15
1 Ortadoğuda Radikal Dincilik ve Siyasal İslam Bu Bağlamda Bir Aktör Olarak İran “AMIR ROUBIN BETAN” Özet Ortadoğu’nun bu çok katmanlı dini yapısı içinde 1400 yıl süresince İslamiyet Ortadoğu politikalarında önemi hep korumuştur” İslami hareketlerin oynadıkları roller ise her zaman hem bölge içi hem de bölge dışı güçlerin amaç ve araç ilişkilerinde ve kar-zarar hesaplarında ön sıralarda yer almıştır. 1979 yılında gerçekleşen İran İslam Devriminden sonra İran, dini söylemi ön planda tutan bir dış politika takip etmeye başladı. Devrimle iş başına gelen dini rejim kendini bütün Müslüman halkların savunucusu ve koruyucusu olarak tanımlayarak “rejim ihracı” politikasını gündeme taşıdı. Fakat devrimden bugüne İran İslam Cumhuriyeti‟nin özellikle Orta Doğu’ya yönelik takip ettiği dış politik uygulamalarına baktığımızda, İran‟ın dini değil de daha çok pragmatik bir dış politika takip ettiği görülmektedir. İran, dini dış politikada bir meşruiyet, güvenlik ve yayılma aracı olarak kullanmaktadır. Anahtar Kelimeler: İslam, İran, İran Dış Politikası, Rejim İhracı, Orta Doğu, Din-Dış Politika Abstract Following the Islamic revolution in 1979, Iran initiated a new line of foreign policy imbued with Islamic and religious discourse. The new religious regime that grabbed power in Iran as a result of a bloody revolution consistently depicted itself as one responsible for the promotion and protection of all Moslems in the world, and formulated a new policy aimed at the „exporting the Islamic revolution‟ to all Moslem states. However, this self-depiction of the Iranian regime is certainly open to question, for even a cursory glance at the policies that Iran has persistently pursued in the Middle East, would reveal that Iran‟s foreign policy is based more on pragmatic expediency than on Islamic principles and tenets. It seems that Iran makes use of Islam as a vehicle for legitimacy, security and expansion in its foreign policy. Key Words: Islam, Iran, Iranian Foreign Policy, Exporting Regime, Middle East, Religion-Foreign Policy

Ortadoguda Radikal Dincilik ve Siyasal Islam Bu Baglamda Bir Aktor Olarak Iran

Embed Size (px)

Citation preview

1

Ortadoğuda Radikal Dincilik ve Siyasal İslam Bu Bağlamda Bir Aktör Olarak İran

“AMIR ROUBIN BETAN”

Özet

Ortadoğu’nun bu çok katmanlı dini yapısı içinde 1400 yıl süresince İslamiyet Ortadoğu

politikalarında önemi hep korumuştur” İslami hareketlerin oynadıkları roller ise her

zaman hem bölge içi hem de bölge dışı güçlerin amaç ve araç ilişkilerinde ve kar-zarar

hesaplarında ön sıralarda yer almıştır. 1979 yılında gerçekleşen İran İslam Devriminden

sonra İran, dini söylemi ön planda tutan bir dış politika takip etmeye başladı. Devrimle

iş başına gelen dini rejim kendini bütün Müslüman halkların savunucusu ve koruyucusu

olarak tanımlayarak “rejim ihracı” politikasını gündeme taşıdı. Fakat devrimden

bugüne İran İslam Cumhuriyeti‟nin özellikle Orta Doğu’ya yönelik takip ettiği dış

politik uygulamalarına baktığımızda, İran‟ın dini değil de daha çok pragmatik bir dış

politika takip ettiği görülmektedir. İran, dini dış politikada bir meşruiyet, güvenlik ve

yayılma aracı olarak kullanmaktadır.

Anahtar Kelimeler: İslam, İran, İran Dış Politikası, Rejim İhracı, Orta Doğu, Din-Dış

Politika

Abstract

Following the Islamic revolution in 1979, Iran initiated a new line of foreign policy

imbued with Islamic and religious discourse. The new religious regime that grabbed

power in Iran as a result of a bloody revolution consistently depicted itself as one

responsible for the promotion and protection of all Moslems in the world, and

formulated a new policy aimed at the „exporting the Islamic revolution‟ to all Moslem

states. However, this self-depiction of the Iranian regime is certainly open to question,

for even a cursory glance at the policies that Iran has persistently pursued in the Middle

East, would reveal that Iran‟s foreign policy is based more on pragmatic expediency

than on Islamic principles and tenets. It seems that Iran makes use of Islam as a vehicle

for legitimacy, security and expansion in its foreign policy.

Key Words: Islam, Iran, Iranian Foreign Policy, Exporting Regime, Middle East,

Religion-Foreign Policy

2

İçindekiler

Özet 1

Abstract 1

Giriş 3

Ortadoğuda Radikal Akımlar 4

Radikal Dincilik (fundamentalizm ) ve Siyasal İslam 6

İran’da Güvenlik Unsuru Olarak Din 8

İran’ın Orta Doğu Politikasında Din 9

Radikal Örgütler ve İran 11

Sonuç 13

Kaynakça 14

3

Giriş

Din, uluslararası ilişkiler alanında hep ihmal edilerek görmezlikten gelinmiştir. Devletlerin dış

politika çözümlemelerinde/yorumlamalarında din değerlendirilme dışı tutulmuştur. Dinin

uluslararası alanda ihmal edilmesi/görmezlikten gelinmesi çağdaş diplomasinin iyi bir şekilde

anlaşılmasını ya zorlaştırmakta ya da imkânsızlaştırmaktadır.1

1979 İran İslam Devriminden sonra İslami/dini bir rejimin kurulması ve İran’ın dış

politikasında dini söylem kullanmaya başlaması dinin uluslararası politikadaki yeri konusunda

tartışmaların yaşanmasına sebep oldu. Aslında din Avrupa’da ulus-devlet’e karşı yenik düşse

de, Orta Doğu’da durum öyle değildi. Din, Orta Doğu siyasetinde her zaman önemini

korumuştur/her geçen gün önemini artırarak korumaya devam etmektedir. İran İslam Devrimi

Orta Doğu’daki gerek iç gerekse dış politikadaki dinin etkinliğini ve gücünü daha görünür

hale getirmiştir. 1979 devrimi ile din, “bir devlet dini” olarak ortaya çıkmıştır. İran’ın yeni

rejimi her ne kadar dış politikasında dini özelliğini ön plana çıkarsa da bu dış politikasının

tamamen dini temeller üzerine yürütüldüğü anlamına gelmemektedir. Diğer bir deyişle din,

İran dış politikasının en önemli ve tek belirleyici unsuru değildir. Nitekim, 1979 yılından bu

güne geçen zamana baktığımızda dinin İran dış politikasında sadece bir araç olarak

kullanıldığı görülmektedir. Bir anlamda din, İran dış politikasında retorikten ibaret

kalmaktadır. Eskiden olduğu gibi 20. yüzyılda ve günümüzde din sadece İran’da değil,

neredeyse bütün dünyada dış politikada bir “meşruiyet aracı” olarak kullanılmaktadır.

1979 yılında İran’da gerçekleşen İslami/dini devrimden sonra, İran’ın yeni lideri/liderleri iç

politikada olduğu gibi dış politikada da dini söylem kullanma yoluna gittiler. İslam

devriminin İran’la sınırlı olmayacağını, Müslümanların yaşadığı coğrafyada bu değişimin

devam edeceği, İran’daki İslami devrimin sadece bir başlangıç olduğu sürekli olarak dile

getirildi.2 İran’da dini bir devrimin ortaya çıkmasıyla, dinin hizmetinde bir rejimin iş başına

geldiği vurgulandı. Hatta İran’daki dini rejim, “dünyadaki bütün Müslümanların haklarının

savunucusu”3 olduğunu, anayasasının bir kuralı haline getirdi. Böylece İran’ın dini rejimi

kendisini; sadece İran halkı- na karşı sorumlu olarak tanımlamadı, aynı zamanda dünyadaki

bütün Müslümanların haklarını korumakla yükümlü olduğunu beyan etmiş oldu. Bu

1 Dinin Uluslararası politikadaki rolü hakkında bkz: Mehmet Şahin, “Uluslararası İlişkilerde Din Faktörü”, İdris

Bal. (Der.), Değişen Dünyada Uluslararası İlişkiler, Lalezar Kitabevi, Ankara, 2006. ss. 143-152. 2 Ayşen Baylak, İmam Humeyni, İlke Yayıncılık, İstanbul, 2005, s. 95. 3 İran İslam Cumhuriyeti Anayasası, Madde 3/16,

http://www.iranonline.com/iran/iran-info/Government/constitution-1.html

4

sorumluluğun bir gereği olarak da “rejim ihracı” politikasını dış politikasının en önemli

unsuru haline getirdi. Özellikle rejimin dini lideri Ayetullah Humeyni’nin ölümüne kadar

rejim ihracı politikası İran dış politikasında önemini korudu.

Ortadoğuda Radikal Akımlar

Ortadoğu coğrafyası; içinde barındırdığı dini ve etnik çeşitlilik, zengin petrol rezervleri, sınırlı

su kaynakları, kontrolsüz silahlanma, ekonomik sorunlar, olgunlaşmamış politik kültür ve

otoriter liderler gibi bölgeye has özelliklerden ve yabancı güçlerin etkisi, bölgenin yer aldığı

coğrafya gibi dış faktörlerden dolayı siyasal, sosyal ve ekonomik çözümler üretmenin ve

uygulamanın her dönem oldukça zor olduğu güç bir coğrafyadır. Bölge toplumları ve

devletleri, bugüne dek pek çok bilimsel makalenin konusu olan siyasal, sosyal, ekonomik ve

askeri nitelikteki kargaşa, çatışma ve savaş ortamlarını bizzat ve en derinden yaşamıştır ve

halen yaşamaya devam etmektedir. Böyle bir ortamda yani çatışmanın ve savaşın her zaman

yaşanma olanağı olan bir coğrafyada toplumlarda daimi bir endişe güvensizlik ve kontrol

edilmeyen hatta süreklilik taşıyan bir savunma güdüsü bulunmaktadır. Ortadoğuda devletlerde

güvenlik meselesiyle ilgili ciddi kaygılar bulşunmaktadır. Bu kaygıları pekiştiren nedenlere

baktığımızda hem iç hemde dış faktörlerinin rolunu görebilmekteyiz. Orta Doğu’daki dini

çeşitlilik bölgedeki tüm karmaşa ve savaş ortamlarının doğmasında ve ivme kazanmasında

belki de en önemli ve üzerinde durulacak faktördür.

Ortadoğu; İslamiyet’in doğuşu ve zaman içinde bu dine bağlanan insanların sürekli

çoğalmasıyla bir Müslümanlık diyarı olmuştur. İslamiyet’in dışında İsrail’de Musevilik,

Lübnan’da Hıristiyanlık bulunmaktadır. Şiilik, İran’da resmi mezhepdir. Bu nedenle, Sünni ve

Şii çatışmaları tarihsel süreç içinde büyük sorunlar yarattığı gibi, günümüzde de örtülü

biçimde bir sürtüşme devam etmektedir. Bu husus, dinine bağlı topluluklar arasında istismar

edilecek niteliktedir. Bu istismar, halk kitlelerinin cehaletinden ve kolayca tahrik edilmeye

elverişli olmasından ileri gelmektedir.4

Günümüzde İslam kaynaklı radikal akımlar adı altında anılan hareketler, Ortadoğu bölgesi

kapsamında çeşitli unsurlardan beslenmektedir. Bölge genelinde her geçen gün yaygınlaşan

4 Kocaoğlu, Mehmet (1995) Uluslararası İlişkiler Işığında Ortadoğu, Genelkurmay Basımevi, Ankara. s. 220.

5

ve uçlara kayan İslami hareketler ve grupların oluşmasında öne çıkan olgu, bu unsurların

Ortadoğu toplumlarında Batılı kültürel, politik ve ekonomik değerlere karşı bir tepki olarak

ortaya çıktığıdır. Batı kültürünün etkisi ve bu kültürün gün geçtikçe daha fazla oranlarda

kendine Ortadoğu coğrafyasında yer edinmesi İslami grupların tepkisini çekmektedir. İslami

hareketlerin muhalefeti sekülerleşme ve modernleşme adı altında Ortadoğu bölgesine

sokulmaya çalışılan değerlerdir.5 Bölgeye çok taraflı yansımaları olan İran İslam Devrimi bu

bağlamda somut bir örnek teşkil etmektedir. Rejimin Batılılara hizmet ettiğini vurgulayan ve

ülkede yaşanan geleneksel değerlerdeki çöküşün başlıca sorumlusu olarak Batıyı gösteren Şah

karşıtları Devrimin oluşumunda ve ivme kazanmasında önemli roller üstlenmişlerdir.6 Bu

yaklaşım İran’da bir devrimle sonuçlanmış ve bu unsurun bölge güvenliği için ne denli önemli

olduğunu göstermiştir. Günümüzde, çoğu Ortadoğu insanı bu görüşleri benimsemektedir.

Batı’nın bölge genelindeki çöküşün, geçmişten ve geleneksel değerlerden kopuşun başlıca

nedeni olarak kabul edilmesi, bazılarının İslami nitelikteki aşırı hareketleri, en uç noktalara

varsa da, düzenin eski haline dönmesi için tek alternatif olarak görmelerine neden

olmaktadır.7 Temel yapı böylece oluştuktan sonra devletlerin sorunları ve toplumların diğer

sıkıntıları da üzerine eklendiğinde ve bir de çıkar çatışmaları işin içine girdiğinde, İslami

hareketler şiddete ve terörizme yönelmektedir.

Ortadoğu bölgesi genelinde hakim olan politik yapı da İslami kaynaklı radikal akımların

önemli etkenlerinden biri durumundadır. Arap devletlerine baktığımızda temel sorun bu

devletlerin Batılı yöneticilerden, emperyalistlerden kurtulduktan sonra “devlet” olma

özelliklerini geliştirememeleridir. Bundan kast edilen, bölge genelinde halen koloniyal

dönemin izlerini taşıyan elit yönetimlerin demokratik unsurlardan uzak yönetim tarzlarıdır.8

Demokratik organların, temsil mantığının ve politik kültürün var olmaması, bunların yerine

otoriter, totaliter veya diğer demokrasi dışı baskıcı yönetimlerin var oluşu bölge genelinde

politik anlamdaki boşlukları bazı aşırı İslami grupların doldurmasına yol açmıştır. Diğer bir

değişle, siyasal İslam, yönetici grupların oluşturamadıkları etkinliğin sonucunda gelişen karşı

bir oluşumdur.9 Ortadoğu devletlerinde bu politik bozukluklar halkların baskı altında ezilmesi

5 Lawrence, Bruce B. (1989) Defenders of God - the Fundamentalist Revolt against the Modern Age, Harper and

Row, New York. s.15. 6 Treverton, Gregory (Ed.) (1981) Crisis Management and The Superpower in The Middle East, International

Institute for Strategic Studies, USA. s.97. 7 Esposıto, John L. (1992) The Islamic Threat - Myth or Reality?, Oxford University Press. s.119. 8 Kavli, Özlem Tür (2001) “Protest In The Name Of God: Islamist Movements In The Arab World”, Perceptions

Journal of International Affairs, Volume VI, Number 2. Ankara, 2. 9 Ayubı, Nazih (1995) Over-stating the Arab State - Politics and Society in the Middle East, I.B. Tauris, London.

s.26.

6

ve siyaseten temsil edilme mantığına uzak olması gibi nedenlerle daha da artmakta ve

kaçınılmaz olarak kronikleşmeye başlamaktadır. Bunların yanı sıra, “Ortadoğu’daki

devletlerin rejimleri de farklıdır. Bu farklılık, Ortadoğu’nun uzun süre istikrara

kavuşamamasında önemli ve sürekli bir rol oynamaktadır. Mutlak monarşiler, şeyhlikler,

emirlikler, militarist ağırlıklı rejimler bölge ülkelerinin genel rejim özellikleridir. Çeşitli

ülkelerdeki radikal akımların tutucu rejimlere karşı harekete geçmesine, Şiilik ve Sünnilik

gibi mezhep kavgalarının da eklenmesiyle Ortadoğu’da uyuşmazlıklar iyice artmaktadır. Bu

artışta, dış ideolojik tahrikleri ve emperyalist güçlerin kışkırtıcı tutumlarını göz ardı

edemeyiz”10

Görüldüğü gibi politik yapının önemi aşırı İslami hareketler ve din bazlı çatışmalarda kritiktir.

Politik kültürün oluşmayışının kökeni koloniyel dönem sonrasında hiçbir politik hak

sunulmamış olmasına dayanmaktadır.11

Bu nedenle halk; her zamanki gibi eski aşiret, ağa

veya kabile temelli bağlılıklarını sürdürmüş, ilerleyen safhalarda yeni arayışlar içine girmiş,

artan tepkileri sonucunda bazı aşırı İslami grupları çıkış yolu olarak görmüştür.

İşte tüm bu nedenler, İslami kökenli radikal hareketleri farklı oranlarda beslemektedir. Son

olarak 11 Eylül saldırıları ve bu saldırıların radikal İslami bir örgüt olan El Kaide tarafından

yapıldığının öne sürülmesi, bu olayın Ortadoğu bölgesindeki yansımalarını gündeme

getirmiştir. Usama Bin Ladin isminin öne çıktığı bu süreçte başta Suudi Arabistan, Irak, İran

ve diğer Ortadoğu devletleri, ABD ve Batı tarafından, terörizme karşı takınılan tutum

çerçevesinde büyüteç altına alınmıştır.

Radikal Dincilik (fundamentalizm ) ve siyasal islam

“Siyasal İslam” her iki mezhepteki fundamentalizm için kullanılan şemsiye bir terim.

Bölgesel meselelere daha derinlemesine ve dikkatli baktığımızda aslında “siyasal İslam’ın”

farklı yorumlarından kaynaklanan çatışmaların dini çatışmalar olarak lanse edildiğini görürüz.

Orta Doğu’da birçok Sünni ve Şii, kendini mevcut dini çatışmalarda taraf olarak görmese de

İslam’ın muhtelif siyasal yorumları bölgeyi savaş alanına çevirmiştir. Farklı yorumların

birbirine çok benzer ideolojik yapılara ve müşterek tarihi kökenlere sahip olması, altının

çizilmesi gereken bir nokta. Bu gerçeğin anlaşılması, Orta Doğu’daki çatışmalara farklı bir

bakış açısı sağlayacaktır.

10 Kocaoğlu, s.220-221. 11 Johannes, Jansen (1997) The Dual Nature of Islamic Fundamentalism, Hurst and Company, London. s.25.

7

İslamcı Fundamentalizm, tarihsel geçmişinden bağımsız olarak günümüzdeki toplumsal

hareket şekliyle ele alındığında, yaklaşık 100 yıllık yeni bir olgudur. Bu hareket, şanlı

geçmişlerine kıyasla Müslüman ülkelerin şu anki zayıf ve aciz durumlarına tepki olarak

doğdu. Dolayısıyla köktendinciler de muhafazakâr çevrelerden değil, “İslami Uyanış”

hedefleyen reformcu hareketlerden çıktı.

Radikal dinciliğin asıl amacı, “kutsal kitaba” geri dönmektir. Bunun için, yazılanlar hiçbir

şekilde yorumlanmadan uygulanmalı ve metinlerin resmi ve daha tutucu tarihsel yorumları

reddedilmelidir. radikal dincilere göre, metnin özgün, birincil anlamına geri dönmek ve

sonradan ortaya çıkan tüm yorumları reddetmek, mevcut tüm sorunlara çözüm getirecektir.

Radikal dinciler, yitip giden “Altın Çağ’a” özlem duyarlar. Lakin Sünnilerin “Altın Çağ”

anlayışıyla Şiilerinki birbirinden farklıdır. Sünniler için amaç ihtişamlı hilafet zamanına geri

dönmektir. Şiiler ise İmamet sistemini hayata geçirmeyi arzu eder. İki grubun hemfikir olduğu

nokta ise kusursuz geleceğin şanlı geçmişle aynı olduğudur.12

Dolayısıyla, iki grubun hemfikir olduğu temel ölçütler şöyle sıralanabilir:

1. Moderniteye tepki olarak köklere geri dönüş: radikal dincilere göre Müslüman toplumların

geri kalmasından içte totaliter yönetimler, dışarıda da sömürgecilik sorumludur. Bunların her

ikisi moderniteye dayanmaktadır. Arzu edilen çözüm, İslam’a dayalı siyasi bir anlayış

geliştirmek ve bunu toplumda uygulamaktır. radikal dinciler, kendi dini görüşleriyle Batı’da

hâkim olan laik anlayış arasındaki tezadı, tanrı merkezcilik ile insan merkezciliğin karşıtlığı

olarak açıklamaktadır. Bu görüşe göre Batı, insan merkezci anlayışıyla, tanrı merkezci temele

sahip İslam’la karşıtlık halindedir. Dolayısıyla, yeni “cahiliye” Batıdır ve tüm İslamcılar ona

karşı savaşmalıdır.

2. Şeriata uygunluk: radikal dinciler, toplumlarında kuralların Şeriatla uyumlu olmasını ister

ve bunu mevcut tüm sorunların çözümü olarak görür. Dolayısıyla, toplumun başka bir

şekilde yönetilmesini öngörmek, yenilik demek olur ve bu da doğru olmaz. radikal dincilerin

demokrasiye yaklaşımı da bu bağlamda değerlendirilmelidir. Onlara göre demokrasi ancak

Şeriat yönetimine giden yolu açmak ve toplumu buna hazırlamak için kullanılabilir. Ancak

Şeriatın kendisi, halkın oyunu temel alarak belirlenemez.

3. Şiddet: radikal dinciler, cezalandırmanın tüm tarihsel biçimlerinin meşru ve uygulanabilir

olduğuna inanır. Dolayısıyla recim, baş kesme, kırbaçlama gibi eski çağlara ait eylemler,

12 Ali Mamouri, 2013, Radikalizmin Siyasal İslam’daki Kökenleri, Nabze İran, Sayı 18, s. 21.

8

günümüz için de meşru cezalandırma yöntemleri sayılır. Nitekim radikal dinci devletin Sünni

ve Şii örneklerini temsil eden Suudi Arabistan ve İran’da bu tür cezalar günümüzde

uygulanmaktadır.

4. Dinin İdeoloji Haline Gelmesi: Köktendincilere göre İslam, zaman ve mekâna

bakılmaksızın toplumda uygulanması gereken, eksiksiz bir siyasi, toplumsal ve ekonomik

sistemdir. Köktendincilerin gözünde İslam, sadece bir din değil, insanın toplumsal ve özel

hayatının tüm yönlerine hâkim olması gereken bütüncül bir yaşam ideolojisidir.13

İran’da Güvenlik Unsuru Olarak Din

1979’daki devrimle İran’da iş başına gelen yeni rejim, hem iç politikada hem dış politikada

“dini retoriği” kullanarak güvenliğini sağlamaya çalışmıştır. Başta devrimin lideri Humeyni

olmak üzere devrimi gerçekleştirenler, İran’la sınırlı dar bir alanda kaldıklarında devrimin

başarısız olacağı düşüncesindeydiler.14

Bundan dolayı “rejim ihracı” politikasıyla rejimin

güvenliğini sağlamaya çalıştılar. Farklı etnik/dini yapılı bir nüfusa sahip olan İran, iç

güvenliğini sağlamakla kalmayıp, “rejim ihracı” politikasıyla dış güvenliğini de kendi

sınırından oldukça uzaklara taşımıştır. Bugün özelde Orta Doğu genelde dünya gelişmelerine

bakıldığında, bu durum daha iyi anlaşılmaktadır. Çünkü İran’ın güvenliği günümüzde kendi

sınırından değil, Akdeniz’den başlamaktadır. Lübnanlı Şiilerle bağlantısı dikkate alındığında

bu durum net bir şekilde gözler önüne serilmektedir. Çünkü İslam Devriminden sonra İran,

Lübnanlı Şiilere her türlü desteği vermekten geri durmamıştır.15

Devrimden hemen sonra

“rejim ihracı”nın dini bir görevmiş gibi gündeme getirilmiş olmasına rağmen, asıl amaç,

İslam devriminin korunması olmuştur. Yani dış politikadaki dini söylem bir amaçtan ziyade

dış politikada bir araç olarak kullanılmıştır/kullanılmaktadır. Nitekim yukarıda da

bahsedildiği üzere, 1979’dan günümüze İran’ın takip ettiği dış politikaya bakıldığında, dinin

dış politikada araç olarak kullanıldığı açık bir şekilde görülmektedir.

Devrimden önceki Şah Yönetimi iç politikada meşruiyetini Batıcı- lık/Modernleşmeye

dayandırıyordu, güvenliğini ise ABD ittifakıyla sağlamaya çalışıyordu. İslami devrimden

sonra İran’ın yeni rejimi, meşruiyetini dine/İslam’a, güvenliğini ise “rejim ihracı” açılımıyla

sağlama yoluna gitti. İslami rejim İran’la sınırlı kaldığında başarılı olamayacağını

13 Ali Mamouri, 2013, Radikalizmin Siyasal İslam’daki Kökenleri, Nabze İran, Sayı 18, Tahran. s. 21-22. 14 Rouhullah K. Ramazani, “İran’s Islamic Revolution and the Persian Gulf”, Current History, January 1985,

s. 6. 15 İbrahim El Marashi, “Şii Hilali Miti’ni İnşa Etmek: İran Devriminden 2003 Irak Savaşı’na”, Avrasya Dosyası,

Cilt 13, Sayı 3, 2007, ss. 23-25.

9

düşündüğünden, kendisine bir “lebensraum”(hayat sahası) yaratmak istedi ve bu alanı

yaratmak için en uygun araç olarak dini gördü ve kullandı. İran açısından düşünüldüğünde,

“rejim ihracı” politikasının İran için faydalı olduğu rahatlıkla söylenebilir. Her ne kadar

“rejim ihracı” politikasıyla İran’ın dikkatleri/şimşekleri üzerine çektiği söylense de, İran söz

konusu politikasıyla güvenliğini sınırlarından uzaklara taşımasını bilmiştir. Böylece

rakipleriyle/hasımlarıyla pazarlıklarında ülke içi kartları değil, ülke dışındaki kartlarını

kullanmıştır/kullanmaktadır. Bunun en güzel örneği Lübnanlı Şiilerle olan ilişkileridir. İran’ın

Lübnanlı Şiilerle çok sıkı ve orgazize bağları mevcuttur. Örneğin Ayetullah Ali Hamenei,

Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ın taklit ettiği “merci-i taklid” 16

dir ve Nasrallah,

Hamenei’nin Lübnan’daki temsilcisidir.17

Lübnanlı Şiilerle olan bağlantından dolayı İran,

doğu Akdeniz’de önemli bir aktör haline gelmiştir. İran, “rejim ihracı” politikasıyla kendi iç

ve dış güvenliğini sağlamaya çalışırken, bölgedeki özellikle Şii nüfusa sahip Arap

devletlerinin iç güvenliklerini ciddi şekilde etkilemiştir.18

İran her ne kadar kendini bütün Müslümanların haklarının koruyucusu ve savunucusu olarak

tanımlasa da, dış politika uygulamalarına bakıldığında, dini bir meşruiyet aracı olarak

kullandığı anlaşılmaktadır. Bu durumun anlaşılması için İran’ın farklı bölgelerdeki dış

politika uygulamalarına bakmak yeterli olacaktır. Nitekim İran’ın İslami devrimden sonra

Orta Doğu’daki dış politika söylemi ve eylemi ile Kafkasya ve Orta Asya’daki söylemi ve

eylemi farklılık göstermektedir. İran Orta Doğu’da dini kimliği ön planda tutan ve “rejim

ihracı” politikasına uyan davranışlar içinde olurken, Kafkasya ve Orta Asya’da ulusal çıkarlar

ve stratejik hesaplar çerçevesinde bir dış politika yürütmüştür/yürütmektedir.19

İran’ın Orta Doğu Politikasında Din

1979 İslami devrimden sonra İran, Orta Doğu’ya yönelik politikasında dini bir araç olarak

kullanmaya başlamıştır. İran, devrimden sonra dini/İslami söylem kullanarak, gerçekleştirilen

bu devrimin sadece İran’a ait olmadığı, bütün Müslümanların devrimi olduğu imajını vermeye

çalışmıştır.20

Tarihi Arap-Fars rekabeti düşünüldüğünde, “rejim ihracı” politikasının önemi

16 “Merci-i Taklid” makamı Şiilerin sosyal ve dini hayatta içtihadına uydukları ve örnek aldıkları dini liderlerdir 17

Bayram Sinkaya, “Şii Ekseni Tartışmaları ve İran’, Avrasya Dosyası, Cilt 13, Sayı 3, 2007, s. 44. 18 Marashi, s. 30. 19 Arif Keskin, “Şii Jeopolitiği ve İran”, Avrasya Dosyası, Cilt 13, Sayı 3, 2007, s.94.

20 Rouhullah K. Ramazani, “Iran’s Foreign Policy: Contending Orientations”, The Middle East Journal, Vol 43,

No 2, Spring, 208.

10

daha iyi anlaşılmaktadır. Dini söylemle İran, Orta Doğu’ya/ Arap dünyasına yayılmak

istemektedir ve bunu, Müslümanların sempatisini kazanarak gerçekleştirmek istemektedir.

Çünkü İran, Orta Doğu’nun kapılarını kendisine ancak “din” yoluyla açılabileceğini

düşünmektedir. Aksi takdirde İran, dinin dışındaki söylemlerle, bölgeye girdiğinde ya da

girmeye çalıştığında Arap direnciyle karşılaşacağını çok iyi bilmekteydi. Nitekim, “rejim

ihracı” söylemi, bazı Şiiler dışında bölgede fazla cevap bulamadığı gibi, Başta Suudi

Arabistan olmak üzere Sünni Arap devletlerinin ciddi direnciyle karşılaştı/karşılaşmaktadır.21

Günümüze daha net görüldüğü üzere İran, Orta Doğu’da devlettendevlete diplomasiden daha

fazla devletten(İran) halka (Müslüman Orta Doğu halkları) diplomasi yürütmektedir. Çünkü

İran Orta Doğu’da devletleri kazanamayacağını gayet iyi bilmektedir. Orta Doğu’da

Müslüman halk, başta ABD ve İsrail olmak üzere seküler otoriter yönetimlere karşıdırlar. İran

da ABD, İsrail ve seküler Arap yönetimlerini kendi bölge politikaları önünde engel olarak

görmektedir. Bu bağlamda İran dini söylem kullanarak bölgedeki Müslüman halkı kazanmak

istemektedir. Bölgede Arap Milliyetçiliğinin başarısızlığından sonra Siyasal İslam’ın yükselişi

de dikkate alındığında, İran’ın Orta Doğu’ya yönelik politikasındaki dini referansların ne

kadar önemli olduğu daha iyi anlaşılmaktadır.

Günümüzde Orta Doğu’nun önemli sorunlarına baktığımızda, İran’ı mutlaka doğrudan veya

dolaylı olarak bu sorunların içinde görürüz. İran Orta Doğu’da özellikle de

Lübnan’da,Suriye’de, Filistin’de ve en önemlisi Irak’ta ihmal edilemeyecek bir aktördür. İran

bu sorunlardaki yerini dini söylem kullanarak ilişki kurduğu gruplar sayesinde kazanmaktadır.

İran’ın Orta Doğu’daki ulusal çıkarı ve stratejik hesapları için din iyi bir fırsat sunmaktadır ve

İran’da bunu en iyi şekilde kullanmaktadır. İran dini bağlarla ilişki içinde olduğu gruplarla

Orta Doğu’nun farklı yerlerinde varlık gösterebilmektedir. Örneğin, İsrail’le Lübnanlı Şiiler

vasıtasıyla, ABD ile Irak’ta Iraklı Şiiler yoluyla ve özellikle Körfez’de Şii gruplarla dış

politikada manevra alanını geniş tutabilmektedir. İran dini söylemle Orta Doğu’ya nüfuz

edebilmektedir, aksi takdirde “Farisi” bir devlet kimliği ile Arap dünyasında etkinlik kurması

oldukça zor, hatta imkânsızdır. Bunun bilincinde olan İran, OrtaDoğu’ya yönelik politikasında

dini söylemi ve ABD ve İsrail karşıtlığını sonuna kadar kullanmaktadır. Fakat İran’ın Orta

Doğu politikasında kullandığı dini söylem, diğer bölgeler söz konusu olduğunda ya ortak

değerler olarak ortaya çıkmakta ya da hiç kullanılmamaktadır. Bunun en güzel örneğin İran’ın

21 Gawdat Bahgat, “İslam’ın Siyasal Coğrafyası: Basra Körfezi’ndeki Şiiler”, Avrasya Dosyası, Cilt 13, Sayı 3,

2007, s. 150.

11

Kafkasya ve Orta Asya politikasında sergilenmektedir.

Radikal Örgütler ve İran

İran'ın batı sınırlarının hemen bir kaç kilometre ötesinde Irak ve Suriye'nin Sünni mıntıkasının

büyük bir kısmını içine alan geniş bir bölgede radikal İslamcı cihatçılar tarafından İslam

Devleti kuruldu. Bu devlet daha önce kendini Irak ve Şam İslam Devleti (IŞİD) olarak

adlandıran örgüt tarafından kuruldu. Irak işgalinden sonra El Kaide'nin bir kolu olarak ABD

ve müttefiklerine karşı çatışan bu örgüt diğer taraftan orada yükselen Şii iktidara karşı da

savaş ilan etti. Bu da İran’ın bölgedeki çıkarlarına karşı açıktan bir savaş ilanı ve yeni bir

Sünni tehlikenin ortaya çıkışı demekti.

İran daha önce de kendi Kuzeydoğu sınırlarında başka bir radikal “Sünni devletle” sınır

komşusu olmuştu. 1990'lı yılların ortasında Taliban'ın Afganistan'da yükselişi İran'a IŞİD

benzeri bir deneyim yaşatmıştı. O dönemde Taliban güçleri Mezar-ı Şerif kentine yaptıkları

saldırıda oradaki İran konsolosluğunu basıp çalışanları öldürünce İran, ordusunu Kuzeydoğu

sınırına doğru harekete geçirmişti ama bu doğrudan bir karşılık vermek için değildi.

Afganistan'da Sovyetlere ve Sovyet destekli hükümete karşı savaşan mücahitlere yardım eden

İran orada yaşayan çeşitli etnik gruplarla farklı ortak yönler üzerinden bağ kurabilmişti,

Hazaralar ile Şiilik, Taciklerle soy/dil ortaklığı üzerinden (İran Hazaralar’ın Abdul Ali Mezari

liderliğindeki Vahdet Partisi ve Taciklerin Burhaneddin Rabbani liderliğindeki Afganistan

Cemiet-i İslam Partisi’ni destekliyordu). Daha sonra iç savaşta bu irtibatlar İran'ın işine

yaramıştı ve Taliban'a karşı Kuzey mücahitlerine verdikleri destekle kendi lehine dengeyi

kurmayı başarabilmişti. İran hatta 2001 yılında ABD'nin saldırısına sözde karşı çıksa da

Kuzey kuvvetlerinin işgalde oynadığı role bakıldığında çok da bu saldırıdan rahatsız

olmadığını görebiliriz. Bunları göz önünde bulundurursak İran'ın IŞİD'e karşı nasıl bir tutum

içinde olacağını tahmin edebiliriz.22

İran işgal sonrası Irak'ta bölgeyi Sünni/Şii ekseninde polarize edecek politikalar izledi. Bu

politikalar gizli mali ve askeri destekten açıktan Sünni kesime karşı Şii kanada verdiği desteğe

ve Sünnilerin iktidardan uzaklaştırılmasını öngören planlara kadar geniş bir yelpazeyi

22 Araz Bağban, 2014, İslam Devleti’nin Yükselişi Karşısında İran'ın Ortadoğu Politikası, Mehrname, Sayı. 46.

Tahran. s. 15.

12

kapsamaktadır. Böylece İran Ortadoğu'daki Sünni/Vahhabi eksenine karşı Irak'ı da içine alan

geniş bir ittifak düşünüyordu.

Diğer taraftan Irak işgali Afganistan'dan sonra cihat için yeni bir yükseliş zemini yarattı.

İran’ın yükselişi Sünni kampın Irak’ta düşüşü demekti. El Kaide ve benzeri örgütlerin

operasyonlarıyla kaybedilen bu konum geri kazanılmaya çalışılıyordu. Böylece ABD ordusu

dışında cihadın başka bir hedefi daha vardı: Şiiler. İşte o dönemde Irak el Kaide'si olarak da

bilinen “Irak İslam Devleti” bu zeminin bir mahsulü olarak boy gösterip yükseldi.

İran'ın bölgede en önemli müttefiki olan Suriye'de süren iç savaş onu (Irak iç savaşından

farklı olarak) fiziki olarak kendi içine çekti. En başta İran-Suriye-Hizbullah ekseninde İsrail'e

karşı kurulmuş olan ittifakın kırılmaması için, İran Esat'ın en çok yardıma ihtiyaç duyduğu

anda Devrim Muhafızları Ordusu'nun sınır dışı operasyonlarını gerçekleştiren Kudüs Gücü'nü

Suriye'ye gönderdi. Kudüs Gücü Hizbullah başta olmak üzere Mehdi Ordusu ile birlikte IŞİD

ve diğer muhalif güçlere karşı Esat'ın yanında çatıştı ve Suriye devletine iç savaşta önemli

mevzileri ele geçirmesinde yardımcı oldu.23

Yukarıdaki bilgileri göz önünde bulundurursak Ortadoğu İran açısından en genel hatlarıyla

Sünni-Şii karşılaşması olarak çizilmiştir. Bu karşılaştırma mezhep üzerinden yapılsa da

temelinde Ortadoğu petrolü ve onu koruyan siyasal ittifaklar var. Örneğin İran, Suriye'de iç

savaşa iştirak eden güçlerine Harem Muhafızları diyor. Şiilerin üçüncü imamı Hüseyin'in kız

kardeşi Zeynep’in türbesinin Şam'da bulunması dolayısıyla Kudüs gücüne bu ismi vermesi

anlamlı gözükse de aslında yanıltıcı olduğunu da söylemek lazım. Irak'ta da Kerbela, Necef

ve Samarra gibi Şiiler için kutsal kentleri bahane ederek iç savaşa aktif bir şekilde dahil olma

gerekçesini bu kentleri cihatçıların saldırısından korumak olarak gösteriliyor. İran aslında

Ortadoğu'da kendi menfaatini korumak için ve Basra Körfezi ülkelerine karşı kampını

genişletmek için bu mezhep yönelimli iç savaşları ön plana çıkararak kitleleri Sünni kesime

karşı savaşa seferber etmeye çalışıyor. Doğal olarak bu politikalar bir İran'ın çıkarlarını

korumaktadır.

23 Araz Bağban, 2014, İslam Devleti’nin Yükselişi Karşısında İran'ın Ortadoğu Politikası, Mehrname, Sayı. 46.

Tahran. s. 16.

13

Sonuç

Din İran’ın Orta Doğu politikasında ön planda gözükse de, burada din İran’ın ulusal

çıkarlarına hizmet eden bir unsur olarak vardır. İran, dış politikasında dini kullanarak Orta

Doğu’ya nüfuz etmek/yayılmak istemektedir. Tarihi Fars-Arap düşmanlığını dini unsurla

aşmaya çalışmaktadır. Yani İran, dini dış politikasında bir araç olarak kullanmaktadır ve

bölge de bu duruma oldukça müsait gözükmektedir. İran Orta Doğu’da daha çok Müslüman

halkları kazanmaya çalışmaktadır. Bundan dolayı İran’ın Orta Doğu’ya yönelik politikasında

din ön planda tutulmaktadır.

İran, Orta Doğu Müslüman halklarının düşmanlarını/hasımlarını iyi bilmektedir. Bugün ABD,

İsrail ve seküler/otoriter Arap yönetimleri, bölgedeki Müslüman halklar tarafından tepkiyle ve

daha ileri davranışlarla karşılanmaktadırlar. İran da ABD ve İsrail’i en büyük düşmanları

olarak, seküler/otoriter Arap yönetimlerini de ABD’nin uzantısı olarak tanımlamaktadır. Yani

bölgedeki Müslüman halklarla İran’ın ABD, İsrail ve seküler/otoriter Arap yönetimlerine

karşı düşünce ve tavırları örtüşmektedir. ABD, İsrail ve otoriter Arap yönetimlerine karşı

bölgeden gelen en güçlü muhalif ses, bölgede sürekli yükselen “Siyasal İslam”dan

gelmektedir. İran ise bu yükselişte öncü rolü oynamaktadır. Bölgedeki dış politik amaçlarına

uygun bir zemin sunan mevcut durumdan faydalanmak için İran, dini unsuru kullanmaktan

çekinmemektedir. Fakat bölgedeki dini zemin İran için önemli fırsatlar sunsa da bunun

önünde ciddi engeller de mevcuttur.

Bu engelleri biz radikal guruplar şeklinde görebilmekteyiz İran din unsurunu Ortadoğu

halkına yakınlaşmak için kullanırken ve bu söylemle Ortadoğu Ülkelerinde örgütlenmeye

giderken karşısında radial örgütlerde aynı mantıkdan yola çıkarak dini kullanmışlardır, ve bu

soylem sayesinde hem ülkedeki otoritelerine karşı hemde şii sünni çatışmasının ortasında

örgütlenmeyi başarabilmişlerdir.

Bunu biz Elkaide, Elnusra, İşid, Cundullah gibi örgütlerde görebilmekteyiz İran’ın dış

politikası baktığımızda çoğuzaman bu radikal gruplarla mucadile adı altında bölgeye nufuz

etmektedir, yıllardan beri Lubnan, Irak, Suriye gibi ülkelerde kurduğu örgütler herzaman

işine gelmektedir hem o ülkelerin iç politikasına mudahile etmekte hemde bölgede kendi

çıkarlarını sağlamak için kullanmaktadır.

Bu durumu göz önünde bulundurarak İran güvenliğini kendi sınırlarında değilde ta

akdenizden başlayarak sağlamaktadır.

14

Kaynakça

1. Dinin Uluslararası politikadaki rolü hakkında bkz: Mehmet Şahin, “Uluslararası İlişkilerde

Din Faktörü”, İdris Bal. (Der.), Değişen Dünyada Uluslararası İlişkiler, Lalezar Kitabevi,

Ankara, 2006.

2. Ayşen Baylak, İmam Humeyni, İlke Yayıncılık, İstanbul, 2005.

3. İran İslam Cumhuriyeti Anayasası, Madde 3/16,

http://www.iranonline.com/iran/iran-info/Government/constitution-1.html

4. Kocaoğlu, Mehmet (1995) Uluslararası İlişkiler Işığında Ortadoğu, Genelkurmay

Basımevi, Ankara.

5. Lawrence, Bruce B. (1989) Defenders of God - the Fundamentalist Revolt against the

Modern Age, Harper and Row, New York.

6. Treverton, Gregory (Ed.) (1981) Crisis Management and The Superpower in The Middle

East, International Institute for Strategic Studies, USA.

7. Esposıto, John L. (1992) The Islamic Threat - Myth or Reality?, Oxford University Press.

8. Kavli, Özlem Tür (2001) “Protest In The Name Of God: Islamist Movements In The Arab

World”, Perceptions Journal of International Affairs, Volume VI, Number 2. Ankara, 2.

9. Ayubı, Nazih (1995) Over-stating the Arab State - Politics and Society in the Middle East,

I.B. Tauris, London.

10. Johannes, Jansen (1997) The Dual Nature of Islamic Fundamentalism, Hurst and

Company, London.

11. Ali Mamouri, 2013, Radikalizmin Siyasal İslam’daki Kökenleri, Nabze İran, Sayı 18, s.

21.

15

12. Rouhullah K. Ramazani, “İran’s Islamic Revolution and the Persian Gulf”, Current

History, January 1985.

13. İbrahim El Marashi, “Şii Hilali Miti’ni İnşa Etmek: İran Devriminden 2003 Irak

Savaşı’na”, Avrasya Dosyası, Cilt 13, Sayı 3, 2007, ss. 23-25.

14. “Merci-i Taklid” makamı Şiilerin sosyal ve dini hayatta içtihadına uydukları ve örnek

aldıkları dini liderlerdir

15. Bayram Sinkaya, “Şii Ekseni Tartışmaları ve İran’, Avrasya Dosyası, Cilt 13, Sayı 3,

2007, s. 44.

16. Arif Keskin, “Şii Jeopolitiği ve İran”, Avrasya Dosyası, Cilt 13, Sayı 3, 2007.

17. Rouhullah K. Ramazani, “Iran’s Foreign Policy: Contending Orientations”, The Middle

East Journal, Vol 43, No 2, Spring, 208.

18. Gawdat Bahgat, “İslam’ın Siyasal Coğrafyası: Basra Körfezi’ndeki Şiiler”, Avrasya

Dosyası, Cilt 13, Sayı 3, 2007.

19. Araz Bağban, 2014, İslam Devleti’nin Yükselişi Karşısında İran'ın Ortadoğu Politikası,

Mehrname, Sayı. 46. Tahran. s. 15.