MÜZAKERE SORULARI
1) İstikametin tarifinde, mana ve muhteva olarak hangi noktalara
değinilmektedir?
2) Makaledeki tabiat, benlik, ruh ve sır kelimelerinden anlaşılması
gereken manaya göre istikametin derinlik ve muhtevası adına neler
zikredilebilir?
3) Efendimiz’in (as) istikametin önemine dair ifade buyurdukları
hadis, makalenin muhtevası ile birlikte ele alındığında ne tür neticelere
ulaşılabilir?
4) Makalede istikametin amellerdeki önemi ve istikamet yolunun
adabı hakkında hangi noktalar işaret edilmektedir?
5) İstikametin alametleri adına makalede hangi hususlar
zikredilmektedir?
6) Kalb ve ruh insanları “gerçek istikamet”ten ne anlamışlardır?
7) İstikametin basamak ve merhaleleri ve birbirinden farkları
nelerdir?
2
İSTİKAMET
İstikametin mana ve tarifi
Doğruluk demek olan istikamet; ehl-i hakikatçe, itikatta, amelde,
muamelatta ve yeme-içme gibi bütün davranışlarda ifrat ve tefritten
sakınıp,1 nebiler, sıddıklar, şehitler ve salihlerin yolunda2 yürümeye itina
gösterme şeklinde yorumlanmıştır ki, ن اق الواال ذين إن ب امواثم اللر لاست ق ن ز ت ت
يهم ل لئك ةع الم افواأ ل ت خ ل نواو أ بشروات حز ن ةو دون كنتمال تيبالج توع âyeti
(Fussilet sûresi, 30) işte bu ölçüde Allah’ın rubûbiyetini itiraf ve O’nun
birliğini tasdik edip, iman, amel ve muamelelerinde peygamberlerin
yürüdüğü şehrahta yürüyenleri, ötelerde saf saf meleklerin karşılayıp, bin
bir korku ve tasanın kol gezdiği o ürpertici vasatta onları müjdelerle
coşturacaklarını haber veriyor.
Tabiat benlik, ruh ve sır mertebelerinde istikametin
manası
İstikamet; tabiat mertebesinde3 mükellefiyetleri yerine getirmek,
benlik mertebesinde4 hakikat-i şeriata muttali olmak, ruh mertebesinde5
marifete açılmak, sır mertebesinde de6 ruh-u şeriatı7 zevk etmekten ibaret
görülmüştür. Bu mertebeleri bihakkın görüp gözetmenin ne kadar güç
olduğunu anlatması bakımından o en büyük Ruh ve Mânâ İnsanı’nın: “Hûd
suresi ve benzerleri iflâhımı kesip beni yaşlandırdı.” (Tirmizî, tefsîru sûre
56) sözü –ki اف است قم ك م أمرت “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol.” (Hud sûresi,
112) âyetine işaret buyuruyorlardı– ne mânidardır!
Efendimiz’in (as) istikamete vurgusu
Zaten O’nun duygu,8 düşünce ve davranışları da hep istikamet edalı
değil miydi? Ve huzur-u ruhefzâlarına kurtuluş ve ebedî saadete eriş
beklentileriyle sığınan bir sahabiye: نتقل است قمثم باللام “Allah’a iman ettim
de, sonra da dosdoğru ol.” (Bkz.: Müslim, îmân 62; Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned
4/385) diyerek, iki cümlelik “cevâmiü’l-kelim” ile, bütün itikadî ve amelî
esasları câmi bulunan istikameti hatırlatmıyor muydu?
İstikamet yolunun önemi ve adabı
3
Hâlinde istikamet olmayan hak yolcusunun bütün sa’y ü gayreti boşa
gideceği gibi, israf ettiği zamandan ötürü de böyle birinin her zaman
sorgulanması söz konusu olabilir.9 Yolun başında, neticeye ulaşmak için
istikamet şart ve bir yol azığıdır; sülûkün nihayetinde ise, Hakk’ı bilmenin
bedeli, Hak marifetine ermenin de şükrüdür ki vacip sayılır.
İstikametin alametleri
İşin başında zikzakların yaşanmaması, yol esnasında ferdin kendini
murakabesi, nihayette de O’nunla alâkalı olmayan bütün düşünce ve
davranışlara karşı kapanması, istikametin önemli alâmetlerindendir..
ان مك سي تزا هلد ام دكهاستق رب رب اش ايتكويس هد
ارب ا انهويتا نو ـاخسپردهج تزاوس اكط بيع هپـ مرد
“İstikamet erlerinden birini bilirim ki, hidayet köyünün başını
tutmuş durur. Bu, hüviyet nurlarına canını ısmarlamış ve tabiat
kirlerinden pak olarak ölmüştür.” diyen hak dostu ne hoş söyler!
Gerçek istikamet
Kul, her zaman istikametin talibi olmalı, keşf ü kerametin değil; zira
istikameti isteyen Allah, harikulâdelere dilbeste olan da kuldur. Bizim gönül
kaptırdıklarımız mı, yoksa Allah’ın istedikleri mi..?
Bâyezid-i Bistâmî’ye: “Falan kimse suda yürüyor, havada uçuyor.”
dediklerinde, Hazret: “Balıklar, kurbağalar da suda yüzüyor; sinekler, kuşlar
da havada uçuyor. Görseniz ki bir adam seccadesini suya sermiş yüzüyor
veya havada bağdaş kurmuş oturuyor; zinhâr ona iltifat etmeyiniz! Onun hâl
ve hareketlerindeki istikamete ve onların da Sünnet’e uygunluğuna bakınız!”
(Ebû Nuaym, Hilyetü’l-evliyâ 10/40; el-Beyhakî, Şuabü’l-îmân 2/301)
buyurur.. ve bize, harikalar atmosferinde pervaz etmeyi değil, istikameti ve
kulluk zemininde yüzü yerde olmayı salıklar…
İstikametin basamak, merhale ve varidatı
4
İstikamet, Hakk’a kurbet yolunda üç basamaklı bir merdivenin son
basamağıdır. İlk menzil “takvîm”dir ki; hak yolcusu, bu mertebede İslâm’ın
nazarî ve amelî bölümlerinde temrinat yapa yapa onu tabiatının bir parçası
hâline getirerek, bir ölçüde nefsini aşmaya muvaffak olur. İkinci menzil
“ikamet” ve “sükûn”dur ki; sâlik, âlem-i emre ait mesâvîden –ki riya, süm’a,
ucub gibi kullukla telifi imkânsız yaramaz şeylerdir– uzaklaşarak, kalbini
şirke ve şirk şaibelerine karşı korumaya alır. Üçüncü menzil, “istikamet”tir
ki, bu makam, Hak yolundaki seyyaha sır kapılarının aralandığı makamdır
ve ilâhî vâridâtın keramet ve ikram unvanıyla indiği kutup noktadır.
İstikameti taleb etme ve ardından gelen maddi manevi
bereketler
Bu mânâdaki istikamet, ehl-i hak arasında bilinegeldiği şekliyle çok
defa âdiyattan sıyrılarak, “yedullah” kuşağında “kadem-i sıdk”10 üzere
yaşamaktır ki, burası aynı zamanda ilâhî eltâfın sağanak sağanak olduğu bir
harikalar iklimidir. Bu iklimde çiçekler hiç solmaz.. burada yamaçlar kar-kış
bilmez.. ve burada hep baharlar tüllenir durur ki أ ن اموال وو ل ىاست ق ةع الط ريق
ين اهم اء ل سق ق ام غ د beyanı da bu temâdi ve ölümsüzlüğü beyan etmektedir.
Zira, âyette ين ا ق ين ا yerine س اء ,buyrulması bu gerçeğe parmak bastığı gibi أ سق م
ق ا اموا nın bol su mânâsına gelmesi ve’غ د in de talebi tazammun’س daki’است ق
etmesi, burada bize bilhassa şu hususu hatırlatmaktadır: Siz tevhid üzere
taleb-i ikamet, Allah ve Resûlü’yle aranızdaki ahitlere riayet ettiğiniz ve ilâhî
hudutları da koruyup-kolladığınız sürece, suyu kesilmez bu çeşme hep
akacaktır.
Nebi (as)sözlerinde istikametin önemi
Efendimiz de, bu hususa temas buyurarak: “Kulun kalbi müstakim
olmadıkça imanı müstakim olamaz, lisanı dosdoğru olmayınca da kalbi
müstakim olamaz.”11 ferman ederler. Bir başka beyanlarında ise: “Her sabah
insanoğlunun uzuvları lisana karşı: ‘Bizim hakkımızda Allah’tan kork; zira
sen müstakim olursan biz de müstakim oluruz; sen eğri-büğrü olursan biz
de eğriliriz’ derler.” (Tirmizî, zühd 60; Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned 3/95)
diye önemli bir mevzuu ihtarda bulunur.
5
Son olarak bir can alıcı hatırlatmayı da Es’ad Muhlis Paşa’dan
dinleyelim:
“İstikamette gerektir reviş-i12 sıdk u sebat
Kademin merkeze koy, devrede perkârın13 ucu.”
اط اهدن اهم ا لل ر المست قيم الص
ل ص لمو س لو يدن اىع د س م يدمح االمت قين س عين له و أ جم
6
İSTİKAMET İLE İLGİLİ AYET-İ KERİMELER
ا اي ين ا يه نواال ذ قولوالل ات قواام يدا ق ول او د س
Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten sakının ve doğru söz
söyleyin. (Ahzab sûresi, 70)
ب ن ا ر يت ن ااذب عد قلوب ن اتزغل د به ه منل ن او ل دنك ة حم ر ان ك ابا نت ه الو
(Onlar şöyle yakarırlar): "Rabbimiz! Bizi hidayete erdirdikten sonra
kalplerimizi eğriltme. Bize katından bir rahmet bahşet. Şüphesiz sen çok
bahşedensin." (Al-i İmran sûresi, 8)
ا اي نواات قواالل اا يه ام ين كونوال ذ ع و ين م ادق الص
"Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten sakının ve doğrularla
beraber olun." (Tevbe sûresi, 119)
İSTİKAMET İLE İLGİLİ HADİS-İ ŞERİFLER
نأبيعمرو ع بنعبداللرضياللعنهقال:قلت:وقيل،و ياأبيعمرةسفيان
نتبالل»قال:.رك لأ سأ لعنهأ حدا غيق ول اإلسالمفيليقلرسولالل ثم :قل:آم
.مسلمرواه«است قم
Ebû Amr (veya Ebû Amre) Süfyân İbni Abdullah radıyallahu anh
şöyle dedi: - Yâ Resûlallah! Bana İslâm’ı öylesine tanıt ki, onu bir daha senden
başkasına sormaya ihtiyaç hissetmeyeyim, dedim.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
- “Allah’a inandım de, sonra da dosdoğru ol!” buyurdu. (Müslim,
İmân 62. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 61; İbni Mâce, Fiten 12)
عنه:قالقالرسولالل لىوعنأبيهريرةرضيالل يهاللص ل ل مع »:وس
دواوسق اربوا اللق الوا«بعملهمنكمأحد ينجوال نأ ن هواعل موا،د ؟:ولأنتي ارسول
دنياللول»:قال حمة أ ن اإلأنيت غ م فضل منهبر .مسلمرواه«و
7
Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“(İşlerinizde) orta yolu tutunuz, dosdoğru olunuz. Biliniz ki, hiç
biriniz ameli sâyesinde kurtuluşa eremez.” Dediler ki:
- Sen de mi kurtulamazsın, ey Allah’ın elçisi?
- “(Evet) ben de kurtulamam. Şu kadar var ki Allah rahmet ve keremi
ile beni bağışlamış olursa, o başka!” (Müslim, Münâfikîn 76, 78. Ayrıca bk.
Buhârî, Rikak 18, Merdâ 19; İbni Mâce, Zühd 20)
بكميستقمستقيمواا
“Dosdoğru olun ki sizinle istikamete erişilsin.” (Taberani)
1 İFRAT VE TEFRİT: Dini, murad-ı ilâhîde mahiyeti ne ise o şekilde yaşayıp hayatımıza
hayat kılabilmek için dengeli olma ve itidâli koruma çok önemlidir. Zira denge
kaçırıldığı zaman ya ifrata ya da tefrite düşülür ki, ifrat tefriti, tefrit de ifratı
doğuracağı için neticede fasit bir daire oluşur. Esasen ifrat ve tefritlerden salim
kalmanın yolu, ümmetine daima itidâli tavsiye buyuran sırat-ı müstakim rehberi
İnsanlığın İftihar Tablosu’nun sünnetine uymaktır.
Sırat-ı Müstakim
İslâm düşünce sisteminde sırat-ı müstakim tarif edilirken, dünden bugüne mesele
genellikle kuvve-i şeheviye, kuvve-i gadabiye ve kuvve-i akliyeye irca edilmiş ve
bunların itidâl hâlleri sırat-ı müstakim olarak ifade edilmiştir. Fakat rekabet, tenafüs,
niyet ve nazar gibi daha başka hususları da bu çerçevede değerlendirmek mümkündür.
Daha doğru bir tabirle insan tabiatında mündemiç olan iyi ve kötü bütün duygu ve
düşünceler için bir sırat-ı müstakimden bahsedilebilir.
Mesela, eşya ve hâdiseleri okuma, değerlendirmeye tâbi tutma mânâsında “nazar”ı ele
alacak olursak, nikbin onun ifrat, bedbin tefrit hâlini; hakikatbin ise orta hâlini temsil
eder. Bildiğiniz üzere nikbin, kötü ve çirkinliklere gözlerini kapatıp her şeyi sadece iyi
ve güzel yönleriyle ele alan, bedbin ise her şeyi kötü ve kapkara gören kişi demektir.
Hakikatbin veya hüdabine gelince, o, her şeyi kâmet-i kıymetine ve keyfiyetine uygun
olarak görmeye çalışan kişidir. Vâkıa, Hz. Pîr’in de Hakikat Çekirdekleri’nde ifade ettiği
üzere “Güzel gören, güzel düşünür; güzel düşünen, hayatından lezzet alır.” Ayrıca
güzel olmayan şeylerde bile, kâbil-i tevil olduğu sürece iyi düşüncelere, güzel
değerlendirmelere gitmek gerekir. Fakat bu, realiteyi görmezlikten gelme, sadece hayal
ve hülya dünyasında yaşama demek değildir. O hâlde yapılması gereken; gerçeklerden
kaçmadan, realitelere gözünü kapamadan ama aynı zamanda karamsarlığa, ümitsizliğe
de düşmeden her şeyi olduğu gibi görmektir ki, işte bu, “nazarda denge” demektir.
(“Denge ve İtidal”, Mefkure Yolculuğu)
8
***
Akıl, ifrat noktasında cerbezeye, tefrit noktasında ahmaklığa düşülmeden istikamet
çizgisinde hikmet televvünlü ruhun bir refîki; Şehvet, ifratıyla bohemlik ve fuhşa,
tefritiyle cismaniyete bütün bütün sırt çevirip humûdete düşürmeksizin istikamet
çizgisinde, meşruiyetle mukayyet “iffet” unvanıyla nefs-i nâtıkanın belli bir perdeden
sesi soluğu; İnat, önyargı ve bâtıl saplantılar gibi ifrat, her şeye “evet” deme ve boyun
eğme gibi tefrite mukabil hakta sebat etme çerçevesinde Cenâb-ı Hakk’a karşı bir
sadakat vesilesi; Cesaret, ne tefritindeki korkaklık, ne de ifratındaki tehevvür,
Müslüman olarak her zaman dimdik, ama müdebbir bulunmanın temel unsuru; İlim,
gayesiz, hedefsiz, bilme için bilme ifratı, cehalet denen yüzkarası gibi tefrite mukabil,
mârifete dönüşebilen ve Hakk’a ulaştıran bir vasıtasıdır… (Enginliğiyle Bizim
Dünyamız)
2
اط ااهدن ر الص يم المست ق "Bize doğru yolu göster." (Fâtiha Sûresi, 6)
اط ين صر ال ذ مت يهما نع ل يرع غضوبغ يهمالم ل ع ل ين و ال الض "Kendilerine lütuf ve ikramda
bulunduğun kimselerin yolunu; gazaba uğramışların ve sapmışların yolunu değil! Âmin."
(Fâtiha sûresi, 7)
ن م سول الل يطـعو الر و ئك ع ف اول ين م م ال ذ يهماللا نع ل ن من ع ين الن بي يق د الص اءو د ه الش و
ين الح الص سن و ح و ئك يقا اول ف ر
"Kim Allah'a ve Resûl'e itaat ederse işte onlar, Allah'ın kendilerine lütuflarda bulunduğu
peygamberler, sıddîkler, şehidler ve salih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel
arkadaştır!" (Nisâ sûresi, 69)
3 TABİAT MERTEBESİ: Beden ve cismaniyete, dışa, zahire bakan, şekil yönüyle.
Havass-ı selime cihetiyle.
4 BENLİK MERTEBESİ: Tasavvuf erbabı arasında benlik sırlarını kavrama veya
kazanma mevzuu meşhurdur. İnsanın kendi şahsını ve egosunu hissetmesi önemli bir
husustur. Önce kendi benliğini duymak sonra bir vâhid-i kıyasî (ölçü birimi) olarak
onunla zâtî şe’nleri, sıfât-ı sübhaniyeyi hudutlarıyla duyup hissetmeye çalışmak; belli
ölçüde de olsa bu muhatla O muhiti duyduktan sonra onu kıymet-i harbiyesine göre bir
yere koyup nâmütenâhîye yönelme, mecazdan hakikate ve Hakikatü’l-Hakâik’e
ulaşmada bir yoldur. Bazı hakikat ehli bu yolda yürümüş, bazıları da bunu biraz daha
farklı olarak ele almışlardır. Şah-ı Nakşibend Hazretlerinin bu mevzudaki mülâhazaları
şu çerçevede bir farklılık arz eder, O: “Der tarik-i Nakşibendî lâzım âmed çâr terk:
Terk-i dünya, terk-i ukbâ, terk-i hestî, terk-i terk – Nakşibendî anlayışıyla hakikate
ulaşmak için her şeyi terk etmek lâzımdır: Dünyayı, ahireti, kendini ve hatta bütün bu
terk ettiği şeyleri dahi terk etmek icap eder.” (Prizma, 6)
9
5 RUH MERTEBESİ: Zaten bir yerde vahye de, من اء ي ش ن لىم أ مرهع وح من يلقيالر
اده ,Emir âleminden ruhu (vahyi) kullarından dilediğine indirir. (Mü’min sûresi“ عب
40/15.) fehvâsınca ruh denmiyor mu.! Evet ruh, cesette hayatın özü ve esası olduğu gibi,
vahiy dahi mânevî ve ruhanî hayatın en önemli esası, en ciddî vesilesi ve sebepler üstü
sebebidir. Ruh, vasıtalı-vasıtasız bir nefha-i ilâhiye, vahiy dahi kelâm sıfatından gelen
ayrı bir nefha-i sübhaniyedir. Bu ilâhî sırra hıyanet bilmeyen sırrın emin emanetçileri de
hakikî veya izafî insan-ı kâmillerdir. Bu konuda hakikî insan-ı kâmil olan Hz. Ruh-u
Seyyidi’l-Enâm’ın (aleyhi ekmelüttehâyâ) alıp ümmetine nefhettiği ruh-u mutlak esas;
izafî insan-ı kâmillerin mevhibe ve vâridâtları ise, o Zât’ın vaz’ettiği kriterlerle test
edilmek şartıyla, ümmete birer vesile-i rahmet ve vüs’attir. (“Ruh ve Ötesi”, Kalbin
Zümrüt Tepeleri, 3)
6 SIR MERTEBESİ: Sır; bilinmeyen, duyulmayan, gizli olan, anlama ve açıklamada
aklın âciz bulunduğu şey ve insanda bir latîfe; hafâ, sırra göre daha kapalı, daha gizli ve
melekât-ı akliye ile idrak edilemeyen insan ruhunda bir ihsas sistemi; ahfâ ise,
bunlardan daha mahfî ve bilinip duyulmayacak şekilde meknî, mestûr ve ancak
müterakkî ruhlarda bulunan ihtisas mekanizması diyebileceğimiz bir hakikat-i
mevcude-i meçhuledir......Bir kısım sofîlerce sır, ilâhî hakikatleri esmâ ve sıfât yoluyla
müşahede eden ve bir anlamda Hakikatü’l-Hakaik’a açılan insandaki mânevî
melekelerin ilkidir. Sır ufkunda ayağını sağlam bir zemine basan, diğer melekeler adına
da ciddî bir adım atmış sayılır. (“Sır, Hafâ ve Ahfâ”, Kalbin Zümrüt Tepeleri, 4)
7 RUH-U ŞERİAT: Bir diğer yaklaşımla şeriat, iman-ı kâmil, amel-i salih; hakikat ise,
bi’l-mukabele bu iman ve aksiyon erlerinin Cenâb-ı Hak tarafından görülüp
gözetilmeleri, onların da küllî bir şuurla buna karşılık vermeleridir. İman ve amel
olmadan ilâhî riayet ve kilâet beklentisi bir kuruntu, O’nun teveccühüne güven olmadan
şer’-i şerifin ağır tekâlifine katlanmaksa çok zordur. Bazıları, “Hakikatsiz şeriatı ikame
pek güç, şeriatsız hakikat de imkânsızdır.” deyip çıkmışlardır işin içinden.
Farklı bir ifade ile şeriat, ferdî, ailevî, içtimaî bütün sorumlulukların hâlis bir niyetle
yerine getirilmesi; hakikat ise, her şeyi ve herkesi yaratan, yarattıklarını varlığın
herhangi bir basamağıyla şereflendiren; hidayet ve dalâleti elinde tutan; istediğini aziz
istediğini zelil kılan; dilediğine muvaffakiyet lütfedip dilediğini hizlâna uğratan;
kimilerini hâkimiyetle pâyelendirip kimilerine mahkûmiyet takdir eden; hayır-şer,
iman-küfür, zarar-nef’, başarı-hüsran her şeyi o geniş kader ve kaza planıyla ortaya
koyan ي كن ل م أ ي ش ل م ا م و ك ان الل اء ش ا Olmasını dilediği hemen olur, olmamasını“ م
dilediği de olmaz.” (Ebû Dâvûd, sünnet 6, Edeb 101; en-Nesâî, es-Sünenü’l-kübrâ 6/6)
hakikatinin biricik Sahibi’ni görüyor gibi davranmak ve her zaman görülüyor olma
mülâhazasıyla oturup kalkmaktan ibaret görülmüştür.
Şöyle bir tevcih de söz konusu: Şeriat, peygamberân-ı izâm efendilerimiz tarafından
tâlim ve teklif buyrulan esasların bütünü; hakikat ise, bu tekâlif ve talimâtı mükâşefe
ve müşâhede yoluyla da duyup zevketme mazhariyetidir. Bu itibarladır ki bir kısım
10
muhakkikler, ubûdiyetin şeriat buuduna, evâmir ve nevâhîye riayet mülâhazasıyla
bakmış, onun hakikat derinliğini de yakîn, şuhûd, zevk ve keşf mevhibeleriyle
değerlendirmişlerdir. (“Hak, Hakikat ve Ötesi”, Kalbin Zümrüt Tepeleri, 4)
8 DUYGU DÜŞÜNCEDE İSTİKAMET: İnanç ve idealimizin devamlılığı adına bu tür
duyguların itidal ve istikamet üzere temsili çok önemlidir. Zira inanç başka, inançta
dengeyi yakalama ve o dengeyi ilelebet devam ettirme başkadır. Evvelâ, dinimiz her
zaman ve zeminde bizlere orta yolu tavsiye eder. Cenâb-ı Hak: “Ben sizi orta (yolda) bir
ümmet kıldım.” buyurur. İşte bu, ifrat ve tefritten olabildiğine uzak, hem akıl hem his
hem de ruh yönüyle itidali temsil eden bir ümmet demektir ki, biz de yaptığımız ibadet
ve dualar içerisinde, günde en az kırk defa: اط اهدن ا ر المست قيم الص “Bizi doğru yola
hidayet et.” demek suretiyle, Rabbimiz’den bizi o yolda tutmasını dileriz. Kaldı ki bizler,
ifrat ve tefritlerin had safhada temsil edildiği bir dönemde yaşamaktayız. Böyle bir
dönemde Allah’ın yardımı olmadan istikamet üzere yaşamamız imkânsız gibidir.
(Prizma, 3)
9 İSTİKAMETSİZ AMEL: Hâsılı, duyguda, düşüncede, davranışlarda doğruluk-
dürüstlük üzerinde durmak imanın amelî yanı gibi bir keyfiyet arz etmektedir. Zaten
selef-i salihîn ve Kur’ân’ın ilk muhatapları da, her biri istikametin bir yanıyla konuya
böyle yaklaşmışlar. Kimisi امواثم است ق ya tevhid düşüncesini korudu ve günaha girmediler
şeklinde; kimisi Allah’a itaatte dürüst davrandı ve hileye sapmadılar biçiminde; kimisi
Allah’a kullukta içten ve ihlâslı davrandılar mahiyetinde; kimisi de feraizi tastamam eda
etme, iç ve dış bütünlüğü içinde bulunma yorumunda bulunmuşlardır ki, böyle
davrananları melekler sekîne, temkin ve itminan esintileriyle her zaman ziyaret ederler..
evet şeytanî duygularla oturup kalkanlara sık sık şeytanlar ve ervah-ı habîse uğradığı gibi,
iman ve istikamet sahiplerini de ervah-ı tayyibe ziyaretleriyle sevindirir ve gelecekleri
adına onlara bişaretlerde bulunur.
EMROLUNDUĞUN GİBİ DOSDOĞRU OL NE DEMEKTİR?
Bu açıdan, güzel söz söylemek, iyi laf etmek önemli değildir. Dilin bir yararlı yanı vardır
o da, hâlden zuhur eden şeylerde bir iğlâk ve ibhâm, kapalı ve belirsiz ifade varsa onları
açma, şerhetme vazifesini görmesidir. Öyleyse, hâlimiz daima dilimizin önünde olmalı,
tavır ve davranışlarımız sözlerimize yön vermelidir ki hem Allah nezninde yalancı
olmayalım, hem de insanlar nazarında kendi itibarımıza dokunmayalım. Âleme bazı
şeyleri telkin ederken onun berisinde başka haltlar karıştırmamamız, müstakim olmamız
lazım. Evet, müstakim görünmek değil, mustakim olmak lazım. Allah Teâlâ, “Öyleyse ey
Resulüm, sen beraberinde olup tövbe edenlerle birlikte, sana nasıl emredilmişse öyle
dosdoğru hareket et, istikamet üzere ol.” (Hud, 11/112) buyuruyor. “Sadece sözlerinizde
müstakim olun, başkalarını ikna edecek şekilde söz düzgünlüğüne bakın.” demiyor.
“Festekim kemâ ümirte” buyuruyor; yani, “nasıl emrolundunsa tavır ve davranışlarınla
öyle dosdoğru ol” diyor. Evet, dinimizde “olma” önemlidir, görünme değil; yaşama ve
tatbik etme önemlidir; söyleme ve telkin değil. İslam, yeryüzünde “görünme” ve
riyâkarlığın kökünü kesmek, “olma” ve anlatılanları yaşamayı hâsıl etmek için gelmiştir.
11
Dolayısıyla, müessir olabilmeniz de bir yönüyle anlattıklarınızı yaşamanıza bağlıdır.
Yaşarsanız müessir olursunuz, Allah’ın izniyle. Çünkü, siz kalbleri fethe tâlipsiniz,
gönüllere girmek istiyorsunuz. O çok zor bir meseledir; zira, kalblerin kilidinin anahtarı
sadece Allah’ın elindedir. Oraya nüfûz edebilme ancak Allah’ın yardımıyla, inayetiyle
mümkündür. O kilidi açacak, sözlerinizin hedefine ulaşmasını sağlayacak ve tesiri
yaratacak Allah’tır. Siz Allah’ın yanında değilseniz, maiyyete mazhar değilseniz, katiyen
müessir olamazsınız. Evet, tesir sözlerde değildir; o sözlerin hâle tercüman olmasında ve
Allah rızası gözetilerek söylenmesindedir. (Ümit Burcu)
KALB İSTİKAMETİ
İnsan, Cenâb-ı Allah’a her zaman muhtaçtır. Onun nimetlerine muhtaç olmasından daha
çok, inâyet (yardım, ihsan) ve riayetine (koruyup gözetmesine) muhtaçtır. Hava, su ve
yiyecek gibi şeylere muhtaç olan insanoğlunun bu maddî nimetlerden daha fazla kalb ve
ruh istikametinde beslenmeye ihtiyacı vardır. Samimî bir kul, Rabb’inden sürekli kalb ve
ruh istikameti istemelidir.
Bir kulun “Nasıl olsa çizgiyi bir kere tutturdum” düşüncesi ve tavrı içine girmesi, sanki
bir yerden sonra Allah Teâlâ’ya ihtiyacı yokmuş mânâsına gelir. Bu tavır, hiçbir zaman
içine düşülmemesi gereken bir yanlışlıktır ve neticesi de ilhaddır (inanç bozukluğudur).
Oysa her şey, her zaman ona muhtaçtır. İnsan, senelerce ibadet ü tâat yapsa da bunlar
onun ruhunda istikamet sağlayıcı bir hale bürünmeyebilir. Her şeye rağmen ona düşen
yine söz, tavır ve davranışlarıyla Cenâb-ı Hakk’a sığınmak, ondan ihlâs ve istikamet
istemektir.
Bu konuda çok samimî ve yürekten olmak gerekir. İnsan altmış yetmiş yaşında olsa ve o
zamana kadar imrenilecek bir hayat ortaya koymuş bulunsa bile, yine de yanlışlıklara
düşebilir, hata yapabilir. Öyleyse inanan bir insan, canını ortaya koyarcasına, gönülden
Cenâb-ı Hakk’a teveccüh etmeli, “Ya Rab, beni hidayetinden bir lâhza ayırma!... Sözüm,
davranışım, konuşmam, el ayak hareketlerim ve hatta mimiklerimle küçük de olsa bir
yanlışlığın içine düşürme. Bir dakikalık inhirafa düşeceksem emanetini hemen al”
diyecek kadar candan olmalı. (Kırık Testi)
10 KADEM-İ SIDK: İşte Beyan-ı Sıdk’tan birkaç pırlanta:
قل .1 و ب أ دخلنير ل مدخ أ خرجنيصدق ج و مخر صدق “De ki: Rabbim! Gireceğim yere
doğrulukla girmeye, çıkacağım yerden doğrulukla çıkmaya beni muvaffak eyle!..”
ا .2 لو ان ليجع لس الخرين فيصدق “Bana sonrakiler içinde bir lisan-ı sıdk (ve bir yâd-
ı cemil) lütfeyle!”
ر .3 ب ش نواال ذين و م ل همأ ن أم ق د بهمعند صدق ر “İman edenleri Rabbileri nezdinde kadem-
i sıdk (ve hüsn-ü istikbal) ile müjdele!”
فيالمت قين إن .4 ن ات ر ج ن ه دفيو قع م عند صدق ليك در م مقت “Şüphesiz müttakîler, Cennet
12
bahçelerinde ve ırmaklar başında, O gücü her şeye yeten Sultanlar Sultanı’nın
nezdinde sıdk oturağı (ve otağı)ndadırlar...”
Evet, müdhal-i sıdk, muhrac-i sıdk, lisan-ı sıdk, kadem-i sıdk, mak’ad-ı sıdk
unvanıyla dünyadan ta ukbâya uzanan bir çizgide, hem uzun bir yola hem yol azığına
hem de neticeye işaret buyrulmuştur.Dünya, muhteşem bir sistem ve bir fabrika gibi
bütünüyle ahiret hesabına işlediği için, onlar bir işe teşebbüs ederken, bir beldeye
girerken, bir yere hicret ederken, bir yerde ikamete karar verirken; otururken,
kalkarken hep sıdkı, sadakati gözetler, bir müdhal-i sıdk, muhrac-i sıdk, lisan-ı sıdk,
kadem-i sıdk ve mak’ad-ı sıdk mülâhazasıyla davranır.. öbür âlem hedefli yaşar ve
sürekli bahtlarına tebessümler yağdırırlar.Niyet ve kasıtta sâdık olmak başta gelir..
evet, doğru düşünce, doğru karar ve doğru davranışa niyet, sıdkın ilk basamağıdır.
Ayrıca sıdka azmeden insanın, karar ve niyetinden dönmemesi, düşünce ve azmini
sarsacak ortam ve saiklerden de uzak kalması şarttır. (“Sıdk”, Kalbin Zümrüt Tepeleri,
1)
11 Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned 3/198; et-Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr 10/227 12 Gidiş, hâl, tavır. 13 Pergel.