226
Güneş

Güneş - Devrim Demirel

Embed Size (px)

DESCRIPTION

İlk romanım. Yayınevi baskısından önce devr.im/gunes adresinden ücretsiz indirebilir ve Slideshare'de online olarak okuyabilirsiniz

Citation preview

Page 1: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

Page 2: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

© Devrim Demirel, 2014Her hakkı saklıdır.

Her hakkı gerçekten saklıdır, ama bu kopya bizzatyazar tarafından www.devr.im/gunes adresindeücretsiz olarak yayımlanmıştır. Dolayısıyla,

İçeriği değiştirilmeden, herhangi elektronik veyafiziksel ortamlarda, her şekilde kopyalanması, yazdırılması, dağıtılması, bastırılması ve hatta, fotokopi ve yazıcı çıktısı şeklinde satılması bileserbesttir, neden olmasın? Bildiğiniz open source.

Yayınevi baskısı 19.99 ! fiyatla satılacağındankopya baskıların 9.99 ! fiyatından daha pahalısatılması ayıptır, yanlıştır. Mesela on liraya olmaz.

Orçun Kunek’e sevgilerle (Kopirayt mopirayt ağa)

Devrim

www.devrimdemirel.comwww.devr.im

Page 3: Güneş - Devrim Demirel

Bu ülkenin güneşten güzel kadınlarına.

Page 4: Güneş - Devrim Demirel

3

“Yonca ve Yunus gerçekse… Rüyam da, hayallerim de gerçektir.“

Page 5: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

4

Page 6: Güneş - Devrim Demirel

5

Bir

Güneşi özlüyordu. Bu şehirde çok şey yoktu ama hiçbiri güneşsizlik kadar zor değildi. Gözlerini kapadı ve sadece güneşi hayal etti.

Güneş, hayal ettikçe gerçekleşen diğerlerine benzemiyordu. Büyük bir hayaldi, onu hayal etmek zordu. Görüntüsünü hayal etmesi için, güneşi görmesi gerekirdi; oysa güneşe hiç bakmamıştı. Güneşin resmedildiği tablolar veya karikatürler geldi gözleri kapalı, deniz kenarında ama yine güneşsiz bir günde. Güneşi hayal ederken, onun sıcaklığını, aydınlığını ve tüm doğaya hayat veren güzel varlığını düşündü ama vücudu Almanya’nın hala buz gibi soğuğuna alışmaya çalışırken, üstelik de güneşsiz ısınması mümkün değildi. Güneşi adam gibi hayal edebiliyor olsaydı güzel eski, güneşli günleri hatırladıkça teninin ısınması, vücudunun terlemesi gerekirdi, olmadı.

Gözlerini açtı. Almanya’daki bir balıkçı

Page 7: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

6

kasabasını gezmeye gelmişti kendi başına. Dilini bile daha öğrenemediği insanların yaşadığı bu soğuk ülkeye aylar önce taşınmıştı. Önce iş ve evini düzene koymuş, sonra da biraz sosyalleşmeye çalışarak küçük ama sevimli bir çevre edinmişti. Aylar sonra nihayet tatil yapma zamanı gelmişti. Büyük şehirlerden birine giderek kalabalık ve gürültüye katlanmak yerine yaşadığı yere yakın, deniz kenarındaki bu küçük şehre iki günlük bir haftasonu tatili için gelmişti.

İnsanlar çok olumluydu burada. Herkesin yüzü bir şekilde gülüyordu. Bira içip sosis yemek dışında fazla bir şey yapmasalar da, pek de anlamadığı sohbetleri genelde keyifliydi. Tek sorun, aylardır güneşi görmemiş olmasıydı.

Sürekli üşüyordu ama buna alışabilirdi, alışmaya başlamıştı hatta. İnsan her şeye adapte olabiliyordu, üşümek dayanılmayacak veya alışılmayacak bir şey değildi. Almanların neden birayı ve sosisi çok sevdiğini yavaş yavaş anlamaya

Page 8: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

7

başlamıştı, bu kadar soğuk bir yerde lezzetli biralarla ve içkiye uygun yemeklerle vakit geçirmek ısınmanın en güzel yoluydu. Üşümeye Almanların alıştığı gibi alışmaya başlamıştı ama onların umrunda bile olmayan bir derdi vardı, güneş.

Güneşin ne kadar önemli olduğunu ve ne kadar çok şeyi etkilediğini düşündü. Her yerde ısıtıyor, aydınlatıyor ve besliyordu insanları, diğer canlıları ve toprağı. Burada da olsaydı keşke.

İnsanların yaşamları daha farklıydı, kesinlikle daha medeni olduklarını söyleyebilirdi. Yüzleri gülüyor, çalışkan ve yardımseverlerdi. Yine de havadaki keskin gri kasvet asla kaybolmuyordu, burada hayat siyah beyaz bir filmi andırıyordu, güneşsiz. Birden, Türkiye’yi en çok ziyaret eden turistlerin başında Almanların olduğunu hatırladı. Türkiye’yi neden sevdiklerini anlamak, burayı gördükten sonra zor değildi. Hayat ne kadar ilginç, diye düşündü. On yıllarca önce fakir Türkiye’den iş bulma umuduyla Almanya serüvenine başlayan

Page 9: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

8

milyonlarca Türk buraya taşınmamış olsaydı belki de Almanlar Türkiye’yi bir turizm cenneti olarak hiç bilmeyecekti. Çoğu okumamış ilk nesli hala buraya adapte olamamış göçmen Türkler bugünkü Almanya’nın çok önemli bir parçası ve tarihiydi ama ne onlar, ne de Almanlar bu göçe tam bir uyum sağlayamamış gibiydi; buna rağmen Türkiye ve Almanya arasında geçmişten gelen ve artık geleceğe uzanan bir bağ vardı.

Türkler gittiği her yerdeydi ama Türkçe konuşsalar da Türkiye’de bildiği Türkler gibi değildi. Ne Alman, ne Türk, neredeyse iki ırkın aritmetik ortalaması gibi kendilerine ait bir yaşam formu sürdürüyorlardı. Özellikle ikinci ve üçüncü nesil Türkler çok farklı, kendilerine özgü bir şekilde yaşıyorlardı.

Buradaki milyonlarca Türkün ilk geldiklerinde güneşsizliğe nasıl alıştığ ını düşündü. Kış mevsiminde doğu ve güneydoğu Anadolu’yu gezdiğinde bile her yerde mutlaka ışıl ışıl, insanın

Page 10: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

9

içini ısıtan güneşi ve masmavi gökyüzünü kafasını her yukarı kaldırdığında mutlaka gördüğünü hatırladı. Antalya, İzmir, Ankara, İstanbul, bildiği ve gördüğü her şehir güneşliydi neredeyse. Şimdiyse güzelim bir deniz kenarı kasabasında, sadece ara sıra bulutların arasından belli belirsiz sırıtan, onun varlığını hatırlatan, bir tablo kadar güzel ama gerçek güneşten çok uzak, onu kendinden, evinden ve ülkesinden yalnız hissettiren kocaman bu güneşsizlik, keyifle biralarını yudumlayıp birbirleriyle sohbet eden Almanlar gibi mutlu olmasını engelliyordu.

Sosisi almanlar kadar sevmese de ara sıra yiyordu. Burada balık çeşitleri ve lezzeti Türkiye’den çok farklıydı, balık yemeyi çok sevdiğinden gittiği her yerde farklı balıkları deniyordu. Deniz kenarındaki küçük mekanlardan birinden beyaz bir bira ve küçük bir ekmek arasında sunulan, rengi somona benzeyen değişik bir balık aldı.

Page 11: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

10

Denizi izleyebileceği bir banka oturdu. Balık ekmek, bira… Ş imdi İstanbul ’da olsaydı Eminönü’nde balık ekmek yiyip martıları seyrediyor olurdu, büyük ihtimalle de yalnız olmazdı. Şimdi, modern ve medeni bu ülkede, bir çok sorununu çözmüş olsa da yalnızdı. Yalnızlığı eskiden bildiğinden çok daha fazla yaşıyor ama buna alışmaya başlamıştı. Yalnızlık, anlamını bildiğinde ve tadını çıkarabildiğinde güzeldi ama, her zaman zordu.

Yeni görevine başladığı üniversitede de, oturduğu apartmanda da, sık sık alışveriş yaptığı evinin yakınındaki pazar yerinde de çevre edinmesi kolay olmuştu. Meltem, çocukluğundan beri güleryüzlü, sakin ve dingin biriydi. Ne okul arkadaşlarıyla, ne ailesiyle, ne de sevgilileriyle kavga etmemişti. İnsanlara sıcak, olumlu ve ılımlı yaklaşır, kavgayı asla tercih etmezdi. Yine de bu, hayatına geçmişte giren bir çok erkeğin onunla kavga ettiği gerçeğini değiştirmiyordu. Buraya artık haketmediği kavgalardan ve tartışmalardan kaçarak

Page 12: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

11

gelmişti. Almanya’yı özellikle seçmemişti ama arayışı kavga ve gürültünün olmadığı bir yer bulmaktı. Tesadüfler sonucu kendini burada küçük bir üniversitede, yeni başlayan bir projede bulmuş, hayatındaki tüm eskileri geride bırakarak bir kaç hafta içinde Türkiye’deki günlerini unutup buraya hızla alışmıştı.

Şimdi yalnız ve sessiz kaldığı saatlerde ve uzun uzun gördüğü rüyalarda, aylar öncesinden başlayıp çocukluğuna kadar uzanan yıllardan sadece iyi şeyler aklına geliyordu. Sessizlik, kavgasızlık ve özellikle erkeklerin bitmek bilmeyen gürültüsünden uzaklaşmak benliğine iyi gelmişti. Türkiye’yi ve tüm insanları iyi ve güzel anılarla hatırlayarak tüm ülkeyi, özellikle İzmir’i özlüyordu.

İzmir gibi sıcak, güneşli, insanın ve doğanın pırıl pırıl, coşkulu, temiz olduğu bir yerden buraya taşınması, güneşsiz ve yalnız bir hayatı kabul etmesi şaşırılabilecek bir tercihti aslında. Sürekli yağan yağmurları ve her zaman mis gibi, serin havası çok

Page 13: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

12

güzeldi buranın, İzmir’de uzun yıllar boyunca geçirdiği cehennem sıcaklarını düşününce bu çok güzeldi ama İzmir gibi güzel bir şehirden sonra… Buradaki hayat ancak sıkıcı bir film gibi olabilirdi. En azından şu anda böyle düşünüyordu, kendini dingin ve huzurlu hissetse bile.

Büyük bir ikilemdi yaşadığı, maddi olarak burada elde ettiği olanaklar fazlaydı. Bir bilimadamı olarak ilk kez kendini istediği gibi ifade edebildiği bir üniversitede, çok iyi insanlarla yeni bir projeye başlaması çok güzeldi. Her gün büyük bir iştahla çalışıyor, haftanın en az üç günü literatür tarayarak ve bol bol kahve içip keyifle araştırma yaparak geçiyor, ara sıra yeni insanlarla tanışıyordu. Sık sık yürüyüşler yapıyor, bisiklete biniyor, Türkiye’de sık yapmadığı bir şeyi yapıp haftasonları mutlaka barlarda vakit geçiriyor, yakışıklı Almanlarla tanışıp eğleniyordu. Bu adamlar gerçekten de pek tipi değildi ama rahat ve olumlu insanlardı, bir haftasonunu geçirdikten sonra hayatının geri kalanına musallat olmuyorlardı.

Page 14: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

13

* * *Zamanda geri gidip kendine anlatsa, eski

Meltem’in kesinlikle kıskanacağı bir hayatın belki de daha en başlarındaydı ama yine de eski hayatından anları, insanları ve duyguları aramaktan vazgeçmemişti.

“Geçecek”, diye düşündü, “bu da başka bir süreç ve buna daha önce alıştığım değişimlerden daha çabuk alışacağım”. Düşündüklerinde haklı olduğunu biliyordu. Geçmişte çok büyük zorlukları aşmıştı. Hem maddi, hem manevi konularda, özellikle de kendi sağlığı ve ailesindeki insanların sağlığıyla ilgili çok zor, umutsuz dönemler atlatmıştı. Bu dönemin bir sağalma, iyileşme dönemi olduğunu biliyordu ama ailesini, en çok da annesini özlüyordu.

İzmir’deyken annesiyle her hafta görüşecek zamanı bile bulamazdı, yine de onların yakınında olduğunu bilmek bile yeterliydi. İstanbul’da yaşayan kız kardeşini bazen ayda bir, bazen birkaç

Page 15: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

14

ayda bir görebilirdi, sık sık telefonda konuşurlardı, şimdi onu bile eskisi kadar sık aramaz olmuştu. Özellikle annesiyle her hafta görüşmeye devam etse de kızkardeşini eskisi kadar sık özlemiyordu. Kız kardeşi bundan biraz şikayetçiydi ama Meltem kardeşinin artık onu sürekli yormasına tahammül edemiyordu.

Kendi kabuğuna çekilmek, tanımadığı bir ülkede yeni bir yaşam kurmak ona iyi gelmişti. Yalnızlık sürekli değişkendi hayatın kendisi gibi. Her zaman daha fazlası vardı yalnızlığın ve yalnızlık hep zordu. Hiçbir yalnızlık bir diğerine benzemiyordu. Yine de insanın kendini yapması, oluşturması için en gerekli şey de bu boşluktu. Belki hayatında ilk kez bu kadar çok boş alan bulmuştu: onu bir şey olmaya, bir şekilde düşünmeye zorlamadan, kendi istekleri, düşünceleri ve varlığı doğrultusunda yaşamasına izin veren bir yaşam formu, gayet de mümkündü. Tek sorun güneşssizlik ve ışıksızlıktı; kasvetli, soğuk gri her yerdeydi, binaların taştan renkleri de kahverengi,

Page 16: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

15

gri, soğuk bir yeşil veya kasvetli grinin üzerine çöktüğü bildiği beyazlardan bambaşka, çok koyu bir beyazdı.

Adamların her şeyleri var ama güneşleri yoktu. Bildiği diğer güneşli dünya kentlerini de düşünerek buradaki hayatı yorumluyordu. Güneş aydınlattığı her yeri besliyor, renklendiriyor ve yaşatıyordu; o yüzden dünyanın da, Türkiye’nin de güneşi bol şehirleri, yaşadıkları her türlü zorluğa rağmen rengarenkti. Geldiğinden beri gezdiği renksiz ve soluk bu kasabayı ve buna benzeyen küçük ve büyük şehirleri ısıtır mıydı güneş, renklendirir ve canlandırır mıydı buradaki insanların hayatını, kafasını çıkarıp saklandığı bulutların arkasından bir baksaydı onlara?

Birasından son yudumları aldığında balığını yiyip bitirmişti çoktan. Az önce bulutların arasından hafifçe beliren güneş tamamen kaybolmuş, büyük olasılıkla batmak üzereydi. Hava kararmadan trenine yetişip, evine dönmek istiyordu

Page 17: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

16

artık. Buz gibiydi dışarısı, kalın yünlü atkısı ve sevimli eldivenleri üşümesini engellemiyordu.

Ertesi gün Pazartesiydi ama proje koordinatörü izinli olduğundan üniversiteye gitmeyecekti. Evinde yapmak istediklerine vakit ayırabileceği için mutluydu Meltem. Oturduğu banktan kalkıp, biraz olsun ısınabilmek için olabildiğince hızlı adımlarla tren garına kadar yürüdü. Kulaklıklarını takıp yarım saat kadar müzik dinledikten sonra gelen trenine binip, evinin yolunu tuttu.

Evine vardığında hava kararmıştı. Uyku vaktine epey vardı. Meltem burada daha az uyuyor, daha az gıdayla besleniyor, bol s ıvı tüketiyordu. Hayatındaki bu değişimlerin şimdi daha hareketli bir hayatı olmasıyla ilgisi olmalıydı. Evine varır varmaz üzerinde çalıştığı projeyle ilgili taslakları ve geçen hafta kütüphanede aldığı notları derlemeyi düşündü ama güzelim haftasonunun son saatlerinde yapılacak doğru iş bu değildi.

* * *

Page 18: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

17

İnternetten bir Türk radyosu açtı, slow müzikler çalan bir pop müzik kanalı. Bunları pek dinlemezdi Türkiye’deyken, şimdiyse Türkçe sözlü şarkıları dinlemeyi çok seviyordu. Türkiye’den getirdiği romanlardan birini okumaya başladı.

Burada çok huzurluydu ama başka bir ülkeye taşınan her insanın ülkesini, şehrini, insanlarını nasıl özlediğini şimdi çok iyi anlıyordu. Otuzyedi yaşındaydı Meltem ve Türkiye’den başka bir ülkede geçirdiği kısa tatiller ve iş seyahatleri dışında hiç ayrılmamıştı.

Şimdi, bu yaşta, tek başına başka bir ülkedeydi. Türkiye’nin ne kadar güzel olduğunu görebiliyordu bu mesafeden; tıpkı gece gökyüzündeki çok uzak yıldızları izlerken ne kadar güzel olduklarını pırıl pırıl gördüğü gibi. Bir yandan da web sitelerinden haberleri ve ülke gündemini gördükçe, tüm ülkesinin, birbirinden güzel insanlarıyla ne kadar zorlandığını, acı çektiğini görüp istemeden de olsa burada yaşadığı hayatla Türkiye’yi karşılaştırıp her

Page 19: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

18

bir ayrıntıya dikkat ediyor ve üzülüyordu. Türkiye’de inşaatlar, teknoloji ve ekonomi ilerliyordu söylendiğine göre, siyaset veya ekonomiden çok da anlamazdı. İlerlemeyen şeyse hayattı, şimdi çok net görebiliyordu. Her katmanda kavga ve gürültü vardı, ailelerde, okullarda, mahallelerde, şehirlerde her yerden öfke dumanları, şiddet alevleri çıkıyordu, yangın her yeri kaplamıştı. Okuduğu romanda sayfa sayfa ilerledikçe, hem yeni hayatını, hem de eski günlerini kafasında istemsiz olarak ölçüp biçiyor ve üzülüyordu.

İşte, gurbette olmak. Genelde böyle bir ikilemdir. İnsan, apartman kapıcısından marketteki kasiyere kadar aynı dili konuştuğu herkesi; anne babasının onu en kızdıran sözlerinden, pis kokan mahallelerine kadar, ait olduğu yerin her haltını, her güzelliğini, her ayrıntısını özler. İşte bir pazar akşamı, yalnız başına, Türkçe pop dinleyip kendi dilinden bir roman okuyordu Meltem. İster on, ister yüz yıl kalsın başka bir ülkede; yine de doğduğu yerdedir insan. İşte budur gurbet: başka hayatlar

Page 20: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

19

görüp, acı çeke çeke alışmak, ne kadar konforlu olursa olsun o uzaktaki hayat; anlarsın ki kafa ayarın başka bir yere göre yapılmıştır. Elbette aradan geçen zaman çözer çoğu bilinmeyenlerini denklemin ama hasretin, özlemin denklemini kavuşmak dışında çözebilecek babayiğit bir formül yoktur.

Annesini, arkadaşlarını çok özlüyordu Meltem. Okuduğu kitaptaki karakter annesini anlatıyordu sanki ve ona benzeyen yakın arkadaşlarını.

Kız kardeşini özlemiyordu pek. Buraya gelene dek onun kendi hayatından ne kadar çok şeyi sömürdüğünü farketmemiş t i . Sev iyordu , önemsiyordu, bu değişmezdi ama gerçekten kızkardeşi Sinem onun için koca bir başbelasıydı. Sürekli sorun yaratır, sorumsuz davranır, başını belaya sokar, sıkıntıya girdiği her zaman da anne ve babası yerine Meltem’e koşardı. Aralarında iki yaş fark vardı ama Meltem onun annesi gibiydi sanki Sinem’in gözünde. Oysa kardeşi de otuzbeş yaşında

Page 21: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

20

kocaman bir kadındı, üstelik evliydi ve çocukları bile vardı.

Ne yaptıysa, Sinem’e söz geçirememişti Meltem daha önce. Şimdi aralarındaki uzaklık canını sıkan bu sorunu çözmüştü. Sinem’in kendi problemlerini çözmeye başlaması gerekiyordu. Meltem’e göre o sorunlarına çözümü her zaman başkalarında bulduğu için daha gerçek hayat problemleriyle karşılaşamamıştı bile. Ha, mutluydu, o ayrı. Her zaman. Para sorunu da yaşasa, terkedilse de, kocası onu aldatsa bile mutluydu, umursamazdı, o böylece ilerliyordu hayata. Belki Sinem’in evrimiydi tercih edilmesi gereken, sorun çözen Meltem’in karşıtıydı o. Umursamayan, hayatla oyun oynayan ve eninde sonunda hep kazanan. Çok ciddi sorunları olduğu zaman bile üzülmüyordu ki kız. Oysa Meltem sürekli kafa patlatıyordu onun yerine, hem de onun adına üzülüyordu her seferinde. Neyse ki, aylardır artık bu sorunları dinlemiyor, üzülmüyordu. Meltem, Sinem’in kendi ayakları üzerinde durmasının iyi olacağını biliyordu.

Page 22: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

21

* * *Yaşama biçimini tamamen değiştiren bu kaçış,

Meltem’in durup da kendini düşünebildiği, sadece kendine odaklanabildiği ilk zamandı tüm hayatı boyunca. Çocukluğundan itibaren idealist anne ve babası tarafından nasıl hırpalandığını yeni farketmişti. Annesi çok başarılı bir kamu çalışanı olmuş, iki çocuğunun da iyi eğitim alıp başarılı olmasını da herşeyden çok önemsemişti hayatı boyunca. Bunu yaparken çocuklarının gelişimine gerçekten büyük katkıları da olmuştu. Şimdi ilk kez durup, soluklanıp geçmişine bakacak kadar bol vakti olduğu için, hem kendisinin, hem de kardeşinin aslında annesinin bu seçimleri yüzünden hangi bedelleri ödediğini farkediyordu. Bir de, hiçbir zaman başedemediği babası vardı aklının en derinlerinde. Mümkün olduğunca babasıyla ilgili düşünmemeye çalışırdı çünkü değiştiremeyeceği, hatırlamak bile istemediği bazı anılar, onun için başetmesi çok zor şeylerdi.

Meltem anne ve babasının meslekleri yüzünden

Page 23: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

22

sürekli farklı şehirlere taşınıp farklı okullarda okumanın hem avantajlarını, hem de zorluklarını yaşamıştı ergenliği ve gençliği boyunca. Sosyal çevresini ve hem erkek, hem kız arkadaşlarını edinip edinip kaybetmenin zorluğuna alışmış, bu sayede de yeni bir ortama girince çok kısa zamanda yeniden bir sosyal düzen kurmakta ustalaşmıştı. Evet, bu büyük bir kazanımdı ama tanıdığın tüm o insanları, sevdiklerini, hele de aşık olduklarını sürekli özlemek, yeni bir insandan hoşlanmaya başladığında onu bir süre sonra kaybedeceğini neredeyse bilerek, aşık bile olamamak…

Vakti olmayan bir annenin ve sorunlu, kötü bir babanın yalnız çocuğu olarak, hayatta teselliyi ve anlayışı bulduğun arkadaşlarını hep kaybetmek…

Üniversiteye başladığı zamana kadar bir, en fazla iki yıl aynı okulda okuyup, Anadolu’nun bir çok şehrini gezmişti Meltem, kardeşiyle birlikte. O çok iyi arkadaşlarıyla bağını koparmamak sürekli mektup yazmaktan iyi bir yazar olmuş; sürekli

Page 24: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

23

mektup okumaktan da okuma aşkı hiç durmadan gelişmişti.

Evet, iyi açıdan bakmayı erken öğrenmişti yaşama, bunlar hep iyiydi…

Ama, özlemek… Özlemeye alışmak. Ayrılmanın ve özlemenin anlık değil, sürekli olduğunu öğrenmeye başlayıp, sonra da bunu bilmek. Tanımanın, birlikte olmanın sonucunun her zaman ayrılık, onun da doğal sonucunun hep özlemek olduğunu bilmek. İçinde dev, tekil bir özleme dönüşmesi, birbirinden apayrı oluşan o farklı hasretlerin, ayrılmaların ve bitmek bilmeyen özlemlerin.

Sinem de tıpkı kendisi gibi, Anadolu’nun farklı şehirlerinde ailesiyle birlikte gezip durmuştu ama o rengarenk bir kelebek gibi dolaşmayı seçmiş, her zaman mutlu olmuştu. Okumayı, yazmayı, düşünmeyi ve özleyip acı çekmeyi değ i l ; çocukluğundan beri en iyi bildiği şeyi yapmayı,

Page 25: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

24

oyun oynamayı tercih etmişti. O zaman da, şimdi de oyun oynuyordu hayatla, böylece en büyük oyun olan hayat oyununda acısız, çilesiz ilerliyordu.

Meltem şimdi kocaman hayatının ortalarında bir yerlerde yepyeni bir yaşam kurmaya çalışırken ilk kez durup da kendine, kardeşine, ailesine ve yaşama bu gözlerle bakabilmeyi başarmıştı. Daha önce sadece derdini ve tasasını yaşayıp hep mücadele ettiği hayatın içinden hızla geçip giderken ilk kez farklı bir şey yapmıştı.

Meltem, durmuştu.

Kafası kendi hayatı, seçimleri, kardeşi, annesi ve aslında özellikle de babasıyla o kadar doluydu ki kitaptan birkaç sayfadan daha fazla okuyamadı. İçine kitap ayracı bile yerleştirmeden kitabı kapatıp sehpanın üzerine koydu, ayağa kalkıp dinlediği müziği de kapattı.

Yalnızdı. Hayatında ilk kez, bu kadar yalnızdı.

Page 26: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

25

Tam o anda, evinde, kendi dilinden konuşan, esmer, uzun boylu bir adam olsa ne kadar mutlu olacağını hayal etti. Belki de, onlarca yıl önce buraya taşınan Türklerin çocukları, hatta torunları bile, hala buraya alışmaya çalışıyorken, o daha birkaç aydır buradaydı. Buna benzer acılar, yokluklar, bu gibi bir hasret daha önce de çekilmiş olmalıydı, ne kadar derin ve zordu böylesi bir yalnızlık.

O milyonlarca göçmen bile Meltem’in özlemekte ve hasret çekmede ne kadar ustalaştığını b i l e m e z , i s t e s e l e r b i l e o k a d a r u s t a c a özleyemezlerdi.

Yerdeki yumuşak halının üzerine oturdu, her hafta gittiği yoga sınıfında yaptığı gibi bağdaş kurdu, gözlerini kapattı. Sakince soluk alıyor, hiçbir şey düşünmemeye çalışıyordu ama, çok mutsuzdu. Buraya taşındığından beri, ilk kez ağlamaya başladı.

Yalnızdı, çok yalnızdı. Bunu zaten biliyordu,

Page 27: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

26

haftasonu yaptığı kaçamaklarda da, okulda çalışırken de tek değil ama yalnızdı. Yavaşça, iki gözünden de damlalar süzülerek ağlıyordu. Ötesini farkettiğinden bitmiyordu gözyaşları, Meltem sadece şu anda değil, kendini bildi bileli yalnızdı. Bunu hiç farketmemişti ama kardeşi de, annesi de, babası da hep bambaşka yerlerdeydi. Hiçbir zaman sürdürebildiği bir arkadaşlığı olmamıştı. Eski arkadaşlarından bir ordusu vardı ama şimdi, Türkiye ’de gece yar ı s ı b i l e o lmamışken arayabileceği, daha doğrusu, aramak istediği kimsesi yoktu. Bunları farkettikçe daha çok, daha güçlü akmaya başladı göz yaşları. Şimdi kardeşini de aramak istemiyordu, kimbilir, belki yakında annesini bile aramak zor gelecekti. Sevdiği, aşık olduğu, yatağını paylaştığı, hayatını paylaşmanın hayalini kurduğu, onca erkek arkadaşı, sevgilisi, neredeydi? Bir tanesinin bile adı aklına gelmiyordu şimdi, birini özleyeyim diye hayal kurayım dese, yüzünü hatırlayabileceği tek kişi yoktu.

Oysa, çok kez sevmiş, çok kez sevişmişti

Page 28: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

27

Meltem. Hep güzeldi, hep sosyaldi, hem akıllı, hem yetenekliydi. Onu tanıyan herkes, büyükler, öğretmenleri, kız veya erkek arkadaşları ve sevgilileri, tek bir şeyi söylerdi: onun bir melek olduğunu. Bu, onun duyunca hoşuna giden tek iltifat olmuştu, güzel olduğunu da duymuştu defalarca, akıllı olduğunu da. Sadece bir melek olduğunu duyduğunda kendini kötü hissetmezdi. Bunun dışındaki iltifatları gerçekten hiç sevmezdi. Sadece iyi olduğunu duymak hoşuna giderdi.

Peki, bu kadar iyi olduysa, insanlar hep bunu düşündüyse, neden yalnızdı, hem de, bu kadar çok, bu kadar derin? Kız kardeşi onu daha önce aldattığını bildiği kocasıyla mutlu mutlu geçinip gidiyor, iki çocuk büyütüp bir aile sahibi olmanın mutluluğunu yaşıyorken; birbirlerinden nefret ettiğinden neredeyse emin olduğu anne ve babası bile şimdi altmışlı yaşlarında birbirlerine tutunup hayat mücadelesi verirken, tanıdığı tüm eski kız ve erkek arkadaşları bir şekilde evlenmiş ya da sevdiği birini bulmayı başarıp bir hayat kurmuşken;

Page 29: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

28

Meltem, koskocaman dünyada, dev hayatının ortasında neden her zaman, her yerde, her olasılıkta yalnızdı?

Yoga dersinde öğrendiklerini zihninin gerisinde tutarak; nefes alıp vermeye gösterdiği özeni hiç azaltmadan sakince, uzun uzun ağladı Meltem. Gözyaşları bitti, mutsuzluğu azalır gibi oldu. Derin nefesler almaya devam etti gözleri kapalı, dakikalarca.

Gözlerini açtı. Karanlık, küçük dairesinde, Almanya’nın adını hala doğru düzgün telaffuz edemediği bu soğuk şehrinde, tek başınaydı. Ne kadar yeni insan tanısa, kaç erkekle sevişirse sevişsin geçebilecek bir yalnızlık değildi bu.

Meltem kendini diğer insanların iyiliğine, mutluluğuna o kadar kaptırmıştı ki yaşamı boyunca. Durup kendini ilk kez görmeye başlamıştı, işte bu keşifler; onu ağlatan, mutsuz eden bu acıklı tespitler, belki çocukluğunda ve

Page 30: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

29

gençliğinde, en geç de üniversite yıllarında yapması gereken şeylerdi, ama o hayatına gerçekten çok gecikmişti.

O kadar mutlu etmişti ki sevdiklerini, o kadar çok sevmişti ki diğer insanların mutluluğunu, pırıl pırıl genç bir yıldız gibi ışıl ışıl parlarken, içi tıpkı bir yıldızınki gibi kararmıştı. Şimdi içini gören gözleri açılmıştı ilk kez. O parlak aydınlık gitmiş, kopkoyu bir karanlık ele geçirmişti her yeri. Karanlığını, içini, boşluğunu ve yokluğunu görüyordu Meltem, o dev yıldız, herkesin hala ve her zaman çok sevdiği melek.

Sevilmekten kaçmıştı, işte böylesi bir ikilemi anlamak da, anlatmak da zordu onun için. En çok sevilen, aranan arkadaş olmaktan kaçmıştı. Ailenin göz bebeği olmaktan kaçmıştı. Çalıştığı yerlerdeki en iyi çalışan olmaktan, en yardımsever olmaktan kaçarak kurtulmuştu ancak. Okullarında da böyleydi, iş ararken de, sokakta da, gece uyurken rüyalarında da.

Page 31: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

30

* * *Meltem, iyi olmaktan, melek olmaktan kaçmıştı

Almanya’ya. Bunu daha önce anlayamamıştı bile.

Yorulmuştu artık. Sürekli iyi olmaktan kaçmıştı.

Şimdi kendiyle ilgili bilmediği, görmediği onca şeyi farkediyordu dehşete kapılarak.

Yapayalnız, dilini bile bilmediği insanların bu güzel ülkesinde, kendi güneşini ve insanlarını buradaki güzel her şeye rağmen özleyen kocaman küçük kız, şimdi ne yapacaktı?

Page 32: Güneş - Devrim Demirel
Page 33: Güneş - Devrim Demirel

32

İki

Gece yarısı olmadan uyumayı sevmezdi ama bu gece canı ne kitap okumak, ne müzik dinlemek, ne de bir bara gidip eğlenmek istiyordu. Keşke çalışmayı tercih etseydim diye düşündü bir an için, oysa “keşke” demeyi uzun yıllar önce bırakmıştı.

Kendine küskün, soğuk yatağına girdi, büzüşerek yorgana sarınıp, gözlerini kapadı. Yalnızdı, yapayalnız. Neden hiç sevdiği gibi sevilmediğini düşündü. Bunu hayatında ilk kez düşünmüyordu ama ilk kez bu yüzden kalbinin derinlerinden gelen bir acı hissediyordu. Yeniden ağlamak istedi ama yapamadı.

Yalnızlığa alışırsın, çoğu zaman bir tercih olduğundan gelip bulmaz seni O. Yalnızlık, bir seçim değildir. Başka bir seçeneğin yoksa yaşam sana yalnızlığı sunar, sen de mecbur kalır, alışırsın. Kimine hiç yakışmaz yalnızlık; kimiyse ister tek başına, ister kalabalıkta en çok yalnızlığa yakışır,

Page 34: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

33

sadece ona yaklaşır.

Meltem yalnızdı, hep yalnız; tıpkı gökyüzündeki bir yıldız gibi. Hep insanların arasında, onlarla birlikte, sürekli gülümseyen, konuşan, çalışan ama hiç, sevdiği , bildiği şekilde anlaşılmayan, sevilmeyen, bilinmeyen, kocaman bir kırık kalp.

Böyle üzgün gerçeklerini düşüne düşüne, yavaşça ısınan yatağ ında yavaşça uyudu, hatırlamadığı yeni rüyalar görerek soğuk, kasvetli bir Almanya sabahına daha başladı ertesi gün.

Tek bir parça peynirle hızla yaptığı tostunu alıp kulağında müzikle, yeni bir güne, yine keyifle başladı. Dün gece çok mutsuzdu ama Meltem gerçek bir savaşçıydı. Mutsuzlukla, acıyla ve yalnızlıkla başetmeyi daha çocukken öğrenmiş, bu duygularla başetmekte çok erken ustalaşmış, yetişkinliği de bu savaşı vererek geçiyordu hala. Bir gecelik bir sendeleme onu yere seremezdi.

Page 35: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

34

Yine çok soğuktu hava, güneş yoktu. Hafifçe yağan yağmura aldırmadan, Yonca Lodi dinleyerek, yavaş yavaş bazı küçük ayrıntılarını hatırlamaya başladığı rüyasını düşünerek yoluna devam etti.

Rüyasında gençliğinin ilk yıllarında aşık olduğu çocuğu, o yaşlardaki haliyle görmüştü.

Güzel, yakışıklı adam, Ferhat.

Ara sıra Whatsapp üzerinden yazışsalar da, son yirmi yılda yüzünü üç ya da dört kez görmüştü.

Kendinden çok az büyük olan Ferhat’tan onun kalbini bilerek kırarak ayrılmıştı.

“Melekler böyledir işte”, diye düşündü. Bazen iyi, bazen kötü, kimse onların iç dünyalarındaki gerçekleri görmez, anlamaz. Çok severdi Meltem onu aslında. Ferhat akıllı, bilgili, farklı bir çocuktu. Hep onun gibi okumayı, şiirleri, felsefeyi seven adamlardan hoşlanmıştı Meltem, her ne kadar şimdi

Page 36: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

35

burada takıldığı adamlarla vücut dili dışında birşey konuşmasa da. İşte eskiden yapmadığı, yapamadığı tek şey de buydu. Aşkı, sevgiyi konuşurdu ama vücut dilini değil. Hiçbir erkekte ikisini bir araya getirmeyi başaramamıştı.

Ferhat’i çok sevse de bedenini ondan hep sakınmış, çocuğun kalbini defalarca kırmış, üzülmeye daha fazla dayanamayınca da ondan ayrılmak için özellikle ve isteyerek yalan söylemiş ve ona kötü davranmıştı.

Ferhat’in diğerlerinden büyük bir farkı vardı onun için. En çok onu, her şeyiyle istemişti bir kadın olarak. O zaman yaşı çok genç olduğu için bu kadar farkında değildi ama o yılları ve o zamandan bugüne kadar geçen yaşamını düşününce farkediyordu ki aşık olduğu tek adam oydu. Bunu hep biliyordu ama asla böyle itiraf etmemişti kendine.

Meltem hayatı kendi isteklerine göre değil,

Page 37: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

36

hayatın onun için sunduklarına göre yaşamaya gereğinden fazla alışmıştı. Ferhat gibi birçok erkeği sonunda ayrılmak zoruında kalacağını düşünerek hayatından uzaklaştırmıştı.

Onu bu kadar mükemmeliyetçi yapıp hayatın sakinliği ve huzurundan, aşktan ve neşeden, mutluluk ve gülümsemeden uzaklaştıran şeyin ne olduğunu düşündü.

Üniversite evine çok yakın sayılmazdı, çoğunlukla bisikletle, bazen de yürüyerek gidiyordu. Bugün hava soğuk olduğundan daha hızlı adımlarla, hatta neredeyse koşturarak gittiği halde yol kısa değildi. Yolun tamamını Ferhat’ı düşünerek ve gece gördüğü rüyasının kalanını hatırlamaya çalışarak geçirmişti.

Farkettiği bir ayrıntı iyice moralini bozdu. Yıllar boyunca sevip ayrıldığı insanlarla asla tekrar görüşmemişti. En çok sevip üzdüğü Ferhat’la hala bir şekilde görüşmesine rağmen, ona yaptıkları için

Page 38: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

37

özür dilemek aklına bile gelmemişti.

Bir melek kadar iyi kalpli, insan canlısı güzel öğretim görevlisi üniversitedeki ofisine girdiği zaman işte tam bunu düşünüyordu.

Üstündeki montu ve kafasındaki bereyi, kulaklarındaki kulaklıkları çıkarıp, sıcak bir kahve hazırlayıp masasına oturdu. Ofisini evinden daha çok seviyordu. Burada bir çok insan vardı, binanın ve içindeki insanların oluşturduğu bu sıcak ve sevimli atmosferde kendini çok rahat ve mutlu hissediyordu.

Hızlıca haftasonu gelen emailleri okudu, sonra da Cuma günü çıkarken aldığı notları gözden geçirdi. Birkaç makale bulup akşama kadar okuması gerekiyordu.

Çalışmaya başladı. Dikkatle makalelerini okuyor, notlar alıyor ve çalışmaya devam ediyordu ama aklında Ferhat’ın çok eskiden kalan görüntüsü,

Page 39: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

38

sürekli onu düşünüyordu.

İşi bırakıp ona bir mesaj göndermeye niyetlense de vazgeçti. Aynı ülkede bile değillerdi artık. Birkaç yıldır yüzünü bile görmemişti. Adam bu arada evlenmiş olabilirdi tanıdığı tüm arkadaşları gibi. Değilse bile o kadar yakışıklı ve başarılı bir adamın mutlaka sevgilisi veya sevgilileri vardı. Şimdi ona mesaj göndermenin anlamı neydi ki?

Ne kadar aklından çıkarmaya çalışırsa çalışsın, o anda okuduğu makaleler ve aldığı notlardan daha çok önemsediği tek şey bu kışkırtıcı düşüncelerdi.

Geçmiş, hiçbirimizin peşini bırakmaz, işte, tam da böyle. En huzurlu, rahat olduğumuzu sandığımız bir anda bir kaza, rüya ya da lanet olası (veya muhteşem) bir rastlantı herşeyin sırasını, dengesini, mantığını değiştiriverir. Ne kadar akıllı, bilgili olursak olalım farketmez, duygularımızda ve isteklerimizdeki değişim çoğu zaman tek bir rüyaya bakar ki o da, önceki tüm yaşantıların sonucu olan

Page 40: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

39

olası tek fonksiyondur.

Meltem kahvesini bitirdiğinde iki makaleyi hızla okumuş ve notlarını çıkarmıştı bile. İşe ara vermesi gerektiğini düşündü. Bu Ferhat konusu gerçekten öncelikliydi onun için. Önemli olan sadece onu arayıp aramaması veya özür konusu değil, bu düşüncenin bir anda neden ve nasıl gelip aklının en orta yerine nasıl yerleştiğiydi.

Yalnızlığını en çok farkettiği gözyaşlarıyla dolu gecenin rüyasına Ferhat laf olsun diye girmiş olamazdı. Uyku ve rüyalar hakkında mesleği gereği çok şey bilen Meltem kesinlikle emindi ki, Ferhat konusunda yaptığı veya yapmadığı şeyler hala içinde bir yerleri, bilmediği kadar çok acıtıyordu.

Kendini bir melek kadar iyi sanıyordu o güne kadar.

İnsanları, sırf onları üzmemek, kırmamak için kendinden korumayı erken yaşlarda öğrenmiş ve

Page 41: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

40

bunu çok kez yapmıştı. Sürekli ayrıla ayrıla alıştığı hüznü diğer insanlara da yaşatmamak için bulduğu bu çocukça yöntemle onların aslında kalbini kırdığını ve sevdiklerini üzdüğünü daha önce hiç düşünmemişti.

Sürekl i Ferhat ’ ı , ona yapt ık lar ın ı ve söylediklerini düşünüyor, aradan geçen bunca yıla rağmen de çoğunu ayrıntılarıyla hatırlıyordu.

Bir insanı kendine, sesine, nefesine alıştırdıktan sonra açıklama yapmadan çekip gitmek zalimliktir gerçekten ama büyük bir kötülük olup olmadığı tartışılabilir. Bir insanı hem sevip, hem de kendini ona onu sevdiğinden çok sevdirmek, sonra da sırf onu üzmekten korktuğun bahanesiyle hem hayatından gitmek, hem de giderken onun hayatını paramparça edecek kadar kötü birçok şeyi bilerek, isteyerek yapmaksa hem zalimlik, hem de şeytanlıktır.

Meltem, gerçekten bir melek gibi; nefes

Page 42: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

41

almadan insanları düşünerek çalışan, seven, paylaşan, paylaşılan, sevilen, gerçekten bir melek olan Meltem, birçok insana ve özellikle de Ferhat’a ne kadar zalimce ve şeytanca davrandığını on altı yıl sonra, Türkiye’den çok uzakta, bambaşka bir hayatın içinde kendini sonsuz bir yalnızlığın ve mutsuzluğun kuşattığı o anlarda farketti.

Drama. Yüzyılın en büyük hastalığı. Ne kadar çok dram yaşayıp, ne kadar büyük dramalara şahit olup, ne kadar iyi öğrenmişti Meltem drama yapmayı. Onun için bile hayat bu kadar karmaşıksa, o bile sözde “kendi olmayı” amaçlayıp, okuyarak, mücadele ederek bu kadar saçmalamayı, drama yapmayı öğrenerek kendini oluşturduysa, kimbilir, bu dünyadaki asıl dramanın rezilliği, vicdansızlığı hangi boyutlardaydı.

Bir anda ağlamaya başlayarak üzerine montunu, beresini ve eldivenlerini bile almadan sıcak ofisinden, koridoru koşarak geçip, üniversite binasından dışarı attı kendini Meltem. Dışarıda

Page 43: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

42

ciğerlerini yakacak kadar soğuk bir hava vardı ama umrunda bile değildi. Birkaç adım atarak bir banka oturdu, ağlamaya ara vermeden. Sadece taze nefesler almaya ihtiyacı vardı.

Binanın dışına çıktığı ilk anlarda çocukluğu boyunca babasının neredeyse her gece yaptığı tacizleri, annesinin neden delirdiğini, kız kardeşinin kimbilir neler yaşayarak bugüne geldiğini o günlerden beri ilk kez hatırlamıştı. Sadece birkaç saniye içinde birşeyler olmuştu Meltem’e. Ona sonsuz acı veren binlerce anıyı, düşünceyi, görüntüyü ve sesi bir anda anımsadı. Dışarısı buz gibiydi. Meltem ne soğuğu, ne de aklındaki çirkin görüntüleri umursuyordu. Elleri ve yüzü soğuktan buz kesene kadar bankta oturmaya ve düşünmeye devam etti. İleride, bomboş bir noktaya bakıyor, kalbinde katıksız bir acı çekerek ağlıyordu. İçindeki yokluk ve acıdan başka hiçbir şey görmüyor, duymuyor, hissetmiyordu.

İşte böyle, nesiller boyunca taşınarak aktarılan

Page 44: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

43

dramlarımız bir süre sonra sonraki nesilleri de kirletecek büyük dramalara dönüşür. Pırlanta gibi çocuklarımız her türlü tacizin, küfrün, pisliğin, vahşetin, yalan ve zehirin ortasında kendilerini tek başlarına bu dev, dramatik sahnedeki sahtelikten, şiddetten ve acıdan korumaya çalışıp, doğdukları anda geldikleri cenneti yeniden oluşturmak ve kendilerini kurtarabilmek için yepyeni ve daha kötü dramların prensleri, dramaların prensesleri olup çıkıverirler.

Meltem, bilinçaltına yerleşmiş ve öylece, olduğu gibi unutulmuş o kadar çok tacizi hatırladı ki, babasından ve onun gibi olan erkeklerden nasıl nefret etmediğini, onca kötülüğe rağmen babasını nasıl tamamen reddedemediğini ve onu nasıl hala bu kadar çok sevebildiğini anlayamadı.

Sevgi de işte, tam böyledir. Kalptendir, gerçektir ve olup bitenin çok üstündedir. O, yaşamı kimsenin bilmediği kadar yukarılarda bir yerden, sessizce ve severek izler. Bilir, görür ve anlar. Şefkatli, sonsuz

Page 45: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

44

ve adildir, koşulsuzca kabullenir, gerçekten affeder.

Uzunca bir süre, olduğu şekilde kaldı, gözü uzaklardaki o acı ve ızdırap dolu boşluğa takılı, kıpırdamadan oturdu Meltem.

Bir köşeye kıvrılıp uyumak istedi artık kulakları, dudakları ve elleri soğuktan iyice acımaya başlayınca. Biri gelsin, onu alıp sessizce evine götürüp yatağına yatırsın, ona sıcak bir çorba yapıp içirsin önce, sonra da uyutsun istedi. Ferhat, annesi veya kız kardeşi gelsin, o kalbinin çok derinlerinde büyük bir sancıyla hissettiği yarayı, onu sadece severek iyileştirsin istedi.

Hayali bile güzeldi, şimdi onu sevecek birinin.

Meltem, bir süre daha o bankta oturmaya devam ederse sonunun hiç de iyi olmayacağının farkındaydı. Ağlamayı kesti, buz gibi vücudunu zorla banktan kaldırdı, ağır adımlarla binaya girdi, ofisine kadar yürüdü. Kendini sıcak ofisine atıp,

Page 46: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

45

koltuğuna oturdu. Başını çalışma masasının üzerine devirerek uyumaya başladı.

Bilinçaltımız, her türlü olumlu ve olumsuz oyunu oynayarak bizi hayatta tutmaya çalışır. Hangi oyunları neden oynadığını bilemeyiz ama bizi her zaman şaşırtacak kadar olağanüstü bir varlıktır O. Hem kendimiz, hem değildir. Hem bugünde, hem geçmişte; bir parça da gelecektedir. Bir önceki rüyadan etkilenir, sıradaki rüyayı hazırlarken gün boyu yaşadığımız herşeyi hiçbir duygusal denkleme sokmadan sakince kayıt altına alır. Sigara, alkol ve uyuşturucu gibi uyaranlarla onun düzenini bozabiliriz ki bunları çok veya bir arada kullanmak bilinçaltımıza, artık yaşam bana acı veriyor, gerçeklerle başedemiyorum, “al sana kaos” demektir.

Meltem, bilmediği kadar ama uzun bir süre uyuduktan sonra vücudu tamamen ısınmış, kalbindeki sıkıntı durulmuş bir halde kendine geldikten sonra kendine bir kahve hazırladı ve ilk iş

Page 47: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

46

olarak bu cümleleri not aldı defterine elyazısıyla.

Meslek seçimlerimiz çoğunlukla tesadüf değildir. Çocukluğumuzda bizi yaralayan veya yokluğunu yaşadığımız neyse geleceğimizle ilgili çabamız o yönde olur. Yaşam bize o olanağı sağlayacak denklemleri oluştururken biz de farkında olmadan sıradaki ilgili seçimleri yaparak kendimizi kurtarmaya veya ilerletmeye çalışırız.

Meltem uyku ve rüyalar üzerine araştırma yapan bir kadındı ama neredeyse otuz yıldır ayakta uyuduğunu farketmesi için otuz yıl uyuması gerekmişti.

Sürekli başka insanlara yardım etmek için çalıştığını sanıyordu ama kendi sorunlarına çözüm arıyordu çaresizce. Babasının ona küçücük bir melekken yaptıklarını unutması için kendini bunca yıl uyutmuş, kocaman bir kadın olana kadar gerçeklerini farketmemiş; yalnız kalıp, kendinin farkına varmaya başladığı ilk anlarda da Ferhat’ı

Page 48: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

47

ona işkenceler çektirerek ve hayatını darmadağın ederek terkettiğini hatırlamıştı.

Ferhat’a yaptıklarını tüm ayrıntılarıyla hatırlayınca bunların asıl sebebinin babasının ona çocukluğu boyunca yaptığı tüm kötülüklerin intikamını babasından çok sevdiği ilk erkek olan Ferhat’tan almaktan korkmuş olmasıydı. İşin kötüsü de, bu korku yüzünden yaptıklarıydı.

Meltem, yeniden ağlamaya başladı. Kimbilir kaç küçük çocuk, genç kız veya kadın babasının, abisinin, okuldaki öğretmeninin veya başka bir erkeğin tacizine uğrayarak, kanatları erkenden kırılan kuşlar gibi, boylarından büyük acılarla, yapayalnız büyüyordu. Altı yaşındaki bir kız çocuğuna, kendi babası bunu yapabildiyse diğer insanlar tanımadıkları insanların çocuklarına neler yapabilirdi? Babası nasıl herşey normalmiş gibi yaşamaya devam edebilmişti? Bütün bunlara Meltem nasıl katlanmıştı?

* * *

Page 49: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

48

Masasındaki notlara, monitörüne yapıştırdığı post-it’lere baktı, az önce okuduğu makalelerle ilgili yazdıklarını tekrar gözden geçirdi. Yavaş yavaş ağlamaya devam ediyordu, bir taraftan da masasına, ofisine, bambaşka bir gözle bakıyordu ilk kez. Neredeyse on dört yıldır, bir yandan kendi paradokslarını çözmeye çalışıyor, bir yandan da diğer insanlara yardım ediyordu ama hayatını hiç bu derinlikte görmemişti. Şimdi canı çok yanıyordu; tıpkı bazı geceler babası odasına girdikten sonra yandığı gibi.

Gözünden damlayan her bir damla, “Neden?” diye soruyordu aklına. Belki de sadece şimdi değil, uzun yıllardır, farketmeden.

Neden? Neden? Neden?

Ağlamayı kesti. Sağ eliyle sırayla iki gözündeki yaşları sildi, ayağa kalktı. Hep güçlü bir kadın olmuştu Meltem, her zaman ayağa kalkmayı bilmişti. Başka türlü yaşayamazdı insan. En

Page 50: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

49

savunmasız, en zor zamanlarda bile ayakta kalmıştı, şimdi farkettiği hiçbir şey onu daha kötü yapamazdı. Yine de daha önce kalbinde böyle bir sıkıntı, böyle bir yara hissetmemişti. Sanki otuz yıldır yaşadıklarıyla parçalanan kalbini uyuşturan bir şey vardı da şimdi ortadan kalkmıştı. Kalbinin her atışıyla canı yanıyordu, tuzlu tuzlu göz yaşlarıyla damla damla canı akıyordu gözlerinden. Çok üzgündü, çok yalnız. Hala güçlüydü ama tıpkı altı, yedi, sekiz yaşındaki küçük kız gibi savunmasız. O zaman yandığı gibi canı yanıyor, o zaman hiç ağlamadığı gibi ağlıyordu.

Odasından çıktı, koridoru yavaşça, tüm bunları düşünmeye devam ederek geçti, koridorun sonundaki tuvalete girdi. Buz gibi soğuk suyla, yüzünü dakikalarca yıkadı. Kafasını kaldırıp aynadaki kendine baktı, çok yıpranmış, yaralanmış görünüyordu, gözleri ağlamaktan şişmişti. Aynada kendi gözbebeklerine birkaç saniye odaklanarak baktı. Canı çok yanıyordu, üzgündü ama hala güçlüydü. Her şeye rağmen ayakta kalmayı

Page 51: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

50

başarmış; güçlü, birçok insanın beklemediği kadar da başarılı bir kadın olmuştu. Şimdi ortaya çıkan bu acılarına da, farkettiği sorunlarına da çözümü elbette yine kendisi bulacaktı.

Ofisine geri döndü. Aydınlık, kitaplarla dolu, sıcacık ofisini çok seviyordu ama şimdi burada durmak istemiyordu daha fazla. Hareket etmesi gerektiğini düşünse de nereye gideceğini bilemedi. Koltuğuna oturdu. O anda, aslında bugünü evde geçireceğini hatırladı. Nedense hep böyle oluyordu. Pazar dışında ofise gelmesinin gerekmediği günler için başka planlar bile yapsa uyandığında başka birşey düşünmeden ofisine gelip çalışmaya koyuluyordu.

Meltem buydu işte, böyleydi. Bildiği tek doğru çalışmak, üretmek ve diğer insanlar için yararlı olmaktı. Tabii ki bir melekti o, diğer insanlar için çalışan ve üreten herkes gibi. O, biraz fazlaca çalışkandı, o kadar. Sevdiklerinden uzak kaldıkça okumayı, yazmayı, araştırmayı sevmeye başlamış,

Page 52: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

51

sonunda da en büyük aşkı okumak, yazmak, bilim olmuştu.

Yine de bilim, bilmek…Bir bilim kadını olup da kendini bilmeye bu kadar geç başlamak, bu kadar öneml i şeyler i bu kadar geç hat ır layıp , farketmek…

Yeni dinmişti gözyaşları ama tekrar ağlamaya başladı. Bu kez kendini tutmaya çalışıyordu, ama ne kadar direnirse, kalbi o kadar diretiyordu. Hıçkıra hıçkıra, tekrar ağlamaya başladı. Oturduğu yerden kalktı ağlayarak, camdan dışarı baktı, ofisinin içinde ileri geri yürümeye başladı, kitaplığına yöneldi, nereye bakacağını, ne yapacağını bilmiyordu. İçinden bir güç, önüne gelen herşeyi parçalayıp devirmek istiyordu. Kitapları dağıtmak, bilgisayarını masadan alıp yere fırlatmak, cep telefonunu duvara atıp parçalarına ayırmak istedi. “Kimbilir”, diye düşündü, “Ferhat’a, diğer insanlara neler hissettirdim”. Aslında tacize uğrayan, yalnız kalan, acı çeken hep kendisi olduğu

Page 53: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

52

halde, hala diğer insanları düşünüyordu. Kendine kızıyordu hala, acımadan kendine kızıyordu.

Öfkesi de, ağlaması da tırmandı giderek. Şiddet, içinde beliren ve hissettiği bu fiziksel, ruhsal, garip his… Onun için çok yabancıydı. Ağlamak i s t e m i y o r d u a r t ı k a m a g ö z y a ş l a r ı n ı durduramıyordu. Daha ufacık bir çocuktu O! Her gece yatağında yatarken, güzel rüyalar görmek istemişti hep, kabuslarla uyanıp altını ıslatmak değil. Rüya görmemişti uzun yıllar boyunca altı yaşından sonra. Hep kabuslardı sabah kalktığında bütün ayrıntılarıyla hatırladıkları. Bilmediği adamlar, büyük çirkin kadınlar, değişik şekilsiz canavarlarla dolu karanlık, korkunç kabuslar. Babas ın ın odas ına uğramadığ ı gece ler in sabahlarında hiç görmediği…

Bütün bunları neden yaşaması gerekmişti ki? Aynı şeyleri Sinem de yaşamış mıydı? Annesi olanları hiç mi farketmemişti, yoksa biliyordu ama bir şey mi yapamamıştı?

Page 54: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

53

* * *Giderek daha çok, daha hızlı, daha hıçkırarak

ağlıyordu Meltem. Bu artık ağlamak falan değildi, içinde kabararak büyüyen dev bir öfke fırtınasıydı. Kalp atışları korkunç hızlanmış, düzenli nefes alamıyor, sonraki adımını nereye atacağını bulamadan kontrolsüzce ofisinde yürüyüp duruyor, oturuyor, kalkıyor, tekrar yürüyor, kafasında canlanan görüntüleri, anıları durduramıyordu. Tekrar kitaplığına doğru gitti, teker teker tüm kitapları alıp, yere atmaya başladı. Kitaplığındaki tüm kitapları tek tek yere fırlatana kadar da devam etti.

Ağlamayı bıraktığında yere çökmüş, oturmuştu. Sakinlemeye başlamıştı. Güzelim kitaplarını yerde dağınık görünce üzülse de, kriz geçtiği için huzurluydu. Nefesi yavaş yavaş normale döndü. Gücünü biraz toplar toplamaz ofisinden dışarı çıktı.

Bisikletle gelmediği zaman mutlaka yürüyerek dönerdi evine ama artık yürüyecek hali yoktu. Bir

Page 55: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

54

taksiye binip evine gitti.

Evine vardığında perişan hissediyordu. Yüzünü birkaç kez yıkayıp kendine gelmeye çalışsa da toparlanacak gibi değildi. Birkaç parça bisküvi yiyerek açlığını bastırmaya çalıştı.

Ağlama ve öfke krizi geçmişti ama dev bir mutsuzluk içine tamamen yerleşmişti. Hala Ferhat’a yaptıkları için kendine kızmaya devam ediyordu ama onun dışında hatırladıklaryla ilgili bir pişmanlığı kalmamıştı.

Sadece Ferhat’ı düşünüyordu şimdi.

Meltem, ona yaptığı şeytanlıklara rağmen çocuğun ona hep anlayışla ve sevgiyle yaklaştığını hatırladığında içindeki mutsuzluk geçer gibi oluyordu. Bir anda ondan ayrılmaya karar vermiş, kısa süre içinde başka bir erkekle birlikte olmuş, üstelik bunun için bile onu suçlamıştı. Hem aldatmış, hem terketmiş, bu konularda ona sürekli

Page 56: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

55

yalan söylemiş ve acı çekmesi için de elinden geleni yapmıştı.

Kendini hayatı boyunca ailesinden bile çok seven tek insandan hayatındaki kötülüklerin intikamını almış, bunu ne yaparken, ne de sonrasında farketmemişti.

İşte, yapar ama bilmeyiz. Sevdiğimizi sanır, i n c i t i r i z . A n l a d ı ğ ı m ı z ı s a n ı p , ü z e r i z . Sevindirdiğimizi sanıp, acı çektiririz. Hem öylesine iyiyiz, hem de böylesine zalim. Biz, kendi doğurduğumuz çocuklara da, başkalarının çocuklarına da; hayvanlara ve bitkilere de, dünyadaki yaşama da acı çektiren tek canlı türüyüz. Sevginin dili dışındaki dilleri üstün bildiğimiz, sahiplendiğimiz, konuştuğumuz sürece acı çekmeye ve acı çektirmeye de devam edeceğiz. Ben böyleyim, der, işin içinden çekiliriz. İsteriz ama emek vermeyiz, çalışmayı bilmeyiz. Emek vermeden, çalışmadan bile elde eder ama kıymetini bilmeyiz. Küçük bir sarılmayı veya tek bir özrü bile

Page 57: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

56

çok görürüz en sevdiklerimize, bazen de okşadığımızı, sevdiğimizi sandığımız yavrularımızı farkında olmadan öldürürüz. Öylesine canlıyız biz ve böylesine insanız. Gerçek sevgiye varana kadar, yolumuz var bizim.

Meltem yatağına girip, yorgana sarınıp ısınmaya çalıştı, tıpkı dün gece yaptığı gibi. Çok üşüyordu ve sevdiklerini özlüyordu, yalnız yatağında. Burası, hayal ettiği yaşam için tüm maddi imkanları, ülkesinde olmayan özgürlüğü, çok ihtiyaç duyduğu ve özlediği koşulları sağlıyordu ama bugün farkettiklerinden sonra, yaşamına burada çözüm bulamayacağını anlamıştı. Babasının ve erkeklerin tacizinden kaçtığı gibi hayattan sürekli kaçmak çözüm değildi. Kaçarak şimdi de buraya gelmişti ama bu kaçış artık bitmeliydi. Artık kaçmayacaktı. Hayatındaki her ayrıntıyla yüzleşecekti, kendiyle ilkokula başladığı zamanlardan beri oynayan hayatla o oynayacaktı artık. Güçlü bir kadınsa, kaçmasına gerek yoktu, savaşacaktı. Şimdi hiç gücü olmasa da.

Page 58: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

57

* * *Aklı karışık, güçsüz, mutsuz, soğuk yatağında

uykuya daldı, kasvetli grinin, güneşsiz şehrinde, yapayalnız.

Page 59: Güneş - Devrim Demirel

58

Üç

Uyandığında saatin farkında bile değildi. Öğlen olmak üzereydi, sabah girmesi gereken bir dersi vardı ve alarmı bile duymamıştı Meltem. Bir akademisyen olarak ilk kez başına geliyordu böyle bir şey ama bunun için çok da dertlenmedi. Düşündüğü ve daha düşünmesi gereken çok şey vardı.

Çok yorgundu. Bir günde o kadar çok ağlamış, sinirlenmiş ve yıpranmıştı ki. Büyük bir hastalık atlattıktan sonra yatakta dinlenen biri gibi hissediyordu kendini. Yataktan çıkmak istemiyordu ama çok açtı. Keşke biri olsaydı şimdi, mesela onu Ferhat kadar seven bir sevgili, hatta mümkün olsaydı da Ferhat olsaydı yanında şimdi, yatağında. Önce sevseydi Meltem’i, sevişseydi onunla, sonra da ona yiyecek bir şeyler hazırlasaydı.

Hiç yaşamamıştı böyle bir ilişkiyi. Aşkı hep istemiş, her yolu denemişti ama hayatında böyle bir

Page 60: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

59

sevgi, böyle bir sevgili asla olmamıştı.

Dünkü gibi değildi, yeniden güçlü Meltem olarak uyanmıştı bugüne. Güçlüydü güçlü olmasına da, bu kadar güçlü, kendi başına olmak, tek başına dayanmak yaşama… Zordu be! Hep mücadele ediyordu; biraz dursaydı ya hayat, biraz izin verseydi, aşık olsa, aşık kalsaydı, şöyle birkaç gün, birkaç hafta en azından…

Yatağından kalktı, pijamalarının üstüne bir de kazak geçirdi. Sıcacık İzmir’den kalkıp bu buz gibi memlekete gelmeye ne gerek vardı diye düşündü, küçük bir çocuk gibi. Üşenmeden kendine bir çorba yaptı. Hazır çorbaları vardı ama canı hasta çorbası istemişti annesinin yaptıklarından. Uzun zamandır çorba pişirmemişti, kocaman bir kase dolusu çorbayı sıcak sıcak içti.

Yurtdışında bir çok yeri dolaşmıştı ama ilk kez bir yere yerleşmişti Meltem. Bu bambaşka bir deneyimdi. İnsanın düşünceleri, tercihleri değişiyor;

Page 61: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

60

hayatı, ülkesini, oradaki insanları ve kendini ilk kez başka bir yerden farkediyordu. Sürekli Yonca Lodi dinliyordu mesela, daha önce duymamıştı bile kadının adını ama buraya taşındığından beri sevdiği yabancı müzikleri, hatta klasik müzik bile dinlemez olmuştu neredeyse. En çok Türkçe pop dinliyordu.

Son iki aydır her gün güne Yonca Lodi’yle başlıyor, işe yürürken ve işten dönerken mutlaka onu dinliyordu. Bilmediği, tatmadığı aşkları o kadar güzel, o kadar içten anlatıyordu ki Yonca.

Meltem’in gerçek aşkı aslında bilmeyen küçük kalbi her gün birşeyler öğreniyordu bu tanımadığı kadından. Meltem, sadece sevişmeyi öğrenmişti ve terketmeyi, seviştiği adamları. Korkmuştu devamından, olabileceklerden, bir erkeğin ona hükmetmesinden ve… İşte, zordu. Erkekler onun için zordu, o yüzden Meltem, sadece sevişiyor ve ayrılıyordu.

Aşk hakkında gerçekten birşey bilmiyordu ama

Page 62: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

61

Yonca her şarkısıyla, tek tek Meltem’e bu güzel dünyada aslında aşkların nasıl olduğunu veya olması gerektiğini anlatıyordu. Bilinmeyenleri ve aşkın bilmecelerini dinliyordu her gün ondan. Çok seviyordu Yonca’yı da, dinlediği diğer Türk sanatçılarını da. Oysa Türkiye’de yaşarken Türkçe pop nedir, gerçekten bilmezdi.

Ah işte, hayat. Evire çevire, döve döve adam ediyor herkesi diye düşündü. Bu mudur ki evrim? Her bir halta alışmak mıdır? Sürekli hata yapıp değişmek midir? Hatayı ve değişimi aktara aktara, olup olup ölmek ve öldürmek midir?

Müzik dinliyor ve oturuyordu evinde. Bölümden birilerine haber verse iyi olacaktı. Sabahki dersi kaçırdığı gibi öğleden sonra girmesi gereken toplantıya da giremeyecekti, de… Umurunda bile değildi. Lisede dersleri kıran kız arkadaşlarını hatırladı, üniversitede okurken bahar şenlikleri için, doğumgünü partileri için, kantinde sohbet etmek için vaktini binalar yerine kampüste

Page 63: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

62

ve diğer okullardaki arkadaşlarıyla geçiren arkadaşlarını.

Hiç hata yapmamıştı, işini hep doğru yapmıştı o. Mükemmel el yazısıyla, birkaç farklı renkte kalem kullanıp her derste en güzel ve eksiksiz notları o tutmuş, sınavlardan hep 100, derslerden AA almış, bölümünü birincilikle bitirmiş, böylece her şeyi yenip, güçlü, başarılı bir akademisyen olmuştu. Türkiye hasretinden her bölümünü iple çekerek ve defalarca İnternet’ten izlediği birçok diziden en sevdiği “Kardeş Payı”ndaki büsbüyük Hilmi’nin, bilim dünyasındaki kızkardeşi “büsbüyük Meltem” olmuştu. Bunları düşündüğünde kendine gülmeye başladı.

Kendisiyle dalga geçiyordu ama aslında gerçekten büyük, hem de büsbüyük olmuştu, başarmıştı hayatın zorluklarının üstesinden gelmeyi. Yaşadıklarıyla yaşama ürünler vererek, sadece kendini kurtarmayıp, insanlara faydalı olarak hayatla başetmişti. Ferhat’a yaptıkları hariç

Page 64: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

63

kendini her konuda bağışlayabilirdi. Hayattan alacaklıydı ama kimseye borçlu değildi, o hariç. Ha, aradan bunca yıl geçtikten sonra, on beş yıl önce ona yaptıkları adamın umrunda mıydı bilmiyordu ama artık bildiği için Meltem’i için için incitiyordu.

Kadınlar böyledir işte. Hem zalimdir, hem melek. Kime neden zulmeder, kimi neden yüceltir ve sever, bilmez kadın. Bağırarak korur, sessiz kalarak nefret eder. İkilemler içindedir de bilmez, biri gelsin de ikilemlerini çözsün ister. Hep bir erkek bozar bir kadının denklemini, sonra o bozar kendininkini ve ileriye taşınarak büyür kadının paradoksları. Erkek bilmez ki, kadın hem gün içinde yaşar bu ikilemleri, hem ay dönümlerinde, hem de yaşamının farklı mevsimlerinde. Değişip durdukça vücudu, anlamaya çalışan aklı da, öz sevgiyi arayan kalbi de arar durur, çözümünü ona getirecek erkeği. Bulamaz kadın, onu doğru s evecek e rkeğ i ; babas ında , karde ş i nde , sevgililerinde de, kocası ya da kocalarında da. Doğru adam yok değildir de… Kartlar hep rastgele

Page 65: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

64

dağıtıldığından, yanlış erkekler, yanlış kadınların koynunda olduğundan. İşte dünyanın en büyük problemidir bu, kadın doğru sevilmezse, insanların elinde dünya içinden pisliğin, kanın, acının ve vahşetin fışkırdığı bu dünyaya dönüşür. Kadın, işte, sevilmeyi bekler bu zor dünyanın zalim, sevgisiz düzeneğinde. Çoğu, hep yalnızdır.

Meltem, buraya geldiğinden beri o kadar çok Türkçe film ve dizi izleyip Türkçe müzik dinlemeye başlamıştı ki… Türkiye’deki hayatında yok saydığı gerçekleriydi bunlar hayatın. Bu izleyip dinledikleri sayesinde yeni hayatı bu kadar renkli ve çeşitli düşüncelerle doluydu. Eskiden her şeyi sadece akademik bir akılla algılıyordu sanki, o yüzden de önceden ağzından, aklından ve kaleminden sadece bilimsel bir açıyla dökülürdü kelimeler. Şimdiyse yaşam akıyordu güzel aklından. Aklı, düşünceleri bale yapan bir minik kızın vücudu gibi esnemişti Meltem’in.

Meltem aralıksız çalıştığı hayatı boyunca

Page 66: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

65

kendini ertelemişti. Yaşamı boyunca okumaktan, laboratuvar ve kütüphanelerde kendi başına çözümünü bulamayacağı problemlere kafa yormaktan, yaşamayı hiç anlamamıştı. Hiç aklına gelmemişti basit düşünmenin, biraz daha diğer insanlar gibi yaşamanın ona nefes aldırabileceği.

“Aldım başımı gidiyorum” çalmaya başladı, Yonca Lodi dinlerken bilgisayarında. Koca kız, ülkesinde yaşarken öğrenemediklerini gurbette, tek başına; evi, işyeri ve arasındaki yollarda sürekli nerdeyse takıntılı bir şekilde dinlediği Yonca Lodi’den öğreniyordu. Bir sanatçıyı kafaya takmış şaşkın bir ortaokul öğrencisi gibi, her gün saatlerce Yonca’yı dinliyordu. Sezen’i, Sertab’ı, Aşkın’ı, Hande’yi, Zuhal Olcay’ı, Fikret Kızılok ve Bülent Ortaçgil’i, Tarkan’ı da; eski ya da yeni, yüzlerce farklı kadın ve erkek sanatçıyı da dinliyordu her fırsatta ama Yonca farklıydı. Onu her gün ondan özel ders alır gibi, saatlerce, aşkla…

Şarkıdaki gibi, alıp başını gelmişti buraya

Page 67: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

66

herşeyden kaçıp. Şimdi de kalbi Türkiye’de atıyordu, biraz da burnu havada bir akademisyen olarak halkın dinlediklerinden, okuduklarından ve yaşadıklarından kopuk yaşadığı yıllardan sonra terkettiği güzel memleketinde.

Yonca her “Aldım başımı gidiyorum” dedikçe Türkiye’ye geri dönmeyi düşündü Meltem. İzmir’in bu mevsimde ne kadar ılık ve güzel olduğunu düşündü, oradaki arkadaşlarını, annesini ve hayatını. Babası konusunu kafasından atamıyordu ama bir çözüm bulacaktı.

Belki de, Ferhat… Bir gün…

Hem, döndüğünde belki Yonca’yla bile tanışırdı veya bu güzel sesli, büyük sanatçının bir konserine giderdi, onu canlı canlı dinlerdi…

Meltem hayatı boyunca o kadar çalışmıştı ki, diğer arkadaşları gibi konserlere gitmemişti hiç. Başka okul lardaki konser lere de , kendi

Page 68: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

67

ü n i v e r s i t e s i n d e d ü z e n l e n e n b a h a r şenliklerindekilere de. Gerçekten yaşamayı bilmiyordu, öğrenmemişti. Burcu Güneş’in o çok sevdiği şarkısındaki gibi, sevmeye yeltenmemişti hiç. Meltem kendine gerçekten güvenmemişti. Gönlü hep kuraktı, kapatmıştı çok çok erkenden.

Yonca’nın şarkısı bittiğinde, buruk bir hüzünle ağlamaya başladı yeniden. Ağlayarak “Gül Kokusu”nu açtı ve sayısız defa da onu dinledi. Burcu’yu da önceden hiç bilmiyordu, burada İnternetten keşfettiği diğer sanatçılar gibi. Kendini tıpkı çoğu diğer meslektaşı gibi özellikle popüler sanatların ve sanatçılardan üstünde gördüğünü ancak buraya gelince farketmişti.

Bir bilimci için sanat anlaşılması gerçekten zor bir konudur. Bilim insanı sanatı bile “Sanat Tarihi” falan okuyarak anlamaya ve öğrenmeye çalışır. Oysa bilimin belki de bir üst formu olan sanatları anlamanın en son yolu onların tarihini veya felsefesini okumaktır.

Page 69: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

68

Sanatı anlamanın yöntemi onu izleyerek, dinleyerek, gözlemleyerek veya icra ederek kalbinde hissetmektedir. İşte bilim insanlarının sanatı tanımayan büyük çoğunluğu hayatlarının çok erken dönemlerinden itibaren sanattan yoksun yaşamak zorunda kaldıklarından, sanatı yaşamayı ve kullanmayı değil, onu eleştirmeyi, yorumlamayı ve anlamaya çalışmayı seçerler. Oysa müziği en iyi bir konserde, sanatçıyı canlı dinlediğinizde anlarsınız; o da en fazla anladığınızı sanırsınız. Kimbilir o konseri veren sanatçı öncesinde nasıl bir heyecanla konserin başlamasını bekliyor, o muhteşem kalabalığı görünce neler hissediyor, onu dinleyen insanları sesi veya enstrümanıyla coşturmaya başladığında kalbi ne kadar büyüyor ve ne hızla çarpıyordur.

Sadece müzik, dünyanın en büyük iyileştirici güçlerinden biridir ve tek başına binlerce saat t e r a p i y l e , i l a ç l a v e b a şk a y ö n t e m l e r l e iyileştirilemeyecek hastalık ve kusurları tedavi

Page 70: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

69

edebilir.

Meltem, sevdiği müzikleri çeşitlendirmeyi Almanya’ya taşınıp memleketini gerçekten özleyene kadar akıl etmemişti bile. Takip ettiği birkaç yabancı sanatçının albümleri ve klasik müzik klasikleri dışında, müzik dinlemezdi. Şimdiyse Yonca’nın konser kayıtlarını Youtube’dan dinliyor, konserlerinde nasıl hissettiğinden; Burcu Güneş’in hangi meslektaşlarını dinlemekten hoşlandığına kadar dinlediği çoğu sanatçı hakkında bir çok küçük, komik ayrıntıyı merak ediyordu. Türk halk müziğinin de, sanat müziğinin de Almanya’da farkına varmıştı Meltem.

Türkiye’deki yaşamı üstelik en sosyal ve güzel şehrinde yaşarken hiç görememiş olan bu küçük, kocaman kız; şimdi bambaşka bir hayatın içinde, orta yaşlara geldiği bu günlere kadar hiç görmediği bir ülke görüyordu, o kadar uzaktan.

Her şey, neye, nereden baktığınıza göre değişir.

Page 71: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

70

Meltem, çocukluğundan itibaren sorun çözme ve başarılı olmaya odaklı bir hayat yaşamayı seçtiğinden, kendini kısıtlı olasılıkların olduğu bir yaşam evrenine hapsetmişti. Bu, başarı üstüne başarı, takdir üstüne takdir kazandırmıştı ona ki, sürekli ihtiyacı buydu: onu koruyup, ona kalkan olacak bir güç ve bilgi alanı. Bunları yapabilmek için kendini hapsettiği alanların dışında kalan değişimi, ilerlemeyi hiç görmeden, bilmeden, yirmili yaşlarından neredeyse kırklı yaşlarına kadar yaşamıştı. İşte bu açıdan baktığında Meltem acı bir gerçeğin farkına vardı. Bilim, en çok bilmekle ilgiliydi ve yaşamın en önemli gizemlerinden olan uyku ve rüyalar üzerine neredeyse bir ömürü okuyarak geçirmiş olan Meltem daha evi, kampüsü ve arasındaki az sayıdaki mekan dış ında gerçekleşen, sürekli değişen ve evrimleşen yaşamı BİLMEDEN bilim adamı olmaya uğraşıyordu.

Meltem, tanıdığı bilimadamlarının kendilerini birden çok içiçe geçmiş kabın içine hapsettiğini; hizmet etmeleri gereken öğrencileri ve normal

Page 72: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

71

insanlar yerine birbirlerinden oluşan bir yaşam alanına tıktıklarını, dışarıdaki yaşamı tanımayı çoktan bırakmış ve bilimsel alanda tanınmladıkları kısıtlı ve sanal problemlere teorik çözümleri bulmaya çalışan insanlar olduklarını farketti.

Farklı mesleklerden bilimcileri düşündü Meltem, doktorlar ve psikiyatristler de böyleydi, siyaset ve toplum bilimciler de, sanat tarihçileri, felsefeciler ve diğerleri de. Akademisyenler evrimi, bilimi, yaşamı formüle etmeye çalışıyor ama evrilen d ü n y a y ı , y a ş a m ı d i ğ e r i n s a n l a r g i b i YAŞAMIYORDU.

Meltem şairlerin, bestecilerin ve şarkıcıların ortak çalışmasıyla ortaya çıkan bu aşk şarkılarının sadece sevgiyi ve aşkı değil, insanların çatıştığı neredeyse tüm konuları ne kadar güzel ve farklı bir şekilde anlatıp çözmeye çalıştığını daha önce düşünmemişti. Tipik bir bilimci olarak, her şeyi aklıyla dinliyor ve değerlendiriyordu. Oysa müzik, her zaman kalple konuşan bir frekanstı. Daha önce

Page 73: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

72

okuduğu bir akademik çalışmayı hatırladı. İnsanlar şarkı sözü olmadan şarkılar dinlese bile, o şarkıların sözleriyle anlatılan manzarayı ve duyguları da hissedebiliyordu. Bir çok klasik müzik şaheserini dinlediği zaman ne kadar rahatlayıp verimli çalıştığını düşündü. Aylardır Yonca’yı her dinlediğinde kalbinin hızla attığını düşündü. Onun bütün albümlerini tek bir defada arka arkaya dinlediği ilk gün ve sonrasında ne kadar mutlu olduğunu hatırladı. Burada yaşadığı bu değişim de tesadüf olamazdı, yaptığı sanatçı veya şarkı seçimleri de.

Yonca’yla arasında kalpten kalbe bir bağlantı vardı. Sevgi! O kadar çok seviyordu ki bu tanımadığı kadını.

Bu, Meltem için şaşırtıcı bir şeydi. Bir bilimci için aynı şarkıyı üst üste dinlemek bile takıntılı bir davranış sayılabilir, yapılan her işin rasyonel bir amacı olmalıdır. Oysa normal bir insan… sadece hüzünlenmek için de şarkı dinler, eski sevgilisini

Page 74: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

73

hatırlamak için de. Bir kere de, ardarda yüz kere de…

İnsan dediğin her şekil ve yöntemle hayatın üstüne üstüne gider. Meltem bunun hep tersini yapmış, kaçmış ve ancak öylece ilerlemişti. Kendini mesleğ iyle i lgi l i eleşt iriyor veya yetersiz hissetmiyordu ama… Yaşamın özünü kaçırarak bilmenin, bilim olamayacağını düşündü.

Meltem, o anda birdenbire aklına gelen cümlelerle ürperdi:

“İlim, ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir, sen kendini bilmezsen, bu nice okumaktır”

O kadar şaşırıp sarsıldı ki, birkaç saniye için aklında büyük bir sessizlik oluştu. Yunus Emre’yi en son l isedeyken okumuş , bir daha da hatırlamamıştı bile. Şimdi aklına neden geldiğini bilmediği bu cümlelerin tam olarak doğru olup olmadığını da hatırlamıyordu ama, Yonca Lodi’yi,

Page 75: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

74

onunla arasındaki bağı, Türkçe pop’u, babasının ona yaptıklarını, Ferhat’ı ve birbiriyle epey bağıntılı benzer bir çok şeyi düşünürken birden bire, Yunus Emre’nin yüzyıllar önce yazdığı şeylerin anlamını kalbinde, aynen, yazıldığı gibi hissetmişti.

Bir kadın olarak, insan olarak, bilimadamı olarak çok şey biliyordu ama şu anda yaşadıklarını anlatacak bir kelime yoktu. Gözyaşları da yoktu yaşadığı o anda, korku, şaşkınlık, pişmanlık, hiçbiri.

Bilgisayarını kucağına aldı, Google’a “ilim ilim bilmektir” yazdı. Açılan sayfada listelenen ilk sonuca tıkladı heyecanla ve açılan siir.gen.tr sitesindeki şiiri başından sonuna okudu. Sonra bir daha, sonra bir daha:

İlim ilim bilmektirİlim kendin bilmektir Sen kendini bilmezsin Ya nice okumaktır

* * *

Page 76: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

75

Okumaktan murat ne Kişi Hak'kı bilmektir Çün okudun bilmezsin Ha bir kuru ekmektir

Okudum bildim deme Çok taat kıldım deme Eğer Hak bilmez isen Abes yere gelmektir

Dört kitabın mânâsıBellidir bir elifteSen elifi bilmezsin Bu nice okumaktır

Yiğirmi dokuz hece Okursun uçtan uca Sen elif dersin hoca Mânâsı ne demektir

Yunus Emre der hoca Gerekse bin var hacca

Page 77: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

76

Hepisinden iyiceBir gönüle girmektir.

Meltem İzmir’den, ailesinden ve ülkesinden çok uzakta, hayatının tüm acıları ve gizemleriyle başbaşa kaldığı yalnız ve acı dolu o günün ortasında Yunus Emre’yi ilk kez, hem de aklıyla değil, kalbiyle anladı. Elif’in manasını sorgulayan, yirmidokuz heceden bahseden Türkçe şiirin öncüsü Yunus Emre’nin bu muhteşem yapıtının tamamını, özellikle de ilk ve son kıtalarını, doyana kadar, kalbini onun frekansına taşıyana kadar defalarca ağlayarak okudu.

İlk dörtlük, açıkça; kendini, yaşamı bilmeyenden, bilimadamı olmaz, diyordu, bundan yaklaşık yediyüz yıl önce, o zamanın sözü geçen bilimadamlarına.

Meltem utandı, çok utandı. Ortaokuldan sonra Yunus Emre’yi, bildiği ve bilmediği atalarını hiç okumadığı için; sadece mevcut literatürle, teoriyle,

Page 78: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

77

teoremle, basit ölçümlerle bilimi anlamaya çalıştığı için. Eskiyi ve özünü okumayı ve araştırmayı tamamen bırakarak bilimi anlamaya çalıştığı için.

Şiir, hak’tan, hak bilmekten, elif’e ve dört kitabın anlamına kadar o kadar çok bilinmeze ışık tutarken, özellikle son dörtlüğüyle insanlara o kadar çok şey anlatıyordu ki:

“Gerekirse bin var hacca, hepisinden iyice, bir gönüle girmektir”

Bu dokuz kelimelik dörtlük için binlerce farklı yorum yapılabilirdi ama Meltem artık akıl değil, kalp seviyesindeydi. İşte çağ da, sözler de değişmiş; gönül kalp, mertebe seviye, hece de harf olmuştu. İstediğin kadar böl, çarp, yorumla; bu dörtlük, belki de kendi başına dünyadaki en güzel aşk şiiriydi:

“Hepsinden iyisi, bir kalbe gir!”

Page 79: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

78

Bir kalbe gir, tek kişiyi sev, koru, kolla, onunla birlikte ol, yeter… Meltem’in en büyük arzusu, aşkı, özlemiydi bu, hiç kavuşamadığı.

Sevgi.

Daha nasıl anlatılabilirdi ki?

Aylardır dinlediği Yonca’yı ne kadar sevdiğini düşündü ansızın ve onunla kalpten kalbe nasıl bir bağı olduğunu. Yonca’nın konserlerini internetten her izlediğinde, eşlik ettiği her şarkısında nasıl Yonca olduğunu, Yonca’yla olduğunu, elinde mikrofon yerine bir yemek kaşığı, evinin küçük mutfağında şarkı söyleyen küçük kız, Meltem… Daha on yaşında bile değil…

Gözlerini kapattı ve bir kez daha düşündükleriyle sarsıldı.

Hepsinden iyisi bir gönüle girmekse, Yonca kaç yüz bin, hatta kaç milyon kadın ve erkeğin gönlüne

Page 80: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

79

girmişti? Kaç kişiyle o kalpten kalbe bağı kurmuştu? Onunki nasıl kocaman olmuştu şimdi sevip sevilerek, nasıl atıyordu ki Yonca’nın kalbi?

Bu nasıl bir histi, nasıl bir sevgi, nasıl bir varlık? Yonca’yı kimbilir ne kadar seviyordu insanlar ve O ne kadar seviyordu onu sevenleri?

Tek bir sanatçı bu kadar sevgi doğuruyor ve büyütüyorsa, bunca sanatçı… Bunca sevgi…

Aynı şekilde, çocukluklarından itibaren sadece ça l ışan sporcular ı düşündü. Almanya ’ya geldiğinden beri hiç kaçırmadığı milli maçlarda izlediği ışıl ışıl milli basketçilerimizi, voleybolcuları, futbolcuları…

O güzel, çalışkan sporcu kızlar ve erkekler ne kadar çok sevilip, ne kadar çok seviyorlardı sevenlerini. Hem de uğradıkları onca tacize, duydukları onca küfüre ve sürekli maruz kaldıkları cahilce baskıya rağmen…

Page 81: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

80

Aklı karıştı Meltem’in.

Bunca sevgiyi anlamaya çalışıyordu da.. Kendisi aradığı tek gerçek sevgiliye bile hiç kavuşamadan, sarılamadan, gerçekten istediğiyle bir kez bile sevişemeden geçmişti şu ana kadar Meltem’in ömrü.

Meltem, akademisyenlik kariyerinde ilk kez, o da haber bile vermeden girmesi gereken ders ve toplantıyı ekmiş; o günün sonunda da hayatını sonsuza dek değiştirecek bir çok şeyi keşfetmişti.

Yanlış işi mi yapıyordu, işini mi yanlış yapıyordu?

Bunca yıldır dinlemediği bu şarkılarda bunca aşk, sevgi vardı ve o yaşamı boyunca farkında bile değildi varmamıştı o hayatın bu boyutlarının. Yirmi yıldır tekrar eden plaklar gibi yetmişlerin, seksenlerin bildiği bazı yabancı gruplarını ve sanatçılarını dinliyor; kitap yerine de sadece

Page 82: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

81

bilimsel yayınları, literatürü tarıyor ve ona iyi gelen birkaç yazardan ötesini asla okumuyordu.

Yonca’yı bu kadar severek dinleyip Yunus Emre’nin aklının ve kalbinin güzelliğine vardıysa, sadece o şiirin tamamını anlamaya çalışıp öğrenebileceği ne kadar çok şey vardı.

Ya Yonca’yı daha yakından tanısaydı? Çok daha fazla Türkçe şarkıyı dinlese, daha fazla sanatçıyı keşfetseydi? Eski Türklerin eserlerinden, Orhun yazıtlarından başlayıp, son padişaha kadar Osmanlı’yı, sonra da Atatürk’ü, Cumhuriyet’in yetiştirdiklerini okusa, bildikleriyle sentezlese, neler bulacaktı kimbilir?

Okumayı çok gerilerde bırakmış bir bilimci olduğunu farketmek, canını önceki gün yakan acılardan daha çok acıttı.

Meltem, akademideki tüm hocalarının ne kadar katı, sistematik ve tutucu olduğunu düşündü

Page 83: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

82

hayatında ilk kez. Çoğu artık kendi gibi Türkiye’den başka ülkelerdeki üniversitelere kaçmış arkadaşlarını tek tek düşündü, sonra da kendini.

Acaba kendi de öyle miydi? Modern, akılcı, ilerici bir bilimadamı sanıyorken kendini, aslında…

Basit bir soru, basit bir cevap. Öyleyim. Sadece yazıp okuduklarım üzerine düşünüyor ve sadece aynını yapanların yazdıklarını okuyup yine onlar üzerine düşünüyorsam, öyleyim. Katı değilsem bile kısıtlıyım, üretebileceğim bilgi de öyle. Oysa bugün kalbimde farkettiklerim o kadar gerçek ki! Sadece bir sanatçıyı bile gerçekten kalbimle dinleyerek öğrenebileceklerim, binlerce sayfayı okumaktan daha anlamlı olabilir. Elbette, sadece şarkı dinlemek yetmez ama… Yaşamıyorsam, denemiyorsam, deneyimlemiyorsam kendimi kendi oluşturduğum bir “yaşamama alanına” hapsediyorum ve mutsuz oluyorum.

Page 84: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

83

Meltem, üniversite öğrencisiyken tanıdığ ı hocalarının da, sonradan meslektaşı olduğu diğerlerinin de, kendisinin de ne kadar “mutsuz” insanlar olduklarını farketti. “Mutsuz insanlar olarak nasıl mutlu insanlar yetiştirebiliriz ki?” diye düşündü.

Düşündükleri canını sıkıyordu. Müzik dinlemeyi bıraktı. Aklı karışıktı. Şimdi Ferhat da dahil hiçbirşey için kendini suçlamıyordu.

Sanki beyninde dönen çark bir an için tek bir dişlisi kırıldığı için durmuş, şimdi çark o dişli olmaksızın, yine aynı şekilde ama hafif de olsa daha farklı bir frekansta dönüyordu. Artık alıştığı saat hızı ve frekansta çalışmayan beyni, Meltem’in dünyayı, kendini ve hayatı algılayışını tamamen değiştirmiş gibiydi.

Meltem daha çok müziğin, sporun; sanat, kitap ve sevginin her şeyi değiştirecek dev bir güce sahip olduğunu farketmişti.

Page 85: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

84

* * *Daha çok sanatçıyı tanımak için büyük bir iştahı vardı ama yeniden dinlemekten hiç bıkmadığı Yonca’yı dinlemek istiyordu. Az önce müziği kapatmış olmasına rağmen üşenmeden kalktı yerinden, ses sistemini çalıştırıp, müziği son sesine kadar açtı. Dakikalar öncesine kadar ağlayan, çocukluğundan bu anına kadar yaşadığı sıkıntıları farkedip çıldıran Meltem, şimdi Yonca’yla dansediyordu, “Büklüm Büklüm”ü dinlerken.

Sanki İzmir’deydi, Yonca da İzmir’e gelmişti, pırıl pırıl bir Haziran akşamında, bir gece konseri veriyordu.

Meltem o konseri yıllar boyunca bekleyip sonunda yeniden kavuştuğu Ferhat’la birlikte dinliyordu.

Gök ve yer, ay ve yıldızlarla dolu, Yonca şarkılarını söylerken Türkiye’de ne kan, ne vahşet, ne de acı kalmıştı. Herkes İzmir’deki gibi, İzmir’de hep görmeye alıştığı güler yüzlü insanlar kadar mutlu ve

Page 86: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

85

rahattı.

Dört yapraklı yonca bulmuştu herkes, tüm insanlar İzmir’deki o konserdeydi sanki Meltem gibi. Gidemeyenler de evlerindeki ekranlardan canlı yayında Yonca Lodi’yi dinliyor, güzel Yonca o güzel sesiyle, güzel ülkesinin o birbirinden güzel insanlarını tek tek, usul usul, nota nota iyileştiriyordu.

Büklüm büklüm bükülmüş boyunları çiçek açıyordu, Türkiye’nin güzel insanlarının, Yonca’nın güzel yüzü kadar güzel çiçekler, onun güzel sesiyle. Yonca açıkhavada yüz binlerce kişinin doldurduğu konser alanını o dev sesiyle çınlattıkça, tüm ülke ilk kez sadece mutluluktan ağlıyordu.

Ders çalışmaktan hayatı boyunca tek bir konsere gidememiş Meltem, Türkiye’den çok uzaktaki buz gibi, bir türlü ısınmayan evini Yonca’nın güzel sesiyle ısıtmış, hayatında ilk kez, o da en çok sevdiği sanatçının konserine gitmişti.

Page 87: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

86

Sanki yeniden doğuyordu o güzel şarkıdaki gibi. Sanki ilk kez ilim biliyordu, tıpkı o güzel şiirdeki gibi. Gözyaşları, bu kez mutluluktan akıyor, durmak bilmiyordu.

Onu daha altı yaşında boğmaya başlayan tacizi, o yaşlardan itibaren her tacize uğrayan yüzde gördüğü acıyı, bu yüzden işte o tacize uğrayan çocukları tek tek kurtarmak için bildiği tek işe, sadece ve sadece okumaya sarılan, hayatı ancak kitaplarla öğrenen ve anlayan, belki de hiç yaşamamış, hep işkenceye uğramış bu küçük kız, otuz yıl sonra okuduğu tüm okullardan o gece, bir anda mezun olmuştu.

Meltem’in aklı ve kalbi sadece Yonca’da ve Yunus’taydı.

Kim bilir, ne Yonca’lar vardı, ne Yunus’lar, hiç bilmediği?

* * *

Page 88: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

87

Yunus ne s ık ınt ı lar çekmiş t i , özünü ve gerçeklerdeki manayı bulana kadar?

Yonca, kendisi olana kadar ne söylemiş, ne beklemişti yaradandan ya da kaderinden?

Sezen, hangi acılardan, yokluktan ve kederlerden sonra varmıştı bu güzel sözlere? Nasıl yazmıştı bu kadar çok şarkı sözlere, ne büyük emeklerle bu kadar çok sanatçı yetiştirmişti kendinden sonra?

Hep büyük, bitmek bilmeyen sancılardan sonra mı alınabiliyordu hayattaki ilk gerçek nefes? Hep böyle geç ve zor mu geliyordu gerçek aşk? Kalp ilk kez gerçekten atmaya hep acı ve işkenceden, tacizden sonra mı başlıyordu?

“Olsun!” diye yüksek sesle bağırdı, Meltem.

“Olmaya değecekse, olsun…”

Aynı şarkıyı tekrar, tekrar, tekrar dinledi. Her

Page 89: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

88

kelimesine bağıra bağıra eşlik ederek…

İşte o konserde; güçlü kadın, kararlı, bilge Meltem, hiç bir zaman sevmekten vazgeçmediği babasını, bir kez daha ve son kez affetti.

Okullardan öğreneceği her şeyi öğrendiğini nihayet anlamıştı.

Yaşam başlamalıydı artık. Her şey değişmeliydi, aşağı yukarı her şey. Yarın, Türkiye’ye dönecekti. Ertesi gün, Ferhat’i bulacaktı. Bir sonraki gün, bir yolunu bulup Yonca’yı.

Yıllar boyu maruz kaldığı ve farkında olmadan sürekli gözlemlediği acıya, şiddette, tacize ve sevgisizliğe artık dayanamayan Meltem nefes almak için son çare olarak çok sevdiği şehri ve ülkesinden bile kaçmıştı. İronik bir şekilde; sevdiği her yer ve her insandan uzak, yalnız geçirdiği bu kısa zaman diliminden sonra yine vatan ve insan hasretinden, kendi bilmecesinde henüz eksik olan tüm parçaları

Page 90: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

89

Yonca’nın ve onun kızkardeşlerinin şarkıları, sevgiye olan hasreti ve… tek bir şiirle bulmuştu..

Yunus Emre, yedi yüz yıl önce yazmış, herkes başka türlü anlamıştı belki, ama… Meltem o ilk dörtlükte, o güne kadar yaşadığı her şeyi anlamıştı. Yüz yıllar önce, öz Türkçe’yle yazılan on iki kelime, hala bugünü ve belki de geleceği ışıl ışıl aydınlatıyordu ama kimse farkında değildi. Yunus, artık kendi memleketinde bile kimsenin okumadığı “iyi adam”dı, o kadar.

Kim bilir, Yunus, yaşadığı günden bugüne kaç kalbe bağlanmıştı, bugün neredeydi; onun o yüce kalbi şimdi nerede, kimlerle atıyordu?

Page 91: Güneş - Devrim Demirel

90

Dört

Meltem her zamankinden daha erken yatağa girdi, zor gecenin ve günün yorgunluğuyla çabucak uykuya daldı. Sabah uyandığında daha saat altı bile olmamıştı. Ağlamak, müzik dinlemek, düşünmek ve kafasında bir çok soruya yanıtlar bulmak içini rahatlatmıştı.

Yatağından zıplayarak kalktı. Her zamanki gibi bir tost hazırladı, bu kez içinde sucuk da olan karışık bir tost, tıpkı Türkiye’deki gibi. Hızla hazırlandı, minik iPod’unda Boney M’in bir albümünü açtı, tostunu eline alıp, hızlı adımlarla yola koyuldu.

Güneş; geldiğinden beri gökyüzünde aradığı güneş yine kayıptı, tabii ki. “Kim çaldı bu Almanların güneşini” diye söylendi. Çocuk gibi mutlu, kendi kendine konuşuyordu Meltem. Kim çaldıysa çalmıştı, İzmir’in tepesinde çoktan belirmeye başlamıştı güneş! Çok yakında yeniden

Page 92: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

91

orada olacaktı.

Biraz daha yürüdü. Şimdi “Rasputin” çalıyordu, şarkının hızlı temposuna ayak uydurarak, neredeyse koştura koştura ilerlerken, bir yandan da karışık tostunu minik ısırıklarla bitirmeye çalışıyordu.

Üniversiteye vardığında ne yapacağına dair net bir fikri yoktu. Önce ofisine uğradı, bilgisayarını açtı. Tek sayfalık bir istifa mektubu hazırladı, ofisindeki yazıcıda bastırarak imzaladı. Mektubu bir zarfa koyup bölüm başkanının adını zarfın üzerine güzel elyazısıyla yazdı. Dün dağıttığı kitapları yerlerdeydi, kitaplarına yaptıklarına üzüldü. Yere eğilip kitaplarını tek tek inceledi, sadece işine yarayabileceğini düşündüğü sekiz kitabı yanına almak için ayırdı.

Dizüstü b i lg i sayar ın ı ve şar j a le t in i , çekmecelerindeki önemli kişisel eşyalarını ve ofisinde gördüğü bir kaç parça diğer eşyayı da

Page 93: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

92

kitaplarıyla birlikte büyük bir kağıt poşete yerleştirdi.

Şimdi keyifle “Rivers of Babylon” dinliyordu. Burada bıraktığı manzarayı gören insanların ne düşüneceğini hayal etti bir an. Aslında umurunda bile değildi ama yine de görmek güzel olurdu diye düşündü.

Yirmi dakikadan fazla sürmedi işi. Diğerlerinin gelmesine en az bir saat vardı. Bir üst kata çıktı dansederek tüm gemileri yakmış, çatlak, küçük kız. Bölüm başkanının ofisine gitti, kapısının önünde durdu, adamın adının yazılı olduğu tabelanın arkasına iliştirdi zarfı. Burada bırakacağı eşyalarının kaderi çok önemli değildi ama ayrılmadan önce en azından istifa etmek yakışıklı bir davranış olacaktı.

Aşağı indi, bilgisayar çantasını ve eşyalarını yerleştirdiği poşeti alıp ardına bile bakmadan, bir daha kesinlikle gelmeyeceği bu şehrin aslında çok

Page 94: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

93

da sevdiği üniversitesinden son kez çıktı.

Kısa bir süre sonra evine vardı. Oradaki bir kaç eşyayı da toparladı, valizlerinden en büyük olanının içine bilgisayarını, ofisten getirdiği eşyaları koyduğu poşeti, bir kaç gerekli kıyafetini ve evindeki kişisel eşyalarından bazılarını yerleştirdi. Saat daha sekiz olmadan dışarı çıktı, biraz ilerideki caddeye kadar yürüyüp, taksiye binerek havaalanına gitti. Kısa bir süre sonra Münih’e giden bir uçak buldu, oradan da İstanbul’a geçecekti.

B i n d iğ i u ç a k İ s t a n b u l ’ a g i t m e k i ç i n havalanmaya başladıktan birkaç dakika sonra Meltem hafif, tatlı bir uykuya dalmıştı. Servis yapan hostesin sesiyle uyandığında, Ferhat’la ilgili ilginç bir rüya görüyordu. Uçakta uyuyabildiğine şaşırdı. Hostesten sade, şekersiz bir kahve istedi.

Meltem şeker ve tuz gibi maddeleri kullanmaz, dengeli ve ölçülü beslenirdi, sevdiği yiyeceklerden uzak durmaz ama hiçbir şeyi abartmazdı. Fiziksel

Page 95: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

94

sağlığı da, görünüşü de oldukça iyiydi. En fazla otuz yaşında olduğunu tahmin ederdi insanlar, gerçek yaşını öğrenen herkes şaşırırdı. Okuyarak öğrendiği, uygulayarak da pekiştirdiği bilgilerle sağlıklı ve genç kalıyordu aslında, sağlıklı ve zinde kalmak sanıldığı kadar da zor değildi. Para tuzağı diyetler, saçma sapan yeme içme programlarına, oksijensiz sıkıcı spor salonlarına ihtiyaç duymadan tıpkı Fransız kadınları gibi yemeyi ve içmeyi bilerek hem zinde, hem de fit kalmayı başarabiliyordu.

Kahvesini yudumlarken, iki gün içinde yaptıklarına hayret etti. Bir yandan da bu kadar cesaretli olabildiği için mutluydu. Gerçi, tek yöne giden bir bilet almak dev bir cesaret gerektiren zor bir karar sayılmazdı ama… Meltem gibi planlı ve sistemli yaşayan bir kadın için aniden istifa etmek, evi ve ofisini olduğu gibi terkedip hayatını dakikalar içinde değiştirmek, alışılmışın biraz dışındaydı.

Ya dışarıda sürekli devinim halinde olan hayata

Page 96: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

95

uyum sağlayacağını ya da acı çekerek yaşlanıp hüzün içinde öleceğini farketmişti Meltem. Yıllar geçip giderken biraz para, biraz da kariyer biriktiriyor; geri kalan her fırsatı ve güzelliği harcıyordu. Bu yaşına kadar böyle düşünmemişti.

Uzun uçak yolculuklarına alışıktı Meltem, Avrupa ve Türkiye arasındaki uçuşlar ona ön sevişme gibi gelirdi sık yaptığı ve alışkın olduğu Türkiye-Amerika uçuşları öncesi. Şimdi o kadar heyecanlıydı ki, dört saat bile sürmeyecek bu uçuşun bitmesi için sabırsızlanıyordu ve daha iki buçuk saat vardı İstanbul’a varmasına.

Birşeyler okumak veya yazmak istedi ama yorgundu zihni. Hayatının geri kalanında tabii ki yine okuyacak ve yazacaktı, işi buydu ama artık önceliği okuyup yazmak değil yaşamaktı.

Gözlerini dinlendirip, ara ara hafif uykulara dalarak uçak İstanbul’a inene kadar hiçbir şey yapmadan zamanın geçmesini bekledi.

Page 97: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

96

* * *Normalde sabırsız bir kadın değildi, şimdi

hissettiği telaşlı halleri garip geliyordu ona. Epey bek led ik ten sonra va l i z in i a l ıp kend in i havalimanından dışarı attı. Pırıl pırıl, aydınlık ve güneşliydi hava. Kafasını kaldırıp güneşi görmeye çalıştı ama, güzel güneş binanın ters tarafındaydı.

İstanbul’da her zaman kaldığı otele gitmek için

taksiye bindi. Taksi hareket ettikten birkaç saniye sonra güneş tepede belirdi, kafasını kaldırıp gözlerini kısarak güneşe baktı. O kadar özlemişti ki güneşi, onun sıcaklığı ve ışığıyla heyecanlandı Meltem.

İstanbul’da trafik her zamanki gibi felaketti. Yeşilköy’den Beşiktaş ’taki oteline varması neredeyse iki saat sürdü. Bu iki saat boyunca nefes almadan tüm hayat hikayesini anlatan taksi şöförünü ne dinledi, ne de susturdu Meltem. Türkçe konuşan bir taksi şöförünü bile özlemişti.

* * *

Page 98: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

97

Kendini otel odasına atar atmaz, hızla sıcak bir duş aldı, üstünde sadece bornozuyla önce odanın penceresinden Boğaz’ı, üzerindeki güzel köprüyü ve üzerinde inci gibi dizilmiş otomobilleri seyretti birkaç dakika. Sonra da kendini yatağa atıp, gözlerini tavana dikip derin nefesler almaya başladı.

Hala yalnızdı ama Almanya’daki yalnızlığı gibi değildi bu his. Yorgundu ama heyecanlıydı. Dışarı çıkıp buradaki tüm arkadaşlarını görmek, Ferhat’a ulaşmak ve başka bir çok şey yapmak istiyordu. Üsküdar’a motorla geçip karşıda gezebilirdi, çok sevdiği Beşiktaş’ın sokaklarında veya Taksim’e g id ip İ s t ik l a l ’ de h i çb i r şey dü şünmeden yürüyebilirdi.

Odasından çıkmadan bir süre hayal kurup ne yapacağına karar vermek istedi. Geldiğini kimse bilmiyordu. Aramayı düşündüğü birçok kişi vardı. Aklına en son gelen insanın kardeşi olduğunu farkedince üzüldü. En çok onu özlemişti aslında, haftalardır sesini bile duymamıştı! Düşünmeyi kısa

Page 99: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

98

kesip cep telefonuna uzandı, kızkardeşini aradı.

Sinem insanları ve yaşamayı çok seven, her zaman neşeli ve coşkulu bir kızdı. Meltem onu arayıp İstanbul’da olduğunu söyleyince sevinçten sesi o kadar değişti ki, onun bu içten mutluluğunu farkedince Meltem’in gözünden birkaç damla yaş süzüldü. Kardeşini de, diğer insanları da hayatın yanlış tarafından görmüştü o güne kadar. Hep anlamaya, çözmeye çalışmıştı. Oysa insanlar hayatın tam içinde onu yaşayarak var oluyorlardı; yaşamı, günü ve geceyi, uykuları ve rüyaları yorumlayarak değil. Sinem çocuklarla dışarı çıkmıştı ama planlarını değiştirip hemen eve geçebilecekti. Meltem de telefonu kapatınca kıyafetlerini giyinip hızla otelden çıktı, Sinem’in evine oldukça yakındı.

Duş aldıktan sonra saçlarını bile kurutmamıştı. Dışarıdaki hafif serin havayla biraz ürperse de, her an pırıl pırıl parlayan çok özlediği güneş içini ısıtıyordu Meltem’in. Sinem’le birlikte çocukken

Page 100: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

99

geçirdikleri yaz tatillerini hatırladı, o zamanlarda olduğu gibi gencecik hissediyordu kendini. Nihayet kavuşmuştu pırıl pırıl güneşine Türkiye’nin.

Ana caddelerden geçip, ara sokaklarına daldı Beşiktaş’ın. Sinem’in evine gidene kadar birçok sokağı dolaştı; insanların, binaların ve semtin kokusunu, görüntüsünü, enerjisini içine çekti.

Futbolu pek sevmezdi ama Beşiktaş aşığıydı. Üniversiteyi İstanbul’da okumuş, o yıllar boyunca da sadece Beşiktaş’ta oturmuştu ve bu semti hep çok sevmişti. Esnafı, mahalleleri, İnönü stadı, fanatikleri veya sakin taraftarlarıyla insan dostu, güzel Beşiktaş’ı bu kadar rahat, başka şeyleri umursamadan, bir yerlere yetişme telaşı olmadan dolaşmayalı gerçekten çok zaman olmuştu.

Beşiktaş’la ilgili en çok sevdiği birkaç şeyden biri, semtin maç günleri büründüğü havaydı. Sadece bir kez Beşiktaş maçına gitmişti, onda da babasının tuttuğu Galatasaray’a küfredildiği için bir

Page 101: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

100

daha maça gitmek istememişti. Ne olursa olsun komik, muzip ve farklıydı Beşiktaş taraftarı. Küfürleri hiç sevmese de semtte maç öncesi ve sonrası oluşan atmosferi, taraftarın yaratıcı tezahüratlarını ve birlikte söyledikleri şarkıları severdi.

Beşiktaş’ta yürürken, güne diğer semtlerden güzel başlarsınız. İnsanları birbirine yakındır, yabancılara da dost. Esnaf, öğrenci veya bir mahallede evinde oturan bir teyze, sokaktaki çocuklar, herkes birbirini görür ve farkeder. Sabah erkenden yürüyorsanız, tanımadığınız çok sayıda insana günaydın der veya onların gününüzü selamladığını şaşırarak görürsünüz. Bu şehrin en sevgili yerlerinden biridir Beşiktaş.

Futbolu da sevseydim, tam bir Beşiktaşlı olurdum herhalde diye gülerek, birçok sokağı geçtikten sonra Sinem’in evine vardı Meltem. İki katı merdivenle çıktıktan sonra kapıyı çaldı.

* * *

Page 102: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

101

İçeriden bir sürü gürültü geliyordu. Kapıyı koşarak açtı miniklerden biri. Burcu’ydu bu, “Meltem teyzeeee” diyerek minik suratında kocaman bir gülümsemeyle Meltem’in boynuna sarıldı. Koşarak Kaan da geldi yanlarına. İkisini de kucağına alıp, öpüp kokladı Meltem. Bu çocukların kokusu bambaşka bir şeydi.

Sinem de koşarak mutfaktan çıkıp geldi üzerindeki sevimli mutfak önlüğüyle. Öpüşüp uzunca birbirlerine sarıldılar.

Birkaç dakika boyunca Burcu ve Kaan Meltem’in dibinden ayrılmadı. Meltem onları da, Sinem’i de ne kadar özlediğini gördüğü zaman daha iyi anlamıştı. Sinem’e kızgınlığını ve gerekçelerini hala unutmamıştı ama uzak durmasına, onu cezalandırmasına gerek olmadığ ının artık farkındaydı.

Sinem Meltem’in kısa bir tatil için Türkiye’ye geldiğini düşünmüştü. Çocuklar bir süre sonra

Page 103: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

102

oyunlarına geri döndüğünde, mutfak masasında oturmaya başladılar. Sinem Meltem’e ve kendine birer kahve hazırladı. Sohbet etmeye başladılar. Kardeşi ne kadar kalacağını sordu İstanbul’da, İzmir’e gidip gitmeyeceğ ini ve ne zaman döneceğini. Meltem’i daha çok görmek istiyordu, çocukların da onunla daha çok vakit geçirmesini. Meltem muzip bir çocuk gibi gülümsemeye başladı, g ö z l e r i n i S i n e m ’ i n g ö z l e r i n e d i k t i v e “Dönmüyorum!” dedi.

Sinem, on beş yaşındaki bir çocuk gibi çığlıklar atarak sevinmeye başladı ve Meltem’e sarılıp hüngür hüngür ağladı. Dakikalarca.

İşte, sevgi, özlem, hasret. Hele, birbirini çok seven kardeşlerin özlemi. Bazen, kardeşten bile önemli olan arkadaşların, sevgililerin, istemeden ayrı kalan. Böyledir, çok zor. Yok sayarsın yokluğunu sevdiğinin; ister sevgilin, ister kardeşin, ister çocuğun veya annen, baban olsun. Ne kadar yok sayarsan say, kalp bilir onun uzaklığını. Her

Page 104: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

103

saniye tıkır tıkır çalışıp, ölçer kalpler arasındaki mesafeyi. Bir de kalpler arasında bir soğukluk oluştu mu, acı çeker her tıkırtısında kalbin. Ne kadar hayır desen aklınla, o kadar evet der kalbin. Kalbin aklının hem yansıması, hem de karşıtıdır. Sevgiyle yaklaşıyorsan yansıtır seni, nefretle yaklaşıyorsan da, karşıtındır, her iki şekilde, kalbin sadece sevgiyle çalışır, sevgiyi bilir, sevgiyi programlar. İnsansan, sevgiden kaçamazsın. Darth Vader olup galaksilere zulmetsen, sonunda evladın gelip, öldürmek ve acı çekmek pahasına, seni sevgiyle buluşturur. Semtleri, şehirleri, ülkeleri, hatta dünyayı bırak, evrenin, evrenlerin yapıtaşıdır sevgi. Yaşamın DNA’sıdır. İşte aşktır, bizi fiziksel olarak doğuran da, ruhsal olarak besleyen de. Bu büyük sevgidir varlığımızın temeli. Bir gün, aklımız sevmeyi ve sevilmeyi denklemlerinden çıkarıp, mekanik bir boşluğu tercih ederse, işte o gün önce kendimizi sevmeyi, sonra da diğerlerini sevgiyle görmeyi terk ederiz. Yine de ne kadar yalnız kalırsak, ne kadar sevgisiz kalırsak kalalım, kalp yine de sonsuz kaynağıdır onun.

Page 105: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

104

İki kardeşin sevgisi, ikincinin ana rahmine düştüğü gün başlar, sonsuza kadar sürer. Biri olmadan, diğeri hep yarımdır. Aklının, ruhunun, kalbinin yarısı. Bilmez bütün kardeşler.

Meltem de birkaç damla gözyaşıyla kardeşine eşlik etti. Ayağa kalkıp tekrar sarıldılar. Mutfak tezgahındaki malzemeleri farketti Meltem. Kardeşi, onun için bir pasta yapıyordu. Kendisi olsa, bir pastaneden sipariş etmişti bile! İnsanlar artık böyle yapıyordu, kim bir pasta için yorulurdu ki? Herkes daha çok para için çalışıyor, parası olanlar da herşeyi başkalarına yaptırıyor, hazır satın alıyor, tüketiyordu. Evler de, pastaneler de pastaneydi. Oysa, sevdiğin bir arkadaşın, misafirin, hele Almanya’dan gelen kardeşin için, kendi ellerinle eşi olmayan bir pasta pişirmeyi kaç kişi aklı edebiliyordu ki artık?

Sohbet etmeye devam ederlerken Sinem pasta yapmaya koyuldu. Daha malzemeleri yoğururken

Page 106: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

105

mis gibi bir koku yayıldı mutfağa. Meltem, kardeşini hiç böyle gözlemlememişti. Kız yaptığı her işten zevk alıyordu, yorulmuyor, sürekli üretiyordu o da. Tek sorun, Meltem, onun gerçek varlığını, sevgisini ve hayatını daha önce hiç görmemiş olmasıydı. Pasta fırına kondu, Sinem kahvesinin yanında bir sigara içti. Meltem sigara dumanından çok rahatsız olsa da, onu kırmamak için hiçbir şey söylemedi.

Birkaç saat boyunca Sinem’le vakit geçirdi Meltem, çocuklarla oyun oynadı. Burcu ve Kaan’ı defalarca görmüştü ama, oturup onlarla oyun oynadığını hiç hatırlamıyordu. Meltem’in vakti az ve değerliydi, gerçekten, işlerine ve hayatına yetişmesi için zaman yönetimi önemliydi. Oysa…. Zamanı yönettiği yıllar boyunca böyle huzurlu tek bir akşam geçirmemişti.

Biraz gecikse de akşam Sinem’in eşi Burak da katıldı aileye. Hep birlikte yemek yediler. Meltem, Burak’ı severdi, aklıbaşında, eğitimli, çalışkan ve

Page 107: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

106

dürüst bir adamdı ve her şeyden önemlisi o da Sinem gibi neşeliydi. Buna daha önce çok dikkat etmemişti.

İnsan böyledir. Kendinde olanı görür, kendinde olmayanı arar. İçinde olup bitenin farkında değilse diğer insanların özünü göremez, okuyamaz, anlayamaz. Parayla, pulla, kitapla, şiirle olmaz hayat sadece. En çok sevdiğinde görür. Sevdikçe anlar, kendi özünü de, insanların özünü de severek çözer, okur, anlar ki ötesine geçebilsin. İnsan değildir tek canlı, sadece insanın kalbi değildir atan, yeryüzü milyonlarca farklı canlı türüyle birlikte yaşayan dev bir canlıdır tek başına. İşte, bir yerinden kendini sevmeye başlayarak, sonra da kardeşini, aileni, diğer insanları, sonra da ötesine geçip herkesi, herşeyi sevmekle başlar, varlığı, canı, yaşamı sevmek.

Meltem bunları düşündükçe, ağlıyordu yemekte. Başını biraz önüne eğdi, çocuklar görüp üzülmesin diye. Bu mutlu sofrada onur konuğuydu

Page 108: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

107

kardeşinin ve ailesinin. Ne zaman gelse, her zaman oturacağı yer belliydi. Oysa Sinem’i ve seçimlerini ve hayatını hep eleştiriyor, onu hiç görmüyordu. Aslında kendine zulmetmişti bunca yıl Meltem; oysa Sinem, parayı, statüyü değil mutluluğu umursamıştı sadece. Sinem ona her zaman sorunlu gibi geliyoru, oysa şimdi anlamıştı ki sorunlu olan Meltem’in idealist, herşeyi yoluna sokmak isteyen aklıydı. Burada olmak çok güzeldi, böyle bir kardeşinin olması, böyle güzel ve akıllı yeğenlerinin olması. Abartısız sofrada birkaç çeşit yemek, sofranın ortasında da Meltem için kardeşinin özel olarak pişirdiği mis gibi pasta vardı, dört dilimi yenmiş olan. Bu sofra Meltem’in kurduğu bir sofra olsa, o dilimler yenmiş olamazdı. Çocuklar da, Sinem ve Meltem de mis gibi kokan pastadan birer dilim yemişlerdi, kalanı da sofraya konmuştu. Annesinden ve akademide tanıdığı arkadaşlarından farklıydı Sinem , çok doğal, rahat bir kadın; sakin, huzurlu bir anneydi.

Oysa Meltem’in hayatında her şey düzenli,

Page 109: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

108

sistemli, yerli yerindeydi, öyle olmalıydı ve olmuştu bugüne kadar. Kolay değil işte, bilim dediğin, şaka değil, gerçekten düzen ister. İster, ister de…

İşte, işte, işte…

Basit gerçeklerde zorlanan karmaşık akıllar. Gerçek olan budur: basit akıllardır karmaşık gerçeklerde zorlanmayan. Ya en basit formlarla en büyük bilimsel keşifleri gerçekleştirirler, ya da gerçekten anlamayıp, anlamadıklarını anında anlar ve düşünmeyi bırakırlar.

Meltem, bunları düşündükten sonra yine birkaç saniye için zihnine hakim olan sessizlikle, bir kez daha bir sarsıntı yaşadı.

Bugüne kadar, hiçbir bilimsel keşif yapmadığını farketti.

Yirmi yıldır tanıdığı hocaları, asistanları, onların hocalarını ve tüm hocalar cemiyetini

Page 110: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

109

düşündü. Bu ülkede, neredeyse kimsenin dünyanın ve insanlığın işine yarayacak önem derecesinde bilimsel keşifler yapmadığını.

Evet, işte, buydu. En büyük eksiği buydu bugüne kadar. Kendini keşfetmeyi, kendini bilmeyi, tanımayı bilmeden kendinden dışarıya çıkıp onun ayrıntılarını nasıl keşfedebilirsin ki?

Daha Sinem’in yarısı kadar yaşamı bilmediğini düşündü hayatında ilk kez. Bu konularda onunla hiç konuşmamıştı ama Sinem’le Burak dışarıdan o kadar uyumlu ve yakın, sıcak görünüyordu ki… Sinem’in sevgi, seks ve aile konusunda kendisinden kat kat fazla bilgi ve deneyimi olduğuna emindi. Almanya’da sık sık, Türkiye’de de ara sıra yaptığı kaçamakların hiçbiri seks, sevişme veya aşk değildi ki. Meltem bir kitap kurduydu, Sinem ise kurtlar sofrasına dönmüş hayatın içinde miyavlayarak ayakta kalmayı başarmış yavru bir kedi.

Yunus’un sözlerini düşündü. İlim, kendin

Page 111: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

110

bilmektir. Ne kadar basit, ne kadar öz, ne kadar doğru, yalın bir sözdü. Herkes kendini bildiği kadar ilim sahibiydi aslında hayatta.

Herşeyi sorgulamakta ısrarlı bir zihni susturamazsınız. Gerçek bir bilimciyi diğer beyinlerden ayıran budur. Eleştiren, araştıran, sorgulayan beyin artık geri dönemez. Oysa kalp ileri geri, yukarı aşağı, geçmiş ve gelecek, her formu, her şekli bilir. Kalp, aklın kat kat üstünde bir akıldır, oysa akıllılar kalbi hor görür.

Okumayı bilen gözler için kitap farklıdır. Dinlemeyi bilen kulak için müzik, görmeyi bilen kalp için aşk farklıdır. Dinlemek de, konuşmak da, yazmak da, şarkı söylemek de, pasta yapmak da, diğer insanlar için çalışmak da, yorulduğunda tembellik yapmak da, kalpten geldikçe, bilmektir, ilerlemektir. Akıl, kalbe aittir; kalp akla değil. Akıl çocuksa kalp, annedir. Kalp, aklı bir annenin çocuğunu beslediği, koruduğu, sahiplendiği gibi besler, korur ve kollar. Akıl “ büyüdüm artık, sana

Page 112: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

111

ihtiyacım yok” diye kalbe isyan ettiğinde başlar bütün karmaşa. Yine de kalp, küsmez akla. Bekler, besler, fısıldar, sabırla. Her aklın, mutlaka gerçeklerini farkedeceği bir zaman, yaş, devir gelecektir. O yüzden, doğası gereği sakin ve sabırlıdır kalp, bekler. Aklı ışıkla dolduran enerjiyi, bilgiyi ve aşkı vücudun merkezinden saniyede iki, bazen üç kez pompalayarak son nefesine kadar vazgeçmez çocuğundan kalp. İşte her akıl, bir gün annesini anlar, hatırlar ve ona yeniden kavuşur. O da, kendini ve diğer canlıları yeniden koşulsuzca severek.

Kalbi olan her canlı için, bir üst, bir de alt akıl vardır. Üstte varlık, altta beyin. Kalp, varlık için, canlı için, beyin için, yaşam boyu atar. Sevgide alt, üst ilişkisi ve emir komuta yoktur. Üst ve alt varlıklar, birbirinden başka kalpler gibi, iç içe ve koyun koyunadır. Severler, paylaşırlar, böylece birlikte bilirler. Kedi, kaplan, fil, köpek, domuz,

Page 113: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

112

maymun, keçi, insan farketmez; varlık, yaşam, kalp işidir.

Bir de, fiziksel olmayan kalpler vardır. Bir ilişkinin, arkadaşlığın, veya aşkın; bir ailenin, bir derneğ in , ş i rket in , semt in , tak ımın ; b i r üniversitenin, oradaki bir bölümün veya bir ülkenin, bir kıtanın… Birden çok kalbin az ya da çok; severek oluşturduğu, insanlardan oluşan her yapının, organizasyonun içindeki kalpler dışında ama onlardan bağımsız olmayan, görünmez bir kalbi vardır. İşte her yapı, kalbi ölçüsünde, kalbi değerinde, kalbi kadar uzun ve sağlıkla doğar, büyür, yaşar ve ölür. Çoğu insan bilmez ki dünya, kendi başına kocaman bir kalptir. Her saniye üzerindeki tüm yaşamı besleyen on milyarlarca kalbe aşkını, sevgisini, iyileştiren gücünü akıtan; milyonlarca yaşında, fiziksel olarak yorulmayan, sevmekten ve umut etmekten hiç bıkmayan ama artık ruhu evlatları küçük kalplerin onu unutmasından yorulmaya başlamış dev, tek bir kalptir dünya. O buradaki en üst akıl ve canlıdır.

Page 114: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

113

İçinde atan görünen ve görünmeyen kalplerin toplamı kadar akıllı, onların toplamı kadar aşkla dolu ve milyonlarca yıla ve ruhundaki yorgunluğa rağmen hala genç, umutlu.

Meltem, Sinem’in sevgiyle dolu sofrasında birbirinden güzel yemekleri yiyip, güleryüzlü, akıllı yeğenleri iki yanında mutlulukla nefes alırken bunları düşünüyordu. İnsana ve yaşama en çok onu iyileştirmek isteyenlerin zarar verdiğini düşündü. İki şeyi farketmişti, birincisi daha öğrenmeye başlamamış bir çaylak olduğuydu. İkincisiyse, sadece yaşadığı ana dakika dakika odaklanabilirse, hatta bunu saniyelere indirgeyebilirse gerçek yaşamı farkedebildiğiydi. Ağlamak, gülmek, şarkı söylemek, dinlemek, sevişmek… Bunların her biri bilgiydi, bunların herhangi birini ustaca yapmak da bir bilimdi. Bilimadamları kendilerini daha önceden tanımlanmış alanlara hapsedip, asık suratlarla kendilerini tekrar ettiği sürece, pırıl pırıl gençlere öğretebilecekleri hiçbir şey olmayacaktı.

* * *

Page 115: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

114

Bunun üzerine biraz düşündü. Yeni nesil öğrencilerin soruları da, sorunları da çok farklıydı. Yeni çocuklar ne dogmatik olanı, ne de ezberleneni kabul ediyordu. Gerçek bilgiye erişim olanakları da, yetenekleri de önceki nesillere göre çok fazlaydı. Çok değil, dört ya da beş yıl sonra bu çocuklar artık o kadar ileride olacaktı ki. Bugün sözde onlara bilim öğretmek adına kürsüleri dolduran kendisi gibi öğretim görevlileri artık öğrencilerinin hazırladığı seminerleri, kursları dinlemek zorunda kalacaktı. Çünkü çocuklar da, dünya da değişiyordu.

Sadece Yonca’dan dinleyerek, hissederek öğrendiklerini düşündü. Bu çocukların Türk veya yabancı binlerce Yonca’sı vardı. İlk kez eğitmeye çalıştığı çocukların yerine koyup kendini, konserinde yer değiştirmişti. Düşündükçe, farkettikçe aklı karışıyordu.

Burcu ve Kaan’a baktı. Bu çocuklar ışıldıyordu. Yeni çocuklar hep böyleydi. Sinem bir gezegen,

Page 116: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

115

kendisi bir ay gibiyse; çocuklar çok uzaklarda birer yıldız gibiydi sanki. “Hem burada, bizim yanımızdalar”, diye düşündü, “hem de çok başka bir yerdeler.”

Düşündükçe cevap bulamadığı bu soruya takıldı, uzunca bir süre: “Biz, işte bu küçük çocuklar büyüyene kadar kendimizi değiştirmezsek, onlara hangi sıfatla, ne hakla, ne öğreteceğiz?”

Meltem, geleneksel anlamda akademisyenlik hayatının bittiğini zaten biliyordu. Ailesiyle geçirdiği bu güzel akşamın sonunda, bu kararıyla ilgili bir çok ayrıntıyı da netleştirmeye başlamıştı.

Page 117: Güneş - Devrim Demirel

116

Beş

Meltem, Sinem’in küçük evinde salonda uyudu gece. Yeni düşüncelerine ve karmaşık keşiflerine rağmen derin derin uyumuştu. Burcu, sabahın erken saatlerinde gelip yatağına girdi. Bir saatten uzun bir süre de ona sarılıp, onu koklayıp uyudu.

Aile farklıdır. Kalbimizin en yakınındakilerin kokusu, duyabildiğimiz en güzel kokudur. Alamadığımız kendi kokumuza en yakın şeydir, çocuğumuzun, yeğenimizin kokusu. Bütün insanlar can’dır, kıymetlidir ama, doğamız da böyledir işte, candan öte can olan da, yine anne, baba, kardeş ve ailedir.

B u r c u ’ n u n k o k u s u , k o n u şm a l a r ı v e gülümsemesiyle güne oyunlarla başladı Meltem. Uyandığında gece rüyasında ödevini bitirmiş mutlu bir çocuk gibiydi. Burcu’nun varlığı kendine güvenini ve mutluluğunu artırdı. Kaan da uyandıktan sonra yatak keyiflerine katıldı.

Page 118: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

117

* * *Herkes uyandığında birlikte güzel bir kahvaltı

yaptılar. Sinem’i ve çocukları öptükten sonra evden çıktı Meltem. Kocaman bir gün vardı önünde, gitmesi gereken hiçbir yer yoktu, İstanbul’da ve özgürdü. Bir an için Almanya’yı düşündü. Ara sıra aklı eski yaşamını yokluyor gibiydi.

Bunları değil, geleceği düşünmek istiyordu artık. Sadece yaşadığı an ve sonrası olmalıydı.

Meltem, uzun yıllarca süren sistemli çalışması sayesinde gayet iyi bir birikim yapmıştı. Asla cimrilik yapmazdı ama her zaman da tutumlu ve mantıklı olmuştu. Bu yüzden, uzun yıllarca çalışmasa bile kendine yetecek bir birikimi vardı. Maddi konuları dert etmesine gerek yoktu.

Yine ara sokaklardan geçip, semti yavaş yavaş dolaşıp, Beşiktaş İskelesi’ne kadar yürüdü. Ne yapacağına karar vermediği için biraz oyalanmaya karar verdi, yakındaki bir mekanda, denizi

Page 119: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

118

görebileceği bir masaya oturdu. Bir sade kahve sipariş etti. Telefonu masanın üzerinde duruyordu. Eli ara ara telefona gidiyor ama Whatsapp’ı açıp Ferhat’e bir mesaj göndermeye çekiniyordu. Ne yazacağını bile bilmiyordu.

Kocaman, küçük bir kız çocuğu, hala…

Kahvesinden küçük yudumlar alıp denizi izlerken, canı bir sigara içmek istedi. Üniversitede okurken, o da birkaç ay için sigara içmişti sadece ve o zamandan beri sigara içmek aklına beri gelmemişti.

Sigara, insanlığın yaşayan en büyük düşmanı, bu kadar kuvvetliydi işte. Dün sevgiyle dolu o evde, kardeşinin içtiği tek bir sigara, kokusundan rahatsız olsa bile, şimdi şiddetle aklına gelmişti.

Kalp. Bütün vücudu sevgiyle, bilgiyle, enerjiyle besleyen, tüm hastalıkları iyileştirme gücüne sahip olan, yaşamın, aklın ve sevginin merkezi. Tüm

Page 120: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

119

sorunlarımızın çözümü, tüm çözümlerin başlangıcı. Biz, insanlar, her gün, defalarca, sistemli bir şekilde kalbimizi öldürüyoruz. Sadece kendi kalbimize acı çektirmiyoruz, onu öldüren zehri diğer canlılara da solutarak, acıyı büyüterek zehirimizi paylaşıyoruz. Bu zehir, sıkıntımızı veya üzüntümüzü yok etmiyor, erteleyip, büyütüyor ve giderek daha çok ister oluyoruz onu. Bu kara duman, acımasız zehir; kalbimizi yavaşlatıyor, zayıflatıyor ve tüm vücudumuzu aşktan, sevgiden, bilgi ve oksijenden yoksun hale getiriyor. Aklımız çürüyor, vücudumuz yaşlanıyor, her bir solukla daha çok yaklaşıyoruz ölüme. Tüm paketlerin üzerinde açık açık yazıyor, okumuyoruz bile. Sadece kendimizi değil, çocuklarımızı da, tanımadığımız çocukları da öldürüyoruz. İstesek bile sigaradan kaçamıyoruz, her yerdeki bu görünmeyen katilden.

Midesi bulandı Meltem’in. Tabii ki sigara içmeyecekti, düşündükleri moralini bozdu. Dönüp etrafındaki masalara tek tek baktı. Çoğu masada sigara içen insanlar oturuyordu, içmeseler bile diğer

Page 121: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

120

bütün masalarda da sigara pakedi vardı. İnsanlar oksijen yerine karbonmonoksit ve diğer zehirleri ciğerlerine doldurmayı standart olarak kabul etmişlerdi artık.

İnsanlar için çok üzüldü. Bu konuda birşey yapabilseydi keşke.

Meltem, kendini mutsuz eden, yoran konularla başetme konusunda ustalaşmış bir savaşçıydı. Bu konu gibi. Bir şey, yukarıdan bir güç onu her zaman dürtüp kendine getirirdi sanki. Hemen aklını sigaradan ve zehirden uzaklaştırdı. Ferhat’a mesaj göndermekten vazgeçti, onu arayacaktı.

Otuz saniye geçmeden, Ferhat telefonunu yanıtladı.

Kısa bir görüşme yaptılar.

Ferhat, aradığına gayet sevinmiş ve Maslak’ta çalıştığı işyerine davet etmişti Meltem’i. Adam

Page 122: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

121

konuşmasında da mesajlarında olduğu gibi rahat ve netti. Yıllardır duymadığı Ferhat’in sesini duymak Meltem’i heyecanlandırmıştı. Ferhat, hayatla ilgili tüm konuları aşmış bir adam gibi geliyordu Meltem’e, şu andaki halini aslında bilmese bile böyle düşünüyordu.

Kadınlar hissederek bilirler, anlarlar ve çoğu zaman yanılmazlar. Yanıldıklarında da bu yüzden büyük yanılırlar: onlar, kalplerine erkeklerden çok daha fazla güvendiklerinden, aslında daha akıllıdırlar. Akıllı olmanın da her zaman bir diyeti vardır.

Taksiye atladı Meltem daha fazla beklemeden. Yarım saat geçmeden oradaydı. Ferhat’in çalıştığı plazaya girdi, değişik bir uzay mekiğine benzeyen asansöre bindi. Yirmiyedinci kata çıktı.

Eski sevgilisinin çalıştığı yazılım firmasının heybetli giriş kapısından içeri girdi, karşıdaki bankoda oturan sekreterle kısa bir konuşma yaptı.

Page 123: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

122

Ayakta iki dakika bekledikten sonra Ferhat belirdi yanında.

Meltem, Ferhat’ı gördüğünde kalp atışları bir anda hızlandı. Tıpkı eski zamanlarda olduğu gibi incecik, uzun boylu bir adamdı. Biraz yaşlanmış ve olgunlaşmış olsa da yaşına göre çok genç gösteriyordu o da. Gülümseyerek ve sarılarak karşıladı Meltem’i. Bu adama yaptığı onca şeyi yarım saniye için hatırladı ve içi buruldu Meltem’in. Yüzüne tüm nefretini haykırarak, yaptıklarıyla hayatını mahvederek ayrıldığı Ferhat hiçbirşey olmamış gibi tertemiz bir sevgi ve dostlukla, sarılarak karşılamıştı onu.

Ferhat, kısa bir turla şirketi Meltem’e gezdirdi. Orada yapılan işi büyük bir coşkuyla anlatıyor, bir yandan da kendisinin şirketteki rolünü de tarif ediyordu fazla teknik ayrıntıya girmeden. Meltem plaza katlarını sevmezdi ama bu büyük, geniş ofiste hoş bir hava vardı. İnsanlar bilgisayar başında bir iş yapıyordu ama herkesin yüzü gülüyor gibiydi.

Page 124: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

123

Şirketin çok rahat, sıradışı bir atmosferi vardı.

Açık ofiste birbirinin aynı masalarda çalışıyordu herkes, alan çok geniş ve ferahtı, birkaç şeffaf toplantı odası dışında herkes aynı mekanı paylaşıyordu. Tüm masalar geniş ve rahat görünüyordu. Çalışanların çoğu iki, bazıları üç veya dört monitör kullanıyordu. Bilgisayarlarla tek ilgisi küçük Macbook dizüstü bilgisayarı olan Meltem, bu dev ve çok sayıdaki ekranlarda tıkır tıkır çalışan genç çocukları hayranlıkla izledi. Ferhat, yazılım ekibinin başındaki birkaç mühendisten biriydi. Şirket çocuklar için oyun yazılımları geliştiriyordu. İstanbul dışında İzmir’de de benzer bir ofisi vardı şirketin, Ankara’da ise büyük bir merkezi. Ferhat, yapılan işi çılgınlık olarak tanımlamıştı: Türkiye’de ilk kez para kazanmayı umursamadan, sadece çocuklar için Türkçe oyunlar üreten bir şirkete bu kadar büyük bir yatırım yapılıyordu. Şirketin başında da çok idealist, çocuk aşığı genç bir mühendis kadın yönetici vardı.

* * *

Page 125: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

124

Meltem, Ferhat’in anlattığı çoğu ayrıntıyı anlamamıştı ama duyduğu ve anladığı üç şey onu heyecanlandırmak için yeterliydi: birincisi çocuklar için gösterilen bu müthiş çaba, ikincisi Ferhat’ın mesleğini ne kadar tutkuyla yaptığı, üçüncüsüyse bir kadının bu kocaman ekibi yönetiyor olduğuydu. Meltem her zaman disiplinli, istekli ve çalışkandı ama bugüne kadar yaptığı işi hiçbir zaman böyle bir tutkuyla yapmamıştı. Ferhat işine aşık gibiydi.

Yı l lar önce okuduğu ama ismini bi le hatırlamadığı bir yazardan, bir insanın hem sevdiği kişiyi, hem de sevdiği işi bulursa dünyanın en mutlu insanı olacağını okuduğunu hatırladı. Ferhat kesinlikle aşık olduğu işi bulmuştu. Acaba, sevdiği insanı da bulmuş muydu? Bekar mıydı? Çapkın mıydı?

Kısa bir turdan sonra Ferhat sadece iki dakika masasında kalan acil işlerini toparlamak için izin isteyerek, onu alt kattaki kafeye davet etti. Meltem, etraftaki heyecanlı gençleri, ilginç animasyonlar ve

Page 126: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

125

görüntülerle dolu ekranları izleyerek birkaç dakika geçirdi. Burada her ne yapılıyorsa, çok eğlenceliydi.

Birlikte asansöre binerek yirmiyedi katı aşağı hızla indiler. İlk kez bir plaza katında bu kadar mutluluk görmüştü. Kafeye geçip, kahvelerini alıp dışarıdaki masaya oturduklarında kalbi heyecanla atmaya devam ediyordu Meltem’in. Tıpkı çok eskiden buluştukları zamanlarda olduğu gibi ama çok daha derinden ve gerçek bir tutkuyla.

Dün akşam Sinem’le kavuşmasını ve sohbetini, ailece yedikleri yemeği ve bu sabah yaptıkları kahvaltıyı düşündü. Almanya’dayken Sinem’i aramak bile istemiyor, Ferhat’la ilgili karışık şeyler düşünüyor, geçmişiyle savaşıyordu. Kıpkırmızı, utanç ve sıkıntılarla dolu hayatının rengi, iki günde Marmara’nın derin, güzel mavisine dönüşmüştü.

Havadan sudan konuştular. Ferhat’in hala bekar olduğunu ve doğrudan sormasa da düzenli bir ilişkisi olmadığını öğrenmişti. Giderek Ferhat’la

Page 127: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

126

ilgili muzip, ayıp şeyler düşünmeye başlamış olsa da, onun ilişki durumuyla ilgili merakını daha öteye taşımaya çekindi.

Ferhat gerçekten her şeyi aşmış g ibi görünüyordu. Umursadığı sadece yaptığı iş ve yaşamdan keyif almak gibi görünüyordu. Sürekli gülümsüyordu, hayata karşı çok olumluydu ve ne aşırı bir hırsı, ne de yenmeye çalıştığı bir karamsarlığı var gibiydi. Aklı başında, keyfi yerinde erkek bir Polyanna’ydı sanki.

Konuştukları konu değişip dursa da, yaşadıkları an o kadar keyifliydi ki Meltem bir türlü ondan özür dileyeceği konuşmasına başlayamadı. O anı geçmişe çekmek istemiyordu. Gerçi bunu yapsa da Ferhat kırılacak veya geçmişi hatırlayıp üzülecek biri gibi görünmüyordu. Belki de bu konu artık onun için hiç önemli değildi ama Meltem için onu kemiren o sözleri ve düşünceleri dışavurması çok önemliydi.

* * *

Page 128: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

127

Bir an, hala ne kadar bencil ve kötü olabildiğini düşündü. Üzerinden uzun yıllar geçmiş bir özür… Sırf kendini rahatlatmak için adamı o yıllara geri götürmek gerekli miydi? Bunları o kadar düşündü ki, Ferhat’in son cümlelerinin çoğunu kaçırdı. Kendini biraz toparlayabilmek için bulduğu ilk boşlukta Ferhat’tan izin isteyerek kadınlar tuvaletine koştu kafenin.

Orada çok fazla oyalanmadı, birkaç derin nefes aldı, makyajını tazeledi ve biraz da düşündü. Her zaman makyaj yapmazdı, doğal güzelliğini severdi daha çok. Bugünse Ferhat’a olabildiğince güzel görünmek için biraz makyaj yapmış ve ateş kırmızısı, seksi bir ruj sürmüştü. Kendine aynada iyice baktı, son bir derin bir nefes alıp tekrar dışarıda oturdukları masaya döndü.

Döndüğünde Ferhat cep telefonunda bir oyun oynuyordu. Bunu görünce şaşırdı. Kocaman, yakışıklı adam küçük bir çocuk gibi oyun oynuyordu. Bilgisayar oyunları Meltem’in bildiği

Page 129: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

128

veya anladığı birşey değildi. Ferhat de kendiyle neredeyse aynı yaştaydı ama tipi ve davranışları gayet yetişkin olsa da bazı yönleriyle gerçekten kocaman bir çocuktu. Meltem gelince hemen oyun oynamayı bırakıp, gülümseyerek karşıladı onu.

Yarattığı bu boşluktan yararlanıp, Ferhat’a anlatmak istediklerini doğrudan anlatmaya başladı Meltem. Ferhat, konuşmaya başladığı andan itibaren sessizce ama büyük bir ilgiyle, sözünü bakışları veya sözleriyle hiç kesmeden dinledi Meltem’i. Gözlerinde suçlayıcı, üzgün, mutsuz veya yargılayıcı bakışlar olmadan, sadece dinledi.

Meltem, onu yıllar önce çok üzdüğünü bildiğini, ona yaptıklarının şiddeti ve kötülüğünü yıllar boyunca hiç farketmediğini, Almanya’da yalnız geçirdiği son dönemden sonra bazı şeylerin farkına varmaya başladığını anlatıp açıkça, onu bilerek ve isteyerek incittiğini ve terkettiğini, bunun için de çok üzgün olduğunu mümkün olduğunca kısa tutmaya çalışarak anlattı.

Page 130: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

129

“Özür dilerim” dedi, Meltem, Ferhat’in gözlerinin içine bakıp, ardından da uzunca sustu. O kocaman özrün ardından, Ferhat da birşey söylemek ister gibi oldu ama konuşamadı. Meltem, ne diyeceğini bir türlü kestiremiyordu. Gözleri zaten konuştukça dolmuştu Meltem’in, gözünden akan sessiz damlalara engel olamadı. Meltem ağlıyor, Ferhat de onu biraz nemlenmiş gözleriyle izliyor, doğru sözleri bulmaya çalışıyor ama başaramıyordu.

Meltem, daha fazla ağlamamak için aklına gelen ilk cümlelerle konuşmaya devam edip, bu özürün artık anlamsız olduğunu bildiğini söyleyebildi sadece. Ferhat, bunu duyduğunda “Hayır”, dedi. “Bir özür, asla geç veya anlamsız değildir. Dürüstlüğün ve açıksözlülüğün için de, özür dilediğin için de teşekkür ederim”.

Meltem, zaten zor tuttuğu gözyaşlarının hıçkırıklarla akmasına engel olamadı bunları

Page 131: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

130

duyduktan sonra. Karşısındaki adam, bir melekti sanki. En çok buna şaşırıyordu, adam sanki yirmi yaşındayken terkettiği Ferhat’tı. Yaşadığı bunca yıl boyunca ruhundan, aklından, kalbinden ve güzelliğinden hiçbir şey eksilmemiş; bu zor hayatta yalnız başına mücadele ederken bir parça olsun bozulmamıştı. Gerçekten çok yakışıklıydı ama zerre kadar önemli değildi tipi. Kalbi, aklı, ruhu o kadar güzeldi ki.

Meltem, işte o anda onu kızdırmak için ona özellikle yaptığı sayısız kötülüğü bir daha hatırladı. Onu aldatıp bunun için onu suçladığı zamanları, doğumgünü için elleriyle yaptığı hediyeleri bile kırıp parçalayarak Ferhat’a geri gönderdiğini, bitmek bilmeyen gereksiz kıskançlık krizlerini ve hatırlamaya artık cesaret bile edemediği daha kötülerini. Meltem, Ferhat’ı onu taciz etmekle bile suçlamıştı. Babasının çocukluğu boyunca ona yaptığı ve etkisi hala süren tacizlerinin intikamını da, hayatın getirdiği zorlukların acısını da en sevdiği adamı, Ferhat’ı yok etmeye çalışarak

Page 132: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

131

üstünden atmaya çalışmıştı.

O zaman da gıkı çıkmamıştı Ferhat’in, şimdi de.

Meltem, anlattıklarından dolayı rahatlamıştı, gözyaşları azaldı, nefesleri normale döndü, sakinleşti. Yine de Ferhat’ta birşeyleri deştiği için üzgündü şimdi. Ferhat’ın bir gözünden birkaç damla yaş süzülmüştü.

Ferhat, Meltem’in ağlama krizinin bitmesini sonuna kadar konuşmadan sabırla bekledikten sonra, “Teşekkürler, Meltem. Bunca yıl sonra da olsa bunları duymak, benim için önemliydi” dedi. Artık işinin başına dönmesi gerektiğini, belki daha sonra tekrar görüşebileceklerini söylediğinde, Meltem kendini çok kötü hissetti.

“Daha ne bekliyordun, Meltem?” diye sordu kendine. “Adamın hayatının en güzel döneminde onu mahvettin, aradan bunca yıl geçtikten sonra karşısına çıkıp özür diliyorsun, seni sakince dinliyor

Page 133: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

132

diye, bir anda kalkıp sana yeniden aşık olmasını mı bekliyorsun?”

Meltem, Ferhat’a eskiden de aşıktı, şimdi de. Çok üzücüydü ama, o zaman imkansızdı bu ilişki, şimdi de. Şanslıydı ki Ferhat gerçekten evli veya bir başkasıyla çıkıyor değildi ama açıkça eski bir sevgili ve şimdi de bir arkadaş olarak ilgilenmişti ancak Meltem’le.

“Teşekkür ederim” diye yanıt verdi Meltem. Ayrılırken Ferhat’a sıkıca sarıldı, Ferhat aynı şekilde karşılık vermese de. “Umarım tekrar görüşürüz” dedikten sonra sarılmayı bıraktı.

Ferhat, yanıt vermedi ama ana caddeye kadar eşlik edip, taksiye bindirdi Meltem’i. Ne yiyip içtiyse, ne okuduysa artık bunca yıldır; bu adam tam bir centilmen, gerçek bir beyefendiydi. Meltem kendini dünyanın en aptal kadını gibi hissediyordu taksiye bindiğinde.

Page 134: Güneş - Devrim Demirel

133

Altı

Önceki gece kalamadığı oteline doğru yol almaya başladı bindiği taksi. Ferhat’in kendisiyle çok ilgilenmemesine canı biraz sıkılsa da nihayet özür dileyip içindekileri döktüğü için içi gerçekten rahatlamıştı.

Biraz gündemini değiştirmek için annesini aradı, henüz onların Meltem’in döndüğünden haberi yoktu. Annesi de Sinem gibi duyduğu habere çok sevindi. Meltem Türkiye’ye kalıcı olarak döndüğünü ama şimdilik İstanbul’da olacağını, Sinem’i ve yeğenlerini, biraz da eski arkadaşlarını görmek istediğini söyledi. Annesi için hiç sorun değildi, kızı artık yakındaydı, bu onu mutlu etmek için yeterdi.

Çocuk sevgisini bilen ve çocuk sahibi olmanın hakkını veren anne babalar için hangi koşullarda yaşadıkları, ne yiyip içtikleri, nerede tatil yaptıkları, ne giyindikleri, meslekleri, statüleri falan öncelik

Page 135: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

134

değildir. Sevme ve sevilme denkleminde yanlış yapmadan yaşamı öğrenmiş ve öğretmiş anne babalar için çocuğunun güvende olması bile yeterliyken, yanında ve yakınında olmasıysa en büyük hazinedir. Hele çocuğu, çocukları, çok da şanslıysa torunları onları öpüp, koklayabilecekleri kadar yakındaysa o anne ve babalar dünyanın içinde kocaman bir cennette yaşarlar. İşte bu yüzden sevgiyi koruyabilmek, taşıyabilmek, aktarabilmek için bu zor dünyaya getiririz yavrularımızı, binbir zahmetle ve kendimizden gerçekten ödün vererek bir sonraki nesli doğurur ve büyütürüz. Hiç kolay değildir adam gibi anne babalar olmak, emek gerektirir, çaba, bilgi, deneyim ve eşek gibi çalışmayı gerektirir; aynı zamanda çelik gibi sinirler, sabır ve yeri geldiğinde katı olmayı ve anında esneyebilmeyi öğrenmeyi. En çok iyi insan olmayı bilmeyi gerektirir ki, iyi insanlar olarak yetiştirebilelim yavrularımızı. Çocukların iyi yetişmesi için iyi olmaktan öte eğitim yoktur.

İşte bu yüzden soyadımızı sürdürsün de

Page 136: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

135

namımız yürüsün, veya bir çocuk daha doğurayım da adam bana iyice bağlansın da terketmesin diye düşünüp bencil sebeplerle doğurmuyorsak evlatlarımızı, o çocukların da sevgi dolu ve iyi olması ihtimali artar, belki böylece katlanarak büyüdükçe sevg i çocuklar ın ın say ıs ı ve kalplerindeki insan ve çalışma aşkı; işte o zaman, soyadların, kabilelerin, ırkların, ülkelerin anlamı yitip gider uzay boşluğunda, insanoğlu diğer ailelerin, ırkların, milletlerin ve diğer canlı türlerinin çocuklarını da sever, büyütür olur.

Meltem, Ferhat’e düpedüz aşık olmuştu. Hayatında ilk kez, bu kadar. Sevişecekse bu adamla sevişmek istiyordu, bir gün anne olacaksa, ancak böyle bir adamdan olmalıydı çocuğu. Sadece çocuklar için çalışan bir şirkette çalışan, onlar gibi oyun oynayan, mutlu, güçlü, sorunsuz bir adam. Ferhat’in görüntüsünü ve sesini aklından çıkaramıyor, son sarıldığında aldığı kokusu burnundan gitmiyordu.

* * *

Page 137: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

136

Taksi İstanbul trafiğinde azıcık yolu hala yarılayamamışken Ferhat’i ve kendini çeşitli şekil ve görüntülerde hayal ediyordu Meltem. Aklı çok karışıktı, Ferhat bu kadar yakınında ama gerçekten uzak, hatta neredeyse imkansızdı. Uzun zamandır ilk kez bir erkeği bu kadar arzulamıştı.

Dürttü kendini ve aklındaki karamsar düşüncelerden yine kurtuldu. İşte, güneşli güzel Türkiye’ye dönmüş; kardeşini görmüş, Ferhat’e anlatmak istediklerini anlatmıştı.

Otele gidince hızla bir duş aldı, üzerine bornoz bile giyinmeden çırılçıplak yatağına uzandı. Müzik dinlemeyi düşündü önce ama şimdi Yonca’yı da, başka bir sanatçıyı dinlemek istemiyordu. Ferhat’ın kokusunu, görüntüsünü, ses in i y i t i rmek istemiyordu aklından. Sessizlik içinde, günlerdir keşfettiği yeni düşünceleriyle sakince uykuya dalmak istedi, onu da yapamadı. Gündüz vakti uyuyamazdı. Ferhat’ı düşünerek, çıplak vücuduna çekinmeden dokunup, çok ayıp ve belki de artık

Page 138: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

137

çok uzak hayaller kurarak uzunca bir zaman geçirdi.

Ferhat’la dolu hayalleri hüzünlü de olsa rahatlamıştı biraz Meltem. Üşenmeyip yerinden kalktı. Çıplak vücudunun üzerine ince bir kazak geçirip, kulaklıklarını taktı ve iPod’unda kayıtlı Mozart eserlerinden birini açtı.

Yatağının üzerine oturup bağdaş kurdu ve valizinden çıkardığı kitaplardan birini seçip okumaya başladı. Mozart dinleyip sakince nefes alıp verirken, hiçbir şey düşünmeden sadece kitabını okuyordu.

Odada ikram olarak sunulan iki paket kahveyi bitirdiği gibi, oda servisinden üç kez daha neskafe sipariş etmişti Meltem. Kahveyi her yerde sevmezdi. Ağzı geniş cam bardaklarla kahve getiren bir pastanede içilen neskafe zehir gibi ve bayat olurdu genelde, asla içemezdi kötü bir kahveyi. Çok şekilli, süslü servisleri yapan mekanlarda da kahve

Page 139: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

138

içmezdi. En sevdiği kahveler evindeki kahve makinesinde pişirdiği, düzgün otellerde yapılanlar ve en çok da kendi ofisinde elle yaptıklarıydı. Tabii özellikle Amerika’ya konferanslar için gittiğinde içtiği birbirinden güzel ve çeşitli kahveleri saymayacak olursa. Meltem tam bir kahve aşığıydı.

Kahveyle ilgili en büyük sorunu uykusuzluk veya başka birşey değil, sigaraydı. Sigaradan, kokusundan ve dumanından nefret ediyordu ama kahveyi çok sevdiğinden, birlikte kahve içmeyi sevdiği bütün arkadaşları da sigara müptelası olduğundan o kokuya ve dumana bazen katlanması gerekiyordu. Almanya hariç, orada neredeyse kimse sigara içmiyordu. Tıpkı Amerika gibi. Özellikle Amerika’da evsizler ve çok düşük sınıflardan insanlar dışında sigara içen insanlar oldukça sıradışıydı.

Çok ironik, değil mi? Bütün az gelişmiş ülkeleri, fakir kıtaları ürettikleri zehir ve uyuşturuculara alıştıran bu ülkelerin, kendi vatandaşlarını bu

Page 140: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

139

zehirlerden koruyacak her türlü önlemi önceden alıyor olması… Adil bir dünyada bu adaletsiz ticareti önlemek için; bilinçli olarak sigara üreten, satan ve dağıtan herkese yaşadıkları süre boyunca günde beş paket sigara içme zorunluluğu getirilmesi hepsinin bu zalimlikten vazgeçmesi için yeterli olurdu.

Kahvesini yudumlamaya devam ederken bunları düşünüyordu Meltem. İki saatten fazla, en az yüz sayfa okumuştu hala elinde duran ama şimdi okumayı bıraktığı son kitaptan. Gözlerini kapattı ve Mozart’ın yirmibirinci piyano konçertosunun son kısmını dinlediği anlarda gözleri kapalı, Yonca’nın şarkısının güzel şiirini mırıldandı:

ne söylesen, ne beklesen sevdiğinden ya da kaderinden ele geçmez istedigin uğruna emek vermediysen

sanki seni boğar gibi

Page 141: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

140

sanki yeniden doğar gibi sanki zaman zaman ölür gibi acısını, çilesini çekmediysen

hani büklüm büklüm boynunda hani paramparça ruhunda hani soran gözlerle kapında bekleyen dargın anıların gibi

sevilmeden de sevmeyi neyi özledigini bilmeyiacı da olsa yine gerçeği görüp de söylemeyi bilmediysen

sanki seni boğar gibi sanki yeniden doğar gibi sanki zaman zaman ölür gibi acısını, çilesini çekmediysen

hani büklüm büklüm boynunda hani paramparça ruhunda hani soran gözlerle kapında

Page 142: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

141

bekleyen dargın anıların gibi

Yonca’yı düşündü.

Yunus’u.

Yonca’nın şarkılarında o kadar hayat bulmuştu ki… Bir kadın olarak aşkı arayışına rehber olmuştu Yonca. Onu keşfedince başlamıştı diğerlerini de dinlemeye.

Önceden tanımadığı Yunus’ta o kadar büyük bir varlık bulmuştu, o on iki kelimeyle kendi aklını, ruhunu ve yaşamını tüm yanlış ve doğrularıyla öyle çıplak görmüştü ki ilk kez…

Sadece iki kelime bile her şeyi değiştirebilir diye düşündü şarkıyı mırıldandıktan sonra. Belki o iki kelime sadece “özür dilerim” veya “seni seviyorum” veya bir başka güzel cümledir. Hayat, sevgi, aşk belki sadece özür dileyebilmek veya sevdiğini söyleyebilmektir.

Page 143: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

142

* * *İşte, Meltem, geç de olsa özür diledin!

Meltem, Ferhat’ın ötesindeki sevgiyi düşündü. Şiiri mırıldandığından beri yeniden Yonca’yı hayal ediyordu. Yunus’tan kalbine dokunan o güzellikleri… Onu Yunus’a kavuşturan Yonca’yı ve bu güzel şiiri kelime kelime, ilmik ilmik dokuyan Sezen’i düşündü. Sezen Aksu’yu o güne kadar sadece dinlemiş ama hiç anlamamıştı.

Bu güzel insanların öyküleri olduğunu, anlatmaya çalıştıkları farklı bir hayat, başka bir boyut, değişik bir dünya ve üst bir bilimleri olduğunu hiç anlamamıştı. Bunun için kendini suçlayamazdı, bunun farkında olan tek bir meslektaşını bile tanımamıştı ki.

“Hepsinden en iyisi, bir gönüle girmektir” diyen Yu n u s ’ u n s ö z ü y l e , Yo n c a ’ n ı n v e o n u n kızkardeşlerinin ne kadar çok gönülde yeri olduğunu düşünmüş, kıskanmamış ama çok

Page 144: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

143

özenmişti onlara Meltem.

Şimdi okuduklarından ve mırıldandıklarından sonra başka bir şey düşünmeye başlamıştı.

Girebildiği bir kalp olmuş muydu gerçekten? Etkileyebildiği, değiştirebildiği, orada kalıp, orada atmaya başladığı, kendindeki dışında bir kalp? Ailesi dışında biri… Ferhat? Öğretmenleri? Bir erkek, bir kız, bir çocuk? Öğrencileri? Konuşarak, yazarak, dokunarak, bir şekilde bağ kurduğu…

Yoktu.

Yonca’ya ve Yunus’a hissettiklerinin yüzde biri kadar bile, yok. Ancak ailesi işte, Sinem ve çocukları, biraz da annesi o kadar. Erkekler, kız arkadaşlar, okuldaki hocalar, sonra iş arkadaşları, öğrenciler… Tanıdığı her insanı aklına getirdi. Yok, hayır, asla. Meltem, insan olarak başkalarının hep aklına hitap etmişti, onların kalpleriyle bir bağ kurabileceğini, bunun olası olduğunu bile

Page 145: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

144

bilmiyordu ki.

Ferhat’in nasıl ve neden o kadar sakin, güleryüzlü ve yumuşak huylu bir adam olduğunu anlamaya çalıştı. Bu kolay anlaşılabilecek bir şey değildi; Ferhat kendinden de zor bir hayatın içinden geçip bugünlere gelmişti. Böyle şeyler akılla olmuyordu, sadece “oluyordu”. Çok başarılı olabilirdin, kendini insanlara türlü politikalar ve oyunlarla sevdirebilirdin de, kalplerde bir yere “gerçekten” bağlanma hali…

İşte onun için Ferhat gibi olman gerekir.

Meltem ve bir türlü kavuşamadığı Ferhat’ı.

Tıpkı “Kardeş payı”ndaki tesisatçı mucit Metin’in güzel eczacı kız Eda’yı sevdiği gibi sevmişti Ferhat ama Meltem hiç gerçekten izin vermemişti ona. Ne sevmesine, ne söylemesine. Eda kadar akıllı, duru, gerçek bir kadın olamamıştı ki daha önce, anlasın adamın onu ne kadar sevdiğini.

Page 146: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

145

* * *Ferhat, Şirin’i olmayan bir aşıktı işte. Güzel bir

adamdı, yakışıklı bir çocuktu hep. Hep sevebileceği duru, öz kadını arıyordu. Etrafındaki bir çok kadın da hep onun etrafında dolanıyordu ama o en çok Meltem’i sevmişti. O zaman da hep alçakgönüllülük ve erdem arayışında olan Ferhat kızlara ve kadınlara ihtiyaç duydukları centilmenlik, yardım ve güzel sözler dışında hiç bir şey göstermemişti.

Oysa Meltem de, arkadaşları da ilk gençlik zamanlarında okudukları dergi ve kitaplardan öğrendikleri olmayan beyaz atlı prenslerin peşinden koşuyor; en olmadık, zibidi ve aslında kadın düşmanı erkeklerin peşinde koşuyorlardı aşkı aradıkları ilk zamanlarda.

Ferhat’le yaptıkları kitap değiş tokuşlarını hatırladı. Ferhat; çok gençken Dostoyevski’yi, Nietzsche’yi, Yunus Emre’yi, Mevlana’ı, Erich Fromm’u ve bunlar gibi alabildiğine farklı ırklar ve düşüncelerden adamların aşk, hayat, din ve bilim

Page 147: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

146

üzerine yazdıklarını okurdu. Meltem Mevlana ve Yunus Emre’yi de, birçok yabancı yazarı da Ferhat sayesinde tanımış ama belli ki adamakıllı okumamıştı onları da.

Meltem, neyi okuduğunun insanın kim olduğuna sürekli karar veren en önemli etmen olduğunu düşündü özünde bildiği bir şey olsa da. Ferhat asla yaşadığı dönemdeki insanları okuyarak vakit kaybetmemişti. Hep geçmişteki büyük insanların kendi eserlerini tercih etmişti. Mevlana hakkında okumak, Mevlana’yı okumaktan farklıdır; Yunus Emre’yi, Mevlana’yı, Dostoyevksi’yi ve diğerlerini anladığı kadarıyla özetleyenleri okuyarak veya dinleyerek onları okumuş, anlamış olmazsınız. Ferhat’ın kocaman Mesnevi’yi çok kez okuduğunu hatırladı. Şimdi çocuklar için oyun yazılımı üreten bu adam büyük olasılıkla bu tür kitaplar yerine bambaşka şeyler okuyordu. Ferhat’ın aklından çıkmayan fantastik görüntülerini bırakıp, şimdi ne okuduğunu deli gibi merak etmeye başlamıştı Meltem.

Page 148: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

147

* * *İşte, kimi okursan odur senin efendin. Ne kadar

çok doğru adam okursan, o kadar doğru olur efendilerin. Bildikçe, öğrendikçe doğruları doğru akıllardan okumayı; kölesi değil, efendisi olursun hayatın. Yazdıklarıyla ve yaptıklarıyla senin efendin olmaya değil, sana yol göstermeye çalışan alimleri, yazarları ve ustaları okudukça ancak özgürlüğüne kavuşur us.

Okunan her bir kelime, satır ve paragraf önemlidir. Kimseye köle olmamak için tek anahtarıdır, kimi okuyacağını bilmek, yaşam kilidinin. Herkesin yaşam kilitleri vardır, çözülmek için daha doğmadan özenle oluşturulmuş, kişi veya kişilerce değil de bizzat yaşamın ta kendisi tarafından. Yaşam görmek ister, onu anlamaya, almaya ve onu yeniden doğurmaya layık olan akılları. Yaşam akıldır, akıl bilgi, bilgi sevgi, sevgiyse yaşam. Yaşam, işte bu döngüye katılan her yaşayanı, aklı oranında, kendi özü ve yaşamıyla test eder. Başaran daha iyi bir yaşama, sınıfta kalan ise

Page 149: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

148

yoksulluğa, sakatlığa, yalnızlık ve acıya veya ölüme d o ğ r u g e r i l e r s o n s u z y a ş a m y e r i n e . Bilemeyeceğimiz kadar adildir yaşam, sadece biziz adil olmayan.

İşte, ancak okursan bilirsin kelimelerin asıl anlamlarını da, o zaman büyük meselelerde küçük konuşmazsın. Aşk, aldatmak nedir, aldatılmak nedir, insan, bilgi, akıl, sevgi nedir? Yaşam nedir, ölüm nedir, varlık nedir, can, canlı nedir?

Ferhat, o kadar çok okumuş ve biliyordu ki insanları ve özellikle kadınları; Meltem’in tüm zalimliğine her zaman en doğru, beyefendi cevapları vermeye çalıştı. Tabii ki bir beyefendiydi babası Ferhat’ın ama sırf ana babayla olmaz eğitim. İyi okul da, öğretmen de yetmez. Okumak gerekir. Yunus kadar temiz gönüllü ve aklı açık, Mevlana kadar bilge ve alçak gönüllü, Buda kadar paraya ve güce değer vermeyen bir adamdı Ferhat daha on dört yaşında. Elbette tıpkı babası gibiydi gönlü, aklı, bilgeliği ve güce değer vermemesi; yine de bir

Page 150: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

149

fark vardı. Babasının okumuş oğluydu O.

Ne kadar çok çocuğun o kadar okuyup genç yaşta yitip gittiğini, öldüğünü veya hayatta tutunamadığ ını düşündü Meltem. Ferhat, başaranlardan biriydi sadece.

Meltem geçmişinde bir çok yılı bir şekilde birlikte geçirdiği Ferhat’ı düşünüp bunları farkettikçe önce daralmıştı biraz ama kendi hayatını da aynı açıyla düşününce biraz rahatladı. Babasını ve annesini, kendi koşullarını düşündü. O da annesinin okumuş kızı, babasının gurur duyduğu başarılı evladıydı. İlerlemişti. Özü ve aklı doğruydu. Ferhat ’ in daha on dördünde bulduklarının belki de bir kısmını otuzyedisinde bulabilmişti ama, o da başka şeyler bulmuş ve değişmeye başlamıştı.

“Herkesin evrimi kendine” diye düşündü gülerek.

* * *

Page 151: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

150

Kahvesinden son yudumu aldığında, hala Yunus’un kitabı elinde, gözleri sakince kapalı ve düşünüyordu.

Aklı herşeyle dolu, karmakarışık ve çok sakindi, her biri aynı anda gerçekti bütün bunların. Eda’nın Metin’i sevdiği gibi sevmek istiyordu Ferhat’ı ama Eda kadar sevilesi miydi, bilmiyordu. Metin’in Eda’yı sevdiği gibi de sevilmek istiyordu.

Eda gerçek hayatında da o dizideki melek, masum kız mıydı, rol mü yapıyordu; onu da bilmiyordu. Mümkün müydü birinin Eda’ymış gibi rol yapması, o ekranda gördüğü Eda’nın tam da kendisi olmadan, o kız aslında bir Eda olmadan, Eda’yı oynayabilir miydi? Onu da bilmiyordu.

Yaşamla, insanla, aşkla ilgili o kadar çok bilmiyordu ki Meltem.

Önce kendine, sonra da diğer kadınlara ve çocuklara yardım etmesi gerekiyordu kalan

Page 152: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

151

hayatında, bunu biliyordu sadece. Bunu, belki çocukluğundan beri biliyordu, çok derinlerde veya yukarılarda.. Hayatının ve geleceğinin kadınlar ve çocuklarla ilgili yapacaklarıyla ilgili olduğundan neredeyse emindi ama bunların zamanı o an değildi.

Önce kendine yardım etmeliydi. Bir zemine oturtması gereken, korkutucu bir devinim halinde, yarınını kestiremediği bir hayatı vardı.

Bir an Almanya’daki ofisini ve evini, orada ardında bıraktığı karmaşayı düşündü, kaçıp gelmişti. Olası normal hayatını sürseydi şu anda bisikletine binerek gittiği ofisinde yine bilgisayar başında neredeyse hep birbirine benzeyen işlerinden bir diğerini yapıyor olacaktı. Şimdiyse ilk kez bu kadar kendinin, aklının, bilim ve ilimin keşfindeydi.

Artık, sadece yazı üreten bir bilimadamı olmayacaktı. Bir masa, bir ofis, bir kürsü, bir “sıfat” istemiyordu, filanca üniversitenin Profesör Meltem

Page 153: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

152

Kaya’sı olmak için yıllarını harcamayacaktı. Onun yerine kaya gibi güçlü, kuvvetli, genç bir Meltem olacak, normal bir hayat sürecek, elindeki ona uzun yıllar yetecek maddi birikimini de bambaşka bir kariyer için kullanacaktı.

Bunlar için İzmir’e dönmesi gerekiyordu. İstanbul’da da istediklerini yapabilirdi ama memleketinden uzak kalmak, üşümek, trafikte ömrünü tüketmek istemiyordu. Ferhat ve Sinem buradaydı ama İzmir tüm hayalleri ve fazlası için onu çağırıyordu.

Hızlıca valizini topladı, otelden check out yaptı, bir taksiye atlayıp Sinem’in evine gitti. Sinem kapıyı açınca sanki ablası tekrar Almanya’dan haber vermeden gelmiş gibi baştan sevindi, yine çığlıklar atarak. Bu mutluluk, hayatında hep en az bu kadar olmalıydı işte, Meltem’in yaşamında olmayan tek şey bu sürekli mutluluktu. Miniklerle ve Sinem’le harika iki gün geçirdikten sonra İzmir’e gitmek için evinden ayrıldı.

Page 154: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

153

* * *Aklı değişmeden hayatı değişebilen insan

bulmak zordur. Belki dış koşullardaki ani değişimler insanı değiştirir ki onlar da yine aslında insanın aklını değiştirerek hayatına şekil verirler. Meltem eskiye göre daha ani ve hızlı davranıyor ve hayatında ilk kez planlı, programlı doğrular yerine farklı alternatifleri düşünüp deniyordu.

İlk kez İstanbul’dan İzmir’e uçakla değil de otobüsle gitmek istedi mesela. Uçak yolculuğuna göre epey uzun olsa da bu mevsimde farklı şehirleri görerek, kitap okuyup müzik dinleyerek İzmir’e ulaşmak keyifli olacaktı. Yaşamını gözden geçirmek ve biraz yavaşlamak istiyordu. Kalbini ve vücudunu yepyeni bir ritme sokup istediğinde hızlı ve tempolu, istediğinde sakin olabileceği yepyeni bir Meltem olmak istiyordu. Güneşli İzmir’e varır varmaz güzel bir meltem hafif hafif esecekti artık.

Neredeyse dokuz saat süren yolculuk, hayatında yaptığı en güzel İzmir yolculuğu oldu.

Page 155: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

154

Arka koltuklardan bir bilet almıştı, yan koltuk da boştu. Kitaplarını, hırkasını, çantasını ve telefonunu koymak için de, uyuklamak istediği zaman biraz yayılmak için de yanında birinin olmaması iyiydi.

Genelde yolculukları için de, yolculukları esnasında da hep acele etmişti Meltem önceki hayatında. Uzun yıllar öncesinden hatırladığı otobüs yolculuklarında da, sürekli bindiği uçaklarda da hep gergin olurdu.

Şimdi yaptığı yolculuk sakin ve dingindi. Üstelik bu otobüste ihtiyaç duyabileceği her şey vardı. O kadar uzun zamandır otobüse binmemişti ki otobüs yolculuklarının ne kadar değiştiğini bilmiyordu. Sadece ellibeş lira verdiği otobüs yolculuğunda bildiği tüm iç hat uçuşlarından daha iyi ikramlar ve değişik film ve müzik seçenekleri olmasına şaşırdı. Şoför ve diğer çalışanlar da temiz, güleryüzlü ve olumluydu. Otobüs de hatırladığı onbeş yıl önceki otobüslere göre çok daha kaliteli, temiz ve modern görünüyordu.

Page 156: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

155

Kitap okuyarak, ara sıra gözlerini kapatıp dinlenerek, birbirinden farklı şehirleri ve dışarıdaki yaşamı ve manzarayı izleyerek, müzik dinleyip yapacaklarıyla ve yazacaklarıyla ilgili notlar alarak dokuz saati çabucak geçirdi. Uçağa gitmesi, uçuş, inmesi, valiz beklemesi, eve dönmesi derken dört buçuk saatten fazla sürecek ve kendisi için pek de birşey yapamayacağı uçak yolculuğundan çok daha keyifli bir seçenek olmuştu otobüs.

Eskiden en çok düşündüğü ayrıntılardan biri uçağın en güvenli araç olduğuydu. Şimdi Meltem’in içinde ne ölüm korkusu ne de başka bir olumsuz düşünce vardı. Katıksız bir yaşama sevinci, yaşadığı anın güzelliği ve değeri, biraz da Ferhat’ın özlemi.

İzmir’e vardığında hemen taksiye binip annesinin evine gitti. Anne ve babasına sarıldı. Babasına o kadar sıkı ve uzun sarıldı ki; onca yıl sonra, yaşlı ve hüzünlü adamın gözlerinden dakikalarca akan yaş lar durmak bilmedi.

Page 157: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

156

Mutluluktan.

Babalar bilir. Hepsi, herşeyin en doğrusunu bilmese de; çocuklarına yaptıkları kötülükleri de, iyilikleri de bilir. Babalar, hele Meltem’inki gibi fiziksel ve ruhsal taciz ve işkencelere üç dört yaşlarında maruz kalarak öğrenmiş, geçmişin zavallı çocukları; bugünün zavallı adamları olmaktan ancak ve ancak, o da çocukları ancak Meltem gibi aynı acının hamuruyla yoğrulup o zor hayatın içinden geçip, uzun yıllar sonra kurtulmayı başaracak kadar kuvvetli, yücegönüllü ve muhteşem çocuklar olursa kurtulabilirler.

Hiçbir insan için zamanda geri dönüp hatalarını giderme şansı yoktur. Olan tek an zaman’dır, zaman da sadece an’dır, şimdi’dir. İşte, çocuğunu yaralayan baba, o en zor, en kötü an’da, en büyük hatasında, geçmişinde kalakalır farketmeden. Dışında yaşayan bir iskelet ve üzerinde çürüyen bir bedendir artık ruhuna göre; hele de çocuğu onu sevmeyi terkettiyse. O iskelete ve acı çeken kalp ve bedene

Page 158: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

157

iyi gelecek tek ilaç; baba, seni anladım, biliyorum ve affediyorum diyebilen acılı evlat’tır.

Babaların çocuklarını, özellikle de kız çocuklarını affetmesi çok kolaydır ama çocukların, özellikle de kızların babalarını affetmesi zordur, bazen de imkansız. İşte hayatta olsun babası veya uzun zaman önce ölmüş; o küçük kızlar ne zaman ki babalarını affedip onlara sarılır, işte o zaman kızın da, babanın da acıyla, yarıda kalmış sevgi denklemi çözümlenir, iki ruh da özgür kalır, tek kanadı kırılmış güzel kuşlar, yeniden uçmaya başlarlar. Çocuk kalbi kendine yaptığını veya yapılanı affedince, o insan için tüm sözlüklerden imkansız kelimesi buharlaşıp, uçar.

Meltem sıkı sıkı, sanki bir yere gitmek istiyormuş da babası, izin vermiyormuş gibi sarıldı babasına, dakikalarca. O dört beş dakikalık koca ömrün sonunda; o küçük, acılı, kocaman kadın, babasının otuz yıl süren acısına bitmeyen sevgisiyle son verdi. Koca adam, yavru bir kedi gibi

Page 159: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

158

Meltem’den ve annesinden gizli gizli günlerce, belki de haftalarca ağlayıp düzelecek, yeniden onların arasına katılacaktı.

Meltem ailesiyle hasret giderdikten sonra liseden en iyi arkadaşları olan Burcu ve Elif’i aradı. İkisi de çok sevinip hemen görüşmek istediler. Kızlar Meltem’in tatile geldiğini düşünmüştü, sürprizi bozmamak için telefonda birşey söylemedi onlara Meltem. Bir saat sonra Kordon’da bir kafede buluşmaya karar verdiler. Ailesinin evi Kordon’a çok yakındı, onlardan önce orada olacak şekilde dışarı çıktı, yürüyerek Kordon’a doğru ilerledi.

Burcu bir İnşaat firmasında yönetici sekreter olarak çalışıyordu, Açıköğretim’de iki yıl işletme okumuştu sadece ama çok akıllı ve becerikli bir kızdı. Girdiği şirkette hızla yükselmiş, dört yıllık okul mezunlarının arasından kendinden ve değerlerinden hiç ödün vermeden sıyrılmış, Genel Müdür’ün asistanı olarak çalışmaya başlamıştı.

Page 160: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

159

Burcu’nun da çok iyi arkadaşı olan Elif ise resim öğretmeniydi. Yine de onu bir ressam olarak tanımlamak daha doğruydu Meltem için. Muhteşem tabloları vardı, boş zamanlarında bile müzik dinleyip resim yapardı. Meltem, Elif’e daha lise ikinci sınıftayken hem klasik müzik sevgisini aşılamış, hem de onu resim ve müzik konusunda cesaretlendirmişti. Elif için Meltem’in gerçekten bilmediği kadar önemi ve değeri vardı.

Özellikle ilkokullardaki çocukların en çok sevdiği öğretmenler resim öğretmenleridir, gerçek sebebini de kimse bilmez. Resim öğretmenlerinin hepsi sanatçıdır, ressamdır. O yaştaki minikler, nadiren “sanatçılardan” eğitim alır. Ressamlar çocuklara resim yapmayı öğretmez, hayal kurmayı öğretir. Çoğu, hayal kuramayacak kadar şiddetin, açlığın, yokluğun ve çatışmanın içinde yaşama tutunmaya çalışan minik yavru kuşların içlerindeki, akıl ve kalplerindeki acıyı beyaz kağıtlara suluboya, pastel boya veya kara kalemlerle dökmelerini sağlar, onların ruhlarında varolanı görüp bu

Page 161: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

160

kabuslarla yalnız ve soğuk öğretmen yurtlarında geceler boyunca hıçkıra hıçkıra ağlayarak; tek başına acı çekerek, kendi başlarına her sabaha yeniden umutla doğarak; olurlar. Yalnız başına yaşama tutunmaya çalışırken bir de küçücük kalplerin çektiği şiddeti, acıyı ve yalnızlığı gören bu ufacık kızların tutunabileceği ne bir beden, ne bir ruh vardır. O küçük öğretmenler, kimseciklerin olmadığı köyler, kasabalar ve küçük şehirlerde, yapayalnız ve biraz da hayata küskün, erkenden o acılarla olgunlaşırlar.

Belki tüm öğretmenlerin farklı şekil ve şiddetlerde yaşadığı bu acıları sadece onlar resimlerde gözleriyle görebilir ve gördüklerinden daha fazlasını da resmedebilir. Böylece hangi çocuğa nasıl davranılması gerektiğini bulmaya çalışır ve gerekli düzenlemeleri yaparlar.

Kimi bir sınıfta elli, kimi yüzelli çocukla başetmeye çalışır. İşte nedense hepsi birbirinden güzel o ressam öğretmenler, genelde tek başlarına, o

Page 162: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

161

okulların psikologlarıdır, kimse bilmez. Aileleri, diğer öğretmenleri, okuldaki yöneticileri, teker teker, ustaca resimle anlar, çözer, aklında yavaş yavaş beliren güzel, yeni manzaraya doğru teker teker taşımaya çalışır. Kimi başarır, kimi başaramaz.

İşte o resim öğretmenleri; akıllarını makama, statüye, paraya, kariyere ve popüler (yani çok kazandıran) mesleklere takmış, çocuklarını da sadece bunlar için programlamaya ısrarla niyetli aileler için en gereksiz, en anlamsız iki üç öğretmen türünden biridir. Tıpkı, müzik ve beden eğitimi öğretmenleri gibi. Çocukların eğlendiği, mutlu olduğu, kendi gibi olduğu üç ders: müzik, spor, resim. Ailelerin en büyük desteği ve kurtarıcısı olacak bu öğretmenleri de, onların bu derslerde öğrettiklerini de, çocukların bu derslerdeki gelişimi ve notlarını da hiç ama hiç önemsememiştir bizim topraklarımızda ebeveynler. Oysa anne babalar gerçekten bir bilseler ki, toplam ders saatlerinin en az yarısı sadece bu üç derse ayrılsa birbirinden güçlü, akıllı, sevgi ve bilgi dolu nesiller

Page 163: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

162

yetiştirmemiz olası değil, kesindir.

Bunları düşünürken, gözünün önünde ona zorlu çocukluğu boyunca sürekli destek olan, ayakta durmasını sağlayan tek insan, resim öğretmeni güzel Hülya parıldıyordu. Hülya, yıllarca okuttuğu sınıflardaki tüm çocuklarla tek tek uğraşmış ama Meltem ve Ferhat’le apayrı ilgilenmişti. Hülya öğretmeninin tek bir kelime sormadan ve söylemeden, tacize uğradığını şıp diye anladığını, iyileşmesi ve kendi kendine sağalması için ona kendi kanatlarını çizip boyamayı öğretmeye başladığını tam otuz bir yıl sonra anladı, İzmir’de Burcu ve Elif’le buluşmayı beklerken, Kordon’da yürüdüğü dakikalarda. Hülya öğretmen resim dersine yeteneği bile olmayan Meltem’i o kadar sevmiş ve kendi yavrusu gibi öpüp koklamıştı ki, her gün bir parça daha iyileştirerek, o büyük zorluk ve acı geçene kadar üç yıl boyunca (son bir yılında Meltem’in sınıfına ders vermese bile) her seferinde bir yolunu bulup her an hem fiziksel, hem de ruhsal olarak yanında olmuştu Meltem’in.

Page 164: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

163

* * *Meltem, işte o yıllarda annesinin de kendisinden

ve Sinem’den tamamen kopuk olduğunu, sadece evinde tacize uğramayıp dışarıda da kendini tamamen yalnız hissettiğini ve Hülya öğretmen olmamış olsa, belki de hayatta ilerlemesinin imkansız olacağını düşündü. En yakın iki arkadaşından biri olan Elif’in de bir ressam öğretmen olmasının tesadüf olmadığını düşündü, sürekli sevip çatıştığı Ferhat’ın da Hülya öğretmeninin özel bir projesi olmasının da.

Hülya öğretmen, Ferhat’ta neyi çözmüştü acaba?

Bunu düşündüğü anda hızla dürttü kendini Meltem. Kendinden daha o yaşta fersah fersah ilerdeki Ferhat’ın çocukluğuyla ilgili bir merakı olmamalıydı. Ferhat’ı değil kendini düşünmeliydi. Sadece yaşadığı şimdiki anı, geleceğini ve yapacaklarını kurgulamalıydı. İşte, Hülya öğretmen… Bekar, ailesinden uzakta, çok az

Page 165: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

164

maaşla, kimbilir meslek hayatı boyunca kaç çocuğu ne kadar büyük acılardan korumuş, diğerlerinin istese de çözemeyeceği sorunlarını anlayıp çözmüştü. Hülya öğretmen ve onun gibi bir çoğu sayesinde onlardan çok daha iyi imkanlarla; üstelik insanın doğası, rüyalar, uyku, bunlarla ilgili olan fizyoloji ve psikoloji dahil bir çok alanda onbeş yıldır aralıksız bir çok dünyayı keşfetmiş Meltem’in bildikleri; kendisi dahil, ailesinin, şehrinin, ülkesini ve insanların tek bir acısını dindirmiyor, kimsenin bir bokuna yaramıyordu. Farkettiği acı gerçek buydu, bu yüzden kendine kızıyordu.

Meltem öğretmeninden çok daha fazlasını b i l iyordu ama kendis in i değ i l . B i lg i s in i kullanmıyordu çünkü, hiç kullanmamıştı ürettiği bilgiyi. Bildiği ve öğrendiklerine kısıtlı yorumlar katıp yenisini üretiyor, başkalarının kullanımına sunuyordu.

Sanki bir sanat aletiydi Meltem, ama bir sanat veya sanatçı değil. Mesela… bir kemandı, hiç

Page 166: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

165

kimsenin çalmadığı. Bir tuvaldi, bembeyaz, boş ve yapayalnız, kimsenin resim yapmadığı. Bir su terazisiydi Meltem, artık kimsenin yüzüne bakmadığı. Düşündü de, gerçekten de terazi burcuydu meltem, su gibiydi, ama… bomboştu, tüm bildikleri ve oldukları.

Artık içinde umutlar yeşerten bu sevimsiz keşiflerle, hüznü azalarak ağlıyordu Meltem her seferinde.

“İyi ki” diye düşündü Meltem, “iyi ki, ağlıyorum”.

Ağlamadan aşamazsın, küçük kız. Kendini keşfe, ağlamadan başlayamazsın. Önce içinde birikmiş olan sıvı ciğerlerinden fışkırarak çıkar, sonra dünyanın ilk gerçek nefesi girer o tertemiz, bakire ciğerlerine: çok acı vericidir. İnsanın en büyük ve gerçek bekareti budur, o en büyük acıdır beyne giden. O ilk dev an, korkunç bir acıyla başlayan, minik beynin hiç unutmayacağı ama

Page 167: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

166

aslında varlığını bile bilemeyeceği kadar önemli, dev bir acı. Muhteşem bir tasarım! Hayatında yaşadığın en büyük travma, seni bir sonraki insana defalarca evrilene kadar her türlü zorluktan koruyan. Muhteşem, doğmadan gerçekleşen ilk ölüm! Bilincinde değilsindir, o yüzden ne o anda acıttığını anlarsın, ne de sonrasında. İşte ardından gelen ilk ağlama da, sevgiye ve insana hızla evrilmen için en iyi öğrenmen gereken ilk yetenekler kümesini doğanın bir mucizesi olarak getirir.

Canın yandığında, ağlamayı öğrenirsin.

Yaşam sanatı, ağlamayla başlar.

Ağlamayı unutmuş küçük kız, ağla. Yanlış şeylere ağlamayı öğrenmiş, şaşkın kız, sen de ağla! Güçlü kadınlar, siz de başlayın artık ağlamaya. Kadın olduğunuzu, insan olduğunuzu, küçük kızlar olduğunuzu unutturdular size.

* * *

Page 168: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

167

Küçük, şaşkın Meltem; haydi artık, bir meltem ol, es!

Bir fırtına ol, kasıp kavur ortalığı, içinden çıkanı durdurma!

Doğanın sana verdiğini kim, neden alsın ki senden? Neden güçlü olmanın peşindesin hep, nasıl ağlamayı bile yasaklıyorsun ki kendine?

Başkalarının çocuklarına iyilik yapmadan, sokaktaki kedi köpeği beslemeden önce kendi içindeki çocuğun en temel dürtülerini kendini sevip, koruyup kollayarak anla ve tüm ihtiyaçlarını KENDİ başına gidermeyi öğren ki, ister onyedi, ister yirmibeş, ister otuzdokuz yaşında ol; artık doğ! Bu dünya seni bekliyor Meltem, ya da adın her neyse! Gel artık, gel. Ağla, ağla ve kendine gel. Siktir et yalanlarını sahte dram ve dramaların…

Bilimadamı Meltem, korkma. Hemcinsin Marie Curie’nin söylediği gibi “Hayatta korkulacak birşey

Page 169: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

168

yoktur, sadece anlaşılacak şeyler vardır”.

Artık kendini anla be Meltem!

Kendini gerçekten inandırdığ ın Barbie dünyasından, bugünkü çocukların Winx rüyalarına ve Monster High kabuslarına kadar hiçbirşey değişmedi mi sanıyorsun? Bugünün bebekleri onların oyun, oyuncak, şaka, masal olduğunu biliyor; ama inan ki sen hala aksini iddia etsen de Barbie’nin gerçek olduğunu, Barbie kadar masalsı, onun kadar gerçek bir prenses olduğunu düşünüyorsun.

Önce ağla, sonra düşün Meltem, biraz daha düşünürsen, bunun da sebeplerini bulacaksın.

İşte, insan ağlamayı öğrenerek başlar yaşama ki; a c ı k t ığ ı n d a , s u s a d ığ ı n d a , u y k u s u g e l i p uyuyamadığında, mutsuz olduğunda, ateşi çıktığında, bir yeri ağrıdığında, düştüğünde veya sadece mızmızlık yaptığında bile olsa, hem ağlar ve

Page 170: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

169

kurtarır kendini; hem de anne babası veya her kimse onu büyüten, duyulmayan ses tonundan farkında bile olmadan hemen anlar, hangi sebepten ağladığını. Dünyaya gelen bir yavrunun anne babaların aklında ve kalbinde yarattığı paradoksları daha bilmiyorsun ki, Meltem… Ancak anneler ve sadece bazı akıllı ve okumuş babalar (bunu ancak okuyarak öğrenebilir çoğu çünkü) bebeklerin neden ağladığını çabucak kalplerinde hisseder ki, daha fazla acı çektirmeden hemen suyu, mamayı vermeyi veya kucağına alıp sakinleştirmeyi akıl edebilsin.

Acının, acıların büyük olduğunu mu sanıyorsun küçük prenses, esmeye daha yeni başlayan Meltem? Sen, iki yaşında yavrusunun beyninde tümör olduğunu öğrenen bir anne baba oldun mu mesela? O çocuğun çektiği fiziksel ızdırabı bilebilir misin? Annesinin onu onsekiz saat süren bir ameliyata gönderişinin, o sözde onsekiz saatlik bekleyişinin o küçücük annenin çocuk yüreğini hızlı hızlı atmaktan ne kadar büyüttüğünü? O minik

Page 171: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

170

yavruyu korkudan titreyen ellerle ameliyat eden doktorun korkusuz görüntüsünün içindeki ürkek, çocuk kalbini?

Yaşam, korkmadan, yaşayarak öğrenilir küçük prenses! Krallıklar, prenslikler insanlığın maskarası oldu, tiyatrolarda yaşıyorlar, artık prenseslik yok, uyan, sahte prenses… Bilimde prens de, prenses de yok; olsa olsa, binlercesini keserek evrimi hakkında fikir edindiğimiz kurbağalar var.

Meltem, biz hem çok yalnız, hem de her türlü bilimden ve bilgiden uzaktık çocukken. Televizyonu olacak kadar şanslı olanlarımız bile siyah beyaz, tek kanallı, o da her bir dakikası kontrollü…

“Minik kelebek, dur sakince uçmak ne demek” çocuk şarkısı parodisinin şemsiyesi altında izleyebildiğimiz, dinlenmesi uygun eserlere ve sanatçılara kravatlı amcalar komitelerinin karar verdiği; yine de herşeye rağmen iyi ki olan, iyi ki bizi olduran.

Page 172: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

171

İşte o yıllarda erkek dediğin ağzında sert, erkeksi sigarasıyla kırmızı paketli bir kovboydu, gazetelerden apartmanların boydan boya boş duvarlarındaki billboardlara kadar hayatımızın köşebaşına yerleşen!

Ardından da barbi’ler geldi ve hemen o erkeklere yetişti, baya da yakıştı; böylece kültürlü kültürsüz, akıllı akılsız tüm neslimiz sigara tiryakisi yetişti, kızlarımız da sahte prenses, Meltem.

Sigara hakkında yediyüz kitap okudun, yine de yeni mi farkettin, onca okuduktan sonra ancak mı anladın? İşte anlaşılmıyor, gizli prenses; sevmeden, öpmeden, sevişmeden, öpüşmeden, okumadan, okutmadan, özünde, özetinde nefes almadan, yaşamadan, yaşatmadan!

Ne yapsınlar, çok korkmuştu dünkü çocuklar, bugünkü beğenmediğimiz anne babalarımız yaşamaktan; sonuçta da böyle olduk biz.

Page 173: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

172

* * *Güzelsin, çok güzelsin Meltem, bu ülkenin daha

kendinin farkında bile olmayan yeni nesil öğretmeni. Hangi ülkede, hangi sözde bilimsel projenin ne haltında bilmem ne kadar dolar bütçeyle neyin argesini yapıyor olursan ol, özünü unutamazsın, adil değil! Evrensel bir yasadır adalet, unutma. İnanmıyorsan, adalet konusunda da biraz oku, o da ayan beyan ortada.

Mesleğin ne olursa olsun, sen bir öğretmensin, unutma! Güzel l iğ in , oturduğun ev, sana üniversitende verilen sıfat, kiminle evli olduğun falan zerre kadar umurumuzda değil, biz senin öğrencileriniz yahu! Neden, Meltem… Bildiklerini bizimle paylaşmıyorsun, neden seni kurtaran Hülya öğretmen’in bugün belki de fakir, okuma şansı bulamamış çocuklarını sen kurtarmıyorsun? Sana bu hakları sağlayıp, seni bu yaşa kadar okutup kurtarmış atalarına, öz anne babana ve kardeşine; pırıl pırıl Burcu ve Kaan’a neden elini daha fazla uzatmıyorsun? Elif’i sen bulup onu sen daha iyi bir

Page 174: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

173

ressam yapmadın mı? Çok sevdiğin zıpır Burcu’yu bile iş güç sahibi yapıp, ona hayal bile edemeyeceği kadar güzel bir hayata ilerlemesinde yardım etmedin mi? Güzel “uzaylı” yeğenine adını arkadaşın Burcu’yu çok sevdiğinden koymadın mı? Kaan ne demek, o çocuğa o ismi neden önerdin?

Bir düşün, özünü, içindeki değeri, farkında olmadığın bilgiyi, düşün, Meltem, düşün! Sen kabuğundan daha dışarı çıkmadan bu kadar güzelsen, olduğun zaman, gerçekten doğduğun zaman, doğurduğun zaman kimbilir ne kadar büyük bir kadın, muhteşem bir insan, olağanüstü bir ışık olacaksın? Sadece Yonca’yı dinleyerek Yunus’a eren güzel, Yonca’nın bir sonraki albümünden sonra kimbilir, daha kaç saat, kaç gece ağlayıp bir sonraki kendini bulacaksın? Belki Ferhat’a, belki bir başkasına veya başkalarına kavuşup, nihayet sevip sevildiğinde, adam gibi… Bir düşün, Meltem! Aklın, bildiklerin, sahip oldukların neden seni sadece besin zincirinde yükse lmeye zor luyor? Ne zaman, nas ı l ,

Page 175: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

174

göründüğünden daha fazlası olacaksın?

Uyku ve rüyaların gizemleriyle, evrimin genetik kodlarıyla, kadın hakları ve feminizmle kafayı bozmuş sahte prenses, kendi yaşamını çözmeden, kendi gizemlerine erişmeden yaşamı, insanı, kadını, erkeği, doğayı, evrimi nasıl anlayacaksın?

Meltem Burcu’yu arayıp, biraz gecikeceğini söyledi. “Siz Elif’le biraz takılın, en fazla bir saat gecikirim”. O kadar içinden, kalbinden geliyordu ki düşündükleri, şimdi buna ara veremezdi. Biraz daha yürüdü, bol oksijen, güzel İzmir’in denizinin kendine has kokusu ve… batmakta olan güneş. Güneşi olmayan uzaktaki ülkenin kasvetli şehrinde, günbatımını hiç güneşli görmemişti. Bir banka oturup günbatımını izlemeye başladı.

Meltem, hep akıllı ve farkındalığı olan bir kadın olmuştu. Özlediği güneşi, güzel günbatımını izlerken bile acı çekiyordu düşündükleriyle.

* * *

Page 176: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

175

İşte böyledir hep farkındalığı yüksek insanın dramı. Kendini beğenmeyerek, az ve yetersiz bularak yükselir hayatta. En çok kendine zalimdir, bir başkasına yapabileceği eleştiri veya kötülük en fazla kendine yaptığının yarısı, hatta çeyreği kadar olabilir, kimse bunu bilmez. İşte bu da varolmanın dayanılmaz acısıdır, sadece yüreklerde bilinen. Acı çekiyordu kendinden duyduklarıyla. Yine de, içinde bir yerlerden biliyordu, daha fazlasını haykırıp işitmesi gerektiğini. Gün batana kadar güneşi izledi, hafif serinlemişti hava ama yine de bankta oturmaya devam etti.

İzmir’den Almanya gibi ilgisiz bir yere gitme serüveni de benzer soru işaretleri ve kızgınlıklarla başlamıştı ama o zaman kızgınlığı kendine değil, dışa dönüktü. Gazete ve televizyonda görüp duyduklarından, internette Twitter’da ve haber sitelerindeki kirlilikten, öğrencilerinin bile giderek yozlaşmasından kendini her gün daha mutsuz, umutsuz ve çökkün hissediyordu. Düzenli olarak gördüğü psikiyatrist ona iyi gelmeye başlamış olsa

Page 177: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

176

da adama giderek bağlandığını, hatta duygusal olarak yakınlık hissetmeye başladığını farkedince psikiyatristini değiştirmiş, yeni kızsa pek bir işe yaramamıştı. Bir süre sonra gazete ve televizyonları takip etmeyi bırakmış, kendini daha çok işine vermişti. Buna rağmen mutsuzluğu giderek artmaya başlayınca kolayca kendine Avrupa’da bir alternatif oluşturmuş ve hızla kaçmıştı Türkiye’den. Evli ve çocuksuz olması işi kolaylaştırmıştı ama herhalde evli ve beş çocuklu olsa yine aynı şeyi yapardı.

Arkadaşlarını daha fazla bekletmek istemiyordu ama aklındaki dinginliği yeniden bulana kadar bu düşüncelerin akıp gitmesine izin vermesi gerekiyordu. Bildiklerini ve az önce düşündüklerini hatırladı. Bebeklerin ilk aldığı nefesi. Dünyaya geldikten saniyeler sonra, ciğerleri amniyon sıvısıyla dolu yenidoğan bu suyu boşaltıp büyük bir refleksle ciğerlerini nefesle doldurur, bunun ardından o nefesi geri verdikten sonra; bir kaç nefes sonra refleksle hayattan ilk nefeslerini ciğerlerine çeker. İşte tam anlamasa da ilk nefesler bunlardır,

Page 178: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

177

sonraki nefeslerle bebek rahatlar. Bebeğin organları, vücutları ve beyni dışarıdaki ışığa, ısıya, gürültüye ve diğer dış koşullara birkaç saatte alışır. Bebekler onca ay süren karanlık ve yalnızlıktan sonra gerçekten cennet gibi bir dünyaya gelirler.

Meltem hayatında ilk kez, çocukların gerçekte geldikleri yerin cennet olduğunu anlamıştı.

Aklın cenneti her zaman alınan temiz bir nefesle mümkündü bilimsel olarak. Bir bebek için, bir çocuk için bunun aksini düşünebilir misiniz? Mesela sürekli sigara içen bir doktor veya psikiyatrist veya herhangi bir bilimadamı, bir, dört veya on veya onüç yaşındaki çocuğunun sigara içmesini kabul edebilir mi? Bu bilimlerden habersiz herhangi bir anne ya da baba?

Edemez.

Çünkü, herkes akıl veya kalp seviyesinde, sigaranın ölüm olduğunu bilir. Bu o kadar çok

Page 179: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

178

bilinmiş ve konuşulmuştur ki, kanıksanmış ve artık dile pelesenk olmuş; bilgi olmaktan çıkmış bir “veri”dir sadece. Buna rağmen nedense sigara içmek insanlara ancak “akciğer kanseri”, KOAH, “öksürük” gibi kelimeleri çağrıştırmaktadır, ölümü değil.

Meltem, uzun yıllarını da sigara konusunda çalışarak geçirmişti. Uyku ve rüyaların beden ve akıl üzerindeki etkilerini tamamen değiştiren en önemli faktörlerin başında geliyordu sigara. Uyku, sigara ve rüyalar hiç birlikte çalışılmamıştı ve Meltem bu alanda birbirinden bağımsız, henüz bir araya getiremediği birçok şeyi aynı anda düşünüyordu. Denklemde eksik olan şeyi bulmuş gibiydi: bunu neden yaptığı. Eğer Meltem, bu gerekçeleri de bulup araştırmalarına kendini de katabilirse, o zaman bilinmeyen kalmayacaktı belki de denklemde.

Zavallı, az okumuş bilimadamlarının neden ilerleyemediğini, biraz acılarıyla, bolca da

Page 180: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

179

yalnızlıkla yoğrulup, deli gibi Yonca dinleyip, Yu n u s ’ a k a v u ş a r a k b u l m u ş t u M e l t e m . Bil imadamlarının; yaptıkları ölçümler ve yorumlarla bilime kattıkları hataları hesaplara tekrar sokmaksızın ilerlemeye çalıştıklarını. Schrödinger’in kedisi hakkında okuduklarını hatırlamaya çalıştı. Hava artık tamamen kararmak üzereydi. Astronomlardan psikiyatristlere, fizikçilerden matematikçilere tüm bilimadamlarının sürekli patinaj yapmalarının bir sebebi olmalıydı. Kendilerini bilip tanımamak, kendileriyle ilgili parametrelerin gözlem ve ölçümler üzerindeki hatalarını denkleme katamamak ve en önemlisi, özellikle astronomi ve matematik alanında, Schrödinger’in ifade ettiği paradoksu çözmeden yol almaya çalışmak. Meltem iyi biliyordu ki rüyalar da, uyku da, diğer bilimlerdeki değişkenler ve olaylar da birbirleriyle ilintiliydi. Çok basitçe: psikiyatristler sadece gözlemleyerek hastanın hastalığının doğal seyrini değiştiriyorsa, sadece o gözlemlerin kabul edilebilir derecede nötr olup olmadığı bile, hastaya önerilen ilaçlar, terapi veya

Page 181: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

180

yaşam tarzından daha fazla olumlu veya olumsuz etki yapmıyor muydu? Kaç psikiyatrist, son derece kritik mesleklerini bu kadar etkileyebilecek bu paradoks üzerine kafa yormuştu? Kafa yorsalar anlayabilecekler miydi, önce fizik ve matematiğin temellerini anlamadan?

Bilimdeki karmaşa tam da burada yatıyor, diye düşündü Meltem. Kuantum fiziğiyle ilgili bir paradoks sadece o disiplinin sorunlarını çözer veya denklemlerini etkiler sanılıyor. Oysa insanlar, insanlık, bugün, geçmiş ve gelecek tek bir bütünün parçalarıysa ve bir evrense; o halde, kuantum’un anlattığı her şey psikiyatrinin de işine yaramalı, bunun tersi de doğru olmalı. Bir psikiyatrist, hastasına aşık olmaya, acımaya veya kızmaya başlarsa ne olur? Tümüne tek bir davranış modeli mi geliştirmeli, değişik hasta gruplarını belli kümelerle mi tanımlamalı, yoksa her hastayı ayrı mı ele almalıdır? Bunu başarmak diğer bilim dallarının ikilemlerini çözmeden mümkün olabilir miydi?

Page 182: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

181

* * *Psikiyatristi Meltem’i epey iyileştirmişti ama

hoşlandığı o adama dokunamamak, sevgisini ifade bile edememek de ruhunu yaralamıştı Meltem’in, o yüzden bu paradoksu anlaması kendi hayatı için önemliydi. Bunun bir yanılgı olduğunu bilse de doktorundan hoşlanmıştı.

Bir psikiyatrist, hastası üzerinde yaptığı gözlemin onun üzerindeki değişimini bilecek kadar Schrödinger’in kedisi’nden haberdar mıydı? Kuantum’u merak etmeyen bir psikiyatristin, aritmetik bilmeyen bir fizikçiden farkı olabilir miydi?

Psikoloji biliminin bu dertli bilimcileri acaba kendilerine ve birbirlerine ilaçlar yazıyor veya tanıdıkları diğer doktorlara terapi uyguluyor muydu?

Aynı şekilde astronomlar, oluşmaya ve genleşmeye aralıksız olarak devam eden evreni

Page 183: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

182

sadece teleskoplarla izlemenin ve fotoğraflarını çekmenin bile onun fiziksel oluşumu ve geleceğini etkileyeceğini hiç düşünmüş müydü?

Astronomi uzmanlık alanı sayılmasa da, bu paradoks neredeyse her bilimde işe yarayabilirdi. Okuduğu kitaplar ona ilk başta ağır gelse de bu paradoksun mantığını kullanarak gerçek hayatında bazı şeyleri çözmüştü Meltem.

Eğer kuantum fiziğindeki formülleri doğru kabul eden gökbilimciler, Schrödinger’in bu paradoksunu da hem doğru kabul ediyor hem de kendi yaptıkları en küçük gözlemlerin bile (teorik olarak bu, bilimadamının gece yıldızları seyretmesi ve o esnada onlarla ilgili birşeyler düşünmesi bile olabilirdi) gözlemledikleri evrene olan etkilerini yok sayıyorlarsa, gayet önemli bir etmeni kesinlikle gözden kaçırıyorlardı.

En önemlisi, bilimler arasındaki ince çizgileri kim belirliyordu?

Page 184: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

183

* * *Bilim tarihine biraz meraklı herkes, geçmişteki

bilimcilerin biyografilerini ve büyük, muhteşem buluşlarını incelediğinde son derece sıradan mesleklerden gelen insanların yaptığı birçok büyük buluş olduğunu gün ışığı gibi görebilirdi.

Bu gerçeğe rağmen şimdi neredeyse her bilimin keskin çizgilerle çizilmiş sınırları olması, bilimler ve disiplinler arası sinerjinin yokedilmiş olması, bilimcilerinin bilimadamı kabul etmedikleri ve sıradan insanlar saydıkları meslek adamlarına ve araştırmacılara bilim dünyasının kapılarını hem de bu olağanüstü bilgi çağında kapamış olması kabul edilebilir miydi? Dünyanın en iyi üniversitelerinde bile üniversiteler bilimi paylaşmak yerine resmen sahipleniyordu. Keşke yabancılar’ın da bir Mevlana’sı, bir Yunus’u olsaydı.

Meltem’in ufku bambaşka bir boyuta açılmıştı.

Almanya’da kalsa belki de yıllar boyunca

Page 185: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

184

birbirinin aynı paper’ları okuyup kendini tekrar edecek bu bilim kadını, daha bir hafta bile geçmeden oradan çat diye mezun olmuş, epey yükseklerde bir lisans eğitimine başlamıştı sanki.

“Kızları daha fazla bekletmemeliyim” diye düşünüp banktan kalktı. Hızlı adımlarla Burcu ve Elif’in oturdukları kafeye doğru yürürken, Hülya öğretmeninin nasıl bir psikiyatrist, psikolog veya doktor olduğunu düşündü. Acaba o güzel öğretmeni zor ve acılı bir çocukluk mu geçirmişti, yoksa okulda aldığı psikoloji derslerinin de yardımıyla Meltem’e, Ferhat’a ve diğer çocukların yaralarını saran, iyi kalpli bir melek miydi sadece?

Bu isimsiz psikologlar olmasaydı; şimdi bile bu kadar acılar çeken dünyanın nasıl bir yer olacağını düşündü.

Bundan daha kötü bir dünya mümkün müydü?

Page 186: Güneş - Devrim Demirel

185

Yedi

Elif ve Burcu’yu en son Almanya’ya gittiği gün görmüştü. Onu uğurlamaya gelenler sadece onlardı, annesinin sırt ağrıları olduğundan gelmesini istememişti, Sinem de İstanbul’daydı. Kafedeki karşılaşmaları çok güzel ve içten oldu, giderken hüngür hüngür ağlayan iki arkadaşı, şimdi güleryüzle ve içten kahkahalarla sarılarak karşıladılar onu.

Birbirini seven insanların kısa süreler için ayrılması bile zordur. Özellikle giden, erişilmesi zor bir uzağa gidiyorsa, zorluk katlanır. Aylar veya yıllar sonra kavuşana kadar geçen her gün zor gelir. Asker sevgilisi veya eşini bekleyen kadın; uzak bir yere göreve giden babayı bekleyen minik çocuklar… Okumak için başka şehre, ülkeye giden evlat, sevgili… Hepsi zordur.

Hasret, seven herkes için, her zaman…

Page 187: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

186

Yine de o büyük zorluk bile özdeki sevgiyi büyütür, besler.

Ancak, birbirini seven insanların, sonsuz bir süre için ayrılması… Kıyamettir. Yaşarken, ölmek; o bitmek bilmeyen aylar, yıllar boyunca, canlı canlı işkence altında yaşamaktır. Ayrılan, giden, terkeden öldüğündense ayrılık zordur, acıdır, sabırdır, dayanmaktır. Yine de gidenin sonsuz, güzel varlığa kavuştuğu, cennette olduğu bilinir, hasreti yürekte, ölene kadar taşınır onun en güzel yüzüyle, onu en güzel hali ve halleriyle hatırlayarak; elde varsa çocukluğundan veya en son halinden kalan bir fotoğrafı ona bakıp, o kağıt parçasındaki suretini bile koklayarak.

Ancak giden, sonsuza kadar ayrılmayı kafasına koyup tek bir kelime söylemeden gittiyse… Sabırla bekleyen, özleyen, yüzyüze değil, O’nun yaşadığını, var olduğunu bilerek öğrendiyse terkedildiğini… Bir daha dünya gözüyle görmeden, hoşçakal diyemeden, onu son görüşü olduğunu bilmeden

Page 188: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

187

cezalandırıldıysa gidenin gülen, güzel, eski yüzüyle. Cinayettir. Terkedilenin değil, aşkın cinayeti.

İşte, Yunus’un bahsettiği bir gönüle giren, girdiği gönülle olan bağını, kendi eliyle katledip kurtulduğunu zannettiyse, o aşk’ın katli; O da aşk’ın katilidir. Kalbi katledilen, bekleyen, yılları, belki de bir ömrü dolduran acıyla yok olduğunu, öldüğünü zannederken, sabırla, bilgiyle, daha çok sevgiyle yavaş yavaş, her gün, her saat ve saniye aşığı özleyip yeniden olurken; katleden bilmeden, yavaş yavaş her gün ölür. Bunlar kalbin işleridir, aklın değil. Üç kuruş paranın, sahte kimlikler ve statünün peşinden dünyanın, aşkla dolu güzel denizlerinden çıkıp karanlık lağımlarına dalanlar oradaki pislik, yokluk ve kimliksizlikten bıktıkları gün gelip çatıp da güzel kalpleri; cahil akıllarına doğruları tek tek anlatana kadar farketmezler bile neyi terkettiklerini.

İnsanın denklemi basittir. Yazıp çizer, söyler ve oynar. Kim kendiyle çelişmeye başlar, yalanlarına

Page 189: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

188

kendisi inanmaya başlar ve bunu bir sanat haline getirirse, karanlıktadır artık onun tiyatrosu. Sadece kendinin bilip gördüğü bir oyun.

Oysa, kendine yazıp çizdikleriyle, verip de tuttuğu sözlerle kendini olduran erkek ya da kadın; varlığı, var olmayı bir sanat haline getirmiştir ve aydınlıktır onun odası. İnsanlık böylelerini günler, yıllar hatta ömür veya ömürlerce zindanlara atsa da, ağzılarından, ellerinden, akıllarından ancak güzellik, umut, aşk, sevgi ve bilgelik fışkırmıştır.

İşte Meltem, hayatının en zor zamanlarını yaşayan Ferhat’ı, sırf kendine daha iyi koşullar yaratabilmek için terketmiş; bunun için kendince bencil bahaneler bulup başka bir yaşamın içinde ondan gizlenmişti. Yaşadığı üzüntü ve pişmanlığı yenmek için de, zorlandığı her “hasret” dalgasında Ferhat’e daha ağır sözler ve yazılar göndermiş, intikamını daha da iyi alabilmek için ondan gelen mektupları açmadan yırtmış, emailleri de okumadan silmişti.

Page 190: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

189

* * *Kadınlar bu kadar asildir ve bu kadar zalim,

gerektiğ inde. Kimin hayatına girip kimin hayatından çıkmaları gerektiğini bilirler. Erkeğe zor gelen terkedilme, kadının asil yaşam bilgisidir, her kadın kalbiyle bilir doğruyu. Zalimce de uygular, yaşam sanatının ustaları kadınlardır, erkekler değil. Erkekler, seçimleri rastgele zarlar olan şaşkın tavlacılardır en fazla kadınlarla karşılaştırıldığında. Onlar satranç veya Go ustalarıdır, tavlada düşeş peşinde değil, aşkta ve yaşamda strateji ve galibiyet peşindedir. O yüzden erkeklerdir genelde akıl seviyesinde orospu olan, kadınlar değil; bundandır erkeğin kadını orospu diye nitelendirişi. Ahlakı tanımlayan da, dile getiren de erkektir. Kadınlar asildir, zarif ve kıymetli; ama erkeklerin bu zor, garip dünyasında kendilerini kaybetmeye giderek daha meyilli, giderek daha erkeksi ve onların oyunlarını kabul ettikçe… kaybeden.

Aklımızın bize oynadığı oyunlar. Güzel ve ruhları kirletilmiş çocukların, arınmak için

Page 191: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

190

buldukları ve bildikleri bütün oyunlar, aletler ve insanları kullanarak var olma ve yeniden doğma çabası. Bizi var eden, geleceğe taşıyan, her nesilde bir öncekinin yokluk, hastalık ve arızalarının biraz daha azalmasını sağlayan emek.

Kızlar konuşuyor, Meltem dinleyemiyordu bile. Kahvesini yudumluyor ve düşünüyordu sadece. İçinde bir kasvet birikimi, bir basınç. Kızlarla buluştuğu için mutluydu ama içinde bulduğu tortular…

Yonca’yı düşündü, Almanya’da kurduğu Yonca Lodi konseri hayalini. Geleceğin, güzel hayalini, kendi gibi acı çeken milyonlarca ruhuyla herkesin tek bir konserde iyileşeceğinin ütopyasını, dakika dakika hatırladı yeniden. Belki de ilk kez notalarla dürttü kendinini sadece sözler yerine:

“ne söylesen, ne beklesen; sevdiğinden ya da kaderinden; ele geçmez istedigin, uğruna emek vermediysen”

Page 192: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

191

* * *Savaş bitmeliydi artık, sevgi için emek

vermeliydi Meltem. Sevdiğinden beklemeliydi insan kaderini, bir başkasından değil, kendisi, severek, emek vererek ve çalışarak oluşturmalıydı sevgiyi.

Meltem hep beklemişti. Bu değişmeliydi, artık eskisinden çok ve farklı çalışacaktı. Daha çok sevecekti. Almaktan çok verecekti. Sınırları olmayacaktı artık, ne psikologlara ihtiyacı olacaktı ne de sahte seks kaçamaklarına ve oyuncaklarına. Meltem, neyse o olacaktı, ilk kez.

Aklını bir an durdurabilmek için kızlardan izin isteyip tuvalete gitti. Elif onunla gelmeyi tercih etti, birlikte ayak üstü sohbet edip geri döndüler. Burcu, Elif ve Meltem gece mekan kapanana kadar bira içip, fıstık yediler, sadece havadan sudan konuşup dedikodu yaptılar. Meltem’in Burcu’nun sigarasıyla ilgili çektiği kısa nutuk dışında sadece keyifle, sohbetle dolu kız kıza bir akşam.

* * *

Page 193: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

192

Meltem’in ona ömür boyu yetecek kadar çok aklı, zamanı, sağlığı, arkadaşı, parası ve… herşeyden önemlisi yaşama sevinci vardı. Bütün bunların ancak farkına varmıştı.

Gece evine döndüğünde annesi uyumuş; babası hala uyanık, onu bekliyordu; her zaman olduğu gibi. Babası gençliğinden beri o eve gelmeden uyumazdı, isterse sabaha kadar gelmesin Meltem. Bugüne kadar hep onu yoksayıp odasına gidip uyumuştu.

Babasının televizyon izlediği salona gidip yanına oturdu, kafasını onun omzuna koydu ilk kez Meltem. Baba kız, gözlerinden süzülen yaşlarla birkaç dakika televizyona baktılar boş boş. Meltem ağladıkça sesli sesli, babası sessizce ve gizlice eşlik ediyordu ona. Yoruldu küçük kız, hayatında ilk kez, babasının dizlerine kafasını yerleştirip uyumaya başladı. Babası, dünyanın en mutlu babası; sabah sekiz buçukta Meltem uyanana kadar gözünü bile kırpmadan, saçlarını okşayıp, sevdi küçük, yaralı

Page 194: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

193

kızını; ondan çok daha yaşlı ve yaralı kalbiyle.

Page 195: Güneş - Devrim Demirel

194

Sekiz

Sonraki haftalar boyunca Meltem, ara sıra Ferhat’ı düşündüğü zamanlar dışında sadece İzmir’deki arkadaşları, ailesi ve kurmaya çalıştığı yeni hayatıyla uğraştı.

Meltem’in ailesi çok varlıklı olmasa da koşulları asla kötü olmamıştı; o da meslek hayatı boyunca çok çalışarak ve bir çok farklı kurum tarafından fonlanan projelere katılıp ciddi sayılabilecek bir birikim yapmıştı. Zaten Türkiye’yi terkedip Almanya’da küçük bir üniversitedeki bir projeyi kabul etmesi biraz da artık paraya değil, huzura ihtiyacı olmasındandı.

Babasıyla olan problemlerini çözecek adımları attığından beri iyileşen, hatta sıfırdan kurdukları bir baba kız ilişkisi vardı. Uzun yıllar içinde belki de tamamen iyileşebilecek karşılıklı bir yaraydı bu. Önceden asla umut edemeyeceği kadar iyiydi babası da, Meltem de. Annesinin de özellikle

Page 196: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

195

fiziksel rahatsızlıkları için yanında olmaya çalışıyordu. Yine de kendi başına yaşaması gerektiğini biliyordu Meltem.

Kendine ait küçük bir ev kiralayacaktı. Zaten İzmir, üniversite yılları boyunca yaşadığından artık çok daha zor ve kalabalık olan İstanbul gibi zor ve sorunlu bir yer değildi. Nerede oturursa otursun en fazla bir saat içinde ailesine her zaman ulaşabilirdi.

Yapmak istediği çok şey olduğu ve hayata bakış açısı değiştiği için Meltem, eskiden seçeceğinden çok daha az masraflı ve normal bir ev bulup kiraladı. Karşıyaka’da iki odası ve bir salonu olan ev, denizden birkaç sokak ötede, deniz manzaralıydı. Ailesinden biraz uzaklaşmış olsa da hem birçok sevdiği arkadaşı bu taraftaydı, hem de oturmak ve çalışmak için bu yakada olmayı daha önce de çok istemişti. Meltem, artık isteklerini eskiden olduğundan çok daha fazla önemsiyordu.

Evin içini en az parayı harcayarak IKEA’dan

Page 197: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

196

aldığı malzemelerle donattı: sadece küçük bir elbise dolabı ve bir büyük yataktan oluşan hayatındaki en boş ve sade yatak odası, bir kanepesi, büyük bir kitaplığı ve bir ses sistemi dışında hiçbir gereksiz eşyanın ve cihazın olmadığı salon ve misafirleri için hazırladığı büyükçe bir yatağı olan bir oda. Salondaki kanepe de açılabilir olduğundan Sinem ve minikler geldiğinde kendisinde de kalabilirdi.

İlk kez içinde televizyon yoktu oturacağı evin. Filmleri sinemalarda izleyebilirdi. Salonunda çalışıp, okuyarak müzik dinleyeceği; yatak odasında da uyuyup, sevişeceği basit bir ev seçti işte.

Eski Meltem olsa en az aylık dört, beş bin lira maliyeti olan bir ev seçer; içine de elli bin lira para harcar, bu işlerle en az dört beş hafta uğraşır, evin her bir ayrıntısı için günler boyu dikkat ve özenle alternatifleri değerlendirip yaşayacağı evi tasarlardı. Şimdi eve ayda binbeşyüz lira verecekti, eşya ve taşınma masrafı da altı bin lirayı biraz geçmişti ve birkaç gün sonra yeni evinde kalmaya başlamıştı

Page 198: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

197

bile.

Parası olmadığından değil, her kuruşun ve her dakikanın daha anlamlı şekilde harcanması gerektiğini artık anlamış olduğundan, daha yalın ve ekonomik seçimler yapmıştı Meltem.

Nihayet sakinleşmiş ve bir şeylere karar vermişti. Almanya’daki en yakın arkadaşını aradı. Kısa bir azar işittikten sonra güzelce konuştular, kız haklı olarak haber bile vermeden gitmesine bozulmuştu. Arkadaşından evindeki ve işyerindeki tüm kitapları kendisine göndermesini, geri kalan tüm eşyaları keyfine göre satabileceğini veya dağıtabileceğini söyledi. Bir hafta içinde tüm eski kitaplığı (hepsini yanında götürmüştü üşenmeden) ve orada aldığı diğer kitaplar da geri gelmiş oldu.

Meltem, henüz kariyerinin geleceğiyle ilgili ani bir adım atmak istemiyor, sadece yeni evini düzenliyordu. Uzun zaman boyunca görmediği tüm arkadaşlarıyla tekrar görüşmeye başladı.

Page 199: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

198

Evinin bir paralel sokağındaki mekanlarda her gün bilardo veya bowling oynuyor, müzik dinleyip kitap okuyor, farklı yemekler tadıyor, sürekli yeni insanlarla tanışıyordu. En fazla iki günde bir kitapçıları dolaşıp, yeni kitaplarla kütüphanesini genişletiyordu artık İnternet’te dolaşıp makale seçmek yerine.

Kitaplığını donatma ve her gün bir çok kitap okuma işini iştahla yapıyordu… En son elde ettiği doçentlik ünvanı yeterliydi, belki artık onun için gereksizdi bile!

Aynı şekilde, müzik arşivini de baştan aşağı yeniledi. Eskiden sevmediği tarzdaki müzikleri sırayla keşfedip dinliyordu İnternetten. Özellikle Fizy.com ve Spotify gibi siteler ve mobil uygulamaları müzik için harika kaynaklardı. Beğendiği sanatçıların albümlerini ayrıca alıp evinde de dinliyordu. Almanya’ya gitmeden aldığı ama kullanamadığı ses sisteminde müzik dinlemek

Page 200: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

199

çok keyifliydi. Oradaki küçük evinde kurduğu hayatın bir benzerini burada kurmuştu, üstelik, burada hem tüm sevdikleri, hem de her gün güneş vardı!

Pırıl pırıl İzmir’in sıcak ikliminde; ailesine yakın, sadece istediklerini yaptığı, kimseye hesap vermediği bir hayat kurmuştu.

İş olarak da, daha tam tanımlayamasa da, “Serbest bilim” yapacaktı, cennetini bulmuştu Meltem.

O kadar mutlu hissediyordu ki günler geçtikte, aşkı ve sevgiyi arayışını unutur gibi olmuştu. Çalışma aşkı da tavan yapmıştı, insan ve yaşama sevgisi de. Ara sıra Ferhat’ı düşünse de, bunun üzerinde fazla durmuyordu artık.

İzmir, Türkiye’nin gencinden yaşlısına, çocuğundan ortayaşlısına sosyal olabildiği ve kalabildiği en büyük şehridir. Yüzler güler, kavga

Page 201: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

200

gürültü pek azdır. Diğer şehirlerden gelen insanlara bazen umursamaz ve fazla geniş gelir İzmirli’nin mezhebi. Doğrudur, kalbi çok geniştir İzmir’in, İzmir’linin. Hani fiziksel olmayan kalpler var ya… İzmir’in kalbi, geniş kalpli İzmir’liler gibi büyük ve geniştir. Sevgiye, muhabbete, yiyip içmeye, eğlenmeye, boşvermeye programlıdır kalpler, gerektiği kadar da çalışmaya! Kimse haddinden fazla biriktirmek, kendini bir boktan korumak saplantısında değildir bu şehirde, herkes çalışır, herkesin derdi vardır ama akşamlarında, hele de haftasonlarında mutluluk bu şehirdeki herkesin hakkıdır ve paylaşılır.

İşte üniversite yıllarından sonra ailesinin yanına gelip yerleştiği zaman gerçekten tam anlamıyla tanıştığı İzmir’e geldikten sonra Meltem, bambaşka bir gözle görmeye başlamıştı dünyayı. İlkokul, ortaokul, lise yıllarında Türkiye’nin yedi coğrafi bölgesini de görmüştü. Hem güzel deneyimlerdi bunlar, hem acı.

Page 202: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

201

Sev, ayrıl. Keşfet, unut. En çok da sırdaşları, arkadaşları ve sevgilileri; bul, bul, kaybet.

Böylece her birinde farklı olan iklimi, güneşi ve yağmuru öğrenmiş, tüm şehir ve bölgelerinin insanlarını, coğrafyasını ve yakın geçmişlerini görmüş; insanlarını gözlemleyip oradaki dramları ve güzellikleri yüzlerden ve ağızlardan okumuş, Türkiye’nin tüm yörelerinden güzellikler ve acılarla çok dolmuştu Meltem. İzmir’e gelip yaşamaya başladıktan sonra, aslında çok rahat ve güzel bir yaşamın içinde, ülkenin diğer insanlarının çektiği acıları düşünmekten, onları internette ve televizyonlarda hep sıkıntıda görmekten artık güzel İzmir’de bile nefes alamaz olmuş, acı ve sıkıntılar içinde kaçmıştı buradan Almanya’ya, tıpkı uzun yıllar önce Ferhat’ı da terkedip kaçtığı gibi.

İşte, Meltem’in seçmediği kaderiyle başlayan sürekli yer değiştirme oyunu zamanla büyük bir kaçışa dönüşmüş, kaçtığı en uzak ve zor hayatta kısa bir süre dev ama mutlu bir yalnızlık yaşadıktan

Page 203: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

202

sonra cennetine dönmüştü Meltem.

Buradaki kızlar Türkiye’nin değil, dünyanın en güzel kızlarıydı. Yüzleri gülüyordu çünkü. Genç oğlanları, yakışıklı delikanlıları da öyleydi. Hayat vardı burada, neşe vardı, o kadar. Aşağısı yukarısı, sağı solu, ötesi berisi yok, öylesine hayat. Adımınızı attığınız yerde sizi karşılayan bir gülümseme, yanınızda oturan masadaki insanlarla aniden başlayıveren bir muhabbet ve hop diye birleşen sofralar veya masalar, her şeyin en güzel ve ucuzu, insanların en az hırslı ve dertli olanları…. Öyle de şanslı ki, hangi yöne giderseniz gidin, aynı güzelliğin biraz azalarak da olsa sürdüğü bir coğrafya. İşte o yüzden sürmüştü bu topraklardan demek ki Ata düşmanı ve düşman da gayet iyi biliyordu nerenin ele geçirilmesi gerektiğini.

İzmir’de doğup büyümemişti Meltem ama gerçek bir İzmir’liydi. Doğduğu Ankara ve başkent dahil büyüdüğü tüm bölgeleri de İzmir gibi neşeli, yaşam dolu, huzurlu ve sakin görmekti onun

Page 204: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

203

çocukça hayali.

Bütün bunları düşünerek sahil boyu yürüyüp duruyordu.

“Sokayım akademisine de, makalesine de, yeter” dedi, bir kendini bilmezin attığı sıkıştırılmış bira kutusunu tekmeleyip denize gönderirken, bir yandan da denizi kirlettiğine pişman:

“ K ü ç ü k b i r o fi s k i r a l a y ı p , y a z m a y a başlayacağım.”

Page 205: Güneş - Devrim Demirel

204

Dokuz

Evinden birkaç sokak ötede, yine evine benzer bir daire kiraladı Meltem. Denizden daha uzakta olduğundan daha da az para harcayarak tuttuğu daireye, dört kişinin birlikte çalışabileceği iki büyük masa ve üç bilgisayar aldı.

Sonraki iki hafta boyunca, birlikte çalışabileceği akıllı, genç üniversite öğrencileri bulmak için uğraştı. Dokuz Eylül ve Ege üniversitelerinin farklı bölümlerine gidip panolara üzerinde email adresinin de yazılı olduğu ilanlar astı.

“Serbest çalışacak bilimadamları arıyorum. Üniversite öğrencisi olmanız, okuma ve yazmaya meraklı, araştırmaya iştahlı olmanız yeterlidir. Hangi bölümde veya üniversitede okuduğunuzla çok fazla ilgilenmiyorum. Ücret bir öğrenci için hiç fena sayılmaz. — Doç. Dr. Meltem Kaya”

Buraya doçent doktor olduğunu yazarken bile

Page 206: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

205

biraz sıkılmıştı Meltem, ama öğrencilerin ilgisini sağlayabilmesi için bu gerekliydi. Üç günün sonunda, ikiyüzden fazla başvuru almıştı Meltem. En fazla üç öğrenciye part-time iş sağlayabilecek bir bütçesi vardı. Amacı, bugüne kadar sürdürdüğü çalışmaları, okumayı ve yazmayı seven, hayal gücü yüksek farklı disiplinlerden birkaç öğrenciyle birlikte kuracağı serbest bir takımla sürekli yayımladığı bir internet sitesi kurmak, belki de süreli bir yayın çıkarmaktı.

Sonraki üç gün boyunca bu başvuruları değerlendirmeye almaya çalıştı . Mülakata çağırabileceklerini işaretledi ve ofisine davet etti.

Bilinen bilimsel yayımlama ve geliştirme formlarının dışına çıkma kararının ne kadar doğru olduğunu bu ilanı verdikten sonra ve gelen tepkilerle anladı. Mümküm olsaydı mülakata gelen neredeyse her çocuğa ofisinde bir yer verebilirdi. Hepsi akıllı, bu tür modern ve serbest bir yaklaşıma aç çocuklardı. İlanların asılı kaldığı ilk hafta

Page 207: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

206

dolduğunda bütüm bölümlere gidip ilanları tek tek askıdan kaldırdı, gelen başvuru sayısı yediyüzü geçmişti.

Mülakatlarda öğrencilerin yaklaşımını ayrıntılı olarak gördükten sonra Meltem, kafasında düşündüğünden biraz daha farklı bir yapı kurmaya karar verdi. Bir çok mühendislik öğrencisiyle görüştükten sonra, içlerinde en akıllı ve yetenekli olduğunu gördüğü öğrenciyi ilk çalışanı olarak ofisine aldı.

Birlikte yirmidört saat içinde tüm öğrencilerin birlikte yayın yapabilecekleri çoklu bir wordpress altyapısı kurdular. Wordpress, ücretsiz bir yazılımdı ve ayda otuz liraya kiraladıkları bir sunucu üzerinde bu yapıyı kurarak başladılar. Asistanı makine mühendisliği öğrencisi Tarık, geçici bir domain (bir internet adresi) üzerinden yayına b a ş l a y ı p d i l e d i k l e r i z a m a n a d r e s i değiştirebileceklerini, yayın yapan öğrenci sayısı artmaya başladığı zaman da rahatça altyapı

Page 208: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

207

sağlayan firmaya ek para ödeyerek kapasiteyi kolayca artırabileceklerini anlattı. Tarık sdece bir gün içinde gerekli tüm işi yapıp bitirmişti bile.

Meltem, diğer iki part-time ofis çalışanı öğrenciyi kendi çalışma alanına yakın ve başarılı öğrencilerden seçti. Ofiste sürekli birinin bulunacağı bir düzen oluşturdular, böylece başvuran yediyüz öğrencinin tamamını da sürece dahil edebilecekleri bir bilimsel yayın altyapısı ve ofisi kurulmuş oldu.

Meltem, kendi disiplini dışında kalan çocukların da bu imkanı kullanmasının, kendi için biraz zahmetli olacak olsa da en doğrusu olduğunu görmüştü. Çocuklar kendilerini üniversitede ancak birbirlerine ifade edebiliyordu, soru sormak, yayın yapmak, bilimsel araştırmalara katılmak ancak çok az sayıda şanslı veya önceden kararlaştırılmış adayın imkanıydı.

Meltem’in çocukları; hem okulların yeni

Page 209: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

208

başlamış olmasından dolayı rahattı, hem de onun yaklaşımı ve tavırlarından dolayı. Meltem onların patronu veya hocası gibi değil de sınıf arkadaşı gibiydi daha çok. Gece gündüz pizza, kebap veya salata ısmarlıyor, hep birlikte keyifli müzikler dinleyip blogu yayına hazırlıyorlardı. Bir hafta boyunca gece geç saatlere kadar çalışıp her gün erkenden buluşarak blogu yayına hazır hale getirdiler.

Site bir sonraki pazartesi sabahı yayına açıldığında, içinde yirmiden fazla makale vardı.

Henüz hiç kimsenin bu siteden haberi yoktu. Meltem, kendini bir bilim şirketi kurmuş gibi hissediyordu. Para kazanma amacı yoktu ama bir şirket gibi çalışmışlar ve sadece dokuz günde sıfırdan bu yayını oluşturmuşlardı.

M e l t e m , b a ş v u r a n t ü m ç o c u k l a r ı n özgeçmiş lerine mutlaka email adreslerini eklediklerini görmüştü. Başvuran öğrencilerin her

Page 210: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

209

birinin yazar olması gibi bir düşünceleri de vardı, site de yayına hazır hale geldiğine göre çalışmak için başvuran tüm öğrencilere hem okumaları, hem de isterlerse yazar olmaları için bir davet gönderebilirlerdi.

Tarık, Ayşe ve Aslı’ya CV’leri aralarında paylaşıp teker teker başvuran öğrencilere email göndermelerini istedi. Tarık, Türkiye’den bir girişimcinin kurduğu Sendloop adında bir şirketin toplu email gönderimleri yapabildiğini söyledi. Meltem sendloop.com adresine girdiğinde İngilizce bir siteyle karşılaştı. Şirket dünya çapında başarılı, profesyonel bir şirkete benziyordu, kurucularının Türk olmasına sevindi. Kimbilir bunun gibi başarılı kaç Türk İnternet şirketi vardı, bilmiyordu. Sendloop’u biraz inceleyince ücretsiz bir deneme hesabı sunduğunu, üstelik 2.000 kişiye kadar toplu email gönderimi yapabileceklerini okudu. Tarık zaten siteyi biliyordu ve daha önce kullanmıştı.

Siteyi açtıkları gün öğleden sonra saat bir

Page 211: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

210

buçukta toplu bir email gönderdiler. Serbest bilimadamı ilanına başvuran tüm adaylara, ofiste sadece üç kişilik bir imkan olduğu için işe a l ınamadık lar ın ı ama kuru lan bu b logu okumalarının ve bu blogda yazar olmalarının tamamen serbest olduğunu anlatan çok basit ve yalın bir bültendi.

Sonraki saatlerde Tarık, Ayşe ve Aslı gelen başvuruları takip etmekte zorlanmaya başlamıştı. Yediyüzonbir kişiye email gönderilmişti ve sonraki günlerde bunların Tarık, Ayşe ve Aslı dışında kalan yediyüzsekizinin her biri de onlar gibi blogda kendi adlarına bir hesap açtı.

Sitenin yayına açılmasından iki hafta sonra, katılan tüm öğrenciler hem hızla makaleler yazıyor, hem de biriktirdikleri soru ve yanıtları içeren bilimsel denemeler oluşturuyordu. Tüm öğrenciler diğerlerinin yazdıklarını okuyup, yorumluyor ve birbirlerine yardım ediyordu. Başvuranlardan tek bir kişi bile daveti geri çevirmemişti. Meltem’in

Page 212: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

211

mutluluktan gözlerinin için gülüyordu.

Tarık, Ayşe ve Aslı; Meltem’in ana çatısını oluşturduğu blog’u birlikte yönetiyorlardı. Aldıkları maaş gerçekten iyiydi, ama okula çok fazla gidemiyorlardı; patronları izin vermediğinden değil, ofisten çıkmak içlerinden gelmediğinden. Tarık, Meltem’e sistemi başka üniversite öğrencilerine de açmayı önerdi. Böylece yediyüz kişiyle sınırlı kalmayıp tüm isteyen öğrencilere yayın yapma imkanı sağlanabilecekti. Meltem, bu teklifi hemen kabul etti.

Aylar içinde, birçok üniversiteden meraklı ve üretken binlerce öğrencinin bilimsel deneme ve yazılarını bir araya getiren bir site oluştu. Meltem, çok doğru üç asistan bulmuştu kendine. Dışarıda arkadaşlarıyla yemek yiyip sohbet edecek vakit de buluyordu, eskisi kadar sık olmasa da bazen bilardo oynayıp kitapçıları veya müzik mağazalarını da dolaşabiliyordu. Bazen ofisteki işi hafifletip akşamlar evinde çalışıyordu. İşinin tanımı, açtıkları

Page 213: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

212

yeni blogun içeriği, moderasyonu ve içerik yönetimi konusundaki açık ve esnek politikaları belirlemekti aslında. Blogda yazar olmak için üniversite öğrencisi olma şartı vardı sadece, yazıların moderasyondan geçtiği tek konu da içeriğin bilimsel olup olmadığıydı. İşte bu gri alanı doğru tanımlamak, Meltem’in birkaç ay boyunca yazılan yazıları tek tek incelemesini ve bu alanda fikir geliştirmiş insanların eserlerini okumasını gerektirdi.

Ofisin kirası ve çocukların maaşları çok büyük rakamlar değildi, Meltem için blogun bir getiri amacı da yoktu ve olmayacaktı. Tarık artık binden fazla öğrencinin ortak yazdığı bilimsel yayının trafiğinin artmaya başladığını ve az da olsa reklam getirisi olabileceğini söyledi. Blogdaki yayınların önüne geçmeyecek, sayfaların en sonuna eklenen bir reklam alanıyla kar amacı olmayan bu yayın, masraflarını çıkaracak parayı kazanmaya üçüncü ayın sonunda başlamıştı.

* * *

Page 214: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

213

Meltem, kendi alanındaki çalışmalarının ve notlarının tamamını bu üç ay içinde blogda kendi köşesinde bir araya getirmişti. Tüm öğrenciler, blogun kurucusu Meltem’i çok seviyor ve kendi branşlarıyla ilgili olmasa da her makalesini okuyordu. Meltem, uzun yı l lar boyunca alamayacağ ı kadar katkıyı böylece kendi öğrencilerinden almaya başladı. Blogda yazan ve yorum yapan öğrenciler, hem üniversitedeki a l a n l a r ı y l a i l g i l i k e n d i l e r i n i a n ı n d a geliştirebilecekleri ücretsiz bir bilgi kaynağı bulmuşlardı, hem de Meltem nihayet uyku ve rüya konusundaki bilimsel çalışmasını tamamlayabilecek vakti ve alanı oluşturmayı başarmıştı.

Page 215: Güneş - Devrim Demirel

214

Son (On)

Meltem, blogu açtıktan bir süre sonra Ferhat’e bir email atıp teşekkür etti. İstanbul’daki sıcak karşılamasının kendine ne kadar iyi geldiğini anlatan mesajında, tutkuyla yaptığı işinin kendisine örnek olduğunu ve yeniden bir üniversitede çalışmak yerine bilimle ilgili bir blog kurduğunu anlatıp sitenin adresini gönderdi.

Ferhat, Meltem’in kısa sürede oluşturduğu bu başarılı yayından çok etkilendi. Whatsapp’tan daha sık yazışmaya başladılar, bazen telefonda uzun süreler boyunca konuşuyorlardı.

Birkaç gün boyunca görüşmedikleri bir aradan sonra eklemediği bir şey oldu Meltem’in. Ferhat İzmir’e geldiğini söyleyen bir mesaj gönderdi ona. Akşam olmak üzereydi. Meltem önce onu ofisine çağırmayı düşündü. Sonra, içinde beliren küçük şeytana uyup, evde olduğunu, ona evinde bir kahve veya bir içki ikram etmekten memnun olacağını

Page 216: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

215

yazdığı bir mesaj gönderdi.

Mesajına gelecek cevabı beklemeden koşturarak ofisinden evine geçti. Uzun zamandır beklediği konuğunun geleceğini umarak evini derleyip topladı, güzel bir müzik seçti. Balkonuna geçip denizi izleyerek Ferhat’in mesaj göndermesini veya aramasını heyecanla bekledi. Yirmi dakika kadar sonra Ferhat aradı, evinin adresini sordu, on dakika sonra heyecanla onu bekleyen Meltem’in yanındaydı.

O romantik akşamı, geceyi ve sonraki iki günü birlikte geçirdiler. İlk gecenin sabahı, Meltem’in bir kadın olarak hayatında geçirdiği en güzel sabahtı. Her zaman onu sevmiş, hep onu istemiş ve yaptığı onca hataya rağmen sonunda ona kavuşmuştu. Ferhat, her zamanki gibiydi. Sakin, duru, dingin bir deniz; kocaman, tasasız, dev bir okyanus gibi…

Ertesi gün boyunca seviştiler. Akşama doğru Meltem Ferhat’ı ofisine götürdü, orada biraz yaptığı

Page 217: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

216

işi ve gelecekle ilgili planlarını anlattı. Birlikte geçirdikleri güzel haftasonunun ardından Ferhat pazar akşamı işinin başına dönmek üzere ayrıldı.

Aylar boyunca, Ferhat neredeyse her haftasonu İzmir’e geldi; Meltem de o gelemediğinde birkaç kez İstanbul’a gitti. Haftasonu tatillerinin hiçbirini ayrı geçirmeyip tüm iş günlerinde de yalnız başlarına kalıp, çalıştılar. Meltem İstanbul’a gittiği her haftasonunda Sinem’e ve yeğenlerine de mutlaka vakit ayırdı.

Ay l a r s o n r a , b i l i m b l o g u h e m i y i c e yaygınlaşmaya, hem de kar etmeye başlamıştı. Meltem, kendi maliyetlerini karşılayan bir yayın kurmuş, ikibinden fazla öğrenciye bilimsel kaynak üretebilecekleri bir alanı ücretsiz sağlamış, giderek daha çok sevip ailesi gibi hissetmeye başladığı Tarık, Ayşe ve Aslı’ya iş imkanı yarattığı gibi, bu yapıdan para da kazanmaya başlamıştı. Gidip projelerini fonlayacak birilerinin onayını beklemek veya şirketlerin sponsorluklarına mahkum kalıp

Page 218: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

217

bilim yapmaktansa, serbest bilim yapmanın bir yolunu bulmuştu: bilinen şekliyle bilimden istifa etmişti.

İstanbul’a gittiği bir haftasonunu Ferhat’tan çok Sinem’lerle geçirdi. Kız kardeşini de İzmir’e taşınmaya ikna etmek istiyordu. Sinem’e birlikte çalışabileceklerini söyledi. Sinem yine çığlıklar atarak sevindi; annesi, babası ve ablasından ayrı yaşıyordu, çocuklarının büyükanne ve dedesiyle ve teyzeleriyle olması! Sinem o güne kadar görmediği kadar sevinçliydi. Akşam eve geldiğinde Burak’la da konuştular. Burak serbest çalışan bir doktordu, İstanbul’dan epey yıpranmıştı, bu yorgunluğa değecek kadar çok da kazanmıyor; İzmir’i de seviyordu. O gece taşınmaya karar verdiler. Sinem bütün gece Meltem’e sarılarak uyudu sevinçten. Kocaman, asla büyümemiş ve büyümeyecek bir kız çocuğuydu o. Artık yarı zamanlı da olsa çalışıp para kazanacak, çocuklarına da her zamanki gibi bakabilecek, hem de tüm ailesiyle yakın olacaktı. Sinem için ablası sadece tepesinde halesi eksik bir

Page 219: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

218

melekti.

Birkaç gün içinde Burak, Sinem ve çocukları İzmir ’ e ge t i rd i . . Çocuk lar daha oku la başlamadığından Sinem’le birlikte artık İzmir’de yaşamaya başlayabileceklerdi. Sadece Burak işlerini tamamen ayarlayana kadar İstanbul’da birkaç hafta daha kaldı.

Meltem ve Sinem iki gün içinde güzel bir ev buldular. Kardeşi annesine daha yakın oturmayı tercih etti; vapurla işe gidip gelmesi gayet kolay olacaktı. Kardeşi ve güzel yeğenleri de anne babası gibi yakınındaydı artık.

Eski arkadaşları ve yeni edindikleriyle de sık sık görüşse de ailesi dışında en çok Burcu ve Elif’le vakit geçirmeyi seviyordu Meltem. İyileştikçe, enerjisini herkese yayıyordu.

Elif, yıllar önce kaybettiği ama yaşadıkları büyük kavgalar yüzünden bir türlü affedemediği

Page 220: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

219

babasını Meltem’le günler, geceler boyunca bu konuda konuştuktan sonra affetti. Meltem, ölmüş bile olsa babasını affetmenin hem kendisi, hem de babası için ne kadar anlamlı olduğuna onu sonunda ikna etmişti. Bir gün birlikte babasının mezarını ziyaret etmeye gittiler. Elif daha önce hiç ziyaret etmediği babasının yanında iki saatten uzun bir süre ağladı. Elif eskisine göre çok daha neşeli ve sağlıklı hissediyordu artık.

Meltem, eskiye göre daha da sık görüştüğü Burcu’nun, ne kadar kararlı ve güçlü bir kadın olduğunu daha iyi farkediyor ve onun bazı yönlerine hem çok özeniyor, hem de öykünüyordu. Kurduğu yeni işi geliştirirken onun iş hayatındaki deneyimleri ve birikimlerinden çok yararlandı.

Güneşsiz geçirdiği yüzden fazla günden sonra, güneşli İzmir’de hayatının güneşlerini bulmuştu Meltem.

O hala bir akademisyendi ama artık kimsenin

Page 221: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

220

vereceği bir sonraki diplomaya, ünvana veya onaya ihtiyacı yoktu. Hepsinden daha çok öğreniyor, üretiyor ve dahası, başkalarının da bilim üretmesi için gerekli altyapıyı sağlıyordu.

Üstelik, bilim yaparak para bile kazanıyordu!

Sürekli okuyordu ama en az rüyaları ve uykuyu artık. Amazon’dan sürekli kitap sipariş ediyordu, Kindle’ına indirip okuduğu kitaplar sayısızdı. İzmir’deki üniversitelerin kütüphaneleri, İnternet… Okuyor, yazıyor ve çalışıyordu, canı istediği kadar. Okuyacakları da sonsuzdu, pırıl pırıl öğrencileri de… Ortaklaşa yazdıkları blogda hepsi harikalar yaratıyordu. Forumlarda, sözlüklerde, twitter’da birbirine sataşıp çöplerden çöp üretmek yerine okuyup, düşünüp, yazıyorlardı. İlk kez öğrencilere onları ölçüp değerlendiren bir sınav sistemi yerine, fikirlerini yazıp yayımlayabilecekleri bir alan sunulmuştu.

İşte, bilim önce okumaktır, sonra da düşünmek.

Page 222: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

221

Bilim için bu ikisi bile yeterlidir. Gözlerin, aklın, ruhun yorulana kadar okuyup, düşünüp, bu döngüden yeni, özgün, nesnel düşüncelerle çıkabiliyorsan… kelime kelime, sayı sayı, formül formül… İşte yazma zamanıdır. Oku, düşün, yaz. Al, oldun sana bilim insanı. Oldun, evet. Okuduysan, düşündüysen oldun. Yazdıysan, daha da. Yeter ki, doğru adamları oku, doğru kadınları. Aklına, bedenine, ruhuna dokunan herkesi iyi tart ki, denklemin bozulmasın. Özellikle bedenine ve ruhuna dokunan her müziği, her bedeni, her ruhu, farket, bil ve seç ki bozunmaya uğramasın aklının tertemiz denklemi. Genç bilim insanı, diploma peşinde koşarken unutma ki, hakettiğin diplomalar ve ünvan verilmese bile, evren hakettiğin diplomaları vermiştir sana keşfettiğin anda yepyeni bilimleri. Sen, korkma, oku, düşün, yaz.

Ne matematikte, fizikte, ne de diğer bilimlerde varılacak yerlerin sonsuzda birine varılmış değil! Yaşlanmış, çürümüş, köhne bir bilimadamı senin önünü tıkıyorsa, siktir et gerekirse vereceği

Page 223: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

222

diplomayı: aç kal, aptal kal, Steve Jobs’un dediği gibi. Yeter ki, beynine girip de, seni de kapmasınlar, ham yapmasınlar, diğerleri gibi.

Aç kal, aptal kal… ki, olasın.

Meltem, Ferhat’a kavuşmuştu, her istediğinde elinin altında, emrinde olan bir adam olmasa da, evlenmese de zamanında hayalini kurduğu gibi; onu seven, sevdiği, göğsünde uyuduğu, şanslı günlerine onunla başladığı Ferhat’a. Bazen, öğrencilerinden sevgilileri de olsa, kalbi hep Ferhat’la atıyordu, Ferhat kalbinde atıyordu….

Annesi ve babasıyla; Sinem, Burak ve çocuklarla geçen akşam ve hafta sonları; öğrencileriyle kafelerde toplu buluşmalar, birlikte gittikleri konserler; Elif ve Burcu’yla saatlerce amaçsız, dedikodu, geyik akşamları… Bilardoyla, bowlingle, müzikle, sinemayla, bazen basketbol veya yüzmeyle geçen günler. Bazen de sakin, duru, yalın, bomboş… Sakin bir hayat, nefes aldığı ve

Page 224: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

223

verdiği.

Bolca klasik müzik yeniden, tüm sevdiği eskiler… Yetmişler, seksenler… Tek farkı eskiye göre, daha çok doksanlar, ikibinler… Yabancı müzik…

En çok da, Türk pop’u…

Burcu Güneş, kulağında kulaklığıyla her dinlediğinde sokakta görenleri iplemeden haykıra haykıra eşlik ettiği, artık tüm şarkılarını ezbere bildiği, canı arkadaşı…

Bir de, Yonca’sı… En güzel rüyası.

Tüm ülkenin bükük boynunu tek bir şarkısıyla iyileştirmeye başlayacak dört yapraklı yoncası güzel ülkenin… Tüm kardeşleriyle hep birlikte, iyileşene kadar bıkmadan Meltem için söyleyen; ama neden halan anlamadığı; en güzeli, en doğalı hepsinin…

* * *

Page 225: Güneş - Devrim Demirel

Güneş

224

Meltem’in tek yapraklı güzel yoncası…

İşte küçük Meltem ve onun büyük, kocaman hayalleri.

Olsun…

Meltem de böyle işte, Meltem de böyle güzel!

Nasıl bittiyse kabusları otuz yıldan sonra… Gerçekleşir bir gün o en uçuk, en güzel hayalleri.

O ufacık çocuk haliyle kendini kurtarabildiyse bu canavar dünyadan; bir göz kırpması süresinde biter bir gün tüm tacizler, tecavüzler, vahşet; insanın insana, çocuklara, canlılara, doğaya, yaşama bitmek bilmeyen bu nefreti, zalimliği, öfkesi…

Meltem kalbinin en derinlerinde biliyor, sadece bu güzel topraklarda değil, dünyanın birbirinden güzel her toprağında, bir gün acı bitecek.

* * *

Page 226: Güneş - Devrim Demirel

Devrim Demirel

225

İşte o gün birbirinden güzel Yonca’lar sadece Meltem için değil, herkes için söyleyecek.

O güzel gelecekte Meltem, tüm ülkesiyle birlikte Yonca’nın ışıldayan gözlerinin içine bakıp, ona eşlik ederken… İzleyen, dinleyen milyonlar da onlara, tüm kalpleriyle.

İşte o gece hilal ve evrendeki en uzak, en parlak, en güzel yıldız yan yana geldikten sonra; ertesi sabah bir daha batmamak üzere doğacak güneş.