Upload
ihramcizade
View
715
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
Resim 43- 1460’tan 1489’a Osmanlı paralarında mühr-i Süleyman ve yıldız motifleri, Alparslan ve diğ., Başlangıcından Bugüne On Bin Türk Motifi Ansiklopedisi, Gözen Kitabevi, İstanbul, s.172.
Tez Danışmanı: Prof. Dr. Ayla ÖDEKAN
Diğer Jüri Üyeleri: Prof Dr. Banu MAHİR (M.S.Ü)
Yrd. Doç. Dr. Zeynep KUBAN (İ.T.Ü)
İSTANBUL TEKNİK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
İSTANBUL DENİZ MÜZESİ’NDEKİ OSMANLI DÖNEMİ SANCAKLARI
YÜKSEK LİSANS TEZİ
Sanat Tarihçi Müge KILIÇKAYA
402031006
HAZİRAN 2007
Tezin Enstitüye Verildiği Tarih: 07 Mayıs 2007
Tezin Savunulduğu Tarih: 11 Haziran 2007
ii
ÖNSÖZ
Osmanlı sancakları, var olduğu yüzyıllar boyunca Osmanlı Devleti’ni ve kurumlarını temsil etmiş, onları kullananlar tarafından kutsal sayılarak saygı görmüşlerdir. Sancak devletle öylesine özdeşleştirilir ki bir savaş sonrası alınan şehrin kalesine sancak dikilir, ele geçirilen düşman gemilerinin sancakları mezestre edilir yani yarıya indirilir, esirler ise şehirde, ellerinde kendi devletlerine ait sancakları teşhir ederek yürütülürlerdi. Sancaklar, Osmanlı İmparatorluğu’nda taşımış oldukları hukuki ve manevi değerin yanı sıra günümüzde gerek kültür tarihimizin ve gerekse Osmanlı kumaş sanatının bir parçası olarak önem taşımaktadırlar. Ancak Türkiye’de ve yurtdışında çeşitli müzelerde ve koleksiyonlarda bulunan Osmanlı sancakları üzerine araştırmalar sayılıdır. İstanbul Deniz Müzesi’ndeki Osmanlı dönemine ait bahriye sancaklarının incelendiği bu çalışma ve ileride yapılacak benzeri çalışmalar ile geçmişin bu kutsal sayılmış ve ihtişamlı eserlerine dikkat çekileceğini umuyorum. Çalışmam sırasında bana güvenini ve desteğini esirgemeyen değerli hocam Prof. Dr. Ayla Ödekan’a, bilgilerini paylaşarak beni kumaş sanatı hakkında aydınlatan Doç. Dr. Hülya Tezcan’a, İstanbul Deniz Müzesi ve Arşivi’ne, yardımları için Fakir Cavlun ile diğer arkadaşlarıma ve her zaman yanımda oldukları için aileme minnettarım. Haziran 2007 Müge Kılıçkaya
iii
İÇİNDEKİLER
Sayfa No
ÖNSÖZ…………………….………………………………………………… ii
KISALTMALAR………….………………………………………………… v
RESİM LİSTESİ……………………………………………………………. vi
ÖZET.………………………………………………………………………... xii
SUMMARY………………………………………………………………….. xiv
1. GİRİŞ……………………………………………………………………… 1
1.1. Amaç ve Kapsam…………………………………………………… 1
2. SANCAĞIN TANIMI VE TARİHÇESİ…………………………………. 3
2.1. Sancağın Tanımı ve İlgili Terimler…………………………………. 3
2.2. Tarih İçerisinde Sancak……………………………………………... 8
2.2.1.İslamiyet Öncesi Türklerde Sancak……………………………. 9
2.2.2. İslamiyet Sonrası Türklerde Sancak…………………………… 11
2.2.3. Osmanlı İmparatorluğu’nda Sancak...…………………………. 13
2.2.3.1. Askerî Birlik ve Orta Sancakları..………………………... 17
2.2.3.2. Alay Sancakları...………………………………………… 19
2.2.3.3. Sosyal Hayatta Kullanılan Sancaklar...…………………... 19
2.2.3.4. Sancak-ı Şerif……...……………………………………... 20
3. OSMANLI BAHRİYE SANCAKLARI……………………………………. 30
3.1. XV.- XX. Yüzyıllarda Bahriye Sancakları...…………………………. 30
3.2. Kaptanpaşa-Kapudâne-Patrona-Riyale ve Derya Beylerinin Sancakları 35
3.3. Donanmanın Sefere Çıkışında ve Merasimlerde Sancak…………….. 39
3.4. Osmanlı Bahriye Sancaklarındaki Simgeler……………...………….. 41
3.4.1. Zülfikar………………………………………………………… 41
iv
3.4.2. Hilal…………………………………………………………….. 43
3.4.3. Güneş…………………………………………………………… 45
3.4.4. Mühr-i Süleyman………………………………………………. 46
3.4.5. Pençe-i Âl-i Abâ…..…………………………………………… 50
3.4.6. Tuğra…………………………………………………………… 52
3.5. Osmanlı Sancaklarındaki Dinî İbareler..……....……………..……… 54
3.6. Osmanlı Minyatürlerinde Bahriye Sancakları……………………….. 55
4. BAHRİYE SANCAKLARININ KUMAŞ ÖZELLİKLERİ……………… 98
4.1. Osmanlı İmparatorluğu’nda Dokumacılık ve Kumaş Sanatı...………. 98
4.1.1.Osmanlı İmparatorluğu’nda Kumaşlar ve Dokumacılık Merkezleri102
4.1.2. Kumaşların Boyanması………………………………………… 104
4.2. Bahriye Sancaklarının Kumaş Özellikleri..………………………. 105
4.2.1.Sancaklarda Kullanılan İpekli Kumaşlar………………………… 105
4.2.1.1.Sandal ve Dimi Sandalı…………………..……………… 105
4.2.1.2.Tafta………………………………………...…………… 106
4.2.1.3.Dârâyî…………………………………………...………. 107
4.2.2.Sancaklarda Kullanılan Yünlü Kumaşlar……………………….. 108
4.2.3.Sancaklarda Kullanılan Pamuklu Kumaşlar…………………….. 109
4.3. Sancaklardaki Dokuma ve Süsleme Teknikleri...…………………… 110
5. İSTANBUL DENİZ MÜZESİ’NDEKİ OSMANLI SANCAKLARI..…… 112
5.1.Katalog………………………………………………………………… 112
6. SONUÇ……………………………………………………………………….. 163
KAYNAKLAR………………………………………………………………….. 168
EKLER…………………………………………………………………………... 177
ÖZGEÇMİŞ……………………………………………………………………... 189
v
KISALTMALAR
a. :Ağırlık BOA :Başbakanlık Osmanlı Arşivi CBH :Cevdet Tasnifi (Bahriye) C.İKTS :Cevdet Tasnifi (İktisat) civ. :civarında db. no. :demirbaş numarası DCBL :Dublin Chester Beatty Library DMA :Deniz Müzesi Deniz Tarihi Arşivi DMK :Deniz Müzesi İhtisas Kütüphanesi E. :Evrak H. :Hazine Kitaplığı hd. :Hükümdarlık dönemi HH :Hatt-ı Hümayun İÜK :İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi LBM :Londra British Museum M./H. :Miladi/Hicri MBN :Mülga Bahriye Nezareti R. :Revan Kitaplığı TSMA :Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi TSMK :Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi
vi
RESİM LİSTESİ
Resim 1- a. Prehistorik dönem örneği, b. Kumaş parçalı primitif örnek, c. Mısır, MÖ 4. bin sonu, d. İran bölgesinden metal örnek, MÖ 3. bin. e.Perslere ait örnek, MÖ 5. yy. Zygulski, Z., 1992. Ottoman Art in Service of the Empire, New York University Press, New York and London, fig.1. …………………………………………… 24
Resim 2- Roma döneminden örnekler. Zygulski, Z., 1992. Ottoman Art in Service of the Empire, New York University Press, New York and London, fig.2. ……. 24
Resim 3- Sancak Mushafı, Acar, Ş., 2005. Sancak Kur’ânları, Antik Dekor, 88, Nisan–Mayıs, s.120. …………………………………………………………… 24
Resim 4- Sultan Abdülaziz (hd.1861-1876) tarafından Mesudiye Zırhlısı’na hediye edilen mushaf. İstanbul Deniz Müzesi Envanteri, db.no.0982. ……………. 25
Resim 5- Osmanlı Tuğu, Petrasch E., ve diğ., 1991. Die Karlsruher Türkenbeute: Badisches Landesmuseum Karlsruhe, Hirmer Verlag, München, s.77. ……. 26
Resim 6- Doğu Türkistan’ın Kuça şehrinde kurt başlı sancak tutan bir insan tasviri. Çoruhlu, Y., 1993. Türk Sanatının ABCsi, Simavi Yayınları, İstanbul, s.48. ….. 26
Resim 7-Doğu Türkistan’ın Kuça şehrinde bulunan duvar resminde kurt başlı sancak tutan Türk Kağanı. İndirkaş, Z., 2002. Türklerde Hükümdar Tacı Geleneği, Kültür Bakanlığı, Ankara, s.123. ……………………………………………………. 26
Resim 8- Saltanat sancakları, Eğri Fetihnâmesi, Haçova meydan savaşından ayrıntı, Şehnâme-i Sultan Mehmed III (TSMK, H.1609, y.50b-51a) Nakkaş Hasan, 1598. Mahir, B., 2005. Osmanlı Minyatür Sanatı, Kabalcı Yayınevi, İstanbul. Resim 61’den ayrıntı. …………………………………………………………………… 27
Resim 9- Saltanat sancakları, Mohaç Savaşı, Hünernâme (TSMK, H.1524) vr.256b. Nakkaş Osman, 1588, Tanındı, Z., 1996. Türk Minyatür Sanatı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, s.38. …………………………………………… 27
Resim 10-Saltanat sancakları, Sultan II. Osman’ın Hotin Seferi’ne gidişi. (Ayrıntı), Şehnâme-i Nadirî’den, Nakşi, 1622, TSM, H.1124, vr.53b. Tanındı, Z., 1996. Türk Minyatür Sanatı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, s.55. ……. 28
Resim 11- 1884 tarihli Hariciye Nezareti Salnamesi. …………………… 28
Resim 12- Estonibelgrad Kalesi’nin fethi, Hünernâme II, Nakkaş Osman ve ekibi, 1588. Mahir, B., 2005. Osmanlı Minyatür Sanatı, Kabalcı Yayınevi, İstanbul. Resim 60’tan ayrıntı. …………………………………………………………………… 29
Resim 13- Piri Reis, Kitab-ı Bahriye, 2612 numaralı Ayasofya nüshasında Marmaris Limanı. İstinsahı H.10. yüzyıl, vr.398a’dan ayrıntı. …………………………… 65
Resim 14- İnebahtı Deniz Savaşı. G.G. Toudouze ve diğ., 1939, Histoire de la Marine, Paris, s.90-91. …………………………………………………… 65
Resim 15- Piri Reis, Kitab-ı Bahriye, İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi, 6605 numaralı nüsha, istinsahı H.10. yüzyıl, vr.81b’den ayrıntı. ………………… 66
vii
Resim 16- 1737 Osmanlı-Rus Savaşı’nda Osmanlı Donanması, (TSMA E 9401’in çizimi). Kurtoğlu F., 1935. 1736-37 Seferi’ne İştirak eden Bir Türk Denizcisinin Hatıraları, 335 Sayılı Deniz Mecmuası Tarih Eki, Deniz Matbaası. …………. 66
Resim 17- 1737 Osmanlı-Rus Savaşı’na katılan kalyon ve çektiriler. Çizim: el-Hac Feyzullah, Keyfiyet-i Rusya, vr.72a. And, M., 2002. Osmanlı Tasvir Sanatları: 1 Minyatür, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, s.365. ……………. 67
Resim 18– Yeşil-sarı-kırmızı-turuncu çizgili kadırga sancakları, Piri Reis, Kitab-ı Bahriye TSMK, R.1633, vr. 435a. ……………………………………………. 67
Resim 19- Kaptan-ı derya Küçük Hüseyin Paşa’ya III. Selim tarafından Mısır Zaferi sebebiyle verilen sancak. TSMA, E. 9482-2 (Soldaki resim). İstanbul Deniz Müzesi Deniz İhtisas Kütüphanesi, Asar-ı Atika Bölümü, db. no. 986 Sancak Albümü, vr.1b. (Sağdaki resim). ……………………………………………………………. 68
Resim 20- Düz kırmızı renkli donanma sancağı, TSMA, E. 9482-4. …….. 68
Resim 21- Ahmet Muhtar Paşa’nın Feth-i Celîl-i Konstantıniyye adlı eserindeki, 19. yüzyıl başında Osmanlı kalyonlarına çekilen sancaklar. Bostan, İ. 2005. Kürekli ve Yelkenli Osmanlı Gemileri, Bilge, İstanbul, s.216. ……………………………. 68
Resim 22– Kaptan-ı deryaya ait sol başta bulunan hilalli ve yedi kollu yıldızlı sancak. İstanbul Deniz Müzesi, db. no.727. ……………………………………. 69
Resim 23- İşaret-i Umumiye-i Bahriye, H.1309/M.1891. ……………………. 69
Resim 24- Mecmuat-ül Bahriyyun, H.1319/M.1901:1-2. ……………………. 69
Resim 25- Çektiri döneminden 1800 yılına dek kullanılmış Kaptanpaşa sancakları. İstanbul Deniz Müzesi Deniz İhtisas Kütüphanesi, Asar-ı Atika Bölümü, db. no. 986 Sancak Albümü, vr. 2b, 1b. ……………………………………………………. 69
Resim 26- 1800 yılına dek kullanılmış olan Kapudâne sancakları. İstanbul Deniz Müzesi Deniz İhtisas Kütüphanesi, Asar-ı Atika Bölümü, db. no. 986 Sancak Albümü, vr. 2b, 1b. ……………………………………………………………. 70
Resim 27- 1800 yılına dek kullanılmış olan Patrona sancakları İstanbul Deniz Müzesi Deniz İhtisas Kütüphanesi, Asar-ı Atika Bölümü, db. no. 986 Sancak Albümü, vr. 2b, 1b. ……………………………………………………………. 70
Resim 28- 1800 yılına dek kullanılmış kumbaralı ve makaslı Riyale sancakları. İstanbul Deniz Müzesi Deniz İhtisas Kütüphanesi, Asar-ı Atika Bölümü, db. no. 986 Sancak Albümü, vr. 2b, 1b. ……………………………………………………. 70
Resim 29- Bir Riyale gemisindeki kıç gönderine çekilmiş hilal ve yıldızlı sancak ile çanak kumbaralı Riyale sancağı ve ayrıntısı. Tableau Des Nouveaux Reglemens De L’Empire Ottoman, Mahmud Raif Efendi, Constantinople, 1798, s.49. …….. 71
Resim 30- Zülfikar şeklinde mühür. Berk S., 2003. Osmanlı Tılsım Mühürleri, P Dergisi, 29, Bahar, s.25. ……………………………………………………. 71
Resim 31- Kılıç Ali Paşa Camii bahçesindeki Zülfikarlı mezar taşı. Ayanoğlu, F.İ., 1942. Vakıflar İdaresince Tanzim Ettirilen Tarihî Makbereler, Vakıflar Dergisi, 2, s.399-403, Resim 8. ……………………………………………………………. 71
Resim 32- Sancaklar üzerinde görülen çeşitli Zülfikar motifleri. Zygulski Z., 1992. Ottoman Art in Service of the Empire, New York University Press, New York and London, s.44. ……………………………………………………………………. 72
viii
Resim 33- İnebahtı (Lepanto) Deniz Savaşı’nda kullanılmış ve Pisa San Stefano Kilisesi’nde bulunan sancak. Encylopaedia of Islam, Hilal, 3. Cilt, 1971, plate XVI-Fig.17. …………………………………………………………………………… 72
Resim 34- Kabzası ejder şeklinde biten Zülfikar. Koz, M.S., 2004. Al-Yeşil Gölge Estergon Sancağı, YKY, İstanbul. …………………………………………… 73
Resim 35- İbrahim el Mürsi, Akdeniz Haritası, Özdemir K., 1992. Osmanlı Deniz Haritaları Ali Macar Reis Atlası, Creative Yayıncılık, İstanbul, s.120-121. ….. 73
Resim 36- Hilal desenli kaftan. Atasoy, N. ve diğ., 2001. İpek, Osmanlı Dokuma Sanatı, TEB İletişim ve Yayıncılık, İstanbul. …………………………… 74
Resim 37- Hilal desenli kemha kumaş. Atasoy, N. ve diğ., 2001. İpek, Osmanlı Dokuma Sanatı, TEB İletişim ve Yayıncılık, İstanbul. …………………… 74
Resim 38- Hilal (aynı zamanda çintemani) desenli tören kaftanı, 17. yüzyıl. Geleneksel Türk Sanatları, 1993. Haz. Mehmet Özel, Kültür Bakanlığı, Ankara, s.164 (Soldaki Resim). III. Murat’a ait (hd. 1574-1595) ipek, hilalli ve yıldızlı kaftan. Öz, T., 1946. Türk Kumaş ve Kadifeleri I, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, Pl.XXXI. (Sağdaki Resim). …………………………………………………………… 74
Resim 39- Sancaklarda görülen çeşitli hilal ve hilal-yıldız motifleri. Zygulski Z., 1992. Ottoman Art in Service of the Empire, New York University Press, New York and London, s.37. …………………………………………………………… 75
Resim 40- Konya Karatay Medresesi’ndeki duvar çinilerinde mühr-i Süleyman motifi. Öney G., 1992. Anadolu Selçuklu Mimari Süslemesi ve El Sanatları, Türkiye İş Bankası, Ankara, s.116. …………………………………………………… 75
Resim 41- Ankara Molla Büyük Mescidi alçı mihrabındaki altı kollu yıldız motifi. Öney, G., 1989. Beylikler Devri Sanatı 14.-15. Yüzyıl (1300-1453), TTK, Ankara, resim 40. …………………………………………………………………… 75
Resim 42- Mühr-i Süleyman motifli şifalı gömlek, (1564-1565) TSM 1133. J.M. Rogers and R.M. Word, Suleyman the Magnificent, Trutees of the British Museum, 1988, s.177. …………………………………………………………………… 76
Resim 43- 1460’tan 1489’a Osmanlı paralarında mühr-i Süleyman ve yıldız motifleri, Alparslan ve diğ., Başlangıcından Bugüne On Bin Türk Motifi Ansiklopedisi, Gözen Kitabevi, İstanbul, s.172. ……………………………. 76
Resim 44- Romalı askerlerin “signa militaria” isimli askerî amblemlerindeki el işareti. Kurtoğlu, F., 1992. Türk Bayrağı ve Ay Yıldız, TTK, Ankara, s.19. ….. 77
Resim 45- Pençe-i Âl-i Abâ, parmakların içinde Hz. Muhammed, Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin yazılıdır. Falname, TSM H. 1703. And, M. Minyatürlerde Osmanlı-İslam Mitalogyası, Akbank, İstanbul, 1998, s.40. ……………………………………. 77
Resim 46- Pençe-i Âl-i Abâ şeklinde mühür. Berk S., 2003. Osmanlı Tılsım Mühürleri, P Dergisi, 29, Bahar, s.22-31. ……………………………………. 78
Resim 47- Sancaklarda görülen Pençe-i Âl-i Abâ motifleri, Zygulski, Z. Ottoman Art in Service of the Empire, New York University Press, New York and London, 1992, s.50. ……………………………………………………………………………. 78
Resim 48- Tuğraların bölümlendirilmesi, Özdemir K., 1997. Osmanlı Arması, Dönence, İstanbul, s.49. ……………………………………………………. 78
ix
Resim 49- Khalili koleksiyonundaki sancak, 1819-20. Saff suresi ile beraber Hud suresinin 88. ayeti (Muvaffakiyetim de ancak Allah'ın yardımı ile olacaktır) bulunmaktadır. Roger, J.M., Empire of the Sultans, Ottoman Art from the Collection of Nasser D. Khalili, The Nour Foundation, London, 1996, kat. no.76. …… 79
Resim 50- Khalili koleksiyonundaki sancak, Erken 19. yüzyıl. Saff suresi, Nisa suresi görülmekle beraber, sancağın bordüründe İhlas suresi tekrarlanmıştır. Roger, J.M., Empire of the Sultans, Ottoman Art from the Collection of Nasser D. Khalili, The Nour Foundation, London, 1996, kat. No.77. ……………………………. 79
Resim 51- 19. yüzyıla ait sayebanda kartuş içerisinde Fetih suresinin ilk ayeti. (TSM, Env no 29/20) Atasoy N., 2000. Otağ-ı Hümayun Osmanlı Çadırları, Aygaz, İstanbul, s.212. …………………………………………………………… 80
Resim 52- Tulon Limanı’nda Osmanlı donanması, Matrakçı Nasuh, Süleymannâme (TSMK, H.1608), vr. 22b-23a. And, M., 2002. Osmanlı Tasvir Sanatları: 1 Minyatür, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, s.327. ……………………. 80
Resim 53- Marsilya Limanı’nda Osmanlı kadırgaları, 1543, Matrakçı Nasuh, Süleymannâme (TSMK, H.1608) vr.24b-25a. Bostan, İ., 2005. Kürekli ve Yelkenli Osmanlı Gemileri, Bilge, İstanbul, s.72-73. ……………………………………. 81
Resim 54- İntibe (Antibes) Kalesi ve dağı önünde Osmanlı kadırgaları, 1543. Matrakçı Nasuh, Süleymannâme (TSMK, H.1608) vr.21a. And, M., 2002. Osmanlı Tasvir Sanatları: 1 Minyatür, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, s.325..81
Resim 55- Cenova Limanı önünde yelkenle giden Osmanlı kadırgaları, Matrakçı Nasuh, Süleymannâme (TSMK, H.1608) vr.32b-33a. And, M., 2002. Osmanlı Tasvir Sanatları: 1 Minyatür, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, s.324. …. 82
Resim 56– Nis şehri, Matrakçı Nasuh, Süleymannâme (TSMK, H.1608) vr. 27b-28a. And, M., 2002. Osmanlı Tasvir Sanatları: 1 Minyatür, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, s.326. …………………………………………………… 82
Resim 57- İnebahtı Kalesi ve Limanı, 1499. Matrakçı Nasuh, Tarih-i Sultan Bayezid (TSMK, R.1272) vr.21b-22a. And, M., 2002. Osmanlı Tasvir Sanatları: 1 Minyatür, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, s.328. …………………… 83
Resim 58- Barak Reis’in gökesinin Venedik barçaları ile Bradona adası açıklarındaki savaşı, 1499. Matrakçı Nasuh, Tarih-i Sultan Bayezid (TSMK, R. 1272), vr. 24a. Geleneksel Türk Sanatları, 1993. Haz. Mehmet Özel, Kültür Bakanlığı, s.185. .. 83
Resim 59- Osmanlı donanmasının Kıbrıs’ta Limasol koyunda demirleyerek karaya asker çıkarması ve minyatürden ayrıntı. Seyyid Lokman, Şehnâme-i Selim Han (TSMK A. 3595), vr.102b. İslam Sanatında Türkler, 1982. Yapı ve Kredi Bankası, İstanbul, s. 101. ……………………………………………………………. 84
Resim 60- Navarin Savaşı, Seyyid Lokman, Şehnâme-i Selim Han (TSMK, A.3595), vr.128b-129a. Atasoy, N.-Çağman, F., 1974. Turkish Miniature Painting, Publications of the R.C.D. Cultural Institute, İstanbul, Plate 16. …………… 84
Resim 61- Halk-al-vaad kuşatması, Seyyid Lokman, Şehnâme-i Selim Han (TSMK, A.3595), vr.145b-146a. Atasoy, N.-Çağman F., 1974. Turkish Miniature Painting, Publications of the R.C.D. Cultural Institute, İstanbul, Plate 15. …………… 85
Resim 62- Karadeniz’de Faş Kalesi’nin fethi ve tamiri, Seyyid Lokman, Şehinşehnâme (TSMK, B.200), vr.89a. İslam Sanatında Türkler, 1982. Yapı ve Kredi Bankası, İstanbul, s. 100. …………………………………………………… 85
x
Resim 63- Şark serdarı Özdemiroğlu Osman Paşa ile Kaptan-ı derya Kılıç Ali Paşa’yı bekleyen bir kadırga. Asafî, Şecâatnâme, (İÜK. T. 6043) vr. 216b. Âsafî Dal Mehmed Çelebi, Şecâtname, Özdemiroğlu Osman Paşa’nın Şark Seferleri (1578-1585), Haz. Prof. Dr. Abdülkadir Özcan, Çamlıca Basım-Yayın, İstanbul, 2006, s.432. ……………………………………………………………………………. 86
Resim 64- Sinan Paşa’nın Tunus Seferi sırasında buğday yüklü bir düşman barçasını ele geçirmesi, Rumuzî, Tarih-i Feth-i Yemen (İÜK. T. 6045), vr. 594b. Bostan, İ., 2005. Kürekli ve Yelkenli Osmanlı Gemileri, Bilge, İstanbul, s. 200. …….. 86
Resim 65- Hızır Bey’in Aden üzerine giden Portekiz donanmasını kadırgalarla uzaklaştırması, Rumuzî, Tarih-i Feth-i Yemen (İÜK. T. 6045), vr. 87a. Bostan, İ., 2005. Kürekli ve Yelkenli Osmanlı Gemileri, Bilge, İstanbul, s. 201. …….. 87
Resim 66- Yemen Serdarı Sinan Paşa’nın Muha’dan kadırga ile Cidde’ye gelişi, Rumuzî, Tarih-i Feth-i Yemen, (İÜK. T. 6045), vr.558. Bostan, İ., 2005. Kürekli ve Yelkenli Osmanlı Gemileri, Bilge, İstanbul, s. 95. …………………………….. 87
Resim 67- Tunus Serdarı Sinan Paşa’yı bekleyen bir kadırga, Rumuzî, Tarih-i Feth-i Yemen, (İÜK. T. 6045), vr.585b. Bostan, İ., 2005. Kürekli ve Yelkenli Osmanlı Gemileri, Bilge, İstanbul, s. 96. ……………………………………………. 88
Resim 68- Mısır Valisi Ali Paşa’nın bindiği kadırga (Vakâyi-i Ali Paşa, vr. 24b’nin çizimi). Ordu Bayrak ve Sancakları, 1953. Maarif Basımevi, İstanbul. .…….. 88
Resim 69- Varna’da Kazaklarla mücadele. Paşaname (British Library, Sloane Add.6584), vr.78a. And, M., 2002. Osmanlı Tasvir Sanatları: 1 Minyatür, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, s.92. ……………………………………. 89
Resim 70- 1618’de Güzelce Ali Paşa’nın düşman kalyonlarını ele geçirişi. Şehnâme-i Nadirî (TSMK, H.1124), vr. 28b-29a. And, M., 2002. Osmanlı Tasvir Sanatları: 1 Minyatür, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, s.230. …………….. 89
Resim 71- Baştardadaki sancaklar. Şehnâme-i Nadirî (TSMK, H.1124), vr. 40b. Bostan, İ., 2005. Kürekli ve Yelkenli Osmanlı Gemileri, Bilge, İstanbul, s. 177. ..90
Resim 72- Kaptanpaşanın üç fenerli kadırgası. Venedik Correr Müzesi Kütüphanesi El Yazmaları Bölümü, foliolardan oluşan 17. yüzyıla ait albüm (Cicogna e.y. 1971 [MCCCXLVIII]). Yüzyıllar Boyunca Venedik ve İstanbul Görünümleri, İtalyan Kültür Merkezi, 2005, İstanbul, s.206. ……………………………………. 90
Resim 73- Bir Türk kadırgası. Venedik Correr Müzesi Kütüphanesi El Yazmaları Bölümü, foliolardan oluşan 17. yüzyıla ait albüm (Cicogna e.y. 1971 [MCCCXLVIII]). Yüzyıllar Boyunca Venedik ve İstanbul Görünümleri, İtalyan Kültür Merkezi, 2005, İstanbul, s.205. …………………………………….. 90
Resim 74- Tenedo Kalesi’nin Türk donanması tarafından geri alınması, Venedik Correr Müzesi Kütüphanesi El Yazmaları Bölümü, foliolardan oluşan 17. yüzyıla ait albüm (Cicogna e.y. 1971 [MCCCXLVIII]). Yüzyıllar Boyunca Venedik ve İstanbul Görünümleri, İtalyan Kültür Merkezi, 2005, İstanbul, s.199. …………….. 91
Resim 75- III. Ahmet’in Aynalıkavak Sarayı’ndan Delibalta Kalyonu’nun geçişini ve denizcilerin gösterilerini izlediği Haliç’teki gösteri. Surnâme-i Vehbi (TSMK, A. 3593), vr. 92b-93a. Atıl, E., 1999. Levni ve Surnâme, Bir Osmanlı Şenliğinin Öyküsü, Koçbank, s.168-169. …………………………………………… 91 Resim 76- III. Ahmet’in Aynalıkavak Sarayı’ndan Delibalta Kalyonu’nun geçişini ve denizcilerin gösterilerini izlediği Haliç’teki gösteri. Surnâme-i Vehbi (TSMK, A.
xi
3594), vr. 142a. Atıl, E., 1960. Turkish Miniature Painting, Charles E. Tuttle Company, Levha II. …………………………………………………………… 92
Resim 77- Okmeydanı’nda yapılan şenliklerde bir kadırga ile direkler arasında gidip gelen iki kalyon. Surnâme-i Vehbi (TSMK, A. 3593), vr.10b. Atıl, E., 1999. Levni ve Surnâme, Bir Osmanlı Şenliğinin Öyküsü, Koçbank, s.243. ……………. 92
Resim 78- Tersane bölüğünün gösterisi. Surnâme-i Vehbi (TSMK, A. 3593), vr. 45a. Atıl, E., 1999. Levni ve Surnâme, Bir Osmanlı Şenliğinin Öyküsü, Koçbank, s.206. …………………………………………………………………………. 93
Resim 79- Topçu ve tersane bölüklerinin gösterisi. Surnâme-i Vehbi (TSMK, A. 3593), vr. 98a. Atıl, E., 1999. Levni ve Surnâme, Bir Osmanlı Şenliğinin Öyküsü, Koçbank, s.166. …………………………………………………………… 93
Resim 80- Esnaf alayının geçişi. Surnâme-i Vehbi (TSMK, A.3593), vr.129b-130a. Atıl, E., 1999. Levni ve Surnâme, Bir Osmanlı Şenliğinin Öyküsü, Koçbank, s.270. …………………………………………………………………………… 94
Resim 81- İki ambarlı bir kalyon minyatürü, Surnâme-i Vehbi (TSMK, A. 3594), vr.16b. Bostan, İ., 2005. Kürekli ve Yelkenli Osmanlı Gemileri, Bilge, İstanbul, s.109. …………………………………………………………………………… 94
Resim 82- III. Ahmet ve baştarda-i hümayun minyatürü. Surnâme-i Vehbi (TSMK, A. 3594), vr.76b-77a. Yüzyıllar Boyunca Venedik ve İstanbul Görünümleri, İtalyan Kültür Merkezi, 2005, İstanbul, s.90. ……………………………………. 95
Resim 83- II. Bayezıt’in yaptırdığı gökenin sancakları. Kâtib Çelebi, Tuhfetü’l-Kibar fi Esfar el-Bihâr (TSMK, R.1192), vr.16b. And, M., 2002. Osmanlı Tasvir Sanatları: 1 Minyatür, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, s.365. ……………. 95
Resim 84- 17. yüzyıldaki bir kalyonun sancakları. Piri Reis, Kitab-ı Bahriye (TSMK R. 1633) vr. 432a’dan ayrıntı. ……………………………………… 96
Resim 85- 17. yüzyıla ait iki ambarlı bir kalyonun sancakları. Piri Reis, Kitab-ı Bahriye (DMK no. 989), vr. 47a’dan ayrıntı. ……………….……… 96
Resim 86- Kadırgada görülen sancaklar. Piri Reis, Kitab-ı Bahriye (DMK. no. 989), vr. 426a. …………………………………………………………………… 97
Resim 87- Turuncu sancakları ve yeşil renkli flandraları ile bir kalyon. Piri Reis, Kitab-ı Bahriye (İÜK.123), vr. 470a’dan ayrıntı…….……………… 97
Resim 88- İnebahtı sancağının yazı frizinde, araya yerleştirilmiş ikişerli bitki motifleri. …………………………………………………………………… 161
Resim 89- 0682 no’lu sancakla benzer motife sahip Topkapı Sarayı Müzesi’ndeki sancak. Kurtoğlu, F., 1992. Türk Bayrağı ve Ay-Yıldız, Türk Tarih Kurumu Basımevi, (3. Baskı), Ankara, s.87. …………………………………………… 161
Resim 90- 0682 no’lu sancağın Zülfikarın olduğu uç kısmından ayrıntı. Atasoy N. ve diğ., 1992. Splendors of the Ottoman Sultans, Çev. Tülay Artan, Wonders, Memphis, s.42. …………………………………………………………… 162
Resim 91-Alay sancaklarıyla donanmış bir gemi. Rasim, A., 1325. Vardabandıracılık, Matbaa-i Bahriye, s.17. ……………………………………. 162
xii
ÖZET
Sembollerin insan yaşamına girişi, insanlık tarihi kadar eskidir. İnsanoğlu başta istekleri, korkuları olmak üzere kendini ifade etmek için sembolleri kullanmış ve bunlara inanmıştır. Toplumların ortaya çıkmasından sonra her topluluk kendine özel bir işaret belirlemiş, yaşadığı ortamda bu simgeleri kullanmıştır. Simgeler, önceleri dinî amaçlara hizmet etmekteyken daha sonra devletlerin işaretleri olarak insan hayatında yer almışlardır. Devlet ya da devlet benzeri organizasyonların en önemli sembolleri sancaklar olmuştur.
Bu işaretler maden gibi sert maddelerden yapılmış amblemler şeklinde bir direk ya da bir mızrak ucuna takılarak kullanılmıştır. Toplumsal teşkilatlanmanın üretim ilişkileri ile birlikte gelişmesi, mülkiyetin kime ve kimlere ait olduğunun bir şekilde ifade edilmesi gerekliliğini ortaya çıkarmıştır. Bu gereklilik zaten geleneksel olarak var olan sembollerle, egemenliği belirtme şeklinde çözümlenmiştir. Toplumsal örgütlenmenin tepe noktası olan devlet ve onun organları sembollerle ifade edilmiş bunlara atfedilen bütün değerler bu sembollerde cisimleştirilmiştir.
Türk toplumunda sancak hem İslamiyet öncesinde hem de İslamiyet sonrasında kullanılmış ve kutsal anlamlar taşımıştır. Sancak, devletin egemenliğini, hükümdarın gücünü, toplumun birliğini temsil etmiştir. Osmanlı Devleti’nde, hükümdar tahta geçtiğinde, adına para basılır, tuğra yapılır ve diğer bir hükümdarlık işareti olarak sancak yaptırılırdı. Sancaklarda birçok renk kullanılmakla beraber beyaz, kırmızı, yeşil ve sarı renge daha çok yer verilmiştir.
Orduda kullanılan sancaklar, devlet ya da din uğruna savaşan askerler için manevi bir kuvvet olmuş, kutsal bir anlam taşımıştır. Bu sebeple sancakların gerek şekillerine ve gerekse yapıldıkları malzemelere önem verilmiştir. Üzerlerinde toplumu ifade eden ve onlara moral veren işaretler kullanılmıştır. Osmanlı sancaklarında İslam dininin de etkisiyle figür kullanılmamış daha çok kutsal ve dinî anlamı olan sembollere yer verilmiştir. Bunlar İslamiyet öncesinden itibaren Türkler için manevi değeri olan hilal, yıldız ve güneş gibi semavi semboller ile İslamiyet sonrası Türk kültürüne giren Zülfikar, mühr-i Süleyman ve Pençe-i Âl-i Abâ gibi sembollerdir.
Osmanlı bahriyesi de sancaklarında bu sembolleri kullanmış ve renk olarak kırmızı ile yeşile daha çok yer verilmiştir. İlk zamanlardan itibaren yeşil sancaklar Osmanlı bahriyesinde ağırlıklı olarak kullanılırken III. Selim (hd.1789-1807) zamanında kırmızı renk ön plana çıkmıştır. III. Selim devletin resmî bir sembolünü oluşturma çabasına giren ilk hükümdar olmakla beraber zamanında Kaptanpaşa olan Küçük Hüseyin Paşa’nın da gayretleri ile bahriye sancaklarında yeşil yerine kırmızı renk kullanılmaya başlanmıştır. 19. yüzyıl sonundaki ve 20. yüzyıl başındaki devlete ait salname ve bahriye işaret defterlerinde sancakların resimlerini, nerede ve nasıl kullanıldıklarına dair bilgileri bulmak mümkündür.
Bu çalışmada yabancı ve yerli kaynaklar ışığında Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi ve İstanbul Deniz Müzesi Deniz Tarihi Arşivi ve kütüphanesindeki görsel ve yazılı veriler kullanılarak İstanbul Deniz Müzesi’ndeki
xiii
Osmanlı dönemi bahriye sancaklarının sanatsal ve kültürel yönleri bir araya getirilmeye çalışılmıştır.
xiv
SUMMARY
The appearance of the symbols in human life is as old as human history. The humankind, at first, has used symbols in order to express its wishes, fears as well as emotions. After the emergence of communities, each one has chosen a special sign and used it in its life. While at first these symbols served for religious aims, then they started to be used as the signs of the states. Banners were of the leading symbols of the states and also its organizations.
Those symbols which were in shape of emblems and made of hard materials like mine were used in the heads of a lance or a post. With the development of both communal organization and production caused the necessity of expression of which property belongs to whom actually. This necessity of showing sovereignty was obtained through the already used traditional symbols. The state which is the top of communal organization and its agencies were represented by means of those symbols. Also the values imputed to the state and its agencies were materialized with those symbols.
Banners in Turks were used before and after the Islam and also possessed some holy meanings.They also represented the sovereignty of the state, the power of the rulers and the unity of community. After being a ruler of Ottoman Empire, seals were made in the sultan’s name (tuğra), fresh coins were minted and banner was also made as a ruler sign. Most colors were used in banners; however the colors of white, red, green and yellow were frequently used.
The military banners have a sense of some moral support and holy meaning for the soldiers who were fighting for the state or religion. Therefore the figures and the materials of the banners were considered important. Some signs that expressed and motivated the whole community were used on the banners. On the Ottoman banners were used mostly the holy symbols under the influence of Islam instead of figures. Those were the celestial symbols like the crescent moon, stars and the sun which had a moral importance also before Islam and ‘Zülfikar’ (the forked sword of Caliph Ali originally of Mohammed), ‘mühr-i Süleyman’ (the signature of Prophet Süleyman), ‘Pençe-i Âl-i Abâ’ (the hand symbolized the five holy persons, Mohammed, Ali, cousin and son-in-low of Mohammed, Fatma wife of Ali, daughter of Mohammed , Hasan and Hüseyin the sons of Ali, grandsons of Mohammed) which have had moral importance after the becoming Islam.
The Ottoman Navy has used those aforesaid symbols on their banners, as colors the red and the green were preferred usually. During the first period the green banners were used mostly but from the time of Selim III, the first sultan who has tried to make an official symbol of the state, on it were used the red banners. Thanks to Küçük Hüseyin Paşa, the Commander of Navy in the reign of Selim III, red was started to be used on naval banners instead of green. Nevertheless, it is possible to find the data about the navy banners in official yearbooks and sign publishes belonging to the end of the 19th Century and the beginning of the 20th Century. Those books and publishes told about how and where the banners were used for.
xv
In this study under gathered information of foreign and domestic sources also through the visual and theoritical data of Ottoman Archives of Prime Ministry, Archives of Topkapi Palace Museum and Archives of Naval History of Naval Museum, the cultural and esthetic sides of Ottoman Navy Banners in İstanbul Naval Museum were tried to get together.
1
1. GİRİŞ
1.1. Amaç ve Kapsam
Osmanlı Devleti’nin kullanmış olduğu sancaklar gerek kullanıldıkları yerler ve
gerekse formları açısından oldukça çeşitlidir. Ancak bunların devletin kuruluşundan
itibaren bir standarta bağlanmamış olması araştırmacılar açısından çeşitli zorlukları
beraberinde getirmektedir. Sancaklarla ilgili bilgiler vakanüvislerin yazdıkları tarihî
kayıtlarda ve arşiv vesikalarında ayrıca bir bilgi olarak yer almamaktadır,
bulunabilenler daha çok arada verilmiş kısa bilgilerdir.
Osmanlı sancakları ile ilgili çalışmalar ise az sayıdadır. Fevzi Kurtoğlu’nun “Türk
Bayrağı ve Ay-Yıldız” ve Z. Zygulski’nin “Ottoman Art in Service of the Empire”
adlı kitaplarında Osmanlı sancaklarına yer verilmiştir. Birinci kitabın ilk basımının
altmış dokuz yıl önce yapılmış olması dolayısıyla içindeki bazı bilgiler geçerliliğini
yitirmiştir. Örneğin İstanbul Deniz Müzesi envanterinde bulunan İnebahtı sancağının
Venedik Müzesi’nde olduğunun belirtilmesi gibi. Ancak bu kitap, içerisinde Topkapı
Sarayı Müzesi’nde ve İstanbul Deniz Müzesi’nde bulunan birçok sancağın resmini
barındırması ve kullanılan arşiv vesikaları açısından önemlidir. Zygulski’nin
çalışması ise sadece sancaklarla ilgili olmamakla beraber güncel bilgileri
barındırması açısından önemli bir kaynaktır. Fakat özellikle bahriye sancakları ya da
İstanbul Deniz Müzesi’ndeki sancaklarla ilgili ve bunların yapıldıkları malzemeler,
kumaşları ve süsleme teknikleri hakkında bir çalışma yapılmamıştır. Bu tezle bu
eksiklik giderilmeye çalışılacaktır.
İstanbul Deniz Müzesi’ndeki Osmanlı dönemi sancakları üzerine yapılmış bu çalışma
sırasında, araştırılan materyalin cinsi ve imkânlar ile ilgili olarak bir takım
zorluklarla karşı karşıya kalınmıştır. 14 metre ve 11 metre gibi çok büyük boyutlara
sahip bazı sancakların açılamaması ve fotoğraflarının çekilememesi, kumaş gibi
hassas bir malzemeden yapılmış olmaları ve bazı eserlerin müzede teşhirde olması
bahsedilen zorluklardan bazılarıdır. Bu sebeple kimi zaman Kurtoğlu’nun “Türk
Bayrağı ve Ay-Yıldız” adlı kitabından kimi zaman İstanbul Deniz Müzesi
envanterinde bulunan fotoğraf ve bilgilerden yararlanılmıştır.
2
İstanbul Deniz Müzesi’nde bulunan Osmanlı dönemine ait sancaklar incelenirken
bunların üzerlerinde kullanılmış hilal, güneş, mühr-i Süleyman, Zülfikar ve pençe-i
Âl-i Abâ gibi simgelerin kaynağı ve Osmanlı kültüründeki anlamı üzerinde
durulmuştur. Savaş esnasında kullanılan sancaklar üzerinde, dinî sembollerin dışında
dinî ibareler de bulunmaktadır. Sancağı kullananlar üzerindeki psikolojik etkisi
yadsınamaz olan ve Kur’ân-ı Kerim’in genellikle savaş ve fetih ile ilgili bu
surelerinin ayetleri ve anlamları açıklanmıştır.
Tarihî belge olarak da değerlendirilebilen Osmanlı minyatürleri incelendiğinde çeşitli
renkte ve şekilde bahriye sancakları görülmektedir. Padişahların zaferlerini anlatan
gazavatnâmeler ve dönemin önemli olaylarını konu alan şehnâmeler gibi tarihî
konulu minyatürlü yazmalar, sünnet düğünü şenliklerinin anlatıldığı Surnâmeler ve
Piri Reis’in Kitab-ı Bahriye nüshaları, Osmanlı donanmasının ve gemilerinin birçok
tasvirini barındırmaktadır. Bu tasvirler eldeki az olan erken dönem sancak
örneklerini tamamlaması bakımından önemli olduklarından gemi ve donanma
tasvirlerinin yer aldığı minyatürlü eserler belirlenmeye çalışılmıştır.
Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi ve İstanbul Deniz
Müzesi Deniz Tarihi Arşivi vesikalarından, sancakların yapıldıkları malzemeler,
bunların miktarları ve masrafları, kumaşlarının nereden temin edildiği gibi bilgiler
ortaya çıkarılmıştır. Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde basılmış salnâmeler,
Bahriye işaret defterleri ve sancak albümleri incelenerek bahriye sancaklarının
formundaki gelişim izlenmeye çalışılmıştır. Bunun yanı sıra Osmanlı kumaş
sanatının bir parçası olarak görülmesi gereken sancaklarda ne tür kumaşlar
kullanıldığı, bu kumaşların özellikleri ve süsleme teknikleri hakkında bilgi
verilmiştir.
İstanbul Deniz Müzesi’ndeki 16. ve 18.-20. yüzyıllara ait Osmanlı dönemi sancakları
incelenirken, ölçüsü alınamayacak durumda olan ve Osmanlı Devleti’nin son
döneminde kullanılarak günümüz Türkiye Cumhuriyeti bayrağı formuna ulaşmış
sancaklar katalog kapsamının dışında bırakılmıştır. Katalog bölümünde yer alan
eserlerin görsel, teknik ve kullanım özellikleri hakkında bilgi verilmiştir.
3
2. SANCAĞIN TANIMI VE TARİHÇESİ
2.1. Sancağın Tanımı ve İlgili Terimler
Orduların, temsil ettikleri devletin alameti olarak kullandıkları bayrağın adına
“sancak” denilmektedir (Pakalın, 1972: 116). Sancak, ulus, vatan ve yönetimden
oluşan bir devletin varlığının simgesidir. Sancaklar, üzerlerinde önem verilen
işaretler taşımaları sebebiyle her yerden görülebilecek şekilde en yüksek noktalara
asılarak ülkenin egemenliğini ifade ederler (Tezcan, 2004a: 10).
“Sancak” kelimesi Türkçe’deki batırıp, saplamak anlamına gelen “sancmak”tan
gelmektedir (Arseven, 1943a: 1760). Ahmet Vefik Paşa “Lehçe-i Osmani’de
bayrağın tanımını yaparken, sancağın daha büyük olup yere saplandığını, sancak
maddesinde ise gönderli bir çeşit bayrak olduğunu belirtmektedir (Ahmet Vefik Paşa,
1306: 195, 433). Ali Seydi’nin Resimli Kâmus-ı Osmani’sinde ise sancağın
karşılığında liva, alem ve rayet bulunmakla beraber, Osmanlı yönetim teşkilatındaki
idari birimin açıklaması yapılarak, araştırmacı sancak maddesinden bayrak
maddesine yönlendirilir (Ali Seydi, 1330: 171, 551). J. Deny, sancağın bir yere
toprağa saplanabildiği gibi, devamlı olarak bir binaya veya bir gemiye de
çekilebileceğini, Mehmet Zeki Pakalın ise sancak yerine bayrak da
kullanılabileceğini ancak “sancak” tabirinin daha çok dinî bir mahiyette olduğunu
belirtmektedir (Deny, 1966: 186), (Pakalın, 1972: 116). Fuat Köprülü, bat-mak
kökünden gelen ve d > y değişmesi neticesinde bayrak şeklini alan (bat-ır-ak >
batrak > badrak > bayrak) kelimesinin semantik bakımından sancak (sanç-mak
“batırmak” > sanç-ak > sancak) kelimesiyle benzerliğinin açık olduğundan
bahsetmektedir (Köprülü, 1992: 247).
Sancaklar ve bayraklar çeşitli ölçü ve formlarda yapılarak farklı adlar almışlardır.
Dikdörtgen sancaklar da kullanılmakla beraber, Osmanlı sancakları genellikle uç
kısmı sivrilerek sona eren dikdörtgen şekildedirler. Uç kısma doğru giderek daralan
ve çatal şeklinde biten sancaklara “gidon”; üçgen ve daha küçük boyutlu olanlara
“flama”; gemilerin grandi direğine çekilen ince ve uzun olanlara ise “flandra”
4
adı verilmiştir. Bununla beraber Osmanlı donanmasında büyük boyutlu olmayan,
dikdörtgen ve üçgen formlu “bahriye alay sancakları” ve “işaret sancakları” da
kullanılmıştır. Bahriye alay sancakları özel ve resmi günlerde, geminin direkleri
arasına, gerilen bir ipe sıralanarak çekilmekteydi. İşaret sancakları ise gemiler
arasındaki iletişimi sağlamak amacıyla kullanılmışlardır.
Sancakların çekildiği uzun sabit direğe “sancak direği”, sabit olmayıp elde
taşınanlarına veya bir yere saplananlara; gemilerde ise kıç tarafına çekilmek üzere
dikilenlerine “sancak gönderi” denilir. Sancaklar “uçkurluk” denilen, arka
kenarlarındaki kısımlarından ip geçirilerek çekilirler ve kullanılmadıkları zaman
dürülüp “sancak kılıfı”nda muhafaza edilirler.
Saltanat sancağı gönderlerinin başı altın “alem”lidir. Alem kelimesi Arapça ilm;
bilmek; bildirmek; işaret etmek kökünden türemiş kuralsız bir isim olup anlamı, belli
eden, bildiren, iz, alamet, işaret, nişandır. Taşıdığı bu sözlük anlamından dolayı,
sancak, sembol, standart, bayrak, lider, imam, sınır, sınır taşı ve uzun dağ için ortak
terim olarak kullanılmaktadır (Erdem, 1989: 352).
İnsan topluluklarının dinî törenlerde ya da savaş sırasında koruyuculuğuna
inandıkları ve kutsal saydıkları bir işareti taşımaları tarih öncesi devirlere dek
uzanmaktadır. Mezopotamya ve Mısır uygarlıklarından günümüze gelen bazı
resimlerde rastlanan, alem örneklerinde çeşitli hayvanların, gök cisimlerinin ve tanrı
suretlerinin, gönderlere takılmış küçük heykelleri görülmektedir [Resim 1]. Tarih
boyunca uygarlıkların kullanmış oldukları birbirinden farklı alemler içerisinde,
düzenli ordulara sahip Roma’nın, Cumhuriyet dönemine ait olanlar oldukça
gösterişlidirler. Bu alemlerde, savaş tanrısı Mars ve Minerva’nın küçük heykelleri,
çelenk denilebilecek küçük süsler ve askerî bölüklerin simgeleri üst üste konulmuştur
[Resim 2]. Çok tanrılı dinlerin ortadan kalkması ile alemler bu gösterişliliğini
kaybederek sadeleşmişlerdir. İlk alemlerin gerçek hayvan boynuzlarından olduğu da
ileri sürülmektedir. Eski Türklerde ve Oğuzlarda kutsal olan boynuz, öteden beri
kuvvet ve kudret sembolü olarak kabul edilmiştir. Bu işaretin dünyayı temsil etmesi
de mümkündür (Tezcan H.ve T., 1991: 5).
Alemler, ilk önce tanrı otoritesinin bir sembolüyken, daha sonra köleleri
çalıştırabilmek için baskısı gereken güçlü bir örgütün yani devletin ortaya çıkışı ile
toplumdaki kutsal anlamını kaybetmeden, siyasî otoritenin sembolü olmuşlardır. Dinî
5
ve siyasî anlamları ile insanları birleştirerek bir araya toplayan simgeler olan alemler,
sonraları onlardan gelişen bayrak ve sancaklar, daima kutsal sayılmışlardır. Öyle ki
bina tepelerine koyulan alemler, dinî mekân, medrese, şifahane gibi binalarda
kullanılmışlar ancak kubbeli bile olsa, içinde Kur’ân okunması, namaz kılınması caiz
olmayan hamam, kaplıca ve abdesthane gibi binalarda kullanılmamışlardır (Erdem,
1989: 353)
Osmanlı saltanat sancaklarının tepesindeki sancak alemleri ise aynı zamanda
padişahı da temsil ettiklerinden altın ve gümüş gibi kıymetli madenlerden, kuyumcu
titizliği gösteren bir işçilikle yapılmaktaydılar (Tezcan H.ve T., 1991: 5).
Saltanat sancaklarının alemlerindeki özel yere, gümüş mahfaza içinde birer küçük
mushaf takılması adetti. Bu minik mushaflar “sancak Kur’ânı” ya da “sancak
mushafı” olarak adlandırılmıştır (Acar, 2005: 123). Mahfazalar, silindirik, kare,
üçgen, dikdörtgen, altıgen ve sekizgen şeklindedir. Bir alemde bazen bir bazen daha
fazla Kur’ân mahfazası bulunabilir. Genellikle maden cinsi alemle aynıdır. Bununla
beraber tombak alem üzerinde gümüş mahfaza kullanıldığı da olmuştur (Tezcan,
1991: 71), [Resim 3 ve Resim 4]. Altıgen ya da sekizgen formlu sancak
Kur’ânlarında, sayfaların karşılıklı kenarları arası 40-50 mm. civarındadır. İnce ve
hafif olmaları için çok ince kâğıtlara yazılmışlardır ve yazı olarak daha çok nesih
gubarisi tercih edilmiştir. En ince kâğıda, çok küçük harflerle yazılan sancak
Kur’ânının yazımı oldukça zordur. Okunmak için yazılmadıklarından çoğunlukla ünü
bilinmeyen hattatlar tarafından kaleme alınmışlardır. Saray için özel olarak
yapılanlar dışında ciltleri mütevazıdır. Gerileme döneminde, padişahların sefere
katılmaması nedeniyle sancak kullanımındaki azalmaya koşut olarak, sancak Kur’ânı
da daha az yazılır olmuştur. Bu sebeple günümüze ulaşabilmiş sancak Kur’ânlarının
pek çoğu 16. ve 17. yüzyıllara aittir (Acar, 2005: 124).
Türk devletlerinde ve Osmanlı İmparatorluğu’nda devletin güç, hakimiyet ve
egemenliğini ifade eden sancak ve alemin yanı sıra tuğ, tuğra ve mühr-ü hümayun
gibi işaretler de kullanılmaktaydı. Bayrak ve sancak kadar önemli ve kutsal olan
tuğun kökeni Türklere ve Çinlilere dayanmaktadır. Tuğ, Çinlilerde mabetlerde ve
dinî merasimlerde koruyucu bir ruh sembolü olarak, Türklerde ise hâkimiyet timsali
olarak kullanılmıştır. Eski Türk devletlerinde bayrağın kökeni, din ile sihre
dayanırken tuğ daha resmî bir işaretti ve devlet içindeki bölünmeleri, rütbe ve
vazifeleri göstermekteydi. Ayrıca Hakanlılarda tuğ, Osmanlıların “felek”i gibi müzik
6
aletlerine bağlanan bir kuyruk nişanıdır. Mahmud Kaşgari Dîvan-ü Lugâti’t-Türk’de,
tuğ dikilip vurulmasıyla ordunun harekete geçtiğini söylemektedir (Esin, 2003: 284).
Tuğlar, bayraklı ve bayraksız olmak üzere iki çeşittedirler. Bayraksız tuğlar içinde en
eski Türk tuğuna benzeyen tip Osmanlı tuğlarıdır. Başlangıçta Türk tuğlarına hangi
hayvan kuyruğunun asıldığı kesin olarak bilinmemektedir. Ancak Kırgız
destanlarında mızrağın ucuna at veya yak öküzü kuyrukları bağlandığından
bahsedilmektedir. Osmanlı tuğlarında ise at kuyruğu kullanılmıştır (Ögel, 1988: 1),
[Resim 5].
Türk devletlerinde her kumandan kendi rütbesine göre ayrı şekil ve sayıda tuğ
taşımaktaydı. Davul ile birlikte hükümdarların olduğu kadar büyük memurların da
bir çeşit hâkimiyet ve memuriyet sembolüydü (Ögel, 1988:1). Çinlilerle eski Türk
devletlerinden sonra Cengiz İmparatorluğu’nda Anadolu Selçuklularında,
Memlüklerde, Timurlularda ve Akkoyunlularda da tuğ kullanılmıştır. Marsigli tuğlar
ile ilgili olarak şunları kaydeder;
“En ziyade şerefli ve şanlı olan tuğlar, beygir kuyruğundan olarak sanatkârane yapılmakta ve
birçok kuyruklardan mürekkep olarak kırmızı renge boyandıktan sonra bunun tepesine, ince
kıllardan yapılmış bir başlık saçaklı olarak konulmakta ve renkleri beyaz ve siyah ile
karışmaktadır. Bütün bunların üzerine de bakırdan altın yaldızlı büyük bir yuvarlak
konulmaktadır. Bunu esasen Türkler Tatarlardan almışlardır ki kumandanlık alamet ve nişanesi
olarak kullanılır. “Bey” ismi verilen ve küçük bir dairenin kumandanı olan böyle yalnız bir adet
tuğu bulunur. Fakat büyük bir vilayete kumanda eden ve “Paşa” ismini taşıyan kumandanın iki
tuğu vardır. “Beylerbeyi” ismini taşıyan vezir rütbesinde olan ve büyük bir merkezde oturan
zatın üç adet tuğu mevcuttur. Veziriazamın ise beş adettir. Eğer sefere padişah da iştirak etmiş
ise onun yedi adet tuğu bulunmaktadır.” (Marsigli, 1934: 177).
Osmanlılarda tuğ, hükümdarlık, vezirlik, beylerbeylik, sancak beyliği gibi askerî
görev ve memuriyet işaretiydi. Görevin derecesine ve önemine göre adedi çok ve az
olmaktaydı. Veziriazam ve diğer vezirlerin üç, sadrazamın dört hatta beş olduğu
yazılmaktaysa da Fazıl Ahmet Paşa’nın Avusturya Seferi’nden dönüşünde orduda
bulunmuş olan Ricaut, sadrazamın üç tuğu olduğunu bildirmektedir. Beylerbeyleriyle
aynı derecede itibar gören Eflak ve Boğdan Voyvodalarının ikişer ve sancak
beylerinin birer tuğları bulunmaktaydı (Uzunçarşılı, 1988a: 268).
Osmanlıların tuğları 16. yüzyılda baş tarafında bir yaldızlı top ile Anadolu
Selçuklularınki gibi üzerinde gümüş hilal bulunan bir sırığa ve topun alt kısmına
takılmış uzun ve boyalı at kıllarından yapılmaktaydı. Tuğların ucundaki genellikle at
7
kuyruğundan yapılan perçemler güneş ışınlarını, üst kısımda yer alan yaldızlı top ise
güneşi temsil etmekteydi (Özdemir, 1997: 53).
Padişahların tuğları 16. yüzyılda yedi, 17. ve 18. yüzyıllarda altı adetti. Sefer
sırasında altı tuğdan dördü padişahla beraber kalmakta, diğer ikisi bir gün ileri
götürülerek konaklanacak yere dikilmekteydi, Padişah oraya gelince tuğcular hemen
ileriye hareket ederek bir menzil daha ileriye gitmekteydi. Bundan dolayı padişahın
tuğları altı veya yedi olduğu halde kendisiyle beraber daima dört tuğ gitmekteydi
(Uzunçarşılı, 1988a: 264).
Doğu dilleri uzmanı ve çevirmen Antoine Galland (d.1646 ö.1715) Lehistan
Seferi’ne giden Osmanlı ordusunu izlerken gördüğü tuğlardan bahsederek şu bilgileri
vermektedir;
“Her heyetin başında beygire binmiş iki adam yürümekte olup bunlar birer tüy taşımaktaydılar.
Türklerin tuğ dedikleri şey, başında yaldızlı bir elma bulunan kalın ve boyalı büyük bir bostan
üzerinde taşınan bir beyaz at kuyruğudur. Türkler arasında bu tuğun nereden geldiğini,
menşeilerini teşkil eden Türkmenistan memleketinin adeti mi olduğunu yoksa bazı kimselerin
kanaatlari vechiyle bunu ancak Sultan Osman zamanından beri mi kullandıklarını henüz iyi
bilmiyorum. Çünkü söylediklerine göre kendileriyle harp ettikleri tarihte Lehlilere karşı bir
hücumda mağlup olmuşlar, kuvvetleri bozulup kaçan azimkâr bir kumandan bu karışıklığın
harbin kaybolmasını mutlaka intaç edeceğini görerek atının kuyruğunu kesmiş ve bir remiz
olmak üzere bunu bir değneğin üzerine kaldırınca bütün kuvvetler birleşmişler ve düşmanların
üzerine pek büyük bir şiddetle yürüdükleri için o günün bütün şanına ve üstünlüğüne sahip
olmuşlar. Bu tarihten itibaren de bunun hatırasını muhafaza etmek üzere, Türkler taşlarla
zenginleştirdikleri bu kuyruğu daima saklamışlar, kuvvetlerini daha cesaretle dövüştürmek ve
zapt etmiş oldukları toprakların muhafazası yolunda hayatlarını pek pahalıya satmak üzere
kuvvetlerini harekete getirmek istedikçe de çıkartmaktadırlar. Ve elde etmiş bulundukları bu
mühim zaferin sebebini göz önünde tutarak askerleri daha iyi dövüştürmeye tahrik için sefere
götürdükleri tuğlardan Padişahın kendi önünde altı, vezirlerle beylerbeyleri üç ve paşaların her
biri iki tuğ taşımakta idiler. Bununla beraber bu ihtişamlı merasimde daha öncede söylediğim
gibi her vezir heyeti önünde ancak iki tuğ taşımaktaydı.” (Galland, 1998: 117).
“Nihayet Nişancı’nın, Defterdar’ın, İbrahim Paşa’nın, Mustafa Paşa’nın, Müsahip Paşa’nın
heyetlerinden sonra artık padişahın kendi maiyetinin meydana çıkması kalıyordu ki işbu
keyfiyette az sonra vukua geldi. Bu alay dört tuğla başladı; bunda eksik bulunan iki tuğ
çadırının medhaline dikilmiş bulunuyordu ve sanırım ki vezirlerin eksik tuğları da çadırlarına
dikilmişti.” (Galland, 1998:122).
Savaş nedeni ile tuğlardan iki tanesi Enderun’daki yerinden çıkarıldığında bazen
saray cephanesi, bazen Babüssade bazen de orta kapı önüne dikilmekteydi. Tuğ
8
çıkarılacağı zaman özel bir merasim yapılmaktaydı ve geleneklere göre padişahın
tuğunun çıkmasının ardından veziriazam ve savaşta görevli olan tuğ sahipleri,
konaklarının önüne tuğlarını çıkarmaktaydılar (Uzunçarşılı, 1988a: 265).
18. yüzyıldan sonra padişahların seferlere gitmemesi sebebiyle tuğlar yalnızca
sarayda dikilmeye başlamıştır. Tuğ verilmesi usulü Nizam-ı Cedit’in kurulması ile
kaldırılmıştır (Rasim, 1934: 29).
Devletin egemenlik, hükümdarın güç, yüksek kademedeki memurların ise görevinin
önemini ifade eden sancak ve tuğ, Osmanlı Devleti’nde eski Türk devletlerinin bir
geleneği olarak devam etmiş ve kutsal sayılmışlardır.
2.2. Tarih İçerisinde Sancak
“Doğal ve toplumsal olayları anlayabilmemiz için bunların nasıl ortaya çıktıklarını
öğrenmemiz gerekir. Toplumsal bir nesnenin, bir çalışma ürününün biçimi doğrudan
doğruya o nesnenin işlevine bağlıdır.” (Fischer, 1995: 149). Bir insan topluluğunun
kutsal olarak nitelediği, saygı duyduğu, inandığı ve kendini ifade eden, özdeşlik
kurduğu bir işaret kullanması, topluluğun çekirdeğini oluşturan klanların ortaya
çıkması ile başlamaktadır. İlk insan toplulukları, tribü denilen ve her biri kendi
totemine sahip, birçok klandan meydana gelmekteydi. Totem, bir insan ya da bir
insan topluluğuyla dinsel, büyüsel ilişkisi olduğuna ve o insanı veya topluluğu
koruduğuna, kader birliği kurduğuna inanılan hayvan, bitki, cansız nesne ya da
doğasal olaydır (Hançerlioğlu, 1979: 375). Totemcilik, insan toplumunun hayvan
dünyasından ayrıldığı ilk aşamaya kadar uzanır (Thomson, 1991: 55). Güçsüzlük
duygusu ile birlikte güç kazanma; doğa korkusu ile birlikte doğaya karşı üstünlük
sağlamaya çalışma insanoğlunu, dış dünyayı etkileyebilecek büyülü aletler yapmaya
yöneltmiştir. Ernst Fischer’in sanatın, ilkel insanın hayatındaki yerini tanımlarken
kullandığı “insan topluluğunun yaşama savaşında kullandığı büyülü bir alet, bir
silah” da olabilen ilk totemler, zamanla toplulukları ayırt edici bir simge haline
gelmiştir (Fischer, 1995: 37), (Özdemir,1997: 9).
Sembollerin insan yaşamına girişi bu şekilde gerçekleşmiş ve uygarlıklarla beraber
gelişmiştir. Sümerler, Hititler, Elamlar ve Urartular, bayraktan ziyade aleme
benzeyen, bir direk ya da mızrak ucuna geçirilen, maden gibi sert maddelerden
yapılmış amblemler kullanmışlardır. Bunlar ay ve güneş gibi gök cisimleri, kanatlı
9
veya kanatsız kuşlar, aslan ve mitolojik hayvan şekillerindeydi. Asurlular amblem
olarak, koşan bir boğa üzerinde ok atan bir savaşçıyı kullanmışlardır. Ortaçağ
boyunca silah olarak kullanılan, Avrupalıların halbert denilen saplı baltaları ile
Osmanlıların, teber denilen kesme kısmı yarım ay şeklindeki gönderli baltaları
genellikle mızrak ucu altında kullanılmış alemlerdir. Savaşlarda mızrağın terk
edilmesinden sonra bu tür silah alemler silah özelliklerini kaybetmişler ve uçlarına
genellikle alev dili (flame) biçiminde, üzerleri armalı veya düz kumaş parçaları
takılmış birer sembolik mızrak şeklinde flama ve bayraklara dönüşmüşlerdir (Erdem,
1989: 353).
2.2.1.İslamiyet Öncesi Türklerde Sancak
Eski Türkler, İslamiyet’i kabul etmeden önce göçebe ve savaşçı Şaman topluluklar
halinde Orta Asya’da yaşamaktaydılar. Bozkır uygarlıklarının Şamanizm’e
inanmakla beraber Budizm, Manihaizm, Musevilik ve Hristiyanlığa da açık oldukları
ancak Şamanizm’in 19. yüzyılın ilk yıllarına kadar bazı Türk boylarını etkilemeye
devam ettiği bilinmektedir. Gök tanrı inancının doğurduğu güneş, ay ve dağların
kutsallığı Türk sembolizminde önemli bir yer almaktadır. Türklerin kutlu saydıkları
hayvanlar, “ongunlar”; hayvanlarına verdikleri işaretler, “damgalar” ve “enler”;
eşyalarına dokudukları veya boyadıkları alametler, “imler”; Bozkır kültürünü ve
Türklerin dinî inançlarını yansıtmaktadır.
Sancak eski Türklerde bayrak, mızrak ve süngü gibi batırılacak, saplanacak bir
silahın adı olup savaşlarda bunun ucuna, onu kullanan kahramanın veya mensup
olduğu kabilenin alameti konuluyordu (Köprülü, 1992: 247). Dîvânü lûgâti’t Türk’de
de bayrak kelimesinin aslı olan “batrak”ın, ucuna bir ipekli kumaş parçası takılmış
mızrak olduğu ifade edildiğinden eski Türklerde bayrağın bir silah olarak doğup
geliştiği görülmektedir. İslamiyet’in kabulünden önce Türkler’in çadır ve sancak
direklerinin tepesine genellikle küre şeklinde alemler taktıkları ve bunlara Farsça
mang (mon: “ay”) kelimesinden Türkçe –cuk ekiyle türetilen men-çuk/mon-çuk
(küçük ay, mahçe) adını verdikleri bilinmektedir (Erdem, 1989: 353). Üst üste
konulmuş yuvarlak şekillerin birleşmesinden meydana gelen moncuğun, çadırı ve
içindekileri kötü ruhlardan koruduğuna inanılıyordu. Türkler göğün bir direği
olduğuna inanmaktaydılar. Buna bağlı olarak bayrak direkleri, bir çeşit “göğün
direği” gibi görülmüştür. Altay ve Sibirya Şamanlarının çadırlarının içine de büyük
10
bir sırık dikilmekteydi. Çadırın içinden dışarıya çıkan bu sırığın ucuna, kutsal renkli
bezler asılır ve bunlardan sembolik olarak da, bir bayrak yapılırdı. Sırığın üzerine
kartal heykeli dikenlerde vardı (Ögel, 1971: 147).
Batı Hunlarının hükümdarı Atilla’nın, üzerinde efsanevi bir kuşun resmi bulunan bir
bayrağının bulunduğu eski bir Hristiyan kaynağında geçmektedir (Köprülü, 1992:
248). Hunlarda çadır üzerlerinde ve tuğ gibi sancak sopalarının uçlarında değerli
madenlerden Hun sanatkârları tarafından meydana getirilmiş hayvan biçiminde tözler
(idoller) görülmektedir (Diyarbekirli, 1972: 45). MÖ I. yüzyılın başlarına tarihlenen
ve Hun prenslerine ait Noin Ula kurganından çıkarılan, Türk maden sanatının en
erken örnekleri arasında plakalar, günlük kullanım eşyaları yanında çadır tepelikleri
ve sancak alemleri de bulunmaktadır (Çoruhlu, 1993: 32). Türk toplumları arasında
ilk defa Hunlarda rastlanan tılsımlı ve koruyucu özelliği olan hayvan biçimli tepe
takıları (çadır direği üzerine geçirilen dağ keçisi heykeli) yerleşik uygarlığa geçen
Türk topluluklarının abidelerinde “alem” adı altında daha değişik anlayışta ve
biçimde geleneğini sürdürmüştür. İslami dönemde alemin, kubbelerin üzerine
yerleşmesinde şüphesiz bu geleneğin rolü büyük olmuştur (Diyarbekirli, 1972: 173).
Eski çağlarda belki de Türklerin totemi olan kurt, Göktürkler’de totemden çok kutsal
bir sembol haline gelmiştir. Kurt başlı sancaklar, Göktürk Devleti’nin yıkılışından
sonra da unutulmamış ve Çin imparatorları, örneğin Türgeşler gibi Türk kavimlerine
Kağanlık unvanları verecekleri zaman, kurt başlı bir bayrakla bir davul vermişlerdir
[Resim 6], (Ögel, 1971:40). Göktürk tuğlarının başlıkları Çin kaynaklarında kurt
başı şeklinde olup kağanlık otağının önüne dikilmekteydi. Milattan sonraki Çin
kaynakları tuğun kuyruk ve tüylerle süslenmiş bir bayrak olduğu hususunda
birleşmektedirler (Ögel, 1988: 1). Mahmud Kaşgari’ye göre tuğlar turuncu veya al
renkte kumaşlardan yapılır ve bu da uğur sayılırdı. Türklerin mızraklarındaki savaş
alameti al ipekten olmakla beraber “bekçem” ve “perçem” kelimeleri hem kuyruklu
hem de ipekli mızrakları ifade etmektedir (Ögel, 1988: 1). Göktürklerin Kurıkan
kavminde, Çinlilerde de rastlanan, bir mızrak ucuna asılan üç dilimli bayraklar da
kullanılmıştır (Ögel, 1965: 205).
Uygur duvar resimleri içerisinde Doğu Türkistan’ın Kuça şehrinde kurtbaşlı bayrak
tutan bir insan ile kurt başlı sancak tutan bir Türk kağanının tasvirleri yer almaktadır
(Çoruhlu, 1993: 48-49), [Resim 7]. Tuna Bulgarları’nın ikinci imparatorluk devrinde
sikkeler üzerinde kumaştan yapılmış bayrak resimlerine rastlanmaktadır.
11
Peçeneklerin çeşitli renkte bayraklar kullandıkları da bilinmektedir (Köprülü, 1992:
248).
2.2.2.İslamiyet Sonrası Türklerde Sancak
İslam dininin kabul edilmesinden sonra Türkler, bazı geleneklerini devam ettirmiş
olsalar da, Abbasiler gibi düzenli ordulara sahip Müslüman devletlerden ve İslam
kültüründen etkilenmişlerdir. Hz. Muhammed zamanında kullanılan sancaklara liva
ve ra’yet denilmektedir. Liva, beyaz renkte ve küçük; ra’yet siyah renk ve daha
büyüktür (Köprülü, 1992: 248), (Tuncor, 1968: 9). Emeviler ve Abbasiler liva,
ra’yet, ukab, alem, zıll (gölge), şatfa, sehab (bulut), ısabe, tarrada, mitrad, band ve
ukda isimlerinde, anlamca eş ya da çok az farkı olan çeşitli sancak ve bayraklar
kullanmışlardır. Karakuş anlamına gelen ukab Araplara, Romalıların etkisiyle
geçmiştir (Pakalın, 1972: 116). Abbasi halifeleri kendilerini tanıyan devletlere hil’at
gibi alametlerle beraber siyah bayrak da yollamaktaydılar (Köprülü, 1943: 405).
İslamiyet’i kabul eden ilk Türk devletlerinden Karahanlılar (992-1211) yine Türk
hanedanlıkları olan Samanoğulları (819-1005) ve Gazneliler’e (963-1186) göre
Müslümanlık öncesi Türk kültür ve geleneklerine daha çok bağlı kalarak, bunları
Türk sanatına aktarmışlardır. Gaznelilerin çetr ve hil’at gibi devletin resmî hâkimiyet
sembolleri siyah olmasına karşılık, Karahanlılar tuğ kullanmaya devam etmekle
beraber hükümdar ve hanedana ait bayrakları, Kaşgari Mahmud’un Dîvânü lûgâti’t
Türk’te belirttiği üzere kırmızıya yakın turuncu renkteydi (Köprülü, 1943: 406).
Büyük Selçuk Sultanı Tuğrul Bey, 1057’de Bağdat’ta merkezi otoritesi zayıflamış
ancak halifelik idaresini elinde bulunduran Abbasilerden, hükümdarlık işareti olan,
üzerinde beyaz renkle halifenin ismi yazılı siyah sancağı almış ve kılıç kuşandıktan
sonra atı üzerinde sancağı başına açmış bir şekilde dolaşarak hükümdarlığını ilan
etmiştir (Uzunçarşılı, 1941: 3-4). Abbasi halifeliğinin Büyük Selçukluların
egemenliği altına girmesiyle, göçebe gelenekleri sürdürülmekle birlikte Abbasi ve
Gazneli devletlerinin hâkimiyet işareti olan siyah bayrak da örnek alınmıştır.
Hükümdara, hanedana, devlet ileri gelenlerine ve askerî kıtalara ait olmak üzere
çeşitli bayrak ve sancaklar kullanan Büyük Selçuklular, kırmızı renk sancakları daha
çok askerî kıtalarda; siyah rengi ise İslam dünyası üzerinde hâkimiyet kurmak
düşüncesi ile hükümdarlık sancaklarında kullanmışlardır (Köprülü, 1943: 408).
Savaşta ya da alay sırasında kullandıkları sancaklarının yanı sıra “nevbet” ile
12
üzerinde ok ve yay işareti bulunan çetrleri bulunmaktaydı (Uzunçarşılı, 1941: 29).
Ok ve yay şekli sikkelerinin üzerinde de yer almaktadır. Tevki olarak bir çomak şekli
kullanan Tuğrul Bey’den sonra, Malazgirt Savaşı’nda üzerinde “kelime-i tevhid”
yazılı bir sancak kullanan, Alp Aslan zamanından itibaren tevkiler de İslami bir
görünüm almıştır (Köprülü, 1943:407).
Anadolu Selçuklularında da diğer Türk devletlerinde olduğu gibi özerk beyliklere,
devlet büyüklerine, komutanlara ve askerî kıtalara çeşitli sancak ve bayraklar
verilmiş, ordunun sancaklarında sarı ve kırmızı renkler kullanılmıştır. Bunların
arasında üzerinde ejderha tasvirli olanların bulunduğu ve sancak direğinin tepesinde
hilal şeklinde alem kullandıkları bilinmektedir. İbn-i Bibi “sancak” tabirini daima
sultan ile birlikte kullanmış ve sancağın kuşatmalar sırasında, kalelerin alınmasından
sonra surlara dikildiğini belirtmiştir (Deny, 1966: 187). Köprülü, “sancak-ı sultani”,
“sancak-ı saltanat” ismi verilen hükümdar sancağının siyah renk olduğunu,
Uzunçarşılı ise Anadolu Selçuklularının iki sancak kullandığını, saltanat işareti olan
sancağın siyah, hükümdara ait olanın ise renginin kesin bilinmediğini ancak sarı
olabileceğini belirtmektedir (Köprülü, 1943: 408), (Uzunçarşılı, 1941: 79).
Hükümdarın sancağını “emir-i-alem” taşıyıp korumaktaydı ve ölen hükümdarların
sancak ve çetrleri türbelerinde saklanmaktaydı.
Hükümdarın, hanedan üyelerinin, devletin önde gelenlerinin ve askerî kıtaların çeşitli
bayrak ve sancakları bulunmakla beraber Harzemşahlar ve Atabeyler hükümdara ait
sancaklarında siyah rengi, Eyyübiler ve Memlükler ise Fatımilerin de etkisiyle, Mısır
halkı tarafından imparatorluk rengi olarak bilinen, sarı rengi kullanmışlardır. Bu
sancağı altın ve değerli taşlarla süslemişler, üzerine sultanın ismini ve lakabını
yazmışlardır. Hükümdarlar aynı zamanda “çalış” ismini verdikleri at kılından yapılan
tuğ da kullanmışlardır. Çalış, savaş ilan edildiğinde, seferin başlangıcında
çıkarılmaktaydı. Memlük tarihlerinde “renk”, “cem’i” ve “rünuk” denilen sultan ve
ümeranın kullandığı arma ve sancaklar geçmektedir (Uzunçarşılı, 1941: 334).
Memlük Devleti’nde sultanların çetrleri de sancak gibi sarı renkti ve iki sancak çetrin
yan taraflarında altın kılıçlara sarılı olarak taşınmaktaydı. Sultanın önünde onun özel
sancağını taşıyana “sancaktar”, diğer saltanat sancaklarını taşıyanların başına ise
“alemdar” denilmekteydi.
Anadolu’nun çeşitli yerlerinde beylikler kuran Türk beyleri kendi adlarına sikkeler
bastırmışlar ve tuğralar kullanmışlardır bu sebeple kendilerine ait sancaklarının
13
olduğu da düşünülmekteyse de bilgiler sınırlıdır. Düstürname-i Enveri’de
Aydınoğullarının üçüncü hükümdarı olan ve kurduğu donanma ile Mora ve
Midilli’ye seferler yaparak Sakız Adası’nı alan Umur Bey’in “Gazi” adlı
kadırgasında yeşil renkli sancak kullandığı geçmektedir (Uzuçarşılı, 1941: 159).
Tekeoğullarının beyaz zemin üzerine kırmızı mühr-i Süleyman’lı ve ucunda iki çizgi
halinde yeşil zikzaklı; Candaroğullarının ise kırmızı zemin üzerine sola doğru
açılmış sarı renk hilal bulunan, bayraklar kullandığı bilinmektedir (Köprülü, 1943:
411). Ortaçağ Türk-İslam devletlerinde sancakların üzerine beylerin isim ve
lakaplarının yazılması âdeti de bulunmaktaydı.
Moğol devletlerinde ise tuğ kullanma geleneği devam etmiştir. Sonradan İlhanlılar,
Mısır Memlükleri ve Osmanlılarda olduğu gibi tuğun çıkarılması savaş
göstergesiydi. Cengiz Han ve İlhanlılar, dokuz perçemli beyaz tuğ kullanmışlardır.
Hükümdarın sancağının dışında hanedan üyeleri gibi önemli kişilerin de sancakları
vardı ve bunların üzerinde “mahçe-i alam” denilen madenden hilaller bulunmaktaydı.
İlhanlılar, “payza/payze” denilen şahsa ait plaka şeklinde işaretler de kullanmışlardır.
Timurlular, Moğol geleneklerini devam ettirmişlerdir. Timur’un şahsına ya da
ailesine ait olan, üçgen şeklinde bir araya getirilmiş üç küçük yuvarlağı damga olarak
kullandığı bilinmektedir.
Safevi devletini kuran Şah İsmail sancağında, Peygamber ailesinden geldiğini
belirtmek için, bu yüzyıllarda peygamber ailesini temsil eden yeşil rengi
kullanmıştır. Ayrıca, çalış denilen tuğ da kullanılmakla beraber Seyyah Chardin
üzerinde Zülfikar, Kur’ân ayetleri, Şiilik’e ait yazılar bulunan ince uzun bayrakların
kullanıldığından bahsetmektedir (Köprülü, 1943: 415).
2.2.3. Osmanlı İmparatorluğu’nda Sancak
Karacahisar’ın alınmasının ardından Konya’daki Selçuklu hükümdarı Sultan
Alaeddin tarafından, Osman Bey’e diğer beylik işaretleri ile birlikte gönderilen
sancağın renginin beyaz olduğu rivayet edilmektedir. “Elviye-i Sultanî”, “Alemhây-ı
Osmanî”, “Alem-i Pâdişahî” ve “Liva-i Saadet” olarak adlandırılan saltanat
sancakları birkaç çeşit olmasına rağmen “ak alem” denilen beyaz sancak asıl saltanat
sancağıdır. Mustafa Nuri Paşa, Netayic ül-Vukuat adlı eserinde “Sultan Alaeddin’in
Osman Gazi’ye gönderdiği sancak beyaz olduğundan, padişahlar ak sancağı
kabullenmişler vezirler, beylerbeyleri ve askerî sınıflar farklı renklerde nişan ve
14
alametler kullanmayı tercih etmişlerdir.” demektedir (Tuncor, 1968: 10). Osman
Gazi’nin ak sancağı almadan önce savaş sırasında gidon şeklinde, kızıl renkli bir
sancak kullandığı bununla beraber Osmanlı Devleti’nin sancak ve bayraklarında
tarihi beyaz renkten başka kırmızı ve yeşili çokça kullandıkları bilinmektedir (Ali,
1989a: 195-196). Ali, “Sancağımız ve Ay-Yıldız Nakşı” adlı makalesinde, Orhan
Gazi’nin Bursa’yı aldıktan sonra, babası Osman Gazi’nin Şeyh Edebali’de kaldığı bir
gece gördüğü rüyayı hatırlatacak bir işaret olmak üzere, kullanmakta olduğu kırmızı
renkli savaş bayrağının ortasına, yeşil renkli oval bir şekil ve bunun içine birbirinden
farklı şekilde, üç hilal koydurduğundan bahsetmektedir. Osman Gazi’nin rüyasında,
Şeyh Edebali’nin göğsünden bir ay çıktığını, gittikçe büyüyüp dolunay halini
aldıktan sonra kendi göğsüne girdiğini ve bunun ardından yanı başında bir ağaç
belirdiğini görmüş olduğu rivayet edilmektedir. Bazı kaynaklarda bu rüyanın, Osman
Gazi’nin babası, Ertuğrul Gazi’ye ait olduğu geçmektedir.
24 Mayıs 1544’te Barbaros Hayrettin Paşa ile birlikte İstanbul’a gelen, Fransız
donanmasındaki elçinin yanında görevli bulunan Rahip Morand, anılarında Osmanlı
sancağı ile ilgili olarak “bu günkü Osmanlı hanedanının sancağı, Sultan Osman’a
verilen kırmızı üzerine üç hilalli sancaktır” diye bahsetmektedir (Kurtoğlu, 1988:
101).
Yavuz Sultan Selim’in Mısır Seferi sırasında otağının önünde, biri beyaz diğeri
kırmızı renkli olmak üzere iki sancak bulunmuştur (Ali, 1989b: 380). Kanuni Sultan
Süleyman dönemine dek dört adet olan saltanat sancaklarının sayısı bu dönemde
devletin genişlemesine paralel olarak yediye çıkarılmıştır. Kara Çelebizade
Abdülaziz Efendi (1591-1658) Kanuni Sultan Süleyman sefere gittiğinde önü sıra
altın gönderli yedi sancak açıldığından bahsetmektedir (Ali, 1989b: 380).
Bu sancakların renkleri gerek minyatürlerde ve gerekse diğer kaynaklar içerisinde
çeşitlilik göstermektedir [Resim 8, Resim 9 ve Resim 10]. Hammer’de iki kırmızı, iki
çizgili, bir beyaz, bir yeşil ve bir sarı; Selanikî, Eğri Seferi’nden bahsettiği kısımda,
iki kırmızı, iki yeşil-kırmızı, bir beyaz, bir yeşil bir sarı-kızıl; Kavânin-i Osmanî ve
Râbıta-i Asitane’de bir beyaz, bir yeşil, bir kırmızı, bir sarı, bir beyaz-yeşil, bir
kırmızı-sarı (Yeniçeri sancağıdır), bir kırmızı-beyaz; 17. yüzyıl başlarında yaşamış
ve devlet içerisinde görevlendirilmiş olan Topçular Katibi Abdülkadir Efendi ise
Vekayi-i Tarihiyye’de II. Osman’ın Leh Seferi’nden bahsettiği kısımda iki kırmızı,
iki yeşil-kırmızı, bir beyaz, bir yeşil, bir kırmızı-sarı saltanat sancağı kullanıldığı
15
geçmektedir. Uzunçarşılı, orduda ve memuriyetlerde bulunmuş olan Selanikî ve
Abdülkadir Efendilerin verdikleri bilgilerin aynı olması nedeniyle bunların
kayıtlarını tercih ettiğini belirtmiştir (Uzunçarşılı, 1988a: 243).
Galland, anılarında IV. Mehmet’in Lehistan Seferi sırasında Kamaniçe Kalesi’nin
almasının ardından, Türklerin şenlik düzenlediğinden ve saraya asılan bir sancaktan
bahsetmektedir;
“Kamaniça’nın zaptı dolayısıyla bugün Türkler için bir donanma yahut şenlik günü olduğu
cihetle, saray, toplarını gene seher vaktinden itibaren gümbürdetti ve padişahın dairesine
asılmış parlak altından bir çok sancaklar, bu dairenin üstünde de flama yerinde büyük bir
kırmızı ve beyaz bayrak görüldü. Bu bir ocağa bağlı olup rüzgârın dilediği şekilde havada
sallanıyordu. Vaktiyle bu tarzda şenlikler görmüş olan kimseler hiç bu şekilde bir bayrak
görmemiş olduklarını bana temin ettiler. Kendileri böyle bir bayrağın zat-ı şahanenin bizzat
ordu başında bulunmasından dolayı ilave edildiğine hükmetmekteydiler. Bu bayrağın üzerinde,
çatıda bir nevi yeşil çadır mevcuttu ki bunun altın yaldızlı sancakları dikkati celb ediyordu.” (Galland, 1998: 183).
Her padişah cülusundan sonra üzerinde isminin yazılı olduğu yedi sancak
yaptırmıştır. Savaş sırasında saltanat sancakları padişahın arkasında bulunmaktaydı.
Sefere çıkan Osmanlı padişahları, sınırda savaş alayı düzenledikleri zaman resmî
geçit yapmaktaydılar. Bu geçit sırasında Silahtar, çuhadar ve rikaptar ağaları
başlarında üsküf ile padişahın arkasında yer almaktaydılar. Onların da arkasında
Kapıağası ile sağında mir-i alem solunda kapıcılar kethüdası yer alır ve ak sancak
taşınırdı. Ak sancağın yanında kırmızı sancağa sahip sipahiler ve solda sarı sancağa
sahip silahtarlar yer almaktaydı (Uzunçarşılı, 1988a: 245). “Mir-i alem” saltanat
sancakları içerisinde en üstün tutulan ak sancağı, maiyetindeki “alemdarlar” ise diğer
sancakları taşımaktaydı.
Osmanlı Devleti’nde vezir ve beylerbeyi rütbelerine sahip devlet ileri gelenlerinin de
tuğ ve sancakları bulunmaktaydı. Bu devlet adamları her hangi bir sebeple
azledildikleri takdirde tuğ ve sancakları geri alınırdı. Vefatları durumundaysa devlet
tarafından alınmaktaydı. Başlangıçta paşaların da önlerinde beyaz sancak
çekmelerine izin verilmişse de daha sonraları renkli sancaklar kullanmışlardır
(Mahmut Ş.Paşa, 1983: 25). Veziriazamlara yeşil, vezirlere kırmızı, beylerbeylerine
kızıl renk sancak verilmiştir (Uzunçarşılı, 1988a: 247). Mahmut Şevket Paşa’nın
Osmanlı Teşkilatı ve Kıyafet-i Askerîyesi’nde ise paşa sancağı, ortada yuvarlak sarı
sırmalı bir bölüm, bunun etrafı içten dışa doğru, kırmızı ve yeşil renklerde ipekten ve
16
ucu sivri şekilde bitmekte olan bir sancak olarak gösterilmiştir. Hilal bulunmayan bu
vezir sancaklarının bir kısmında kelime-i şahadet, kelime-i tevhid veya ayetler
işlendiğinden bahsedilmektedir (Ali, 1989b, 384). Graf Marsigli Osmanlı sancak ve
bayrakları ile ilgili olarak şunları yazmıştır;
“Türklerin de ordu ve kıt’alarında sancakları vardır. Bundan başka merasimlerde ve harbe
başlanılmak üzere olduğu sıralarda, düşman kıt’atını gördükleri zaman, ve cezye verilen
milletlere karşı sancaklarının adedini ziyadeleştirirler sebebi ise bu suretle düşmanlara korku
verilmesi ve kendi efradının teşci’ ve teşvik edilmesidir. Viyana Muhasarası esnasında ben
Türk ordusunda esir bulunduğum zaman bunu gördüm. Harpten iki gün evvel en ufak erzak
arabalarının üzerlerinde bir veya iki kırmızı bayrak bulunuyordu. Şurası muhakkaktır ki onlar
bu bayrak ve sancakları uzaklardan göstermekte idiler ve maksat dahi ordunun çok kalabalık
olduğunu göstermek idi. Yeniçeri sancağı tımarlı süvarisinin sancağı muhtelif renkte müselles
şekilde ve ortasında iki çatal kılıç resmi olduğu halde imal edilmekte, topçu sancağı ortasında
top ve mermi resmi bulunmaktadır. Paşa ve vezirlerin sancakları çok büyüktür ve bir renktedir.
Sırığın tepesinde bakır altın yaldızlı bir yuvarlak vardır. Bu sancaklar sırma ile süslü olup Sakız
Adası’nda yapılırlar.” (Marsigli, 1934: 176-177).
Osmanlı İmparatorluğu kuruluşundan itibaren birçok şekil ve renkte sancaklar
kullanmakla birlikte, hilal devletin resmî sembolü şeklindeydi (Tekeli ve diğ.: 216).
Osmanlı bayrak ve sancaklarında yer alan tek ve üç hilal sembolü ile tuğlar dışında
devleti temsil eden herhangi bir alamet bulunmuyordu. Bu sebeple bir Osmanlı
arması meydana getirmek isteyen III. Selim (hd.1789-1807) döneminde hilalli ve
yanında bir tane sekiz köşeli yıldız bulunan sancakların kullanımının çoğaldığı
görülmektedir. Ay-yıldızın bir arada kullanılarak Osmanlı Devleti’ni temsil edişi 16.
yüzyıla kadar götürülebilmektedir. Bartholomeo Georgievitz adında bir papazın,
1553 yılında Roma’da basılan yirmi sekiz sayfalık risalesinin takdim sayfasında,
ağaç oyma tekniğindeki gravürde Osmanlı Devleti’nin işareti olarak ay ve yıldız
görülmektedir (Eyice, 1988: 43), (Özdemir, 1997: 71). Bu risalede başlığın iki
yanında birer figür vardır. Bunlardan biri Alman İmparatoru V. Karl, diğeri ise
Osmanlı Sultanı Kanuni Süleyman’dır. Bu iki hükümdarın başları üstünde yer alan
arma kalkanlarının içlerinde, her iki devleti temsil eden armalara yer verilmiştir.
Osmanlı padişahının armasında bir ay ile altı şualı bir yıldız bulunmaktadır (Eyice,
1988: 44).
II. Mahmut (hd.1808-1839) döneminde, daha önceden Osmanlı Devleti’ni temsil
eden ve III. Selim zamanında daha çok kullanılan bu hilalli ve yıldızlı sancakların
kalelere ve devlet binalarına çekildiği bilinmektedir. III. Selim’in ardından tahta
17
çıkarılan II. Mahmut, 1826’da Yeniçeri Ocağını kaldırarak yerine Asakir-i Mensure-i
Muhammediye’yi kurmuş ve Yeniçeriler arasında kullanılan “bayrak” kelimesi ile
birlikte Yeniçerileri hatırlatan başka kelimeleri de yasaklayarak, bayrak yerine
“sancak” kullanılmasını emretmiştir. II. Mahmut’un ölümünden sonra padişah olan I.
Abdülmecit (hd.1839-1861) zamanında ay ile beraber kullanılan sekiz köşeli yıldız
beş köşeliye çevrilmiştir (Osman, 1931: 448), (Tekeli ve diğ.: 216). 1850 yılında
çıkarılan Bosna madalyasında görülen ay-yıldızda çok şualı yıldızın yerini beş köşeli
yıldıza bıraktığı görülür (Özdemir, 1997: 86).
1884 tarihli Hariciye Nezareti Salnamesi’nde, Osmanlı saltanat sancakları başlığı
altında, beş köşeli yıldıza sahip hilalli sancakların ve çevresinde ışınlar olan tuğralı
sancağın kullanıldığı görülmektedir (Hariciye Nezareti Salnamesi, H.1302/M.1884),
[Resim 11].
Bununla birlikte Sultan Abdülmecit (hd.1839-1861) zamanında imal edilen
silahların, alay sancaklarının, askerî okulların diplomalarının ve okul jurnallerinin,
kozak adı verilen nâme-i hümayun, ahidnâme-i hümayun gibi sultana ait bazı
belgelerin konulduğu özel kutuların üzerinde, gümüş evrak kutuları ve sancak
Kur’ânlarının mahfazaları üzerinde Osmanlı armaları kullanılmıştır (Özdemir, 1997:
86).
Sultan Abdülaziz (hd.1861-1876) döneminde devlet sancaklarının ortasındaki
tuğranın beyaz renkte, sekiz kollu ve oval formlu bir güneş motifi içine alındığı ve bu
sancağın renginin kırmızıdan vişne çürüğü rengine dönüştürüldüğü görülmektedir.
Bu şekle sahip sancaklar saltanatın kaldırılmasına kadar Osmanlı Devleti’nde
kullanılmaya devam etmiştir (Tekeli ve diğ.: 216).
2.2.3.1. Askerî Birlik ve Orta Sancakları
Osmanlı Devleti’nde padişaha ait saltanat sancakları ile devlet büyüklerine verilen
sancaklar dışında kapıkulu, azap ve yeniçeri ocakları gibi askerî birliklerin ve bu
birlikleri oluşturan “orta”ların kendilerine ait sancakları bulunmaktaydı. Yeniçeri
Ocağı’nın kullandığı sancağın rengi ile ilgili olarak; beyaz, kırmızı-sarı ve kırmızı-
yeşil olmak üzere kaynaklarda farklı bilgilere rastlanmaktadır (Köprülü, 1943: 416),
(Kurtoğlu, 1992: 64), (Uzunçarşılı, 1988a: 242). Antoine Galland ise Edirne’de
bulunduğu sırada İstanbul’dan Edirne’ye gelen Yeniçerilerden bahsederken çeşitli
renkte bayraklar ardında yürüdüklerini kaydetmektedir (Galland, 1998: 105).
18
Bunula beraber, Hünernâme’de Kanuni Sultan Süleyman’ın Estonibelgrad Kalesi’ni
almasını gösteren minyatürde, yeniçeri başlıklı iki figürün kalenin burçlarına sarı-
kırmızılı sancaklarını koydukları görülür. Minyatürde Osmanlı ordusunun şehri
“feth” edişi, gerek burçlara sancakların konulması ve gerekse kilise olması muhtemel
binanın çatısına çıkmış ezan okuyan figür ile ifade edilmiştir [Resim 12].
Ali ise Mahmut Şevket Paşa’nın Osmanlı Teşkilat ve Kıyafet-i Askerîye’sinden
alarak, Yeniçeri Ocağı’nın sancağının üst tarafının kırmızı alt tarafının yeşil renkli
olduğunu ve üzerinde sırma ile işlenmiş Zülfikar bulunduğunu, Hammer ise bu
sancakta Zülfikar’ın yanı sıra hilalin de kullanıldığı kaydetmektedir (Ali, 1989a:
206). Bununla birlikte her Yeniçeri ortasının kırmızı zemin üzerinde, yaptıkları işleri
ifade eden bir işareti mevcuttu. Yeniçeriler bu işaretleri kapılarının, çadırlarının
üzerine hatta dövme olarak vücutlarına yaptırmaktaydılar. Ok, çıpa, deve, fil, köpek,
kale, Zülfikar, servi ağacı, hurma ağacı, alem, çadır, bayrak, top, kanat gibi işaretler
içerisinde en çok kullanılan çadır olmuştur. Çadırların yanına konulan sembollerle
orta işaretleri arasında farklılıklar yaratılmıştır.
İlk düzenli piyadeler, yaya askerlerinin sancakları düz kırmızı renkteydi ve ortada
yeşil renkte oval bir şekil ile bu şeklin ortasında sırma ile işlenmiş iki hilal
bulunmaktaydı. İlk düzenli süvari müsellemlerin sancakları ise Yeniçerilerin
sancaklarının tersine üst kısım yeşil alt kısım kırmızı renkliydi. Silahtarlar ile
sipahilerin bayrakları aynı şekildeydi ve ikişer hilalliydiler. Ancak silahtar
bayrağının rengi sarı, sipahi bayrağının rengi kırmızıydı. Bu sebeple silahtarlara “sarı
bayrak” sipahilere ise “kırmızı bayrak” denilmiştir (Ali, 1989a: 208), (Ali, 1989b:
376). Osmanlı ordusunun Edirne’den Lehistan’a sefere çıkışını izleyen Galland
piyade sancakları ve süvariler hakkında şu bilgileri vermektedir;
“Baş vezirin heyetindeki piyade kuvvetlerinin önlerinde taşınan birçok renkte sekiz saten
bayrak arkasında ikişer ikişer ilerleyişlerini görmek pek güzel bir manzara teşkil etmekteydi. …
Sadrazamın delileri arasında iki tanesi süvari olup sırtlarında iki büyük kanat vardı ve ikisi de
üzerine bir kartal bağlı bulunan büyük birer yeşil değnek taşımaktaydılar. Türklerin
söylediklerine nazaran bu keyfiyet bir şey ifade etmiyordu ve bu insanlar bu şeyleri ancak
canları dilediği için üzerlerinde taşıyorlardı. Delilerden sonra, her vezirin heyetinde kendisine
ait bulunan zeamet veya sipahiliklere mensup bir takım kimseler beygire binmiş olarak
ilerliyordu. Bunlar efendileri tarafından her istenişte gelmek mecburiyetindeydiler. Hepsi aynı
derecede iyi atlara binmiş ve teşkilatlanmış değillerdi. Bu işi şahsi imkânlarına göre
yapmışlardı.” (Galland, 1998: 118-119).
19
Topçu ocağının kırmızı sancağının ortasında bir top ve biri topun ağız kısmına yakın
olmak üzere dört gülle bulunmaktaydı. Humbaracıların sancağı da yine kırmızı
zeminlidir ve üzerinde bir havan tasviri bulunmaktadır. Askerî bölüklerin
sancaklarında genel olarak kırmızı, sarı ve yeşil renk zemin üzerinde, bölüğün işi ile
ilgili tasvirler ve hilal kullanılmıştır.
2.2.3.2. Alay Sancakları
Alay sancaklarının üzerine kelime-i tevhid, bazı ayetlerin sureleri, saltanat arması,
sultan tuğrası, ay-yıldız ve hangi alaya ait olduğunu belirten yazılar, genellikle sırma
ile işlenmiştir (Tekeli ve diğ.: 218). 1789 senesinde tahta çıkan III. Selim döneminde
III. Mustafa (hd.1757-1774) zamanında başlayan Batılılaşma hareketleri yoğunluk
kazanmış ve askerî alanda yapılan düzenlemeler, II. Mahmut tarafından da devam
ettirilmiştir. Bu düzenlemelerin en önemlilerinden biri Yeniçeri Ocağı’nın
kaldırılarak, “Asakir-i Mensure-i Muhammediye” adlı askerî teşkilatın kurulmasıdır.
Kuruluşunda dinî düşüncelerin hâkim olduğu bu teşkilatın sancakları Hz.
Muhammed’in sancakları gibi siyah renkli ipekten yapılmış ve üzerlerine kelime-i
tevhid gibi dinî ibareler işlenmiştir (Kurtoğlu, 1992: 133).
19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren tek renkli alay sancaklarının yanında birkaç
ayrı rengin bir arada kullanıldığı farklı şekilde düzenlenmiş alay sancakları da
kullanılmıştır. Ahşap gönder üzerinde taşınan alay sancaklarının başında ordu ya da
alayın sancak alemi bulunmaktaydı. Bununla beraber savaşlarda başarılı olmuş
alayların sancaklarına madalya ve zafer kurdelesi de takılmıştır (Tekeli ve diğ.: 218).
2.2.3.3.Sosyal Hayatta Kullanılan Sancaklar
Osmanlı toplumunda 14. yüzyıldan itibaren tarikat ve esnaf loncalarına özgü,
üzerinde çeşitli semboller bulunan sancaklar da benimsenmiş ve kullanılmıştır
(Tekeli ve diğ.: 214). Bunlar saltanat ve ordu sancakları gibi büyük boyutlarda
olmayıp küçük ölçülerdedirler. Alman gezgin Nicholas Haulnot’un günlüğünde esnaf
loncalarının tümünün birbirinden farklı flamaları olduğu belirtilmektedir. 1592
Şenliği’nde padişahın ve halkın önünden geçen yüz seksen bir esnaf kuruluşunun her
birinin bazen bir, bazen ikiden beşe kadar yükselen sayıda flamaları bulunmaktaydı.
Bunlar o esnaf loncalarının simgeleriydi ve halk esnafı bu flamalardan tanımaktaydı
(Nutku, 1997: 51, 54).
20
Sosyal hayatın en yoğun olduğu yerlerden biri olan çarşı ve pazarlarda, dükkânların
kapılarında ve tabelalarında o dükkânı tanıtan “belgi” denilen işaretlerin de
konulduğu bilinmektedir (Özdemir, 1997: 31). Ayrıca çoğunlukla bir cami ya da
mescit çevresine kurulan Osmanlı mahallelerinin bazılarının kendisine ait bayrağı
bulunmaktaydı ve bu bayraklar caminin minberinde ya da mihrabın yanında asılı
durmaktaydı (Osman, 1931: 456).
2.2.3.4.Sancak-ı Şerif
Sancak-ı şerif, gerek Osmanlı toplumunda ve gerekse Osmanlı ordusunda önemli bir
yere sahip olmuştur. Peygambere ait olduğu rivayet edilen “ukab” ismindeki siyah
renkli sancak önce Emeviler daha sonra Abbasiler tarafından korunmuş ve Yavuz
Sultan Selim’in Mısır’ı alması ile Osmanlı Devleti eline geçmiştir. İstanbul’a
getirilmesi ile ilgili, Yavuz Sultan Selim’in dönüşünde beraberinde getirdiği ve
Rodos Kuşatması sırasında, Kanuni Sultan Süleyman’a Mısır valisi tarafından
verildiği şeklinde iki türlü kayıt bulunmaktadır (Gökbilgin, 1966: 189). Kanuni
Sultan Süleyman tarafından her sene hacılar ve surre alayı ile Mekke’ye gidip
gelmesi temin edilmek üzere, Şam hazinesinde kalmış daha sonra ilk defa uğur
getireceği düşüncesiyle 1593’te Avusturya Seferi’nde orduyla gönderilmiştir.
1595’ten sonra bir daha Şam’a gönderilmeyerek Enderun’da saklanmıştır. Osmanlı
ordusunda Sancak-ı Şerif’in seferlere padişahlar ya da sadrazam ve serdar-ı
ekremlerle gönderilmesi gelenek haline gelmiştir. Sancak-ı Şerif padişahla beraber
ilk defa 1596’da Eğri Seferi’ne gitmiş ve bu sırada yanında “seyyid” denilen
peygamber soyundan üç yüz kişi bulundurulmuştur. Savaş sırasında Sancak-ı Şerif
serdar-ı ekremin önünde bulundurulmaktaydı ve kutsal sayılan kişiler ile hafızlar,
sancağın etrafında Fetih suresini okumaktaydı (Gökbilgin, 1966: 190). Bu sancağın
veziriazama ya da serdar-ı ekreme teslim edilerek, ordu ile uğurlanması ve
dönüşünde padişaha teslim edilmesi sırasında özel merasimler yapılmıştır. Ordu
sefere çıkacağı zaman padişah, Sancak-ı Şerif’i omzuna alarak arz odasına getirir ve
burada serdar-ı ekreme teslim ederdi. Anadolu tarafına sefere gidilecekse Üsküdar,
Rumeli tarafına gidilecekse Davutpaşa’da ordugâh yeri seçilir ve otağlar kurulurdu.
Sancak-ı Şerif’le beraber tuğlar, ordunun ve devletin ileri gelenlerinin, merasim
günlerine özel kıyafetleriyle katıldığı bir alay ile bu ordugâha götürülmekteydi.
Ordunun üzerinde büyük etkisi olan Sancak-ı Şerif için ordugâhta ayrı bir çadır
kurulmaktaydı (Orgun, 1941a: 245).
21
Bununla beraber surre alayı denilen ve her sene yenilenen Kâbe örtüsünü götürmek
üzere yola çıkan alayın da özel bir sancağı ve sancak kılıfı bulunmaktaydı. İslam
devletleri arasında önem taşıyan konulardan biri olan Kâbe örtülerinin yaptırılması,
16. yüzyıldan 20. yüzyılın ilk çeyreğine kadar Osmanlılar tarafından
gerçekleştirilmiştir. Her sene yenilenen bu örtünün Surre alayı ile gönderilmesi ve
yola çıkışı büyük bir törenle olmaktaydı. Surre alayı sancakları 310x118 cm
büyüklüğündeydi ve yeşil renkli kalın ipekli üzerine tespit edilmiş, bir ucu sivrilerek
son bulan, dikdörtgen şeklinde kırmızı zeminli bir pafta ile etrafını çeviren on iki
yuvarlak paftadan meydana gelmekteydi (Tezcan, 2004b: 287).
1672’de Edirne’de Sultan IV. Mehmet’in Lehistan Seferi’ne çıkışı için yapılan alayı
seyrederek gördükleri ile ilgili ayrıntılı bilgi veren Antoine Galland anılarında şöyle
yazmaktadır;
“Bununla beraber bu ihtişamlı merasimde daha öncede söylediğim gibi her vezir heyeti önünde
ancak iki tuğ taşımaktaydı. Bu iki tuğ ortasında yaya bir başka adam Muhammed’in bayrağını
taşıyordu. Bu bayrak büyük, yeşil satenden ve dört tarafı Arapça ve sırmadan bir yazıyı yani şu
“Allah’tan başka Allah yoktur ve Muhammed Peygamberidir” sözlerini ihtiva ediyordu. Bu
bayrak hemen hemen yere sürünüyordu. Bağlı bulunduğu değneğin başında bir nevi gümüş
kase mevcut olup bunun içinde küçük bir cilt halinde Kur’ân mevcuttu.” (Galland, 1998:
117).
“Subaylarla ağaların arkasında ata binmiş üç dervişin her biri bir sancak taşımaktaydı ve
Muhammed’in sancağı olan ortadaki yeşil satenden olup tekmil yanlarında Muhammed
akidesinin düsturlarını altından arabesk harflerle bildirmekteydi. Bayrağın içinde dahi aynı
şeyler altın harflerle yazılı bulunuyordu. Bunu Fransa’da görmüş bulunduğum şekilde omuz
üzerinde değil fakat tekmil bayrak ve sancaklar gibi dik götürüyorlardı ve tepesinde müselles
şeklinde bir gümüş kutu mevcut olup bunun içinde bir Kur’ân mahfuz bulunduğu bana temin
edildi. Eğer tutanlar bunları tamamen altından tutmamış bulunsalar yerlere kadar sürünecek
olan diğer bayraklar muhtelif renkte satenden olup üzerine de altından yazılar saçılmıştı.”
(Galland, 1998: 121).
Savaş sırasında Sancak-ı Şerif hiçbir zaman ön saflarda taşınmamış, kimi zaman
sancakla berber götürülen, hırka-i şerif gibi diğer kutsal emanetlerle beraber arkada
korunmuştur. Bu şekilde, savaşta her hangi bir olumsuz durum olduğunda, arkadaki
muhafız, sancak sandığını ve kutsal emanetleri uzaklaştırma imkânı bulmaktaydı. Bu
sayede Sancak-ı Şerif hiçbir zaman düşman eline geçmemiştir (Petrasch ve diğ.,
1991: 67). Viyana Kuşatması sırasında Osmanlı ordusunda esir bulunan ve daha
22
sonra “L’Etat Militaire de L’Empire Ottoman” adlı eseri yazan Graf Marsigli (1658-
1730) Sancak-ı Şerif hakkında şunları kaydetmiştir;
“Sultan müsaade eylediği takdirde bu sancak saraydan çıkarılarak orduya gönderilmektedir. Bu
sancağı çekilmiş olduğu halde ne seferde ne ordugâhta görmedim. Bu sancak hakkında
söylenen sözlere ve rivayetlere inanmak istemem. Ancak söylenilen sözlerden bazılarını
anlatmalıyım. Macaristan’da cereyan eden ve Türkler için felaketli olan pek çok safhalarda bu
sancak daima muhafaza edilmiş ve kurtarılmıştır. Bu sancak birçok efradın muhafazasında
olarak daima ileride gönderilmekte idi. Slankamen muharebesinde sancağa refakat edenler çok
büyük mükâfatlar almışlardı. Peygamberin bir mucizesi olarak Çasar süvarileri arasından
geçtikleri zaman düşman tarafından asla görülmemiş olduklarını söylemişlerdi.” (Marsigli,
1934: 177-178).
Ordunun seferleri dışında, Osmanlı halkı üzerinde büyük etkisi olduğundan isyan ve
ayaklanmalar gibi önemli toplumsal olaylar sırasında da Sancak-ı Şerif çıkarılmıştır.
Osmanlı İmparatorluğu en son Birinci Dünya Savaşı sırasında Sancak-ı Şerif’i
çıkarak “cihad-ı ekber” ilan etmiştir (Gökbilgin, 1966: 191). Zamanla yıpranması
üzerine üç adet yeşil ipekten sancak yaptırılarak, siyah renkli sancak bunların içine
paylaştırılmıştır. Gerek bu sebepten ve gerekse içerisine konulduğu kılıf yeşil
olduğundan 18. yüzyıldan itibaren “liva-i hidra” (yeşil sancak) diye anılmıştır.
1930’lu yıllarda Topkapı Sarayı Müzesi’nde yaptığı araştırmalar sırasında Sancak-ı
Şerif’i de inceleme fırsatı bulmuş olan F. Kurtoğlu bu sancakla ilgili olarak şunları
yazmaktadır;
“38x113 cm. ebadındaki yeşil ipekli kumaştan yapılmış Sancak-ı Şerif yarıya yakın iki katlıdır.
Bu ikinci katın üzerinde kırmızı atlas üzerine sırma ile sülüs celi ile “Nasrun minallahi ve
fethun karib” ayeti işlenmiştir. Etrafında aşere-i mübeşşerenin adlarını barındıran yuvarlak
çerçeveler dikilidir. Bu sancağın bir askısı vardır ki iki ucu püsküllü ve yeşil renkte canfesten
yapılmıştır. Gerek renginin yeşil olması ve gerekse kullanılan kumaşın çeşidi Hz. Muhammed
zamanından kalma olmadığını açıkça göstermektedir. Üzerindeki sülüs hat bu sancağın ancak
bir veya iki asırlık olduğunu göstermektedir. Yine bu sandığın içinde yeşil canfesten dikilmiş
bir torba içinde siyaha yakın bir renkte çürümüş kumaş parçaları bulunmaktadır … bunun da
Hz. Muhammed zamanından kalmış olması ihtimali çok uzaktır.” (Kurtoğlu, 1992: 70).
Selanikî Tarihi’nde Sancak-ı Şerif’in yıprandığı için yenisinin yapıldığı ve üzerine
asıl Sancak-ı Şerif’ten parçalar dikildiği ile ilgili bilgilerin yer aldığı belirtilerek,
Kurtoğlu’nun verdiği bilgiler Tahsin Öz tarafından da aktarılmıştır (Öz, 1953: 27).
Sancak-ı Şerif günümüzde de Topkapı Sarayı Müzesi Kutsal Emanetler bölümünde
23
muhafaza edilmektedir ve arz odasının karşısındaki kapının önünde, dikildiği yeri
belirten bir taş halen bulunmaktadır.
24
Resim 1- a.Prehistorik dönem örneği, b. Kumaş parçalı primitif örnek, c. Mısır, MÖ 4. bin sonu, d. İran bölgesinden metal örnek, MÖ 3. bin. e.Perslere ait örnek, MÖ 5. yy. Zygulski Z., 1992. Ottoman Art in Service of the Empire, New York University Press, New York and London, fig.1.
Resim 2- Roma döneminden örnekler. Zygulski Z., 1992. Ottoman Art in Service of the Empire, New York University Press, New York and London, fig.2.
Resim 3- Sancak Mushafı, Acar, Ş., 2005. Sancak Kur’ânları, Antik Dekor, 88, Nisan–Mayıs, s.120.
25
Resim 4- Sultan Abdülaziz (hd.1861-1876) tarafından Mesudiye Zırhlısı’na hediye edilen mushaf (İstanbul Deniz Müzesi Envanteri, no.0982).
Resim 5- Osmanlı Tuğu, Petrasch E., ve diğ., 1991. Die Karlsruher Türkenbeute: Badisches Landesmuseum Karlsruhe, Hirmer Verlag, München, s.77.
26
Resim 6- Doğu Türkistan’ın Kuça şehrinde kurt başlı sancak tutan bir insan tasviri, Çoruhlu Y.,1993. Türk Sanatının ABCsi, Simavi Yayınları, İstanbul, s.48.
Resim 7-Doğu Türkistan’ın Kuça şehrinde bulunan duvar resminde kurt başlı sancak tutan Türk Kağanı. İndirkaş, Z., 2002. Türklerde Hükümdar Tacı Geleneği, Kültür Bakanlığı, Ankara, s.123.
27
Resim 8- Saltanat sancakları, Eğri Fetihnâmesi, Haçova meydan savaşından ayrıntı, Şehnâme-i Sultan Mehmed III (TSMK, H.1609, vr.50b-51a) Nakkaş Hasan, 1598. Mahir, B., 2005. Osmanlı Minyatür Sanatı, Kabalcı Yayınevi, İstanbul. Resim 61’den ayrıntı.
Resim 9- Saltanat Sancakları, Mohaç Savaşı, Hünernâme (TSMK, H.1524) vr.256b. Nakkaş Osman, 1588, Tanındı, Z., 1996. Türk Minyatür Sanatı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, s.38.
28
Resim 10-Saltanat Sancakları, Sultan II. Osman’ın Hotin Seferi’ne gidişi. (Ayrıntı), Şehnâme-i Nadirî’den, Nakşi, 1622, TSM, H.1124, vr.53b. Tanındı, Z., 1996. Türk Minyatür Sanatı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, s.55.
Resim 11- 1884 tarihli Hariciye Nezareti Salnamesi.
29
Resim 12- Estonibelgrad Kalesi’nin fethi, Hünernâme II, Nakkaş Osman ve ekibi, 1588. Mahir, B., 2005. Osmanlı Minyatür Sanatı, Kabalcı Yayınevi, İstanbul. Resim 60’tan ayrıntı.
30
3. OSMANLI BAHRİYE SANCAKLARI
3.1. XV.- XX. Yüzyıllarda Bahriye Sancakları
Osmanlı bahriyesinde kullanılan sancaklar ile ilgili en eski kayıtlardan biri II.
Mehmet döneminde yaşamış, Tursun Bey’in Tarih-i Ebü’-Feth adlı eserinde
geçmektedir;
“Eğer görse Gazi Umur Bey
Deye olmaya bu donanmadan yek
Mavnalar, kadırgalar bu üzese
Sanasın dağlar yürür su üzere
Cüdadan her biri ol neyistan
Kızıl bayraklardan bir gülistan”
Kefe Seferi’nin anlatıldığı bu bölümde Osmanlı mavna ve kadırgalarının kırmızı
bayraklarla donatılmış olduğundan bahsedilmektedir. Ancak üzerlerindeki motif ya
da işaretler hakkında herhangi bir bilgi verilmemiştir (Noyan, 1976: 48). İstanbul’un
fethi ve alemdar Eyüp Ensari’nin kabrinin bulunmasından sonra sikkesinin üzerine
“karaların ve denizlerin sultanı” ibaresini koyan Fatih Sultan Mehmet’e ait hünkâr
gemisinin sancağı yeşil renkteydi (Ali, 1989b: 379). 1475 senesinde Gedik Ahmet
Paşa kumandasında Kırım’a giden Osmanlı gemileri içinde kızıl bayraklarla
donanmış mavnaların olduğu bilinmektedir (Bostan, 2005: 221). 15. yüzyılda
özellikle kırmızı renk sancaklar kullanıldığı halde, 16. yüzyılda kumandanlar yeşil,
imparatorluğun çeşitli sancaklarındaki derya beyleri ise beyaz, kırmızı, sarı ve sarı-
kırmızı çizgili sancaklar kullanmışlardır (Köprülü, 1943: 418).
Osmanlı bahriyesinde yeşil renk sancakların kullanımının dayandığı kaynak ile ilgili
bilgi, Beylikler döneminde Aydınoğlu Umur Bey’in gemisine çektiği sancağın yeşil
olduğudur. Yeşil renk dinî bir anlamda kullanılmıştır ve cihat ile gaza kavramlarını
ifade etmektedir. Bu renk sancakların, gazilere ait olduğu ve daha çok denizciler
31
tarafından kullanıldığı bilinmektedir. Barbaros Hayrettin Paşa’nın yanında ve
hizmetinde bulunmuş Seyyid Muradî tarafından kaleme alınan, Barbaros ile ağabeyi
Oruç Reis’in hayatının anlatıldığı, gazavatnâmede Yavuz Sultan Selim’in Hayrettin
Paşa’ya, sırma ayetler yazılı yeşil bir sancak ile kırmızı bir flandra gönderdiği
geçmektedir (Seyyid Muradî, 2003: 140). Gazavatnâmenin bir başka nüshasında ise
Kanuni Sultan Süleyman’ın, Barbaros’a hilat, samur kürk, saat ve kılıç ile birlikte
gönderdiği sancak ve flandranın Paşakapısı’na diktirildiğinden, som sırma sancağı
görmeye gelenlerin hayret içinde kaldıklarından bahsedilmektedir (Seyyid Muradî:
75).
Piyale Paşa’nın donanmasının İstanbul’dan hareket edişini anlatan Avrupalı bir
seyyah, kumandan bayrağının yeşil olduğunu bildirmektedir (Köprülü, 1943: 417).
Bu durum diğer korsanlar ile savaşan Cezayir korsanlarının, Umur ve Barbaros
Paşaların geleneklerini devam ettirdiklerini göstermektedir (Köprülü, 1943: 418).
1573’te Avusturya elçisi Sannegk ve Preyburg Kontu David Ungnad ile birlikte
İstanbul’a gelen ve beş sene İstanbul’da kalan sefaret heyetinin Protestan vaizi
Stephan Gerlach’ın, torunu Samuel Gerlach tarafından 1674’te Frankfurt’ta basılan,
güncesinde 16. yüzyıl Osmanlı donanması ile ilgili olarak şunlar yer almaktadır;
“19 Kasım’da (1573) Uluç Ali’de 130 kadırga ve kendine ait olan yeşil direkli birçok gemiyle
birlikte geri geldi. Kadırgalar rengârenk güzel bayraklarla süslenmişti. En tepeye gözlemcinin
sepetinin olduğu yere de çok uzun, kırmızı, beyaz ve siyah renkte iki sivri uzantısı olan bir
bayrak çekilmişti. Gemiler ve kürekler kırmızıya boyanmıştı. Kaptanpaşa gemisinin dışı
yaldızlıydı ve ön tarafında yaldızlı üç top vardı. Uluç Ali Galata’nın karşısında, sarayın önünde
gemileri durdurdu ve bütün topları ateşledi. Daha sonra gemiler çok hoş bir müzik eşliğinde
karşı sahile geçtiler.” (Gerlach, 2007:107).
“21 Mayıs (1576) tarihinde Uluç Ali 30 kadırga ile denize açıldı. (bazıları 25 kadırga olduğunu
söylüyor) Gemilerin küreklerini ve direklerini kırmızıya boyamışlar, kırmızı, beyaz ve mavi
bayraklarla süslemişlerdi.” (Gerlach, 2007: 348).
H. 10. yüzyılda istinsah edilmiş, Piri Reis’in 2612 numaralı Ayasofya nüshasında
Marmaris Limanı’nın betimlendiği yaprakta liman içerisindeki iki gemiden birinin
kıç gönderinde düz mavi renkli bir sancak görülmektedir [Resim 13].
İnebahtı (Lepanto) Deniz Savaşı’nı betimleyen bir gravürde Osmanlı donanmasının
16. yüzyılda kullandığı sancaklar tasvir edilmiştir. Bu sancakların üzerindeki hilal ve
yıldız motifleri çeşitli şekillerde kullanılmıştır. Üç hilal bir arada kullanılmakla
beraber bunların ağız kısmı kimi zaman aynı yöne, kimi zaman üçü de farklı yöne
32
bakar şekildedir. Bazı sancakların ortasında yıldız, köşelerde hilal bazılarında ise
köşelerde yıldız ortada hilal görülür [Resim 14]. Venedik ve İspanyol tarihçileri,
İnebahtı Deniz Savaşı’nda Kaptanpaşanın gemisinin pruva direğine Zülfikar bulunan
bir sancak; kıç sancak gönderine ise kırmızı zemin üzerine üçgen oluşturacak şekilde
yerleştirilmiş üç adet beyaz renkte hilal bulunan bir sancak çektiğini ve başkumandan
Pertev Paşa’nın gemisinin kıç gönderinde beyaz üzerine üç hilalli sancak
bulunduğunu, Cezayir Beylerbeyi olan Uluç Ali Paşa’nın ise yeşil renkte ve üzerinde
Pençe-i Âl-i Abâ ile Kur’ân’dan sureler bulunan bir sancak taşıdığını belirtmişlerdir
(Kurtoğlu,1992: 102).
H. 10. yüzyılda yapılmış olan ve İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nde bulunan Piri
Reis’in 6605 numaralı Kitab-ı Bahriye nüshasında da bu gravürde görüldüğü şekilde
yukarı bakan hilalli sancaklar resmedilmiştir [Resim 15]. Yelkenli geminin mizana
direğinde, kırmızı zemin üzerine sarı renkli bir hilal ve kıç gönderinde ise yine
kırmızı zemin üzerine sarı renkli iki hilal bulunmaktadır.
1737-1738 yıllarındaki Osmanlı-Rus Savaşı’nı betimleyen ve Topkapı Sarayı Müzesi
Arşivi’nde bulunan belgede 18. yüzyılın ilk yarısında Osmanlı yelkenli ve çektiri
filolarında kullanılan sancakların kırmızı ve yeşil renklerde, hilalli ve Zülfikarlı
olduğu görülmektedir. Kürekli gemilerin kıç kısmındaki köşkün önüne çekilmiş
sancaklar çeşitlilik göstermektedir. Belgenin altında solda, en başta yer alan Osman
Paşa’nın kadırgasında, yeşil üzerine kırmızı desenleri olan bir sancak bulunmaktadır.
Baştarda-i Hümayun gemisinin pruva direğine, kırmızı renkli ve uca doğru sivrilen
bir sancak çekilmiştir. Köşk bölümünün önündeki gönderde, kırmızı renkli sancak
üzerinde sarı ve yeşil renkli hilal motifleri ve uçkurluğa paralel, yazı frizi olabilecek
bir bölüm ile Zülfikar olması muhtemel bir motif görülmektedir. Kadırga grubunun
en önündeki Mustafa Paşa’ya ait geminin sancağı ise yeşil üzerine kırmızı hilallidir.
Belgenin sağında yer alan kalyonların gönderlerindeki sancaklar düz kırmızı ve
kırmızı-yeşil çizgilidir [Resim 16].
1737 Osmanlı-Rus savaşına katılan baştarda ve kadırgalar ile kalyon ve çektirilerin
gösterildiği Keyfiyet-i Rusya adlı eserde baştarda-i hümayunun köşkündeki sancak
kırmızı-yeşil çizgili, diğer gemilerin sancakları ise kırmızı ve yeşil renklidir.
Kalyonların yer aldığı sayfada kapudâne kalyonunun grandi direğinde sarı-yeşil-
turuncu-mavi çizgili; kıç gönderinde sarı-turuncu-yeşil-kırmızı çizgili sancaklar
bulunmaktadır [Resim 17]. Bunun benzeri bir sancak, altın renkli ve hilalli alemiyle
33
birlikte, 17. yüzyılda istinsah edilmiş bir Piri Reis Kitab-ı Bahriye’sinde de
görülmektedir [Resim 18].
18. yüzyıl sonlarında İstanbul’da bulunmuş olan D’ohsson, bu yüzyılda kapudâne,
patrona ve riyale gemilerinde biri yeşil, diğeri kırmızı renkte iki bayrak olduğunu,
yeşil sancağın ortasında Zülfikar; kırmızı sancakta ise bir hilal ve bir yıldız
bulunduğunu; kaptanpaşa bayrağına ise padişah tuğrasının işlenmiş olduğunu
belirtmektedir (Uzunçarşılı, 1988b: 435).
Bu şekilde tuğralı sancakların kullanıldığı, Fethiye Kalyonu’nun 1837-1838
(H.1253-1254) tarihli seyir jurnalinde de geçmektedir; Kaptanpaşa, kalyona geldiği
zamanlarda şali sancakların indirilerek ipek sancakların çekildiği, daha sonra
Sarayburnu’nun önünden geçildiğinde ise, tuğralı sancak çekilerek yirmi bir adet top
atışı yapıldığı kaydedilmiştir.1 1839 tarihli Mahmudiye Kalyonu’na ait seyir
jurnalinde de II. Mahmut’un gemiyi ziyareti sırasında tuğralı sancakların kullanıldığı
görülmektedir (Bulgurcuoğlu, 2004: 49-50). 1849 Bahriye Nizamnâmesi’nin 3. ve
4.maddelerinde, padişah gemiye çıktığında tuğralı sancakların çekileceği kanuna
bağlanmıştır (Bahriye Nizamnâmesi, 1996: 2-3).
D’ohsson’un 18. yüzyıl sonuna dair verdiği bilgiler, III. Selim dönemine karşılık
gelmektedir ki bu dönemde Küçük Hüseyin Paşa’nın girişimleri ile gemi
sancaklarında daha çok kırmızı renk kullanılmaya başlanmıştır. Küçük Hüseyin
Paşa’nın konuyla ilgili olarak, 4 Ocak 1793 tarihinde donanma gemilerinin kıç
gönderine çekilen yeşil sancakların kırmızı renge çevrilmesi hakkında hükmü de
bulunmaktadır.2 Bu belgede, Kaptanpaşa Küçük Hüseyin Paşa’nın girişimleri ile
Tersane-i Amire’nin düzenlenmesi gereken konularından birinin kalyon sancakları
olduğu, kullanılan yeşil bezli sancakların boyasının kalp olduğu ve iyi kalitede
olmadıkları için bir ay içinde mavi renge boyanmış gibi yıprandıkları yer almaktadır.
Gemilerin kıç gönderinde devletin alametini taşıyan sancaklar, uluslar arası olarak da
son derece önemli olduklarından konun halledilmesi gerektiği bildirilmektedir. Bu
sebeple donanma sancaklarının yeşil yerine daha gösterişli bir renk olan kırmızı
şaliden yapılması uygun bulunmuştur. Belgede ayrıca Ankara şalisinin yabancı şali
kumaşından daha defeli3 ve iyi kalitede olduğu, genişliğinin iki parmak daha fazla
1 DMA. Fethiye Seyir Jurnali (H.1253-54), s.39-40. 2 BOA, CBH. 173/8160. 3 Tezgâhın defesine çok kuvvet verilerek tarak ziyade basılmakla sık dokunmuş. Şemsettin Sâmi, Kâmus-ı Türki, Enderun Kitabevi, İstanbul, 1989, s. 612.
34
olduğu ve şalilerin Ankara’da değil, al boyası daha gösterişli olan İstanbul’da
boyanacağı geçmektedir. Şalilerin Tersane’ye geldikten sonra İstanbul’da bir zirâsı
üçer para ücret verilerek güzel ve açık al renge boyanacağı bildirilmektedir.
Yeşil renk sancakların kırmızıya çevrilmesi ile ilgili olarak Kurtoğlu, Topkapı Sarayı
Müzesi Kütüphanesi, Hazine kısmındaki, Osmanlı Devleti ile yabancı devletlere ait
sancakları gösteren 2385 no’lu sancak albümünde, İstanbul Deniz Müzesi İhtisas
Kütüphanesi’ndeki 986 demirbaş numaralı sancak albümünde bulunan mavi renk
sancakların, yeşil renk gösterildiğini belirtmektedir. Ayrıca Topkapı Sarayı Müzesi
Kütüphanesi’ndeki bu albümde yeşil renk sancakların, zaman geçtikçe mavi gibi
olduğundan, kırmızı renge çevrildiğini belirten bir not düşüldüğünü de
kaydetmektedir (Kurtoğlu, 1992: 122-123)4.
III. Selim döneminde, Osmanlı Devleti’nde kullanılan ve çeşitlilik gösteren
sancakların bir düzene sokulması için çaba harcandığı görülmektedir. D’ohsson’un
anılarında bahsettiği sancak üzerindeki ay-yıldızın, bir devlet sembolü olarak resmen
kabulü III. Mustafa (hd.1757-1774) devrinde başlamış, I. Abdülhamit (hd.1774-
1789) ve özellikle III. Selim devirlerinde gelişerek yerleşmiştir (Eyice, 1987: 47).
III. Selim’in saltanatı sırasında bahriyenin ıslah edilmesi üzerinde durulmuş, tersane
işleri, dolayısıyla donanma bir düzene koyulmaya çalışılmıştır. Bu sebeple III. Selim,
güvendiği birini, süt kardeşi olan Küçük Hüseyin Paşa’yı, tahta geçmesinden birkaç
sene sonra 10 Mart 1792’de Kaptan-ı derya yapmıştır. Kaptan-ı Derya Küçük
Hüseyin Paşa on iki yıl bu görevde kalarak gerekli ıslahatları gerçekleştirmiştir. III.
Selim, Kaptan-ı derya küçük Hüseyin Paşa’ya, Osmanlı donanması ve İngilizlerin
işbirliği ile İskenderiye’nin Fransızlardan geri alınmasındaki başarısı sebebiyle
samur kürk ve süvar olduğu gemiye asması için bir sancak vermiştir5 [Resim 19].
III. Selim 29 Mayıs 1807 tarihinde tahttan indirildikten sonra ay-yıldız kullanımı kısa
bir süre kesintiye uğramışsa da II. Mahmut’un 16 Eylül 1808 tarihli emriyle
donanma gemilerinin sancaklarına ay ve yıldız konulmuştur. Fakat bu durum fazla
uzun sürmemiş ve 22 Mayıs 1809 tarihinde düz kırmızı renk sancaklar kullanılmaya
başlanmıştır (Cabi Ömer Efendi: 2003: 220, 448) [Resim 20]. Nitekim, Ahmet
Muhtar Paşa’nın Feth-i Celîl-i Konstantıniyye adlı eserinde, 19. yüzyıl başlarında
4 Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi Hazine kısmındaki sancak albümünün demirbaşı sayfa 122’de 2385, sayfa 123’te 2585 olarak geçmektedir. 5 TSMA, E. 4240/1.
35
kullanılan Osmanlı sancaklarının gösterildiği sayfada, Osmanlı kalyonlarına düz
kırmızı ve kırmızı üzerine üç hilalli sancaklar çekildiği görülmektedir [Resim 21].
1829-1831 yılları arasında Osmanlı Devleti’nde bulunan İngiliz deniz subayı
Adolhus Slade, anılarında Selimiye kalyonuna, üzerinde beyaz renk üç yarım ay
bulunan kırmızı renkli büyük bir sancak çekildiğinden bahsetmektedir (Slade, 1945:
35). II. Mahmut, ancak hükümdarlığının on sekizinci yılında, III. Selim’in başlattığı
yeniliklere devam edebilmiş ve Asakir-i Mansure-i Muhammediye ordusunu kurmuş
olmakla birlikte sancaklara da tekrar ay-yıldız konulmaya başlanmıştır (Özdemir,
1997: 83). İstanbul Deniz Müzesi’nde bulunan 1857 tarihli Osmanlı Devleti ile
yabancı devletlere ait sancakların gösterildiği levhada, kaptan-ı deryaya ait sancak
kırmızı üzerine beyaz hilal ve yedi kollu yıldızlıdır [Resim 22].
18. yüzyılın sonlarından itibaren sancaklarda kullanılan tuğra, Sultan Abdülaziz
(hd.1861-1876) döneminde beyaz renkte, sekiz şualı ve oval formlu bir güneş motifi
içine alınmıştır (Tekeli ve diğ.: 216). Bu şekle sahip sancaklar Osmanlı Bahriyesinde
de kullanılmıştır. H.1309/M.1891 senesinde basılmış “İşaret-i Umumiye-i
Bahriye”de padişaha ait ve geminin grandi direğine çekilen sancakta tuğra, sekiz
şualı oval bir form içerisindedir. Yine sekiz şualı oval bir formun içerisine
yerleştirilmiş hilal ve yıldızlı sancak, padişahın bindiği geminin gizine
çekilmekteydi. Bu sancağın gidon şeklinde olanı ise geceleri tuğralı sancak yerine
çekilmiştir (İşaret-i Umumiye-i Bahriye, H.1309/M.1891) [Resim 23]. 1901
senesinde de bu şekle sahip sancakların kullanımına devam edilmiştir (Mecmuat-ül
Bahriyyun, H.1319/M.1901: 1-2) [Resim 24].
Tuğranın sekiz şualı oval bir formun içerisine yerleştirildiği sancaklar, Sultan
Mehmet Reşat (hd.1909-1918) döneminde de kullanılmıştır. H1328/M.1910 tarihli
Osmanlı Devleti’nin sancaklarını gösteren albümde, bu şekildeki sancaklar padişaha
ait olarak gösterilmiştir. Bununla beraber yine kırmızı renkte ve ortasında içi boş
oval bir form ile çevresinde sekiz şualı güneş motifi yer alan sancaklar veliahta;
bunun gidon şeklinde olanı ise Osmanlı hanedana aittir (Devlet-i Aliye-i Osmaniye
Sancaklarıyla Düvel-i Ecnebiye Bandıralarını Havi Albüm,1328: 1).
3.2. Kaptanpaşa-Kapudâne-Patrona-Riyale ve Derya Beylerinin Sancakları
Osmanlı Bahriyesi her teşkilatta olduğu gibi çeşitli hiyerarşik bölümlere ayrılmıştır.
16. yüzyılda, Piri Reis, Kemal Reis, Murat Reis, Seydi Ali Reis, Turgut Reis ve Salih
36
Reis gibi denizcilere kaptan yerine “reis” denilmekteydi. “Kaptan” tabiri daha sonra
kullanılmaya başlanmıştır. Yaklaşık 1682 senesinden itibaren donanmanın
kaptanpaşadan sonra gelen büyük amirallerine sırasıyla kapudâne, patrona ve riyale
adı verilmiş diğer gemilerin süvarilerine ise kaptan denilmiştir (Uzunçarşılı,1988b:
432). Donanmanın önemli konumlarındaki bu kişilerin bindikleri gemilere ise
“sancak gemisi” kaptanlarına da “sancak kaptanı” adı verilmiştir. Bu tabirler onları
diğer alay gemilerinden ayırmıştır. Derya beyleri ise Kaptanpaşa Eyaleti’ni meydana
getiren Osmanlı kıyılarındaki sancak beylerine verilen isimdir. Derya beyleri
donanma ile sefere gitmeye mecburdular. Bu hiyerarşi doğal olarak savaş zamanında
kullanılan gemilerde, çekilen sancaklara da yansımıştır.
Kaptanpaşa ya da Kaptan-ı derya donanmanın başkumandanıdır. III. Selim tarafından
Nizam-ı Cedid kuruluncaya kadar kaptanpaşaların sancakları üzerinde daima
“Zülfikar” resmedilmiştir (Kurtoğlu, 1992: 98). İstanbul Deniz Müzesi İhtisas
Kütüphanesi Asar-ı Atika bölümündeki 986 demirbaş numaralı sancak albümünde
1800 tarihinde ve daha öncesinde kaptanpaşalar tarafından kullanılan sancaklar
gösterilmiştir6 [Resim 25].
14 Nisan 1802 tarihli ve Hüseyin Paşa tarafından düzenlenen sancakların
“hayyatiye” denilen terzi masraflarını gösteren belgede paşa sancağının sütun
sancağı “Zülfikarî” olarak geçmektedir.7
Paşa sancakları padişah sancaklarıyla kimi zaman benzerlik gösterse de daha küçük
boyutlu ve sade olmaları sebebiyle ayırt edilebilirler (Kurtoğlu, 1992: 98).
Kaptanpaşalar, 18. yüzyıl başlarına kadar gerek savaş ve gerekse barış zamanlarında,
kürekle hareket eden ve paşa baştardası denilen gemilere binmişlerdir. 1701 Bahriye
Kanunnamesi ile Kaptanpaşaların baş kapudâne denilen ve yelkenle hareket eden
kalyona binmeleri, üç fener ve üç sancak takmaları; barış zamanında ise yine
baştardaya binmeleri kanuna bağlanmıştır (Uzunçarşılı, 1988b: 464). Paşa
baştardasına ve kethüda gemisine flandra, kıç bayrağı ve yel bayrağı devlet
tarafından verilmekteydi. Diğer gemilere sarı-kırmızı kıç sancağı verilmekte, diğer
sancaklarla yel bayraklarını reisler kendileri karşılamaktaydı.
6 Albüm, arka sayfasındaki Amerikan sancağının altındaki not dolayısıyla H.1215/M.1800 senesine tarihlendirilebilmektedir. 7 BOA, CBH. 51/2419.
37
Katip Çelebi (1609-1657), Osmanlı Devleti’nin kuruluş döneminden 1656 yılına
kadar olan devrenin denizciliğini ele aldığı “Tuhfetü’l Kibar Fi Esfari’l Bihar” isimli
eserinde flandra ve sancaklar hakkında şu bilgileri vermektedir;
“Paşa baştardasına ve kethüda gemisine flandra ve kıç bayrakları, yel bayrağına varınca
miriden verilir. Öteki gemilere sarılı-kırmızılı birer kıç bayrağı miriden verilip öteki bayrakları
ve flandraları reisleri kendi malından ederler. Bir geminin flandrası ve bayrağı ipek olup iki yüz
guruşa ancak olur. Ve bütün kapudanlar ve reisler iğneden ipliğe varınca yat ve yarağı
mahzenden alırlar. Ve gemi kapudanlarına her donanmada komanya akçesi on beşer bin akçe
verilir.” (Katip Çelebi, 1973: 232).
Aynı bilgiler 17. yüzyılda yaşamış olan ve Osmanlı kanunnameleri hakkında
“Telhisü’l- Beyan Fi Kavanin-i Al-i Osman” isminde eseri bulunan Hazarfen
Hüseyin Efendi tarafında da verilmektedir (Hüseyin Efendi, 1998: 165).
Ayrıca baştardaların köşklerinde eşya olarak halı, kilim, seccade, yastık, minder,
sancak alemi, ipek ve pamuk ipi, kösele, sahtiyân, Selanik keçesi ve billur cam gibi
eşyalar da bulunmaktaydı (Bostan, 2005: 177). 16. yüzyıl sonunda Osmanlı
İmparatorluğu’na köle düşmüş olan Heberer, bir baştardanın denize indirilişi ile ilgili
anılarında, baştardanın grandi direğine çekilen kaptan-ı derya forsunun som
gümüşten yapılmış olduğunu belirtmektedir (Bostan, 2005: 178).
Baştarda-i hümâyun ise Kaptanpaşa baştardasından farklı olup bazı padişahların
yaptırmış oldukları gemilerdir. Bunlar kaptanpaşa gemileri gibi üç fenerliydiler
ancak teknesi, kürekleri ile direkleri yeşile boyalıydı. Yine yeşil renk olan sancağının
tepesinde alem bulunmaktaydı. Padişahların, kendi yaptırdıkları veya kaptanpaşanın
Tersane’de inşa ettirdiği baştardalar, denize indirildiğinde maiyeti ile birlikte bu
gemilere binmesi ve “gazâ niyetiyle” bir miktar yol alması adet haline gelmişti
(Bostan, 2005: 182). Bir vezir donanma ile sefere serdar olursa padişahın bu
baştardasına biniyor ve direğine kendi sancağını çekiyordu (Uzunçarşılı, 1988b:
465). Orta baştarda ya da hünkâr gemisi de denen bu baştarda, diğerlerinden ayırt
edilebilmesi için daha süslü bir şekilde yapılmaktaydı. Vezirlerden biri, donanmanın
kara askeri serdarı olarak görevlendirilerek, kaptanpaşa ile birlikte sefere
katıldıklarında bu gemiye binmekteydiler. Orta baştarda yeşile boyanmış olması
sebebiyle diğer gemilerden ayrılabiliyordu ve grandi direğinde paşa sancağı
bulunuyordu (Ali, 1989a: 198).
38
18. yüzyılın sonlarında donanma sefere çıkarken baştarda-i hümâyuna bir flandra
asılması adet olmuştu. Donanma hareket ettiğinde eski usule göre baştarda içinde
mehter çalınır, önde baştarda arkada diğer donanma gemileri sıralanarak merasimle
denize açılırlardı (Bostan, 2005: 188).
Kaptanpaşadan sonra gelen ve günümüzün Oramiral rütbesine denk olan
kapudânenin bindiği gemiye kapudâne-i hümâyun denilmekteydi. Kapudâne gemisi
flamasını sancağın altına dikmekteydi (Uzunçarşılı, 1988b: 434). 14 Nisan 1802
tarihli belgede kapudâne sütun sancağı “ok yaylı” olarak geçmektedir.8 İstanbul
Deniz Müzesi Deniz İhtisas Kütüphanesi Asar-ı Atika bölümündeki 986 demirbaş
numaralı sancak albümünde ok-yaylı ve hilalli kapudâne sancakları görülmektedir
[Resim 26].
Günümüzde Koramirale karşılık gelen Patrona’nın bindiği gemiye Patrona-i
hümâyun denilmekte ve Patrona, flamasını pruva direğinin üstüne çekmekteydi
[Resim 27]. Patronadan sonra gelen Riyale rütbesi günümüzde Tuğamirale denktir.
Bindiği gemiye riyale-i hümâyun denilmekteydi. Riyale, flamasını mizana direğine
çekmekteydi [Resim 28 ve Resim 29].
Kaptanpaşanın kendisine bağlı sancak beyleri diğer adıyla derya beyleri
bulunmaktadır ki bunlar inşa ettikleri ve donattıkları gemiler ile deniz seferlerine
katılmaktaydılar. Derya beyleri seferler sırasında bindikleri gemilerin sancaklarında,
kendilerine özel olan işaretleri kullanmışlardır. Tunus, Trablus ve Cezayir
Beylerbeyleri de Osmanlı donanması içerisinde sahip oldukları önemden dolayı
oluşturdukları filolara, kendilerine özel sancakları çekmekteydiler (Rasim, 1325: 13).
Derya beylerinin sancakları ile ilgili Fındıklılı Silahdar Mehmet Ağa’nın, Osmanlı
Devleti’nin 1645-1720 yılları arasındaki olaylarını anlattığı Silahdar Tarihi’nde,
Fazıl Ahmet Paşa’nın Girit Seferi sırasında, derya kaptanlarını gemilerindeki
sancaklara bakarak kontrol ettiği ile ilgili bilgi yer almaktadır (Kurtoğlu, 1992: 106).
Kaptanpaşa Eyaleti’ne bağlı olan derya beyleri, donanmanın yardımcı kuvvetlerini
oluşturmaktaydılar. Bunlar kendi sancaklarındaki tımar ve zeamet sahipleri ile
birlikte yıllık gelirlerine göre bir, iki veya üç kadırga ile deniz seferlerine
katılmaktaydılar. Derya beyleri gemilerini ve teçhizatlarını kendileri temin
ediyorlardı ve sancakları da şahıslarına aitti. Derya beylerinin kullandığı bu
sancaklar, daha sonra alay sancakları olarak kullanılmış, padişah cüluslarında, dinî 8 Aynı belge.
39
bayramlarda ve yabancı ülkelerin özel günlerinde gemilere çekilmiştir (Rasim, 1934:
31). 1909 senesinde donanmanın ıslahı için İngiltere’den gelen Amiral Gamble’ın
çalışmaları ile alay sancakları yerine İşaret-i umumiye-i bahriye flamaları (bahriye
işaret flamaları) yapılmıştır (Rasim, 1325:13).
Donanmadaki gemilerin yeniçeri ve cebeci sınıflarından askerler ile donatıldığı bazı
zamanlarda ise yeniçerilerin bulunduğu gemilere, kırmızı üzerine beyaz renk ile
kılıç, balık, kaşık, çıpa ve gemi gibi ortalara ait işaretleri taşıyan sancaklar ya da bir
yüzü kırmızı diğeri yeşil sancak çekilmekteydi (Rasim, 1934: 31).
3.3. Donanmanın Sefere Çıkışında ve Merasimlerde Sancak
Osmanlı donanmasının her sene ilkbaharda denize çıkışı II. Bayezid (hd.1481-1512)
döneminde başlamış ve 19. yüzyıl ortalarına kadar devam etmiştir. Osmanlı
İmparatorluğu’nun sahillerini korumak için gerçekleştirilen bu seferlere hazırlık, kış
aylarında başlamaktaydı. Donanmanın tersaneden hareket etme zamanı
yaklaştığında, tersane geleneklerine göre kaptanpaşa baştardasına fener takılır,
denize açılmaya bir hafta kaldığında ise hareket işareti olarak flandra çekilirdi
(Uzunçarşılı, 1988b: 440). Baştarda-i hümâyuna flandra asılması ve daha sonra alay
gösterilmesi saygı gösterilen geleneklerdendi.9 9 Eylül 1790 tarihli bir belgede
donanmanın çıkışı esnasında baştarda-i hümayuna çekilmesi adet olan flandranın
mevcut olmadığı, yeniden hazırlanması için bir miktar masraf yapılması gerektiği ve
Enderun hazinesinden iade edilmek üzere flandra verilmesinden bahsedilmektedir.10
Hazırlıkların bitmesinin ardından Tersane Emini, Bab-ı Ali’ye gelerek donanmanın
sefere çıkmasını sadrazama arz eder, sadrazam ise padişaha durumu bildirirdi.
Gemiler padişahtan izin alındıktan sonra müneccimbaşının uygun bulduğu günde
alarga edilmekteydiler. 29 Ağustos 1791 tarihli belgede denize açılacak donanmanın
çıkışı ve flandranın asılması için müneccimbaşının belirlemiş olduğu vaktin padişaha
sunulduğundan ve tayin edilen zamanın Padişah tarafından da uygun bulunduğundan
bahsedilmektedir.11 Bu önemli gün için kuralları belirlenmiş bir merasim
bulunmaktaydı. Merasimin düzeni şu şekildeydi: şeyhülislam, kazaskerler, nişancı,
defterdar, yeniçeri ağası ve en son olarak sadrazam tersaneye, kaptanpaşanın odasına
gelirlerdi. Sadrazama gerekli hazırlıkların tamamlandığı bildirildikten sonra 9 BOA. HH. 200/10191. 10 BOA. HH. 15/642. 11 BOA. HH. 213/11608
40
padişahın da onayının gelmesi ile vezirler kallavi kavuklarını, diğer devlet ileri
gelenleri ise selimî serpuşlarını giyerek kaptanpaşanın baştardasına giderlerdi.
Baştardaya girildiği zaman kaptanpaşa, sancak-ı şerif dibinde ayakta durur, sahil ve
iskeledeki donanmanın çıkışını izleyen halkı selamlardı (Uzunçarşılı,1988b: 439).
Sadrazam ile kaptanpaşa, Sirkeci’deki Kireç iskelesinde kendi kayıklarına binerek,
Yalıköşkü’ne gelmiş olan padişahın huzuruna çıkarlardı. Burada kaptanpaşanınki
samur kürklü ve seraser kaplı olmak üzere diğer bazı devlet ileri gelenlerine de hil’at
giydirilir ve yine baştardaya binilerek, Beşiktaş’a hareket edilirdi. Bu sırada
kaptanpaşa sancak dibinde dururdu. Donanma, Beşiktaş’a geldikten sonra Barbaros
Hayrettin Paşa’nın türbesi önünde demir atar ve burada en fazla üç gün kalarak
Karadeniz’e ya da Akdeniz’e sefer için hareket ederdi.
Osmanlı bahriyesinde yeni inşa edilen bir geminin denize indirilişi de önem
taşımaktaydı. 17. yüzyılda İstanbul’da bulunmuş olan, Antoine Galland anılarında 17
Mart 1672’de tersanede denize indirilen bir kadırgadan bahsetmektedir;
“Tersane’de gayetle güzel iki kadırgayı suya indirdiler. Bu merasimde hazır bulunmak üzere B.
Büyükelçi kayıkla hareket etmişti, fakat çok geç vasıl oldu. Etraflarında muhtelif renkte
bayraklarla kadırgaların ikisini de deniz üzerinde gördü. Kadırgalar suya inerken birkaç top
attılar ki, Ekselans bunları Tophane’den işitti. … Tören Kaptanpaşa’nın sarayının yakınında
yapıldı ve Paşa odalarının birinden manzarayı seyretti.” (Galland, 1998: 80).
Sancaklar, donanmanın sefere çıkışı ve gemilerin denize indirilişinin yanı sıra önemli
kişilerin gemilere yaptıkları ziyaretlerde ya da geminin önünden geçişi esnasında da
kullanılmaktaydılar.
1839 tarihli Mahmudiye kalyonuna ait seyir jurnalinde 9 Haziran 1839 günü kalyona
gelen Sultan II. Mahmut için yapılan merasim hakkında şunlar kaydedilmiştir; “Mahmudiye Kalyonu henüz Beşiktaş’ta Saray-ı hümâyûn önlerindeyken saat dört buçuk
sularında Devletlû Paşa Hazretleri Şeyh efendiler ile birlikte kalyon-ı hümâyuna gelmişler
bundan sonra dualar okunup, harir sancaklar keşide olunmuş Padişah efendimiz, şehzadegân
efendiler ve cümle paşa hazretleri de kalyon-ı hümâyuna teşrif etmişler ve bu münasebetle
Mahmudiye Kalyonu’ndan yirmi bir pare top atışı yapılmış, Osmanlı sancağı ve tuğralı
sancaklar çekilmiştir. Mahmudiye’den verilen işaretlerle gemiler sırayla hareket ederek
Padişahı selamlamış ve Sarayburnu’na doğru yol almışlardır. Alaturka saate göre saat dokuz
sularında, II. Mahmut saltanat kayığı ile Mahmudiye’den ayrılmış ve bu münasebetle tekrar
yirmi bir pare top atışı yapılarak Padişah selamlanmış, tuğralı sancak aşağıya indirilmiş ve
küpeşte aralarına dizilen asker ‘çok yaşa!’ diye yedi defa bağırmıştır.” (Bulgurcuoğlu,
2004: 49-50).
41
Fethiye Kalyonu 1837-1838 (H.1253-1254) tarihli seyir jurnalinde bu konuyla ilgili
olarak, gemiye kapudâne ve liman reisi geldiğinde ipek sancaklar çekildiği, bir
müddet sonra havanın yağmurlu olması dolayısıyla ipek sancakların indirilerek
yerine şali sancakların çekildiği geçmektedir.12 Ayrıca 14 Haziran 1838 tarihli jurnal
kaydında Gelibolu’daki gemiye ipek sancaklar çekildikten sonra Açık Baş Baba
Türbesi’ne hürmeten bir pare top atışı yapıldığı görülmektedir.13
3.4. Osmanlı Bahriye Sancaklarındaki Simgeler
3.4.1. Zülfikar
Kılıç Türkler arasında tarih boyunca gücün ve cesaretin bunun yanı sıra hukukun ve
dinin sembolü olmuştur. Kılıç üzerine yemin edilmiş, padişahlara kılıç kuşanma
merasimleri yapılmış, kılıç tanrının emirlerini yaymak ve adaleti sağlamak için
önemli bir araç olarak görülmüştür. Çift ağızlı kılıç, Zülfikar İslam inancına göre,
Hz. Muhammed’e Bedir savaşı sırasında gökten indirilmiştir. Hz. Muhammed’in
vasiyeti üzerine, yüzüğü ve diğer silahlarıyla birlikte damadı ve ilk dört halifeden biri
olan Ali ibn Ebu Talib’e kalmıştır. Zülfikar, değişik kültürel geleneklere sahip kişiler
için manevi önemi olan, sadece Osmanlılara özgü ve yüzyıllar boyunca yaygın
olarak kullandıkları İslam ikonlarından biridir (Hathaway, 1999: 147).
Ali, Hammer’den aktararak, Zülfikar’ın bir ucunun doğuyu bir ucunun batıyı tehdit
ettiğini, bu iki uçlu kılıcın, Osmanlı hükümeti paşalarının mühürlerinde kullanıldığını
ve kaptanpaşanın yani Osmanlı donanması büyük amiralinin kırmızı sancağının
üzerinde Zülfikar bulunduğunu kaydetmiştir (Ali, 1989a: 206). Zülfikarlı sancaklar
Osmanlı donanmasında padişaha ya da padişah tarafından sefer için görevlendirilen
paşalara aittirler. Bununla beraber beylerbeyi ve vezir rütbesinde olan paşalar da
sancaklarında Zülfikar kullanmışlardır (Kurtoğlu,1992: 98, 103).
Hz. Ali’nin kılıcı olarak bilinen Zülfikar’a sihirli özellikler atfedilmiş ve Zülfikar
kahramanlık efsanelerine konu olmuştur. Bu nedenledir ki “Zülfikar” şekli kimi
zaman muska ve tılsım mühürlerde de kullanılmıştır [Resim 30]. Kılıcın resim olarak
tasvirinin, en erken örneklerinden bazıları İlhanlı iktidarında üretilen belgelerde
görülmektedir (Hathaway, 1999: 149). 16. yüzyılda Osmanlılarla birlikte İran’da
12 DMA. Fethiye Seyir Jurnali (H.1253-54), s.4. 13 Age., s.50.
42
bulunan iki Müslüman devletten biri olan Safaviler’de Zülfikar motifi, Ali’ye çok
bağlı olmalarına rağmen, Osmanlı sanatı ve silahlarındaki kadar önem
taşımamaktadır. 15. yüzyıldan başlayarak Zülfikar Osmanlı kültüründe bir dönüşüm
geçirerek Alevi liderin savaşta kullandığı gerçek bir kılıçtan, sancak üzerinde
sergilenen bir kılıç imgesine dönüşmüştür (Hathaway, 1999: 153). Osmanlı
toplumunda Zülfikar simgesini sancaklarında, mezar taşlarında ve ortalarında
kullanmış olan Yeniçerilerin, kuruluşu ile ilgili rivayete göre Orhan Gazi bu askerî
birliğin kurulmasına karar verdikten sonra Hacı Bektaş-ı Veli dergâhına giderek bu
askerler için hayır duasıyla birlikte bir isim ve bir sancak vermesini istemiştir (Ali,
1989a: 205), [Resim 31]. Yeniçeri sancağında kullanılan Zülfikar motifi daha sonra
sultan sancaklarında da kullanılmaya başlanmıştır.
Zülfikarın Osmanlı ordusu sancaklarında kullanımıyla, böyle bir amaç güdülmemiş
olmasına rağmen, Yeniçeri kuvvetleri için Balkanlar ve Anadolu’nun Hristiyan
nüfuslarından devşirme olarak toplanan gençlere, bu kültürlerde de var olan, aşina
oldukları kılıç efsaneleri hatırlatılmıştır. Zülfikar efsanesinin değişik geleneklerle
uyumlu olması, kısmen farklı kökenlerden olan Yeniçerilerin kılıca ve kılıcı kullanan
kişiye hürmet etmelerini sağlamıştır (Hathaway, 1999: 155-156). Kılıç yani Zülfikar
imgesi, farklı ideolojik ve dinî gelenekten gelseler bile onu görenler için kutsal bir
anlam taşımıştır. Zygulski, Osmanlıların Zülfikarlı sancaklarındaki antromorfizme
dikkat çekerek, kılıç uçlarının bacaklara, kabza uçlarının kollara, kılıç başının ise
insan kafasına benzediğini belirtmiştir. Zygulski, bu antromorfizmin bir tür “Türk
nostaljisinden” kaynaklandığını ileri sürmüştür (Hathaway, 1999: 153) [Resim 32].
Sancaklarda görülen antromorfizmle ilgili olarak İnebahtı Deniz Savaşı sırasında
kullanılmış, bugün ise Pisa San Stefano Kilisesi’nde bulunan, ince uzun ve üçgen
şeklindeki sancak üzerinde yer alan motiflerin, profilden ve karşılıklı duran iki insan
yüzüne benzemesi oldukça ilginçtir [Resim 33].
Sancaklarda kullanılan Zülfikar motiflerinin bir kısmında, kılıcın kabzasının ejder
başı şeklinde bittiği görülür. Ejderin ağzında alevi simgelemek ve dillerin devamı
olmak üzere küçük çiçek desenleri görülür [Resim 34]. Çift başlı ejder ve çift ejder
motifi Türkler arasında, kötülükten koruyan maskeler gibi esas olarak dinsel bir
çerçeve içinde yer alan kozmik ve astrolojik figürler halinde görülmektedir (Esin,
2003: 151). Ejderha motifi tüm dünyada Çin mitolojisi ve sanatına ait kabul
edilmekteyse de Türk mitolojisi ve sanatında da büyük yer tutmuştur. Efsanelerde,
43
masallarda, şiirlerde, aşk hikâyelerinde ve ansiklopedik eserlerde çokça geçmektedir.
Bunlarda kimi zaman ağzından kimi zaman gözlerinden alevler saçan, bazen bir,
bazen üç ve yedi başlıdır (And, 1998: 302). Türklerde özellikle erken dönemlerde
bereket, refah, güç ve kuvvet simgesi olarak kabul edilmiş, Ön Asya kültürleriyle
ilişkiye geçildiğinde bu anlamları zayıflayarak daha çok alt edilen kötülüğün simgesi
olmuşsa da Büyük Selçuklular zamanından İlhanlılar devrine kadar 11-14. asırlarda
Türk ordularında üzerinde ejderha resmi bulunan bayraklar kullanıldığı örneklerden
çıkartılabilir (Köprülü,1939: 46), (Çoruhlu, 2006:137). Türk kozmolojisinde yer
ejderi ve gök ejderinden söz edilmektedir. Yeraltında ya da derin sularda bulunan yer
ejderi bahar dönümünde yeraltından çıkmakta, pulları ve boynuzları oluştuktan sonra
gökyüzüne yükselip, bulutların arasına karışmaktaydı. Böylece yağmur yağıyor,
bereket ve refahın oluşmasına katkıda bulunuyordu. Uygur devrinde de olumlu bir
simge olarak kullanılan ejder motifi Ortaçağ Türk metinlerinde ise iktidarla ilgili
olarak hükümdarın ya da dinle ilgili olarak insanın, yolunu saptıran tuzakları ifade
etmiştir (Çoruhlu, 2006: 137). 14. yüzyılın ortalarında yaşamış Arap bilgini Demirî
(Kemaleddin Muhammed bin Musa), alfabetik olarak bütün hayvanları anlatan,
Hayat-ül-Hayavan (Hayvanların Hayatı) isimli ansiklopedik kitabında, tüm kara ve
deniz hayvanlarının ejderhadan korktuğunu söylemektedir (And, 1998: 304).
3.4.2. Hilal
Hilal, güneş veya yıldız Türk milletinin dünyaca tanınan simgeleri olmuşlardır. Bu
işaretlerin kökenleri, araştırmaların çoğunda Yakındoğu’da aranmışsa da Türk
kültürünün doğduğu İç Asya çevresinde, proto-türk kabul edilen milletlerin ve
Türklerin Gök ibadeti kozmolojisi içerisinde yer alan astral ikonografi aynı derecede
zengindir (Esin, 2004: 59). Hilalin Türkler tarafından bayraklarda kullanılması
milattan önceki bin yıla kadar dayandırılmaktadır. M.Ö. Çin’in kuzeyine hâkim
olmuş ve kısmen Türk olan Chou’ların altı bayrağı ve tuğu vardı ki hükümdar soyuna
ait olan bayrağın üzerinde güneş ve ay motifi bulunmaktaydı. Güneş tek noktalı bir
daire, ay ise hilal şeklindeydi. Bu bayrağın rengi bilinmemekteyse de hanedanın
rengi, gökteki ateşten feleği ve güneşi temsil eden kırmızıydı (Esin, 1981: 12).
Dünya gece hilal tarafından, gündüz ise güneş tarafından aydınlatıldığı için aralıksız
parlaklığın simgeleri olan bu motifler, tanrıların alameti olmalarının dışında, devlet
başkanlarının ve önemli şahısların da alameti olmuşlardır (Esin, 2004: 59).
44
Hilal, Sümerlerde ay tanrısı Nanna’nın sembolüydü ve Mezopotamya’da birçok
eserde özellikle de mühür ve sınır taşlarında kullanılmaktaydı. Göktürklerin
damgalarında, Uygurların tuğlarında, Karahanlıların bayrağında ve sikkelerinde,
Sasanilerin yine sikkelerinin çoğunda hilal motifi görülmektedir. İslamiyet’te ise ayet
ve hadislerde anlatılan özellikleri sebebiyle Müslümanlar tarafından mutluluk, sevinç
ve diriliş sembolü olarak kabul edilmiştir. Emevi dönemi sikkelerinde ay-yıldızlar
arasında besmele, kelime-i tevhid ve bazı ayetler bulunmaktaydı (Bozkurt, 1998: 13).
Hilal 10. ve 11. yüzyılda Karahanlı sikkelerinde “lillah”, “adl”, “ilig” (hükümdar)
gibi bazı ibareler ile birlikte kullanılmıştır. Hilal motifi, Büyük Selçuklular ve
Anadolu Selçukluları tarafında da benimsenmiş ve kullanılmıştır. Hilalin İslamiyet’in
sembolü olarak benimsenmesi Haçlı Seferleri sırasında genellik kazanmış ve bu
durum Haçlı Seferlerini konu alan minyatürlerde, Haçlı kalkanlarındaki haçlara karşı
Müslümanların kalkanlarına hilal resmi konulmak suretiyle gösterilmiştir (Erdem,
1988: 108). 11. yüzyıldan itibaren Doğu’da ve Batı’da Hristiyanlığın sembolü olan
haça karşı İslamiyet’in sembolü olarak hilal kullanılmış ve bu durum özellikle
İstanbul’un fethinden sonra giderek yaygınlaşmıştır (Bozkurt, 1998: 15). Osmanlı
Devleti geniş bir alana sahip olan sınırlarıyla, bütün Türk-İslam devletlerinin kültürel
mirasçısı olarak, hilal sembolünü dünyaya yaymıştır (Köprülü, 1931: 259).
İbrahim el Mürsi tarafından 1462 yılında yapılmış Akdeniz haritasında, Müslüman
devletlere ait sancakların üzerinde bulunan hilal, bu sembolün 15. yüzyılda İslam
dünyası tarafından kullanıldığını göstermektedir [Resim 35]. 16. yüzyılda yapılmış,
Callapoda da Candia’ya ait Avrupa ve Kuzey Afrika’yı gösteren haritada (1561),
Osmanlı Devleti’nin egemenliğindeki yerler, kırmızı üzerine sarı renkte ya da sarı
üzerine siyah renkte tek hilalli bayraklar ile gösterilmiştir (Bozkurt, 1998: 15). Yine
16. yüzyılda Batı’da yapılan Kanuni Sultan Süleyman ve Hürrem Sultan
gravürlerinde de hilal motifine çokça yer verilmiştir. Bunlardan birinde padişahın
resminin yanına üç hilalli bir arma yerleştirilmiştir. Hürrem Sultan’ın giydiği elbise
de hilal motifleriyle süslüdür (Bozkurt, 1998: 15). 16. ve 17. yüzyıla ait hilal ve hilal-
yıldız desenli kaftan ve kumaş örnekleri mevcuttur [Resim 36, Resim 37 ve Resim
38]. Bununla birlikte iç içe ay motifi bütün saray sanatlarına uygulanmıştır (Gürsu,
1988: 131). 1720 senesinde elçi olarak Fransa’ya giden Yirmi Sekiz Çelebi Mehmet
Efendi yazdığı anılarında Fransa’da Osmanlı Devleti alametinin hilal olduğundan
bahsetmektedir (Ali, 1989b: 385). 1835 senesinde Osmanlı elçisi olarak Paris’e
45
gönderilen Mustafa Reşit Paşa’nın mühründe hilal içinde beş köşeli yıldız
görülmektedir (Bozkurt, 1998: 15).
Gerek hilal ve gerekse hilal-yıldız erken dönemlerden itibaren Türkler ve Osmanlılar
arasında yaygın bir şekilde kullanılmıştır. 15. yüzyıl ile 17. yüzyıl arasındaki
Osmanlı sancaklarında hilaller iki formda görülmektedir; Birinci form “açık hilal”
olarak da adlandırılabilen yeni ay şeklindedir. İkinci form ise biri büyük diğeri küçük
iki daireden oluşur, iç kısımda kalan küçük daire büyük olanına değecek şekildedir.
Bu sayede hilalin kolları uç kısımda birbirine kavuşmaktadır. Bu forma sahip hilaller
“kapalı hilal” olarak da adlandırılmaktadır. Kumaşlarda iç içe benekten oluşan hilal
motifi daha dekoratif olduklarından, ay motifinden daha fazla kullanılmıştır (Gürsu,
1988: 95). Birinci tipteki hilaller genellikle yıldızsızdır. İkinci tipte küçük daire
içerisinde yıldız ya da yıldız kümesi bulunabilmektedir. Erken dönem sancaklarında
kapalı hilallerin üzerinde genellikle yazılar vardır ki bu yazılar bazen ayna yansıması
gibi aksi yönlerde olabilmektedirler (Zygulski, 1992: 42) [Resim 39]. İstanbul Deniz
Müzesi’ndeki 16. yüzyıla ait İnebahtı sancağında ve Topkapı Sarayı Müzesi’ndeki
Yavuz Sultan Selim’e ait sancakta bu forma sahip hilaller görülebilmektedir. Ayrıca
İstanbul Deniz Müzesi’ndeki III. Mustafa ve III. Selim’e ait sancaklarda bazı hilal
motiflerinin iç kısmında çiçek ve el motifi bulunmaktadır. Barbaros Hayretin Paşa’ya
ait sancakta ve bu sancağın 18. yüzyılda yapılan benzerinde ise hilal içerisine dört
halifenin isimlerinin yerleştirildiği görülmektedir.
3.4.3. Güneş
Eski Türklerde görülen güneş, ay ve yıldız kültlerinin, Gök-tanrı kültüyle ilişkisi çok
erken dönemlere dayanmaktadır. Eski Türklere ait tangrı sözcüğünün kökü tan(g)’dır
ve tan, eski Türk yazıtlarında ve bir çok çağdaş Türk lehçesinde güneşin doğduğu yer
anlamındadır. Bu nedenle tangrı sözcüğü güneşle ilişkilidir ya da güneşi çağıran,
doğmasını sağlayan anlamındadır (Çoruhlu, 2006: 22). Türklerde güneş, aydan daha
önemliydi. Uygurlara Önasya menşeli dinler girdikçe, Ay Türkler arasında önem
kazanmaya başlamıştır. Güneş doğarken, diz çökerekgüneşe selam vermek veya
güneşten yardım dilemek gibi istek ve saygı hareketleri, Türk tarihinde çok görülen
olaylardı (Ögel, 1971:166). Osmanlı İmparatorluğu’nda sultanın Osmanlı mülkünü
aydınlatan bir güneşe benzetildiği görülür. Yükselme dönemi ve sonrasında Osmanlı
tarihçileri, şairleri ve bilim adamları eserlerinde âdet olduğu üzere önce Allah’a,
46
sonra Hz. Muhammed’e hamdü senalarını sunmuşlar daha sonra sultanlara övgüler
yazmışlardır. Bu övgülerin içinde en çok tekrarlananı ise sultanın güneşe
benzetilmesidir. Çok şualı yıldız ya da güneş denilebilecek motifler sancaklarda geç
dönemlerde padişah tuğralarının kenarlarında ve Osmanlı armasında kullanılmıştır.
3.4.4. Mühr-i Süleyman
İki eşkenar üçgen kullanılarak yapılan altı kollu yıldız, mühr-i Süleyman süsleme
unsuru olarak Türk ve İslam sanatında gerek mimari süslemede ve gerekse küçük el
sanatlarında sıkça kullanılmıştır. Altı kollu yıldız motifi sadece Türk ve İslam
devletlerinde değil daha eski medeniyetlerde de görülmektedir. Tunç devrinde
Mezopotamya’dan İngiltere’ye kadar yayılan geniş bir alanda; Demir çağında
Hindistan’da ve İber yarımadasında kullanıldığı bilinmektedir. Romalılar tarafından
Baalbek’teki Bakhüs mabedinde ve Tauroentum’daki yer döşemelerinde görülür
(Çam, 1993: 208). Mısır’da bulunmuş bir Bizans muskası üzerinde de ortada
çıpa/haç ve balık, etrafında “Süleyman sağlık bekçisi” yazılıdır. 5.-6. yüzyıla
tarihlenen papürüsten yapılmış bir beyaz amulet üzerinde “kötü ruhlara karşı olan
Süleyman onların tümünü çıkardı. Bu muskayı taşıyan ateşten, her çeşit hastalık ve
kötü yaralanmalara karşı korur, bizi bekle” yazmaktadır (Köroğlu, 2003: 20).
Helen, Roma, İbrani, Asur, Sümer, Bizans gibi eski medeniyetlerden günümüze
ulaşan eşya ve eserler üzerinde göze çarpan bu eski yıldız eski Türklerin on iki
hayvanlı Türk takviminde bir sembol olarak yer almaktadır (Pala, 2006: 524). Farklı
kültür ve medeniyetlerde görülen bu süsleme öğesine atfedilen anlam da her devirde
değişmiş, altı yönün insanın yüzünü, matematikte ilk mükemmel sayıyı, dünyanın
altı günde yaratılmasını, bereket ve bolluğu sembolize ettiği, insanı kötü güçlerden
koruyan tılsım olduğu gibi fikirler de öne sürülmüştür (Pala, 2006: 525).
Mühr-i Süleyman terimi Tevrat ve İncil’de olduğu gibi Kuran-ı Kerim’de de geçmez.
İslam inancına, Tırmizî, İbn- Mâce ve Ahmed ibni Hanbel’in hadis kitaplarında
“kıyametten önce yer altından elinde Süleyman’ın mührü ve Musa’nın asası ile
dabbe çıkacak ve asasıyla Müslümanların yüzünü aydınlatacak, mührüyle kâfirlerin
yüzünü mühürleyecektir.” şeklinde yer alan hadis dolayısıyla girmiştir (Çam, 1993:
210). Bu rivayetlerde Hz. Süleyman’ın ateşe, suya, rüzgara, kuşlara ve hayvanlara
hükmetmesini sağlayan yüzük şeklinde tılsımlı bir mühre sahip olduğu, cennette Hz.
Adem’e ait iken Cebrail tarafından Hz. Süleyman’a getirilmiş olan bu yüzüğün
47
üzerindeki altıgen motifte ism-i a’zamın remzedildiği, Hz. Süleyman’ın ismi a’zama
hürmeten bu yüzüğü yalnızca abdesthaneye giderken çıkarıp “Âsaf” adlı vezirine
veya hanımı Âmine’ye teslim ettiği, mühür parmağında olmayınca hayvanlara
hükmedemediği kaydedilmektedir (Pala, 2006: 525). Kur’ân-ı Kerim’deki Neml
Suresi’nin 15-40. ayetlerinde ise M.Ö.960-925 yılları arasında hüküm sürmüş olan ve
Ben-i İsrail kavmine mensup Hz. Davud’un oğlu, hem kral hem de peygamber olan
Hz. Süleyman’ın kuşlara, hayvanlara, insanlara ve cinlere hükmettiğinden ve onları
çalıştırdığından bahsedilmektedir. Allah, Hz. Süleyman’a insanüstü- metafizik bir
kuvvet ve bilgi vermiştir (Bayram, 1993: 62). Süleyman Peygamber aynı zamanda
hükümdar olduğu için mühr-i Süleyman güç, iktidar ve saltanatın da sembolü
olmuştur. Halk arasında kullanılan “mühür kimde ise Süleyman da odur” sözü bu
inanışa dayanmaktadır. Mühr-i Süleyman kullanıldığı yere göre kimi zaman manevi
güç, kimi zaman maddi iktidar bazen de gizli güçler düşünülerek yapılmıştır
(Kuşoğlu, 1990: 33).
İlk devir İslam sanatında bir süsleme öğesi olarak kullanıldığı bilinen mühr-i
Süleyman’a 691 yılında Kudüs Kubbettüssahra’da gerek altı kollu yıldız şeklinde ve
gerekse hilal içinde gül-yıldız karışımı olarak rastlanmaktadır. H.100 (M.718-19)
senesinde Trablus’ta basılan Emevilere ait parada, 9. yüzyıla ait Tikrit (Samerra)
ahşap panolarında ve Kayrevan Cami-i Kebir minberinde de görülür. Abbasi ve
Tolunoğlu devri alçı süslemelerinde, Fatımiler döneminde yapılmış Kahire Hakim
Camii’nin doğu minaresinde mühr-i Süleymanlar kullanılmıştır. İslami devir Türk
eserlerinin süslenmesinde kullanılan altı kollu yıldızların sembolik anlam
taşıdıklarını gösteren işaretler hemen hemen yok gibidir (Çam, 1993: 213).
Tolunoğullarından sonra en eski İslami Türk devleti olan Karahanlılar’ın en önemli
eserlerinden biri durumundaki Tim Arap Ata Türbesi (977) taçkapısının alınlığında,
Buğra Bey adına H.352/M.963 senesinde Buhara’da pasılan parada, hilal ile birlikte
Muhammed yazılı H.317/M.929 yazılı bir başka parada altı kollu yıldız motifi
görülür. Bust Kalesindeki Gıyasettin Türbesinde bir daire içerisinde, Gazneli Sultanı
Behramşah’a atfedilen Tırmiz Hükümdar Sarayı alçı süslemelerinde kullanılmıştır.
Büyük Selçuklular döneminde Tuğrul Bey adına Medinetüsselam şehrinde H.455/
M.1062 yılında ve Muzaffer Berkyaruk adına Rey’de H.488/M.1095 senesinde
basılan bir parada, Kirman Selçuklularından İmameddin Kara Arslan Kavurd Beg
tarafından H.454/M.1062’de Şiraz’da basılan parada altı kollu yıldız görülür. Türk ve
48
İslam Eserleri Müzesi’nde Şam Ümeyye Camii’nden getirilen 1090 tarihli
(Melikşah’ın kardeşi Tutuş Devri) delik işlemeli pirinç kandilin boğaz kısmında ve
gövdesinde çok sayıda mühr-i Süleyman göze çarpmaktadır. Yine bu motifi Hargird
Medresesi’nin mihrabındaki alçı süslemelerde ve Kirman Hacı Atabek taçkapısının
(1135) alınlığındaki köşe boşluklarında da görmekteyiz. Eyyübiler döneminde ise
daha çok sikkelerde karşımıza çıkmaktadır. H.580 (M.1185/5) yılında Selahaddin
Eyyübi adına Halep’te basılan gümüş bir sikkenin her iki yüzünde de mühr-i
Süleyman yer almaktadır.
Altı kollu yıldız motifini Anadolu Selçuklu eserlerinde de görmek mümkündür.
Diyarbakır Ulu Camii’nin 1124 tarihli batı revağındaki bir kilit taşında bu yıldız eşit
kolları ve düzgün hatlarıyla tam bir Mühr-i Süleyman özelliğindedir. 13. yüzyılın
ikinci çeyreğine doğru yapılmış olan Malatya Ulu Camii’nin kubbe göbeğinde çini
mozaikle işlenmiş olarak, yine bir 13. yüzyıl yapısı olan Konya Karatay
Medresesi’nde ve 14.-15. yüzyıl Beylikler dönemi yapısı olan Ankara’daki Molla
Büyük Mescidi mihrabında mühr-i Süleyman motifleri görülmektedir [Resim 40 ve
Resim 41]. Antalya’da hüküm süren Teke beylerinden Mübarüziddin Mehmet Bey’in
Antalya’nın burçlarına çektiği sancağının beyaz üzerine kırmızı renkli bir altı kollu
yıldız şeklinde olduğu yine bu yüzyıllarda Endülüslü bir Müslüman tarafından
yapılmış “Katalan Haritası”nda ise Cezayir’in altı kollu yıldızlı bir bayrak ile temsil
edildiği bilinmektedir (Çam, 1993: 216).
İlk Müslüman Türk devletleri, Büyük Selçuklu, Anadolu Selçuklu ve Beylikler
döneminde kullanıldığına dair birçok örnek bulunan altı kollu yıldız motifine Osmanlı
sanatında da sık sık rastlanmaktadır. Mimari yapılarda (cami, medrese türbe, çeşme,
şadırvan ve hamam kubbelerinin aydınlatmaları) paralarda, mezartaşlarında, sini ve
maşrapalarda, kıyafetlerde özellikle şifalı gömleklerde, Kur’ân-ı Kerim
mahfazalarında ve ayetler arasındaki noktalarda, silahlarda, Anadolu’nun çeşitli
vilayetlerinde basılan nakışlı mangırlarda, Rufai, Mevlevi ve Bektaşi tarikatlarının
bayraklarında ve sancaklarda mühr-i Süleyman kullanılmıştır [Resim 42 ve Resim
43].
Bunlar birkaç örnek ile açıklanacak olursa; İstanbul Süleymaniye Camii revaklarında,
Bursa Yeşil ve Edirne Muradiye camilerinin çini panolarında; İstanbul Amcazade
Hüseyin Paşa Medresesi revaklarında, kemer alınlarında ve avlusundaki şadırvan,
lahid, mezar taşında; İstanbul Piyale Paşa Türbesi mezar taşında; Çelebi Mehmet’in,
49
Fatih’in, II. Bayezit’in, I. Selim’in ve III. Murat’ın bastırdığı paralarda mühr-i
Süleyman motifi görülmektedir.
Hz. Süleyman’ın bu sembolü, tabiatüstü gücü ve hükmetme gücünü temsil ettiği ve bu
gücü Kur’ân’dan aldığı için kolayca benimsenerek kabul edilmiştir. Yapıların
kemerlerinde, kemerlerin çökmemesi için; mezarlarda cesedin çürümemesi ve
hayvanlardan, böceklerden korunması için; tanrının gazabından yine tanrıya sığınmak
için, evlerde nazarlık ve saadet için, kötü ruhlardan korunmak için Mühr-ü Süleyman
kullanılmıştır (Bayram, 1993: 66).
Diğer Müslüman Türk devletlerinde olduğu gibi Osmanlılar da peygamberlere
yaptıkları şeyler vahiy yoluyla emredildiği için, onların hayat hikâyeleri ile
ilgilenmişler, hareketlerini kendilerine rehber edinmişlerdir. Özellikle Süleyman
Peygamber tarihi ve dinî içerikli metinlerde efsanevi ve dinî kimliği ile rol almıştır.
Hz. Süleyman her zaman idealize edilmiş bir devlet ve onun adil yöneticisi
kavramıyla özdeşleştirilmiştir. Bu gibi tarihî kişilikler ortak bir geçmiş üzerinde
gelişmiş pek çok kültürde, belirli kavram ve değerlerle özdeşleşerek toplumsal
hafızada yer almışlardır (Bağcı, 2002: 53). Hz. Süleyman gibi bilge, adil ve güçlü
karakterlerin, kimi zaman Müslüman yöneticiler tarafından kedileri ile
özdeşleştirildikleri görülmektedir. Fatih’in kendisini İskender-i zaman (zamanın
İskenderi) olarak gördüğünü ve bu imgeyi bilinçle benimsediğini gösteren yazılı
metinler hem Osmanlı hem de yabancı yazarların elinden çıkmıştır. Kanuni Sultan
Süleyman’ın da kendisini Peygamber Süleyman’la özdeşleştirmek isteği ve
“Süleyman-ı zaman” ya da “Süleyman-ı devran” lakabını benimsediği bilinmektedir
(Bağcı, 2002: 58). Zamanla halk arasında da bu iki tarihî kişiliğin, Hz. Süleyman ile
Kanuni Sultan Süleyman’ın birleştiği de görülmektedir (Kuşoğlu, 1990: 33). Bununla
beraber revaklarında mühr-i Süleyman bulunan Süleymaniye külliyesinin
vakfiyesinde, “varis-i taht-i Süleyman” nisbesini taşıması bu özdeşleştirmeyle
bağlantılı olarak görülmektedir (Bağcı, 2002: 58).
Kur’ân’ın çeşitli surelerinde Hz. Süleyman’a Allah tarafından birçok nitelikler
verildiği geçmektedir. Bunlardan bazılarına göre; Hz. Süleyman kuşların dilini bilir,
yüzlerce kanatlı atı vardır, rüzgârlar ve cinlerin bir bölüğü onun buyruğuna
verilmiştir. Şeytan ve zincire vurulmuş esirler ona yapı ustalığı ve dalgıçlık gibi işler
yapmaktadırlar. Söylencelere göre dalgıçlar ona denizin dibinden inciler, değerli
taşlar, süs maddeleri çıkarırlardı. Taberî, Hz. Süleyman’la ilgili olarak, her sefere
50
çıkışında tahtadan bir döşeme yapıldığını ve tahtının, askerlerinin, hayvanlarının ve
savaş araçlarının buna yüklendiğini, Hz. Süleyman’ın rüzgâra buyurması ile bir ayda
gidilecek yolun sabahtan öğleye kadar alındığını yazmaktadır (And, 1998: 164).
Türk-İslam sanatında erken dönemlerden itibaren görülen; mühr-i Süleyman hem
doğaya hükmetme gücü gibi sihirsel özellikleri hem de Süleyman Peygamber’e özgü
kişilik özelliklerini sembolize ettiği görülmektedir. Sancaklar üzerinde Zülfikarla
birlikte yer alması bu motifin tılsım ve ilahi himayeyi sağlaması için kullanıldığı
düşündürmektedir (Çam, 1993: 21).
Hristiyan ve Yahudiler arasında ise beş kollu yıldız Mühr-i Süleyman; altı kollu
yıldız ise “Davut yıldızı” olarak bilinmektedir. Yahudi geleneğinde, altı köşeli yıldız
motifi M.Ö. 6. yüzyıldan kalma bir mühürde ve Kafernaum’da yer alan bir sinagogun
(M.S. 4. yüzyıl) duvar süslemesinde görülür ancak bu erken kullanımların özel bir
mana taşımadığı ve dekoratif amacın ötesine geçmediği kabul edilmektedir. 17. ve
18. yüzyıllarda bazı Yahudi ailelerinin arması olarak gözükmeye başlamış olmakla
birlikte 19. yüzyıldan itibaren Yahudi mistik geleneğinin, bazı Yahudi cemaatlerinin
ve sinagogların dar alanından çıkıp Yahudi toplumunun tamamına mal edilmiştir
(Çam, 1993: 219), (Pala, 2006: 525).
3.4.5. Pençe-i Âl-i Abâ
Kuvvet ve faydayı ifade eden el sembolü önceleri büyüsel bir motif olarak, İslam
kültüründe ise tarikat sembolü olarak karşımıza çıkmaktadır (Aldoğan, 1988: 83).
Prehistorik çağlardan itibaren görülen ve ilkel insan tarafından, belki de sihirsel
amaçlarla kullanılan ilk işaret olduğu düşünülmektedir. Yakın Doğu, Avrupa ve
Kuzey Afrika’daki üst paleolitik döneme ait mağaralarda bu işarete rastlanmaktadır.
Neolitik çağa ait el negatifleri Mellaart’ın yaptığı kazılarda Çatal Höyük’te oda veya
tapınakların duvar resimlerinde el işaretleri görülmektedir. Tarih öncesi çağlarda
insanoğlunun elini boyaya batırıp duvara basmasıyla ya da elinin ayasını duvara
dayayıp etrafını boyayarak oluşturduğu el işareti; kuvvet, kötülüklerden arınma,
sahip olma, elde etme isteklerini ifade etmektedir (Aldoğan, 1988: 83). Bu tür el
baskıları (ve ayak baskıları) Asya’nın birçok bölümünde, Tibet’te ve Afganistan’da
bulunmaktadır. El işareti Babil ve Antik Mısır’da koruyucu ya da yıkıcı amaçlarla
kullanılmıştır. Roma’nın “signa militaria” denilen askerî amblemlerinin tepesinde
51
çoğu zaman el işareti görülmektedir [Resim 44]. Asya’da el sembolünün formu
değişerek orijinal biçimini kaybetmeye başlamıştır (Zygulski, 1992: 51).
El şeklindeki Pençe-i Âl-i Abâ, Hz. Peygamber, kızı Fatîma, damadı Hz. Ali ve
torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’den meydana gelen beş kişiyi içine alan, bir
tabirdir. İslam inancına göre, Hz. Muhammed bir gün kızını ziyarete gittiğinde, kızı
Fatma ile damadı Ali ve torunları Hasan ve Hüseyin’i mutlu bir şekilde bulmuş ve
sevinerek sırtındaki abâ yani hırkayı çıkartıp hepsini birden sarmıştır. Böylece aynı
hırka altında beş kişi toplanmıştır. Tasavvufta buna, Âl-i Abâ’ya, aba altına giren beş
kişi anlamını veren “Pençe Ten-i Âl-i Abâ” veya “Pençe-i Âl-i Abâ” da denmektedir.
“Beş”, “Beşli” anlamını veren “pençe” aynı zamanda el ve avuç anlamına da
geldiğinden, bileğe kadar parmaklar açık ve avuç görünmek üzere yapılan el resmi
de, Hz. Muhammed, Ali, Fatma, Hasan ve Hüseyin’den oluşan beş ismi hatırlattığı
gibi, parmaklara bu beş adın baş parmak “Hz. Muhammed”, şahadet parmağı “Ali”,
ortanca parmak “Fatma”, diğer iki parmak ise Hasan ve Hüseyin, avuca da “Allah”
adının yazıldığı da görülmektedir. Bu nedenle beş sayısı İslamiyet’te kutsal olarak
kabul edilmiştir. Öyle ki İslam hekimleri önemli eserlerini bu nedenle beş cilt veya
hamse şeklinde yazmışlar, asırlarca İslam dünyasında ilaç tabletlerinin veya kursların
üzerine ayetler, hadisler ve Pençe-i Âl-i Abâ basılmıştır (Aldoğan, 1988: 84). Avuç
ayası ile birlikte beş parmağın insanı kötü nazardan koruduğuna inanılmaktadır
(Berk, 2003: 22), [Resim 45 ve Resim 46]. Aynı zamanda Müslüman kadınların en
kutsalı kabul edilen Hz. Fatma’nın elini sembolize ettiği düşünülmüş, “Fadime Ana
Eli” (Cruciferae familyasından Anastadica) adı verilen bitki zor doğumlar sırasında
kullanılmıştır (Aldoğan, 1988: 84).
El şekli, cami, türbe ve tekke gibi yapıların ve sancakların alemlerinde kullanılmıştır.
İstanbul Şezadebaşı’ndaki Türk İnşaat ve Sanat Eserleri Müzesi’nde el şeklinde
sancak alemleri bulunmaktadır. Yeniçerilerin orta ve bölük nişanlarında da el işareti
yer almaktadır; 24. cemaat çadırlarında orta nişanı olarak, kırmızı renkli pençe, 76.
cemaat çadırlarında orta nişanı olarak siyah renkli pençe, 34. bölük işaret olarak
kırmızı el içinde yine kırmızı renkli servi motifi kullanılmıştır. Bununla beraber
Karacaahmet Mezarlığı’nda üzerinde el motifi bulunan 1767 ve 1793 tarihli iki
yeniçeri mezarında el motifi tespit edilmiştir (Aldoğan, 1988: 86).
El motifi daha çok bir muska olarak kabul edilerek, insanları her türlü kötülüğe karşı
koruyacağına inanılmıştır (Cimilli, 2004: 231). Peygamber ailesinin önemli üyelerini
52
temsil ettiği düşünülen bu motif, Osmanlı sancaklarında az çok gerçekçi bir şekilde
gözükmekle beraber biçimsel olarak palmet motifine dönüşmüştür (Zygulski, 1992:
51), [Resim 47].
3.4.6. Tuğra
Oğuz Han’ın yazılarındaki işaretinin tuğra olduğu ve bu tabirin “tuğrı” isimli
efsanevi bir kuştan geldiği rivayet edilmektedir. Padişahın ismini barındıran Tuğra
Büyük Selçuklularda, Anadolu Selçuklularında, Anadolu Beyliklerinde,
Memlûklerde ve Osmanlılarda görülmektedir (Uzunçarşılı, 1941: 101). Tuğra
zamanla Osmanlı hanedanının arması haline gelerek yalnız emir ve fermanlarda değil
sikkeler, senetler, sancaklar, resmî binalar, savaş gemileri daha geç dönemlerde
nüfus cüzdanları, pasaportlar, posta pulları, damgalı resmî evrak ve kontrol damgası
olarak altın ile gümüş eserler üzerinde yer almıştır (Deny, 1988: 5).
Sultanların, yabancı devlet başkanlarına gönderdikleri “Name-i hümayun”larda
sanatsal bir şekilde yapılmış tuğralar kullanılmıştır. Bununla birlikte sultanlar, bu tür
belgeleri, tahta çıkan her padişah için biri zümrütten üçü altından olmak üzere en az
dört adet kazdırılan, mühr-ü hümayunları ile mühürlemişlerdir. Bu ikili işlem
tuğraların, devleti temsil eden bir arma olduğunu göstermektedir (Özdemir, 1997:
64). Osmanlı belgelerinde kullanılan bir başka işaret ise “pençe” denilen ve devletin
üst kademelerindeki memurlara verilen tuğraya benzer imzalardır. Tuğra-pençe
benzerliğinin sebebi, devlet armasının bir benzerinin yazışmalara konulmasının
amaçlanmış olmasıdır (Özdemir, 1997: 64).
Divanü-lûgat-it-Türk’de Tuğranın aslının Oğuzca “tuğrağ” olduğu ve bunun
hükümdarın basılmış nişanı olduğu belirtilmektedir. Anadolu lehçesinde tuğrağ
kelimesinin sonundaki “ğ” okunamadığından tuğra şeklini almıştır. Tuğralarda
hükümdarın ve babasının ismi bulunmaktadır. Hükümdarın ismi en altta yer alır.
Tuğraların biçimi 16. yüzyıldan itibaren gelişmeye başlayarak 18. yüzyıl başlarında
olgunlaşmaya başlamıştır. Büyüklükleri ferman ve beratların kâğıtlarına uygun
olarak yapılmıştır. Tuğraların sağ taraflarına bayrak veya çiçek gibi bir işaret
konulması 17. yüzyıl sonlarından itibaren görülmektedir. Tuğranın sağ tarafına çiçek
yerine padişahın mahlasının yazıldığı da görülür. Bu ilk olarak II. Mahmut’un
hükümdarlığında başlamış daha sonra II. Abdülhamit ve V. Reşat da tuğralarının
yanında unvanlarını kullanmışlardır. II. Mahmut “Adli”; II. Abdülhamit “Gazi”; V.
53
Mehmet ise “Reşad” mahlasını kullanmıştır. Sultan Bayezit döneminde başlayarak
tuğraya han, muzaffer, muzaffer daima, el muzaffer gibi unvanlar girmeye
başlamıştır (Özdemir, 1997: 53).
Osmanlılarda tuğrayı, nişancı veya tevkiî denilen ve ilk devirlerde Divan-ı hümayun
dairesinin şefi olan ve 18. yüzyıldan sonra “tevkiî” adını alan “tuğrâî” çekmekteydi.
Tuğra batıdaki hükümdarların yazışmalarında olduğu gibi altta değil yazışmaların en
üstünde yer almış, sultanların imzası, Osmanlı hanedanının sembolü ve devletin
arması olarak üçlü bir işlevi yerine getirmiştir (Özdemir, 1997: 43). Daha önce
Selçuklularda, Anadolu Selçuklularında, Anadolu Beyliklerinde ve Memlüklerde
tuğra kullanılmışsa da Osmanlı tuğraları bu devletlerin kullandığı tuğralardan şekil
itibarı ile farklılıklar göstermektedir (Özdemir, 1997: 44). İlk tuğranın devletin
kurucusu Osman Gazi’ye ait olduğu kabul edilmektedir. En eski tuğralı Osmanlı
belgeleri Orhan Gazi’nin Mekece Vakfiyesi ve 1348 tarihli Pambucak Deresi
Mülknamesi’dir. Her iki belge üzerindeki tuğraların farklılık göstermesi, tuğra
şeklinin gelişim halinde olduğuna işaret etmektedir.
Biçimsel olarak Osmanlı tuğraları dört bölüme ayrılır ve bu bölümler tuğ, sancak,
taht ve kılıcı sembolize ederler. Birinci bölüm padişahın ve babasının isimlerinin
yazıldığı, “sere” ya da “kürsü” denilen bölümdür ve tahtı sembol etmektedir. İkinci
bölüm “bin” ve “han” kelimelerinin “nun” (ن) harflerinin kıvrılması ile oluşmuş
“beyze” denilen kısımdır ve sancağı sembolize etmektedir. Üçüncü bölüm tuğranın
“elif” (ا) harflerinin olduğu bölümdür ve tuğu sembolize eder. Dördüncü bölüm ise
el-muzaffer kelimesinin üzerinden geçerek tuğranın sağına uzayan kol veya hançer
adı verilen bölümdür ve kılıcı sembolize etmektedir (Özdemir, 1997: 48), [Resim
48].
Osmanlı tuğrası, tuğ, sancak, taht ve kılıç yazı-resimlerinden oluşan bir arma haline
gelerek Osmanlı Devleti’ni temsil etmiştir. II. Mahmut döneminde tuğranın, sancağı
sembolize eden bölümü küçülmüş, kılıcı sembolize eden bölümü ise eğilerek üzerine
“Adli” padişahın mahlası konulmuştur. II. Mahmut zamanında gerçekleşen bu
müdahale ile tuğra arma işlevini kaybederek sultanın imzası haline dönüşmüştür. Bu
dönemde tuğranın bir arma olduğu gözden çıkarılarak arma için yeni arayışlara
gidilmiştir (Özdemir, 1997: 64).
54
3.5. Osmanlı Sancaklarındaki Dinî İbareler
Savaşlar sırasında kullanılan sancaklar, askerî birliklerin işareti olmakla beraber
askerler üzerinde psikolojik etki de yaratmaktaydılar. Savaşanlarda manevi güç,
kendine güven ve moral; karşı tarafta ise baskı oluşturmaktaydılar. Aynı durum
kullanılan silahlar için de söz konusudur (Çoruhlu, 2004: 237).
Sancaklar üzerinde görülen süsleme unsurlarından biri dekoratif özelliklerinin yanı
sıra sancağın fonksiyonu ile uyumlu bir anlamı olan dinî ibarelerdir. Bunlar çoğu
zaman yuvarlak madalyonlar, dikdörtgen kartuşlar, bordürler ya da Zülfikarın
içerisinde bulunmaktadırlar. Dinî anlam içeren yazılar, silahlarda olduğu gibi
sancakların belirgin ve en iyi görülen kısımlarında yer almışlardır. Sancakların
dışında Kur’ân’daki dize ve duaları içeren dinî yazılı ipek dokumaların uzun bir
geleneği vardır. Askerî sancaklar üzerine işlenmiş dinî yazılar askerleri zafer için ya
da cennet vadiyle, din için savaşmaya teşvik etmiştir (Blair ve Bloom, 1991: 39).
Sancaklar üzerinde görülen Kur’ân-ı Kerim’den alınan ayetler;
1-Fetih suresinin 1.-3. ayetleri.
2-Saff suresinin 13. ayeti.
3-Âl-i İmrân suresinin 126. ve 181. ayetleri.
4-Nisa suresinin 77., 94-95. ayetleri.
5-Maide suresinin 27. ayeti.
6-Bakara suresinin 246. ayeti.
7-Muhammed suresinin 7. ayeti.
8-Hud suresi 88. ayeti.
9-İhlas suresi.
İstanbul Deniz Müzesi’deki Osmanlı sancakları içerisinde son iki ayeti bulunduran
bir örnek mevcut değilse de farklı müze ve koleksiyonlarda bulunan sancaklarda bu
surelere rastlamak mümkündür [Resim 49 ve Resim 50]. Sancakların üzerine
yazılmak için seçilmiş surelerin ayetleri genellikle fetih, zafer, gaza, Allah’ın yardımı
gibi konularla ilgilidir. Bu ayetler sadece sancaklarda değil savaş meydanında
kullanılan silahlarda ve otağ-ı hümayun çadırlarında da görülmektedir [Resim 51].
Sancaklarda, Kur’ân-ı Kerim’den alınmış surelerin ayetlerinin yanı sıra Besmele,
Kelime-i Tevhid, Maşaallah ve dört halifenin isimleri gibi bazı ibare, isim ve iyi
temennilere rastlamak mümkündür.
55
3.6. Osmanlı Minyatürlerinde Bahriye Sancakları
Minyatürlerin her birinin estetik kıymetinin yanında tarihî belge özelliklerine sahip
oldukları bilinmektedir (Ertuğ, 1999: 180). Form dili çözüldüğünde yazılı
kaynaklardan elde edilemeyecek birçok bilgi Türk minyatürlerinden elde
edilebilmektedir. Gerçek olayları anlatan tarihî konulu Türk minyatürlerinde karada
kazanılan başarıları canlandıran eserlerin yanında, Türk denizcilerini ve donanmasını
yaşatanlar da bulunmaktadır. (Atasoy, 1975: 2).
Tarihî konulu minyatürlü yazmalar 16. yüzyılın ilk yarısında Kanuni devrinde ortaya
çıkmıştır (Akalay, 1968: 102). Minyatürlü eserlerin içinde tarih konulu olanlar
zafernâme, gazavatnâme ve şehnâmeler doğrudan padişahın zaferlerini anlatan
eserlerdir (Ertuğ, 1999: 180). Şehnâmeler, 16. yüzyıldan 17. yüzyıl başlarına kadar
resmî tarihçilikte belli bir boşluğu doldurmuşlardır (Ertuğ, 1997: 31). Hazırlandıkları
dönemin önemli olaylarını belgelemeleri ve resim üslubunu belirleyen minyatürler
içermeleri bakımından Osmanlı yazmalarının en önemli türünü oluşturmaktadırlar
(Mahir, 2005: 91). Gazavatnâmeler ise savaşları konu alırlar ve belirli bir savaş veya
seferi ayrıntılarıyla anlatmaları bakımından önem taşırlar (Mahir, 2005: 95).
İçerisinde Osmanlı gemi tasvirlerinin yer aldığı gazavatnâme türündeki eserler;
Süleymannâme ya da Tarih-i Feth-i Şikloş ve Estergon ve Estonibelgrad (TSMK,
H.1608), Tarih-i Sultan Beyazid (TSMK, R. 1272), Nusretname (LBM, Add.22011;
TSMK, H. 1365), Şecaatname (İÜK, T. 6043), Tarih-i Feth-i Yemen (İÜK, T. 6045),
Vekayi’i Ali Paşa (Süleymaniye Kütüphanesi, Halet Efendi no.612) ve Paşaname’dir
(LBM, Sloane, 3584).
Şehnâme türündeki eserler ise Şehnâme-i Selim Han (TSMK, A. 3595), Tarih-i
Sultan Süleyman (DCBL, T. 413), Şehnâme-i Sultan Murad III (I. cilt İÜK, F. 1404;
II. cilt TSMK, B.200), Şehnâme-i Nadirî’dir (TSMK, H. 1124). Süleymannâme ya da
Tarih-i Feth-i Şikloş ve Estergon ve Estonibelgrad (TSMK, H.1608) Kanuni Sultan
Süleyman’ın 1543 yılındaki Macaristan Seferi ile Barbaros Hayrettin Paşa’nın aynı
yıl Fransa kıyılarına yaptığı seferleri konu almaktadır. Her iki sefere ait minyatürler
aynı yazma içinde toplanmıştır, deniz seferi ile ilgili olaylar vr. 36b’de bittikten
sonra vr. 37a’da Macaristan Seferi ile ilgili olaylar anlatılmaya başlamaktadır
(Akalay, 1968: 103). Eser, Matrakçı Nasuh tarafından yazılmış ve resimlendirilmiştir
(Mahir, 2005: 96). İlk kısımdaki minyatürlerde sadece limanlar gösterilmiş olup,
kompozisyonda ilk planda donanmaya ait gemiler göze çarpmaktadır (Akalay, 1968:
56
105). Osmanlı donanması, Stromboli (vr. 21b), İntibe (Antibes) (vr. 22a), Tulon (vr.
22b-23a), Marsilya (vr. 24b-25a), Nis (vr. 27b-28a) ve Cenova (32b-33a) gibi
Akdeniz’in bazı limanları önünde gösterilmiştir (Atasoy, 1975: 3). Tulon Limanı
önündeki Osmanlı donanmasının, kadırgalarının köşkü önündeki direklere sancak
çekilmiştir. Buradaki yirmi yedi kadırganın iki tanesi koyu yeşil, on yedi tanesi sarı,
sekiz tanesi ise kırmızı renkte sancağa sahiptir. Sancaklar düz renktedir ve uç kısma
doğru daralmaktadır. Gemilerin grandi direklerindeki sancaklar ise üçgen şeklinde ve
düz kırmızıdır [Resim 52]. Marsilya Limanı’ndaki Osmanlı kadırgalarının sancakları
krem ve kırmızı renk üzerine sarı desenlidir. Bazılarının kenarlarında sarı bir şerit
vardır [Resim 53]. İntibe (Antibes) Kalesi ve Cenova Limanı önündeki kadırgalarda
kırmızı ve krem renkli sancakların kullanıldığı görülmektedir [Resim 54 ve Resim
55]. Nis şehri önündeki Osmanlı kadırgalarının köşkü önündeki sancaklar sarı,
beyaz, kırmızı ve mavi renklerdedir [Resim 56].
II. Beyazıt dönemi olaylarını Türkçe düzyazı olarak anlatan ve 1540-45 yılları
arasında hazırlandığı sanılan Tarih-i Sultan Bayezid (TSMK, R. 1272) Matrakçı
Nasuh tarafından resimlendirilmiştir. İçindeki 10 minyatür Beyazıt devrinde
fethedilen Gülek, İnebahtı, Mudon gibi kaleleri göstermektedir (Akalay, 1968: 106).
Kaleler ve gemi resimleri ustalıkla çizilmiştir. Süleymannâme’nin ilk bölümünde
görülen minyatürlerle yakın benzerlik göstermektedir (Akalay, 1968: 109). İnebahtı
(vr. 21b-22a), Mudon (vr. 24b-25a) ve Kuron (vr. 26a) betimlemelerinde Osmanlı
donanması tasvir edilmiştir. İnebahtı Limanı’nda bulunan kadırganın grandi
direğinde üçgen ve düz kırmızı, kıç gönderinde dikdörtgen şeklinde ve yine düz
kırmızı bir sancak bulunmaktadır [Resim 57]. Mudon Kalesi ve Limanı önündeki
donanma gemilerinde sancak yoktur. Aynı eserde Barak Reis’in gökesinin
Venedikliler ile Bradona Adası açıklarındaki savaşını tasvir eden minyatürde pruva,
grandi ve kıç gönderinde bulunan sancakların kırmızı düz renkte oldukları
görülmektedir [Resim 58].
Kanuni Sultan Süleyman’ın saltanatının ilk yıllarında Şükri Bitlisî tarafından Türkçe
mesnevi tarzında yazılmış Selimname (TSMK, H. 1597-98), Yavuz Sultan Selim’in
saltanatı sırasındaki önemli olayları anlatmaktadır. Yirmi dört minyatürden oluşan
eserde Mısır’ın fethi dolayısıyla İskenderiye Limanı gösterilmiştir ve sayfanın üst
kısmında surlarla çevrili şehir, alt kısmında ise denizde Osmanlı donanması yer
almaktadır (vr. 254a) (Atasoy, 1975: 4).
57
Sultan II. Selim’in cülusundan ölümüne kadar geçen olayların konu alındığı
(hd.1566-1574) Şehnâme-i Selim Han (TSMK. A.3595) kırk üç minyatürden
oluşmaktadır (Çağman, 1973: 411), (Atasoy, 1975: 4). Bunlardan Kıbrıs’ta Limasol
koyuna demirlemiş olan gemi (vr.102b) Osmanlı donanmasını temsil etmektedir
(Atasoy, 1975: 4), [Resim 59]. Minyatürün sol tarafında, yük taşımak için gemiden
karaya çıkarılmakta olan bir at ve biraz üstte gemiye ait olması gereken, kırmızı
üzerine sarı hilal ve yıldızlı bir sancak görülmektedir. II. Selim ve III. Murat
devirlerinin şehnâmecisi Lokman b. Seyyid Hüseyin el-Urmevi tarafından yazılarak
1581 yılında tamamlanmıştır. Magosa Kalesi’nin fethinin betimlendiği sayfada (vr.
119a) sağda altta büyük bir gemi tasviri yer almaktadır (Atasoy, 1975: 5). Navarin
Savaşı’nı tasvir eden (vr. 128b-129a) minyatürdeki kadırgada büyük boyutlu, gidon
şeklinde kırmızı bir sancak ile köşk önündeki direkte yine kırmızı renkli bir sancak
görülmektedir [Resim 60]. Tunus’ta Halk-al-vaad (Küçük Bastion) Kalesi’nin ele
geçirilmesini tasvir eden sahnenin alt kısmında yer alan Osmanlı donanmasında
(vr.147b-148a) kırmızı, yeşil ve pembe renkli, gidon şeklinde sancaklar
görülmektedir [Resim 61].
Seyyid Lokman’ın 1579’da tamamladığı Tarih-i Sultan Süleyman (DCBL, T. 413),
Kanuni Sultan Süleyman devrinin 1559-1566 yıllarındaki önemli olaylarını ele
almaktadır. Malta’da St. Elmo Kalesi’nin fethi (vr. 28a), Sakız Adası valisinin
hapsedilişi (vr. 33b), şarap içenlerin çengelle idamı ve şarap yüklü gemilerin yakılışı
(vr. 10a) sahnelerinde denizde Türk donanmasına ait gemiler bulunmaktadır (Atasoy,
1975: 5). Şarap yüklü gemilerde sancak görülmemektedir.
III. Murat’ın saltanatının 1574 -88 yılları arasındaki olaylarını konu alan Şehnâme-i
Sultan Murad III Seyyid Lokman’ın eseridir ve iki cilttir, birinci cildi İstanbul
Üniversitesi Kütüphanesi’nde (F. 1404) ve ikinci cildi ise Topkapı Sarayı Müzesi
Kütüphanesi’nde (TSMK, B. 200) bulunmaktadır. 58 minyatüre sahip birinci ciltte
padişahın Manisa’dan Mudanya’ya gelip İstanbul’a gitmek üzere gemiye binişi
sahnesinde Osmanlı donanması tasvir edilmiştir (vr. 7a) (Atasoy, 1975: 5). III. Murat
için hazırlanıp 1592’de bitirilen ancak 1597’de III. Mehmet’e takdim edilen ikinci
cilt, Şehinşehnâme’de Kaptan Paşa’nın Karadeniz’de Faş Kalesi’ni fethi ve tamiri
tasvir edilmiştir (vr. 89a) (Atasoy, 1975: 5), [Resim 62]. Minyatürde üst kısımda Faş
Kalesi, alt kısımda Kılıç Ali Paşa’nın bindiği baştarda yer almaktadır. Baştardanın
pruva ve grandi direklerinde üçgen şeklinde ve düz kırmızı sancaklar görülmektedir.
58
Grandi direğinin serenine ise açık pembe ve ucu çatal şeklinde biten bir gidon sancak
çekilmiştir. Köşkün önünde bulunan direkte, ortada kırmızı iki yanda yeşil olmak
üzere üç sancak bulunmaktadır. Sancakların uç kısma doğru sivrildiği görülmektedir
ve uçkurluğa yakın kısımda sarı renkli çizgili bir bordür vardır. Sancak alemlerinin
altın renkli ve yuvarlak olduğu görülmektedir.
Gazavatnâme türündeki minyatürlü yazma hazırlama faaliyeti, özellikle 16. yüzyılın
son çeyreğinde hız kazanmıştır. Bu dönemde hazırlanan ilk gazavatnâme, tarihçi
Mustafa Ali tarafından yazılan Nusretname’dir. Eserin resimli nüshalarında (LBM,
Add. 22011; TSMK, H.1365) Gürcistan’ın fethi için serdar olarak görevlendirilen
Lala Mustafa Paşa’nın yaptığı sefer anlatılmaktadır (Mahir, 2005: 96). 1584’te
yazılan eserde Serdar’ın padişahın elini öpüp Üsküdar’a geçmek üzere gemiye binişi
sahnesi (vr. 32a-33b) yer almaktadır (Atasoy, 1975: 5).
1578-86 yıllarında Özdemiroğlu Osman Paşa’nın doğu’ya yaptığı seferi konu alan
Şecaatname (İÜK, T. 6043) Asafi Paşa tarafından Türkçe manzum yazılmış ve
1586’da tamamlanmıştır. İçerisinde 77 minyatür bulunmaktadır (Atasoy, 1975: 6).
Bunlardan birinde 1584’te İslam Giray’ı Kırım hanlığına oturttuktan sonra İstanbul’a
dönmek üzere olan Şark Serdarı Özdemiroğlu Osman ile Kaptanıderya Kılıç Ali
Paşa’yı bekleyen kadırga görülmektedir (vr. 216b). Kadırganın pruva direğinde çatal
uçlu kırmızı ve sarı renkli gidon şeklinde bir sancak bulunmaktadır. Grandi direğinde
ise yine çatal uçlu kırmızı ve açık pembe renkli bir sancak bulunmaktadır. Grandi
direği serenine çatal uçlu ve yine sarı-kırmızılı bir sancak çekilmiştir. Kaptan
köşkündeki sancak üçgen formlu ve tümüyle altın yaldızlıdır. Kıç gönderinde
nispeten küçük yarısı sarı, yarısı kırmızı ve flama şeklinde bir sancak görülmektedir
[Resim 63].
Osmanlı donamasını tasvir eden minyatürler bakımından hayli zengin bir eser olan
Tarih-i Feth-i Yemen (İÜK. T. 6045), Sinan Paşa’nın 1570-74 yıllarında Yemen
(1570) ve Tunus (1574) fetihlerini anlatmaktadır. Mustafa Rumuzî tarafından
yazılarak 1594’te tamamlanmış ve III. Mehmet’e takdim edilmiştir. İçerisinde 104
minyatür bulunmaktadır (Atasoy, 1975: 6). Bunlardan Sinan Paşa’nın Tunus Seferi
sırasında buğday yüklü bir düşman barçasını ele geçirmesini tasvir eden (vr. 594)
minyatürde, iki Osmanlı kadırgasının pruva ve grandi direklerine beyaz üzerine
kırmızı çizgili sancaklar çekilmiştir. Grandi direğindeki sancaklar gidon şeklindedir.
Grandi direği serenlerinde yine gidon şeklinde, düz kırmızı renkli sancaklar yer
almaktadır. İki kadırgada da düz kırmızı renkli sancaklar görülür. Üst kısımdaki
59
kadırganın köşkü önünde bulunan üç sancaktan ortadaki, iki yanındaki kırmızı renkli
sancaklara göre daha büyük ve yeşil renktedir. Sancakların alemleri altın yaldızlıdır,
kırmızı renkli sancakların alemleri top şeklindedir [Resim 64].
Aynı eserde Hızır Bey’in Aden üzerine giden Portekiz donanmasını kadırgalarla
uzaklaştırmasını (vr. 87a) tasvir eden minyatürde alt kısımda iki Osmanlı kadırgası
görülmektedir. Önde bulunan kadırganın pruva ve grandi direklerinde açık pembe
renkli ve üçgen şeklinde, köşkü önünde ise turuncu ve kırmızı renkli sancaklar
görülmektedir. Arka kısımdaki kadırganın pruva ve grandi direklerinde kırmızı,
köşkü önünde ise kırmızı ve yeşil renkli sancaklar vardır [Resim 65].
Yemen Serdarı Sinan Paşa’nın Muha’dan kadırga ile Cidde’ye gelişini gösteren
minyatürde (vr. 558b) kadırganın pruva ve grandi direklerinde üçgen şeklinde ve düz
kırmızı sancaklar bulunmaktadır. İki direğin serenlerine ise turuncu renkli gidon
şeklinde birer sancak çekilmiştir. Köşkün önünde ortada, muhtemelen zamanla rengi
maviye dönüşmüş, yeşil renkli ve bunun iki yanında düz kırmızı üç sancak
bulunmaktadır [Resim 66]. Sinan Paşa’yı bekleyen bir kadırganın yer aldığı başka bir
minyatürde (vr. 585b) kadırganın grandi direğinin serenine oldukça büyük, gidon
şeklinde ve açık pembe renkli bir sancak çekildiği görülmektedir. Köşkün önünde ise
ortada yeşil, iki yanda düz kırmızı üç sancak bulunmaktadır. Bunların alemleri altın
yaldızlıdır ve ortadaki yeşil sancağın alemi daha büyüktür. Grandi direğinin üst
kısmında, belki de kıyıdaki seyirci kitlesini göstermek için, sancak yer almamaktadır
[Resim 67].
Tarih-i Feth-i Yemen’in Sinan Paşa’nın Yemen’de Cazan Bendesini alması (14b),
Halkulvad Seferi’ne serdar olan Vezir Sinan Paşa’nın Yedikule’den uğurlanışı
(591b-592a), Sinan Paşa’nın Navarin Limanı’nda karaya çıkıp serdarlık beratını
okuması (597b-598a) ve serdarın donanmasıyla Halkulvad’a gidişi (600b)
sahnelerinde Türk donanması bulunmaktadır (Atasoy, 1975: 6).
Minyatürlü gazavatnâmelerin 17. yüzyılda yapılmış iki örneği Vekâyi’i Ali Paşa
(Süleymaniye Kütüphanesi- Halet Efendi, no. 612) ve Paşaname’dir (LBM, Sloane
3584). Bunlardan birincisi Malkoç Ali Paşa’nın 1601’de Mısır valiliğine tayinini ve
oradaki olayları anlatmaktadır. 1630 tarihli ve Kalkandelenli Tuluî İbrahim
Efendi’nin eseri olan Paşaname ise Kenan Paşa’nın Rumeli eyaletlerindeki isyanları
bastırmasını ve Kırım kazaklarıyla Karadeniz’de yaptığı savaşı konu almaktadır
(Mahir, 2005: 97). Vekâyi’i Ali Paşa’da Mısır Valisi Ali Paşa’nın bindiği kadırga
60
tasvir edilmiştir (vr. 24b). Kadırganın grandi direğinde turuncu renkli ve gidon
şeklinde bir sancak bulunmaktadır. Sancağın uçkurluğuna yakın kısmında sarı renkli
ve içinde muhtemelen bir Kur’ân ayetinin yer alacağı kartuş görülmektedir.
Ortasında yine sarı renkli bir Zülfikar ve çatalın başladığı yerde sarı renkli bir motif
yer almaktadır. Kadırganın kıç tarafında bulunan köşkün dört kenarında sarı, yeşil,
turuncu ve lacivert renkli uç kısma doğru daralan dört adet sancak bulunmaktadır. Bu
sancakların ortalarında bir Zülfikar ve uçkurluk hariç diğer kenarlarında, sarı renkli
ve sarmaşık dallarını andıran bir bordür görülmektedir. Kadırganın grandi direğinin
sereninde yedi adet küçük ve üçgen şeklinde sancaklar bulunmaktadır. Bu
sancaklarda, turuncu zemin üzerine sarı renk ile çintemani motifini andıran bir motif
kullanılmıştır [Resim 68].
Kenan Paşa’nın 16. yüzyıl sonu ve 17. yüzyıl başında Rumeli’deki isyanları
bastırmak için gönderildiği sefer sırasında Kırım Kazaklarıyla Karadeniz’de yaptığı
savaşları anlatan Paşaname’de Kenan Paşa’nın Varna’da Kazaklara karşı dövüşmesi
tasvir edilmiştir (vr. 78a). Minyatürde görülen üç kadırgadan en üsttekinin pruva
direğinde kırmızı ve üçgen şeklinde, sereninde yeşil çizgili sancaklar bulunmaktadır.
Grandi direğinde üçgen şeklinde ve kırmızı- beyaz çizgili, sereninde yine kırmızı-
beyaz çizgili ve gidon şeklinde sancaklar görülmektedir. Kadırganın köşkü önünde
yeşil-beyaz çizgili ve uca doğru daralan bir sancak yer almaktadır. İkinci kadırganın
pruva direğinde üçgen ve beyaz renkli, grandi direğinde kırmızı-beyaz çizgili ve
üçgen şeklinde, sereninde ise turuncu-beyaz çizgili ve gidon şeklinde sancak
görülmektedir. Kadırganın köşkü önünde beyaz renkli ve uca doğru daralan bir
sancak vardır. Üçüncü kadırgada sancaklar beyaz renkli, gidon ve üçgen şeklindedir.
Köşk önündeki sancak ise yeşil renklidir ve uca doğru daralmaktadır [Resim 69].
Sultan Osman’ın (hd.1618-1622) 1621-22 yıllarında Hotin’e yaptığı seferi anlatan
Şehnâme-i Nadirî (Topkapı Sarayı, Hazine 1124) “Nadirî” mahlaslı Mehmed bin
Emirşah tarafından yazılmış ve Ahmed Nakşi’nin de görev aldığı bir ekip tarafından
resimlenmiştir (Mahir, 2005: 95). Eserde Kaptan Ali Paşa’nın 13 kalyon ile düşmanı
yenerek zafer kazanması tasvir edilmiştir. Kürekli ve yelkenli gemilerde bulunan
toplardan çıkan dumanlar savaşın henüz bittiğini göstermektedir (28b-29a) (Atasoy,
1975: 8).
1618’de Güzelce Ali Paşa’nın düşman kalyonlarını ele geçirişini gösteren
minyatürde (vr.28b- 29a) üstte sağ kısımdaki kadırganın pruva ve grandi direklerinde
61
üçgen şeklinde ve turuncuya yakın kırmızı renkli; kıç gönderinde ise açık pembe
renkli bir sancak bulunmaktadır. İkinci kadırganın pruva direğinde açık-koyu kırmızı
çizgili, üçgen şeklinde; grandi direğinde düz sarı renkli ve yine üçgen şeklinde
sancaklar yer almaktadır. Grandi direğinin sereninde, açık pembe renkli ve ince uzun
fılandıra şeklinde bir sancak görülür. Köşk kısmının önünde düz kırmızı ve beyaz
renkli uca doğru daralan iki sancak vardır. Kadırganın kıç kısmında ise açık-koyu
kırmızı çizgili üçgen şeklinde bir sancak bulunmaktadır. Bu kadırga diğerlerinden
farklı olarak beyaz-mavi yelkenlidir. Kıç tarafında bulunan köşkte üç fenerli lamba
bulunmaktadır. Bu kadırganın altında yer alan kadırganın pruva ve grandi direğinde
ve grandi sereninde üçgen şeklinde, kenarları muhtemelen yeşil, ortası kırmızı renkli
sancaklar bulunmaktadır. Diğer iki kadırgada kullanılan sancaklar ise üçgen şeklinde,
açık pembe ve kırmızı renklerdedir. Konu çift sayfada resmedilmiştir ve diğer
sayfada da bir öncekine benzer şekilde sancaklar görülür [Resim 70].
Kaptan Halil Paşa’nın Polye muharebesi ve Morfedonya Kalesi’nin fethinin
gösterildiği minyatürde (vr. 40b-41a) yer alan baştardanın, pruva direğinde beyaz
üzerine kırmızı çizgili ve üçgen şeklinde, grandi direğinde uca doğru sivrilen
dikdörtgen şeklinde ve sarı renkli sancaklar görülmektedir. Köşk kısmındaki iki
sancak ise düz kırmızı ve beyaz renklerdedir [Resim 71].
Venedik Correr Müzesi Kütüphanesi el yazmaları bölümünde bulunan, 17. yüzyıla
ait albümde (Cicogna e.y. 1971 [MCCCXLVIII]) Osmanlı donanması ve
kadırgalarının tasvirleri yer almaktadır. Bunlardan kaptanpaşanın üç fenerli
kadırgasının yer aldığı minyatürde, geminin mavi, beyaz, açık pembe ve sarı
renklerden oluşan, zikzaklı, gidon şeklindeki sancakları görülmektedir [Resim 72].
Aynı eserde bir Türk kadırgasının betimlendiği minyatürde, gemide mavi, sarı ve
turuncu renkli, üçgen şeklinde sancaklar ile kadırganın köşkünde, zeytini yeşil renkli
zemin üzerinde, iç kısmı kırmızı sarı hilalleri bulunan bir sancak yer almaktadır
[Resim 73]. Tenedo Kalesi’nin Türk donanması tarafından geri alınışının tasvir
edildiği minyatürde, kadırgaların köşklerindeki açık yeşil renkli sancakların üzerinde
sarı renkli tek hilalli sancaklar ile grandi direğinde mavi-beyaz çizgili sancakların yer
aldığı görülmektedir [Resim 74].
Konusu tarih olan gazavatnâme ve şehnâme türündeki eserlerin dışında sünnet
düğünü şenliklerinin anlatıldığı Surnâme türündeki eserlerde de kadırga, kalyon ve
baştarda tasvirlerine rastlanmaktadır. III. Ahmet’in şehzadelerinin sünnetinin
62
anlatıldığı Surnâme-i Vehbi (TSMK. III. A. 3593) “Vehbi” mahlaslı bir yazar
tarafından kaleme alınmış ve Levni tarafından resimlendirilmiştir (Mahir, 2005:
100). Sünnet düğünü sırasında Okmeydanı’nda ve deniz üzerinde düzenlenen
şenliklerin tasvirinde gemiler de resmedilmiştir. Aynı eserin Sadrazam Damat
İbrahim Paşa için hazırlandığı sanılan ve Levnî ekolünü devam ettiren İbrahim
tarafından resimlendirilmiş ikinci bir nüshası (TSMK, A. 3594) daha bulunmaktadır
(Mahir, 2005: 100).
III. Ahmet’in Aynalıkavak Sarayı’ndan Delibalta Kalyonu’nun geçişini ve
denizcilerin gösterilerini izlediği, Haliç’teki gösterileri tasvir eden minyatürde
(TSMK, A. 3593, vr. 92b-93a) sağ tarafta görülen kalyonun cıvadrasında koyu
pembe renkli ve üzerinde sarı renkli çarpı işareti bulunan bir sancak yer almaktadır.
Pruva direğinde küçük ve kırmızı renkli dikdörtgen, grandi direğinde yine düz
kırmızı, fakat üçgen şeklinde bir sancak görülmektedir. Mizana direğinde ise
pruvadakinin şeklinde bir sancak bulunmaktadır. Kıç gönderine çekilmiş dikdörtgen
sancağın uç kısmı görülmemektedir. Kırmızı zeminli sancağın üzerinde yaldızlı altı
kollu bir yıldız ve irili ufaklı hilal motifleri görülmektedir. Hilallerin bazıları iç içe
iki hilalden oluşmaktadır. Sadrazam gösteriyi, karşı sayfada sağ üst köşede yer alan
kalyondan izlemektedir (Atıl, 1999: 168). Kalyonun grandi direğinde, ucu sivrilerek
biten kırmızı renkli bir sancak görülmektedir. Üzerine altın yaldızlı Zülfikar ve
hilaller vardır. Mizana direğinde daha küçük boyutlu, üçgen şeklinde ve pembe
renkli bir sancak bulunmaktadır. Kalyonun, sadrazamın gösterileri istediği kıç
bölümünde göndere büyük boyutlu, kırmızı renkli ve kenarları yeşil bordürlü bir
sancak çekilmiştir. Kırmızı zemin üzerinde sarı renkli Zülfikar, hilal ve yıldız
sembolleri görülmektedir. Sarı renkli süslemeler yeşil renkli kenar bordüründe de
vardır. Grandi ve kıç gönderindeki büyük boyutlu sancakların alemleri altın renklidir
[Resim 75]. İkinci nüshada (TSMK, A. 3594) aynı konuyu tasvir eden minyatürde,
sol alt köşede yer alan kalyonda kırmızı ve pembe renkli küçük boyutlu sancaklar ve
fılandıra görülmektedir (vr.142a). Kıç gönderinde ise büyük ölçülerde düz kırmızı bir
sancak vardır. Karşı sayfada yer alan sadrazamın bulunduğu kalyonda, kenarlarında
yeşil üzerine sarı çizgili bordürlü, kırmızı üzerine yine sarı renkli yıldız ve hilal
sembolleri bulunan bir sancak görülmektedir [Resim 76].
Okmeydanı’nda yapılan şenliklerde bir kadırga ile direkler arasında gidip gelen iki
kalyonun gösterildiği minyatürde, kadırganın pruva ve grandi direklerinde ince, uzun
63
fılandıra şeklinde düz turuncu sancaklar, serenlerinde ise gidon şeklinde, kırmızı
üzerine üçer adet sarı renkli ve muhtemelen hilal motifine sahip sancaklar
görülmektedir. Köşk kısmının önünde ise uç kısma doğru daralan, kırmızı üzerine
sarı işlemeli bir sancak görülmektedir (TSMK, A. 3593, vr.10b) [Resim 77]. Tersane
bölüğünün gösterisinin resimlendiği kısımda tersane neferleri inşa ettikleri kadırgayı
karaya çekmişlerdir. Kadırganın pruva direğinde düz pembe renkli ve üçgen şeklinde
bir sancak, grandi direğinde yine üçgen şeklinde ve düz sarı renk bir sancak
bulunmaktadır. Grandi direği sereni ucunda gidon şeklinde, kırmızı zeminli ve
üzerinde altın yaldızlı hilal, çiçek ve yıldız motifleri bulunan bir sancak
görülmektedir. Motiflerin bazı yerleri siyah renk ile belirginleştirilmiştir. Kadırganın
köşkü önünde iki sancak bulunmaktadır. Bu sancaklardan biri kırmızı diğeri sarı
renklidir ve üzerlerinde Zülfikar, hilal ve çiçek motifleri bulunmaktadır. Motifler sarı
yaldızlı renklerle işlenmiş ve grandi direğindeki sancak gibi bazı yerleri siyah renk
ile belirginleştirilmiştir [Resim 78]. Topçu ve tersane bölüklerinin gösterilerinin yer
aldığı kısımda görülen baştarda-i hümayunun pruva direğinde düz kırmızı ve üçgen
formunda bir sancak bulunmaktadır (vr.98a). Grandi direğinde yine kırmızı ve üçgen
formlu bir sancak vardır ancak bunun üzerinde altın yaldızlı hilal ve dört yapraklı
çiçek motifleri görülmektedir. Grandi direği sereninde gidon şeklinde, kırmızıdan
çok koyu pembe renkli bir sancak vardır. Üzerinde yine altın yaldızlı hilal ve dört
yapraklı çiçek motifleri görülmektedir. Baştardanın köşkü önünde biri koyu pembe
diğeri sarı iki sancak bulunmaktadır. Kırmızı sancağın üzerinde Zülfikar ve hilal
motifleri vardır. Kıç gönderinde ise yeşil-sarı çizgili ve üçgen şeklinde bir sancak
görülmektedir [Resim 79]. Esnaf alayının geçişini tasvir eden minyatürde (vr.129b-
130a) Mısır çarşısı esnafı, baharatlarının denizaşırı topraklardan geldiğini göstermek
için büyük bir kalyon taşımaktadırlar (Atıl, 1999: 270). Kalyonda, kırmızı üzerine
sarı renkli Zülfikar ve hilal motifleri olan sancaklar bulunmaktadır [Resim 80].
Surnâme-i Vehbi’deki iki ambarlı bir kalyon minyatüründe üçgen şeklinde ve pembe
renkli sancakların kullanıldığı görülmektedir (TSMK, A. 3594, vr.16b.). Kıç
gönderine çekilmiş sancak ise uca doğru daralan bir formdadır. İki uzun kenarında
yeşil zemin üzerinde sarı çizgili bir bordür görülmektedir. Sancağın ortasında,
kırmızı zemin üzerinde sarı renkli üç büyük çiçek motifi bulunmaktadır. Bu
motiflerin arasında daha küçük çiçekler vardır [Resim 81]. Surnâme-i Vehbi’de bu
sancağa benzer başka bir sancak, III. Ahmet’in bindiği baştarda-i hümayun
64
minyatüründe bulunmaktadır (TSMK, A. 3594, vr.76b-77a). Uca doğru daralan
kırmızı zeminli sancak üzerinde sarı renkli, sıralı olarak yıldız ve üç benek motifleri
görülmektedir. Sancağın iki kenarında yeşil üzerine sarı renkli çizgileri olan bir
bordür vardır [Resim 82].
Katib Çelebi’nin Tuhfetü’l-kibar fi Esfar el-Bihâr adlı eserinde (TSMK, R.1192) II.
Bayezit’in (hd.1481-1512) yaptırdığı gökenin minyatürü yer almaktadır (vr.16b).
Dört direkli geminin pruva direğinde, kırmızı üzerine sarı hilalli, uca doğru sivrilen
bir sancak ile sarı-kırmızılı ve gidon şeklinde bir sancak vardır. Grandi direğinde,
kırmızı renkli ve dikdörtgen sancak görülmektedir. Sancağın uçkurluğuna yakın
kısımda üst üste yerleştirilmiş sarı renkli üç hilal vardır. Grandi direğindeki diğer
sancak, mavi renkli ve gidon şeklindedir. Üzerinde yine sarı renkli ve üçgen
oluşturacak şekilde yerleştirilmiş hilaller bulunmaktadır. Geminin mizana direğinde
ince, uzun ve düz kırmızı, dördüncü yani kontra mizana direğinin sereninde yine
mavi zemin üzerine sarı hilalli gidon sancak görülmektedir. Kıç gönderinde büyük ve
kırmızı renkli bir sancak bulunmaktadır [Resim 83].
Piri Reis’in Kitab-ı Bahriye yazmalarında küçük de olsa haritaya yerleştirilmiş
birçok gemi tasviri yer almaktadır. Bu gemiler büyütülerek incelendiğinde gemi
tiplerinin tespit edilmesine imkân vermekte ve sancak gibi ayrıntıları da göz önüne
sermektedir. Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’nde bulunan ve 17. yüzyıldaki bir
kalyonu gösteren Kitab-ı bahriye’de (TSM, R. 1633) kalyonun pruva direğinin
sereninde açık pembe renkli ve gidon şeklinde bir sancak vardır (vr. 432a). Grandi
direğinde turuncu ve üçgen şeklinde, mizana direğinde ise pembe renkli sancaklar
görülmektedir [Resim 84].
17. yüzyıla ait iki ambarlı bir kalyonun gösterildiği bir başka Kitab-ı Bahriye’de
(DMK, no.989) geminin grandi direğindeki flandranın ve diğer sancakların düz
turuncu renkli olduğu görülmektedir (vr.47a) [Resim 85]. Aynı yazmanın sonunda
görülen bir kadırgada, düz kırmızı renkli dikdörtgen ve gidon şeklinde sancaklar
vardır (vr.426a) [Resim 86]. H.11. yüzyıla ait ve İstanbul Üniversitesi
Kütüphanesi’nde bulunan bir başka Piri Reis, Kitab-ı Bahriyesi’nde İstanbul
betimlemesindeki kalyonda dikdörtgen ve üçgen şeklinde, turuncu renkli sancaklar
ile yeşil renkli flandralar görülür (vr.470a) [Resim 87].
65
Resim 13- Piri Reis, Kitab-ı Bahriye, 2612 numaralı Ayasofya nüshasında Marmaris Limanı. İstinsahı H.10. yüzyıl, vr.398a’dan ayrıntı.
Resim 14- İnebahtı Deniz Savaşı. G.G. Toudouze ve diğ., 1939, Histoire de la Marine, Paris, s.90-91.
66
Resim 15- Piri Reis, Kitab-ı Bahriye, İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi 6605 numaralı nüsha, İstinsahı H.10. yüzyıl, vr.81b’den ayrıntı.
Resim 16- 1737 Osmanlı-Rus Savaşı’nda Osmanlı Donanması, Kürekli ve Yelkenliler, (TSMA, E. 9401’in çizimi). Kurtoğlu, F., 1935. 1736-1737 Seferi’ne İştirak Eden Bir Türk Denizcisinin Hatıraları, 335 Sayılı Deniz Mecmuası Tarih Eki, Deniz Matbaası.
67
Resim 17- 1737 Osmanlı-Rus Savaşı’na katılan kalyon ve çektiriler ve minyatürden ayrıntı. Çizim: el-Hac Feyzullah, Keyfiyet-i Rusya, vr. 72a. And, M., 2002. Osmanlı Tasvir Sanatları: 1 Minyatür, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, s.365.
Resim 18– Yeşil-sarı-kırmızı-turuncu çizgili kadırga sancakları, Piri Reis, Kitab-ı Bahriye TSMK, R.1633, vr. 435a.
68
Resim 19- Kaptanı Derya Küçük Hüseyin Paşa’ya III. Selim tarafından Mısır Zaferi sebebiyle verilen sancak. TSMA, E. 9482-2 (Soldaki resim). İstanbul Deniz Müzesi Deniz İhtisas Kütüphanesi, Asar-ı Atika Bölümü, db. no. 986 Sancak Albümü, vr.1b (Sağdaki resim).
Resim 20- Düz kırmızı renkli donanma sancağı, TSMA, E. 9482-4.
Resim 21- Ahmet Muhtar Paşa’nın Feth-i Celîl-i Konstantıniyye adlı eserindeki, 19. yüzyıl başında Osmanlı kalyonlarına çekilen sancaklar. Bostan, İ. 2005. Kürekli ve Yelkenli Osmanlı Gemileri, Bilge, İstanbul, s.216.
69
Resim 22– Kaptan-ı deryaya ait sol başta bulunan hilalli ve yedi kollu yıldızlı sancak. İstanbul Deniz Müzesi, db. no.727.
Resim 23- İşaret-i Umumiye-i Bahriye, H.1309/M.1891
Resim 24- Mecmuat-ül Bahriyyun, H.1319/M.1901:1-2.
Resim 25- Çektiri döneminden 1800 yılına dek kullanılmış Kaptanpaşa Sancakları. İstanbul Deniz Müzesi Deniz İhtisas Kütüphanesi, Asar-ı Atika Bölümü, db. no. 986 Sancak Albümü, vr. 2b, 1b.
70
Resim 26- 1800 yılına dek kullanılmış olan Kapudâne sancakları. İstanbul Deniz Müzesi Deniz İhtisas Kütüphanesi, Asar-ı Atika Bölümü, Db. no. 986 Sancak Albümü, vr. 2b, 1b.
Resim 27- 1800 yılına dek kullanımış olan Patrona sancakları İstanbul Deniz Müzesi Deniz İhtisas Kütüphanesi, Asar-ı Atika Bölümü, Db. no. 986 Sancak Albümü, vr. 2b, 1b.
Resim 28- 1800 yılına dek kullanılmış kumbaralı ve makaslı Riyale sancakları. İstanbul Deniz Müzesi Deniz İhtisas Kütüphanesi, Asar-ı Atika Bölümü, Db. no. 986 Sancak Albümü, vr. 2b, 1b.
71
Resim 29- Bir Riyale gemisindeki kıç gönderine çekilmiş hilal ve yıldızlı sancak ile çanak kumbaralı Riyale sancağı ve ayrıntısı. Tableau Des Nouveaux Reglemens De L’Empire Ottoman, Mahmud Raif Efendi, Constantinople, 1798, s.49.
Resim 30- Zülfikar şeklinde mühür. Berk, S. 2003. Osmanlı Tılsım Mühürleri, P Dergisi, 29, Bahar, s.25.
Resim 31- Kılıç Ali Paşa Camii bahçesindeki Zülfikarlı mezar taşı. Ayanoğlu, F.İ., 1942. Vakıflar İdaresince Tanzim Ettirilen Tarihî Makbereler, Vakıflar Dergisi, 2, s.399-403, Resim 8.
72
Resim 32- Sancaklar üzerinde görülen çeşitli Zülfikar motifleri. Zygulski Z., 1992. Ottoman Art in Service of the Empire, New York University Press, New York and London, s.44.
Resim 33-Lepanto (İnebahtı) Deniz Savaşı’nda kullanılmış ve Pisa San Stefano Kilisesi’nde bulunan sancak ve ayrıntısı. Encylopaedia of Islam, Hilal, 3. Cilt, 1971, plate XVI-Fig.17.
73
Resim 34- Kabzası ejder şeklinde biten Zülfikar. Koz, M.S., 2004. Al-Yeşil Gölge Estergon Sancağı, YKY, İstanbul.
Resim 35- İbrahim el Mürsi, Akdeniz Haritası, Özdemir, K. 1992. Osmanlı Deniz Haritaları Ali Macar Reis Atlası, Creative Yayıncılık, İstanbul, s.120-121.
74
Resim 36- Hilal desenli kaftan. Atasoy, N. ve diğ., 2001. İpek, Osmanlı Dokuma Sanatı, TEB İletişim ve Yayıncılık, İstanbul.
Resim 37- Hilal desenli kemha kumaş. Atasoy, N. ve diğ., 2001. İpek, Osmanlı Dokuma Sanatı, TEB İletişim ve Yayıncılık, İstanbul.
Resim 38- Hilal (aynı zamanda çintemani) desenli tören kaftanı, 17. yüzyıl. Geleneksel Türk Sanatları, 1993. Haz. Mehmet Özel, Kültür Bakanlığı, Ankara, s.164 (Soldaki Resim). III. Murat’a ait (hd. 1574-1595) ipek hilalli ve yıldızlı kaftan, Pl. XXXI. Öz, T., 1946. Türk Kumaş ve Kadifeleri I, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul (Sağdaki Resim).
75
Resim 39- Sancaklarda görülen çeşitli hilal ve hilal-yıldız motifleri. Zygulski Z., 1992. Ottoman Art in Service of the Empire, New York University Press, New York and London, s.37.
Resim 40- Konya Karatay Medresesi’ndeki duvar çinilerinde mühr-i Süleyman motifi. Öney, G. 1992. Anadolu Selçuklu Mimari Süslemesi ve El Sanatları, Türkiye İş Bankası, Ankara, s.116.
Resim 41- Ankara Molla Büyük Mescidi alçı mihrabındaki altı kollu yıldız motifi. Öney, G., 1989. Beylikler Devri Sanatı 14.-15. Yüzyıl (1300-1453), TTK, Ankara, resim 40.
76
Resim 42- Mühr-i Süleyman motifli şifalı gömlek. (1564-1565) TKS 1133. J.M. Rogers and R.M. Word, Suleyman the Magnificent, Trutees of the British Museum, 1988, s.177.
Resim 43- 1460’tan 1489’a Osmanlı paralarında mühr-i Süleyman ve yıldız motifleri, Alparslan ve diğ., Başlangıcından Bugüne On Bin Türk Motifi Ansiklopedisi, Gözen Kitabevi, İstanbul, s.172.
77
Resim 44- Romalı askerlerin “signa militaria” isimli askerî amblemlerindeki el işareti. Kurtoğlu, F., 1992. Türk Bayrağı ve Ay Yıldız, TTK, Ankara, s.19.
Resim 45-Pençe-i Âl-i Abâ, parmakların içinde Hz. Muhammed, Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin yazılıdır. Falname, TSM H. 1703. And, M., 1998. Minyatürlerde Osmanlı-İslam Mitalogyası, Akbank, İstanbul, s.40.
78
Resim 46- Pençe-i Âl-i Abâ şeklinde mühür. Berk, S. 2003. Osmanlı Tılsım Mühürleri, P Dergisi, 29, Bahar, s.22-31.
Resim 47- Sancaklarda görülen Pençe-i Âl-i Abâ motifleri, Zygulski, Z., Ottoman Art in Service of the Empire, New York University Press, New York and London, 1992, s.50
Resim 48- Tuğraların bölümlendirilmesi, Özdemir K., 1997. Osmanlı Arması, Dönence, İstanbul, s.49.
79
Resim 49- Khalili koleksiyonundaki sancak, 1819-20. Saff suresi ile beraber Hud suresinin 88. ayeti (Muvaffakiyetim de ancak Allah'ın yardımı ile olacaktır) bulunmaktadır. Roger, J.M., Empire of the Sultans, Ottoman Art from the Collection of Nasser D. Khalili, The Nour Foundation, London, 1996, kat. No.76.
Resim 50- Khalili koleksiyonundaki sancak, Erken 19. yüzyıl. Saff suresi, Nisa suresi görülmekle beraber, sancağın bordüründe İhlas suresi tekrarlanmıştır. Roger, J.M., Empire of the Sultans, Ottoman Art from the Collection of Nasser D. Khalili, The Nour Foundation, London, 1996, kat. no.77.
80
Resim 51- 19. yüzyıla ait sayebanda kartuş içerisinde Fetih suresinin ilk ayeti (TSM, Env no 29/20). Atasoy, N., 2000. Otağ-ı Hümayun Osmanlı Çadırları, Aygaz, İstanbul, s.212.
Resim 52- Tulon Limanı’nda Osmanlı donanması, Matrakçı Nasuh, Süleymannâme (TSMK, H.1608), vr. 22b-23a. And, M., 2002. Osmanlı Tasvir Sanatları: 1 Minyatür, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, s.327.
81
Resim 53- Marsilya Limanı’nda Osmanlı kadırgaları, 1543, Matrakçı Nasuh, Süleymannâme (TSMK, H.1608) vr.24b-25a. Bostan, İ., 2005. Kürekli ve Yelkenli Osmanlı Gemileri, Bilge, İstanbul, s.72-73.
Resim 54- İntibe (Antibes) Kalesi ve dağı önünde Osmanlı kadırgaları, 1543. Matrakçı Nasuh, Süleymannâme (TSMK, H.1608) vr.21a. And, M., 2002. Osmanlı Tasvir Sanatları: 1 Minyatür, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, s.325.
82
Resim 55- Cenova Limanı önünde yelkenle giden Osmanlı kadırgaları, Matrakçı Nasuh, Süleymannâme (TSMK, H.1608) vr.32b-33a. And, M., 2002. Osmanlı Tasvir Sanatları: 1 Minyatür, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, s.324.
Resim 56– Nis şehri, Matrakçı Nasuh, Süleymannâme (TSMK, H.1608) vr. 27b-28a. And, M., 2002. Osmanlı Tasvir Sanatları: 1 Minyatür, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, s.326.
83
Resim 57- İnebahtı Kalesi ve Limanı, 1499. Matrakçı Nasuh, Tarih-i Sultan Bayezid (TSMK, R.1272) vr.21b-22a. And, M., 2002. Osmanlı Tasvir Sanatları: 1 Minyatür, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, s.328.
Resim 58- Barak Reis’in gökesinin Venedik barçaları ile Bradona adası açıklarındaki savaşı, 1499. Matrakçı Nasuh, Tarih-i Sultan Bayezid (TSMK, R. 1272), vr. 24a. Geleneksel Türk Sanatları, 1993. Haz. Mehmet Özel, T.C. Kültür Bakanlığı, s.185.
84
Resim 59- Osmanlı donanmasının Kıbrıs’ta Limasol koyunda demirleyerek karaya asker çıkarması ve minyatürden ayrıntı. Seyyid Lokman, Şehnâme-i Selim Han (TSMK A. 3595), vr.102b. İslam Sanatında Türkler, 1982. Yapı ve Kredi Bankası, İstanbul, s. 101.
Resim 60- Navarin Savaşı, Seyyid Lokman, Şehnâme-i Selim Han (TSMK, A.3595), vr.128b-129a. Atasoy, N.-Çağman, F., 1974. Turkish Miniature Painting, Publications of the R.C.D. Cultural Institute, İstanbul, Plate 16.
85
Resim 61- Halk-al-vaad kuşatması, Seyyid Lokman, Şehnâme-i Selim Han (TSMK, A.3595), vr.145b-146a. Atasoy, N.-Çağman F., 1974. Turkish Miniature Painting, Publications of the R.C.D. Cultural Institute, İstanbul, Plate 15.
Resim 62- Karadeniz’de Faş Kalesi’nin fethi ve tamiri, Seyyid Lokman, Şehinşehnâme (TSMK, B.200), vr.89a. İslam Sanatında Türkler, 1982. Yapı ve Kredi Bankası, İstanbul, s. 100.
86
Resim 63- Şark serdarı Özdemiroğlu Osman Paşa ile Kaptanı derya Kılıç Ali Paşa’yı bekleyen bir kadırga. Asafî, Şecâatnâme, (İÜK. T. 6043) vr. 216b. Âsafî Dal Mehmed Çelebi, Şecâtname, Özdemiroğlu Osman Paşa’nın Şark Seferleri (1578-1585), Haz. Prof. Dr. Abdülkadir Özcan, Çamlıca Basım-Yayın, İstanbul, 2006, s.432.
Resim 64- Sinan Paşa’nın Tunus Seferi sırasında buğday yüklü bir düşman barçasını ele geçirmesi, Rumuzî, Tarih-i Feth-i Yemen (İÜK. T. 6045), vr. 594b. Bostan, İ., 2005. Kürekli ve Yelkenli Osmanlı Gemileri, Bilge, İstanbul, s. 200.
87
Resim 65- Hızır Bey’in Aden üzerine giden Portekiz donanmasını kadırgalarla uzaklaştırması, Rumuzî, Tarih-i Feth-i Yemen (İÜK. T. 6045), vr. 87a. Bostan, İ., 2005. Kürekli ve Yelkenli Osmanlı Gemileri, Bilge, İstanbul, s. 201.
Resim 66- Yemen Serdarı Sinan Paşa’nın Muha’dan kadırga ile Cidde’ye gelişi, Rumuzî, Tarih-i Feth-i Yemen, (İÜK. T. 6045), vr.558. Bostan, İ., 2005. Kürekli ve Yelkenli Osmanlı Gemileri, Bilge, İstanbul, s. 95.
88
Resim 67- Tunus Serdarı Sinan Paşa’yı bekleyen bir kadırga, Rumuzî, Tarih-i Feth-i Yemen, (İÜK. T. 6045), vr.585b. Bostan, İ., 2005. Kürekli ve Yelkenli Osmanlı Gemileri, Bilge, İstanbul, s. 96.
Resim 68- Mısır Valisi Ali Paşa’nın bindiği kadırga (Vakâyi-i Ali Paşa, vr. 24b’nin çizimi). Ordu Bayrak ve Sancakları, 1953. Maarif Basımevi, İstanbul, 1953.
89
Resim 69- Varna’da Kazaklarla mücadele. Paşaname (British Library, Sloane Add.6584), vr.78a. And, M., 2002. Osmanlı Tasvir Sanatları: 1 Minyatür, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, s.92.
Resim 70- 1618’de Güzelce Ali Paşa’nın düşman kalyonlarını ele geçirişi. Şehnâme-i Nadirî (TSMK, H.1124), vr. 28b-29a. And, M., 2002. Osmanlı Tasvir Sanatları: 1 Minyatür, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, s.230.
90
Resim 71- Baştardadaki sancaklar. Şehnâme-i Nadirî (TSMK, H.1124), vr. 40b. Bostan, İ., 2005. Kürekli ve Yelkenli Osmanlı Gemileri, Bilge, İstanbul, s. 176-177.
Resim 72- Kaptanpaşanın üç fenerli kadırgası. Venedik Correr Müzesi Kütüphanesi El Yazmaları Bölümü, foliolardan oluşan 17. yüzyıla ait albüm (Cicogna e.y. 1971 [MCCCXLVIII]). Yüzyıllar Boyunca Venedik ve İstanbul Görünümleri, İtalyan Kültür Merkezi, 2005, İstanbul, s.206.
Resim 73- Bir Türk kadırgası. Venedik Correr Müzesi Kütüphanesi El Yazmaları Bölümü, foliolardan oluşan 17. yüzyıla ait albüm (Cicogna e.y. 1971 [MCCCXLVIII]). Yüzyıllar Boyunca Venedik ve İstanbul Görünümleri, İtalyan Kültür Merkezi, 2005, İstanbul, s.205.
91
Resim 74- Tenedo Kalesi’nin Türk donanması tarafından geri alınması, Venedik Correr Müzesi Kütüphanesi El Yazmaları Bölümü, foliolardan oluşan 17. yüzyıla ait küçük albüm (Cicogna e.y. 1971 [MCCCXLVIII]). Yüzyıllar Boyunca Venedik ve İstanbul Görünümleri, İtalyan Kültür Merkezi, 2005, İstanbul, s.199.
Resim 75- III. Ahmet’in Aynalıkavak Sarayı’ndan Delibalta Kalyonu’nun geçişini ve denizcilerin gösterilerini izlediği Haliç’teki gösteri. Surnâme-i Vehbi (TSMK, A. 3593), vr. 92b-93a. Atıl, E., 1999. Levni ve Surnâme, Bir Osmanlı Şenliğinin Öyküsü, Koçbank, s.168-169.
92
Resim 76- III. Ahmet’in Aynalıkavak Sarayı’ndan Delibalta Kalyonu’nun geçişini ve denizcilerin gösterilerini izlediği Haliç’teki gösteri. Surnâme-i Vehbi (TSMK, A. 3594), vr. 142a. Atıl, E., 1960. Turkish Miniature Painting, Charles E. Tuttle Company, Levha II.
Resim 77- Okmeydanı’nda yapılan şenliklerde bir kadırga ile direkler arasında gidip gelen iki kalyon ve ayrıntısı. Surnâme-i Vehbi (TSMK, A. 3593), vr.10b. Atıl, E., 1999. Levni ve Surnâme, Bir Osmanlı Şenliğinin Öyküsü, Koçbank, s.243.
93
Resim 78- Tersane bölüğünün gösterisi. Surnâme-i Vehbi (TSMK, A. 3593), vr. 45a. Atıl, E., 1999. Levni ve Surnâme, Bir Osmanlı Şenliğinin Öyküsü, Koçbank, s.206.
Resim 79- Topçu ve tersane bölüklerinin gösterisi ve ayrıntısı. Surnâme-i Vehbi (TSMK, A. 3593), vr. 98a. Atıl, E., 1999. Levni ve Surnâme, Bir Osmanlı Şenliğinin Öyküsü, Koçbank, s.166.
94
Resim 80- Esnaf alayının geçişi ve ayrıntısı. Surnâme-i Vehbi (TSMK, A.3593), vr.129b-130a. Atıl, E., 1999. Levni ve Surnâme, Bir Osmanlı Şenliğinin Öyküsü, Koçbank, s.270.
Resim 81- İki ambarlı bir kalyon minyatürü, Surnâme-i Vehbi (TSMK, A. 3594), vr.16b. Bostan, İ., 2005. Kürekli ve Yelkenli Osmanlı Gemileri, Bilge, İstanbul, s.109.
95
Resim 82- III. Ahmet ve baştarda-i hümayun minyatürü ve ayrıntısı. Surnâme-i Vehbi (TSMK, A. 3594), vr.76b-77a. Yüzyıllar Boyunca Venedik ve İstanbul Görünümleri, İtalyan Kültür Merkezi, 2005, İstanbul, s.90.
Resim 83- II. Bayezıt’in yaptırdığı gökenin sancakları. Kâtib Çelebi, Tuhfetü’l-kibar fi Esfar el-Bihâr (TSMK, R.1192), vr.16b. And, M., 2002. Osmanlı Tasvir Sanatları: 1 Minyatür, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, s.365.
96
Resim 84- 17. yüzyıldaki bir kalyonun sancakları. Piri Reis, Kitab-ı Bahriye, (TSMK R. 1633) vr. 432a’dan ayrıntı.
Resim 85- 17. yüzyıla ait iki ambarlı bir kalyonun sancakları. Piri Reis, Kitab-ı Bahriye, (DMK no. 989), vr. 47a’dan ayrıntı.
97
Resim 86- Kadırgada görülen sancaklar. Piri Reis, Kitab-ı Bahriye (DMK. no. 989), vr. 426a.
Resim 87- Turuncu sancakları ve yeşil renkli flandraları ile bir kalyon. Piri Reis, Kitab-ı Bahriye (İÜK.123), vr. 470a’dan ayrıntı.
98
4. BAHRİYE SANCAKLARININ KUMAŞ ÖZELLİKLERİ
4.1.Osmanlı İmparatorluğu’nda Dokumacılık ve Kumaş Sanatı
Osmanlı İmparatorluğu’nda kullanılan sancakların sanatsal gelişimi kumaş, dokuma
ve tasarım tekniklerinin gelişimi ile bağlantılıdır. Osmanlı kumaş sanatı en yetkin
örneklerini, diğer sanat dallarında olduğu gibi imparatorluğun ekonomik ve idari
problemlerinin olmadığı 16. yüzyılda vermiştir. Bu seviyeye ulaşılmasında Anadolu
Selçuklu ve Beylikleri devri dokumalarının etkileri ve Osmanlı Devleti’nin
çevresindeki dokuma sanatının mirasçısı olması önemli olmuştur. Anadolu
Selçuklularından günümüze ulaşan iki ipek kumaş örneği bu gün Lyon ve Berlin
müzelerinde bulunmaktadır. Berlin Staatliche Museum’da üzerinde Alaaddin
Keykubat’ın ismi bulunan kumaş parçası, madalyonlar içinde çift başlı kartal
figürüyle desenlendirilmiştir. Madalyon aralarında kıvrım dal ve rumilerle
kaynaşmış ejder başları yer almaktadır, desenler kırmızı zemin üzerine yapılmış ve
altın tel dokuma ile zenginleştirilmiştir. Selçuklu dokumacılık sanatı ve o zamanın
diğer bölgelerindeki kumaş işleri, Osmanlı dokumacılık sanatının nüvesi olmuştur.
Bu konu ile ilgili en eski belgelerden biri Orhan mülknamesidir, burada Hacı
Paşa’ya vezirlik kırmızı kemha verildiği yazılıdır (Öz, 1946: 7). Aşıkpaşazade
(d.1400-ö.1484civ.) yazdığı Osmanlı tarihinde, 1364 senesinde I. Murat’ın oğlu
Yıldırım Beyazıt ile Germiyanoğlunun kızının nişanlanması dolayısıyla verilen
hediyelerden bahsettiği kısımda kumaş ile ilgili bilgiler de verir;
“ol zamanlar altun, gümüş ve kumaş az olurdu. Tonozlu’nun ak alemlü bezleri olurdu. Hil’at
anden yapılırdı. Alaşehir’in kızıl efladisinden sancak yapılırdı, İshak Fakih, Tonozlu’nun o
bezlerinden pişkeş getirdi.” (Atsız, 1970: 62), (Öz, 1946: 7).
15. yüzyılda yaşamış Neşri, Aşıkpaşazade tarihinden de yararlanarak yazdığı ve
İstanbul Arkeoloji Müzesi Kütüphanesi’nde bulunan yazma nüshada, I. Osman’ın
mirası dolayısıyla kumaşlar hakkında bilgi vermektedir;
“… ve bir alemlû teyle dahi Tonozlu bezinden olurdu, arkasını alemlû ederdi ve Alaşehir
evladisinden sancıklar olurdu.” (Öz, 1946: 7).
99
Paris Milli Kütüphanesi’ndeki nüshada ise şöyledir;
“… teyle dahi Tokuzlu bezinden idi arkası alemlû ederler idi. Ve Alaşehir valesinden kızıl sancak
ederler idi.” (Öz, 1946: 7).
Evladi, Paris nüshasında “vale” olarak geçmektedir. Aşıkpaşazade tarihinde 1364
olayları arasında ise bu kumaştan “efladi” olarak bahsedilmektedir. Kumaş, boyar
madde türleri, çözgü sayısı ve dokuma yoğunluğu ile satış fiyatlarının düzenlendiği
Bursa İhtisap Kanunnamesi’nde bu kumaşın ismi “vale” olarak görülmektedir. Her
iki eserde de adı geçen “Tonozlu” Ege Bölgesi’ndeki Denizli ilidir. Anadolu
dokumacılığının bu önemli merkezi hakkında diğer bir kaynak ise Faslı Seyyah İbn-
i Batuta’nın (1304-1369) seyahatnamesidir. Seyyah buraya “Tonuzlu” ya da
“Donguzlu” dendiğini, çevre pamuğunun iyi kalitede ve kuvvetli bir şeklide eğrilmiş
olmasından dolayı, kumaşlarının uzun süre dayandığını belirtmektedir (Tezcan,
2002a: 404). Bu kaynaklar hem Osmanlı dokuma sanatının çekirdeğini oluşturan
erken dönem kumaşları hakkında, hem de Osmanlı’nın ilk döneminde
Germiyanoğulları’nın yerleşmiş olduğu, bu gün ise Manisa’nın ilçesi olan,
Alaşehir’de sancak yapımında kullanılan kızıl renkli evladi/efladi/vale kumaşı
hakkında bilgi vermektedirler.
II. Mehmet’in İstanbul’u fethinin ardından yerel dokumacılığın yok olmasına izin
vermemesi, Denizli ve Bursa’dan sonra İstanbul’da da dokumacılığın gelişmesini
sağlamıştır. II. Mehmet, bir yandan saray örgütünü kurarken, diğer taraftan iki
sanayi kolunu örgütlemiştir. Bunlar, Türklerin Orta Asya’da yaşadıkları dönemden
itibaren iyi bildikleri birer alan olan deri ve dokumacılıktır.
15. yüzyılda dokuma sanatıyla ilgili önemli bir belge, Venedik elçisi Rendirye’ye
verilmek üzere hazırlanan kumaşların listesini gösteren, 1483 tarihli pusuladır. Bu
listede birbirinden farklı üç cins Bursa kumaşının adı geçmektedir (Öz, 1946: 29).
Kumaşlar sarayda hazine eşyası kabul edilmiş ve değerli para olarak kaydedilmiştir
(Tezcan, 2002a: 405). 1504 tarihli bir hazine defterinde bulunan çeşitli eşyalar
içerisinde, doksan bir adet Bursa kumaşı yer alır. Bu çeşitlilik ihtiyaca göre her çeşit
imalâtın yapıldığını göstermektedir. 1502 senesine ait Kanunname-i İhtisab-ı
Bursa’nın kumaşlara ait maddelerinde, yirmi beş yıl önceki kumaşlar daha kaliteli
olduğundan esnafa uyarı verilmiştir. Bu kanunname, 15. yüzyılda Osmanlı
Devleti’nde dokumacılığın teknik olarak olgun bir seviyede olduğunu
göstermektedir (Öz, 1946: 29).
100
Türk dokumaları ile ilgili olarak, önceleri kumaşların İranlı sanatkârlar tarafından
yapıldığı ve desenlerin İran etkisi taşıdığı ileri sürülmüşse de Tahsin Öz ve ardından
gelenler tarafından yapılan arşiv çalışmaları bu konuya netlik kazandırmıştır
(Zygulski, 1992: 15). I. Selim’in 1514 yılındaki Çaldıran Seferi’nden sonra İran’dan
getirdiği savaş ganimetlerinin listesinde, İran şahının hediye ve satın alarak elde
ettiği Türk kumaşları da bulunmaktadır. Gerek bu liste ve gerekse İran’dan getirilen
sanatkârlar arasında dokumacı bulunmaması, ehl-i hiref defterlerinde İranlı usta
ismine rastlanmaması ve dokumacılıkta ilerlemiş olan İran Devleti’nin sarayında,
Türk kumaşlarının yer alması Osmanlı kumaşlarının kendine özgü bir üslubu
olduğunu göstermektedir.
Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi’nde bulunan 1582 tarihli hediye defterinde, III. Murat
zamanında Şehzade Mehmet için yapılan sünnet düğününde vezirler, sefirler,
beylerbeyi ve saray mensupları tarafından gelen hediyeler listelenmiştir. Bu defterde
16. yüzyılın ikinci yarısında İstanbul ve Bursa’dan başka saraya hediye edilecek
derecede değerli kumaşların Şam, Bağdat, Sakız ve Amasya’da üretildiği
görülmektedir (Öz, 1946: 62).
Osmanlı Devleti’nde saray, her zaman sanatın koruyucusu olmuş ve sanat saraydan
yönlendirilmiştir. Başta sultanların giyim-kuşamında olmak üzere, sarayların ve
köşklerin tefrişinde, yatağında, yorganında, askerî alanda; bayrak ve sancaklarda,
zırhlarda, kalkanlarda, dinî alanda; her yıl Kâbe-yi şerif için üretilen kumaşlar gibi,
pek çok alanda kumaş kullanılmıştır (Tezcan, 2002a: 405). Törenler de bu
alanlardan biridir ve kumaşlar, kalabalık halk gruplarını saray mensuplarından
ayırmak için bariyer işlevi görmüştür. Bu kullanımın birçok örneği şenlikleri anlatan
minyatürlü yazmalarda görülür. Bir başka törensel kullanımı olan kumaş ise
sancaklardır. Bayraklar, flamalar ve sancaklar, Osmanlı toplumunda kullanımı
yaygın olan brokar, aplik ve nakış teknikleriyle yapılmışlardır. Bunlar ordu
müfrezelerine eşlik eder, dinî bayramlarda kullanılır ve şenlik günlerinde çokça
görülürdü (Denny, 1982: 137).
Saray kendi kumaş ihtiyacını karşılamak için ehl-i hiref denilen hassa sanatkârları
içinde dokumacılara da yer vermiş ve onların çalışacağı özel atölyeleri kendi
bünyesinde kurmuştur. Bu atölyelerin ihtiyacı karşılayamadığı zamanlarda İstanbul
ve Bursa’daki serbest piyasaya çalışan atölyelere de sipariş verilmiştir (Tezcan,
2002a: 405). Yerli üretimin ihtiyacı karşılayamadığı zamanlarda ise pamuklu, yünlü
101
ve ipekliler dışarıdan ithal edilmiş örneğin Hindistan pamukluları Osmanlı
Devleti’nin yüzyıllar boyu kullandığı ihtiyaç mallarından biri olmuştur (Tezcan,
1993: 21).
Osmanlı Devleti’nde üretilen kumaşların malzemesi, deseni, rengi, kalitesi ve fiyatı
imparatorluğun kuruluşundan itibaren saray tarafından kontrol edilmiştir. Kumaşın
kalitesini çözgü tellerinin sayısı, ağırlığı, bükümü ve boyaması belirlediği için
bunlar üzerinde yapılabilecek hilelerin önüne geçilmek istenmiştir. Çıkarılan
belediye kanunları ile kaynaklarda “harir” olarak geçen ipeğin “meşdud” yani
kumaşın boyuna uzanan “çözgü” telleri ve “ariş” yani kumaşın enine atılan “atkı”
tellerinin özellikleri belirlenmiştir. Bu özellikler kanunnamede şöyle
bildirilmektedir; ipek tellerinin işlenmesi (yani bükülmesi ve boyanması) ancak ipek
kuruduktan sonra yapılmalı, uzunlukları 120 zirâ (90 m.) gelmelidir. Seksen telden
meydana gelen çilelerin 20 adedi bir meşdud olup; ağırlıkları 600 dirhem (1920 gr.)
olarak tespit edilmiştir. Kanunla belirlenen bu rakamların dışına çıkmak, çözgü
tellerini azaltmak veya ipek yerine pamuk gibi başka iplik koymak en büyük
hilekârlık sayılmıştır. 1599 tarihli bir mahkeme kaydında; ipek atkı yerine gügül
denilen delik koza ipeği ve penbe yani pamuk ipliği kullandığı tespit edilen davalıya
bunların çözgü teli olarak kullanılmasının yasak olduğu ihtar edilmiştir (Tezcan,
2002a: 405).
Türk kumaş sanatında 17. yüzyılda bir duraklama ve yüzyılın sonlarına doğru çöküş
görülmektedir. Bu durum ehl-i hiref defterlerinde de takip edilebilmektedir. 1557
senesinde saraya bağlı dokumacı ve kadifeci sayısı 145 iken 1595 senesinde bu sayı
yarıya inmektedir. 1637 senesinde otuz sanatkâr ve iki ustabaşı, 1655 senesinde
yirmi bir sanatkâr ve 1687 senesinde ise dört adet sanatkâr görülmektedir. Ahmet
Rasim, 1758 olayları arasında; İstanbul’da yapılmakta olan “diba-i Rumi” adındaki
değerli kumaş, artık dokunmadığı için bunun yerine bayramlarda Venedik dibası
verildiğinin anlaşılması üzerine, işi bilen kişilerin hemen getirtilerek yeni tezgâhlar
kurulduğunu belirtmiştir (Öz, 1951: 44). Bununla beraber Avrupa’dan piyasaya
giren çeşitli kumaşlar Türk dokumacılık sanatını etkilemiştir. Bu dönem üretilen
kumaşlarda ipek tellerinin iyi bükülmediği, tellerin kalınlığının her yerde aynı
olmadığı bu sebeple boyayı her yerde aynı ölçüde kabul etmeği, dokunduklarında
yüzeyde pürüz oluştuğu kaynaklarda yer almaktadır. Yine bu dönemde kumaşlarda
kullanılan metalin miktarı azaltılarak sadece desenlerde kullanılmış ve kalitesi
102
düşmüştür (Tezcan, 2002a: 407). Bunlara rağmen 18. yüzyılın ikinci yarısında I.
Abdülhamit, III. Mustafa ve III. Selim’in hükümdarlıkları sırasında, sultanların yerli
esnafa destek olmaları ile kaliteli renk ve desene sahip kumaşlar da dokunmuştur.
III. Mustafa Üsküdar’daki Ayazma Camii’ni yaptırırken, camiye vakıf olmak üzere
kırk yastıkçı atölyesi ve harir bükücü kerhanesi yaptırmış yine bu camiye vakıf
olmak üzere Yenikapı’da yüz otuz ustanın çalıştığı bir boya atölyesi de
kurdurmuştur. Ancak 18. yüzyıl sonunda J. M. Jacquard (1752-1834) isimli
mühendisin elle çalışan dokuma tezgâhlarını, delikli kart ile çalışan ve desenli
dokuma yapan otomatik tezgâhlara dönüştürmesi ile batıdaki dokuma üretiminde
patlama yaşanmıştır.
1789 yılında padişah olan ve Batı’ya ilgisi bilinen III. Selim, Üsküdar’da yaptırdığı
Selimiye Camii’nin etrafına dokuma atölyeleri kurdurmuş ve bu atölyelerin başına
Fransa’dan uzmanlar getirtmiştir. Burada kurulan tezgâhlarda Batı tekniğinde
dokunan kumaşlara “Selimiye” adı verilmiştir. III. Selim’in kurdurduğu atölyeler
1814 yılında Yeniçeriler tarafından yakılmış ve bu tezgâhların yerini 1843 yılında
İzmit’te ipekli kumaşlar yapılmak üzere kurulan Hereke fabrikası almıştır. İlk
kuruluşunda yirmi beş ipekli tezgâhı bulunan ve jakar usulüyle çalışan bu fabrikanın
çıkardığı kumaşlar beğenildiğinden, özellikle sarayların döşemesinde gerekli olan
kumaşların Hereke fabrikasında yapılması uygun görülmüş ve 1849 yılında üç katlı
bir kemha dairesi ilave edilmiştir (Öz, 1951: 55).
4.1.1.Osmanlı İmparatorluğu’nda Kumaşlar ve Dokumacılık Merkezleri
Dokumanın hammaddesi, bitkisel kökenli; pamuklu kumaşlar, hayvansal kökenli;
yünlü ve ipekli kumaşlar olmak üzere üç çeşittir (Tezcan, 2002a: 404). Osmanlı
kaynaklarında pamuk “penbe” olarak geçmektedir ve pamuklu dokumalar içinde en
çok adı geçenler; boğası, kirpas, dimi, alaca, bez, mendil, beledi, yemeni, tülbent,
basma, çit ve yazmadır. Pamuklu dokumacılık başta İç Batı Anadolu’da; Denizli,
Bergama, Akhisar, Tarhala, Manisa, Tire; İç Anadolu’da Karaman, Hamid ili;
Güneydoğu Anadolu’da Diyarbakır’dır ki burada baskılı pamuklular üretilmiştir.
Soma, Bergama ve Gelibolu’da dokunduğu bilinen kirpas, Tersane-i Amire’de
yelken ve tente bezi yapımında, orduda ise otağ-ı hümayun denilen sultan
çadırlarının yapımında kullanılmıştır (Aslanapa, 1993: 41), (Bostan, 1992: 154),
(Tezcan, 1993: 21).
103
Yünlü dokumacılıkta Ankara ve Selanik önemli merkezlerdir. Tiftik keçileri ile
bilinen Ankara ve çevresinde bu hayvanın uzun ve parlak tüyleri sayesinde ipek
inceliğinde ve parlak “sof”lar üretilmiştir. Sofun pres altında su dökülerek
yüzeyinde hareler oluşturan çeşidine “muhayyer” ya da “moher”; dayanıklı,
yumuşak ve Avrupa serjlerine benzeyen çeşidine “şali” denmektedir (Tezcan,
2002a: 404). Selanik ve çevresinde ise askerî ve sivil kıyafette sıkça kullanılan
“çuha” üretilmiştir.
İpekli kumaş üretimi başta Bursa olmak üzere İstanbul, Edirne, Amasya, Tokat,
Bilecik, Alaşehir, Aydos, Diyarbakır, Mardin, Halep, Sakız ve diğer Ege adalarında
yapılmıştır.
İpekli kumaşlar gerek hammaddelerinin zor elde edilmesi ve gerekse yapımlarının
daha çok emek istemesi dolayısıyla pamuklu ve yünlülere göre daha pahalı
ürünlerdir. Bunun dışında İslam dininde Peygamger’e özgü gelenekte, özellikle
erkeklerin ipek giymesi, dünyevi lükse bağlılığı ifade ettiği için hoş görülmez. İpekli
elbiseler, yastıklar ve halılar Kur’ân’da bahsedilen, erdemli bir hayat karşılığında
vaat edilen ödüllerdir (Blair ve Bloom, 1991: 38). Buna rağmen ipek her zaman
aranan ve kullanılan bir kumaş olmuştur. İpeğin giysiden ziyade mefruşatta
kullanılması muhtemelen dinsel olarak kınanmayı önlemiş, türbe gibi dinî binaların
dekorasyonunda ve sancaklarda kullanılmıştır. (Blair ve Bloom, 1991: 39).
16. yüzyıldan itibaren bilinen belli başlı ipekli dokuma çeşitleri; tafta ve valâlar,
atlas ve kutnular, kadifeler, kemhalar, seraserler ve futalar olmak üzere
gruplanmaktadır. Bunlara 18. yüzyıldan itibaren yeni kumaş isimleri eklenmiştir.
Tafta ve valâ kaynaklarda beraber geçmektedir. Valâ bu gün bilinmemekle beraber
tafta ile aynı türde olduğu anlaşılmaktadır. İkisinin arasındaki fark, valânın
dokunduktan sonra fırınlandığı şeklinde belirlenmiştir (Tezcan, 1993: 27). Atlas,
ince ipekten, sık dokunmuş, genellikle düz renkte sert ve parlak bir kumaştır. Kutnu,
çözgüsü ipek atkısı pamuk ve ipek karışık atılmış, kalın çoğunlukla yollu, eni dar bir
kumaştır. Kadife, çözgüsü ve atkısı ipek olan havlı kumaş olarak tarif edilmektedir.
Kemha, atkısı ve çözgüsü ipek, üst sıra atkısı ayrıca altın veya gümüş kılaptanla
takviye edilmiş, gösterişli bir kumaştır. Kaftanlık ve döşemelik olarak kullanılmıştır.
Serenk, kemhanın tekniğinde fakat dokumasında altın veya gümüş teli bulunmayan
bir kumaştır. Seraser, altın ve gümüşle dokunan, pahalı ve daha çok hil’atlarda
kullanılmış bir kumaştır. Futa, bir zemin rengi üzerine çubuklu ve çubuk kafesli
104
olarak dokunmuştur. Hamamlarda havlu üzerine dolanan ikinci sargı, peştemal
olarak kullanılmıştır (Dalsar, 1960: 41), (Özen, 1982: 314). Bunlar dışında abani,
bürümcük, canfes, çitari, diba, hare, sevani, şib gibi daha birçok çeşitte ve farklı
kullanım alanları olan ipekli kumaş çeşitleri bulunmaktadır.
4.1.2.Kumaşların Boyanması
Osmanlı kumaşlarında en çok kullanılan renk kırmızı olmuştur. İkinci sırayı ise
mavi renk almış ardından beyaz, yeşil, krem ve siyah renkler tercih edilmiştir
(Tezcan, 1993: 49). Boyanacak ipeğin boyayı iyi kabul etmesi için ince ve iki telinin
de bükümlü olması gerekmekteydi. Kumaşların kalitesini belirleyen unsurlardan biri
kumaşın boyası olduğu için boyama işlemine ayrıca önem verilmiştir. Örneğin, 27
Nisan 1792 tarihli belge, donanma kalyonlarının sancakları için tercih edilen,
Ankara şalisinin boyalarının mağşuş yani saf olmayıp karışık ve kalp olduğuna dair
İstanbul Kadısının tezkiresi üzerine, mağşuş boya kullananların ihtar edileceği
hakkındadır.14
1502 tarihli Bursa İhtisab Kanunnamesi’nde en çok kullanılan kırmızı ve mavi
rengin nasıl elde edileceği anlatılmıştır. Buna göre; dirhemi belli miktar lök, çivitten
geçirilmekte, çivit ezilip saf suyu elde edildikten sonra bu suya batırılan ipek kırmızı
olmaktaydı. Ancak lök miktarı az olup, yeni ezilmiş çivit suyuna batırılırsa ipek,
menekşe moru ile kırmızı arasında bir renk olmaktaydı. Lök’e kızıl boya
karıştırılırsa renk, kalp olur yani bozulurdu. Asıl ismi “lâk” olan “lök”
Hindistan’dan getirilirdi ve boyacılıkta tesbit işinde kullanılan bir çeşit zamktı.
Kırmızı rengin elde edilmesinde kırmız kullanılmaktaydı. Kırmız, kuşinil
(Cochineal) denilen hayvanın kabuklarının ezilmesinden elde edilmiştir. Önceleri
Meksika ve Kanarya Adaları’ndan geldiği için çok yüksek fiyatlarda satılmış ancak
19. yüzyılda İspanya’ya getirilip, üretildikten sonra yaygın olarak kullanılmıştır.
Kırmızı dışındaki renkler ise genellikle bitkilerden elde edilen yerli boyalarla
sağlanmıştır. Elde edilen renklerin ışığa ve suya dayanıklılığını arttırmak için çeşitli
mordanlar (tespit edici maddeler) kullanılmıştır (Tezcan, 1993: 53).
14 BOA, C.İKTS. 8/389.
105
4.2. Bahriye Sancaklarının Kumaş Özellikleri
4.2.1. Sancaklarda Kullanılan İpekli Kumaşlar
4.2.1.1.Sandal ve Dimi Sandalı Yollu bir kumaş olan sandalın bir yolu ipek, bir yolu pamuktur. Dallı ve benekli
çeşitleri de bulunmaktadır (Özen, 1982: 331). Dimi ise basit bir dokuma olup, üçer
ya da daha fazla çözgü ve atkıyla dokunmuş, yüzer ipliklerin Z ya da S harfleriyle
belirtilen verev konumlarıyla belirginleşen dokuma birimidir. “1/3 dimi (Z
yönünde)” ifadesi çözgünün bir atkı üzerinden ve üç atkının altından geçtiğini ve
bağlantı noktasının sol alttan sağ üste uzadığını ifade etmektedir (Atasoy ve diğ.,
2001: 342).
8 Aralık 1739 tarihli belge, Cezayirli Mustafa Kaptan’ın riyale gemisinin kıç ve
sütun sancakları için 154 zirâ Sakız sandalı kullanıldığı, kumaş ücretinin yanında
“hayyât” denilen terzi ile ibrişim ücretinin 37.140 akçe tuttuğu ve bu sancakların
Tersane Emini tarafından yaptırıldığı hakkındadır. Belgede aynı zamanda ipek
sancakların padişahın geçtiği zamanlarda çekilmesinin eski adetlerden biri
olduğundan ve kalyonlara yeni sancaklar verildikçe, eskilerinin kış günlerinde
kullanılmak üzere kaptanların elinde saklandığından bahsedilmektedir.15
31 Temmuz 1772 tarihli belge, Karadeniz Seraskeri Vezir Halil Paşa’nın bineceği
Nasr-ı Cenk kalyonu için eskiden beri adetten olduğu üzere ipekten kıç ve ser sütun
(baş direği) sancakları yaptırılması hakkındadır. Bunun yanı sıra belgede sancaklar
için 760 zirâ dimi sandalına ihtiyaç olduğu ve bunların Tersane Emini tarafından
karşılanacağı geçmektedir.16
2 Mayıs 1788 tarihli belgede ise Akdeniz’e çıkacak donanmanın başbuğu Liman
Nazırı Seyyid Bey’in bineceği Feth-ül Fettah isimli kalyonun kıç ve ser sütunu için
iki harir (ipek) sancak yapılacağından ve bu sancakların diğer sancak kalyonlarına
yapıldığı gibi dimi sandalından ve iki adet olarak düzenlenmesinden
bahsedilmektedir.17
17 Haziran 1794 tarihli belgede, donanma sefinelerinden sancak kalyonlarına ait
olan ipek sancakların üç senede bir yenilenmesi adetten ise de kaptanpaşanın bindiği
15 BOA, CBH. 42/1984. 16 BOA, CBH.138/6691 17 BOA, CBH. 27/1284.
106
Bahr-i Zafer kalyonu için 1793 yılında yapılan ipek kıç ve ser sütun sancaklarının
renginin bozularak, eskidikleri için yenilenmeleri gerektiği kaydedilmiştir.
Yapılacak kıç, ser sütun ve flandra için güvez (koyu kırmızı) ve beyaz dimi sandalı
ve şerit masrafının 1274 kuruş 14 para olduğu beyan edilmektedir. Güvez renkli
dimi sandalı kıç ve sütun sancakları ile flandrada, beyaz renk dimi sandalı ise
sancaklarda nişan için kullanılmıştır. Zülfikar için siyah renk şerit, sancaklara nişan
için siyah renk ibrişim şerit ve uçkurluk için kirpas kullanıldığı anlaşılmaktadır.18
5 Haziran 1796 tarihli, Kaptanpaşanın bindiği “Arslan-ı Bahri” kalyonu ile
kapudâne, patrona ve riyale kalyonlarının yenilenecek işaret, kıç ve alay
sancaklarının masraflarının bulunduğu belgede, Kaptanpaşanın bu işle bizzat
ilgilendiği, bazı işaret sancaklarının tamir edilip boyandığı; kıç, civadra, direk
sancakları ve flandra için dimi sandalı kullanıldığı görülmektedir. Belgede sancaklar
için yapılan şerit, ibrişim, iplik ve terzi masrafları da sıralanmıştır. Yine bu belge de
Osmanlı Devleti için İspanya, Fransa, İngiltere ve Flemenk bandıra ve flamaları
yaptırıldığı da görülmektedir.19
3 Mayıs 1802 tarihli belge Kaptan-ı derya Küçük Hüseyin Paşa’nın İskenderiye’de
bulunduğu sırada süvar olduğu üç ambarlı kalyon için yaptırılan sancaklar ile
ilgilidir. Bu sancaklar için 1609,5 zirâ güvez renkli sandal, 328,5 zirâ beyaz renk
dimi sandalı, bir zirâsı altmış paradan olmak üzere 2907 kuruşa satın alınmıştır.20
18 Şubat 1815 tarihli belgede, Cezayir’e gidecek olan İnayet-i Bari firkateyni için
yapılan kıç, sütun, civadra sancaklarında ve flamada, sandal kumaşının kullanıldığı
bunlar için yapılan masraflardan anlaşılmaktadır.21
11 Nisan 1880 tarihine ait belgedeyse kapudâne, patrona ve riyale kalyonlarının
sancaklarının her üç senede bir yenilenmesinin adet olduğu ancak dört seneden beri
sancakların yenilenmediği, üç sene önce dimi sandalından yapılan sancakların
kumaşları ve üstat ücreti için 2551,5 kuruş verilmiş olduğu kaydedilmektedir.22
4.2.1.2.Tafta Taftanın çözgü ve atkı sıklığı eşit olduğu için sert ve dayanıklıdır. Yüzer atkı veya
çözgüler nedeniyle çizgili bir yüzeyi olan düz ve parlak bir dokumadır (Atasoy ve 18 BOA, CBH. 33/1576. 19 BOA, CBH. 128/6229. 20 BOA, CBH. 254/11739. 21 BOA, CBH. 100/4832. 22 BOA, CBH. 271/12497.
107
diğ., 2001: 341), (Özen, 1982: 335). Dokunduktan sonra yüzüne elle zamk sürülüp
pürüzü yatırılmaktaydı. Bu sebeple giyim kuşamdan sonra en çok ordu ve
donanmada kullanılmıştır. Çifte tafta ve yekta tafta olmak üzere çeşitleri vardır.
Ordu için en çok kırmızı ve yeşil tafta üretilirken, giyim kuşamda siyah tafta da
kullanılmıştır (Tezcan, 1993: 27).
Osmanlı donanmasında, savaş gemilerinin grandi direklerine çekilen ensiz ve uzun
sancaklar olan flandraların yapımında tafta kullanılmıştır. Tafta telleri birkaç kat
bükülerek istenilen kalınlıkta dokunabiliyordu. Bayrak ve flandralarda kullanılan
taftaya “tafta-i Şam” denilmekteydi (Bostan, 1992: 116). 1555 senesinde, Osmanlı
donanması için Bursa’ya sipariş edilen 1697 zira’ taftanın 755 zira’sı kırmızı, 466
zira’sı yeşil renkte ve 26.959 akçe tutarındaydı (Dalsar, 1960: 229). 1603 senesinde
ise sefere çıkacak donanma için 600 zira’ tafta gerekli görülmüştür (Dalsar, 1960:
232). 17. yüzyılın ortalarında kadırga flandralığı için 1000 zira’ taftanın Bursa’dan
ocaklık olarak ayrıldığı tespit edilmektedir. Tersane-i Amire ocaklığı olan taftaya
ödenecek para ise, Bursa pazarından alınan bac gelirlerinden tahsis edilmekteydi.
Ocaklık harici satın alınan tafta-i Şam, tüccarlardan temin edilmekteydi. Şam
taftasının fiyatları H.1031/ M.1621-22’de topu 100 akçe, H.1040/M.1630-31’de 120
akçe, H.1062 M.1652’de zirası 55 akçe, H.1063 M.1653’te 52 akçeydi (Bostan,
1992: 166). 1600 tarihli narh defterinde ise kırmızı taftanın zirâsının, 1600’den
önceki fiyatına oranla %53,5 düştüğü ve 60-65 akçe olduğu kaydedilmektedir
(Kütükoğlu, 1978: 20). 27 Mayıs 1677 tarihli belgede Tersane-i Amire
ocaklıklarından Bursa’daki pazar bacı mukataasından H.1088/M.1677 senesi için
kalitelisinden olmak üzere 40.000 akçelik Bursa taftasının Tersane-i Amire’ye
teslim edilmesinden bahsedilmektedir.23
4.2.1.3. Dârâyî
İran’dan ithal edilen ve sarı, kırmızı ve elvan gibi çeşitli renklerde olabilen bir
kumaş türüdür. Şam’da dokunan benzerlerine “Şam dârâyîsi; diğer bir çeşidine ise
“pülâdî dârâyî” denilmektedir. 1009 (1600) tarihli narh defterinde, gümüş ve altın
sırma tellerle dokunmuş bir cins ipekli kumaş olarak geçmektedir (Özen, 1982:
310). 1769 senesinde Halep’te bir arşını (68 cm. civ.) 70 paraydı ve sadece
donanmada değil sipahilerin bayraklarında da kullanılmaktaydı. Atlı askerî bir sınıf
olan sipahilerde, binbaşılığa terfi edenlerin bayrakları, kırmızı renkte 25 zîra 23 BOA, CBH. 55/2600.
108
dârâyîden; yüzbaşılığa terfi edenlerin ise yine kırmızı renkte ve 15 zirâ dârâyîden
yapılmaktaydı (Pakalın, 1993: 393).
5 Şubat 1698 tarihli belgede Kirsen ve Taman’a gitmek için görevlendirilen Koç
Mehmet Paşa’nın bindiği gemi için dârâyî kumaşından sancak yaptırılmasından
bahsedilmektedir.24
4.2.2. Sancaklarda Kullanılan Yünlü Kumaşlar
Tiftikten dokunan ince bir kumaş olan şali sancak yapımında sıkça kullanılmıştır.
Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde Tersane Amire için Ankara’dan satın alınan şali
kumaşı ile belgelerde çeşitli bilgiler yer almaktadır. 9 Ekim 1793 tarihli belgede,
donanma kalyonlarının sancakları için H.1207/M.1792 senesinde Kılcıoğlu
Andon’dan yerinde dokunup imal edilmek üzere ve bir zirâı 40 akçeden, 10.000 zirâ
şali alındığı ancak Şalcı Andon’un her bir zirâdan beş akçe zararı olduğunu belirten
dilekçesi üzerine H.1208/M.1793 senesine mahsuben beş akçe zam yapılarak, zirâı
45 akçeden 10.000 zirâ sancaklık şali alındığı belirtilmektedir. Bu belgeye göre
1792 senesinde 10.000 zira şali için 3333 kuruş, 1793 senesinde ise aynı miktar şali
için 3750 kuruş ödenmiştir.25
17 Haziran 1798 tarihli belge, sayısı artan donanma gemilerinin sancakları için
H.1212/M.1797/98 senesine mahsuben 30.000 zirâ Ankara şalisi gerektiği bunun
27.000’nin eski fiyattan olmak üzere Kılcıoğlu tarafından satın alınacağı
belirtilmektedir.26 29 Kasım 1802 tarihli belgede, donanma kalyonları için gerekli
şalinin her sene Kılcıoğlu Andon’dan 44 akçeye satın alına gelmekte olduğu, 1801
senesinde Karabet isimli bezirgân, zirâsı 40 akçeden olmak üzere fiyat vermişse de
altından kalkamamış olduğu ve Tersane-i Amire’de şali kalmaması dolayısıyla zirâsı
44 akçeden olmak üzere 18.033 kuruşa 50 bin zirâ şali kumaşı satın alındığı
kaydedilmiştir.27
21 Haziran 1803 tarihli belgede Tersane’de mevcut olan ve yeni denize indirilen
kalyonlar için gerekli levazımat arasında sancaklık şali de geçmektedir.28 24 Ekim
1803 tarihinde gelecek sene denize indirilecek donanma kalyonları için Ankara’dan
24 BOA, CBH. 91/4346. 25 BOA, CBH. 110/5313. 26 BOA, CBH. 112/5450. 27 BOA, CBH. 49/2306. 28 BOA, CBH. 70/3326.
109
70 bin zirâ sancaklık şali, daha önce olduğu gibi zirâsı 44 akçeden, 66,5 kuruşa satın
alınmıştır.29 27 Nisan 1807 tarihli belge, donanma kalyonları için 27.450 zirâ
sancaklık şalinin, Kılcı oğlu Andon tarafından Ankara’da dokutturulduktan sonra
mahzen-i sürbe teslim edildiği ve beyaz renkli şalinin zirâsının 46 akçeden 10.522,5
kuruşa imal ettirildiği hakkındadır.30 Bu ücret Tersane-i Amire hazinesinden
ödenmiştir. Yine H.1222/M.1807 senesinde Kılcı oğlu Andon’dan 20.000 zirâ beyaz
Ankara şalisi satın alınmıştır.31
11 Haziran 1831 tarihli belge, zirâsı 84 akçeden olmak üzere 60.000 zirâ beyaz
şalinin imâlini Terzi oğlu Oseb’in taahhüt ettiği ve gerekli olan sancaklık şalinin bir
an önce gönderilmesinin istendiği hakkındadır.32
17 Ağustos 1832 tarihli belgede, kalyon sancakları için mahzen-i sürbe teslim
edilmek üzere, Hacı Mesud Efendi’den zirâsı 84 akçeden 47 top olarak, 1410 zirâ
beyaz şalinin 987 kuruşa mal olarak Tersane-i Amire hazinesinden ödendiği
görülmektedir.33 19 Eylül 1833 tarihli belgede, donanma kalyonlarının sancakları
için H.1246/M.1830/31 senesinde Ankara’daki Terzi oğlu Oseb’e imal ettirilen
zirâsı 84 akçeden 60.000 zira sancaklık şalinin 30.000 kadarının tersaneye teslim
edildiği, tiftik ve iplik parasının artması üzerine şalinin bir zirâsının 102 akçeye
yükseldiği belirtilmektedir.34
İmparatorluğun son dönemlerinde şali kumaşın İngiltere’ye sipariş edildiği de
görülmektedir. 13 Haziran 1910 tarihli belgede Londra’da Britanya Works
Fabrikası’na çeşitli renklerde olmak üzere 20.000 m. sancaklık şali siparişi
verilmiştir.35
4.2.3..Sancaklarda Kullanılan Pamuklu Kumaşlar
Pamuk ipliğinden ve en basit dokuma tekniği olan “bez ayak” la dokunmuş pamuklu
bir cins kumaş olan boğası, sancakların uçkurluk kısmının yapımında
kullanılmıştır.36 18 Şubat 1815 tarihli belgede sancak uçkurluğu için boğası
kullanıldığı, 5 Haziran 1796 tarihli bir başka belgede, kaptanpaşa, kapudâne, patrona
29 BOA, CBH. 50/2360. 30 BOA, CBH. 209/9748. 31 BOA, CBH. 112/5414. 32 BOA, CBH. 109/5296. 33 BOA, CBH. 37/1737. 34 BOA, CBH. 67/3156. 35 DMA, MBN, 673/323-325 36 Tezcan, H., 2007, Kişisel görüşme.
110
ve riyale kalyonlarının sancaklarının uçkurluğu için yine boğası kullanıldığı ve sarf
edilen masrafın 1190 para olduğu görülmektedir.37
Çok geniş bir kullanım alanı olduğu bilinen boğası başta kaftan astarlığı olmak
üzere, muşamba yapımında, minder ve yastık yapımında, baskı ile desenlendirilerek
döşemelik yapımında kullanılmıştır. Miskali boğasından entari, ince cinsinden ise
işlemelik kumaş olarak faydalanıldığı anlaşılmaktadır (Tezcan, 1993: 21). Karaman,
Hamid ili kaba pamuklu dokuma olan boğasının üretildiği yerlerden biridir (Tezcan,
2002a: 404).
Tersane-i Amire’de Kaptanpaşa, Tersane-i Amire kethüda ve Emini’nin
baştardalarına ait bayraklarda bu gemilerle yine aynı kişilere ait divanhane ve
odalarının döşemelerinde, padişah ve kaptanpaşanın kayıklarında kullanılmıştır
(Bostan, 2005: 419), (Bostan, 1992: 165). Boğasının beyaz rengi olduğu gibi başka
renkleri de bulunmaktaydı. Donanmada beyaz, kırmızı ve mavi kullanılmıştır.
Tersane-i Amire muhasebe defterlerinde boğası satın alınmasına sık rastlanmaktadır.
Ancak, alınan boğası miktarı pek fazla değildir. Örneğin, H.1031/M.1621-22’de 2
kıt’a, H.1054 /M.1644’de 14 kıt’a H.1063/M.1653’te 6 top ve H.1110/M.1689-
99’da 3 top alınmıştır. 17. yüzyılda boğası fiyatları renklerine göre değişiklik
göstermektedir. H.1063/M.1653’te kırmızı boğasının topu 150 akçe, mavisinin topu
110 akçe olduğu; H.1110/M.1698-99’da ise mavi boğasının topunun 160 akçeye
yükseldiği görülmektedir (Bostan, 1992: 165-166). Boğasıya nazaran daha kaba
dokunmuş bir kumaş olan kirpasın da yine sancağın uçkurluk kısmında kullanıldığı
görülmektedir.38 Kirpas, bu günkü branda bezleri ayarında olup, daha çok ordu
ihtiyacında ve Otağ-ı hümayun denilen sultan çadırlarının yapımında, ağır kapı
perdelerinde (cami, türbe gibi) kullanılmıştır (Tezcan, 1993: 21).
4.3. Sancaklardaki Dokuma ve Süsleme Teknikleri
Sancaklarda, bir dokuma tekniği olan kılaptan ve kumaş süsleme tekniklerinden
aplike ve dival işlerinin sık sık kullanıldığı görülmektedir. Kılaptan, pirinç, bakır,
kalay gibi madenlerden çekilerek, gümüş ve altın yaldız vurulmuş ince metal iplik
anlamına gelmektedir. Dokumalarda bu tel, ipek ve pamuk ipliği üzerine sarılarak
kullanılmıştır. Kılaptan kumaşın değerini ve maliyetini arttıran bir unsur olmuştur.
37 BOA, CBH. 100/4832; 128/6229. 38 BOA, CBH. 33/576
111
Dokumalarda kullanılan bu tel simkeşhanede simkeşler tarafından çekilmekteydi.
Beyaz renkli gümüşten tel çekene “simkeş”, altından veya yaldızlı gümüşten tel
çekene ise “sırmakeş” denilmiştir. Dokumada altın rengi vurgulanmak istendiğinde,
altın tel veya yaldızlı gümüşten çekilmiş sarı tel, sarı iplik üzerine; beyaz renk
vurgulanmak istendiğinde, gümüş tel beyaz iplik üzerine sarılarak kullanılmış, bu
şekilde altınlı ve gümüşlü kılaptan elde edilmiştir (Tezcan, 2001: 71). Altın ve
gümüş telin çekildiği simkeşhaneler İstanbul, Selanik ve Bursa şehirlerinde
bulunmaktaydı. Simkeş atölyesi sayısı her zaman kontrol altında tutulmuş ve sayının
sabit kalmasına önem verilmiştir. Gümüşten tel çekilmesi için gümüş belli bir
dereceye kadar ısıtılmakta yani kal edilmekteydi. Isıtmak için potaya 5000 dirhem
ağırlığında gümüş konulmaktaydı. Buna “bir tefe” deniliyordu ve bu miktar
simkeşhanenin günlük kapasitesiydi. Bir tefe ısıtıldıktan sonra 600 dirhem fire
verirdi, geriye kalan 4400 dirhem ise 100’er dirhemlik eşit parçalara bölünerek
çubuk haline getirilmekteydi. Gümüş çubuklar elde edildikten sonra altın yaldızla
yaldızlanmaktaydı. Yaldız, ayarı daha yüksek olan Batı ülkelerinin altın
paralarından elde edilmiştir. Çekilen tel sıkı ve cilalı iki silindir arasından
geçirildikten sonra elde edilen yassı tel, ipek veya pamuk ipliğinin üzerine
sarılmaktaydı. Sarma işlemi isteğe göre bazen alttaki iplik görülmeyecek kadar çok
sık, bazen aralarda birer devir atlatarak seyrek yapılmıştır. Sarma işlemini
simkeşhaneye bağlı olarak çalışan “kılabdancı esnafı” yapmaktaydı (Tezcan, 2001:
72).
Telli kumaşlar atılmayıp, darphaneye götürülerek yakılıyordu böylece geriye kalan
altın ve gümüş tekrar kullanılmaktaydı. Ancak seraser denilen kumaşlarda gümüş iki
kere kal edildiğinden, bunlarda altın ve gümüş tekrar kullanılamıyordu. Seraser
tezgâhları bu sebeple devletin sıkı denetimi altında tutulmuştur. Telli kumaşlar,
sancaklarda, askeri ve diğer devlet erkânının üniformalarında, giyim-kuşamda,
sırmalı araba ve saltanat kayıklarının döşemelerinde, köşk ve kasırların mefruşatında
olmak üzere geniş bir kullanımı alanı bulmuştur.
Kumaş süsleme tekniklerinden bir olan aplike, belirli bir desen oluşturmak üzere,
kesilmiş kumaş parçalarının yerleştirilip, genellikle dikilerek, zemini oluşturan
kumaşa sabitlenmesidir. Buna oturtma da denilmektedir. (Atasoy ve diğ., 2001: 342)
Dival işi ise karton ya da deriden kesilen şekillerin gergef üzerinde kumaşa
teyellenip işlenmesi ile yapılmaktadır.
112
5. İSTANBUL DENİZ MÜZESİ’NDEKİ OSMANLI DÖNEMİ SANCAKLARI
5.1. Katalog
113
Envanter No: 2503
Yapıldığı tarih/yüzyıl: 16. yüzyıl
Kumaşının cinsi: İpek
Ölçüleri: 470x900 cm. (Noyan, 1976: 50).
Özellikleri: Sancağın zemini kırmızı, motifler, kelime-i tevhit, Zülfikar ve kenar bordürü ise sarıya yakın yeşil renklidir. Uçkurluğu yeşil renktedir. Sancağın uçkurluğuna paralel uzanan, yeşil renkli yazı frizinde kelime-i tevhid “lâ-ilâhe illallah; Muhammedün resûllullah” üç kere tekrar edilmiş, tekrarların arasına ikişerli bitki motifi yerleştirilmiştir [Resim 88]. Uçkurluk ile yazı frizi arasındaki bölümde, iki yanda sekiz yapraklı çiçek-yıldız motifi bulunmaktadır. Çiçek yapraklarının ucunda iç içe geçmiş hilaller görülmektedir. Ortada ise daha büyük yuvarlak bir madalyon içerisinde yine hilal motifi yer alır. Yazı frizinden sonra yerleştirilmiş Zülfikarın iki yanında, üstte ortada görülen hilalli madalyon tekrar edilmiştir. Zülfikarın altında ise içerisinde kelime-i tevhid yazılı hilal bulunan, yuvarlak bir madalyon yer alır. Altında yine sekiz köşeli çiçek-yıldız motifi görülmektedir. Sancağın çevresini, açık ve koyu yeşil renklere sahip palmet motifli bir bordür dolaşmaktadır. 7 Ekim 1571 tarihinde Osmanlı ve Haçlı donanması arasında meydana gelen İnebahtı Deniz Savaşı’nda Haçlılar tarafından ele geçirilmiştir. Osmanlı donanmasının Derya Kaptanı Müezzinoğlu Ali Paşa’yı öldüren asker, sancağı alarak Venedik’te bir kuyumcuya satmış daha sonra ise Venedik Senatosu sancağın gümüşten olan aleminin her sekiz dirhemine bir duka altını verip satın alarak hükümet hazinesine koymuştur (Kurtoğlu, 1992: 91). Daha sonra Venedik Müzesi’nde sergilenen sancak, 1964 senesinde Papa VI. Paul tarafından Türkiye Cumhuriyeti’ne iade edilmiş, 1999 senesinde ise restore edilmiştir.
114
Envanter No: 2964
Yapıldığı tarih/yüzyıl: 16. yüzyıl
Kumaşının cinsi: İpek
Ölçüleri: 287x 200cm.
Özellikleri: Yeşil renkli sancağın kumaşı, Avrupa damaskıdır.39 Dimişkî de denilen damask, Şam’da dokunan bir kumaştır ve Orta Çağ’ın sonlarına doğru İtalya’nın Venedik, Lucques ve Cenova şehirlerinde taklit edilerek dokunmuştur. Bu çeşit kumaşların bezeme ve çiçekleri kabartma olup yüzündeki şekiller kumaşın tersinde de vardır, fakat tersindedir; yani yüzünde parlak olan kısımlar tersinde donuktur (Arseven, 1943b: 428). Sancak, iri bitkisel desenlere sahiptir.40 Uçkurluğa paralel yerleştirilmiş, kartuş içerisindeki ayet, hilaller içerisine yerleştirilmiş peygamber isimleri, ortadaki Zülfikar, sol taraftaki Pençe-i Âl-i Abâ ve alt kısımdaki mühr-i Süleyman, sancağın üzerine beyaz renkli kumaş kullanılarak aplike edilmiştir. Sancağın çevresinde yeşil renkli püsküller yer almaktadır. Uçkurluğa paralel yerleştirilmiş kartuş içerisinde, Kur’ân-ı Kerim’deki Saff suresinin 13. ayetinin bir kısmı olan “Nasrun minallahi ve fethun karib beşşiri’l-mü’minin Ya Muhammed” yazılmıştır. Türkçesi “Bundan başka sevdiğiniz bir şey daha: Allah katından bir yardım ve yakın bir zafer vardır. Ey Muhammed inanlara müjde ver” anlamındadır (Atay, 1995: 551). Bunun altında Zülfikar yer alır, Zülfikarın kabzasının solunda Pençe-i Âl-i Abâ, alt kısımda iki çatalının ortasında ise mühr-i Süleyman görülmektedir. Zülfikarın sağ üst tarafında hilal içerisinde “Ebubekir”, alt tarafında hilal içerisinde “Osman”; sol üst tarafında hilal içerisinde “Ömer”, alt tarafında yine hilal içerisinde “Ali” olmak üzere dört halifenin isimleri yazılıdır. Sancağın arka yüzünde, ön yüzünden farklı olarak kartuş içerisinde “La ilahe illallah Muhammeden Resullullah” yazmaktadır (İstanbul Deniz Müzesi Envanteri). 39 Tezcan, H., 2007, Kişisel görüşme. 40 Desen ayrıntı fotoğrafı bilgisayarda belirginleştirilmiştir.
115
“Barbaros Sancağı” olarak bilinen sancağın Barbaros Hayrettin Paşa’nın (ö.1546) Kaptan-ı deryalığı sırasında (1534-1546) ya da ölümünden 50 yıl kadar sonra yaptırıldığı rivayet edilmektedir. 1829-31 yılları arasında Osmanlı Devleti’nde bulunmuş olan İngiltere donanmasının subaylarından Sir Adolphus Slade’ın anılarında sancağın Barbaros Hayrettin Paşa’nın türbesinde asılı olduğu belirtilmektedir;
“… Türbenin içi sade ve Şarklıların böyle işlerde gösterdikleri zevke uygun idi. Zemin bir Hint hasırı ile örtülü idi. Ortada iki sanduka duruyordu ki, birinin boyu dokuz kademdi ve genişliği de onunla mütenasipti. Barbaros’a ait bu sandukanın başında kavuğu vardı, onun üstünde de kendine mahsus bayrak asılı duruyordu.” (Slade, 1945: 28).
Sonrasında Topkapı Sarayı'na ardından da Türbeler Müdürlüğü’ne devredilen sancak 19 Şubat 1976 tarihinde İstanbul Deniz Müzesi’ne devredilmiştir (İstanbul Deniz Müzesi Envanteri). Büyük bir kısmı erimiş olduğundan dağılmaması amacıyla her iki yüzü tül içine alınmış haldedir. İstanbul Deniz Müzesi Deniz Tarihi Arşivi’nde bulunan 22 Eylül 1913 tarihli belgede, Barbaros Hayrettin Paşa’nın türbesinde sanduka üzerinde asılı olan sancağın, “Osmanlı Bahriyesinin şevketli devirlerinde gemilere çekilen sancaklardan elde kalan yegâne sancak” olduğundan bahsedilmektedir.41 Belgenin devamında “Osmanlı bahriye tarihinin en kıymetli hatıralarından biri olan bu sancağın, Bahriye Müzesi’nin en gösterişli antikalarından olacağı açık olmakla beraber yıpranmaya yüz tuttuğu görülmüştür.” denilmektedir. Belgede “sancakçı mağazası tarafından bir örneğinin hazırlanmasının çok masraf ve külfete yol açmayacağı; Nezaret tarafından uygun görüldüğü takdirde yapılacak yenisinin türbedeki yerine asılarak, gerçeğinin Bahriye Müzesi’nde, sancaklara ait camekânlarda saklanıp sergileneceği” kaydedilmiştir. Bu belgelerde, Evkaf Nezareti’ne bağlı olan türbedeki sancak ile birlikte bir çift kadırga fenerinin de Bahriye Müzesi’ne verilmesi için yazı yazılacağı belirtilmiştir. Ancak 1914-1925 yıllarında tutulmuş Bahriye Müzesi Defteri’nde 1925 senesinde Barbaros sancağından bahsedilmemekle beraber, Evkaf Müzesi’ndeki Barbaros Hayrettin Paşa’ya ait iki fenerin müzeden aldırılmasının şimdilik mümkün olmadığı kaydedilmiştir. 1913 tarihli belgede türbedeki sancağın yerine yenisinin yaptırılarak aslının müzeye alınması için yazı yazılması istenmişse de gerek 1917 senesinde Ali Sami Boyar’ın yazdığı Bahriye Müzesi Kataloğu’nda ve gerekse 4604 db. no’lu Bahriye Müzesi ve Kütübhane İdaresine Mahsus Defter-i Kebir’de, sadece Barbaros sancağının bir örneği olup Sultan Abdülmecit zamanında yaptırılan ve Kırım Savaşı’nda Mahmudiye Kalyonu’na çekilen sancağın yer aldığı görülmektedir.
41 DMA. MBN. 744/212-214
116
Envanter No: 0681
Yapıldığı tarih/yüzyıl: 1766 (H.1180)
Kumaşının cinsi: İpek
Ölçüleri: 1100 x 500 cm. a.47,5 kg. civ.
Yayın: Boyar, A.S., 1917/1333. Bahriye Müzesi Rehberi, Bahriye Matbaası. Kurtoğlu, F., 1992. Türk Bayrağı ve Ay-Yıldız, Türk Tarih Kurumu Basımevi, (3. Baskı), Ankara, şekil 57. Özellikleri: Sultan III. Mustafa’nın (hd.1757-1774) saltanatı sırasında Bağdat’ta dokutturulmuştur.42 Kırmızı zemin üzerindeki motifler altın ve gümüş renkli kılaptan ile yapılmıştır. Sancak, beş parça dokumanın birleştirilmesi ile oluşturulmuştur. Uçkuru koyu yeşil renkli ve kendinden desenlidir. Fetih suresinin bulunduğu yazı frizinin öncesinde içine sekiz yapraklı çiçeklerin yerleştirildiği hilaller ve sekizgen içerisinde geometrik süslemelerin bulunduğu bir sıra vardır. Yazı frizinde Fetih suresinin ilk üç ayeti, “İnna fetahna leke fetham mübına”, “Li yağfira lekellahü ma tekaddeme min zembike ve ma teahhara ve yütimme nı'metehu aleyke ve yehdiyeke sıratam müstekıyma”, “Ve yensurakellahü nasran azıza” yazılıdır. İlk üç parçada bulunan bu ayetler bittikten sonra, geri kalan iki parçada ilk iki ayet tekrar yazılmıştır. Türkçesi, “Şüphesiz biz sana apaçık bir fetih verdik”, “Ta ki Allah, senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlasın, sana olan nimetini tamamlasın, seni doğru yola iletsin ve Allah sana, şanlı bir zaferle yardım etsin.” anlamındadır. Sancağın üzerindeki süslemeler yazı frizinden sonra on iki sıra halindedir ve şu şekilde düzenlenmiştir; beş parçadan oluşan kumaşın her bir parçası üç motifinden oluşur. Bu üç motiften ortadaki iki yanındakine göre daha büyüktür. İlk sıradaki küçük boyutlu karelerin içerisinde geometrik motifler, ortadaki büyük karelerin içerisinde ise stilize edilmiş çiçek motifleri görülmektedir. İkinci sırada boyuna yerleştirilmiş bir dikdörtgen içerisinde saksıdan çıkan karanfil motifi, ortada ise en içte sekiz yapraklı bir çiçek ile başlayıp içe ve dışa doğru hilaller ile devam eden, bir daire bulunmaktadır. Üçüncü sırada, iki yanda bulunan daire içerisine yerleştirilmiş, mühr-i Süleyman motifi, ortada iki yandaki dairelerden daha büyük boyutlu bir kare içerisinde stilize 42 Deniz Müzesi İhtisas Kütüphanesi, Asar-ı Atika Bölümü, 4604 db. no’lu Bahriye Müzesi ve Kütübhane İdaresine Mahsus Defter-i Kebir, s.43.
117
bitkisel motiflere sahip, bir sekizgen ve onunda merkezinde yine bir sekizgen yerleştirilmiştir. Dördüncü sıra, ortada bir daire ve iki yanında bulunan karelerden oluşur. Karelerin içerisine bir sekizgen yerleştirilmiş ve geometrik süslemeler yapılmıştır. Dairede ise merkezde sekiz yapraklı bir çiçek motifi ile çevresinde ağız kısmı merkeze doğru yerleştirilmiş hilaller yer almaktadır. Beşinci sırada daire formu ile dikdörtgen formlar kullanılmıştır. Dikdörtgenin içerisinde Arapça yazılar bulunmaktadır. Altıncı sıra kare ve daire içerisine yerleştirilmiş bitkisel süslemelerden oluşur. Yedinci sırada karelerin yanında içine beş parçalı yaprak yerleştirilmiş hilaller, karelerin içerisinde ise yine sekizgen ve stilize edilmiş bitkisel motifler bulunmaktadır. Sekizinci sıra, iki yanda boyuna yerleştirilmiş dikdörtgen ve dairelerden oluşmaktadır. Dairelerin içinde ortasında sekiz yapraklı bir çiçek bulunan mühr-i Süleyman görülmektedir. Altı kollu yıldızın kolları arasına hilaller yerleştirilmiştir. Dokuzuncu sıra iki farklı süslemeye sahip kare formlardan oluşmaktadır. Dokuzuncu sıradan itibaren, beş parçadan oluşan sancağın, Zülfikar’ın yerleştirileceği ortadaki bölümünde süsleme farklılaşır, dokuzuncu sırada ortada (Zülfikar’ın üstünde) büyük ve kare formlu, içerisinde stilize bitki motiflerine sahip süsleme görülmektedir. Onuncu sırada ise kare form içerisinde, ikinci sırada görülen karanfil motifini anımsatan, beş yapraklı karanfil motifi ve yine içerisinde süslemeler bulunan daire formu vardır. On birinci sırada, merkezinde sekiz yapraklı çiçek olan, sekiz kollu bir yıldızın daire içine alındığı görülmektedir. Bu dairenin yanında, içi bitkisel desenlerle süslenmiş kare bir form bulunmaktadır. En son sırada ortada yanındaki karelere oranla daha büyük boyuta sahip bir daire bulunmaktadır. Kare ve dairelerin içi öncekiler gibi stilize bitkisel motifler ile süslenmiştir. On ikinci sıranın altında, Zülfikar’ın iki yanında, yedinci sırada görülen hilal içine yerleştirilmiş yaprak motifi yer alır. Sancağın uç kısmında bulunan Zülfikar’ın ortasında (۞ şeklinde) üst üste konulmuş iki kareden oluşan sekiz kollu yıldız; bunun da merkezinde sekiz yapraklı bir çiçek motifi bulunmaktadır. Sancağın, Zülfikar’ın sonlarına gelen, uç kısmı büyük ihtimalle zamanla yıprandığı için düz kırmızı renk kumaş kullanılarak onarılmıştır. Sancağın kenarlarını, altın ve gümüş kılâptanla yapılmış, palmet motiflerine sahip bir bordür çevirmektedir. Deniz Müzesi Arşivi İhtisas Kütüphanesi, Asar-ı Atika bölümündeki 4604 db. no’lu Bahriye Müzesi ve Kütübhane İdaresine Mahsus Defter-i Kebir’de, savaş sırasında komutan gemisinin grandi ve mizana direkleri arasına çekildiği kaydedilmiştir. Bununla beraber Tahsin Öz, bu gibi büyük boyutlu sancakların bir görevinin olmasından ziyade, hükümdarlar tahta geçtiğinde, kumaş imalathaneleri tarafından sunulan hediyeler olarak kabul edilmeleri gerektiğini belirtmektedir (Öz, 1951: 241).
118
Envanter No: 0682
Yapıldığı tarih/yüzyıl: 1789 (H.1204)
Kumaşının cinsi: İpek
Ölçüleri: 1400x 500cm. a.56,5 kg. civ.
Yayın: Boyar, A.S., 1917/1333. Bahriye Müzesi Rehberi, Bahriye Matbaası, 15. resim. Atasoy N., 1992. Splendors of the Ottoman Sultans, Wonders, Memphis, s.43. Kurtoğlu, F., 1992. Türk Bayrağı ve Ay-Yıldız, Türk Tarih Kurumu Basımevi, (3. Baskı), Ankara, şekil 56. Özellikleri: Sultan III. Selim’in (hd.1789-1807) zamanında Bağdat’ta dokutturulmuştur. Beş dokuma parçasının birleştirilmesi ile meydana gelmiştir. Uçkurluk kısmına yakın olan yazı frizi, Besmele ile başlayarak Fetih suresinin ilk üç ayeti ile devam etmektedir. Frizin üstünde ve altında, stilize servi ağacı ve sekiz yapraklı çiçeklerden oluşan bordür bulunmaktadır. Servi ağacı motifi, yazı frizinde bazı harflerin bitiminde de görülmektedir. Bu şekilde harf sonlarının çiçekle bitirilmesi, Türk dokumalarında da 17. yüzyıldan itibaren görülmektedir.43 Yazı frizinden sonra süsleme on sıradan oluşmaktadır. Beş ana parçadan oluşan kumaşın, Zülfikar’ın bulunduğu orta kısmında, uçkurluktan uç kısma doğru on, yandaki parçalarda on altı motif sırası bulunmaktadır. Birinci sırada beş adet kare yer almaktadır ve bunların içerisine bir daire yerleştirilmiştir. Dairelerin içinde ise ortada sekiz yapraklı çiçek bunun etrafında stilize karanfiller ve ağız kısmı dışa doğru olan, içlerine ise yıldız yerleştirilmiş hilaller görülür. Bu motifin benzerine, Topkapı Sarayı Müzesi’ndeki yine büyük ölçülere sahip, iki sancakta daha rastlanmaktadır. Bunlardan biri II. Mahmut (hd.1808-1839) dönemine aittir [Resim 89]. İkinci sırada, boyuna yerleştirilmiş dikdörtgenin içerisinde ortada sekiz kollu bir yıldız, bunun ortasında sekiz yapraklı çiçek bulunmaktadır. Yıldızın ışınları arasında içine el motifi yerleştirilmiş, ağzı dışa doğru bakan hilaller bulunmaktadır. Yıldızın alt ve üst kısımlarında stilize bitkisel motifler görülmektedir. İkinci sırada yer alan bu beş adet dikdörtgenin kenarlarında, en baştaki ve en sondakilere dörder adet, ortada kalan üç tanesinde altışar adet olmak üzere küçük kareler bulunmaktadır. Karelerin 43 Tezcan, H., 2007, Kişisel görüşme.
119
içerisinde, ağızları uçkurluk kısmına bakan ve içlerinde sekiz yapraklı çiçek olan hilaller bulunmaktadır. Üçüncü sırada ortada daire içerisinde, merkezde sekiz yapraklı stilize bir çiçek ve dört tarafında beş yapraklı karanfiller görülmektedir. Dairenin iki yanında boyuna dikdörtgen içerisine yerleştirilmiş, saksıdan çıkan karanfil motifi bulunmaktadır. Dördüncü sırada, kare form içerisinde (۞ şeklinde) üst üste yerleştirilen iki kareden elde edilmiş sekiz kollu bir yıldız bulunmaktadır. Bunun içi stilize bitkisel motifler ile doldurulmuştur. Karenin iki yanında içi süslemeli, enine yerleştirilmiş dikdörtgen bulunmaktadır. Beşinci sırada; kare form içerisinde bir daire bulunmaktadır. Dairenin merkezinde ortada sekiz yapraklı bir çiçek ve çiçeğin etrafında, ağzı iç kısma bakan, içlerine karanfil ve çiçek yerleştirilmiş on iki hilal bulunmaktadır. Her karenin sağında ve solunda ikişer dikdörtgen içerisine, ortada bir karanfil olmak üzere iki adet servi ağacı yerleştirilmiştir. Altıncı sırada bulunan kare formun içinde stilize bitkisel motifler bulunmakla beraber yanındaki daireler içerisindeki motifler tespit edilememiştir. Yedinci sırada, sekiz dilimli bir form içerisine üst üste iki kare koyularak yıldız elde edilmiş ve orta kısma sekiz yapraklı stilize bir çiçek yerleştirilmiştir. Bu motifin aynısı Zülfikar’ın ortasında da mevcuttur. Yedinci sıradan itibaren, beş parça dokumadan oluşan sancağın, sağ ve sol ucunda bulunan ikişerli dizi aynı şekilde devam ederken, Zülfikar’ın bulunduğu ortadaki parçada motifler değişir. Sekiz dilimli form yerine daire içerisine yerleştirilmiş sekiz kollu bir yıldız görülür. Sekizinci sırada, içleri süslü kare formlar ve bunların iki yanında üçer tane olmak üzere altışar hilal vardır. Hilallerin ağzı yukarı doğrudur ve içlerinde iki kareden oluşturulmuş yıldız, bunun da ortasında yine sekiz yapraklı bir çiçek vardır. Dokuzuncu sırada, daire şeklindeki bir formun içerisinde sekiz kollu bir yıldız bunun da merkezinde sekiz yapraklı bir çiçek bulunur. Yıldızın kolları arasında, içinde yine çiçek motifi olan hilaller bulunmaktadır. Onuncu sırada içleri süslenmiş kare formlar yer almaktadır. On birinci sırada, beşinci sırada kullanılan süslemeler tekrarlanmıştır, ancak karenin iki yanında ikişerli servi ağaçları yerine stilize karanfil motifi kullanılmıştır. On ikinci süsleme sırasında, içerisi sekiz yapraklı stilize çiçek motifi ile doldurulmuş kare formlar görülür. Karelerin sağında ve solunda, ikişer tane olmak üzere, üçüncü sırada kullanılan daire formlu motifin daha küçüğü bulunmaktadır. On üçüncü sırada, daire formun içerisine bir mühr-i Süleyman yerleştirilmiştir. Yıldızın ortasında sekiz yapraklı bir çiçek ile bunun çevresinde yine stilize bitki desenleri bulunur. Yıldızın kolları arasında, ağzı dış tarafa bakan hilaller, hilallerin içerisinde de yine sekiz yapraklı çiçek motifi bulunmaktadır. Daire formunun boş kalan yerleri sekiz yapraklı yıldız çiçekleri ile doldurulmuştur. On dördüncü sırada, kare form içerisinde, iki kare üst üste koyularak sekiz kollu bir yıldız oluşturulmuş ve içi bitkisel desenlerle süslenmiştir. Karenin sağında ve solunda ikişer adet olmak üzere, beşinci sırada da görülen, bir dikdörtgen içerisinde, ortada karanfil bulunan iki servi motifi bulunmaktadır. On beşinci sırada, birinci sırada kullanılan motif tekrar edilmiştir. Kare formun yanlarında içinde sekiz yapraklı çiçek olan hilaller görülür. En son sırada ise kare içerisinde geometrik bezeme kullanılmıştır. Kare formların sağında ve solunda ikişer adet olmak üzere, on ikinci sırada görülen süsleme daha küçük boyutlu olarak yer almaktadır. Karenin altında, içerisine sekiz yapraklı çiçek yerleştirilmiş hilaller bulunmaktadır.
120
Zülfikar’ın sağında ve solunda bulunan dikdörtgen kartuşlar içerisinde iki satır halinde Kur’ân-ı Kerim’in Muhammed suresinin 7. ayeti “Ya eyyühellezıne amenu in tensurullahe yensurküm ve yüsebbit akdameküm” yazılıdır. Türkçesi “Ey iman edenler, eğer siz Allah’a yardım ederseniz O da size eder ve ayaklarınızı kaydırmaz.” anlamına gelmektedir. Zülfikarın iki çatalının arasındaki kartuşun altında, sancağın yapım yılını gösteren “1204” senesi yazılıdır ki bu M.1789 yılına yani III. Selim’in tahta çıkışına karşılık gelmektedir [Resim 90]. Zülfikarın iki çatalından soldaki, Fetih suresinin 1. ayeti “İnna fetahna leke fetham mübına” ve 2. ayetinin bir kısmı “Li yağfira lekellahü” ile başlamaktadır. “Şüphesiz biz sana apaçık bir fetih verdik” anlamındaki bu ayetten sonra “Acem ve Arapların hükümdarı, Acem ve Arapların en hayırlısı, dünya ve ahiretin, insanların ve cinlerin efendisi, bütün korkulardan sıyrılıp güvende olmak için, herkes lehine şefaati umulan sevgili” anlamına karşılık gelen Arapça bir methiye yer almaktadır. Zülfikarın üst kısmında, hilal içerisinde sekiz yapraklı çiçek bulunmaktadır, kabzası ise ejderha başını anımsatan ve bitkisel dallarla sonlandırılmış bir motife sahiptir. Süsleme sıralarında ilk sırada gümüş ikinci sırada altın renkli kılâptan kullanılarak sırayla devam etmiş ve bu kullanım oldukça süslemeye sahip sancağa daha da hareket kazandırmıştır. Çevresini, birbirini takip eden altın ve gümüş renkli kılâptan ile yapılmış, palmet motifli bir bordür çevirmektedir.
121
Envanter No: 0683
Yapıldığı tarih/yüzyıl:1792 (H.1207)
Kumaşının cinsi: İpek
Ölçüleri: 1400x 750 cm. a.51 kg. civ.
Yayın: Boyar, A.S., 1917/1333. Bahriye Müzesi Rehberi, Bahriye Matbaası, 11. resim.
Özellikleri: Bağdat’ta dokutturulmuştur. Kırmızı zemin üzerinde, beyaz renk ile Sultan III. Selim’in tuğrası ve tuğranın sol tarafında içinde Fetih suresinin yer aldığı bir Zülfikar bulunmaktadır (Kurtoğlu, 1993: 91). Tuğrada gümüş renkli kılâptan kullanılmıştır. III. Selim’in yaptığı ziyaretler sırasında gemiye çekilmiştir (Boyar, 1917: 62).
122
Envanter No: 0685
Yapıldığı tarih/yüzyıl: 1834 (H.1240)
Kumaşının cinsi: İpek
Ölçüleri: 490x 938cm.
Yayın: Boyar, A.S., 1917/1333. Bahriye Müzesi Rehberi, Bahriye Matbaası, 12. resim. Özellikleri: II. Mahmut (hd.1808-1839) zamanında savaş sırasında çekilmek üzere İstanbul’da yaptırılmıştır.44 Sancak, on bir parça kumaşın yan yana getirilerek dikilmesi ile oluşturulmuştur. Siklamen renkli ipek kumaşın üzerinde, Kur’ân-ı Kerim’den çeşitli surelerin ayetleri bulunmaktadır. Arapça harfler kumaş üzerine aplike edilmiştir (İstanbul Deniz Müzesi Envanteri). Üzerindeki beş satırda Kur’ân-ı Kerim’den dört farklı sure bulunmaktır ve bu sureler Kur’ân’da arka arkaya yer alırlar. Birinci olarak, Bakara suresinin 246. ayeti “E lem tera ilel melei mim benı israıle mim ba'di musa- iz kalu li nebiyyil lehümüb'as lena meliken nükatil fı sebılillah- kale hel aseytüm in kütibe aleykümül kıtalü ella tükatilu- kalu ve ma lena ella nükatile fı sebılillahi ve kad uhricna min diyarina ve ebnaina- fe lemma kütibe aleyhimül kıtalü tevellev illa kalılem minhüm- vallahü alımüm biz zalimın” yazmaktadır. Anlamı şöyledir; “Musa’dan sonra İsrailoğullarının ileri gelenlerini biliyor musun? Peygamberlerinden birine “Bizimle bir hükümdar gönder de Allah yolunda savaşalım” demişlerdi. “Ya savaş size farz kılınır da, savaşmazsanız?” demişti. “Yurtlarımızdan ve oğullarımızdan uzaklaştırıldığımıza göre Allah yolunda niye savaşmayalım?” demişlerdi. Ancak savaş onlara farz kılınınca, az bir kısmı dışında yüz çevirdiler. Allah haksızlık yapanları bilir.” (Atay, 1995: 39). İkinci olarak, Âl-i İmrân suresinin 181. ayeti, “Le kad semiallahü kavlellezıne kalu innellahe fekıyruv ve nahnü ağniya'- senektübü ma kalu ve katlehümül embiyae bi ğayri hakkıv ve nekulü zuku azabel harıyk” yazmaktadır. Anlamı şöyledir; “And olsun ki, “Allah fakir biz zenginiz” diyenlerin sözünü Allah işitmiştir. Dedikleri ve
44 Deniz Müzesi İhtisas Kütüphanesi, Asar-ı Atika Bölümü, 4604 db. no’lu Bahriye Müzesi ve Kütübhane İdaresine Mahsus Defter-i Kebir, s.43.
123
haksız yere peygamberleri öldürdüklerini yazacağız ve “yakıcı azabı tadın” diyeceğiz.” (Atay, 1995: 73). Üçüncü olarak, Nisa suresinin 77. ayeti, “E lem tera ilellezıne kıyle lehüm küffu eydiyeküm ve ekıymüs salet ve atüz zekah fe lemma kütibe aleyhimül kıtalü iza ferıkum minhüm yahşevnen nase ke haşyetillahi ev eşedde haşyeh ve kalu rabbena lime ketebte aleynel kıtal lev la ehhartena ila ecelin karıb kul metaud dünya kalıl vel ahıratü hayrul li menitteka ve la tuzlemune fetıla” yazılıdır. Anlamı şöyledir; “Kendilerine “elinizi savaştan çekin, namaz kılın, zekât verin” denilen kimseleri görmedin mi? Onlara savaş yalnızca, onlardan bir takımı Allah’tan korkar gibi belki de daha çok insanlardan korkarlar ve “Rabbimiz, niçin savaşı bize farz kıldın? Yakın bir süreye kadar bizi erteleyemez miydin?” derler. De ki: “Dünya geçimliği azdır. Ahiret saygılı olanlar için daha iyidir ve asla çekirdeğin yarığındaki iplik kadar haksızlığa uğratılmazsınız.” (Atay, 1995: 89). Son olarak Maide suresinin 27. ayeti “Vetlü aleyhim nebeebney ademe bil hakk iz karraba kurbanen fe tükubbile min ehadihima ve lem yütekabbel minel ahar kale le aktülennek kale innema yetekabbelül lahü minel müttekıyn” yazmaktadır. Türkçe, “Ey Muhammed! Onlara, Âdem’in iki oğlunun olayını doğru olarak anlat. İkisi birer kurban sunmuşlardı. Birisinin ki kabul edilmiş diğerinin ki kabul edilmemişti. Kendisinin ki kabul edilmeyen “Andolsun seni öldüreceğim” deyince kardeşi “Allah yalnız saygılı olanlarınkini kabul eder” cevabını vermişti.” anlamına gelmektedir (Atay, 1995: 111).
124
Envanter No: 0684
Yapıldığı tarih/yüzyıl: 1854 (H.1271) –İstanbul
Kumaşının cinsi: İpek
Ölçüleri: 540x 350 cm.
Yayın: Boyar, A.S., 1917/1333. Bahriye Müzesi Rehberi, Bahriye Matbaası, 13. resim. Özellikleri: Barbaros Hayrettin Paşa’ya ait sancağın benzeridir. Koyu siklâmen renkli ipek sancak, kendinden hatayi ve hançer yapraklı bitkisel desenlere sahiptir. Uçkurluk kısmı yine kendinden bitkisel desenli ve yeşil renktedir (İstabul Deniz Müzesi Envanteri). Ön yüzünde krem renkli kartuş içerisinde, Besmele ve Fetih suresinin 1. ayeti “İnna fetahna leke fetham mübına” görülmektedir ki Türkçesi “Şüphesiz biz sana apaçık bir fetih verdik.” anlamındadır. Kartuşun hemen altında yine krem renkli “Ya Muhammed” yazısı ile “Pençe-i Âl-i Abâ” bulunmaktadır. Bunlar kumaş üzerine aplike edilmiştir. Ortada bulunan Zülfikar’ın sağında üst tarafta “Ebubekir”, alt tarafta “Osman” ve solda üst tarafta “Ömer” , alt tarafta “Ali” olmak üzere dört halifenin isimleri, hilal içerisine yerleştirilmiştir. İsimler, ağızları uçkurluk tarafına bakan ve krem renkli, iç kısımları yeşil zeminli hilaller içerisine yine krem renk kullanılarak aplike edilmiştir. Çift ağızlı kılıcın ortasına bir mühr-i Süleyman yerleştirilmiştir. Kartuşun iki yanında, Zülfikarın kabzasında ve namlularının ucunda yeşil renkli palmet motifi yer almaktadır. Arka yüzde kartuş içerisinde Kur’ân-ı Kerim’in üçüncü suresi olan Ali İmran suresinin 126. ayetinin ikinci cümlesi “ve men nasru illa min ındillahil azızil hakım” yazılıdır ve “Yardım Aziz ve Hakim olan Allah katından başka hiçbir yerden gelemez.” anlamına gelmektedir. Ön yüzden farklı olarak bu yüzde “Ya Muhammed” yazısı yoktur. Sancağın uç kısmı yıpranmıştır ve kenarlarında görülen yeşil ve krem renklerdeki palmet bordürü, uç kısımda yoktur. Bordürün ucuna bordo ve beyaz renkte saçaklar konulmuştur. Deniz Müzesi İhtisas Kütüphanesi, Asar-ı Atika bölümündeki 4604 db. no’lu Bahriye Müzesi ve Kütübhane İdaresine Mahsus Defter-i Kebir’de “Barbaros
125
Hayrettin Paşa’nın, Preveze Muharebesi’nde donanmaya çektikleri sancağın numunesi” olarak geçmektedir. Sultan Abdülmecit’in (hd.1839-1861) emri ile yaptırılarak Kırım Savaşı’na katılan Mahmudiye Kalyonu’na hediye edilmiştir. 1912 yılında Yunanistan ile yapılan savaş sırasında kullanılmıştır (Boyar, 1917: 62). Donanma mürettebatının manevi kuvvetini attıracağı düşünülerek, kumandan gemisine çekilmiştir.45 Bu savaş sırasında eski olduğundan yırtılmıştır.46
45 BOA, İBH, 12/1331 M 3. 46 Deniz Müzesi İhtisas Kütüphanesi, Asar-ı Atika Bölümü, 4604 db. no’lu Bahriye Müzesi ve Kütübhane İdaresine Mahsus Defter-i Kebir, s.43.
126
Envanter No: 1267
Yapıldığı tarih/yüzyıl: 1868 (H.1285)
Kumaşının cinsi: İpek
Ölçüleri: 160 x 168 cm.
Özellikleri: Sultan Abdülaziz (hd.1861-1876) tarafından yaptırılmıştır (Boyar, 1917: 63). Vişne rengi kumaş üzerine çıpa ve Arapça yazı, sarı simli iplik kullanılarak yapılmıştır. Uçkurluk kısmı hariç üç kenarında yine sarı renkte simli saçakları mevcuttur. Çıpanın uç kısımlarında bitkisel motifler bulunmaktadır.
127
Envanter No: 0686 A
Yapıldığı tarih/yüzyıl: 19. yüzyıl
Kumaşının cinsi: İpek
Ölçüleri: 100x82 cm.
Özellikleri: Bahriye Alayı’na ait alay sancağıdır (Kurtoğlu, 1993: 133). Siyah renk ipek kumaş üzerinde kelime-i tevhid (lâ-ilâhe illallah Muhammedün resûlullah) bulunmaktadır. Kumaş üzerindeki yazı, dival tekniği ile yapılmıştır.47 Kelime-i tevhid, iki satır halindedir ve arada örgü motifi yer alır. Yazı, örgü motifi ile yapılmış iki çerçeve içine alınmıştır. Kenarlarında sarı renkte saçakları bulunmaktadır.
47 Tezcan, H., Kişisel görüşme.
128
Envanter No: 0690 A
Yapıldığı tarih/yüzyıl: 1868 (H.1285) - İstanbul
Kumaşının cinsi: İpek
Ölçüleri: 108 x 235 cm. Uçkurluktan çatal kısmın başladığı noktaya kadar olan uzunluk 106 cm.dir. Özellikleri: Siklamen renkli ve gidon şeklindedir. Ortada uç kısımları ikiye ayrılmış, yirmi dört kollu güneş motifi bulunmaktadır. Sancağın merkezindeki güneş motifi beyaz pamuklu kumaştandır (İstanbul Deniz Müzesi Envanteri). Bu şekilde ortada güneş sembolüne sahip gidon sancaklar, 690 A-B-C-D-E-F-G-H-I olmak üzere dokuz adettir. Abdülaziz (hd. 1861-1876) zamanında yapılmışlardır.48 690 E-F-G-H yıpranmış durumdadır.
48 Deniz Müzesi İhtisas Kütüphanesi, Asar-ı Atika Bölümü, 4604 db. no’lu Bahriye Müzesi ve Kütübhane İdaresine Mahsus Defter-i Kebir, s.43.
129
Envanter No: 0690 B
Yapıldığı tarih/yüzyıl: 1868 (H.1285) - İstanbul
Kumaşının cinsi: İpek
Ölçüleri: 127x244 cm. Uçkurluktan çatal kısmın başladığı noktaya kadar olan uzunluk 94 cm.dir. Özellikleri: Koyu vişne renkli ve gidon şeklindeki sancağın orta kısmında altın renkli sırma ile yapılmış sekiz kollu bir yıldız motifi bulunmaktadır. Bu yıldızdan çıkan ışınlar yine altın renkli sırma ile yapılmıştır ve uçları çatal şeklinde sona ermektedir.
130
Envanter No: 0690 C
Yapıldığı tarih/yüzyıl:1868 (H.1285) - İstanbul
Kumaşının cinsi: İpek
Ölçüleri: 100x240cm. Uçkurluktan çatal kısmın başladığı noktaya kadar olan uzunluk 82 cm.dir. Özellikleri: Vişne renkli ve gidon şeklindeki sancağın orta kısmında, altın renkli sırma ile yapılmış ve şuaları, altı kollu çiçekten çıkan güneş motifi yer almaktadır.
131
Envanter No: 0690 D
Yapıldığı tarih/yüzyıl: 1868 (H.1285)- İstanbul
Kumaşının cinsi: İpek
Ölçüleri: 112x210 cm. Uçkurluktan çatal kısmın başladığı noktaya kadar olan uzunluk 100 cm.dir.
Özellikleri: Vişne renginde ve gidon şeklindedir. Sancağın orta kısmında dival işi ile yapılmış şualı güneş motifi ve bunun merkezinde sekiz kollu çiçek bulunmaktadır. Işınların uçları çatal şeklinde sona ermektedir.
132
Envanter No: 0690 I
Yapıldığı tarih/yüzyıl: 1868 (H.1285) - İstanbul
Kumaşının cinsi: İpek
Ölçüleri: 110x 215cm.
Özellikleri: Vişne renginde ve gidon şeklindedir. Orta kısmında, merkezinde 12 yapraklı bir çiçek bulunan, güneş motifi yer almaktadır. Sarı renkli sırma kullanılarak yapılmış güneş ışınlarının ucu çatal şeklinde sona ermektedir.
133
Envanter No: 0691 A
Yapıldığı tarih/yüzyıl: 1868 (H.1285) - İstanbul
Kumaşının cinsi: İpek
Ölçüleri: 130x237cm.
Özellikleri: Siklamen renkli ve dikdörtgen şeklindedir. Üzerine Sultan Abdülaziz’in tuğrası “Abdülaziz han bin Mahmud el- muzaffer” altın renkli sırma ile sarma tekniğiyle yapılmıştır. 0691 A-B-C-D-E-F-G-H olmak üzere sekiz adettir. 0691 C–F-G yıpranmış durumdadır.
134
Envanter No: 0691 B
Yapıldığı tarih/yüzyıl: 1868 (H.1285) - İstanbul
Kumaşının cinsi: İpek
Ölçüleri: 125x 240 cm.
Özellikleri: Siklamen renkli ve dikdörtgen şeklindedir. Üzerine Sultan Abdülaziz’in tuğrası “Abdülaziz han bin Mahmud el- muzaffer” altın renkli sırma iple, dival işi ile yapılmıştır.
135
Envanter No: 0691 D
Yapıldığı tarih/yüzyıl: 1868 (H.1285) - İstanbul
Kumaşının cinsi: İpek
Ölçüleri: 95x194 cm.
Özellikleri: Siklamen renkli ve dikdörtgen şeklindedir. Üzerindeki Sultan Abdülaziz’in tuğrası “Abdülaziz han bin Mahmud el- muzaffer” altın renkli sırma iple, sarma tekniği ile yapılmıştır.
136
Envanter No: 0691 E
Yapıldığı tarih/yüzyıl: 1868 (H.1285) - İstanbul
Kumaşının cinsi: İpek
Ölçüleri: 127x244 cm.
Özellikleri: Siklamen renkli ve dikdörtgen şeklindedir. Sancağın ortasında yer alan Sultan Abdülaziz’in tuğrası “Abdülaziz han bin Mahmud el- muzaffer” altın renkli sırma iple, dival işi ile yapılmıştır.
137
Envanter No: 0691 H
Yapıldığı tarih/yüzyıl: 1868 (H.1285) - İstanbul
Kumaşının cinsi: İpek
Ölçüleri: Alınamamıştır.
Özellikleri: Siklamen renkli ve dikdörtgen şeklindedir. Üzerinde bulunan Sultan Abdülaziz’in tuğrası “Abdülaziz han bin Mahmud el- muzaffer” altın sırma iple, sarma tekniği ile yapılmıştır (İstanbul Deniz Müzesi Envanteri).
138
Envanter No: 0686 B
Yapıldığı tarih/yüzyıl: 20. yüzyıl başı.
Kumaşının cinsi: İpek
Ölçüleri: 160x 140cm.
Özellikleri: Kırmızı renkli kumaş üzerine, sure işlemelidir. Üzerindeki yazı okunamayacak durumdadır. Üç kenarında sarı simli iplikten saçakları bulunmaktadır. 1914-1918 I. Dünya Savaşı sırasında Sina Cephesi’nde kıllanılmış alay sancakları ile benzerlik göstermektedir.
139
Envanter No: 4682
Yapıldığı tarih/yüzyıl: 19. yy. sonu- 20. yy. başı.
Kumaşının cinsi: Yünlü
Ölçüleri: 265 x 500 cm.
Özellikleri: Kırmızı renkli ince yünlü kumaşın ortasında oval bir form içerisine beyaz renkte hilal ve beş köşeli yıldız aplike edilmiştir. Oval kısmın etrafında, yine beyaz renkte aplike edilmiş ışınlar yer almaktadır. Işınlar ile ay-yıldız pamuklu kumaştandır. Bu şekildeki sancaklar, padişahın bindiği geminin gizine ya da kıç gönderine; istimbot ve filikalarda yine kıç gönderine; padişah önlerinden geçtiği zaman kale ile askerî yerlerin sancak gönderlerine çekilmekteydi. Geminin civadra gönderinde ise daha küçük boyutta olanı kullanılmaktaydı (Mecmuat’ül Bahriyyun, 1901: 2). H.1309/M.1891 tarihinde basılmış Bahriye işaret kitabında sadece gemi gizine çekildiği belirtilmiştir.
140
Envanter No: 0694
Yapıldığı tarih/yüzyıl: 20. yüzyıl başı.
Kumaşının cinsi: Yünlü
Ölçüleri: 130x 180 cm.
Özellikleri: Kırmızı renkli ince yünlü kumaşın merkezinde, oval bir form içerisinde ay-yıldız bulunmaktadır. Ay-yıldız ve çevresinde bulunan ışınlar kumaş üzerine aplike edilmiştir (İstanbul Deniz Müzesi Envanteri). 1904-1947 yılları arasında hizmet vermiş olan Hamidiye Kruvazörü’nde kullanılmıştır (İstanbul Deniz Müzesi Komutanlığı Envanter Ana Defteri I: 199).
141
Envanter No: 0710
Yapıldığı tarih/yüzyıl: 19. yy. sonu- 20. yy. başı
Kumaşının cinsi: Yünlü
Ölçüleri: 405 x 600 cm
Özellikleri: Kırmızı renkli kumaşın ortasında oval bir form oluşturularak, buraya beyaz renkli kumaşla ay-yıldız aplike edilmiş ve çevresi yine beyaz renkte ışınlarla çevrilmiştir (İstanbul Deniz Müzesi Envanteri).
142
Envanter No: 0714
Yapıldığı tarih/yüzyıl: 20. yüzyıl
Kumaşının cinsi: İpek
Ölçüleri: 200x 300 cm.
Özellikleri: Sarı-yeşil renk kumaşın ortasına, oval bir forma sahip kırmızı renk ipek kumaş aplike edilmiştir. Üzerinde beyaz ipek kumaştan ay-yıldız bulunmaktadır. Oval formun çevresindeki ışınlar krem renkli ve burgulu bir çeşit ip ile işlenmiştir. 1908-1933 yılları arasında hizmet vermiş olan Söğütlü Yatı’ndan alınmıştır (İstanbul Deniz Müzesi Komutanlığı Envanter Ana Defteri I: 203).
143
Envanter No: 0695
Yapıldığı tarih/yüzyıl: 1901 (H.1319)
Kumaşının cinsi: Yünlü
Ölçüleri: 400 x 600 cm.
Özellikleri: Kırmızı renkli sancağın orta kısmında oval bir form içerisinde II. Abdülhamit’in tuğrası yer almaktadır. Tuğranın sağ üst köşesinde Padişahın unvanı olan “el gazi” ve sağ alt köşede “319” sayısı bulunmaktadır. Oval formun çevresinde güneşi sembolize eden ışınlar bulunmaktadır, sancak Hamidiye Kruvazörü’nden alınmıştır (İstanbul Deniz Müzesi Komutanlığı Envanter Ana Defteri I:199).
144
Envanter No: 0702
Yapıldığı tarih/yüzyıl: 20. yüzyıl başı.
Kumaşının cinsi: İpek
Ölçüleri: 273x533 cm.
Özellikleri: Siklamen renkli kumaştan yapılmış sancağın orta kısmında, oval denilebilecek formun içinde, beyaz renkli pamuklu kumaştan, V. Mehmet’in (hd.1909-1918) tuğrası ve bunun sağ üst kısmında, mahlası olan “Reşad” yazısı bulunmaktadır. Oval formun etrafı güneş ışınları ile çevrilmiştir. Işınlar ipek kumaş üzerine aplike edilmişlerdir. Bu şekildeki sancaklar hükümdara aittiler (Devlet-i Aliye-i Osmaniye Sancaklarıyla Düvel-i Ecnebiye Bandıralarını Havi Albüm, H.1328-M.1910: 1).
145
Envanter No: 0711
Yapıldığı tarih/yüzyıl: 20. yüzyıl
Kumaşının cinsi: İpek
Ölçüleri: 312x 200 cm.
Özellikleri: Koyu vişne renkli kumaşın merkezinde Mehmet Reşat’ın tuğrası bulunmaktadır. Tuğra yuvarlak bir form içerisine işlenmiş ve çevresine beyaz renk pamuklu kumaştan ışın demetleri aplike edilmiştir. Padişaha ait sancaktır (Devlet-i Aliye-i Osmaniye Sancaklarıyla Düvel-i Ecnebiye Bandıralarını Havi Albüm, H.1328-M.1910:1). 1908-1933 yıllarında hizmet vermiş olan Söğütlü Yatı’nda kullanılmıştır. (İstanbul Deniz Müzesi Komutanlığı Envanter Ana Defteri I: 203).
146
Envanter No: 0704 A
Yapıldığı tarih/yüzyıl: 20. yüzyıl.
Kumaşının cinsi: İpek
Ölçüleri: 200x300 cm
Özellikleri: Koyu vişne renkli kumaşın ortasında, oval bir form içerisinde VI. Mehmet Vahdettin’in (hd.1918-1922) tuğrası yer almaktadır. Tuğra dival işi ile pamuklu iplik kullanılarak yapılmıştır. Oval formu çevreleyen sekiz kollu güneş ışınları pamuklu kumaştandır ve kumaş üzerine aplike edilmiştir. 0704 A ve 0704 B, 1865’te hizmete girerek 1939’da sökülmek üzere satılmış olan Ertuğrul Yatı’nda kullanılmışlardır (İstanbul Deniz Müzesi Komutanlığı Envanter Ana Defteri I: 201).
147
Envanter No: 0704 B
Yapıldığı tarih/yüzyıl: 20. yüzyıl
Kumaşının cinsi: İpek
Ölçüleri: 247x403 cm.
Özellikleri: Koyu vişne renkli kumaşın ortasında, oval bir form içerisinde V. Mehmet Reşat’ın tuğrası bulunmaktadır. Tuğra dival işi ile yapılmıştır. Oval formu çevreleyen sekiz kollu ve güneşi simgeleyen ışın demetleri, kumaş üzerine aplike edilmiştir. Padişaha ait sancaktır (Devlet-i Aliye-i Osmaniye Sancaklarıyla Düvel-i Ecnebiye Bandıralarını Havi Albüm, H.1328-M.1910:1).
148
Envanter No: 0713 A
Yapıldığı tarih/yüzyıl: 20. yüzyıl
Kumaşının cinsi: İpek
Ölçüleri: 135x76 cm.
Özellikleri: Vişne renkli kumaş üzerine krem renkli, pamuklu iplik kullanılarak sarma tekniği ile on altı kollu güneş motifi işlenmiş, ortada kalan daire içerisine VI. Mehmet Vahdettin’in tuğrası yine krem renkli pamuklu iplik kullanılarak sarma tekniği ile işlenmiştir. Padişaha ait sancaktır (Devlet-i Aliye-i Osmaniye Sancaklarıyla Düvel-i Ecnebiye Bandıralarını Havi Albüm, H.1328-M.1910:1). 0713 A ve 0713 B 1908-1933 yıllarında hizmet vermiş olan Söğütlü Yatı’nda kullanılmışlardır (İstanbul Deniz Müzesi Komutanlığı Envanter Ana Defteri I: 203).
149
Envanter No: 0713 B
Yapıldığı tarih/yüzyıl: 20. yüzyıl
Kumaşının cinsi: İpek
Ölçüleri: 200x328 cm
Özellikleri: Vişne renkli kumaş üzerine, yuvarlak bir form içerisine VI. Mehmet Vahdettin’in tuğrası pamuklu iplik kullanılarak sarma tekniği ile işlenmiştir. Daire şeklindeki formun etrafındaki güneşi simgeleyen ışın demetleri, beyaz pamuklu kumaş kullanılarak sancak üzerine aplike edilmiştir.
150
Envanter No: 0708
Yapıldığı tarih/yüzyıl: 20.yüzyıl
Kumaşının cinsi: İpek
Ölçüleri: 210 x 305 cm
Özellikleri: Bordo renkli kumaş üzerine, beyaz renkli pamuklu kumaştan daire şeklinde bir boşluk bırakılarak, bunun etrafına ışın demetleri yerleştirilmiştir. Veliahta özeldir (Devlet-i Aliye-i Osmaniye Sancaklarıyla Düvel-i Ecnebiye Bandıralarını Havi Albüm, H. 1328 M.1910:1). Padişaha özel olan sancaktan farkı, ortasında tuğra bulunmayıp, burasının boş bırakılmış olmasıdır.
151
Envanter No: 0706 A
Yapıldığı tarih/yüzyıl: 20. yüzyıl başı.
Kumaşının cinsi: İpek
Ölçüleri: 67x 120 cm.
Özellikleri: Vişne renkli kumaşın ortasındaki boş oval formun çevresinde sekiz kollu ışın demeti bulunmaktadır. Işınlar beyaz renkli pamuklu kumaş kullanılarak sancağın üzerine aplike edilmiştir. 0706 A ve 0706 B, 1865’te hizmete girerek 1939’da sökülmek üzere satılan Ertuğrul Yatı’nda kullanılmışlardır (İstanbul Deniz Müzesi Komutanlığı Envanter Ana Defteri I: 201). Veliahta özeldir (Devlet-i Aliye-i Osmaniye Sancaklarıyla Düvel-i Ecnebiye Bandıralarını Havi Albüm, H. 1328 M.1910:1).
152
Envanter No: 0706 B
Yapıldığı tarih/yüzyıl: 20. yüzyıl
Kumaşının cinsi: İpek
Ölçüleri: 67 x 90 cm
Özellikleri: Siklamen renkli kumaşın ortasında yuvarlak bir alan boş bırakılarak, sekiz tarafta daha uzun olmak üzere, etrafına beyaz pamuklu kumaşla ışın demetleri aplike edilmiştir. Veliahta özeldir (Devlet-i Aliye-i Osmaniye Sancaklarıyla Düvel-i Ecnebiye Bandıralarını Havi Albüm, H. 1328 M.1910:1).
153
Envanter No: 0705
Yapıldığı tarih/yüzyıl: 20.yüzyıl başı.
Kumaşının cinsi: İpek
Ölçüleri:125x 65.5 cm.
Özellikleri: Vişne renkli kumaşın ortasındaki boş oval formun çevresinde sekiz kollu ışın demeti bulunmaktadır. Gidon şeklindeki sancağın üzerindeki ışınlar, beyaz pamuklu kumaş kullanılarak aplike edilmiştir. Osmanlı hanedanına özeldir (Devlet-i Aliye-i Osmaniye Sancaklarıyla Düvel-i Ecnebiye Bandıralarını Havi Albüm, H. 1328 M.1910:1). Veliahta özel olan sancaktan farklı olarak gidon şeklindedir.
154
Envanter No: 0712
Yapıldığı tarih/yüzyıl: 20. yüzyıl.
Kumaşının cinsi: İpek
Ölçüleri: 205x350 cm Uçkurluktan çatal kısmın başladığı noktaya kadar olan uzunluk 180 cm. Özellikleri: Vişne renkli ve gidon şeklindeki sancak üzerine, oval kısım boş bırakılmak üzere, sekiz kollu ışınlar yerleştirilmiştir. Işınlar, ince pamuklu kumaş kullanılarak sancak üzerine aplike edilmiştir. Osmanlı hanedanına özeldir (Devlet-i Aliye-i Osmaniye Sancaklarıyla Düvel-i Ecnebiye Bandıralarını Havi Albüm, H. 1328 M.1910:1). Veliahta özel olan sancaktan farklı olarak gidon şeklindedir. 1908-1933 yıllarında hizmet vermiş olan Söğütlü Yatı’ndan alınmıştır (İstanbul Deniz Müzesi Komutanlığı Envanter Ana Defteri I: 203).
155
Envanter No: 0703 A
Yapıldığı tarih/yüzyıl: 20. yüzyıl
Kumaşının cinsi: Yünlü
Ölçüleri: 182x316 cm.
Özellikleri: Yeşil renkli kumaşın ortasında bulunan, ovale yakın formun zemini kırmızı renkli yünlü kumaştan sancak üzerine aplike edilmiştir. Ortadaki ay-yıldız pamuklu beyaz renk kumaştandır. Oval formun çevresindeki on altı kollu güneş motifi yine beyaz pamuklu kumaş kullanılarak sancak üzerine aplike edilmiştir.
156
Envanter No: 0703 B
Yapıldığı tarih/yüzyıl: 20 yüzyıl.
Kumaşının cinsi: Yünlü.
Ölçüleri: 145 x 90 cm.
Özellikleri: Yeşil renkli kumaşın ortasında ay-yıldız, kırmızı zeminli oval bir form içerisinde yer almaktadır. Oval formun çevresine, on altı kollu bir güneş oluşturacak şekilde ışınlar aplike edilmiştir.
157
Envanter No: 0707
Yapıldığı tarih/yüzyıl: 20.yüzyıl
Kumaşının cinsi: İpek
Ölçüleri: 196 x 306 cm
Özellikleri: Siklamen renkli kumaş üzerine, beyaz renk pamuklu kumaş ile dört köşeye yıldız ve ortaya gemi çıpası aplike edilmiştir. Padişahın genel başkumandanlığına aittir Devlet-i Aliye-i Osmaniye Sancaklarıyla Düvel-i Ecnebiye Bandıralarını Havi Albüm, H.1328:1). 1865 yılında hizmete girerek 1939 yılında sökülmek üzere satılmış olan Ertuğrul Yatı’ndan alınmıştır (İstanbul Deniz Müzesi Komutanlığı Envanter Ana Defteri I: 201).
158
0698 B 0698 C 0698 F 0698 G 0698 H 0698 L
0698 N 0698 O 0698 R 0698 S 0698 T 0698 U
0698 W 0698 WL 0698 WM 0698 WS 0698 XE 0698 XL
0698 XM 0698 XS 0698 A 0698 P 0698 XG 0698 M
Envanter No: 0698 (36 adet)
Yapıldığı tarih/yüzyıl: 20. yüzyıl başı.
Kumaşının cinsi: Seyrek dokunmuş yünlü.
Ölçüleri: 125-130 x 85-90 cm. arasında olmak üzere farklı ölçüdedirler.
Özellikleri: Alay sancaklarıdırlar. Seyrek dokunmuş yünlü kumaştan yapılmışlardır. Zülfikar, hilal gibi çeşitli semboller alay sancaklarının üzerine aplike edilmiştir. 0698 B ile E; 0698 C ile I; 0698 G ile XD; 0698 J ile XE; 0698 K ile T; 0698 N ile WM; 0698 O ile Q; 0698 R ile Y; 0698 S ile XF; 0698 D, U,V ile Z aynı şekildedir. Alay sancakları, padişahların cülus ve doğum günlerinde, bayramlar gibi dinî günlerde; yabancı devletlerin özel günlerinde ve padişahın ziyaretleri sırasında gemilere çekilmişlerdir. Bu sancaklar, sabah namazında çekilip, akşamüzeri sancak vakti indirilmekteydi. Hareket halindeki gemiler kimi zaman alay sancaklarını üzerlerinde bulundurmakta; kimi zaman da yalnız topuz sancaklarını kullanmaktaydılar. Topuz sancaklarıyla limana gelen savaş gemileri, demir attıkları zaman alay sancaklarını da çekmekteydiler. Osmanlı donanmasına ait bir gemi alay sancaklarını çektiği zaman denizdeki diğer filikalar eski bir gelenek olarak kıç gönderlerine resmî sancakları çekmekteydiler (Rasim, 1325:11-13), [Resim 91]. 0698 A, , 0698 M, 0698 P ve 0698 XG Ahmet Rasim’in Vardabandıracılık adlı kitabında, alay sancaklarını gösteren resimde yer almazlar. Bunlar işaret sancağıdırlar; 0698 A “0698 ;”ن M “0698 ;”ض XG “ش” harfine karşılık gelmekte, 0698 P ise “namaz flaması” olarak geçmektedir (Filo İşaret Defteri, H.1330/M.1911).
159
0958 B 0958 F 0958 G
0958 E Envanter No: 0958 A-B-C-D-E-F-G-H
Yapıldığı tarih/yüzyıl: 20. yüzyıl
Kumaşının cinsi: 0958 A-F pamuklu, 0958 B-C-D-E-G-H ipek.
Ölçüleri: 70-129x 65-90 cm. arasındadır.
Özellikleri: Alay sancaklarıdırlar. 0958 A-F, 0958 B-C-D, 0958 G-H aynı şeklidedir. Hilaller sancaklar üzerine aplike edilmişlerdir (İstanbul Deniz Müzesi Envanteri).
160
0696 A 0696 B 0696 C
0696 E 0696 F 0696 H Envanter No: 0696 A-B-C-D-E-F-G-H
Yapıldığı tarih/yüzyıl: 19. yüzyıl (İstanbul Deniz Müzesi Envanteri).
Kumaşının cinsi: Yünlü
Ölçüleri: Alınamamıştır.
Özellikleri: Alay sancaklarıdırlar. 0696 B-G, 0696 C-D, aynı şeklidedir hilal ve yıldız motifleri kumaş üzerine aplike edilmiştir. 0696 A-B-C-F Ahmet Rasim’in Vardabandıracılık adlı kitabında, alay sancaklarını gösteren resimde bu şekilde sancaklar görülmektedir [Bkz. Resim 91].
161
Resim 88- İnebahtı Sancağının yazı frizinde, araya yerleştirilmiş ikişerli bitki motifleri.
Resim 89- 0682 no’lu sancakla benzer motife sahip Topkapı Sarayı Müzesi’ndeki sancak. Kurtoğlu,F., 1992. Türk Bayrağı ve Ay-Yıldız, Türk Tarih Kurumu Basımevi, (3. Baskı), Ankara, s.87.
162
Resim 90- 0682 no’lu sancağın Zülfikarın olduğu uç kısmından ayrıntı. Atasoy N. ve diğ., 1992. Splendors of the Ottoman Sultans, Çev. Tülay Artan, Wonders, Memphis, s.42.
Resim 91- Alay sancaklarıyla donanmış bir gemi. Rasim, A., 1325. Vardabandıracılık, Matbaa-i Bahriye, s.17.
163
6. SONUÇ
İstanbul Deniz Müzesi’ndeki Osmanlı dönemine ait bahriye sancaklarının incelendiği
bu çalışmada, tarih içerisinde sancağın kullanımı, Osmanlı İmparatorluğu’nun
kullanmış olduğu sancaklar, bunların görsel ve kullanım özellikleri ile kumaşlarının
cinsleri gibi konulara değinilerek sancakların Türk kültürü ve sanatının bir parçası
oldukları açıklanmaya çalışılmıştır.
İnsanoğlunun bir işaret ile kendini ifade etme çabası, insanlığın ilk dönemlerinden
itibaren başlamaktadır. Semboller öncelikle dinî ve siyasî etkenlerle gelişmiş,
zamanla alemlere, damgalara, armalara günümüzde ise amblem ve logolara
dönüşerek, yaşamımızda daima yer almışlardır. İşaretler en açık ve hızlı iletim yolu
olmakla beraber bir göstergeye sahiptirler ve bir bildiri iletirler. Sancaklar ise
üzerlerinde taşıdıkları simgelerle ait oldukları kültürde kutsal sayılmış ve saygı
görmüşler, insan topluluklarını bir arada tutarak aynı amaç için birleştirmişlerdir.
Tarih boyunca Türk devletlerinde, gerek İslamiyet’in kabulünden önce ve gerekse
sonrasında çeşitli sancaklar kullanılmıştır. Sancak ve tuğ Osmanlı İmparatorluğu’nun
eski Türk devletlerinden alarak devam ettirdiği geleneklerdendir. Osmanlı
İmparatorluğu’nda hükümdarın güç ve egemenlik göstergelerinden tuğ, tuğra ve
mühr-i hümâyun gibi diğer hukuki sembollerle birlikte sancak özel bir yere sahipti.
Osmanlı kültüründe saltanat sancaklarının yanı sıra Sancak-ı Şerif, askerî birlik ve
orta sancakları, esnaf ve tarikat sancakları gibi çeşitli sancaklar bulunmaktaydı.
Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan itibaren donanma gemilerinde çeşitli sancaklar
kullanılmıştır. Bunlar bahriye teşkilatı içerisindeki hiyerarşiye göre kaptanpaşa,
kapudâne, patrona ile riyale kaptanlarına ve derya beylerine ait sancaklar olarak
biçimlendirilmekteydi. Bunun dışında Osmanlı minyatürlerinde çeşitli renklerde ve
formlarda sancaklar görülmektedir. Tarihî konulu şehnâme ve gazavatnâmeler ile
sünnet düğünü şenliklerinin anlatıldığı surnâme türündeki minyatürlü yazmalarda ve
Piri Reis’in Kitab-ı Bahriye nüshalarında, çok sayıda Osmanlı gemilerinin ve
donanmasının tasviri yer almaktadır.
164
16. yüzyılda yapılmış minyatürlü yazmaların, gemi tasvirlerindeki sancaklar
incelendiğinde, Süleymannâme’de sancakların çoğu zaman düz kırmızı, sarı ve beyaz
renkli olduğu, yeşil ve mavi rengin ise daha az kullanıldığı görülmektedir. Yine bu
yüzyılda yapılmış Tarih-i Sultan Bayezid, Şehnâme-i Selim Han, Şehinşehnâme ve
Tarih-i Feth-i Yemen gibi yazmaların minyatürlerinde, kadırgaların köşkü önünde
kırmızı, yeşil, ortada yeşil iki yanda kırmızı ya da tam tersi şekilde sancaklar
bulunmaktadır. Bununla birlikte çok büyük boyutlu sancakların, rüzgâra dayanıklı
olmaları sebebiyle gidon şeklinde oldukları ve açık pembe, turuncu, kırmızı-beyaz
çizgili gibi çeşitli renklerde olabildikleri görülmektedir. 17. yüzyılda yapılmış
Vekâyi’i Ali Paşa’da mavi, sarı ve yeşil renkli, üzerinde Zülfikar’ın belirgin bir
şekilde görüldüğü sancaklar bulunmaktadır. Yine 17. yüzyılda yapılmış Paşanâme’de
kadırgaların köşkü önünde düz yeşil ve beyaz; Şehnâme-i Nadirî’de ise düz beyaz ve
kırmızı sancaklar görülmektedir. Correr Müzesi’ndeki 17. yüzyıla ait albümdeki
minyatürlerde kaptan paşa kadırgasının köşkü önünde ise mavi renkli sancaklar ve
aynı gemide gidon şeklinde mavi, yeşil, sarı ve pembe renklerde, zikzak desenli
sancaklar tasvir edilmiştir.
18. yüzyıla ait Surnâme minyatürlerindeki sancakların ise günümüze gelen örnekler
ile benzerlik arz eden, yeşil renkte kenar bordürlü, kırmızı üzerine sarı renkte
Zülfikarlı, hilalli, yıldızlı ve güneşli sancaklar oldukları görülmektedir. Yine 18.
yüzyıla ait Osmanlı-Rus savaşını ve Karadeniz’de Osmanlı gemilerini tasvir eden
minyatürlerde, kırmızı ve yeşil renkli sancaklar ile mavi-sarı-kırmızı-yeşil çizgili
sancaklar bulunmaktadır. Bu şekildeki sancaklar Kitab-ı Bahriye nüshalarındaki
gemilerin sancakları ile de örtüşür. 18. yüzyılın sonunda Küçük Hüseyin Paşa’nın
hükmü ile bahriyede, zamanla maviye dönen yeşil renkli sancakların yerine kırmızı
renkli sancaklar kullanılmaya başlanmıştır. Nitekim Küçük Hüseyin Paşa’nın
İskenderiye’de süvar olduğu üç ambarlı kalyon için yaptırılan sancak hakkındaki
1802 tarihli belgede ve 1794 tarihli bir başka belgede sancaklık sandal kumaşının
renginin güvez olduğu belirtilmektedir.
Sancaklık kumaşlar, Başbakanlık Osmanlı Arşivi belgelerinde yer alan, donanmanın
ihtiyaçları ve donanma için yapılan masraflar arasında geçen isimlere dayanılarak
tespit edilmiştir. Sancakların sandal, dimi sandalı, tafta ve dârâyî gibi ipekli; şali gibi
yünlü ve uçkurluk kısmında kullanılan boğası ve kirpas gibi pamuklu kumaşlardan
üretildikleri belirlenmiştir. Belgelerde hangi cins kumaşın, ne miktarda alındığı, ne
165
kadara alındığı gibi masraf kayıtlarının yanı sıra padişah geçerken ipek sancakların
çekildiği, yenileri verildiğinde eskilerinin kış günlerinde kullanılmak üzere kaptanlar
tarafından saklandığı, kapudâne, patrona ve riyale kalyonlarının sancaklarının her üç
senede bir yenilenmesinin adet olduğu gibi çeşitli bilgiler de yer almaktadır.
Sancakların üzerinde güneş, hilal ve yıldız gibi İslamiyet öncesi Türk kültürüne
girmiş semavi semboller ile İslamiyet sonrası görülen mühr-i Süleyman, Zülfikar ve
Pençe-i Âl-i Abâ gibi dinî semboller bulunmaktadır. İslamiyet’ten önce Türkler gök
ile yerin, tek bir yaratıcı tarafından yaratılmış, kutsal birer varlık olduğuna ve
yaratıcının güneş, ay ve yıldızların dolaştığı göklerin, en üstünde olduğuna
inanıyorlardı. Güneşe ayrı bir önem verilmekteydi ve güneşin doğuşunda doğuya
dönüp diz çökerek saygılarını ifade etmekteydiler. Osmanlı İmparatorluğu’nda ise
methiyelerde sultanın, Osmanlı Devleti’ni aydınlatan bir güneşe benzetildiği görülür.
İmparatorluğun son dönemlerinde, padişaha mahsus sancakta, sultanı temsil eden
tuğra, çok kollu bir güneş içerisine alınmıştır.
Hilal şekli 11. yüzyıldan itibaren Hristiyanlığın sembolü olan haça karşı İslamiyet’in
sembolü olmuş, Osmanlı Devleti’nin genişleyen sınırlarıyla beraber dünyaya
yayılmıştır. 15.-17. yüzyıllara ait Osmanlı sancaklarında iki tip hilal görülmektedir.
Birincisi “açık hilal” olarak tanımlanabilen yeni ay şeklindedir. İkincisi ise biri
büyük diğeri küçük iki daireden oluşur ve içteki küçük daire büyük olanına değer,
böylece hilalin kolları uç kısımda birbirine kavuşur. Bu şekildeki hilaller “kapalı
hilal” olarak da adlandırılmaktadır. Açık hilaller genellikle yıldızsızdır. Kapalı tip
hilallerin içerisinde yıldız ya da yıldız kümesi bulunabilmektedir. Bu tip hilallere
sahip erken dönem sancaklarda, hilallerin üzerinde genellikle yazılar vardır ve bu
yazıların bazen ayna yansıması gibi aksi yönlerde yerleştirildiği görülür.
Zülfikar, mühr-i Süleyman ve Pençe-i Âl-i Abâ ise Osmanlı kültürüne İslamiyet
sonrası girmiş simgelerdir. Zülfikar, İslam inancına göre Bedir Savaşı sırasında Hz.
Muhammed’e gökten indirilmiş ve vasiyeti üzerine ölümünden sonra damadı Hz.
Ali’ye kalmıştır. Kılıç, Türkler arasında cesaretin ve adaletin sembolü olmuştur. Çift
ağızlı kılıç Zülfikar, Osmanlı tarihinde yüzyıllarca yaygın bir şekilde kullanılmış
İslam ikonlarındandır. Osmanlı bahriyesinde Zülfikarlı sancaklar, padişah ya da
padişah tarafından sefer için görevlendirilmiş paşalar tarafından kullanılmıştır.
Ancak sadece bahriye sancaklarında değil, yeniçeri ortalarında ve mezar taşlarında;
ayrıca sihirli özellikler atfedildiğinden muska ve tılsım mühürlerde de görülmektedir.
166
Mühr-i Süleyman, Türk- İslam sanatlarında gerek mimari süslemede ve gerekse
küçük el sanatlarında sıkça görülen, kullanım alanı geniş bir süslemedir. Mühr-i
Süleyman, İslam inancına, Hz. Süleyman’ın kıyametten önce kâfirlerin yüzünü
mühürleyeceği ile ilgili hadis dolayısıyla girmiştir. Hz. Süleyman’ın ateşe, suya,
rüzgâra, kuşlara ve hayvanlara hükmetmesini sağlayan yüzük şeklinde, tılsımlı bir
mühre sahip olduğu rivayet edilmektedir. İnsanüstü metafizik bir kuvvet ve bilgiye
sahip olan Süleyman Peygamber aynı zamanda hükümdar olduğu için mühr-i
Süleyman güç, iktidar ve saltanatın da sembolü olmuştur.
El şeklindeki Pençe-i Âl-i Abâ, Hz. Muhammed’i ve ailesinin önemli üyelerini, kızı
Hz. Fatma, damadı Hz. Ali ve torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’i temsil
etmektedir. Avuç ayası ile birlikte beş parmak, bir muska olarak kabul edilerek,
bunun insanı her türlü kötülüğe karşı koruyacağına inanılmıştır. Pençe-i Âl-i Abâ’nın
Müslüman kadınların en kutsalı kabul edilen Hz. Fatma’nın elini sembolize ettiği de
düşünülmektedir.
Sancaklarda, semavi ve dinî sembollerin yanı sıra Osmanlı kumaşlarında, çinilerinde
ve mimari bezemelerinde de görülen palmet, hançeri yaprak ve servi ağacı gibi
dönemin popüler süslemelerine de rastlanmaktadır.
İstanbul Deniz Müzesi’ndeki 16. ve 18.-20. yüzyıllarda kullanılmış, Osmanlı
dönemine ait 39 adet sancak ve 3 adet alay sancağı grubunun incelendiği bu
çalışmada, 16. ve 18. yüzyıla ait bahriye sancaklarının daha büyük boyutlu olmakla
beraber, üzerlerinde Zülfikar, Pençe-i Âl-i Abâ, mühr-i Süleyman gibi çeşitli dinî
semboller ile Kur’ân-ı Kerim’den ayetler olduğu görülmektedir. 20. yüzyıla
gelindiğinde ise ipek sancakların daha küçük boyutlu oldukları, büyük boyutlu
olanların ise çoğu zaman yünlü kumaşlardan yapıldıkları dikkat çekmektedir. Son
dönem bahriye sancaklarının üzerlerindeki simgeler de sadeleşmiştir. Bu dönemde
merkezinde çiçek ya da yıldız olan çok kollu ışın demetlerine sahip güneş motifi ile
yine oval formlu ve sekiz şualı bir güneş motifi içerisine yerleştirilmiş hilal-yıldız ya
da padişah tuğralı sancaklar görülmektedir.
Türkiye’de İstanbul Deniz Müzesi’nin dışında Topkapı Sarayı Müzesi’nde ve
Harbiye Askeri Müzesi’nde, yurt dışında ise çeşitli müzelerde, kiliselerde ve
koleksiyonlarda Osmanlı sancakları bulunmaktadır. Viyana’da Tarih Müzesi’nde,
İtalya’da başta Museo Civico Correr, Venedik’te Dukalar Sarayı, Pisa’da San
167
Stefano ai Cavalieri Kilisesi olmak üzere Roma’da St. John Kilisesi, Urbino
Katedrali, Floransa’da Stibbert Museum; Budapeşte’de Macaristan Ulusal Müzesi
dekoratif sanatlar departmanında; Polonya’da Wawel Şatosu’nda; Almanya’da
Dresden Tarih Müzesi’nde, Berlin’de Pergamon Museum’da, Karlsruhe’da
Badisches Landesmuseum’da, Bavaria’da Schleissheim Sarayı’nda ve Amerika’da
Massachusettes Fogg Art Museum’da Osmanlı sancakları bulunmaktadır. Gerek yurt
içindeki ve gerekse yurt dışındaki bu sancakları yayınlarda bulabilmek güçtür.
Örneğin yüzden fazla sancağa sahip olan Topkapı Sarayı Müzesi’nin sergi
alanlarında ya da yayınlarında sancaklar yer almamaktadır. Kumaş gibi organik bir
malzemeden yapılmış olmaları ve büyük boyutlu sancakların fotoğrafının
çekilmesinde zorluklarla karşılaşılması, yapılan araştırılmaları da kısıtlamıştır.
Osmanlı kumaş sanatının kaftanlar, döşemelikler, örtüler vs. gibi bir parçası olarak
görülmesi gereken sancaklarla ilgili, araştırma ve katalogların yayımlanması bu
nadide ve kimi zaman hayret uyandırıcı eserleri bizlere tekrar kazandıracaktır.
168
KAYNAKLAR Arşiv Belgeleri A. Başbakanlık Osmanlı Arşivi Cevdet-i Bahriye Tasnifi (CBH) 27/1284, 33/1576, 37/1737, 42/1984, 49/2306, 50/2360, 51/2419, 55/2600, 67/3156, 70/3326, 91/4346, 100/4832, 109/5296, 110/5313, 112/5414, 112/5450, 128/6229, 138/6691, 173/8160, 209/9748, 254/11739, 271/12497. Cevdet-i İktisat Tasnifi (C.İKTS) 8/389 Hatt-ı Hümayun (HH) 15/642, 200/10191, 213/11608. İrade-i Bahriye (İBH) 12/1331 M 3. B. İstanbul Deniz Müzesi Deniz Tarihi Arşivi Mülga Bahriye Nezareti (MBN) 673/323-325, 744/212-214. Fethiye Seyir Jurnali (H.1253-1254) C. Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi E. 4240/1, E. 9482-2, E. 9482-4. II. İstanbul Deniz Müzesi Deniz İhtisas Kütüphanesi Asar-ı Atika Bölümü, db. no. 986 Sancak Albümü. Asar-ı Atika Bölümü, db. no. 4604, Bahriye Müzesi ve Kütübhane İdaresine Mahsus Defter-i Kebir. Asar-ı Atika Bölümü, db. no. 2595, İstanbul Deniz Müzesi Komutanlığı Envanter Ana Defteri I. III. Kaynak Eserler, Araştırma ve İncelemeler Acar Ş., 2005. Sancak Kuranları, Antik Dekor, 88, 120-124. Ahmet Vefik Paşa, 1306. Lehçe-i Osmani, Dersaadet. Akalay (Tanındı), Z., 1968. Tarihî Konularda İlk Osmanlı Minyatürleri, Sanat Tarihi Yıllığı II, İstanbul, 102-115. Aldoğan, A., 1988. Anadolu Kültüründe-Sanatlarında Sembolik El Motifi, Sanat Tarihi Araştırmaları Dergisi, 2, s.83-90. Ali, 1989a. Sancağımız ve Ay-Yıldız Nakşı, Tarih-i Osmani Encümeni Mecmuası, 43, C.8, Enderun Kitabevi, İstanbul.
169
Ali, 1989b. Sancağımız ve Ay-Yıldız Nakşı, Tarih-i Osmani Encümeni Mecmuası, 48, C.8, Enderun Kitabevi, İstanbul. Ali Seydi, 1330. Resimli Kâmus-ı Osmani, Cild-i Evvel, İstanbul. Alparslan ve diğ., Başlangıcından Bugüne On Bin Türk Motifi Ansiklopedisi, Gözen Kitabevi, İstanbul. And, M., 1998. Minyatürlerle Osmanlı-İslam Mitologyası, Akbank, İstanbul. And, M., 2002. Osmanlı Tasvir Sanatları: 1 Minyatür, Türkiye İş Bankası, İstanbul. Arseven, C.E., 1943a. Sancak, Sanat Ansiklopedisi, C.4, Maarif Matbaası, İstanbul. Arseven, C.E., 1943b. Damasko, Sanat Ansiklopedisi, C.1, Maarif Matbaası, İstanbul. Âsafî Dal Mehmed Çelebi, 2006. Şecâtname, Özdemiroğlu Osman Paşa’nın Şark Seferleri (1578-1585), Haz. Prof. Dr. Abdülkadir Özcan, Çamlıca Basım-Yayın, İstanbul. Aslanapa,O., 1993. Türk Sanatı El Kitabı, İnkılap Kitapevi, İstanbul. Atalayer, G., 1993. Dünden Bugüne Anadolu’da Kumaş Dokuma Sanatı, Türk Kültüründe Sanat ve Mimari, 21. Yüzyıl Eğitim ve Kültür Vakfı, İstanbul. Atasoy, N., 1975. Minyatürlerde Türk Donanması, Türkiyemiz, Sayı 17, s. 2-8. Atasoy, N.-Çağman, F., 1974. Turkish Miniature Painting, Publications of the R.C.D. Cultural Institute, İstanbul. Atasoy N. ve diğ., 2001. İpek: Osmanlı Dokuma Sanatı, TEB, İstanbul. Atasoy N. ve diğ., 1992. Splendors of the Ottoman Sultans, Çev. Tülay Artan, Wonders, Memphis. Atay, H.,1995. Kur’ân-ı Kerim ve Türkçe Anlamı, Sek Yayınları, Ankara. Atıl, E., 1960. Turkish Miniature Painting, Charles E. Tuttle Company. Atıl, E., 1999. Levni ve Surnâme, Bir Osmanlı Şenliğinin Öyküsü, Koçbank. Atsız, N., 1970. Aşıkpaşaoğlu Tarihi, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul. Ayanoğlu, F.İ., 1942. Vakıflar İdaresince Tanzim Ettirilen Tarihî Makbereler, Vakıflar Dergisi, 2, s.399-403. Bağcı, S., 2002. Süleyman Âdil’den Kanuni Süleyman’a: Osmanlı Resminde Dinî ve Siyasî İmge”, Ortaçağ’da Anadolu Prof. Dr. Aynur Durukan’a Armağan, Ankara, s. 53-64.
170
Bahriye Nizamnâmesi (1849), 1996. Çev. Sabahattin Öksüz, Dz.K.K.lığı Karargah Basımevi, Ankara. Bayram, S., 1993. Mühr-i Süleyman ve Türk Kültüründeki Yeri, Sanat Tarihinde İkonografik Araştırmalar Güner İnal’a Armağan, Ankara, Hacettepe Üniversitesi, s.61-72. Berk, S., 2003. Osmanlı Tılsım Mühürleri, P Dergisi, 29, Bahar 2003, s.22-31. Blair, S.S.-Bloom, J.M., 1991. Images of Paradise in Islamic Art, Hood Museum of Art, Dartmouth Collage. Bostan, İ., 2005. Kürekli ve Yelkenli Osmanlı Gemileri, Bilge, İstanbul. Bostan, İ.,1992. Osmanlı Bahriye Teşkilatı: XVII. Yüzyılda Tersane-i Amire, TTK, Ankara. Boyar,A. S., 1917-1333. Bahriye Müzesi Kataloğu, Bahriye Matbaası. Bozkurt, N., 1998. Sembol Olarak Hilal, Türk Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, 18. Cilt, İstanbul, s.13-15. Bulgurcuoğlu, H., 2004. Deniz Tarihimizin Sembol Gemilerinden Mahmudiye, Yayınlanmış Yüksek Lisans Tezi, MSGSÜ, İstanbul. Büyük, A. M., 1994. III. Mustafa ve III. Selim Tarafından Yaptırılan Bahriye Sancakları, Antik Dekor, 24, s. 74-76. Cabi Ömer Efendi, 2003. Câbî Tarihi, Haz. Mehmet Ali Beyhan, TTK, Ankara, 2003. Cimilli, C., 2004. Osmanlı’da Servi Motifinin İnançla Bağlantısı, Sanat Ve İnanç/2 Rıfkı Melûl Meriç Anısına, Yay. Haz. Banu Mahir/ Hâlenur Katipoğlu, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, İstanbul, s.231-236. Çağman, F., 1973. Şehnâme-i Selim Han ve Minyatürleri, Sanat Tarihi Yıllığı V, İstanbul, s. 411-442. Çam, N.,1993. Türk ve İslam Sanatlarında Altı Kollu Yıldız, Prof. Dr. Yılmaz Önge Armağanı, Selçuk Üniversitesi Yayınları, No.113, Konya, s.207-230. Çoruhlu, Y., 1993. Türk Sanatının ABCsi, Simavi Yayınları, İstanbul. Çoruhlu, Y., 2006. Türk Mitolojisinin Anahatları, Kabalcı, İstanbul. Çoruhlu, Y.,1994. Türk Sanatında Savaş ve Barış Sembolleri, II. Müzecilik Semineri Bildirileri, 19-23 Eylül 1994, Askeri Müze ve Kültür Sitesi Komutanlığı, Harbiye, İstanbul, s.136-138.
171
Çoruhlu, T., 2004,Osmanlı Silahlarında Dinî İbareler, Sanat Ve İnanç/2 Rıfkı Melûl Meriç Anısına, Yay. Haz. Banu Mahir/ Hâlenur Katipoğlu, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, İstanbul, s.237-243. Dalsar, F., 1960. Türk Sanayi ve Ticaret Tarihinde Bursa’da İpekçilik, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi, Sermet Matbaası, İstanbul. Deny, J., 1966. Sancak, İslam Ansiklopedisi, 10.Cilt, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul. Deny, J. 1988. Tuğra, İslam Ansiklopedisi, 12/2. Cilt, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1988, s.5-12. Denny, W., 1982. Textiles, Tulips, Arabesques 8 Turbans Decorative Arts from the Otoman Empire, Edited by Yani Petsopoulos Alexandria Pres, London. Devellioğlu, F., 1998. Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat, Aydın Kitabevi Yayınları, Ankara. Devlet-i Aliye-i Osmaniye Sancaklarıyla Düvel-i Ecnebiye Bandıralarını Havi Albüm, H.1328-M.1910. Matbaa-i Bahriye. Diyabekirli, N., 1972. Hun Sanatı, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul. Erdem, S., 1988. Alemin Tarihçesi ve Monçuk, Hilal, Boynuz Alemlerin Menşeleri Üzerine, Sanat Tarihi Araştırmaları Dergisi, 3, s.103-117. Erdem, S., 1989. Alem, Türk Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C.2, İstanbul. Ertuğ, T. Z., 1999. Minyatürler ve Tarihî Belge Özellikleri”, Osmanlı, C. XI, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, s.180-185. Ertuğ, T. Z., 1997. Minyatürlü Yazmaların Tarihî Kaynak Olma Nitelikleri ve Nüzhet’ül-Esrar”, Tarih Boyunca Türk Tarihinin Kaynakları Semineri, 6-7 Haziran 1996, Bildiriler, İstanbul, s. 31-46. Esin, E., 1981. Türk Ay-Yılıdızı’nın Menşei Hakkında, Türk Edebiyatı, 96, s.12-13. Esin, E., 2003. Orta Asya’dan Osmanlı’ya Türk Sanatında İkonografik Motifler, Kabalcı Yayınevi, İstanbul. Eyice, S., 1987. Ay-Yıldızın Tarihi Hakkında, Tarih Enstitüsü Dergisi Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu Hatıra Sayısı,13, Edebiyat Fakültesi Basımevi, İstanbul, s.31-66. Filo İşaret Defteri Talimat ve Filo İşârâtı, H.1330/M.1911. Bahriye Matbaası. Fischer, E., 1995. Sanatın Gerekliliği, Çev. Cevat Çapan, Payel Yayınevi, İstanbul. Galland A. 1998. İstanbul’a Ait Günlük Hatıralar (1672-1673), Çev. Nahid Sırrı Örik, I. Cilt, Türk Tarih Kurumu, Ankara.
172
Geleneksel Türk Sanatları, 1993. Haz. Mehmet Özel, Kültür Bakanlığı, Ankara. Gerlach S., 2007. Türkiye Günlüğü 1573-1576, Çev. Türkis Noyan, I.Cilt, Kitap Yayınevi. Gökbilgin, M.T., 1966. Sancak-ı Şerif, İslam Ansiklopedisi, C.10, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, s.189-191. Gürçay, L., 1943. Gemici Dili, Deniz Matbaası, İstanbul. Gürsu, N, 1988. Türk Dokumacılık Sanatı: Çağlar Boyu Desenler, Redhause, İstanbul. Hançerlioğlu O., 1979. Totem, Felsefe Ansiklopedisi, Kavramlar ve Akımlar, C.6, Remzi Kitabevi, İstanbul. Hathaway, J., 1999. Unutulan İkon: Hz. Ali’nin Kılıcı Zülfikar’ın Osmanlı Türevi, Cogito, Osmanlılar Özel Sayısı, 19, Yaz 1999, s.146-160. Hazarfen Hüseyin Efendi, 1998. Telhisü’l-Beyan Fi Kavanin-i Al-i Osman, Haz. Sevim İlgürel, TTK, Ankara. İnalcık, H. 2006. Tarihte İpek ve İpekli Kumaş; Ticaret, Yollar ve Şehirler, Orta Asya’dan Anadolu’ya Türk Sanatı ve Kültürü, Prof. Nejat Diyarbekirli’ye Armağan, Yeni Türkiye Yayınları, s.329-374. İndirkaş, Z., 2002. Türklerde Hükümdar Tacı Geleneği, Kültür Bakanlığı, Ankara. İslam Sanatında Türkler, 1982. Yapı ve Kredi Bankası, İstanbul. İşaret-i Umumiye-i Bahriye, 1309. Mütercimi Yüzbaşı Abdülhamit, İstanbul. Katib Çelebi, 1973. Tuhfetü’l Kibar Fi Esfari’l Bihar, Yay. Haz. Orhan Şaik Gökyay, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul. Köprülü, F., 1931. Bizans’ın Osmanlı Müesseselerine Tesiri, Türk Hukuk ve İktisat Tarihi Mecmuası, C.I, İstanbul. Köprülü, F., 1939. Orta Zaman Türk Devletlerinde Hukuki Sembollerdeki Motifler, Türk Hukuk ve İktisat Tarihi Mecmuası, C.I, Burhaneddin Matbaası, İstanbul. Köprülü, M.F., 1943. Bayrak, İslam Ansiklopedisi, C.2, Maarif Matbaası, İstanbul. Köprülü, F.O.,1992. Bayrak, Türk Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, 5. Cilt, İstanbul. Köroğlu, G., 2003. Halûk Perk Koleksiyonu’ndan Örneklerle Bizans Uygarlığında Muskalar, P Dergisi, 29, s.16-21. Kurtoğlu,F., 1992. Türk Bayrağı ve Ay-Yıldız, Türk Tarih Kurumu Basımevi, (3. Baskı), Ankara.
173
Kurtoğlu, F., 1935. 1736-1737 Seferi’ne İştirak Eden Bir Türk Denizcisinin Hatıraları, 335 Sayılı Deniz Mecmuası Tarih Eki, Deniz Matbaası. Kuşoğlu, Z. 1990. Türk Sanatında Mühr-i Süleyman, İlgi, 61, s.32-35. Kütükoğlu, M.S., 1978. 1009 (1600) Tarihli Narh Defterine Göre İstanbul’da Çeşitli Eşya ve Hizmet Fiyatları, Tarih Enstitüsü Dergisi, 9, Edebiyat Fakültesi Matbaası, İstanbul. Langensiepen B- Güleryüz A., 2000. 1828-1923 Osmanlı Donanması, Denizler Kitabevi. Mahmud Raif Efendi, 1798. Tableau Des Nouveaux Reglemens De L’Empire Ottoman, Constantinople. Mahmut Şevket Paşa, 1983. Osmanlı Askerî Teşkilat ve Kıyafeti (Osmanlı Ordusunun Kuruluşundan 1908 yılına kadar), Çev. Nurettin- Semiha Tursan, Ankara Basımevi. Marsigli,G., 1934. Osmanlı İmparatorluğu’nun Zuhur ve Terakkisinden İnhitatı Zamanına Kadar Askeri Vaziyeti, Çev. M. Kaymakam Nazmi, Büyük Erkan-ı Hartbiye Matbaası, Ankara. Mecmuat’ül Bahriyyun, 1319/1901. Bahriye Matbaası. Neşri M., 1983. Neşrî Tarihi, Haz. Mehmet Altay Köymen, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara. Noyan, S.B., 1976. Bahriyemizde Kullanılan Sancaklar, Hayat Tarih Mecmuası, C.2, 10, Ekim 1976, s.48-53. Nutku, Ö., 1997. Esnaf Loncaları ve XVI. Yüzyıl Esnaf Flamaları, Tombak, 13, s.48-56. Ordu Bayrak ve Sancakları, 1953. Maarif Basımevi, İstanbul. Orgun, Z., 1941a. Osmanlı İmparatorluğu’nda Tuğ ve Sancak, Tarih Vesikaları Dergisi, 4, Birinci Kanun, C.I, s.245-355. Orgun, Z., 1941b. Osmanlı İmparatorluğu’nda Kaptanpaşalara ve Donanmaya Yapılan Merasim, Tarih Vesikaları Dergisi, 2, Ağustos, C.I, s.135-144. Osman, R., 1931. Bayrağımıza Dair Birkaç Söz, İstanbul Belediye Mecmuası, 84/12, 446-458. Ögel, B., 1971. Türk Kültürünün Gelişme Çağları II, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul. Ögel, B., 1971. Türk Mitolojisi, Ankara.
174
Ögel, B., 1988. Tuğ, İslam Ansiklopedisi, C.12/2, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul. Ögel, B., 1965. İslamiyet’ten Önce Türk Kültür Tarihi, Ankara. Öney, G., 1989. Beylikler Devri Sanatı 14.-15. Yüzyıl (1300-1453), TTK, Ankara. Öney G., 1992. Anadolu Selçuklu Mimari Süslemesi ve El Sanatları, Türkiye İş Bankası, Ankara, s.116. Öz, T., 1946. Türk Kumaş ve Kadifeleri I, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul. Öz, T., 1951. Türk Kumaş ve Kadifeleri II- 17. 19. Yüzyıl ve Kumaş Süslemesi, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul. Öz, T., 1953. Hırka-i Saadet Dairesi ve Emanat-ı Mukaddese, İsmail Akgün Matbaası, İstanbul. Özbel, K.,. El Sanatları III, Eski Türk Kumaşları, CHP Halkevleri Bürosu. Özdemir, K., 1997. Osmanlı Arması, Dönence Basım Yayın Hizmetleri, İstanbul. Özen, M. E., 1982. Türkçe’de Kumaş Adları, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, Fatih Sultan Mehmet’e Hatıra Sayısı, 33, Mart 1980-81, Edebiyet Fakültesi Matbaası, İstanbul, s.291-340. Pakalın, M. Z., 1972. Sancak, Osmanlı Tarih Terim ve Deyimleri Sözlüğü, C.3, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul. Pakalın, M. Z., 1993. Dârâyî, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, I. Cilt, Milli Eğitim Bakanlığı, İstanbul, s.393. Pala, İ., 2006. Mühr-i Süleyman, Türk Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, 31.Cilt, İstanbul, s.524-526. Petrasch E., ve diğerleri, 1991. Die Karlsruher Türkenbeute: Badisches Landesmuseum Karlsruhe, Hirmer Verlag, München. Rasim, A., 1325.Vardabandıracılık, Matbaa-i Bahriye. Rasim, A., 1934. Denize Ait Tarihi Makalat, Deniz Matbaası. Rogers, J. M., 1996. Empire of the Sultans, Ottoman Art from the Collection of Nasser D. Khalili, The Nour Foundation, London. Rogers J. M.-Word, R.M., 1988. Suleyman the Magnificent, Trutees of the British Museum. Sâmi, Ş., 1989. Kâmûs-ı Türkî, Enderun Kitabevi, İstanbul. Salname-i Nezaret-i Hariciye, 1302. Ebuziya Matbaası, Konstantiniye.
175
Sertoğlu, M., 1986. Osmanlı Tarih Lügatı, Enderun Kitabevi, İstanbul. Seyyid Muradî, 2003. Gazavât-ı Hayreddin Paşa- Kaptanpaşanın Seyir Defteri, Çev. Ahmet Şimşirgil, BKY. Seyyid Muradî, Gazavât-ı Hayreddin Paşa, Barbaros Hayreddin Paşa’nın Hatıraları, Çev. Ertuğrul Düzdağ, II. Cilt, Tercüman 1001 Temel Eser. Slade, A., 1945. Türkiye Seyahatnamesi ve Türk Donanması ile Yaptığı Karadeniz Seferi, Çev. Ali Rıza Seyfioğlu, Askeri Deniz Matbaası. Süheyl, A., 1929. Türk Bayrağı, Şehremaneti Mecmuası, 63-64, Kasım, s.103-113. Süheyl, A., 1930. Viyana Şehir Müzesi’nde Nelerimiz Var?, Şehremaneti Mecmuası, 69, s.310-317. Süheyl, A., 1930. Viyana Müzelerinde Nelerimiz Var II, Belediye Matbaası, İstanbul. Tekeli ve diğ., Tarihsiz. Askeri Müze Koleksiyonları, Askeri Müze ve Kültür Sitesi Komutanlığı, Harbiye/İstanbul. Tezcan, H. 1984. Eski Türk Kumaşlarından Örnekler, Sanat Dünyamız, 31, s.54-57. Tezcan H. ve T., 1991. Türk Sancak Alemleri, Türk Tarih Kurumu, Ankara. Tezcan, H., 2001. Simkeşler, Sırmakeşler, Saray İçin Yapılan Gümüşlü, Altınlı Dokumalar, İşlemeler, Antik Dekor, 64, s.70-78. Tezcan, H., 2002a. Osmanlı Dokumacılığı, Türkler, 12. Cilt, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, s.404-409. Tezcan, H., 2002b. Osmanlı Saray Dokumalarının ve Çinilerinin Kesişen ve Ayrılan Yolları, Antik Dekor, 68, s.90-96. Tezcan, H., 2004a. Yapı-Kredi Koleksiyonu’nda Estergon Sancağı, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul. Tezcan, H., 2004b. Kutsal Topraklarda Sultanların Dinî ve Siyasî Gücünü Temsil Eden Örtüler, Sanat Ve İnanç/2 Rıfkı Melûl Meriç Anısına, Yay. Haz. Banu Mahir/ Hâlenur Katipoğlu, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, İstanbul, s.281-290. Thomson, G., 1991. İnsanın Özü, Payel Yayınevi, İstanbul. Toudouze, G.G. ve diğ., 1939. Histoire de la Marine, Paris. Tuncor, F.R., 1968. Sancağın Tarihçesi, Önasya, 36, C.3, 8-11.
176
Uğurlu, A., 1994. Osmanlı Saray Dokumalarında İpek, Altın, Gümüş Kullanımı, Antik Dekor, 24, s.94-98. Unat, R.F., 1974. Hicri Tarihleri Miladi Tarihe Çevirme Kılavuzu, Türk Tarih Kurumu, Ankara. Uzunçarşılı, İ.H.,1988a. Osmanlı Devleti’nin Saray Teşkilatı, TTK, Ankara. Uzunçarşılı, İ.H.,1988b. Osmanlı Devleti’nin Merkez ve Bahriye Teşkilatı, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara. Uzunçarşılı, İ.H.,1941a. Osmanlı Devleti Teşkilatına Medhal, Maarif Matbaası, İstanbul. Uzunçarşılı İ.H., 1941b. Tuğra ve Pençeler ile Ferman ve Buyuruldulara Dair, Belleten, 17-18, 5. Cilt, II. Kanun-Nisan, s.101-157. Yüzyıllar Boyunca Venedik ve İstanbul Görünümleri, 2005. İtalyan Kültür Merkezi, İstanbul. Zaloğlu, M., 1988. Gemici Dili, Deniz Basımevi, İstanbul. Zygulski Z., 1992. Ottoman Art in Service of the Empire, New York University Press, New York and London.
177
EKLER
EK A……………………………………………………………………………… 178
EK B……………………………………………………………………………….180
178
EK A
SÖZLÜK
Aşere-i mübeşşere: Cennetlik oldukları, sağlıklarında kendilerine Hz. Muhammed tarafından müjdelenen on kişi [s.22].
Amulet: Kötülükleri uzaklaştırdığına, uğur getirdiğine, hastalıkları iyileştirdiğine ve özel güçlere sahip olduğuna inanılan, doğal ya da insan eliyle yapılmış nesne; bir tür nazarlık ya da muska. Üstte taşınabildiği gibi çeşitli yerlerde de saklanabilir. Değerli taşlar, metaller, hayvan dişleri ve pençeleri gibi pek çok nesne amulet olarak kullanılmıştır. Amuletin kökeni Eski Mısır'a dayanmaktadır [s.46].
Antromorfizm: Şeylere (cansız nesnelere, soyut kurumlara, vb.) kişilik veya insan özellikleri atfetme [s.42].
Azap: Tersane halkının bir kısmını oluşturan azapların 7-8 tanesi bir bölük sayılır ve bölük başlarına reis denirdi. Reisler, dümenciler, vardiyalar, yelkenciler azaplardan olurdu [s.17].
Bac: Halktan alınan öşür veya haraç ve gümrük vergisi. Osmanlı Devleti’nde ilk defa Osman Bey Pazar bacını koymuş ve Karahisar pazarına getirilip satılan her yükten iki akçe alınmasını gelenek haline getirmiştir [s.107].
Başbuğ: Osmanlı Devletinde savaş zamanlarında bir birliğe kumanda eden kimseye veya milis kuvvetleri kumandanlarına verilen isimdir [s.105].
Baştarda: Kürekle hareket eden donanma gemilerinin içinde kadırgadan sonra en önemlisi ve üst düzey deniz komutanlarının kullandığı savaş gemisidir [s.32, 36, 37, 38, 39, 40, 58, 61, 62, 63, 90, 95, 110].
Brokar: Altın veya gümüş işlemeli çiçekleri ve süsleri olan ipekli kumaş. Bugün çeşitli madeni tellerle dokunmuş ipekli kumaşlar da brokar diye adlandırılır [s.100].
Civadra: Gemilerin baş tarafında bulunan ve ileri doğru uzatılan çubuklara denir [s.106, 139].
Felek: Askeri mızıkada kullanılan zilli bir müzik aleti [s.5].
Giz: Gemilerin seyir halindeyken milli sancaklarını çektikleri yarım serenlere denir [s.35, 139]. Göke: Kürekli ve yelkenli, çektiri sınıfı bir savaş gemisi [s.56, 64, 83, 95].
Grandi direği: Geminin baştan ikinci direği [s. 3, 32, 35, 37, 56, 58, 59, 60, 61, 62, 63, 64, 107, 117].
Hil’at: Padişah tarafından sadrazamlar, vezir ve diğer devlet büyüklerine, görev verildiğinde ya da bir yararlılık karşılığı giydirilen kaftandır [s.11, 40, 98, 103].
İbrişim: Osmanlıca “ipek iplik” anlamında kullanılan genel terimdir [s.105,106].
179
Kadırga: Osmanlı bahriyesinde çektiri (kürekle hareket eden) türündeki gemilerin en büyüğüdür. 17. yüzyıl sonuna kadar savaş gemileri içerisinde en çok kullanılan gemi olmuştur [s.13, 30, 31, 32, 38, 40, 56, 57, 58, 59, 60, 61, 62, 63, 64, 67, 81, 82, 86, 87, 88, 90, 97, 107, 118].
Kalyon: Osmanlı donanmasında yelkenle hareket eden savaş gemilerinin en büyüğüne denilmektedir [s.32, 33, 34, 35, 36, 40, 44, 60, 61, 62, 63, 64, 67, 68, 89, 91, 92, 94, 96, 97, 104, 105, 106, 108, 109, 110, 115, 125, 164, 165, 182,184].
Kallavi: Vezirlerin kullandığı üst tarafı dar koni şekline yakın telli kavuk [s. 40].
Kumbara: Demirden, yuvarlak, içi boş olarak yapılan ve barutla birlikte demir ve kurşun parçaları ile doldurulup havan topu ya da elle atılan savaş aracı [s. 70,71].
Mahzen-i sürb: İstanbul’da Tersane’deki levazım ambarıdır. Kurşunlu mahzen olarak da bilinmektedir [s.109].
Mavna: Kürekle hareket eden çektiri tipinde, 26 oturaklı, iki veya üç direkli bir savaş gemisidir [s.30].
Mizana: Geminin baştan üçüncü direği [s. 32, 38, 62, 64, 117].
Müneccimbaşı: Sarayın ulema sınıfındandır. Görevi, padişah cülusu, savaş ilanı, sadrazamlara mühür verilmesi, denize gemi indirilmesi gibi önemli olaylarda astrolojik hesaplara dayanarak uğurlu zamanı seçmek ve her sene takvim düzenlemekti [s.39].
Nevbet: Sarayda ve bazı özel yerlerde belirli zamanlarda icra edilen askeri müzik. Belirli saat ve yerlerde padişah huzurunda verilen bu konserler II. Mahmut zamanında Yeniçeri Ocağı ve mehterhane kaldırılınca sona ermiştir [s.11].
Orta: Yeniçeri Ocağının en eski teşkilatı olup bu günkü bölük karşılığı olan topluluğun adı [s.17, 18, 39, 51, 163, 165].
Pruva direği: Geminin baştan birinci direği [s.32, 38, 56, 59, 60, 61, 62, 63, 64].
Sahtiyân: Sepilenerek boyanmış ve cilalanmış deri [s.37].
Selimî: Üzerine tülbent sarılan, boyu 65 cm., yukarı kısmı ağız kısmından genişçe ve silindir şeklinde bir çeşit serpuş (başlık) olup, Yavuz Sultan Selim tarafından kullanılmaya başlanmıştır [s.40].
Serj: Dimi armürü ile dokunan hafif yün kumaş [s.103].
Teyle: Tegle ve değle olarak da bilinen, kısa yenli kaftan [s.98, 99].
Topuz sancağı: Resmî günlerde alay sancaklarıyla beraber veya alay sancağı çekilmeksizin yalnız olarak direk şapkalarına çekilen milli sancaklara denilmektedir. [s.158].
Üsküf: Yeniçeri serpuşlarının bir çeşidi olup, börke benzeyen keçeden külah [s.15].
Yarağ: Her çeşit silaha verilen isim [s.37].
Zirâ’: Dirsekten orta parmak ucuna kadar olan bir uzunluk ölçüsü. 75-90 cm. arasında değişen şekilleri vardır [s.34, 101, 105, 106, 107, 108, 186].
180
EK B ARŞİV VESİKALARI
Belge 1- BOA., CBH. 91/4346 (23 B 1109) Koç Mehmet Paşa’nın gemisi için dârâyîden sancak yapılması hakkında.
181
Belge 2-BOA. CBH. 55/2600 (23 Ra 1088) Tersane için Bursa’dan 40.000 akçelik tafta alınması hakkında.
182
Belge 3- BOA. CBH. 271/12497 (29 R 1197) Kapudan, patrona ve riyale kalyonlarının sancaklarının yenilenmesi hakkında.
183
Belge 4- BOA. CBH. 128/6229 (28 Za 1210) Kaptanpaşanın bindiği Arslan-ı Bahri Kalyonu ile diğer sancak gemilerinin sancakları için yapılan masraf.
184
Belge 5- BOA. CBH. 33/1576. (20 Z 1208) Kaptanpaşanın Bahr-i Zafer Kalyonu için kullanılan dimi sandalı hakkında.
185
Belge 6- BOA. CBH 42/1984 (07 N 1152) Cezayirli Mustafa Kaptan’ın riyale gemisinin sakız sandalından yapılacak sancakları hakkında.
186
Belge 7- BOA. CBH. 112/5414 (19 L 1222) 1807’de Kılcı oğlu Andon’dan alınan 20.000 zirâ beyaz Ankara şalisi hakkında.
187
Belge 8- BOA. C İKTS. 8/389 (05 N 1206) Ankara şalisinin boyalarının saf olmayıp karışık ve kalp olduğuna dair İstanbul Kadısının tezkiresi üzerine, mağşuş boya kullananların ihtar edileceği hakkında.
188
Belge 9- BOA. CBH. 51/2419 (11 S 1217) Hüseyin Paşa tarafından düzenlenen sancakların “hayyatiye” denilen terzi masrafları ve sütun sancağının “Zülfikari” olduğu hakkında.
189
ÖZGEÇMİŞ 1978 yılında İstanbul’un Bakırköy ilçesinde doğdu. İlk-orta ve lise eğitimini burada tamamladı. 1995 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi bölümünde lisans eğitimine başlayarak 1999 yılında mezun oldu. İstanbul Üniversitesi Prehistorya bölümü Tekirdağ- Menekşe Çatağı ve 2000 yılında Fransız Anadolu Araştırmaları Enstitüsü, Niğde Porsuk Höyük kazılarında çalıştı. 2001 yılında İstanbul Deniz Müzesi Deniz Tarihi Arşivi’nde inceleme uzmanı olarak çalışmaya başladı. Bahriye ressamı Hüsnü Tengüz’ün, Osmanlıca’dan günümüz Türkçesi’ne çevirdiği, hatıra defteri 2005 yılında “Sanat Hayatım” adıyla Deniz Basımevi tarafından basılmıştır. Halen İstanbul Deniz Müzesi Deniz Tarihi Arşivi’ndeki görevine devam etmektedir.