Upload
zeynepyavas
View
738
Download
6
Embed Size (px)
Citation preview
EGE’NİN İNCİSİ
İZMİR
Güzel İzmirTürkiye’nin üçüncü büyük kenti olan İzmir çağdaş, gelişmiş aynı zamanda önemli bir
kültür, sanat ve ticaret merkezdir. Ege denizi lacivertten turkuaza tüm renkleriyle
denizin kara ile iç içe olduğu koyları, plajları ve termal kaynaklarıyla bir dantel gibidir.
Antik çağların en ünlü kentleri arasında yer alan Efes ve Bergama dönemin en büyük
kentleriydiler. Tüm İon kültürünün zenginliklerini bünyesinde barındıran bu kentler,
yoğun ticari, sanatsal ve dini etkinliklerle de adını duyuruyordu.
“Güzel İzmir” olarak da adlandırılan İzmir, 8500 yıldır Anadolu yarımadasının
batısında uzun ve dar bir körfezin başlangıcında yer almaktadır. Tipik Akdeniz iklimin
yaşandığı İzmir yine İzmirli Herodot’un “Onlar kentlerini bizim yeryüzünde bildiğimiz
en güzel gökyüzü ve en güzel iklimlerinde kurdular.” İfadesiyle İzmir coğrafyasını
binlerce yıl önce böyle tanımlamıştır. İzmir modern Türkiye’nin batıya açılan çağdaş
yüzü olarak sanat, kültür, turizm, ticaret ve sanayi kenti olarak gelişmesini hızla
sürdürmektedir.
1901 yılında Sultan Abdülhamid’ in tahta çıkışının 25.yıldönümü nedeniyle ve
padişahın emri üzerine, Sadrazam Küçük Sait Paşa tarafından yaptırılmıştır. Son
derece zarif görünümüyle Konak Meydanını bir inci gibi süslemektedir. Teras
yükseldikçe incelen sivri kemerleri, kubbecikleri, mukarnas işçiliği ve geometrik
figürlerle donatılmış olan taş işçiliğinin dantele gibi bir zarafet içinde Saat Kulesi’ni
çevrelemesi, oldukça zengin bir görüntü oluşturmaktadır. Kulenin saati Alman
İmparatoru II.Wilhelm tarafından armağan edilmiştir. İzmir‘in sembolü olarak kabul
edilen Saat Kulesi‘nin altında bulunan odanın dört köşesinde çeşmeler
bulunmaktadır.
Saat Kulesi
Kızlarağası Hanı 1744 yılında Hacı Beşir Ağa
tarafından yaptırılarak hizmete sokulmuştur.
Osmanlı mimarisinin günümüze gelen,
İzmir’deki nadir eserlerinden olan han, diğer
Osmanlı Hanları gibi çarşılı ve avlulu hanlar
düzenindedir.
Kızlarağası Hanı
Kızlar Ağası Hanı 4000m2’lik kareye yakın dikdörtgen planlı, avluya bakan kısımları iki
katlı, bedestenleri tek katlı yaklaşık 500m2’lik avlusu olan görkemli bir yapıdır. 1988–
1993 yılları arasında restore edilerek günümüzde turistik bir çarşı olarak hizmete giren
Kızlarağası Hanı’nda çok çeşitli el sanatları, her türlü hediyelik eşya, halı, kilim, gümüş
takı, giyim eşyası, nargile ve malzemeleri, deri kıyafetler ve çarpıcı hediyelik eşyalar
satışı yapan dükkânlar ile mistik havayı soluyarak çayınızı içebileceğiniz bir çayevi
bulunmaktadır. Kızlarağası Hanı dün ile bugünü birlikte yaşanacak, İzmir ‘in tek tarihi
hanıdır.
Mithatpaşa Caddesi ile Halilrıfatpaşa semti arasındaki
yükselti farkından dolayı, iki semt arasındaki ulaşımı
kolaylaştırmak amacı ile, 1907 yılında Musevi işadamı
Nesim Levi tarafından bir asansör inşa edilmiştir.50
m.lik yükseklikte yer alan Halilrıfatpaşa semtine 155
basamaklı merdivenle çıkılıyordu. Buraya inşa edilen
asansör kulesi ile, iki semt arası birleştirilmiştir. Bu
kulede iki asansör bulunmakta, bunlardan soldaki
buharla, sağdaki ise elektrik ile çalışmaktaydı. 1985
yılında gerçekleştirilen restorasyonla her iki asansör
de elektrikle çalışır duruma getirilmiştir. 1994 yılında yapılan ikinci restorasyonda Asansör
Sokağının çevre düzenlemesi yapılarak, hizmete sokulmuştur. Tarihi Asansör binasının
bulunduğu sokakta ayrıca, dünyaca ünlü ses sanatçısı Dario Moreno’nun da yaşamış
olması bu bölgeye duyulan ilgiyi daha da arttırmaktadır.
Asansör
Eskiden olduğu gibi
günümüzde de Kemeraltı
Çarşısı, İzmir’in en önemli
alış-veriş merkezidir. Eskinin
gizemli tonoz ve kubbeli
dükkânlarının sayısı oldukça
azalsa bile, modern iş
merkezleri, mağazaları,
sinemaları ve kafeteryaları
Kemeraltı
ile sokakları günün her saati canlı, her türlü alış-verişin yapılabileceği bir site
görünümündedir. Bu kapalı ve açık mekânlardan oluşan çarşıda geleneksel Türk el
sanatlarından seramikler, çini panolar, ahşap ürünler, tombaklar, halı ve kilimler, deri
ürünlerinin her çeşidini bulmak mümkündür.
İZMİR KENT TARİHİ ÜZERİNE
İzmir; Akdeniz’in incisi, batının en doğusu, doğunun en batısı… İzmirli büyük ozan
Homeros’un “gök kubbenin altında ki en güzel şehir” olarak betimlediği,
Aristo’nun İskender’e “görmezsen eksik kalırsın” diyerek önemini vurguladığı,
büyük yazar Victor Hugo’nun onu hiç görmeden adına şiir yazıp bir “prenses”e
benzettiği; farklı kültürlerin, yaşam tarzlarının, inançların binlerce yıldır bir arada
barış içinde yaşadığı kavimler kapısı. Doğu Akdeniz’in merkezi, Ege’nin gerdanlığı!
Söylencelere göre İzmir adı ; “Smyrna “ adlı bir Amazon kraliçesinden gelmektedir.
Bugün İzmir olarak kullandığımız isim Smyrna kelimesinin dönüşmüş biçimidir.
Bazı kaynaklar Smyrna kelimesinin daha erken söyleniş biçimlerine ilişkin Samorna
ve Smurna adlarını da vermektedirler. Ama kentimiz 20. yüzyılın başına kadar
yaygın olarak Smyrna ismiyle tanınmıştır.
Yakın zamanlara kadar İzmir’in en eski yerleşim alanı olarak bilinen Bayraklı’da ki
Tepekule kazılarından elde edilen buluntular M:Ö 3000 yıllarına kadar
uzanmaktaydı. Doğu Helen dünyasının en eski kutsal yapılarından birisi olan Athena
Tapınağı ve yine Helen dünyasının çok odalı ev tiplerinin en eski örnekleri ve İon
Uygarlığı’na ait en eski parke döşeli yol burada yapılan kazılarda ortaya çıkarılmıştır.
Ancak 2006 yılında Ege Üniversitesi Arkeoloji Bölümü tarafından İzmir Bornova’da
bulunan Yeşilova Höyüğü’nde ki kazılarda kentin tarihinin M:Ö 6500’e kadar
uzandığı tespit edilmiştir.
Antik çağlardan günümüze bir ticaret
ve liman kenti olan İzmir;
kuruluşundan bu yana bu özelliğini
hiç kaybetmemiştir. Bu özelliği
sayesinde farklı kültürler İzmir’de
harmanlanmış, bu olgu kentin
mimari dokusuna da sinmiştir.
Çağlar boyunca çeşitli istilalara uğrayan İzmir’in üçüncü kuruluş süreci ise; M.Ö
333 yılında çeşitli kaynaklarca da doğrulandığı biçimde İzmir’e gelen İskender
sayesinde olmuştur. Söylenceye göre; Pagos(Kadifekale) Dağı eteklerinde
uyuyakalan İskender’e rüyasında iki su perisi İzmir’i burada kurmasını
öğütlemişler. O da kenti ikinci kez Kadifekale sırtlarında kurmuştur.
Roma İmparatorluğu döneminde; Roma’ya karşı Bergama Kralı Attalos’un oğlu
Aristonikos’un öncülüğünü yaptığı ayaklanmaya destek vermediği için
İmparatorluk tarafından “özgür kent” olarak tanımlanan İzmir, ardından gelen
Bizans egemenliği döneminde dinsel bir merkez haline gelmiştir. Böylelikle İzmir
Bizans döneminde dinsel merkez olma özelliği nedeniyle başkent İstanbul
düzeyine çıkarılmıştır. Bizans İmparatoru Leon, İzmir’i İstanbul dışında ki kentlerin
başkenti ilan etmiş ve bu süreçte İzmir’e “kendi kendini yönetebilen kent “ünvanı
verilmiştir.
1071 Malazgirt Savaşı’ndan sonra Anadolu’nun yoğun Türkmen akınlarına sahne
olmasıyla birlikte İzmir ve çevresinde ilk kez Türk egemenliği görülmeye
başlamış, 1081’de denizci Türkmen Beyi Çaka Bey; İzmir’i merkez alarak bir
beylik kurmuş ve yaklaşık 16 yıl bu egemenliğini sürdürmüştür. Çaka Bey’in çok
kısa süren hâkimiyetinden sonra İzmir ve çevresinde Türk izlerini kuvvetlendiren
asıl dönem, Aydınoğulları Beyliği’nin 1308’de Birgi’de kurulmasıyla başlamıştır.
1317’de İzmir’i ele geçiren Aydınoğlu Mehmet Bey, İzmir’in yönetimini oğlu
Umur bey’e vermiştir. Umur Bey döneminde İzmir’de özellikle Kadifekale
sırtlarında yoğun bir Türkleşme olgusu yaşanmıştır.
Umur Bey’in İzmir ve Ege Denizi’nde elde ettiği başarılar karşısında; ortaçağın
güçlü denizci İtalyan kent devletleri olan Venedik ve Cenevizliler olumsuz olarak
etkilenmişler ve Umur Bey’in faaliyetlerine son vermek amacıyla 1345 yılında
Papalığı harekete geçirerek Fransız Humbert komutasında bir Haçlı donanmasını
İzmir’e göndermişlerdi. Bu donanma İzmir’e baskın yaparak sahilde bulunan
Liman Kaleyi zapt etti. Yaşanan bu gelişmeler sonunda Umur Bey’in donanması
ve tersanesi tahrip edildi. Türkler Ancak Kadifekale eteklerinde tutunabildiler.
Süreç içerisinde Kadifekale ve çevresi Türk Müslüman İzmir, günümüzde Hisarönü
Camii civarında bulunan Liman Kale’de sahil kesimi ise Hıristiyan-Gâvur İzmir
olarak kaldı.
Kordonda Frenk Kadınları
Frenk Sokağı
Umur Bey; Liman Kaleyi Latinlerden geri almak için çok uzun süren
mücadeleler yaptı. 1348 de Liman Kaleyi kuşattı. Ancak kaleden atılan bir okla
şehit oldu. İzmir; 1425 yılında Osmanlı İmparatorluğunun sınırları içine
girmiş, ve uzun yıllar imparatorluğa bağlı “Sığla Sancağı” olarak anılmıştır.
Aydınoğlu Umur BeyÇaka Bey
İzmir’in kentsel gelişimi ise 17. yy.’dan itibaren ivme kazanmıştır. Hinterlandında
verimli tarım arazileri olan İzmir’in dünya kapitalist sistemine eklemlenen bir
“Liman Kent” olarak kentsel gelişimi; 17. yy.da Batı Avrupa’nın Osmanlı coğrafyasına
doğru yayılma emelleri taşımasıyla paralellik taşır. Batı Anadolu’nun zengin tarım
ürünlerinin tek ihraç kapısı niteliğinde olan İzmir, bu tarihten itibaren batılı
şirketlerin ve onların aracısı konumundaki Levanten aile işletmelerinin en önemli ilgi
odaklarından birisi haline gelmeye başlamıştır. Bu olgu; kentin sosyolojik yapısını ve
mekânsal görünümünü önemli bir değişime uğratmış ve farklı kültürler ve yaşam
biçimleri İzmir’de bir arada barış içerisinde yaşamaya başlamışlardır. 19. yy.ın bütün
yolculuk güncelerinde “Küçük Paris” olarak adlandırılan İzmir; giderek batılı yaşam
tarzının en rafine örneklerinin yaşandığı bir kent haline gelmiştir. Farklı dillerde
yayınlanan gazeteleriyle, Avrupa’da ki herhangi bir kenti aratmayacak kafeleriyle,
tiyatro binaları ve konser salonlarıyla İzmir, kültürel olarak da Doğu Akdeniz liman
kentleri içinde ayrıcalıklı bir konuma sahip olmuştur.
Kordon
1838 Balta Limanı Ticaret Antlaşması’nın ardından İzmir, gümrük sisteminde
yapılan düzenlemelerle sanayileşmiş Batı Avrupa ülkelerinin ithal mallarının
yoğun işgaline uğradı. Bu ithalat patlamasıyla birlikte İzmir’de meydana gelen
ticari canlılık, 1908 yılında II. Meşrutiyet’in ilânına kadar sürdü. Bu süreç
içerisinde İzmir Limanı adeta Asya’nın Avrupa’ya bağlandığı bir köprü işlevi
gördü. Anadolu’nun zengin tarım havzalarının ürünlerinin deve kervanlarıyla
İzmir’e getirilerek, limandan Avrupa’nın değişik şehirlerine ihraç edildiği bu
süreci; 1860ların ortalarından itibaren dünya kapitalist sisteminin bir ürünü olan
demiryollarının Batı Anadolu’daki yapımı izledi. Bu gelişmeler ışığında İzmir-
Aydın Demiryolu’nun devreye girmesiyle Gediz ve Menderes Ovaları’nın tarım
ürünleri İzmir Limanı’na daha rahat ve kolay bir şekilde taşındı. Bütün bu
gelişmelerle birlikte Osmanlı merkezi otoritesinin ticaret üzerindeki denetiminin
zayıflaması ve konsolosluk mahkemelerinin yargı alanlarının genişlemesi
yabancı tüccarların İzmir’e akın etmesine neden oldu.
Kordondaki Evler
Kentin canlanan ekonomik yaşamı beraberinde ticari organizasyonları da
yaratmakta gecikmedi. 1850’li yıllarda İngiliz ve Fransız tüccarlar ayrı ayrı
ticaret odaları kurmuşlardı. Onları İtalyanlar ve Hollandalılar izledi. 1885
yılında bütün bu odalar birleştirilerek İzmir Ticaret Odası kurulmuş, bunu 1892
yılında İzmir Ticaret Borsası’nın kuruluşu takip etmişti.
İZMİR’İN İŞGALİ VE KURTULUŞU
Osmanlı İmparatorluğu’nun I. Dünya Savaşı’nı yenik kapamasıyla birlikte 30
Ekim 1918’de imzaladığı Mondros Mütarekenamesi Anadolu’yu emperyalist
devletlerin işgaline açık bir alan haline getirdi. I. Dünya Savaşı’nda
emperyalistler arasında yapılan gizli anlaşmalarda aslında İzmir ve çevresi
İtalya’ya bırakılmıştı. Ancak savaş sonrasında İngiltere Ortadoğu’daki petrol
bölgelerini İngiliz çıkarları doğrultusunda koruyacak bir taşeron güç arıyordu.
Bunun için Yunanistan biçilmiş kaftandı. Bu gelişmelerle birlikte İtilaf Devletleri
19 Ocak 1919’da toplanan Paris Barış Konferansı’nda Yunanistan’ın İzmir ve
çevresini işgal etmesi kararlaştırdı. 15 Mayıs 1919’da İzmir’in Yunan Ordusu
tarafından işgal edilmesi tüm Anadolu’da milli bilinci harekete geçirdi.
Kordonda İşgal Güçleri
Mustafa Kemal, Kurtuluş Savaşı’nın nihai hedefini İzmir’in düşman işgalinden
kurtulması olarak belirledi. İzmir; işgaliyle birlikte modern Türk ulus-
devletinin kuruluşunun temel harcı oldu. 15 Mayıs 1919’da Gazeteci Hasan
Tahsin’in Yunan ordusuna karşı sıktığı ilk kurşun; üç yıl dört ay sürecek Ulusal
Kurtuluş Savaşı’nın da ilk kıvılcımı oldu. Türk ulusu Mustafa Kemal Paşa
önderliğinde 20. yüzyılda emperyalizme karşı ilk ulusal bağımsızlık hareketini
bu gelişmeler ışığında gerçekleştirdi. 26 Ağustos 1922’de TBMM’nin
Başkomutanı Mustafa Kemal önderliğinde giriştiği Büyük Taarruz sonucunda
9 Eylül 1922’de yani üç yıl dört ay sonra İzmir, emperyalist işgalden kurtuldu.
10 Eylül 1922 Ata İzmir’e Girerken
Türk Ordusu’nun İzmir’e Girişi
İzmir hem kurtuluşun hem de kuruluşun simge kenti oldu. Atatürk Modern
Türkiye’yi kurarken bütün önemli mesajlarını İzmir’den verdi. Osmanlı
İmparatorluğu’nda ve Türkiye Cumhuriyeti’nde ilklerin kenti olan İzmir, bu
özelliğini XX. yüzyılda da sürdürdü.
İzmir, Çağdaş Türkiye’yi dünyanın evrensel değerlerine eklemleyen öncü bir
kenttir. Türk kadını tiyatro sahnesine ilk kez İzmir’de çıktı. Ülkemizde futbol ilk
kez İzmir’de oynandı. 17 Şubat 1923’te Cumhuriyet’in ilk İktisat Kongresi
İzmir’de toplandı. Cumhuriyet’in ilk Uluslararası Fuarı İzmir’de açıldı. Akdeniz
Olimpiyatları ve Universiade gibi dünyanın büyük spor organizasyonlarına
İzmir büyük bir misafirperverlikle ev sahipliği yaptı.
Demokrasiyi, barışı ve özgürlüğü içtenlikle duyumsayanların ve onu bir
yaşama biçimi haline getirenlerin kenti olan İzmir, 8500 yıllık zengin tarihsel
ve kültürel birikimiyle taşıdığı bu devasa değerleri üçüncü bin yıla da
aktarmaya devam ediyor.
Ben bütün İzmir'i ve İzmirlileri severim. Güzel İzmir'in temiz kalpli insanlarının
da beni sevdiklerinden eminim.
M.Kemal ATATÜRK
Hazırlayan:Zeynep Yavaş[email protected]