Upload
independent
View
2
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
T.C.
AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ
EDEBİYAT FAKÜLTESİ
TARİH BÖLÜMÜ
II. MEŞRUTİYET DEVRİNDE SURİYE VİLÂYETİ
MEBUSLARININ SİYÂSÎ FAALİYETLERİ
(1908-1911) (Bitirme Çalışması)
HAZIRLAYAN
Melih Adil SARIIŞIK
(20100356034)
DANIŞMAN
Doç. Dr. Salih TUNÇ
Antalya
2015
I
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ ................................................................................................................................... II
KISALTMALAR ..................................................................................................................... IV
GİRİŞ ...................................................................................................................................... 1
A) II. Abdülhamid’in Tahta Çıkışı (1876) .................................................................................3
I) Dâhili Şartlar ...............................................................................................................3
II) Harici Şartlar ..............................................................................................................5
III) II. Abdülhamid ve Suriye ..........................................................................................6
B) II. Meşrutiyet Devrine Giriş ...................................................................................................7
I) II. Meşrutiyet’in İlânına Sebep Olan Hadiseler ..........................................................8
BİRİNCİ BÖLÜM
II. MEŞRUTİYET’İN İLÂNI..................................................................................................... 14
A) II. Meşrutiyet Devrinde Seçimler (1908) .......................................................................... 16
İKİNCİ BÖLÜM
SURİYE MEBUSLARI (1908) ................................................................................................ 18
A) Mebuslar ................................................................................................................................ 19
I) Abdülhamid el-Zehrâvî .............................................................................................19
II) Abdurrahman el-Yusuf.............................................................................................20
III) Saadettin el-Halil ...................................................................................................21
IV) Halit el-Berâzî .........................................................................................................22
V) Rüştü eş-Şem’a ........................................................................................................22
VI) Şükrü el-Aseli ................................................................................................................... 23
VII) Şefik el-Müeyyed ...................................................................................................24
B) Şam Mahkemesi.................................................................................................................... 25
SONUÇ ................................................................................................................................. 26
EKLER .................................................................................................................................. 28
KAYNAKÇA .......................................................................................................................... 31
II
ÖNSÖZ
Osmanlı Devleti’nin son devirleri sadece tarihçiler veya müverrihler tarafından değil,
sıradan meraklı insanlar tarafından da pek alaka uyandıran devirler değildir. Bunun
sebebi; devletin içinde bulunduğu durumdur. Bitap düşmüş ve bir sürü sorunla uğraşan
bir müesseseyi araştırma konusu yapmak hakikaten de insanların gözünü korkutabilir.
Bunun için üretilen diğer sebep de çok fazla belgeyle uğraşmanın ve muhtelif Avrupa
ülkelerinin konuyla ilgili arşivlerinde mesai harcamanın zorluğudur. Hiç şüphesiz bu kadar
teferruat ve bu kadar olayın geçtiği devrin aydınlatılması, çalışılması yorucu ve bir o kadar
da hatanın yapılması anlamına geldiği için insanlar bu devir üzerinde fazla durmazlar.
Devletin ilk dönemlerini çalışmak, Osmanlı Devleti’nin şaşaalı dönemlerini ve
devleti idare eden muzaffer hükümdarlarını anlatmak bazı insanlar için daha iştah açıcı
ve daha çok önem arz eder. Dönemleri derinlemesine araştıran ve ezberleri yerle bir edip
doğruları açığa çıkaran tarihçilerin dışında; maziyi yemek ayırır gibi ayırt eden, doğruya
ve yanlışa kulak tıkayan, buna rağmen ortaya çıkan bilgileri tenkit etmeden aynı potada
eritmeye çalışan kişiler her yönden tarih ilmine ve tarih yazımına zarar verirler. Yaptıkları
iş, tahribattır sadece… Çünkü tarih bir bütündür. İncelenen ve yazılan tarih, araştırılan
dönemi her yönüyle gözler önüne sermek mecburiyetindedir. Tarihçilik bu nedenle zor bir
iştir. Bilhassa da belgeye ve objektif bilgilere dayanan tarihçilik…
Arap-Osmanlı veya Arap-Türk düşmanlığı, dostluğu (muhipliği), hayranlığı vb.
ilişkileri hakkında bunca spekülasyonun ve tevatürün muhtelif çevrelerde dolaşması ve
yayılması, yapılan bu dezenformasyon karşısında bazı tarihçileri konuların belgelerle
tasdikine veya tekzibine icbar etmiştir. Bu çalışmaların uzun aralıklarla yapılması, yapılan
bu çalışmaların zamanla güncelliğini kaybedip yerini yine tevatüre bırakmasına neden
olmuştur. Durumun vahameti, kimi araştırmacıları ve meraklı kimseleri işin aslını
öğrenmeye ve araştırmaya itmiştir. Benim gibi bu işlerde yeni olan lisans öğrencisini de
benzer sebepten dolayı Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde cereyan etmiş olaylarla
ilgili konularda çalışmaya itmiştir.
III
Danışman Hocam, Doç. Dr. Salih Tunç’un bitirme tezim için bana layık gördüğü “II.
Meşrutiyet Devrinde Suriye Vilayeti Mebuslarının Siyasi Faaliyetleri” konusu bu sebeple
benim açımdan oldukça faydalı olmuştur. Hem ad olarak, hem de muhteviyat olarak uzun
olan bu konu için önce Meclis-i Mebusan Zabıtlarını incelemek ihtiyacını hissettim ve
yaklaşık birkaç ay bu zabıtlarda konuyla ilgili mebusların takrir ve nutuk kayıtlarını
inceledim. Sonra bu kayıtları kullanan eserleri aradım. Hasan Kayalı’nın1 ve Tarık Zafer
Tunaya’nın eserlerini2 buldum ve bu eserlerin vasıtasıyla konum hakkında bir fikre sahip
oldum. Daha sonra muhtelif yan kaynaklar başta olmak üzere, önceden edindiğim bazı
bilgilerimi yenileyebilen ve benim için yeni, eserler edindim ve bunlarla bilgimi sınadım.
Yeni şeyler öğrendiğim ve bildiğim bazı şeyleri tekzip etmemde yardımcı olan bu eserler
sayesinde bir şey yazabilecek seviyeye geldim. Neticede incelediğim eserlerle geçirdiğim
sürede hazırladığım bu çalışmada elimden geldiğince dönemi aydınlatmaya çalıştım.
Maddi-manevi desteğini esirgemeyen Babam Ali Sarıışık’a, Annem Ünsal Sarıışık’a
ve Kardeşim Meriç Sarıışık’a teşekkür ediyorum. Çalışma safhasında rastladığım yoğunluk,
hastalık vb. hâl sebebiyle çalışmamı aksatmama rağmen gösterdiği anlayıştan dolayı
Danışman Hocam Doç. Dr. Salih Tunç’a teşekkür ederim.
1 Hasan Kayalı, Jön Türkler ve Araplar, çev. Türkan Yöney, 2. Baskı, İstanbul, Tarih Vakfı Yurt, Eylül 2003.
2 Tarık Zafer Tunaya, Türkiye'de Siyasal Partiler, c. I, 4. Baskı, İstanbul, İletişim, 2011.
IV
KISALTMALAR
c. : Cilt
direc. : directeur
haz. : Hazırlayan
İSAM : İslam Araştırmaları Merkezi
p. : Page
s. : Sayfa
TDV : Türk Diyanet Vakfı
TTK : Türk Tarih Kurumu
1
GİRİŞ
Dünya tarihinde nam salmış büyük komutanların/büyük kralların geniş topraklara
hükmettikleri, sahip oldukları devletlerin kuruldukları coğrafyaların kaderini belirlediği
muhtelif devirler vardır. Bilinen bu devletlerin kiminin uzun ömürlü veya kısa ömürlü
olduğunu, bu devirleri muhtelif yollarla ve vasıtalarla (yazılan eserler, yayınlanan
makaleler, devirlerden günümüze gelen belge ve arkeolojik deliller vb.) takip eden sonraki
nesiller ancak hesaplayabilirler. Nitekim birçok tarih yazımı vasıtasıyla geçmişe dair veya
geçmiş ve gelecek arasındaki bağlantıyı kurabilmekteyiz. Devrimizin ve neslimizin
şartlarıyla incelediğimiz devrin ve neslin şartlarını doğru şekilde kavrayabilmek ve
aktarabilmek için de kayıtları olabildiğince titiz ve objektif bir şekilde değerlendirmek
mecburiyetindeyiz. Osmanlı Devleti devrine dair çalışmaların bu ölçüyle yapıldığı takdirde
hem eserin sahibinin mensup olduğu toplum tarafından hem de hiçbir mensubiyet bağı
olmayan başka toplumlar tarafından kabul gördüğü ve takdir edildiği bilinmektedir.
Osmanlı Devleti’nin bilhassa son dönemleri muhtelif münakaşalı mevzuları ve siyasi
mülahazaları kapsadığı için haddinden fazla suiistimal ve müspet veya menfi olarak
mübalağalı yaklaşımlara maruz kalmıştır.
Avrupa’yı etkisi altına alan XVIII. yy siyasi atmosferine, Osmanlı Devleti’nin geç
intibak etmesi; devrin muhtelif fikirlerinin de aynı şekilde tebaa tarafını geç etkilemesine
yol açmıştır. Bunun başlıca sebebi olarak, genelde, devrin propaganda ağının kısıtlı olması
ve belli başlı propaganda araçlarının Osmanlı topraklarında kullanılmamasından
kaynaklandığı gösterilir. Yani Osmanlı Devleti’nin Mutlaki rejimi, halkın temsil hakkını
benimseyen Cumhuriyet veya Demokrasi rejimleri hususunda o kadar farklı görüşleri
bünyesinde barındırıyordu ki mezkûr iki hususun tartışılmaya açılması mümkün
olmamıştı. Bununla beraber basının Osmanlı tebaasına etkisi çok zayıftı. (Matbaanın tam
anlamıyla yayılması ve faal bir şekilde çalışması II. Abdülhamid dönemindedir.) Hâl böyle
olunca geciken milliyetçi ve cumhuriyetçi fikirler etki alanı bulmaya başladığı Balkanlarda
oldukça büyük bir infial yaratmış ve bu coğrafyada Osmanlı hâkimiyetini tehlikeye
atmıştır. Bu hareketlilik neticesinde birbirinin peşi sıra birçok devlet peyda olmuş ve
2
Balkan toplumunun bir kısmı, uzun süren krallıklara tabi olan hayatlarından sonra
müstakil bir devlet hüviyetinde milli bir teşekküle tabi olarak yaşamaya başlamışlardır.
1876’ya gelindiğinde muhtelif devlet ricalinden bazı kimselerin milliyetçilik,
temsiliyet, meclis gibi hususların Osmanlı bünyesinde tatbikini düşünmeleri bu bakımdan
önemlidir. II. Abdülhamid’in tahta çıkması ve tahttan indirilmesi arasındaki Meşrutiyetler
devrinde (1876 - 1909) yaşanmış olan bazı siyasi ve sosyal gelişmeler bürokrasi tarafının
bir bakıma tasfiyesini gündeme getirmiştir. 1909’da padişahın değiştirilmesiyle başlayan
bu tasfiye hareketi, 1913’te darbe şeklinde tekrar gerçekleşirken askeri ve sivil efradı
hususi bir şekilde etkilemiş ve bünyesinde toplamış olan İttihat ve Terakki, resmen ve
fiilen devletin idaresini işgal etmiştir. Önceden muhtelif yetkiler alarak bürokraside
oldukça az yer işgal eden ve büyük yetkililerin altında görev yapan teşkilatın azaları, artık
devletin idaresini bilfiil yürütme hakkını elde etmişlerdir. İşte bu gerilimin ortasında
Suriye, tıpkı Balkan toplumunun XIX. yy ortalarından itibaren elde ettiği hakları ve
müstakil bir devlet kurma muhayyilesini ve mefkûresini XX. yy başlarında taze tutmuştur.
Fakat II. Meşrutiyet’in ilânından önce bu durum Araplar ve bölge halkı nezdinde pek de
kabul görmemiştir. (Devletin düştüğü durum)
Bir süre sonra milliyetçi çevreler çoğalmaya ve bölgede faal olmaya başlayınca
devletin bu bölgeyle ilgili hassasiyeti artmıştır. Dönemin devlet ricalinin aldığı siyasi
kararların temelinde kaybedilen toprakların telafisine ve eldeki toprakların muhafazasına
çalışılması vardır. Bununla beraber II. Abdülhamid dönemine kıyasla oldukça sert
tedbirlerin alınması gündeme gelmiş ve tatbik edilmiştir. Bu çalışmada II. Meşrutiyet’in
ilk dönemindeki (1908-1911) siyasi ve sosyal atmosferin Suriye vilayetine etkisiyle
beraber Suriye vilayetinin o dönemdeki durumunun meclise, mebuslar vasıtasıyla, nasıl
yansıdığı gösterilmeye çalışılmıştır.
3
A) II. Abdülhamid’in Tahta Çıkışı (1876)
Suriye ve Arap Milliyetçiliği mevzularına temas etmeden önce II. Meşrutiyet’in
şartlarını, ilân edilmesinin nedenlerini, teferruata girmeden, hülasa bahsetmek gerekir. Bu
sayede Osmanlı Devleti’nin II. Meşrutiyet’e geçişi daha iyi idrak edilebilir. Öncelikle
dönemin padişahı II. Abdülhamid dönemine göz atalım.
I) Dâhili Şartlar
II. Abdülhamid’in tahtı devralmasından önce Sultan Abdülaziz, tahttan indirilip
şüpheli bir şekilde ölmüştü.3 Yerine tahta çıkarılan Sultan V. Murad da bir süre sonra
cinnet geçirmiş ve onun bu hâli devlet ricali tarafından sakıncalı bulunup hal’ edilmiş ve
Çırağan Sarayı’nda hapis hayatı yaşamıştır.4 İki padişahın tahttan indirilmesi, II.
3 “…4 Haziran günü [1876] Abdülaziz sakalını düzeltmek için bir makas isteyip, annesini odasından
çıkartarak, kapıyı sürgüledikten bir süre sonra, kol damarları kesilmiş durumda bulundu ve biraz sonra da
öldü. 19 kişilik bir doktor heyeti –ki aralarında İngiltere, Avusturya- Macaristan, Fransa elçiliklerinin
doktorları da vardı- olayın intihar olduğu hakkında bir rapor düzenledi. Daha sonra, 1881’de Abdülhamit,
Abdülaziz’in ölümünün cinayet sonucu olduğu iddiasını ortaya atarak, Mithat Paşa’yı cinayeti
düzenleyenlerden biri olarak mahkûm ettirmiştir. İddiaya göre, başta Hüseyin Avni, Abdülaziz’i tahtan
indirenler, onun ölümünü planlamışlar, hizmetkâr kisvesi altında Feriye Sarayına sokulan Sultan Murat’ın 3
adamı Abdülaziz’in odasına girip zorla kol damarlarını kesmişlerdir. Oysa Abdülaziz’in odası 3. kattaydı,
kapısını da harem mensupları beklemekteydi. O günden beri Abdülaziz’in öldürüldüğü veya intihar ettiği
meselesi Türk tarihinin ‘muammalarından’ sayılmıştır. M.K. İnal ve Abdurrahman Şeref şu ya da bu yönde
karar verememişlerdir. E. Z. Karal da (1956) iki görüşü destekleyen delilleri sıralamakla birlikte, hüküm
vermekten kaçınmaktadır. Öte yandan Danişmend (1961) ve Y. Öztuna (1967) olaya kesinlikle cinayet
gözüyle bakmaktadırlar. …Konuyu enine boyuna araştıran Uzunçarşılı (1967), olayın intihar olduğu
sonucuna ulaşmıştır ki, bence de doğrusu bu olmak gerekir.”, Sina Akşin, Türkiye Tarihi, c. III, 12. Baskı,
İstanbul, Cem, Ocak 2014, s. 152-153.
Faillerin bulunması için II. Abdülhamid’in talimatıyla yaptırdığı tahkikat hakkında bkz; İsmail Hakkı
Uzunçarşılı, Midhat Paşa ve Yıldız Mahkemesi, 2. Baskı, Ankara, TTK, 2000.
4 "...Vükelâ Meclisi 30 Ağustos 1876’da yaptığı toplantıda V. Murad’ın hal‘ine ve Abdülhamid’in cülûsuna
karar verdi. Ertesi sabah Kubbealtı’nda toplanan devlet adamlarının huzurunda hal‘ fetvası okundu. Fetvada
Sultan Murad’ın dâimî cinnet halinde olduğu ve görevini yapamadığı açıklanıyordu. V. Murad hal‘edilerek
kardeşi Abdülhamid tahta çıkarıldı (31 Ağustos 1876). Böylece doksan üç gün süren V. Murad’ın saltanat
dönemi sona erdi. Bu doksan üç günün sadece yedi gününde kendine mâlik olduğundan söz edilmektedir.
Hal‘edildikten sonra Çırağan Sarayı’nda oturmasına izin verildi; tedavisi için her türlü yola başvurulduysa
da bir sonuç alınamadı. ...Ancak üç ay sonra eski padişah kaçırılmak istendi. İkisi Türk, ikisi yabancı olan dört
kişilik bir komite, Murad’ı Avrupa’ya kaçırmak ve hükümdarlığını kabul ettirmek için kadın kılığında Çırağan
Sarayı’na girmeye çalışırken yakalandı (Kasım 1876). Bundan sonra Cleanti Scalieri-Aziz Bey mason
komitesi, onu kaçırıp tahta çıkarma planı yaptı. Murad’ı kaçırarak bir camide biat edip yeniden padişah ilân
etmeyi tasarlayan komite üyeleri içlerinden birinin ihbarı üzerine harekete geçmeden yakalandı (15 Nisan
1877). Üçüncü kaçırma girişimini ise Ali Suâvi başlattı. Çırağan Vak‘ası olarak bilinen hadise Ali Suâvi’nin
öldürülmesiyle sonuçlandı (20 Mayıs 1878).
Bu kaçırma girişimleri II. Abdülhamid’i rahatsız etti. V. Murad bundan sonra daha sıkı koruma altına alındı.
Yirmi sekiz yıl boyunca tam bir mahpus hayatı yaşadı. 29 Ağustos 1904’te şeker hastalığından öldü ve
4
Abdülhamid’in önünü açmış ve ona
padişahlık fırsatını yaratmıştır. Nitekim
bu sayede tahta çıkarılan II.
Abdülhamid, V. Murad’ın hayatta olması
sebebiyle ve mizaç olarak oldukça
evhamlı olmasının da etkisiyle
padişahlığının ilk yıllarında devlet
işlerini sürekli yaşadığı hal’ edilme
korkusuyla yürütmüştür. V. Murad’ın bir süre
sonra hastalandıktan sonra ölmesi (1904), durumu düzeltmemiş ve kendisinin de hal’
edilmesine kadar devam etmiştir. (1909)
II. Abdülhamid’in hariciyedeki ilk önemli hareketi, Rusya ile yapılan savaştır. 1877-
1878 yılları arasında gerçekleşmiş olan, Türkiye tarihine “93 Harbi” olarak geçen, savaşın
kaybedilmesi; devleti tüm devletler nezdinde müşkül durumda bırakmış ve Osmanlı
Devleti’ni güçlü bir devletten bir destek almaya icbar etmiştir. Savaş esnasında II.
Abdülhamid’in meclisten yana destek görmemesi5 bir yana, bazı mebusların savaşın kötü
gidişatının müsebbibi olarak kendisini görmeleri, onun 1878’de meclisi tatil etmesine,
dolasıyla “Devr-i İstibdat” veya “İstibdat Devri” şeklinde adlandırılan dönemin
başlamasına sebebiyet vermiştir.6
Yenicami Türbesi’nde annesinin yanına defnedildi.", "Murad V", Cevdet Küçük, TDV İslâm Ansiklopedisi, c.
XXXI, İstanbul, İSAM, 2006, s. 183-185, s. 185.
5 “Mebuslar, açığa vurmamakla beraber, Abdülhamit II.’yi de durumadan sorumlu tutmakta idiler. Çünkü,
harbin Yıldız’dan, birkaç müşavir ile idare edilmekte olduğunu ve her işe karışıldığını biliyorlardı.
Abdülhamit II. de kendisinin sorumlu tutulmakta olduğunu hissesiyordu.
Bu sorumluluk korkusiyledir ki, Rusların Edirne’ye girmelerini mütaakip sadareti, Başvekâlete tahvil ederek
bu makama Ahmet Vefik Paşa’yı getirdi. Başvekil, Meclis huzurunda bu değişikliği Kanunu Esasinin ruhuna
daha uygun göstermiye kalkışınca, mebusların bir kısmı, bu izahı kabul etmedikten başka Abdülhamit II.’nin
bu hareketini Kanunu Esasiye aykırı gördüler. Meclis çoğunluğu bu görüşe iştirak etti. Bu suretle Ahmet
Vefik Paşa hükümeti, gayrı meşru durumda kalmış oldu.”, Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, c. VIII, 7. Baskı,
Ankara, TTK, 2011, s. 239-240.
6 “Abdülhamit II., Meclisin celâdetli murakabesi karşısında şaşkına döndü. …Padişah, harbe devam veya barış
akdetmek yollarından biri hakkında karar almak için Yıldız’da 43 kişilik olağanüstü bir meclis topladı.
…Abdülhamit II. de toplantıda hazır bulundu.
Hazır bulunanlar, savaşın devamı lehinde ve aleyhinde konuşurken, İstanbul Mebusu Astarcılar kethüdası
Ahmet Efendi söz alarak: “Huzuru şahanede böyle meclis akdiyle işlerimize çare düşünülmesi vaktinde
V. Murad (1840 – 1904)
II. Abdülhamid (1842 – 1918)
5
II) Harici Şartlar
Senelerdir devam eden İngiltere ve
Fransa desteği, zamanla taraf değiştirmiştir.
Bilhassa İngiltere, Osmanlı Devleti’nin son
dönemlerine doğru birçok kez yardımda
bulunmuş ve mühim hadiselerin
çözülmesinde fevkalade rol oynamıştır. (Örneğin;
Mehmet Ali Paşa’nın isyanı, Osmanlı-Rus
Savaşları 1877-1878) 1880 yılında İngiltere’de yapılan genel seçimde; Osmanlı Devleti
hakkında müspet adımlar atmış olan Disraeli’nin, kendisine göre tam aksi yönde fikre
sahip Gladstone’a karşı seçimi kaybetmesi, İngiltere’nin desteğinin artık alınamayacağını
gösteriyordu. Bu netice, padişahın meclisi tatil etmesinden sonra hükümeti tanımadan
kendi inisiyatifini kullanarak devleti idare etmesinde mühim bir gelişme idi.7 Devletlerin
kendi arasında yapılan ıslahat alışverişleri, rekabet ve uhuvvet kabilinden müsait bir
ortamda cereyan edebilirdi. Gladstone, Türk düşmanlığıyla bilinen bir siyasetçiydi8. Bu
gerekti. Harpte durumumuzun güzel zamanları geçirildi. İş bu dereceye geldikten sonra ne denir?” dedi. Bu
söz Abdülhamid’i çileden çıkardı. Çünkü sorumluluktan çok korkuyordu; ve bir defa daha savaşın menfi
neticeleri bir meclis huzurunda bir mebus tarafından ifade edilmişti. Abdülhamid II., Sait Paşa’ya “Şu herife
bir cevap ver, heyet işitsin” deyince, Paşa da savaşın nasıl başladığını ve nasıl idare edildiğini anlattı. Fakat
Astarcılar Kethüdası bu izahat üzerine de eski ifadesini değişik bir surette tekrar etti. Abdülhamid II., bunun
üzerine, Ahmet Efendi’nin cezalandırılmasını istedikten başka; “Ben artık Sultan Mahmud’un yoluna gitmiye
mecbur olacağım” diyerek toplantı salonunu terketti. Padişahın bu sözü birinci meşrutiyet devrinin sonu ve
istibdat devrinin başlangıcı oldu.
Bir gün sonra, yani 14 Şubat 1878’de Mebuslar Meclisi toplantısında, Abdülhamit II.’nin, Umumî Meclisin
kapatılması hakkındaki iradesi okundu. Mebuslar, sessiz sedasız dağıldılar. Birinci Meşrutiyet Devri artık
kapanmıştı.”, Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, c. VIII, s. 240.
7 “…O ay [Nisan 1880] İngiltere’de geçen seçimler yapıldı. Bu seçimde iktidarda bulunan Disraeli’nin
Muhafazakâr partisi yenildi, Gladstone’un Liberal partisi kazandı. Disraeli istifa etti (18/4) ve bir Gladstone
hükümeti kuruldu (28/4). Seçim kampanyasında tartışılan en önemli konu dış siyasetti. Dış siyasette de
belki en çok, Osmanlı siyaseti tartışılıyordu. Gladstone’un zaferi, Osmanlı dostluğu yerine Rus dostluğunun
tercihi olarak değerlendirildi. Osmanlı hükümetinin uluslar arası siyasette İngiliz desteği elde edebilme
ümidi artık kalmıyordu. Dolayısıyla Abdülhamit’in İngilizlere sevimli görünme diye bir davası da kalmıyordu
artık.”, Sina Akşin, Türkiye Tarihi, c. III, s. 164-165.
8 “Let me endeavor very briefly to sketch, in the rudest outline, what the Turkish race was and what it is. It
is not a question of Mahometanism simply, but of Mahometanism compounded with the peculiar character
of a race. They are not the mild Mahometans of India, nor the chivalrous Saladins of Syria, nor the cultured
Moors of Spain. They were, upon the whole, from the black day when they first entered Europe, the one
great anti-human specimen of humanity. Wherever they went, a broad line of blood marked the track behind
them; and, as far as their dominion reached, civilization disappeared from view. They represented
William Ewart Gladstone
(1809 – 1898)
Benjamin Disraeli
(1804 – 1881)
6
sebeple Osmanlı Devleti’yle İngiltere’nin arasındaki ilişkiler farklı bir boyutta cereyan
ediyordu. Gladstone’un benzeri fikre sahip bürokrat ve devlet ricalinin İngiltere’de hâkim
olması, vaktiyle Osmanlı sınırlarında bulunan Suriye’nin diğer Levant ve Arap toprakları
gibi hürriyete kavuşması, devletten koparılması da bu bakımdan gündeme geliyordu.
Tarihinden dolayı “Muharrem Kararnamesi” (28 Muharrem 1299 – 20 Aralık 1881)
adını alan kararname yine bu döneme denk gelen önemli bir gelişmedir. Bu kararname,
Osmanlı Devleti’nin dış borçlarını yeniden düzenleyen bir tasarıyı bünyesinde barındırır.9
Aynı zamanda Osmanlı Devleti’nin borçlarının ödenmesi için dış müdahalenin etkisini
hissettireceğinin de habercisidir. II. Abdülhamid için artık hem Osmanlı Devleti’nin idaresi
ve ihyası dışında borçlanılan devletlere dair politikaların izlenmesi mecburiyeti hâsıl
olmuştur.
III) II. Abdülhamid ve Suriye
II. Abdülhamid’in Suriye’yle ilgili özel bir değerlendirmesi yoktur; fakat Araplarla
ilgili birtakım politikaları olduğu ortadadır. Arapların yaşadıkları yerler arasında Suriye
vilayeti de vardır. Araplarla ilgili planladığı şey de; onların yaşadıkları bölgelerin elde
kalmasını sağlamaktır. Buna istinaden bölgeye yatırım yapmak suretiyle bölgenin
ihyasına uğraşılmıştır.
everywhere government by force, as opposed to government by law. For the guide of this life they had a
relentless fatalism: for its reward hereafter, a sensual paradise.”, (Tr. Türk ırkının geçmişte ne olup şimdi ne
olduğuyla ilgili, en kaba hatlarıyla, hülasa bir tablo çizmeye gayret edeceğim. Temelde bu İslam’ın meselesi
değildir, fakat bir ırkın onunla kendini mecz etmesinden mütevelli tuhaf bir hüviyetidir. Onlar ne Hint
Müslümanları gibi mülayim, ne Suriyeli Selahattin'in şövalyeleri gibi yiğit, ne de Endülüs Müslümanları gibi
kültürlüdürler. Onlar kara dönemin Avrupa’ya getirdiği, her şeyin üstünde, beşeriyet tarihindeki en büyük
beşeriyet düşmanlarından biriydiler. Nereye gittilerse arkalarında kan izleriyle çizilmiş geniş sınırlar
bıraktılar ve mümkün mertebe çok hükmettiler, medeniyet ortadan kalktı. Kanunla idare karşısında cebirle
idareyi temsil ettiler. Bu telakkinin kılavuzluğunda acımasız kaderleriyle daha sonra kurdukları hayali
cennetle kendilerini mükâfatlandırdılar.) William Ewart Gladstone, Bulgarian Horrors and the Question of
the East, New York, Lake Champlain Press, 1876, s. 10.
9 Bu kararnameyle ilgili olarak Osmanlı Devleti’nin dış borçlarına ait bir de tablo vardır. Yerasimos, Stefanos,
Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye, c. II, çev. Babür Kuzucu, 8. Baskı, İstanbul, Belge, Ocak 2007, s. 283. Duyun-
u Umumiye’nin kuruluşu, bu kararnamenin imzalandığı tarihe dayandırılmıştır. Enver Ziya Karal, Osmanlı
Tarihi, c. VIII, s. 426-428.
7
Bağdat-Berlin demiryolu projesi benzer sebeple Almanya’da
gündeme geldi. Almanların amacı ise; İngiltere’nin Asya’daki
sömürgelerine ulaşmasını engellemek ve bölgeye Almanların
sızmasını sağlayıp, ülkelerine ticaret vasıtasıyla iktisadi olarak
katkıda bulunmalarıdır. Proje, Almanlar tarafından ortaya atılmış
ve II. Abdülhamid’e bu plan kabul ettirilmeye çalışılmıştır. Nitekim
1890’da II. Wilhem’le menfaat bakımından yakın duran padişah, bu
projeyi onaylamıştır.10
Neticede borçları, müttefik değişimi, devletin topraklarında yeşeren milliyetçilik ve
hürriyet fikirleri II. Abdülhamid’i meşgul eden temel hadiselerdir. Devlet eskisi kadar
güçlü olmadığı için de hayale ve ideale yönelmekten çok, realist ve doğru karar vermek
mecburiyetindedir.
B) II. Meşrutiyet Devrine Giriş
Harici ve dâhili meseleler II. Abdülhamid’in Yıldız Sarayı’ndan devleti idare
etmesinde etkili olmuşsa da telakki olarak kendisinin meşrutiyete karşı bir tavrı da
mevzubahistir.11 Bu devirde gerçekleşen en mühim üç vaka, dâhili mesele olarak
kendisinin başını çokça ağrıtmıştır: Birincisi; hem kendi devrinde hem de günümüzde
10 “Abdülhamit II’ye gelince şöyle düşünüyordu: Almanya sözkonusu, uzun demiryollarını inşa etmekle
ekonomik yönden Osmanlı İmparatorluğu’na sıkı bir surette bağlanacak ve bu İmparatorluğun devamı
hususunda Türkiye’ye siyasi buhranlarında olsun, askeri savaşlarında olsun, yardım etmiye mecbur kalacaktı.
Bundan başka, bu demiryolları Osmanlı ordusunun hızla seferberlik yapmasına ve büyük kuvvetlerin bir
yerden gerekli yere kolaylıkla taşınmasına imkân sağlıyacaktı. Böyle de olunca Suriye, Irak ve Hicaz
bölgelerinde sık sık patlak veren isyanlar artık vukua gelmiyecek, vukua gelse de süratle bastırılabilecekti.
Abdülhamit II. Mısır'a yerleşmiş olan İngiltere'nin, Mezopotamya, Suriye ve hattâ Anadolu kıyılarını tehdit
etmesi halinde de bu hatlardan faydalanmak suretiyle başarılı bir savunma savaşı yapabileceğini hesaba
katmakta idi. Padişah, demiryollarının geçtiği bölgelerde, halkın refah seviyesinin süratle yükseleceğine
ziraat ürünlerinin kolay ve ucuza taşınması sayesinde memleketin bazı bölgelerinde sürmekte olan hayat
pahalılığının hafifletileceğine ve göçmenlerin daha faydalı olabilecekleri yerlerde yerleştirilmelerine imkân
sağlanacağına da inanmakta idi.”, Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, c. VIII, s. 240.
11 Mizancı Murad, “Çıbanbaşı” başlıklı bölümde bu mevzuya şu şekilde temas etmiştir; “Hiç bir kimsemizin
şüphesi yoktu ki istibdad-ı idare başlıca olarak meslek ü mizac-ı Hümâyûna herkesten ziyade muvâfık idi ve
Kanun-ı Esâsî'nin mevki'-i icrâya konmasına başlıca olarak o muhalefet ediyor idi. İstişâre usûlünün ihdâsına
muhâlif olarak halkta bir sınıf, bir fırka yoktu. Hatta Saray içinde bile kilerci, ibrikçi makulesi cahillerden
ma'adası bulunan erkân miyânında usûl-ı mezkûrenin fenalığını ciddi surette beyan etmeye cesaret edenler
mefkud idi. Halbuki kısm-ı âzamı meşrûtiyete taraftar olduklarını ileri sürerek yegâne mâni' olmak üzere
Efendilerini gösterirler idi.”, Ökten Argıt, Celile Eren, Mizancı Murad Bey'in II. Meşrutiyet Dönemi Hatıraları,
İstanbul, Marifet, 1977, s. 84.
Friedrich Wilhelm Viktor Albert von
Preußen “Wilhelm II” (1859 – 1941)
8
tartışması yapılan, “jurnal” faaliyetleridir. İkincisi matbuata getirdiği “sansür”dür.
Üçüncüsü ise “Ermeni Meselesi”dir. Fakat bu çalışmada bunları ayrıntıya girerek izah
etmeyeceğiz. Hülasa, II. Meşrutiyet’e kadar cereyan eden hadiseleri sıralayacağız.
I) II. Meşrutiyet’in İlânına Sebep Olan Hadiseler
Bu hadiseler, iki ana başlık etrafında izah edilecektir. Birincisinde İstanbul ve
Balkanlarda cereyan etmiş olan infial ve isyan hadiseleri, ikincisinde Suriye mahalli
cereyan etmiş olan muhtelif hadiseyi izah edeceğiz.
a) Payitaht Etrafında Cereyan Eden Hadiseler
Birtakım ıslahat bu dönemde yapılsa da iktisadi, siyasi ve içtimai problemler
aşılamamış ve tebaanın bazı mensupları kendisine karşı teşkilatlanmaya başlamış ve
muhalif bir grup ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu muhalif grup; II. Abdülhamid’in
Meşrutiyet’i ve Kanun-i Esasi’yi ilân etmesi koşuluyla onu tahta çıkaran aynı zamanda
Abdülaziz’in ve V. Murad’ın hal’ eden bürokratların haricinde oluşmuştur. Daha sonra
Harbiye’ye ve Tıbbiye’ye bu muhalif fikirler dalga dalga yayılınca bilhassa ordu
mensuplarından bazıları Kanun-i Esasi’nin tekrar yürürlüğe girmesi ve Meşrutiyet’in veya
hürriyetin iadesi12 için padişahla ters düşmüşler, yer yer şedit faaliyetlerde bulunarak
kendisini rejimi değiştirmesi yolunda etkilemeye çalışmışlardır. Nitekim 1908’e kadar
muhtelif sivil çevreler de devreye girerek propaganda yayınlarıyla Avrupa’da II.
Abdülhamid aleyhtarı bir siyaset gütmüşlerdir. Bu iki muhalif kanat zaman içinde Jön
Türkler13 hareketi bünyesinde güçlerini birleştirmişler ve 1908’de II. Meşrutiyet’in ilânıyla
veya Meşrutiyet’in iadesiyle istediklerini elde etmişlerdir.
12 Kanun-i Esasi’nin iadesi şeklinde de ifade edilmiştir; “İkinci Meşrutiyet Devrinin Siyasi Hayatına Bir Bakış”,
Mustafa Emil Elöve, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, c. IX, s. 1-2, 1952, s. 183-235. S. 191’deki
1 nolu dipnot: “Bu devreyi biz II. Abdülhamid'in tahta cülusundan 1908'de kanunu esasiyi iadesine kadar
olan bir müddet olarak ele aldık.”
13 "Jeune-Turquie": "Jeune-Turquie, parti politique turc, dont le programme consiste à introduire dans le pay
les institutions politiques et parlementaires de l'Europe occidentale en les adaptant à la civilisation
ottomane et à la religion musulmane." (Tr. Genç Türkiye; Batı Avrupa’da faaliyet gösteren meclise dayalı
siyasi sistemi, Müslüman Osmanlı tebaasına yaymaya ve devlet nezdinde bunu intibak ettirmeye çalışan
programa sahip Türk partisi.) Le Larousse Pour Tous: Nouveau Dictionnaire Encyclopédique, direct. de
Claude Augé, Paris, Librairie Larousse, 1909, p. 943.
9
II. Abdülhamid’in Yıldız Sarayı’nda bulunduğu sırada cereyan eden olayları şu
şekilde sıralayabiliriz:
Diplomasi: 3 Mart 1878, Ayastefanos Antlaşması; 13 Haziran - 13 Temmuz 1878,
Berlin Kongresi (13 Temmuz 1878, Berlin Antlaşması); 4 Temmuz 1878, Kıbrıs
Sözleşmesi; 24 Ağustos 1890, Türk-Alman Ticaret Muahedesi; 4 Kasım 1897
Yunanistan’la İstanbul Antlaşması; 1899 Bağdat Demiryolu imtiyazının Almanlara
verilmesi.
Dâhili: 1886, Hunçak Ermeni İhtilâl Cemiyeti’nin kuruluşu; 21 Mayıs 1889, İttihat
ve Terakki Cemiyeti’nin kuruluşu; 1894 Sason’da Ermeni Olayları; 1895, İstanbul’da
Ermeni protestosu; 1896, Ermenilerin Osmanlı Bankası Baskını, 1897, Girit Ayaklanması;
1902, I. Jön Türk Kongresi; 1906, İttihat ve Terakki komitesinin Selânik’te faaliyete
başlaması.14
b) Suriye’de Cereyan Eden Hadiseler
Suriye, 1800’lerde azami surette Batı’yla temas etmiş belirli bir zümreyi bünyesinde
barındırıyordu. Bu zümrenin muhtevasında kıyı şehirlerinde yaşayan Batılıların yöredeki
Hristiyan Araplarla olan ilişkileri önemli bir yer teşkil ediyordu. Zamanla Batılı ülkelerin
muhtelif vasıtalarla ve bahanelerle Suriye dolaylarına yerleşmeleri neticesinde Batılı
fikirler filizlenmeye başlamıştır. Fakat önceleri Arap toplumuna tamamen bu fikirler
aşılanamamış, Batılılar, bazı Araplar nezdinde dost görülmemişlerdir. Örneğin; misyoner
okulları, II. Abdülhamid döneminde açılan devlet okullarından daha az rağbet görmüştür.
Bunun başlıca sebebi; Müslüman Arapların, hiç şüphesiz, padişaha olan sadakatinden ileri
geliyordu.15
14 Kronolojik hat buradan takip edilmiştir: Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, c. VIII, s. 580-584.
15 “…Misyoner okullarının eğitim programlarında Arapça'nın üzerinde önemle durulmasının nedeni, Suriye
toplumunun farklı kesimlerinden öğrencileri bu okula çekmekti, ancak bu çaba Müslüman öğrencileri
cezbetme açısından yüzyılın sonlarına kadar pek başarılı olamamıştı. Müslümanlar çocuklarını misyoner
okullarına göndermektense, onlara rakip olan ve Osmanlıca eğitim veren yeni kurulmuş devlet okullarına
yollamayı tercih ediyorlardı.
Devlet okulları, yurttaşlık bağlılığının başlamasına katkıda bulunan bir sosyal kurumu temsil ediyordu.
Tanzimat'ın siyasi eşitlik ilkesi, tüm tebaanın eşit statüyle Osmanlı hanedanına ortak bağlılığı olan
Osmanlıcılık kavramını doğurmuştu.”, Hasan Kayalı, Jön Türkler ve Araplar, s. 26.
10
Osmanlı bürokrasisinde yani devlet dairelerinde makam sahibi olan Araplar da
vardır. Fakat bunların keşfedilmesi işi, muhtelif Müslüman milletin yaşadığı hesaba
katılırsa dini benzerlik sebebiyle kullanılan adlar ve unvanların benzer olmasından dolayı
tespit ve tasnifi oldukça zordur. Bunun diğer sebebi etnik tarif ve tasnifin zamanla değişim
göstermesidir. Hassaten bürokrasideki kişilerin şeceresinin tespitiyle kimi rabıtaları
ortaya çıkarmak mümkün olabilir; fakat ortaya çıkan rabıtaların etnik olarak tarifi oldukça
zordur. Bazı Türkler, Arap; bazı Araplar da Türk olarak ortaya çıkarılabilir. Tespit edilen ve
adlarında nesepleri mevzunda tahrifat yapılan kişilerin doğum yeri ve ad benzerliğini
aşmanın diğer yolu; bu kişilerin her türlü faaliyetlerini bitirip en son uğradıkları veya
meskûn oldukları mekânlarının tespitidir. Bu üslup bile kâfi olmaz. Çünkü devrin siyasi
vakıaları buna mahal vermez. Sürgün ve kaçma hadiseleri nedeniyle gurbette vefat eden
kimselerin memleketlerinin bu üslupla tespiti yanlış olabilir. Bunların dışında meşhur
Arap ricalden bazıları, Türkçe dışında bildikleri veya kullandıkları
dillerden tespit edilerek nesepleri hakkında malumat sahibi
olunabilmiştir. Yine de bilinen birtakım şeylere temas etmekte
fayda vardır.
Tercüme odası, teşekkül olarak bunlardan biridir. Bildiğiniz
gibi Tercüme Odası; Bâb-ı Âli’de önemli bir yeri olan, hariciye birimi
olarak da bilinen ve birçok bürokratı bünyesinden çıkaran bir
teşekküldür. Örneğin; bir dönem Hariciye Nazırı ve Sadrazam olmuş
Mehmet Emin Âli Paşa, burada yetişmiştir.16 Araplar için de burası bir yükselme ve eğitim
16 “Mehmed Emin Âli Paşa, 1815-1871. Londra büyükelçisi Ocak 1842 – Kasım 1844; Hariciye nâzırı Ekim
1846 - Mayıs 1848; Meclis-i ahkam reisi Haziran-Ağustos 1848; Hariciye nâzırı Ağustos 1848-Ağustos
1852; Sadrazam Ağustos 1852-Ekim 1852; Aydın vâlisi Ocak-Haziran 1853; Hüdavendigar vâlisi Mart-
Eylül 1854; Tanzimat Meclisi reisi Eylül-Aralık 1854; Hariciye nâzırı Aralık 1854-Mayıs 1855; ilaveten
Tanzimat Meclisi reisi Ocak-Mayıs 1855; Sadrazam Mayıs 1855-Kasım 1856; Hariciye nâzırı Temmuz 1857
- Ocak 1858; Sadrazam Ocak 1858-Ekim 1859; Tanzimat Meclisi reisi Aralık 1859; Hariciye nâzırı Haziran
- Ağustos 1861; Sadrazam Ağustos-Kasım 1861; Hariciye nâzırı Aralık 1861 - Şubat 1867; Sadrazam Şubat
1867 - Eylül 1871 ilaveten Hariciye nâzırı Şubat 1869 - Eylül 1871.”, Sinan Kuneralp, Son Dönem Osmanlı
Erkân ve Ricali (1839-1922), 2. Baskı, İstanbul, İsis, Haziran 2003, s. 93.
Mehmed Emin Âli Paşa
(1815 – 1871)
11
yeridir. Arapların bir kısmı burada bulunmuşlar ve siyasi havaya uyup bazı faaliyetlerde
bulunmuşlardır. Halil Ganem bunlardan biridir. Kendisi Jön Türkler’in içinde yer almıştır.17
Arapların hürriyetine ve milli mazilerine dair çalışmalar
küçük gruplar etrafında cereyan etmiş ve bu çalışmaların içinde
bulunan kimi kişiler öne çıkmışlardır. Bu kişiler daha çok II.
Abdülhamid döneminde faaliyet göstermişlerdir. Önceleri
Müslüman çevreler kendi aralarında tıpkı Jön Türkler gibi modern
düşüncelerle hemhal olup bunu kendi hayat felsefelerine intibak
ettirmeye çalışmışlar; fakat seküler manada modernizm ve Arap
milliyetçiliği etrafında reformist bir akımın ilk temsilcilerinden biri
olarak genellikle Butros el-Bustani gösterilmiştir.18 El-Bustani, Beyrutlu bir Hristiyan’dır.
Suriye’nin bağımsızlığını gündeme getiren ilk âlimdir. Bu âlim etrafında bazı kişiler
toplanmış ve bir cemiyet ortaya çıkmıştır.
el-Bustani, Amerikan dostu olarak bilinmesine rağmen fikrini yaptığı yayın olan “el-
Cinân” vasıtasıyla beyan etmiştir. “Memleket sevgisi imanın gereğidir.” sloganını,
17“Beyrut vilayetinde memur olarak çalışırken, Vali Esat Paşa’nın dikkatini çekmişti. Esat Paşa’nın sadrazam
olmasından sonra onun himayesiyle sadarette tercüman olarak göreve getirildi. Mithat Paşa’ya Kanun-ı
Esasi taslağının hazırlanmasında yardımcı oldu. Yusuf el-Halidi gibi Halil Ganem de 1877’de ilk meclise
seçilmişti. Daha sonraları ise henüz filizlenen Jön Türk hareketi içinde önemli rol oynayacaktı.”, Hasan
Kayalı, Jön Türkler ve Araplar, s. 24.
18 “19. yüzyılın sonlarında, bazı Arap aydınları, İslami fikirleri farklı modernleşmeci bir tarzda vurguladılar.
Bu akımın önde gelenlerinden Muhammed Abduh ve (ileri gelen Genç Osmanlıların aksine), pek çoğu ulema
olan taraftarları, liberal düşüncelerin İslamla bağdaşabileceği düşüncesine daha sistematik olarak
yaklaşmışlardı.
...İslami modernist eğilime ek olarak, Tanzimat, 1857'de kurulan ve Suriye İlim Cemiyeti himayesindeki
Hıristiyan aydınlar tarafından yönetilen laik bir hareketin doğmasına da yol açmıştı. ...Muhtemelen
Avrupa'daki romantik milliyetçi akımından esinlenen cemiyet, Arap ırkını ve dilini yüceltiyordu. Bu hareketin
Hıristiyan liderlerinden biri olan Butrus Bustani, Suriye anavatanı fikrini öne sürmüş, ancak cemiyet ne
Suriye halkını sosyopolitik bir platformda toplama, ne de, hükümeti eleştirmesine rağmen, ayrılma yanlısı
bir amaç gütmüştü. 1860'ta Suriye'deki iç çatışmalar sonucu etkinlikleri son bulana kadar laik edebi bir
cemiyet olarak varlığını sürdürdü.”, Hasan Kayalı, Jön Türkler ve Araplar, s. 25.
Butros el-Bustani
(1819 – 1883)
12
mottosunu19 kullanmıştır. Bunun yanında bir ansiklopedinin de
yazılmasına çalışmıştır.20 Ortaya çıkan cemiyet
çoğunlukla gayr-i Müslim Arap cemaatinden
oluşmuştur. Bu cemaate mensup kişilerden
baba-oğul Nasif ve İbrahim el-Yazıcı, edebi
bakımdan önemli çalışmalar yapmışlardır.21 Yine
Butrus el-Bustani’nin yakını olan Süleyman el-
Bustani, İlyada’yı Arapça’ya çevirmesiyle de bilinir ve
“Nahda” hareketinin temsilcilerinden biri olarak
kabul edilmiştir. Meclis-i Ayan’da da bulunmuştur.22
19 “In 1870 a Christian Beiruti, Butrus al-Bustani, issued a literary magazine carrying for its motto: ‘Love of
country an article of faith ‘- a novel concept in a brand-new expression.” (Tr.“1870’de Beyrutlu bir Hristiyan
olan Butros el-Bostani, yeni bir ifade getirdiği “Memleket sevgisi imanın gereğidir.” mottosuyla bir edebi
mecmuayı neşrediyordu.”), Phillip K. Hitti, Syria-A Short History, New York, The Macmillan Company, 1959,
p. 235.
20 “"Amerikan Misyoner Teşkilâtları"yla işbirliğinde bulunan ve aynı zamanda yerliler tarafından kurulmuş
bir okulu da yöneten Butrûs el-Bustânî (1819-83) Beyrut'ta, siyâsî, ilmî ve edebî, onbeş günde bir çıkan el-
Cinân adlı dergiyi çıkarmıştır; bu, onun tarafından kurulan bir çok süreli yayından sâdece biridir. Bu yeni
yayın için seçtiği slogan: "vatan severlik imanın esaslarındandır" olmuş ve dergi bu formül - cümleyi, Arap
dilinde yeni bir mânâ ve anlayışa ulaştırmıştır. el-Bustânî, bizzat kendisinin ilk altı cildini yazıp tamamladığı
arapça bir ansiklopedi (Dâ'iret'ul-Maârif) yayınını 1876 yılında başlatmıştır. Hıristiyan dininden olan bu Arap
ilim adamınin, içinde bir lûgat, matematik ve gramere dâir çeşitli ders kitapları da bulunan yazıları, Araplar
arasında milli bir şuur uyandırmada ve Arap milliyetçiliğini eyleme geçirmede ön-ayak olmuş bulunuyordu.”,
Ph. K. Hitti, Siyasi ve Kültürel İslam Tarihi, çev. Salih Tuğ, 1. Basım, İstanbul, İFAV, Eylül 2011, s. 1032-
1033.
21 “Arap milliyetçiliği 1870'lerde oluşurken, Arapça yazılmış klasik edebi eserlere büyük bir yönelim oldu.
Dil ile birlikte tarihe de büyük bir yönelim olup, bu kendini İslam tarihi ile ilgili araştırmaları ortaya koyma
şeklinde göstermiştir. Geçmişteki İslam devletlerinin ve Arapların ulaştıkları parlak kültürel seviyenin
yüksekliğinin şuuruna varmak, gelecekte de aynı seviyeye ulaşma fikrine onları götürmüştür. Bu yöndeki
çalışmalar bilhassa Arap edebiyatında olmuştur. Arap edebiyatının yanısıra tarih ve sosyal alanda da bu
yönde çalışmalar yapılmıştır. ... Bu alanda bilhassa Butros Bustani, Nazif Yazıcı ve Corci Zeydan gibi yazarlar
öncülük etmiştir.”, Ömer Osman Umar, Suriye (1908 - 1938) (Osmanlı Yönetimi ve Fransız Manda İdaresi
Altında Suriye (1908 - 1938)), Ankara, Atatürk Araştırma Merkezi, 2004, s. 21-22.
22 “Süleyman el-Bustani Efendi, 1856-1925, Meclis-i â’yân azası Ocak 1911; Ticaret nâzırı Haziran 1913-
Kasım 1914.”Sinan Kuneralp, Son Dönem Osmanlı Erkân ve Ricali (1839-1922), s. 121.
Nasif el-Yazıcı
(1800 – 1871)
İbrahim el-Yazıcı
(1847 – 1906)
Süleyman el-Bustani
(1856 – 1925)
13
Bu çalışmalar esasında Arap uyanışını (Ar. : el-nahda)23 ve milliyetçi bir
rönesansı24 temsil ediyordu. Müslüman Araplar için toprak sahibi olma manasında bir
milliyetçi uyanma söz konusu değildi. Onlar, yaşadıkları topraklarına “vatan” diyorlar ve
XX. yüzyıldaki popüler şeklindeki gibi milliyetçilikle ilgili bir kavram olarak
kullanmıyorlardı.25
23 “… Suleiman al-Bustani’s translation of the Iliad, for example, suggests that his elder cousin’s assertion
will haunt the very conceptualization of Arab culture for decades. Consequently, we see that al-Bustani’s
nahdah discourse articulates a subject who perpetually recognizes a master of knowledge that precludes
himself.”, (Tr.“Süleyman el-Bustani’nin tercüme ettiği İlyada’yla, meselâ, büyük amcazâdesinin on yıllardır
Arap kültürü ile alakalı tasvir ettiği iddiasına atıfta bulunuluyordu. Neticede, görülüyor ki el-Bustani’nin
nahda hitabına kendisine daima üstad olarak bakan cenah tarafından mani olunuyordu”), Stephen Sheehi,
Foundations of Modern Arab Identity, University Press of Florida, 2004, p. 35. [Dijital eser]
24 Ali Bilgenoğlu, Osmanlı Devleti’nde Arap Milliyetçi Cemiyetleri, Antalya, Yeniden Anadolu ve Rumeli
Müdafaa-i Hukuk, Şubat 2007, s. 54-55.
25 “Orthodox Islam considered the country of the believer not that delimited by geographical or political
lines, but the entire area where Moslems lived. The Moslem's was a religious, not a territorial, homeland.
Another writer, Adib Ishaq, a Damascene living in Egypt, was one of the first to use and give currency to a
new term watan in the sense of fatherland. The term for nationalism (qawmiyah) did not acquire vogue
until the second and third decades of the twentieth century.”, (Tr. “Ananevi İslam’ın nazarında mütedeyyinin
memleketi siyasi ve coğrafi hudutlardan münezzehti; fakat yaşadıkları yer tamamen Müslüman kabul
edilirdi. Mütedeyyin Müslüman için yaşadığı yer, alelâde bir mahal değil, aynı zamanda vatanı olurdu. Bir
diğer yazar, Edib İshak, Mısır’da meskûn Şamlı, yaşadığı yere verdiği değeri göstermek bâbında “vatan”
mefhumunu kullandı. Bu mefhum milliyetçilik (kavmiyet) namına XX. yüzyılın ikinci ve üçüncü on yıllarına
kadar şöhret sahibi değildi.”), Phillip K. Hitti, Syria-A Short History, p. 235.
14
BİRİNCİ BÖLÜM
II. MEŞRUTİYET’İN İLÂNI
II. Meşrutiyet’e dair bir kartpostal26 Enver Paşa (1881 - 1922)27
1908’e doğru Balkanlar cereyan etmiş olan hadiseler zinciri, padişahın mutlak
idaresini bundan sonra büsbütün devre dışı bırakmış ve meşruti rejimin lağvedilmemek
üzere yerleşmesini sağlamıştır. Bu olaylar, bilhassa Balkanlarda başladığı için, büyük
patırtılar koparılıp mübalağalı kutlamalar yapılınca Meşrutiyet’i elde edenler halkın bu
mübalağalı faaliyetleri karşısında onları teskin etmeye yönelik bir beyanname
26 Kırmızı zeminin üzerinde “Yaşasın vatan, yaşasın millet, yaşasın hürriyet!” mottosu iki farklı şekilde
(Türkçe ve Fransızcayla) bulunuyor. Yunanca şekli de vardır: Ζητωη Πατρισ - Ζητωη Εθνοσ - Ζητωη Η
Ελευθερια.
27 “ENVER PAŞA”, M. Şükrü Hanioğlu, TDV İslâm Ansiklopedisi, c. XI, İstanbul, İSAM, 2006, s. 261-264.
15
yayınlamışlardır.28 Nitekim Suriye mansabında da bu olay benzer bir şekilde zuhur
etmiştir. Arapların bir kısmı, bu ilanın kendileri açısından faydalı olan bir gelişme
olduğunu kabul etmekle beraber diğer taraftan bölgeye dair Avrupalı devletler tarafından
hazırlanan siyasi ve sosyal planlara karşı mücadele de gündemlerinde mühim bir yer teşkil
etmiştir.
Meşrutiyet’i temsil eden bir Jön Türk Sancağı29
Sancaktaki yazılar:
1) İttihad30 2) Uhuvvet31 3) Adalet 4) Hürriyet 5) Musavvat
Nihayetinde meclisin tekrar toplanabilmesi için mebus seçimi ve mebusların
niteliğine dair birtakım hususlar tebaaya ve devlet ricaline ilan ve takdim edilmiştir.
Padişahın kabulü alındıktan sonra tatbik aşamasına geçilmesini beraberinde getirmiş ve
seçimlere başlanmıştır.
28 “Artık Herkes İşiyle Meşgul Olsun” - “ ” başlıklı belge, Meclis-i Mebusan Birinci Seçim
Dönemi, haz. Erol Şadi Erdinç, Haluk Oral, I. Baskı, İstanbul, Türkiye İş Bankası Kültür, Kasım 2008, s. XXV.
[Ekler arasında]
29 http://www.ottoman-uniforms.com/1900-1908-imperial-army-brown-uniforms-1908-revolution-end-
of-imperial-guard/ adresli web sayfasından alınmıştır. Açıklamaya göre, bu sancak Hermann Historica adlı
bir mezat kurumunda satılığa çıkarılmıştır.
30 “İttihad {söz. Ar. [“vahdet”]den mas. İfti’âl] 1. Birleşme, bir olma: bu iki şey ittihad idemez. 2. Hemfikir ve
hem rey olma, muvafakat, ittifak, iştirak: ittihad-ı ârâ, ittihad-ı İslâm. || İttihad itmek: müttehid olmak,
birleşmek, birlikte hareket itmek üzere kuvvetleri birleşdirmek ve sözü bir itmek. || İttihad-ı menfi’:
menfa’atlerin bir ve müşterek olması.”, Şemsettin Sami, Kâmûs-ı Türkî, s. 68.
31 “Uhuvvet { s. Ar. karındaşlık, biraderlik. || mec. muhabbet, meveddet, muhlisat, sadık ve hulûs”, Şemsettin
Sami, Kâmûs-ı Türkî, İstanbul, İkdam Matbaası, 1317, s. 82.
4 3
1
5 2
16
A) II. Meşrutiyet Devrinde Seçimler (1908)
Seçimlerden önce, Balkanlarda hâsıl olan birtakım iç isyanlara, nümayişlere binaen
ahaliyi teskin etmek üzere hazırlanan bir mazbata32 yayınlanmıştır. Bu mazbata, sonra
padişahın huzurunda görüşülmüş ve onun da kabulüyle bir irade33 yayınlanmıştır. Bu irade
vasıtasıyla müstakbel mebus namzetlerinin malum mükellefiyetlerini yerine getirmeleri
sağlanmıştır.34
32 Düstur: Tertib-i Sâni, c. I, 24 Cemaziye'l-âhire 1326 - 27 Şevval 1327/10 Temmuz 1324 - 29 Teşrin-i
evvel 1325, Der-saadet, Matbaa-i Osmanî, 1329, s. 24-25.
33 Düstur: Tertib-i Sâni, c. I, s. 25-26.
34 Meclis-i Mebusan Birinci Seçim Dönemi, haz. Erol Şadi Erdinç, Haluk Oral, I. Baskı, İstanbul, Türkiye İş
Bankası Kültür, Kasım 2008, s. IX-X.
Meclis-i Mahsus-i Vükelâ Mazbatası İrade-i seniyye
17
Seçimden sonra; Abdülhamid el-Zehrâvî (Hama), Hâlit el-Berâzi (Hama), Saadettin
el-Halil (Havran), Abdurrahman el-Yusuf (Şam), Rüştü eş-Şem’a (Şam), Şefik el-Müeyyed
(Şam), Şükrü el-Aseli (Şam) Mebusan Meclisi’ne dâhil olmuşlardır.
Mebuslara gelinecek olursa; öncelikle mebusların siyasi kimlikleri ve faaliyetleri
tetkik mevzumuz olduğu için mezkûr kişilerin biyografi şeklinde nakledilmesinin daha
faydalı olacağı kanaatindeyiz. Kronolojik bir tasnifle bu malumat, hem devletin ahvaline
hem de mahalli ahvale daha sarih bir şekilde işaret edebilir.
Suriye Vilayeti
18
İKİNCİ BÖLÜM
SURİYE MEBUSLARI (1908)
SURİYE MEBUSLARI35
Abdurrahman
el-Yusuf36
Abdülhamit
el-Zehrâvî37
Halit
el-Berâzî
Rüştü
eş-Şem’a
Saadettin
el-Halil
Şefik
el-Müeyyed
Şükrü el-Aseli
35 Meclis-i Mebusan Birinci Seçim Dönemi (1908-1911), haz. Erol Şadi Erdinç, Haluk Oral, İstanbul, İş
Bankası Kültür, 2008, s. 63-64.
36 “Abdurrahman el-Yusuf, 1873 - ?, Meclis-i â’yân azası Ocak 1914.”, Sinan Kuneralp, Son Dönem Osmanlı
Erkân ve Ricali (1839-1922), s. 52.
37 “Abdulhamid Zohravi Efendi, 1874 - 1916, Meclis-i â’yân azası Ocak 1914.”, Sinan Kuneralp, Son Dönem
Osmanlı Erkân ve Ricali (1839-1922), s. 53.
19
Mebuslar tablodaki gibidir. Meclis azalarının adları zabıtlara göre yazılmıştır. Fakat
bazı farklı kayıtlar da bulunmaktadır. Örneğin; Hama mebusu Abdülhamit el-Zehrâvî’nin
adı, Abdülhamid el-Zahravi veya Abdülhamid Zöhravi şeklinde de muhtelif zabıt ve eserde
kaydedilmiştir. Yine mebuslar arasında Rüştü eş-Şem’a veya Rüştü Efendi, Şamizâde Rüştü
Efendi şeklinde de adı geçen Şam mebusunun 1908’de kurulan mecliste faal olmadığı
zabıtlardan anlaşılabilir. Çünkü “Rüştü Efendi” adıyla bir takrir dışında bir faaliyeti yoktur.
Fakat aynı kişinin “Rüştü Bey” şeklinde zikredildiği üç takrir vardır. Kayıtların bir kısmında
adların farklı yazılmasından dolayı takip edilememiş veya gözden kaçmış kayıt bulunması
bu sebepten ileri gelir.
A) Mebuslar
I) Abdülhamid el-Zehrâvî
Abdülhamîd b. Muhammed b. Şâkir b. İbrâhîm ez-Zehrâvî.
1855’te Humus’ta doğdu. Humus Rüşdiyesi’nden mezun oldu.
1898’den itibaren Malûmât (İstanbul), el-Mukattam (Mısır),
bizzat çıkardığı el-Münîr (Humus), 1903’den sonra Mısır’da çıkan
el-Mü’eyyed ve el-Cerîde, bizzat çıkardığı el-Hadâre (1910)
gazetelerinde yazdı.
1909’da İstanbul’da kurulan el-Münteda’l-edebî adlı
cemiyetin kurucuları arasında yer aldığı gibi gizli programının hazırlanmasında da rol
oynadı. İlk gizli teşkilât olan Kahtâniyye Cemiyeti’nin kurucuları arasında da yer aldı. Arap
bağımsızlığı amacına, halifeliğin Araplar’a geçmesi şartını da ekleyen bu gizli teşkilât el-
Fetât (1909), el-Ahd (1913) ve el-Lâ-merkeziyye (1912) gibi ihtilâlci cemiyetlerin
kuruluşunda da öncülük etti. 1911’de İttihat ve Terakki’ye karşı kurulan Hürriyet ve İtilâf
Fırkası’nın kurucu üyeleri arasında yer aldı ve partinin başkan vekilliğine getirildi. 1912’de
Mısır’da kurulan el-Lâ-merkeziyye Cemiyeti başkanlığına getirildi. Hürriyet ve İtilâf
Fırkası’yla birlikte hareket eden bu cemiyetin gizli toplantılarını yönetti. el-Müntedâ
Cemiyeti başkanı Abdülkerîm el-Halîl’i Hürriyet ve İtilâf Fırkası genel sekreterliğine ve
syri
anhi
stor
y.co
m
Abdülhamid el-Zehrâvî
20
Suriye genel müfettişliğine tayin ettirdi. 1913’te Paris’te toplanan Arap Kongresi’ne el-
Lâ-merkeziyye’nin delegesi sıfatıyla katıldı ve kongreye başkanlık etti.38
II) Abdurrahman el-Yusuf
Hac alayının Şam’da geçişine refakati organize eden paşa
olarak bilinir. Suriye’de adı Abdurrahman Paşa el-Yusuf
şeklinde zikredilmiştir. Unvanı da “Emîr’ül-Hac’tır”. Mebusluğu
boyunca da bu işle meşgul
olmuştur. Kendisinin 1920’de
öldürüldüğü varittir. Arap
dünyasında II. Abdülhamid’e
ve İttihat ve Terakki’ye
yakınlığıyla bilinir. Mebusluğundan evvel Hac kervanının
asayişiyle vazifeliydi. Bölgede bilinen bir aileye
mensuptu. Kürt ileri gelenlerinden biri olan Ahmet
Paşa’nın torunuydu. Dedesi, Şam’ın eski vâlisiydi.
1860’da yaşanan kargaşa sırasında valilik vazifesini
ifa ediyordu. Kargaşa sükûta erince vukuatın failleriyle
beraber idam edilmişti.39 Böyle bir maziden gelen
38 Bu bölüm, ana hattıyla bu makaleden iktibas edilerek yazılmıştır: “ABDÜLHAMÎD ez-ZEHRÂVΔ, Ahmed
Fahd Bereket eş-Şevabike, TDV İslâm Ansiklopedisi, İstanbul, İSAM, 1988, c. I, s. 226-227.
39 “Dürzîler ile Mârûnîler arasında olaylar çıktı. Bu hadise henüz yatışmışken Şam’da karışıklıklar meydana
geldi. Karışıklıklar sırasında Hollanda ve Amerikan konsolosları öldürüldü (1860). Olaylar, her zaman
olduğu gibi, Avrupa kamuoyuna büyütülerek ve yanlış aksettirildi. Avrupa devletleri Bâbıâli’ye karşı
baskılarını arttırdılar. Fransa Beyrut’a asker çıkardı. Fevkalâde komiser görevi ile Lübnan’a gönderilen
Hariciye Nâzırı Fuad Paşa, Avrupalılar’ı teskin etmek için şiddetli tedbirler aldı. Pek çok Türk subay ve
idareciyi, olaylarda ihmali olduğu gerekçesiyle ağır cezalara çarptırdı.”, “Abdülmecid”, Cevdet Küçük, TDV
İslâm Ansiklopedisi, İstanbul, İSAM, 1988, c. I, s. 261. “Asıl önemli hadiseler 1840’lardan itibaren vergi
tahsili yüzünden çıktı ve 1858 ile 1860 yılları arasında meydana gelen Dürzi-Maruni mücadelesi sırasında
binlerce kişi hayatını kaybetti. Derken olaylar Şam’a da sıçradı ve oralarda da çok sayıda kişi hayatından
oldu. Lübnan’da toplumlar arasında kalıcı bir barış tesis etmenin sadece güç kullanarak mümkün
olabileceğine inanan İstanbul, Tanzimat döneminin meşhur devlet adamlarından olan zamanın Hariciye
Nazırı yani Dışişleri Bakanı Keçecizâde Fuad Paşa’yı tam yetkiyle bölgeye gönderdi. Paşa, Avrupa’nın
Lübnan’da olup bitenlere karışmak üzere olduğunun farkındaydı ve müdahaleyi önleyebilmek için gayet
sert tedbirlere başvurdu. Müslümanlar’ın zarar gören Hristiyanlar’a toplam 75 milyon kuruş tazminat
ödemesini sağladı ve olaylara katılanları iki ayrı askeri mahkemeye sevketti. Mahkemeler, sadece birkaç
gün devam eden yargılamadan sonra 185 kişinin idamına karar verdiler. Ama kararda bir tuhaflık vardı, zira
Abdurrahman Paşa
syri
anhi
stor
y.co
m
syri
anhi
stor
y.co
m
Üniformasıyla Abdurrahman Paşa
21
Abdurrahman Paşa’ya da, dedesine verildiği gibi, devlet vazifesi verilmiştir. Neticede;
devletin bölgede muvazzaf sadık bir bürokratıdır.40 I. Meşrutiyet’ten sonra yükselen Arap
milliyetçiliği ve I. Cihan Harbi arifesinde Şerif Hüseyin’in nüfuzunun artması onun
“emîr’ül-hac” vazifesinden istifa etmesine sebep olmuştur. Bu istifanın neticesinde
siyasetten bir süreliğine çekilmiştir.
III) Saadettin el-Halil
Hakkında yeterli malûmata ulaşamadık; fakat mecliste
bahsettiği mevzulardan41 yola çıkarak mebus olduğu Havran’ın
eşrafından olduğu düşünülebilir. Asayiş problemlerini çokça
gündeme getirmesi de bulunduğu bölgenin zafiyetle mücadele
ettiğini gösterir. Fakat mecliste pek de dikkate alınmadığı da
düşünülebilir.42
idama mahkûm olanların başında Şam Valisi Maraşal Ahmed Paşa geliyordu. Ahmed Paşa, kararın
açıklanmasından sonra "Devletin dertleri benimle sona erecekse, kanım helâl olsun" diyecek, kendisini
kurşuna dizecek olan idam mangasına da ateş emrini bizzat verecekti. İşte biz, Lübnan’da huzuru
sağlayabilmek maksadıyla kendi maraşalimizi bile idam etmekten çekinmemiştik.”, "Lübnan’a barış gelsin
diye 1860’ta kendi valimizi bile idam etmiştik", Murat Bardakçı, Hürriyet, 3 Eylül 2006.
40 “Arap Kongresi'nin hükümetle vardığı anlaşma, yabancı müdahalesini adem-i merkeziyetçilik için gerekli
gören adem-i merkeziyetçilerle reformcuların birbirlerinden ayrılmaları anlamına gelmişti. Beyrutlu
Müslümanların tümü İttihatçı olmamıştı, fakat kongrenin ardından da Suriye'de reform hareketi tavsadı.
Muhammed Fevzi Paşa el-Azm, Abdurrahman el-Yusuf, Şekib Arslan ve Şeyh Esad eş-Şukeyri gibi önemli
Arap ileri gelenleri, Arap Kongresi'ne karşı olduklarını açıklamışlar, kongrenin Arap vilayetlerini temsil
etmediğini savunmuşlardı.”, Hasan Kayalı, Jön Türkler ve Araplar, s. 156.
41 "17. Takrir: Havran Mebusunun; asayişle alâkalı takriri.", Meclisi Mebusan Zabıt Ceridesi, I. devre, c. I, I.
içtima, XVIII. inikad, 13 Kânunusâni 1324 Salı, s. 329-331. ”1. Takrir: Havran Mebusu Sadettin El–Halili
Efendinin; Havran ve eski Şam'a taarruz eden dürzilerin halka vaki tecavüzlerini, nehbü garat, ihtirak ve
katil hareketlerini tevkif ve müsebbiblerinin tenkili hususunda tedabiri lâzımenin süratle ittihazına dair
takriri.”, Meclisi Mebusan Zabıt Ceridesi, I. devre, c. III, I. içtima, LXV. inikad, 20 Nisan 1325 Pazartesi, s.
172-173.
42 “...Arap vilayetlerinde Arapça'nın kamusal alanda edineceği konum, Araplar ile Jön Türkler arasında
gittikçe siyasileşen bir anlaşmazlık konusu olmuştu.
Kanun-ı Esasi'nin mebuslara getirmiş olduğu Türkçe konuşma zorunluluğu, 1908 meclisinde gevşek
uygulanıyordu. Bu, siyasi bir sorunu önlerken, dehşetli başka bir pratik sorunu ortaya çıkarmıştı. Yemen ve
Havran gibi daha az gelişmiş bölgelerden gelen mebuslar için meclis oturumlarını izlemek ve seslerini
duyurmak olanaksızdı. Bazıları, muhtemelen Arapça olarak verdikleri önergelerin yeterli ilgiyi
görmediğinden yakınıyorlardı. Her ne kadar Arapça verilen önergeler, müzakere öncesi genellikle Türkçe'ye
çevriliyorsa da, çevrilmediği zamanlar da olabiliyordu. [145 nolu dipnot: Havran'daki karışıklıkların
tartışılması sırasında, sancağın tek milletvekili Saadeddin el-Halil'in önergesi reddedilmişti, çünkü oturuma
katılanlar el-Halil'in pek az olan Türkçesini anlayamamışlardı. Takvim-i Vekayi, 30 Ocak 1909 (MMZC,
Saadettin el-Halil
22
IV) Halit el-Berâzî
Halit el-Berâzî, tıpkı Abdurrahman Paşa gibi bir Kürt
aşiretinin mensubudur. Hakkında yeterince malûmat
bulunmamış ve zabıtlardan yola çıkarak onun da Saadettin el-
Halil gibi asayişi mecliste mevzu etmesi, o devirde Hama’nın
karışıklığına önemli bir işarettir.43 Bunun dışında bütçe
müzakerelerinde de gayet faaldir.
V) Rüştü eş-Şem’a
Selim eş-Şem’a’nın torunu, Ahmet Refik Paşa’nın ise oğludur.
Adı Hasan Rüştü’dür. 1865’te Şam’da doğmuştur. 1886’ya kadar
İstanbul’da Edebiyat ve Hukuk eğitimi görmüştür. Türkçe’nin
Suriye’de hâkim dil olmasına itiraz etmiş ve bunu bir “Türkleştirme
politikası” olarak telakki ederek Osmanlı aleyhinde muhtelif siyasi
faaliyeti yürütmüştür.
Kaleme aldığı romanlar ve piyesler Suriye’de alaka görmüştür.
Bunların bir kısmı Şam tiyatrolarında sahneye konmuştur. Örneğin; Tarık bin Ziyad adlı
piyes. Eserlerin muhtevasını Arap kültürünü yücelterek aksettirmesinden dolayı Türk
ricalin tepkisini çekmiştir. 1908’den itibaren mecliste bulunması sebebiyle siyasi birtakım
cemiyetlerin kurulmasında rol oynamış faal bir şahsiyettir.
1908’de Mutedil Hürriyetperveran Fırkası (Hizb’el-mu’tedil’el-hürr), 1909’da
Kâhtânlar Cemiyeti (Cemiyet’el-Kâhtâniye), 1912’de Adem-i Merkeziye Cemiyeti’nin farklı
adla kurulmuş olanında (Cemiyet’el-lâ-merkeziye) olduğu muhtelif siyasi teşkilâtta
çalışmıştır. I. Cihan Harbi sırasında iktidarda bulunan İttihat ve Terakki triumvirasından
I/1/17, 23 Ocak 1909) ve 31 Ocak 1909 (MMZC, I/1/18, 26 Ocak 1909)]”, Hasan Kayalı, Jön Türkler ve
Araplar, s. 89.
43 “6. takrir: Hama Mebusu Halit Berazi Efendinin; ehemmiyeti mevkiiyesi ve asayiş vaziyeti dikkate alınarak,
Hama'dan Halep'e naklolunmak istenen süvari alayının mahallinde ipkasına dair takriri.”, Meclisi Mebusan
Zabıt Ceridesi, I. devre, c. II, I. içtima, XXXIV. inikad, 11 Şubat 1324 Çarşamba, s. 37. “3. takrir: Hama Mebusu
tarafından urbân'ın tecavüzatı hakkında takrir.”, Meclisi Mebusan Zabıt Ceridesi, I. devre, c. I, I. içtima, XII.
inikad, 1 Kânunusani 1324 Perşembe, s. 184.
syri
anhi
stor
y.co
m
Rüştü eş-Şem’a
Halit el-Berâzî
23
Bahriye Nazırı Cemal Paşa, Lübnan ve Suriye taraflarında vazife icabı bulunduğu sırada
burada faal Arap aktivistlerin hayatları tehlikeye girmiştir. 1916’da Cemal Paşa’nın
talimatıyla kurulan mahkeme tarafından kendisine idam hükmü verilmiş ve hüküm infaz
edilmiştir.44
VI) Şükrü el-Aseli
1868’de Şam’da doğdu. Anbar İdadisi’ni bitirdikten sonra
İstanbul’da Hukuk Fakültesi’ni 1902’de bitirdi. Şam’a
döndükten sonra buradaki valilikte memur olarak çalıştı.
1906’da Kaş kazasına kaymakam olarak tayin edildi. 1911’e
kadar Filistin’de yine aynı vazife sebebiyle bulundu. Şam
mebusluğundan önce muhtelif eserler kaleme aldı.
1907’de Fakirlerin Fecaati (Fecâ’i’u’l-bâ’isîn) adıyla yazdığı roman, el-Muktebes adlı
mecmuada tefrika edilmiştir. Victor Hugo’nun Sefiller (Fr. Les Misérables) adlı eserine
ismen benzeyen bu eser, muhteva açısından ve üslup açısından oldukça farklıdır. Sade bir
dille yazıldığı için halk nazarında alaka uyandırabilecek niteliktedir. Şükrü Bey’in kendine
has üslûba sahip olduğunu da göstermesi açısından önemlidir. Aynı mecmuada
mebusluğu sırasında 1913’te tefrika edilen İhmâlin Neticesi (Netâ’icu’l-ihmâl) adlı
romanını da Şam’da geçen bir vakayı tahayyül edip diyaloglarla zenginleştirerek yeni bir
üslupla kaleme almıştır. Edebi eserlerin yanında İslâm’da Vergi (el-Harâc fi’l-İslâm) ve
Kadılar ve Hâkimler (el-Kadâ’ ve’n-Nuvvâb) adlı hukuk eserleri de yayınlamıştır.
Siyasi açıdan ise Filistin’de Yahudilere toprak satılmasına karşı giriştiği mücadele
başta olmak üzere, onun da bazı mebuslar gibi Arap milliyetçiliği mefhumu etrafında
44 “Eş-Şem’a Ailesi”, Alchmaa.com: http://www.alchamaa.com/histperson-7.htm (Dijital Belge). “Cemal Paşa,
Şam’daki ikameti sırasında Arap milliyetçi liderleriyle de çatıştı. Bir yandan ahalinin desteğini sağlamak için
Mescid-i Aksâ’da cuma namazlarından sonra diğer yetkililerle birlikte şikâyetleri dinleyip halkın verdiği
dilekçeleri işleme koyarken öte yandan Arap milliyetçi liderlerine karşı sert tedbirler aldı. 21 Ağustos
1915’te on bir Arap milliyetçi lideri, oluşturulan askerî mahkeme kararı ile idam edildi. Mayıs 1916’da yirmi
bir lider daha idam edildi. Arap isyan hareketiyle ilgili gelişmeler ve bu husustaki belgeler, Âliye Dîvân-ı
Harb-i Örfîsi’nde Rü’yet Olunan Mes’ele-i Siyâsiyye Hakkında İzahat adlı bir kitapta yayımlandı (İstanbul
1332; milletlerarası alanda bu konudaki tezin ortaya konulabilmesi için bu kitap La vérité sur la question
Syrienne başlığı ile Fransızca olarak aynı yıl İstanbul’da neşredildi).”, "Cemal Paşa", M. Şükrü Hanioğlu, TDV
İslâm Ansiklopedi, c. VII, İSAM, 1993, s. 305-307, s. 306.
Şükrü el-Aseli
24
muhtelif siyasi faaliyeti yürütmesi neticesinde, bilhassa I. Cihan Harbi sırasında, bertaraf
edilmiştir. 1916’da idam edilenlerden biridir.45
VII) Şefik el-Müeyyed
Arap milliyetçilerinin faal azalarından biri olarak kabul
edilir. Abdülhamid el-Zehravi’yle bu hareketin başını çekti.
1909’da Mutedil Hürriyetperveran Fırkası’nın kurucuları
arasında yer aldı.46 Fırkanın güçlü hatiplerinden biri olarak
biliniyordu. Bunun yanında telakkisine uygun olarak İttihat ve
Terakki’ye muhalifti. Bu sebeple Hürriyet ve İtilâf Fırkası’nın
içinde de kendine yer bulabildi.47
Mebus seçiminden sonra seçilen bazı mebuslar nezdinde kendisinin II. Abdülhamid
taraftarı olduğu yönünde bir şayia vardı. Buna rağmen mebusluğu kabul edildi. Seçilen
diğer bazı Arap mebuslar gibi İstanbul’da bu netice vasıtasıyla bir cemiyet etrafında
toplanıldı. “El-İha’l-Arabii’l-Osmani” veya “Uhuvvet-i Arabiyye-i Osmaniye” adıyla kurduğu
bu cemiyette faaliyet gösteren Şefik Bey, bu derneğin kapatılmasından sonra48 Mutedil
Hürriyetperveran Partisi’ne angaje oldu. Zaman içinde partideki Arap aza sayısı artınca
kimi ricalin yine Arapları bünyesinde barındıran Ahali Fırkasının bir benzeri olarak
algılamalarına sebep oldu.49 Arap Halifeliği, Arap dayanışması gibi hedefleri telakki
edinmiş olan Şefik Bey, İngiltere desteğini aldığı yönündeki birtakım deliller neticesinde
1916’ya gelindiğinde Şam Mahkemesi’nce idama mahkûm oldu ve cezası infaz edildi.
45 Ömer İshakoğlu, Suriye Tarihi (Osmanlı Dönemi Suriyesi'nde Edebi ve Kültürel Hayat 1800-1918),
İstanbul, Kabalcı, 2012, s. 235-240.
46 Tarık Zafer Tunaya, Türkiye'de Siyasal Partiler, c. I, s. 241.
47 Tarık Zafer Tunaya, Türkiye'de Siyasal Partiler, c. I, s. 305.
48 Hasan Kayalı, Jön Türkler ve Araplar, s. 76-77.
49 Hasan Kayalı, Jön Türkler ve Araplar, s. 108-110.
Şefik el-Müeyyed
25
B) Şam Mahkemesi
Âliye Dîvân-ı Harb-i Örfî adıyla da bilinen bu mahkeme, I.
Cihan Harbi sırasında cereyan eden Arap nümayiş ve silahlı
eylemleri neticesinde Suriye ve Lübnan’da gündeme gelmiştir.
Mahkemenin mimarı da Cemal Paşa’dır. Kabaran bir Arap
milliyetçiliği mevzubahis olunca şedit tedbirlerle bu hareketin
bertaraf olacağına inanıp bölgenin kendisine karşı düşmanlığını,
kendisi üzerinden de Türk düşmanlığını körüklemiş, İngilizlerin
bölgede nüfuz sahasını genişletmesine sebep olmuştur.
Şam’da ve Beyrut’ta faaliyet gösteren mahkemelerde esasında cemiyetler
yargılanmıştır. Cemiyetler vasıtasıyla da şahıslar cezalandırılmıştır. Suriye mebuslarından
bazıları da idam edilenler arasındadır. İdam edilen mebuslar: Abdülhamid el-Zehrâvî,
Rüştü eş-Şem’a, Şefik el-Müeyyed, Şükrü el-Aseli’dir.50
50 Bu bölüm, eserden alınan malumata göre yazılmıştır. Gerekçeli kararlar eserde belirtilmiştir. Cahit Kayra,
Arap İhtilali ve Şam Mahkemesi, İstanbul, Yeditepe, 2008, s. 157-167.
Cemal Paşa, Bağdat’ın güneyindeki Hilla dolaylarında
Cemal Paşa
26
SONUÇ
Bir yanda sömürge arayışında olan, öbür yanda sömürge olmamaya direnen fakat
türlü yanlışlarla bu direncin kırılması neticesinde sömürge hâline gelmeye başlayan
büyük bir devlet. Osmanlı Devleti’nin son 40 yılı (Muharrem kararnâmesinden itibaren)
borçlandığı devletlere karşı “zararın neresinden dönülse kârdır” siyaseti gütmek zorunda
kalan iki ayrı idareci cenah tarafından yürütüldü. II. Abdülhamid hal’ korkusuyla, İttihat ve
Terakki Cemiyeti ise tecrübesizlikle devleti idare ediyorlar; tebaadan bazıları da bu durum
karşısında, kendini kurtarmaya çalışan, birtakım kişilerin peşlerinden özgürlük
sloganlarıyla gerçekten özgürlük bekliyorlardı. Ancak 1910’ların düvel-i muazzama
liginde gözden düşmüş ve imha edilmek üzere olan Osmanlı Devleti’ni aralarında
paylaşan bu ligin güçlü üyeleri, bu özgürlük ve milli talepleri kendi lehlerine çok iyi
şekilde kullanıyorlardı. Nitekim Suriye’nin Fransa’nın mandasına girmesine kadar da
bölgenin zaman zaman terörize olması bu yüzden mümkün olabiliyordu.
Suriyeli mebusların bazılarının I. Cihan Harbi sırasında Bahriye Nâzırı Cemal Paşa
tarafından idam edilmeleri, Suriyelilerin ve bilhassa hürriyet taraftarlarının Osmanlı
Devleti’ne olan bakışlarını büsbütün menfi yönde değiştirmiştir. Cemal Paşa, günümüzde
de dillendirildiği şekliyle “seffah” yani “kıyıcı” gibi pejoratif bir kelimeyle anılması da bu
yüzdendir. Çünkü I. Cihan Harbi’nden sonra Osmanlı Devleti’nin kaybettiği topraklardan
biri olan Suriye, savaştan sonra kendini yeniden var edebilecek olan âlim cemiyetini
kaybetmişti. Bu onulmaz bir yaraydı. Rehbersiz ve lidersiz kalan halkın kurtuluşu onlara
göre mümkün olmayacaktı. Şam’da bulunan “Şehitler Meydanı” ile devam etmek
gerekirse; bu meydanda Abdülhamid devrinden kalma burcunda Yıldız Camii’nin
minyatürü olan bir anıt vardır. 1916’daki idamlardan sonra anıtın kitabesine ek olarak
“şehit” listesi yazılmıştır. Listede idam edilmiş Suriye mebuslarının da adları yazılıdır.
Eklerde bu resimler ve Hasan Cemal’in köşe yazısı gösterilmiştir.
Konudan hareketle Suriye Vilayeti mebuslarının siyasi faaliyetlerinin milli ve
özgürlük yanlısı olduğu kadar “bedeli ne olursa olsun” şeklinde yürütülen propaganda
kadardır. Bu faaliyetin içinde bulunan mebusların canlarına mal olmuştur. Çünkü İttihat
27
ve Terakki’nin genel olarak politik hataları fahiş problemlere yol açmış ve telafisi mümkün
olmayacak kadar meseleleri derinleştirmiştir. Bu hataların hıncıyla bazı büyük tedip ve
tecziye faaliyetleri meydana gelmiştir. Meşrutiyetin önemli bir faydası insanların
problemlerini meclise taşımalarını sağlamak olmuşsa da meclisin tamamıyla meselelerin
müdahalesiz dile getirilen yer olmaktan zaman zaman çıkması, ister istemez meclisin
dışında yürütülmüş birtakım faaliyetlerin önünü açmıştır. (Dikkate alınmak için Fransa’yla
ve İngiltere’yle pazarlık masasında toprak konusuyla ilgili birtakım görüşmeler yapılması
vs.) Son tahlilde; Suriyeli mebuslar, hem mecliste hem de beynelmilel kamuoyunda
muhtelif meselelerini dillendirerek dikkat çekmeye çalışmışlardır. Mamafih aldıkları
cevaplar olumsuz olmuştur.
28
EKLER
Ar. المرجة ساحة ;
Tr. Merce Meydanı
Yıldız Câmii’nin minyatürü
Kitâbedeki yazı: “Emir’ül-mü’minin
Halife-i Resul-i Rabbü’l-âlemin
şevketlü muhabbetlü es-Sultan ibn es-
Sultan‘ül-Gâzî Abdülhamid Hân-ı Sânî
Efendi Hazretlerinin Hicaz hatt-ı
mübârekesine temdidinin emr ü
ferman buyurdukları telgraf hattının
hâtıra-i fâhiresidir.”51
İdam Edilenlerin Adları
Abdülhamid el-Zehrâvi
Şefik el-Mü’eyyed
Şükrü el-A’seli
51 Son iki fotoğraf, flickr.com kullanıcısı “Ayman Haykal”a aittir.
29
Cemal Paşa’nın torunu Hasan Cemal’in Şam’la ilgili yazdığı bir köşe yazısı52
14 Mart 1999 Pazar Nargile... Hasan CEMAL
Şam'ın nargile içen kadınları... Masa öylesine donatılmış ki adeta bir meze denizi. Bir fırt nargile, bir fırt buzlu viski... Bir çatal humus, bir çatal çiğ köfte... Kehribar tespihini şakırdatırken, şarkıcı kadına göz süzüyor.
Şam'ın nargile içen kadınları...
Şam'da bir meyhane. Geçen çarşamba akşamı. Masa öylesine donatılmış ki adeta bir meze denizi... Yok yok! Humus da var, çiğ köfte de. Karides de var, balık da. İçli köfte de var, acılı kebap da. Bekaa Vadisi'nin kırmızı şarabı da var, İskoç viskisi de... Ama en çok Arak içiliyor, yani Arap rakısı. En makbulü de Lübnan Arakı... Buzlu kadehler: -Yallah yallah! Diye birbiri ardından gidiyor. Masa da keyifli, etraf da. Meyhanenin orta yerinde çalgıcılar. Darbuka, keman, akerdion... Şarkıcı kadın, boylu poslu, dekolte. Sanki Sofia Loren'in Arabı... İç bayıltıcı söylüyor. Her masaya ayrı ayrı ilgisi var. Gerdan kırıyor, göz kırpıyor. Ben karşımdaki adamı izliyorum. Göbekli, bıyıklı, ehli keyif bir tip... Bir fırt nargile çekiyor. Bir fırt viski içiyor. Şarkıcıyı süzürken, sarı kehribar tespihini çekiyor şakır şakır. Sonra yine bir fırt nargile... Bir fırt buzlu viski... Bir çatal humustan, bir çatal çiğ köfteden... Göz ucuyla da yan masayı izliyorum. Kadınlar çoğunlukta. Giyimi kuşamı yerinde, modern ve de hoş kadınlar. Sayıyorum: İki erkek, altı kadın... Çok ilginç, hatta şaşırtıcı: Kadınların hepsi nargile içiyor. Marpuçlar ellerinde, sürekli tüttürüyorlar. Suriye'de kadınlar sigaradan çok nargileye meraklıymış. Daha çok tütün değil elma nargilesiymiş bunlar... Kadın şarkıcı masaların arasında dolaşıyor, baygın sesiyle yaleli uzata uzata söylüyor. Buzlu Lübnan arakları Yallah yallah diye birbiri arkasından yuvarlanıyor. Entarili garsonlar, ellerinde dumanı tüten ocaklarla nargile ateşlerini tazeliyorlar. Karşımdaki adam hep aynı minval üzere gidiyor: Bir fırt humus, bir fırt viski... Sarı kehribardan tesbihi şaklatırken, kendine gerdan kıran şarkıcıyı süzüyor.
* * *
Şam'da bir meydan... Merje Meydanı. Şehitler Meydanı diye anılıyor. Tam ortasında İkinci Abdülhamid'in yaptırdığı bir anıt yükseliyor. Meydanla Victoria Caddesi'nin kesiştiği yerde saray yavrusunu andıran güzel bir yapı var. Şimdi İçişleri Bakanlığı.
52 “Nargile”, Hasan Cemal, Milliyet, İstanbul, 14 Mart 1999. [Dijital baskı]
30
Birinci Dünya Savaşı'nda Bahriye Nazırı ve Dördüncü Ordu Komutanı Cemal Paşa'nın karargahıymış... Meydanın orta yerinde dikilip oradaki bir şipşakcıya fotoğrafımı çekmesini istiyorum. Sonra sohbet başlıyor ihtiyar şipşakcıyla: "Bu meydanda ne olmuş?" "Türkiye devrinde idam etmişler." "Kimleri?" "İşgalden, sömürgeden ülkeyi kurtarmak isteyenleri." "İdam eden kim?" "Bir Türk, Seffah Cemal!" Yani Cellat Cemal... Tarih, 6 Mayıs 1916. Meydanın bir köşesindeki taşın üstünde şöyle yazıyor: "Arap ulusunun şehitleri... İstiklal ve hürriyet yolunda kendilerini kurban verenler..." En baştaki isim: Şehit Abdülhamit Zöhravi... Falih Rıfkı Atay'ın Zeytindağı isimli kitabında ismi geçen Arap milliyetçisi: "Abdülhamit Zöhravi'nin Şam'da Cemal Paşa'nın karşısına nasıl çıktığını biliyorum. Dik başlı, vakarlı bir adamdı. Beyrut'ta asılmış olanlar daha fazla genç milliyetçilerdi. Bunlar zindandan ipe kadar Arap marşı okuyarak, cesur ve dik başlı gitmişlerdir. En son Refik Rızık idam edilecekti. En öndeki cesete, Abdülhamit Zöhravi'ye gözünü dikmiş ve: -Ey hürriyet babası, merhaba! selamı vermişti."
* * * Şam'da bir istasyon... İnşaatını Padişah İkinci Abdülhamit'in 1907'de başlattığı Hicaz Demiryolu İstasyonu. Şirin bir yapı ama dökülüyor. Müzeleştirilmiş. Arka tarafta, İkinci Abdülhamit'e ait olduğu, üstünde İngilizce yazılı bir vagon. Çok sıradan bir kafe haline getirilmiş... Onaltıncı yüzyılda Kanuni zamanında inşa edilen Süleymaniye Külliyesi, Süleymaniye Cami. Mimar Sinan'ın ilk yapıtlarından. O da dökülüyor. İki yıldır kapalı, zira çökme tehlikesi içinde. Türkiye restorasyon için girişimde bulunsa, ne iyi olurdu diye düşünüyorum. Budanmış bir portakal ağacının dibinde, pek bakımlı sayılamayacak bir mezar. Murat Bardakçı'nın Şahbaba kitabında anlattığı son Osmanlı hükümdarının kabri. Taşında şunlar yazılı: "Sultanoğlu Sultan Altıncı Muhammed Vahidettin Han ruhuna fatiha. Veladedi 21 Şubat 1861, vefatı 16 Mayıs 1926."
Bir Osmanlı Padişahı, üstelik en son Osmanlı Padişahı niye Şam'da yatsın? Niye İstanbul'da yatmasın ki?..
* * *
Şam'da bir cami, Emeviye Cami. Önce Roma tapınağı varmış yerinde. Bizans'ta kilise olmuş. Sonra cami. Tavan işlemeleriyle, duvar süsleriyle, renkli pencere camlarıyla, ferah ve geniş iç mekanıyla etkileyici bir yapı. Büyük mermer avlusu, sanki Venedik'teki San Marko Meydanı'nın minik bir örneği... Falih Rıfkı'nın Zeytindağı'ndan: "Sonra atlı arabalar hazırlanırdı. Cemal Paşa yaverleriyle ön arabada, hocalar sıra ile öteki arabalarda, iki saf asker arasından geçilerek Emeviye Camisi'ne gidilir, Cuma namazı kılınırdı. Ortaçağ havası ve dekoru içinde, Alman kesimi kumandan esvabı ve biraz yana yatık kalpak, sömürge havalarını hatıra getiriyordu." Sonra otele döndüm, Şam Palas'a... Tekrar Zeytindağı'nı okumaya daldım. Onu bıraktım, Fouad Ajami'nin The Dream Palace Of The Arabs isimli kitabını karıştırmaya başladım. Arap entelektüellerinin yüzyılın başından günümüze kadar uzanan acılarını, düş kırıklıklarını, kimlik bunalımlarını öğrenmeye çalıştım. Her iki kitap da bana tarihten husumet çıkarmanın ne kadar ahmaklık olduğunu bir kez daha hatırlattı.
31
KAYNAKÇA
“ABDÜLHAMÎD ez-ZEHRÂVΔ, Ahmed Fahd Bereket eş-Şevabike, TDV İslâm Ansiklopedisi,
İstanbul, İSAM, 1988, c. I, s. 226-227.
“ABDÜLMECİD”, Cevdet Küçük, TDV İslâm Ansiklopedisi, İstanbul, İSAM, 1988, c. I, s. 259-
263.
Ahmet, Firuz, Bir Kimlik Peşinde Türkiye, çev. Sedat Cem Karadeli, Genişletilmiş 5. Baskı,
İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi, Mart 2014.
Akşin, Sina, Türkiye Tarihi, c. III, 12. Baskı, İstanbul, Cem, Ocak 2014.
Arslan, Şekib, İttihatçı Bir Arap Aydınının Anıları, çev. Halit Özkan, 3. Baskı, İstanbul, Klasik,
Ocak 2009.
Atay, Falih Rıfkı, Zeytindağı, İstanbul, Pozitif, 2008.
Bilgenoğlu, Ali, Osmanlı Devleti’nde Arap Milliyetçi Cemiyetleri, Antalya, Yeniden Anadolu
ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk, Şubat 2007.
Gladstone, William Ewart, Bulgarian Horrors and the Question of the East, New York, Lake
Champlain Press, 1876. [Dijital baskı]
Hitti, Ph. K, Siyasi ve Kültürel İslam Tarihi, çev. Salih Tuğ, 1. Basım, İstanbul, İFAV, Eylül
2011.
Hitti, Phillip K, Syria-A Short History, New York, The Macmillan Company, 1959, [Dijital
baskı]
Hourani, Albert, Arap Halkları Tarihi, çev. Yavuz Olagan, İstanbul, İletişim, 2005.
İshakoğlu, Ömer, Suriye Tarihi (Osmanlı Dönemi Suriyesi'nde Edebi ve Kültürel Hayat
1800-1918), İstanbul, Kabalcı, 2012.
“Jeune-Turquie", Le Larousse Pour Tous: Nouveau Dictionnaire Encyclopédique, direct. de
Claude Augé, Paris, Librairie Larousse, 1909.
Karal, Enver Ziya, Osmanlı Tarihi, c. VIII, 7. Baskı, Ankara, TTK, 2011.
32
Karal, Enver Ziya, Osmanlı Tarihi, c. IX, 7. Baskı, Ankara, TTK, 2011.
Kayalı, Hasan, Jön Türkler ve Araplar, çev. Türkan Yöney, 2. Baskı, İstanbul, Tarih Vakfı
Yurt, Eylül 2003.
Kayra, Cahit, Arap İhtilali ve Şam Mahkemesi, İstanbul, Yeditepe, 2008.
Kuneralp, Sinan, Son Dönem Osmanlı Erkân ve Ricali (1839-1922), 2. Baskı, İstanbul, İsis,
Haziran 2003.
Lutskiy, Borisoviç, Arap Ülkelerinin Yakın Tarihi (16. Yüzyıldan 20. Yüzyıla), çev. Turan
Keskin, İstanbul, Yordam, 2011.
"Lübnan’a barış gelsin diye 1860’ta kendi valimizi bile idam etmiştik", Murat Bardakçı,
Hürriyet, 3 Eylül 2006.
Mağmumi, Şerafeddin, Yüzyıl Önce Anadolu ve Suriye - Bir Osmanlı Doktorunun Seyahat
Anıları, haz. Cahit Kayra, İstanbul, Boyut, 2008.
Mantran, Robert, Dumont, Paul, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, c. II, çev. Server Tanilli. 7.
Baskı, İstanbul, Adam, Ağustos 2004.
Meclis-i Mebusan Birinci Seçim Dönemi (1908-1911), haz. Erol Şadi Erdinç, Haluk Oral,
İstanbul, İş Bankası Kültür, 2008.
Meclisi Mebusan Zabıt Ceridesi, I. devre, c. I, I. içtima, XII. inikad, 1 Kânunusani 1324
Perşembe.
Meclisi Mebusan Zabıt Ceridesi, I. devre, c. I, I. içtima, XVIII. inikad, 13 Kânunusâni 1324
Salı.
Meclisi Mebusan Zabıt Ceridesi, I. devre, c. III, I. içtima, LXV. inikad, 20 Nisan 1325
Pazartesi.
Meclisi Mebusan Zabıt Ceridesi, I. devre, c. II, I. içtima, XXXIV. inikad, 11 Şubat 1324
Çarşamba.
"MURAD V", Cevdet Küçük, TDV İslâm Ansiklopedisi, c. XXXI, İstanbul, İSAM, 2006, s. 183-
185.
33
Ökten Argıt, Celile Eren, Mizancı Murad Bey'in II. Meşrutiyet Dönemi Hatıraları, İstanbul,
Marifet, 1977.
Shaw, Ezel Kural, Shaw, Stanford J, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, c. II, çev.
Mehmet Harmancı, İstanbul, E, 2010.
Stephen Sheehi, Foundations of Modern Arab Identity, University Press of Florida, 2004.
[Dijital baskı]
Tunaya, Tarık Zafer, Türkiye'de Siyasal Partiler, c. I, İstanbul, İletişim, 2007.
Umar, Ömer Osman, Suriye (1908 - 1938) (Osmanlı Yönetimi ve Fransız Manda İdaresi
Altında Suriye (1908 - 1938)), Ankara, Atatürk Araştırma Merkezi, 2004.
Yerasimos, Stefanos, Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye, c. II, çev. Babür Kuzucu, 8. Baskı,
İstanbul, Belge, Ocak 2007.