Transcript

Walter G. Andrews Osmanlı metin çalışmaları: geçmişe meydan okuma, geleceği tasarlama

3534

25-26 Nisan 2014’te University of Washington, Seattle’da gerçekleştirilen X. Eski Türk Edebiyatı Çalışmaları

Çalıştayı’nın açılış konuşmasını yapmam istendiğinde, bazı riskleri göze alarak Türk dostlarıma ve meslektaşlarıma uzun zamandır söy-lemek istediğim bir şeyi söylemeye karar verdim. Yanlış anlaşılırım korkusuyla ve çok saygı duyduğum insanların alınabileceğini, üzülüp sinirlenebileceğini düşündüğümden bu konuyla ilgili aklımdakileri açıkça ifade etmekten hep çekindiğimden zaman akıp gitti, ben yaş-landım, ama kafamı kurcalayıp duran sorun konusunda temelli bir çözüm üretilmedi.

Bu yazıya temel oluşturan çalıştayda Osmanlı metin çalışmaları meselesi üzerinde durulduğundan, Osmanlı metin ve yazma çalışma-larında en temel mesele olduğuna inandığım bu konu hakkında açık fikirli, yeni ve radikal yönelimleri dikkate alma konusunda istekli bir dinleyici kitlesine kendimi ifade etmek için bunun son şans olabilece-ğini hissettim.

Bu makalede, Osmanlı metin çalışmalarına yönelik yerleşik yak-laşımlarla ilgili bazı düşüncelerimi ifade edeceğim. Metin çalışmaları alanında ne yaptığımıza ve bunu nasıl yaptığımıza ilişkin temel sorun-larla ilgili bir tartışma başlatmasını umduğum bazı konuları olabildi-ğince sade biçimde ortaya koymaya çalışacağım. İlk olarak, herkesçe bilinen tarihsel arka planda bilhassa benim açımdan mühim gözüken birkaç noktayı gözden geçirmek, ardından da bu tarihin Türkiye’de tarihsel metinlere yaklaşımda teori ve pratiği nasıl etkilediğini birkaç

Osmanlı metin çalışmaları: geçmişe meydan

okuma, geleceği tasarlama

Walter G. Andrews*

Çeviren: Veysel Öztürk**

* Washington Üniversitesi.** Boğaziçi Üniversitesi.

Walter G. Andrews Osmanlı metin çalışmaları: geçmişe meydan okuma, geleceği tasarlama

36 37

ESK

İ TÜ

RK

ED

EB

İYA

TI Ç

ALI

ŞM

AL

AR

I X:

Esk

i me

tin

lere

ye

ni b

lam

lar:

Osm

anlı

ed

eb

iyat

ı ça

lışm

ala

rın

da

yen

i yö

ne

lim

ler

örnekle tartışmak istiyorum. Daha sonra, bu çalışmayı hızla gelişen dijital teknolojilerin yazılı Türk kültür tarihine yaraşır bir iş çıkarma-mızı mümkün kılabilecek biçimde metin çalışmalarına uygulanma-sıyla ilişkili birkaç öneri ile bitireceğim.

Osmanlıca metinleri dönüştürme süreci ve sorunları

Bu makalede pek çok bakımdan eşsiz olan Türkiye’nin özellikle bir niteliği beni ilgilendiriyor. Türkiye yirminci yüzyılın başında alfabesinde, dilinde ve kültürel yöneliminde eşzamanlı, maksatlı ve güçlü değişimlere gittiği bir kültür devrimini gerçekleştiren tek büyük erken-modern imparatorluk devletidir. Bu değişimin bir neti-cesi olarak 1930’lardan başlamak üzere, yazılı kültürel mirasını yeni bir alfabeye dönüştürmek ve hızla uluslaşan ama kültürel tarihi ol-mayan bir toplum olma arasında seçim yapmak zorunda kalır. Bu dönüştürme sürecinin yol açtığı muazzam güçlüklerden bazıları şunlardır:

• Türk ulusu anlaşılır biçimde yeni Cumhuriyetin imkânları üze-rine odaklandığı sırada, yalnız birkaç uzman ve akademisyen Osmanlı edebiyatına yönelik ilgilerini ve kültürel ve dilsel dönü-şümün yıldırıcı sorunlarıyla yüzleşme konusunda yetkinlik ve iradelerini koruyabilmişlerdir.

• Osmanlı edebiyatı, sayısız şair ve yazarı barındıran uzun sürmüş ve üretken bir edebî geleneğe dayandığından dönüştürülmesi gereken eserlerin listesi çok uzundur.

• Bir yazma kültürü olan Osmanlı edebî kültürü matbaa ile çok geç tanışmıştır. Osmanlılar, imparatorluğun her yanındaki kamu kütüphanelerinde ve özel kütüphanelerde tuttukları, yabancı kütüphane ve koleksiyonlara kadar ulaşan yazmalarını el üstün-de tutuyor ve koruyorlardı. Dönüştürme projesi başladığında ise

Türkiye’de merkezî yerlerdeki yazma koleksiyonlarının bir araya getirilmesine daha uzun bir zaman vardı.

• Dahası, otuzların ortasından kırkların ortasına kadarki savaş yıllarında büyük şehirlere yönelik muhtemel hava saldırısından koruma amacıyla çok sayıda kıymetli yazma Anadolu’daki kü-tüphanelere dağıtılmıştı.

• Kısaca, ortada çok sayıda yazması vardı, bunlara ulaşmak nere-deyse imkânsızdı, dahası zaman da oldukça kısıtlıydı.

Temel örneklem olarak ele alacağım Osmanlı dîvân şiiri sahasın-da etkileyici bir yetkinliğe sahip, ancak çok küçük bir uzman akade-misyen kadrosu çoğul yazmalarını “edisyon kritik” denilen tekil bir metne indirme, Arapça harfleri Latin transkripsiyon alfabesine çevir-me, bir yandan da bir sonraki uzman nesli eğitme ve sıklıkla da her bir beyit veya mısranın kısa bir nesir “çeviri”sinin eşlik ettiği yazmala-rın Türkçe transkribe versiyonlarını üretme görevlerini üstlenmişti.1 Başta yabancı koleksiyonlar olmak üzere İstanbul’daki büyük kütüp-haneler (İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi, Bayezit Devlet Kütüpha-nesi, Süleymaniye Kütüphanesi v.b.) dışında kalan koleksiyonlardaki yazmalarına erişim kolay olmadığından, transkripsiyon ve dönüştür-me etkinlikleri kısıtlı sayıda yazma esas alınarak ve bu yazmalar ara-sında genelde en çok şiir ya da malzemeyi içerenlerin seçimine dayalı olarak gerçekleştirilmiştir.

Bugünün Türkiye’sinde Osmanlı kültürüne yönelik devamlılığı-nı koruyan ve hatta giderek artan ilgiyi bu öncü uzman ve akademis-yenlere ve onların öğrencilerine borçluyuz. Buna karşın, bu uzman ve

1 Prof. Dr. Mehmed Çavuşoğlu’ndan aldığım bilgiye göre yetmişler ve seksenler boyunca bu çeşit daha “popüler” yayımlar, akademik bir dîvân edisyonuna devlet desteği almak için ön şarttır.

Walter G. Andrews Osmanlı metin çalışmaları: geçmişe meydan okuma, geleceği tasarlama

38 39

ESK

İ TÜ

RK

ED

EB

İYA

TI Ç

ALI

ŞM

AL

AR

I X:

Esk

i me

tin

lere

ye

ni b

lam

lar:

Osm

anlı

ed

eb

iyat

ı ça

lışm

ala

rın

da

yen

i yö

ne

lim

ler

akademisyenlerin bir acil ihtiyaç ortamında geliştirdikleri yöntemin önemli temel kusurları bulunmaktadır:

• Bu kusurlar arasında en önemlisi, bu yöntemin deneysel verilere dayanmak yerine daha çok editör olarak rol almış veya sonraki editörleri eğitmiş hayli saygı duyulan uzmanların çoğu kez hiç tartışmaya açılmamış fikirlerine dayanıyor olmasıdır.

• Birçok yayında edisyonlara temel alınan yazmaları olabildiğince çok şiiri bir araya getirme hedefiyle, hâlihazırda var olan bütün yazma nüshalar ve bunların tarihinin herhangi yakın bir tahlili yapılmaksızın seçilmiştir.

• Şiirlerin özgünlüğü uzman editörlerin öznel yargılarına bırakıl-mıştır. Nüshaların karşılaştırılması, yine bir uzmanın izlenimi temel alınarak hiçbir belirgin veri tartışmasına girilmeksizin, “nüsha farkları”, deyimler veya yapısal nitelikleri bir araya ge-tirmek için yapılmış ve bir “ideal metin”, ya da “eleştirel yayın (edisyon kritik)” olarak tanımlanan bir “düzeltilmiş” okuma üretilegelmiştir.

• Editöryal bir yöntemi tek tek uzmanların çıkarımlarına duyulan güvene dayandırmak, işbirliğine dayalı çalışmalara yönelik çok az ilginin olduğu veya hiç olmadığı, ya da bugün bile belli bir standartlaşmaya direnen transkripsiyon alfabesi gibi en temel araçlarda bile bir standardın oluşmamış olduğu anlamına gelir.

Ayrıca, dönüştürme süreci iki aşamalıdır. Bu aşamaların her biri dikkate değer veri kaybına ya da verilerin göz ardı edilmesine yol aç-mıştır.

Dönüştürme eyleminin iki aşaması

İlk aşama, Osmanlıca (Arapça) alfabeyle yazılmış metinleri modern Türkçe (Latince) alfabeden uyarlanmış bir transkripsiyon alfabesine

aktarmadır. Bu aktarım çoğu kez genelde mutlak bir biçimde uygulan-mıştır. Yani, modern Türkçe transkripsiyon, yazmasının ön transkripsi-yonun (bir yazmanın Osmanlı alfabesinde matbu harflere transkripsi-yonu) veya yazmanın kopyasının (tıpkıbasımının) okunmasına yardım amacını taşımıyordu. Transkripsiyonun Osmanlı alfabesinin tam an-lamıyla yerini alması amaçlanıyor ve böylece Arap alfabesinden gelen Osmanlı alfabesinin kullanımı engelleniyordu.2 Bu işlem sonucunda yi-tirilen veriler ortadadır. Bunun açık bir örneği olarak Osmanlı şiirinde pek çok farklı biçimde gönderme yapılan Osmanlı alfabesinin görsel ni-teliklerinin kaybını verebiliriz. Osmanlı alfabesine gönderme yapılma-dığın da maşûkun ağzının “mim (Â )” gibi veya saçının buklesinin “lam (‰)” gibi olduğunu söylemek anlamsız kalır. Birikimin bu şekilde kaybı ile ilgili diğer bir çarpıcı örnek de Türkçe kelimelerin Osmanlı Türkçesi yazımlarını aslına sadık göstermeme kararında ortaya çıkar. Bu karar, en azından, Türkçenin Osmanlı alfabesiyle yazımının tarihine genel bir bakış oluşturulabilmesi konusunda veri toplanmasını engellemiştir. Ay-rıca, Osmanlı alfabesinde çoğu kez gösterilmeyen ama Latin alfabesine çevirirken gösterilmesi gereken “kısa” ünlülerin saptanması ve birçok sesi gösteren harflerin okunuşu (örneğin “kef”) editoryal kararları tek seçenek olarak öne çıkarır.

2 Osmanlı alfabesinin kullanımının resmî olarak engellenme çabaları ile ilgili çıkarımım, 1960’lar ve 70’lerde Osmanlı yazmalarının edisyonuyla uğraşan Türk meslektaşlarımla yaptığım sohbetlere dayanıyor. Bu meslektaşlarım Osmanlı alfabesiyle metin yayımının oldukça pahalı olduğunu ve devlet kurumlarının bu metinlerin basım ve yayım harcamalarına mali destek verme konusunda isteksiz davrandıklarını söylemişlerdi. 1970’lerde bile hala tam olarak ortadan kalkmamış olsa da Osmanlı alfabesinin kişisel kullanımına yönelik ideolojik bir direncin olması hayli muhtemel, ancak, en azından bildiğim kadarıyla, bunu doğrulamak için herhangi bir çalışma da yapılmış değil. Bu tarihlerde sadece birkaç Osmanlı yazmasının tıpkıbasımının veya transkripsiyonunun yapılmış olması bu yargılarımı doğrular niteliktedir.

Walter G. Andrews Osmanlı metin çalışmaları: geçmişe meydan okuma, geleceği tasarlama

40 41

ESK

İ TÜ

RK

ED

EB

İYA

TI Ç

ALI

ŞM

AL

AR

I X:

Esk

i me

tin

lere

ye

ni b

lam

lar:

Osm

anlı

ed

eb

iyat

ı ça

lışm

ala

rın

da

yen

i yö

ne

lim

ler

Yazmalarının aktarımında ikinci aşama, yazma külliyatının kitaplaştırılmasında kendisini gösterir. Bana göre, edisyon kritik adı verilen bu eylem aslında daha sorunlu bir aktarım biçimine işaret eder çünkü bazı kayda değer kuramsal metin çalışmaları konuları-nın ve bunların sonuçlarının Osmanlıca metinler bağlamında hak-kıyla dikkate alınması mümkün değildir. Bu konuların en belirgini bir nüshalar toplamı ile bir tek kitap arasındaki temel değişiklik-lerin nasıl değerlendirilebileceğidir; asal sorun ilkinin ikincisine indirgenemezliğidir. Basitçe ifade etmek gerekirse bu aktarım sü-reci, yazma geleneğinin [yalnızca] yazarın zihninde var olan ideal (ve mükemmel) tek bir metnin veya kayıp (dolayısıyla aynı ölçüde var olmayan) bir mükemmel “ilk-metnin” ya da “kaynak metnin” mükemmellikten uzak fiziksel tezahürlerinin bir toplamını temsil ettiği gibi metafizik bir varsayıma dayanır.3

Bu varsayım ve ondan hareketle gerçekleştirilen her eylem, bir yazma geleneğinde üretilmiş bir yazmanın bizim anladığımız manada bir kitap olmadığı gerçeğini göz ardı etmemizi gerekli kılar. Bu farklı bir metindir; çoğaltılma sürecinde kendisinden az ya da çok değiştirilmiş, düzenlenmiş, gözden geçirilmiş, genişletilmiş, kısaltılmış, kusurlu kaydedilmiş veya diğer nedenlerle farklılaşmış nüshaların toplamı bir metin. Bu bakımdan kendi tarihinden ve zaman içerisinde dönüşü-münün hikâyesinden ayrı düşünülemez. Çok sayıda yazma nüshanın bulunduğu durumlarda her bir yazmanın potansiyel bir anne-babası, çocukları, kuzenleri ve daha uzak akrabaları vardır. Bir yazma, son

3 Diğer yazmalarının yanında yazarın kendi elinden çıkmış “müellif hattı” bir yazmanın varlığı durumunda bile bu ancak o müellife ait belli bir andaki metin anlamına gelir ve müellif eğer daha sonra metne eklemeler veya düzeltmeler yapmışsa ve/veya metinden bazı şeyleri çıkartmışsa müellif hattı olarak kabul edilen metin bu tasarrufları yansıtmaz.

kertede, başta hayatının farklı dönemlerinde metne müdahil olan müellif olmak üzere farklı müstensihler, şârihler, derkenâr yazar-ları, editörler, sahipleri, metne eklemeler yapanlar vb. gibi pek çok iştirakçinin ortak ürünüdür. Metnin bir “kitaba” veya “edisyon kri-tiğe” indirgenmesi sabit bir metin yaratmaz, çünkü böylesi bir kitap metnin yazma tarihindeki tek bir nüshasından elde edilmiştir. Dolayı-sıyla başka kitaplaştırıcılar başka yazmalarının hikâyesini keşfetmeye çalışarak buna odaklandıkça eldeki kitap da yeni düzeltme ve düzen-lemelere açık olacaktır.

Bu metin neşri etkinliği bazı temeller üzerinde yükselir: (1) “ideal” (ama aslında var olmayan) bir metnin sanal varlığına, edis-yon kritik yoluyla üretilen metne duyulan inanç, (2) yazma tarihini olabildiğince göz ardı etme, ve (3) ideal metni yeniden yaratırken yaptıkları seçimlerin dayandığı kanıtları araştırması veya sunma-sı beklenmeyen (aynı derecede ideal) editör-transkripsiyoncuların olağanüstü yetkelerine olan güven. Bu yaklaşıma dayanan bir metin edisyonu pratiğinin benimsenmesinin –ve katı biçimde icrasının- be-raberinde getirdiği sonuçlar vardır.

Bu aşamada, genelleştirmeleri bir kenara bırakarak, metin neşriyle ilgili iki örneğe eleştirel bir bakıştan hareketle yukarıda söz konusu ettiğim sonuçlardan bazılarını daha somut biçimde ele almak istiyorum. Bu örnekleri ele almamın nedeni, alandaki başat yöntemin belki en tipik uygulanışının iyi örneklerinden olmalarıdır. Adını zikredeceğim editörlerin yeterliliğini sorguladığımın düşü-nülmemesi gerektiğini belirtmeme gerek yok. Burada alanda yapı-lan transkripsiyonlardaki veya standart yöntemin uygulanışındaki hatalardan söz etmiyorum.4 Yapmak istediğim şey yaygın biçimde

4 Bu tür hataları ele alan ve benim burada yapmak istemediğin türden bir eleştiri

Walter G. Andrews Osmanlı metin çalışmaları: geçmişe meydan okuma, geleceği tasarlama

42 43

ESK

İ TÜ

RK

ED

EB

İYA

TI Ç

ALI

ŞM

AL

AR

I X:

Esk

i me

tin

lere

ye

ni b

lam

lar:

Osm

anlı

ed

eb

iyat

ı ça

lışm

ala

rın

da

yen

i yö

ne

lim

ler

(ve sorgusuz sualsiz biçimde) uygulandığı şekliyle metodolojiden kaynaklanan kusurların altını doğrudan ve belki bir dereceye kadar sert biçimde çizmek.

Seçtiğim ilk örnek, Prof. Dr. Sabahattin Küçük tarafından 1994 yılında yayımlanan Bâkî Dîvânı.5 Bu edisyonu seçmemin temel nedeni altın çağ olarak nitelendirilen Osmanlı on altıncı yüzyılının her ba-kımdan en ünlü ve etkili şairi olan Bâkî’nin (ö. 1600) büyük itibarıdır. Osmanlı metin çalışmaları sahasında büyük bir özenle çalışılması ge-reken bir şair varsa o da Bâkî’dir. Şimdi “edisyon kritiğin metodolojik geleneği” ile Bâkî’nin Dîvânı’nın metnini barındıran yazmaları ara-sındaki ilişkiyi ele alalım.

Bâkî Dîvânı’nın neşri

Editör çalışmasına, matbu yayım ile BâkîDîvânı’nın yazma geleneği-ni tartıştığı iki buçuk sayfalık bir “önsöz” ile başlar. Yazmaları ile ilgili kısım yarım sayfalık uzun bir paragraftan oluşur.6 (Bu kısmın kısalığı manidardır).7 Prof. Dr. Küçük, yazmalarından söz ederken dünya çapında “Bâkî Dîvânı’nın 100’den fazla nüshası” olduğunu söyler. Yalnız tam olarak nerede ve kaç nüsha bulunduğunu belirt-mez veya Dîvânı’n nüshalarının bir listesini vermez. Aslına bakılır-sa çalışmada Küçük’ün bu nüshaları tespit ettiğine veya saydığına

için bkz. Tunca Kortantemer, “Genç edebiyat araştırmacısının yanlışları,” MÜFEFTürklükAraştırmalarıDergisi:ÂmilÇelebioğluArmağanı, s. 7 (1993): 337-51.

5 Sabahattin Küçük, BâkîDîvânı:tenkitlibasım (Ankara: TDK, 1994).

6 Küçük, Bâkî, VIII.

7 Küçük’ün kitabının Doktora Tezinin kitaplaşmış hali olduğu anlaşılmaktadır (“Bâkî Dîvânı üzerine bir inceleme,” Dr. Tezi, Fırat Üniversitesi, 1982. 2c., IX, 452; XXVII, 598 s.) Tezi görme veya ulaşma fırsatım olmadı, tezde yukarıda belirtilen noktalar yerine getirilmiş ve basım aşamasında sayfa sınırı veya başka nedenlerle inceleme kısmı yayınlanmamış olabilir. Bu yazıda ulaşabildiğimiz matbu metin esas alınmıştır.

dair herhangi bir kanıt da yok ama ben yaptığını varsayıyorum. Küçük, “nüshası bu kadar çok olan bir eserin tenkitli metnini or-taya koymanın ne kadar güç olduğunu tahmin” edebileceğimizi de vurgular.8

Görünürdeki bu güçlük, İstanbul’daki yazmalarının on nüsha-sının bir araya getirilmesi ile aşılmaya çalışılır (altı tanesi İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi, üç tanesi Süleymaniye Kütüphanesi ve bir tanesi de Köprülü Kütüphanesi’nden).9 Prof. Küçük, bunlara Fı-rat Üniversitesi Kütüphanesi’ndeki iki nüshayı da katar. Yüzün üze-rindeki yazma arasından neden bu belirli yazmaları seçtiği ile ilgili gerekçe olaraksa, diğerlerine göre bu yazmaların yazım tarihleri-nin daha eski (sadece altı tanesinin üzerinde yazım tarihi olmasına rağmen) ve içerdikleri şiir sayısı bakımından en “zengin” oluşlarını verir.10 Önsözde yazmaların ayrıntılı bir biçimde karşılaştırıldığıyla ilgili ne bir ipucu, birbirleriyle veya ne yazma külliyatındaki diğer yazmalarla ilişkisini gösteren bir şecere, ne de yüzün üzerindeki di-ğer yazmaların yazım tarihleriyle ilgi bir bahis vardır. Tahlil edilen yazmalar hakkında içeriklerini değerlendirmeyen üstünkörü kütüp-hane tavsifleri dışında herhangi bir bilgi de verilmez. BâkîDîvânı’nın yazma geleneği üzerine yapılan çalışma veya makalelere herhangi bir referans da verilmemiştir ve yine bu konuda akademisyenleri bu çalışmalara yönlendirecek bir kaynakça da sunulmaz. Tabi ben de sözünü ettiğim türden çalışmaların olup olmadığı konusunda bilgi sahibi değilim, sadece en azından bu konuda yanılmış olduğumu umuyorum.

8 Küçük, Bâkî, VIII.

9 Yazmalarla ilgili tartışma için bkz. Küçük, Bâkî, XI-XVI.

10 Küçük, Bâkî, VIII.

Walter G. Andrews Osmanlı metin çalışmaları: geçmişe meydan okuma, geleceği tasarlama

44 45

ESK

İ TÜ

RK

ED

EB

İYA

TI Ç

ALI

ŞM

AL

AR

I X:

Esk

i me

tin

lere

ye

ni b

lam

lar:

Osm

anlı

ed

eb

iyat

ı ça

lışm

ala

rın

da

yen

i yö

ne

lim

ler

Açıkça ifade etmek gerekirse, Osmanlı şiirinin tartışmasız en büyük şairlerinden birinin şiirlerinin temel yayımını hazırla-yan editörün kendinden emin bir biçimde yazma geleneğine, başka yerlerde metin çalışmaları alanında bir yüksek lisans öğrencisinin tezi olarak kabul edilemeyecek bir yaklaşım getirebilmesi, editörün kanıtlarına, hatta halihazırda var olan kanıtlara bile göndermede bulunmadan “ideal” metni hissetmesini sağlayan mistik bir yetisi-nin olduğu biçimindeki genel kabul gören metodolojinin doğal bir neticesidir.

Bâkî Dîvânı’nın “edisyon kritiği” için yararlanılan yazmalarda tetkik edilen gazel sayısı

Editörün sunduğu yetersiz bilgiyi özetleyen yukarıdaki tabloya bir göz attığımızda bazı sorular akla gelir. Örneğin, ele alınan yazma-lar iki uç noktayı, 370 gazelle 1582 tarihli yazma (Ü4) ve 513 gazelle ta-rihsiz bir yazma (Ü1) oluşturur; arada 143 gazellik bir fark vardır. 1582 tarihli yazma 423 gazel içeren en eski tarihli (1572) yazma arasındaki

“Edisyon kritik”teki toplam gazel sayısı = 548

fark ise 53 gazeldir. En çok ve en az sayıda gazele yer veren yazmaları ile bunların dışında kalanların ortalaması (444 gazel) arasındaki fark ise en çok sayıda gazel içeren yazmadan 69 gazel az ve en az sayıda gazele yer veren yazmadan 74 gazel fazladır. Bu durumda şu soruları sorabiliriz:

1. Birkaç istisna dışında bütün yazmalarda rastlanan bir çekir-dek gazel grubu var mı? Yani, anlamlı bağımsız sayısal verilerle Bâkî’nin özgün eseri olduklarını saptayabileceğimiz bir gazeller toplamı bulunuyor mu?

2. Edisyon kritikte 548 gazel bulunması, 1582 tarihli yazmadan 178, ele alınan en kapsamlı yazmadan 35, ve yine karşılaştırılan yazmalardaki ortalama gazel sayısından 104 (en fazla ve en az sayıda gazel içeren yazmalar dışarıda bırakıldığında) gazel daha fazla olduğu anlamına gelir. Buna göre, gazellerin Bâkî’ye ait olup olmadığını saptamada hangi veriden hareketle hangi yön-tem kullanılmıştır? Bu tespitte herhangi bir güvenilirlik dere-celendirmesi var mıdır? Edisyon kritikteki her bir şiir nereden geliyor? Yazma geleneğine çekirdek gazel grubu dışında kalan gazellerin ne zaman girdiğine ilişkin elimizde herhangi bir kanıt var mı? Bu edisyondaki tek tek her bir şiirin gerçekten Bâkî’ye ait olduğundan ne derece emin olabiliriz?

Editör, “sadece tek nüshada karşımıza çıkan şiirlerden Bâkî’ye ait olanlarını seçmeye çalıştık[larını]; şairin “üslubunu yansıtmayan-larını ayıklayarak metne almadık[larını]” belirtiyor.11 Eğer gerçekten öyleyse, şairin üslubunu yansıtan veya yansıtmayan şiirlerin seçimin-de hangi yöntem kullanıldı ve bu şiirlerin seçimini hangi veriler be-

11 a.g.e., IX.

Walter G. Andrews Osmanlı metin çalışmaları: geçmişe meydan okuma, geleceği tasarlama

46 47

ESK

İ TÜ

RK

ED

EB

İYA

TI Ç

ALI

ŞM

AL

AR

I X:

Esk

i me

tin

lere

ye

ni b

lam

lar:

Osm

anlı

ed

eb

iyat

ı ça

lışm

ala

rın

da

yen

i yö

ne

lim

ler

lirledi? Bir “edisyon”a üzerinde çalışılan on yazmadan sadece birinde saptanan ve muhtemelen var olan bütün yazmalarının ancak yüzde birinde yer alan bir şiiri ayrıntılı bir tartışmayla desteklenmeyen bir sezgiyle dâhil etmek makul mü?

Suskunluk ve tavırlarımızla (ben de dâhil) alandaki herkesin bu sorulara cevabı aynıdır: Bu soruların cevaplarını umursamıyo-ruz, çünkü bir editörün metnin güvenilirliğine ilişkin makul ka-nıtlar sunmaksızın (hatta bu kanıtları toplamaksızın) güvenilir bir metin üretebileceği inancıyla Bâkî’nin şiiri üzerine çalışmaya ve ko-nuşmaya razıyız.

Bu belki bir dinî tarikatın mensupları için doğru bir tavırdır. Ancak diğer büyük edebî geleneklere yaklaşımda bu asla uygun bir yöntem olarak görülmez. Sanskritçeden Maldon Muharabesi’ne, Cha-ucer’dan (ö. 1400) Dante’ye (ö. 1321), Petrarch’a (ö. 1374) bütün metin geleneklerinde veya modern öncesi ya da erken modern önde gelen şairlere için başka herhangi bir yerde bu tür bir yaklaşım kabul edile-mez, o zaman bu yöntem nasıl oluyor da Osmanlı şiirinin büyük usta-larının eserlerine yaklaşımda kabul edilebilir oluyor?

Hakikat şu ki Osmanlı şiirinin büyük şairlerinin eserleri ya-yına hazırlanırken yazma geleneğinin tarihini ve bu geleneğe ışık tutacak kanıtları göz ardı ediyor veya yok sayıyoruz. Halihazırdaki yazmaların onda birinden fazlasını tahlil etme zahmetine bile gir-meyen bir edisyonu kabullenebiliyoruz. Yazmaların belgelenmeden, verilere dayanmaksızın, belirsiz bir yöntemle harmanlanmasını ve şahsi görüşe dayalı “düzeltme”leri eleştirel yöntem olarak kabul edebiliyoruz.

Bunun Prof. Dr. Sabahattin Küçük’e özgü bir durum veya uy-gulama olmadığının altını bir kez daha çizmek istiyorum. Kendisi-nin 1980’lerin sonunda gerçekleştirdiğini sandığım Bâkî üzerine bu çalışması Türkiye’de yaygın bir ölçütü yansıtır ve aynı yöntem bu

çalışmanın öncesi ve sonrasında büyük şairlerin ve yazarların me-tinlerinin edisyonunda aynı temel teorik kusurlarla muntazaman uygulanmıştır.

Latîfî Tezkiresi neşri

Örneğin diğer bir kurucu metnin edisyonlarından birisine bakalım: 2000 yılında yayımlanan Rıdvan Canım’ın Latîfî Tezkiresi edisyo-nu.12 Latîfî Tezkiresi benim doktora tez konum olduğu ve tezkirenin yazma geleneği hakkında akademik kariyerimin erken döneminde uzun zaman çalıştığım için Latîfî özellikle ilgimi çekiyor.13 Prof. Dr. Küçük’ün edisyonundan farklı olarak Doç. Dr. Canım’ın edisyonun-da, yazmalar ile ilgili görüşlere, bu yazmaların gruplandırılmasına ve yazmaların içerikleri ile ilgili tabloları da içermek üzere editörün [ideal] metnin temsilcileri olarak seçtiği yazmalara geniş bir yer ay-rılmıştır.14 Hatta benim doktora tezime (1970) bile birkaç yerde refe-rans verilir.

Benim tezime yaptığı gönderme ile ilgili sorun şu: Doç. Dr. Ca-nım’ın tezimi okumuş olması ve hatta tezimi okuyan birisiyle tezim üzerine konuşmuş olması imkânsız görünüyor. Tezde söylediğim şeyle ilgili en ufak bir fikri olsaydı, tezde yazma geleneği ile ilgili yaptığım tartışmada bulunduğum iddialara ve sunduğum kanıtlara bazı cevap-lar vermeden böylesi bir edisyonu yayımlaması söz konusu bile ola-mazdı. En azından, bazı kanıtlar üzerinden, benim iddialarımda bü-

12 Rıdvan Canım, Latîfî, Tezkiretü’ş-şuʿarâvetabsıratü’n-nuzamâ:inceleme-metin (Ankara: AKM, 2000).

13 Walter G. Andrews, “The Teẕkere-i şu’arā of Laṭīfī as a source for the critical evaluation of Ottoman poetry” (Dr Tezi, University of Michigan, 1970).

14 Canım, a.g.e., 18-69. Ayrıca, kitabın sonunda yazmalardaki maddelerin geniş bir tablosu verilmiştir.

Walter G. Andrews Osmanlı metin çalışmaları: geçmişe meydan okuma, geleceği tasarlama Walter G. Andrews Osmanlı metin çalışmaları: geçmişe meydan okuma, geleceği tasarlama

48 49 50

ESK

İ TÜ

RK

ED

EB

İYA

TI Ç

ALI

ŞM

AL

AR

I X:

Esk

i me

tin

lere

ye

ni b

lam

lar:

Osm

anlı

ed

eb

iyat

ı ça

lışm

ala

rın

da

yen

i yö

ne

lim

ler

tünüyle yanıldığım ve söylediklerimin ciddiye alınmaması gerektiği ile ilgili bir tartışma yapmamazlık edemezdi.

Sözün özü şu: tezde ve Türkçe bir makalemde, aynı müstensi-hin aynı biçime sahip iki nüshasının (sırasıyla 1574 ve 1575 tarihli Nuruosmaniye 3725 ve Süleymaniye Halet Efendi yazmaları) aslında yeni tezkire maddeleri, genişletilmiş maddeler, hatırı sayılır oranda genişletilmiş hâtime ve hepsinden önemlisi dikkat çekici ve hataya yer bırakmayacak biçimde gözden geçirilmiş yazım stili ile Latîfî’nin yeniden yazdığı Tezkire’yi temsil eden takdim metninin açıkça bir taslağı (Nuruosmaniye) ve son nüshası (Halet Efendi) olduklarını göz ardı edilemeyecek kanıtlarla iddia etmiştim.15 Benim çıkardığım (hâlâ da öyle düşündüğüm) sonuç, birisi H. 953 (1546) ve diğeri H. 982 (1574) tarihli olmak üzere Latîfî’nin iki tezkiresi olduğuydu (veya aynı tezkirenin Latîfî tarafından gerçekleştirilmiş iki temel yayımı bulunduğuydu).16

Rıdvan Canım’ın metne yazdığı sekiz sayfalık önsözünde rast-ladığım şu ifadeleri okuduğumda tepkimi kafanızda canlandırın: “Nuruosmaniye Kütüphanesi 3725 numaralı yazma nüsha esas alın-makla birlikte (Metinde gösterilen satır numaraları bu yazma nüs-haya aittir), metnin kuruluşunda Latîfî’nin kaleminden çıktığına inandığımız üslubu ve bilgileri bir araya getirmeye, orijinal metne azami ölçüde yaklaşmaya ve onu bulmaya çalıştık.”17 Latîfî’nin yaz-malarını mukayese eden birisinin bu yazmalara bakıp da böylesi açıkça hatalı bir sonuca nasıl varabildiğini doğrusunu söylemek ge-

15 a.g.e., 29-40. Yapılan biçimsel gözden geçirmeler, alttaki illüstrasyonlarda belirgindir.

16 Walter Andrews, “Metin nerede? Hangi metin? Kimin metni?” Varlık, s. 1062 (Mart 1996.)

17 Canım, a.g.e., VIII-IX.

rekirse anlayamamıştım ve hâlâ anladığımı söyleyemem. 3725 nu-maralı yazmanın veya Halet Efendi’nin 342 numaralı yazmanın daha önceki yazmalardan herhangi birisiyle karşılaştırıldığı en üstünkö-rü mukayese bile neden bu iki versiyonun tek bir metne indirgen-mesinin herhangi bir makul izahının olmadığı biçiminde bir iddia-da bulunduğumu hemen ilk bakışta gösterecektir. Örneğin, Ahmed Kemâlpaşazâde (ö. 1536) ile ilgili maddenin tezkirenin ilk versiyo-nundan (953/1546) yapılmış üç istinsahını gösteren kısa bir alıntıyı aynı maddenin SK-Halet Efendi yazmasındaki yeni versiyonu (1574) ile karşılaştıralım [Kalın italik kısımlar “yeni” versiyona eklenen kı-sımları gösterir]:

Raşid Efendi 1160 (H. 957)*

Kemâlpaşazâde Süleymân Çelebi’nin oğludur ve mevlidleri Tokat’ta vâki‘ olup neşv ü nemâları Edirne’de olmuşdur. İttifâk-ı ‘ulemâ budur ki vilâyet-i Rûm’da ‘adîl ve nazîri bir ‘âlim-i mütebahhir ü müteferrid peydâ vü hüveydâ olmadı. Belki mu‘âdil ü mümâsili bu diyâra gelmedi. ‘Allâme-i hafıkeyn ve müftî-i sakaleyn idi. Mecmû‘-ı ‘ulûm u fünûn tab’-ı pâk-ı şâmil ve esnâf-ı kemâlâtda kemâliyle kâmil idi. Bunca ‘ulûm u fünûnun ve şürûh u müşkilât u mu‘zılâtın fikr-i mû-şikâf-ı müşkil-güşâsıyla ıslâh ve izâh idüp

Kılıç Ali Paşa 780/1 (H. 1080)

Kemalpaşazâde Süleymân Çelebi’nin oğludur. ‘Mevlidleri Amasya’da vâki’ olup neşv ü nemâları Edirne’de olmuşdur. İttifâk-ı ‘ulemâ budur kim vilâyet-i Rûm’da ‘adîl ve nazîri bir ‘âlim-i mütebahhir u müteferrid peydâ vü hüveydâ olmadı. Belki muâdil ü mümâsili bu diyâra gelmedi. ‘Allâme-i hafıkeyn ve müftî-i sakaleyn idi. Mecmû‘-ı ‘ulûm u fünun tab’-ı pâk-ı şâmil ve esnâf-ı kemâlâtda kemâliyle kâmil idi. Bunca ‘ulûm u fünûnun ve şürûh u müşkilât u mu’zılâtın fikr-i mû-şikaf-ı müşkil-güşâsıylaı ıslâh ve izâh idüp

Halet Efendi 342 (H. 983)

Kemâlpaşazâde Süleymân Çelebi’nin mahdûm-zâdesidir. Livâ-yı Tokat’da ze’âmete mutasarrıf iken dünyâya gelmişler. A’nî mevlid-i mübârekleri Tokat’ta vâki’ olup neşv ü nemâları Edirne’de olmuşdur. Ekser-i nâs bundan gâfil ve gafletle câhildir. İttifâk-ı sıkat budur ki vilâyet-i Rûm’a nazîr ve ‘adîli bir câmi‘-i ‘ulûm u fünûn ve mütebahhir ve muhit zû-fünûn peydâ vü hüveyd olmadı. A’nî mu’âdil ü mümâsili vilâyet-i mezbûreye gelmedi. Ammâ serî’ü’l-akdam hezâr sâl mürûr etmek gerekdür ki anun gibi bir zât vücûda gele ve hengâm-ı tîzkâm devirler geçürmek gerekdür ki anun gibi bir şân zuhûra gele ki ana gelince mevâlî-yi Rûm’dan cem’-i fünûn etmiş mütefennin kimesne yogdı. Egerçi ahâlî-yi kirâmdan

Halet Efendi 342 (H. 983)*

Kemâlpaşazâde Süleymân Çelebi’nin oğludur ve mevlidleri Tokat’ta vâki‘ olup neşv ü nemâları Edirne’de olmuşdur. İttifâk-ı ‘ulemâ budur ki vilâyet-i Rûm’da ‘adîl ve nazîri bir ‘âlim-i mütebahhir ü müteferrid peydâ vü hüveydâ olmadı. Belki mu‘âdil ü mümâsili bu diyâra gelmedi. ‘Allâme-i hafıkeyn ve müftî-i sakaleyn idi. Mecmû‘-ı ‘ulûm u fünûn tab’-ı pâk-ı şâmil ve esnâf-ı kemâlâtda kemâliyle kâmil idi. Bunca ‘ulûm u fünûnun ve şürûh u müşkilât u mu‘zılâtın fikr-i mû-şikâf-ı müşkil-güşâsıyla ıslâh ve izâh idüp

* Halet Efendi 342 (H. 983)Kemâlpaşazâde Süleymân Çelebi’nin mahdûm-zâdesidir. Livâ-yı Tokat’da ze’âmete mutasarrıf iken dünyâya

* Ayrıca, British Museum OR6656 (H. 964)

Walter G. Andrews Osmanlı metin çalışmaları: geçmişe meydan okuma, geleceği tasarlama

51 53

ESK

İ TÜ

RK

ED

EB

İYA

TI Ç

ALI

ŞM

AL

AR

I X:

Esk

i me

tin

lere

ye

ni b

lam

lar:

Osm

anlı

ed

eb

iyat

ı ça

lışm

ala

rın

da

yen

i yö

ne

lim

ler

İki “edisyon” karşılaştırıldığında hemen göze çarpan sayısız ve önemli farklılıklar, bu iki edisyonun basitçe birer “varyant” olduğunu düşünmeyi imkansız kılar. Örnekte görüldüğü gibi belirgin stilistik farklılıkların ötesinde, örneğin, hatime bölümü orijinal metinde 590-600 civarı kelime varken yeni edisyonda aynı bölüm bunun üç katın-dan bile fazladır (2175 kelime civarı).18 Doç. Dr. Canım benim yaptığım gibi (benim çalışmama göndermede bulunmadan) bu durumu görmüş ve tartışmış olmasına rağmen, daha sonra bu iki yazmayı tek bir “edis-yon kritik” altında toplamanın makul ve savunulabilir bir yöntem ol-duğu biçimindeki garip ve tahlilden yoksun bir neticeye varır. Metnin bilgilendirici hikâyesini karartarak LatîfîTezkiresi’nin yazması gelene-ğini tarih dışı bir bulamaça indirgediği için bunun metin çalışmaları bağlamında kabul edilemez bir tutum olduğunu düşünüyorum. Ka-rartılan bu hikâyenin belli başlı kısımları ise şunlardır:19

• Latîfî Tezkiresi başlıca biyografik sözlüklerin ikincisi olarak Kanûnî Sultan Süleymân’ın (salt. 1520-1566) döneminde 1543 ve 1546 yılları arasında yazılmıştır ve yazarına ve sonraki okurla-rına göre biçim ve içerik açısından tezkire türünün önemli bir gelişim aşamasını temsil eder.

• II. Selîm (salt. 1566-1574) döneminde, şairlerin hayatları ve şiir ortamı hakkındaki renkli anekdotlarla zenginleştirdiği eserini süslü nesir (inşâ) ile yazan Âşık Çelebi’nin (ö. 1571) 1568-1569 ta-rihli tezkiresinin gölgesinde kalmıştır.

18 Orijinal edisyondaki kelime sayımı büyük ölçüde ama bütünüyle olmamak üzere SK-Raşid Efendi 1160 nüshasıyla uyuşan Cevdet baskısından yapılmıştır. Bkz. [Ahmet Cevdet, Latîfî:Tezkere-işu’ara (İstanbul: İkdam Matba’ası, 1314 [1896-97]), 372-374.

19 Esas olarak Latîfî’nin tabiatı ele alışına ve şiir inşasına odaklanan doktora tezimde, söz konusu yazmaların tarihselliğini dikkatli biçimde ön plana almadığımı ve bu tarihi belli bir bağlama oturtmadığımı ifade etmem gerekiyor.

gelmişler. A’nî mevlid-i mübârekleri Tokat’ta vâki’ olup neşv ü nemâları Edirne’de olmuşdur. Ekser-i nâs bundan gâfil ve gafletle câhildir. İttifâk-ı sıkat budur ki vilâyet-i Rûm’a nazîr ve ‘adîli bir câmi‘-i ‘ulûm u fünûn ve mütebahhir ve muhit zû-fünûn peydâ vü hüveyd olmadı. A’nî mu’âdil ü mümâsili vilâyet-i mezbûreye gelmedi. Ammâ serî’ü’l-akdam hezâr sâl mürûr etmek gerekdür ki anun gibi bir zât vücûda gele ve hengâm-ı tîzkâm devirler geçürmek gerekdür ki anun gibi bir şân zuhûra gele ki ana gelince mevâlî-yi Rûm’dan cem’-i fünûn etmiş mütefennin kimesne yogdı. Egerçi ahâlî-yi kirâmdan mütebahhir monlâlar çogdı. Fezâil-i selef ve mu’ârif-i halef meziyyet-i fazîletine nisbet mihr öninde Sühâ ve gül katında giyâdır. ‘Allâme-i hafıkeyn ve müftî-i sakaleyndir. Mecmû’-ı ‘ulûm u fünûna tab’-ı pâk-ı mütenavil-i şâmil ve esnâf-ı kemâlâtda kemâliyle kâmil idi. Fünûn-ı ʿaliyyenin her birinde tahrîre kâdir nevʿ-i beşerde nazîri nâdirdür. Nazar-ı dakîki ve fikr-i ʿamîki makdûr-ı insân ve da’ire-i hadd-i imkânda degüldür. Niteki vâsıflarından bir vâsıf vasfında dimişdür. Nazm

Yameleksinyaperîşekl-ibeşerdezîrâ Bukadarkesb-ifezâyilidebilmezinsân Gerçicevherbitürürmaʿden-isiyehherbâr Böylebirgevher-ipâkitmedihâsılbirkân.

Erbâb-ı ‘akl ve ashâb-ı nakl külliyetine teslîm itmesünler mi ki bunca ʿulûm u fünûnun ve şürûh u mütûnun müşkilât u muʿdilâtın fikr-i mû-şikâf-ı müşkil-güşâyile ıslâh u izâh idüp

mütebahhir monlâlar çogdı. Fezâil-i selef ve mu’ârif-i halef meziyyet-i fazîletine nisbet mihr öninde Sühâ ve gül katında giyâdır. ‘Allâme-i hafıkeyn ve müftî-i sakaleyndir. Mecmû’-ı ‘ulûm u fünûna tab’-ı pâk-ı mütenavil-i şâmil ve esnâf-ı kemâlâtda kemâliyle kâmil idi. Fünûn-ı ‘aliyyenin her birinde tahrîre kâdir nev‘-i beşerde nazîri nâdirdür. Nazar-ı dakîki ve fikr-i ‘amîki makdûr-ı insân ve da’ire-i hadd-i imkânda degüldür. Niteki vâsıflarından bir vâsıf vasfında dimişdür. Nazm

Ya meleksin ya perî şekl-i beşerde zîrâ Bu kadar kesb-i fezâyil idebilmezin sân Gerçi cevher bitürür maʿden-i siyeh her bâr Böyle bir gevher-i pâk itmedi hâsıl bir kân.

Erbâb-ı ‘akl ve ashâb-ı nakl külliyetine teslîm itmesünler mi ki bunca ʿulûm u fünûnun ve şürûh u mütûnun müşkilât u muʿdilâtın fikr-i mû-şikâf-ı müşkil-güşâyile ıslâh u izâh idüp

Walter G. Andrews Osmanlı metin çalışmaları: geçmişe meydan okuma, geleceği tasarlama

54 55

ESK

İ TÜ

RK

ED

EB

İYA

TI Ç

ALI

ŞM

AL

AR

I X:

Esk

i me

tin

lere

ye

ni b

lam

lar:

Osm

anlı

ed

eb

iyat

ı ça

lışm

ala

rın

da

yen

i yö

ne

lim

ler

• Kitapsever sultan III. Murâd’ın (salt. 1574-1595) tahta çıkışının hemen akabinde, eklenen anekdotlar, şiir üzerine önemli ve ge-nişletilmiş bir yorum kısmı ve öncekine nazaran daha süslü bir inşa ile ön taslak ve son versiyon biçimleri güzel bir “takdim cil-di” içerisinde 1574 ve 1575 yıllarında yeniden yazılmıştır.

Arap harfleriyle basılan Ahmet Cevdet (ö. 1895) edisyonu orijinal metne daha yakın olsa da, çoğu tamamlanmış metne basımdan sonra eklenmiş olmak üzere, sonraki yazımın bir versiyonundan alınmış gibi gözüken bazı ek kısımlar içerir.20 Cevdet hangi yaz-mayı kaynak olarak aldığını belirtmediği için daha kapsamlı bir çalışma yapmadan şu anda metninin kaynaklarını saptamak ve metnin içeriğini metin çalışmaları perspektifinden değerlendir-mek mümkün gözükmüyor.21

Daha önce sözünü ettiğim bir noktayı açıklığa kavuşturmak-ta fayda var: Doç. Dr. Canım’ın Latîfî edisyonu (ve Prof. Dr. Küçük’ün Bâkî edisyonu) ile ilgili bu saptamalar, editörlerin yetkinliği üzerine bir yargı içermiyor. Her ikisinin de Osmanlıca metinler konusunda benden kat kat daha yetkin olduklarından eminim.22 Demekistediğimşey, bu sorunlarındoğrudanOsmanlı çalışmaları sahasında edisyon kritik-lerinyaratımındasorgusuzsualsizuygulanankabuledilmişyöntemdeki te-

20 Sonradan ekleme, yaprağın kenarlarına yapıştırıcı sürüp bunu sayfaların arasına yapıştırarak daha önce basılmış bir formaya bir sayfa veya sayfalar eklemektir. Bunun bir Latîfî Tezkiresi‘nin Cevdet edisyonunda Şeyhî maddesinde, 216 ve 217. sayfalar arasında görülebilir.

21 Bkz. Canım, a.g.e., 68. Editör burada matbu edisyondan (Cevdet) bahseder ve bu metnin kaynak metni olarak bir yazmayı öne çıkarır ama “ilaveleri” dikkate almaz.

22 Aslında Canım’ın transkripsiyonu 1574-1575 tarihli metnin yeterli bir sunumu gibi gözüküyor. “Orijinal” metne daha yakın bir temsil için Mustafa İsen’in tezkireyi sadeleştirdiği çalışmasına bakılabilir. Bkz. LatîfîTezkîresi, haz. Mustafa İsen (Ankara: Kültür Bakanlığı, 1990).

mel (ayrıca,banagörevahim)kusurlardankaynaklandığı.Geniş manada, hata edisyona soyunanlarda değil, sürecin kendisinde. Mesela, hem “orijinal” metni müellifinin kaleminden çıktığı haliyle yeniden yarat-maya çalıştığını söyleyip hem de müellifin ilk versiyonundan yalnızca otuz yıl kadar sonra ortaya çıkan büyük ölçüde değiştirilmiş bir metni “kaynak metin” olarak alarak Dr. Canım, birbiriyle bağdaşmaz şu me-todolojik gereklilikleri yerine getirmeye girişiyor:

• Araştırmacının bir yandan (en eski yazmalardan hareketle) tek ve tarih dışı ideal bir metnin varlığına inanması zorunluluğu,

• bir yandan da (esaslı revizyonları içeren metinler de dahil olmak üzere daha sonraki versiyonları temel alan) mümkün olduğu ka-dar çok bilgiyi içeren bir edisyonu hedeflemesi.

Transkripsiyonda Nuruosmaniye yazmasını temel almak dahi temelde hatalı bir karardır çünkü bu yazma belli ki ertesi yıl aynı müstensih tarafından tam olarak aynı formatta yazılan son versiyo-nun (Halet Efendi 342) bitmemiş bir taslağıdır. Transkripsiyonda bu yazmayı kullanma tasarrufu ile ilgili en makul açıklama, olsa olsa, editörün seçimini “en eski” yazmasını kullanma prensibine şartsız bağlılıkla yapmasıdır.23

Kendi içinde çelişkili bu yöntem, tamı tamına aynı olmak üze-re, Dîvânı’nın herhangi bir yazmasında bulunandan 35 ila 178 arasında değişen sayıda fazla şiiri içeren Bâkî “edisyon”unda da söz konusu-dur. Her iki örnek de kimi bakımlardan abes çalışmalardır ve sahada

23 Nuruosmaniye yazma nüshasında düzeltmeler, üstü çizili ifadeler bulunur ve derkenârda şairlerin isimlerinin yer aldığı halkaların bazıları doldurulmuştur. Halet Efendi’nin daha “bitmiş” metni (1575) ile karşılaştırıldığında bütün bunlar, Nuruosmaniye nüshasının bir taslak metin olduğunun en sağlam kanıtlarıdır. Yine de, “bitmiş” metnin (1575) “taslak” metinde olmayan müstensih hataları içerdiğini ve bunun editörün kararını etkilemiş olabileceğini belirtmek gerekiyor.

Walter G. Andrews Osmanlı metin çalışmaları: geçmişe meydan okuma, geleceği tasarlama

56 57

ESK

İ TÜ

RK

ED

EB

İYA

TI Ç

ALI

ŞM

AL

AR

I X:

Esk

i me

tin

lere

ye

ni b

lam

lar:

Osm

anlı

ed

eb

iyat

ı ça

lışm

ala

rın

da

yen

i yö

ne

lim

ler

standart, kabul edilebilir çalışmayı temsil ettiklerini hesaba katarsak, Osmanlı edebiyatı üzerine çalışan akademisyenler olarak çalışmala-rımızda kullandığımız temel metin yayınlarının güvenilirliklerini de tartışmaya açarlar.

Daha önce de işaret ettiğim gibi erken dönem editörlerin ve metin-leri Latin harflerine çevirenlerin yaptıkları şeyi neden öyle yaptıkları ile ilgili makul nedenleri vardı. Oysa bugün bizim bu mazeretlere sığınmaya hakkımız yok. Eskinin uzmanları yaptıkları şeyi bu şekilde yapmaya zor-lanmışlardı ama bizim bu işi aynı şekilde yapmaya devam etmek için böy-lesi bir mazeretimiz yok. Yazma tarihinin temel unsurlarını korumamızı sağlayacak bir programı başlatıp temel metinlerin daha güvenilir edis-yonlarını üretmemizden bizi alıkoyacak herhangi bir mazeretimiz yok. Metin edisyonu yöntemini bir din gibi kabul ederek metin editörlerini bu dinin peygamberleri olarak görmenin mazereti de yok.

Diğer büyük edebî geleneklerin metinlerine yaklaşımda kulla-nılan yöntemlerle bağdaşmayan bir metodolojiye yapışıp kalmanın arkasında yatan neden olarak görebildiğim tek şey, olsa olsa, Osmanlı edebiyatının aslında başka yerlerdeki diğer önemli metinlere layık gö-rülen çabalara değmeyecek bir edebiyat olduğuna inanıyor olmamız olabilir. Osmanlı edebî geleneğinin daha iyisini hak ettiği inancıyla bu geleneğin temel kaynak malzemelerini üretmekte savunulabilir bir yöntem geliştirmek için çaba sarf etme zahmetine girmediğimiz sürece maalesef bu durum değişmeyecek.

Osmanlıca metinlerin edisyonunda yeni bir yaklaşım için bir ze-min oluşturacağını düşündüğüm birkaç prensipten söz ederek bitir-mek istiyorum:

• Bir metnin yazmalarının sayısını bir sorun olarak görmekten vazgeçmeli ve bunu metin tarihini keşfetmekte sağlam bir me-todoloji geliştirmek için harikulade bir kaynak olarak görmeye

başlamalıyız. Böylesi bir metodolojinin hedeflerinden bazıları şunlar olmalıdır:

• Adı tespit edilen müstensih ve ya hattatların yazım tarzları ve yazı örneklerinin mukayeseli tarihsel bir kataloğunu oluş-turmak ve yazmalar ile yazma tarihi arasındaki ilişkiyi anlama-mızda bize yardım edecek dijital el yazısı analizi teknolojilerinin kullanımını araştırmak.24

• Osmanlıca yazmaların tasnifleri [silsile analizleri] için gerek-li bulguları geliştirmekte yardımı dokunacak veri tabanlarını ve teknolojileri oluşturmak.

• Önde gelen şair ve yazarların eserlerinin var olan bütün yazma nüshalarının dijital kopyalarının toplanması ve bu yazmaların mukayeselerinde ve harmanlanmasında dijital yöntem ve araçların kullanılması.

• Önde gelen metinler üzerine yapılacak büyük projelerde işbirliği içerisinde çalışmak (transkribemetin edisyonu çalışması,kahince sezgilere dayandırılamayacak veya yüksek lisans ve doktoraöğrencilerininakademiyegirişyadaprofesörlüğebaşlamaritüeliolarakgörülemeyecekkadarönemlidir).

• Türkiye’yi yazması ve metin çalışmaları sahasında küresel anlamda lider ülke yapmak.

24 Örneğin, Osmanlı Metin Arşiv Projesi kapsamında çalışan Bilkent Üniversitesi’nden bir grup bilgisayar mühendisi ve Mehmet Kalpaklı’nın konuyla ilgili bir makalesi için bkz. Ethem Fatih Can, Pınar Duygulu, Mehmet Kalpaklı, “Automatic categorization of Ottoman poems,” Glottotheory 4, no 2 (2013): 40-57. (http://www.cs.bilkent.edu.tr/~canf/publications/ottomanGlotto062312b [Erişim 19 Eylül 2014]). Konuyla ilgili bir diğer makale için bkz. Ethem Fatih Can, Pınar Duygulu, “A line-based representation to match the words in historical manuscripts,” Pattern Recognition Letters 32, no 8 (June 2011): 1081-1222. (http://yoksis.bilkent.edu.tr/pdf/files/10.1016-j.patrec.2011.02.013.pdf [Erişim 19 Eylül 2014]).

Walter G. Andrews Osmanlı metin çalışmaları: geçmişe meydan okuma, geleceği tasarlama

58 59

ESK

İ TÜ

RK

ED

EB

İYA

TI Ç

ALI

ŞM

AL

AR

I X:

Esk

i me

tin

lere

ye

ni b

lam

lar:

Osm

anlı

ed

eb

iyat

ı ça

lışm

ala

rın

da

yen

i yö

ne

lim

ler

• Metin edisyonu ve transkripsiyonunun arkasındaki teoriyi ye-niden ele almalı ve hedeflerimizi yazma tarihini ve edisyonları-mızdaki malzemenin göreceli güvenilirliğini yansıtacak şekilde tebdil etmeliyiz.

• Bir dîvânın yazmaları külliyatındaki çekirdek şiirleri ve bu dîvâ-nın yazma geleneğinde daha sonra eklenen diğer şiirleri tarih ve yaygınlığına göre başka bir bölüm altında vererek ve ziyade-siyle güvenilmez kaynaklardan (mecmûalar v.s.) gelen şiirleri en sonda toplayarak, edite ve transkribe edilmiş bir metnin kabul gören biçim ve organizasyonunu bir yazmanın idealize edilmiş replikası olmaktan çıkarabiliriz.

• Bir şiirin (veya bir tezkire maddesinin) özgünlük derecesini ta-yin için dijital veri koleksiyonunu ve tahrif yöntemlerini araştı-rabiliriz.

• Latin harflerinin yanında Osmanlıca alfabeyi de transkripsiyon-da kullanabiliriz, hatta kullanmalıyız.

• Orijinal yazmalara referansları, bu yazmaların hem Osmanlıca hem Latin harfleriyle transkripsiyonunu ve metinlerin dijital indekslerini, bağlamlı dizinlerini ve analizlerini bir arada veren çok boyutlu [üstmetinsel] internet temelli metinler üretebiliriz.

• Her şeyi transkribe edebiliriz/etmeliyiz ve çok önemli verileri ıskartaya çıkarmaktan vazgeçmeliyiz.

• Yine, editoryal kararların alınmasında tam olarak hangi veri-lerin kullanıldığı ve bu verilerin nasıl elde edildiği başta olmak üzere, metodolojik şeffaflık konusunda ısrarcı olabiliriz.

Bugün başlangıç olarak ihtiyacımız olan tek şey, önde gelen bir şair üzerine akademisyen ve teknoloji uzmanlarından oluşan bir ta-kım (hatta belki uluslararası bir takım) tarafından (başka bir “süper

editör” tarafından değil!), devlet veya kimi özel kurumlarca destekle-nen bir ana proje. Muhtemelen bu bir fantezi olsa da bunun önündeki engeller maddi değil, bütünüyle kişisel ve kurumsaldır. Genel kabul gören standartlara uyan, makul, bilimsel ve modern bir örnek pro-jeye Osmanlı edebiyatının ihtiyacı var. Şahsen, Osmanlı edebiyatının bu çeşit bir ciddi ilgiyi sonuna kadar hak ettiğine inanıyorum. Tür-kiye’nin metin ve yazmaları çalışmalarına yönelik gelişmelerde ken-disini dünya lideri yapacak akademik ve teknolojik kaynaklara sahip olduğuna da inancım tam. Miadını çoktan doldurmuş ve yetersiz me-todolojik eleştiriden yoksun ve kölece bağlılık eğer bunun gerçekleş-mesinin önünde engel olmaya devam ederse gerçekten yazık olacak