32
ehâd 2014 Ramazan 1 Allah Ekmek Özgürlük RAMAZAN 2014 SAYI: 3 RAMAZAN 2014 SAYI: 3

Ehad Dergi Ramazan

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: Ehad Dergi Ramazan

ehâd 2014 Ramazan

1Allah Ekmek Özgürlük

RAMAZAN 2014SAYI: 3

RAMAZAN 2014SAYI: 3

Page 2: Ehad Dergi Ramazan

EHÂD

(Ezilen Halkların Antikapitalist Duruşu)

“Bağışlayan ve Esirgeyen Allah’ın AdıylaDe ki Allah EHAD’DIR ( Birdir, Tektir )Allah, SAMED’DİR ( Bölünmez bir bütündür,Öncesiz ve Sonrasız, Bütün Evrenin Asıl Sebebidir. )Ne doğurmuştur O, ne doğurulmuştur!ve hiçbir şey O’na denk tutulamaz.”İhlas Sûresi 1-4

YERYÜZÜ SOFRALARI EZİLENLERİN SOFRASIDIR

Yeryüzü sofraları kadim bir gelenektir. Yeryüzü eşitliği, kardeşliği, ortak paylaşımı, bereketi, farklılıklar içinde dostça yaşamayı simgeler.

İlk topluluklardan itibaren insanlar yeryüzünü imar etme yoluna gitmişler, çeşitli yapılar ortaya koymuşlar-dır. Bu yapıları ortaya koyarken, yeryüzünün mülkünü elinde bulunduranlar, başka insanları kendi menfaat-leri uğruna çalıştırmışlar ve onların emekleri üzerine sahiplik oluşturmuşlardır. Kur’an da yeryüzünü çıkarla-rı için gasp eden egemenlerin nasıl helak olduklarına dair birçok anlatım vardır:

için

dek

iler

Esirgeyen, Bağışlayan Allah’ın Adıyla

Mizanpaj, Emek, Dağıtım : Üniversiteli Antikapitalist Müslümanlar Bedeli: Antikapitalist Müslümanlar tarafından karşılanmıştır.- Hiçbir telif hakkı yoktur, sınırsızca kopyası alınabilir. - 2000 Adet olarak 1000 TL’ye mâl edilmiştir.

İletişim: [email protected] Adres: Millet Cad. Selçuk Sultan Cami Sk. Anıl Han No: 2/6

Haseki / İstanbul Yaz, 2014

Adana 0537 823 48 31Ankara 0543 463 4122 Bankacı Sok.Vechiye Aybars Apt. No:2/7 (Kocatepe Camii Karşısı) Antalya 0555 500 83 99Bolu 0543 697 9139Bursa 0507 060 6282İstanbul 0212 523 5405 0532 605 7752İzmir 0507 832 0875 0538 609 9133Kayseri 0553 978 8896Kocaeli 0553 543 5808Sakarya 0538 026 4886 Semerciler Mh. Çark Cd. No: 42 Uyar Apt. Kat 4Samsun 0531 911 15 82Yalova 0507 623 9664

2 Yeryüzüne Barış Sofraları

4 1 Mayıs’ın Ardından

6 Endüstriyel Futbolun Seyri ve Son Hamlesi: E-Bilet8 Taşeron Sistemi

10 Bir Bilal uğruna Ya Rab!

12 Memleketten Haberler

14 Dünyadan Haberler

16 Bir Adam Yaratmak

18 Enerji Krizi ve Hes’ler

20 Dinden Para Kazanmak Üzerine

22 Işid El-Kaide Gibi Örgütlerin İnanç Kökenleri

24 Gezi Direnişi İlk Cuma Hutbesi

26 Semboller ve Alegori Üzerine Cuma Hutbesi28 İyi Dersler Arkadaşlar! Ali Ata Bak

30 Şeytanın Hilesi

Page 3: Ehad Dergi Ramazan

ehâd 2014 Ramazan

3Allah Ekmek Özgürlük

Yeryüzünde gezip dolaşmıyorlar mı? Böylece kendi-lerinden öncekilerin nasıl bir sona uğradıklarını gör-sünler. Onlar, güç bakımından kendilerinden daha üstün idiler, toprağı alt-üst etmişler (ekmişler, ma-denler, sular arayıp çıkarmışlar) ve onu, kendilerinin imar ettiğinden daha çok imar etmişlerdi. Elçileri de, onlara açık delillerle gelmişti. Demek ki Allah onlara zulmetmiyordu, ancak onlar kendi nefislerine zul-mediyorlardı. (Rum Suresi, 9)

Kur’an’da helak edilen kavimler anlatıldığında, bu yö-netimlerin helak edilişleri çoğu zaman Allah’a iman edip-etmeme meselesinden kaynaklandığı düşünülür. Oysa yukarıdaki ayette ve daha birçok ayette belirtil-mek istenen şey, yeryüzünde gücü elinde bulundu-ranların istedikleri gibi yeryüzünü imar etmeleri ve kendilerinden güçsüz olanları sömürmeleridir. Bun-dan dolayı birçok kavim helak edilmiş, yani devrimsel mücadele ile ters yüz edilmiştir.

Devrimci mücadele olduğunun göstergeleri de Kur’an’daki anlatımlarda açığa çıkmaktadır. Bunun için demir örneği verilebilir:

William McNeil “Dünya Tarihi” adlı yapıtında İ.Ö. 1200 yıllarından itibaren demirin etkilerinden bahsederken şöyle der: “Demir araçlar ve demir silâhlar, zenginle yoksul arasındaki farkın belirginliğini azaltarak savaşı ve toplumu demokratikleştirdi. ( sayfa 104)

Çünkü demirden önce tunç metalurjisi bilgisi vardı ve tunç o dönemlerde az bulunduğundan sadece ege-menlerin bilgisi dâhilindeydi. Bundan ötürü istedikleri gibi savaş arabaları yaparak geniş kesimler üzerinde kolaylıkla otorite kurup, sömürebiliyorlardı. Demirin keşfi ile birlikte, toprağa bağımlı köylüler de demirden istifade ederek savaşabilecek araçları oluşturmaya ve böylece eşitlikçi toplumun yolunu açmaya başlamış-lardır. Kur’an demir hakkında şöyle der: “Muhakkak

Biz, elçilerimizi, açık delillerle gönderdik ve insan-ların adaleti yerine getirmeleri için, beraberlerinde kitap ve ölçüyü indirdik. Biz, demiri de indirdik ki, onda şiddetli güç ve insanlar için menfaatler vardır. Bu, Allah’ın, dinine ve elçilerine gaybi olarak yardım edenleri belirlemesi içindir. Muhakkak Allah, Kavi’dir (kuvvetlidir), Aziz’dir (üstün-şereflidir).” (Hadid 25)

McNeil’in bahsettiği eşitlikçi toplumla Kur’an’ın de-mir ile adalet arasında kurduğu ilişki paralellik arz et-mektedir. Kur’an, Hz. Davut peygambere demir ilmini öğrettiğinden dem vurur. Hz. Davut’la birlikte Hz. Sü-leyman da ezilenlerin iktidarını temsil eden peygam-berler olarak tarihteki yerlerini almışlardır.

Ezilenlerin devrimci mücadelesi bütün peygamberler-de karşılığını bulmuştur. Yeryüzü sofralarının belki de en önemli taşıyıcısı Hz. İbrahim’dir. Kur’an’da hanif ola-rak belirtilen Hz. İbrahim, Babil imparatorluğu döne-minde, Babil kulesine karşı Kabe’yi oğlu İsmail’le inşa etmiştir. Babil kulesi dönemin krallığının güç, servet ve kültürünü temsil ediyordu. Halkın emekleri, halktan izole edilmiş bir kule içerisinde heba ediliyordu.Bunun üzerine Hz. İbrahim, Kabe’yi yatay bir şekilde inşa etti. Kabe’de yatay mimarisi ile tevazuu, dört ta-rafının da açık olması sebebiyle sınıfsız ve sınırsız bir dünya tasavvurunu-şeffaflığı, çevresinde tavaf edil-mesiyle hiyerarşiyi değil, eşit toplum yapısını temsil ediyordu.Bir yanda egemenleri temsil eden Babil kulesi diğer yanda ezilenlerin medeniyet tasavvurunu yansıtan Kabe…

Yeryüzü Sofrası Çoğulcudur

Hz.İbrahim Kabe’nin bu ezilenlerden yana temsiliye-tini hem mücadelesinde hem de bireysel hayatında taşımıştır. Hz. İbrahim, halk dilinde de sofra kültürü ile anılır. Babil kulesinin haramzade sofrasına karşı, yer-yüzüne serdiği ve herkesin davet edildiği Halil İbrahim sofrası halkların eşitliğini temsil etmektedir. Anlatılar-da çokça geçen, Allah’a inanmayanların da sofrada yerini aldıkları bilinir. Sofra bu yönüyle de çoğulcudur.

Bir barış yurdu temsiliyeti olan yeryüzü sofrası rama-zanla birlikte Taksim’de de kuruldu. Kapitalist sistemi resmeden AVM’lere, 5 yıldızlı otellere tepki olarak yer-yüzü sofraları İstiklal Caddesi’ne taşınmış oldu. Babil kulesinden bu yana egemenlerin anlayışında bir deği-şiklik yok. Oysa ki “O, (arzı yarattıktan sonra) üzerine (kuleler gibi) sarsılmaz dağlar yerleştirdi, ona (sayı-sız) nimetler bağışladı ve oradaki geçim araçlarını onları arayanlar arasında eşit şekilde paylaştırdı; (ve

Page 4: Ehad Dergi Ramazan

ehâd 2014 ramazan

4 Allah Ekmek Özgürlük

Allah mülkün sahibi olarak, yeryüzünün nasıl konum-lanması gerektiğini de gösteriyor. “ihtiyacı oranında –eşitçe”… Bir Müslüman’ın yapması gereken şey, yer-yüzünü Allah’ın muradına uygun bir düzen içerisinde işlemesi için mücadele etmektir. Bu yeryüzünün işgali bazen kendini Müslüman olarak tanımlayan kapitalist egemenler eliyle de olabilir. Bize düşen zulüm ve sö-mürü kimden gelirse gelsin karşı koymaktır. Bu karşı koyuşta farklı inanıştan, görüşten insanlarla birliktelik aynı haksızlığa karşı farklı yerlerden taşıdığımız bakış açılarının buluşmasıdır.

Bu buluşma; egemenlerin kamplaştırıcı siyasetlerin-den ötürü bir araya gelemeyen insanların birbirlerini tanımalarına vesile olmuş ve yeni bir toplum mode-linin oluşmasına da öncülük etmiştir. 3 haftalık Gezi Parkı sürecinde yaşananlar zaten yeryüzü sofrasının bir diğer hâlidir. Paranın geçmediği, kimsenin statü-sünün para etmediği bir ortam Kur’an’ın cennet ta-savvuruna da çok yakındır. Ramazanın ilk günü de bu kardeşlik ortamını yad etmek ve bir kez daha bütün-leşmek için Antikapitalist Müslümanlar olarak yeryü-zü sofraları fikrini ortaya attık. Bu fikir çok kısa sürede halkların nazarında karşılık buldu ve yeryüzü sofrası kolektif bir çabanın ürünü olarak upuzun bir sofra hâline geldi.

Bu sofra oruç tutanı-tutmayanı, inananı-inanmaya-nı, kadını-erkeği, başörtülüsü- açığı, bütün dillerden, mezheplerden halkları içinde barındırarak, dayanış-ma, paylaşım ve eşitlik için binlerce insanın bir araya gelebileceğini egemenlere göstermiştir. Bunu ege-menler fark etmiş olacaklar ki, İstiklal’in bitiminde TOMA’yı sofranın önüne çekerek, Gezi Parkı’na kadar uzanacak olan bir yeryüzü sofrasının da önüne geç-meye çalışmışlardır.

İktidarların din anlayışı ile ezilenlerin din anlayışı fark-lıdır. Bir yandan sponsorlarla kurulan belediye çadırı, diğer yandan halkın kendi rızkını paylaştığı yeryüzü sofrası ve diğer taraftan lüks otel iftarları… Böylelikle Türkiye’deki inanç gruplarına ve bütün halklara ezen-ezilen çelişkisinin fotoğrafını bir kez de kadim değer-lerimiz çekmiş oluyor.

Din, bilim, sanat, demokrasi, insan hakları… değer olarak gördüğümüz her ne varsa; gücü ve serveti elin-de bulunduranların tekelinde sömürü, çıkar ve zulme, mülkün ve otoritenin Allah’a ait olduğunu yani Fussi-let 10. ayete göre düşünen ve hareket eden ezilenle-rin mücadelesinde ise eşitliğe, özgürlüğe ve kardeşli-ğe dönüşür.

1 Mayıs’ın Ardından

Bismillahirrahmanirrahim.

Ülke olarak oldukça yoğun gündemler ortasında yaşa-dığımız bir zamanın içinden geçiriyoruz. Antikapitalist Müslümanlar 2012 1 Mayıs’ından bu yana ezilenlerin kapitalizme karşı verdiği emek, adalet, özgürlük, müca-delesinde yerini almıştır.

Taşeron sistemine ve mülk-iktidar ilişkisine karşı itikadi bir duruş sergilemiş,adaletin ,özgürlüğün ve hakkın mü-dafaa edilmesine, gücü oranında 7/24 emek vermeye çalışmıştır. Kuzu Deri, Şişe Cam, Hey Tekstil, Kazova, Ba-hariye Halı, Greif, Alışveriş merkezi işçileri,inşaat İşçileri, Maden işçileri gibi pek çok direniş ve eylemlere katıla-rak birlik ve dayanışma, yardımlaşma ve kardeşleşmeyi sağlamaya katkı sunmuştur. Ayrıca AKP iktidarının tüm emekçi, yoksul, ezilen halklarımıza, Kürt, Alevi, Çerkez, Arap , tüm inançlardan ve milliyetlerden halklarımıza yaptığı haksızlık ,saldırı ve ayrımcılığa karşı çıkmıştır. Vah-yin ve Hakk’ın gücünden korkan AKP, 2013 1 Mayıs’ında Galata Köprüsü’nü kaldırarak Antikapitalist Müslüman-lara saldırmıştır. Kortejimiz direnerek köprüye ulaşmış Rabb’imizin ayetlerini, kaldırılan köprüyü bayrak direği gibi kullanarak en yükseğe asmıştır.Hareketimiz o gün, yaklaşık 1 yıl sonra başlayacak Cemaat – AKP çekişme-sini polise hitaben de olsa ‘’Sizin Rabb’iniz kim cemaat mi başbakan mı?’’ diyerek sormuş ve daha sonraki mülk makam kavgalarındaki çirkefliklerden uzak ara sıyrılmış, duruşundaki netliğini ortaya koymuştur.1 mayıs çağrı-larının temeline tevhidi, kardeşliği, dayanışmayı, zulme ortak duruşu koymuştur.

Her eylemimiz gezi, yeryüzü sofraları ,kandiller ve tüm kadim değerlerimiz kapitalizme karşı mevzi savaşı verile-rek halkların ortak mücadelesine katkı sağlamıştır.Hare-ketimiz egemen sınıfların seçim oyununa yüzvermemiş, ezilen halkın haklı mücadelesinin seçim sandığına gö-mülmesine izin vermemiştir.Kapitalizmin ilk basamağına da son basamağına da hayır demiştir. Emperyalizmin

Page 5: Ehad Dergi Ramazan

ehâd 2014 Ramazan

5Allah Ekmek Özgürlük

min Ortadoğu’daki işgal, mezhep savaşları, askeri dar-belerine karşı mazlum ortadoğu halklarının yanında yer alıp, halklar arasında barış ve ortaklığı savunmuştur. Ege-menler ise yeni bir günah keçisi bulup ,paralel devlet, faiz lobisi ,geziciler vs nakaratlarını tekrarlayıp durmuşlardır. Allah’a ait mülk ve otorite bir avuç harami, hırsız tara-fından gasbedilmiştir. Doğal yaşam alanlarımız, orman-larımız; köprü, hes, avm, rezidans adı altında talan edilip katledilmiştir. Direnen gariban halklarımız, baskı zulüm ve silahlı silahsız katliamlarla karşılaşmıştır. Her gün iş ka-zalarında 3 emekçi kardeşimiz hayatını kaybetmektedir.

Hareketimiz eyyamcı, fraksiyoncu olmayıp tevhidi bir is-tikamette olduğu için kişiler üzerinden değil, değer ve ilkeler üzerinden mücadele verip ezilenlerden yana or-tak bir bilincin açığa çıkması için çalışmıştır. Hareketimiz ve eylemlerimizle hiç bir ilgileri olmadıkları halde emek hırsızı; kitap çıkarma, televizyon programı yapma, ün ve para sevdalısı; popülist, megaloman tipler eylemle-rimiz üzerinden rant elde etmeye çalışmışlar, fakat iyot gibi açığa düşmüşlerdir. İşte tüm bu yaşananlarla birlikte 2014 1 Mayıs’ına gelinmiştir.

2014 1 Mayıs’ının farkı farklı müslüman grupların da yü-rüyüş ve eylemlere katılımıydı. Amacımız iş kazalarında kaybettiğimiz emekçi kardeşlerimiz için gıyâbî cenaze namazı kılıp alanlara,o gecenin de kandil gecesi olması hasebiyle akşam da Eminönü Camii önünde halkımızla birlikte iftarımızı yapıp kandilleşmekti.Fatih Cami’nde gıyâbî cenae namazını kıldıktan sonra yürüyüşe geçtik ve Saraçhane’de diğer gruplarla bir araya geldik. Egemen sı

nıf artık yalnızca Taksim’e çıkan yolları değil,Fatih Cami’ne ve Saraçhane’ye çıkan tüm yollardan müslümanlara karşı hazırlık yapma gereği duymuştu. Geçen yıldan ders çı-karmıştı. Her zaman olduğu gibi bu yıl da polis güçleri karşımızda ne yapacaklarını bilmez haldeydiler. Karşıla-rında Müslüman bir grup vardı ve onları hakka, adalete, Allah’a davet edip ‘’Bize katılın, önümüzü açın!’’ diyor-lardı. Polis dağılın anonsları yaparken ,bir grup arkada-şımız Saraçhane’deki su kemerlerinden Arapça ve Türkçe ‘’Mülk Allahındır’’ yazılı ayeti sallandırıp mührü vuruyor-du. İman, bilinç ve adalet asla elimizden düşmüyordu,üç kez gaz bombalarıyla, joplarla saldırdılar,her kardeşimiz dimdik duruyor, direniyor, boyun eğmiyordu.Polis gözaltı yapmaya başladı. 10 arkadaşımızı gözaltına aldılar, arka-daşlarımızın çoğu da diğer arkadaşlarını savunurken göz altına alındı. Arkadaşlarımız gözaltına alındıktan sonra-da direniş bitmiyordu. Arkadaşlarımız direnerek camide toplanmaya başlayınca polis bu kez cami içindekilere saldırıyordu.Arkadaşlarımız burada polise geri adım at-tırıp gözaltına alınmama ve alınan arkadaşlarımızın bira-kılması şartıyla camiyi boşaltıyordu.Fakat polis yukardan gelen emirle sözünden cayıyor ve gözaltındaki arkadaş-larımızı bırakmıyordu. Gözaltına alınan arkadaşlarımız ifade vermiyor ve tüm direnişlere katılıyordu. Gözaltında da iradeyi elden bırakmıyor,hem polis hem diğer 1 mayıs eylemlerinde gözaltına alınan diğer gruplardan direniş-çiler üzerinde olumlu etkiler bırakıyordu. Koğuşun diğer ucundaki kadın devrimciler direnişimizi ALLAH EKMEK ÖZGÜRLÜK sloganıyla selamlıyordu.

‘’İnsan için emeğinden gayrısı yoktur’ (Necm/39) Yeni-den yollara düşme vakti. Camilere ,cem evlerine,iş yer-lerine, okullara, sokaklara çıkma, halkımızla bütünleşme zamanı. Mülk ve otorite yalnızca Allah’ın oluncaya dek, tüm inanç ve milliyetlerden ezilen halklarımızın ortak ik-tidarına dek,sınıfsız ve sınırsız cennet yurdu Darüsselam’a varıncaya dek ‘’Biz istiyoruz ki ezilenleri yeryüzüne ön-derler kılalım.’’(Kasas/5)

Page 6: Ehad Dergi Ramazan

ehâd 2014 ramazan

6 Allah Ekmek Özgürlük

Futbolun ilk olarak Çin de MO. III. Binyılın başlarında oy-nanmaya başladığı ifade edilir. Günümüz futboluna çok benzediği iddia edilen bu “ayakoyunu” oradan orta asya türklerine ulaşmıştır. Kaşgarlı Mahmat’un divanı lügatit –türkün de “tepuk” adı verilen bu oyunu ms. 11. Yüzyılda genelde çocuklar oynarmış.

Uzak doğu ve orta asya kültürlerinin sosyolojik , dinsel, kültürel kodlarıyla uyumlu bir yapısı olan futbolun günü-müz anlamdaki karşılığının modern Avrupa da biçimlen-diğini görüyoruz. Herşeyin olduğu gibi futbolun da beşi-ği olarak görülen İngiltere’de ilk modern futbol algısının açığa çıktığını söyleyebiliriz.

Köylülerin geniş arazilerde eğlence amaçlı oynadıkları oyun, bir dönem çitlemenin getirdiği özel mülkiyetle birlikte Kralın yasaklarıyla son buldu. Sanayi devrimiyle birlikte sanat, edebiyat, eğitim gibi alanlarda yükselen burjuva sınıfının hakimiyetiyle futbol zengin kolej çocuk-larının eğlencesi olarak boy göstermeye başladı.

işçi sınıfının ortaya çıkışı ve mücadelelerle elde edilen ka-zanımlar Özellikle çalışma saatleri konusunda kazanılan haklar geniş halk kesiminde futbolun yeniden temerküz etmesine yol açıtı. Oyun kurallarının basitliğinden ötürü herkes tarafından anlaşılabilir bir statüye kavuşan futbol bu yönüyle sadece oynanan değil seyredilen de bir gör-sel eğlenceye dönüştü.

Tabi ki bu ilgi egemenler tarafından futbolun kurumsal bir çatı altında kontrol edilmesine yol açtı. Böylelikle ilk defa 1863 te Britinya futbol federasyonu (FA) kuruldu. Her zaman olduğu gibi halkların kendi ürettiği değerler egemenler eliyle manipüle ediliyordu.

Görselliğin getirdiği cazibe profesyonelliği de beraberin-de getirdi. Futbol, oynayan ve izleyen tarafından icra edi-len bir spor olmaktan çıkarak bir meta haline dönüşmüş oldu. Futbolculara ilk profesyonel ödeme 1876 yılında yapıldı. Bu aynı zamanda futbolun seyir açısından ilginin de göstergesiydi.

Zamanla fikstür yoluyla düzenli futbol müsabakaları, stadyumlar ile izlemek için ücret ödemenin de yolla-rı döşendi ve böylece futbol oynayanın para kazandığı, izleyenin de para verdiği kapitalist düzenin çarklarına dahil edilmiş oldu. Bu süreç dernek halindeki futbol ku-lüplerinin limited şirketler yolunda ilerlemesine yol açtı ve 1920’lerde futbol büyük kalabalıkların takip ettiği bir olay halini aldı. Örneğin 1928-29 yılında futbolu tam 24 milyon izleyici takip ediyordu.

1960’lara kadar futbolculara yapılan ödemelerde bir ta-van ücreti vardı. Bu ücret futbolcuların zenginleşmesinin önünde de engeldi. O yüzden gene de 1960’lara kadar futbolun izleyici ve oyuncusuyla birbirinden çok ta uzak olmayan yaşam tarzlarının icra ettiği bir oyundu. Ama 1961’de tavan fiyatlarının kalkmasıyla birlikte futbolcu-ların yaşam tarzlarında belirgin bir farklılık oluştu 1970le-rin sonu itibariyle ticari sponsorluğun girişi futbolu ta-mamiyle bir karın ve kazancın konusu yaptı. Bu döneme kadar kulüplerinden ayrılmaları çok zor olan futbolcular “sözleşme özgürlüğü” ile kulüplerinden ayrılabilme kararı alabildiler. Bu da futbolcu pazarını güçlü bir şekilde açığa çıkardı. Futbol oyundan çok fazla uzaklaşarak endüstrinin kanatlarında yükselmesi kaçınılmaz oldu.

Günümüz de futbol endüstriyel anlamda büyük bir Pa-zar haline dönüşmüş durumda. Bu pazarı en çok rahatsız eden unsur ise taraftarlık kimliğidir. Taraftarlık özellikle italya da başgösteren ultras kültürünün yansıması ola-rak yaklaşık 40 yıldır faaliyet göstermekte; ülkemizde de Çarşı , GENÇ FENERLİLER , ULTRAASLAN gibi taraftar gruplarının da temelini oluşturmaktadır. Sistem tarafın-dan dışlanmış ,ötekileştirilmiş gençliğin sevdalısı olduk-ları takımlar üzerinden kimlik inşaasını ifade eder. Sade-ce bir takımı desteklemeyi değil ülkemizde ve dünyadaki haksızlıklara karşı da aynı zamanda politik ve toplumsal bir sivil toplumculuğu da içinde barındırır.

Bu kültürün en bariz olarak kendini ifade ettiği alan son gezi olaylarıdır. Gezi olaylarında muhalif taraftar grupları adeta isyanın öznesi haline gelmiş ve muhalifliğin öncü-sü olmuşlardır. Ultras taraftar gruplari Bundan öncesinde de Filistin olaylarından tutun da Van’daki depremzedele-re ; en temel ihtiyaçlarını karşılayamayan ilköğretim ço-cuklarına kitap, defter yardımlarına kadar birçok sosyal ve siyasal alanda da mücadele vermektedirler.

ENDÜSTRİYEL FUTBOLUN SEYRİ VE SON HAMLESİ E-BİLET

Page 7: Ehad Dergi Ramazan

ehâd 2014 Ramazan

7Allah Ekmek Özgürlük

Doğal olarak bu ultras gençliği muhalif bir duruşa sa-hiptir. Bu duruş da en çok egemen kapitalistleri rahatsız etmektedir. Küfür ve bir kaç bıçaklama olayı üzerinden terörize suç örgütüymüş gibi yansıtılmaya çalışılan top-lumsal muhalefetin en güçlü öğelerinden olan ULTRAS GENÇLİĞİ’nin sesi kısılmak istenmektedir.

E -

bilet uygulamasının amacı muhalif gençliğin taraftarlık üzerinden sistem karşıtlığının önüne geçmek; tribünleri orta sınıf eğlencesine dönüştürmektir. Tribünlere girecek olan her kişi bu uygulamayla kontrol altında tutulmak istenmektedir. Tribünlerdeki en ufak bir toplumsal mu-halefet açığa çıktığında kolaylıkla kontrol altına alınmak istenecektir. Bu da tribünlerdeki muhalifliği sona erdirmek anlamına geliyor. Sistem karşıtı gençlerin boşalttığı tri-bünler kapitalizmin tüketimine elverişli , “iyi huylu” müş-terileri tarafından doldurulacaktır.Kombine sistemi muhalif gençliğin tribünlerden tasfiyesi-nin ilk ayağını oluşturmaktaydı. Bu uygulamaya karşı ult-ras taraftar grupları bazı yaralar alsa da gene de ayakta durmaya çalıştılar ve daha politik ve eleştirel bir zemine oturdular. Bu zemin toplumsal muhalefetin de nirengi noktalarını oluşturdu. Egemenler Şimdi bu sesi tamamen ortadan kaldırmak istiyor.

Modern din olarak ta tanımlanan futbol geniş kesimleri sisteme entegre etmenin en güçlü yöntemi olarak görül-dü. Oysa görülmeyen bir nokta var ki – birçok kesim buna ancak gezi sürecinde şahit oldu- futbol sahasında gittikçe endüstrileşen futbolun tribünlerde aksi istikamette sürekli sistem karşıtı bir taraftar profilinin doğmasına da sebe-biyet vermesiydi. Futbolun sadece endüstri boyutunu görüp , geniş kitlelerin yani taraftarların futbol üzerinden kimlik insalarını ve sistem eleştirilerini görememek geniş kesimlerle buluşabilmenin de yolunu kapadı.

Burada amacımız taraftar sosyolojisine eğilerek , kimlik ile taraftarlığın kesiştiği noktaları açığa çıkarmak ve buradan sistem karşıtı taraftarlık kültürünün yeniden üretilmesine katkı sunmaktır. Tribünlerin sadece kapitalist sistemin para kazanma mekanları olarak değil aynı zamanda halkın ik-tidar alanlarını da oluşturduğunu görebilmektir. Eğer bu görüyü çok daha öncesinde açığa çıkarabilseydik gezi sü-recinde halkların isyanına öncülük eden Çarşı gibi taraftar gruplarının eylemliliklerine amansız yakalanmaz , biz as-lında futbolu afyon olarak görüyorduk diyerek bu isyanı geçiştirmiş olmazdık. Bu noktada her kesimden toplumsal muhalefet bu muhalif sese kulak vermelidir. Nasıl ki “Din afyondur” klişesi üzerinden geniş bir mütedeyyin yoksul kesim anlaşılamadıysa “futbol afyondur” retoriği de aynı şekilde muhalif gençliğin anlaşılmasındaki en önemli en-geldir. Bu aynı zamanda toplumsal muhalefet yapan grup-ların içinden çıktığı toplumun değer yargılarına ne kadar çok yabancılaştığının da göstergesidir. Bu yabancılaşma-dan kurtulmanın yolu ise toplumun mevzilerine yeniden geri dönmekten geçer. Bu anlamda camiler , cemevleri , kahveler ve tribünler halkların iktidar alanlarıdır. Bu alanlar boş bırakıldığı takdirde egemenlerin anlayışları bu alanları doldurmaktadır.

Kapitalizmle mevzi savaşı yapmak gerekir. Tribünler de en önemli mevzilerden biridir. Endüstriyel futbola ve futbol üzerinden kapitalizmin yerleşmesine karşı son kale tribün-lerdir. Antikapitalist Müslümanlar olarak hiçbir takım ayır-detmeksizin mevzileri terketmeyen ve kapitalizmle tribün-ler üzerinden mevzi savaşı veren bütün taraftar gruplarını selamlıyor ve sonuna kadar onların yanında olduğumuzu belirtmek istiyoruz.

Tribünler halkların dayanışma, birlik, örgütlenme ve iktidar alanlarıdır…

Page 8: Ehad Dergi Ramazan

ehâd 2014 ramazan

8 Allah Ekmek Özgürlük

Taşeron Sistemi

Taşeronluk denilen çalışma sisteminin neresinden tut-sanız elinizde kalır. Soma katliamı ile bu durum iyice ayyuka çıkmış durumda. Ancak hükümetin taşeronluk sisteminin kaldırmak şöyle dursun iyice yaygınlaştır-maya dönük bir takım yasal düzenlemeler yaptığı da malumumuz. Taşeronluk meselesini birkaç sloganın ötesinde ele alabilmek, bu konuda etkili bir muhale-feti örgütleyebilmek açısından da önemli. Bundan do-layı nedir bu taşeronluk şöyle bir bakmakta fayda var.

Esasında iş kanunundaki adı ile taşeronluk, üst yani asıl işverenin işlerinin bir kısmını alt işverene yaptırma-sıdır. Oldukça eski bir çalışma rejimi olan bu yöntem daha önceleri inşaat sektöründe sıklıkla görülmek-teydi. Türkiye’de de 1930 yıllardan beri iş kanunun-da başkaları aracılığı ile iş gördürme yöntemleri ile karşılaşılmakta. Ancak dünya ölçeğinde gerek üretim gerekse sermayenin dolaşım ve birikim rejiminin de-ğişmesi ile çalışma rejimlerinde de büyük değişiklikler ortaya çıkmaya başladı. 1970’li yıllardan önce hakim üretim yöntemi olan fordist üretim modelinden post-fordist denilen parçalı ve esnek üretim modellerine geçildi. Bu durum kabaca artık bir malın bütün aşa-malarının devasa bir fabrikada ve tek bir yerde üretil-memesi gibi bir durum ortaya çıkardı.

Üretim süreçleri parçalanarak bir malın farklı üretim yerlerinde hatta farklı ülkelerde üretildiği bir mode-le geçilmişti. Bu durum asıl işveren alt işveren uygu-lamasının yaygınlaşmasına ve üretim bazında malın farklı şirketlerce yapılmasına sebep oldu. Türkiye’de ise özellikle 24 Ocak 1980 ekonomik kararları ile

başlayan neo liberal dönem sonrası taşeron çalışma sistemi yaygınlaşmaya başladı. Ancak taşeronluk uy-gulamasında ki asıl sıçrayış Ak Parti döneminde ina-nılmaz boyutlara ulaştı. Çalışma ve sosyal güvenlik bakanlığının bir soru önergesine verdiği cevaba göre 2002 yılında kayıtlı taşeron işçi sayısı 387 bin iken, 2011 yılında bu rakam 1 milyon 611 bine ulaşmıştı. Özellikle kamu işletmelerinde taşeron işçi çalıştırma hızla yaygınlaştı ve neredeyse esas çalışma rejimi ha-lini aldı. Kamuda yaşanan taşeron uygulamasını sağlık sektöründe çok net görebilmekteyiz. Tekel, PTT gibi doğrudan özelleştirilemeyen devlet hastanelerin de hasta bakıcı, kayıt memuru, tıbbi sekreterlik gibi işler tamamen taşeron eliyle gördürülmeye başladı. Sağlık sektöründe 2002 yılında 11 bin 685 olan taşeron işçi sayısı 2013 yılında 131 bin 201’e yükseldi.

Taşeronluğun yaygın olarak uygulandığı bir diğer kamu kurumu ise yerel yönetimler yani belediyeler oldu. Park bahçe, kaldırım, elektirk ve su sayaçlarını okuma, çevre temizliği gibi işlerin tamamı taşeron şirketlere devredildi. Listeyi daha uzatabiliriz ancak burada kamuda taşeron uygulamasının yasallığına da bir bakmakta fayda var.

Page 9: Ehad Dergi Ramazan

ehâd 2014 Ramazan

9Allah Ekmek Özgürlük

Taşeronluk sistemini esas düzenleyen kanun 4857 sayılı iş kanununun 2. Maddesidir. Bu maddede “Bir işverenden, işyerinde yürüttüğü mal veya hizmet üre-timine ilişkin yardımcı işlerinde veya asıl işin bir bölü-münde işletmenin ve işin gereği ile teknolojik neden

lerle uzmanlık gerektiren işlerde iş alan ve bu iş için görevlendirdiği işçilerini sadece bu işyerinde aldığı işte çalıştıran diğer işveren ile iş aldığı işveren arasın-da kurulan ilişkiye asıl işveren-alt işveren ilişkisi denir” denmektedir. Şimdi bu uzun maddenin ruhu şudur; iş-yerlerinde asıl iş ancak teknolojik nedenler ve işin ge-reği olarak devredilebilir. Yani ancak yardımcı hizmet-lerde işi bir başka firmaya devredilebilmektedir. Ancak uygulamada bu durum hiç de böyle değil. Yukarıda örneklerde açıkça görülebileceği gibi kamu kurumları asıl işlerini taşeron firmalara ihale etmektedir. Örne-ğin bir hastane yeni bina yapımı için inşaat işlerini bir firmaya ihale edebilir ama hasta bakıcılığı veya tıbbi sekreterlik gibi işler asıl iş olduğundan bunları ihale edemez. Veya belediyeler asli görevi olan çöp topla-ma işlerini ihale yolu ile firmalara devredemez. Ama bu yapılıyor, peki nasıl ? Gayet hukuksuz ve kendi ya-salarına bile uymayan bir devlet inisiyatifi ile. Hukuk sisteminde yasa yolu ile hileli işlem yapılmasına muva-zaa denilmektedir. Kamu’da taşeron çalıştırma konu-sunda yüzlerce muvazaa ve mahkeme kararı mevcut. Ancak ne bu mahkeme kararları uygulanıyor ne de uy-gulamada her hangi düzenlemeye gidiliyor. Kamunun kaynakları bir masa ve sandalyesi olan küçücük ofisler de kurulan taşeron firmalara milyonlarca lirayı peşkeş çekiyor. Hem de işçinin alınterini sömürerek.

Taşeron uygulamasının seyrine ve biçimine kabaca baktıktan sonra bir de işi çalışanlar açısından ele al-mak lazım. Taşeron işçilerin dertleri saymakla bitmez. Güvencesiz ve düşük ücretlerle çalışan taşeron işçi-ler ile özellikle kamuda aynı işi yapan kadrolu işçiler arasında ciddi bir fark vardır. Taşeron işçiler sendikal haklardan ve iş hukukun gerektirdiği yıllık izin, kıdem tazminatı gibi haklardan mahrum bırakılmaktadır. As

lında tüm bu haklar yasalarda mevcut ancak uygula-mada ciddi sorunlar yaşanmakta. Şimdilerde taşerona müjde başlıkları ile medyada yer alan haberler aslın-da hukuksuzluğu gizlemek için verilen boş vaatlerden öteye gidememekte. Çalışma bakanı kıdem tazminatı ve yıllık izinlerde düzenlemeye gidileceğini söyler-ken aslında bakanlık olarak acziyetini dile getirmekte. Soma’da yaşanan katliam ile gündeme getirilen yasal değişiklik ile madencilere bir takım haklar verilirken taşeron uygulamasının daha da yaygınlaştırılması için adeta bir fırsat olarak görülmüştü. Neyse ki şimdi-lik kamuoyundan gelen tepkiler ile bu değişiklik rafa kaldırıldı. Ancak hükümetin alınan muvazaa karala-rından rahatsız olduğu ve taşeronluğu her kademede yaygınlaştırmak istediği bir sır değil. Bundan dolayı taşeron çalıştırma sisteminin daha da yaygınlaştırıl-masına yönelik ileride bir adım atılacağını şimdiden öngörebiliriz.

Son olarak Soma’da yaşananlar bizlere gösterdi ki taşeron sistemi ile daha ucuza işçi çalıştırmak emek simsarlığından başka bir şey değildir. İnsanların canı pahasına daha yüksek kar elde etmek isteyen şirketle-rin insan canını sadece bir maliyet unsuru olarak gör-düğü bir sistemde yaşıyoruz. Üstelik bu sistem yay-gınlaştırılmaya ve tüm çalışanlar güvencesiz ve esnek çalışma koşullarına tabi kılınmak isteniyor. Bu yüzden gözümüz kulağımız bu meselede olmalı ve sadece bü-yük katliamlar yaşandığında değil emek mücadelesi her nerede veriliyor ise oraya desteğimizi vermeliyiz. Örneğin İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesinde ’ki, taşeron işçilerin verdiği mücadele tüm memleke-te örnek olacak bir mücadele. Destek olmak onların sesine ses katmak ve çoğaltmakta bizlerin boynunun borcu ve Soma’da hayatını kaybedenlerinde bizlere bıraktığı sorumluluktur.

Page 10: Ehad Dergi Ramazan

ehâd 2014 ramazan

10 Allah Ekmek Özgürlük

Dünyayı biz inşa ediyoruz, altında gene biz kalıyoruz.Artık Yeter!-İnşaat işçileri sendika girişimi-

Maslak 1453 inşaatında bir işçi daha öldü geçen haf-ta. Bir genç insanı daha kaybettik. Ölüm bu coğraf-yada o kadar normal ki haber bile olmadı “bağzı” medya organlarında. Bizler de iş hayatımıza devam ettik. Maslak projesi hani şu yeşil alanı katledip orta-sına gökdelen diktikleri proje. Rüşvetle yasal olan bir başka proje. Reklamında altın kol saatinin gözümüze sokulduğu proje.

1453 belki de Ağaoğlu inşaatlarında yitirdiğimiz can-ların sayısıdır. Gerçek sayıyı bilmiyorum elbette ancak bu iş cinayeti öncesi Ağaoğlu inşaatlarında en az 20 kişi ölmüştür dersem “Daha fazladır.” diyeceğinizi tahmin ediyorum. Peki en az 20 insanın ölümünden sorumlu olan Ağaoğlu hapiste mi?

Hayır! Yargılanmakta mı? Tutuklu mu? Parasıyla kadın peşine koşmaya devam ediyor.

Güç hırsı, para hırsı nedeniyle yapılanlar sonucunda tabutlar peşi sıra gitmeye devam ediyor. 2014’ün ilk beş ayında gökdelen inşaatlarında 100 insanımızı kaybettik.

Senin gibi, benim gibi yüz tane can yok oldu. Karde-şin gibi, amcan gibi, yüz tane insan sadece son beş ayda kaybettiğimiz. Sayı olarak anlatmak zor, dileyen yüz tane arkadaşının ismini saymayı deneyebilir veya telefon rehberini açıp bütün isimlerin hayata veda et-tiğini düşünebilir.

Bu kadar insan, hiç yaşamayacakları, güvenliğin daha kapıda geri çevireceği , çalışmak dışında bir çay içme-ye dahi gidemeyeceği ofisleri, evleri yaparken canla-rından oldu. Kendi yaptıkları yerlerde yaşayamamak bir taraftan, en zorlu koşullarda yaşamaya, çalışma-ya mecbur bir hayat tarzı ile aslında hiç yaşamayan insanlar, yaşatılmayan insanlardır inşaat işçileri. Yüzü çamurlu, üstü boyalı, dişleri çürümüş, bedenleri yor-gun, içi tertemiz insanlardır. Bir lokma ekmeğini pay-laşan, ailesi için yaşayan insanlardır. Başkaları için ya-şayan insanlar onlar.Beni çok etkileyen bir şiir vardı. Hatırladığım kadarıyla yazıyorum.

Dedem duvar örerdiBabam duvar örerdiBen de duvar örüyorumBenim neden evim yok?

Para hırsı , güç hırsı, bu insanların canlarını çalmaya devam ediyor. Bu satırlar basılana kadar, bu satırlar basıldıktan sonra farketmez. Bu sistem devam ettik-çe, insanların “bağzı”ları yaşayacak ve bir kısmı hiç yaşamadan, “bağzı”ları lüks içersinde yaşayabilsin diye ölecek. Ölen “bağzı”larının çocukları olmadığı için önemsenmeyecek. Hakan ölmüş kime ne? Yeter ki Bilal lüks içinde yaşasın. Yeter ki şehzadelerin keyfi yerinde olsun. Başkasının çocuğu ölürse fıtrat, kendi çocuğu para çalarsa “özel hayat”.

Açılım sürecinde “İki taraf da aynı Fatiha ile çocukla-rını toprağa veriyor” diyenler bu işçilerin hangi Fatiha ile toprağa verildiğini bilmiyorlar. İş cinayetlerini far-ketmeleri için aynı anda yüzlerce işçiyi kaybetmemiz lazım.

Bir Bilal uğruna ya Rab, ne güneşler batıyor

Page 11: Ehad Dergi Ramazan

ehâd 2014 Ramazan

11Allah Ekmek Özgürlük

Ölümlerin sebebini ve şantiyelerin sistemini biraz an-latmak istiyorum.

Taşeron nedir?A firmasının 50.000 liraya yapılacak bir işi var. A firması bu işi ihaleye çıkarıyor, 3-5 firma teklif ve-riyor. En ucuzu 40.000 lira teklif veriyor. Ana firma da 10.00 liranın cepte kalmasını seve seve kabul ediyor ve işi B firmasına veriyor.B firması bu işi kar etmek için alıyor sonuçta. Ne yap-ması lazım, maliyetleri kısması lazım.İnşaat işinde şakaya gelmeyecek kalemler var, bunla-rın kontrolü de basit. Deprem korkusu da üst düzey-de, bu yüzden malzemeden çalabilmek eski yapılar-daki gibi kolay değil. Nerden para kazanacak bunlar? İnsan emeği üzerinden. Yapılabilecekler belli, işçi ve iş maliyetini düşürmek lazım. Kaçak, sigortasız, çocuk işçi çalıştırabilirse , yanına kar kalır. İş güvenliği için masraf yaparsa cebinden harcaması gerekiyor. Firma-nın tek amacı var bu işte, kar etmek. Hakan ölmüşse fıtrattır.

İş güvenliği nedir?Son 10 yılda ölen 12.000 işçi var. Dünya çapında işçi sağlığı ve can güvenliği konusunda sürekli olarak adımlar atılıyor. Bizde de mecburen yasa var, iş gü-venliği uzmanı çalıştırman lazım. İş güvenliği veya yapı denetimi firmaları seçilirken şöyle bir yöntem var, belediyelerle arası iyi olan firmalarla, işlerini yapma-yıp, işi idare etsin, evrakları imzalasın diye anlaşma yapılıyor. Böylece kollarda 700.000 liraya gördüğünüz saatler, belediye ölçeğinde 5.000-10.000 lira olarak görülüyor. Büyük ölçekte olursa bakanlara kadar gi-diyor saatler, arabalar. İş güvenliği bizde imza olarak görülüyor , ciddiye alan firmalar da işçi ölümlerine önlem almak, işçinin düşmesini, yaralanmaması için uğraşıyorlar. Oysa iş güvenliğinin ciddi bir kesimi iş-çilerin iş kazalarına karşı bilinçlendirileceği eğitimler yapmaktır. İşçinin sizin şantiyenizde ölmeyip başka şantiyede ölmesi bir başarı değildir. Eğitim ve uygu-lama bir arada olmazsa iş cinayetleri durdurulamaz.

İş güvenliği uzmanı bir kişi ortalama 10 kadar firma-ya hizmet veriyor. İşçiler eğitime sokulmuyor, sürekli çalıştırılıyor. Haftada bir saat bile eğitim aldırılmıyor.

Ölen işçiler kimler?Saatçi bakanları bırak, çoğu zaman iş güvenliği uzma-nını dahi görmemiş işçiler yaşamlarını yitiriyor.En büyük derdi geçim olan, ailesine bakabilmek için yaşayan, çocuğunu okutabilmek için gece gündüz ça-lışan insanlar...Herkese saygı gösterip, hayatında asla saygı görme-yen insanlar...Doğduğu topraklardan uzakta, bir tahta üzerine atıl-mış süngerde uyuyan, çalışmak için yaşayan insanlar...Sermaye sahibi sahaya geldiği zaman her türlü hür-meti gösteren “ekmeğimizi o veriyor” diyip her hak-sızlığa susturulmuş insanlar...Sürekli olarak çalışıp, parasını alamamak korkusuyla ya-şayan, buna rağmen hep anlayışlı taraf olan insanlar...Kendi sözleri ile “Dünyayı inşa edip, altında kalan in-sanlar...”

Sermaye sistemi bildiğiniz insanlar üzerinden ülke-mizde iyice yayıldı. Temel yaşam alanlarımızın içersi-ne sinmiş durumda. Doğaya ve insana karşı işlenen suçlar durduralamaz bir hızla artmaya devam ediyor. Para hırsı , aç gözlülük sınır tanımıyor. Sonucunda sis-teme karşı çıkanlar kolluk yöntemi ile, karşı çıkmayan-lar fıtrat yöntemi ile susturuluyor.

Düşünsenize rüşvetlik kol saatleri parasına kaç insan kurtulurdu ölmekten? Ya da şehzadenin sıfırlayamadı-ğı milyon avrolar (sıfırladığı kısmı bilmiyoruz) ile kaç işçinin hayatı kurtarılırdı?

Ayakkabı kutuları, gemicikler derken nasıl oldu da Köle Bilal’in izinde gidenler Şehzade Bilal’e geldi?

Page 12: Ehad Dergi Ramazan

ehâd 2014 ramazan

12 Allah Ekmek Özgürlük

Bolu’nun Mudurnu ilçesine bağlı Yeniceşıhlar Köyü’nde taş ocağı yapılmasını istemeyen köylülerin eylemleri iki aydır sürüyordu. Evlerine 500 metre uzaklıkta bulunan taş ocağının içme suyu hattına ve bitki örtüsüne zarar vereceğini söyle-yen köylüler, ‘Suyumuza, köyümüze, doğamıza sahip çıkıyoruz’, ‘Taş ocağına hâyır’ yazılı pankartlarıyla taş ocağına giden yolun girişinde iki aydır nöbet tutuyor, iş makinelerinin geçişine izin vermiyordu.Köylüler, yaptık-ları açıklamada “Ormanlarımızın kesilmesini, su kaynak-larımızın zarar görmesini istemiyoruz. Hayvan otlatacak meralarımız elden gidiyor. Taş ocağı yapılan bölgenin üzerinde 20 yıldır suni gübre atılmayan ve organik tarı-ma uygun yaklaşık 1000 dönüm arazi bulunuyor. Torun-larımıza ve gelecek nesillere kel tepeler, erozyona uğra-mış bir miras bırakmak istemiyoruz” demişlerdi. 17 Haziran günü jandarma protesto eden köylülere mü-dahale etti. 17′si kadın 35 köylü gözaltına alınırken ka-dınlar yerlerde sürüklendi.

Ağaoğlu İnşaat’a ait Maslak 1453 projesinde çalışan Hakan Tek isimli bir işçi asansör beklediği sırada, çelik profilin 20. kattan üzerine düşmesi sonucu hayatını kay-betti.26 yaşındaki işçinin iki çocuk babası olduğu öğre-nildi.Olay sonrası yaşanan ilgisizliğe öfkelenen işçiler iş bıraktı. Şantiye de yaklaşık 2 bin işçi önlemlerin yeter-siz olduğunu söyleyerek iş durdurdu.Fatih Ormanlarına yapılan Maslak 1453 projesinde yaşanan iş cinayetinin ardında şantiyede işler tamamen durdu. Şantiye alanına gelen polis aracı işçilerin öfkesi üzerine uzaklaştı. Ola-yın duyulmasının ardından şantiyeye giden basın emek-çileri, şantiye kapısında özel güvenlik tarafından içeri alınmayınca işçiler duruma müdahale ederek, basının şantiyeye girip haber yapmasını sağladı.Olayın ardından Ağaoğlu Şirketler Grubu şantiyede 2 gün yas ilan etti.

Soma’daki maden katliamının üzerinden henüz bir ay geçmeden Zonguldak ve Şırnak’tan gelen maden ci-nayetleri haberlerine bir yenisi eklendi. Karaman’ın Er-menek ilçesindeki Güneyyurt Beldesi’nde bulunan özel şirkete ait bir maden ocağında göçük yaşandı.Meydana gelen göçük sırasında madende çalışan Mus-tafa Yirik adlı işçi göçük altında kaldı. Ağır yaralı olarak madenden çıkarılan ve diğer işçiler tarafından Ermenek Devlet Hastanesi’ne kaldırılan Yirik, yapılan müdahalele-re karşın kurtarılamadı.(sendika.org)

Şırnak’ın Kemerli Köyü yakınlarındaki Cudi Dağı etekle-rinde bulunan özel bir şirkete ait kömür ocağında göçük meydana gelmiş ve 3 işçi toprak altında kalarak can ver-mişti.Bir hafta sonra yine Şırnak’ta Dağkonak köyündeki kömür göcük meydana geldi. Göçük sırasında madende çalışan bir madenci hayatını kaybetmişti.

memleketten haberler...

Page 13: Ehad Dergi Ramazan

ehâd 2014 Ramazan

13Allah Ekmek Özgürlük

Diyarbakır’ın Lice ilçesindeki eylemlerde 2 kişinin yaşa-mını yitirmesini protesto için Adana’da gösteriler düzen-lenirken, 15 yaşındaki İbrahim Aras yaşamını yitirdi. Bazı görgü tanıklarının iddiasına göre İbrahim, “Akrep tipi bir zırhlı polis aracından atılan cismin başına isabet etmesi sonucu hayatını kaybetti.” İbrahim’in can verdiği mahal-lede olay öncesi herhangi bir gösteri olmadığını belirten görgü tanıkları, “Çocukların yanından geçtiği sırada polis aracından nedensiz yere gaz bombası atıldı” iddiasında bulundular. Polis kaynakları ise “İbrahim Aras’ın elinde-ki cismin, polislere atmak istediği sırada patladığını” öne sürdüler. Hazırlananr otopsi raporunaa göre; Elinde patla-yıcı olduğuna dair iz yok.

Ekonomik büyüme hastalığı ardına sığınarak kente, do-ğaya, yaşam kaynaklarımıza, göçmen kuşlara, kuzey ormanları köylülerine, geleceğimize büyük bir tehdit oluşturan şaibeli 3.Havalimanı projesine karşı Kuzey Or-manları Savunması çağrısıyla 7 Haziran Cumartesi İstiklal Caddesi’nde yüzlerce yaşam savunucusu bir araya gel-di. Eylem Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın İstanbul’un katilleri Limak-Mapa-Cengiz-Kolin-Kalyon şirketler birliği ile birlikte 3. Havalimanı talan ve katliam projesinin teme-lini attığı saatlerde başladı. Caddesi’nin farklı bölgelerin-de Kuzey Ormanları Savunması’nın hazırladığı basın açık-laması hoparlörlerden verildi, 3. Havalimanı doğa kırım projesiyle ilgili “3 Havalimanı: Nereden Baksan Katliam, Yağma Şaibe!” başlıklı bildiriler dağıtıldı. Antikapitalist Müslümanlar olarak biz de MÜLK ALLAH’INDIR SERMAYE DEFOL pankartımızla mesajımızı ilettik.

Bankalar son 12 yılda % 1600 büyürken, vatandaşın sa-dece tüketici kredisi borcu 53 kat artıp 331 Milyar TL olmuş.

Tüketici Kredisiyle karşılanan Konut, Taşıt ve diğer ih-tiyaçların giderleri son 12 yılda 125 katına çıkmış. Bu demek oluyor ki Tüketici Kredisi denilen faizci kapitalist düzenin dinamosu her yanımızı sarmış durumda.

Sarıyer Belediyesi’nin park ve bahçelerinde çalışan 20 taşeron işçi 3 martta yatmayan maaşları için Sarıyer Belediyesi’ne yü-rüdü ve taşeron firmayı yemek, yol, mesailerini vermediği için şikayet etti. Yaklaşık iki ay sonra işçiler taşeron firmanın şefi tarafından aranarak işlerini yapmadıkları sebebiyle işten çı-karıldıklarını söyledi. İşçiler işe geri alınıncaya dek;yemek,yok ve mesai ücretleri ödeninceye kadar belediye önünde baş-lattıkları direnişi sürdürmekte kararlılar. Belediye önüne kur-dukları direniş çadırına zabıta 9 gün içerisinde 3 kez baskı yaptı. Haklarını kazanana kadar direnişe devam edecek olan işçiler her gün kurdukları çadırın önünde nöbetlerine devam ediyor. Her haftanın perşemde günü saat 12:30’da ise Sarıyer balıkçılarının önünden belediyenin önüne yürüyerek basın açıklaması yapıyorlar.

Page 14: Ehad Dergi Ramazan

ehâd 2014 ramazan

14 Allah Ekmek Özgürlük

2014 Dünya Kupası’na ev sahipliği yapacak Brezilya’da halk, turnuva için harcanan paralara isyan etti. Kapitalist düzenin hakim olduğu ülkelerde yoksulluk her an ar-tarken sermaye sınıfına yapılan teşviklerin, imtiyazların, peşkeşlerin hesabını yüzbinlerle soran halk kolluk kuv-vetlerinin terörüne maruz kaldı.

Abdullah Gül’ün mevkidaşı Sisi’yi kutladığı Mısır’dayargı kaynaklarından alınan bilgiye göre, Minya Ceza Mahkemesi, “şiddete teşvik ve karakollara saldırı” iddi-asıyla yargılanan darbe karşıtı 683 kişiden 183’ü hakkın-da alınan idam kararını onaylarken, 2’si kadın 4 kişinin müebbet hapis cezasına çarptırılmasına ve 496 kişinin beraatine hükmetti.Mahkeme, hakkında idam kararı verilen, aralarında İh-van Rehberlik Konseyi Başkanı Bedii’nin de bulundu-ğu darbe karşıtı 683 kişinin dosyasını 28 Nisan’da Mısır Müftüsü’ne sevketmiş ve son kararın 21 Haziran’da sa-nıkların yüzüne okunmasına karar vermişti.Mısır’da “şiddete teşvik ve karakollara saldırı” suçla-masıyla yargılanan ve aralarında Müslüman Kardeşler Teşkilatı (İhvan) Rehberlik Konseyi Başkanı Muhammed Bedii’nin de bulunduğu 183 kişi hakkında verilen idam cezası da onanmıştı.

dünyadan haberler...

Page 15: Ehad Dergi Ramazan

ehâd 2014 Ramazan

15Allah Ekmek Özgürlük

Irak Şam İslam Devleti’nin (IŞİD) saldırıları nedeniyle Türkmen ilçesi Telafer’den kaçışların devam ettiği bil-dirildi. Musul’un Sincar ilçesi Polis Müdürü Seyid Ali Şingali, AA muhabirine yaptığı açıklamada, son birkaç günde Telafer’den 40 bin insanın kaçarak kendilerine sığındığını söyledi. Günlük 2 bin insanın Telafer’i terket-tiği bilgisini veren Şingali, kaçanların önemli bir kısmının Şengal bölgesine geldiğini belirtti. Dün gece IŞİD’in eli-ne geçen Sino köyündeki Şii Türkmenlerin de aynı böl-geye sığındığını aktardı.Ev bulamayanların, inşaat ve barakalarda kaldıklarını ak-taran Şingali, sığınmacıların giyecek, yiyecek ve içecek gibi tüm ihtiyaçlarını karşılamakta zorluk yaşandığını belirtti. IŞİD’in terörü her geçen gün yayılıp devam edi-yor.

Budapeşte’de “zenginler” ve “yoksullara” farklı iki giriş sunan bir restoran, gelir uçurumunun ve tüketim toplu-munun yarattıklarını gözler önüne seriyor. Ancak Hunger King, aslında “koşar adım” yemek yenen, tıka basa karın doyurulan, tüketim toplumlarının sem-bolü bir restoran değil. “Hunger King” sadece bir per-formans. Budapeşte’de son günlerde dikkat merkezine oturan bir kültür etkinliği.Finlandiyalı sanatçı Jani Leinonen tarafından, daha önce benzerleri başka ülkelerde farklı biçimlerde gerçekleşti-rilen bu performans, amacına ulaştı, Macaristan’ı birkaç gün kendi sorunlarıyla yüzleştirdi.“Macaristan performansımızla dünyaya sesleniyoruz” diyordu sanatçı. “Bu küresel bir sorundur. Dünyayı yö-neten elit, bu işi eline yüzüne bulaştırdı. Ama şimdi artık elindeki iktidarı kimseye bırakmak istemiyor. Durum iyi-leşeceğine, giderek daha da bozuluyor.”

Râmallah yakınlarında, Bilin isimli bir köyde yaşayan bu kadın, barışçıl direniş adına harika bir adım atar ve İsrail ordusundan gelen göz yaşartıcı gaz bombalarını saksı olarak kullanmaya karar verir. Gaz bombalarının içine toprak doldurarak çiçek tohumları eken kadın, bu bom-balardan oluşan bir bahçe oluşturur.

Jani Leinonen siyasetçi değil. O bir sanatçı. Her sanatçı gibi onun görevi de dünyaya bir ayna tutmak.O sadece ayna tutuyor. “Aynada gördüklerin karşısında ne yapacağına sen karar vereceksin”, diyor.*sendika.org

Page 16: Ehad Dergi Ramazan

ehâd 2014 ramazan

16 Allah Ekmek Özgürlük

BİR ADAM YARATMAK

BehlÛl DânÂ

İnsanoğlu, kendi bilincinin nasıl işlediği, benliğinin hududu ve varlığının kökeni konusunda tarih boyunca sürekli sorgu içerisinde oldu. Beşere reddiyenin en uç sınırlarından biri olan Nihilizm bile, insanın ne olduğu ya da olmadığı konularını sıklıkla işliyordu. Bu durumu sadece aydınlanmacılık sonrası ile ilintilendirmek ya da mantıksal metodun, felsefî düşünüşün merkezinde olduğunu düşünmek bile yetersizdir. Hristiyan gizem-cilerinin “homonculus” dediği yapay insandan, günü-müzün yapay zekası üzerinden girişilen felsefî soru-larına kadar, yüzlerce yıl boyunca , insan kendisinin açıklamasını, yine kendisinin cansız yansılamalarında arayıp durmuştur.

Bu arayışın kökeni aslında o kadar eski ve insanlıkla yakındır ki, animist inançlar bile, doğanın, içerdiği tüm cansız ve canlı varlıklarla birlikte, kendisini yansıladığı prensibine dayanmaktadır. Bir animist, ekinler için ya-ğış temenni ettiğinde, toprağa tükürür. Av için bereket temenni ettiğinde, hayvan kılığına girer ve vücuduna kendi okunu değdirir ve böylelikle okun, hayvanın pos-tu ile buluşabileceğine inanır. Fakat bu yansılama işle-mi aslında beklendiğinin tersi yönde sonuçlanmakta, doğanın kendisini yansılaması beklentisine giren birey, farkında olmadan doğayı yansılamaktadır. Buradaki psikolojik etmenin işleyişine daha sonra değineceğiz.

İnsanın kendi tabiatı, aslında bu yansılamanın temel kaynağıdır. Bunu, çocukların oyuncaklarla olan ilişki-sinden, arkadaşlarımızla olan münasebetimize kadar her yerde görmek mümkündür. Birey, hayata kendi iki gözünün ardından baktığı müddetçe, kendisini gö-rebilmek için her alanda bu yansılamaya ihtiyaç du-yar. Örneğin, çocuğun oyuncağı olan figürle ilişkisini ele alalım: çocuk, kendisinin yapamadığı her şeyi, o oyuncakta deneyimler ve özlemini duyduğu kişiliği oyuncakta icat eder. Aynı şekilde çocuğun kafasındaki yanlış tutumları da canlandırdığı mecra, yine o oyun-cak olur ve çocuk kendisinin benzeri bir durumda ce-zalandırılmasını beklediği şekilde, elindeki obje olan o oyuncağı cezalandırır. Özellikle kız çocuklarının oyun-cak bebekleriyle kurduğu bu temas, yüzeysel olarak değerlendirildiği “annelik stajı” kavramından aslında uzak ve daha karmaşıktır.

Kız çocuğu oyunu esnasında anne rolünü üstlenebilir, ama odağı yine elindeki oyuncaktır ve kafasındaki

kişilik doğrultusunda, oyuncağı davrandırtır. Çocuk-ların oyuncaklarını arkadaş edinip onlarla konuşması ve onlara alışkanlıklar kazandırmaları, ileride sosyal çevremizde gerçekleşecek olan etkileşimin ve arka-daşlarımızı kendimizi yansılamak için kullanacağımız düzlemin kökenidir. Öyle ki, çocuklar çoğu zaman bu yansılamayı gerçekleştirmek için, somut bir nesneye bile ihtiyaç duymaz ve hayalî arkadaşlar yaratırlar. Çocuğun kendisini yansılamasına dair son bir örnek de, “Vazoyu kim kırdı?” sorusuna verilen cevabın, er-ken yaşlardayken, hayalî arkadaşı işaret etmesi, ileriki yaşlarda “Bu sigara kimin?” sorusunun cevabının da “Arkadaşımın.” olmasıdır. Buradaki, suçu başka birinin üzerine atma durumu, sonradan öğrenilmiş bir kaytar-manın gereği değil, en başından beri yatkın olduğu-muz yansılamanın oturttuğu reflekslerin sonucudur.

Öte yandan, yansılamanın gerçekleştiği satıhla ara-mızdaki ilişki, tek yönlü değildir. Nasıl ki doğanın kendisini taklit etmesi için çabalayan kabile üyesi, far-kında olmadan tabiatı yansılıyorsa, bu eylemi farklı mecralarda tekrar eden herkesin aslında yaptığı şey de odur. Sözün özü, bireyin yansıladığı nesnede, birey kendisini de, nesnesini de yeniden icat etmektedir.

Ve kapitalizmin etiği, bu mekanizmadan alabildiğine beslenmektedir.

Günümüzün basılı, dijital neşriyatı, görsel materyaller, başarı hikayelerinde aktarılan karakterler, video oyun-larında canlandırılan karakterler, çocukların takipçisi olduğu pek çok kahraman, bu yansılama ilişkisindeki iki yönlülükten had safhada beslenir.

Page 17: Ehad Dergi Ramazan

ehâd 2014 Ramazan

17Allah Ekmek Özgürlük

Buradan yola çıktığımızda modern kadının geçirdiği değişimi anlamak için çok uzaklara gitmeye gerek yoktur. Taş bebeklerle yola çıkan ve kendisini bir “be-bekte” yansılayan kız çocuğu, varlığını yaşına uygun şekilde yeniden icat edebileceği “bir bebek” ile oynar-ken, kapitalizm, çocuğun kendisini yansıladığı satıhı “barbie” yani vaktinden evvel kadın olmuş bir nesne olarak değiştirip, pragmatist ve bedenini varlığının merkezine yerleştiren bir kadın yaratmıştır. Barbie ile oynayan bir kız çocuğunun, yaşından büyük davran-ması, durumun detayından bihaber olan yetişkinler-ce “Maaşşallah, büyümüş de küçülmüş!” olarak algı-lanırken, yansılamanın sonucu 14 yaşında sigaraya başlaması, 15 yaşında alkole bulaşması ve 16 yaşında ilk cinsel deneyimini yaşamasına evrildiğinde, tepki-şaşkınlık olur. O kadar akıllı olan çocuğunun, nasıl bu hataları yapabildiğine kimsecikler anlam veremezler.

Peki erken yaşta, baştan aşağı yanlış algılanmış bir cin-selliğin peşine düşen, kavgacı, rekabet bağımlısı, fana-tik ve şiddet düşkünü kimi ergen kimi yetişkin erkek-lerin kökeni? Onların elinden alınmış çelik çomakların ve yerine sunulmuş alternatif olan oyuncak silahların, “action man”lerin pompaladığı yapay erkeksiliğin so-nucu, internette karın kaslarını gösteren fotoğrafları paylaşan özgüvensiz paranoyak nesillerdir.

Konumuzun merkezinde olmasa da, belirtmeden ge-çemeyeceğim bir nokta daha var. Bu nokta, erkeklerin ve kadınların kendisini yeniden icat ettiği erken dö-nemdeki bu nesnelerin kontrolü ile cinsel yönelim ve kimlikler üzerinde kurulan baskının sertliğidir. Çocuk-luğun erken dönemlerinde nesneler üzerinden ya

pılan bu müdahaleler, gelecekte bireyin mahreminin dâhi sınırlarına ve şekline karışılacak, bedeni ve zihni kısırlaştırılacak nesillerin habercisidir.

Fakat durum, sanki yeterince korkunç değilmişçesine, ne yazık ki bu sayılan unsurlarla sınırlı değil. Bu dön-güden kaçabileceğini sandığımız bireylerin bile, kur-ban edildiklerini görüyoruz.

Son 15 yıldır ülkemizde özellikle bazı kesimlerin sürekli tazeleyip durduğu ve muhafazakârlara benimsetme-ye çalıştığı bir peygamber imajı var. “Eğer Peygamber Efendimiz bugün yaşasaydı, en kıyak takım elbiseyi giyer, en son teknoloji ürünü olan aletleri kullanır, en temiz ve konforlu arabaya binerdi, çünkü peygamber efendimiz, çağdaşlığı severdi, ilkellik içerisinde, pis ve paspal yaşamazdı.” mesajları ile, özünden ve mesajın-dan uzak bir inanç iklimi oluşturmaya çalışılmaktadır. Her müslüman bireyin kendisini yansıladığı, ve yansı-maya bakarak kendisini yeniden icat ettiği en önemli satıh olan Resûl'ün üzerinden yapılan bu neokapitalist hamle, aslında paylaşımcı tabiatını dininden ve köyde deneyimlediği komün hayatının içeriğinden, eşitlikçi geleneği özümseyerek göç etmiş olan kentli halka karşı yapılan bir saldırıdır.

Aynı şekilde, demokrasinin de, halkın kendisini yan-sıladığı seçilmişler üzerinden, millet irâdesinin zu-huru olarak algılatıldığını görüyoruz. Fakat tecrübe bize gösteriyor ki, mevcut siyasî rejim yapısal olarak buna kesinlikle uymamaktadır. Tıpkı animist yerlinin, temennîsini gerçek kılmak için uğraşırken, farkında olmadan birebir doğayı taklit etmesi gibi, halklar da, kendi irâdelerini liderler üzerinden gerçekleştirmeye çalışırken, kendilerini liderler üzerinden yeniden icat edip, egemenle fikirdaş olur ve en sonunda egemene dönüşürler. Tek fark, aslında hâlâ ezilen tarafta olmala-rıdır. Lâkin, artık yenilenmiş merceklerinden mağduri-yet manzarasını geçirebilmeleri, çok daha zorlaşmıştır.

Netice itibariyle, bir özet olarak söyleyebileceğimiz en net şekliyle; kişinin kendisine baktığı aynayı manipüle eden, bir zaman sonra o kişiyi de manipüle eder. Ve çağımızın vebası olan kapitalizm, nesneler ve figürler üzerinden bu kontrolü sağlamak için yanıp tutuşmak-ta, bu kuralın tatbiki için bulduğu hiçbir fırsatı kaçır-mamaktadır.

Tarifini vermeye çalıştığım bu tablo üzerine son bir söz sarf etmek gerek. >>

Page 18: Ehad Dergi Ramazan

ehâd 2014 ramazan

18 Allah Ekmek Özgürlük

Şu ana kadar aktardığım kısım, içinde yaşadığımız sis-temin bize ne kadar yakın olduğu ve benliğimizin iç dinamiklerinin onlar tarafından ne kadar iyi çalışılmış olduğu üzerine idi. Evet, hakikati belirtmek gerekirse, kapitalizm, insana şah damarından daha yakın olma iddiasında bulunan ve pek çok diğer sebebe ek olarak, bu argümanı nedeniyle de şirk odağı olan bir yapıdır.

Fakat umutsuzluğa kapılmamak gerekiyor.

Yukarıda yansılamaya örnek verirken, bireylerin, ken-dilerini arkadaşlarında ve çevrelerindeki diğer bireyler üzerinde de yansıladığına işaret etmiştim. Bireyin ken-disini, muhatabının şahsında yeniden icat ettiği, sosyal yaşayışımızın ve zihnimizin bir gerçeğidir. Bu noktada şunu hatırlamak gerekir: müslüman kimseler önce Allah'a sonra birbirlerine emanettir. Çünkü müslüma-nın, örnek alarak kendisini yeniden icat ettiği bir mecrâ da dava arkadaşı olan din kardeşidir.

Önümüzde mübârek Ramazan ayı var. Ramazan ayı, insanların yakınlaştığı ve birbirlerinin varlığı üzerinden hem kendilerini tanıdıkları, hem de komşularıyla daha bir kaynaştıkları zamandır. Böylelikle benliğimizi ta-mamlamamız adına da bir fazladan şans daha bulmuş olduğumuzu düşünüyorum. Zîrâ, orucun işlevi, açlığı tanımak kadar, tok kimsenin şahsında, tokluğun ayrı-mına varmaktır. Ve müslüman kimselerin, sunduğum perspektif doğrultusunda, kendi açlıklarını bir kenara bırakıp, başkalarının açlığında özünü bulması için su-nulmuş fırsattır. Müslümanın orucu, belki de tok ge-zen kimseler için bile hayırlıdır. Öyle ki, aç yoldaşının zâtında, kendisini yansıladığı ve onu odak alarak tok-luğunun anlamını kavradığı bir satıh bulmuş olsun...

Bu yüzden de, her zamanki gibi: İktidarın ve elitlerin doymazlıkla örülü, azgın, şirk sofralarına karşı, halkın yeryüzü sofralarının da, kendimize bakacağımız en iyi ayna olacağını düşünüyorum.

Ramazan ayınızın, hem siz, hem de etrafınızda olan ve olmayan tüm beşeriyet için hayırlara vesîle olmasını temenni ediyorum.

Enerji Krizi ve Hes’ler

funda doğan

Alternatif Enerji Kaynakları konusu, özellikle Nükleer Enerji Türkiye’nin gündemindeyken daha fazla önem kazanır oldu. Ancak; bu konuya yaklaşırken sadece enerji üretim yolları konuşulur ve “Neden bu kadar enerjiye ihtiyacımız var?“ sorgulanmazsa, “Doğa”nın belli bir sermaye grubunun karlarını artırmak için meta olarak kullanılması kaçınılmaz olacaktır. “Alter-natif Enerji” yolları da maalesef sermaye sahiplerinin doğayı sömürme yollarına bulduğu bir kılıftan öteye geçemeyecektir. “Sözde” ekonomik büyümenin sağ-lanması için, tüketim artışını kasten teşvik eden, bir başka deyişle “tüketime dayalı olan bu ekonomik sis-temde”, kısıtlı yeryüzü kaynaklarının zarar görmeye-ceği bir enerji üretim yolu yoktur. 2000li yıllardan beri, yoğun olarak yapılmasından dolayı karşımıza çıkan Hes sorunu bu konuya en iyi örnektir. Bir zamanlar al-ternatif bir yol olarak görülen Hes’ler bugün bir doğa talanına neden olmaktadır.

Küresel olarak ilerleyen sürece bakarsak, atmosferde-ki Karbon Salınımı azaltmak amacıyla bir çok ülkenin imzaladığı Kyoto Protokolü (Türkiye resmen 2009’da imzaladı), en çok enerji tüketerek atmosferi kirleten “verecekli” ve atmosferi kirletmeyen “alacaklı” ülkeler listesi hazırlamıştır. Buna göre sanayileşmiş, haliyle atmosferi kirleten ülkeler, atmosferi temizlemek için ya para verecektir, ya yeşil projeler (alternatif enerji yolları vs) yapacaktır ya da dernek vs kuracaktır. Böy-lece bunlar üzerinden Çeşitlendirilmiş emisyon azal-tım kredileri (CER) kazanacaklardır. Ayrıca bu Karbon kredileri borsalarda da işlem görmektedir . Sera gazı salınımı arttıkça (temiz hava kıtlaştıkça!), temiz enerji-ye yatırım yapan şirketler ve bu şirketlerin bulunduğu ülkelerin kasalarındaki Karbon Kredileri değerlenmek-tedir. Temiz enerjide ise en cazip yatırım alanı HES’ler. Dereler ticarileştikçe Karbon Kredilerine hücum art-maktadır. Karbon Kredileri para kazandırdıkça dere-lerin ticarileşme süreçleri hızlanmaktadır. Karşıdan bakınca doğa için hazırlanmış bir paket görüntüsü olan bu protokol sayesinde, “verecekli” olan ülkeler, sanayisi gelişmemiş ve haliyle doğal kaynakları henüz el değmemiş olan ülkelere Hes gibi sözde “yeşil pro-jeler” yapma imkanı bulmuşlardır.

Page 19: Ehad Dergi Ramazan

ehâd 2014 Ramazan

19Allah Ekmek Özgürlük

Son yıllarda Türkiye'de baş gösteren HES çılgınlığı da kürsel anlamda ortaya çıkan bu sürecin neticele-rindendir. Suyun sermayeleşmesi konusunda verdiği mücadeleyle bilinen Gaye Yılmaz’ın bir konuşması sı-rasında, piyasa’daki Hes lisansının 2000 ı bulduğunu ve şu an başlanmayan Hes projelerinin dahi borsada nominaldeğerleri üzerinden getirirsinin çok yüksek ol-duğundan söz etmiş ve 2023’e kadar 4000 hes plan-landığını aktarmıştır. Kısıtlı su kaynaklarımızın bu kadar Hes’i kaldırmayacağı açıktır. Ayrıca su borulara hap-sedildiği için toprak tuzlaşacak ve verimsiz hale gele-cektir. Yer altı sularının kuruması ise diğer olası bir so-nuçtur. Bulunduğu yerin ikliminde bile değişikliğe yol açan bu projeler, sosyolojik bir dizi değişime de neden olacaktır. Rum suresi, 41. Ayet bu konuda bir uyarı ni-teliğindedir ”İnsanların kendi elleriyle yapıp ettikleri sonucunda karada ve denizlerde çürüme ve bozulma başladı: Bu şekilde (Allah), belki (doğru yola) geri dö-nerler diye yaptıklarının bazı (kötü) sonuçlarını on-lara tattıracaktır.” Diğer bir ayağı da bu protokolün; size dişinizi fırçalarken suyu açık bıraktığınız için ku-raklık olduğunu anlatan sözde doğa dostu derneklerin kurulmasıdır. Hiç bir sistem sorgulaması yaptırmayan ve bilinçli kesime doğa için bir şey yaptığına inandıran bu dernekler, doğal kaynakları sömüren şirketler tara-fından kurulmaktadır. Böylece hem doğa konusunda hassas olan kişileri oyalama, hem de doğal krizleri naif nedenlere bağlayan bir kamuoyu oluşturma görevi üstlenen bu dernekler sayesinde, halkların meselenin özüne inmesi engellenmek istenmiştir.

Hes projeleri de bu anlamda Türkiye’nin enerji açığı-na deva değil, rant projeleridir. Kısıtlı olan yer yüzü kaynaklarının korunması, sistemsel bir bakış açısı elde etmeden, alternatif enerji yollarını destekleyerek mümkün değildir. Devletlerin bu süreçteki görevleri, sermayenin daha çok kar elde etmesi için, insanların olan yeryüzü kaynaklarını (su, orman vs) onların

mülkiyetlerine geçmesini sağlayıp, tekrar halka satıl-ması, ya da enerji üretmek için kullanılmasını sağla-maktır. Tüketime dayalı bu sistemde, sanayinin gittikçe artan bir enerji ihtiyacı vardır. Ancak bu kadar tüketimi yeryüzünün kaldırması mümkün değildir. Enerji krizi halkların değil, seri üretimle karlarına kar katmak iste-yen sermaye sahiplerinin sorunudur. Ancak bu sorunu bize, kendi sorunumuzmuş gibi yedirmeye çalışıyorlar. Yeryüzü kaynaklarını kendine meta ve insanları işçi ve tüketim nesnesi olarak kendine mülk edinen bu sistem değişmeden, sistem içinde bulunan çareler hapisha-ne koşullarını iyileştirme çabalarından öte değildir. Bu yüzden, doğayı korumak için verilen mücadele, asli olarak çağımızdaki adı “kapitalizm” olan bu sisteme karşı verilen bir mücadeledir.

Hes Protestosu. Şavşat, Artvin

Page 20: Ehad Dergi Ramazan

ehâd 2014 ramazan

20 Allah Ekmek Özgürlük

Kur’an’da sürekli olarak 3 sınıf eleştirilir. Bunlar: Yö-netimi temsil edenler (Firavunlar, nemrutlar), Zengin sınıfı temsil eden (Kârunlar) bir de bu iki sınıfın çıkar-larını din yoluyla meşrulaştıran ve kendine çıkar sağ-layan din adamları-ruhban sınıfı (Bel’âmlar).

Coğrafyamızın mazlum halkları; geçmişten bugüne bu 3 sınıfın saldırısı altındadır. Bu 3 sınıf; birlikte hare-ket ettiği müddetçe, büyük krallıklar, imparatorluklar ve devletler kurulmuştur. Bu 3 sınıftan ne zaman biri zarar görse, bu büyük yapılar yıkılmaya yüz tutmuş-tur. Bütün peygamberler ezilen halklarla birlikte, bu 3 sınıfla mücadele etmiştir. En son Hz. Muhammed (S.A.V) ile birlikte Kureyş Oligarşisi’ni de oluşturan bu 3 sınıf toptan çökertilmiştir. Maalesef bu güçler Hz. Muhammed’den sonra, İslam inancının ve toplumla-rının içerisinden yeniden ortaya çıkmış ve günümüz sömürü sisteminin kökenlerini oluşturmuşlardır.Biz-lere düşen de tüm devrimci peygamberlerin ve ezi-len halkların bu kutlu yürüyüşünü devam ettirmek ve yaşadığımız çağda karşımıza çıkan Firavunları, Kârunları, Bel’âmları yerle yeksan etmektir.

Kur’an’da Firavun, Kârun ve Bel’âm; gücü, serveti ve dini otoriteyi temsil eden birer prototiptir. Firavun ve Kârun isim olarak geçmesine karşın Bel’âm isim olarak geçmez. A’râf sûresinde Bel’âmlık şu ayetlerle ifade edilmiştir:’ ”Onlara, kendisine âyetlerimizden verdi-ğimiz, fakat onlardan uzaklaşan, o yüzden de şeyta-nın takibine uğrayan ve sonunda azgınlardan olan kimsenin haberini de oku. Dileseydik, elbette onu bu âyetler sayesinde yükseltirdik. Fakat o, dünyaya saplandı ve hevesinin peşine düştü. Onun durumu tıpkı köpeğin durumuna benzer. Üstüne varsan da dilini çıkarıp solur, bıraksan da dilini sarkıtıp solur. İşte âyetlerimizi yalanlayan kavmin de durumu böy-ledir. Bu kıssayı anlat; belki düşünürler de ibret alır-lar.’’ (A’râf 175-176)

Cenâb-ı Allâh’ın, Kur’ân aracılığı ile Hz. Peygamber’e anlattırdığı bu kıssa, Tevrat’ta ve İslam Tarihi kaynak-larında geçmektedir.

Bel’âm; anlatılanlara göre, Hz. Musa (A.S) döneminde yaşamış ve Tevrat’a göre hükümler veren bir âlimdir. Ne zaman ki Hz. Musa, Mülkü ve Otoriteyi tekeline alan Firavun rejimine karşı mücadele etmeye başladı, o zaman Hz. Musa ile karşı karşıya gelmeye çekinen, Şam’da Firavun rejiminden özerk başka bir mülkiyetçi sınıf Âlim olan Bel’âm’a, altın ve gümüş vererek, Hz. Musa’nın yalancı bir peygamber olduğunu halka an-latmasını istediler. Bel’âm da, dünyalık servet karşısın-da, Hz. Musa’yı yalanladı ve tarihe Bel’âm’lık olarak geçen bir anlayışın temelini atmış oldu.

Hz. Musa ve o dönemin ezilen halkı olan İsrailoğulları’nın mücadelesiyle yıkılan Tanrı-Kral Fi-ravun rejiminin sonunda, egemen mülkiyetçi sınıflar Tanrı-Kral anlayışı yerine, kralların hüküm sürdüğü büyük imparatorluklar kurmaya başladılar. Bu impara-torlukların başında da Roma İmparatorluğu gelmek-tedir. Artık Tanrı olmaktan soyutlanan Krallar, inanan geniş halklara karşı meşruluk kazanmak için, Yahudi halkının içindeki daha bilgili ve âlim kişilere imtiyazlar tanıdı. Ve böylelikle Yahudilik içerisinde; Sâdukîlerin ve Fârisîlerin ileri gelen bilginlerinden oluşan bir ‘’İlâhiyat’’ kurulmuş oldu. Bu İlâhiyatın amacı; Yahu-dilik adına sürekli bilgiler üretmek, kurallar koymak ve bu yolla geniş kesimleri Roma İmparatorluğu’nu sorgulamaktan alıkoymaktı. İşte günümüzde her şeye ‘’Kur’an’da var–yok’’ tartışması üzerinden bakan din adamlarının kökenini de, bu Yahudi İlahiyatı oluştur-maktadır. Fıkıh, hadis, siyer, akaid gibi, sonradan âlim denen kişiler tarafından üretilen ve sadece bilgi içeren ama bir bilinç kazandırmayan tüm bu anlayışların te-melinde, Roma gibi imparatorluklara meşruluk kazan-dırma çabasındaki Yahudi İlâhiyatı yatmaktadır.

DİNDEN PARA KAZANMAK ÜZERİNE

Page 21: Ehad Dergi Ramazan

ehâd 2014 Ramazan

21Allah Ekmek Özgürlük

Oysa sürekli söylemeye çalıştığımız gibi; Kur’ân bir bilgi kitabı değil, bir bilinç kitabıdır. Üretilmiş bilgiy-le, halkları egemenlere hapseden anlayışlarla, tarihsel olarak peygamberlerin verdiği mücadelelere atıf yap-maktayız. Hiç bir peygamber yoktur ki; fıkıh üretmiş olsun. Din adamlığı yapmış olsun. Buna en bariz ör-nek; Roma döneminde yaşamış Hz. Zekeriya (A.S)’dır.

Hz. Zekeriya, Sâdukîlerin ve Fârisîlerin ilahiyatın-da bulunmamış, bir peygamber olmasına karşın din adamları gibi dinden para kazanmamış ve marangoz-luk yaparak emeğiyle geçimini sağlamıştır. Hz İsa’nın (A.S) marangozluğu da, Hz. Zekeriya’dan gelmektedir. Sürekli ilahiyatı eleştirdiği için de, Hz. Yahya’nın, Hz. Meryem’in Hz. İsa’nın başına gelenlerin bir benzeri, onun da başına gelmiş ve Roma–Yahudi İlâhiyatı işbir-liğiyle katledilmiştir.

Hz. Zekeriya örneğinden yola çıkarak, tüm peygam-berler ihtiyaçlarını din dışındaki alanlardan karşı-lamışlardır. Peygamberler ya çiftçilikle, ya hayvan-cılıkla ya demircilikle ya marangozlukla ya da Hz. Muhammed’de olduğu gibi kervan emekçiliğiyle ge-çimini sağlamıştır.Kur’ân’da, peygamberlerin tebliğle-rinden örnekler verilirken kullanılan şu cümle özellikle çok mânidardır: “Ben sizden tebliğimin karşılığında hiç bir ücret istemiyorum..!”Bu, şu anlama gelir: Sade-ce din üzerinden zenginleşmek değil, din üzerinden ihtiyaçların karşılanması dahi yasaklanmıştır.

Şimdi günümüze gelirsek; özellikle Ramazan ayların-da bir çok ilahiyatçının, inançlı mazlum halkları Kapi-talist Sömürü düzeniyle uyumlu hale getirmek için, astronomik paralar karşılığında bizlere, Yahudi ilahi-yatı benzeri saçmalıklar anlattığını görmekteyiz.Bu apaçık bir gerçektir. Bir de bunun karşısında durdu-ğunu iddia eden ve halkı “aydınlattığını’’ söyleyen bir başka din adamı–ilahiyatçı grup vardır ki; bunların din

üzerinden servet elde ettikleri pek görülmemektedir. Fakat şöhret ve statü elde etmektedirler.

“Sizden hiçbir ücret istemeyenlere uyun. Doğru yol-da olanlar onlardır.” (Yasin :21)

Hurafecilerden çok bezdiğimiz için, can simidi gibi bu “aydın” ilahiyatçılara-hocalara sarılmaktayız. Bunlara ‘’sen de TV’lere çıkıyorsun, kitapların onbinlerce satı-yor’’ diye sorduğunuzda, ‘’ben buradan sadece ihtiya-cımı alıyorum, geri kalanını bir öğrenciye burs ya da bir yoksula sadaka olarak veriyorum’’ dediklerini işite-ceksiniz.İşte şu an hurafeci olarak karşımıza çıkan din adamlarının başladığı nokta da burasıdır. Eğer dinden ihtiyaçlarını karşılayarak bir meta ilişkisine girerseniz, geleceğiniz yer, halkı Hurafeci Kapitalistlerin elinden kurtarıp “aydınlanmış” Kapitalistlerin kucağına atmak olacaktır. Gördüğümüz, bu ilahiyatçıların beslenme kanalları da, bu “aydınlanmış” sermayenin imkanları-dır.

Biz inananlara düşen; dinden ister servet kazanmak için olsun, isterse ihtiyaçlarını karşılamak için olsun, bizleri kazançlarına araç kılan her ne kadar ruhban-din adamı varsa, onlarla mücadele etmektir. Nasıl yönetimde ve mülkiyette ortaklığı savunuyorsak, bil-gi de de ortaklaşılmalıdır. Çünkü bilgi de bir mülk ve otorite aracıdır. Kapitaliste karşı verilen mücadelede, her türlü Firavuna, Kâruna ve Bel’âm’a karşı, her ke-simden ezilen halkların ortaklaşacı anlayışını ikâme etmek esas olmalıdır.

Ramazan’da bizi, servetinin ya da ihtiyaçlarının aracı kılmak isteyen tüm ruhbanların programlarını kapata-lım ve eşitliğin, ortaklaşmanın ve adaletin sofrasında buluşalım.“Allah için adaleti hakkı ayakta tutan şahitler olun.” (Maide:8)

Page 22: Ehad Dergi Ramazan

ehâd 2014 ramazan

22 Allah Ekmek Özgürlük

Sürekli kafa kesme, kadın-erkek, çoluk-çocuk deme-den topluca insanları öldürme gibi fiillerle anılan; IŞİD ve EL KAİDE gibi örgütlerin inanç kökenlerine inerek bir değerlendirmede bulunmak zannımızca anlamlı olacaktır.

Kabaca ifade edecek olursak; İslam tarihinde; itikadi bakımdan, akılcılar ve nakilciler diye iki ana bakış açı-sının olduğunu söyleyebiliriz. Akılcılık denince akla ilk olarak Mutezile; nakilcilik denince selefilik gelir.

Çok geniş işlenebilecek bu farklılığı en yalın haliyle Kur’an’da; özellikle 3 yerde geçen “ye da” (iki el) kav-ramı üzerinden ele alabiliriz. İlk olarak Fetih süresi 10. Ayette geçen “ye da” (iki el) kavramını ele alalım:

“… Allah'ın eli, onların elleri üstündedir…”

Bu ayette geçen “yedullah” (Allah’ın eli) kavramını; Mutezile ekolü güç, kudret, hakimiyet olarak anlarken; Selefiyye ekolünün en önemli temsilcisi İbn-i Teymiy-ye ise; birebir, zahiri anlamıyla Allah’ın eli olarak anla-maktadır.

İkinci olarak ise Tebbet suresi 1. Ayetteki “ye da” kavramı:

“Elleri kurusun Ebu Leheb'in, zaten kurudu da..!”Yine Mutezile ekolü bu ayetin; Ebu Leheb’in iktidarı-nı temsil ettiğini, buradaki kuruyan eli, Ebu Leheb’in iktidarının son bulması olarak anlamakta; Selefi ekol ise; yine aynı şekilde, Ebu Leheb’in ellerinin zahiren kuruduğu olarak anlamaktadır.

Üçüncü örnek ayet ise mevzunun bam teli mahiyetin-dedir. Maide 38:

“Hırsızlık eden erkek ve kadının, yaptıklarına karşılık Allah'tan bir ceza olarak ellerini kesin… :”

İşte bu ayette geçen “eydiye humâ” (ikisinin ellerini) kavramını, Selefi ekol yine zahiri olarak ele almakta ve burada ki ifadeyi, hırsızlık yapan kadın ya da erkek olsun ellerinin kesilmesi olarak anlamaktadır.

Oysa bizim de önemsediğimiz Mutezile bakış açısıy-la, buradaki elin ilk iki ayetteki bakış açısından yola çıkarak Hırsız kimselerin bu eylemini yerine getirecek yolları kesmek, imkân vermemektir.

Bu bakış açısından yola çıkarak; Anti-Kapitalist Müs-lümanlar olarak, Hırsızlığın mülkiyetten doğan bir ik-tidar biçimi olduğunu ve açlıktan, yoksulluktan ötürü yapılan eylemlilikleri değil, tüm canlıların ihtiyaçlarını sahiplenerek, onları açlığa mahkum eden mülkiyetçi egemen sınıfı hırsız olarak tanımlıyoruz.

SELEFİ EKOLÜN BULAŞTIĞI ALANLAR

Bu arada Selefi ve Mutezile ekollerini; Hanefilik, Mali-kilik gibi ameli mezhepler ve müşahhas ekoller olarak anlamamalı, bir yöntem ve bakış açısı olarak görme-liyiz.

Selefilik gibi nakilci bakış açısının, diğer tüm siyasal ve toplumsal olaylara da yaklaşımı, aynı Maide 38. Ayette geçtiği doğrultuda olmaktadır. Bu yüzden on-ların, Kur’an’dan anladıkları gibi; zahiri bakış açılarına uymayan her bir kişiyi kesmekte, katletmekte bir beis görmemektedirler. Bu bakış açısının en temelindeki mantık ise; Kur’an’ın başlı başına bütüncül bir kitap ol-duğu, Allah’ın te’vile gerek kalmadan her şeyi açık et-tiğine inanılan “Kitabî” bir bakış açısının yansımasıdır.

Günümüzde din adına sıkça yaşadığımız tartışmaların başında gelen bazı pratiklerin, Kur’an’da olup olmadı-ğına dair yapılan kısır tartışmalar da, bu bakış açısının bir ürünüdür.

Örnek verecek olursak kandil, mevlid, mevtanın arka-sından Kur’an okunup-okunamayacağı gibi tartışma-larda, ‘’bunlar Kur’an’da yoktur’’ diyen günümüz İlahi-yatçı kesim ile selefi ekol bütünleşmektedir.Selefi ekol gene zahiri olarak bu konulara yaklaşmak-ta, Kur’an’da olmayan bir pratiği ortaya koyanlara karşı acımasızca saldırmaktadır. O yüzden arkasından ‘’Yâsin okunma haramı işlenmesin’’ diye sahabe me-zarlıklarını kaldırmakta; Toplu halde vecd içinde oku-nan ilahilere “Şeytanın Kur’an’ı” nazarıyla bakmakta-dırlar. Günümüz teknik din adamlarıyla, selefi ekolün birleştiği nokta; Kur’an’a bir bilinç kitabı olarak değil de bir bilgi kitabı olarak bakmalarıdır.

Anti-Kapitalist Müslümanlar olarak; sürekli kandilleri önemsememizin sebebi, böylesi bir bilgi üzerinden inşa edilen anlayışın, İslâm’a ve Topluma, siyasal ve sosyal boyutta yaşatacağı tahrifatın önüne geçmektir.

IŞİD, EL KAİDE GİBİ ÖRGÜTLERİN İNANÇ KÖKENLERİ

Page 23: Ehad Dergi Ramazan

ehâd 2014 Ramazan

23Allah Ekmek Özgürlük

Biz Kur’an’ın mesajına ve Hz. Peygamber’in (S.A.V) uygulamalarına, bilginin değil bilincin konusu olarak bakıyoruz. Kandilleri, mevlidleri ve İslâm’ın ruhuna uygun kadim gelenekleri, Kur’an da olup olmadığıy-la değil, Kur’an’ın Tevhid, adalet, eşitlik, özgürlük ve kardeşlik bilincine uygun olup olmadığıyla değerlen-diriyoruz. Kandillerin, mevlidlerin ve kadim değerle-rimizin, egemenlerin elinde taassup aracı, ezilenlerin dünyasında ise birlik, dayanışma, kardeşlik ve eşitlik çağrışımları olarak görüyoruz. O yüzden Kapitalizm’le mevzi savaşını önemsiyor ve halklarımızın mevzilerini terk etmiyoruz.

Selefi ekolle farklılığımızı, daha belirgin bir örnek-le açıklamak gerekirse; Örneğin Selefi anlayışa göre Minare haramdır. Çünkü Hz. Peygamber Medine pa-zarındaki bütün yükselen direkleri indirmiştir. Zahiri olarak bakıldığında bütün yükselen yapıtların haram olduğu inanışı sadece bilgi düzeyindedir. Ancak Hz. Peygamberin Pazar direklerini yıkmasındaki bilinci açığa çıkardığımızda ise, buradaki temel amacın mül-kiyet ilişkileri olduğunu görmekteyiz. Hz. Peygamber, pazara ürün getiren tüccarın tezgahını açtığı yeri sa-hiplenmemesi ve bu sahiplikle doğacak olan hege-monyanın oluşmaması için o direkleri yıktırmış ve sa-bah kim erkenden gelirse istediği yere tezgahını açsın demiştir.

O yüzden de Anti-Kapitalist Müslümanlar; Mülk Al-lah’ındır düsturunu bilinç düzeyinde işlemekte ve bir şahsa ve gruba ait mülkiyetin yerine, ortak mülkiyetin savunusunu yapmaktadır. Yani amaç tüm direklerin yıkılması değil, üretim araçlarının ve yeryüzü nimet-lerinin özel mülkiyetinin yıkılmasıdır. Dolayısıyla esas olan, bilgi değil bilinçtir.

IŞİD ve EL KAİDE gibi örgütlerin esasını teşkil eden Se-lefi ekol, günümüzde bir çok modernist ideolojik, din-sel ekollere de sirayet etmiştir. Özellikle Ortadoğu’da ulus devlet inşası, Batı tipi aydınlanmayı nakli olarak taklit etmiştir. Batının kılık-kıyafetinden tutun da, hu-kuk metinlerine, devlet yapısına kadar, batının zahiri boyutu uygulanmış ve batının bu zahiri noktalarıyla örtüşmeyen halklar, büyük zulümlere uğramışlardır.

Belki de burada son sözü Nietzche’ye vermek yerinde olur: ‘’Batının filozofları, doğunun ise azizleri (pey-gamberleri) vardır…’’

Yani batının bilginleri, doğunun ise bilinç taşıyıcıları vardır...

301 canımız, bir avuç Kapitalistin kâr hırsı yüzün-den hayatlarından oldu. 301 canımız, gözü dönmüş Kapitalistlere, emekçilerin alınterini peşkeş çeken iktidar yüzünden hayatlarından oldu. 301 canımız; sendikaların, muhalif grupların, vicdanlı toplulukla-rın varlığına rağmen, gözümüzün önünde bile bile ölüme mahkûm edildi.

Kendilerince tanımladıkları Kader anlayışını kabul-lenip susmamızı, her felaketi nedenlerine bakmak-sızın kabullenmemizi istiyorlar.

Alınterimizi çalıyor, inançlarımızı çarpıtıyor, kadim değerlerimizi sömürüyorlar. Kendi elleriyle işledik-leri cinayetlere, Allah’ı da ortak kılmak istiyorlar.Sünnetullah, yani doğal düzen içerisindeki değiş-mez yasalardır KADER... Ateşin yanmasıdır KADER, yağmurun yağmasıdır KADER, depremin olmasıdır KADER...

Nasıl ki yağmurun, kar’ın, rüzgârın oluşacağı ön-ceden bilinebiliyor, depremin olabileceği öngörü-lebiliyor ve gerekli önlemler alınabiliyorsa, için için yanmaya başlayan bir kömürün, gerekli önlemler alınmadığında bir felakete dönüşeceği de bilinebilir ve gerekli önlemler alınabilirdi.

Fakat, Allah’ın bu değişmez yasalarına inat, doğal dü-zene inat, maliyetleri azaltarak daha çok kazanmak için güvencesiz çalışma koşulları oluşturmak, kapasi-telerinden fazla çalıştırmak ve onları bu sebeplerden ölüme mahkûm etmek; KADER değil KATLİAM’dır, CİNAYET’tir, ALLAH’ın yasalarına İHANET’tir...

‘’Muhakkak ki Allah, insanlara hiçbir şekilde zul-metmez; fakat insanlar kendilerine zulmediyorlar.’’ YÛNUS 44

SOMAYI UNUTMAYACAĞIZ!!!

Page 24: Ehad Dergi Ramazan

ehâd 2014 ramazan

24 Allah Ekmek Özgürlük

Bismillâhirrahmânirrahîm...

Kardeşler!

Bugün mübarek Cuma günü. Bu günde mü'minler bir araya gelirler ve hafta boyunca yaşadıkları sıkıntıları, acıları ya da güzel şeyleri paylaşırlar. Birinin bir diğe-rinden alacağı veya hakkı varsa, bu günde onu geri alır. O yüzden Müslüman toplumlarda Cuma nama-zını, o topluma halifelik yapan kişi kıldırır ki, topluluk halifeden de herkesin huzurunda hesap sorabilsin.

Biz de şimdi Kur'an'ın ve İslam topluluklarının yapmış olduğu gibi, bu cuma saatinde Taksim Gezi Parkı'nda buluştuk ve ülkeyi yönetenlerden hesap sormaya geldik. Ülkenin her tarafını talan ederek, sermaye gruplarına peşkeş çekenlerden, büyük yapıtlar inşa ederek, güç ve zenginlik gösterisinde bulunanlardan, doğanın insanlar ve bütün canlılar için ortak yaşam alanı olduğunu görmezden gelip, betona ve biber gazına boğanlardan, bu kaba binaları inşa ederken milyonlarca emekçi kardeşimizi açlık sınırında çalıştı-ranlardan hesap sormaya geldik.

Doğanın savunusu, adaletin ve eşitliğin sağlanması için, hegemonya ya, baskılara karşı hep birlikte di-rendik ve taksim gezi parkını doğa katili sermayeden temizleyerek halkların barış içinde bir arada olmasına vesile olduk. Böylesi bir barış ortamında Cuma nama-zı kılmak inananların üzerine farz olmuştur. Biz de bu münasebetle burada Cuma namazı kılıyoruz.

Yeryüzünde yaratılan her ne varsa, bütün canlıların bir arada barış içinde yaşaması içindir. Bu barış ortamını bozanlar, nesli, ekini ve doğayı ifsad edenler Allah'a, doğaya ve bütün canlılara karşı suç işlemişlerdir. Bu suçun farkına varan insanlar, önce Gezi Parkı'nda oturarak, pasif direnişte bulunmuşlar, bir yandan da hukuki mücadele platformları kurmuşlardır. Bu sağ-duyulu insan grubuna, geçen hafta bugün ve bura-da, sabah 5’te polisler biber gazlarıyla saldırmışlardır. Bebeklerin, yaşlıların, hastaların olduğu bir ortamda, hiçbir uyarıda bulunulmadan yapılan bu saldırı bir in-sanlık suçludur.

Böylesi haksızca ve orantısız bir şekilde gerçekleşen saldırı karşısında insanların yek vucud olup haklarını savunması meşrudur, caizdir ve haktır. Çünkü pey-gamberimiz Hz. Muhammed'in de (S.A.V) belirttiği gibi ‘'en büyük ibadet, zalim bir hükümdara karşı hakkı haykırmaktır.’'

Gezi Parkı’ndaki bu aleni haksızlık, yılların biriken öfkesini de beraberinde getirmiş, bugüne kadar ya-pılan zorbalıklara, haksızlıklara, aşağılamalara karşı, topyekûn bir tepkiye dönüşmüştür.

Türkiye’de yeni bir döneme giriliyor. Artık kimse hak-sızlıkla elde ettiği servet ve güce güvenerek zorbalık yapamayacak, ilahlık taslayamayacak, doğayı ve in-sanları ezemeyecektir.

Büyük binalar, köşkler, rezidanslar, ikiz kuleler, hep bir servetin ve gücün göstergesi olmuşlardır. Tarihte de bu böyledir. Bütün devrimci peygamberler kulelerde, saraylarda yaşayan, halkını sömüren, hükümdarlara, firavunlara karşı durmuş; doğanın, emeğin, eşitliğin

GEZİ DİRENİŞİ İLK CUMA HUTBESİ

Page 25: Ehad Dergi Ramazan

ehâd 2014 Ramazan

25Allah Ekmek Özgürlük

Gezi Direnişi’nde sosyalistler, Cuma Namazı’nı kılan müslümanlar için set kuruyor. - 2013

Mısır, Tahrir Meydanında Hristiyanlar, namaz kılan Müslümanları koruyor. - 2011

Pakistanlı Müslümanlar, Aşai Rabbani ayini sırasında Hristiyanları korumak için bir insan zinciri oluşturuyor. - 2013

mücadelesini vermişlerdir. Hiçbir peygamber göre-mezsiniz ki, halkına karşı, hükümdarları desteklesin. Bizim de yolumuz bu devrimci peygamberlerin yo-ludur. İktidarda her kim varsa; dini, ideolojisi, kim-liği her ne olursa olsun, eğer o iktidar zenginlerin ve güçlülerin yanında; insanın, doğanın ve hayatın karşısındaysa, bize düşen onlarla mücadele etmek-tir.

Mevcut iktidar her platformda Yunus Emre’lerden, Mehmet Akif’lerden Necip Fazıl’lardan şiirler oku-yor. Biz de, özellikle başbakana buradan şiir ile de-ğil Allah’ın ayetiyle karşılık veriyoruz. Ve gerçekten müminlerden ise şimdi okuyacağımız ayetler üze-rinde akl-ı selim ile düşünmesini ve ona hareket et-mesini öneriyoruz.

‘’Her yüksek tepeye şaşılacak bir bina kurarak mı eğleniyorsunuz ?! Ölümsüz kılınmak umuduyla, içinde temelli kalacakmış gibi sağlam ve süslü yapılar mı inşâ ettiriyorsunuz ?! Ele geçirdiğiniz şeyleri zorbalıkla mı tutup alıyorsunuz ?! Artık Allah’tan korkun ve bana itaat edin..!’’ Şuarâ Suresi 128-131

Cumamız ve mücadelemiz mübarek, bilincimiz daim olsun…

‘’Muhakkak ki Allah; adaleti, iyi ve güzel dav-ranmayı, akrabaya vermeyi emreder. Tüm pis-liklerden/edepsizliklerden, kötülükten, azgınlık, doymazlık ve kıskançlıktan yasaklar. Düşünüp tu-tasınız ümidiyle size öğüt verir.’’ Nahl 90

*Gezi Direnişi Yıldönümü üzerine yeniden yayınlanmıştır.

Page 26: Ehad Dergi Ramazan

ehâd 2014 ramazan

26 Allah Ekmek Özgürlük

BİSMİLLÂHİRRAHMÂNİRRAHÎM

Değerli Kardeşler !

Tüm insanlık tarihine baktığımızda, insanlığın belle-ğinde sembollerin önemli bir yer tuttuğunu görmek-teyiz. Tarih ne kadar ilerlerse ilerlesin, eşyanın gelişi-miyle birlikte sembolik dil çok daha güçlü bir şekilde karşımıza çıkmaktadır. Yaşadığımız çağ, sembollerin belki de en yoğun bulunduğu çağdır.

Kur'an’a baktığımızda da, sembolik anlatımın çok önemli bir esas teşkil ettiğini görmekteyiz. Buna sa-yısız örnekler verilebilir. “Parçalanmış kuşları ayrı ayrı tepelerden çağırmak” (Hz. İbrahim), “On bir yıldız, ay ve güneşin secde etmesi:”(Hz. Yusuf), “Cinleri, şeytan-ları, dalgıçları, kuşları emrine vermek” (Hz. Süleyman), “Eline bir demet sap almak” (Hz. Eyüp), “Beşikteyken ve yetişkinken insanlarla konuşmak” (Hz. İsa ) bunlar-dan sadece bir kaçıdır.

Kur'an okumalarında iki bakış açısı önemli yer tutar; Bunlar Zâhirî ve Bâtınî bakış açılarıdır ve bu iki yakla-şım sürekli olarak çatışma halindedir. Zâhirî bakış açı-sı; Kur'an'da ''muhkem'' denilen, kesin hüküm bildiren ayetlerin üzerinden bir din algısı oluştururken, Bâtınî bakış açısı ise; alegorik anlatım tarzı olan ''müteşâbih'' âyetlere anlamlar yükleyerek din algısı oluşturur.

Kur'an’da bu durum en iyi şekilde şu ayette ifade edil-mektedir .”İlâhi kelâmın özü olan, açık ve kesin hü-kümlü (âyâtun muhkemât) mesajlar ile müteşâbihleri

kapsayan bu ilahi kelâmı sana bahşeden O'dur. Kalp-leri hakikatten sapmaya meyilli olanlar, sırf kafaları ka-rıştıracak şeyler bulmak için ve ona anlamlar yüklemek amacıyla, ilâhi kelâmın müteşâbih olarak ifade edilen kısmına uyarlar; oysa Allah'tan başka kimse onun ke-sin anlamını bilemez. Bu yüzden bilgide derinleşenler şöyle derler: "Biz ona inanırız. Tümü Rabbimizdendir. Derin kavrayış sahipleri dışında kimse bundan ders al-maz" (Âli İmrân 7)

Yukarıdaki ayet çerçevesinde, zâhirî bakış açısına sa-hip olanlar, bilgiyi esas kabul edip, bilginin ardındaki bilinci eş geçtiklerinden ötürü, alegoriyi ıskalayarak sembolün kendisini esas almaktadırlar.

Bâtınî bakış açısına sahip olanlar ise; bilginin ardın-daki bilinci açığa çıkarmak için sembolü reddederek, salt bilinci esas alırlar. Zâhirîler ile Bâtınîler arasındaki çatışma, sembol üzerinden gerçekleştiği için, hiç bir zaman bilinç açığa çıkmaz ve tartışma sembolün var-lığı–yokluğu çerçevesinde kısırlaşır.

Bir örnekle açmaya çalışırsak: Kâbe bir semboldür. Hac’da îfâ edilen ritüeller ile birlikte bu sembol bir bilinci açığa çıkartır. Tavâf, ihrâm, şeytan taşlama gibi ritüeller, Kâbe’yle bütünleşerek eşitliği, paylaşımı, kardeşliği, ortak düşman mülkiyetçi sınıfa karşı mü-cadeleyi resmeder. Zâhirî bakış açısı; buradaki sem-bollerie ritüelleri esas alarak, ardındaki bilinci ıskalar ve Kâbe’nin Hz. İbrahim ve Hz. Muhammed döne-mindeki bilincinden yoksunluğunu tartışmaya açmaz.

SEMBOLLER VE ALEGORİ ÜZERİNE CUMA HUTBESİ

Page 27: Ehad Dergi Ramazan

ehâd 2014 Ramazan

27Allah Ekmek Özgürlük

Yalnızca Kâbe’nin ve Hacc'ın bilgi düzeyindeki varlı-ğına tek başına kutsiyet atfeder. Salt bilinci açığa çı-karmaya çalışan Bâtınî akıl ise; bütünüyle sembolleri ve ritüelleri “ölü din” diye tanımlar ve tüm sembol ve ritüelleri anlamsızlaştırır. Böylelikle bilincin açığa çıka-bileceği vasatta ortadan kalkmış olur.

Oysa, temelde bilgi düzeyinde karşımıza çıkan olgula-rın ardında, iki bilinç mücadele eder. Biri mülkiyetçi bi-linç, ikincisi ise ortak mülkiyeti esas alan “Lehûl Mülk” bilinci. İşte yukarıdaki ayette işaret edilen müteşâbih alanlara keyfi anlamlar yükleyenler, kendi çıkarları için sembolleri ve değerleri çarpıtan mülkiyetçi sınıftır. Yani, bilgiyi ortadan kaldırmayarak, kendi çıkarlarına uygun hale dönüştüren sınıftır. Sembolün ardında-ki bilinci ıskalayan zâhirî kesim, mülkiyetçi sınıfın çı-karlarına uygun bir hal almakta beis görmemektedir. Yapılması gereken, tartışmayı bilgi düzeyinden uzak tutarak, bilinç düzeyinde gerçekleştirmek ve tüm bilgi düzeyindeki olguların anlam dünyasını açığa çıkarma-ya çalışırken, o olguları reddetmemek ve aynı şekilde “Lehûl Mülk” bilincine dönüştürmektir.

Ali Şeriati'nin Şii inancına seslenip: “Kırbacı kendi sır-tımıza değil, Şah'ın duvarlarına vuralım” demesinde-ki gibidir:

Buna göre; Zâhirî bakış açısı için kırbaç esastır, Bâtınî bakış açısı için ise kırbaç hurafedir. Egemen sınıf için kırbaç, kendi iktidarını koruyan kalkandır, “Lehûl Mülk” inancına sahip ezilen sınıfa göre ise kırbaç, egemen sı-nıfı yıkan güçtür.

Kanaatimiz odur ki; yukarıdaki ayet tam da bu kısır çatışmaya parmak basmaktadır. Yaşadığımız çağdaki sorunların temelinde de bu iki bakış açısının çatışması vardır.

Kardeşler !

Kendi aramızda yaşadığımız Bayrak tartışmasını da bu açıdan değerlendirdiğimizde aynı sonuçlara varmaz mıyız? Bizim içimizde de, bayrağın ardındaki bilinci açığa çıkarmak yerine, zâhirî düşünen bayrak kutsa-yıcıları yok mu? Bizim içimizde de, bayrağın ardındaki mülkiyetçi bilinci tartışmaya açmak yerine, sembole saldıranlar yok mu? Bizim içimizde de, hepimizin hak-larını eksiksiz kuşatması gereken sembolleri, kendi çı-karlarına uygun hale getiren mülkiyetçi sınıflar yok mu ? Bizim içimizde de, sembolün ardındaki bilinci gerçek anlamda kardeşliğe dönüştürmeyi esas alacak olan “Lehûl Mülk” bilincine sahip olanlar yok mu?

Allah birbirimizi tüm farklılıklarımızla birlikte kabul et-memizi kolaylaştırsın. Cuma'mızı mübarek, mücadele-mizi daim kılsın…

'Muhakkak ki Allah; adaleti, iyi ve güzel davranmayı, akrabaya vermeyi emreder. Tüm pisliklerden, kötü-lüklerden, azgınlıktan, doymazlıktan ve kıskançlık-tan men eder. Düşünüp ibret alırsınız ümidiyle size öğüt verir.'' NAHL 90

Page 28: Ehad Dergi Ramazan

ehâd 2014 ramazan

28 Allah Ekmek Özgürlük

Orhan İnce’nin bol ödüllü kısa filmi Ali Ata Bak’ın ba-şarısının ardında doğal oyuncularla, abartıdan uzak, sade bir dil kullanmış olması, ayrıca mesajını, mesaj

verme kaygısıyla seyircinin gözüne sokmadan, ajite etmeden verdiği için hikâyenin sahiciliğini seyirciye hissettirmiş olması var. İçeriği oldukça zengin bir kısa film. 12 dakika içerisinde Türkiye Cumhuriyeti’nin ve eğitim sisteminin çarpıcı gerçekleriyle yüz yüze geti-riyor izleyiciyi.

İlk sahnede bir ilkokul önünde sıra olmuş çocuklar var. Öğretmen sesleniyor: Rahat! Hazır ol! Öğretme-nin verdiği komutları hiç tereddütsüz yerine getiren öğrenciler... Ardından andımızı okumak için kalkan

parmaklar...Kahramanımız Ali öne çıkıyor ve başlıyor kendisine ezberletilen cümleleri tekrar etmeye. Türküm, doğruyum, çalışkanım…

İlerleyen dakikalarda okuldan eve geçerek Ali’nin aile-sini tanıyoruz. Ekmeğini eliyle yapan anne, ateşe odun taşıyan baba, kümesten yumurta toplayıp ayranı çal-kalayan kız kardeş Havva ve muzurluk peşinde olan küçük kardeş Adem’le tanışıyoruz. Eve gelecek misafi-rin hazırlığı içerisindedir aile. Aynı zamanda bir

öğretmen olan Ali’nin dayısı için yapılmaktadır hazır-lıklar. Tüm bunları hayatın normal seyri içerisinde çok doğal olarak sunar film.

Beklenen misafir gelir. Öğretmen dayısı okuldan dö-nen Ali’yi bir teste tabi tutar. Elindeki kitaptan rastge-le bir yeri okumasını ister. Okulda andımızı okurken derslerinde de çok başarılı bir öğrenci olduğu izlenimi veren Ali’nin okumayı öğrenemediğini, kitaba baka-rak ezberlediği ‘Ali ata bak’ cümlesini tekrar ettiğini görürüz. Milli eğitim sistemi Ali’ye okumayı öğrete-memiştir, ama her sabah varlığını Türk varlığına arma-ğan etmeyi çok iyi öğretmiştir. Çünkü zaten asıl ama-cı ödevlerini bilen uyumlu vatandaşlar yetiştirmektir. Aileden gelen ‘bu hiç bir şey bilmiyor ki’ tepkilerine Ali’nin cevabı da bu yöndedir. Sınıfa odun topladığını, sınıfı temizlediğini, sobayı yaktığını, öğretmene pey-nir götürdüğünü, mavi üniforması üzerinde andımı-zı çok maharetli okuduğunu, açılan yolda, gösterilen hedefte ilerlediğini, görevlerini bilen başarılı bir öğ-renci olduğunu canhıraş dile getirir.

Ali kitabı okuyamadığında Ali’ye sinirlendikleri aile fertlerinin yüzlerindeki ifadelere yansır. Cumhuriyete geçiş ve Türkiye ulus devletinin oluşumu aşamasında,

İYİ DERSLER ARKADAŞLAR!

“ALİ ATA BAK”

Kıs

afil

m i

nc

elem

esi

Page 29: Ehad Dergi Ramazan

ehâd 2014 Ramazan

29Allah Ekmek Özgürlük

cumhuriyet ideolojisine uygun insan yetiştirme po-litikalarının uygulandığı yakın tarihte, kendilerinin modern çağa uygun insanlar olmadığı, hiçbir şey bil-medikleri, kıyafetleriyle dahi alay edilerek halkların kafasına kazınmıştır. Yeni ideoloji önce buna inandır-malıydı ki karşısındakileri, önce sıfırlamalıydı ki, ardın-dan idealize ettiği çerçevede yükleme yapabilmeli, tek tip Türkiye vatandaşı yetiştirebilmeliydi. Zaten cahil olduğuna inandırılmış halk kitlelerinden bir aile olan Ali’nin ailesi de sorumluyu uzaklarda aramaz. Kızgın bakışlar Ali’nin yüzünde gezinir. Oğlumuz eğitimini sadece okulda öğretmenden duyarak öğrenmek zo-runda olduğu bir dilden değil de ana dilinden alsa sonuç nasıl olurdu acaba? Demez, diyemez. Demez çünkü doğruları bilenlerin gösterdiği yolda gidilme-si gerektiğine inandırılmışlardır. Diyemez çünkü pek çok acıya tanıklık etmiş bir coğrafyada Ali’nin de zarar görmemesi, kendisinden istenilenlere ayak uydurma sına bağlıdır. Nitekim bunu Ali kitabı okuyamadığın-da bozulan morallerin, Ali andımızı okuyabiliyorum dediğinde, andımızın sözlerinin içeriğine aldırmadan duydukları memnuniyetin yüzlerine yansımasından anlarız. Ali’nin evde andımızı okumadan önce önlü-ğünü giymek istemeside, babasının git giy demesi içimizi acıtır.

Filmin akışı esnasında arkadaki duvar halısı göze çar-par. Ama dekor olarak değil, evde doğalında asılı ol-duğu ortadadır. Halıdaki, nehir kıyısında koyunlarını otlatan İsa peygamberdir. İlk akla gelen insanlar bil-meden asmışlar işte diyerek kolaya kaçmaktır. Oysa ki, bir şey bilmediği düşünülen halkların, din, mezhep, ırk ayrımı gözetmeyen ortaklaşacı kültürüne işaret et-mektedir o evde asılı olan o halı. İdeolojilere bulaş-mamış halk bilincinde bu ayrımlara yer yoktur.

İnsanın yaratılışından gelen tüm özelliklerini yapısı içerisinde eriten, bekası adına yok sayan, insana tüm benliğiyle var olabileceği bir alan açmayan, her türlü ırk, din, mezhep resmi ideoloji ve şahıs vurgusundan arındırılmamış bir devlet anlayışı ancak zulüm üretir, üretmiştir. Kahramanımız Ali bu durumun canlı örnek-lerinden biridir.

Yönetmen Orhan İnce tüm bunları ve daha fazlasını düşünmemizi sağlayan bir hikâye sunuyor. Bir çözüm önerisi sunmuyor ama Ali’lerin mevcut durumu ve as-lında nasıl olması gerektiği konusunda düşündürüyor.

Page 30: Ehad Dergi Ramazan

ehâd 2014 ramazan

30 Allah Ekmek Özgürlük

Şeytanın Hilesi

tolstoy

Yoksul bir köylü sabah erkenden çift sürmeye gitmiş, sabah çorbasını içmediği için yanına bir parça ekmek almıştı. Tarlaya varınca torbasını indirip bir çalının al-tına koydu. Ekmeği de onun yanına bırakıp, kaftanını üzerine örttü. Bir müddet çift sürdü. At yorulup, köy-lü de acıkınca sabanı toprağa sapladı. Otlaması için hayvanı da çözüp, kendi haline bıraktı. Ve yemeğini yemek için kaftanının yanına gitti. Fakat kaftanı kal-dırınca bir de ne görsün, ekmek yerinde değil. Arayıp taradı. Kaftanı silkeledi ama ekmeği bulamadı. Şaşıp kaldı. "Tuhaf şey" dedi kendi kendine. "Etrafta kimse-cikleri görmedim ama biri gelip ekmeği almış olmalı" diye düşündü.

Bu işi yapan küçük bir şeytandı. Ekmeği alıp bir çalının arkasına oturmuş, köylünün kızıp, kendi adını anarak, nasıl küfredeceğini beklemekteydi.

Köylü biraz düşündükten sonra: "Ne yapalım?... Açlık-tan ölecek değilim ya. Alanın ihtiyacı olmasa almazdı. Afiyetle yesin" dedi.Sonra kuyunun başına gidip su içti. Biraz dinlendi. Hayvanını sabana koşup, tekrar toprağını sürmeye başladı.

Küçük şeytan köylüyü günaha sokamadığı için çok şa-şırmıştı. Olup bitenleri büyük şeytana anlatmaya gitti. Köylünün ekmeğini nasıl aşırdığını, adamın küfrede-ceği yerde "afiyetle yesin" dediğini ona anlattı. Büyük şeytan buna çok kızdı.

Köylü oyuna gelmediyse suç sende. Demek ki işi be-ceremedin. Köylülerin hepsi böyle olursa biz ne ya-parız. Yoo... Bu işi böyle bırakamayız. Haydi hemen o köylünün yanına git ve ekmeğin acısını çıkar. Eğer üç yıl içinde o köylüyü alt edemezsen, seni okunmuş suya sokarım bilesin, dedi.

Küçük şeytan korkup çarçabuk yeryüzüne indi. Suçu-nu nasıl bağışlatacağını düşünmeye başladı. Düşündü taşındı sonra şöyle bir çare buldu:

İyi insan kılığına bürünüp, yoksul köylünün yanına işçi olarak girdi. Köylüye, kurak geçen yazlarda buğdayı bataklığa ekmesini söyledi. Köylü de işçinin dediğini yapıp, buğdayı bataklığa ekti. O yaz, tüm köylülerin ekini güneşte kavrulduğu halde, onunki gür, boylu ve sık başaklı oldu. Köylü bir sonraki harmana kadar bu buğdayları bol bol yedi. Yine de buğday arttı. Ertesi yaz, işçi köylüye buğdayı dağa ekmesini söyledi. Köylü de onun dediğini yaptı. O yıl yaz, yağmurlu geçti. Tüm köylünün ekini yattı, buğday vermedi. Bizim köylü ise iyi buğday kaldırdı. Eline geçen buğday bir hayli çok-tu. Köylü bu kadar buğdayı ne yapacağını düşünmeye başladı.

İşçi köylüye şarap yapmasını söyledi. Köylü de buğ-daylardan şarap yapıp, hem kendisi içti hem de baş-kalarına içirdi. İşte o zaman küçük şeytan büyüğünün yanma gidip: "Ekmeğin acısını çıkardım" dedi.Bunun üzerine büyük şeytan, durumu kolaçan etmek için köylünün olduğu yere gitti. Köylünün evine va-rınca şöyle bir manzarayla karşılaştı: Adam bazı zen-ginleri, şarap ikram etmek için evine çağırmıştı. Karısı, şarabı bardaklara koymuş, ikram etmek üzere misa-firlere getiriyordu. Tam o sırada kadın masaya çarpıp, şarabı döktü. Köylü de buna kızıp karısına küfretti ve:Kör şeytan, dedi. Bu döktüğün bulaşık suyu değil. Böyle değerli bir şeyi nasıl dökersin beceriksiz kadın.

Küçük şeytan büyüğünü dirseği ile dürtüp:Gördün mü? Artık küfretmekten çekinmiyor, dedi. Sonra köylü, kendi şarap dağıtmaya başladı. O sıra-da yoksul bir köylü işinden dönüyordu. Oraya uğradı. Herkesi selamlayıp bir köşeye oturdu. Onların şarap içtiğini görünce, yorgunluktan onun da canı şarap is-tedi. Uzun bir müddet oturup, yutkundukça yutkundu ama ev sahibi ona şarap ikram etmedi. Ev sahibi kendi kendine:

İnsan, hepinize nasıl şarap yetiştirir, diye mırıldanı-yordu. Bu da, büyük şeytanın çok hoşuna gitti. Küçük şeytan ise: “Dur bak, daha neler olacak” diye övünü-yordu.

Ev sahibi ve zengin köylüler bir miktar içtikten son-ra birbiriyle muhabbet etmeye, birbirini övmeye ve birbirine yaldızlı sözler söylemeye başladılar. Büyük şeytan onları uzun bir müddet dinledi. Bu durumdan çok hoşlanmıştı: “Böyle, birbirlerini aldatmaya devam ederlerse topu birden elimize düşecek.” dedi.

Page 31: Ehad Dergi Ramazan

ehâd 2014 Ramazan

31Allah Ekmek Özgürlük

Küçük şeytan: "Daha dur hele. Bak sonunda neler ola-cak. Birer bardak daha içsinden de gör. Şimdi tilki gibi birbirine kuyruk sallıyor, birbirlerini aldatmak istiyorlar. Fakat biraz sonra azgın kurtlara dönüşecekler." dedi.Köylüler birer bardak daha içtiler. Konuşmaları daha bir kabalaştı, sesleri daha yüksek bir perdeden çıkma-ya başladı. Güzel sözleri bırakıp, birbirlerine kızıp, küf-retmeye başladılar. Sonunda kavga çıktı. Birbirlerinin ağzını burnunu kanlar içinde bıraktılar. Derken ev sa-hibi de kavgaya karıştı. Onu da bir temiz patakladılar.

Büyük şeytanın, bu da çok hoşuna gitti. "İyi, iyi" dedi.Küçük şeytan ise: "Dur bak, daha neler olacak" diye seslendi ona. Hele üçüncü bardağı içsinler gör onların halini. Şimdi bir kurt gibi vahşi oldular, biraz sonra do-muza benzeyecekler."Adamlar üçüncü bardağı da devirdiler. Büsbütün zıva-nadan çıktılar. Ne söylediklerini bilmeden, birbirleri-ni dinlemeden bağırıp çağırmaya ve homurdanmaya başladılar. Sonra birer, ikişer, üçer sokağa çıkıp, yerler-de yuvarlanmaya başladılar. Ev sahibi de geri kalanla-rı uğurlamaya çıkınca, kafası üstü, bir su birikintisine düştü. Üstü başı çamur oldu. Düştüğü yerde yığılıp kaldı. Bir domuz gibi sesler çıkartıyordu.

Bu hal büyük şeytanın daha çok hoşuna gitmişti:Eee... iyi iş yapmışsın aferin sana, dedi. Ekmeğin acı-sını iyi çıkardın. Yalnız bir anlat bakalım, nasıl yaptın bu şarabı? Herhalde ilk önce içine tilki kanı kattın. Bu yüzden köylüler onu içince kurt gibi kurnazlaştı. Sonra kurt kanı koydun. Bunun için de kurt gibi vahşi ol-dular. Daha sonra da domuz kanı kattın herhalde. Bu sebeple de domuza benzediler.

Hayır, diye cevap verdi küçük şeytan. Hiç de öyle yap-madım. Benim yaptığım tek şey, onun fazla buğday yetiştirmesini sağlamaktı. Bu hayvanların kanları za-ten insanlarda vardır. Fakat, yalnızca ihtiyaca yetecek kadar ekmek olunca meydana çıkmıyor. Bu köylü eskiden en ufak ekmek parçasını bile atmazdı. Fakat ekmeği çoğalınca, nasıl eğleneyim diye düşünmeye başladı. Ben de ona şarap içerek eğlenmesini söyle-dim. Köylü Allah'ın nimetinden, eğlenmek için şarap yapmaya başlayınca damarlarındaki tilki, kurt ve do-muz kanı kendini göstermeye başladı. Bundan sonra bir bardak şarap içtiği anda hep böyle hayvanlaşacak.

Büyük şeytan, küçük şeytana iltifatlar edip, onu övdü. Ekmek suçunu bağışladı. Ve onu kendisinin yaveri yaptı.

Eşrefoğlu Al Haberi

Anonim Halk Türküsü

Eşrefoğlu al haberiBahçe biziz gül bizdedir

Biz de Mevla’nın kuluyuzYetmiş iki dil bizdedir

Erlik midir eri yormakIrak yoldan haber sormakCennetteki on dört ırmakCoşkun akan sel bizdedir

Adem vardır ismi semizAlır abdest olmaz temiz

Halkı tan eylemek nemizCümle küstahlık bizdedir

Arı vardır uçup gezerTeni tenden seçip gezerCanı bizden kaçıp gezer

Arı biziz bal bizdedir

Kimi sofu kimi hacıCümlemiz Hakk’a duacı

Resulüekrem’in tacıAba hırka şal bizdedir

Biz erenler gerçeyiğizHas bahçenin çiçeğiyizHacı Bektaş köçeğiyiz

Edeb erkan yol bizdedir

Kuldur Hasan Dede’m kuldurManayı söyleyen dildir

Elif Hakk’a doğru yoldurCim ararsan dal bizdedir

Page 32: Ehad Dergi Ramazan

ehâd 2014 ramazan

32 Allah Ekmek Özgürlük