, bugünbölge ve dünya dengelerini zorlayan devrimimiz deyaşıyor. Bu herhangi bir yaşama değil, yeni EkimDevrimleri’ni yaratma ve çoğaltma anlamındadır.

Devrimimiz, yeni bir Ekim Devrimi olma yolundailerliyor. Anadolu içlerinde ilerleyen, Güney Kürdis-tan’da derinleşen, bütün Kürt halkını etkisi altına alanKürdistan devrimi, özünde bir Doğu veya Ortadoğudevrimi değilse nedir? Peki Doğu ve Ortadoğu dev-rimlerine yol açacak bir devrim dünya düzenini te-mellerinden sarsmayacak mıdır? Emperyalizmin hay-dut başı ABD’nin, PKK’yi “en tehlikeli” değerlendiripyok etme çabalarını yoğunlaştırması boşuna mı?

Evet, bu topraklarda, Ekim Devrimi’nin 80. yıldö-nümünde yeni bir Ekim Devrimi yükseliyor!

Selama durmak zamanıdır!Şanlı büyük Ekim Devrimi’ne, yeni Ekim Devrim-

leri’ne bin selam!

EKİM DEVRİMİ YAŞIYOR“Bütün görkemliliğine, gerçek anlamda dünyayı sarsmasına, emperyalist dünyaya kabuslu günler ve yıllar yaşatmasına rağmen tamamlanmayan bir devrim olarak kaldı.”

www.ars

ivaku

rd.o

rg