Upload
independent
View
0
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
MİMAR SİNAN GÜZEL SANATLAR ÜN İVERSİTESİ
MİMARLIK FAKÜLTES İ - ŞEHİR VE BÖLGE PLANLAMA BÖLÜMÜ
LİSANS B İTİRME ÖDEVİ
KENTSEL HAREKETLER KAPSAMINDA TOPLUMSAL C İNSİYET:
AYAZMA VE TARLABA ŞI ÖRNEKLER İ
Hazırlayan
İrem ANIK
Danışman
Prof. Dr. Fatma ÜNSAL
Ocak 2012
İSTANBUL
ii
İrem ANIK tarafından hazırlanan “KENTSEL HAREKETLER KAPSAMINDA TOPLUMSAL CİNSİYET, AYAZMA VE TARLABAŞI ÖRNEKLERİ” adlı araştırmanın Bitirme Ödevi olarak uygun olduğunu onaylarım.
İmza
Bitirme Ödevi Danışmanı
Bu çalışma Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi, Şehir ve Bölge Planlama Bölümü’nde Lisans Bitirme Ödevi olarak kabul edilmiştir.
Danışman:…………………………………………………………..
Jüri Üyesi:……………………………………………………………
Jüri Üyesi:……………………………………………………………
iii
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ .................................................................................................................................... v
ÖZET ....................................................................................................................................... vi
ABSTRACT .......................................................................................................................... viii
GİRİŞ ....................................................................................................................................... ix
1. KENTSEL HAREKETLER VE PLANLAMA ............................................................. 13
1.1. Planlama Paradigmasının Değişimi ................................................................. 13
1.2. Kentsel Muhalefet ................................................................................................ 17
1.3. Kentsel Hareketlerin Dayanağı: Kent Hakkı .................................................... 20
1.4. Kentsel Hareketlerin Ortaya Çıkış ve Örgütleniş Biçimleri ............................ 22
1.5. Kent Mekanında Belirlenen Cinsiyet Rolleri .................................................... 27
2. KENTSEL HAREKETLER KAPSAMINDA TOPLUMSAL CİNSİYET HAREKETLERİ .................................................................................................................... 30
2.1. Toplumsal Cinsiyet Kavramı .................................................................................. 30
2.2. Türkiye’de Toplumsal Cinsiyet Hareketleri .......................................................... 33
2.2.1. Osmanlı’da Kadın Hareketi ............................................................................. 34
2.2.2. Cumhuriyet Sonrasında Feminist Hareketler ............................................... 37
2.2.3. Toplumsal Cinsiyet Hareketi Kapsamında LGBT Örgütlenmeler ............. 38
2.3. Kentsel Hareketler Kapsamında Toplumsal Cinsiyet Hareketleri .................... 41
3. İSTANBUL’DA KENTSEL HAREKETLER VE ALAN İNCELEMESİ OLARAK AYAZMA VE TARLABAŞI SEMTLERİ............................................................................. 45
3.1. Kentsel Hareketlerin Etkinlikleri ............................................................................. 46
3.1.1. Kent Hareketleri Forumu ................................................................................. 46
3.1.2. Avrupa Sosyal Forumu .................................................................................... 48
3.2. Alan İncelemesi, Ayazma ve Tarlabaşı Mahalleleri............................................ 48
3.2.1. Ayazma Mahallesi ............................................................................................ 50
3.2.2. Tarlabaşı Semti ................................................................................................ 53
SONUÇ ................................................................................................................................. 59
KAYNAKÇA .......................................................................................................................... 63
iv
FOTOĞRAF LİSTESİ
Fotoğraf 1: Dönemin kadın hareketinde önde gelen isimlerinden Halide Edip Adıvar ............................................................................................................................................... 36
Fotoğraf 2: :Kent Hareketleri Forumu sırasında gruplar deneyimlerini paylaşırken. 47
Fotoğraf 3: Yıkım sonrası Ayazma’da durum ................................................................. 51
Fotoğraf 4: Tarlabaşı’nda bir yapı adası .......................................................................... 54
Fotoğraf 5: Tarlabaşı’nda proje alanı ............................................................................... 55
Fotoğraf 6: Tarlabaşı Toplum Merkezinde eğitim görmekte olan kadınlar ................. 58
v
ÖNSÖZ
Çalışmam boyunca bana olan desteğini ve güvenini her an hissettiren,
ufkumu açan yönlendirmeleriyle yaptıklarımı bir adım ileriye taşımamı
sağlayan sevgili danışmanım Fatma Ünsal’a, eğitim hayatımda bana
öğrettikleri ve bitirme ödevime sağladıkları katkılar nedeniyle jüri üyeleri Hale
Mamunlu ve Hürriyet Öğdül’e tüm içtenliğimle teşekkür etmek istiyorum.
Sevgili annem Müjgan Anık, babam Ergün Anık ve kız kardeşim Didem
Anık’a ve anneannem Ayşe Sönmez’e hayatım boyunca yanımda oldukları
için; beraber okuduğum arkadaşlarımın hepsine onlardan sürekli bir şeyler
öğrendiğim için, Alp Çalık, Ayfer Nigar Efe ve Tuba Kolat’a da ayrıca keyifle
paylaştığım tüm anılar için teşekkürlerimi sunuyorum.
İremi ANIK, Ocak 2012
vi
ÖZET
Çalışmada, toplumsal kentsel hareketler geniş bir çerçeveden başlanarak
incelenmiş, toplumsal cinsiyet kavramı ve cinsiyet hareketleri üzerinde
durulmuş ve cinsiyet hareketlerini kentsel hareketler bağlamında ele alan bir
yaklaşımla Ayazma ve Tarlabaşı mahallelerindeki hareketler tartışılmıştır.
Birinci bölümde değişmekte olan planlama paradigması ile birlikte kentsel
hareketler ve planlama ilişkisi incelenmiştir. Bu bağlamda öncelikli olarak ele
alınan kent hakkı kavramı, kentsel hareketler ile feminist kuramsal arka plan
kullanılarak farklı ölçeklerde tartışılmıştır.
İkinci bölümde öncelikle toplumsal cinsiyet kavramsal olarak ele alınmış,
Türkiye’deki toplumsal cinsiyet deneyimlerine yer verilmekle birlikte,
Osmanlı’dan günümüze kadar uzanan kadın hareketi de incelenmiştir. Kadın
hareketinin kapsamının genişlemesiyle toplumsal cinsiyet hareketine
dönüşümü ve bu bağlamda örgütlenen LGBT gruplara da bölüm içerisinde
yer verilmiştir. Daha sonra kentsel hareketler kapsamında toplumsal cinsiyet
incelenmiş, cinsiyet perspektifinin nasıl bir kentsel muhalefet bakışı
olabileceği ele alınmıştır.
Üçüncü bölüm, birinci ve ikinci bölümdeki tartışmaların ışığında İstanbul
özelindeki kentsel hareketlerin incelenmesine ayrılmıştır. Alan İncelemesini
destekleyici olan bu bölümde İstanbul’daki kent hareketlerinin yapı ve eylem
şekleri irdelenmiştir.
Alan incelemesi, Ayazma ve Tarlabaşı mahallelerini içermektedir. Buradaki
kentsel muhalefet araçları içerisindeki cinsiyete dayalı örgütlenmelere
odaklanılmış, kentsel hareketler açısından cinsiyet hareketinin önemi
vurgulanmıştır.
Anahtar kelimeler: Kentsel Hareketler, Kentsel Muhalefet, Toplumsal
Cinsiyet, Kadın Hareketi, Kent Planlaması, Kentsel Mekan, LGBTT
vii
GENDER THROUGH URBAN MOVEMENTS, CASE STUDY:
AYAZMA AND TARLABA ŞI
Presented by
İrem ANIK
Supervisor
Prof. Dr. Fatma ÜNSAL
MIMAR SINAN FINE ARTS UNIVERSITY
FACULTY OF ARCHITECTURE
DEPARTMENT OF URBAN AND REGIONAL PLANNING
January 2012
ABSTRACT
viii
ABSTRACT
During the study, social urban movements are examined starting with a
larger framework, social gender concept and gender movements are
searched and the gender movements are discussed with an approach that
consist of the urban movements in Ayazma and Tarlabaşı neighborhoods.
First part of the thesis, the relation of urban movements and urban planning
is examined with the changing planning paradigm. In this context, the urban
right is discussed in different scales in priority with urban movements and
feminist theoretical background.
In the second part, urban gender is discussed conceptually, the urban gender
experiences in Turkey are given and the women's movement since Ottoman
Empire is examined. Expansion of the scope of the women’s movement and
transformation into an urban gender movement and the LGBT groups
organized in this context has been included in this section. Within the scope
of urban movements, the urban gender is examined and how gender
perspective can be an urban opposition view is discussed.
In the third part, the urban movements in İstanbul are examined within the
light of the discussions in the first and the second parts of the thesis. This
part which is supporting the case study consists of the structure of urban
movements in Istanbul.
The case study consists of Ayazma and Tarlabaşı neighborhoods. It is
focused on the urban opposition tools and gender-based organizations in the
area and emphasized the importance of gender movements in the angle of
urban movements.
Key Words: Urban Movements, Urban Opposition, Gender, Women's
Movement, Urban Planning, Urban Space, LGBTT
ix
GİRİŞ
Bu çalışmada, ilk olarak, kentin, cinsiyetçi bir yapılı çevre sunduğu ön kabul
olarak yer almaktadır. Planlamanın bu cinsiyetçi yapılı çevrenin üretimindeki
konumu, değişen planlama paradigması ile birlikte tartışılacaktır.
Çalışmada, Türkiye örnekleri incelemelerinde, 1980 sonrasındaki döneme
odaklanılmıştır. Bunun bir sebebi, konuyu sınırlandırarak daha verimli bir
çalışma kurgulamaktır. Bir diğer sebebi ise, 1980 yılının dünya genelinde ve
özellikle Türkiye içinde doğal bir kırılma noktasına tekabül etmesidir.
Çalışma içerisinde öncelikle toplumsal cinsiyete dair teorik bir çerçeve ve
kavramsal çalışma arkasından alan incelemesi gelmektedir. Bu bağlamda,
yüz yüze yapılan mülakatların yanı sıra, kaynak gösterilerek daha önce
yapılmış olan mülakatlara da yer verilmiştir. Ayazma örneğinde, Özgür Sevgi
Göral’ın mülakatları yer almaktadır.
Kentler; cinsiyet, yaş, köken, inanç, sosyal ve ekonomik anlamda çok farklı
grupların bir arada yaşadığı, sürekli değişim içerisinde olan dinamik
mekânlardır. Bu çok kimlikli yapı kentsel hayatı ve kültürel yapıyı
zenginleştiren en önemli öğelerden birisidir. Fakat özellikle son yıllarda artan
bir şekilde, kentler yoğun bir saldırıya maruz bırakılmakta, yaşam alanları
daraltılmakta, kentlerdeki mevcut farklı yaşam pratikleri kültür mozaiğinin bir
parçası olmak yerine bir ayrımcılık aracına dönüşmektedir. Temeli ne olursa
olsun yapılan tüm ayrımcılıklar gibi, cinsiyet haklarının istismarı da temel bir
insan hakları ihlalidir. Şehir plancısının görevlerinden birisi de, insan
haklarının ihlaline yol açan düzenlemelere karşı durmak ve ‘eşitlik’ ilkesi
çerçevesinde kentte yaşayan bireylere tüm kentsel hakların cinsiyet, yaş,
köken, inanç, sosyal, ekonomik ve politik ayrım gözetmeden, fiziksel veya
zihinsel özürlerine bakılmadan; eşit olarak sunulmasını sağlamaktır.
İstanbul son otuz yılda geçirdiği muazzam değişimle, özellikle de dünya
piyasasına eklemlenme hırsını ve iddiasını arttırdığı son on yıllık grafiğiyle
“dünya kenti” olmanın temel eğilimleriyle uyumlu, önemli bir dönüşüm
geçirmektedir. Şehir ekonomik gelişmişliği ile ele alındığında, erişim ve etki
x
bakımındn Türkiye sınırları dışın çıktığı ve dünyaya uzandığı görülmektedir.
Bu “dünyaya uzanma” hali, İstanbul’un finans, emlak, danışmanlık gibi hizmet
sektörüne ilişkin etkinliklerinin artması, kent merkezindeki bazı bölgelerin öne
çıkması ile kentsel arazilerin metalaşma hızının artarak fiyatlarının hızla
yükselmesi sonucunu doğurmuştur. Bu durum, aynı zamanda kent mekanı
üzerinde de bir ayrışmayı getirmiştir. Kent alanına ve kentlilerin yaşam
şekillerine doğrudan ciddi müdahaleler yapılmaktadır. 90’lı yıllar boyunca
gündemde olan gecekondu yıkımları 2000’li yıllarda bu kez kentsel dönüşüm
projeleri ekseninde yeniden gündeme gelmektedir. Bu süreç içerisinde kent
merkezlerinde ve çevrelerindeki mahallelerde yapılan “kentsel dönüşüm
projeleri” önemli bir müdahale aracı olarak öne çıkmaktadır.
Bu müdahaleler, kentin bütününde çok farklı çevreleri bir araya getirebilecek
güçte bir direnç yaratmış, bu durum da kentsel muhalefet kavramını ortaya
çıkarmıştır. Kentsel muhalefet, pek çok farklı yerel/ulusal örgütlenmelerle ve
yaratıcı yollarla temelde ‘kent hakkı’nın savunulması yolunda mücadele
etmektedir. Kentsel dönüşüm projelerine karşı bu örgütlenmenin ve
mücadelenin verildiği en önemli platformlar, kent hareketlerinin içinde de
büyük bir role sahip olan mahalle dernekleridir. Projelere karşı bilgilenme,
itiraz etme veya alternatifler üretme süreçleri, çoğunlukla akademisyenler ve
sivil inisiyatifler tarafından desteklenmekte olan mahalle dernekleri çatısı
altında gerçekleşmektedir.
Çalışmanın amacı, kentsel hareketleri ve kentsel muhalefet dinamiklerini
mercek altına alırken, toplumsal cinsiyet temelli bir yaklaşım benimsemek ve
bu yapılar içindeki toplumsal cinsiyete dayalı oluşumları incelemektir.
Toplumsal cinsiyet çalışmaları, diğer pratiklerden ayrışarak din, etnisite, göç,
statü, sınıf, yaş ve benzer kıstaslar ve değişik alanlarla gündelik hayat
ilişkilerindeki kesişimi ile bize yerel sosyal, politik ve ekonomik dinamikler
hakkında bilgi verme imkânına sahiptir. Kent mekanının farklı kullanıcı
grupları, aynı zamanda farklı toplumsal cinsiyet gruplarıdır. Bu grupların kimi
zaman mekan ile ilişki kurmak şöyle dursun, mekan içerisinde var
xi
olabilmeleri bile bir mücadele öyküsüdür. Bu nedenle, toplumsal cinsiyet
hareketleri, kent hareketleri ile çoğu zaman ortaklaşa amaçlara sahip, kent
planlamasının önemle üzerinde durması ve gerek teori gerek pratik
uygulamalar esnasında temel perspektif olarak benimsemesi gereken bir
konudur.
Toplumsal cinsiyet çalışmalarının en önemli ayağını kadın çalışmaları
oluşturmaktadır. Bütün dünya genelinde öncelikle kadın hareketi ile başlayan
mücadele, daha sonra LGBTT bireylerini de kapsayarak, toplumsal cinsiyet
çalışmaları adını almış ve literatürde bu şekilde kullanılmaya başlanmıştır.
Daha sonrasında ise, erkeklerin toplumsal cinsiyet yapılanması içerisindeki
yerleri ve kendi hak mücadeleleri de kavramsallaşarak konuya dahil olmuş,
böylelikle toplumsal cinsiyet çalışmaları toplumdaki tüm farklı cinsiyet ve
cinsellikleri kapsar hale gelmiştir. Bu çalışmanın devamında, ‘toplumsa
cinsiyet’ kavramı altında genel olarak tartışılacak ve araştırılacak olan kadın
hareketi ile birlikte LGBTT oluşumlarıdır. Kimi zaman feminist bakış açısı ve
kadın hareketi konunun merkezinde daha çok konumlansa da, esas yaklaşım
daha bütünleştirici ve kapsayıcı bir söylem ve hareket olan ‘toplumsal
cinsiyet’ yaklaşımıdır. Erkeğin toplumsal cinsiyet çalışmaları içerisindeki
yerine ise, bir ara başlık verilerek değinilecek, fakat çalışmanın bütününde
görünür olmayacaktır.
Çalışmanın kentsel muhalefetin bütünündeki toplumsal cinsiyet örüntüsünü
gibi büyük bir iddiası yoktur. “Yerel örgütlülükler” olarak tanımladığımız
mahalle dernekleri üzerinden, toplumsal cinsiyet bakışıyla bir inceleme
yapılacaktır. Bu inceleme, sözü geçen dernekler içindeki toplumsal cinsiyet
dinamiklerine dair sorular sorabildiği ve temel bulgulara ulaşabildiği ölçüde
başarılı sayılacaktır. Aynı zamanda, kent hareketleri ile toplumsal cinsiyet
hareketlerinin birbirleriyle olan organizasyon ve entegrasyon durumları da
incelenecek, bu iki hareketin ortaklaştığı durumlar saptanacaktır.
Bir gün, farklılığının kutuplaşmış ikileminde kalmış cinsiyetlendirilmiş
mekanları ve kavramları değil de, tüm bunları cinsiyetsiz körü, nötr bir
yaklaşımla ele almak mümkün olacaktır. Fakat o güne kadar, mekanları
xii
analiz etmek için cinsiyet temelli bir perspektif kullanmanın, ayrımcılığı
engellemeye giden yolda kullanılabilecek ön önemli araçlardan biri olduğu
yadsınamaz bir gerçektir.
13
1. KENTSEL HAREKETLER VE PLANLAMA
Kentsel hareketler, özellikle son yıllarda kentlerin maruz kaldığı değişimlerin
tetikleyerek ortaya çıkardığı, müdahalelere karşı savunmacı karakterdeki
hareketlerdir. Birinci bölüm içerisinde, özellikle ‘kent hakkı’ kavramı ile
ilişkilendirilerek, kentsel hareketlerin kavramsal arka planı, gelişim ve
örgütlenme biçimleri ve planlama paradigmasının değişimi ele alınacaktır.
1.1. Planlama Paradigmasının De ğişimi
Planlama disiplinin anahtar kelimesi olan kamusallığın, günümüzde sermaye
baskısı altında olduğu görülmektedir. Planlama ve bu disiplin içerisinde yer
alan teknik sorumluluk sahiplerinin konumları, ilişki biçimleri ve karar verme
süreçleri değişmektedir.
Kent planlaması kavramının, özellikle 19. yüzyılda, fiziki tasarım
çözümlemelerinin ötesinde, beşeri yerleşmelerin sosyal ve fonksiyonel
kaygılarına cevaplar bulmak için ortaya çıktığı bilinmektedir. Oysa ilk
aşamalarda, kent planlaması, yüklenmesi gereken bu sorumluluklarının
dışında, kentsel tasarımda da yer bulan çoğu mevcut yaklaşımlarla aynı
kulvarda yer alarak, oluşmuş, kentsel çevrelerin fiziki planlama meselelerini
ön plana çıkarmıştır. Zaman içerisinde, devlet tarafından benimsenen sosyo-
ekonomik politikalar çerçevesinde planlama disiplinin söylem ve eylemlerinde
bir takım değişiklikler gerçekleşmiştir. Bu değişiklikler planlama
paradigmasının zamanla evrilmesine neden olmuştur. Bu nedenle, planlama
anlayışının ve planlama kuramının geçirdiği evrim, genel olarak Tarık
Şengül’ün makalesinde yaptığı üzere, modernite ve postmodernite olarak
tanımlanan iki dönem içerisinde incelenecek ve paradigmanın değişimi de bu
dönemlere paralel olarak tartışılacaktır. (Şengül, T. 2007)
Modernite dönemi, erken modernite dönemi kent planlaması (modern öncesi
şehircilik) ile başlamaktadır. Modern öncesi şehircilik dönemi, kent
planlamasının kent mimarlığı olarak ele alındığı, Hausmann’cı akımın da
etkisiyle güzel kent ve bahçe kent hareketlerinin ortaya çıktığı dönemdir.
Planlama, kenti fiziksel bir nesne olarak ele almış, toplumsal sorunlar göz
14
ardı edilerek fiziksel bağlamın biçimlendirilmesi düşüncesi ile uygulanmıştır.
Diğer bir deyişle, kapitalist kente ilişkin eşitsizlikler ve sorunlar mekânsal
düzlemde sorun olmaktan çıkarılmakta, yaşanılabilir kentlerin yaratılması
hedeflenmektedir. Ancak fiziksel planlama, zaman içerisinde modern kentin
derin toplumsal çelişkilerini çözmekte yetersiz kalmıştır. Toplumsal ilişkileri
sorgulamadan mekânsal yapıları değiştirmenin yetersiz kalacağı, bu dönemin
planlama anlayışına yöneltilen önemli eleştirilerden biridir. Diğer bir
eleştiriyse, söz konusu yaklaşımların yukarıdan aşağıya gerçekleştirdiği
toplum ve mekân tasarımına yöneliktir. Dönemin kuramı, belirli bir sosyo-
mekânsal tasarımı tüm topluma empoze etme anlayışındadır ve mevcut
yapıları hemen hiç gözetmemektedir. Yapılan eleştirilerin de etkisiyle,
1930’lardan itibaren, kentin iktisadi ve sosyal boyutlarını da dikkate alacak
şekilde kapsamı genişlemiş ve modern şehircilik dönemine geçilmiştir.
Modern şehircilik döneminde, akılcı-kapsamlı-geleneksel planlama anlayışı
hâkimdir. Kent planlaması, sanayi devriminin üretimine adanmış bilinçsiz
kentsel gelişmenin düzenleyicisidir. Kapsamlı planlama anlayışı, kamu yararı
kavramını eylemlerinin merkezinde konumlamıştır. Kamu yararının
korunması ilkesi planlamanın tüm eylemlerini meşru bir temele oturtmaktadır.
Planların uzun erimliliği ve geniş kapsamlılığı esastır. Bu dönemde
işlevselciliği kullanan kent planlama, gerçek kentsel doku ve biçim
verememiş, planlama ve mimarlık arasında bir gerilim yaratmıştır.
Kapsamlı planlama anlayışının uygulamada ortaya çıkan sorunlar, gerek
akademik gerek planlama kurumu içindeki bir kesimi, toplumda yer alan farklı
gruplar arasındaki eşitsizliklere işaret etmeye itmiştir. Bu noktada, soyut bir
kamu yararı kavramı, yerini planlamanın her kesimi eşit olarak gözetmesine
ve birbirinden farklı grupların eşit olabilmesi için çıkarlarının ayrı ayrı
gözetilmesi anlayışına bırakmıştır ve savunucu planlama anlayışı doğmuştur.
(Davidoff, 1965) Bu anlayış, plancıyı planlama sürecinden dışlanan ve
sonuçlarından etkilenen kesimlerin sözcüsü ve temsilcisi olmaya
yönlendirmiştir. Bu yaklaşım, kapsamlı planlama anlayışına getirdiği somut
eleştiriler karşısında belirli adımlar atmış ve planlama kuramında ilk defa
15
henüz bireysel olmasa da belirli grupsal hakları dile getirerek bir değişim
yaratmıştır.
Bu planlama anlayışına liberal/yeni sağ kesim tarafından getirilen eleştiri,
kamu yararı merkezli anlayışın bireyin üzerine toplumu koyarak bireysel
özgürlükleri ve girişimciliği sınırlamakta ve ortaya baskıcı bir toplumsal yapı
ve planlama pratiği çıkarmakta olduğu yönündedir. Buna göre planlamanın
tümüyle terk edilmesi ya da sınırlı güçleri olan bir yapıya dönüştürülmesi
öngörülmektedir. Modernizm dönemi planlama paradigmasına yapılan bir
diğer eleştiri de, bu anlayışın farklılıkları bastıran yukarıdan aşağıya bir
planlama dinamiği oluşturmasına yöneliktir. Buna çözüm olarak planlamanın
terk edilmesinden ziyade, kendi özünde tekrar yapılanması ve bünyesinde
farklılıkları barındıracak bir yapıya gelmesi gerekmektedir. Bu da,
postmodernizm dönemi oluşan planlama anlayışına işaret etmektedir.
Dünyada, özellikle, gelişmiş kapitalist ülkelerde, 1980’lerden itibaren yaşanan
küreselleşme süreci ile birlikte kentlerde çok ciddi ekonomik, sosyo-kültürel,
mekânsal ve politik değişimler söz konusudur. Bu değişimler kent planlaması
üzerinde de görülmektedir.
Modernist planlama pratiğinin, mekâna ilişkin karar verme süreçlerinin,
özellikle mekâna bakışının eleştirilmeye başlanması ile birlikte, pek çok
alanda ortaya çıkan postmodern kategoride ele alınabilecek eleştirilerle
birlikte planlamadan ayrı, mekana bakışı ve ele alışı değiştirmeyi öngören
yaklaşımlar ortaya çıkmıştır. Planlamanın gerekliliğini reddetmeyen, ancak
sivil toplum merkezli, aşağıdan yukarıya örgütlenmiş bir planlama anlayışını
savunan orta yolcu bir anlayışın son yıllarda giderek yaygınlık kazandığı
görülmektedir. Bu noktada, modernite eleştirisi yapılmakla birlikte, modernite
projesinin tümüyle reddedilmesi söz konusu değildir. (Habermas, 1984) Sivil
toplum merkezli müzakereci planlama anlayışının gelişiminde kamusal alanın
dönüşümü kavramı da yer almaktadır. Habermas’a göre, kamusal alan
iletişimsel rasyonalitenin kurulduğu alandır. Bununla birlikte bu alan giderek
artan bir biçimde devlet tarafından denetim altına alınmış ve daraltılmıştır.
16
Demokratikleşme ancak bu alanın genişletilmesi, diğer bir anlatımla devletin
baskıcı uygulamalarının dışına çıkartılmasıyla olanaklıdır.
İletişimsel planlama, farklı grupların belirli bir planlama sorunu etrafında bir
araya gelerek müzakere etmesi fikrini esas almaktadır. (Healey, 1993 akt.
Gedikli, 2007) Bu süreç içerisinde plancılar bir moderatör görevi görmektedir.
Böylece planlama, topluma kendi algıladığı çerçevede bir planı dayatmak
yerine, diğer gruplar gibi dinleyen, farklı talepleri anlamaya çalışan,
farklılıkların bir arada tartışılarak müzakere edilmesini sağlayan bir
konumdadır. Planlama süreci, sadece çıkarların çarpıştığı bir alan olmanın
ötesinde farklı kimliklerin ifade edilmesine olanak sağlayan, sadece kendimizi
değil diğerlerini de anlamamıza fırsat veren bir alana dönüşmektedir.
Küreselleşme süreci ulus-devletleri zayıflatırken yerel güçlerin önünü açan bir
işlevi üstlenmektedir. Yerel güçler ve inisiyatifler, bir sorun etrafında organize
olabilen çeşitli kentsel muhalefet grupları olabilmektedir. Yerellik ve yerel sivil
toplum öne çıkarılmakta, iktidar olgusu devlet merkezli olmaktan çıkıp toplum
merkezli bir anlayışla kavranmakta ve toplumdaki tüm kesimleri kapsamaya
çalışan yeni bir planlama paradigması benimsenmektedir.
Öne çıkmakta olan yerellik ve yerel sivil toplum, yeni örgütlenme biçimleri
oluşmasına neden olmuştur. Politik süreçlerde, ulusaldan uluslar arası
düzeye kadar pek çok kurum/örgüt rol almaya başlamış; yeni ağsal
yapılanmalar, ortaklıklar (ulus-aşırı örgütlenmeler, bölgesel-yerel işbirlikleri,
kamu sektörü/özel sektör/ sivil toplum ortaklıkları vb) ortaya çıkmıştır. Healey,
bu planlama sürecini aktif bir sosyal süreç olarak tanımlar ve bu süreçle
kurumlar arası ilişkilerin ve politika gündemlerinin dönüştüğünü belirtir. Ayrıca
bu yaklaşımın geleceği şekillendirmek için yeni yerel kurumsal kapasiteler
yarattığının altı çizilmektedir. (Healey, 1997. Akt. Gedikli, 2004)
1980’lerden itibaren planlama ile birlikte yerel yönetim yapılanmalarının ve
hakim paradigmaların geçirdiği dönüşümlere koşut olarak toplumsal cinsiyet
kavramının planlama pratiği içindeki rolü de değişmiştir. Planlama pratiği,
serbest piyasa koşulları içinde özel sektör ile kamusal alan arasında uzlaşma
sağlamaya çalışan bir yapılanmaya girmiştir. Daha önce de belirtildiği gibi,
17
planlamanın girmiş olduğu bu yeni yapılanma toplum içindeki tüm farklı
grupların haklarını talep edebildiği, haklarını talep ederken gösteri, yürüyüş
ve çeşitli eylemlere başvurabildiği bir yapıdır. Planlamanın görevi, tüm
grupların haklarını gözeterek, planlama sürecine dahil olmalarını sağlamaktır.
Bu durum, planlamanın karar alma süreçlerinde, üst ölçekteki politikaların
belirlenmesi aşamasında rol almasına yol açmıştır. Bu noktada kentsel
hareketler ve toplumsal cinsiyet hareketleri, özellikle erken modernite ve
modernite dönemlerinde olamayacakları bir şekilde, planlama sürecinin
taraflarından biri olarak kabul edilme çabasındadır. Değişen paradigma ile
birlikte yeni planlama anlayışı buna olanak verebilecek durumda olmasına
rağmen, süreç oldukça sorunlu olarak işlemektedir. Bu hareketler, süreçlere
dahil olabilmek ve seslerini duyurabilmek için çok ciddi bir çaba harcamakta,
buna rağmen kimi zaman kasıtlı olarak karar alma süreçlerinin dışında
bırakılmaktadırlar. Ya da sürece dahil olabildikleri bazı durumlarda, sorun
basite indirgenerek tarafların birbirlerini dinlemeleri ve anlaşmaları düzeyine
indirgenmektedir. Bu durum da, yalnızca kağıt üzerinde kalan bir katılım
sağlamakta ve sürece göreceli olarak da olsa dâhil olmalarına rağmen talep
ettiklerini alamamaları halinde ne olacağı sorusunu ortaya çıkarmaktadır.
Fakat netice olarak, kentsel hareketler ve toplumsal cinsiyet hareketleri
varoluşları ve süreçlere yaptıkları müdahalelerle planlamanın
demokratikleşmesine çok büyük katkılar koymaktadır.
1.2. Kentsel Muhalefet
Kentler, 1980 sonrasında neoliberalizm etkisi ile sermayenin kent toprağına
hücum etmesinin bir sonucu olarak, daha önce bu kadar şiddetli maruz
kalmadıkları bir saldırıya maruz bırakılmışlardır. Genel olarak, nüfus artışı ve
kırsal kesimden büyük kentlere göçün beslediği hızlı ve plansız kentleşme,
düzensiz endüstrileşme, yetersiz ekonomik gelişmenin sonucu olarak ortaya
çıkan eşitsizlikler, özellikle doğal ve yapay çevrenin hızla tahrip edilmesini
ifade eden çevre sorunları ve kapitalist düzenin yarattığı çatışmalar özellikle
azgelişmiş ülkelerdeki kentsel çelişkilerin kaynaklarıdır. Özellikle 1980
sonrasındaki dönemde planlama paradigmasının da değişimi ile, kentlere
18
yapılan müdahaleler hız kazanmış, bu müdahaleler de kentteki eşitsizlikleri
ve çelişkileri artırmıştır.
Kentsel muhalefet, yapılan bütün bu müdahalelere karşı olarak ortaya çıkan
genel bir irade olarak ele alınmalıdır. ‘Kent Hakkı’nı savunmaya yönelik
refleksif bir karşı duruş, kentsel muhalefetin özünü oluşturmaktadır. Bu
bağlamda kentsel muhalefet farklı yöntemler, gruplar ve hareketler içermekle
birlikte, ortak akla sahip, tek bir amacı olan, tek noktaya saplanan bir yapı
olarak düşünülmelidir.
Kentsel muhalefetin özneler, genel olarak aşağıdaki gibi sıralanabilmektedir;
Meslek odaları; 1980 sonrasında özellikle hukuki süreçler üzerinden
üzerinden kentsel muhalefete başlayan meslek odaları hala aynı kararlılıkla
ve zaman zaman mesleki ve meslek insanına yönelik mücadelelerini
sürdürüyorlar.
Sivil toplum kurulu şları; Sayıca az ve yetersiz durumda olsalar da zaman
zaman daha güçlenerek faaliyetlerini sürdürüyorlar. Uluslararası sivil ağlara
olan entegrasyon, sivil toplumun etkinliğini artırıyor.
Sivil inisiyatifler; son dönemde etkili olan akademisyenler, öğrenciler,
uzmanlar ve vatandaşlardan oluşan ve sivil toplum kuruluşlarının eksiğini
kapatma yolunda ilerliyorlar.
Mahalle dernekleri; Yerel süreçlerde en önemli özneler olması gereken
mahalle dernekleri, genellikle sivil toplum ve inisiyatiflerle birlikte hareket
ediyor.
Üniversiteler ve Medya; Özellikle konuya yaklaşımlarındaki farklılıklar,
muhalefete yaptıkları katkı ve kendi aralarındaki bölünmüşlük aslında kentsel
muhalefetin seyrini ciddi şekilde etkileyebiliyor.
Kentsel muhalefetin ortaya çıkardığı kentsel hareketin kendi dinamikleri
doğrultusunda yeni aktörler süreç içine dahil olabilmekte ya da bir kısım
aktörler diğerlerinin önüne geçebilmektedir.
19
Yukarıda sayılan özneler temel olarak, bireysel veya grup olarak kent
hareketlerinin içerisinde yer almakta ve son dönem kent politikaları ve
uygulamalarına kendisini muhalif olarak tanımlamakta, yaratılan
adaletsizliklerden, eşitsizliklerden, mağduriyetlerden, kamu yararı
eksikliğinden, gayrimeşru çıkar ilişkilerinden bir şekilde mağdur durumda
bulunmakta veya kendi dünya görüşü ve mesleki eğitimi çerçevesinde
kendisini yanlış olanın karşısında durmak zorunda hissetmektedir. Fakat
temel kaygıların ortaklığı, hareketler ve mücadele biçimlerinde biraradalığın
garantisini veremez.
Kentsel hareketler içerisinde yer alan yukarıda sayılan çeşitli aktörlerin
eyleme geçme şekilleri hedeflerine ve hedeflenen kitlelere ilişkin bir tercihtir.
Kentsel hareketlerin serbest ve katılıma açık örgütlenme biçimi, hareketlerin
her birinin özgün birer deneyim olmasını sağlamakla birlikte, hareketlerin
kalıcı ve sürekli bir etkisinin olmasını da etkileyebilmektedir. Eşitsizlik,
adaletsizlik, mağduriyet gibi hallere karşı koymak temelinden hareketle, bu
karşı koyma şeklinin ucu oldukça açıktır. Bu durum, kentsel muhalefetin ve
kent hareketlerinin hem en güçlü hem de en güçsüz olan tarafıdır. Kesin
kural ve tanımlı bir örgütlülük şemasının olmamasının yarattığı durum,
mücadeleyi çeşitlendirmekte ve hemen her kesimden katılımcının kendisini
özgün bir biçimde ifadesine olanak sağlamaktadır. Bu da kentsel hareketleri
katılması daha kolay, daha renkli ve etkili bir yapıya getirmektedir. Sulukule
Çocuk Orkestrası, Gülsuyu Gülensu Çocuk Atölyesi, Başıbüyük Mahallesi
okuryazarlık kursu, Sulukule Futbol Turnuvası gibi çalışmalar bunlara örnek
olarak verilebilmektedir. Bu girişimler kentsel hareketlerin bir parçası olarak
hem gündem oluşturan, mağduriyetleri azaltan, hem de kimi zaman bireysel
olarak bir kişinin girişimiyle ortaya çıkan ve aktivistlerle yerel halkı buluşturan
hareketlerdir.
Kentsel hareketler bakımından bu durumun olumsuz sonuçları, bir arada
hareket edebilme kapasitesinin zayıflatması, hareketlerin öne çıkan bireyler
üzerinden şekillenerek devamlılığının tehlikeye girmesini ve seslerin
cılızlaşması şeklindedir.
20
Kentsel muhalefetin asli görevini Yalçıntan, ‘Bourdieucu bir yaklaşımla oyun
alanını genişletmek ve demokratikleştirmek üzere mücadele etmek’ olarak
tanımlamaktadır. Bunun için de, kentsel muhalefet içerisinde yer alan
grupların ortak değerler üzerinde mutabakat sağlayarak güçlerini
birleştirmeleri ve bunun neticesinde kentsel toplumsal hareketlerin aynı
tabandan çıkarak ortak hareketler gerçekleştirmeleridir.
1.3. Kentsel Hareketlerin Dayana ğı: Kent Hakkı
Son dönemlerde özellikle büyük kentlerde çeşitli nitelikteki toplumsal
gerilimlerin zaman zaman çatışma boyutuna ulaşarak yaygınlaşma eğilimi
gösterdiği gözlenmektedir. Özellikle kentsel eşitsizliklerden kaynaklanan
gerilimlerin bir takım hareketler oluşturduğu ve bu hareketlerin birbirinden
farklı talepleri, farklı biçimlerde ifade eden hareketler olduğu da
söylenmektedir.
Kentsel hareketlere temel veren kavram, Lefebvre tarafından ileri sürülen
“kent hakkı” kavramıdır. Lefebvre henüz küreselleşmeden bahsedilmeyen bir
dönemde ortaya attığı bu kavramı, bütün kent ve kentleşme süreçlerini
belirleme/kontrol etme hakkı olarak tanımlamıştır. Kentsel hareketlerin
tamamının temelini aldığı nokta aslında budur. Kentsel hareketler, yaşam
alanları üzerindeki kontrolün devlet ve sermayeden kent insanına geçişini
amaçlar. Lefebvre’ye göre, kent hakkı üzerinden kentsel karar
mekanizmalarının yeniden yapılanması ile bütün kent yaşayanları kentsel
siyaset içerisinde yerini alacak ve yaşam çevrelerini etkileyen kararlarda söz
sahibi olacaklardı. Lefebvre, kent hakkını gündelik hayatla da ilişkilendirerek,
anların ve yerlerin eksiksiz kullanımını sağlamak üzere kentsel yaşama,
yenilenmiş bir merkeziliğe, karşılaşma ve değiş tokuş mekânlarına, yaşam
ritimleri ve zaman kullanımlarına erişim ve bunları yaşayanların isteğine göre
değiştirme hakkı olarak açıklamaktadır.
Son yıllarda kentsel hareketlerin güçlenmesiyle ve muhalif yapının etkinliğinin
artmasıyla, kent hakkı üzerindeki devlet ve sermaye kontrolüne karşı çıkışlar
güçlenmektedir. Fakat değişen dinamiklerin etkisi aynı zamanda kent hakkı
21
kavramını da tekrar tartışmaya açmaktadır. Bu bağlamda, David Harvey’in
makalesi yerel siyasetin geleceği açısından Lefebvre’in üzerine yeni açılımlar
sağlamaktadır. Harvey’e göre kent ve kentleşme süreçleri artı değer
kullanımının ana kanallarından birisi haline gelmişse, kent hakkı, bu artı
değerin kullanımı üzerinde demokratik bir yönetim kurmak anlamına
gelmelidir. Kent hakkı, kentsel kaynaklara erişime yönelik bireysel
özgürlüklerin çok ötesinde kenti değiştirmek suretiyle kendimizi değiştirme,
kendi geleceğimizi belirleme hakkıdır. Harvey, bu hakkın bireysel değil ortak
bir hak olduğunun altını çizer ve en kıymetli ama en çok ihmal edilen insan
hakkı olduğunu ilan etmektedir.
Harvey’e göre kent hakkı bugün küçük bir siyasal ve ekonomik elit grubun
elindedir ve geri kazanılması gerekir. Bu geri kazanma sürecinde kent hakkı
kavramı üzerinden birlikte muhalefet olasılığını tartışır. Kentleşme
süreçlerinde artı değer üretimi ve kullanımı üzerine odaklanan ve bunun
kimler tarafından yönetileceğini sorgulayan kent hakkı kavramını, geniş bir
toplumsal hareketin inşası için kent hakkının demokratikleşmesini sağlamak,
kentsel mekânı almak ve yeniden üretmek, kamusal alanları yeniden
kazanmak / korumak üzere çalışan bir slogan ve politik bir ideal olarak
tanımlar.
Turner ‘kentli hakları’ kavramını tartışarak bu kavramın geleceğinin ulus
devletin geleceğine bağlı olduğunun, bu hakların gittikçe daha fazla önem
kazandığının, bireyin ve farklı talepleri olan grupların devlet otoritesi
karşısında korunmasının mevcut hak anlayışının çoğu zaman yetersiz
kaldığını belirtmektedir. Turner, bugünün dünyasında kentli hakları
kavramının yerini insan hakları kavramının almasını önermektedir. (Turner,
1993, akt. Erder 1997)
Kent hakkı kavramına dair yapılan çalışmalar derinleştikçe, toplumsal cinsiyet
temelli bir perspektif kadının kentli haklarını ayrı bir başlık altında incelemeye
başlamıştır. Bu konudaki temel söylem, kadınların aile içinde sorumlu
tutulduğu hizmetlerin (yaşlı ve çocuk bakımı başta olmak üzere) gerçekte
kamusal hizmetler olduğu ve devletin bu hizmetleri karşılayabilecek bir sosyal
22
politika benimsemediği takdirde kadının kentli haklarının sağlanamayacağı
yönündedir. Bu hizmetlerin devletin çeşitli araçları tarafından sağlanması,
mevcut durumda sağlanmakta olan hizmetlerin kadınların daha çok
yararlanabileceği şekilde yeniden düzenlenmesi ve kentsel hizmet ve
olanakların mahalle ölçeğinde yaygın olduğu bir yapının yaygınlaşması
gerekmektedir. Bunu sağlamanın temel araçlarından biri, mahalli ve yerel
örgütlenmelerde kadınların temsiliyetinin artırılması ile birlikte kadınların ev
içinde ve kent yaşamında konumunun güçlendirilmesidir. Kuşkusuz, sayısal
temsil önemlidir, ama daha da önemlisi idari, kurumsal ve mali düzenleme ve
uygulamaları içeren bir ulusal politik eylem programı gereklidir. Bu konuda
ancak belirli bir yol alındıktan sonra, Turner’ın bahsettiği gibi kavramsal
çerçevede ‘kadın’, ‘erkek’ ya da ‘kentli’ gibi sıfatlar yerine ‘insan’ kullanılması
mümkün olacaktır.
1992 yılında, Avrupa Yerel ve Bölgesel İdareler Daimi Konferansında
(AYBİK) Avrupa Konseyi tarafından kabul ve ilan edilen Avrupa Kentsel Şartı,
kentli haklarını tanımlayan önemli bir uluslar arası belgedir. Belgedeki kentli
hakları; genel olarak güvenlik, kirletilmemiş sağlıklı bir çevre, istihdam, konut,
dolaşım, sağlık, spor ve dinlence, kültürler arası kaynaşma, kaliteli bir mimari
ve fiziksel çevre, işlevlerin uyumu, katılım, ekonomik kalkınma, sürdürülebilir
kalkınma, mal ve hizmetler, doğal zenginlikler ve kaynaklar, kişisel gelişim,
belediyeler arası işbirliği, finansal yapı ve mekanizmalar, eşitlik başlıkları
altında tanımlanmaktadır.
Kentin neo-liberalleşmesi, ilerici kentsel hareketler için birçok yönden daha
düşmanca bir çevre yaratırken, kentsel protesto için daha küresel bir anlayışa
da yer açmış ve kentsel hareketlerin bir kısmını ‘Kent Hakkı’ sloganının
şemsiyesi altında yenilenmiş bir birleşmeyle üretmiştir.
1.4. Kentsel Hareketlerin Ortaya Çıkı ş ve Örgütleni ş Biçimleri
Kentsel hareketler, kentsel muhalefetin kendini bir ifade aracı olarak ortaya
çıkmış, pek çok farklı çıkar grubunun; etnik, dinsel, konut grubu, göçmen
grubu gibi sınıfsal olmayan karmaşık katmanların farklı eksenlerde, farklı
23
nitelikteki talepler için bir araya gelerek oluşturdukları hareketlerdir. Kent
hareketlerinin kendine özgü karakterleri ve mücadele biçimleri vardır. Kent
hareketleri gücünü bu tanımlı olmayan örgütlü yapısından ve her bir
hareketin yeni deneyimlere fırsat vermesinden almaktadır. Kent
hareketlerinin, genellikle bir sorun karşısında savunmaya geçen, soruna
maruz kalan kesimin yanı sıra toplumun çeşitli duyarlılıklar taşıyan
kesimlerinin ilgisini de çekmeye başlamasıyla katılımcıları oldukça
çeşitlenmiştir. Özellikle mağdurların hakları konusunda duyarlılık geliştiren
çeşitli toplumcu platformlar, akademisyenler, araştırmacılar ve gönüllü
bireyler bu sürece tanıklık etmek, destek vermek, mahallelinin kendi
söylemini oluşturmasında cesaretlendirici olmak, kimi zaman teknik
bilgileriyle aracılık ya da tercümanlık etmek üzere mahalledeki çalışmalara
katılmaktadır.
Geniş tabanlı kentsel hareketlerin ilk dalgası, 1960’ların hareketlerinin
doğduğu dönemdeki birçok hareket gibi Fordizmin krizine tepki vermiştir.
Konut, kira grevleri, kentsel yenilemeye karşı kampanyalar (kentin Fordist
temelde bölünmesinin ve banliyöleşmenin getirdiği) bunlardan birkaçıdır.
Protestolar, hatta toplu ulaşım, çocuk bakımı ve diğer kamu
hizmetlerindekilere yönelenler bile, toplu tüketim kurumlarının kültürel
normlarını, fiyatını, kalitesini ve bu hizmetlerin tasarımlarında söz sahibi
olunamamasını konu almıştır.
Hareketlerin ilkeleri o dönemde Avrupa’da ‘şehri ele geçirmek’ temalı
sloganlarla (Continua, 1972, akt. Mayer, 2010) daha militanca
yürütülmekteyken, Kuzey Amerika’da daha faydacı olmuştur. Aynı zamanda
hareketin militanlarının kompozisyonu da farklıdır: Avrupa’da hareketlere;
öğrenciler, gençler ve göçmenler tarafından öncülük edilirken, ABD’de ise
daha çok Fordist zenginlikten dışlananlar tarafından oluşmaktaydı, özellikle
de Afro-Amerikalılardan. Fakat hem Kuzey Amerika hem de Avrupa hattı
boyunca duran ülkeler fabrikadan mahalleye yer değiştiren bir aktivizme tanık
olmuştur.
24
Hareketlerin ikinci safhası 80'lerin tasarruf politikaları yüzünden ortaya
çıkmıştır. Bu politika, ilk aşamalarında Keynesyen refah devleti ve onun
sosyal toplumcu kurumlarını geriletmek için sıkı çalışan neo-liberal
paradigmaya doğru küresel bir değişikliği başlatmıştır. Siyasetin neo-
liberalleşmesi, toplumsal sorunları tekrar kent hareketlerinin gündemine
yerleştirmiştir: artan işsizlik ve yoksulluk, bir ‘yeni’ ev ihtiyacı, toplu konut
mekânlarında yağmalar ve yeni dalga işgaller, kent hareketlerinin
görünüşünü değiştirirken yerel yönetimler problemlerini çözmek için yaratıcı
yollara başvurmaya başlamıştır.
Bu durum, kentsel hareketler ile yerel yönetimler arasındaki ilişkilerin, karşı
çıkıştan iş birliğine doğru uzanan bir şekilde yeniden yapılandırılmasına
sebep olmuştur. Planlama paradigmasının müzakereci bir anlayışa doğru
evrilmesi ile de birlikte, yerel yönetimler hem mali problemlerini hem de
meşruiyet problemlerini çözmek için mahalle tabanlı örgütlerin kolaylaştırıcı
potansiyelini keşfetmiş ve yerel hareketler de kendi alternatiflerini sağlam bir
şekilde yürürlüğe koyabilmek için stratejilerini ‘protestodan programa’ doğru
çevirmişlerdir. Bu değişim sonucunda, kira grevleri ya da sadece alışılan
türde gecekondu mahallesi çatışmaları yapan eski karşıt gruplar, 80'lerle
beraber kendilerince alternatif hizmetler geliştirmeye ve dağıtmaya
başlamıştır. Bu durum ve etkinlikler toplumsal hareketleri profesyonelleşmeye
ve işleyişlerini kurumsallaştırmaya teşvik etmiştir. Ancak, bu gelişme, bu
hareketlerin giderek artan rutinleşmiş uzlaşı mekanizmalarının dışında kalan
yeni örgütlenmiş gruplardan uzaklaşmalarına da sebep olmuştur.
Kentlerdeki toplumsal hareketlerin oluşumunda farklı düzlemlerde birçok
karmaşık yönetsel, siyasal ve toplumsal etkenin yarattığı gerilimlerin varlığı
söz konusudur. Bu hareketlerin bir kesimi ‘yerel’ bir kesimi ‘ulusal’ hatta bir
kesimi ‘küresel’ düzlemdeki eğilimlerin etkileşimi sonucu oluşabilmektedir.
Kentsel hareketler, bugüne kadar alışılmış çıkar grupları, siyasal parti
hareketleri gibi örgütlü hareketlerden farklıdır. Bu hareketler genellikle daha
gevşek gruplara ve ilişki ağlarına dayanmaktadır. Örgütlü politik grupların
yürüttüğü protesto hareketlerinden farklı olarak, karar alma yönünden çok
25
merkezli, katılımcıları yönünden ise üyelerden çok destekçilere ve
sempatizanlara dayanan hareketlerdir. Kentsel toplumsal hareketlerin sınıf
hareketleriyle ilişkisi ve farklılıkları konusu araştırmacılar tarafından bu
bağlamda ele alınmaktadır. Hareketlerin önemli özelliklerinden biri, siyasal
toplumun dışında kalan alanlarda, kendiliğinden oluşan enformel gruplar,
cinsiyet grupları, yerel gruplar gibi gruplarca gerçekleştirilmeleridir.
(Erder,1997)
Pakulski, bunu özellikle günümüzün karmaşık toplumlarında, toplumsal
çatışma dinamiklerinin daha çok çeşitlenmiş olmasına bağlamaktadır. Bu
bağlamda Pakulski, bu hareketleri toplumdaki çatışma eksenlerinin sınıf
çatışmalarının dışındaki alanlarda da yaygınlaşmasına bağlamaktadır. Ancak
Pakulski, bu hareketlerin kaynağında yatan çatışmaların, tıpkı sınıf
çatışmaları gibi, toplumlarda yaygın, kalıcı etkilerinin olabileceğinden söz
etmektedir. (Pakulski, 1993, akt. Erder 1997)
Fuentes ve Gunter Frank, genellikle bu tür hareketlerin ’adaletsizlik’
duygusuyla oluşan, saldırgan olmaktan çok kendi haklarını savunmaya
yönelik, kalıcı olmaktan çok geçici olan; katılımcıları arasında geçici olabilen,
bazen birbirini destekleyici bazen de birbiriyle yarışan, hatta çatışabilen
hareketler olduğuna dikkat çekmektedir. Fuentes ve Gunter Frank, bu
hareketleri, esas olarak devlet kurumlarının ve devletin gücünün birçok
bireysel ve toplumal talebi karşılamakta gittikçe yetersiz kalmasının bir
sonucu olarak görmektedirler. Dünyadaki ekonomik ve toplumsal gelişmeler
karşısında, devletin, bireyin haklarını ve isteklerini karşılamakta yetersiz
kalmasıyla canlanan bu hareketler, bir anlamda, kurumsal siyasal gücün
kullanımıyla ilgili kuralların-ya da ‘demokrasi’ kurallarının- değiştirilemsine
dönük taleplerin ifadesi olarak da kabul edilebilmektedir. (Fuentes ve Gunter
Frank, 1989, akt. Erder 1997)
Malcolm Waters, son dönemlerde dünyada yaygınlaşan bölgesel, yerel,
etnik, cinsiyetçi, kuşaklar arası, dinsel farklılık gibi çok çeşitli konularda
ortaya çıkan bu tür toplumsal hareketleri, daha çok tabakalaşmaya etkileri
yönünden incelemektedir. Waters’a göre, bugün dünyada iki yönlü bir süreç
26
yaşanmaktadır. Bir yandan işçi sınıfı hareketlerinin başarılarıyla elde edilmiş
birçok kazanım ‘eşitlik ve yurttaşlık hakkı’ olarak yerleşikleşmekte,
yaygınlaşmakta ve kitleselleşmekte; diğer yandan, devlet bütün bu talepleri
karşılamakta yetersiz kalmaktadır. Waters bu olgunun yaygınlaşmasında kitle
iletişim araçlarının çok önemli bir rol oynadığına işaret etmektedir. Waters
esas olarak evrenselci, insancıl, hak odaklı talepleri gündeme getiren bu tür
hareketlerin, çoğu kez kitle iletişim araçları yolunda birbirinden haberdar olan
kişi yada gruplarca kendiliğinden gerçekleştirildiğini belirtmektedir. Bu tür
hareketlerin ve grupların daha çok risk, ya da kriz gibi gerilim anlarında
ortaya çıktığını ancak özellikle toplumsal tabakalaşmaya etkileri yönünden
önemli dönüşümlere neden olduğuna işaret etmektedir. (Waters, 1994, akt.
Erder 1997)
Kitle iletişim araçlarındaki yaygınlaşma ve kentsel hareketlerdeki
küreselleşmenin, toplumdan topluma farklı sonuçlar doğurduğu açıktır. Ancak
bu sürecin ortak olan önemli bir sonucu siyasal, ekonomik ve toplumsal
hakları ifade eden kentli haklarının evrenselleşmesine neden olmasıdır.
Kentsel hareketlerin dönemsel olarak birbirlerinden farklılıklarını ve bu
farklılıkların nedenlerini anlamaya yönelik incelenecek önemli teorilerden biri
de Inglehart’ın ‘Değerler Değişimi’ teorisidir. Inglehart bu teoride, özellikle
1980 sonrasında yaşanan ve ‘Yeni Sosyal Hareketler’ olarak tanımladığı
hareketlerin dinamiklerini açıklamıştır. Inglehart, bu yeni sosyal hareketlerin
ortaya çıkışında, toplumun değerler sisteminin materyalist değerlerden
postmsteryalist değerlere doğru evrilmesinin rol oynadığı öne sürmektedir.
Inglehart’a göre bu evrilme süreci, bireylerin sosyal, ekonomik ve fiziksel
güvenlikten ziyade daha sağlıklı bir çevrede yaşamak, kendini ifade
edebileceği kanallar bulmak gibi yaşam kalitesine ilişkin vurguları öne
çıkarması ve kimlik temelli aidiyetlere yönelmesi şeklinde görülmektedir.
(Inglehart, 1981, 1990. akt. Feyda Sayan Cengiz) Örneğin, çocukluk yıllarını
savaş ve kıtlık içinde geçirmiş olan neslin ekonomik güvence ve güvenlik
ihtiyaçlarını ön plana alması, II. Dünya Savaşı sonrası dönemde göreceli
olarak refah içinde büyümüş olan neslin ise postmateryalist değerlere
27
yönelmesi beklenir. Elbette ki bu dönüşüm, bireylerin postmateryalist
değerler çerçevesinde güvenlik ve refaha önem vermediklerini değil,
kendilerini bu anlamda zaten güvende hissettiklerinin göstergesidir.
Inglehart’ın toplumsal hareketleri açıklamada değerler değişimini merkeze
koyan ve bu değişimi belirli bir refah düzeyine ulaşmakla açıklayan tezine
karşı çıkışlar bulunmaktadır. Giddens, bu hareketleri değerler değişiminden
ziyade, modernleşme ile birlikte anılan ‘ilerleme’ nosyonuna olan inancın
körelmesine ve modernleşmenin yaratmış olduğu bir takım hoşnutsuzluklara
bağlamaktadır. (Giddens, 1990, akt. Cengiz) Beck ise bu hareketleri
modernitenin yarattığı risklere karşı oluşan savunma motivasyonu ile
ilişkilendirmektedir. (Beck, 1992, akt. Cengiz) Pichardo ise değerler değişimi
tezini eleştirirken bu tezin ancak gelişmiş Batı ülkelerinde gerçekleşen sosyal
hareketleri açıklayabildiğini öne sürmektedir.
Bütün bu eleştiriler ile birlikte, değerler değişimi tezi toplumsal cinsiyet
bağlamındaki feminist hareket ile birlikte incelendiğinde daha anlamlı hale
gelmektedir. Toplumsal cinsiyet hareketi, küresel ve ulusal ölçekte temelini
kadın hareketi ve feminist hareketten alan, ilerleyen yıllarda farklı cins ve
cinsellikleri içine alacak bir perspektif geliştiren bir harekettir. Söylem ve
eylemleriyle kentsel hareketlerin de bir parçası haline cinsiyet hareketi,
zamanla birlikte kendi içerisinde değerler değişimi teorisinin işaret ettiği bir
evrim geçirmiştir. Bu hareket, kavramsal boyutu, kendi içerisinde geçirdiği
dönüşümler ve kentsel hareketler ile birbirlerine eklemlenme süreçleri
açısından daha detaylı olarak 2. Bölümde ele alınacaktır.
1.5. Kent Mekanında Belirlenen Cinsiyet Rolleri
Cinsiyet rolleriyle erkeklik ve kadınlık tanımlarının toplumsal olarak yeniden
yapılandırılması sürecinde mekânsal ayrışmalar ve mekanla ilişkiler kritik
önemdedir. Mekânı ve mekansal süreçleri cinsiyet ilişkilerini bütünleştirecek
biçimde yeniden düzenleyenler feminist kuramcılardır. Mekân tartışmalarıyla
kadının konumunu birlikte ele alıp çözümleyen ilk makale, 1973 yılında
Burnett tarafından yayınlanmıştır. Fakat bu konunun tekil bir ilgi alanı
28
olmaktan çıkıp şehircilik, planlama, coğrafya gibi çeşitli disiplinlerin yerleşik
bir bileşeni haline gelmesi 1980’leri bulmuştur. Bundan sonra da, cinsiyet
çalışmalarıyla mekan çalışmalarının tanışması, salt insan-çevre ilişkileri
alanındaki literatüre yeni bir içeriğin eklenmesi olarak kalmamış, cinsiyet
konumları, ilişkileri ve dinamiklerinin mekansal biçim ve süreçlerin temel bir
unsuru olduğu gerçeği kabul görmüştür.
Çağdaş feminizmin ve toplumsal cinsiyet hareketlerinin içinden doğduğu
toplumsal çevre olan 20. yüzyıl kenti de, öncelleri gibi, keskin bir biçimde
farklılaşmış toplumsal cinsiyet rollerini yansıtan ve güçlendiren bir yapıya
sahiptir. “toplumsal cinsiyetlere özel mekânsal bölünme” ile “kadınların
mekanı” ev ve komşuluk birimi ile sınırlanmış; “annelik ve karılık” temelinde -
üzeri örtülü olarak- tanımlanan kadınlar, erkeklerin kamusal çalışma
alanlarından yalıtılmış ve özel denen alana yerleştirilmiştir. (Alkan, 2009)
Giddens, ‘Sosyoloji’ adlı kitabında “seks” sözcüğünün fiziksel farklara
gönderme yaptığını, cinsiyetin erkek ve kadın arasındaki ruhsal, toplumsal ve
kültürel farkları dikkate aldığını vurgulamaktadır. Cinsiyete dair şartlanmaların
çocukluk hatta bebeklik yıllarına denk düştüğüne vurgu yapmaktadır. Erkek
bebeklere mavi, kız bebeklere pembe giydirilmesi, farklılaşan oyuncak türleri
(kızlar bebeklere, evcilik setlerine yönlendirilirken, erkeklerin silah, kılıç gibi
daha saldırgan, araba, uçak gibi daha teknolojik ya da mesleki oyuncaklara
yönlendirilmesi gibi), masallardaki kadın-erkek karakterleri toplumsal
cinsiyetin inşasında yapı taşlarını oluşturmaktadır.
Tarih boyunca kentsel alan içinde, kamusal alan/özel alan ayrımı, kadınlar
dünyasını özel alanla özdeşleştirerek kurulmuştur. Bu ayrıma karşı çıkışlar
da kadınların kamusal alanlarını ağırlıklı olarak batılı kamusal alan tanımları
üzerinden genişletmiştir. Fakat kent içerisinde bu pratikler, teoriden ayrılarak,
değişik kültürlerde özgün deneyimler ortaya çıkarmıştır. Türkiye’de kadınların
kent mekanını kullanımı, gerek hamam, türbe gibi bir yandan İslam kültürüne
ait mekanlarda gerçekleşirken, genel olarak daha mahrem alanlarda sınırlı
kalmaktadır. Yani kadınlar, kent mekânından dışlanırken aynı anda
kendilerine özgü kamusallıklar yaratmışlardır.
29
Kent mekânının keskin hatlarla cinsiyetlere göre ayrışmış durumda olmasının
nedenlerinden biri, toplumsal cinsiyet açıklamasının genel olarak biyolojik
farklılıklara indirgenmesinden kaynaklanmaktadır. Bu durum mekânsal
farklılaşmaların doğallaşmasına ve bir sorun olarak ele alınmamasına yol
açmaktadır. Normalleştirilen mekânsal sorunlar, doğal cinsiyet rollerinin
işlevselci paradigmaya rengini verdiği bir zeminde mekansal-işlevsel denge
kuramları üretmektedir.
Toplumsal cinsiyet rollerinin mekânı nasıl şekillendirdiğini anlamak için
sadece özel alandaki erkek egemenliğine değil, emek süreçlerindeki ve
kamusal alandaki egemenliğe de bakmak gerekir.
Bir taraftan, toplumsal cinsiyet rolleri etrafında tanımlanan kadınlık ve
erkeklik; kadını üretim ilişkilerinin içinde yer alsın ya da almasın, ev içinde
yeniden üretimi (çocuk, yaşlı, kocanın bakımı, ev içindeki işlerin organize
edilmesi ve düzenli bir şekilde sürdürülmesi) ve toplumsal hayatın ve üretim
süreçlerinin kesintiye uğramadan sürmesini sağlamaktan sorumlu tutar. Bu
rol, kadının kamusal alandaki varlığını sınırlandırarak, kadın olmaktan ötürü
yüklenen sorumluluk ve beklentilerin özel alana yani ev içi mekâna
hapsedilmesini de beraberinde getirir. Kent mekanının kullanımı erkeklere
terk edildiğinden, kadınların kamusal mekanda var oldukları yok sayılmakta,
hatta, kamusal mekanda vuku bulan şiddet eylemleri kadının yerinin ev
olduğuna işaret edilerek haklı çıkarılmaktadır. Diğer bir taraftan ise, LGBTT
bireylerin kamusal alandaki varlıkları ve toplumsal hayata katılmaları yine eril
tahakküm ile belirlenerek; gerek devlet gerekse diğer toplumsal kesimler
tarafından yok sayılma, dışlanma, ‘genel ahlakı’ bozduğu gerekçesi ile
şiddette maruz bırakılma ya da ikinci sınıf ilan edilmeye kadar varmaktadır.
Böylesi bir çerçevede, toplumsal cinsiyet rollerinin mekansal sonuçlarına
bakarsak, iki temel hattın geliştiğini söyleyebiliriz: Öncelikle, bu roller dışında
yer alan bireyler kent içinde varlıklarını sürdürebilecekleri gettolaşma olarak
adlandırılan bir arada yaşama eğilimi içine girerek, kent mekanının ortak
kullanımlarından kendilerini soyutlayarak yaşamak zorunda bırakılmaktadır-
lar. İkinci olarak ise, bu mekânlar aynı zamanda şiddetin doğrudan hedef
30
aldığı, kentin suç mekânları haline gelmekte ve toplumsal denetim ve
düzenin gösteri alanlarına dönüşebilmektedirler. Her iki durum da, iktidar
ilişkileri (devlet, erkekler) kent mekânının sunduğu ortak kullanım hakkını eril
tahakküm adına kadın ve LGBTT bireylerin elinden alarak, bu alanların hem
içini hem de dışını korkuyla denetlenmektedir. 1
2. KENTSEL HAREKETLER KAPSAMINDA TOPLUMSAL C İNSİYET
HAREKETLER İ
Önceki bölümlerde kentsel toplumsal hareketler, kuramsal olarak arka
planları ile birlikte ele alınmış, kentsel muhalefet ve kentsel hareketlerin
ortaya çıkış ve gelişme şekilleri ele alınmış ve bu bağlamda cinsiyet
hareketleri ile olan ilişkileri üst ölçekten kurulmuştur. Bu bölümde ise,
toplumsal cinsiyet kavramı detaylı olarak açıklanacak, kadın hareketleri ve
feminist hareket akabininde toplumsal cinsiyet hareketleri ve bu hareketlerin
geçirdiği değişimler incelenecek ve uzun yıllardır var olan cinsiyet
mücadelesinin hangi yönleriyle kentsel hareketlere eklemlendiği
açıklanacaktır.
2.1. Toplumsal Cinsiyet Kavramı
Toplumsal cinsiyet, bir analiz kategorisi olarak araştırma alanına sokulduğu
zaman, aynı olayları kadınların ve erkeklerin farklı deneyimledikleri,
toplumsal statülerinin – yani toplumdaki yerlerinin ve güçlerinin- farklı olduğu
ve dolayısıyla çıkarlarının farklı olabildiği gerçeği açığa çıkmaktadır. Bugün
birçok çağdaş araştırmacı, toplumsal cinsiyet tanımlamasının, kültür ve
toplumdaki en kritik ayrışma çizgilerinden birini oluşturduğunu ve pek çok
araştırmanın toplumsal cinsiyet dikkate alınmaksızın yapılamayacağını
saptamaktadır.
Feminist teorisyenler, özellikle 1980’lerden itibaren “kadın” kategorisi yerine
etkili bir analiz aracı olarak “toplumsal cinsiyet” kavramını kullanmaya
başlamışlardır.
1 Kaldırım Dergisi, 3. Sayısından yararlanılmıştır.
31
Pek çok feminist kuramcı, kuramsal arka çerçevelerini önemli psikanalizci
kuramcılardan almaktadır. Bu isimlerden en meşhurları, Freud ve Lacan’dır.
Özellikle Judith Butler, Nancy Fraser ve Drucilla Cornell’in kuramsal yazı ve
tartışmalar arasında bu isimlere sıkça rastlamak mümkündür.
Hem Freud’a hem de Lacan’a göre çocuk en başta cinsiyet farklılığını
reddetmektedir ve bu yüzden cinsel bir konum alamaz. Yani cinsiyet, yaşın
ilerlemesi ve aklın gelişmesiyle biçimlenen bir davranışlar bütünü, bir roldür.
Bireyin zaman içerisinde kazandığı bu rol, karakterinin ve davranışlarının
altındaki temel sebep halini alır. Buna karşılık, Simone de Beauvoir “kadın
olunmaz, kadın doğulur” sözü ile tartışmaya başka bir boyut getirmiş, cinsiyet
farklılıklarının, biyolojik niteliklerden çok daha öte anlamlar taşıdığına işaret
etmiştir.
Bu bağlamda toplumsal cinsiyet, geçmişten günümüze aktarılan çeşitli kodlar
ile karşılıklı toplumsal ve aile içi ilişkiler vasıtasıyla sürekli olarak yeniden
üretilen bir kavramdır.
Toplumsal cinsiyet çalışmaları, tüm dünyada öncelikle kadın hareketleri
temeliyle ortaya çıkmış, daha sonra kadın hareketlerinin tanım ve
kapsamının genişlemesiyle farklı cinsiyet gruplarını da ilgilendirmeye
başlamıştır. Kadın deneyimlerinin görünmezliği nedeniyle, bu görünmezliği
kırmak, kadınların seslerini duyurmak için, 1960’lı yıllara kadar toplumsal
cinsiyet çalışmaları ilk olarak kadın araştırmalarını akla getirmeleri doğal bir
olgudur. Fiziksel olarak eril ya da dişi olarak dünyaya gelinirken, fiziksel ve
davranışsal farklılıklar belirginleştikçe kadın, erkek ve LGBTT (lezbiyen, gay,
biseksüel, transeksüel) olmak üzere çeşitli toplumsal cinsiyete işaret eden
sıfatlar kazanılmaktadır. Doğuştan gelen farklılıklar, eril ya da dişi olma
durumu olan eşeyliğe (sex) işaret ederken, toplumsal ve kültürel kodlardan
gelen davranış farklılıkları, roller ve tanımlar toplumsal cinsiyet (gender)
kavramına işaret etmektedir2. Yaklaşık son yirmi yıllık sürede ise, toplumsal
cinsiyet çalışmaları kapsamında erkekliğe dair çalışmalar daha sık
2 Giddens, “Sosyoloji” adlı kitabında “seks”sözcüğünün fiziksel farklara gönderme yaptığını, cinsiyetin
erkek ve kadın arasındaki ruhsal, toplumsal ve kültürel farkları dikkate aldığını vurgulamaktadır.
32
yapılmaktadır. Deniz Kandiyoti, ataerkilliğin anlaşılabilmesi için merkezi bir
konum olan erkek kimliklerinin sorgulanması konusunda, o güne kadar
sistemli hiçbir çalışma yapılmamış olmasını açıklanması zor bir olgu olarak
tanımlamaktadır. (Kandiyoti, 1997)
Türkiye’de geleneksel olarak kabul edilen erkeklik kademesine varmak için
geçilmesi gereken dört temel aşama, sünnet, askerlik, iş bulma ve evliliktir.
Babalık konumu, sünnet olan, askerlik yapan, eli iş tutan heteroseksüel cinsel
deneyim sahibi erkek tarafından hak edilmektedir. Erkek olan birey, ancak bu
toplumsal cinsiyet kalıplarının içine girdiği zaman var oluşunu kabul
ettirebilmektedir. Erkek bireyin üzerinde toplumun tüm kesimleri tarafından,
çoğu zaman anne, eş, kardeş gibi yakın aile bireyleri de dahil olmak üzere,
uygulanan bir ‘güçlü olma’ ‘erkek adam olma’ baskısı vardır. Erkek için,
erkekliğini kanıtlamanın en önemli yolarından birisi budur. Güç ise aşağıdaki
gibi tanımlanmaktadır:
“Kızlar okulda erkeklerin mevkisinin yüksek olmasına bakıyorlar, ya okulun
kabadayısına, ya iyi sporcusuna, ya da ortamına, arkasının sağlam olmasına
bakar … arkasında güçlü kişiler olması, dışarıdan kişilerin olması, paraya
bakıyor kızlar.” (E 14)
‘Erkek olmak’, “güçlü olmak”, “çevresi-arkası olmak” gibi tanımlamalar hem
kızlar ve hem de erkekler üzerinde cinsiyetçi bir baskı uygulamak anlamına
da geliyor. Eril kültürün dışladığı erkek öğrencilerin anlatımları erkek
kimliğinin nasıl kurulduğunu çok net olarak gösteriyor:
“Bana ‘sigara, içki iç derler’, içmeyince ‘sen nasıl adamsın, ot gibi
yaşıyorsun’ derler, yanımdan uzaklaşırlar. Çıktığım kız başkasıyla
konuşuyorsa, ‘git şuna kızsana’ derler, kızlara küfür ederler, vururlar. Ben
onları hiç önemsemiyorum, kendileri küçülüyorlar, ben değil.” (E 25)
(Sayılan, 2005)
Erkeklerin iktidar karşısında zaman zaman kapıldıkları çaresizlik, George
Eliot’un deyişiyle iktidar karşısında takılan ‘maske’ ve bunun gerçek
olmayışının yarattığı gerilim, denetimi zor bir basınç oluşturmaktadır. Böylece
hınç duygusunun yarattığı aşırı alınganlık ve gurur büyürken, eğretilikten bir
türlü kurtulamayan erkeklik, hayatın çeşitli alanlarında, her an patlayacak bir
33
dinamite dönüşüyor. (Selek, 2008) Kentsel mekan, sivrilen cinsiyet kalıpları
ile baskıyı artırıyor ve erkek de kaçamadığı ‘erkek olma’ durumu ile şiddetin
bir kurbanı haline gelmektedir.
Cinsel ayrımın toplumsal örgütlenişinin erkeklik ve kadınlık açısından izlediği
süreçler, erkekliğin hangi mekanizmalarla üretildiği, erkeklerin bu
mekanizmalarda nasıl konumlandıkları, bunlar arası geçişi nasıl
gerçekleştirdikleri daha yakından incelendikçe, yaşanan ayrı tarih ve
deneyimler araştırıldıkça ataerkinin şifreleri daha kolay çözülmektedir. (Selek,
2008) Ne kadar erkeğin ‘erkeklikten’ muzdarip olduğunu, kendini ‘erkeklikten
sakınma’ yolunda ne ölçüde çaba harcadığını, yine de sonuçta çaresizlik
içinde erkeklik üretme durumunda kaldığını (Atay, 2004) halen tam olarak
bilemesek de, feminist açıdan erkeklik çalışmaları, kısa denebilecek bir
süreçte önemli bir birikime ulaşmıştır. Bu çalışma, toplumsal cinsiyet
çalışmalarının ‘erkek’ literatürünü öncelikli olarak ele almayacak, fakat
konunun derinliğinin anlaşılabilmesi ve yapılan çalışmanın farkındalığını
gösterebilmesi adına ‘erkeğin toplumsal cinsiyeti’ adına yapılan incelemelere
genel olarak değinmiştir.
2.2. Türkiye’de Toplumsal Cinsiyet Hareketleri
Feminizm kavramı, 1960’lı yıllarda kadınların özgürleşmesi hareketinden bu
yana pek çok dönüşüm geçirmiştir. Ancak son otuz yılda yaşanan
değişimlerin günümüzde feminizm kavramının oluşumunda büyük etkisi
olduğunu söylemek mümkündür. İlk olarak, “kavramsal düzeyde feminizm,
daha genç nesli de içine alacak şekilde büyük ölçüde genişledi” (Schroeder,
2007, akt. Butler, 2007). İkinci olarak, feminizme içeriden gelen eleştiriler ve
kadınlar arası farklılık konusunun önem kazanmasıyla beraber feminist
hareket kendi içinde değişime uğramıştır. Üçüncü olarak ise, feminizmin
içinde şekillendiği, oluştuğu toplumlar da dönüşüm süreçlerinden geçmiştir.
Tüm bunlar göz önünde bulundurulduğunda feminizm kavramının da
karmaşık bir terim haline geldiğini söylemek mümkündür. Feminizmin değişik
tanımlarına ve herhangi bir kültürün içinde, ya da kültürler arasında ortaya
çıkan farklı uygulamalara rağmen, feminizm, belli sosyal çevrelerde kadınları
34
tanımlamanın ve baskı altında tutmanın belli biçimlerine yönelik eleştirileri
dile getirmektedir. (Schroeder, 2007 akt. Butler, 2007).
Toplumsal cinsiyet hareketleri, dünya genelinde bakıldığı zaman, ilk olarak
kadın hareketleri ile ortaya çıkmış, daha sonra LGBTT’yi ve erkekleri de özel
olarak kapsamaya başlamış bir oluşumdur. Cinsiyetler arası eşitsizlik ve
ayrımcılık uygulamaları, bilinen tarih boyunca hep var olmuştur, fakat yine
bilinen tarih boyunca maalesef ki bu ayrımcılık ve eşitsizliğe karşı sistemli bir
karşı çıkış her zaman görülememektedir.
Batılı toplumlar mevcut düzene karşı çıkış, kadın temelli ortaya çıkmış ve
uzun süre dinsel bir çerçevede sürdürülmüş; kadınlar iyice geri bir noktadan,
kadının da insan olduğunun kabul edilmesi ve ‘lanetli Havva’ imgesinin
reddedilmesinden hareket etmek zorunda kalmışlardır.
Türkiye’de toplumsal cinsiyet hareketleri, yurtdışında da olduğu gibi öncelikle
kadın hareketi çerçevesinde ve kadının temel insan hakları tartışması ile
başlamıştır. Osmanlı’dan günümüze yürütülen mücadeleler sonucunda
kazanımlar artmış, tartışmalar daha ileri düzeylere taşınabilmiştir. Kadının
‘kent hakkı’ üzerinden yürütülen tartışmalar, özellikle planlama ve kentsel
politikalar çerçevesinde değerlendirilmelidir.
Türkiye’de kadın hareketi, farklı dönemlerde siyasetin farklı sorunlarıyla
eklemlenerek biçimlenmiştir. Cumhuriyet öncesi, sonrasıyla farklılaştığı gibi,
cumhuriyet yılları da dönemler açısından farklılık göstermektedir. Kadın
hareketleri, Osmanlı döneminden başlanacak şekilde, dönemlerine özgü
çeşitli dinamikler çerçevesinde, çeşitli boyutlarıyla ortaya konulacaktır.
2.2.1. Osmanlı’da Kadın Hareketi
19. yy başından itibaren Osmanlı toplumunda, çeşitli alanlarda yaşanan
değişim ve gelişim süreçlerine koşut olarak, kadınlar da hak ve özgürlük
taleplerini gündeme getirmiş; içinde yaşadıkları toplumsal yapıda, kendilerini
tanımaya ve tanıtmaya başlamışlardır. Osmanlı feminizmini ele alınırken, 19.
Yüzyıl ortalarından itibaren kitleselleşmeye ve gerçek bit toplumsal harekete
dönüşmeye başlayan ABD ve İngiltere’deki feminist hareket ile değil, ondan
35
önceki feminist düşünce ve kilise ya da kilise-dışı hayır örgütleri, özel kadın
çevreleri ve iletişim ağlarının vb. oluşturduğu hareket ile karşılaştırılması
gerekir. Çünkü Osmanlı kadınlarının da öncelikle gündeme almak zorunda
oldukları konu, kadının da eksiksiz bir insan varlığı olduğunu ortaya
koymaktı.
Kadınlar, düşünsel planda oluşturulan eşitlik ve özgürlük düşüncesinin çeşitli
uygulamalarından kendilerini hariç tutanların erkekler olduğunun
farkındaydılar. Çünkü erkekler kendileri için istedikleri siyasal hakları
kadınlara tanımak bir yana, onlara insanlık haklarını bile vermek
istemiyorlardı. Bu çerçevede kadınlar, cinsiyet rollerini tartıştılar ve ‘Biz de
insan değil miyiz’ sorusunun cevabını aramaya başladılar. Cinsiyetlerinden
dolayı ‘insan’3 olarak adlandırılmadıklarını anlamışlardı. Tıpkı kendilerinden
önce Batılı hemcinslerinin yaptığı gibi onlar da soruyorlardı;
“El ayak, göz akıl gibi vasıtalarda bizim erkeklerden ne farkımız var? Biz de
insan değil miyiz? Yalnız cinsiyetimizin ayrı oluşu mu bu halde kalışımıza
sebeb olmuştur?” (Rabia hanım, Terakki Gazetesi, 1868. Akt. Serpil Çakır,
Osmanlı Kadın Hareketi)
Kadınlar o dönemde de, sadece ev kadını olmak, ev içi yaşamla sınırlanmak
istememişler ve çeşitli meslekleri icra etmeyi talep etmişlerdir. O zamana dek
kadınlar erkekler tarafından tanımlanmıştır; artık kadınlar ortak arzusu ise
ortak bir yaşam oluşturmaya başlamaktır.
Bu çelişkilerin farkında olunması, beraberinde yeni bir bilinç anlayışını da
getirmiştir. Kadınlar kendi sorunlarını ancak kendilerinin çözebileceğini
anlamıştır.
“Evet, Osmanlı erkeklerinden bazıları bizi, biz kadınları müdafaa ediyorlar,
görüyoruz, teşekkür ediyoruz! Fakat biz Osmanlı kadınlarının kendimize
mahsus inceliğimiz, kendimize mahsus adat ve adabımız vardır; bunu erkek
muharrirler bir kadının anlayacağı ruhla anlamazlar, lütfen bizi kendimize
bıraksınlar… Biz kadınlar hukukumuzu bizzat kendi ‘içtihad’ımızla müdafaa
edebiliriz… Erkekler bizi daima mahkûm, daima esir etmişlerdir. Erkekler
yüzünden çekmekte olduğumuz zulmün def’ini bugün biz erkeklerin
3 Kadının insanlık hakkına dair kısa açıklama, alıntı eklenecek.
36
mürüvvetinden istemeye tenezzül eder miyiz?“ (“Kadınlar Dünyası”
imzasıyla, “Hukuk-u Nisvan”, 4 Nisan 1329, no:1, akt. Serpil Çakır, Osmanlı
Kadın Hareketi)
Fotoğraf 1: Dönemin kadın hareketinde önde gelen isimlerinden Halide Edip Adıvar
Kadınlar o dönemde, günümüzde de yoğun şekilde olduğu gibi, sorunların
çözü için iki önemli aracı kadın dergileri ve dernekler olarak belirlemiş ve
kullanmışlardır. Kadın dergilerinde dönemin ideolojik ve toplumsal özelliklerini
görmek mümkündür. Kadın dergileri onlara, kendilerini birey olarak ifade
etme, sorunlarını dillendirme ortamını sağlamıştır. Kurdukları dernekler ise,
bu bireysel talepleri, örgütlü birliklere dönüştürmede, sorunların çözümünde
öne sürdükleri önerilerin uygulamaya geçirilmesinde yardımcı olmuştur.
Aynı dönemde kadınlar otuza yakın dernek kurmuştur. Bu dernekler kadın
hareketinin ikili karakterine vurgu yapacak özelliktedir: Milli meseleler ve
kadınlık meseleleri. İlk kurulan dernekler, savaşların açtığı yaraları sarmak
amacıyla kurulan yardım dernekleridir. Kız çocuklarının eğitiminin temel
amaç olarak alındığı, kadınların iş yaşamına girebilmeleri için mesleki
eğitimin verildiği dernekler de mevcuttur.
Dönemin feminist söyleminde, milliyetçi görüşler de farklı şekillerde yer
almıştır. Kadın hakları, kadınların aile içindeki konumları ve nesil yetiştirici
rolleri yüzünden gündeme gelmiş ve durumlarının iyileştirilmesi gerektiği
37
belirtilmiştir. Milli aileni oluşturulması ve toplumun modernleştirilmesi, ancak
kadının yaşamının değişmesi ve haklarını elde etmesiyle mümkün
olabilecektir. Milliyetçiliğin kadın hakları üzerindeki bu meşrulaştırıcı işlevinin
bir benzeri, din konusunda da görülmektedir. Aynı dönemde gündeme
gelmeye başlayan İslami feminizm4 çerçevesinde, İslam dininin kadınların
haklarını verme konusunda yeterli olduğu; ancak dinin yanlış yorumlandığı
şeklinde açıklamalar yapılmaktadır. Bu görüşe göre, İslam dini, kadınların
haklarını elde etmelerine engel değildir. Bu görüşün savunucuları, islamiyetin
kadını eve kapattığı, toplumdan dışladığı görüşüne katılmamakta, zamanın
değişen koşullarında kadınlar için yeni yasalara gereksinim olduğunu kabul
etmektedirler.
İslamcı feminizm kavramının kullanımında önemli bir payı olan M. Badran’a
göre İslamcı feminist olsun ya da olmasın Müslüman kadınlar, İslamcı
feminist söylemin üretimine, farklı İslam anlayışları ile katılmaktadırlar. Ona
göre, İslam toplumlarındaki İslam ve feminizm, kadın ve İslamcı hareketler
hakkındaki tartışmaya katılan herkes bu söylemi üretmektedir. (akt. Ayşe
Güç)
2.2.2. Cumhuriyet Sonrasında Feminist Hareketler
Türkiye Cumhuriyeti dönemindeki kadın hareketi, yapısal özelliklerindeki
farklılığından dolayı temelde üç dönemde anlatılabilir. Bunlar, 1840-1979 1.
Dalga Feminizm; 1980-1995 2. Dalga Feminizm ve 1995’de başlayan 3.
Dalga Feminizm’dir.
Feminist dalga, kadının kamusal alanda var olmasını engelleyen siyasi,
hukuki ve ekonomik mekanizmalara karşı çıkış temelinde şekillendi. 1. dalga
4 İslamcı feminizm kavramı, İslam kültürü içinde gelişen bir olguya; müslüman kadınların birey olma
çabalarına işaret etmektedir. Bu çabaların yansıması, entellektüel müslüman kadınların din ve
gelenek içinde kadının durumunu ele aldıkları çalışmalarında ifadesini bulmaktadır. Bu yaklaşımlar,
batılı feminist söylem ile bağlantılı olarak değerlendirildiği için, genel olarak, islamcı feminist
söylemin müslüman kadınlar tarafından bizzat inşa edilen bir söylem mi yoksa batılı feminizmin
etkisinde kalmış bir hareket olup olmadığı, kendine has bir teoloji üretebilecek güçte olup olmadığı
gibi soruları da beraberinde getirmektedir. Bu sorulara giden yolda ilk adım, 19. yüzyılda sistemleşen
feminist söylemin İslam kültürünü hangi noktalarda ve nasıl etkilemeye başladığını sorgulamak
olacaktır.
38
feministlerin talepleri, eşit oy hakkı, meslek seçiminde eşitlik, eşit eğitim
hakkı, medeni kanunda kadın ve erkeğin eşit temsili ve miras hukukundaki
eşitlikti.
2. dalga feminizminin genel özelliği, eşitlik ve kamusal alandaki kazanımların
kadınlar açısından yeterli olmadığı, özel alanın ve toplumsal cinsiyetin
sorgulandığı bir dönem olmasıdır.
Türkiye’yi diğer Ortadoğu ülkelerinden ayıran, feminizmin yerellik/özgünlük
tartışmasını aşarak evrensel kategorilere yönelmesi olmuştur. Aynı şekilde,
Türkiye’de sol düşünce de bağımsız feminist örgütlenmeye karşı çıkmışsa
da, kendi kullandığı kategorilerin evrensel düzeyde olması, yine seksenlerde
Türkiye’de feministlerin yerellik/özgünlük tartışmalarını aşmalarına yardımcı
olmuştur.
2.2.3. Toplumsal Cinsiyet Hareketi Kapsamında LGBT Örgütlenmeler
Türkiye’de özellikle son yirmi yılda eşcinsellerin verdiği örgütlü mücadele
sonucu eşcinselliğin görünürlüğü göreceli olarak artmış, varlıkları bilinir hale
gelmeye başlanmış olsa da, bilinçli bir yok sayma ve sürekli bir hak ihlaline
maruz bırakılma süreçleri devam etmektedir. (Öz, 2008) Eşcinsel
örgütlenmeler, ilk defa 1970’lerde İzmir’de gerçekleşen çalışmalar ile
başlamış ve 1980’lerde Radikal Demokrat Yeşiller Partisi olarak yürüttükleri
çalışmalar ile devam etmiştir. Daha sonra 1993 yılında Lambdaİstanbul, 1994
yılında Ankara’da faaliyet gösteren Kaos GL grupları kurulmuştur. Bu gruplar
2005 yılından sonra dernekleşmiştir. Daha sonra Bursa’da Gökkuşağı
LGBTT Derneği, Ankara’da Pembe Hayat LGBTT Derneği, Antalya’da
Gökkuşağı LGBTT oluşumu, Eskişehir’de Mor-el LGBTT Oluşumu, İzmir’de
Kaos GL İzmir, İstanbul’da Kaosist, Diyarbakır’da Piramit GL oluşumları
kurulmuştur. Bunların yanı sıra, 1990’lı yıllarda İstanbul’da Venüs’ün kız
kardeşleri, Ankara’da Soppho’nun Kızları ve Öteki-Ben adlı lezbiyen gruplar
kurulmuştur. Ancak Öteki-Ben dışındaki gruplar faaliyetlerine son
vermişlerdir.
39
Bütün bu örgütlenmeler, eşcinsellerin kent içerisinde ve hukuk karşısında
birey olarak var olabilme mücadeleleri açısından çok önemli adımlar olsa da,
tüm eşcinseller genel olarak bir görünmezlik duvarı altında kalmakta, orada
var olmaya ve seslerini duyurmaya çalışmakta, maruz kalabilecekleri veya
kaldıkları şiddet türlerinden kaçınmak adına ikiyüzlü bir hayat yaşamaya
zorlanmaktadır. Bu şiddet biçimleri psikolojik şiddetten ekonomik ve fiziksel
şiddete, hatta cinayete kadar varabilmektedir.5 Aşağılama, dışlama, psikolojik
tedaviye zorlama, ekonomik desteği çekme, iş vermeme, işten çıkarma,
dayak atma, yaralama ve cinayete kadar uzanan bu şiddet biçimlerinden en
az birine hemen her eşcinsel, farklı yoğunluklarda da olsa, bir şekilde maruz
kalmaktadır. Kendisiyle yapılan mülakat sonucunda, Cihan6, görülen tepkiler
konusunda farklılaşmalar bulunduğunu belirtiyor. Travesti ve transseksüellere
karşı, çok açık şekilde fiziksel ve psikolojik şiddetin, dayağın normal kabul
edildiğini, bu kesimin gündüz kentin hiçbir mekânında var olamadığını ve
evlere hapsolduğunu söylüyor. Polisin 2000’li yılların başında ceza kestiği
veya yakaladığı travesti ve transseksüel sayısına bağlı olarak puan aldığı bir
sistemin varlığını belirten Cihan, aslında şiddetin ve tacizin yer almakta
olduğu kurumsal yapılanmalar hakkında da bizlere bilgi vermiş oluyor.
Aynı konuyla ilgili olarak, transseksüel B.Ç. de bir mülakat esnasında şunları
söylüyor;
“Translara, hayat kadınlarına ceza kesiliyor. Bir transa yüze yakın ceza ke-
sildi. Hüseyin Çapkın gelince bonus uygulaması yaptı. Translara 5 puan,
tinerciye 5 puan, hırsıza 10 puan falan. Şimdi Kağıthane’den Bostancı’dan
gelip ceza kesiyorlar çünkü puan kazanıyorlar. Yarışa girdiler bir polis alıyor
cezayı kesiyor çıkıyor diğer polis alıyor tekrar ceza kesiliyor. Bir kıza bir ayda
85 tane ceza kesilmiş. Bu kız şimdi nasıl ödeyecek, daha fazla fuhuş
yaparak. Sağlıksız fuhuş yaparak zaten sağlıksız da, daha da koşullar
kötüleşecek. Sırf translara değil biyolojik hayat kadınlarına da aynı şekilde.
Ödeyemeyenler de hapiste yatıyor. Şu anda bir sürü trans var ödeyemediği
için hapis yatan. …”
5 Bu cinayetlere bir örnek, Eryaman tanığı Dilek İnce’nin 2008 yılında uğradığı silahlı saldırı sonucu
hayatını kaybetmesidir. 6 Lamda İstanbul’un faaliyetlerine katılan, Beyoğlu çevresinde yaşan, 30’lu yaşlarında erkek eşcinsel.
40
Kent mekanını eşit bir şekilde kullanamama ve cinsel kimlikleriyle mekanda
var olamama sorunuyla ilgili olarak, Cihan, LGBTT bireylerinin çok ciddi
anlamda bir kamusal alan yoksunluğu çektiğini belirtiyor. Genelde tek
buluşma ve sosyalleşme mekânlarının kent parkları olduğunu, bu
mekanlarda da bulunulan süre içerisinde polisin ve çeşitli çetelerin tacizlerinin
söz konusu olduğunu söylüyor. Bu nedenden ötürü, bazı parklarda
aydınlatmanın aşırı tutulduğunu, kimi LGBTT bireylerin parklardaki
aydınlatmalara tümden karşı olduğunu söylüyor. Gece ve gündüz çeşitli
etkenlerle kent mekânından ve gündelik yaşamdan soyutlanan LGBTT
bireyler, sosyalleşmek için yalnızca kendilerine ait barları tercih edebiliyorlar.
Cinsel kimliği dış görünüşünden belli olmayan gay ve lezbiyenler için
durumun biraz daha farklı olduğunu, en azından Beyoğlu çevresinde
çalışmakta olan doktor, polis gibi kamu personelinin artık çoğunlukla belirli bir
bilinç seviyesine ulaşmış olduğunu ve orta ve orta-üst sınıf gay lezbiyen
bireylere daha kabul edilebilir muameleler yapıldığını beliren Cihan, gay ve
lezbiyen bireyler arasındaki mevcut sınıf farklılıklarının, gündelik yaşam
pratiklerini etkileyip etkilemediği sorusunu ise çok büyük farklılıklar
yaratmadığı şeklinde yanıtlıyor.
“Tüm gay ve lezbiyenlerin genel olarak kullanabildiği mekanlar belirli ve
sınırlı olduğu için, aradaki farklılıklar yaşam şeklini çok etkileyemiyor. Belki
maddi durumu daha kötü olan bir eşcinsel, bir mekâna gitmek için daha
erken yola çıkıyordur, otobüsle geliyordur. Ama geldiği mekân aynıdır yine
de.”
Cihan, LGBTT’nin kentsel mekânda ikametinde, gettolaşmanın önemli ve
gerekli olduğunu belirtiyor. Gettolaşma sayesinde cinsel kimliklerin ifadesinin
ve dayanışma ilişkilerinin mümkün hale geldiğini, örgütlü bir yapının en
önemli aracının bu olduğunu düşünüyor. Kentin içinde herhangi bir bölgede
cinsel kinliğiyle özgürce ve rahatça var olabilen, ‘normalleşmiş’ bir yaşam
düşüncesini, henüz fazla romantik ve gerçek dışı olarak yorumluyor.
“Gettolaşmazsak, biz (eşcinseller) birbirimizi görmeyiz. Birbirimizi
görmezsek, kimliğimizi, haklarımızı unuturuz, kentin geri kalanı da bizi
unutur.”
41
Cihan, eşcinsel evlilikler hakkının elde edilmesinin, en azından bunun
kamuoyunda konuşulmaya ve tartışılmaya başlanmasının çok uzun
sürmeyeceğini düşünüyor. Bu evlilikleri, mevcut sistemin işleyişine adapte
olmak şeklinde değerlendiren ve bu nedenle buna yaklaşmayan grupların
varlığını belirtse de, kendisi eşcinsel evlilik hakkının elde edilmesinin önemli
olduğunu ifade ediyor. Fakat bu gerçekleşene kadar, şimdiki ve bir önceki
LGBTT nüfusun yalnız ve çocuksuz yaşlanacağını, bunun da ileride özel
huzurevleri ihtiyacını doğuracağını belirtiyor.
Eşcinseller arasındaki konum farklılıklarına dair, Yasemin Öz, Görünmezlik
Kıskancında Lezbiyenler isimli makalesinde, lezbiyenlerin günlük yaşam
pratikleri içerisinde yaşadıkları problemleri, ‘ikili abluka altında kalmak’ olarak
tanımlamaktadır. Hem kadın cinselliği hem de eşcinsellik toplumsal bir tabu
iken, bunların her ikisini de bünyelerinde barındıran lezbiyenler, hem kadın
olmaktan hem de eşcinsel olmaktan doğan baskılara maruz kalmakta ve
şiddetin pek çok farklı biçimiyle yüz yüze gelmektedir.
2.3. Kentsel Hareketler Kapsamında Toplumsal Cinsiy et Hareketleri
Feminizmin temel önermelerinden biri, kadınların ortak baskı
deneyimlerinden ötürü, tüm kadınların kadın olmakla bir ortak deneyimler
kümesini paylaştıklarıdır. (Beauvoir, 1974) Nitekim toplumsal cinsiyet,
etnisite/ulus/ırk arasındaki ilişkileri inceleyen bazı çalışmalar, toplumsal
cinsiyet eşitsizliğinin her toplumda ve tarihin her döneminde ortak özelliklere
sahip olduğunu ve kadınların etnik/ulusal/ırksal farklılıklarına rağmen aynı
şekilde ezildiklerini savunur. (Daly, 1978) Ancak, birçok feminist sosyal
bilimci, bu deneyimlerin farklı kadınlar için farklılaştığına dikkat çeker.
‘Kadınların ortak bir baskı deneyimini paylaştığını söylemek hepimizin aynı
deneyimi paylaştığı anlamına gelmez. Farklı kadınların yaşadığı, mücadele
ettiği, yaşamlarına anlam vermeye çalıştığı toplumsal bağlamlar hem
dünyanın değişik bölgelerinde, hem de değişik kadın grupları arasında geniş
ölçüde farklılaşmaktadır.’ (Stanley ve Wise, 1993)
42
1980’lere kadar feminist hareket, bu farklı kadın deneyimlerini dikkate
almayan ortak bir ‘kız kardeşlik’ algısı içinde bir hak arayışı mücadelesini
savunmaktadır. Fakat siyah kadınların öncülüğünde lezbiyen, üçüncü dünya
ülkelerindeki ve işçi kadınlar, var olan bu geleneksel feminist mücadelenin
batılı, beyaz ve orta sınıf kadınların deneyimleri üzerinde yoğunlaştığını ve
bu nedenle kendi deneyimlerinin görünmez kılındığı iddiasında bulunmuştur.
Toplumsal cinsiyet farklılıkları, kadınların ve erkeklerin neden ve nasıl kentsel
mücadeleyi örgütlediklerinin ve bu hareketlere katıldıklarının anlaşılmasında
yaşamsal öneme sahiptir. Kadınlar ve erkekler farklı roller üstlenirler, farklı
gereksinimlere, toplumsal sorumluluklara, beklentilere ve güce sahiptirler ve
farklı biçimlerde sosyalleşirler. Toplumsal bir inşa olarak cinsiyet, erkekler ile
kadınlar arasındaki, diyalektik olan ve sınıf, ırk, kültür, yaş, din vb. ile birlikte
çeşitlilik gösteren toplumsal ilişkileri ve böylece aynı zamanda, erkeklerin ve
kadınların farklılaşmış katılımlarını da açıklar (Kaufman, 1991). Bununla
birlikte, Morgen’ın belirttiği gibi (Morgen, 1988);
“Kadınların yerel topluluk örgütlenmesine katılımı, eş, anne ya da kız çocuk
olarak taşıdıkları roller ve sorumluluklar ile açıklanamaz ya da buna
indirgenemez. Kadınların yerel topluluk-temelli politik eylemliliği, kadınlar,
eşler, anneler, mahallenin ve topluluğun üyeleri, belli bir ırksal, etnik ya da
sınıfsal grubun üyeleri olarak kendi çıkarlarını dile getirme ve bu çıkarlar
üzerinden etkinlikte bulunmanın bilinçli ve ortak bir yoludur.”
1980’li yılların Türkiye toplumu, genel olarak kadınların önceki yıllardan çok
daha gür bir sesle konumlarını, ezilmişliklerini, kimliklerini sorgulamaya
başladıkları bir yapıdadır. 1980’lerin sonuna doğru gelindiğinde, toplumda
son yirmi yıldır gelişen farklı grupların devlet baskısıyla ortadan
kaldırılamayacak bir kimlik ve gerçeklik kazandıkları anlaşılmış ve devlete
karşı, henüz belirli sınırları dayatacak düzeye gelememiş de olsa, bir sivil
toplum oluşmuştur. Bu sivil toplumun yaptırım gücü, günümüzde halen
tartışılmakla beraber, ilk temelleri o dönemde atılmıştır.
43
Bu noktada 1. bölümde bahsedilen Inglehart’ın değerler değişimi teorisine
tekrar değinmekte fayda vardır. Inglehart’ın teorisi en geniş tanımıyla, her
yeni jenerasyonun içinde yaşadığı sosyo-ekonomik durum bağlamında öne
çıkan ihtiyaçlara yönelik sosyal hareketlere öncülük ettiği ve bu nedenle
hareketlerin dönemlere göre değişiklik göstereceği yönündeydi. Bu noktada,
feminist düşünce ve hareketler içindeki dönüşümün sosyal hareketlerdeki
dönüşümle paralel gittiği söylenebilir. Birinci, ikinci ve üçüncü dalga feminist
hareketler, bir önceki hareketin yoğunlaşmadığı sorunları gündeme taşıyarak
değişim geçirmişlerdir. Birinci dalga feminizm, siyasi kurumlar aracılığıyla
kadın haklarının tabanını genişletmeyi hedeflerken, ikinci dalga feminizm
insanların hareket ve düşünce biçimlerini değiştirmeyi amaçlamaktadır.
Elbette ki ikinci dalga feminizmin ortaya çıkmış olması, kadın hareketi
içindeki hukuki, siyasi ve ekonomik haklar için mücadele eden kanatların yok
olması anlamına gelmemektedir. Mücadele, başka bir boyuta doğru
taşınmıştır. Üçüncü dalga feminizm ise, ikini dalgaya ek olarak, kent
mekânına ilişkin söylemlerini güçlendirmiş, kentlerin cinsiyetçi doğasına karşı
çıkan bir yaklaşım benimsemiştir. Bu harekette, kent içerisindeki mevcut
duruma şiddetli bir karşı çıkış bulunmaktadır. Böylelikle feminist söylem,
kentsel muhalefetin önemli bir parçası haline gelmekte ve kentsel
hareketlerle bütünleşmektedir.
Kadınların, özellikle yoğun olarak ücretli çalışma yaşamına katılmaya
başladıktan sonra, kentsel yapılı çevreyle ilişkili olarak karşılaştıkları
güçlükleri, korelatif mekânsal ve davranışsal bir çerçevede araştıran feminist
çalışmalar, kadınların yol üzerinde daha çok durdukları için daha kısa
mesafeli yolculuklar yaptıkları, ortalama olarak daha düşük gelire sahip
olduklarından daha az devingenlik (mobilite) içinde bulundukları, özel
otomobil sahipliği ve kullanımı oranlarının çok düşük olduğundan toplu taşım
araçlarını daha çok kullandıkları gibi saptamalarda bulunmuştur. (Alkan) Bu
veriler bize, kentlerin mevcut olan cinsiyetçi doğası tekrar göstermektedir.
Kadınların kent mekanını eşit olarak kullanmasını hedefleyen feminist söylem
ve akabinde oluşan hareketler, bu gerçeklerden temel almaktadır.
44
Günümüzdeki mevcut popüler feminist söylem ‘Kentleri, sokakları ve geceleri
bırakmıyoruz!’ şeklindedir. Bu söylem, aslında kent içerisinde güçlü bir
fiziksel harekete işaret etmektedir. Özellikle son yıllara kadar şiddetle
benimsenmiş olan, kentleşme ve kentsel politikalar konusunda cinsler üstü
nötr bir yaklaşım, yalnızca “insan” kavramını “erkek” kavramıyla
özdeşleştirmekte ve ataerkil anlayışı sürdürmeye ve pekiştirmeye
yaramaktadır.
Kentlerin tüm cinsiyetlere karşı eşitlikçi bir yapıya getirilmesi, devlet
politikalarının toplumsal cinsiyet algısının deşifre edilerek, kadın, erkek veya
LGBTT birey olarak, kentlerde yürüme, eylemlere katılma, seyahat etme, tüm
mekânlarında var olma hakkının kullanılması ve bu hakların hiçbir grubun
elinden alınmasının söz konusu olmadığının seslendirilmesi ile mümkün
olabilecektir.7
Erbatur Çavuşoğlu, Gülsuyu-Gülensu mahallesinde yaşanan alternatif
planlama deneyimi sırasında toplumsal cinsiyete dair aşağıdaki
saptamalarda bulunmuştur.
“Ataerkil yapının en önemli sonuçlarından biri erkek egemen kültürün
yaygınlığı olarak görülmektedir. Kadınların toplumsal örgütlenme içindeki
varlığı oldukça sıkıntılı bir konudur. Bölgede kadınların örgütlenmesi
ve toplumsal muhalefet süreçlerinde yer alması yönünde çalışma yapan
gruplar, geleneksel yapıyı kırmanın güçlüğünü ve bu konuda çok az mesafe
kat edildiğini ifade etmektedirler. Nitekim dernek yönetimi, komisyonlar ve
temsilciler arasındaki kadın oranı son derce düşük kalmıştır.” (Çavuşoğlu,
2008)
Gülsuyu-Gülensu mahalleleri, kentsel muhalefet deneyimleri içerisinde
oldukça önemli bir yere sahip, genel örgütlülük bakımından benzer
mahallelere kıyasla oldukça gelişmiş mahallelerdir. Bu nedenle, yukarıda
belirtilenleri diğer mahalleler için de genelleyip, toplumsal cinsiyete dayalı
örgütlenmelerin kent hareketleri içerisinde yeterince yer alamadığı
söylememiz mümkündür.
7 Kaldırım, sayı 3
45
Toplumsal cinsiyet hareketleri, ancak kentsel hareketlerin tam anlamıyla bir
parçası haline geldiğinde ve eylem ve söylemlerini kentsel toplumsal
hareketler ile bütünleştirdiğinde daha etkili hale gelebilecektir. Cinsiyet
hareketlerinin kentsel hareketler kapsamına girmesine paralel olarak, mevcut
diğer kentsel hareketler içerisindeki de cinsiyete dayalı yapılandırılmalar
kuvvetlendirilmelidir. Toplumsal cinsiyet hareketi, kentsel hareketlerin her
aşamasında cinsiyet temelli bir perspektifin geçerli olmasıyla
güçlenebilmektedir.
3. İSTANBUL’DA KENTSEL HAREKETLER VE ALAN İNCELEMESİ
OLARAK AYAZMA VE TARLABA ŞI SEMTLERİ
Kentlerdeki toplumsal hareketlerin oluşumunda, farklı düzlemlerde birçok
karmaşık yönetsel, siyasi ve toplumsal etkenin yarattığı gerilimlerin varlığı
söz konusudur. Bu hareketlerin bir kesimi yerel, bir kesimi ulusal, hatta bir
kesimi küresel düzlemdeki eğilimlerin etkileşimi sonucu oluşabilmektedir.
(Erder, 1997) Bu çalışmada ise genel olarak, İstanbul’da yaşanan hızlı ve
büyük ölçekli kentsel değişimlerin yarattığı eşitsizliklerden temel alarak
şekillenen hareketlere yoğunlaşılmıştır.
Kültürel köken olarak türdeş ya da türdeşleşmiş olan toplumlarda kentsel
hareketlerin sınıfsal hareketlerle örtüşmesi, ya da ‘konut’ sınıfları gibi daha
karmaşık toplumsal katmanları kapsayan ve salt sorun odaklı hareketler
biçiminde sürmesi mümkündür. Bu bağlamda, İstanbul’da da kent hareketleri
son yıllarda yoğun olarak konut hareketleri temelli olarak biçimlenmektedir.
Fakat 26-27 Haziran 2010 tarihinde yapılan Kent Hareketleri Forumu Sonuç
Bildirgesi’nde “…kent hakkını bir barınma veya kentin olanaklarına erişim
mücadelesinden öte, kentin geneline bütünsel bir mücadele olarak yayma
amacındayız. …” ibaresi yer almaktadır. Buradan hareketlerin, kente
bütüncül bir yaklaşıma sahip ve tüm eşitsizlikler karşısında savunmacı bir
yapıda olduğu, fakat en akut ihtiyaç konut hakkı çevresinde olduğu için bu
yöndeki hareketlerin öne çıktığı ve ivme kazandığı sonucu çıkmaktadır.
46
İstanbul’daki kent hareketlerinin başlıca aktörleri, internet sitesinde
Dayanışmacı Atölye, Febayder (Fener Balat Ayvansaray Derneği), İmece,
Konut Hakkı Koordinasyonu, Sulukule Platformu, Tozkoparan Derneği olarak
yer almaktadır.
Kent Hakkı sloganı bugün capcanlı, cismani bir eylem çeşidi olmuştur.
Giderek, daha fazla kent sakini grubunun uzun zamandır alışageldikleri
haklarının aşındığını görmesiyle, bu talep önemli meseleleri birleştiren ve
yoğunlaştıran bir talebe dönüşmüştür.
3.1. Kentsel Hareketlerin Etkinlikleri
Kentsel hareketlerin bir arada İstanbul’da gerçekleştirdikleri en önemli
etkinlikler, Avrupa Sosyal Forumu ile Kent Hareketleri Forumu’dur. Bu
forumlar, İstanbul’daki kent hareketlerinin bir arada durabilme ve örgütlenme
güçlerini artırmakla birlikte, hareketlerin kent içerisindeki görünürlüğünü de
artırarak hareketlerin gelişimine büyük katkılar sağlamıştır.
3.1.1. Kent Hareketleri Forumu
26-27 Haziran 2010 tarihinde gerçekleşen Kent Hareketleri Forumu, kent
hareketlerini kapsamlı olarak bir araya getirmeyi ve geliştirmeyi hedefleyen ilk
organizasyondur. Temel söylemler, ‘kente sahip çıkmak’ teması
çerçevesinde şekillenmiştir.
Yaşam alanlarını savunmak, gündelik hayat deneyimleriyle olgunlaşan
kamusal alanlara yapılan hukuk dışı müdahalelere karşı durmak için gelişen
birbirinden farklı müzakere ve mücadele pratikleri, belirli bir noktadan sonra
saldırıları engellemekte yetersiz kaldığı görülmektedir. Bu nedenle, forum
esnasında her kent hareketinin, her yerel direnişin özgünlüğüne ve
örgütlenme biçimine saygı duyarak ama esas olarak ortak bir yol haritası
belirleyebilmenin umuduyla maruz kalınan saldırılara karşı daha etkin
cevaplar verebilmenin olanaklarını, potansiyellerini masaya yatırmak
hedeflenmiştir. Deneyimlerin paylaşılması ile birlikte, kendi içerisinde her
hareket daha çok güçlenecektir.
47
Fotoğraf 2: :Kent Hareketleri Forumu sırasında gruplar deneyimlerini paylaşırken.
Kaynak: http://istanbulkenthareketleri.wordpress.com/
Forum sonrasında yazılan Sonuç Bildirgesi’nde sadece barınma, altyapı, iş,
ulaşım, eğitime erişim ve benzeri sosyal ve ekonomik hakların değil, kenti
değiştirme ve şekillendirme hakkının da özellikle talep edildiği görülmektedir.
Bu bağlamda, kent hakkını bir barınma veya kentin olanaklarına erişim
mücadelesinden öte, kentin geneline bütünsel bir mücadele olarak yayma
amacı güdülmektedir. Bildirgede buna dair,
“Tarlabaşılıʼnın yerinde kalma hakkını savunurken, Hasankeyfʼi ve Emek
Sinemasıʼnı da savunmak ve aynı zamanda 3. Köprüye ve HES projelerine
de karşı çıkmak, okul ve hastanelerimizin sermayeye pazarlanarak elimizden
alınmasına karşı mücadele etmek de bu bütünselliğin birer parçalarıdır.”
ibaresi yer almaktadır.
Bildirgede öne çıkan bir başka madde ise, yazılan bildirgenin tamamlanmış
bir metin olarak değil, bir sürecin ilk adımı olarak değerlendirilmesidir.
48
Forumdaki tamamlanmayan tartışma konuları, yöntem önerileri, prensipler
daha ileriki süreçlerde ele alınacak başlıklar olarak değerlendirilmiştir.
Bunlara göre Kent Hareketleri Forumu’nun tüm hareketler için kapsayıcı olma
amacı taşıdığı ve devamlılığının gelmesinin beklendiği söylenebilir. Fakat
toplumsal cinsiyete ve kadın hareketlerine dair açılımlara ilerleyen süreç
içinde kesin olarak yer verilmesi gerekmektedir.
3.1.2. Avrupa Sosyal Forumu
Avrupa Sosyal Forumu, 1-4 Temmuz’da İstanbul’da gerçekleşmiştir.
Forum’un genel amacı;
“Dur durak tanımayan bir değişim yaşayan kentlerin geleceğini, bu değişimin
ezilenler ve dışlananlar için ne anlama geldiğini tartışacağız. Kent
merkezlerinde ve gecekondu mahallelerinde ortaya çıkan kısmi direnişlerin
nasıl ortaklaştırılabileceğini, kır ve kent mücadelelerinin ayrılmaz kaderini,
yerel ve küresel düzeyde ortak bir mücadelenin imkânlarını konuşmak ve
tartıştıklarımızı somut bir eylem birlikteliğine bağlamak için bir araya
geleceğiz.”
şeklinde belirtilmiştir.
3.2. Alan İncelemesi, Ayazma ve Tarlaba şı Mahalleleri
Alan çalışması, kentsel muhalefet ve kentsel toplumsal hareketlerin önemli
öznelerinden olan mahalle dernekleri ve mahalle inisiyatiflerine toplumsal
cinsiyet odaklı bir inceleme yapılmasını amaçlamaktadır. Daha önceki
bölümlerde, kentsel muhalefet ve kentsel hareketler kavramsal olarak ve
örnekler üzerinden incelenmiş, kentsel hareketlerin toplumsal cinsiyet ile olan
ilişkisi ortaya konmuştur. Buna göre, mevcut cinsiyet hareketleri kentsel
hareketlerin bir parçası haline gelmiştir. Bu bağlamda, kentsel hareketlerin
önemli bir aktörü olarak, seçilen mahalle dernekleri ve mahalle inisiyatiflerinin
pratiklerini toplumsal cinsiyet rejimi çerçevesinde anlamlandırılmaya
çalışılacaktır.
Bu çalışma kapsamında ele alınacak mahalle dernekleri, hemşehri ve yöre
dernekleri, dayanışma dernekleri değil, ‘konut hareketi’ temeliyle özellikli
49
olarak kentsel dönüşüm karşıtı mücadele vermek üzere kurulmuş ya da
başka temellerle kurulmuş olsa da kentsel dönüşüm karşıtı mücadele
vermeye başlamış dernek ve inisiyatifler olacaktır. Ayrıca kadınların, kendi
öznelliklerini bu yerel örgütlerle ilişkileri bakımından nasıl kurdukları ele
alınacaktır. Son olarak da bu tartışmanın ışığında, toplumsal cinsiyetin
özelde yerel örgütlülükler genelde de kentsel muhalefetin örgütlülükleri
açısından ne tür sorular ve sorun alanları oluşturduğu tartışılacaktır. Bu sorun
alanları ve soruların mahalle derneklerinin ve kentsel muhalefetin kendisinde
ne tür değişiklikler akla getirdiği ele alınacaktır.
Kentsel muhalefetin ve kent hareketlerinin bütünündeki toplumsal cinsiyet
örüntüsü önemli bir konu olmakla birlikte, böylesi bir çözümleme hedefi bu
çalışmanın sınırlarını aşmaktadır. Bunun yerine kentsel muhalefetin
mahalleliler tarafından oluşturulmuş ‘yerel örgütlülükler’ de diyebileceğimiz
mahalle dernekleri ve mahalle inisiyatiflerindeki toplumsal cinsiyet
örüntülerine bakılacaktır. Bu bakış, alanın tamamını kapsadığını ve yanıtlar
verdiğini iddia eden bakışın aksine, bu alanda sorular sormaya çalışan bir
yaklaşımla dile getirilecektir. Çalışmada, Ayazma Bölümü için, Özgür Sevgi
Göral’ın ‘Kentsel Dönüşüm Projelerine Muhalefet Etmek: Kentsel Muhalefetin
Cinsiyeti’ isimli makalesinden faydalanılmıştır.
Kadınlarının komşuluk birimi olan mahalle düzeyindeki örgütlenmelere
katılımlarını incelemek başlıca iki nedenle önemlidir. Birincisi, toplumsal
cinsiyet ilişkilerinin ışığında katılımlarının doğasını, içeriğini, biçimlerini ve
anlamını kavramak gereğidir. Böylesi bir perspektiften yoksunluk, çoğu
zaman, kadınların apolitik oldukları, çıkarlarının politik olmadığı, çünkü ev-içi
yaşama “dalmış” oldukları ve katılımda bulunma yollarının pek de politik
olmadığı gibi sonuçların sorgulanmadan kabul edilmesine ve devamında
oluşan bir algı yoksunluğuna yol açmaktadır. (Rodrigez, 1994) İkincisi, bu tür
çalışmaların sayıca azlığıdır. Kentsel muhalefet içerisindeki hareketlerde
toplumsal cinsiyet ilişkileri, bu yönde yapılan araştırmaların sayıca artması ve
her birinin bir diğeri üzerine yeni bulgular eklemesiyle daha anlaşılır olacaktır.
50
“Yıkıma karsı mücadelede kadınların en on safta yer aldığı” vurgusu, bazı
sosyalist yayın organlarından ana akım medyada verilen kimi haberlerde,
sıkça görülen bir ifade biçimidir. Gecekonduluların gerçekleştirdiği
eylemlerde, özellikle yıkım sırasında ya da öncesinde yapılan eylemliliklerde
kadınlar zaman zaman gerçekten de önlerde gözüküyor ve yer alıyorlar.
Belediye önünde gerçekleştirilen eylemlerde ya da basın açıklamalarında da
kadınların varlığı önem kazanıyor; kadınların mevcudiyeti hem eylem yapan
topluluğun meşruiyetini artırıyor hem de tüm mahallelinin yıkımlara karsı
mobilize olduğu yönünde bir etki yaratacağı ve intiba uyandıracağı için
önemsenmektedir.
3.2.1. Ayazma Mahallesi
Ayazma mahallesindeki direnişin toplumsal cinsiyet dinamiklerini ele almadan
önce, mahallenin hikâyesinden kısa da olsa bahsetmek gereklidir. İstanbul’un
Küçükçekmece ilçesine bağlı Ayazma ve Tepeüstü mevkilerini içeren 144,6
hektarlık alan 13.06.2004 tarihinde TOKİ, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve
Küçükçekmece Belediyesi arasında imzalanan üçlü protokol ile kentsel
dönüşüm alanı ilan edilmiştir. Bölgenin yoksul bir gecekondu mahallesi
olması, belediye tarafından “kentsel dönüşüm alanı” ilan edilmesinin
gerekçesi olarak sunulmuştur.
Bu kentsel dönüşüm de mahallenin yıkılması ve mahalle sakinlerinin “hak
sahipliği” üzerinden 180 ay vadeli olarak TOKİ’ye borçlandırılarak
Bezirganbahçe toplu konutlarına yerleştirilmesi ile gerçekleştiriliyor. Ayazma
ve Tepeüstü mahallelerinde toplam 7800 kişinin yaşadığı 1800 konut yıkılıyor
ve bu konutlarda ‘hak sahipleri’, yani ev sahibi olanlar Bezirganbahçe toplu
konutlarına yerleştiriliyor. Belediye rakamlarına göre 246 kiracı aile ise bu
süreçten hiçbir hak sahibi oldukları kabul edilmeksizin, evleri yıkılarak
çıkıyorlar. Oysa proje uygulaması başlarken belediye tarafından en çok
’kiracılar dâhil kimsenin mağdur olmayacağı’ vurgulanmaktaydı.
Bu kiracı ailelerden 18’i, kendi ifadeleriyle ‘gidecek başka yerleri olmadığı
için’ ya da ‘çaresizlikten’ evleri yıkıldıktan sonra da yıkıntılar üzerine çadırlar
51
ve derme çatma barakalar kurarak Ayazma’da yasamaya devam ettiler. Bu
ailelerin hak sahipliği yolundaki uzun ve zorlu süreçleri (bu süreç içinde
barakaların da birkaç kere ailelerin üzerine yıkılmıştır) devam etmektedir.
Fotoğraf 3: Yıkım sonrası Ayazma’da durum
Kaynak:Uğur Çolak arşivi
Göral, saha araştırması yapmış olduğu saha araştırmalarında ve özellikle
Ayazma mahallesinde faaliyetlerde, eylemlerde ve toplantılarda kadınların
yer almadıklarını belirtiyor. (Göral, 2011) Hem kadınlar hem de erkekler
tarafından farkında olunan bu durum, kadınların ev işleri ve çocuklardan
toplantılara katılmaya vakit bulamadıklarını fakat aslında toplantıların genel
amaçlarına katıldıkları şeklinde yorumlanmaktadır.
Ayazma mahallesinden Ayla, bu konuyu şu şekilde anlatıyor,
“Ya zaten isim basımı aşmış, canım çıkıyor ortalığı temizleyeyim diye, bir de
üstüne o toplantılara niye gideyim? Zaten oralarda pek bir şey olmuyordu ki.
52
Hayır, Allah razı olsun hepsinden, bize çok yardımcı oldular, bende öyle
nankörlük yoktur. Ama o toplantılardan bir şey değişmedi yani. İlla gideyim
diye de istemedim pek.” (Göral, 2011)
Kadınların bu toplantılardaki formel yoklukları, taleplerin bizzat kendisi de
olabilmektedir. Mahalle dernekleri, genellikle yıkımları durdurmak veya
önlemek gibi akut durumlar ya da kentsel dönüşüm projelerini geri çektirmek
amaçlarıyla eyleme geçmektedirler. Bu amaçlar, gecekondularda
yaşayanların gündelik hayatlarını dönüştürmeye yönelik talepler değildir.
Oysaki kadınların, gündelik yaşantıyı birebir olarak etkileyecek ’konut
gereksinimleri’ için verilen mücadelelerde yer almaya istekli olduklarını
belirtilmektedir. (Rodriguez, 1994) Buna göre kadınlar, cinsiyetçi işbölümü
çerçevesinde belirlenmiş konumu ile ilişkili yiyecek, çocuk bakımı, okul,
sağlık, alışveriş gibi ‘hane halkı gereksinimleri’ alanlarındaki eylemlere daha
yüksek oranda katılım göstermektedir. Buna dayanarak, İstanbul’da mahalle
dernekleri ekseninde yürütülen mücadele çoklukla konut gereksinimleri
alanında yürütüldüğünden bu alanın kadınların yer almasını kışkırtmadığı
düşünülebilir.
Ayazma örneği için, kadınların toplantılara katılmıyor olmaları, kendilerini her
zaman sürecin dışında hissettikleri anlamına gelmemektedir. Ayla toplantılara
katılmadığı halde, çadır kentte kaldıkları süre boyunca, dirayetiyle,
mücadeleciliğiyle, dayanma kapasitesiyle ve çalışkanlığıyla, süreci ailecek
atlatmalarında kendisinin büyük bir rolü olduğunu belirtiyor. Kendi aktifliğine
olan inancını da şu sözlerle dile getiriyor;
“Zaten herkes, gelen basın olsun, belediyeden gelenler olsun, çadırlara
geliyordu. Orada da biz anlatıyorduk ne olduğunu. Zaten bizdik yani herkesle
konuşan aslında. Onlar gidip durdular iste toplantılara ama hep bizim
anlattıklarımızı haber yaptılar... Ayazma’da ne oldu desen benim, iste bizim
Ayazmalı bayanların anlattıkları yazıldı aslında….” (Göral, 2011)
Yine Ayazmalı kadınlardan Necla, görüşme sırasında yıkım kararı
sonrasındaki süreçteki aktiflikten çok, mahallenin kuruluşu esnasındaki kadın
emeğinden bahsetmektedir.
53
“Ayazma’daki hayatımız çok güzeldi, çok mutluyduk orda. Belki de ondan
dolayı o kadar sevdik. Ben mesela oraya geldiğimde hiç koyumu aramadım.
Çok çabuk ısındım oraya. Orda daha biz rahattık. Burada mesela daha farklı.
Belki hani insan alıştığı için mi artık bilmiyorum ama. Dışarıya cık otur çayını
iç dışarıda, ne bileyim her turlu.
Geldiğimizde sular filan bile içeride değildi, su taşıyorduk eve bidonlarla.
Ama yine de mutluyduk yani. Buradan daha mutluyduk. Ya bir de biz
bayanlar olarak, çok çilesini çektik, çok tozunu, çamurunu yuttuk ama bizim
de orda çok emeğimiz vardı yani. Hani biraz sahibi gibiydik, burası gibi değil
yani. Emek vermişiz hele biz bayanlar, ne kadar çok bir bilsen.” (Göral,
2011)
Bu açıklamalar, kadınların mekân içinde var olma mücadelesinin tartışılmaz
bir parçası olduğunu kesin olarak ortaya koymaktadır. Fakat örgütlü
mücadeleye olan katılımları için aynı şeyi söylemek mümkün değildir.
Kadınlar, dernek faaliyet ve toplantılarına bilinçli olarak katılmamakla birlikte,
böyle bir arzuya sahip görünmemektedirler.
3.2.2. Tarlabaşı Semti
Tarlabaşı yaklaşık olarak kuzeyde Dolapdere Caddesi, güneyde Tarlabaşı
Bulvarı, doğuda Talimhane, batıda ise Kasımpaşa ile sınırlanan Beyoğlu
ilçesine bağlı semtlerden biridir. Genelde konut ağırlıklı bir yapı stoğuna
sahip olan bölgenin sosyal yapısı, Cumhuriyet’in ilanından itibaren
1942 Varlık Vergisi, 1955 6-7 Eylül Olayları, 1960 Köyden kente göçün
başlangıcı, 1980 Dalan Operasyonları ile köklü değişimler geçirmiştir.
Eskiden bölgede yaşayan gayrimüslim nüfusun yerine oldukça kozmopolit bir
grup yerleşmiştir. Tarlabaşı, LGBT bireylerin de yaşamak için tercih
edebildikleri bölgelerden biridir. Beyoğlu’nda bulunan eğlence sektörüne
işgücü, çoğunluklu olarak Tarlabaşı’nın yerleşik nüfusu tarafından
karşılanmaktadır.
2007 yılında Beyoğlu Belediyesi’nin öncülüğünde Tarlabaşı’nın fiziksel ve
sosyal değişimini öngören bir kentsel dönüşüm projesi geliştirilmiştir.
Ayazma’da olduğu gibi bölgenin yoksulluğu ve buna ek olarak yüksek suç
54
oranı, projeyi meşrulaştırıcı sebepler olarak öne sürülmüştür. Yenileme
projesi internet sayfasında proje amacı;
“Tarlabaşı’nın yenilenmesini sağlayacak bu projeyle çöküşün durdurulması,
bölgenin daha güvenli, sağlıklı, yaşanabilir ve kentle bütünleşmiş bir alan
haline getirilmesi, Tarlabaşı’nda yeni bir yaşam merkezi oluşturulması
hedeflenmektedir.”
şeklinde açıklanmaktadır.
Fotoğraf 4: Tarlabaşı’nda bir yapı adası
Proje Alanı, Tarlabaşı semtinde bulunan 9 ada, yaklaşık 2000 m² alana
oturmuş 210’u tescilli sivil mimarlık örneği olan 278 bina ve bunların
arasındaki sokakları ve altyapıyı kapsamaktadır. 16.03.2007 tarihinde ihale
gerçekleşmiş, 04.04.2007 tarihinde de Beyoğlu Belediyesi ile sözleşme
imzalanarak projenin durumu netleşmiştir.
55
Fotoğraf 5: Tarlabaşı’nda proje alanı
Kaynak: http://www.tarlabasiyenileniyor.com/
Proje, bölgedeki oldukça kozmopolit yapıdaki yerleşik nüfusun yaşama ve
barınma hakkını ortadan kaldıran, farklı istek ve taleplerini görmezden gelen
ve bölgede yüksek oranda bir mağduriyet yaratan bir yapıdadır.
Tarlabaşı Bölgesinin yenilenmesi hakkında Beyoğlu Belediyesi'nin
Tarlabaşı'nda oturan insanlara, oradaki mülk sahiplerine yenileme hakkında
bilgilendirme toplantıları yapıp bilgi vermesi 2006 yılının ilk aylarına denk
gelmektedir. Bu toplantılarda, düşük faizli kredi imkânlarıyla konutların bölge
haklı ile birlikte yenilenmesi fikri görüşülmüştür. Fakat ihaleden sonra yapılan
görüşmelerde konuşulanlar değişmiş, kiracılardan bahsedilmemekle birlikte,
mülk sahiplerinin mülklerini derhal ilgili firmaya satmaları istenmiştir. Belediye
ile görüşme halinde olan fakat yaşadıkları mahalleden ve mülklerinden
vazgeçmek istemeyen Tarlabaşı sakinleri, 2008 yılında kiracıları da
bünyelerine katarak ‘Tarlabaşı Mülk Sahipleri ve Kiracıları Kalkındırma ve
Sosyal Yardımlaşma Derneği’ni kurmuştur.
56
Kurulan dernek, medya, üniversiteler ve bireysel aktivistler ile birlikte
çalışarak bir kamuoyu yaratmaya çalışmış, bir diğer yandan da resmi
kanalları kullanarak projeye karşı dava açmıştır. Bu süreç esnasında
belediye yapılan görüşmelere de bir ortak zemin yakalama umudu ile devam
edilmiştir. Mülk sahiplerine karşı yapılan mülklerini bir an önce satma
baskısına acil kamulaştırma tehdidi de eklenmiştir. Buna göre, mülklerini
satıp karşılığını tek seferde nakit olarak almayan mülk sahiplerinin mülkleri
acil kamulaştırma kararı ile ellerinden alınacak ve karşılığı beş yıla yayılan bir
ödeme planı ile ödenecektir. Dernek, bazı parsellerde hakları doğrultusunda
metrekare almaları şartıyla projeye razı gelebileceklerini belirtmiş, fakat
belediyeden olumlu bir yanıt alınamamıştır.
Derneğin Tarlabaşı’nda yaşayanları kapsayıcılığına ilişkin, Dernek başkanı
Ahmet Gün, internet sitesi üzerinden8
“… Kuruluş ismimizden de anlaşılacağı gibi kuruluşumuzda kiracıları da
derneğimizin bünyesine kattık. Bunun anlamı kiracılarımız da bir parçamızdı.
Onların da burada yaşam hakları ihlal edilmekteydi. Kiracılarımız da bu
bölgede ticaret yapıp hem devletimize vergi ödüyorlar hem de bizlere kira
ödüyorlardı hem de istihdam yaratıyorlardı. Hem de o bölgede kendi
yaşamlarını sürdürüyorlardı. Onların da mağduriyeti önemli olduğundan
kiracıları da içimize aldık. …”
şeklinde bir açıklama yapmaktadır. Kendisi ile yapılan telefon görüşmesinde,
derneğin kuruluş şartları altında kiracı-ev sahibi olma durumunun en önemli
ayrım olduğunu ve bu ayrımı yapmamak adına derneği kirazı ve mülk
sahiplerini bir araya getirecek şekilde kurduklarını, bunun dışında herhangi
cinsiyete ya da etnisiteye dayalı bir ayrım yapmaktan özenle kaçındıklarını
belirtmiştir. Kendisine dernek içerisinde kadınların durumu, görev alma
durumları sorulduğunda ise, tekrar olarak dernekleri bünyesinde kadın-erkek
gibi bir ayrımın kesinlikle bulunmadığını, kadınların denek etkinliklerine
katılımlarında hiçbir engel olmadığını vurgulamıştır. Kadınların katılımına dair
yaklaşık bir oran istendiğinde, ‘oldukça az’ yanıtı alınmış, bu durumun
8 Tarlabaşı Mülk Sahipleri ve Kiracıları Kalkındırma ve Sosyal Yardımlaşma Derneği internet sitesi
http://www.tarlabasimagdurlari.com
57
nedeninin de kadınların kendi seçimi olduğu belirtilmiştir. Dernek bünyesinde,
Tarlabaşı’nda yoğunluklu olarak yaşamlarını sürdüren LGBTT bireylere dair
bir yapılanma da bulunmamaktadır.
Tarlabaşı Derneği’nin ısrarla üzerinde durduğu kadın-erkek ayrımı
yapılmaması durumu, gerçekten kadın-erkek eşitliğini sağlamak amacından
çok uzak kalmakta ve sadece mevcut duruma göz yummaktadır. Cinsiyetler
üstü nötr bir yaklaşımın dernek içerisindeki kadın temsiliyetinin artışına bir
katkısı yoktur. ‘Katılımlarında hiçbir engel olmadığı’ bir durumda, kadınların
katılımının ‘oldukça az’ olması kadınların katılımının sağlanması için farklı
stratejiler geliştirilmesi gerekliliğinin göstergesidir.
Ahmet Gün, bölgede kadınlarla ilgili çalışmaların Tarlabaşı Toplum
Merkezi’nde yürütüldüğünü belirtmiştir. Tarlabaşı Toplum Merkezi, İstanbul
Bilgi Üniversitesi Göç Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi tarafından
Beyoğlu Tarlabaşı bölgesinde bir Toplum Merkezi oluşturma projesi olarak
başlamıştır. Merkezde farklı etnik, dinsel ve sosyal gruplar arasında bir
kaynaşma ve sonucunda kentsel şiddeti doğuran suça yönelebilecek çocuk
ve gençler için rehabilitasyon modeli hedeflenmiştir. Bunların yanı sıra,
bölgedeki kadınlarla okuma-yazma ve el işi kursları düzenlenmiştir.
58
Fotoğraf 6: Tarlabaşı Toplum Merkezinde eğitim görmekte olan kadınlar
Kaynak: http://www.tarlabasi.org
Tarlabaşı toplum Merkezi, yürütmüş olduğu bu çalışmalarla bölgede yaşayan
kadınların yaşam koşullarının artırılmasını sağlamış, kadınların bir araya
gelerek sosyalleşebileceği ortamlar yaratmış ve örgütlülüklerinin ilk adımını
atmalarını sağlamıştır. Merkez, çocuklar ve gençlerle yaptığı çalışmaların
yanı sıra bu faaliyetleri ile de bölgedeki önemli bir eksikliği gidermiştir.
59
SONUÇ
Çalışma boyunca, kentsel hareketler ve toplumsal cinsiyet kavramsal olarak
incelenmiş, iki kavramın birbirleriyle ilişkisi ve kentsel hareketler içindeki
toplumsal cinsiyete dayalı örgütlenmeler ele alınmıştır. Kentsel muhalefet
içindeki toplumsal cinsiyet dinamikleri, planlama paradigmasının değişimi ile
ortak bir mercek altından okunmuştur.
Planlama paradigması, modernizm öncesinden itibaren günümüze kadar
sürekli bir değişim içindedir. Modernizm döneminde kabul görmekte olan
uzun erimli ve yukarıdan aşağıya olan kapsamlı planlama anlayışı,
postmodernizmin de etkisiyle yerini iletişimsel ve müzakereci planlama
süreçlerine bırakmıştır. Bu anlayışa göre planlama, tüm grupların taleplerini
özgürce dile getirebileceği ve haklarının korunduğu bir alana, plancı da tüm
kesimlerim bu alan içerisinde yer almasından ve haklarının savunulmasından
sorumlu olan düzenleyiciye dönüşmektedir. Bu anlayış, 1980’ler sonrasında
daha güçlenerek kabul görmektedir.
Kentsel hareketler, kentsel muhalefetin kendini bir ifade aracı olarak ortaya
çıkmış, pek çok farklı çıkar grubunun belirli konular çerçevesinde
gerçekleştirdikleri etkinlik, eylem, yürüyüş, toplantı gibi hareketlerdir.
Katılımcıları etnik, dinsel, konut grubu, göçmen grubu gibi sınıfsal olmayan
farklı gruplardan oluşmaktadır. Sorunun mağdur ettiği kesimlerin haricinde,
haksızlıkların giderilmesi konusunda duyarlı platformlar, akademisyenler,
araştırmacılar ve gönüllü bireylerin de katkısıyla, kentsel hareketlerin
katılımcıları artmış ve etkisi büyümüştür. Toplumsal cinsiyet hareketleri, bu
gün sahip olduğu yapısıyla kentsel hareketlerin bir dalı olacak şekildedir.
Toplumsal cinsiyet hareketleri temelini kadın hareketlerinden almaktadır.
Kadın hareketleri, Türkiye’de Osmanlı döneminde başlamış, Cumhuriyetin
ilanı ve sonrasında güçlenerek devam etmiştir. 1980 sonrasında ise, ikinci
dalga feminizmin etkilerinin de hissedilmesiyle kadın hareketini kapsamı
değişmiş ve gelişmiş, erkeklerin ve LGBTT bireylerin hareketlerini de
kapsayacak olan toplumsal cinsiyet kavramı kabul görmüştür. Bu çatı altında
yapılan hareketler de toplumsal cinsiyet hareketleri olarak tanımlanmıştır.
60
LGBTT bireylerinin konut ve yaşama hakkı mücadelesi ve feminist grupların
kadının kent içerisindeki mevcudiyeti ve haklarına dair söylem ve talepleri,
diğer kent hareketlerini yürüten grupların söylem ve talepleri ile
örtüşmektedir. Temelde sahip olunan, sermaye baskısından kurtulmuş, eşit,
yaşanılabilir bir kent hayalidir. Ayrıca toplumsal cinsiyet hareketlerinin kentsel
hareketler ile daha organize ve daha ortak bir yapılanma ile hareket etmesi,
hareketlerin tamamını güçlendirecek bir oluşum olacaktır.
Kadın hareketinin kapsamının genişleyerek toplumsal hareketler çerçevesine
doğru evrilmesi ve kentsel hareketlerin devamı ile ortak bir doğrultuda yol
almaya başlaması 1980 sonrasına, yani planlama pardigmasının da
geleneksel planlamadan müzakereci bir anlayışa doğru değiştiği döneme
denk gelmektedir. Buna göre, toplumsal cinsiyet ve kent hareketlerinin
taleplerini, planlamanın katılım ve müzakere ilkeleri çerçevesinde özgürce
dile getirebilmeleri ve temel kentli haklarının planlamanın güvencesinde
olması beklenmektedir. Planlamanın toplumsal cinsiyet ile ilişkisinin
kurulmasından önce, toplumsal cinsiyet kavramının anlaşılması ve feminist
kuramsal çerçeve içerisinde ele alınması gerekmektedir. İlk örnekleri
yurtdışında gerçekleşen kadın hareketi içerisinde, öncelikli hak arayışı ‘lanetli
Havva’ imgesinden kurtulmak ve kadınların insan oldukları gerçeğinin kabul
edilmesini sağlamak üzerine kurulmuştur. Daha sonra Osmanlı’da da
kadınlar, kendilerinden önceki hemcinsleri ile aynı mücadele içerisinde, ‘en
az erkekler kadar’ insan olduklarını kabul ettirmeye çalışacaklardır. Bugün
kısmen aynı mücadeleyi, LGBTT bireyleri vermektedir. İlk adım olarak temel
insanlık haklarının elde edilmesi gerçekleşmediği sürece, planlamanın olası
bir toplumsal cinsiyet yaklaşımı tek başına yetersiz kalmaktadır.
Gel görelim ki planlama, cinsiyet perspektifi dahil olmak üzere herhangi bir
savunucu perspektiften uzaklaşmıştır. Örnek alan incelemelerinin yapıldığı
Ayazma Mahallesi ve Tarlabaşı semtinde bulunan dernek ve mahalli
örgütlenmeler, sürecin hemen hemen en başından beri belediye ile temas
halindedirler. Görünürde gerçekleşmiş olan uzun bir müzakere süreci
mevcuttur. Fakat müzakereler sırasında bir ortak çözüm bulmak arayışı
61
olmadığı gibi 9 bu görüşmeler projeleri meşrulaştırıcı araçlar olarak
kamuoyuna sunulmaktadır. Planlama kurumu, müzakere sürecini göstermelik
olarak kullanmakta ve kentsel dönüşüm mahallelerinde yaşam alanlarını
sermaye ile birlikte talan etmektedir. Toplumsal cinsiyete dair gruplar ve
yapılanmalar, sürecin tarafları olarak muhatap alınmamakta, müzakere
sürecinin bir parçası olamamaktadırlar. Bu durumda şüphesiz mahalli
örgütlenmelerde toplumsal cinsiyet çeşitliliğinin, hatta nüfusun yarısını
oluşturtan kadınların bile temsiliyetinin hemen hemen yok denecek kadar az
olmasının da etkisi bulunmaktadır.
Alan incelemesi yapılmış olan iki bölgede de derneklere dair ortaklaşan
özellikler, kadınların derneklerin mahallelerine ilişkin çalışmalarından
haberdar oldukları fakat neredeyse hiç katılmadıkları, bu katılmama
durumunun ise kendi tercihleri olduğu yönündedir. Bu açıklama, kadınların
katılımsızlığını anlamlandırmada çok ‘iyimser’ ve zayıf kalmaktadır.
Derneklerde mahallede yaşayan farklı toplumsal kesimlerin farklılaşan
ihtiyaçlarına cevap oluşturabilecek çoğul stratejiler yerine benzer bir
eylemlilik tarzının oluşturduğu tek bir stratejinin yeniden ve yeniden
uygulandığı gözlemlenmektedir. Açıkça görülmektedir ki mahalli
örgütlenmelerin mevcut durumu kadınların katılımını doğrudan ya da dolaylı
engelleyecek, en azından teşvik etmeyecek yöndedir.
Kent muhalefetinin farklı bileşenlerinin de bu benzer ve dikkat çekmeyen
eylemlilik formlarından rahatsızlıklarını sürekli ifade etmelerine rağmen farklı
ve yaratıcı kendini ifade etme yollarının bir türlü önü açılamamaktadır.
Etnik gruplar, kadınlar, eşcinseller gibi farklı toplumsal kategorilerin, kentsel
muhalefet alanında hayata geçiren stratejilere kendi özgün stratejilerini
kullanarak dahil olmaları gerekmektedir. Dolayısıyla biçimsel bir farklı
eylemlilik arayışlarından ziyade, hareketin ontolojik olarak kendini farklı
toplumsal kesimlerin farklı stratejileriyle kurmasının imkânları tartışma
konusu yapılmalıdır.
9 Yapılan görüşmelerde varılan ortak kanı, ‘belediyeden gelenlerin bir çözüm amacıyla gelmediği’
yönündedir.
62
Tüm bu strateji çoğulluğu basitçe farklı eylemler düşünmek değil, farklı
toplumsal kesimleri mücadelenin içinde kurucu bir unsur olmaya çağırmak
anlamına gelmektedir. Böylesi bir çağrının ise alan araştırmasına konu alan
Ayazma Mahallesi ve Tarlabaşı semtinde yapıldığını söylemek ne yazık ki
mümkün değildir.
Kentsel hareketler, İstanbul’da gerçekleşen Kent Hareketleri Forumu’nda tüm
kentsel hareketlerin bir aradalığının önemi üzerinde durulmuştur. Kentsel
hareketlerde bir aradalık, muhalefet yöntemlerinin ve karşı çıkılan
eşitsizliklerin farklılığı gibi sebeplerle bazen mümkün olamamaktadır. Akut
durumlarda gruplar birlikte hareket edebilme kapasitesinde olmalarına karşın,
süreklilik sağlanamamaktadır. Bu durumlarda, hareketlerde öncü konumuna
gelmiş kimi insanların kişisel tercihleri ve karakteristik özellikleri de etkilidir.
Fakat asıl amaç kentleri maruz kaldıkları saldırıdan ve kentli haklarının
ihlalinden korumaktır ve bu noktada tüm kent hareketleri bir arada hareket
etmelidir. Bu hareketlerin güçlenmesi, planlama meslek alanının da
demokratikleşmesine büyük katkılar sağlayacaktır. Demokratikleşen ve
katılımcı bir planlama anlayışı, cinsiyet temelli bir perspektiften uzaklaşarak,
eşitlikçi ve özgür kentler tasarlayabilecek yapıya erişecektir. Binlerce yıllık
ataerkil geleneğin ürünü olan kentleri değiştirme kentin cinsiyetçi doğasını
dönüştürme öz görevini yüklemek biraz abartılı bir beklenti gibi görünmekle
birlikte, kent planlamasının başlı başına bir takım olumlu değişiklikleri
gerçekleştirebilecek güçte olduğunu görmek gerekmektedir. Fakat sorunun
tam olarak etkili bir çözüme kavuşması için daha üst ölçekte düzenlemeler ve
düzeltmelere gidilmeli, bir devlet politikası olarak cinsiyetler arası eşitliği
sağlayacak uygulamalara geçilmelidir.
63
KAYNAKÇA
Alkan, Ayten. Cins Cins Mekan. İstanbul: Varlık Yayınları, 2009.
Alkan, Ayten. Toplumsal Cinsiyet ve Kentsel Mekânın Düzenlenmesi
Çerçevesinde Kent Planlaması Disiplini.
Alkan, Ayten. “Yerim mi Dar Yenim mi?” Cinsiyete Dayalı Kentsel Hak
İhlâlleri ve Ötesi.
Alkan, Ayten, Tokman, Yıldız, Kadın ve Çocukların Kentli Hakları. Kent ve
Sağlık Sempozyumu, Bursa: 2006.
Bali, Rifat. Bir Varmış Bir Yokmuş: Bir Zamanlar Bu Diyarda Azınlıklar
Yaşarmış. İstanbul: Virgül Dergisi, 1999.
Berktay, Fatmagül. Tarihin Cinsiyeti. İstanbul:Metis Yayınları, 2003
Benhabib, Seyla, Butler Judith, Cornell, Drucilla, Fraser, Nancy. Çatışan
Feminizmler. İstanbul: Metis Yayınları, 2006.
Bora, Aksu. Kadınların Sınıfı. İstanbul: İletişim Yayınları, 2005.
Çavuşoğlu, Erbatur. Türkiye Kentleşmesi ders notları.
Çavuşoğlu, Erbatur. Gülensu: Bir "Kentsel Toplumsal Hareket". İstanbul:
İstanbul Dergisi, 2008.
Durudoğan, Hülya, Gökşen, Fatoş, Oder, Bertil Emrah, Yükseker, Deniz.
Türkiye’de Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları, Eşitsizlikler, Mücadeleler,
Kazanımlar. İstanbul: Koç Üniversitesi Yayınları, 2010.
Ekiz, Cengiz, Somel, Ali. Türkiye’de Planlama ve Planlama Anlayışının
Değişimi. Ankara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi Gelişme ve Toplum
Araştırmaları Merkezi Tartışma Metinleri. Ocak, 2005.
Erder, Sema. Kentsel Gerilim, (Enformel İlişki Ağları Alan Araştırması).
Ankara:Um:Ag Yayınları, 1997
Erdoğan, Necmi. Yoksulluk Halleri, Türkiye’de Kent Yoksulluğunun
Toplumsal Görünümleri. İstanbul:İletişim Yayınları, 2007
64
Ersoy, Melih. Kentsel Planlama Kuramları. Ankara:İmge Kitabevi, 2007.
German, Lindsey. Cinsiyet, Sınıf ve Sosyalizm. İstanbul: Babil Yayınları,
2006.
Güç, Ayşe. İslamcı Feminizm: Müslüman Kadınların Birey Olma Çabaları.
Uludağ Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi. Bursa: 2008
http://kutuphane.uludag.edu.tr/PDF/ilh/2008-17(2)/M23.pdf
Hanay, Nehir. İslami Feminizm Örneği Olan Turuncu Dergisi’nde Toplumsal
Cinsiyetin Kuruluşu. Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü. Ankara:
2008.
İlkkarcan, Pınar. Müslüman Toplumlarda Kadın Ve Cinsellik. İstanbul: İletişim
Yayınları, 2004.
Kandiyoti, Deniz. Cariyeler, Bacılar, Yurttaşlar. İstanbul: Metis Yayınları,
2007.
Lefebvre, Henri. Modern Dünyada Gündelik Hayat. İstanbul: Metis Yayınları:
2011.
Mayer, Margrit. Kentsel Toplumsal Hareketlerin Değişken Sloganları
Bağlamında "Kent Hakkı". 2010.
Mutluer, Nil. Cinsiyet Halleri, Türkiye’de Toplumsal Cinsiyetin Kesişim
Sınırları. İstanbul: Varlık Yayınları, 2008.
Selek, Pınar. Maskeler, Süvariler, Gacılar Ülker Sokak: Bir Alt Kültürün
Dışlanma Mekanı.
Selek, Pınar. Sürüne Sürüne Erkek Olmak. İstanbul: İletişim Yayınları, 2008.
Şengül, Tarık. Planlama Paradigmalarının Dönüşümü Üzerine Eleştirel Bir
Değerlendirme. Ankara:2007
Öncü, Ayşe, Weyland, Petra. Mekan, Kültür, İktidar, Küreselleşen Kentlerde
Yeni Kimlikler. İstanbul: İletişim Yayınları, 2005.
Özkazanç, Alev, Sayılan, Fevziye. İktidar, Direnis ve Toplumsal Cinsiyet, Eril
Direnis Kültürü Karsısında Kızlar. Ankara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler
65
Fakültesi Gelişme ve Toplum Araştırmaları Merkezi Tartışma Metinleri.
Mayıs, 2005.
Tayanç, Füsun, Tayanç Tunç. Dünyada ve Türkiye'de Tarih Boyunca Kadın.
Ankara: Toplum Yayınevi, 1977.
Tekeli, Şirin. 1980’ler Türkiye’sinde Kadın Bakış Açısından Kadınlar.
İstanbul:İletişim Yayınları, 1990.
Türk Tabipler Birliği Kadın Hekimlik ve Kadın Sağlığı Kolu. Türkiye'de
Toplumsal Cinsiyet, Kadın ve Sağlık Raporu. 2008.
http://www.politics.ankara.edu.tr/eski/dosyalar/tm/SBF_WP_84.pdf
Yalçıntan, Murat Cemal. Kentsel Dönüşümün Mağdurları Ve Mağduriyetin
Sorumluları. İstanbul:2008
Yalçıntan, Murat Cemal. Kentsel Muhalefetin Halleri ve Halsizlikleri. İstanbul,
2009.
Woolf, Virginia. Kendine Ait Bir Oda. İstanbul: İletişim Yayınları, 2002.
İnternet Kaynakları
Beyoğlu Belediyesi 2010-2014 Stratejik Planı.
http://www.beyoglu.bel.tr/download/stratejik_plan_2010-2014.pdf
How Women Friendly is Your City?
http://www.twca.ca/TWCA-publications/uploads/How_Women-
friendly_is_your_City.pdf
How to Build a Women-Friendly City? Case of Helsinki, Finland
http://www.hel.fi/wps/wcm/connect/0cdbda804baa34d39735d7d101701abd/C
ase+Helsinki+WORLD+WOMEN%27S+FORUM+2008.pdf?MOD=AJPERES
http://www.lambdaistanbul.org/s/
Alkın, Ayşe, Subaşı, Nükhet. Kadına Yönelik Şiddet, Nedenleri Ve Sonuçları.
http://www.huksam.hacettepe.edu.tr/Turkce/SayfaDosya/kadina_yon_siddet.