274
NEW YORK TIMES BESTSELLER l.AUREN CONRAD ve/ TcdL ROMAN PEGRSUS

Lauren Conrad Huysuz ve Tatli

Embed Size (px)

Citation preview

N E W Y O R K T I M E S B E S T S E L L E R

l.AUREN CONRAD

ve/ TcdLROMA N

PEGRSUS

Yeni üne kovuşmuş Jane Roberts en yakın arkadaşlarından birinin

ihanetine uğramanın şokunu atlatmaya çalışırken birkaç ders de

almıştır. r ~ önemlisi: Kime güveneceğini bil! Ve Holly\vood'da bu

liste ol<L.M;a kısadır. Hayatım tekrar kontrol altına almaya çalışan

Jane erkeklerden ve yarattıkları bütün belalardan uzak durmaya karar

verir. Ama lise aşkı Caleb ve Los Angeles'ta tanışıp vurulduğu Braden

her zamankinden de tatlı halleriyle karşısına çıkınca genç kadın

erkeklerden uzak durma kuralını hatırlamakta zorlanacaktır.

Ayrıca en yakın arkadaşı Scarlett'ın da aklında ilk kez tek bir

erkek vardır: Yeni erkek arkadaşı Liam. Ancak popüler bir realite

-.'uranımın yıldızı olarak kamera önünde başka erkeklerle görünmek

orunda kaldığı için Liam 'la ilişkileri sarsılmaya başlayacaktır,

er şey kontrolden çıkmış gibi görünürken Jane herkesin "realite"

■rımı sonsuza dek değiştirecek dehşet verici bir şey öğrenecektir....

Televizyon yıldızı Lauren Conrad'ın Los Angeles Şekeri serisi buram buram aşk ve entrika kokuyor!

"Tam bir skandal!'Teen N cw

LAUREN CONRAD

Hu V

Pegasus Yayınları: 1158 Gençlik: 208

Huysuz ve Tatlı Lauren Conrad

Özgün Adı: Sugar and Spice

Yayın Koordinatörü: Berna Sirman Editör: Çiçek Eriş

Düzelti: Pervin Salman Sayfa Tasarımı: Cansu Gümüş Kapak Uygulama: Pınar Yıldız

Baskı-Cilt: Alioâlu Matbaacılık Sertifika No: 11946

Orta Mah. Fatin Rüştü Sok. No: 1/3-A Bayrampaşa/İstanbul Tel: 0212 612 95 59

1. Baskı: İstanbul, Eylül 2015 ISBN: 978-605-343-681-2

Türkçe Yayın Hakları © PEGASUS YAYINLARI, 2015 Copyright © Lauren Conrad, 2010

Bu kitabın Türkçe yayın hakları Akçalı Telif Hakları Ajansı aracılığıyla HarperCollins Publishers'ın bir kolu olan

HarperCollins Children's Book's'tan alınmıştır.

Tüm hakları saklıdır. Bu kitapta yer alan fotoğraf/resim ve metinler Pegasus YayıncılıkTic. San. Ltd. Şti.'den izin alınmadan fotokopi dâhil,

optik, elektronik ya da mekanik herhangi bir yolla kopyalanamaz, çoğaltılamaz, basılamaz, yayımlanamaz.

Yayıncı Sertifika No: 12177

Pegasus Yayıncılık Tic. San. Ltd. Şti.Gümüşsüyü Mah. Osmanlı Sk. Alara Han

No: 11/9 Taksim/İSTANBUL Tel: 0212 244 23 50 (pbx) Faks: 0212 244 23 46

www.pegasusyayinlari.com / [email protected]

LAUREN CONRAD

H ıupu ft ve/ 'ToMı/

İngilizceden Çeviren:

Kübra Bahar

PEGASUS YAYINLARI

Bu kitap, daima yanımda oldukları için, Maura, Lo, Jillian, Natania ve Brittona adanmıştır. En yakın arkadaşlarım olduklarım söylemekten onur duyuyorum.

D-SARJ/

(SEVMEKTEN NEFRET ETTİĞİNİZ DEDİKODU)

Los Angeles Şekeri setinde işler sarpa

sarıyor: Cici kızımız Jane Roberts bir

magazin skandali atlattı ve her nasılsa

her zamankinden daha tatlı bir halde

geri dönmeyi başardı. Fakat çıkarcı bir

düzenbaz olduğu ortaya çıkan eski en

yakın arkadaşı Madison için, tatlı hayat

zehir oldu. Bu arada sivri dilli güzel Scar­

lett, gizli bir erkek arkadaş söylentileriyle

dedikodu çarklarını döndürüyor...

İkinci sezon başlamak üzereyken, bu

lezzetli genç yıldızların daha ne olaylar

yaratacağını kim bilir!

1

KİMSEYLE ÇIKMIYORUM

“Bu tarafa!”“Haydi ikinizin bir fotoğrafını alalım!”“Gülümseyin, kızlar!”Birkaç paparazzi ona ve Scarlett Harpa bağırken Jane omzun­

daki bazı ellerin -basın danışmanı mı? Rastgele PopTv asistanları mı?- onu hizaya soktuğunu hissetti. Etraflarında onlarca hayran çılgınca el sallıyor, kızların adını haykırıyor ve cep telefonlarıyla fotoğraflarını çekiyordu.

Scarlett başını Jane’inkine doğru eğdi. “Kendi galanda, kırmızı halıdan kaçmakla ilgili bir kural var mı?”

Jane, “Ha ha,” dedi sırıtarak. “Sanırım bundan kaytarmakta biraz sıkıntı yaşayacaksın, Scar.”

“Onlara beş dakika verip sonra bir içki almak için içeri gire­ceğim. İçimden bir ses bu gece buna ihtiyacım olacağını söylüyor.”

“İyi şanslar. Bence yedi buçuğa kadar falan buradan ayrıla­mayız. Ayrıca, canlı yayınla alkol iyi bir bileşim değil. Ve yemekte içtiğin iki içkinin seni idare edeceğinden gayet eminim.”

9

HUYSUZ VE TATLI

Scarlett gözlerini devirdi. “Her neyse.”Flaşlar ışık saçarak padamaya başladı. Jane derin bir nefes

aldı, yüzüne bir gülümseme yerleştirdi ve paniğe kapümamaya çalıştı. PopTv, Los Angeles Şekerinin ikinci sezon galasının kırmızı halı töreninde medyamn tam takım orada olması için gerekenleri yapmıştı elbette. Küçük şovları her nasılsa, şirketin en yüksek reyting alan programı olmuştu ve pek çok şey galaya bağlıydı. Parti PopTv’de canlı yayınlanacak, hemen ardından bölümün kendisi gelecekti.

Jane omzunun üzerinden, Ispanyol tarzı görkemli Hollywood Hills malikânesinin geniş bahçesine göz attı. Etkinliğe yüzlerce insan katılmıştı: fotoğrafçılar, hayranlar ve eğlence sektörü çalı­şanlarından oluşan bir seçmece. Sonsuza kadar uzanıyormuş gibi görünen havuzun yanındaki geçici sahnede pop yıldızı Aja şarkı söylemeye hazırlanıyordu. Her yerde televizyon kameraları vardı.

PopTv parti vermeyi iyi biliyordu!Bir fotoğrafçı, “Scarlett, biraz daha sola dön,” diye bağırdı.Bir diğeri, “Birbirinize daha yakın durun,” diye ekledi.Jane gülümsemesini hiç bozmadan söyleneni yaptı. Ne de

olsa, Los Angeles Şekeri ndeki dört kızdan biri olarak, bu gece eğlenmesi değil, çalışması gerekiyordu (gerçi eğleniyormuş gibi

rol yapmak zorundaydı).Fakat Scarlett bu kadar anlayışlı değildi, “iyi ki bana nasıl poz

vereceğimi söylemek için buradalar. Onlar olmadan ne yapacağımı bilemezdim,” diye homurdandı. Elinde bir allık fırçasıyla ona doğru gelen PopTv asistanına ters ters baktı; asistan geri çekildi.

“Scar!” diye fısıldadı Jane.“Tamam, tamam, biliyorum. Elimden ancak bu kadarı geliyor.”

10

LAUREN CONRAD

Fotoğrafçılar bağırarak direktifler vermeye ve fotoğraf çek­meye devam ederlerken -neden bu kadar uzun sürüyordu?-Jane gülümsemesini bozmadı ve PopTv stilistlerinin onu maruz bırak­tıkları çılgın miktarda saç spreyi yüzünden ona sert ve acayip gelen uzun, sarı, dalgalı saçlarına dokunma dürtüsüne direndi. Mario Nunez adında yeni bir tasarımcının imzasını taşıyan siyah, fırfırlı elbisenin içinde de kendini rahat hissetmiyordu; elbise bir altmış beşlik, iyi durumda sayılabilecek vücudunu güzelce vurgulamıştı ancak ona kendini on dokuz yaşından hayli büyük hissettiriyordu. Nunez’in basın danışmanı, Jane’in basın danışmanıyla anlaşmıştı: Nunez in reklamı karşılığında Jane için bedava bir elbise. (Jane dergi başlığını şimdiden görebiliyordu: “Jane Roberts, Los Angeles Şekeri galasında, Nunez imzalı straplez elbisesiyle göz doldurdu!”)

Ünlü yapıma Trevor Lordun onu yeni realite programı için seçmesinden önce, bu kadar çok “spontane” ünlü fotoğrafının (“Anna Pane, Lush’tan bir dünya balkabaklı sabun satın aldı!” “Jared Walsh, Geisha House’ta Brezilyalı model Catarinaya elleriyle suşi yediriyor!”) aslında basın danışmanları tarafından önceden ayarlandığıyla ilgili hiçbir fikri yoktu Jane’in. Los Angeles Şekerinden önce Jane, Hollywood’da gerçekte neler olduğundan bihaberdi. Kendisi bir ünlü olduğundan beri (her ne kadar ken­dini öyle düşünmekte hâlâ sıkıntı çekiyorsa da) hayaü baştan aşağı değişmişti. O ve Scar, yedi ay önce Santa Barbara’dan Los Angeles’a taşınan (Jane, önde gelen bir organizatörün yanında staj yapmak, Scar’sa Güney Kaliforniya Universitesi’nde birinci sınıfa başlamak için taşınmıştı) o adsız kızlar değildi artık. O zamanlar, parasını ödemek zorunda olmadıklan dokuz yüz dolarlık

11

HUYSUZ VF TATLI

tasarım kıyafetler giymiyorlardı ve paparazziler her hareketlerini kayıt altına almaya çalışmıyordu.

Basın danışmanlarından biri, “Gaby, haydi seni fotoğrafa alalım, tatlım,” diye seslendi.

Gaby Garda, Los Angeles Şekerinin üçüncü kızı Jane ve Scar’a doğru yürürken fotoğrafçılara el salladı. “Hey, içeri girdiniz mi? Burada öyle çooook çekici erkek var ki!” dedi coşkuyla.

“Selam, Gaby,” dedi Jane. Biraz şaşkaloz olabilen ama yine de tatlı ve uyumlu biri olan Gaby’den hoşlanıyordu. Sütlü kahve renginde payetli dar elbisesiyle bu gece hoş görünüyordu.

Scarlett, Gaby’nin omzuna kolunu attı. İkisi son birkaç ay içinde sıkı fıkı olmuşlardı ve Jane bunu biraz tuhaf buluyordu çünkü birbirlerinden daha farklı olamazlardı. “Selam, yabancı. Ne var, ne yok?”

“Pek bir şey yok. Ah, tabii, röflelerim var!” Gaby açık kahve topuzuna hafifçe vurup etrafa bakındı. “Madison nerede? Onun da fotoğrafta olması gerekmez mi?”

Madison. Jane, Gaby’nin lafı karşısında tepkisini gizlemek için elbisesini düzeltir gibi yaptı. Fotoğrafçıların -ya da başka herhangi birinin- soğukkanlılığını kaybettiğini görmesine izin veremezdi. Eğer o, Gaby ve Scarlett, Madison’ı konuşacaklarsa bunu “sahne arkasında”, kilitli bir tuvalet kapısının ardında yapmak daha iyiydi; her sözün ve yüz ifadesinin fark edildiği, kaydedildiği ve dikkatle incelendiği kırmızı halıda değil.

Programdaki dördüncü kız Madison Parkerjane’in bu gece görmek istediği son kişiydi... ya da bir daha herhangi bir zaman (oysa o buradaydı elbette, bu yüzden bir karşılaşma kaçınılmazdı). Üç ay (ince, tam Noel öncesinde Madison, Jane’in o zamanki

12

LAUREN CONRAD

erkek arkadaşı Jesse’nin en yakın arkadaşı Braden’la sevişirkenki fotoğraflarını gidice medyaya sızdırmıştı. Hikâye Gossip dergi­sinde çıktığı zaman Jane âdeta bunalıma girmişti ve Madison iyi bir dostuymuş gibi yapıp onun yardımına koşmuş, bütün o sancılı, aşağılayıcı sınav boyunca Jane’in elini tutmuştu. Hatta Jane ile Scar büyük bir kavga ettikten sonra, Jane’in onun çatı katı dairesine taşınmasına bile izin vermişti.

Madisonın ne yaptığını öğrenmesinin ardından Jane eşyalarını toplamış ve bir ton özür dileyerek yeniden Scar’ın yanına taşın­mıştı. Bu olaylar Sevgililer Gününde,beş hafta önce olmuştu ve Jane ile Madison o zamandan beri konuşmamıştı. Jane, Trevor’a, bir daha Madison’la birlikte hiçbir sahne çekmek istemediğini net bir şekilde söylemişti. Madisonın oyunlarına kandığına hâlâ inanamıyordu; Madison gibi kalleş birini, anaokulundan beri en yakın arkadaşı olan Scar’a tercih ettiğine de.

Scarlett, Jane’in elini sıkıp Gaby’ye döndü. “Madison her­halde bir acil durum botoks tedavisi yaptırıyordur,” dedi başka kimsenin duyamayacağı kadar alçak sesle. “Sanırım annesi ona çıkarcı, yalancı bir sürtük olmanın kırışıklara yol açabileceğini

söylememiş hiç.”“Ne komik,” dedi Gaby beceriksizce kıkırdayarak. Madison’la

alay edilirken kendini huzursuz hissettiği ortadaydı. Gaby'’yle Ma­dison samimilerdi ya da en azından bir zamanlar öyle olmuşlardı. Jane bugünlerde aralarının nasıl olduğundan emin değildi. Gaby, Madison ona kişisel bir şey yapmamış olsa dahi, aynı yamanda Jane ve Scar’la arkadaş olduğu için, Madison la arkadaşlık etmek konusunda kendini garip hissediyor mu ve herhangi birine İha

13

HUYSUZ VE TATLI

net ediyormuş gibi görünmekten endişeleniyor mu acaba, diye merak etti.

Göz ucuyla, PopTV yapımcılarından biri olan Danayı, elinde not panosuyla bahçenin diğer ucundan onlara doğru hızla gelir­ken gördü. Kadın her zamanki gibi aşırı stresli görünüyordu. Ve yine baştan aşağı siyah giyinmişti ancak kıyafeti standart kılığına göre daha özenli, daha az solgundu. Makyaj bile yapmıştı ki Jane m bugüne kadar onun yüzünde en fazla sabah yediği kekin artıklarını gördüğü hesaba katılırsa, bu çok şey ifade ediyordu.

Jane’i, Scarlett’ı ve Gaby yi basın hattının gerisine ve kırmızı halının dışına götürürken, “Pekâlâ, millet, teşekkürler, ama kız­larla konuşmam gerekiyor,” dedi. “Dinleyin, hanımlar. Yaklaşık,” gözlerini kısarak saatine baktı, “on dakika sonra, partiyi başlatacak giriş bölümü için size mikrofon takılabilsin diye Alli sizi arka avluya götürecek. Orada saçınız ve makyajınıza rötuş yapacak insanlar olacak. Bunu çekmeyi bitirir bitirmez, ilk reklam arasının öncesinde gelecek bir bölüm için sizi heykelli bahçeye alacağız. Ve sonra... bir bakalım... Jane, senin Aja’yı takdim etmek için başka bir bölüm yapmana ihtiyacım olacak. Herkesin repliği te- lesuflörde hazır olacak, o yüzden bu konuda endişelenmeyin.”

“Neden Aja’yı ben takdim edemiyorum? O benim en, en sevdiğim şarkıcı!” diye sızlandı Gaby.

Jane, “Bana uyar,” diyerek öneride bulundu.Dana, Gaby ye sabırsız bir bakış attı. Gaby surat asıp, “Ta­

mam, her neyseeee,” diye mırıldandı.Dana onlara, “On dakika, tamam mı?” diye hatırlattı. “Alli,

şey... Ne> Ramon?” diye mikrofonlu kulaklığına bağırdı. “Hannah grip olmuş da ne demek? Ee, kusuyor mu? Ona ihtiyacımız var, şey

M

LAUREN CONRAD

için.. .”Dana hızla uzaklaştı. Fiona Chen Organizasyonda Jane’le birlikte çalışan Hannah Stratton zaman zaman programda yer alıyordu. O ve Jane iyi arkadaşlardı, kamera önünde de, arkasında da. Jane onun iyi olduğunu umuyordu.

“Aja için üzgünüm,” diyerek Gaby’den özür diledi. O ise sa­dece omuz silkti ve birinin tepsisinden bir kadeh şampanya kaptı.

Jane kendini kötü hissetti (özellikle de Gaby’nin bir garson­dan değil de, komiden aldığı şampanyanın, başka bir konuğun bir kısmı tüketilmiş şampanyası olduğundan gayet emin olduğu için). Jane, Danayla Trevor’ın ona Los Angeles Şekerinin yıldızı gibi davranmamalarını dilerdi çünkü şovun, dört kızın hayatını eşit oranda konu alması gerekiyordu. Başlarda Dana Janee, iz­leyicilerin görünüşe göre kendilerini en çok Jane’le özdeşleştir­diklerini açıklamıştı. Fakat neden? Pekâlâ, belki Scar (çaba bile göstermeksizin) bu kadar güzel olduğu ve süper zeki olduğu için insanların gözünü korkutuyordu. Ve belki Madison ortalama seyirci için fazla makyaj yapıyor, saç açıcı kullanıyordu. Peki ya Gaby? O neden özdeşleşilebilir değildi? İyi kalpli, şirindi ve Ruby Slipper adında bir halkla ilişkiler şirketinde havalı bir işi vardı.

“Ah, neredeyse size söylemeyi unutuyordum!” dedi Gaby birden. Boş şampanya kadehini rastgele bir parti konuğuna verdi, adam ona ters ters baktı ve ardından, siyah boncuklu el çan­tasını karıştırdı. “İşte,” dedi bir kartvizit göstererek. “Bu kadın bana gelmişti. Basın danışmam olduğunu ve beni temsil etmek konusunda görüşmek istediğini söyledi.”

Scarlett, kartı Gaby’den aldı ve Jane’le birlikte kartı incele­diler. Üzerinde ANNABELLE WEISS yazıyordu ve La Cienega Bulvarındaki bir adres ile başka bazı iletişim bilgileri vardı.

15

HUYSUZ VE TATLI

“Kulağa.. diye başladı Jane.

Scarlett, “Şüpheli geliyor,” diye bitirdi.

Jane yüzünü buruşturdu. “Scar! Harika geliyor diyecektim tam ben de. Ben basın danışmanımı çok, çok, çok seviyorum! Gaby, senin de bir tane olsa iyi olur. Ve senin de, Scar.”

“Niye, beş para etmez magazin dergilerine daha fazla çıkıp

da biber-kereviz suyu diyetimi anlatayım diye mi?” dedi Scarlett.

Jane ona, “Çin yemeği ve pizza diyetinden mi bahsediyor­

sun yani?” diyerek takıldı. “Cidden, Sam imajımı baştan aşağı

değiştirdi, şeyden sonra... işte biliyorsunuz. ..” “Gossip skandali”

sözlerini dile getirmek istemediği için duraksadı. Bu konu ona

hâlâ acı veriyordu. “Dergilerde benim hakkımda pek çok olumlu

yazı çıkmasını sağladı,” diyerek devam etti. “Ve o, şey, ben bunu

yapmak zorunda kalmayayım diye muhabirlerle ben ve Jesse hak­

kında konuştu.” Aslında içinden “Jesse” sözcüğünü de yüksek

sesle söylemek gelmiyordu.

“Hep zilzurna sarhoş olmaya ve başka kızlarla takılmaya

başladığı zaman mı yani?” dedi Gaby. Gaby böyleydi; lafını hiç

sakınmazdı. Acımasız olmaya çalışmıyordu; ne düşünüyorsa, dü­

şünmeden pat diye söylüyordu.

Scarlett, Gaby nin sözlerini duymazdan gelip Janee arkasına

bakmasını söyleyen bir el işareti yaptı. Caleb! Jane’in lisedeki sevgilisi partiye gelmişti.

“Haydi, Garda. Gidip ara sıcaklara göz atalım,” dedi Scarlett,

Gaby yi yemek masalarına doğru götürürken omuz silkip Janee gülümseyerek.

“Janie!”

ı 16

LAUREN CONRAD

Jane kendini Caleb’la karşı karşıya buldu. Onu birkaç haf­tadır, yakın zamanda Los Angeles’a taşındığını öğrendiğinden beri görmemişti. Her zamanki gibi göz kamaştırıcıydı; özellikle de koyu kırmızı gömleğinin ve kot pantolonunun içindeyken.

“Caleb! Gelebildiğine sevindim. Naveen burada mı?” Jane liseden başka bir sınıf arkadaşı ve Caleb’ın en yakın arkadaşı olan Naveen Singh’i de davet etmişti.

“Naveen ailevi bir durum yüzünden Boston’a gitmek zorunda kaldı,” dedi Caleb gülümseyerek. “Tanrım, seni görmek harika!”

Caleb onu kucaklamaya başladı. Jane yalnız olduklarından emin olmak için hızlıca etrafi kolaçan etti. Fotoğrafçılann onu eski sevgilisiyle küçük çapta bir yeniden bir araya gelme anı yaşarken yakalamalarına gerek yoktu. Ya da daha beteri, Trevor veya başka bir yapımcının Caleb’ı Jane’in televizyonda kullanılacak potansiyel “aşk ilişkisi” olarak değerlendirmelerine. O ve Caleb neredeyse bir yıl önce ayrılmışlardı ve zaten Jane, erkeklere ara vermişti. Son zamanlarda yaşadıklarından sonra maceraya ihtiyacı yoktu.

Kimse dikkatini oraya vermiyor gibi göründüğünden, Caleb’ın onu kollarına almasına izin verdi ve bu kucaklaşma ona beklen­medik bir şekilde sıcak ve tanıdık geldi. Ve güçlü... Muhtemelen Caleb eskiden yüzme takımında olduğu için... bir de bugünlerde inşaatta çalışmıyor muydu?

“Bu elbisenin içinde muhteşem görünüyorsun,” dedi Jane’in kulağına.

Jane kızardı. “Teşekkürler, ben...”Birinin cep telefonu çalmaya başladı. Jane bunun kendi te­

lefonu olduğunu ilk anda anlayamadı. Caleb’ın kollarından sıy­rılıp ekrana göz attı. GELEN ARAMA BRADEN. Aman Tanrım,

17

HUYSUZ VE TATLI

Braden mı? Onu niçin arıyordu? Jesse’den ayrıldıktan sonra iyi olduğundan emin olmak için Janee bir iki e-posta atmıştı ama hepsi bu kadardı. O ve Braden hep arkadaş olmuşlardı, aynı zamanda arkadaştan daha fazlası da, ama gerçekten çıkmaları için zamanlama hiç uygun olmamıştı. Fakat neden kalbi onun sesini duyacağını düşününce böyle güm güm atıyordu? “Ben, şey, bunu cevaplamam lazım,” dedi Jane Caleba. “Sonra konuşuruz, tamam mı?”

Caleb, “Sorun değil. Burada takılıp beldesem de olur,” dedi.

Jane ona arkasını döndü ve açma tuşuna bastı. “Alo?”“Selam, Jane. Ben Braden.”

“Selam. Neredesin?”

“Hımm, burada oturmuş kanalları dolaşıyor, senin yüzünü

görüyorum. Bu geceki partinizin reklamlarını gösteriyorlar.”

“Teaserh&ı mı kastediyorsun?”

“Evet, onlar. Gelemediğim için özür dilerim bu arada. Sadece

aramak ve... bilirsin işte, sana şans dilemek istedim. İhtiyacın yok

gerçi. Harika görünüyorsun, Jane. Samimi söylüyorum.”

“Yaa, çok tadısın. Teşekkürler!”

Jane, Braden ı asla gelmeyeceğini bilerek nezaketen çağırmıştı.

O, Hollyvvood sahnesinden nefret ederdi ve Los Angeles Şekeriyle

hiç alakası olmasın istemiş, programda yer almak için yayın izni

imzalamayı reddetmişti. Bunun en büyük nedeni, hevesli bir aktör

olmakla bir realite programında olmanın uyuşmamasıydı. Ayrıca

Jane onun Gossip kâbusunun ardından medya ilgisinden mümkün

olduğunca uzak durmaya çalıştığından şüpheleniyordu.

“Annen mi?” diye sordu Caleb Janee. “Oysa, selam söyle!”

18

LAUREN CONRAD

Jane irkilerek gözlerini kaldırdı. Caleb’ın orada dikildiğini fark etmemişti. Arayanın erkek olup olmadığını öğrenmek için kullandığı çocukça bir yöntem miydi bu?

“O kimdi?” diye sordu Braden, Jane e.“Ne? Ha, şey, o Caleb,” diye yanıt verdi Jane.“Caleb mı? Caleb kim?”Tuhaf. “O ... şey... eski bir arkadaş.”“Hey! Sen kimden eski ‘arkadaş’ diye bahsediyorsun?” diye

takıldı Caleb. “Arayan yeni erkek arkadaşlarından biri mi, Janie?” “Hayır'”“Neye hayır?” dedi Braden, sesi şaşırmış geliyordu.“Tam Caleb’a diyordum ki sen benim yeni... Ah, neyse boş

ver.” Jane içinden, birinin onu kurtarmaya gelmesi için dua ede­rek başını salladı. Eskiden deli gibi âşık olduğu eski sevgilisi ve yoğun, karışık hisler beslediği yakın arkadaşıyla bir nevi üçlü bir konuşma yapmak çılgıncaydı.

Tam o anda Jane, telsizle konuşarak bambu fenerleriyle aydın­latılmış yoldan gelen Alli yi seçti. “Affedersin, Braden, kapatmam gerek. Seni sonra ararım, tamam mı?” dedi. “Alli!” diye bağınp ona koştu ve sarıldı. “Seni gördüğüme çooook sevindim!”

Alli şaşkına dönmüş gibiydi. “Öyle mi?”“Evet! Şu anda bir şey için bana ihtiyacın var, değil mi?” “Ha, evet. Seni ve diğer kızları açılış bölümü için terasa

götürmem gerekiyor ve...”“Harika! Ben hazırım!”“Ee, Braden kim?” dedi Caleb, bir kez daha Jane’in arkasında

dikilerek. “Dergilerde okuduğum adam mı? Hani sen ve o..

19

HUYSUZ VE TATLI

Jane, “Gitmem lazım, Caleb. Sonra görüşürüz, tamam mı?” dedi. Ardından Caleb tek kelime daha edemeden, arkasını dönüp kaçtı; siyah yüksek topuklularının takılmamasına gayret ederek yol boyunca Alli yi izledi.

Fakat tam olarak neden kaçıyordu? Eskiden hoşlandığı iki erkekten mi? Eskiden ondan hoşlanan? Davranış biçimlerine bakılacak olursa, galiba ondan hâlâ hoşlanan? Ya da erkekler her zaman öyle mi davranıyordu; sahiplenici, paylaşmak istemeyen ve o benim, onu ilk ben gördüm der gibi?

Bugünlerde kimseyle çıkmıyor olması çok iyi bir şeydi.

20

2

EN YAKIN ARKADAŞLAR

Madison Parker, bilmem kaçıncı muhabire, “Evet, Jane ve ben eskiden birbirimizin en yakın arkadaşıydık Bu gerçekten üzücü,” diye anlattı.

Etkileyici olmak için, beş yüz dolarlık makyajını bozmamaya gayret ederek gözlerini hafifçe sildi. Bu geceki sezon galası için yeni bir stilist denemişti -Hollywood’daki en büyük isimlerden bazıları onunla çalışıyordu- ve adam onu hayal kırıklığına uğrat­mamıştı. Hoş kokulu beyaz gardenyalar ve suda yüzen kandillerle doldurulmuş havuzun diğer ucunda bir grup kız, parlak pembe harflerle SENİ SEVİYORUZ MADYSON!!!!!!! yazan bir pankart taşıyordu. Doğru yazmayı öğrenin, geri zekâlılar, diye düşündü Madison, gıcık olmuş bir halde.

Gossip dergisinin muhabiri -Tiffani miydi?- başını salladı ve ufacık not defterine bir şeyler karaladı. “Peki sence Jane neden evden ayrıldı? Bu geceki bölümde bunu görecek miyiz?”

Başkaları tarafından da duyulabilecek kadar yüksek sesle, “Şişşt, bu gelecek haftaya kadar olmayacak,” diye fısıldadı Madison;

21

HUYSUZ VE TATLI

daha önce bunu beş muhabire daha söylemiş olsa da, TifFani ye dünyanın en büyük sımnı veriyormuş gibi yapıyordu. “Sana Jane m evden neden ayrıldığını anlatacağım. Jane’in aralık ayında Jesse’nin en yakın arkadaşı Braden la birlikte olduğunu ve Jesse’nin bunu öğrendiğini herkes biliyor, değil mi? İşte Jane’in, Jesse ye bunu benim söylediğime dair çılgınca bir fikri var.”

TifFani afallamış görünüyordu. “Fakat Jesse bunu, dergimizde fotoğraflar çıktığı zaman...”

“Tek bildiğim, Jane’in beni suçladığı,” diyerek araya girdi Madison. “Bu çılgınlık Ona böyle bir şeyi asla yapmam. Onu kız kardeşim gibi seviyordum. Hâlâ seviyorum.”

TifFani başını salladı ve bir şeyler daha karaladı.Bu çooook kolay oldu, diye düşündü Madison.Geçen ay Madison’ın o fotoğrafları Gossip’ç. sızdırmasıyla

ilgili bazı e-postalar Jane’in eline geçtiği zaman, işler Madison için pek parlak görünmüyordu. Başka bir kız olsa, bu koşullar altında pes edebilirdi. Fakat Madison değil. Jane’e itiraf etmeyi ya da ondan özür dilemeyi reddetmekle kalmayıp... saldırıya geçerek onu dinlemeye gönüllü olan her muhabire olayların çok daha ilginç olan kendi versiyonunu anlatmıştı.

Madison yeni, koyu mor, akrilik tırnaklarını inceledi. Sağ elinin tırnaklarında minicik yapay elmaslarla AŞK!, sol elinde ÜN! yazıyordu. Tiffani’ye, “Ve Jane’in yaptıkları bu kadarla sınırlı değil,” dedi. “Jesse onun Braden’la birlikte olmasını affetti ve yübaşmdan hemen sonra yeniden çıkmaya başladılar, değil mi? Ama Jane hâlâ Bradena takıktı. Onunla takılıyor, gizli buluşmalara gidiyordu ve Jesse onu işte bu yüzden terk etti. Ve şimdi sevgilisini aldatması benim suçummuş gibi, benimle konuşmuyor.”

22

LAUREN CONRAD

Tiffani ıslık çaldı. “Vay be, bu malzemeler harika.”Madison bilmiş bilmiş gülümsedi. “Biliyorum.” Tiffani’ye

birkaç önemli detayı atladığını söylemedi; Jane’le Braden’ın yal­nızca bir “gizli buluşması” olduğu -Barney Greengrass’ta gayet halka açık bir öğle yemeği- ya da Jane’in Jesseye bunu zaten o gece söylediği gibi.

Tiffani başını not defterinden kaldırdı. “Başka bir şey var mı?” “Sanırım hepsi bu kadar. Yeni bir şey olursa, ilk öğrenen

sen olacaksın,” diye yalan söyledi Madison. “Eeeee. Bu hikâye ne zaman çıkıyor?”

“Veronica bu haftaki baskıda yer açtığını sana söylememi istedi. Ve hikâyenin devamı gelecek olursa, birimiz yorumlarını almak için seni arayabilir.”

“Şahane.”Veronica Bliss, Gossip'in genel yayın yönetmeni, bugünlerde

Madisonı hayal kırıklığına uğratmıyordu. (Madison bunun önce­sinde Veronica yı partide, Trevorla hararetli görünen bir konuşma yaparken görmüştü. Ayrıca Veronica mn eski asistanı Diego’yu -Madisonı suçlu duruma düşüren e-postaları ortaya çıkaran o sıçanı- bir reklamcıyla, herhalde sinir bozucu yeni bloğu D-Şaıj’a dedikodu bulmak için sohbet ederken görmüştü.) Veronicayla Madison arasında çoktandır devam eden bir anlaşma vardı: Der­gide Madisonı öven yazılar karşılığında,Jane’in kirli çamaşırları. Madison geçen sonbaharda Veronicayla bu anlaşmayı yapmıştı çünkü hak ettiği şöhretin yakınına bile ulaşamamıştı. O zaman­lar herkesin tek konuştuğu Jane, Jane, Jane’di. iğrenç! Madison kusursuz, baştan aşağı Amerikalı prenseslerinin gerçekte nasıl

23

HUYSUZ VE TATLI

acınası bir pislik olduğunu tüm dünyanın bilmesini sağlayarak durumu biraz iyileştirmeye mecbur kalmıştı.

işe yarıyordu da. Trevor daha şimdiden Madison la, yeni sezonda ona daha fazla yayın süresi vereceğini konuşmuştu ve bu demek oluyordu ki Jane e daha az süre vermeyi planlıyordu. Ayrıca Madison bütün basında yer bulmuştu. Sadece Gossip değil, diğer bütün büyük magazin dergileri onunla röportaj yapabilmek için başının etini yiyordu... Program ve Jane’le kavgası hakkında konuşmak için elbette, fakat onun moda hakkındaki görüşleri, aşk hayatı (şu anki, gayet evli erkek arkadaşı Derek’ten bahsetmemeye özen gösteriyordu) ve daha pek çok şey hakkında da. Editörlerin ve muhabirlerin telefonlarına geri dönmelerini sağlamayı güç bela başarabildiği birkaç ay öncesiyle karşılaştırıldığında muazzam bir farklılık söz konusuydu.

Tiffani son birkaç not daha alırken Madison uzun, platin sarısı saçlarını kabartıp dışarıdaki onu çılgınca seven hayranlarına baktı. Kendi hayranları olduğunu varsayıyordu; ne de olsa Jane artık sıkmıştı, Scarlett baştan aşağı acayipti, Gaby’yse... eh, Gaby de ancak geçen yılın diyet modası kadar ilgi çekiciydi.

Tayt üstüne acınası görünümlü bir erkek arkadaş tişörtü giymiş, uzun boylu bir kız koşarak yanma geldi. “Ah, işte bura­dasın!” dedi nefes nefese. “Her yerde seni aradım. Terasa gitmen gerek, hem de hemen.”

Madison ters ters, “Sen de kimsin?” dedi. “Meşgul olduğumu görmüyor musun?”

“Ben Alli. Programdan. Canlı yayına girmek üzereyiz, açılış bölümünü çekmeniz için seni ve diğer kızları istiyorlar.”

“Ya!”

24

LAUREN CONRAD

Madison,Tiffaniye apar topar hoşça kal deyip terasa giden yolda Alli’yi izledi. Aynada kendine bir göz atabilmeyi istedi, gerçi ona son rötuşları yapmak için bekleyen stilisder olduğunu biliyordu. Ayrıca ne için endişeleniyordu ki? Kusursuz 0 beden vücudunu saran, pırıltılı mor kolsuz elbisesinin içinde muhteşem görünüyordu. Kendini de muhteşem hissediyordu. Bu gece yeni bir sezonun başlangıcıydı: onun sezonunun. Şansı açılmıştı ve hiçbir şey onu durduramayacaktı.

Hızla terasa giderken cep telefonu öttüğü zaman, çabucak çıkardı ve ekrana baktı. Özel numaradan gönderilmiş bir mesajdı.

Madison kaşlarını çattı. Gönderen o kişi olamazdı... değil mi? Endişesini yenmeye çalışarak mesaja tıkladı.

NEDEN MESAJLARIMA ALDIRIŞ ETMİYORSUN? PARA İÇİN SANA 30 GÜN VERMİŞTİM. 30 GÜN DOLDU BU YÜZDEN ONU KENDİM ALMAK İÇİN GELDİM. BU ARADA MOR SANA YAKIŞMIYOR.

Madison donup kaldı ve çıldırmışçasına kalabalıkta göz gez­dirdi. O kişi bu gece buradaydı ve onu mu izliyordu? Bu nasıl olabilirdi? Yüzler denizini taradı ancak kimse gözüne çarpmadı. Bir Hollywood Now kamerası ona zum yaptı, ardından kendi etrafında dönüverdi. Birkaç kız cep telefonlarıyla onun fotoğ­raflarını çekti ve bir başkası, “Aman Tanrım, tişörtümü imzalar mısın?” diye haykırdı. Kızın kırmızı tişörtünün önünde boydan boya MADİSON TAKIMI yazıyordu.

Normalde olsa, Madison durup böylesine sıkı bir hayranıyla sohbet ederdi. Fakat mesaj onu şaşkına çevirmişti. Aylardır böyle

25

HUYSUZ VE TATLI

mesajlar alıyordu. Başta bunları gönderen kişi her kimse, “gerçek M adisonı” tanıdığını ima etmiş, sonra da Madison a kendisinin beş yıl önceki bir okul fotoğrafını postalamıştı: on beş yaşında olduğu, pek çekici olmadığı ve Madison Parker adıyla tanınmadığı zamandan kalma bir fotoğraf.

“Madison? Biraz acele etmemiz gerek,” diye seslendi Alli.“Ha? Ah, tamam.” Madison gümüş rengi el çantasından bir

kalem çıkarıp adını kızın bluzuna alelacele karalayıverdi. “Programı izlediğin için teşekkürler,” dedi gözlerini kalabalıktan ayırmadan. Ama ne arıyordu ki? O kişinin izini sürmesi için özel bir dedektif

tutmuş olmasına rağmen, elinde şantajcısının görünüşü hakkında en ufak bir ipucu yoktu. Ne yazık ki dedektifin henüz hiçbir şey elde edememişti. Kız, arkadaşlarına, “Aman Tanrım, bluzuma yazdı!” diye bağırdı.

Alli onu terasa götürürken Madison mesajı unutmaya çalıştı; orada birkaç PopTV kameramanı ekipmanını kuruyor, Dana ile

M att adında bir yönetmense sesçilere ve ışıkçılara bağırarak emir­

ler veriyordu. Yarım düzine stilist vızır vızır çalışıyor, Gaby ye,

Scarlett’a ve... Janee rötuş yapıyorlardı. Uff. Madisonın şu an yeterince derdi yoktu sanki. Fırfırlı siyah elbisesinin içinde neredeyse şişman görünen Jane (tamam, “şişman” belki biraz abartılıydı),

ona hiç bakmadı. Sen bilirsin, sürtük, diye düşündü Madison gözlerini kısarak. Yine de birbirleriyle konuşmamaları komik bir hal alıyordu. Bu konuda bir şey yapmak zorunda kalacaktı.

“Madison, gelmişsin sonunda.” Terzi elinden çıkma siyah

takımı ve kravatsız beyaz gömleğiyle her zamanki gibi cazibeli ve sofistike görünen Trevor aniden ortaya çıkmış, ona doğru salına

salına yürüyordu. “Dana sana bilgi verdi mi?”

26

LAUREN CONRAD

Madison başını salladı. “Ne konuda?”Trevor dirseğine elini koydu. “Siz dördünüzün açılış bölümünü

beraber yapmasını istiyoruz, sonra belki bir, iki tane daha. Başta Jane’le Scarlett’ı terasta çekecek, sonra onu kesip şenle Gaby yi havuzda gösterecektik... ama planlar değişti.” Sesini alçaltarak ekledi: “Üzgünüm, bana emrivaki yaptılar, ikinizin burada bir arada olması sorun olacak mı?”

“Ben sorun çıkarmayacağım,” dedi Madison bozularak. “Güzel. Dikkatli davranın, tamam mı? Telesuflörde yazam

okusanız yeter. Unutmayın, canlı yayın olacak”“Biliyorsun, ben hep ne dersen yaparım, Trevor.” Madison

ona tatlı tatlı gülümsedi.Trevor gülümseyerek karşılık verdi. “Evet, biliyorum. Aslında

seninle konuşmak istediğim bir şey var. Bu sezon için yeni bir fikir. Ama senin için çok daha fazla iş anlamına geliyor.”

“Daha fazla iş mi? Bana ait bir hikâye gibi mi, mesela?” “Aynen öyle.”“Trevor, seni seviyorum!” Madison onun boynuna sarılıp se­

vinçten hoplayıp zıplamamak için kendini zor tuttu. “Ne peki? Yeni bir erkek arkadaşım mı olacak ya da yeni bir işim...”

“Bu bölümden sonra sana bilgi vereceğim. Şimdi git, mik­rofonunu taktır. Beş dakika içinde canlı yayına giriyoruz.”

Beş dakika sonra, Madison kendini PopTV kameralarının önünde, Jane’le Gaby’nin arasına sıkışmış halde buldu; Jane’in diğer ya­nında Scarlett vardı. Madison parlak, sıcak ışıklar altında gözlerini kırpıştırdı ve elindeki işe yoğunlaşmaya çalıştı ama kolay değildi.

27

HUYSUZ VE TATLI

Tek düşünebildiği, Trevorın ona söyledikleriydi. Kendine ait bir hikâye! Hayalleri gerçek olmuştu.

Sonra her şey hızla gerçekleşti: Yönetmen Matt beş saniyelik geri sayımı yaptı... kalabalık alkışlamaya başladı... Jane kamera­lara ve telesuflöre yüzünü çevirip Madison’a doğru döndü. “Hey, sanırım yayındayız,” dedi sahte bir gülümsemeyle.

Madison da yalandan gülümseyerek karşılık verdi. Mide bulandırıcı. “Sanırım haklısın!”

Jane yüzünü yeniden öne döndü. “Los Angeles Şekerinin ikinci sezon galasına hoş geldiniz, millet!” dedi ellerini alkışlar gibi yaparak, (işaret: Kalabalıktan daha fazla alkış.)

Gaby gözlerini kısarak telesuflöre bakıp, “Ben üçüncü sezon sanıyordum,” dedi, (işaret: Kalabalıktan kahkahalar.)

“Ah, Gaby!” dedi Scarlett gözlerini devirerek, (işaret: Daha fazla kahkaha.)

Tanrım, bu şeyleri kim yazıyor, diye düşündü Madison. Nasıl da banal.

“Bu gece sizi bekleyen pek çok sürprizimiz var,” dedi Jane.Madison bir sonraki repliğini okumaya girişti, sonra durup

telesuflöre yeniden baktı. Ondan cidden bunu söylemesini mi istiyorlardı? “Evet, bir sürü sürpriz,” diye okudu. “Bu sezon en yakın arkadaşım Jane’le aramızda neler olacağıyla ilgili mesela.” Ardından telesuflör ona “Janee hafifçe omuz atmasını” söyledi, o da öyle yaptı. Jane’in vücudunun gerildiğini hissedebiliyordu.

Scarlett, Janee diğer taraftan omuz atarak, “Ben ve benim en

yakın arkadaşım Jane arasında diyecektin,” diye okudu.Demek bana emrivaki yaptılar, diye düşündü Madison sinir

olmuş bir halde.

28

LAUREN CONRAD

Jane iki kızı da duymazdan geliyormuş gibi yaparak, “Yepyeni hiti INeedYou Nozuı söylemek için, Aja bu gece aramızda,” dedi. Tezahürat, alkış.

Gaby elini kaldırdı. “Ben de şarkı söyleyeceğim!”Madison, Jane ve Scarlett, Gaby’ye döndüler. “Sen mi şarkı

söyleyeceksin?” dedi Scarlett, şoke olmuş gibi yaparak.“Evet, içimdeki Ajaya kanalize olacağım,”dedi Gaby. Ancak

telesuflörü yanlış okuyup “kanal” sözcüğünü, modacı ‘Chanel’ gibi telaffuz etmişti, işaret verilmesine gerek kalmadan kalabalık kahkaha attı.

“Şey, Gaby... kanal mı demek istiyorsun?” Scarlett doğaçlama yaparak düzeltti onu.

Jane yeniden sahte bir gülümseme takındı. “Bizden ayrılmayın çünkü reklam arasından sonra geri döneceğiz ve...”

“ikinci sezonda kimin kiminle işi pişirdiğinden bahsedeceğiz,” dedi Madison, sonra seyircilere göz kırptı.

Gaby, “Sahi mi? Ben kiminle işi pişiriyorum?” dedi mem­nuniyetle. Tezahüratlar, kahkaha, alkış.

“Ve... kestik.” Yönetmen Matt elleriyle bir hareket vaptı. “Harika iş çıkardınız, kızlar. Bir sonraki bölüm için hazırlıklı olun, tamam mı? Heykelli bahçeye geçiyoruz. İsterseniz şimdi

makyajınızı tazeleyebilirsiniz.”Dört kız, stilisderden ve saç spreyinden oluşan küçük kü­

melerin içine dağıldı. Stilistlerden biri yüzüne pudra sürerken Madison kalabalıkta göz gezdirdi. Birinin onu izlediği ihtimalini ve o kişinin kim olduğuna dair hiçbir fikri olmadığını düşününce

hâlâ kendini huzursuz hissediyordu.

29

HUYSUZ VE TATLI

Dana’nın yanında durarak bilgisayar ekranındaki bir şeyi işaret eden Trevor gözüne çarptı. Madison onunla göz göze geldi ve Trevor yanına geldi.

“İyi işti,” diye iltifat etti.Madison eliyle stiliste gitmesini işaret ederek Trevorın koluna

girdi. “Benim kendi büyük hikâyem hakkında konuşabilir miyiz artık?” dedi alçak, istekli bir sesle.

Trevor başım salladı ve Madison a mikrofonunu kapamasını işaret etti. “Benimle birlikte yürü de seni bilgilendireyim. Bu yeni sahneleri ertesi gün çekmeye başlayacağız...”

Madison şantajcıyı o an için aklından çıkardı ve Trevorın göz boyamalarım dikkatle dinledi.

3

İKİNCİ ŞANSLAR... TEREDDÜTLER...

Scarlett çok rahatsız, çok pahalı -gerçi parasım kendi vermiyordu zaten-, bantlı ve altın rengi sandaletlerini ayağından atıp kane­pede arkasına yaslandı. PopTV’nin daha önceki özel gösterimini kaçırdığı için kaydettiği dizi prömiyeri televizyon ekranında be­lirdi: açılış jeneriği ve organizatörlük işini yaparken Jane... Sonra alışveriş yapan Madison... Güney Kaliforniya Üniversitesinin kampüsünde gezinen Scarlett... Spor salonunda Gaby... Sonra bir kulüpte dans eden, zaman geçiren ve kahkahalar atan dört kız. Yapımcılar, hepsinin aynı odada olmaya tahammül edebildiği geçen sezonun başlarından, kullanılmamış kareler arayıp bulmak zorunda kalmışlardı.

“Bu ayakkabılardan nefret ediyorum,” diye sızlandı erkek arkadaşı Liam Fegusona (gerçi, daha önce hiç erkek arkadaşı olmadığından, onu bu şekilde düşünmeye hâlâ alışmaya çalışıyordu).

31

HUYSUZ VE TATLI

“Gerçekten mi? Onlarla seksi görünüyorsun.” Liam boynunu öpmek için eğildi, o sırada neredeyse bir kâse patlamış mısırı döküyordu.

Scarlett kızardı. Liam onun kızarmasını sağlayabilen tek insan sayılırdı. “Teşekkürler. Hımmm. Bu gece partideyken seni özledim.”

“Orada olmadığım için üzgünüm,” dedi Liam samimiyetle. “Eğlenceli miydi?”

“Öyle gibiydi. Parti için Mulholland Yolunda acayip bir ev tutmuşlar. Hayranlarla konuşmak, kameralara poz vermek ve muhabirlere aym şeyleri tekrar tekrar söylemekten ibaretti büyük ölçüde. ‘Sen ve Jane barışacak mısınız?’ ‘İzleyin ve görün!’ ‘Sence Jane’le Jesse barışacak mı?’ ‘İzleyin ve görün!’ ‘Madison’la aranız hiç düzelecek mi?’ ‘İzleyin ve görün!’ Scarlett güldü. Yani öyle aman aman bir şey kaçırmadın.”

Liam da güldü. “Görünüşe bakılırsa, kaçırmamışım.” Birbirlerine daha çok sokuldular ve “İkinci Şanslar... Tered­

dütler” adındaki bölüm başlarken sessizliğe gömüldüler. Açılış sahnesinde, Jane’le Jesse yine birliktelerdi ama Jesse, onun “da­vetlerinden” birine daha gitmek zorunda olmaktan dert yanarken, araları bariz gergindi. Ondan sonraki sahnede, bir spa merkezinde

Madison la Gaby, Jane’le Jesse’nin ilişkisini tartışıyor, Madison, yine barışmış olmalarına rağmen, Jane’in aklının hâlâ “Jesse’yi aldattığı çocukta” olduğu yorumunu yapıyordu. Magazin dergisi okuyan ya da internet erişimi olan herkes, “çocuğun” Braden James olduğunu biliyordu ama programda onun adı anılamazdı

çünkü programda yer almayı reddetmişti. Madison ayrıca Gaby ye, Jesse nin “çocuğu” öğrenmesiyle ilgili Jane’in onu zaten haksız bir

32

LAUREN CONRAD

biçimde suçladığını söylüyordu. Ha? Bu hiçbir açıdan mantıklı değildi. Hem bu spa diyalogu ne zaman yaşanmıştı ki? Gaby, Scarlett a bunu anlatırdı... değil mi?

Scarlett elbette, bu bölümle, kızların “gerçek hayadan” arasında bir tutarsızlık olacağını biliyordu, ikinci sezon görüntülerinin çoğu haftalar ya da aylar önce çekilmiş, ardından anlatımsal akış yarat­mak için Trevor tarafından düzenlenmişti. Ocak ayında yayınlanan birinci sezon finali, Jane’le Jesse’nin barışıp barışmayacaklarıyla ilgili merak uyandırıcı bir sahneyle bitmişti. O arada Jane’le Jesse çoktan barışmışlar, sonra yine ayrılmışlardı. Jane ayrıldıklarını basın önünde doğrulamamıştı çünkü bu ikinci sezonda henüz “olmamıştı”. Benzer şekilde Jane çoktan Madisonın evinden taşınmış, Scarlett’ın yanına dönmüştü.

Jane’in basına bunu anlatmasına da izin yoktu... o bölüm yayınlanmadan önce olmazdı.

Fakat bunların hiçbiri sır değildi. Paparazziler ve magazin dergileri sayesinde dünyadaki herkes, hayatlarında neler olup bittiğini zaten biliyor gibiydi.

Liam, Scarlett’ın elini kavradı, Scarlett’sa başını onun omzuna yasladı. Ekranda Jane Madison’la, Jane’in yeni köpeği Tucker ve onun Madisonın kıymetli Manolo’larından bir çiftini daha çiğnemesi yüzünden tartışıyordu.

“Ne kadar enteresan şeyler,” diyerek şaka yaptı Liam, patlamış mısır kâsesine uzanırken. Tucker oturma odasının zeminindeki favori yerinden kalkıp Liam’a baktı; televizyonda yarattığı olaydan tamamen bihaber, umuda havayı kokluyordu. “Alınma ama artık programda çalışmadığım için biraz memnunum.”

33

HUYSUZ VE TATLI

Scarlett kolunu yumrukladı. “Ne yani? Heyecan verici prob­lemlerimizi çekme)! özlemiyor musun?”

“Hayır.” Liam, Tucker’a biraz patlamış mısır uzatarak, “Al bakalım, Tuck,” diye ekledi. Tucker mısırları bir hamlede yuttu.

Liam yakın zamana kadar, Los Angeles Şekeri ndeki kamera­manlardan biriydi. O ve Scarlett çıkmaya başladıklarında, bunun PopTV kurallarına aykırı olduğunu biliyorlardı; ekibin “yetenekle” çıkamayacağı gayet açık bir şekilde belirtilmişti. Madison (başka kim olabilirdi ki?) ilişkilerini öğrenmiş ve bunu Gossif ten birine ispiyonlamak suretiyle onları ifşa etmişti. Bunun sonucunda Tre­vor, Liam’ı kovmuştu. Liam o zamandan beri yeni iş arıyordu.

Bölüm sona erdiğinde -Scarlett’ın bazı okul arkadaşlarına Jane’i ne kadar özlediğini itiraf etmesi ve Jane m, Jesse yle sorunları hakkında Madison’la dertleşmesiyle bitiyordu- Scarlett kane­peden kalkıp buzdolabına gitti. Jane arkadaşları Diego Neri’yle birlikte yeni bir gece kulübünde olduğu için ev onlara kalmıştı. Scarlett buzdolabındakilere göz attı: şişe su, iki gazoz, bir kutu susamlı erişte ve yoğurt. Gazozları alıp bir tanesini Liama getirdi, “içecek bir şey?”

“Teşekkürler. Ee, yarınki planımız hâlâ geçerli mi?”“Yarın mı?” Scarlett kaşlarını çattı.“Infemo nun galası. Arkadaşım bizim için davetiye buldu.” Scarlett iç çekti. “Aman Tanrım, özür dilerim, onu unutmu­

şum. Samrım iptal etmek zorundayım. Çekimimiz var.”Liam içeceğinden bir yudum alıp sehpaya bıraktı. “Bugün­

lerde hep çekimin var,” diye sızlandı Scarlett’ı kollarına alarak.Scarlett ona yaslandı. “Üzgünüm. Ben sadece... biliyorsun,

çaba göstermeye çalışıyorum.”

34

LAUREN CONRAD

“Evet, biliyorum.”Gerçek şuydu ki birinci sezon, Scarlett için berbat bir tecrübe

olmuştu. Mahremiyetinin hiçe sayılmasının yanı sıra, Trevor’ın onun sahnelerini düzenleyerek kişiliğini yavan, sıkıcı bir hiçe indirgemesinden nefret etmişti. Bunun karşılığında, işbirliği yap­maktan elinden geldiği kadar uzak durmuştu: Dananın “sahne talimatlarına” uymayarak... çekimleri asarak... ve genel olarak agresif yanını daha çok sergileyerek.

Pek çok vicdan muhasebesi ve Trevor’la açık sözlü bir ko­nuşmanın ardından, ikinci sezon için sözleşme imzalamaya karar vermişti. Trevor’a tavrını yumuşatacağına dair söz vermişti. Karşı­lığında Trevor da ona, düzenlemelerinde daha dikkatli olacağına söz vermişti. Aldığı zam da bir etken olmuştu. Parası güzeldi -hayır, müthişti- ve Scarlett bunu üniversite eğitiminin harcım kendi ödemek için kullanacak, bu da aşırı sinir bozucu ve kont- rolcü ebeveynlerinden daha bağımsız olmasına yardım edecekti.

Ayrıca, bütün bunları bir oyun, entelektüel bir zorluk olarak görüyordu. Trevor onun Hollywood Scarlett’ı olmasını mı isti­yordu? O zaman Hollywood Scarlett’ı olacaktı. Bu sene “En İyi Kadın Realite Oyuncusu” kategorisinde Emmy ödülü vermeye başlarlarsa, onu muhakkak alacaktı.

Elbette, Liam’la ilişkisi, PopTV açısından problem olmaya devam ediyordu. Liam programda yer alamazdı çünkü eski­den programda çalışmıştı. Bu da demek oluyordu ki Scarlett’ın “realite’sinin büyük bölümü, televizyonda görünemezdi. Durum karışıktı, gerçi Scarlett Liam’la çekimleri olmadığı için memnundu. Çekimler işti ve işle aşkı, şimdiye kadar yapmak zorunda kaldı­ğından daha fazla karıştırmak istemiyordu.

35

HUYSUZ VE TATLI

“Ee, dersler nasıl gidiyor?” diye sordu Liam, Scarlett’ın dü­şüncelerini bölerek.

Scarlett omuz silkti. “Bildiğin gibi. Aynı. Fransız edebiyatı

dersim iyi ama. Duygusal Eğitim adında bir kitaba başladık Oku­muş muydun?”

“Evet. Flaubert en sevdiğim yazarlardan biridir. Madam Bovaryyı okudun mu?”

Liam, UCLAdeyken Madam Bovary yi işlediklerini anlattığı

sırada -geçen baharda oradan mezun olmuştu- Scarlett’ın aklı,

gerçekten de ona açması gereken bir konuya gitti: üniversiteler

arası geçiş başvuruları.

Güney Kaliforniya Üniversitesine başlamasının asıl nedeni,

onun ve Jane’in birlikte Los Angeles’a taşınma hayali kurmalarıydı.

(Liseden mezun olduktan sonraki bir yılı, seyahat etmeye ve ha­

yatlarının geri kalanında ne yapacaklarını bulmaya ayırmışlardı.)

Ve şimdi buradayken... Yeni hayatı pek çok açıdan harikaydı,

özellikle de şu an Liam’la birlikte olduğu ve Jane’le arkadaşlığı

her zamankinden daha güçlü olduğu için. Ve Los Angeles Şekerine

ikinci bir şans vermeye söz vermişti, en azından birkaç aylığına,

ikinci sezonun çekimleri sona erinceye kadar.

Yine de, bir şeyleri kaçırdığı hissinden kurtulamıyordu. Üni­

versitedeki derslerinin çoğu zorlayıcı olmaktan uzaktı ve kendini

öğrenci nüfusunun yüzde doksan dokuzundan daha zeki hissetmek

istemiyordu. Sırf en yakın arkadaşıyla birlikte olabilmek için ona

tam olarak uygun olmayan bir üniversiteye “razı” mı olmuştu?

Ve artık bir erkek arkadaşı var diye, “yerleşik hayata” devam mı

edecekti?

36

LAUREN CONRAD

Ve böylece, birkaç hafta önce, bir düzine farklı üniversiteye başvuru göndermişti: Stanford, Berkeley, Columbia, NYU, Har- vard, Princeton, Yale, Dartmouth ve diğerleri. Yalnızca ilk ikisi Kaliforniya’daydı ve Los Angeles’a arabayla saatlerce uzaklıktay­dılar. Geri kalanlar, Doğu yakasındaydı. Gelecek birkaç ay içinde kabul edilip edilmediğini öğrenecekti. Ve sonra, üniversitedeki ikinci yılı için kararını verebilirdi. İhtimallere açık olmakta fayda vardı... değil mi?

Tüm bunlar olurken, Scarlett başvurulardan Liam’a söz et­memişti çünkü daha ocak ayında çıkmaya başlamışlardı ve her şey çok iyi gidiyordu hatta, son zamanlarda çok şey yaşamış ve en yakın arkadaşının yanında olmasına ihtiyacı olan Janee bile anlatmamıştı. Onlardan sır saklamaktan nefret ediyordu fakat başka yolu yoktu. Eninde sonunda anlatacaktı.

“Peki, söylediklerimin tek kelimesini bile dinlemiyorsun.” Liam ellerini omzuna koyup onu hafifçe sarstı.

Scarlett gözlerini kırpıştırdı. “Ha? Dinliyorum! Flaubert hakkında bir şey diyordun.”

“Hayır. Çok daha ilginç bir konuya geçmiştim. Doğum günün.” “Doğum günüm mü?”“Evet, doğum günün. Nisanın yirmi dördü. Daha bir ay

olduğunu biliyorum ama o gece için plan yapma, tamam mı? Çünkü senin için büyük planlarım var.”

Scarlett kaşlarını kaldırdı. “Ne tür planlar?”“Sürpriz. Güven bana, hoşuna gidecek.” Liam miskin miskin

gülümseyip parmaklarını Scarlett’ın yanağında gezdirdi.Scarlett gülümseyerek onu öpmek için uzandı. Liam öperek

karşılık verdi ve bu Scarlett’ın aynı anda hem başını döndürdü

37

HUYSUZ VE TATLI

hem onu tatlı tatlı ürpertti hem de kendini çılgıncasına mutlu hissettirdi. Liam çok seksiydi... ve düşünceli... ve zeki... ve seksi... Kısacası her açıdan mükemmeldi, insanın sevgilisi olması müthişti. Neden bu kadar zaman buna direnmişti?

Gerçek şuydu ki hayatında daha önce Liam gibi bir erkek olmamıştı.

Öyleyse ondan beş milyon kilometre uzağa taşınmayı ak­lından bile geçirmesinin gereği var mıydı?

38

4

SEN CİDDİ MİSİN?

Jane asansöre doğru hızlı hızlı yürüdü ve bir latteyi, bir kutu kapkeki (danışma görevlisi Naomi’nin doğum günüydü) ve aşırı büyük, içindekiler dışarı taşan çantasını akrobatik hareketlerle tutmaya çalışarak 5e bastı. “Çoook geç kaldım. Fiona beni öldürecek,” dedi, sağ kulağıyla omzu arasında riskli bir şekilde tutturulmuş telefonundan Scarlett’a.

“Ona Robert Pattinson la kahvaltı ettiğini söyle yeter. Anlayış gösterecektir,” diye şaka yaptı Scarlett.

“Ne komik. Bu akşam görüşüyor muyuz? Yoksa erkek arka­

daşınla ateşli bir randevun mu var?”“Hayır. Bu gece sadece sen, ben, Tucker ve ekstra peynirli,

her şeyli pizza var.”“Kulağa harika geliyor. Ahhhh... şarjım bitiyor ve daha me­

sajlarımı bile kontrol etmedim. Kapatmam lazım... hoşça kal!”

“Janie, telefonunu şarj et!”“Biliyorum, biliyorum. Akşama görüşürüz!”

39

HUYSUZ VE TATLI

Jane telefonunu çantasına attı ve asansörün kapısı açıldı... kaosa. Fiona Chen Organizasyon un lobisi, PopTV ekipmanı ve ekibi tarafından istila edilmişti... normal bir çekim için oldu­ğundan daha fazla.

“Jane, hoş geldin!” Yönetmen Matt, mikrofonlu kulaklığını çekip attı ve Jane e doğru koştu. “Hemen mikrofonunu takalım. Önümüzde çok ama çok hareketli bir sabah var.”

“Bugün öğleden sonrasına kadar çekimimiz olmadığını sa­nıyordum. Ve neden bu kadar çok...”

“Planda değişiklik oldu. Dana seni aramadı mı?”

Eyvah. Jane’in artık şarjı bitmiş telefonundaki bir sürü me­sajdan birini Dana bırakmıştı belki. “Hımm. Programda ne var?”

“Önce ofisinizde, seninle Hannah’nın bir sahnesini çekiyo­ruz. ikinci sahne Fiona’nın ofisinde seninle... şey, Fiona’nın bir

sahnesi.” Matt bakışlarını kaçırdı.

Jane kaşlarını çattı. Matt neden birdenbire böyle huzursuz görünmüştü?

“Fiona kötü bir gününde falan mı?” diye sordu Jane.

“Evet, yani, o hep kötü gününde değil mi? Işıklandırmayı

kontrol etmem gerek. Bir saniye içinde dönerim.”Matt sesçilerden

birine, gelip ona mikrofon takmasını işaret etti.

Harika, diye düşündü Jane iç geçirerek. Fiona geç kaldığım

için bana fırça atacak... yine... kamera önünde. Sabırsızlanıyorum!

“Günaydın, Jane.” Naomi masasının üzerindeki devasa bir

buket lalenin arkasından baktı. “Ayakkabılarını beğendim!”

“Teşekkürler. Ah, bunlar senin için!” Jane kapkek kutusunu

ona verdi. “Doğum günün kutlu olsun!”

“Hatırlaman çok hoş. Teşekkür ederim!”

40

LAUREN CONRAD

Sesçi Jack Jane e selam verdi ve ona bir mikrofon seti uzattı. Jane eşyalarını Naomi’nin masasına bıraktıktan sonra seti gri ipek bluzunun altına sokup, bir yandan Naomi’yle doğum günü planları hakkında laflarken, kabloyu göğsüne dolayıp kutuyu Jacke geri verdi Jack m düğmeye basıp kutuyu sutyeninin arkasına tut­turduğunun farkına varmadı bile. Altı ay televizyona çıkmanın ardından, bu durum rutin haline gelmişti.

Matt yeniden lobide görünüp Janee el salladı. “Tamam, senin için hazırız.”

Jane, Naomi’ye hoşça kal deyip (Naomi ona “iyi şanslar” di­lemişti. .. neden “iyi şanslar”?) Matt e katıldı. Koridorda yürürken, Fiona’nın güzel dekore edilmiş konferans odalarından birinin önünden geçtiler ve Jane, uzun, cam masanın ucunda oturmuş, telefonla konuşup dizüstü bilgisayarında bir şeyler yazan Trevor’ı gördü. Endişeli görünen birkaç asistan etrafında dolanıyordu.

Jane, Matt e, “Trevor burada ne arıyor?” diye fısıldadı.“Trevor işlerin başında olmayı sever. Fiona ona geçici bir

prodüksiyon alanı kurma nezaketini gösterdi.” Matt, Jane’in Hannah’yla paylaştığı ofisin önünde durdu. “Pekâlâ, başlıyo­ruz. Bir saniye burada dur ve işaretimi bekle, sonra içeri gir, Hannah’yla her zaman yaptığın şeyleri yap. Günaydın, ne var ne yok, falan filan.”

unp wlamam.Jane makyajının düzgün olup olmadığını düşünerek (mak­

yajını durduğu pek çok kırmızı ışıkta beklerken, arabasında yap­mıştı) bekledi. Sonra Matt işaret verdi ve Jane kapıdan içeri girdi.

Hannah masasında oturmuş, bilgisayarının ekranından bir şey okuyordu. Jane’i görünce, uzun, bal rengi saçlarını arkaya

41

HUYSUZ VE TATLI

atıp odanın farklı köşelerinde çekim yapan iki kameramandan habersiz gibi görünerek gülümsedi. “Selam, Jane!”

“Selam, Hannah! Hey, iyileştin mi?” Hannah, pazartesi günkü sezon prömiyerini kaçırdığı gibi, dün işe de gelmemişti.

“Çok daha iyiyim, teşekkürler.”

Jane eşyalarını, açılmamış postalar, dosyalar, gazete kupür­leriyle darmadağın olmuş masasına bıraktı. Tabii dünden kalma Pinkberry smoothiesi aynı yerde duruyordu. Iyy. Jane çok düzenli biri değildi ama bu masayı kontrol altına alması gerekiyordu,

hem de hemen. “Eeee,” dedi Hannahya, smoothieyi atıp tele­fon şaıjımn nerede olduğunu dalgın dalgın düşünerek. “Benim, şey, bu sabah Fiona’yla toplantıya girmem gerekiyormuş. Sen de toplantıda olacak mısın?”

Kameralara bakış atarken, Hannah’nın kahverengi gözleri

irileşti. “Şey... hayır.” Yeniden Janee baktı. “Mesajımı almadın mı?” “Mesaj mı? Ne mesajı?”

“Seni yarım saat önce falan aradım ve...”Stajyerlerden biri olan Isaac kapıda belirdi. “Jane? Fiona seni

görmeye hazır.”“H ım m... tamam.” Biraz daha konuşabilecek olmalarını dile­

yerek Hannahya baktı. Ona sanki, Hannah kamera arkasında ona bir şey söylemek istemiş gibi gelmişti. Keşke ona mesaj atabilseydi ama telefonunun şarjı bitikti ve bilgisayarını açıp sohbete bağlan­mak için vakti yoktu. Neler oluyordu? Önce Matt, sonra Naomi, sonra Hannah... herkes bugün o kadar tuhaf davranıyordu ki.

Onu tam olarak neyin beklediğini merak ederek Fiona’nın ofisine kadar Isaac’i izledi. Belki bu, Fiona’nın alışılageldik “biz

bu ofiste geç işe başlanmasını hoş karşılamayız” nutuklarından

42

LAUREN CONRAD

fazlasıydı. Belki Jane’in başı ciddi bir beladaydı. Ama niçin? Kafasındaki yapılacaklar listesinin üzerinden geçip önemli bir şeyi, mesela yakında gerçekleşecek olan bir on altıncı yaş günü kudaması için DJ kiralamak (Leda Philipps’in, annesinin al­koliklik genlerini almışa benzeyen kızı Clementine’in partisi... panç çanağının etrafına ve tuvaletlere fazladan güvenlik görevlileri yerleştirse iyi olacaktı) ya da Miranda Vargas’ın (dördüncü mü? Beşinci mi? Altıncı mı?) düğünü için mekân belirlemek gibi bir şeyi unutmadığından emin olmaya çalıştı. Unutmamıştı.

Matt, Fiona’nın ofisinin kapısında durmuş, Jacke ve diğer sesçiye talimatlar veriyordu. “Jane! Harika. Kameralar çalışmaya başladı bile, içeriye girebilirsin.”

“Peki.”Fiona’nın ofisinde üç -iki değil- kameraman yerini almıştı.

Fiona masasında oturmuş, bir dosyaya göz atıyordu. Çekimlerden önce daima talep ettiği birden fazla stilist sayesinde parlak siyah saçları ve makyajı kusursuzdu. “Jane, hoş geldin. Otur lütfen. Nasılsın bugün?”

Nasılsın bugün mü? Jane’in kafası artık gerçekten karışmıştı. Fiona Chen, patronlar tarihinin en korkunç, en soğuk patronu sayılırdı. Neden onunla muhabbet ediyordu?

“İyiyim. Teşekkürler.” Jane oturdu.“Güzel! Öyleyse sadede gelelim. Seninle konuşmak istediğim

yeni bir projem var. Aja nişan törenini yapmak için bizi tuttu.” “Aja mı?”Jane’in ağzı bir karış açık kaldı. Bugünkü çekimin

büyük olay olmasının nedeni buydu demek.“Evet. Aja. Las Vegas otellerinden birinde olmasını istiyor.

Tahmin edebileceğin gibi, bu bizim için yeni bir fırsat. Aja ulus-

43

HUYSUZ VE TATLI

hıramsı üne sahip bir pop yıldızı ve nişanlısı Miguel Velasquez

de Beyzbol Ligi’nin en gözde çaylaklarından biri.”

Jane spor konusunda fazla şey bilmezdi ama süper seksi

Miguel Velasquez’i kesinlikle biliyordu. Eskiden ona fena halde

âşıktı, tıpkı gezegendeki diğer bütün kızlar ve bazı erkekler gibi.

“Bu projenin sorumluluğunu sana veriyorum. Ve Hannah’yla

birlikte sana yardımcı olacak yeni iş arkadaşınla tanışmanı isti­

yorum,” diyerek devam etti Fiona.

“Yeni iş arkadaşım mı?”

“Evet. Aslına bakacak olursan, o burada.”

Jane arkasındaki kapının açıldığını duydu. Arkasına döndü ve

siyah mini eteği, (fazla sayıda düğmesi iliklenmemiş olan) düğmeli

bluzu ve apartman topuklu ayakkabıları içindeki tanıdık sarışın

içeri sallana sallana girerken, neredeyse sandalyesinden düşüyordu.

“Yok artık...”Jane m soluğu kesildi.

Madison, Jane ın yanına oturarak ağır ağır bacak bacak üstüne

attı. “Selam, Jane! Ne kadar süper, değil mi? Birlikte çalışacağız!”

“Hayır, hayır, hayır\ Onunla birlikte hayatta çalışmam!”

Jane, Trevor’ın “geçici prodüksiyon alanında” volta atarken,

Trevor’a sesini aşırı yükseltmemeye çalışıyordu. Bugün burada

olmasının nedeni buydu demek. Jane bir şeyler döndüğünden

şüphelenmişti ama böyle bir şeyin değil... ki bu, bugüne kadarki

neredeyse en kötü şeydi. Şakaklarını ovuşturdu —başı çatlıyordu—

ve gözyaşlarına boğulmak üzereydi. Gerçi Trevor’a ya da kapak

kapının ardında dinleyen herhangi birine, bu tatmini yaşatmayı

reddediyordu.

LAUREN CONRAD

Trevor, yüzünde okunamayan bir ifadeyle lüks deri koltuğa yaslandı. “Düşündüğün kadar kötü olmayacak...” diye başladı sakin bir şekilde.

uNe} Sen neden bahsediyorsun? Bana söz vermiştin, Trevor! Onunla birlikte başka hiçbir sahne çekmek zorunda kalmaya­cağıma dair söz vermiştin. Ve şimdi, beni onunla birlikte mi çalıştırıyorsun, hem de her gün? Bu da ne demek oluyor?”

“Bak. Onu işe ben almadım. Fiona aldı.”“Tabii, tabii.”“Neye istersen ona inan, Jane.”“Peki!” Jane volta atmayı kesti, derin bir nefes aldı. Başka

seçeneği yoktu; Trevor onu mecbur bırakıyordu.“Öyleyse bırakıyorum!”İşte. Söylemişti. Yapılması gereken buydu... değil mi? Öy­

leyse neden elleri titriyordu ve kendini kusacak gibi hissediyordu?“Bırakmak mı? Ne} Programı mı? Sana bir kontratın oldu­

ğunu hatırlatmama gerek var mı?”“Hayır, programı değil. Bu işi bırakıyorum.”Trevor kollarını göğsünde kavuşturdu. “Jane. Canının sıkıl­

masına üzüldüm. Fakat Madison buradaki bir kadro açığı için başvurdu ve Fiona onu işe aldı. Bizim bununla bir alakamız yoktu ama elbette bunu çekmek zorundaydık. İşteki ilk günü için çıkıp gelse ve biz bunu kaçırsaydık, PopTV küplere binerdi.” Ve ekledi: “İşinden ayrılmak istediğin için seni suçlamıyorum. Ama bak, bunu yaparsan, izleyicilerin gözüne kötü görünecektir. İstediğini yaptıramamış şımarığın teki olduğunu düşünecekler.

Jane ona uygun olmayan bir şey söylemeye girişti, sonra ağzını sımsıkı kapadı. Bunu kabul etmek hiç hoşuna gitmiyordu

45

HUYSUZ VE TATLI

ama Trevor haklıydı. Gerçeği biliyordu: Madison zengin ve ünlü olmak için kendi annesini bile otobüsle ezebilecek, deli, yalancı, çıkarcı bir sürtüktü. Ancak dışarıdaki bütiin o Los Angeles Şekeri hayranları bunu bilmiyorlardı ve Jane, Fiona Chen Organizasyondan ayrılırsa, her şeyden önce Madison ın kazandığım düşüneceklerdi. Jane’in bozularak kaçıp gittiğini.

Jane bu işe girebilmek için çok çalışmıştı. Yalnızca yayın süresi peşinde olduğu ortada olan Madisonın aksine Jane gerçek­ten bir etkinlik organizatörü olmak istemişti. .. ve belki bir gün, kendi firmasını yönetmek. Madison’ın onu yolundan etmesine izin verecek değildi. Tek yapması gereken bunu sineye çekmek ve Madison’ı kendi oyununda bir şekilde alt etmekti.

Öte yandan... her gün Madisonı görmek mi? Sabahları, öğlenleri, akşamları ve hafta sonları çalıştığı etkinliklerde hem de öyle mi? Jane bunun nasıl üstesinden gelecekti?

Kendini konferans sandalyelerinden birine atarak saçımn bir

buklesini işaret parmağına dolayıp durdu. “Bunu R.J. ve Sam’le

konuşmam lazım,” dedi sonunda, menajerini ve basın danışma­

nını kastederek.“Elbette. Ve eğer gerçekten işi bırakman gerekiyorsa... eh,

seçimine saygı duyacağım.”Jane Trevor’a ters ters baktı. “Saygı” şu an ondan gördüğünü

hissettiği en son şeydi.

Jane bir hışımla dışarı çıktığında, Madison konferans odasının

önünde bekliyordu.“H ey... Jane?” Madison yalandan bir endişe ifadesi takınıp

aşın sahte görünen tırnaklarını Jane’in koluna koydu. İki metreden

46

LAUREN CONRAD

daha yakınlarında bir kameraman olduğu için Jane, kendini geri çekme dürtüsüne karşı koymak zorunda kaldı.

“Ne?” dedi sertçe, saatine bakıyormuş gibi yaparak.“Bak. Bunun biraz tuhaf olduğunu biliyorum. Ama sen de

istediğin takdirde, işlerin yolunda gitmesi için gerekeni yapmaya hazırım.”

Tabii, tabii. “Her neyse. Toplantıya geç kalıyorum,” diyerek yalan söyledi Jane.

“Jane, Jesseyle aranızda olanlar yüzünden beni suçlamayı bırakmalısın. Jesse’ye, onu aldattığını benim söylediğimi düşün­düğünü biliyorum ama söylemedim.”

“Ate?” Şimdi Jane şaşkına dönmüştü. Madison neden bah­sediyordu? Jesseyle arasında olanlardan Madison sorumluydu elbette... ya da en azından, Jane’in Braden la birlikte olduğunu Gossift ve bütün dünyaya söylemekten. Jane, ne yaptığını ikisi de gayet iyi bilirken, Madison ın yanlış hiçbir şey yapmamış gibi davranmasına inanamıyordu.

“Bunu aşmamız gerek,” dedi Madison, Jane’in kolunu sıkarak. “Hey, yarın gece ne yapıyorsun? Dışarı çıkıp bir şeyler içmek ister misin? Bar Marmont’a gidebiliriz. Eski günlerdeki gibi olur!”

“Eski günler mi? Sana güvendiğim ve senin beni arkamdan bıçakladığın zamanlardaki gibi mi yani? Evet, o günler harikaydı. Aynca yarın gece meşgulüm ve sen de öylesin. Saat yedide Thomp­son Otel’de bir CD lansmanımız var. Burada çalıştığına göre, bunu bilmelisin. Ah, fakat... Unutmuşum. Sen sadece burada çalışıyormuş gibi yapıyorsun? Jane, Madison a yalandan gülümsedi. “Alışveriş yapmanın, manikür pedikür yaptırmanın ya da her ne planlıyorsan onu yapmanın tadını çıkar.”

Al

HUYSUZ VE TATLI

Madison ona gülümseyerek karşılık verdi. Neden gülüm­

süyordu ki? Ve Jane sonra hatırladı. Kameraman. Jane az önce

kamera karşısında, Madison’a tam bir cadaloz gibi davranmıştı. Madison’ın -ve Trevor’ın- onu oltaya getirip de yapmak istekleri

tam olarak buydu herhalde.

Kahretsin!

Jane, Scarlett’a, “Aman Tanrım, hayatımdan nefret ediyorum,”

diye yakındı.“Zavallı Janie. İşte, bir dilim daha al.” Scarlett Jane’in ta­

bağına bir dilim pizza daha koydu. Tucker patisini Scarlett’ın

dizine koymuş, ağzının suyu akarak ona... daha doğrusu pizzaya

bakıyordu. “Tek bir çözümü var. İşi bırakmalısın.”

“İşi bırakamam, Scar. Madison’ın istediği bu.”

“O manyağın ne istediği kimin umurunda? Sen kendini düşünmek zorundasın.”

“Kendimi düşünüyorum. Önce ben vardım. Beni yolumdan

etmesine izin veremem.”

Scarlett iç geçirip başını iki yana salladı. Bu gece üzerinde her zamanki kıyafetlerinden biri vardı: eskitilmiş dar kot ve mürdüm

eriği rengi kırışık bir tişört. Yüzünde sadece rimel vardı ve uzun,

dalgalı, siyah saçları açıktı. Yine de göz kamaştırıcı görünmeyi nasıl başarabiliyordu?

“Madison ın bu işi kendiliğinden almasının imkânı olmadığını biliyorsun, değil mi?” dedi Scarlett çok geçmeden. “Trevor bunu Fiona’yla birlikte ayarlamış işte.”

“Evet, biliyorum.”

“Bunu kabul etti mi?”

48

LAUREN CONRAD

Jane arkadaşına küçümser bir\sen ciddi misin, bakışı attı. Gerçek şuydu ki Trevor, reyting uğruna her türlü durumu “ayarlamaya” fazlasıyla muktedirdi. Mesela, geçen sonbahardaki dizi prömi­yerinin hemen ardından Hannah, Fiona Chen Organizasyona ve programa katılmıştı Jane’in iyi arkadaşlarından ve en samimi sırdaşlarından biri olmuş, hatta araları bozulduğu zaman Jane’i, Jesse’yle devam etmesi konusunda yüreklendirmişti. Hannah daha sonra Janee, programda “Jane’in ofis arkadaşı” olma anlaş­masının bir parçası olarak, Trevor’ın ona Fiona’nın yanında bu işi bulduğunu ve fırtınalı ilişkilerini izleyiciler çok tutuyor diye Jane e, Jesse’yle olması yönünde tavsiyeler vermesini söylediğini gözyaşları içinde itiraf etmişti.

Jane, Hannah’yı affetmişti; Trevorın ne kadar ikna edici olabildiğini bizzat biliyordu. Ancak en çok da Hannah’mn ba­şını belaya sokmak istemediği için bu küçük dalavereyi Trevor’ın yüzüne vurmamıştı. Fakat şimdi Madison konusunda yine eski hilelerine başvuruyordu. Jane daha ne kadarına katlanabilirdi?

“Pekâlâ. Bir dahaki şeye, hımm, Madison ın sözüm ona işi ne kadar sürecekse o zamana kadar, bunun üstesinden gelmeni nasıl sağlayacağız?” dedi Scarlett, bir şişe Corona’yı kafasına di­kerek. “Terapiyle mi? İlaçlarla mı? Yoksa ofisine bir kum torbası

mı koyalım?”Jane kıkırdadı. En yakın arkadaşıyla şakalaşmak iyi gelmişti.

“Yukarıdakilerin hepsi galiba. Cidden, Madison beni tahrik edip de bir şeyler söyletmeye çalıştığı zaman susabilmenin bir yolunu bulmam lazım. Bugün olduğu gibi mesela. Bana, kamera karşı­sında, kendisini Jesse’ye onu aldattığımı söylemekle suçlamaktan vazgeçmemi söyledi. Ve ben ona bağırarak karşılık verdiğimde,

49

HUYSUZ VE TATLI

orada öyle durup bana ürkütücü bir oyuncak bebek gibi gü­lümsedi. Üstün gelemiyorum. Sahte davranıp da o delinin teki değilmiş gibi yapamadığım için çileden çıkıyorum ve sonra, deli gibi görünen ben oluveriyorum.”

“Dur, geri gidelim. Sezon prömiyerini izlemedin mi? Jesse’ye o şeyleri söylediği için güya onu suçlamanla ilgili şeyi? O saç­malığı? Bunu Gaby’ye de söyledi.”

“Öyle mi?”Jane PopTV’nin yayınladığı o bölümü kaçırmıştı ve TiVodan izlemek için henüz fırsat bulamamıştı.

“Evet, sanıyorum ki o ... ya da daha ziyade Trevor... işe nok­tayı böyle koymaya karar vermiş. Yani, senin Madison ın evinden taşınmanla ilgili bir açıklama öne sürmesi gerekiyor, değil mi? Çünkü gerçek açıklamayı yayınlayamaz; Madisonın o fotoğrafları Gossip'e sattığı ve bu konuda yalan söylediği açıklamasını.”

“Hah.”Jane m telefonu bipleyerek sözlerini kesti. Telefonuna bir bakış atınca Caleb’dan mesaj geldiğini gördü. “Sadece, şey, Caleb,” dedi.

“Ne istiyor?” diye sordu Scarlett kuşkulanarak. Jane, Scarlett’a bir bakış attı. Scar’ın Caleb’ı sevdiğini ama geçen baharda Jane’den ayrıldığından beri ona tam olarak güvenmediğini biliyordu.

“Pazartesi gecesi partide sana nasıl baktığını gördüm de,” diyerek devam etti Scarlett.

“Neden bahsettiğini an... ah, şenle benim hafta sonu, o ve Naveen le buluşmamızı istiyor,” dedi Jane mesajı okuyarak.

“Naveen le mi?”Scarlett’la Naveen lisedeyken takılmışlardı ve Jane, o bunu

hiç kabul etmese de, Scar’ın ondan az çok hoşlandığından şüp- helenmişti hep.

50

LAUREN CONRAD

“Ne düşünüyorsun?”“Bence Caleb seninle yeniden çıkmak istiyor,” dedi Scarlett.“Hayır, demek istediğim, onlarla buluşmak konusunda ne

düşünüyorsun?”Scarlett omuz silkti ve bir şey söylemedi.Jane pizza diliminden bir ısırık alıp neden bu kadar huzursuz

olduğunu düşündü. Scarlett haklı mıydı? Caleb onunla barışmak mı istiyordu? Gerçekten de sezon galasında onunla adeta flört etmiş, o Braden la telefonda konuşurken kıskanmış gibi davran­mıştı. Ama şu sıralar binleriyle çıkıyor dahi olsaydı,Jane'm, onunla barışmakla hiç ilgilendiği yoktu. Ki kesinlikle kimseyle çıkıyor değildi. Ayrıca ayrılıkları Janee gerçekten zor günler yaşatmış, Jane’in onu unutması çok uzun sürmüştü. Arkadaş olarak kusursuz bir noktadaydılar şu an.

“Şehre yeni geldi ve birlikte bir şeyler yapmak istiyor, hepsi bu,” dedi Jane kısa bir aradan sonra.

Şimdi Janee, sen ciddi misin, bakışı atma sırası Scarlett’taydı.

51

5

BİR HİÇİN TAM AKSİ

Madison soya sütlü chai lattesini yudumlayıp aşırı büyük güneş gözlüğünün ardından, Ventura Bulvarı’nın tanıdık olmayan man­zarasına baktı. Kafe masasının karşısında, yüksek bir iş hanı, bir McDonald’s ile iki yanında solgun iki ağaç olan bir oto yıkamacı vardı. Kasvet vericiydi. Elbette Madisonın yakın gelecekte bu yere -hatta Valley’ye- dönmek gibi bir niyeti yoktu. Özellikle bu semte uğrama eğiliminde olmayan paparazzilerin uzağında, özel dedektifiyle buluşmak için en güvenli yer gibi gelmişti burası, o kadar.

“Bir latte daha?” Genç, pek güzel olmayan bir kız olan garson yanı başında bitivermişti.

“Almayayım, teşekkürler.” Madison dalgın dalgın Black-

Berry sine baktı.“Siz... televizyona çıkıyorsunuz, değil mi? Oyuncu musunuz?”Madison ne cevap vereceğini düşünerek donup kaldı. Cidden

tanınmak istemiyordu... bugün değil. “Ah keşke,” dedi zoraki bir kahkahayla. “İnsanlar bana bunu söyleyip duruyor. Gerçi bir

53

HUYSUZ VE TATLI

keresinde Zr/o/a çıkmıştım. Seçmeler esnasında. İlk turdan sonra elendim. Beni oradan mı tanıyorsun acaba?”

Kız, “Aman Tanrım, o programa bayılırım!” diye bağırdı coşkuyla.

“Evet, ben de. Pardon, bunu cevaplamam lazım,” dedi Ma­dison, telefonunu yanıtlıyormuş gibi yaparak. “Alo? Aa, selam!”

Kız başka bir müşteriye hizmet etmek üzere ayrıldı ve Ma­dison telefonunu masaya koydu. Adam nerede kalmıştı ki? Beş dakika gecikmişti ve Madison bekletilmeyi sevmezdi. Ayrıca, bir hiç taklidi yapmak için dandik hikâyeler kullanmayı da sevmezdi.

Çünkü bugünlerde, bir hiçin tam aksiydi. Sokakta hayranları yanına gelip imza almak için yalvarıyorlardı. Ajandası, dergi rö­portajları ve çekimlerle doluydu. Daha bugün PopTV nin reklam departmanından biri aramış, MtfxzWdekilerin onu potansiyel bir kapak için istediklerini söylemişti. Kapak!

Ayrıca Trevor’ın ona Fiona Chen Organizasyonda müthiş bir iş ayarlaması da harika olmuştu. Madison etkinlik organizatörü olmayı umursadığından değil -zerre kadar umurunda değildi- ama kendi büyük senaryosu için Jane’le yan yana, ünlülerin etkinlikle­rinde çalışacağı ve dostça görünen düşmanca davranışlarla dolu büyük bir olaylar dizisi yaratacağı için heyecanlıdan da öteydi. Programın yıldızlarından biri olma fikri -esas yıldızı olmasa bile- zevkten başım döndürüyordu.

Elbette Madison’ın, gerçekte bir etkinlik organizatörü olma­nın nasıl olduğuna dair bir fikri yoktu. Fakat Fiona bunu nasüsa Trevor’ın hatırına yaptığı için, yaşlı kadının bunu umursamadı­ğını tahmin ediyordu. Gerçi Fiona’nın da bundan hiç çıkarı yok değildi: Madison ın varlığı firmaya görünürlük sağlayacak; sıkıcı,

54

LAUREN CONRAD

demode Jane’in ve Hannah denen o sönük kızın aksine, mekâna o çok ihtiyacı olan cazibeyi ve tarzı getirecekti. Madison sayesinde, Fiona’nın müşteri tabanı, tavan yapmak üzereydi.

Gürültülü, siyah bir CRV kaldırım kenarına çekerek dü­şüncelerini böldü. Araba en az on yaşındaydı ve yeni bir egzoz susturucuya fena halde ihtiyacı vardı. Kot pantolon ve lacivert polo giymiş, otuzlu yaşlarda bir adam arabadan indi.

Madison masada yanına geldiği zaman ona, “Nerede kaldın?” dedi aksi bir şekilde.

“Trafik. Kusura bakma.”“Neler buldun?”Garson kız yüzünde hevesli, yardımsever bir ifadeyle masaya

yaklaşmaya başlamıştı ki adam ona elini sallayarak gitmesini işa­ret etti; arka cebine uzanıp küçük, sağlam bir zarf çıkardı. Onu Madison ın önüne itti.

Açmadan önce Madison yalnızca bir an tereddüt etti. Gizemli şantajcının kimliğini nihayet öğrenecekti. Geçen ay şantajcı, geç­mişini gizli tutması karşılığında, çeyrek milyon dolar bulması için ona otuz gün verdiği zaman Madison, dedektif Chris Reynolds’ı tutmuştu. Chris dün onu aramış, o kişinin izini sürdüğünü, elinde bir fotoğraf olduğunu söylemişti. Yani en azından bir sabıka fo­toğrafı. Şimdi gerçeklerin ve Madisonın üzerinde dolaşan kara bulutun sonunun başlangıcı yaklaşıyordu. Kimse ondan şöhretini, (gelecekteki) milyonlarını ya da Maxim kapaklarını alamazdı... hele ki o, bunları elde etmek için bu kadar çalışmışken.

Madison başparmağının tumağıyla zarfi yırttı (UN! yazısının Ü harfindeki suni elmaslardan biri çıktı) ve içindeki fotoğrafa göz attı. Tıim vücudu şokla dalgalandı. “Olamaz,” dedi fotoğrafa bakarak. “Bu mümkün değilP

55

HUYSUZ VE TATLI

Chris hevesli bir şekilde öne eğildi. “Demek kadının kim olduğunu biliyorsun.”

“Aman Tanrım. Buna inanamıyorum,” diye mırıldandı Ma­dison kendi kendine. “Demek o sürtükmüş!”

“Bunu evet olarak alıyorum o halde.”Madisonın kafası birdenbire yukarı kalktı, öfkeli bakışla­

rını dedektife sabitledi. “Bu fotoğrafı nereden buldun? O Los Angeles’ta mı?”

“Sabıka fotoğrafı, şehirde birkaç hafta önce yapılmış bir dükkân soygunundan ama sonunda onu salıvermişler. E-posta hesabının izini sürmeyi nasıl başardığımla ilgili detaylara gir­meyeceğim. Ama sözün özü, bir kredi kartının izini bulmayı da başardım ve daha dün kadın, şehir merkezindeki turistik otel­lerden birinde kalıyordu. Ne yazık ki bu sabah çıkış yapmış gibi görünüyor. Oranın ön büro memurlarından birine sözüm geçer ama. Yakında onunla iletişime geçeceğini düşünüyor çünkü bir küpe kaybetmiş ve kaldığı odada onu arıyorlarmış.”

“İyi. Yeni adresini bulur bulmaz bana haber ver. Sonrasını bana bırak.”

“Nasıl istersen. Gerçek adını biliyor musun? ‘Mildred Mains’ adıyla tanınıyormuş fakat bunun bir takma ad olduğunu tahmin ediyorum.”

“Mildred Mains mi? Ciddi misin?”“Evet. Kulağa birinin büyükannesi gibi geliyor, değil mi?” “Öyle.”Madison kızın kim olduğunu söyledi. Chris şaşkınlıkla kaş­

larını kaldırdı ve hafif bir ıslık çaldı.

56

6

TARİH

“Profesör Friedmanın anlattıklarının tek kelimesini anladın mı?” diye sordu Chelsea Phibbs, Scarlett’a.

Scarlett sırt çantasını omzuna atıp Fransız romanı dersini beraber aldığı arkadaşına döndü. Chelsea akıllıydı ve neredeyse Scarlett kadar çok yabancı dil biliyordu. Neredeyse. “Evet. Bu­günkü ders tamamıyla insan varoluşunun anlamsızlığı üzerineydi. Neşeli konular.”

“Bu kadarını bile nereden anladın ki?”Scarlett sırıttı. “Çok zeki olduğum için olabilir mi?”“Ha ha.”“Ayrıca, Yabancıyı iki kez okumuştum, iyi bir kitap diyebi­

lirim. Tuhaf ama iyi.”“Öyle galiba. Lisedeyken Sisifos Söylenî ni okumuştum. Galiba

onu daha çok sevmiştim. Bu kadar karmaşık değildi en azından.” İki kız, Beşeri BilimlerinTaper Salonunun önündeki ağaçlı

yolda yürüyordu. Cuma öğleden sonrasıydı ve mart sonu için fazla

57

HUYSUZ VE TATLI

sıcak ve yumuşak bir hava vardı. “Ben dilbilime gidiyorum,” dedi Chelsea saatine bakarak. “Senin ne dersin var?”

“Bugünlük dersim bitti ama şehir merkezine gitmem lazım, şey için, fotoğraf çekimim var, Life and Sty/e için.” Scarlett bunu söylerken adeta utandı; hele de magazin dergilerini muhtemelen

hiç okumayan Chelsea gibi bir kitap kurduna söylerken.

“Aah, fotoğraf çekimi! Tam bir şöhretsin! imzanı alabilir

miyim? Lütfen, lütfen, lütfen?” Chelsea kıkırdadı.“Çok komik. Bunu yapmak zorunda olduğumu biliyorsun,

değil mi? işimin bir parçası.”“Evet, biliyorum. Hey, enehilada servisi yapmaktan iyidir.”

Chelsea, yarı zamanlı olarak kampüs yakınlarındaki bir Meksika

restoranında çalışıyordu.

“Eee, bu hafta sonu ne yapıyorsun?”

“Bu akşam Liam, Jane ve liseden bazı arkadaşlarla yemeğe

gideceğim. Bizimle gelmek ister misin? Keyifli olur,” dedi Scarlett.

Oysa “keyif”, erkek arkadaşı, en yakın arkadaşı, en yakın arkadaşı­

nın eski sevgilisiyle, Scarlett’ın bundan birkaç sene önce, Hendry

Kumsalı’nda, birinin üniversiteye gitme veda partisinin hemen

ardından seviştiği onun en yakın arkadaşıyla birlikte takılmayı

tarif etmenin en iyi yolu olmayabilirdi. Ve belki de çocuk üniver­

siteye gitmek için ayrılmasaydı, Scarlett onunla yine sevişecekti.

“Kulağa harika geliyor ama çalışmak zorundayım, hem de

gece yarısına kadar. Oflf. Yarın bir şey yapsak? Sana mesaj atarım.”

“Tamam. O zaman işte iyi eğlenceler, senorita. AdiosV'

“Tabii. Göğüs çatak çekimlerinde iyi eğlenceler!” Scarlett

ona çantasını atar gibi yapınca, “Şaka, şakaF diye alelacele ekledi

Chelsea.

58

LAUREN CONRAD

Scarlett, öğrenci park yerlerinden birine park ettiği araba­sına yöneldi. Anahtarını bulmak için ceplerini karıştırırken cep telefonu çaldı.

Liam’ın adı ekranda belirdi. Scarlett keyifle kızardı. Bütün gün onunla konuşmamış, sesini duymayı özlemişti.

Kaldırıma çıkıp açma düğmesine bastı. “Selam!”“Selam! Ne yapıyorsun?”“Şimdi dersten çıktım. Sen ne yapıyorsun?”“Ah, bir sürü telefon görüşmesi yapıyorum.” Sesi biraz stresli

geliyordu. “Dinle. Yemeğe kanlamayabilirim. Arkadaşım bana kamera işi verebilecek bir yönetmenle temas kurmamı sağladı. Buluşup konuşmak istiyor, bu gece.”

“Aman Tanrım, bu harika!”“Emin misin? Üzgünüm. Kötü zamanlama ama adam meşgul

biri, bu yüzden hayır demek istemedim.”“Hayır, çok iyi anlıyorum.”“Seni özledim. Şu an meşgul müsün? Gidip bir şeyler atıştır­

mak falan ister misin? Grove yakınındayım ama seninle istediğin yerde buluşabilirim.”

Scarlett iç geçirdi. “Keşke buluşabilsek. Şehir merkezinde fotoğraf çekimim var.”

“Ha, tabii, şu şey. Peki, tamam, seni sonra arayayım mı?”

“Olur.”“Hoşça kal.” Scarlett, ben de seni özledim, diye ekleyemeden

Liam telefonu kapadı.Scarlett, keşkefotoğraf çekimini iptal edip yerine Liam la buluşa-

bilseydim, diye düşünerek elindeki telefona bakakaldı. Liam orada olmayacağı için, yemeğe gitmek için de sabırsızlanmıyordu artık.

59

HUYSUZ VE TATLI

O, Jane, Caleb ve Naveen nasıl olacaktı? Herkesin kişisel

geçmişi düşünüldüğünde, adeta bir çifte randevu gibi görünecekti,

değil mi? Çooook sıkıntılı bir durumdu.

Bir de Scarlett’ın bir erkek arkadaşı olması vardı. Onunla

Naveen in bir geçmişi olduğu hakkında hiçbir fikri olmayan bir

erkek arkadaş. Bunu ona hemen şimdi söylese daha mı iyi olurdu?

Sonra, dedi kendi kendine. Büyük bir mesele değildi cidden.

Bildiği kadarıyla, Naveen in de sevgilisi vardı ve onu yanında

getirecekti.

“Janie! Scar!”

Scarlett arkasında onu izleyen Jane’le birlikte, STK ’in ka­

labalık masalarının arasından zikzak yaparak ilerledi. Caleb her

zamanki çekici haliyle bir masadan onlara el sallıyordu. (Öyle

olduğunu o da biliyordu... serseri.) Yanındaysa, eşit derecede

çekici görünen Naveen Singh vardı; kız arkadaşsız ya da yanında

getirdiği herhangi bir kız olmaksızın.

Naveenin dalgalı siyah saçlan, Scarlett’ın hatırladığından daha

kısa kesilmişti. Beyaz gömleğiyle haki pantolonu onu olduğundan

büyük ve daha iş güç sahibi biri gibi göstermişti... Scarlett’ın

liseden hatırladığı o haşarı, saçı başı dağınık çocuk gibi değil.

Bir yanaktan öpüşme ve kucaklaşma telaşı yaşandı. Scarlett a

sarıldığı zaman, Naveenin eli bir an Scarlett’ın sırtında kaldı.

“Hey, ne çok zaman oldu,” dedi. Belli belirsiz baharatlı tıraş los­

yonu kokuyordu.“Evet, öyle oldu,” diyerek ona hak verdi Scarlett. Gülümse­

yerek kendini usulca onun kollarından çıkarıp beyaz deri koltuğa,

60

LAUREN CONRAD

onun uzağına oturdu. Sonra Janc’i elinden çekiştirerek kendi

yanına çekti.“Ne yapıyorsun, Scar?” diye fısıldadı Jane.Scarlett yüzüne yapışan gülümsemeyi bozmadan, “Otur!”

dedi tıslarcasına. Oturma düzeni şu anda kusursuzdu: Naveen’le Caleb bir yanda, Scarlett’la Jane diğer yanda. Bu şekilde kimsenin başı belaya girmezdi.

Scarlett, Jane’le Caleb’ın arkadaş olmalarından rahatsızlık duymuyordu. Fakat Jane’in yeniden onunla çıkmaya ikna edile­bileceğinden endişeliydi. Lisede Jane, Caleb’a deli gibi âşık ol­muş ama bunun sonunda Caleb, Yale’deki ilk yılında Jane’i terk etmişti çünkü ona göre Jane, “daha iyisini hak ediyordu” (ki bu erkeklerin dilinde, başka kızlarla takılmaya engeli??ı olmasın isti­yorum,, demekti). Geçen baharda Scarlett pek çok geceyi, Caleb için durmadan ağlayan Jane’i teselli etmekle, komik filmler ve sayısız Ben &Jerry’s dondurmayla neşelendirmekle geçirmişti.

Ayrıca Jane, baştan aşağı kusurlu eski sevgilisi Jesse ve hiçbir zaman müsait durumda olmayan Bradenla ilişkilerinin acısını henüz atlatamamıştı. Bir süre hayatını sade tutmaya ihtiyacı vardı.

“Eeeeee...” Caleb beklentiyle Scarlett’a, sonra Janee baktı.

“Bugün ne yaptınız, kızlar?”“Okul,” dedi Scarlett.Jane, “İş,” diye ekledi. “Siz neler yapıyorsunuz, çocuklar? Na­

veen, sen okuyor musun, çalışıyor musun, ne yapıyorsun?”Naveen içkisinden bir yudum alarak, “UCLAda ikinci sı­

nıftayım,” dedi. “Tıbba hazırlık.”“Vay be. Dr. Singh!” dedi Jane, sesi etkilenmiş gibiydi.

61

HUYSUZ VE TATLI

Caleb Naveenin sırtına hafifçe vurarak,“Evet, adamını plastik cerrah olmayı planlıyor,” diye açıkladı.

Scarlett, Naveene inanamayarak baktı. “Ciddi misin? H a­yatını insanların suratlarını oyarak mı geçirmek istiyorsun?” diye

sordu. Babası bir plastik cerrahtı ve Scarlett, kadınları (ve erkek­leri) görünüşlerini cerrahi yollarla değiştirmenin onlara mutluluk

getireceğine inandıran bir mesleğe karşı küçümsemeden başka bir şey hissetmiyordu.

“Aslında yanık kurbanları, kazazedeler için rekonstrüktif ça­

lışmalarda uzmanlaşmak istiyorum,” diye açıkladı Naveen. “Ayrıca, yarık damak ve başka doğum kusurlarıyla doğan bebeklerde. Bu­

günlerde onlar için yapabildiğimiz şeyler muhteşem. Yani plastik cerrahi, iri memeler ve karın gerdirmelerden ibaret değil.”

“Ya.” Tamam, biri beni sustursun, diye düşündü Scarlett.

“Dinle, sezon galasına davet ettiğin için teşekkür ederim.

Kaçırmak zorunda kaldığıma üzüldüm. Gerçekten müthiş ol­

duğunu duydum.”“Sorun değil. Bir dahaki sefere,” dedi Jane umutla. Yakınlardaki bir masadaki telaş, Scarlett’m dikkatini çekti.

Başını kaldırdı ve yarım düzine kızın, ona ve Janee bakmak için

boyunlarını uzattıklarını gördü. Birbirlerine heyecanla, Şu Jane

RobertSy değil mi? Ve Scarlett Harp? Aman Tanrım! diye fısıldıyor,

el çantalarından cep telefonlarını çıkarıyorlardı.Bu durum salonda bir tepki silsilesini ateşledi ve birdenbire

daha fazla insan bakmaya, fısıldamaya, fotoğraf çekmeye başladı.“Vay canına, bu çok acayip,” dedi Caleb etrafa bakınarak.

“İkiniz dışarı çıktığınızda hep oluyor mu bu?”“Hep değil. Ama sık sık oluyor,” diye itiraf etti Jane.

62

LAUREN CONRAD

“Ee, peki nasıl bir şey? Ünlü olmak yani. Eğlenceli mi? Çıl­gınca mı? Stresli mi?” diye sordu Naveen.

Scarlett, “Şıkların hepsi,” diye yanıt verdi.Jane onu başını sallayarak onayladı. “Bu Hollyvvood me­

selesini fazla ciddiye almamak önemli. Mesela, ikimizden biri

yemek sırasında ünlü birinin ismini arkadaşıymış gibi anarsa bizi tokatlayın, olur mu?”

“Yalnız artık bizim ünlü isimleri arkadaşımızmış gibi anma

fırsatımız doğdu. Yarın spor salonunda, mesela. ‘Hey, ezikler,

Naveen le dün akşam Jane Roberts ve Scarlett Harp’la yemeğe çıktık,’ deriz,” dedi Caleb şakadan.

Jane, “Yapmazsınız!” diye haykırdı.

Caleb masanın karşı tarafından uzanıp onun elini sıktı.

“Yapmam,” dedi samimiye de. “Beni biliyorsun, Janie. En büyük

hayranın benim ve her zaman en büyük hayranın olacağım. Bir yıldız olduğun için değil; sokak hayvanlarını kurtaran ve Elmo

şekilli kâseden Cheerios yemeyi seven Santa Barbara’lı Janie

Roberts olduğun için.”Jane kızardı. Scarlett kaşlarını çattı. Caleb bu kadar... şirin

olmak zorunda mıydı?Garson kız gelip siparişlerini aldı. O gittikten sonra Jane,

Caleb’a, Habitat Builders’taki gönüllü işini sordu (Caleb, “ha­

yatı tecrübe etmek” için Yale’deki kaydını dondurmuştu) ve o da, Glendale’de ihtiyaç sahibi bir aile için inşaa edilmesine yardım ettiği evle ilgili bazı hikâyeler anlattı. Naveen de kendisiyle ilgili hikâyeler ilave etti: Santa Barbaradaki ebeveynleriyle, Mattel Çocuk Hastanesindeki yarı zamanlı işiyle, UCLA'dakt dersleriyle ilgili

63

HUYSUZ VE TATLI

hikâyeler. Hem Caleb hem Naveen, Naveenin Westwood’daki utacık dairesini paylaşmalarıyla ilgili espriler yaptı.

Caleb’a bakar ve onun söylediği bir şeye gülerken, Jane’in gözlerinin her zamankinden daha parlak göründüğünü fark etti Scarlett. Bu iyi değildi. En yakın arkadaşı, Caleb’la flört ediyor gibiydi... Calebsa onunla kesinlikle flört ediyordu. Ve flört etmenin sonucunda... eh, daha fazlası olabilirdi.

Scarlett, Caleb’ın değişmiş göründüğünü kabul etmek zorun­daydı. En azından görünürde. Bir havası vardı: Daha bir büyümüş, daha oturaklı, daha aklı başında olmuştu. Hımm. Bu, yeni ve gelişmiş bir Caleb Hunt olabilir miydi?

Peki ya Naveen? Yanık kurbanlarına, çocuklara falan yardım etme hedefleriyle, o da oldukça olgunlaşmış görünüyordu. Ve o da flört ediyor gibiydi... Jane’le değil, Scarlett’la. Televizyona çıktığı için ona sevimli, komik bir şekilde takılıp duruyor (Caleb gibi onun da bir şöhret avcısı olmadığı aşikârdı), kokteyl peçetele­rinden ufak, kâğıt uçaklar yapıp onları Scarlett’a doğru uçuruyor ve ona derin, çok hoş (Scarlett bunu kabul etmek zorundaydı) koyu kahverengi gözleriyle bakıyor, sonra bakışlarını kaçırıyordu. Scarlett’ın, konuştukları süre boyunca herhalde elli kere Liam’ın adını söylediğini duymamış mıydı?

“Hımm, erkek arkadaşım Liam da UCLAe gitmiş,” dedi Scarlett, muhtemelen gerekli olduğundan daha yüksek sesle. Naveenin kâğıt uçaklarından birini bozup masanın üzerinde düzleştirdi. “Sinema okumuş.”

“UÇLA bunun için biçilmiş kaftandır,” dedi Naveen. “O sektörde mi çalışıyor?”

Scarlett, “Şu an çalışmaya ara vermiş saydır,” diye yanıt verdi.

64

LAUREN CONRAD

“Aman Tanrım, nabeeer!”Scarlett başını kaldırdı ve Gaby’nin kırmızı, saten topuklu

ayakkabıları üzerinde hafifçe sendeleyerek onların masasına doğru geldiğini gördü. Kolunda bir erkek vardı -yirmili yaşlarının so­nunda mıydı?- başının tepesinde saç yoktu, başka her yerinde çok fazla kıl vardı ve sağ pazısında, dişleri kılıç gibi keskin bir kaplan dövmesi vardı. Çekici değildi.

“Selam, Gaby! Burada ne yapıyorsun?” Scarlett ayağa kalkıp ona kocaman sarıldı.

“Saul ve ben...” diye başladı Gaby.Adam onu, “Skull,” diye düzeltti.“Skull ve ben, barda bir içki içtik, şimdi de Industry ye gi­

diyoruz,” diye açıkladı Gaby.Jane de Gaby ye kocaman sarıldı ve Caleb’la şakacıktan

“Doktor Naveen” diye bahsettiği Naveeni ona tanıttı.Gaby iki erkeğe de alıcı gözle baktıktan sonra Scarlett’a

döndü. “Merak etme. Liam’a Doktor Çekiciyle randevundan bahsetmem,” dedi fısıldar gibi yaparak ama masadaki herkes duydu.

Scarlett ona ağzı açık bakakaldı. “Gaby!'“Gerçekten. Benden sır çıkmaz. Biz kızların dayanışması

gerek, değil mi? Haydi gel, Scott!” dedi Gaby, Skull’ı kolundan çekiştirerek. “Sanırım bir cosmo’ya daha ihtiyacım var.”

“Nasıl istersen,” dedi Skull, sesi sıkılmış gibiydi.Onlar gittikten sonra Scarlett salatasını didikledi, ne kadar

utandığını Naveen in ya da bir başkasının görmesine engel ol­maya çalışarak her marul yaprağına çatalını saplamaya konsantre oldu. Fakat Naveen, Gaby olayına tamamen soğukkanlı yaklaştı, yüzünde keyifli bir gülümsemeyle masanın diğer ucuna eğildi ve

65

HUYSUZ VE TATLI

“Stres yapma. Onun muhtemelen içtiği kadar cosmopolitan içtiğin zaman bazı şeyleri yanlış yorumlamak kolaydır,” dedi.

“Evet, Gaby cosmoya baydır,” dedi Jane.Sonra Caleb onun, Jane’in ve Scarlett’ın dersi asıp Hendry

Kumsalı’na gitmesi ve kendisi de işten kaytarıp oraya gelen okul müdürüne yakalanmalarıyla ilgili komik bir hikâye anlattı. (Scar­lett, Hendry Kumsalı’nın hatırasını aklından silmeye çalıştı... ve Naveen le battaniye üzerinde, şenlik ateşi yakınlarında, üzerlerinde dolunayla sevişmelerinin görüntüsünü.) Akşamın geri kalanında Scarlett rahadamayı ve keyifli vakit geçirmeyi başardı. Bunda gerçekten büyütülecek bir şey yoktur, dört eski okul arkadaşı, bir cuma gecesi takılıyor, yemek yiyor ve muhabbet ediyorlardı. Ay­rıca, eve gider gitmez Liama bu akşamla ilgdi her bir ayrıntıyı anlatmayı planlıyordu.

Tamam... belki de her ayrıntıyı değd.

66

7

SADECE ARKADAŞ DEĞİL

“Bu sabah Aja’nın asistanından bir e-posta aldım; Aja nişanını Venetianda yapma fikrini gerçekten sevmiş,” dedi Jane. “Mesele şu ki, o alanı nasıl kullanacağız? Beş yüz konuktan söz ediyoruz.”

Jane yanıtını hevesle bekleyerek masanın diğer ucunda oturan Hannahya baktı çünkü o daima harika fikirlerle dolu olurdu, özellikle de konu ünlülerin büyük etkinliklerine geldiğinde. Ne yazık ki onun yerine Madison -ki onun yanıtıyla Jane zerre kadar ilgilenmiyordu- ağzını açtı ve “ Venetian mı? Orası iğrenç bir yer. Palms çok daha iyi,” dedi.

Jane dişlerini sıkıp kendini Madison’a dönmeye zorladı. El­bette Madison bunu söyleyecekti çünkü Venetian Jane’in önerisi, Palms ise Madison ınki olmuştu ve kamera önündeydiler. Trevor ve Dana buna bayılıyor olmalılar, diye düşündü Jane, birinin ya da her ikisinin koridorda kulaklıklarından içeriyi dinlediklerini bilerek. “Yorumun için teşekkürler, Madison ama Aja kesinlikle Venetian ı istiyor,” dedi kararlılıkla. “Eee, siz ne düşünüyorsunuz?"

67

HUYSUZ VE TATLI

“Bence Ajayla oturup konuşmalı ve onu Palms’ı seçmeye ikna etmeliyiz,” diye diretti Madison. “Orada etkinliklerden sorumlu kişi arkadaşım ve bize şahane bir fiyat vereceğinden eminim.”

Hannah kahverengi gözleri endişeyle dolu halde Janee baktı.

Jane, Hannah’nın dile getirilmemiş duygularını paylaşıyordu... Bu toplantının, Madison Şov seviyesine düşmesinin nasıl önüne

geçeceklerdi? Çünkü son zamanlarda Madison, kameraların tüm

ilgisini kendi üzerine çekme sanatını büsbütün ilerletmiş gibi

görünüyordu; Janee utanmazca laf sokuyor, sürtükçe yorumlar yapıyor ve genel olarak ilginin tamamını Madison Parker üzerinde

topluyordu. Daha bir haftadır Fiona Chen Organizasyondaydı

ve kışkırtıcı lafları, kamera karşısında yaşadığı duygusal anlar

ve elbette, üzerine yapışan, göğüs çatalını gösteren kıyafetleriyle

şimdiden çekimlere ağırlığını koyuyordu. Daha kötüsü, Madisonın

korku hükümdarlığı, Los Angeles Şekeriyle sınırlı değildi. The

View<da ve başka programlarda gözü yaşlı, Oscar a layık, “Onu

dostum zannetmiştim ama şimdi, erkek arkadaşının en yakın

arkadaşıyla yattığım herkesin öğrenmesinden beni sorumlu tutu­

yor. Korkunç bir şey yapan o, ben değilim!"performansını tekrar

tekrar sergilemesine daha ne kadar tahammül edebileceğini hiç

bilmiyordu Jane. Basın danışmanı Sam m medya için bir karşı atak stratejisi üzerinde çok çalıştığını biliyordu. Ne yazık ki basın

-ve kamuoyu- Madison ın zehrine doymuyor gibi görünüyordu.

Madison başka bir şey söylemek üzere ağzını açtı... sonra

cep telefonu toplantı masasınin üzerinde titreşince duraksadı.“Üzgünüm, bunu yanıtlamam lazım,” dedi sandalyesinden

fırlayarak. Toplantı odasından telaşla çıkarken Jane onun, herhalde

68

LAUREN CONRAD

mikrofonunu kapatmak için, elbisesinin içine uzandığını gördü. Bu da neyin nesiydi?

Ardından Jane’in kendi telefonu titreşti. Danadan mesaj gelmişti:

HANNAH’YLA LTF MADİSONIN FİKİRLERİNİ TAR­TIŞIR MSNZ?

Harika. Bu Dana için, Madison odadan çıkmışken sen ve Hannah, onun hakkında kaba, kötü laflar eder misiniz, demenin bir diğer yoluydu. Jane bunu istemiyor değildi. Fakat bu konuda Dananın (ve Trevor ile Madisonın) ekmeğine asla yağ sürmeyecekti. Ma­dison konusunu TrevorTa ciddi ciddi konuşacaktı... yakında.

“Diyordum ki belki de bir Karayip konsepti hazırlamalıyız,” dedi Jane, Hannahya canlılıkla. “Biliyorsun, Aja Martinique’te büyümüş.”

Hannah hevesle başını salladı. “Buna bayıldım! Ayrıca ek­leyebileceğimiz.

Kapı tıklatılarak açıldı. İçeri genç bir adam girdi. Jane’in gözleri kocaman açıldı. Genç, cidden hoş bir çocuk.

“Şey, affedersiniz. Böldüğüm için özür dilerim. Fiona bunları size getirmemi söyledi de,” dedi, masaya bazı dosyalar bırakarak.

“Ah, evet, teşekkürler. Ya sen... yani, yeni mi başladın?” diye sordu Jane. Onu daha önce işyerinde görmemişti.

Çocuk kıvırcık, kestane rengi saçlarında elini gezdirip utangaç utangaç gülümsedi. “Affedersiniz, kendimi tanıtmam gerekirdi. Ben Oliver. Daha bugün başladım, stajyer olarak.”

69

HUYSUZ VE TATLI

Güzel. Ben Hmınah ve bu da Jane,"diyerek lafa girdi Han­nah. “Şu ana kadar nasıl geçti?”

“Harika. Yalnız, bu sabah Fiona ııın kahve siparişini yanlış aldım. Kahvesini yarı kafeinli,yarı kafeinsiz...”

Hannah, “Az soya sütü ve bir ölçü, tepeleme değil, çiğ balla içiyor,” diyerek sözünü tamamladı. Oliver’la gülüştüler.

Jane de güldü -kendisi de Fiona’nın stajyeri olarak başlamış, o da bu yoldan geçmişti- ancak birden, Hannah’yla Oliver onun varlığının pek farkında değil gibi gelmişti. Birbirlerine bakıyorlar, kendi aralarındaki bir şakaya dönüşmüş bir şeyi neşeyle paylaşı­yorlardı; hem de iki yabancının heyecanla, samimiyetle... hımm, bağ kurmaya başladıklarında olduğu gibi.

Hımm, diye düşündü Jane. Bu aslında iyi bir şey olabilirdi. Jane’in bildiği kadarıyla, Hannah’nın bir aşk hayatına ihtiyacı vardı... Ve sonra Jane, kameraların hâlâ kayıtta olduğunu hatırladı. Oliver mikrofonlu muydu? Görüntüsünün alınmasını onaylayan bir yayın izni imzalamış mıydı? Hannah’yla bu küçük flörtünün milyonlarca seyirci önünde yayınlanacağını biliyor muydu?

Zavallı çocuk,, muhtemelen neye bulaştığı hakkında hiçbirfikri yoktur; diye düşündü.

Jane kendini Sunset Bulvarı’nda, tampon tampona iş çıkış saati trafiğiyle mücadele verirken bulduğunda saat altıya geliyordu. Braden ona mesaj atıp bir “veda içkisi” için buluşmaya vakti olup olmadığını sormuştu. Veda kısmı, neredeyse kalbinin dur­masına neden olacaktı (Jane geçen hafta PopTV partisi esna­sında telefonda konuştuklarından beri ondan haber almamıştı ve hayatında neler olup bittiğinden hiç haberi yoktu) ama sonra,

70

LAUREN CONRAD

mesajın devamını okumuş, Braden’ın uzun metrajlı bir filmde rol kaptığını öğrenmişti. Yarın çekim için Kanada’nın Rocky Dağları bölgesindeki BanfFe uçuyordu ve birkaç ay boyunca Los Angeles a dönmeyecekti.

Şimdi Big Wangse, onun (ve Scarlett’ın) geçen yaz Braden la tanıştıkları o köhne bara giderken, Jane onu ve arkadaşlıklarının o zamandan beri izlediği fırtınalı yolu düşündü. İlk tanıştıkları zamanlarda Jane, Braden la arasında, Hannah’yla Oliver arasında olduğunu sezdiği türden, anında bir bağ oluştuğunu hissetmişti... hiçbir zaman yok olmayan bir bağ; onun bir nevi kız arkadaşı olan Willow’u öğrendikten ve Jane, Braden m en yakın arkadaşıyla çıkmaya başladıktan sonra bile yok olmayan yani. Yine de bu, Jesse’yi onunla aldatması için mazeret değildi ve Jane bu yüzden kendini asla affetmeyecekti; sadece Jesse’ye yaşattığı acıdan dolayı değil, bunun ardından padak veren medya çılgınlığından ötürü de. Jane berbat manşetler ve fotoğraflarla alenen aşağılanmış ve Braden bile bir süreliğine onunla konuşmayı bırakmıştı.

O ve Braden nihayet, sadece arkadaş hallerine dönmüşlerdi. (Ya da her ne idiyseler.) Jesse’nin çok içtiği ve ona çok kötü davrandığı o son berbat haftaları boyunca Braden ona nezaket göstermişti. O durumdan ya da daha sonra Jane’le Jesse resmen ayrıldıkları zamanki durumdan istifade etmeye çalışmamıştı. Jane bir aydan uzun süredir yalnızdı ve Braden bir adım atmamıştı. Hatta yakınından bile geçmemişti. Birbirlerine telefon etmeye, e-posta ve mesajlar göndermeye devam etmişler ancak hiç bu- luşmamışlardı.

Bu, WiUow’un hâlâ gündemde olduğu anlamına mı geliyordu? Ya da Braden’ın, Jane’le “o şekilde” ilgilenmediği? Jane bunu

71

HUYSUZ VE TATLI

neden umursuyordu ki? Yalnız olmaktan memnundu; hayatında bir erkek olmasından çooook daha kolaydı bu.

Düşünceleri ani, nahoş bir sarsıntıyla bölündü; birisi ara­basına arkadan çarpmıştı. “Neler oluyor?” diye bağırdı arkasına dönüvererek. Parlak bir ışık çaktığını gördü, sonra bir tane daha... sonra arkasındaki arabanın, siyah bir cip olduğunun, yolcu kol­tuğunda oturan adamın da onun fotoğrafını çektiğinin farkına

vardı. Profesyonel görünümlü bir makinesi ve lensi vardı. Tanrım, o ve şoför paparazziydi!

Gaza basmaya hazır halde direksiyona geri dönmüştü ki (trafik açılmaya başlıyordu), cip arabasına yeniden çarptı. Paniğe

kapüan Jane cep telefonunu alarak hızlı aramadan Braden ın nu­marasını seçti.

Braden ilk çalışta açtı. “Hey, tam evden çıkmak üzereydim. Sen ...”

“Braden!”

“Jane, sorun ne?”

“Magazinciler arabayla beni takip ediyorlar. Beni arabamdan dışarı çıkarmak için arkadan vurup duruyorlar ve..

“Neredesin sen?”“Sunset. Vine’a geldim neredeyse.”“Tamam, şimdi şöyle yapıyorsun...”Braden yolu tam olarak tarif edip ona arabayı dosdoğru

onun evine sürmesini söyledi. “Bizim binanın arkasına geldiğin zaman garaja in,” diyerek bitirdi. “Sana güvenlik kodunu mesaj atacağım. Peşinden oraya giremezler. Sonra asansörle benim da­

ireme çıkarsın.”“Tamam,” dedi Jane güçsüz bir şekilde.

72

LAUREN CONRAD

Telefonu kapadıktan sonra, tıkanıklığın Sunset’i geçmesine yetecek kadar rahatlamasına şükreden Jane, Braden’ın verdiği ta­limatları yerine getirdi. Dikiz aynasından siyah cipin, yan camdan fotoğrafını çekebilmek için yan şeride sokulmaya çalışarak takip ettiğini görüyordu. Hızını artırdı, sonra sinyal vermeksizin El Centro’ya doğru keskin bir dönüş yaptı. Cip yetişmeyi başardı ama güç bela... şimdi aralarında birkaç araba vardı. Güzel.

Beş dakika sonra Braden’ın apartmanının arkasına ulaştı. Güvenlik kodunu girdi, kapı açıldı; Jane arabayı içeri sürdü. Kapı kapandıktan on saniye sonra bir arabanın köşe başında acı bir ses çıkardığını duydu. Arabayı iki minivanın arasına park edip sokakta neler olup bittiğini görebilmek için boynunu uzatarak bekledi.

Siyah cip yavaş yavaş yol aldı ama durmadı. O sokakta muh­temelen birkaç garaj vardı ve o iki adam Jane’in hangisine girmiş olabileceğini asla bilemezdi. Ya da arabayı öylece sürmeye devam edip etmediğini.

Jane zaferle sırıttı. Hah!Arka çamurluğunun hasar görmediğinden emin olduktan

sonra (hasar görmemişti), Jane asansöre doğru yürüdü. Sakin­leşmeye çalışarak birkaç derin nefes aldı, iyiydi. Arabası iyiydi. Şimdi sadece tüm olup biteni geride bırakabilmek istiyordu ki akşamının tadını çıkarabilsin.

Yukarı çıktığında, o daha zili bile çalmadan Braden kapıyı açıp onu hevesle kollarına aldı. “Sen iyi misin? Seni incittiler

mi?” diye sordu.“Ben iyiyim,” diyerek onu rahadattı Jane. “Kaçış güzergâhı

için çok teşekkürler. Son derece etkili oldu.”“Muhtemelen sana 91 f i aramanı söylemeliydim.”

73

HUYSUZ VE TATLI

“Bunu ben de düşündüm ama muhtemelen adamların is­tediği de buydu. Moralim son derece bozuk bir halde polislerle konuşurken fotoğraflarımı çekmek.”

“Tannm. Tamam, pekâlâ, haydi içeri gel. Herhalde bir içkiye ihtiyacın vardır.”

Jane onu içeriye kadar izledi ve daha önce onun yeni daire­

sine hiç gelmemiş olduğunu fark etti. Braden’ın evine en son, o

Noel’den önce, Jesse’nin Laurel Canyon’daki muhteşem, kocaman

evinde yaşarken gelmişti ve sabahları bazen onunla karşdarlardı.

Sıklıkla Jesse’nin büyük, beyaz tişörtlerinden birini giymiş olurdu,

Braden’msa üzerinde genellikle sadece pijama altı olurdu. Ve bu

oldukça tuhaf bir durum teşkd ediyordu.

“Güzel yermiş,” diye yorum yaptı Jane. “Dekorasyonuna

bayddım. Çok sade.” Sırıttı ve ona hafifçe tosladı.

Braden güldü. “Evet. Fazla mobilya almak için vaktim olmadı.”

Küçük mutfağa yürüyüp buzdolabını açtı. “Bira? Şarap? Gazoz?”

“Varsa bir kadeh beyaz şarap alırım.”

“Hemen geliyor.”

Jane darmadağınık kahverengi bir sehpa ve uzun, krom bir

lambayla birlikte odadaki tek mobdya olan mavi, futon kanepeye

oturdu. Çok geçmeden Braden, köşeleri kıvrılmış senaryo yığınlarım,

Variety kopyalarını, yarısı boş bir Doritos paketini ve bir masa

üstü oyunu dirseğiyle iterek elinde iki kadeh şarapla ona katddı.

“Dağınıklık için kusura bakma, misafir beklemiyordum,”

diyerek özür ddedi Braden. “Ee, nasd gidiyor?”

“Önce senin nasd olduğunu bdmek istiyorum,” diye ısrar

etti Jane. “Bana filminden bahset! Senin adına çok sevindim!”

ı74

LAUREN CONRAD

“Teşekkürler. Tamamen son dakikada çıkan bir şey. Birkaç gün önce menajerim beni aradı ve Addison Prestonın bir macera filmi çektiğini, bir anlaşmazlıktan dolayı aktörlerden birinin işi bıraktığını söyledi. Dün seçmelere gittim ve rolü dün gece teklif ettiler. Çılgınca, değil mi?”

“Dün gece mi? Vay be, eşyalarını hazırladın mı bari?” “Evet, sayılır. Bu gece daha sonra bitirebilirim. Monopoly’de

canına okuduktan sonra.”

Jane kıkırdayıp Braden ın koluna hafifçe vurdu. “Haydi ba­kalım!”

Sonraki birkaç saat boyunca birbirlerinin hayatında neler olup bittiğinden konuştular... ve biraz daha şarap içtiler... ve Çin yemeği sipariş ettiler... ve bir tur Monopoly oynadılar (Jane kazandı) ve bir tur Clue oynadılar (Braden kazandı)... ve sonra remi oynamaya geçtiler. Jane, Bradenla en son ne zaman bu kadar rahat olduklarını hatırlamıyordu. Bu gece dram yoktu, baskı yoktu... yalnızca evde keyifli bir akşamın tadını çıkaran iki arkadaş vardı.

Reminin ikinci turu esnasında, Braden -sanki hiç önemli bir mesele değilmiş gibi- Willow un Alt dergisinde onunla birlikte çalışan yeni bir erkek arkadaşı olduğundan söz ediverdi. Jane bu bilgiyi, “Remi!” diye bağırarak kartlarını yayarken kavradı; bu konuya son derece ilgisizmiş gibi davranmaya çalıştı ama kalbinin pır pır ettiğini hissedebiliyordu. Bu haberin onu etkilememesini

dilerdi ama etkilemişti.Jane saatin nasıl on bire geldiğini anlamadı. Her ne kadar

Braden’ın fiıton kanepesi, hemen oracıkta kıvrılıp yatabileceği

75

HUYSUZ VE TATLI

kadar rahat olsa da kendini ayağa kalkmaya zorladı. “Gitsem iyi olacak. Sabah erken işe gitmem lazım,” dedi üzüntüyle.

“Tamam, sorun değil. Seni bu saate kadar ayakta tuttuğum için özür dilerim.”

“Çok keyifliydi. Tam iki ay boyunca uzaklarda olacağına inanamıyorum. ”

“Evet. Seni oradan ararım, tamam mı? Cep telefonunun çekeceğine ve internet olacağına eminim. Olmazsa... eh, o zaman seninle mayısta ya da ne zaman dönersem o zaman görüşürüm.”

“Duygusallaşma. Film setine gidiyorsun, savaşa değil,” diyerek ona takıldı Jane.

“Evet, pekâlâ.”Braden ona baktı ve Jane onun ela-yeşil gözlerinde bir şey

gördü: özlem dolu, sıcak bir şey. Bakışlarından gözlerini kaçırmaya, araba anahtarım bulmak için çantasını kanştınyormuş gibi yapmaya çalıştı... ama kendini bunu yapamaz halde buldu. Braden, onun için sadece bir arkadaş değildi -hiçbir zaman, onun için sadece bir arkadaş olmamıştı- ve şimdi, kendisinin de onun için hiçbir zaman sadece bir arkadaş olmadığını biliyordu. Gözlerini yavaş yavaş kaldırdı ve Braden m bakışıyla açıkça, dürüstçe yüzleşti ve aralarındaki ağır, duygu yüklü sessizlikte, onun için ne hissettiğini bilmesine izin verdi. Sonra Jane’in gördüğü ilk şey Braden’ın onu kendine çektiği ve kendisinin, parmak uçlarında yükselmiş halde yüzünü onunkine yaklaştırdığı oldu. Ve öpüştüler. Ne yapıyorsun, diye sordu kendi kendine. Ama duramadı... ikisi de duramadılar. Kanepeye gömüldüler, hâlâ öpüşüyorlardı.

76

8

ONLARIN İYİLİĞİ İÇİNSE İNSANLARA YALAN SÖYLEMEK

ZORUNDA KALIRSIN

Trevor sandalyesine yaslandı ve pencereden dışarı baktı. Fıona’nın toplantı odasının manzarası, onun alışıldık manzarasından fark­lıydı: Bina yoktu, bilbort yoktu, içindeki minik göletiyle tam Japon tarzı peyzajlı küçük bir park vardı. Fiona’nın doğadan ilham aldığını biliyordu, ya da en azından müşterilerine vermek istediği imaj buydu. Oysa Trevor yapaydan, gerçek olmayandan, Los Angeles’ın gerçekleştinnceye kadar öyleymiş gibi davran at­mosferinden ilham alıyordu. Beyin, enerji ve onu keşfetmeye yetecek katıksız, pişmanlık duymaktan uzak bir cesaret olduğu sürece, bu şehirde her şeyin mümkün olduğu hissini seviyordu. Ya da kendini keşfetmek için cesaret.

Trevor bugüne kadarki en büyük keşfinin Los Angeles Şekeri olduğunu biliyordu. Ve ikinci sezon şimdiden beklentileri aşı­yordu. Jane-Madison düşmanlığı reytingler açısından, Madison m

77

HUYSUZ VE TATLI

hemen her gün medyada boy gösterip ipek mendiline yalandan ağlamasından beslenen bir talih kuşu olmuştu. Scarlett işbirliğine girişmişti —nihayet- ve o bile medyada biraz yer alıyordu.

Trevor’ın Hannahya kendi aşk ilişkisini verme fikri de işe yarıyordu. Oliver şimdiye kadar gayet iyi iş çıkarmıştı; gerçi Han­nah gibi hoş, akıllı, tatlı bir kızdan hoşlanıyormuş gibi yapmak ne kadar zor olabilirdi ki? Yine de bunun hakkını verse iyi ederdi çünkü Trevor, doğru erkeği bulabilmek için birkaç düzine oyuncu seçimi kaydını izlemek zahmetine girmek zorunda kalmıştı.

Gaby ye gelince... Onun yeni bir basın danışmanı vardı ki bu durum başlangıçta Trevor’ın sinirini bozmuştu çünkü basın danışmanları, müşterileri adına her türlü talepte bulunarak birer kâbus olabilirdi. Fakat söz konusu kişi Annabelle m bazı iyi fi­kirleri vardı. Gaby’nin erkeklerle çıkmaya başlaması gerekiyordu; doğruyu söylemek gerekirse Trevor onun geçen hafta STK’te “Skull” adlı bir adamla birlikte çekilmiş fotoğraflarını magazin dergilerinde görünce irkilmişti. Gaby’nin imajını iyileştirmesi ge­rekiyordu; yeni bir saç, makyaj ve daha seksi kıyafederle belki. Bir yıldız olmalıydı, en azından öyle görünmeliydi. Ve Annabell bunu gerçekleştirebilirse, Trevor neden Gaby ye daha fazla yayın süresi vermesindi?

Ve STK demişken... Trevor, Gaby ile buluştuğu kişinin ünlü restorandan ayrılırkenki fotoğraflarını buluncaya kadar dizüstü bilgisayarındaki görüntüleri kaydırdı. Asistanının Los Angeles Şekeriyle ilgili herhangi bir şey için Google haber alarmı vardı. Kızlarının hepsi -ve kızlarıyla ilişkili herkes- izleniyordu. Daima onun radarındaydılar ve kızlar internet sitelerinde, bloglarda yer bulur bulmaz, o haberdar ediliyordu.

78

LAUREN CONRAD

Uzun lafın kısası, Gaby o gece STK’te yemek yiyen tek Los Angeles Şekeri kızı değildi. Jane’le Scarlett’ın da restorandan ay­rılırken fotoğrafları vardı... beş adım arkalarındaysa, iki yakışıldı erkek vardı.

Paparazziler söz konusu olduğunda, bir sistem vardı. Trevor ayrıntı adamıydı, bu yüzden sözlü olmayan ipuçlarını her zaman anında fark ederdi. Aralarında sıfır adım olan ve kollarıyla bir­birini sarmış iki kişinin fotoğrafı, bunun muhtemelen yalnızca görüntü ya da bir ayrılık dedikodusunu yalanlamak için olduğu anlamına gelirdi. İki kişi arasındaki bir adım, onların birlikte olduğu ve bunu ne sakladıkları ne de insanların gözüne soktukları anlamına gelirdi. Çift arasında iki adım olması ya da erkeğin elini tutmadan veya temas kurmadan doğrudan kızın arkasın­dan yürümesi, bunun yeni, adı konmamış bir ilişki ya da sadece arkadaşlık anlamına gelmesi ihtimali barındırırdı. (İkili arasında yeterince boşluk varsa, erkek kırpılabilir ve kızın görüntüsü bir moda çekimi için kullanılabilirdi.)

Trevor’ın iki kızıyla iki genç, yakışıklı erkek (arka planda kalmışlardı) arasındaki beş adımlık tampon alan, birlikte oldukları anlamına geliyordu. Trevor biraz irdelemiş ve erkeklerden birinin, Jane’in liseden eski sevgilisi olduğunu, diğerininse onun en yakın arkadaşı ve UCLAde tıbba hazırlık öğrencisi olduğunu öğrenmişti. Jane’le eski sevgilisi arasında yeniden alevlenen bir aşk, ikinci sezon için harika bir hikâye olurdu. Ve fotoğrafa bakılacak olursa, bu bir çifte randevu gibi görünüyordu. Scarlett’la, tıbba hazırlık öğrencisi arasındaki aşk da bir o kadar harika bir hikâye olurdu. Evet, Scarlett’ın zaten bir erkek arkadaşı vardı ama programda kesinlikle yer alamayacağına göre Trevor için yok demekti. Scarlett

79

HUYSUZ VE TATLI

aldatacak bir tipe benzemiyordu fakat Trevor yaptığı işte iyiydi. Yeni bir ilişki uydurmak için program süresince bir iki kaçamak bakışla (illa birbirlerine atılmış olması gerekmezdi) arka planda doğru pop şarkısının çalınması yeterli olurdu.

Kapı çaldı. Gelen Jane’di. “Hey, Trevor? Meşgul müsün?” diye sordu.

“Hiç de değilim, içeri gelsene.”Jane kapıyı kapatıp toplantı masasında onun karşısına oturdu.

Gözlerinin altında bütün gece uyumamış gibi koyu halkalar vardı. Sabahlara kadar partilemek onun alışkanlığı değildi; bu daha çok Madisonın ya da Gaby’nin tarzıydı.

“Ne var, ne yok? Enerji verici bir şeylere ihtiyacın varmış gibi görünüyorsun. Asistanlarımdan birini kahve ya da Red Bull almaya göndereyim mi?” diye teklif etti Trevor.

“Hayır, teşekkürler. Dinle, Trevor. Böyle olmak zorunda oldu­ğunu söylemiştin biliyorum ama... Madison. Onunla olmuyor işte.”

Elbette. ‘“Onunla olmuyor işte’ de ne demek?” diye sordu sabırlı bir şekilde. Geçen çarşamba günü Jane, tam da bu toplantı odasında duygularına yenik düştüğünden beri Trevor’a onun hem menajerinden hem de basın danışmanından pek çok kez telefon gelmişti; müşterileri Madison’la çekim yapmak zorunda kaldığı için kıyameti koparıyorlardı. Bu insanların derdi neydi? İşleri müşterilerinin çıkarını gözetmekti tabii ki. Fakat bu durumda, Jane’in “çıkarı”, yüksek reytinglerdi ve Madison’la arasında her gün yaşanan çekişmeler bunu getiriyordu.

“Demek istiyorum ki burada işimi yapmama izin vermiyor,” diye yakındı Jane. “Aja’nın nişan töreni ve bazı başka partilerde bana sözde yardım edecek. Ama o etkinlik planlama konusunda

80

LAUREN CONRAD

hiçbir şey bilmiyor ve tek yaptığı, aptalca, gelişigüzel sebeplerle benim fikirlerimi eleştirmek. Kamera önünde. Belki bu program için iyi falandır ama benim için iyi değil, işim açısından. Madison ın yarattığı drama yüzünden, Ajanın partisinde programın daha şimdiden gerisinde kalmış durumdayız/’

Trevor parmaklarını çenesinin altında birleştirip halden anlar bir tavırla gülümsedi. “Seni anlıyorum, Jane. Fakat bu, Fıonayla konuşman gereken bir konu. Ben yalnızca yapımcıyım ve bütün bunlardaki tek rolüm, ekibimin senin hayatını çektiğinden...”

Jane, “Ama bu benim hayatım değil!” diyerek sözünü kesti. “Doğrusunu istersen, öyle,” diyerek fikrini belirtti Trevor.

“Hoşuna gitse de gitmese de, Madison’la olan kavgan, bugünlerde hayatının büyük bir parçası. Basın buna deli oluyor ve eğer ben, bu hikâyeyi dahil etmezsem, aptalın teki gibi görünürüm.” Sonra ekledi: “Bunu yapmak için sana çok para ödendiğini hatırlatmama gerek var mı? Hayatının hangi kısımlarının programda yer al­masını istediğini seçemezsin. Bu bir realite programı... herkesin her zaman iyi anlaştığı neşeli bir sitcom değil.”

Jane, mavi gözleri alınmış gibi açılarak bakakaldı. Pekâlâ, belki ona fazla katı davranmıştı.

“Bak. Jane. Sadece bir süre daha idare et. Bu bölümler yayın­lanmaya başlar başlamaz, halk Madison ın gerçek yüzünü görecek Herkes kötü olanın o olduğunu öğrenecek. Sen değil.”

“Evet, şey, belki de. Bilmiyorum.”Yüzünü ondan çevirip bir buklesini işaret parmağına do­

lamaya başladığında Trevor, Jane’i inceledi. Son birkaç ayda ne

çok şey yaşamıştı.

81

HUYSUZ VE TATLI

Trevor bunu itiraf etmekten nefret ediyordu ancak Jane’i Jesseyle birlikte olmaya devam etmek konusunda yüreklendirdiği için kendini suçlu hissediyordu; özellikle de aralarında bayağı çirkin şeyler yaşandıktan sonra. Jane’le Jesse, Amerika’nın en sevdiği realite çifti olduktan sonra, reytingler bir süre muhteşem gitmişti elbette. Ancak ayrılıklarının (ve barışıp ayrılmalarının) ona duygusal anlamda neye mal olduğunu görebiliyordu. Onlar ayrılıncaya kadar, Trevor durumun gerçekte ne kadar kötü ol­duğunu anlamamıştı.

Jesse’nin gitgide hızlanan düşüşü için de kendini suçlu his­sediyordu. Tabii ki bağımlı olmasının suçu Jesse’nindi... başka kimsenin değil. Fakat birini, Jesse’nin vurduğu gibi dibe vururken izlemek hoş değildi. Trevor fısıltı gazetesinden Je sse ’nin içki ar­kadaşlarının bile ona bir rehabilitasyon merkezine gitmesi için yalvardıklarını duymuştu. Ve Jesse’nin bunu reddettiğini.

Jane saatine göz atıp ayağa kalktı. “Gitmem gerek. On birde Fiona’yla toplantım var ve hazırlanmam gerekiyor.”

“Bekle, Jane. Son zamanlarda Jesseyle konuştun mu?” “Hımm, yoo? Bunu bana neden soruyorsun?”“Çünkü durumunun fena olduğunu duydum, insanlar onu

rehabilitasyona gitmeye ikna etmeye çalışıyormuş ama o dinle- miyormuş. Düşünüyordum da seni dinler mi acaba?”

“Jesse’yi rehabilitasyona sokmamı mı istiyorsun?” dedi Jane inanamaz bir şekilde. “Program için gerçeklik istediğini biliyorum

Trevor, ama b u ...”Trevor ellerini kaldırdı. “Hayır, hayır. Bu, program için değil.

Onunla özel olarak görüşmeni, yardım alması için onu ikna edip edemeyeceğine bir bakmanı öneriyorum sadece.” Sonra ekledi:

82

LAUREN CONRAD

“Jane, sen bu adama âşıktın. Neden onunla sadece bir konuş­muyorsun?”

“Sen neden Jesse’yi umursuyorsun ki? O senin için hep rey­ting demekti.”

“Haydi öyle diyelim. Ama seni umursuyorum,” dedi Trevor. “Lex Deux’de seni keşfettiğim gece, bu çılgın Hollyvvood ortamına seni ben sürükledim. Ve nasıl etkileneceğini biliyorum, diyelim ki Jesse’nin sonu... yani, ona bir şey olursa...”

Jane bir an sessiz kaldı. “Ben... bunu düşüneceğim,” dedi.“Tamam, güzel. Ve onunla konuşursan, hımm... Küçük bir

tavsiyem var. Jesse şu an hayatında iyi bir noktada değil. Ve söz konusu bağımlılar olduğu zaman, onlara duymak istediklerini söylemek zorundasın. Bazen onları tutmaya hiç niyetin olmasa bile sözler vermen gerekir.”

“Neden söz ediyorsun?”“Diyorum ki, bazen, onların iyiliği içinse, insanlara yalan

söylemek zorunda kalırsın.”Jane’in ağzı açık kaldı. Trevor, kendi öğüdüne mi daha çok

şaşırmıştı, yoksa bunu içtenlikle söylediğine mi, bilmiyordu. İşin doğrusu, bu muhtemelen hayatı boyunca sahip olacağı, kişisel felsefeye en yakın şeydi.

83

9

PİSLİK MAHALLESİ

Madison turist alayı önünden geçerken, yüzü Cosmopolitariın son sayısı ardında yarı yarıya gizlenmiş halde, yıpranmış deri koltuğa yaslandı. Köhne bir otel lobisinde kılık değiştirmiş bir şekilde takılırken, kendini aptal bir polisiyedeki aptal bir klişe gibi hissediyordu. Saçları sıkı bir atkuyruğu yapılmış, gözleri geçen yılın modası bir Ray Ban le gizlenmişti.

Dedektif Chris iki gün önce aramış (Jane ve Hannahyla kamera önünde bir iş toplantısı esnasında... kötü zamanlama) ve şantajcısının salı gününden beri bu otelde kaldığını ve son derece berbat bir isme sahip, turnedeki rock grubu Dead VVhite Boyz’la birlikte takıldığını söylemişti. Chris’in konuştuğu bir otel çalışanına göre günün bu saatinde, yalnız başına, otel barında içme alışkanlığı vardı.

Madison saatine baktı. Öğlen üç. Hımm, kafayı çekmek için harika bir vakitti. Arada bir içilen öğle vakti kokteyline karşı değildi ama yine de...

85

HUYSUZ VE TATLI

Neyse ki Madison ın yeni, sahte patronu onun gelip gidişlerine pek aldırmıyor gibiydi ve bu ona, işten erkenden kaçma ve bu sıkıcı iz sürme işleriyle uğraşma özgürlüğü veriyordu. Ayrıca, araya Us ve People röportajları ve kürk konusunda ağlanan son moda bir hayvan haklan grubu yararına fotoğraf çekimi sıkıştırma özgürlüğü de. Maalesef dün, şantajcı bir kez olsun ortaya çıkmamıştı... Bu da Madison ı ancak erkek arkadaşı Derek’in o gece yaptığı sürpriz ziyaretin geçirebildiği derin bir bunalıma sokmuştu. (Karısının kitap kulübü vardı, velet de dadısıyla beraberdi.)

Madison, dergisini bıraktı, güneş gözlüğünü düzeltti ve hu­zursuzca kıpırdandı. Bir grup Japon toplantı katılımcısı geçti, onları ciyak ciyak bağıran bir küçük çocuk ile küçük kızla birlikte, bezgin görünümlü bir kadın izliyordu. Kız belli ki çocuğu yatış­tırmak için uzanıp, bebek kız kardeşine dondurma külahını teklif etti. Karşılığındaysa küçük çocuk külahı alıp yere fırlattı. Ne hoş. Madison hiçbir zaman çocuk sahibi olmamayı kendine hatırlattı.

Döner kapılar gürültüyle döndü ve ergenliğinin sonlarında bir kız salına salına içeri girdi.

Üzerinde baştan aşağı siyah gotik tarzda kıyafetler vardı: File bluz, dantel gerdanlık, metal halkalı kot pantolon ve plat­form çizmeler. Saçları kasap satırıyla doğranmış gibi düzensizce omuzlarına iniyordu.

Sabıka fotoğrafında olduğundan daha çılgın gözüküyordu.Kız lobinin hemen önündeki bara doğru gitti. Madison ayağa

kalkıp onu izledi, kız bir bar taburesine oturup barmene bir tek votka söylerken uzaktan onu gözlemledi. Kızın yirmi bir yaşında olmadığı apaçık olduğu halde, adam ona doğru düzgün bakmadı bile ve raftaki Smirnoff şişesine uzandı.

86

LAUREN CONRAD

Bu saatte mekânın bu kadar tenha olmasına şükreden Madi­son bara yanaştı. “Hey, Soph. Şehre geldiğinden haberim yoktu. Gerçekten araman gerekirdi,” dedi tatlılıkla.

Sophie hızla dönüverip hayretler içinde Madisona baktı. Yakından bakıldığında kız kardeşi, çürük rengi farı ve mürdüm rengi rujuyla daha da ucube görünüyordu. Yine de kılık kıya­fetinin altında beş sene önceki aynı, sinir bozacak kadar güzel Sophie’ydi. (Geçici modalara her zaman meraklı olmuştu, daha çocukken bile; belli ki şu an gotik evresini yaşıyordu.)

Sophie tek kelime etmeden barmenin önüne koyduğu içki­sini kafaya dikti. “Bir tane daha/’ dedi barmene kaba bir şekilde.

“Sorun ne, Soph? Eskiden hiç de sessiz biri değildin,” dedi Madison.

“Burada ne yapıyorsun?”“Son birkaç aydır neden hayatımı berbat etmeye çalıştığını

öğrenmek için buradayım.”“Ben mi senin hayatım berbat etmeye çalışıyorum? Beni Pislik

Mahallesinde yalnız bırakan sensin, sürtük”Madison onun yanına oturup barmene elini sallayarak git­

mesini işaret etti.“‘Yalnız’ da ne demek? Peki ya annem?”Sophie hıhladı. “Evet, bu çok komik.”“O nasıl?”“O harika, sorduğun için teşekkürler. Her gece onu yerden

kaldırıp kusmuğunu temizlemeye geri dönebilmek için eve gitmeyi sabırsızlıkla bekliyorum. Ve o boktan bir işte dikiş tutturamayacak kadar sarhoş olduğu için fatura tahsildarlarına yalan söylemeye."

87

HUYSUZ VE TATLI

Madison yüzünü buruşturdu. Annelerinin içki âlemlerini gayet iyi hatırlıyordu. Ve tüm bunlarla tek başına uğraştığı için Sophie ye aniden acıdı. Ama sonra niye burada olduğunu hatır­layınca o his kaybolup gitti. “Böylece sen de çözümü bana şantaj yapmakta mı buldun?” dedi.

Sophie gözlerini kıstı. “Bizi terk ettin. Ortadan yok oldun, sonra bir de baktım ki televizyona çıkmış, milyonlar kazanıyor­sun. Evet, seni tanıdım. Belki başka kimse tanımamıştır ama ben tamdım. Ve bir kere bile aramadın.” Sonra ekledi: “Herkesten daha iyi rol yaparak Gucci ayakkabılarla geziyorsun... o iki aylık kira demek, Maddy. İki aylık kiranın üzerinde yürüyorsun.”

“Ben mi milyonlar kazanıyorum?” Madison acı bir kahkaha attı. “Sen ne dediğini bilmiyorsun. Çekimlerden kazandığım her kuruş, kredi kartı borçlarıma gidiyor. O borcu yapmamın sebebi de bu... imajı sürdürebilmek. Anlayacağın batmış durumdayım.”

“Bana yalan söyleme. Çeyrek milyon istiyorum ve onu şimdi istiyorum. Yoksa bütün dünyaya gerçekleri söylerim. Sen Madison Parker değilsin... Madelyn VVardelTsin.”

Madison ın tüyleri diken diken oldu. “Bana... bu şekilde... hitap etme.”

“Neden etmeyecekmişim? Bu senin gerçek adın.”“Artık değil.”Sophie zalimce gülümsedi. “Eh, yani, senin düpedüz bir sahtekâr

olduğunu öğrenince hayranlarının pek mutlu olacağını sanmam. Dergileri okudum, seni talk şovlarda da izledim. Avrupa’da yatılı okullara falan gitmiş, sosyetik bir vâris gibi geziyorsun. Bekle de Pislik Mahallesi’nde bir karavan parkında büyüyen bir hiç olduğunu görsünler... on beşindeyken evden kaçan ve kimse

LAUREN CONRAD

eskiden ne kadar şişko ve çirkin olduğunu bilmesin diye bir ton estetik yaptıran biri olduğunu.”

“Benimle böyle konuşmafMadison, Sophie’ye tokat atmadan durabilmek için yum­

ruklarını sıktı. Nasıl buna cüret ederdi? Nasıl cüret ederdi! Bunca yıldır neler yaşadığından Sophie’nin haberi yoktu. Kronik sarhoş bir anneyle o kasvet verici, küçük kasabada yaşamak yeterince kötüydü. Bir de tüm bunların üzerine kilo problemi, bozuk cilt, sönük saçlar ve büyük bir burunla lanetlenmişti. İnce vücudu, kocaman memeleri, muhteşem elmacıkkemikleri ve doğal haliyle dolgun dudaklarıyla, neredeyse kusursuz doğmuş Sophie’nin ak­sine. Bu öyle adaletsizdi ki.

Madison kaderinde daha iyi bir hayat olduğunu hep biliyordu. Dıştan bakınca sıradan olabilirdi ama kendi içinde, kabuğundan çıkmayı bekleyen büyüleyici bir aktris ya da pop yıldızı gibi his­sediyordu. Böylece, bebek bakıcılığı yaparak kazandığı parayla VVendy’s’ten aldığı üç kuruşluk maaş çeklerini titizlikle yastık altı yaparak planlarını yapmıştı. On beşinci yaş gününe kadar, Los Angeles’a tek yön bir otobüs bileti alabilecek, ayrıca bir süre de idare edecek kadar para biriktirmişti. Gittiğini kimseye söylememişti.

Los Angeles’a geldiği zaman, Madison yaşı konusunda yalan söyleyerek mütevazı bir güzellik salonunda saç süpürmek ve kahve yapmaktan oluşan mütevazı bir iş bulmuştu. Salonun sahibi onu sevmiş ve Madison’a ilk düzgün saç kesimini, röflesini ve spreyli bronzlaşmasını bedava yapmıştı.

On altıncı yaş gününe dek Madison dört dördük bir platin sarışın olmuştu; ayrıca on beş kilo daha zayıftı, en çok da, gıda

HUYSUZ VE TATLI

alışverişine parası güç bela yettiği için. Bu noktada ilk yaşı bii-

nik, zengin sevgik çıkagelmiş -kırkk yaşlarda ve evk olduğundan

Madison ın (henüz) kusursuz bir Kaliforniya güzek olmaması

gerçeğini görmezden geknişti- ve onu estetik cerrahi dünyasıyla

tanıştırmıştı. Bu ilk uygulamaların masrafını karşılamak onun

fikriydi: dudak dolgunlaştırma, göğüs büyütme, burun küçültme,

yanaklar. Adeta bir gecede (gerçi iyileşmek asknda günler, haftalar,

hatta aylar sürmüştü), Madison çirkince bir ördek yavrusundan

göz akçı bir kuğuya dönüşmüştü... içten içe kendini zaten hep

öyle gördüğü kuğuya. Her şey olması gerektiği gibiydi.

Ve böylece zirveye tırmanış başlamıştı... daha çok olgun

ve zengin sevgik (ve daha iyileri), daha çok tedavi (ve daha iyi­

leri), daha çok (ve daha iyi)... her şey. On sekizinci yaş gününde

kendine yeni bir isim verdi: Madison Parker, zengin ve nüfuzlu

insanların yaşadığı yerler olan New York’taki Madison Bulvarı

ve Park Bulvarı’ndan esinlenmişti. Yeni imajına yakışan, klas bir

isimdi. Onu yasakaştırmıştı hatta.

Oradan buraya varmak, Pislik Mahallesi’ndeki sefil varoluşun­

dan Hollywood’daki şahane yeni yaşamına ulaşmak, Madison ın

yıllarını almıştı. Ve şimdi ruh hastası kız kardeşi, onu bunların

hepsini eknden almakla mı tehdit ediyordu? Onu ikna etmek

zorundaydı, hem de hemen.

Madison, “Sophie, dinle.. diyerek başladı.

Sophie ağzını eknin tersiyle silerek ayağa kalktı. “Unut gitsin.

Ben gidiyorum. Bana parayı vermek için yirmi dört saatin var,

yoksa en sevdiğin dergiyi arıyorum, Gossif ti, değil mi? Yarın

benimle burada, aynı saatte buluş, parayı da getir.”

90

LAUREN CONRAD

“Sen aklını mı kaçırdın?” dedi Madison ters ters. “Sana daha önce söyledim. Benim o kadar param yok.”

“Benim sorunum değil. Görüşürüz, sürtük”Madison derin bir nefes aldı. “Bekle. Başka bir fikrim var.” “Üzgünüm, ilgilenmiyorum.”“Hayır, dinler Madison bunu teklif ederek muhtemelen çok

büyük bir hata yapmak üzere olduğunun farkındaydı. Ama başka ne seçeneği vardı ki? Sophie’nin medyaya gitmesine izin veremezdi. “Benimle birlikte programda yer alabilirsin,” deyiverdi. “Trevor’la konuşabilirim. Yapımcı, baştaki adam. Benim kız kardeşim ola­bilirsin, yalnız seni baştan aşağı yeniden yaratacağız ki... böyle görünmeyesin. Ya da Sophilyn VVardell gibi. Geldiğimiz yerdeki hiç kimsenin seni tanımayacağı kadar çok işlemden geçebilirsin.”

Sophie kollarını göğsünün üzerinde kavuşturdu. “Neden senin aptal televizyon programında seninle birlikte yer almak isteyeyim ki?”

“Çünkü o zaman benim sahip olduklarıma sahip olacaksın. Önemli olacaksın! Ve gezegendeki tüm erkekler seninle çıkmak isteyecek! Yani tamam, belki ben milyoner değilim. Henüz. Ama işler şu haliyle gitmeye devam ederse, bir gün olacağım. Sen de

buna sahip olabilirsin!”Sophie bunu düşünüyor gibi görünüyordu.“Ee?” dedi Madison.“Olabilir. Bunu düşüneceğim.”“Harika! Gel sana bir içki daha ısmarlayayım.”

“Peki.”Sophie yeniden oturup tezgâhın diğer tarafım silen barmene

işaret etti. Madison biraz nakit bulmak için çantasını yokladı.

91

HUYSUZ VE TATLI

ellerinin neden titrediğini merak ediyordu. Kendine daha fazla derin nefes almasını ve artık sakinleşmesini söyledi. Sophie’yi sımnı tüm dünyaya açık etmekten alıkoyacak kusursuz plan aklına gelmişti. Şimdi tek yapması gereken, Sophie’yi bunu kabul etmeye ikna etmekti; o zaman nihayet -nihayet- emniyette olacaktı.

Öyleyse neden midesi bulanıyor, karnına ağrılar giriyordu?

92

1 0

EE, KİM O ÇOCUK?

Scarlett son zamanlarda acayip moda olan, ismi telaffuz edileme­yen yeni vejetaryen restoranda, başlangıçların fiyadanna bakarken

yüzünü buruşturmamaya gayret ederek öğle yemeği menüsünü inceliyordu. (Yeşil çay aromalı tofu diye bir şey için yirmi dört dolar mı?) PopTV bugün, onun Gaby’yle kız kıza öğle yemeğini çekiyordu ve Scarlett uslu durmayı planlamıştı. Eh, en azından olabildiğince.

“Hey, Scarlett!”Scarlett kafasını kaldınnca Gaby1nin hıncahınç dolu dış mekân

masaları arasından zikzaklar çizerek geçmeye çalıştığını gördü. Şaşkınlıkla kaşlarını çattı. Gaby, şey görünüyordu... farklı. Açık kahverengi saçları daha uzundu. İki haftadan kısa zaman önce onu STK’te gördüğünden beri nasıl on beş santim uzamışlardı? Ayrıca daha kabarıktı ve “Saçıma bakın!” diye haykıran yeni küllü sarı balyajlarla çizgi çizgi boyanmıştı. Sarı mini elbisesi, her za­manki hoş, zevkli kıyafetlerinin aksine, fahişe görünümlüydü.

93

HUYSUZ VE TATLI

Ve cildi birkaç ton koyulaşmıştı; ya son günlerde güneş altında biraz hoş vakit geçirmişti ya da bronzlaştırıcı ürünlere abanmıştı.

Peki ya )rüzüne ne olmuştu? Dudakları bir şeye alerjik re­aksiyon göstermiş gibi şişikti. Ayrıca çılgınca miktarda makyaj yapmıştı... neredeyse Madison ın yaptığı kadar.

Scarlett, Gaby’nin geçenlerde, imajını “güncellemek” isteyen yeni bir basın danışmanı -Annette miydi? Annabelle mi?- tut­mak istediğini söylediğini hatırladı. “Hollywood’un dişi robotu” imajını seçmeleri çok fena olmuştu.

“Kusura bakma, geç kaldım!” Scarlett’ın ayağa kalkıp ona sarılmaya fırsatı olmadan, Gaby onu yanaklarını değdirmeden öptü. Ha? Ne ara sarümadan, yalandan öpücüğe geçmişlerdi? Arkadaşlık anlamında geri gitmek sayılmaz mıydı bu?

Gaby oturdu ve altın rengi devasa Chanel çantasını kuca­ğına koydu. Scarlett anlamak için bir kez daha baktı. Çantanın içinde ufacık bir yaratık vardı. Ufacık, çirkin bir yaratık. “Şey,

Gaby? O nedir?”“Ne? Ah! Bu Prenses Bebek, benim Şivavam. Hiç tanışma­

dığınıza inanamıyorum!” Gaby köpeği kaldırıp Scarlett’a attı.

“Haydi git, Prenses Bebek, Scarlett teyzene koca bir öpücük ver!” Scarlett yüzünü çevirdi. “Hayır, hayır! Köpek öpücüğü iste­

mem! Prenses Bebek’e nezlemi bulaştırmak istemiyorum!” diye uydurdu. Tucker’ın diliyle hırpalanmaktan rahatsız olmuyordu

ama Prenses Bebek, tipi değildi.“Zaten onun uyku vakti geldi.” Gaby, Prenses Bebek’i yeniden

çantasına koydu. “Ee, nasılsın?”“İyiyim. Şey görünüyorsun... farklı. Demek istiyorum ki,

harika!” Scarlett kendine kameraların hatırına nazik davranmayı

94

LAUREN CONRAD

hatırlattı. Gaby yi Madison stili aşırı makyajı konusunda sorguya çekmenin ne yeri ne de zamanıydı.

Gaby’nin yüzü ışıldadı. “Sahi mi? Teşekkürler! Sen de harika görünüyorsun! Herhalde yeni erkek arkadaşından dolayıdır, değil mi? Doktor Çekici miydi?” Scarlett’a göz kırptı.

“Gaby! Benim yeni bir erkek arkadaşım yok!” Scarlett arka­daşına ters ters baktı, daha sonra da kameralara. “Ee, buraya daha önce gelmiş miydin? Nesi iyidir?” dedi, konuyu çarçabuk değiştirmeyi umarak.

“Ah, bilmiyorum. Ben sadece ufacık, mini minnacık bir sa­latayla içinde bir dilim limon olan koca bir bardak su alacağım. Beş kilo vermeye çalışıyorum da,” dedi Gaby omuz silkerek.

“Ne? Neden? Zaten bu halinle iyisin.”

“Çünkü iki beden incelmem gerekiyor.”

“Hayır, gerekmiyor!”

Gaby yeniden omuz silkti. Siparişlerini almak için garson kız

yanlarına geldi; Scarlett bir vejetaryen burgerle patates kızartması

almaya karar verdi. “Ee. İş nasıl gidiyor?” diye sordu Gaby’ve.

“Sıkıcı. Okul nasıl?”“Her zamanki gibi.” Scarlett bir an için Gaby ye üniversite

geçiş başvurularından bahsetmeyi düşündü. Gaby dinlemekte

ve tavsiye vermekte şaşırtıcı derecede iyiydi. Fakat bütün dün­

yanın bunu dinlemesini istemiyorsa, bu konuşmayı kameraların

önünde yapmak akıllıca olmazdı. Ne yapacağına karar verinceye

ve Jane ve Liam’a anlatıncaya kadar, bu konu kesinlikle bir sır

olarak kalmalıydı. Gaby’nin bu konudaki tepkisini daha sonra,

mikrofonlar kapanınca alması gerekecekti. “Hey, Jane’in Aja mn

95

HUYSUZ VE TATLI

ııişan törenini organize ettiğini duymuş muydun? Onun büyük

bir hayranısın, değil mi?”Gaby cevap vermek üzere ağzını açtı, ardından kucağındaki

bir şeye baktı. Çirkin köpeğine mi? Telefonuna mı?“Nişanı Jane ile Madison birlikte organize ediyorlar,” dedi

Gaby bir an sonra. “Bu acayip tuhaf olmalı. Yani, Jane o çocukla gizlice takıldığını Jesse’nin öğrenmesinden hâlâ Madison ı so­rumlu tutuyor.”

Bu da nesi? Scarlett, “Gaby? Neden bunun hakkında konu­

şuyorsun?” diye fisüdadı.“Madison özür diledi, hem de milyon kere falan ama Jane

onunla konuşmuyor bile! Şimdiyse birlikte çalışmak zorundalar!”

dedi Gaby yüksek sesle.Scarlett suratını astı. Kulağa Gaby konuşuyor gibi gelmiyordu...

Dana gibi ve onun mesajla gönderilen meşhur sahne talimadarı gibi geliyordu. Scarlett, Danayı daha önce kameramanlardan biriyle konuşurken görmüştü, yani o kesinlikle buralardaydı.

Gaby onun yanıtını bekleyerek hevesle Scarlett a gülümsüyordu. Scarlett şaşkınlığını gizlemeye çalıştı ve gülümseyerek karşüık verdi. Gaby’ye neler oluyordu? Genellikle iyi kalpli, eğlenceli, konuşkan ve her şeyden önemlisi, kendisiydi. Bugünse tamamen başkası gibi davranıyor, başkası gibi görünüyordu. Birilerine alet oluyor gibiydi.

Gaby, “Sence Jane’le Madison barışacaklar mı?” diye üsteledi.Scarlett bir an düşündü, ardından, “Hey, Gaby, telefonunu

alabilir miyim? Çok önemli bir arama yapmam lazım, şarjım

bitti,” diye yalan söyledi.

96

LAUREN CONRAD

“Ne? Ah, tabii ki.” Gaby telefonunu masanın diğer ucuna itti. Garson kız yiyecekleriyle birlikte çıkıp geldi ve Gaby, minik salatasını didiklemeye başladı. Scarlett, Gaby’nin telefonunu ma­sanın altında tutuyordu; bir numarayı tuşluyormuş gibi yapıyor ama aslında, dikkade bataryasını çıkarıyordu. Telefonu kulağına tuttu. “Hey, senin de şarjın bitmiş!”

“Bitmiş mi?” Gaby panik olmuşa benziyordu. “Ama daha bir saniye önce çalışıyordu!”

“Ya evet, bu şeylerin sağı solu belli olmuyor. Sanırım bir süre telefonlarımız olmadan idare etmemiz gerekecek.”

Gaby yüzünde endişeli bir ifadeyle restoranı kolaçan etti. Scarlett vejetaryen burgerinden bir ısırık alırken sırıtmamaya çalıştı. Nefisti. Artık Gaby’yle normal bir konuşma yapabilirlerdi.

Tabii eğer Gaby, Gaby olmaya geri dönerse.

“Ee, kim o çocuk?” dedi Liam öylece.“Neden bahsediyorsun?” Scarlett çıplak ayaklarını ön panele

koydu, koyu mor ayak tırnaklarına beğeniyle baktı. Yemekten sonra Gaby’yle pedikür yaptırmak için güzellik salonuna gitmeye karar vermişlerdi. Neyse ki kameralardan uzaklaşır uzaklaşmaz, Gaby biraz daha normal davranmaya başlamıştı. Yine de Scarlett neden bu kadar tuhaf davrandığıyla ilgili ondan hiçbir yanıt almayı başaramamıştı. Yeni basın danışmanı Annabelle’le ilgili de pek laf çıkmıyordu ağzından. Belki bu şeyler birbiriyle bağlantılıydı...

Liam arabayı, Venice Kumsalındaki en sevdikleri günbatımı izleme noktasına sürüyordu. Scarlett’ın bu gece çekimi yoktu -nihayet- ve onunla birlikte dışarıda olmaktan inanılmaz mut­luydu. Program, okul, Liam’ın iş peşinde koşması derken (bazı

97

HUYSUZ Vf TATLI

bağımsı*/, işler yapmıştı ama kalıcı bir şey yoktu), birlikte vakit geçirmek gitgide güçleşiyordu.

Ama Liam neden bir erkeği soruyordu ona?

“Bu sabah dişçi randevum vardı,”diye açıklamaya girişti Liam. “Pekiii. Şimdi de konudan konuya mı atlıyoruz?”

“Bekleme odasında bir dergi okuyordum. Seninle Jane’in iki erkekle bir restorandan çıkarken fotoğrafı vardı.”

İlaydı bakalım. “Hımm, hatırlamıyor musun?” dedi Scar-

lett umursamaz bir şekilde. “Yönetmenin tekiyle buluşacağın için

kaytardığın yemekti o. O ‘iki erkek’ de Caleb ve Naveen. Janie

ve ben, onlarla aynı okuldaydık.”

“A h... doğru.”

“Sana anlatmıştım. Naveen, U CLA ’e giden. Ona senin de

oraya gittiğini söyledim.”

“Ha, evet. Affedersin, tatlım. Unutmuşum işte.”

“Her neyse, fotoğrafı daha görmedim ama o salak fotoğraf­

çıları biliyorsun. Tamamen masumane bir şeyi alıp tam anlamıyla

skandal bir şeymiş gibi göstermeye bayılırlar.”

“Evet, biliyorum. Sanırım bu, gizli bir erkek arkadaşın ol­

madığı anlamına geliyor.”

“Evet. Aynı anda sadece tek bir gizli erkek arkadaşla başa

çıkabilirim,” dedi Scarlett şakayla. Uzanıp onu yanağından öptü,

sonra kulağından, sonra da dudaklarını boynundan aşağı gezdirdi.

Liam sırıttı. “Bunu yapmayı kesmezsen arabayı çarpacağım.”

“1 lımm, bana ne.”“"lamam, şimdi arabayı durduruyorum.”Liam arabayı park edip Scarlett’ı öperek kollarına alırken,

Scarlett ona Naveen hikâyesinin tamamını hâlâ anlatmadığı için

98

LAUREN CONRAD

kendini biraz kötü hissetti. Ama fırsat penceresini kaçırmış olabilir miydi? Liam ona az önce Naveen i sormuş, Scarlett aralarında hiçbir şey olmadığını söylemişti (ki bu doğruydu) ve eğer Hendıy Kumsalı konusunu gündeme getirirse (ki bu geçmişte olup bit­mişti). .. eh, o zaman kulağa olduğundan daha büyük bir mesele varmış gibi gelebilirdi.

En iyisi o hikâyeyi ait olduğu yerde bırakmaktı: Geçmişte.

99

11

ERKEKLER

Jane, Dominic s’te Dirty Shirley sindeki kirazı çevirip televizyon­daki Dodgers maçına dalgın dalgın bakarak oturuyordu. Caleb saat altıda onunla buluşacaktı ve o erken gelmişti. Bu iyi olmuştu çünkü ona düşüncelerini toparlayacak zamanı verecekti. İşte olup biten her şey, program ve uzak durmaya yemin ettiği (ama öyle yapmadığı) bütün o erkekler yüzünden son zamanlarda kendini hiç olmadığı kadar dağılmış hissediyordu.

Caleb mesela. Onunla bir şeyler içmeye çıkarak ne yapıyordu? Öğleden sonra Jane e mesaj atıp bu akşam müsait olup olmadığım sormuştu ve Jane de düşünmeden evet diye yanıt vermişti. Kendine bunun sadece bir içki olduğunu, büyütülecek bir şey olmadığını ve sonrasında, uzun, sıcak köpüklü bir banyo yapıp hafta sonu iki iş etkinliği ile pazartesi Las Vegas’a yapılacak iş seyahatine hazırlık olsun diye erkenden yatmak için evz, yalnız başına, dö­neceğini söylemişti. İki cuma önce o, Naveen ve Scarlett yemek yediklerinden beri Caleb’ı görmemişti ama telefonda konuşmuş, internetten mesajlaşmışlardı. Ne yazık ki Caleb, Trevorın radarına

101

HUYSUZ VE TATLI

girmeyi başarmıştı; muhtemelen STK’teki şu magazin fotoğrafları yüzünden. Trevor, Jane e Caleb’ı ve bugünlerde “yeniden bağlanıp bağlanmadıklarını” sormuştu. Bunun tercümesiyse, “son derece çekici eski sevgilinle flört ederken (ya da daha fazlasını yaparken) görüntülerinizi almak için kameraları yollayabilir miyiz”di. Jane, zavallı Caleb’ı muhteşem realite dünyasına sürüklemekle hiç il­gilenmiyordu, bu yüzden Trevor’ı olabildiğince uzakta tutacaktı.

Braden’a gelince... BanfFteki çekimine gittiğinden beri ondan bir iki tane dostane (bayağı dostane... romantik-dostane değil) e-posta almıştı. Birlikte geçirdikleri gece harikaydı... sevişmişler, televizyonda saçma sapan filmler izlemişler, birbirlerinin kollarında uyuyakalmışlar, sonra Braden seyahati için eşyalarını toplayabilsin ve alelacele havalimanına gidebilsin diye sabah altıda uyanmışlardı. Vedalaşmaları, tüm bunlar ne demek oluyor ya da bundan sonra neler olacak analizleri olmaksızın, kısa ve tatlı olmuştu. Braden la hep olduğu gibi hiçbir şey dile getirilmemiş, derin... ve inanılmaz derecede karışıktı.

Elbette o zamandan beri Jane kendini sık sık düşünürken bulmuştu: Tüm bunlar ne demek oluyordu? Ve bundan sonra neler olacaktı? Willow defteri nihayet kapanmış görünüyordu. Fakat program hâlâ endişe yaratan bir şeydi. Braden o evrenin bir parçası olmaktan nefret ediyordu, Jane ise programda yer alamayan (ya da almayan) biriyle nasıl çıkabileceğini kestiremi- yordu. Scarlett, Liam’la ilişkisini bir şekilde yürütüyordu tabii. Ancak Jane, onlar için kolay olmadığını biliyordu.

Bradendan hoşlanıyordu. Hem de çok hoşlanıyordu. Ama Braden ın onun için ne hissettiğinden emin değildi. Hem Braden da ondan hoşlanıyorsa bile, o Los Angeles Şekerinde, olduğu sürece

102

LAUREN CONRAD

bir ilişki yaşama şansları var mıydı? Muhtemelen yoktu. Elbette ikinci sezondan sonra şu anki sözleşmesi bitiyordu. Ve ondan sonra... bir ara vermeye hazır olabilir miydi, hele de Braden gibi müthiş bir erkek için? (Tabii o müthiş erkek de onun için aynı şeyleri hissediyorsa... ama Jane bunu hiç bilebilecek miydi?)

Bir de üç numaralı erkek vardı: Jesse. Jane, Trevor’ın sözle­rine kulak vermiş, Jesse’yi sahiden aramış ve ona şöyle bir mesaj bırakmıştı: Selam, Jesse, benim. Seninle biraz önemli bir konuda ko­nuşmak istemiştim. Mesajı alınca beni arayabilir misim} Fakat ondan yanıt almamıştı. Elbette daha bir iki gün olmuştu ama yine de... Trevorın yanılıp yanılmadığını merak ediyordu; bugünlerde Jesse üzerinde çok az etkisinin olduğunu, belki de hiç etkisi olmadığını düşünüyordu. Jesse için bu konunun kapandığı ortadaydı. Yoksa mesajlarına bile bakamayacak kadar kafası iyi miydi?

“Jane!”Janie kafasını kaldırdı ve Caleb’ın gülümseyerek ve el salla­

yarak ona doğru yürüdüğünü gördü. Kısa süreli bir dejavu yaşadı: Son sınıf, ikisi bir cuma akşamı Santa Barbara’daki en sevdikleri pizzacıda yemek yiyorlardı. Yalnız o zamanlar ne Caleb siyah bir gömlek giyiyordu ne de Jane, lise gardırobunun tümünden daha fazla para eden küçük, siyah bir elbise. Bazı şeyler kesinlikle de­ğişmişti, yine de Caleb’la olmak o zamanlar olduğu kadar harika bir şeydi... nasıl oluyorsa.

Caleb, Jane’in kolunu hafifçe sıkarak onu yanağından öptü. Dudakları, Jane’in dudaklarının o kadar yakınma değdi ki Jane nefesindeki nane şekeri kokusunu alabiliyordu, içgüdüsel olarak kendini geri çekti ve düşüncelerini kalbinin ani hızlanmasından uzaklaştırmaya çalışarak içkisini eline aldı. Neden üzerinde böyle

103

HUYSUZ VE TATLI

bir etkisi vardı Caleb’ın? Hele az önce Caleb’ı değil, Braden’ı

hayal ettiği düşünülecek olursa.

“Beklettiğim için özür dilerim,” dedi Caleb otururken.

“Los Angeles’ta araba kullanmaya hiçbir zaman ahşamayaca-

ğım. Wilshire’da yanlış yönde gidiyormuşum ve farkına varıncaya

dek on kilometre kadar gitmişim.”

“Evet, aynısını ben de yapmıştım. Merak etme. Ve orası

IVill-sher diye telaffuz ediliyor, Will-shire diye değil.”

“Tanrım, buranın yerlisi olmuşsun. Ee, maç kaç kaç?” Tele­

vizyona göz atmıştı.

“Hımm... biz mavi-beyaz olanlarız, değil mi?”

Caleb güldü. “Ah, evet.”

“O zaman sanırım kazanıyoruz.”

“Harika. Ben bir bira alacağım. Sen başka bir şey istiyor musun?”

“istemiyorum.”

Sevgili oldukları zamanlarda, Caleb spor karşılaşmaları izle­

mekle epey vakit geçiriyordu; Jane’se, Caleb’ı spor karşılaşmaları

izlerken izlemekle epey zaman geçiriyordu. Kendisi spora çok

meraklı değildi ama o televizyona bağırırken kanepede birbirlerine

sokularak tavuk kanadı yemek keyifliydi. Şimdi bile, Dodgers

hakkında tek bildiği, yıldız atıcıları ve Aja nın nişanlısı olan M i­

guel Velasquez’in aşırı tatlı olduğuydu.

Caleb nihayet siparişini verip ona döndü. “Seni görmek çok

güzel. Sen... inanılmaz görünüyorsun.”

“Teşekkürler.” Caleb kızardığını görmesin diye Jane yüzünü

çevirerek içkisinden bir yudum aldı. “Ee, nasıl gidiyor?”

m

LAUREN CONRAD

“Harika. Los Angeles’ı seviyorum, işimi de. Kulağa klişe gibi geldiğini biliyorum ama parası olmayan insanlar için ev inşa etmek gerçekten tatmin edici.”

“Ne kadar güzel. Peki ya okulu özlemiyor musun?” “Özlüyorum sayılır. Ama bunu ben seçtim, anlıyor musun?

İstersem bu güz döneminde geri dönebilirim, hatta gelecek bahar döneminde de, ayrıca danışmanım, Habitat Builders’la geçirdiğim zaman için bana akademik kredi vereceklerini söyledi.”

“Bu şahane!”“Evet.”

Barmen, Caleb’ın önüne bir bira bıraktı. Birasından büyük bir yudum aldıktan sonra devam etti: “Benden konuştuğumuz yeter. Sen nasılsın? Yemek yediğimiz o akşam, işyerinde biraz stresli günler geçirdiğini söylemiştin, değil mi?”

“Öyle.”Jane saçıyla oynamaya başladı. Madison la ofiste geçen son iki berbat haftayla ilgili ayrıntıya girmeyi canı istemiyordu. Her gün yeni bir olay oluyor ve Madison onunla yeni bir kav­gaya giriyordu... kameralar önünde elbette. Trevorla bu konuyu konuşmaya çalışmıştı ama Trevor hiç yardımcı olmamıştı.

Hatta o, istediğini yaptıramayan nankör, arsız bir küçük ço­cukmuşçasına onu utandırmayı bile başarmıştı. Ajanın partisinden sonra, başka bir organizasyon işine bakmalı mıydı acaba?

“Üstesinden gelebiliyorum,” dedi Jane bir an sonra. “Savılır. Doğru olanı yapmaya çalışıyorum, anlıyor musun? Sırf başkaları, şey, adilik yapıyor diye benim de yapmam gerekmiyor.”

Caleb, “Bu her zaman kolay olmuyor,” dedi. “Hey, başkaları adilik yaptığı zaman ben ne yaparım, biliyor musun? Onlara çok iyi davranırım. Bu kafalarını iyice karıştırır.”

105

HUYSUZ VE TATLI

Jane güldü. “Onları nezaketinle öldürüyorsun, öyle mi? Böyle

bir şey senden beklenir.”“Öyle mi? Bu da ne demek?” Caleb ona doğru eğilip şakacık­

tan vurdu. Bu temas Janee sıcak ve tanıdık geldi, geri çekilmedi. Votka başına mı vurmuştu?

“O anlamda söylemedim,” dedi Jane. “Demek istediğim, sen

her zaman işleri neşeli, pozitif bir şekilde idare etmeyi bilirsin,

insanlar bana adilik yapınca tepem atıyor ve bir şeyler fırlatmaya

başlamak istiyorum. Ama yapmıyorum. Sadece iyice sessizleşiyor,

içten içe öfkeleniyorum.”

“Evet, hatırlıyorum,” dedi Caleb gözlerini devirerek.

Jane onun koluna vurdu. “Bu ne demek oluyor?”

“Sadece takılıyorum, Janie. Ayrıca, senin kızman hoşuma

giderdi çünkü arkasından barışmamız gerekirdi.” Caleb onun eline uzandı. “Hatırlıyor musun?”

Jane hatırlıyordu fakat bu anılara dalıp gitmeyecekti. Neyse

ki telefonu çalarak ona elini Caleb’ın elinden çekmek için bir

mazeret verdi... istemeyerek, çünkü onun kendisiyle böyle flört

edişi biraz hoştu. Vay canına, votka gerçekten de başına vuruyordu ve daha ilk içkisiydi.

Telefonuna göz attı. GELEN ARAMA DIEGO NERI. D! D,

Scarlett’la birlikte Los Angeles’ta tanıştıkları ilk insanlardan bi­

riydi. Sezon galasına gelmiş ve sonrasında eğlenceli, yeni bir gece

kulübüne gitmiş olsalar da, Jane çılgın programı yüzünden bir

süredir onu fazla sık görmüyordu. Onu özlemişti.

“Cevaplamamın sakıncası var mı?” diye sordu Caleb’a. “Sa­

dece bir saniye sürer.”

106

LAUREN CONRAD

Caleb, “Evet, bak tabii,” dedi, televizyondaki maçı seyretmek için dönerken.

Jane bar taburesi üzerinde dönüp açma tuşuna bastı. “Selam,D!”

“Bayan Jane!” D ’nin sesi histerik geliyordu. Tabii onun sesi her zaman histerik geliyordu. “Açtığına öööyle sevindim ki!”

“Sen iyi misin?”

“Ben iyiyim. Âşığınsa değil. Pardon, eski âşığın. Bilmen ge­rekir diye düşündüm... o hastanede.”

Jane’in göğsü daraldı. “Ne oldu? Braden... ona...”“Hayır, Braden değil, seni tapılası küçük kaltak! Jesse. Bir

trafik kazası olmuş. Otoyolda sarhoş halde araba kullanıyormuş. Kaynaklarımın birinden gizli bir bilgi aldım, az önce de doğru­lattım. Cedars-Sinai’deymiş.”

“Aman Tanrım!”Caleb, Jane’in omzuna dokunarak, “Her şey yolunda mı?”

diye fısüdadı. Jane, az sonra açıklayacağını belirtmek için par­mağını kaldırdı.

“O çocuk belasını arıyordu, biliyor musun?” diyordu D. “Böyle bir zamanda böyle bir laf etmenin sürtükçe olduğunun farkın­dayım. Ama şu son birkaç aydır eğlenme şekli...”

Jane, Jesse’nin telesekreterine bıraktığı mesajı düşündü. İle­tişim kurması pek fayda etmemişti galiba. Yoksa ona çok daha

önce mi telefon açması gerekirdi?“Bu ne zaman olmuş? Durumu nasıl? Başka kimse yaralanmış

mı?” diye sordu D’ye. İçinden Jesse’nin başka insanları incitmemiş olması için dua ederek gözlerini sımsıkı yumdu.

107

HUYSUZ VE TATLI

“Refiije çarpmış, fazla trafik yokmuş, o yüzden başka kimse

yaralanmamış,” diye yanıt verdi D. “Sanırım kaza bu sabah olmuş. Yoğun bakıma alınmış ama artık orada değilmiş, bu iyi haber, değil mi?”

“Onu görmem gerek. St. Vincent’s’ta mı demiştin?” “Cedars-Sinai, tadım.”“Teşekkürler.”

Jane konuşmayı bitirip Caleb’a döndü. “Çok özür dilerim

ama gitmem gerek. Arkadaşım trafik kazası geçirmiş ve...”

“Tahmin etmiştim. Seni hastaneye ben götürürüm.” “Hayır, ben iyiyim, kendim...”

Caleb ayağa kalkıp elini onun dirseğine koydu, bir yandan da hesap için bara bir şeyler bırakıyordu. “Tartışma yok. Şu an

arabayla bir yere gidemeyecek kadar üzgünsün.”

Jane hastanede Jesse’nin özel odasına vardığında ne beklemesi

gerektiğinden emin değildi. Naveenin hastanede çalışan ve onları bir yan girişten gizlice içeri sokan arkadaşını ayarlayan Caleb

sayesinde paparazzileri adatmayı başarmıştı. Caleb şu an bekleme

odasında, Dodgers maçının sonunu izliyordu. Janee ne kadar

istiyorsa kalmasını söylemişti. Çok tatlıydı ve çok yardımı dokun­muştu; Jane gelmek için ısrar etmiş olmasına gayet memnundu.

Jesse’nin kapısında durup hafifçe tıklattı. Çok geçmeden bir

hemşire kapıyı açtı. “Buyurun?”“Ben şey için geldim... Ben Jesse’nin bir arkadaşıyım da,

onu görebilir miyim acaba?” dedi Jane.“Üzgünüm. Bu odaya kimseyi almamam gerekiyor.”

108

LAUREN CONRAD

“Sorun değil, onu tanıyorum.” Jesse’nin sesi öyle kısıktı ki güç bela tanınabiliyordu.

Hemşire başını salladı, Jane e yol vermek için yana çekildi, sonra kapıyı arkasından kapayarak gitti. Jane o küçük, kasvetli odada kendini toparlayabilmek için bir an öylece durdu.

Jesse dar bir yatakta yatıyordu, sol koluna serum takılıydı. Yüzü ve vücudunun Jane’in görebildiği kadarı morluklar, gazlı bezler ve kahverengi iyot lekeleriyle kaplıydı. Sağ gözü, yumruk yumruğa bir kavgaya karışmış gibi kabarık ve şişti.

“Selam, Jane.” Sesi öyle güçsüz geliyordu ki.“Jesse.” Jane onun yanına gitti. “İyi misin? Kendini nasıl

hissediyorsun? Doktorlar ne söyledi?”“Aptalın teki olduğumu,” diye şaka yaptı Jesse cansız bir

şekilde.“Evet, pekâlâ, öylesin.” Jane uzanıp onun elini sıkıca tuttu.

Jesse acıyla yüzünü buruşturdu. “Ah! Özür dilerim, ben canını..“Önemli değil. Şu an her şey biraz acıtıyor. Kırık kemik yok

ama, bu iyi, değil mi?”“Evet.”Jesse açık kahverengi gözleri hüzün dolu bir halde Jane’e ba­

kakaldı. Jane onu, Fiona’nın en önemli müşterileri için Thompson Otel’de düzenlediği Sevgililer Günü partisine adeta davetsizce çıkıp geldiğinden beri, neredeyse iki aydır görmemişti. Jesse’nin defalarca içip içip dağıtmasının ve ona kötü davranmasının ar­dından Jane o olaydan bir önceki hafta Jesse’den ayrılmıştı.

Ona âşık olmanın nasıl bir şey olduğunu hatırlamaya ça­lıştı. Amerika’nın “ikon” çifti olmanın, Hollywood’un en şaşaalı restoranlarında ve gece kulüplerinde fotoğraflarının çekilmesinin

109

HUYSUZ VE TATLI

nasıl bir şey olduğunu hatırlamaya çalıştı Jesse ’nin ona, üzerinde

JESSE+JANE SONSUZA DEK yazan kalp şeklinde bir tılsımı olan güzel, gümüş bir bilezik verdiği gece ne hissettiğini hatırlamaya çalıştı.

Fakat şu anda tek hatırlayabildiği kötü zamanlardı; mesela gecenin üçünde evde yalnız başına olup onun bir barda sızıp

sızmadığını ya da başka bir kızla birlikte olup olmadığını ya

da direksiyonun başında olup olmadığını merak ettiği zamanlar. Eskiden çok özel şeyler ifade eden bilezik, Jane’in artık ihtiyaç duymadığı ama atmaya da kıyamadığı çer çöpü koyduğu bir çekmecede tozlanıyordu.

“Ee... ne oldu?” diye sordu Jane.

Jesse omuz silkti. “Hep aynı saçma sapan şeyler. Çok fazla içmiştim, sonra bir de baktım ki Rover’ım otoyolda takla atıyor.

Kimse yaralanmadı,” diye ekledi çabucak. “Yalnızca bendeniz.” “Çok daha beteri olmadığı için şanslısın.”

“Evet. Biliyorum.” Jesse derin bir nefes aldı. “Dinle. Gelmene sevindim çünkü bir süredir... her neyse, sana yaşattığım her şey

için özür dilemeye nasıl başlayacağımı bile bilmiyorum. Tam bir pislik gibi davrandığımı biliyorum ve benden ayrılmakta yerden göğe kadar haklıydın. Demem o ki... bu kaza benim için bir uyarı

oldu ve yardım alacağım. Değişeceğim. Ve düşünüyordum da... şey...”Jesse duraksadı, parmakları Jane’inkileri kavradı. “Seninle

hâlâ bir şansım olabilir mi sence?”Jane gözlerini kaçırdı. Ne diyecekti ki? Bir milyon yıl bile

geçse onunla yeniden bir araya gelmesine imkân yoktu. Jesse konusunda dersini almışa; onun gibi bütün erkekler konusunda...

hem de en zor şekilde.

110

LAUREN CONRAD

Ama ya Trevor haklıysa? Ya yardım alabilmek için motive olsun diye Jesse’ye duymak istediği şeyi söylemesi gerekiyorsa? Jesseyi onunla bir şansı olduğuna inandırmak, onun hayatını yoluna koyabilmenin tek yoluysa?

“Neden bunu sen kendine geldiğinde konuşmuyoruz?” dedi. Jesse nin yüzü aydınlandı. “Evet! Harika! Bugün duyduğum

en güzel şey bu.”Jane gülümseyerek karşılık verdi fakat bu çaba gerektirmişti.

Az önce eskiden değer verdiği biri için çok iyi bir şey yapmıştı. Öyleyse neden içinden ağlamak geliyordu?

111

12

SOFİSTİKEDEN AŞIRI FAHİŞEMSİYE

Madison kayıp giden manzaraya dalmamaya çalışarak Strip’te arabasını sürüyordu. Daha önce çeşitli erkek arkadaşlarıyla Las Vegas’ta bulunmuştu ama şehrin en büyük caddesi, onu her de­fasında büyülüyordu: Luxor Hotel’deki (sahte) Sfenks ile piramit, Paris’teki (sahte) Eyfel Kulesi, New York-New York’taki (sahte) Coney Island tarzı dönme dolap, (sahte) her şey Burası dünyanın en yapay ihtişamına sahip yeriydi ve Madison buraya kesinlikle bayılıyordu. Caddede şaşkın turisder, tasarımcı kıyafederi içindeki zenginlerin arasında dolaşıyor, striptiz kulüplerinin reklamını yapan “mobil bilbortlu” kamyonların arasında limuzinler parıldıyordu.

Madison birkaç araba ötede Jane’in Jetta’sını seçti. Jane arabayı kullanıyordu, yolcu koltuğunda Hannah, arkada Stajyer Çocuk vardı. Dördü, popçunun nişanını organize etmek için otel personeli ve Ajanın temsilcileriyle buluşmak üzere Venetiana gidiyordu. Partiyi Palms yerine Venetian’da yapmak yetmezmiş gibi, Jane son anda arabasında Madison ve onun “çok sayıdaki bagajı" için yer olmadığını haber vererek Madison ın epey sinirini bozmuştu.

113

HUYSUZ VE TATLI

Bu neydi böyle? Madison ın tek getirdiği, üç adet Louis Vuitton

çekmeli bavuldu; bir kızın Vegas’ta hangi kıyafetlere (ve ayakka­

bılara, çantalara, iç çamaşırlarına ve başka aksesuarlara) ihtiyacı

olabileceğini asla bilemeyeceği düşünülecek olursa, fazla bir şey

getirmemişti, bu yüzden Madison, sofistikeden aşırı fahişemsiye

kadar çeşit çeşit kıyafet getirmişti.

Yine de, Los Angeles’tan Las Vegas’a yalnız başına yaptığı

beş saatlik araba yolculuğu Madison’a, projesi hakkında düşüne­

cek zamanı tanımıştı: Sophie. Sophie, Derekm bütün içkilerini

içerek ve gecenin bir yarısı Tanrı bilir kiminle buluşmak için

gizlice dışarı çıkmaya çalışarak son on gündür onunla bitlikte

yaşıyordu. Madison ona, Korkunç Gotik Kız’dan Los Angeles’ın hoş insanlarından birine dönüşme süreci tamamlanana kadar gözlerden uzak kalmasını söyleyip duruyordu. Ne yazık ki Sophie hiçbir zaman itaatkâr biri olmamıştı.

Sophie hiçbir zaman konuşkan biri de olmamıştı... yine de Madison, ona büyükannelerinin kimliğini ve kredi kartını kullandığını (Büyükanne Mains’in Alzheimer’ı vardı ve bir ba­kım evindeydi) ve Los Angeles Şekeri prömiyerinde ne giydiğini, program öncesi çekimleri canlı yayına girmeden önce Tvvitter’da dolaşan bir cep telefonu fotoğrafı sayesinde bildiğini ona itiraf ettirmeyi başarmıştı.

Bu arada Derek olup bitenlerden hoşnut değildi -M adi­son onu, PopTV kameralarının özel bir hikâye için neredeyse 7/24 evinde olduğu, bu yüzden onu evinde ziyaret etme riskini alamayacağını söyleyerek kandırmıştı- ve Derek ilişkilerine ara vermekten söz ediyordu. Daire ona ait olduğu için bu iyi değildi ve ayrılacak olurlarsa... O zaman Madison nerede yaşayacaktı?

114

LAUREN CONRAD

Şehir merkezinde iki odalı bir döküntüye dönmesinin imkânı yoktu. Fiona Chen Organizasyondaki “işi”... çekimler... Sophie... basın röportajları... fotoğraf çekimleri... evli sevgilisini elinde tutmak derken, son raddeye kadar gerilmişti.

En azından Sophie’nin baştan yaratılması iyi gidiyordu. Madison’ın tanıdığı yetenekli, ağzı sıkı bir stilist, o rezalet siyah saç boyasından kurtulup onu, şık, platin sarısı küt bir saç mo­deliyle değiştirmişti. Başka bir ağzı sıkı tanıdık, bir dizi dudak dolgunlaştırma işlemi gerçekleştirmişti... Sophie’nin dudakla­rının dolgunlaştırılmaya ihtiyacı olduğundan değil, görünüşünü değiştirmeleri gerektiğinden. Sırada ağda (belli ki kız temel ba­kıma inanmıyordu), tam takım akrilik tırnaklar (hep tırnaklarını yerdi), spa randevuları (düzenli bir cilt bakımı uygulamasını hiç mi düşünmemişti?) kontakt lensler (yeşil mi? kahverengi mi?) ve son olarak ama en önemlilerinden, yeni kıyafetler ile yeni makyaj vardı. Bir burun ameliyatı, Sophie’nin kimliğini mahalleden onu tanıyanlardan daha da iyi gizlemek için mükemmel bir yöntem olurdu fakat vakit yoktu; iyileşme bir ay ya da daha fazla süre­bilirdi ve Sophie şimdiden onu Trevor’la tanıştırılıp programa dahil edilmezse çekip gitmekle tehdit ediyordu.

OfF. Yine de Madison, kimsenin onun Sophylin VVardell olduğunu anlamamasının hayati önem taşıdığını Sophie’nin an­lamasını sağlamak zorundaydı... ya da ikisinin Wardell kardeşler olduğunu (çünkü birlikteyken, tanınabilirlikleri iki kat fazlaydı). O zaman her şey mahvolurdu. Hollyvvood sahte olanları hoş görürdü fakat sahtekârları katiyen hoş karşılamazdı.

Madison nihayet Venetiana vardı (burası gerçek kanallarda yüzen gerçek gondollarla muhteşem bir İtalyan sarayı gibiydi ve

115

HUYSUZ VE TATLI

gerçekten de göz alıcıydı) ve valenin önüne çekti. PopTV ekibi, şimdiden oradaydı; Jane, Hannah ve Oliver da. Madison ikisi kaldırımda durup bir şeylere aptal gibi kıkırdaşırken Oliver’ın Hannahya sarıldığını fark etti. Tanrım, bu iki ezik birlikte miydi? Madison ofiste, ikisinin arasında bir elektrik hissetmişti ve gü­nün sonunda, birkaç kez asansörde birlikte gittiklerini görmüştü. (Madison sık sık o saadere kadar çalışmıyordu tabii. Yapacak o kadar çok önemli şey varken, kimin çalışmaya vakti olurdu ki?) Oliver’ın, Hannah’da ne gördüğüne dair hiçbir fikri yoktu... Başlarda onun eşcinsel olduğuna karar vermişti çünkü Fiona’nın yanında işe başladığı ilk gün ona bir içki içmeye çıkmayı teklif etmiş, Oliver ise eften püften bir bahaneyle onu geri çevirmişti. Kadınlar konusunda hiç zevki olmadığı ortadaydı.

PopTV’nin sesçilerinden biri, Madison a penceresini açmasını işaret edip ona bir mikrofon kutusuyla bir rulo selobant verdi. Üzerine yapışan, derin dekolteli, siyah atletini süzdükten sonra, “Bunu başarabileceğinden emin değilim,” dedi.

“Başarırım. Tabii... bana yardım etmek istiyorsan başka.”“H ım m ...”Yönetmen -M att miydi?- tam o sırada sesçiye seslendi ve

aceleyle oradan ayrılarak Madison ı kendi başının çaresine bak­maya terk etti. Madison iç çekerek mikrofon kutusunu eteğinin arkasına yerleştirdi. O şey görünürde olduğu zaman yapımcıların cam sıkılıyordu fakat Madison, iyi görünebilmek için çok uğraş­mıştı ve onu tişörtünün altına taktığı zaman oluşturduğu garip

şişkinlikten hoşlanmıyordu.Çok geçmeden Matt ona dışarı çıkmasını işaret etti. Madi­

son dikiz aynasında makyajını kontrol ettikten sonra kapıyı açıp

116

LAUREN CONRAD

kameranın on iki santimlik siyah, ince topuklu ayakkabılarını, ince, spreyle bronzlaştırılmış bacaklarını, süper mini eteğini ve (Hollywood standartlarına göre bile) etkileyici dekoltesini iyi bir açıdan almasını garantileyerek yavaş yavaş, baştan çıkarıcı bir şekilde arabadan indi. Kafasında hayranlarının etrafına top­landığı, tezahüratlar yapıp adını haykırdıkları bir görüntü vardı. Düşünmeden gülümsedi ve araba anahtarını valeye vermeden önce belli bir kişiye yönelik olmadan hafifçe el salladı.

Kamera ekibiyle birlikte beliren Dana, “Kime el sallıyorsun?” diye sordu. “Mikrofonun takılı mı? Güzel. Jane’le diğerlerine selam vermeni ve onlarla birlikte lobiye girmeni istiyorum. Sonra biz kameraları içeri yerleştirirken bir dakika kıpırdamadan dur. Eğer yapabilirsen Postrio’da öğle yemeği yemeyi teklif et. Az önce orayı boşalttık ve hepsini oraya gitmeye ikna edebilirsen, çocuklar hemen şimdi ışıklandırmaya başlayacaklar. Ayrıca Jane e, arabayla onlardan ayrı gelmek zorunda kalmakla ilgili bir şey söylemelisin.”

“Anladım,” dedi Madison. Dana onun Jane’le araba konu­sunda kamera karşısında kavgaya tutuşmasını istiyordu demek. Madison’a kalsa, Jane’i eski sevgilisinin, bugünlerde herkesçe ko­nuşulan sarhoş araba kullanma olayıyla ya da baştan aşağı itici camgöbeği elbisesiyle ilgili (bazı insanlar bu rengi taşıyamıyordu işte) aşağılamayı daha çok tercih ederdi. Ama her neyse. Ma­dison, Dananın ona yapmasını söylediği şeyi yapmanın önemli olduğunu biliyordu çünkü Dana talimatları Trevor’dan alıyordu.

Jane, Hannah ve Oliver girişe doğru yürüyorlardı. Madison onlara yetişmek için acele ederek, “Hey, bekleyin!” diye seslendi. “Jane, neden ben de sizinle aynı arabada gelmedim? Bana bir şeyden ötürü kızgın mısın?”

117

HUYSUZ VE TATLI

Jane ona döndü. Madison masum bir tavırla gözlerini kır­pıştırdı.

“Sana söyledim, Madison. Bir yer sorunu söz konusuydu. Bir dahaki sefere neden bir otobüs kiralamıyorsun? Böylece he­pimiz senin valizlerinle birlikte seyahat edebiliriz,” diye önerdi Jane tatlılıkla.

Sürtük, diye düşündü Madison. “Kulağa mantıklı geliyor. Hey... ilk toplantımız kaçta? İkide, değil mi?” Pırlanta işlemeli Chanel saatine göz attı. “Bu demek oluyor ki Postrio’da öğle yemeği yemek için vaktimiz var. Süitlerimize giriş yaptıktan sonra yani.”

Hannah, “Galiba biz kızlar aynı odada kalıyoruz,” dedi ça­bucak. “Toplantıya hazırlanırken oda servisinden yemek sipariş ederiz diye düşünüyorduk.”

Madison çığlık atmamak için kendini zor tuttu. Oda servisi mi? Oda paylaşmak mı? Hannah ve Jane le? Gerçek miydi bu?

Jane, “Yaklaşık on dakika sonra Oliver’ın odasında bulu­şabiliriz, sonra da notlarımızın üzerinden geçeriz,” diye ekledi.

Oliver ceketinin cebine hafifçe vurarak, “Farklı şölen alan­larının çekimlerini yapalım diye fotoğraf makinemi getirdim,” diyerek konuşmaya katıldı.

Madison sinirlerini yatıştırmaya çalışarak derin bir nefes aldı. Bir otel çalışanının bavul arabasına yüklediği üç Louis Vuitton valizine baktı. Bu valizleri Stajyer Çocukun odasında bir sandviç atıştırmak için getirdiği söylenemezdi.

“Size aktarmak istediğimiz birkaç fikrimiz var,” dedi Jane.Madison lüks deri koltuğunda arkasına yaslanıp konferans

salonunun diğer sakinlerine göz attı. Kendisi haricinde, Jane

118

LAUREN CONRAD

(toplantıyı yönetiyordu... neden ki?), Hannah (düşük kademe

bir sekreter gibi harıl harıl not alıyordu) ve Oliver (aynısını yapı­yordu çünkü katkıda bulunmak için yapabileceği başka işe yarar

hiçbir şeyi yoktu), ayrıca Ajanın basın danışmanı Wanda, Ajanın asistanı Anna Luisa ve Venetian’m etkinlik hizmetlerinden iki

adam olan Xavier ile Hank vardı. İki PopTV kameramanı, odanın farklı köşelerine yerleştirilmiş, çekim yapıyorlardı.

“Aja nın ‘büyük ve cüretkâr’ bir şeyler istediğini biliyoruz, bu

yüzden bunu aklımızdan çıkarmadan birkaç konsept düşündük,” diyerek devam etti Jane. “Bunlardan ilki, Vaval adındaki Marti- nique karnavalı teması. İkincisi...”

Madison, “Benim fikrim,” diyerek araya girdi. “Burada

Venetian’ın atmosferiyle çoook güzel uyum sağlayacak Venedik

tarzı bir maskeli balo konsepti.” Xavier ile Hank’e gülümsedi.

“Partiyi San Marco Meydanı’nda yapabiliriz ve Aja’yla Migııel

içeri özel bir goldolla giriş yapabilirler. Ne dersiniz?”

Jane, Madison’a ters ters baktı, mavi gözleri alevler saçıyordu. Madison bir kahkaha koparmamak için çabaladı. Nasılmış, sürtük?

Venedik tarzı maskeli balo Jane'in fikriydi, onun değil. Trevor buna bayılacaktı ve Jane’in baloyu önerdiği bir önceki toplantının

görüntüleri ile Madison’ın bunu kendine mal ettiği bugünkü

toplantının görüntülerinin bir arada olduğu müthiş bir bölüm

yaratacaktı kuşkusuz.Basın danışmanı Wanda, “İki fikri de Ajaya aktaracağız ama

bunlar harika görünüyor,” dedi. “Lojistik olarak yapılabilir şeyler

mi?” İki adama dönmüştü.

119

HUYSUZ VE TATLI

“Kesinlikle,” dedi Xavier, dizüstü bilgisayarında bir görüntü kaydırarak. “Bir bakalım... Beş yüz kişilik bir oturma düzeninden bahsediyoruz, değil mi?”

Hank, “Sanırım restoran verandalarını, özel parti için kapa­yarak San Marco Meydanına dahil etmemiz gerekecek,” diyerek konuşmaya katıldı.

Grup detayları konuşmaya devam ederken Madison suratından bir şey belli etmemek ve profesyonel bir etkinlik organizatörü gibi davranmak için elinden geleni yapan Jane’i inceledi. Madison ona hakkını teslim etmek zorundaydı. Jane işinde başarılı görü­nüyordu ve Madisonın onu yoldan çıkarma çabalarına karşın, soğukkanlılığını korumayı bir şekilde başarıyordu. Rolleri tam tersi olmuş ve Jane kamera önünde önemli bir toplantı esnasında Madison ın fikrini çalmış olsaydı, kendisi tam bir sinir krizi geçirir, hiddetle çıkıp giderdi.

Ve bu televizyon için elbette harika olurdu.Jane’le en yakın arkadaş/ev arkadaşı olmalarının üzerinden

yalnızca birkaç ay mı geçmişti? Madisonın aklı, ikisinin üzerlerinde eşofmanlar, tüylü terlikler ve yüzlerinde makyaj olmadan evde takıldıkları gecelere gitti. Abur cubur tıkınır,Trevor’la Dananın dedikodusunu yapar, sabah dörtlere kadar DVD izlerlerdi. (Jane1ın en sevdiği film Not Defteriydi ve her seferinde, tam da aynı yerlerde ağlardı.) O zamanlar... Madisonın aklına gelen kelime “gerçek” oldu. Sadece tembellik ederek ve keyif yaparak evde takılan iki kız. Madison, durum farklı olsaydı hâlâ arkadaş olup olmayacaklarını merak etti. Madison ın şahsi bağlantılar listesi bugünlerde dolup taşıyor sayılmazdı. Eskiden alışveriş, gece ku­lüplerinde takılmak ve spa merkezlerine gitmek konusunda faydalı

120

LAUREN CONRAD

olan Gaby bugünlerde ondan uzak duruyor gibiydi. (Ayrıca, ge­çen haftaki çekimler boyunca kayıplardaydı... Meksika’da tatilde olduğunu mu duymuştu?) Ve elbette, kendi on beş dakikalarının peşinde koştukları besbelli bir halde Madison’a yağ çekip du­ran, Fiona Chen Organizasyonun bildik özentileri vardı. Erkek arkadaşlara gelince... Derek’in yanı sıra (ki kendisi çok uzun süreliğine erkek arkadaş olarak kalmayabilirdi), Madison’ın bir grup sahte-romantik ilişkisi vardı -bunların çoğu sektöre girmek isteyen modeller ya da aktörlerdi- ve ona etkinliklerde eşlik ediyor, paparazzilerin önünde ona yaltaklanıyorlardı. Fakat bu ilişkiler, tabii ilişki denebilirse, yalnızca program içindi. Madison kendini yanan bir binada bulacak olsa, ortalıkta basın olmadığı sürece, bu erkeklerden herhangi birinin onu oradan çekip çıkarmaya tenezzül edeceğinden kuşkuluydu.

Uzun lafın kısası, bugünlerde ona en yakın kişi, kız kardeşi ve şantajcısı Sophie’ydi. Ve bu acınası olmanın da ötesindeydi. Bu durumu iyileştirmek için ne yapabileceğini merak etti. Bunun kendini zahmete sokacak kadar umurunda olup olmadığını da.

Madison kadar güçlü, hırslı ve güzel birinin kaderinde yalnız olmak vardı belki de, değil mi? Şu anda konuk listesi hakkında gevezelik yapan Jane e şöyle bir baktı. Madison her zaman, Los Angeles Şekerinin yıldızı olarak Jane’in yerini almak istemiş ve bunu hak etmişti. Şimdiyse o kadar yaklaşmıştı ki tek yapması gereken, ödüle odaklanmak Jane ya da bir başkası hakkında duygularının kafasını karıştırmasına izin vermemekti. Tabii bir de Sophie’nin çenesini tuttuğundan emin olmak.

Başka insanların canı cehenneme. Zirve ıssız bir yer olabilirdi ama buna sonuna kadar değerdi.

121

13

BELA ÇOCUK

Scarlett, Janee, “Vegas nasıldı?”diye sordu. “Ve ekip buraya gel­meden önce en pis dedikoduları istiyorum. Dana’nın bu konuş­mayı bize kamera için tekrarlatacağını biliyorsun, bu )âizden Los Angeles Şekeri için sansürlenmiş versiyonu o zaman anlatabilirsin.”

Jane, Meksika işi, boyalı bir kâsenin içindeki avokadoya uzanırken sırıttı, ardından avokadoyu sıkınca hayal kırıklığına uğradı. Meyve taş gibi sertti, yani guacamole yapmaya uygun değildi. Scarlett eve sipariş verseler daha iyi olup olmayacağını düşünüyordu. Akşam yemeği hazırlıkları şimdiye kadar pek iyi gitmemişti. Olgunlaşmamış avokadolardan başka, mutfak robotu amasından dolayı her tarafa dağılmış soğan parçaları vardı (işin doğrusu Scarlett, düğmesine basmadan önce robotun başlığını yerleştirmeyi unutmuştu). Ve Jane de yere bir kavanoz salsa sosu dökmüştü, şimdiyse Tucker onu yalıyordu. Kızlar birlikte yemek pişirmeyeli biraz zaman olmuştu... hele de misafirler için yemek pişirmeyeli... hele de, her an çıkıp gelebilecek kameralar karşısında misafirler için yemek pişirmeyeli.

123

HUYSUZ VE TATLI

Misafirlerse Caleb’la Naveen’di. Liam ise yoktu.“Önce iyi haberi mi istersin, kötü haberi mi?” dedi Jane, başka

bir avokadoya uzanırken. “Hımm, bu şeyler meyve mi, sebze mi?” “Şey... emin değilim. Neden önce iyi haberi anlatmıyorsun?” “iyi haber, herkes maskeli balo fikrime bayıldı, basın danış­

manıyla asistanı ona bahsettiği zaman Aja da dahil olmak üzere! Oley! Kötü haber... Madison.”

“Tanrım. O psikopat yine ne yaptı?”“Pekâlâ, ilk olarak, herkesin önünde benim fikrimi kendine

mal etti. İkincisi, Venetian’da çalışan iki adama, partiden ken­disinin sorumlu olduğunu, her şey için onunla temas kurmaları gerektiğini söyledi. Üçüncüsü, ben ve Hannah, onunla aynı odayı paylaştık, tam bir kâbustu ve..

Scarlett, “Bekle, ne dedin? Aynı odayı paylaşmak zorunda mı kaldınız?” diyerek sözünü kesti.

Jane omuz silkip iç çekti. “Bunu Trevor’la Dananın ayar­ladığına eminim. Çekim yapmak daha kolay oluyordu ve bili­yorsun. .. daha fazla olay çıkıyor işte. Venetian her birimize özel oda verebilirdi.”

“Ben olsam, Madison uyurken onu yastıkla boğardım.” “İnan bana, yapasım geldi. Her neyse, bütün o şirin görüntü­

leri birkaç hafta sonra bölüm yayınlandığında görürsün.”Jane’in yüzü aydınlandı. “Aman Tanrım, sana en güzel kısmı anlatmayı unuttum! Bil bakalım kim bizim odada uyumadı?”

“Hımm, kim?”“Hannah!”Scarlett, Jane’in bununla lafı nereye getirmek istediğinden

emin değildi.

124

LAUREN CONRAD

“Çünkü o... nerede uyuyordu?”“Oliver’ın odasında,” dedi Jane keyifle.“Oliver kim?”

“Sana ondan bahsetmiştim, Scar! Yeni stajyer. Yarı zamanlı olarak UCLAe gidiyor. Ofiste işe başladığından beri Hannah’yla durmadan flört ediyorlardı. Sanırım işi nihayet bir sonraki aşa­maya taşıdılar.”

“Vay canına. Hannah için iyi olmuş.” Scarlett, Hannahyı daha çok, programda Jane’in işyeri sırdaşı olmaktan oluşan sah­nelerinden tanıyordu. İyi birine benziyordu... ayrıca akıllı gibiydi ancak birkaç defa Janee, ne olursa olsun Jesse’yle birlikte olmaya devam etmesi yönünde tavsiye vermişti. Sonunun nasıl olduğunu herkes biliyordu.

Scarlett ekşi krema kaplı ellerini siyah tişörtüne silip Janee dikkatle baktı. “Erkekler demişken... bu geceyle ilgili rahat mısın?”

Caleb’la Naveen’i yemeğe davet etmek Trevor’ın parlak fik­riydi. Scarlett’la Janee, izleyicilerin onların İlse yılları hakkında hikâyeler duymaya bayılacaklarını ve kızların hayat hikâyelerinde bazı erkekler olması gerektiğini söylemişti -bu erkekler, “sadece arkadaş” olsa bile-; ne de olsa Jane kimseyle çıkmıyordu, Scarlett’ın erkek arkadaşıysa çekimlere dahil edilemezdi. Neyse ki Caleb’la Naveen, bu akşam filme alınmak konusunu hiç sorun etmemiş­lerdi. Scarlett onların televizyona çıkmak için ölüp bitmediklerini biliyordu, yine de kızlara yardımcı olmaktan hoşnutlardı.

Jane, Scarlett’m tişörtünü görüp kaşlarını çattı ve bir kurulama havlusu uzattı. “Galiba. Neden? Trevor m bizi buna ikna etmesine pişman mısın? Scar, üstünü değiştirmen gerek. Bu iğrenç.”

125

HUYSUZ VE TATLI

“Evet, biliyorum.” Scarlett tişörtündeki ekşi krema lekelerine bakıp yüzünü buruşturdu. “Şey konusunda rahat olacak mısın, biliyorsun işte... Caleb? STK’te içine düşüyordu. Bence seninle yeniden çıkmak istiyor olabilir.”

“Hayır, istemiyor,” dedi Jane bakışlarını kaçırarak.Eyvah. Jane neden göz temasından kaçınıyordu? Scarlett,

“Ayrıca geçen hafta onunla buluştun. Dominic s’teydi, değil mi?” diyerek üsteledi.

Kapı zili çaldı. “Ekip geldi!”Jane salsa birikintisine basınca, “Ah, lanet olsun!” diye bağırdı. Tucker onun çıplak ayağını yala­maya başladı. “Tucker, kes şunu!”

“Sana bir kâğıt havlu getirmemi ister misin?”“Ben hallederim. Senin üzerini değiştirmen lazım, hemen

şimdi! Ve o bir randevu değildi! Kamera karşısında bu konuyu açma. Ciddiyim, Scar!” Jane eline bir kâğıt havlu rulosu alarak kapiya gitti.

“Tamam, tamam!”

Scarlett tişörtünü çekiştirerek odasına girerken, Trevor’ın Jane’in bugünlerde kimseyle çıkmamasıyla ilgili söylediğini düşündü. Öyleymiş gibi görünüyor olabilirdi ama gerçek şuydu ki, Jane kamera arkasında erkeklerle ilgili maceralardan payına düşenden fazlasını yaşıyordu Jane, Bay Müsait Olmayan, namıdiğer Braden James’le (yeniden) takıldığını Scarlett’a itiraf etmişti. (Braden ın ertesi gün, işine gelecek şekilde, birkaç aylığına Kanada’ya gitmesi gerekmişti. Sonuçlardan ya da her türlü sorumluluktan kurtulmak için iyi yöntemdi, Braden!)

J ane ayrıca Jesse’nin alkollü araba kullanması ve sonrasında Jane’in ona alkolü bıraktırabilmek için söylediği, onunla yeniden

126

LAUREN CONRAD

çıkması ihtimaliyle ilgili çılgın yalanı da itiraf etmişti. Scarlett’ın Jesse’den ne kadar tiksindiğini biliyordu ve Caleb’ın koluna girmiş, gözyaşlarına hâkim olmaya çalışarak Cedars-Sinai’den çıkarkenki fotoğrafları hafta sonu boyunca çeşitli internet sitelerinde çık­mamış olsaydı, muhtemelen bu küçük bombayı da paylaşmazdı.

Ve tabii ki Caleb da vardı. Scarlett onun Jane’le “sadece arkadaş”tan fazlası olmak istediğinden emindi. Jane’in davra­nışlarına bakılırsa, o da bu fikri değerlendiriyordu. Ama Jane o yoldan zaten geçmiş ve incinmemiş miydi?

Scarlett başka bir siyah tişört bulmak için şifonyerinin al­tını üstüne getirirken, ekibin daireye girdiğini, oturma odasında ekipmanı kurmaya başladığını ve Jane’in, “Scar! Geldileeeer!”diye bağırdığını duydu.

“Bir saniye!” diye bağırarak karşılık verdi Scarlett.Başından bir tişört geçirirken bu gece Jane’le Caleb’ı birbirle­

rinden uzak tutmak için ciddi ciddi Sandalye Kapmaca oynaması gerektiğini fark etti. Jane onun en yakın arkadaşıydı ve onu, Bela Çocuk’tan korumak onun işiydi.

Ne var ki bir de endişelenilmesi gereken Naveen vardı. Sorun, bu geceden Liam’a söz etmemiş olmasıydı.

Ona sadece, Jane’le beraber kendi evlerinde çekimleri olduğunu söylemişti. Elbette eninde sonunda, bölüm yayınlanmadan önce onu bilgilendirmesi gerekecekti. Fakat geçen hafta, Scarlett’m Naveen’le beraber STK’ten çıkarkenki fotoğraflarını gördüğünde yaşadığı küçük kıskançlık anı, Scarlett’ın canını sıkmıştı. Diz­ginlenmeye alışkın değildi. Tamam, belki Liam tam olarak onu dizginlemeye çalışmış sayılmazdı. Ama Scarlett a öyle gibi gel­mişti... ona güvenmiyormuş gibi.

127

HUYSUZ VE TATLI

Scarlett, ona bu geceyi anlattığı zaman Liarnın ne tepki vereceğini merak ediyordu. Ya da ona, Maxinile ilgili gelişmeleri anlattığında. Bugün öğleden sonra, PopTV nin basın depart­manından onu aramışlar, Maximm bir kapağını ona ayırmak istediklerini söylemişlerdi. Scarlett başta hayır diyecek gibi olmuş ama biraz düşündükten sonra fikrini değiştirmişti. Ne de olsa o yeni, işleri kolaylaştıran Scarlett Harp’tı. Ve dergi kapakları program için iyi oluyordu. Bunların tümü, ünlü olma işinin birer parçasıydı. (“Ünlü” sözcüğünün midesini kaldırmaması için uğraş veriyordu tabii.) Ayrıca, bir şey saklıyor da değildi.

Aman! Yanlış sözcük seçimi. Scarlett bir şeyleri saklamak konusunda uzmanlaşmıştı.

“Bu güzel görünüyor,” dedi Caleb kibarca.Caleb çatalını guacamoleyt daldırırken, Scarlett’la Jane ba­

kıştılar. Daha doğrusu limon suyu, doğranmış soğan, kişniş ve Tabasco sosuyla karıştırılmış, taş gibi sert avokado parçalarına daldırırken.

Jane onun ısırık almasını beklerken, “Hımm... teşekkürler,” dedi süklüm püklüm.

“Balıklı tako da yaptık. Balıklı tako sever misiniz?” diye sordu Scarlett hızla. Tako’lar iyi olmuştu ve guacamole nin aksine, kısmen yenebilir görünüyorlardı.

“Balıklı tako, en sevdiğim,” dedi Naveen.Caleb, “Evet, benim de. Janie, unutmamışsın!” dedi hoşnut

görünerek.Scarlett, Jane’in, “Unutmuştum,” demek için ağzını açtığını,

sonra sımsıkı kapadığını fark etti. Balıklı tako Scarlett’ın fikriydi

128

LAUREN CONRAD

çünkü elinde, dört malzemeden (tortilla, dondurulmuş balık çu­bukları, dilimlenmiş lahana ve hazır sos) ve bir mikrodalgadan oluşan çok ama çok kolay bir tarif vardı.

Jane kucağına baktı, ardından sahte bir gülümsemeyle yeniden Caleb’a. “Evet, peki, sen benim lisedeyken en sevdiğim yemeği hatırlıyor musun?” diye sordu.

Scarlett gözlerini devirdi. Dana, Janee mesaj atarak talimat veriyor olmalıydı. Arkadaşının gerçek ses tonuyla, Dana bana bir şeyler söyletiyor; ses tonunu ayırt edebiliyordu.

Caleb düşünceli görünüyordu. “Hımm. Tabii ki annenin evde yaptığı deniztarağı yahnisi.”

Scarlett, “Yanlış! Paesano’s’un pizzası,” diyerek onu düzeltti. Jane güldü, “ikiniz de yanıldınız. Fırında peynirli makarnaya

kafayı takmıştım. Hep yapıyordum, hatırlıyor musunuz?”Caleb’la Naveen de güldüler. Scarlett adeta tepelerinde dikilip

her şeyi kaydeden iki PopTV kamerasının karşısında ne kadar rahat göründüklerine şaştı. Belki narlı margaritalar yüzündendi (biraz serttiler)... ya da bu işte doğal yetenekleri vardı... ya da Dana onlara da repliklerini mesaj atıyordu. Durum her ne olursa olsun, akşam şimdiye kadar sorunsuz gitmişti ve Caleb’la Naveen, çok cana yakın davranmışlardı. Scarlett neredeyse rahatlayıp eğ­lenecekti. Neredeyse.

“Ee, Scarlett. Okul nasıl gidiyor?” dedi Naveen, koluna ha­fifçe dokunarak.

Scarlett kendini hemen geri çekip, “İyi,” dedi. Kamera önündesin. Bir şey söyle! Arkadaşça ve rahat davran, diye hatırlattı kendine. “Bugün fotoğrafçılık dersim vardı.”

“Dijital mi, filmli mi?”

129

HUYSUZ VE TATLI

“Dijital. Hocamız, Photoshop’a inanmıyor, bu yüzden çok ama çok iyi görüntüler çekmeyi öğrenmek zorundayız.”

“Vay canına, Photoshop yok mu? Bu hiç Hollywood tarzı değil.”

“Evet, haklısın. Değişiklik oluyor işte.” Scarlett guacamoledtn bir lokma aldı. Hımm, hiç iyi değildi.

Naveen sırıttı. “Photoshop’un hiç icat edilmemiş olduğunu hayal edebiliyor musun? Ve ünlülerin fotoğraflarını gerçek halleriyle görmek zorunda kaldığını? Kırışıklıklar, yandan taşan göbekler, koca koca sivilceler ve kalın ayak bilekleri.

Scarlett ağzını elleriyle kapatıp kahkahalara boğuldu. “Kes şunu! Yemek yerken beni güldürme!”

Naveen onu gıdıklayacakmış gibi yaparak üzerine eğildi. “Sahi mi? Neden olmasın?” dedi masum bir şekilde.

“Kes şunu!”Jane ayağa kalkarak, “Caleb’la bir sürahi margarita daha ya­

pacağız,” diye duyurdu. Caleb da ayağa kalktı. Scarlett hayal mi görüyordu yoksa Jane ayakta dururken azıcık sallanıyor muydu? Belki daha fazla margarita o kadar da iyi bir fikir değildi. “Siz ikiniz, yaramazlık etmeyin!” diye ekledi, parmağını şakadan Scarlett’la Naveen’e doğru sallayarak

Ah, Tanrım. Az önce kamera karşısında gerçekten bunu mu söylemişti?

Jane’le Caleb mutfağa doğru giderken Scarlett, dikkatleri Jane’in lafından uzaklaştırmayı umarak, “Sadece şu lezizguacamoleyı bitireceğiz!” dedi. Gerçi bu muhtemelen boş bir umuttu çünkü Trevor muhakkak Scarlett’ın guacamole açıklamasını atıp onun yerine Naveen’in elinin, Scarlett’ın kolunda bir süre kaldığı bir

130

LAUREN CONRAD

görüntü koyacaktı. Ya da Naveen’in Scarlett’ı gıdıklıyormuş gibi yaptığı bir görüntü. Ya da akşamın herhangi bir anından alınmış, Scarlett’ın Janee derin, anlamlı bir sadece biz kızlar arasında bakışı atarkenki görüntüsü.

Scarlett bu bölüm yayınlandığında Liam’la yapmak zorunda kalacağı konuşmayı düşünerek iç geçirdi. Bir çifte buluşma değildi. Hayır, beni ellemeye çalışmıyordu. Jane sarhoştu, öyle demek istemedi. Hayır, ben sarhoş değildim, gayet kendimdeydim ve onunla

flört etmiyordum.Naveene göz ucuyla baktı. Naveen gözlerini ona dikmişti

ve bu ona kendini rahatsız hissettiriyordu.“Fotoğrafçılıktan bir ödev aldım,” deyiverdi. “En sevdiğim

fotoğrafçılardan birinin tarzında bir portre fotoğrafı çekmem gerekiyor.”

“Ne güzel. Hangi fotoğrafçıyı seçtin?” diye sordu Naveen. “Richard Avedon, belki de Irving Penn diye düşünüyorum.” “Güzel seçimler. Bir model buldun mu?”“Hayır ama yakında bir tane ayarlasam iyi olacak. Ödevin

teslim zamanı gelecek hafta da.”“Pekâlâ, eğer çaresiz durumdaysan, gönüllü olmaktan mem­

nuniyet duyarım. Beni çekmen hoşuma gider,” dedi sırıtarak. “Ve doğal halimle böylesine yakışıldı olduğum için, hiçbir zaman Photoshop’a ihtiyacım olmaz.”

Scarlett ona gözlerini devirerek baktı. Şaka yaptığını biliyordu ama görebildiği kadarıyla Naveen fiziksel açıdan adeta kusur­suzdu... Photoshop ya da başka iyileştirme yöntemleri gerek­mezdi. Elbette bunu tamamen objektif, sanatsal açıdan bakarak düşünmüştü. Hendry Kumsalındaki o gecenin aksine. Naveen

131

HUYSUZ VE TATLI

tişörtünü sıyırdığında, bir heykelinkini andıran karın kaslarının görüntüsü karşısında nefesi kesilmiş ve...

Kes şunu, dedi kendi kendine. Aniden ayağa kalktı. “Şey, ben gidip mutfakta Jane e bir bakayım.”

“Seninle gelmemi ister misin?”“Hayır, ben iyiyim! Harikayım! Sen burada kal ve biraz daha

balıklı tako ye!” diye diretti Scarlett.Mutfağa doğru giderken kamera onu izlemek için kendi et­

rafında döndü. Kamera, tekil. Scarlett diğer kameramanın mutfak kapısından çekim yaptığını gördü. Naveenden uzaklaşmak zorun­daydı. Trevor’a, onun görüntülerini uygunsuz bir durumdaymış gibi, sanki Naveen le sevişmelerine ramak kalmış gibi gösterecek şekilde düzenleyebilmesi için daha fazla fırsat vermek istemiyordu. Azıcık kıskançlığına rağmen Liam, hayatında sahip olduğu en harika erkek arkadaştı... daha doğrusu, hayatında sahip olduğu tek gerçek erkek arkadaştı. Nokta.

Scarlett kameramanın önünden ağır ağır geçerken, “Affeder­sin,” diye mırıldandı. “Hey, Janie, yardıma ihtiyacın var mı diye.

Scarlett kalakaldı.Jane ve Caleb lavaboya dayanmış, öpüşüyorlardı.Eyvah, diye düşündü Scarlett.

u

DEJAVU

Jane havuzun kenarına oturdu ve karanlık, cam gibi yüzeyde ayın yansımasını seyre daldı. Caleb yanına oturarak kolunu onun omzuna attı. Gece yarısını geçmişti... PopTV ekibi gitmişti... ve bütün site uyuyor gibiydi. Naveen uzun süre önce eve gitmiş, Scarlett yatmıştı.

Yoksa Scarlett balkonlarında dikilmiş, dürbünle Jane ve Caleb’ı gözetliyor olabilir miydi? Jane, Scar’ın bunu gerçekten yapacağına inanıyor değildi fakat en yakın arkadaşı bazen Jane’in kendi anne babasından daha korumacı olabiliyordu.

Caleb, “Hey,” diyerek düşüncelerini böldü, “bir dalıp çıkmak ister misin?”

“Hımm, hayır, teşekkürler. Sen gir istersen.”“Ne? Dışarısı buz gibi soğukken dalgalara balıklama dalan

eski Janie Roberts nerede?” diyerek takıldı Caleb.Jane güldü. “Büyümüş olabilir mi? Yeni Janie Roberts sıcak

kalmayı seviyor. Ayrıca, çoğu zaman beni sen itiyordun, aşağılık herif!”

133

HUYSUZ VE TATLI

Caleb da güldü. “Ah, evet.”“Eee. Bu gece eğlendin mi? Her şey yolunda mıydı? Kame­

raları kastediyorum.”“Başta biraz tuhaftı. Ama bir süre sonra, onları yok sayıp

sadece kendim olmam gerektiğini anladım.”Mutfaktayken olduğa gibi mi, diye sormak istedi Jane. Sanda-

lederini ayağından çıkarıp attı ve ayak parmaklarını suya soktu. Brrr, soğuk. Yine de, eninde sonunda soğuğa alışacaklarını dü­şünerek parmaklarını orada tutmaya devam etti.

Jane biraz daha içki yapmak için mutfağa gittiklerinde, daha margarita karışımı şişesini eline almaya fırsatı olmamıştı ki Caleb onu kendine çekmiş ve öpmeye başlamıştı. Öyle hoş, öyle tanıdıktı ki sanki tam da kaldıkları yerden devam ediyormuş gibiydiler. Hatta daha da öncesinde Caleb onu ebeveynlerinin Subaru sunun ön koltuğunda, radyoda Beyonce ile Jay Z ’nin Deja Vu şarkısı çalarken öptüğü ve Jane’in, âşık oldum, diye düşündüğü zaman olduğu gibiydi.

Caleb Hunt’tan sanki ezelden beridir hoşlanıyordu, yüzme müsabakalarında onu izlemek için Scarlett’ı yanında sürüklüyor ve Kailey adında, şirin, donuk bir ponpon kız lideri olan o zamanki kız arkadaşından içten içe nefret ediyordu. O düşünülmeden verilen, beklenmedik öpücükten sonra -bir öğrenci birliği toplantısının ardından Caleb onu eve bırakıyordu- Kailey’den ayrılmış (kız da Jane’den, pek de gizlemeden nefret etmeye başlamıştı), o ve Jane bir bütün olmuşlardı. Adeta etle tırnak gibiydiler. Bekâretlerini birbirleriyle kaybetmişlerdi (ya da Caleb ona öyle söylemişti en azından). Caleb ülkenin diğer ucuna, Yale’e gitmeye, Jane’se bir yıl ara verip seçeneklerini keşfetmeye ve seyahat etmeye karar verdiği

m

LAUREN CONRAD

zaman, uzun mesafeli bir ilişkiyi yürütebileceklerine samimiyetle inanmıştı. Ne de olsa birbirlerini seviyorlardı ve birlikte olmak

kaderleriydi... hatta belki bir gün evlenirlerdi de. Caleb geçen

mayısta ona ilişkilerini bitirmek istediğini söylediğinde mahvol­

masının nedeni buydu. Birbirlerinden üç bin kilometre uzakta

devam edebileceklerini düşünmekle saflık mı etmişti? Şimdi Ca­leb yeniden hayatındaydı... hatta belki de yeniden sevgili olmak istiyordu. Jane buna hazır mıydı? Onun da istediği bu muydu?

Yoksa saflık mı ediyordu... bir kez daha? Ya yakın gelecekte yalnız kalacağına dair verdiği karar?

Jane, Caleb’ın gümüş dalgıç saatine göz attı; liseden beri aynı

saati kullanıyordu. Tanrım, saat neredeyse gecenin biri olmuştu.

Altı saat sonra kalkması gerekiyordu. “Yukarı çıksam iyi olacak

Saat geç oldu ve yarın ofiste çekimimiz var,” dedi Caleb’a.

“Vay canına, kameralar sürekli seninle sanki,” dedi Caleb.

“Bazen öyle geliyor. Son günlerde işte çok yoğunuz. Sana

söylediğim gibi, Aja’nın nişanı var, ayrıca daha küçük bazı başka

partiler de organize ediyorum. Ah, bir de Trevor gelecek hafta

sonu Scar için bir doğum günü partisi planlamamı istedi. Sürpriz

olacak, bu yüzden hiçbir şey söyleme! Bana söz ver!”

Caleb, “Benden laf çıkmaz,” diyerek temin etti onu.

“Senin ve Naveen’in davetiyesi birkaç gün içinde gelir.

PopTV’den birisi bu işle ilgileniyor.” Sonra ekledi: “Devasa bir

parti olacak; elli, altmış kişilik. Trevor bütün bir bölümü buna

ayırıyor. Scar’ın hiç haberi yok!”

“Vay be.”

135

HUYSUZ VE TATLI

“Evet. Doğum günlerine çok meraklı olmadığım hatırlıyor musun? Trevor onun için bunu yapmanın eğlenceli olacağını düşündü.”

Aslında Trevor geçen hafta ona bu fikirle geldiğinde Jane’in çekinceleri olmuştu; en çok da Liam’ın, kız arkadaşının partisine gelmiş olsa bile bir PopTV etkinliğinde kendini tuhaf hissedeceğinden endişelendiği için. Ama Trevor, kendisinin ya da çalışanlarından birinin Liam’la şahsen konuşup ondan izin alacağına dair garanti vermişti. Jane filme alınmayacak olsa da, eski iş arkadaşlarıyla takılmaya bayılmayacak olsa da Liam’ın, Scar’ın hatırına partiye geleceğini umuyordu. Gerçi son zamanlarda Scar’la aralarının nasıl olduğunu bilmiyordu. Bugün Scar’a, Caleb’la Naveen in yemeğe gelmesini Liam’ın sorun edip etmediğini sormuştu ve o, Liam’ın buna razı gelmek zorunda olduğu çünkü onun “özgür bir kadın” olduğu konusunda bir şeyler gevelemişti.

Caleb ayağa kalktı, sonra Jane’in elini tutup onun kalkma­sına yardım etti. Uzaklarda bir yerlerde, Jason Mraz’ın Fm Yours şarkısının belli belirsiz melodilerini duyabiliyordu. Mezuniyet balosunda Caleb’la bu şarkıda dans etmişlerdi. O geceye geri gitti, hazırlanması ne de uzun sürmüştü. (Macy’s’ten alınmış uzun, mavi şifon elbisesini, Claire’s’ten alınmış suni elmas küpelerini ve saçıyla makyajına sosyetik bir Los Angeles stilistinin değil, annesinin yardım ettiği gerçeğini düşünerek gülümsedi.) Caleb siyah smokiniyle nasıl da göz alıcı görünüyordu (kapı aralığında durup kendisine beyaz ve eflatun güllerden oluşan çiçekli bilek­liği uzatışı gözünde canlanıyordu, arka planda babasının sürekli yerine yenisini almayı düşündüğü eski dijital fotoğraf makinesiyle fotoğraf çekip duruşu da). O şarkı boyunca yakında mezun ola­

136

LAUREN CONRAD

caklarını ve her şeyin değişeceğini bilerek Caleb’la dans etmişti. Ama neredeyse iki sene sonra yine buradaydılar. Her şey değiş­mişti. .. fakat şu anda her şey hâlâ aynıydı sanki.

Caleb çıplak kolunu okşayarak tüylerinin ürpermesine sebep oldu. “Ee. Yarın akşam yemek için müsait misin?”

Jane ona gözlerini dikti. “Şey... hımm...” Erkeklerle buluş­maya ara vermeyi düşünmek için bir sürü iyi nedeni vardı. Bir sürü. Fakat şu anda, Caleb’la birlikteyken, onlardan herhangi birini hatırlamakta zorlanıyordu.

“İtalyan yemeği seviyorsun, değil mi? IVill-sherm ara so­kaklarından birinde harika bir yer buldum. Doğru söyledim mi?”

“Mükemmel söyledin,” dedi Jane. Ah, öyle şirindi ki. Ve neden böyle şahane gamzeleri olmak zorundaydı?

Pekâlâ, belki tek bir buluşma. “Caleb. Dinle. Eğer biz... şey, birlikte takılacaksak, bir şeyi anlamanı istiyorum. Bu benim işim. Yani, diğer işim en azından. Dışarı çıktığım zaman genellikle benimle birlikte bir ekip oluyor. Bu sana uyuyor mu?”

“‘Takılmak’ derken, bunu mu kastediyorsun?” Caleb, Jane’in yüzünü ellerinin arasına aldı ve onu öptü. Jane başta tereddüt etti, sonra öperek karşılık verdi.

Nefes almak için durduklarında, Caleb onu kendine daha da çok çekip sıkıca sarıldı. “Şu an tam olarak neye ihtiyacın olduğunu biliyorum,” diye fısıldadı kulağına.

Jane, “Ya... biliyor musun?” dedi nefesi kesilerek. “Biliyorum.”Sonra daha Jane neler olduğunu bile anlayamadan, Caleb

onun ayaklarını yerden kesti ve havuza doğru döndü. “Caleb? diye bağırdı Jane. “Sakın bunu DENEMEF

137

HUYSUZ VE TATLI

Ama artık çok geçti ve Jane, gürültülü bir su sıçrama sesiyle serin sulara çarpışını hissetti. Saniyeler sonra yeniden yüzeye çıktığında, Caleb yanı başında histerik bir şekilde gülüyordu.

Jane bir tutam ıslak saçı gözünün önünden hızla atarak, “Hâlâ aşağılık herifin tekisin!” diye payladı onu.

Caleb, “Evet, ama hâlâ bana deli oluyorsun,” diyerek takıldı.Jane ona ters ters baktı. Sonra gülümsemeye başladı. Ve

kollarını Caleb’ın boynuna sardı. Bu kesinlikle eski günler gibiydi. Eskisinden daha iyiydi.

Belki bütün erkeklerden vazgeçmesine gerek yoktu. Her şeyden sonra, biraz eğlenmeyi hak etmiyor muydu?

15

İKİ KIZ KARDEŞ

Trevor, Melissa’ya, “Hemen telefonun başına geçmeni ve Jane’le Caleb’m buluşması hakkında bilgi sızdırmanı istiyorum,” dedi. PopTV’nin reklam sorumlusu, Trevor’ın ofisinin eşiğinde durmuş, esnemesini bastırmaya çalışarak spiralli defterine bir şeyler kara­lıyordu. “O bölümü hızlandırıyoruz ve bir hafta sonra yayına... Affedersin, seni sıkıyor muyum?”

Melissa dikkatini toparladı. “Hayır, hayır. Hepsini yazıyorum.” Trevor iç geçirdi. Çalışanları, PopTV’de zirveye ulaşmak is­

tiyorlarsa, pazar sabahları erkenden işe gelmeye alışmak zorunda kalacaklardı. Los Angeles Şekeri nin ikinci sezonu, daha şimdiden birinci sezonun reytinglerini geçmişti ve bu da, işlerin bu şekilde devam etmesini sağlamak için gerekirse gece gündüz çalışılacak demek oluyordu.

“Hikâyenin bu haftaki dergilerde çıkmasını istiyorum, böy­lece insanlar gelecek haftaki bölümü izleyecektir. Jane’le Caleb’ın geçen hafta La Dölce Vita’ya gittiklerinden bahset. ‘Elelc tutu­şuyorlardı ve gayet rahat görünüyorlardı’ vesaire, vesaire," dedi

139

HUYSUZ VE TATLI

Trevor. “Bir tablo çiz... anlarsın işte, ilk aşk, romantik liseli ilişkisi, çocuk üniversiteye başka şehre gitmiş, aşkları yeniden alevlenecek mi?” Ve ekledi: “Jesse konusunda da bir şeyler sıkış­tır. Alkollü araç kullanırken yaptığı kazadan bahsetme. ‘Caleb, Jane e kalp kırıklığını atlatmakta yardım edebilecek mi?’gibisin­den bir şey düşünüyorum. Alkollü araç kazasından laf açarlarsa, Jane’in, Jesse’nin ihtiyacı olan yardımı almasından memnun olduğunu söyle gitsin.” Jesse, Palm Springs’teki bir rehabilitas­yon kliniğine yatmıştı ve belli ki bir süre orada olacaktı. Bu iyi haberdi. Jesse, Jane’le Caleb’ın yeniden alevlenen ilişkisiyle ilgili haberleri çok iyi karşılanmayabilirdi. Trevor bunun Jesse’yi yeni ayık kalma kararından döndürmeyeceğini umuyordu yalnızca. Melissa başını salladı. “Anladım. Başka bir şey?”

“Var ama hâlâ üzerinde çalışıyorum. Yarım saat sonra beni bir yokla. Hayır, bana bir saat ver. Dokuz buçukta benimle bir şey konuşmak için Madison gelecek.”

“Tamam o zaman, ben gidip yine bir ‘isimsiz kaynak’ olayım.” Trevor eskiden, Los Angeles Şekeri nin gelecek hikâyelerinin

basma sızmasına sinir olurdu. Fakat bir süre sonra, bunların as­lında program ve reytingler için iyi olduğunu fark etmişti. İz­leyiciler, magazin dergilerinde hikâyeleri okuyor, sonra merakla kanalı açıyorlardı: Jane liseden eski sevgilisiyle barışacak mıydı? Jane’in en yakın arkadaşıyla, Caleb’ın en yakın arkadaşı sevişecek miydi? Kim, nerede öpüşürken yakalanmıştı?

Bu, şu sıralar bilhassa önemliydi, zira Jane’le Caleb’ın yeni barışmış bir çift olarak ilk buluşmalarının öyküsünün biraz... düzenlenmeye ihtiyacı vardı. Aralarındaki elektrik tam anlamıyla ortada değildi. Bunun değişeceğini umuyordu.

UO

LAUREN CONRAD

O süre içinde de hikâyelerini medyada yaratılan heyecan, zekice düzenlemeler, doğru müzik (A Fine Frenzy, mesela?) ve Caleb’ın klasik iyi görünümüyle idare etmek zorundaydı.

Trevor, Gaby’nin basın danışmanı Annabelle VVeiss’ın da basına hikâyeler taşıdığını biliyordu -Gaby’yle Madisonın, güya Jane ve Scarlett’la kavga etmesiyle ilgili hikâyeler- ve bunlar reytingler için iyi oldukları gibi, Gaby’nin görünürlüğünü de yükseltiyordu. Gaby’den söz açılmışken, onun “tatilinden” ne zaman döneceğini merak ediyordu. Çekim programını yapabilmek için Annabellee bunu sormalıydı.

Trevor çalışma masasına döndü ve kahverengi, timsah derisi bir Smythson olan defterini çıkardı; kesinlikle spiralli Mead’in bir kademe üzerindeydi bu. Bunu ona doğum gününde karısı almıştı, “günlük tutmaya başlasın” ve “duygularıyla daha yakın ilişki içinde olsun” diye... ya da öyle bir şey.

Trevor’m ruh hallerini yazmakla ilgilendiği yoktu elbette... ancak defter, programla ilgili fikirleri not almak konusunda işe yarıyordu.

Temiz bir sayfa açtı ve yazdı:

S ve N. (La Dölce Vita buluşmasıyla aynı bölüm.)

Altına söyle yazdı:

(1) Geçen çarşamba samimi bir yemek yemek üzere C ve N, J ve S’nin evine geldi. S ve N arasında bir şey olduğunu ima et. J ’den ya da S’den ‘‘çifte buluşma” konusunda bir ahntı gerekli. (2) S ve N ’nin bir geçmişi var mı? Lisedeyken kısa süreliğine

U1

HUYSUZ VE TATLI

çıkmış olabilirler mi? Bunu konuşmaları için J ve S ’nin birlikte

sahnelerini çek. (3) S ve N ’yle bir sahne. Spor salonu?

Scarlett’la Naveen in bir geçmişi olduğundan Trevor’ın haberi

yoktu elbette. Yine de, Scarlett’ı Naveen’le baş başa çekim yapmaya

ikna etmenin zor olacağını biliyordu. Bunu ona, prodüksiyonun

iki kişinin Jane ve Caleb hakkında konuşmasına ihtiyacı olduğu

şeklinde yutturmaya çalışacaktı... Onları en yakın arkadaşlarından

daha iyi kim tanıyabilirdi ki? Ve diğer hepsi başarısız olursa...

“tesadüfi” karşılaşma daima işe yarardı.

Biri kapısını tıklattı. “Trevor?”

Trevor defterini kapatıp bir çekmeceye tıkıştırdı. “Evet?”

Ağartılmış kot, pembe bir kapüşonlu ve asgari makyajla, her

zaman olduğundan daha az tarz sahibi görünen Madison içeri

girdi. Trevor onun iyi olup olmadığını merak etti; yine gecenin

geç saatlerine kadar parülemiş miydi yoksa? “Günaydın! Tam

vaktinde geldin.” Ayağa kalkarak onu selamladı.

“Bu kadar kısa süre önce haber vermeme rağmen benimle

görüştüğün için teşekkür ederim. Ben... seni biriyle tanıştırmak

istiyordum.”

Trevor kaşlarını kaldırdı. “Ya? Bugün yalnızca şenle ben olacağız sanıyordum.”

“Affedersin. Biliyorum. Şu var ki... pekâlâ, bu biraz önemli.”

Madison bir adım yana kaydı ve içeri genç bir kadın girdi.

Hayır, yalnızca genç bir kadın değil... Trevor’ın hayatı boyunca

gördüğü en çarpıcı genç kadınlardan biri. Ve onun mesleği dü­

şünülecek olursa, bunun anlamı büyüktü.

U 2

LAUREN CONRAD

Trevor, her bir detayını dikkatle inceleyerek genç kızı süzdü; bir kızı kesen bir erkek gibi değil (gerçi öyle olsa da kimse onu suçlayamazdı), potansiyel yeteneği ölçüp biçen bir yapımcı gibi. Baştan aşağı siyah kıyafetinden (daracık deri pantolon; süet, plat­form topuklu kısa botlar ve ince ama seksi vücudunu gururla ortaya çıkaran transparan, büyük beden bir tişört), yüz hatlarına kadar (füme göz kalemiyle kenarları koyultulmuş iri, kahverengi gözler; dolgun, ıslak, parlak dudaklar; çıkık elmacık kemikleri ve şık, omuz hizasında, platin rengi, küt saçlar) seksapel yayıyordu.

Madison söze girdi: “Trevor, bu benim kız kardeşim. Sophia.”“Senin... kız kardeşin mi?”Trevor bir kez daha baktı. Hımm,

pekâlâ, belli belirsiz bir benzerlik görebiliyordu. Belki. “Tanıştı­ğımıza memnun oldum, Sophia,” dedi elini uzatarak.

Sophia ona hem baştan çıkarıcı hem de küçümseyici bir ifadeyle bakarak elini sıktı. Kaç yaşındaydı? On yedi mi, on sekiz mi? Böyle bir görünüm benimsemek-ve onu mükemelleştirmek- için fazla küçüktü. “Selam,” dedi kısık, çatallı bir sesle.

“Sophia, sana bahsettiğim adam bu. Benim programımın yapımcısı,” dedi Madison.

Benim programım mı} Trevor gülümsememek için kendini tuttu. İki kıza oturmalarını işaret ederek, “Şehre kısa süreliğine mi geldin, Sophia?” dedi.

“Öyleydi. Ama şimdi buraya taşınmayı düşünüyorum, anlar­sın ya, temelli. Los Angeles çok havalı,” diye yanıt verdi Sophia, Madison a yan gözle şöyle bir bakarak.

Madison başını sallayarak onayladı. “Evet, kendine bir yer buluncaya kadar benimle kalıyor. Seninle konuşmak istediğim buydu, Trevor. Benimle birlikte yaşaması uygun olur mu sencc?

143

HUYSUZ VE TATLI

Yani, programa çıkabilir mi, yoksa...” Sesi tereddüt içinde can­lılığını yitirdi.

Trevor sandalyesine yaslandı ve yüz ifadesini hiç bozmadan Madison a, ardından Sophiaya baktı. Bu beklenmedik bir sürp­rizdi. .. Madison, kız kardeşini programa dahil etmek istiyordu; Trevorın varlığından hiç haberdar olmadığı bir kız kardeş, gö­rünüşünün reytingleri (en azından on sekizden otuz beş yaşa kadar olan erkek seyirci sayısını) artıracağı garanti olan bir kız kardeş. Ayrıca Madison ın sahnelerinin üzerinden geçmesi için Gaby den başka biri olması da işleri kolaylaştıracaktı.

Fakat neden şimdi? Neden Madison, Sophiayı Trevor’la tanıştırmaya daha önce getirmemişti ya da en azından bir kız kardeşi olduğu gerçeğinden bahsetmemişti. Düşününce, Trevor onun ailesi ya da geçmişi hakkında pek bir şey bilmiyordu.

“Ee, ne düşünüyorsun, Trevor?” Madisonın sesi endişeli, gergindi. Bugün nesi vardı?

“Bence bu harika bir fikir,” dedi Trevor en sonunda, Madison ın tüm vücudunun rahadayarak gevşediğiniyse sahiden görebilmişti. Sophianın programda yer almasına izin vermeyeceğinden ciddi ciddi endişe mi duymuştu? Sophiaya gelince, o rahatlamış olmaktan ziyade kendinden hoşnut görünüyordu. Omuzlarını geriye atıp hâzinelerini iyice ön plana çıkararak arkasına yaslanırken, ağzı kıvrılarak kibirli bir yarım sıntış oluşturdu. Kız merak uyandırıcıydı.

“Bu muhteşem değil mi, Sophia?” dedi Madison, kız karde­şine dönerek. “Birlikte televizyona çıkacağız!” Sesi gerginlikten çatlıyordu.

Sophia manikürlü tırnaklarını kemirerek, “Evet, süper,” diye yanıt verdi. “Hey,Trev? Bana ne kadar ödenecek? Çok para diye

U 4

LAUREN CONRAD

tahmin ediyorum çünkü eskiden modellik yaptığımda bana günde on bin dolar kadar öderlerdi.”

Madison, Sophiaya öfkeli bir bakış attı. Sophia ona yapmacık bir şekilde gülümsedi. Hımm, her dakika daha merak uyandırıcı oluyor. Trevor kesin bir şey söyleyemezdi ama Sophia’nın hiç mankenlik yapmadığından epey emindi: Biraz kısaydı ve biraz iri göğüslüydü, ayrıca, böyle bir günlük ücret alıyor olsaydı, Trevor onun adını duymuş ya da onu bir yerlerde görmüş olmaz mıydı? Yani Sophia, her şeyin üstüne bir de yalancıydı. Buradan bir ikinci sezon hikâyesi çıkar mıydı?

“Daha önce hiç televizyona çıktın mı, Sophia?” diye sordu Trevor.

Sophia omuz silkti, Trevor bunu hayır olarak kabul etti. “Peki, fazla büyütülecek bir şey değil. Bu bir realite programı,

bu yüzden tek yapman gereken kendin olmak.”Sophia alt dudağıyla oynamaya başladı -gerginken alışkan­

lıktan yaptığı bir şey miydi, yoksa erkeklerin ilgisini çekmek için kullandığı bir hareket miydi?-, sonra yine sırıtarak Madison a baktı. “Kendim olacağım. Evet, Madison da öyle yapıyor. Eminim bunu ben de yapabilirim.”

Madison bakışlarını kaçırdı.Kesinlikle merak uyandırıcı, diye düşündü Trevor.

145

16

BELKİ DE SADECE HER ZAMANKİ GİBİ HAYAL DÜNYASINDA

YAŞIYORSUNDUR

“Ve... paydos! Sen tres, tres belle, ma cherie\ Sonsuza kadar fo­toğrafını çekebilirim!”

Scarlett yuvarlak, ipek yorgan örtülü yataktan kalkarken, Maurice adında fazlasıyla enerjik bir Fransız olan Maxim fo­toğrafçısına kibarca gülümsedi. Otel süitlerinin penceresinden görünen manzara enfesti ama Scarlett, neredeyse tüm gün süren çekimin ardından öyle yorgun düşmüştü ki bunun tadını pek çıkaramıyordu.

isimsiz giysi asistanlarından biri, Scarletta havlu kumaşından bir sabahlık uzattı ve Scarlett bunu “kıyafetinin” üzerine geçirdi: siyah, dantel La Perla iç çamaşırlar ile ten rengi, bağcıklı yüksek topuklular. Aslında çekim süresince giydiği pek çok kıyafetten biriydi bu. Önce onu çeşitli bikiniler (stilist onun, hepsi arka kısmında epey yetersiz kumaş bulunduran, elliden fazla giysinin

U7

HUYSUZ VE TATLI

olduğu bir askılıktan, en beğendiklerini seçmesine izin vermişti) ve korkunç miktarda vücut yağıyla otelin havuzunun kenarında çekinişlerdi. İkinci çekim, otelin barlarından birinde olmuştu; Scarlett barda otururken... barın arkasında içki hazırlarken... sonra da barın üzerine uzanırken. (İki kez tezgâhı temizlemeleri konusunda ısrar etmişti. Buraların pek hijyenik yerler olmadığını bilecek kadar çok sayıda barda bulunmuştu.)

Son mekânları, o gün için Maxim tarafından kiralanmış süit olmuştu. Saç stilistinin, asistanlardan birine, gecesi beş binlik odanın sıklıkla geçici bir meskene ihtiyacı olan müzmin bekâr ünlülerce tutulduğunu söylediğine kulak misafiri olmuştu. Bekâr olsun olmasın, ünlü erkeklerden hoşlanan seksi kızların takıldığı bir gece kulübünün hemen üstünde oluşuysa avantajdı. Saç stilisti, müşterilerinden birinin berbat bir boşanma davası esnasında buraya taşındığını ve burayı nerdeyse bir yıl kalacak kadar çok sevdiğini eklemişti. (Scarlett indirim yapıldığını umuyordu.)

Süite ilk çıktıklarında, Maximm sanat yönetmeni Scarlett’a, burada iki kare istediklerim açıklamıştı: Biri yatakta, biri kapısı tamamen buğulanmış camlı duş kabininde. Yatak mı? Duş ka­bini mi?

Scarlett hemen, ona yataklar ya da duşlar hakkında hiçbir şey söylememiş olan PopTV reklam sorumlusu Melissaya dönmüştü. Aslında Melissa, Scarlett a Maxim işinden söz ettiğinde bunun, Scarlett m “doğal güzelliğini” gösteren “klas bir çekim” olduğu ve Scarlett’ı “öne çıkarmak” için “harika bir fırsat” olduğuyla ilgili bir şeyler söylemişti.

Tamam, Scarlett, PopTV ve Los Angeles Şekeri konusunda daha iyi bir tavır sergilemeye söz vermiş olabilirdi. Fakat aptal

U 8

LAUREN CONRAD

değildi ve herkesin ona öyleymiş gibi davranmayı bırakmasını istiyordu. Yatakta ya da duşta poz vermenin “klas” bir yanı yoktu. {Maxim\n sanat yönetmenine göre “günün en önemlisi” olan duş fotoğrafı, buğulu camın üzerine yerleştirilmiş ATEŞLİ ŞE­KER ya da benzeri bir başlıkla, iki sayfalık yazı boyunca uzana­caktı.) İnsanın sütyeninin içine yerleştirilmiş beş santimlik dolgu maddelerinin “doğal” bir yanı da yoktu. Belli ki PopTV, ağustos kapağının Scarlett a ayrılmasını istemişti çünkü bu, programın erkek izleyici sayısını artıracaktı ve çoğu erkek de, klas ya da doğal olanla fazla ilgilenmezdi.

Scarlett nihayetinde yatak karesine razı gelmişti ama duş çekimine değil. Liam, bir de küvetinin yanındaki lastik ördek dışında kimse onu sabunlanırken görmeyecekti. Melissa, Maurice, Maxim'm sanat yönetmeni, stilist ve sette bulunan birkaç dergi çalışanı daha, toplanıp ne yapılacağını tartışmışlardı. Otuz dakika, dört telefon görüşmesi ve bir çörekten sonra (Melissa tarafından Scarlett’ın elinden, “Çekimden sonra yersin!” diye alınmıştı), duş çekimi iptal edilmişti.

Ve şimdi yatak çekimi bitmişti. Nihayet. Scarlett herkese hızlı hızlı veda etti, Maurice e teşekkür etti ve üzerini değiştirmeye gitti. Bu akşam Liam’a yemek yapacaktı ve sabırsızlanıyordu. Yemek yapma kısmı için değil -aşçılık yetenekleri, geçen hafta o ve Jane, Caleb’la Naveen’i yemeğe misafir ettiklerinden beri mucizevi bir şekilde gelişmemişti-, Liam kısmı için. Yoğun programlan yü­zünden günlerdir onu görmemişti ve fena halde özlemişti.

Ne yazık ki Liam’la uzun zamandır konuşması gereken... son olaylar vardı. Akşamın bu kısmı için sabırsızlanmıyordu.

U 9

HUYSUZ VE TATLI

Otelden çıkarken, lobide oturmuş telefonunu kurcalayan tanıdık

bir siluet gördü. Tanıdık, istenmeyen bir siluet. Sıvışıp gitmeyi,

yüz yüze gelmenin önüne geçmeyi mi denemeliydi, yoksa...

“Scarlett? Sen burada ne yapıyorsun?”

Scarlett iç geçirdi. Kaçış yoktu. “Selam, Madison. Seni görmek

de çok güzel. Aynı şeyi ben de sana sorabilirim.”

“Bir görüşmem var. Maxim bugün burada çekim yapıyor

ve programımdaki tek uygun zaman buydu. Ağustos kapağına

çıkmak için editörlerden biriyle konuşacağım,” dedi Madison

kendini beğenmiş bir tavırla.

“Ah, sahi mi? Garip, çünkü az önce çekimden çıktım...

Ağustos kapağı çekiminden.”

Madisonın gözleri öfkeyle parladı. “Ne? Sen neden bahse­

diyorsun? PopTV basın departmanındaki kız kesinlikle ağustos

demişti.”

“Belki yanlış anlamıştır,” diyerek fikrini belirtti Scarlett. Ya da

belki her zamanki gibi hayal âleminde yaştyorsundur, diye düşündü.

Madison, “Bak, bu benim kapağım ve sen onu benden çalmaya

çalışıyorsun!” dedi öfkeyle.

Yakınlarındaki genç bir kadın onlara biraz fazla dikkatli bakı­

yordu. Gizlice onları dinleyen bir yabancının magazin dergilerini

arayıp da ikisinin salak ağustos kapağı yüzünden kavga ettiklerini

söylemesi tam da Scarlett’ın ihtiyacı olan şeydi.

Scarlett birden tavır değiştirerek yalancıktan gülümsedi. “Bir

randevuya çooook geç kaldım,” dedi özür diler gibi. “Seninle sonra

görüşürüz, tamam mı? Görüşmende iyi şanslar!”

i150

LAUREN CONRAD

Bunun üzerine Scarlett arkasını döndü ve Madison ın yü­zündeki afallamış ifadeye gülmemeye çalışarak kapıya doğru hızla yürüyüp minik zaferinin tadını çıkardı.

“Hey, bu balıklı takolar bir harika! Yemek yapmayı bilmiyorum dedin sanıyordum.” Liam, Scarlett’ın evinde onun yanına oturmuş, Scarlett’ın az önce yaptığı takoları mideye indiriyordu.

“Bilmiyorum. Yapmasını bildiğim tek şey bu. Ve başlıca malzemesi, yirmi dakika önce buzluktaydı,” dedi Scarlett. İçten içe memnun olmuştu.

Liam sırıttı ve onu yanağından öpmek için uzandı. “Seni özledim,” dedi.

“Ben de seni özledim. Keşke sömestr bitseydi de birlikte daha fazla vakit geçirebilseydik”

“Buna bir ay kadar var, değil mi?” dedi Liam takodan bir ısırık daha alarak.

“Evet, saniyeleri sayıyorum.”

“Bu yaz sana su kayağı yapmayı öğreteceğim.”

“Yanlış, Ferguson! Bu yaz ben sana su kayağı yapmayı öğ­

reteceğim.”Liam güldü, sonra Scarlett’ı yeniden öptü; bu defa dudağın­

dan. Scarlett parmaklarını onun uzun, açık kahverengi, dalgalı

saçlarına dolayıp kendine daha çok çekti. Ona mumlar, şarap, arka planda romantik bir müzikle, eksiksiz, özel bir yemek hazırlamak

istemişti. Onun zevkine göre biraz fazla banal kaçıyordu ama

son zamanlarda kayıplarda oluşunu telafi etmek istemişti. (Jane, Caleb’la birlikte dışarıdaydı, bu yüzden bütün ev onlara kalmıştı.)

151

HUYSUZ VE TATLI

Ve onunla Naveen hakkında O Konuşmayı yapmadan önce, onu rahatlamış, mutlu bir ruh haline sokmak istiyordu.

Bu konudan bir süredir kaçınıyordu ve daha fazla erteleye- mezdi. Bir kere, Caleb-Naveen yemek davetini içeren bölüm (ayrıca Jane’le Caleb’ın havalı bir Italyan lokantasındaki “ilk buluşmaları”) gelecek hafta yayınlanacaktı. O yayınlandıktan sonra bloglar, LOS ANGELES ŞEKERİNİN OĞLANLARI ve SCARLETT’IN YENİ ERKEĞİ Mİ? gibi abuk subuk manşetlerle dolup taşacaktı.

Fakat daha önemlisi, bu sabah magazin dergilerinden biri, Scarlett ile Naveen’in birlikte çekim yaptıkları, yemeğe çıktıkları ve yediklerinin içtiklerinin ayrı gitmediğiyle ilgili beş para etmez bir yazıyla birlikte raflarda yerini almıştı... “Scarlett’a yakın bir kaynaktan” alınmış haberlere dayanarak Bu da nesiydi,? Muhabirler bu saçmalığı nereden bulmuşlardı? Bu akşamki keyifli ruh haline bakılacak olursa, Liam yazıyı henüz görmemişti. Ama Scarlett onu dergi stantlarından, kitapçılardan, market reyonlarından ve internetten uzak tutamazdı.

“Eeee.” Scarlett sandalyesine yaslandı ve peçetesiyle oynamaya başladı. Söyleyiver gitsin, dedi kendi kendine. “Janie’yle benim liseden tanıdığımız o iki çocuğu hatırlıyor musun? Caleb ile Naveen i?”

“Evet. Yani, onlarla hiç tanışmadım. Ama dişçimin mua­yenehanesinde onların bir dergideki fotoğraflarını görmüştüm, hatırladın mı?” dedi Liam, iğneleyici bir şekilde.

“Şey, doğru.” Dişçi muayenehanelerini de listeye ekle, diye dü­şündü Scarlett. “Peki, sana söylemek istediğim şuydu... geçen hafta Trevor bir anlamda bize onları yemeğe çağırttı,” diye ağ­zından çıkardı.

152

LAUREN CONRAD

Liam kaşlarını çattı. “Anlamıyorum.”“Trevor dedi ki, kamera karşısında dörtlü olarak takılmamızı

istiyormuş çünkü programda erkeklerin olması gerekiyormuş,” diye geveledi Scarlett. “Jane’in kimseyle çıkmayışının reytingler açısından iyi olmadığını söyledi, bense seninle çıkıyorum, ne var ki sen programa çıkamıyorsun, bu yüzden seyirciler açısından ben de kimseyle çıkmıyorum. Yalnız Jane şu aralar Caleb’la çıkıyor.” Bu konudaki fikrini, yani bunun onu heyecanlandırmadığını ve en yakın arkadaşının -yeniden— incinmeyeceğini umduğunu dile getirmek için ara vermedi. “Bu, gelecek haftaki bölümde yer alacak. Dördümüzün olduğu yemek daveti de. Ve yalnızca sana, yemek davetinin tamamen masum olduğunu söylemek istedim... yani Jane’le Caleb’ın mutfakta öpüşmeye başlamaları dışında. Ama Naveen’le ben uzun zamandır arkadaşız ve biliyorsun, Trevor her zaman bir hikâye arar. Trevor’ın bir şeyleri nasıl düzenleyeceğini bilemiyoruz, değil mi? Ve sonra bu sabah o saçma sapan yazı çıktı ama hepsi tamamen uydurma ve...”

“Bekle, ne dedin?” Liam çatalını bırakıp tabağını öne doğru itti. “Ne yazısı?”

“Magazin dergilerinden biri yalan söyleyip Naveen’le benim birlikte olduğumuzu yazmış,” diye açıkladı Scarlett. Ona mı öyle geliyordu, yoksa gerçekten çok ama çok hızlı mı konuşuyordu? “Ve bunu hiç yapmadık! Yani, hiç değil, çünkü lisedeyken ara­mızda bir şeyler oldu sayılır. Ama lisedeyken ve yalnızca bir kez oldu. Şimdi sadece arkadaşız. Yani, pek arkadaş bile sayılmayız. Sadece beraber takılıyoruz çünkü Trevor bize bunu yaptırıyor.* Ona doğru uzanıp Liam’ın mavi gözlerine baktı. “Anlıyorsun, değil mi? Bu benim işim ve bu çocuklarla takılmayı ben seçmiyorum.”

153

IIUYM)/ VI I Al I I

I )ıırdıı ve Liam’ın ;ıı ıl:ıy ı l;ı kafasını sathiyi) > gayet iyi anladı

ğıııı söylemesini bekleyerek derin bir nefes aldı. Ama Liam tuhaf,

gergin bir ifadeyle ona bakıyor, (ek kelime ediliyordu.

“Ne? Bir şey söyle. Hana kızgın değilsin, değil mi?” dedi Scarlett.

Liam iç geçirdi. “ I Iayır, sana kr/gm değilim, Scarlett. Ama

bana bu şeyleri daha önce söylemen gerekirdi. Ve evet, bunun

senin işin olduğunu anlıyorum. Yine de program için bu çocukla

çıkıyormuş gibi davranmak zorunda mısın?”

“Davranmıyorum! "IVevor yalnızca beraber takılmamızı is­

tiyor, o kadar.”

“Pekâlâ,‘birlikte takılmak’ ne demek? 1 revor bununla neyi

kastediyor?”

“'I ievor’ın aklından ne geçtiğine dair hiçbir fikrim yok. Yani var

ama bıııııı düşünmek istemiyorum. Mesele şu ki... benTrevor’ın

kuklası değilim. Bana yapmak istemediğim şeyleri yaptıramaz. Ve

ben kesinlikle, katiyen, Naveeıı’le çıkıyormuş gibi davranmak bile

istemiyorum. Ben seninle çıkmak istiyorum. Ben seninle çıkıyorum.”

Liam sessizlik içinde ona baktı.

Scarlett onun elini tuttu. “Trevor’ın benimle Naveen hak­

kımla bu uydurmacalara bayılıyor olması, belki ele bir açıdan

iyidir. Belki bu şekilde seninle çıkmam konusunda bana sıkıntı

çıkarmayı bırakır.”

“Sana bu konuda sıkıntı mı çıkarıyor? Hâlâ mı?”

Scarlett omuz silkti. “Çekimlere dahil edilemeyecek biriyle

çıkmamdan hoşnut değil.Jaııe’le Bıadenla da aynı şey olmuştu.

( îerçi tam olarak çıkmıyorlardı. Ama anladın işte.”

“Sanırım, lanrım, bu program cidden acayip.”

154

LAUREN CONRAD

“Evet, biliyorum. Ama bu bir iş. Ciddi para getiren iyi bir

iş. Ve bir işe sahip olduğum için şanslıyım.” Liam ona tuhaf bir

bakış atınca Scarlett, “Hayır, bunu dememin sebebi senin işsiz

olman değil.. .” diye ekledi çabucak. “Demek istediğim, harcımı

ödeyebilmek için paraya ihtiyacım var,böylece ebeveynlerime sırtımı

dayamak zorunda kalmayacağım. Ve bir gün, mezun olduktan

sonra, kendimi köşeye sıkışmış gibi hissettirmeyecek çok daha

iyi bir işim olacak. Yani, bunun çok saçma olduğunu biliyorsun,,

değil mi? Bir gerçek hayatım var, bu geceki gibi. Sonra, kamera­

ların karşısındaki diğer hayatım var. Ve sonra, Trevor sahnelerimi

düzenledikten ve onlar yayınlandıktan sonra gözler önüne serilen

üçüncü hayatım var.”

Liam tebessüm etti. “Evet, bu gerçekten saçma.”

Scarlett uzandı ve ona sarıldı. Liam da sarılarak karşılık

verdi. Güzel. O iyiydi. Araları iyi olacaktı.

“Müziği değiştireceğim. Ne o? Bana vıcık vıcık âşık mı

oluyorsun?” dedi Liam geri çekilip CD çalara doğru yürüyerek.

Raftan bir C D kutusu çıkarıp inceledi. Naveen, Trevor ve geri

kalan konuların kapandığını görebiliyordu Scarlett. Ve bu işine

geliyordu. “Hey, bu cumartesi ve pazar hâlâ çıkıyoruz, değil mi?

Doğum günü sürprizin için?”

Scarlett, “Evet, öyle, efendim,” dedi bir takoyu daha mideye

indirirken. “Ne yapıyoruz? Bana küçücük bir ipucu verebilir mi­

sin?”“Harika olacak. Bunun dışında tek bir ipucu bile alama­

yacaksın, o yüzden deneme bile.” Liam iki CD ııin arasından

görünen krem rengi bir zarfı çekip çıkardı. “Bu ne?

HUYSUZ VE TATLI

“HAYIIIIR!” Scarlett ayağa fırlayarak Liam’ın elinden zarfı çekip aldı. Liam şaşkına dönmüş görünüyordu.

“B u ... şey... sana hazırladığım bir sürpriz! O yüzden baka- mazsın, tamam mı?”

“Pekâlâ.” Liam başım yukarı kaldırdı. “Ne tür bir sürpriz? Doğum günüm ta eylülde, biliyorsun değil mi?”

“Doğum günü sürprizi değil. Değişik türden bir sürpriz. Sa­bırlı ol işte, tamam mı? Söz veriyorum, yakında anlatacağım.”

“İyi edersin.” Liam kollarını Scarlettm beline dolayıp yeniden sarıldı. Scarlett sarılarak karşılık verip daha çok sokulurken, zarfı kot pantolonunun arka cebine sokuşturdu. Liam’ın zarfın üzerindeki gönderici adresini görmesine şu kadarcık kaldığına inanamıyordu. Dün onu C D rafına aceleyle ve (belli ki) dikkatsizce saklamıştı çünkü sehpada duruyordu ve Jane onu neredeyse alacaktı.

Bu New York’taki Columbia Üniversitesinden gelen,Scarlett’ın ilk kabul mektubuydu. Scarlett onu okuyunca evin içinde küçük bir zafer dansı yapmıştı. Ardından, artık bir seçimi olduğunu fark ettiğinde, epey durgunlaşmıştı. Bu güz dönemi isterse Güney Kaliforniya Üniversitesinden ayrılabilecekti.

Sorun şuydu ki Liam’ı bırakmak istemiyordu. Jane’i de.Ne yapacaktı?

156

17

KUSURSUZ ERKEK

Jane salı sabahı apartmanının yeraltı otoparkından arabasını çıkarırken, gözüne kaldırım taşından ayrılan dört -hayır, beş- araba çarptı. Paparazziler. Filmli camlarla, plakalarının olmayışı işaretleriydi; bunun yanı sıra, aynı beş araba son birkaç gündür onu neredeyse her gün izlemişti. Bunlardan birinin, Bradenla buluşmaya giderken arabasına arkadan bindiren alçak olabile­ceğini düşünüyordu.

Bu çok acayipti... Adını bile bilmediği bu insanlar bütün gün onu izliyorlardı. (Ve galiba diğer Los Angeles Şekeri kızlarını da. Scarlett şehrin her yerinde onu kuyruk gibi izleyen bililerin­den yakınıyordu.) İşe giderken, kuru temizlemesini bırakırken, Whole Foods’ta market alışverişi yaparken -ve elbette- çekime alınırken, ona “eşlik ediyorlardı”.

Son zamanlarda PopTV çekimlerinde bunlardan her geçen gün daha çok oluyor gibiydi; özellikle de açık hava çekimlerinde. Dana ile Trevor, birkaç, önemli sebepten ötürü bundan hoşnut değildiler. Öncelikle paparazziler sık sık kadraja giriyor, sahneler

157

HUYSUZ VE TATLI

vcııidcn çekilmek zorunda kalıyordu. PopTV ekibi, bazıları şiddetli olmak üzere, paparazzilerle bu konuda sık sık tartışmaya giriyordu ve daha geçen hafta şirket, dava açılmasının önüne geçmek için, bir itişip kakışma esnasında kırılan birkaç pahalı dijital fotoğraf makinesinin yerine yenisini almak zorunda kalmıştı, ikinci ola­rak, fotoğraflar magazin dergilerine satılıyor ve bunlar, kızların etkinliklerini, kıyafetlerini ve bu gibi şeyleri, programdan biraz farklı, daha gerçekçi bir halde belgeliyordu. Trevor düzenlemede esnek davranırken -mesela, aralarında bir ay olan iki sahneyi birbirine ekleyip aynı gün gerçekleşmiş numarası yapan “pürüz­süz” bir sahne oluştururken- dedikodu dolu sayfalar, bu olayların görüntülerini gerçekte olduğu gibi yayınlayabiliyordu. Dergiler konu hakkında ustalaşmıştı; takipçiler de öyle. Ve bu, Trevor’la diğer şirket yöneticilerini fazlasıyla geriyordu.

Jane cadde boyunca arabasını sürmeye devam etti, dur işa­retinde durdu ve sola saptı. Dikiz aynasından, beş arabanın her birinin onun ardından sola dönüşünü izledi. Uç tanesi, dur işa­retine uyma zahmetine girmemişti bile. Batı Hollyvvood’daki bir kafede Hannah’yla hızlıca bir sahne çekmeye gidiyordu, ondan

sonra, saat on birde ofiste Fionayla toplantısı vardı (kamerasız), ardından Beverly Hills’te Caleb’la öğle yemeği randevusu (kamera önünde). Kafe çekimine beş kişi eşliğinde teşrif etme fikri onu heyecanlandırmıyordu... daha fazlası da olabilirdi çünkü bazen araba başına bir paparazziden fazlası düşüyordu ya da peşindeki bir grupla bir yere geldiği zaman, sihirli bir şekilde daha fazlası

ortaya çıkıyor, sayılarını kolaylıkla ikiye, üçe katlıyorlardı. Cidden, bu tam bir saçmalıktı.

158

LAUREN CONRAD

Birkaç dakika sonra, Jane Sunset Bulvarına vardı. Mart so­nunda Braden a giderken yaşadığı olaydan beri akıllanmıştı. Bir dizi hızlı dönüş yaparak onlardan kurtulamayacağını yaşayarak öğrenmişti; bu sadece onların daha dikkatsiz kullanmalarına ve kırmızı ışıklar, yayalar gibi engelleri görmezden gelmelerine ne­den oluyordu. Yoğun trafiğin de kıymetini bilmeye başlamıştı, özellikle de Sunset’te ve günün bu saatlerinde. Eğer doğru anda şerit değiştirirse, bir dizi yavaş aracın arkasında kalma ihtimali olan bir, iki arabadan genellikle kurtulabilivordu. Ve onlardan bir ya da daha fazlasını önüne geçirmeyi başarabilirse, onların geçtikleri bir ara sokağa sapabiliyordu.

Jane kafeye varıp da sokağa park edinceye kadar bu yöntemleri kullanarak “kortejini” tek bir cipe indirmeyi başarmıştı. Ne yazık ki kafenin önünde halihazırda onu bekleyen küçük bir paparazzi grubu olduğunu gördü. Onların tam arkasında, sinirleri bozulmuş gibi görünerek kurulum yapan ekip elemanlarını görüyordu. Jane arabasından dışarı adımını attığında flaşlar patlamaya başladı ve çok geçmeden etrafı sarılmıştı.

“Jane!”“Bize gülümsesene!”“Kahvaltıda kiminle buluşuyorsun, Jane?”Ah, Tanrım. Jane sinirlerini yatıştırmaya çalışarak derin bir

nefes aldı. Onun için paparazzilerin kendileri, arabadaki paparaz- zilerden çok daha kötüydü. Bunca aydan sonra, bu koca adam­ların -yabancıların- ona doğru koşmalarından, bağırmalarından, fotoğraflarını çekmelerinden hâlâ ödü kopuyordu. Buna bir gün alışıp alışamayacağından emin değildi. (Onlardan kaçtıktan sonra, sakinleşinceye kadar çoğunlukla beş, on dakika titriyordu.)

159

HUYSUZ VE TATLI

‘‘Jane!”“Bu tarafa!”

“Elbiseni kim tasarladı, Jane?”

Jane bütün gün orada kapana kısılmış bir hayvan gibi du­

ramayacağının farkına vardı. Titreyen bir elle güneş gözlüğünü

düzeltti ve ona işkence etmek için sıraya girmiş paparazzilerin

arasından geçti; bütün bunlar gayet normalmiş gibi yapıyordu.

Oysa bu normal değildi.

Neyseki öğlen Villa Blancaya vardığında onu bekleyen paparazzi

yoktu.

Jane bol ışık alan yemek salonuna şöyle bir bakındıktan sonra,

siyah beyaz anvelop elbisesinde elini gezdirip altındaki mikrofon

kablosunu düzeltti. PopTV kameramanları yerlerini almışlardı

bile ve Beverly Hills restoranının müşterilerinin sadece çok azı

onların varlığından çekiniyora benziyordu. Programın çekimleri

sıklıkla orada yapıldığı içindi belki. Belki de Los Angeles insanları,

televizyon ekiplerine alışkındı.

Matt ona işaret verince, salonun diğer ucuna yürüyerek Caleb’ın

onu beklediği köşe masasına gitti. Caleb’ı görmek Jane’i heyecan­

landırmıştı. Yeni ilişkiler ona kendini hep böyle hissettirirdi. (Her

ne kadar onlarınki teknik olarak yeni olmasa da. Ve Jane, yeni

olsun olmasın, pek fazla ilişki yaşamamış olsa da.) Bu, perşembe

gününden beri üçüncü buluşmalarıydı; hepsi de kamera karşısında

olmuştu ve Jane her birinin ardından, Caleb’ın hayatının bu dö­

neminde onun için mükemmel erkek olduğuna daha çok ikna

olmuştu. Onunla vakit geçirmek öyle kolaydı ki... olay yoktu,

160

LAUREN CONRAD

sürpriz yoktu, stres yoktu. Ayrıca, geçen hafta hastanedeyken olduğu gibi, tam anlamıyla bir centilmendi.

Ve çok ama çok hoştu ki bunun da bir sakıncası yoktu. “Selam.” Caleb ayağa kalktı ve elini onun dirseğine koyup

Jane’in dudaklarına bir öpücük kondurdu. Nefis kokuyordu. Odunsu tıraş losyonu gibi.

“Selam. Hoş görünüyorsun.”Jane onu gömlek üzerine lacivert, keten blazer giymiş halde görmeyi beklemiyordu. Genellikle bu kadar süslenmezdi. Hem ayrıca, bir şantiyeden çıkıp dosdoğru oraya gelmemiş miydi?

“Teşekkürler. Asıl sen harika görünüyorsun.”“Teşekkürler. Geciktiğim için üzgünüm. On birdeki top­

lantım uzadı.” Jane, paparazzilerin müdahalesi yüzünden kafe çekimi beklenenden uzun sürdüğü için, toplantının geç başla­dığını eklemedi.

“Evet. Mesajım aldım. Önemli değil. Nasıl geçti?” Caleb onun için bir sandalye çekti.

Jane oturup çantasını masanın altına yerleştirdi. “İyi galiba. Bir sürü iş var. Son zamanlarda kendimi yedi-yirmi dört çalışı­yormuş gibi hissediyorum. Yani, Aja’nın nişanı, tam zamanlı bir proje gibi. Ve ertesi gün, Playground’da bir bilgisayar oyununun lansmanı, gelecek salı da bir restoran açılışı var. Ah, bir de bu cumartesi Scar’ın doğum günü partisi! Ona geliyorsun, değil mi?”

“Hayatta kaçırmam.”

“Harika!”Siparişlerini almak için garson kız yanlarına geldi. “Mevsim

salatası lütfen ve bir buzlu çay,” dedi Jane menüye göz attıktan

sonra.

161

HUYSUZ VE TATLI

Caleb, “Fileminyon, orta pişmiş olsun. Ve bir Sam Adams,” dedi.

“Biftek mi? Vay canına, aç olmalısın,” diye takıldı ona Jane.“Hey, üstüme gelme. Bütün hafta çelik kiriş taşıdım,” dedi

Caleb sırıtarak.“Şu ev ne zaman bitecek?”“Mayıs sonu diye umuyorum. Aile son iki yıldır tek göz bir

evde yaşıyormuş. Bu yüzden bayağı heyecanlılar.”“Vay canına. Öylelerdir eminim.”Garson kız içecekleriyle geri geldi. Caleb birasını aldı ve

etrafa bakındı. “Güzel yer. Sanırım sahibi beyazı seviyor.”“Eh, adı Villa Elanca ”“Blanca. Beyaz. Anladım.”“Hey, yeri gelmişken... son sınıftaki Sevgililer Günü dansını

hatırlıyor musun? Forever 21’dan aldığım beyaz elbiseyi giymiş­

tim ve...”“Ah, evet, şu müthiş kısa olan. Onunla seksi görünüyordun,”

diyerek sözünü kesti Caleb.Jane kızardı. “Caleb! O kadar da kısa değildi. Her neyse... O

Soulja Boy şarkısında dans etmeye çalışıyordun ve biraz sakarlık edip sonunda elbisemin her tarafına punç dökmüştün.”

“Ben sakarlık etmemiştim. Jenn Nussbaum bana çarpmıştı,”

dedi Caleb alınmış gibi yaparak.Jane güldü. “Olabilir. Belki de yalnızca sana yaklaşmaya ça­

lışıyordu çünkü senden hoşlanıyordu.”“Hoşlanmıyordu.”“Kesinlikle hoşlanıyordu ve bunu biliyorsun. Okuldaki kızların

yarısı senden hoşlanıyordu.”

162

LAUREN CONRAD

“Pekâlâ, fark etmemişim çünkü benim hoşlandığım tek kız şendin.”

Masanın üstünden uzanıp elini sıkıca tuttıı. Jane gülümse­yerek gözlerini yere indirdi. Bu doğruydu; Caleb okullarındaki en arzulanan çocuklardan biriydi. Çıkmaya başladıktan sonra uzun süre Jane, Neden ben? Benden daha giizel bir sürü kız var, diye düşünmüştü. Özgüven Jane’in güçlü noktalarından biri sa­yılmazdı. Yıllar içinde Scar, onu kendine karşı bu kadar acımasız olmaktan vazgeçirmeye çalışmıştı. Ve işe yarıyordu. Sayılır. Yavaş yavaş, adım adım, Jane kendisi hakkında daha iyi hissetmeye başlıyor, daha özgüvenli oluyordu.

Gözlerini kaldırıp Caleb’ın çikolata kahverengisi gözlerine baktı ve Senin gibi, benden olduğum şekliyle hoşlanan tatlı, akıllı, yakışıklı bir erkeği hak ediyorum, diye düşündü.

Aklından birden Braden ın görüntüsü geçti. Braden onun için mükemmel erkek olabilirdi... onunla o şekilde ilgilendiğine dair işaret vermiş olsaydı. Eh, peki. Çok geç, Braden James...

“Ne düşünüyorsun?” diye sordu Caleb. “Her ne ise, bayağı yoğun bir şey gibi.”

Jane parmaklarını onunkilerin arasından geçirdi. “Yalnızca seninle dışarıda olmaktan mutluyum.”

“Ya? Ben de.”Saatin geri kalanında Jane’le Caleb lise zamanlarından komik

anıları yad etmeye devam ettiler: Jane’in tiyatro kulübünün Fare Kapanı oyununun galası boyunca hıçkırması... bir maçta Caleb’ın yanlışlıkla hakemin suratına şut çekmesi (hakem sakatlanmamıştı ama çok sinirlenmişti). Garson kız tabaklarını alırken Jaııe saatine baktı ve saatin biri geçtiğini fark etti.

163

HUYSUZ VE TATLI

“Üzgünüm, gitmek zorundayım,” dedi özür dilercesine. “Saat ikide toplantım var.”

“Tamam, benim de gitmem gerek. Şu çelik kirişler beni çağırıyor.”

“Jane! Caleb!”Dana masalarına doğru geliyordu. “Planlar değişti. Çıkışınızı

çekmeyeceğiz çünkü dışarıda yaklaşık iki düzine paparazzi var,” diye açıkladı.

Yine mi onlar? Jane kaşlarını çattı. Bugün tam formdaydılar. “Onlarla konuşmaya çalıştık ama gitmiyorlar,” diyerek de­

vam etti Dana. “Mikrofon kutularınızı şimdi çıkarabilirsiniz ve Jane... seninle yarın Scarlett’la olan sahnen için görüşeceğiz ve sonra perşembe günü de Playground’da. Caleb, sen de orada olacaksın, değil mi?”

“Kesinlikle.”“Hoşça kalın. Bugün iyi iş çıkardınız.”Jane ve Caleb mikrofon kutularını çıkarıp sesçilere uzat­

tılar. Jane gitmek için ayağa kalkarken, “Hey, Caleb? Dışarıda bu kadar fotoğrafçı varken muhtemelen ayrı ayrı çıksak daha iyi olur. Önden gitmek ister misin, ben de birkaç dakika sonra arkandan geleyim? Daha iyisi, restoran arka kapıdan çıkmamıza izin verecek mi diye bir bakayım,” dedi.

“Bekle. Neden?” diye sordu Caleb, elini saçlarına daldırarak. “Birlikte fotoğraflarımızın çekilmesi falan gerekmiyor mu? Bu program için iyi reklam olur, değil mi?”

“Evet, ama... dışarısı kıyamet gibi olacak ve toplantıma geç kalmak istemiyorum. Ayrıca, geçen salı La Dölce Vitada ve dün gece Makeover prömiyerinde dibimizden ayrılmamışlardı.” Bugün

164

LAUREN CONRAD

kafedeyken Jane’in dibinden ayrılmamış olmaları da cabası. Bu kadarı yeterdi.

Caleb omuz silkti. “Sanırım. Nasıl istersen.”Jane onun koluna girdi. Ona mı öyle geliyordu, yoksa Caleb

biraz bozulmuş gibi mi görünüyordu? “Şef garsona beni arkadan çıkarır mı diye soracağım. Benimle gelmek istiyor musun?”

“Hayır, sen git. Ben vale arabamı getirsin diye önden çıka­cağım.”

Öpüşerek vedalaşırlarken Jane birden, Caleb’ın aslında pa- parazziler tarafından fotoğrafının çekilmesinden hoşlandığı gibi tuhaf bir hisse kapıldı. Neler oluyordu?

165

18

BİR NEVİ GERÇEK

“Sophia... Matt sana tamam dediğinde dış kapının zilini çalmanı istiyorum,” dedi Trevor. “Sonra, Madison... sen kapıyı açacaksın ve Sophia, sen, ‘Sürpriz!’ diyeceksin. Ve Madison, sen de şaşırmış görüneceksin. Anladınız mı kızlar?”

Madison koridor aynasındaki yansımasına bakarak saçını kabarttı, ardından Trevor’m elindeki kahverengi deri deftere şöyle bir baktı. Onun evinde, çekimi yönetmeye çalışarak ne yapıyordu ki? Madison zaten bir yönetmenleri olduğundan gayet emindi. Önemli bir şey söz konusu olduğu zaman Trevor sette olurdu ama daima arka planda kalır, yalnızca gözlem yapardı. Bugün neden bu kadar özeldi? Sophie’nin Los Angeles’a yaptığı “sürpriz ziyareti” çektikleri için mi?

Pazar günkü (Madison a göre) stresli görüşmelerinden sonra, Trevor ondan Sophie’nin geçmişiyle ilgili biraz bilgi vermesini istemiş ve Madison ona, kulağa inandırıcı gelen bir açıklamada bulunarak (üzerinde haftalarca çalışmıştı) Sophie nin on sekiz yaşında olduğunu, geçen haziranda liseden mezun olduğundan

167

HUYSUZ VE TATLI

beri New York’ta bazı arkadaşlarında kaldığını söylemişti. Kar­şılığında Trevor, Sophie’nin habersizce Los Angeles’a gelişi (ki bir nevi gerçekti, şantaj kısmı hariç, ha-ha) ve temelli kalmaya karar verişiyle (ki bu da bir nevi gerçekti, sadece Madison, küçük sürtüğün, uzağa, çok uzağa gittiğini görmeyi tercih ederdi) ilgili bir senaryo yazmıştı. Böylelikle artık “Sophia” olan Sophie, ekran dışında olanlardan farklı bir şekilde izleyicilere takdim edilecekti: Ne de olsa, bir bölümde orada olmayıp da bir sonrakinde bir­denbire yer alamazdı.

Sophie elini çok ama çok açık olan yakasında gezdirdi. Bir yandan Trevor’a neredeyse her şeyin kuş bakışı görünümünü suna­rak, “Bu kablolar felaket acıtıyor,” dedi. Kaltak. “Neden mikrofon takmam gerekiyor, Trev? Repliklerimi çok yüksek sesle söylesem olmuyor mu?”

“Bu işler öyle olmuyor, Sophia,” diyerek açıkladı Trevor. “Merak etme, mikrofon kutusuna alışacaksın.”

“Çok fenasınf’ Sophie küçük kız sesiyle mızmızlandı. Sonra Trevor’a şaka yaptığını göstererek yumuşak bir şekilde gülümsedi. Trevor gülümseyerek karşılık verdi.

“Soph... Sophie, şunu yapalım da bitsin, tamam mı?” dedi Madison dişerini sıkarak. Kız kardeşinin ilgi manyağı davranışla­rını daha ne kadar sineye çekebileceğinden emin değildi. Vurgu, “manyak” sözcüğündeydi.

Sophie bakışlarını Madison’a çevirdi. Kahverengi lensler ra­hatsız ediciydi; Madison menekşe rengi gözler görmeye alışkındı. Hatta Sophie küçük bir çocukken, Madison ona yabanmersini yemeyi çok sevdiği için gözlerinin bu renk olduğunu söyleyerek

takılırdı.

168

LAUREN CONRAD

“Acelen ne, Maddy? Erkek arkadaşınla ateşli bir randevun mu var? Derek’ti, değil mi?” dedi Sophie, gözlerini kırpıştırarak.

Trevor kaşlarını çattı. “Madison, senin erkek arkadaşın mı var? Ben neden bilmiyorum? Çekim yaptıracak mı?”

Madison yumruklarını sıktı ve kendini derin bir nefes almaya zorladı. Sophie aklım mı kaçırmıştı? Her şeyi mahvetmek mi istiyordu? Trevor, yıldızlarından birinin evli bir adamla yatması -ve ondan maddi destek görmesi- konusunda fazla anlayışlı ol­mazdı. Evli, ondan çok büyük bir adam. Ve Sophie ona kesinlikle “Maddy” diye hitap edemezdi; bu, eski kasabalarında kullanılan, eski lakabıydı. Madison, “Hayır, erkek arkadaşım yok. Derek değil, Dirk, asırlar önceydi. Bugünlerde tamamen bekârım. Ve böyle olmasından hoşlanıyorum,” dedi Trevor’a.

“Öyle mi? Peki ya o herif, adı neydi, hani Pislik Mahalle-

si’ndeki? Onunla şöyle bin yıl falan çıkmıştın. O zamanlar ‘bekâr’ olmayı seviyora benzemiyordun,” dedi Sophie küçümseyerek.

Trevor, “Pislik Mahallesi mi dedin?” diye sordu.“Bu bir şaka, Trevor. Kız kardeşimin acayip bir mizah anlayışı

var. İşe koyulabilir miyiz? Bir saat içinde bir yerde olmam gere­

kiyor,” diye yalan söyledi Madison, için için öfkeden kudururken.

Tanrım! Sophie kendine hiç mi hâkim olamıyordu?“Madison, bir saat içinde işimizin biteceğinden emin değilim,”

diye belirtti Trevor. Şimdi de o sinirlenmiş gibi görünüyordu.“Yüz yıl önceki erkek arkadaşlarımdan bahsetmeye devam

edersek bitmez tabii. İşe koyulalım, bitsin, tamam mı?”

Ne var ki sonunda çekim üç saatten fazla sürdü; bunun başlıca nedeni, Sophie’nin talimatları yerine getirememesivdi. (Sürpriz,

169

HUYSUZ VE TATLI

sürpriz!) Ayrıca doğal davranmak yerine, dosdoğru kameraya bakarak poz verip durmuştu.

Çekimin sonuna geldiklerinde, Madison sert bir içkiye ve alışveriş terapisine hazırdı. Neyse ki Sophie’yle yapılan bu sahne, bugün içinde çekmek zorunda olduğu tek sahneydi.

Trevor monitörde bir şeyi kontrol ederken Sophie ye, “Ha­rika iş çıkardın,” dedi. Yalancı, diye düşündü Madison. Yoksa Sophie’nin görüntüsünden, ona gerçeği söyleyemeyecek kadar çok mu büyülenmişti? “O zaman ikinizi de yarın akşamki Playground partisinde göreceğim, değil mi?”

Madison, “Playground partisi mi?” diye tekrarladı. “Ne Playground partisi?”

Trevor ona gözünü dikip baktı. “Ciddi misin, Madison? İş­yerinde Jane ve Hannahya yardımcı olduğun bilgisayar oyunu lansmanından bahsediyorum.”

“Ah, şu Playground partisi,” dedi Madison. Onu tamamen unutmuştu, ayrıca Jane’le Hannahya “yardım etmek” adına fazla bir şey yapmamıştı. Çoğunlukla sadece PopTV kameraları çekim yaparken ofise teşrif ediyordu. Fiona onun ofise çalışmak için gel­mesini beklemiyordu zaten. “Tabii ki orada olacağım. Sophia’yla birlikte arabayla gelebiliriz.”

“Harika. Ve bugün gitmeden önce Danayla görüşmeyi unut­mayın.” Dana oturma odasının diğer ucunda, Matt’le konuşuyordu. “Size saat kaçta geleceğiniz ve bu gibi şeylerle ilgili talimatlar verecek.” Trevor Sophie’ye döndü. “Sophia, bu diğer Los Angeles Şekeri kızlarıyla ilk kez tanışman olacak. Hiçbirine Madison m bir kız kardeşi olduğunu söylemedik, bu yüzden hepsi biraz şa­şırmak. Yarın sana bu konuda bilgi verebilirim.”

170

LAUREN CONRAD

Madison, “Gaby döndü mü?” dedi. Haftalardır ondan haber almamıştı. “O ne zaman...”

“Ee, partiye ne giymemi istiyorsun, Trev?” diyerek araya girdi Sophie, tırnaklanın inceliyordu. “Elbise falan mı giymem gerekiyor?”

“Madison sana bu konuda yardım edebilir,” dedi Trevor. “Emi­nim alışveriş yapmanın ablanın en gelişmiş yeteneklerinden biri olduğunun farkmdasındır.”

Sophie sırıttı. “Süper. Bana yeni bir elbise almana izin vere­ceğim, Maddy. Anlarsın ya, ‘Los Angeles’a hoş geldin hediyesi gibi bir şey.”

“Bir dakika, neden buna bazı kameraları da dahil etmiyoruz?” diye önerdi Trevor. “Dana! Bu öğleden sonra programda ne var? Genelde çekim yaptığımız mağazalardan birini kapatabilir miyiz sence?” diye seslendi.

Sophie, Madison’a bakıp memnuniyede sırıttı. Sürtük, diye düşündü Madison. Sanki sana bir şey alacaktım da.

Fakat Madison muhtemelen başka seçeneğinin olmadığını biliyordu. Gerçi bu biraz zorlu bir iş olacaktı çünkü kredi kartlan limitlerini neredeyse aşmıştı. Sophie yi tanıyorsa, sırf Madisonı sinir etmek için bulabildiği en pahalı kıyafeti seçecekti. Ve Trevor’ı tanıyorsa, bütün bölümü kızların fiyat etikederi hakkında tartışmasına ayıracak ve esasen onu, daha aklı başında, daha sorumluluk sahibi kardeşe (“sıkıcı” olana), Sophie’yiyse daha çılgın, daha içinden geldiği gibi hareket edene (“eğlenceli” olana) dönüştürecekti. Off

Kapana kısıldım, diye düşündü Madison öfkeyle. Sophie ba­şına bela olmuştu, onu mudu etmeye ve Madison’ın çok sayıdaki sırrını açığa çıkarmasına engel olmaya çalışacaktı. Ta ki o, Los Angeles Şekeri anlaşmasından istediğini alıncaya kadar (ün, servet,

171

HUYSUZ VE TATLI

zengin bir sevgili?). Ya sonra ne olacaktı} Avustralya’ya mı taşına­caktı? Madison ı sonsuza dek rahat mı bırakacaktı? Pek ihtimal dahilinde değildi. İşte bu süre boyunca Madison, Sophie’yi nasıl dizginleyeceğini ve nasıl yeniden avantajlı duruma geçeceğini bulmak zorundaydı.

Ama nasıl?

19

ÖYLE DEDİ, ŞÖYLE DEDİ

Jane kulaklığım düzeltti ve her şeyi kafasında bir kez daha kontrol ederek Playground’ın ana salonunda göz gezdirdi. Duvarlarda birkaç büyük düz ekran televizyon ve her masada kumanda vardı, böylece konuklar, Bıçaklı Katilin İntikamı oyununu test edebi­liyorlardı. Aslında kumandalar, mini etek giymiş ünlüler onları tutarken fotoğrafları çekilebilsin diye oradaydı... ve oyunseverler, en sevdikleri iki şeyi (yani seksi bir kız ve şiddet içerikli bir bilgi­sayar oyunu) bir araya getiren bu fotoğrafları görecek ve hemen oyunu satın alacaklardı.

Bıçaklı Katilin İntikamı logosu her yerdeydi: tabelalarda, posterlerde, hatta kokteyl peçetelerinde. Jane memnuniyetle ka­fasını salladı. O ve Hannah, bu partinin son ayrıntılarını mü­kemmelleştirmek için fazla mesai yapmışlardı. Onlara yardım etmesi gereken Madison, kamera karşısındaki olaylarıyla herkesin dikkaderini dağıtarak bunun tam tersini yapmıştı. Fakat artık önemi yoktu. O ve Hannah bir şekilde her şeyi kotamıışlaniı ve bu, harika bir gece olacaktı.

173

HUYSUZ VE TATLI

“Konuklar gelmeye başladı.” Hannah’nın sesi kulaklıkta cı- zırdadı. “Oliver insanları kontrol ediyor. Ah, tahmin et ne oldu. Az önce Marley ikizlerinin basın danışmanı aradı ve geleceklerini söyledi!”

“Aman Tanrım, süper!” dedi Jane. Ünlü kişi sayısı gerçekten artmaya başlıyordu. “Ah... şey... arkadaşım Caleb Hunt’ın listede olup olmadığına bakar mısın? İsmini listeye ekledim sanıyorum ama her şey acayip karışıktı. Ah, bir de Naveen Singh.”

“Erkek arkadaşın ve onun arkadaşı mı? Sorun değil,” dedi Hannah kıkırdayarak.

“O erkek arkadaşım değil! Yani, çıkmaya daha yeni başladık.” Jane bütün dünyanın önünde Caleb’dan böyle bahsetmeye henüz hazır olup olmadığından emin değildi. PopTV kameralarının hâlâ kurulmakta olduğuna ve mikrofonunun henüz takılmadı­ğına sevindi. Hannah’nın da mikrofonunun henüz takılmadığını umuyordu. “Erkek arkadaş demişken... seninki bu partide epey yardımcı oldu. Tavsiye ettiği DJ süper.”

“Ya, değil mi? O DJ’i kesinlikle gelecekte de kullanmalıyız.” Jane, Hannah’mn, Oliver için, O benim erkek arkadaşım değil,

demediğini fark etti. İlişkileri bariz bir şekilde ciddiye biniyordu. Jane, Hannah adına seviniyordu. Oliver hakkında, UCLAüe iletişim okuduğu ve köpekleri sevdiği (ki Jane’in nezdinde bu herhangi bir erkek için iyi bir Özellikti) dışında pek bir şey bilmiyordu. Ve son derece kibar ve işinde iyi olduğu.

Jane, Hannah’yla konuşurken gözü odanın diğer tarafındaki boş bir masaya gitti... üzerine küçük, siyah beyaz alışveriş çanta­ları yığılmış olması gereken bir masa. Kahretsin! Hediye çantalar neredeydi? “Madison geldi mi?” diye sordu Hannahya.

174

LAUREN CONRAD

“Görmedim. Hediye çantaları getirmesi gerekiyordu, değil mi?” “Evet. En iyisi ben... yoo, sen onu cepten arayıp hangi ce­

hennemde olduğunu sorabilir misin?”“Hallederim!”Hannah hattan çekildi. Tam o sırada biri Jane m koluna

dokundu. Cırtlak bir ses, “Şey, affedersiniz? Siz o programdaki aktrist değil misiniz? Sizi çooooook seviyorum!” dedi.

Onu bu sefer hangi acayip hayranının takip ettiğini merak ederek arkasına döndü Jane... ama bu sadece, bir kereviz sapını kıtır kıtır kemiren Scardı. Yanında spor salonundaki antrenörleri Deb Rafferty ile tanıdık şimali esmer bir kız vardı.

“Ha ha, çok komik, Scar,” dedi Jane ve ona hızlıca sarıldı. Debe gülümsedi. “Selam, nasılsın? Bugünü iptal etmek zorunda kaldığım için üzgünüm. İşler deli gibi yoğundu.”

“Endişelenme, yarın telafi etmek için iki kat sıkı çalışırız,” diyerek şaka yaptı Deb.

Scarlett, “Bu okuldan arkadaşım, Chelsea,” dedi esmer kızı işaret ederek. “Kendisi süper zekidir, bu yüzden onunla konu­şurken gerçekten entel laflar etmeyi unutma.”

Chelsea, Scarlett’ın koluna şakadan vurdu. “Kes şunu, Scarlett.” Dana not panosunu havada sallayarak grubun yanma yak­

laştı. “Jane! Scarlett! Hemen şimdi mikrofonlarınızı takmanız lazım! Çok kişi gelmeden önce içeri girişinizi çekmeliyiz,” dedi kulaklığıyla oynayarak. “Deb ve Chelsea, değil mi? Alli'yi gör­menizi istiyorum -şuradaki siyah tişördü kız- böylece yayın izni imzalayacaksınız ve size de mikrofon takılacak.”

Deb ile Chelsea ayrıldılar ve sesçilerden biri Jane ve Scarlett için birer mikrofon kutusuyla birlikte çıkıp geldi. Jane barın yanında

175

HUYSUZ VE TATLI

İrevor’ı fark etti (Gossip dergisinin o iğrenç editörü Veronica Bliss’le ve leopar desenli elbise giymiş bir kadınla konuşuyordu). Acaba Trevor bu gece bir konuk olarak mı, yoksa bir yapımcı olarak mı oradaydı... yoksa ikisinden de biraz mı?

Jane ve Scarlett kendi mikrofon kutularını kıyafetlerinin altına sokarken Dana, “Gaby’nin tatilinden döndüğünü biliyor­sunuz, değil mi?” dedi. “Her an burada olabilir. Belki de şimdiden kırmızı halıdadır. Her neyse... onu gördüğünüz zaman bir şey söylemeyin, tamam mı?”

Jane, “Ne hakkında bir şey söylemeyelim?” dedi, şaşırmıştı. Scarlett onu son gördüğünde Gaby’nin farklı, bir nevi küçük bir Madison gibi göründüğünden bahsetmişti ve bu iyi değildi.

“Yalnızca genel yorumlar yapın, ‘Elbiseni beğendim,’ gibi falan.” Dana kulaklıklı mikrofonuna, “Ne, Ramon?” diye bağırdı. “Gaby geldi mi? Güzel. Ne demek kameramız eksik? Onlar şey yapsa... Tamam, şimdi geliyorum.” Hızla oradan ayrıldı.

Jane’le Scarlett bakıştılar. Dana’nın bu gece nesi vardı? Her zamankinden daha telaşlı görünüyordu.

wJane? Orada mısın?” Kulaklıktan konuşan yine Hannah ydı. “Madison a ulaşamıyorum. Ama Isaac hâlâ ofisteymiş ve hediye çantalarla birlikte buraya geliyor. On dakika içinde burada olacak.”

“Güzel. Teşekkürler.” Jane yeniden Scarlett’a döndü ve gü­lümsedi. “Affedersin, muhtemelen bütün gece böyle geçecek.”

“Sorun değil. Çalıştığını biliyorum,” dedi Scarlett.“Liam nerelerde bu gece?”“Şehir dışında. Bütün hafta boyunca San Francisco’da çalışacak.” İşte. Bu, Jane’in neden Scarlett’ın sürpriz doğum günü partisi

konusunda Liam’dan bir şey duymadığını açıklıyordu. Liam bu

176

LAUREN CONRAD

konuda onunla temas kurmak zorunda değildi ama olsun. Şimdi Jane, bu partiyi planladığı için iki kat mutlu olmuştu çünkü Scarlett’ın büyük gününde yapacak müthiş bir şeyi olacaktı. Elbette Scar, doğum günlerini aşırı ciddiye alan biri değildi... genellikle Jane ve o sırada yakınlarda hangi arkadaşları varsa onlarla tamamen son dakika ve rahat bir şeyler yapmayı tercih ederdi. Fakat bu sene istisna olacaktı.

Scarlett, “Caleb burada mı?” diye sordu etrafa bakınırken.“Henüz değil. Bana mesaj atıp Naveenle birlikte yolda ol­

duklarını söyledi.”Scar karşılık vermedi Jane, Scar’ın bu gece Naveen le görüşmek

konusunda kendini fazla rahatsız hissetmediğini umuyordu. Liam programda yer alamadığı için, onunla birlikte kamera karşısında vakit geçirmek zorunda olmanın Scarlett için sıkıntılı olduğunu biliyordu.

Jane ayrıca, Scar’ın Caleb konusunda tuhaf davranmaya­cağını umuyordu. İkisi yeniden çıkmaya başladıklarından beri yaptığı tek yorum, “Seni bir daha üzerse, Tanrı yardımcım olsun, ona ciddi bir fiziksel acı yaşatacağım,” olmuştu. Tipik Scar. Jane, Caleb’la işleri ağırdan aldıklarına ve kendini bir daha o tür bir kalp kırıklığına maruz bırakmayacağına dair onu temin etmişti.

Jane, Scar’ın program için kaydettiği, izleyiciler için önceki bölümleri özetleyen ve bundan sonra neler olacağıyla ilgili imalarda bulunan son ses kayıtlarından pek memnun olmadığını biliyordu. Bunlar Jane’i de fazla heyecanlandırmıyordu. /«jf'yZ? ayrıldıktan sonra yeniden biriyle çıkmaya hazır olduğumu düşünmüyordum. Fakat şimdi Galeb'ı düşünmeden yapamıyorum gibi şeyler söylemek zorunda olmaktan hoşlanmamıştı. Ya da: Görünüşe göre BENİM en yakın

177

HUYSUZ VE TATLI

arkadaşımla, Caleb'm en yakın arkadaşı da birbirlerini düşünmeden

yapamıyorlar. Acaba birlikte olacaklar mı? gibi.Trevor’la bu replikleri,

özellikle de Scar’la Naveen hakkında olanları tartışmıştı ama en

sonunda Trevor, hiçbir değişiklik yapmadan bunları kaydetmeye

onu ikna etmişti. “Bunların gerçek olması gerekmiyor, Jane,” diye

açıklamıştı o sinir bozucu derecede sakin sesiyle, “izleyicilerin

bölümü izlemek istemelerini sağlamaları gerekiyor.” Neyse.

Jane, Dana’nın kırmızı halılı alandan ona ve Scar’a işaret

ettiğini gördü. “Hey, ön tarafa çıksak iyi olacak,” dedi.

“Elbette. Haydi şunu yapalım da bitsin,” diyerek kabul etti Scarlett.

Odanın içinde kendilerine yol açarak ilerlerken Jane mekânın

daha şimdiden konuklarla dolmaya başladığını gördü (bunlara

D de dahildi... ona sonra selam vermeyi aklının bir köşesine

yazdı). DJ, Lady Gaga çalıyordu... üzerlerinde neredeyse hiç

kıyafet olmayan garson kızlar, insanları oturtmaya ve içki servisi

yapmaya başlıyorlardı... ve küçük bir grup daha şimdiden, ekran­

lardan oldukça çarpıcı görünen bilgisayar oyununu test ediyordu.

Güzel. Hediye çantalar pürüzünün dışında, ki o da kontrol altına

alınmıştı, her şey kusursuz ve plana uygun ilerliyordu.

O ve Scarlett, insanların fotoğrafçılar ve muhabirlerden olu­

şan basın hattını geçmek için beklediği kırmızı halıya yaklaştılar.

Sonra Jane’in gözü sıranın sonuna, hoş bir erkeğin kolunda ve

daracık, siyah bir mini elbise içindeki bir kıza kaydı Jan e adamı

tamdı; Benim Şehrim adında acayip seksi bir televizyon dizisindeki

acayip seksi, genç aktör Topher Gant’ti. Onun burada olması çok

büyük bir olay olsa da, adının listede yer aldığını hatırlamıyordu.

178

LAUREN CONRAD

Ve kızla daha önce tanışmış gibi hissediyordu. ..Jane, Scarlett’ın kolunu kavradı. “Dur. Şu Gaby mi?” diye fısıldadı.

“Aman Tanrım!” Scarlett fısıldayarak karşılık verdi. “Galiba o. Yalnız, şey, ne zamandan beri böyle koca memeleri var?”

“Dolgulu sütyen olabilir mi?” diye tahmin yürüttü Jane, gözlerini Gaby’den ayırmadan. Scarlett kuşku duyuyormuş gibi

görünüyordu. “Belki de şu son birkaç haftadır ‘tatilde’ değildi. Belki iyileşiyordu. Söylemek zorundayım ki Meksika’dan en fazla

bronz bir tenle döndüm. Ha, bir keresinde de kınadan yapılmış dövmeyle.”

“Olamaz!” Jane, Gaby’nin estetik ameliyata ihtiyacı oldu­

ğunu düşündüğüne inanamıyordu. Gaby görünüşüne çok kafa

yoruyordu ama her zaman bir şekilde ölçülü, hatta tutucu olmuş,

bluzlarını neredeyse en tepeye kadar iliklenmiş, eteklerini dizin

azıcık üzerinde tercih etmişti.

Gaby iki kızı gördü ve onlara doğru kasıla kasıla yürüdü. “Ne

muhteşem bir parti! Topher, bunlar arkadaşlarım Jane ve Scarlett.”

“Selam,” dedi Topher. Güzelim mavi gözleri, konuşabile­

ceği daha çekici/ilginç/önemli insanlar var mı diye bakmak için

ayrılmadan önce kısa bir süreliğine Jane’le Scarlett’a odaklandı.

“Topher bir oyuncu,” diye açıkladı Gaby. “Şu yeni dizi Bu

Şehirde oynuyor.”Topher omıy“Benim Şehrim ”diyerek düzeltti, sesi gıcık olmuş

gibiydi. “Bar nerede?”“Şu tarafta,” dedi Jane eliyle göstererek. “Gabv, ben... şev...

elbiseni beğendim.”“Teşekkürler! Mario Nunez tasarımı.”

179

HUYSUZ VE TATLI

Jane, Gaby’nin dönüşümünü lıazmedememişti. Şişkin de­koltesinden, bir işlem yaptırdığı belli oluyordu. Ağır makyajı, şişirilmiş dudakları, spreyle bronzlatılmış teni, hafif kilo kaybı ve bariz postişleri de eklendiğinde, aşırı büyük bir Barbie bebek gibi görünüyordu. Güzel olmaktan ziyade çizgi fılmimsiydi.

Demek Gaby ye bir şey söylemeyin derken, Dananın kastettiği buydu. Jane, programda Gaby’nin neden baştan aşağı farklı gö­ründüğüne dair bir açıklama olmayacağını biliyordu. Los Angeles Şekeri, sıradan kızların gerçek hayatlarıyla ilgliydi ve Gaby gibi sıradan kızlar, göğüslerini ve dudaklarını yaptırmazlardı. Ya da yaptırsalar da bunun hakkında konuşmazlardı.

Gaby yanından geçen bir garson kızın tepsisinden buzlu bir tek alarak, “işte ben de tatilden döndüm,” diye konuşmaya başladı. “Burada yokken neler kaçırdım?”

“Çok bir şey değil. Spor salonunda Deb bana yeni bir Pilates egzersizi uygulatıyor. Süper bir şey,” diye yanıt verdi Scarlett.

Jane de, “Ben de işyerinde acayip yoğundum,” diye ekledi. Gaby, Jane e gözlerini kırpıştırarak baktı. “Ah, tabii. Lafı gel­

mişken... ofiste Madison a öyle kötü davranmayı bırakmalısın! Bütün o müthiş fikirleri öne sürdüğünü, seninse onları dikkate bile almadığını söylüyor! Ona bir şans vermelisin.”

Jane, Gaby’ye ağzı açık bakakaldı. Bu da nereden çıkmıştı? “Ya, pekâlâ, her konuda son kararları zaten Fiona veriyor,” dedi elinden geldiğince rahat bir biçimde. Konuyu değiştirmeyi umarak,

“Eeee, Meksika nasıldı?” diye sordu.“Madison gerçekten üzülüyor, Jane. Onu yemeğe çıkarıp

onunla barışmalısın,” diyerek diretti Gaby. “En azından bu ka­darını yapabilirsin. Yani, ona yaşattığın her şeyden sonra diyorum.”

180

LAUREN CONRAD

“Benim ona yaşattığım her şeyden sonra mı?” diye sordu Jane. Scar, Janee şimdi değil bakışı attı. Jane derin bir nefes aldı ve

içinden ona kadar saydı. Gaby’nin ne tür bir oyun oynadığı ya da ona bu budalaca şeyleri kimin söylettiğine (Trevor mı? Dana mı?) dair hiçbir fikri yoktu. Fakat Scar haklıydı; Madison kadar kusurlu gözükme riskini almadan bu öyle dedi, şöyle dedi oyununa devam edemezdi. Gaby’yle daha sonra, kamera arkasında başbaşa bir konuşma yapması gerekecekti.

Gaby, Scarlett’a gözlerini kırpıştırarak baktı. “Sen de Madi- son’dan özür dilemelisin. Sen Janee onun hakkındaki bütün o dedikoduları anlattıktan ve Jane onun evinden taşındıktan sonra çooook morali bozulmuştu.”

“Ne? Gaby, sen bir şey mi aldın?” diye padadı Scarlett.Jane nefesinin altından, “ScarT dedi. Şimdi Scar’ı susturma

sırası ondaydı. “Hey, neden ben çalışmaya başlamak zorunda kalmadan önce hep birlikte bir içki almıyoruz? Bence...”

“Aman Tanrım! Bu bir toplanma falan mı?”Jane, eyvah, diye düşündü.Turuncu bir mini elbise ve siyah rugan topuklular giymiş olan

Madison onlara doğru sallana sallana yürüdü. “Umarım benim hakkımda konuşmuyordunuz,” dedi tiz bir sesle.

“Aslında, konuşuyorduk,” diye yanıt verdi Gaby, Madison’ı yanaklarını değdirmeden öperek. “Vay canına, seksi görünüyorsun!”

Jane bir kez daha içinden ona kadar saymaya başladı ancak sadece üçe kadar gelebildi. “Madison, nerelerdeydin? Hediye çantaları unuttun!”

“Her zaman detaylar yüzünden geriliyorsun, Jane. Büyütü­lecek bir şey değil... stajyer çocuklardan birini gönderir, aldırı­

181

HUYSUZ VE TATLI

rım. Her neyse, şu anda o kadar önemli değil. Çocuklar, biriyle tanışmanızı istiyorum.”

Jane, Madison ın tam arkasında duran kızı fark etti. Kızda anlaşılmaz şekilde tanıdık gelen bir şeyler olsa da onu çıka- ramıyordu. On sekiz yaşlarında, sarışın ve göz kamaştırıcıydı. Jane, Madison m kendisini görüntü anlamında böylesine bariz bir şekilde gölgede bırakan bir arkadaşla -özellikle de kamera önünde- birlikte takılmasına şaşırmıştı.

Gaby, kıza, “Aaa, manken misin?” diye sordu.Kız gülümsedi ve omuz silkti.“Çocuklar, bu kız kardeşim, Sophia,” diye duyurdu Madison.Madison ın... kız kardeşi mi? Jane'in Madison ın bir kız

kardeşi olduğundan bile haberi yoktu. Trevor çıkıp Jane için bir arkadaş tutmuştu; Madison’a “kız kardeşlik” edecek birine rol vermesi de mümkün müydü? Onun “realite” anlayışının en hafif deyişle noksan olduğunu biliyordu fakat bu ihtimal, onun için dahi, biraz fazla abartılı görünüyordu.

“Bir süre benimle kalacak,” diyerek devam etti Madison.Gaby hevesle, “Aaa, ne eğlenceli!” dedi.Scarlett’ın tek söylediği, “Büyük bir dairen olması iyi,” oldu.Jane merakla Madisona, sonra Sophiaya, sonra tekrar Madisona

baktı. Her zamanki gibi Madison ın yüzüne yerleştirilmiş büyük, sahte bir gülümseme vardı ama gözlerinin ifadesi sıkıntılı, nere­deyse acı çeker bir haldeydi. Jane, Madison ı hiç böyle görmemişti.

Tuhaf bir şeyler dönüyordu. Madison (çok daha güzel) kız kardeşinin kendisiyle yayın süresini paylaşmasından mı hoşnut­suzdu? Yoksa tamamen başka bir şey mi söz konusuydu?

182

20

DEDİKODU ŞENLİĞİ

“Bu geceye inanabiliyor musun?” Scarlett Jane m Jetta sının yolcu koltuğunda arkasına yaslandı ve çıplak ayaklarını ön panele koydu. Rahat hali, yeni bir tasarımcıdan bu gece giymek için ödünç aldığı yedi yüz dolarlık elbisesiyle tezat oluşturuyordu. Yarı açık pencerelerden içeri esen serin nisan rüzgârı çok iyi geliyordu, özellikle de bütün gece hınca hınç dolu bir gece kulübünde dikil­dikten sonra. Scarlett yorgunluktan ölüyordu ama aynı zamanda yeni bir enerjiyle dolmuştu çünkü nihayet en yakın arkadaşıyla yalnız kalmıştı... mikrofon yoktu ve konuşulacak önemli konular

dolup taşıyordu.“Ee, nereden başlayalım? Sophia mı, Gaby mi?” dedi Jane.

O da dedikodu şenliği için hazır görünüyordu.“Gaby’nin kılığına girmiş o deliyi mi kastediyorsun? O kız

kesinlikle Gaby değildi çünkü.”“Sence Madison beynini mi yıkadı? Yı da Trevor? Ya da

ikisi birden?”

183

HUYSUZ VE TATLI

“Bence yeni basın danışmanı Annabelle olabilir. Bu gece partideydi. Kısa, kıvırcık saçlar, leopar desenli elbise. Anaç tavuk gibi Gaby’nin başında dikiliyordu.”

“Ah! Annabelle Weiss. Adını konuk listesinde görmüştüm. Aman Tanrım, Gaby ye onunla sözleşme yapmasını ben söyle­miştim, değil mi?”

“Evet.”“Tanrım. Pekâlâ, her neyse... Annabelle’in Trevor’la bayağı

konuştuğunu gördüm. Veronica Bliss’le de. Topher Gant’in et­rafında da dolanıyordu. Hey, acaba onun da mı basın danışmanı? Belki de onun ve Gaby’nin partiye birlikte gelmesini ayarlamıştır. Basın danışmanlarının, müşterileri dergilere çıkabilsin diye bunu yaptıklarını duymuştum.”

Scarlett kaşlarını çattı. “Yani, basında daha çok yer bulabilsinler diye iki kişiye çıkıyormuş gibi yaptırdıklarını mı kastediyorsun?”

“Galiba.”“Iyy.”Gerçi Scarlett,Trevorın da o ve Naveenla benzer bir şey

yaptığını fark etti (Naveen bu akşam partideydi ve Dana, Scarlett a onunla konuşmasını buyurup durmuştu). Ve Scarlett bunun ol­masına izin veriyordu. O zaman bu onun hakkında tam olarak ne anlatıyordu?

Sunset’le La Cienega arasındaki kavşağı geçtiler ve Scarlett kendisinin, pespembe bir bikini giymiş ve Photoshop’lanmış bir naneli şeker yatağında uzanan dev resmini bir bilbortta görünce irkildi. Altta kocaman kırmızı harflerle boydan boya SENİN EN SEVDİĞİN TAT HANGİSİ? yazıyordu. Klas. Bu, PopTV’nin yeni reklam kampanyasının bir parçasıydı; dört kızın her biri, farklı

184

LAUREN CONRAD

renk bir bikiniyle, farklı bir şeker konseptli fon üzerindeydi... çünkü reytingler halihazırda yeterince yüksek değildi, değil mi?

“Cidden. Bu gece Gaby’nin bize nasıl da sürtükçe davran­dığına inanamıyorum,” diye sesli düşündü Scarlett. “Onunla en yakın zamanda küçük bir konuşma yapacağım.”

Jane başını salladı. “Ben de.”“Ya Madison’ın nesi var? ‘Minik’ kız kardeşinin yanında ol­

masından oldukça kaygılı görünüyordu.”“Evet, benim minik kız kardeşlerimin Sophia gibi olmadıkla­

rına çooook seviniyorum,” diyerek onu onayladı Jane. “Madison ın bir üst versiyonu gibi. Umarım burada uzun süre kalmaz!”

Sophia teklikleri kafaya dikip nefes alan herkesle flört ederek partide terör estirmişti. Madison bütün gece onun dibinden ayrıl­mamış, öfkeyle kulağına fısıldamıştı; bunu kesmesini söylüyordu kuşkusuz. Ve bu pek işe yarıyor gibi görünmüyordu.

“Sophia, Caleb’ın aldatan biri olmadığının kanıtı ama,” diye ekledi Jane.

“Efendim?”“Sophia ona hamleler yaparken ona dönüp bakmadı bile. İki

kez. Gaby’nin de yeni cicilerini fark etmiş gibi görünmüyordu. Sadece söylüyorum.”

“Hımm.”Scarlett, ayrıldıktan sonra Jane’in, Caleb’ın onu Yale eleyken

aldatıp aldatmadığını merak ettiğini biliyordu. Ki bu, Scarlett’ın naçizane fikrince, gayet olası bir senaryoydu. Yine de o zamandan beri değişmiş olabilir miydi?

“İkinizin arası nasıl bu arada? Yeniden âşık mı oldunuz, nedir?” dedi Scarlett, cevabın hayır olduğunu umuyordu.

185

HUYSUZ VE TATLI

“Âşık olmayı istediğimi de kim söyledi? Değişiklik olsun

diye güzel, stressiz bir ilişki istiyorum sadece.”

“Mutlusun yani?” dedi Scarlett, ah, sahi mi ifadesini gizle­

meye çalışarak. Çünkü, sahi miydi? Jane’in gerçekten hoşlandığı

bir erkekle birlikte olup da âşık olmayabileceğinden kuşkuluydu.

“Kesinlikle! Caleb şu sıralar tam ihtiyacım olan şey. Onunla

her şey sade. Baskı yok. Bu gece olduğu gibi. Nasıl da eve onunla

değil de seninle gittiğimi görüyor musun? Yedi yirmi dört birlikte

olmaya ihtiyaç duyan o yapışkan çiftlerden değiliz.”

Scarlett güldü. “Hey, dikkat et. Şu işe bak ki tam da adamına

söylüyorsun. Eğer Liam şehir dışında olmasaydı, onun için seni

satardım.”

“Ha ha.”

“Peki Caleb’la çıkman konusunda Braden ne düşünüyor?”

“Braden mı? Şey... pekâlâ... ona bundan bahsetmedim.”

Scarlett tek kaşım kaldırdı. “Ya? Konuşmuyor musunuz? De­

mek istediğim, Alaska’ya ya da her nereyeyse, gittiğinden beri

ondan haber aldın mı?”

“Banff. Evet, haftada birkaç kez e-posta atıyor ama...”Jane’in

sesi tereddüt içinde canlılığını yitirdi.

Scarlett döndü ve tek eliyle araba kullanan, diğeriyleyse saçını

döndüren Janee baktı. Hımm.

Jane hâlâ Braden’a ona takıktı belli ki. Caleb’a deli gibi âşık

olmamasının asıl sebebi bu olabilir miydi?“Janie, Braden’a ona karşı ne hissettiğinden bahsettin mi?”

diye sordu Scarlett yumuşakça.“Ne? Geceyi onunla geçirdim! Bence bu yeterince açık.

186

LAUREN CONRAD

“Tamam. Öncelikle, ben hiçbir şey hissetmediğim bir sürü erkekle takıldım. Bazen takılmak, yalnızca takılmaktan ibarettir, anlıyor musun? Braden ın zihnini okumasını bekleyemezsin.”

Jane bu konuyu düşünüyormuş gibi görünüyordu. “Pekâlâ, ya sadece buysa?” dedi kısa bir süre sonra. “Ya benimle sadece takıldıysa ve aslında bana karşı bir şey hissetmiyorsa?”

“Evet, seni umursamıyor, Janie. İşte bu yüzden, senin yü­zünden en yakın arkadaşını kaybettikten ve medya adını yerin dibine batırdıktan sonra sana haftada iki kez e-posta gönderiyor.”

“Her neyse. Artık onu düşünmek istemiyorum.”Scarlett güldü. “Oldu. Ben de inandım. Bence sen ve Braden

çok ama çok sarhoş olmalı ve birbirinize olan gerçek hislerinizi ^tiraf etmelisiniz.”

Jane sırıttı. “Evet, kulağa bir ilişki için sağlıklı bir başlangıç gibi geliyor. Ayrıca, neden onun hakkında bu şeyleri söylüyorsun? Ondan hoşlanmadığını sanıyordum.”

“Ondan gayet hoşlanıyorum, bağlanma sorunları dışında.” “Bağlanma sorunları mı?” Jane yeniden saçıyla oynamaya

başladı.“Şu üç sene kadar oyaladığı kız sana hiçbir ipucu vermedi

mi yani? WiUow’du, değil mi?” Scarlett başını iki yana salladı. “Bak, Janie, bağlanmayacak olan iki çeşit erkek vardır. Birinci tip, gerçekten âşık oluncaya kadar ilişkilerden kaçınır ve sonra sonsuza dek şenindir. İkinci tip ilişkilerden kaçınır, nokta. Uzak durman gereken tip budur. Som şu: Braden hangi tip?”

“Bilmiyorum, Doktor Phil,”diye şaka yaptı Jane. “Yoksa Dok­tor Harp mı demeliyim? Annen sana terapi dersleri mi veriyor?

Scarlett’ın annesi kafa doktoruydu.

187

HUYSUZ VE TATLI

“Hey, kes şunu! Sadece yardım etmeye çalışıyorum.”Scarlett bağlanma sorunlarını biliyordu elbette, çünkü bun­

lardan eskiden onda da vardı... Liam’la tanışıncaya kadar.Onun tam şu saniye nerede olduğunu merak ederek karanlık

gökyüzünde parıldayan yıldızlara daldı. Birlikte geçirmedikleri gecelerde genellikle sadece merhaba demek ve günlerinin nasıl geçtiğini birbirlerine anlatmak için yatmadan önce telefonda ko­nuşurlardı. Scarlett gösterge panelinin saatine baktı: 11:23. Çok geç değildi. Eve vardığında onu arayabilirdi.

Liam cumartesi dönecekti... Scarlett’ın doğum gününde. Plan, Liam’ın o akşam, onun için her ne sürpriz hazırladıysa onun için çantasını hazırlamış Scarlett’ı saat yedide almasıydı. Scarlett sabırsızlanıyordu.

Normalde doğum günleri için heyecanlanmazdı. Ailesi hiçbir zaman geleneklere ve kudamalara düşkün olmamıştı, bu yüzden her 24 Nisanda fazla bir şey beklemeden yetişmişti. Genellikle Jane onu dışarı sürüklemek zorunda kalır ve bu birkaç arkadaşla dışarı çıkmak bile olsa, bir şey yapmaya zorlardı. Ama bazı yıllarda Jane elinden gelenin en iyisini yapmıştı: Mesela Scarlett’ın on altıncı yaş gününde sahilde bir mangal partisi organize ettiği, bunu kızların yatıya kalmasının ve bunu da cilt bakımı gününün izlediği zaman olduğu gibi.

Fakat bu sene Scarlett, Liam’ın onun için yaptığı planlara heyecanlanıyordu; bu planlar artık her neyse. Şayet onu tanıyorsa,

kesin müthişlerdi.

188

21

KARŞI TAKIMIN OYUN KİTABI

“Bayan Jane! Kendini aşmışsın. Doğum günü kızımız çooook

şaşıracak,” dedi D, iPad’inde hızlı hızlı bir şeyler yazarken. “Söyle

bakalım... bu gece onu buraya getirebilmek için nasıl ilginç, küçük

bir yalan buldun?”

“Dana çarçabuk ek bir sahne çekmek için saat altıda burada

olmasını söyledi,” diye yanıt verdi Jane. Geri çekildi ve az önce

Coco de Villem kapısına boylu boyunca astığı İYİ Kİ DOĞDUN,

SCARLETT! pankartını inceledi. “Ne düşünüyorsun? Daha yu­

karıya mı, daha aşağıya mı? Hımııı, mavi yerine yeşil harfler mi

kullansaydım? Belki indirsem...”

“Afiş mükemmel! Tatlım, stres yapmayı bırak da bana bloğuma

yazacak bir şeyler ver,” diye buyurdu D, yanındaki sandalyeye

hafifçe vurarak.

“Hey! O gelinceye kadar bir şey yayınlama. Sürprizi mah­

vetmeni istemiyorum. Ciddiyim, D!”

189

HUYSUZ VE TATLI

Jane bu kadar gergin hissetmemeyi dileyerek oturdu. Fakat Scar’ın doğum günü partisi için yapacak hâlâ çok şey vardı ve partiye üç -hayır, iki- saatten az kalmıştı.

Coco de Ville’in içi Jane e, gündüz vakti apaydınlık ve nerdeyse tamamen boşken tuhaf gözüktü. Yerler süpürülmüştü, bar temizdi, uyumsuz, desenli minderler düzenli bir şekilde dizilmişti ve havada dingin bir sessizlik vardı. Yalnızca kısa bir süre sonra, mekânın insanlarla dolacağını hayal etmek zordu... içki içen, dans eden, müziği bastırmak için bağıran ve kokteyllerini döken insanlar.

Odanın diğer tarafında PopTV ekibi, parti başladığında yeni­den çekime başlamadan önce yemek paydosu veriyordu. Öğleden sonrasını Jane’le Hannah’nın dekorasyonu düzenlerken, mutfak çalışanlarıyla birlikte menüde son dakika değişiklikleri yaparken ve D J’le birlikte şarkı listesinin üzerinde geçerken sahnelerini çekerek geçirmişlerdi. Hannah az önce, OffıceMax’ten bir poster almak üzere çıkmıştı: Scar’ın çocukluktan şimdiki zamana dek uzanan fotoğraflarından oluşan bir “en iyiler” kolajı.

Fotoğrafları elde etmek kolay olmamıştı çünkü Jane’in ebe­veynlerinin aksine Scarlett’ınkiler aile fotoğrafı çekmeye pek meraldi değillerdi.

D, saat üç civarında çekimi izlemek ve bloğu için bazı notlar

almak için uğramıştı. D-Lish m öncesindeki eski günlerde (yani iki ay önce), bir köşeden izlemek yerine, Jane m bir arkadaşı olarak çekimde yer alabilirdi. Ancak Jane, Trevorın artık buna

asla izin vermeyeceğini biliyordu. Program hakkında blog yazan

bir gazetecinin aynı zamanda program içinde yer almasına izin vermek fazla tuhaf olurdu; hele D çok kısa zamanda, çok tanı­

nır hale gelmişken. Her halükârda, ikisi birlikte takılmayalı çok

190

LAUREN CONRAD

olmuştu ve Jane, her ne kadar bu “çalışma saatleri” içinde oha bile, onunla vakit geçirmekten memnundu.

“Ee, son zamanlarda müthiş eski sevgilinle görüştün mü?” diye sordu D, Janee. “Rehabilitasyonun onun için harikalar yarat­tığını duydum. Ayık kalmayı başarabilirse, bizzat ben ona çıkma teklif edebilirim.”

“Evet, bu konuda iyi şanslar. Ve hayır, onunla görüşmedim.” Oysa bu tam olarak doğru değildi. Jane o sabah Jesse’den

aldığı e-postayı düşündü:

Yeni sevgili bulman uzun sürmemiş, Jane. Galiba her

zaman olduğun kadar büyük bir yalancısın.

Ona yanıt vermeye koyulmuş, ardından düşünmüştü: Bu neye yarayacaktı ki? Belli ki Jesse, o ve Caleb’ı duymuştu ki bu zor olmamış olmalıydı çünkü ilişkileri bütün medyadaydı. Jane şimdi Trevor’ın “tavsiyesini” dinlememiş olmayı diliyordu. Jesse ye yalan söyleyip hâlâ onunla bir şansı olduğuna inandırmak aptalca olmuştu.

D ’nin sesi düşüncelerini böldü. “Eeee. Jesse’yi hastanede görmek müthiş rahatsız edici olmadı mı?”

“Evet. Ayrıldığımızdan beri onu görmemiştim ve...”Jane aniden durdu ve D’nin ne yazdığını görmek için başını

uzattı. “Sakın bloğunda ben ve Jesse hakkında yazayım deme! Bu tamamen kayıt dışı. Beni duyuyor musun, D?

“Sakin ol, şekerim! Hiç yapar mıyım!”Jane iç geçirdi. Uzandı ve D’nin büyük, çizgili, eski moda

papyonunu düzeltti. “Bugünlerde seninle işler çok karışık. Yani,

191

HUYSUZ VE TATLI

beııim özel şevlerimi anlattığım bir arkadaşımsın, artı bir blog- cusun. Çenemi kapalı tııtsam daha mı iyi?”

“Tatlım, hakkında bugüne değin tek yazdığım, köpekbalığı

dolu taklitler denizinde tatlı, güzel ve botokssuz bir cevher oldu­

ğun.” D iPad’ini bir kenara bıraktı. “Haydi konuyu değiştirelim! Yeni bey-arkadaşın nasıl?”

“Caleb mı? O, hımm, iyi.”

“iyi mi?” D arkasına yaslandı ve gözlerini kısarak Jane e baktı. “Bu kulağa pek iyi gelmiyor, tatlım.”

“Hayır, hayır! Caleb gerçekten iyi! Sadece,” Jane duraksadı,

“birkaç haftadır çıkıyoruz. Hatta daha kısa süredir. Başlarda çok

keyifliydi, bilirsin, liseden bahsetmek, ondan bundan konuşmak

falan. A m a... ona biraz şaşmaya başladım.”

“Ne demek istiyorsun?”

“Şey... dün gece mesela. Sonunda yanımızda ekip olmadan

çıktık. Onu yalnız görmek için sabırsızlanıyordum. Oysa bana

kameraların nerede olduğunu sordu. Onları özlemiş falan gibi.

Ve sonra, onun kanepesinde öpüşüyorduk ve o kendini geri çekip

bana bir menajer edinmesi gerekip gerekmediğini sordu.”

D ’nin ağzı açık kaldı. “Olamaz!”

“Evet.”

“Sanki delikanlı şöhret hastalığına yakalanmış gibi.”

“Evet, değil mi? Ama geçici olduğunu umuyorum. Yani bü­

tün bunlar onun için oldukça yeni. Belki heyecanı azalınca...”

“Hey, siz ikiniz!”

Jane yukarı baktı ve Trevor’ın elinde paltosuyla onlara doğru

yürüdüğünü gördü. Son zamanlarda çekimlerde gittikçe daha sık

192

LAUREN CONRAD

bulunmaya başlamıştı. Jane onun Dyle konuştuklarının hiçbirini duymadığını umuyordu. “Selam, Trevor. Çıkıyor musun?”

“Evet, sadece Danayla birkaç şeyin üzerinden geçmek için gelmiştim. Merhaba, D. Jared Walsh hakkındaki yazını beğendim.”

“Fazla acımasız olduğumu düşünmedin mi?”Trevor güldü. “O adam heteroseksüelliğin adını kötüye çı­

karıyor. Ve hayır, bu konuda benden alıntı yapamazsın. Bu gece seni görecek miyiz?”

“Kaçırır mıyım!”“Harika! Bu partiyi organize etmekle muazzam bir iş başardın,

Jane. Scarlett çok ama çok mutlu olacak.”“Umarım.”Jane gururlanarak gülümsedi. Sonra kafası karıştı.

Neden Trevorın kendisi üzerinde böyle bir etkisi vardı? Onunla bu şekilde konuştuğu zaman, sanki o memnun etmesi zor bir babaydı da Jane onun en sevdiği küçük kızıymış gibi hissediyordu. Biraz acayipti ama gerçek buydu. Ama Janee kendini şımarık, nankör bir velet gibi de hissettirebiliyordu; örneğin onunla Madison Problemim konuşmak istediği ve Trevorın ona, program için çok para aldığını hatırlatarak adeta çenesini kapadığı zaman olduğu gibi. Tercümesi: Böyle nankörlük etmeyi bırak da sineye çek.

Yine de... onun hakkında ne düşündüğünü neden umur- suyordu ki?

Trevor, “Saat tam altıda burada olacak, değil mi?” diye sordu. “Hımm, evet. Tam altıda. Dana ayarladı,” dedi Jane. Psiko-

analiz yapmayı bırakmalı ve partiye odaklanmalıydı.Trevor ona birkaç talimat daha verdi, sonra ona ve Dye veda

edip gitti. “Patronun yakışıklı adam,” dedi D.Jane güldü. “D, o kırk yaşında falan.”

193

HUYSUZ VE TATLI

Jane başka hangi alanların hazırlanması gerektiğini görmek için salona göz gezdirdi. Yerde, yakınlarında küçük, kahverengi bir defter durduğunu gördü. Eğildi ve aldı. “Bu senin değil, değil mi?”

D defteri ondan aldı, elinde evirip çevirdi. “Keşke olsa! Bu bir Smythson, timsah derisi.”

Jane’in cep telefonundan bip sesi geldi. Ekrana baktı ve ara­yanın Hannah olduğunu gördü. “D, bunu yanıtlamak zorundayım. Bak bakalım, kimin olduğunu bulabilecek misin.”

“Sorun değil, canım.”

Jane afişle ilgili bir sorusu olan Hannah’yla kısa bir süre ko­nuştu. Kapadığı zaman, D ’nin yüzünde ciddi bir ifadeyle deftere dikkat kesilmiş olduğunu gördü. “D, sana karıştır demedim. Bir isim falan ara dedim,” diyerek takıldı.

“Jane?” D kafasını kaldırdı. “Restoran açılışın gelecek salıdan önce değildi sanıyordum.”

Jane kaşlarını çattı. “Değil. Neden?”“O zaman Trevor’ın neden sanki parti çoktan olmuş bitmiş

gibi başından sonuna kadar nodarı var?”

“Bir dakika. Bu Trevor m defteri mi?”“Evet. Düşürmüş olmalı. Şuna bir bak.” D defteri masanın

ucuna itti ve parmağını açık bir sayfaya koydu.Jane, Trevor’ın o tanıdık, kargacık burgacık el yazısıyla ya­

zılmış yazıya bakakaldı. Okuması kolay değildi ama çıkarabildiği

kadarıyla şöyle yazıyordu:

SIRLO IN AÇ IL IŞ I

J geç geliyor, telaşlı görünüyor (20-30 dakika geç).

F 'n in tepkisi = endişeli.

194

LAUREN CONRAD

H önceden gelmiş (arama saatini 30 dakika erkene al,

böylece vaktinde gelsin).

J ve H bir işle uğraşırken (hediye çantaları] geceden bek­

lentileri konuşuyorlar.

J’nin repliği: "Ne ters gidebilir ki?"

M yan kapıdan içeri giriyor. (1 kameranın J ’de olmasına

dikkat et.) J, M'yi bekliyor olmayacak çünkü M o gece ça­

lışmıyor. (Öncesinde M ’ye "şehir dışında" olacağını söylet.)

J, M'nin orada olmasına sıkılıyor.

F, J ’den M ’ye oturacak bir yer vermesini istiyor.

Sonrasında: Şef, kızlara özel ordövrlerden tadımlık ikram

ediyor (istiridye, deniztarağı?). Jane reddediyor (kabuklu

deniz ürünleri yemiyor). Şefin tepkisi = alıngan.

Jane’in ağzı açık kaldı. Bu da nesiydi?D başını iki yana sallıyordu. “Jane, bu bayağı ürkütücü. Sanki

onun küçük kuklasısın. Ne yapacağını sen daha yapmadan önce biliyor.”

Jane öyle şaşırmıştı ki güç bela konuşabildi. “Bu... hasta... ruhlu,” diyebilmeyi başardı sonunda.

“Evet. Yani hepimiz realite programlarının yüzde yüz gerçek olmadığını biliyoruz ama bu delilik.”

Jane sayfaları çevirmeye başladı, gitgide daha çok tiksiniyordu. “Aman Tanrım! Gelecek üç hafta için bütün ‘sahnelerimi’hesap­lamış. Görünüşe göre, bir sonraki pazartesi Sunset Marquis’de Scar’la öğle yemeği yiyorum ve görünüşe göre, Madison ın kız kardeşiyle karşılaşacağız.”

“Ciddi misin?”

195

HUYSUZ VE TATLI

Jane defteri sertçe kapadı. Buna daha fazla katlanamayacaktı. Cep telefonunu aldı ve rehberde gezinmeye başladı.

“Tatlım, ne yapıyorsun?” diye sordu D.“Onu arıyorum. Bana böyle davranamaz. Ben bir insanım!” “Yo, yo, yod? D, Jane’in elinden telefonunu kaptı ve siyah,

kadife blazerinin ön cebine attı. “Şekerim, ateşe ateşle karşılık vermeyi öğrenmen gerek. Üzgün olduğunu biliyorum ama Trevor yalnızca konuşarak kendini aklayacak ve hiçbir şey değişmeyecek.”

“A m a...”“Şişşt! Haldi olduğumu biliyorsun.”Jane burnundan soluyordu. D haklıydı. Ama öylece oturup

hiçbir şey yapmadan duramazdı, değil mi?D elini sıkıca tuttu, “iyi haber şu ki... burada neye sahip

olduğumuzu anlıyor musun? Karşı takımın oyun kitabına sahipsin.” “Ha?”“Trevor’ın önümüzdeki üç hafta boyunca senin için aklında

tam olarak neler olduğunu biliyorsun. Onun bir adım önünde olabilirsin. Neden bunu avantaja çevirmiyorsun?”

Jane yavaşça kafasını salladı. D ’nin aklında bir şey vardı. “Evet! Sen çok akıllısın!” dedi ona sarüarak.

“Evet, oysa benim sadece güzel bir yüze sahip olduğumu sanıyordun. Haydi, kızım. Bir sürü okuma yapmamız lazım.”

22

ŞÖHRET VE SERVET

Sophie, BlackBerry sinin tuşlarına basarken, “Bunun hastası oldum,” dedi. “Eski telefonumdan bin kat iyi. Ya da annemin korkunç bilgisayarından internete girmekten. Trev’in bana bunu vermesi müthiş incelik. Bence benden gerçekten hoşlanıyor, ne dersin?”

“Fazla heyecanlanma. Hepimizde aynısından var. Program için,” diye açıkladı Madison. Garson kızın hangi cehennemde olduğunu merak ederek etrafına bakındı. O ve Sophie bir kafenin açık alanında oturmuş, PopTV ekibinin gelmesini bekliyorlardı. Dananın daha önce attığı e-postaya göre, iki kız kardeş, bu gece Scarlett için verilen (sıkta) sürpriz partiyi konuşacaklardı.

“Şu fotoğrafıma bak. Güzel değil mi?” Sophie ekranı Madisona

doğru tuttu.Madison ona şöyle bir baktı. LOS ANGELES ŞEKERİNİN

EN YENİ FISTIĞI! ve SOPHİA ALEV ALEV! gibi başlıklarla bir anda bütün internette çıkan, bilgisayar oyunu lansmanındaki o kırmızı halı çekimleriydi. Madison gıcık olduğunu gizlemeye

197

HUYSUZ VE TATLI

çalışarak yalandan gülümsedi. “Evet, kız kardeşim oluşun büyük bir mesele gibi.”

Sophia sırıttı. “Ah, o yüzden mi fotoğrafçılar partide hep

benim peşimdeydi?”

Madison gözlerini devirdi. “Bak, her şey çok iyi gidiyor. Sa­

dece plana yoğunlaşalım, tamam mı?”

“Bu da ne demek, Maddy?

“Bana öyle demeyi kes!”

“Tanrım, bugün tam bir pisliksin! Mesele ne, Derek seni

yine ekti mi?”

“Ee, size ne getireyim, kızlar?”

Garson kız birdenbire elinde not defteriyle masalarında bit­

mişti, bakışları merakla bir Madison a, bir Sophie ye gidiyordu.

Konuşmalarına kulak misafiri olmamış olsaydı bari.

Madison, “Buzlu soya latte, tatlandırıcı olmasın ve bu defa

gerçekten soya sütü kullandıklarından emin olun,” dedi ters ters.

“Anladım. Ya sizin için?”

“Ben ekstra büyük, dondurmak, kremşantik moka milkşeyk

alayım. Ve şu gerçekten büyük olan çikolata parçacıklı kurabiye­

lerden,” dedi Sophia menüsünü kapatırken.

Garson kız gittikten sonra Madison, “Nesin sen, dokuz ya­

şında mı?” dedi.

“Kızıyorsun çünkü ben bu şeyleri şişmanlamadan yiyebik-

yorum.”Madison cevap vermeye koyuldu, sonraysa çenesini kapadı.

Sophie’nin ona böyle laf sokup durmasına izin vermeyecekti. “Eeee.

Parti konusunda heyecank mısın?” dedi sahte dostane bir sesle.

198

LAUREN CONRAD

“Evet, sanırım. Ama niye gidiyoruz ki? Sen ve şu Scarlett denen kız birbirinizden nefret ediyorsunuz, değil mi? Yoksa yalnızca kamera karşısında birbirinizden nefret eder gibi mi yapıyorsunuz?”

“Ah, kesinlikle numara yapmıyoruz. Sen ve ben gidiyoruz çünkü Trevor orada olmamızı istiyor. Jane bizi davet etmedi, o yüzden bu büyük bir sürpriz olacak Biri soracak olursa, bizi Gaby’nin davet ettiğini söylememiz gerekiyor.”

“O bizi davet etti mi?”

“Kim bilir? E-davetiyelerle PopTV asistanlarından biri il­gileniyordu, yani Trevor isimlerimizi belki öylece eklemiştir ya da öyle bir şeyler işte. Önemi yok. Önemli olan, bizim Coco de Ville e gittiğimiz ve herkesin, Ah, olamaz, onlar burada ne arıyor?’ falan dediği bir sahne istiyor.”

“Şahane!”

Madison omuz silkti. “Evet, olabilir... eğer kimsenin seni istemediği partilere davetsiz gitmekten hoşlanıyorsan.”

“Ama Trev gelmemizi istediyse, davetsiz gitmiyoruz demektir. Patron o,” diye belirtti Sophie.

Madison, Sophie’nin kafeyi kolaçan edişini, yeni Gucci gü­neş gözlüğünü belki yüzüncü defa düzeltişini (bu kızın “ünlü jestleri’ ni ağırdan alması gerekiyordu) ve kendisini kesen yarım düzine erkeği fark etmiyormuş gibi davranmasını izlerken hiçbir şey demedi. Kendi kendine her şeyin “plana” göre gittiğini söylü­yordu; Sophie’ye sessiz kalması karşılığında ün, zenginlik ve erkek arkadaşlar vaat etmişti ve bunlar daha şimdiden gerçekleşmeye başlamıştı. Sophie, Playground da büyük sükse yapmıştı. Bütün o süre boyunca etrafında bir ton erkek olmuştu ve fotoğrafçılar

199

HUYSUZ VE TATLI

onu doyacağa benzemiyordu. Trevor daha şimdiden, Sophie’nin yayın süresini “maksimuma çıkarmaktan” söz ediyordu.

Öyleyse Madison neden kendini berbat hissediyordu? Yerini başkası almış gibi?

Sophie ye karşı onu yeniden avantajlı duruma geçirebilecek bir şey, herhangi bir şey bulabilmek için kafa patlatmıştı. Hilekâr ve manipülatif olmak onun en gelişmiş iki özelliğiydi normalde. Fakat Sophie’yle olan durum normal değildi ve stres, Madison ın yaratıcılığına ket vurmuştu.

Madison Parker çaresiz takîlmazdt. Yine de şu anda hissettiği buydu. Tanrım, bu nasıl bir zavallılıktı?

Garson kız geldi ve siparişlerini masaya bıraktı. Sophie anında, mide bulandırıcı südü içeceğine ve kurabiyesine daldı. Bu ger­çekten haksızlıktı. Nasıl olur da abur cubur ve sert içki diyetiyle yaşar, yine de böyle görünürdü? Oysa Madison sıfır beden vücu­dunu koruyabilmek için neredeyse şişe su ve havuçla idare etmek zorundaydı... spor salonunda da her gün saaderini geçiriyordu.

Sophie eliyle çikolata bulaşmış ağzını sildi. “Eeee. Nedir bakalım bu Jane hikâyesi? Siz eskiden kankaydınız, değil mi?” diye geveledi.

“O kızın terapiye ihtiyacı var. Sophie, ağzın doluyken ko­nuşma.”

“Çıktığı o çocuk kimdi? Justin miydi?“Jesse. Evet, onunla gerçekten işleri berbat etti. O çocuk

aşırı yakışıldı ve zengin. Hollywood un en ünlü iki oyuncusunun oğlu ve tam bir paparazzi mıknatısı. Eğer o benim erkek arka­daşım olsaydı, her şeyi düzgün yapardım. Böyle bir adama âşık olmazsın. Kafanla düşünürsün, kalbinle değil. Onunla çıkarsın,

200

LAUREN CONRAD

basının ilgisini çekersin, sonra bitirirsin, tercihen bir skandalla. Ve yoluna devam edersin,” dedi Madison.

Sophie başıyla onaylayarak, “Evet, mantıklı,” dedi. Bir şey düşünüyormuş gibi bir hali vardı. “Peki ya Gaby? O arkadaşın, değil mi?” diye sordu.

“Gaby iyidir. Baştan aşağı büyük değişim geçiriyor gibi gö­rünüyor. Nedeni bir basın danışmanı edinmesi ve şimdi çok, çok ünlü olduğunu düşünüyor olması herhalde.”

“Basın danışmanı ne demek?”“Seni dergilere çıkarmak gibi işleri yapan kişi.”Sophie kaşlarını çattı. “Ama... fotoğraflarım bütün internette.

Ve benim bir basın danışmanım yok.”“Eh, bir basın danışmanı bundan çok daha fazlasını yapabilir.” “Senin basın danışmanın var mı?”“Şu anda yok.”“Hımm, belki ben de bir tane edinmeliyim.” Sophie, Black-

Berry sini aldı ve bazı tuşlara bastı. “Ee, yalnızca ‘basın danışmanı’ diye Google’da mı aratıyorsun,yoksa...”

“Sophie, senin bir basın danışmanı edinmen iyi bir fikir değil,” diyerek sözünü kesti Madison.

“Neden?”“Değil işte.”Sophie başını kaldırdı, koyu güneş gözlüğünün ardında ba­

kışları okunmuyordu. Madison elini yanlış oynadığına dair ani, huzursuz edici bir hisse kapıldı. Sophie ye bir şeyi yapmamasını söylemenin neredeyse her zaman aksi yönde etkisi olurdu, Tıpkı küçükken Madison’ın Sophie ye, özel balerin Barbiesi dtştnda bütün Barbie’leriyle oynayabileceğini söylediği zaman olduğu

201

HUYSUZ VE TATLI

gibi (Madison o Barbieyi bir daha görmemişti)... Her neyse, şimdi Sophie çıkıp kendine bir basın danışmanı edinecekti ki bu sadece, halihazırda basında bulduğu çekilmez orandaki yeri (programda yeni bir yüz olduğu için mi? Aman ne önemli) üç katına çıkarmakla kalmayacaktı, aynı zamanda ikisinin de ifşa olma riskini artırabilirdi, özellikle de Sophie lanet olasıca çenesini kapalı tutmakta, görünüşe göre çok ama çok sıkıntı yaşarken.

Madison sabırsızlıkla saatine baktı. PopTV minivanı ne­rede kalmıştı ki? Eve gidip parti için hazırlanmak zorundaydı. Önündeki gece için gerçekten sabırsızlanmıyordu fakat bundan kaçış yoktu... ve ayrıca, toplumdan dışlanmış kötü kız rolünü oynayacaksa (bir kez daha), bunu seksi D & G straplezini ve yeni, siyah, saten Louboutin larını giyerek de yapabilirdi.

Tam o sırada iyi giyimli genç bir adam masalarına yanaştı. Madison biraz daha dik oturdu. Işiııi biliyordu; hobi olarak er­kekleri reddederdi.

Ancak adamın gözleri onda değildi... Sophie’nin üzerindeydi. Ve Sophie zevkten dört köşe olmuş, cilveli cilveli gülümsüyor, saçıyla oynuyordu. Madison sandalyesinde aşağı doğru kaydı ve yeniden saatine bakıyormuş gibi yaptı. Off. Kız hakikaten bir ilgi manyağıydı.

Öte yandan... Madison bütün bunlara yanlış açıdan bakıyor olabilir miydi? Sophie’nin bu kadar çok ilgi toplaması (erkeklerden, Trevor’dan, medyadan) aslında iyi bir şeydi belki. Şimdiye kadar, bütün kartlar Sophie’nin elindeydi çünkü Madison ın kaybede­cek çok şeyi vardı. Ama şimdi... Sophie’nin de kaybedecek çok şeyi vardı. Şöhretin ve servetin tadını almaya başlamıştı, onlarla birlikte gelen avantaların da: güzel kıyafetler, lüks arabalar, paralı

202

erkekler, VTP girişler. Aptal değildi. Madison ı yerinden indirmesi söz konusu değildi. Çünkü bunu yaparsa, o da aşağı düşecekti. Alev alev.

Madison gülümsedi... sahte değil,gerçek bir gülümsemeyle; günlerden beri bu onun için bir ilkti.

LAUREN CONRAD

203

23

DOĞUM GÜNÜ KIZI

Scarlett, Liam’la bir gecelik gizemli tatiline ne götürmesi gerek­tiğini düşünerek dolabının içindekileri inceledi. Çantasına kot pantolon, şort, tişört, bir mayo, güzel iç çamaşırları ve kişisel

bakım malzemeleri koymuştu. Sırf tedbirli olmak adına sade, siyah, kolsuz bir elbise, kaşmir bir hırka ve bir çift hoş sandaleti de ekledi. Ve Jane’in geçen sene doğum gününde ona verdiği gümüş ve turkuvaz kolyeyi.

Saatine baktı. Off. Dananın tabiriyle “süper-kısa bir ek sahne” için saat altıda Coco de Ville’de olması gerekiyordu. Scarlett hayır diyecekti ama Dana, bunun bir “prodüksiyon acil durumu” olduğunu söyleyerek ısrar etmişti; görünüşe göre, orada çekim yaptıkları gecenin ses kayıtlarının yarısını kaybetmişlerdi (işte biri işten kovuldu.) ve o akşamın tutarlı olabilmesi için o ve Jane arasında bir sahne kaydetmeleri gerekiyordu. Scarlett’a bir saatten uzun sürmeyeceğine söz vermişti. Scarlett, Liam’a mesaj atmış,

saat yedide onu evinden değil de kulüpten almasını söylemişti.

205

HUYSUZ VE TATLI

Scarlett, Jane’in şimdiden kulüpte olup olmadığını merak etti. Bütün gün onu görmemişti. Sabah spor salonuna gitmek için erken kalkmış, geri döndüğünde Jane gitmişti. Günlerden cumartesiydi, tipik bir iş günü değildi yani, yine de Jane sık sık hafta sonu mesai yapıyordu ve Scarlett onun yaklaşmakta olan bir restoran açılışıyla meşgul olduğunu biliyordu. Bir iki hafta içinde gerçekleşecek Aja’nın nişanı da cabasıydı.

Fakat Jane doğum gününü unutmamıştı. Her tarafında gülen suratlar olan sevimli bir notla mesaj bırakmıştı: İyi ki doğdun, Scar!!!! Boş bir gecemiz olur olmazçıkıp doğum günü içkileri içelim,, olur mu? Seni seviyorum, Jane.

Tucker, Scarlett’m odasına daldı ve ayaklarının dibine ken­dini pat diye attı. Scarlett onu okşamak için eğildi, Tucker’sa heyecanla onun yüzünü yaladı. “Ayy. Doğum günü öpücüklerim için teşekkür ederim! Evet, bugün yirmiye basıyorum. Çılgınca, değil mi?”

Scarlett çantasını alıp cep telefonunun saatine göz attı: 17:35. Gitse iyi olurdu, yoksa PopTV’nin salak çekimine geç kalacaktı. PopTV, bu yeni sahnenin akışın haricinde çekilmediği illüzyo­nunu yaratabilsin diye Coco de Ville’deki asıl sahnede giydiği kıyafeti giymişti. Saçını, makyajını ve takılarını da uydurabilsin diye, Dana ona sahnesinden görüntüleri e-postayla yollamıştı. Ya tabii, realite.

Ama Scarlett’ın umurunda değildi. Çekim biter bitmez Liam onu almak üzere arabasını kulübün önüne çekecekti. Onu görmek için sabırsızlanıyordu. Kollarını boynuna dolayıp onu çok, çok ama çok uzun süre öpmeyi planlıyordu...

206

LAUREN CONRAD

“Sürprrrrriiiiz!”Scarlett bağıran, el sallayan ve gürültü çıkaran oyuncaklar

üfleyen tüm o insanlar karşısında şaşkına dönmüş halde Coco de Ville’de duruyordu. Sürpriz bir parti mi?

“İyi ki doğdun, Scar!” Jane ona doğru koştu ve kocaman sarıldı. “Şaşırdın mı? Şaşırdın, değil mi?”

“Scarlett, haydi hemen sana mikrofon takalım da herkesle selamlaşmanı alabilelim.” Matt ona bir mikrofon kutusu uzattı ve Scarlett onu otomatik bir şekilde bluzunun altına sokup ete­ğinin arkasına tutturdu. Şu anda hiçbir şeyi sorgulayamayacak kadar donakalmış ve dilini yutmuştu. “Ah, doğum günün kudu olsun!” diye ekledi.

İnsanlar bir kucaklaşma ve öpücük yağmuru halinde ona doğru gelmeye başladılar. “Bayan Scarlett!” diye ciyakladı D. “Sana en şahane hediyeyi aldım! Hayır, ipucu vermeyeceğim! Pekâlâ, vereceğim. Tapılası bir Prada çanta!”

“İyi ki doğdun, Harp. Yaşlı bir hanım için pek fena görün­müyorsun,” diyerek takıldı Caleb ona.

Naveen onu yanağından öptü. “Dinleme onu. Sırf geçen hafta onu bilek güreşinde yendin diye öfkeli.”

Deb, “Onun muhteşem kişisel eğitmeni bendeniz sayesinde,” diyerek lafa dahil oldu.

Chelsea, “Bu parti güzel olsa iyi olur çünkü pazartesi teslim edilmesi gereken yirmi sayfalık bir dilbilim ödevini var,” diyerek

şaka yaptı.Scarlett!İyi ki doğdun!Hey, doğum günü ktzı!

207

HUYSUZ VE TATLI

Scarlett sersemlemiş ve afallamış bir şekilde gözlerini kırpış­tırdı. Daha fazla insan yanına gelip onunla konuştu... bir garson kız eline bir kadeh şampanya tutuşturdu... başka biri, kafasına bir parti şapkası koydu ve tüm bunlar olurken yüzünde flaşlar patlıyor, PopTV kameraları ona zum yapıyor ve Dana ona bir şey yapmasını manyak gibi işaret ediyordu... Ne?

“Süper-kısa bir ek sahne.”Tabii. Scarlett, Dananın budalaca üçkâğıdını yediğine inanamıyordu.

Jane’in iş arkadaşı Hannah doğum gününü kutladı, koluna girdiği şirin, kızıl saçlı çocuk da. Etrafa bakınınca Scarlett, odanın balonlar, flamalar ve en sevdiği çiçek olan sarı lale dolu vazolarla dekore edilmiş olduğunu gördü. Bir DJ, yine favorisi olan Kings o f Leon’u çalıyordu. Yakınlarda bir şövalede, TANIDIĞIMIZ VE SEVDİĞİMİZ SCARLETT! başlıklı büyük bir fotoğraf kolajı du­ruyordu. Olamaz, bu onun spagetti sosuna batmış halde mama sandalyesinde otururkenki fotoğrafı mıydı? Ve ilk adımlarını atarken... ve Disney’de Mickey’ye sarılırken... ve altıncı sınıf müzikalinde Dorothy yi oynarken... ve pantolon askısı takmış­ken... ve mezuniyet balosunda.

Scarlett huysuz bir şekilde, bir içkiye ihtiyacım var, diye dü­şünerek şampanya kadehini kafaya dikti ve bir başkasına uzandı. Tam o sırada bastonlu, ihtiyar bir kadın kalabalıkta kendine yer

açıp ona doğru yürüdü. Birini andırıyordu...“Büyükanne Harp?” diye haykırdı Scarlett. “Burada olduğuna

inanamıyorum!”Büyükannesi, “Bunu hayatta kaçırmazdım, Tavşancık,” dedi

içtenlikle.Deb, Scarlett’ın kulağına, “Tavşancık mı?” diye fısıldadı.

208

LAUREN CONRAD

Scarlett, “O seksen beş yaşında,” diye fısıldayarak karşılık verdi.“Hayır, bu çok sevimli. Egzersizlerimiz sırasında sana böyle

demeye başlayacağım.”Büyükanne Harp’ın arkasında, Scarlett’ın anne ve babası

vardı. “Merhaba, canım,” dedi annesi ve ona kusursuz bir hediye paketi yapılmış bir kutu verdi. “Saks’tan bir hırka. Mandalina rengi. Gerçekten daha fazla renk giymeye başlamalısın.”

Babası, “iyi ki doğdun, Prenses,” diye ekledi. “Büyük anını paylaşmak üzere burada olabildiğimiz için çok mutluyum! Ah, yeni arkadaşın Naveen le de tanıştım. Plastik cerrahi hakkında konuştuk!”

Jane’in anne babası ve küçük kız kardeşleri de oradaydılar. Nora, “Hediyelerini açmana yardım edebilir miyim Scarlett?” diye yalvardı.

“Ve beğenmediğin bir şey olursa ben alabilir miyim? Lüt- feeen?” diye ekledi Lacie.

Jane, Scarlett a sokuldu ve “Merak etme. Aileler yalnızca ilk bir saat boyunca kalacak. Sonra biraz daha fazla eğlenebiliriz,” diye fısıldadı.

Gaby -ya da en azından eskiden Gaby olan kız- yeni bir sahte erkek arkadaşı arkasından sürükleyerek ona doğru yürüdü. Scarlett dün onu aramış ve son zamanlardaki acayip davranışları hakkında konuşmaya çalışmıştı. Gaby, Scarlett’ın neden bahsetti­ğini hiç anlamadığını söyleyerek yanıt vermiş, sonra bir randevuya geç kaldığını söyleyerek konuşmayı bitirmişti.

“İyi ki doğdun, Scarlett!” dedi Gaby yanaklarını değdirmeden onu öperek. “Bu, Roberto. O bir beyzbol oyuncusu.”

“Şey, aslında hokey,” diyerek düzeltti onu Roberto.

209

HUYSUZ VE TATLI

Gaby, Scarlett’a göz kırparak, “Senin erkek arkadaşın, bu­

rada Doktor Çekiciyle birlikte olduğunu biliyor mu?” diye sordu.

“Endişelenme, sen doğum günü kızısın! Bu gece kiminle istersen

onunla takılabilirsin!”Scarlett yutkundu. Erkek arkadaş mı? Ah, hayır!

“Janie!” Scarlett ona el salladı. “Bu parti senin sorumluluğunda

mıydı?” diye fısıldadı.

“Evet, Trevor organize etmemi istedi. Umarım senin için

sakıncası yoktur!” diye fısıldayarak karşılık verdi Jane.

“Bunu yapman büyük incelik. Teşekkürler! Ne var k i... şey,

Liam’ı davet ettin, değil mi?”

“Elbette onu davet ettim! Yani, şahsen ben etmedim... dave­

tiyelerle PopTV ilgilendi.” Jane şaşırmış görünüyordu. “Ama bu

hafta şehir dışında olduğunu söylemiştin, değil mi? Gelmeyeceğini

düşünmüştüm.”

“Hayır. Bir saat kadar önce buraya uçuyordu. Şu var... hımm,

boş ver, sonra anlatırım. Bir telefon açmam lazım.”Scarlett izin isteyerek kalabalığın içinden çıkmayı ve kendini

kadınlar tuvaletine atmayı başardı. Tuvalet boştu. Güzel. Bluzu­nun altına uzandı ve mikrofonunu kapadı (ekip, mahremiyete ihtiyacı olduğunu anlayacaktı), sonra telefonunu çıkarıp Liarn ın numarasını çevirdi. Hoparlörlerden fışkıran gürültülü pop müziği

bastırmaya çalışarak eliyle kulağını kapadı.Liam ilk çalışta açtı. “Alo?”“Liam! Neredesin?”“Nerede miyim? Uçağım rötar yaptı. Ama az önce indik,

yani trafik açıksa zamanında kulüpte olurum.”

“Partiyi biliyordun, değil mi?”

210

LAUREN CONRAD

“Parti mi? Neden bahsediyorsun?”“Sürpriz doğum günü partim.” Fakat Liam’ın şaşkınlığını

duymak, Scarlett’ın bunun Liam için de sürpriz olduğunu fark etmesine sebep oldu.

Sessizlik. “Sürpriz partin mi?” dedi sonunda Liam. “Partimden haberin yoktu, değil mi?”“Hayır, Scarlett, partinden haberim yoktu.”“Jane senin konuk listesinde olduğunu söyledi.”“Peki, o zaman davetiyem postada kaybolmuş olmalı.”“Ah, Tanrım! Benim için yaptığın doğum günü planları ger­

çek miydi yani? Gece bir yerde kalmak için çanta hazırlamamı söylemen falan? Bunu sırf partiden şüphelenmeyeyim diye yap­madın, öyle mi?”

“Malibu’da bir akşam yemeği rezervasyonumuz var. Ve okyanus manzaralı muhteşem bir otelde ikimiz için bir oda tutmuştum.”

“Öyle mi?” Scarlett’ın içi bir hoş oldu. “Çok tatlı!”“Peki... kulüpten tam yedide ayrılırsak, rezervasyonumuza

yetişiriz.”“Ama Liam, öylece çıkıp gidemem İd! Bu gece için kulübü

kiralamışlar. Herkes burada. Seksen beş yaşındaki büyükannem ta Montecito'dan gelmiş. PopTV kameraları da burada, çekim yapıyor.” Scarlett bir an düşündü. “Neden bir süreliğine buraya gelmiyorsun ve bir iki saat kadar sonra Malibu ya gitmiyoruz? Geç yemenin benim için sakıncası yok. Senin filme alınamaya­cağını biliyorum ama seni kameralardan uzak tutarız, olur biter.”

Biraz daha sessizlik.“Liam? Hâlâ orada mısın?”

211

HUYSUZ VE TATLI

“Cidden iğrenç bir Los Angeles Şekeri partisi için beni mi ekiyorsun?”

“Seni ekmiyorum\ Bunu Jane organize etmiş ve şimdi çıkıp gidersem gerçekten üzülür ve... pekâlâ ikisini birden yapabiliriz! Birazcık burada takılır, sonra sahile gider, romantik randevumuza çıkarız.”

“Buna inanamıyorum,” dedi Liam. “Önceliklerin tamamen altüst olmuş.”

“Önceliklerim mi? Sen neden bahsediyorsun? Seni görmek için ölüyorum. Bütün hafta seni görmedim! Ama bütün ailem ve arkadaşlarım burada. Kendi partimden öylece sıvışamam.”

“Evet, sıvışabilirsin. Sadece istemiyorsun.”“Liam, bu öyle...”“İyi geceler, Scarlett. Umarım doğum günün güzel geçer.”Klik.Scarlett elindeki telefona bakakaldı. Liam az önce telefonu

suratına mı kapatmıştı? Bu da ne demek oluyordu? Scarlett’ın içinde bulunduğu çıkmazı nasıl anlamayabilirdi? Belki durumu yeterince açıklayamamıştı...

Tam onun numarasını yeniden aramaya başlıyordu ki Dana kadınlar tuvaletine daldı. “Scarlett! İşte buradasın! Hemen şu saniye buradan çıkman gerek!” dedi.

“Ne? Neden?”“Çünkü pastanı getirmek üzereler. Haydi, haydi!”“Tamam! Geliyorum!”Scarlett iç geçirerek telefonunu cebine soktu ve mikrofonunu

yeniden açtı. Dana nın kadınlar tuvaletinden çıkışını izlerken, gö­züne aynadaki yansıması takıldı. Gergin ve mutsuz görünüyordu.

212

LAUREN CONRAD

Liam’la kavga etmekten nefret ediyordu. Bir saat önce, doğum günü için ona ne sürpriz hazırladığını merak ederek çantasını hazırlıyordu.

Malibu. Deniz kenarında bir otel. Böyle bir şey hayal etmek tam da Liam’a göre bir şeydi.

Şimdiyse bu partide kısılıp kalmıştı... ve Liam ona öfkeliydi. Her şey nasıl böyle allak bullak olmuştu?

Kadınlar tuvaletinden çıkarken Scarlett kalabalığı -kendi ka­labalığını- gördü; eğleniyor, şampanya içiyor, Black Eyed Peas’le dans ediyorlardı. Derin bir nefes aldı ve yüzüne kocaman bir gülücük yerleştirdi. Doğum günü kızını oynama zamanıydı, en azından kısa bir süreliğine; ta ki oradan tüyebilene ve gidip Liam’ı bulup onunla barışana kadar. Hâlâ çok geç değilse.

Sonra Jane koşa koşa yanına geldi, yüzü az önce Scarlett’ın yüzünün kadınlar tuvaletinin aynasında göründüğü kadar gergin . ve mutsuzdu. “Hey. Ne oldu?” diye sordu Scarlett merakla.

Jane kapı girişini başıyla işaret etti. “Bil bakalım az önce içeri ne girdi?”

Scarlett, Jane’in bakışını takip etti. Madison ve Sophia, bir­birinin farklı modeli olan aynı, metalik elbiseleri içinde orada durmuş, gülümsüyor ve kırmızı halıdaymışçasına el sallıyorlardı. Gaby onlara doğru yürüyor, hokey oyuncusu “erkek arkadaşına” yapışarak onları öpüyormuş gibi yapıyordu.

Scarlett, Janee, “Tahminimce onları sen davet etmedin,"diye fısıldadı.

“Ah, hayır. Gaby bana onları kendisinin davet ettiğini söyledi. Ama bence e-davetiyeler gönderilirken Trevor konuk listesine

müdahale etmiş.”

213

HUYSUZ VE TATLI

Evet, Trevor konuk listesine basbayağı müdahale etmiş, diye düşündü Scarlett, aklından Liam’ı geçirerek Şimdi taşlar yerine oturuyordu.Trevor, Liam’ın partide olmasını istemezdi... Sadece Liam filme alınamayacağı için değil, Trevorın Scarlett Ta Naveen için kafasında kurduğu uydurma “flörtleşme” sahnelerine engel olacağı için de.

Bu doğum günü bundan daha beter olabilir miydi?

214

24

İKİ ADIM ÖNÜNDE

Jane, salı günü üzerinde lacivert bir etek, gıcır gıcır beyaz bir

bluz ve düzgün bir atkuyruğu yapılmış saçlarıyla kendini gayet

şık hissederek Sirloina girdiğinde, saat akşam beşe geliyordu.

Güzel, ihtişamlı girişini yaptığında görünüşü, “telaşlTnın tam

tersi olacaktı, ki Trevor’ın ondan beklediği böyle bir girişti ve

saat 17.30’da olmalıydı, daha erken değil.

“Selam, Dana!” Jane yapımcının önünden rüzgâr gibi geçti

ve sesçi çocuklardan birinin yanına gitti. “Selam, Jack. Mikrofon

takmaya hazırım. Tişörtünü beğendim!”

“Teşekkürler!” Jack sırıttı ve ona bir kutu uzattı.

“Jane?” Dana basbayağı şaşırmış görünüyordu. “Biz... ah...

biz, şey...”“Biraz erken geldiğimi biliyorum ama her şeyin yolunda

gittiğinden emin olmak istedim,” dedi Jane, masum bir şekilde

gülümseyerek.

215

HUYSUZ VE TATLI

Kapı açıldı ve Hannah restorana girdi. Yanakları koşturmuş gibi kızarmıştı. Selam, Dana, selam, Jack! Jane, beni geçmişsin! Vay canına, bu bir ilk olmalı, değil mi?” diye şaka yaptı.

“Ha ha. Fiona burada mı?” diye sordu Jane, Danaya.“Şey... henüz değil. Her an gelebilir. Şey, neden mikrofon­

larınızı takmıyorsunuz, kızlar? Sonra da siz hediye çantalarını doldururken hızlı bir sahne çekeriz.”

“Harika olur!” dedi Jane hevesle, hediye çantalarım doldurmak hayattaki en heyecan verici etkinlikmiş gibi. Dana, Hannah ve Jack gözlerini ona diktiler.

Hediye kuponları, şarap şişesi tıkaçları ve şişelerce gurme biftek sosunu, Sirloin logolu küçük, siyah beyaz bez çantalara tıkarlarken Hannah, Jane e, “Neşen yerinde,” dedi.

“Evet, güzel bir gündü. Spora gittim, sonra Aja’nın basın danışmanı VVandayla Vegas partisini konuşmak için öğle ye­meğine çıktım, öğleden sonrasını da bu gece için küçük işleri

hallederek geçirdim.”“Sanırım bu gece sadece seninle ben görevdeyiz. Oliver fi­

nallerine çalışıyor ve Madison da şehir dışında galiba.”“Öyle görünüyor.” Jane ifadesiz kalabilmeye çalışırken kayıp

bir şişe tıkacını arıyormuş gibi yaptı. Hiç de şehir dışında olma­yan Madison tarafından “pusuya” düşürülmek üzere olduğundan haberi yokmuş gibi yapması gerekiyordu.

“Eeee. Scarlett’ın partisinde Oliver’la sıkı fıkı görünüyordunuz.” Hannah kızardı. “Evet, o çok tatlı. Ve benim sevdiğim şeyleri

seviyor!”“Mesela?”

216

LAUREN CONRAD

“Mesela... eski filmler. Ve yemek yapmak. Ve Joshua Tree’de yürüyüş yapmak. Ve anne babam da onu sevdi.”

“Anne babanla mı tanıştı? Bu çok büyük bir şey!”“Son derece sade oldu. Geçen hafta bizi yemeğe götürdüler.

Babam biraz aşırı korumacıdır ve Oliver’a milyar tane soru sordu. Oliver bunu soğukkanlılıkla karşıladı.” Ve ekledi: “Onun ebeveyn­leriyle tanışayım diye San Diegoya gidiyoruz, belki gelecek hafta.”

“Vay canına.”

Hannah hayal kurar gibi gülümsedi ve bir hediye çantasını bitirince boşluğa dalıp gitti. Jane onu izleyip Caleb’ı düşündü. Hannah’nın görünüşe göre Oliver’a karşı hissettiklerini, o Caleb’a karşı hissetmiyordu. (Ya da Scar’ın Liam’a karşı hissettiklerini... gerçi Liam, cumartesi gecesi partiye hiç uğramamıştı ve ikisinin kavgalıymış gibi bir hali vardı ama Jane emin değildi çünkü Scar bu konuda konuşmak istemiyordu.) Ama belki de Jane’in Caleb’a sırılsıklam âşık olmaması iyi bir şeydi, ne de olsa sadece birlikte vakit geçiriyor, evliliğe yürümüyorlardı. Tamam, sarhoş edici “bütün gece sevişmek isteme” hissini özlemişti (lisedeykenki gibi olmayı). Fakat Jesse tarzı deliliği özlememişti.

Ve gerçekten de Caleb’ın filme alınmaya azıcık hevesli olu­şundan hoşlanmıyordu. Ve paparazzi tarafindan fotoğraflarının çekilmesine. Ve genel olarak bir “ünlü” olmaya. Bunun bir safha, kısa süre sonra aşacağı bir şey olduğunu umuyordu. Okulun son senesi, yüzme takımı ulusal şampiyonluğu kazandığında benzer bir dönemden geçmişti. Takım kaptanı olduğundan, bir düzine gazete yazısı için onunla röportaj yapılmıştı, hatta bir iki yerel haber kanalında da çıkmıştı. İlgi bir süreliğine başına vurmuştu.

217

HUYSUZ VE TATLI

O bunun üstesinden gelip de eski haline dönene kadar bu durum

sinir bozucu olmuştu.Cep telefonu öttü. Danadan mesaj gelmişti:

LTF BU GECENİN AÇILIŞINI KONUŞUN, HER ŞEY

İYİ GİDİYOR, VS. NE TERS GİDEBİLİR Kİ? CÜMLE­

SİYLE BİTİR.

Jane,Trevor ve Fionayla birlikte odanın diğer tarafında onu

izleyen Dana ya soğukkanlılıkla gülümsedi ve telefonunu yeniden

cebine attı. Değişiklik olarak, üst düzeylerin iki adım önünde

olmak muhteşemdi. “Şimdi, bu gece konuklara yerlerini ben

göstereceğim. Sen basın hattını halledebilir misin?” diye sordu

Hannahya.

“Sorun değil.” Hannah saatine göz attı. “İnsanlar az sonra

gelmeye başlayacak. Ben onaylanan ordövrlerin sunuma hazır

olup olmadığını konuşayım.”

“Harika! Hey, sana söylemek istiyordum... seçtiğin çiçeklere

bayıldım. Ve menü kartları da güzel.”

“Teşekkürler!”

Jane şarap renkli, deri oturma grupları, siyah beyaz döşemeleri,

gümüş rengi duvar lambaları ve film yıldızlarının çerçevelenmiş

fotoğraflarıyla 1940’lar tarzı yemek salonuna bakındı. Her masada

servis takımları ve bu akşamın özel menüsünün kabartmayla

basıldığı fildişi kartların yanı sıra, dilek mumları ve çiçekler vardı.

Mekân güzel ve şık görünüyordu, bu geceki büyük açılışa her

şeyiyle hazırdı.

218

LAUREN CONRAD

“Her şey öyle iyi gidiyor ki,” diye ezbere söyledi Jane, tele- suflörden okur gibi. “Ne ters gidebilir ki?”

Hannah ona tuhaf bir bakış attı. “Hımm, hiçbir şey? Bu gece mükemmel olacak! Şom ağızlılık etme, Jane!”

Jane sırıttı. “Etmem.”

“Selam Ashley, selam Scott, ikinizi de görmek çok güzel! Beni izleyin... bu taraftan.”

Jane, Ashley Pierce ile nişanlısını odanın orta yerindeki yer­lerine oturttu. Bir etkinlik için oturma düzenini planlamak bir sanattı, hele ki işin içinde ünlüler varsa. Ünlüler demek, kırılgan (aslında alev alabilen) egolar, ayrıca durmadan değişen arkadaşlıklar, ilişkiler, birlikler demekti. Jane, Ashley yi, Leda Phillips’le avnı

masaya oturtamazdı çünkü ikisi yeni çekilecek bir filmdeki aynı

rol için rekabet etmişlerdi. (Leda kazanmıştı.) Ve Jared Walsh, Aidan Kline’ın yakınına bile yaklaşmazdı çünkü Jared geçen sene

Cannes’da Aidan ın o zamanki kız arkadaşıyla çok da gizlice ol­madan takılmıştı. Hollyvvood’daki en nüfuzlu menajerlerden biri olan Joe Giardi, mekândaki en iyi masayı almak zorundaydı...

yoksa Jane onu, yakın zamanda ve herkesçe duyulacak şekilde A sınıfı ünlü temsilcisiyle bağlarını koparan Carly Henek’e mi

vermeliydi?Jane, Ashley ile nişanlısını oturtur oturtmaz, başka ünlülerin

de masalarını bekliyor olacağı basın hattının sonuna gitti. Yolda, iki PopTV kameramanının bir yan giriş kapısının yanına park

ettiklerini gördü... ve yakınlarda, kamerası Janee odaklanmış

üçüncü bir PopTV kameramanı vardı.

219

HUYSUZ VI- i A11.1

İşte şimdi. Jaııc hazırdı. Aniden durdu vc kulaklığını ayar- hvormuş gibi vaptı. 1 anı o sırada kapı açıldı, içeri salına salma Madison girdi.

Janc göz ucuyla, ilk kameranın Madison a (ki şimdiden mik­rofonu takılmıştı...Jane elbisesinin altından mikrofon kutusunun belli belirsiz çizgilerini seçebiliyordu), ikineininsejane e yöneldiğini gördii. Uçiincü kamera ise yemek salonu boyunca aceleyle iki kıza doğru yürüyen Fiona’ya çevrilmişti.

Madison saçını omzunun üzerinden savurdu ve Jane e kendini beğenmiş bir tavırla gülümsedi.

“Jane, acaba...” diye başladı Fiona.“Hey, Madison! Seni görmek ne güzel!” dedi Jane fazla dostane

bir ses tonuyla. “Şehir dışında olabileceğini biliyordum ama yine de ne olur ne olmaz diye sana bir masa ayırmıştım. Beni izle!”

Madison’ın yüzünden gülümsemesi silindi. Fiona afallamış görünüyordu.

Jane gülme isteğine karşı koymak zorundaydı. Bu fazla hari­kaydı. Bunun ardından ne olacağını görmek için sabırsızlanıyordu.

“Hey, bizi de Madison m masasına oturtabilir misin?”Jane bu tanıdık sesi duyunca arkasına döndü. Olamazdı.

Olmuştu.Jesse orada duruyor, terzi dikimi siyah bir gömlek ve kumaş

pantolon içinde imkânsız bir şekilde yakışıklı görünüyordu. Ko­

lundaysa Sophia Parker vardı.Madison da Jane kadar şaşırmışa benziyordu. “Sophia, sen

ciddi misin?” dedi tıslarcasına.Sophia sırıttı. “Ben içki istiyorum. Sen de içki istiyor musun

tatlım?” dedi Jesse’nin kolunu okşayarak.

220

LAUREN CONRAD

Jcsse, Sophia’yı dudağından öptü. “Ah, evet. Bu mekânın barı nerede?”

Jane’in tamamen nutku tutulmuştu. Bu kesinlikle not def­terinde yoktu.

221

25

KIZ KIZA

Gaby bir patates kızartmasına daha uzanırken, “Ketçapı uzatabilir misin?” dedi. “Annabelle basının önünde yemek yememe izin vermiyor, bu yüzden açlıktan ölüyorum! Yani ne tür bir basın danışmanı Sirloin1 adında bir restoranın açılışında biftek yemene izin vermez ki?”

Madison, “Evet, bu saçmalık,” diyerek ketçap şişesini uzatır­

ken ona katıldı. İki kız, salı gecesinin ilerleyen saatlerinde (yoksa

artık çarşamba sabahı mı olmuştu?) neredeyse bomboş olan Mel’s

Drive inde oturuyordu.

Madison, açılışta martiniyi biraz fazla kaçırmanın etkisi ve

Sophie ile Jesse Edwards’ı beraber görmenin şokuyla zonklamaya

başlayan şakaklarını ovdu. “Ee, Annabelle’le işler nasıl gidiyor?

Basında epey yer almanı sağlıyor gibi,” dedi, sohbet etmeye ça­

balıyordu.

“Evet, o gerçekten iyi!” diyerek onu onayladı Gaby. “Yalnız..."

1 (İng.) Bonfile, (ed.n.)

223

HUYSUZ VE TATLI

“Yalnız ne?”“Yalnız... bana bir sürü şey yaptırıyor. Her çekimden önce

saçımı ve makyajımı yaptırmak zorunda olmam gibi mesela. Ve

onıın yüzünden, giyim tarzımı baştan aşağı değiştiren şu stilistle

çalışıyorum. Başlarda biraz eğlenceliydi ama şimdi, kendim gibi

hissetmiyorum. Kendimi oyun oynuyor gibi hissediyoaım.” Gaby

siyah mini elbisesini çekiştirdi ve bu, yeni göğüslerinin birbirine

yapışıp adeta ortaya dökülmesine sebep oldu. “Ayrıca... meme­

lerim acıyor.”

“Evet, göğüs ameliyatının böyle olabileceğini duymuştum,”

dedi Madison, bu işlemi kendisinin de bir defadan fazla yaptırdığı

gerçeğini açığa vurmadan. “Fakat burası Hollyvvood. Bütün o diğer

sıska, iri göğüslü kızlara ayak uyduramazsan, dışarıda kalırsın.”

“Evet. Ama Annabelle m bana programda ve dergilerde

söylettirdiği şeylerden de bıktım. O ve Trevor bir araya geliyor,

sonra Annabelle bana, daha fazla yayın süresi istiyorsam, Jane’le

Scarlett’a sürtük gibi davranmam gerektiğini söylüyor.” Madison

ona rahatsız bir bakış atınca çabucak ekledi: “Biliyorum, biliyo­

rum. Onlardan ölesiye nefret ediyorsun. Ama ben hem onlarla

hem de seninle arkadaşım denebilir. Üzgünüm fakat yalnızca açık

konuşuyorum. Taraf tutmaktan ya da birilerine kötü davranmak­tan hoşlanmıyorum. Ayrıca, bir realite programında olmanın asıl

olayının kendin olmak olduğunu sanırdım. Eh, bu ben değilim.”

Madison sodasından bir yudum aldı. Gaby’nin aksine, moral

bozukluğunun onu patates kızartması ve yağlı, minik hambur­gerler yemeye itmesine izin vermeyecekti. Demek Gaby’nin yeni

görüntüsü ve kişiliğinin ardında, yeni basın danışmanı vardı. Ve bu

224

LAUREN CONRAD

bariz bir şekilde işe yarıyordu. Madison dergilerde ve programın ikinci sezonunda Gaby’nin çok daha fazla yer aldığını fark etmişti.

Bir yanı, Gaby’ye şikâyet etmeyi bırakmasını söylemek isti­yordu. İstediğini elde etmişti, değil mi? Daha çok şöhret, daha çok yayın süresi, daha çok erkek arkadaş? (Gerçi “erkek arkadaşlar” yalnızca medyanın ilgisi için işin içindeydiler.)

Ayrıca Gaby, Madison’ın problemlerinin yarısına bile sahip değildi. Yakınından bile geçmiyordu. Madison hâlâ, Sophie’nin Jesse’yle takılmasının şokunu adatamamıştı. Küçük sürtüğün cu­martesi günü onu Jesse ve Los Angeles Şekerindeki diğer insanlar hakkında sorgulaması boşuna değildi. Belli ki sansasyon yaratma­nın bir yolunu arıyordu. Restoran açılışına Jane’in rehabilitasyon merkezinden yeni çıkmış eski sevgilisiyle gitmek kesinlikle bu nitelikteydi. Jesse ye gelince, Jane’den onu terk etmesinin inti­kamını almanın, yeni, güzel rol arkadaşıyla (hem de Madison ın kardeşiydi. Gerçi dürüst olmak gerekirse Madison la çıkması, çok daha fazla reyting anlamına gelirdi) çıkmaktan daha iyi bir yolu olamazdı gerçekten.

Jane (ki kendisi, akşamım çanta doldurmak ve ünlülere yer­lerini göstermekle geçirmekten tuhaf bir şekilde keyif alıyormuş gibi görünüyordu) yeni, mutlu çifti görmenin verdiği şoku gizle­yememişti. Ve üst üste votka teklerini kafaya dikişlerini, A sınıfı bir kalabalığın önünde haddinden fazla sevgi gösterisi yapmalarını izlerken tiksintisini gizleyememişti.

Madison bir an için, acaba reklam amacıyla va da programda “olay” olsun diye, Sophieyle Jesse’nin partiye birlikte gelmelerini Trevor’ın ayarlayıp ayarlamadığım düşünmüştü. Ama fiyakalı gi­rişlerini yaptıkları zaman Trevor’ın yüzündeki hayrete düşmüş

225

HUYSUZ VE TATLI

itadevc bakılacak olursa, bu onun için de herkes için olduğu kadar sürpriz olmuştu.

Sophie’nin ilgi peşinde olduğu ortadaydı... Şimdiye kadar başarılı da olmuştu ve bu demek oluyordu ki Madison artık hem Sophie hem <&Jane konusunda endişelenmek zorundaydı. Çünkü yalnızca bir kişi ilgi odağı olabilirdi. Sophie üne kavuşabilirdi tabii ki... ama Madison’dan ünlü olmamalıydı. Yakınından bile geçmemeliydi.

Gaby’nin sesi endişelerini böldü, “ikimiz kız kıza kameralar olmadan takılmayalı ne çok zaman oldu. Yani şimdi hayal etmesi güç ama bir zamanlar hepimiz bir şekilde anlaşıyorduk. Ah, bul­dum! Prenses Bebek’i yürüyüşe çıkarırken benimle gelmek ister misin?” dedi hevesle.

“Bu harika olurdu fakat gerçekten yorgunum ve işe erken gitmem gerek,” diye yalan söyledi Madison. Elbette ne sabah ne de yarın başka bir saatte, Fiona’nın işyerinde olmak gibi bir niyeti yoktu.

Ayrıca, Sophie’yi evde görüp görmeyeceğini, evdeyse yalnız olup olmadığını merak ediyordu. Bu geceden sonra, minik kız kardeşi konusunda her zamankinden daha tedbirli olması gerek­tiğini hissediyordu. Sophie, Madison ı kendi oyununda yeniyordu.

26

İLİŞKİ PROBLEMLERİ

Scarlett, Profesör Friedmanın, son konuları, Antoine François Prevost’un Manon Lescaut'su hakkında söylediklerine kulak ver­meye çalışıyordu. Ciddi ilişki problemleri olan Fransız asilzadesiyle kız arkadaşı hakkındaki on sekizinci yüzyıl Fransız romanını okumaya yeni başlamıştı.

Aramıza hoş geldiniz diye düşündü Scarlett derin bir iç çekişle.Liam’la dört gün önceki doğum gününden beri konuşma-

mışlardı. O gecenin ilerleyen saaderinde Liam mesaj atmış ve “bir ara vermeye” ihtiyacı olduğunu yazmıştı; o da ne demekse. Yanıt olarak, Scarlett yaklaşık yirmi farklı e-postaya başlamış fakat her defasında en sonunda Sile basmıştı çünkü ne hissettiğini tam olarak ifade edemiyor gibiydi.

Ki hissettiği şey özlemdi. Ve ona kızgın olduğu. Ve kendine kızgın olduğu. Liam’a kızgındı çünkü o gece onunla orta yolu bulup da Coco de Villee gelmemişti. Onun filme alınamayaca­ğını biliyordu elbette. Bunu anlıyordu. Fakat Liam kameralardın uzak durabilir ve ikisi oradan sıvışıncaya kadar gözlerden uzak

227

HUYSUZ VE TATLI

bir masada arkadaşlarıyla takılabilirdi... ki sonra Malibudaki romantik, küçük otele doğru yola çıkabilir ve doğum gününü gerçekten kutlayabilirlerdi.

Kendine de kızgındı çünkü onunla nasıl orta yolu bulacağını çözemiyor gibiydi. Yalnızca doğum günü meselesinde değil, genel olarak. Gossip dergisi ilişkilerini açık ettiğinden (ve bunun sonu­cunda Liam işten kovulduğundan) beri yapımcılar onun, kendi programlarında da “yetenekle” çıkmaya çalışmayacağına güvenemi- yorlardı. Scarlett ayrıca onun,Trevor’ın Naveenle sahnelerini her nasılsa ciddi şekilde flört ediyorlarmış gibi göstermeyi başardığı, Los Angeles Şekeri nin son bölümünü izlemekten nefret ettiğini de biliyordu. Bir defasında Trevor, Scarlett’ın muhtemelen bir duvara dikkade baktığı bir sahneyle, Naveen in muhtemelen seksi bir garson kıza dikkade baktığı sahneyi birbirine eklemişti... ve arka planına Lifehouseun You andMe şarkısını koymuş,romantik gerilim yüklü, heyecanlı bir sahne meydana getirmişti.

Elbette eski bir PopTV çalışanı olarak Liam, Trevor’ın düzenleme tekniklerini yaratıcı biçimde kullanışını ve sığ dizi müziklerini gayet iyi biliyordu. Ama yine de onun için kolay olmamıştı herhalde.

Bu da topu Scarlett’a atmıştı. Trevor’a karşı koyup reytingler için onu böyle utanmazca kullanmayı bırakmasını isteyebilir miydi? Ona bu sezon daha yardıma hazır olacağına ve her şeyi bu kadar ciddiye almayacağına dair söz vermişti. Şimdiye kadar başarılı olmuştu... değil mi? Ne yazık ki “başarısı”, Liam’la ilişkisine zarar veriyordu. Onun daha ne kadarına tahammül edebileceğinden emin değildi. Ve şimdi bir de Liamın gizemli bir şekilde ortadan

yok olan e-davetiyesi vardı.

228

LAUREN CONRAD

Daha da beteri... doğum günü partisinden sonraki gün Jane onaTrevor’a ait küçük, kahverengi bir defter göstermişti. Jane onu parti hazırlıkları sırasında Coco de Ville’de bulmuştu. Sayfaların çoğu anlamsız şeylerle doluydu -Trevor’ın elyazısı Jane’inkinden bile kötüydü- fakat Scarlett, Jane’in yardımıyla, onun kızların programdaki “sahnelerini” planlamak konusunda ne kadar ta­kıntılı olduğunu anlamasına yetecek kadarını çözebilmişti. Sanki bir realite programı yapımcılığı üstlenmemişti de yeni baştan senaryo yazıyordu. Scarlett, Trevor’ın kafasının böyle işlediğini öğrendiğine şaşırmamıştı. Ancak istediklerini yaptırabilmek için ona ve diğerlerine ne kadar çok yalan söylediğini öğrendiğine şaşırmıştı (ve sarsılmıştı ve rahatsız olmuştu).

Yani geçen hafta Liam’a yemekte söylediği şeyde temel olarak yanılmıştı: O, Trevor’ın kuklasıydı ki bu olmak istediği en son şeydi. Bu ve Liam’ın programdan hoşnutsuzluğu arasında ikinci seçenek, sezon bittikten sonra kaçmak olabilirdi. Para harikaydı elbette ve Scarlett maddi açıdan ebeveynlerinden bağımsız ol­mayı çok sevmişti. Fakat ortalıkta iyi para kazandıran, kendini bu kadar yönlendirilmiş hissetmesini gerektirmeyen ve televizyona çıkmak istemeyen bir erkekle birlikte olmasına izin veren başka işler de olmalıydı.

Ya da belki programdan ayrılmalı «una iş arayışını ertelemeliydi. Belki sadece, üniversiteden mezun olup gerçek kariyerine, artık o her neyse, başlayıncaya kadar dişini sıkmalı ve ebeveynlerinin ona destek olmasına izin vermeliydi. (Son zamanlarda gazetecilikle ilgili bazı hayalleri olmuştu... en sevdiği dondurmanın hangisi olduğunu öğrenmek isteyen o magazinci aptallar gibi Villandan gazeteci değil, gerçek bir gazeteci.) Soru şuydu: Hangi üniver­

229

HUYSUZ VE TATLI

site? Columbia’nın ardından, beş kabul daha almıştı ve birkaç tanesinden hâlâ haber bekliyordu. Çok yakında karar vermesi gerekecekti: geçiş yapmak mı yapmamak mı? Ve her halükârda, Liam’a anlatması gerekecekti. (Ve Janee.)

Geçiş yaparsa,Jane’den ayrılmak zorunda kalacaktı... muh­temelen Liam’dan da. Onunla birlikte taşınmaya karar vermediği sürece. Bu güzel olurdu; Liam’la birlikte yeni bir şehirde olmak. Ama ya taşınmak istemezse ya da bunu yapamazsa, çünkü tam burada, Los Angeles’ta hayalindeki işe kavuşmak üzereyse? Rolleri

değişmiş olsaydı, Scarlett onun için aynısını yapar mıydı? Eğer yarın ona uzağa taşınmak anlamına gelen harika bir iş bulduğunu

söyleyecek olsaydı, onun peşinden gider miydi?Bütün bunlar, hâlâ üzerinde tartışılacak bir ilişkileri olduğunu

farz etmesi durumunda geçerliydi. Ki bu da tartışılırdı çünkü

birbirleriyle konuşmuyorlardı bile.inledi ve hayatının nasıl bu kadar karışık bir hal aldığını

merak ederek yüzünü ellerinin arasına aldı.Dizüstü bilgisayarının ekranında bir hızlı mesaj belirdi. Chel-

sea, UYAN! yazmıştı.Scarlett sınıfın diğer ucuna baktı. Chelsea ona hafifçe el

salladı. En ön tarafta Profesör Friedman, yazı tahtasına bir şeyler

karalıyor, pahalı zevkleri olan kız arkadaşını memnun etmeye

çalışan zavallı asilzade hakkında konuşuyordu.Hımm, kalağa mükemmel bir realite programı konusu gibi geliyor,

diye düşündü Scarlett alaycı bir şekilde. UYANIĞIM. YALNIZCA

HAYATIMDAKİ PROBLEMLERİ ÇÖZMEYE ÇALIŞIYORUM,

diye yazdı.

230

LAUREN CONRAD

Chelsea, BU KONUDA YARDIMCI OLABİLİRİM. SONRA BİR ŞEYLER İÇELİM Mİ? diye yanıt verdi.

Scarlett, EVET, LÜTFEN! yazdı.PEKİ, PROBLEMLERİNİ ÇÖZMEYİ BAŞARIRSAM, İÇKİ­

LER SENDEN :)Scarlett kendi kendine gülümsedi. Chelsea bütün problem­

lerini çözebilirse, ona her ne istiyorsa almaktan muduluk duyardı.

231

27O DELİ, AŞK HASTASI KIZ

“Restoran açılışına gelemediğim için üzgünüm. Nasıl geçti?” diye sordu Caleb, Jane e. Masanın diğer ucuna uzanıp hafifçe kolunu okşadı.

Bir yanıt uydurmak için zaman kazanabilmek amacıyla du­dak parlatıcısı ve pudrasına uzanmadan önce Jane gülümsedi ve onun elini sıkıca tuttu. Bu soruyu nasıl cevaplayabilirdi ki? Muhteşemdi! Rehabilitasyon merkezinden daha yeni çıkan manyak eski sevgilim, Madison ın küçük kız kardeşiyle birlikte partiye geldi. Sanırım mekândaki votkanın çoğunu bitirdiler. Ve evimden çıkmaya korkuyorum çünkü ikisinin birlikte olmalarıyla ilgili benden yorum almak isteyen, dışarıda kameralarıyla kanıp kurmuşpaparazziler var. Onları atlatabileyim diye iki gündün sabahları beni yan kapıdan PopTVprodüksiyon minibüsü alıyor...

Elbette bunların hiçbirini söyleyemezdi çünkü PopTV ka­meraları, Katsuyada yedikleri yemeği kaydediyordu. Onun yerine, “Güzeldi. Şimdi Ajanın gelecek haftaki partisine odaklandım. Hâlâ yapacak o kadar çok şey var ki!” dedi.

233

HUYSUZ VE TATLI

Caleb içkisinden bir yudum alarak, “Bu defakini kesinlikle kaçırmayacağım” dedi. “Hiç Vegas’a gitmedim. Orası epey çılgın, değil mi?”

“Çok eğlencelidir.”“Vegas’ta olan, Vegas’ta mı kalır?” diye şaka yaptı Caleb. “Öyle diyorlar.” Jane zoraki güldü. “Hey, işte yemek geldi.” Garson kız, aperatiflerini masaya bıraktı: Jane için yeşil sa­

lata ve Caleb için çiğ istiridye. Jane, Katsuya’ya Jesse’yle birlikte sık sık gelirdi; onun Los Angeles’ta en sevdiği restoranlardan biriydi ama Jane m ona Bradenla görüştüğünü itiraf ettiği o facia buluşmalarından beri, artık değildi muhtemelen. Jesse bunu pek iyi karşılamamıştı...

Geçen gece Sirloinda, Jane, Jesse’yi görmezden gelmeye ça­lışmıştı; o şartlar altında yüzleşmeyi, hatta konuşmayı bile canı istemiyordu. Ama Sophia kadınlar tuvaletindeyken, Jesse onu sıkıştırmayı başarmıştı.

“Ah, şu haline bakjane. Önemli işinde çok mu çalışıyorsun?” demişti boğuk bir sesle, kelimeleri ağzında yuvarlayarak. Sıcak nefesi leş gibi alkol kokuyordu. “Tabii ya, yeni bir sevgili bulmak için hiç vakit kaybetmemişsin. Çok da umurumdaydı. Şu anda Sophia’yla takılıyorum. Sanırım seviye atladığımı söyleyebiliriz.”

Jane -ona odaklanmış en az iki kamera olduğunu bildiğinden-, rehabilitasyon merkezinin ona iyi geldiğine sevindiği söyleyerek izin istemişti. Bu, belden aşağı vurmaktı ama aynı zamanda, Trevor açısından bu sahneyi kullanmayı zorlaştıracaktı çünkü o prog­ramda, Jesse nin alkol bağımlılığına asla imada bulunmuyordu. Gerçi Trevor’ı tanıyorsa, muhtemelen bir yolunu bulacaktı.

234

LAUREN CONRAD

“Bunlardan ister misin? Tatlan çok güzel,” dedi Caleb, ona bir istiridye ikram ederek.

Jane yüzünü ekşiterek, “Hımm, hayır, teşekkürler,” dedi. Caleb bu yapış yapış şeyleri nasıl yiyebiliyordu, anlamıyordu. İğrenç.

Jane’in cep telefonundan ses geldi. Jane iç geçirdi. Danadan mesaj gelmişti, tabii ki:

ERKEK ARK.LA RANDEVUDASIN. GÜLÜMSE!

Jane cep telefonunu yeniden kucağına bırakırken içten içe inledi, derin bir nefes aldı ve kendini gülümsemeye zorladı. Trevor’ın defterini okuyarak onun, Caleb’la ilişkilerini “hareketlendirmek” için gösterdiği bütün çabaları öğrenmişti. Kimyaları, daha doğrusu, kimyalarının olmayışı o kadar mı belli oluyordu? Bu biraz üzü­cüydü. Fakat programın son birkaç bölümünü izlerken, Caleb’la dünyanın en heyecan verici çifti olmadıklarını fark etmişti. Caleb muhteşemdi (daha şimdiden izleyiciler arasında kızlardan oluşan büyük bir hayran kidesi vardı) ve birlikte eğleniyorlardı. Ama bir şey... eksikti. Ve Caleb’ın filme alınmak, fotoğraf çektirmek ve röportaj vermek konusundaki devam eden takıntısı yüzünden araları son zamanlarda biraz gerilmiş gibiydi. Jane, acaba ken­disinden gerçekten hoşlanıyor mu, yoksa onunla yalnızca medya ilgisi yüzünden mi birlikte, diye düşünmeye başlamıştı. Ne demişti STK’te ona?

“Beni biliyorsun, Janie. En büyiik hayranın benim ve her zurnan en büyük hayranın olacağım. Bir yıldız olduğun için değil, sokak hayvanlarım kurtaran ve Elmo şekilli kâseden Cheerios yemeyi se-vctı Santa Barbara lı Janie Roberts olduğun için.”

235

HUYSUZ VE TATLI

O Caleba ne olmuştu?Trevorın defterine gelince... o bir altın madeniydi ama

aynı zamanda bir lanetti de. Jane onun üzerinden geçmek ve Trevorın kafasını karıştırmak için planlar kurmakla fazla zaman geçiriyordu. Dün bütün öğle yemeği saatini, Trevor’ın sonraki haftalarda onun için yaptığı planlara nasıl engel olacağını bulmaya çalışarak harcamıştı. Salı günü, Kate Somerville’de Madisonla karşılaşacaktı demek. Ona manikürünün ne kadar güzel olduğunu söyleyecekti! Demek o ve Caleb, perşembe gecesi Beso’da Jesse ve Sophiaya “denk geleceklerdi”. Sophiaya marul salatası sipariş etmesini söyleyecekti!

Fakat dürüst olmak gerekirse... Jane iki fikri de hayata ge­çirebileceğinden emin değildi. Oyun daha şimdiden sıkmaya başlamıştı ve en nihayetinde, Jane gerçek problemiyle yüzleşmek zorunda kalacaktı; Trevor’ın ona labirentteki bir fare gibi dav­ranmasıyla. .. önceden belirlenmiş neticelerle titizlikle inşa ettiği kendi labirentindeki, kendi faresi gibi.

Jane yazılardan bazılarını hâlâ çözmeye çalışıyordu -Trevorın elyazısı bir faciaydı- ve onlardan bazılarını anlamaya çalışmak da öyleydi. Scar ve Naveen’le ilgili maddeler vardı (ki bunları gösterdiğinde Scar hiç mudu olmamıştı), ayrıca Madison, Gaby,

Hannah ve Sophia’yla ilgili olanlar da. Ancak Jane m hiç çöze­mediği bir madde vardı. Bir erkekle ilgili gibi görünüyordu ve bu Jane’in merakını uyandırmıştı çünkü söz konusu erkek ne Caleb

ne de Naveen gibiydi. O maddeyi deşifre etmek için daha sonra

bir girişimde daha bulunmayı hatırlattı kendine.Cep telefonundan yine ses geldi. Ah, Tanrım, Dana. Mesajı

okuma zahmetine bile girmeden Jane masanın diğer ucuna uzanıp

236

LAUREN CONRAD

parmaklarını Caleb’ınkilerle iç içe geçirdi. “Burası güzel, değil mi?” aklına gelen tek şey oldu. Cumartesi gecesi yakışıklı erkek arkadaşıyla dışarı çıkmış, son moda bir Los Angeles restoranında yemek yiyordu. Öyleyse neden iyi vakit geçirmiyordu?

“Evet, çok havalı. Hey, yarın ne yapıyorsun? Dodgers’ın kendi sahalarında maçı var ve Naveen le gitmeyi düşünüyorduk. Belki Scar’la birlikte gelirsiniz.”

“Çok isterdim ama ofise gitmek zorundayım,” dedi özür diler bir gibi. “Biliyorum, biliyorum, günlerden pazar... ama Vegas’la ilgili bazı şeylerin üzerinden geçmek için Hannah’yla toplantı yapacağım.”

Jane’in telefonu neredeyse hemen o anda öttü. Ne yazdığını şimdiden biliyordu:

JANE, NE HANNAH’YLA TOPLANTISI? O ŞEHİR DIŞINDA. EVET DE!!!!!!

Jane, Hannah’mn, Oliver’ın ailesini ziyaret etmek için San Diego’da olduğunu biliyordu. Caleb’a yalan söylediği için ken­dini kötü hissetmişti. Fakat son zamanlarda Caleb’la fazla zaman geçirmişti. Bir gün araya ihtiyacı vardı.

Caleb sırıttı. “Keşke okul müdürü Enemark seni şimdi göre­bilseydi. Lisedeyken bunun yarısı kadar çalışmış olsaydın, yüksek notlar alırdın, oysa sen...”

Jane gülerek, “Tamam, bu kadarı yeterli,” diye lafını kesti.Akşamın geri kalanı güzeldi; çoğunlukla, Caleb'ın güz döne­

minde Yalee dönüp dönmeyeceği hakkında konuştular. Caleb buna daha sıcak bakmaya başlamışa benziyordu, kısmen ebeveynlerinin

237

HUYSUZ VE TATLI

eğitimini tamamlaması için ona baskı yapmasından dolayı... ve bundan dolap kötü hissetmemek Jane’i çok şaşırtmıştı. Ama bir şey hissetmesi gerekmez miydi? Caleb ilk senesine başlamak üzere Yalee ilk gittiği zaman, onu çok feci özlemişti. Günde birkaç kez birbirlerini arıyor, mesaj atıyorlardı (en azından, Caleb o kadar ilgili olmayı bırakıncaya kadar, bir süreliğine). Jane ekran koruyucularına onun fotoğraflarını koymuş, ona mezuniyet için verdiği kalp şeklindeki gümüş kolyeyi hiç çıkarmamıştı.

Peki ya o deli, aşk hastası kıza ne olmuştu?

Hollywood Bulvarında araba sürerkenJane’in cep telefonu çaldı. Jane sabah “çalışmak” zorunda olduğu için, Caleb’la geceyi kendi evlerinde geçirmeye karar vermişlerdi.

Jane arayanın Dana ya da Jesse ve Sophia hakkında yorum

almak isteyen bir muhabir daha olduğunu düşünerek telefonuna göz attı... ve GELEN ÇAĞRI BRADEN yazısının çıktığını gö­

rünce şaşırdı.Nefesi kesilmiş gibi hissetti. Bir ay önce Banff e gittiğinden

beri onunla konuşmamıştı. Bluetoothunu açtı. “Alo?”“Selam.” Bradenın sesi, telefonu açmasından dolayı rahatlamış

gibi geliyordu. “Yanlış bir zaman mı?”“Hayır, hiç de değil! Sen nasılsın?” Jane onun aradığına ina-

namıyordu. Bunun onu ne denli mudu ettiğine de.“İyi. Yorgun. Her gün on iki saat falan çekim yapıyoruz.

Sahnelerin çoğu dışarıda, karda ve rüzgârda.”

“Kulağa zor gibi geliyor.”“Evet, ama gerçekken iyi gidiyor. Rolüm harika. Seni son

halini izlemeye götürmek için sabırsızlanıyorum.

238

LAUREN CONRAD

“Evet, ben de sabırsızlanıyorum.”

“Eee... en sevdiğim realite yıldızım nasıllar bakalım? İyi bir dedikodu var mı?”

Jane kıkırdadı. “Ah, evet. Sana anlatacak öyle çok şeyim var ki!”

“Öyle mi? Birlikte çekim yaptığım birkaç kız, programına

bayılıyor. Caleb denen şu çocuğa hastalar. Yeniden bir erkek ar­

kadaşın olduğunu bile bilmiyordum.”

Jane’in bir an için dili tutuldu. Bunu beklemiyordu. “O iyi bir

arkadaş,” dedi savunmaya geçercesine. Ki bu tam olarak gerçek

değildi. Neden böyle, sanki Bradenı Caleb’la aldatıyormuş da

Braden a bu konuda yalan söylemek zorundaymış gibi davranı­

yordu? O ve Braden birlikte değillerdi... öyle olmaktan uzaklardı.

“Demek öyle.”

Sessizlik.

“Ee, bu gece ne yapıyorsun?” dedi Jane konuyu değiştirmeyi

umarak.

“Şey... ee, binleriyle buluşmaya Hibemating Bear adında

bir bara gidiyorum.”

“Kulağa eğlenceli geliyor.”“Evet. Burayı severdin; gerçekten sade bir yer ve en iyi bur-

gerleri yapıyorlar.”

“Big VVangs’ten daha mı iyi?”“Vay. Big VVangs’i yenmek zor. Özellikle de orası seninle

tanıştığımız yer olduğu için.”Jane gözlerini kırpıştırdı. Braden ilk defa ona içten bir şey

söylemeye bu kadar yaklaşmıştı.

239

HUYSUZ VE TATLI

Braden azıcık öksürdü. “Neyse... Sanırım film önümüzdeki bir iki hafta içinde bitecek. Aslına bakarsan programın önünde gidiyoruz.”

“Bu harika!”“Belki geldiğim zaman görüşürüz.”“Tabii ki. Sabırsızlıkla bekliyorum,” dedi Jane. Ciddiydi. Evine doğru araba sürerken, arabasını park ederken, salonda

tek başına televizyon seyreden Scar’la karşılaştığı (cumartesi ge­cesi... Liam neredeydi?) dairesine çıkarken konuşmaya devam ettiler. O ve Braden birbirlerine hoşça kal dedikleri zaman, gece yarısından epey sonra, o gün Caleb’a hissetmesi gereken şeyleri sonunda hissettiğini fark etti Jane.

Ne var ki bunu Caleb’a karşı hissetmiyordu.Bu işler karmakarışık,, dedi Jane kendi kendine.

28

LOS ANGELES ŞEKERİN İ N ODAK NOKTASI

Pazar gecesinin ilerleyen saatleriydi ve Trevor, PopTV’deki ofi­sinde yalnızdı. Uzaktan kumandanın Başa Al tuşuna basıp duvara monte edilmiş düz ekran televizyonunda bu haftaki bölümün son halini dikkatle yeniden izledi. Jane, Dana’nın ona yarım saat geç gelmesini söylemesine rağmen, Sirloina erken geliyordu. Hızlı İleri Sara bastı. Jane, Fiona ona öyle yapmasını söylemeden önce Madisonı neşeyle yerine oturtuyordu. Yeniden Hızlı İleri Sara basıp Jane, Madison ve Hannah’nın, Ajanın partisi hakkında bir toplantı yaptıkları sahneye geldi.

Madison, Venetiandakileri arayıp menüyü baştan aşağı de­ğiştirdiğini duyurduğu zaman Jane'in şok olması ve moralinin bozulması gerekiyordu. Fakat Jane kusursuz bir soğukkanlılıkla tepki vermiş, Madison’a yardımları için teşekkür etmiş ve daha az önce baş aşçıyla görüşerek her şeyi eski haline döndürdüğünü eklemişti.

Ne... haltlar... dönüyordu?

241

HUYSUZ VE TATLI

Trevor deri koltuğundu arkasına yaslandı ve ellerini çenesinin altına koydu. Tek bir açıklama vardı. Jane onun foyasını ortaya çıkarmıştı. Yaklaşık bir hafta önce Smythson defterini kaybet­mişti; belki de Coco de Ville’de. Belli ki onu Jane bulmuştu ya da başka biri bulmuş, ona bilgi sızdırıyordu.

Ve şimdi Jane ona karşı oynuyor, kamera önünde canı ne isterse yapıyor ve söylüyordu. Hatta Madison a bile iyi davranıyordu ki bu, aşırı derecede popüler olan düşmanlıklarına tamamen ters düşüyordu. Arkadaştan bozma düşmanlar reytingler için iyiydi; kibar iş arkadaşlarıysa kesinlikle değil.

Bu durmak zorundaydı. Soru şuydu: Nasıl? Doğrudan yak­laşmayı deneyebilirdi: Jane’i ofisine çağırabilir, defteri bildiğini söyleyebilir ve ona daha işbirlikçi davranmaya başlamak zorunda olduğunu açık ve net bir şekilde söyleyebilirdi. Kız, inkâr edilemez bir şekilde, Amerika’nın en popüler genç ünlülerinden biriydi. Bunların hepsini şimdi kaybetmek mi istiyordu?

Trevor iç geçirdi ve viski bardağına uzandı; o geceki düzen­leme işini bitirdiğinde hep bir içki içerdi, sadece bir tane.

Jane’in Caleb’la “aşk hikâyesinin” de tam bir hayal kırıklığı oluşu, işleri kolaylaştırmıyordu. Açıkçası, Jesse Edwards’la yeniden

bir araya gelse, reytingler açısından daha iyi olurdu. Bu olabile­ceğinden ya da olması gerektiğinde değil ama durum ortadaydı. Trevor sırf izleyicilerin koltuklarında uyuyakalmasına engel olmak

için Jane’in Caleb’la son birkaç randevusunu düzenlerken bildiği her numaraya başvurmak zorunda kalacaktı.

En azından programın geri kalanı iyi gidiyordu. Scarlett

bu sezon ona zorluk çıkarmıyordu ve girişken basın danışmanı

sayesinde Gaby büyük çıkış yakalamıştı. Hannah-Oliver hikâyesi

242

LAUREN CONRAD

de hatırı sayılır ilgi görüyordu. Kendi rolünü güzel güzel oynayan Oliver’ı iyi seçmişti Trevor.

Ve Sophia. Sophia bir altın madeniydi. Göz kamaştırıcı oluşu bir yana, ilgiye muhtaç ve onu elde etmek için ne gerekirse yap­maya istekli gibi görünüyordu, ki bunlar, bir realite prdogramı için üstün niteliklerdi. Sirloina beklenmedik bir şekilde Jesse yle birlikte çıkıp geldiği zaman, Trevor heyecandan çılgına dönmüştü (gerçi dakikalar sonra, kontrolden çıkmış bir çift ayyaş gibi içkileri devirmeye başladıkları zaman cam sıkılmıştı). Yine de tamamen çılgınca bir şey yapmadığından emin olacak kadar dizginlendiği sürece, Sophianın Sophia olmasına izin verilebilirdi.Trevor onun potansiyelini en üst düzeye taşıyacak ve yayın süresini artıracak bazı hikâyeler düşünmek zorunda kalacaktı.

Ki bu muhtemelen Madison ı pek mudu etmeyecekti. O iki­sinin arasında ne vardı ki? Kız kardeşinin programda yer almasını istemediyse, neden onu Trevor’a kendi elleriyle teslim etmişti? Sophia odaya her girişinde Madison ın tansiyonunun yükseldiğini adeta hissedebiliyordu. Hımm, belki Sophianın hikâyelerinden biri bu olabilirdi: kız kardeşler arasında süregelen düşmanlık. Belki bu, son zamanlarda beklentileri karşılamayan Jane-Madison düşmanlığından dikkatleri uzaklaştırırdı.

Trevor viskisinden bir yudum daha aldı. Jane... Bu prob­lemi çözmek zorundaydı, hem de hemen. Ne olursa olsun Jane, Los Angeles Şekeri nm odak noktasıydı. Madison, Sophia, Gaby, hatta Scarlett ve Hannah... hepsi birer karakterdi. Jane gerçekti. Elinden kayıp gitmesine izin veremezdi. Ve onun gerçekliğinin, sıradanlık seviyesine düşmeye devam etmesine de izin veremezdi.

243

HUYSUZ VE TATLI

Yeniden Hızlı İleri Sar a basarak Jane’in Caleb’la dün geceki vemek buluşmasına geldi.

Caleb. Trevor aklında yeni bir ilginç fikir şekillenmeye baş­layınca öne eğildi. Sıkıcı erkek arkadaş, çözümün bir parçası

olabilir miydi?

29

KESİNLİKLE, TAM OLARAK, CILGINCA/

“Sevgilim olmasa, kendimi şu saniye şu adamın üzerine öyle bir atardım ki,” dedi Scarlett. “Aman... Tanrım.”

Jane sırıttı. “Evet. Sen ve buradaki diğer bütün kızlar. Ama Aja’nın bu konuda söyleyecek bir sözü olabilirdi.”

Venetian’ın büyük kabul salonunda, Aja ve Miguel uzun zamandır beklenen nişan töreni/maskeli balolarına hazırlanıyor­lardı. Bir dizi fotoğrafçı, kare yakalamaya hazır halde bekleşir ve birkaç bodyguard alanın güvenliğini sağlarken, bezmiş görünümlü stilisder, asistanlar ve diğerleri, çiftin kıyafeti üzerinde (Miguel için siyah bir smokin, Aja için uzun, siyah beyaz bir tuvalet ve ikisi için, mücevherlerle süslü siyah maskeler) son dakika kontrollerini gerçekleştiriyordu. Ayrıca odanın içinde koşuşturan PopTV ekibi, otel çalışanları ve başkaları da vardı.

Dana ya da her kim yanlarına gelip de çekim için onları bir araya toplayacaksa o gelene kadar Scarlett, Jane’le birlikte takılıyor, vakit öldürüyordu. (Aja, PopTV’nin bundan bir bölüm

245

HUYSUZ VE TATLI

çıkarabilmek için Scarlett, Gabv, Sophia ve Los Angeles Şekeri

oyuncu kadrosundan başka kişileri davet etmesine izin verecek

kadar zarif davranmıştı.) Arada bir Jane konuk listesi ya da bar

hakkında alakasız bir yorum yapıyordu; Jane’in kulaklığından

Hannahyla iletişim halinde olduğunu fark edinceye kadar bu,

Scarlett’ı şaşırtmıştı.

“Sevgilin olmamasından söz etmişken... erkek arkadaşın

nerede?” diye sordu Jane, Scarlett’a.

“Ne? Ha. O, şey, gelemedi,” dedi Scarlett.

Tane ona anlamlı bir bakış attı. “Scar, ikinizin arasında neler

oluyor?”

Scarlett muhabirlere orijinal bir Mandy Monk olduğunu

söylemesi gereken altın kelepçe bileziğiyle oynadı ve bu soruya

nasıl cevap vereceğini bulmaya çalıştı.

O ve Liam son iki haftadır telefon konuşması, mesaj, e-posta

ya da başka herhangi bir şey olmadan, “molalarına” devam etmiş­

lerdi. Ve bütün bu zaman boyunca Scarlett, derin bir mutsuzluğa

gömülmüştü. Liam’dan önce, sonsuza dek mudu bir şekilde yal­

nız kalabileceğini düşünürdü. Artık öyle değildi. Aja’nın seksi

nişanlısını boş verin... ya da herhangi başka bir erkeği de. Bir

tek Liam’ı istiyordu.

Yalnız Liam’m hâlâ onu istediğinden emin değildi.

Scarlett vakit kazanmaya çalışarak ve Jane’in konuyu kapa­

yacağını umarak odaya bakındı ve Gaby ile basın danışmanının

bir köşede hararetli bir konuşma yaptıklarını fark etti. Hemen

ardından Gaby, Scarlett’la Jane’in olduğu tarafa bakıp başını iki

yana salladı, üzgün olduğu açıkça görülüyordu. Neler oluyordu?

246

LAUREN CONRAD

Scarlett daha ne gördüğünü Janee söyleyemeden, Jane’in elini sıkıca tuttuğunu hissetti. “Ters giden bir şey varsa bana söyleyebileceğini biliyorsun.”

“Ne? Ah, evet biliyorum. Teşekkürler, Janie.”“Liam’la aranızda her şey yolunda mı?”Scarlett iç geçirdi. “Hayır. Aramız iyi değil," deyiverdi. “Sanırım

bu aptal program yüzünden benden ayrılmak istiyor.”“Ah, olamaz! Naveen yüzünden mi?”

“O ve... ben hep çekimdeyim ve Liam filme alınamıyor, o yüzden birlikte geçirebilecek çok vaktimiz olmuyor. Ayrıca, benim yüzümden başka bir iş bulması da zor oldu. Ah, bir de doğum günü partimin olduğu gece... şey, sanırım Trevor ya da birisi, onun e-davetiyesini ‘kaybetmiş’ ve Liam beni Malibu’ya götürmek için onca sürpriz planı yapmış. Bütün akşamı planlamış.”

Jane’in ağzı açık kaldı. “Sen ciddi misin? Trevor bana parti konusunda Liam’la konuşacağını ve onun onayını alacağını söy­lemişti.”

“Eh, belli ki Trevor unutmuş’. Ya da sana yalan söylemiş olması daha olası. Her neyse, bu senin hatan değil, ayrıca parti muhteşemdi. Organize ettiğin için teşekkür ederim.” Scarlett doğru kelimeleri bulmak için duraksadı. “Gerçek şu ki... bazı şeyleri iyice düşünmem lazım. Benim için neyin önemli oldu­

ğunu mesela.”“Evet. Programla değer verdiğin erkek arasında seçim yap­

malısın,” dedi Jane.Scarlett içinden, ve üniversite arasında, diye ekledi. Las Vegas

uçuşu sırasında, sonunda kararını vennişti. Güz döneminde Güney

247

HUYSUZ VE TATLI

Kaliforniya Üniversitesinden başka bir yere geçiş yapacaktı. Ki

bu, Los Angeles’tan ayrılacağı anlamına geliyordu.

“Dinle, bir şey daha var.. diye başladı Scarlett.

“Jane! Scarlett! Her yerde sizi aradım kızlar!”

Scarlett, bir elinde telsiz, diğer elinde bir not panosuyla

Dananın kendilerine doğru yürüdüğünü gördü, “ikinizin he­

men şimdi mikrofon takması gerek! Jane, sen ve Hannah’nın son

hazırlıkları yaparken süper hızlı bir sahnesini çekmemiz gerekiyor.

Ve Scarlett, sen de San Marco Meydanına geçmelisin hemen.”

Jane alarma geçmişe benziyordu. “Son hazırlıklar mı? Ne

son hazırlığı? Her şey ayarlandı.”

“Küçük bir kriz uydur, yeter. Önemi yok.” Dana sesçilerden

birine, “Buraya bir çift mikrofon kutusu alalım lütfen!” diye bağırdı.

Jane, Scarlett’ın elini sıkıca tuttu ve Dana nın duyamayacağı

şekilde, “Devam edeceğiz,” diye fısıldadı. “Liam konusunda en­

dişelenme. Siz âşıksınız ve birbirinize aitsiniz. Her şey yoluna

girecek.”

“Evet, umarım.”

Scarlett, Jane e çabucak sarıldı. Âşık mı? Birbirlerine hiç “seni

seviyorum” dememişlerdi. Fakat Scarlett bunun doğru olduğunu

biliyordu. Bunun farkına varabilmesi için neredeyse ayrılmalarının

gerekmesi çok üzücüydü.

Scarlett mikrofonunu takıp koridora doğru yürüdü. Gaby

ile basın danışmanının gitmiş olduğunu fark etti... aslında her­

kes, odadan koridora gidiyormuş gibi görünüyordu. Jane, Aja

ile Miguel’in az sonra bir yerde gondola bineceklerini, ardından

kanaldan geçerek otelin San Marco Meydanı bölümüne gele-

248

LAUREN CONRAD

çeklerini söylemişti. Orada, yüzlerce maskeli konuğun önünde şaşaalı girişlerini yapacaklardı. Tam bir Vegas düğünü!

Sonra Scarlett’ın gözüne kalabalığın arkasında bir an baş başa kalmış olan Aja ile Miguel çarptı. Çift, korteje yeniden katılmadan önce çabucak, yumuşacık bir şekilde öpüştü.

Tanrım, onlar gerçekten âşık, diye düşündü Scarlett şaşkınlıkla. Sadece kameralar ya da reklam için değil.

Scarlett saate göz atmak için el çantasından cep telefonunu çıkardı. Şimdi acele ederse, geç saatte Los Angeles’a giden bir uçağa yetişebilir miydi acaba? Valizini toplayabilir, mikrofon kutusuyla birlikte Danaya acele bir not bırakabilir (Üzgünüm,

aileyle ilgili acil bir durum!) ve Janee bir mesaj atabilirdi (HER

ŞEY YOLUNDA. SENİ SEVİYORUM). Ve sonra koştura koştura eve gidebilir, Liarriı bulabilir ve ona, uzun zaman önce söylemesi gereken şeyi söyleyebilirdi.

Ona kesinlikle, tam olarak, çılgınca âşık olduğunu yani. Onun hayatı boyunca başına gelen hemen hemen en iyi şey olduğunu.

Ona ayrıca programdan ayrılma ve yeni bir üniversiteye geçme kararını da söyleyecekti. Haberleri nasıl karşılardı? Onu kollarına alıp ona âşık olduğu ve onsuz yaşayamayacağı için Yalee, Harvard’a ya da nereye olursa oraya, onunla geleceğine dair yemin eder miydi? (Evet, hayal kuruyordu.)

Huzursuzluktan ve heyecandan ateş basan Scarlett, aşırı yüksek tasarımcı ayakkabıları üzerinde dönüp asansör kapısına doğru zar zor koştu. Kendini tuhaf bir şekilde özgür hissediyordu.

Dokuzuncu kata geldiğinde kendini asansörden dışarı attı ve birdenbire durdu. PopTV kameramanlarından biriyle yönetmen Matt, koridorun biraz ilerisinde konuşlanmıştı. Scarletta arkaları

249

HUYSUZ VE TATLI

dönüktü ve kameraman kabarık saçlı, kırmızı kabarık elbiseli bir kızı odalardan birine girerken çekiyordu.

Scarlett kaşlarını çattı. Bir dakika, burası onun odası mıydı?Çok geçmeden Scarlett burasının onun odası olmadığını fark

etti, onun odası asansörlerin iki kapı solunda kalıyordu. Burası aslında asansörün iki kapı sağında yer alan, Jane ile Caleb’ın odasıydı. Ayrıca Gaby’nin aşağıda öyle bir elbise giydiğini de hatırladı.

Şimdi Scarlett’ın aklı büsbütün karışmıştı. Dana, parti baş­lamadan önce Jane’le Gaby’nin burada kısa bir sahnesini mi çekmek istemişti? Peki ya Jane-Hannah sahnesine ne olmuştu?

Fakat Scarlett’ın bekleyip öğrenecek vakti yoktu. Matt ya da başka biri onu durdurmadan önce odasına girip çıkmalı ve firar etmeliydi. Yapması gereken işler vardı.

30

VEGAS'TA OLAN

“Gondol on dakika içinde burada olacak.” Hannah’nın sesi Jane’in kulaklığından cızırdayarak geldi. “DJ’in onların şarkısını hazır­ladığından emin olacağım.”

“Harika,” dedi Jane heyecanla. “Herkesin şampanyası var... mekân harika görünüyor... bence bu partiyi başlatmaya hazırız!”

Jane konuşma}! bitirdi ve esasında Venedik, İtalya’daki dünyaca ünlü San Marco Meydanının bir iç mekân versiyonu olan alanda baştanbaşa hızla yürüdü. Krem ve pastel duvarları ve yüksek, kemerli pencereleriyle meydanın etrafında yer alan dükkânların ve restoranların mimarisine bayılıyordu.

Konukların çoğu ortalıkta dolanıyor ya da altın rengi ipek kumaşlarla ve antika şamdanlarla süslenmiş geniş, yuvarlak masa­larda oturuyordu Jane, kimin kim olduğunu çıkarmaya çalıştı ama kolay değildi çünkü hemen hemen herkes bir maske takıyordu. Hollyvvood’un en nüfuzlu çiftlerinden biri olan Aja ve Miguel’den ötürü, normalde olduğundan daha fazla A-sınıfı ünlü olduğunu biliyordu. VIP oturma alanının yakınında, manken tipli biriyle

251

HUYSUZ VE TATLI

sohbet eden D çarptı gözüne; mor smokini ile dik dik yapılmış kısa saçları sayesinde onu kolayca tanımıştı. Ayrıca Veronica Bliss’i, kısa boylu, siyah saçlı bir adamla konuşurken gördü (Jared VValsh muydu?); Chanel giymiş ufak tefek kızıl saçlı kadını başkasına benzetmenin imkânı yoktu, maskesi olsun ya da olmasın. Ve maske takmayan pek çok kişi vardı: Hannah, Oliver, Trevor, Fiona, VenetiandanXavier ve Hank, Ajanın asistanı Anna Luisa,basın danışmanı Wanda ve Gaby’nin basın danışmanı Annabelle. Peki Gaby neredeydi? Caleb, Naveen, Scarlett ve Madison la birlikte orada bir yerlerde olmalıydı. Sophia ve Jesse de... odalarından çıkamayacak kadar kafaları güzel değilse tabii.

Jane, Aja ile Miguel’in kısa süreliğine yanaşacakları iskeleye doğru devam etti. Suya inen merdivenlerin başında güller, frezyalar ve minicik, beyaz ışıklarla kaplanmış bir kemer vardı. Binlerce

çiçek yaprağı da basamakları örtüyordu. Fildişi yelekler giymiş iki görevli, çiftin varmasını bekliyordu. Jane’in ifade etmesi gerekirse, her şey son derece görkemli görünüyordu.

Telefonuna mesaj geldi; Jane şöyle bir göz attı ve mesajın Bradendan geldiğini gördü.

YARIN U ÇA K LA DÖNÜYORUM . PAZARTESİ AK­

ŞA M Y EM EĞ İ?

Jane’in kalbi duracak gibi oldu.

Jane’in içinden fena halde EVET!!!!! yazmak geliyordu ama

Caleb ne olacaktı? Hem Caleb’la çıkıp hem Braden la görüşe­

mezdi. .. özellikle de ikisi, arkadaştan biraz fazlası oldukları için.

Ayrıca Caleb’la ilgili olarak biraz daha çaba göstermeye karar

252

LAUREN CONRAD

verdiği için. Yani biraz şöhret meraklısı olmuştu. Hollywood’un insanlar üzerinde böyle bir etkisi vardı ve çok geçmeden bunun üstesinden gelirdi. Bununla birlikte, her zaman olduğu o harika erkekti: komik, şirin, düşünceli. Çekici. Yeniden kendileri olabil­sinler, onun şöhretin tadına varmadığı ve Dana’mn diyaloglarını kontrol altına almadığı eski hallerine dönebilsinler diye onunla konuşacak ve daha fazla kamerasız randevuya çıkmaya onu ikna edecekti. Çoğu zaman kendileri bile olamazlarken, kamera önün­deki kimyalarının böyle sönük olmasına şaşmamak gerekirdi.

“Jane!” Oliver koşa koşa ona doğru geldi. “Rahatsız ettiğim için özür dilerim ama Fiona seninle konuşmamı söyledi... Baş masada bazı yerleri yeniden düzenleyebilir miyiz? Ajanın kız kardeşi ve kocası gelemeyecekti çünkü Martinique’te yaşıyorlar ve daha yeni bebekleri oldu. Fakat son dakikada plan yapmışlar ve şimdi buradalar ve bunun, Aja için büyük bir sürpriz olması gerekiyor. Yapabileceğimiz bir şey var mı?”

“Aman Tanrım... baş masa!”Jane oturnıa planının zihnindeki resmini gözden geçirdi. Aja, Miguel, Ajanın anne ve babası, Miguel’in anne ve babası, Miguel’in erkek kardeşi ve onun ka­rısı. .. onlardan hiçbirini, başka masaya almalannın imkânı yoktu.

“Biliyorsun, masalar büyük sayılır,” diyerek fikrini belirtti Oliver. “Hank’ten ya da Xavier’dan, birinin araya iki tane daha oturacak yer sıkıştırmasını sağlamalarını istesek? Ve belki, daha fazla yer açmak için kollu şamdanlardan birinden kurtulsak?”

“Evet! Oliver, çok zekisin!”Oliver kızardı. “Yardımcı olabildiğime sevindim.”“Evet, şey, kız kardeşle enişteye yer bulamasaydık facia

olurdu.”

253

HUYSUZ VE TATLI

“Herhalde benim ünlü nişanımda böyle bir sonın yaşanmaz, ne de olsa kardeşim yok,” dedi Oliver şakadan.

Jane gülümsedi. Ve sonra gülümsemesi kayboldu. Oliver tek kardeş miydi?

Jane zihnindeki başka bir resme, Trevor’ın defterinde deşifre etmeyi hiç başaramadığı bir yazıya geri gitti. Sadece dört mad­deden oluşan kısa bir yazıydı:

Uygun yaş ve boy, çekici

Güney Dakotalı, tek çocuk

Oyunculuk hırsı yok, paraya ihtiyacı var?

Bu işe gayet istekli görünüyor

Bu işe gayet istekli görünüyor. Korkunç bir farkındalıkla birden

midesinin bulandığını hissetti.

“Jane? iyi misin?” Oliver’ın sesi endişeli geliyordu.Jane kıyafetinin altına uzanıp mikrofonunu kapadı. Oliver’a

da aynını yapmasını işaret etti. Şaşırmış görünen Oliver istenileni

yaptı.Jane elinden geldiğince sakin bir şekilde, “Oliver, bana doğruyu

söyle,” dedi. “Hannah’yla çıkman için Trevor sana rol mü verdi?”

Oliver gözlerini ona dikti. “S-sen neden bahsediyorsun?”

dedi kekeleyerek.“Trevor... sana... rol... mü... verdiT*

Oliver arkasını dönüp gitmeye davrandı, sonra durdu. “Bak,

tam olarak öyle olmadı,” deyiverdi. “Bir arkadaşım bana, bir ya­pımcının bir realite programında yer alması için benim yaşlarımda

birini aradığını söyledi. Mülakata girdim. Trevor neredeyse hemen

254

LAUREN CONRAD

orada benimle sözleşme imzalıyordu. Tek yapmam gerekenin bir organizasyon şirketinde yarı zamanlı stajyer olmak olduğunu

söyledi ve Hannah adında bir kızdan hoşlanabileceğimi ima etti.” “Ne hoş,” dedi Jane, tiksinmişti.

“Düşündüğün gibi değil!” dedi Oliver. “Paraya hayır diye­medim. Geçen sene babam işten çıkarıldı ve okul masraflarımı kendim karşılamaya çalışıyorum.” Koyu kestane buklelerinde elini gezdirdi. “Ayrıca anlamıyorsun. Hannah ve ben... Trevor ondan hoşlanmama neden olmuş falan değil. Ben yalnızca nasıl gideceğine bir bakacaktım. Ama sonra ona âşık oldum.”

“Sen... sen ona âşık mısın?” dedi Jane, afallamıştı.“Hem de sırılsıklam. O hayatımda tanıdığım en muhteşem

kız.”

“Jane!”Jane İn kulaklığından Hannah’nın sesi geldi. “Gondol yaklaşık altmış saniye sonra burada olacak.”

Jane, Oliver’a hızlı bir bakış attı. “Ah, Hannah,” dedi yük­sek sesle. Oliver tedirgin olmuş görünüyordu. “Şimdi geliyorum.

Olduğun yerde her şey yolunda mı?”“Her şey mükemmel!”Jane konuşmayı bitirirken Oliver’ın itirafım düşünerek, hayır,

değil, diye düşündü kederli bir biçimde. Kendi kendine, Hannah’nın ileriki günlerde ve haftalarda çok desteğe ihtiyacı olacağını söyledi. Çünkü Hannah nın da Oliver’a âşık olduğundan gayet emindi

ve gerçeği öğrenmek onun için kolay olmayacaktı.Yine de içinden bir şey Jane e, Oliver’ı affetmeye Hannah’nın

gönlünün razı geleceğini söylüyordu. Ne de olsa Hannah da Fiona’nın yanında çalışmaya ilk başladığında benzer bir şev yap­

255

HUYSUZ VE TATLI

mış,Trevorın ve Dananın talimatları doğrultusunda, kameralar

karşısında Jane’in dostuymuş gibi davranmıştı.

‘Jaııe, ona söylemeyeceksin, değil mi?” dedi Oliver endişeli

bir şekilde. “Trevor’ın bana bu şekilde rol verdiğini öğrenirse,

onun için hissettiklerim konusunda yalan söylediğimi düşünür.

Ve yalan söylemiyorum!”

Jane ellerini onun omuzlarına koydu. “Hayır, ona söyleme­

yeceğim. Sen yapacaksın.”

“Ne?”

“Evet. Ve her şey yolunda gidecek.”

“Gidecek mi?”

“Hannah seni şaşırtabilir. O gayet anlayışlıdır."Jane, Oliver a

güven verici bir biçimde gülümsedi. “Pekâlâ, haydi bakalım, ye­

niden iş başına.”

Jane mikrofonunu açtı ve tam sahnedeki DJ, Etta James m

At Last şarkısını çalarken iskeleye doğru hızla yürüdü. Beyaz-

altın rengi gondol, meydana doğru süzüle süzüle geliyordu ve

mutlu, ışıl ışıl görünen Aja ile Miguel gondolda ayağa kalkıp el

salladıkları ve öpücükler yolladıkları zaman, kalabalıktan çılgın

tezahüratlar koptu.

“Jane?” Siyah smokin giymiş bir adam koluna dokundu.

Maskesini kaldırdı.

“Ah, selam, Naveen. Eğleniyor musun? Caleb nerede?” diye

sordu Jane dalgın dalgın. On adım ileride bir PopTV kamera­

manının onları filme aldığını fark etti. Evet, Naveen le ben şu anda

son derece etkileyici bir konuşma yapıyoruz, diye düşündü kayıtsızca.

“Emin değilim. Scarlett’ı gördün mü?”

256

LAUREN CONRAD

“Hayır, son yarım saatte falan görmedim. Dinle, üzgünüm ama çalışıyorum, o yüzden kaçmam lazım. Seninle sonra görü­şürüz. .. Ayyf*

Birisi Janee sertçe çarptı. Jane irkilerek kafasını kaldırdı ve tanıdık bir kızın, boş bir şarap kadehi tuttuğunu gördü.

Kız, “Nasıl bir aptalım!” diye bağırdı.Jane aşağı baktı ve beyaz, ipek bluzunda çiçek gibi açan

kırmızı lekeyi gördü. “Önemli değil,” dedi, sesinin hissettiği kadar sinirli çıkmamasına çalışmıştı. Önceki kameramanın hâlâ çekim yaptığını gördü. Harika. “Odamda bir bluz daha var. Hemen çıkıp üstümü değiştireyim.”

“Aman Tanrım, çok özür dilerim,” diyerek özür diledi kız.Jane yalandan gülümsedi ve gittikçe büyüyen lekeyi eliyle

saklamaya uğraşarak en yakın çıkışa doğru koşturdu. Hannahyla kısaca konuşup birkaç dakika saha dışında olacağını haber verdi. Çok fazla tuhaf bakış almadan asansöre vardı ve 9’a bastı.

Jane kendi katına adımını atınca çabucak sağa döndü ve Matt’le birlikte, odasının dışında konuşlanmış bir PopTV kame­rası daha gördüğüne şaştı. Kameraman onu fark edip zum yaptı.

Jane, neler oluyor, diye düşündü. Kırmızı şarap acil durumu gerçekten o kadar ilginç miydi? Ama çekim sırasında soru so­ramazdı, bu yüzden kapısına doğru yürümeye devam etmekle yetindi ve anahtar kartını kilide soktu.

İçeride yalnız olmadığını fark ettiğinde odanın yansına kadar gelmişti. İki uçta iki PopTV kameramanı daha durmuş, çekim yapıyordu.

Ve Caleb ile Gaby, büyük boy yatağın ucuna oturmuş, öpü­şüyorlardı.

257

HUYSUZ VE TATLI

“Ne? Caleb?" diye çığlığı bastı Jane.Caleb ile Gaby hızla birbirlerinden ayrıldılar.Caleb, “Janief diye haykırdı, ağzının kenarına bulaşmış kırmızı

ruju eliyle siliyordu. “Dinle, açıklayabilirim. Şu programı hazırlayan herif bir sahne çekelim diye seninle burada buluşmamı söyledi. Sonra, o çıkıp geldi ve kendini üzerime attı. Yemin ederim!”

“Jane, özür dilerim!” diye bağırdı Gaby. “Bunu yapmak is­tememiştim. Ama Annabelle bana, eğer yapmazsam Trevorın beni programdan atacağını söyledi!”

Caleb, “Bir dakika, ne?” dedi Gaby’ye dönerek.Jane başını iki yana sallayarak kulaklarını kapadı. “Hayır!

Biliyor musunuz? Açıklamalarınızla gerçekten ilgilenmiyorum. Ikinizinkilerle de.”

“Ama Jane!”“Janie!”Jane dolabına gidip askıdan yeni bir beyaz bluz çekip aldı.

Soğuk bir şekilde, “Hayatta başarılar,” dedikten sonra kapıdan bir hışım çıkıp gitti. Demek Vegas’ta olan buymuş, diye düşündü.

Koridora çıkar çıkmaz, cep telefonunu çıkararak Bradendan gelen mesajı açtı.

PAZARTESİ AKŞAMI YEM EK HARİKA OLUR, yazdı.

31

HAYATTA KALMAK

Madison, martinisinden bir yudum aldı ve bir Venedik maskeli balosu teklif ederken Jane’i neyin etkisi altına aldığını merak ederek San Marco Meydanına bakındı.Tüylü, siyah maskeleri içindeki bütün bu insanlar çok sıkıcı görünüyorlardı ve uzun, volanlı elbiseler partideki kızları yaşlı gösteriyordu. Madison ise bu özel gün için mükemmel elbiseyi seçmeye özen göstermişti: hem cüretkâr, hem şık, hem de seksi olan asimetrik kesimli siyah, straplez bir Prada.

Aslında bu gece Madison ın “görev başında” olması gereki­yordu; o da ne demekse. Fakat onun bununla ilgilendiği yoktu; o partilere katılırdı, hizmetçilik etmezdi. Organizatörlük “işinden” nefret ediyordu ve kameralar için orada çalışıyormuş gibi yapmak bile sıkmaya başlamıştı. Ayrıca Venetian’da Jane ve Hannah gibi üniforma içinde koşturması söz konusu olamazdı. Kız arkadaşları bu kadar demode görünürken, Jane m erkek arkadaşının ortadan kaybolmasına, Stajyer Çocukun ise böyle canı sıkkın durmasına şaşmamak gerekti. Madison çocuklardan birine ya da ikisine

259

HUYSUZ VE TATLI

birden kur yapmaya niyetlenmişti. Ama ne anlamı olacaktı ki? Daha ipsini yapabilirdi.

Madison ın bakışları, dans pistinde yavaşça dans eden Ajaya ve Miguel Velasqueze kaydı. İşte, çalmaya değer bir erkek arka­daş: süper seksi, süper zengin, süper ünlü bir beyzbol oyuncusu. Madison’ın aklında, medya olanakları dönmeye başladı; hayat tarzında kalite artışı da cabasıydı.

“Maddy! Demek buradasın!”Madison iç geçirerek arkasına döndü. Sophie bir elinde içki,

Jesse ye tutunarak ona doğru yalpalıyordu. Harika. Sophie kafayı bulmaya giden yolu yarılamıştı -ya da oraya varmıştı bile- ve parti daha yeni başlamıştı.

Madison rahat bir harekede mikrofonunu kapatıp birinin izleme ihtimaline karşı kız kardeşini yanağından öpüyormuş gibi yaptı. Marley ikizleriyle konuşan şu kişi Veronica Bliss değil miydi? Ve bardaki, Veronica’nın sonradan blogcu olan eski, rezil asistanı Diego muydu?

“Yüzüncü kere söylüyorum, adım Madison, Maddy değil,” dedi Sophie’nin kulağına tıslarcasına. “Tanrım, leş gibi kokuyorsun. Ne bu, ot mu?”

“Çok yaşlısın, Maddy!” diye sızlandı Sophie. “Yaşlı değil mi, bebeğim?” Parmak uçlarında yükseldi ve on iki santimlik topukluları üzerinde biraz dengesiz durarak Jesse’nin boynunu hafifçe ısırdı.

Madison onu dirseğinden yakalayarak ayakları üzerinde den­gede durmasını sağladı. Daha önce de Sophie’yi dağılmış halde görmüştü ama bu kadar fena halde değil.

“Sen de ister misin, Madison?” diye fısıldadı Jesse, göğüs

cebine uzanarak “İyi maldır.”

260

LAUREN CONRAD

“Hayır!” Madison ses tonunu yükseltmemek için yumruklannı sıkıyordu. Bu durum kontrolden çıkıyordu. Yakınlarda basının olması bir yana, hem Sophie hem de Jesse mikrofonlu değil miydi? Bunu söylemek güçtü çünkü üzerine yapışan, boyundan bağlamalı siyah elbisesinin altında ipucu veren bir şişlik yoktu, Jesse de smokin giymişti. Dana onları henüz yakalamamıştı belki.

Madison bir şey yapması gerektiğini biliyordu, hem de hemen. “Dinle, Jesse... bize içki alabilir misin?” dedi tatlılıkla.

Jesse sırıttı. “Elbette, kızlarım için her şeyi yaparım. Hemen geliyorum.”

Yolda birkaç konuğa çarparak ve karşılığında üzerine fena bakışlar toplayarak bara doğru sendeledi. Duyma menzilinden çıkar çıkmaz, Madison hızla Sophie ye döndü. “Yukarı çıkıyoruz.”

“Neden? Daha yeni geldim.”“Eh, pekâlâ... parti bitti. Dosdoğru yatağa gideceksin ve

sabah bunun hakkında konuşacağız.” Madison elini Sophie’nin koluna koydu ve onu çıkışa doğru yönlendirmeye başladı.

Sophie kolunu hızla çekti. “Sen ne yapıyorsun f* diye bağırdı. Ardından, şampanya bardağını yere fırlatarak paramparça etti.

Etraflarındaki kalabalık konuşmayı kesti. Madison donup kaldı.

Sophie cam gibi, kan çanağına dönmüş gözlerle Madison a dik dik bakıyordu. “Kim olduğunu sanıyorsun, annem mi?” diye haykırdı.

“Hayır, Sophie... Sophia. Ama şu haldeyken...”uSen annem değilsin/” dedi Sophie, herkesin duyduğundan

emin olmak ister gibi sesini yükseltmişti. “Çünkü annem. Doğuda bir karavan parkında yaşıyor, sense Hollyvvood’da janjanlı çatı

261

HUYSUZ VE TATLI

katı dairende yaşıyorsun. Ah, o senin çatı katı dairen bile değil.

Orası, karısı öğrenmesin diye seni gözlerden uzak tutan erkek arkadaşının dairesi. Sen bir fahişesin, Maddy.”

Madison yüzüne kanın hücum ettiğini hissetti. Veronica Bliss ve Diego ve başkaları izliyor, dikkatle dinliyorlardı. Madison her taraftan fısıltılar geldiğini işitti.

Madison ümitsizliği artarak sessizce, “Sophie, lütfen,” dedi.

“Para mı istiyorsun? Sana para vereceğim. Sana ne istersen ve­

receğim. Ama yeter ki sus, tamam mı? Yoksa ikimiz için de her şeyi mahvedeceksin.”

Sophie, “Tanrım! Bana emirler yağdırmandan bıktım usan­

dım!” diye bağırdı. “Artık senin minik kız kardeşin değilim. Senin

hayatın boyunca olduğundan çok daha büyük bir yıldız olacağım.

Ve oraya ulaşmak için, olmadığım biri gibi davranmaya ihtiyacım

yok. Öyle zavallısın ki; sırf insanlar seni sevsin diye Madison

Parker adında zengin bir sürtükmüşsün gibi yapıyorsun. Söyle

onlara, Maddy! Gerçek ismini söyle onlara... Madelyn VVardell!”

Tutulan nefesler, sonra daha fazla fısıldaşma, sonraysa her

taraflarından gelen heyecanlı konuşmaların alçak sesli, sürekli

uğultusu. Madison şoktan uyuşmuş halde orada kalakaldı, ba­

kışları odağını yitirmişti, kalbi göğsünde güm güm atıyordu. Bir

flaş patladığının, birinin adını seslendiğinin, sonra da Sophie’nin,

“Lanet olsun!” diye mırıldanarak bir sandalyeyi yakalamaya çalı­

şarak düştüğünün güç bela farkındaydı.

Güzel, diye düşündü Madison, yerde sızmış kardeşine bakarak.

Belki de küçük sürtük ölmüştür.Gerçi artık önemi yoktu. Artık hiçbir şeyin önemi yoktu.

Madison’ın hayatı bitmişti.

LAUREN CONRAD

Madison duvara yaslandı ve karanlık, kapalı yere göz gezdirip nerede olduğunu merak etti... boş bir dolap mı? Kullanılmayan bir vestiyer mi? Partinin uzaklardan gelen boğuk sesini -DJ Jay-Z çalıyordu- ve insanlar dışarıdaki koridordan geçerken, yükselip alçalan konuşma sesleri ile kahkahaları duyabiliyordu.

Yukarı çıkarken, yorum almak için peşine düşen iki mu­habirden kaçmak için buraya girmişti. Haberler yayılma fırsatı bulur bulmaz, bunlardan çok ama çok fazla olacağını, onu 7/24 izleyeceklerini ve evini göz hapsine alacaklarım biliyordu. Aslında, aralık ayında Gossip hikâyesi patlak verdiği zaman Jane’in yaptığı gibi, ülkeyi terk etmeyi düşünüyordu.

Fakat Madison ın düşüşü Jane’inkinden bin beterdi Jane alt tarafı erkek arkadaşının, en yakın arkadaşıyla birlikte olmuştu ve pek çok kız böyle çılgınca şeyler yapardı. Ünlü olabilmek için sahte bir kimlik benimseyecek çok kız yoktu.

Madison yere yığılıp gözyaşlarına boğuldu.“Hey... Madison?”Madison m başı birden yukarı kalktı. Karanlıkta gözlerini

kırpıştırarak kapı aralığında bir silueti seçti. Bir muhabir miydi? Hayır, bu birine benziyordu... Jane. Nastlyanit

“Oh olsun demeye geldiysen, ilgilenmiyorum,” dedi Madison ters ters ve kızgın bir şekilde gözlerini sildi.

Jane odaya girdi, Madison m yanında diz çöktü. Madison elinde bir kadeh şampanya tuttuğunu gördü.

“Buraya girdiğini gördüm,” dedi Jane kadehi ona uzatırken. “Buna ihtiyacın olabilir diye düşündüm.”

Madison ona şaşkınlık içinde bakakaldı. “Bana içki mi ikram

ediyorsun?”

263

HUYSUZ VE TATLI

“Evet.”“Ama... neden?”Jane omuz silkti. “Bilmem. Çok, çok kötü bir gece geçirdiğin

için olabilir mi?”Madison şüpheyle kaşlarını çattı. “Mikrofonlu değilsin, değil

mi?”“Kapadım. Merak etme, buraya beni Trevor yollamadı. Her

neyse, hepsi bu kadar. İşe geri dönmem lazım.”Jane ayağa kalktı.“Bekle, Jane!”“Ne?”“Teşekkür ederim.”“Bir şey değil. Pudralığına bir baksan iyi olur. Bütün yüzünde

maskara var ve kirpiklerinden biri, şey, düşüyor.”Madison güçsüz bir şekilde gülümsedi. “Harika. Hayatım

mahvoldu ve öcü gibi görünüyorum.”“Hayatın mahvolmadı,” dedi Jane. “Sen belli ki hayatta

kalmanın yolunu biliyorsun ve çaresini bulursun. Ama öcü gibi göründüğün doğru. Ve hayır, bu yeniden arkadaş olacağımız an­lamına gelmiyor. Ama seni yine göreceğime eminim.” Bunun ardından arkasını döndü ve gitti.

Madison eski arkadaşının gidişini izledi. Sonra şampanya kadehini kafasına dikti ve pudralığını bulmak için el çantasına uzandı.

Jane haklıydı. O hayatta kalırdı. Bu kâbusu bir şekilde fır­sata çevirecekti. Tırnaklarıyla kazıyarak dipsiz çukurlardan dışarı çıkmayı daima başarmıştı. Ve aynısını yapmanın yine bir yolunu

bulacaktı.

26 4

32

HARİKA GERÇEKTEN

Scarlett üzerinde payetli, siyah abiye elbisesi ve topuklu ayakka­bılarıyla valizini arkasından çekiştirerek Liam ın evine vardığında, saat neredeyse gece yarısına geliyordu. Las Vegas’tan 09:35’te kalkan uçağın son koltuğunu almayı başarmış, sonra havalima­nından bir taksiye binmiş ve bütün yol boyunca, paparazzileri mucizevi bir şekilde atlatabilmişti.

Liam’ın evde olması için dua ederek kapıyı çaldı. Evde yal­nız olması için. Onu orada gördüğü zaman, artık yalnız olmak istememesi için.

Scarlett kapıyı tam bir kez daha çalacaktı ki kapı açılıverdi. Liam, üzerinde yalnızca bebek mavisi pijama altıyla karşısında duruyordu. Scarlett ona gözlerini dikip bakmamaya çalıştı. Ah, onu özlemişti. Hemen oracıkta kollarını boynuna sarmamak ve onu öpmeye başlamamak için iradesini son damlasına kadar kullanması gerekti.

“Scarlett?”Liam gözlerini ovuşturdu. “Burada ne yapıyorsun? Ve neden giyinip süslenmiş haldesin?”

265

HUYSUZ VE TATLI

"Özür dilerim, seni uyandırdım mı? Genelde daha geç sa­atlere kadar uyumazsın da.”

“Yarın erken saatte çekimim var. Arkadaşım Taylor’a bir reklam için ekstra kameraman lazım oldu. Ne var ne yok?”

“Konuşabilir miyiz?”

“Elbette. İçeri gelsene.”

Scarlett, Liam’ı koridor boyunca ve oturma odasına doğru

izledi. “Evde yalnızca sen ve ben varız. Ry ve Danny dışarıdalar,”

dedi Liam kanepeye otururken. “İçecek bir şey ister misin?”

“Böyle iyi, teşekkürler.” Scarlett yanma oturup bileziğiyle

oynadı. Orada oluşuyla ilgili onun ne hissettiğini ölçmeye ça­

lıştı; mutlu muydu, rahatlamış mıydı, kızgın mıydı, şaşkın mıydı,

yoksa yukarıdakilerin hepsi mi? Ölçülü yüz ifadesinden bunu

anlamak güçtü.

“Böyle giyinmiş olmamın nedeni, Ajanın nişanından kısa

süre önce ayrılmam,” diye söze başladı. “Daha başlamadan oradan

ayrıldım ve Dana ile Trevor’ın onayını almadım bile.”

“Venetian’daki çekimden mi bahsediyorsun? Cidden mi?”

Scarlett başıyla onayladı. “Odama koştum ve eşyalarımı top­

ladım, sonra da taksiyle havaalanına gittim.”

“Ne acelen vardı?”“Çünkü sana bir şey söylemek istemiştim.” Scarlett durdu ve

Liam ın gözünün içine baktı. “Seni seviyorum. Ve kavga ettiğimiz

için çok üzgünüm.”Liam’ın ifadesi yumuşadı. “Ben de seni seviyorum, Scarlett.

Seni çok ama çok seviyorum. Ve ben de üzgünüm.” Scarlett’ın

yüzünü elleri arasına aldı ve onu öptü.

266

LAUREN CONRAD

Scarlett öpücüğe karşılık verdi. Liam’a âşıktı. Ve Liam da

ona âşıktı. Harikaydı gerçekten.

Fakat ona gerisini de anlatması gerekiyordu. Kendini çekti

ve ekledi: “Bir şey daha var.”

“Hımm?” Liam saçını okşuyordu.

“Los Angeles’tan ayrılıyorum.”

“Bir dakika, neT

“Güney Kaliforniya Üniversitesinde hiçbir zaman tam anla­

mıyla mutlu olmadığımı biliyorsun, değil mi?” diye açıkladı Scarlett.

“Pekâlâ, mart ayında Yalee, Columbia’ya, Harvard a ve daha pek

çok okula başvuru göndermiştim. Geçiş yapmak istediğimden

emin değildim ama bu güz dönemi için karar vermeden önce

durup düşünmek istemiştim. Her neyse... hepsine kabul edildim.”

“Ciddi misin?”

Scarlett başını sallayarak onayladı. “Evet. Bu konuyu çok

düşündüm ve sonunda kararımı verdim. Programdan ayrılmak

istiyorum. Ve kesinlikle bu okullardan birine geçiş yapmak isti­

yorum. Sadece hangisi olduğundan emin değilim.”

“Vay canına.” Liam afallamışa benziyordu.

“Güney Kaliforniya Üniversitesi iyi hoş ama şunu anlaman

gerek... Hiçbir zaman başka bir yere gitmeyi düşünmemiştim

çünkü Jane’le birlikte Los Angeles’ta yaşamak istiyordum. Ancak

şimdi fark ediyorum ki hayatımı başka insanlara göre planlaya-

mam. İşte bu yüzden gitmek zorundayım.” Scarlett parmaklarını

onunkilerin arasına geçirdi. “Umarım senin için sorun değildir.”

Liam bir süre sessiz kaldı. Sonra yavaş yavaş başını salladı.

267

HUYSUZ VE TATLI

“Bu benim için hiç sorun değil,” dedi sonunda. “Hayır, sa­dece sorun değil diyemem. Seninle gerçekten gurur duyuyorum. Ülkenin en iyi okullarına kabul edilmişsin. Tebrik ederim!”

Scarlett’ın yüzü ışıldadı. “Teşekkürler!”“Ve dinle, Scarlett... Okul konusunda neye karar verirsen

destekleyeceğim. Yalee, Columbia’ya ya da her nereye gitmeye karar verirsen... bir şekilde yolunu bulacağız.”

“Gerçekten mi?”“Gerçekten.”Scarlett kollarını Liam’ın boynuna attı ve bir süre daha öpüş­

tüler. Hiçbir zaman mutlu sonlara inanmamıştı fakat şu anda, bunlardan birini kendisi yaşıyordu. O ve Liam birbirlerine âşıktılar. Los Angeles Şekeri nden ayrılacaktı. Ve hayatında tamamen yeni bir sayfa açacaktı. Nerede, ne zaman ve nasıl olacağından emin değildi ama bu kesinlikle muhteşem olacaktı.

33

GERÇEK HAYAT /

Jane pazartesi gecesi bekleme odasına girdiğinde, PopTV ofis­leri neredeyse terk edilmiş haldeydi. Danışmadaki kadın ceketini giyiyor ve çantasını topluyor, temizlikçi kadın köşede gürültülü bir biçimde yerleri süpürüyordu.

Jane, danışmaya, “Hey, Maria. Trevor hâlâ burada mı?” diye sordu. Danışma masasındaki çiçek aranjmanı biraz solmuş gö­rünüyordu.

Maria sırıttı. “Trevor hep buradadır. Sen git, ben geldiğini haber veririm.”

“Teşekkürler.”Jane çift kanatlı kapıdan geçip büyük salona yürüdü. Ne kadar

sakin hissettiğine şaştı, özellikle de bütün gece dönüp durduktan, bu karşılaşmayı kafasında tekrar tekrar döndürdükten sonra. Şim­diyse hiç huzursuz değildi. Doğrusu, bunu sabırsızlıkla bekliyordu.

Bu, doğru şeyi yaptığı anlamına mı geliyordu?Jane ofise vardığında Trevor kapı eşiğinde bekliyordu. “Jaııc.

Seni görmek ne güzel. İçeri gelsene.”

269

HUYSUZ VE TATLI

“Teşekkürler, Trevor.”

Trevor oturdu ve ona da ajansını yapmasını işaret etti. “Yemek yedin mi? Hemen köşede yeni bir suşici açılmış.”

“Hayır, teşekkürler. Yemek için programım var. Sadece sana bir şey söylemem gerekiyordu.”

“Elbette. Aklında ne var?”

Jane çantasına uzandı ve kahverengi Smythson defteri çıkarıp

Trevor’ın masasına bıraktı. “Ayrılıyorum,” dedi öylece. “Bu son sezonum olacak.”

“Ciddi olamazsın.” Trevor deftere bakmadı bile.

“Kesinlikle ciddiyim.”

“Neden?”

Jane defteri işaret etti. “Bu. Senin hikâyende bir karakter

olmaktan sıkıldım. Hayatımı sahne sahne organize etmenden

sıkıldım. Peki ya cumartesi gecesi? Caleb ile Gaby? Bu son derece

aşağılık bir hamleydi.”

“Erkek arkadaşını başka bir kızı öpmeye ben zorlamadım.

Kimseye istemediği bir şeyi yaptıramam. Ben sadece işleri olduğu

haliyle kaydetmek için oradayım.”

“Evet, eminim kendine her gün bunu söylüyorsundur.”

Trevor kaşlarını çattı. “Bak. Anlıyorum. Ben de olsam sinir­

lenirdim. Fakat Caleb zaten senin için yeterince iyi değildi. Bu

seni başka bir erkek arkadaş, daha iyi bir erkek arkadaş bulmak

konusunda özgür bırakacak.”“Yani bu beni, sen bana bir erkek arkadaş bulabilesin diye

özgür bırakacak mı dem^k istiyorsun? Hannah’ya yaptığın gibi mi?”

“Jane, neden bahsettiğini anlamıyorum.”

270

LAUREN CONRAD

“Neden bahsettiğimi gayet iyi biliyorsun, Trevor. Ve ben bıktım.”

Trevor koltuğuna yaslandı ve pencereden dışarıyı seyre daldı. İlk pembe, mor ve sarı renk akşam göğünü çizgi çizgi boyamıştı ve Los Angeles ışıkları mücevher gibi ışıldıyordu. Jane onun aklında daha şimdiden pek çok şey olduğunu biliyordu, özellikle de Madison la ilgili gerçeklerin ifşa oluşunun ardından. “İtiraf etmeliyim ki bunun olacağını öngörmemiştim,” dedi sonunda. “Programla ilgili bazı sorunların olduğunu biliyordum. Ama ay­rılmak mı?”

“Evet, arada bir küçük defterine yazmadığın şeyler yapıyo­rum,” dedi Jane ciddi bir tavırla.

“Komik. Scarlett’ın da ayrılmak istediğini biliyor musun?”Jane başıyla onayladı. Scarlett haberi, güz döneminde yeni bir

üniversiteye geçiş yapmaya karar verdiği gerçeğini de ekleyerek, ona dün gece vermişti. Karışık duygular demişken; Jane en yakın arkadaşının Los Angeles’tan ayrılma fikrine kadanamıyordu fakat Scar’ın, hayallerinin peşinden gitmesini de kesinlikle istiyordu.

“Ama benim kararımın onunkiyle hiç ilgisi yok,” diye açık­ladı Trevor’a. “Benim kendimce sebeplerim var. Bunu bir süredir düşünüyordum... Coco de Ville’de defterini bulduğumdan beri.”

“Defterim. Tanrım, o lanet şeyi yakmalıyım.”“Evet, kesinlikle. Ama yapmayacaksın.” Jane gitmek üzere

ayaklandı.Trevor da ayağa kalkıp ona doğru yürüdü. Ellerini Jane’in

omuzlarına koyup gözlerinin içine baktı. “Jane, oyunun zirvesin- desin,” dedi, sesi babacan bir endişe yüklüydü. “Şimdi ayrılmak istemezsin. Mesele para mı? Çünkü biliyorsun, kalman için şirket

271

HUYSUZ VE TATLI

sana daha fazlasını ödeyecektir. Sezon ortasında pek uygun düş­mez ancak bir şeyler yaptırabilirim. Menajerinle görüşeceğim.”

Jane onun bakışlarıyla yüzleşti. “Hayır, mesele para değil. R.J zaten biliyor ve kararımı yüzde yüz destekliyor.” Ve ekledi: “Sezonun geri kalanı için endişelenme. Her zamanki gibi, bütün çekimlerime geleceğim ve medya sorumluluklarımı yerine geti­receğim. Ondan sonraysa...”Jane duraksadı. “Gerçek hayatıma döneceğim.”

“Gerçekten her şeyin eski haline dönmesini istiyor musun? Seni Les Deux’de keşfetmeden önceki haline?”

“Hem de her şeyden çok,” dedi Jane ve bunu içtenlikle söyle­mişti. “Şimdi izninle... Akşam yemeği randevuma geç kalıyorum.”

Trevor ona baktı, çenesini sıkıp gevşetiyordu. “Fikrini de­ğiştireceksin. Biliyorsun, değil mi?”

Jane omuz silkti. Ve bir şey söylemedi. Trevor’ın kolay pes etmeyeceğini biliyordu. Fikrini değiştirebilmek için söyleyebileceği ya da yapabileceği hiçbir şey olmadığını da.

Jane sabah ışığı karşısında gözlerini kırpıştırdı ve kahvaltı isteyen Japon balığı Penny’yi görmeyi bekleyerek komodinine bakındı. Ama akvaryum yerine, bir senaryo yığını, bir Coffee Bean ScTea Leaf termosu ile SpongeBob tişörtü giymiş, kucağında bir köpek yavrusu tutan sarışın bir çocuğun solmuş, çerçeveli fotoğrafını gördü.

Ah, tamam. Yuvarlandı ve kendi tarafında kıvrılıp yatmış, derin derin uyuyan Braden a gülümsedi. Fotoğraf Braden m dokuz, on yaşlarındaki hali olmalıydı. Çok şirindi. Ona daha çok sokuldu ve sırtına doğru kıvrıldı. Tişörtünün Jan e ’in her zaman Braden’la

272

LAUREN CONRAD

ilişkilendirdiği sıcak, kumsalımsı bir kokusu vardı. Şimdi burada, onun yatağında olduğuna inanamıyordu.

Dün akşam yemek için ufacık bir Tayland restoranında (papa- razzilere yakalanmamak için) buluşmuşlardı, ondan sonra Braden, yeni bir Monopoly karşılaşması için onun evine dönmelerini önermişti ki bu, başka bir şey için şifre çıkmıştı, ki bu da Jane e gayet uyuyordu. Sokak kapısından içeri girer girmez, birbirlerinin kollarına atılmışlar ve öpüşmüşlerdi. Elektrikleri inanılmazdı... her zamankinden daha iyiydi. Ayrı geçirdikleri zamanda, birbirlerine karşı gerçek hislerini fark ettikleri için miydi bu?

Yemek boyunca Jane, Braden a, Caleb hakkında tek kelime etmemişti (telefonlarına ve mesajlarına cevap vermiyordu... vermeye de niyeti yoktu). Trevor’la arasında geçen konuşma hakkında da tek kelime etmemişti. Mükemmel anı bekliyordu. Çünkü her şey bir yana, programdan ayrılmak, onun ve Braden m sonunda gerçek bir ilişki yaşamayı deneyebilecekleri anlamına geliyordu. Kame­ralardan uzak, medya ilgisinden uzak, evlerinde saklanmaksızm ya da salaş barlarda, kuytu restoranlarda buluşmaksızm. Açıkça, herkesçe görülebilecek şekilde, gerçek bir çift gibi çıkabilirlerdi.

Nihayet.“Günaydın.” Braden gerindi, ardından yastıklara yaslanarak

oturdu. Kirli sarı saçları darmadağın olmuştu ve elâ-yeşil gözle­

rinden uyku akıyordu.“Hey. Nasılsın?”“Yorgun. Kaçta yattık?”“İki, yoksa üç müydü?”“Tanrım. Affedersin. Ne zaman işte olman gerekiyor?''

273

HUYSUZ VE TATLI

“Bu öğleden sonrasına kadar olmam gerekmiyor. Yani bu sabah tamamen şeninim.”

“Güzel.” Braden, Jane’i alnından öptü, sonra yataktan yuvar­

lanarak çıktı ve koridora doğru yürüdü. Jane bir kapının kapan­

dığını duydu, sonra su aktığını, sonra bir kapı açıldığını, sonra

ayak seslerini, sonra kahve öğütücünün gürültüyle uğuldadığını.

Bu kalkıyoruz demek oluyor herhalde, diye düşündü. Ayağa kalktı,

yerde duran elbisesini buldu ve üzerine geçirdi.

Mutfağa girdiğinde, Braden iki kupaya kahve koyuyordu. “Süt veya şeker?” diye sordu ona.

“Sadece biraz süt, eğer varsa.” Jane küçük, ahşap masaya

oturdu. “Eeee. Bazı haberlerim var.”

“Öyle mi? Neler oluyor?” Braden kupaları masaya bıraktı ve

Jane’in karşısına oturdu. BlackBerry’sini alıp çabucak bir göz attı.

Jane derin bir nefes alarak saçıyla oynamaya başladı. Braden’ın

tepkisini tahmin etmeye çalışıyordu. Sevinecek miydi? Tabii ki

sevinecekti, değil mi? Jane’in kariyerini her zaman yüzde yüz

desteklemesine rağmen, Los Angeles Şekeri, realite programları

ve tüm Hollywood hakkındaki olumsuz düşüncelerini dile ge­

tirmekten hiç geri durmamıştı. Bunların ikisinin başına açtığı

dertler de cabasıydı.“Sana dün gece söylemek istiyordum am a... pekâlâ... büyük

bir şey diyebilirim.”Braden sırıttı. “Ne? Beni meraktan çatlatacaksın.”

“Tamam. İşte söylüyorum. Programı bırakıyorum.”

Braden ona bakakaldı. “Sen ... programı bırakıyor musun?”

“Evet. Dün akşam Trevor’a söyledim. Bu son sezonum olacak”

“Vay canına. Buna ne sebep oldu?”

LAUREN CONRAD

Jane ona Trevor’ın defterini ve Las Vegas’taki Caleb-Gaby olayını anlattı. “Trevorın beni kontrol etmesinden bıktım,” dedi. “Hayatımı geri istiyorum. Ne istersem yapabilmek istiyorum... ve kiminle istersem çıkabilmek.”

Duraksadı ve beklenti içinde ona baktı.Braden kahvesinden bir yudum aldı, düşünceli görünüyordu.

“Evet, pekâlâ, bu büyük bir olay,” dedi hemen ardından. “Seninle gerçekten gurur duyuyorum, Jane. Bu büyük cesaret ister.”

“Teşekkürler!”“işinden de ayrılacak mısın o halde? Şeyle olan, Fıona Chendi,

değil mi?”“Etkinlik organizasyonu alanında çalışmaya devam etmek

istiyorum. Fiona konusundan emin değilim. PopTV neredevse bütün ofisi ele geçirmiş durumda.”

“Bu delilik.” Braden, BlackBerrysine uzandı ve bir şeyler aramaya başladı. “Biliyor musun, arkadaşım Amanda, Nevv York’ta lüks bir organizasyon şirketinde çalışıyor. Senin için ona e-posta atıp eleman arıyorlar mı diye sorayım mı?”

Jane gözlerini kırpıştırdı.“Evet, işte burada. Four Star Organizasyonda çalışıyormuş.

Onları hiç duymuş muydun?”Jane bir tutam saçını parmağına dolamaya başladı. Braden

az önce, ona yeni bir iş bulması için yardım etmeye çalışacağını mı söylemişti... ülkenin diğer ucunda? Onu yanlış duymuştu, değil mi? Fakat o konuşmaya devam ediyordu...

“Amanda Miller. Evet, sanırım orayı seviyor.”Bir dakika. Jane temelde ona, onunla ilgilendiğini söylediği

için, Braden birdenbire ona karşı ilgisini mi kaybetmişti?

275

HUYSUZ VE TATLI

Braden konuşurken, Jane’in aklı, Playground partisi çıkışı arabayla eve giderlerken, Scarlett’la ettiği sohbete gitti. Scar ona, Braden acaba gerçekten ve tam olarak âşık olmadığı sürece ilişkilerden uzak duran türden bir erkek mi yoksa, ilişkilerden tamamen uzak duran türden mi diye sormuştu. Braden ın hiç ilişkisi olmuş muydu? Jane onun Willow’la üç sene, bir küs, bir barışık olduğunu biliyordu ki bu bir uyarı işareti olmalıydı. Aralık ayında, Braden la ilk birlikte oldukları zamanı da düşündü. İlk adımı Braden atmıştı, o değil ve Jane, direnemeyecek kadar kı­rılgan ve aklı karışık haldeydi. Ona en yakın arkadaşıyla çıkarken gelmesi de bir uyarı işareti olmalı mıydı? Ya Caleb’la çıktığını öğrenmesinin üzerine gecenin bir vakti Banff’ten onu araması? Braden onu yalnızca, Jane başka bir erkekle birlikteyken ya da kendisi başka bir kızla birlikteyken ya da başka bir sebepten

ötürü ikisi birlikte olamazken mi istiyordu?Yanıt birdenbire çok bariz gözüktü.Oysa Jane, Braden ın kendisi için ideal kişi olduğunu sanmıştı.

Jesse değil, Caleb değil... Braden.Ah. Nasıl da aptaldı.Braden, “Amanda gerçekten iyidir. Seninle konuşmaktan

memnun olacağına eminim,” diyordu.Jane ayağa kalktı ve kahve kupasını lavaboya bıraktı. Sonra

oturma odasına gidip ayakkabılarını ve el çantasını aldı.“Nereye gidiyorsun?” dedi Braden peşinden gelerek. “Aç

mısın? Kahvaltılık bir şeyler alabiliriz.”Jane döndü ve Braden’a baktı. “Gitmem gerek,” dedi yavaşça.

“Hoşça kal, Braden.”Braden kaşlarını çattı. “Bekle. Sorun ne? Ne yaptım?”

276

LAUREN CONRAD

Jane ona acı acı gülümsedi. “Hiç. Dün gece için teşekkürler. Ama bunu yeniden yapacağımızı sanmıyorum.” Ve ekledi: “Ah, sana bir de uyarıda, bulunayım. Ben bu kapıdan çıkar çıkmaz, beni yeniden istediğine karar vereceksin. Kendi kendine bana âşık olduğunu bile söyleyebilirsin. Ama değilsin. Hiç olmayacaksın.”

Ve bunun üzerine oradan ayrıldı.

277

34

BİRER HİÇE DÖNÜŞMEK

Scarlett şampanya kadehini kaldırarak, “Muhteşem yeni işinin şerefine,” dedi.

Jane de kadehini kaldırdı. “Ve senin muhteşem, yeni üniver­

sitenin şerefine. Columbia başına gelecekleri bilmiyor,” diyerek şaka yaptı.

“Ha ha. Bu arada, Liamla az önce oturma odası için çekyat

siparişi verdik. Üzerinde senin adın yazıyor.”

“Evet, pekâlâ, orada çok sık uyuyor olacağım, bu yüzden çar­

şafları değiştirme zahmetine bile girmeyin.”

Scarlett kıkırdadı. “Iyy.”Jane şampanyasından bir yudum aldı ve pek revaçta olan

yeni Rodeo Drive restoranına bakınıp diğer insanlara göz attı;

bir an önce dikkatini dağıtmazsa, ağlayacağından endişe ediyordu.

Pencerenin dışında hava, temmuz sonu sıcaklık dalgasıyla pırıl­

dıyor. .. şeker renkli üstü açılabilir arabalar süzülerek geçiyor...

ve bir sıra palmiye ağacı, neredeyse durmuş esintiyle belli belirsiz

279

HUYSUZ VE TATLI

sallanıyordu. Los Aııgeles’ta yazdı. O ve Scar, Santa Barbara’dan buraya taşınalı hakikaten koca bir yıl olmuş muydu?

Birkaç gün içinde Scarlett ile Liam New York’a uçuyorlardı: Scar, Columbia Üniversitesi oryantasyon haftası için, Liam’sa bir film prodüksiyon şirketinde çalışmak için. Manhattan’ın Mor- ningside Heights semtinde bir daire bulmuşlardı bile.

Janee gelince; gelecek hafta, Los Angeles ve New York’ta ofisleri bulunan küçük ama isim yapmış bir organizasyon şirketi olan RSVP’deki yeni işine başlayacaktı. Fıona’nın aksine, RSVP’nin sahibi, bir realite programının parçası olmakla zerre kadar ilgi­lenmiyordu. Jane onunla çalışacağı, ayrıca iş için Manhattan’a seyahat etme şansına sahip olacağı ve Scar’la Liam’ın hayatlarına dahil olacağı için gerçekten heyecanlanıyordu.

Hannah da Jane’le beraber RSVP’ye geliyordu. O ve Oliver da programdan ayrılmışlardı ve hâlâ birlikteydiler. Jane geçen hafta onlarla yemeğe çıkmıştı ve ne kadar mutlu olduklarını gördüğüne seviniyordu.

Bir gün, onların sahip olduğu şeye sahip olacağım... ve Scar la Liamın sahip olduğu şeye, diye düşündü Jane. Bir gün, beni ben olduğum için seven harika bir erkek bulacağım. Bir Jesse, bir Caleb ya da bir Braden değil, çok daha iyi biri.

Her halükârda... Los Angeles Şekeri artık onun için geçmişte kalmıştı. Çekimler mayısta bitmiş, sezon finali haziranda ya­yınlanmıştı. Tam Jane’in tahmin ettiği gibi, Trevor onun fikrini değiştirmesini sağlamak için elinden geleni ardına koymamıştı: yalvararak, tatlı sözlerle kandırmaya çalışarak, ona gitgide daha fazla para teklif ederek, hatta bir keresinde, soğukkanlılığını kay­bedip hiç yapmadığı bir şeyi yapıp ona bağırarak. Jane onun için

280

LAUREN CONRAD

ne denli önemli olduğunu biliyordu: Program onun bebeğiydi. En sonunda pes etmişti ancak Jane onun asla vazgeçmeyeceğinden kuşkulanıyordu. İyi... kendi bilirdi. İstediği gibi yalvarsın, dil döksün, pazarlık yapsın, bağırsındı. Jane geri dönmekle ilgilen­miyordu; ne şimdi, ne de başka bir zaman.

Ayrıca, şu sıralar Trevor’m işi başından aşkındı. Las Vegas sonrasında, herkesin hikâyesini yeniden yazmak ve şekillendirmek zorunda kalmıştı. Madison, “Fiona Chen Organizasyondan ayrılmış ve şehir dışına taşınmıştı.” Gerçekte ise, Madison kardeşinin Las Vegas’ta söyledikleri yüzünden kısa, yoğun bir medya tarafından yerin dibine sokulma dönemi geçirmişti. Bunu ironik bir şekilde pek çok kişiyi etkileyen, “Önce” ve “Sonra” fotoğrafları izlemiş, bu da Madison a kendi realite programını kazandırmıştı -bir baştan aşağı değişim programı-; PopTV’nin rakiplerinden birinde hem de. Hatta daha şaşırtıcı olan, Madison son günlerde, imkânları kısıtlı kızlara burs vermek üzere bir hayır kuruluşu kurmuştu. Madelyn VVardell Vakfı ilk bursunu geçen hafta, Madison la aynı karavan parkında büyümüş ve Güney Kaliforniya Üniversitesi’ne gitmek isteyen bir kıza vermişti.

Sophia ve Gaby’nin sözleşmeleri devam ediyordu ve Jane, eylül ayında başlayacak üçüncü sezonda onların ilgi odağı ola­cağı yönünde dedikodular duymuştu. Sophia, (Sophilyn VVardell yerine) Sophia Parker ismiyle devam etmeye karar vermişti ve Trevor, Sophia’nm memleketindeki, şiddet eğilimli bir erkek ar­kadaştan kaçmak için kimliğini değiştirmesiyle ilgili çılgın bir hikâye uydurmuş, bu da yüksek reyting ve basının sempatisini getirmişti. Sophia, sürpriz olmayan bir şekilde Jesse’den ayrılmış

281

HUYSUZ VE TATLI

ve son birkaç ay içinde, hepsi gelecek bölümlerde yer alacak bir o kadar çekici ve kusurlu bir dizi erkek arkadaşı elden geçirmişti.

Gabv görünüşe göre Caleb’la çıkıyordu ki bu Jane için, üzerinde düşünmesi fazla iğrenç bir şeydi. Fısıltı gazetesinden, Gaby’nin onunla ve son zamanlarda hayatında gerçekleşen bütün diğer değişimlerle ilgili tereddütleri olduğunu duymuştu. Rezil basın danışmanım kovmuş, saçı, makyajı ve giyimiyle eski haline dön­müştü. Jane, Trevorın onu daha ne kadar programda tutacağını merak ediyordu.

Braden a gelince... Jane artık onu pek düşünmüyordu. Ne kadar kısa süre içinde iyileşip hayatına devam edebildiğine şa­şırmıştı. Zannettiğinden daha güçlü olduğu ortadaydı. Kim ol­duğunu ya da hayattan ne istediğini bilmeyen geçen seneki Janie Roberts değildi.

Bunu halen tamamen çözememişti. Fakat yaklaşıyordu.Garson kız aperitiflerle beraber yanlarına geldi. “Harika, aç­

lıktan ölüyorum,” dedi Jane peynir tabağına dalarak. Artık devamlı bir medya mikroskobu altında olmadığından, ekstradan bir iki kilo almak konusunda endişelenmeyecekti.

Scarlett ağzına bir zeytin tıkıştırırken, “Artık mikrofon tak­mak zorunda olmamak müthiş değil mi?” dedi.

“Onlara öyle alışmışım ki şimdi kendimi adeta çıplak his­sediyorum.”

“Aynen. Peki ya apartmanımızın önünde sabah akşam kamp yapan paparazzilerin olmayışı?”

“Evet. Onlar olmadan insan kendini öyle yalnız hissediyor ki.” Jane güldü ama yeniden ciddileşti ve ekledi: “Basın demişken... Liam, Maxim kapağını sorunsuz karşıladı mı?”

282

LAUREN CONRAD

“Ehhhh. Bütün dergileri alacağını ve Maximm sitesini hack’leyeceğini, böylece kimsenin o fotoğrafları göremeyeceğini söyledi.”

“Evet, kulağa tam Liam’a göre bir şey gibi geliyor. Madison eylül kapağını almış galiba?”

“Hımm. Görmek için sabırsızlanıyorum.”Tam o sırada Jane, yakınlardaki bir kolonun arkasında dur­

muş, onların olduğu tarafa bakan bir adam fark etti. Orta yaşlıydı, hafifçe keldi ve boynunda bir fotoğraf makinesi asılıydı.

“Scar! Restoranda bir paparazzi var,” diye fısıldadı Jane.“Ne? Nerede?”Jane kolonu başıyla işaret etti.“Hey, sen!” Scarlett sesini yükseltti. “Evet, sen! Seni göre­

biliyoruz! Müdürü çağırmadan önce buradan gitsen iyi edersin. Bu restorana paparazzilerin girmesine izin verilmiyor!”

Adam kolonun arkasından çıktı. Jane, fotoğraf makinesinin profesyonel bir makine olmadığını irkilerek fark etti. Barda içki bekleyen bir müşteri olabilir miydi?

“Je ne comprendspas Fanglais” dedi, şaşırmış görünüyordu.“Aman Tanrım Janie. Adam Fransız. Bir turist muhtemelen,”

diye fısıldadı Scarlett, sesi utanmış geliyordu. Je sııis de'sofe'ef'âiyt seslendi elini sallayarak “Ce riest rien! Önemi yok!” Scarlett başını ellerine gömdü. “Ah, Tanrım. Çok utanç vericiydi.”

“Çok fena. Özür dilerim! Sanırım hâlâ paranoyağım."“Evet, peki... kimse artık fotoğrafımızı çekmek istemiyor.

Artık âdeta birer hiçiz,” diye şaka yaptı Scarlett.Jane sırıttı ve şampanya kadehini kaldırdı. “Birer hiçe dö­

nüşmeye,” dedi.Scarlett gülümseyip kadehini kaldırdı.

283

TEŞEKKÜRLER

Max Stubblefıeld, Nicole Perez, Kristin Puttkamer, PJ Shapıro, Dave Del Sesto, Adam Divello,Tony DiSanto, Liz Gately, MTV, Zareen Jaffery, Farrin Jacobs ve HarperCollins’teki herkese, ay­rıca Matthew Elblonk ve bu kitabın mümkün olmasını sağlayan diğerlerine teşekkürler.

Ve iş ortağım Nancy Ohline çok özel teşekkürler; çok şey öğrendim ve bu kitapları yaratmayı çok sevdim.

Los Angeles Şekeri

Gözde gece kulüpleri, yakışıklı erkekler ve akla gelebilecek her şeyin tasarımcı versiyonu!

, w£s e F S T S

1fAüREN CONRAD

“Kitabı deneyimlerine dayanarak kaleme alan Conrad, okurların devamını talep edeceği,

heyecanlı bir öykü yazmış."School Library Journal

Küçük Tatlı Yalanlar

Hollywood’da yalanlar, onları söyleyen yalancılar kadar tatlı!

“Çok eğlenceli." Heat

“Tam bir skandal.” Teen Now